Hicretin
İlk Senesindeki Hadiseler
Abdullah
B. Selamın Müslüman Oluşu
Rasûlullah’ın
O Gün İrad Ettiği Hutbe
Hz.
Peygamber'in Ebu Eyyüb'un Evinde İkameti Esnasında Mescid-İ Nebevinin İnşası
Bu
Şerefli Mescidin Faziletine Dair Birkaç Söz
Muhacirlerin
Medine Sıtmasına Yakalanmaları
Hz.
Peygamber'in Muhacirlerle Ensar'ı Kardeş Yapması
Ebu
Ümame Es'ad B. Zürare'nin Vefatı
Abdullah
B. Zübeyr'in Hicri Birinci Senenin Şevval Ayında Doğumu
Bu
Senede Rasûlullah (S.A.V.)'In Aişe İle Gerdeğe Girmesi
Ubeyde
B. Harîs B. Abdülmuttalîb'in Seriyyesî
Hicri
İkinci Senede Meydana Gelen Hadiseler
Ashab, Hz. Ömer'in
halifeliği zamanında hicretin onaltı, onyedi veya onsekizinci senesinde,
hicreti, İslâm tarihinin başlangıcı sayma hususunda görüş birliği etmişlerdir.
Bu olayın başlangıcı şöyle olmuştu: Mü'minlerin emiri Hz. Ömer'e, bir adamın
başkası aleyhindeki hücceti (çek) arzedilmişti. Hüccette, vadenin şaban ayında
dolduğu yazılı idi. Hz. Ömer:
- Hangi şaban? İçinde
bulunduğumuz senenin şabanı mı, geçen senenin şabanı mi, yoksa gelecek senenin
şabanı mı? diye sormuştu.
Daha sonra sahabeleri
toplayarak bir tarih koyma hususunda görüşlerine başvurdu. Bu tarih sayesinde
borç ödemelerinin vadesi ve diğer hususlar bilinecekti. Adamın biri:
- Farsların (İranlılar)
tarih koyusu gibi bir tarih koyun, dedi. Hz. Ömer, bundan hoşlanmadı. Çünkü
Farslar, peşpeşe gelen hükümdarlarının saltanatlarına göre tarih koyuyorlardı.
Bir sözcü de:
- Rumların tarih
koyusu gibi bir tarih koyun, dedi. Rumlar, Makedonyalı İskender b. Felebisin
hükümdarlığı vaktinden başlayan bir zamana göre tarih koyuyorlardı. Hz. Ömer,
bunu da beğenmedi. Diğerleri ise: "Rasûlullah'm doğum tarihinden başlayan
bir tarih koyun." dediler. Başka biri, onun risaletle görevlendiriliş
vaktinin tarih başlangıcı yapılmasını; bir diğeri, hicretin tarih başlangıcı
olarak belirlenmesini; bir başka grup da, vefatının tarih başlangıcı olarak
kabul edilmesini ileri sürdü. Hz. Ömer, herkesçe duyulduğu ve meşhur olduğu
için hicretin tarih başı olarak belirlenmesi görüşüne meyletti. Ashab, onun bu
fikri üzerinde ittifak etti. Sahih-i Buharî'de hicri tarihin başlangıcından
bahsedilirken Sehl b. Sa'd'm şöyle dediği rivayet edilir:
«Peygamber'in
risaletle görevlendirilmesi vaktinden başlatmadıkları gibi, vefatı tarihinden
de başlatmadılar. Medine'ye gelişi vaktinden itibaren tarihi başlattılar.»
Vakidî dedi ki: İbn
Ebu Zinad, babasımn şöyle dediğini bize nakletti: "Hz. Ömer, İslâm
tarihinin ne zamandan itibaren başlatılması hususunda sahabelerle görüş alış
verişinde bulundu. Onlar da hicretin, İslâm tarihinin başlangıcı olarak kabul
edilmesi hususunda görüş birliği ettiler."
Ebu Davud et-Teyalisî,
Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini rivayet eder: Adamın birisi, Hz. Ömer'e
gidip şöyle dedi:
- Tarih koyun.
- Tarih koymakta ne
demek?
- Acemlerin yaptığı
bir şeydir. Falan senenin falan ayında... diye yazarlar,
- Güzel birşey.
- Öyleyse siz de tarih
koyun, dedi.
Sahabeler, tarihin
hangi seneden itibaren başlatılması konusunda değişik görüşler ortaya koydular.
Bir kısmı: "Hz. Peygamberin risaletle görevlendirildiği vakitten itibaren
başlatalım." dediler. Bir kısmı da: "Vefat tarihinden
başlata-lim," dediler. Hicret vaktinden itibaren başlatma hususunda görüş
birliğine vardılar. Daha sonra; "Hangi aydan başlatalım?" diye
sordular. Kimi: "Ramazandan itibaren başlatalım." dedi. Kimi:
"Muharremden itibaren başlatalım." dedi. Çünkü muharrem ayında
insanlar hac ibadetim tamamlayıp geri dönerler. O, haram bir aydır. Bunun
üzerine sahabeler, muharrem ayından itibaren hicri tarihi başlatma hususunda
ittifak ettiler.
İbn Cerir, şu ayetle
ilgili olarak İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Fecre andolsun.
Zilhicce ayının ilk on gecesine andolsun.» Bu ayette geçen fecr kelimesi ile
muharrem ayı kastedilmiştir. Çünkü senenin fecri, muharrem ayıdır.
Ubeyd b. Umeyr'in
şöyle dediği rivayet edilir: «Muharrem, Allah'ın ayıdır. O, sene başıdır. O
ayda, Ka'be'ye Örtü geçirilir. O ay ile insanlar tarih koyarlar. O ayda para
basılır.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Amr b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kitaplara tarih koyan ilk kişi,
Yemenli Ya'la b. Ümeyye'dir. Rasûlullah (s.a.v.), rebiyülevvel ayında Medine'ye
geldi. İnsanlar o ayı, sene başı olarak belirlediler.
Muhammed b. îshak,
Zührî'den rivayet eder ki, Muhammed b. Salih ile Şa*bı şöyle demişlerdir:
"İsmail oğulları, İbrahim'in ateşe atılışım tarih başı olarak
belirlediler. Sonra İbrahim ile İsmail'in, Ka'be'yi inşa edişlerini, tarih başı
olarak tesbit ettiler. Sonra Ka'b b. Lüeyy'in ölümünü tarih başı olarak
belirlediler. Sonra fil hadisesini tarih başı olarak kabul ettiler. Sonra
Hattab oğlu Ömer, hicreti tarih başı olarak belirledi. Onun, tarih başlangıcı
olarak hicreti belirlemesi, hicri on yedi veya onsekizinci senede
olmuştur." Biz, bu konuyu" Hz. Ömer'in Sîreti" adlı eserde sened
ve yollarıyla detaylı olarak anlatmışızdır. Hamd, Allah'adır.
Kısaca demek
istediğimiz şudur ki ashab, hicreti, İslâm tarihinin başlangıcı olarak
belirlemiştir. Bu tarihin yılbaşısı da, meşhur kavle
göre muharrem ayıdır. Cumhur-u ulemâ, bu
görüştedir. Süheylî ve diğerlerinin, İmam Malik'ten naklettiklerine göre o
şöyle demiştir: "îslâmî sene başı, rebiyülevvel ayıdır. Çünkü o ayda
Rasûlullah, Medine'ye hicret etmiştir."
Süheylî, başka bir
yerde de şu ayeti, bu görüşü teyid eden bir delil olarak ileri sürmüştür:
«İlk gününden beri
Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid....» (et-Tevbc, 108.) Yani
Peygamber (s.a.v.)'in, Medine'ye geldiği ilk günden itibaren... Bu,
sahabelerinde hicri senenin başlangıcı olarak ittifak ettikleri gibi İslâmî
tarihin ilk başlangıç günüdür.
Şüphesiz ki, İmam
Malik'in bu sözleri doğrudur. Ancak teamül, bunun hilafmadır. Çünkü Arap
aylarının ilki muharrem ayıdır. Bu sebeble sahabeler, hicreti İslâm tarihinin
başlangıç senesi olarak, muharrem ayını da hicri sene başı olarak kabul
etmişlerdir, ki, sistem ve düzen bozulmasın. Nitekim bu böyle bilinmektedir.
Doğrusunu Allah bilir.
Allah'ın yardımına
sığınarak deriz ki: Hicri sene, Rasûlullah Mekke'de mukim iken başlamıştır. O
esnada Ensâr'la ikinci Akabe bey'atmı yapmıştı. Yani eyyam-ı teşrikin
ortalarında zilhicce ayının on ikinci gecesinde bu bey'at gerçekleşmişti. Bu
da hicret senesinden önce vuku bulmuştu. Sonra Ensâr, Medine'ye döndü.
Rasûlullah (s.a.v.)'da, Medine'ye hicret etmeleri için sahabelerine izin verdi.
Bunun üzerine sahabelerden akın akın Medine'ye hicret edenler oldu. Öyleki,
Mekke'den çıkabilecek durumda olan hiçbir Müslüman orada kalmadı. Sadece
Rasûlullah (s.a.v.) kalmıştı. Ebu Bekir de,. Rasûlullah'la yol arkadaşlığı
etmek maksadıyla kendim Mekke'de tutmuştu. Daha önceki sayfalarda anlattığımız
gibi ikisi birlikte yola çıktılar. Peygamber'in yanındaki emanetleri
sahiplerine geri vermesi için Ebu Talib oğlu Ali, Peygam-ber'den sonra Mekke'de
birkaç gün daha kaldı. Daha sonra Mekke'den ayrılıp Medine'ye gitti. Yol
üzerinde bulunan Küba'da Rasûlullah'a pazartesi günü öğleye yakın ulaştı. O
esnada ortalık iyice ısınmıştı.
Vakidî ve diğerleri
dediler ki: Bu olayın vuku bulduğu esnada rebiyülevvel ayından iki gece
geçmişti. îbn İshak'm anlattığına göre henüz Peygamber, miraca çıkmamıştı.
Onun tercih ettiği görüşe göre bu olayın vukuu esnasında rebiyülevvel ayından
oniki gece geçmişti. Meşhur olan görüş budur ki, cumhur-u ulema da buna
kaildirler. Bisetten sonra Peygamber, kavillerin en doğrusuna göre Mekke'de
onüç sene süre ile ikamet etmiştir. Bu, Hammad b. Seleme'nin, İbn Abbas'tan
yaptığı rivayettir. Bu rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: "Rasûlullah
(s.a.v.), kırk yaşında risaletle görevlendirildi. Ondan sona Mekke'de onüç sene
müddetle ikamet etti."
İbn Cerir'in, İbn
Abbas'tan naklettiğine göre o şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.),
Mekke'de onüç sene müddetle ikamet etti." Önceki
sayfalarda da geçtiği gibi İbn Abbas,
Sırma b. Ebi Enes b. Kays'm beyitlerini yazmıştır:
"Kureyş'in içinde
on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam diye düşünüyordu."
Vakidî, İkrime'den
rivayet etti ki;İbn Abbas, Sırmanın şu kavlini delil olarak ileri sürmüştür:
"Kureyş içinde on
küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam, diye düşünüyordu." İbn Cerir,
bunu böyle rivayet etmiştir. Vakidî, Peygamberin bisetten sonra Mekke'de onbeş
yıl süreyle ikamet ettiğini söylemiştir. Bu, cidden garip bir kavildir. Bundan
daha garibi, İbn Cerir'in söylediğidir:.
Ravh b.Ubade,
Katade'nin şöyle dediğini ifade eder: Mekke'de sekiz, Medine'de de on yıl
müddetle Rasûlullah'a Kur'ân nazil olmuştur.
Hasan, Mekke'de on,
Medine'de de on yıl müddetle Rasûlullah'a Kur'ân'm nazil olduğunu söylemiştir.
Hasan-ı Basrî'nin kabul ettiği başka bir kavle göre de Peygamber, bisetten
sonra Mekke'de on yıl süreyle ikamet etmiştir. Bu kavle Enes b. Malik, Aişe,
Said b. Müseyyeb ve Amr b. Dinar'da kail olmuştur. Bu, Ahmed b. Hanbel'in
naklettiğine göre İbn Abbas'a ait bir sözdür. Şöyle ki: Peygamber, kırküç
yaşında iken risaletle görevlendirildi. Ondan sonra Mekke'de on yıl müddetle
ikamet etti. Önceki sayfalarda da naklettiğimiz gibi Şa'bî şöyle demiştir:
"İsrafil, üç yıl
müddetle Rasûlullah'a gelir, ona vahiy getirirdi." Bir rivayete göre
Rasûlullah (s.a.v.), İsrafil'in sesini işitir ama şahsını gör-mezmiş. Bundan
sonra Cebrail, ona gelmiş. Vakidî, hocalarından birinin, Şa'bî'nin bu kavlini
reddettiğini nakletmiştir. İbn Cerir, bu kavli ileri sürerek, Peygamberin
bisetten sonra Mekke'de on yıl ikamet ettiğini söyleyenlerle, on üç yıl ikamet
ettiğini söyleyenlerin kavlini birleştirmeye ve bir uzlaşma sağlamaya
çalışmıştır. Doğrusunu Allah bilir. [1]
Peygamber (s.a.v.)'in
kafilesi, Medine'ye geldiğinde ilk olarak Beni Amr b. Avf yurduna konuk oldu.
Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi orası Küba köyü idi. Orada ikamet etti.
Rivayetlerin bazısına göre yir-miiki, bazısına göre onsekiz, bazısına göre de
on küsur gece orada ikamet etmiştir. Musa b. Ukbe'nin ifadesine göre ise,
sadece üç gece ikamet etmiştir. İbn İshak'm meşhur kavline göre Hz.Peygamber,
Küba'da pazartesi gününden cuma gününe kadar kalmıştır. Bu süre içinde Küba
mescidini tesis (bina) etmiştir. Süheylî'nin iddiasına göre Hz. Peygamber,
Küba'ya gelişinin ilk gününde bu mescidi yapmış ve şu ayeti de bu mescide dair
bir ayet kabul etmiştir:
«İlk gününden beri
Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid...»
Bu, şerefli ve
faziletli bir mescidtir. Hakkında şu ayet nazil olmuştur:
«İlk gününden beri
Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan
mescidte bulunman daha
uygundur. Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak isteyenleri
sever.» (et-Tcvbc, ıos.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Uveym b. Saide'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Küba mescidine gelip
şöyle demiştir:
"Mescidinizin
kıssasından bahsederken temizlik hususunda Cenâb-ı Allah, sizi güzelce
övmüştür. Yapmakta olduğunuz bu temizlik
nedir?"
Orada bulunanlar
dediler ki:
"Vallahi ya
Rasûlallah, birşey bilmiyoruz. Sadece bizim bazı Yahudi komşularımız oldu.
Onlar, büyük abdest bozduklarında mak'adlarım yıkarlardı. Biz de onlar gibi
yıkadık."
Ebu Davud, Tirmizî ve
İbn Mace, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet ederler: Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki: «Bu ayet, Küba halkı ha-kmda nazil olmuştur. "Orada, arınmak
isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak.isteyenleri sever." Çünkü
Kübalılar, su ile istinca yaparlardı. Bunun üzerine bu ayet, onlar hakkında
nazil oldu.»
Yunus b. Haris, bu
hadisin zayıf olduğunu söyler. Doğrusunu Allah bilir.
Peygamber (s.a.v.),
daha sonraları Küba mescidini ziyaret eder, orada namaz kılardı. Her cumartesi
günü bazen yaya, bazen süvari olarak Küba mescidine gelirdi. Bir hadis-i
şerifinde bu mescidle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Küba mescidinde
kılman bir namaz, umre gibidir." Bir hadiste anlatıldığına göre Küba
mescidinin kıblesini, Cebrail gelip Peygamber'e işaret edip göstermiştir. Küba
mescidi, Medine'de İslâm tarihinde inşa edilen ilk mescidtir. Hatta bu dinde
bütün insanlar için inşa edilen ilk mescid, Küba mescidi olmuştur. İnsanlar
için umumi mescid ifadesini kullanmakla Ebu Bekir es-Sıddık'm Mekke'de iken
kendi evinin kapısı yanında inşa ettiği, orada namaz kılıp, ibadet yaptığı
mescidi kapsam dışına çıkarmış olduk..Çünkü o mescid, bütün insanlar için
değil, sadece Ebu Bekir'in kendi şahsı içindi. Doğrusunu Allah bilir.
Peygamber (s.a.v.)'le
ilgili müjdeler bölümünde Selman-ı Farisî'nin İslâm'a girişinden bahsetmiştik.
O bölümde anlattığımız Selman-ı Farisî, Rasûlullah in Medine'ye gelişini
duyduğunda yanma birşeyler alıp Küba'da bulunan Rasûlullah'a götürmüş ve: «Bu,
sadakadır.» demişti. Rasûlullah da elini, o sadakaya uzatmamış ve yememişti.
Sadece ashabına, o şeyi yemelerini emretmişti.İkinci kez Selman, yanma
birşeyler alarak Rasûlullah'a getirmiş ve: «Bu, hediyedir.» demişti. Bunun
üzerine Rasûlullah, o hediyeden yemiş, yemeleri için ashabına da emir vermişti. [2]
İmam Ahmedb. Hanbel,
Abdullah b. Selamın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye
geldiğinde insanlar süratle ona doğru gittiler. Ben de gidenler arasında idim.
Yüzünü gördüğümde, o yüzün yalancı bir kimsenin yüzü olmadığını anladım. Ondan
duyduğum ilk söz şu oldu:
"Selamı
yaygmlaştırm. Yemek yedirin. İnsanlar uyumakta iken geceleyin namaz lalın ve
selametle Cennet'e girin."
Bu hadisten
anlaşıldığına göre Abdullah b. Selam, Peygamber'i ilk defa Küba'ya gelip, Beni
Amr b. Avf yurduna konuk olduğu esnada görmüştür.
Abdülaziz b.
Süheyl'in, Enes'ten yaptığı rivayette de geçtiği gibi Abdullah b. Selam, Hz.
Peygamber'le ilk olarak Küba'da Neccar oğulları yurduna yerleştiğinde Ebu
Eyyüb'ün evinde bir araya gelmiştir. Belki de ilk olarak onu Küba'da görmüş,
sonra da Neccar oğulları yurduna gelerek onunla görüşmüştür. Doğrusunu Allah
bilir.
Buharî'nin, Abdülaziz
tariki ile Enes'ten yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber, Medine'ye geldiğinde
Abdullah b. Selam ona uğramış ve şöyle demişti: "Senin hak olduğuna
şahadet ederim. Yahudiler, beni kendi efendileri, efendilerinin oğlu, en
bilginleri ve en bilginlerinin oğlu olarak bilmişlerdir. Onları çağır da, beni
onlara sor. Müslüman olduğumu öğrenmelerinden önce, beni onlara sor. Çünkü
onlar, benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse bende bulunmayan şeyleri bana
is-nad ederler."
Peygamber (s.a.v.),
Yahudilere haber gönderip yanına çağırttı. Onlar yanma gelince kendilerine
dedi ki:
"Ey Yahudi
topluluğu, yazıklar olsun size. Allah'tan sakının, kendisinden başka tanrı
bulunmayan Allah'a yemin ederim ki siz, benim Allah'ın gerçek Peygamberi
olduğumu ve size getirdiğim şeyin hak olduğunu bilmektesiniz. Şu halde
Müslüman olun."
Yahudiler:
"Bunun, böyle olduğunu bilmiyoruz." dediler.
Onlar, bunu peygamber
Efendimiz'e üç kez söylediler. Hz. Peygamber de, bunu onlara üç kez söyledi.
Sonra şöyle sordu:
- Abdullah b. Selam,
içinizde nasıl bir adamdır?
- O bizim
efendimizdir. Efendimizin oğludur. Bizim, en bilgili olanı-mızdır. En bilgili
olanımızın oğludur.
- Eğer Müslüman
olursa, ne dersiniz?
- Allah için bu
olamaz. O, Müslüman olmaz.
- Ey İbn Selam,
şunlarm yanma gel!
Hz. Peygamberin bu
çağrısı üzerine Abdullah b. Selam, Yahudi topluluğunun karşısına çıkıp şöyle
dedi:
"Ey Yahudi
topluluğu, Allah'tan korkun. Kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'a yemin
ederim İd siz, bunun Allah'ın Rasûlü olduğunu ve getirdiği şeyin hak olduğunu
elbette bilmektesiniz!."
Yahudiler, onun bu sözlerine
karşı: "Yalan söyledin." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah da onları
yanından kovdu."
Başka bir rivayet de
şöyle denmektedir:
Abdullah b. Selam,
Yahudi topluluğunun karşısına çıkınca hak şahadeti getirdi. Onlar da onun
hakkında şöyle dediler:
"Abdullah, bizim
en kötü adamımızdır. En kötü adamımızın oğludur." Böyle diyerek onu
ayıpladılar ve hakkında kötü sözler söylediler. Abdullah da şöyle dedi:
"Ya Rasûîallah,
İşte korktuğum şey, onların böyle iftira etmeleri idi."
