Uşeyre Gazvesi 2

İlk Bedir Gazvesi 3

Abdullah B. Cahş Seriyyesi 4

Kıblenin Ka'be'ye Çevrilmesi 9

Ramazan Orucunun Farz-Kılınması 12

Büyük Bedir Gazvesi 14

Ebu'l-Bahteri B. Hişam'ın Öldürülmesi 49


Uşeyre Gazvesi

 

Rasûlullah (s.a.v.), Uşeyr, Useyre veya Uşeyra denen bu gazve ile Kureyşlilere saldırmak üzere sefere çıktı.

İbn Hişam dedi ki: Rasûlullah, bu gazve için Medine'den ayrılırken yerine Medine valisi olarak Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed'i tayin etti.

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m bayrağı, Abdülmuttalib oğlu Hamza'da idi. Rasûlullah (s.a.v.), Şam'a giden Kureyş kervanlarına sal­dırmak için yola çıkmıştı.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Dinar dağ yolu üzerinde yürüdü. Sonra Hayar kayasının üzerinden geçti ve İbn Ezher'in kumlu vadisindeki bir ağacın altına indi ki, ona Zatü's-Sak denir. Ve orada namaz kıldı. Rasûlullah (s.a.v.)'m mescidi orada idi. O ağacın yanında ken­disi içinyapılan yemekten yedi. Beraberindekiler de onunla beraber ye­diler. Orada çömlek taşlarının yeri malumdur. Orada kendisine Müşey-reb denen bir sudan içirildi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) yola koyuldu ve Halayık mevMni sol tarafla bıraktı. Bir dağ yolundan gitti. O yola Şube-i Abdullah denilir. Ve Yelyele indi. Sonra Ferşemelel yoluna koyuldu. Yolda Yemam'm küçük taşlarına (çakıllarına) rastladı. Böylece yolunu doğrultmuş oldu. Nihayet Yenbu vadisinden geçerek Uşeyre'ye indi. Orada cemaziyelevvel ayının kalan kısmı ile cemaziyelahir aylarının birkaç gecesinde ikamet etti. Müdliç oğulları ve müttefikleri olan Denire oğullarıyla saldırmazlık antlaşması yaptıktan sonra herhangi bir tu­zakla karşılaşmadan Medine'ye döndü.

Buharı, Abdullah kanalıyla Ebu İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: «Ben, Zeyd b. Erkam'm yanında idim. Ona şöyle soruldu:

- Rasûlullah (s.a.v.) kaç gaza yaptı?

- Ondokuz gaza yaptı. Ben de Zeyd'e sordum:

- Ya sen, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte kaç gazaya katıldın?

- Onyedi gazaya katıldım.

- Bunların ilki hangisi idi?

- Uşeyr ya da Useyr idi.

Ben, bunu Katade'ye anlattığımda o, ilk gazanın Uşeyr gazası oldu­ğunu söyledi.»

Bu hadis, gazvelerin ilkinin Uşeyre ya da Useyre olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Kimine göre bu gazvenin adı Uşeyr veya Useyrdir. Her ne ise Zeyd b. Erkam'm, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte ka­tıldığı ilk gazvenin, Uşeyre gazvesi olduğu bu hadis ile anlatılmaktadır. Bu demek değildir ki, Zeyd b. Erkam'm hazır bulunduğu bu gazveden önce bir gazve yapılmış değildir. Böylece Muhammed b. îshakın ifadesi . ile bu hadis arasında birlik ve uyum sağlanmış olmaktadır. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. İshak dedi ki: O gazvede Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye bazı şeyler söylemişti. Yezid b. Muhammed b. Haysem, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî tarikiyle Ammar b. Yasir'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Uşeyre gazvesinde ben ve Ebu Talib oğlu Ali iki arkadaştık. Rasûlullah (s.a.v.) geldiğinde orada bir ay müddetle ikamet etti. O süre zarfinda Müdliç oğulları ile barış yaptı. Onların müttefikleri olan Deni­re oğullarıyla da saldırmazlık antlaşması yaptı. Ebu Talib oğlu Ali bana dedi ki:

- Ey Eba Yakzan! Var mısın, şu pmar başında çalışan Müdliç oğul­lan grubunun yanma gidelim de nasıl çalıştıklarını görelim?

Yanlarına giderek bir saat kadar onları seyrettik. Sonra uyku bastirdi. Yumuşak topraklardaki küçük hurma ağaçlarının altına gidip uyumaya başladık. Uykuya dalmıştık. Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)'m ayağıyla bizi dürterek uyandırdığım gördük. Üze­rinde uyuduğumuz o yumuşak toprak üzerimize bulaşmıştı. Kalkıp oturduk. Rasûlullah (s.a.v.), o gün Hz.Ali'ye -üzerine toprak bulaştığı için- Ey Eba Turab (Ey toprak babası), diye hitab etti. Biz de neler yaptı­ğımızı kendisine anlattık. Bize dedi ki:

- İnsanların en bahtsız iki kişisini size haber vereyim mi?

- Evet, haber ver ya Rasûlallah!

- Salih'in devesini kesen Semud'un Uhaymiridir. Diğeri de ey Ali, senin şuranı vuracak olan adamdır. (Böyle derken Rasûlullah (s.a.v.) elini Hz. Ali'nin basma koyup şöyle dedi): Tald şuralarına kan değip ısla-nıncaya kadar. (Böyle derken de elini Hz. Ali'nin sakalı üzerine koydu.)" Bu hadis, bu yönü ile gariptir. Çünkü Rasûlullah'm Ali'ye bu ismi verişi değişik bir kanal ile anlatılır.

Rasûlullah (s.a.v.)'m, Hz.Ali'ye toprak babası anlamına gelen "Ebu Turab" künyesini takmasının -Buharî'nin sahihinde anlattığı gibi- bir başka sebebi de şudur: Hz. Ali, Hz. Fatıma'ya kızarak evden çıkmış, mescide gelip uyumuştu. Rasûlullah (s.a.v.) da Ali'nin evine gitmiş ve Fatıma'dan, Ali'nin nerede olduğunu sormuştu. Fatıma da kızıp mesci­de gittiğini söylemişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), mescide gelip Ali'yi uykudan uyandırmış ve üzerindeki toprağı silip temizleyerek: «Kalk ey Eba Turab, kalk ey Eba Turab!» demişti. [1]

 

İlk Bedir Gazvesi

 

İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Uşeyre gazvesinden döndü­ğünde Medine'de fazla durmadı. On geceden az bir zaman kaldı. Kürz b. Cabir el-Fihri, Medine'de otlatılmaya bn-akılan deve ve davarlar üzeri­ne saldırdı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onu yakalamak için yola çıktı ve Bedir tarafındaki Safvan vadisine vardı. Bu, ilk Bedir gazvesi-dir. Rasûlullah (s.a.v.), Kürz'ü daha önceden kaçıp gittiğinden yakala­yamadı.

Vakidî der ki: Bu gazvede Rasûlullah (s.a.v.)'m bayrağı, Ebu Talib oğlu Ali'de idi.

İbn Hişam ile Vakidî dediler ki: Rasûlullah (s.a.v.), bu gazveye gi­derken Medine'ye Zeyd b. Harise'yi vali tayin etti.

İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), bu gazveden döndüğünde Me­dine'de cemaziyelahir, receb ve şaban aylarım geçirdi. Bundan önce se­kiz Muhacirin başında seriyye kumandanı olarak da Sa'd'ı yola çıkar­mıştı. Yola çıkan Sa'd ve adamları, Hicaz toprağında Harrar mıntıkası­na ulaşmışlardı.

îbn Hişam dedi ki: İlim erbabından bazılarının anlattıklarına göre Sa'd, Hz. Hamza'nın seriyyesinden sonra yola çıkmış, herhangi bir komplo ile karşılaşmadan geri dönmüştü.

îbn îshak, bu seriyyeleri kısaca anlatır. Vakidî'nin bu üç seriyye hakkındaki açıklamaları daha önce geçmişti. Bu üç seriyyeden maksat, ramazan ayında yola çıkan Hz. Hamza seriyyesi, şevval ayında yola çı­kan Ubeyde seriyyesi ve zilkade ayında yola çıkan Sa'd seriyyesidir ki, bunların üçü de hicri birinci senede olmuştu.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdu'l-Muteal b. Abdil-Vahhab kanalıyla Sa'db. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Cüheyneliler yanma gelip: «Aramıza kondun. Bi­ze teminat ver ki, kavmimizle birlikte sana gelelim.» dediler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara teminat verdi. Onlar da gelip Müslüman oldular.

Sa'd b. Vakkas sözüne devamla şöyle diyor: Rasûlullah (s.a.v.), receb ayında bizi yola çıkardı. 100 kişiden az idik. Cüheyne kabilesinin yanında Kinane oğullarından bir kabileye baskın yapmamızı bize em­retti. Onlara baskın yaptık. Sayıları çoktu. Cüheynelüere sığındık. Bizi korudular ve: "Haram ayda niçin savaşıyorsunuz?" diye sordular. Biz de birbirimize: "Ne diyorsunuz, fikriniz nedir?" diye sorduk.. Biri; "Allah'ın peygamberine gidip durumu ona bildirelim." dedi. Topluluk ise; "Hayır burda kalacağız." dediler. Ben de yanımdaki adamlarla beraber Kureyş kervanım karşılayıp yolunu keseceğimizi söyledim. O vakit ganimet hü­kümlerine gory bir kimse, birşeyi düşmandan ele geçirirse o şey kendisi­nin ganimeti olurdu. Kureyş kervanına doğru gittik. Ama arkadaşları­mız, Hz. Peygamberin yanma giderek durumu ona anlattılar. Hz. Pey­gamber de öfkelenip yüzü kızararak şöyle demişti:

"Benim yanımdan hep birlikte toplu olarak gittiniz ama bölünüp parçalanarak geri geldiniz! Sizden Öncekileri helak eden şey, bölünüp parçalanmadır. Size, hayırlınız olmayan ama açlığa ve susuzluğa karşı sizden daha dayanıklı ve sabırlı olan bir adamı göndereceğim." Böyle de­dikten sonra üzerimize komutan olarak Abdullah b. Cahş el-Esedî'yi gönderdi. O, İslam tarihindeki ilk komutandır.»

"Delail" adlı eserde Beyhakî, Yahya b. Ebi Zaide kanalıyla Müca-led'den buna benzer bir rivayette bulunmuş ve şu ilaveyi yapmıştır:

- Niçin haram ayda savaşıyorsunuz?

- Bizi haram beldeden (Mekke'den) çıkaran kimselere karşı haram ayda savaşıyoruz!.

Bu hadisten anlaşıldığına göre seriyyelerin ilki, Abdullah b. Cahş el-Esedî'nin komutasındaki seriyyedir. İlk bayrağın, Ubeyde b. Haris b. Muttalib'e verildiğini söyleyen İbn İshak'm ve ilk bayrağın Abdülmut-talib oğlu Hamza'ya verildiğini söyleyen Vakidî'nin rivayetine, bu riva­yet aykırı düşmektedir. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu yüce Al­lah daha iyi bilir. [2]

 

Abdullah B. Cahş Seriyyesi

 

Bu, büyük Bedir gazvesine sebebiyet veren bir seriyyedir. Büyük Bedir gazvesi ki, o günde İslâm ordusu ile müşrik ordusu karşı karşıya gelmiş ve hak ile batıl birbirinden ayrılmıştı. Allah, her şeye güç yetiren-dir.

ibn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ilk Bedir gazvesinden dönün­ce receb ayında Abdullah b. Cahş b. Riab el-Esedî'yi sekiz Muhacirin ba­şında seriyye komutanı olarak göreve gönderdi. Bunların arasında Ensâr'dan bir kimse bulunmayıp adları şöyle idi: Ebu Huzeyfe b. Utbe, Ukkaşe b. Mihsan b. Hursan (Bu, Beni Esed b. Hüzeyme'nin müttefikidir.) Utbe b. Gazvan (Bu, Beni Nevfel'in müttefikidir.), Sa'd b. Ebi Vakkas. ez-Zührî, Amir b. Rabia el-Vailî (Bu, Beni Adiyy'in müttefikidir.), Vakdd b. Abdullah b. Abdumenaf b. Arin b. Salebe b. Yer-bü et-Temimî (Buda Beni Adiyy'in müttefikidir.), Halid b. Bükeyr (Bu, Beni Sa'd b. Leys kabilesinden olup Beni Adiyy'in müttefikidir), Sehl b. Beyda el-Fihrî. Bunlar yedi kişidirler. Sekizincileri ise, seriyye komu­tanları olan Abdullah b. Cahş'tır. Allah ondan razı olsun.

Yunus, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), bir mektup yazıp Abdullah'a verdi. İki günlük yol gitmeden bu mektubu açıp bakmamasını emretti. İki günlük yol gittikten sonra açıp bakması­nı ve mektupta emredilen hususlara riayet ederek yola devam etmesini ve arkadaşlarından her hangi birini de yola devama zorlam amasını bu­yurdu.

İki günlük yol gittikten sonra Abdullah, Rasûlullah (s.a.v.)'m mek­tubunu açtı, okudu, mektupta şunlarm yazılı olduğunu gördü:

«Mektubuma baktığın zaman yoluna devam et. Meleke ile Taif ara­sındaki bir hurmalığa varıncaya kadar yürü. Orada Kureyşlileri gözet­le. Bizim için habeıierini öğren.»

Abdullah, mektuba baktığında, "İşittik ve itaat ettik" dedi. Mek­tupta yazılı olan emirleri arkadaşlarına anlattı ve şöyle dedi: « Rasûlullah (s.a.v.), sizden herhangi birinizi yola devama zorlamamı ya­saklamıştır. Bizden her kim şehadeti ister ve arzularsa yola devam et­sin. Şehadeti istemeyen ise geri dönsün. Bana gelince; ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m emrini yerine getirmek üzere yola devam edeceğim.» Böylece o yürüdü ve onunla birlikte arkadaşları da yürüdüler. Onlardan hiç kim­se geri kalmadı. Hicaz üzerine yürüdü. Nihayet Maden'e vardı. Füruun üstünde bulunan o mıntıkaya Behran deniliyordu. O esnada Sa'db. Ebi Vakkas ile Utbe b. Gazvan develerini kaybettiler ki, ona nöbetleşe bini­yorlardı. Bunlar, onu aramak üzere dolaşırlarken seriyyeden geri kaldı­lar. Abdullah b. Cahş ile diğer arkadaşları yola devam ettiler ve nihayet Nahle'ye indiler. Oradan Kureyş'e ait bir ticaret kervanı geçti. Kervan­da Amr b. Hadremî de vardı. İbn Hişam'm anlattığına göre Hadremî'nin adı Abdullah b. îbat'tır ki, o, Sakif kabilesinden biridir. Osman b. Ab­dullah b. Muğire el-Mahzumî ile kardeşi Nevfel ve Hişam b. Muğire'nin azadlısı Hakem b. Keysan da kervanda idiler. Kervandakiler, onları gö­rünce çok korktular. Yakınlarına kadar gelmişlerdi. Bunun peşinden Ukkaşe b. Mihsan göründü ve o başını tıraş etmişti. Onu gördüklerinde rahatlayıp emin oldular ve dediler ki:

- Bunlar umrecilerdir, bunlardan size bir zarar gelmez. Sahabeler, kervan hakkında müşavere ettiler. Vakit, recep ayının

son günü idi. Dediler ki:

- Vallahi, eğer bunları bu gece bırakırsanız Harem'e girerler ve onunla kendilerini sizden korumuş olurlar. Eğer onları öldürürseniz el­bette haram ayda onları öldürmüş olursunuz!

Ashab, böyle bir tereddüt geçirdi ve onların üzerine saldırmaktan çekindi. Sonra kendilerini onlara karşı yüreklendirdiler. Öldürebilecekleri kimseyi öldürmeye ve onlarla birlikte olan mallan almaya karar verdiler. Böylece Vakid b. Abdullah et-Temimî, Amr b. Hadremî'ye bir ok atarak öldürdü. Osman b. Abdullah ile Hakem b. Keysan'ı da esir al­dı. Nevfel b. Abdullah, kafileyi kurtardı ve Müslümanlar onları yakala-yamadılar. Abdullah b. Cahş ve arkadaşları ise, kafileyi ve iki esiri ele geçirdiler. Medine'deki Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler.

Abdullah b. Cahş'm ailesinden bir adam onun, arkadaşlarına şöyle demiş olduğunu rivayet etmişti. "Rasûlullah (s.a.v.) için bu ganimetle­rin beşte birini ayırmamız gerekiyor." Böyle dedikten sonra beşte birini Rasûlullah için ayırdı. Kalan kısmı arkadaşlarına paylaştırdı. Böyle yapması, humusdan (ganimetlerinin beşte biri Allah'a ve Rasûlüne ait olduğunu bildiren ayetin nazil olmasından) önce idi. İbn îshak'm anlat­tığına göre humus ayeti nazil olduğunda tıpkı Abdullah'ın taksimatı gi­bi bir taksimatı öngördü. Seriyye, Rasûlullah (s.a.v.)'in yanma döndü­ğünde Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:

«Haram ayda savaşmanızı size emretmedim.» Böyle diyerek kerva­nı ve iki esiri durdurdu. Bunlardan birşey almaya yanaşmadı. Rasûlullah (s.a.v.), böyle dediğinde seriyyedekiler yaptıklarına pişman olup helak olduklarını zannettiler. Yaptıkları şeyler yüzünden Müslüman din kardeşleri onları ayıpladılar. Kureyşliler de şöyle dedi: Muhammed ve ashabı, haı-am ayı helal gördü. O ayda kan döktüler. Mal­ları aldılar, adamları esir ettiler.

Müslümanlardan Mekke'de bulunup da Kureyşlilere cevap veren kimseler ise, bunlar şaban ayında olmuştur, diyorlardı.

Yahudiler, bununla Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı tefaül ederek şöyle dediler: Amr b. Hadramî'yi, Vakid b. Abdullah öldürdü. Amr, harbi ya­şattı. Hadremî de harpte hazır bulundu. Vakid b. Abdullah ise harb ate­şini tutuşturdu. Böylece Allah, bunu onların lehlerine değil de aleyhleri­ne kıldı.

insanlar bu hususta çok ileri gittiklerinde yüce Allah, Rasûlüne şu ayeti inzal buyurdu:

«Ey Muhammed! Sana, hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: «O ayda savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan alıkoymak, O'nu inkar etmek, Mescid-i Haram'a engel olmak ve halkını oradan çıkar­mak, Allah katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür.» Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizin­le savaşa devam ederler.» (ei-Bakara, 217.)

Yani eğer siz hürmet edilen ayda öldürdünüz ise, onlar da küfret­mekle Allah yolundan çevirdiler. Siz, oranın sakinleri ve sahipleri oldu­ğunuz halde oradan çıkarılmanız, Allah katında onlardan öldürdüğü­nüz kimsenin öldürülmesinden günahça daha büyüktür. «Fitne çıkar­mak ise öldürmekten daha büyüktür.» Yani onlar Müslümanı dininden saptırıyorlardı. Ctyle ki, onu imanından sonra küfre geri döndürüyorlar­dı. Bu ise, Allah katında adam öldürmekten daha büyük bir günahtır. «Güçleri yeterse, dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam

ederler...»

İbn İshak dedi ki: Kur'ân-ı Kerim'in bu emri nazil olduğunda ve Genâb-ı Allah, Müslümanların içinde bulundukları sıkıntıyı kaldırıp onları genişliğe kavuşturduğunda Rasûlullah (s.a.v.), deveyi ve iki esiri alıkoydu. Kureyşliler, ona Osman b. Abdullah ve Hakem b. Keysan'm fidyesi hakkında haber gönderdiler. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

«İki arkadaşımız yani Sa'd b. Ebi Vakkas ile Utbe b. Gazvan yanımı­za gelmedikçe, o iki esiri fidye karşılığında size vermeyiz. Çünkü biz ar­kadaşlarımıza bir kötülük yapılmasından korkuyoruz. Eğer arkadaşla­rımızı öldürürseniz, biz de sizin arkadaşlarınızı öldürürüz!»

Bunun üzerine Sa'd ve Utbe geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlar­dan, o iki esirin fidyesini kabul etti. Hakem b. Keysan'a gelince, o Müslüman oldu ve İslamiyet'i güzelce yaşadı. Rasûlullah (s.a.v.)'m ya­nında Bi'r-i Maune gününde şehid oluncaya kadar kaldı.

Osman b. Abdullah ise, Mekke'ye ulaştı ve orada kafir olarak öldü.

İbn İshak dedi ki: Kur'ân nazil olup da Abdullah b. Cahş ve onun arkadaşları, içinde bulundukları belirsizlik durumu açıklanınca sevab ve mükafaat umarak şöyle dediler:

"Ey Allah'ın Rasûlü! Acaba içinde bizim için mücahidlerin sevabı­nın verileceği bir gazve olmasını isteyebilirmiyiz?" Böyle demeleri üze­rine yüce Allah kendileri hakkında şu ayeti nazil buyurdu:

«İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlar ve merhamet eder.» (ei-Bakara, 218.)

Böylece yüce Allah, bundan ötürü onlara büyük bir ümit verdi.

Şuayb, Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hadremî, Müslümanlarla müşrikler arasında vuku bulan çarpış­mada Öldürülen ilk kişidir."

Abdülmelik b. Hişam'm dediğine göre Hadremî, Müslümanların öl­dürdüğü ilk şahıstır ve bu çarpışmada Müslümanların elde ettikleri ga­nimet, ilk ganimet idi. Yakalanan Osman ve Hakem b. Keysan adındaki esirler de Müslümanların ele geçirdikleri ilk iki esirdir.

Ben derim ki: Önceki sayfalarda da geçtiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: İslâm tari­hindeki ilk emîr, Abdullah b. Cahş'tır. Tefsirimizde de buna dair isbatla-yıcı deliller naklettik. Bu nakillerde de İbn İshak'a dayandık. Nitekim Hafiz Ebu Muhammed b. Ebi Hatim, babası vasıtasıyla Cündüp b. Ab­dullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir kafile yola çıkardı. Başlarında Ebu Ubeyde b. Cerrah yahud Ubeyde b. Haris'i koydu. Yola çıkacağı zaman bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'a olan aşkından ve onun yanından ayrılmak isteme­yişinden dolayı ağlamaya başladı ve yerinde oturdu. Onun yerine Rasûluliah (s.a.v.), Abdullah b. Cahş'ı seriyye komutanı olarak yola çı­kardı ve ona bir mektup yazıp verdi, falan mevkiye varmadan açıp oku­mamasını emretti ve şöyle dedi:

«Mektubu açtığın zaman salan arkadaşlarından herhangi birini seninle birlikte yola devam etmesi için zorlama.»

Yolda iken Abdullah b. Cahş, mektubu açıp okuduğunda, «İnna lil-lahi ve inna ileyhi raciun» ayetini okuyup: "Emri işittik ve itaat ettik. Al­lah ve Resulünün buyruğuna uyduk." dedi. Mektupta yazılanları arka­daşlarına okuyup durumu bildirdi. Seriyyedekilerden iki kişi geri dön­dü. Kalanları, onunla birlikte yola devam ettiler. îbn Hadremî ile karşı­laştıklarında onu öldürdüler. Öldürdükleri günün receb ayından mı yoksa cemaziyelahir ayından mı olduğunu bilemediler. Bunun üzerine müşrikler, Müslümanlara: «Haram ayda adam öldürdünüz!» dediler. Yüce Allah da şu ayeti inzal buyurdu:

«Ey Muhammedi Sana, hürmet edilen ayı, o aydaki savaşı sorarlar. De ki: «O ayda savaşmak büyük suçtur.» (el-Bakara, 217.)

