Hicretin İlk Senesindeki Hadiseler. 1

Fasıl 4

Abdullah B. Selamın Müslüman Oluşu. 5

Fasıl 8

Rasûlullah’ın O Gün İrad Ettiği Hutbe. 8

Hz. Peygamber'in Ebu Eyyüb'un Evinde İkameti Esnasında Mescid-İ Nebevinin İnşası 10

Bu Şerefli Mescidin Faziletine Dair Birkaç Söz. 14

Fasıl 16

Muhacirlerin Medine Sıtmasına Yakalanmaları 16

Hz. Peygamber'in Muhacirlerle Ensâr Arasında Dostluk Ve Kardeşlik Tesis Etmesi Ve Medine'deki Yahudilerle Saldırmazlık Antlaşması Yapması 19

Hz. Peygamber'in Muhacirlerle Ensar'ı Kardeş Yapması 21

Ebu Ümame Es'ad B. Zürare'nin Vefatı 24

Abdullah B. Zübeyr'in Hicri Birinci Senenin Şevval Ayında Doğumu. 25

Bu Senede Rasûlullah (S.A.V.)'In Aişe İle Gerdeğe Girmesi 26

Fasıl 26

Ezan. 27

Hz. Hamza'nın Serîyyesi 29

Ubeyde B. Harîs B. Abdülmuttalîb'in Seriyyesî 29

Fasıl 29

Fasıl 30

Hicri İkinci Senede Meydana Gelen Hadiseler. 31

Kîtabu'l-Megazî 31

Fasıl 32

Fasıl 35

Ebva Gazvesi 37

Fasıl 40

Buvat Gazvesi 42

 

Hicretin İlk Senesindeki Hadiseler

 

Ashab, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında hicretin onaltı, onyedi ve­ya onsekizinci senesinde, hicreti, İslâm tarihinin başlangıcı sayma hu­susunda görüş birliği etmişlerdir. Bu olayın başlangıcı şöyle olmuştu: Mü'minlerin emiri Hz. Ömer'e, bir adamın başkası aleyhindeki hücceti (çek) arzedilmişti. Hüccette, vadenin şaban ayında dolduğu yazılı idi. Hz. Ömer:

- Hangi şaban? İçinde bulunduğumuz senenin şabanı mı, geçen se­nenin şabanı mi, yoksa gelecek senenin şabanı mı? diye sormuştu.

Daha sonra sahabeleri toplayarak bir tarih koyma hususunda gö­rüşlerine başvurdu. Bu tarih sayesinde borç ödemelerinin vadesi ve di­ğer hususlar bilinecekti. Adamın biri:

- Farsların (İranlılar) tarih koyusu gibi bir tarih koyun, dedi. Hz. Ömer, bundan hoşlanmadı. Çünkü Farslar, peşpeşe gelen hükümdarla­rının saltanatlarına göre tarih koyuyorlardı. Bir sözcü de:

- Rumların tarih koyusu gibi bir tarih koyun, dedi. Rumlar, Make­donyalı İskender b. Felebisin hükümdarlığı vaktinden başlayan bir za­mana göre tarih koyuyorlardı. Hz. Ömer, bunu da beğenmedi. Diğerleri ise: "Rasûlullah'm doğum tarihinden başlayan bir tarih koyun." dediler. Başka biri, onun risaletle görevlendiriliş vaktinin tarih başlangıcı yapılmasını; bir diğeri, hicretin tarih başlangıcı olarak belirlenmesini; bir başka grup da, vefatının tarih başlangıcı olarak kabul edilmesini ile­ri sürdü. Hz. Ömer, herkesçe duyulduğu ve meşhur olduğu için hicretin tarih başı olarak belirlenmesi görüşüne meyletti. Ashab, onun bu fikri üzerinde ittifak etti. Sahih-i Buharî'de hicri tarihin başlangıcından bahsedilirken Sehl b. Sa'd'm şöyle dediği rivayet edilir:

«Peygamber'in risaletle görevlendirilmesi vaktinden başlatmadık­ları gibi, vefatı tarihinden de başlatmadılar. Medine'ye gelişi vaktinden itibaren tarihi başlattılar.»

Vakidî dedi ki: İbn Ebu Zinad, babasımn şöyle dediğini bize naklet­ti: "Hz. Ömer, İslâm tarihinin ne zamandan itibaren başlatılması husu­sunda sahabelerle görüş alış verişinde bulundu. Onlar da hicretin, İslâm tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmesi hususunda görüş birli­ği ettiler."

Ebu Davud et-Teyalisî, Muhammed b. Sirîn'in şöyle dediğini riva­yet eder: Adamın birisi, Hz. Ömer'e gidip şöyle dedi:

- Tarih koyun.

- Tarih koymakta ne demek?

- Acemlerin yaptığı bir şeydir. Falan senenin falan ayında... diye yazarlar,

- Güzel birşey.  

- Öyleyse siz de tarih koyun, dedi.

Sahabeler, tarihin hangi seneden itibaren başlatılması konusunda değişik görüşler ortaya koydular. Bir kısmı: "Hz. Peygamberin risaletle görevlendirildiği vakitten itibaren başlatalım." dediler. Bir kısmı da: "Vefat tarihinden başlata-lim," dediler. Hicret vaktinden itibaren baş­latma hususunda görüş birliğine vardılar. Daha sonra; "Hangi aydan başlatalım?" diye sordular. Kimi: "Ramazandan itibaren başlatalım." dedi. Kimi: "Muharremden itibaren başlatalım." dedi. Çünkü muhar­rem ayında insanlar hac ibadetim tamamlayıp geri dönerler. O, haram bir aydır. Bunun üzerine sahabeler, muharrem ayından itibaren hicri tarihi başlatma hususunda ittifak ettiler.

İbn Cerir, şu ayetle ilgili olarak İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

«Fecre andolsun. Zilhicce ayının ilk on gecesine andolsun.» Bu ayet­te geçen fecr kelimesi ile muharrem ayı kastedilmiştir. Çünkü senenin fecri, muharrem ayıdır.

Ubeyd b. Umeyr'in şöyle dediği rivayet edilir: «Muharrem, Allah'ın ayıdır. O, sene başıdır. O ayda, Ka'be'ye Örtü geçirilir. O ay ile insanlar tarih koyarlar. O ayda para basılır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Amr b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet eder: Kitaplara tarih koyan ilk kişi, Yemenli Ya'la b. Ümeyye'dir. Rasûlullah (s.a.v.), rebiyülevvel ayında Medine'ye geldi. İnsanlar o ayı, sene başı olarak belirlediler.

Muhammed b. îshak, Zührî'den rivayet eder ki, Muhammed b. Sa­lih ile Şa*bı şöyle demişlerdir: "İsmail oğulları, İbrahim'in ateşe atılışım tarih başı olarak belirlediler. Sonra İbrahim ile İsmail'in, Ka'be'yi inşa edişlerini, tarih başı olarak tesbit ettiler. Sonra Ka'b b. Lüeyy'in ölümünü tarih başı olarak belirlediler. Sonra fil hadisesini tarih başı olarak kabul ettiler. Sonra Hattab oğlu Ömer, hicreti tarih başı olarak belirledi. Onun, tarih başlangıcı olarak hicreti belirlemesi, hicri on yedi veya onsekizinci senede olmuştur." Biz, bu konuyu" Hz. Ömer'in Sîreti" adlı eserde sened ve yollarıyla detaylı olarak anlatmışızdır. Hamd, Al­lah'adır.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki ashab, hicreti, İslâm tarihinin başlangıcı olarak belirlemiştir. Bu tarihin yılbaşısı da, meşhur kavle göre muharrem ayıdır. Cumhur-u ulemâ, bu görüştedir. Süheylî ve diğerlerinin, İmam Malik'ten naklettiklerine göre o şöyle demiştir: "îslâmî sene başı, rebiyülevvel ayıdır. Çünkü o ayda Rasûlullah, Medi­ne'ye hicret etmiştir."

Süheylî, başka bir yerde de şu ayeti, bu görüşü teyid eden bir delil olarak ileri sürmüştür:

«İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid....» (et-Tevbc, 108.) Yani Peygamber (s.a.v.)'in, Medine'ye geldiği ilk günden itibaren... Bu, sahabelerinde hicri senenin başlangıcı olarak it­tifak ettikleri gibi İslâmî tarihin ilk başlangıç günüdür.

Şüphesiz ki, İmam Malik'in bu sözleri doğrudur. Ancak teamül, bu­nun hilafmadır. Çünkü Arap aylarının ilki muharrem ayıdır. Bu sebeble sahabeler, hicreti İslâm tarihinin başlangıç senesi olarak, muharrem ayını da hicri sene başı olarak kabul etmişlerdir, ki, sistem ve düzen bo­zulmasın. Nitekim bu böyle bilinmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Allah'ın yardımına sığınarak deriz ki: Hicri sene, Rasûlullah Mek­ke'de mukim iken başlamıştır. O esnada Ensâr'la ikinci Akabe bey'atmı yapmıştı. Yani eyyam-ı teşrikin ortalarında zilhicce ayının on ikinci ge­cesinde bu bey'at gerçekleşmişti. Bu da hicret senesinden önce vuku bul­muştu. Sonra Ensâr, Medine'ye döndü. Rasûlullah (s.a.v.)'da, Medi­ne'ye hicret etmeleri için sahabelerine izin verdi. Bunun üzerine saha­belerden akın akın Medine'ye hicret edenler oldu. Öyleki, Mekke'den çı­kabilecek durumda olan hiçbir Müslüman orada kalmadı. Sadece Rasûlullah (s.a.v.) kalmıştı. Ebu Bekir de,. Rasûlullah'la yol arkadaşlığı etmek maksadıyla kendim Mekke'de tutmuştu. Daha önceki sayfalarda anlattığımız gibi ikisi birlikte yola çıktılar. Peygamber'in yanındaki emanetleri sahiplerine geri vermesi için Ebu Talib oğlu Ali, Peygam-ber'den sonra Mekke'de birkaç gün daha kaldı. Daha sonra Mekke'den ayrılıp Medine'ye gitti. Yol üzerinde bulunan Küba'da Rasûlullah'a pa­zartesi günü öğleye yakın ulaştı. O esnada ortalık iyice ısınmıştı.

Vakidî ve diğerleri dediler ki: Bu olayın vuku bulduğu esnada rebiyülevvel ayından iki gece geçmişti. îbn İshak'm anlattığına göre he­nüz Peygamber, miraca çıkmamıştı. Onun tercih ettiği görüşe göre bu olayın vukuu esnasında rebiyülevvel ayından oniki gece geçmişti. Meş­hur olan görüş budur ki, cumhur-u ulema da buna kaildirler. Bisetten sonra Peygamber, kavillerin en doğrusuna göre Mekke'de onüç sene sü­re ile ikamet etmiştir. Bu, Hammad b. Seleme'nin, İbn Abbas'tan yaptığı rivayettir. Bu rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), kırk yaşında risaletle görevlendirildi. Ondan sona Mekke'de onüç sene müddetle ikamet etti."

İbn Cerir'in, İbn Abbas'tan naklettiğine göre o şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de onüç sene müddetle ikamet etti." Önceki sayfalarda da geçtiği gibi İbn Abbas, Sırma b. Ebi Enes b. Kays'm beyit­lerini yazmıştır:

"Kureyş'in içinde on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam diye düşünüyordu."

Vakidî, İkrime'den rivayet etti ki;İbn Abbas, Sırmanın şu kavlini delil olarak ileri sürmüştür:

"Kureyş içinde on küsur sene kaldı. Uygun bir dosta kavuşsam, diye düşünüyordu." İbn Cerir, bunu böyle rivayet etmiştir. Vakidî, Peygam­berin bisetten sonra Mekke'de onbeş yıl süreyle ikamet ettiğini söyle­miştir. Bu, cidden garip bir kavildir. Bundan daha garibi, İbn Cerir'in söylediğidir:.

Ravh b.Ubade, Katade'nin şöyle dediğini ifade eder: Mekke'de se­kiz, Medine'de de on yıl müddetle Rasûlullah'a Kur'ân nazil olmuştur.

Hasan, Mekke'de on, Medine'de de on yıl müddetle Rasûlullah'a Kur'ân'm nazil olduğunu söylemiştir. Hasan-ı Basrî'nin kabul ettiği başka bir kavle göre de Peygamber, bisetten sonra Mekke'de on yıl sü­reyle ikamet etmiştir. Bu kavle Enes b. Malik, Aişe, Said b. Müseyyeb ve Amr b. Dinar'da kail olmuştur. Bu, Ahmed b. Hanbel'in naklettiğine gö­re İbn Abbas'a ait bir sözdür. Şöyle ki: Peygamber, kırküç yaşında iken risaletle görevlendirildi. Ondan sonra Mekke'de on yıl müddetle ikamet etti. Önceki sayfalarda da naklettiğimiz gibi Şa'bî şöyle demiştir:

"İsrafil, üç yıl müddetle Rasûlullah'a gelir, ona vahiy getirirdi." Bir rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), İsrafil'in sesini işitir ama şahsını gör-mezmiş. Bundan sonra Cebrail, ona gelmiş. Vakidî, hocalarından biri­nin, Şa'bî'nin bu kavlini reddettiğini nakletmiştir. İbn Cerir, bu kavli ileri sürerek, Peygamberin bisetten sonra Mekke'de on yıl ikamet ettiği­ni söyleyenlerle, on üç yıl ikamet ettiğini söyleyenlerin kavlini birleştir­meye ve bir uzlaşma sağlamaya çalışmıştır. Doğrusunu Allah bilir. [1]

 

Fasıl

 

Peygamber (s.a.v.)'in kafilesi, Medine'ye geldiğinde ilk olarak Beni Amr b. Avf yurduna konuk oldu. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi orası Küba köyü idi. Orada ikamet etti. Rivayetlerin bazısına göre yir-miiki, bazısına göre onsekiz, bazısına göre de on küsur gece orada ika­met etmiştir. Musa b. Ukbe'nin ifadesine göre ise, sadece üç gece ikamet etmiştir. İbn İshak'm meşhur kavline göre Hz.Peygamber, Küba'da pa­zartesi gününden cuma gününe kadar kalmıştır. Bu süre içinde Küba mescidini tesis (bina) etmiştir. Süheylî'nin iddiasına göre Hz. Peygam­ber, Küba'ya gelişinin ilk gününde bu mescidi yapmış ve şu ayeti de bu mescide dair bir ayet kabul etmiştir:

«İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan mescid...»

Bu, şerefli ve faziletli bir mescidtir. Hakkında şu ayet nazil olmuş­tur:

«İlk gününden beri Allah'a karşı gelmekten sakınmak için kurulan

mescidte bulunman daha uygundur. Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak isteyenleri sever.» (et-Tcvbc, ıos.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Uveym b. Saide'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Küba mescidine gelip şöyle demiştir:

"Mescidinizin kıssasından bahsederken temizlik hususunda Cenâb-ı Allah, sizi güzelce övmüştür. Yapmakta olduğunuz bu temizlik

nedir?"

Orada bulunanlar dediler ki:

"Vallahi ya Rasûlallah, birşey bilmiyoruz. Sadece bizim bazı Yahu­di komşularımız oldu. Onlar, büyük abdest bozduklarında mak'adlarım yıkarlardı. Biz de onlar gibi yıkadık."

Ebu Davud, Tirmizî ve İbn Mace, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini ri­vayet ederler: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: «Bu ayet, Küba halkı ha-kmda nazil olmuştur. "Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak.isteyenleri sever." Çünkü Kübalılar, su ile istinca yaparlardı. Bunun üzerine bu ayet, onlar hakkında nazil oldu.»

Yunus b. Haris, bu hadisin zayıf olduğunu söyler. Doğrusunu Allah bilir.

Peygamber (s.a.v.), daha sonraları Küba mescidini ziyaret eder, orada namaz kılardı. Her cumartesi günü bazen yaya, bazen süvari ola­rak Küba mescidine gelirdi. Bir hadis-i şerifinde bu mescidle ilgili ola­rak şöyle buyurmuştur:

"Küba mescidinde kılman bir namaz, umre gibidir." Bir hadiste an­latıldığına göre Küba mescidinin kıblesini, Cebrail gelip Peygamber'e işaret edip göstermiştir. Küba mescidi, Medine'de İslâm tarihinde inşa edilen ilk mescidtir. Hatta bu dinde bütün insanlar için inşa edilen ilk mescid, Küba mescidi olmuştur. İnsanlar için umumi mescid ifadesini kullanmakla Ebu Bekir es-Sıddık'm Mekke'de iken kendi evinin kapısı yanında inşa ettiği, orada namaz kılıp, ibadet yaptığı mescidi kapsam dışına çıkarmış olduk..Çünkü o mescid, bütün insanlar için değil, sadece Ebu Bekir'in kendi şahsı içindi. Doğrusunu Allah bilir.

Peygamber (s.a.v.)'le ilgili müjdeler bölümünde Selman-ı Farisî'nin İslâm'a girişinden bahsetmiştik. O bölümde anlattığımız Selman-ı Farisî, Rasûlullah in Medine'ye gelişini duyduğunda yanma birşeyler alıp Küba'da bulunan Rasûlullah'a götürmüş ve: «Bu, sadakadır.» demişti. Rasûlullah da elini, o sadakaya uzatmamış ve yememişti. Sade­ce ashabına, o şeyi yemelerini emretmişti.İkinci kez Selman, yanma birşeyler alarak Rasûlullah'a getirmiş ve: «Bu, hediyedir.» demişti. Bu­nun üzerine Rasûlullah, o hediyeden yemiş, yemeleri için ashabına da emir vermişti. [2]

 

Abdullah B. Selamın Müslüman Oluşu

 

İmam Ahmedb. Hanbel, Abdullah b. Selamın şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde insanlar süratle ona doğ­ru gittiler. Ben de gidenler arasında idim. Yüzünü gördüğümde, o yüzün yalancı bir kimsenin yüzü olmadığını anladım. Ondan duyduğum ilk söz şu oldu:

"Selamı yaygmlaştırm. Yemek yedirin. İnsanlar uyumakta iken ge­celeyin namaz lalın ve selametle Cennet'e girin."

Bu hadisten anlaşıldığına göre Abdullah b. Selam, Peygamber'i ilk defa Küba'ya gelip, Beni Amr b. Avf yurduna konuk olduğu esnada gör­müştür.

Abdülaziz b. Süheyl'in, Enes'ten yaptığı rivayette de geçtiği gibi Ab­dullah b. Selam, Hz. Peygamber'le ilk olarak Küba'da Neccar oğulları yurduna yerleştiğinde Ebu Eyyüb'ün evinde bir araya gelmiştir. Belki de ilk olarak onu Küba'da görmüş, sonra da Neccar oğulları yurduna ge­lerek onunla görüşmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî'nin, Abdülaziz tariki ile Enes'ten yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber, Medine'ye geldiğinde Abdullah b. Selam ona uğramış ve şöyle demişti: "Senin hak olduğuna şahadet ederim. Yahudiler, beni kendi efendileri, efendilerinin oğlu, en bilginleri ve en bilginlerinin oğlu olarak bilmişlerdir. Onları çağır da, beni onlara sor. Müslüman olduğumu öğrenmelerinden önce, beni onlara sor. Çünkü onlar, benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse bende bulunmayan şeyleri bana is-nad ederler."

Peygamber (s.a.v.), Yahudilere haber gönderip yanına çağırttı. On­lar yanma gelince kendilerine dedi ki:

"Ey Yahudi topluluğu, yazıklar olsun size. Allah'tan sakının, kendi­sinden başka tanrı bulunmayan Allah'a yemin ederim ki siz, benim Al­lah'ın gerçek Peygamberi olduğumu ve size getirdiğim şeyin hak oldu­ğunu bilmektesiniz. Şu halde Müslüman olun."

Yahudiler: "Bunun, böyle olduğunu bilmiyoruz." dediler.

Onlar, bunu peygamber Efendimiz'e üç kez söylediler. Hz. Peygam­ber de, bunu onlara üç kez söyledi. Sonra şöyle sordu:

- Abdullah b. Selam, içinizde nasıl bir adamdır?

- O bizim efendimizdir. Efendimizin oğludur. Bizim, en bilgili olanı-mızdır. En bilgili olanımızın oğludur.

- Eğer Müslüman olursa, ne dersiniz?

- Allah için bu olamaz. O, Müslüman olmaz.

- Ey İbn Selam, şunlarm yanma gel!

Hz. Peygamberin bu çağrısı üzerine Abdullah b. Selam, Yahudi topluluğunun karşısına çıkıp şöyle dedi:

"Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkun. Kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'a yemin ederim İd siz, bunun Allah'ın Rasûlü oldu­ğunu ve getirdiği şeyin hak olduğunu elbette bilmektesiniz!."

Yahudiler, onun bu sözlerine karşı: "Yalan söyledin." dediler. Bu­nun üzerine Rasûlullah da onları yanından kovdu."

