Hicri Üçüncü Sene. 2

Buhran'dan Füru1 Gazvesi 3

Medinelî Kaynuka Oğulları Yahudileri 3

Zeyd B. Harise Seriyyesi 5

Yahudi Ka'b B. Eşref'in Öldürülmesi 6

Uhud Gazvesi 11

Hz. Hamza'nın Şehîd Edilmesi 21

Fasıl 27

Uhud Gazvesinde Peygamber (S.A.V.)'İn, Mel'un Müşriklerden Çektiği Eziyetler. 36

Katade'nin Gözünün Çıkması 41

Fasıl 42


Hicri Üçüncü Sene

 

Bu senenin başında Necid gazvesi yapıldı. Buna Zi-Emer gazvesi de

denir.

İbn İshak dedi İd: Rasûiullah fs.a.v.), Sevik gazvesinden döndüğün­de Medine'de, zilhicce ayının kalan kısmı kadar ya da buna yakın bir müddetle ikamet etti. Sonra Gatafaıılılan hedef alarak Necid gazvesine gitti. Buna Zi-Emer gazvesi de denir. Zi-Emer, Gatafan diyarında bir ye­rin adıdır.

İbn Hişam dedi ki: Rasûiullah (s.a.v.), bu gazveye giderken Medi­ne'de yerine Osman b. Affan'ı vekil bıraktı.

İbn İshak dedi ki: Peygamberimiz (s.a.v.), safer ayının tamamını yada buna yalon bir kısmı Necid'de geçirdi. Sonra herhangi, bir tuzak ve hile ile karşılaşmadan geri döndü.

Vakidî dedi İd: Gatafan kabilesinin Salebe b. Muharip oğullarından bir grubun Zi-Emer mıntıkasında toplanıp Rasûiullah'la savaşmak is­tedikleri haberi Hz. Peygamber'e ulaştı. O da onlara karşı hicri üçüncü senenin rebiyülevvel ayının on ikisi olan perşembe günü sefere çıktı. Medine'de yerine Osman b. Affan'ı veldl bıraktı. On bir gün süreyle Me­dine'de yerine Osman b. Affan'ı veldl bıraktı. On bir gün süreyle Medi­ne'den uzakta kaldı. Beraberinde 450 adam vardı. Bedeviler, ondan kor­kup dağ başlarına kaçtılar. Nihayet Rasûiullah ve arkadaşları, Zi-Emer denen bir su başına geldiler. Oraya ordugah kurdular. Şiddetli bir yağ­mura yakalandılar. Rasûiullah'm elbiseleri sırılsıklam ıslandı. Oradaki bir ağacın altına gidip durdu. Elbiselerini kurutmak için ağacın dalları­na serdi. Müşriklerde bunu görüyorlardı. Ama kendi işleriyle meşgul oldular. Gavres b. Haris ya da Du'sur b. Haris adında yiğit bir adamları­nı, Rasûlullah'ı öldürmek için gönderdiler. Ona: «Muhammedi öldür­meyi Allah sana nasip edecek.» dediler. O adam elindeki parlak kılıcıyla yola çıktı. Rasûiullah'm yanma geldi, kılıcım çekip: «Ya Muhammed, bugün seni bana karşı kim korur?» diye sordu. Rasûlulîah da: «Allah ko­rur.» dedi. O anda Cebrail, adamın göğsüne bir yumruk vurdu, elindeki kılıç yere düştü, Düşen kılıcı olan Rasûiullah, ona: «Ya seni bana karşı kim koruyacak?» diye sorunca adam: «Hiç kimse koruyamaz. Şahadet ederim İd, Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed de Allah'ın Rasûlüdür. Vallahi artık ebediyyen düşmanlarının arasına katılmayacağım.» dedi. Rasûlullah da kılıcını ona verdi. Adam, arkadaşlarının yanma döndüğünde ona:

"Yazıklar olsun sana neyin var?" diye sordular.

O da dedi İd:

"Baktım ki uzun boylu bir adam göğsüme yumruk vurdu. O yumru­ğun tesirini sırtımda hissettim. Bu yüzden vuranın melek olduğunu an­ladım. Ben de Muhammed'in Allah Rasûlü olduğuna şahadet getirdim. Vallahi ona karşı duran hiçbir topluluğun arasına girmeyeceğim." Böyle dedikten sonra kavmini İslâm'a davet etti. Bunun üzerine Cenâb-ı Al­lah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Ey inananlar! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın: Hani bir top­luluk size tecavüze kalkmıştı da Allah onlara mani olmuştu.» (ei-Mâide, ıı.)

Beyhakî dedi İd: Zatü'r-Rika' gazvesinde de buna benzer bir kıssa gelecektir. Belki de bunlar ayrı ayrı iki kıssadırlar.

Ben derim ki: Eğer böyle birşey varsa, o, bundan başka bir kıssadır. Çünkü Gavres b. Haris adındaki saldırgan Müslüman olmamış, aksine eski dininde kalmakta ısrar etmiş ve kendisine karşı savaşmama husu­sunda Rasûlullah'a da söz vermemiştir. Doğrusu Allah bilir. [1]

 

Buhran'dan Füru1 Gazvesi

 

îbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v,), rebiyülevvel ayının tamamım ya da ona yakın bir kısmını Medine'de ikamet ederek geçirdi. Sonra Ku-reyşlileri kastederek gazaya çıktı.

îbn Hişam dedi ki: Rasûlullah, gazveye giderken yerine vekil olarak Medine'de İbn Ümmü Mektum'u bıraktı.

îbn îshak dedi İd; Nihayet Buhran'a ulaştı. Orası Füru' tarafların­dan olup bir Hicaz şehridir.

Vakidî dedi ki: Bu gazve için Rasûlullah, Medine'den on gün uzakta kaldı. Doğrusunu Allah bilir. [2]

 

Medinelî Kaynuka Oğulları Yahudileri

 

Vakidî'nin ifadesine göre Beni Kaynuka olayı, hicretin ikinci sene­sinin şevval ayının ortasında cumartesi günü olmuştur. Doğrusunu Al­lah bilir. Aşağıdaki ayette kastedilenler onlardır:

«Onların durumu, kendilerinden az bir zaman önce geçmiş ve işleri­nin karşılığını tatmış olanların durumu gibidir. Onlara can yakıcı azap vardır.» (el-Haşr, 15.)

îbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m savaşları arasında Beni Kaynuka hadisesi oldu. Olay şöyle cereyan etmişti: Rasûlullah (s.a.v.),

onları Beni Kaynuka çarşısında toplayarak şöyle dedi:

- Ey Yahudi topluluğu! Allah'ın, Kureyşlilerin başına getirdiği şid­det ve cezalardan sakının ve Müslüman olun. Çünkü siz, benim gönde­rilmiş bir peygamber olduğumu biliyorsunuz. Buna, kitabınızda ve Al­lah'ın size gönderdiği Ahid'te buluyorsunuz.

Onlar dediler ki:

- Ya Muhammedi Sen bizi kendi kavmin gibi mi sanıyorsun? Kendi­lerinde savaş ilmi olmayan bir kavimle karşılaşman seni aldatmasın. Onlardan bir fırsat ele geçirdin. Vallahi eğer biz seninle savaşırsak el­bette bizim nazil insanlar olduğumuzu anlarsın?

îbn İshak, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Şu ayet, sadece Beni Kaynuka Yahudileri hakkında nazil olmuştur:

«Ey Muhammedi İnkar edenlere: «Yenileceksiniz, toplanıp Cehennem'e sürüleceksiniz. Orası ne kötü döşektir.» de. Karşı karşıya gelen iki topluluğun durumlarında (yani Rasûlullah'm ashabından Bedir sa­vaşma katılan mü'minlerle Kureyşli müşriklerin durumlarında) sizin için ibret vardır; biri Allah yolunda savaşanlardır, diğeri inkarcılardır ki, bunlar karşı tarafı gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı." Allah dilediğini yardımıyla destekler. Bunda görebilenler için ibret var­dır.» (Âl-ilmrfin, 12-13.)

İbn îshak, Asım b. Ömer b. Katade'nin şöyle dediğim rivayet eder: Ahdi bozan ve Bedir ile Uhud arasında savaşan ilk Yahudiler, Kaynuka oğulları oldular.

İbn Hişam, Abdullah b. Cafer b. Misver b. Mahreme kanalı ile Ebu Avn'm şöyle dediğini rivayet eder: Beni Kaynuka olayının başlangıcı şöyle oldu: Araplardan bir kadın mal satmak üzere pazara gelmişti. O kadın malını Beni Kaynuka çarşısında sattı. Bir kuyumcunun yanında oturdu. Onlar, onun yüzünü açmasını istediler. Kadın yüzünü açmadı. Kuyumcu kalkıp arkadan o kadının elbisesinin ucundan tuttu ve kadı­nın sırtına düğümledi. Kadın ayağa kalktığı zaman, avret yeri açıldı. Oradaki Yahudiler ona güldüler. Bunun üzerine kadın bağırdı. Müslü­manlardan bir adam, kuyumcunun üzerine atılıp onu öldürdü. Kuyum­cu, Yahudi idi. Yahudiler de o Müslünıana hiddetlenerek onu öldürdü­ler. Bunun üzerine Müslümanın sahipleri, Yahudilere karşı bağırarak Müslümanları çağırdılar. Böylece Müslümanlarla Yahudi olan Kaynu­ka oğulları arasında savaş çıktı.

İbn İshak, Asım b. Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), kendisine itaat edinceye kadar onları kuşatma altın­da tuttu, bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selül -Allah ona imkan ver­diği zaman- kalktı. Rasûlullah'a doğru gitti ve şöyle dedi:

- Ey Muhammed, bana tâbi olan adamlarım hakkında ihsanda bu­lun! Yahudiler, Hazreçlilerin müttefikleri idi. Rasûlullah (s.a.v.) susup bekledi. O da şöyle dedi:

- Ey Muhammed, bana tâbi olan adamlarım için ihsanda bulun. Bu-nuıı üzerine Rasûlullah (s.a.v.)» ondan yüz çevirdi. Bu defa o elini Rasû-lullah'm zırhının cebine soktu.

İbn Hişam dedi ki; O zırha, "Zatu'l-Fudul" denirdi. İbn îsaak şöyle dedi: Rasûlulîah (s.a.v.)'da ona: «Beni bırak» dedi. Öfkelendi ve hatta ordakiler, onun yüzünde bir siyahlık gördüler. Sonra

dedi ki:

- Yazık! Bırak beni.» O da şöyle dedi:

- Hayır, vallahi 400 zırhsız, 300 zırhlı kişi olan tabiilerimi bırakın-caya kadar seni bırakmam. Onlar beni, beyaz ve siyah herkese karşı ko­rumuşlardır. Sen ise onları bir sabahla öldürüp yok etmek istiyorsun. Şüphesiz ben musibetlerin meydana gelmesinden korkuyorum. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Al adamlarını, senin olsunlar, dedi.

İbn Hişam dedi İd: Rasûlullah (s.a.v.), onları kuşatma altında tutar­ken Medine'de yerine Ebu Lübabe Beşir b. Abdil Münzir'i vekil olarak bıraktı. Kuşatmaları onbeş gece sürdü.

İbn İshak, babası kanalı ile Velid b. Ubade'nin şöyle dediğini riva­yet etti: Kaynuka oğulları, Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşırlarken Abdul­lah b. Übey b. Selül, onların işleriyle ilgilendi ve önlerine geçti. Ubade b. Samit de Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gitti. O, beni Avf kabilesindendi. O da Abdullah b. Übey gibi Yahudilerin-müttefiki idi. Onlardan vazgeç­ti. Rasûlullah'm tarafına geçti. Allah ve Rasülüne, onların müttefikli­ğinden uzaklaşıp geldi ve şöyle dedi:

- Ey Allah'ın elçisi! Allah'ı, Rasûlünü ve mü'minleri dost ediniyo­rum. Ve işte o kafirlerin müttefiki olmaktan, onların dostluklarından kendimi beri kılıyorum.

Ravi diyor ki: Ubade b. Samit ile Abdullah b. Übey hakkında el-Mâi-de sûresinin şu ayetleri nazil oldu:

« Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanlan dost olarak benimseme­yin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah, zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez. Kalble-rinde hastalık olanların (yani Abdullah b. Übeyy'in), «Bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz.» diyerek onlara koştuğunu görürsün. Olur ki Allah bir zafer verir veya katından bir emir getirir de kalblerinde gizle­diklerini içleri yananlara dönerler.» (el-Maidc, sı-62.)

«Kim Allah'ı, peygamberim ve inananları dost edinirse bilsin İd, şüphesiz Allah'tan yana olanlar (yani Ubade b. Samit) üstün gelirler.» , 56.) Tefsirimizde bu hususta gerekli açıklamalarda bulunduk. [3]

 

Zeyd B. Harise Seriyyesi

 

Bu seriyye, Ebu Süfyan idaresinde -başka bir görüşe göre Safvan idaresinde- bulunan ticaret kervanını vurmak üzere yola çıkarılmıştı.

Yunus b. Bükeyr, İbn İshak'tan rivayet ederek, bu seriyyenin, Bedir vak'asmdan altı ay sonra yola çıkarıldığım söyler.

İbn İshak dedi ki: Kureyşliler, Bedir vak'asmda başlarına gelen fe­laketten sonra Şam'a giderken eskiden beri gidip geldikleri yoldan git­mekten korktular. Bunun üzerine Irak yoluna saptılar. Aralarında Ebu Süfyan'ın da bulunduğu bir ticaret kafilesi yola çıktı, yanlarında çok miktarda gümüş vardı. Kureyşlilerin ticaretinin kısm-ı azamini gümüş ticareti oluşturuyordu. Bekir b. Vail kabilesinden Fırat b. Hayyan adın­da bir adam kiraladılar. Bu adam onlara yolda kılavuzluk yapacaktı.

îbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Zeyd b. Harise'yi bir seriyye­nin başında gönderdi. Bu seriyye, Karde denen suyun başında kervana ulaştı. Kervanı ve malını ele geçirdi. Adamlar, elinden kaçtılar, o da al­dıklarım Rasûlullah'ın yanma getirdi. Bununla ilgili olarak Hassan b. Sabit öyle dedi:

«Şam'ın akar pınarlarını bırakınız.

Onların arasına, Erak ağaçlarıyla otlayan jâiklü develerin ağızlan gibi buzlar girmiştir.

Rablerine hicret eden bir takım adamların, gerçek Ensâr'm ve me­leklerin elleriyle.

Âlic vadisinde çukur yerlere yürüdükleri zaman, o kafileye deyiniz ki; yol orada değildir.»

Vakidî dedi ki: Bu seriyyenin başında Zeyd b. Harise'nin komutan olarak Medine'den çıkışı, hicretin yirmi sekizinci ayı olan cemaziyelev-vel ayının başında olmuştur. Vurmakla emrolundukları Kureyş kerva­nının başkanı da Safvan b. Ümeyye idi.

Zeyd b. Harise seriyyesinin göreve çıkış sebebi şu idi: Nuaym b. Me-sud, kervan haberini Medine'ye getirdi. Nuaym, kendi kavmi olan müş­riklerin dini üzerine idi. Nadir oğulları yurdunda Kinane b. Ebu'l-Hu-kayk ile görüştü. Yanlarında Sulayt b. Numan da vardı. Sulayt, Eşlem kabilesindendir. Oturup içki alemi düzenlediler. Bu hadise, içkinin ha­ram kılınmasından önce idi. Nuaym, kervan haberini anlattı. Safvan b. Umeyye başkanlığında ticaret malım taşımakta olan kervanın Mek­ke'den çıktığını bildirdi. Sulayt,o anda yanlarından ayrılıp Rasûlullah'a geldi ve durumu ona haber verdi. Rasûlullah, hemen Zeyd b. Harise'yi, seriyyesi ile birlikte yola çıkardı. Bunlar kervanı yakaladılar. Mallarını ele geçirdiler. Ama kervandaki adamlar kaçıp kurtuldular. Sadece bir ya da iki adamı esir aldılar. Kervanın mallarını Medine'ye getirdiler. Rasûlullah (s.a.v.), beşte birini ayırıp kalan beşte dördünü de seriyye ef­radına taksim etti. Beşte biri, 20.000 dirhem tutarında idi. Esir alınan­lardan biri kılavuz olan Fırat b. Hayyan idi. Bu kişi Müslüman oldu. Al­lah kendisinden razı olsun.

îbn Cerir dedi ki: Vakidî iddia etti, ki bu senede Osman b. Affan, Rasûlullah'm kızı Ümmü Külsüm'le evlendiler. Ve aynı senenin cemazi-yelahir ayında gerdeğe girdiler. [4]

 

Yahudi Ka'b B. Eşref'in Öldürülmesi

 

Bu adam, Beni Tayy kabilesinden olup, bu kabilenin Beni Nebhan kulundandır. Ama annesi Beni Nadir kabiİesindendir. İbn İshak, onun öldürülmesini, Beni Nadir Yahudilerinin sürgün edilmeleri bahsinden önce anlatır. Ama Buharı ile Beyhakî, onun öldürülmesini, Beni Nadir Yahudilerin sürgünleri bahsinden sonra anlatırlar. Doğrusu, İbn İs-hak'm anlattığıdır. Bu ileride de açıklanacaktır. Çünkü Beni Nadir Ya­hudileri, Uhud vakasından sonra Medine'den sürgün edilmişlerdir. Bunlar, kuşatma altına tutuldukları esnada -inşaallah ileride de açıkla­yacağımız gibi- içki haram kılınmıştır.

Buharı, sahihinde «Kala b. Eşrefin öldürülmesi» bahsinde Rasûlul­lah (s.a.v.)'rn şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ka'b b. Eşref, Allah'a ve Rasûlüne eza vermektedir. Hakkından ge­lecek kimse yok mu?

Muhammed b. Mesleme kalkıp:

- Ya Rasûlallah! Onu Öldürmemi istiyor musun? dedi. Peygamber Efendimiz:

- Evet3 dedi. Muhammed b. Mesleme:

- Öyleyse biraz yalan konuşmama izin ver, dedi. Peygamber Efendimiz de ona izin verdi:

Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, Ka'b'a gidip:

- Bu adam bizden sadaka isteye isteye bizi takattan düşürdü. Bu­nun için senden ödünç istemeye geldim, dedi.

Ka'b:

- Vallahi ondan bıkacaksınız, dedi.

Muhammed b. Mesleme:

- Biz bir defa ona uyduk. Bir sonuca varmadan onu bırakmak iste­miyoruz. Varsa bana ödünç bir veya iki yük hurma ver, dedi.

Ka'b:

- Olur, fakat yerine bana rehin bırakman şartı ile, dedi.

Muhammed b. Mesleme ile arkadaşları:

- Rehin olarak ne istiyorsun? diye sordular.

Ka'b:

- Bana kadınlarınızı rehin bırakın, diye cevap verdi.

Ona:

- Sen Arapların en güzeli iken, kadınlarımızı sana nasıl bırakabili­riz? dediler.

Ka;b:

-  Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakın, dedi.

Ona:

- Bunu da yapamayız. Çünkü bu bizim için bir zillettir. Çocuk büyüdükten sonra ona: «Sen o kimse değil misin ki, bir iki yük hurma ye­rine rehin bırakıldın?» diyecekler. Rehin olarak sana silah bırakalım,

dediler.

Muhammed, geceleyin kendisine geleceğini söyledi. Gece olunca Muhammed, evine -yanında Ka'b'm süt kardeşi olan Ebu Naile de bu­lunduğu halde- gidip Ka'b'ın aşağıya inmesini istedi. Ka'b da indi. Karısı ona:

- Bu saatte sen nasıl dışarıya çıkıyorsun? dedi. (Başka bir rivayete göre karısı ona şöyle demiştir: Öyle bir ses duyuyorum ki, sanki ondan kan damlıyor.)

Ka'b:

- Ne var? Beni çağıranlar, Muhammed b. Mesleme ile kardeşim Ebu Naile'dir. Kaldı ki mert adam, geceleyin vurulmaya da çağrılsa yine gider, dedi.

Ravi diyor ki: Muhammed b. Mesleme ile birlikte iki adam daha var­dı. Muhammed onlara:

- Geldiği zaman, saçını tutup koklayacağım. Onu iyice tuttuğumu gördüğünüz zaman hiç beklemeden ona vurun, dedi.

Ondan sonra Ka'b indi, üzerine deriden sırmalı bir elbise vardı ve misk kokusu saçıyordu. Muhammed ona:

- Senden ne güzel bir koku geliyor, hayatımda böyle güzel bir koku

görmedim, dedi. Ka'b:

- Ne diyorsun, Arap kadınlarının en güzel kokulusu ve en güzeli bendedir, dedi. Muhammed:

- İzin verir misin, senin saçını biraz koklayayım? dedi.

Oda:

- Evet, deyince, saçını tutup kokladı. Muhammed arkadaşlarına:

- Siz de koklayın, dedikten ve arkadaşları da kokladıktan sonra bir daha izin istedi. Muhammed, bu defa Ka'b'ın saçını iyice tutup arkadaşlarma:

- Ne duruyorsunuz? dedi.

Onlar da hemen Ka'b'm işini bitirdiler. Sonra gelip H^z. Peygam-ber'e durumu anlattılar.»

Muhammed b, İshak dedi ki: Ka'b b. Eşrefe gelince o, Tay kabilesi­nin Beni Nebhan kulundandır. Anası Beni Nadir kabilesindendir. Zeyd b. Harise ile Abdullah b. Revaha, Medine'ye gelip Bedir savaşma katılan müşriklerin öldürüldükleri haberini verdikleri zaman Ka'b şöyle de­mişti: "Vallahi eğer Muhammed şu kavme musibet eriştirmiş ise, elbet­te ki yerin altı üstünden daha hayırlıdır."

Allah düşmanı, haberin kesinliğini anlayınca yola çıktı ve Mek­ke'ye geldi. Muttalib b. Ebi Vedaa b. Dubayre es-Sehmî'nin yanma ko­nuk oldu. Onun yanında Atike binti Ebi'l-İs b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems b. Abdumenaf vardı. Bu kadın onu misafir etti. Ona ikramda bulundu. O ise, Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı kışkırtıcı şiirler okumaya, Bedir savaşın­da öldürülen müşrikler üzerine ağıt dökmeye başladı. İbn İshak, onun bir kasidesinden bahseder ki, kasidenin başlangıcı şöyledir:

«Bedir değirmeni, Bedir savaşma katılanları öğüttü.

Bedir gibisi için gözyaşları akıtırsın ve gözyaşlarıyla ağlarsın.»

İbn İshak, Hassan b. Sabit'in ve diğer şairlerin buna karşı söyledik­leri cevabi şiirleri de nakleder.

Daha sonra Ka'b, Medine'ye döndü. Ve Müslümanların kadınlarına süslü-püslü kasideler söylemeye başladı. Onlara eziyet verdi. Peygam­ber (s.a.v.) ile ashabına da dil uzattı.

