Hz. Peygamberin Uhud Günü Savaştan Sonra Yaptığı Dua. 1

Fasıl 1

Hamza Ve Diğer Uhud Şehidlerinin Üzerine Cenaze Namazı Kılınması 3

Uhud Şehidlerinin Sayısı 10

Fasıl 11

Peygamber (S.A.V.)'İn Yaralı Oldukları Halde Ashabıyla Birlikte, Ebu Süfyan Ve Arkadaşlarını Korkutmak İçin Peşlerine Düşmesi 14

Uhud Savaşıyla İlgili Olarak Mü'minler İle Kafirler Tarafından Söylenen Şiirler. 18

Uhud Savaşıyla İlgili Son Söz. 28

Hicri Dördüncü Sene. 28

Reci’ Gazvesi 29

Amr B. Ümeyye Ed-Damrî Seriyyesi 36

Bir-İ Maune Seriyyesi 39

 

Hz. Peygamberin Uhud Günü Savaştan Sonra Yaptığı Dua

 

îmam Ahmed b. Hanbel, Mervan b. Muaviye el-Fezzarî kanalı ile İbn Rufaa ez-Zürkî rivayet etti İd, onun babası şöyle demiştir: Uhud gü­nü olduğunda müşrikler çekip gittikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) buyur-duki: «Saf halinde dizilin ki, Aziz ve Celil olan Rabbime hamdü senada bulunayım.» Bunun üzerine ashab onun arkasında saf halinde dizildi. O da şöyle dua etti:

«Allahım, bütün hamdler sana mahsustur. Allahım, senin verdiği­ni kısacak kimse yoktur. Senin kıstığını da açıp verecek kimse yoktur. Senin saptırdığını doğru yola hidayet ettirecek yoktur. Senin hidayete erdirdiğini saptıracak kimse yoktur. Senin men ettiğini veren yoktur Senin verdiğini de men edecek yoktur. Senin uzaklaştırdığını yakın kı­lacak yoktur. Senin yaklaştırdığını da uzak kılacak yoktur. Allahım, rahmet, bereket, lütuf ve rızkını bize bol bol ver. Allahım, senden halden hale dönmeyen, zail olmayan, devamlı nimetini istiyorum. Allahım, muhtaçlık gününde nimet, korku gününde de güvenlik istiyorum sen­den. Allahım, bize verdiklerinin şerrinden ve bize vermediklerinin şer­rinden sana sığmıyorum. Allahım, bize imanı sevdir. Onu kalblerimizde süsle, küfrü, fasıklığı ve isyanı bize çirkin göster. Ve bizi doğru yolu bu­lanlardan eyle. Allahım, bizi Müslümanlar olarak öldür. Allahım, bizi Müslümanlar olarak yaşat. Bizi salih kimseler arasına kat. Bizi rüsvay olan ve fitneye düşen kimselerden kılma. Allahım, peygamberlerini ya­lanlayan ve insanları senin yolundan geri çeviren kafirleri öldür. Azap ve gazabım onların üzerine indir. Allahım, kendilerine kitap verilmiş olan kafirleri de öldür, ey hak olan Allah»[1]

 

Fasıl

 

Halk ölüleri ile meşgul olurken, Beni Neccar'm kardeşi Muham-med b. Abdullah b. Abdurrahman b. Ebi Sa'saa el-Mazinî'nin bana an­lattığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Sa'd b. Rebi'in ne yaptığını, diriler içinde mi, yoksa ölüler içinde mi olduğunu görüp bakacak bir kişi var mıdır ki, gelip bana bildirsin?

Ensâr'dan bir adam dedi ki:

-Ya Rasûlallah, ben senin için gidip Sa'd'm ne yapmakta olduğuna bakarım."

Gitti, baktı ve onu ölmek üzere olan maktuller arasında yaralı ola­rak buldu. Adam dedi ki:

"Ona şöyle dedim: « Rasûlullah (s.a.v.), bana senin diriler arasında mı, yoksa ölüler arasında mı olduğunu araştırıp bulmamı emretti."

Sa'db. Rebidediki:

"Ben ölülerin içindeyim. Rasûlullah (s.a.v.)'a benden selam söyle ve ona deki: Sa'd b. Rebi sana şöyle diyor: «Allah bizden yana. Seni ümme­tinden bir peygamber olarak en hayırlı mükafatla mükafaatlandırsın. Kavmime de benden selam ilet ve onlara de ki: Sa'd b. Rebi size şöyle diyor: «Bir an peygamberinize düşmanlar tarafından yol bulunursa, Al­lah katında sizin için hiçbir mazeret kalmaz."

Ensâr'dan olan adam dedi ki: Sonra ölmesine kadar orada kaldım. Rasûlullah (s.a.v.)'a geldim ve durumunu ona anlattım.»

Ben derim M: Sa'db. Rebi'i ölüler arasında arayan kişi Muhamnıed b. Mesleme idi. Çünkü, Muhammed b. Ömer el-Vakidî, bana bu yönde haber vermişti. Muhammed b. Mesleme, ağır yaralı olan Sa'd b. Rebi'e iki kez seslenmiş, ama Sa'd ona cevap vermemiş. Fakat ona: «Rasûlul­lah, senin durumuna bakmam için bana emir verdi.» deyince Sa'd, zayıf bir sesle ona cevap vermiş ve durumunu anlatmış.