Başka bir rivayet de şöyle denmektedir:

Abdullah b. Selam, Yahudi topluluğunun karşısına çıkınca hak şahadeti getirdi. Onlar da onun hakkında şöyle dediler:

"Abdullah, bizim en kötü adamımızdır. En kötü adamımızın oğludur." Böyle diyerek onu ayıpladılar ve hakkında kötü sözler söyledi­ler. Abdullah da şöyle dedi:

"Ya Rasûîallah, İşte korktuğum şey, onların böyle iftira etmeleri idi."

Beyhakî, Eııes'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdullah b. Selam, kendi arazisinde iken Peygamber (s.a.v.)'in gelişini duydu. Hz. Peygam-ber'in yanma gelip şöyle dedi:

"Sana üç şey soracağım, bunları peygamberden başkası bilemez. Kıyametin ilk alameti nedir? Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek nedir? Doğan çocuğun, erkek veya kız olması neye bağlıdır?"

Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

- Bunları, az önce Cebrail bana haber verdi.

- Cebrail mi?! -Evet.

- Melekler arasında Yahudilerin düşmanı olan Cebrail. Hz. Peygamber:

«De ki: Cebrail'e düşman olan kimse, Allah'a düşmandır. Çünkü o, Kur'ân'ı, Allah'ın izniyle kendinden öncekini tasdik ederek, yol gösterici ve inananlara müjdeci olarak senin kalbine indirmiştir.» ayetini oku­duktan sonra şöyle cevap verdi:

- Kıyametin ilk alameti, doğudan insanlara çıkacak olan bir ateştir ki, onları batıya sevkeder.

Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek, balığın ciğeridir (havyardır).

Çocuğun erkek veya kız olmasına gelince, erkeğin döl suyu, kadı-nınkinden önce gelirse doğacak çocuk erkek olur. Ama kadının döl suyu, erkeğinkinden Önce gelirse, doğacak çocuk kız olur."

Bunun üzerine Abdullah b. Selam şöyle dedi:

- Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim. Ya Rasûlallah! Yahudiler iftiracı bir kavimdirler. On­lar beni kendilerine sormanda'n önce Müslüman olduğumu öğrenirlerse bana iftira ederler.                                                                             '

Yahudiler geldiler. Rasûlullah, onlara sordu:

- Abdullah, aranızda nasıl bir adamdır?

- En hayırlmıızdır. En hayırlımızın oğludur. Efendimizdir. Efendi­mizin oğludur.

- Eğer o Müslüman olursa, ne dersiniz?

- Allah, onu bundan korusun. Abdullah karşılarına çıkıp şöyle dedi:

- Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim ve yine şahadet ederim ki, Muhammed Allah'ın elçisidir.

Onun böyle şahadet getirmesi üzerine Yahudiler dediler ki:

- O, bizim en kötümüzdür. En kötümüzün oğludur.

Böyle diyerek onu ayıpladılar ve hakkında kötü sözler söylediler. Abdullah da dedi ki: "Ya Rasûlallah, işte korktuğum şey bu idi." Muhammed b. İshak, Abdullah b. Selam ailesinden bir adamın şöy­le dediğini Yahya b. Abdullah'tan rivayet etti: "Büyük bir âlim olan Ab­dullah b. Selam, Müslüman olduğu zaman şöyle demişti: Rasûlullah (s.a.v.)'m adını duyup isim, evsaf ve şemailini Öğrendiğim zaman onun gelmesini bekliyorduk. Ben Küba'da sesimi çıkarmaksızm bu meseleyi gizli tutuyordum. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldi. Küba'da Beni Amr b. Avf yurduna misafir olduğunda kendime ait hurmalıktaki bir ağacın üzerinde çalışmakta iken adamın biri gelerek Rasûlullah'm teşrif haberini verdi. O esnada halam Halide binti Haris ağacın altında oturmakta idi. Rasûlullah'm geliş haberini işittiğimde tekbir getirdim. Halam tekbirimi işittiğinde: "İmran oğlu Musa peygamberin geliş habe­rini duysaydm bundan daha fazla sevinmezdin." dedi. Ben de ona şöyle cevap verdim:

- Ey halacığım, Allah'a yemin ederim ki bu gelen zat, Imran oğlu Musa peygamberin kardeşidir. Ve onun dini üzerindedir. Bu, onun ge­tirdiği dini getirmiştir. Bunun üzerine halam:

- Ey yeğenim, kıyametle birlikte peygamber olarak geleceğim ha­ber aldığımız zat bu gelen kişi midir? diye sordu.

- Evet.

- Madem öyle, bu beklenen peygamberdir.

Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gidip Müslüman oldum. Sonra aileme dönüp onların da Müslüman olmalarını emrettim. Onlar da Müslüman oldular. Ben, İslâm'a girişimi Yahudilerden gizleyip Rasû-lullah'a şöyle dedim:

"Ya Rasûlallah, Yahudiler iftiracı bir kavimdirler. Beni, evlerinden birine koyup onlardan gizlemeni, sonra beni onlara sormanı ve onların­da kendi aralarında benim nasıl bir insan olduğumu -İslâm'a girişimi öğrenmelerinden önce- sana bildirmelerini istiyorum. Çünkü onlar be­nim İslâm'a girdiğimi öğrenirlerse bana iftira eder ve bana kusurlar is-nad ederler."

Nihayet ben Müslümanlığımı açıkladım. Ailemin de İslâm'a girdiğini söyledim. Halam Halide binti Haris te Müslüman oldu."

Yunus b. Bükeyr, Safiye binti Huyey'in şöyle dediğini rivayet eder: Kardeşlerimle amcam oğullarının beni sevdikleri kadar başka bir kim­seyi sevdikleri vaki değildir. Babam ve amcama rastlayıp da çocukları­na saldırdığım zaman mutlaka beni tutup yanlarına alırlardı. Rasûlullah (s.a.v.), Küba'ya, Benî Amr b. Avf in yurduna geldiğinde ba­bamla amcam Ebu Yasir b. Ahta, sabahın alaca karanlığında yanma git­tiler. Allah'a yemin ederimki, ancak gün^batarken yorgun ve bitkin ola­rak döndüler. Sallanarak yürüyorlardı. Adeta dökülüyorlardı. Daha ön­celeri yaptığım gibi, yine kendilerine doğru koşup gittim. Allah'a yemin ederim ki ne babam, ne de amcam bana bakmadılar. Amcam Ebu Ya-sir'in, babama şöyle dediğini duydum:

- Bu, omudur?

- Evet, vallahi odur.

- Sen, onu şekil ve evsafıyla tanıyor musun?

- Evet, vallahi tanıyorum.

- Ona karşı duyguların nasıldır?

- Vallahi hayatta olduğum müddetçe ona düşman kalacağım!

Musa b. Ukbe, Zührîden rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Medi­ne'ye geldiğinde Ebu Yasir b. Ahtap ona gitmiş, konuşmalarını dinle­miş, o da kendisine bazı şeyler söyledikten sonra kavmine dönüp şöyle demiş:

- Ey kavmim, bana itaat edin. Şüphesiz Allah, beklemekte olduğu­nuz adamı size getirdi. Siz, bu adama uyun. Sakın muhalefet etmeyin!

Bunun üzerine Ebu Yasir'in kardeşi Huyey b. Ahtap — O zaman o, Yahudilerin lideri idi. Bu iki kardeş Nadir oğullarmdandırlar— Rasûlullah'ın yanma gidip oturdu. Konuşmalarını dinledi. Sonra kav­mine döndü. Kavmi tarafından itaat edilen bu adam, kavmine şöyle de­di:

- Öyle bir adamın yanından geliyorum ki, vallahi ben, ona ebediy-yen düşman olacağım!

Bunun üzerine kardeşi Ebu Yasir, ona şöyle dedi:

- Ey anamın oğlu! Bu hususta bana itaat et. Başka hususlarda bana isyan edebilirsin. Eğer bu hususta bana itaat edersen, helak olmazsın. Bunun üzerine o:

- Hayır, vallahi bu hususta sana asla itaat etmeyeceğim, dedi.

Şeytan, ona galip geldi. Kavmi onun bu görüşüne uydu.

Ben derim ki: Ebu Yasir'in akibetinin nasıl olduğunu bilemiyorum Ama Safiyye nin babası Huyey b. Ahtap, Hz. Peygamber'e azılı bir düş­man oldu. Bu düşmanlığını, Kurayza oğulları savaşında Rasûlullah in önüne bir küme gibi yığılıp öldürülüşüne kadar devam ettirdi. Allah ona lanet etsin. Bununla ilgili açıklama inşaallah ileride de gelecektir. [3]

 

Fasıl

 

Rasûlullah (s.a.v.), Kasva adlı devesine binerek Küba'dan yola çık­tı. Günlerden cuma idi. Zeval vaktinde Beni Salim b. Avf yurduna vardı. Orada Müslümanlara cuma namazını kıldırdı. Namaz kıldırdığı yere, Ramına vadisi deniyordu. Medine'de Müslümanlara kıldırdığı ilk cuma namazı bu idi. Belki de İslâm tarihinde kıldırmış olduğu ilk cuma nama­zı bu idi. Çünkü -Allah bilir ya- Mekke'de iken, o ve ashabı hutbeli ve va-azlı bir cuma namazı kılmak için bir araya gelme imkanını bulamamış­lardı. Çünkü müşrikler, onlara şiddetle muhalefet ediyor ve ona eziyette bulunuyorlardı. [4]

 

Rasûlullah’ın O Gün İrad Ettiği Hutbe

 

îbn Cerir, Abdurrahman el-Cumhi oğlu Said'den rivayet eder ki, Peygamber (s.a.v.), Medine'de Beni Salim b. Amr b. Avf yurdunda kıldır­dığı ilk cuma namazında şu hutbeyi irad etmiştir:

"Hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret talep eder, O'ndan hidayet dilerim. O'na iman ederim. O'nu inkar etmem. O'nu inkar edene düşmanlık ederim. Allah'tan başka tanrı bulunmadığına, bir olduğuna, ortaksız olduğuna, Muhâmmed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna; Muhammedi hidayet, hak din, nur ve fetret döneminde Öğütle gönderdiğine tanıklık ederim. O ki, Muham­medi ilmin az olduğu, insanlığın sapıklıkta bulunduğu, kıyametin ya­kın olduğu, vadenin yaklaştığı bir zamanda elçi olarak göndermiştir. Al­lah'a ve Rasûlüne itaat eden, doğruyu bulmuştur. Onlara isyan eden sapmış, ifrata gitmiş, (haktan) uzak bir sapıklığa düşmüştür.

Size, Allah'a karşı gelmekten sakınmanızı tavsiye ederim. Müslü-mamn Müslümana yapacağa en hayırlı tavsiye, onu ahire te teşvik etme­si, Allah'a karşı gelmekten sakınmayı ona emretmesidir. Allah'ın sîzi kendi nefsinden korkuttuğu şekilde, siz O'ndan korkup sakının. Bun­dan daha faziletli bir öğüt, bundan daha üstün bir nasihat yoktur. Doğ­rusu bu, Allah'tan korkup sakınarak amel eden kimseler için bir sakın­ma aracı ve takvadır. Arzu ettiğiniz ahiret işleri için de gerçek bir dost ve yardımcıdır.Kendisiyle Allah arasındaki gizli ve aşikar işleri düzelten ve bunun­la sadece Allah rızasını amaçlayan kimseye gelince, bu yaptığı iş, onun dünyası için bir nasihat, ölüm sonrası için de bir azık olur. Çünkü o za­man insan, dünyada yaptığı güzel amellere muhtaç olur. Dünyada salih amel işlememiş kimselere gelince, onlar ahirette kendileri ile kötü amel­leri arasına uzak bir mesafe konulmasını isterler. Allah, sizi kendi nef­sinden sakındırıyor. Allah, kullarına karşı şefkatlidir. Allah ki, sözü doğrudur. O, vadini yerine getirir. Bu hususta asla hilaf yoktur. Çünkü O, şöyle buyuruyor: «Benim katımda söz değişmez; Ben kullara asla zul­metmem.» (cl-Kaf, 29.)

Dünyada ve ahirette, gizli ve aşikar her hususta ve her zamanda Al­lah'tan korkun. Çünkü o buyuruyor ki: «Kim Allah'ın buyruğuna karşı . gelmekten sakınırsa O, onun kötülüklerini örter, ecrini büyültür. » (et- Talâk, 5.)

«Kim Allah'ın buyruğuna karşı gelmekten sakınırsa, şüphesiz bü­yük bir kurtuluşa ermiş olur.»

Allah'a karşı gelmekten sakınmak, insanı Allah'ın gazabına, azabı­na ve öfkesine karşı korur. Allah'a karşı gelmekten sakınmak, insanın yüzünü ağartır, Rabbi hoşnud kılar, kişinin derecesini de yüksel Ur.

Payınızı alın. Allah'ın hukuku hususunda ifrata gitmeyin. Allah, si­ze kitabını öğretmiş, yolunu göstermiştir ki, sadıklarla yalancıları bil­sin. Allah, size nasıl ihsanda bulunduysa, siz de ihsanda bulunun ve iyi­lik yapın. Onun, düşmanlarına karşı düşmanlık edin. Allah yolunda hakkıyla cihad edin. O, sizleri seçti. Ve sizleri, Müslümanlar olarak ad­landırdı ki helak olanlar bir beyyineye dayalı olarak helak olsun, yaşa­yanlar da bir beyyineye (delile) dayalı olarak yaşasınlar. Güç ve kuvvet, Allah indir. Allah'ı, çokça zikredin. Ölüm sonrası için çalışın. Kendisiyle Allah'ın arasım düzelten kimsenin, insanlarla kendisi arasındaki ilişki­ler kendiliğinden düzelir. Çünkü Allah, insanlara hükmeder. İnsanlar, ona hükmedemezler. O, insanlara maliktir. İnsanlar, O'na malik ola­mazlar. Allah, herşeyden daha büyüktür. Güç ve kuvvet, yücelik ve ulu­luk Allah'a aittir."

Beyhakî, Hz. Peygamberin Medine'ye geldiğinde irad ettiği ilk hut­beden bahsederken, Ebu Seleme b. Abdurrahman b. Avfın şöyle dediği­ni rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de ilk olarak şu hutbeyi irad etti: Cemaat huzurunda ayağa kalkıp Allah'a layıkıyla hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:

«Ey insanlar, kendiniz için birşeyler hazırlayın. Allah'a yemin ede­rim ki, ayılacaksınız. Sonra sürünüzü çobansız olarak bırakacaksınız. Sonra Rabbiniz tercümansız ve perdesiz diyecek ki:

"Rasûlüm, size tebliğ etmedi mi? Size mal vermedim mi, ihsanda bulunmadım mı? Kendinize ne hazırladınız?"

Fakat insan sağına ve soluna bakar, birşey göremez. Sonra önüne bakar, Cehennem'den başka birşey göremez. Madem böyle olacak, ken­disini ateşten korumaya gücü olan, bir hurmanın yansıyla da olsa bunu yapsın. Bunu bulamayan kimse, güzel bir söz söyleyerek bunu yapsın. Çünkü onun sebebiyle iyilikler, on mislinden 700 misline kadar mükafatlandırılır. Selam ve Allah'ın rahmetiyle bereketi, Rasûlullah'm üzerine olsun.»

Rasûlullah (s.a.v.), bir başka defasında da şu hutbeyi irad etmişti: «Hamd, Allah'a mahsustur. O'na, hamdederim. Ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah, kime doğru yolu gösterirse, onu sapıklıkta bıra­kacak kimse yoktur. Kimi de sapıklıkta bırakırsa, onu doğru yola ilete­cek yoktur. Şahadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hiçbir ilah yoktur. Yalnız O vardır. O'nun ortağı yoktur. Sözlerin en güzeli, yüce Al­lah'ın kitabıdır. Allah'ın, kalbinde o kelamı güzel gösterdiği ve küfürden sonra İslâm'a getirdiği ve o kelamı, insanların sözlerine tercih eden kişi kurtulmuştur. O, sözün en güzeli ve en beliğidir. Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı, bütün kalbinizle seviniz. Allah'ın kelamından ve zikrin­den bıkmayınız. Kalbleriniz, O'na karşı katı kalmasın. Çünkü Allah, ya­ratıklarından ve insanlardan seçer. Allah, seçtiği amelleri, seçtiği kulla­rı, sözün iyisini ve insanlara kıldığı her haram ile helali zikretmiş ,ismi-ni belirlemiştir. O halde Allah'a ibadet edin. O'na, hiçbir şeyi ortak koş­mayın. Ve O'ndan hakkıyla sakınıp takvalı olun. Ağızlarınızla söyledi­ğiniz şeylerin iyisi ile Allah'a doğru söz söyleyin. Ve ilahi bir ruhla birbi­rinizi sevin. Allah, ahdinin bozulmasına gazaplamr. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerinize olsun.» [5]

 

Hz. Peygamber'in Ebu Eyyüb'un Evinde İkameti Esnasında Mescid-İ Nebevinin İnşası

 

Hz. Peygamber'in, bu evde ne kadar kaldığı görüş ayrılıklarına se­bep olmuştur. Vakidî, bunun yedi ay olduğunu söyler. Diğerleri ise, yedi aydan daha az bir zaman olduğunu söylerler. Doğrusunu Allah bilir. Buharî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye vardığında Medine'nin üst tarafları­na konakladı. Oraya Beni Amr b. Avf yurdu deniyordu. Bu kabile arasın­da ondört gece kaldı. Sonra Neccar oğullarının ileri gelenlerine haber gönderdi. Bunlar kılıçlarını kuşanmış olarak Rasûlullah'ı karşılamaya geldiler. Ben, Rasûlullah'a bakıyordum. Bineği üzerinde idi. Ebu Bekir de arkasında idi. Neccar oğulları ise, çevresini kuşatmışlardı. Nihayet Ebu Eyyüb'ün evinin avlusuna geldi. Vakit geldiğinde namazını kılıyor­du. Koyunların kaldıkları yerde namaz kılıyordu. Sonra mescid yapıl­masını emretti. Neccar oğullarının ileri gelenlerine haber gönderdi. Ya­nına geldiklerinde onlara şöyle dedi:

- Şu bahçenizi bana satın.

- Hayır vallahi o bahçenin bedelini istemiyoruz. Yüce Allah'a bağış­lıyoruz.

Ravi diyor ki: Size söyleyeceklerim şu şeyler, o bahçe içinde bulunu­yordu: Bahçede müşriklerin mezarları, bataklık ve hurma ağaçları var­dı. Rasûlullah, müşriklerin mezarlarının açılarak içindeki kemiklerin başka yere. nakledilmesini, bataklığın kurutulup düzeltilmesini, hurma ağaçlarının da kesilip çıkarılmasını emretti. Sahabeler, hurma ağaçla­rını mescidin kıble duvarına dizdiler. İki yanma da taşlar koydular. O kaya parçalarım taşırken recez bahrinden şiirler okuyorlardı. Rasûlul­lah (s.a.v.) da onlarla birlikte şöyle diyordu:

«Allah'ım, ahiret hayrından başka hayır yoktur. Ensâr ile Muhacirlere yardım et.»

Sahih-i Buharî'de Urve'nin şöyle dediği rivayet edilir: Mescid-i Nebevi'nin yeri, hurma kurutma arsası olup Es'ad b. Zürare'nin vesaye-tindeki Sehl ve Süheyl adındaki iki öksüz çocuğun mülkiyetinde idi.

Rasûlullah (s.a.v.), bu arsayı satın almak için Sehl ve Süheyl ile pazarlık etti. Onlar, şu cevabı verdiler:

- Biz bu arsayı satmayız. Ey Allah'ın Rasûlü, ancak sana hibe ederiz.

Rasûlullah, hibe olarak arsayı almayı kabul etmedi. Bedeli ile satın alarak orayı mescid arsası yaptı ve mescidi de oraya kurdurdu. Mescid inşaatı esnasında Rasûlullah ashabı ile birlike toprak taşıyor ve şöyle diyordu:

"Bu yük, Hayber yükü gibi değildir. Ey Rabbimiz, bu daha iyi ve da­ha temizdir."

«Allahım ecir, ahire t ecridir.

Ensâr ile Muhacirlere merhamet et.»

Musa b, Ukbe'nin anlattığına göre Es'ad b. Zürare, o öksüz çocukla­ra Beyada mmtıkasındaki bir hurmalığını bedel olarak verdi ve arsala­rını mescid için bağışladı.

Bir rivayete göre ise Rasûlullah (s.a.v.), mescid arsasını o iki öksüz çocuktan satın almıştır.

Ben derim ki: Muhammed b. İshak'm anlattığına göre o hurma ku­rutma yeri, Muaz b. Afra'mn vesayetindeki Amr oğullan olan Sehl ve Süheyl adındaki iki öksüz çocuğa aitti. Doğrusunu Allah bilir. Beyhakî, Hasan in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), mescidi inşa ederken ashabı da kendisine yar­dımcı oldu. O, onlarla birlikte kerpiç taşıyordu. Öyleki göğsü tozlanıyor­du. Sahabelerine: "Musa'nın binasının tavanı gibi bir tavan yapın." de­mişti. Ben de Hasan'a: "Musa'nın tavanı nasıldı?" diye sormuştum. Ha­san: "Ellerini kaldırdığında tavana değiyordu." diye cevap vermişti."