Musa b. Ukbe dedi ki: Ka'b b. Eşref, Nadir oğullarından biridir. Rasûlullah (s.a.v.)'ı yererek ona eziyet vermişti. Bineğine binip Mek­ke'ye gitmiş, Kureyşlileri de ona karşı kışkırtmıştı. Mekke'de iken Ebu Süfyan ona şöyle sormuştu:

- Allah aşkına söyle! Bizim dinimiz mi Allah'ın daha çok hoşuna gi­der, yoksa Muhammed ile arkadaşlarının dini mi? Sana göre onlar mı, yoksa biz mi daha doğru yolda ve hakka daha yakımz? Biz iri hörgüçlü develeri kesip insanlara yedirir, onlara su üzerine süt içirir ve rüzgarın savurduğu her şeyi yediririz.

Ka'b b. Eşref:

- Tabii ki, siz onlardan daha doğru yoldasınız, dedi.

Ravi dedi ki: Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Rasûlüne şu ayetleri in­zal buyurdu:

«Kendilerine kitap verilmiş olanların, puta ve şeytana kanıp, inkar edenlere: «Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadırlar» dediklerini görmedin mi? İşte, Allah'ın lanetledikleri onlardır. Allah'ın lanetlediği kişiye asla yardımcı bulamıyacaksın.» (cn-Nisâ, 51-52.)

Musa ile Muhammed b. îshak dediler İd: Ka'b b. Eşref, Medine'ye geldi. Düşmanlığım açıkça ilan etti. İnsanları savaşa kışkırttı, müşrik­leri Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı savaşmaya karar verdirinceye kadar Mekke'den çıkarmadı. Ümmül Fadl b. Haris ve diğer Müslüman kadın­lara süslü-püslü şiirler, kasideler söylemeye başladı. Onlara eziyet ver­di.

İbn İshak dedi ki: Abdullah b. Muğis b. Ebi Bürde'nin bana anlattı­ğına göre Rasûlullah (s.a.v.): «îbn Eşrefi haklayacak Mm vardır?» diye sordu. Beni Abdüleşhel'in kardeşi Muhammed b. Mesleme ona: «Onu haklayacak ben varım, ben onu öldürürüm ya Rasûlallah» dedi. Rasûul-lah da: «Eğer buna gücün yeterse yap.» dedi.

Ravi diyor ki: Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme döndü ve üç gün bekledi. Yemiyor, içmiyor, kalbi birşeye takılı kalıyordu. Bu durum Rasûlullah (s.a.v.)'a anlatıldı. O da onu çağırıp kendisine şöyle dedi:

- Niçin yemeyi, içmeyi bıraktın? Muhammed b. Mesleme:

-Ya Rasûlullah, size bir söz söyledim. Bilmiyorum. Acaba verdiğim bu sözü yerine getirebilecek miyim, yoksa getiremiyecek miyim? Rasûlullah:

- Sana ancak gayret göstermek düşer, dedi. Muhammed b. Mesle-

me:

- Ya Rasûlallah, mutlaka söylememiz gereken bazı şeyler vardır,

dedi.

Rasûlullah:

- Uygun gördüğünüz şeyi söyleyin. Siz bu hususta serbestsiniz, de­di.

Bunun üzerine İbn Eşrefi öldürmek için Muhammed b. Mesleme, Silkan b. Selame b. Vakş (Bu Ebu Naile'dir. Beni Abdüleşhel'den biri olup Ka'b b.Eşrefinde süt kardeşidir.), Abbad b. Bişr b. Vakş (Bu da Beni Abdüleşhel'den biridir.), Haris b. Evs b. Muaz (Bu da Beni Abdüleş­hel'den biridir.) ve Ebu Abs b. Cebir (Bu da Beni Harise kabilesinden­dir.) birleştiler.

Bunlar, Ebu Naile Silkan b. Selame'yi önceden Allah düşmanı Ka'b'a gönderdiler. O da yanma giderek onunla bir süre konuştu ve kar­şılıklı şiirler söylediler. Ebu Naile şiir söylüyordu. Sonra dedi ki:

- Vay be, ey İbn Eşref, bir ihtiyaç için gelmemiştim. Sana onu söyle­mek istiyorum. Onu gizli tut.

Ka'b:

- Olur, gizli tutarım. Ebu Naile:

Bu adamın (Muhammed'in) bizim yanımıza gelmesi bela oldu.

Onun yüzünden Araplar bize düşman oldular. Tek bir yaydan fırlayan bir ok gibi bize saldırdılar, yollarımızı kestiler, ailelerimiz dağıldı, sıkın­tıya düştük, dedi. Ka'b:

- Ben Eşrefin oğluyum. Vallahi ey îbn Selame! Sana haber vermiş olayım ki, muhakkak iş, ileride benim dediğime gelecektir, dedi.

Silkan:

- Ben istedim ki, bize bir yiyecek sataşın. Biz de sana rehin bıraka­lım ve senin için bir vesika düzenleyelim. Bu hususta bize ihsanda bulu-nasm, dedi.

Ka'b:

- Oğullarınızı bana rehin verir misiniz? diye sordu. Silkan:

- Bizi rüsvay etmek istedin. Çünkü görüşümde olan bir takım arka­daşlarım vardır. Onları da getireyim ve onlara sataşın. Bu hususta ih­san edesin ve zırhlılardan borcu ödemeye yetecek şeyi rehin edelim iste­dim, dedi.

Silkan, arkadaşları silahla geldiklerinde silahları onu ürkütmesin­ler, o, onları yadırgamasın diye böyle demişti. Ka'b: «Cemaatte vefa var­dır.» dedi.

Bunun üzerine Silkan, arkadaşlarının yanına döndü ve dununu on­lara bildirdi. Onlara, silahları almalarım, sonra gitmelerini ve Ka'b'm yanında toplanmalarım söyledi. Onlar, önce Rasûlullah'ın yanında top­landılar.

İbn İshak, îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), onlarla birlikte Babu'l-Garkad'a kadar yürüdü. Sonra onları gönderirken şöyle dedi:

«Allah'ın ismi ile gidiniz. Ey Allah'ım, onlara yardım et.» Rasûlullah, daha sonra evine döndü. O zaman mehtaplı bir gece idi. On­lar gittiler ve nihayet Ka'b'm kalesine vardılar. Ebu Naile ona seslendi. O ise daha yeni damat olmuştu. Hemen yorganının içinden fırladı. Bu­nun üzerine karısı yorganın ucundan tutup çekti ve:

- Sen savaşçı bir adamsın, savaşçı kimseler bu saatte evden dışarı, çıkmaz, aşağıya inmezler, dedi.

Ka'b:

- Bu, Ebu Naile'dir. Eğer beni uykuda bulsaydı uyandırmazdı, dedi. Karısı:

- Vallahi onun sesinde bir kötülük seziyorum, dedi.

- Delikanlı adam, vurulmaya çağrılsa bile yine gider, dedi. Bunun üzerine o, evden aşağı indi. Onlarla bir süre karşılıklı ko­nuştular. Sonra Ebu Naile şöyle dedi:

- Allah'ın düşmanına vurunuz.

Birlikte ona vurdular ve kılıçları onun üzerine ardarda inip kalktı. Fakat bir işe yaramadı. Ka'b ölmedi. Muhammed b. Mesleme dedi ki:

- Kılıçlarımızın birşey elde etmediklerini gördüğüm zaman, kılı-cımdaki bir bıçağı hatırladım ve onu aldım. O sırada Allah'ın düşmanı acı ile öyle bir bağırdı ki, çevrede bulunan kalelerin tamamında ateşler yakıldı. Bıçağı hemen onun kasığı ile göbeği araşma koydum. Sonra üze^ rine yüklenerek derhal bıçağı kasığına geçirdim. Allah'ın düşmanı düş­tü. Haris b. Evs b. Muaz da başından yada ayağından yaralanmıştı. Kı­lıçlarımızdan biri ona isabet etmişti. Oradan ayrıldık. Beni Ümeyye b. Zeyd kabilesinin bulunduğu yerden yola çıktık. Daha sonra Beni Kuray-za, daha sonra Buas üzerinden gittik. Nihayet Ureyz harresine geldiği­mizde Haris, kan kaybından zayıf düşmüştü. Biz onun için bir müddet durup bekledik. Sonra yanımıza geldi. O izimizi takip ediyordu. Onu sır­tımıza alıp taşıdık ve gecenin sonunda onu Rasûlullah'a getirdik ki, o ayaktaydı. Namaz kılıyordu. Selam verdik. Yanımıza geldi. Biz ona Allah'ın düşmanının öldürüldüğünü söyledik. Sonra evimize döndük. Sabahleyin Yahudiler, Allah'ın düşmanı Ka'b b. Eşrefe yaptığımız şeyi duyup korkmuşlardı. Orada hiçbir Yahudi yoktu ki, kendi başına gele­ceklerden korkmasın.

İbn Cerir dedi ki: Vakidî'nin ifadesine göre bunlar, Ka'b b. Eşrefin başım koparıp Rasûlullah'a getirdiler.

İbn îshak dedi ki: Bu konuda Ka'b b. Malik, şu şiiri söylemiştir:

«Onlar KaTD'ı yere yıkıp bıraktılar ve döndüler.

Onun öldürülüp yere yıkılmasından sonra Beni Nadir Yahudileri alçaldılar.

Elleri üzerine yere düştü. Orada ellerimizle meşhur salabetli, me­tin kılıçlarla kaldırıldı.

Muhammed'in emriyle o gece Ka'b'ın kardeşi gitti, KaTa'a tuzak kur­du.

Ona hile etti ve onu hile ile evinden aşağı indirdi.

O övülmüştür, güvenilir ve cesur bir kardeştir.»

îbn Hişam dedi ki: Bu beyitler, onun Beni Nadir günü hakkındaki bir kasidesinden alınmıştır. Beni Nadir günü ile ilgili açıklama ileride gelecektir.

Ben derim ki: Ka'b b. Eşrefi Bedir vak'asmdan sonra Haris b. Evs öldürmüştür. Sonra Hazreçliler, Ebu Rafı b. Ebi Hukayk'ı Uhud gazve­sinden sonra öldürdüler. Nitekim bununla ilgili açıklama inşaallah ile­ride gelecektir. Güvencimiz ve duyanağımız Allah'tır.

İbn İshak, Hassan b. Sabitin konuyla ilgili şu şiirini nakletmiştir:

«Ey İbn Hukayk ve sen ey İbn Eşref!

Kendileriyle karşılaştığınız adamların topluluğu, Allah için çok ha­yırlı işler yapmışlardır.

Size, ormandaki arslanlar gibi şiddetli bir şekilde, hafif hareketli kılıçlarla, gelip geceleyin saldırdılar.

Nihayet kalelerinize geldiler ve size şiddetli katledici kılıçlarla ölüm şerbetini içirdiler.

Peygamberlerinin dininin muzaffer olması için yardım diliyerek ve helak edici her işi küçümseyerek geldiler.»

Muhammed b. İshak, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu ri­vayet etmiştir;

«Yahudilerin adamlarından her kimi ele geçirirseniz öldürün,» Bunun üzerine Muhayyise b. Mesud el-Evsî, İbn Süneyne'nin üzeri­ne atıldı. İbn Süneyne, Yahudi tüccarlarındandı. Onlarla ilişki kurar, alışveriş yapardı. Muhayyise, onu Öldürdü. Muhayyise'nin kardeşi Hü-veyyise ondan daha yaşlı idi. Ama henüz Müslüman olmamıştı. Hüvey-yise, Yahudiyi öldüren kardeşi Muhayyise'yi dövmeye ve şöyle demeye başladı:

- Ey Allah'ın düşmanı, onu öldürdün mü? Vallahi senin kanındaki iç yağlan onun maundandır.

Muhayyise dedi ki: Ben de ona şöyle dedim:

- Vallahi onun Öldürülmesini bana öyle biri emretti ki, eğer seni öl­dürmeyi dahi bana emretseydi, mutlaka senin de boynunu vururdum.

Vallahi Hüveyyise'nin İslâm'a girmesinin ilk sebebi bu oldu. Hü-veyyise, bana şöyle sordu:

-  Eğer Muhammed, benim öldürülmemi sana emretse beni öldürür müsün?

Ben de ona şöyle cevap verdim:

- Evet vallahi, şayet bana senin boynunu vurmayı emretseydi, el­bette senin boynunu vururdum.

Hüveyyise:

- Vallahi seni bu duruma getiren bir din, çok hayret verici birşeydir, dedi ve Müslüman oldu.

îbn ishak dedi ki: Bu meseleyi bana Beni Harise'nin bir azadlısı, Muhayyise'nin kızından naklen bildirdi. Bu konuda Muhayyise şöyle demiştir:

«Eğer öldürülmesi ile emrolunsaydım, elbette onun kulaklarının ardındaki çıkık kemikleri keskin kılıçla keserdim, diye anamın oğlu benî kınıyor.

Bir keskin kılıç ile ki, onun rengi tuzun rengi gibidir.

Onun cila ve parlaklığına özeniyorum. Onu doğrulttuğum zaman yalancı çıkmıyor.

Seni istemeyerek öldürmem beni sevindirmez.

Oysaki bizim Busra ile Me'rib arasında geçen günlerimiz vardır.»

İbn Hişam, Ebu'1-Amr el-Medenî'den rivayet etti ki, bu hadise, Beni Kurayza Yahudilerinin öldürülmelerinden sonra cereyan etmiştir. Çünkü öldürülen kişi, Ka'b b. Yahuza'dır Muhayyise, Rasûlullah'm em­ri üzerine Beni Kurayza savaşında Ka'b b. Yahuza'yı öldürdüğünde kar­deşi Hüveyyise yukarıdaki sözleri ona söylemiş, Muhayyise'de yine yu­karıda nakledilen cevabı ona vermişti. Bunun üzerine Hüveyyise, o gün Müslüman olmuştu. Doğrusunu Allah bilir.

Tenbih: Beyhakî ile Buharı, Beni Nadir sürgününü Uhud gazvesin­den önce zikretmişlerdir. Doğrusu, Beni Nadir sürgününün, Uhud gaz­vesinden sonra anlatılmasıdır ki, Muhammed b. îshak ile diğer megazi imamları böyle bir kronolojik sıra takip etmişlerdir. Delilleri de şudur: İçki, Beni Nadir Yahudilerinin kuşatma altında tutuldukları günlerde haram kılınmıştır ki, bu da sahih hadiste belirtilmiştir. Çünkü Uhud gününde şehid olarak öldürülen sahabelerden bir grup o zaman içki kul­lanmışlardı. Bu da gösteriyor ki, içki kullanmak o zaman helal idi. An­cak bilahare haram kılınmıştır. Bu söylediklerimiz şunu açıklıyor ki; Beni Nadir hadisesi, Uhud gazvesinden sonra vuku bulmuştur. Doğru­sunu Allah bilir.

Başka bir Tenbih: Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Kaynuka oğulları Yahudileri ile ilgili hadise, Bedir vak'asmdan sonra olmuştur. Aynı şekilde Yahudi Ka'b b. Eşrefin, Evs tararından Öldürülmesi de Be­dir vak'asından sonra olmuştur. İleride de açıklanacağı gibi Beni Nadir hadisesi, Uhud vak'asmdan sonra olmuştur. Aynı şekilde Yahudi Ebu Rafi'in öldürülmesi de Uhud vak'asmdan sonra olmuştur. Onu Hazreç-liler öldürmüştü ki, o Hicazhların taciri idi.

Hendek savaşından sonra Kurayza oğulları ile savaşılmıştı ki, bu Yahudilerle yapılan savaş, ileriki sayfalarda anlatılacaktır. [5]

 

Uhud Gazvesi

 

Hicretin üçüncü senesi şevval ayında yapılmıştır. Uhud dağına, et-raunda bulunan dağlar arasında tek bir dağ olduğu için, tek anlamına gelen Uhud adı verilmiştir. Sahih hadiste şöyle buyrulmuştur:

«Uhud bir dağdır ki, o, bizi sever, biz de onu severiz.» Yani Uhudlu-lar gibi sever denilmek istenmiştir. Bir kavle göre Hz. Peygamber bu ha­dis ile şu manayı kasdetmiştir: Seferden dönüşümüzde ailemize yaklaş­tığımızı bize müjdelediği için Uhud dağı, tıpkı bir dostun yaptığı gibi bizi sever, biz de onu severiz.

Bir kavle göre de, bu hadisin zahiri anlamını kabul etmek gerekir. Tıpkı şu ayette olduğu gibi:

«Taşlardan Allah korkusundan yuvarlananlar da vardır.» (el-Bakara, 74.)

Ebu Abs b. Cebr'den rivayet olunan hadiste şöyle buyrulmuştur:'

«Uhud bizi sever, biz de onu severiz. O Cennet kapısmdadır. Ayr da­ğı da bize kızar, biz de ona kızarız. O, Cehennem kapılarından bir kapı­dadır.»

Süheylî, bu hadisi takviye ederek şöyle demiştir: Sabit olduğuna gö­re Hz, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Kişi sevdiği ile beraberdir.»Bu, Süheylî'nin yaptığı tuhaflıklar­dandır. Çünkü bu hadis ile insanlar kastedilmiştir. Bir dağdan, kişi diye söz etmek mümkün değildir.

Uhud gazvesi, hicri üçüncü senenin şevval ayında yapılmıştır. Zührî, Katade, Musa b. Ukbe, Muhammed b. îshak ve Malik böyle de­mişlerdir.

İbn îshak, bu gazvenin şevval ayının ortasında yapıldığını söyle­miştir. Katade ise, şevval ayının onbirinci gününde (cumartesi) yapıldı­ğını söylemiştir.

Malik, gazvenin sabahleyin yapıldığını ifade etmiştir. Meşhur kav­le göre Cenâb-ı Allah, bu gazve ile ilgili olarak şu ayetleri inzal buyur­muştur:

«Ey Muhammed! Sen inananları savaş için duracakları yerlere yer­leştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir. Siz­den iki takım bozulup geri çekilmek üzere idi, oysa Allah onların dostu idi. İnananlar yalnız Allah'a güvensinler. Andolsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedir'de, Allah size yardım etmişti; Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz. İnananlara: «Rabbinizin size göndermiş olduğu 3000 melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?» diyordun. Evet, eğer sabre­derseniz, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, nişanlı 5000 melekle imdad edecektir.» (Âl-ümrân, 121-125.)

Bu ayetlerle müteakip ayetlerde aynı konudan bahsedilmiş ve konu şu ayet-i kerime ile sona ermiştir:

«Allah inananları sizin durumunuzda bırakacak değildir. Temizi pisten ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir.» (Âi-iWân,i79.)

Tefsirimizde bu konuyu yeterince ve gerektiği şekilde açıkladık. Hamd ve minnet Allah'adır. Biz burada bu gazveyi, Muhammed b.İshak ile diğer siyer otoritesi âlimlerin nakillerine dayanarak özetle anlataca­ğız.

Bedir gününde Kureyş kafirleri öldürülüp kuyuya atıldıktan, ka­lanları hezimete uğramış olarak Mekke'ye döndükten, Ebu Süfyan da kervanı ile birlikte Mekke'ye geldikten sonra Abdullah b. Ebi Rebia, îk-rime b. Ebu Cehil, Safvan b. Ümeyye ve Kureyşli adamlar -ki bunların bazısının babası, bazısının oğlu, bazısının kardeşi Bedir'de öldürülmüş­tü- Ebu Süfyan'a ve Kureyş'in ticaret kervanında malı bulunan kimsele­re gidip şöyle demişlerdi:

- Ey Kureyş topluluğu! Doğrusu Muhammed, başınıza beklenme­dik bir felaket getirdi. Seçkin adamlarınızı öldürdü. Onunla savaşabil­mek için şu malınızı vererek bize yardımcı olun. Belki ondan öç alırız.

Ebu Süfyan ve tacirler mallarını onlara verdiler.

İbn îshak dedi ki: Onların hakkında ilim ehlinin bana anlattıkları­na göre Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

«Doğrusu inkar edenler, mallarını, insanları Allah'ın yolundan alı­koymak için sarfederler. Ve daha da sarfedeceklerdir. Ama sonra içleri yanacak, hem de mağlup olacaklardır. înkar edenler Cehenneme topla­nacaklardır.» (el-Enfâl, 36.)

Ebu Süfyan ile kervan sahipleri, Ehabiş topluluğu ve Kureyşlilere itaat eden Kinane ile Tihame kabileleri, Rasûlullah'la savaşmak için toplanıp bir araya geldiler. Ebu Azze Amr b.Abdullah el-Cumahî ise-Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gününde onun canını bağışlamıştı- çoluk ço­cuk sahibi, muhtaç, fakir bir kimse idi. Esirler arasında idi. Safvan b. Umeyye ona şöyle demişti: «Ey Eba Azze! Sen şair bir adamsın. Dilinle bize yardımcı ol. Ve bizimle birlikte sefere çık.»

Ebu Azze ise şöyle demişti:

- Muhammed bana lütufta bulundu. Ona karşı çıkmak istemiyo­rum.

Safvan:

- Evet, ama genede kendi nefsinle bize yardımcı ol. Eğer seferden dönersen seni zengin edeceğim. Eğer öldürülürsen, kızlarını benim kız­larımla beraber tutarım. Onlara isabet eden varlık ve darlık seninkilere de isabet eder, dedi.

Bunun üzerine Ebu Azze, Tihame içine gitti. Beni Kinane'yi savaşa davet ederek şöyle dedi:

«Ey sabit kadem olan, yenilmek bilmeyen Abdumenat oğullan! Siz himayecilersiniz. Babanız da himayecidir.

Bana bu seneden sonra yardımınızı esirgemeyin, beni yardımsız bı­rakmayın. Çünkü yardımsız bırakmak doğru değildir.»

Ravi diyor ki: Kafi b. Abdumenaf b. Vehb b. Huzafe b. Cumah da, Be­ni Malik b. Kinane'ye giderek onları Rasûlullah'a karşı savaşmaya teş­vik etti ve onlara şöyle dedi:

«Ey Malik! Önde gelen haseb ve yakınlık ve ahid sahibi! Sana sesle­niyorum!

Hısımlığa sahip olan kimseye...

Haram kılınmış beldenin ortasında Ka'be-i Muazzama'nm Hatim'i-nin yanında olan antlaşmaya kim sahip çıkmaz!»

Cübeyr b. Mut'im de Vahşi adlı Habeşli kölesini (Bu köle iyi mızrak atardı. Habeşliler gibi mızrak atardı. Hedefi tutturmadığı çok az vaki idi.) çağırdı ve ona dedi İd:

- Halkla birlikte sefere çık. Eğer sen Muhammed'in amcası Ham-za'yı, amcam Tuayme b. Adiy'in karşılığında öldürürsen, hürriyetine kavuşursun.

Ravi diyor ki: Bunun üzerine Kureyşliler, bıçaklarıyla, azıklarıyla keskin kılıçlarıyla, kendilerine katılanlarla, Beni Kinane, Tihame halkı ve onlara tabi olanlarla birlikte yola çıktılar. Gayrete gelmek ve savaş­tan kaçmamak için develerin üstündeki mahfılleriyle birlikte kadınla­rını da beraberlerine alıp yola çıktılar. Halkın lideri Ebu Süfyan Sahr b. Harb, eşi Hinci binti Utbe b. Rebia'yla birlikte yola çıktı. İkrime b. Ebu Cehil de eşi ve amcası kızı Ümmü Hakim binti Haris b. Haşim b. Muğire ile birlikte orduya katılıp Medine'ye doğru yola çıktı. Safvan b. Ümeyye de Berze binti Mesud b. Amr b. Umeyr es-Sakafiye ile birlikte yola çıktı. Arar b. As da Rayta binti Münebbih b. Haccac ile birlikte yola çıktı. Ray-ta, Amr b.As'm oğlu Abdullah'ın annesi idi.

