Ramazan
Orucunun Farz-Kılınması
Ebu'l-Bahteri
B. Hişam'ın Öldürülmesi
Rasûlullah (s.a.v.),
Uşeyr, Useyre veya Uşeyra denen bu gazve ile Kureyşlilere saldırmak üzere
sefere çıktı.
İbn Hişam dedi ki:
Rasûlullah, bu gazve için Medine'den ayrılırken yerine Medine valisi olarak Ebu
Seleme b. Abdi'l-Esed'i tayin etti.
Vakidî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.)'m bayrağı, Abdülmuttalib oğlu Hamza'da idi. Rasûlullah
(s.a.v.), Şam'a giden Kureyş kervanlarına saldırmak için yola çıkmıştı.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Beni Dinar dağ yolu üzerinde yürüdü. Sonra Hayar kayasının
üzerinden geçti ve İbn Ezher'in kumlu vadisindeki bir ağacın altına indi ki,
ona Zatü's-Sak denir. Ve orada namaz kıldı. Rasûlullah (s.a.v.)'m mescidi orada
idi. O ağacın yanında kendisi içinyapılan yemekten yedi. Beraberindekiler de
onunla beraber yediler. Orada çömlek taşlarının yeri malumdur. Orada kendisine
Müşey-reb denen bir sudan içirildi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) yola koyuldu ve Halayık
mevMni sol tarafla bıraktı. Bir dağ yolundan gitti. O yola Şube-i Abdullah
denilir. Ve Yelyele indi. Sonra Ferşemelel yoluna koyuldu. Yolda Yemam'm küçük
taşlarına (çakıllarına) rastladı. Böylece yolunu doğrultmuş oldu. Nihayet Yenbu
vadisinden geçerek Uşeyre'ye indi. Orada cemaziyelevvel ayının kalan kısmı ile
cemaziyelahir aylarının birkaç gecesinde ikamet etti. Müdliç oğulları ve
müttefikleri olan Denire oğullarıyla saldırmazlık antlaşması yaptıktan sonra
herhangi bir tuzakla karşılaşmadan Medine'ye döndü.
Buharı, Abdullah
kanalıyla Ebu İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: «Ben, Zeyd b. Erkam'm
yanında idim. Ona şöyle soruldu:
- Rasûlullah
(s.a.v.) kaç gaza yaptı?
- Ondokuz
gaza yaptı. Ben de Zeyd'e sordum:
- Ya
sen, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte kaç gazaya katıldın?
- Onyedi
gazaya katıldım.
- Bunların
ilki hangisi idi?
- Uşeyr
ya da Useyr idi.
Ben, bunu Katade'ye
anlattığımda o, ilk gazanın Uşeyr gazası olduğunu söyledi.»
Bu hadis, gazvelerin
ilkinin Uşeyre ya da Useyre olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Kimine
göre bu gazvenin adı Uşeyr veya Useyrdir. Her ne ise Zeyd b. Erkam'm,
Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte katıldığı ilk gazvenin, Uşeyre gazvesi olduğu
bu hadis ile anlatılmaktadır. Bu demek değildir ki, Zeyd b. Erkam'm hazır bulunduğu
bu gazveden önce bir gazve yapılmış değildir. Böylece Muhammed b. îshakın
ifadesi . ile bu hadis arasında birlik ve uyum sağlanmış olmaktadır. Doğrusunu
Allah bilir.
Muhammed b. İshak dedi
ki: O gazvede Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye bazı şeyler söylemişti. Yezid b.
Muhammed b. Haysem, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî tarikiyle Ammar b. Yasir'in
şöyle dediğini rivayet eder:
"Uşeyre
gazvesinde ben ve Ebu Talib oğlu Ali iki arkadaştık. Rasûlullah (s.a.v.)
geldiğinde orada bir ay müddetle ikamet etti. O süre zarfinda Müdliç oğulları
ile barış yaptı. Onların müttefikleri olan Denire oğullarıyla da saldırmazlık
antlaşması yaptı. Ebu Talib oğlu Ali bana dedi ki:
- Ey
Eba Yakzan! Var mısın, şu pmar başında çalışan Müdliç oğullan grubunun yanma
gidelim de nasıl çalıştıklarını görelim?
Yanlarına giderek bir
saat kadar onları seyrettik. Sonra uyku bastirdi. Yumuşak topraklardaki küçük
hurma ağaçlarının altına gidip uyumaya başladık. Uykuya dalmıştık. Allah'a
yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)'m ayağıyla bizi dürterek uyandırdığım
gördük. Üzerinde uyuduğumuz o yumuşak toprak üzerimize bulaşmıştı. Kalkıp
oturduk. Rasûlullah (s.a.v.), o gün Hz.Ali'ye -üzerine toprak bulaştığı için-
Ey Eba Turab (Ey toprak babası), diye hitab etti. Biz de neler yaptığımızı
kendisine anlattık. Bize dedi ki:
- İnsanların en
bahtsız iki kişisini size haber vereyim mi?
- Evet, haber ver ya
Rasûlallah!
- Salih'in devesini
kesen Semud'un Uhaymiridir. Diğeri de ey Ali, senin şuranı vuracak olan
adamdır. (Böyle derken Rasûlullah (s.a.v.) elini Hz. Ali'nin basma koyup şöyle
dedi): Tald şuralarına kan değip ısla-nıncaya kadar. (Böyle derken de elini Hz.
Ali'nin sakalı üzerine koydu.)" Bu hadis, bu yönü ile gariptir. Çünkü
Rasûlullah'm Ali'ye bu ismi verişi değişik bir kanal ile anlatılır.
Rasûlullah (s.a.v.)'m,
Hz.Ali'ye toprak babası anlamına gelen "Ebu Turab" künyesini
takmasının -Buharî'nin sahihinde anlattığı gibi- bir başka sebebi de şudur: Hz.
Ali, Hz. Fatıma'ya kızarak evden çıkmış, mescide gelip uyumuştu. Rasûlullah
(s.a.v.) da Ali'nin evine gitmiş ve Fatıma'dan, Ali'nin nerede olduğunu
sormuştu. Fatıma da kızıp mescide gittiğini söylemişti. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), mescide gelip Ali'yi uykudan uyandırmış ve üzerindeki
toprağı silip temizleyerek: «Kalk ey Eba Turab, kalk ey Eba Turab!» demişti. [1]
İbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Uşeyre gazvesinden döndüğünde Medine'de fazla durmadı. On
geceden az bir zaman kaldı. Kürz b. Cabir el-Fihri, Medine'de otlatılmaya
bn-akılan deve ve davarlar üzerine saldırdı. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.), onu yakalamak için yola çıktı ve Bedir tarafındaki Safvan vadisine
vardı. Bu, ilk Bedir gazvesi-dir. Rasûlullah (s.a.v.), Kürz'ü daha önceden
kaçıp gittiğinden yakalayamadı.
Vakidî der ki: Bu
gazvede Rasûlullah (s.a.v.)'m bayrağı, Ebu Talib oğlu Ali'de idi.
İbn Hişam ile Vakidî
dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.), bu gazveye giderken Medine'ye Zeyd b.
Harise'yi vali tayin etti.
İbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), bu gazveden döndüğünde Medine'de cemaziyelahir, receb ve
şaban aylarım geçirdi. Bundan önce sekiz Muhacirin başında seriyye kumandanı
olarak da Sa'd'ı yola çıkarmıştı. Yola çıkan Sa'd ve adamları, Hicaz
toprağında Harrar mıntıkasına ulaşmışlardı.
îbn Hişam dedi ki:
İlim erbabından bazılarının anlattıklarına göre Sa'd, Hz. Hamza'nın
seriyyesinden sonra yola çıkmış, herhangi bir komplo ile karşılaşmadan geri
dönmüştü.
îbn îshak, bu
seriyyeleri kısaca anlatır. Vakidî'nin bu üç seriyye hakkındaki açıklamaları
daha önce geçmişti. Bu üç seriyyeden maksat, ramazan ayında yola çıkan Hz.
Hamza seriyyesi, şevval ayında yola çıkan Ubeyde seriyyesi ve zilkade ayında
yola çıkan Sa'd seriyyesidir ki, bunların üçü de hicri birinci senede olmuştu.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdu'l-Muteal b. Abdil-Vahhab kanalıyla Sa'db. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini
rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Cüheyneliler yanma
gelip: «Aramıza kondun. Bize teminat ver ki, kavmimizle birlikte sana
gelelim.» dediler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara teminat verdi. Onlar da gelip
Müslüman oldular.
Sa'd b. Vakkas sözüne
devamla şöyle diyor: Rasûlullah (s.a.v.), receb ayında bizi yola çıkardı. 100
kişiden az idik. Cüheyne kabilesinin yanında Kinane oğullarından bir kabileye
baskın yapmamızı bize emretti. Onlara baskın yaptık. Sayıları çoktu. Cüheynelüere
sığındık. Bizi korudular
ve: "Haram ayda niçin savaşıyorsunuz?" diye sordular. Biz de
birbirimize: "Ne diyorsunuz, fikriniz nedir?" diye sorduk.. Biri;
"Allah'ın peygamberine gidip durumu ona bildirelim." dedi. Topluluk
ise; "Hayır burda kalacağız." dediler. Ben de yanımdaki adamlarla
beraber Kureyş kervanım karşılayıp yolunu keseceğimizi söyledim. O vakit
ganimet hükümlerine gory bir kimse, birşeyi düşmandan ele geçirirse o şey
kendisinin ganimeti olurdu. Kureyş kervanına doğru gittik. Ama arkadaşlarımız,
Hz. Peygamberin yanma giderek durumu ona anlattılar. Hz. Peygamber de
öfkelenip yüzü kızararak şöyle demişti:
"Benim yanımdan
hep birlikte toplu olarak gittiniz ama bölünüp parçalanarak geri geldiniz!
Sizden Öncekileri helak eden şey, bölünüp parçalanmadır. Size, hayırlınız
olmayan ama açlığa ve susuzluğa karşı sizden daha dayanıklı ve sabırlı olan bir
adamı göndereceğim." Böyle dedikten sonra üzerimize komutan olarak
Abdullah b. Cahş el-Esedî'yi gönderdi. O, İslam tarihindeki ilk komutandır.»
"Delail"
adlı eserde Beyhakî, Yahya b. Ebi Zaide kanalıyla Müca-led'den buna benzer bir
rivayette bulunmuş ve şu ilaveyi yapmıştır:
- Niçin haram ayda
savaşıyorsunuz?
- Bizi haram beldeden
(Mekke'den) çıkaran kimselere karşı haram ayda savaşıyoruz!.
Bu hadisten
anlaşıldığına göre seriyyelerin ilki, Abdullah b. Cahş el-Esedî'nin
komutasındaki seriyyedir. İlk bayrağın, Ubeyde b. Haris b. Muttalib'e
verildiğini söyleyen İbn İshak'm ve ilk bayrağın Abdülmut-talib oğlu Hamza'ya
verildiğini söyleyen Vakidî'nin rivayetine, bu rivayet aykırı düşmektedir.
Bunlardan hangisinin doğru olduğunu yüce Allah daha iyi bilir. [2]
Bu, büyük Bedir
gazvesine sebebiyet veren bir seriyyedir. Büyük Bedir gazvesi ki, o günde İslâm
ordusu ile müşrik ordusu karşı karşıya gelmiş ve hak ile batıl birbirinden
ayrılmıştı. Allah, her şeye güç yetiren-dir.
ibn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), ilk Bedir gazvesinden dönünce receb ayında Abdullah b.
Cahş b. Riab el-Esedî'yi sekiz Muhacirin başında seriyye komutanı olarak
göreve gönderdi. Bunların arasında Ensâr'dan bir kimse bulunmayıp adları şöyle
idi: Ebu Huzeyfe b. Utbe, Ukkaşe b. Mihsan b. Hursan (Bu, Beni Esed b.
Hüzeyme'nin müttefikidir.) Utbe b. Gazvan (Bu, Beni Nevfel'in müttefikidir.),
Sa'd b. Ebi Vakkas. ez-Zührî, Amir b. Rabia el-Vailî (Bu, Beni Adiyy'in
müttefikidir.), Vakdd b. Abdullah b. Abdumenaf b. Arin b. Salebe b. Yer-bü
et-Temimî (Buda Beni Adiyy'in müttefikidir.), Halid b. Bükeyr (Bu,
Beni Sa'd b. Leys kabilesinden olup Beni
Adiyy'in müttefikidir), Sehl b. Beyda el-Fihrî. Bunlar yedi kişidirler.
Sekizincileri ise, seriyye komutanları olan Abdullah b. Cahş'tır. Allah ondan
razı olsun.
Yunus, İbn îshak'm
şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), bir mektup yazıp Abdullah'a
verdi. İki günlük yol gitmeden bu mektubu açıp bakmamasını emretti. İki günlük
yol gittikten sonra açıp bakmasını ve mektupta emredilen hususlara riayet
ederek yola devam etmesini ve arkadaşlarından her hangi birini de yola devama
zorlam amasını buyurdu.
İki günlük yol
gittikten sonra Abdullah, Rasûlullah (s.a.v.)'m mektubunu açtı, okudu,
mektupta şunlarm yazılı olduğunu gördü:
«Mektubuma baktığın
zaman yoluna devam et. Meleke ile Taif arasındaki bir hurmalığa varıncaya
kadar yürü. Orada Kureyşlileri gözetle. Bizim için habeıierini öğren.»
Abdullah, mektuba
baktığında, "İşittik ve itaat ettik" dedi. Mektupta yazılı olan
emirleri arkadaşlarına anlattı ve şöyle dedi: « Rasûlullah (s.a.v.), sizden
herhangi birinizi yola devama zorlamamı yasaklamıştır. Bizden her kim şehadeti
ister ve arzularsa yola devam etsin. Şehadeti istemeyen ise geri dönsün. Bana
gelince; ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m emrini yerine getirmek üzere yola devam
edeceğim.» Böylece o yürüdü ve onunla birlikte arkadaşları da yürüdüler.
Onlardan hiç kimse geri kalmadı. Hicaz üzerine yürüdü. Nihayet Maden'e vardı.
Füruun üstünde bulunan o mıntıkaya Behran deniliyordu. O esnada Sa'db. Ebi
Vakkas ile Utbe b. Gazvan develerini kaybettiler ki, ona nöbetleşe biniyorlardı.
Bunlar, onu aramak üzere dolaşırlarken seriyyeden geri kaldılar. Abdullah b.
Cahş ile diğer arkadaşları yola devam ettiler ve nihayet Nahle'ye indiler.
Oradan Kureyş'e ait bir ticaret kervanı geçti. Kervanda Amr b. Hadremî de
vardı. İbn Hişam'm anlattığına göre Hadremî'nin adı Abdullah b. îbat'tır ki, o,
Sakif kabilesinden biridir. Osman b. Abdullah b. Muğire el-Mahzumî ile kardeşi
Nevfel ve Hişam b. Muğire'nin azadlısı Hakem b. Keysan da kervanda idiler.
Kervandakiler, onları görünce çok korktular. Yakınlarına kadar gelmişlerdi.
Bunun peşinden Ukkaşe b. Mihsan göründü ve o başını tıraş etmişti. Onu
gördüklerinde rahatlayıp emin oldular ve dediler ki:
- Bunlar umrecilerdir,
bunlardan size bir zarar gelmez. Sahabeler, kervan hakkında müşavere ettiler.
Vakit, recep ayının
son günü idi. Dediler
ki:
- Vallahi, eğer
bunları bu gece bırakırsanız Harem'e girerler ve onunla kendilerini sizden
korumuş olurlar. Eğer onları öldürürseniz elbette haram ayda onları öldürmüş
olursunuz!
Ashab, böyle bir
tereddüt geçirdi ve onların üzerine saldırmaktan çekindi. Sonra kendilerini
onlara karşı yüreklendirdiler. Öldürebilecekleri kimseyi öldürmeye ve onlarla
birlikte olan mallan almaya karar verdiler. Böylece Vakid b. Abdullah
et-Temimî, Amr b. Hadremî'ye bir ok atarak öldürdü. Osman b. Abdullah ile Hakem
b. Keysan'ı da esir aldı. Nevfel b. Abdullah, kafileyi kurtardı ve Müslümanlar
onları yakala-yamadılar. Abdullah b. Cahş ve arkadaşları ise, kafileyi ve iki
esiri ele geçirdiler. Medine'deki Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler.
Abdullah b. Cahş'm
ailesinden bir adam onun, arkadaşlarına şöyle demiş olduğunu rivayet etmişti.
"Rasûlullah (s.a.v.) için bu ganimetlerin beşte birini ayırmamız
gerekiyor." Böyle dedikten sonra beşte birini Rasûlullah için ayırdı.
Kalan kısmı arkadaşlarına paylaştırdı. Böyle yapması, humusdan (ganimetlerinin
beşte biri Allah'a ve Rasûlüne ait olduğunu bildiren ayetin nazil olmasından)
önce idi. İbn îshak'm anlattığına göre humus ayeti nazil olduğunda tıpkı
Abdullah'ın taksimatı gibi bir taksimatı öngördü. Seriyye, Rasûlullah (s.a.v.)'in
yanma döndüğünde Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:
«Haram ayda
savaşmanızı size emretmedim.» Böyle diyerek kervanı ve iki esiri durdurdu.
Bunlardan birşey almaya yanaşmadı. Rasûlullah (s.a.v.), böyle dediğinde
seriyyedekiler yaptıklarına pişman olup helak olduklarını zannettiler.
Yaptıkları şeyler yüzünden Müslüman din kardeşleri onları ayıpladılar.
Kureyşliler de şöyle dedi: Muhammed ve ashabı, haı-am ayı helal gördü. O ayda
kan döktüler. Malları aldılar, adamları esir ettiler.
Müslümanlardan Mekke'de
bulunup da Kureyşlilere cevap veren kimseler ise, bunlar şaban ayında olmuştur,
diyorlardı.
Yahudiler, bununla
Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı tefaül ederek şöyle dediler: Amr b. Hadramî'yi,
Vakid b. Abdullah öldürdü. Amr, harbi yaşattı. Hadremî de harpte hazır
bulundu. Vakid b. Abdullah ise harb ateşini tutuşturdu. Böylece Allah, bunu
onların lehlerine değil de aleyhlerine kıldı.
insanlar bu hususta
çok ileri gittiklerinde yüce Allah, Rasûlüne şu ayeti inzal buyurdu:
«Ey Muhammed! Sana,
hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: «O ayda savaşmak büyük
suçtur. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a engel
olmak ve halkını oradan çıkarmak, Allah katında daha büyük suçtur. Fitne
çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür.» Güçleri yeterse, dininizden
döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler.» (ei-Bakara, 217.)
Yani eğer siz hürmet
edilen ayda öldürdünüz ise, onlar da küfretmekle Allah yolundan çevirdiler.
Siz, oranın sakinleri ve sahipleri olduğunuz halde oradan çıkarılmanız, Allah
katında onlardan öldürdüğünüz kimsenin öldürülmesinden günahça daha büyüktür.
«Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür.» Yani onlar Müslümanı dininden
saptırıyorlardı. Ctyle ki, onu imanından
sonra küfre geri döndürüyorlardı. Bu ise, Allah katında adam öldürmekten daha
büyük bir günahtır. «Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle
savaşa devam
ederler...»
İbn İshak dedi ki:
Kur'ân-ı Kerim'in bu emri nazil olduğunda ve Genâb-ı Allah, Müslümanların
içinde bulundukları sıkıntıyı kaldırıp onları genişliğe kavuşturduğunda
Rasûlullah (s.a.v.), deveyi ve iki esiri alıkoydu. Kureyşliler, ona Osman b.
Abdullah ve Hakem b. Keysan'm fidyesi hakkında haber gönderdiler. Rasûlullah
(s.a.v.) dedi ki:
«İki arkadaşımız yani
Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe b. Gazvan yanımıza gelmedikçe, o iki esiri fidye
karşılığında size vermeyiz. Çünkü biz arkadaşlarımıza bir kötülük
yapılmasından korkuyoruz. Eğer arkadaşlarımızı öldürürseniz, biz de sizin
arkadaşlarınızı öldürürüz!»
Bunun üzerine Sa'd ve
Utbe geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlardan, o iki esirin fidyesini kabul
etti. Hakem b. Keysan'a gelince, o Müslüman oldu ve İslamiyet'i güzelce yaşadı.
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında Bi'r-i Maune gününde şehid oluncaya kadar kaldı.
Osman b. Abdullah ise,
Mekke'ye ulaştı ve orada kafir olarak öldü.
İbn İshak dedi ki:
Kur'ân nazil olup da Abdullah b. Cahş ve onun arkadaşları, içinde bulundukları
belirsizlik durumu açıklanınca sevab ve mükafaat umarak şöyle dediler:
"Ey Allah'ın
Rasûlü! Acaba içinde bizim için mücahidlerin sevabının verileceği bir gazve
olmasını isteyebilirmiyiz?" Böyle demeleri üzerine yüce Allah kendileri
hakkında şu ayeti nazil buyurdu:
«İnananlar, hicret
edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah
bağışlar ve merhamet eder.» (ei-Bakara, 218.)
Böylece yüce Allah,
bundan ötürü onlara büyük bir ümit verdi.
Şuayb, Urve'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Hadremî,
Müslümanlarla müşrikler arasında vuku bulan çarpışmada Öldürülen ilk
kişidir."
Abdülmelik b. Hişam'm
dediğine göre Hadremî, Müslümanların öldürdüğü ilk şahıstır ve bu çarpışmada
Müslümanların elde ettikleri ganimet, ilk ganimet idi. Yakalanan Osman ve
Hakem b. Keysan adındaki esirler de Müslümanların ele geçirdikleri ilk iki
esirdir.
Ben derim ki: Önceki
sayfalarda da geçtiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: İslâm tarihindeki ilk emîr, Abdullah b. Cahş'tır.
Tefsirimizde de buna dair isbatla-yıcı deliller naklettik. Bu nakillerde de İbn
İshak'a dayandık. Nitekim Hafiz Ebu Muhammed b. Ebi Hatim, babası vasıtasıyla
Cündüp b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bir kafile yola çıkardı. Başlarında Ebu Ubeyde b. Cerrah yahud Ubeyde
b. Haris'i koydu. Yola çıkacağı zaman bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'a olan aşkından ve onun yanından
ayrılmak istemeyişinden dolayı ağlamaya başladı ve yerinde oturdu. Onun yerine
Rasûluliah (s.a.v.), Abdullah b. Cahş'ı seriyye komutanı olarak yola çıkardı
ve ona bir mektup yazıp verdi, falan mevkiye varmadan açıp okumamasını emretti
ve şöyle dedi:
«Mektubu açtığın zaman
salan arkadaşlarından herhangi birini seninle birlikte yola devam etmesi için
zorlama.»
Yolda iken Abdullah b.
Cahş, mektubu açıp okuduğunda, «İnna lil-lahi ve inna ileyhi raciun» ayetini
okuyup: "Emri işittik ve itaat ettik. Allah ve Resulünün buyruğuna
uyduk." dedi. Mektupta yazılanları arkadaşlarına okuyup durumu bildirdi.
Seriyyedekilerden iki kişi geri döndü. Kalanları, onunla birlikte yola devam
ettiler. îbn Hadremî ile karşılaştıklarında onu öldürdüler. Öldürdükleri günün
receb ayından mı yoksa cemaziyelahir ayından mı olduğunu bilemediler. Bunun
üzerine müşrikler, Müslümanlara: «Haram ayda adam öldürdünüz!» dediler. Yüce
Allah da şu ayeti inzal buyurdu:
«Ey Muhammedi Sana,
hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: «O ayda savaşmak büyük
suçtur.» (el-Bakara, 217.)
İsmail b. Abdurrahman
es-Süddî el-Kebir, tefsirinde sahabelerden bir topluluğun yukarıdaki ayetle
ilgili olarak şöyle dediklerini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.),
bir seriyye yola çıkardı. Seriyye yedi kişiden müteşekkil olup, başlarında
Abdullah b. Cahş komutan olarak bulunmaktaydı. Seriyyedeki adamların adları
şöyleydi: Ammar b. Yasir, Ebu Hüzeyfe b. Utbe, Sa'd b. Ebi Vakkas, Utbe b.
