Medinelî
Kaynuka Oğulları Yahudileri
Yahudi Ka'b
B. Eşref'in Öldürülmesi
Uhud
Gazvesinde Peygamber (S.A.V.)'İn, Mel'un Müşriklerden Çektiği Eziyetler
Bu senenin başında
Necid gazvesi yapıldı. Buna Zi-Emer gazvesi de
denir.
İbn İshak dedi İd:
Rasûiullah fs.a.v.), Sevik gazvesinden döndüğünde Medine'de, zilhicce ayının
kalan kısmı kadar ya da buna yakın bir müddetle ikamet etti. Sonra
Gatafaıılılan hedef alarak Necid gazvesine gitti. Buna Zi-Emer gazvesi de
denir. Zi-Emer, Gatafan diyarında bir yerin adıdır.
İbn Hişam dedi ki:
Rasûiullah (s.a.v.), bu gazveye giderken Medine'de yerine Osman b. Affan'ı
vekil bıraktı.
İbn İshak dedi ki:
Peygamberimiz (s.a.v.), safer ayının tamamını yada buna yalon bir kısmı
Necid'de geçirdi. Sonra herhangi, bir tuzak ve hile ile karşılaşmadan geri
döndü.
Vakidî dedi İd:
Gatafan kabilesinin Salebe b. Muharip oğullarından bir grubun Zi-Emer
mıntıkasında toplanıp Rasûiullah'la savaşmak istedikleri haberi Hz.
Peygamber'e ulaştı. O da onlara karşı hicri üçüncü senenin rebiyülevvel ayının
on ikisi olan perşembe günü sefere çıktı. Medine'de yerine Osman b. Affan'ı
veldl bıraktı. On bir gün süreyle Medine'de yerine Osman b. Affan'ı veldl
bıraktı. On bir gün süreyle Medine'den uzakta kaldı. Beraberinde 450 adam
vardı. Bedeviler, ondan korkup dağ başlarına kaçtılar. Nihayet Rasûiullah ve
arkadaşları, Zi-Emer denen bir su başına geldiler. Oraya ordugah kurdular.
Şiddetli bir yağmura yakalandılar. Rasûiullah'm elbiseleri sırılsıklam
ıslandı. Oradaki bir ağacın altına gidip durdu. Elbiselerini kurutmak için
ağacın dallarına serdi. Müşriklerde bunu görüyorlardı. Ama kendi işleriyle
meşgul oldular. Gavres b. Haris ya da Du'sur b. Haris adında yiğit bir adamlarını,
Rasûlullah'ı öldürmek için gönderdiler. Ona: «Muhammedi öldürmeyi Allah sana
nasip edecek.» dediler. O adam elindeki parlak kılıcıyla yola çıktı.
Rasûiullah'm yanma geldi, kılıcım çekip: «Ya Muhammed, bugün seni bana karşı
kim korur?» diye sordu. Rasûlulîah da: «Allah korur.» dedi. O anda Cebrail,
adamın göğsüne bir yumruk vurdu, elindeki kılıç yere düştü, Düşen kılıcı olan
Rasûiullah, ona: «Ya seni bana karşı kim koruyacak?» diye sorunca adam: «Hiç
kimse koruyamaz. Şahadet ederim İd, Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed de
Allah'ın Rasûlüdür. Vallahi artık ebediyyen düşmanlarının arasına
katılmayacağım.» dedi. Rasûlullah da kılıcını ona verdi. Adam, arkadaşlarının
yanma döndüğünde ona:
"Yazıklar olsun sana
neyin var?" diye sordular.
O da dedi İd:
"Baktım ki uzun
boylu bir adam göğsüme yumruk vurdu. O yumruğun tesirini sırtımda hissettim.
Bu yüzden vuranın melek olduğunu anladım. Ben de Muhammed'in Allah Rasûlü
olduğuna şahadet getirdim. Vallahi ona karşı duran hiçbir topluluğun arasına
girmeyeceğim." Böyle dedikten sonra kavmini İslâm'a davet etti. Bunun
üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Ey inananlar!
Allah'ın üzerinize olan nimetini anın: Hani bir topluluk size tecavüze
kalkmıştı da Allah onlara mani olmuştu.» (ei-Mâide, ıı.)
Beyhakî dedi İd:
Zatü'r-Rika' gazvesinde de buna benzer bir kıssa gelecektir. Belki de bunlar
ayrı ayrı iki kıssadırlar.
Ben derim ki: Eğer
böyle birşey varsa, o, bundan başka bir kıssadır. Çünkü Gavres b. Haris adındaki
saldırgan Müslüman olmamış, aksine eski dininde kalmakta ısrar etmiş ve
kendisine karşı savaşmama hususunda Rasûlullah'a da söz vermemiştir. Doğrusu
Allah bilir. [1]
îbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v,), rebiyülevvel ayının tamamım ya da ona yakın bir kısmını
Medine'de ikamet ederek geçirdi. Sonra Ku-reyşlileri kastederek gazaya çıktı.
îbn Hişam dedi ki:
Rasûlullah, gazveye giderken yerine vekil olarak Medine'de İbn Ümmü Mektum'u
bıraktı.
îbn îshak dedi İd;
Nihayet Buhran'a ulaştı. Orası Füru' taraflarından olup bir Hicaz şehridir.
Vakidî dedi ki: Bu
gazve için Rasûlullah, Medine'den on gün uzakta kaldı. Doğrusunu Allah bilir. [2]
Vakidî'nin ifadesine
göre Beni Kaynuka olayı, hicretin ikinci senesinin şevval ayının ortasında
cumartesi günü olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. Aşağıdaki ayette kastedilenler
onlardır:
«Onların durumu,
kendilerinden az bir zaman önce geçmiş ve işlerinin karşılığını tatmış
olanların durumu gibidir. Onlara can yakıcı azap vardır.» (el-Haşr, 15.)
îbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.)'m savaşları arasında Beni Kaynuka hadisesi oldu. Olay şöyle
cereyan etmişti: Rasûlullah (s.a.v.),
onları Beni Kaynuka
çarşısında toplayarak şöyle dedi:
- Ey Yahudi topluluğu!
Allah'ın, Kureyşlilerin başına getirdiği şiddet ve cezalardan sakının ve
Müslüman olun. Çünkü siz, benim gönderilmiş bir peygamber olduğumu
biliyorsunuz. Buna, kitabınızda ve Allah'ın size gönderdiği Ahid'te
buluyorsunuz.
Onlar dediler ki:
- Ya Muhammedi Sen bizi
kendi kavmin gibi mi sanıyorsun? Kendilerinde savaş ilmi olmayan bir kavimle
karşılaşman seni aldatmasın. Onlardan bir fırsat ele geçirdin. Vallahi eğer biz
seninle savaşırsak elbette bizim nazil insanlar olduğumuzu anlarsın?
îbn İshak, İbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Şu ayet, sadece Beni Kaynuka Yahudileri
hakkında nazil olmuştur:
«Ey Muhammedi İnkar
edenlere: «Yenileceksiniz, toplanıp Cehennem'e sürüleceksiniz. Orası ne kötü
döşektir.» de. Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında (yani
Rasûlullah'm ashabından Bedir savaşma katılan mü'minlerle Kureyşli müşriklerin
durumlarında) sizin için ibret vardır; biri Allah yolunda savaşanlardır, diğeri
inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli
görüyorlardı." Allah dilediğini yardımıyla destekler. Bunda görebilenler
için ibret vardır.» (Âl-ilmrfin, 12-13.)
İbn îshak, Asım b.
Ömer b. Katade'nin şöyle dediğim rivayet eder: Ahdi bozan ve Bedir ile Uhud
arasında savaşan ilk Yahudiler, Kaynuka oğulları oldular.
İbn Hişam, Abdullah b.
Cafer b. Misver b. Mahreme kanalı ile Ebu Avn'm şöyle dediğini rivayet eder:
Beni Kaynuka olayının başlangıcı şöyle oldu: Araplardan bir kadın mal satmak
üzere pazara gelmişti. O kadın malını Beni Kaynuka çarşısında sattı. Bir
kuyumcunun yanında oturdu. Onlar, onun yüzünü açmasını istediler. Kadın yüzünü
açmadı. Kuyumcu kalkıp arkadan o kadının elbisesinin ucundan tuttu ve kadının
sırtına düğümledi. Kadın ayağa kalktığı zaman, avret yeri açıldı. Oradaki
Yahudiler ona güldüler. Bunun üzerine kadın bağırdı. Müslümanlardan bir adam,
kuyumcunun üzerine atılıp onu öldürdü. Kuyumcu, Yahudi idi. Yahudiler de o
Müslünıana hiddetlenerek onu öldürdüler. Bunun üzerine Müslümanın sahipleri,
Yahudilere karşı bağırarak Müslümanları çağırdılar. Böylece Müslümanlarla
Yahudi olan Kaynuka oğulları arasında savaş çıktı.
İbn İshak, Asım b.
Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), kendisine
itaat edinceye kadar onları kuşatma altında tuttu, bunun üzerine Abdullah b.
Übey b. Selül -Allah ona imkan verdiği zaman- kalktı. Rasûlullah'a doğru gitti
ve şöyle dedi:
- Ey Muhammed, bana
tâbi olan adamlarım hakkında ihsanda bulun! Yahudiler, Hazreçlilerin
müttefikleri idi. Rasûlullah (s.a.v.) susup bekledi. O da şöyle dedi:
- Ey Muhammed, bana
tâbi olan adamlarım için ihsanda bulun. Bu-nuıı üzerine Rasûlullah (s.a.v.)»
ondan yüz çevirdi. Bu defa o elini Rasû-lullah'm zırhının cebine soktu.
İbn Hişam dedi ki; O
zırha, "Zatu'l-Fudul" denirdi. İbn îsaak şöyle dedi: Rasûlulîah
(s.a.v.)'da ona: «Beni bırak» dedi. Öfkelendi ve hatta ordakiler, onun yüzünde
bir siyahlık gördüler. Sonra
dedi ki:
- Yazık! Bırak beni.»
O da şöyle dedi:
- Hayır, vallahi 400
zırhsız, 300 zırhlı kişi olan tabiilerimi bırakın-caya kadar seni bırakmam.
Onlar beni, beyaz ve siyah herkese karşı korumuşlardır. Sen ise onları bir
sabahla öldürüp yok etmek istiyorsun. Şüphesiz ben musibetlerin meydana
gelmesinden korkuyorum. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
- Al adamlarını, senin
olsunlar, dedi.
İbn Hişam dedi İd:
Rasûlullah (s.a.v.), onları kuşatma altında tutarken Medine'de yerine Ebu
Lübabe Beşir b. Abdil Münzir'i vekil olarak bıraktı. Kuşatmaları onbeş gece
sürdü.
İbn İshak, babası
kanalı ile Velid b. Ubade'nin şöyle dediğini rivayet etti: Kaynuka oğulları,
Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşırlarken Abdullah b. Übey b. Selül, onların
işleriyle ilgilendi ve önlerine geçti. Ubade b. Samit de Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanına gitti. O, beni Avf kabilesindendi. O da Abdullah b. Übey gibi
Yahudilerin-müttefiki idi. Onlardan vazgeçti. Rasûlullah'm tarafına geçti.
Allah ve Rasülüne, onların müttefikliğinden uzaklaşıp geldi ve şöyle dedi:
- Ey Allah'ın elçisi!
Allah'ı, Rasûlünü ve mü'minleri dost ediniyorum. Ve işte o kafirlerin
müttefiki olmaktan, onların dostluklarından kendimi beri kılıyorum.
Ravi diyor ki: Ubade
b. Samit ile Abdullah b. Übey hakkında el-Mâi-de sûresinin şu ayetleri nazil
oldu:
« Ey iman edenler!
Yahudi ve Hristiyanlan dost olarak benimsemeyin. Onlar birbirlerinin
dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah, zulmeden
kimseleri doğru yola eriştirmez. Kalble-rinde hastalık olanların (yani Abdullah
b. Übeyy'in), «Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz.» diyerek onlara
koştuğunu görürsün. Olur ki Allah bir zafer verir veya katından bir emir getirir
de kalblerinde gizlediklerini içleri yananlara dönerler.» (el-Maidc, sı-62.)
«Kim Allah'ı,
peygamberim ve inananları dost edinirse bilsin İd, şüphesiz Allah'tan yana
olanlar (yani Ubade b. Samit) üstün gelirler.» , 56.) Tefsirimizde bu hususta
gerekli açıklamalarda bulunduk. [3]
Bu seriyye, Ebu Süfyan
idaresinde -başka bir görüşe göre Safvan idaresinde- bulunan ticaret kervanını
vurmak üzere yola çıkarılmıştı.
Yunus b. Bükeyr, İbn
İshak'tan rivayet ederek, bu seriyyenin, Bedir vak'asmdan altı ay sonra yola
çıkarıldığım söyler.
İbn İshak dedi ki:
Kureyşliler, Bedir vak'asmda başlarına gelen felaketten sonra Şam'a giderken
eskiden beri gidip geldikleri yoldan gitmekten korktular. Bunun üzerine Irak
yoluna saptılar. Aralarında Ebu Süfyan'ın da bulunduğu bir ticaret kafilesi
yola çıktı, yanlarında çok miktarda gümüş vardı. Kureyşlilerin ticaretinin
kısm-ı azamini gümüş ticareti oluşturuyordu. Bekir b. Vail kabilesinden Fırat
b. Hayyan adında bir adam kiraladılar. Bu adam onlara yolda kılavuzluk
yapacaktı.
îbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Zeyd b. Harise'yi bir seriyyenin başında gönderdi. Bu
seriyye, Karde denen suyun başında kervana ulaştı. Kervanı ve malını ele
geçirdi. Adamlar, elinden kaçtılar, o da aldıklarım Rasûlullah'ın yanma
getirdi. Bununla ilgili olarak Hassan b. Sabit öyle dedi:
«Şam'ın akar
pınarlarını bırakınız.
Onların arasına, Erak
ağaçlarıyla otlayan jâiklü develerin ağızlan gibi buzlar girmiştir.
Rablerine hicret eden
bir takım adamların, gerçek Ensâr'm ve meleklerin elleriyle.
Âlic vadisinde çukur
yerlere yürüdükleri zaman, o kafileye deyiniz ki; yol orada değildir.»
Vakidî dedi ki: Bu
seriyyenin başında Zeyd b. Harise'nin komutan olarak Medine'den çıkışı,
hicretin yirmi sekizinci ayı olan cemaziyelev-vel ayının başında olmuştur.
Vurmakla emrolundukları Kureyş kervanının başkanı da Safvan b. Ümeyye idi.
Zeyd b. Harise
seriyyesinin göreve çıkış sebebi şu idi: Nuaym b. Me-sud, kervan haberini
Medine'ye getirdi. Nuaym, kendi kavmi olan müşriklerin dini üzerine idi. Nadir
oğulları yurdunda Kinane b. Ebu'l-Hu-kayk ile görüştü. Yanlarında Sulayt b.
Numan da vardı. Sulayt, Eşlem kabilesindendir. Oturup içki alemi düzenlediler.
Bu hadise, içkinin haram kılınmasından önce idi. Nuaym, kervan haberini
anlattı. Safvan b. Umeyye başkanlığında ticaret malım taşımakta olan kervanın
Mekke'den çıktığını bildirdi. Sulayt,o anda yanlarından ayrılıp Rasûlullah'a
geldi ve durumu ona haber verdi. Rasûlullah, hemen Zeyd b. Harise'yi, seriyyesi
ile birlikte yola çıkardı. Bunlar kervanı yakaladılar. Mallarını ele
geçirdiler. Ama kervandaki adamlar kaçıp kurtuldular. Sadece bir ya da iki
adamı esir aldılar. Kervanın mallarını Medine'ye getirdiler. Rasûlullah
(s.a.v.), beşte birini ayırıp kalan beşte dördünü de seriyye efradına taksim
etti. Beşte biri, 20.000 dirhem tutarında idi. Esir alınanlardan biri kılavuz
olan Fırat b. Hayyan idi. Bu kişi Müslüman oldu. Allah kendisinden razı olsun.
îbn Cerir dedi ki:
Vakidî iddia etti, ki bu senede Osman b. Affan, Rasûlullah'm kızı Ümmü Külsüm'le
evlendiler. Ve aynı senenin cemazi-yelahir ayında gerdeğe girdiler. [4]
Bu adam, Beni Tayy
kabilesinden olup, bu kabilenin Beni Nebhan kulundandır. Ama annesi Beni Nadir
kabiİesindendir. İbn İshak, onun öldürülmesini, Beni Nadir Yahudilerinin sürgün
edilmeleri bahsinden önce anlatır. Ama Buharı ile Beyhakî, onun öldürülmesini,
Beni Nadir Yahudilerin sürgünleri bahsinden sonra anlatırlar. Doğrusu, İbn
İs-hak'm anlattığıdır. Bu ileride de açıklanacaktır. Çünkü Beni Nadir Yahudileri,
Uhud vakasından sonra Medine'den sürgün edilmişlerdir. Bunlar, kuşatma altına
tutuldukları esnada -inşaallah ileride de açıklayacağımız gibi- içki haram
kılınmıştır.
Buharı, sahihinde
«Kala b. Eşrefin öldürülmesi» bahsinde Rasûlullah (s.a.v.)'rn şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Ka'b b. Eşref,
Allah'a ve Rasûlüne eza vermektedir. Hakkından gelecek kimse yok mu?
Muhammed b. Mesleme
kalkıp:
- Ya Rasûlallah! Onu
Öldürmemi istiyor musun? dedi. Peygamber Efendimiz:
- Evet3 dedi. Muhammed
b. Mesleme:
- Öyleyse biraz yalan
konuşmama izin ver, dedi. Peygamber Efendimiz de ona izin verdi:
Bunun üzerine Muhammed
b. Mesleme, Ka'b'a gidip:
- Bu adam bizden
sadaka isteye isteye bizi takattan düşürdü. Bunun için senden ödünç istemeye
geldim, dedi.
Ka'b:
- Vallahi ondan
bıkacaksınız, dedi.
Muhammed b. Mesleme:
- Biz bir defa ona
uyduk. Bir sonuca varmadan onu bırakmak istemiyoruz. Varsa bana ödünç bir veya
iki yük hurma ver, dedi.
Ka'b:
- Olur, fakat yerine
bana rehin bırakman şartı ile, dedi.
Muhammed b. Mesleme
ile arkadaşları:
- Rehin olarak ne
istiyorsun? diye sordular.
Ka'b:
- Bana kadınlarınızı
rehin bırakın, diye cevap verdi.
Ona:
- Sen Arapların en
güzeli iken, kadınlarımızı sana nasıl bırakabiliriz? dediler.
Ka;b:
- Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakın, dedi.
Ona:
- Bunu da yapamayız.
Çünkü bu bizim için bir zillettir. Çocuk büyüdükten sonra ona: «Sen o kimse
değil misin ki, bir iki yük hurma yerine rehin bırakıldın?» diyecekler. Rehin
olarak sana silah bırakalım,
dediler.
Muhammed, geceleyin kendisine
geleceğini söyledi. Gece olunca Muhammed, evine -yanında Ka'b'm süt kardeşi
olan Ebu Naile de bulunduğu halde- gidip Ka'b'ın aşağıya inmesini istedi. Ka'b
da indi. Karısı ona:
- Bu saatte sen nasıl
dışarıya çıkıyorsun? dedi. (Başka bir rivayete göre karısı ona şöyle demiştir:
Öyle bir ses duyuyorum ki, sanki ondan kan damlıyor.)
Ka'b:
- Ne var? Beni
çağıranlar, Muhammed b. Mesleme ile kardeşim Ebu Naile'dir. Kaldı ki mert adam,
geceleyin vurulmaya da çağrılsa yine gider, dedi.
Ravi diyor ki: Muhammed
b. Mesleme ile birlikte iki adam daha vardı. Muhammed onlara:
- Geldiği zaman,
saçını tutup koklayacağım. Onu iyice tuttuğumu gördüğünüz zaman hiç beklemeden
ona vurun, dedi.
Ondan sonra Ka'b indi,
üzerine deriden sırmalı bir elbise vardı ve misk kokusu saçıyordu. Muhammed
ona:
- Senden ne güzel bir
koku geliyor, hayatımda böyle güzel bir koku
görmedim, dedi. Ka'b:
- Ne diyorsun, Arap
kadınlarının en güzel kokulusu ve en güzeli bendedir, dedi. Muhammed:
- İzin verir misin,
senin saçını biraz koklayayım? dedi.
Oda:
- Evet, deyince,
saçını tutup kokladı. Muhammed arkadaşlarına:
- Siz de koklayın,
dedikten ve arkadaşları da kokladıktan sonra bir daha izin istedi. Muhammed, bu
defa Ka'b'ın saçını iyice tutup arkadaşlarma:
- Ne duruyorsunuz?
dedi.
Onlar da hemen Ka'b'm
işini bitirdiler. Sonra gelip H^z. Peygam-ber'e durumu anlattılar.»
Muhammed b, İshak dedi
ki: Ka'b b. Eşrefe gelince o, Tay kabilesinin Beni Nebhan kulundandır. Anası
Beni Nadir kabilesindendir. Zeyd b. Harise ile Abdullah b. Revaha, Medine'ye
gelip Bedir savaşma katılan müşriklerin öldürüldükleri haberini verdikleri
zaman Ka'b şöyle demişti: "Vallahi eğer Muhammed şu kavme musibet
eriştirmiş ise, elbette ki yerin altı üstünden daha hayırlıdır."
Allah düşmanı, haberin
kesinliğini anlayınca yola çıktı ve Mekke'ye geldi. Muttalib b. Ebi Vedaa b.
Dubayre es-Sehmî'nin yanma konuk oldu. Onun yanında Atike binti Ebi'l-İs b.
Ümeyye b. Abdu'ş-Şems b. Abdumenaf vardı. Bu kadın onu misafir etti. Ona
ikramda bulundu. O ise, Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı kışkırtıcı şiirler okumaya,
Bedir savaşında öldürülen müşrikler üzerine ağıt dökmeye başladı. İbn İshak,
onun bir kasidesinden bahseder ki, kasidenin başlangıcı şöyledir:
«Bedir değirmeni,
Bedir savaşma katılanları öğüttü.
Bedir gibisi için
gözyaşları akıtırsın ve gözyaşlarıyla ağlarsın.»
İbn İshak, Hassan b.
Sabit'in ve diğer şairlerin buna karşı söyledikleri cevabi şiirleri de
nakleder.
Daha sonra Ka'b,
Medine'ye döndü. Ve Müslümanların kadınlarına süslü-püslü kasideler söylemeye
başladı. Onlara eziyet verdi. Peygamber (s.a.v.) ile ashabına da dil uzattı.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Ka'b b. Eşref, Nadir oğullarından biridir. Rasûlullah (s.a.v.)'ı yererek ona
eziyet vermişti. Bineğine binip Mekke'ye gitmiş, Kureyşlileri de ona karşı
kışkırtmıştı. Mekke'de iken Ebu Süfyan ona şöyle sormuştu:
- Allah aşkına söyle!
Bizim dinimiz mi Allah'ın daha çok hoşuna gider, yoksa Muhammed ile
arkadaşlarının dini mi? Sana göre onlar mı, yoksa biz mi daha doğru yolda ve
hakka daha yakımz? Biz iri hörgüçlü develeri kesip insanlara yedirir, onlara su
üzerine süt içirir ve rüzgarın savurduğu her şeyi yediririz.