"el-îstiab" adlı eserde Şeyh Ebu Ömer demiş ki: Sa'd'ı ölüler arasın­da arayan kişi Übey b. Ka'b'dır. Doğrusunu Allah bilir. Sa'd b. Rebi, Aka­be gecesinde Rasûlullah'a bey'at eden Ensâr temsilcilerinden (nakible-rinden)'dir. Rasûlullah'm Abdurrahman b. Avf ile kardeş kıldığı kimse­dir.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Hamza b. Abdülmuttalib'i aramaya çıktı. Onu vadinin çukurunda, karnı ciğerinin hizasından ya­rılmış ve kendisine hakaret edilmiş, burnu ve kulakları kesilmiş bir hal­de buldu.

Muhammed b. Cafer b. Zübeyr'in bana anlattığına göre Rasûlullah (s.a,v.) şöyle demiştir:

«Gördüğüm o manzarayı müşahede ettiğimde, Safıyye'yi hüzün-lendirmek ve benden sonra bir sünnet olur endişesi olmasaydı, elbette Hamza'yı o halde bırakırdım. Böylece, yırtıcı hayvanların karınlarına ve kuşların kursaklarına girsin. And olsun ki, eğer Allah, Kureyş'e karşı herhangi bir yerde beni muzaffer kılarsa, elbette onlardan otuz kişinin ölüsünün başına aynı şeyleri getireceğim.»

Müslümanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m üzüntüsünü ve amcasına hü-zünlendiğinden dolayı kızdığım gördükleri zaman dediler ki:

«Vallahi eğer Allah bizi herhangi bir zamanda onlara galip kılarsa, Arab'tan hiçbir kimseye yapılmadığı bir şekilde onların ölülerinin

burun ve kulaklarını keseceğiz!»

İbn İshak, Büreyde b. Süfyaıı b. Ferve el-Eslemî kanalı ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder: Bu konuda Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

«Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın aynısı ile mukabele edin. Sabrederseniz andolsun ki bu, sabredenler için daha iyidir.» (cn-Nahl, 126.)

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), affetti ve sabır gösterdi. Bizi ölü­lere işkence etmekten de nehyetti.

Ben derim ki: Bu ayet Mekkidir. Uhud gazvesi ise hicretten üç sene sonra yapılmıştır. Bu ayette Uhud gazvesinde cerayan eden bir hadise arasında nasıl münasebet kurulabilir? Doğrusunu Allah bilir.

Hümeyd et-Tavil'in, Hasen'den naklettiğine göre Semüre şöyle de­miştir: Rasûlullah (s.a.v.), her nereye gelip durdu ve oradan ayrıldı ise mutlaka sadaka vermeyi emretmiş ve ölülere işkence yapmayı menet-mistir.

İbn Hişam dedi ki: Peygamber (s.a.v.), Hamza'nm cenazesi üzerine durup şöyle dedi: «Senin bu durumun gibi hiçbir musibet başıma gelmiş değildir. Ve burası gibi hiçbir yer bana bu kadar sıkıntılı gelmemiş-tir.»Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«Cebrail bana geldi ve haber verdi ki: «Hamza b. Abdülmuttalib, ye­di kat göklerde "Hamza b.Abdülmuttalib, Allah'ın ve Rasûlü1 nün arsla-nıdır." diye yazılıdır.»

İbn Hişam dedi ki: Rasûllüllah (s.a.v.), Hamza ve Ebu Seleme b. Ab-" dil-Esed süt kardeş idiler. Bu üçünü Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe em-zirmiştir. [2]

 

Hamza Ve Diğer Uhud Şehidlerinin Üzerine Cenaze Namazı Kılınması

 

îbn İshak, Miksem kanalı ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

« Rasûlullah (s.a.v.), Hamza'mn getirilmesini emretti. Üzeri bir ku­maş ile örtüldü. Sonra Rasûlullah, onun üzerine namaz kıldı ve yedi tek­bir getirdi. Sonra diğer maktuller birer birer getirildiler. Hamza'nm ya­nma koyuluyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), onların ve onlarla beraber Hamza'mn namazını kıldı. Netice de Hamza'nm üzerine yetmiş iki na­maz kılınmış oldu.» Bu garib bir rivayettir. Senedi zayıftır.

Süheylî dedi ki: Ulemadan herhangi biri böyle birşeyin olduğunu söylemiş değildir.

İmam Ahmed b. Hanbel,Afîan ve Hammad kanalı ile îbn Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:

«Uhud günü kadınlar, Müslümanların arkasında idiler. Müşrik yaralıları tedavi ediyorlardı. Eğer o gün yemin etmiş olsaydım, umarım ki, yeminim yerine gelirdi. Ki, bizden hiçbiri dünyayı istemiyordu. Niha­yet Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Sizden kimi dünyayı, kimi ahireti istiyordu, derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı.» (Âi-i imrân, 152.)