Beyhakî, Eııes'in
şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah b. Selam, kendi arazisinde iken Peygamber
(s.a.v.)'in gelişini duydu. Hz. Peygam-ber'in yanma gelip şöyle dedi:
"Sana üç şey
soracağım, bunları peygamberden başkası bilemez. Kıyametin ilk alameti nedir?
Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek nedir? Doğan çocuğun, erkek veya kız olması
neye bağlıdır?"
Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki:
- Bunları, az önce
Cebrail bana haber verdi.
- Cebrail mi?! -Evet.
- Melekler arasında
Yahudilerin düşmanı olan Cebrail. Hz. Peygamber:
«De ki: Cebrail'e düşman
olan kimse, Allah'a düşmandır. Çünkü o, Kur'ân'ı, Allah'ın izniyle kendinden
öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin
kalbine indirmiştir.» ayetini okuduktan sonra şöyle cevap verdi:
- Kıyametin ilk
alameti, doğudan insanlara çıkacak olan bir ateştir ki, onları batıya sevkeder.
Cennetliklerin
yiyeceği ilk yemek, balığın ciğeridir (havyardır).
Çocuğun erkek veya kız
olmasına gelince, erkeğin döl suyu, kadı-nınkinden önce gelirse doğacak çocuk
erkek olur. Ama kadının döl suyu, erkeğinkinden Önce gelirse, doğacak çocuk kız
olur."
Bunun üzerine Abdullah
b. Selam şöyle dedi:
- Allah'tan başka ilah
olmadığına, senin de Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim. Ya Rasûlallah!
Yahudiler iftiracı bir kavimdirler. Onlar beni kendilerine sormanda'n önce
Müslüman olduğumu öğrenirlerse bana iftira ederler.
'
Yahudiler geldiler.
Rasûlullah, onlara sordu:
- Abdullah, aranızda
nasıl bir adamdır?
- En hayırlmıızdır. En
hayırlımızın oğludur. Efendimizdir. Efendimizin oğludur.
- Eğer o Müslüman
olursa, ne dersiniz?
- Allah, onu bundan
korusun. Abdullah karşılarına çıkıp şöyle dedi:
- Allah'tan başka ilah
olmadığına şahadet ederim ve yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın
elçisidir.
Onun böyle şahadet
getirmesi üzerine Yahudiler dediler ki:
- O, bizim en
kötümüzdür. En kötümüzün oğludur.
Böyle diyerek onu
ayıpladılar ve hakkında kötü sözler söylediler. Abdullah da dedi ki: "Ya
Rasûlallah, işte korktuğum şey bu idi." Muhammed b. İshak, Abdullah b.
Selam ailesinden bir adamın şöyle dediğini Yahya b. Abdullah'tan rivayet etti:
"Büyük bir âlim olan Abdullah b. Selam, Müslüman olduğu zaman şöyle
demişti: Rasûlullah (s.a.v.)'m adını duyup isim, evsaf ve şemailini Öğrendiğim zaman
onun gelmesini bekliyorduk. Ben Küba'da sesimi çıkarmaksızm bu meseleyi gizli
tutuyordum. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi. Küba'da Beni Amr b.
Avf yurduna misafir olduğunda kendime ait hurmalıktaki bir ağacın üzerinde
çalışmakta iken adamın biri gelerek Rasûlullah'm teşrif haberini verdi. O
esnada halam Halide binti Haris ağacın altında oturmakta idi. Rasûlullah'm
geliş haberini işittiğimde tekbir getirdim. Halam tekbirimi işittiğinde:
"İmran oğlu Musa peygamberin geliş haberini duysaydm bundan daha fazla
sevinmezdin." dedi. Ben de ona şöyle cevap verdim:
- Ey halacığım,
Allah'a yemin ederim ki bu gelen zat, Imran oğlu Musa peygamberin kardeşidir.
Ve onun dini üzerindedir. Bu, onun getirdiği dini getirmiştir. Bunun üzerine
halam:
- Ey yeğenim,
kıyametle birlikte peygamber olarak geleceğim haber aldığımız zat bu gelen
kişi midir? diye sordu.
- Evet.
- Madem öyle, bu
beklenen peygamberdir.
Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın yanma gidip Müslüman oldum. Sonra aileme dönüp onların da Müslüman
olmalarını emrettim. Onlar da Müslüman oldular. Ben, İslâm'a girişimi
Yahudilerden gizleyip Rasû-lullah'a şöyle dedim:
"Ya Rasûlallah,
Yahudiler iftiracı bir kavimdirler. Beni, evlerinden birine koyup onlardan
gizlemeni, sonra beni onlara sormanı ve onlarında kendi aralarında benim nasıl
bir insan olduğumu -İslâm'a girişimi öğrenmelerinden önce- sana bildirmelerini
istiyorum. Çünkü onlar benim İslâm'a girdiğimi öğrenirlerse bana iftira eder
ve bana kusurlar is-nad ederler."
Nihayet ben
Müslümanlığımı açıkladım. Ailemin de İslâm'a girdiğini söyledim. Halam Halide
binti Haris te Müslüman oldu."
Yunus b. Bükeyr,
Safiye binti Huyey'in şöyle dediğini rivayet eder: Kardeşlerimle amcam
oğullarının beni sevdikleri kadar başka bir kimseyi sevdikleri vaki değildir.
Babam ve amcama rastlayıp da çocuklarına saldırdığım zaman mutlaka beni tutup
yanlarına alırlardı. Rasûlullah (s.a.v.), Küba'ya, Benî Amr b. Avf in yurduna
geldiğinde babamla amcam Ebu Yasir b. Ahta, sabahın alaca karanlığında yanma
gittiler. Allah'a yemin ederimki, ancak gün^batarken yorgun ve bitkin olarak
döndüler. Sallanarak yürüyorlardı. Adeta dökülüyorlardı. Daha önceleri
yaptığım gibi, yine kendilerine doğru koşup gittim. Allah'a yemin ederim ki ne
babam, ne de amcam bana bakmadılar. Amcam Ebu Ya-sir'in, babama şöyle dediğini
duydum:
- Bu, omudur?
- Evet, vallahi odur.
- Sen, onu şekil ve
evsafıyla tanıyor musun?
- Evet, vallahi
tanıyorum.
- Ona karşı duyguların
nasıldır?
- Vallahi hayatta
olduğum müddetçe ona düşman kalacağım!
Musa b. Ukbe, Zührîden
rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebu Yasir b. Ahtap
ona gitmiş, konuşmalarını dinlemiş, o da kendisine bazı şeyler söyledikten
sonra kavmine dönüp şöyle demiş:
- Ey kavmim, bana
itaat edin. Şüphesiz Allah, beklemekte olduğunuz adamı size getirdi. Siz, bu
adama uyun. Sakın muhalefet etmeyin!
Bunun üzerine Ebu
Yasir'in kardeşi Huyey b. Ahtap — O zaman o, Yahudilerin lideri idi. Bu iki
kardeş Nadir oğullarmdandırlar— Rasûlullah'ın yanma gidip oturdu. Konuşmalarını
dinledi. Sonra kavmine döndü. Kavmi tarafından itaat edilen bu adam, kavmine
şöyle dedi:
- Öyle bir adamın
yanından geliyorum ki, vallahi ben, ona ebediy-yen düşman olacağım!
Bunun üzerine kardeşi
Ebu Yasir, ona şöyle dedi:
- Ey anamın oğlu! Bu
hususta bana itaat et. Başka hususlarda bana isyan edebilirsin. Eğer bu hususta
bana itaat edersen, helak olmazsın. Bunun üzerine o:
- Hayır, vallahi bu
hususta sana asla itaat etmeyeceğim, dedi.
Şeytan, ona galip
geldi. Kavmi onun bu görüşüne uydu.
Ben derim ki: Ebu
Yasir'in akibetinin nasıl olduğunu bilemiyorum Ama Safiyye nin babası Huyey b.
Ahtap, Hz. Peygamber'e azılı bir düşman oldu. Bu düşmanlığını, Kurayza
oğulları savaşında Rasûlullah in önüne bir küme gibi yığılıp öldürülüşüne kadar
devam ettirdi. Allah ona lanet etsin. Bununla ilgili açıklama inşaallah ileride
de gelecektir. [3]
Rasûlullah (s.a.v.),
Kasva adlı devesine binerek Küba'dan yola çıktı. Günlerden cuma idi. Zeval
vaktinde Beni Salim b. Avf yurduna vardı. Orada Müslümanlara cuma namazını
kıldırdı. Namaz kıldırdığı yere, Ramına vadisi deniyordu. Medine'de
Müslümanlara kıldırdığı ilk cuma namazı bu idi. Belki de İslâm tarihinde
kıldırmış olduğu ilk cuma namazı bu idi. Çünkü -Allah bilir ya- Mekke'de iken,
o ve ashabı hutbeli ve va-azlı bir cuma namazı kılmak için bir araya gelme
imkanını bulamamışlardı. Çünkü müşrikler, onlara şiddetle muhalefet ediyor ve
ona eziyette bulunuyorlardı. [4]
îbn Cerir, Abdurrahman
el-Cumhi oğlu Said'den rivayet eder ki, Peygamber (s.a.v.), Medine'de Beni
Salim b. Amr b. Avf yurdunda kıldırdığı ilk cuma namazında şu hutbeyi irad
etmiştir:
"Hamd, Allah'a
mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret talep eder,
O'ndan hidayet dilerim. O'na iman ederim. O'nu inkar etmem. O'nu inkar edene
düşmanlık ederim. Allah'tan başka tanrı bulunmadığına, bir olduğuna, ortaksız
olduğuna, Muhâmmed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna; Muhammedi hidayet, hak
din, nur ve fetret döneminde Öğütle gönderdiğine tanıklık ederim. O ki, Muhammedi
ilmin az olduğu, insanlığın sapıklıkta bulunduğu, kıyametin yakın olduğu,
vadenin yaklaştığı bir zamanda elçi olarak göndermiştir. Allah'a ve Rasûlüne
itaat eden, doğruyu bulmuştur. Onlara isyan eden sapmış, ifrata gitmiş,
(haktan) uzak bir sapıklığa düşmüştür.
Size, Allah'a karşı
gelmekten sakınmanızı tavsiye ederim. Müslü-mamn Müslümana yapacağa en hayırlı
tavsiye, onu ahire te teşvik etmesi, Allah'a karşı gelmekten sakınmayı ona
emretmesidir. Allah'ın sîzi kendi nefsinden korkuttuğu şekilde, siz O'ndan korkup
sakının. Bundan daha faziletli bir öğüt, bundan daha üstün bir nasihat yoktur.
Doğrusu bu, Allah'tan korkup sakınarak amel eden kimseler için bir sakınma
aracı ve takvadır. Arzu ettiğiniz ahiret işleri için de gerçek bir dost ve
yardımcıdır.Kendisiyle Allah arasındaki
gizli ve aşikar işleri düzelten ve bununla sadece Allah rızasını amaçlayan
kimseye gelince, bu yaptığı iş, onun dünyası için bir nasihat, ölüm sonrası
için de bir azık olur. Çünkü o zaman insan, dünyada yaptığı güzel amellere
muhtaç olur. Dünyada salih amel işlememiş kimselere gelince, onlar ahirette
kendileri ile kötü amelleri arasına uzak bir mesafe konulmasını isterler.
Allah, sizi kendi nefsinden sakındırıyor. Allah, kullarına karşı şefkatlidir.
Allah ki, sözü doğrudur. O, vadini yerine getirir. Bu hususta asla hilaf
yoktur. Çünkü O, şöyle buyuruyor: «Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla
zulmetmem.» (cl-Kaf, 29.)
Dünyada ve ahirette,
gizli ve aşikar her hususta ve her zamanda Allah'tan korkun. Çünkü o buyuruyor
ki: «Kim Allah'ın buyruğuna karşı . gelmekten sakınırsa O, onun kötülüklerini
örter, ecrini büyültür. » (et- Talâk, 5.)
«Kim Allah'ın
buyruğuna karşı gelmekten sakınırsa, şüphesiz büyük bir kurtuluşa ermiş olur.»
Allah'a karşı
gelmekten sakınmak, insanı Allah'ın gazabına, azabına ve öfkesine karşı korur.
Allah'a karşı gelmekten sakınmak, insanın yüzünü ağartır, Rabbi hoşnud kılar,
kişinin derecesini de yüksel Ur.
Payınızı alın.
Allah'ın hukuku hususunda ifrata gitmeyin. Allah, size kitabını öğretmiş,
yolunu göstermiştir ki, sadıklarla yalancıları bilsin. Allah, size nasıl
ihsanda bulunduysa, siz de ihsanda bulunun ve iyilik yapın. Onun, düşmanlarına
karşı düşmanlık edin. Allah yolunda hakkıyla cihad edin. O, sizleri seçti. Ve
sizleri, Müslümanlar olarak adlandırdı ki helak olanlar bir beyyineye dayalı
olarak helak olsun, yaşayanlar da bir beyyineye (delile) dayalı olarak
yaşasınlar. Güç ve kuvvet, Allah indir. Allah'ı, çokça zikredin. Ölüm sonrası
için çalışın. Kendisiyle Allah'ın arasım düzelten kimsenin, insanlarla kendisi
arasındaki ilişkiler kendiliğinden düzelir. Çünkü Allah, insanlara hükmeder.
İnsanlar, ona hükmedemezler. O, insanlara maliktir. İnsanlar, O'na malik olamazlar.
Allah, herşeyden daha büyüktür. Güç ve kuvvet, yücelik ve ululuk Allah'a aittir."
Beyhakî, Hz.
Peygamberin Medine'ye geldiğinde irad ettiği ilk hutbeden bahsederken, Ebu
Seleme b. Abdurrahman b. Avfın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah
(s.a.v.), Medine'de ilk olarak şu hutbeyi irad etti: Cemaat huzurunda ayağa
kalkıp Allah'a layıkıyla hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
«Ey insanlar, kendiniz
için birşeyler hazırlayın. Allah'a yemin ederim ki, ayılacaksınız. Sonra
sürünüzü çobansız olarak bırakacaksınız. Sonra Rabbiniz tercümansız ve perdesiz
diyecek ki:
"Rasûlüm, size
tebliğ etmedi mi? Size mal vermedim mi, ihsanda bulunmadım mı? Kendinize ne hazırladınız?"
Fakat insan sağına ve
soluna bakar, birşey göremez. Sonra önüne bakar, Cehennem'den başka birşey
göremez. Madem böyle olacak, kendisini ateşten korumaya gücü olan, bir
hurmanın yansıyla da olsa bunu yapsın. Bunu bulamayan kimse, güzel bir söz
söyleyerek bunu yapsın. Çünkü onun sebebiyle iyilikler, on mislinden 700
misline kadar mükafatlandırılır. Selam ve Allah'ın rahmetiyle bereketi,
Rasûlullah'm üzerine olsun.»
Rasûlullah (s.a.v.),
bir başka defasında da şu hutbeyi irad etmişti: «Hamd, Allah'a mahsustur. O'na,
hamdederim. Ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve
amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah, kime doğru yolu
gösterirse, onu sapıklıkta bırakacak kimse yoktur. Kimi de sapıklıkta
bırakırsa, onu doğru yola iletecek yoktur. Şahadet ederim ki, Allah'tan başka
ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Yalnız O vardır. O'nun ortağı yoktur.
Sözlerin en güzeli, yüce Allah'ın kitabıdır. Allah'ın, kalbinde o kelamı güzel
gösterdiği ve küfürden sonra İslâm'a getirdiği ve o kelamı, insanların
sözlerine tercih eden kişi kurtulmuştur. O, sözün en güzeli ve en beliğidir.
Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı, bütün kalbinizle seviniz. Allah'ın kelamından
ve zikrinden bıkmayınız. Kalbleriniz, O'na karşı katı kalmasın. Çünkü Allah,
yaratıklarından ve insanlardan seçer. Allah, seçtiği amelleri, seçtiği kulları,
sözün iyisini ve insanlara kıldığı her haram ile helali zikretmiş ,ismi-ni
belirlemiştir. O halde Allah'a ibadet edin. O'na, hiçbir şeyi ortak koşmayın.
Ve O'ndan hakkıyla sakınıp takvalı olun. Ağızlarınızla söylediğiniz şeylerin
iyisi ile Allah'a doğru söz söyleyin. Ve ilahi bir ruhla birbirinizi sevin.
Allah, ahdinin bozulmasına gazaplamr. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri
üzerinize olsun.» [5]
Hz. Peygamber'in, bu
evde ne kadar kaldığı görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. Vakidî, bunun yedi
ay olduğunu söyler. Diğerleri ise, yedi aydan daha az bir zaman olduğunu
söylerler. Doğrusunu Allah bilir. Buharî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini
rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye vardığında Medine'nin üst
taraflarına konakladı. Oraya Beni Amr b. Avf yurdu deniyordu. Bu kabile arasında
ondört gece kaldı. Sonra Neccar oğullarının ileri gelenlerine haber gönderdi.
Bunlar kılıçlarını kuşanmış olarak Rasûlullah'ı karşılamaya geldiler. Ben,
Rasûlullah'a bakıyordum. Bineği üzerinde idi. Ebu Bekir de arkasında idi.
Neccar oğulları ise, çevresini kuşatmışlardı. Nihayet Ebu Eyyüb'ün evinin
avlusuna geldi. Vakit geldiğinde namazını kılıyordu. Koyunların kaldıkları
yerde namaz kılıyordu. Sonra mescid yapılmasını emretti. Neccar oğullarının
ileri gelenlerine haber gönderdi. Yanına geldiklerinde onlara şöyle dedi:
- Şu bahçenizi bana
satın.
- Hayır vallahi o
bahçenin bedelini istemiyoruz. Yüce Allah'a bağışlıyoruz.
Ravi diyor ki: Size
söyleyeceklerim şu şeyler, o bahçe içinde bulunuyordu: Bahçede müşriklerin
mezarları, bataklık ve hurma ağaçları vardı. Rasûlullah, müşriklerin
mezarlarının açılarak içindeki kemiklerin başka yere. nakledilmesini,
bataklığın kurutulup düzeltilmesini, hurma ağaçlarının da kesilip çıkarılmasını
emretti. Sahabeler, hurma ağaçlarını mescidin kıble duvarına dizdiler. İki
yanma da taşlar koydular. O kaya parçalarım taşırken recez bahrinden şiirler
okuyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) da onlarla birlikte şöyle diyordu:
«Allah'ım, ahiret
hayrından başka hayır yoktur. Ensâr ile Muhacirlere yardım et.»
Sahih-i Buharî'de
Urve'nin şöyle dediği rivayet edilir: Mescid-i Nebevi'nin yeri, hurma kurutma
arsası olup Es'ad b. Zürare'nin vesaye-tindeki Sehl ve Süheyl adındaki iki
öksüz çocuğun mülkiyetinde idi.
Rasûlullah (s.a.v.),
bu arsayı satın almak için Sehl ve Süheyl ile pazarlık etti. Onlar, şu cevabı
verdiler:
- Biz bu arsayı
satmayız. Ey Allah'ın Rasûlü, ancak sana hibe ederiz.
Rasûlullah, hibe
olarak arsayı almayı kabul etmedi. Bedeli ile satın alarak orayı mescid arsası
yaptı ve mescidi de oraya kurdurdu. Mescid inşaatı esnasında Rasûlullah ashabı
ile birlike toprak taşıyor ve şöyle diyordu:
"Bu yük, Hayber
yükü gibi değildir. Ey Rabbimiz, bu daha iyi ve daha temizdir."
«Allahım ecir, ahire t
ecridir.
Ensâr ile Muhacirlere
merhamet et.»
Musa b, Ukbe'nin
anlattığına göre Es'ad b. Zürare, o öksüz çocuklara Beyada mmtıkasındaki bir
hurmalığını bedel olarak verdi ve arsalarını mescid için bağışladı.
Bir rivayete göre ise
Rasûlullah (s.a.v.), mescid arsasını o iki öksüz çocuktan satın almıştır.
Ben derim ki: Muhammed
b. İshak'm anlattığına göre o hurma kurutma yeri, Muaz b. Afra'mn
vesayetindeki Amr oğullan olan Sehl ve Süheyl adındaki iki öksüz çocuğa aitti.
Doğrusunu Allah bilir. Beyhakî, Hasan in şöyle dediğini rivayet eder:
"Rasûlullah (s.a.v.), mescidi inşa ederken ashabı da kendisine yardımcı
oldu. O, onlarla birlikte kerpiç taşıyordu. Öyleki göğsü tozlanıyordu.
Sahabelerine: "Musa'nın binasının tavanı gibi bir tavan yapın." demişti.
Ben de Hasan'a: "Musa'nın tavanı nasıldı?" diye sormuştum. Hasan:
"Ellerini kaldırdığında tavana değiyordu." diye cevap vermişti."
Hammad b. Seleme,
Ubade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ensâr, kendi aralannda bir miktar mal
toplayıp, Rasûluüah'a getirip şöyle dediler: "Ya Rasûlallah, şu mescidi
inşa edip süsle. Ne zamana kadar hurma ağacının sapları ile Örülmüş şu yerde
namaz kılacağız.?"