Ka'b b. Eşref:
- Tabii ki, siz
onlardan daha doğru yoldasınız, dedi.
Ravi dedi ki: Bunun
üzerine Cenâb-ı Allah, Rasûlüne şu ayetleri inzal buyurdu:
«Kendilerine kitap verilmiş
olanların, puta ve şeytana kanıp, inkar edenlere: «Bunlar, inananlardan daha
doğru yoldadırlar» dediklerini görmedin mi? İşte, Allah'ın lanetledikleri
onlardır. Allah'ın lanetlediği kişiye asla yardımcı bulamıyacaksın.» (cn-Nisâ,
51-52.)
Musa ile Muhammed b.
îshak dediler İd: Ka'b b. Eşref, Medine'ye geldi. Düşmanlığım açıkça ilan etti.
İnsanları savaşa kışkırttı, müşrikleri Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı savaşmaya
karar verdirinceye kadar Mekke'den çıkarmadı. Ümmül Fadl b. Haris ve diğer
Müslüman kadınlara süslü-püslü şiirler, kasideler söylemeye başladı. Onlara
eziyet verdi.
İbn İshak dedi ki:
Abdullah b. Muğis b. Ebi Bürde'nin bana anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.):
«îbn Eşrefi haklayacak Mm vardır?» diye sordu. Beni Abdüleşhel'in kardeşi Muhammed
b. Mesleme ona: «Onu haklayacak ben varım, ben onu öldürürüm ya Rasûlallah»
dedi. Rasûul-lah da: «Eğer buna gücün yeterse yap.» dedi.
Ravi diyor ki: Bunun
üzerine Muhammed b. Mesleme döndü ve üç gün bekledi. Yemiyor, içmiyor, kalbi
birşeye takılı kalıyordu. Bu durum Rasûlullah (s.a.v.)'a anlatıldı. O da onu
çağırıp kendisine şöyle dedi:
- Niçin yemeyi, içmeyi
bıraktın? Muhammed b. Mesleme:
-Ya Rasûlullah, size
bir söz söyledim. Bilmiyorum. Acaba verdiğim bu sözü yerine getirebilecek
miyim, yoksa getiremiyecek miyim? Rasûlullah:
- Sana ancak gayret
göstermek düşer, dedi. Muhammed b. Mesle-
me:
- Ya Rasûlallah,
mutlaka söylememiz gereken bazı şeyler vardır,
dedi.
Rasûlullah:
- Uygun gördüğünüz
şeyi söyleyin. Siz bu hususta serbestsiniz, dedi.
Bunun üzerine İbn
Eşrefi öldürmek için Muhammed b. Mesleme, Silkan b. Selame b. Vakş (Bu Ebu
Naile'dir. Beni Abdüleşhel'den biri olup Ka'b b.Eşrefinde süt kardeşidir.),
Abbad b. Bişr b. Vakş (Bu da Beni Abdüleşhel'den biridir.), Haris b. Evs b.
Muaz (Bu da Beni Abdüleşhel'den biridir.) ve Ebu Abs b. Cebir (Bu da Beni
Harise kabilesindendir.) birleştiler.
Bunlar, Ebu Naile
Silkan b. Selame'yi önceden Allah düşmanı Ka'b'a gönderdiler. O da yanma
giderek onunla bir süre konuştu ve karşılıklı şiirler söylediler. Ebu Naile
şiir söylüyordu. Sonra dedi ki:
- Vay be, ey İbn
Eşref, bir ihtiyaç için gelmemiştim. Sana onu söylemek istiyorum. Onu gizli
tut.
Ka'b:
- Olur, gizli tutarım.
Ebu Naile:
Bu adamın
(Muhammed'in) bizim yanımıza gelmesi bela oldu.
Onun yüzünden Araplar
bize düşman oldular. Tek bir yaydan fırlayan bir ok gibi bize saldırdılar,
yollarımızı kestiler, ailelerimiz dağıldı, sıkıntıya düştük, dedi. Ka'b:
- Ben Eşrefin oğluyum.
Vallahi ey îbn Selame! Sana haber vermiş olayım ki, muhakkak iş, ileride benim
dediğime gelecektir, dedi.
Silkan:
- Ben istedim ki, bize
bir yiyecek sataşın. Biz de sana rehin bırakalım ve senin için bir vesika
düzenleyelim. Bu hususta bize ihsanda bulu-nasm, dedi.
Ka'b:
- Oğullarınızı bana
rehin verir misiniz? diye sordu. Silkan:
- Bizi rüsvay etmek
istedin. Çünkü görüşümde olan bir takım arkadaşlarım vardır. Onları da
getireyim ve onlara sataşın. Bu hususta ihsan edesin ve zırhlılardan borcu
ödemeye yetecek şeyi rehin edelim istedim, dedi.
Silkan, arkadaşları
silahla geldiklerinde silahları onu ürkütmesinler, o, onları yadırgamasın diye
böyle demişti. Ka'b: «Cemaatte vefa vardır.» dedi.
Bunun üzerine Silkan,
arkadaşlarının yanına döndü ve dununu onlara bildirdi. Onlara, silahları
almalarım, sonra gitmelerini ve Ka'b'm yanında toplanmalarım söyledi. Onlar,
önce Rasûlullah'ın yanında toplandılar.
İbn İshak, îbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), onlarla birlikte
Babu'l-Garkad'a kadar yürüdü. Sonra onları gönderirken şöyle dedi:
«Allah'ın ismi ile
gidiniz. Ey Allah'ım, onlara yardım et.» Rasûlullah, daha sonra evine döndü. O
zaman mehtaplı bir gece idi. Onlar gittiler ve nihayet Ka'b'm kalesine
vardılar. Ebu Naile ona seslendi. O ise daha yeni damat olmuştu. Hemen
yorganının içinden fırladı. Bunun üzerine karısı yorganın ucundan tutup çekti
ve:
- Sen savaşçı bir
adamsın, savaşçı kimseler bu saatte evden dışarı, çıkmaz, aşağıya inmezler,
dedi.
Ka'b:
- Bu, Ebu Naile'dir.
Eğer beni uykuda bulsaydı uyandırmazdı, dedi. Karısı:
- Vallahi onun sesinde
bir kötülük seziyorum, dedi.
- Delikanlı adam,
vurulmaya çağrılsa bile yine gider, dedi. Bunun üzerine o, evden aşağı indi.
Onlarla bir süre karşılıklı konuştular. Sonra Ebu Naile şöyle dedi:
- Allah'ın düşmanına
vurunuz.
Birlikte ona vurdular
ve kılıçları onun üzerine ardarda inip kalktı. Fakat bir işe yaramadı. Ka'b
ölmedi. Muhammed b. Mesleme dedi ki:
- Kılıçlarımızın
birşey elde etmediklerini gördüğüm zaman, kılı-cımdaki bir bıçağı hatırladım ve
onu aldım. O sırada Allah'ın düşmanı acı ile öyle bir bağırdı ki, çevrede
bulunan kalelerin tamamında ateşler yakıldı. Bıçağı hemen onun kasığı ile
göbeği araşma koydum. Sonra üze^ rine yüklenerek derhal bıçağı kasığına
geçirdim. Allah'ın düşmanı düştü. Haris b. Evs b. Muaz da başından yada
ayağından yaralanmıştı. Kılıçlarımızdan biri ona isabet etmişti. Oradan
ayrıldık. Beni Ümeyye b. Zeyd kabilesinin bulunduğu yerden yola çıktık. Daha
sonra Beni Kuray-za, daha sonra Buas üzerinden gittik. Nihayet Ureyz harresine
geldiğimizde Haris, kan kaybından zayıf düşmüştü. Biz onun için bir müddet
durup bekledik. Sonra yanımıza geldi. O izimizi takip ediyordu. Onu sırtımıza
alıp taşıdık ve gecenin sonunda onu Rasûlullah'a getirdik ki, o ayaktaydı.
Namaz kılıyordu. Selam verdik. Yanımıza geldi. Biz ona Allah'ın düşmanının
öldürüldüğünü söyledik. Sonra evimize döndük. Sabahleyin Yahudiler, Allah'ın
düşmanı Ka'b b. Eşrefe yaptığımız şeyi duyup korkmuşlardı. Orada hiçbir Yahudi
yoktu ki, kendi başına geleceklerden korkmasın.
İbn Cerir dedi ki:
Vakidî'nin ifadesine göre bunlar, Ka'b b. Eşrefin başım koparıp Rasûlullah'a
getirdiler.
İbn îshak dedi ki: Bu
konuda Ka'b b. Malik, şu şiiri söylemiştir:
«Onlar KaTD'ı yere
yıkıp bıraktılar ve döndüler.
Onun öldürülüp yere
yıkılmasından sonra Beni Nadir Yahudileri alçaldılar.
Elleri üzerine yere düştü.
Orada ellerimizle meşhur salabetli, metin kılıçlarla kaldırıldı.
Muhammed'in emriyle o
gece Ka'b'ın kardeşi gitti, KaTa'a tuzak kurdu.
Ona hile etti ve onu
hile ile evinden aşağı indirdi.
O övülmüştür,
güvenilir ve cesur bir kardeştir.»
îbn Hişam dedi ki: Bu
beyitler, onun Beni Nadir günü hakkındaki bir kasidesinden alınmıştır. Beni
Nadir günü ile ilgili açıklama ileride gelecektir.
Ben derim ki: Ka'b b.
Eşrefi Bedir vak'asmdan sonra Haris b. Evs öldürmüştür. Sonra Hazreçliler, Ebu
Rafı b. Ebi Hukayk'ı Uhud gazvesinden sonra öldürdüler. Nitekim bununla ilgili
açıklama inşaallah ileride gelecektir. Güvencimiz ve duyanağımız Allah'tır.
İbn İshak, Hassan b.
Sabitin konuyla ilgili şu şiirini nakletmiştir:
«Ey İbn Hukayk ve sen
ey İbn Eşref!
Kendileriyle
karşılaştığınız adamların topluluğu, Allah için çok hayırlı işler
yapmışlardır.
Size, ormandaki
arslanlar gibi şiddetli bir şekilde, hafif hareketli kılıçlarla, gelip
geceleyin saldırdılar.
Nihayet kalelerinize
geldiler ve size şiddetli katledici kılıçlarla ölüm şerbetini içirdiler.
Peygamberlerinin
dininin muzaffer olması için yardım diliyerek ve helak edici her işi
küçümseyerek geldiler.»
Muhammed b. İshak,
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir;
«Yahudilerin
adamlarından her kimi ele geçirirseniz öldürün,» Bunun üzerine Muhayyise b.
Mesud el-Evsî, İbn Süneyne'nin üzerine atıldı. İbn Süneyne, Yahudi
tüccarlarındandı. Onlarla ilişki kurar, alışveriş yapardı. Muhayyise, onu
Öldürdü. Muhayyise'nin kardeşi Hü-veyyise ondan daha yaşlı idi. Ama henüz
Müslüman olmamıştı. Hüvey-yise, Yahudiyi öldüren kardeşi Muhayyise'yi dövmeye
ve şöyle demeye başladı:
- Ey Allah'ın düşmanı,
onu öldürdün mü? Vallahi senin kanındaki iç yağlan onun maundandır.
Muhayyise dedi ki: Ben
de ona şöyle dedim:
- Vallahi onun
Öldürülmesini bana öyle biri emretti ki, eğer seni öldürmeyi dahi bana
emretseydi, mutlaka senin de boynunu vururdum.
Vallahi Hüveyyise'nin
İslâm'a girmesinin ilk sebebi bu oldu. Hü-veyyise, bana şöyle sordu:
- Eğer Muhammed, benim öldürülmemi sana emretse
beni öldürür müsün?
Ben de ona şöyle cevap
verdim:
- Evet vallahi, şayet
bana senin boynunu vurmayı emretseydi, elbette senin boynunu vururdum.
Hüveyyise:
- Vallahi seni bu
duruma getiren bir din, çok hayret verici birşeydir, dedi ve Müslüman oldu.
îbn ishak dedi ki: Bu
meseleyi bana Beni Harise'nin bir azadlısı, Muhayyise'nin kızından naklen
bildirdi. Bu konuda Muhayyise şöyle demiştir:
«Eğer öldürülmesi ile
emrolunsaydım, elbette onun kulaklarının ardındaki çıkık kemikleri keskin
kılıçla keserdim, diye anamın oğlu benî kınıyor.
Bir keskin kılıç ile
ki, onun rengi tuzun rengi gibidir.
Onun cila ve
parlaklığına özeniyorum. Onu doğrulttuğum zaman yalancı çıkmıyor.
Seni istemeyerek
öldürmem beni sevindirmez.
Oysaki bizim Busra ile
Me'rib arasında geçen günlerimiz vardır.»
İbn Hişam, Ebu'1-Amr
el-Medenî'den rivayet etti ki, bu hadise, Beni Kurayza Yahudilerinin
öldürülmelerinden sonra cereyan etmiştir. Çünkü öldürülen kişi, Ka'b b.
Yahuza'dır Muhayyise, Rasûlullah'm emri üzerine Beni Kurayza savaşında Ka'b b.
Yahuza'yı öldürdüğünde kardeşi Hüveyyise yukarıdaki sözleri ona söylemiş,
Muhayyise'de yine yukarıda nakledilen cevabı ona vermişti. Bunun üzerine
Hüveyyise, o gün Müslüman olmuştu. Doğrusunu Allah bilir.
Tenbih: Beyhakî ile
Buharı, Beni Nadir sürgününü Uhud gazvesinden önce zikretmişlerdir. Doğrusu,
Beni Nadir sürgününün, Uhud gazvesinden sonra anlatılmasıdır ki, Muhammed b.
îshak ile diğer megazi imamları böyle bir kronolojik sıra takip etmişlerdir.
Delilleri de şudur: İçki, Beni Nadir Yahudilerinin kuşatma altında tutuldukları
günlerde haram kılınmıştır ki, bu da sahih hadiste belirtilmiştir. Çünkü Uhud
gününde şehid olarak öldürülen sahabelerden bir grup o zaman içki kullanmışlardı.
Bu da gösteriyor ki, içki kullanmak o zaman helal idi. Ancak bilahare haram
kılınmıştır. Bu söylediklerimiz şunu açıklıyor ki; Beni Nadir hadisesi, Uhud
gazvesinden sonra vuku bulmuştur. Doğrusunu Allah bilir.
Başka bir Tenbih:
Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Kaynuka oğulları Yahudileri ile ilgili
hadise, Bedir vak'asmdan sonra olmuştur. Aynı şekilde Yahudi Ka'b b. Eşrefin,
Evs tararından Öldürülmesi de Bedir vak'asından sonra olmuştur. İleride de
açıklanacağı gibi Beni Nadir hadisesi, Uhud vak'asmdan sonra olmuştur. Aynı
şekilde Yahudi Ebu Rafi'in öldürülmesi de Uhud vak'asmdan sonra olmuştur. Onu
Hazreç-liler öldürmüştü ki, o Hicazhların taciri idi.
Hendek savaşından
sonra Kurayza oğulları ile savaşılmıştı ki, bu Yahudilerle yapılan savaş,
ileriki sayfalarda anlatılacaktır. [5]
Hicretin üçüncü senesi
şevval ayında yapılmıştır. Uhud dağına, et-raunda bulunan dağlar arasında tek
bir dağ olduğu için, tek anlamına gelen Uhud adı verilmiştir. Sahih hadiste
şöyle buyrulmuştur:
«Uhud bir dağdır ki,
o, bizi sever, biz de onu severiz.» Yani Uhudlu-lar gibi sever denilmek
istenmiştir. Bir kavle göre Hz. Peygamber bu hadis ile şu manayı kasdetmiştir:
Seferden dönüşümüzde ailemize yaklaştığımızı bize müjdelediği için Uhud dağı,
tıpkı bir dostun yaptığı gibi bizi sever, biz de onu severiz.
Bir kavle göre de, bu
hadisin zahiri anlamını kabul etmek gerekir. Tıpkı şu ayette olduğu gibi:
«Taşlardan Allah
korkusundan yuvarlananlar da vardır.» (el-Bakara, 74.)
Ebu Abs b. Cebr'den
rivayet olunan hadiste şöyle buyrulmuştur:'
«Uhud bizi sever, biz
de onu severiz. O Cennet kapısmdadır. Ayr dağı da bize kızar, biz de ona
kızarız. O, Cehennem kapılarından bir kapıdadır.»
Süheylî, bu hadisi
takviye ederek şöyle demiştir: Sabit olduğuna göre Hz, Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
«Kişi sevdiği ile
beraberdir.»Bu, Süheylî'nin yaptığı tuhaflıklardandır. Çünkü bu hadis ile
insanlar kastedilmiştir. Bir dağdan, kişi diye söz etmek mümkün değildir.
Uhud gazvesi, hicri
üçüncü senenin şevval ayında yapılmıştır. Zührî, Katade, Musa b. Ukbe, Muhammed
b. îshak ve Malik böyle demişlerdir.
İbn îshak, bu gazvenin
şevval ayının ortasında yapıldığını söylemiştir. Katade ise, şevval ayının
onbirinci gününde (cumartesi) yapıldığını söylemiştir.
Malik, gazvenin
sabahleyin yapıldığını ifade etmiştir. Meşhur kavle göre Cenâb-ı Allah, bu
gazve ile ilgili olarak şu ayetleri inzal buyurmuştur:
«Ey Muhammed! Sen
inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden
ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir. Sizden iki takım bozulup geri çekilmek
üzere idi, oysa Allah onların dostu idi. İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.
Andolsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedir'de, Allah size yardım etmişti;
Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz. İnananlara: «Rabbinizin size göndermiş
olduğu 3000 melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?» diyordun. Evet, eğer
sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz
size, nişanlı 5000 melekle imdad edecektir.» (Âl-ümrân, 121-125.)
Bu ayetlerle müteakip
ayetlerde aynı konudan bahsedilmiş ve konu şu ayet-i kerime ile sona ermiştir:
«Allah inananları
sizin durumunuzda bırakacak değildir. Temizi pisten ayıracaktır. Allah size
gaybı bildirecek değildir.» (Âi-iWân,i79.)
Tefsirimizde bu konuyu
yeterince ve gerektiği şekilde açıkladık. Hamd ve minnet Allah'adır. Biz burada
bu gazveyi, Muhammed b.İshak ile diğer siyer otoritesi âlimlerin nakillerine
dayanarak özetle anlatacağız.
Bedir gününde Kureyş
kafirleri öldürülüp kuyuya atıldıktan, kalanları hezimete uğramış olarak
Mekke'ye döndükten, Ebu Süfyan da kervanı ile birlikte Mekke'ye geldikten sonra
Abdullah b. Ebi Rebia, îk-rime b. Ebu Cehil, Safvan b. Ümeyye ve Kureyşli
adamlar -ki bunların bazısının babası, bazısının oğlu, bazısının kardeşi
Bedir'de öldürülmüştü- Ebu Süfyan'a ve Kureyş'in ticaret kervanında malı
bulunan kimselere gidip şöyle demişlerdi:
- Ey Kureyş topluluğu!
Doğrusu Muhammed, başınıza beklenmedik bir felaket getirdi. Seçkin
adamlarınızı öldürdü. Onunla savaşabilmek için şu malınızı vererek bize
yardımcı olun. Belki ondan öç alırız.
Ebu Süfyan ve tacirler
mallarını onlara verdiler.
İbn îshak dedi ki:
Onların hakkında ilim ehlinin bana anlattıklarına göre Cenâb-ı Allah, şu
ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
«Doğrusu inkar
edenler, mallarını, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için sarfederler. Ve
daha da sarfedeceklerdir. Ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır.
înkar edenler Cehenneme toplanacaklardır.» (el-Enfâl, 36.)
Ebu Süfyan ile kervan
sahipleri, Ehabiş topluluğu ve Kureyşlilere itaat eden Kinane ile Tihame
kabileleri, Rasûlullah'la savaşmak için toplanıp bir araya geldiler. Ebu Azze
Amr b.Abdullah el-Cumahî ise-Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gününde onun canını
bağışlamıştı- çoluk çocuk sahibi, muhtaç, fakir bir kimse idi. Esirler
arasında idi. Safvan b. Umeyye ona şöyle demişti: «Ey Eba Azze! Sen şair bir
adamsın. Dilinle bize yardımcı ol. Ve bizimle birlikte sefere çık.»
Ebu Azze ise şöyle
demişti:
- Muhammed bana
lütufta bulundu. Ona karşı çıkmak istemiyorum.
Safvan:
- Evet, ama genede
kendi nefsinle bize yardımcı ol. Eğer seferden dönersen seni zengin edeceğim.
Eğer öldürülürsen, kızlarını benim kızlarımla beraber tutarım. Onlara isabet
eden varlık ve darlık seninkilere de isabet eder, dedi.
Bunun üzerine Ebu
Azze, Tihame içine gitti. Beni Kinane'yi savaşa davet ederek şöyle dedi:
«Ey sabit kadem olan,
yenilmek bilmeyen Abdumenat oğullan! Siz himayecilersiniz. Babanız da
himayecidir.
Bana bu seneden sonra
yardımınızı esirgemeyin, beni yardımsız bırakmayın. Çünkü yardımsız bırakmak
doğru değildir.»
Ravi diyor ki: Kafi b.
Abdumenaf b. Vehb b. Huzafe b. Cumah da, Beni Malik b. Kinane'ye giderek
onları Rasûlullah'a karşı savaşmaya teşvik etti ve onlara şöyle dedi:
«Ey Malik! Önde gelen
haseb ve yakınlık ve ahid sahibi! Sana sesleniyorum!
Hısımlığa sahip olan
kimseye...
Haram kılınmış
beldenin ortasında Ka'be-i Muazzama'nm Hatim'i-nin yanında olan antlaşmaya kim
sahip çıkmaz!»
Cübeyr b. Mut'im de
Vahşi adlı Habeşli kölesini (Bu köle iyi mızrak atardı. Habeşliler gibi mızrak
atardı. Hedefi tutturmadığı çok az vaki idi.) çağırdı ve ona dedi İd:
- Halkla birlikte
sefere çık. Eğer sen Muhammed'in amcası Ham-za'yı, amcam Tuayme b. Adiy'in
karşılığında öldürürsen, hürriyetine kavuşursun.
Ravi diyor ki: Bunun
üzerine Kureyşliler, bıçaklarıyla, azıklarıyla keskin kılıçlarıyla, kendilerine
katılanlarla, Beni Kinane, Tihame halkı ve onlara tabi olanlarla birlikte yola
çıktılar. Gayrete gelmek ve savaştan kaçmamak için develerin üstündeki
mahfılleriyle birlikte kadınlarını da beraberlerine alıp yola çıktılar. Halkın
lideri Ebu Süfyan Sahr b. Harb, eşi Hinci binti Utbe b. Rebia'yla birlikte yola
çıktı. İkrime b. Ebu Cehil de eşi ve amcası kızı Ümmü Hakim binti Haris b.
Haşim b. Muğire ile birlikte orduya katılıp Medine'ye doğru yola çıktı. Safvan
b. Ümeyye de Berze binti Mesud b. Amr b. Umeyr es-Sakafiye ile birlikte yola
çıktı. Arar b. As da Rayta binti Münebbih b. Haccac ile birlikte yola çıktı.
Ray-ta, Amr b.As'm oğlu Abdullah'ın annesi idi.
Ravi, haııımlanyla
birlikte bu sefere çıkan başkalarının adlarını da zikretmiştir.