Rasûlullah'm ashabı, kendilerine verilen emre muhalefet edip kar­şı geldiklerinde Rasûlullah (s.a.v.), sadece dokuz kişi ile başbaşa kaldı. Bunların yedisi Eıısâr'dan, ikisi Kureyş'ten idi. Kendisi de onuncuları idi. Müşrikler kendisine hücum ettiklerinde: «Bunları bizden geri püs­kürtecek adama Allah rahmet etsin.» dedi. Yanındaki adamlardan yedi­si öldürülünceye kadar Rasûlullah, hep böyle dedi. Nihayet Rasûlullah yanındaki iki arkadaşına: «Ashabımız bize insaf etmediler.» dedi. Öte yandan Ebu Süfyan gelip:

- Ey Hübel yücel, dedi. Rasûlullah (s.a.v,) buyurdu ki:

- Siz de, Allah daha yüce ve daha üstündür, deyin. Ashab:

- Allah daha yüce ve daha üstündür, dediler. Ebu Süfyan:

- Bizim Uzza'mız var, sizin Uzza'nız yoktur, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Siz de deyin ki, Allah mevlamızdır, sizin mevlanız yoktur. Sonra Ebu Süfyan dedi ki:

- Bugün, Bedir gününe karşılıktır. Bir gün bizim lehimize, bir gün­de aleyhi mi zedir. Bir gün üzülür, bir günde seviniriz. Bizim Hanza-la'mıza karşı sizin de Hanzala'nız gitti. Bizden falan adama karşılık, siz­den de falan adam gitti.

Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

- Hayır, eşit değiliz. Bizim ölülerimiz Cennet'te diri olup Allah'tan rızıklanmaktadırlar. Sizin ölüleriniz ise Cehennem'de azap görmekte­dirler.

Ebu Süfyan dedi ki:

- Sizin ölülerinizden bazısının kulakları ve burunları kesilmiştir. Bu, bizim önde gelen adamlarımızın emri üzerine yapılmış bir iş değil­dir. Ben bunu yapmalarını ne emrettim, ne de yasakladım. Bundan ne hoşlandım, ne de tiksindim. Bu beni ne üzdü, ne de sevindirdi.

tbn Mesud dedi ki: «Ashab baktı ki, Hamza'nm karnı yarılmış, ciğe­ri çıkarılmış. Hind, o ciğeri alıp çiğnemiş ama yiyememişti. Rasûlullah (s.a.v.): «Hind, o ciğerden yedi mi?» diye sordu. Ashab: "Hayır" deyince Rasûlullah dedi ki: «Allah, Hamza'nm vücudunun hiçbir parçasını ateşe sokacak değildir.» Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hamza'mn cesedini getirdi. Üzerine cenaze namazı kıldı. Ensâr'dan bir adam da ge­tirildi. Onun yanı başına konuldu. Onun üzerine de cenaze namazını kıl­dı. Ensâr'dan olan cenaze kaldırıldı. Hamza'nm cenazesi aynı yerde bı­rakıldı. Bir başka adamın cenazesi daha getirilip Hamza'mn yanma ko­nuldu. Onun da üzerine namaz kılındıktan sonra cenazesi kaldırıldı. Hamza'nın ki yine aynı yerde bırakıldı. Böylece o gün Hamza'nm üzeri­ne yetmiş kez cenaze namazı kılınmış oldu.»

Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir ki, bunun se­nedinde Ata b. Saib tarafından zayıflık vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî'nin bu konuda yaptığı rivayet daha sağlamdır. Buna göre Kuteybe, Cabir b. Abdullah'tan şöyle bir rivayette bulunmuştur: Rasû­lullah (s.a.v.), Uhud savaşında Öldürülen Müslümanların cenazelerini ikişerli olarak aynı kefene sarıyor, sonra: «Bunlardan hangisi daha çok Kur'ân okumuştur?» diye soruyor, hangisinin daha çok okuduğu söyle­nirse, önce onu mezara koyuyordu. Ve: «Kıyamet gününde ben bunlar le­hine şahidlik yapacağım.» diyordu. Kanlarıyla defnedilmelerini emre­diyordu. Üzerlerine namaz kılınmadı ve yıkanmadılar.

Bunu Müslim'den ayrı olarak Buharî, yalnız başına rivayet etmiş­tir. Leys b. Sa'd kanalıyla sünen ehli muhaddisler de bunu rivayet etmiş­lerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Cafer kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğim rivayet eder: Peygamber (s.a.v.), Uhud şehidleri hakkın­da şöyle buyurdu: «Onların her yarası ve her kam, kıyamet gününde misk kokusu saçacaktır.» Böyle dedi ve üzerlerine namaz kılmadı.

Vefatından az Önce ve Uhud'tan seneler sonra Rasûlullah'm, Uhud şehidleri üzerine namaz kılmış olduğu sabittir. Nitekim Buharî de, Ukbe b. Amir'in şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), ölülere ve dirilere veda edercesine Uhud gazvesinden sekiz sene sonra Uhud şe­hidleri üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra minbere çıkıp şöyle buyurdu:

«Sizin önünüzde sevab ve ecir vardır. Ve ben de sizin şahidinizim. Sizinle buluşma yerimiz Kevser havuzudur. Ve ben şuradan ona bak­maktayım. Allah'a şirk koşmanızdan korkmuyorum. Ancak dünya hu­susunda bu birinizle rekabete girmenizden korkuyorum.»