Hammad b. Seleme, Ubade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ensâr, kendi aralannda bir miktar mal toplayıp, Rasûluüah'a getirip şöyle de­diler: "Ya Rasûlallah, şu mescidi inşa edip süsle. Ne zamana kadar hur­ma ağacının sapları ile Örülmüş şu yerde namaz kılacağız.?"

Rasûlullah buyurdu İd: "Kardeşim Musa'nın yaptığından dönecek değilim. Onunki gibi bir tavan yeter."

Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder; "Rasûlullah (s.a.v.)'ın mescidinin direkleri üzerinde hurma dallan vardı. Direklerin üzeri hurma dallarıyla örtülmüştü. Tavan, hurma lifleriyle örülmüştü. Sonra bu mescid, Ebu Bekir'in halifeliği döneminde harap oldu. Tekrar hurma lifleri ve dallanyla onu inşa ettiler. Hz. Osman'ın zamanında da bu mescid harap olunca orayı kireçle bina ettiler. Ve o mescid, şu ana ka­dar yerinde sabittir."

Bu, garip bir rivayettir.

Yine Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: "Mescid-i Nebevi, Rasûlullah (s.a.v.) zamanında kireçle inşa edilmişti. Tavanının üzerinde hurma dalları vardı. Sütunları da hurma kütüklerinden iba­retti. Ebu Bekir, o mescidin binasına birşey ilave etmedi. Hz. Ömer ila­veler yaptı. Rasûlullah zamanındaki gibi kerpiç ve hurma dallanyla in­şa etti. Yalnız sütunlarını ağaçtan yaptı. Hz. Osman, bu binayı değişti­rerek bir çok ilaveler yaptı. Duvarlarım nakışlı taşlar ve kireçle inşa edip süsledi. Sütunlarını da nakışlı taşlardan yaptırdı. Tavanını saç ağacıyla ördü."

Ben derim İd: Hz. Osman b. AfFan, Peygamber Efendimiz'in şu kav­lini tevil ederek Mescid-i Nebevi'ye ilaveler yaptı:

"Bağırtlak kuşunun yuvası kadar da olsa, her kim Allah için bir mescid inşa ederse, Allah da Cennet'te onun için bir ev inşa eder."

Orada bulunan ashab, Hz. Osman'ın bu girişimine muvafakat etti ve daha sonra mescidin bu yapısını değiştirmediler. Alimlerin tercihe şayan olan görüşüne göre bu girişim, mescide yapılan ilavelerin de mes­cidin hükmüne tabi olacağına delalet etmektedir. Yani yapılan ilave kı­sımlarda kılman namaz, diğer mescidlerde kılman namazdan daha faz­la sevaba vesile olacaktır. Rasûlullah'ın mescidine başka yerlerden ge­lip ziyarette bulnmamn sevap olduğu nasıl kesin ise, o ilave kısımlara gelmek ve oraları ziyaret etmek de aynı hükme tabidir.

Dımaşk (Şam) camiinin banisi Velid b. Abdülmelik'in döneminde de Mescid-i Nebevi'ye bazı ilaveler yapılmıştır. Velid'in Medine'deki valisi Ömer b. Abdülaziz, Velid'in emri üzerine Mescid-i Nebevi'deki ilaveleri yapmış ve Peygamber hücresini de mescidin içine almıştır. Daha sonra bir çok ilaveler daha yapılmıştır. Kıble cihetine ilaveler yapılmış, ravza ile minber iç kısımlara alınmıştır ki, bugün de bu durum aynı şekilde gö­rülebilir.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), mescid ve meskenlerini inşa edinceye kadar Ebu Eyyüb'ün evine konuk oldu. O inşaatta, Müslümanlan çalışmaya teşvik etmek için Rasûlullah'ın kendisi de ça­lıştı. Muhacirler ile Ensâr gayret sarfettiler. Çalışıp çabaladılar, yorul­dular. Müslümanlardan bir sözcü şöyle dedi:

"Andolsun ki, peygamber çalıştığı halde eğer biz oturursak, Bizden olan ancak sapık bir çalışmadır."

Müslümanlar recez bahrinden, şiir söyleyerek mescidi inşa ederler­ken şöyle diyorlardı:

"Ahiret yaşamından başka bir yaşam yoktur. Allah'ım, Ensâr ve Muhacirlere sen merhamet et."

Rasûlullah'ın kendisi de şöyle diyordu:

"Ahiret hayatından başka hayat yoktur, Allah'ım, Muhacirlerle Ensâr'a rahmet et."

Ammar b. Yasir, Rasûlullah m yanma geldi. Sırtına taş yüklemiş­lerdi. «Ya Rasûlallah, beni öldürdüler. Yüklenmedikleri şeyleri bana yüklediler.» dedi.

. Rasûlullah'ın hanımı Ümmü Seleme dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m Ammar'm saçlarını eliyle temizlediğini gördüm. O kıvırcık saçlı biri idi. Sonra Rasûlullah şöyle buyurdu:

'Yazık ey Sümeyye oğlu! Bunlar seni öldürecek değiller. Seni ancak azgınlar ve asiler öldüreceklerdir."

Yine Ümmü Seleme'nin şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ammar'ı, asi ve azgın bir grup öldürecektir."

Başka bir rivayete göre de Ümmü Seleme, Rasûlullah (s.a.v.)'m, taş taşımakta olan Ammar'a şöyle dediğini nakletmiş tir: "Yazık sana ey îbn Sümeyye! Seni asi ve azgın bir grup öldürecektir."

Abdürrezzak, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, mescidi inşa ederlerken sahabelerin her biri birer kerpiç taşıyordu. Ammar ise biri kendi yerine, diğeri de Rasûlullah'ın yerine olmak üzere ikişer kerçip taşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Ammar'm sırtına elini sürüp şöyle dedi:

"Ey Sümeyye'nin oğlu! Herkesin bir, senin ise iki sevabın vardır. Se­nin en son azığın, bir içimlik süt olacaktır. Seni azgın, asi bir topluluk öldürecektir."

Beyhakî, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Mescid inşaatında bizler, kerpiçleri birer birer taşıyorduk. Ammar ise, ikişer ikişer taşıyordu. Rasûlullah onu gördü. Üzerindeki toprağı silkeleyip şöyle dedi:

'Yazık Ammar'a! Onu, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir. O, on­ları Cennet'e davet edecek, onlarsa onu Cehennem'e davet edeceklerdir."

Ammar ise, şöyle diyordu: "Fitnelerden Allah'a sığınırım."

Beyhakî, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Benden daha hayırlı olan birinin bana verdiği habere göre Rasûlullah (s.a.v.), hendeği kazarken Ammar'm başını okşayıp ona şöyle dedi:

"îbn Sümeyye'ye yazık! Onu, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir."

Ebu Davud et-Tayalisî, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), hendeği kazarken insanlar kerpiçleri birer birer ta­şıyorlardı. Ammar, bir hastalıktan henüz yeni kalkmış, nekahet döne­minde olduğu halde kerpiçleri ikişer ikişer taşıyordu. Bazı arkadaşları­mın bana anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.), Ammar'm başındaki tozları silkeleyip şöyle demişti: 'Yazık sana ey İbn Sümeyye! Seni, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir."

Hendek kazımmda kerpiç taşımanın bir anlamı yoktur. Öyle anla­şılıyor ki, ravi bunu birbirine karıştırmıştır. Belki de bu hadise, Mescid-i Nebevi'nin inşası esnasında cereyan etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Bu hadis, peygamberliği ispatlayıcı delillerdendir. Çünkü Hz. Peygam­ber, .Ammar'm, asi ve azgın bir topluluk tarafından öldürüleceğini önce­den haber vermiştir. Gerçekten Şamlılar, Sıffîn savaşında onu öldür­müşlerdir. O esnada Ammar, Hz. Ali ile beraberdi. Hz. Ali, halifelik hu­susunda Muaviye'den daha çok hak sahibi idi. Ancak Muaviye'nin arka­daşlarım, asi ve azgın olarak adlandırmak, onların kafirliklerini gerekli kılmaz. Yalnız Şia'nın bazı sapık fırkaları ile diğerleri, böyle bir sonuca varmak için çaba sarfetmektedirler. Muaviye'nin arkadaşları her ne ka­dar asi idiyselerde hakikatte savaş hükmünü vermede müctehid idiler. Her müctehid, isabetli karar vermeyebilir. Yalnız isabetli karar veren müctehid için iki sevab, hatalı karar veren müctehid için ise bir sevap vardır. "Seni, asi ve azgın bir topluluk öldürecektir." mealindeki hadise; "Böylelerine kıyamet gününde Allah şefaatimi ulaştırmasın." mealinde bir ilaveyi yapan kimse, Rasûlullah (s.a.v.)'a iftirada bulunmuş olur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), böyle birşey söylememiştir. Ve söylediği de, kabul edilir bir kanaldan nakledilmiş değildir. Doğrusunu Allah bilir.

"Ammar, onları Cennet'e davet edecek, onlarsa onu Cehennem'e davet edeceklerdir." sözüne gelince, Ammar ve arkadaşları, Şamlıları birleşmeye ve dostluğa davet etmişler; Şamlılar ise halifeliği Hz. Ali'ye nisbetle daha az hakk eden birine vermeyi istiyorlardı. Müslümanların bölünüp ayrı ve müstakil imamların yönetiminde kalmalarını arzulu-yorlardı ki, bu da düşüncelerin ayrılmasına ve ümmetin parçalanması­na sebebiyet verecekti. Bu, onların mezheplerinin bir gereği ve tuttukla­rı yolun bir sonucu idi. Her ne kadar onlar böyle birşeyi amaçlamamış-larsa da netice bu olacaktı. Doğrusunu Allah bilir.

Aslında bizim burada anlatmak istediğimiz, Mescid-i Nebevi'nin inşasının hikayesidir. Onu inşa edene salat-ü selamların en üstünü olsun.

"Delail" adlı eserde Hafız el-Beyhakî, Peygamber'in azadlısı Sefı-ne'nin şöyle dediğim rivayet eder:

Ebu Bekir, bir taş getirip yerine koydu. Sonra Ömer, bir taş getirip yerine koydu. Sonra Osman, bir taş getirip yerine koydu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "işte bunlar, benden sonra yöneticilerdir."

Yine Sefme şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), mescidi inşa ederken bir taş koydu. Sonra şöyle buyurdu: "Ebu Bekir de bir taş getirip benim koyduğum taşın yanma koysun. Sonra Ömer, Ebu Bekir'in taşının yanı­na bir taş koysun. Sonra Osman, Ömer'in taşının yanma bir taş koysun." Bunlar bu şekilde taşlarını koyduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.): "İşte

bunlar, benden sonraki halifelerdir." dedi.

Bu ifadelerle, bu hadis gerçekten galiptir. Bilinen hadis, İmam Ah-med b. Hanbel'in rivayet ettiği hadistir ki buna göre Sefine, şöyle demiş­tir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu duydum:

"Halifelik otuz yıldır. Ondan sonra hükümdarlık olacaktır."

Ebu Bekir'in halifeliği iki, Ömer'inki on, Osman'mki oniki, Ali'nin-ki altı yıl oldu.

Ebu Davud ile Tirmizî ve Neseî'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur:

"Halifelik, benden sonra otuz yıldır. Ondan sonra ısına bir hüküm­darlık olacaktır."

Ben derim ki: İlk inşa edildiği zaman Rasûlullah'm mescidinde, üzerine çıkılıpda insanlara hutbe okunacak bir minber yoktu. O zaman Rasûlullah (s.a.v.), kıble duvarının yanında, namaz kılmakta olduğu yerdeki bir hurma dalma dayanarak hutbe irad ederlerdi. Yeri gelince açıklanacağı gibi Rasûlullah (s.a.v.)'a bir minber yapılıp ta o, hutbe oku­mak için minbere yöneldiğinde hurma dalının önünden geçerken hurma dalı böğürdü ve doğurması yakın dişi deve gibi inlemeye başladı. Çünkü artık Rasûlullah (s.a.v.)'m kendi yanında hutbe irad etmeyeceğini ve se­sini duyamayacağını anlamıştı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), hur­ma dalının yanına döndü. Onu kucakladı. Artık o çocuk gibi sakinleşip sustu.

Bu hadisi rivayet ettikten sonra Hasan-ı Basrî, ne güzel bir söz söy­lemiştir:

"Ey Müslümanlar! Ona olan aşkından ve iştiyakından ötürü bir ağaç parçası, Rasûlullah için inliyor. Ona kavuşmayı ümid eden kimse­lerin, ona daha çok arzu ve iştiyak duymaları gerekmez mi?" [6]

 

Bu Şerefli Mescidin Faziletine Dair Birkaç Söz

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğim riva­yet eder: Hudre oğullarından bir adamla Amr b. Avf oğullarından bir adam, takva üzerine inşa edilen mescidin, hangi mescid olduğu husu­sunda ihtilaf ettiler. Hudre oğullarından olan adam şöyle dedi: "Bu mes­cid, Rasûlullah in mescididir."

Amr b. Avf oğullarından olan adam ise: "Hayır, bu Küba mescidi­dir." dedi. İkisi, Rasûlullah'm yanma gelip takva üzerine inşa edilen mescidin hangisi olduğunu sordular. Rasûlullah: "O, benim şu mesci-dimdir." dedi. Ve Küba mescidi hakkında da: "Onda çok hayır vardır." dedi.

Müslim'in sahihinde belirtildiğine göre Ebu Seleme b. Abdurrah-man'm, Abdurrahman b. Ebi Said'e şöyle sorduğu rivayet edilir:

- Takva üzerine inşa edilen mescid hakkında babandan nasıl birşey duydun?

- Babam dedi ki: Ben, Rasûlulîah (s.a.v.)'a giderek takva üzerine in­şa edilen mescidi ona sordum. O da bir avuç çakıl alıp yere vurdu. Sonra: "O sizin şu mescidinizdir." dedi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Sehl b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet eder:

« Rasûlullah (s.a.v.) zamanında iki kişi, takva üzerine inşa edilen mescidin hangi mescid olduğu hususunda ihtilaf ettiler. Biri dedi ki: O mescid, Rasûluîlah'ın mescididir.

Diğeri ise, Küba mescidi olduğunu söyledi. İkisi birlikte Rasûlullaha gelip sordular. Rasûlullah da şu cevabı verdi:

"O, benim şu mescidimdir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ubey İbn Ka'b'dan rivayet etti M Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Takva üzerine tesis edilen mescid, benim şu mescidimdir." Çeşitli yollardan gelen ve katiyete yakın ifadeleri içeren bu rivayet­lerden anlaşıldığına göre takva üzerine tesis edilen mescid, Rasûlullah (s.a.v.)'m mescididir. Hz. Ömer ile oğlu Abdullah, Zeyd b. Sabit ve Said b. Müseyyeb, bu görüşü kabul etmişlerdir. İbn Cerir de bu görüşü benim­semiştir. Diğerleri dediler ki:

Ayet-i kerimenin -Önceden açıklandığı gibi- Küba mescidi hakkında nazil oluşu ile yukarıda zikredilen şu hadisler arasında aykırılık yoktur. Çünkü Mescid-i Nebevi, ayette sözü edilen sıfata daha layıktır. Çünkü Mescid-i Nebevi, dışarıdan göç (yük) bağlanarak ziyaret için kendisine gelinen üç mescidden biridir. Nitekim Buhari ve Müslim'in sahihlerin­de de Ebu Hüreyre'nin hadisinde sabit olduğu gibi Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ancak üç mescide ziyaret için göç bağlanıp gelinir: Benim şu mesci­dim ile Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa."

Sahih-i Müslim'de Ebu Said'ten rivayet olunduğuna göre Peygam­ber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ancak üç mescide ziyaret için göç bağlanıp gelinir..."

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de sabit olduğuna göre Rasûlul­lah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benim şu mescidimde kılman bir namaz, -Mescid-i Haram dışın­da- diğer mescidlerde kılman bin namazdan daha hayırlıdır."

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet olun­duğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Evimle minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Ve benim minberim, havuzumun üzerindedir."

Gerçekten, Mescid-i Nebevinin faziletlerine dair hadisler çoktur. O hadisleri, "el-Ahkamu'1-Kebir" adlı kitabın Menasik kısmında inşaallah nakledeceğiz. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır. Hikmet sahibi yüce Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve kuvvetimiz yoktur.

İmam Malik ile arkadaşlarına göre Medine'deki Mescid-i Nebevi Mescid-i Haram'dan daha faziletlidir. Çünkü Mescid-i Haram'ı inşa eden, İbrahim peygamberdir. Medine'deki Mescid-i Nebevi'yi ise Muhammed (s.a.v.) inşa etmiştir. Bilindiği gibi Muhammed (s.a.v.), İbrahim peygamberden daha üstündür. Cumhur-u ulema ise bunun ak­si görüşe kail olarak Mescid-i Haram'm, Medine'deki Mescid-i Nebe-vi'den daha faziletli olduğu görüşündedir. Çünkü Mescid-i haram, Cenâb-ı Allah'ın göklerle yeri yarattığı günde haram kılmış olduğu bir beldede bulunmaktadır. Ki o beldeyi, İbrahim Halil (a.s.) ile son pey­gamber Muhammed (s.a.v.)'e haram kılmışlardır. Başka beldelerde bu­lunmayan vasıflar, o belde de bir araya gelmiştir. Bu konu başka bir yer­de inşaallah teferruatlı olarak açıklanacaktır. Yardım dileğimiz Al­lah'adır. [7]

 

Fasıl

 

Rasûlullah ve aile efradı için mesken olsun diye, Mescid-i Nebe-vi'nin çevresinde bazı hücreler inşa edildi. Bu hücrelerin binası alçak, avluları dar idi. Hasan b. Ebu'l Hasan el-Basrî -Ümmü Seleme'nin azad-hsı olan annesi Hayre'nin yanında bir çocuk iken- şöyle demiştir: "Pey­gamber (s.a.v.)'in hücrelerinden en yükseğinin tavanına bile elimi uza­tıp değdirebiliyordum."

Ben derim ki: Hasan-ı Basrî, iri cüsseli, uzun boylu bir adam idi. Al­lah ona rahmet etsin. Böyle olduğu için elini, hücrelerin tavanına uzatıp değdirebilmiştir.

"Ravz" adlı eserde Süheylî şöyle demişti: Hz. Peygamber'in hücreleri, hurma dallarından yapılmış olup üzerine çamur sıvanmıştı. Bir kısmı da beyaz taşlardan inşa edilmişti. Bununla beraber tamamı­nın tavanları hurma dallarıyla kapatılmıştı.

Hasan-ı Basrî'nin yukarıdaki sözüne ek olarak şöyle dediği de nak­ledilmiştir: Hz. Peygamber 'in hücreleri, Arar ağacından birbirine bağlı parçalardan inşa edilmişti

Buharî'nin tarihinde anlatıldığına göre Hz. Peygamber'in hücrele­rinin kapılarına tırnakla vurularak çalınırdı. Bu da gösteriyor ki hücre­lerinin kapılarında kapıyı çalmak için halkalar yoktu. Rasûlullah'm zevcelerinin vefatından sonra hücreleri, Mescid-i Nebeviye katılmıştır.

Vakidî, İbn Cerir ve diğerleri dediler ki:Abdullah b. Urayltit ed-Dilî Mekke'ye dönerken, Rasûlullah (s.a.v.) ve Ebu Bekir, Mekke'deki ailele­rini getirmeleri için Peygamberin azadhları Zeyd b. Harise ile Ebu Rafii de beraberine kattılar. Kudeyd'ten (Kadid?) deve satın almaları için on­larla birlikte 500 dirhem ve iki deve gönderdiler. Bunlar, Mekke'ye gittiler. Rasûlullah (s.a.v.)'m kızları Patıma ve Ümmü Gülsüm ile Hz. Pey­gamberin eşleri Şevde ile Aişe'yi, Aişe'nin annesi Ümmü Ruman'ı getir­diler. Yolculuk esnasında Hz. Aişe ile Annesi Ümmü Ruman'm develeri ürküp kaçmaya başladı. Ümmü Ruman:

"Vah kizım, vah gelinciğim!" diye feryad etmeye başladı.

Hz. Aişe dedi ki: Görünmezlerden bir sesin: "Devenin yularını bı­rak." dediğini işittim. Ben de devenin yularını salıverdim. O da Allah'ın izni ile durdu. Yüce Allah, bizleri kazadan korudu.

Kafile yola çıktı. İlerlemeye başladı. Sunh denen yere vardılar. Son­ra Rasûlullah (s.a.v.), -ileride de açıklanacağı gibi- sekiz ay sonra şevval ayında Hz. Aişe ile gerdeğe girdi.