İsmail b. Abdurrahman es-Süddî el-Kebir, tefsirinde sahabelerden bir topluluğun yukarıdaki ayetle ilgili olarak şöyle dediklerini rivayet eder:

Rasûlullah (s.a.v.), bir seriyye yola çıkardı. Seriyye yedi kişiden müteşekkil olup, başlarında Abdullah b. Cahş komutan olarak bulun­maktaydı. Seriyyedeki adamların adları şöyleydi: Ammar b. Yasir, Ebu Hüzeyfe b. Utbe, Sa'd b. Ebi Vakkas, Utbe b. Gazvan, Sehl b. Beyda, Amir b. Füheyre ve Vakid b. Abdullah el-Yerbuî. Bu zat, Hz. Ömer'in müttefiki idi.

Rasûlullah (s.a.v.), bunları yola çıkarırken bir mektup yazıp seriy­ye komutanı Abdullah'a verdi ve Batm Melele varmadıkça, bu mektubu açıp okumamasını buyurdu. Yola çıkan seriyye, Batm Melele ulaşınca Abdullah mektubu açtı ve gördü ki içinde şunlar yazılıdır: «Batm Nah-le'ye varıncaya kadar yola devam et.» Abdullah arkadaşlarına şöyle de­di:

" Ölmek isteyen kimse, yola devam etsin ve vasiyetini yapsın. Çün­kü ben vasiyetimi yapacak, Rasûlullah (s.a.v.)'m emrini uygulayacak ve yola devam edeceğim."

Yola devam ettiler. Sa'd ve Utbe, bineklerini kaybettikleri ve onu aramakla meşgul oldukları için kafileden biraz geri kaldılar. Abdullah b. Cahş ve arkadaşları yola devam ederek Batm Nahle'ye vardılar. Ora­da Hakem b. Keysan, Muğire b. Osman ve Abdullah b. Muğire ile karşı­laştılar.

Ravi, bu arada seriyyedeki sahabelerden Vakid'in, Amr b. Hadremî'yi öldürüşünü ve ganimet ele geçirip iki esir tutarak Medine'ye geri dönüşlerini ve Müslümanların ele geçirdikleri ilk ganimetlerinin de bu olduğunu anlatır. Bu hadise üzerine müşrikler şöyle demişlerdi:

"Muhammed , kendisinin Allah'ın buyruğuna uyup itaat ettiğini id­dia ediyor. Oysa ki haram ayların hürmetini hiçe sayan ilk kişi odur. Çünkü receb ayında bizim adamımızı öldürdü!"

Müslümanlar ise: "Biz onu cemaziyelahir ayında öldürdük." dedi­ler.

Süddî dedi ki: Müslümanların Amr'ı öldürmeleri, receb ayının ilk

gecesi içinde olmuştu. Oysa onlar, o geceyi cemaziyelahir ayının son ge­cesi sanmışlardı.

Ben derim ki: Belki bu hadise'nin vuku bulduğu zamanda cemazi-. yelahir ayı yirmidokuz çekmişti. Bu sebeple Müslümanlar, receb ayının birinci gecesini, cemaziyelahir ayının otuzuncu gecesi sanmışlardı. Hal­buki hilal o gecede görülmüştü. Doğrusunu Allah bilir.

Avfî de İbn Âbbas'm şöyle dediğim rivayet eder: Amr, cemaziyela­hir ayının son gecesi zannı ile Öldürülmüştü. Oysa o gece, receb ayının ilk gecesi idi. Ama Müslümanlar bunun farkında değillerdi.

îbn İshak'm rivayetinde de geçtiği gibi bu hadise, receb ayının son gecesinde vuku bulmuştu. Müslümanlar, bu ganimetleri ele geçirmek için mevcud fırsatı değerlendirmedikleri takdirde müşriklerin hareme girecekleri ve artık onlara ilişmenin imkansız olacağını bildikleri için haram ay olduğunu bile bile üzerlerine saldırdılar.

Zührî de Urve'nin böyle dediğini rivayet etmiştir ki, bu rivayeti Beyhakî nakletmiştir. Bunlardan hangisinin doğru olduğunu ancak yü­ce Allah bilir.

Zührî, Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bize ulaşan habere göre Rasûlullah (s.a.v.), İbn Hadremî'nin diyetini ödemiş ve Önceden olduğu gibi yine haram ayın hürmete layık olduğunu bildirmiştir. Sonunda yü­ce Allah, Hadremî'yi haram ayda öldürenlerin affedildiğine dair Beraat ayetini inzal buyurmuştur.

Bu rivayeti, Beyhakî nakletmiştir.

îbn îshak dedi ki: Ebu Bekir es-Sıddık, Abdullah b. Cahş'm gazve-siyle ilgili olarak müşriklerin, güya Müslümanların haram ayın hürme­tini ihlal ettiklerine dair söyledikleri sözlere bir cevap mahiyetinde şu şiiri söylemiştir. îbn Hişam ise, şiirin Abdullah b. Cahş'a ait olduğunu

söylemiştir:

«Haram ayda adam öldürmeyi büyük günah sayıyorsunuz. Oysa doğru yolu arayan kimse doğruyu bulduğunda sizin, Muhammed'in söy­lediği sözlerden insanları geri çevirmeniz, Allah'ı inkar etmeniz, bun­dan daha büyük günahtır. Yaptıklarınızı Allah görüyor.

Allah'ın beytinde secde eden bir kimse görülmesin, diye ehlini Mes-cid-i Haram'dan çıkarıp sürmeniz haram ayda adam öldürmekten daha büyük bir günahtır.

Her ne kadar adam Öldürme sebebiyle bizi ayıpladımzsa da İslâmiyet sebebiyle azgın ve hasetci kişi sarsıldı.

Vakid, harbi ateşlediği zaman Nahle'de süngülerimizi îbn Hadremî'den akan kanlarla suladık.

Abdullah'ın oğlu Osman aramızdadır. Boynuna takılan deriden bir kayış, kendisini ölüme doğru sürüklemektedir!» [3]

 

Kıblenin Ka'be'ye Çevrilmesi

 

Bu hadise, Bedir vakasından önce hicretin ikinci senesinde vuku bulmuştur. Bazılan dediler ki: Bu hadise, hicretin ikinci senesinin receb ayında vuku bulmuştur. Katade ile Zeyd b. Eşlem böyle demişlerdir. Muhammed b. İshak da böyle bir rivayette bulunmuştur. Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'tan da buna delalet eden rivayetleri nakletmiştir ki, bu rivayetler kuvvetli rivayetlerdir. İleride de belirtileceği gibi Bera' b. Azib'in hadisi, buna dair bir delildir. Doğrusunu Allah bilir. Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesinin, hicri ikinci senenin şaban ayında vuku bulduğu­nu söyleyenler de vardır.

İbn İshale, Abdullah b. Çalışın gazvesinden sonra kıblenin Kabe'ye çevrildiğini söylemiştir. Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'ye gelişinin onse-kizinci ayının başında (şaban ayında) kıblenin Kabe'ye çevrildiğini söy­leyenler de olmuştur. İbn Cerir, Süddî vasıtasıyla bu kavli nakletmiş ve İbn Abbas, İbn Mesud ile bir kaç sahabeye isnad etmiştir. Cumhur-u ulema ise, kıblenin hicretin onsekdzinci ayı. başında, şaban ayının orta­sında Ka'be'ye çevrilmiş olduğunu söylemişlerdir. Muhammed b. Sa'd ise, Vakidî'nin şöyle dediğini nakletmiştir: «Kıble, şaban ayının ortasın­da salı günü Ka'be'ye çevrilmiştir.»

Ancak bu kesin belirlemede ,ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Tefsirimiz de şu aşağıdaki ayetle ilgili açıklamayı yaparken bu ko­nuda uzun uzadıya izahatta bulunduk:

«Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın Kıb-le'ye seni, ey Muhammed, elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu kitap verilenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilir­ler. Allah, onların yaptıklarından gafil değildir.» (ei-Bakara, 144.)

Bu ayetin öncesinde ve sonrasındaki ayetlerde de Yahudi ve müna­fıklardan olan beyinsizlerin, aşağılık cahillerin buna dair ileri sürdük­leri itirazlara da değinmişizdir. Çünkü İslâm tarihinde vuku bulan ilk nesih budur. Şunu da belirtelim ki yüce Allah, Kur'ânî ifadelerde bun­dan önce inzal buyurduğu bir ayet-i kerimede neshin caiz olacağını be­lirtmiştir:

«Herhangi bir ayetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya unuttu-rursak, onun yerine daha hayırlısını veya onun benzerini getiririz. Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmez misin?» (el-Bakara, ıoe.)

Buharı, Ebu Nuaym kanalı ile Bera'ın şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), onaltı ya da onyedi ay boyunca Mescid-i Aksa'ya yö­nelerek namaz kıldı. Ama kıblesinin Ka'be'ye çevrilmesini istiyordu. Ka'be'ye yönelerek kıldığı ilk namaz, ikindi namazı idi. Bir toplulukla birlikte namaz kıldılar. O esnada yanında bulunanlardan bir adam çı­kıp bir nıescidde rükû halinde bulunan bir cemaate uğrayıp şöyle dedi: «Allah'ı şahid tutarım ki, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Mekke'ye yöne­lerek namaz kıldım. Siz de onlar gibi Ka'be'ye yönelerek namaz kılın.»

Kıblenin Ka'be'ye döndürülmesinden önce bazı sahabeler ölmüş ya da öldürülmüşlerdi. Onlar hakkındaki hükmün ne olacağı bilinmiyor­du. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu.

«Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah insan­lara şefkat gösterir, merhamet eder.» (el-Bakara, 143.)

Müslim, bu hadisi başka bir yönden rivayet etmiştir:

İbn Ebi Hatim, İbn Ebi Zur*a kanalı ile Bera'ın şöyle dediğini riva­yet etti:

« Rasûlullah (s.a.v.), onaltı ya da onyedi ay boyunca Mescid-i Ak­sa'ya yönelerek namaz kıldı. Ka'be'ye döndürülme sini arzu ediyordu. Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıb­leye seni, ey Muhammed, elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Ha­ram semtine çevir» (el-Bakara, 144.)

Ravi diyor ki: Bu ayetin nüzulü üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Ka'be'ye yöneldi.

İnsanlardan bazı beyinsizler -ki onlar Yahudilerdir- şöyle demiş­lerdi: Onları üzerinde bulundukları kıbleden döndüren sebeb nedir?

Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«De ki: "Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir.» (el-Bakara, 142.)

Özetle demek istediğimiz şu ki; İmam Ahmed b. Hanbel'in, îbn Ab-bas (r.a.)'dan da rivayet ettiği gibi Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de iken Ka'be yanında durduğu halde Kudüs'e yönelerek namaz kılardı. Medi­ne'ye hicret ettiği zaman hem Ka'be'ye hem de Kudüs'e yönelerek na­maz kılma imkanım bulamadı. Medine'ye ilk gelişinde Ka'be'yi arkası­na alıp Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldı. Bu hal, onaltı ya da on­yedi ay müddetle devam etti. Yani hicretin ikinci senesi receb ayına ka­dar bu halini sürdürdü. Doğrusunu Allah bilir. Peygamber (s.a.v.), kıb­lesinin Ka'be'ye çevrilmesini arzuluyordu. Çünkü Ka'be, İbrahim pey­gamberin kıblesi idi. Bu arzusunun gerçekleşmesi için yüce Allah'a çok­ça yalvarıp yakarıyor ve niyazda bulunuyordu. Ellerini semaya kaldırıp gözlerini göğe dikerek bu dileğini Rabbine arz ediyordu. Nihayet yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnud olacağın kıb­leye seni, ey Muhammed, elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Ha­ram Semtine çevir» (cl-Bakara, 144.)

Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine dair emir nazil olunca Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlara bir hutbe irad etti ve bu hükmü onlara iletti. Va­kit öğle vakti idi. Nitekim Neseî de Ebu Said b. el-Mualla'dan böyle bir rivayette bulunmuştur. Bazı insanlar, kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine dair emrin iki namaz arasında nazil olduğunu söylemişlerdir. Mücahid ile diğerleri böyle demişlerdir. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Be-ra'dan rivayet olunan hadis de bunu teyid etmektedir. .Şöyle ki: «Pey­gamber (s.a.v.)'in, Medine'de Ka'be'ye yönelerek kıldığı ilk namaz, ikin­di namazı idi.» Tuhaftır ki, bu hadisenin ikinci günü sabah namazında bile haber Kübalılara ulaşmamıştı. Nitekim Buharı ve Müslim'in sahih­lerinde İbn Ömer'in şöyle dediği n aide dilmektedir:

"İnsanlar, Küba'da sabah namazını kılmakta iken kendilerine biri­si gelip şöyle dedi: "Rasûlullah (s.a.v.)'a bu gece Kur'ân nazil oldu ve kıb­lesinin Ka'be'ye yönelik olmasına dair emir geldi. Siz de Ka'be'ye yönele­rek namaz kılın."

Sabah namazını kılmakta olan Kübalılar, Kudüs'e yönelmişlerdi. Bu haberi alınca Ka'be'ye döndüler."

Sahih-i Müslim'de Enes b. Malik1 ten nakledilen böyle bir rivayet daha vardır.

Söylemek istediğimiz bir başka husus da şudur: Kıblenin Ka'be'ye çevrilmesine dair ayet nazil olup da Kudüs'e yönelerek namaz kılma hükmü neshedildiğinde; bazı beyinsizler, bilgisiz ve geri zekalılar, İslâm'a dil uzatarak: "Müslümanları eski kıblelerinden çeviren sebep nedir?» demişlerdi.

Oysa kitap ehlinden olan kafirler, bu hükmün Allah'tan geldiğini bilmekte idiler. Çünkü onlar, kitaplarında Hz.Peygamber'in evsafını, Medine'ye hicret edeceğini ve Ka'be'ye yönelmekle emronulacağını ha­ber veren ayetleri görmekte idiler. Nitekim yüce Allah da bunu şu ayetle teyid etmiştir:

«Doğrusu kitap verilenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu

bilirler.» (el-Bakara, 144.)

Cenâb-ı Allah, bununla birlikte onların sorularını cevaplandırarak şu ayeti inzal buyurdu:

«İnsanların beyinsizleri, "Yöneldikleri kıbleden onları çeviren ne­dir?" diyecekler. De ki; "Doğu ve batı Allah'ındır. O, dilediğini doğru yola eriştirir.» (el-Bakara, 142.) Yani mülkün sahibi ve mutasarrıfı O'dur. O, öyle bir hükroedicidir İd, hükmünü engelleyebilecek herhangi bir kimse yok­tur. O, yaratıkları üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Vaz' etmek istediği hükmü koyar. O, dilediğini dosdoğru yola ileten ve dilediğini de sırât-ı müstakimden saptırandır. Bütün bu yaptıklarında hikmet var­dır İd, bu hikmete razı olmak ve teslimiyet göstermek gerekir. Bu ayet­ten sonra yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Böylece sizi insanlara şahid ve Örnek olmanız için tam ortada bu­lunan (hayırlı) bir ümmet kıldık» (ci-Eakara, 143.}

Yani namaz kılarken sizleri en faziletli yöne, peygamberlerin atası İbrahim (a.s.)'in kıblesine yönelttiğimiz, ondan sonra Musa'nın ve ken­disinden önceki diğer peygamberlerin yönelerek namaz kıldıkları Ka'be'ye çevirdiğimiz gibi, aynı şekilde siz ümmetlerin en hayırlısı, âle­min hülasası, taifelerin en şereflisi, esinlerle yenilerin en kıymetlisi kıl­dık ki; kıyamet gününde bütün insanlara karşı şahid olasınız. Çünkü onlar, kıyamet gününde sizin fazilet ve üstünlüğünüz hususunda ittifak edeceklerdir.

Buharî'nin sahihinde Ebu Said'den merfu olarak nakledilen bir ha­diste, Nuh peygamberin kıyamet gününde bu ümmet lehinde şahadette bulunacağı söylenmiştir. Zamanı çok önce olmasına rağmen Nuh pey­gamber, bu ümmet hakkında lehte şahadette bulunacağına göre, ondan sonraki peygamberler haydi haydi lehte şahadette bulunacaklardır. Bulunmaları da gerekir.

Yüce Allah, bu hadisenin vukuundan şüphe eden kimselerden inti­kam alacağı ve bu hadiseyi tasdik edenlere de nimetini bahşedeceği hu­susunda hikmetini beyan ederek şöyle buyurmuştur:

«Senin yöneldiğin yönü, peygambere uyanları, cayacaklardan ayırd etmek için kıble yaptık.» (el-Bakara, 143.)

İbn Abbas dedi ki: «Senin yöneldiğin yönü, kimin peygambere uy­duğunu, kimin de ondan caydığını görmek için kıble yaptık.»

Doğrusu bu, büyük birşeydir. Yani kıblenin değiştirilmesi, çok ağır, önemli ve büyük bir hadisedir. Ancak Allah'ın, kendilerini hidayete ilet­tiği kimseler, bu hadisenin Allah katından geldiğine inanır ve tasdik ederler. Bu hususta asla şüphe etmezler. Aksine buna razı olur, inanır ve gereğince amel ederler. Çünkü onlar, yüce Hakim'in kullarıdırlar. O Hakim ki, uludur, kudret sahibidir. Yumuşak huyludur. Her şeyden ha­berdardır. Lütufkar ve bilgi sahibidir.

«Allah ibadetlerinizi boşa çıkaracak değildir» Yani daha önce Ku­düs'e yönelerek kıldığınız namazları geçersiz sayacak değildir. «Allah insanlara şefkat gösterir, merhamet eder.»

Bu konuda birçok hadis ve eserler vardır. Onları burada nakletmek fazla yer işgal edecektir. Ancak onları tefsirimizde uzun uzadıya naklet­tik. "Ahkamü'l-Kebir" adlı eserimizde bu konuda daha geniş açıklama­lar yapacağız.

îmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Asım vasıtasıyla Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder. Rasûlullah (s.a.v.), kitab ehli hakkında şöyle buyurdu:

«Allah'ın bize gösterdiği ve kendilerini ondan uzaklaştırdığı cuma günü ile Allah'ın bize gösterdiği ve kendilerini ondan uzaklaştırdığı kıb­le ve imam arkasında amin deyişimiz hususunda onlar bizi kıskandıkla­rı kadar başka birşeyde kıskanmadılar.» [4]

 

Ramazan Orucunun Farz-Kılınması

 

Ramazan orucu, hicretin ikinci senesinde Bedir vakasından önce farz kılınmıştır.

îbn Cerir, hicretin ikinci senesinde ramazan orucunun farz kılındığını söyler. Ramazan orucunun hicrî ikinci senenin şaban ayında farz kılındığım söyleyenler de vardır. Anlatıldığına göre, «Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldiğinde Yahudilerin aşure günü oruç tuttuklarını gördü. Kendilerine niçin o günde oruç tuttuklarını sorduğunda şu ceva­bı verdiler:

- Bu, yüce Allah'ın Musa'yı kurtardığı gündür. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Musa hususunda biz sizden daha çok hak sahibiyiz.

Böyle diyerek kendisi de aşure günü oruç tuttu ve Müslümanlara da o gün oruç tutmalarını emretti.»

Bu hadis, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olup İbn Ab-bas'tan rivayet edilmiştir.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakmasunz diye, size de sayılı günlerde farz kılındı. İçi­nizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayı­sınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyu­racak kadar fidye verir, kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisine-dir. Oruç tutmanız -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, ki onda Kur'ân, insanlara yol göstererek -yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak- indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, on­da oruç tutsun. Hasta veya yolculukta olan, tutamadığı günlerin, sayı­sınca diğer günlerde tutsun.» (el-Bakara, 183-185.)

Tefsirimizde konuyla ilgili hadis ve eserlerle, istifade edilecek ahkâmı yeterince naklederek bu hususta geniş açıklamalarda bulun­duk. Hamd Allah'a mahsustur.

İmam Alımed b. Hatibe!, Ebu'n-Nadr vasıtasıyla Muaz b. Cebel'in şöyle dediğini rivayet eder: «Namazın farziyeti üç kademede oldu. Oru­cun farziyeti de üç aşama geçirdi.» Böyle dedikten sonra Muaz, namazın farziyetinin aşamalarını anlattı. Sonra şöyle dedi: «Orucun farziyetinin aşamalarına gelince; Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldi. Her aydan üç gün oruç tuttu. Ve bir de aşure günü oruç tuttu. Sonra Cenab-ı Allah, ona orucu farz kıldı ve şu ayeti inzal buyurdu:

«Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz- kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten salanasmız diye, sayılı günlerde size de farz kılındı. İçi­nizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayı­sınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyu­racak kadar fidye verir.» (el-Bakara, 183-184.)

Bu ayetin nüzulünden sonra Müslümanlardan dileyenler oruç tu­tuyor, dileyenler de düşkün bir kimseye yemek yediriyor ve bunu orucun bedeli olarak yeterli görüyordu. Sonra Cenab-ı Allah, başka bir ayet in­zal buyurdu:

«Ramazan ayı, ki onda Kur'ân, insanlara yol göstererek -yol gösteri­ci ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak- indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun.» (ei-Bakara,i85.)

Artık mukim ve sıhhatli olan kimsenin oruç tutması gerekli bir hü­küm haline geldi. Ancak hasta ve yolcu kimseler için ruhsat tanındı. Oruç tutamayacak kadar yaşlı kimselerinse, oruca bedel olarak düşkün kimselere yemek yedirmeleri de bir hüküm farziyeti ile ilgili iki aşama idi.

Ravi dedi ki: Bu iki aşama zarfında Müslümanlar, iftardan sonra uyuyuncaya kadar yemek yiyor, içiyor ve hammlanyla cinsel ilişkide bulunuyorlardı. Uykuya daldıktan sonra artık yemekten,, içmekten ve hammlanyla cinsel ilişkide bulunmaktan uzak duruyorlardı. Sonra Ensâr'dan Sırma adlı bir adam, gündüzleyin oruçlu iken akşama kadar çalışıyordu. Akşam olunca evine gelip yatsı namazım kıldı. Sonra yeme­den içmeden uykuya daldı. Sabah olunca uyandığında yine oruca devam etti. Rasûlullah (s.a.v.), onun aşırı derecede zayıflayıp bitkin düştüğünü gördü ve:

- Bana ne oluyor ki, senin aşırı derecede bitkin düştüğünü'görüyo­rum? diye sordu. Sırma da başından geçenleri ona anlattı.

Hz. Ömer, geceleyin bir müddet uyuduktan sonra hanımıyla cinsel ilişkide bulunmuş, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelerek yaptığı bu işi ona haber vermişti. Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurmuş­tu:

«Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar sizin örtünüz, siz de onların örtülerisiniz. Allah, nef­sinize güyenemeyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple tevbenizi kabul edip,si­zi affetti. Artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiği­ni dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yeyin, için. Sonra orucu geceye kadar tamamlayın.» (el-Bakara, 187.)

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet

olunur:

«Aşure günü oruç tutulurdu. Ama ramazan orucuyla ilgili farziyet ayeti nazil olunca, artık dileyen kimse aşure günü oruç tutar, dileyen tutmazdı.»

Buharî, İbn Ömer ve İbn Mesud'dan bunun gibi bir rivayette bulun­muştur. Bu konuyu tefsirimizde ve "Ahkamü'l-Kebir" adlı kitabımızda genişçe açıkladık. Allah'ın yardımına sığınırız.

İbn Cerir dedi ki: O sene insanlar fitre vermekle de emrolundular Denilir ki: RasûluUah (s.a.v.), ramazan bayramından bir veya iki gün önce insanlara hutbe irad etti ve fitre vermelerini emretti.

Rasûlullah (s.a.v.), o sene bayram namazını insanlarla birlikte kıl­mak üzere namazgaha gitti, ibadetini orada eda etti. Bu, kıldığı ilk bay­ram namazı idi. Önünde mızrakla gidiyorlardı. Bu mızrağı Necaşi, Zü-beyre hediye etmişti. Bayramlarda RasûluUah (s.a.v.)'m önü sıra mız­rakla gidilirdi.