Rasûlullah buyurdu İd:
"Kardeşim Musa'nın yaptığından dönecek değilim. Onunki gibi bir tavan
yeter."
Ebu Davud, İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet eder; "Rasûlullah (s.a.v.)'ın mescidinin direkleri
üzerinde hurma dallan vardı. Direklerin üzeri hurma dallarıyla örtülmüştü.
Tavan, hurma lifleriyle örülmüştü. Sonra bu mescid, Ebu Bekir'in halifeliği
döneminde harap oldu. Tekrar hurma lifleri ve dallanyla onu inşa ettiler. Hz. Osman'ın
zamanında da bu mescid harap olunca orayı kireçle bina ettiler. Ve o mescid, şu
ana kadar yerinde sabittir."
Bu, garip bir
rivayettir.
Yine Ebu Davud, İbn
Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: "Mescid-i
Nebevi, Rasûlullah (s.a.v.) zamanında
kireçle inşa edilmişti. Tavanının üzerinde hurma dalları vardı. Sütunları da
hurma kütüklerinden ibaretti. Ebu Bekir, o mescidin binasına birşey ilave
etmedi. Hz. Ömer ilaveler yaptı. Rasûlullah zamanındaki gibi kerpiç ve hurma
dallanyla inşa etti. Yalnız sütunlarını ağaçtan yaptı. Hz. Osman, bu binayı
değiştirerek bir çok ilaveler yaptı. Duvarlarım nakışlı taşlar ve kireçle inşa
edip süsledi. Sütunlarını da nakışlı taşlardan yaptırdı. Tavanını saç ağacıyla
ördü."
Ben derim İd: Hz.
Osman b. AfFan, Peygamber Efendimiz'in şu kavlini tevil ederek Mescid-i
Nebevi'ye ilaveler yaptı:
"Bağırtlak
kuşunun yuvası kadar da olsa, her kim Allah için bir mescid inşa ederse, Allah
da Cennet'te onun için bir ev inşa eder."
Orada bulunan ashab,
Hz. Osman'ın bu girişimine muvafakat etti ve daha sonra mescidin bu yapısını
değiştirmediler. Alimlerin tercihe şayan olan görüşüne göre bu girişim, mescide
yapılan ilavelerin de mescidin hükmüne tabi olacağına delalet etmektedir. Yani
yapılan ilave kısımlarda kılman namaz, diğer mescidlerde kılman namazdan daha
fazla sevaba vesile olacaktır. Rasûlullah'ın mescidine başka yerlerden gelip
ziyarette bulnmamn sevap olduğu nasıl kesin ise, o ilave kısımlara gelmek ve
oraları ziyaret etmek de aynı hükme tabidir.
Dımaşk (Şam) camiinin
banisi Velid b. Abdülmelik'in döneminde de Mescid-i Nebevi'ye bazı ilaveler
yapılmıştır. Velid'in Medine'deki valisi Ömer b. Abdülaziz, Velid'in emri
üzerine Mescid-i Nebevi'deki ilaveleri yapmış ve Peygamber hücresini de
mescidin içine almıştır. Daha sonra bir çok ilaveler daha yapılmıştır. Kıble
cihetine ilaveler yapılmış, ravza ile minber iç kısımlara alınmıştır ki, bugün
de bu durum aynı şekilde görülebilir.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), mescid ve meskenlerini inşa edinceye kadar Ebu Eyyüb'ün
evine konuk oldu. O inşaatta, Müslümanlan çalışmaya teşvik etmek için
Rasûlullah'ın kendisi de çalıştı. Muhacirler ile Ensâr gayret sarfettiler.
Çalışıp çabaladılar, yoruldular. Müslümanlardan bir sözcü şöyle dedi:
"Andolsun ki,
peygamber çalıştığı halde eğer biz oturursak, Bizden olan ancak sapık bir
çalışmadır."
Müslümanlar recez
bahrinden, şiir söyleyerek mescidi inşa ederlerken şöyle diyorlardı:
"Ahiret
yaşamından başka bir yaşam yoktur. Allah'ım, Ensâr ve Muhacirlere sen merhamet
et."
Rasûlullah'ın kendisi
de şöyle diyordu:
"Ahiret
hayatından başka hayat yoktur, Allah'ım, Muhacirlerle Ensâr'a rahmet et."
Ammar b. Yasir,
Rasûlullah m yanma geldi. Sırtına taş yüklemişlerdi. «Ya Rasûlallah, beni
öldürdüler. Yüklenmedikleri şeyleri bana yüklediler.» dedi.
. Rasûlullah'ın hanımı
Ümmü Seleme dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m Ammar'm saçlarını eliyle
temizlediğini gördüm. O kıvırcık saçlı biri idi. Sonra Rasûlullah şöyle
buyurdu:
'Yazık ey Sümeyye
oğlu! Bunlar seni öldürecek değiller. Seni ancak azgınlar ve asiler öldüreceklerdir."
Yine Ümmü Seleme'nin
şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ammar'ı, asi
ve azgın bir grup öldürecektir."
Başka bir rivayete
göre de Ümmü Seleme, Rasûlullah (s.a.v.)'m, taş taşımakta olan Ammar'a şöyle
dediğini nakletmiş tir: "Yazık sana ey îbn Sümeyye! Seni asi ve azgın bir
grup öldürecektir."
Abdürrezzak, Ümmü
Seleme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, mescidi
inşa ederlerken sahabelerin her biri birer kerpiç taşıyordu. Ammar ise biri kendi
yerine, diğeri de Rasûlullah'ın yerine olmak üzere ikişer kerçip taşıyordu.
Rasûlullah (s.a.v.), Ammar'm sırtına elini sürüp şöyle dedi:
"Ey Sümeyye'nin
oğlu! Herkesin bir, senin ise iki sevabın vardır. Senin en son azığın, bir
içimlik süt olacaktır. Seni azgın, asi bir topluluk öldürecektir."
Beyhakî, Ebu Said
el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Mescid inşaatında bizler,
kerpiçleri birer birer taşıyorduk. Ammar ise, ikişer ikişer taşıyordu.
Rasûlullah onu gördü. Üzerindeki toprağı silkeleyip şöyle dedi:
'Yazık Ammar'a! Onu,
asi ve azgın bir topluluk öldürecektir. O, onları Cennet'e davet edecek,
onlarsa onu Cehennem'e davet edeceklerdir."
Ammar ise, şöyle
diyordu: "Fitnelerden Allah'a sığınırım."
Beyhakî, Ebu Said
el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Benden daha hayırlı olan birinin bana
verdiği habere göre Rasûlullah (s.a.v.), hendeği kazarken Ammar'm başını
okşayıp ona şöyle dedi:
"îbn Sümeyye'ye
yazık! Onu, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir."
Ebu Davud et-Tayalisî,
Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hendeği kazarken
insanlar kerpiçleri birer birer taşıyorlardı. Ammar, bir hastalıktan henüz
yeni kalkmış, nekahet döneminde olduğu halde kerpiçleri ikişer ikişer
taşıyordu. Bazı arkadaşlarımın bana anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.),
Ammar'm başındaki tozları
silkeleyip şöyle demişti: 'Yazık sana ey İbn Sümeyye! Seni, asi ve azgın bir
topluluk öldürecektir."
Hendek kazımmda kerpiç
taşımanın bir anlamı yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, ravi bunu birbirine karıştırmıştır.
Belki de bu hadise, Mescid-i Nebevi'nin inşası esnasında cereyan etmiştir.
Doğrusunu Allah bilir. Bu hadis, peygamberliği ispatlayıcı delillerdendir.
Çünkü Hz. Peygamber, .Ammar'm, asi ve azgın bir topluluk tarafından
öldürüleceğini önceden haber vermiştir. Gerçekten Şamlılar, Sıffîn savaşında
onu öldürmüşlerdir. O esnada Ammar, Hz. Ali ile beraberdi. Hz. Ali, halifelik
hususunda Muaviye'den daha çok hak sahibi idi. Ancak Muaviye'nin arkadaşlarım,
asi ve azgın olarak adlandırmak, onların kafirliklerini gerekli kılmaz. Yalnız
Şia'nın bazı sapık fırkaları ile diğerleri, böyle bir sonuca varmak için çaba
sarfetmektedirler. Muaviye'nin arkadaşları her ne kadar asi idiyselerde
hakikatte savaş hükmünü vermede müctehid idiler. Her müctehid, isabetli karar
vermeyebilir. Yalnız isabetli karar veren müctehid için iki sevab, hatalı karar
veren müctehid için ise bir sevap vardır. "Seni, asi ve azgın bir topluluk
öldürecektir." mealindeki hadise; "Böylelerine kıyamet gününde Allah
şefaatimi ulaştırmasın." mealinde bir ilaveyi yapan kimse, Rasûlullah
(s.a.v.)'a iftirada bulunmuş olur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), böyle birşey
söylememiştir. Ve söylediği de, kabul edilir bir kanaldan nakledilmiş değildir.
Doğrusunu Allah bilir.
"Ammar, onları
Cennet'e davet edecek, onlarsa onu Cehennem'e davet edeceklerdir." sözüne
gelince, Ammar ve arkadaşları, Şamlıları birleşmeye ve dostluğa davet etmişler;
Şamlılar ise halifeliği Hz. Ali'ye nisbetle daha az hakk eden birine vermeyi
istiyorlardı. Müslümanların bölünüp ayrı ve müstakil imamların yönetiminde
kalmalarını arzulu-yorlardı ki, bu da düşüncelerin ayrılmasına ve ümmetin
parçalanmasına sebebiyet verecekti. Bu, onların mezheplerinin bir gereği ve
tuttukları yolun bir sonucu idi. Her ne kadar onlar böyle birşeyi amaçlamamış-larsa
da netice bu olacaktı. Doğrusunu Allah bilir.
Aslında bizim burada
anlatmak istediğimiz, Mescid-i Nebevi'nin inşasının hikayesidir. Onu inşa edene
salat-ü selamların en üstünü olsun.
"Delail"
adlı eserde Hafız el-Beyhakî, Peygamber'in azadlısı Sefı-ne'nin şöyle dediğim
rivayet eder:
Ebu Bekir, bir taş
getirip yerine koydu. Sonra Ömer, bir taş getirip yerine koydu. Sonra Osman,
bir taş getirip yerine koydu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "işte bunlar,
benden sonra yöneticilerdir."
Yine Sefme şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), mescidi inşa ederken bir taş koydu. Sonra şöyle buyurdu:
"Ebu Bekir de bir taş getirip benim koyduğum taşın yanma koysun. Sonra
Ömer, Ebu Bekir'in taşının yanına bir taş koysun. Sonra Osman, Ömer'in taşının
yanma bir taş koysun." Bunlar bu şekilde taşlarını koyduktan sonra
Rasûlullah (s.a.v.): "İşte
bunlar, benden sonraki
halifelerdir." dedi.
Bu ifadelerle, bu
hadis gerçekten galiptir. Bilinen hadis, İmam Ah-med b. Hanbel'in rivayet
ettiği hadistir ki buna göre Sefine, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğunu duydum:
"Halifelik otuz
yıldır. Ondan sonra hükümdarlık olacaktır."
Ebu Bekir'in
halifeliği iki, Ömer'inki on, Osman'mki oniki, Ali'nin-ki altı yıl oldu.
Ebu Davud ile Tirmizî
ve Neseî'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Halifelik,
benden sonra otuz yıldır. Ondan sonra ısına bir hükümdarlık olacaktır."
Ben derim ki: İlk inşa
edildiği zaman Rasûlullah'm mescidinde, üzerine çıkılıpda insanlara hutbe
okunacak bir minber yoktu. O zaman Rasûlullah (s.a.v.), kıble duvarının
yanında, namaz kılmakta olduğu yerdeki bir hurma dalma dayanarak hutbe irad
ederlerdi. Yeri gelince açıklanacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.)'a bir minber
yapılıp ta o, hutbe okumak için minbere yöneldiğinde hurma dalının önünden geçerken
hurma dalı böğürdü ve doğurması yakın dişi deve gibi inlemeye başladı. Çünkü
artık Rasûlullah (s.a.v.)'m kendi yanında hutbe irad etmeyeceğini ve sesini
duyamayacağını anlamıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), hurma dalının
yanına döndü. Onu kucakladı. Artık o çocuk gibi sakinleşip sustu.
Bu hadisi rivayet
ettikten sonra Hasan-ı Basrî, ne güzel bir söz söylemiştir:
"Ey Müslümanlar!
Ona olan aşkından ve iştiyakından ötürü bir ağaç parçası, Rasûlullah için
inliyor. Ona kavuşmayı ümid eden kimselerin, ona daha çok arzu ve iştiyak
duymaları gerekmez mi?" [6]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğim rivayet eder: Hudre oğullarından bir
adamla Amr b. Avf oğullarından bir adam, takva üzerine inşa edilen mescidin,
hangi mescid olduğu hususunda ihtilaf ettiler. Hudre oğullarından olan adam
şöyle dedi: "Bu mescid, Rasûlullah in mescididir."
Amr b. Avf
oğullarından olan adam ise: "Hayır, bu Küba mescididir." dedi.
İkisi, Rasûlullah'm yanma gelip takva üzerine inşa edilen mescidin hangisi
olduğunu sordular. Rasûlullah: "O, benim şu mesci-dimdir." dedi. Ve
Küba mescidi hakkında da: "Onda çok hayır vardır." dedi.
Müslim'in sahihinde
belirtildiğine göre Ebu Seleme b. Abdurrah-man'm, Abdurrahman b. Ebi Said'e
şöyle sorduğu rivayet edilir:
- Takva üzerine inşa
edilen mescid hakkında babandan nasıl birşey duydun?
- Babam dedi ki: Ben,
Rasûlulîah (s.a.v.)'a giderek takva üzerine inşa edilen mescidi ona sordum. O
da bir avuç çakıl alıp yere vurdu. Sonra: "O sizin şu mescidinizdir."
dedi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Sehl b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.)
zamanında iki kişi, takva üzerine inşa edilen mescidin hangi mescid olduğu
hususunda ihtilaf ettiler. Biri dedi ki: O mescid, Rasûluîlah'ın mescididir.
Diğeri ise, Küba
mescidi olduğunu söyledi. İkisi birlikte Rasûlullaha gelip sordular. Rasûlullah
da şu cevabı verdi:
"O, benim şu
mescidimdir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ubey İbn Ka'b'dan rivayet etti M Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Takva üzerine
tesis edilen mescid, benim şu mescidimdir." Çeşitli yollardan gelen ve
katiyete yakın ifadeleri içeren bu rivayetlerden anlaşıldığına göre takva
üzerine tesis edilen mescid, Rasûlullah (s.a.v.)'m mescididir. Hz. Ömer ile
oğlu Abdullah, Zeyd b. Sabit ve Said b. Müseyyeb, bu görüşü kabul etmişlerdir.
İbn Cerir de bu görüşü benimsemiştir. Diğerleri dediler ki:
Ayet-i kerimenin
-Önceden açıklandığı gibi- Küba mescidi hakkında nazil oluşu ile yukarıda
zikredilen şu hadisler arasında aykırılık yoktur. Çünkü Mescid-i Nebevi, ayette
sözü edilen sıfata daha layıktır. Çünkü Mescid-i Nebevi, dışarıdan göç (yük)
bağlanarak ziyaret için kendisine gelinen üç mescidden biridir. Nitekim Buhari
ve Müslim'in sahihlerinde de Ebu Hüreyre'nin hadisinde sabit olduğu gibi
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ancak üç mescide
ziyaret için göç bağlanıp gelinir: Benim şu mescidim ile Mescid-i Haram ve
Mescid-i Aksa."
Sahih-i Müslim'de Ebu
Said'ten rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ancak üç mescide
ziyaret için göç bağlanıp gelinir..."
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde de sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Benim şu
mescidimde kılman bir namaz, -Mescid-i Haram dışında- diğer mescidlerde kılman
bin namazdan daha hayırlıdır."
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Evimle
minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Ve benim minberim,
havuzumun üzerindedir."
Gerçekten, Mescid-i
Nebevinin faziletlerine dair hadisler çoktur. O hadisleri,
"el-Ahkamu'1-Kebir" adlı kitabın Menasik kısmında inşaallah
nakledeceğiz. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır. Hikmet sahibi yüce
Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve
kuvvetimiz yoktur.
İmam Malik ile
arkadaşlarına göre Medine'deki Mescid-i Nebevi Mescid-i Haram'dan daha
faziletlidir. Çünkü Mescid-i Haram'ı inşa eden, İbrahim peygamberdir.
Medine'deki Mescid-i Nebevi'yi ise Muhammed (s.a.v.) inşa etmiştir. Bilindiği
gibi Muhammed (s.a.v.), İbrahim peygamberden daha üstündür. Cumhur-u ulema ise
bunun aksi görüşe kail olarak Mescid-i Haram'm, Medine'deki Mescid-i
Nebe-vi'den daha faziletli olduğu görüşündedir. Çünkü Mescid-i haram, Cenâb-ı
Allah'ın göklerle yeri yarattığı günde haram kılmış olduğu bir beldede
bulunmaktadır. Ki o beldeyi, İbrahim Halil (a.s.) ile son peygamber Muhammed
(s.a.v.)'e haram kılmışlardır. Başka beldelerde bulunmayan vasıflar, o belde
de bir araya gelmiştir. Bu konu başka bir yerde inşaallah teferruatlı olarak
açıklanacaktır. Yardım dileğimiz Allah'adır. [7]
Rasûlullah ve aile
efradı için mesken olsun diye, Mescid-i Nebe-vi'nin çevresinde bazı hücreler
inşa edildi. Bu hücrelerin binası alçak, avluları dar idi. Hasan b. Ebu'l Hasan
el-Basrî -Ümmü Seleme'nin azad-hsı olan annesi Hayre'nin yanında bir çocuk
iken- şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.)'in hücrelerinden en yükseğinin
tavanına bile elimi uzatıp değdirebiliyordum."
Ben derim ki: Hasan-ı
Basrî, iri cüsseli, uzun boylu bir adam idi. Allah ona rahmet etsin. Böyle
olduğu için elini, hücrelerin tavanına uzatıp değdirebilmiştir.
"Ravz" adlı
eserde Süheylî şöyle demişti: Hz. Peygamber'in hücreleri, hurma dallarından
yapılmış olup üzerine çamur sıvanmıştı. Bir kısmı da beyaz taşlardan inşa
edilmişti. Bununla beraber tamamının tavanları hurma dallarıyla kapatılmıştı.
Hasan-ı Basrî'nin
yukarıdaki sözüne ek olarak şöyle dediği de nakledilmiştir: Hz. Peygamber 'in
hücreleri, Arar ağacından birbirine bağlı parçalardan inşa edilmişti
Buharî'nin tarihinde
anlatıldığına göre Hz. Peygamber'in hücrelerinin kapılarına tırnakla vurularak
çalınırdı. Bu da gösteriyor ki hücrelerinin kapılarında kapıyı çalmak için
halkalar yoktu. Rasûlullah'm zevcelerinin vefatından sonra hücreleri, Mescid-i
Nebeviye katılmıştır.
Vakidî, İbn Cerir ve
diğerleri dediler ki:Abdullah b. Urayltit ed-Dilî Mekke'ye dönerken, Rasûlullah
(s.a.v.) ve Ebu Bekir, Mekke'deki ailelerini getirmeleri için Peygamberin
azadhları Zeyd b. Harise ile Ebu Rafii de beraberine kattılar. Kudeyd'ten
(Kadid?) deve satın almaları için onlarla birlikte 500 dirhem ve iki deve
gönderdiler. Bunlar, Mekke'ye gittiler. Rasûlullah (s.a.v.)'m kızları Patıma ve
Ümmü Gülsüm ile Hz. Peygamberin eşleri Şevde ile Aişe'yi, Aişe'nin annesi Ümmü
Ruman'ı getirdiler. Yolculuk esnasında Hz. Aişe ile Annesi Ümmü Ruman'm
develeri ürküp kaçmaya başladı. Ümmü Ruman:
"Vah kizım, vah
gelinciğim!" diye feryad etmeye başladı.
Hz. Aişe dedi ki:
Görünmezlerden bir sesin: "Devenin yularını bırak." dediğini
işittim. Ben de devenin yularını salıverdim. O da Allah'ın izni ile durdu. Yüce
Allah, bizleri kazadan korudu.
Kafile yola çıktı.
İlerlemeye başladı. Sunh denen yere vardılar. Sonra Rasûlullah (s.a.v.),
-ileride de açıklanacağı gibi- sekiz ay sonra şevval ayında Hz. Aişe ile
gerdeğe girdi.
Bu kafile ile birlikte
Ebu Bekir'in kızı Esma da gelmişti. Esma, Zü-beyr b. Avvam'm zevcesi idi.