Gazvan, Sehl b. Beyda, Amir b. Füheyre ve Vakid b. Abdullah el-Yerbuî. Bu zat,
Hz. Ömer'in müttefiki idi.
Rasûlullah (s.a.v.),
bunları yola çıkarırken bir mektup yazıp seriyye komutanı Abdullah'a verdi ve
Batm Melele varmadıkça, bu mektubu açıp okumamasını buyurdu. Yola çıkan
seriyye, Batm Melele ulaşınca Abdullah mektubu açtı ve gördü ki içinde şunlar
yazılıdır: «Batm Nah-le'ye varıncaya kadar yola devam et.» Abdullah
arkadaşlarına şöyle dedi:
" Ölmek isteyen
kimse, yola devam etsin ve vasiyetini yapsın. Çünkü ben vasiyetimi yapacak,
Rasûlullah (s.a.v.)'m emrini uygulayacak ve yola devam edeceğim."
Yola devam ettiler.
Sa'd ve Utbe, bineklerini kaybettikleri ve onu aramakla meşgul oldukları için
kafileden biraz geri kaldılar. Abdullah b. Cahş ve arkadaşları yola devam ederek
Batm Nahle'ye vardılar. Orada Hakem b. Keysan, Muğire b. Osman ve Abdullah b.
Muğire ile karşılaştılar.
Ravi, bu arada
seriyyedeki sahabelerden Vakid'in, Amr b. Hadremî'yi öldürüşünü ve ganimet ele geçirip iki esir
tutarak Medine'ye geri dönüşlerini ve Müslümanların ele geçirdikleri ilk
ganimetlerinin de bu olduğunu anlatır. Bu hadise üzerine müşrikler şöyle
demişlerdi:
"Muhammed ,
kendisinin Allah'ın buyruğuna uyup itaat ettiğini iddia ediyor. Oysa ki haram
ayların hürmetini hiçe sayan ilk kişi odur. Çünkü receb ayında bizim adamımızı
öldürdü!"
Müslümanlar ise:
"Biz onu cemaziyelahir ayında öldürdük." dediler.
Süddî dedi ki:
Müslümanların Amr'ı öldürmeleri, receb ayının ilk
gecesi içinde olmuştu.
Oysa onlar, o geceyi cemaziyelahir ayının son gecesi sanmışlardı.
Ben derim ki: Belki bu
hadise'nin vuku bulduğu zamanda cemazi-. yelahir ayı yirmidokuz çekmişti. Bu
sebeple Müslümanlar, receb ayının birinci gecesini, cemaziyelahir ayının
otuzuncu gecesi sanmışlardı. Halbuki hilal o gecede görülmüştü. Doğrusunu
Allah bilir.
Avfî de İbn Âbbas'm
şöyle dediğim rivayet eder: Amr, cemaziyelahir ayının son gecesi zannı ile
Öldürülmüştü. Oysa o gece, receb ayının ilk gecesi idi. Ama Müslümanlar bunun
farkında değillerdi.
îbn İshak'm
rivayetinde de geçtiği gibi bu hadise, receb ayının son gecesinde vuku
bulmuştu. Müslümanlar, bu ganimetleri ele geçirmek için mevcud fırsatı
değerlendirmedikleri takdirde müşriklerin hareme girecekleri ve artık onlara
ilişmenin imkansız olacağını bildikleri için haram ay olduğunu bile bile
üzerlerine saldırdılar.
Zührî de Urve'nin
böyle dediğini rivayet etmiştir ki, bu rivayeti Beyhakî nakletmiştir. Bunlardan
hangisinin doğru olduğunu ancak yüce Allah bilir.
Zührî, Urve'nin şöyle
dediğini rivayet eder: Bize ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.), İbn
Hadremî'nin diyetini ödemiş ve Önceden olduğu gibi yine haram ayın hürmete
layık olduğunu bildirmiştir. Sonunda yüce Allah, Hadremî'yi haram ayda
öldürenlerin affedildiğine dair Beraat ayetini inzal buyurmuştur.
Bu rivayeti, Beyhakî
nakletmiştir.
îbn îshak dedi ki: Ebu
Bekir es-Sıddık, Abdullah b. Cahş'm gazve-siyle ilgili olarak müşriklerin, güya
Müslümanların haram ayın hürmetini ihlal ettiklerine dair söyledikleri sözlere
bir cevap mahiyetinde şu şiiri söylemiştir. îbn Hişam ise, şiirin Abdullah b.
Cahş'a ait olduğunu
söylemiştir:
«Haram ayda adam
öldürmeyi büyük günah sayıyorsunuz. Oysa doğru yolu arayan kimse doğruyu
bulduğunda sizin, Muhammed'in söylediği sözlerden insanları geri çevirmeniz,
Allah'ı inkar etmeniz, bundan daha büyük günahtır. Yaptıklarınızı Allah
görüyor.
Allah'ın beytinde
secde eden bir kimse görülmesin, diye ehlini Mes-cid-i Haram'dan çıkarıp
sürmeniz haram ayda adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.
Her ne kadar adam
Öldürme sebebiyle bizi ayıpladımzsa da İslâmiyet sebebiyle azgın ve hasetci
kişi sarsıldı.
Vakid, harbi
ateşlediği zaman Nahle'de süngülerimizi îbn Hadremî'den akan kanlarla suladık.
Abdullah'ın oğlu Osman
aramızdadır. Boynuna takılan deriden bir kayış, kendisini ölüme doğru
sürüklemektedir!» [3]
Bu hadise, Bedir
vakasından önce hicretin ikinci senesinde vuku bulmuştur. Bazılan dediler ki:
Bu hadise, hicretin ikinci senesinin receb ayında vuku bulmuştur. Katade ile
Zeyd b. Eşlem böyle demişlerdir. Muhammed b. İshak da böyle bir rivayette
bulunmuştur. Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'tan da buna delalet eden rivayetleri
nakletmiştir ki, bu rivayetler kuvvetli rivayetlerdir. İleride de belirtileceği
gibi Bera' b. Azib'in hadisi, buna dair bir delildir. Doğrusunu Allah bilir.
Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesinin, hicri ikinci senenin şaban ayında vuku bulduğunu
söyleyenler de vardır.
İbn İshale, Abdullah
b. Çalışın gazvesinden sonra kıblenin Kabe'ye çevrildiğini söylemiştir.
Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişinin onse-kizinci ayının başında (şaban
ayında) kıblenin Kabe'ye çevrildiğini söyleyenler de olmuştur. İbn Cerir,
Süddî vasıtasıyla bu kavli nakletmiş ve İbn Abbas, İbn Mesud ile bir kaç
sahabeye isnad etmiştir. Cumhur-u ulema ise, kıblenin hicretin onsekdzinci ayı.
başında, şaban ayının ortasında Ka'be'ye çevrilmiş olduğunu söylemişlerdir.
Muhammed b. Sa'd ise, Vakidî'nin şöyle dediğini nakletmiştir: «Kıble, şaban
ayının ortasında salı günü Ka'be'ye çevrilmiştir.»
Ancak bu kesin
belirlemede ,ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Tefsirimiz de şu
aşağıdaki ayetle ilgili açıklamayı yaparken bu konuda uzun uzadıya izahatta
bulunduk:
«Yüzünü göğe çevirip
durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın Kıb-le'ye seni, ey Muhammed, elbette
çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde
yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu kitap verilenler, bunun Rablerinden bir
gerçek olduğunu bilirler. Allah, onların yaptıklarından gafil değildir.»
(ei-Bakara, 144.)
Bu ayetin öncesinde ve
sonrasındaki ayetlerde de Yahudi ve münafıklardan olan beyinsizlerin, aşağılık
cahillerin buna dair ileri sürdükleri itirazlara da değinmişizdir. Çünkü İslâm
tarihinde vuku bulan ilk nesih budur. Şunu da belirtelim ki yüce Allah, Kur'ânî
ifadelerde bundan önce inzal buyurduğu bir ayet-i kerimede neshin caiz
olacağını belirtmiştir:
«Herhangi bir ayetin
hükmünü yürürlükten kaldırır veya unuttu-rursak, onun yerine daha hayırlısını
veya onun benzerini getiririz. Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmez misin?» (el-Bakara, ıoe.)
Buharı, Ebu Nuaym
kanalı ile Bera'ın şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), onaltı ya
da onyedi ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldı. Ama kıblesinin
Ka'be'ye çevrilmesini istiyordu. Ka'be'ye yönelerek kıldığı ilk namaz, ikindi
namazı idi. Bir toplulukla birlikte namaz kıldılar. O esnada yanında
bulunanlardan bir adam çıkıp bir nıescidde rükû halinde bulunan bir cemaate
uğrayıp şöyle dedi: «Allah'ı şahid tutarım ki, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte
Mekke'ye yönelerek namaz kıldım. Siz de onlar gibi Ka'be'ye yönelerek namaz
kılın.»
Kıblenin Ka'be'ye
döndürülmesinden önce bazı sahabeler ölmüş ya da öldürülmüşlerdi. Onlar
hakkındaki hükmün ne olacağı bilinmiyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, şu
ayeti inzal buyurdu.
«Allah ibadetlerinizi
boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet
eder.» (el-Bakara, 143.)
Müslim, bu hadisi
başka bir yönden rivayet etmiştir:
İbn Ebi Hatim, İbn Ebi
Zur*a kanalı ile Bera'ın şöyle dediğini rivayet etti:
« Rasûlullah (s.a.v.),
onaltı ya da onyedi ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldı.
Ka'be'ye döndürülme sini arzu ediyordu. Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti
inzal buyurdu:
«Yüzünü göğe çevirip
durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni, ey Muhammed, elbette
çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir» (el-Bakara, 144.)
Ravi diyor ki: Bu
ayetin nüzulü üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Ka'be'ye yöneldi.
İnsanlardan bazı
beyinsizler -ki onlar Yahudilerdir- şöyle demişlerdi: Onları üzerinde
bulundukları kıbleden döndüren sebeb nedir?
Bunun üzerine yüce
Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«De ki: "Doğu ve
batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir.»
(el-Bakara, 142.)
Özetle demek
istediğimiz şu ki; İmam Ahmed b. Hanbel'in, îbn Ab-bas (r.a.)'dan da rivayet
ettiği gibi Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de iken Ka'be yanında durduğu halde
Kudüs'e yönelerek namaz kılardı. Medine'ye hicret ettiği zaman hem Ka'be'ye
hem de Kudüs'e yönelerek namaz kılma imkanım bulamadı. Medine'ye ilk gelişinde
Ka'be'yi arkasına alıp Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldı. Bu hal, onaltı
ya da onyedi ay müddetle devam etti. Yani hicretin ikinci senesi receb ayına
kadar bu halini sürdürdü. Doğrusunu Allah bilir. Peygamber (s.a.v.), kıblesinin
Ka'be'ye çevrilmesini arzuluyordu. Çünkü Ka'be, İbrahim peygamberin kıblesi
idi. Bu arzusunun gerçekleşmesi için yüce Allah'a çokça yalvarıp yakarıyor ve
niyazda bulunuyordu. Ellerini semaya kaldırıp gözlerini göğe dikerek bu
dileğini Rabbine arz ediyordu. Nihayet yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Yüzünü göğe çevirip
durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıbleye seni, ey Muhammed, elbette
çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram Semtine çevir» (cl-Bakara, 144.)
Kıblenin Ka'be'ye
çevrilmesine dair emir nazil olunca Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlara bir hutbe
irad etti ve bu hükmü onlara iletti. Vakit öğle vakti idi. Nitekim Neseî de
Ebu Said b. el-Mualla'dan böyle bir rivayette bulunmuştur. Bazı insanlar,
kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine dair emrin iki namaz arasında nazil olduğunu
söylemişlerdir. Mücahid ile diğerleri böyle demişlerdir. Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde Be-ra'dan rivayet olunan hadis de bunu teyid etmektedir. .Şöyle
ki: «Peygamber (s.a.v.)'in, Medine'de Ka'be'ye yönelerek kıldığı ilk namaz,
ikindi namazı idi.» Tuhaftır ki, bu hadisenin ikinci günü sabah namazında bile
haber Kübalılara ulaşmamıştı. Nitekim Buharı ve Müslim'in sahihlerinde İbn
Ömer'in şöyle dediği n aide dilmektedir:
"İnsanlar,
Küba'da sabah namazını kılmakta iken kendilerine birisi gelip şöyle dedi:
"Rasûlullah (s.a.v.)'a bu gece Kur'ân nazil oldu ve kıblesinin Ka'be'ye
yönelik olmasına dair emir geldi. Siz de Ka'be'ye yönelerek namaz kılın."
Sabah namazını
kılmakta olan Kübalılar, Kudüs'e yönelmişlerdi. Bu haberi alınca Ka'be'ye
döndüler."
Sahih-i Müslim'de Enes
b. Malik1 ten nakledilen böyle bir rivayet daha vardır.
Söylemek istediğimiz
bir başka husus da şudur: Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine dair ayet nazil olup
da Kudüs'e yönelerek namaz kılma hükmü neshedildiğinde; bazı beyinsizler,
bilgisiz ve geri zekalılar, İslâm'a dil uzatarak: "Müslümanları eski
kıblelerinden çeviren sebep nedir?» demişlerdi.
Oysa kitap ehlinden
olan kafirler, bu hükmün Allah'tan geldiğini bilmekte idiler. Çünkü onlar,
kitaplarında Hz.Peygamber'in evsafını, Medine'ye hicret edeceğini ve Ka'be'ye
yönelmekle emronulacağını haber veren ayetleri görmekte idiler. Nitekim yüce
Allah da bunu şu ayetle teyid etmiştir:
«Doğrusu kitap
verilenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu
bilirler.» (el-Bakara,
144.)
Cenâb-ı Allah, bununla
birlikte onların sorularını cevaplandırarak şu ayeti inzal buyurdu:
«İnsanların
beyinsizleri, "Yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir?"
diyecekler. De ki; "Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola
eriştirir.» (el-Bakara, 142.) Yani mülkün sahibi ve mutasarrıfı O'dur. O, öyle
bir hükroedicidir İd, hükmünü engelleyebilecek herhangi bir kimse yoktur. O,
yaratıkları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Vaz' etmek
istediği hükmü koyar. O, dilediğini
dosdoğru yola ileten ve dilediğini de sırât-ı müstakimden saptırandır. Bütün bu
yaptıklarında hikmet vardır İd, bu hikmete razı olmak ve teslimiyet göstermek
gerekir. Bu ayetten sonra yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Böylece sizi
insanlara şahid ve Örnek olmanız için tam ortada bulunan (hayırlı) bir ümmet
kıldık» (ci-Eakara, 143.}
Yani namaz kılarken
sizleri en faziletli yöne, peygamberlerin atası İbrahim (a.s.)'in kıblesine
yönelttiğimiz, ondan sonra Musa'nın ve kendisinden önceki diğer peygamberlerin
yönelerek namaz kıldıkları Ka'be'ye çevirdiğimiz gibi, aynı şekilde siz
ümmetlerin en hayırlısı, âlemin hülasası, taifelerin en şereflisi, esinlerle
yenilerin en kıymetlisi kıldık ki; kıyamet gününde bütün insanlara karşı şahid
olasınız. Çünkü onlar, kıyamet gününde sizin fazilet ve üstünlüğünüz hususunda
ittifak edeceklerdir.
Buharî'nin sahihinde
Ebu Said'den merfu olarak nakledilen bir hadiste, Nuh peygamberin kıyamet
gününde bu ümmet lehinde şahadette bulunacağı söylenmiştir. Zamanı çok önce
olmasına rağmen Nuh peygamber, bu ümmet hakkında lehte şahadette bulunacağına
göre, ondan sonraki peygamberler haydi haydi lehte şahadette bulunacaklardır.
Bulunmaları da gerekir.
Yüce Allah, bu
hadisenin vukuundan şüphe eden kimselerden intikam alacağı ve bu hadiseyi
tasdik edenlere de nimetini bahşedeceği hususunda hikmetini beyan ederek şöyle
buyurmuştur:
«Senin yöneldiğin
yönü, peygambere uyanları, cayacaklardan ayırd etmek için kıble yaptık.»
(el-Bakara, 143.)
İbn Abbas dedi ki:
«Senin yöneldiğin yönü, kimin peygambere uyduğunu, kimin de ondan caydığını
görmek için kıble yaptık.»
Doğrusu bu, büyük
birşeydir. Yani kıblenin değiştirilmesi, çok ağır, önemli ve büyük bir
hadisedir. Ancak Allah'ın, kendilerini hidayete ilettiği kimseler, bu
hadisenin Allah katından geldiğine inanır ve tasdik ederler. Bu hususta asla
şüphe etmezler. Aksine buna razı olur, inanır ve gereğince amel ederler. Çünkü
onlar, yüce Hakim'in kullarıdırlar. O Hakim ki, uludur, kudret sahibidir.
Yumuşak huyludur. Her şeyden haberdardır. Lütufkar ve bilgi sahibidir.
«Allah ibadetlerinizi
boşa çıkaracak değildir» Yani daha önce Kudüs'e yönelerek kıldığınız namazları
geçersiz sayacak değildir. «Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.»
Bu konuda birçok hadis
ve eserler vardır. Onları burada nakletmek fazla yer işgal edecektir. Ancak
onları tefsirimizde uzun uzadıya naklettik. "Ahkamü'l-Kebir" adlı
eserimizde bu konuda daha geniş açıklamalar yapacağız.
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. Asım vasıtasıyla Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder. Rasûlullah
(s.a.v.), kitab ehli hakkında şöyle buyurdu:
«Allah'ın bize
gösterdiği ve kendilerini ondan uzaklaştırdığı cuma günü ile Allah'ın bize
gösterdiği ve kendilerini ondan uzaklaştırdığı kıble ve imam arkasında amin
deyişimiz hususunda onlar bizi kıskandıkları kadar başka birşeyde
kıskanmadılar.» [4]
Ramazan orucu,
hicretin ikinci senesinde Bedir vakasından önce farz kılınmıştır.
îbn Cerir, hicretin
ikinci senesinde ramazan orucunun farz kılındığını söyler. Ramazan orucunun
hicrî ikinci senenin şaban ayında farz kılındığım söyleyenler de vardır.
Anlatıldığına göre, «Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Yahudilerin aşure
günü oruç tuttuklarını gördü. Kendilerine niçin o günde oruç tuttuklarını
sorduğunda şu cevabı verdiler:
- Bu, yüce Allah'ın
Musa'yı kurtardığı gündür. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
- Musa hususunda biz
sizden daha çok hak sahibiyiz.
Böyle diyerek kendisi
de aşure günü oruç tuttu ve Müslümanlara da o gün oruç tutmalarını emretti.»
Bu hadis, Buharı ve
Müslim'in sahihlerinde sabit olup İbn Ab-bas'tan rivayet edilmiştir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Ey inananlar! Oruç,
sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakmasunz diye,
size de sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta
bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca
dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir, kim gönülden iyilik
yaparsa o iyilik kendisine-dir. Oruç tutmanız -eğer bilirseniz- sizin için daha
hayırlıdır. Ramazan ayı, ki onda Kur'ân, insanlara yol göstererek -yol
gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak- indirildi. Sizden bu
ayı idrak eden, onda oruç tutsun. Hasta veya yolculukta olan, tutamadığı
günlerin, sayısınca diğer günlerde tutsun.» (el-Bakara, 183-185.)
Tefsirimizde konuyla
ilgili hadis ve eserlerle, istifade edilecek ahkâmı yeterince naklederek bu
hususta geniş açıklamalarda bulunduk. Hamd Allah'a mahsustur.
İmam Alımed b.
Hatibe!, Ebu'n-Nadr vasıtasıyla Muaz b. Cebel'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Namazın farziyeti üç kademede oldu. Orucun farziyeti de üç aşama geçirdi.»
Böyle dedikten sonra Muaz, namazın farziyetinin aşamalarını anlattı. Sonra
şöyle dedi: «Orucun farziyetinin aşamalarına gelince; Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye
geldi. Her aydan üç gün oruç tuttu. Ve bir de aşure günü oruç tuttu. Sonra
Cenab-ı Allah, ona orucu farz kıldı ve şu ayeti inzal buyurdu:
«Ey inananlar! Oruç,
sizden öncekilere farz- kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten salanasmız
diye, sayılı günlerde size de farz kılındı. İçinizden hasta olan veya
yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca
dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir.» (el-Bakara,
183-184.)
Bu ayetin nüzulünden
sonra Müslümanlardan dileyenler oruç tutuyor, dileyenler de düşkün bir kimseye
yemek yediriyor ve bunu orucun bedeli olarak yeterli görüyordu. Sonra Cenab-ı
Allah, başka bir ayet inzal buyurdu:
«Ramazan ayı, ki onda
Kur'ân, insanlara yol göstererek -yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı
belgeler olarak- indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun.»
(ei-Bakara,i85.)
Artık mukim ve
sıhhatli olan kimsenin oruç tutması gerekli bir hüküm haline geldi. Ancak
hasta ve yolcu kimseler için ruhsat tanındı. Oruç tutamayacak kadar yaşlı
kimselerinse, oruca bedel olarak düşkün kimselere yemek yedirmeleri de bir
hüküm farziyeti ile ilgili iki aşama idi.
Ravi dedi ki: Bu iki
aşama zarfında Müslümanlar, iftardan sonra uyuyuncaya kadar yemek yiyor, içiyor
ve hammlanyla cinsel ilişkide bulunuyorlardı. Uykuya daldıktan sonra artık
yemekten,, içmekten ve hammlanyla cinsel ilişkide bulunmaktan uzak
duruyorlardı. Sonra Ensâr'dan Sırma adlı bir adam, gündüzleyin oruçlu iken
akşama kadar çalışıyordu. Akşam olunca evine gelip yatsı namazım kıldı. Sonra
yemeden içmeden uykuya daldı. Sabah olunca uyandığında yine oruca devam etti.
Rasûlullah (s.a.v.), onun aşırı derecede zayıflayıp bitkin düştüğünü gördü ve:
- Bana
ne oluyor ki, senin aşırı derecede bitkin düştüğünü'görüyorum? diye sordu.
Sırma da başından geçenleri ona anlattı.
Hz. Ömer, geceleyin
bir müddet uyuduktan sonra hanımıyla cinsel ilişkide bulunmuş, Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma gelerek yaptığı bu işi ona haber vermişti. Bunun üzerine yüce
Allah, şu ayeti inzal buyurmuştu:
«Oruç tuttuğunuz
günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin
örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güyenemeyeceğinizi
biliyordu. Bu sebeple tevbenizi kabul edip,sizi affetti. Artık onlara
yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde,
beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yeyin, için. Sonra orucu
geceye kadar tamamlayın.» (el-Bakara, 187.)
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet
olunur:
«Aşure günü oruç
tutulurdu. Ama ramazan orucuyla ilgili farziyet ayeti nazil olunca, artık
dileyen kimse aşure günü oruç tutar, dileyen tutmazdı.»
Buharî, İbn Ömer ve
İbn Mesud'dan bunun gibi bir rivayette bulunmuştur. Bu konuyu tefsirimizde ve
"Ahkamü'l-Kebir" adlı kitabımızda genişçe açıkladık. Allah'ın
yardımına sığınırız.
İbn Cerir dedi ki: O
sene insanlar fitre vermekle de emrolundular Denilir ki: RasûluUah (s.a.v.),
ramazan bayramından bir veya iki gün önce insanlara hutbe irad etti ve fitre
vermelerini emretti.
Rasûlullah (s.a.v.), o
sene bayram namazını insanlarla birlikte kılmak üzere namazgaha gitti,
ibadetini orada eda etti. Bu, kıldığı ilk bayram namazı idi. Önünde mızrakla
gidiyorlardı. Bu mızrağı Necaşi, Zü-beyre hediye etmişti. Bayramlarda RasûluUah
(s.a.v.)'m önü sıra mızrakla gidilirdi.
Ben derim ki:
Müteahhirinden bazı kimselerin anlattıklarına göre o sene malın zekatı farz
kılındı. Nitekim bununla ilgili açıklamalar, Bedir vakasını anlatışımızdan
sonra inşaallah verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır. Güç ve
kuvvet, ancak ulu ve yüce Allah sayesindedir.
[5]
Bu gazvede, hak ile
batıl birbirinden ayrılmış, müşriklerle Müslümanlar karşı karşıya gelmişlerdi.