Ben derim ki: Müteahhirinden bazı kimselerin anlattıklarına göre o sene malın zekatı farz kılındı. Nitekim bununla ilgili açıklamalar, Be­dir vakasını anlatışımızdan sonra inşaallah verilecektir. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır. Güç ve kuvvet, ancak ulu ve yüce Allah sayesin­dedir. [5]

 

Büyük Bedir Gazvesi

 

Bu gazvede, hak ile batıl birbirinden ayrılmış, müşriklerle Müslümanlar karşı karşıya gelmişlerdi. Bununla ilgili olarak yüce Al­lah, şöyle buyurmuştur:

«Andolsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedir'de Allah size yar­dım etmişti; Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz» (Ai-iîmrân, 123.)

«Nitekim, Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir takımı bundan hoşlanmamıştı. Sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi, gerçek ortaya çıktıktan sonra bile seninle tartışıyorlardı. Allah bu iki taifeden birini size vadetmişti; siz, kuvvetsiz olanın size düşmesini istiyordunuz. Oysa, suçluların hoşuna gitmese de, hakkı ortaya çıkarmak ve batılı, tepmek için, Allah sözleriyle hakkı ortaya koymak ve inkarcıların kökünü kesmek istiyordu.» {el-Enfâl, 5-8.)

İbn İshak, Abdullah b. Cahş'm seriyyesini anlattıktan sonra şöyle der: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Süfyan b. Harbin, Kureyş'in malları­nı ve ticaret eşyasını taşıyan büyük bir kervanla Şam'dan döndüğünü işitti. Kafilede Kureyş'ten otuz ya da kırk kişi bulunmakta idi. Araların­da Mahreme b. Nevfel ve Amr b. As da vardı.

Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Bu hadise, İbn Hadremî'nin öldürülmesinden iki ay sonra vuku bulmuştur. Kervanda Kureyş'in bütün mallarım taşımakta olan 1000 deve vardı. Kervanda sadece Hüveytip b. Abdu'1-Uzza yoktu. Bu sebeple o, Bedir savaşma ka­tılmayıp geride kalmıştır.

îbn İshak, Muhammed b. Müslim b. Şihab vasıtasıyla İbn Abbaş'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Süfyan'm Şam'dan döndüğünü duyduğu zaman Müslümanları çağırıp onlara şöy­le dedi:

- İşte Kureyş'in kervanı! Onda Kureyşlilerin malları vardır. Öyley­se ona doğru gidiniz. Belki de Allah sizi onunla ganimetlendirir.

Bunu duyan halk çağrıya icabet etti ve bazılarına hafif, bazılarına ise ağır geldi. Şundan ki; Onlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m bir savaşla karşı­laşacağını zannetmediler. Ebu Süfyan, Hicaz'a yaklaştığında haberlere kulak verdi ve kafilesinden korktuğu için her rastladığı adama sordu.

Nihayet bir kafileden şu haberi aldı: «Muhammed, ashabını senin ve ba­şında bulunduğun kervanın için savaşmaya gönderdi.»

O da, bu haber yüzünden korktu ve Damdam b. Amr el-Gıfarî'yi ki­ralayarak Mekke'ye gönderdi. Kureyş'e gidip mallarına sahip çıkmala­rını, Muhanımed'in ashabıyla birlikte o kafileye görünmüş olduğunu onlara haber vermesini emretti. Damdam b. Amr da süratle Mekke'ye gitti.

İbn İshak dedi ki: Kendisini yalancılıkla suçlayamayacağım bir kimse, İlerime ve İbn Abbas tarikiyle Yezid b. Runıan ile İbn Abbas'm, Urve b. Zübeyr'den şu nakilde bulunduklarını söyledi:

Atike binti Abdülmuttalib, Damdam'm Mekke'ye gelmesinden üç gece önce rüya görmüş, gördüğü rüyadan korkmuş, bunun üzerine kar-,deşi Abbas b. Abdülmuttalib'e haber göndererek şöyle demiş:

- Ey kardeşim! Allah'a yemin ederim ki bu gece beni korkutan bir rüya gördüm. Bu rüyadan, senin kavminin üzerine bir kötülük ve musi­betin gelmesinden korktum. Anlatacağım bu şeyi benden duyduğunu gizle.

- Ne gördün?

- Kendi devesi üzerine binmiş olarak giden bir süvari gördüm ki, gitti Ebtah'ta durdu. Sonra en yüksek sesiyle bağırdı: "İşte ey gaddar­lar! Üç gün içinde öleceğiniz yerlere gidin!" İnsanların orada toplandık­larını gördüm. Sonra o kişi mescide girdi. İnsanlar da onun peşinden oraya girdiler. Bir ara onlar, onun etrafında iken devesi Ka'be'nin üzeri­ne kalktı. Sonra o kimse önceki defa bağırdığı gibi şöyle bağırdı:

"Ey gaddarlar! Üç gün içinde öleceğiniz yerlere gidin!" Sonra onun devesi onunla birlikte Ebu Kubeys dağının zirvesine yükseldi. Yine öyle bağırdı. Sonra bir kaya parçası alıp aşağıya yuvarladı. Ve kaya parçası, dağın eteğine vardığında dağıldı. Dağılan parçalardan her biri, Mek­ke'deki evlerin içine girdi. Mekke'deki evlerin odalarından her birine o kaya parçası muhakkak girmişti.

"Vallahi işte bu, gerçek bir rüyadır. Sen bunu gizle ve hiç kimseye anlatma."

Daha sonra Abbas dışarı çıktı. Velid b. Utbe b. Rabia'ya rastladı. Onun dostu idi. Rüyayı ona anlattı ve kendisinden duyduğunu kimseye söylememesini, gizlemesini istedi. Velid ise, rüyayı babası Utbe'ye an­lattı. Böylece haber Mekke'de yayıldı. Öyle ki, Kureyşliler bu rüyayı top­lantı yerlerinde anlatmaya başladılar.

Abbas dedi ki: Ertesi sabah Ka'be'yi tavaf etmek için Mescid-i Ha-ram'a gittim. Ebu Cehil b. Hişam'da Atike'nin rüyasını anlatmakta olan Kureyşlüerin meclisinde oturmuş idi. Ebu Cehil, beni görünce şöyle de­di.

- Ey Ebu Fazl! Tavafım bitirdiğin zaman yanımıza gel.

Tavafı tamamlayınca yanlarına gittim. Onlarla beraber oturdum.

Ebu Cehil, bana şöyle dedi.

- Ey Beni Abdülmuttalib, sizin içinizde bu kadın peygamber ne za­man meydana çıktı?

- O nedir?

- Atike'nin gördüğü rüya işte! -Ne görmüş?

- Ey Beni Abdülmuttalib, siz erkeklerinizin peygamberlik iddia­sında bulunmalarıyla kanaat etmemiş miydiniz ki, kadınlarınız da pey­gamberlik iddia ediyor? Atike şöyle bir rüya gördüğünü iddia etmiş ki; rüyasında gördüğü kişi kendisine şöyle demiş: «Üç gün içinde ölüm yer­lerinize gidin!» O halde sizi bu üç gün bekleriz. Eğer onun dediği gibi bir şey görülmezse bu sizin aleyhinize olur, sizin aleyhinize bir yazı yazarız ki, siz Araplar arasında en yalancı bir ailesinizdir.

Abbas dedi ki: Ben onunla ilgilenmedim ve böyle birşey olduğunu inkar ettim. Sonra birbirimizden ayrıldık. Akşam olunca Abdülmutta­lib oğullarından olan bütün kadınlar yanıma gelip şöyle dediler:

"Şu yoldan çıkmış, pis Ebu Cehil'in erkeklerinize dil uzatmasına, sonra da kadınlarınıza dil uzatmasına ses çıkarmadın. Söylediklerine razı oldun ve dediklerini inkar ettin. Ve hiç de gayrete gelmedin!"

Onlara dedim ki:

"Vallahi ben bunu yaptım. Fakat ben onunla fazla ilgilenmedim. Allah'a yemin ederim ki, onun karşısına çıkacağım. Eğer yeniden böyle yaparsa, elbette ben sizin yerinize onun hakkından gelirim!"

Atike'nin rüya görüşünün üçüncü gününde sabahleyin dışarı çık­tım. Hiddetli ve öfkeli bir halde idim. Sanki ele geçirmek istediğim bir firsatı kaçırmış gibi idim. Mescide girdim ve onu gördüm. Allah'a yemin ederim ki ben, ona doğru yürüyordum ki ona dokunayım da dediği bazı şeyleri tekrarlasın. Ben de kavga edeyim istiyordum. O, hafif, hiddetli bir yüze, lisana ve bakışa sahip bir adam idi. Mescidin kapısına doğru çıktığı zaman hızlı yürüyordu. İçimden: «Ona ne oldu. Allah lanet etsin. Bu, benden mi kaçıyor?» dedim.

Bir de baktım ki o, benim duymadığım birşeyi duymuş: Damdam b. Amr el-Gıfarî'nin sesini duymuştu. O ise, vadinin içinde devesinin üze­rinde durarak bağırıyor. Devesinin burnunu kesmiş, semerini ters çe­virmişti. Gömleğini de yarmış vaziyette şöyle diyordu:

"Ey Kureyş topluluğu! Buğday ve güzel koku yüklü develer! Buğday ve güzel koku yüklü develer! Mallarınız Ebu Süfyan'la beraberdi. Ama Muhammed ve arkadaşları, ona saldırdılar. Artık imdada yetişebilece­ğinizi sanmıyorum. İmdat......İmdat......"

Dedi ki: Böylece ortaya çıkan durum, beni ondan, onu da benden alı­koydu. Böylece millet süratle hazırlanmaya başlayarak şöyle dediler: "Muhammed ve onun arkadaşları, İbn Hadremî'nin kafilesi gibi.olacağını mı zannediyorlar? Hayır, hayır, vallahi elbette bunun başka birşey ol­duğunu bileceklerdir!"

Damdam b. Amr bu halde geldiğinde Kureyşliler, Atike'nin gördü­ğü rüyadan korktular. Başları eğik ve zillet içinde yola koyuldular. Kureyşliler, ya bizzat kendileri gidiyor ya da yerlerine bir adam tutup gönderiyorlardı. Nihayet Kureyşin hepsi gazveye çıkıp gittiler. Sadece Ebu Leheb b. Abdülmuttalib, yerine Asi b. Hişam b. Muğire'yi gönderdi. Ebu Leheb'in, Asi'de 4000 dirhem alacağı vardı. Ne var ki, Asi iflas et­mişti. Ebu Leheb de bu alacağına karşılık olarak onu kendi yerine sava­şa göndermişti.

îbn îshak, îbn Ebi Necih'in şöyle dediğini rivayet eder: Ümeyye b. Halef, oturmaya karar vermişti. İri cüsseli, ağır gövdeli bir ihtiyar idi. Ukbe b. Ebi Muayt ona geldi. O, mescidde kavminin arasında oturmakta idi. Elinde taşıdığı bir buhurdanlık vardı. İçinde ateş ile buhur vardı. O buhurdanlığı Ümeyye b. Halefin önüne koydu. Sonra şöyle dedi:

- Ey Ebu Ali, buhur yap. Çünkü sen kadınlardan birisin.

- Allah seni çirkin kılsın, getirdiğin şeyleri de çirkin kılsın. Böyle dedikten sonra kendisi de hazırlık yapıp diğer insanlarla bir­likte savaşmaya gitti.

İbn İshak'm bu kıssayla ilgili olarak söyledikleri bunlardan ibaret­tir.

Buharı, bunu başka bir tarikle rivayet etmiştir: Ahmed b. Osman, Sa'd b. Muaz'dan rivayet etti ki; «Sa'd, Ümeyye b. Halefin dostu imiş. Ümeyye, Medine'ye geldiğinde Sa'd b. Muaz'a konuk olurmuş. Sa'd da, Mekke'ye geldiğinde Ümeyye'ye konuk olurmuş.

Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde Sa'd b. Mu&z umre niye­tiyle Mekke'ye gitmiş ve Ümeyye'ye konuk olmuştu. Ümeyye'ye şöyle demişti:

"Ka'be'yi tavaf edebilmem için bana tenha bir zaman ayarla." Ümeyye de onu öğleye yakın bir zamanda çıkarıp Ka'be'ye götürmüştü. Ebu Cehil, onlarla karşılaştığında şöyle demişti:

- Ey Eba Safvan, şu yanındaki kimdir? Ümeyye:

- Bu Sa'd'dır, demişti.

Ebu Cehil, Sa'd'e dönüp şöyle demişti.

- Görüyorum ki, Mekke'de güven içinde Ka'be'yi tavaf ediyorsun. Oysa siz dinden çıkanları barındırdınız. Onlara yardımcı olacağınızı söylediniz. Allah'a yemin ederim ki sen, Ebu SafVan ile beraber olma­saydın ailene salimen dönemezdin!

Sa'd, sesini yükselterek: "Eğer sen beni Ka'be'yi tavaftan ahkoyar-san, ben seni bundan daha ağır gelecek birşeyden alıkoyanın. Medine yolunu sana yasaklarım!"

Ümeyye, Sa'd'a şöyle dedi:

-  Ey Sa'd! Ebu Hakem'e karşı sesini yükseltme. Çünkü o, bu vadide yaşayan insanların efendisidir.

Sa'd dedi ki:

- Ey Ümeyye, bizi bırak. Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)'m, senin Müslümanlar tarafından öldürüleceğini söylediğini işittim.

- Mekke'de mi?

- Bunun üzerine Ümeyye, şiddetli bir korkuya kapıldı. Eve döndü­ğünde zevcesine şöyle dedi:

- Ey Ümmü Safvan, Sa'd'm bana dediğini duydun mu?

- Sana ne dedi?

- Bana, Müslümanlar tarafından öldürüleceğimi, Muhammed'in kendilerine bunu haber verdiğini söyledi. Ben de: "Mekke'de mi öldürüleceğim?" diye sordum O, bunu bilemeyeceğini söyledi.

Ümeyye dedi ki: Vallahi ben de Mekke'den çıkmam.

Bedir günü geldiğinde Ebu Cehil, insanları savaşa çağırdı ve: "Ker­vanınıza ulaşıp kurtarın!" dedi. Ama Ümeyye, Mekke'den çıkmak iste­medi. Ebu Cehil, onun yanma gelip şöyle dedi:

"Ey Eba Safvan! Sen bu vadide yaşayanların efendisisin. Eğer in­sanlar senin sefere çıkmadığını görürlerse onlar da seninle birlikte kalır ve sefere çıkmazlar."

Ebu Cehil, ısrarla onun savaşa gitmesini istedi. Nihayet Ümeyye şöyle dedi:

"Madem beni mağlup ettin. Öyleyse en güzel ve asil deveyi satın alacağım." Böyle dedikten sonra eve gidip zevcesine şöyle dedi:

- Ey Ümmü Safvan, yol hazırlığımı yap.

- Ey Eba Safvan, Medineli kardeşininin (Sa'd'm) dedilderini unut­muşsun?

- Hayır, Mekke'den çok uzaklara gitmeyeceğim. Şu yakınlara ka­dar gideceğim.

Ümeyye, Mekke'den çıktıktan sonra konakladığı her yerde devesi­ni bağlıyordu. Bu tedbirini devam ettirdi. Nihayet Allah, onu Bedir'de öldürttü.»

İsrail'in rivayetine göre Ümeyye ile karısı arasında geçen karşılıklı konuşmada, karısı ona şöyle demiş. «Allah'a yemin ederim İd, Muham-med asla yalan söylemez.»

İbn İshak dedi ki: Kureyşliler, hazırlıklarını tamamlayıp yürüme­ye başladıkları zaman kendileriyle Beni Bekir b. Abdi Menat b. Kinane arasında geçen savaşları anlatmaya başladılar ve şöyle dediler: Arka­dan bize saldırmalarından korkuyoruz.

Kureyşliler ile Beni Bekir arasında vuku bulan savaş, Hafs b. Ah-yef in oğlu yüzünden olmuştu. Hafs b. Ahyef, Beni Amir b. Lüey kabile-sindendir. Oğlunu, Beni Bekir kabilesinden bir adam, Amir b. Yezid b. Amir b. Mülevvih'in teşviki üzerine öldürmüştü. Sonra Hafs b. Ahyef in öldürülen oğlunun intikamım, diğer oğlu Mikrez almıştı. Mikrez, Amir'i öldürüp kılıcım karnına saplamış, daha sonra da geceleyin onu getirmiş ve Ka'be'nin örtüsüne asmıştı. Arada vuku bulan bu öldürmeler yüzün­den korkmuşlardı...

îbn İshak, Yezid b. Ruman vasıtasıyla Urve b. Zübeyr'in şöyle dedi­ğini rivayet eder: Kureyşliler yola çıkmaya karar verdikleri zaman ken­dileriyle Beni Bekir kabilesi arasında geçen savaşı hatırladılar. Bu hatırlamaları savaşa gidip gitmemek hususunda onlarda bir tereddüt meydana getirdi. Bunun üzerine İblis, Süraka b. Malik b. Cüşum el-Müdlic suretine bürünerek onlara göründü. O da, Beni Kinane kabilesi eşrafındandı. Kureyşlüere şöyle dedi:

«Kinanelilerin arkanızdan gelip de hoşlanmayacağınız birşeyi yap­mayacaklarına dair size teminat veriyorum. Ve sizi böyle birşeye karşı koruyacağım.»

Bunun üzerine Kureyşliler, hızla yola çıktılar.

Ben derim ki: Cenab-ı Allah'ın şu ayetinin manası işte budur:

«Yurtlarından böbürlenerek, insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan menedenler gibi olmayın. Allah onların işlediklerini her yönüyle bilendir.

Şeytan onlara işlediklerini güzel gösterdi ve «Bugün insanlardan sizi yenecek kimse yoktur, doğrusu ben de size yardımcıyım» dedi. İki or­du karşılaşınca da, geri dönüp, «Benim sizinle ilgim yok; doğrusu sizin görmediğinizi görüyorum. Ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum. Allah'ın azabı şiddetlidir.» dedi. (ci-Enfâi, 47-48.)

İblis, Kureyşlileri aldattı. Allah ona lanet etsin.. Öyle ki, Kureyşliler onunla birlikte adım adım, konak konak ilerlediler. îblis'in askerleri ve bayrakları da kendisiyle beraberdi. Nihayet Kureyşlileri, ölecekleri ye­re kadar götürüp teslim etti. İşin ciddiyetini ve meleklerin yardım için inmekte olduklarım görünce, Cebrail'i de karşısında açık bir şekilde gö­rünce gerisin geri kaçıp şöyle dedi:

«Benim sizinle ilgim yok, doğrusu sizin görmediğinizi görüyorum. Ve şüphesiz Allah'tan korkuyorum. Allah'ın azabı şiddetlidir.» (ei-Enfâl,48.)

Yukarıdaki ayet, aşağıda nakttiğimiz ayet gibidir: «İki yüzlülerin durumu insana: «İnkar et!» deyip, insan da inkar edince: «Doğrusu ben senden uzağım; âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım.» diyen şeytanın durumu gibidir.» (cl-Haşr, 16.)

Bir başka ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«De ki: «Hak geldi, batıl ortadan kalktı. Zaten batıl ortadan kalkmaya mahkumdur.» (ci-îsra,8i.)

Lanetli İblis, meleklerin Müslümanlara yardım için Bedir gününde indiklerini görünce gerisin geri dönüp kaçtı. O gün kaçanların ilki, o ol­du. Halbuki daha önce müşrikleri yüreklendirip gayrete getirmiş, onla­rı koruyacağını söylemişti. Onları kışkırtmış, onlara vaadlerde bulun­muş, kuruntulara kaptırmıştı. Ama şeytan, onlara aldatmadan başka birşey vadetmiyordu.

Yunus, İbn îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kureyşliler, zorluk ve zillet içinde 950 savaşçı olarak, beraberlerinde de 200 at bu­lundurarak yola çıktılar. Def çalıp şarkı söyleyen, Müslümanları hicve­den şarkıcı kadınları da yanlarına aldılar.

İbn İshak, bu arada Kureyşlilere her gün kimin yemek yapacağını da anlatmıştır.

el-Ümevî der ki: Kureyşlilere Mekke'den çıktıkları ilk gün davar kesen kişi Ebu Cehil oldu. Kureyş ordusu için on hayvan kesti. Sonra Usfan mevkiinde Ümeyye b. Halef, ordu için dokuz hayvan kesti. Kadid mevkiine geldiklerinde Süheyl b. Amr da on hayvan kesti. Kadid mevki­inden aşağılara deniz kıyısına doğru meyledip yola devam ettiler. Kıyı­da bir gün ikamet ettiler. O esnada Şeybe b. Rebia, müşrik ordusu için dokuz hayvan kesti. Cühfe'ye geldiklerinde Utbe b. Rebia, onlara on hayvan kesti. Ebva'ya geldiklerinde Nebih ile Münebbih (ki bunlar Hac-cac'm oğulları idiler), müşrik ordusu için on hayvan kesti. Abbas b. Abdülmuttalib de müşrik ordusu için on hayvan kesti. Bedir suyuna, vardıklarında Ebu'l-Bahterî de onlar için on hayvan kesti. Sonra azıkla­rını da yediler.

el-Ümevî, babası kanalı ile Ebu Bekir el-Hüzelî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Müşriklerin yanında altmış at ve 600 zırh vardı. Rasûlullah (s.a.v.)"m ordusunda ise iki at ve altmış zırh vardı.

Müşriklerin Mekke'den çıkıp Bedir'e doğru giderken durumları bundan ibaretti.

İbn îshak, Rasûlullah'm durumu hakkında ise şöyle der:

Rasûlullah (s.a.v.), ashabıyla birlikte ramazan ayından birkaç gece geçtikten sonra yola çıktı. Yerine Medine'de imam olarak îbn Ümmü Mektum'u görevlendirdi. Revha'ya geldiğinde Ebu Lübabe'yi Medine valisi olarak görevlendirip Medine'ye gönderdi. Sancağı Mus'ab b. Ümeyr'e verdi. Bu sancağın rengi beyazdı. Rasûlullah (s.a.v.)'ın önünde iki siyah bayrak vardı. Bunlardan birisi, Ebu Talib oğlu Ali'nin elindey­di ki, bu bayrağa Ukab denirdi. Diğeri ise, Ensâr'dan bir adamın elin­deydi.

İbn Hişam'ın ifadesine göre Ensâr'ın bayrağı, Sa'd b. Muaz'm elinde idi. el-Ümevî ise, Habbab b. Münzir'in elinde olduğunu söyler.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ordunun son kısmının başına Kays b. Ebi Sa'sa'a'yı getirdi. Bu, Beni Mazin b. Neccar'ın kardeşidir, el-Ümevî dedi ki: İslâm ordusunda iki at vardı. Birinin üzerinde Mus'ab b. Ümeyr, diğerinin üzerinde Zübeyr b. Avvam vardı. Rasûlullah (s.a.v.) ordunun sağ cenahına Sa'd b. Hayseme'yi, sol cenahına da Mikdad b. Es-ved'i komutan tayin etti.

İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ali şöyle demiştir: «Bedir savaşında aramızda Mikdad'tan başka bir süvari yoktu.»

Beyhakî, başka bir kanaldan Hz. Ali'nin, İbn Abbas'a şöyle dediğini rivayet eder: «Bedir savaşında yanımızda sadece iki at vardı. Bunlardan biri Zübeyr'in, diğeri de Mikdad b. Esved'in idi.»

el-Ümevî, babası kanalı ile Et-Teymî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: « Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Bedir savaşında iki süvari vardı. Bunlardan biri Zübeyr b. Avvam 'di ki, ordunun sağ cenahında bulunu­yordu. Diğeri de Mikdad b. Esved idi ki, ordunun sol cenahında bulunu­yordu.»

İbn İshale dedi ki: Müslümanlarla birlikte yetmiş deve vardı. Bun­lara nöbetleşe biniyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) ile Ali ve Mersed b. Ebi Mersed, bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Hamza, Zeyd b. Harise, Ebu Kebşe ve Enes (ki bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m iki azadlısıdırlar), bir deveye nöbetleşe biniyorlardı.