Zübeyr'in oğlu Abdullah'a hamile idi. Doğumu yakındı. Bununla ilgili açıklama,
hicretin bu senesinin son kısmında yeri geldiğinde verilecektir. [8]
Hz. Peygamber,
Allah'ın güç ve kuvveti sayesinde bu hastalıktan kurtulmuştu. Rabbine dua etmiş
ve bu hastalığı Medine'den uzaklaştır-
Buharî, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebu
Bekir ile Bilal sıtmaya yakalanmışlardı. Yanlarına gidip şöyle dedim:
- Babacığım, kendini
nasıl hissediyorsun?
- Ey Bilal, ya sen
kendini nasıl hissediyorsun? Ebu Bekir'i sıtma nöbeti tuttuğunda şöyle derdi:
"Her kişi ki aile
efradı arasında sabahlamıştır.
Ölüm ise, onun
ayakkabısının bağından ona daha yakındır."
Bilal, sıtma
nöbetinden kurtulduğunda sesini yükselterek şöyle derdi:
"Keşke bilseydim
ki acaba bir gece bir vadide etrafımda İzhir (İzher?) ve Hemmam otları
bulunduğu halde geceler miyim? Acaba bir gün Mecinne sularına gelir miyim?
Acaba sana, Şa'me ve Tafıl görünür mü?"[9]
Hz. Aişe dedi ki:
Gelip durumu Rasûlullah'a anlattım, o da şöyle dedi:
«Allah'ım, Mekke'yi
sevdiğimiz kadar ya da daha fazla bir sevgi ile Medine'yi bize sevdir. Burayı
bizim için hastalıksız kıl. Sa' ve müddünü (ölçeklerini) bizim için bereketli
kıl. Sıtmasını da Cuhfe'ye gönder.»
Buharî'nin rivayetine
göre Bilal, mezkur şiiri okuduktan sonra şöyle demiştir:
«Allahım! Utbe b.
Rebia'ya, Şeybe b. Rebia'ya ve Ümeyye b. Halefe lanet et. Onlar nasıl bizi
vebalı yere sürgün ettilerse, sen de onlara lanet et."
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
"Allahım,
Mekke'yi sevdiğimiz kadar veya daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir.
Medine'nin sa' ve müddünü (ölçeklerini) bizim için bereketli kıl. Burayı
bizler için sağlıklı bir yer haline getir. Sıtmasını da Cuhfe'ye naklet."
Hz. Aişe diyor İd:
"Medine'ye geldik. Orası Allah'ın en vebalı yeri idi. Buthan'da rengi ve
tadı bozuk bir su akıyordu."
Muhammed b. İshak'tan
rivayette bulunan Ziyad, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nakleder:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Medine'ye geldiğinde orası, Allah topraklarının en vebalı sıtma yeri
idi. Ashabına orada bela ve hastalık isabet etti. Allah da bu hastalığı,
peygamberinden uzaklaştırdı. Ebu Bekir, Amir. b. Füheyre ve Bilal -İd bu ildsi
Ebu Bekir'in azadlılan idiler- bir tek odada idiler. Ve onlar da sıtmaya
yakalanmışlardı. Yanlarına ziyaret için gittim. Bu hadise, örtünmemize dair
emrin nazil olmasından önce idi. Onlarda, Allah'tan başka kimsenin bilmediği
hastalık eleminin şiddeti vardı. Ebu Bekir'e yanaşıp sordum:
— Kendini nasıl
buluyorsun babacığım? Ebu Bekir cevaben, şöyle dedi:
"Her kişi ki,
kendi ailesi arasında sabahlamıştır.
Ölüm ise, onun
ayakkabısının bağından ona daha yakındır."
Ben de: "Vallahi
babam ne dediğini bilmiyor." dedim. Amir b. Fü-heyre'ye yanaşıp ona da
sordum:
- Ey Amir, kendini
nasıl buluyorsun? Amir, şu cevabı verdi:
"Şüphesiz ölümü,
onu tadmadan önce buldum. Korkak kişinin ölümü başı ucundadır.
Her kişi, kendi
gücüyle gayret sarfedicidir. Tıpkı derisini boynuzuyla koruyan öküz gibi."
Vallahi Amir de ne
dediğini bilmiyor, dedim. Bilal, sıtma nöbetine yakalandığı zaman evin
avlusunda uzanır, sonra sesini yükselterek şöyle derdi:
"Keşke bilseydim
ki, acaba bir gece Fahd'da1 etrafımda İzhir ve Nemmam otları bulunduğu halde
geceler miyim? Acaba bir gün Mecinne sularına gelir miyim? Acaba Şa'me ve Tafıl
dağları bana görünür mü?"
Hz. Aişe diyor ki:
Bunların söylediklerini Rasûlullah'a anlatarak: "Bunlar saçmalıyorlar ve
sıtmanın şiddetinden ötürü ne söyle diklerini bilmiyorlar." dedim. Bunun
üzerine Rasûlullah, şöyle dua buyurdu:
"Allahım,
Mekke'yi bize sevdirdiğin kadar ya da daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir.
Medine'nin müd' ve sa'ını (ölçeklerini) bizler için bereketli kıl. Medine'nin vebasını,
Mahyaa'ya (Cuhfe'ye) naklet."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebu Bekir ile azadlüarı Amir b. Füheyre ve Bilal
hastalandılar. Onları ziyaret etmek için Rasûlullah'tan izin istedim. O da bana
izin verdi. Ebu Bekir'e uğrayıp:
"Kendini nasıl
buluyorsun?" diye sordum.
O da şöyle cevap
verdi:
"Her bir kişi ki,
aile efradı içinde sabahlamış tır.
Ölüm ise, onun
ayakkabısının bağından kendisine daha yakındır."
Amir'e de, kendisini nasıl
hissettiğini sordum. Bana şu cevabı verdi:
"Şüphesiz ki
ölümü, onu tatmadan önce buldum.
Korkak kişinin ölümü
başı ucundadır."
Bilal'e.kendisini
nasıl hissettiğini sorduğumda bana şu cevabı verdi:
"Keşke bilseydim
ki acaba bir gece Fahd'da[10]
etrafımda İzhir ve Nemmam otlan bulunduğu halde( geceler miyim?"
Bunları ziyaret
ettikten sonra Rasûlullah'm yanına geldim. Durumlarını ve söylediklerini ona
anlattım. O da semaya bakıp şöyle dedi:
"Allahım!
Mekke'yi bize sevdirdiğin kadar, ya da daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir.
Allahım, Medine'nin sa' ve müddünde (ölçeğinde) bizler için bereket ihsan et.
Medine'nin vebasını da Mehyaa'ya (Cuhfe'ye) naklet."
Beyhakî, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde orası
Allah'ın en vebalı yeri idi. Medine'nin Buthan vadisinde rengi ve tadı bozuk
bir su akıyordu.
Hişam dedi İd: Medine
vebası, cahiliye döneminde de bilinen bir veba idi. Bir kimse vebalı bir
vadiye yaklaştığında ona merkep gibi anırması tavsiye edilirdi. Eğer böyle
yaparsa, o vadinin vebası ona zarar vermezdi. Şairin biri, Medine'ye
yaklaştığında şu şiiri okumuştu:
"Ömrüme yemin
olsun ki ben, alçak kimsenin korkusundan ötürü merkep gibi anırırsam, şüphesiz
ki ben korkak ve sabırsız kimseyim."
Buharı, Salim'in
babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:
"Saçı başı
dağınık, siyahı bir kadının, Medine'den çıkıp gittiğini ve Mehyaa'da (Cühfe'de)
durduğunu (rüyamda) gördüm. Bu rüyayı, Medine vebasının Mehyaa'ya nakledilişi
şeklinde yorumladım."
Hişam dedi ki:
"Cühfe'de doğan bir çocuk, buluğa ermeden sıtma sebebiyle düşüp
ölürdü."
Beyhakî bunu,
"Delailü'n-Nübüvve" adlı eserde nakletmiştir.
Yunus, İbn îshak'm
şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde orası
vebalı idi. Medine'de ashabına bela ve hastalık bulaştı. Onlar bitkin
düştüler. Ama Cenâb-ı Allah, hastalığı peygamberinden uzaklaştırdı.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde belirtildiğine göre İbn Abbas şöyle demiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.) ile ashabı, umretu'1-kaza senesinde Mekke'ye geldiler. Müşrikler:
"Size, Yesrib (Medine) sıtmasının zayıf düşürdüğü bir heyet geliyor."
dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da ashabına remel yaparak (Safa ve Merve
arasındaki) iki sütun arasında yürümelerim emretti. Bütün şartlarda remel
yapmak isterlerdi. Ancak hastalıkları ağırlaşır, diye bunu yapmadılar.
Ben derim ki:
Umretu'1-kaza, hicretin yedinci senesinin zilkade ayında yapılmıştır. Şu halde
ya Peygamberin, vebanın Medine'den başka yere nakline dair yaptığı dua gecikmiştir.
Ya da o esnada veba kalkmıştır da azıcık izleri kalmıştır. Yahud sahabelerde
vebanın izleri o süreye kadar kalmıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Ziyad, Abdullah b. Amr
b. As'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı, Medine'ye
geldiklerinde Medine sıtmasına yakalandılar. Ağır şekilde hastalandılar.
Allah, bu hastalığı Peygamberinden uzaklaştırdı. Sahabelere gelince onlar,
ancak oturarak namaz kılabiliyorlardı. Bu halde namaz kıldıkları esnada
Rasûlullah yanlarına gelip kendilerine şöyle dedi:
"Bilesiniz ki
oturarak namaz kılan kimsenin sevabı, ayakta namaz kılanın sevabının yarısı
kadardır." Bunun üzerine Müslümanlar, daha fazla sevap elde etmek
maksadıyla hastalıklarına rağmen ayağa kalkarak namaz kılmaya gayret
sarfettiler. [11]
Medine'de Kaynuka
oğulları, Nadir oğulları ve Kurayza oğulları gibi Yahudi kabileleri, vardı.
Taberî'ye göre bu Yahudi kabileleri, Ensâr'dan çok önceleri Buhtü'n-Nasr'm
Kudüs'ü tahrip ettiği zamanlarda Hicaz'a gelip yerleşmişlerdi. Sonra
Seylu'l-Arinı olduğunda Sebe'deki halk sağa sola gruplar halinde
dağıldıklarında Evsliler ve Hazreçliler, Medine'ye gelip Yahudilerin yamna
yerleştiler. Onlarla ittifaklar akdedip onlara benzemeye çalıştılar. Çünkü
peygamberlerden nakledile gelen ilim hususunda, Yahudilerin kendilerinden üstün
olduklarını görmüşlerdi. Lakin Cenâb-ı Allah, müşrik olanları hidayete
ve İslâm'a kavuşturarak lütfuna mazhar
kıldı. Yahudileri çekememez-likleri, azgınlıkları ve halika tabi olma
karşısında büyüklük taslamaları sebebiyle yardımından ve rahmetinden
uzaklaştırdı.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Enes b.
Malik'in evinde Muhacirlerle Ensâr arasında ittifak akdetti.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.),
benim evimde Kureyşlilerle Ensâr arasındla ittifak akdetti.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Amr b. Şuayb'm dedesinin şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.),
Muhacirlerle Ensârarasmda, birbirlerinin diyetlerini ödemede yardımcı olmak,
esirlerinin fidyesini örfe uygun olacak ölçüde ödemek ve Müslümanların arasını
ıslah etmek şartı üzerine ittifak akdi yapmıştı.
Sahih-i Müslim'de
Cabir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v-), her batın
üzerine diyet ödeme yükümlülüğü yazmıştır.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Rasûlullah (s.a.v.), Muhacirlerle Ensârarasında birleştirici bir akid olmak
üzere bir belge düzenledi. Bu belgede, Yahudilerle saldırmazlık akdi yaptığını,
onları dinleri ve malları üzerine bıraktığım ve onlara karşı bazı şartlar
ileri sürdüğünü, onlara bazı haklar tanıdığını beyan ederek şöyle dedi:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Bu peygamber Muhammed (s.a.v.)'den, Kureyş ve Medineli
mü'min ve Müslümanlarla, onlara tabi olup onlara katılanlar ve onlarla birlikte
cihad edenler arasında bir antlaşmadır. Onlar, insanlardan ayrı olarak bir tek
ümmettirler. Ku-reyş'ten olan Muhacirler, İslâm'dan önceki halleri üzere,
aralarında diyetlerini verirler. Esirlerinin fidyelerini mü'minler arasında
iyilik ve adaletle paylaşıp öderler. Avf oğulları da eski halleri üzere ilk
diyetlerini, aralarında paylaşarak öderler. Her taife, esirlerinin fidyelerini
mü'minler arasında iyilik ve adaletle paylaşıp öderler..."
Peygamber böyle
dedikten sonra Ensâr'dan her batnı ve her aileyi zikretti. Saide oğulları,
Cüşem oğlulan, Neccar oğulları, Amr b. Avf oğulları, Nebit oğulları gibi
aileleri saydı. Sonra şöyle dedi:
"Mü'minler,
aralannda borcu ağır olan, çoluk çocuğu fazla olan bir kimseyi, gerek fidye
hakkında, gerek diyet hakkında insansız ve yar- . dımsız bırakamazlar. Hiçbir
mü'min, diğer bir mü'minin kölesiyle, o müminin kendisi olmaksızın ittifak akdi
yapamaz. Muttaki mü'minler, azgınlık yapan veya büyük bir zulüm, yahud günah
veya düşmanlık ya da mü'minler arasında fesad meydana getirmek isteyen kimseye
karşıdırlar. Onun hakkından gelirler. Bütün müminlerin elleri, onun
üzerine bir tek yumruk gibidir. O fesadçı
kişi, onlardan birinin çocuğu olsa dahi yine böyle yaparlar. Hiç bir mü'min bir
mümini, kafire karşılık olarak öldürmez ve mü'mine karşı kafire yardım etmez.
Allah'ın himayesi, herkes için eşittir. Onlara karşı, onların en zayıfım
himaye eder. Mü'minler, insanlar içinde birbirlerinin dostları ve
sahipleridirler.
Yahudilerden bize tabi
olanlar için, bizden onlara yardım ve sahip çıkma vardır. Zulme uğramayacaklar
ve baskı altına alınmayacaklardır. Mü'minlerin barış antlaşması birdir. Bir
mü'min, öteki mü'min yerine Allah yolundaki bir savaşta barış anlaşmasını,
ancak mü'minler arasında eşitlik ve adalet üzere yapar. Bizimle birlikte
savaşan her kadın, birbirlerine yardımcı olurlar. Mü'minler, birbirlerini Allah
yolunda canlarına erişen musibetlere karşı korurlar. Takvalı mü'minler, en güzel
gidişat ve en doğru yol üzeredirler. Hiçbir müşrik Kureyşli'nin, ne malını ne
de canını himaye edemez. Bir mü'mine karşı, onun önünde duramaz. Bir mü'mini,
öldürülmesini gerektiren bir suçu olmaksızın bey-yine ile sabit olan bir
öldürme ile Öldürürse, o, o sebeble kısasa tabi tutulur. Ancak maktulün velisi
razı olursa müstesna. Mü'minlerin hepsi, ona karşı olurlar. Onlar için ancak,
ona karşı koymak helal olur. Bu sa-hifedeki hususları ikrar edip kabul eden,
Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir mü'min için, dinden olmayan birşeyi
icad eden bid'atçi kimseye yardım etmemesi ve onu barındırması helal olmaz.
Kim ona yardım eder ve onu barındırırsa, Allah'ın lanet ve gazabı kıyamet
gününde onun üzerine olur. Ne tevbesi, ne de sadakası kabul olunur. Bir konuda
ayrılığa düştüğünüz zaman, Allah ve Rasûlüne müracaat edin. Mü'minler
savaştıkları sürece, Yahudiler onların savaş, masraflarına katkıda bulunurlar.
Beni Avf Yahudileri,
mü'minlerle beraber bir topluluktur. Yahudilere, kendi dinlerine bağlı kalma
hakkı vardır. Müslümanlara da, kendi dinlerine bağlı kalma hakkı vardır. Gerek
köleleri olsun, gerek kendileri olsun bu hüküm böyledir. Ancak zulmeden ve
kötülük yapan müstesnadır. Çünkü o, ancak kendisini ve ailesini mahveder.
Neccar oğulları, Haris
oğulları, Saide oğulları, Cüşem oğulları, Evs oğulları, Salebe oğulları, Cefne
oğullan, Şütaybe oğulları ve Yahudileri için, Avf oğulları Yahudilerine tanınan
hakların ve yüklenen yükümlülüklerin aynısı vardır. Yahudi kabilelerinin
batınları da, o kabilelerin kendileri gibidir. Muhammed (s.a.v.)'in izni
olmadan, hiç kimse onlardan ayrılamaz. Yaralama kısasını yapmaktan imtina
edemez. Kim yaralama veya öldürme suretiyle yahut herhangi bir surette bir
hakkı çiğnerse, kendisi ve ailesi ile bu hak ödettirilir. Ancak zulmeden
müstes-na'dır. Allah böyle ister.
Yahudilerin
nafakaları, kendilerine aittir. Müslümanların nafakaları da kendilerine
aittir. Bu düsturu kabul edenlere karşı savaşanlarla
savaşmak için aralarında
yardımlaşacaklar, birbirlerinden yararlanacaklar ve iyilik edeceMerdir.
Birbirlerine zarar vermeyeceklerdir. Hiç kimse, müttefikine kötülük
yapmayacaktır. Mazluma yardım edilecektir. Yesrib'in içi, bu belge ehli için
haremdir.
Komşu zarar vermedikçe
ve kötülük yapmadıkça, ev sahibi gibidir. Hiçbir ev halkı, sahibinin izni
olmaksızın himaye edilmez.
Bu sahifeyi kabul eden
taraflar arasında bir ihtilaf veya hadise meydana gelirde fesadından
korkulursa, Allah ve Rasûlünün hakemliğine başvurulsun. Allah, bu sahifedeki
hayırlı ve iyi şeyleri kabul eder. Kureyş himaye edilmez. Onlara yardım edenler
de himaye olunmaz. Bu sahifeyi kabul edenler, Medine'nin etrafına ansızın
saldırılıp kuşatılması durumunda, saldırganlara karşı aralarında yardımlaş
acaklar dır. Barış yapacakları ve kabul edip yüklenecekleri bir barışa
çağrıldıkları zaman bu barış akdini yapar ve kabul edip yüklenirler. Onlar
barışa çağrıldıkları zaman, müminlere karşı hakları olur. Ancak dine karşı
savaşanlar, bundan müstesnadırlar. Herkesin eski borçları, aynen devam eder.
Bu sahife, zalim veya günahkarların ceza görmesine engel olmaz. Medine'den
çıkan, Medine'de oturan kimse güvenliktedir. Ancak zulmeden veya günah işleyen
müstesnadır. İyilik edip takvalı olan kimseyi, Allah korur."
İbn İshak, bu
muahedeyi bu şekilde nakletmiştir. Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam,"Garip"
adlı kitabında bundan uzun uzadıya söz etmiştir. [12]
Yüce Allah buyurdu ki:
«Daha önceden
Medine'yi yurd edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler,
kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında
içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar
bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkarlığından korunabilmiş
kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.» (el-Haşr, 9.)
«Kendileriyle
yeminleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz. Doğrusu Allah her şeye
şahiddir.» (cn-Nisâ, 33.)
Buharı, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet eder: ayetiyle mirasçılar kastedilmiştir. «Kendileriyle yeminleştiğiniz kimseler» sözüyle şu
mana kastedilmiştir: Muhacirler, Medine'ye geldiklerinde Muhacir akrabalarına
değil de Ensâr'dan olan kimseye mirasçı oluyorlardı. Çünkü Peygamber (s.a.v.),
Muhacirlerle Ensârarasmda kardeşlik tesis etmişti. ayeti nazil olunca bu hüküm
neshedildi. Böyle dedikten sonra İbn Abbas: "Kendileriyle yeminleştiğiniz
kimselere hisselerini veriniz.» mealindeki ayeti okudu ve: "Onların
yardım, nasihat ve yiyecek yardımından hisselerini verin. Ama mirasçı olma
durumu kalktı. Böyleleri için vasiyet edilir." dedi.
İmam Ahmed b. Hanbel
dedi M: Süfyan'ajAsım'm, Enes'ten rivayet ederek şöyle dediğini duydum:
Peygamber (s.a.v.), bizim mekanımızda Ensârile Muhacirler arasında karşılıklı
anlaşma ve ittifak yaptırdı." şeklinde bir söz söylendi.
Süfyan der ki: Sanki
o, aralarında kardeşlik tesis etti, diyordu.
Muhammed b. îshak dedi
ki: "Rasûlullah (s.a.v.), ashabından olan Muhacirlerle Ensâr arasında
kardeşlik tesis etti."
Aynı zat, sözüne
devamla şöyle dedi: Bize ulaşan bir habere göre -ki söylemediği bir sözü
kendisine isnad etmekten Allah'a sığınırız- Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Allah rızası için ikişer ikişer kardeş olun." Böyle dedikten sonra Hz. Peygamber, Ebu
Talib oğlu Ali'nin elinden tutarak: "İşte bu, benim kardeşimdir."
demiştir.