Bununla ilgili olarak yüce Allah, şöyle buyurmuştur:
«Andolsun ki, siz
düşkün bir durumda iken, Bedir'de Allah size yardım etmişti; Allah'tan sakının
ki şükredebilesiniz» (Ai-iîmrân, 123.)
«Nitekim, Rabbin seni
hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir takımı bundan
hoşlanmamıştı. Sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, gerçek ortaya
çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı. Allah bu iki taifeden birini size
vadetmişti; siz, kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz. Oysa, suçluların
hoşuna gitmese de, hakkı ortaya çıkarmak ve batılı, tepmek için, Allah
sözleriyle hakkı ortaya koymak ve inkarcıların kökünü kesmek istiyordu.»
{el-Enfâl, 5-8.)
İbn İshak, Abdullah b.
Cahş'm seriyyesini anlattıktan sonra şöyle der: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebu
Süfyan b. Harbin, Kureyş'in mallarını ve ticaret eşyasını taşıyan büyük bir
kervanla Şam'dan döndüğünü işitti. Kafilede Kureyş'ten otuz ya da kırk kişi
bulunmakta idi. Aralarında Mahreme b. Nevfel ve Amr b. As da vardı.
Musa b. Ukbe,
Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bu hadise, İbn Hadremî'nin
öldürülmesinden iki ay sonra vuku bulmuştur. Kervanda Kureyş'in bütün mallarım
taşımakta olan 1000 deve vardı. Kervanda sadece Hüveytip b. Abdu'1-Uzza yoktu.
Bu sebeple o, Bedir savaşma katılmayıp geride kalmıştır.
îbn İshak, Muhammed b.
Müslim b. Şihab vasıtasıyla İbn Abbaş'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.), Ebu Süfyan'm Şam'dan döndüğünü duyduğu zaman Müslümanları çağırıp
onlara şöyle dedi:
- İşte Kureyş'in
kervanı! Onda Kureyşlilerin malları vardır. Öyleyse ona doğru gidiniz. Belki
de Allah sizi onunla ganimetlendirir.
Bunu duyan halk çağrıya
icabet etti ve bazılarına hafif, bazılarına ise ağır geldi. Şundan ki; Onlar,
Rasûlullah (s.a.v.)'m bir savaşla karşılaşacağını zannetmediler. Ebu Süfyan,
Hicaz'a yaklaştığında haberlere kulak verdi ve kafilesinden korktuğu için her
rastladığı adama sordu.
Nihayet bir kafileden
şu haberi aldı: «Muhammed, ashabını senin ve başında bulunduğun kervanın için
savaşmaya gönderdi.»
O da, bu haber
yüzünden korktu ve Damdam b. Amr el-Gıfarî'yi kiralayarak Mekke'ye gönderdi.
Kureyş'e gidip mallarına sahip çıkmalarını, Muhanımed'in ashabıyla birlikte o
kafileye görünmüş olduğunu onlara haber vermesini emretti. Damdam b. Amr da
süratle Mekke'ye gitti.
İbn İshak dedi ki:
Kendisini yalancılıkla suçlayamayacağım bir kimse, İlerime ve İbn Abbas
tarikiyle Yezid b. Runıan ile İbn Abbas'm, Urve b. Zübeyr'den şu nakilde
bulunduklarını söyledi:
Atike binti
Abdülmuttalib, Damdam'm Mekke'ye gelmesinden üç gece önce rüya görmüş, gördüğü
rüyadan korkmuş, bunun üzerine kar-,deşi Abbas b. Abdülmuttalib'e haber
göndererek şöyle demiş:
- Ey kardeşim! Allah'a
yemin ederim ki bu gece beni korkutan bir rüya gördüm. Bu rüyadan, senin
kavminin üzerine bir kötülük ve musibetin gelmesinden korktum. Anlatacağım bu
şeyi benden duyduğunu gizle.
- Ne gördün?
- Kendi devesi üzerine
binmiş olarak giden bir süvari gördüm ki, gitti Ebtah'ta durdu. Sonra en yüksek
sesiyle bağırdı: "İşte ey gaddarlar! Üç gün içinde öleceğiniz yerlere
gidin!" İnsanların orada toplandıklarını gördüm. Sonra o kişi mescide
girdi. İnsanlar da onun peşinden oraya girdiler. Bir ara onlar, onun etrafında
iken devesi Ka'be'nin üzerine kalktı. Sonra o kimse önceki defa bağırdığı gibi
şöyle bağırdı:
"Ey gaddarlar! Üç
gün içinde öleceğiniz yerlere gidin!" Sonra onun devesi onunla birlikte
Ebu Kubeys dağının zirvesine yükseldi. Yine öyle bağırdı. Sonra bir kaya
parçası alıp aşağıya yuvarladı. Ve kaya parçası, dağın eteğine vardığında
dağıldı. Dağılan parçalardan her biri, Mekke'deki evlerin içine girdi.
Mekke'deki evlerin odalarından her birine o kaya parçası muhakkak girmişti.
"Vallahi işte bu,
gerçek bir rüyadır. Sen bunu gizle ve hiç kimseye anlatma."
Daha sonra Abbas
dışarı çıktı. Velid b. Utbe b. Rabia'ya rastladı. Onun dostu idi. Rüyayı ona
anlattı ve kendisinden duyduğunu kimseye söylememesini, gizlemesini istedi.
Velid ise, rüyayı babası Utbe'ye anlattı. Böylece haber Mekke'de yayıldı. Öyle
ki, Kureyşliler bu rüyayı toplantı yerlerinde anlatmaya başladılar.
Abbas dedi ki: Ertesi
sabah Ka'be'yi tavaf etmek için Mescid-i Ha-ram'a gittim. Ebu Cehil b. Hişam'da
Atike'nin rüyasını anlatmakta olan Kureyşlüerin meclisinde oturmuş idi. Ebu
Cehil, beni görünce şöyle dedi.
- Ey Ebu Fazl! Tavafım
bitirdiğin zaman yanımıza gel.
Tavafı tamamlayınca
yanlarına gittim. Onlarla beraber oturdum.
Ebu Cehil, bana şöyle
dedi.
- Ey
Beni Abdülmuttalib, sizin içinizde bu kadın peygamber ne zaman meydana çıktı?
- O
nedir?
- Atike'nin
gördüğü rüya işte! -Ne görmüş?
- Ey
Beni Abdülmuttalib, siz erkeklerinizin peygamberlik iddiasında bulunmalarıyla
kanaat etmemiş miydiniz ki, kadınlarınız da peygamberlik iddia ediyor? Atike
şöyle bir rüya gördüğünü iddia etmiş ki; rüyasında gördüğü kişi kendisine şöyle
demiş: «Üç gün içinde ölüm yerlerinize gidin!» O halde sizi bu üç gün
bekleriz. Eğer onun dediği gibi bir şey görülmezse bu sizin aleyhinize olur,
sizin aleyhinize bir yazı yazarız ki, siz Araplar arasında en yalancı bir
ailesinizdir.
Abbas dedi ki: Ben
onunla ilgilenmedim ve böyle birşey olduğunu inkar ettim. Sonra birbirimizden
ayrıldık. Akşam olunca Abdülmuttalib oğullarından olan bütün kadınlar yanıma
gelip şöyle dediler:
"Şu yoldan
çıkmış, pis Ebu Cehil'in erkeklerinize dil uzatmasına, sonra da kadınlarınıza
dil uzatmasına ses çıkarmadın. Söylediklerine razı oldun ve dediklerini inkar
ettin. Ve hiç de gayrete gelmedin!"
Onlara dedim ki:
"Vallahi ben bunu
yaptım. Fakat ben onunla fazla ilgilenmedim. Allah'a yemin ederim ki, onun
karşısına çıkacağım. Eğer yeniden böyle yaparsa, elbette ben sizin yerinize
onun hakkından gelirim!"
Atike'nin rüya
görüşünün üçüncü gününde sabahleyin dışarı çıktım. Hiddetli ve öfkeli bir
halde idim. Sanki ele geçirmek istediğim bir firsatı kaçırmış gibi idim.
Mescide girdim ve onu gördüm. Allah'a yemin ederim ki ben, ona doğru yürüyordum
ki ona dokunayım da dediği bazı şeyleri tekrarlasın. Ben de kavga edeyim istiyordum.
O, hafif, hiddetli bir yüze, lisana ve bakışa sahip bir adam idi. Mescidin
kapısına doğru çıktığı zaman hızlı yürüyordu. İçimden: «Ona ne oldu. Allah
lanet etsin. Bu, benden mi kaçıyor?» dedim.
Bir de baktım ki o,
benim duymadığım birşeyi duymuş: Damdam b. Amr el-Gıfarî'nin sesini duymuştu. O
ise, vadinin içinde devesinin üzerinde durarak bağırıyor. Devesinin burnunu
kesmiş, semerini ters çevirmişti. Gömleğini de yarmış vaziyette şöyle diyordu:
"Ey Kureyş
topluluğu! Buğday ve güzel koku yüklü develer! Buğday ve güzel koku yüklü
develer! Mallarınız Ebu Süfyan'la beraberdi. Ama Muhammed ve arkadaşları, ona
saldırdılar. Artık imdada yetişebileceğinizi sanmıyorum.
İmdat......İmdat......"
Dedi ki: Böylece
ortaya çıkan durum, beni ondan, onu da benden alıkoydu. Böylece millet süratle
hazırlanmaya başlayarak şöyle dediler: "Muhammed ve onun arkadaşları, İbn
Hadremî'nin kafilesi gibi.olacağını mı zannediyorlar? Hayır, hayır, vallahi
elbette bunun başka birşey olduğunu bileceklerdir!"
Damdam b. Amr bu halde
geldiğinde Kureyşliler, Atike'nin gördüğü rüyadan korktular. Başları eğik ve
zillet içinde yola koyuldular. Kureyşliler, ya bizzat kendileri gidiyor ya da
yerlerine bir adam tutup gönderiyorlardı. Nihayet Kureyşin hepsi gazveye çıkıp
gittiler. Sadece Ebu Leheb b. Abdülmuttalib, yerine Asi b. Hişam b. Muğire'yi
gönderdi. Ebu Leheb'in, Asi'de 4000 dirhem alacağı vardı. Ne var ki, Asi iflas
etmişti. Ebu Leheb de bu alacağına karşılık olarak onu kendi yerine savaşa
göndermişti.
îbn îshak, îbn Ebi
Necih'in şöyle dediğini rivayet eder: Ümeyye b. Halef, oturmaya karar vermişti.
İri cüsseli, ağır gövdeli bir ihtiyar idi. Ukbe b. Ebi Muayt ona geldi. O,
mescidde kavminin arasında oturmakta idi. Elinde taşıdığı bir buhurdanlık
vardı. İçinde ateş ile buhur vardı. O buhurdanlığı Ümeyye b. Halefin önüne
koydu. Sonra şöyle dedi:
- Ey Ebu Ali, buhur
yap. Çünkü sen kadınlardan birisin.
- Allah seni çirkin
kılsın, getirdiğin şeyleri de çirkin kılsın. Böyle dedikten sonra kendisi de
hazırlık yapıp diğer insanlarla birlikte savaşmaya gitti.
İbn İshak'm bu
kıssayla ilgili olarak söyledikleri bunlardan ibarettir.
Buharı, bunu başka bir
tarikle rivayet etmiştir: Ahmed b. Osman, Sa'd b. Muaz'dan rivayet etti ki;
«Sa'd, Ümeyye b. Halefin dostu imiş. Ümeyye, Medine'ye geldiğinde Sa'd b.
Muaz'a konuk olurmuş. Sa'd da, Mekke'ye geldiğinde Ümeyye'ye konuk olurmuş.
Rasûlullah (s.a.v.),
Medine'ye geldiğinde Sa'd b. Mu&z umre niyetiyle Mekke'ye gitmiş ve
Ümeyye'ye konuk olmuştu. Ümeyye'ye şöyle demişti:
"Ka'be'yi tavaf
edebilmem için bana tenha bir zaman ayarla." Ümeyye de onu öğleye yakın
bir zamanda çıkarıp Ka'be'ye götürmüştü. Ebu Cehil, onlarla karşılaştığında
şöyle demişti:
- Ey Eba Safvan, şu
yanındaki kimdir? Ümeyye:
- Bu Sa'd'dır,
demişti.
Ebu Cehil, Sa'd'e
dönüp şöyle demişti.
- Görüyorum ki,
Mekke'de güven içinde Ka'be'yi tavaf ediyorsun. Oysa siz dinden çıkanları
barındırdınız. Onlara yardımcı olacağınızı söylediniz. Allah'a yemin ederim ki
sen, Ebu SafVan ile beraber olmasaydın ailene salimen dönemezdin!
Sa'd, sesini yükselterek:
"Eğer sen beni Ka'be'yi tavaftan ahkoyar-san, ben seni bundan daha ağır
gelecek birşeyden alıkoyanın. Medine yolunu sana yasaklarım!"
Ümeyye, Sa'd'a şöyle
dedi:
- Ey Sa'd! Ebu Hakem'e karşı sesini yükseltme.
Çünkü o, bu vadide yaşayan insanların efendisidir.
Sa'd dedi ki:
- Ey
Ümeyye, bizi bırak. Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)'m, senin
Müslümanlar tarafından öldürüleceğini söylediğini işittim.
- Mekke'de
mi?
- Bunun
üzerine Ümeyye, şiddetli bir korkuya kapıldı. Eve döndüğünde zevcesine şöyle
dedi:
- Ey
Ümmü Safvan, Sa'd'm bana dediğini duydun mu?
- Sana
ne dedi?
- Bana,
Müslümanlar tarafından öldürüleceğimi, Muhammed'in kendilerine bunu haber
verdiğini söyledi. Ben de: "Mekke'de mi öldürüleceğim?" diye sordum
O, bunu bilemeyeceğini söyledi.
Ümeyye dedi ki:
Vallahi ben de Mekke'den çıkmam.
Bedir günü geldiğinde
Ebu Cehil, insanları savaşa çağırdı ve: "Kervanınıza ulaşıp
kurtarın!" dedi. Ama Ümeyye, Mekke'den çıkmak istemedi. Ebu Cehil, onun
yanma gelip şöyle dedi:
"Ey Eba Safvan!
Sen bu vadide yaşayanların efendisisin. Eğer insanlar senin sefere çıkmadığını
görürlerse onlar da seninle birlikte kalır ve sefere çıkmazlar."
Ebu Cehil, ısrarla
onun savaşa gitmesini istedi. Nihayet Ümeyye şöyle dedi:
"Madem beni
mağlup ettin. Öyleyse en güzel ve asil deveyi satın alacağım." Böyle
dedikten sonra eve gidip zevcesine şöyle dedi:
- Ey
Ümmü Safvan, yol hazırlığımı yap.
- Ey
Eba Safvan, Medineli kardeşininin (Sa'd'm) dedilderini unutmuşsun?
- Hayır,
Mekke'den çok uzaklara gitmeyeceğim. Şu yakınlara kadar gideceğim.
Ümeyye, Mekke'den
çıktıktan sonra konakladığı her yerde devesini bağlıyordu. Bu tedbirini devam
ettirdi. Nihayet Allah, onu Bedir'de öldürttü.»
İsrail'in rivayetine
göre Ümeyye ile karısı arasında geçen karşılıklı konuşmada, karısı ona şöyle
demiş. «Allah'a yemin ederim İd, Muham-med asla yalan söylemez.»
İbn İshak dedi ki:
Kureyşliler, hazırlıklarını tamamlayıp yürümeye başladıkları zaman kendileriyle
Beni Bekir b. Abdi Menat b. Kinane arasında geçen savaşları anlatmaya
başladılar ve şöyle dediler: Arkadan bize saldırmalarından korkuyoruz.
Kureyşliler ile Beni
Bekir arasında vuku bulan savaş, Hafs b. Ah-yef in oğlu yüzünden olmuştu. Hafs
b. Ahyef, Beni Amir b. Lüey kabile-sindendir. Oğlunu, Beni Bekir kabilesinden
bir adam, Amir b. Yezid b. Amir b. Mülevvih'in teşviki üzerine öldürmüştü.
Sonra Hafs b. Ahyef in öldürülen oğlunun intikamım, diğer oğlu Mikrez almıştı.
Mikrez, Amir'i öldürüp kılıcım karnına saplamış, daha sonra da geceleyin onu
getirmiş ve Ka'be'nin örtüsüne asmıştı. Arada vuku bulan bu öldürmeler yüzünden
korkmuşlardı...
îbn İshak, Yezid b.
Ruman vasıtasıyla Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Kureyşliler
yola çıkmaya karar verdikleri zaman kendileriyle Beni Bekir kabilesi arasında
geçen savaşı hatırladılar. Bu hatırlamaları savaşa gidip gitmemek hususunda
onlarda bir tereddüt meydana getirdi. Bunun üzerine İblis, Süraka b. Malik b.
Cüşum el-Müdlic suretine bürünerek onlara göründü. O da, Beni Kinane kabilesi
eşrafındandı. Kureyşlüere şöyle dedi:
«Kinanelilerin
arkanızdan gelip de hoşlanmayacağınız birşeyi yapmayacaklarına dair size
teminat veriyorum. Ve sizi böyle birşeye karşı koruyacağım.»
Bunun üzerine
Kureyşliler, hızla yola çıktılar.
Ben derim ki: Cenab-ı
Allah'ın şu ayetinin manası işte budur:
«Yurtlarından
böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan menedenler
gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.
Şeytan onlara işlediklerini
güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur, doğrusu ben de
size yardımcıyım» dedi. İki ordu karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle
ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi görüyorum. Ve şüphesiz Allah'tan
korkuyorum. Allah'ın azabı şiddetlidir.» dedi. (ci-Enfâi, 47-48.)
İblis, Kureyşlileri
aldattı. Allah ona lanet etsin.. Öyle ki, Kureyşliler onunla birlikte adım
adım, konak konak ilerlediler. îblis'in askerleri ve bayrakları da kendisiyle
beraberdi. Nihayet Kureyşlileri, ölecekleri yere kadar götürüp teslim etti.
İşin ciddiyetini ve meleklerin yardım için inmekte olduklarım görünce,
Cebrail'i de karşısında açık bir şekilde görünce gerisin geri kaçıp şöyle
dedi:
«Benim sizinle ilgim
yok, doğrusu sizin görmediğinizi görüyorum. Ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum.
Allah'ın azabı şiddetlidir.» (ei-Enfâl,48.)
Yukarıdaki ayet,
aşağıda nakttiğimiz ayet gibidir: «İki yüzlülerin durumu insana: «İnkar et!»
deyip, insan da inkar edince: «Doğrusu ben senden uzağım; âlemlerin Rabbi olan
Allah'tan korkarım.» diyen şeytanın durumu gibidir.» (cl-Haşr, 16.)
Bir başka ayet-i
kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«De ki: «Hak geldi,
batıl ortadan kalktı. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkumdur.» (ci-îsra,8i.)
Lanetli İblis,
meleklerin Müslümanlara yardım için Bedir gününde indiklerini görünce gerisin
geri dönüp kaçtı. O gün kaçanların ilki, o oldu. Halbuki daha önce müşrikleri
yüreklendirip gayrete getirmiş, onları koruyacağını söylemişti. Onları
kışkırtmış, onlara vaadlerde bulunmuş, kuruntulara kaptırmıştı. Ama şeytan,
onlara aldatmadan başka birşey vadetmiyordu.
Yunus, İbn îshak'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kureyşliler, zorluk ve zillet içinde 950
savaşçı olarak, beraberlerinde de 200 at bulundurarak yola çıktılar. Def çalıp
şarkı söyleyen, Müslümanları hicveden şarkıcı kadınları da yanlarına aldılar.
İbn İshak, bu arada
Kureyşlilere her gün kimin yemek yapacağını da anlatmıştır.
el-Ümevî der ki:
Kureyşlilere Mekke'den çıktıkları ilk gün davar kesen kişi Ebu Cehil oldu.
Kureyş ordusu için on hayvan kesti. Sonra Usfan mevkiinde Ümeyye b. Halef, ordu
için dokuz hayvan kesti. Kadid mevkiine geldiklerinde Süheyl b. Amr da on
hayvan kesti. Kadid mevkiinden aşağılara deniz kıyısına doğru meyledip yola
devam ettiler. Kıyıda bir gün ikamet ettiler. O esnada Şeybe b. Rebia, müşrik
ordusu için dokuz hayvan kesti. Cühfe'ye geldiklerinde Utbe b. Rebia, onlara on
hayvan kesti. Ebva'ya geldiklerinde Nebih ile Münebbih (ki bunlar Hac-cac'm
oğulları idiler), müşrik ordusu için on hayvan kesti. Abbas b. Abdülmuttalib de
müşrik ordusu için on hayvan kesti. Bedir suyuna, vardıklarında Ebu'l-Bahterî
de onlar için on hayvan kesti. Sonra azıklarını da yediler.
el-Ümevî, babası
kanalı ile Ebu Bekir el-Hüzelî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Müşriklerin
yanında altmış at ve 600 zırh vardı. Rasûlullah (s.a.v.)"m ordusunda ise
iki at ve altmış zırh vardı.
Müşriklerin Mekke'den
çıkıp Bedir'e doğru giderken durumları bundan ibaretti.
İbn îshak,
Rasûlullah'm durumu hakkında ise şöyle der:
Rasûlullah (s.a.v.),
ashabıyla birlikte ramazan ayından birkaç gece geçtikten sonra yola çıktı.
Yerine Medine'de imam olarak îbn Ümmü Mektum'u görevlendirdi. Revha'ya
geldiğinde Ebu Lübabe'yi Medine valisi olarak görevlendirip Medine'ye gönderdi.
Sancağı Mus'ab b. Ümeyr'e verdi. Bu sancağın rengi beyazdı. Rasûlullah
(s.a.v.)'ın önünde iki siyah bayrak vardı. Bunlardan birisi, Ebu Talib oğlu
Ali'nin elindeydi ki, bu bayrağa Ukab denirdi. Diğeri ise, Ensâr'dan bir
adamın elindeydi.
İbn Hişam'ın ifadesine
göre Ensâr'ın bayrağı, Sa'd b. Muaz'm elinde idi. el-Ümevî ise, Habbab b.
Münzir'in elinde olduğunu söyler.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), ordunun son kısmının başına Kays b. Ebi Sa'sa'a'yı getirdi. Bu, Beni Mazin b.
Neccar'ın kardeşidir, el-Ümevî dedi ki: İslâm ordusunda iki at vardı. Birinin
üzerinde Mus'ab b. Ümeyr, diğerinin üzerinde Zübeyr b. Avvam vardı. Rasûlullah
(s.a.v.) ordunun sağ cenahına Sa'd b. Hayseme'yi, sol cenahına da Mikdad b.
Es-ved'i komutan tayin etti.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ali şöyle demiştir: «Bedir savaşında aramızda
Mikdad'tan başka bir süvari yoktu.»
Beyhakî, başka bir
kanaldan Hz. Ali'nin, İbn Abbas'a şöyle dediğini rivayet eder: «Bedir savaşında
yanımızda sadece iki at vardı. Bunlardan biri Zübeyr'in, diğeri de Mikdad b.
Esved'in idi.»
el-Ümevî, babası
kanalı ile Et-Teymî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: « Rasûlullah (s.a.v.)
ile birlikte Bedir savaşında iki süvari vardı. Bunlardan biri Zübeyr b. Avvam
'di ki, ordunun sağ cenahında bulunuyordu. Diğeri de Mikdad b. Esved idi ki,
ordunun sol cenahında bulunuyordu.»
İbn İshale dedi ki:
Müslümanlarla birlikte yetmiş deve vardı. Bunlara nöbetleşe biniyorlardı.
Rasûlullah (s.a.v.) ile Ali ve Mersed b. Ebi Mersed, bir deveye nöbetleşe
biniyorlardı. Hamza, Zeyd b. Harise, Ebu Kebşe ve Enes (ki bunlar, Rasûlullah
(s.a.v.)'m iki azadlısıdırlar), bir deveye nöbetleşe biniyorlardı.
İmam Ahmed b. .Hanbel,
Affan kanalı ile Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde, bizden
her üç kişiye bir deve düşüyordu. Ebu Lü-babe ile Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'m
arkadaşları idiler, yürüme nöbeti Rasûlullah (s.a.v.)'a geldiğinde arkadaşları
ona: "Senin yerine biz yürüyelim" dediler. Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: «Siz benden daha güçlü değilsiniz. Ve ben de en azından sizin kadar
sevaba muhtacım.»