Bu kafile ile birlikte Ebu Bekir'in kızı Esma da gelmişti. Esma, Zü-beyr b. Avvam'm zevcesi idi. Zübeyr'in oğlu Abdullah'a hamile idi. Doğu­mu yakındı. Bununla ilgili açıklama, hicretin bu senesinin son kısmında yeri geldiğinde verilecektir. [8]

 

Muhacirlerin Medine Sıtmasına Yakalanmaları

 

Hz. Peygamber, Allah'ın güç ve kuvveti sayesinde bu hastalıktan kurtulmuştu. Rabbine dua etmiş ve bu hastalığı Medine'den uzaklaştır-

Buharî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebu Bekir ile Bilal sıtmaya yakalanmışlardı. Yan­larına gidip şöyle dedim:

- Babacığım, kendini nasıl hissediyorsun?

- Ey Bilal, ya sen kendini nasıl hissediyorsun? Ebu Bekir'i sıtma nöbeti tuttuğunda şöyle derdi:

"Her kişi ki aile efradı arasında sabahlamıştır.

Ölüm ise, onun ayakkabısının bağından ona daha yakındır."

Bilal, sıtma nöbetinden kurtulduğunda sesini yükselterek şöyle derdi:

"Keşke bilseydim ki acaba bir gece bir vadide etrafımda İzhir (İzher?) ve Hemmam otları bulunduğu halde geceler miyim? Acaba bir gün Mecinne sularına gelir miyim? Acaba sana, Şa'me ve Tafıl görünür mü?"[9]

Hz. Aişe dedi ki: Gelip durumu Rasûlullah'a anlattım, o da şöyle dedi:

«Allah'ım, Mekke'yi sevdiğimiz kadar ya da daha fazla bir sevgi ile Medine'yi bize sevdir. Burayı bizim için hastalıksız kıl. Sa' ve müddünü (ölçeklerini) bizim için bereketli kıl. Sıtmasını da Cuhfe'ye gönder.»

Buharî'nin rivayetine göre Bilal, mezkur şiiri okuduktan sonra şöy­le demiştir:

«Allahım! Utbe b. Rebia'ya, Şeybe b. Rebia'ya ve Ümeyye b. Halefe lanet et. Onlar nasıl bizi vebalı yere sürgün ettilerse, sen de onlara lanet et."

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Allahım, Mekke'yi sevdiğimiz kadar veya daha fazlasıyla Medi­ne'yi bize sevdir. Medine'nin sa' ve müddünü (ölçeklerini) bizim için be­reketli kıl. Burayı bizler için sağlıklı bir yer haline getir. Sıtmasını da Cuhfe'ye naklet."

Hz. Aişe diyor İd: "Medine'ye geldik. Orası Allah'ın en vebalı yeri idi. Buthan'da rengi ve tadı bozuk bir su akıyordu."

Muhammed b. İshak'tan rivayette bulunan Ziyad, Hz. Aişe'nin şöy­le dediğini nakleder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde orası, Allah toprakları­nın en vebalı sıtma yeri idi. Ashabına orada bela ve hastalık isabet etti. Allah da bu hastalığı, peygamberinden uzaklaştırdı. Ebu Bekir, Amir. b. Füheyre ve Bilal -İd bu ildsi Ebu Bekir'in azadlılan idiler- bir tek odada idiler. Ve onlar da sıtmaya yakalanmışlardı. Yanlarına ziyaret için git­tim. Bu hadise, örtünmemize dair emrin nazil olmasından önce idi. On­larda, Allah'tan başka kimsenin bilmediği hastalık eleminin şiddeti vardı. Ebu Bekir'e yanaşıp sordum:

— Kendini nasıl buluyorsun babacığım? Ebu Bekir cevaben, şöyle dedi:

"Her kişi ki, kendi ailesi arasında sabahlamıştır.

Ölüm ise, onun ayakkabısının bağından ona daha yakındır."

Ben de: "Vallahi babam ne dediğini bilmiyor." dedim. Amir b. Fü-heyre'ye yanaşıp ona da sordum:

- Ey Amir, kendini nasıl buluyorsun? Amir, şu cevabı verdi:

"Şüphesiz ölümü, onu tadmadan önce buldum. Korkak kişinin ölü­mü başı ucundadır.

Her kişi, kendi gücüyle gayret sarfedicidir. Tıpkı derisini boynuzuyla koruyan öküz gibi."

Vallahi Amir de ne dediğini bilmiyor, dedim. Bilal, sıtma nöbetine yakalandığı zaman evin avlusunda uzanır, sonra sesini yükselterek şöyle derdi:

"Keşke bilseydim ki, acaba bir gece Fahd'da1 etrafımda İzhir ve Nemmam otları bulunduğu halde geceler miyim? Acaba bir gün Mecinne sularına gelir miyim? Acaba Şa'me ve Tafıl dağları bana görünür mü?"

Hz. Aişe diyor ki: Bunların söylediklerini Rasûlullah'a anlatarak: "Bunlar saçmalıyorlar ve sıtmanın şiddetinden ötürü ne söyle diklerini bilmiyorlar." dedim. Bunun üzerine Rasûlullah, şöyle dua buyurdu:

"Allahım, Mekke'yi bize sevdirdiğin kadar ya da daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir. Medine'nin müd' ve sa'ını (ölçeklerini) bizler için bereketli kıl. Medine'nin vebasını, Mahyaa'ya (Cuhfe'ye) naklet."

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Ebu Bekir ile azadlüarı Amir b. Füheyre ve Bilal hastalandılar. Onları ziyaret etmek için Rasûlullah'tan izin istedim. O da bana izin verdi. Ebu Bekir'e uğrayıp:

"Kendini nasıl buluyorsun?" diye sordum.

O da şöyle cevap verdi:

"Her bir kişi ki, aile efradı içinde sabahlamış tır.

Ölüm ise, onun ayakkabısının bağından kendisine daha yakındır."

Amir'e de, kendisini nasıl hissettiğini sordum. Bana şu cevabı verdi:

"Şüphesiz ki ölümü, onu tatmadan önce buldum.

Korkak kişinin ölümü başı ucundadır."

Bilal'e.kendisini nasıl hissettiğini sorduğumda bana şu cevabı verdi:

"Keşke bilseydim ki acaba bir gece Fahd'da[10] etrafımda İzhir ve Nemmam otlan bulunduğu halde( geceler miyim?"

Bunları ziyaret ettikten sonra Rasûlullah'm yanına geldim. Du­rumlarını ve söylediklerini ona anlattım. O da semaya bakıp şöyle dedi:

"Allahım! Mekke'yi bize sevdirdiğin kadar, ya da daha fazlasıyla Medine'yi bize sevdir. Allahım, Medine'nin sa' ve müddünde (ölçeğinde) bizler için bereket ihsan et. Medine'nin vebasını da Mehyaa'ya (Cuh­fe'ye) naklet."

Beyhakî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde orası Allah'ın en vebalı yeri idi. Medi­ne'nin Buthan vadisinde rengi ve tadı bozuk bir su akıyordu.

Hişam dedi İd: Medine vebası, cahiliye döneminde de bilinen bir ve­ba idi. Bir kimse vebalı bir vadiye yaklaştığında ona merkep gibi anır­ması tavsiye edilirdi. Eğer böyle yaparsa, o vadinin vebası ona zarar ver­mezdi. Şairin biri, Medine'ye yaklaştığında şu şiiri okumuştu:

"Ömrüme yemin olsun ki ben, alçak kimsenin korkusundan ötürü merkep gibi anırırsam, şüphesiz ki ben korkak ve sabırsız kimseyim."

Buharı, Salim'in babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Pey­gamber (s.a.v.) buyurdu ki:

"Saçı başı dağınık, siyahı bir kadının, Medine'den çıkıp gittiğini ve Mehyaa'da (Cühfe'de) durduğunu (rüyamda) gördüm. Bu rüyayı, Medi­ne vebasının Mehyaa'ya nakledilişi şeklinde yorumladım."

Hişam dedi ki: "Cühfe'de doğan bir çocuk, buluğa ermeden sıtma se­bebiyle düşüp ölürdü."

Beyhakî bunu, "Delailü'n-Nübüvve" adlı eserde nakletmiştir.

Yunus, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde orası vebalı idi. Medine'de ashabına bela ve hasta­lık bulaştı. Onlar bitkin düştüler. Ama Cenâb-ı Allah, hastalığı peygam­berinden uzaklaştırdı.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde belirtildiğine göre İbn Abbas şöy­le demiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, umretu'1-kaza senesinde Mekke'ye geldiler. Müşrikler: "Size, Yesrib (Medine) sıtmasının zayıf düşürdüğü bir heyet geliyor." dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da ashabına remel yapa­rak (Safa ve Merve arasındaki) iki sütun arasında yürümelerim emret­ti. Bütün şartlarda remel yapmak isterlerdi. Ancak hastalıkları ağırla­şır, diye bunu yapmadılar.

Ben derim ki: Umretu'1-kaza, hicretin yedinci senesinin zilkade ayında yapılmıştır. Şu halde ya Peygamberin, vebanın Medine'den baş­ka yere nakline dair yaptığı dua gecikmiştir. Ya da o esnada veba kalkmıştır da azıcık izleri kalmıştır. Yahud sahabelerde vebanın izleri o süreye kadar kalmıştır. Doğrusunu Allah bilir.

Ziyad, Abdullah b. Amr b. As'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı, Medine'ye geldiklerinde Medine sıtması­na yakalandılar. Ağır şekilde hastalandılar. Allah, bu hastalığı Pey­gamberinden uzaklaştırdı. Sahabelere gelince onlar, ancak oturarak namaz kılabiliyorlardı. Bu halde namaz kıldıkları esnada Rasûlullah yanlarına gelip kendilerine şöyle dedi:

"Bilesiniz ki oturarak namaz kılan kimsenin sevabı, ayakta namaz kılanın sevabının yarısı kadardır." Bunun üzerine Müslümanlar, daha fazla sevap elde etmek maksadıyla hastalıklarına rağmen ayağa kalka­rak namaz kılmaya gayret sarfettiler. [11]

 

Hz. Peygamber'in Muhacirlerle Ensâr Arasında Dostluk Ve Kardeşlik Tesis Etmesi Ve Medine'deki Yahudilerle Saldırmazlık Antlaşması Yapması

 

Medine'de Kaynuka oğulları, Nadir oğulları ve Kurayza oğulları gi­bi Yahudi kabileleri, vardı. Taberî'ye göre bu Yahudi kabileleri, Ensâr'dan çok önceleri Buhtü'n-Nasr'm Kudüs'ü tahrip ettiği zaman­larda Hicaz'a gelip yerleşmişlerdi. Sonra Seylu'l-Arinı olduğunda Sebe'deki halk sağa sola gruplar halinde dağıldıklarında Evsliler ve Hazreçliler, Medine'ye gelip Yahudilerin yamna yerleştiler. Onlarla it­tifaklar akdedip onlara benzemeye çalıştılar. Çünkü peygamberlerden nakledile gelen ilim hususunda, Yahudilerin kendilerinden üstün ol­duklarını görmüşlerdi. Lakin Cenâb-ı Allah, müşrik olanları hidayete ve İslâm'a kavuşturarak lütfuna mazhar kıldı. Yahudileri çekememez-likleri, azgınlıkları ve halika tabi olma karşısında büyüklük taslamaları sebebiyle yardımından ve rahmetinden uzaklaştırdı.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), Enes b. Malik'in evinde Muhacirlerle Ensâr arasında ittifak akdetti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:

Rasûlullah (s.a.v.), benim evimde Kureyşlilerle Ensâr arasındla itti­fak akdetti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Amr b. Şuayb'm dedesinin şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), Muhacirlerle Ensârarasmda, birbirle­rinin diyetlerini ödemede yardımcı olmak, esirlerinin fidyesini örfe uy­gun olacak ölçüde ödemek ve Müslümanların arasını ıslah etmek şartı üzerine ittifak akdi yapmıştı.

Sahih-i Müslim'de Cabir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasûlullah (s.a.v-), her batın üzerine diyet ödeme yükümlülüğü yazmıştır.

Muhammed b. İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Muhacirlerle Ensârarasında birleştirici bir akid olmak üzere bir belge düzenledi. Bu belgede, Yahudilerle saldırmazlık akdi yaptığını, onları dinleri ve mal­ları üzerine bıraktığım ve onlara karşı bazı şartlar ileri sürdüğünü, on­lara bazı haklar tanıdığını beyan ederek şöyle dedi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu peygamber Muham­med (s.a.v.)'den, Kureyş ve Medineli mü'min ve Müslümanlarla, onlara tabi olup onlara katılanlar ve onlarla birlikte cihad edenler arasında bir antlaşmadır. Onlar, insanlardan ayrı olarak bir tek ümmettirler. Ku-reyş'ten olan Muhacirler, İslâm'dan önceki halleri üzere, aralarında di­yetlerini verirler. Esirlerinin fidyelerini mü'minler arasında iyilik ve adaletle paylaşıp öderler. Avf oğulları da eski halleri üzere ilk diyetleri­ni, aralarında paylaşarak öderler. Her taife, esirlerinin fidyelerini mü'minler arasında iyilik ve adaletle paylaşıp öderler..."

Peygamber böyle dedikten sonra Ensâr'dan her batnı ve her aileyi zikretti. Saide oğulları, Cüşem oğlulan, Neccar oğulları, Amr b. Avf oğulları, Nebit oğulları gibi aileleri saydı. Sonra şöyle dedi:

"Mü'minler, aralannda borcu ağır olan, çoluk çocuğu fazla olan bir kimseyi, gerek fidye hakkında, gerek diyet hakkında insansız ve yar- . dımsız bırakamazlar. Hiçbir mü'min, diğer bir mü'minin kölesiyle, o müminin kendisi olmaksızın ittifak akdi yapamaz. Muttaki mü'minler, azgınlık yapan veya büyük bir zulüm, yahud günah veya düşmanlık ya da mü'minler arasında fesad meydana getirmek isteyen kimseye karşıdırlar. Onun hakkından gelirler. Bütün müminlerin elleri, onun üzerine bir tek yumruk gibidir. O fesadçı kişi, onlardan birinin çocuğu olsa dahi yine böyle yaparlar. Hiç bir mü'min bir mümini, kafire karşılık olarak öldürmez ve mü'mine karşı kafire yardım etmez. Allah'ın hima­yesi, herkes için eşittir. Onlara karşı, onların en zayıfım himaye eder. Mü'minler, insanlar içinde birbirlerinin dostları ve sahipleridirler.

Yahudilerden bize tabi olanlar için, bizden onlara yardım ve sahip çıkma vardır. Zulme uğramayacaklar ve baskı altına alınmayacaklar­dır. Mü'minlerin barış antlaşması birdir. Bir mü'min, öteki mü'min yeri­ne Allah yolundaki bir savaşta barış anlaşmasını, ancak mü'minler ara­sında eşitlik ve adalet üzere yapar. Bizimle birlikte savaşan her kadın, birbirlerine yardımcı olurlar. Mü'minler, birbirlerini Allah yolunda canlarına erişen musibetlere karşı korurlar. Takvalı mü'minler, en gü­zel gidişat ve en doğru yol üzeredirler. Hiçbir müşrik Kureyşli'nin, ne malını ne de canını himaye edemez. Bir mü'mine karşı, onun önünde du­ramaz. Bir mü'mini, öldürülmesini gerektiren bir suçu olmaksızın bey-yine ile sabit olan bir öldürme ile Öldürürse, o, o sebeble kısasa tabi tutu­lur. Ancak maktulün velisi razı olursa müstesna. Mü'minlerin hepsi, ona karşı olurlar. Onlar için ancak, ona karşı koymak helal olur. Bu sa-hifedeki hususları ikrar edip kabul eden, Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir mü'min için, dinden olmayan birşeyi icad eden bid'atçi kim­seye yardım etmemesi ve onu barındırması helal olmaz. Kim ona yardım eder ve onu barındırırsa, Allah'ın lanet ve gazabı kıyamet gününde onun üzerine olur. Ne tevbesi, ne de sadakası kabul olunur. Bir konuda ayrılığa düştüğünüz zaman, Allah ve Rasûlüne müracaat edin. Mü'min­ler savaştıkları sürece, Yahudiler onların savaş, masraflarına katkıda bulunurlar.

Beni Avf Yahudileri, mü'minlerle beraber bir topluluktur. Yahudi­lere, kendi dinlerine bağlı kalma hakkı vardır. Müslümanlara da, kendi dinlerine bağlı kalma hakkı vardır. Gerek köleleri olsun, gerek kendileri olsun bu hüküm böyledir. Ancak zulmeden ve kötülük yapan müstesnadır. Çünkü o, ancak kendisini ve ailesini mahveder.

Neccar oğulları, Haris oğulları, Saide oğulları, Cüşem oğulları, Evs oğulları, Salebe oğulları, Cefne oğullan, Şütaybe oğulları ve Yahudileri için, Avf oğulları Yahudilerine tanınan hakların ve yüklenen yükümlü­lüklerin aynısı vardır. Yahudi kabilelerinin batınları da, o kabilelerin kendileri gibidir. Muhammed (s.a.v.)'in izni olmadan, hiç kimse onlar­dan ayrılamaz. Yaralama kısasını yapmaktan imtina edemez. Kim ya­ralama veya öldürme suretiyle yahut herhangi bir surette bir hakkı çiğnerse, kendisi ve ailesi ile bu hak ödettirilir. Ancak zulmeden müstes-na'dır. Allah böyle ister.

Yahudilerin nafakaları, kendilerine aittir. Müslümanların nafaka­ları da kendilerine aittir. Bu düsturu kabul edenlere karşı savaşanlarla savaşmak için aralarında yardımlaşacaklar, birbirlerinden yararlana­caklar ve iyilik edeceMerdir. Birbirlerine zarar vermeyeceklerdir. Hiç kimse, müttefikine kötülük yapmayacaktır. Mazluma yardım edilecek­tir. Yesrib'in içi, bu belge ehli için haremdir.

Komşu zarar vermedikçe ve kötülük yapmadıkça, ev sahibi gibidir. Hiçbir ev halkı, sahibinin izni olmaksızın himaye edilmez.

Bu sahifeyi kabul eden taraflar arasında bir ihtilaf veya hadise meydana gelirde fesadından korkulursa, Allah ve Rasûlünün hakemli­ğine başvurulsun. Allah, bu sahifedeki hayırlı ve iyi şeyleri kabul eder. Kureyş himaye edilmez. Onlara yardım edenler de himaye olunmaz. Bu sahifeyi kabul edenler, Medine'nin etrafına ansızın saldırılıp kuşatıl­ması durumunda, saldırganlara karşı aralarında yardımlaş acaklar dır. Barış yapacakları ve kabul edip yüklenecekleri bir barışa çağrıldıkları zaman bu barış akdini yapar ve kabul edip yüklenirler. Onlar barışa çağrıldıkları zaman, müminlere karşı hakları olur. Ancak dine karşı savaşanlar, bundan müstesnadırlar. Herkesin eski borçları, aynen de­vam eder. Bu sahife, zalim veya günahkarların ceza görmesine engel ol­maz. Medine'den çıkan, Medine'de oturan kimse güvenliktedir. Ancak zulmeden veya günah işleyen müstesnadır. İyilik edip takvalı olan kim­seyi, Allah korur."

İbn İshak, bu muahedeyi bu şekilde nakletmiştir. Ebu Ubeyd Ka­sım b. Sellam,"Garip" adlı kitabında bundan uzun uzadıya söz etmiştir. [12]

 

Hz. Peygamber'in Muhacirlerle Ensar'ı Kardeş Yapması

 

Yüce Allah buyurdu ki:

«Daha önceden Medine'yi yurd edinmiş ve gönüllerine imanı yerleş­tirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik hissetmezler; kendile­ri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nef­sinin tamahkarlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete eren­lerdir.» (el-Haşr, 9.)

«Kendileriyle yeminleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz. Doğru­su Allah her şeye şahiddir.» (cn-Nisâ, 33.)

Buharı, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: ayetiyle mirasçılar kastedilmiştir. «Kendileriyle yeminleştiğiniz kimseler» sözüy­le şu mana kastedilmiştir: Muhacirler, Medine'ye geldiklerinde Muha­cir akrabalarına değil de Ensâr'dan olan kimseye mirasçı oluyorlardı. Çünkü Peygamber (s.a.v.), Muhacirlerle Ensârarasmda kardeşlik tesis etmişti. ayeti nazil olunca bu hüküm neshedildi. Böy­le dedikten sonra İbn Abbas: "Kendileriyle yeminleştiğiniz kimselere hisselerini veriniz.» mealindeki ayeti okudu ve: "Onların yardım, nasi­hat ve yiyecek yardımından hisselerini verin. Ama mirasçı olma duru­mu kalktı. Böyleleri için vasiyet edilir." dedi.

İmam Ahmed b. Hanbel dedi M: Süfyan'ajAsım'm, Enes'ten rivayet ederek şöyle dediğini duydum: Peygamber (s.a.v.), bizim mekanımızda Ensârile Muhacirler arasında karşılıklı anlaşma ve ittifak yaptırdı." şeklinde bir söz söylendi.