Rasûlullah (s.a.v.),
peygamberlerin efendisi, takva sahibi kimselerin önderi, âlemlerin eşsiz ve
benzersiz Rabbinin elçisi idi. Ebu Talib oğlu Ali ile o, iki kardeş idiler.
Allah ve Rasûlünün aslanı, Rasûlullah'ın amcası Abdülmuttalib oğlu Hamza ile
Rasûlullah'ın azadlısı Harise oğlu Zeyd de iki kardeş idiler. Rasûlullah, Uhud
savaşında Hamza'ya göz kulak olmasını Zeyd'e vasiyet etmişti. Ebu Talib oğlu
Cafer-i Tayyar --harpte iki kolu kesilip şehid olduğu için Rasûlullah tarafından
kendisine iki kanatlı anlamına gelen bu unvan verilmiştir- ile Muaz b. Cebel
de iki kardeş idiler.
İbn Hişam der ki: O
günde (Uhud savaşında) Cafer, Habeş diyarında, uzaklarda idi.
İbn İshak der ki: Ebu
Bekir ile Harice b. Zeyd el-Hazrecî iki kardeş idiler. Hattab oğlu Ömer ile
Malik oğlu Utban iki kardeş idiler. Ebu Ubeyde ve Sa'd b. Muaz; Abdurrahman b.
Avf ve Sa'd b. er-Rebî, Zübeyr b. Avvam ve Seleme b. Selame b. Vakş de iki
kardeş idiler. Zübeyr b. Av-vam'ın, Abdullah b. Mes'ud ile kardeş olduğunu
söyleyenler de vardır. Osman b. Affan ile Evs b. Münzir en-Neccarî, Talha b.
Ubeydullah ile Ka'b b. Malik, Said b. Zeyd ile Übey b. Ka'b, Mus'ab b. Ümeyr
ile Ebu Eyyüb, Ebu Hüzeyfe b. Utbe ile Abbad b. Bişr, Ammar ile Abdüleşhel'in
müttefiki Hüzeyfe b. Yeman el-Absî iki kardeş idiler. Ammar'm, Sabit b. Kays b.
Şemmas ile kardeş olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Ebu Zer Berir b.
Cünade ile hızlı koşan Münzir b. Amr, Hatib b. Ebi Beltaa ile Uveynı b. Saide,
Sehnan ile Ebu Derda, Bilal ile Abdullah b. Revaha iki kardeş idiler.
Rasûlullah
(s.a.v.)'ın, aralarında kardeşlik tesis edildiğini bildirdiği bazı sahabelerin
adları üzerinde tartışılabilir. Şöyle ki;
Peygamber'in kendini
Hz. Ali ile kardeş ilan ettiğine ilişkin haberi, bazı âlimler kabul etmemekte ve
sahih olmadığını söylemektedirler.
Bu görüşlerine dayanak
olarak da mezkur kardeşliğin, bazı sahabeleri birbirlerine kenetleme ve
gönüllerini birbirine ısındırma amacıyla tesis edilmiş olduğunu
göstermektedirler. Bunlara göre Peygam-ber'in kendini herhangi bir sahabe ile,
Hamza ile Zeyd b. Harise örneğinde olduğu gibi bir Muhaciri başka bir
Muhacirle kardeş kılmasının anlamı yoktu.
Yalnız şu hususu göz
önünde bulundurmak gerekir ki, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'nin idare ve
menfaatini başkasına havale etmeyi uygun görmediği için, Ali üe kardeş
olduğunu ilan etmiş olabilir. Çünkü Hz. Peygamberin, geçimlerini temin ettiği
kimselerden biri de Hz. Ali'dir. Henüz küçük yaşta ve babası Ebu Talib de
hayatta iken, Peygamber onun nafakasını üstlenmişti. Daha önce bundan
bahsederken
Mücahid ve
diğerlerinin bu görüşte olduklarını söylemiştik. Aym şekilde Hz. Hamza da,
azadlüarı Zeyd'in çıkarlarını korumayı üstlenmiş ve bu sebeple onunla kardeş
olmuş olabilir. Doğrusunu Allah daha iyi bilir. Abdülmelik b. Hişam'm da işaret
ettiği gibi Cafer-i Tayyar ile Muaz b. Cebel'in kardeşlikleri konusu üzerinde
ihtilaf vardır. İleride de açıklanacağı gibi EbuTalib oğlu Cafer-i Tayyar,
hicri yedinci sene başlarında, Hayber fethi esnasında Medine'ye gelmiştir.
Böyle olunca Peygamberin Medine'ye gelişinin ilk günlerinde Cafer ile Muaz'ı
kardeş kılmış olması nasıl mümkün olur? Yalnız ileriki bir zamanda Medine'ye
geldiği takdirde, Cafer'le kardeş kılınması için Hz. Peygamber, Muaz'ı yedekte
tutmuş olabilir.
Muhammed b. îshak'm;
"Ebu Ubeyde ile Sa'd b. Muaz da iki kardeş idiler." sözü, İmam Ahmed
b. Hanbel'in şu rivayetine ters düşmektedir:
Enes b. Malik'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Ebu
Talha'yı kardeş yaptı.
Müslim de, Abdüssamed
b. Ab dül varis'ten şöyle bir rivayette bulunmuştur ki bu, Ebu Ubeyde iîe Sa'd
b. Muaz'm kardeş kılındıklarına dair İbn İshak in anlattıklarına nisbetle daha
doğrudur. Allah, doğru olanı daha iyi bilir.
Sahih-i Buharî'de Hz.
Peygamberin ashabını birbiriyle nasıl kardeş kılmış olduğu bölümünde
Abdurrahman b. Avf der ki:
"Peygamber
(s.a.v.), Medine'ye geldiğimizde benimle Sa'd b. Rebii kardeş yaptı."
Ebu Cuhayfe dedi ki:
"Peygamber (s.a.v.), Selman-ı Farisî ile Ebu Derda'yı kardeş yaptı."
Muhammed b. Yusuf, Enes'in
şöyle dediğini rivayet eder: Abdurrahman b. Avf, Medine'ye geldi. Peygamber
(s.a.v.), onunla Ensâr'dan Sa'd b. Rebii kardeş yaptı. Sa'd, kendi malını ve
zevcelerinin yansım, Abdurrahman'a vermeyi teklif etti. Abdurrahman:
"Malını ve aileni Allah sana mübarek etsin, yalnız sen, bana çarşının
yolunu göster." dedi. Çarşıya gidip alış veriş yaptı. Kazanç olarak biraz
yağ ve çökelek elde etti. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra Hz. Peygamber,
onunla karşılaştı. Üzerinden safran kokusu geliyordu. Ona: "Bu nedir ey Abdurrahman?"
diye sordu. Abdurrahman: "Ya Rasûlallah, Ensâr'dan bir kadınla evlendim»
cevabını verdi. Peygamber: "Ona ne kadar mehir verdin?" diye sorunca
o da: "Bir hurma çekirdeği kadar altın verdim." dedi. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bir koyun keserek de olsa, düğün yemeği
ver."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdurrahman b. Avf, Medine'ye
geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Sa'd b. Rebi el-Ensârî'yi kardeş yaptı.
Sa'd, Abdurrahman'a şöyle bir teklifte bulundu: "Medine halkının en
zenginiyim. Malımın yarısını al, senin olsun. Nikahlı iki karım var... Bak,
hangisini beğeniyorsan onu senin için boşayayım da onunla evlen."
Bu teklife Abdurrahman
şu cevabı verdi:
"Allah, malım ve
aileni sana mübarek kılsın. Yalnız siz, bana çarşının yolunu gösterin."
Çarşının yolunu
kendisine gösterdiler: Gitti, alışveriş yaptı, kazandı, biraz yağ ve çökelek
getirdi. Aradan Allah'ın dilediği kadar bir süre daha geçtikden sonra, Safran
kokusu sürünmüş olarak geldi, Rasûlullah (s.a.v.), "Bu da ne?" diye
sorunca, Abdurrahman: "Bir kadınla evlendim ya Rasûlallah" dedi.
"Ona ne kadar mehir verdin?" diye sorunca, "Bir çekirdek
ağırlığınca altın verdim." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
"Bir koyun keserek de olsa düğün yemeği yap." emrini verdi.
Abdurrahman, bir defasında şöyle demişti:
"Nihayet kendimi
öyle bir halde gördüm ki, yerden bir taş kaldır-sam, altında mutlaka altın ve
gümüş bulacağımı umardım."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Enes'ten rivayet etti ki, Muhacirler şöyle demişlerdi:
"Ya Rasûlallah!
Aralarına geldiğimiz bu Medine halkı kadar iyi bir kavim görmedik. Gelirleri az
olduğu zaman bizimle paylaşırlar. Çok olduğu zaman ise, bize hissemizden kat
kat fazla verirler. Vallahi bütün ecir ve sevabı, kendilerinin götürmesinden
korkuyoruz."
Hz. Peygamber, onlara
şöyle cevap verdi:
"Hayır, siz
onları övdüğünüz ve onlara dua ettiğiniz müddetçe size de ecir verilir."
Buharı, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki; Ensâr, Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Hurmalıkları bizimle
(Muhacir) kardeşlerimiz arasında taksim et.
Rasûlullah:
- Hayır, diye cevab
verdi.
Bu kez Ensâr,
Muhacirlere yönelerek:
- Masrafları
karşılarsanız, sizi ürüne ortak yaparsak olur mu? diye sordular.
Muhacirler: .
- Bu teklifinizi
duyduk ve teklifinize uyduk, dediler.
- Abdurrahman b. Zeyd
b. Eşlem, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ensâr'a şöyle dediğini rivayet eder:
- (Muhacir)
kardeşleriniz mal ve evladlannı bırakıp size gelmişlerdir.
- Malımızı onlarla paylaşacağız.
- Başka birşey yapsanız
olmaz mı?
- Başka şey nedir?
- Onlar, çalışmayı
bilmeyen kimselerdir. Onların yerine siz çalışın da ürünü onlarla paylaşın.
- Evet, olur.
Ensâr'm faziletine ve
güzel karakterlerine dair hadislerle eserleri, «Daha önceden Medine'yi yurt
edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler...» (cl-Haşr, 9.)
ayetinden bahsederken nakletmişizdir. [13]
Es'ad b. Zürare'nin
şeceresi (soy kütüğü) şöyledir: Es'ad b. Zürare b. Ades b. Ubeyd b. Salebe b.
Ğanm b. Malik b. Neccar. Bu zat, Akabe gecesinde Neccar oğullarının temsilcisi
idi. Yani ikinci Akabe bey'atındaki oniki temsilciden biri idi. Akabelerin her
üçüne de katılmıştır. İkinci Akabe gecesinde bir görüşe göre Rasûlullah ile ilk
bey*atleşen kişidir. O zaman, genç bir şahıstı. Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Medine'de Hezmu'n-Nebit mıntıkasının Nakiü'l-Hadamat kısmında
ilk cuma namazını kıldıran kişidir.
Muhammed b. îshak dedi
ki: O aylarda mescid inşa edilmekte iken Ebu Umame Es'ad b. Zürare boğaz
ağrısına ve hıçkırığa yakalanarak vefat etti.
İbn Cerir de,
tarihinde Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Vücuduna diken batan Es'ad b.
Zürare'yi, Rasûlullah (s.a.v.) dağlamıştı.
İbn îshak, Yahya
b.Abdullah b.Abdurrahman b.Es'ad b. Zürare'den rivayet etti ki; Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ebu Umame, Yahudilerle Arap münafıkları için
ne kötü bir ölüdür. Onlar diyorlar ki: Eğer Muhammed peygamber olsaydı arkadaşı
ölmezdi. Halbuki Allah'tan gelen birşeye karşı ne kendimi, ne de arkadaşımı
koruyabilirim."
Bundan da anlaşılıyor
ki Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra vefat eden ilk Müslüman, Es'ad
b. Zürare'dir.
ibn Esir, "Üsdu
1-Gabe" adlı eserinde, Es'ad b. Zürare'nin hicretten yedi ay sonra şevval
ayında vefat ettiğini ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. îshak,
Asım b. Amr b. Katade nin şöyle dediğini rivayet eder: Neccar Oğullan, Ebu
Umame Es'ad b. Zürare'den sonra kendileri için bir temsilci belirlemesini
Rasûlullah'a arzettiler. O da şöyle cevap verdi:
"Siz benim
dayılarımsımz. Aranızda ben varım. Ve sizin temsilciniz de benim." Hz.
Peygamber böyle diyerek onlardan birini, diğerlerinden ayırd etmemek istemişti.
Neccar oğulları, Rasûlullah'ın kendi temsilcileri olduğunu ileri sürerek
kavimlerine karşı üstünlük iddiasında bulunuyorlardı.
îbn Esir dedi ki: Bu
da, Ebu Nuaym ile îbn Mendeh'in; "Es'ad b. Zürare, Saide oğullarının temsilcisi idi."
mealindeki sözlerini çürüt mektedir. Çünkü o, Neccar oğullarının temsilcisi
idi.
îbn Esir'in bu sözü
doğrudur. Ebu Cafer b. Cerir, tarihinde şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'in
Medine'ye gelişinden sonra Müslümanlardan ilk vefat eden kişi, Peygamber
Efendimiz'in ev sahibi Külsüm b Hedm'dir. Peygamberin Medine'ye gelişinden
sonra çok geçmeden vefat etmiştir. Ondan sonra Es'ad b. Zürare vefat etmiştir.
Es'ad, Hz. Pev-gamber'in Medine'ye geliş senesinde mescid inşası tamamlanmadan
boğaz ağrısına ve hıçkırığa yakalanarak vefat etmiştir.
Ben derim ki: Külsüm
b. Hedm b. İmru'1-Kays b. Haris b. Zeyd b. Ubeyd b. Zeyd b. Malik b. Avf b. Amr
b. Avf b. Malik b. Evs el-Ensârî el-Evsî, Beni Amr b. Avf oğulları kabilesinden
olup yaşlı bir kimse idi. Hz. Peygamber'in Medine'ye gelişinden önce Müslüman
olmuştu. Peygamber Efendimiz gelip Küba'ya yerleştiğinde Külsüm b. Hedm'in
evine konuk olmuştu. Geceleri orada kalırdı. Gündüz Sa'd b. Rebiin evinde ashabı
ile sohbet ederdi. Neccar oğulları yurduna taşımncaya kadar böyle yapmıştı.
İbn Esir dedi ki:
Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişinden sonra ilk vefat
eden Müslüman, Külsüm b. Hedm'dir. Ondan sonra Es'ad b. Zürare vefat etmiştir.
Taberî, bunu bu şekilde nakleder. [14]
Hz. Peygamber'in,
Medine'ye hicretinden sonra Muhacirlerin doğan ilk çocuğu, Abdullah b.
Zübeyr'dir. Nitekim hicretten sonra Ensâr'dan doğan ilk çocuk da Numan b.
Beşir'dir. Bazılarının ifadesine göre Abdullah b. Zübeyr, hicretin yirminci
ayında doğmuştur. Ebu'l-Es-ved böyle demiştir. Vakidî de Muhammed b. Yahya b.
Sehl b. Ebi Has-me'den böyle bir rivayette bulunmaktadır.
Söylendiğine göre
Numan, Abdullah b. Zübeyr'den altı ay kadar Önce, yani hicretin ondördüncü
ayında doğmuştur. Bununla beraber doğru olan, bizim daha önce söylediğimizdir.
Buharî'nin, Hişam b.
Urve'den rivayet ettiğine göre Esma, Abdullah b. Zübeyr'e hamile iken şöyle
demiştir: Mekke'den cilttim. Medine'ye geldim. O esnada doğum yaklaşmıştı.
Küba'ya indim. Abdullah'ı Küba'da doğurdum. Sonra onu alıp Rasûlullah'a
getirdim. Onu kucağına aldı. Sonra biraz hurma getirilmesini emretti. Hurma
getirdiler. Hurmayı ağzma alıp çiğnedi. Sonra Abdullah'ın ağzına tükürdü.
Böylece onun karnına giren ilk şey, Rasûlullah'm tükürüğü oldu. Sonra ağzına
hurma sürdü. Ona dua etti. Mübarek olmasını diledi. Abdullah, hicretten sonra
doğan ilk çocuk oldu.
Kuteybe, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini rivayet eder: İslâm döneminde Medine'de doğan ilk çocuk,
Abdullah b. Zübeyr oldu. Onu alıp Rasûlullah'a getirdiler. Rasûlullah, biraz
hurma alıp çiğnedi. Sonra onu Abdullah'ın ağzına koydu. Böylece Abdullah'ın
karnına giren ilk şey, Rasûlullah'm tükürüğü oldu.
Bu rivayet, Vakidî ve
diğerlerine karşı bir hüccet (delil) dir. Çünkü onun anlattığına göre Peygamber
(s.a.v.) Mekke'ye dönerken, Abdullah b. Uraykit'le birlikte Zeyd b. Harise ile
Ebu Rafii de göndermişti. Bunları kendi ailesiyle Ebu Bekir'in ailesini
getirmekle görevlendirmişti. Bunlar, Peygamber (s.a.v.)'in hicretinin ardı sıra
o aileleri getirmişlerdi. O esnada Esma, doğurması yakın olan bir hamile idi.
Doğururken sevinen Müslümanlar, yüksek seslerle tekbir getirdiler. Çünkü
Müslümanların aldıkları haberlere göre Yahudiler, hicretten sonra Müslümanların
çocuklarının olmaması için güya onlara büyü yapmışlardı. Yahudilerin bu
iddiasının asılsız olduğunu Cenâb-ı Allah isbatla-mıştı. [15]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), şevval
ayında benimle evlendi. Şevval aynıda da benimle gerdeğe girdi. Rasûlullah 'm
yanında hangi zevcesi benden daha şanslıdır?"
Hz. Aişe, kendi
kabilesinden olan kadınların şevval ayında evlenmelerini isterdi.
Buna göre Rasûlullah
(s.a.v.), hicretin yedinci veya sekizinci ayında Hz. Aişe ile gerdeğe girmiş
oluyor. İbn Cerir, hem yedinci ayda, hem de sekizinci ayda gerdeğe girdiğine
dair iki kavil nakletmiştir. Önceki sayfalarda Hz. Peygamber, Medine'ye
gelmeden önce Şevde ile evlenişi, geldikten sonra da Aişe ile gerdeğe girişi
ve gerdeğe girişinde gündüzieyin Sünh mevkiinde gerçekleştiği hakkında
açkılamalarda bulunmuştuk. Bu da insanların bugün itiyad haline getirdikleri
teamüle muhaliftir. Hz. Peygamber'in, şevval ayında gerdeğe girişi de güya
eşlerin birbirinden ayrılmalarına sebep olacağı endişesiyle iki bayram
arasında gerdeğe girmeyi mekruh sayan bazı kimselerin vehimlerini boşa çıkarmaktadır.
Bunun aslı yoktur. Çünkü Hz. Aişe, bu vehme kapılanlara reddiye olsun diye
şöyle demiştir:
"Rasûlullah,
şevval ayında benimle evlendi. Şevval aymda da benimle gerdeğe girdi. Onun
kadınlarından hangisi, benim kadar şanslıdır?"
Bu da gösteriyor ki
Hz. Aişe, Rasûlullah'm bizzat kendisinden, zevçeleri arasında en çok kendisini
sevdiğini duymuş ve anlamıştır. Açık delillere dayanarak biz de diyoruz ki, bu
şekilde anlaması doğrudur. Şu hadis, bunu isbatlamak için yeterlidir. Buharı,
Anır b. As'tan şu rivayeti yapmaktadır:
- Ya Rasûlallah,
insanlar arasında en çok sevdiğin kimdir?
- Aişe'dir.
- Ya erkeklerden en
çok kimi seversin?
- Aişe'nin babasını... [16]
îbn Cerir dedi ki: Bu
sene, yani hicretin birinci senesinde -söylendiğine göre- ikamet halindeki
namaz artırıldı. Üzerine iki rekat eklendi. Daha önce hem ikamet namazı, hem de
yolculuk namazı iki rekat idi. ikamet namazına (yolculuk dışında normal
zamanlardaki namaza) iki rekatın eklenmesi, Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye
gelişinden sonra rebiyülahır ayının on ikinci gecesinden sonra olmuştur.
Vakidî, Hicaz ehli
arasında bu hususta ihtilaf bulunmadığını ifade etmiştir.
Ben derim ki: Daha
önce belirtildiği üzere Buharî'nin rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini nakletmiştik:
"İlk farz
kılındığında namaz, iki rekat olarak farz kılınmıştı. Yolculuk halindeki
namaz, yine iki rekat olarak kaldı. Ama ikamet halindeki namaz artırıldı."
Beyhakî, Hasan-ı
Basrî'nin şöyle dediğim rivayet eder: ikamet halindeki namaz, ilk farz
kılınırken dört rekat olarak farz kılınmıştı. Doğrusunu Allah bilir.
Nisa sûresinde şu
ayet-i kerimeden bahsederken bu konuda fikrimizi beyan etmiştik:
«Yolculuk ettiğinizde,
kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size
bir sorumluluk yoktur.» (101.) [17]
Peygamber (s.a.v.)'in
Medine'ye gelişinden sonra ezan meşru kılındı.