Ben derim ki: Belki de
bu hadise, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Ebu Lüba-be'yi Revha'da Medine valisi olarak
tayin edip Medine'ye geri döndürmesinden önce olmuştur. Bundan sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'m binek arkadaşları, Ali ile Mersed olmuşlardır. Mersed,
Ebu Lübabe'nin yerine geçmişti. Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Cafer kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde
Rasûlullah (s.a.v.), develerin boyunlanndaki çanların koparılarak çıkarılmasını
emretti.»
Buharî, Yahya b.
Bükeyr kanalı ile Ka'b b. Malik'in şöyle dediğim rivayet eder:
« Rasûlulîah
(s.a.v.)'m katıldığı gazvelerin hiç birinden -Tebük gazvesi müstesna- geri
kalmadım. Yalnız Bedir gazvesinden geri kalmıştım. Fakat bu gazveden geri
kalan kimselerden herhangi birini Cenab-ı Allah kınamadı. Rasûlullah (s.a.v.),
Kureyş kervanını ele geçirmek maksadıyla Medine'den yola çıktı. Nihayet Cenab-ı Allah beklenmedik bir
anda ve yerde iki tarafı karşı karşıya getirmişti.»
îbn îshak dedi ki: Rasûlullah
(s.a.v.), Medine'den Mekke'ye doğru olan Medine'nin dağ içindeki yolu üzerinde,
sonra Akik üzerinde, sonra Zü'1-Hüleyfe üzerinde, sonra Ulat-ı Ceyş yolu
üzerinde yürüdü. Sonra Türban'a vardı. Sonra Melel, sonra Gamsü'l-Hamam, sonra
Yemame kayacıkları, sonra Seyyale, sonra Feceü'r-Revha, sonra Sünüke yoluna
vardı ki, orası normal bir yoldu. Nihayet Irkı'z-Zabye'ye vardığında bedevilerden
bir adamla karşılaştı. Ona, bedevilerin durumunu sordular, ama bir haber
alamadılar. Bunun üzerine ashab ona dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'a selam ver. O
da dedi ki:
- Rasûlullah (s.a.v.)
aranızda mıdır?
- Evet, dediler.
Böylece o da
Rasûlullah (s.a.v.)'a selam verdi. Sonra şöyle dedi: Eğer sen Rasûlullah
(s.a.v.) isen, bana şu dişi devenin karnındakini söyle.
Seleme b. Selame b.
Vakş, ona dedi ki:
- Rasûlullah
(s.a.v.)'a sorma. Bana gel, ben sana cevabını vereyim. Sen deveye bindin ve
devenin karnında senin çocuğun vardır!" Bunu duyan Rasûlullah (s.a.v.),
Seleme'ye şöyle dedi:
«Sus. Adama karşı
fahiş sözler söyledin!» Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Seleme'den
yüz çevirdi.
Rasûlullah (s.a.v.),
Sec'sec mevkiine indi. Burası Revha kuyusu-dur. Sonra buradan ayrılıp yola
devam etti. Munsaraf ta bulunduğu zaman Mekke'nin yolunu sol tarafa bırakarak
sağ taraftan Naziye üzerin-de yürüdü. Bedir'e doğru gidiyordu. Böylece oradan
bir bucağa yürüdü ve vadiyi enlemesine kat'etti. O vadiye Ruhkan deniliyordu.
Naziye ile Madik safra arasında bulunuyordu. Sonra Madik üzerinden yürüdü.
Safra'ya yakın bir yere vardığında Besbes b. el-Cühanî'yi -ki bu zat Beni
Saide'nin müttefiki idi- bir de Adiy b. Ebi Zeğba el-Cühenî'yi -ki bu da Beni
Neccar'ın müttefiki idi- kendisi için keşifler yapıp Ebu Süfyan b. Harb ve
başkasından haberler toplamaları için Bedir'e gönderdi.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'den çıkmadan önce bu ikisini casus olarak
göndermişti. Dönüp de kendisine kervanının haberini verdiklerinde Rasûlulîah
(s.a.v.), insanları savaşa çağırmıştı.
Eğer Musa b. Ukbe ile
îbn îshak'm söyledikleri sağlam bir rivayet ise, demek İd Rasûlullah (s.a.v.),
bu iki kişiyi iki defa göndermiştir. Doğrusunu Allah bilir.
îbn îshak, sözüne
devamla dedi ki: Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) yola çıktı, biraz ilerledi. İki
dağ arasında bulunan Safra köyüne doğru döndüğü zaman bu dağların adlarım
sordu. Birinin Müslih, diğerinin Muhri olduğunu söylediler. Müslih s ahlandıncı, Muhri ise pisleyici
anlamına gelir. Buralarda yaşayan halkı
sordu. Birinde yaşayan halka Ateşoğullan, diğerinde yaşayana da Çakmakoğulları
dendiğini söylediler. Bunlar Gufar kabilesinin iki kolu idiler. Rasûlullah
(s.a.v.), ikisi arasından geçmekten hoşlanmadı ve dağların adlarıyla halkların
adlarını tefaül yaptı. Bu iki dağı ve Safra köyünü soluna alarak yola devam
etti. Vadiyi enlemesine kat'ettikten sonra konakladı.
Kureyşlilerden
Rasûlullah (s.a.v.)'a haber geldi ki, onlar kervanlarım korumak için yola
çıkmışlardır. Bunun üzerine o da ashabıyla istişare yaptı. Onlara Kureyş'ten
haberler verdi. Ebu Bekir es-Sıddık kalkıp güzel bir konuşma yaptı. Sonra Ömer
b. Hattab kalkıp güzel bir konuşma yaptı. Sonra Mikdad b. Amr kalktı ve şöyle
dedi:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Allah'ın sana gösterdiği gibi yoluna devam et. Biz seninle beraberiz. Vallahi,
İsrailoğullanmn Musa'ya; «Sen ve Rab-bin gidin savaşın. Doğrusu biz burada
oturacağız!» dedikleri gibi demiyoruz. Ancak; «Sen ve Rabbin gidin savaşın.
Doğrusu biz de sizinle birlikte savaşacağız. Seni hak olarak gönderen Allah'a
yemin olsun ki, bizi Berki'l-Gimad'a götürsen bile (Yemen'de bir yer adı.)
oraya varıncaya kadar seninle birlikte ve seninle omuz omuza savaşırız!»
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), ona: "Hayırlı olsun" diyerek onun için hayır
duada bulundu.
Rasûlullah (s.a.v.),
daha sonra Ensâr'ı kastederek: «Ey insanlar, bana fikrinizi söyleyip yol gösterin.»
dedi. Çünkü Ensâr'm sayıları bir hayli çoktu. Onlar, Akabe'de peygamberle
bey'atleş tiki eri zaman şöyle demişlerdi:
"Ya Rasûlullah
(s.a.v.)! Memleketimize kavuşuncaya kadar sen sorumluluğumuz altında değilsin.
Bize kavuştuğun zaman artık sen bizim zimmet ve himayemiz desin. Çocuklarımızı
ve kadınlarımızı koruduğumuz şeylere karşı seni de koruruz."
Bundan dolayı
Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'ın Medine dışındaki düşmanlara saldırmayacakları
endişesiyle korkuyordu. Çünkü onlar, sadece Medine'de kendisini
koruyacaklarına söz vermişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.), bunu söyediği zaman Sa'd
b. Muaz, ona şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim
ki sanki sen bizi kastediyorsun ya Rasûlal-lah!
- Evet.
- Biz sana iman ettik.
Seni tasdik ettik. Senin getirdiğin şeyin gerçek olduğuna şahadette bulunduk.
Bunun için sana itaat etmek ve emirlerini dinlemek üzere sana söz veriyoruz.
Şu halde istediğin şeye devam et ya Rasûlallah. Biz seninle beraberiz. Seni hak
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, eğer bize şu denizi
göstersen ve ona dalsan, elbette seninle beraber biz de o denize dalarız ve
hiç birimiz senden geri kalmayız. Bizim düşmanlarımızı yarın bizimle
karşılaştırmandan hoşnutsuzluk
duymayız. Biz savaşta sabırlı kimseleriz. Cephede karşılaşma anında sadakatliyiz.
Umarız İd Allah, bizimle seni sevindirir. Gözünü aydın kılar. Öyleyse Allah'ın
bereketi üzerine yola devam et."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) sevindi, sonra şöyle dedi.
«Yürüyün. Size
müjdeler olsun. Çünkü yüce Allah, iki şıktan birini bana va'detmiştir. Allah'a
yemin ederim ki, şu anda sanki ben müşrik kavmin ölüm yerlerine
bakıyorum."
Merhum îbn îshak'm
rivayeti budur. Onun buna dair birçok vecih-ten sahicileri vardır. Nitekim
Buhari, sahihinde Ebu Nuaym kanalı ile İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet
eder:
"Mikdad b.
Esved'in öyle bir durumuna şahid oldum ki, onun yerinde olmayı çok isterdim.
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. O esnada Rasûlullah müşriklere beddua
ediyordu. Mikdad dedi ki:
- Musa
kavminin Musa'ya: "Sen ve Rabbin gidin savaşın. Doğrusu biz burada
oturacağız." dedikleri gibi demiyoruz. Aksine biz senin sağında, solunda,
önünde, arkanda savaşacağız.
Peygamber (s.a.v.)'in
bu sözler üzerine yüzünün aydınlandığını ve
sevindiğini
gördüm."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ubeyde kanalı ile Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Bedir savaşına çıkıp çıkmamak hususunda ashabına danıştı. Ebu Bekir (r.a.)
görüşünü söyledi. Fakat Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'in görüşü ile yetinmeyip
bir daha sordu. Bu sefer Ömer (r.a.) görüşünü söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.),
Ömer'in görüşü ile de yetinmeyip bir daha sordu. Bunun üzerine Ensâr'dan
kimisi:
- Ey Ensâr topluluğu,
Allah'ın peygamberi sizi kastediyor, dediler. Bunun üzerine Ensâr'dan bazıları
kalkıp:
-Ya Rasûlallah! Hoş,
biz de sana İsrailoğullarımn Musa (a.s.)'ya: "Sen ve Rabbin gidin,
savaşın. Biz burada oturacağız." dedikleri gibi demiyoruz. Seni hak
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederiz ki, develeri Berki'l-Gimad'a
kadar sürsen senin arkandan geleceğiz, dediler.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
yine Enes (r.a.)'den rivayette bulunarak
şöyle dedi:
«Peygamber (s.a.v.),
Ebu Süfyan'm büyük bir kervanla geldiğini haber alınca ashabına danıştı. Ebu
Bekir (r.a.) görüşünü söyledi. Onu dinlemedi. Bunun üzerine Sa'd b. Ubade
(r.a.):
-Ya Rasûlallah! Sen
bizi kastediyorsun. Hayatım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, şu
bineklerimizi denizlere daldırmamızı emretsen, onları daldıracağız. Ve eğer
Berki'l-Gimad'a kadar onları sürmemizi emretsen yaparız, dedi.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v,), halka yola çıkmalarını emretti.
Ravi diyor ki:
Yola çıktılar. Nihayet
Bedir'e varıp konakladılar. Yanlarına su taşıyıcı bir deve kervanı geldi ki,
aralarında Haccac oğullarının siyahı bir kölesi vardı. Onu yakaladılar. Ebu
Süfyan ile arkadaşlarım ona sordular. O da dedi ki:
- Ebu
Süfyan hakkında bilgim yoktu. Ama Ebu Cehil b. Hişam, Ut-be b. Rebia ve Ümeyye
b. Halef buradadırlar.
Böyle deyince onu
dövdüler. Dövünce de şöyle dedi:
- Evet,
size haber vereceğim. Burada Ebu Süfyan bulunmaktadır. Onu bıraktıklarında
tekrar sordular. O şöyle dedi:
- Ebu
Süfyan hakkında bilgim yok. Ama Ebu Cehil, Şeybe, Utbe ve Ümeyye buradadırlar.
Böyle deyince onu yine
dövdüler. Rasûlullah (s.a.v.) ise, namaz kılmaktaydı. Bu hali görünce namazı
bırakıp şöyle dedi:
- Nefsim
kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, bu köle doğru konuştuğu zaman
siz onu dövüyorsunuz. Ama size yalan söylediği zaman da bırakıyorsunuz.
Ravi diyor ki:
Rasûlullah (s.a.v.), orada Müslümanlara şöyle dedi: "Burası falan müşrikin
düşüp öleceği yerdir." Böyle derken elini şuraya ve şuraya koyuyordu.
Düşüp öleceklerini belirttiği yerlerde, o müşrikler düşüp ölmüşlerdir. Bir
karış dahi öteye geçmemişlerdi. Mutlaka belirtilen yere düşüp ölmüşlerdi.
İbn Ebi Hatim,
tefsirinde Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Biz,
Medine'de iken Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu:
«Ebu Süfyan'm
kervanının gelmekte olduğu bana haber verildi. Şu kervana karşı gitmeye var
mısınız? Belki Allah, kervandaki malları bize ganimet olarak verir»
Biz de evet, diye
cevap verdik. Birlikte yola çıktık. Bir ya da iki gün yol gittikten sonra bize
şöyle dedi:
- Şu
kavim hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin Medine'den çıktığınızı mutlaka haber
almışlardır.
- Allah'a
yemin ederiz ki, hayır, bizim o kavimle savaşacak gücümüz yoktur. Biz sadece
kervanı ele geçirmek istemiştik.
- O
kavimle savaşma hususunda ne düşünüyorsunuz?
- Hayır,
Allah'a yemin ederiz ki, biz, o kavimle savaşacak güçte değiliz. Sadece
kervanı ele geçirmek istemiştik.
Mikdad b. Amr kalkıp
şöyle dedi:
- Öyleyse
ya Rasûlullah, Musa kavminin Musa'ya; «Git, sen ve Rab-bin savaşın. Biz burada
oturacağız.» dedikleri gibi demeyeceğiz.
Ravi Ebu Eyyüb diyor
ki: Biz Ensâr topluluğu da Mikdad gibi söz söylemeyi temenni etmiştik. Onun
söylediği sözleri, büyük bir servete sahip olmaya tercih etmiştik. Bunun üzerine yüce
Allah, Rasûlüne şu
ayeti inzal buyurdu:
«Nitekim, Rabbin seni
hak uğrunda evinden savaş için çıkartmıştı. Oysa Müslümanların bir takımı
bundan hoşlanmamıştı.» (ei-Enfâi, 5.)
İbn Mirdeveyh,
Muhammed b. Amr b. Alkame b. Vakkas el-Leysî'nin babasından şöyle dediğini
rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e gitmek üzere yola çıktı. Revha
denilen yere vardığı zaman ashaba:
- Ne diyorsunuz, nasıl yapalım? diye sordu.
Ebu Bekir (r.a.):
-Ya Resûlallah,
falanca yerde olduklarım haber aldık, dedi.
Peygamber (s.a.v.)
tekrar:
- Ne
diyorsunuz, ne yapalım? diye-sordu.
Bu defa Ömer (r.a.) de
Ebu Bekir'in söylediklerini söyledi. Rasûlullah (s.a.v.), yine aynı soruyu
sordu. Bu defa Sa'd hMuaz (ra.) şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah ! Sen
bizi kastediyorsun. Seni peygamberlikle şereflendiren ve sana kitap indiren
Allah'a yemin ederim ki ben, bu yoldan ne gittim, ne de bu yol hakkında
herhangi bir bilgim var. Eğer Ye-men'deki Berki'l-Gimad'a kadar da gitsen, biz
seninle beraber geleceğiz ve Musa peygambere: "Sen ve Rabbin gidin,
savaşın. Biz burada oturacağız." diyenler gibi demeyeceğiz. Sana:
"Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz de seninle beraberiz." diyeceğiz.
Galiba sen Medine'den çıkarken bir maksat için çıktın da burada Cenab-ı Allah,
sana başka birşey emretti. Nereye gitmek istiyorsan git. Kimi bırakmak, kimi
ezmek, kiminle düşmanlık yapmak, kiminle dostluk kurmak istiyorsan yap.
Malımızdan da istediğin kadar alabilirsin."
İşte Sa'd'm, bu sözü
üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:
«Nitekim, Rabbin seni
hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir takımı bundan
hoşlanmamıştı.» (ei-Enfai, 5.)
el-Ümevî,
"Meğazi" adlı eserinde Sa'd'm: «Malımızdan dilediğin kadar alabilirsin.»
sözünden sonra: «İstediğin kadar bize ver, istediğin kadar da bizden al. Bize
vermenden çok bizden almanı istiyoruz. Sen bize ne emredersen, senin emrine
uyarız. Allah'a yemin ederim ki, Yemen'in San'a şehrindeki Berkil-Gimad'
köşküne kadar da gitsen seninle beraberiz.» dediğini de kaydetmektedir.
İbn İshale dedi M:
Rasûlullah (s.a.v.), Zafiran'dan yola çıkıp sarp yokuşlardan yürüdü. Oralara
Esafir denilir. Sonra Dabbe denilen bir beldeye indi. Hennan'ı sağ tarafına
aldı. Orası dağlar gibi büyük kum tepeleri idi. Sonra Bedir yalanlarına indi.
O ve ashabından birisi bineklerine bindi. İbn Hişam'm ifadesine göre ashabından
olan o kişi, Ebu Bekir es-Sıddıkidi. Nihayet bedevi bir ihtiyarın yanına geldiler.
Rasûlullah (s.a.v.) ona, Kureyş, Muhammed ve ashabının durumu hakkında oralarda
ne gibi haberler dolaştığını ihtiyara sordu. İhtiyar dedi ki:
- Kam
olduğunuzu bana haber vermeden size birşey söylemem. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.):
- Sen
bize haber verdiğin zaman, biz de sana haber veririz, dedi. İhtiyar adam:
- Ona
karşı bu olur mu ?
- Evet,
olur.
- Bana
şöyle bir haber ulaştı. Muhammed ile ashabı, şu ve şu günde yola çıktılar. Eğer
bana haber veren adam doğru söylemişse, onlar bugün şöyle ve şöyle
yerdedirler. (Böyle demekle Rasûlullah (s.a.v.)'m bulunduğu yeri
kastediyordu.) Bana şöyle bir haber de ulaştı ki; Kureyşli-ler şöyle ve şöyle
bir günde yola çıktılar. Eğer bana haber veren adam doğru söylemiş ise, onlar
bugün şöyle ve şöyle bir yerdedirler. (Böyle demekle de Kureyşlilerin bulunduğu
yeri kastediyordu.)
İhtiyar adam sözlerini
tamamladığında:
- Siz
kimlerdensiniz? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) cevab verdi:
- Biz
sudanız.
Böyle dedikten sonra
ihtiyar adamın yanından ayrıldı. İhtiyar diyordu ki:
- Sudanız
demek de neyin nesi oluyor? Yoksa Irak suyundan mı? îbn Hişam'm ifadesine göre
o ihtiyar adam, Süfyan ed-Damrî'dir. Rasûlullah (s.a.v.), ihtiyarın yanından
ayrıldıktan sonra ashabının
yanına döndü. Akşam
olunca Ali b. Ebi Talib, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi Vakkas ı ashabından bir
toplulukla birlikte Bedir suyunun yanına gönderdi. Bunlar, bölge ile müşrikler
hakkında bilgi ve haberler elde edeceklerdi. Bu keşif kolu, su taşıyıcı bir
kafileye rastladı. Kafile arasında Beni Haccac'm kölesi Eşlem ile Beni As b.
Said'in kölesi Ebu Yesar da vardı. Keşifçiler, bu ikisini yakalayıp getirdiler
ve bunlara sordular. Rasûlullah (s.a.v.) ise, o esnada namaz kılmakta idi.
Kıyam halinde îdi. Bu köleler sorulan şöyle cevaplandırıyorlardı:
- Biz
Kureyşlilerin sucularıyız. Kendilerine su temin etmemiz için bizi buraya
gönderdiler. Sahabeler, onların bu cevablanm beğenmediler. Onların, Ebu
Süfyan'm adamları olduklarını sandılar. Bunun için onları dövdüler. Onları linç
edecekleri zaman dediler ki:
- Biz
Ebu Süfyan'm adamlarıyız.
Bunun üzerine onları bıraktılar.
Rasûlullah (s.a.v.) da rükû etti. İki secdesini yaptı. Sonra selam verip şöyle
dedi:
- Size
doğru söyle diklerinde onları dövdünüz. Size yalan söylediklerinde onları
bıraktınız. Onlar doğru söylediler. Vallahi onlar, Kureyş
ordusunun adamlarıdır. Bana Kureyş
hakkında bilgi verin. Bunun üzerine onlar dediler ki:
Vallahi, şu gördüğün
kum tepesinin arkasındaki vadinin öteki yakasındadırlar. Sonra geri
getirildiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şöyle
sordu.
- Ordunuz ne kadardır?
- Çoktur.
- Sayıları ne kadar?
- Bilmiyoruz.
- Her gün kaç deve
boğazlıyorlar?
- Bir gün dokuz, bir
gün on tane.
- Demek 900 ile 1000
arasındadırlar. Onların içlerinde Kureyş'in eşrafından kimler vardır?
- Utbe b. Rebia, Şeybe
b. Rebia, Ebu'l-Behteri b. Hişam, Hakim b. Hizam, Nevfel b. Hüveylid, Haris b.
Amr b. Nevfel, Tuayme b. Esved, Ebu Cehil b. Hişam, Ümeyye b. Halef, Nebih b.
Haccac, Münebbih b. Haccac, Süheyl b. Amr, Amr b. Abdi Vüdd.
Adamların böyle demesi
üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ashabına dönüp şöyle dedi:
- İşte Mekke,
ciğerparelerini Önünüze atmıştır.
İbn İshak dedi ki:
Besbes b. Amr ile Adiy b. Ebi Zağba yürüdüler. Bedir'e indiler. Develerini suya
yakın bir tepede çöktürdüler. Sonra yanlarındaki eski bir su tulumunu aldılar.
İçine su dol duruyorlar di. Mecdi b. Amr el-Cühenî de su başında idi, Adiy ile
Besbes, suya gelen topluluğun kadınlarından iki kadını dinliyorlardı. Onlar,
suyun başında birbirleriyle borç konusunu görüşüyorlardı. Borçlu olan kadın,
arkadaşına şöyle diyordu:
"Ancak yarın ya
da yarından sonra kervan gelir, ben de onlara çalışırım, sonra senin alacağını
öderim."
Mecdi de o kadına:
"Doğru söyledin." dedi ve aralarını buldu. Adiy ile Besbes de bunu
dinlediler ve develerine binip gittiler. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gelip
duyduklarını anlattılar.
Ebu Süfyan b. Harp
döndü. Nihayet kaçıp kurtulmak için kafilenin yanına geldi, suya vardı. Mecdi
b. Amr'a sordu:
- Herhangi
bir kimse gördün mü?
- Tanımadığım
hiçbir kimseyi görmedim. Sadece iki süvari gördüm M, şu tepeye bineklerini
çöktürdüler. Sonra eskimiş su tulumlarıyla su
alıp gittiler.
Ebu Süfyan, onların
develerini çöktürdükleri yere geldi. Develerinin dışkılarım yerden alıp eliyle
ufaladı ve dağıttı. Bir de baktı ki; dışkılar içinde hurma çekirdeği var. Dedi
ki:
- Vallahi,
bu Medine'nin yemleridir. Böylece arkadaşlarına doğru
hızla ilerledi. Kafilenin yönünü yoldan
çevirdi. Sahil yolunu tuttu. Be-dir'i sol tarafta bıraktı. Sür'atle yoluna
devam etti.
Kureyşliler geldiler.
Cühfe'ye indilderinde Cüheym b. Salt b. Mahreme b. Muttalib b. Abdumenaf bir
rüya gördü. Ve şöyle dedi;
- Ben tıpkı uyuyan bir
kimsenin gördüğü gibisini gördüm. Uyku ile uyanıklık arasındaydım. Bir adam
gördüm. Atın üzerinde idi. Gelip yanıma durdu. Onunla birlikte bir devesi de
vardı. Sonra şöyle dedi:
- Utbe b. Rebia, Şeybe
b. Rebia, Ebül-Hakem b. Hişam, Ümeyye b. Halef falan falan öldürüldü.