Ukbe b. Amir diyor ki: Rasûlullah'ı en son olarak işte orada görmüş­tüm.

el-Ümevî, babası kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

Haberler alabilmek için seher vakti Rasûlullah'm Uhud'da çıktığı yere gittik. Fecir doğunca güçlü, kuvvetli bir adamın şöyle diyerek koş­tuğunu gördük: «Azıcık bekle hele, savaşa Hamel de katılsın.» Bir de baktık ki, o kişi Üseyd b. Hudayr'mış. Biraz bekledik. Baktık ki bir deve geliyor. Bir kadın da iki çuvalın ortasında devenin üzerinde. Yanma yaklaşınca onun Amr b. Cemuh'un karısı olduğunu gördük. Kendisine:

- Ne haber? diye sorduk. Dedi ki:

- Allah, Rasûlullah (s.a.v.)'ı müdafaa etti. Mü'minlerden de şahid-ler edindi:

«Allah, inkar edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadı­lar. Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır.» (cl-Ahzâb, 25.)

Sonra o kadın, devesine: «Çok» dedi. Deve çöktü. O da yere indi. Kendisine: «Bu nedir?» diye sorduk. O da: Kardeşim ve kocamdır, dedi.

îbn İshak dedi ki: Safiyye binti Abdülmuttalib, Hamza'ya bakmak için geldi. Hamza, onun ana baba bir kardeşi idi. Rasûlullah (s.a.v.), Sa-fiyye'nin oğlu Zübeyr b. Avvam'a dedi ki:

- Anam karşıla ve onu geri çevir, kardeşindeki durumu görmesin. Zübeyr, Safîyye'ye dedi ki:

- Ey anacığım! Rasûlullah (s.a.v.), sana geri dönmeni emrediyor. Safiyye dedi ki:

- Niçin? Kardeşimin cesedine hakaret edildiğini işittim. Bu ise Allah yolunda olan birşeydir. Biz buna razıyız. Ecrini ve sevabını Al­lah'tan beklerim. Ve inşaallah sabredeceğim.

Zübeyr, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip ona anasının durumunu haber verdiği zaman, Rasûlullah (s.a.v.):

- Onu serbest bırak, dedi.

Bunun üzerine Safiyye geldi. Hamza'ya baktı, ona dua etti. "İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn", deyip istiğfar etti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hamza'nm defnedilmesini emretti ve defnolundu. Hamza ile birlikte Abdullah b. Cahş ile annesi Ümeyme binti Abdülmuttalib de ay­nı yere defnedildiler. Abdullah b. Cahş'm cesedinin bazı yerlerine haka­ret edilmiş, burnu ve kulakları kesilmişti. Ancak ciğeri çıkarılmamıştı. Allah onlardan razı olsun.

Süheylî dedi ki: Abdullah'a, Allah yolunda burnu ve kulağı kesilen kişi denirdi. Sa'd'm anlattığına göre kendisi ve Abdullah b. Cahş bir dua yapmışlar, bu duaları Allah tarafından kabul edilmişti. Sa'd, müşrik bir süvari ile karşılaşma ve o süvari tarafından öldürülüp üzerindeki eşya­nın yağmalanması için Allah'a dua etmiş ve bu duası kabul edilmişti. Abdullah b. Cahş ise, kendisini bir süvarinin yakalayıp öldürmesini ve Allah yolunda burnunu kesmesini istemişti. Onun bu duası da kabul edilmişti.

Zübeyr b. Bekkar'm anlattığına göre Uhud harbinde kılıcı kmlmış, Rasûlullah ona bir hurma dalı vermiş, hurma dalı Abdullah b. Cahş'ın elinde kılıca dönüşmüş, bu kılıçla savaşmıştı. Sonra bu kılıç, oğulların­dan birinin terekesinde bulunmuş ve 200 dinara satılmıştı.

Buharî'nin sahihinde de geçtiği gibi Rasûlullah (s.a.v.), Uhud savaşında iki ya da üç şehidi aynı mezara hatta aynı kefene koyarak defnedi­yordu. Müslümanlar, yaralı olduklarından her biri için ayrı ayrı mezar kazmak zor olduğundan Rasûlullah bu şekilde müsaade vermişti. Bu durumda şehidlerden hangisi daha çok Kur'ân bilgisine sahip ise önce onu mezara koyuyordu. Birbirleriyle arkadaş olan iki kişiyi aynı mezara defnediyordu. Nitekim Cabir'in babası Abdullah b. Amr b. Haram ile Amr b. Cemuh'u aynı mezara defnetmişti. Çünkü bunların ikisi arkadaş idiler. Rasûlullah, şehidleri yıkamadan, kanları ve yaraları ile defnet­mişti.