İmam Ahmed b. .Hanbel, Affan kanalı ile Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:

«Bedir gününde, bizden her üç kişiye bir deve düşüyordu. Ebu Lü-babe ile Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'m arkadaşları idiler, yürüme nöbeti Rasûlullah (s.a.v.)'a geldiğinde arkadaşları ona: "Senin yerine biz yürü­yelim" dediler. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Siz benden daha güçlü değilsiniz. Ve ben de en azından sizin kadar sevaba muhtacım.»

Ben derim ki: Belki de bu hadise, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Ebu Lüba-be'yi Revha'da Medine valisi olarak tayin edip Medine'ye geri döndür­mesinden önce olmuştur. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m binek arkadaşları, Ali ile Mersed olmuşlardır. Mersed, Ebu Lübabe'nin yerine geçmişti. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.), develerin boyunlanndaki çan­ların koparılarak çıkarılmasını emretti.»

Buharî, Yahya b. Bükeyr kanalı ile Ka'b b. Malik'in şöyle dediğim rivayet eder:

« Rasûlulîah (s.a.v.)'m katıldığı gazvelerin hiç birinden -Tebük gaz­vesi müstesna- geri kalmadım. Yalnız Bedir gazvesinden geri kalmış­tım. Fakat bu gazveden geri kalan kimselerden herhangi birini Cenab-ı Allah kınamadı. Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş kervanını ele geçirmek maksadıyla Medine'den yola çıktı. Nihayet Cenab-ı Allah beklenmedik bir anda ve yerde iki tarafı karşı karşıya getirmişti.»

îbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'den Mekke'ye doğru olan Medine'nin dağ içindeki yolu üzerinde, sonra Akik üzerinde, sonra Zü'1-Hüleyfe üzerinde, sonra Ulat-ı Ceyş yolu üzerinde yürüdü. Sonra Türban'a vardı. Sonra Melel, sonra Gamsü'l-Hamam, sonra Yemame kayacıkları, sonra Seyyale, sonra Feceü'r-Revha, sonra Sünüke yoluna vardı ki, orası normal bir yoldu. Nihayet Irkı'z-Zabye'ye vardığında be­devilerden bir adamla karşılaştı. Ona, bedevilerin durumunu sordular, ama bir haber alamadılar. Bunun üzerine ashab ona dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'a selam ver. O da dedi ki:

- Rasûlullah (s.a.v.) aranızda mıdır?

- Evet, dediler.

Böylece o da Rasûlullah (s.a.v.)'a selam verdi. Sonra şöyle dedi: Eğer sen Rasûlullah (s.a.v.) isen, bana şu dişi devenin karnındakini söy­le.

Seleme b. Selame b. Vakş, ona dedi ki:

- Rasûlullah (s.a.v.)'a sorma. Bana gel, ben sana cevabını vereyim. Sen deveye bindin ve devenin karnında senin çocuğun vardır!" Bunu du­yan Rasûlullah (s.a.v.), Seleme'ye şöyle dedi:

«Sus. Adama karşı fahiş sözler söyledin!» Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Seleme'den yüz çevirdi.

Rasûlullah (s.a.v.), Sec'sec mevkiine indi. Burası Revha kuyusu-dur. Sonra buradan ayrılıp yola devam etti. Munsaraf ta bulunduğu za­man Mekke'nin yolunu sol tarafa bırakarak sağ taraftan Naziye üzerin-de yürüdü. Bedir'e doğru gidiyordu. Böylece oradan bir bucağa yürüdü ve vadiyi enlemesine kat'etti. O vadiye Ruhkan deniliyordu. Naziye ile Madik safra arasında bulunuyordu. Sonra Madik üzerinden yürüdü. Safra'ya yakın bir yere vardığında Besbes b. el-Cühanî'yi -ki bu zat Beni Saide'nin müttefiki idi- bir de Adiy b. Ebi Zeğba el-Cühenî'yi -ki bu da Beni Neccar'ın müttefiki idi- kendisi için keşifler yapıp Ebu Süfyan b. Harb ve başkasından haberler toplamaları için Bedir'e gönderdi.

Musa b. Ukbe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'den çıkmadan ön­ce bu ikisini casus olarak göndermişti. Dönüp de kendisine kervanının haberini verdiklerinde Rasûlulîah (s.a.v.), insanları savaşa çağırmıştı.

Eğer Musa b. Ukbe ile îbn îshak'm söyledikleri sağlam bir rivayet ise, demek İd Rasûlullah (s.a.v.), bu iki kişiyi iki defa göndermiştir. Doğ­rusunu Allah bilir.

îbn îshak, sözüne devamla dedi ki: Daha sonra Rasûlullah (s.a.v.) yola çıktı, biraz ilerledi. İki dağ arasında bulunan Safra köyüne doğru döndüğü zaman bu dağların adlarım sordu. Birinin Müslih, diğerinin Muhri olduğunu söylediler. Müslih s  ahlandıncı, Muhri ise pisleyici anlamına gelir. Buralarda yaşayan halkı sordu. Birinde yaşayan halka Ateşoğullan, diğerinde yaşayana da Çakmakoğulları dendiğini söyledi­ler. Bunlar Gufar kabilesinin iki kolu idiler. Rasûlullah (s.a.v.), ikisi arasından geçmekten hoşlanmadı ve dağların adlarıyla halkların adla­rını tefaül yaptı. Bu iki dağı ve Safra köyünü soluna alarak yola devam etti. Vadiyi enlemesine kat'ettikten sonra konakladı.

Kureyşlilerden Rasûlullah (s.a.v.)'a haber geldi ki, onlar kervanla­rım korumak için yola çıkmışlardır. Bunun üzerine o da ashabıyla isti­şare yaptı. Onlara Kureyş'ten haberler verdi. Ebu Bekir es-Sıddık kal­kıp güzel bir konuşma yaptı. Sonra Ömer b. Hattab kalkıp güzel bir ko­nuşma yaptı. Sonra Mikdad b. Amr kalktı ve şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'ın sana gösterdiği gibi yoluna devam et. Biz seninle beraberiz. Vallahi, İsrailoğullanmn Musa'ya; «Sen ve Rab-bin gidin savaşın. Doğrusu biz burada oturacağız!» dedikleri gibi demi­yoruz. Ancak; «Sen ve Rabbin gidin savaşın. Doğrusu biz de sizinle bir­likte savaşacağız. Seni hak olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki, bizi Berki'l-Gimad'a götürsen bile (Yemen'de bir yer adı.) oraya varıncaya kadar seninle birlikte ve seninle omuz omuza savaşırız!»

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona: "Hayırlı olsun" diyerek onun için hayır duada bulundu.

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Ensâr'ı kastederek: «Ey insanlar, bana fikrinizi söyleyip yol gösterin.» dedi. Çünkü Ensâr'm sayıları bir hayli çoktu. Onlar, Akabe'de peygamberle bey'atleş tiki eri zaman şöyle demişlerdi:

"Ya Rasûlullah (s.a.v.)! Memleketimize kavuşuncaya kadar sen so­rumluluğumuz altında değilsin. Bize kavuştuğun zaman artık sen bi­zim zimmet ve himayemiz desin. Çocuklarımızı ve kadınlarımızı koru­duğumuz şeylere karşı seni de koruruz."

Bundan dolayı Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'ın Medine dışındaki düş­manlara saldırmayacakları endişesiyle korkuyordu. Çünkü onlar, sade­ce Medine'de kendisini koruyacaklarına söz vermişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.), bunu söyediği zaman Sa'd b. Muaz, ona şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki sanki sen bizi kastediyorsun ya Rasûlal-lah!

- Evet.

- Biz sana iman ettik. Seni tasdik ettik. Senin getirdiğin şeyin ger­çek olduğuna şahadette bulunduk. Bunun için sana itaat etmek ve emir­lerini dinlemek üzere sana söz veriyoruz. Şu halde istediğin şeye devam et ya Rasûlallah. Biz seninle beraberiz. Seni hak peygamber olarak gön­deren Allah'a yemin ederim ki, eğer bize şu denizi göstersen ve ona dal­san, elbette seninle beraber biz de o denize dalarız ve hiç birimiz senden geri kalmayız. Bizim düşmanlarımızı yarın bizimle karşılaştırmandan hoşnutsuzluk duymayız. Biz savaşta sabırlı kimseleriz. Cephede karşı­laşma anında sadakatliyiz. Umarız İd Allah, bizimle seni sevindirir. Gö­zünü aydın kılar. Öyleyse Allah'ın bereketi üzerine yola devam et."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) sevindi, sonra şöyle dedi.

«Yürüyün. Size müjdeler olsun. Çünkü yüce Allah, iki şıktan birini bana va'detmiştir. Allah'a yemin ederim ki, şu anda sanki ben müşrik kavmin ölüm yerlerine bakıyorum."

Merhum îbn îshak'm rivayeti budur. Onun buna dair birçok vecih-ten sahicileri vardır. Nitekim Buhari, sahihinde Ebu Nuaym kanalı ile İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet eder:

"Mikdad b. Esved'in öyle bir durumuna şahid oldum ki, onun yerin­de olmayı çok isterdim. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. O esnada Rasûlullah müşriklere beddua ediyordu. Mikdad dedi ki:

- Musa kavminin Musa'ya: "Sen ve Rabbin gidin savaşın. Doğrusu biz burada oturacağız." dedikleri gibi demiyoruz. Aksine biz senin sağın­da, solunda, önünde, arkanda savaşacağız.

Peygamber (s.a.v.)'in bu sözler üzerine yüzünün aydınlandığını ve

sevindiğini gördüm."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ubeyde kanalı ile Enes (r.a.)'in şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşına çıkıp çıkmamak hususunda as­habına danıştı. Ebu Bekir (r.a.) görüşünü söyledi. Fakat Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'in görüşü ile yetinmeyip bir daha sordu. Bu sefer Ömer (r.a.) görüşünü söyledi. Hz. Peygamber (s.a.v.), Ömer'in görüşü ile de yetinmeyip bir daha sordu. Bunun üzerine Ensâr'dan kimisi:

- Ey Ensâr topluluğu, Allah'ın peygamberi sizi kastediyor, dediler. Bunun üzerine Ensâr'dan bazıları kalkıp:

-Ya Rasûlallah! Hoş, biz de sana İsrailoğullarımn Musa (a.s.)'ya: "Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada oturacağız." dedikleri gibi de­miyoruz. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederiz ki, develeri Berki'l-Gimad'a kadar sürsen senin arkandan geleceğiz, dedi­ler.»

İmam Ahmed b. Hanbel, yine Enes (r.a.)'den rivayette bulunarak

şöyle dedi:

«Peygamber (s.a.v.), Ebu Süfyan'm büyük bir kervanla geldiğini haber alınca ashabına danıştı. Ebu Bekir (r.a.) görüşünü söyledi. Onu dinlemedi. Bunun üzerine Sa'd b. Ubade (r.a.):

-Ya Rasûlallah! Sen bizi kastediyorsun. Hayatım kudret elinde bu­lunan Allah'a yemin ederim ki, şu bineklerimizi denizlere daldırmamızı emretsen, onları daldıracağız. Ve eğer Berki'l-Gimad'a kadar onları sür­memizi emretsen yaparız, dedi.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v,), halka yola çıkmalarını emretti.

Ravi diyor ki:

Yola çıktılar. Nihayet Bedir'e varıp konakladılar. Yanlarına su ta­şıyıcı bir deve kervanı geldi ki, aralarında Haccac oğullarının siyahı bir kölesi vardı. Onu yakaladılar. Ebu Süfyan ile arkadaşlarım ona sordu­lar. O da dedi ki:

- Ebu Süfyan hakkında bilgim yoktu. Ama Ebu Cehil b. Hişam, Ut-be b. Rebia ve Ümeyye b. Halef buradadırlar.

Böyle deyince onu dövdüler. Dövünce de şöyle dedi:

- Evet, size haber vereceğim. Burada Ebu Süfyan bulunmaktadır. Onu bıraktıklarında tekrar sordular. O şöyle dedi:

- Ebu Süfyan hakkında bilgim yok. Ama Ebu Cehil, Şeybe, Utbe ve Ümeyye buradadırlar.

Böyle deyince onu yine dövdüler. Rasûlullah (s.a.v.) ise, namaz kıl­maktaydı. Bu hali görünce namazı bırakıp şöyle dedi:

- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, bu köle doğ­ru konuştuğu zaman siz onu dövüyorsunuz. Ama size yalan söylediği za­man da bırakıyorsunuz.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), orada Müslümanlara şöyle dedi: "Burası falan müşrikin düşüp öleceği yerdir." Böyle derken elini şuraya ve şuraya koyuyordu. Düşüp öleceklerini belirttiği yerlerde, o müşrikler düşüp ölmüşlerdir. Bir karış dahi öteye geçmemişlerdi. Mutlaka belirti­len yere düşüp ölmüşlerdi.

İbn Ebi Hatim, tefsirinde Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: Biz, Medine'de iken Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuş­tu:

«Ebu Süfyan'm kervanının gelmekte olduğu bana haber verildi. Şu kervana karşı gitmeye var mısınız? Belki Allah, kervandaki malları bi­ze ganimet olarak verir»

Biz de evet, diye cevap verdik. Birlikte yola çıktık. Bir ya da iki gün yol gittikten sonra bize şöyle dedi:

- Şu kavim hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin Medine'den çıktı­ğınızı mutlaka haber almışlardır.

- Allah'a yemin ederiz ki, hayır, bizim o kavimle savaşacak gücü­müz yoktur. Biz sadece kervanı ele geçirmek istemiştik.

- O kavimle savaşma hususunda ne düşünüyorsunuz?

- Hayır, Allah'a yemin ederiz ki, biz, o kavimle savaşacak güçte de­ğiliz. Sadece kervanı ele geçirmek istemiştik.

Mikdad b. Amr kalkıp şöyle dedi:

- Öyleyse ya Rasûlullah, Musa kavminin Musa'ya; «Git, sen ve Rab-bin savaşın. Biz burada oturacağız.» dedikleri gibi demeyeceğiz.

Ravi Ebu Eyyüb diyor ki: Biz Ensâr topluluğu da Mikdad gibi söz söylemeyi temenni etmiştik. Onun söylediği sözleri, büyük bir servete sahip olmaya tercih etmiştik. Bunun üzerine yüce Allah, Rasûlüne şu

ayeti inzal buyurdu:

«Nitekim, Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkartmıştı. Oysa Müslümanların bir takımı bundan hoşlanmamıştı.» (ei-Enfâi, 5.)

İbn Mirdeveyh, Muhammed b. Amr b. Alkame b. Vakkas el-Leysî'nin babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e gitmek üzere yola çıktı. Revha denilen yere vardığı zaman asha­ba:

-  Ne diyorsunuz, nasıl yapalım? diye sordu.

Ebu Bekir (r.a.):

-Ya Resûlallah, falanca yerde olduklarım haber aldık, dedi.

Peygamber (s.a.v.) tekrar:

- Ne diyorsunuz, ne yapalım? diye-sordu.

Bu defa Ömer (r.a.) de Ebu Bekir'in söylediklerini söyledi. Rasûlullah (s.a.v.), yine aynı soruyu sordu. Bu defa Sa'd hMuaz (ra.) şöy­le dedi:

- Ya Rasûlallah ! Sen bizi kastediyorsun. Seni peygamberlikle şe­reflendiren ve sana kitap indiren Allah'a yemin ederim ki ben, bu yoldan ne gittim, ne de bu yol hakkında herhangi bir bilgim var. Eğer Ye-men'deki Berki'l-Gimad'a kadar da gitsen, biz seninle beraber geleceğiz ve Musa peygambere: "Sen ve Rabbin gidin, savaşın. Biz burada otura­cağız." diyenler gibi demeyeceğiz. Sana: "Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz de seninle beraberiz." diyeceğiz. Galiba sen Medine'den çıkarken bir maksat için çıktın da burada Cenab-ı Allah, sana başka birşey emretti. Nereye gitmek istiyorsan git. Kimi bırakmak, kimi ezmek, kiminle düş­manlık yapmak, kiminle dostluk kurmak istiyorsan yap. Malımızdan da istediğin kadar alabilirsin."

İşte Sa'd'm, bu sözü üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

«Nitekim, Rabbin seni hak uğrunda evinden savaş için çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir takımı bundan hoşlanmamıştı.» (ei-Enfai, 5.)

el-Ümevî, "Meğazi" adlı eserinde Sa'd'm: «Malımızdan dilediğin kadar alabilirsin.» sözünden sonra: «İstediğin kadar bize ver, istediğin kadar da bizden al. Bize vermenden çok bizden almanı istiyoruz. Sen bi­ze ne emredersen, senin emrine uyarız. Allah'a yemin ederim ki, Ye­men'in San'a şehrindeki Berkil-Gimad' köşküne kadar da gitsen senin­le beraberiz.» dediğini de kaydetmektedir.

İbn İshale dedi M: Rasûlullah (s.a.v.), Zafiran'dan yola çıkıp sarp yo­kuşlardan yürüdü. Oralara Esafir denilir. Sonra Dabbe denilen bir bel­deye indi. Hennan'ı sağ tarafına aldı. Orası dağlar gibi büyük kum tepe­leri idi. Sonra Bedir yalanlarına indi. O ve ashabından birisi bineklerine bindi. İbn Hişam'm ifadesine göre ashabından olan o kişi, Ebu Bekir es-Sıddıkidi. Nihayet bedevi bir ihtiyarın yanına geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) ona, Kureyş, Muhammed ve ashabının durumu hakkında oralarda ne gibi haberler dolaştığını ihtiyara sordu. İhtiyar dedi ki:

- Kam olduğunuzu bana haber vermeden size birşey söylemem. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Sen bize haber verdiğin zaman, biz de sana haber veririz, dedi. İhtiyar adam:

- Ona karşı bu olur mu ?

- Evet, olur.

- Bana şöyle bir haber ulaştı. Muhammed ile ashabı, şu ve şu günde yola çıktılar. Eğer bana haber veren adam doğru söylemişse, onlar bu­gün şöyle ve şöyle yerdedirler. (Böyle demekle Rasûlullah (s.a.v.)'m bu­lunduğu yeri kastediyordu.) Bana şöyle bir haber de ulaştı ki; Kureyşli-ler şöyle ve şöyle bir günde yola çıktılar. Eğer bana haber veren adam doğru söylemiş ise, onlar bugün şöyle ve şöyle bir yerdedirler. (Böyle de­mekle de Kureyşlilerin bulunduğu yeri kastediyordu.)

İhtiyar adam sözlerini tamamladığında:

- Siz kimlerdensiniz? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) cevab verdi:

- Biz sudanız.

Böyle dedikten sonra ihtiyar adamın yanından ayrıldı. İhtiyar di­yordu ki:

- Sudanız demek de neyin nesi oluyor? Yoksa Irak suyundan mı? îbn Hişam'm ifadesine göre o ihtiyar adam, Süfyan ed-Damrî'dir. Rasûlullah (s.a.v.), ihtiyarın yanından ayrıldıktan sonra ashabının

yanına döndü. Akşam olunca Ali b. Ebi Talib, Zübeyr b. Avvam ve Sa'd b. Ebi Vakkas ı ashabından bir toplulukla birlikte Bedir suyunun yanına gönderdi. Bunlar, bölge ile müşrikler hakkında bilgi ve haberler elde edeceklerdi. Bu keşif kolu, su taşıyıcı bir kafileye rastladı. Kafile arasın­da Beni Haccac'm kölesi Eşlem ile Beni As b. Said'in kölesi Ebu Yesar da vardı. Keşifçiler, bu ikisini yakalayıp getirdiler ve bunlara sordular. Rasûlullah (s.a.v.) ise, o esnada namaz kılmakta idi. Kıyam halinde îdi. Bu köleler sorulan şöyle cevaplandırıyorlardı:

- Biz Kureyşlilerin sucularıyız. Kendilerine su temin etmemiz için bizi buraya gönderdiler. Sahabeler, onların bu cevablanm beğenmedi­ler. Onların, Ebu Süfyan'm adamları olduklarını sandılar. Bunun için onları dövdüler. Onları linç edecekleri zaman dediler ki:

- Biz Ebu Süfyan'm adamlarıyız.

Bunun üzerine onları bıraktılar. Rasûlullah (s.a.v.) da rükû etti. İki secdesini yaptı. Sonra selam verip şöyle dedi:

- Size doğru söyle diklerinde onları dövdünüz. Size yalan söyledik­lerinde onları bıraktınız. Onlar doğru söylediler. Vallahi onlar, Kureyş ordusunun adamlarıdır. Bana Kureyş hakkında bilgi verin. Bunun üze­rine onlar dediler ki:

Vallahi, şu gördüğün kum tepesinin arkasındaki vadinin öteki yakasındadırlar. Sonra geri getirildiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şöyle

sordu.

- Ordunuz ne kadardır?

- Çoktur.

- Sayıları ne kadar?

- Bilmiyoruz.

- Her gün kaç deve boğazlıyorlar?

- Bir gün dokuz, bir gün on tane.

- Demek 900 ile 1000 arasındadırlar. Onların içlerinde Kureyş'in eşrafından kimler vardır?

- Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ebu'l-Behteri b. Hişam, Hakim b. Hizam, Nevfel b. Hüveylid, Haris b. Amr b. Nevfel, Tuayme b. Esved, Ebu Cehil b. Hişam, Ümeyye b. Halef, Nebih b. Haccac, Münebbih b. Haccac, Süheyl b. Amr, Amr b. Abdi Vüdd.

Adamların böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ashabına dö­nüp şöyle dedi:

- İşte Mekke, ciğerparelerini Önünüze atmıştır.

İbn İshak dedi ki: Besbes b. Amr ile Adiy b. Ebi Zağba yürüdüler. Bedir'e indiler. Develerini suya yakın bir tepede çöktürdüler. Sonra yanlarındaki eski bir su tulumunu aldılar. İçine su dol duruyorlar di. Mecdi b. Amr el-Cühenî de su başında idi, Adiy ile Besbes, suya gelen topluluğun kadınlarından iki kadını dinliyorlardı. Onlar, suyun başın­da birbirleriyle borç konusunu görüşüyorlardı. Borçlu olan kadın, arka­daşına şöyle diyordu:

"Ancak yarın ya da yarından sonra kervan gelir, ben de onlara çalı­şırım, sonra senin alacağını öderim."

Mecdi de o kadına: "Doğru söyledin." dedi ve aralarını buldu. Adiy ile Besbes de bunu dinlediler ve develerine binip gittiler. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gelip duyduklarını anlattılar.

Ebu Süfyan b. Harp döndü. Nihayet kaçıp kurtulmak için kafilenin yanına geldi, suya vardı. Mecdi b. Amr'a sordu:

- Herhangi bir kimse gördün mü?

- Tanımadığım hiçbir kimseyi görmedim. Sadece iki süvari gördüm M, şu tepeye bineklerini çöktürdüler. Sonra eskimiş su tulumlarıyla su

alıp gittiler.

Ebu Süfyan, onların develerini çöktürdükleri yere geldi. Develeri­nin dışkılarım yerden alıp eliyle ufaladı ve dağıttı. Bir de baktı ki; dışkı­lar içinde hurma çekirdeği var. Dedi ki:

- Vallahi, bu Medine'nin yemleridir. Böylece arkadaşlarına doğru hızla ilerledi. Kafilenin yönünü yoldan çevirdi. Sahil yolunu tuttu. Be-dir'i sol tarafta bıraktı. Sür'atle yoluna devam etti.

Kureyşliler geldiler. Cühfe'ye indilderinde Cüheym b. Salt b. Mah­reme b. Muttalib b. Abdumenaf bir rüya gördü. Ve şöyle dedi;

- Ben tıpkı uyuyan bir kimsenin gördüğü gibisini gördüm. Uyku ile uyanıklık arasındaydım. Bir adam gördüm. Atın üzerinde idi. Gelip ya­nıma durdu. Onunla birlikte bir devesi de vardı. Sonra şöyle dedi:

- Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ebül-Hakem b. Hişam, Ümeyye b. Halef falan falan öldürüldü.