Bedir gününde
Kureyş'in eşrafından öldürülen bir takım adamları saydı. Sonra adamın, kendi
devesinin göğsüne vurarak ordunun içine gönderdiğim gördüm. Ordunun
çadırlarından bütün çadırlara onun kanından bulaştı.
Bu haber Ebu Cehil'e
ulaşınca dedi ki:
«Bu da yine Muttalib
oğullarından başka bir peygamber! Eğer yarın düşmanlarımızla karşılaşırsak,
kimin öldürüleceğini görürler!»
İbn İshak dedi ki: Ebu
Süfyan, kafilesini koruyup kurtarmış olduğunu gördüğü zaman Kureyş'e şöyle bir
mektup gönderdi:
"Şüphesiz İd siz
sadece kafilenizi, adamlarınızı ve mallarınızı korumak için sefere çıktınız.
Allah onları kurtarmıştır. Artık dönün."
Bunun üzerine Ebu
Cehil b. Hişam dedi ki:
- Allah'a
yemin ederim İd Bedir'e ulaşıncaya kadar dönmeyiz. (Bedir, Arapların panayır
yerlerinden biri idi. Onlar için orada her sene panayır düzenlenirdi.) Biz,
orada üç gün süre ile ikamet ederiz. Develerimizi boğazlar, yemeğimizi yer,
şarabımızı içeriz ve oyuncu kadınlar oynayıp bize şarkı söylerler. Araplar da
bu yaptıklarımızı işitir ve bizim gittiğimiz yeri, toplantımızı duyar, bizi
dinlerler. Böylece bundan sonra sonsuza dek bizden korkarlar. O halde yola
devam ediniz!
Zühre oğullarının
müttefiki Ahnes b. Şerik b. Amr b. Vehb es-Sakafî, Zühre oğulları Cühfe'de
bulunurken onlara şöyle dedi: "Ey zühre oğulları! Allah, mallarınızı ve
arkadaşınız Mahreme b. Nevfel'i kurtarmıştır. Siz, sadece onu ve malını
korumak için yola çıkmıştınız. Korkaklığı bana bırakanda artık geri dönün.
Çünkü bir menfaat olmaksızın sefere çıkmanıza gerek yoktur. Şu adamın (Ebu
Cehil'in) söylediklerine aldırmayın."
Bunun üzerine Zühre
oğullan geri döndüler ve Zühreli hiçbir kişi orada hazır bulunmadı. Ahnes'e
itaat ettiler. Ahnes, onlar arasında sözü dinlenir bir kimse idi. Beni Adiy b.
Ka'b'tan başka Kureyş kabilesinin her kolundan mutlaka orada kalanlar oldu.
Zühre oğullan ise, Ahnes b. Şerik ile birlikte tamamen geri döndüler ve bu
kabileden hiçbir kimse Bedir'de hazır bulunmadı.
Nihayet ordu yürüdü.
Talib b. Ebi Talib ile Kureyş'ten birisinin arasmda karşılıklı konuşmalar oldu.
Talib, Kureyş kavminin içinde idi , kendisine dediler ki:
- Vallahi ey Haşim
oğullan! Andolsun biliyoruz ki, her ne kadar siz bizimle birlikte gelmişseniz
de gönlünüz Muhammed'le beraberdir!
Bunun üzerine Talib,
dönenlerle birlikte Mekke'ye döndü ve bu hususta şöyle bir şiir söyledi:
"Onlar, işte bu
at sürülerinden bir sürü içinde müttefik, muharip olan eğer topluluk arasındaki
Talib'le savaşırlarsa, artık onlar mağlup edilip yağmalansınlar ve kendilerine
saldırılsın."
îbn İshak dedi ki:
Kureyşliler yürüdüler. Vadinin Medine'ye en uzak olan kenarına indiler. Burası,
kum tepelerinin ve vadi karnının ar-dmdadır. Bu vadinin adı Yelyel idi. Bedir
ile Kureyş'in bulunduğu kum tepelerinin arasındadır. Su kuyuları, Bedir'de
Yelyel vadisinden Medine'ye en yakın olan kenarda idiler.
Ben derim ki: Bu
hususta yüce Allah şöyle buyurdu:
«Siz vadiye en yakın
ve onlarda en uzak yamaçta idiler. Kervanın süvarileri sizden daha aşağıdaydı,
(yani sahil tarafindaydı.).. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız,
vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz. Fakat Allah -mahvolan, apaçık belgeden
ötürü mahvolsun; yaşayanda apaçık belgeden ötürü yaşasın diye- olacak işi
yaptı.» (el-Enfâi, 42.)
Allah bir yağmur
gönderdi. Vadi yumuşaktı. Ayaklar içine batıyordu. Rasûlullah (s.a.v.) ile
ashabı, kendileri için yeri ıslatan ve yürümelerini engellemeyen bir suya
kavuştular. Kureyş'in de başına gökten bir yağmur indi ki, bu yağmur onların
yürümelerini engelledi. Ben derim ki: Bu hususta yüce Allah şöyle buyurdu:
«Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesesini gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve
sebatınızı artırmak için gökten size su indirmişti.» (el-Enfsi,
11.)
Kavinin anlattığına
göre bu yağmur, Müslümanları zahiren ve batmen temizledi. Ayaklanın yere sağlam
bastırdı. Yüreklerine cesaret verdi, şeytanın nefislerine verdiği korku,
ürküntü ve vesveseleri giderdi. Yardımsız kalacaklarına dair vehimleri yok etti
ki, bu da hem batınını, hem zahirini sağlamlaştınlıp sebata kavuşturulması idi.
Cenab-ı Allah, semadan üzerlerine yardım indirdi. Bunu şu ayetle açıkladı:
«Rabbin meleklere,
«Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine
korku salacağım, artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın» dedi.
(ki elleriyle silah tutamasınlar.) Bu, onların Allah'a ve peygamberine karşı
koymalann-dandır. Kim Allah'a ve peygamberine karşı koyarsa; bilsin ki,
Allah'ın cezası şiddetlidir. İşte bunu tadın, inkar edenlere Cehennem azabı da
vardır.» (cl-Enfal, 12-14.)
îbıı Cerir, Harun b.
İshak kanalı ile Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir savaşının
yapılacağı sabahın gecesinde üzerimize hafif bir yağmur yağdı. Ağaçların ve
kalkanların altına koşup yağmurdan sakınmaya çalıştık. Rasûlullah (s.a.v.)'da
o geceyi namaz kılarak geçirdi. Mü'minleri savaşa teşvik etti."
İmam Alımed b. Hanbel,
Abdurrahman b. Mehdî kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde
Mikdad'tan başka aramızda bir süvari yoktu. Rasûlullah'taıı başka herkes
uyamakta idi. O bir ağacın altında sabaha dek namaz kılıp ağladı."
Mücahid dedi ki: «O
gece üzerlerine bir yağmur yağdı. Yağmur ile tozlar yok oldu. Yer biraz sertleşti.
Gönülleri sükun buldu. Ayaklarına da sebat geldi.»
Ben derim ki: Bedir
gecesi, hicri ikinci sene ramazan ayının onye-dinci gecesi idi ki, o gece, bir
cuma.gecesi idi. Rasûlullah (s.a.v.), geceyi bir ağaç dibinde namaz kılarak
geçirdi. Secdesinde çokça: "Ya hayy, ya kayyum" diyordu. Bu zikri
fazlaca tekrarlıyordu.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), ashabını suya koşturdu. Yola çıkıp Bedir'e en yakın bir su
başına geldiği zaman oraya inip konakladı.
Seleme oğullan
kabilesinden bazı kimseler bana dediler ki: Hab-bab b. Münzir b. Cemuh, Hz.
Peygamber'e şöyle sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Burayı nasıl gördün? Allah mı seni buraya yerleştirdi ki, buradan ne bir adım
ileriye geçebilelim, ne de bir adım geri durabilelim? Yoksa sen kendi görüşün
ve savaş taktiğin gereği olarak mı buraya yerleştin?
- Hayır bu bir görüş,
bir harp ve taktik gereğidir.
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Burası karargah kurulacak bir yer değildir. Orduyu buradan al ve Kureyş'e en
yakın bir su başına gidip oraya karargah kuralım. Sonra o suyun ötesindeki
kuyuların sularım bozalım. Sonra orada bir havuz yapıp içini su ile dolduralım
ki Kureyşlilerle savaştığımızda biz içelim, onlar içemesinler.
Bunun üzerine Allah
elçisi:
- Gerçekten iyi bir
yol gösterdin.
el-Ümevî, babası
kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir ara Rasûlullah
(s.a.v.) halkı topluyordu. Cebrail de sağ tarafında duruyordu. Meleklerden
biri gelip şöyle dedi:
- Ya Muhammedi Allah
sana selam söylüyor. Rasûlullah (s.a.v.):
- O Selamdır. Selam
O'ndandır. Selam O'nadır, dedi. Melek dedi ki:
- Yüce
Allah sana diyor ki: Yapılması en uygun olan, Habbab b. Münzir'in sana teklif
ettiği şeydir.
Rasûlullah (s.a.v.)
sordu:
- Ey
Cebrail, şunu tanıyor musun?
- Göktekilerin
hepsini tanımıyorum, ama bu doğru söylüyor, bu şeytan değildir!
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindekiler kalkıp Ku-reyş ordusuna en yakın suyun
yanına gittiler. Rasûlullah, öbür kuyuların kapatılmasını emretti. Yanma
karargah kurduğu kuyunun üzerine bir havuz yaptırdı. İçini su ile doldurdu.
Sonra kaplarını içine attılar.
Bazılarının
anlattıklarına göre Habbab b. Münzir, mezkûr teklifini Rasûlullah (s.a.v.)'a
arz ettiğinde gökten bir melek geldi. O esnada Cebrail de Hz. Peygamberin
yanında bulunuyordu. Melek dedi ki:
- Ya
Muhammedi Rabbin sana selam söylüyor ve diyor ki: Uyulması gereken görüş,
Habbab'm görüşüdür.
Rasûlullah (s.a.v.),
Cebrail'e baktı. Cebrail şu cevabı verdi:
- Bütün
melekleri tanımam, ama bu melektir, şeytan değildir.
el-Ümevî'nin
anlattığına göre Müslümanlar, gece yarısı müşriklere yakın kuyunun yanma gelip
ordugah kurdular. Kuyuya inip su çektiler. Havuzları doldurdular. Öyleki
havuzlar dolup taştı. Kuyuda, müşrikler için su kalmadı.
İbn İshale, Abdullah
b. Ebi Bekr kanalı ile Sa'd b. Muaz'ın, Hz. Peygamber'e şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
- Ey
Allah'ın Peygamberi! Senin için altında duracağın bir gölgelik yapalım ve senin
yanında bineklerini de hazır tutalım. Sonra düşmanlarımızla karşı karşıya
gelelim. Eğer Allah bizi güçlü kılar ve bizi düşmanlarımıza galip ederse bu,
zaten bizim istediğimiz birşeydir. Ama öbür türlüsü olursa, sen bineklerin
üzerinde oturur ve bizim ardımızdaki kavmimizden olan kimselere gidip
kavuşursun. Senden birçok kavimler geride kalmıştır. Ey Allah'ın Peygamberi!
Onlar bizden daha fazla seni seviyorlar. Şayet senin bir savaşla
karşılaşacağını zannetselerdi, senden geri kalmazlardı. Allah, seni onlar
vasıtasıyla korur. Seninle istişarede bulunurlar ve seninle birlikte cihad
ederler.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a övgüde bulundu ve hayır dua etti. Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) için bir gölgelik yaptırıldı.
îbn İshak dedi ki:
Kureyşliler, sabahleyin yola çıkıp geldiler. Rasûlullah, onların kum
tepelerinden aşağı vadiye doğru indiklerini görünce şöyle dedi:
- Allahım,
işte Kureyş tekebbür ve kendini beğenmişlik ile gelmiştir. Sana düşmanlık
etmekte ve senin rasûlünü yalanlamaktadırlar. Bana söz verdiğin yardımına
sığınırız ey Allahım. Sabahleyin onları mahvet!
Rasûlullah (s.a.v.),
kavminin içinde kırmızı erkek devesi üzerinde .duran Utbe b. Rebia'yı görünce
şöyle dedi: Eğer onlardan birinde bir hayır varsa, o bayır, kırmızı erkek
devenin sahibinde olur. Eğer ona itaat ederlerse doğru yolu bulurlar.
Ravi dİ3'or İd: Hufaf
b. Ejona b. Ralıada ya da babası Eyma b. Raha-da el-Gifarî kesilmiş bir kaç
deveyi oğluna vererek Kureyşlilere hediye olarak gönderdi ve şöyle dedi: Size
silah ve adamlarla takviye göndermemizi isterseniz bunu yapar ve size yardımcı
oluruz.
Kureyşliler de, ona
oğlu ile birlikte şu haberi gönderdiler:
«Teşekkür ederiz. Sen
görevini yaptın. An dolsun İd eğer biz, insanlarla savaşacak olursak bilesin
ki bizde zaaf ve güçsüzlük yoktur. Ama biz -Muhammed'in iddia ettiği gibi-
Allah ile savaşacaksak hiçbir kimse Allah ile savaşmaya güç yetiremez!»
Ravi, sözüne devamla
şöyle diyor: İnsanlar ordugaha geldikleıi zaman Kureyş'ten bir topluluk geldi.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın havuzuna vardı. Aralarında Hakim b. Hizam da vardı.
Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:
- Onlara
ilişmeyiniz. Onlan kendi hallerine bırakınız.
O gün müşriklerden havuzun
suyunu içen herkes öldürüldü. Sadece Hakim b. Hizam öldürülmekten kurtuldu.
Sonra o Müslüman oldu ve İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Kuvvetli bir yemin ettiği
zaman: «Hayır ,Be-dir gününde beni kurtarana and olsun ki... » derdi.
Ben derim ki: Bedir
savaşında Müslümanlar 313 kişi idiler. Nitekim Bedir savaşını anlattıktan
sonra buna dair detaylı açıklamalarda bulunacak ve savaşa katılan sahabelerin
adlannı alfabetik sıraya göre inşaallah nakledeceğiz.
Buhari'nin sahihinde
Bera'nm şöyle dediği rivayet edilir: «Biz kendi aramızda konuşurken Bedir
savaşma katılan sahabelerin 310 küsur olduklarını söylüyorduk İd, bunlar
Talut'la birlikte ırmağı geçen askerlerinin sayısı kadar idiler. Onunla
birlikte nehri ancak mü'min kimseler geçebilmi şler di.»
Yine Buharı, Bera'nm
şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir savaşında ben
ve İbn Ömer, küçük görünmüştük. Bedir savaşma katılan Muhacirlerin sayısı
altmış küsur idi. Ensârîler ise, 240 küsur kişi idiler.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Nasr b. Riab kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Bedir savaşma
313 kişi katılmıştı. Muhacirlerin sayısı yetmiş altı idi. Bu savaş, ramazan
ayının onyedisinde yapılmıştı. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:
«Allah onları uykunda
sana az gösteriyordu, Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye
başlayacaktınız. Fakat Allah sizi kurtardı.» (el-Enfâl, 43.)
Rasûlullah, savaşın
yapılacağı günün gecesinde bir rüya görmüştü. Denildiğine göre o, gölgelikte
uyumuş ve kendilerine izin vermedikçe savaşmamaları için insanlara emir
vermişti. Müşrik ordusu, İslâm karargahına yaklaştığında Ebu Bekir es-Sıddık,
Rasûlullah'ı şu sözlerle uyarmaya başlamıştı:
"Ya Rasûlallah!
Bize yaklaştılar. Uyan artık." Rasûlullah uyumakta iken Cenâb-ı Allah,
müşrik ordusunun sayısını ona az göstermişti." Bunu, el-Ümevî rivayet etmiştir
ki, bu cidden gariptir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Karşılaştığınızda,
olacak işi oldurmak için, onları gözlerinize az gösteriyor ve sizi de onların
gözünde azaltıyordu.» (ci-Enfâi, 44.)
İki ordu
karşılaştığında Cenâb-ı Allah, her birini diğerinin gözüne az gösterdi ki,
birbirlerine karşı cesaretli olsunlar. Bunda da Cenâb-ı Allah'ın sonsuz bir
hikmeti vardı. Bu husus, Al-i Imrân süresindeki şu ayete ters düşmemektedir:
«Karşı karşıya gelen
iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır. Biri Allah yolunda
savaşanlardır. Diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı, gözleriyle
kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler.»
(Âl-i îmrân, 13.)
Bu hususta nakledilen
ild kavlin en doğru olanına göre yukarıdaki ayetin manası şöyledir: Kafir grup,
mü'min grubu kendi sayılarının iki misli kadar görüyordu. Kılıçların çekilmesi
ve savaşın kızışması esnasında mü'minleri kendilerinin iki misli sayıda
görmüşlerdi. Allah kalplerine korku bırakmışta. Bu sebeple kafirler önceleri
mü'minleri az miktarda görmüşlerdi. Sonra Allah, onlara kendi nusreti ile
yardımcı oldu. Onları kafirlerin gözlerine iki misli gösterdi. Bunun üzerine
gevşediler. Zaaf gösterip mağlup oldular. Bu yüzden yüce Allah buyurmuş ki:
«Allah dilediğini
yardımıyla destelder. Bunda görebilenler için ibret vardır.» (Âl-ı Imrân, 13.)
İsrail, Ebu Ubeyd ile
Abdullah'ın şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Bedir gününde onlar gözlerimize
az gösterilmişlerdi. Öyleki ben yanımda duran bir adama:
- Şu
karşıdakiler yetmiş kişi kadar var mı? diye sordum. O da bana:
- Onları
100 ldşi kadar görüyorum, demişti.
İbn İshak, babası
kanalı ile Ensâr'dan bazı yaşlıların şöyle dediklerini rivayet eder:
Kureyşliler, Bedir'e yerleştiklerinde Ümeyr b. Vehb el-Cümehî'yi gönderdiler ve
ona şöyle dediler:
- Bizim
için Muhammed'in ashabım tahmin et. Zanmnı ortaya koyarak takdir et.
Miktarlarını bize bildir.
O da atıyla çabukça
askerin etrafını dolaştı. Sonra onlara dönüp şöyle dedi.
- Aşağı
yukarı 300 kişidirler. Ama bizim için hazırlanmış gizli kuvvetler veya yardım
olup olmadığını görmem için bana süre tanıyın.
Böylece vadiye yürüyüp
uzaklaştı. Birşey görmedi. Sonra Kureyşli-lere dönüp şöyle dedi:
- Birşey bulamadım.
Fakat ey Kureyş topluluğu! Develer ölüleri yükler. Medine develeri kesin ölümü
taşıyorlar. Medineliler öyle adam-larki, kılıçlarından başka onlarla beraber ne
bir koruyucu kuvvet, nede bir sığınak vardır. Allah'a yemin ederim ki, sizden
bir adam öldürmeden onlardan bir adamın öldürüleceğine manasım gelmiyor. Bu
sebeple de onlar, kendi ölüleri sayısınca sizden adam Öldürdükten sonra artık
hayatta ne hayır kalır, varın düşünün!
Hakim b. Hizam, bu
sözleri duyduğunda insanların arasında dolaştı. Utbe b. Rebia'ya gelip şöyle
dedi:
- Ey Eba Velid, sen
Kureyş'in büyüğü, efendisi ve liderisin. İtaat olunan, sözü dinlenen bir
adamsın. İstermisin ki, sonsuza dek onların arasında hayır ile anılasm?
Utbe sordu:
- Ey Hakim, nedir o?
- Milleti çevir ve
müttefikin olan Amr b. Hadremî'nin işini yüklen.
- Hadi yaptım. Sen bu
işi, bana bırak. O, benim müttefikimdir. Onun diyeti ve malından giden şeyler
bana aittir. O değil de İbn Hanze-le'ye (Ebu Cehil'e) git. Çünkü insanların
işini, ondan başka karıştırıp fesadlık yapacak başka birinden korkmuyorum.
Sonra Utbe, kalkıp
insanlara hitaben şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu!
Vallahi siz Muhammed ve ashabıyla karşılaşmakla birşey yapamayacaksınız.
Allah'a yemin ederim ki siz, eğer ona vurursanız, adam, bakmak istemediği bir
adamın yüzüne bakmaya mecbur kalacak. Çünkü adam, ya amcasının oğlunu veya
dayısının oğlunu yahud aşiretinden bir adamı öldürecektir. O halde geri dönün
ve Muhammed'i diğer Araplarla başbaşa bırakın. Onlar, eğer ona vururlarsa
sizin'istediğiniz zaten budur. Eğer bundan başkası olursa, o sizi bulur ve
murad ettiğiniz şey konusunda ondan size bir zarar gelmez.
Hakim dedi ki: Ben de
yürüyüp Ebu Cehil'in yanma vardım. Onu, dağarcığından kendisine ait olan bir
zırhı çıkarırken buldum. Zırhını onanyordu. Ona şöyle dedim:
"Ey Eba Hakem!
Utbe beni şu ve şu seb'eble sana gönderdi." Ebu Cehil, kibirlenerek şöyle
dedi: Muhammed'le ashabını görünce, vallahi korkusundan Utbe'nin ödü koptu.
Hayır, vallahi bizimle Muhammed'in arasında Allah hükmünü verinceye kadar geri
dönmeyiz!
Utbe, böyle söyleyecek
bir adam değildir. Ancak o, Muhammed ile arkadaşlarının deve yeyicileri
olduklarını görünce, oğlunun da onlar arasında bulunduğunu anlayınca böyle dedi
ki, sizi onlara karşı korkutsun.
Sonra Âmir b.
Hadremî'ye haber gönderip şöyle dedi:
- Bu senin
müttefikindir. Milleti geri döndürmek istiyor. Halbuki sen onların senden
aldığı intikamı gözünle görmüştün. O halde kalk, Kureyş'in sana olan ahidlerini
ve kardeşinin öldürülmesini yüksek sesle duyur.
Bunun üzerine Amir b.
Hadremî kalktı. Kendini gösterdi ve şöyle bağırdı:
- Alı Amr, vah Amr!
Bunun üzerine savaş
kızıştı, insanlar sertleştiler. Savaşma niyetlerini kesinleştirdiler. Utbe'nin
propagandasını yaptığı görüş, ters tepki doğurdu.
Utbe'ye, Ebu Cehl'in:
«Vallahi, onun ödü koptu.» şeklindeki haberi ulaştığında şöyle dedi:
- Yakında altına
pislemeyi görür. Bakalım, benim mi ödüm kopmuş, yoksa onun mu?
Utbe, başına geçirmek
için bir miğfer aradı. Başı büyük olduğundan dolayı askerler arasında başına
uygun bir miğfer bulamadı. Hal böyle olunca başına, kendisine ait olan bir
kumaş parçasını sarık olarak sardı.
Müsevver b. Abdülmelik
el-Yerbuî kanalıyla İbn Cerir, Said b. Mü-seyyeb'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
Bir ara biz, Mervan b.
Hakem'in yanında idik. Mabeyincisi yanına gelip:
- Hakim b. Hizam
yanınıza gelmek için izin istiyor? diye sordu. Mervan da:
- İçeri girmesine izin
verin, dedi. Hakim içeri girince Mervan ona:
- Merhaba ey Eba
Halid, yaklaş bakalım, dedi ve meclisin baş tarafından inip onun yanma geldi.
Aralarında sadece bir yastık vardı. Onu karşılayıp şöyle dedi:
- Bize Bedir hadisini
anlat. Hakim söze şöyle başladı:
«Yola çıktık. Cühfe'ye
geldiğimizde Kureyş kabilelerinden biri ta-mamiyle geri döndü. O dönen
kabilenin müşriklerinden hiçbiri Bedir'de hazır bulunmadı. Sonra yola devam
ettik. Ayet-i kerimede Allah'ın sözünü ettiği Bedir yakasına geldik. Utbe b.
Rebia'ya gidip şöyle dedim:
- Ey Eba Velid!
Hayatta kaldığın sürece bu günün şerefine sahip olmak ister raisin?
- Tabii ki isterim.
Ama ne yapmam gerekiyor?