îbn Ishak dedi ki:.
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye yerleşip huzur bulduğu zaman Muhacir kardeşleri
onun yanına gelip toplandılar. Sonra Ensâr da gelip toplandı. İslâm'ın işi
sağlamlaşmış, namaz yerleşmiş, zekat ve oruç farz kılınmış, hadler vazedilmiş,
helal ve haram yasalaşmış, islâmiyet nallan arasına yerlemişti. Medine'de iman
eden bir Ensâr topluluğu oluşmuştu. Rasûlullah oraya geldiği zaman insanlar,
namaz vakitleri için davetsiz olarak toplanıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.),
oraya geldiği zaman bir boru edinmek istedi. Tıpkı Yahudilerin kendi namazlarına
çağırırken kullandıkları boru gibi. Sonra borudan hoşlanmadı. Sonra çan
çalınmasını emretti ki, Müslümanlar namaza onunla çağrılsınlar.
Aralarında bunu
düşünürlerken Abdullah b. Zeyd b. Salebe b. Abdi Rebbih -ki bu zat, Belharis b.
Hazreç'in kardeşidir- namaza çağrı ile ilgili şeyi rüyasında gördü. Rasûlullah'a
geldi ve şöyle dedi:
- Ey Allah'ın elçisi!
Bu gece biri benim yanımda dolaştı, bana uğradığında, üzerinde iki yeşil
elbise vardı. Elinde bir çan taşıyordu. Ona dedim ki:
- Ey Allah'ın kulu! Bu
çanı satar mısın?
- Ne yapacaksın, dedi.
Dedim ki:
- Onunla namaza
çağırmak istiyorum.
- Sana bundan, daha
hayırlı birşeyi göstereyim mi, dedi?
- Nedir o hayırlı şey?
dedim.
- Bunun üzerine dedi
ki:
- Şöyle dersin: Allahu
Ekber Allahu Ekber. Allahu Ekber Allahu Ekber. Eşhedü enlâ ilahe illallah.
Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü en-ne Muhammeden Rasûlullah. Eşhedü enne
Muhammeden Rasûlullah. Hayye alessalah. Hayye alessalah. Hayye alel felah.
Hayye alel felah. Allahu Ekber. Allahu Ekber. Lâ ilahe illallah.
Abdullah b. Zeyd, bunu
Rasûlullah (s.a.v.)'a anlattığında kendileri şöyle buyurdu:
«Muhakkak bu gerçek
bir rüyadır inşaallah, o halde Bilal'in yanına git ve bunu ona öğret. O,
bununla namaz vakitlerini bildirsin. Çünkü onun senden daha tesirli ve uzaklara
ulaşan sesi vardır.»dedi. Bilal ezan okuduğu zaman Ömer b. Hattab bunu evinde
iken işitti. Cübbesini giyerek Rasûlullaltın yanma gelip şöyle dedi:
"Ey Allah'ın
peygamberi! Seni hak rasûl olarak gönderene yemin ederim ki, Abdullah'ın
gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) «Hamd Allah'a mahsustur.» dedi.
Ebu Davud'taki bir
rivayete göre Abdullah b. Zeyd'in rüyada gördüğü kişi, ona ikameti de
öğretmiş, ezanı öğrettikten sonra ona şöyle demiş: Sonra namaza durduğunda
şöyle dersin: Allahu Ekber Allahu Ek-ber. Allahu Ekber Allahu Ekber. Eşhedü
enlâ ilahe illallah. Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeden
Rasûlullah. Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah. Hayye alessalah. Hayye
alessalah. Hayye alel felah. Hayye alel felah. Kad'kametis salah.
Kad'kametissalah. Allahu Ekber. Allahu Ekber. Lâ ilahe illallah.
Ebu Ubeyd, Abdullah b.
Zeyd el-Ensârî'nin bu konuda şöyle bir şiir okuduğunu söylemiştir:
"Celal ve ikram
sahibi Allah'a hamdolsun. Ezan nimetini bahşettiğinden ötürü büyük övgüler
O'na olsun.
Çünkü Allah katından bana
ezanı, bir müjdeci getirdi. O müjdeci benim katımda çok mükerremdir.
Üç gece peşpeşe bana
geldi. Her geldiğinde beni daha çok ağırlardı."
Ben derim ki: Bu garib
bir şiirdir. Bundan anlaşıldığına göre güya Abdullah, rüyadaki adamı üç gece
peşpeşe görmüş, sonra gelip rüyasını Rasûlullah'a anlatmıştır. Doğrusunu Allah
bilir.
İbn Mace'nin Salim'in
babasından naklettiğine göre namaza çağrı konusu kendilerini düşündürdüğünde
Rasûlullah (s.a.v.), bu işi insanlarla müşavere etti. Ona, borazan çalınmasını
teklif ettiler. Yahudiler, borazan kullandıkları için Rasûlullah bu teklin hoş
görmedi. Sonra ona çan çalınmasını teklif ettiler. Hristiyanlar çan
çaldıklarından bu teklifi de hoş görmedi. O gece Ensâr'dan Abdullah b. Zeyd
adındaki bir adama ve Ömer b. Hattab'a rüyada ezan anlatıldı. Ensârî geceleyin
Rasûlullah'a gelip rüyasını nakletti. Rasûlullah da Bilal'e emir verdi. Bilal
de rüyada anlatıldığı şekilde ezan okudu.
Zührî der ki: Sabah
ezanında Bilal, ezana: «Namaz uykudan daha hayırlıdır» sözlerini iki kez ekledi.
Rasûlullah, bu ilaveyi onayladı. Hz. Ömer dedi ki:
"Ya Rasûlallah,
Abdullah'ın gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm. Ne var ki o benden önce
sana anlattı."
Bu bahsin tafsilatı,
"Ahkam-ı Kebir" adlı kitabın ezan babında inşaallah verilecektir.
Güvencimiz ve dayanağımız yüce Allah'dır.
Süheylî'nin, Ali b.
Ebi Talib'ten naklettiği hadise gelince o burada îsrâ hadisini anlatarak şöyle
demiştir: "Perde arkasından bir melek çıkıp şu ezanı okudu. Her bir
kelimeyi telaffuz ederken yüce Allah, onu tasdik ediyordu. Sonra melek,
Muhammed (s.a.v.)'in elinden tutup onu öne geçirdi. O da -aralarında Adem ve
Nuh da olmak üzere- gök halkına imamlık etti..."
Süheylî'nin iddia
ettiği gibi bu sahih bir hadis değil, aksine münker bir hadistir. Cameliye
fırkasının kendisine nisbet edildiği Ziyad b. Mün-zir Ebu'l-Carud'tan başka
bunu rivayet eden yoktur ki, o da rivayet hususunda töhmet altında bulunan
kimselerdendir. Şayet Rasûlullah (s.a.v.), böyle birşeyi îsrâ gecesinde duymuş
olsaydı, hicretten sonra hemen namaza çağrı esnasında bu ifadelerin
söylenmesini emrederdi. Doğrusunu Allah bilir.
İbn Hişam, Ubeyd b.
Ümeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Peygamber
(s.a.v.) ile ashabı, çan ile namaza çağrı yapılması hususunda meşveret
ediyorlardı. Bir ara Hattab oğlu Ömer, çan için iki ağaç satın almak istedi. O
sırada Hattab oğlu Ömer, uykusunda "Bu işi çanla yapmayın. Namaz için ezan
okuyun."diye rüyasında gördü.
Bunun üzerine Ömer,
Peygamber (s.a.v.)'e rüyasını anlatmak için gitti. Halbuki Hz. Peygambere bu
konuda az önce vahiy gelmişti. Ömer, Bilal'in ezan okumasını istiyordu. Bunu
Rasûlullah'a söylediğinde o bu-yurduki: «Vahiy senden önce geldi.»
Bazılarının açıkça
ifade ettikleri gibi bu rivayet, Abdullah b. Zeyd b. Abdi Rebihî'nin gördüğü
rüyayı tasdik edecek şekilde vahiy geldiğini ispatlamaktadır. Doğrusunu yüce
Allah bilir.
İbn İslıak, Urve b.
Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Neccar oğullarından bir kadın şöyle
dedi:
«Benim evim, mescidin
etrafındaki evlerin en yükseği idi. Bilal, her sabah evimin üzerine oturuyor ve
fecrin ufukta uzandığını gördüğü zaman şöyle diyordu:
"Allahım, ben
sana hamdeder, Kureyş'in senin dinine karşı koymasına karşı senden yardım
dilerim." Allah'a yemin ederimki, bir tek gece dahi, onun bu duayı
terkettiğini görmedim.» [18]
îbn Cerir dedi ki:
Vakidî'nin ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), ramazan ayında, yani hicretinin
yedinci ay başında Abdülmuttalib oğlu Hamza için beyaz bir bayrak hazırladı. Onu, otuz
Muhacirin başına komutan yaptı. Bunlar, Kureyş kervanlarına taarruz
edeceklerdi. Göreve giden Hz. Hamza, 300 kişilik Ebu Cehil liderliğinde bulunan
Kureyşli bir kervana rastladı. Aralarına Mecdî b. Amr girdi ve^savaş olmadı. Bu
seriyyede Hz. Hamza'mn bayrağım, Ebu Mersed el-Ganevî taşıyordu. [19]
İbn Ceıir dedi ki:
Yine Vakidî'nin ifadesine göre Peygamber (s.a.v.), hicretin sekizinci ay
başında (şevval ayında) Ubeyde b. Haris için de beyaz bir bayrak hazırladı.
Kendisinin, adamlarıyla birlikte Batnı Rabiğ'a gitmesini emretti.
Ubeyde'nin bayrağı
Mistah b. Üsase'de idi. Seniyetü'l-Mürre'ye vardılar. Orası Cühfe taraflarında
bir yerdir. Bu seriyyede altmış Muhacir vardı. Aralarında Ensâr'dan kimse
yoktu. Ahya suyu yanında Muhacirlerle müşrikler karşılaştılar. Kılıç çekmeksizin
ok atıştılar.
Vakidî der ki:
Müşrikler 200 kişi idiler. Başlarında Ebu Süfyan Sahr b. Harp vardı. Başlarında
Mikrez b. Hafs'm bulunduğunu söyleyenler de olmuştur. [20]
Vakidî dedi ki:
Hicretin birinci senesinin zilkade ayında Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Ebi
Vakkas için de beyaz bir bayrak hazırladı. Bayrağı Mikdad b. Esved taşıyordu.
Harar'a gitmelerini emretti. Sa'd'ın oğlu Amir şöyle demiştir: Babam bana dedi
ki: Yirmi kişiyle birlikte piyade olarak yola çıktık. Gündüzleri gizleniyor, geceleri
gidiyorduk. Beşinci günün sabahında Harar mevkiine vardık. Rasûlullah (s.a.v.),
Harar mevkiini geçmememizi bana emretmişti. Ama müşrik kervanı benden bir gün
önce oradan geçmişti.
Vakidî dedi ki: Müşrik
kervanında altmış kişi vardı. Sa'd'm beraberindekilerin tamamı,
Muhacirlerdendi.
Ebu Cafer b. Cerir
dedi ki: İbn İshak nezdindeki rivayete göre bu üç seriyyenin tamamı, hicretin
ikinci senesinde olmuştur.
Ben derim ki: İbn
İshak'm sözleri -düşünen kimseler için- Ebu Cafer'in sözlerine göre sarih
değildir. Nitekim bunu hicretin ikinci senesinin baş kısmındaki
"Meğazi" kitabında bu konudan sonra gelecek olan bölümde
açıklayacağız. Belki de o bu seriyyelerin, hicrî birinci senede teşkil
edildiklerini söylemek istemiştir. İlgili kısma geldiğimizde inşa-allah bu
konuyu tafsilatıyla izah edeceğiz. Vakidî de güzel olan bazı fazlalıklar
vardır. O, bu konunun önde gelen liderlerindendir. Şahsiyet olarak doğru
sözlüdür. Çok rivayetleri vardır. Nitekim onun adalet ve cerhinden «et-Tekmil
fi Ma'rifeti's-Sikati ve'd-Duafai ve'1-Mecahil» adlı kitabımızda uzun uzadıya
bahsetmişizdir. Övgü ve minnet Allah'adır. [21]
Hicretin birinci
senesinde doğan çocuklardan birisi de Abdullah b. Zübeyr'dir. Hicretten sonra
Medine'de Müslümanların doğan ilk çocuğu odur. Nitekim Buharı, onun annesi Esma
ile teyzesi ümmü'l-mü'minin Hz. Aişe'nin de böyle dediklerim rivayet etmiştir.
Bu iki kadın, Ebu Bekir es-Sıddık hazretlerinin kızlarıdır.
Bazıları demişler ki:
Numan b. Beşir, Abdullah b. Zübeyr'den altı ay önce doğmuştur. Şu halde
Abdullah İbn Zübeyr, hicretten sonra Muhacirlerin doğan ilk çocuğudur.
Bazılarının anlattıklarına göre Abdullah b. Zübeyr ile Numan b. Beşir, hicretin
ikinci senesinde doğmuşlardır. Kuvvetli olan, birinci görüştür. Nitekim bununla
ilgili açıklamayı önceki sayfalarda vermiş bulunmaktayız. Övgü ve minnet
Allah'adır. Hicri ikinci senenin sonlarında ikinci kavle de işaret edeceğiz.
İbn Cerir dedi ki:
Anlatıldığına göre Muhtar b. Ebi Ubeyd ile Ziyad b. Sümeyye, hicri birinci
senede doğmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.
Hicri birinci senede
vefat eden sahabelerden birisi, Külsüm b. Hedm el-Evsî'dir. Rasûlullah (s.a.v.)
Küba'da bu zatın evine yerleşmiş, misafiri olmuştur. Buradan Neccar oğulları
yurduna intikal etmiştir.
Külsüm b. Hedm'den
sonra Ebu Umame Es'ad b. Zürare vefat etmiştir. O da Neccar oğullarının
temsilcisi idi. Rasûlullah, mescidi inşa ederken o vefat etmişti. Allah her
ikisinden razı olsun, onları da hoşnud kılsın.
İbn Cerir dedi ki:
Hicri birinci senede Ebu Uhayha Taif te, Velid b. Muğire ile As b. Vail
es-Sehmî de Mekke'de ölmüşlerdir.
Ben derim ki: Bunlar
müşrik olarak ölmüşlerdir. Yüce Allah'a teslim olmamış ve İslâm'a
girmemişlerdir. [22]
Bu senede birçok
gazalar yapılmış, seriyyeler teşkil edilmiştir. Bunların en büyüğü ve önemli
olanı, hicri ikinci senenin ramazan ayında vuku bulan büyük Bedir gazvesidir.
Bu gazvede Cenâb-ı Allah, hak ile batılı, hidayet ile sapıklığı birbirinden
ayırmıştır. Bu bölümde gazvelerden ve seriyyelerden bahsedeceğiz. Allah'ın
yardımına sığınarak söze başlayacağız. [23]
İmam Muhammed b. îshak
b. Yesar, "es-Sîre" adlı kitabında Yahudi âlimlerinden ve onların
Müslümanlara, İslâmiyet'e karşı düşmanlık yapmalarından, onlar hakkında nazil
olan ayetlerden bahsetmiş ve uzun uzadıya tafsilat vermiştir. Yahudi âlimleri
şunlardı: Hüyey b. Ahtap ile kardeşleri Ebu Yasir ve Cüdeyy, Sellam b. Mişkem,
Kinane b. Rebi b. Ebu'l-Hukayk, Sellam b. Ebi'l-Hukayk (Bü Ebu Rafı
el-A'ver'dir. Hicazlılarm taciridir. îleride de açıklanacağı gibi sahabeler
bunu Hay-ber'de öldürmüşlerdir.), Rebi b. Rebi Ebi'l-Hukayk, Amr b. Cahhaş Ka'b
b. Eşref (Bu Tay kabilesinden, Nebhan oğullarından dır. Annesi ise Nadir
oğulları Yahudilerindendir. Sahabeler bunu -ileride açıklanacağı gibi- Ebu Rafi'den
önce öldürmüşlerdir.), Ka'b'in müttefikleri Haccac b. Amr ile Kerdem b. Kays.
Allah bunlara lanet etsin. Bu saydıklarımız, Nadir oğulları Yahudilerinden
diler.
Sa'lebe b. Fityevn
oğullarından olan Yahudi âlimlerine gelince bunların adları da şöyle sıralanabilir:
Abdullah b. Suriya
(Bundan sonra Hicaz mıntıkasında kendisinden daha âlim ve Tevrat'ı çok daha
iyi bilen bir Yahudi görülmemiştir. Ben derim ki: Bunun Müslüman olduğunu
söyleyenler de vardır.), îbn Saluba Muhayrik (Bu, ileride de açıklanacağı gibi
Uhud savaşında Müslüman olmuştur. Kavminin bilgin şahsiyetidir.).
Kaynuka oğullan
Yahudilerinin âlimlei'ine gelince bunların isimleri şöyledir:
Zeyd b. el-Lasit, Sa'd
h. Hanif, Mahmud b. Seyhan, Uzayz b. Ebi Aziz, Abdullah b. Dayf, Süveyd b.
Haris, Rufaa b. Kays, Finhas, Eşya, Numan b. Eda, Bahri b. Amr, Şas b. Adiy, Şas b. Kays,
Zeyd b. Haris, Nu-man b. Amr, Sükeyn b. Ebi Sükeyn, Adiy b. Zeyd, Numan b. Ebi
Evfa, Ebu Enes, Mahmud b. Dahya, Malik b. Sayf, Ka'b. b. Raşit, Azir, Rafî b.
Ebi Rafî, Halid b. Ezar, Ezar b. Ebi Ezar, Rafı b. Harise, Rafi b. Hüreym ile
Rafi b. Harice, Malik b. Avf, Rufaa b. Zeyd b. Tabut ve Abdullah b. Selam.
Bu zatın (Abdullah b.
Selam) islâm'a girişi, daha Önceki sayfalarda
anlatılmıştı.
îbn îshak dedi ki:
Abdullah b. Selam, Yahudilerin derin âlimi ve bilgin şahsiyeti idi. Adı Husayn
idi. Müslüman olunca Rasûlullah (s.a.v.) ona Abdullah adını verdi.
îbn îshak dedi ki:
Kurayza oğulları Yahudilerine gelince bunların bilginleri şunlardır:
Zübeyr b. Bata b.
Vehb, Azal b. Samoyel, Ka'b b. Esed (Bu, onların Hendek savaşında iken
bozdukları akidlerini yapmış kişidir.), Samoyel b. Zeyd b. Ka'b, Vehb b. Zeyd,
Nafi b. Ebi Nafi, Adiy b. Zeyd, Haris b. Avf, Kerdem b. Zeyd, Üsame b. Habib,
Rafi b. Rümeyle, Cebel b. Ebi Küşeyr ve Vehb b. Yahuza.
îbn İshak dedi ki:
Zürayk oğulları Yahudilerinin bilgim ise Lebid b. A'sem idi. Rasûlullah'a büyü
yapan bu şahıstı.
Harise oğulları
Yahudilerinin bilgim, Kinane b. Suriya idi.
Amr b. Avf oğullan
Yahudilerinin bilgim, Kerdem b. Amr idi.
Neccar oğullan
Yahudilerinin bilgini ise, Silsile b. Berham idi.
İbn îshak dedi ki: Bu
kişiler, Yahudilerin bilginleri ve Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabına karşı şer
üretip düşmanlık yapan kimseler idiler. Rasûlullah'ı zor durumda bırakmak,
inatçılık yapmak, kafirliklerini daha da ileri götürmek için ona birçok soru
soran kimseler bunlardı. Bunlardır İd, İslâmiyet'i söndürmek için İslâm'a ve
Müslümanlara düşman kesilmişlerdi. Sadece Abdullah b. Selam ile Muhayrik
bunlardan müstesnadırlar.
Daha sonra îbn îshak,
Abdullah b. Selam ile halası Halide'nin İslâm'a girişlerini de anlatır. Nitekim
biz, bu hadiseyi daha önce nakletmiştik. Yine îbn İshak, Muhayrik'in Uhud
gününde İslâm'a girişini ve kendi kavmine cumartesi günü şöyle dediğini de
nakleder:
- Ey Yahudi topluluğu!
Allah'a yemin ederim ki siz, Muhammed'e yardım etmenin sizin üzerinize bir
yükümlülük olduğunu elbetteld bilmektesiniz!
- îyi ama bugün
cumartesi günüdür.
- Sizin için cumartesi
yoktur!
Böyle dedikten sonra
silahını alıp kavminden geride kalanlara şöyle demişti:
- Eğer bugün
öldürülürsem, malım Muhammed (s.a.v.)'in olsun. O,
Allah'ın kendisine bildirdiği gibi malımı
sarfetsin.
Zengin bir kişi olan
Muhayrik, Rasûlullah'm yanına vardı. Safları arasına katıldı. Şehid düşünceye
kadar savaştı.