Ravi diyor ki: Hind
binti Utbe, Vahşi'ye her rastladığında ya da Vahşi ona rastladığında şöyle
derdi: «Baksana ey Ebu Deşme! İntikam al, intikam almaya çalış.» Böyle diyerek
Abdülmuttalib oğlu Hamza'yı Öldürmek için onu teşvik ederdi. Böylece gittiler
ve nihayet Medine'nin karşı tarafında vadinin kenarına bakan çorak, çukur bir
yerde iki çeşmenin yanına indiler. Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar, onların
gelmiş olduklarını öğrendiler. Rasûlullah, Müslümanlara şöyle dedi: «Vallahi,
doğrusu ben hayır bir rüyada bir öküz ile kılıcımın vurulan tarafında bir kırık
gördüm. Ayrıca elimi de sağlam bir zırha sokmuşum. Bu zırhı Medine ile tevil
ettim.
Ebu Musa el-Eşarî, Hz.
Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
«Rüyada gördüm ki ben
Mekke'den hurmalıklı bir yere hicret ediyorum. İlk düşünceme göre orası Yemame
ya da Hecer idi. Fakat bir de baktım İd, orası Yesrib imiş. Yine o rüyamda
gördüm İd, ben kılıcımı sallıyorum ama kılıcımın ağzı kırıldı. İşte bu
kırıklık, Uhud gününde Müslümanlara isabet eden musibettir. Sonra bir kez daha
kalıcımı salladım. Eskisinden daha güzel hale geldi. O da Allah'ın getirdiği
fetih ve mü'müıleriıı bir araya gelip toplanması dır. Yine o rüyamda bir öküz
gördüm. Allah'ın işi hayırdır. Anladım ki, onlar da Uhud gününde öldürülen
mü'minler grubudur. Hayra gelince; o, Allah'ın getirdiği hayır ve doğruluk
sevabıdır ki, Bedir gününden sonra bize gelmiştir.»
Beyhakî, Ebu Abdullah
el-Hanz kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Bedir gününde kılıcı Zülfikan üzengisi ile bacağı araşma koydu. Uhud gününde
bu hususta bir rüya görmüştü. Şöyle ki: Uhud günü olunca müşrikler,
Müslümanlara karşı geldiler. Rasûlullah, Medine'de kalıp müşriklerle orada
savaşmayı uygun görmüştü. Ama Bedir savaşma katılmamış bazı kimseler gelip: «Ya
Rasûlallah, Medine'den çıkıp Uhud'da müşriklerle savaşalım.» dediler. Onlar, Bedir
savaşma katılıp da fazilet kazanmış olanlar gibi fazilet kazanmak ümidiyle
böyle demişlerdi. Rasûlullah'a bu şekilde ısrarda bulundular. Nihayet o, savaş
elbiselerini giydi ama sonra bu kişiler pişman olup: «Ya Rasûlallah, Medine'de
kal. Doğru olan, senin görüşündür.» dedilerse de Rasûlullah, onlara şu cevabı
verdi:
«Bir peygamber zırhını
giydikten sonra, Allah kendisiyle düşmanı arasında hükmünü verinceye kadar zırhını
indirmesi uygun olmaz.»
O gün zırhını giymeden
önce Rasûlullah, onlara şöyle demişti:
«Rüyamda sağlam bir
zırh içinde olduğumu gördüm. Bunu Medine olarak tevil ettim ve yine bir koçun
peşi sıra gittiğimi gördüm. Bunu da müşriklerin reisini öldüreceğim şeklinde
tevil ettim. Kılıcım zülfikarın ağzında bir gedik meydana geldiğini gördüm.
Bunu da sizin saflarınız arasında bir gedik açılacağı şeklinde tevil ettim. Bir
öküzün boğazlandığını gördüm. Öküzün boğazlanmasına gelince, vallahi Allah'ın
yaptığı iş hayırlıdır. Bunda hayır vardır.»
Beyhakî, Hammad Seleme
kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Uykudaki kimsenin
gördüğü gibi ben de rüyamda bir koçun ardı sıra gittiğimi gördüm. Kılıcımın
vuran tarannın kırıldığım da gördüm. Bu rüyayı şöyle tevil ettim: Ben müşrik
kavmin koçunu (reisini) öldüreceğim. Kılıcımın ağzının kırılmasına gelince
bunu da akrabamdan bir adamın öldürüleceği şeklinde tevil ettim.»
Nihayet Rasûlullah'm
amcası Hamza öldürüldü. Rasülullah da, Talha'yı öldürdü. O, kavmin bayraktarı
idi.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Kureyşliler dönüp kendilerine tabi olan müşrik Arapları topladılar. Ebu Süfyan
b. Harb da Kureyş topluluğuyla birlikte Bedir vak'asımn ertesi senesi şevval
ayında yola çıktı. Nihayet Uhud dağının iki tarafındaki vadiye indiler. Bedir
savaşma katılmamış olan Müslümanlar, o savaşa katılamadıklarından pişman
olmuşlar ve düşmanın karşısına çıkmayı arzulamışlardı ki, Bedir gününde mü'min
kardeşlerinin harcamış oldukları çabayı kendileri de harcasınlar.
Ebu Süfyan ile
müşrikler, Uhud dağının eteklerine indiklerinde Bedir savaşma katılmamış olan
Müslümanlar -düşmanın kendilerine karşı geldiğini görünce- sevindiler ve:
«Allah arzumuzu yerine getirdi.» dediler.
Sonra Rasülullah
(s.a.v.), cuma gecesi bir rüya gördü. Bu rüyası da gerçekleşti. Ashabından
birkaç kişi yanma geldi. Onlara şöyle dedi:
«Dün gece uyurken
şöyle bir rüya gördüm: Bir öküz boğazlanıyordu. Vallahi Allah'ın yaptığında
hayır vardır. Kılıcım Zülfikarm da ağzından kırıldığını gördüm. Bundan
hoşlanmadım. Bu gördüklerim birer musibet idiler. Kendimi sağlam bir zırh
içinde gördüm ve bir koçu takip ettiğimi de gördüm.»
Rasülullah (s.a.v.),
bu rüyasını ashabına anlattığında onlar şöyle dediler:
- Ya Rasûlallah! Bu
rüyanı nasıl tevil ettin? Rasülullah buyurdu ki:
- Öküzün
boğazlanmasını şöyle tevil ettim: Bizden de müşriklerden de adamlar
öleceklerdir. Ama kılıcımın ağzında gedik açılmasından hoşlanmadım.
Bazıları dediler ki:
Rasûlullah'm kılıcının yüzüne isabet eden rüyadaki darbeye gelince, Uhud
gününde Rasûlullah'm mübarek yüzüne düşman tarafından darbe vuruldu. Onun
dişini kırdılar. Dudağım yardılar. Ona bu darbeyi vuran, Utbe b.Ebi Vakkas
idi. Öküzün boğazlanmasına gelince bu, Uhud gününde öldürülen Müslümanlar
şeklinde tevil edilmiştir.
Rasülullah (s.a.v.),
rüyasının tevilini anlatırken şöyle demişti: «Peşi sıra gittiğim koça gelince,
bu düşmanın reisidir ki; Allah onu öldürecektir. Sağlam zırha gelince, bunu
Medine olarak tevil ettim. Bekleyin, çoluk çocuğunuzu evlere saklayın. Kalelerde
muhafaza altına alın. Eğer müşrikler Medine'ye girerlerse, sokaklarda onlarla
savaşırız. Evlerin üstünden onlara ok atarız.»
Müslümanlar, Medine
sokaklarım taşlarla Örmüşlerdi. Onu kale
haline getirmişlerdi.
Bedir savaşma
katılmamamış olan Müslümanlar ise şöyle demişlerdi:
«Bugünün gelmesini
arzuluyorduk. Bunun için Allah'a dua ediyorduk. İşte Cenâb-ı Allah, arzumuzu
gerçekle tir di. Ve mesafeyi yakmlaş-
tırdı.»
Ensâr'dan bir adamda
şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah,
mahallemizde onlarla savaşamazsak ne zaman savaşacağız?
Baza adamlar da şöyle
dediler:
- Eğer korkmuyorsak,
bizi savaşmaktan alıkoyan nedir? Doğru sözlü olup, sözlerini yerine getiren
bazı kimseler de -ki onlardan biri de Abdülmuttalib oğlu Hamza'dır- şöyle
dediler:
- Sana kitabı indirene
yemin olsun ki ya Rasûlallah, müşriklerle mücadele edeceğiz!
Beni Salim
kabilesinden Nuaym b. Malik b. Salebe de şöyle dedi:
- Ey Allah'ın
peygamberi! Bizi Cennet'ten mahrum bırakma. Canım kudret elinde bulunan
Allah'a yemin ederim ki, ben Cennet'e gireceğim.
Rasülullah (s.a.v.),
oha sordu:
- Ne ile Cennet'e
gireceksin?
- Allah'ı ve Rasûlünü
sevmiş olmakla ve savaş gününde cepheden kaçmamakla gireceğim.
- Doğru söyledin.
Gerçekten bu zat, Uhud
savaşında şehid oldu.
İnsanların bir çoğu,
Medine'den çıkıp düşmanla karşılaşmak istedi. Rasûlullah'm sözüne ve görüşüne
uymadılar. Eğer onun kendilerine emrettiğine razı olsalardı, belki daha iyi
olurdu. Ama nihayet kaza ve kader işe galib oldu. Uhud savaşı için Medine'den
çıkmayı tavsiye edenlerin çoğu, Bedir savaşma katılmamışlardı. Bunlar Bedir
savaşma katılan kimselerin sahip oldukları fazileti kaçırmış olduklarını
bildiklerinden Medine'den çıkarak düşmanla savaşmayı tavsiye etmişlerdi.
Rasülullah (s.a.v.),
cuma namazını kılıp halka vaz'u nasihatte bulundu. Gayret gösterip cihad
etmelerini emretti. Hutbesini ve namazım tamamladıktan sonra zırhım
getirmelerim emretti, getirdiler. O da zırhını giydi. Sonra insanlara
Medine'den çıkış emrini verdi. Görüş sahibi bazı kimseler bu durumu görünce
dediler ki:
«Rasülullah (s.a.v.),
Medine'de kalmamızı emretmişti. Ama .
Allah'ın ne istediğini o daha iyi bilir. Çünkü gökten ona vahiy
geliyor.»
Böyle dedikten sonra
Rasûlullah'a şöyle dediler:
- Ya Rasûlallah! Daha
önce bize emrettiğin gibi Medine'de kalsak iyi olmaz mı?
Bunun üzerine Hz.
Peygamber:
- Bir peygamber
zırhını giydikten ve düşmana karşı çıkmaları için insanlara duyuruda
bulunduktan sonra düş mani a savaşmadıkça geri dönmesi ve zırhım çıkarması
doğru olmaz. Daha önce Medine'de kalmanız için size çağrıda bulunmuştum. Ama
siz çıkalım dediniz. Savaş anında düşmanla karşılaştığınızda Allah'a karşı
takvalı olmanızı ve sabır göstermenizi size tavsiye ediyorum. Allah'ın size
vereceği emri bekleyin. O emri yerine getirin.
Ravi diyor ki:
Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar, Medine'den çıkıp Bedai yoluna koyuldular.
1000 kişi idiler. Müşrikler ise 3000 kişi idiler. Rasûlullah (s.a.v.), yoluna
devam etti. Nihayet Uhud'a varıp ordugah kurdu. Abdullah b. Übey b. Selül, 300
adamıyla birlikte Müslümanların saflarından ayrılınca Rasûlullah'm cemaati 700
kişi kaldı.
Beyhakî dedi ki:
Megazi otoritelerine göre meşhur olan görüş şudur ki; Müslümanların sayısı 700
savaşçı olarak kaldı. Zührî'den naklolunan görüşe göre Müslümanların 400
savaşçısı kalmıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Müşriklerin süvarilerinin başında Halid b. Velid vardı. Yüz atları vardı.
Bayrakları da Osman b. Talha'mn elindeydi. Müslümanların ordusunda sadece bir
at vardı.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Rasûlullah (s.a.v.), rüyasını ashabına anlatırken şöyle dedi:
«Eğer uygun görürseniz
Medine'de kaim. Müşrikleri de gelip kondukları yerde bırakın. Eğer gelip
kondukları yerde dururlarsa, kötü yerde dururlar. Eğer üzerimize gelip
Medine'ye girerlerse biz de Medine içinde onlarla savaşırız.»
Abdullah b. Übey b.
Selül, Rasûlullah'm bu görüşüne muvafakat etti ve müşriklerle savaşmak için
Medine'de kalmayı, dışarı çıkmamayı uygun gördü. Ama Bedir savaşma katılmamış
olup da Uhud savaşında şehidlik mertebesine yücelecek olan bazı Müslümanlar
şöyle demişlerdi:
-Ya Rasûlallah, bizi
düşmanlarımıza karşı Medine'den çıkar. Onlar, bizim korkak olduğumuzu,
kendilerinden korkup zaafiyet gösterdiğimizi görmesinler!
Abdullah b. Übey şöyle
dedi:
- Ya Rasûlallah!
Müşriklere karşı Medine'den çıkma. Allah'a yemin ederim ki, biz düşmana karşı
her ne zaman Medine'den dışarı çıkmış isek, darbe yemişizdir. Ama her ne zaman
Medine'de kalmış isek, düşmanlara darbe vurmuşuzdur.
İnsanlar, Medine'den
çıkması için Rasûlullah'a ısrarda bulunmaya davam ettiler. Sonunda o, evine girip
zırhını giydi. Bütün bu olanlar, cuma günü namazdan sonra olmuştu. O gün
Ensârdan bir adam ölmüştü. Ona Malik b. Amir denilirdi. Beni Neccar
kabilesindendi. Rasûlullah, onun namazını kıldırdı. Ve sonra halkın huzuruna
çıktı. Onlar pişman olmuşlardı. Kendi kendilerine dediler İd:
«Rasûlullah (s.a.v.)'m
hoşlamadığı birşey yaptık. Oysaki bizim bunu yapmaya hakkımız yoktu.»
Rasûlullah (s.a.v.),
onların yanma geldiğinde şöyle dediler;
- Ya Rasûlallah, eğer
dilersen Medine'de kal.
Rasûlullah buyurdu ki:
-Bir peygamberin
zırhını giydikten sonra savaşmadıkça onu çıkarması uygun olamaz.
Böylece Rasûlullah
(s.a.v.), ashabından 1000 kişiyle birlikte yola çıktı. İbn Hişam dedi ki:
«Rasûlullah,
Medine'den çıkarken yerine vekil olarak İbn Ümmü Mektum'u bıraktı.»
îbn İshak dedi ki:
Nihayet Medine ile
Uhud arasında düzlüğe vardıkları zaman Abdullah b. Übey b. Selül, ordunun üçte
biriyle Rasûlullah'tan ayrıldı ve şöyle dedi:
- Muhammed onlara
itaat etti. Bana isyan etti. Ey insanlar, bilmiyoruz ki, niçin kendimizi Uhud'da
öldürteceğiz.
Böyle dedikten sonra
kavminden nifak ve iman hususunda şüphe sahibi olan kendi yandaşlarıyla
birlikte geri döndü. Beni Seleme'nin kardeşi Abdullah b. Amr b. Haram, onların
peşine düştü. Şöyle diyordu:
- Ey kavmim! Allah,
kavminizi ve peygamberinizi düşmanlarıyla karşı karşıya geldikleri zaman
yardımsız bırakmamanızı size hatırlatmadı mı?
Onlar da dediler ki:
- Eğer sizin
savaşacağınızı bilseydik elbette, sizi yardımsız bırakmazdık. Fakat bir savaş
olacağını sanmıyoruz.
Abdullah b. Amr b.
Haram, onların, kendine karşı isyan edip sözünü dinlemedikleri ve geri dönme
niyetinde olduklarını görünce, onlara şöyle dedi:
- Ey Allah'ın
düşmanları, kahrolun! Allah, peygamberini size muhtaç etmeyecektir.
Ben derim ki: Şu
ayet-i kerime ile yukarıda sözü edilen ricatçılar (geri dönenler)
kastedilmiştir:
«Bu, münafıklık
edenleri belirtmesi içindir. Münafıklık edenlere: «Gelin, Allah yolunda savaşın
veya hiç olmazsa savunmada bulunun.», dendiği zaman: «Eğer savaşmayı bilseydik,
ardınızdan gelirdik.» dediler. O gün, onlar imandan çok inkara yakındılar.
Kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizlediklerini onlardan
daha iyi bilir.» (Âi-i İmrfin.167.)
Yani onlar, «Eğer
savaşmayı bilseydik, ardınızdan gelirdik.» derken yalan söylüyorlardı. Çünkü
savaşın yapılacağı, açıkça bilinen, gizlilik ve şüphesi olmayan bir husustu.
Onlardır ki; Cenâb-ı Allah, haklarında şu ayeti inzal buyurmuştur:
«Ey Müslümanlar! Niçin
münafıklar hakkında iki fırka oluyorsunuz? Allah, onları yaptıklarından dolayı
başaşağı etmiştir.» (en-Nisâ, 88.)
Çünkü bir grup;
«Onlarla savaşırız.» demişlerdi. Bir başka grup ise; «Onlarla savaşmayız.»
demişlerdi. Nitekim bu husus sahih hadiste sabit olup açıklanmıştır.
Zührî'nin anlattığına
göre Ensâr, kendi müttefikleri olan Medine Yahudilerinden yardım isteme
hususunda Rasûlullah'tan izin talep ettiklerinde Rasûlullah: «Onlara
ihtiyacımız yoktur.» demişti.
Urve b. Musa
b.Ukbe'nin anlattığına göre Beni Seleme ve Beni Harise kabileleri, Abdullah
b.Übey ile arkadaşlarının ordudan ayrılıp geri dönmeleri esnasında bozulmaya
yüz tutmuşlardı. Fakat Cenâb-ı Allah, onlara sebat verdi ve bu sebeple şöyle
buyurdu:
«Sizden ila takım
bozulup geri çekilmek üzere idi. Oysa Allah onların dostu idi. İnananlar
yalnız Allah'a güvensinler.» (Âl-i Wân, 23.)
Cabir b. Abdullah dedi
ki: Yukarıdaki ayet-i kerimenin nüzulünü çok sevdim. Çünkü bu ayette Allah
«Oysa Allah, onların dostu idi» buyuruyor.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Nihayet Beni Haris arazisine taşlık bir
mıntıkaya girdi. Bir at kuyruğunu salladı ve bir kılıcın kabzasmdaki bir çiviye
takıldı. Böylece o kılıcı yerinden çekip çıkarttı. Rasûlullah, kılıcın
sahibine şöyle dedi: «Kılıcım kınına sok. Ben görüyorum ki, kılıçlar yakında
kınlarından çıkacaklardır.»
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), ashabına şöyle dedi:
- Bizi kavmin yanma
götürecek kim var? Kim bizi onlara rastlatmayacak yakın bir yoldan götürecek?
Ebu Hayseme -Beni
Harise b. Haris'in kardeşi- kalkıp:
- Ben varım ya
Rasûlallah, dedi. Onları Beni Harise arazisi içinde onların malları arasından
geçirdi. Nihayet Mirba b. Kayziye'nin malının yanma gitti. Mirba, gözü
görmeyen münafık bir adamdı. Rasûlul-lah'm ve beraberindeki Müslümanların
sesini duyunca kalktı, yüzlerine toprak savurmaya başladı. Ve böyle dedi:
- Eğer Allah'ın elçisi
isen sana bahçeme girmeni helal etmiyorum. Bana anlatıldığına göre Mirba, o
topraktan bir avuç alıp şöyle dedi:
- Vallahi ey Muhammed,
eğer bu toprağı senden başkasına değdir-meyeceğimi bilseydim, mutlaka bunu
senin yüzüne vururdum.
Bunun üzerine ashab,
onu öldürmek için harekete geçti. Rasûlullah (s.a.v.) ise:
- Bunu öldürmeyin. Bu
kör bir adamdır. Hem kalbi, hem de gözü kördür, dedi.
Fakat Sa'd b. Zeyd
(Beni Abdüleşhel'in kardeşi), Rasûlullah (s.a.v.) m men etmesinden önce erken
davrandı, onun başına bir yay vurup başını yardı.
Rasûlullah (s.a.v.)
yoluna devam etti. Nihayet Uhud dağının yanındaki boğaza, vadinin dağa taraf
olan yakasına indi. Sırtım ve askerini, Uhud dağına dayayıp şöyle dedi:
- Sizden hiçbir kimse
biz kendisine savaş emri vermeden savaşmasın!
Kureyşliler ise,
develeri ile atlarını Müslümanların hurmalık çukurlarından Samğa'daki ekin
tarlalarına salıvermişlerdi. Bu durumda Rasûlullah (s.a.v.) savaştan men
ederken, Ensâr'dan bir adam şöyle dedi:
- Beni Kayle'nin ekinlerini
atlarına yedirsinlerde hiç vuruşmayalım, öyle mi?
Rasûlullah (s.a.v.),
savaş hazırlığı yapıyordu. 700 kişiyle birlikte idi. Okçuların üzerine Abdullah
b.Cübeyr'i komutan yaptı. Bu, Beni Amr . Avf m kardeşidir. Bu zat, o zaman
beyaz bir elbiseden ibaret bir üniforma giymişti. Okçular elli kişiydiler.
Rasûlullah, onlara şöyle buyurdu:
- Atlıları bizden
oklarla geri çevirin ki, ardımızdan gelmesinler. İster lehimizde olsun, ister
aleyhimizde olsun, yerinizde sabit kalın ki, sizin tarafınızdan bize düşman
gelmesin.
Rasûlullah (s.a.v.),
üst üste iki zırh giydi. Sancağı da Beni Abdu'd-Dar'm kardeşi olan Mus'ab b.
Ümeyr'e verdi.
Ben derim ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde bazı gençleri savaşa kabul etmedi. Yaşları
küçük olduğundan onların savaşmalarına izin vermedi. Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde de sabit olduğu gibi bunlardan biri Abdullah b. Ömer'di. O bu
hususta şöyle demiştir;
«Uhud gününde
Rasûlullah'a arz edildim. Ama savaş için bana izin vermedi. Hendek gününde
Rasûlullah'a arz edildim. O zaman onbeş yaşında idim. Savaşmama izin verdi.»
Yine Rasûlullah
(s.a.v.), Uhud gününde Üsame b. Zeyd, Zeyd b. Sabit, Bera b. Azib, JJseyd b.
Züheyr, İrabe b. Evs b. Kayziyye'ye de savaşma izni vermemiştir.İrabe hakkında
Şımmah adlı şair şöyle demiştir:
«Şan ve şeref için
kaldırılan bir bayrak varya, İşte İrabe,'onu sağ eliyle tutup aldı.»
Süheylî'nin
anlattığına göre Uhud savaşında RasûluUah'ın savaş izni vermediği gençlerden
biri de îbn Said b. Hayseme'dir. Ama Hendek savaşında bunların tamamına savaş
izni vermiştir. Uhud savaşmda on-beş yaşında bulunan Semure b. Cündüp ile Rafı
b. Hadice'ye de Rasûlul-lah, savaş izni vermemiştir, Rafı'in ok atan birisi
olduğu Rasûlullah'a söylenince, Rafı'e savaş izni verilmiştir. "Ya
Rasûlallah, Semure güreşte Rafi'i yere yıkabiliyor." denilince Semure'ye
de savaş izni vermiştir.
îbn İshak dedi İd:
Kureyşliler savaşa hazırlandılar. 3000 kişi idiler. Onlarla birlikte 200 at
vardı. Yanlarında getirmişlerdi. Halid b. Velid'i atlıların sağ koluna kumandan
tayin ettiler. Sol kolun başına da îkrime b.Ebu Cehil'i tayin ettiler.