Süfyan der ki: Sanki o, aralarında kardeşlik tesis etti, diyordu.

Muhammed b. îshak dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), ashabından olan Muhacirlerle Ensâr arasında kardeşlik tesis etti."

Aynı zat, sözüne devamla şöyle dedi: Bize ulaşan bir habere göre -ki söylemediği bir sözü kendisine isnad etmekten Allah'a sığınırız- Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah rızası için ikişer ikişer kardeş olun." Böyle dedikten sonra Hz. Peygamber, Ebu Talib oğlu Ali'nin elin­den tutarak: "İşte bu, benim kardeşimdir." demiştir.

Rasûlullah (s.a.v.), peygamberlerin efendisi, takva sahibi kimsele­rin önderi, âlemlerin eşsiz ve benzersiz Rabbinin elçisi idi. Ebu Talib oğlu Ali ile o, iki kardeş idiler. Allah ve Rasûlünün aslanı, Rasûlullah'ın amcası Abdülmuttalib oğlu Hamza ile Rasûlullah'ın azadlısı Harise oğ­lu Zeyd de iki kardeş idiler. Rasûlullah, Uhud savaşında Hamza'ya göz kulak olmasını Zeyd'e vasiyet etmişti. Ebu Talib oğlu Cafer-i Tayyar --harpte iki kolu kesilip şehid olduğu için Rasûlullah tarafından kendisi­ne iki kanatlı anlamına gelen bu unvan verilmiştir- ile Muaz b. Cebel de iki kardeş idiler.

İbn Hişam der ki: O günde (Uhud savaşında) Cafer, Habeş diyarın­da, uzaklarda idi.

İbn İshak der ki: Ebu Bekir ile Harice b. Zeyd el-Hazrecî iki kardeş idiler. Hattab oğlu Ömer ile Malik oğlu Utban iki kardeş idiler. Ebu Ubeyde ve Sa'd b. Muaz; Abdurrahman b. Avf ve Sa'd b. er-Rebî, Zübeyr b. Avvam ve Seleme b. Selame b. Vakş de iki kardeş idiler. Zübeyr b. Av-vam'ın, Abdullah b. Mes'ud ile kardeş olduğunu söyleyenler de vardır. Osman b. Affan ile Evs b. Münzir en-Neccarî, Talha b. Ubeydullah ile Ka'b b. Malik, Said b. Zeyd ile Übey b. Ka'b, Mus'ab b. Ümeyr ile Ebu Eyyüb, Ebu Hüzeyfe b. Utbe ile Abbad b. Bişr, Ammar ile Abdüleşhel'in müttefiki Hüzeyfe b. Yeman el-Absî iki kardeş idiler. Ammar'm, Sabit b. Kays b. Şemmas ile kardeş olduğunu söyleyenler de olmuştur.

Ebu Zer Berir b. Cünade ile hızlı koşan Münzir b. Amr, Hatib b. Ebi Beltaa ile Uveynı b. Saide, Sehnan ile Ebu Derda, Bilal ile Abdullah b. Revaha iki kardeş idiler.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın, aralarında kardeşlik tesis edildiğini bildirdi­ği bazı sahabelerin adları üzerinde tartışılabilir. Şöyle ki;

Peygamber'in kendini Hz. Ali ile kardeş ilan ettiğine ilişkin haberi, bazı âlimler kabul etmemekte ve sahih olmadığını söylemektedirler.

Bu görüşlerine dayanak olarak da mezkur kardeşliğin, bazı saha­beleri birbirlerine kenetleme ve gönüllerini birbirine ısındırma amacıy­la tesis edilmiş olduğunu göstermektedirler. Bunlara göre Peygam-ber'in kendini herhangi bir sahabe ile, Hamza ile Zeyd b. Harise örneğin­de olduğu gibi bir Muhaciri başka bir Muhacirle kardeş kılmasının anla­mı yoktu.

Yalnız şu hususu göz önünde bulundurmak gerekir ki, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'nin idare ve menfaatini başkasına havale etmeyi uy­gun görmediği için, Ali üe kardeş olduğunu ilan etmiş olabilir. Çünkü Hz. Peygamberin, geçimlerini temin ettiği kimselerden biri de Hz. Ali'dir. Henüz küçük yaşta ve babası Ebu Talib de hayatta iken, Pey­gamber onun nafakasını üstlenmişti. Daha önce bundan bahsederken

Mücahid ve diğerlerinin bu görüşte olduklarını söylemiştik. Aym şekil­de Hz. Hamza da, azadlüarı Zeyd'in çıkarlarını korumayı üstlenmiş ve bu sebeple onunla kardeş olmuş olabilir. Doğrusunu Allah daha iyi bilir. Abdülmelik b. Hişam'm da işaret ettiği gibi Cafer-i Tayyar ile Muaz b. Cebel'in kardeşlikleri konusu üzerinde ihtilaf vardır. İleride de açıkla­nacağı gibi EbuTalib oğlu Cafer-i Tayyar, hicri yedinci sene başlarında, Hayber fethi esnasında Medine'ye gelmiştir. Böyle olunca Peygam­berin Medine'ye gelişinin ilk günlerinde Cafer ile Muaz'ı kardeş kılmış olması nasıl mümkün olur? Yalnız ileriki bir zamanda Medine'ye geldiği takdirde, Cafer'le kardeş kılınması için Hz. Peygamber, Muaz'ı yedekte tutmuş olabilir.

Muhammed b. îshak'm; "Ebu Ubeyde ile Sa'd b. Muaz da iki kardeş idiler." sözü, İmam Ahmed b. Hanbel'in şu rivayetine ters düşmektedir:

Enes b. Malik'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Ebu Talha'yı kardeş yaptı.

Müslim de, Abdüssamed b. Ab dül varis'ten şöyle bir rivayette bu­lunmuştur ki bu, Ebu Ubeyde iîe Sa'd b. Muaz'm kardeş kılındıklarına dair İbn İshak in anlattıklarına nisbetle daha doğrudur. Allah, doğru olanı daha iyi bilir.

Sahih-i Buharî'de Hz. Peygamberin ashabını birbiriyle nasıl kar­deş kılmış olduğu bölümünde Abdurrahman b. Avf der ki:

"Peygamber (s.a.v.), Medine'ye geldiğimizde benimle Sa'd b. Rebii kardeş yaptı."

Ebu Cuhayfe dedi ki: "Peygamber (s.a.v.), Selman-ı Farisî ile Ebu Derda'yı kardeş yaptı."

Muhammed b. Yusuf, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdur­rahman b. Avf, Medine'ye geldi. Peygamber (s.a.v.), onunla Ensâr'dan Sa'd b. Rebii kardeş yaptı. Sa'd, kendi malını ve zevcelerinin yansım, Abdurrahman'a vermeyi teklif etti. Abdurrahman: "Malını ve aileni Al­lah sana mübarek etsin, yalnız sen, bana çarşının yolunu göster." dedi. Çarşıya gidip alış veriş yaptı. Kazanç olarak biraz yağ ve çökelek elde et­ti. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra Hz. Peygamber, onunla karşılaştı. Üzerinden safran kokusu geliyordu. Ona: "Bu nedir ey Ab­durrahman?" diye sordu. Abdurrahman: "Ya Rasûlallah, Ensâr'dan bir kadınla evlendim» cevabını verdi. Peygamber: "Ona ne kadar mehir ver­din?" diye sorunca o da: "Bir hurma çekirdeği kadar altın verdim." dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Bir koyun keserek de olsa, düğün yemeği ver."

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet eder: Abdurrahman b. Avf, Medine'ye geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Sa'd b. Rebi el-Ensârî'yi kardeş yaptı. Sa'd, Abdurrahman'a şöyle bir teklifte bulundu: "Medine halkının en zenginiyim. Malımın yarısını al, senin olsun. Nikahlı iki karım var... Bak, hangisini beğeniyorsan onu senin için boşayayım da onunla evlen."

Bu teklife Abdurrahman şu cevabı verdi:

"Allah, malım ve aileni sana mübarek kılsın. Yalnız siz, bana çarşı­nın yolunu gösterin."

Çarşının yolunu kendisine gösterdiler: Gitti, alışveriş yaptı, kazan­dı, biraz yağ ve çökelek getirdi. Aradan Allah'ın dilediği kadar bir süre daha geçtikden sonra, Safran kokusu sürünmüş olarak geldi, Rasûlullah (s.a.v.), "Bu da ne?" diye sorunca, Abdurrahman: "Bir kadın­la evlendim ya Rasûlallah" dedi. "Ona ne kadar mehir verdin?" diye so­runca, "Bir çekirdek ağırlığınca altın verdim." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "Bir koyun keserek de olsa düğün yemeği yap." emri­ni verdi. Abdurrahman, bir defasında şöyle demişti:

"Nihayet kendimi öyle bir halde gördüm ki, yerden bir taş kaldır-sam, altında mutlaka altın ve gümüş bulacağımı umardım."

îmam Ahmed b. Hanbel, Enes'ten rivayet etti ki, Muhacirler şöyle demişlerdi:

"Ya Rasûlallah! Aralarına geldiğimiz bu Medine halkı kadar iyi bir kavim görmedik. Gelirleri az olduğu zaman bizimle paylaşırlar. Çok ol­duğu zaman ise, bize hissemizden kat kat fazla verirler. Vallahi bütün ecir ve sevabı, kendilerinin götürmesinden korkuyoruz."

Hz. Peygamber, onlara şöyle cevap verdi:

"Hayır, siz onları övdüğünüz ve onlara dua ettiğiniz müddetçe size de ecir verilir."

Buharı, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Ensâr, Rasûlullah'a şöyle dedi:

- Hurmalıkları bizimle (Muhacir) kardeşlerimiz arasında taksim et.

Rasûlullah:

- Hayır, diye cevab verdi.

Bu kez Ensâr, Muhacirlere yönelerek:

- Masrafları karşılarsanız, sizi ürüne ortak yaparsak olur mu? diye sordular.

Muhacirler:                              .

- Bu teklifinizi duyduk ve teklifinize uyduk, dediler.

- Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ensâr'a şöyle dediğini rivayet eder:

- (Muhacir) kardeşleriniz mal ve evladlannı bırakıp size gelmişler­dir.

-  Malımızı onlarla paylaşacağız.

- Başka birşey yapsanız olmaz mı?

- Başka şey nedir?

- Onlar, çalışmayı bilmeyen kimselerdir. Onların yerine siz çalışın da ürünü onlarla paylaşın.

- Evet, olur.

Ensâr'm faziletine ve güzel karakterlerine dair hadislerle eserleri, «Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştir­miş olan kimseler...» (cl-Haşr, 9.) ayetinden bahsederken nakletmişizdir. [13]

 

Ebu Ümame Es'ad B. Zürare'nin Vefatı

 

Es'ad b. Zürare'nin şeceresi (soy kütüğü) şöyledir: Es'ad b. Zürare b. Ades b. Ubeyd b. Salebe b. Ğanm b. Malik b. Neccar. Bu zat, Akabe gece­sinde Neccar oğullarının temsilcisi idi. Yani ikinci Akabe bey'atındaki oniki temsilciden biri idi. Akabelerin her üçüne de katılmıştır. İkinci Akabe gecesinde bir görüşe göre Rasûlullah ile ilk bey*atleşen kişidir. O zaman, genç bir şahıstı. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Medine'de Hezmu'n-Nebit mıntıkasının Nakiü'l-Hadamat kısmında ilk cuma na­mazını kıldıran kişidir.

Muhammed b. îshak dedi ki: O aylarda mescid inşa edilmekte iken Ebu Umame Es'ad b. Zürare boğaz ağrısına ve hıçkırığa yakalanarak vefat etti.

İbn Cerir de, tarihinde Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Vücudu­na diken batan Es'ad b. Zürare'yi, Rasûlullah (s.a.v.) dağlamıştı.

İbn îshak, Yahya b.Abdullah b.Abdurrahman b.Es'ad b. Zürare'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ebu Umame, Ya­hudilerle Arap münafıkları için ne kötü bir ölüdür. Onlar diyorlar ki: Eğer Muhammed peygamber olsaydı arkadaşı ölmezdi. Halbuki Allah'­tan gelen birşeye karşı ne kendimi, ne de arkadaşımı koruyabilirim."

Bundan da anlaşılıyor ki Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden sonra vefat eden ilk Müslüman, Es'ad b. Zürare'dir.

ibn Esir, "Üsdu 1-Gabe" adlı eserinde, Es'ad b. Zürare'nin hicretten yedi ay sonra şevval ayında vefat ettiğini ifade etmiştir. Doğrusunu Al­lah bilir.

Muhammed b. îshak, Asım b. Amr b. Katade nin şöyle dediğini riva­yet eder: Neccar Oğullan, Ebu Umame Es'ad b. Zürare'den sonra kendi­leri için bir temsilci belirlemesini Rasûlullah'a arzettiler. O da şöyle ce­vap verdi:

"Siz benim dayılarımsımz. Aranızda ben varım. Ve sizin temsilciniz de benim." Hz. Peygamber böyle diyerek onlardan birini, diğerlerinden ayırd etmemek istemişti. Neccar oğulları, Rasûlullah'ın kendi temsilci­leri olduğunu ileri sürerek kavimlerine karşı üstünlük iddiasında bulu­nuyorlardı.

îbn Esir dedi ki: Bu da, Ebu Nuaym ile îbn Mendeh'in; "Es'ad b. Zürare, Saide oğullarının temsilcisi idi." mealindeki sözlerini çürüt mektedir. Çünkü o, Neccar oğullarının temsilcisi idi.

îbn Esir'in bu sözü doğrudur. Ebu Cafer b. Cerir, tarihinde şöyle der: Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye gelişinden sonra Müslümanlardan ilk vefat eden kişi, Peygamber Efendimiz'in ev sahibi Külsüm b Hedm'dir. Peygamberin Medine'ye gelişinden sonra çok geçmeden ve­fat etmiştir. Ondan sonra Es'ad b. Zürare vefat etmiştir. Es'ad, Hz. Pev-gamber'in Medine'ye geliş senesinde mescid inşası tamamlanmadan bo­ğaz ağrısına ve hıçkırığa yakalanarak vefat etmiştir.

Ben derim ki: Külsüm b. Hedm b. İmru'1-Kays b. Haris b. Zeyd b. Ubeyd b. Zeyd b. Malik b. Avf b. Amr b. Avf b. Malik b. Evs el-Ensârî el-Evsî, Beni Amr b. Avf oğulları kabilesinden olup yaşlı bir kimse idi. Hz. Peygamber'in Medine'ye gelişinden önce Müslüman olmuştu. Peygam­ber Efendimiz gelip Küba'ya yerleştiğinde Külsüm b. Hedm'in evine ko­nuk olmuştu. Geceleri orada kalırdı. Gündüz Sa'd b. Rebiin evinde asha­bı ile sohbet ederdi. Neccar oğulları yurduna taşımncaya kadar böyle yapmıştı.

İbn Esir dedi ki: Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişinden sonra ilk vefat eden Müslüman, Külsüm b. Hedm'dir. Ondan sonra Es'ad b. Zürare vefat etmiştir. Taberî, bunu bu şekilde nakleder. [14]

 

Abdullah B. Zübeyr'in Hicri Birinci Senenin Şevval Ayında Doğumu

 

Hz. Peygamber'in, Medine'ye hicretinden sonra Muhacirlerin do­ğan ilk çocuğu, Abdullah b. Zübeyr'dir. Nitekim hicretten sonra Ensâr'dan doğan ilk çocuk da Numan b. Beşir'dir. Bazılarının ifadesine göre Abdullah b. Zübeyr, hicretin yirminci ayında doğmuştur. Ebu'l-Es-ved böyle demiştir. Vakidî de Muhammed b. Yahya b. Sehl b. Ebi Has-me'den böyle bir rivayette bulunmaktadır.

Söylendiğine göre Numan, Abdullah b. Zübeyr'den altı ay kadar Ön­ce, yani hicretin ondördüncü ayında doğmuştur. Bununla beraber doğru olan, bizim daha önce söylediğimizdir.

Buharî'nin, Hişam b. Urve'den rivayet ettiğine göre Esma, Abdul­lah b. Zübeyr'e hamile iken şöyle demiştir: Mekke'den cilttim. Medine'ye geldim. O esnada doğum yaklaşmıştı. Küba'ya indim. Abdullah'ı Kü­ba'da doğurdum. Sonra onu alıp Rasûlullah'a getirdim. Onu kucağına aldı. Sonra biraz hurma getirilmesini emretti. Hurma getirdiler. Hur­mayı ağzma alıp çiğnedi. Sonra Abdullah'ın ağzına tükürdü. Böylece onun karnına giren ilk şey, Rasûlullah'm tükürüğü oldu. Sonra ağzına hurma sürdü. Ona dua etti. Mübarek olmasını diledi. Abdullah, hicret­ten sonra doğan ilk çocuk oldu.

Kuteybe, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: İslâm döneminde Medine'de doğan ilk çocuk, Abdullah b. Zübeyr oldu. Onu alıp Rasûlullah'a getirdiler. Rasûlullah, biraz hurma alıp çiğnedi. Sonra onu Abdullah'ın ağzına koydu. Böylece Abdullah'ın karnına giren ilk şey, Rasûlullah'm tükürüğü oldu.

Bu rivayet, Vakidî ve diğerlerine karşı bir hüccet (delil) dir. Çünkü onun anlattığına göre Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye dönerken, Abdullah b. Uraykit'le birlikte Zeyd b. Harise ile Ebu Rafii de göndermişti. Bunla­rı kendi ailesiyle Ebu Bekir'in ailesini getirmekle görevlendirmişti. Bunlar, Peygamber (s.a.v.)'in hicretinin ardı sıra o aileleri getirmişler­di. O esnada Esma, doğurması yakın olan bir hamile idi. Doğururken se­vinen Müslümanlar, yüksek seslerle tekbir getirdiler. Çünkü Müslümanların aldıkları haberlere göre Yahudiler, hicretten sonra Müslümanların çocuklarının olmaması için güya onlara büyü yapmış­lardı. Yahudilerin bu iddiasının asılsız olduğunu Cenâb-ı Allah isbatla-mıştı. [15]

 

Bu Senede Rasûlullah (S.A.V.)'In Aişe İle Gerdeğe Girmesi

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), şevval ayında benimle evlendi. Şevval aynıda da be­nimle gerdeğe girdi. Rasûlullah 'm yanında hangi zevcesi benden daha şanslıdır?"

Hz. Aişe, kendi kabilesinden olan kadınların şevval ayında evlen­melerini isterdi.

Buna göre Rasûlullah (s.a.v.), hicretin yedinci veya sekizinci ayında Hz. Aişe ile gerdeğe girmiş oluyor. İbn Cerir, hem yedinci ayda, hem de sekizinci ayda gerdeğe girdiğine dair iki kavil nakletmiştir. Önceki say­falarda Hz. Peygamber, Medine'ye gelmeden önce Şevde ile evlenişi, gel­dikten sonra da Aişe ile gerdeğe girişi ve gerdeğe girişinde gündüzieyin Sünh mevkiinde gerçekleştiği hakkında açkılamalarda bulunmuştuk. Bu da insanların bugün itiyad haline getirdikleri teamüle muhaliftir. Hz. Peygamber'in, şevval ayında gerdeğe girişi de güya eşlerin birbirin­den ayrılmalarına sebep olacağı endişesiyle iki bayram arasında gerde­ğe girmeyi mekruh sayan bazı kimselerin vehimlerini boşa çıkarmakta­dır. Bunun aslı yoktur. Çünkü Hz. Aişe, bu vehme kapılanlara reddiye olsun diye şöyle demiştir:

"Rasûlullah, şevval ayında benimle evlendi. Şevval aymda da be­nimle gerdeğe girdi. Onun kadınlarından hangisi, benim kadar şanslı­dır?"

Bu da gösteriyor ki Hz. Aişe, Rasûlullah'm bizzat kendisinden, zevçeleri arasında en çok kendisini sevdiğini duymuş ve anlamıştır. Açık delillere dayanarak biz de diyoruz ki, bu şekilde anlaması doğrudur. Şu hadis, bunu isbatlamak için yeterlidir. Buharı, Anır b. As'tan şu rivayeti yapmaktadır:

- Ya Rasûlallah, insanlar arasında en çok sevdiğin kimdir?

- Aişe'dir.                                                   

- Ya erkeklerden en çok kimi seversin?

- Aişe'nin babasını... [16]

 

Fasıl

 

îbn Cerir dedi ki: Bu sene, yani hicretin birinci senesinde -söylendi­ğine göre- ikamet halindeki namaz artırıldı. Üzerine iki rekat eklendi. Daha önce hem ikamet namazı, hem de yolculuk namazı iki rekat idi. ikamet namazına (yolculuk dışında normal zamanlardaki namaza) iki rekatın eklenmesi, Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye gelişinden sonra rebiyülahır ayının on ikinci gecesinden sonra olmuştur.

Vakidî, Hicaz ehli arasında bu hususta ihtilaf bulunmadığını ifade etmiştir.