Bedir gününde Kureyş'in eşrafından öldürülen bir takım adamları saydı. Sonra adamın, kendi devesinin göğsüne vurarak ordunun içine gönderdiğim gördüm. Ordunun çadırlarından bütün çadırlara onun ka­nından bulaştı.

Bu haber Ebu Cehil'e ulaşınca dedi ki:

«Bu da yine Muttalib oğullarından başka bir peygamber! Eğer ya­rın düşmanlarımızla karşılaşırsak, kimin öldürüleceğini görürler!»

İbn İshak dedi ki: Ebu Süfyan, kafilesini koruyup kurtarmış oldu­ğunu gördüğü zaman Kureyş'e şöyle bir mektup gönderdi:

"Şüphesiz İd siz sadece kafilenizi, adamlarınızı ve mallarınızı koru­mak için sefere çıktınız. Allah onları kurtarmıştır. Artık dönün."

Bunun üzerine Ebu Cehil b. Hişam dedi ki:

- Allah'a yemin ederim İd Bedir'e ulaşıncaya kadar dönmeyiz. (Be­dir, Arapların panayır yerlerinden biri idi. Onlar için orada her sene pa­nayır düzenlenirdi.) Biz, orada üç gün süre ile ikamet ederiz. Develeri­mizi boğazlar, yemeğimizi yer, şarabımızı içeriz ve oyuncu kadınlar oy­nayıp bize şarkı söylerler. Araplar da bu yaptıklarımızı işitir ve bizim gittiğimiz yeri, toplantımızı duyar, bizi dinlerler. Böylece bundan sonra sonsuza dek bizden korkarlar. O halde yola devam ediniz!

Zühre oğullarının müttefiki Ahnes b. Şerik b. Amr b. Vehb es-Sakafî, Zühre oğulları Cühfe'de bulunurken onlara şöyle dedi: "Ey zühre oğulları! Allah, mallarınızı ve arkadaşınız Mahreme b. Nevfel'i kurtar­mıştır. Siz, sadece onu ve malını korumak için yola çıkmıştınız. Korkak­lığı bana bırakanda artık geri dönün. Çünkü bir menfaat olmaksızın se­fere çıkmanıza gerek yoktur. Şu adamın (Ebu Cehil'in) söylediklerine al­dırmayın."

Bunun üzerine Zühre oğullan geri döndüler ve Zühreli hiçbir kişi orada hazır bulunmadı. Ahnes'e itaat ettiler. Ahnes, onlar arasında sözü dinlenir bir kimse idi. Beni Adiy b. Ka'b'tan başka Kureyş kabilesinin her kolundan mutlaka orada kalanlar oldu. Zühre oğullan ise, Ahnes b. Şerik ile birlikte tamamen geri döndüler ve bu kabileden hiçbir kimse Bedir'de hazır bulunmadı.

Nihayet ordu yürüdü. Talib b. Ebi Talib ile Kureyş'ten birisinin arasmda karşılıklı konuşmalar oldu. Talib, Kureyş kavminin içinde idi , kendisine dediler ki:

- Vallahi ey Haşim oğullan! Andolsun biliyoruz ki, her ne kadar siz bizimle birlikte gelmişseniz de gönlünüz Muhammed'le beraberdir!

Bunun üzerine Talib, dönenlerle birlikte Mekke'ye döndü ve bu hu­susta şöyle bir şiir söyledi:                                 

"Onlar, işte bu at sürülerinden bir sürü içinde müttefik, muharip olan eğer topluluk arasındaki Talib'le savaşırlarsa, artık onlar mağlup edilip yağmalansınlar ve kendilerine saldırılsın."

îbn İshak dedi ki: Kureyşliler yürüdüler. Vadinin Medine'ye en uzak olan kenarına indiler. Burası, kum tepelerinin ve vadi karnının ar-dmdadır. Bu vadinin adı Yelyel idi. Bedir ile Kureyş'in bulunduğu kum tepelerinin arasındadır. Su kuyuları, Bedir'de Yelyel vadisinden Medi­ne'ye en yakın olan kenarda idiler.

Ben derim ki: Bu hususta yüce Allah şöyle buyurdu:

«Siz vadiye en yakın ve onlarda en uzak yamaçta idiler. Kervanın süvarileri sizden daha aşağıdaydı, (yani sahil tarafindaydı.).. Savaş için buluşmak üzere sözleşmeye kalksaydınız, vaktini tayinde anlaşmazlığa düşerdiniz. Fakat Allah -mahvolan, apaçık belgeden ötürü mahvolsun; yaşayanda apaçık belgeden ötürü yaşasın diye- olacak işi yaptı.» (el-Enfâi, 42.)

Allah bir yağmur gönderdi. Vadi yumuşaktı. Ayaklar içine batıyor­du. Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, kendileri için yeri ıslatan ve yürümele­rini engellemeyen bir suya kavuştular. Kureyş'in de başına gökten bir yağmur indi ki, bu yağmur onların yürümelerini engelledi. Ben derim ki: Bu hususta yüce Allah şöyle buyurdu: «Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesesini gidermek, kalblerinizi pe­kiştirmek ve sebatınızı artırmak için gökten size su indirmişti.» (el-Enfsi, 11.)

Kavinin anlattığına göre bu yağmur, Müslümanları zahiren ve batmen temizledi. Ayaklanın yere sağlam bastırdı. Yüreklerine cesaret verdi, şeytanın nefislerine verdiği korku, ürküntü ve vesveseleri gider­di. Yardımsız kalacaklarına dair vehimleri yok etti ki, bu da hem batınını, hem zahirini sağlamlaştınlıp sebata kavuşturulması idi. Cenab-ı Allah, semadan üzerlerine yardım indirdi. Bunu şu ayetle açık­ladı:

«Rabbin meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalblerine korku salacağım, artık onla­rın boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın» dedi. (ki elleriyle silah tutamasınlar.) Bu, onların Allah'a ve peygamberine karşı koymalann-dandır. Kim Allah'a ve peygamberine karşı koyarsa; bilsin ki, Allah'ın cezası şiddetlidir. İşte bunu tadın, inkar edenlere Cehennem azabı da vardır.» (cl-Enfal, 12-14.)

îbıı Cerir, Harun b. İshak kanalı ile Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Bedir savaşının yapılacağı sabahın gecesinde üzerimize hafif bir yağmur yağdı. Ağaçların ve kalkanların altına koşup yağmurdan sakın­maya çalıştık. Rasûlullah (s.a.v.)'da o geceyi namaz kılarak geçirdi. Mü'minleri savaşa teşvik etti."

İmam Alımed b. Hanbel, Abdurrahman b. Mehdî kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bedir gününde Mikdad'tan başka aramızda bir süvari yoktu. Rasûlullah'taıı başka herkes uyamakta idi. O bir ağacın altında sabaha dek namaz kılıp ağladı."

Mücahid dedi ki: «O gece üzerlerine bir yağmur yağdı. Yağmur ile tozlar yok oldu. Yer biraz sertleşti. Gönülleri sükun buldu. Ayaklarına da sebat geldi.»

Ben derim ki: Bedir gecesi, hicri ikinci sene ramazan ayının onye-dinci gecesi idi ki, o gece, bir cuma.gecesi idi. Rasûlullah (s.a.v.), geceyi bir ağaç dibinde namaz kılarak geçirdi. Secdesinde çokça: "Ya hayy, ya kayyum" diyordu. Bu zikri fazlaca tekrarlıyordu.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ashabını suya koşturdu. Yola çıkıp Bedir'e en yakın bir su başına geldiği zaman oraya inip konakladı.

Seleme oğullan kabilesinden bazı kimseler bana dediler ki: Hab-bab b. Münzir b. Cemuh, Hz. Peygamber'e şöyle sordu:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Burayı nasıl gördün? Allah mı seni buraya yerleştirdi ki, buradan ne bir adım ileriye geçebilelim, ne de bir adım ge­ri durabilelim? Yoksa sen kendi görüşün ve savaş taktiğin gereği olarak mı buraya yerleştin?

- Hayır bu bir görüş, bir harp ve taktik gereğidir.

- Ey Allah'ın Rasûlü! Burası karargah kurulacak bir yer değildir. Orduyu buradan al ve Kureyş'e en yakın bir su başına gidip oraya karar­gah kuralım. Sonra o suyun ötesindeki kuyuların sularım bozalım. Son­ra orada bir havuz yapıp içini su ile dolduralım ki Kureyşlilerle savaştı­ğımızda biz içelim, onlar içemesinler.

Bunun üzerine Allah elçisi:

- Gerçekten iyi bir yol gösterdin.

el-Ümevî, babası kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: Bir ara Rasûlullah (s.a.v.) halkı topluyordu. Cebrail de sağ tara­fında duruyordu. Meleklerden biri gelip şöyle dedi:

- Ya Muhammedi Allah sana selam söylüyor. Rasûlullah (s.a.v.):

- O Selamdır. Selam O'ndandır. Selam O'nadır, dedi. Melek dedi ki:

- Yüce Allah sana diyor ki: Yapılması en uygun olan, Habbab b. Münzir'in sana teklif ettiği şeydir.

Rasûlullah (s.a.v.) sordu:

- Ey Cebrail, şunu tanıyor musun?

- Göktekilerin hepsini tanımıyorum, ama bu doğru söylüyor, bu şeytan değildir!

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ve beraberindekiler kalkıp Ku-reyş ordusuna en yakın suyun yanına gittiler. Rasûlullah, öbür kuyula­rın kapatılmasını emretti. Yanma karargah kurduğu kuyunun üzerine bir havuz yaptırdı. İçini su ile doldurdu. Sonra kaplarını içine attılar.

Bazılarının anlattıklarına göre Habbab b. Münzir, mezkûr teklifini Rasûlullah (s.a.v.)'a arz ettiğinde gökten bir melek geldi. O esnada Ceb­rail de Hz. Peygamberin yanında bulunuyordu. Melek dedi ki:

- Ya Muhammedi Rabbin sana selam söylüyor ve diyor ki: Uyulma­sı gereken görüş, Habbab'm görüşüdür.

Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail'e baktı. Cebrail şu cevabı verdi:

- Bütün melekleri tanımam, ama bu melektir, şeytan değildir.

el-Ümevî'nin anlattığına göre Müslümanlar, gece yarısı müşrikle­re yakın kuyunun yanma gelip ordugah kurdular. Kuyuya inip su çekti­ler. Havuzları doldurdular. Öyleki havuzlar dolup taştı. Kuyuda, müş­rikler için su kalmadı.

İbn İshale, Abdullah b. Ebi Bekr kanalı ile Sa'd b. Muaz'ın, Hz. Pey­gamber'e şöyle dediğini rivayet etmiştir:

- Ey Allah'ın Peygamberi! Senin için altında duracağın bir gölgelik yapalım ve senin yanında bineklerini de hazır tutalım. Sonra düşmanla­rımızla karşı karşıya gelelim. Eğer Allah bizi güçlü kılar ve bizi düşman­larımıza galip ederse bu, zaten bizim istediğimiz birşeydir. Ama öbür türlüsü olursa, sen bineklerin üzerinde oturur ve bizim ardımızdaki kavmimizden olan kimselere gidip kavuşursun. Senden birçok kavim­ler geride kalmıştır. Ey Allah'ın Peygamberi! Onlar bizden daha fazla seni seviyorlar. Şayet senin bir savaşla karşılaşacağını zannetselerdi, senden geri kalmazlardı. Allah, seni onlar vasıtasıyla korur. Seninle istişarede bulunurlar ve seninle birlikte cihad ederler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a övgüde bulundu ve hayır dua etti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) için bir gölgelik yaptırıldı.

îbn İshak dedi ki: Kureyşliler, sabahleyin yola çıkıp geldiler. Rasûlullah, onların kum tepelerinden aşağı vadiye doğru indiklerini gö­rünce şöyle dedi:

- Allahım, işte Kureyş tekebbür ve kendini beğenmişlik ile gelmiş­tir. Sana düşmanlık etmekte ve senin rasûlünü yalanlamaktadırlar. Bana söz verdiğin yardımına sığınırız ey Allahım. Sabahleyin onları mahvet!

Rasûlullah (s.a.v.), kavminin içinde kırmızı erkek devesi üzerinde .duran Utbe b. Rebia'yı görünce şöyle dedi: Eğer onlardan birinde bir ha­yır varsa, o bayır, kırmızı erkek devenin sahibinde olur. Eğer ona itaat ederlerse doğru yolu bulurlar.

Ravi dİ3'or İd: Hufaf b. Ejona b. Ralıada ya da babası Eyma b. Raha-da el-Gifarî kesilmiş bir kaç deveyi oğluna vererek Kureyşlilere hediye olarak gönderdi ve şöyle dedi: Size silah ve adamlarla takviye gönder­memizi isterseniz bunu yapar ve size yardımcı oluruz.

Kureyşliler de, ona oğlu ile birlikte şu haberi gönderdiler:

«Teşekkür ederiz. Sen görevini yaptın. An dolsun İd eğer biz, insan­larla savaşacak olursak bilesin ki bizde zaaf ve güçsüzlük yoktur. Ama biz -Muhammed'in iddia ettiği gibi- Allah ile savaşacaksak hiçbir kimse Allah ile savaşmaya güç yetiremez!»

Ravi, sözüne devamla şöyle diyor: İnsanlar ordugaha geldikleıi za­man Kureyş'ten bir topluluk geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın havuzuna var­dı. Aralarında Hakim b. Hizam da vardı. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

- Onlara ilişmeyiniz. Onlan kendi hallerine bırakınız.

O gün müşriklerden havuzun suyunu içen herkes öldürüldü. Sade­ce Hakim b. Hizam öldürülmekten kurtuldu. Sonra o Müslüman oldu ve İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Kuvvetli bir yemin ettiği zaman: «Hayır ,Be-dir gününde beni kurtarana and olsun ki... » derdi.

Ben derim ki: Bedir savaşında Müslümanlar 313 kişi idiler. Nite­kim Bedir savaşını anlattıktan sonra buna dair detaylı açıklamalarda bulunacak ve savaşa katılan sahabelerin adlannı alfabetik sıraya göre inşaallah nakledeceğiz.

Buhari'nin sahihinde Bera'nm şöyle dediği rivayet edilir: «Biz ken­di aramızda konuşurken Bedir savaşma katılan sahabelerin 310 küsur olduklarını söylüyorduk İd, bunlar Talut'la birlikte ırmağı geçen asker­lerinin sayısı kadar idiler. Onunla birlikte nehri ancak mü'min kimseler geçebilmi şler di.»

Yine Buharı, Bera'nm şöyle dediğini rivayet eder:

«Bedir savaşında ben ve İbn Ömer, küçük görünmüştük. Bedir sa­vaşma katılan Muhacirlerin sayısı altmış küsur idi. Ensârîler ise, 240 küsur kişi idiler.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Nasr b. Riab kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Bedir savaşma 313 kişi katılmıştı. Muhacirlerin sayısı yetmiş altı idi. Bu savaş, ramazan ayının onyedisinde yapılmıştı. Bu hususta yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Allah onları uykunda sana az gösteriyordu, Çok göstermiş olsaydı, yılacak ve bu hususta çekişmeye başlayacaktınız. Fakat Allah sizi kur­tardı.» (el-Enfâl, 43.)

Rasûlullah, savaşın yapılacağı günün gecesinde bir rüya görmüş­tü. Denildiğine göre o, gölgelikte uyumuş ve kendilerine izin vermedikçe savaşmamaları için insanlara emir vermişti. Müşrik ordusu, İslâm ka­rargahına yaklaştığında Ebu Bekir es-Sıddık, Rasûlullah'ı şu sözlerle uyarmaya başlamıştı:

"Ya Rasûlallah! Bize yaklaştılar. Uyan artık." Rasûlullah uyumak­ta iken Cenâb-ı Allah, müşrik ordusunun sayısını ona az göstermişti." Bunu, el-Ümevî rivayet etmiştir ki, bu cidden gariptir.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Karşılaştığınızda, olacak işi oldurmak için, onları gözlerinize az gösteriyor ve sizi de onların gözünde azaltıyordu.» (ci-Enfâi, 44.)

İki ordu karşılaştığında Cenâb-ı Allah, her birini diğerinin gözüne az gösterdi ki, birbirlerine karşı cesaretli olsunlar. Bunda da Cenâb-ı Al­lah'ın sonsuz bir hikmeti vardı. Bu husus, Al-i Imrân süresindeki şu aye­te ters düşmemektedir:

«Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında sizin için ibret vardır. Biri Allah yolunda savaşanlardır. Diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı, gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah diledi­ğini yardımıyla destekler.» (Âl-i îmrân, 13.)   

Bu hususta nakledilen ild kavlin en doğru olanına göre yukarıdaki ayetin manası şöyledir: Kafir grup, mü'min grubu kendi sayılarının iki misli kadar görüyordu. Kılıçların çekilmesi ve savaşın kızışması esna­sında mü'minleri kendilerinin iki misli sayıda görmüşlerdi. Allah kalp­lerine korku bırakmışta. Bu sebeple kafirler önceleri mü'minleri az mik­tarda görmüşlerdi. Sonra Allah, onlara kendi nusreti ile yardımcı oldu. Onları kafirlerin gözlerine iki misli gösterdi. Bunun üzerine gevşediler. Zaaf gösterip mağlup oldular. Bu yüzden yüce Allah buyurmuş ki:

«Allah dilediğini yardımıyla destelder. Bunda görebilenler için ib­ret vardır.» (Âl-ı Imrân, 13.)

İsrail, Ebu Ubeyd ile Abdullah'ın şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Bedir gününde onlar gözlerimize az gösterilmişlerdi. Öyleki ben yanım­da duran bir adama:

- Şu karşıdakiler yetmiş kişi kadar var mı? diye sordum. O da bana:

- Onları 100 ldşi kadar görüyorum, demişti.

İbn İshak, babası kanalı ile Ensâr'dan bazı yaşlıların şöyle dedikle­rini rivayet eder: Kureyşliler, Bedir'e yerleştiklerinde Ümeyr b. Vehb el-Cümehî'yi gönderdiler ve ona şöyle dediler:

- Bizim için Muhammed'in ashabım tahmin et. Zanmnı ortaya ko­yarak takdir et. Miktarlarını bize bildir.

O da atıyla çabukça askerin etrafını dolaştı. Sonra onlara dönüp şöyle dedi.

- Aşağı yukarı 300 kişidirler. Ama bizim için hazırlanmış gizli kuvvetler veya yardım olup olmadığını görmem için bana süre tanıyın.

Böylece vadiye yürüyüp uzaklaştı. Birşey görmedi. Sonra Kureyşli-lere dönüp şöyle dedi:

- Birşey bulamadım. Fakat ey Kureyş topluluğu! Develer ölüleri yükler. Medine develeri kesin ölümü taşıyorlar. Medineliler öyle adam-larki, kılıçlarından başka onlarla beraber ne bir koruyucu kuvvet, nede bir sığınak vardır. Allah'a yemin ederim ki, sizden bir adam öldürmeden onlardan bir adamın öldürüleceğine manasım gelmiyor. Bu sebeple de onlar, kendi ölüleri sayısınca sizden adam Öldürdükten sonra artık ha­yatta ne hayır kalır, varın düşünün!

Hakim b. Hizam, bu sözleri duyduğunda insanların arasında dolaş­tı. Utbe b. Rebia'ya gelip şöyle dedi:

- Ey Eba Velid, sen Kureyş'in büyüğü, efendisi ve liderisin. İtaat olunan, sözü dinlenen bir adamsın. İstermisin ki, sonsuza dek onların arasında hayır ile anılasm?

Utbe sordu:

- Ey Hakim, nedir o?

- Milleti çevir ve müttefikin olan Amr b. Hadremî'nin işini yüklen.

- Hadi yaptım. Sen bu işi, bana bırak. O, benim müttefikimdir. Onun diyeti ve malından giden şeyler bana aittir. O değil de İbn Hanze-le'ye (Ebu Cehil'e) git. Çünkü insanların işini, ondan başka karıştırıp fesadlık yapacak başka birinden korkmuyorum.

Sonra Utbe, kalkıp insanlara hitaben şöyle dedi:

- Ey Kureyş topluluğu! Vallahi siz Muhammed ve ashabıyla karşı­laşmakla birşey yapamayacaksınız. Allah'a yemin ederim ki siz, eğer ona vurursanız, adam, bakmak istemediği bir adamın yüzüne bakmaya mecbur kalacak. Çünkü adam, ya amcasının oğlunu veya dayısının oğlunu yahud aşiretinden bir adamı öldürecektir. O halde geri dönün ve Muhammed'i diğer Araplarla başbaşa bırakın. Onlar, eğer ona vurur­larsa sizin'istediğiniz zaten budur. Eğer bundan başkası olursa, o sizi bulur ve murad ettiğiniz şey konusunda ondan size bir zarar gelmez.

Hakim dedi ki: Ben de yürüyüp Ebu Cehil'in yanma vardım. Onu, dağarcığından kendisine ait olan bir zırhı çıkarırken buldum. Zırhını onanyordu. Ona şöyle dedim:

"Ey Eba Hakem! Utbe beni şu ve şu seb'eble sana gönderdi." Ebu Ce­hil, kibirlenerek şöyle dedi: Muhammed'le ashabını görünce, vallahi korkusundan Utbe'nin ödü koptu. Hayır, vallahi bizimle Muhammed'in arasında Allah hükmünü verinceye kadar geri dönmeyiz!

Utbe, böyle söyleyecek bir adam değildir. Ancak o, Muhammed ile arkadaşlarının deve yeyicileri olduklarını görünce, oğlunun da onlar arasında bulunduğunu anlayınca böyle dedi ki, sizi onlara karşı korkut­sun.

Sonra Âmir b. Hadremî'ye haber gönderip şöyle dedi:

- Bu senin müttefikindir. Milleti geri döndürmek istiyor. Halbuki sen onların senden aldığı intikamı gözünle görmüştün. O halde kalk, Kureyş'in sana olan ahidlerini ve kardeşinin öldürülmesini yüksek ses­le duyur.

Bunun üzerine Amir b. Hadremî kalktı. Kendini gösterdi ve şöyle bağırdı:

- Alı Amr, vah Amr!

Bunun üzerine savaş kızıştı, insanlar sertleştiler. Savaşma niyet­lerini kesinleştirdiler. Utbe'nin propagandasını yaptığı görüş, ters tep­ki doğurdu.

Utbe'ye, Ebu Cehl'in: «Vallahi, onun ödü koptu.» şeklindeki haberi ulaştığında şöyle dedi:

- Yakında altına pislemeyi görür. Bakalım, benim mi ödüm kop­muş, yoksa onun mu?

Utbe, başına geçirmek için bir miğfer aradı. Başı büyük olduğun­dan dolayı askerler arasında başına uygun bir miğfer bulamadı. Hal böyle olunca başına, kendisine ait olan bir kumaş parçasını sarık olarak sardı.

Müsevver b. Abdülmelik el-Yerbuî kanalıyla İbn Cerir, Said b. Mü-seyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Bir ara biz, Mervan b. Hakem'in yanında idik. Mabeyincisi yanına gelip:

- Hakim b. Hizam yanınıza gelmek için izin istiyor? diye sordu. Mervan da:

- İçeri girmesine izin verin, dedi. Hakim içeri girince Mervan ona:

- Merhaba ey Eba Halid, yaklaş bakalım, dedi ve meclisin baş tara­fından inip onun yanma geldi. Aralarında sadece bir yastık vardı. Onu karşılayıp şöyle dedi:

- Bize Bedir hadisini anlat. Hakim söze şöyle başladı:

«Yola çıktık. Cühfe'ye geldiğimizde Kureyş kabilelerinden biri ta-mamiyle geri döndü. O dönen kabilenin müşriklerinden hiçbiri Bedir'de hazır bulunmadı. Sonra yola devam ettik. Ayet-i kerimede Allah'ın sözü­nü ettiği Bedir yakasına geldik. Utbe b. Rebia'ya gidip şöyle dedim:

- Ey Eba Velid! Hayatta kaldığın sürece bu günün şerefine sahip ol­mak ister raisin?