Ravi, haııımlanyla birlikte bu sefere çıkan başkalarının adlarını da zikretmiştir.

Ravi diyor ki: Hind binti Utbe, Vahşi'ye her rastladığında ya da Vahşi ona rastladığında şöyle derdi: «Baksana ey Ebu Deşme! İntikam al, intikam almaya çalış.» Böyle diyerek Abdülmuttalib oğlu Hamza'yı Öldürmek için onu teşvik ederdi. Böylece gittiler ve nihayet Medine'nin karşı tarafında vadinin kenarına bakan çorak, çukur bir yerde iki çeş­menin yanına indiler. Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar, onların gelmiş olduklarını öğ­rendiler. Rasûlullah, Müslümanlara şöyle dedi: «Vallahi, doğrusu ben hayır bir rüyada bir öküz ile kılıcımın vurulan tarafında bir kırık gör­düm. Ayrıca elimi de sağlam bir zırha sokmuşum. Bu zırhı Medine ile te­vil ettim.

Ebu Musa el-Eşarî, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

«Rüyada gördüm ki ben Mekke'den hurmalıklı bir yere hicret ediyo­rum. İlk düşünceme göre orası Yemame ya da Hecer idi. Fakat bir de baktım İd, orası Yesrib imiş. Yine o rüyamda gördüm İd, ben kılıcımı sal­lıyorum ama kılıcımın ağzı kırıldı. İşte bu kırıklık, Uhud gününde Müs­lümanlara isabet eden musibettir. Sonra bir kez daha kalıcımı salladım. Eskisinden daha güzel hale geldi. O da Allah'ın getirdiği fetih ve mü'müıleriıı bir araya gelip toplanması dır. Yine o rüyamda bir öküz gör­düm. Allah'ın işi hayırdır. Anladım ki, onlar da Uhud gününde öldürü­len mü'minler grubudur. Hayra gelince; o, Allah'ın getirdiği hayır ve doğruluk sevabıdır ki, Bedir gününden sonra bize gelmiştir.»

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hanz kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediği­ni rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gününde kılıcı Zülfikan üzengisi ile ba­cağı araşma koydu. Uhud gününde bu hususta bir rüya görmüştü. Şöyle ki: Uhud günü olunca müşrikler, Müslümanlara karşı geldiler. Rasûlul­lah, Medine'de kalıp müşriklerle orada savaşmayı uygun görmüştü. Ama Bedir savaşma katılmamış bazı kimseler gelip: «Ya Rasûlallah, Medine'den çıkıp Uhud'da müşriklerle savaşalım.» dediler. Onlar, Be­dir savaşma katılıp da fazilet kazanmış olanlar gibi fazilet kazanmak ümidiyle böyle demişlerdi. Rasûlullah'a bu şekilde ısrarda bulundular. Nihayet o, savaş elbiselerini giydi ama sonra bu kişiler pişman olup: «Ya Rasûlallah, Medine'de kal. Doğru olan, senin görüşündür.» dedilerse de Rasûlullah, onlara şu cevabı verdi:

«Bir peygamber zırhını giydikten sonra, Allah kendisiyle düşmanı arasında hükmünü verinceye kadar zırhını indirmesi uygun olmaz.»

O gün zırhını giymeden önce Rasûlullah, onlara şöyle demişti:

«Rüyamda sağlam bir zırh içinde olduğumu gördüm. Bunu Medine olarak tevil ettim ve yine bir koçun peşi sıra gittiğimi gördüm. Bunu da müşriklerin reisini öldüreceğim şeklinde tevil ettim. Kılıcım zülfikarın ağzında bir gedik meydana geldiğini gördüm. Bunu da sizin saflarınız arasında bir gedik açılacağı şeklinde tevil ettim. Bir öküzün boğazlandı­ğını gördüm. Öküzün boğazlanmasına gelince, vallahi Allah'ın yaptığı iş hayırlıdır. Bunda hayır vardır.»

Beyhakî, Hammad Seleme kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki, Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Uykudaki kimsenin gördüğü gibi ben de rüyamda bir koçun ardı sı­ra gittiğimi gördüm. Kılıcımın vuran tarannın kırıldığım da gördüm. Bu rüyayı şöyle tevil ettim: Ben müşrik kavmin koçunu (reisini) öldürece­ğim. Kılıcımın ağzının kırılmasına gelince bunu da akrabamdan bir adamın öldürüleceği şeklinde tevil ettim.»

Nihayet Rasûlullah'm amcası Hamza öldürüldü. Rasülullah da, Talha'yı öldürdü. O, kavmin bayraktarı idi.

Musa b. Ukbe dedi ki: Kureyşliler dönüp kendilerine tabi olan müş­rik Arapları topladılar. Ebu Süfyan b. Harb da Kureyş topluluğuyla bir­likte Bedir vak'asımn ertesi senesi şevval ayında yola çıktı. Nihayet Uhud dağının iki tarafındaki vadiye indiler. Bedir savaşma katılmamış olan Müslümanlar, o savaşa katılamadıklarından pişman olmuşlar ve düşmanın karşısına çıkmayı arzulamışlardı ki, Bedir gününde mü'min kardeşlerinin harcamış oldukları çabayı kendileri de harcasınlar.

Ebu Süfyan ile müşrikler, Uhud dağının eteklerine indiklerinde Bedir savaşma katılmamış olan Müslümanlar -düşmanın kendilerine karşı geldiğini görünce- sevindiler ve: «Allah arzumuzu yerine getirdi.» dediler.

Sonra Rasülullah (s.a.v.), cuma gecesi bir rüya gördü. Bu rüyası da gerçekleşti. Ashabından birkaç kişi yanma geldi. Onlara şöyle dedi:

«Dün gece uyurken şöyle bir rüya gördüm: Bir öküz boğazlanıyordu. Vallahi Allah'ın yaptığında hayır vardır. Kılıcım Zülfikarm da ağzından kırıldığını gördüm. Bundan hoşlanmadım. Bu gördüklerim birer musi­bet idiler. Kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm ve bir koçu takip etti­ğimi de gördüm.»

Rasülullah (s.a.v.), bu rüyasını ashabına anlattığında onlar şöyle dediler:

- Ya Rasûlallah! Bu rüyanı nasıl tevil ettin? Rasülullah buyurdu ki:

- Öküzün boğazlanmasını şöyle tevil ettim: Bizden de müşrikler­den de adamlar öleceklerdir. Ama kılıcımın ağzında gedik açılmasından hoşlanmadım.

Bazıları dediler ki: Rasûlullah'm kılıcının yüzüne isabet eden rüya­daki darbeye gelince, Uhud gününde Rasûlullah'm mübarek yüzüne düşman tarafından darbe vuruldu. Onun dişini kırdılar. Dudağım yar­dılar. Ona bu darbeyi vuran, Utbe b.Ebi Vakkas idi. Öküzün boğazlan­masına gelince bu, Uhud gününde öldürülen Müslümanlar şeklinde te­vil edilmiştir.

Rasülullah (s.a.v.), rüyasının tevilini anlatırken şöyle demişti: «Peşi sıra gittiğim koça gelince, bu düşmanın reisidir ki; Allah onu öldürecektir. Sağlam zırha gelince, bunu Medine olarak tevil ettim. Bekleyin, çoluk çocuğunuzu evlere saklayın. Kalelerde muhafaza altına alın. Eğer müşrikler Medine'ye girerlerse, sokaklarda onlarla savaşırız. Evlerin üstünden onlara ok atarız.»

Müslümanlar, Medine sokaklarım taşlarla Örmüşlerdi. Onu kale

haline getirmişlerdi.

Bedir savaşma katılmamamış olan Müslümanlar ise şöyle demiş­lerdi:

«Bugünün gelmesini arzuluyorduk. Bunun için Allah'a dua ediyor­duk. İşte Cenâb-ı Allah, arzumuzu gerçekle tir di. Ve mesafeyi yakmlaş-

tırdı.»

Ensâr'dan bir adamda şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, mahallemizde onlarla savaşamazsak ne zaman sa­vaşacağız?

Baza adamlar da şöyle dediler:

- Eğer korkmuyorsak, bizi savaşmaktan alıkoyan nedir? Doğru sözlü olup, sözlerini yerine getiren bazı kimseler de -ki onlar­dan biri de Abdülmuttalib oğlu Hamza'dır- şöyle dediler:

- Sana kitabı indirene yemin olsun ki ya Rasûlallah, müşriklerle mücadele edeceğiz!

Beni Salim kabilesinden Nuaym b. Malik b. Salebe de şöyle dedi:

- Ey Allah'ın peygamberi! Bizi Cennet'ten mahrum bırakma. Ca­nım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben Cennet'e gire­ceğim.

Rasülullah (s.a.v.), oha sordu:

- Ne ile Cennet'e gireceksin?

- Allah'ı ve Rasûlünü sevmiş olmakla ve savaş gününde cepheden kaçmamakla gireceğim.

- Doğru söyledin.

Gerçekten bu zat, Uhud savaşında şehid oldu.

İnsanların bir çoğu, Medine'den çıkıp düşmanla karşılaşmak iste­di. Rasûlullah'm sözüne ve görüşüne uymadılar. Eğer onun kendilerine emrettiğine razı olsalardı, belki daha iyi olurdu. Ama nihayet kaza ve kader işe galib oldu. Uhud savaşı için Medine'den çıkmayı tavsiye eden­lerin çoğu, Bedir savaşma katılmamışlardı. Bunlar Bedir savaşma katı­lan kimselerin sahip oldukları fazileti kaçırmış olduklarını bildiklerin­den Medine'den çıkarak düşmanla savaşmayı tavsiye etmişlerdi.

Rasülullah (s.a.v.), cuma namazını kılıp halka vaz'u nasihatte bu­lundu. Gayret gösterip cihad etmelerini emretti. Hutbesini ve namazım tamamladıktan sonra zırhım getirmelerim emretti, getirdiler. O da zır­hını giydi. Sonra insanlara Medine'den çıkış emrini verdi. Görüş sahibi bazı kimseler bu durumu görünce dediler ki:

«Rasülullah (s.a.v.), Medine'de kalmamızı emretmişti. Ama .  Allah'ın ne istediğini o daha iyi bilir. Çünkü gökten ona vahiy geliyor.»

Böyle dedikten sonra Rasûlullah'a şöyle dediler:

- Ya Rasûlallah! Daha önce bize emrettiğin gibi Medine'de kalsak iyi olmaz mı?

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

- Bir peygamber zırhını giydikten ve düşmana karşı çıkmaları için insanlara duyuruda bulunduktan sonra düş mani a savaşmadıkça geri dönmesi ve zırhım çıkarması doğru olmaz. Daha önce Medine'de kalma­nız için size çağrıda bulunmuştum. Ama siz çıkalım dediniz. Savaş anın­da düşmanla karşılaştığınızda Allah'a karşı takvalı olmanızı ve sabır göstermenizi size tavsiye ediyorum. Allah'ın size vereceği emri bekle­yin. O emri yerine getirin.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar, Medine'den çıkıp Bedai yoluna koyuldular. 1000 kişi idiler. Müşrikler ise 3000 kişi idiler. Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Nihayet Uhud'a varıp ordugah kurdu. Abdullah b. Übey b. Selül, 300 adamıyla birlikte Müslümanların saflarından ayrılınca Rasûlullah'm cemaati 700 kişi kaldı.

Beyhakî dedi ki: Megazi otoritelerine göre meşhur olan görüş şudur ki; Müslümanların sayısı 700 savaşçı olarak kaldı. Zührî'den naklolu­nan görüşe göre Müslümanların 400 savaşçısı kalmıştır. Doğrusunu Al­lah bilir.

Musa b. Ukbe dedi ki: Müşriklerin süvarilerinin başında Halid b. Velid vardı. Yüz atları vardı. Bayrakları da Osman b. Talha'mn elindey­di. Müslümanların ordusunda sadece bir at vardı.

Muhammed b. İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), rüyasını ashabına anlatırken şöyle dedi:

«Eğer uygun görürseniz Medine'de kaim. Müşrikleri de gelip kon­dukları yerde bırakın. Eğer gelip kondukları yerde dururlarsa, kötü yer­de dururlar. Eğer üzerimize gelip Medine'ye girerlerse biz de Medine içinde onlarla savaşırız.»

Abdullah b. Übey b. Selül, Rasûlullah'm bu görüşüne muvafakat et­ti ve müşriklerle savaşmak için Medine'de kalmayı, dışarı çıkmamayı uygun gördü. Ama Bedir savaşma katılmamış olup da Uhud savaşında şehidlik mertebesine yücelecek olan bazı Müslümanlar şöyle demişler­di:

-Ya Rasûlallah, bizi düşmanlarımıza karşı Medine'den çıkar. On­lar, bizim korkak olduğumuzu, kendilerinden korkup zaafiyet gösterdi­ğimizi görmesinler!

Abdullah b. Übey şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Müşriklere karşı Medine'den çıkma. Allah'a ye­min ederim ki, biz düşmana karşı her ne zaman Medine'den dışarı çık­mış isek, darbe yemişizdir. Ama her ne zaman Medine'de kalmış isek, düşmanlara darbe vurmuşuzdur.

İnsanlar, Medine'den çıkması için Rasûlullah'a ısrarda bulunmaya davam ettiler. Sonunda o, evine girip zırhını giydi. Bütün bu olanlar, cu­ma günü namazdan sonra olmuştu. O gün Ensârdan bir adam ölmüştü. Ona Malik b. Amir denilirdi. Beni Neccar kabilesindendi. Rasûlullah, onun namazını kıldırdı. Ve sonra halkın huzuruna çıktı. Onlar pişman olmuşlardı. Kendi kendilerine dediler İd:

«Rasûlullah (s.a.v.)'m hoşlamadığı birşey yaptık. Oysaki bizim bu­nu yapmaya hakkımız yoktu.»

Rasûlullah (s.a.v.), onların yanma geldiğinde şöyle dediler;

- Ya Rasûlallah, eğer dilersen Medine'de kal.

Rasûlullah buyurdu ki:

-Bir peygamberin zırhını giydikten sonra savaşmadıkça onu çıkar­ması uygun olamaz.

Böylece Rasûlullah (s.a.v.), ashabından 1000 kişiyle birlikte yola çıktı. İbn Hişam dedi ki:

«Rasûlullah, Medine'den çıkarken yerine vekil olarak İbn Ümmü Mektum'u bıraktı.»

îbn İshak dedi ki:

Nihayet Medine ile Uhud arasında düzlüğe vardıkları zaman Ab­dullah b. Übey b. Selül, ordunun üçte biriyle Rasûlullah'tan ayrıldı ve şöyle dedi:

- Muhammed onlara itaat etti. Bana isyan etti. Ey insanlar, bilmi­yoruz ki, niçin kendimizi Uhud'da öldürteceğiz.

Böyle dedikten sonra kavminden nifak ve iman hususunda şüphe sahibi olan kendi yandaşlarıyla birlikte geri döndü. Beni Seleme'nin kardeşi Abdullah b. Amr b. Haram, onların peşine düştü. Şöyle diyordu:

- Ey kavmim! Allah, kavminizi ve peygamberinizi düşmanlarıyla karşı karşıya geldikleri zaman yardımsız bırakmamanızı size hatırlat­madı mı?

Onlar da dediler ki:

- Eğer sizin savaşacağınızı bilseydik elbette, sizi yardımsız bırak­mazdık. Fakat bir savaş olacağını sanmıyoruz.

Abdullah b. Amr b. Haram, onların, kendine karşı isyan edip sözü­nü dinlemedikleri ve geri dönme niyetinde olduklarını görünce, onlara şöyle dedi:

- Ey Allah'ın düşmanları, kahrolun! Allah, peygamberini size muh­taç etmeyecektir.

Ben derim ki: Şu ayet-i kerime ile yukarıda sözü edilen ricatçılar (geri dönenler) kastedilmiştir:

«Bu, münafıklık edenleri belirtmesi içindir. Münafıklık edenlere: «Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa savunmada bulunun.», dendiği zaman: «Eğer savaşmayı bilseydik, ardınızdan gelirdik.» dediler. O gün, onlar imandan çok inkara yakındılar. Kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizlediklerini onlardan daha iyi bilir.» (Âi-i İmrfin.167.)

Yani onlar, «Eğer savaşmayı bilseydik, ardınızdan gelirdik.» der­ken yalan söylüyorlardı. Çünkü savaşın yapılacağı, açıkça bilinen, gizli­lik ve şüphesi olmayan bir husustu. Onlardır ki; Cenâb-ı Allah, hakla­rında şu ayeti inzal buyurmuştur:

«Ey Müslümanlar! Niçin münafıklar hakkında iki fırka oluyorsu­nuz? Allah, onları yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir.» (en-Nisâ, 88.)

Çünkü bir grup; «Onlarla savaşırız.» demişlerdi. Bir başka grup ise; «Onlarla savaşmayız.» demişlerdi. Nitekim bu husus sahih hadiste sa­bit olup açıklanmıştır.

Zührî'nin anlattığına göre Ensâr, kendi müttefikleri olan Medine Yahudilerinden yardım isteme hususunda Rasûlullah'tan izin talep et­tiklerinde Rasûlullah: «Onlara ihtiyacımız yoktur.» demişti.

Urve b. Musa b.Ukbe'nin anlattığına göre Beni Seleme ve Beni Ha­rise kabileleri, Abdullah b.Übey ile arkadaşlarının ordudan ayrılıp geri dönmeleri esnasında bozulmaya yüz tutmuşlardı. Fakat Cenâb-ı Allah, onlara sebat verdi ve bu sebeple şöyle buyurdu:

«Sizden ila takım bozulup geri çekilmek üzere idi. Oysa Allah onla­rın dostu idi. İnananlar yalnız Allah'a güvensinler.» (Âl-i Wân, 23.)

Cabir b. Abdullah dedi ki: Yukarıdaki ayet-i kerimenin nüzulünü çok sevdim. Çünkü bu ayette Allah «Oysa Allah, onların dostu idi» buyu­ruyor.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Nihayet Beni Haris arazisine taşlık bir mıntıkaya girdi. Bir at kuyruğunu salladı ve bir kılıcın kabzasmdaki bir çiviye takıldı. Böylece o kılıcı yerinden çe­kip çıkarttı. Rasûlullah, kılıcın sahibine şöyle dedi: «Kılıcım kınına sok. Ben görüyorum ki, kılıçlar yakında kınlarından çıkacaklardır.»

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), ashabına şöyle dedi:

- Bizi kavmin yanma götürecek kim var? Kim bizi onlara rastlat­mayacak yakın bir yoldan götürecek?

Ebu Hayseme -Beni Harise b. Haris'in kardeşi- kalkıp:

- Ben varım ya Rasûlallah, dedi. Onları Beni Harise arazisi içinde onların malları arasından geçirdi. Nihayet Mirba b. Kayziye'nin malı­nın yanma gitti. Mirba, gözü görmeyen münafık bir adamdı. Rasûlul-lah'm ve beraberindeki Müslümanların sesini duyunca kalktı, yüzleri­ne toprak savurmaya başladı. Ve böyle dedi:

- Eğer Allah'ın elçisi isen sana bahçeme girmeni helal etmiyorum. Bana anlatıldığına göre Mirba, o topraktan bir avuç alıp şöyle dedi:

- Vallahi ey Muhammed, eğer bu toprağı senden başkasına değdir-meyeceğimi bilseydim, mutlaka bunu senin yüzüne vururdum.

Bunun üzerine ashab, onu öldürmek için harekete geçti. Rasûlullah (s.a.v.) ise:

- Bunu öldürmeyin. Bu kör bir adamdır. Hem kalbi, hem de gözü kördür, dedi.

Fakat Sa'd b. Zeyd (Beni Abdüleşhel'in kardeşi), Rasûlullah (s.a.v.) m men etmesinden önce erken davrandı, onun başına bir yay vurup başı­nı yardı.

Rasûlullah (s.a.v.) yoluna devam etti. Nihayet Uhud dağının yanın­daki boğaza, vadinin dağa taraf olan yakasına indi. Sırtım ve askerini, Uhud dağına dayayıp şöyle dedi:

- Sizden hiçbir kimse biz kendisine savaş emri vermeden savaşma­sın!

Kureyşliler ise, develeri ile atlarını Müslümanların hurmalık çu­kurlarından Samğa'daki ekin tarlalarına salıvermişlerdi. Bu durumda Rasûlullah (s.a.v.) savaştan men ederken, Ensâr'dan bir adam şöyle de­di:

- Beni Kayle'nin ekinlerini atlarına yedirsinlerde hiç vuruşmaya­lım, öyle mi?

Rasûlullah (s.a.v.), savaş hazırlığı yapıyordu. 700 kişiyle birlikte idi. Okçuların üzerine Abdullah b.Cübeyr'i komutan yaptı. Bu, Beni Amr . Avf m kardeşidir. Bu zat, o zaman beyaz bir elbiseden ibaret bir üniforma giymişti. Okçular elli kişiydiler. Rasûlullah, onlara şöyle bu­yurdu:

- Atlıları bizden oklarla geri çevirin ki, ardımızdan gelmesinler. İs­ter lehimizde olsun, ister aleyhimizde olsun, yerinizde sabit kalın ki, si­zin tarafınızdan bize düşman gelmesin.

Rasûlullah (s.a.v.), üst üste iki zırh giydi. Sancağı da Beni Abdu'd-Dar'm kardeşi olan Mus'ab b. Ümeyr'e verdi.

Ben derim ki: Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde bazı gençleri sava­şa kabul etmedi. Yaşları küçük olduğundan onların savaşmalarına izin vermedi. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde de sabit olduğu gibi bunlar­dan biri Abdullah b. Ömer'di. O bu hususta şöyle demiştir;

«Uhud gününde Rasûlullah'a arz edildim. Ama savaş için bana izin vermedi. Hendek gününde Rasûlullah'a arz edildim. O zaman onbeş ya­şında idim. Savaşmama izin verdi.»

Yine Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde Üsame b. Zeyd, Zeyd b. Sa­bit, Bera b. Azib, JJseyd b. Züheyr, İrabe b. Evs b. Kayziyye'ye de savaş­ma izni vermemiştir.İrabe hakkında Şımmah adlı şair şöyle demiştir:

«Şan ve şeref için kaldırılan bir bayrak varya, İşte İrabe,'onu sağ eliyle tutup aldı.»

Süheylî'nin anlattığına göre Uhud savaşında RasûluUah'ın savaş izni vermediği gençlerden biri de îbn Said b. Hayseme'dir. Ama Hendek savaşında bunların tamamına savaş izni vermiştir. Uhud savaşmda on-beş yaşında bulunan Semure b. Cündüp ile Rafı b. Hadice'ye de Rasûlul-lah, savaş izni vermemiştir, Rafı'in ok atan birisi olduğu Rasûlullah'a söylenince, Rafı'e savaş izni verilmiştir. "Ya Rasûlallah, Semure güreş­te Rafi'i yere yıkabiliyor." denilince Semure'ye de savaş izni vermiştir.