Rasûlallah (s.a.v.),
«Kim bu kılıcı hakkıyla alacak?» diye sorunca, bir takım adamlar ona doğru
kalktılar. Ama kılıcı onlara vermedi. Nihayet Ebu Dücane Simak b. Harşe -Beni
Saidenin kardeşi- kalkıp ona gitti ve şöyle dedi
- Ya Rasûlullah, bu
kılıcın hakkı nedir?
- Eğilinceye kadar
onunla düşmana vurmandır.
- Ya Rasûlallah, ben
onu hakkıyla alırım, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, kılıcım ona verdi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid ve Affan kanalı ile Sabit'ten rivayet etti ki, Uhud gününde Rasûlullah
(s.a.v.), eline bir kılıç alıp şöyle dedi:
- Bu kılıcı kim alır?
Birkaç kişi kalkıp ona baktı. Rasûlullah yine sordu:
- Kim bunu hakkıyla
alır?
Oradakiler geri
durdular. Ancak Ebu Dücane Simak şöyle dedi:
- Ben bu kılıcı
hakkıyla alırım!
Kılıcı aldı ve onunla
müşriklerin başını yardı.
İbn İshak dedi ki: Ebu
Dücane, bahadır bir adam olup, savaş esnasında düşmana karşı tekebbür
gösterirdi. Kırmızı renkli bir sarığı vardı. Savaş esnasında o sarığıyla
tanınırdı. Savaşırken başına sarardı. Başına sardığında da millet onun yakında
savaşacağım bilirdi.
Kılıcı, Rasûlullah'm
elinden alınca o kırmızı renkli sarığını başına sardı. Sonra iki saf arasında
salınarak kibirli bir vaziyette dolaşmaya başladı.
İbn İshak, Beni Seleme
kabilesinden olup Hz. Ömer'in azadhsı olan Cafer b. Abdullah b. Eslem'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Dücane'nin tekebbürlü bir
şekilde salındığım gördüğü zaman şöyle dedi:
- Bu gibi yerler
hariç, Allah bu tür yürüyüşten hoşlanmaz.
îbn îshak dedi ki: Ebu
Süfyan, Beni Abdu'd-Dar'dan olan sancak sahiplerini savaşa teşvik ederek şöyle
dedi:
- Ey Beni Abdu'd-Dar!
Şüphesiz Bedir gününde sancağımızı siz
üstlendiniz. Gördüğünüz gibi o musibet başımıza geldi. Milletler, baş-raklanyla
yaşarlar. Bayrakları yok olduğunda onlar da yok olurlar. Ya sancağımızı siz
taşırsınız veya bizimle onun arasından çekilirsiniz. Biz onu taşırız.
Bunun üzerine onlar
bununla ilgilendiler. Vaadleşip şöyle dediler:
- Biz sancağımızı şana
teslim ediyoruz. Karşılaştığımız zaman nasıl yapacağımızı yarın göreceksin!
Ebu Süfyan da zaten
bunu istiyordu.
Müslümanlarla müşrik
safları birbirlerine yaklaştığı ve karşı karşıya geldikleri zaman Hind binti
Utbe kendisiyle beraber bulunan kadınlarla birlikte kalktı ve erkeklerin
ardından def çalmaya, onları savaşa teşvik etmeye başladı. Söyledikleri
şiirler arasında şunlar vardı:
«Ey Beni Abdu'd-Dar ve
ey arkadan gelenlerini himaye eden kimseler! Kesici her kılıç ile vurun.
Eğer bu tarafa
dönerseniz boyun boyuna sarılırız. Ve kadifelerimizi sereriz.
Veya eğer arka
çevirirseniz, birbirimizden ayrılırız. Tıpkı dost olmayan bir kimsenin
ayrılışı gibi.»
İbn İshak, Asım b.
Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Amir, Beni Dubay'a dan biri
olan Amr b. Sayfı b. Malik b. Numan Evs'ten elli genç ile beraber Rasûlullah
(s.a.v.)'dan uzak kalmak için Mekke'ye gitmişti. Bazıları onların onbeş kişi
olduğunu söylerler. Ebu Amir, Kureyş'e şöyle vaadde bulunuyordu.
«Kavmimle
karşılaşırsam hiç kimse bana karşı gelmeyecek.»
Müşriklerle ashab
karşılaştıkları zaman, müşriklerden ilk karşılaşanlar, Mekke dışında onlara
katılanlar ve Mekke halkının kölelerinden olan kimselerle birlikte Ebu Amir
idi. Onlara şöyle seslendi:
«Ey Evs topluluğu, ben
Ebu Amir'im.»
Onlar dediler İd:
- Ey fasık, Allah
senin gözünü aydın kılmasın!
Cahiliye döneminde Ebu
Amir'e Rahip adı veriliyordu. Rasûlullah ise, ona fasık adım takmıştı. O, kavmi
olan Evs kabilesinin kendisine karşı red cevabını verdiklerim işitince şöyle
dedi:
- Benden sonra kavmime
kötülük isabet etmiş.
Sonra onlarla şiddetli
bir şekilde savaştı. Sonra onlara taş atıp mücadelesini sürdürdü.
ibn İshak dedi ki:
Halk savaştı. Nihayet savaş kızıştı ve Ebu Dücane vuruştu. Ta ki karşı tarafın
safları arasına girdi.
îbn Hişam dedi ki:
îlim ehli birçok kimsenin bana anlattıklarına göre Zübeyr b. Avvam şöyle
demiştir:
Rasülullah
(s.a.v.)'dan kılıcı istediğimde onu bana vermeyip Ebu Dücane'ye verdiği zaman
içimde bir şüphe meydana geldi ve şöyle dedim:
«Ben onun halası
Safiyye'nin oğluyum. Kureyş'tenim. Kalkıp ondan önce kılıcı kendisinden
istedim. O ise kılıcı ona verdi ve beni terk etti.» Andolsun ki, Ebu
Dücane'nin ne yapacağına bakıyordum. Ve onun peşi sıra gidiyordum. Kırmızı
sarığını çıkarıp başına sardı. Ensâr şöyle dedi:
"Ebu Dücane ölüm
sarığını çıkardı." O sarığı başına bağladığı zaman ona işte böyle
diyorlardı. Ben onu takip ederken o şöyle diyerek ortaya çıktı:
«Ben öyle bir kimseyim
ki, dostum hurmalıkların yanında kan dökmek, savaşta safların arkasında asla
kalmamak üzere benden söz aldı.
Ne harikadır. Allah'ın
ve Rasûlünün kılıcı ki, o kılıçla vurayım!»
el-Umevî dedi ki:
Adamın biri savaşmakta iken Rasûlullah'm yanına geldi, Rasûlullah da kılıcıyla
savaşıyordu. Rasûlullah dedi ki: Şu kılıcı sana verirsem muhtemelen safların
gerisinde savaşırsın.
Adam hayır, deyince
Rasûlullah ona kılıcını verdi. O da şu şiiri okudu:
«Ben Öyle bir kimseyim
ki; dostum, safların gerisinde asla durmamam şartıyla benden söz aldı.»
tbn Hişam dedi ki:
Nihayet Ebu Dücane, karşısına çıkan herkesi kılıçtan geçirmeye başladı.
Müşriklerin arasında öyle biri vardı ki, bizim yaralılarımızdan karşılaştığı
herkesi mutlaka Öldürüyordu. Böylece o ve Ebu Dücane birbirlerine yaklaştılar.
İkisini bir araya getirmesi için Allah'a dua ettim. Nihayet karşılaştılar ve
sıra ile birbirlerine ikişer darbe vurdular. Müşrik, Ebu Dücane'ye vurdu. O da
kendisini öküz derisinden yapılmış kalkanıyla korudu. Kalkan onun kılıcını
ayırıp attı. Ebu Dücane ona vurdu ve öldürdü. Sonra Ebu Dücane kılıcını
kaldırıp Hind'in başını vuracaktı, fakat daha sonra kılıcını başka tarafa
çevirdi. Ben de, Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedim.
İbn İshak, Ebu
Dücane'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Bir insan gördüm ki,
başkalarını şiddetli bir şekilde tırmalıyor. Ona doğru yürüdüm. Kılıcımı başına
diktiğim zaman feryad etti. Çığlık attı. Bir de baktım ki o, bir kadındır.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) m kılıcıyla bir kadına vurmaya kıyamadım.»
Musab. Ukbe'nin
anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), kılıcım kimin alacağını sorunca, önce
Amr, sonra da Zübeyr istediler. Onlara vermedi. Bu ikisi üzüldüler. Sonra
üçüncü kez kılıcını kimim alacağını sorunca Ebu Dücane alma talebinde bulundu.
Kılıcını ona verdi. O da kılıcın hakkını verdi.
Rivayete göre Ka'b b.
Malik şöyle demiştir: «Müslümanlarla birlikte sefere çıkanlardan biri de
bendim. Müşrik ölülerinin de Müslüman ölüleri kadar olduğunu görünce yanlarında
durdum. Baktım ki, müşriklerden bir adam zırhları toplayıp Müslüman ölülerine;
«Koyun gövdeleri gibi yanyana dizilin bakalım.» diyordu. Bir de baktım ki, bir
Müslüman ona bakıyor. Zırhı da üzerinde duruyordu. Geçip arkasında durdum.
Sonra Müslümanlarla kafire baktım. Ama kafirin daha gösterişli ve teçhizatının
daha sağlam olduğunu gördüm. İkisine bakmaya devam ettim. Nihayet karşı karşıya
geldiler. Müslüman, kafirin omuzuna bir kılıç darbesi indirdi. Kılıç onun
baldırına kadar indi. Sonra Müslüman kişi yüzünü açtı ve:
- Nasıl görüyorsun ey
Ka'b, îşte ben Ebu Dücane'yim, dedi.» [6]
İbn İshak dedi ki:
Hamza b. Abdülmuttalib savaştı. Ertat b. Abdi Şürahbil b. Haşim b. Abdumenaf b.
Abdu'd-Dar'ı öldürdü. Ertat, sancağı taşıyan kişilerdendi. Hamza, Osman b.Ebu
Talha'yı da öldürdü. O sancaktardı. Şöyle diyordu:
«Sancaktar olan
kimselerin mızrağı kana boyamaları ya da kırılmaları gerekir.»
Hamza (r.a.\ ona
saldırdı ve Öldürdü.
Sonra ona Siba b.
Abdil-Uzza el-Gubşanî rastladı. Buna Ebu Niyar denirdi. Hamza dedi ki:
- Bana doğru gel, ey
dalakları kesen kadının oğlu!
Siba'nm anası Ümmü
Enmar, Şerik b. Amr b. Vehb es-Sekafî1 nin azadhsı idi. Mekke'de sünnetçilik
yapardı. Karşı karşıya geldiklerinde Hamza ona vurup öldürdü.
Cübeyr b. Mut'im'in
kölesi Vahşi şöyle dedi: «Vallahi ben, Hamza'ya bakıyordum. Halkı kılıçtan
geçiriyor ve dokunduğu hiçbir şeyi bırakmıyordu. Tıpkı bozalak erkek deve gibi
idi. O sırada ona benden Önce Siba' b. Abdil-Uzza gitti. Hamza ona şöyle dedi:
- Bana doğru gel ey
dalakları kesici kadının oğlu! Böyle deyip ona bir darbe indirdi. Vurmakla
kesmek bir oldu. Sanki kılıç, hederinden hiç şaşmadı. Ben mızrağımı salladım.
Nihayet ona isabet edeceğine tam kanaat getirdiğim zaman üzerine fırlattım.
Göbeği ile kasığı arasına isabet etti. İki ayağının arasından çıktı ve o bana
döndü. Takatsiz bir şekilde yere düştü. Biraz bekledim. Nihayet öldü. Ben de
geldim, süngümü aldım, sonra ordugaha doğru uzaklaştım. Artık ondan başkasını
vurmaya gerek yoktu.»
İbn İshak, Abdullah b.
Fadl b. Ayyaş b. Rebia b. Haris kanalı ile Cafer b. Amr b. Umeyye ed-Damrî'nin
şöyle dediğini rivayet eder:
«Muaviye b. Ebu Süfyan
zamanında ben ve Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar -ki bu, Beni Nevfel b. Abdumenafm
kardeşidir- yola çıktık. Halkla birlikte yolları aşıp geçtik. Döndüğümüz zaman
Hıms'a uğradık. Cü-beyr b. Mut'im'in azadlısı Vahşi oraya yerleşmiş ve orada
ikamet ediyordu. Oraya geldiğimizde Ubeydullah b. Adiy bana dedi ki:
- Vahşi'ye uğrayıp
ona, Hamza'yı nasıl öldürdüğünü soralım mı? Ben de:
- Nasıl istersen,
dedim.
Ona sormak için Hıms'a
gittik. Vahşi'yi sorarken bir adam bize şöyle dedi:
- Siz muhakkak onu
yakında evinin avlusunda bulacaksınız. O, alkolik bir adamdır. Eğer onu ayık
vaziyette görürseniz, Arabî bir kıyafet içinde onu bulursunuz ve yanında
istediğiniz şeyleri de bulursunuz. Kendisinden soracağınız haberlerden
dilediğiniz haberi alabilirsiniz. Eğer onu, kendisini bazı haller ile
bulursanız ondan ayrılıp uzaklasın. Ravi diyor ki:
- Biz de çıktık, yolda
yürüyorduk. Nihayet ona geldik. Bir de baktı ki o, evinin avlusunda bir hasırın
üzerinde duruyor. Yaşlanmış kuşlar gibi yıkılmıştı. Ayıktı. Herhangi bir
rahatsızlığı yoktu. Yanına vardığımızda kendisine selam verdik. Başını
Ubeydullah b.Adiy'e doğru kaldırıp şöyle dedi:
- Adiy b. Hiyar'm
oğlumusun sen? -Evet...
- Vallahi seni,
Zu-Tuva'da sana süt emziren anan Sadiye'ye verdiğim zamandan beri seni
görmedim. Ben seni o kadına, o devesi üzerinde iken vermiştim. O seni bezlerin
içinde aldı. Ayakların bana göründü. Vallahi şimdi yanımda durduğun zaman
ayaklarından seni tanıdım.
Ravi diyor ki: Yanında
oturduk ve ona şöyle dedik:
- Sana Hamza'yı nasıl
öldürdüğünü anlattırmak için geldik. Onu nasıl öldürdün?
Vahşi dedi ki:
- Ben Rasûlullah
(s.a.v.)'a -bunu bana sorduğu zaman anlattığım gibi- size de aynen
anlatacağını: Ben cübeyr b. Mut'im'in kölesi idim. .Amcası Tuayme b. Adiy,
Bedir savaşında vurulmuştu. Kureyşliler Uhud'a yürüdüklerinde Cübeyr bana şöyle
dedi;
- Eğer Muhanımed'in
amcası Hamza'yı amcama karşılık öldürür-sen,sen özgürlüğüne kavuşursun!
Ben de halkla birlikte
yola çıktım. Ben Habeşli bir adam idim. Mızrağı Habeşlilerin atışı gibi
atardım. Çok az hedefi şaşırdığım olurdu. Halk, karşı karşıya geldiğinde ortaya
çıktım. Hamza'yı gözetliyor ve ona bakıyordum. Nihayet onu topluluğun yanında
gördüm. Bozalak erkek deve gibi idi. Milleti kılıçtan geçiriyordu. Hiçbir şey
ona karşı duramıyor. Ona dayanamıyordu. Ben onun için hazırlanıyor, onu
hedefliyor ve ondan bir ağaç ya da bir taş ile gizleniyordum İd, bana
yaklaşsın. Bu ara Siba' b. Abdil-Uzza benden önce ona doğru gitti. Hamza, onu
görünce ona: «Gel bana, ey dalakları kesen kadının oğlu!» dedi ve hemen ona bir
darbe indirdi. Vurmayı ve kesmeyi öyle hızlı yaptı ki, sanki kılıç hiç hedeften
şaşmadı. Ben mızrağımı salladım. Nihayet ona vuracağıma tam kanaat getirdiğim
anda mızrağı üzerine fırlattım. Göbeği ile kasığı arasına girdi. İki ayağının
arasından da çıktı. Ağır ağır bana doğru yekinmeye başladı, nihayet olduğu
yere yığıldı. Ben, onu ve mızrağımı böyle bıraktım. O da orada öldü. Sonra
yanma geldim ve mızrağımı aldım. Daha sonra ordugaha döndüm ve orada oturdum.
Artık işimi tamamlamıştım. Yapacak başka bir şeyim yoktu. Çünkü onu da ancak
özgürlüğüme kavuşayım diye öldürdüm. Mekke'ye geldiğim zaman Özgürlüğüme
kavuştum. Sonra Mekke'de ikamet ettim. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'yi
fethettiği zaman Taife kaçtım-ve orada bekledim. Taifin elçilik heyeti,
Rasûlullah'm yanma Müslüman olmak için gittikleri zaman bana bütün yollar
kapandı. Kendi kendime dedim ki:
«Şam'a ya da Yemen'e
veya herhangi bir beldeye giderim. Vallahi ben bu düşüncede iken bir adam bana
dedi ki:
- Yazıklar olsun sana!
Vallahi Muhammed, dinine giren ve şahadet getiren hiçbir kimseyi öldürmüyor!
Adam bunu bana
söylediği zaman yola çıktım. Medine'ye Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldim.
Onun baş ucunda, ayakta hak şahadeti getiriyor olmamdan başkasını işitmedi,
beni görünce dedi ki:
- Vahşi sen misin?
- Evet, ya Rasûlallah!
- Otur, bana Hamza'yı
nasıl öldürdüğünü anlat!
Ben de onu size
anlattığım gibi anlattım. Sözümü bitirdiğim zaman dedi ki:
-Yazık sana! Karşımdan
kaybol ve seni hiç görmeyeyim!
Rasûlullah
(s.a.v.)'dan her nerede olursa, uzak kaçıyordum ki, beni görmesin. Nihayet
Allah onun ruhunu kabzedinceye kadar böylece kaçmaya devam ettim.
Müslümanlar,
Yemame'nin sahibi Müseylemetü'l-Kezzab'a karşı savaş açtıklarında onlarla
beraber sefere çıktım. Hamza'yı Öldürürken kullandığım mızrağımı yanıma aldım.
İki ordu karşı karşıya geldikleri zaman Müseylemetü'l-Kezzab'ı elinde kılıç
olduğu halde ayakta dururken gördüm. Onu tanıyordum. Vurmaya hazırlandım.
Diğer taraftan da Ensâr'dan bir adam hazırlandı. Her ikimiz de onu
hedefliyorduk. Mızrağımı oynattım. Nihayet tam hedefe vuracağıma kanaat
getirdiğim zaman mızrağımı üzerine fırlattım. Mızrak onu saplandı. Ensâr'dan
olan o adam da onun üzerine atıldı ve kılıçla vurdu. Artık hangimizin onu öldürmüş
olduğunu Allah daha iyi bilir. Eğer onu ben öldürmüş sem, Rasûlullah
(s.a.v.)'dan sonra insanların en hayırlısı olan Hamza'yı ve insanların en
şerlisi olan o kafiri öldürdüm, sayılır.
Ben derim ki:
Vahşi'nin burada sözünü ettiği Ensârî'den kasıt, Ebu Dücane Simak b. Harşe'dir,
Vakidî, Ridde olaylarından
bahsederken şöyle demiştir: Vahşi'nin yukarıda sözünü ettiği Ensârî'den maksat,
Abdullah b. Zeyd b. Asım el Mazini'dir.
Seyf b. Amr ise,
yukarıda sözü edilen Ensârî'niri, Adiy b. Sehl olduğunu söylemiştir ki, o bir
şiirinde şöyle demiştir:
«Görmedin mi ki; Ben
ve onların Vahşi'si insanları dinde fitneye düşüren Müseyleme'yi öldürdük.
İnsanlar onu nasıl
öldürdüğümüzü bana soruyorlar. Ben derim ki: Ben onu vurdum, Vahşi ise
mızrakladı.»
Meşhur kavle göre
Müseyleme'ye ilk darbeyi veren Vahşi'dir. Ama Ebu Dücane onu öldürmüştür Zira
İbn îshak, Abdullah b. Fadl kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Yemame savaşında bir ünleyi-cinin şöyle diyerek duyuruda bulunduğunu duydum:
Müseyleme'yi siyahı bir köle öldürdü.»
Hz. Harazanın
öldürülmesi kıssasıyla ilgili olarak Buharı, Abdula-ziz b. Abdullah b. Ebi
Seleme kanalı ile Cafer b. Amr b. Ümeyye ed-Damrî'nin şöyle dediğini rivayet
eder:
«Ben de Ubeydullah b,
Adiy b.Hiyar yola çıktık...» Bu zat,kxssayı daha önce geçtiği gibi aynen
nakletmiştir. Kıssayı naklederken Ubeydullah b. Adiy'in başına bir sarık
sarmış olduğunu, Vahşi'nin de onun ancak gözlerini ve ayaklarını gördüğünü, onu
önceki sayfada geçtiği gibi ayaklarından tanıdığını da anlatmıştır. Bu da
benzerliklere bakarak kişiyi tanıma ve soyunu belirleme hususunda büyük bir
ustalıktır. Nitekim Mücezzir el-Müdlicî'de Üsame ile babası Zeyd'in ayaklarına
bakarak renkleri değişik olduğu halde Üsame1 nin, Zeyd'in oğlu olduğunu tesbit
etmiştir. Bu tesbitini de ikisinin ayaklarmdaki benzerliğe bakarak yapmıştır.
Cafer b. Amr b. Ümeyye
ed-Damrî'nin rivayetinde şu ifadeler de geçiyor: İnsanlar savaş için karşı
karşıya geldiklerinde Siba ortaya çıktı ve: "Benimle mübareze yapacak
kimse yok mu?" diye sordu. Karşısına Abdülmuttalib oğlu Hamza çıktı ve ona
şöyle dedi:
- Ey dalakları kesen
Ümmü Enmar'm oğlu! Sen Allah'a ve Rasûlü-ne mi meydan okuyorsun?
Böyle dedikten sonra
üzerine saldırıp vurdu. Sanki dünden öldürülmüş gibi oldu.
Bu rivayet zımnında
Vahşi şöyle diyor:
- Ben de bir kayamn
arkasında gizlenmiş, Hamza'yı gözetliyordum. Yanıma yaklaştığında mızrağımı
ona fırlattım. Mızrağım, onun kasığına isabet etti. Arkasından çıktı Bu, onun
son anı oldu. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Refık-i A'lâ'ya yükseldi.
Müseylemetü'l-Kezzab ortaya çıktı. Ben kendi kendime dedim ki; Müseyleme'ye
karşı düzenlenen sefere katılayım, belki onu öldürürüm de Hamza'yı öldürmenin
keffare-tini öderim. İnsanlarla birlikte yola çıktım ve olanlar oldu. Bir de
baktım ki, duvar gediğinde bozalakbir deve gibi, saçı başı dağınık bir adam ortaya
çıktı. Ona mızrağımı fırlattım. Göğsüne isabet ettirdim. Mızrak arka taraftan
omuzlan arasmdan çıktı. Bu esnada Ensâr'dan bir adam da onun üzerine atıldı.
Kılıcıyla onun başına vurdu.
Abdullah b. Fadl dedi
ki: Süleyman b. Yesar, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini bana bildirdi: Evin
damında bulunan bir cariye şöyle dedi:
- Vay mü'minlerin
emirine! Onu siyahi bir köle Öldürdü.