Ben derim ki: Daha önce belirtildiği üzere Buharî'nin rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nakletmiştik:

"İlk farz kılındığında namaz, iki rekat olarak farz kılınmıştı. Yolcu­luk halindeki namaz, yine iki rekat olarak kaldı. Ama ikamet halindeki namaz artırıldı."

Beyhakî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğim rivayet eder: ikamet ha­lindeki namaz, ilk farz kılınırken dört rekat olarak farz kılınmıştı. Doğ­rusunu Allah bilir.

Nisa sûresinde şu ayet-i kerimeden bahsederken bu konuda fikri­mizi beyan etmiştik:

«Yolculuk ettiğinizde, kafirlerin size bir fenalık yapmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızda size bir sorumluluk yoktur.» (101.) [17]

 

Ezan

 

Peygamber (s.a.v.)'in Medine'ye gelişinden sonra ezan meşru kılın­dı.

îbn Ishak dedi ki:. Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye yerleşip huzur bul­duğu zaman Muhacir kardeşleri onun yanına gelip toplandılar. Sonra Ensâr da gelip toplandı. İslâm'ın işi sağlamlaşmış, namaz yerleşmiş, ze­kat ve oruç farz kılınmış, hadler vazedilmiş, helal ve haram yasalaşmış, islâmiyet nallan arasına yerlemişti. Medine'de iman eden bir Ensâr top­luluğu oluşmuştu. Rasûlullah oraya geldiği zaman insanlar, namaz va­kitleri için davetsiz olarak toplanıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), oraya geldiği zaman bir boru edinmek istedi. Tıpkı Yahudilerin kendi namaz­larına çağırırken kullandıkları boru gibi. Sonra borudan hoşlanmadı. Sonra çan çalınmasını emretti ki, Müslümanlar namaza onunla çağrıl­sınlar.

Aralarında bunu düşünürlerken Abdullah b. Zeyd b. Salebe b. Abdi Rebbih -ki bu zat, Belharis b. Hazreç'in kardeşidir- namaza çağrı ile ilgi­li şeyi rüyasında gördü. Rasûlullah'a geldi ve şöyle dedi:

- Ey Allah'ın elçisi! Bu gece biri benim yanımda dolaştı, bana uğra­dığında, üzerinde iki yeşil elbise vardı. Elinde bir çan taşıyordu. Ona de­dim ki:

- Ey Allah'ın kulu! Bu çanı satar mısın?

- Ne yapacaksın, dedi. Dedim ki:

- Onunla namaza çağırmak istiyorum.

- Sana bundan, daha hayırlı birşeyi göstereyim mi, dedi?

- Nedir o hayırlı şey? dedim.

- Bunun üzerine dedi ki:

- Şöyle dersin: Allahu Ekber Allahu Ekber. Allahu Ekber Allahu Ekber. Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü en-ne Muhammeden Rasûlullah. Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah. Hayye alessalah. Hayye alessalah. Hayye alel felah. Hayye alel felah. Allahu Ekber. Allahu Ekber. Lâ ilahe illallah.

Abdullah b. Zeyd, bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a anlattığında kendileri şöyle buyurdu:

«Muhakkak bu gerçek bir rüyadır inşaallah, o halde Bilal'in yanına git ve bunu ona öğret. O, bununla namaz vakitlerini bildirsin. Çünkü onun senden daha tesirli ve uzaklara ulaşan sesi vardır.»dedi. Bilal ezan okuduğu zaman Ömer b. Hattab bunu evinde iken işitti. Cübbesini giyerek Rasûlullaltın yanma gelip şöyle dedi:

"Ey Allah'ın peygamberi! Seni hak rasûl olarak gönderene yemin ederim ki, Abdullah'ın gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) «Hamd Allah'a mahsustur.» de­di.

Ebu Davud'taki bir rivayete göre Abdullah b. Zeyd'in rüyada gördü­ğü kişi, ona ikameti de öğretmiş, ezanı öğrettikten sonra ona şöyle de­miş: Sonra namaza durduğunda şöyle dersin: Allahu Ekber Allahu Ek-ber. Allahu Ekber Allahu Ekber. Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü enlâ ilahe illallah. Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah. Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah. Hayye alessalah. Hayye alessalah. Hayye alel felah. Hayye alel felah. Kad'kametis salah. Kad'kametissalah. Alla­hu Ekber. Allahu Ekber. Lâ ilahe illallah.

Ebu Ubeyd, Abdullah b. Zeyd el-Ensârî'nin bu konuda şöyle bir şiir okuduğunu söylemiştir:

"Celal ve ikram sahibi Allah'a hamdolsun. Ezan nimetini bahşetti­ğinden ötürü büyük övgüler O'na olsun.

Çünkü Allah katından bana ezanı, bir müjdeci getirdi. O müjdeci benim katımda çok mükerremdir.

Üç gece peşpeşe bana geldi. Her geldiğinde beni daha çok ağırlardı."

Ben derim ki: Bu garib bir şiirdir. Bundan anlaşıldığına göre güya Abdullah, rüyadaki adamı üç gece peşpeşe görmüş, sonra gelip rüyasını Rasûlullah'a anlatmıştır. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Mace'nin Salim'in babasından naklettiğine göre namaza çağrı konusu kendilerini düşündürdüğünde Rasûlullah (s.a.v.), bu işi insan­larla müşavere etti. Ona, borazan çalınmasını teklif ettiler. Yahudiler, borazan kullandıkları için Rasûlullah bu teklin hoş görmedi. Sonra ona çan çalınmasını teklif ettiler. Hristiyanlar çan çaldıklarından bu teklifi de hoş görmedi. O gece Ensâr'dan Abdullah b. Zeyd adındaki bir adama ve Ömer b. Hattab'a rüyada ezan anlatıldı. Ensârî geceleyin Rasûlullah'a gelip rüyasını nakletti. Rasûlullah da Bilal'e emir verdi. Bilal de rüyada anlatıldığı şekilde ezan okudu.

Zührî der ki: Sabah ezanında Bilal, ezana: «Namaz uykudan daha hayırlıdır» sözlerini iki kez ekledi. Rasûlullah, bu ilaveyi onayladı. Hz. Ömer dedi ki:

"Ya Rasûlallah, Abdullah'ın gördüğü rüyanın aynısını ben de gördüm. Ne var ki o benden önce sana anlattı."

Bu bahsin tafsilatı, "Ahkam-ı Kebir" adlı kitabın ezan babında inşaallah verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız yüce Allah'dır.

Süheylî'nin, Ali b. Ebi Talib'ten naklettiği hadise gelince o burada îsrâ hadisini anlatarak şöyle demiştir: "Perde arkasından bir melek çı­kıp şu ezanı okudu. Her bir kelimeyi telaffuz ederken yüce Allah, onu tasdik ediyordu. Sonra melek, Muhammed (s.a.v.)'in elinden tutup onu öne geçirdi. O da -aralarında Adem ve Nuh da olmak üzere- gök halkına imamlık etti..."

Süheylî'nin iddia ettiği gibi bu sahih bir hadis değil, aksine münker bir hadistir. Cameliye fırkasının kendisine nisbet edildiği Ziyad b. Mün-zir Ebu'l-Carud'tan başka bunu rivayet eden yoktur ki, o da rivayet hu­susunda töhmet altında bulunan kimselerdendir. Şayet Rasûlullah (s.a.v.), böyle birşeyi îsrâ gecesinde duymuş olsaydı, hicretten sonra he­men namaza çağrı esnasında bu ifadelerin söylenmesini emrederdi. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Hişam, Ubeyd b. Ümeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Peygamber (s.a.v.) ile ashabı, çan ile namaza çağrı yapılması husu­sunda meşveret ediyorlardı. Bir ara Hattab oğlu Ömer, çan için iki ağaç satın almak istedi. O sırada Hattab oğlu Ömer, uykusunda "Bu işi çanla yapmayın. Namaz için ezan okuyun."diye rüyasında gördü.

Bunun üzerine Ömer, Peygamber (s.a.v.)'e rüyasını anlatmak için gitti. Halbuki Hz. Peygambere bu konuda az önce vahiy gelmişti. Ömer, Bilal'in ezan okumasını istiyordu. Bunu Rasûlullah'a söylediğinde o bu-yurduki: «Vahiy senden önce geldi.»

Bazılarının açıkça ifade ettikleri gibi bu rivayet, Abdullah b. Zeyd b. Abdi Rebihî'nin gördüğü rüyayı tasdik edecek şekilde vahiy geldiğini is­patlamaktadır. Doğrusunu yüce Allah bilir.

İbn İslıak, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Neccar oğullarından bir kadın şöyle dedi:

«Benim evim, mescidin etrafındaki evlerin en yükseği idi. Bilal, her sabah evimin üzerine oturuyor ve fecrin ufukta uzandığını gördüğü za­man şöyle diyordu:

"Allahım, ben sana hamdeder, Kureyş'in senin dinine karşı koyma­sına karşı senden yardım dilerim." Allah'a yemin ederimki, bir tek gece dahi, onun bu duayı terkettiğini görmedim.» [18]

 

Hz. Hamza'nın Serîyyesi

 

îbn Cerir dedi ki: Vakidî'nin ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), ra­mazan ayında, yani hicretinin yedinci ay başında Abdülmuttalib oğlu Hamza için beyaz bir bayrak hazırladı. Onu, otuz Muhacirin başına ko­mutan yaptı. Bunlar, Kureyş kervanlarına taarruz edeceklerdi. Göreve giden Hz. Hamza, 300 kişilik Ebu Cehil liderliğinde bulunan Kureyşli bir kervana rastladı. Aralarına Mecdî b. Amr girdi ve^savaş olmadı. Bu seriyyede Hz. Hamza'mn bayrağım, Ebu Mersed el-Ganevî taşıyordu. [19]

 

Ubeyde B. Harîs B. Abdülmuttalîb'in Seriyyesî

 

İbn Ceıir dedi ki: Yine Vakidî'nin ifadesine göre Peygamber (s.a.v.), hicretin sekizinci ay başında (şevval ayında) Ubeyde b. Haris için de be­yaz bir bayrak hazırladı. Kendisinin, adamlarıyla birlikte Batnı Rabiğ'a gitmesini emretti.

Ubeyde'nin bayrağı Mistah b. Üsase'de idi. Seniyetü'l-Mürre'ye vardılar. Orası Cühfe taraflarında bir yerdir. Bu seriyyede altmış Muhacir vardı. Aralarında Ensâr'dan kimse yoktu. Ahya suyu yanında Muhacirlerle müşrikler karşılaştılar. Kılıç çekmeksizin ok atıştılar.

Vakidî der ki: Müşrikler 200 kişi idiler. Başlarında Ebu Süfyan Sahr b. Harp vardı. Başlarında Mikrez b. Hafs'm bulunduğunu söyle­yenler de olmuştur. [20]

 

Fasıl

 

Vakidî dedi ki: Hicretin birinci senesinin zilkade ayında Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Ebi Vakkas için de beyaz bir bayrak hazırladı. Bayrağı Mikdad b. Esved taşıyordu. Harar'a gitmelerini emretti. Sa'd'ın oğlu Amir şöyle demiştir: Babam bana dedi ki: Yirmi kişiyle birlikte piyade olarak yola çıktık. Gündüzleri gizleniyor, geceleri gidiyorduk. Beşinci günün sabahında Harar mevkiine vardık. Rasûlullah (s.a.v.), Harar mevkiini geçmememizi bana emretmişti. Ama müşrik kervanı benden bir gün önce oradan geçmişti.

Vakidî dedi ki: Müşrik kervanında altmış kişi vardı. Sa'd'm berabe­rindekilerin tamamı, Muhacirlerdendi.

Ebu Cafer b. Cerir dedi ki: İbn İshak nezdindeki rivayete göre bu üç seriyyenin tamamı, hicretin ikinci senesinde olmuştur.

Ben derim ki: İbn İshak'm sözleri -düşünen kimseler için- Ebu Ca­fer'in sözlerine göre sarih değildir. Nitekim bunu hicretin ikinci senesi­nin baş kısmındaki "Meğazi" kitabında bu konudan sonra gelecek olan bölümde açıklayacağız. Belki de o bu seriyyelerin, hicrî birinci senede teşkil edildiklerini söylemek istemiştir. İlgili kısma geldiğimizde inşa-allah bu konuyu tafsilatıyla izah edeceğiz. Vakidî de güzel olan bazı faz­lalıklar vardır. O, bu konunun önde gelen liderlerindendir. Şahsiyet ola­rak doğru sözlüdür. Çok rivayetleri vardır. Nitekim onun adalet ve cerhinden «et-Tekmil fi Ma'rifeti's-Sikati ve'd-Duafai ve'1-Mecahil» adlı kitabımızda uzun uzadıya bahsetmişizdir. Övgü ve minnet Allah'adır. [21]

 

Fasıl

 

Hicretin birinci senesinde doğan çocuklardan birisi de Abdullah b. Zübeyr'dir. Hicretten sonra Medine'de Müslümanların doğan ilk çocuğu odur. Nitekim Buharı, onun annesi Esma ile teyzesi ümmü'l-mü'minin Hz. Aişe'nin de böyle dediklerim rivayet etmiştir. Bu iki kadın, Ebu Bekir es-Sıddık hazretlerinin kızlarıdır.

Bazıları demişler ki: Numan b. Beşir, Abdullah b. Zübeyr'den altı ay önce doğmuştur. Şu halde Abdullah İbn Zübeyr, hicretten sonra Muha­cirlerin doğan ilk çocuğudur. Bazılarının anlattıklarına göre Abdullah b. Zübeyr ile Numan b. Beşir, hicretin ikinci senesinde doğmuşlardır. Kuvvetli olan, birinci görüştür. Nitekim bununla ilgili açıklamayı önce­ki sayfalarda vermiş bulunmaktayız. Övgü ve minnet Allah'adır. Hicri ikinci senenin sonlarında ikinci kavle de işaret edeceğiz.

İbn Cerir dedi ki: Anlatıldığına göre Muhtar b. Ebi Ubeyd ile Ziyad b. Sümeyye, hicri birinci senede doğmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.

Hicri birinci senede vefat eden sahabelerden birisi, Külsüm b. Hedm el-Evsî'dir. Rasûlullah (s.a.v.) Küba'da bu zatın evine yerleşmiş, misafiri olmuştur. Buradan Neccar oğulları yurduna intikal etmiştir.

Külsüm b. Hedm'den sonra Ebu Umame Es'ad b. Zürare vefat etmiştir. O da Neccar oğullarının temsilcisi idi. Rasûlullah, mescidi inşa ederken o vefat etmişti. Allah her ikisinden razı olsun, onları da hoşnud kılsın.

İbn Cerir dedi ki: Hicri birinci senede Ebu Uhayha Taif te, Velid b. Muğire ile As b. Vail es-Sehmî de Mekke'de ölmüşlerdir.

Ben derim ki: Bunlar müşrik olarak ölmüşlerdir. Yüce Allah'a tes­lim olmamış ve İslâm'a girmemişlerdir. [22]

 

Hicri İkinci Senede Meydana Gelen Hadiseler

 

Bu senede birçok gazalar yapılmış, seriyyeler teşkil edilmiştir. Bunların en büyüğü ve önemli olanı, hicri ikinci senenin ramazan ayın­da vuku bulan büyük Bedir gazvesidir. Bu gazvede Cenâb-ı Allah, hak ile batılı, hidayet ile sapıklığı birbirinden ayırmıştır. Bu bölümde gazve­lerden ve seriyyelerden bahsedeceğiz. Allah'ın yardımına sığınarak sö­ze başlayacağız. [23]

 

Kîtabu'l-Megazî

 

İmam Muhammed b. îshak b. Yesar, "es-Sîre" adlı kitabında Yahu­di âlimlerinden ve onların Müslümanlara, İslâmiyet'e karşı düşmanlık yapmalarından, onlar hakkında nazil olan ayetlerden bahsetmiş ve uzun uzadıya tafsilat vermiştir. Yahudi âlimleri şunlardı: Hüyey b. Ahtap ile kardeşleri Ebu Yasir ve Cüdeyy, Sellam b. Mişkem, Kinane b. Rebi b. Ebu'l-Hukayk, Sellam b. Ebi'l-Hukayk (Bü Ebu Rafı el-A'ver'dir. Hicazlılarm taciridir. îleride de açıklanacağı gibi sahabeler bunu Hay-ber'de öldürmüşlerdir.), Rebi b. Rebi Ebi'l-Hukayk, Amr b. Cahhaş Ka'b b. Eşref (Bu Tay kabilesinden, Nebhan oğullarından dır. Annesi ise Nadir oğulları Yahudilerindendir. Sahabeler bunu -ileride açıklanacağı gibi- Ebu Rafi'den önce öldürmüşlerdir.), Ka'b'in müttefikleri Haccac b. Amr ile Kerdem b. Kays. Allah bunlara lanet etsin. Bu saydıklarımız, Nadir oğulları Yahudilerinden diler.

Sa'lebe b. Fityevn oğullarından olan Yahudi âlimlerine gelince bun­ların adları da şöyle sıralanabilir:

Abdullah b. Suriya (Bundan sonra Hicaz mıntıkasında kendisin­den daha âlim ve Tevrat'ı çok daha iyi bilen bir Yahudi görülmemiştir. Ben derim ki: Bunun Müslüman olduğunu söyleyenler de vardır.), îbn Saluba Muhayrik (Bu, ileride de açıklanacağı gibi Uhud savaşında Müslüman olmuştur. Kavminin bilgin şahsiyetidir.).

Kaynuka oğullan Yahudilerinin âlimlei'ine gelince bunların isim­leri şöyledir:

Zeyd b. el-Lasit, Sa'd h. Hanif, Mahmud b. Seyhan, Uzayz b. Ebi Aziz, Abdullah b. Dayf, Süveyd b. Haris, Rufaa b. Kays, Finhas, Eşya, Numan b. Eda, Bahri b. Amr, Şas b. Adiy, Şas b. Kays, Zeyd b. Haris, Nu-man b. Amr, Sükeyn b. Ebi Sükeyn, Adiy b. Zeyd, Numan b. Ebi Evfa, Ebu Enes, Mahmud b. Dahya, Malik b. Sayf, Ka'b. b. Raşit, Azir, Rafî b. Ebi Rafî, Halid b. Ezar, Ezar b. Ebi Ezar, Rafı b. Harise, Rafi b. Hüreym ile Rafi b. Harice, Malik b. Avf, Rufaa b. Zeyd b. Tabut ve Abdullah b. Se­lam.

Bu zatın (Abdullah b. Selam) islâm'a girişi, daha Önceki sayfalarda

anlatılmıştı.

îbn îshak dedi ki: Abdullah b. Selam, Yahudilerin derin âlimi ve bil­gin şahsiyeti idi. Adı Husayn idi. Müslüman olunca Rasûlullah (s.a.v.) ona Abdullah adını verdi.

îbn îshak dedi ki: Kurayza oğulları Yahudilerine gelince bunların bilginleri şunlardır:

Zübeyr b. Bata b. Vehb, Azal b. Samoyel, Ka'b b. Esed (Bu, onların Hendek savaşında iken bozdukları akidlerini yapmış kişidir.), Samoyel b. Zeyd b. Ka'b, Vehb b. Zeyd, Nafi b. Ebi Nafi, Adiy b. Zeyd, Haris b. Avf, Kerdem b. Zeyd, Üsame b. Habib, Rafi b. Rümeyle, Cebel b. Ebi Küşeyr ve Vehb b. Yahuza.

îbn İshak dedi ki: Zürayk oğulları Yahudilerinin bilgim ise Lebid b. A'sem idi. Rasûlullah'a büyü yapan bu şahıstı.

Harise oğulları Yahudilerinin bilgim, Kinane b. Suriya idi.

Amr b. Avf oğullan Yahudilerinin bilgim, Kerdem b. Amr idi.

Neccar oğullan Yahudilerinin bilgini ise, Silsile b. Berham idi.

İbn îshak dedi ki: Bu kişiler, Yahudilerin bilginleri ve Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabına karşı şer üretip düşmanlık yapan kimseler idiler. Rasûlullah'ı zor durumda bırakmak, inatçılık yapmak, kafirliklerini daha da ileri götürmek için ona birçok soru soran kimseler bunlardı. Bunlardır İd, İslâmiyet'i söndürmek için İslâm'a ve Müslümanlara düş­man kesilmişlerdi. Sadece Abdullah b. Selam ile Muhayrik bunlardan müstesnadırlar.

Daha sonra îbn îshak, Abdullah b. Selam ile halası Halide'nin İslâm'a girişlerini de anlatır. Nitekim biz, bu hadiseyi daha önce naklet­miştik. Yine îbn İshak, Muhayrik'in Uhud gününde İslâm'a girişini ve kendi kavmine cumartesi günü şöyle dediğini de nakleder:

- Ey Yahudi topluluğu! Allah'a yemin ederim ki siz, Muhammed'e yardım etmenin sizin üzerinize bir yükümlülük olduğunu elbetteld bil­mektesiniz!