îbn İshak dedi İd: Kureyşliler savaşa hazırlandılar. 3000 kişi idiler. Onlarla birlikte 200 at vardı. Yanlarında getirmişlerdi. Halid b. Velid'i atlıların sağ koluna kumandan tayin ettiler. Sol kolun başına da îkrime b.Ebu Cehil'i tayin ettiler.

Rasûlallah (s.a.v.), «Kim bu kılıcı hakkıyla alacak?» diye sorunca, bir takım adamlar ona doğru kalktılar. Ama kılıcı onlara vermedi. Niha­yet Ebu Dücane Simak b. Harşe -Beni Saidenin kardeşi- kalkıp ona gitti ve şöyle dedi

- Ya Rasûlullah, bu kılıcın hakkı nedir?

- Eğilinceye kadar onunla düşmana vurmandır.

- Ya Rasûlallah, ben onu hakkıyla alırım, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, kılıcım ona verdi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid ve Affan kanalı ile Sabit'ten rivayet etti ki, Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.), eline bir kılıç alıp şöyle dedi:

- Bu kılıcı kim alır? Birkaç kişi kalkıp ona baktı. Rasûlullah yine sordu:

- Kim bunu hakkıyla alır?

Oradakiler geri durdular. Ancak Ebu Dücane Simak şöyle dedi:

- Ben bu kılıcı hakkıyla alırım!

Kılıcı aldı ve onunla müşriklerin başını yardı.

İbn İshak dedi ki: Ebu Dücane, bahadır bir adam olup, savaş esna­sında düşmana karşı tekebbür gösterirdi. Kırmızı renkli bir sarığı vardı. Savaş esnasında o sarığıyla tanınırdı. Savaşırken başına sarardı. Başı­na sardığında da millet onun yakında savaşacağım bilirdi.

Kılıcı, Rasûlullah'm elinden alınca o kırmızı renkli sarığını başına sardı. Sonra iki saf arasında salınarak kibirli bir vaziyette dolaşmaya başladı.

İbn İshak, Beni Seleme kabilesinden olup Hz. Ömer'in azadhsı olan Cafer b. Abdullah b. Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Dücane'nin tekebbürlü bir şekilde salındığım gördüğü za­man şöyle dedi:

- Bu gibi yerler hariç, Allah bu tür yürüyüşten hoşlanmaz.

îbn îshak dedi ki: Ebu Süfyan, Beni Abdu'd-Dar'dan olan sancak sa­hiplerini savaşa teşvik ederek şöyle dedi:

- Ey Beni Abdu'd-Dar! Şüphesiz Bedir gününde  sancağımızı siz üstlendiniz. Gördüğünüz gibi o musibet başımıza geldi. Milletler, baş-raklanyla yaşarlar. Bayrakları yok olduğunda onlar da yok olurlar. Ya sancağımızı siz taşırsınız veya bizimle onun arasından çekilirsiniz. Biz onu taşırız.

Bunun üzerine onlar bununla ilgilendiler. Vaadleşip şöyle dediler:

- Biz sancağımızı şana teslim ediyoruz. Karşılaştığımız zaman na­sıl yapacağımızı yarın göreceksin!

Ebu Süfyan da zaten bunu istiyordu.

Müslümanlarla müşrik safları birbirlerine yaklaştığı ve karşı kar­şıya geldikleri zaman Hind binti Utbe kendisiyle beraber bulunan ka­dınlarla birlikte kalktı ve erkeklerin ardından def çalmaya, onları sava­şa teşvik etmeye başladı. Söyledikleri şiirler arasında şunlar vardı:

«Ey Beni Abdu'd-Dar ve ey arkadan gelenlerini himaye eden kimse­ler! Kesici her kılıç ile vurun.

Eğer bu tarafa dönerseniz boyun boyuna sarılırız. Ve kadifelerimizi sereriz.

Veya eğer arka çevirirseniz, birbirimizden ayrılırız. Tıpkı dost ol­mayan bir kimsenin ayrılışı gibi.»

İbn İshak, Asım b. Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Amir, Beni Dubay'a dan biri olan Amr b. Sayfı b. Malik b. Numan Evs'ten elli genç ile beraber Rasûlullah (s.a.v.)'dan uzak kalmak için Mekke'ye gitmişti. Bazıları onların onbeş kişi olduğunu söylerler. Ebu Amir, Kureyş'e şöyle vaadde bulunuyordu.

«Kavmimle karşılaşırsam hiç kimse bana karşı gelmeyecek.»

Müşriklerle ashab karşılaştıkları zaman, müşriklerden ilk karşıla­şanlar, Mekke dışında onlara katılanlar ve Mekke halkının kölelerin­den olan kimselerle birlikte Ebu Amir idi. Onlara şöyle seslendi:

«Ey Evs topluluğu, ben Ebu Amir'im.»

Onlar dediler İd:

- Ey fasık, Allah senin gözünü aydın kılmasın!

Cahiliye döneminde Ebu Amir'e Rahip adı veriliyordu. Rasûlullah ise, ona fasık adım takmıştı. O, kavmi olan Evs kabilesinin kendisine karşı red cevabını verdiklerim işitince şöyle dedi:

- Benden sonra kavmime kötülük isabet etmiş.

Sonra onlarla şiddetli bir şekilde savaştı. Sonra onlara taş atıp mü­cadelesini sürdürdü.

ibn İshak dedi ki: Halk savaştı. Nihayet savaş kızıştı ve Ebu Düca­ne vuruştu. Ta ki karşı tarafın safları arasına girdi.

îbn Hişam dedi ki: îlim ehli birçok kimsenin bana anlattıklarına göre Zübeyr b. Avvam şöyle demiştir:

Rasülullah (s.a.v.)'dan kılıcı istediğimde onu bana vermeyip Ebu Dücane'ye verdiği zaman içimde bir şüphe meydana geldi ve şöyle de­dim:

«Ben onun halası Safiyye'nin oğluyum. Kureyş'tenim. Kalkıp on­dan önce kılıcı kendisinden istedim. O ise kılıcı ona verdi ve beni terk et­ti.» Andolsun ki, Ebu Dücane'nin ne yapacağına bakıyordum. Ve onun peşi sıra gidiyordum. Kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı. Ensâr şöyle dedi:

"Ebu Dücane ölüm sarığını çıkardı." O sarığı başına bağladığı za­man ona işte böyle diyorlardı. Ben onu takip ederken o şöyle diyerek or­taya çıktı:

«Ben öyle bir kimseyim ki, dostum hurmalıkların yanında kan dök­mek, savaşta safların arkasında asla kalmamak üzere benden söz aldı.

Ne harikadır. Allah'ın ve Rasûlünün kılıcı ki, o kılıçla vurayım!»

el-Umevî dedi ki: Adamın biri savaşmakta iken Rasûlullah'm yanı­na geldi, Rasûlullah da kılıcıyla savaşıyordu. Rasûlullah dedi ki: Şu kılı­cı sana verirsem muhtemelen safların gerisinde savaşırsın.

Adam hayır, deyince Rasûlullah ona kılıcını verdi. O da şu şiiri oku­du:

«Ben Öyle bir kimseyim ki; dostum, safların gerisinde asla durma­mam şartıyla benden söz aldı.»

tbn Hişam dedi ki: Nihayet Ebu Dücane, karşısına çıkan herkesi kı­lıçtan geçirmeye başladı. Müşriklerin arasında öyle biri vardı ki, bizim yaralılarımızdan karşılaştığı herkesi mutlaka Öldürüyordu. Böylece o ve Ebu Dücane birbirlerine yaklaştılar. İkisini bir araya getirmesi için Allah'a dua ettim. Nihayet karşılaştılar ve sıra ile birbirlerine ikişer darbe vurdular. Müşrik, Ebu Dücane'ye vurdu. O da kendisini öküz de­risinden yapılmış kalkanıyla korudu. Kalkan onun kılıcını ayırıp attı. Ebu Dücane ona vurdu ve öldürdü. Sonra Ebu Dücane kılıcını kaldırıp Hind'in başını vuracaktı, fakat daha sonra kılıcını başka tarafa çevirdi. Ben de, Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedim.

İbn İshak, Ebu Dücane'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Bir insan gördüm ki, başkalarını şiddetli bir şekilde tırmalıyor. Ona doğru yürüdüm. Kılıcımı başına diktiğim zaman feryad etti. Çığlık attı. Bir de baktım ki o, bir kadındır. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) m kılıcıyla bir kadına vurmaya kıyamadım.»

Musab. Ukbe'nin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), kılıcım kimin alacağını sorunca, önce Amr, sonra da Zübeyr istediler. Onlara vermedi. Bu ikisi üzüldüler. Sonra üçüncü kez kılıcını kimim alacağını sorunca Ebu Dücane alma talebinde bulundu. Kılıcını ona verdi. O da kılıcın hakkını verdi.

Rivayete göre Ka'b b. Malik şöyle demiştir: «Müslümanlarla birlik­te sefere çıkanlardan biri de bendim. Müşrik ölülerinin de Müslüman ölüleri kadar olduğunu görünce yanlarında durdum. Baktım ki, müşrik­lerden bir adam zırhları toplayıp Müslüman ölülerine; «Koyun gövdele­ri gibi yanyana dizilin bakalım.» diyordu. Bir de baktım ki, bir Müslü­man ona bakıyor. Zırhı da üzerinde duruyordu. Geçip arkasında dur­dum. Sonra Müslümanlarla kafire baktım. Ama kafirin daha gösterişli ve teçhizatının daha sağlam olduğunu gördüm. İkisine bakmaya devam ettim. Nihayet karşı karşıya geldiler. Müslüman, kafirin omuzuna bir kılıç darbesi indirdi. Kılıç onun baldırına kadar indi. Sonra Müslüman kişi yüzünü açtı ve:

- Nasıl görüyorsun ey Ka'b, îşte ben Ebu Dücane'yim, dedi.» [6]

 

Hz. Hamza'nın Şehîd Edilmesi

 

İbn İshak dedi ki: Hamza b. Abdülmuttalib savaştı. Ertat b. Abdi Şürahbil b. Haşim b. Abdumenaf b. Abdu'd-Dar'ı öldürdü. Ertat, sancağı taşıyan kişilerdendi. Hamza, Osman b.Ebu Talha'yı da öldürdü. O san­caktardı. Şöyle diyordu:

«Sancaktar olan kimselerin mızrağı kana boyamaları ya da kırıl­maları gerekir.»

Hamza (r.a.\ ona saldırdı ve Öldürdü.

Sonra ona Siba b. Abdil-Uzza el-Gubşanî rastladı. Buna Ebu Niyar denirdi. Hamza dedi ki:

- Bana doğru gel, ey dalakları kesen kadının oğlu!

Siba'nm anası Ümmü Enmar, Şerik b. Amr b. Vehb es-Sekafî1 nin azadhsı idi. Mekke'de sünnetçilik yapardı. Karşı karşıya geldiklerinde Hamza ona vurup öldürdü.

Cübeyr b. Mut'im'in kölesi Vahşi şöyle dedi: «Vallahi ben, Hamza'ya bakıyordum. Halkı kılıçtan geçiriyor ve dokunduğu hiçbir şeyi bırakmı­yordu. Tıpkı bozalak erkek deve gibi idi. O sırada ona benden Önce Siba' b. Abdil-Uzza gitti. Hamza ona şöyle dedi:

- Bana doğru gel ey dalakları kesici kadının oğlu! Böyle deyip ona bir darbe indirdi. Vurmakla kesmek bir oldu. Sanki kılıç, hederinden hiç şaşmadı. Ben mızrağımı salladım. Nihayet ona isabet edeceğine tam ka­naat getirdiğim zaman üzerine fırlattım. Göbeği ile kasığı arasına isa­bet etti. İki ayağının arasından çıktı ve o bana döndü. Takatsiz bir şekil­de yere düştü. Biraz bekledim. Nihayet öldü. Ben de geldim, süngümü aldım, sonra ordugaha doğru uzaklaştım. Artık ondan başkasını vurma­ya gerek yoktu.»

İbn İshak, Abdullah b. Fadl b. Ayyaş b. Rebia b. Haris kanalı ile Ca­fer b. Amr b. Umeyye ed-Damrî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Muaviye b. Ebu Süfyan zamanında ben ve Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar -ki bu, Beni Nevfel b. Abdumenafm kardeşidir- yola çıktık. Halk­la birlikte yolları aşıp geçtik. Döndüğümüz zaman Hıms'a uğradık. Cü-beyr b. Mut'im'in azadlısı Vahşi oraya yerleşmiş ve orada ikamet ediyor­du. Oraya geldiğimizde Ubeydullah b. Adiy bana dedi ki:

- Vahşi'ye uğrayıp ona, Hamza'yı nasıl öldürdüğünü soralım mı? Ben de:

- Nasıl istersen, dedim.

Ona sormak için Hıms'a gittik. Vahşi'yi sorarken bir adam bize şöy­le dedi:

- Siz muhakkak onu yakında evinin avlusunda bulacaksınız. O, al­kolik bir adamdır. Eğer onu ayık vaziyette görürseniz, Arabî bir kıyafet içinde onu bulursunuz ve yanında istediğiniz şeyleri de bulursunuz. Kendisinden soracağınız haberlerden dilediğiniz haberi alabilirsiniz. Eğer onu, kendisini bazı haller ile bulursanız ondan ayrılıp uzaklasın. Ravi diyor ki:

- Biz de çıktık, yolda yürüyorduk. Nihayet ona geldik. Bir de baktı ki o, evinin avlusunda bir hasırın üzerinde duruyor. Yaşlanmış kuşlar gibi yıkılmıştı. Ayıktı. Herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Yanına vardığı­mızda kendisine selam verdik. Başını Ubeydullah b.Adiy'e doğru kaldı­rıp şöyle dedi:

- Adiy b. Hiyar'm oğlumusun sen? -Evet...

- Vallahi seni, Zu-Tuva'da sana süt emziren anan Sadiye'ye verdi­ğim zamandan beri seni görmedim. Ben seni o kadına, o devesi üzerinde iken vermiştim. O seni bezlerin içinde aldı. Ayakların bana göründü. Vallahi şimdi yanımda durduğun zaman ayaklarından seni tanıdım.

Ravi diyor ki: Yanında oturduk ve ona şöyle dedik:

- Sana Hamza'yı nasıl öldürdüğünü anlattırmak için geldik. Onu nasıl öldürdün?

Vahşi dedi ki:

- Ben Rasûlullah (s.a.v.)'a -bunu bana sorduğu zaman anlattığım gibi- size de aynen anlatacağını: Ben cübeyr b. Mut'im'in kölesi idim. .Amcası Tuayme b. Adiy, Bedir savaşında vurulmuştu. Kureyşliler Uhud'a yürüdüklerinde Cübeyr bana şöyle dedi;

- Eğer Muhanımed'in amcası Hamza'yı amcama karşılık öldürür-sen,sen özgürlüğüne kavuşursun!

Ben de halkla birlikte yola çıktım. Ben Habeşli bir adam idim. Mız­rağı Habeşlilerin atışı gibi atardım. Çok az hedefi şaşırdığım olurdu. Halk, karşı karşıya geldiğinde ortaya çıktım. Hamza'yı gözetliyor ve ona bakıyordum. Nihayet onu topluluğun yanında gördüm. Bozalak erkek deve gibi idi. Milleti kılıçtan geçiriyordu. Hiçbir şey ona karşı duramıyor. Ona dayanamıyordu. Ben onun için hazırlanıyor, onu hedefliyor ve ondan bir ağaç ya da bir taş ile gizleniyordum İd, bana yaklaşsın. Bu ara Siba' b. Abdil-Uzza benden önce ona doğru gitti. Hamza, onu görünce ona: «Gel bana, ey dalakları kesen kadının oğlu!» dedi ve hemen ona bir darbe indirdi. Vurmayı ve kesmeyi öyle hızlı yaptı ki, sanki kılıç hiç he­deften şaşmadı. Ben mızrağımı salladım. Nihayet ona vuracağıma tam kanaat getirdiğim anda mızrağı üzerine fırlattım. Göbeği ile kasığı ara­sına girdi. İki ayağının arasından da çıktı. Ağır ağır bana doğru yekin­meye başladı, nihayet olduğu yere yığıldı. Ben, onu ve mızrağımı böyle bıraktım. O da orada öldü. Sonra yanma geldim ve mızrağımı aldım. Da­ha sonra ordugaha döndüm ve orada oturdum. Artık işimi tamamlamış­tım. Yapacak başka bir şeyim yoktu. Çünkü onu da ancak özgürlüğüme kavuşayım diye öldürdüm. Mekke'ye geldiğim zaman Özgürlüğüme kavuştum. Sonra Mekke'de ikamet ettim. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'yi fethettiği zaman Taife kaçtım-ve orada bekledim. Taifin elçi­lik heyeti, Rasûlullah'm yanma Müslüman olmak için gittikleri zaman bana bütün yollar kapandı. Kendi kendime dedim ki:

«Şam'a ya da Yemen'e veya herhangi bir beldeye giderim. Vallahi ben bu düşüncede iken bir adam bana dedi ki:

- Yazıklar olsun sana! Vallahi Muhammed, dinine giren ve şahadet getiren hiçbir kimseyi öldürmüyor!

Adam bunu bana söylediği zaman yola çıktım. Medine'ye Rasûlul­lah (s.a.v.)'m yanma geldim. Onun baş ucunda, ayakta hak şahadeti ge­tiriyor olmamdan başkasını işitmedi, beni görünce dedi ki:

- Vahşi sen misin?

- Evet, ya Rasûlallah!

- Otur, bana Hamza'yı nasıl öldürdüğünü anlat!

Ben de onu size anlattığım gibi anlattım. Sözümü bitirdiğim zaman dedi ki:

-Yazık sana! Karşımdan kaybol ve seni hiç görmeyeyim!

Rasûlullah (s.a.v.)'dan her nerede olursa, uzak kaçıyordum ki, beni görmesin. Nihayet Allah onun ruhunu kabzedinceye kadar böylece kaç­maya devam ettim.

Müslümanlar, Yemame'nin sahibi Müseylemetü'l-Kezzab'a karşı savaş açtıklarında onlarla beraber sefere çıktım. Hamza'yı Öldürürken kullandığım mızrağımı yanıma aldım. İki ordu karşı karşıya geldikleri zaman Müseylemetü'l-Kezzab'ı elinde kılıç olduğu halde ayakta durur­ken gördüm. Onu tanıyordum. Vurmaya hazırlandım. Diğer taraftan da Ensâr'dan bir adam hazırlandı. Her ikimiz de onu hedefliyorduk. Mızra­ğımı oynattım. Nihayet tam hedefe vuracağıma kanaat getirdiğim za­man mızrağımı üzerine fırlattım. Mızrak onu saplandı. Ensâr'dan olan o adam da onun üzerine atıldı ve kılıçla vurdu. Artık hangimizin onu öldürmüş olduğunu Allah daha iyi bilir. Eğer onu ben öldürmüş sem, Rasûlullah (s.a.v.)'dan sonra insanların en hayırlısı olan Hamza'yı ve insanların en şerlisi olan o kafiri öldürdüm, sayılır.

Ben derim ki: Vahşi'nin burada sözünü ettiği Ensârî'den kasıt, Ebu Dücane Simak b. Harşe'dir,

Vakidî, Ridde olaylarından bahsederken şöyle demiştir: Vahşi'nin yukarıda sözünü ettiği Ensârî'den maksat, Abdullah b. Zeyd b. Asım el Mazini'dir.

Seyf b. Amr ise, yukarıda sözü edilen Ensârî'niri, Adiy b. Sehl oldu­ğunu söylemiştir ki, o bir şiirinde şöyle demiştir:

«Görmedin mi ki; Ben ve onların Vahşi'si insanları dinde fitneye dü­şüren Müseyleme'yi öldürdük.

İnsanlar onu nasıl öldürdüğümüzü bana soruyorlar. Ben derim ki: Ben onu vurdum, Vahşi ise mızrakladı.»

Meşhur kavle göre Müseyleme'ye ilk darbeyi veren Vahşi'dir. Ama Ebu Dücane onu öldürmüştür Zira İbn îshak, Abdullah b. Fadl kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: «Yemame savaşında bir ünleyi-cinin şöyle diyerek duyuruda bulunduğunu duydum: Müseyleme'yi si­yahı bir köle öldürdü.»

Hz. Harazanın öldürülmesi kıssasıyla ilgili olarak Buharı, Abdula-ziz b. Abdullah b. Ebi Seleme kanalı ile Cafer b. Amr b. Ümeyye ed-Damrî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Ben de Ubeydullah b, Adiy b.Hiyar yola çıktık...» Bu zat,kxssayı da­ha önce geçtiği gibi aynen nakletmiştir. Kıssayı naklederken Ubeydul­lah b. Adiy'in başına bir sarık sarmış olduğunu, Vahşi'nin de onun ancak gözlerini ve ayaklarını gördüğünü, onu önceki sayfada geçtiği gibi ayak­larından tanıdığını da anlatmıştır. Bu da benzerliklere bakarak kişiyi tanıma ve soyunu belirleme hususunda büyük bir ustalıktır. Nitekim Mücezzir el-Müdlicî'de Üsame ile babası Zeyd'in ayaklarına bakarak renkleri değişik olduğu halde Üsame1 nin, Zeyd'in oğlu olduğunu tesbit etmiştir. Bu tesbitini de ikisinin ayaklarmdaki benzerliğe bakarak yap­mıştır.

Cafer b. Amr b. Ümeyye ed-Damrî'nin rivayetinde şu ifadeler de ge­çiyor: İnsanlar savaş için karşı karşıya geldiklerinde Siba ortaya çıktı ve: "Benimle mübareze yapacak kimse yok mu?" diye sordu. Karşısına Abdülmuttalib oğlu Hamza çıktı ve ona şöyle dedi:

- Ey dalakları kesen Ümmü Enmar'm oğlu! Sen Allah'a ve Rasûlü-ne mi meydan okuyorsun?

Böyle dedikten sonra üzerine saldırıp vurdu. Sanki dünden öldü­rülmüş gibi oldu.

Bu rivayet zımnında Vahşi şöyle diyor:

- Ben de bir kayamn arkasında gizlenmiş, Hamza'yı gözetliyor­dum. Yanıma yaklaştığında mızrağımı ona fırlattım. Mızrağım, onun kasığına isabet etti. Arkasından çıktı Bu, onun son anı oldu. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), Refık-i A'lâ'ya yükseldi. Müseylemetü'l-Kezzab or­taya çıktı. Ben kendi kendime dedim ki; Müseyleme'ye karşı düzenlenen sefere katılayım, belki onu öldürürüm de Hamza'yı öldürmenin keffare-tini öderim. İnsanlarla birlikte yola çıktım ve olanlar oldu. Bir de baktım ki, duvar gediğinde bozalakbir deve gibi, saçı başı dağınık bir adam or­taya çıktı. Ona mızrağımı fırlattım. Göğsüne isabet ettirdim. Mızrak ar­ka taraftan omuzlan arasmdan çıktı. Bu esnada Ensâr'dan bir adam da onun üzerine atıldı. Kılıcıyla onun başına vurdu.