İbn Hişam dedi M: Bana
şu haber ulaştı ki, Vahşi'ye şarap içtiği için defaatla had vuruluyordu.
Nihayet divandan çıkarıldı. Ömer b. Hattab şöyle diyordu: Bildim ki, yüce
Allah, Hamza'nın katilinin yakasını bırakacak değildir.
Ben derim M: Vahşi b.
Harb, yani Ebu Deşme, -Bir başka künyesi de Ebu Harb'dır- Hıms'ta öldü. İlk
parlak elbise giyen kişi, Vahşi olmuştur.
İbn İshak dedi ki:
Mus'ab b.Ümeyr, Öldürülünceye kadar Rasûlullah (s.a.v.)'m önünde savaştı. Onu
öldüren, İbn Kamie el-Ley'sî idi. İbn Kamie, Mus'ab'ı -Rasûlullah zannederek-
öldürmüştü. Öldürdükten sonra Kureyşlilerin yanma dönüp: «Muhammed'i öldürdüm.»
demişti.
Musa b. Ukbe'nin,
"Megazi" adlı eserinde Said b. Müseyyeb'den naklettiğine göre
Mus'ab'ı, Übey b. Halef öldürmüştür. Doğrusunu Allah bilir.
Mus'ab b. Ümeyr
öldürülünce, Rasûlullah (s.a.v.) sancağı Ebu Talib oğlu Ali'ye verdi.
Yunus b. Bükeyr, İbn
îshak'tan rivayet ederek şöyle dedi: Sancak önceleri Ebu Talib oğlu Ali'nin
yanındaydı. Rasûlullah (s.a.v.), müşriklerin sancağının Abdu'd-Dar oğullarının
yanında olduğunu görünce: «Biz onlardan daha fazla vefalıyız!» deyip sancağı
Ebu Talib oğlu Ali'den alarak Mus'ab b. Ümeyr'e verdi. Mus'ab öldürülünce
sancağı tekrar Ebu Talib oğlu Ali'ye verdi.
ibn İshak dedi M: Ebu
Talib oğlu Ali ile bir grup Müslüman, müşriklere karşı savaş verdiler.
ibn Hişam, Mesleme b.
Alkame el-Mazinî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Uhud gününde savaş
şiddetlendiği zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'm bayrağının altında oturdu. Ali
b. Ebi Talib'e bayrağı öne getirmesi için haber gönderdi. Ali de öne geçip
şöyle dedi:
- Ben Ebu'l-Kasm'ım
(yani kırıp dökerim).
- Müşriklerin
sancaktan Ebu Sa'd b. Ebi Talha, Hz. Ali'ye şöyle seslendi:
- Ey Ebu'1-Kasm,
benimle mübarezeye var mısın? Oda:
- Evet, dedi.
Bunun üzerine ikisi
iki safin arasında karşı karşıya geldiler ve birbirlerine peşpeşe darbeler
indirdiler. Ali ona vurdu, onu yeı-e serdi. Sonra ondan ayrıldı. Onu hemen
öldürmek istemedi. Ali'nin arkadaşları dediler ki: «Üzerine atılıp onu hemen
öldürseydin ya?» Ali de dedi ki: «O, beni avret mahallim göstererek karşıladı.
Akrabalık şefkatini çekti. Allah'ın onu öldürdüğünü anladım.» Hz. Ali, Sıffin
savaşında Büsr b.Ebi Ertat'a da böyle davranmıştı. Öldürmek için Büsr'ün
üzerine atıldığında Büsr, avretini ona açmış, bunun üzerine Sıffin savaşında
Amr b. As da Hz. Ali'ye karşı avret mahallini açmıştı. Hz. Ali de onu vurmayıp
geri dönmüştür. Bu hususta Haris b. Hadr şöyle demiştir:
«O savaşçı her günde
bir süvaridir. Bu işten vazgeçmez ama toz duman ortasında avret mahalli ortaya
çıkar. Ali de süngüsünü ona vurmaktan vazgeçer, Muaviye de tenhada ona güler.»
Yunus, İbn ishak'tan
rivayet ederek şöyle dedi: Talha b. Ebu Talha el-Abderî, Uhud savaşında
müşriklerin sancağını taşıyordu. Mübareze için karşısına adam istedi. Ama kimse
karşısına çıkmak istemedi, yalnız Zübeyr b. Avvam ortaya çıktı. Devesinin
üzerinde bulunan Talha'nın yanına sıçradı. Ve onu devesinden yere düşürdü.
Kılıcıyla onu kesti. Rasûlullah (s.a.v.) da bu hareketinden dolayı Zübeyr'i
överek şöyle dedi:
«Doğrusu her
peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr'dir. Eğer Zübeyr ,
mübareze için onun karşısına çıkmasaydı -insanların ona karşı çıkmaktan geri
durduklarını gördüğüm için- ben çıkardım.»
İbn İshak dedi ki: Ebu
Sa'd b. Ebi Talha'yı, Sa'd b. Ebi Vakkas öldürdü.
Asım b. Sabit b. Ebi
Akleh savaştı. Nafi b. Ebu Talha ve kardeşi Cül-las b. Talha'yı öldürdü. Onların
her birine bir ok isabet ettirdi. Bunun üzerine onlar, anneleri Sülafe'nin
yanına gelir, başını onun. kucağına koyarlardı. Sülafe şöyle sorardı:
- Ey oğulcuğum, sana
kim vurdu? Ona şöyle derdi:
- Biri bana vurduğu
zaman; «Al bunu benden, ben İbn Ebi Ak-leh'im.» dediğini işittim.
Bunun üzerine Sülafe,
şöyle bir adakta bulundu: «Eğer Allah, Asım in başını elime geçirirse kafatası
içinde şarap içerim!»
Asım da Allah'tan
şöyle bir dilekte bulunmuştu: "Hiçbir müşrike asla el sürmeyeyim ve
hiçbir müşrik bana asla el sürmesin."
Bu sebeple Cenâb-ı
Allah, Reci vak'asmda onu müşriklerden korumuştu. Nitekim bununla ilgili
açıklama ileride gelecektir.
îbn İshak dedi ki:
Hanzala b. Ebi Amir, onun üzerine çıktığı zaman Şeddad b. Evs -İd bu İbn
Şeub'dur- onu Ebu Süfyan'm üstüne çıkmış gördü. Şeddad, ona vurdu ve onu
öldürdü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:
- Şüphesiz melekler
arkadaşınız Hanzala'yı yıkıyorlar. Durumunu ailesinden sorun.» Bunun üzerine
ashab, onun ailesinden durumunu sordular. Ailesi dedi ki:
- O, savaş çağrısını
duyduğu zaman yıkanamadı. Cünüb olarak evden çıktı. Karısı Cemile binti Übey
b. Selül, Hanzala'nın o gece kendisiyle gerdeğe girip damat olduğuni ifade
etti.
Hanzala'nm babası Ebu
Amir'e cahiliye döneminde Rahip denilirdi. Çünkü çokça ibadet ederdi.
Rasûlullah, ona -hakka ve hakikat ehline muhalefet edip İslâm dinine girmemek
için Medine'den kaçıp Rasûlul-lah'a muhalefet ettiğinden ötürü- fasık adını
vermişti.
Musa b. Ukbe'nin
anlattığına göre Ebu Amir, oğlu Hanzala'nın göğsüne tekme vurarak şöyle
demişti:
- İki günah işledin.
Buraya düşüp ölmekten seni alıkoymuştum. Ama dinlemedin. Vallahi sen akrabalık
bağlarına rivayet eder, babana da iyi davranırdın. Ama bu sözüme riayet
etmedin.
îbn İshak dedi ki: İbn
Şeub, bu konuda şöyle demiştir: «Güneşin parıltısı gibi bîr darbe ile
arkadaşımı ve kendimi elbette himaye ederim.»
îbn Şeub, bir başka
şiirinde de şöyle demiştir:
«Ey îbn Harb, eğer
benim müdafaa etmem ve hazır bulunmam olmasaydı, dağın alt yanındaki savaşta,
sen elbette cevap veremeden öldürdün.
Eğer dağın alt
yanında, atma hamle yaptırmam olmasaydı, sırtlanlar seni yemek için üzerine
hızla koşup gelir ve seni yerlerdi.»
Ebu Süfyan'da bu
konuda şöyle bir şiir söylemiştir:
«Eğer ben dileseydim,
at beni kurtarırdı. İbn Şeub'a karşı minnettar olmazdı.
Benim tayım, onlardan,
köpeğin seslenmekle kovulacağı bir mekanda sabahtan güneş batmcaya dek devamlı
kaldı. Ordan uzaklaştım.
Onlarla savaşıyorum.
"Kim üstündür?" diye soruyorum. Katı bir kavim ile onları benden
defediyorum.
Şu halde ağla, hayal
kırıklığına uğrayan kimsenin sözüne bakma. Ona aldırış etme ve göz yaşından,
avaz ile ağlamaktan usanç getirip hayal kırıklığına uğrama.
Baban ve kardeşleri
bir bir peşine gittiler ve onlar için nasip olarak gözyaşı gerekli oldu.
Neccar kabilesinden
her âlicenâb cömert bir kişiyi öldürdüğüm için içimdeki şeyi unutturmaya
başlamıştı.
Haşimilerden de her
âlicenâb ve cömert bir erkek deveyi (yani Hamza ile Mus'ab'ı) öldürdüğümü
unutturmaya başlamıştı.
Oysaki bu, savaş
esnasında korkulur bir kişi değildir.
Eğer ben onlardan
nefsimin intikamını alıp yüreğimi soğutmasay-dım, elbette gönülde yaraların
izleri bir hüzün olurdu.
Cübbeler içinde
içlerine işlemiş darbe yaraları olduğu halde kanı akan ve hüzünlü kimseler
helak oldukları halde çekindiler.
Onlara, kanlan için
bir emsal olmayan ve yüksek haslette de benzeri bulunmayan kimseler isabet
ettirdiler.»
Bu şiire cevaben
Hassan b. Sabit de şöyle demiştir;
«Haşim soyundan avcı
develeri anlattın.
Oysaki senin
söylediğin kesinlikle yalandır. Doğru söyleyen değilsin.Asil dediğin Hamza'yı
öldürdüğüne mi güveniyorsun? Amr'ı, Utbe'-yi, oğlunu, Şeybe'yi, Haccac'ı ve İbn
Habib'i öldürmediler mi?
Asi'nin, Ali'yi davet
ettiği sabahı, o da keskin bir kılıçla onun davetine icabet etti. Onu kan ile
suladı.» [7]
İbn İshak dedi ki:
Allah, Müslümanlara yardımını ve nusretini indirdi. Onlara verdiği sözü yerine
getirdi. Müslümanlar da müşrikleri kılıçlarla vurup öldürdüler. Nihayet onları
karargahtan uzaklaştırdılar. Artık kesinlikle hezimete uğramışlardı. Bana gelen
habere göre Zübeyr şöyle demiştir: Vallahi baktım, bir de ne göreyim:Utbe'nin
kızı Hind'in hizmetçileri onlardan az çok ne almışlarsa hızla yürüyerek
kaçmaktadırlar. Karargahı boşalttığımız zaman okçular, karargaha doğru yöneldiler
ve arkamızı atlılara karşı boş bıraktılar. Böylece ardımızdan geldiler. Bu ara
bir ünleyici şöyle söyledi: «Dikkat, dikkat! Muhammed öldürülmüştür.» Bunun
üzerine müşriklerin sancaktarlarını vurduktan sonra döndük. Onlardan hiçbir
kimse o sancağa yaklaşamadı. Sonra üzerimize döndüler.
Müşriklerin sancağı
yere düşmüş halde kaldı. Nihayet Amre binti Alkame el-Harisiyye onu alıp
Kureyşlilere götürdü. Onlar da bunun yanında toplandılar. Sancak, Savab'm
yanındaydı. Savab, Beni Ebi Tal-ha'nın kölesi olup Habeşî'dir. Kureyşlilerden
sancağı taşıyan son adamdi. Sancağı eline alıp savaştı.Nihayet elleri kesildi.
Diz üstü çöktü. Sancağı göğsü ve boynu ile tuttu. Bu halde iken öldürüldü.
Öldürülürken şöyle diyordu: «Ey Allah'ım, artık mazur sayılır mıyım?»
Hassan b. Sabit bu
hususta şöyle dedi:
«Sancakla övündünüz.
Savab'a verildiği zaman övüncün en kötüsü sancaktır. Onda övüncünüzü bir köle
ile ve toprağa basanların en yaramazı ile kıldığınız, zannettiniz. Sefihler ve
beyinsizler ancak zannederler. Halbuki bu doğru bir iş değildi. Şunu
zannettiniz ki, gücünüz, Mekke'de karşılaştığımız zaman heybelerin altınlarını
satmamzdır. Ellerin bağlanmasıyla gözlerin aydınlanacağım sandınız. Oysa elleri
kına yakıldığı için bağlanmıştır.»
Amre binti Alkame'nin
Kureyşlilerin sancağını taşımasıyla ilgili olarak Hassan b. Sabit şöyle
demiştir:
«Adel kabilesi, sanki
kaşları belirlenmiş olarak şirk mevkiinin geyiklerinin yavruları imişçesine
sevk olundukları zaman,
Onlara helak edici,
kahredici, yok edici darbeler vurduk ve vurma ile onları her taraftan topladık.
Eğer Harisiyye kadının
sancağı olmasaydı, onlar çarşılarda getirilmiş satılık malların satışı gibi
satılırlardı.»
İbn ishak dedi ki:
Müslümanlar çekildiler. Düşman onlara darbe vurdu. O gün imtihan ve tecrübe
günü idi. Allah o günde Müslümanlara şehidlik ikram etti. Hatta düşman,
Rasûlullah (s.a.v.)'a yaklaşmaya bile yol buldu ve ona taş atıp isabet
ettirdiler. Taş dörtlü dişine isabet etti. Yüzünde yara açıldı. Dudağı
yaralandı. Ona taş vuran kişi, Utbe b. Ebi Vakkas idi.
Humeyd et-Tavil, Enes
b. Malik'ten naklen bana haber verdi ki, Peygamber (s.a.v.)'in dörtlü dişi Uhud
gününde kırıldı. Yüzünde yara açıldı. Yüzünün üzerine akan kanı silmeye
başladı. Silerken de şöyle diyordu: «Peygamberinin yüzünü kana boyayan bir
millet nasıl iflah olur?! Oysaki o, onları Rablerine davet ediyor.»
Bunun üzerine Cenâb-ı
Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
«Allah'ın, onların
tevbelerini kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur.
Çünkü onlar zalimlerdir.» (Âl-i Imrân,i28.)
İbn Cerir, tarihinde
Muhammed b. Hüseyin kanalı ile Süddî'nin şöyle dediğini rivayet eder: İbn Kamie
el-Harisî, gelip Rasûlullah (s.a.v.)'a bir taş attı, burnunu ve dörtlü dişini
kırdı, yüzünü yaraladı, durumunu ağırlaştırdı. Ashabı da etrafından dağılıp gitti.
Bazısı Medine'ye gitti, bir grup da dağın tepesindeki kayalıklara doğru koştu.
Rasûlullah (s.a.v.) ise insanları çağırıp: «Ey Allah'ın kulları bana gelin, Ey
Allah'ın kullan bana gelin!» diyordu. Etrafında otuz adam toplandı.
Önü sıra yürüyorlardı.
Yanında sadece Talha ile Sehl b. Hanif durdular. Talha, onu koruyordu. Gelen
bir ok, Talha'mn eline isabet etti. Elleri onu korudu. Übey b. Halef el-Cumahî
-ki bu adam, Peygamber (s.a.v.)'i öldürmeye and içmişti- geldi. Rasûlullah
(s.a.v.) ise: «Onu ben öldürürüm.» dedi ve kendisine: «Ey yalancı, nereye
kaçıyorsun?» diye sordu. Üzerine saldırdı Zırhının yakasına yakın tarafına bir
darbe indirdi. Göğsünde hafif bir yara meydana getirdi. Übey b. Halef, öküz
gibi böğürmeye başladı. Adamları onu alıp götürdüler. Kendisine: «Sende bir
yara yok. Niye rahatsız oluyorsun?» dedilerse de o:
"Muhammed bana:
«Seni öldüreceğim.» demedi mi? Eğer Rebia ve Mudar kabileleri bir araya
gelseler vallahi Muhammed onları da öldürür."
Bir gün ya da bir
günden az bir zaman geçince Übey b. Halef göğsünden aldığı o hafif yara
yüzünden öldü.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
öldürüldüğüne dair yalan haber insanlar arasında yayıldı. Uhud dağının
tepesindeki kayalıklara doğru çıkmış olan kimselerin bir kısmı:
«Keşke bir elçi,
Abdullah b. Übey'ye gitse ve bizim için Ebu Süf-yan'dan bir emanname alsa. Ey
kavim, şüphesiz Muhammed öldürülmüştür. Artık kavminize dönün. Mekkeliler
gelip sizi öldürmeden önce tez davranıp milletinize dönün.» dediler.
Enes b. Nadir ise
şöyle dedi:
«Ey millet, şayet
Muhammed öldürülmüşse bile, Muhammed'in Rabb'i Öldürülmedi. Muhammed
(s.a.v.)'in uğruna savaştığı dava uğruna savaşın. Allahım, şunların
söylediklerinden ben uzağım ve senden özür diliyorum.»
Böyle dedikten sonra
kılıcım eline alıp savaştı, sonunda öldürülüp şehid oldu.
Rasûlullah (s.a.v.),
koşup insanları çağırıyordu. Nihayet o kayalıkların yanında duran adamların
yanma vardı. Onlardan biri yayına bir ok koyup ona atacak iken ona: «Ben
Rasûlullahım.» dedi.Bu sözünü duymaları üzerine sevinç duydular. Rasûlullah
(s.a.v.) da kendisini koruyacak sahabelerini görünce sevindi. Toplandılar,
Rasûlullah da aralarında bulunuyordu. Keder ve üzüntüleri gitti. Fethi anmaya,
kaçırdıkları fırsatları ve öldürülen arkadaşlarını hatırlamaya başladılar.
"Muhammed
öldürüldü, artık kavminize dönün" diyen kimseler hakkında yüce Allah, şu
ayeti inzal buyurdu:
«Muhammed ancak bir
peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmişti. Ölür veya öldürülürse
geriye mi döneceksiniz?....» (Âi-i Îmrân,l44.)
Ebu Süfyan,
Müslümanlara doğru geldi ve nihayet üzerlerine hakim bir noktada durdu.
Müslümanlar, ona baktıklarında içinde bulunduldan hali unuttular. Ebu Süfyan'ı
düşünmeye haşladılar. Rasûlullah, onlara şöyle dedi: «Müşrikler bize üstün
olamazlar. Allahım, eğer şu bir avuç Müslüman öldürülürse artık yeryüzünde sana
ibadet edilmez!» Böyle dedikten sonra ashabına seslendi. Ashab da müşriklere
taş attı ve nihayet onları tepeden aşağı indirdiler. Ebu Süfyan şöyle dedi:
«Ey Hübel, yücel!
Hanzala'ya karşı Hanzala gitti. Uhud günü, Bedir gününe karşılık oldu.» Bu,
garip bir rivayettir.
îbn Hişanı dedi ki:
Rebih b. Abdirrahman b. Ebi Said, babası Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet
eder: Utbe b. Ebi Vakkas, Rasûlullah (s.a.v.)'a taş attı. Onun alt çenesinin
sağındaki dörtlü dişini kırdı ve alt dudağım yardı. Abdullah b. Şihab ez-Zuhrî
de alnını yaraladı. Abdullah b. Kamie de yanağım yaraladı. Rasûlullah'm
miğferinin iki halkası yanağına battı. Müslümanların içine düşmesi için Ebu
Amir'in kazdığı çukurlardan birine düştü. Rasûlullah çukurda iken Ali, elini
uzatıp onu çıkardı. Talha b. Ubeydullah da onu tutup ayağa kaldırdı. Ebu
Said'in babası Malik b. Sinan, Rasûlullah'm yüzündeki kanı dudaklarıyla emdi.
Sonra yuttu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
«Kanımın kanma
dokunduğu kimseye ateş isabet etmez.» dedi.
Ben derim İd:
Katade'nin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), yanı üzere düşüp
yaralandığında bayıldı. Ebu Hüzeyfe'nin azadlısı Salim yanına geldi, oturttu
ve yüzündeki kanları sildi. Rasûlullah ayıldı ve şöyle dedi: «Peygamberlerine
böyle yapan bir kavim nasıl iflah olur. Halbuki peygamberleri onları Allah'a
davet ediyor!» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Allah'ın, onların
tevbelerini kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur.
Çünkü onlar zalimlerdir.» (Âl-i Imrân,i28.)
Ben derim ki: Uhud
savaşında sabahleyin durum Müslümanların lehine ve kafirlerin aleyhine idi.
Nitekim bu hususta yüce Allah, şöyle buyurmuştur:
«Andolsun ki, Allah,
size verdiği sözde durdu. O'nun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz, ama
Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta
çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu.
Derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. Andolsun ki O,
sizi bağışladı. Allah'ın inananlara nimeti boldur. Peygamber arkanızdan sizi
çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz. Kaybettiğinize ve başınıza gelene
üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı.» (Âl-i Imrân, 152-153.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Süleyman b. Davud kanalı ile İbn Ab-bas'm şöıyle dediğini rivayet eder:
«Cenâb-ı Allah, Uhud
gününde yardım ettiği gibi hiçbir yerde yardım etmiş değildir.»
Ravi diyor ki, biz
bunu inkar ettik. O da bize şöyle dedi: Benimle bu hususu inkar eden kimseler
arasında hakem olarak Allah'ın kitabı vardır. Çünkü Uhud günü hakkında Cenâb-ı
Allah, şöyle buyurmuştur:
«Andolsun ki, Allah,
size verdiği sözde durdu. O'nun izniyle kafirleri kırıp biçiyordunuz. Ama
Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz
ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu. Derken denemek
için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. Andolsun ki O, sizi bağışladı.
Allah'ın inananlara nimeti boldur.» (Âl-i Imrân, 152.)
Bu ayet-i kerime ile
Uhud savaşındaki okçular kastedilmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), onları bir
yere yerleştirdi. Sonra onlara, «Arkamızı koruma altına alın. Eğer
öldürüldüğümüzü görseniz dahi bize yardıma gelmeyin. Eğer ganimet topladığımızı
görseniz yine gelip bize ortak olmayın.» dedi.
Hz. Peygamber, ganimet
toplayıp müşrik askerleri Öldürmeyi mubah kıldığı zaman arkadaki okçuların
tamamı gelip Müslüman askerler arasına girip yağmalamaya başladılar.
Rasûlullah'ın ashabının safları karşı karşıya geldi. Birbirlerine karıştılar.
Okçular arkadaki boğazı boş bırakınca müşriklerin süvarileri oradan gelip
Müslümanlara hücum ettiler. Sahabeler panik içinde birbirlerini vurmaya
başladılar. Müslümanlardan bazı kimseler öldüler. Savaşın seyri sabahleyin
Rasûlullah ile ashabının lehine idi. Öyle ki, müşriklerin sancaktarlarından
yedi ya da dokuz kişi öldürülmüştü. Müslümanlar dağa doğru gittiler. İnsanların
dedikleri yere, mağaraya ulaşamadılar. Ancak develerin altına gizlendiler.