- Tabii ki isterim. Ama ne yapmam gerekiyor?

-  Siz Muhammed'den, İbn Hadremî'nin kanından başka birşey is­temeyeceksiniz. O senin müttefikindir. Onun diyetini yüklen, insanlar geri dönsünler.

- Hadi yaptım. Sen bu işi bana bırak. Ama İbn Hanzele'ye (Ebu Cehil'e) git ve ona şöyle de:

- Bugün yanındaki adamlarla amcan oğlunun yanından geri dön­meye var mısın?

Ebu Cehü'in yanma vardım. O önünde ve arkasında yığılı bulunan bir kalabalık içinde idi. Hadremî de yanı başında duruyor ve şöyle diyor­du:

"Abdu'ş-Şems oğullan ile aramızdaki akdi feshettim. Bugün benini akdim, Mahzumoğullanyladır."

Ona dedim ki:

- Utbe b. Rebia, sana şöyle diyor: "Bugün yamndakilerle birlikte ge­ri dönmeye var mısın?"                                                      

Ebu Cehil, bana şu cevabı verdi;

- Senden başka bir elçi bulamadı mı?

- Hayır. Ben ondan başkasının elçisi olacak adam değilim! Hakim diyor ki: Süratle Utbe'ye gittim ki, haberi kaçırmayayım.

Yanma vardığımda Utbe, Eyma b. Rahada el-Ğifarî'ye yaslanmıştı. Müşriklere on deve hediye etmişti. Ebu Cehil'in yüzünde şimşekler çak­mış ve Utbe'ye: "Ödün koptu öyle mi?" diye sormuştu. Utbe de; "Kimin ödünün kopacağım göreceksin." demişti. Ebu Cehil, kılıcım çekerek atı­nın sırtına vurdu. Eyma b. Rahada da: "Bu ne kötü fal!" dedi ve o esnada savaş başladı.

Rasûlüllah (s.a.v.), ashabım sıraya koydu ve güzel bir şekilde onları saf halinde dizip yerleştirdi.»

Tirmizî, Abdurrahman b. Avf m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bedir savaşında Rasûlüllah (s.a.v.), bizi geceleyin sıraya koydu."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Bedir savaşında Rasûlüllah (s.a.v.), bizi sıraya koydu. Bizden ba­zıları safin ilerisine çıkmışlardı. Rasûlüllah onlara bakıp: «Benimle be­raber, benimle beraber." dedi."

İbn İshak, Habban b. Vasi b. Habban'm, kavminin yaşlılarından bazılarının kendisine şöyle dediklerini rivayet ettiğim söyler:

Rasûlüllah (s.a.v.), Bedir gününde ashabının saflarını düzeltti. Elinde bir ok vardı. Safları o okla düzeltiyordu. Sevad b. Gaziye'ye rast­ladı. Bu zat, Beni Adiyy b. Neccar kabilesinin müttefiki idi. Sevad, safın ilerisine çıkmıştı. Rasûlüllah, onun karnını ok ile itip şöyle dedi:

- Ey Sevad, hizaya gel.

- Ya Rasûlallah, canımı acıttın. Halbuki Allah, seni hak ve adaletle göndermiştir. Sana kısas uygulamama imkan ver.

Rasûlüllah (s.a.v.) karnını açıp:

- İşte kısası uygula, dedi. Bunun üzerine Sevad'ta Rasûlullah'ı ku­caklayıp karnını öpmeye başladı.

Rasûlüllah, ona sordu:

- Ey Sevad, neden böyle yaptın?

- Ya Rasûlaîlah, görüyorsun ki savaş olacak. Benim seninle olan son demimde ciltlerimizin birbirine temas etmesini arzuladım.

Bunun üzerine Rasûlüllah, ona hayır duada bulundu ve hayır tav­siye etti.

îbn İshak, İbn Afra'mn şöyle dediğini rivayet eder:

- Ya Rasûlallah! Kulun hangi ameli Rabbi güldürür?

- Düşmana süngüsüz ve miğfersiz saldırması...

Bunun üzerine İbn Afra, üzerindeki zırhı çıkarıp attı. Kılıcını alıp savaşmaya başladı. Nihayet öldürüldü. Allah ondan razı olsun.

İbn İshak dediki: Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.) saflara döndü. Gölgeliğe girdi. Ebu Bekir de onunla birlikte gölgeliğe girdi. Orada yan­larında başka bir kimse yoktu.

îbn İshak ve diğerleri dediler ki: "Sa'd b. Muaz (r.a.), kılıcım kuşan­mış olarak Ensâr'dan birkaç adamla birlikte gölgeliğin kapısında dur­muş, Rasûlullah'm düşmanlar ve müşrikler tarafından saldırıya uğra­masından korktukları için nöbet tutuyorlardı. Yan taraftada iyi develer bekletiliyordu. Eğer ihtiyaç duyulursa, Rasûlüllah onlara binip Medi­ne'ye dönecekti. Nitekim Sa'd b. Muaz, ona böyle bir teklifte bulunmuş­tu."

"Müsned" adlı eserinde Bezzar, Muhammed b. Ukayl'm şöyle dedi­ğini rivayet eder: «Hz. Ali, bize hitapta bulunarak;

- Ey insanlar! İnsanların en cesuru kimdir? diye sordu.

- Sensin, ey mü'minlerin emiri! dendi.

- Evet, her kim benimle çarpıştıysa ben onu yendim. Bununla bera­ber ben değilim. İnsanların en cesuru Ebu Bekir'dir.   Biz savaşta Rasûlüllah için bir gölgelik yapmıştık. Onun yanında kim nöbet tutacak ki, müşriklerden herhangi biri ona saldırmasın? diye sorduğumuzda, Allah'a yemin ederim ki bizden hiç kimse bu nöbete yanaşmadı. Sadece Ebu Bekir kılıcım çekip Rasûlullah'm yanı başında nöbet tutmaya baş­ladı ki, her kim Rasûlullah'a saldırırsa, onu vurup yere yıkıyordu. İşte insanların en cesuru odur.

Rasûlüllah (s.a.v.)'ı, Kureyşlilerin yakalayıp meydan okudukları­nı, yakasından tutup çekiştirdiklerini ve ona şöyle dediklerini gördüm: "Sen misin bütün ilahları atıp bir tek ilaha tapmamızı isteyen?" Allah'a yemin ederim İd Ebu Bekir'den başka hiç birimiz ona yardı­ma yanaşamadık. Ebu Bekir ki, onu, aralarına alıp tartaklayanlardan birini vuruyor, birini itij'or, birini de çekiştiriyor ve şöyle diyordu:

- Yazıklar olsun size! Rabbim Allah'tır, dediği için mi bir adamı öl­düreceksiniz?!

Böyle dedikten sonra Hz. Ali, üzeiindeki abasını kaldırıp ağladı. Öyleki gözlerinden akan yaştan sakalı ıslandı. Sonra şöyle dedi:

- Allah aşkına söyleyin, Firavun hanedanından olan ve Musa'ya yardıma gelen mü'min kişi mi daha hayırlı, yoksa Ebu Bekir mi daha ha­yırlıdır?

Onun bu.sorusu karşısında orada bulunanlar sustular. Cevabı yine Hz. Ali verdi:

- Allah'a yemin ederim ki, Ebu Bekir'in bir saati, Firavun haneda­nından olan o mü'min kişinin yeryüzü doluşunca yapacağı iyiliklerden daha hayırlıdır. Çünkü o imanını gizleyen bir adamdı. Bu ise imanını açığa vuran bir kimsedir.»

Bu, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık'a ait bir özelliktir. Çünkü o, gölgelikte Rasûlullah'la beraberdi. Mağarada da onunla beraberdi. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın.

Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşında çokça dua ediyor, tazarru ve ni­yazda bulunuyordu. Duasında şöyle diyordu:

«Allah'ım, eğer şu bir avuç topluluğu mahvedersen, artık yeryüzün­de sana ibadet edilmeyecektir!»

Rasûlullah (s.a.v.), Aziz ve Celil olan Rabbinden meded dileyerek şöyle diyordu:

«Allahım, bana verdiğin sözleri yerine getir. Allahım, yardımını is­tiyoruz.»

Ellerini dua esnasında semaya kaldırmış, öyleki, omuzundaki abası yere düşmüştü. Hz. Ebu Bekir de arkasından abasını kaldırıp tek­rar omuzuna bırakıyor ve fazlaca yalvarıp yakarışından ötürü ona şefkat göstererek şöyle diyordu:

"Ya Rasûlallah, Rabbine yaptığın yalvarmalardan bazı şeyleri iste. Çünkü Allah, senin için vaad ettiklerini yerine getirecektir."

Süheylî, Kasım b. Sabit'ten böyle rivayette bulunmuştur ki, Ebu Bekir es-Sıddık, Hz. Peygamber'e sadece şunu söylemiştir: "Yalvarma esnasında Rabbinden bazı şeyleri iste.» Ebu Bekir, Peygamber Efendi­miz'e şefkatinden ötürü böyle demişti. Çünkü o, Peygamberin dua, ta­zarru ve niyaz esnasında yorulup bitkin düştüğünü görmüştü. Öyleki, omuzundaki abası yere düşmüştü. Bunun üzerine Ebu Bekir ona: «Bun­ların bazısını iste ya Rasûlallah» demişti. Yani kendini bu kadar yorma, Allah sana yardım edeceğine söz vermiştir.

Ebu Bekir (r.a.), Peygamber'e karşı aşırı derecede şefkatli ve yufka yürekli bir kimse idi.

Süheylî, Şeyhi Ebu Bekir b. Arabi'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), korku makamında idi. Ebu Bekir es-Sıddîk ise, umut makamında idi. Savaş vaktinde korku makamında bulunmak daha mü­kemmeldir. Çünkü Allah, dilediğini yapma kudretine sahiptir. Hz. Pey­gamber, mü'minlerin öldürülmesi halinde artık Allah'a yeryüzünde iba­det edilmeyeceğinden korkmuştu. Onun korkusu ibadet içindi.

Ben derim M: Bazı sûfilerin; "Bu makam, Hira mağarasında bulun­ma günündeki makamın karşılığıdır." diye söyledikleri söze gelince; bu, sahibine iade olunacak bir sözdür. Çünkü bu sözü. söyleyen kimse, sözle­rindeki noksanlığı düşünmemiş ve üzerine vazife olmayan şeyleri söyle­miştir. Doğrusunu Allah bilir.

İki grup karşılaştı.İki fırka karşı karşıya geldi. İki hasım, Rahman olan Allah'ın huzurunda bir araya geldi. Peygamberlerin efendisi, Rab­binden meded diledi. Sahabeler de duaları işiten, belaları kaldıran, gök­lerle yerin Rabbine çeşitli dualarla seslerini yükselttiler. Müşriklerden öldürülen ilk kişi, Esved b. Abdi'1-Esed el-Mahzumî oldu.

İbn îshak dedi ki: «Esved, yaramaz ve kötü huylu bir adamdı. Şöyle demişti: "Allah'a söz veriyorum ki, Müslümanların havuzlarından su içeceğim. Bunu yapamazsam o havuzu yıkacak ya da bu uğurda ölece­ğim." Havuza doğru geldiği esnada karşısına Hamza b. Abdülmuttalib çıktı. Karşılaştıkları zaman Hamza, ona bir darbe indirerek ayağını bal­dırının yansıyla birlikte kopardı. O ise, havuzun önünde idi. Sırtı üzeri­ne düştü. Ayağı, arkadaşlarına doğru kan akıtıyordu. Sonra elleri ve dizleri üzerine havuza doğru süründü. Kendini suya bıraktı. Yeminini yerine getirmek istiyordu. Hamza da peşi sıra gitti. Ona bir darbe daha indirdi. Onu havuzun içinde Öldürdü.

el-Ümevî der ki: «O esnada Utbe b. Rebia, gayrete geldi. Yiğitliğini göstermek istedi. Kardeşi Şeybe b. Rebia ile oğlu Velid b. Utbe saftan ay­rılıp Müslümanları mübarezeye çağırdı. Bunun üzerine Ensâr'dan üç genç yiğit ona karşı çıktılar. Bunlar, Haris'in oğulları Avf ile Muaz (ana­larının adı ise Afra idi) ve Abdullah b. Revaha idi. Kureyşliler, bunlara sordular:

- Siz kimlersiniz?

- Ensâr'dan bir topluluğuz.

- Sizinle ahp veremeyeceğimiz birşey yok. (Başka bir rivayete göre ise Kureyşliler bunlara: Siz tam bize denk olan şerefli kimselersiniz, an­cak siz gidin de amcazadelerimizi bize karşı çıkarın, demişlerdi.)

Sonra Kureyşlilerden biri, yüksek sesle çağırdı:

-  Ey Muhammedi Bize kavmimizden emsallerimizi'karşımıza çı­kar.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:

- Kalk ey Ubeyde b. Haris, kalk ey Hamza, kalk ey Ali! el-Ümevî'nin rivayetine göre Ensâr'dan o üç kişilik grup, Kureyşli-

lere karşı çıktıklarında Rasûlullah bunu uygun görmemişti. Çünkü o, düşmanlarıyla yapılacak olan ilk karşılaşmada kendi aşiretinden olan­ların düşmanlara karşı düelloya çıkmalarını arzulamıştı. Bu yüzden Ensâr'ı geri döndürdü ve Kureyş'ten üç kişinin ortaya çıkmalarını emir buyurdu.

İbn İshak dedi ki: «Kureyş'ten üç kişilik grup, yerlerinden çıkıp müşriklere yaklaştıklarında, müşrik Kureyşliler dediler ki:

- Siz kimsiniz? Ubeyde dedi ki:

- Ubeyde'yim! Hamza dedi ki:

- Ben Hamza'yım! Ali de dedi ki:

- Ben Ali'yim!

Bunun üzerine onlar dediler ki:

- Evet, şerefli emsallersiniz.»

Böylece Ubeyde -İd bu kavmin en yaşlısı idi-, Utbe b. Rebia ile karşı­laştı. Hamza, Şeybe b. Rebia ile karşılaştı. Ali de Velid b. Utbe ile karşı­laştı. Hamza, Şeybe'yi kısa zamanda öldürdü. Ali'ye gelince o, Velid'i öl­dürmeyi ihmal etmedi. Ubeyde ile Utbe ise aralarında vuruştular. İkisi-de birbirlerini yerlerinden kımıldayamayacak hale getirmişlerdi. Ham­za ile Ali, kılıçlarıyla Utbe ye hücum ettiler. Ölümünü hızlandırdılar. Arkadaşlarını yüklenip Müslümanların ordugahına ulaştırdılar. Allah onlardan razı olsun.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Zerrİ, yemin ederek şu aşa­ğıdaki ayet-i kerimenin, Hz. Hamza ile düello yaptığı müşrik Şeybe ve Utbe ile düello yapan Müslüman hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Tabi bunlar, Bedir savaşında müşriklerle düello yapmışlardı. Ayet-i ke­rime şudur:

«İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf...» (ol-Hacc, 19.)

Buharî, Hz. Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hu­sumet konusunda Aziz ve Celil olan Rahman'm huzurunda kıyamet gü­nünde ilk oturacak olan benim.»

Kays dedi ki: «Şu ayet, onlar hakkında nazil olmuştur:

«îşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf...» Bu ayet, Bedir savaşmda düello yapan Ali, Hamza, Ubeyde, Şeybe b. Rebia, Utbe b. Re­bia ve Velid b. Utbe hakkında nazil olmuştur.»

Tefsirimizde bu konuda yeterli açıklamalarda bulunduk. Hamd ve minnet Allah'adır.

el-Ümevî, Muaviye b. Amr kanalı ile Abdullah el-Behiyy'in şöyle dediğini rivayet eder:

Utbe, Şeybe ve Velid, mübareze için ortaya çıktılar. Karşılarına Hamza, Ubeyde ve Ali geldi. Müşrikler bu üç cengavere:

- Konuşun ki sizi tanıyalım, dediler. Hamza:

- Ben Allah'ın arslanıyım, Rasûlullah'm arslanıyım, Abdülmutta-lib oğlu Hamza'yım, dedi.

Karşısındaki adam:

- Şerefli bir emsal, dedi. Ali:

- Ben Allah'ın kuluyum, Rasûlullah'm kardeşiyim, dedi. Ubeyde:

- Ben o kimseyim ki, müttefikler arasmdayım.

Mübareze edenlerden her biri rakibine karşı çıktı. Savaştılar. Al­lah müşrikleri öldürdü. Bu konuda Hind, şu şiiri söyledi:

"Ey gözlerim, akan yaşlarım cömertçe sal. Hindef mıntıkasının en hayırlısına ağla.

O ki, sabahleyin aşireti onun için çağrıştı. Aşireti Haşimoğull arıyla Muttalib oğullarıdır.

Ona kılıçlarının keskin ağızları ile acı tattırırlar. Yere düşmesin­den sonra peşpeşe ona vururlar."

Bunun üzerine Hind, Hamza'nm ciğerini yemeye yemin etti.

Ben derim İd: Düelloda ağır j'aralanan Ubeyde b. Haris b. Muttalib b. Abdumenafı Rasûlullah'm yanma getirip yatırdılar. Rasûlullah ayağım uzattı ve Ubeyde'nin yanağını, mübarek ayağının üzerine koy-du.Ubeyde dedi ki:

- Ya Rasûlallah! Eğer Ebu Talib beni görseydi, söylemiş olduğu şu sözü, benim söylemeye daha çok hak sahibi olduğumu anlardı:

"Onun uğruna yere düşüp ölmedikçe, çocuklarımızdan ve zevceleri­mizden ayrı düşmedikçe (Muhammed'i) size teslim etmeyiz ey müşrik­ler."

Böyle dedikten sonra vefat etti. Allah ondan razı olsun. Rasûlullah (s.a.v.)'da ona: «Senin şehid olduğuna tanıklık ederim.» dedi. Bunu, merhum Şafii rivayet etmiştir.

Savaşta ilk şehid düşen Müslüman, Hz. Ömer'in azadlısı Mihca' idi. Atılan bir oktan isabet alarak şehid düşmüştü.

İbn İshak dedi ki: İlk şehid düşen Mihca' oldu. Ondan sonra Harise b, Süraka şehid düştü İd, o da Beni Adiy b. Neccar kabilesindendir. Ha­vuzdan su içmekte iken müşrikler tarafından atılan bir ok boğazına isa­bet edince vefat etti.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes'in şöyle dediği rivayet edi­lir: Harise b. Süraka, Bedir savaşmda şehid düştü. Gözcülük görevi ya­pıyordu. Garb ağacından yapılma bir mızrak, ona isabet edip öldürdü. Anası gelip şöyle dedi: Ya Rasûlaîlah, Harise'nin durumunu bana bildir. Eğer Cennet'te ise sabredeyim. Yoksa ne yapacağımı Allah bana göster­sin. Yani ağıt mı dökeyim, yoksa ne yapayım? (O zaman ağıt henüz ya­saklanmış değildi.) Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle cevap verdi:

"Yazıklar olsun sana. Delirdin mi? Doğrusu sekiz Cennet vardır Ve senin oğlun en yüksek Cennet olan Firdevs-i Âla'ya kavuşmuştur "

İbn İshak dedi ki: Daha sonra insanlar toplandı. Birbirlerine yak­laştılar. Rasûlullah (s.a.v.), ashabına kendisi emir vermeden savaşa gi­rişmemelerini buyurarak şöyle dedi: «Eğer müşrikler sizi kuşatma altı­na alırlarsa, oklarla onları kendinizden uzaklaştırın.»

Buharî'nin sahihinde Ebu Üseyd'den rivayet olunur ki;Rasûlullah (s.a.v.), Bedir savaşında Müslümanlara şu buyruğu vermişti: «Müşrik­ler üzerinize hücum ederlerse onları mızrakla vurun. Oklarınızı yerinde bırakın.»

Beyhakî, el-Hakim kanalı ile Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Bedir savaşında Rasûlullah (s.a.v.), Muhacirlerin parolası olarak: «Ya Beni Abdirrahman» sözünü; Hazreçlilerin parolası olarak: «Ya Beni Abdillah» sözünü, Evslilerin parolası olarak da: «Ya Beni Ubeydullah» sözünü belirlemişti. Kendi atma da Allah'ın atı anlamına gelen "Haylul-lah" ismini vermişti.»

İbn Hişam'm ifadesine göre ashabın Bedir savaşındaki parolası; «Ehad, Ehad» sözleri idi.

İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) gölgelikte idi. Yanında Ebu Bekir (r.a.) vardı. Rasûlullah, Aziz ve Celil olan yüce Rabbinden imdad diliyordu. Nitekim Allah da bundan bahisle şöyle buyurmuştur:

«Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşin­den 1000 melekle yardım ederim» diye cevap vermişti. Allah bunu ancak bir müjde olması ve kalblerinizin yatışması için yapmıştı. Yardım ancak Allah katmdandır. Doğrusu Allah güçlüdür, hakimdir.» (el-Enfâl, 9-10.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Nuh Kurad vasıtasıyla Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Bedir savaşı olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) ashabına baktı. Onlar 300 küsur kişi idiler. Müşriklere baktı ki onlarda 1000 kişiden daha faz­la ich"!er. Bunun üzerine kıbleye yöneldi. Üzerinde rida ve izan vardı. Sonra şöyle dedi:

«Allahım! Bana vaad ettiğini gerçekleştir. Allahım, eğer şu İslâm ehlinden olan bir avuç topluluk helak olursa, artık yeryüzünde ebediyen sana ibadet edilmez!» Rabbine dua etmeye devam etti. Nihayet omuzun-daki ridası yere düştü. Ebu Bekir gelip ridasını yerden aldı. Tekrar omu-zuna yerleştirdi. Sonra şöyle dedi:

"Ya Rasûlallah, bu kadarı sana yeter. Rabbinden dilekte bulunur­ken bazı şeyleri iste. O, sana vaad ettiğini gerçekleştirecektir." Bunun üzerine yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Rabbinizin yardımına sığınıyordunuz. O, «Ben size, birbiri peşin­den 1000 melekle yardım ederim.» diye cevap vermişti.» (el-Enfâl, 9.)

Birden fazla ravi, îbn Abbas, Süddî ve İbn Cerir'den bu rivayette bulunmuşlardır ki, yukarıdaki ayet, Peygamber (s.a.v.)'in Bedir günün­deki duası üzerine nazil olmuştur. el-Ümevî ile diğerlerinin anlattıkla­rına göre Bedir savaşında Müslümanlar, Aziz ve Celil olan Allah'a sığı­nıp yardım dilerken yüksek sesle dua ve niyazda bulunmuşlardır.

Ali b. Ebi Talha el-Valibî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Yüce Allah, peygamberine ve mü'minlere 1000 melekle yardım et­ti. Cebrail 500 melekle bir tarafta, Mikail'de 500 melekle diğer tarafta bulunuyorlardı." Meşhur olan rivayet budur.

Ama İbn Cerir, el-Müsenna kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini ri­vayet eder:

«Cebrail, 1000 melekle inip Peygamber (s.a.v.)'in sağ tarafında dur­du. Orada Ebu Bekir'de vardı. Mikail de 1000 melekle inip Peygamber (s.a.v.)'in sol yanında durdu. Ben de o tarafta bulunuyordum.»

"Delail" adlı eserde Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet ede­rek şu ilavede bulunmuştur: "İsrafil de 1000 melekle yardıma geldi. "Bu rivayette Hz. Ali'nin anlattığına göre kendisi o gün bir mızrak darbesi yemiş, öyleki koltuğunun altı kana bulanmıştı. Ve 3000 melek yardım için semadan yere inmişlerdi."

Bu, garip bir rivayettir. Senedinde zayıflık vardır.

Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bedir gününde biraz savaştıktan sonra sür'atle gelip Rasülullah'm yanma vardım. Ne yaptığını görmek istedim. Yanına var­dığımda onun secde halinde şöyle dediğini işittim: «Ya Hayy, ya Kay-yum, ya Hayy ya Kayyum!» Bundan fazlasını söylemiyordu. Cepheye dö­nüp savaşmaya başladım. Sonra yine geldiğimde Rasûlullah'ın secde halinde ve aynı şeyleri söylediğini gördüm. Tekrar cepheye gidip savaş­tım. Sonra yine geldim. Secde halinde yine aynı şeyleri söylüyordu. Ni­hayet Allah, onun vasıtasıyla fethi müyesser kıldı."

A'meş, Ebu îshak kanalı ile Abdullah b. Mes'ud'un şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: «Bedir savaşında Muhammed (s.a.v.) gibi şiddetli bir dua yapan başka bir kimse görmedim. O şöyle diyordu:

"Allahım, verdiğin sözü ve vaadi sana hatırlatırım. Ve bunu senden isterim. Allahım, eğer şu bir avuç topluluk ölürse artık sana ibadet edil­meyecektir!" Böyle dedikten sonra yüzünü bize çevirdi. Sanki ayın yüzü yarılmıştı. O gece, müşriklerin düşüp ölecekleri yerleri görür gibi olu­yordum.»

İbn Mesudun bu hadisinden şöyle bir mana anlaşılıyor: Peygamber (s.a.v.), müşriklerin düşüp ölecekleri yeri savaşın yapıldığı günde haber vermiştir M, bu münasiptir. Ama Enes ile Ömer'den rivayet edilen diğer iki hadis, Hz. Peygamber'in bu haberi bir gün önce verdiğine delalet etmektedir. Bu ilci hadisi birleştirmek mümkündür. Buna göre Hz. Peygamber, müşriklerin ölüp düşecekleri yeri savaştan bir gün, ya da daha çok önce haber vermiş olabilir. Aynca savaştan bir saat öncede haber vermiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

Buharı, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Pej'gamber (s.a.v.), Bedir gü­nünde kendisine mahsus kubbesi içinde şöyle dua etmiştir:

«Allahım, ahdini ve vadini yerine getirmeni istiyorum. Allahım, eğer istersen bu günden sonra artık ebediyyen sana ibadet edilmeyecek­tir.»

Ebu Bekir, böyle dua eden Peygamber'in elinden tutup şöyle dedi:

'Ya Rasûlallah! Rabbine bu kadar ısrarda bulunduğun yeter." Ni­hayet o, zırhının içinden süratle çıkarak şöyle dedi:

«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür!» (cî-Ka-mer, 45-46.)

Bu ayet, Mekkidir. Ama tasdiki Bedir gününde gelmiştir. Nitekim İbn Ebi Hatim de böyle bir rivayette bulunarak şöyle demiştir: Babam, İlerime'niıı şöyle dediğini bize anlattı:

«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir.» ayet-i kerimesi nazil olduğunda Hz. Ömer dedi ki:

- Hangi topluluk hezimete uğrayacak ve hangi topluluk galip ola­cak?

Yine Hz. Ömer diyor İd: Bedir günü geldiğinde Rasûlüllah (s.a.v.)'m zırh içinde şöyle diyerek yerinden fırladığım gördüm:

«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür!»

İşte o gün, bu ayetin te'vilini (manasını) öğrendim.»

Buharî, İbn Cüreyc kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Ben, oyun oynamakta olan bir kız çocuğu iken şu ayet Mekke'de Muhammed (s.a.v.)'e nazil oldu:

«Toplulukları dağıtılacak, yüz geri edeceklerdir. Kıyamet, onların azap ile vade dil dikleri gündür. O ne korkunç ne acı bir gündür!»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Rabbinin yardım vaadini yeri­ne getirmesini isteyerek şöyle diyordu: «Allahım, eğer bugün şu bir avuç topluluğu helak edersen, artık sana ibadet edilmez.»

Ebu Bekir de ona şöyle diyordu:

«Ey Allah'ın peygamberi, yaptığın dualarda Rabbinden bazı şeyleri iste. Çünkü Allah, sana vaad ettiği şeyleri yerine getirecektir.»

Peygamber (s.a.v.) gölgelikte iken biraz uyudu. Sonra uyandığında şöyle dedi:

«Müjdeler olsun sana ey Ebu Bekir, sana Allah'ın yardımı geldi. İş­te Cebrail, tozlu dizleri ve dirsekleri ile yedmekte olduğu bir atın yula­rından tutmuş.»

Sonra Rasûlüllah (s.a.v.), ashabının yanma gitti, onları teşvik edip şöyle dedi:

«Muhammed'in nefsi elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bu­gün her hangi bir adam sabredip sevabını bekleyerek gidip de geri dönemezse, Allah onu Cennetine sokacaktır.»

Bunun üzerine Ümeyr b. el-Hümam (Beni Seleme'nin kardeşidir.), elinde, yemekte olduğu bir takım hurmalar olduğu halde:«Bakm, bakın benimle Cennet'e girmenin arasında ancak müşriklerin beni öldürmesi vardır.» dedi. Sonra elindeki hurmaları atıp kılıcını aldı ve müşriklerle savaştı. Nihayet öldürülüp şehid oldu. Allah ona rahmet etsin.

İmam Ahmed b. Hanbel, Haşim b. Süleyman kanalı ile Enes'in şöy­le dediğini rivayet eder:

« Rasûlullah (s.a.v.), Kureyş kervanının nerede olduğunu öğren­mek için Besbes'i gözcü olarak gönderdi. Besbes, döndüğü zaman Pey-gamber'in yanında benden başka kimse yoktu. Yalnız hanımlarından kimse varmıydı, bilemiyorum. Besbes, gördüklerini anlattıktan sonra Peygamber (s.a.v.) dışarıya çıkıp:

- Bir yere gitmek istiyoruz. Kimin hazır bir devesi varsa, bizimle beraber binip gelsin, dedi.

Bir kaç kişi:

- Develerimiz, Medine'nin yukarısmdadııiar, bizi bekleyin, gidip getirelim, dedilerse de Hz. Peygamber onlara:

- Hayır,bekleyemeyiz. Develeri hazır olanlar binip gelsin, dedi. As­habı ile birlikte yola çıkıp müşrikleri geçtiler. Onlardan önce Bedir'e va­rıp yerlerim aldılar.

Daha sonra müşrikler geldi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Benden habersiz kimse birşey yapmasın, dedi. Müşrikler yaklaştıkları zaman:

- Haydi, genişliği göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cennet'i kazanmaya kalkın, dedi.

Ümeyr b. Hümam:

- Ya Rasûlallah, genişliği, göklerin ve yerin genişliği kadar olan bir Cennet'i mi? dedi.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Evet, Öyle bir Cennet'i, dedi. Ümeyr:

- Ne güzel, ne güzel, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Niçin güzel, ne güzel diyorsun? diye sordu. Ümeyr:

- Ya Rasûlallah, Beni sevindiren, o Cennet'i kazanacağımı ümid et­memden başka birşey değildir, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Sen, o Cennet'i kazananlardansın, buyurdu.

Ümeyr, okluğundan bir kaç hurma çıkarıp yemeğe başlamıştı. Fa­kat hurmaları daha bitirmeden:

- Ben, bu hurmaları yeyinceye kadar beklersem uzun bir zaman geçmiş olur, dedi ve hemen hurmaları atıp savaşa başladı. Şehid düşün­ceye kadar savaştı. Allah ona rahmet etsin.»

İbn Cerir'in anlattığına göre Ümeyr, savaşırken şöyle diyordu:

«Ahiret için yaptığımız ameller ile takvadan başka bir azığımız ol­maksızın Allah'a doğru koşalım.

Bir de Allah için cihada dayanalım. Diğer bütün azıklar tükenmeye mahkumdur. Sadece takva, iyilik ve doğru yol azığı tükenmez.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Haccac kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Medine'ye geldiğimizde oranın meyveleri bize dokundu. Havasın­dan rahatsız olup hastalandık. Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'den zor kalktı. Müşriklerin üzerimize gelmekte olduklarını haber aldığımızda Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e yöneldi. Bedir'de bir kuyu vardı. Müşrikler­den önce oraya vardık. Biri Kureyşlilerden, diğeri de Ukbe b. Ebi Mu-ayt'ın azadlısı olmak üzere orada iki adama rastladık. Kureyşli kaçıp kurtuldu. Ukbe b. Ebi Muayt'm azadhsmı yakaladık, ona sorduk:

- Müşrik topluluğu ne kadardır?

- Vallahi sayıları çoktur, güçleri fazladır.

Böyle deyince ashab onu dövdü. Nihayet onu, Rasûlullah'm huzu­runa getirdiler. Rasûlullah ona sordu:

- Müşrik ordusunun sayısı ne kadar?

- Vallahi onların sayısı çoktur, güçleri fazladır.

Sayılarını tam olarak bildirmesi için Rasûlullah onu sıkıştırdı ama o, kesin cevap vermeye yanaşmadı. Sonra Rasûlullah tekrar ona sordu:

- Günde kaç deve kesiyorlar?

- Her gün on deve kesiyorlar. Bunun üzerine Rasûlullah;

- Müşrik ordusunun sayısı 1000 kişidir. Her 100 kişiye bir deve ke­silir, dedi.

Sonra geceleyin üzerimize hafif bir yağmur yağdı. Yağmurdan ko­runmak için ağaçların ve kalkanların altına koşup sığındık. Rasûlullah, o geceyi Rabbine dua ederek geçirdi. Dua esnasında şöyle diyordu:

«Allahım, eğer şu topluluk helak olursa, artık sana ibadet edilmez!»

Fecir doğunca: "Ey Allah'ın kulları! Haydi namaza!.." diye çağrı ya­pıldı. İnsanlar, ağaçların ve kalkanların altından çıkıp geldiler. Rasûlullah, bize namaz kıldırdı ve savaşa teşvik edip şöyle buyurdu:

«Kureyş topluluğu, şu dağın kızıl yamacının eteğindedir.»

Müşrikler yaklaşıp da saflarımız karşı karışya geldiğinde kızıl renkli bir deveye binmiş bir adamlarını gördük. Aralarında dolaşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey Ali! Hainza'ya seslen, dedi. Hamza, müşriklere en yakın nok­tada bulunuyordu. Rasûlullah ona sordu:

- Kızıl renkli deve üzerindeki adam kimdir?

- Utbe b. Rebia'dır. Müşrikleri savaştan menediyor ve onlara şöyle diyor:

- Savaştan vazgeçme işinin sorumluluğunu bana yükleyin ve; "Ut­be b. Rebia korktu," deyin. Siz de biliyorsunuz ki ben sizin en korkak adamınız değilim.

Ebu Cehil, bu sözleri işitince şöyle dedi:

- Bunları sen mi söylüyorsun? Allah'a yemin ederim ki bu sözleri senden başkası söyleseydi, onu dişlerimle paralardım. Yüreğin karnına korku doldurmuş.

- Beni mi kınıyorsun ey altına pisleyen ve ödü kopan adam? Bugün hangimizin korkak olduğunu göreceksin?

Bundan sonra Utbe ile kardeşi Şeybe ve oğlu Velid gayrete gelip or­taya çıktılar. Müslümanlardan mübareze için karşılarına adam çıkar­malarını istediler. Bunlara karşı Ensâr'dan üç delikanlı çıktı. Utbe:

-  Biz, bu gençleri istemiyoruz. Ancak amcazadelerimiz olan Abdülmuttalib oğullarıyla çarpışmak istiyoruz, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Kalk ey Hamza! Kalk ey Ali! Kalk ey Ubeyde b. Haris b. Muttalib! Mübareze sonucunda yüce Allah, Utbe ile Şeybe b. Rebia ve Ut-

be'nin oğlu Velid'i öldürdü. Müslümanlardan da Ubeyde yaralandı. Bu savaş neticesinde müşriklerden yetmiş kişi öldürüldü. Yetmiş kişi de esir alındı.

Ensâr'dan bir adam, Abdülmuttalib oğlu Abbas'ı esir alıp getirmiş­ti. Abbas şöyle demişti:

- Ya Rasûlaüah, bu adam beni esir almadı. Beni alaca bir at üzerin­de insanların en güzel yüzlüsü olan, başının iki yanındaki saçları açıl­mış olan bir adam esir aldı ki, onu topluluğunuz arasında göremiyorum.

Ensâr'dan olan adam ise:

- Onu ben esir aldım ya Rasûlallah, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'dan olan adama şöyle de­di:

- Sus, Allah, sana takviye olarak şerefli bir melek göndermiş (onun yardımıyla Abbası esir almışsın.)

Hz. Ali diyor ki: O savaşta Abdülmuttalib oğullarından Abbas'ı, Ukeyl'i, Nevfel b. Haris'i esir aldık.»

Rasûlullah (s.a.v.), gölgelikten çıkıp insanların arasına geldiğinde onları savaşa teşvik etti. O esnada da insanlar saf bağlamışlar, sabırlı vaziyette bekliyorlar. Allah'ı da çokça zikrediyorlardı. Nitekim yüce Al­lah, onlara emrederek şöyle demişti:

«Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın; başarıya erişebilmeniz için Allah'ı çokça anın.» (d-Enrai, 45.)

el-Ümevî, Muaviye b. Amr kanalı ile Evzaî'nin şöyle dediğini riva­yet eder: Deniliyordu ki: Bir kavim ayakta durma hususunda çok az se­bat edebilir. O esnada yapabilen kişi oturur veya gözünü yumar ve Al­lah'ı zikrederse ümid ederim ki o kişi, riyadan kurtulur.

Utbe b. Rebia, Bedir gününde arkadaşlarına şöyle demişti: « Rasûlullah'm ashabının bekçiler gibi, diz üstü çökmüş vaziyette olduk­larını görmüyor musun? Tıpkı yılanlar gibi dillerini çıkarıyorlar!»

"Meğazi" adlı eserinde el-Ümevî şöyle der: Peygamber (s.a.v.), Müs­lümanları savaşa teşvik etmiş ve müşriklerin mallarından her kim ne ele geçirirse o malı ganimet olarak elde edebileceğini bildirmiş, sonra şöyle demişti:

«Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bu gün herhangi bir adam sabredip sevabını bekleyerek gidip geri dö-nemezse Allah, onu Cennet'ine koyacaktır.»

Böyle dedikten sonra Peygamber (s.a.v.), mübarek bedeniyle bizzat savaşa girişmiş ve şiddetlice çarpışmıştı. Aynı şekilde Ebu Bekir es-Sıddık da savaşmıştı. Ayrıca onlar gölgelikte de dua ve niyazda buluna­rak cihad etmişlerdi. Sonra gölgelikten çıkıp insanları savaşa teşvik et­mişler. Bedenen de çarpışmışlardı. Böyle yapmakla onlar, iki şerefli ma­kamı bir araya getirmişlerdi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Vekf kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Bedir gününde düşmana en yakın noktada bulunan Rasûlullah (s.a.v.)'a sığındığımızı gördüm. O gün o, insanların en şiddetli savaşanı idi.»

Neseî, Harise'den rivayet etti ki; Hz. Ali şöyle demiştir: "Savaş kızıştığında düşmanla karşılaştığımızda Rasûlullah (s.a.v.)'m arkasına gizlendik. Ona sığındık."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Nuaym vasıtasıyla Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Bedir gününde Ali'ye ve Ebu Bekir'e şöyle denildi: Birinizin bera­berinde Cebrail, diğerinizin beraberinde de Mikail vardı. İsrafil, büyük bir melek olup savaşta hazır bulunur ama savaşmazdı." Bu, önceki sayfalarda geçen hadise benzemektedir: "Ebu Bekir, ordunun sağ cenahında bulunuyordu. Bedir gününde melekler yere indiklerinde Cebrail, 500 melekle birlikte Ebu Bekir'in bulunduğu sağ cenaha yerleşti. Diğer cenaha ise 500 melekle birlikte Mikail inmişti. Bunlar ordunun sol cenahına yerleşmişlerdi. Bu cenah­ta da Ebu Talib oğlu Ali vardı."

Ebu Ya'lâ'mn, Muhammed b. Cübeyr b. Müt'im kanalı ile rivayet ettiği bir hadiste Hz. Ali şöyle demiştir:

"Bedir gününde kuyuda yüzüyordum. Şiddetli bir rüzgar esti, yine Öyle bir rüzgar daha esti. Üçüncü kezde şiddetli bir rüzgar estikten son­ra 1000 melekle birlikte Mikail yeryüzüne indi. Gelip Rasûlullah (s.a.v.)'m sağ yanında durdu. Orada Ebu Bekir de vardı. İsrafil de 1000 melekle birlikte inip Rasûlullah'ın sol yanma geldi ve orada durdu. Ora­da ben de vardım. Cibril de 1000 melekle indi. Gelip şöyle dedi: O gün koltuk altıma varıncaya kadar su üzerinde durdum, batmadım."

"İkd" adlı eserin sahibi ile diğerlerinin anlattıklarına göre Arapla­rın söyledikleri beyitlerin en güzeli ve övgüye en layık olanı, Hassan b. Sabit'in şu beyitidir:

"Bedir kuyusunda Cebrail, bayrağımız altında Muhammed'le bir­likte onların geçişlerine engel oluyordu."

Buharı, İshak b. İbrahim kanalı ile Bedir savaşma katılanlardan Rafi ez-Zürkî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip:

- Bedir savaşma katılan adamlarınızı ne gözle görürsünüz? diye

sordu.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Onları Müslümanların en faziletlisi olarak görürüz, dedi. Cebrail de:

- Bedir'de hazır bulunan melekleri de meleklerin en faziletlileri

olarak görürüz, dedi.»

Yüce Allah buyurdu ki:

«Rabbin Meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin.» diye vahyetti. «Ben inkar edenlerin kalplerine korku salacağım. Artık onla­rın boyunlarını vurun, parmaklarını doğrayın.» dedi. (ei-Enfâi,i2.)

Sahih-i Müslim'de İkrime b. Ammar yoluyla gelen bir rivayette İbn Abbas şöyle demiştir:

«Bir ara Müslümanlardan bir adam, bir müşrikin peşi sıra koştu. Onu kovaladı. Üst taraflardan bir kırbaç şakırtısı duydu ve bir süvari­nin de: "İlerle ey Hayzum." dediğini işitti. Önündeki müşrike baktığında onun sırt üstü yere düşmüş olduğunu gördü. Baktı ki burnu ezilmiş, yü­zü de kırbaç darbesiyle yarılmış. Ensâr'dan olan bu zat, gelip gördükle­rini Rasûlullah'a nakletti. Rasûlullah da ona şöyle dedi:

- Doğru söylüyorsun. Bu, üçüncü semadan gelen bir imdaddır.

O gün yetmiş müşrik öldürülmüş, yetmiş müşrik de esir alınmıştı.» İbn İshak, Abdullah, b. Ebi Bekr b. Hazm kanalı ile İbn Abbas'tan ri­vayet etti ki; "Beni Gifar kabilesinden bir adam şöyle demiştir: Ben ve amcamoğlu müşrik iken, Bedir savaşında hazır bulunduk. Bir dağın te-"pesinde savaşı seyrediyorduk. Sonucun kimin aleyhine olacağım bekli­yorduk. Bir bulut geldi. Dağa yaklaştığında içinden at kişnemeleri duy­duk ve bir sesinde şöyle dediğini işittik: "ilerle ey Hayzum." Yanımdaki amcam oğlunun ödü koptu. Oracıkta düşüp öldü. Ben de korkudan öl­mek üzere idim. Sonra silkinip kendime geldim."

İbn îshak, Abdullah b. Ebi Bekr kanalı ile Bedir savaşma katılan Ebu Üseyd Malik b. Rebia'mn -gözleri kör olduktan sonra- şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Eğer bugün Bedir'de bulunsaydım ve gözlerimde görür olsaydı, meleklerin Bedir savaşında içinden çıkıp geldikleri yeri size gösterir­dim. Ayrıca meleklerin çıktığı yer hususunda da asla şüphem olmazdı."

Bedir savaşında melekler inip savaş alanına geldiklerinde İblis, on­ları görmüş, Cenâb-ı Allah'ta meleklere şöyle vahyetmişti: «Ben gizinle-yim, inananları destekleyin."

Evet, melekler ashaba, tanıdıkları adamların kılığına bürünerek geliyor ve onlara şöyle diyorlardı:

"Müjdeler olsun size! Müşrik ordusunun gücü çok azdır. Onlar birşey değildirler. Allah sizinle beraberdir. Siz onlara saldırın!"

Vakidî, îbn Ebi Habibe kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini riva­yet eder:

«Melekler, sahabelere tanıdıkları adamların kılığına bürünerek-yaklaşıyor ve şöyle diyorlardı: «Ben, müşrik ordusuna yaklaştım. Onla­rın şöyle dediklerim işittim: "Eğer Müslümanlar bize saldırırlarsa, biz sebat edemeyiz." Gerçekten de müşrik ordusunun gücü yoktur...»

Cenâb-ı Allah'ın şu kavli de bunu göstermektedir:

«Rabbin Meleklere, «Ben sizinleyim, inananları destekleyin.» diye vahyetti.» (ei-Enfâi, 12.)

İblis, melekleri görünce gerisin geri kaçmaya başladı ve Süraka'nın kılığına bürünerek müşriklere şöyle dedi: «Doğrusu ben sizden uzağım. Şüphesiz ben sizin görmediklerinizi görüyorum!»

Ebu Cehil, gelip arkadaşlarını savaşa teşvik etti ve-şöyle dedi:

"Süraka'nm sizden ayrılması sizi korkutmasın. Çünkü o, Muham-med'e ve arkadaşlarına söz vermiştir. Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, Muhammed'i ve arkadaşlarım dağlara sürmedikçe buradan ayrılıp geri dönmeyeceğiz. Sakın onları öldürmeyin. Yakalayıp getirin."

Beyhakî, Ebu Üseyd'in -gözleri kör olduktan sonra- şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ey kardeşim oğlu, Allah'a yemin ederim ki, ben ve sen şu anda Be-dir'de bulunsaydık, sonrada Allah gözlerimi tekrar bana verseydi, Bedir savaşında meleklerin çıktıkları yeri sana gösterir ve onların nereden çıktığı hususunda da asla şüphe etmezdim."

Buharı, İbrahim b. Musa tarikiyle İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur;

«İşte bu Cebrail'dir. Atının başını tutmuş, üzerinde de savaş malze­mesi vardır.»

Vakidî, İbn Ebi Habibe kanalı ile Hakim b. Hizam'm şöyle dediğini rivayet eder:

«Savaş başlayacağı esnada Rasûlullah (s.a.v.), ellerini göğe kaldı­rıp Allah'tan yardım diledi ve Allah'ın kendisine vaad ettiği şeyleri ger­çekleştirmesini istedi. O, şöyle dedi:

«Allahım! Eğer müşrikler şu bir avuç topluluğa galip olurlarsa, müşriklik ortaya çıkar, güçlenir ve artık senin dinin ayakta duramaz.»

O esnada Ebu Bekir de Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle diyordu:

«Yemin ederim ki Allah, sana yardım edecek ve yüzünü ağartacak­tır.» Bunun üzerine yüce Allah, düşmanın yaklaşması anında peşpeşe gelen 1000 meleği yardıma gönderdi. Rasûlullah (s.a.v.) da Ebu Bekir'e şöyle dedi:

«Ey Ebu Bekir, müjdeler olsun sana! İşte Cebrail, karşımızda duru­yor. Başına sarı bir sarık sarmış, atının yularını tutmuş, gök ile yer ara­sını doldurmuş. Yeryüzüne indiğinde bir saatlik bir zaman kadar ben­den ayrılıp kayboldu. Sonra tekrar karşıma çıktı. Dizleri ve ayaklan üzerinde de toz vardı. Şöyle diyordu: Dua ettiğin ve yardımını istediğin zaman Allah'ın sana yardımı geldi!»

Beyhakî, Ebu Ümame b. Sehl'den rivayet etti ki, onun babası şöyle demiştir:

"Ey Oğul! Bedir gününde öyle bir duruma geldik ki, bizden biri bir müşrikin başına işaret ettiği zaman kılıç ona ulaşmadan başı cesedin­den kopup yere düşüyordu!"