İbn İshak, Zührî kanalı ile Abdullah b. Salebe b. Suayr'dan rivayet etti ki: Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde şehidlerin yanından ayrılır­ken şöyle demiştir:

«Bunlara ben şahidim. Allah yolunda yaralanan her bir yaralı kıya­met gününde yarasından kanlar akarak Allah tarafından diriltilecek-tir. Yarasından akan şey, kan renginde olacaktır. Ama misk kokusu sa-, çacaktır.»

Ravi diyor ki: Amcam Musa b. Yesar, bana Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini anlattı:

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Allah yolunda yaralanan kişiyi kıyamet gününde Allah, onun yarasından kan akarak diriltecektir. Ya­rasından akan şey, kan renginde olacak ama misk kokusu saçacaktır.»

Bu hadis, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de vardır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Asım kanalı ile îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:

« Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gününde şehidlerin üzerlerindeki de­mir ve derilerin çıkarılmasını emretti. Sonra şöyle buyurdu: «Onları el­biseleri ve kanlarıyla birlikte defnedin.»

"Sünen" adlı eserinde İmam Ebu Davud, el-Ka'nebî kanalı ile Hi-şam b. Amirin şöyle dediğini rivayet eder: «Uhud gününde Ensâr, Rasû­lullah (s.a.v.)'a gelip:

-Yorulup bitkin düştük, yaralandık. Bize ne yapmamızı emreder­sin? diye sordu.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Mezarı genişçe kazın. İki ya da üç kişiyi aynı mezara defnedin. Denildi ki:

- Ya Rasûlallah, ölülerden hangisini önce defnedelim? Rasûlullah:

- En çok Kur'ân bilenlerini ve okuyanlarını önce defnedin, dedi.» îbn îshak dedi ki: Bir kısım Müslümanlar, maktullerini Medine'ye

taşıyıp onları orada defnetmişler di. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bunu men edip şöyle dedi: Onları vurulup düştükleri yerde defnediniz.

îraam Ahmed b. Hanbel, Ali b. îshak kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:

«Uhud'da babam şehid oldu. Kız kardeşlerim kendilerine ait su ta­şıma devesini bana vererek beni babamın yanma gönderdiler. Ve: «Git, babamız, şu deveye yükle ve onu Beni Seleme mezarlığına defnet.» dedi­ler. Ben de yardımcı arkadaşlarımla birlikte babamın cenazesinin yanı­na geldim. Rasûlullah, Uhud'da oturuyordu. Gelişimizden haberdar ol­du. Beni çağırıp şöyle dedi:

«Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, baban an­cak şehid kardeşleriyle birlikte defnedilecektir.» Bunun üzerine babam, Uhud'daki arkadaşlarıyla birlikte Uhud mezarlığına defnedildi.»

îmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: Uhud şehidleri, bulundukları yerlerden başka yerlere taşındılar. Peygamberin münadisi şöyle ses­lendi: «Ölüleri eski yerlerine geri getirin.»

Ebu Davud ile Neseî, Sevrî kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle de­diğini rivayet etmişlerdir:

« Rasûlullah (s.a.v.), savaşmak için Medine'den çıkıp müşriklerin yamna gitti. Babam Abdullah bana şöyle dedi: «Ey Cabir! Akıbetimizin neye varacağım bilmek maksadıyla sakın Medineli gözlemciler arasın­da bulunma. Doğrusu Allah'a yemin ederim ki, benden sonra kızlarımın kimsesiz kalacaklarına dair bir endişem olmasaydı, senin de gözlerimin önünde şehid olmanı isterdim.»

Cabir diyor ki: Bir ara ben gözlemciler arasında iken baktım ki, ha­lam, babamla dayımı bir deve üzerinde getiriyor.Onları mezarlığımıza defnetmek için Medine'ye getirdim. O esnada bir adam bana yetişti ve şöyle dedi:

«Bilesin ki Peygamber (s.a.v.), şehidleri Uhud'a geri getirip, orada vuruldukları yere defnetmenizi emrediyor.» Ben de onları geri götür­düm. Uhud'da vuruldukları yere defnettim. Ebu Süfyan oğlu Muavi-ye'nin hilafeti zamanında adamın biri gelip bana şöyle dedi: «Ey Abdul­lah'ın oğlu Cabir! Allah'a yemin ederim ki Muaviye'nin adamları, senin babanın cesedini yerden çıkardılar, vücudunun bir kısmı ortada duru­yor.» Gidip babamı defnettiğim şekilde buldum. Hiç değişmemişti. Sa­dece öldürülürken vücudunda meydana gelen değişiklik vardı.»

Buharı, daha sonra Cabir'in babasının borcunu Ödeyişini de anla­tır. Bu rivayet, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de sabittir.

Beyhakî, Hammad b. Zeyd kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle de­diğini rivayet eder: «Muaviye, Uhud savaşından kırk sene sonra bir su kanalını Uhud şehidliğinden geçirmek için teşebbüse geçtiğinde bizden yardım istedi. Biz de şehitliğe gelip şehidleri mezarlarından çıkardık. Onları başka yerlere nakledecektik. Çalışma esnasında kürek, Hamza (r.a.)'nın ayağına isabet etti, ayağından kan hşkırdı.»

İbn îshak'm Cabir'den yaptığı bir rivayete göre O şöyle demiştir: «Onları mezarlarından çıkardık. Sanki dün defnedilmiş gibi idiler.»