- îyi ama bugün cumartesi günüdür.

- Sizin için cumartesi yoktur!

Böyle dedikten sonra silahını alıp kavminden geride kalanlara şöy­le demişti:

- Eğer bugün öldürülürsem, malım Muhammed (s.a.v.)'in olsun. O, Allah'ın kendisine bildirdiği gibi malımı sarfetsin.

Zengin bir kişi olan Muhayrik, Rasûlullah'm yanına vardı. Safları arasına katıldı. Şehid düşünceye kadar savaştı.

Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında şöyle demiştir:

«Muhayrik, Yahudilerin en hayırhsıdır." [24]

 

Fasıl

 

îbn İshak, Yahudilerden olan bu zıt şahıslara Evs ve Hazreç münafıklarından meyleden kimselerin adlarını da sıralamıştır. Evs ka­bilesinden belirttiği isimler şunlardır:

Züveyy b. Haris, Cülas b. Süveyd es-Samid el-Ensarî ki onun hak­kında şu ayet nazil olmuştur:

«Andolsun ki, Müslüman olduktan sonra inkar edip küfür sözünü söylemişler iken, söylemedik diye Allah'a yemin ettiler.» (et-Tevbe, 74.)

Cülas, Tebük gazvesine katılmayıp geride kaldığı esnada: "Eğer şu adam (Muhammed) doğru sözlü ise biz eşeklerden daha kötüyüzdür!" demiş ve yukarıdaki ayet-i kerime bu münasebetle nazil olmuştu.

Üvey oğlu Ümeyr b. Sa'd, Cülas'm bu sözü, Rasûlullah (s.a.v.) hak­kında söylediğini iddia etmişti. Ancak Cülas bunu inkar etmiş ve böyle demediğine dair yemin etmişti. Bu sebeple yukarıdaki ayet onun hak­kında nazil olmuştur. Anlatıldığına göre o, bundan sonra tevbe etmiş ve tevbesini güzelce tutmuş, öyleki İslâmiyet'ini muhafaza ederek hayırlı bir kimse olarak bilinip tanınmıştı.

Evs kabilesindeki adamları sayan îbn İshale, sıralamaya devam ederken, Cülas b. Süveydin kardeşi Haris b. Süveyd'in, Mücezzer b. Zi-yad el-Belevî ile Kays b. Zeyd'i öldürdüğünden de bahseder. Kays, Du-bay'a oğulları kabile sin dendir. Bunları Uhud gününde öldürmüştü. Müslümanlarla birlikte Uhud savaşma giden Haris, münafık bir kimse idi. Bu iki şahsı görünce üzerlerine saldırarak öldürmüş, sonra da kaçıp Kureyşlilerin saflarına katılmıştı.

İbn Hişam dedi ki: Mücezzer'in babası, cahiliye devrindeki savaş­lardan birinde Haris'in babası Süveyd b. Samit'i öldürmüştü. Böylece Haris, Uhud savaşında babasının öcünü almış oldu.

İbn İshak'm ifadesine göre Süveyd b. Samit'i öldüren kişi, Muaz b. Afra1 dır. Muaz, Süveyd'i Buas savaşından önce ok ile öldürmüştür.

ibn Hişam, Haris'in, Kays b. Zeyd'i öldürmüş olmasını kabul etme­yerek şöyle der: "Çünkü İbn İshak, Uhud'ta öldürülen kimseler arasında Kays b. Zeyd'ten bahsetmemektedir."

İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) -yakaladığı takdirde- Haris'i öldürmesi için Hattab oğlu Ömer'e emir verdi. Bunun üzerine Haris, tevbe etmek ve kavmine dönmek istediğine dair bir mektubu kardeşi Cülas'a gönderdi. İbn Abbas'tan bana ulaşan bir habere göre Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu ayeti inzal buyurdu:

«İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şahadet ettikten, kendile­rine belgeler geldikten sonra inkar eden bir milleti Allah nasıl doğru yo­la eriştirir? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.» (Âl-ilmrân, 86.)

îbn İshak, Evs kabilesindeki münafıkların adlarını sıralarken, şöy­le der: Bicad b. Osman b. Amir, Nebtel b. Haris. Bu sonuncu şahıs hak­kında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Şeytana bakmak isteyen, şuna baksın.»

Nebtel, iri cüsseli, sarkık dudaklı, dağınık saçlı, kızarık gözlü ve mor yanaklı idi. Rasûlullah'tan dinlediği sözleri götürüp münafıklara ulaştırırdı. Bu şahıs, Rasûlullah hakkında şöyle diyordu: «Muhammed sadece bir kulaktır. Birisi ona birşey söylediğinde hemen tasdik eder.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu ayeti inzal buyurdu:

«İki yüzlülerin içinde «O her şeye kulak kesiliyor» diyerek peygam­beri incitenler vardır.» (et-Tevbe, eı.)

îbn îshak, Evsli münafıkların adlarını sıralamaya devam ederek

şöyle der:

Ebu Habibe b. Ez'ar (Bu , mescid-i Dırar'ı inşa edenlerdendi.), Sa'le-be b. Hatip, Muattip b. Kuşeyr... Bu iki kişi, Allah'a söz vererek: «Eğ;er Allah bize lütfundan verirse, muhakkak ki biz sadaka veririz.» demiş­lerdi. Ama Allah kendilerine lütfedip mal verince bu sözlerini yerine ge­tirmemişlerdi. Bunun üzerine haklarında kmayıcı bir ayet nazil olmuş­tu. Muattip, Uhud gününde şöyle demişti: «Bu işte fikrimiz alınsaydı, biz burada öldürülmezdik.» Böyle demesi üzerine ayet-i kerime nazil ol­du. O, Hendek savaşında da şöyle demişti: "Muhammed, Kisra ile Kay­serin hazinelerini yiyeceğimizi bize va'd ediyor. Oysa bizlerden herhan­gi biri, def-i hacete gitmek için dışarıya çıkarken bile güvenlikte değil­dir!" Böyle demesi üzerine şu ayet-i kerime nazil olmuştu:

«İki yüzlüler ve kalblerinde hastalık olanlar: «Allah ve peygamberi bize sadece kuru vaadlerle bulundular.» diyorlardı.» (el-Ahzâb, 12.)

İbn İshak, Evsli münafıklar arasında Haris b. Hatib'in adını da ver­mektedir.

İbn Hişam dedi ki: Muattip b. Kuşeyr, Sa'lebe b. Hatip ve Haris b. Hatip,Ümeyye b. Zeyd oğulları kabilesinden olup Bedir savaşma katıl­mışlardır. Münafıklardan değildirler. Kendilerine güvendiğim ilim ehli kimseler, bunu bana böyle anlatmışlardı. Salebe b. Hatip ile Haris b. Hatib'in adlarını îbn İshak, Bedir savaşına katılanların adlarını verir­ken Ümeyye b. Zeyd oğulları kabilesinin adamları arasında saymıştır.

îbn İshak dedi ki: Evsli münafıkların arasında şunlar da vardı: Ab-bad b. Hüneyf (Selh b. Hüneyfin kardeşi), Bahzeç (Dırar mescidini inşa edenlerden biridir.), Amr b. Hizam, Abdullah b. Nebtel, Cariye b. Amir b. Attaf, Cariye'nin oğulları Yezid ile Mucma. Bunlar Dırar mescidini in­şa edenlerdendir. Mucma, genç bir delikanlı olup Kur'ân'm çoğunu hıf-zetmişti. Onlara Dırar mescidinde imamlık yapardı. Tebük gazvesin-. den sonra Dırar mescidi yıkıldığında Hz. Ömer'in hilafeti zamanında Kübalılar Mucma'm kendilerine imam olarak tayin edilmesini Hz. Ömer'den istemişler. Ancak Hz. Ömer, onlara şu cevabı vermişti:

- Hayır! Vallahi olmaz. O, Dırar mescidinde münafıkların imamı değil miydi?

Bunun üzerine Mucma yemin ederek münafıklarla ilgisi bulunma­dığını ve onların durumunu bilmediğini söylemiştir. Bildirildiğine Hz. Ömer, imamlık yapmasına daha sonra müsaade etmiştir.

İbn İshak, Evsli münafıkların adlarım açıklamaya devam ediyor:

Vedia b. Sabit (Bu da Dırar mescidini inşa edenlerden olup şöyle de­miştir: "Biz sadece lafa dalıp eğleniyoruz." Böyle demesi üzerine hakkın­da ayet nazil olmuştu.), Hizan b. Halid (Bu da kendi evinin arsasının bir kısmını Dırar mescidine tahsis etmiştir).

İbn Hişam, Evs kabilesinden Nebit oğulları ailesinin münafıkların­dan bahsederek İbn İshak'm sözüne şu ilavede bulunur: Zeyd'in oğulları Beşir ile Rafi de münafıklardandı.

İbn İshak, Evs kabilesinin münafıklarını sıralamaya devam ederek şöyle der:

Mirba' b. Kayzî. Bu, âmâ bir kimse idi. Uhud'a giderken bahçesinin içinden geçen Rasûlullah'a: "Eğer bir peygamber isen bahçemden geç­mene müsaade etmem ve bunu sana helal etmem." diyen adam budur. Eline bir avuç toprak almış, sonra Rasûlullah'a şöyle demişti: "Vallahi, bu toprağın senden başkasına isabet etmeyeceğini bilseydim, bunu mutlaka sana karşı savururdum (atardım)." Böyle demesi üzerine ora­da bulunan Müslümanlar kendisini öldürmek istemişlerdi. Ancak Rasûlullah, onlara engel olarak şöyle demişti: «Bırakın bunu. Bu, hem kalbi hem de basireti kör olan bir kimsedir.» Ama yine de Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî, yayı ile vurarak kafasını yarmıştı.

îbn İshak, Evsli münafıkların adlarını sıralamaya devam ediyor: Mirba'nın kardeşi Evs b. Kayzî, Bu şahıs Hendek savaşında:«Evlerimiz açıktır.» demiş, bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurmuştu:

«Oysa evleri açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı.» (ei-Ahzâb, 13.)

İbn îshak, Hatip b. Ümeyye b. Rafiin de Evsli münafıklardan oldu­ğunu söylemiştir. Hatip, cahiliyet devrinde yaşlanmış, iri cüsseli, ihti­yar bir kimse idi. Yezid b. Hatip adında bir oğlu vardı. Müslümanların seçkinlerinden olan bu oğlu, Uhud savaşında yaralanmıştı. Öyleki yara­ları, onu hareket edemez hale getirmişti. Asım b. Amr b. Katade'nin ba­na anlattığına göre ölürken orada bulunan Müslüman erkeklerle kadın­lar başına toplanmışlar ve ona:

- Ey İbn Hatip, sana Cennet'i müjdeleriz! demişlerdi.

Bu sırada münafıklığım açığa vuran babası şöyle demeğe başladı:

- Evet, bitkiden bir Cennet! Valllahi siz bu zavallıyı aldattınız!

İbn îshak, Büşeyr b. Übeyrik Ebu Tu'ma'nm da Evsli münafıklar­dan olduğunu söylemiştir. Büşeyr, zırh hırsızlığı yapan bir kimse idi. Cenâb-ı Allah, onun hakkında şu ayeti inzal buyurmuştu:

«Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma.» (en-Nisâ, 107.)         

îbn İshak, Kuzman'ı da Evsli münafıklardan sayar. Kuzman, Zufur oğullarının müttefikidir. Uhud savaşında yedi kişiyi öldürmüştür. Ya­ralarının ağn ve ızdırabma tahammül edemez olunca kendini öldürüp intihar etmiş ve «Vallahi, sırf kavmimden utandığım ve onları korumak istediğim için savaştım.» demiş, sonra Ölmüştü. Allah ona lanet etsin.

İbn İshak: Abdü'l-Eşhel oğulları kabilesinde kadın veya erkek bir münafıkm bulunduğunun bilinmediğini söylemektedir. Sadece Dah-hak b. Sabit, münafık ve Yahudileri sevmekle itham edilirdi.

Bütün bunlar, Evs kabilesindendi.

İbn İshak, Hazreç kabilesinin münafıklarının adlarını da şöyle sı­ralar:

Rafi b. Vedia, Zeyd b. Amr, Amr b. Kays, Kays b. Amr b. Sehl, Ced b. Kays (Bu, savaşa gidileceği zaman Rasûlullah'a: Bana izin ver, beni fitneye düşürme, demişti.), Abdullah b. Übey b. Selül (Bu, münafıkların ve Hazreçlilerle Evs İn kabile başkanı idi. Cahiliye döneminde bunu başla­rına hükümdar yapmaya karar vermişlerdi. Ama Allah, onları İslâm'a eriştirince bundan vazgeçtiler. Mel'un Abdullah b. Übey, arzusuna kavuşamadığından bu durum onu çok öfkelendirdi. O ki, Hendek sava­şında şöyle demişti: «Eğer bu savaştan Medine'ye dönersek, and olsun ki, şerefli kimseler alçakları oradan çıkaracaktır!» O ve Vedia hakkında birçok ayet nazil olmuştur. Vedia, Avf oğulları kabilesindendir.), Malik b. Ebi Kavkal, Süveyd, Dais. Bunlar da Abdullah b. Übey b. Selül gru­bundandırlar. İçten içe Nadir oğulları Yahudilerine meyledince, bunlar hakkında şu ayet nazil olmuştu: «And olsun ki, onlar çıkarılmış olsalar, onlarla beraber çıkmazlar.» (ci-Haşr, 12.) [25]

 

Fasıl

 

îbn İshak, daha sonra Yahudi bilginlerinden takiyye yolu (içi başka dışı başka) ile Müslüman olanları (görünenleri) saymış ve bunların kal­ben kafir olduklarını bildirmiştir. Bunları da münafıklar sınıfına kata­rak en şerlilerinin adlarım şöyle sıralamıştır:

Sa'd b. Hüneyf, Zeyd b. Lüsayt. Bu adam, Rasûlullahin devesi kay­bolduğu zaman şöyle demişti:

- Muhammed, kendisine gökten haber geldiğini iddia ediyor ama devesinin nerede olduğunu bilemiyor!

Rasûlullah da şöyle demişti:

- Vallahi, Allah'ın bana öğrettiğinden başka birşey bilemem. Ama Cenâb-ı Allah, devemin nerede olduğunu bana bildirdi. îşte devem şu anda filan yerdedir. Yuları bir ağaca takıldığı için orada durmaktadır.

Bunun üzerine Müslümanlardan bir kaç kişi gidip deveyi Hz. Pey-gamber'in bildirdiği yerde bulmuşlardı.

îbn İshak, takiyye yolu ile islâm'a giren Yahudi bilginlerinin adları­nı sıralamaya devam eder:

Numan b. Evfa, Osman b. Evfa, Rafi b. Hüreymile. Bu, Rasûlul-lah'm:

«Münafıkların büyüklerinden bir büyük bugün öldü!» dediği kimse­dir.

îbn İshak, Rufaa b. Zeyd b. Tabut'ım takiyye yolu ile İslâm'a giren Yahudi bilginlerinden olduğunu söyler. Onun öldüğü gün Rasûlullah Tebük'ten dönmekte idi. Şiddetli bir rüzgar estiğini gördü ve şöyle dedi:

«Bu rüzgar, kafirlerin büyüklerinden bir büyüğün ölümü yüzünden esmektedir.» Müslümanlar, Medine'ye geldiklerinde Rufaa'nın, rüzga­rın şiddetlice estiği günde öldüğünü öğrendiler.

İbn İshak; Silsile b. Bürham ile Kinane b. Suriya'nın da takiyye yolu ile İslâm'a giren Yahudi bilginlerinden olduğunu söyler.

Yukarıda adları verilen bu Yahudi münafıkları, İslâm'a takiyye yo­lu ile girmişlerdi.

İbn İshak dedi ki: Bu münafıklar, mescide gelirler, Müslümanların konuşmalarına kulak verir, onlarla alay eder, dinleri ile istihza ederler­di.

Bir gün mescidde bunlardan bir grup toplanıp bir araya geldiler. Rasûlullah (s.a.v.)'da bunların kendi aralarında fisıldaştıklarmı gördü. Âdeta birbirlerine yapışmış vaziyette idiler. Bunun üzerine Rasûlullah, onların mescidden çıkarılmalarını emretti. Mescidden çıkartılanlar şunlardır: Ebu Eyyüb (Ki bu Halid b. Zeyd'dir.), Amr b. Kays'a yöneldi. (Ki buda Beni Ganm b. Malik b. Neccar kabilesindendir. Cahiliyet dev­rinde bu kabilenin ilahlarının sahibi idi), ayağından tutup sürükleyerek mescidden çıkardı. O çıkarılırken şöyle diyordu:

- Ey Eba Eyyüb! Beni, Sa'lebe oğullarının hurma kurutma yerinden mi çıkarıp kovuyorsun?!

Ebu Eyyüb, bu sefer de Neccar oğullarından Rafi b. Vediaya döndü. Boynundan ridasıyla tuttu. Sonra onu şiddetli bir şekilde sürükledi, yü­züne bir tokat indirdi. Sonra da onu mescidden çıkardı. Çıkarırken, Ebu. Eyyüb ona şöyle diyordu:

- Ey murdar münafık,  sana yazıklar olsunl  Ey münafık, Rasûlullah'm mescidinden çık ve geldiğin yere geri dön!

Ammare b. Hazm, Zeyd b. Amr'e doğru kalkıp yürüdü. Bu, sakalı uzun bir adamdı. Onu sakalından tutup şiddetli bir şekilde çekti ve mes­cidden çıkardı. Sonra Ammare ellerini birleştirip onun göğsüne şiddetli bir yumruk indirince yere düştü. O da:

- Ey Ammare! Beni hırpaladın, diyordu. Ammare de ona şöyle dedi:

- Ey Münafik! Allah seni rahmetinden uzak etsin. Allah'ın senin için hazırlamış olduğu azap bundan daha şiddetlidir. Bundan böyle Rasûlullah'm mescidine yaklaşma!

Ebu Muhammed Mes'ud b. Evs b. Zeyd b. Asrem b. Zeyd b. Salebe b. Ganm b. Malik b. Neccar (Bedir savaşma katılmıştır.) kalkıp Kays b. Amr b. Sehl'e yöneldi. Amr, genç bir adamdı. Münafıklar arasında on­dan başka bir genç yoktu. Ebu Muhammed, onu mescidden kafası üzere sürüyerek çıkardı.

Beni Hudre kabilesinden bir adam da, Haris b. Amr adındaki per­çemli bir münafıka yöneldi. Perçeminden yakalayıp şiddetli" bir şekilde sürüyerek mescidden çıkarda. Çıkardığı münafık ona şöyle diyordu:

- Ey Eba Haris, doğrusu çok kaba davrandm! Ebu Haris te ona şöyle dedi:

- Sen buna layıksın ey Allah'ın düşmanı! Çünkü senin hakkında ayet nazil olmuştur. Artık Rasûlullah'm mescidine yaklaşma. Çünkü sen murdar bir adamsın.

Beni Amr b. Avf kabilesinden bir adam da, onun Züvey b. Haris admtlaki kardeşine yöneldi. Onu da şiddetli bir şekilde sürüyerek mes­cidden dışarı çıkarıp attı ve ona çok öfkelendi. Sonra da:

- Şeytan ve hükmü sana galip oldu, dedi.

İbn îshak, bundan sonra bu münafıklar hakkında nazil olan el-Ba-kara ve et-Tevbe sûrelerindeki ayetleri nakletti. Bunların tefsirinden güzelce bahsetti. Allah kendisine rahmet etsin. [26]

 

Ebva Gazvesi

 

Buna Veddan gazvesi de denir. Seriyyelerin ilkini teşkil eder. Me-ğazide de anlatılacağı gibi bu, Hamza b. Abdülmuttalib veya Ubeyde b. el-Haris 'in başkanlığındaki bir seriyyedir.

Buhari, "Kitabü'l-Meğazi"sinde İbn îshak'm şöyle dediğini nakle­der: Rasûlullah (s.a.v.)'m gerçekleştirdiği ilk gazve, Ebva gazvesidir. Bundan sonra Buvat ve Uşeyre gazveleri gerçekleştirilmiştir.

Buharı, Zeyd b. Erkam'ın kendisine yöneltilen: "Rasûlullah (s.a.v.) kaç gazve yaptı?" sorusuna şu cevabı verdiğini rivayet eder: "Ondokuz gazve gerçekleştirdi. Bunların yedisine katıldı. İlki Usayre veya Uşeyre'dir.

Sahih-i Bulıarî'de belirtildiğine göre Büreyde, Allah elçisinin onaltı gazve yaptığını söylemiştir. Keza Müslim'de de Büreyde'nin Rasûlullah ile onaltı gazveye katıldığı anlatılır. Yine Büreyde, Rasûlullah in ondo-kuz gazve gerçekleştirdiğini ve bunlardan sekiz tanesinde fiilen savaştığım söyler.