Abdullah b. Fadl dedi ki: Süleyman b. Yesar, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini bana bildirdi: Evin damında bulunan bir cariye şöyle dedi:

- Vay mü'minlerin emirine! Onu siyahi bir köle Öldürdü.

İbn Hişam dedi M: Bana şu haber ulaştı ki, Vahşi'ye şarap içtiği için defaatla had vuruluyordu. Nihayet divandan çıkarıldı. Ömer b. Hattab şöyle diyordu: Bildim ki, yüce Allah, Hamza'nın katilinin yakasını bıra­kacak değildir.

Ben derim M: Vahşi b. Harb, yani Ebu Deşme, -Bir başka künyesi de Ebu Harb'dır- Hıms'ta öldü. İlk parlak elbise giyen kişi, Vahşi olmuştur.

İbn İshak dedi ki: Mus'ab b.Ümeyr, Öldürülünceye kadar Rasûlul­lah (s.a.v.)'m önünde savaştı. Onu öldüren, İbn Kamie el-Ley'sî idi. İbn Kamie, Mus'ab'ı -Rasûlullah zannederek- öldürmüştü. Öldürdükten sonra Kureyşlilerin yanma dönüp: «Muhammed'i öldürdüm.» demişti.

Musa b. Ukbe'nin, "Megazi" adlı eserinde Said b. Müseyyeb'den naklettiğine göre Mus'ab'ı, Übey b. Halef öldürmüştür. Doğrusunu Al­lah bilir.

Mus'ab b. Ümeyr öldürülünce, Rasûlullah (s.a.v.) sancağı Ebu Talib oğlu Ali'ye verdi.

Yunus b. Bükeyr, İbn îshak'tan rivayet ederek şöyle dedi: Sancak önceleri Ebu Talib oğlu Ali'nin yanındaydı. Rasûlullah (s.a.v.), müşrik­lerin sancağının Abdu'd-Dar oğullarının yanında olduğunu görünce: «Biz onlardan daha fazla vefalıyız!» deyip sancağı Ebu Talib oğlu Ali'den alarak Mus'ab b. Ümeyr'e verdi. Mus'ab öldürülünce sancağı tekrar Ebu Talib oğlu Ali'ye verdi.

ibn İshak dedi M: Ebu Talib oğlu Ali ile bir grup Müslüman, müşrik­lere karşı savaş verdiler.

ibn Hişam, Mesleme b. Alkame el-Mazinî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Uhud gününde savaş şiddetlendiği zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'm bayrağının altında oturdu. Ali b. Ebi Talib'e bayrağı öne getir­mesi için haber gönderdi. Ali de öne geçip şöyle dedi:

- Ben Ebu'l-Kasm'ım (yani kırıp dökerim).

- Müşriklerin sancaktan Ebu Sa'd b. Ebi Talha, Hz. Ali'ye şöyle ses­lendi:

- Ey Ebu'1-Kasm, benimle mübarezeye var mısın? Oda:

- Evet, dedi.

Bunun üzerine ikisi iki safin arasında karşı karşıya geldiler ve bir­birlerine peşpeşe darbeler indirdiler. Ali ona vurdu, onu yeı-e serdi. Son­ra ondan ayrıldı. Onu hemen öldürmek istemedi. Ali'nin arkadaşları de­diler ki: «Üzerine atılıp onu hemen öldürseydin ya?» Ali de dedi ki: «O, beni avret mahallim göstererek karşıladı. Akrabalık şefkatini çekti. Al­lah'ın onu öldürdüğünü anladım.» Hz. Ali, Sıffin savaşında Büsr b.Ebi Ertat'a da böyle davranmıştı. Öldürmek için Büsr'ün üzerine atıldığın­da Büsr, avretini ona açmış, bunun üzerine Sıffin savaşında Amr b. As da Hz. Ali'ye karşı avret mahallini açmıştı. Hz. Ali de onu vurmayıp geri dönmüştür. Bu hususta Haris b. Hadr şöyle demiştir:

«O savaşçı her günde bir süvaridir. Bu işten vazgeçmez ama toz du­man ortasında avret mahalli ortaya çıkar. Ali de süngüsünü ona vur­maktan vazgeçer, Muaviye de tenhada ona güler.»

Yunus, İbn ishak'tan rivayet ederek şöyle dedi: Talha b. Ebu Talha el-Abderî, Uhud savaşında müşriklerin sancağını taşıyordu. Mübareze için karşısına adam istedi. Ama kimse karşısına çıkmak istemedi, yal­nız Zübeyr b. Avvam ortaya çıktı. Devesinin üzerinde bulunan Talha'nın yanına sıçradı. Ve onu devesinden yere düşürdü. Kılıcıyla onu kesti. Rasûlullah (s.a.v.) da bu hareketinden dolayı Zübeyr'i överek şöyle dedi:

«Doğrusu her peygamberin bir havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr'dir. Eğer Zübeyr , mübareze için onun karşısına çıkmasaydı -insanların ona karşı çıkmaktan geri durduklarını gördüğüm için- ben çıkardım.»

İbn İshak dedi ki: Ebu Sa'd b. Ebi Talha'yı, Sa'd b. Ebi Vakkas öldür­dü.

Asım b. Sabit b. Ebi Akleh savaştı. Nafi b. Ebu Talha ve kardeşi Cül-las b. Talha'yı öldürdü. Onların her birine bir ok isabet ettirdi. Bunun üzerine onlar, anneleri Sülafe'nin yanına gelir, başını onun. kucağına koyarlardı. Sülafe şöyle sorardı:

- Ey oğulcuğum, sana kim vurdu? Ona şöyle derdi:

- Biri bana vurduğu zaman; «Al bunu benden, ben İbn Ebi Ak-leh'im.» dediğini işittim.

Bunun üzerine Sülafe, şöyle bir adakta bulundu: «Eğer Allah, Asım in başını elime geçirirse kafatası içinde şarap içerim!»

Asım da Allah'tan şöyle bir dilekte bulunmuştu: "Hiçbir müşrike as­la el sürmeyeyim ve hiçbir müşrik bana asla el sürmesin."

Bu sebeple Cenâb-ı Allah, Reci vak'asmda onu müşriklerden koru­muştu. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.

îbn İshak dedi ki: Hanzala b. Ebi Amir, onun üzerine çıktığı zaman Şeddad b. Evs -İd bu İbn Şeub'dur- onu Ebu Süfyan'm üstüne çıkmış gör­dü. Şeddad, ona vurdu ve onu öldürdü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

- Şüphesiz melekler arkadaşınız Hanzala'yı yıkıyorlar. Durumunu ailesinden sorun.» Bunun üzerine ashab, onun ailesinden durumunu sordular. Ailesi dedi ki:

- O, savaş çağrısını duyduğu zaman yıkanamadı. Cünüb olarak ev­den çıktı. Karısı Cemile binti Übey b. Selül, Hanzala'nın o gece kendisiy­le gerdeğe girip damat olduğuni ifade etti.

Hanzala'nm babası Ebu Amir'e cahiliye döneminde Rahip denilir­di. Çünkü çokça ibadet ederdi. Rasûlullah, ona -hakka ve hakikat ehline muhalefet edip İslâm dinine girmemek için Medine'den kaçıp Rasûlul-lah'a muhalefet ettiğinden ötürü- fasık adını vermişti.

Musa b. Ukbe'nin anlattığına göre Ebu Amir, oğlu Hanzala'nın göğ­süne tekme vurarak şöyle demişti:

- İki günah işledin. Buraya düşüp ölmekten seni alıkoymuştum. Ama dinlemedin. Vallahi sen akrabalık bağlarına rivayet eder, babana da iyi davranırdın. Ama bu sözüme riayet etmedin.

îbn İshak dedi ki: İbn Şeub, bu konuda şöyle demiştir: «Güneşin parıltısı gibi bîr darbe ile arkadaşımı ve kendimi elbette himaye ederim.»

îbn Şeub, bir başka şiirinde de şöyle demiştir:

«Ey îbn Harb, eğer benim müdafaa etmem ve hazır bulunmam olmasaydı, dağın alt yanındaki savaşta, sen elbette cevap veremeden öl­dürdün.

Eğer dağın alt yanında, atma hamle yaptırmam olmasaydı, sırtlan­lar seni yemek için üzerine hızla koşup gelir ve seni yerlerdi.»

Ebu Süfyan'da bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:

«Eğer ben dileseydim, at beni kurtarırdı. İbn Şeub'a karşı minnet­tar olmazdı.

Benim tayım, onlardan, köpeğin seslenmekle kovulacağı bir me­kanda sabahtan güneş batmcaya dek devamlı kaldı. Ordan uzaklaştım.

Onlarla savaşıyorum. "Kim üstündür?" diye soruyorum. Katı bir kavim ile onları benden defediyorum.

Şu halde ağla, hayal kırıklığına uğrayan kimsenin sözüne bakma. Ona aldırış etme ve göz yaşından, avaz ile ağlamaktan usanç getirip ha­yal kırıklığına uğrama.

Baban ve kardeşleri bir bir peşine gittiler ve onlar için nasip olarak gözyaşı gerekli oldu.

Neccar kabilesinden her âlicenâb cömert bir kişiyi öldürdüğüm için içimdeki şeyi unutturmaya başlamıştı.

Haşimilerden de her âlicenâb ve cömert bir erkek deveyi (yani Hamza ile Mus'ab'ı) öldürdüğümü unutturmaya başlamıştı.

Oysaki bu, savaş esnasında korkulur bir kişi değildir.

Eğer ben onlardan nefsimin intikamını alıp yüreğimi soğutmasay-dım, elbette gönülde yaraların izleri bir hüzün olurdu.

Cübbeler içinde içlerine işlemiş darbe yaraları olduğu halde kanı akan ve hüzünlü kimseler helak oldukları halde çekindiler.

Onlara, kanlan için bir emsal olmayan ve yüksek haslette de benze­ri bulunmayan kimseler isabet ettirdiler.»

Bu şiire cevaben Hassan b. Sabit de şöyle demiştir;

«Haşim soyundan avcı develeri anlattın.

Oysaki senin söylediğin kesinlikle yalandır. Doğru söyleyen değilsin.Asil dediğin Hamza'yı öldürdüğüne mi güveniyorsun? Amr'ı, Utbe'-yi, oğlunu, Şeybe'yi, Haccac'ı ve İbn Habib'i öldürmediler mi?

Asi'nin, Ali'yi davet ettiği sabahı, o da keskin bir kılıçla onun daveti­ne icabet etti. Onu kan ile suladı.» [7]

 

Fasıl

 

İbn İshak dedi ki: Allah, Müslümanlara yardımını ve nusretini in­dirdi. Onlara verdiği sözü yerine getirdi. Müslümanlar da müşrikleri kı­lıçlarla vurup öldürdüler. Nihayet onları karargahtan uzaklaştırdılar. Artık kesinlikle hezimete uğramışlardı. Bana gelen habere göre Zübeyr şöyle demiştir: Vallahi baktım, bir de ne göreyim:Utbe'nin kızı Hind'in hizmetçileri onlardan az çok ne almışlarsa hızla yürüyerek kaçmakta­dırlar. Karargahı boşalttığımız zaman okçular, karargaha doğru yönel­diler ve arkamızı atlılara karşı boş bıraktılar. Böylece ardımızdan geldi­ler. Bu ara bir ünleyici şöyle söyledi: «Dikkat, dikkat! Muhammed öldü­rülmüştür.» Bunun üzerine müşriklerin sancaktarlarını vurduktan sonra döndük. Onlardan hiçbir kimse o sancağa yaklaşamadı. Sonra üzerimize döndüler.

Müşriklerin sancağı yere düşmüş halde kaldı. Nihayet Amre binti Alkame el-Harisiyye onu alıp Kureyşlilere götürdü. Onlar da bunun ya­nında toplandılar. Sancak, Savab'm yanındaydı. Savab, Beni Ebi Tal-ha'nın kölesi olup Habeşî'dir. Kureyşlilerden sancağı taşıyan son adamdi. Sancağı eline alıp savaştı.Nihayet elleri kesildi. Diz üstü çöktü. San­cağı göğsü ve boynu ile tuttu. Bu halde iken öldürüldü. Öldürülürken şöyle diyordu: «Ey Allah'ım, artık mazur sayılır mıyım?»

Hassan b. Sabit bu hususta şöyle dedi:

«Sancakla övündünüz. Savab'a verildiği zaman övüncün en kötüsü sancaktır. Onda övüncünüzü bir köle ile ve toprağa basanların en yara­mazı ile kıldığınız, zannettiniz. Sefihler ve beyinsizler ancak zanneder­ler. Halbuki bu doğru bir iş değildi. Şunu zannettiniz ki, gücünüz, Mek­ke'de karşılaştığımız zaman heybelerin altınlarını satmamzdır. Ellerin bağlanmasıyla gözlerin aydınlanacağım sandınız. Oysa elleri kına ya­kıldığı için bağlanmıştır.»

Amre binti Alkame'nin Kureyşlilerin sancağını taşımasıyla ilgili olarak Hassan b. Sabit şöyle demiştir:

«Adel kabilesi, sanki kaşları belirlenmiş olarak şirk mevkiinin ge­yiklerinin yavruları imişçesine sevk olundukları zaman,

Onlara helak edici, kahredici, yok edici darbeler vurduk ve vurma ile onları her taraftan topladık.

Eğer Harisiyye kadının sancağı olmasaydı, onlar çarşılarda getiril­miş satılık malların satışı gibi satılırlardı.»

İbn ishak dedi ki: Müslümanlar çekildiler. Düşman onlara darbe vurdu. O gün imtihan ve tecrübe günü idi. Allah o günde Müslümanlara şehidlik ikram etti. Hatta düşman, Rasûlullah (s.a.v.)'a yaklaşmaya bi­le yol buldu ve ona taş atıp isabet ettirdiler. Taş dörtlü dişine isabet etti. Yüzünde yara açıldı. Dudağı yaralandı. Ona taş vuran kişi, Utbe b. Ebi Vakkas idi.

Humeyd et-Tavil, Enes b. Malik'ten naklen bana haber verdi ki, Peygamber (s.a.v.)'in dörtlü dişi Uhud gününde kırıldı. Yüzünde yara açıldı. Yüzünün üzerine akan kanı silmeye başladı. Silerken de şöyle di­yordu: «Peygamberinin yüzünü kana boyayan bir millet nasıl iflah olur?! Oysaki o, onları Rablerine davet ediyor.»

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

«Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur. Çünkü onlar zalimlerdir.» (Âl-i Imrân,i28.)

İbn Cerir, tarihinde Muhammed b. Hüseyin kanalı ile Süddî'nin şöyle dediğini rivayet eder: İbn Kamie el-Harisî, gelip Rasûlullah (s.a.v.)'a bir taş attı, burnunu ve dörtlü dişini kırdı, yüzünü yaraladı, durumunu ağırlaştırdı. Ashabı da etrafından dağılıp gitti. Bazısı Medi­ne'ye gitti, bir grup da dağın tepesindeki kayalıklara doğru koştu. Rasû­lullah (s.a.v.) ise insanları çağırıp: «Ey Allah'ın kulları bana gelin, Ey Allah'ın kullan bana gelin!» diyordu. Etrafında otuz adam toplandı.

Önü sıra yürüyorlardı. Yanında sadece Talha ile Sehl b. Hanif durdular. Talha, onu koruyordu. Gelen bir ok, Talha'mn eline isabet etti. Elleri onu korudu. Übey b. Halef el-Cumahî -ki bu adam, Peygamber (s.a.v.)'i öldürmeye and içmişti- geldi. Rasûlullah (s.a.v.) ise: «Onu ben öldürü­rüm.» dedi ve kendisine: «Ey yalancı, nereye kaçıyorsun?» diye sordu. Üzerine saldırdı Zırhının yakasına yakın tarafına bir darbe indirdi. Göğsünde hafif bir yara meydana getirdi. Übey b. Halef, öküz gibi böğür­meye başladı. Adamları onu alıp götürdüler. Kendisine: «Sende bir yara yok. Niye rahatsız oluyorsun?» dedilerse de o:

"Muhammed bana: «Seni öldüreceğim.» demedi mi? Eğer Rebia ve Mudar kabileleri bir araya gelseler vallahi Muhammed onları da öldü­rür."

Bir gün ya da bir günden az bir zaman geçince Übey b. Halef göğ­sünden aldığı o hafif yara yüzünden öldü.

Rasûlullah (s.a.v.)'m öldürüldüğüne dair yalan haber insanlar ara­sında yayıldı. Uhud dağının tepesindeki kayalıklara doğru çıkmış olan kimselerin bir kısmı:

«Keşke bir elçi, Abdullah b. Übey'ye gitse ve bizim için Ebu Süf-yan'dan bir emanname alsa. Ey kavim, şüphesiz Muhammed öldürül­müştür. Artık kavminize dönün. Mekkeliler gelip sizi öldürmeden önce tez davranıp milletinize dönün.» dediler.

Enes b. Nadir ise şöyle dedi:

«Ey millet, şayet Muhammed öldürülmüşse bile, Muhammed'in Rabb'i Öldürülmedi. Muhammed (s.a.v.)'in uğruna savaştığı dava uğru­na savaşın. Allahım, şunların söylediklerinden ben uzağım ve senden özür diliyorum.»

Böyle dedikten sonra kılıcım eline alıp savaştı, sonunda öldürülüp şehid oldu.

Rasûlullah (s.a.v.), koşup insanları çağırıyordu. Nihayet o kayalık­ların yanında duran adamların yanma vardı. Onlardan biri yayına bir ok koyup ona atacak iken ona: «Ben Rasûlullahım.» dedi.Bu sözünü duy­maları üzerine sevinç duydular. Rasûlullah (s.a.v.) da kendisini koruya­cak sahabelerini görünce sevindi. Toplandılar, Rasûlullah da araların­da bulunuyordu. Keder ve üzüntüleri gitti. Fethi anmaya, kaçırdıkları fırsatları ve öldürülen arkadaşlarını hatırlamaya başladılar.

"Muhammed öldürüldü, artık kavminize dönün" diyen kimseler hakkında yüce Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamber­ler gelip geçmişti. Ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz?....» (Âi-i Îmrân,l44.)

Ebu Süfyan, Müslümanlara doğru geldi ve nihayet üzerlerine ha­kim bir noktada durdu. Müslümanlar, ona baktıklarında içinde bulunduldan hali unuttular. Ebu Süfyan'ı düşünmeye haşladılar. Rasûlul­lah, onlara şöyle dedi: «Müşrikler bize üstün olamazlar. Allahım, eğer şu bir avuç Müslüman öldürülürse artık yeryüzünde sana ibadet edilmez!» Böyle dedikten sonra ashabına seslendi. Ashab da müşriklere taş attı ve nihayet onları tepeden aşağı indirdiler. Ebu Süfyan şöyle dedi:

«Ey Hübel, yücel! Hanzala'ya karşı Hanzala gitti. Uhud günü, Be­dir gününe karşılık oldu.» Bu, garip bir rivayettir.

îbn Hişanı dedi ki: Rebih b. Abdirrahman b. Ebi Said, babası Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet eder: Utbe b. Ebi Vakkas, Rasûlullah (s.a.v.)'a taş attı. Onun alt çenesinin sağındaki dörtlü dişini kırdı ve alt dudağım yardı. Abdullah b. Şihab ez-Zuhrî de alnını yaraladı. Abdullah b. Kamie de yanağım yaraladı. Rasûlullah'm miğferinin iki halkası yanağına battı. Müslümanların içine düşmesi için Ebu Amir'in kazdığı çukurlardan birine düştü. Rasûlullah çukurda iken Ali, elini uzatıp onu çıkardı. Talha b. Ubeydullah da onu tutup ayağa kaldırdı. Ebu Said'in babası Malik b. Sinan, Rasûlullah'm yüzündeki kanı dudaklarıyla em­di. Sonra yuttu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

«Kanımın kanma dokunduğu kimseye ateş isabet etmez.» dedi.

Ben derim İd: Katade'nin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), yanı üzere düşüp yaralandığında bayıldı. Ebu Hüzeyfe'nin azadlısı Salim ya­nına geldi, oturttu ve yüzündeki kanları sildi. Rasûlullah ayıldı ve şöyle dedi: «Peygamberlerine böyle yapan bir kavim nasıl iflah olur. Halbuki peygamberleri onları Allah'a davet ediyor!» Bunun üzerine Cenâb-ı Al­lah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur. Çünkü onlar zalimlerdir.» (Âl-i Imrân,i28.)

Ben derim ki: Uhud savaşında sabahleyin durum Müslümanların lehine ve kafirlerin aleyhine idi. Nitekim bu hususta yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

«Andolsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. O'nun izniyle kafirle­ri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dün­yayı, kimi ahireti istiyordu. Derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. Andolsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara ni­meti boldur. Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye bakmadan kaçıyordunuz. Kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı.» (Âl-i Imrân, 152-153.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Süleyman b. Davud kanalı ile İbn Ab-bas'm şöıyle dediğini rivayet eder:

«Cenâb-ı Allah, Uhud gününde yardım ettiği gibi hiçbir yerde yar­dım etmiş değildir.»

Ravi diyor ki, biz bunu inkar ettik. O da bize şöyle dedi: Benimle bu hususu inkar eden kimseler arasında hakem olarak Allah'ın kitabı var­dır. Çünkü Uhud günü hakkında Cenâb-ı Allah, şöyle buyurmuştur:

«Andolsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. O'nun izniyle kafirle­ri kırıp biçiyordunuz. Ama Allah size arzuladığınız zaferi gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dün­yayı, kimi ahireti istiyordu. Derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı. Andolsun ki O, sizi bağışladı. Allah'ın inananlara ni­meti boldur.» (Âl-i Imrân, 152.)

Bu ayet-i kerime ile Uhud savaşındaki okçular kastedilmiştir. Çünkü Peygamber (s.a.v.), onları bir yere yerleştirdi. Sonra onlara, «Ar­kamızı koruma altına alın. Eğer öldürüldüğümüzü görseniz dahi bize yardıma gelmeyin. Eğer ganimet topladığımızı görseniz yine gelip bize ortak olmayın.» dedi.