Şeytan da: «Muhammed Öldürüldü!» diye inledi. Bu sesin gerçekliği hususunda
hiç kimse şüphe etmedi. Biz de şüphe etmiyorduk. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.)
çıka geldi. Onu yürürken salınmasından tanırdık. Sevindik. Sanki o hezimet
musibeti bize uğramamıştı. Rasûlullah, bize doğru çıkıp geldi. Şöyle diyordu:
«Rasûlullah'm yüzünü kana bulayan kavme karşı Allah'ın gazabı şiddetlendi.
Allahım, onlar bize karşı üstün olacak kimseler değildirler.» Bir süre
bekledikten sonra bir de baktık ki Ebu Süfyan, dağın aşağı tarafında iki kez:
«Ey Hübel, yücel, ey Hübel yücel! Ebu Kebşe'nin oğlu (Muhammed) nerede? Ebu
Kuha-fe'nin oğlu nerede? Hattab'm oğlu nerede?» diye seslendi. Ömer b. Hat-tab:
«Ona cevap vereyim mi?» diye sorunca Hz. Peygamber: «Evet, cevap ver.» dedi.
Ebu Süfyan: «Ey Hübel, yücel!» deyince Ömer b. Hattab: «Allah daha üstün ve
daha yücedir.» dedi. Ebu Süfyan da: «Ey Hattab'm oğlu, gözünü aydın kıldın. İyi
savaştın, kusur göstermedin.» dedi. ,
Ravinin ifadesine göre
Ebu Süfyan şöyle demiştir:
- Ebu Kebşe'nin oğlu
(Muhammed) nerede? Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) nerede? Hattab'm oğlu (Ömer)
nerede?
Hz. Ömer şöyle cevap
verdi:
- îşte Rasûlullah
burada. İşte Ebu Bekir burada ve ben de Ömer'im!
- Bedir gününe
karşılık Uhud gününü kazandık. Günler dönüp dolaşır. Savaş ta bir gün
lehimize, bir gün aleyhimize olur.
-Hayır eşit değiliz.
Bizim ölülerimiz Cennet'te, sizinkiler ise ateştedir.
- Siz bunu iddia
ediyorsunuz, demek ki biz yine zarar ve ziyan ettik, öyle mi? Ama sizin
ölülerinizden bazısının burunları ve kulakları kesilmiştir. Bu bizim önde
gelen adamlarımızın tavsiyesi üzerine yapılmış birşey değildir.
Sonra cahiliye
gayretine kapılarak şöyle dedi:
- Eğer böyle birşey
olmuşsa da biz bundan hoşlanmıyor değiliz. Bu, garip bir hadistir. İbn Abbas'm
mürsellerinden biridir. Buharı, Ubeydullah b. Musa kanalı ile Bera b. Azib'in
şöyle dediğini rivayet eder:
«Uhud gününde
müşriklerle karşılaştık. Saflarımız karşı karşıya geldi. Peygamber (s.a.v.),
okçu askerleri yerlerine yerleştirdi. Başlarına da komutan olarak Abdullah b.
Cübeyr'i atayarak onlara şöyle talimat verdi: Sakın yerinizden ayrılmayın. Eğer
galip olduğumuzu görürseniz yine yerinizden ayrılmayın. Mağlup olduğumuzu
görürseniz de bize yardıma gelmeyin.»
Düşmanla
karşılaştığımızda onlar Önümüzden kaçtılar. Öyleki kadınların paçalarını
sıvayarak dağa doğru koştuklarını gördüm. Koşarken ayaklarındaki halhallar
görünüyordu. Ve "ganimet, ganimet", diyorlardı. Abdullah dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), yerimizden ayrılmamamızı bize tenbihlemişti. Ama
adamlarım bu tenbihe riayet etmediler. Riayet etmeyince de şaştılar ve nereye
gideceklerini bilemediler. Yetmiş kişi öldürüldü. Ebu Süfyan tepeye çıkıp:
- Kavim içinde
Muhammed var mıdır? diye sordu. Rasûlullah:
- Ona cevap vermeyin,
dedi. Ebu Süfyan:
- Kavim içinde Ebu
Kuhafe'nin oğlu Ebu Bekir var mıdır?diye sordu.
Rasûlullah:
- Ona cevap vermeyin,
dedi. Ebu Süfyan:
- Kavim içinde
Hattab'm oğlu Ömer var mıdır? diye sordu. Ve sözüne devamla:
- Bunlar
öldürülmüşlerdir. Eğer hayatta olsalardı cevap verirlerdi, dedi.
Bunun üzerine Hz.
Ömer, kendini tutamayıp şöyle dedi: -Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Allah
seni üzecek şeyi sana karşı hayatta bırakmıştır. Ebu Süfyan:
- Ey Hübel yücel!
dedi. Peygamber (s.a.v.):
- Ona cevap verin,
dedi. Ashab:
- Ona ne diyelim? diye
sordu. Rasûlullah:
- Deyin ki: Allah daha
üstün ve daha yücedir. Ebu Süfyan:
- Bizim Uzzamız
vardır. Sizin Uzzanız yoktur, dedi. Rasûlullah:
- Ona cevap verin,
dedi. Ashab:
- Ona ne diyelim? diye
sordu. Rasûlullah:
- Deyin ki: Allah
mevlamızdır.Sizin mevlamz yoktur. Ebu Süfyan:
- Bugün Bedir gününe
karşılıktır. Savaş dönerlidir. Ölülerinizin burun ve kulaklarının kesilmiş
olduğunu göreceksiniz, ama ben bunu emretmedim ve bundan ötürü de
üzülmedim,dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Musa ve Züheyr kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Uhud gününde Rasûlullah
(s.a.v.), elli kadar okçunun başına Abdullah b. Cübeyr'i komutan olarak atadı
ve onları bir yere yerleştirerek şöyle talimat verdi:
"Kuşların bizi
kapıp götürdüklerim görseniz bile size haber gönderilmedikçe yerinizden
ayrılmayın. Düşmanı mağlup edip ayak altında ezdiğimizi görünce, size haber
salınmadıkça yerinizden ayrılmayın."
Ravi diyor ki:
Müslümanlar, müşrikleri hezimete uğrattılar. Vallahi ben kadınların dağa doğru
kaçtıklarını gördüm. Bacakları açılmış, halhalları görülüyordu. Eteklerini toplamış
vaziyette kaçıyorlardı.
Abdullah b. Gübeyr
komutasındaki okçular: «Ganimete! Ey millet ganimete! Arkadaşlarınız galip
oldular. Daha ne bekliyorsunuz?» dediler. Abdullah b. Cübeyr ise onları şu
sözle uyardı:
- Rasûlullah'm size
söylediklerini unuttunuz mu? Onlar ise:
- Vallahi biz o
insanların üzerine gidecek ve ganimetten payımızı alacağız!
Onlara geldiklerinde
şaşkına döndüler. Rasûlullah sonunda onları çağırıyordu. Ama Rasûlullah'm
yanında sadece on iki kişi kalmıştı. Müşrikler bizden yetmiş kişi öldürmüşlerdi.
Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, Bedir gününde müşriklerden yetmiş kişiyi
Öldürmüş, yetmiş kişiyi de esir almışlardı.
Ebu Süfyan üç kez:
"Kavim içinde Muhammed var mı? Kavim içinde Muhammed var mı? Kavim içinde
Muhammed var mı?" diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.), ashabım ona cevap
vermekten menetti. Sonra Ebu Süfyan:
- Kavim içinde Ebu
Kuhafe'nin oğlu var mı? Kavim içinde Hat-tab'ın oğlu var mı? diye sordu. Sonra
kendi arkadaşlarına dönüp şöyle dedi:
- Demek ki bunlar
öldürülmüşler ve siz onların haklarından gelmişsiniz!
Bunun üzerine Hz.Ömer,
kendim tutamayıp şöyle dedi:
- Yalan söyledin.
Vallahi ey Allah düşmanı! Şu adlarım saydığın kimseler diridirler. Ve seni
üzecek şey, senin için hayatta kalmıştır.
Ebu Süfyan şöyle dedi:
- Bugün, Bedir.gününe
karşılıktır. Savaş dönerlidir.Siz kavminiz arasında Ölülerinizin burun ve
kulaklarının kesilmiş olduğunu göreceksiniz. Ama ben bunları emretmiş değilim.
Fakat bu beni üzmüş de değildir.
Böyle dedikten sonra
kafiyeli olarak: «Ey Hübel yücel, Ey Hübel yücel.» dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Ona cevap vermeyecek
misiniz? diye sordu. Ashab:
- Ona ne diyelim?
dedi. Rasûlullah:
- Deyin ki: Allah daha
üstün ve daha yücedir. Ebu Süfyan:
- Bizim Uzza'mız var.
Sizin Uzza'mz yok ki, dedi. Rasûlullah:
- Ona cevap vermeyecek
misiniz? diye sordu. Ashab:
- Ya Rasûlallah ne
diyelim? dediler. Rasûlullah:
- Deyin ki: Allah
bizim mevlamızdır. Sizin mevianız yoktur.» İmam Ahmed b. Hanbel, Affan ve
Hammad b. Seleme kanalı ile
Enes b. Malik'ten
rivayet etti ki, Rasûlullah, Ensâr'dan yedi ve Kureyş-lilerden bir kişi
arasında iken müşrikler, üzerine hücum ettiler. Rasûlullah; «Bunları bizden
kim savacaktır? Bunları üzerimizden savacak olan kişi Cennet'te benim arkadaşım
olacaktır.» dedi. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam gelip öldürülünceye kadar bu
uğurda savaştı. Müşrikler yine hücum ettiklerinde Rasûlullah:
- Bunları bizden
savacak olan kimse, Cennet'te benim arkadaşım olacaktır, dedi. Nihayet
yanındaki yedi kişi öldürülüp şehid edildi.
Rasûlullah (s.a.v.):
«Ashabımız bize insaf etmediler.» dedi.
"Delail"
adlı eserde Beyhakî, Ammare b. Gaziyye tarikiyle Cabir'in şöyle dediğini
rivayet eder: Uhud gününde insanlar, Rasûlullah'm etrafından dağılıp gittiler.
Beraberinde Ensâr'dan on bir kişi kaldı. Ve Talha b. Ubeydullah da yanında idi.
Bu halde iken Rasûlullah, dağa tırmanıyordu. Müşrikler peşleri sıra koşup
geldiler. Hücum edecekleri esnada Rasûlullah: «Bunlara karşı koyacak bir kimse
yok mu?» diye sordu. Talha:
- Ben varım ya
Rasûlallah, dedi. Rasûlullah ona:
- Sen olduğun gibi kal
bakalım ey Talha, dedi. Ensâr'dan bir adam:
- Bunlara karşı ben
koyarım ya Rasûlallah, dedi ve bu uğurda savaştı. Rasûlullah (s.a.v.) da
yanındaki ashabla birlikte dağa tırmandı. Sonra o Ensârî öldürüldü. Müşrikler
yine koşup Rasûlullah'a ve sahabelere yetiştiler. Rasûlullah:
- Bunlara karşı
koyacak kimse yok mu? diye sorunca Talha yine aynı şeyleri söyledi. Rasûlullah
onu yine durdurdu. Ensâr'dan bir adam:
- Ben varım ya
Rasûlallah, dedi ve savaştı. Rasûlullah ile ashabı da dağa tırmanmaya devam ettiler.
O Ensârî öldürüldü. Müşrikler yine koşup geldiler ve Rasûlullah ile sahabelere
yetiştiler. Rasûlullah yine aynı şeyleri söyledi. Talha da aynı şekilde savaşa
hazır olduğunu söyledi. Rasûlullah, onu müşriklerle çatışmaktan menetti.
Ensâr'dan bir adam müşriklerle çarpışmak için izin istedi. Rasûlullah izin
verdi. O da önceki arkadaşları gibi müşriklerle savaştı. Geride sadece Talha
kaldı. Diğer ashab öldürüldü. Müşrikler, Rasûlullah ile Talha'nın da etrafını
çevirdiler. Rasûlullah:
- Bunlara karşı kim
koyacak? diye sorunca Talha:
- Ben karşı koyacağım
ya Rasûlallah, dedi ve kendisinden önceki arkadaşları gibi o da savaştı.
Parmaklarından vuruldu. Öldüm, dedi Rasûlullah:
- Eğer Bismillah
deseydin, melekler insanların gözü önünde seni yükseltirler ve semanın ortasına
koyarlardı, dedi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), toplu halde bulunan sahabelerinin
yanma çıkıp gitti.
Buharî, Abdullah b.
Ebi Şeybe kanalı ile Kays b. Ebi Hazim'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Talha1 nm elinin
felçli olduğunu gördüm. Uhud gününde o eli ile Rasûlullah'ı korumuştu.»
Buharı ve Müslim,
sahihlerinde Ebu Osman en-Nehdî'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
«Rasûlullah'ın bizzat savaştığı o günlerde yanında Talha ve Sa'd'tan başka
kimse kalmamıştı.»
Hasan b. Arfe, Mervan
b. Muaviye kanalı ile Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğim rivayet eder:
«Uhud gününde
Rasûlullah (s.a.v.) okluğunu çıkarıp bana verdi ve: «At... Anam babam sana feda
olsun.» dedi.»
Buharı nin sahihinde,
Abdullah b. Şeddad kanalı ile Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediği rivayet
edilmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
Sa'd b. Malik dışında her hangi bir kimseye: «Anam babam sana feda
olsun.»dediğini duymadım. Yalnız Uhud gününde Sa'd'a şöyle dediğini duydum:
«Ey Sa'd, at.. Anam babam sana feda olsun.»
Muhammed b. İshak, Salih
b. Keysan kanalı ile Sa'd b.Ebi Vak-kas'uı Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ı
korumak için ok attığını rivayet etmiştir. Sa'd demiş ki: «Rasûlullah (s.a.v.)
bana ok veriyor ve: «At... Anam babam sana feda olsun.» diyordu. Öyle ki o,
başlığı olmayan okları bile bana veriyordu. Ben de onları düşmana doğru
atıyordum.»
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde İbrahim b. Sa'd kanalı ile Sa'd b.Ebi Vakkas'ın şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Uhud gününde Peygamber (s.a.v)'in sağında ve solunda beyaz
elbiseli iki adam gördüm. Şiddetli bir şekilde savaşıyorlardı. Onları daha önce
görmediğim gibi daha sonrada görmedim. Bu iki adam Cebrail ve Mikail idi.
îmam Ahmed b. Hanbel,
Affan ve Sabit kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki: Ebu Talha, Uhud gününde
Peygamber (s.a.v.)'in önünde durup düşmana ok atıyordu. Peygamber (s.a.v.) ise,
onu kendine kalkan edinmişti. Ebu Talha düşmana ok atıyordu. Atarken de
Rasûlullah (s.a.v.) başını kaldırıp bakıyor ve okunun nereye düştüğünü
seyrediyordu. Ebu Talha da göğsünü kaldırıp: «Babam anam sana feda olsun ya
Rasûlallah, sakm sana bir ok değmesin. Benim göğsüm seni korumak için siper
olsun.» diyor ve Rasûlullah'ın önünde âdeta bir sur gibi duruyordu. "Ben
güçlüyüm ya Rasûlallah, beni ihtiyaç duyduğun her tarafa gönder ve bana
dilediğini emret." diyordu.
Buharî, Ebu Ma'mer
kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud gününde insanlar,
Peygamber (s.a.v.)'in etrafından dağılıp gittiler. Ebu Talha ise, Peygamber
(s.a.v.)'in önünde durmuş, onu koruyordu. Bu iş için deriden bir kalkanını
kullanıyordu. Ebu Talha, atıcı gücü ve koparması kuvvetli bir adamdı. O gün
elinde iki ya da üç yay kırıldı. Bir adamın eline ok geçiyor,Rasûlullah
da:"Onu Ebu Talha'ya verin." diyordu.»
Enes, sözüne devamla
şöyle diyor: «Peygamber (s.a.v.), yüksek bir yere çıkıp kavme bakıyordu. Ebu
Talha ona şöyle diyordu: «Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah, sakın
müşriklerin okları sana isabet etmesin. Seni korumak için benim göğsüm sana
siper olsun.»
Ebu Bekir'in kızı Aişe
ile Ümmü Süleym'in de paçalarını sıvamış, halhallan göze görünmüş vaziyette
sırtları üzerinde su kırbalarını taşıdıklarını ve kırbalarla getirdikleri
suları Müslümanlara verdiklerini, tekrar dönüp doldurarak yine getirdiklerini
ve Müslümanlara verdiklerini gördüm. 0 gün iki ya da üç kez Ebu Talha'nm
elinden kılıç düştü.»
Buharî, Halife ve
Yezid b. Zurey' kanalı ile Ebu Talha'nın şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud
gününde kendisini uyku bürüyen kimseler arasında ben de vardım. Öyleki
defalarca kılıcım elimden düşmüştü. Düşüyordu ve ben yerden alıyordum.
Düşüyordu, yerden yine alıyordum.»
Buharî, bu olayı kesin
ifadelerle anlatmıştır. Bu ifadelerini şu ayet-i kerime de teyid etmektedir:
«Kederden sonra, bir
takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi. Oysa bir
kısmınız da kendi dertlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye
devrinde olduğu gibi inanıyorlar, «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?»
diyorlardı, Ey Muhammedi De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır.» Sana açmadıklarım
içlerinde gizliyorlar, «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada
öldürülmezdik.» diyorlar. De ki: «Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm
yazıh olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı.» Bu, Allah'ın
içinizde olanı denemesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah
gönüllerde olanı bilir, iki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz
çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp
yoldan çıkarmak istemişti. Andolsun ki, Allah onları affetti. Allah
bağışlayandır, Halimdir.» (Âl-i Imrân, 154-1550
Buharî, Abdan ve Ebu
Hamza kanalı ile Osman b. Mevheb'in şöyle dediğini rivayet eder: «Adamın biri
Beyt'i haccetmeye geldi. Orada bir topluluğun oturmuş olduğunu gördü ve dedi
ki:
- Şu oturanlar
kimlerdir?
- Şunlar
Kureyşlilerdir.
- Peki âlimleri
kimdir?
- Alimleri İbn
Ömer'dir, dediler. Adam, İbn Ömer'in yanma gelip şöyle sordu:
- Sana birşey
soracağım. Bana cevab verir misin? Şu Beyt İn hürmeti aşkına söyle: Osman b.
Affan'uı Uhud gününde firar ettiğini biliyor musun?
-Evet...
Bedir savaşma
katılmadığını da biliyor musun?
- Evet...
- Onun Rıdvan
bey'atmdan geri kaldığını ve bey*ate katılmadığını da biliyor musun?
-Evet....
Bunun üzerine adam
tekbir getirdi. İbn Ömer, ona şöyle dedi:
- Gel de bana sorduğun
ve benim sana verdiğim cevapların teferruatını bildireyim ve gerekli
açıklamayı yapayım: Uhud gününden kaçışına gelince, Allah'ın onu affetmiş
olduğuna şahadet ederim. Bedir savaşma katılmayışına gelince, Rasûlullah'm
kızı onun zevcesi idi. Zevcesi hastalanmıştı. Rasûlullah, ona: «Kızımın has t
ab akıcılığını yaparsan, Bedir gazvesine katılan kimse kadar sevab ve ganimet
kazanırsın.» demişti.
Rıdvan be/atine
katılmamış olması ise, o, Mekke'ye Müslümanların temsilcisi olarak
gönderilmişti. Eğer Osman b. Affan'dan Mekke halkı içinde daha fazla itibar
görecek bir kimse olsaydı Rasûlullah, Osman'ın yerine onu gönderirdi. Ama
böyle bir kimse bulunmadığı için. Osman'ı gönderdi. Osman, Mekke'ye gittikten
sonra (Hudeybiye'de) Rıdvan bey'ati yapılmıştı. Be/atleşnıe esnasında
Peygamber (s.a.v.) sağ elini göstererek: «Bu Osman'ın elidir.» dedi ve sağ
elini sol eline vurarak bey'at yapıyormuş gibi yaptı ve, "Bu da Osman'ın
beyatidir." dedi.
İşte sen şimdi bu
cevapları almış olarak git.»
el-Ümevî,
"Megazi" adlı eserinde Yahya b. Abbad'm babasının şöyle dediğini
rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'m etrafındaki insanlar dağılıp kaçmışlar,
bir kısmı Aves dağının yakınındaki Münakka mevkiine kadar gitmişlerdi. Osman b.
Âffan ile Ensâr'dan Sa'd b. Osman'da kaçmışlar, Cel'ab mıntıkasına
ulaşmışlardı. Cel'ab, Aves dağı yakınında Medine taraflarında bir dağın adıdır.
Orada üç gün kalmışlar. Sonra geri dönmüşlerdi. Bunların ifadesine göre
Rasûlullah (s.a.v.) kendilerine şöyle demiştir: «Oraya geniş olarak gittiniz.»
Demek istediğimiz
şudur ki: Bedir gazvesinde meydana gelen hadiselerin bir kısmı, Uhud
gazvesinde de meydana gelmiştir. Mesela, savaşın şiddetlendiği esnada
mü'minleri hafif bir uyku bürümüştü. Bu da Allah'ın yardım ve teyidi sayesinde
müzminlerin kalblerinin yatıştığım ve onların kendi yaratıcılarına tamamıyla
tevekkül etmiş olduklarını is-batlayan bir delildir. Bedir gazvesi hakkında
Cenâb-ı Allah'ın nazil olan şu ayet-i kerimesi üzerinde gerekli açıklamalar
yapılmıştı:
«Allah kendi katından
bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.» (ei-Enfâi,ıı.)
Uhud gazvesiyle ilgili
olarak da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:
«Kederden sonra, bir
takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi.» (Âl-i
îmrân, 154.)
Bu ayet-i kerimede
geçen «Bir takımınızı» sözü ile kamil mü'minler kastedilmiştir. Nitekim İbn
Mesud ile diğer selef uleması demişler ki: Savaşta uykuya dalmak, iman
alametindendir.
Namazda uykuya dalmak
ise nifak alametindendir. Bu sebeple Cenâb-ı Allah, ayetin devamında şöyle
buyurmuştur: «Oysa bir takımınız da kendi dertlerine düşmüşlerdi.»
Bedir gazvesinde
meydana gelen hadiselerin bir kısmının, Uhud gazvesinde de görüldüğünü
söylemiştik. Bu husustaki örneklerin ikincisi de şudur: Rasûlullah (s.a.v.),
Bedir gazvesinde Allah'tan yardım dilediği gibi Uhud gazvesinde de şu sözleri
ile Allah'tan yardım dilemişti: «Eğer dilersen artık yeryüzünde sana ibadet
edilmez.»
Nitekim imam Ahmed b.
Hanbel, Abdussamed ve Affan kanalı ile Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
dediğini Enes'ten rivayet eder:
«Allahım, eğer
dilersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmez.»
Buharî, Abdullah b.
Muhammed kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud
gününde adamın biri, Peygamber (s.a.v.)'e şöyle sordu:
- Ne dersin, eğer ben
öldürülürsem nerede olurum?
- Cennet'te olursun.
Adam bunun üzerine
elindeki hurmaları attı. Sonra öldürülünceye kadar savaştı.»