Rasûlullah (s.a.v.),
onun hakkında şöyle demiştir:
«Muhayrik, Yahudilerin
en hayırhsıdır." [24]
îbn İshak,
Yahudilerden olan bu zıt şahıslara Evs ve Hazreç münafıklarından meyleden
kimselerin adlarını da sıralamıştır. Evs kabilesinden belirttiği isimler
şunlardır:
Züveyy b. Haris, Cülas
b. Süveyd es-Samid el-Ensarî ki onun hakkında şu ayet nazil olmuştur:
«Andolsun ki, Müslüman
olduktan sonra inkar edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemedik diye
Allah'a yemin ettiler.» (et-Tevbe, 74.)
Cülas, Tebük gazvesine
katılmayıp geride kaldığı esnada: "Eğer şu adam (Muhammed) doğru sözlü ise
biz eşeklerden daha kötüyüzdür!" demiş ve yukarıdaki ayet-i kerime bu
münasebetle nazil olmuştu.
Üvey oğlu Ümeyr b.
Sa'd, Cülas'm bu sözü, Rasûlullah (s.a.v.) hakkında söylediğini iddia etmişti.
Ancak Cülas bunu inkar etmiş ve böyle demediğine dair yemin etmişti. Bu sebeple
yukarıdaki ayet onun hakkında nazil olmuştur. Anlatıldığına göre o, bundan
sonra tevbe etmiş ve tevbesini güzelce tutmuş, öyleki İslâmiyet'ini muhafaza
ederek hayırlı bir kimse olarak bilinip tanınmıştı.
Evs kabilesindeki
adamları sayan îbn İshale, sıralamaya devam ederken, Cülas b. Süveydin kardeşi
Haris b. Süveyd'in, Mücezzer b. Zi-yad el-Belevî ile Kays b. Zeyd'i
öldürdüğünden de bahseder. Kays, Du-bay'a oğulları kabile sin dendir. Bunları
Uhud gününde öldürmüştü. Müslümanlarla birlikte Uhud savaşma giden Haris,
münafık bir kimse idi. Bu iki şahsı görünce üzerlerine saldırarak öldürmüş,
sonra da kaçıp Kureyşlilerin saflarına katılmıştı.
İbn Hişam dedi ki:
Mücezzer'in babası, cahiliye devrindeki savaşlardan birinde Haris'in babası
Süveyd b. Samit'i öldürmüştü. Böylece Haris, Uhud savaşında babasının öcünü
almış oldu.
İbn İshak'm ifadesine
göre Süveyd b. Samit'i öldüren kişi, Muaz b. Afra1 dır. Muaz, Süveyd'i Buas savaşından
önce ok ile öldürmüştür.
ibn Hişam, Haris'in,
Kays b. Zeyd'i öldürmüş olmasını kabul etmeyerek şöyle der: "Çünkü İbn
İshak, Uhud'ta öldürülen kimseler arasında Kays b. Zeyd'ten
bahsetmemektedir."
İbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) -yakaladığı takdirde- Haris'i öldürmesi için Hattab oğlu
Ömer'e emir verdi. Bunun üzerine Haris, tevbe etmek ve kavmine dönmek
istediğine dair bir mektubu kardeşi Cülas'a gönderdi. İbn Abbas'tan bana ulaşan bir habere
göre Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu ayeti inzal buyurdu:
«İnandıktan,
peygamberin hak olduğuna şahadet ettikten, kendilerine belgeler geldikten
sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalimleri
doğru yola eriştirmez.» (Âl-ilmrân, 86.)
îbn İshak, Evs
kabilesindeki münafıkların adlarını sıralarken, şöyle der: Bicad b. Osman b.
Amir, Nebtel b. Haris. Bu sonuncu şahıs hakkında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Şeytana bakmak
isteyen, şuna baksın.»
Nebtel, iri cüsseli,
sarkık dudaklı, dağınık saçlı, kızarık gözlü ve mor yanaklı idi. Rasûlullah'tan
dinlediği sözleri götürüp münafıklara ulaştırırdı. Bu şahıs, Rasûlullah
hakkında şöyle diyordu: «Muhammed sadece bir kulaktır. Birisi ona birşey
söylediğinde hemen tasdik eder.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu
ayeti inzal buyurdu:
«İki yüzlülerin içinde
«O her şeye kulak kesiliyor» diyerek peygamberi incitenler vardır.» (et-Tevbe,
eı.)
îbn îshak, Evsli
münafıkların adlarını sıralamaya devam ederek
şöyle der:
Ebu Habibe b. Ez'ar
(Bu , mescid-i Dırar'ı inşa edenlerdendi.), Sa'le-be b. Hatip, Muattip b.
Kuşeyr... Bu iki kişi, Allah'a söz vererek: «Eğ;er Allah bize lütfundan
verirse, muhakkak ki biz sadaka veririz.» demişlerdi. Ama Allah kendilerine
lütfedip mal verince bu sözlerini yerine getirmemişlerdi. Bunun üzerine
haklarında kmayıcı bir ayet nazil olmuştu. Muattip, Uhud gününde şöyle
demişti: «Bu işte fikrimiz alınsaydı, biz burada öldürülmezdik.» Böyle demesi
üzerine ayet-i kerime nazil oldu. O, Hendek savaşında da şöyle demişti:
"Muhammed, Kisra ile Kayserin hazinelerini yiyeceğimizi bize va'd ediyor.
Oysa bizlerden herhangi biri, def-i hacete gitmek için dışarıya çıkarken bile
güvenlikte değildir!" Böyle demesi üzerine şu ayet-i kerime nazil
olmuştu:
«İki yüzlüler ve
kalblerinde hastalık olanlar: «Allah ve peygamberi bize sadece kuru vaadlerle
bulundular.» diyorlardı.» (el-Ahzâb, 12.)
İbn İshak, Evsli
münafıklar arasında Haris b. Hatib'in adını da vermektedir.
İbn Hişam dedi ki:
Muattip b. Kuşeyr, Sa'lebe b. Hatip ve Haris b. Hatip,Ümeyye b. Zeyd oğulları
kabilesinden olup Bedir savaşma katılmışlardır. Münafıklardan değildirler.
Kendilerine güvendiğim ilim ehli kimseler, bunu bana böyle anlatmışlardı.
Salebe b. Hatip ile Haris b. Hatib'in adlarını îbn İshak, Bedir savaşına
katılanların adlarını verirken Ümeyye b. Zeyd oğulları kabilesinin adamları
arasında saymıştır.
îbn İshak dedi ki:
Evsli münafıkların arasında şunlar da vardı: Ab-bad b. Hüneyf (Selh b. Hüneyfin
kardeşi), Bahzeç (Dırar mescidini inşa edenlerden biridir.), Amr b. Hizam,
Abdullah b. Nebtel, Cariye b. Amir b. Attaf, Cariye'nin oğulları Yezid ile Mucma. Bunlar
Dırar mescidini inşa edenlerdendir. Mucma, genç bir delikanlı olup Kur'ân'm
çoğunu hıf-zetmişti. Onlara Dırar mescidinde imamlık yapardı. Tebük gazvesin-.
den sonra Dırar mescidi yıkıldığında Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Kübalılar
Mucma'm kendilerine imam olarak tayin edilmesini Hz. Ömer'den istemişler. Ancak
Hz. Ömer, onlara şu cevabı vermişti:
- Hayır! Vallahi
olmaz. O, Dırar mescidinde münafıkların imamı değil miydi?
Bunun üzerine Mucma
yemin ederek münafıklarla ilgisi bulunmadığını ve onların durumunu bilmediğini
söylemiştir. Bildirildiğine Hz. Ömer, imamlık yapmasına daha sonra müsaade
etmiştir.
İbn İshak, Evsli
münafıkların adlarım açıklamaya devam ediyor:
Vedia b. Sabit (Bu da
Dırar mescidini inşa edenlerden olup şöyle demiştir: "Biz sadece lafa
dalıp eğleniyoruz." Böyle demesi üzerine hakkında ayet nazil olmuştu.),
Hizan b. Halid (Bu da kendi evinin arsasının bir kısmını Dırar mescidine tahsis
etmiştir).
İbn Hişam, Evs kabilesinden
Nebit oğulları ailesinin münafıklarından bahsederek İbn İshak'm sözüne şu
ilavede bulunur: Zeyd'in oğulları Beşir ile Rafi de münafıklardandı.
İbn İshak, Evs
kabilesinin münafıklarını sıralamaya devam ederek şöyle der:
Mirba' b. Kayzî. Bu,
âmâ bir kimse idi. Uhud'a giderken bahçesinin içinden geçen Rasûlullah'a:
"Eğer bir peygamber isen bahçemden geçmene müsaade etmem ve bunu sana
helal etmem." diyen adam budur. Eline bir avuç toprak almış, sonra
Rasûlullah'a şöyle demişti: "Vallahi, bu toprağın senden başkasına isabet
etmeyeceğini bilseydim, bunu mutlaka sana karşı savururdum (atardım)."
Böyle demesi üzerine orada bulunan Müslümanlar kendisini öldürmek
istemişlerdi. Ancak Rasûlullah, onlara engel olarak şöyle demişti: «Bırakın
bunu. Bu, hem kalbi hem de basireti kör olan bir kimsedir.» Ama yine de Sa'd b.
Zeyd el-Eşhelî, yayı ile vurarak kafasını yarmıştı.
îbn İshak, Evsli
münafıkların adlarını sıralamaya devam ediyor: Mirba'nın kardeşi Evs b. Kayzî,
Bu şahıs Hendek savaşında:«Evlerimiz açıktır.» demiş, bunun üzerine yüce Allah,
şu ayeti inzal buyurmuştu:
«Oysa evleri açık
değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı.» (ei-Ahzâb, 13.)
İbn îshak, Hatip b.
Ümeyye b. Rafiin de Evsli münafıklardan olduğunu söylemiştir. Hatip, cahiliyet
devrinde yaşlanmış, iri cüsseli, ihtiyar bir kimse idi. Yezid b. Hatip adında
bir oğlu vardı. Müslümanların seçkinlerinden olan bu oğlu, Uhud savaşında
yaralanmıştı. Öyleki yaraları, onu hareket edemez hale getirmişti. Asım b. Amr
b. Katade'nin bana anlattığına göre ölürken orada bulunan Müslüman erkeklerle
kadınlar başına toplanmışlar ve ona:
- Ey İbn Hatip, sana
Cennet'i müjdeleriz! demişlerdi.
Bu sırada münafıklığım
açığa vuran babası şöyle demeğe başladı:
- Evet, bitkiden bir
Cennet! Valllahi siz bu zavallıyı aldattınız!
İbn îshak, Büşeyr b.
Übeyrik Ebu Tu'ma'nm da Evsli münafıklardan olduğunu söylemiştir. Büşeyr, zırh
hırsızlığı yapan bir kimse idi. Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu ayeti inzal
buyurmuştu:
«Kendilerine hainlik
edenlerden yana uğraşmaya kalkma.» (en-Nisâ, 107.)
îbn İshak, Kuzman'ı da
Evsli münafıklardan sayar. Kuzman, Zufur oğullarının müttefikidir. Uhud
savaşında yedi kişiyi öldürmüştür. Yaralarının ağn ve ızdırabma tahammül
edemez olunca kendini öldürüp intihar etmiş ve «Vallahi, sırf kavmimden utandığım
ve onları korumak istediğim için savaştım.» demiş, sonra Ölmüştü. Allah ona
lanet etsin.
İbn İshak:
Abdü'l-Eşhel oğulları kabilesinde kadın veya erkek bir münafıkm bulunduğunun
bilinmediğini söylemektedir. Sadece Dah-hak b. Sabit, münafık ve Yahudileri
sevmekle itham edilirdi.
Bütün bunlar, Evs
kabilesindendi.
İbn İshak, Hazreç
kabilesinin münafıklarının adlarını da şöyle sıralar:
Rafi b. Vedia, Zeyd b.
Amr, Amr b. Kays, Kays b. Amr b. Sehl, Ced b. Kays (Bu, savaşa gidileceği zaman
Rasûlullah'a: Bana izin ver, beni fitneye düşürme, demişti.), Abdullah b. Übey
b. Selül (Bu, münafıkların ve Hazreçlilerle Evs İn kabile başkanı idi. Cahiliye
döneminde bunu başlarına hükümdar yapmaya karar vermişlerdi. Ama Allah, onları
İslâm'a eriştirince bundan vazgeçtiler. Mel'un Abdullah b. Übey, arzusuna
kavuşamadığından bu durum onu çok öfkelendirdi. O ki, Hendek savaşında şöyle
demişti: «Eğer bu savaştan Medine'ye dönersek, and olsun ki, şerefli kimseler
alçakları oradan çıkaracaktır!» O ve Vedia hakkında birçok ayet nazil olmuştur.
Vedia, Avf oğulları kabilesindendir.), Malik b. Ebi Kavkal, Süveyd, Dais.
Bunlar da Abdullah b. Übey b. Selül grubundandırlar. İçten içe Nadir oğulları
Yahudilerine meyledince, bunlar hakkında şu ayet nazil olmuştu: «And olsun ki,
onlar çıkarılmış olsalar, onlarla beraber çıkmazlar.» (ci-Haşr, 12.) [25]
îbn İshak, daha sonra
Yahudi bilginlerinden takiyye yolu (içi başka dışı başka) ile Müslüman olanları
(görünenleri) saymış ve bunların kalben kafir olduklarını bildirmiştir. Bunları
da münafıklar sınıfına katarak en şerlilerinin adlarım şöyle sıralamıştır:
Sa'd b. Hüneyf, Zeyd
b. Lüsayt. Bu adam, Rasûlullahin devesi kaybolduğu zaman şöyle demişti:
- Muhammed, kendisine
gökten haber geldiğini iddia ediyor ama devesinin nerede olduğunu bilemiyor!
Rasûlullah da şöyle
demişti:
- Vallahi, Allah'ın
bana öğrettiğinden başka birşey bilemem. Ama Cenâb-ı Allah, devemin nerede
olduğunu bana bildirdi. îşte devem şu anda filan yerdedir. Yuları bir ağaca
takıldığı için orada durmaktadır.
Bunun üzerine
Müslümanlardan bir kaç kişi gidip deveyi Hz. Pey-gamber'in bildirdiği yerde
bulmuşlardı.
îbn İshak, takiyye
yolu ile islâm'a giren Yahudi bilginlerinin adlarını sıralamaya devam eder:
Numan b. Evfa, Osman
b. Evfa, Rafi b. Hüreymile. Bu, Rasûlul-lah'm:
«Münafıkların
büyüklerinden bir büyük bugün öldü!» dediği kimsedir.
îbn İshak, Rufaa b.
Zeyd b. Tabut'ım takiyye yolu ile İslâm'a giren Yahudi bilginlerinden olduğunu
söyler. Onun öldüğü gün Rasûlullah Tebük'ten dönmekte idi. Şiddetli bir rüzgar
estiğini gördü ve şöyle dedi:
«Bu rüzgar, kafirlerin
büyüklerinden bir büyüğün ölümü yüzünden esmektedir.» Müslümanlar, Medine'ye
geldiklerinde Rufaa'nın, rüzgarın şiddetlice estiği günde öldüğünü öğrendiler.
İbn İshak; Silsile b.
Bürham ile Kinane b. Suriya'nın da takiyye yolu ile İslâm'a giren Yahudi
bilginlerinden olduğunu söyler.
Yukarıda adları
verilen bu Yahudi münafıkları, İslâm'a takiyye yolu ile girmişlerdi.
İbn İshak dedi ki: Bu
münafıklar, mescide gelirler, Müslümanların konuşmalarına kulak verir, onlarla
alay eder, dinleri ile istihza ederlerdi.
Bir gün mescidde
bunlardan bir grup toplanıp bir araya geldiler. Rasûlullah (s.a.v.)'da bunların
kendi aralarında fisıldaştıklarmı gördü. Âdeta birbirlerine yapışmış vaziyette
idiler. Bunun üzerine Rasûlullah, onların mescidden çıkarılmalarını emretti.
Mescidden çıkartılanlar şunlardır: Ebu Eyyüb (Ki bu Halid b. Zeyd'dir.), Amr b.
Kays'a yöneldi. (Ki buda Beni Ganm b. Malik b. Neccar kabilesindendir.
Cahiliyet devrinde bu kabilenin ilahlarının sahibi idi), ayağından tutup
sürükleyerek mescidden çıkardı. O çıkarılırken şöyle diyordu:
- Ey Eba Eyyüb! Beni,
Sa'lebe oğullarının hurma kurutma yerinden mi çıkarıp kovuyorsun?!
Ebu Eyyüb, bu sefer de
Neccar oğullarından Rafi b. Vediaya döndü. Boynundan ridasıyla tuttu. Sonra onu
şiddetli bir şekilde sürükledi, yüzüne bir tokat indirdi. Sonra da onu
mescidden çıkardı. Çıkarırken, Ebu. Eyyüb ona şöyle diyordu:
- Ey murdar
münafık, sana yazıklar olsunl Ey münafık, Rasûlullah'm mescidinden çık ve geldiğin yere geri dön!
Ammare b. Hazm, Zeyd
b. Amr'e doğru kalkıp yürüdü. Bu, sakalı uzun bir adamdı. Onu sakalından tutup
şiddetli bir şekilde çekti ve mescidden çıkardı. Sonra Ammare ellerini
birleştirip onun göğsüne şiddetli bir yumruk indirince yere düştü. O da:
- Ey Ammare! Beni
hırpaladın, diyordu. Ammare de ona şöyle dedi:
- Ey Münafik! Allah
seni rahmetinden uzak etsin. Allah'ın senin için hazırlamış olduğu azap bundan
daha şiddetlidir. Bundan böyle Rasûlullah'm mescidine yaklaşma!
Ebu Muhammed Mes'ud b.
Evs b. Zeyd b. Asrem b. Zeyd b. Salebe b. Ganm b. Malik b. Neccar (Bedir
savaşma katılmıştır.) kalkıp Kays b. Amr b. Sehl'e yöneldi. Amr, genç bir
adamdı. Münafıklar arasında ondan başka bir genç yoktu. Ebu Muhammed, onu
mescidden kafası üzere sürüyerek çıkardı.
Beni Hudre
kabilesinden bir adam da, Haris b. Amr adındaki perçemli bir münafıka yöneldi.
Perçeminden yakalayıp şiddetli" bir şekilde sürüyerek mescidden çıkarda.
Çıkardığı münafık ona şöyle diyordu:
- Ey Eba Haris,
doğrusu çok kaba davrandm! Ebu Haris te ona şöyle dedi:
- Sen buna layıksın ey
Allah'ın düşmanı! Çünkü senin hakkında ayet nazil olmuştur. Artık Rasûlullah'm
mescidine yaklaşma. Çünkü sen murdar bir adamsın.
Beni Amr b. Avf
kabilesinden bir adam da, onun Züvey b. Haris admtlaki kardeşine yöneldi. Onu
da şiddetli bir şekilde sürüyerek mescidden dışarı çıkarıp attı ve ona çok
öfkelendi. Sonra da:
- Şeytan ve hükmü sana
galip oldu, dedi.
İbn îshak, bundan
sonra bu münafıklar hakkında nazil olan el-Ba-kara ve et-Tevbe sûrelerindeki
ayetleri nakletti. Bunların tefsirinden güzelce bahsetti. Allah kendisine
rahmet etsin. [26]
Buna Veddan gazvesi de
denir. Seriyyelerin ilkini teşkil eder. Me-ğazide de anlatılacağı gibi bu,
Hamza b. Abdülmuttalib veya Ubeyde b. el-Haris 'in başkanlığındaki bir seriyyedir.
Buhari,
"Kitabü'l-Meğazi"sinde İbn îshak'm şöyle dediğini nakleder:
Rasûlullah (s.a.v.)'m gerçekleştirdiği ilk gazve, Ebva gazvesidir. Bundan sonra
Buvat ve Uşeyre gazveleri gerçekleştirilmiştir.
Buharı, Zeyd b.
Erkam'ın kendisine yöneltilen: "Rasûlullah (s.a.v.) kaç gazve yaptı?"
sorusuna şu cevabı verdiğini rivayet eder: "Ondokuz gazve gerçekleştirdi.
Bunların yedisine katıldı. İlki Usayre veya Uşeyre'dir.
Sahih-i Bulıarî'de
belirtildiğine göre Büreyde, Allah elçisinin onaltı gazve yaptığını söylemiştir.
Keza Müslim'de de Büreyde'nin Rasûlullah ile onaltı gazveye katıldığı
anlatılır. Yine Büreyde, Rasûlullah in ondo-kuz gazve gerçekleştirdiğini ve
bunlardan sekiz tanesinde fiilen savaştığım söyler.
Hüseyin b. Vakıd,
Büreyde'nin oğlundan naklen babasının şöyle dediğini anlatır: Rasûlullah,
onyedi gazve gerçekleştirdi. Bunların sekizinde fiilen savaştı. Bedir, Uhud,
Hendek, Müreysî, Kudeyd, Hayber, Mekke'nin fethi ve Hüneyn gibi gazvelerde
fiilen savaştı. Yirmidört tane de seriyye gönderdi.