Hz. Peygamber, ganimet toplayıp müşrik askerleri Öldürmeyi mu­bah kıldığı zaman arkadaki okçuların tamamı gelip Müslüman askerler arasına girip yağmalamaya başladılar. Rasûlullah'ın ashabının safları karşı karşıya geldi. Birbirlerine karıştılar. Okçular arkadaki boğazı boş bırakınca müşriklerin süvarileri oradan gelip Müslümanlara hücum et­tiler. Sahabeler panik içinde birbirlerini vurmaya başladılar. Müslü­manlardan bazı kimseler öldüler. Savaşın seyri sabahleyin Rasûlullah ile ashabının lehine idi. Öyle ki, müşriklerin sancaktarlarından yedi ya da dokuz kişi öldürülmüştü. Müslümanlar dağa doğru gittiler. İnsanla­rın dedikleri yere, mağaraya ulaşamadılar. Ancak develerin altına giz­lendiler. Şeytan da: «Muhammed Öldürüldü!» diye inledi. Bu sesin ger­çekliği hususunda hiç kimse şüphe etmedi. Biz de şüphe etmiyorduk. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) çıka geldi. Onu yürürken salınmasından ta­nırdık. Sevindik. Sanki o hezimet musibeti bize uğramamıştı. Rasûlul­lah, bize doğru çıkıp geldi. Şöyle diyordu: «Rasûlullah'm yüzünü kana bulayan kavme karşı Allah'ın gazabı şiddetlendi. Allahım, onlar bize karşı üstün olacak kimseler değildirler.» Bir süre bekledikten sonra bir de baktık ki Ebu Süfyan, dağın aşağı tarafında iki kez: «Ey Hübel, yücel, ey Hübel yücel! Ebu Kebşe'nin oğlu (Muhammed) nerede? Ebu Kuha-fe'nin oğlu nerede? Hattab'm oğlu nerede?» diye seslendi. Ömer b. Hat-tab: «Ona cevap vereyim mi?» diye sorunca Hz. Peygamber: «Evet, cevap ver.» dedi. Ebu Süfyan: «Ey Hübel, yücel!» deyince Ömer b. Hattab: «Allah daha üstün ve daha yücedir.» dedi. Ebu Süfyan da: «Ey Hattab'm oğlu, gözünü aydın kıldın. İyi savaştın, kusur göstermedin.» dedi.   ,

Ravinin ifadesine göre Ebu Süfyan şöyle demiştir:

- Ebu Kebşe'nin oğlu (Muhammed) nerede? Ebu Kuhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) nerede? Hattab'm oğlu (Ömer) nerede?

Hz. Ömer şöyle cevap verdi:

- îşte Rasûlullah burada. İşte Ebu Bekir burada ve ben de Ömer'im!

- Bedir gününe karşılık Uhud gününü kazandık. Günler dönüp do­laşır. Savaş ta bir gün lehimize, bir gün aleyhimize olur.

-Hayır eşit değiliz. Bizim ölülerimiz Cennet'te, sizinkiler ise ateş­tedir.

- Siz bunu iddia ediyorsunuz, demek ki biz yine zarar ve ziyan ettik, öyle mi? Ama sizin ölülerinizden bazısının burunları ve kulakları kesil­miştir. Bu bizim önde gelen adamlarımızın tavsiyesi üzerine yapılmış birşey değildir.

Sonra cahiliye gayretine kapılarak şöyle dedi:

- Eğer böyle birşey olmuşsa da biz bundan hoşlanmıyor değiliz. Bu, garip bir hadistir. İbn Abbas'm mürsellerinden biridir. Buharı, Ubeydullah b. Musa kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediği­ni rivayet eder:

«Uhud gününde müşriklerle karşılaştık. Saflarımız karşı karşıya geldi. Peygamber (s.a.v.), okçu askerleri yerlerine yerleştirdi. Başlarına da komutan olarak Abdullah b. Cübeyr'i atayarak onlara şöyle talimat verdi: Sakın yerinizden ayrılmayın. Eğer galip olduğumuzu görürseniz yine yerinizden ayrılmayın. Mağlup olduğumuzu görürseniz de bize yardıma gelmeyin.»

Düşmanla karşılaştığımızda onlar Önümüzden kaçtılar. Öyleki ka­dınların paçalarını sıvayarak dağa doğru koştuklarını gördüm. Koşar­ken ayaklarındaki halhallar görünüyordu. Ve "ganimet, ganimet", di­yorlardı. Abdullah dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), yerimizden ayrılmama­mızı bize tenbihlemişti. Ama adamlarım bu tenbihe riayet etmediler. Ri­ayet etmeyince de şaştılar ve nereye gideceklerini bilemediler. Yetmiş kişi öldürüldü. Ebu Süfyan tepeye çıkıp:

- Kavim içinde Muhammed var mıdır? diye sordu. Rasûlullah:

- Ona cevap vermeyin, dedi. Ebu Süfyan:

- Kavim içinde Ebu Kuhafe'nin oğlu Ebu Bekir var mıdır?diye sor­du.

Rasûlullah:

- Ona cevap vermeyin, dedi. Ebu Süfyan:

- Kavim içinde Hattab'm oğlu Ömer var mıdır? diye sordu. Ve sözü­ne devamla:

- Bunlar öldürülmüşlerdir. Eğer hayatta olsalardı cevap verirler­di, dedi.

Bunun üzerine Hz. Ömer, kendini tutamayıp şöyle dedi: -Yalan söyledin ey Allah'ın düşmanı! Allah seni üzecek şeyi sana karşı hayatta bırakmıştır. Ebu Süfyan:

- Ey Hübel yücel! dedi. Peygamber (s.a.v.):

- Ona cevap verin, dedi. Ashab:

- Ona ne diyelim? diye sordu. Rasûlullah:

- Deyin ki: Allah daha üstün ve daha yücedir. Ebu Süfyan:

- Bizim Uzzamız vardır. Sizin Uzzanız yoktur, dedi. Rasûlullah:

- Ona cevap verin, dedi. Ashab:

- Ona ne diyelim? diye sordu. Rasûlullah:

- Deyin ki: Allah mevlamızdır.Sizin mevlamz yoktur. Ebu Süfyan:

- Bugün Bedir gününe karşılıktır. Savaş dönerlidir. Ölülerinizin burun ve kulaklarının kesilmiş olduğunu göreceksiniz, ama ben bunu emretmedim ve bundan ötürü de üzülmedim,dedi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Musa ve Züheyr kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.), elli kadar okçunun başına Ab­dullah b. Cübeyr'i komutan olarak atadı ve onları bir yere yerleştirerek şöyle talimat verdi:

"Kuşların bizi kapıp götürdüklerim görseniz bile size haber gönde­rilmedikçe yerinizden ayrılmayın. Düşmanı mağlup edip ayak altında ezdiğimizi görünce, size haber salınmadıkça yerinizden ayrılmayın."

Ravi diyor ki: Müslümanlar, müşrikleri hezimete uğrattılar. Valla­hi ben kadınların dağa doğru kaçtıklarını gördüm. Bacakları açılmış, halhalları görülüyordu. Eteklerini toplamış vaziyette kaçıyorlardı.

Abdullah b. Gübeyr komutasındaki okçular: «Ganimete! Ey millet ganimete! Arkadaşlarınız galip oldular. Daha ne bekliyorsunuz?» dedi­ler. Abdullah b. Cübeyr ise onları şu sözle uyardı:

- Rasûlullah'm size söylediklerini unuttunuz mu? Onlar ise:

- Vallahi biz o insanların üzerine gidecek ve ganimetten payımızı alacağız!

Onlara geldiklerinde şaşkına döndüler. Rasûlullah sonunda onları çağırıyordu. Ama Rasûlullah'm yanında sadece on iki kişi kalmıştı. Müşrikler bizden yetmiş kişi öldürmüşlerdi. Rasûlullah (s.a.v.) ile asha­bı, Bedir gününde müşriklerden yetmiş kişiyi Öldürmüş, yetmiş kişiyi de esir almışlardı.

Ebu Süfyan üç kez: "Kavim içinde Muhammed var mı? Kavim için­de Muhammed var mı? Kavim içinde Muhammed var mı?" diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.), ashabım ona cevap vermekten menetti. Sonra Ebu Süfyan:

- Kavim içinde Ebu Kuhafe'nin oğlu var mı? Kavim içinde Hat-tab'ın oğlu var mı? diye sordu. Sonra kendi arkadaşlarına dönüp şöyle dedi:

- Demek ki bunlar öldürülmüşler ve siz onların haklarından gel­mişsiniz!

Bunun üzerine Hz.Ömer, kendim tutamayıp şöyle dedi:

- Yalan söyledin. Vallahi ey Allah düşmanı! Şu adlarım saydığın kimseler diridirler. Ve seni üzecek şey, senin için hayatta kalmıştır.

Ebu Süfyan şöyle dedi:

- Bugün, Bedir.gününe karşılıktır. Savaş dönerlidir.Siz kavminiz arasında Ölülerinizin burun ve kulaklarının kesilmiş olduğunu görecek­siniz. Ama ben bunları emretmiş değilim. Fakat bu beni üzmüş de değil­dir.

Böyle dedikten sonra kafiyeli olarak: «Ey Hübel yücel, Ey Hübel yü­cel.» dedi.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Ona cevap vermeyecek misiniz? diye sordu. Ashab:

- Ona ne diyelim? dedi. Rasûlullah:

- Deyin ki: Allah daha üstün ve daha yücedir. Ebu Süfyan:

- Bizim Uzza'mız var. Sizin Uzza'mz yok ki, dedi. Rasûlullah:

- Ona cevap vermeyecek misiniz? diye sordu. Ashab:

- Ya Rasûlallah ne diyelim? dediler. Rasûlullah:

- Deyin ki: Allah bizim mevlamızdır. Sizin mevianız yoktur.» İmam Ahmed b. Hanbel, Affan ve Hammad b. Seleme kanalı ile

Enes b. Malik'ten rivayet etti ki, Rasûlullah, Ensâr'dan yedi ve Kureyş-lilerden bir kişi arasında iken müşrikler, üzerine hücum ettiler. Rasû­lullah; «Bunları bizden kim savacaktır? Bunları üzerimizden savacak olan kişi Cennet'te benim arkadaşım olacaktır.» dedi. Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam gelip öldürülünceye kadar bu uğurda savaştı. Müşrikler yine hücum ettiklerinde Rasûlullah:

- Bunları bizden savacak olan kimse, Cennet'te benim arkadaşım olacaktır, dedi. Nihayet yanındaki yedi kişi öldürülüp şehid edildi.

Rasûlullah (s.a.v.): «Ashabımız bize insaf etmediler.» dedi.

"Delail" adlı eserde Beyhakî, Ammare b. Gaziyye tarikiyle Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: Uhud gününde insanlar, Rasûlullah'm etra­fından dağılıp gittiler. Beraberinde Ensâr'dan on bir kişi kaldı. Ve Talha b. Ubeydullah da yanında idi. Bu halde iken Rasûlullah, dağa tırmanı­yordu. Müşrikler peşleri sıra koşup geldiler. Hücum edecekleri esnada Rasûlullah: «Bunlara karşı koyacak bir kimse yok mu?» diye sordu. Tal­ha:

- Ben varım ya Rasûlallah, dedi. Rasûlullah ona:

- Sen olduğun gibi kal bakalım ey Talha, dedi. Ensâr'dan bir adam:

- Bunlara karşı ben koyarım ya Rasûlallah, dedi ve bu uğurda sa­vaştı. Rasûlullah (s.a.v.) da yanındaki ashabla birlikte dağa tırmandı. Sonra o Ensârî öldürüldü. Müşrikler yine koşup Rasûlullah'a ve sahabe­lere yetiştiler. Rasûlullah:

- Bunlara karşı koyacak kimse yok mu? diye sorunca Talha yine ay­nı şeyleri söyledi. Rasûlullah onu yine durdurdu. Ensâr'dan bir adam:

- Ben varım ya Rasûlallah, dedi ve savaştı. Rasûlullah ile ashabı da dağa tırmanmaya devam ettiler. O Ensârî öldürüldü. Müşrikler yine koşup geldiler ve Rasûlullah ile sahabelere yetiştiler. Rasûlullah yine aynı şeyleri söyledi. Talha da aynı şekilde savaşa hazır olduğunu söyle­di. Rasûlullah, onu müşriklerle çatışmaktan menetti. Ensâr'dan bir adam müşriklerle çarpışmak için izin istedi. Rasûlullah izin verdi. O da önceki arkadaşları gibi müşriklerle savaştı. Geride sadece Talha kaldı. Diğer ashab öldürüldü. Müşrikler, Rasûlullah ile Talha'nın da etrafını çevirdiler. Rasûlullah:

- Bunlara karşı kim koyacak? diye sorunca Talha:

- Ben karşı koyacağım ya Rasûlallah, dedi ve kendisinden önceki arkadaşları gibi o da savaştı. Parmaklarından vuruldu. Öldüm, dedi Rasûlullah:

- Eğer Bismillah deseydin, melekler insanların gözü önünde seni yükseltirler ve semanın ortasına koyarlardı, dedi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), toplu halde bulunan sahabelerinin yanma çıkıp gitti.

Buharî, Abdullah b. Ebi Şeybe kanalı ile Kays b. Ebi Hazim'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Talha1 nm elinin felçli olduğunu gördüm. Uhud gününde o eli ile Rasûlullah'ı korumuştu.»

Buharı ve Müslim, sahihlerinde Ebu Osman en-Nehdî'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: «Rasûlullah'ın bizzat savaştığı o günlerde yanında Talha ve Sa'd'tan başka kimse kalmamıştı.»

Hasan b. Arfe, Mervan b. Muaviye kanalı ile Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğim rivayet eder:

«Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.) okluğunu çıkarıp bana verdi ve: «At... Anam babam sana feda olsun.» dedi.»

Buharı nin sahihinde, Abdullah b. Şeddad kanalı ile Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in Sa'd b. Malik dışında her hangi bir kimseye: «Anam babam sana feda olsun.»dediğini duymadım. Yalnız Uhud gü­nünde Sa'd'a şöyle dediğini duydum: «Ey Sa'd, at.. Anam babam sana fe­da olsun.»

Muhammed b. İshak, Salih b. Keysan kanalı ile Sa'd b.Ebi Vak-kas'uı Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ı korumak için ok attığını riva­yet etmiştir. Sa'd demiş ki: «Rasûlullah (s.a.v.) bana ok veriyor ve: «At... Anam babam sana feda olsun.» diyordu. Öyle ki o, başlığı olmayan okları bile bana veriyordu. Ben de onları düşmana doğru atıyordum.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İbrahim b. Sa'd kanalı ile Sa'd b.Ebi Vakkas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Uhud gününde Peygam­ber (s.a.v)'in sağında ve solunda beyaz elbiseli iki adam gördüm. Şiddetli bir şekilde savaşıyorlardı. Onları daha önce görmediğim gibi daha son­rada görmedim. Bu iki adam Cebrail ve Mikail idi.

îmam Ahmed b. Hanbel, Affan ve Sabit kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki: Ebu Talha, Uhud gününde Peygamber (s.a.v.)'in önünde durup düşmana ok atıyordu. Peygamber (s.a.v.) ise, onu kendine kalkan edin­mişti. Ebu Talha düşmana ok atıyordu. Atarken de Rasûlullah (s.a.v.) başını kaldırıp bakıyor ve okunun nereye düştüğünü seyrediyordu. Ebu Talha da göğsünü kaldırıp: «Babam anam sana feda olsun ya Rasûlal­lah, sakm sana bir ok değmesin. Benim göğsüm seni korumak için siper olsun.» diyor ve Rasûlullah'ın önünde âdeta bir sur gibi duruyordu. "Ben güçlüyüm ya Rasûlallah, beni ihtiyaç duyduğun her tarafa gönder ve ba­na dilediğini emret." diyordu.

Buharî, Ebu Ma'mer kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud gününde insanlar, Peygamber (s.a.v.)'in etrafından dağılıp gitti­ler. Ebu Talha ise, Peygamber (s.a.v.)'in önünde durmuş, onu koruyor­du. Bu iş için deriden bir kalkanını kullanıyordu. Ebu Talha, atıcı gücü ve koparması kuvvetli bir adamdı. O gün elinde iki ya da üç yay kırıldı. Bir adamın eline ok geçiyor,Rasûlullah da:"Onu Ebu Talha'ya verin." di­yordu.»

Enes, sözüne devamla şöyle diyor: «Peygamber (s.a.v.), yüksek bir yere çıkıp kavme bakıyordu. Ebu Talha ona şöyle diyordu: «Anam ba­bam sana feda olsun ya Rasûlallah, sakın müşriklerin okları sana isabet etmesin. Seni korumak için benim göğsüm sana siper olsun.»

Ebu Bekir'in kızı Aişe ile Ümmü Süleym'in de paçalarını sıvamış, halhallan göze görünmüş vaziyette sırtları üzerinde su kırbalarını taşı­dıklarını ve kırbalarla getirdikleri suları Müslümanlara verdiklerini, tekrar dönüp doldurarak yine getirdiklerini ve Müslümanlara verdikle­rini gördüm. 0 gün iki ya da üç kez Ebu Talha'nm elinden kılıç düştü.»

Buharî, Halife ve Yezid b. Zurey' kanalı ile Ebu Talha'nın şöyle de­diğini rivayet eder: «Uhud gününde kendisini uyku bürüyen kimseler arasında ben de vardım. Öyleki defalarca kılıcım elimden düşmüştü. Düşüyordu ve ben yerden alıyordum. Düşüyordu, yerden yine alıyor­dum.»

Buharî, bu olayı kesin ifadelerle anlatmıştır. Bu ifadelerini şu ayet-i kerime de teyid etmektedir:

«Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi. Oysa bir kısmınız da kendi dertlerine düşmüş­lerdi. Haksız yere Allah hakkında, cahiliye devrinde olduğu gibi inanı­yorlar, «Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?» diyorlardı, Ey Muhammedi De ki: «Buyruğun hepsi Allah'ındır.» Sana açmadıklarım içlerinde gizli­yorlar, «Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik.» diyor­lar. De ki: «Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazıh olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı.» Bu, Allah'ın içinizde olanı dene­mesi, kalblerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir, iki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıkları­nın bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak is­temişti. Andolsun ki, Allah onları affetti. Allah bağışlayandır, Halim­dir.» (Âl-i Imrân, 154-1550

Buharî, Abdan ve Ebu Hamza kanalı ile Osman b. Mevheb'in şöyle dediğini rivayet eder: «Adamın biri Beyt'i haccetmeye geldi. Orada bir topluluğun oturmuş olduğunu gördü ve dedi ki:

- Şu oturanlar kimlerdir?

- Şunlar Kureyşlilerdir.

- Peki âlimleri kimdir?

- Alimleri İbn Ömer'dir, dediler. Adam, İbn Ömer'in yanma gelip şöyle sordu:

- Sana birşey soracağım. Bana cevab verir misin? Şu Beyt İn hür­meti aşkına söyle: Osman b. Affan'uı Uhud gününde firar ettiğini biliyor musun?

-Evet...

Bedir savaşma katılmadığını da biliyor musun?

- Evet...

- Onun Rıdvan bey'atmdan geri kaldığını ve bey*ate katılmadığını da biliyor musun?

-Evet....

Bunun üzerine adam tekbir getirdi. İbn Ömer, ona şöyle dedi:

- Gel de bana sorduğun ve benim sana verdiğim cevapların teferru­atını bildireyim ve gerekli açıklamayı yapayım: Uhud gününden kaçışı­na gelince, Allah'ın onu affetmiş olduğuna şahadet ederim. Bedir sava­şma katılmayışına gelince, Rasûlullah'm kızı onun zevcesi idi. Zevcesi hastalanmıştı. Rasûlullah, ona: «Kızımın has t ab akıcılığını yaparsan, Bedir gazvesine katılan kimse kadar sevab ve ganimet kazanırsın.» de­mişti.

Rıdvan be/atine katılmamış olması ise, o, Mekke'ye Müslümanla­rın temsilcisi olarak gönderilmişti. Eğer Osman b. Affan'dan Mekke hal­kı içinde daha fazla itibar görecek bir kimse olsaydı Rasûlullah, Os­man'ın yerine onu gönderirdi. Ama böyle bir kimse bulunmadığı için. Os­man'ı gönderdi. Osman, Mekke'ye gittikten sonra (Hudeybiye'de) Rıd­van bey'ati yapılmıştı. Be/atleşnıe esnasında Peygamber (s.a.v.) sağ elini göstererek: «Bu Osman'ın elidir.» dedi ve sağ elini sol eline vurarak bey'at yapıyormuş gibi yaptı ve, "Bu da Osman'ın beyatidir." dedi.

İşte sen şimdi bu cevapları almış olarak git.»

el-Ümevî, "Megazi" adlı eserinde Yahya b. Abbad'm babasının şöy­le dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.)'m etrafındaki insanlar dağı­lıp kaçmışlar, bir kısmı Aves dağının yakınındaki Münakka mevkiine kadar gitmişlerdi. Osman b. Âffan ile Ensâr'dan Sa'd b. Osman'da kaç­mışlar, Cel'ab mıntıkasına ulaşmışlardı. Cel'ab, Aves dağı yakınında Medine taraflarında bir dağın adıdır. Orada üç gün kalmışlar. Sonra ge­ri dönmüşlerdi. Bunların ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.) kendilerine şöyle demiştir: «Oraya geniş olarak gittiniz.»

Demek istediğimiz şudur ki: Bedir gazvesinde meydana gelen hadi­selerin bir kısmı, Uhud gazvesinde de meydana gelmiştir. Mesela, sava­şın şiddetlendiği esnada mü'minleri hafif bir uyku bürümüştü. Bu da Al­lah'ın yardım ve teyidi sayesinde müzminlerin kalblerinin yatıştığım ve onların kendi yaratıcılarına tamamıyla tevekkül etmiş olduklarını is-batlayan bir delildir. Bedir gazvesi hakkında Cenâb-ı Allah'ın nazil olan şu ayet-i kerimesi üzerinde gerekli açıklamalar yapılmıştı:

«Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı.» (ei-Enfâi,ıı.)

Uhud gazvesiyle ilgili olarak da Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur:

«Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi.» (Âl-i îmrân, 154.)

Bu ayet-i kerimede geçen «Bir takımınızı» sözü ile kamil mü'minler kastedilmiştir. Nitekim İbn Mesud ile diğer selef uleması demişler ki: Savaşta uykuya dalmak, iman alametindendir.

Namazda uykuya dalmak ise nifak alametindendir. Bu sebeple Cenâb-ı Allah, ayetin devamında şöyle buyurmuştur: «Oysa bir takımı­nız da kendi dertlerine düşmüşlerdi.»

Bedir gazvesinde meydana gelen hadiselerin bir kısmının, Uhud gazvesinde de görüldüğünü söylemiştik. Bu husustaki örneklerin ikin­cisi de şudur: Rasûlullah (s.a.v.), Bedir gazvesinde Allah'tan yardım di­lediği gibi Uhud gazvesinde de şu sözleri ile Allah'tan yardım dilemişti: «Eğer dilersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmez.»

Nitekim imam Ahmed b. Hanbel, Abdussamed ve Affan kanalı ile Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini Enes'ten rivayet eder:

«Allahım, eğer dilersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmez.»

Buharî, Abdullah b. Muhammed kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud gününde adamın biri, Peygamber (s.a.v.)'e şöyle sordu:

- Ne dersin, eğer ben öldürülürsem nerede olurum?

- Cennet'te olursun.

Adam bunun üzerine elindeki hurmaları attı. Sonra öldürülünceye kadar savaştı.»