Vakidî'nin anlattığına göre Muaviye, Uhud şehidliğinden bir su ka­nalı geçirmek isteyince, tellalı şöyle duyuruda bulundu: «Uhud'da ölüsü bulunan kimse, oraya gelsin.»

Cabir dedi ki: «Mezarlarını kazdık. Babamı sanki eski halinde uyu­makta imişçesine gördüm. Komşusu Amr b. Cemuh'u da kendi mezarın­da gördük. Eli yarasının üzerinde idi. Eli kaldırıldığında yarasından kan fışkırmaya başladı.»

Denilir ki: Uhud şehidliğinde mezarlardan misk kokusu gibi bir ko­ku saçılıyordu. Allah, onların tamamından razı olsun. Bu hadise, defne­dilmelerinden kırkaltı sene sonra vuku bulmuştur.

Buharî, Müsedded kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Uhud savaşma başlanacağı zaman babam, geceleyin beni yanma çağırdı ve şöyle dedi: «Ben kendimi Rasûlullah'ın ashabından öldürüle­cek ilk şahıslar arasında görüyorum. Mutlaka öldürüleceğim. Benden sonra -Rasûlullah (s.a.v.) hariç olmak üzere- nazarımda en kıymetli kişi olarak seni dünyada bırakıyorum. Benim borcum vardır. Borcumu öde. Ve kardeşlerine de iyilikte bulun.»

Sabahladığımızda babamın öldürülen şahısların ilki olduğunu gör­düm. Kendisiyle birlikte bir başkasıda aynı mezara defnedildi. Ama onun bir başkasıyla aynı mezarda kalmasını gönlüm kabul etmedi. Altı ay sonra onu mezarından çıkardım. Baktım ki, ilk defnettiğimiz günkü durumdadır. Sadece kulakları yaralı idi.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Muhammed b. Münkedir, Ca­bir'den rivayet ettiki, Cabir'in babası öldürüldüğünde üzerindeki elbi­seyi çıkarıp ağlamaya başlamış. Rasûlullah (s.a.v.), onu ağlamaktan menederek şöyle buyurmuş:

«Ağlasanda ağlamasanda fark etmez. Siz onun cenazesini kaldmn-caya kadar melekler onu gölgelendirmeye devam edeceklerdir.» Başka bir rivayette anlatıldığına göre Cabir'in halası, onun babasının üzerine ağlamıştır.

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hanz kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediği­ni rivayet eder: «Rasûlullah (s.a.v.), Cabir'e dedi ki:

- Ey Cabir, seni müjdeliyeyim mi?

- Evet müjdele. Allah sana hayır müjdesini versin.

- Duydun mu, Allah senin babanı diriltmiş ve ona şöyle demiş:

- Ey kulum, dile benden ne dilersen, sana vereceğim.

- Ey Rabbim, sana hakkıyla ibadet ettim. Senden dileğim şudur ki, beni tekrar dünyaya gönderesin de peygamberinle birlikte savaşayım ve senin yolunda bir kez daha öldürüleyim.

- Ey kulum, benim ezelde hükmüm şudur ki, hiç kimse dünyaya geri dönemez.»

Beyhakî, Ebu'l-Hasan Muhammed b. Ebi'l-Maruf kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:

« Rasûlullah (s.a.v.), bana bakıp şöyle dedi:

- Ne oluyor bana ki, seni kaygılı görüyorum?

-Ya Rasûlallah, babam öldürüldü. Benim üzerime borç ve çoluk ço­cuk bıraktı.

- Sana anlatayım mı? Cenâb-ı Allah, konuştuğu kimselerle mutla­ka perde arkasından konuşmuştur. Senin babanla ise yüzyüze konuş­muş ve ona şöyle demiş:

- Ey kulum, dile benden ne dilersen, sana vereceğim. Bunun üzeri­ne o:

- Ey Rabbim, senden dileğim şudur ki: Beni tekrar dünyaya gönde-

resin de orada senin yolunda ikinci kez öldürüleyim.

- Ezelde şöyle demişimdir ki, dünyaya hiç kimse geri dönmeyecek­tir.

- Ey Rabbim, bunu benden sonrakilere tebliğ et. Ve onlara bildir. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Bilakis onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar.» (Âi-ilrarân,i69.)

İbn îshak, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki:                            

- Ey Cabir, sana müjde vereyim mi? Ben de:

- Evet ver, dedim.

- Doğrusu senin baban Uhud'da vuruldu. Allah onu diriltti. Ve son­ra ona şöyle dedi:

- Ey Allah'ın kulu, neyi seversin, sana ne yapmamı arzularsın? Bu­nun üzerine baban:

- Ey Rabbim, şunu arzularım ki, beni dünyaya geri gonderesin, se­nin yolunda savaşayım ve bir kez daha öldürüleyim.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medenî kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini de rivayet etmiştir: Allah buyurdu ki:

«Ben hüküm vermişimdir ki, insanlar dünyaya tekrar geri dönme­yeceklerdir.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Yakub kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«Uhud'a katılan Müslümanlardan bahsedilirken, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:

«Vallahi ben isterdim ki, Uhud'a katılan Müslümanlarla birlikte Uhud dağının eteğinde bir akıl aydım.»

Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Uhud'dan geri dönerken yol üzerinde ölü bulu-

nan Mus'ab b. Ümeyr'e uğradı. Yanı başında durdu. Onun için dua etti. Sonra şu ayeti okudu:

«İnananlardan, Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canım vermiş, kimi de beklemektedir...» (ei-Ahzftb, 23.)

Rasûlullah (s.a.v.), bu ayeti okuduktan sonra da şöyle dedi:

«Şahadet ederim İd, bunlar, kıyamet gününde Allah katında şehid-ler dir.

Bunlara gelin ve ziyaret edin. Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, her kim bunlara selam verirse, bunlar da kıyamet gü­nünde onun selamına karşılık vereceklerdir.»

Bu, garib bir hadistir. Übeyd b. Ümeyr'den de mürsel olarak riva­yet edilmiştir.

Beyhakî, Musa b. Yakub kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.), şehidlerin mezarına gelirdi. Şehidliğin girişi­ne vardığında şöyle dedi: «Sabretmenize karşılık size selam olsun. Bura­sı dünyanın en güzel bir sonucudur.» Sonra Ebu Bekir de gelip aynı şeyi yapardı. Ebu Bekirden sonra Ömer de gelip şehidliği ziyaret ederdi. Ömer'den sonra Osman da gelip aynı şekilde Uhud şehidlerini ziyaret ederdi.»

Vakidî dedi ki: Peygamber (s.a.v.), Uhud şehidlerini her sene ziya­ret ederdi. Şehidliğin girişine vardığında şöyle derdi:

«Sabretmenize karşılık size selam olsun. Burası dünyanın güzel bir sonucudur.» Sonra Ebu Bekir, her sene gelip Uhud şehidlerini ziyaret ederdi. Ondan sonra Hz. Ömer ve Hz. Osman da böyle yaparlardı. Rasû­lullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma da Uhud şehidlerinin yamna gelip ağlar ve onlar için dua ederdi. Sa'd'da gelip şehidlere selam verir, sonra arkadaş­larına döner ve şöyle derdi: «Selamınıza karşılık verecek olan bir kavme (yani şu şehidlere) selam vermeyecek misiniz?»

Sonra Vakidî, yukarıda adı geçen kimselerin ziyaretlerini Ebu Sa'd'dan, Ebu Hüreyre'den, Abdullah b. Ömer'den ve Ümmü Sele-me'den nakletmiştir. Allah tamamından razı olsun.

ibn Eb'id-Dünya, İbrahim kanalı ile Attaf b. Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Teyzem bana dedi İd: Bir gün bineğime binip şehidle­rin mezarına gittim, -o hep oraya ziyarete giderdi- Hamza'nın mezarının yamna vardım. Allah'ın bana nasip ettiği kadar namaz kıldım. O vadide ne seslenen, ne de sese cevap veren bir kimse vardı. Sadece bir çocuk var­dı ki, bineğimizin yularım tutmakta idi. Namazımı tamamladıktan son­ra elimi şöyle yaparak: «Esselamü aleyküm» dedim. Yer altından sela­mıma karşılık verildiğini işittim. Bu gerçeği Allah'ın beni yarattığını nasıl biliyorsam öyle biliyorum. Ve yine gece ve gündüzü nasıl biliyor­sam, bu gerçeği de öyle biliyorum. Selamıma karşılık verildiğini işittiğim anda vücudumdaki bütün tüylerimin ürperdiğini hissettim.»

Muhammed b. İshak, İsmail b. Ümeyye kanalı ile İbn Abbas'm şöy­le dediğini rivayet eder:

Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki:

«Uhud gününde kardeşleriniz vurulduklarında Cenâb-ı Allah, on­ların ruhlarını yeşil kuşların karınlarına yerleştirdi ki, o kuşlar Cennet ırmaklarına gidip içer, Cennet'in meyvelerim yer ve Arşın gölgesinde asılı bulunan altın kandillere doğru giderler. Yediklerinin, içtiklerinin ve dinlenme yerlerinin hoşluğunu, güzelliğini görüncede şöyle derler: «Cennet'te diri olup nzıklandığımızı dünyadaki kardeşlerimize kim ha­ber verecek ki, onlar savaştan kaçmasınlar, cihada rağbetsizlik etme­sinler?»

Onların böyle demeleri üzerine yüce Allah şöyle buyurur: Sizin ye­rinize bunu ben onlara haber veririm.

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in şu ayetini inzal buyurmuştur:

«Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Bilakis.onlar Rableri katında diridirler. Ve rızıklanııiar.» (Âl-i İmrân, 169.)

Müslim ile Beyhakî, Mesruk'un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

Abdullah b. Mesud'a şu ayeti sorduk:

«Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın. Bilakis onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar.»