Yakub b. Süfyan,
Muhammed b. Osman ed-Dımaşkî et-Tennuhî kanah ile Hz. Peygamberin onsekiz gazve
yaptığını, bunların sekizinde fiilen savaştığını söyler. Bunların ilki ise
Bedir'dir. Daha sonra Uhud, Hendek, Kurayze, Bir-i Maune[27],
Beni Mustalık, Hayber,Mekke'nin fethi, Hüneyn ve Taif gazveleridir.
Bir-i Maune
gazvesinin, Kurayza gazvesinden sonra yapıldığına dair geçen ifade, ihtilaf
götüren bir ifadedir. Sahih kavle göre Bir-i Maune, Uhud gazvesinden sonra
gerçekleşmiştir. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.
Yakub, Seleme b. Şebib
vasıtasıyla Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah,
onsekiz gazve gerçekleştirdi. Başka bir defa; "Rasûlullah, yirmidört gazve
gerçekleştirdi." diye söylediği bu söz bir vehimmiydi, yoksa söylediklerinin
bir kısmını mı duymuştum, bilemiyorum.
Taberanî, Zührî'nin
şöyle dediğini nakleder: "Rasûlullah, yirmidört gazve
gerçekleştirdi."
Abdurrahman b. Hümeyd,
"Müsned" adlı eserinde Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir;
«Rasûlullah (s.a.v.), yirmibir gazve gerçekleştirmiştir.»
Hakim, Hişam tariki
ile Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Rasûlullah (s.a.v.)'m gazve ve
seriyyeleri toplam olarak kırküç idi.»
Sonra Halâm demişti
ki: «Belki de Katade, bu sayı ile gazveleri değilde sadece seriyyeleri
kasdetmiştir. Çünkü "İklil" adlı eserde sırasıyla anlatıldığına göre
Rasûlullah (s.a.v.)'ın seriyyeleri yüzden fazladır.»
Hakim dedi ki:
Buharî'nin, Ebu Abdullah Muhammed b. Nasr'm kitabında şu ibareyi okumuş
olduğunu bana bildirdiler: « Savaşlardan ayrı olarak Rasûlullah m seriyye ve
heyetleri yetmiş küsur kadardır.»
Hakim'in bu anlattığı
gerçekten gariptir. Katade'nin sözlerini de kendi düşüncesini te'3dd etmek için ileri sürmüş
olması da ihtilâf mahallidir.
Ahmed b. Hanbel, Ezher
b. Kasım er-Rasıbî kanalı ile Katade'nin
şöyle dediğini rivayet
eder: Rasûlullah'm gazve ve seriyyeleri nin tamamı kırküçtür. Bunların
yirmidördü seriyye, ondokuzu da gazve idi. Kendisi bunların sekizinde bizzat
hazır bulunmuştu. Bunlar: Bedir, Uhud, Hendek, Müreysi, Hayber, Mekke'nin
fethi, Hüneyn ve Taif idi. Musa b. Ukbe, Zührî kanah ile Rasûlullah'm
savaşlarını şöyle anlatır:
Bedir Gazvesi: Bu
gazve, hicretin ikinci senesi ramazan ayında yapıldı.
Uhud Gazvesi: Hicri
üçüncü sene şevval ayında yapıldı.
Hendek Savaşı: Buna, Ahzap
ve Beni Kurayza savaşı da denir. Hicri dördüncü sene şevval ayında yapıldı.
Mustalik oğullarıyla
Lahyan oğullarına karşı verdiği savaş: Bu savaşlar, hicri beşinci sene şaban
ayında yapılmıştır.
Hayber Savaşı: Bu
savaş, hicri altıncı senede yapıldı.
Mekke Fethi: Bu fetih,
hicri sekizinci sene ramazan ayında yapıldı.
Hüneyn Gazvesi: Hicri
sekizinci sene şevval aymda yapılan bu savaşta, Taifliler kuşatma altına
alındı. Sonra Ebu Bekir, hicri dokuzuncu senede haccetti. Hicri onuncu senede
de Rasûlullah (s.a.v.), veda haccını yaptı. Ayrıca içinde savaş vuku bulmayan
on iki gazve de yaptı. Bu gazvelerin ilki de Ebva gazvesi idi.
Hanbel b. Hilal, îshak
b. A'la vasıtasıyla Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Savaş hakkında
nazil olan ilk ayet şudur:
«Haksızlığa
uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin
verilmiştir.» (ci-Hacc, 39.) Bu ayetten sonra, Rasûlullah'ın katıldığı ilk
savaş, Bedir savaşı idi. Bu savaş, hicri ikinci senenin onyedi ramazanında
(cuma günü) başlamıştı.
Rasûlullah (s.a.v.),
Bedir savaşından sonra hicretin üçüncü senesinde Nadir oğullarıyla savaştı.
Daha sonra şevval ayında Uhud savaşına katıldı. Hicretin dördüncü senesi
şevval ayında Hendek gazvesine katıldı. Hicretin beşinci senesi şaban aymda
Beni Lahyan kabilesiyle savaştı. Hicretin sekizinci senesi şaban ayında
Mekke'yi fethetti. Aynı senenin ramazan ayında Hüneyn gazvesine katıldı.
Rasûlullah (s.a.v.),
bizzat kendisinin savaşmadığı onbir gazve gerçekleştirdi. Gerçekleştirdiği
gazvelerin ilki Ebva, sonra Uşeyre, Gata-fan, Beni Süleym, Hudeybiye, Safra ve
son olarak da Tebük gazvesidir. Ravi, bundan sonra onun göndermiş olduğu
seriyyelerden bahseder.
Hafız İbn Asakir'in
tarihinden yaptığım iktibas budur ki, bu cidden gariptir. Doğrusu, ileride bizim
düzenli ve sistemli bir şekilde anlatatacaklarımızdır.
Megâzi konusunda eser
yazmak, itina isteyen, hazırlıklı olmayı gerektiren ve dikkatli olmayı icap
ettiren bir iştir. Nitekim Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Ali b. Hüseyin'in şöyle
dediğini rivayet eder:
«Kur'ân sûresini
öğrendiğimiz gibi, Peygamber (s.a.v.)'in gazvelerine dair malumatı da
öğrenirdik.»
Vakidî dedi ki:
Muhammed b. Abdullah'ın şöyle dediğini duydum: Amcam Zührî diyordu ki; Megâzi
ilminde, dünya ve ahiretin bilgisi vardır.
"el-Meğazi"
adlı eserde Muhammed b. İshak, Önceki sayfalarda adlarını verdiğimiz Yahudi ve
münafıklardan küfrün başları olan kimseleri (Allah onların tamamına lanet
etsin ve hepsini esfel-i safüinde bir araya getirsin) sıraladıktan sonra şöyle
demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
daha sonra savaşa hazırlandı ve Allah'ın kendisine emrettiği gibi düşmanla
cihad etmek üzere teşebbüse geçti. Kendisini takip eden müşriklerle savaşmak
için hazırlığa başladı. .
Rasûlullah (s.a.v.),
öğle sıcağı şiddetlendiğinde rebiyülevvel ayının on ikinci gününde Medine'ye
geldi. O sıralarda kendisi elliüç yaşında idi. Yani Allah'ın kendisine risalet
görevini vermesinden onüç sene sonra Medine'ye gelmişti. Rebiyülevvel ayının
kalan kısmını, rebiyülahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, receb, şaban,
ramazan, şevval, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarını Medine'de geçirdi.
Medine'ye gelişinin on ikinci ayında, safer ayında gaza için Medine dışına
çıktı. îbn Hişam'a . göre Medine'de vali olarak Sa'd b. Ubade'yi bıraktı.
İbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) Veddan'a vardı. Orası Ebva gazvesinin yapıldığı yerdir. îbn
Cerir'in anlattığına göre orada yaptığı gazveye, Veddan gazvesi de denir.
Rasûlullah (s.a.v.), Kureyşlilerle Beni Damre b. Bekir b. Abdumenaf b. Kinane
ile savaşmak niyetiyle oraya gelmişti. Böylece Beni Damre, Peygamber (s.a.v.)
ile orada barış yaptı. Onlardan barış antlaşmasını akdeden kişi, Beni Damre
kabilesinin reisi olan Mahşi b. Amr ed-Damrî idi. Bu barış akdi yapıldıktan
sonra Rasûlullah (s.a.v.), herhangi bir tuzak ve komployla karşılaşmadan Medine'ye
döndü. Safer ayının kalan kısmı ile rebiyülevvel ayının ilk günlerinde
Medine'de kaldı.
İbn Hişam, bunun
Rasûlullah (s.a.v.)'m yaptığı ilk gazve olduğunu söyler. .
Vakidî dedi ki: Bu
gazvede Rasûlullah (s.a.v.)'m sancağı beyaz renkli olup amcası Hamza'nın elinde
idi.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'deki bu ikameti esnasında Ubeyde b. Haris b.
Muttalib b. Abdumenaf b. Kusay'yı, Muhacirlerden altmış ya da seksen süvarinin
başında, aralarında Ensâr'dan hiçbir kimse bulunmadığı halde gönderdi. Nihayet
Hicaz'daki bir suya vardı.
Burası Seniyyetü'l-Mürre'nin alt tarafında idi. Burada Ku-reyş'ten büyük bir
toplulukla karşılaştı. Aralarında bir savaş olmadı. Yalnız Sa'd b. Ebi Vakkas,
o gün bir ok attı. İslâm tarihinde Allah yolunda atılan ilk ok bu idi'.
Sonra halk, kavimden
ayrılıp uzaklaştı. Müslümanları himaye etmeye başladılar. Mikdad b. Amr
el-Behranî, Müslümanlara doğru kaçtı. Bu, Beni Zühre'nin müttefiki idi. Utbe b.
Gazvan b. Cabîr el-Mazinî de kaçtı. Bu ikisi, Müslüman idiler. Ama kafirlere
kavuşmak için oradan çıkıp gittiler.
İbn İshak dedi ki: O
gün müşriklerin başında İkrime b. Ebu Cehil vardı.
İbn Hişam in, Ebu Amr
el-Medenî'den rivayet ettiğine göre o gün müşriklerin başında Mikrez b. Hafs
vardı.
Ben derim M: Vakidî,
bu konuda iki görüş ileri sürmüştür: Bu görüşlerden birine göre müşriklerin
başında o gün Mikrez vardı. İkinci görüşe göre Ebu Süfyan Sahr b. Harb vardı.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak, daha sonra
bu seriyye ile ilgili olarak Ebu Bekir Es-Sıd-dık'a nisbet edilen şu kasideyi
nakleder:
"Selman'm
hayalinden mi yumuşak kumlarla dolu büyük derelerde ve aşiret içinde meydana
gelen bir işten dolayı mı kan akıttın?
Lühey'den bir fırkayı
görsün ki, onu küfürden, ne bir hatırlatma, ne de bir gönderilmiş peygamberin
uyarısı alıkoymaz.
Bir elçidir ki size
gelmiştir. Doğru sözlüdür, siz ise ona karşı yalanlamada bulundunuz. Ve
dediler ki: Bizim içimizde sen kalamazsın.
Onları hakka davet
ettiğimiz zaman yüz çevirdiler ve susuzluktan ağızları kuruyan hapsedilmiş
köpeklerin yerlerinden fırlaması gibi fırladılar."
îbn îshak, bu kasideye
karşı Abdullah b. ez-Zibara'nm şöyle dediğini de nakleder:
"Kum yığınlanyla
ot bitirmeyen yurdun resminden mi, yaşı dinmeyen bir gözle ağlarsın?
Günlerin ve zamanın
hepsinin acayipliğindendir ki, onun için geçmişlerden ve şimdi meydana gelen
şeylerden tuhaflıklar vardır.
Çokluk ve şiddet
sahibi bir ordu için bize geldi. Onu Ubeyde yönetiyordu. Savaşta İbn Haris
diye çağrılıyordu.
Varis için, intikal
eden kıymetli miraslar alarak Mekke'de duran putları terketmemiz için."
Bu kasideyi tamamiyle
burada nakletmemizi engelleyen husus şudur: İmam Abdülmelik b. Hişam, Arap
dilinde bilgin ve otorite bir kimse idi. Onun anlattığına göre ilim erbabının
çoğu, bu iki kasidenin uygunluğunu kabul etmemişlerdir.
İbn İshak dedi ki:
Sa'd b. Ebi Vakkas, mezkur okunu atarken şöyle demişti:
"Oklarımın ucuyla
arkadaşlarımı koruduğumun haberi, Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaşmadı mı?
Orada onların
evvellerini, her sert ve yumuşak topraklı yerde bir kovmakla defederim.
Ya Rasûlallah! Benden
önce hiç kimse, düşmana ok atmış sayılmaz.
Bu da şundan dolayıdır
ki, senin dinin doğruluk dinidir ve hakür ki sen onunla ve adaletle geldin.
Müminler onunla
kurtuluşa ererler. Kafirlerse kendilerine süre tanındıkça ceza görürler.
Yavaş ol bakalım, sen
mahvolmuşsun, beni de diri diri mahvolmaya ve helake hazırlama. Yazıklar olsun
sana ey İbn Cehl!"
îbn Hişam dedi ki:
İlim ehlinin çoğu, bu şiirin Sa'd b. Ebi Vakkas'a ait olduğunu kabul etmezler.
îbn îshak dedi ki:
Bana gelen haberlere göre Rasûlullah (s.a.v.)'m İslâm tarihinde Müslümanlardan
birine verdiği ilk sancak, Ubeyde'ye vermiş olduğu sancaktır.
Zührî ile Musa b. Ukbe
ve Vakidî bu görüşü kabul etmezler. Onlara göre Hamza'nın seriyyesi, Ubeyde b.
Haris'in seriyyesinden önce göreve çıkmıştır. Doğrusunu Allah bilir. Sa'd b.
Ebi Vakkas'm hadisinde de geleceği gibi ilk seriyye kumandanı Abdullah b. Cahş
el-Esedî'dir.
îbn İshak dedi ki:
Bazı âlimlerin iddiasına göre Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Cahş
el-Esedî'yi, Ebva gazvesinden döndüğünde Medine'ye henüz varmadan önce seriyye
kumandanı olarak seriyyesiyle göndermiştir. Musa b. Ukbe, Zührî'den böyle bir
rivayette bulunmuştur. [28]
İbn îshak dedi ki: Bu
ikametinde Rasûlullah (s.a.v.), Hamza b. Ab-dülmuttalib b. Haşimî, İs
nahiyesinde Sif el-Bahr'e doğru otuz kişilik bir süvari birliği ile gönderdi.
Aralarında Ensâr'dan hiç kimse yoktu Hz. Hamza, Ebu Cehil b. Hişam ile bu
sahilde karşılaştı. O, Mekkeli 300 süvarinin komutanı idi. Aralarına Mecdî b.
Amr el-Cühenî girdi. Bu iki fırkanın arasında barış akdini yapan o idi.
Böylelikle millet birbirinden ayrılıp uzaklaştı ve aralarında bir çarpışma
olmadı.
İbn îshak'm
naklettiğine göre adamın biri şöyle diyor: Hamza'mn
bayrağı, Rasûlullah (s.a.v.)'ın
Müslümanlardan biri için hazırladığı ilk bayrak idi. Çünkü onun ve Ubeyde'nin
gönderilmesi, aynı anda olmuştu. Dolayısıyle bu konuda bayrağın hangisine
verildiği şüphe konusu oldu.
Ben derim İd: Musa b.
Ukbe'nin, Zührî'den naklettiğine göre Hz. Hamza'mn seriyyesi, Ubeyde b.
Haris'in seriyyesinden önce yola çıkarılmıştı. Zührî'nin kesin ifadesine göre
Hz. Hamza'mn seriyyesi, Ebva gazvesinden önce yola çıkarılmıştı. Rasûlullah
(s.a.v.), Ebva gazvesinden döndüğünde Ubeyde b. Haris'i, altmış kişilik bir
Muhacir seriyyesinin başında yola çıkarmıştır.
Daha önce de ifade
edildiği üzere Vakidî şöyle demişti: Hz. Ham-za'nm seriyyesi, hicri birinci
senenin ramazan ayında yola çıkarıldı. Ondan sonra şevval ayında Ubeyde'nin
seriyyesi yola çıkarıldı. Doğrusunu Allah bilir.
îbn îshak'm, Hz.
Hamza'dan nakletmiş olduğu bir şiir, onun bayrağının İslâm tarihinde
hazırlanarak kendisine verilen ilk bayrak olduğuna delalet etmektedir. Ancak
İbn îshak der ki: Eğer Hamza, bu şiiri söylemişse, inşaallah doğru söylemiştir
ve ancak hak olarak söylemiş-, tir. O halde bunun hangisinin doğru olduğunu
ilim erbabından dinlediğimize göre Ubeyde b. Haris, kendisi için bayrak
akdedilenlerin ilkidir ye rivayete göre Hz. Hamza'mn söylediği kaside de şudur:
"Haberiniz olsun
ki ey millet, ağır başlı görünmeye özenmekten, cahillikten ve adamların
görüşlerindeki eksiklikten, diyetten ve zulüm irtikap eden kimselerden Ötürü,
onlar için olan mer'aya gönderilen develeri ve halkın mahrem şeylerini
çiğnemeyiz.
Güya biz onlara
saldırdık. Oysa ki bizim dinimizde onlar için iffetli olmak, adalet ve îslâm
ile emretmekten başka bir saldırı yoktur.
Onlarsa, bunu kabul
etmiyorlar ve onlardan bazıları bunu saçma görüyorlar.
Yerlerinden
ayrılmadılar. Nihayet onlara saldırı için çağrıda bulundum. Fazlın rahatını
istediğim halde yerleştiler.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
emri ile üzerinde sancağın dalgalandığı ilk kimse olarak,
Öyle ki sancak benden
önce kimsede görülmemişti.
Bu sancak ki; onun
katından keramet sahibi aziz ilahtan yardım vardır. Onun fiili, fiillerin en
faziletüsidir.
Akşam toplandıkları
halde yürüdüler. Hepimizin tencereleri karşı taraftakilerin kızmazından
kaynıyor.
Birbirimizi gördüğümüz
zaman onlar, bineklerini çöktürdüler ve onları bağladılar.
Biz de bir ok atımı
mesafedeki yakın bir yerde bineklerimizi bağladık.
Onlara dedik ki:
Allah'ın ipi, bizim yardımcımızdır. Sizin içinse bir ip yoktur, ancak sapıklık
vardır.
Bunun üzerine Ebu
Cehil, öfkelenerek yerinden kalktı ve kayba uğradı. Allah, Ebu Cehü'in
hilesini boşa çıkardı.
Biz sadece otuz
süvariyiz. Onlarsa 200 kişiydiler. Ey Lüey! Azgınlarınıza uymayınız ve kolay
olan yola, İslâm'a dönünüz.
Çünkü üzerinize azabın
dökülmesinden dolayı pişmanlık, kayıp ve hüzünle vaveyla etmenizden
korkarım."
Mel'un Ebu Cehil b.
Hişam, bu kasideye şu cevabı verdi;
"Gazabın ve
cehaletin sebebleri için, muhalefet ve batıl ile şerre tahrik ediciler için ve
hasep ve neseblerle büyük efendiliklere sahip olan dedelerimizi üzerinde
bulunduğumuz şeyleri terk edenler için hayret ettim."
İbn Hişam dedi ki:
İlim erbabının çoğu, bu kasidelerin Hz. Haraza ile mel'un Ebu Cehil'e
aidiyetini kabul etmemektedirler. [29]
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş'i hedef alarak hicri ikinci sene rebiyülevvel
ayında gazaya gitti.
İbn Hişam dedi ki: Bu
gazveye giderken Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de yerine Sa'd b. Muaz'ı vekil
tayin etti. Rasûlullah (s.a.v.), 200 süvari ile yola çıktı. Bayrağı, Sa'd b.
Ebi Vakkas'da idi. Kureyş kervanını ele geçirmek amacını güdüyordu. O kervanda
Ümeyye b. Halef ile 100 adam ve 2500 deve vardı.
İbn İshak dedi ki:
Nihayet Radva bucağındaki Buvat mevkiine vardılar. Sonra Medine'ye hiçbir hile
ile karşılaşmadan döndüler. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), rebiyülahır
ayının kalan kısmı ile cemaziye-levvel ayının bir kısmını Medine'de geçirdi. [30]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/309-312.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/312-313.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/314-318.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/318.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/318-320.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/321-326.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/326-328.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/328-329.
[9] Şa'me ve Tafil, Mekke'deki iki dağ adıdır.
[10] Fah.dr Mekke'nin dış tarafında bir yerdir.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/330-333.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/333-336.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/337-341.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/341-342.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/342-343.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/343-344.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/344.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/344-347.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/347-348.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/348.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/348-349.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/349.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/350.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
3/350-352.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/352-355.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/355-357.
[27] Bir-i Maune gazve değildir. Rasûlullah'm, Ebu'1-Bera
komutasında Necid'e gönderdiği heyete yapılan bir baskındır (Kazıcı).
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/357-362.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/362-364.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/364.