- Siz Muhammed'den, İbn Hadremî'nin kanından
başka birşey istemeyeceksiniz. O senin müttefikindir. Onun diyetini yüklen,
insanlar geri dönsünler.
- Hadi yaptım. Sen bu
işi bana bırak. Ama İbn Hanzele'ye (Ebu Cehil'e) git ve ona şöyle de:
- Bugün yanındaki
adamlarla amcan oğlunun yanından geri dönmeye var mısın?
Ebu Cehü'in yanma
vardım. O önünde ve arkasında yığılı bulunan bir kalabalık içinde idi. Hadremî
de yanı başında duruyor ve şöyle diyordu:
"Abdu'ş-Şems
oğullan ile aramızdaki akdi feshettim. Bugün benini akdim, Mahzumoğullanyladır."
Ona dedim ki:
- Utbe b. Rebia, sana
şöyle diyor: "Bugün yamndakilerle birlikte geri dönmeye var
mısın?"
Ebu Cehil, bana şu
cevabı verdi;
- Senden başka bir
elçi bulamadı mı?
- Hayır. Ben ondan
başkasının elçisi olacak adam değilim! Hakim diyor ki: Süratle Utbe'ye gittim
ki, haberi kaçırmayayım.
Yanma vardığımda Utbe,
Eyma b. Rahada el-Ğifarî'ye yaslanmıştı. Müşriklere on deve hediye etmişti. Ebu
Cehil'in yüzünde şimşekler çakmış ve Utbe'ye: "Ödün koptu öyle mi?"
diye sormuştu. Utbe de; "Kimin ödünün kopacağım göreceksin." demişti.
Ebu Cehil, kılıcım çekerek atının sırtına vurdu. Eyma b. Rahada da: "Bu
ne kötü fal!" dedi ve o esnada savaş başladı.
Rasûlüllah (s.a.v.),
ashabım sıraya koydu ve güzel bir şekilde onları saf halinde dizip
yerleştirdi.»
Tirmizî, Abdurrahman
b. Avf m şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir savaşında
Rasûlüllah (s.a.v.), bizi geceleyin sıraya koydu."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir savaşında
Rasûlüllah (s.a.v.), bizi sıraya koydu. Bizden bazıları safin ilerisine
çıkmışlardı. Rasûlüllah onlara bakıp: «Benimle beraber, benimle beraber."
dedi."
İbn İshak, Habban b.
Vasi b. Habban'm, kavminin yaşlılarından bazılarının kendisine şöyle dediklerini
rivayet ettiğim söyler:
Rasûlüllah (s.a.v.),
Bedir gününde ashabının saflarını düzeltti. Elinde bir ok vardı. Safları o okla
düzeltiyordu. Sevad b. Gaziye'ye rastladı. Bu zat, Beni Adiyy b. Neccar
kabilesinin müttefiki idi. Sevad, safın ilerisine çıkmıştı. Rasûlüllah, onun
karnını ok ile itip şöyle dedi:
- Ey Sevad, hizaya
gel.
- Ya Rasûlallah,
canımı acıttın. Halbuki Allah, seni hak ve adaletle göndermiştir. Sana kısas
uygulamama imkan ver.
Rasûlüllah (s.a.v.)
karnını açıp:
- İşte kısası uygula,
dedi. Bunun üzerine Sevad'ta Rasûlullah'ı kucaklayıp karnını öpmeye başladı.
Rasûlüllah, ona sordu:
- Ey Sevad, neden
böyle yaptın?
- Ya Rasûlaîlah,
görüyorsun ki savaş olacak. Benim seninle olan son demimde ciltlerimizin
birbirine temas etmesini arzuladım.
Bunun üzerine
Rasûlüllah, ona hayır duada bulundu ve hayır tavsiye etti.
îbn İshak, İbn Afra'mn
şöyle dediğini rivayet eder:
- Ya Rasûlallah! Kulun
hangi ameli Rabbi güldürür?
- Düşmana süngüsüz ve
miğfersiz saldırması...
Bunun üzerine İbn
Afra, üzerindeki zırhı çıkarıp attı. Kılıcını alıp savaşmaya başladı. Nihayet
öldürüldü. Allah ondan razı olsun.
İbn İshak dediki: Daha
sonra Rasûlüllah (s.a.v.) saflara döndü. Gölgeliğe girdi. Ebu Bekir de onunla
birlikte gölgeliğe girdi. Orada yanlarında başka bir kimse yoktu.
îbn İshak ve diğerleri
dediler ki: "Sa'd b. Muaz (r.a.), kılıcım kuşanmış olarak Ensâr'dan
birkaç adamla birlikte gölgeliğin kapısında durmuş, Rasûlullah'm düşmanlar ve
müşrikler tarafından saldırıya uğramasından korktukları için nöbet tutuyorlardı.
Yan taraftada iyi develer bekletiliyordu. Eğer ihtiyaç duyulursa, Rasûlüllah
onlara binip Medine'ye dönecekti. Nitekim Sa'd b. Muaz, ona böyle bir teklifte
bulunmuştu."
"Müsned"
adlı eserinde Bezzar, Muhammed b. Ukayl'm şöyle dediğini rivayet eder: «Hz.
Ali, bize hitapta bulunarak;
- Ey insanlar!
İnsanların en cesuru kimdir? diye sordu.
- Sensin, ey
mü'minlerin emiri! dendi.
- Evet, her kim
benimle çarpıştıysa ben onu yendim. Bununla beraber ben değilim. İnsanların en
cesuru Ebu Bekir'dir. Biz savaşta
Rasûlüllah için bir gölgelik yapmıştık. Onun yanında kim nöbet tutacak ki,
müşriklerden herhangi biri ona saldırmasın? diye sorduğumuzda, Allah'a yemin
ederim ki bizden hiç kimse bu nöbete yanaşmadı. Sadece Ebu Bekir kılıcım çekip
Rasûlullah'm yanı başında nöbet tutmaya başladı ki, her kim Rasûlullah'a
saldırırsa, onu vurup yere yıkıyordu. İşte insanların en cesuru odur.
Rasûlüllah (s.a.v.)'ı,
Kureyşlilerin yakalayıp meydan okuduklarını, yakasından tutup
çekiştirdiklerini ve ona şöyle dediklerini gördüm: "Sen misin bütün
ilahları atıp bir tek ilaha tapmamızı isteyen?" Allah'a yemin ederim İd
Ebu Bekir'den başka hiç birimiz ona yardıma yanaşamadık. Ebu Bekir ki, onu,
aralarına alıp tartaklayanlardan birini vuruyor, birini itij'or, birini de çekiştiriyor
ve şöyle diyordu:
- Yazıklar olsun size!
Rabbim Allah'tır, dediği için mi bir adamı öldüreceksiniz?!
Böyle dedikten sonra
Hz. Ali, üzeiindeki abasını kaldırıp ağladı. Öyleki gözlerinden akan yaştan
sakalı ıslandı. Sonra şöyle dedi:
- Allah aşkına
söyleyin, Firavun hanedanından olan ve Musa'ya yardıma gelen mü'min kişi mi
daha hayırlı, yoksa Ebu Bekir mi daha hayırlıdır?
Onun bu.sorusu
karşısında orada bulunanlar sustular. Cevabı yine Hz. Ali verdi:
- Allah'a yemin ederim
ki, Ebu Bekir'in bir saati, Firavun hanedanından olan o mü'min kişinin yeryüzü
doluşunca yapacağı iyiliklerden daha hayırlıdır. Çünkü o imanını gizleyen bir
adamdı. Bu ise imanını açığa vuran bir kimsedir.»
Bu, Hz. Ebu Bekir
es-Sıddık'a ait bir özelliktir. Çünkü o, gölgelikte Rasûlullah'la beraberdi.
Mağarada da onunla beraberdi. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın.
Rasûlullah (s.a.v.),
Bedir savaşında çokça dua ediyor, tazarru ve niyazda bulunuyordu. Duasında
şöyle diyordu:
«Allah'ım, eğer şu bir
avuç topluluğu mahvedersen, artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecektir!»
Rasûlullah (s.a.v.),
Aziz ve Celil olan Rabbinden meded dileyerek şöyle diyordu:
«Allahım, bana
verdiğin sözleri yerine getir. Allahım, yardımını istiyoruz.»
Ellerini dua esnasında
semaya kaldırmış, öyleki, omuzundaki abası yere düşmüştü. Hz. Ebu Bekir de
arkasından abasını kaldırıp tekrar omuzuna bırakıyor ve fazlaca yalvarıp
yakarışından ötürü ona şefkat göstererek şöyle diyordu:
"Ya Rasûlallah,
Rabbine yaptığın yalvarmalardan bazı şeyleri iste. Çünkü Allah, senin için vaad
ettiklerini yerine getirecektir."
Süheylî, Kasım b.
Sabit'ten böyle rivayette bulunmuştur ki, Ebu Bekir es-Sıddık, Hz. Peygamber'e
sadece şunu söylemiştir: "Yalvarma esnasında Rabbinden bazı şeyleri iste.»
Ebu Bekir, Peygamber Efendimiz'e şefkatinden ötürü böyle demişti. Çünkü o,
Peygamberin dua, tazarru ve niyaz esnasında yorulup bitkin düştüğünü görmüştü.
Öyleki, omuzundaki abası yere düşmüştü. Bunun üzerine Ebu Bekir ona: «Bunların
bazısını iste ya Rasûlallah» demişti. Yani kendini bu kadar yorma, Allah sana
yardım edeceğine söz vermiştir.
Ebu Bekir (r.a.),
Peygamber'e karşı aşırı derecede şefkatli ve yufka yürekli bir kimse idi.
Süheylî, Şeyhi Ebu
Bekir b. Arabi'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), korku
makamında idi. Ebu Bekir es-Sıddîk ise, umut makamında idi. Savaş vaktinde
korku makamında bulunmak daha mükemmeldir. Çünkü Allah, dilediğini yapma
kudretine sahiptir. Hz. Peygamber, mü'minlerin öldürülmesi halinde artık
Allah'a yeryüzünde ibadet edilmeyeceğinden korkmuştu. Onun korkusu ibadet
içindi.
Ben derim M: Bazı
sûfilerin; "Bu makam, Hira mağarasında bulunma günündeki makamın
karşılığıdır." diye söyledikleri söze gelince; bu, sahibine iade olunacak
bir sözdür. Çünkü bu sözü. söyleyen kimse, sözlerindeki noksanlığı düşünmemiş
ve üzerine vazife olmayan şeyleri söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
İki grup
karşılaştı.İki fırka karşı karşıya geldi. İki hasım, Rahman olan Allah'ın
huzurunda bir araya geldi. Peygamberlerin efendisi, Rabbinden meded diledi.
Sahabeler de duaları işiten, belaları kaldıran, göklerle yerin Rabbine çeşitli
dualarla seslerini yükselttiler. Müşriklerden öldürülen ilk kişi, Esved b.
Abdi'1-Esed el-Mahzumî oldu.
İbn îshak dedi ki:
«Esved, yaramaz ve kötü huylu bir adamdı. Şöyle demişti: "Allah'a söz
veriyorum ki, Müslümanların havuzlarından su içeceğim. Bunu yapamazsam o havuzu
yıkacak ya da bu uğurda öleceğim." Havuza doğru geldiği esnada karşısına
Hamza b. Abdülmuttalib çıktı. Karşılaştıkları zaman Hamza, ona bir darbe
indirerek ayağını baldırının yansıyla birlikte kopardı. O ise, havuzun önünde
idi. Sırtı üzerine düştü. Ayağı, arkadaşlarına doğru kan akıtıyordu. Sonra
elleri ve dizleri üzerine havuza doğru süründü. Kendini suya bıraktı. Yeminini
yerine getirmek istiyordu. Hamza da peşi sıra gitti. Ona bir darbe daha
indirdi. Onu havuzun içinde Öldürdü.
el-Ümevî der ki: «O
esnada Utbe b. Rebia, gayrete geldi. Yiğitliğini göstermek istedi. Kardeşi
Şeybe b. Rebia ile oğlu Velid b. Utbe saftan ayrılıp Müslümanları mübarezeye
çağırdı. Bunun üzerine Ensâr'dan üç genç yiğit ona karşı çıktılar. Bunlar,
Haris'in oğulları Avf ile Muaz (analarının adı ise Afra idi) ve Abdullah b.
Revaha idi. Kureyşliler, bunlara sordular:
- Siz
kimlersiniz?
- Ensâr'dan
bir topluluğuz.
- Sizinle
ahp veremeyeceğimiz birşey yok. (Başka bir rivayete göre ise Kureyşliler
bunlara: Siz tam bize denk olan şerefli kimselersiniz, ancak siz gidin de
amcazadelerimizi bize karşı çıkarın, demişlerdi.)
Sonra Kureyşlilerden
biri, yüksek sesle çağırdı:
- Ey Muhammedi Bize kavmimizden
emsallerimizi'karşımıza çıkar.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:
- Kalk
ey Ubeyde b. Haris, kalk ey Hamza, kalk ey Ali! el-Ümevî'nin rivayetine göre
Ensâr'dan o üç kişilik grup, Kureyşli-
lere karşı
çıktıklarında Rasûlullah bunu uygun görmemişti. Çünkü o, düşmanlarıyla
yapılacak olan ilk karşılaşmada kendi aşiretinden olanların düşmanlara karşı
düelloya çıkmalarını arzulamıştı. Bu yüzden Ensâr'ı geri döndürdü ve Kureyş'ten
üç kişinin ortaya çıkmalarını emir buyurdu.
İbn İshak dedi ki:
«Kureyş'ten üç kişilik grup, yerlerinden çıkıp müşriklere yaklaştıklarında,
müşrik Kureyşliler dediler ki:
- Siz
kimsiniz? Ubeyde dedi ki:
- Ubeyde'yim!
Hamza dedi ki:
- Ben
Hamza'yım! Ali de dedi ki:
- Ben
Ali'yim!
Bunun üzerine onlar
dediler ki:
- Evet,
şerefli emsallersiniz.»
Böylece Ubeyde -İd bu
kavmin en yaşlısı idi-, Utbe b. Rebia ile karşılaştı. Hamza, Şeybe b. Rebia
ile karşılaştı. Ali de Velid b. Utbe ile karşılaştı. Hamza, Şeybe'yi kısa
zamanda öldürdü. Ali'ye gelince o, Velid'i öldürmeyi ihmal etmedi. Ubeyde ile
Utbe ise aralarında vuruştular. İkisi-de birbirlerini yerlerinden
kımıldayamayacak hale getirmişlerdi. Hamza ile Ali, kılıçlarıyla Utbe ye hücum
ettiler. Ölümünü hızlandırdılar. Arkadaşlarını yüklenip Müslümanların
ordugahına ulaştırdılar. Allah onlardan razı olsun.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Ebu Zerrİ, yemin ederek şu aşağıdaki ayet-i kerimenin, Hz. Hamza
ile düello yaptığı müşrik Şeybe ve Utbe ile düello yapan Müslüman hakkında
nazil olduğunu söylemiştir. Tabi bunlar, Bedir savaşında müşriklerle düello
yapmışlardı. Ayet-i kerime şudur:
«İşte Rableri hakkında
tartışmaya giren iki taraf...» (ol-Hacc, 19.)
Buharî, Hz. Ali b. Ebi
Talib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Husumet konusunda Aziz ve Celil
olan Rahman'm huzurunda kıyamet gününde ilk oturacak olan benim.»
Kays dedi ki: «Şu
ayet, onlar hakkında nazil olmuştur:
«îşte Rableri hakkında
tartışmaya giren iki taraf...» Bu ayet, Bedir savaşmda düello yapan Ali, Hamza,
Ubeyde, Şeybe b. Rebia, Utbe b. Rebia ve Velid b. Utbe hakkında nazil
olmuştur.»
Tefsirimizde bu konuda
yeterli açıklamalarda bulunduk. Hamd ve minnet Allah'adır.
el-Ümevî, Muaviye b.
Amr kanalı ile Abdullah el-Behiyy'in şöyle dediğini rivayet eder:
Utbe, Şeybe ve Velid,
mübareze için ortaya çıktılar. Karşılarına Hamza, Ubeyde ve Ali geldi.
Müşrikler bu üç cengavere:
- Konuşun
ki sizi tanıyalım, dediler. Hamza:
- Ben
Allah'ın arslanıyım, Rasûlullah'm arslanıyım, Abdülmutta-lib oğlu Hamza'yım,
dedi.
Karşısındaki adam:
- Şerefli
bir emsal, dedi. Ali:
- Ben
Allah'ın kuluyum, Rasûlullah'm kardeşiyim, dedi. Ubeyde:
- Ben
o kimseyim ki, müttefikler arasmdayım.
Mübareze edenlerden
her biri rakibine karşı çıktı. Savaştılar. Allah müşrikleri öldürdü. Bu konuda
Hind, şu şiiri söyledi:
"Ey gözlerim,
akan yaşlarım cömertçe sal. Hindef mıntıkasının en hayırlısına ağla.
O ki, sabahleyin
aşireti onun için çağrıştı. Aşireti Haşimoğull arıyla Muttalib oğullarıdır.
Ona kılıçlarının
keskin ağızları ile acı tattırırlar. Yere düşmesinden sonra peşpeşe ona
vururlar."
Bunun üzerine Hind,
Hamza'nm ciğerini yemeye yemin etti.
Ben derim İd: Düelloda
ağır j'aralanan Ubeyde b. Haris b. Muttalib b. Abdumenafı Rasûlullah'm yanma
getirip yatırdılar. Rasûlullah ayağım uzattı ve Ubeyde'nin yanağını, mübarek
ayağının üzerine koy-du.Ubeyde dedi ki:
- Ya
Rasûlallah! Eğer Ebu Talib beni görseydi, söylemiş olduğu şu sözü, benim
söylemeye daha çok hak sahibi olduğumu anlardı:
"Onun uğruna yere
düşüp ölmedikçe, çocuklarımızdan ve zevcelerimizden ayrı düşmedikçe
(Muhammed'i) size teslim etmeyiz ey müşrikler."
Böyle dedikten sonra
vefat etti. Allah ondan razı olsun. Rasûlullah (s.a.v.)'da ona: «Senin şehid
olduğuna tanıklık ederim.» dedi. Bunu, merhum Şafii rivayet etmiştir.
Savaşta ilk şehid
düşen Müslüman, Hz. Ömer'in azadlısı Mihca' idi. Atılan bir oktan isabet alarak
şehid düşmüştü.
İbn İshak dedi ki: İlk
şehid düşen Mihca' oldu. Ondan sonra Harise b, Süraka şehid düştü İd, o da Beni
Adiy b. Neccar kabilesindendir. Havuzdan su içmekte iken müşrikler tarafından
atılan bir ok boğazına isabet edince vefat etti.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilir: Harise b. Süraka, Bedir
savaşmda şehid düştü. Gözcülük görevi yapıyordu. Garb ağacından yapılma bir
mızrak, ona isabet edip öldürdü. Anası gelip şöyle dedi: Ya Rasûlaîlah,
Harise'nin durumunu bana bildir. Eğer Cennet'te ise sabredeyim. Yoksa ne
yapacağımı Allah bana göstersin. Yani ağıt mı dökeyim, yoksa ne yapayım? (O
zaman ağıt henüz yasaklanmış değildi.) Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle cevap
verdi:
"Yazıklar olsun
sana. Delirdin mi? Doğrusu sekiz Cennet vardır Ve senin oğlun en yüksek Cennet
olan Firdevs-i Âla'ya kavuşmuştur "
İbn İshak dedi ki:
Daha sonra insanlar toplandı. Birbirlerine yaklaştılar. Rasûlullah (s.a.v.),
ashabına kendisi emir vermeden savaşa girişmemelerini buyurarak şöyle dedi:
«Eğer müşrikler sizi kuşatma altına alırlarsa, oklarla onları kendinizden
uzaklaştırın.»
Buharî'nin sahihinde
Ebu Üseyd'den rivayet olunur ki;Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşında
Müslümanlara şu buyruğu vermişti: «Müşrikler üzerinize hücum ederlerse onları
mızrakla vurun. Oklarınızı yerinde bırakın.»
Beyhakî, el-Hakim
kanalı ile Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir savaşında
Rasûlullah (s.a.v.), Muhacirlerin parolası olarak: «Ya Beni Abdirrahman» sözünü;
Hazreçlilerin parolası olarak: «Ya Beni Abdillah» sözünü, Evslilerin parolası
olarak da: «Ya Beni Ubeydullah» sözünü belirlemişti. Kendi atma da Allah'ın atı
anlamına gelen "Haylul-lah" ismini vermişti.»
İbn Hişam'm ifadesine
göre ashabın Bedir savaşındaki parolası; «Ehad, Ehad» sözleri idi.
İbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) gölgelikte idi. Yanında Ebu Bekir (r.a.) vardı. Rasûlullah,
Aziz ve Celil olan yüce Rabbinden imdad diliyordu. Nitekim Allah da bundan
bahisle şöyle buyurmuştur:
«Rabbinizin yardımına
sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşinden 1000 melekle yardım ederim»
diye cevap vermişti. Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalblerinizin
yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah katmdandır. Doğrusu Allah güçlüdür,
hakimdir.» (el-Enfâl, 9-10.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Nuh Kurad vasıtasıyla Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir savaşı
olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) ashabına baktı. Onlar 300 küsur kişi idiler.
Müşriklere baktı ki onlarda 1000 kişiden daha fazla ich"!er. Bunun üzerine
kıbleye yöneldi. Üzerinde rida ve izan vardı. Sonra şöyle dedi:
«Allahım! Bana vaad
ettiğini gerçekleştir. Allahım, eğer şu İslâm ehlinden olan bir avuç topluluk
helak olursa, artık yeryüzünde ebediyen sana ibadet edilmez!» Rabbine dua
etmeye devam etti. Nihayet omuzun-daki ridası yere düştü. Ebu Bekir gelip
ridasını yerden aldı. Tekrar omu-zuna yerleştirdi. Sonra şöyle dedi:
"Ya Rasûlallah,
bu kadarı sana yeter. Rabbinden dilekte bulunurken bazı şeyleri iste. O, sana
vaad ettiğini gerçekleştirecektir." Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti
inzal buyurdu:
«Rabbinizin yardımına
sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşinden 1000 melekle yardım ederim.»
diye cevap vermişti.» (el-Enfâl, 9.)
Birden fazla ravi, îbn
Abbas, Süddî ve İbn Cerir'den bu rivayette bulunmuşlardır ki, yukarıdaki ayet,
Peygamber (s.a.v.)'in Bedir günündeki duası üzerine nazil olmuştur. el-Ümevî
ile diğerlerinin anlattıklarına göre Bedir savaşında Müslümanlar, Aziz ve
Celil olan Allah'a sığınıp yardım dilerken yüksek sesle dua ve niyazda
bulunmuşlardır.
Ali b. Ebi Talha
el-Valibî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
"Yüce Allah,
peygamberine ve mü'minlere 1000 melekle yardım etti. Cebrail 500 melekle bir
tarafta, Mikail'de 500 melekle diğer tarafta bulunuyorlardı." Meşhur olan rivayet
budur.
Ama İbn Cerir,
el-Müsenna kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Cebrail, 1000 melekle
inip Peygamber (s.a.v.)'in sağ tarafında durdu. Orada Ebu Bekir'de vardı.
Mikail de 1000 melekle inip Peygamber (s.a.v.)'in sol yanında durdu. Ben de o
tarafta bulunuyordum.»
"Delail"
adlı eserde Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet ederek şu ilavede
bulunmuştur: "İsrafil de 1000 melekle yardıma geldi. "Bu rivayette
Hz. Ali'nin anlattığına göre kendisi o gün bir mızrak darbesi yemiş, öyleki
koltuğunun altı kana bulanmıştı. Ve 3000 melek yardım için semadan yere
inmişlerdi."
Bu, garip bir
rivayettir. Senedinde zayıflık vardır.
Beyhakî, Hz. Ali'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde
biraz savaştıktan sonra sür'atle gelip Rasülullah'm yanma vardım. Ne yaptığını
görmek istedim. Yanına vardığımda onun secde halinde şöyle dediğini işittim:
«Ya Hayy, ya Kay-yum, ya Hayy ya Kayyum!» Bundan fazlasını söylemiyordu.
Cepheye dönüp savaşmaya başladım. Sonra yine geldiğimde Rasûlullah'ın secde
halinde ve aynı şeyleri söylediğini gördüm. Tekrar cepheye gidip savaştım.