îbn İshak, babası vasıtasıyla Ebu Vakid el-Leysî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Müşriklerden birini öldürmek için takip ettim. Ama kılıcım ona ulaşmadan başı gövdesinden kopup yere düştü. Onu, benden başkası­nın öldürdüğünü anladım."

Yunus b. Bükeyr, İsa b. Abdullah et-Teymî kanalı ile Rebi b. Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:

"İnsanlar, kendi öldürdükleriyle meleklerin öldürdüklerini birbir­lerinden ayırd edebiliyorlardı. Çünkü meleklerin öldürdükleri adamla­rın boyunları ve parmakları üzerinde ateş dağı gibi izler vardı. Sanki ateşle dağlanıp yakılmışlardı."

îbn îshak, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bedir gününde meleklerin işareti beyaz sarıklardı. Bu sarıkları­nın uçlarını sırtlarına sarkıtmışlardı. Yalnız Cebrail'in sarığı sarı idi."

Yine îbn Abbas demiş ki:

«Bedir savaşı dışında melekler, herhangi bir savaşta muharebe etmemişlerdir. Bedir savaşı dışındaki diğer savaşlarda melekler sayı ve teçhizat olarak gelip hazır bulunurlar, ama kimseyi vurmazlardı.»

Vakidî, Abdullah b. Musa b. Ebi Ümeyye kanalı ile Süheyl b. Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bedir gününde beyaz şimali adamlar gördüm ki, alaca atlar üze-rindeydiler. Gök ile yer arasını doldurmuşlardı. Hepside işaretli idi. Müşrikleri öldürüyor ve esir alıyorlardı."

Ebu Üseyd, gözleri kör olduktan sonra diyordu ki:

"Eğer şu anda gözlerim açık olsaydı, Bedirde sizinle beraber bulun-saydım, Bedir savaşında meleklerin çıktıkları yeri size gösterirdim. On­ların çıktıkları yer hususunda asla şüphem yoktur."

Harice b. İbrahim, babasından rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail'e şöyle bir soru sormuş:

- Bedir gününde "îlerle ey Hayzum" diyen melek kimdi?

- Ey Muhammed, gökteküerin hepsini tanıyamam.

Ben derim ki: Bu, mürsel bir rivayettir. Hayzum kelimesinin, Ceb­rail'in atının adı olduğunu iddia edenlerin sözlerini reddetmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Vakidî, İshak b. Yahya vasıtasıyla Hamza b. Süheyb'ten babasının şöyle dediğini rivayet etti:

«Bedir gününde kesilen nice eller, darbelenen karınlar ve kanama-yan yaralar gördüm.» Meleklerin vurdukları darbeler, ateş yanığı gibi bir iz bırakıyor, kan çıkmıyordu.

Muhammed b. Yahya, Ebu Ukayl kanalı ile Ebu Bürde b. Niyar'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bedir gününde üç kişinin başını getirip Rasûlullah'ın Önüne bırakarak şöyle dedim:

«Şu iki kişinin başını ben vurup kopardım. Üçüncüsüne gelince ben, bunu uzun boylu bir adamın vurup kopardığım gördüm!"

Rasûlullah (s.a.v.): «Bunu, falan melek öldürmüştür.» dedi.

Vakidî, Muhammed b. İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Saib b. Ebi Hubeyş, Hz. Ömer zamanında şöyle demişti: "Vallahi, in­sanlardan herhangi biri beni esir almadı!" Kendisine: "Peki, ya seni esir alan kimdi?" diye sorduklarında şu cevabı vermişti:

"Kureyşliler, hezimete uğradıklarında ben de onlarla birlikte hezi­mete uğramış, yenik düşmüştüm. Beyaz bir at üzerindeki uzun saçlı bir adam, beni yakalayıp bir direğe bağladı. Abdurrahman b. Avf gelip beni direğe bağlı bulunca askerler arasında: "Bunu kim esir aldı?" diye yük­sek sesle bağırdı. Nihayet beni Rasûlullah'm yanına götürdü. Rasûlullah, bana: "Seni kim esir aldı?" diye sorunca ben, gördüklerimi ona anlatmak istemediğim için: "Tanımıyorum." dedim. Rasûlullah (s.a.v.):

- Seni meleklerden biri esir almıştır, dedi. Sonra İbn Avf a dönerek:

- Ey İbn Avf, esirini al götür, dedi.»

Vakidî, Abid b. Yahya kanalı ile Hakim b. Hizam'm şöyle dediğini rivayet eder:

«Bedir gününde kendimizi öyle bir halde gördük ki, gökten bir çizgi­li elbise yere düştü. Bütün ufku kapladı. Birde baktım ki, o esnada vadi­ler dolu dolu akıyor! Kalbime öyle bir his geldi ki gökten düşen bu elbise, Muhamnıed'i takviye edip güçlendirmek için gelmiştir. Ve müşrikler mutlaka hezimete uğrayacaktır. Melekler gelecektir.»

îshak b. Raheveyh, Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Müşriklerin hezimete uğramalarından önce insanlar savaşmakta iken gökten siyah ve çizgili elbise gibi birşey indi. Siyah karıncayı andı­rıyordu. Bunun meleklerden geldiğine ve bu sebeple müşrik kavmin he­zimete uğrayacağına dair şüphem kalmadı."

Melekler yardım için yeryüzüne indikleri sırada Rasûlullah da azı­cık uykuya dalıp uyandıktan sonra onları görmüştü. Sonra bu hadiseyi Ebu Bekir'e müjdeleyerek şöyle demişti:

«Ey Ebu Bekir, sana müjdeler olsun! İşte bu Cebrail'dir. Atını sürü­yor, dizleri ve ayakları üzerinde toz vardır.»

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra zırhını giyinip gölgelikten çıktı. Müslümanları savaşa teşvik etti. Onları Cennetle müjdeledi. Melekle­rin indiğini söyleyerek onları yüreklendirdi. Bu esnada insanlar henüz saflarında idiler. Düşmanlarına saldırmamışlardı. Üzerlerine sükûn ve dinginlik inmişti. Azıcık uykuya dalmışlardı. Ki bu da sebat, iman ve sükûnetin bir delili idi. Nitekim yüce Allah buyurmuş ki:

«Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.» (ei-Enfâl, ıı.)

Nitekim bundan sonra Uhud gününde de Müslümanlar böyle hafif bir uykuya daldırılmışlardı. Bu yüzden İbn Mes'ud şöyle demiştir: Sa­vaş saflarında hafif bir uykuya dalmak iman alametindendir. Namazda ise, böylece uykuya dalmak münafıklık alametindendir.

Yüce Allah buyurdu ki:

«Ey İnkarcılar! Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi size; (aleyhinize çıktı.) Peygamber'e karşı gelmekten vazgeçerseniz sizin iyiliğinize olur, yok, tekrar dönerseniz biz de döneriz; topluluğunuz çokda olsa size hiçbir fayda vermez, Allah inananlarla beraberdir.» (ei-Enfâi, 19.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid b. Harun kanalı ile iki safın karşı karşıya geldiği esnada Ebu Cehil'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Allahım, Muhammed akrabalık bağlarımızı kopardı. Bilmediği­miz şeyleri bize getirdi. Yarın onu helak et.» Böyle demekle o, helaki is­tedi.

el-Ümevî, yukarıdaki ayetle ilgili olarak Mütrif in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Cehil dedi ki: «Allahım, iki grubun en aziz olanına iki kabilenin en kıymetli olanına, iki fırkanın en çok olanına yardım et >> Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil olmuştu:

«Ey inkarcılar! Zafer istiyorsanız, işte zafer geldi size, (aleyhinize çıktı.)» (el-Enfâl, 19.)

Ali b. Ebi Talha: «Allah, bu iki taifeden birini size vadetmişti.» <ei-Enfâl, 7.) ayet-i kelimesiyle ilgili olarak İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Mekke kervanı, Şam'a doğru yola çıktı. Bu haber, Medinelilere ulaştı. Rasûlullah ile birlikte kervanı vurmak için yola çıktılar. Mekke-lüer bundan haberdar olduklarında kervana ve onunla giden adamlara baskın yapmasınlar, diye yola çıktılar. Rasûlullah ve adamları yetişme­den önce kervan geçip gitmişti. Allah, iki taifeden birini Rasûlul-lah'a vereceğini vadetmişti.

Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberindeki Müslümanlar, Mekkelüeri mağlup etmek için yola devam ettiler. Mekkelilerin güçlü olduklarını düşünen Medineli Müslümanlar, onlarla karşılaşmak istememişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberindeki Müslümanlar, Bedir'e gelip konak­ladılar. Onlarla Bedir suyu arasında yuvarlak bir kum tepesi vardı. Müslümanlara şiddetli bir zaaf isabet etmişti. Şeytan, kalblerine vesve­se ve öfke bırakmıştı. Şeytanın, onların kalbine bıraktığı vesvese şu idi: "Siz aranızda Rasûlullah bulunduğunu ve Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Oysa müşrikler sizden önce suyu ele geçirdiler. Siz ise şu halde bulunuyorsunuz!"

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, üzerlerine kuvvetli bir yağmur yağ­dırdı. Müslümanlar yağmur suyunu içip temizlendiler. Allah, şeytanın vesvesesini onlardan giderdi. Ordugah kurdukları kumluk arazi biraz sertleşti. Artık Müslümanlar, o arazi üzerinde yürüyebilir hale geldiler. Binekleri de rahatça yürümeye başladı. Artık müşriklere doğru yürü­meye başladılar. Cenâb-ı Allah, peygamberini ve beraberindeki mü'minleri 1000 melek ile takviye etti. Ordunun bir tarafında 500 me­lekle birlikte Cebrail, diğer tarafında da 500 melekle birlikte Mikail bu­lunuyordu. Öte yandan İblis te beraberindeki şeytan askerleri ve zürri-yetiyle birlikte gelmişti. Onlar, Müdliç oğullarının adamları kılığına bü­rünmüşlerdi. Şeytanın kendisi de Süraka b. Malik b. Cü'şum suretine bürünerek müşriklere şöyle demişti: "Bugün insanlardan sizi yenecek yoktur ve ben sizi koruyacağım."

İnsanlar, saflara koyulup dizildiklerinde Ebu Cehil şöyle demişti: "Allahım, hangimiz hakka daha yakın isek ona yardım et."

Rasûlullah (s.a.v.) da ellerini kaldırarak şöyle demişti: , «Ya Rab, eğer şu bir avuç topluluk helak olursa artık yeryüzünde sana ebediyyen ibadet edilmez!»

Cebrail, gelip Rasûlullah'a: «Bir avuç toprak al.» dedi. Rasûlullah bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzlerine savurdu. Bu toprak bütün müşriklerin gözlerine ,burunlarına ve ile ağızlarına isabet etti. Hepsi geri dönüp kaçtılar.

Cebrail, İblis'e doğru gitti. Onun ellerinin bir müşrikin elinde oldu­ğunu gördü. İblis, elini o müşrikin elinden çekti, sonra adamlarıyla bir­likte dönüp kaçtı. Müşrik adam ona şöyle dedi:

"Ey Süraka! Sen bize yardımcı olacağını söylememişmiydin?"

İblis dedi ki:

«Doğrusu ben sizin görmediğinizi görüyorum. Ve Şüphesiz Al­lah'tan korkuyorum.» (cl-Enfâi, 48.) İblis, melekleri gördüğünde böyle deyip kaçmıştı.»

Bu rivayeti, "Delail" adlı eserde Beyhakî nakletmiştir.

Taberanî, Mas'ada b. Sa'd el-Attar kanalı ile Rufaa b. Rafli'n şöyle dediğini rivayet eder:

"İblis, meleklerin Bedir günüde müşriklere neler yaptıklarını gö­rünce, kendisine bir zarar gelmesinden korkup kaçtı. Haris b. Hişam -onun Süraka b. Malik olduğunu zannederek- yakasına sarıldı. İblis, Haris'in göğsüne bir yumruk vurup kaçtı. Ellerini kaldırıp şöyle dedi: "Allahım, bana bakmanı diliyorum. Beni koru." Kendisinin de öldürül­mesinden korktuğu için böyle demişti. Ebu Cehil, dönüp insanlara şöyle

demişti:

- Ey Ahali! Süraka b. Malik'in aramızdan ayrılması sizi korkutma­sın. O Muhammed'e söz vermiştir. Şeybe ile Utbe ve Velid'in öldürülme-leri de sizi korkutmasın. Onlar acele ettiler. Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, biz Muhammed ve adamlarım şu dağlara sürmedikçe, buradan geri dönmeyeceğiz. Sizden herhangi birinin Müslümanlardan birini öldür­müş olduğunu sakın görmiyeyim. Ama onları yakalayıp getirmenizi is­tiyorum ki, onların yaptıkları işin kötülüğünü kendilerine anlatalım. Sizden ayrılmalarının, Lat ve Uzza'dan yüz çevirmelerinin ne kadar kö­tü bir davranış olduğunu kendilerine bildirelim.

Daha sonra Ebu Cehil, şöyle bir şiir söyledi:

"Aksi savaş benden intikam almaz. İki senelik azı dişlerim çıkmış, yaşım yenidir. Anam, beni böyle bir gün için doğurmuştur!"

Vakidî, Musa b. Yakub kanalı ile Ebu Hatme'nin şöyle dediğini ri­vayet eder: Mervan b. Hakem'in, Bedir savaşını Hakim b. Hizam'dan sorduğunu işittim. Ama Hakim b. Hizam, o savaşı anlatmak istemiyor­du. Mervan ısrar edince Hakim şöyle dedi:

"Düşmanla karşı karşıya gelip vuruştuk. Semadan tıpkı bir çakılın leğen içine düşerken çıkardığı ses gibi bir sesin geldiğim işittim. Pey­gamber (s.a.v.)'de yerden bir avuç toprak alıp üzerimize savurdu. Biz de bunun üzerine yenilgiye uğradık."

Vakidî, İshak b. Muhammed b. Abdurrahman kanah ile Nevfel b. Muaviye ed-Dilî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Bedir gününde yenilgiye uğradık. Bir çakıl tanesinin, tasın içine düşerken çıkardığı sesi andıran bir ses işittik. Bu bizim kalbimize ve ge­rideki kısımlarımıza tesir etti. Bizi şiddetli bir korku kapladı."

el-Ümevî, Abdullah b. Sa'lebe b. Sükayr'm şöyle dediğini rivayet eder: İki taraf karşı karşıya geldiğinde Ebu Cehil şöyle dedi:

"Allahım! Akrabalık bağlarını hangimiz daha fazla koparmışsak ve bilmediğimiz şeyleri kim bize getirmiş ise, sen onu yarm helak et." Böyle demekle helaki isteyen, bizzat kendisi olmuştu. Onlar bu halde iken Cenâb-ı Allah, Müslümanları düşmanlarıyla karşılaşmak için yürek­lendirmiş, düşmanların sayısını onların gözlerine az göstermişti ki, on­lar düşmanlarına karşı savaşmaya cesaretli olsunlar. Rasûlullah (s.a.v.), gölgeliğinde hafif bir uykuya dalmış, sonra uyanıp şöyle demişti:

«Ey Ebu Bekir! Sana müjdeler olsun. İşte Cebrail gelmiş, başına bir sarık sarmış, atının yularını tutmuş güdüyor. Dizleri ve ayakları üze­rinde toz var. Allah, va'd ettiği yardımım sana göndermiştir.»

Rasûlullah (s.a.v.), aldığı emir üzerine yerden avucuyla bir miktar çakıl taşı aldı. Sonra müşriklere yönelerek: «Yüzler çirkin olsun.» dedi ve avucundaki taşları üzerlerine savurdu. Arkadaşlarına da: «Saldı­rın.» dedi. Sonuç, müşrikler için hezimet oldu. Müşriklerin ileri gelenle­rinden bir kısmını Cenâb-ı Allah öldürdü. Bir kısmını da esir olarak Müslümanlara verdi.

Ziyad, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet eder: « Rasûlullah (s.a.v.), bir avuç çakıl taşını yerden alıp Kureyşlilerin üzerine fırlatarak: «Yüz­ler çirkin olsun.» dedi. O taşları müşriklerin üzerine savurdu. Ashabına da: «Haydi saldırın.» dedi. Sonuç, müşriklerin hezimete uğraması şek­linde zuhur etti. Cenâb-ı Allah, Kureyş ileri gelenlerinden bir kısmını öldürdü. Eşraûndan bir kısmını da esir olarak Müslümanlara verdi.»

Süddî el-Kebir dedi ki: Bedir gününde Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye: «Bana yerden bir miktar çakıl taşı ver.» dedi. Eline aldığı çakıl taşları-nm üzerinde biraz toprak vardı. O taşlan müşriklerin yüzüne savurdu. Müşriklerin gözlerine o topraklı taşlar isabet etti. Sonrada Müslüman­lar, onları öldürmeye ve bir kısmım da esir almaya başladılar. Bununla ilgili olarak Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Onları siz öldürmediniz. Fakat Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmamıştın. Fakat Allah atmıştı.» (eî-Enfâi, 17.)

Urve, İkrime, Mücahid, Muhammed b. Ka'b, Muhammed b. Kays, Katade, İbn Zeyd ve diğerleri, yukarıdaki ayet-i kerimenin Bedir gü­nünde nazil olduğunu söylemişlerdir.

Peygamber (s.a.v.), Hüneyn gazvesinde de böyle yapmıştı. Nitekim bu hususu, yeri geldiğinde inşaallah açıklayacağız. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır.

İbn İshak'm anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ashabını savaşa teşvik ettiğinde müşriklere bir miktar çakıl taşı savurmuş ve nihayet Allah da onları hezimete uğratmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte gölgeliğe doğru çıkmış, Sa'd b. Muaz ile beraberindeki Ensâr, gölgeliğin kapısında yalın kılıç nöbet tutmakta idiler. Müşriklerin dö­nüp Rasûlullah (s.a.v.)'a saldırmalarından korktukları için bu nöbeti tutuyorlardı.

İbn İshak dedi ki: «Müslümanlar, müşrikleri esir almaya başladık­larında Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Muaz'm yüzünde bir hoşnutsuzluk sezdi. Müslümanların, müşrikleri esir almalarını tasvip etmediğini anf ladı ve ona şöyle dedi:

- Ey Sa'd! Öyle sanıyorum ki Müslümanların yaptıklarını beğenmi­yorsun. Öyle değil mi?

- Evet vallahi, Ey Allah'ın Rasûlü! Bu, Cenâb-i Allah'ın müşriklere vurduğu bir darbedir. Onların bellerinin kırılıp öldürülmeleri, bence esir alınıp hayatta bırakılmalarından daha iyidir!»

İbn îshak, Abbas b. Abdullah tarikiyle Abdullah b. Abbas'tan riva­yet ederek Peygamber (s.a.v.)'in, Bedir gününde ashabına şöyle dediğini nakleder:

«Haşim oğulları ve diğerlerinden bazı adamların istemeyerek sava­şa katıldıklarını biliyorum. Onları öldürmemize gerek yok. Sizden biri­si, Haşim oğullarından herhangi birine rastlarsa onu öldürmesin. Ebu'l-Bahteri b. Hişam b. Haris b. Esed'e rastlayan kişi onu öldürmesin. Rasûlullah'm amcası Abbas b. Abdülmuttalib'e rastlayan onu öldürme­sin. Çünkü o, istemeyerek savaşa gelmiştir.»

Ebu Hüzeyfe b. Utbe b. Rebia ise, Rasûlullah'm bu sözleri üzerine

şöyle demişti:

- Babalarımızı, oğullarımızı ve kardeşlerimizi öldüreceğiz de Ab-bas'ı hayatta bırakacağız öyle mi?! Vallahi eğer ona rastlarsam kılıcımla onun derisini yüzerim!

Bu sözleri duyan Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ömer'e şöyle demişti:

- Ey Eba Hafs! Rasûlullah'm amcasının yüzüne kılıçla vurulur mu hiç?

Hz. Ömer diyor ki:

- Allah'a yemin ederim ki, ilk olarak o gün Rasûlullah (s.a.v.), bana Ebu Hafs künyesi ile hitap etmişti.

Rasûlullah'ın bu sitemkar sorusu üzerine Hz. Ömer, şu cevabı ver­mişti:

- Ya Rasûlallah, bırakta onun boynunu vurayım. Allah'a yemin ederim ki o münafık oldu! Ebu Hüzeyfe dedi ki:

- O gün söylemiş olduğum o sözden emin değilim. Ve hâlâ ondan korkmaktayım. Ancak şehid olursam, belki o sözümden ötürü kazandı­ğım günahtan kurtulurum ve şehidîiğim o günahıma keffaret olur.

Ebu Hüzeyfe, Yenıame savaşında şehid. düşmüştü. Allah ondan ra­zı olsun. [6]

 

Ebu'l-Bahteri B. Hişam'ın Öldürülmesi

 

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanları, Ebu'l-Bahte-ri'yi öldürmekten men etmişti. Çünkü O, Mekke'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'a müşrikler arasında ilişmeyen hatta onu en çok koruyan kimse­lerden biri idi. Rasûluüah'a eziyet etmez ve hoşlanmadığı bir işi yap­mazdı. Hatta boykot belgesinin yırtılması için teşebbüste bulunanlar­dan biri de o olmuştu. Mücezzir b. Ziyad el-Belevî (Ensâr'm müttefiki), Ebu'l-Bahteri'ye rastlamış ve ona şöyle demişti;

- Rasûlullah (s.a.v.), bizi seni öldürmekten menetti. Ebu'l-Bahteri'nin yanında Mekke'den kendisiyle birlikte gelen

Cünade b. Meliha adında bir arkadaşı vardı. Bu arkadaşı, Beni Leys ka-bilesindendi. Ebu'l-Bahteri, Mücezzir'e şöyle demişti:

- Arkadaşımı da öldürmeyeceksin değil mi? Mücezzir:

- Hayır vallahi! Senin arkadaşını hayatta bırakacak değiliz. Çün­kü Rasûlullah, sadece seni öldürmememizi bize emretti, demişti.

Ebu'l-Bahteri:                       

- Allah'a yemin ederim ki hayır! Öyleyse ben de arkadaşımla birlik­te öleceğim. Çünkü Kureyşli kadınların, Mekke'de benim aleyhimde ko­nuşarak hayatta kalmak amacıyla arkadaşımı bıraktığımı söylemeleri­ni işitmek istemiyorum, dedi.

"İbn Hürre (Ebu'l-Bahteri) arkadaşını bırıkmayacaktır. Ölünceye ya da serbest bırakıldığını görünceye kadar mücadele edecektir!"

Böyle dedikten sonra Ebu'l-Bahteri ile Mücezzir çarpıştılar. Niha­yet Mücezzir b. Ziyad onu öldürdü. Ve bu hususta şu şiiri söyledi:

"Ya soyumu bilmedin, ya da unuttun. Nisbetimi sabit kıl ki, ben Belî kabile sindenim. Zi-Yezen süngüsüyle süngüleyenler ve kavmin liderini, helak ol­masına kadar vuranlardanım.

Bahterî'nin çocuklarını müjdele^ ya da onun gibisiyle oğullarını benden müjdele.

Ben, o kimseyim ki, aslım Beli kabile sindendir, denilir. Süngü ile iki kat oluncaya kadar dürterim. Ve savaşta direnen kini' şeyi, meşrefî keskin kılıçla öldür.

Sütü zor gelen devenin yavrusuna Özlem duyduğu gibi ölüme özlem duyarım.

Öyleyse Mücezzir'in hayret verici birşey yaptığını göremezsin."

Daha sonra Mücezzir, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedi: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Ebu'l-Bahteri'yi esir alıp sana getirmek için çok çaba harcadım. Ama o, benimle savaşmak istedi. Ben de mecbur kalıp onu öldürdüm." [7]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/364-366.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/367-368.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/368-374.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/375-379.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/380-382.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/383-428.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 3/428-429.