Bu hadise, Bedir
gazvesinde geçen Ümeyr b. Humam kıssasına benzemektedir. Allah ikisinden de
razı olsun ve kendilerini hoşnud kılsın. [8]
Buharî, bu konu ile
ilgili olarak eserinde: «Uhud gününde Rasûlul-lah'ın aldığı yaralar» şeklinde
bir başlık açıp İshak b. Nasr kanalıyla Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet
eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«(Yemek dişlerine
işaret ederek) Peygamberlerine böyle yapan bir kavme Allah'ın gazabı şiddetli
olsun. Allah elçisinin, Allah yolunda öldürdüğü bir adama da Allah'ın gazabı
şiddetli olsun.»
Müslim, Abdurrezzak
kanalı ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: «Peygamber'in Allah yolunda
öldürdüğü adama Allah'ın gazabı şiddetli olsun. Rasûlullah (s.a.v.)'ın yüzünü
kanatan bir kavme de Allah'ın gazabı şiddetli olsun.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Affan kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde
yüzündeki kanı silerken şöyle demiştir: «Peygamberlerini yalanlayıp yemek
dişlerini kıran bir kavim nasıl iflah olur? Oysaki peygamberleri onları
Rablerine davet ediyor.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal
buyurdu:
«Allah'ın, onların
tevbelermi kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur.
Çünkü onlar zalimlerdir.» (Âl-i Imrân,i28.)
Buharî, Kuteybe ve
Yakub kanalı ile Sehl b. Sa'd'ın -Hz. Peygamberin yaralanması olayı kendisine
sorulduğunda- şöyle dediğini rivayet eder:
«Vallahi ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yarasını kimin yıkadığını, kimin su döktüğünü ve
yarasının ne ile tedavi edildiğini biliyorum. Rasû-lullah'm kızı Fatıma,
babasının yarasını yıkıyordu. Ali de bir kalkan içine doldurduğu suyu yara
üzerine boşaltıyordu. Fatıma, dökülen suyun yarayı daha fazla kanattığını
görünce hasırdan bir parça alıp yaktı ve külünü yaranın üzerine bastı. Böylece
kan durdu. O gün Rasûlullah'm yemek dişi de kırılmıştı. Yüzü yaralanmış,
başındaki miğferi de kırılmıştı.»
Ebu Davud et-Teyalisî,
"Müsned" adlı eserinde Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Uhud
gününü anarken Ebu Bekir şöyle derdi: «O günün bütün şerefi Talha'ya aittir.»
Böyle dedikten sonra sözünü sürdürüp şöyle derdi: «Uhud gününde Rasûlullah'm
yanma dönen ilk kişi bendim. Onu korumak için bir adamm Allah yolunda
savaştığım gördüm.Öyle sanıyorum ki Rasûlullah, onun için: «Hamiyyet uğruna
savaşıyor.» dedi. Ben de: «Değilmi M bu Talha olsun.» dedim. Çünkü o fırsatları
değerlendirme hususunda beni geçmişti ve demiştim ki: Bu kavmim içinde benim
en sevdiğim adam olmalı. Benimle müşrikler arasında tanımadığım bir adam
vardı. Ben Rasûlullah'a o adamdan daha yakında idim. O süratle gidiyordu.
Yakalıyamıyordum. Bir de baktım ki o, Ebu Ubeyde b. Cerrah'tı. Sonunda ikimiz
Rasûlullahin yanına vardık. Baktım ki yemek dişleri kırılmış, yüzü yaralanmış,
yanağına miğferin halkalarından ikisi saplanmış. Rasûlullah (s.a.v.): «iki
arkadaşınıza bakın.» dedi. Böyle demekle o Talha'yı kastediyordu. Yüzünden kan
akıyordu. Biz öncelikle sözüne bakmadık ve yanağındaki halkaları çıkarmak için
yanma vardık. Dedi ki: «Rica ederim, beni kendi halime bırakınız.» Biz de onu
kendi haline bıraktık. Ebu Ubeyde, yanağındaki halkayı eliyle çekmek istemedi.
Çünkü bu Rasûlullah'a eziyet verecekti. Halkayı ağzıyla tutup çekmeye çalıştı.
Halkalardan birini çıkardı. Çıkarırken halka ile birlikte bir dişide düştü. Ben
de onun yaptığı gibi yapmaya çalıştım. Rasûlullah: «Rica ederim beni kendi
halime bırakınız.» dedi. Bunun üzerine Ebu Ubeyde yine ilk defa yaptığı gibi
ağzıyla ikinci halkayı çekmeye başladı. Çekti. Halka ile birlikte diğer dişi de
düştü. Ebu Ubeyde, insanlar arasında bu işi en güzel yapan kimse idi.
Böylece Rasûlullah'ın
durumunu düzeltip tedavisini yaptık. Sonra savaş alanının bir tarafında bulunan
Talha'nın yanına vardık. Üzerinde yetmiş küsur darbe vardı. Parmağıda
kesilmişti. Onun tadavisini de yaptık.»
Vakidî, İbn Ebi Sabre
kanalı ile Nan b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Muhacirlerden bir
adamın şöyle dediğini işittim: «Uhud savaşında hazır bulundum. Her taraftan
okların geldiğini gördüm. Rasûlullah (s.a.v.), bu atış alanının ortasında idi.
Gelen oklardan hiçbiri ona isabet etmiyor, başka tarafa gidiyordu. O gün
Abdullah b. Şihab ez-Zührî'nin şöyle dediğini gördüm: «Muhammedi bana gösterin.
Eğer o kurtulursa ben ölürüm, kurtulamam.» O böyle derken Rasûlullah da yanı
başında duruyordu ve yanında hiç kimse yoktu. Fakat Abdullah b. Şihab,
Rasûlullah'ın yanından geçti, onu göremedi. Rasûlullahi göremediğinden Safvan
b. Ümeyye onu kınadı. Ama o: «Vallahi onu göremedim. Allah'a yemin ederim ki,
o, bize karşı korunmaktadır. Biz dört kişi onu Öldürmek üzere sözleşip
akidleştik. Ama hiçbirimiz ona ulaşamadık, »dedi.»
Vakidî dedi ki:
Tesbitime göre Rasûlullah'ın yanaklarına ok atan kişi İbn Kamie'dir. Dudağını
yaralayıp yemek dişlerini kıran kişi ise, Utbe b. Ebi Vakkas'dır.
İbn îshak'tan da böyle
bir rivayet nakledilmiş olup o rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah
(s.a.v.)in alt çenesinin sağ tarafındaki yemek dişi kırılmıştır.
İbn İshak, Salih b.
Keysan kanalı ile Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet eder: Utbe b.
Ebi Vakkasi Öldürmeye tutkulu olduğum kadar başka bir kimseyi öldürmeye tutkulu
olmadım. Çünkü onun kötü ahlaklı ve kavmi arasında sevilmeyen bir kimse
olduğunu iyi biliyordum. Onu öldürmeye tutkulu olmam için Rasûlullahin şu sözü
yeterli idi: «Rasûlü'nün yüzünü kanatan kimseye Allah'ın gazabı şiddetlendi.»
Abdürrezzak, Ma'mer
kanalı ile Miksem'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) -dişini kırıp
yüzünü kanattığı zaman- Utbe b. Ebi Vak-kas'a beddua ederek şöyle dedi:
«Allahım, üzerinden
bir sene geçmeden o kafir olarak ölsün.» Gerçekten de üzerinden bir sene
geçmeden o kafir olarak öldü ve Cehennem1 e gitti.
Ebu Süleyman el-Cüzcanî,
Muhammed b. Hasan kanalı ile Ebu Umame b. Sehl b. Hanif ten rivayet ettiki,
Rasûlullah (s.a.v.)in Uhud gününde yaralanan yüzü çürümüş bir kemik ile tedavi
edilmiştir.
Abdullah b. Kamie,
Rasûlullah (s.a.v.)i yaraladıktan sonra kavminin yanma döndü. Dönerken:
«Muhammedi öldürdüm.» diyordu. Ezeb-bul-Akabe adındaki şeytan da o gün olanca
sesiyle şöyle ünledi: «Bilesiniz ki Muhammed öldürülmüştür!» Bu ünleme üzerine
Müslümanlar arasında büyük bir şaşkınlık meydana geldi. İnsanların çoğu,
Rasûlullahin öldürülmüş olduğuna inandı. Bu sebeple İslâmiyet'i müdafaa uğruna
olanca çabalarıyla savaşa giriştiler. Maksatları^ Rasûlullahin uğruna öldüğü
dava uğruna ölmekti. Bunlardan biri de Enes b. Nadr idi. Beraberinde
başkalarıda vardı. Bunlarla ilgili açıklama ileride gelecektir. Cenâb-ı Allah,
Müslümanları bu hususta teselli etmek üzere şu ayetleri inzal buyurdu:
«Muhammed ancak bir
peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmişti. O, ölür veya
öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez.
Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.
Hiçbir kimse Allah'ın
izni olmadan Ölmez, o, belli bir vakte bağlanmıştır. Kim dünya nimetini
isterse ona ondan veriniz. Ve kim ahiret nimetini isterse ona ondan veririz.
Şükredenlerin mükafatını vereceğiz. Nice peygamberlerin yanında Rabb'e kul
olmuş pek çok kimse savaşmıştır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü
gevşememişler, yılmamışlar ve boyun eğmemişler di. Allah, sabredenleri sever.
Dedikleri ancak şu
idi: "Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırılıklarımızı bize bağışla,
sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et."
Bu yüzden Allah,
onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de fazlasıyla verdi. Allah, işlerini
iyi yapanları sever.
Ey inananlar! İnkar
edenlere itaat ederseniz, sizi geriye döndürürler de kayba uğrarsınız.
Halbuki mevlanız
Allah'tır. O, yardımcıların en iyisidir.
Hakkında hiçbir delil
indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmalarından dolayı inkar edenlerin kalbine
korku salacağız. Onların varacağı yer, Cehennem'dir. Zalimlerin durağı ne
kötüdür!» (Âi-i Imrân,i44-i5i.)
Tefsirimizde bu konuda
geniş açıklamalarda bulunduk. Hamd Allah'adır.
Ebu Bekir es-Sıddık
(r.a.), Rasûlullah'ın vefatının ilk anında insanlara hitapta bulunarak şöyle
demişti:
- Ey insanlar! Her kim
Muhammed'e tapıyorsa, şüphesiz Muham-med ölmüştür. Her kim Allah'a tapıyorsa,
şüphesiz Allah, diridir, ölmez.
Böyle dedikten sonra
şu ayet-i kerimeyi okudu: «Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de
peygamberler geçmişti. O ölür veya Öldürülürse geriye mi döneceksiniz?» (Âi-i
Imrân,
144.)
insanlar sanki bu
ayeti daha Önce duymamışlardı. Artık herkes bunu okumaya başladı.
"Delailü'n-Nübüvve"
adlı eserde Beyhakî, İbn Ebi Necih vasıtasıyla rivayet etti ki, Ebu Necih,
şöyle demiştir: Muhacirlerden biri, Uhud gününde Ensâr'dan bir adama uğradı.
Ensâr'dan olan adam kan içinde kıvranıyordu. Ona dedi ki:
- Ey falan! Duydun mu
Muhammed öldürülmüş! Ensârî dedi ki:
- Eğer Muhammed
(s.a.v.) öldürüldüysede risaleti tebliğ etti. Siz de dininiz uğruna savaşın.
Bunun üzerine şu
ayet-i kerime nazil oldu:
«Muhammed ancak bir
peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmişti.» (Âl-i îmrân,144.)
Yukarıda sözü edilen
Ensârî, belkide Enes b. Malik'in amcası Enes b. Nadr'dır. Allah ondan razı
olsun.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Humeyd kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki, Enes'in amcası Bedir savaşma
katılamamıştı. Ve bu sebeple şöyle demişti: «Peygamber (s.a.v.)'in müşriklerle
yaptığı ilk savaşta hazır bulunamadım. Eğer müşriklerle yapılacak başka bir
savaşa katılmayı Allah bana nasip ederse, onlar benim neler yapacağımı
göreceklerdir.»
Uhud günü olduğunda
Müslümanlar hezimete uğrayıp kaçışmaya başlamışlardı. Enes b. Nadr şöyle
demişti: «Allahım, şunların yaptıklarından dolayı senden özür diliyorum. Ve şu
müşriklerin getirdikleri şeyden de sana sığınıyor, onlardan uzak olduğumu arz
ediyorum.»
Böyle dedikten sonra
ileri atıldı,Uhud gerisinde Sa'd b. Muaz ona rastladı ve ona: «Ben seninle
beraberim.» dedi.
Sa'd dedi ki: Onun
yaptıklarını ben yapamadım.
Enes b. Nadr'm
vücudunda seksen küsur yaraya rastlandı.Bunla-rın kimi mızrak, kimi de ok
darbesi idi.
Ravi diyor ki: Kendi
aramızda onun ve arkadaşlarının hakkında şu ayetin nazil olduğunu söylüyorduk:
«.......Kimi, bu
uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir....» (el-Ahzâb, 23.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Behz ve Haşim kanalı ile Sabitten rivayet ettiki, Enes b. Nadr, Bedir savaşma
Rasûlullah'ın yanında katılmamıştı. Bu, ona çok zor gelmiş ve şöyle demişti:
«Rasûlullah'm hazır bulunduğu ilk savaşa katılamadım. Eğer bundan sonra
Rasûlullah'ın hazır bulunduğu bir savaşa katılmayı Allah bana nasip ederse,
Cenâb-ı Allah benim neler yapacağımı elbetteki görecektir!» Bundan başka
birşey demekten de korkuyordu. Nihayet Uhud savaşında Rasûlullah'la birlikte
bulundu. Sa'd b. Muaz'la karşılaştı. Ona: «Ey Eba Amr nereye? Vay be! Uhud'un
gerisinden Cennet kokusunun geldiğim hissediyorum.» dedi ve öldürülüp şehid
edilinceye kadar müşriklerle savaştı. Vücudunda seksen küsur yaraya rastlandı.
Bu yaraların bir kısmı mızrak yarası, bir kısmı da ok yarası idi. Kız kardeşi
ve halam olan Rebi' binti Nadr: «Kardeşimin ölüsünü ancak parmak uçlarına
bakarak tanıyabildim.» demiş ve hakkında şu ayet nazil olmuştu:
«inananlardan, Allah'a
verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi
de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.» (ei-Ahzâb, 23.)
Ravi diyor ki:
Sahabeler, bu ayetin Enes b. Nadr ile arkadaşları hakkında nazil olduğu
görüşünde idiler.
Ebu'l-Esved, Urve b.
Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Beni Cu-mah'm kardeşi Übey b. Halef,
Mekke'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'ı öldürmeye yemin etmişti. Bu yeminini haber
alan Rasûlullah: «Hayır, inşaal-lah ben onu öldüreceğim!» demişti.
Uhud günü olunca
Übeyb. Halef, demir zırha bürünmüş olarak Müslümanların üzerine şöyle diyerek
geldi: «Muhammed kurtulursa ben kurtulmam!» Böyle diyerek öldürmek kastıyla
Rasûlullah1 a saldırdı. Karşısına Beni Abdu'd-Dar'm kardeşi Mus'ab b. Ümeyr
çıktı. Rasû-lullah'ı kendi bedeni ile koruyordu. Mus'ab b. Ümeyr, bu müdafaada
öldürülüp şehid oldu. Bu esnada Rasûlullah (s.a.v.), Übey b. Halefin zırhı ile
miğferi arasında kürek kemiğini gördü. Oraya bir mızrak sapla-dı.Übey atından
yere düştü. Mızrağın değdiği yerden kan çıkmadı. Arkadaşları gelip onu
omuzlarına alarak götürdüler. O öküz gibi böğürü-yordu. Arkadaşları ona:
- Niye
rahatsızlanıyorsun? Vücudunda sadece bir tahriş var, dediler.
Übey, onlara
Rasûlullah (s.a.v.)'ın: «Hayır, ben Übey'i öldüreceğim!» deyişini hatırlattı.
Sonra şöyle dedi:
- Nefsim kudret elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki, vücudum-daki şu yara, Zül-Mecaz ahalisinin
vücudlanna isabet etseydi, tamamı ölürdü.
Böyle dedikten sonra
Öldü, Cehennem'e gitti. Çılgın alevli cehennemlikler yok olsunlar.
İbn îshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), boğaza yükseldiği zaman Übey b. Halef ona kavuştu ve şöyle
dedi.
- Ey Muhammedi Eğer
sen kurtulursan ben kurtulmam. Bunun üzerine ashab dedi ki:
- Ya Rasûlallah,
Onunla bizden birisi çarpışsın mı? Rasûlullah buyurdu ki:
- Onu bırakınız.
Yaklaştığı zaman
Rasûlullah (s.a.v.), Haris b. Simme'den mızrağı aldı.
Bana anlatıldığına
göre kavminden biri şöyle diyordu:
"Rasûlullah
(s.a.v.), o mızrağı Haris'ten aldığı zaman, öyle bir salladı ki, devenin
sırtındaki tüylerin uçuştuğu gibi biz de oradan uçuşup kaçtık. Rasûlullah,
sonra onun karşısına geçti ve boynuna öyle bir sapladı ki, o saplamadan dolayı
atından yuvarlanıp yere düştü."
Vakidî, İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet eder: Übey b. Halef, Bat-nı Rabiğ'de Öldü.Ben gecenin
bir dilimi geçtikten sonra Batnı Râbiğ'de yürüyüş yapıyordum. Bir ateşin
alevlenmekte olduğunu gördüm. Biraz korktum. Bir de baktım ki, ateşten bir adam
zincirlerim sürüyerek çıkıyor, susuzluktan bitkin hale gelmiş. Bir başkası da:
«Sakın ona su verme. Çünkü onu Rasûlullah öldürmüştür. O, Übey b. Haleftir.»
diyordu.
Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde Hemmam'dan rivayet olunduğuna göre Ebu Hüreyre şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Rasûlullah'm Allah
yolunda öldürdüğü bir adama karşı Allah'ın gazabı şiddetlendi.»
Buharı, İbn Abbas'm
şöyle dediğim rivayet eder:
«Rasûlullah'm Allah
yolunda kendi eliyle Öldürdüğü bir adama karşı Allah'ın gazabı şiddetlendi.»
Buhari ve Ebu'l-Velid,
Şube kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet ettiler: Babam öldürüldüğünde
ağlamaya başladım. Yüzündeki örtüyü açtım. Peygamber'in ashabı da beni
ağlamaktan ve yüzündeki perdeyi açmaktan menettiler. Ama Hz.Peygamber, beni
bundan menetme-yip şöyle dedi: «Ona ağlama. Çünkü melekler, cenazesi yerden
kaldırılıncaya kadar kanatlarını üzerine gerip onu gölgelendirmeye devam
edeceklerdir.»
Buharı, Abdan ve
Abdullah b. Mübarek kanalı ile Sa'd b. îbrahim'den naklen, babası İbrahim'in
şöyle dediğini rivayet eder: Oruçlu iken Abdurrahman b. Avf a yemek getirildi.
O şöyle dedi: «Mus'ab b. Ümeyr öldürüldü. O benden daha hayırlı bir kimse idi.
Bir beze sarıldı. Kefeni ondan ibaretti. Başı örtülürse ayakları açığa
çıkıyordu. Ayakları örtülürse başı açığa çıkıyordu.
Hamza öldürüldü. O
benden daha hayırlı bir kimse idi. Sonra bize, oldukça dünyalık verildi.
Korkarız ki iyiliklerimizin mükafatı, bu dünyada acele olarak bize
verilmiştir.» Böyle dedikten sonra ağlamaya başladı. Nihayet kendisine
getirilen yemeği geri çevirdi.
Buharî, Ahmed b. Yunus
kanalı ile Habbab b. Eret'in şöyle dediğini rivayet eder: «Peygamber
(s.a.v.)'le birlikte hicret ettik. Allah rızasını arıyorduk. Ecrimizi vermek
Allah'a aittir. Bizden kimileri öte dünyaya göçtü. Bu hicretin karşılığı olarak
birşey yemeden geçip gittiler. Bunlardan birisi de Mus'ab b. Ümeyr'di. Uhud
gününde şehid edildi. Geriye sadece yün bir aba bıraktı. O aba ile başını
örttüğümüzde ayakları ortaya çıkıyordu. Ayaklarını örttüğümüzde başı ortaya
çıkıyordu. Peygamber (s.a.v), bize: «Aba ile başını örtün. Ayaklarının üzerine
de izhir otu koyun.» dedi. Aramızda semeresi ve ürünleri olgunlaşan kimseler
olduğunda, Mus'ab ücret karşılığında o ürünleri toplardı.»
Buharî, Ubeydullah b.
Said kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud günü olduğunda
müşrikler hezimete uğradılar. Lanetli İblis şöyle bağırdı: Ey Allah'ın kullan, arkanıza
dikkat edin! (Böyle demekle Müslümanlara arkadan bir tehlike geldiği vehmini
vermek istemişti M, onlar dönüp arkalarındaki kimseleri, yani Müslümanları
vursunlar). Müslümanların ön saftakileri geriye döndüler. Arkada-kileriyle
vuruştular. Bu arada Müslümanlar, Hüzeyfe'nin babasını vuruyorlardı. Hüzeyfe
bunu görünce: «Ey Allah'ın kulları! Bu benim babamdır, babamdır!» dedi.»
Hz, Aişe diyor ki:
Allah'a yemin ederim ki, Hüzeyfe'nin babası Ye-man'ı Müslümanlar öldürünceye
kadar üzerinden çekilmediler. Öldürmelerinden sonra Hüzeyfe: «Allah sizi
affedip bağışlasın.» dedi.
Urve dedi ki: Allah'a
yemin ederim ki, yaşadığı müddetçe Hüzey-fe'de hayır kalmadı ve Ölünceye kadar
da bu hali devam etti.
Ben derim ki: Bu
hadise şu sebebten vuku buldu: Yeman ve Sabit b. Vakş, yaşlı ve zayıf kimseler
olduklarından kadınlarla beraber kalelerde oturuyorlardı. «Bir merkebin iki su
içimi arasındaki zaman kadar bir ecelimiz kalmış.» dediler ve savaşa katılmak
üzere kaleden indiler. Müslümanların ordugahına gelebilmek için müşriklerin
yarandan geçmeleri gerekiyordu. Müşrikler, yanlarından geçen Sabit'i
öldürdüler. Yeman'ı ise Müslümanlar, hataen öldürdüler. Oğlu Hüzeyfe, babasının
diyetini Müslümanlara tasadduk edip bağışladı. Onlardan hiçbirini kınamadı.
Çünkü bunda mazeretleri vardı. [9]
îbn îshak dedi ki:
Uhud gününde Katade b. Numan'ın gözü isabet almış ve gözü yanağının üzerine
düşmüştü. Rasûlullah, o gözü eliyle yerine koymuş ve o gözü, diğerinden daha
güzel ve daha iyi görür olmuştu. Diğeri ağrıdığında bu gözü ağrımazdı.
Dare Kutni, garib bir
isnadla Malik kanalı ile Katade b. Numan'ın şöyle dediğini rivayet eder:
«Uhud gününde gözlerim
isabet aldı. Yanağımın üzerine düştüler. Onları, Rasûlullah'a getirdim. Eliyle
tekrar yerlerine koydu. Üzerine tükürdü. Tekrar ışıl ışıl parlamaya
başladılar.» Bu rivayetlerin ilki daha meşhurdur. Meşhur olan ilk rivayete
göre Katade'nin sadece bir gözü yaralanmıştır. Bu sebepledir ki oğlu, Ömer b.