Sonra yine geldim. Secde halinde yine aynı şeyleri söylüyordu. Nihayet Allah,
onun vasıtasıyla fethi müyesser kıldı."
A'meş, Ebu îshak
kanalı ile Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bedir
savaşında Muhammed (s.a.v.) gibi şiddetli bir dua yapan başka bir kimse
görmedim. O şöyle diyordu:
"Allahım,
verdiğin sözü ve vaadi sana hatırlatırım. Ve bunu senden isterim. Allahım, eğer
şu bir avuç topluluk ölürse artık sana ibadet edilmeyecektir!" Böyle
dedikten sonra yüzünü bize çevirdi. Sanki ayın yüzü yarılmıştı. O gece,
müşriklerin düşüp ölecekleri yerleri görür gibi oluyordum.»
İbn Mesudun bu
hadisinden şöyle bir mana anlaşılıyor: Peygamber (s.a.v.), müşriklerin düşüp
ölecekleri yeri savaşın yapıldığı günde haber vermiştir M, bu münasiptir. Ama
Enes ile Ömer'den rivayet edilen diğer iki hadis, Hz. Peygamber'in bu haberi
bir gün önce verdiğine delalet etmektedir. Bu ilci hadisi birleştirmek
mümkündür. Buna göre Hz. Peygamber, müşriklerin ölüp düşecekleri yeri savaştan
bir gün, ya da daha çok önce haber vermiş olabilir. Aynca savaştan bir saat
öncede haber vermiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir.
Buharı, İbn Abbas'tan
rivayet etti ki, Pej'gamber (s.a.v.), Bedir gününde kendisine mahsus kubbesi
içinde şöyle dua etmiştir:
«Allahım, ahdini ve
vadini yerine getirmeni istiyorum. Allahım, eğer istersen bu günden sonra artık
ebediyyen sana ibadet edilmeyecektir.»
Ebu Bekir, böyle dua
eden Peygamber'in elinden tutup şöyle dedi:
'Ya Rasûlallah!
Rabbine bu kadar ısrarda bulunduğun yeter." Nihayet o, zırhının içinden
süratle çıkarak şöyle dedi:
«Toplulukları
dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri
gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür!» (cî-Ka-mer, 45-46.)
Bu ayet, Mekkidir. Ama
tasdiki Bedir gününde gelmiştir. Nitekim İbn Ebi Hatim de böyle bir rivayette
bulunarak şöyle demiştir: Babam, İlerime'niıı şöyle dediğini bize anlattı:
«Toplulukları
dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir.» ayet-i kerimesi nazil olduğunda Hz. Ömer
dedi ki:
- Hangi
topluluk hezimete uğrayacak ve hangi topluluk galip olacak?
Yine Hz. Ömer diyor
İd: Bedir günü geldiğinde Rasûlüllah (s.a.v.)'m zırh içinde şöyle diyerek
yerinden fırladığım gördüm:
«Toplulukları dağıtılacak,
yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri gündür. O ne
korkunç, ne acı bir gündür!»
İşte o gün, bu ayetin
te'vilini (manasını) öğrendim.»
Buharî, İbn Cüreyc
kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, oyun oynamakta
olan bir kız çocuğu iken şu ayet Mekke'de Muhammed (s.a.v.)'e nazil oldu:
«Toplulukları
dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri
gündür. O ne korkunç ne acı bir gündür!»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Rabbinin yardım vaadini yerine getirmesini isteyerek
şöyle diyordu: «Allahım, eğer bugün şu bir avuç topluluğu helak edersen, artık
sana ibadet edilmez.»
Ebu Bekir de ona şöyle
diyordu:
«Ey Allah'ın
peygamberi, yaptığın dualarda Rabbinden bazı şeyleri iste. Çünkü Allah, sana
vaad ettiği şeyleri yerine getirecektir.»
Peygamber (s.a.v.)
gölgelikte iken biraz uyudu. Sonra uyandığında şöyle dedi:
«Müjdeler olsun sana
ey Ebu Bekir, sana Allah'ın yardımı geldi. İşte Cebrail, tozlu dizleri ve
dirsekleri ile yedmekte olduğu bir atın yularından tutmuş.»
Sonra Rasûlüllah
(s.a.v.), ashabının yanma gitti, onları teşvik edip şöyle dedi:
«Muhammed'in nefsi
elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bugün her hangi bir adam sabredip
sevabını bekleyerek gidip de geri dönemezse, Allah onu Cennetine sokacaktır.»
Bunun üzerine Ümeyr b.
el-Hümam (Beni Seleme'nin kardeşidir.), elinde, yemekte olduğu bir takım
hurmalar olduğu halde:«Bakm, bakın benimle Cennet'e girmenin arasında ancak
müşriklerin beni öldürmesi vardır.» dedi. Sonra elindeki hurmaları atıp
kılıcını aldı ve müşriklerle savaştı. Nihayet öldürülüp şehid oldu. Allah ona
rahmet etsin.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Haşim b. Süleyman kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.),
Kureyş kervanının nerede olduğunu öğrenmek için Besbes'i gözcü olarak
gönderdi. Besbes, döndüğü zaman Pey-gamber'in yanında benden başka kimse yoktu.
Yalnız hanımlarından kimse varmıydı, bilemiyorum. Besbes, gördüklerini
anlattıktan sonra Peygamber (s.a.v.) dışarıya çıkıp:
- Bir
yere gitmek istiyoruz. Kimin hazır bir devesi varsa, bizimle beraber binip
gelsin, dedi.
Bir kaç kişi:
- Develerimiz,
Medine'nin yukarısmdadııiar, bizi bekleyin, gidip getirelim, dedilerse de Hz.
Peygamber onlara:
- Hayır,bekleyemeyiz.
Develeri hazır olanlar binip gelsin, dedi. Ashabı ile birlikte yola çıkıp
müşrikleri geçtiler. Onlardan önce Bedir'e varıp yerlerim aldılar.
Daha sonra müşrikler
geldi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Benden
habersiz kimse birşey yapmasın, dedi. Müşrikler yaklaştıkları zaman:
- Haydi, genişliği
göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cennet'i kazanmaya kalkın, dedi.
Ümeyr b. Hümam:
- Ya
Rasûlallah, genişliği, göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cennet'i mi?
dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Evet, Öyle bir
Cennet'i, dedi. Ümeyr:
- Ne güzel, ne güzel,
dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Niçin
güzel, ne güzel diyorsun? diye sordu. Ümeyr:
- Ya Rasûlallah, Beni
sevindiren, o Cennet'i kazanacağımı ümid etmemden başka birşey değildir, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Sen,
o Cennet'i kazananlardansın, buyurdu.
Ümeyr, okluğundan bir
kaç hurma çıkarıp yemeğe başlamıştı. Fakat hurmaları daha bitirmeden:
- Ben,
bu hurmaları yeyinceye kadar beklersem uzun bir zaman geçmiş olur, dedi ve
hemen hurmaları atıp savaşa başladı. Şehid düşünceye kadar savaştı. Allah ona
rahmet etsin.»
İbn Cerir'in
anlattığına göre Ümeyr, savaşırken şöyle diyordu:
«Ahiret için
yaptığımız ameller ile takvadan başka bir azığımız olmaksızın Allah'a doğru
koşalım.
Bir de Allah için
cihada dayanalım. Diğer bütün azıklar tükenmeye mahkumdur. Sadece takva, iyilik
ve doğru yol azığı tükenmez.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Haccac kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Medine'ye
geldiğimizde oranın meyveleri bize dokundu. Havasından rahatsız olup
hastalandık. Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'den zor kalktı. Müşriklerin üzerimize
gelmekte olduklarını haber aldığımızda Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e yöneldi.
Bedir'de bir kuyu vardı. Müşriklerden önce oraya vardık. Biri Kureyşlilerden,
diğeri de Ukbe b. Ebi Mu-ayt'ın azadlısı olmak üzere orada iki adama rastladık.
Kureyşli kaçıp kurtuldu. Ukbe b. Ebi Muayt'm azadhsmı yakaladık, ona sorduk:
- Müşrik
topluluğu ne kadardır?
- Vallahi
sayıları çoktur, güçleri fazladır.
Böyle deyince ashab
onu dövdü. Nihayet onu, Rasûlullah'm huzuruna getirdiler. Rasûlullah ona
sordu:
- Müşrik
ordusunun sayısı ne kadar?
- Vallahi
onların sayısı çoktur, güçleri fazladır.
Sayılarını tam olarak
bildirmesi için Rasûlullah onu sıkıştırdı ama o, kesin cevap vermeye yanaşmadı.
Sonra Rasûlullah tekrar ona sordu:
- Günde
kaç deve kesiyorlar?
- Her
gün on deve kesiyorlar. Bunun üzerine Rasûlullah;
- Müşrik
ordusunun sayısı 1000 kişidir. Her 100 kişiye bir deve kesilir, dedi.
Sonra geceleyin
üzerimize hafif bir yağmur yağdı. Yağmurdan korunmak için ağaçların ve kalkanların
altına koşup sığındık. Rasûlullah, o geceyi Rabbine dua ederek geçirdi. Dua
esnasında şöyle diyordu:
«Allahım, eğer şu
topluluk helak olursa, artık sana ibadet edilmez!»
Fecir doğunca:
"Ey Allah'ın kulları! Haydi namaza!.." diye çağrı yapıldı. İnsanlar,
ağaçların ve kalkanların altından çıkıp geldiler. Rasûlullah, bize namaz
kıldırdı ve savaşa teşvik edip şöyle buyurdu:
«Kureyş topluluğu, şu
dağın kızıl yamacının eteğindedir.»
Müşrikler yaklaşıp da
saflarımız karşı karışya geldiğinde kızıl renkli bir deveye binmiş bir
adamlarını gördük. Aralarında dolaşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.):
- Ey Ali! Hainza'ya
seslen, dedi. Hamza, müşriklere en yakın noktada bulunuyordu. Rasûlullah ona
sordu:
- Kızıl renkli deve
üzerindeki adam kimdir?
- Utbe b. Rebia'dır.
Müşrikleri savaştan menediyor ve onlara şöyle diyor:
- Savaştan vazgeçme
işinin sorumluluğunu bana yükleyin ve; "Utbe b. Rebia korktu,"
deyin. Siz de biliyorsunuz ki ben sizin en korkak adamınız değilim.
Ebu Cehil, bu sözleri
işitince şöyle dedi:
- Bunları sen mi
söylüyorsun? Allah'a yemin ederim ki bu sözleri senden başkası söyleseydi, onu
dişlerimle paralardım. Yüreğin karnına korku doldurmuş.
- Beni mi kınıyorsun
ey altına pisleyen ve ödü kopan adam? Bugün hangimizin korkak olduğunu
göreceksin?
Bundan sonra Utbe ile
kardeşi Şeybe ve oğlu Velid gayrete gelip ortaya çıktılar. Müslümanlardan
mübareze için karşılarına adam çıkarmalarını istediler. Bunlara karşı
Ensâr'dan üç delikanlı çıktı. Utbe:
- Biz, bu gençleri istemiyoruz. Ancak
amcazadelerimiz olan Abdülmuttalib oğullarıyla çarpışmak istiyoruz, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Kalk ey Hamza! Kalk
ey Ali! Kalk ey Ubeyde b. Haris b. Muttalib! Mübareze sonucunda yüce Allah,
Utbe ile Şeybe b. Rebia ve Ut-
be'nin oğlu Velid'i
öldürdü. Müslümanlardan da Ubeyde yaralandı. Bu savaş neticesinde müşriklerden
yetmiş kişi öldürüldü. Yetmiş kişi de esir alındı.
Ensâr'dan bir adam,
Abdülmuttalib oğlu Abbas'ı esir alıp getirmişti. Abbas şöyle demişti:
- Ya Rasûlaüah, bu
adam beni esir almadı. Beni alaca bir at üzerinde insanların en güzel yüzlüsü
olan, başının iki yanındaki saçları açılmış olan bir adam esir aldı ki, onu
topluluğunuz arasında göremiyorum.
Ensâr'dan olan adam
ise:
- Onu ben esir aldım
ya Rasûlallah, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'dan olan adama şöyle dedi:
- Sus, Allah, sana
takviye olarak şerefli bir melek göndermiş (onun yardımıyla Abbası esir
almışsın.)
Hz. Ali diyor ki: O
savaşta Abdülmuttalib oğullarından Abbas'ı, Ukeyl'i, Nevfel b. Haris'i esir
aldık.»
Rasûlullah (s.a.v.),
gölgelikten çıkıp insanların arasına geldiğinde onları savaşa teşvik etti. O esnada da insanlar saf
bağlamışlar, sabırlı vaziyette bekliyorlar. Allah'ı da çokça zikrediyorlardı.
Nitekim yüce Allah, onlara emrederek şöyle demişti:
«Ey inananlar! Bir
toplulukla karşılaşırsanız dayanın; başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çokça
anın.» (d-Enrai, 45.)
el-Ümevî, Muaviye b.
Amr kanalı ile Evzaî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Deniliyordu ki: Bir
kavim ayakta durma hususunda çok az sebat edebilir. O esnada yapabilen kişi
oturur veya gözünü yumar ve Allah'ı zikrederse ümid ederim ki o kişi, riyadan
kurtulur.
Utbe b. Rebia, Bedir
gününde arkadaşlarına şöyle demişti: « Rasûlullah'm ashabının bekçiler gibi,
diz üstü çökmüş vaziyette olduklarını görmüyor musun? Tıpkı yılanlar gibi
dillerini çıkarıyorlar!»
"Meğazi"
adlı eserinde el-Ümevî şöyle der: Peygamber (s.a.v.), Müslümanları savaşa
teşvik etmiş ve müşriklerin mallarından her kim ne ele geçirirse o malı ganimet
olarak elde edebileceğini bildirmiş, sonra şöyle demişti:
«Muhammed'in nefsi
kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bu gün herhangi bir adam
sabredip sevabını bekleyerek gidip geri dö-nemezse Allah, onu Cennet'ine
koyacaktır.»
Böyle dedikten sonra
Peygamber (s.a.v.), mübarek bedeniyle bizzat savaşa girişmiş ve şiddetlice
çarpışmıştı. Aynı şekilde Ebu Bekir es-Sıddık da savaşmıştı. Ayrıca onlar
gölgelikte de dua ve niyazda bulunarak cihad etmişlerdi. Sonra gölgelikten
çıkıp insanları savaşa teşvik etmişler. Bedenen de çarpışmışlardı. Böyle
yapmakla onlar, iki şerefli makamı bir araya getirmişlerdi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vekf kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde düşmana
en yakın noktada bulunan Rasûlullah (s.a.v.)'a sığındığımızı gördüm. O gün o,
insanların en şiddetli savaşanı idi.»
Neseî, Harise'den
rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir: "Savaş kızıştığında düşmanla
karşılaştığımızda Rasûlullah (s.a.v.)'m arkasına gizlendik. Ona sığındık."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Nuaym vasıtasıyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Bedir gününde
Ali'ye ve Ebu Bekir'e şöyle denildi: Birinizin beraberinde Cebrail,
diğerinizin beraberinde de Mikail vardı. İsrafil, büyük bir melek olup savaşta
hazır bulunur ama savaşmazdı." Bu, önceki sayfalarda geçen hadise benzemektedir:
"Ebu Bekir, ordunun sağ cenahında bulunuyordu. Bedir gününde melekler yere
indiklerinde Cebrail, 500 melekle birlikte Ebu Bekir'in bulunduğu sağ cenaha
yerleşti. Diğer cenaha ise 500 melekle birlikte Mikail inmişti. Bunlar ordunun sol cenahına
yerleşmişlerdi. Bu cenahta da Ebu Talib oğlu Ali vardı."
Ebu Ya'lâ'mn, Muhammed
b. Cübeyr b. Müt'im kanalı ile rivayet ettiği bir hadiste Hz. Ali şöyle
demiştir:
"Bedir gününde
kuyuda yüzüyordum. Şiddetli bir rüzgar esti, yine Öyle bir rüzgar daha esti. Üçüncü
kezde şiddetli bir rüzgar estikten sonra 1000 melekle birlikte Mikail
yeryüzüne indi. Gelip Rasûlullah (s.a.v.)'m sağ yanında durdu. Orada Ebu Bekir
de vardı. İsrafil de 1000 melekle birlikte inip Rasûlullah'ın sol yanma geldi
ve orada durdu. Orada ben de vardım. Cibril de 1000 melekle indi. Gelip şöyle
dedi: O gün koltuk altıma varıncaya kadar su üzerinde durdum, batmadım."
"İkd" adlı
eserin sahibi ile diğerlerinin anlattıklarına göre Arapların söyledikleri
beyitlerin en güzeli ve övgüye en layık olanı, Hassan b. Sabit'in şu beyitidir:
"Bedir kuyusunda
Cebrail, bayrağımız altında Muhammed'le birlikte onların geçişlerine engel
oluyordu."
Buharı, İshak b.
İbrahim kanalı ile Bedir savaşma katılanlardan Rafi ez-Zürkî'nin şöyle dediğini
rivayet eder:
«Cebrail, Rasûlullah
(s.a.v.)'a gelip:
- Bedir savaşma
katılan adamlarınızı ne gözle görürsünüz? diye
sordu.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Onları
Müslümanların en faziletlisi olarak görürüz, dedi. Cebrail
de:
- Bedir'de
hazır bulunan melekleri de meleklerin en faziletlileri
olarak görürüz, dedi.»
Yüce Allah buyurdu ki:
«Rabbin Meleklere,
«Ben sizinleyim, inananları destekleyin.» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin
kalplerine korku salacağım. Artık onların boyunlarını vurun, parmaklarını
doğrayın.» dedi. (ei-Enfâi,i2.)
Sahih-i Müslim'de
İkrime b. Ammar yoluyla gelen bir rivayette İbn Abbas şöyle demiştir:
«Bir ara
Müslümanlardan bir adam, bir müşrikin peşi sıra koştu. Onu kovaladı. Üst
taraflardan bir kırbaç şakırtısı duydu ve bir süvarinin de: "İlerle ey
Hayzum." dediğini işitti. Önündeki müşrike baktığında onun sırt üstü yere
düşmüş olduğunu gördü. Baktı ki burnu ezilmiş, yüzü de kırbaç darbesiyle
yarılmış. Ensâr'dan olan bu zat, gelip gördüklerini Rasûlullah'a nakletti.
Rasûlullah da ona şöyle dedi:
- Doğru söylüyorsun.
Bu, üçüncü semadan gelen bir imdaddır.
O gün yetmiş müşrik
öldürülmüş, yetmiş müşrik de esir alınmıştı.» İbn İshak, Abdullah, b. Ebi Bekr
b. Hazm kanalı ile İbn Abbas'tan rivayet etti ki; "Beni Gifar
kabilesinden bir adam şöyle demiştir: Ben ve amcamoğlu müşrik iken, Bedir savaşında hazır bulunduk.
Bir dağın te-"pesinde savaşı seyrediyorduk. Sonucun kimin aleyhine
olacağım bekliyorduk. Bir bulut geldi. Dağa yaklaştığında içinden at
kişnemeleri duyduk ve bir sesinde şöyle dediğini işittik: "ilerle ey
Hayzum." Yanımdaki amcam oğlunun ödü koptu. Oracıkta düşüp öldü. Ben de
korkudan ölmek üzere idim. Sonra silkinip kendime geldim."
İbn îshak, Abdullah b.
Ebi Bekr kanalı ile Bedir savaşma katılan Ebu Üseyd Malik b. Rebia'mn -gözleri
kör olduktan sonra- şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Eğer bugün
Bedir'de bulunsaydım ve gözlerimde görür olsaydı, meleklerin Bedir savaşında
içinden çıkıp geldikleri yeri size gösterirdim. Ayrıca meleklerin çıktığı yer
hususunda da asla şüphem olmazdı."
Bedir savaşında
melekler inip savaş alanına geldiklerinde İblis, onları görmüş, Cenâb-ı
Allah'ta meleklere şöyle vahyetmişti: «Ben gizinle-yim, inananları
destekleyin."
Evet, melekler ashaba,
tanıdıkları adamların kılığına bürünerek geliyor ve onlara şöyle diyorlardı:
"Müjdeler olsun
size! Müşrik ordusunun gücü çok azdır. Onlar birşey değildirler. Allah sizinle
beraberdir. Siz onlara saldırın!"
Vakidî, îbn Ebi Habibe
kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Melekler, sahabelere
tanıdıkları adamların kılığına bürünerek-yaklaşıyor ve şöyle diyorlardı: «Ben,
müşrik ordusuna yaklaştım. Onların şöyle dediklerim işittim: "Eğer
Müslümanlar bize saldırırlarsa, biz sebat edemeyiz." Gerçekten de müşrik
ordusunun gücü yoktur...»
Cenâb-ı Allah'ın şu
kavli de bunu göstermektedir:
«Rabbin Meleklere,
«Ben sizinleyim, inananları destekleyin.» diye vahyetti.» (ei-Enfâi, 12.)
İblis, melekleri
görünce gerisin geri kaçmaya başladı ve Süraka'nın kılığına bürünerek
müşriklere şöyle dedi: «Doğrusu ben sizden uzağım. Şüphesiz ben sizin
görmediklerinizi görüyorum!»
Ebu Cehil, gelip
arkadaşlarını savaşa teşvik etti ve-şöyle dedi:
"Süraka'nm sizden
ayrılması sizi korkutmasın. Çünkü o, Muham-med'e ve arkadaşlarına söz
vermiştir. Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, Muhammed'i ve arkadaşlarım dağlara
sürmedikçe buradan ayrılıp geri dönmeyeceğiz. Sakın onları öldürmeyin.
Yakalayıp getirin."
Beyhakî, Ebu Üseyd'in
-gözleri kör olduktan sonra- şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ey kardeşim
oğlu, Allah'a yemin ederim ki, ben ve sen şu anda Be-dir'de bulunsaydık,
sonrada Allah gözlerimi tekrar bana verseydi, Bedir savaşında meleklerin
çıktıkları yeri sana gösterir ve onların nereden çıktığı hususunda da asla
şüphe etmezdim."
Buharı, İbrahim b.
Musa tarikiyle İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur;
«İşte bu Cebrail'dir.
Atının başını tutmuş, üzerinde de savaş malzemesi vardır.»
Vakidî, İbn Ebi Habibe
kanalı ile Hakim b. Hizam'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Savaş başlayacağı
esnada Rasûlullah (s.a.v.), ellerini göğe kaldırıp Allah'tan yardım diledi ve
Allah'ın kendisine vaad ettiği şeyleri gerçekleştirmesini istedi. O, şöyle
dedi:
«Allahım! Eğer
müşrikler şu bir avuç topluluğa galip olurlarsa, müşriklik ortaya çıkar,
güçlenir ve artık senin dinin ayakta duramaz.»
O esnada Ebu Bekir de
Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle diyordu:
«Yemin ederim ki
Allah, sana yardım edecek ve yüzünü ağartacaktır.» Bunun üzerine yüce Allah,
düşmanın yaklaşması anında peşpeşe gelen 1000 meleği yardıma gönderdi.
Rasûlullah (s.a.v.) da Ebu Bekir'e şöyle dedi:
«Ey Ebu Bekir,
müjdeler olsun sana! İşte Cebrail, karşımızda duruyor. Başına sarı bir sarık
sarmış, atının yularını tutmuş, gök ile yer arasını doldurmuş. Yeryüzüne
indiğinde bir saatlik bir zaman kadar benden ayrılıp kayboldu. Sonra tekrar
karşıma çıktı. Dizleri ve ayaklan üzerinde de toz vardı. Şöyle diyordu: Dua
ettiğin ve yardımını istediğin zaman Allah'ın sana yardımı geldi!»
Beyhakî, Ebu Ümame b.
Sehl'den rivayet etti ki, onun babası şöyle demiştir:
"Ey Oğul! Bedir
gününde öyle bir duruma geldik ki, bizden biri bir müşrikin başına işaret
ettiği zaman kılıç ona ulaşmadan başı cesedinden kopup yere düşüyordu!"
îbn İshak, babası
vasıtasıyla Ebu Vakid el-Leysî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Müşriklerden
birini öldürmek için takip ettim. Ama kılıcım ona ulaşmadan başı gövdesinden
kopup yere düştü. Onu, benden başkasının öldürdüğünü anladım."