Bu hadise, Bedir gazvesinde geçen Ümeyr b. Humam kıssasına benzemektedir. Allah ikisinden de razı olsun ve kendilerini hoşnud kıl­sın. [8]

 

Uhud Gazvesinde Peygamber (S.A.V.)'İn, Mel'un Müşriklerden Çektiği Eziyetler

 

Buharî, bu konu ile ilgili olarak eserinde: «Uhud gününde Rasûlul-lah'ın aldığı yaralar» şeklinde bir başlık açıp İshak b. Nasr kanalıyla Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) buyur­du ki:

«(Yemek dişlerine işaret ederek) Peygamberlerine böyle yapan bir kavme Allah'ın gazabı şiddetli olsun. Allah elçisinin, Allah yolunda öl­dürdüğü bir adama da Allah'ın gazabı şiddetli olsun.»

Müslim, Abdurrezzak kanalı ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: «Peygamber'in Allah yolunda öldürdüğü adama Allah'ın gazabı şiddetli olsun. Rasûlullah (s.a.v.)'ın yüzünü kanatan bir kavme de Al­lah'ın gazabı şiddetli olsun.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde yüzündeki kanı silerken şöyle demiş­tir: «Peygamberlerini yalanlayıp yemek dişlerini kıran bir kavim nasıl iflah olur? Oysaki peygamberleri onları Rablerine davet ediyor.» Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

«Allah'ın, onların tevbelermi kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur. Çünkü onlar zalimlerdir.» (Âl-i Imrân,i28.)

Buharî, Kuteybe ve Yakub kanalı ile Sehl b. Sa'd'ın -Hz. Peygam­berin yaralanması olayı kendisine sorulduğunda- şöyle dediğini rivayet eder:

«Vallahi ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m yarasını kimin yıkadığını, ki­min su döktüğünü ve yarasının ne ile tedavi edildiğini biliyorum. Rasû-lullah'm kızı Fatıma, babasının yarasını yıkıyordu. Ali de bir kalkan içi­ne doldurduğu suyu yara üzerine boşaltıyordu. Fatıma, dökülen suyun yarayı daha fazla kanattığını görünce hasırdan bir parça alıp yaktı ve külünü yaranın üzerine bastı. Böylece kan durdu. O gün Rasûlullah'm yemek dişi de kırılmıştı. Yüzü yaralanmış, başındaki miğferi de kırıl­mıştı.»

Ebu Davud et-Teyalisî, "Müsned" adlı eserinde Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Uhud gününü anarken Ebu Bekir şöyle derdi: «O günün bütün şerefi Talha'ya aittir.» Böyle dedikten sonra sözünü sürdü­rüp şöyle derdi: «Uhud gününde Rasûlullah'm yanma dönen ilk kişi ben­dim. Onu korumak için bir adamm Allah yolunda savaştığım gördüm.Öyle sanıyorum ki Rasûlullah, onun için: «Hamiyyet uğruna savaşıyor.» dedi. Ben de: «Değilmi M bu Talha olsun.» dedim. Çünkü o fırsatları de­ğerlendirme hususunda beni geçmişti ve demiştim ki: Bu kavmim içinde benim en sevdiğim adam olmalı. Benimle müşrikler arasında tanımadı­ğım bir adam vardı. Ben Rasûlullah'a o adamdan daha yakında idim. O süratle gidiyordu. Yakalıyamıyordum. Bir de baktım ki o, Ebu Ubeyde b. Cerrah'tı. Sonunda ikimiz Rasûlullahin yanına vardık. Baktım ki ye­mek dişleri kırılmış, yüzü yaralanmış, yanağına miğferin halkaların­dan ikisi saplanmış. Rasûlullah (s.a.v.): «iki arkadaşınıza bakın.» dedi. Böyle demekle o Talha'yı kastediyordu. Yüzünden kan akıyordu. Biz ön­celikle sözüne bakmadık ve yanağındaki halkaları çıkarmak için yanma vardık. Dedi ki: «Rica ederim, beni kendi halime bırakınız.» Biz de onu kendi haline bıraktık. Ebu Ubeyde, yanağındaki halkayı eliyle çekmek istemedi. Çünkü bu Rasûlullah'a eziyet verecekti. Halkayı ağzıyla tu­tup çekmeye çalıştı. Halkalardan birini çıkardı. Çıkarırken halka ile birlikte bir dişide düştü. Ben de onun yaptığı gibi yapmaya çalıştım. Rasûlullah: «Rica ederim beni kendi halime bırakınız.» dedi. Bunun üze­rine Ebu Ubeyde yine ilk defa yaptığı gibi ağzıyla ikinci halkayı çekmeye başladı. Çekti. Halka ile birlikte diğer dişi de düştü. Ebu Ubeyde, insan­lar arasında bu işi en güzel yapan kimse idi.

Böylece Rasûlullah'ın durumunu düzeltip tedavisini yaptık. Sonra savaş alanının bir tarafında bulunan Talha'nın yanına vardık. Üzerin­de yetmiş küsur darbe vardı. Parmağıda kesilmişti. Onun tadavisini de yaptık.»

Vakidî, İbn Ebi Sabre kanalı ile Nan b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Muhacirlerden bir adamın şöyle dediğini işittim: «Uhud savaşında hazır bulundum. Her taraftan okların geldiğini gördüm. Rasûlullah (s.a.v.), bu atış alanının ortasında idi. Gelen oklardan hiçbiri ona isabet etmiyor, başka tarafa gidiyordu. O gün Abdullah b. Şihab ez-Zührî'nin şöyle dediğini gördüm: «Muhammedi bana gösterin. Eğer o kurtulursa ben ölürüm, kurtulamam.» O böyle derken Rasûlullah da yanı başında duruyordu ve yanında hiç kimse yoktu. Fakat Abdullah b. Şihab, Rasûlullah'ın yanından geçti, onu göremedi. Rasûlullahi göre­mediğinden Safvan b. Ümeyye onu kınadı. Ama o: «Vallahi onu göreme­dim. Allah'a yemin ederim ki, o, bize karşı korunmaktadır. Biz dört kişi onu Öldürmek üzere sözleşip akidleştik. Ama hiçbirimiz ona ulaşama­dık, »dedi.»

Vakidî dedi ki: Tesbitime göre Rasûlullah'ın yanaklarına ok atan kişi İbn Kamie'dir. Dudağını yaralayıp yemek dişlerini kıran kişi ise, Utbe b. Ebi Vakkas'dır.

İbn îshak'tan da böyle bir rivayet nakledilmiş olup o rivayette anla­tıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.)in alt çenesinin sağ tarafındaki yemek dişi kırılmıştır.

İbn İshak, Salih b. Keysan kanalı ile Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle de­diğini rivayet eder: Utbe b. Ebi Vakkasi Öldürmeye tutkulu olduğum kadar başka bir kimseyi öldürmeye tutkulu olmadım. Çünkü onun kötü ahlaklı ve kavmi arasında sevilmeyen bir kimse olduğunu iyi biliyor­dum. Onu öldürmeye tutkulu olmam için Rasûlullahin şu sözü yeterli idi: «Rasûlü'nün yüzünü kanatan kimseye Allah'ın gazabı şiddetlendi.»

Abdürrezzak, Ma'mer kanalı ile Miksem'den rivayet etti ki, Rasû­lullah (s.a.v.) -dişini kırıp yüzünü kanattığı zaman- Utbe b. Ebi Vak-kas'a beddua ederek şöyle dedi:

«Allahım, üzerinden bir sene geçmeden o kafir olarak ölsün.» Ger­çekten de üzerinden bir sene geçmeden o kafir olarak öldü ve Cehen­nem1 e gitti.

Ebu Süleyman el-Cüzcanî, Muhammed b. Hasan kanalı ile Ebu Umame b. Sehl b. Hanif ten rivayet ettiki, Rasûlullah (s.a.v.)in Uhud gününde yaralanan yüzü çürümüş bir kemik ile tedavi edilmiştir.

Abdullah b. Kamie, Rasûlullah (s.a.v.)i yaraladıktan sonra kavmi­nin yanma döndü. Dönerken: «Muhammedi öldürdüm.» diyordu. Ezeb-bul-Akabe adındaki şeytan da o gün olanca sesiyle şöyle ünledi: «Bilesi­niz ki Muhammed öldürülmüştür!» Bu ünleme üzerine Müslümanlar arasında büyük bir şaşkınlık meydana geldi. İnsanların çoğu, Rasûlul­lahin öldürülmüş olduğuna inandı. Bu sebeple İslâmiyet'i müdafaa uğruna olanca çabalarıyla savaşa giriştiler. Maksatları^ Rasûlullahin uğruna öldüğü dava uğruna ölmekti. Bunlardan biri de Enes b. Nadr idi. Beraberinde başkalarıda vardı. Bunlarla ilgili açıklama ileride gelecek­tir. Cenâb-ı Allah, Müslümanları bu hususta teselli etmek üzere şu ayetleri inzal buyurdu:

«Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamber­ler gelip geçmişti. O, ölür veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz? Geri­ye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.

Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan Ölmez, o, belli bir vakte bağlan­mıştır. Kim dünya nimetini isterse ona ondan veriniz. Ve kim ahiret ni­metini isterse ona ondan veririz. Şükredenlerin mükafatını vereceğiz. Nice peygamberlerin yanında Rabb'e kul olmuş pek çok kimse savaşmış­tır. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılma­mışlar ve boyun eğmemişler di. Allah, sabredenleri sever.

Dedikleri ancak şu idi: "Rabbimiz! Günahlarımızı, işimizdeki aşırı­lıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa karşı bize yardım et."

Bu yüzden Allah, onlara dünya nimetini de ahiret nimetini de faz­lasıyla verdi. Allah, işlerini iyi yapanları sever.

Ey inananlar! İnkar edenlere itaat ederseniz, sizi geriye döndürür­ler de kayba uğrarsınız.

Halbuki mevlanız Allah'tır. O, yardımcıların en iyisidir.

Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmaların­dan dolayı inkar edenlerin kalbine korku salacağız. Onların varacağı yer, Cehennem'dir. Zalimlerin durağı ne kötüdür!» (Âi-i Imrân,i44-i5i.)

Tefsirimizde bu konuda geniş açıklamalarda bulunduk. Hamd Al­lah'adır.

Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.), Rasûlullah'ın vefatının ilk anında insan­lara hitapta bulunarak şöyle demişti:

- Ey insanlar! Her kim Muhammed'e tapıyorsa, şüphesiz Muham-med ölmüştür. Her kim Allah'a tapıyorsa, şüphesiz Allah, diridir, ölmez.

Böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: «Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamber­ler geçmişti. O ölür veya Öldürülürse geriye mi döneceksiniz?» (Âi-i Imrân,

144.)

insanlar sanki bu ayeti daha Önce duymamışlardı. Artık herkes bu­nu okumaya başladı.

"Delailü'n-Nübüvve" adlı eserde Beyhakî, İbn Ebi Necih vasıtasıy­la rivayet etti ki, Ebu Necih, şöyle demiştir: Muhacirlerden biri, Uhud gününde Ensâr'dan bir adama uğradı. Ensâr'dan olan adam kan içinde kıvranıyordu. Ona dedi ki:

- Ey falan! Duydun mu Muhammed öldürülmüş! Ensârî dedi ki:

- Eğer Muhammed (s.a.v.) öldürüldüysede risaleti tebliğ etti. Siz de dininiz uğruna savaşın.

Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

«Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamber­ler gelip geçmişti.» (Âl-i îmrân,144.)

Yukarıda sözü edilen Ensârî, belkide Enes b. Malik'in amcası Enes b. Nadr'dır. Allah ondan razı olsun.

İmam Ahmed b. Hanbel, Humeyd kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki, Enes'in amcası Bedir savaşma katılamamıştı. Ve bu sebeple şöyle de­mişti: «Peygamber (s.a.v.)'in müşriklerle yaptığı ilk savaşta hazır bulu­namadım. Eğer müşriklerle yapılacak başka bir savaşa katılmayı Allah bana nasip ederse, onlar benim neler yapacağımı göreceklerdir.»

Uhud günü olduğunda Müslümanlar hezimete uğrayıp kaçışmaya başlamışlardı. Enes b. Nadr şöyle demişti: «Allahım, şunların yaptıkla­rından dolayı senden özür diliyorum. Ve şu müşriklerin getirdikleri şey­den de sana sığınıyor, onlardan uzak olduğumu arz ediyorum.»

Böyle dedikten sonra ileri atıldı,Uhud gerisinde Sa'd b. Muaz ona rastladı ve ona: «Ben seninle beraberim.» dedi.

Sa'd dedi ki: Onun yaptıklarını ben yapamadım.

Enes b. Nadr'm vücudunda seksen küsur yaraya rastlandı.Bunla-rın kimi mızrak, kimi de ok darbesi idi.

Ravi diyor ki: Kendi aramızda onun ve arkadaşlarının hakkında şu ayetin nazil olduğunu söylüyorduk:

«.......Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir....» (el-Ahzâb, 23.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Behz ve Haşim kanalı ile Sabitten rivayet ettiki, Enes b. Nadr, Bedir savaşma Rasûlullah'ın yanında katılmamış­tı. Bu, ona çok zor gelmiş ve şöyle demişti: «Rasûlullah'm hazır bulundu­ğu ilk savaşa katılamadım. Eğer bundan sonra Rasûlullah'ın hazır bu­lunduğu bir savaşa katılmayı Allah bana nasip ederse, Cenâb-ı Allah be­nim neler yapacağımı elbetteki görecektir!» Bundan başka birşey de­mekten de korkuyordu. Nihayet Uhud savaşında Rasûlullah'la birlikte bulundu. Sa'd b. Muaz'la karşılaştı. Ona: «Ey Eba Amr nereye? Vay be! Uhud'un gerisinden Cennet kokusunun geldiğim hissediyorum.» dedi ve öldürülüp şehid edilinceye kadar müşriklerle savaştı. Vücudunda seksen küsur yaraya rastlandı. Bu yaraların bir kısmı mızrak yarası, bir kısmı da ok yarası idi. Kız kardeşi ve halam olan Rebi' binti Nadr: «Kar­deşimin ölüsünü ancak parmak uçlarına bakarak tanıyabildim.» demiş ve hakkında şu ayet nazil olmuştu:

«inananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir. Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.» (ei-Ahzâb, 23.)

Ravi diyor ki: Sahabeler, bu ayetin Enes b. Nadr ile arkadaşları hakkında nazil olduğu görüşünde idiler.

Ebu'l-Esved, Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder: Beni Cu-mah'm kardeşi Übey b. Halef, Mekke'de iken Rasûlullah (s.a.v.)'ı öldür­meye yemin etmişti. Bu yeminini haber alan Rasûlullah: «Hayır, inşaal-lah ben onu öldüreceğim!» demişti.

Uhud günü olunca Übeyb. Halef, demir zırha bürünmüş olarak Müslümanların üzerine şöyle diyerek geldi: «Muhammed kurtulursa ben kurtulmam!» Böyle diyerek öldürmek kastıyla Rasûlullah1 a saldır­dı. Karşısına Beni Abdu'd-Dar'm kardeşi Mus'ab b. Ümeyr çıktı. Rasû-lullah'ı kendi bedeni ile koruyordu. Mus'ab b. Ümeyr, bu müdafaada öl­dürülüp şehid oldu. Bu esnada Rasûlullah (s.a.v.), Übey b. Halefin zırhı ile miğferi arasında kürek kemiğini gördü. Oraya bir mızrak sapla-dı.Übey atından yere düştü. Mızrağın değdiği yerden kan çıkmadı. Ar­kadaşları gelip onu omuzlarına alarak götürdüler. O öküz gibi böğürü-yordu. Arkadaşları ona:

- Niye rahatsızlanıyorsun? Vücudunda sadece bir tahriş var, dedi­ler.

Übey, onlara Rasûlullah (s.a.v.)'ın: «Hayır, ben Übey'i öldürece­ğim!» deyişini hatırlattı. Sonra şöyle dedi:

- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, vücudum-daki şu yara, Zül-Mecaz ahalisinin vücudlanna isabet etseydi, tamamı ölürdü.

Böyle dedikten sonra Öldü, Cehennem'e gitti. Çılgın alevli cehen­nemlikler yok olsunlar.

İbn îshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), boğaza yükseldiği zaman Übey b. Halef ona kavuştu ve şöyle dedi.

- Ey Muhammedi Eğer sen kurtulursan ben kurtulmam. Bunun üzerine ashab dedi ki:

- Ya Rasûlallah, Onunla bizden birisi çarpışsın mı? Rasûlullah buyurdu ki:

- Onu bırakınız.

Yaklaştığı zaman Rasûlullah (s.a.v.), Haris b. Simme'den mızrağı aldı.

Bana anlatıldığına göre kavminden biri şöyle diyordu:

"Rasûlullah (s.a.v.), o mızrağı Haris'ten aldığı zaman, öyle bir salla­dı ki, devenin sırtındaki tüylerin uçuştuğu gibi biz de oradan uçuşup kaçtık. Rasûlullah, sonra onun karşısına geçti ve boynuna öyle bir sap­ladı ki, o saplamadan dolayı atından yuvarlanıp yere düştü."

Vakidî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Übey b. Halef, Bat-nı Rabiğ'de Öldü.Ben gecenin bir dilimi geçtikten sonra Batnı Râbiğ'de yürüyüş yapıyordum. Bir ateşin alevlenmekte olduğunu gördüm. Biraz korktum. Bir de baktım ki, ateşten bir adam zincirlerim sürüyerek çıkı­yor, susuzluktan bitkin hale gelmiş. Bir başkası da: «Sakın ona su ver­me. Çünkü onu Rasûlullah öldürmüştür. O, Übey b. Haleftir.» diyordu.

Buhari ve Müslim'in sahihlerinde Hemmam'dan rivayet olundu­ğuna göre Ebu Hüreyre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Rasûlullah'm Allah yolunda öldürdüğü bir adama karşı Allah'ın gazabı şiddetlendi.»

Buharı, İbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet eder:

«Rasûlullah'm Allah yolunda kendi eliyle Öldürdüğü bir adama karşı Allah'ın gazabı şiddetlendi.»

Buhari ve Ebu'l-Velid, Şube kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini riva­yet ettiler: Babam öldürüldüğünde ağlamaya başladım. Yüzündeki ör­tüyü açtım. Peygamber'in ashabı da beni ağlamaktan ve yüzündeki per­deyi açmaktan menettiler. Ama Hz.Peygamber, beni bundan menetme-yip şöyle dedi: «Ona ağlama. Çünkü melekler, cenazesi yerden kaldırı­lıncaya kadar kanatlarını üzerine gerip onu gölgelendirmeye devam edeceklerdir.»

Buharı, Abdan ve Abdullah b. Mübarek kanalı ile Sa'd b. îbrahim'den naklen, babası İbrahim'in şöyle dediğini rivayet eder: Oruçlu iken Abdurrahman b. Avf a yemek getirildi. O şöyle dedi: «Mus'ab b. Ümeyr öldürüldü. O benden daha hayırlı bir kimse idi. Bir beze sarıldı. Kefeni ondan ibaretti. Başı örtülürse ayakları açığa çıkıyordu. Ayakları örtülürse başı açığa çıkıyordu.

Hamza öldürüldü. O benden daha hayırlı bir kimse idi. Sonra bize, oldukça dünyalık verildi. Korkarız ki iyiliklerimizin mükafatı, bu dün­yada acele olarak bize verilmiştir.» Böyle dedikten sonra ağlamaya baş­ladı. Nihayet kendisine getirilen yemeği geri çevirdi.

Buharî, Ahmed b. Yunus kanalı ile Habbab b. Eret'in şöyle dediğini rivayet eder: «Peygamber (s.a.v.)'le birlikte hicret ettik. Allah rızasını arıyorduk. Ecrimizi vermek Allah'a aittir. Bizden kimileri öte dünyaya göçtü. Bu hicretin karşılığı olarak birşey yemeden geçip gittiler. Bun­lardan birisi de Mus'ab b. Ümeyr'di. Uhud gününde şehid edildi. Geriye sadece yün bir aba bıraktı. O aba ile başını örttüğümüzde ayakları orta­ya çıkıyordu. Ayaklarını örttüğümüzde başı ortaya çıkıyordu. Peygam­ber (s.a.v), bize: «Aba ile başını örtün. Ayaklarının üzerine de izhir otu koyun.» dedi. Aramızda semeresi ve ürünleri olgunlaşan kimseler oldu­ğunda, Mus'ab ücret karşılığında o ürünleri toplardı.»

Buharî, Ubeydullah b. Said kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud günü olduğunda müşrikler hezimete uğradılar. Lanetli İblis şöyle bağırdı: Ey Allah'ın kullan, arkanıza dikkat edin! (Böyle demekle Müslümanlara arkadan bir tehlike geldiği vehmini ver­mek istemişti M, onlar dönüp arkalarındaki kimseleri, yani Müslüman­ları vursunlar). Müslümanların ön saftakileri geriye döndüler. Arkada-kileriyle vuruştular. Bu arada Müslümanlar, Hüzeyfe'nin babasını vuruyorlardı. Hüzeyfe bunu görünce: «Ey Allah'ın kulları! Bu benim ba­bamdır, babamdır!» dedi.»

Hz, Aişe diyor ki: Allah'a yemin ederim ki, Hüzeyfe'nin babası Ye-man'ı Müslümanlar öldürünceye kadar üzerinden çekilmediler. Öldür­melerinden sonra Hüzeyfe: «Allah sizi affedip bağışlasın.» dedi.

Urve dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, yaşadığı müddetçe Hüzey-fe'de hayır kalmadı ve Ölünceye kadar da bu hali devam etti.

Ben derim ki: Bu hadise şu sebebten vuku buldu: Yeman ve Sabit b. Vakş, yaşlı ve zayıf kimseler olduklarından kadınlarla beraber kaleler­de oturuyorlardı. «Bir merkebin iki su içimi arasındaki zaman kadar bir ecelimiz kalmış.» dediler ve savaşa katılmak üzere kaleden indiler. Müslümanların ordugahına gelebilmek için müşriklerin yarandan geç­meleri gerekiyordu. Müşrikler, yanlarından geçen Sabit'i öldürdüler. Yeman'ı ise Müslümanlar, hataen öldürdüler. Oğlu Hüzeyfe, babasının diyetini Müslümanlara tasadduk edip bağışladı. Onlardan hiçbirini kı­namadı. Çünkü bunda mazeretleri vardı. [9]

 

Katade'nin Gözünün Çıkması

 

îbn îshak dedi ki: Uhud gününde Katade b. Numan'ın gözü isabet almış ve gözü yanağının üzerine düşmüştü. Rasûlullah, o gözü eliyle ye­rine koymuş ve o gözü, diğerinden daha güzel ve daha iyi görür olmuştu. Diğeri ağrıdığında bu gözü ağrımazdı.

Dare Kutni, garib bir isnadla Malik kanalı ile Katade b. Numan'ın şöyle dediğini rivayet eder:

«Uhud gününde gözlerim isabet aldı. Yanağımın üzerine düştüler. Onları, Rasûlullah'a getirdim. Eliyle tekrar yerlerine koydu. Üzerine tükürdü. Tekrar ışıl ışıl parlamaya başladılar.» Bu rivayetlerin ilki da­ha meşhurdur. Meşhur olan ilk rivayete göre Katade'nin sadece bir gözü yaralanmıştır. Bu sebepledir ki oğlu, Ömer b. Abdülaziz'in yanına elçi olarak geldiğinde Ömer b. Abdülaziz ona:

- Sen kimsin? diye sormuş, o da irticalen şu cevabî şiiri söylemişti: «Ben, o kimsenin oğluyum ki, gözleri yanağının üzerine aktı. Mus­tafa'nın avucuyla tekrar o göz, güzel bir şekilde yerine kondu. Tekrar es­ki haline geldi. O göz ne güzel bir gözdü, O yanak ne güzel bir yanaktı!»

Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz, ona şöyle dedi:

«Bu anlattıkların yüksek ahlaklardır. Süt kapları değildir ki, su ile karıştırılsın ve daha sonra idrara dönüşsün!»

Böyle dedikten sonra Ömer b. Abdülaziz, ona ikramda bulundu ve güzel mükafatlar ihsan etti.

Ümmü Umare Nesibe binti Kab el-Maziniyye, Uhud gününde sa­vaştı.

Said b. Zeyd el-Ensârî, Ümmü Sa'd binti Sa'd b. Rebi'in şöyle dediği­ni nakleder:

«Ümmü Umare'nin yanına girdim ve ona şöyle dedim:

- Ey teyze, bana haberini anlat. O da dedi ki:

- Gündüzün ilk saatlerinde insanların ne yapacaklarını görmek için dışarı çıktım. Yanımda bir su kabı bulunuyordu. Rasûlullah'ın yanı­na vardım. Ashabının arasındaydı. O esnada galibiyet ve muzafîeriyet Müslüm ani arındı. Müslümanlar yenilgiye uğradıklarında Rasûlul-lah'ın yanına gittim ve bizzat savaşa katıldım. Düşmanları kılıç sallaya­rak ondan uzaklaştırmaya, yayımdan da ok atmaya başladım. Sonunda yaralandım.

Ümmü Sa'd dedi ki:

- Ümmü Umare'nin vücudunda da derin bir yara gördüm ve ona de­dim ki:

- Bu yarayı sana kim isabet ettirdi?

- îbn Kamie isabet ettirdi. Allah onu alçaltsm. İnsanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'dan geri kaldıkları ve onu yalnız bıraktıkları zaman İbn Ka­mie şöyle diyerek geldi: "Bana Muhammedi gösterin. Eğer o kurtulursa ben kurtulmam."

Bunun üzerine ben ve Mus'ab b. Ümeyr ile Rasûlullah'ın yanında sebat edip duran kimselerden bir kaç sahabe, onun karşısına geçtik. İşte bu darbeyi o esnada İbn Kamie bana vurdu. Ben de ona bazı darbeler in­dirdim, fakat Allah düşmanının üzerinde iki zırh vardı.»

İbn İshak dedi ki: Ebu Dücane, Rasûlullah (s.a.v.)'ı korumak için kendisini kalkan, olarak Rasûlullah'ın önünde tutuyordu. Oklar onun sırtına düşüyordu. O da öylece Hz. Peygamber'in üzerine kapanıyordu. Oklar onun üzerinde birikip çoğaldı.

îbn İshak, Asım b. Amr b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), yayından ok attı ve o yayın bir taran kırıldı. Katade b. Numan onu aldı ve o yay, onun yanında kaldı.

îbn İshak, Beni Adiyy b. Neccar'ın kardeşi Kasım b. Abdurrahman b. Rafî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Enes b. Malik'in amcası Enes b. Nadr, Muhacirlerle Ensâr'dan birkaç adamla birlikte duran Ömer b. Hattab ve Talha b. Ubeydullah'm yanma gitti. Savaştan el çekip otur­duklarını gördü. Onlara:

- Niçin oturuyorsunuz? diye sordu. Onlar:

- Rasûlullah (s.a.v.) öldürüldü, dediler. Bunun üzerine Enes:

- Ondan sonra hayatta kalıpda ne yapacaksınız? Kalkınız ve Rasû­lullah'ın yolunda öldüğü dava uğruna siz de ölünüz, dedi.

Sonra müşriklerin karşısına geçti. Onlarla savaştı. Nihayet öldü­rülüp şehid oldu. Enes b. Malik, onun adını aldı.

İbn İshak, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Enes b. Nadr'da o gün yetmiş darbe bulduk, kimse onu tanıyama-dı.Ancak kızkardeşi, parmak uçlarına bakarak onu tanıyabildi.»

îbn Hişam dedi ki: îlim erbabı bazı kimselerin bana anlattıklarına göre, Uhud savaşında Abdurrahman b. Avfın ağzı yaralandı, dişi kırıldı ve yirmi ya da daha fazla darbe ile yaralandı. Bu darbelerden bazısı aya­ğına isabet ettiğinden topal kalmıştı. [10]

 

Fasıl

 

îbn îshak dedi ki: Hezimetten ve insanların: «Rasûlullah (s.a.v.) öl­dürüldü.» demelerinden sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ı tanıyan ilk kişi, Ka*b b. Malik olmuştur. O, şöyle demiştir:

«Peygamber'in gözlerinin miğferin altından ışıldadığını gördüm ve sesimin en yükseğiyle şöyle bağırdım: Ey Müslümanlar topluluğu! İşte Rasûlullah(s.av.) burada! Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)bana: «sus» diye işaret etti.

Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'ı tanıdıktan sonra onu ayağa kal­dırdılar. O, onlarla birlikte boğaza doğru yürüdü. Onunla beraber Ebu Bekir es-Sıddık, Ömer b. Hattab, Ali b. Ebi Talib, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam ve Haris b. Simme ile Müslümanlardan bir topluluk vardı. Allah onlardan razı olsun.

Rasûlullah (s.a.v.), boğaza çıktığı zaman Übeyy b. Halef ona yetişti ve şöyle dedi:

- Ey Muhammedi Eğer sen kurtulursan, ben kurtulmam! Sonunda ashab onu öldürdü.»

İbn İshak dedi ki: Übeyy b. Halef, Mekke'de Rasûlullah (s.a.v.) ile karşılaşırken ona şöyle diyordu:

- Ey Muhammedi Bir silahım var, bir de atım var ki, ona her gün bir ferak (onaltı rıtıllık bir ölçek) yem veriyorum. O atın üstünde seni öldü­receğim.

- Hayır, bilakis inşaallah ben seni Öldüreceğim.

Uhud savaşında boynunda bir tahriş meydana gelmişti. Büyük de­ğildi. Ama içinde kan toplanmıştı. Bu halde Kureyşlilerin yanına döner­ken:

- Vallahi Muhammed beni öldürdü, dedi. Arkadaşları ona:

- Vallahi senin akim gitmiş, sende delilik var, dediler. Übeyy b. Halef:

- Doğrusu Muhammed Mekke'de iken bana, ben seni öldüreceğim, demişti. Allah'a yemin ederim ki, eğer bana tükürseydi yine beni öldü­rürdü, dedi.

Allah düşmanı, Kureyşlilerle birlikte Mekke'ye dönerken Mek­ke'ye altı millik mesafede bulunan Şerif mevkiinde öldü.

İbn İshak'm rivayetine göre bu hususta şair Hassan b. Sabit şöyle demiştir:

«Übeyy, Rasûlullah kendisiyle mübareze yaptığı zaman babasın­dan kalan sapıklığa mirasçı oldu.

Onun yanma çürümüş kemikleri alıp geldin. Onu korkutuyordun. Oysaki sen, o konuda bilgisiz bir kimse idin.

Neccar oğulları, sizden Ümeyye'yi «ey Akil» diye imdad dilediği za­man öldürmüştü.

Rebia'nın iki oğlu, Ebu Cehil'e itaat ettikleri zaman helak olsunlar. Ö ikisinin anasına da, oğullarını kaybetme belası gelsin.

Biz kavmin en semizi ile meşgul olduğumuz zaman, Haris kabilesi az olduğu halde kaçıp kurtuldu.»

Hassan b. Sabit, bir başka şiirinde de şöyle der:

«Acaba benden Übeyy'e bir haber veren var mıdır ki, muhakkak Ce-hennem'in derinine ve uzağına atılmış sındır!

Uzaktan sapıklığı temenni ediyorsun ve eğer gücün yeterse adak­larla birlikte yemin de ediyorsun.

Uzaklardan batıl temennileri diliyorsun. Halbuki küfrün sözü al­danmaya döner.

Gazaplının dürtmesi sana rastgelmiştir. O dürten, evin kerim kişi-sidir. Günahkar ve facir değildir.

O ki, işlerin felaketleri insanların üzerine fazilet ve üstünlük var­dır.»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), boğazın ağzına vardığı zaman Ali b. Ebu Talib çıktı ve kalkanını Mihras suyundan bir miktar su ile dol­durdu. Rasûlullah'a getirdi ki, ondan içsin. Ama o, sudan bir koku geldi­ğini hissetti, hoşlanmadı ve içmedi. Ama onunla yüzündeki kam yıkadı. Başına döktü, o esnada şöyle dedi.

«Peygamber'inin yüzünü kanatan kimseye karşı Allah'ın gazabı şiddetli oldu!»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) ve yanında bulunan ashabı da­ğın boğazında iken bir grup Kureyşli dağa çıktı. O atlı grubun başında Halid b. Velid bulunuyordu. Rasûlullah dedi ki:

«Onların üstümüzde olmaları yakışmaz.» Bunun üzerine Ömer b. Hattab ve beraberindeki Muhacirlerden bir topluluk, Kureyşlilerle sa­vaştı. Nihayet onları dağdan aşağı indirdiler.

Rasûlullah (s.a.v.), dağdaki bir kaya parçasına doğru gitti. Taşın üzerine doğru çıkmak istedi. Fakat yaşlılıktan ötürü vücudu ağırlaş­mıştı. Ayrıca iki zırhda giymişti. Bu yüzden taşın üzerine çıkamadı. Tal­ha b. Ubeydullah altına oturup onu kaldırdı. Böylece taşın üzerine çıktı. Yahya b. Abbad b. Abdullah b. Zübeyr, babası Zübeyr'in şöyle dediğini nakletti: O zaman Talha, Rasûlullah'a bu şekilde yardım etmesinden dolayı Rasûlullah'm şöyle dediğini işittim: «Talha'ya Cennet vacib ol­du.»

İbn Hişam dedi ki: Afra'nm azadlısı Ömer'in anlattığına göre Rasû­lullah (s.a.v.), Uhud gününde kendisim bitkin düşüren yaralardan Ötü­rü Öğle namazım oturarak kılmış, Müslümanlar da ona tabi olarak ar­kasında oturarak namazlarını kılmışlardı.

îbn İshak, Asım b. Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Aramızda garip bir adam vardı. Kimlerden olduğu bilinmezdi. Kendisi­ne Kuzman denilirdi. Ondan bahsedildiğinde Rasûlullah: «Şüphesiz ki o, Cehennemliklerdendir.» derdi.

Uhud günü olduğu zaman şiddetli bir şekilde savaştı. Ve yalnız ba­şına müşriklerden yedi-sekiz kişiyi öldürdü. Kuvvetli ve şiddetli biri idi. Ona darbe isabet etti, yaralandı. Beni Zafer evine taşındı. Müslüman­lardan bazısı ona şöyle demeye başladılar:

- Vallahi ey Kuzman, bugün sen imtihan verdin. Sana müjdeler ol­sun.

Kuzman dedi ki:

-Ne ile müjdeleniyorum? Allah'a yemin ederim ki, ancak, milleti­min onuru uğruna savaştım. Eğer bu anlattığınız şey için olsaydı, savaş­maz dım!

Sonra yarası ağniaşmca, okluğundan bir ok aldı ve kendini okla öl­dürdü.

İnşaallah ileride de anlatılacağı gibi Hayber gazvesinde de bunun gibi bir kıssa varid olacaktır.

îmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak'tan naklen Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah'la birlikte Hayber gazvesinde hazır bulunduk. Müslüman olduğunu söyleyen bir adam için Rasûlul-lah: «Bu, cehennemliklerdendir.» dedi. Savaş başlayınca o adam şiddetli bir şekilde savaştı. Yaralandı. Denildi ki: Ya Rasûlallah, Cehennemlik olduğunu söylediğin adam bugün şiddetli bir şekilde savaştı ve öldü.

Rasûlullah (s.a.v.): «O ateşe gitti.» dedi. Bazıları bundan şüphelen­diler. Bu esnada şöyle bir haber geldi: O adam ölmedi. Ama ağır yaralı­dır. Geceden beri yaralı olarak duruyordu. Ancak yarasına dayanama­dı. Kendini öldürdü. Bunun intihar ettiğim duyan Rasûlullah şöyle bu­yurdu: «Allahu Ekber,şahadet ederim ki, ben Allah'ın kulu ve elçisiyim.»

Sonra Bilal'e emir verdi ve şu duyuruyu yaptırdı: «Cennet'e ancak kendini Allah'a teslim eden Müslüman kişi girer. Ve Allah bu dini facir, günahkar bir adamla da güçlendirir.»

Buharı ve Müslim, bu hadisi Abdürrezzak'tan rivayet etmişlerdir.

İbn ishak dedi ki: Uhud gününde öldürülenlerden biri de Muhayrik idi. Beni Salebe b. Fityan kabilesindendi. Uhud günü olduğunda o şöyle dedi:

- Ey Yahudiler topluluğu! Vallahi biliyorsunuz ki, Muhammed'e yardım etmek üzerinize düşen bir görevdir.

Yahudiler:

- Bugün cumartesidir, dediler. Muhayrik:

- Sizin için cumartesi yoktur, dedi. Kılıcını ve cephanesini alıp sö­züne devamla şöyle dedi:

- Eğer Öldürülürsem mallarım Muhammed'in olur. Dilediği şekil­de mallarım üzerinde tasarrufta bulunur.

Sonra sabahleyin Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitti. Onunla birlikte savaştı ve öldürüldü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): «Muhayrik, Yahudilerin hayırlı sı dır.» dedi.

Süheylî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Muhayrik'e ait yedi bahçeyi Medine'de Allah rızası için vakfetti.

Muhammed b. Ka'b el-Kurzî dedi ki: Muhayrik'in malları, Medi­ne'deki ilk vakıf oldu.

îbn İshak, Husayn b. Abdurrahman b. Ömer b. Sa'd b. Muaz kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Hiç namaz kılmadığı halde Cennet'e giren bir adamı bana söyleyin bakalım. İnsanlar, böyle birini tanımadıkları için bunun kim olacağını Ebu Hüreyre'nin kendisine sordular. O da dedi ki: «Beni Abdüleşhel ka­bilesinden Usayrem ile Amr b. Sabit b. Vakş'dır.»

Husayn dedi ki: Mahmud b. Esed'e sordum:

- Usayrem'in durumu nasıldı? Dedi ki:

- O kendi kavmini İslâm'a girmekten dahi menederdi. Uhud günü olunca fikir değiştirdi. Müslüman oldu. Kılıcını aldı. İnsanların arasına katıldı. Savaştı, yaralandı, yarası kendisini hareket edemez hale getir­di.

Bir ara Beni Abdüleşhel kabilesinden birkaç kişi, savaşta Öldürü­len adamlarını aramaya başladılar. Bir de baktılar ki, Usayrem de ağır yaralı. Dediler ki: «Vallahi bu Usayrem'dır. Onu buraya getirilen sebep nedir? Halbuki biz onu bıraktığımızda o İslâmiyet'i inkar eden bir kimse idi.»

Kendisine sordular:

- Ey Amr (Usayrem), seni buraya getiren sebep nedir? Kavmine olan şefkatinden mi, yoksa İslâm'a olan rağbetinden mi buraya geldin?

Usayrem dedi ki:

- Hayır, bilakis İslâm'a olan rağbetimden buraya geldim. Allah'a ve Rasûlu ne iman edip Müslüman oldum. Sonra kılıcımı alıp Rasûlul-lah'm yanında yer aldım ve yaralanıp bu hale gelinceye dek savaştım!

Çok geçmeden ashabın önünde vefat etti. Durumunu Rasûlullah'a anlattıklarında Rasûlullah şöyle buyurdu: Şüphesiz ki o, Cennetlikler­dendir.»

îbn îshak, babası kanalı ile Beni Seleme kabilesinden bazı yaşlıla­rın şöyle dediklerini rivayet eder: Amr b. Cemuh, çok topal idi. Dört oğlu vardı. Hepside arslanlar gibiydiler. Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte savaş­larda hazır bulundular. Uhud günü oğulları onun Medine'de kalmasını istediler. Ve ona şöyle dediler:

- Şüphesiz yüce Allah seni mazur görüyor. Bunun üzerine o, Rasû­lullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:

- Oğullarım, bu yüzden beni Medine'de bırakmak istiyorlar ve seninle birlikte savaşa çıkmaktan beni menediyorlar. Allah'a yemin ederim ki, bu topallığımla Cennet'e basmayı umuyordum. Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

- Sana gelince, Allah seni mazur görmüştür. Cihad artık senin üze­rine farz değildir.

Rasûlullah aynı zamanda onun oğullarına da şöyle dedi:

- Sizin de onu menetmeniz gerekmez. Umulur ki, Allah, ona şeha-deti nasib eder.

Böylece Amr, Rasûlullah'la birlikte sefere çıktı. Uhud savaşında öl­dürülüp şehid oldu.

İbn îshak dedi ki: Salih b. Keysan'm bana anlattığına göre Hind binti Utbe ve yanında bulunan diğer kadınlar, Rasûlllah'm ashabından olan maktulleri parçalamaya , kulak ve burunlarını kesmeye başladı­lar. Öyleki, Hind, onların kulaklarından ve burunlarından halhallar ile gerdanlıklar edindi. Hind, o hamalları, gerdanlıkları ve küpeleri Cü-beyr b. Mut'im'in kölesi Vahşiye verdi. Sonra Harazanın ciğerini yardı. Onu ağzında çiğnedi, yutamayıp attı.

Musa b. Ukbe'nin anlattığına göre Hamza'mn ciğerini yarıp çıka­ran kişi Vahşi'dir. Vahşi, ciğeri alıp Hind'e verdi. Hind onu çiğnedi ama yutamadı.

Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi ki: Bundan sonra Hind, yüksek bir kayanın üzerine çıktı.Olanca sesiyle bağırarak şöyle dedi:

«Biz Bedir gününe karşı size ceza verdik. Savaştan sonra savaş alevlenicidir.

Utbe'den benim için sabır olmadı. Ne kardeşimden, ne onun amca­sından, ne de Bekir'den.

Yüreğimi soğuttum ve adağımı yerine getirdim. Ey Vahşi, göğsü­mün susuzluğunu giderdin.

Vahşi'nin teşekkürü, üzerime ömrüm boyuncadır. Hatta mezarım­da kemiklerimin çürüyüp dağılmasına kadardır.»

Hind binti Utbe'nin bu şiirine karşı, cevaben Hind binti Usase b. Abbad b. Muttalib şöyle dedi:

«Ey alçaklıklara düşen büyük kafirin kızı! Bedir'de ve Bedir'den sonra alçak ve hakir oldun.

Allah seni beyazlığı uzun olan Haşimilerin fecrinin sabahında, ke­sen her kesici ile ve keskin kılıç ile başını yarsın.

Hamza benim arslanımdır, Ali ise doğanımdır.

O zamandaki Şeybe ve senin baban, bana ihanet olsun diye attılar ve onun göğsünün görünen kısımlarını kanla boyadılar. Senin kötü adağın, adakların en şeıiisidir.»

İbn İshak dedi İd: Beni Haris b. Abdumenafm kardeşi Hüleys b. Zeyyan, Uhud gününde (ki o, o zaman Ehabiş'in lideri idi) Ebu Süfyan'a rastladı. Ebu Süfyan, Hamza b. Abdülmuttalib'in ağzının yanlarına süngünün dip demiri ile vurup şöyle diyordu: «Tad ey asi!» Bunun üzeri­ne Hüleys şöyle dedi:

«Ey Beni Kinane, Bu Kureyş'in efendisidir. Gördüğünüz gibi karşı koymaya gücü olmayan bir ölüye, amcasının oğluna neler yapıyor?»

Bunun üzerine o da dedi ki:

«Yazıklar olsun sana, bunu yaptığımı kimseye söyleme, gizli tut. Çünkü bu, kendime hakim olamayıp yaptığım bir hatadır.»

Ebu Süfyan b. Harb, daha sonra oradan ayrılıp dağın üstüne çıktı. Sonra olanca sesiyle bağırdı ve kendi kendine şöyle dedi:

«Ey Ebu Süfyan! Savaş senden yana evet dedi. Daha fazla ileri git­me. Çünkü savaş dönerlidir. Bir gün sana, bir gün de başkasına güler. Ey Hübel yücel. Senin dinin güçlendi.»

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'da böyle buyurdu:

- Ey Ömer, kalk ve ona cevap ver. Ona şöyle de: Allah daha üstün ve daha yücedir. Savaşımız eşit değildir. Bizim ölülerimiz Cennet'tedir. Si* zinkilerse Cehennem'dedir.

Ömer, Ebu Süfyan'a cevap verdiği zaman, Ebu Süfyan ona şöyle de­di:

-Ey Ömer, hele bana doğru gel! Rasûlullah (s.a.v.)'da Ömer'e dedi ki:

- Ona git, bakalım onun durumu nedir?

Ömer de ona doğru gitti. Ebu Süfyan, ona şöyle dedi:

- Ey Ömer, Allah senin iyiliğini versin. Biz, Muhammed'i öldürme­dik mi?

Ömer dedi ki:

- Allah Allah! Hayır, böyle birşey yok ve şimdi o senin sözünü dinli­yor.

Ebu Süfyan dedi ki:

- Sen benim yanımda îbn Kamie'den daha doğru sözlü ve daha iyi bir adamsın.

Çünkü îbn Kamie, onlara: «Ben Muhammed'i öldürdüm.» demişti. Sonra Ebu Süfyan şöyle seslendi:

- Ölülerinize hakaret olarak burun ve kulakları kesilmiştir. Valla­hi ben buna ne razı oldum, ne kızdım, ne nehyettim, ne de emrettim.

Ebu Süfyan ve berberindekiler oradan ayrılıp uzaklaştıkları za­man şöyle seslendi:

- Gelecek sene buluşma yerimiz Bedir'dir.

Rasûlullah (s.a.v.)'da ashabından bir adama «Evet gelecek sene Be-dir'de buluşalım diye söyle» diye buyurdu.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i gönderdi ve dedi ki: «On­ların izlerini takip et ve ne yaptıklarına, nereye yöneldiklerine, ne kas-dettiklerine bak. Eğer atları yanlarına alıp develere binmişlerse, onlar Mekke'ye gitmeye hazırlanıyor1ardır. Eğer atlara binmişler, develeri önlerinde sürüyorlarsa onlar Medine'ye gitmeyi kastediyorlardır. Nef­sim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, eğer Medine'ye git­meyi kastediyorlarsa, elbette oraya yürüyeceğim. Sonra Elbette onlarla savaşacağım.

Ali dedi ki:

«Ben de onları izlemek üzere çıkıp gittim ki, ne yaptıklarını göre­yim. Onlar atları yanlarına aldılar ve develeri binek edindiler. Mekke'ye doğru yöneldiler.» [11]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/9-10.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/10.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/10-12.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/13-14.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/14-21.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/22-35.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/35-42.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/42-54.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/55-61.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/62-63.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/63-70.