Hüseyin b. Vakıd, Büreyde'nin oğlundan naklen babasının şöyle dediğini anlatır: Rasûlullah, onyedi gazve gerçekleştirdi. Bunların seki­zinde fiilen savaştı. Bedir, Uhud, Hendek, Müreysî, Kudeyd, Hayber, Mekke'nin fethi ve Hüneyn gibi gazvelerde fiilen savaştı. Yirmidört tane de seriyye gönderdi.

Yakub b. Süfyan, Muhammed b. Osman ed-Dımaşkî et-Tennuhî kanah ile Hz. Peygamberin onsekiz gazve yaptığını, bunların sekizinde fiilen savaştığını söyler. Bunların ilki ise Bedir'dir. Daha sonra Uhud, Hendek, Kurayze, Bir-i Maune[27], Beni Mustalık, Hayber,Mekke'nin fet­hi, Hüneyn ve Taif gazveleridir.

Bir-i Maune gazvesinin, Kurayza gazvesinden sonra yapıldığına dair geçen ifade, ihtilaf götüren bir ifadedir. Sahih kavle göre Bir-i Mau­ne, Uhud gazvesinden sonra gerçekleşmiştir. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.

Yakub, Seleme b. Şebib vasıtasıyla Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah, onsekiz gazve gerçekleştirdi. Başka bir defa; "Rasûlullah, yirmidört gazve gerçekleştirdi." diye söylediği bu söz bir vehimmiydi, yoksa söylediklerinin bir kısmını mı duymuştum, bilemiyorum.

Taberanî, Zührî'nin şöyle dediğini nakleder: "Rasûlullah, yirmidört gazve gerçekleştirdi."

Abdurrahman b. Hümeyd, "Müsned" adlı eserinde Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir; «Rasûlullah (s.a.v.), yirmibir gazve gerçekleş­tirmiştir.»

Hakim, Hişam tariki ile Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Rasûlullah (s.a.v.)'m gazve ve seriyyeleri toplam olarak kırküç idi.»

Sonra Halâm demişti ki: «Belki de Katade, bu sayı ile gazveleri değilde sadece seriyyeleri kasdetmiştir. Çünkü "İklil" adlı eserde sırasıyla anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'ın seriyyeleri yüzden fazladır.»

Hakim dedi ki: Buharî'nin, Ebu Abdullah Muhammed b. Nasr'm kitabında şu ibareyi okumuş olduğunu bana bildirdiler: « Savaşlardan ayrı olarak Rasûlullah m seriyye ve heyetleri yetmiş küsur kadardır.»

Hakim'in bu anlattığı gerçekten gariptir. Katade'nin sözlerini de kendi düşüncesini te'3dd etmek için ileri sürmüş olması da ihtilâf mahal­lidir.

Ahmed b. Hanbel, Ezher b. Kasım er-Rasıbî kanalı ile Katade'nin

şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah'm gazve ve seriyyeleri nin tamamı kırküçtür. Bunların yirmidördü seriyye, ondokuzu da gazve idi. Kendisi bunların sekizinde bizzat hazır bulunmuştu. Bunlar: Bedir, Uhud, Hendek, Müreysi, Hayber, Mekke'nin fethi, Hüneyn ve Taif idi. Musa b. Ukbe, Zührî kanah ile Rasûlullah'm savaşlarını şöyle anlatır:

Bedir Gazvesi: Bu gazve, hicretin ikinci senesi ramazan ayında ya­pıldı.

Uhud Gazvesi: Hicri üçüncü sene şevval ayında yapıldı.

Hendek Savaşı: Buna, Ahzap ve Beni Kurayza savaşı da denir. Hic­ri dördüncü sene şevval ayında yapıldı.

Mustalik oğullarıyla Lahyan oğullarına karşı verdiği savaş: Bu savaşlar, hicri beşinci sene şaban ayında yapılmıştır.

Hayber Savaşı: Bu savaş, hicri altıncı senede yapıldı.

Mekke Fethi: Bu fetih, hicri sekizinci sene ramazan ayında yapıldı.

Hüneyn Gazvesi: Hicri sekizinci sene şevval aymda yapılan bu savaşta, Taifliler kuşatma altına alındı. Sonra Ebu Bekir, hicri doku­zuncu senede haccetti. Hicri onuncu senede de Rasûlullah (s.a.v.), veda haccını yaptı. Ayrıca içinde savaş vuku bulmayan on iki gazve de yaptı. Bu gazvelerin ilki de Ebva gazvesi idi.

Hanbel b. Hilal, îshak b. A'la vasıtasıyla Zührî'nin şöyle dediğini ri­vayet eder: Savaş hakkında nazil olan ilk ayet şudur:

«Haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına izin verilmiştir.» (ci-Hacc, 39.) Bu ayetten sonra, Rasûlullah'ın katıldığı ilk savaş, Bedir savaşı idi. Bu savaş, hicri ikinci senenin onyedi ramazanında (cuma günü) başlamıştı.

Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşından sonra hicretin üçüncü sene­sinde Nadir oğullarıyla savaştı. Daha sonra şevval ayında Uhud savaşı­na katıldı. Hicretin dördüncü senesi şevval ayında Hendek gazvesine katıldı. Hicretin beşinci senesi şaban aymda Beni Lahyan kabilesiyle savaştı. Hicretin sekizinci senesi şaban ayında Mekke'yi fethetti. Aynı senenin ramazan ayında Hüneyn gazvesine katıldı.

Rasûlullah (s.a.v.), bizzat kendisinin savaşmadığı onbir gazve ger­çekleştirdi. Gerçekleştirdiği gazvelerin ilki Ebva, sonra Uşeyre, Gata-fan, Beni Süleym, Hudeybiye, Safra ve son olarak da Tebük gazvesidir. Ravi, bundan sonra onun göndermiş olduğu seriyyelerden bahse­der.

Hafız İbn Asakir'in tarihinden yaptığım iktibas budur ki, bu cidden gariptir. Doğrusu, ileride bizim düzenli ve sistemli bir şekilde anlatatacaklarımızdır.

Megâzi konusunda eser yazmak, itina isteyen, hazırlıklı olmayı gerektiren ve dikkatli olmayı icap ettiren bir iştir. Nitekim Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Ali b. Hüseyin'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Kur'ân sûresini öğrendiğimiz gibi, Peygamber (s.a.v.)'in gazveleri­ne dair malumatı da öğrenirdik.»

Vakidî dedi ki: Muhammed b. Abdullah'ın şöyle dediğini duydum: Amcam Zührî diyordu ki; Megâzi ilminde, dünya ve ahiretin bilgisi var­dır.

"el-Meğazi" adlı eserde Muhammed b. İshak, Önceki sayfalarda ad­larını verdiğimiz Yahudi ve münafıklardan küfrün başları olan kimsele­ri (Allah onların tamamına lanet etsin ve hepsini esfel-i safüinde bir ara­ya getirsin) sıraladıktan sonra şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra savaşa hazırlandı ve Allah'ın kendi­sine emrettiği gibi düşmanla cihad etmek üzere teşebbüse geçti. Kendi­sini takip eden müşriklerle savaşmak için hazırlığa başladı.  .

Rasûlullah (s.a.v.), öğle sıcağı şiddetlendiğinde rebiyülevvel ayının on ikinci gününde Medine'ye geldi. O sıralarda kendisi elliüç yaşında idi. Yani Allah'ın kendisine risalet görevini vermesinden onüç sene son­ra Medine'ye gelmişti. Rebiyülevvel ayının kalan kısmını, rebiyülahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, receb, şaban, ramazan, şevval, zilkade, zilhicce ve muharrem aylarını Medine'de geçirdi. Medine'ye gelişinin on ikinci ayında, safer ayında gaza için Medine dışına çıktı. îbn Hişam'a . göre Medine'de vali olarak Sa'd b. Ubade'yi bıraktı.

İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) Veddan'a vardı. Orası Ebva gazvesinin yapıldığı yerdir. îbn Cerir'in anlattığına göre orada yaptığı gazveye, Veddan gazvesi de denir. Rasûlullah (s.a.v.), Kureyşlilerle Be­ni Damre b. Bekir b. Abdumenaf b. Kinane ile savaşmak niyetiyle oraya gelmişti. Böylece Beni Damre, Peygamber (s.a.v.) ile orada barış yaptı. Onlardan barış antlaşmasını akdeden kişi, Beni Damre kabilesinin rei­si olan Mahşi b. Amr ed-Damrî idi. Bu barış akdi yapıldıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), herhangi bir tuzak ve komployla karşılaşmadan Me­dine'ye döndü. Safer ayının kalan kısmı ile rebiyülevvel ayının ilk gün­lerinde Medine'de kaldı.

İbn Hişam, bunun Rasûlullah (s.a.v.)'m yaptığı ilk gazve olduğunu söyler.                                     .

Vakidî dedi ki: Bu gazvede Rasûlullah (s.a.v.)'m sancağı beyaz renkli olup amcası Hamza'nın elinde idi.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'deki bu ikameti esna­sında Ubeyde b. Haris b. Muttalib b. Abdumenaf b. Kusay'yı, Muhacir­lerden altmış ya da seksen süvarinin başında, aralarında Ensâr'dan hiçbir kimse bulunmadığı halde gönderdi. Nihayet Hicaz'daki bir suya vardı. Burası Seniyyetü'l-Mürre'nin alt tarafında idi. Burada Ku-reyş'ten büyük bir toplulukla karşılaştı. Aralarında bir savaş olmadı. Yalnız Sa'd b. Ebi Vakkas, o gün bir ok attı. İslâm tarihinde Allah yolun­da atılan ilk ok bu idi'.

Sonra halk, kavimden ayrılıp uzaklaştı. Müslümanları himaye et­meye başladılar. Mikdad b. Amr el-Behranî, Müslümanlara doğru kaçtı. Bu, Beni Zühre'nin müttefiki idi. Utbe b. Gazvan b. Cabîr el-Mazinî de kaçtı. Bu ikisi, Müslüman idiler. Ama kafirlere kavuşmak için oradan çıkıp gittiler.

İbn İshak dedi ki: O gün müşriklerin başında İkrime b. Ebu Cehil vardı.

İbn Hişam in, Ebu Amr el-Medenî'den rivayet ettiğine göre o gün müşriklerin başında Mikrez b. Hafs vardı.

Ben derim M: Vakidî, bu konuda iki görüş ileri sürmüştür: Bu gö­rüşlerden birine göre müşriklerin başında o gün Mikrez vardı. İkinci gö­rüşe göre Ebu Süfyan Sahr b. Harb vardı. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak, daha sonra bu seriyye ile ilgili olarak Ebu Bekir Es-Sıd-dık'a nisbet edilen şu kasideyi nakleder:

"Selman'm hayalinden mi yumuşak kumlarla dolu büyük dereler­de ve aşiret içinde meydana gelen bir işten dolayı mı kan akıttın?

Lühey'den bir fırkayı görsün ki, onu küfürden, ne bir hatırlatma, ne de bir gönderilmiş peygamberin uyarısı alıkoymaz.

Bir elçidir ki size gelmiştir. Doğru sözlüdür, siz ise ona karşı yalan­lamada bulundunuz. Ve dediler ki: Bizim içimizde sen kalamazsın.

Onları hakka davet ettiğimiz zaman yüz çevirdiler ve susuzluktan ağızları kuruyan hapsedilmiş köpeklerin yerlerinden fırlaması gibi fır­ladılar."

îbn îshak, bu kasideye karşı Abdullah b. ez-Zibara'nm şöyle dediği­ni de nakleder:

"Kum yığınlanyla ot bitirmeyen yurdun resminden mi, yaşı dinme­yen bir gözle ağlarsın?

Günlerin ve zamanın hepsinin acayipliğindendir ki, onun için geç­mişlerden ve şimdi meydana gelen şeylerden tuhaflıklar vardır.

Çokluk ve şiddet sahibi bir ordu için bize geldi. Onu Ubeyde yöneti­yordu. Savaşta İbn Haris diye çağrılıyordu.

Varis için, intikal eden kıymetli miraslar alarak Mekke'de duran putları terketmemiz için."

Bu kasideyi tamamiyle burada nakletmemizi engelleyen husus şu­dur: İmam Abdülmelik b. Hişam, Arap dilinde bilgin ve otorite bir kimse idi. Onun anlattığına göre ilim erbabının çoğu, bu iki kasidenin uygun­luğunu kabul etmemişlerdir.

İbn İshak dedi ki: Sa'd b. Ebi Vakkas, mezkur okunu atarken şöyle demişti:

"Oklarımın ucuyla arkadaşlarımı koruduğumun haberi, Rasûlul­lah (s.a.v.)'a ulaşmadı mı?

Orada onların evvellerini, her sert ve yumuşak topraklı yerde bir kovmakla defederim.

Ya Rasûlallah! Benden önce hiç kimse, düşmana ok atmış sayılmaz.

Bu da şundan dolayıdır ki, senin dinin doğruluk dinidir ve hakür ki sen onunla ve adaletle geldin.

Müminler onunla kurtuluşa ererler. Kafirlerse kendilerine süre tanındıkça ceza görürler.

Yavaş ol bakalım, sen mahvolmuşsun, beni de diri diri mahvolmaya ve helake hazırlama. Yazıklar olsun sana ey İbn Cehl!"

îbn Hişam dedi ki: İlim ehlinin çoğu, bu şiirin Sa'd b. Ebi Vakkas'a ait olduğunu kabul etmezler.

îbn îshak dedi ki: Bana gelen haberlere göre Rasûlullah (s.a.v.)'m İslâm tarihinde Müslümanlardan birine verdiği ilk sancak, Ubeyde'ye vermiş olduğu sancaktır.

Zührî ile Musa b. Ukbe ve Vakidî bu görüşü kabul etmezler. Onlara göre Hamza'nın seriyyesi, Ubeyde b. Haris'in seriyyesinden önce göreve çıkmıştır. Doğrusunu Allah bilir. Sa'd b. Ebi Vakkas'm hadisinde de ge­leceği gibi ilk seriyye kumandanı Abdullah b. Cahş el-Esedî'dir.

îbn İshak dedi ki: Bazı âlimlerin iddiasına göre Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Cahş el-Esedî'yi, Ebva gazvesinden döndüğünde Medine'ye henüz varmadan önce seriyye kumandanı olarak seriyyesiyle gönder­miştir. Musa b. Ukbe, Zührî'den böyle bir rivayette bulunmuştur. [28]

 

Fasıl

 

İbn îshak dedi ki: Bu ikametinde Rasûlullah (s.a.v.), Hamza b. Ab-dülmuttalib b. Haşimî, İs nahiyesinde Sif el-Bahr'e doğru otuz kişilik bir süvari birliği ile gönderdi. Aralarında Ensâr'dan hiç kimse yoktu Hz. Hamza, Ebu Cehil b. Hişam ile bu sahilde karşılaştı. O, Mekkeli 300 sü­varinin komutanı idi. Aralarına Mecdî b. Amr el-Cühenî girdi. Bu iki fır­kanın arasında barış akdini yapan o idi. Böylelikle millet birbirinden ayrılıp uzaklaştı ve aralarında bir çarpışma olmadı.

İbn îshak'm naklettiğine göre adamın biri şöyle diyor: Hamza'mn bayrağı, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Müslümanlardan biri için hazırladığı ilk bayrak idi. Çünkü onun ve Ubeyde'nin gönderilmesi, aynı anda olmuş­tu. Dolayısıyle bu konuda bayrağın hangisine verildiği şüphe konusu ol­du.

Ben derim İd: Musa b. Ukbe'nin, Zührî'den naklettiğine göre Hz. Hamza'mn seriyyesi, Ubeyde b. Haris'in seriyyesinden önce yola çıkarıl­mıştı. Zührî'nin kesin ifadesine göre Hz. Hamza'mn seriyyesi, Ebva gaz­vesinden önce yola çıkarılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), Ebva gazvesinden döndüğünde Ubeyde b. Haris'i, altmış kişilik bir Muhacir seriyyesinin başında yola çıkarmıştır.

Daha önce de ifade edildiği üzere Vakidî şöyle demişti: Hz. Ham-za'nm seriyyesi, hicri birinci senenin ramazan ayında yola çıkarıldı. On­dan sonra şevval ayında Ubeyde'nin seriyyesi yola çıkarıldı. Doğrusunu Allah bilir.

îbn îshak'm, Hz. Hamza'dan nakletmiş olduğu bir şiir, onun bayra­ğının İslâm tarihinde hazırlanarak kendisine verilen ilk bayrak olduğu­na delalet etmektedir. Ancak İbn îshak der ki: Eğer Hamza, bu şiiri söylemişse, inşaallah doğru söylemiştir ve ancak hak olarak söylemiş-, tir. O halde bunun hangisinin doğru olduğunu ilim erbabından dinledi­ğimize göre Ubeyde b. Haris, kendisi için bayrak akdedilenlerin ilkidir ye rivayete göre Hz. Hamza'mn söylediği kaside de şudur:

"Haberiniz olsun ki ey millet, ağır başlı görünmeye özenmekten, ca­hillikten ve adamların görüşlerindeki eksiklikten, diyetten ve zulüm ir­tikap eden kimselerden Ötürü, onlar için olan mer'aya gönderilen deve­leri ve halkın mahrem şeylerini çiğnemeyiz.

Güya biz onlara saldırdık. Oysa ki bizim dinimizde onlar için iffetli olmak, adalet ve îslâm ile emretmekten başka bir saldırı yoktur.

Onlarsa, bunu kabul etmiyorlar ve onlardan bazıları bunu saçma görüyorlar.

Yerlerinden ayrılmadılar. Nihayet onlara saldırı için çağrıda bu­lundum. Fazlın rahatını istediğim halde yerleştiler.

Rasûlullah (s.a.v.)'m emri ile üzerinde sancağın dalgalandığı ilk kimse olarak,                                                                       

Öyle ki sancak benden önce kimsede görülmemişti.

Bu sancak ki; onun katından keramet sahibi aziz ilahtan yardım vardır. Onun fiili, fiillerin en faziletüsidir.

Akşam toplandıkları halde yürüdüler. Hepimizin tencereleri karşı taraftakilerin kızmazından kaynıyor.

Birbirimizi gördüğümüz zaman onlar, bineklerini çöktürdüler ve onları bağladılar.

Biz de bir ok atımı mesafedeki yakın bir yerde bineklerimizi bağla­dık.

Onlara dedik ki: Allah'ın ipi, bizim yardımcımızdır. Sizin içinse bir ip yoktur, ancak sapıklık vardır.

Bunun üzerine Ebu Cehil, öfkelenerek yerinden kalktı ve kayba uğ­radı. Allah, Ebu Cehü'in hilesini boşa çıkardı.

Biz sadece otuz süvariyiz. Onlarsa 200 kişiydiler. Ey Lüey! Azgınla­rınıza uymayınız ve kolay olan yola, İslâm'a dönünüz.

Çünkü üzerinize azabın dökülmesinden dolayı pişmanlık, kayıp ve hüzünle vaveyla etmenizden korkarım."

Mel'un Ebu Cehil b. Hişam, bu kasideye şu cevabı verdi;

"Gazabın ve cehaletin sebebleri için, muhalefet ve batıl ile şerre tahrik ediciler için ve hasep ve neseblerle büyük efendiliklere sahip olan dedelerimizi üzerinde bulunduğumuz şeyleri terk edenler için hayret ettim."

İbn Hişam dedi ki: İlim erbabının çoğu, bu kasidelerin Hz. Haraza ile mel'un Ebu Cehil'e aidiyetini kabul etmemektedirler. [29]

 

Buvat Gazvesi

 

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş'i hedef alarak hicri ikinci sene rebiyülevvel ayında gazaya gitti.

İbn Hişam dedi ki: Bu gazveye giderken Rasûlullah (s.a.v.), Medi­ne'de yerine Sa'd b. Muaz'ı vekil tayin etti. Rasûlullah (s.a.v.), 200 süvari ile yola çıktı. Bayrağı, Sa'd b. Ebi Vakkas'da idi. Kureyş kervanını ele ge­çirmek amacını güdüyordu. O kervanda Ümeyye b. Halef ile 100 adam ve 2500 deve vardı.

İbn İshak dedi ki: Nihayet Radva bucağındaki Buvat mevkiine var­dılar. Sonra Medine'ye hiçbir hile ile karşılaşmadan döndüler. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), rebiyülahır ayının kalan kısmı ile cemaziye-levvel ayının bir kısmını Medine'de geçirdi. [30]

                                

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/309-312.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/312-313.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/314-318.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/318.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/318-320.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/321-326.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/326-328.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/328-329.

[9] Şa'me ve Tafil, Mekke'deki iki dağ adıdır.

[10] Fah.dr Mekke'nin dış tarafında bir yerdir.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/330-333.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/333-336.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/337-341.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/341-342.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/342-343.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/343-344.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/344.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/344-347.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/347-348.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/348.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/348-349.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/349.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/350.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/350-352.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/352-355.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/355-357.

[27] Bir-i Maune gazve değildir. Rasûlullah'm, Ebu'1-Bera komutasında Necid'e gönderdiği heyete yapılan bir baskındır (Kazıcı).

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/357-362.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/362-364.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/364.