Yunus b. Bükeyr, İsa
b. Abdullah et-Teymî kanalı ile Rebi b. Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:
"İnsanlar, kendi
öldürdükleriyle meleklerin öldürdüklerini birbirlerinden ayırd
edebiliyorlardı. Çünkü meleklerin öldürdükleri adamların boyunları ve
parmakları üzerinde ateş dağı gibi izler vardı. Sanki ateşle dağlanıp
yakılmışlardı."
îbn îshak, îbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde
meleklerin işareti beyaz sarıklardı. Bu sarıklarının uçlarını sırtlarına
sarkıtmışlardı. Yalnız Cebrail'in sarığı sarı idi."
Yine îbn Abbas demiş
ki:
«Bedir savaşı dışında
melekler, herhangi bir savaşta muharebe etmemişlerdir. Bedir savaşı dışındaki
diğer savaşlarda melekler sayı ve teçhizat olarak gelip hazır bulunurlar, ama
kimseyi vurmazlardı.»
Vakidî, Abdullah b.
Musa b. Ebi Ümeyye kanalı ile Süheyl b. Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde
beyaz şimali adamlar gördüm ki, alaca atlar üze-rindeydiler. Gök ile yer
arasını doldurmuşlardı. Hepside işaretli idi. Müşrikleri öldürüyor ve esir
alıyorlardı."
Ebu Üseyd, gözleri kör
olduktan sonra diyordu ki:
"Eğer şu anda
gözlerim açık olsaydı, Bedirde sizinle beraber bulun-saydım, Bedir savaşında
meleklerin çıktıkları yeri size gösterirdim. Onların çıktıkları yer hususunda
asla şüphem yoktur."
Harice b. İbrahim,
babasından rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail'e şöyle bir soru
sormuş:
- Bedir gününde
"îlerle ey Hayzum" diyen melek kimdi?
- Ey Muhammed,
gökteküerin hepsini tanıyamam.
Ben derim ki: Bu,
mürsel bir rivayettir. Hayzum kelimesinin, Cebrail'in atının adı olduğunu
iddia edenlerin sözlerini reddetmektedir. Doğrusunu Allah bilir.
Vakidî, İshak b. Yahya
vasıtasıyla Hamza b. Süheyb'ten babasının şöyle dediğini rivayet etti:
«Bedir gününde kesilen
nice eller, darbelenen karınlar ve kanama-yan yaralar gördüm.» Meleklerin
vurdukları darbeler, ateş yanığı gibi bir iz bırakıyor, kan çıkmıyordu.
Muhammed b. Yahya, Ebu
Ukayl kanalı ile Ebu Bürde b. Niyar'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bedir gününde üç
kişinin başını getirip Rasûlullah'ın Önüne bırakarak şöyle dedim:
«Şu iki kişinin başını
ben vurup kopardım. Üçüncüsüne gelince ben, bunu uzun boylu bir adamın vurup
kopardığım gördüm!"
Rasûlullah (s.a.v.):
«Bunu, falan melek öldürmüştür.» dedi.
Vakidî, Muhammed b.
İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Saib b. Ebi Hubeyş, Hz. Ömer
zamanında şöyle demişti: "Vallahi, insanlardan herhangi biri beni esir
almadı!" Kendisine: "Peki, ya seni esir alan kimdi?" diye
sorduklarında şu cevabı vermişti:
"Kureyşliler,
hezimete uğradıklarında ben de onlarla birlikte hezimete uğramış, yenik
düşmüştüm. Beyaz bir at üzerindeki uzun saçlı bir adam, beni yakalayıp bir
direğe bağladı. Abdurrahman b. Avf gelip beni direğe bağlı bulunca askerler
arasında: "Bunu kim esir aldı?" diye yüksek sesle bağırdı. Nihayet
beni Rasûlullah'm yanına götürdü. Rasûlullah, bana: "Seni kim esir
aldı?" diye sorunca ben, gördüklerimi ona anlatmak istemediğim için:
"Tanımıyorum." dedim. Rasûlullah (s.a.v.):
- Seni meleklerden
biri esir almıştır, dedi. Sonra İbn Avf a dönerek:
- Ey İbn Avf, esirini
al götür, dedi.»
Vakidî, Abid b. Yahya
kanalı ile Hakim b. Hizam'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Bedir gününde
kendimizi öyle bir halde gördük ki, gökten bir çizgili elbise yere düştü.
Bütün ufku kapladı. Birde baktım ki, o esnada vadiler dolu dolu akıyor!
Kalbime öyle bir his geldi ki gökten düşen bu elbise, Muhamnıed'i takviye edip
güçlendirmek için gelmiştir. Ve müşrikler mutlaka hezimete uğrayacaktır.
Melekler gelecektir.»
îshak b. Raheveyh,
Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet eder:
"Müşriklerin
hezimete uğramalarından önce insanlar savaşmakta iken gökten siyah ve çizgili
elbise gibi birşey indi. Siyah karıncayı andırıyordu. Bunun meleklerden
geldiğine ve bu sebeple müşrik kavmin hezimete uğrayacağına dair şüphem
kalmadı."
Melekler yardım için
yeryüzüne indikleri sırada Rasûlullah da azıcık uykuya dalıp uyandıktan sonra
onları görmüştü. Sonra bu hadiseyi Ebu Bekir'e müjdeleyerek şöyle demişti:
«Ey Ebu Bekir, sana
müjdeler olsun! İşte bu Cebrail'dir. Atını sürüyor, dizleri ve ayakları
üzerinde toz vardır.»
Rasûlullah (s.a.v.),
daha sonra zırhını giyinip gölgelikten çıktı. Müslümanları savaşa teşvik etti.
Onları Cennetle müjdeledi. Meleklerin indiğini söyleyerek onları
yüreklendirdi. Bu esnada insanlar henüz saflarında idiler. Düşmanlarına
saldırmamışlardı. Üzerlerine sükûn ve dinginlik inmişti. Azıcık uykuya
dalmışlardı. Ki bu da sebat, iman ve sükûnetin bir delili idi. Nitekim yüce
Allah buyurmuş ki:
«Allah kendi katından
bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.» (ei-Enfâl, ıı.)
Nitekim bundan sonra
Uhud gününde de Müslümanlar böyle hafif bir uykuya daldırılmışlardı. Bu yüzden
İbn Mes'ud şöyle demiştir: Savaş saflarında hafif bir uykuya dalmak iman
alametindendir. Namazda ise, böylece uykuya dalmak münafıklık alametindendir.
Yüce Allah buyurdu ki:
«Ey İnkarcılar! Zafer
istiyorsanız, işte zafer geldi size; (aleyhinize çıktı.) Peygamber'e karşı gelmekten
vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok, tekrar dönerseniz biz de döneriz;
topluluğunuz çokda olsa size hiçbir fayda vermez, Allah inananlarla
beraberdir.» (ei-Enfâi, 19.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid b. Harun kanalı ile iki safın karşı karşıya geldiği esnada Ebu Cehil'in
şöyle dediğini rivayet eder:
«Allahım, Muhammed
akrabalık bağlarımızı kopardı. Bilmediğimiz şeyleri bize getirdi. Yarın onu
helak et.» Böyle demekle o, helaki istedi.
el-Ümevî, yukarıdaki
ayetle ilgili olarak Mütrif in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Cehil dedi ki: «Allahım, iki
grubun en aziz olanına iki kabilenin en kıymetli olanına, iki fırkanın en çok
olanına yardım et >> Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil olmuştu:
«Ey inkarcılar! Zafer
istiyorsanız, işte zafer geldi size, (aleyhinize çıktı.)» (el-Enfâl, 19.)
Ali b. Ebi Talha:
«Allah, bu iki taifeden birini size vadetmişti.» <ei-Enfâl, 7.) ayet-i
kelimesiyle ilgili olarak İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mekke kervanı, Şam'a
doğru yola çıktı. Bu haber, Medinelilere ulaştı. Rasûlullah ile birlikte
kervanı vurmak için yola çıktılar. Mekke-lüer bundan haberdar olduklarında
kervana ve onunla giden adamlara baskın yapmasınlar, diye yola çıktılar.
Rasûlullah ve adamları yetişmeden önce kervan geçip gitmişti. Allah, iki
taifeden birini Rasûlul-lah'a vereceğini vadetmişti.
Rasûlullah (s.a.v.)
ile beraberindeki Müslümanlar, Mekkelüeri mağlup etmek için yola devam ettiler.
Mekkelilerin güçlü olduklarını düşünen Medineli Müslümanlar, onlarla
karşılaşmak istememişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberindeki Müslümanlar,
Bedir'e gelip konakladılar. Onlarla Bedir suyu arasında yuvarlak bir kum
tepesi vardı. Müslümanlara şiddetli bir zaaf isabet etmişti. Şeytan, kalblerine
vesvese ve öfke bırakmıştı. Şeytanın, onların kalbine bıraktığı vesvese şu
idi: "Siz aranızda Rasûlullah bulunduğunu ve Allah'ın dostları olduğunuzu
iddia ediyorsunuz. Oysa müşrikler sizden önce suyu ele geçirdiler. Siz ise şu
halde bulunuyorsunuz!"
Bunun üzerine Cenâb-ı
Allah, üzerlerine kuvvetli bir yağmur yağdırdı. Müslümanlar yağmur suyunu içip
temizlendiler. Allah, şeytanın vesvesesini onlardan giderdi. Ordugah kurdukları
kumluk arazi biraz sertleşti. Artık Müslümanlar, o arazi üzerinde yürüyebilir
hale geldiler. Binekleri de rahatça yürümeye başladı. Artık müşriklere doğru
yürümeye başladılar. Cenâb-ı Allah, peygamberini ve beraberindeki mü'minleri
1000 melek ile takviye etti. Ordunun bir tarafında 500 melekle birlikte
Cebrail, diğer tarafında da 500 melekle birlikte Mikail bulunuyordu. Öte yandan
İblis te beraberindeki şeytan askerleri ve zürri-yetiyle birlikte gelmişti.
Onlar, Müdliç oğullarının adamları kılığına bürünmüşlerdi. Şeytanın kendisi de
Süraka b. Malik b. Cü'şum suretine bürünerek müşriklere şöyle demişti:
"Bugün insanlardan sizi yenecek yoktur ve ben sizi koruyacağım."
İnsanlar, saflara
koyulup dizildiklerinde Ebu Cehil şöyle demişti: "Allahım, hangimiz hakka
daha yakın isek ona yardım et."
Rasûlullah (s.a.v.) da
ellerini kaldırarak şöyle demişti: , «Ya Rab, eğer şu bir avuç topluluk helak
olursa artık yeryüzünde sana ebediyyen ibadet edilmez!»
Cebrail, gelip
Rasûlullah'a: «Bir avuç toprak al.» dedi. Rasûlullah bir avuç toprak alıp
müşriklerin yüzlerine savurdu. Bu toprak bütün müşriklerin gözlerine
,burunlarına ve ile ağızlarına isabet etti. Hepsi geri dönüp kaçtılar.
Cebrail, İblis'e doğru
gitti. Onun ellerinin bir müşrikin elinde olduğunu gördü. İblis, elini o
müşrikin elinden çekti, sonra adamlarıyla birlikte dönüp kaçtı. Müşrik adam
ona şöyle dedi:
"Ey Süraka! Sen
bize yardımcı olacağını söylememişmiydin?"
İblis dedi ki:
«Doğrusu ben sizin
görmediğinizi görüyorum. Ve Şüphesiz Allah'tan korkuyorum.» (cl-Enfâi, 48.)
İblis, melekleri gördüğünde böyle deyip kaçmıştı.»
Bu rivayeti,
"Delail" adlı eserde Beyhakî nakletmiştir.
Taberanî, Mas'ada b.
Sa'd el-Attar kanalı ile Rufaa b. Rafli'n şöyle dediğini rivayet eder:
"İblis,
meleklerin Bedir günüde müşriklere neler yaptıklarını görünce, kendisine bir
zarar gelmesinden korkup kaçtı. Haris b. Hişam -onun Süraka b. Malik olduğunu
zannederek- yakasına sarıldı. İblis, Haris'in göğsüne bir yumruk vurup kaçtı.
Ellerini kaldırıp şöyle dedi: "Allahım, bana bakmanı diliyorum. Beni
koru." Kendisinin de öldürülmesinden korktuğu için böyle demişti. Ebu
Cehil, dönüp insanlara şöyle
demişti:
- Ey Ahali! Süraka b.
Malik'in aramızdan ayrılması sizi korkutmasın. O Muhammed'e söz vermiştir.
Şeybe ile Utbe ve Velid'in öldürülme-leri de sizi korkutmasın. Onlar acele
ettiler. Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, biz Muhammed ve adamlarım şu dağlara
sürmedikçe, buradan geri dönmeyeceğiz. Sizden herhangi birinin Müslümanlardan
birini öldürmüş olduğunu sakın görmiyeyim. Ama onları yakalayıp getirmenizi istiyorum
ki, onların yaptıkları işin kötülüğünü kendilerine anlatalım. Sizden
ayrılmalarının, Lat ve Uzza'dan yüz çevirmelerinin ne kadar kötü bir davranış
olduğunu kendilerine bildirelim.
Daha sonra Ebu Cehil,
şöyle bir şiir söyledi:
"Aksi savaş
benden intikam almaz. İki senelik azı dişlerim çıkmış, yaşım yenidir. Anam,
beni böyle bir gün için doğurmuştur!"
Vakidî, Musa b. Yakub
kanalı ile Ebu Hatme'nin şöyle dediğini rivayet eder: Mervan b. Hakem'in,
Bedir savaşını Hakim b. Hizam'dan sorduğunu işittim. Ama Hakim b. Hizam, o
savaşı anlatmak istemiyordu. Mervan ısrar edince Hakim şöyle dedi:
"Düşmanla karşı
karşıya gelip vuruştuk. Semadan tıpkı bir çakılın leğen içine düşerken
çıkardığı ses gibi bir sesin geldiğim işittim. Peygamber (s.a.v.)'de yerden
bir avuç toprak alıp üzerimize savurdu. Biz de bunun üzerine yenilgiye
uğradık."
Vakidî, İshak b.
Muhammed b. Abdurrahman kanah ile Nevfel b. Muaviye ed-Dilî'nin şöyle dediğini
rivayet eder:
"Bedir gününde
yenilgiye uğradık. Bir çakıl tanesinin, tasın içine düşerken çıkardığı sesi
andıran bir ses işittik. Bu bizim kalbimize ve gerideki kısımlarımıza tesir
etti. Bizi şiddetli bir korku kapladı."
el-Ümevî, Abdullah b.
Sa'lebe b. Sükayr'm şöyle dediğini rivayet eder: İki taraf karşı karşıya
geldiğinde Ebu Cehil şöyle dedi:
"Allahım!
Akrabalık bağlarını hangimiz daha fazla koparmışsak ve bilmediğimiz şeyleri kim
bize getirmiş ise, sen onu yarm helak et." Böyle demekle helaki isteyen,
bizzat kendisi olmuştu. Onlar bu halde iken Cenâb-ı Allah, Müslümanları
düşmanlarıyla karşılaşmak için yüreklendirmiş, düşmanların sayısını onların
gözlerine az göstermişti ki, onlar düşmanlarına karşı savaşmaya cesaretli
olsunlar. Rasûlullah (s.a.v.), gölgeliğinde hafif bir uykuya dalmış, sonra
uyanıp şöyle demişti:
«Ey Ebu Bekir! Sana
müjdeler olsun. İşte Cebrail gelmiş, başına bir sarık sarmış, atının yularını
tutmuş güdüyor. Dizleri ve ayakları üzerinde toz var. Allah, va'd ettiği
yardımım sana göndermiştir.»
Rasûlullah (s.a.v.),
aldığı emir üzerine yerden avucuyla bir miktar çakıl taşı aldı. Sonra
müşriklere yönelerek: «Yüzler çirkin olsun.» dedi ve avucundaki taşları
üzerlerine savurdu. Arkadaşlarına da: «Saldırın.» dedi. Sonuç, müşrikler için
hezimet oldu. Müşriklerin ileri gelenlerinden bir kısmını Cenâb-ı Allah
öldürdü. Bir kısmını da esir olarak Müslümanlara verdi.
Ziyad, İbn İshak'm
şöyle dediğini rivayet eder: « Rasûlullah (s.a.v.), bir avuç çakıl taşını
yerden alıp Kureyşlilerin üzerine fırlatarak: «Yüzler çirkin olsun.» dedi. O
taşları müşriklerin üzerine savurdu. Ashabına da: «Haydi saldırın.» dedi.
Sonuç, müşriklerin hezimete uğraması şeklinde zuhur etti. Cenâb-ı Allah, Kureyş
ileri gelenlerinden bir kısmını öldürdü. Eşraûndan bir kısmını da esir olarak
Müslümanlara verdi.»
Süddî el-Kebir dedi
ki: Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye: «Bana yerden bir miktar çakıl
taşı ver.» dedi. Eline aldığı çakıl taşları-nm üzerinde biraz toprak vardı. O
taşlan müşriklerin yüzüne savurdu. Müşriklerin gözlerine o topraklı taşlar
isabet etti. Sonrada Müslümanlar, onları öldürmeye ve bir kısmım da esir
almaya başladılar. Bununla ilgili olarak Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Onları siz
öldürmediniz. Fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın. Fakat Allah
atmıştı.» (eî-Enfâi, 17.)
Urve, İkrime, Mücahid,
Muhammed b. Ka'b, Muhammed b. Kays, Katade, İbn Zeyd ve diğerleri, yukarıdaki
ayet-i kerimenin Bedir gününde nazil olduğunu söylemişlerdir.
Peygamber (s.a.v.),
Hüneyn gazvesinde de böyle yapmıştı. Nitekim bu hususu, yeri geldiğinde
inşaallah açıklayacağız. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır.
İbn İshak'm
anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ashabını savaşa teşvik ettiğinde müşriklere
bir miktar çakıl taşı savurmuş ve nihayet Allah da onları hezimete uğratmıştı.
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte gölgeliğe doğru çıkmış, Sa'd b. Muaz
ile beraberindeki Ensâr, gölgeliğin kapısında yalın kılıç nöbet tutmakta
idiler. Müşriklerin dönüp Rasûlullah (s.a.v.)'a saldırmalarından korktukları
için bu nöbeti tutuyorlardı.
İbn İshak dedi ki:
«Müslümanlar, müşrikleri esir almaya başladıklarında Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd
b. Muaz'm yüzünde bir hoşnutsuzluk sezdi. Müslümanların, müşrikleri esir
almalarını tasvip etmediğini anf ladı ve ona şöyle dedi:
- Ey Sa'd! Öyle
sanıyorum ki Müslümanların yaptıklarını beğenmiyorsun. Öyle değil mi?
- Evet vallahi, Ey
Allah'ın Rasûlü! Bu, Cenâb-i Allah'ın müşriklere vurduğu bir darbedir. Onların
bellerinin kırılıp öldürülmeleri, bence esir alınıp hayatta bırakılmalarından
daha iyidir!»
İbn îshak, Abbas b.
Abdullah tarikiyle Abdullah b. Abbas'tan rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in,
Bedir gününde ashabına şöyle dediğini nakleder:
«Haşim oğulları ve diğerlerinden
bazı adamların istemeyerek savaşa katıldıklarını biliyorum. Onları öldürmemize
gerek yok. Sizden birisi, Haşim oğullarından herhangi birine rastlarsa onu
öldürmesin. Ebu'l-Bahteri b. Hişam b. Haris b. Esed'e rastlayan kişi onu
öldürmesin. Rasûlullah'm amcası Abbas b. Abdülmuttalib'e rastlayan onu öldürmesin.
Çünkü o, istemeyerek savaşa gelmiştir.»
Ebu Hüzeyfe b. Utbe b.
Rebia ise, Rasûlullah'm bu sözleri üzerine
şöyle demişti:
- Babalarımızı,
oğullarımızı ve kardeşlerimizi öldüreceğiz de Ab-bas'ı hayatta bırakacağız öyle
mi?! Vallahi eğer ona rastlarsam kılıcımla onun derisini yüzerim!
Bu sözleri duyan
Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ömer'e şöyle demişti:
- Ey Eba Hafs!
Rasûlullah'm amcasının yüzüne kılıçla vurulur mu hiç?
Hz. Ömer diyor ki:
- Allah'a yemin ederim
ki, ilk olarak o gün Rasûlullah (s.a.v.), bana Ebu Hafs künyesi ile hitap
etmişti.
Rasûlullah'ın bu
sitemkar sorusu üzerine Hz. Ömer, şu cevabı vermişti:
- Ya Rasûlallah,
bırakta onun boynunu vurayım. Allah'a yemin ederim ki o münafık oldu! Ebu Hüzeyfe dedi ki:
- O
gün söylemiş olduğum o sözden emin değilim. Ve hâlâ ondan korkmaktayım. Ancak
şehid olursam, belki o sözümden ötürü kazandığım günahtan kurtulurum ve
şehidîiğim o günahıma keffaret olur.
Ebu Hüzeyfe, Yenıame
savaşında şehid. düşmüştü. Allah ondan razı olsun. [6]
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanları, Ebu'l-Bahte-ri'yi öldürmekten men etmişti.
Çünkü O, Mekke'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'a müşrikler arasında ilişmeyen hatta
onu en çok koruyan kimselerden biri idi. Rasûluüah'a eziyet etmez ve
hoşlanmadığı bir işi yapmazdı. Hatta boykot belgesinin yırtılması için
teşebbüste bulunanlardan biri de o olmuştu. Mücezzir b. Ziyad el-Belevî
(Ensâr'm müttefiki), Ebu'l-Bahteri'ye rastlamış ve ona şöyle demişti;
- Rasûlullah (s.a.v.),
bizi seni öldürmekten menetti. Ebu'l-Bahteri'nin yanında Mekke'den kendisiyle
birlikte gelen
Cünade b. Meliha
adında bir arkadaşı vardı. Bu arkadaşı, Beni Leys ka-bilesindendi.
Ebu'l-Bahteri, Mücezzir'e şöyle demişti:
- Arkadaşımı da
öldürmeyeceksin değil mi? Mücezzir:
- Hayır vallahi! Senin
arkadaşını hayatta bırakacak değiliz. Çünkü Rasûlullah, sadece seni
öldürmememizi bize emretti, demişti.
Ebu'l-Bahteri:
- Allah'a yemin ederim
ki hayır! Öyleyse ben de arkadaşımla birlikte öleceğim. Çünkü Kureyşli
kadınların, Mekke'de benim aleyhimde konuşarak hayatta kalmak amacıyla
arkadaşımı bıraktığımı söylemelerini işitmek istemiyorum, dedi.
"İbn Hürre
(Ebu'l-Bahteri) arkadaşını bırıkmayacaktır. Ölünceye ya da serbest
bırakıldığını görünceye kadar mücadele edecektir!"
Böyle dedikten sonra
Ebu'l-Bahteri ile Mücezzir çarpıştılar. Nihayet Mücezzir b. Ziyad onu öldürdü.
Ve bu hususta şu şiiri söyledi:
"Ya soyumu
bilmedin, ya da unuttun. Nisbetimi sabit kıl ki, ben Belî kabile sindenim.
Zi-Yezen süngüsüyle süngüleyenler ve kavmin liderini, helak olmasına kadar
vuranlardanım.
Bahterî'nin
çocuklarını müjdele^ ya da onun gibisiyle oğullarını benden müjdele.
Ben, o kimseyim ki,
aslım Beli kabile sindendir, denilir. Süngü ile iki kat oluncaya kadar
dürterim. Ve savaşta direnen kini' şeyi, meşrefî keskin kılıçla öldür.
Sütü zor gelen devenin
yavrusuna Özlem duyduğu gibi ölüme özlem duyarım.
Öyleyse Mücezzir'in
hayret verici birşey yaptığını göremezsin."
Daha sonra Mücezzir,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedi: "Seni hak peygamber olarak
gönderen Allah'a yemin ederim ki, Ebu'l-Bahteri'yi esir alıp sana getirmek için
çok çaba harcadım. Ama o, benimle savaşmak istedi. Ben de mecbur kalıp onu öldürdüm." [7]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/364-366.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/367-368.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/368-374.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/375-379.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/380-382.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/383-428.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/428-429.