Abdülaziz'in yanına elçi olarak geldiğinde Ömer b. Abdülaziz ona:
- Sen kimsin? diye
sormuş, o da irticalen şu cevabî şiiri söylemişti: «Ben, o kimsenin oğluyum ki,
gözleri yanağının üzerine aktı. Mustafa'nın avucuyla tekrar o göz, güzel bir
şekilde yerine kondu. Tekrar eski haline geldi. O göz ne güzel bir gözdü, O
yanak ne güzel bir yanaktı!»
Bunun üzerine Ömer b.
Abdülaziz, ona şöyle dedi:
«Bu anlattıkların
yüksek ahlaklardır. Süt kapları değildir ki, su ile karıştırılsın ve daha sonra
idrara dönüşsün!»
Böyle dedikten sonra
Ömer b. Abdülaziz, ona ikramda bulundu ve güzel mükafatlar ihsan etti.
Ümmü Umare Nesibe
binti Kab el-Maziniyye, Uhud gününde savaştı.
Said b. Zeyd
el-Ensârî, Ümmü Sa'd binti Sa'd b. Rebi'in şöyle dediğini nakleder:
«Ümmü Umare'nin yanına
girdim ve ona şöyle dedim:
- Ey teyze, bana haberini
anlat. O da dedi ki:
- Gündüzün ilk
saatlerinde insanların ne yapacaklarını görmek için dışarı çıktım. Yanımda bir
su kabı bulunuyordu. Rasûlullah'ın yanına vardım. Ashabının arasındaydı. O
esnada galibiyet ve muzafîeriyet Müslüm ani arındı. Müslümanlar yenilgiye
uğradıklarında Rasûlul-lah'ın yanına gittim ve bizzat savaşa katıldım.
Düşmanları kılıç sallayarak ondan uzaklaştırmaya, yayımdan da ok atmaya
başladım. Sonunda yaralandım.
Ümmü Sa'd dedi ki:
- Ümmü Umare'nin
vücudunda da derin bir yara gördüm ve ona dedim ki:
- Bu yarayı sana kim
isabet ettirdi?
- îbn Kamie isabet
ettirdi. Allah onu alçaltsm. İnsanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'dan geri kaldıkları
ve onu yalnız bıraktıkları zaman İbn Kamie şöyle diyerek geldi: "Bana
Muhammedi gösterin. Eğer o kurtulursa ben kurtulmam."
Bunun üzerine ben ve
Mus'ab b. Ümeyr ile Rasûlullah'ın yanında sebat edip duran kimselerden bir kaç
sahabe, onun karşısına geçtik. İşte bu darbeyi o esnada İbn Kamie bana vurdu.
Ben de ona bazı darbeler indirdim, fakat Allah düşmanının üzerinde iki zırh
vardı.»
İbn İshak dedi ki: Ebu
Dücane, Rasûlullah (s.a.v.)'ı korumak için kendisini kalkan, olarak
Rasûlullah'ın önünde tutuyordu. Oklar onun sırtına düşüyordu. O da öylece Hz.
Peygamber'in üzerine kapanıyordu. Oklar onun üzerinde birikip çoğaldı.
îbn İshak, Asım b. Amr
b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), yayından ok
attı ve o yayın bir taran kırıldı. Katade b. Numan onu aldı ve o yay, onun
yanında kaldı.
îbn İshak, Beni Adiyy
b. Neccar'ın kardeşi Kasım b. Abdurrahman b. Rafî'nin şöyle dediğini rivayet
eder: Enes b. Malik'in amcası Enes b. Nadr, Muhacirlerle Ensâr'dan birkaç
adamla birlikte duran Ömer b. Hattab ve Talha b. Ubeydullah'm yanma gitti.
Savaştan el çekip oturduklarını gördü. Onlara:
- Niçin oturuyorsunuz?
diye sordu. Onlar:
- Rasûlullah (s.a.v.)
öldürüldü, dediler. Bunun üzerine Enes:
- Ondan sonra hayatta
kalıpda ne yapacaksınız? Kalkınız ve Rasûlullah'ın yolunda öldüğü dava uğruna
siz de ölünüz, dedi.
Sonra müşriklerin
karşısına geçti. Onlarla savaştı. Nihayet öldürülüp şehid oldu. Enes b. Malik,
onun adını aldı.
İbn İshak, Enes b.
Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Enes b. Nadr'da o gün
yetmiş darbe bulduk, kimse onu tanıyama-dı.Ancak kızkardeşi, parmak uçlarına
bakarak onu tanıyabildi.»
îbn Hişam dedi ki:
îlim erbabı bazı kimselerin bana anlattıklarına göre, Uhud savaşında
Abdurrahman b. Avfın ağzı yaralandı, dişi kırıldı ve yirmi ya da daha fazla
darbe ile yaralandı. Bu darbelerden bazısı ayağına isabet ettiğinden topal
kalmıştı. [10]
îbn îshak dedi ki:
Hezimetten ve insanların: «Rasûlullah (s.a.v.) öldürüldü.» demelerinden sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'ı tanıyan ilk kişi, Ka*b b. Malik olmuştur. O, şöyle
demiştir:
«Peygamber'in
gözlerinin miğferin altından ışıldadığını gördüm ve sesimin en yükseğiyle şöyle
bağırdım: Ey Müslümanlar topluluğu! İşte Rasûlullah(s.av.) burada! Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.)bana: «sus» diye işaret etti.
Müslümanlar,
Rasûlullah (s.a.v.)'ı tanıdıktan sonra onu ayağa kaldırdılar. O, onlarla
birlikte boğaza doğru yürüdü. Onunla beraber Ebu Bekir es-Sıddık, Ömer b.
Hattab, Ali b. Ebi Talib, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Haris b.
Simme ile Müslümanlardan bir topluluk vardı. Allah onlardan razı olsun.
Rasûlullah (s.a.v.),
boğaza çıktığı zaman Übeyy b. Halef ona yetişti ve şöyle dedi:
- Ey Muhammedi Eğer
sen kurtulursan, ben kurtulmam! Sonunda ashab onu öldürdü.»
İbn İshak dedi ki:
Übeyy b. Halef, Mekke'de Rasûlullah (s.a.v.) ile karşılaşırken ona şöyle
diyordu:
- Ey Muhammedi Bir
silahım var, bir de atım var ki, ona her gün bir ferak (onaltı rıtıllık bir
ölçek) yem veriyorum. O atın üstünde seni öldüreceğim.
- Hayır, bilakis
inşaallah ben seni Öldüreceğim.
Uhud savaşında
boynunda bir tahriş meydana gelmişti. Büyük değildi. Ama içinde kan
toplanmıştı. Bu halde Kureyşlilerin yanına dönerken:
- Vallahi Muhammed
beni öldürdü, dedi. Arkadaşları ona:
- Vallahi senin akim
gitmiş, sende delilik var, dediler. Übeyy b. Halef:
- Doğrusu Muhammed
Mekke'de iken bana, ben seni öldüreceğim, demişti. Allah'a yemin ederim ki,
eğer bana tükürseydi yine beni öldürürdü, dedi.
Allah düşmanı,
Kureyşlilerle birlikte Mekke'ye dönerken Mekke'ye altı millik mesafede bulunan
Şerif mevkiinde öldü.
İbn İshak'm rivayetine
göre bu hususta şair Hassan b. Sabit şöyle demiştir:
«Übeyy, Rasûlullah
kendisiyle mübareze yaptığı zaman babasından kalan sapıklığa mirasçı oldu.
Onun yanma çürümüş
kemikleri alıp geldin. Onu korkutuyordun. Oysaki sen, o konuda bilgisiz bir
kimse idin.
Neccar oğulları,
sizden Ümeyye'yi «ey Akil» diye imdad dilediği zaman öldürmüştü.
Rebia'nın iki oğlu,
Ebu Cehil'e itaat ettikleri zaman helak olsunlar. Ö ikisinin anasına da,
oğullarını kaybetme belası gelsin.
Biz kavmin en semizi
ile meşgul olduğumuz zaman, Haris kabilesi az olduğu halde kaçıp kurtuldu.»
Hassan b. Sabit, bir
başka şiirinde de şöyle der:
«Acaba benden Übeyy'e
bir haber veren var mıdır ki, muhakkak Ce-hennem'in derinine ve uzağına atılmış
sındır!
Uzaktan sapıklığı
temenni ediyorsun ve eğer gücün yeterse adaklarla birlikte yemin de ediyorsun.
Uzaklardan batıl
temennileri diliyorsun. Halbuki küfrün sözü aldanmaya döner.
Gazaplının dürtmesi
sana rastgelmiştir. O dürten, evin kerim kişi-sidir. Günahkar ve facir
değildir.
O ki, işlerin
felaketleri insanların üzerine fazilet ve üstünlük vardır.»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), boğazın ağzına vardığı zaman Ali b. Ebu Talib çıktı ve
kalkanını Mihras suyundan bir miktar su ile doldurdu. Rasûlullah'a getirdi ki,
ondan içsin. Ama o, sudan bir koku geldiğini hissetti, hoşlanmadı ve içmedi.
Ama onunla yüzündeki kam yıkadı. Başına döktü, o esnada şöyle dedi.
«Peygamber'inin yüzünü
kanatan kimseye karşı Allah'ın gazabı şiddetli oldu!»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) ve yanında bulunan ashabı dağın boğazında iken bir grup
Kureyşli dağa çıktı. O atlı grubun başında Halid b. Velid bulunuyordu.
Rasûlullah dedi ki:
«Onların üstümüzde
olmaları yakışmaz.» Bunun üzerine Ömer b. Hattab ve beraberindeki Muhacirlerden
bir topluluk, Kureyşlilerle savaştı. Nihayet onları dağdan aşağı indirdiler.
Rasûlullah (s.a.v.),
dağdaki bir kaya parçasına doğru gitti. Taşın üzerine doğru çıkmak istedi.
Fakat yaşlılıktan ötürü vücudu ağırlaşmıştı. Ayrıca iki zırhda giymişti. Bu
yüzden taşın üzerine çıkamadı. Talha b. Ubeydullah altına oturup onu kaldırdı.
Böylece taşın üzerine çıktı. Yahya b. Abbad b. Abdullah b. Zübeyr, babası
Zübeyr'in şöyle dediğini nakletti: O zaman Talha, Rasûlullah'a bu şekilde
yardım etmesinden dolayı Rasûlullah'm şöyle dediğini işittim: «Talha'ya Cennet
vacib oldu.»
İbn Hişam dedi ki:
Afra'nm azadlısı Ömer'in anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde
kendisim bitkin düşüren yaralardan Ötürü Öğle namazım oturarak kılmış,
Müslümanlar da ona tabi olarak arkasında oturarak namazlarını kılmışlardı.
îbn İshak, Asım b.
Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Aramızda garip bir adam vardı.
Kimlerden olduğu bilinmezdi. Kendisine Kuzman denilirdi. Ondan bahsedildiğinde
Rasûlullah: «Şüphesiz ki o, Cehennemliklerdendir.» derdi.
Uhud günü olduğu zaman
şiddetli bir şekilde savaştı. Ve yalnız başına müşriklerden yedi-sekiz kişiyi
öldürdü. Kuvvetli ve şiddetli biri idi. Ona darbe isabet etti, yaralandı. Beni
Zafer evine taşındı. Müslümanlardan bazısı ona şöyle demeye başladılar:
- Vallahi ey Kuzman,
bugün sen imtihan verdin. Sana müjdeler olsun.
Kuzman dedi ki:
-Ne ile
müjdeleniyorum? Allah'a yemin ederim ki, ancak, milletimin onuru uğruna
savaştım. Eğer bu anlattığınız şey için olsaydı, savaşmaz dım!
Sonra yarası
ağniaşmca, okluğundan bir ok aldı ve kendini okla öldürdü.
İnşaallah ileride de
anlatılacağı gibi Hayber gazvesinde de bunun gibi bir kıssa varid olacaktır.
îmam Ahmed b. Hanbel,
Abdürrezzak'tan naklen Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah'la birlikte Hayber gazvesinde hazır bulunduk. Müslüman olduğunu
söyleyen bir adam için Rasûlul-lah: «Bu, cehennemliklerdendir.» dedi. Savaş
başlayınca o adam şiddetli bir şekilde savaştı. Yaralandı. Denildi ki: Ya
Rasûlallah, Cehennemlik olduğunu söylediğin adam bugün şiddetli bir şekilde
savaştı ve öldü.
Rasûlullah (s.a.v.): «O
ateşe gitti.» dedi. Bazıları bundan şüphelendiler. Bu esnada şöyle bir haber
geldi: O adam ölmedi. Ama ağır yaralıdır. Geceden beri yaralı olarak
duruyordu. Ancak yarasına dayanamadı. Kendini öldürdü. Bunun intihar ettiğim
duyan Rasûlullah şöyle buyurdu: «Allahu Ekber,şahadet ederim ki, ben Allah'ın
kulu ve elçisiyim.»
Sonra Bilal'e emir
verdi ve şu duyuruyu yaptırdı: «Cennet'e ancak kendini Allah'a teslim eden
Müslüman kişi girer. Ve Allah bu dini facir, günahkar bir adamla da
güçlendirir.»
Buharı ve Müslim, bu
hadisi Abdürrezzak'tan rivayet etmişlerdir.
İbn ishak dedi ki:
Uhud gününde öldürülenlerden biri de Muhayrik idi. Beni Salebe b. Fityan
kabilesindendi. Uhud günü olduğunda o şöyle dedi:
- Ey Yahudiler
topluluğu! Vallahi biliyorsunuz ki, Muhammed'e yardım etmek üzerinize düşen bir
görevdir.
Yahudiler:
- Bugün cumartesidir,
dediler. Muhayrik:
- Sizin için cumartesi
yoktur, dedi. Kılıcını ve cephanesini alıp sözüne devamla şöyle dedi:
- Eğer Öldürülürsem
mallarım Muhammed'in olur. Dilediği şekilde mallarım üzerinde tasarrufta
bulunur.
Sonra sabahleyin
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitti. Onunla birlikte savaştı ve öldürüldü. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.): «Muhayrik, Yahudilerin hayırlı sı dır.» dedi.
Süheylî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Muhayrik'e ait yedi bahçeyi Medine'de Allah rızası için
vakfetti.
Muhammed b. Ka'b
el-Kurzî dedi ki: Muhayrik'in malları, Medine'deki ilk vakıf oldu.
îbn İshak, Husayn b.
Abdurrahman b. Ömer b. Sa'd b. Muaz kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini
rivayet eder:
«Hiç namaz kılmadığı
halde Cennet'e giren bir adamı bana söyleyin bakalım. İnsanlar, böyle birini
tanımadıkları için bunun kim olacağını Ebu Hüreyre'nin kendisine sordular. O da
dedi ki: «Beni Abdüleşhel kabilesinden Usayrem ile Amr b. Sabit b. Vakş'dır.»
Husayn dedi ki: Mahmud
b. Esed'e sordum:
- Usayrem'in durumu
nasıldı? Dedi ki:
- O kendi kavmini
İslâm'a girmekten dahi menederdi. Uhud günü olunca fikir değiştirdi. Müslüman
oldu. Kılıcını aldı. İnsanların arasına katıldı. Savaştı, yaralandı, yarası kendisini
hareket edemez hale getirdi.
Bir ara Beni
Abdüleşhel kabilesinden birkaç kişi, savaşta Öldürülen adamlarını aramaya
başladılar. Bir de baktılar ki, Usayrem de ağır yaralı. Dediler ki: «Vallahi bu
Usayrem'dır. Onu buraya getirilen sebep nedir? Halbuki biz onu bıraktığımızda o
İslâmiyet'i inkar eden bir kimse idi.»
Kendisine sordular:
- Ey Amr (Usayrem),
seni buraya getiren sebep nedir? Kavmine olan şefkatinden mi, yoksa İslâm'a
olan rağbetinden mi buraya geldin?
Usayrem dedi ki:
- Hayır, bilakis İslâm'a
olan rağbetimden buraya geldim. Allah'a ve Rasûlu ne iman edip Müslüman oldum.
Sonra kılıcımı alıp Rasûlul-lah'm yanında yer aldım ve yaralanıp bu hale
gelinceye dek savaştım!
Çok geçmeden ashabın
önünde vefat etti. Durumunu Rasûlullah'a anlattıklarında Rasûlullah şöyle
buyurdu: Şüphesiz ki o, Cennetliklerdendir.»
îbn îshak, babası
kanalı ile Beni Seleme kabilesinden bazı yaşlıların şöyle dediklerini rivayet
eder: Amr b. Cemuh, çok topal idi. Dört oğlu vardı. Hepside arslanlar
gibiydiler. Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte savaşlarda hazır bulundular. Uhud
günü oğulları onun Medine'de kalmasını istediler. Ve ona şöyle dediler:
- Şüphesiz yüce Allah
seni mazur görüyor. Bunun üzerine o, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:
- Oğullarım, bu yüzden
beni Medine'de bırakmak istiyorlar ve seninle birlikte savaşa çıkmaktan beni
menediyorlar. Allah'a yemin ederim ki, bu topallığımla Cennet'e basmayı
umuyordum. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:
- Sana gelince, Allah
seni mazur görmüştür. Cihad artık senin üzerine farz değildir.
Rasûlullah aynı
zamanda onun oğullarına da şöyle dedi:
- Sizin de onu
menetmeniz gerekmez. Umulur ki, Allah, ona şeha-deti nasib eder.
Böylece Amr,
Rasûlullah'la birlikte sefere çıktı. Uhud savaşında öldürülüp şehid oldu.
İbn îshak dedi ki:
Salih b. Keysan'm bana anlattığına göre Hind binti Utbe ve yanında bulunan
diğer kadınlar, Rasûlllah'm ashabından olan maktulleri parçalamaya , kulak ve
burunlarını kesmeye başladılar. Öyleki, Hind, onların kulaklarından ve
burunlarından halhallar ile gerdanlıklar edindi. Hind, o hamalları,
gerdanlıkları ve küpeleri Cü-beyr b. Mut'im'in kölesi Vahşiye verdi. Sonra
Harazanın ciğerini yardı. Onu ağzında çiğnedi, yutamayıp attı.
Musa b. Ukbe'nin
anlattığına göre Hamza'mn ciğerini yarıp çıkaran kişi Vahşi'dir. Vahşi, ciğeri
alıp Hind'e verdi. Hind onu çiğnedi ama yutamadı.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi ki:
Bundan sonra Hind, yüksek bir kayanın üzerine çıktı.Olanca sesiyle bağırarak
şöyle dedi:
«Biz Bedir gününe
karşı size ceza verdik. Savaştan sonra savaş alevlenicidir.
Utbe'den benim için
sabır olmadı. Ne kardeşimden, ne onun amcasından, ne de Bekir'den.
Yüreğimi soğuttum ve
adağımı yerine getirdim. Ey Vahşi, göğsümün susuzluğunu giderdin.
Vahşi'nin teşekkürü,
üzerime ömrüm boyuncadır. Hatta mezarımda kemiklerimin çürüyüp dağılmasına
kadardır.»
Hind binti Utbe'nin bu
şiirine karşı, cevaben Hind binti Usase b. Abbad b. Muttalib şöyle dedi:
«Ey alçaklıklara düşen
büyük kafirin kızı! Bedir'de ve Bedir'den sonra alçak ve hakir oldun.
Allah seni beyazlığı
uzun olan Haşimilerin fecrinin sabahında, kesen her kesici ile ve keskin kılıç
ile başını yarsın.
Hamza benim
arslanımdır, Ali ise doğanımdır.
O zamandaki Şeybe ve
senin baban, bana ihanet olsun diye attılar ve onun göğsünün görünen
kısımlarını kanla boyadılar. Senin kötü adağın, adakların en şeıiisidir.»
İbn İshak dedi İd:
Beni Haris b. Abdumenafm kardeşi Hüleys b. Zeyyan, Uhud gününde (ki o, o zaman
Ehabiş'in lideri idi) Ebu Süfyan'a rastladı. Ebu Süfyan, Hamza b.
Abdülmuttalib'in ağzının yanlarına süngünün dip demiri ile vurup şöyle diyordu:
«Tad ey asi!» Bunun üzerine Hüleys şöyle dedi:
«Ey Beni Kinane, Bu
Kureyş'in efendisidir. Gördüğünüz gibi karşı koymaya gücü olmayan bir ölüye,
amcasının oğluna neler yapıyor?»
Bunun üzerine o da
dedi ki:
«Yazıklar olsun sana,
bunu yaptığımı kimseye söyleme, gizli tut. Çünkü bu, kendime hakim olamayıp
yaptığım bir hatadır.»
Ebu Süfyan b. Harb,
daha sonra oradan ayrılıp dağın üstüne çıktı. Sonra olanca sesiyle bağırdı ve
kendi kendine şöyle dedi:
«Ey Ebu Süfyan! Savaş
senden yana evet dedi. Daha fazla ileri gitme. Çünkü savaş dönerlidir. Bir gün
sana, bir gün de başkasına güler. Ey Hübel yücel. Senin dinin güçlendi.»
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.)'da böyle buyurdu:
- Ey Ömer, kalk ve ona
cevap ver. Ona şöyle de: Allah daha üstün ve daha yücedir. Savaşımız eşit
değildir. Bizim ölülerimiz Cennet'tedir. Si* zinkilerse Cehennem'dedir.
Ömer, Ebu Süfyan'a
cevap verdiği zaman, Ebu Süfyan ona şöyle dedi:
-Ey Ömer, hele bana
doğru gel! Rasûlullah (s.a.v.)'da Ömer'e dedi ki:
- Ona git, bakalım
onun durumu nedir?
Ömer de ona doğru
gitti. Ebu Süfyan, ona şöyle dedi:
- Ey Ömer, Allah senin
iyiliğini versin. Biz, Muhammed'i öldürmedik mi?
Ömer dedi ki:
- Allah Allah! Hayır,
böyle birşey yok ve şimdi o senin sözünü dinliyor.
Ebu Süfyan dedi ki:
- Sen benim yanımda
îbn Kamie'den daha doğru sözlü ve daha iyi bir adamsın.
Çünkü îbn Kamie,
onlara: «Ben Muhammed'i öldürdüm.» demişti. Sonra Ebu Süfyan şöyle seslendi:
- Ölülerinize hakaret
olarak burun ve kulakları kesilmiştir. Vallahi ben buna ne razı oldum, ne
kızdım, ne nehyettim, ne de emrettim.
Ebu Süfyan ve
berberindekiler oradan ayrılıp uzaklaştıkları zaman şöyle seslendi:
- Gelecek sene buluşma
yerimiz Bedir'dir.
Rasûlullah (s.a.v.)'da
ashabından bir adama «Evet gelecek sene Be-dir'de buluşalım diye söyle» diye
buyurdu.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i gönderdi ve dedi ki: «Onların izlerini takip et
ve ne yaptıklarına, nereye yöneldiklerine, ne kas-dettiklerine bak. Eğer atları
yanlarına alıp develere binmişlerse, onlar Mekke'ye gitmeye hazırlanıyor1ardır.
Eğer atlara binmişler, develeri önlerinde sürüyorlarsa onlar Medine'ye gitmeyi
kastediyorlardır. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, eğer
Medine'ye gitmeyi kastediyorlarsa, elbette oraya yürüyeceğim. Sonra Elbette
onlarla savaşacağım.
Ali dedi ki:
«Ben de onları izlemek
üzere çıkıp gittim ki, ne yaptıklarını göreyim. Onlar atları yanlarına aldılar
ve develeri binek edindiler. Mekke'ye doğru yöneldiler.» [11]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/9-10.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/10.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/10-12.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/13-14.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/14-21.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/22-35.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/35-42.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/42-54.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/55-61.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/62-63.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/63-70.