Abdullah b. Mesud, bu ayetle ilgili sorumuza şu cevabı verdi:

«Biz de bu ayeti, Rasûlullah (s.a.v.)'a sorduk. Bize cevaben şöyle bu­yurdu: «Allah yolunda öldürülen kimselerin ruhları yeşil kuşların kar-mndadır. Bu kuşların karnında onlar diledikleri yerlere giderler. Sonra Arş-ı A'lâ'ya asılı kandillere gidip yerleşirler. Onlar bu halde iken Rable­ri onlara şöyle der:

- Benden ne dilerseniz dileyin.

- Ey Rabbimiz, senden ne dileyeceğiz ki, biz Cennet'te dilediğimiz yere gidiyoruz.

Rableri bu sorusunu üç kez onlara tekrarlar. Mutlaka birşey iste­meleri gerektiğini anlayınca şöyle derler:

- Ey Rabbimiz, ruhlarımızı bedenlerimize yerleştirmeni ve bizi tekrar dünyaya göndermeni diliyoruz ki, senin yolunda bir kez daha öl­dürülelim.

Cenâb-ı Allah, onların başka bir dilekte bulunmadıklarını görünce onları yine kendi hallerine bırakacaktır.» [3]

 

Uhud Şehidlerinin Sayısı

 

Musa b. Ukbe dedi ki: Uhud savaşında Muhacir ve Ensâr'dan top­lam kırkdokuz kişi şehid edilmiştir.

Buharî'nin sahihinde Bera'dan nakledilen bir hadiste denilmekte­dir ki, Uhud da Müslümanlardan yetmiş kişi şehid edilmiştir. Doğru­sunu Allah bilir.

Katade, Enes'ten rivayet etti ki, Uhud savaşında Ensâr'dan yet­miş kişi; Bir-i Maune faciasında yetmiş kişi; Yemame savaşında da yetmiş kişi öldürülmüştür.

Hammad b. Seleme, Sabit'ten rivayet etti ki, Enes şöyle demiştir: Uhud gününde yetmiş kişi; Bir-i Maune gününde yetmiş kişi; Mu'te gününde yetmiş kişi ve Yemame gününde de yetmiş kişi öldürülmüş­tür.

Malik, Yahya b. Said el-Ensârî tariki ile Said b. Müseyyeb'in şöy­le dediğini rivayet eder: Uhud ve Yemame savaşı ile Cisr-i Ebi Ubey-de savaşında Ensâr'dan yetmiş kişi öldürülmüştür.

Uhud şehidleri hakkında İkrime, Urve, Zührî ve Muhammed b. İshak da böyle demişlerdir. Buna şu ayette şahadet etmektedir;

«Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğra­yınca mı: «Bu nereden?» dersiniz? Ey Muhammed! De ki: «O, kendi tarafmızdandır.» Doğrusu Allah her şeye Kadirdir.» (ÂH İmrân, 165.)

Yani Bedir gününde Müslümanlar, yetmiş müşriki öldürmüş, yet­miş müşriki de esir almışlardı.

Ibn ishak dedi ki: Uhud savaşında Müslümanlardan altmışbeş kişi öldürüldü. Dördü Muhacirlerdendir ki, adları şöyledir: Hamza, Abdullah b. Cahş, Mus'ab b. Ümeyr ye Şemmas b. Osman.

Diğerleri ise Ensâr'dandır. İbn îshak, bunların adlarım kabilele­rine göre sıralamıştır. İbn Hişam, buna beş kişinin adını daha ekle­miştir ki, buna göre şehidlerin sayısı yetmişi bulmaktadır.

Ibn İshak, müşriklerden de on iki kişinin öldürüldüğünü söyleyip adlarını verir.

Urve dedi ki: Uhud gününde kırkdört (veya kırkyedi) kişi şehid oldu.

Musa b. Ukbe dedi ki: Uhud savaşında kırk dokuz kişi şehid edil­di. O gün müşriklerden de onaltı kişi öldürüldü. Urve ise ondokuz ki­şinin öldürüldüğünü söylemiştir. İbn İshak'a gelince; o, müşriklerden yirmi iki kişinin öldürüldüğünü söylemiştir.

Şafiî'den naklen Rebî şöyle demiştir:

«Müşriklerden Ebu Azze el-Cumuhî'den başkası esir alınmadı. O, Bedir savaşında da esir alınmıştı. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), fîdyesiz olarak onu -bir daha kendisine karşı savaşmamak şartıyla- salıvermisti. Uhud gününde tekrar esir alınınca: «Ya Muhammed, beni kız­larıma bağışlayıp salıver. Tekrar seninle savaşmamak üzere sana söz veriyorum.» demişti. Rasûlullah (s.a.v.) ise, onun bu isteğini reddede­rek şöyle demişti:

«Seni Mekke'de yanaklarını silip, Muhammed'i iki kez aldattım, diyesin diye serbest bırakmam. Rasûlullah daha sonra emir vererek boynunu vurdurdu.»

Bazılarının anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.), o gün şöyle bu­yurmuştur:

«Mü'min kişi, aynı delikten iki defa ısırılmaz.» [4]

 

Fasıl

 

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye doğru gitmek üzere Uhud'dan ayrıldı. Hamne binti Cahş ona rastladı. Bana anlatıl­dığına göre Hamne, halk ile karşılaştığında ona kardeşi Abdullah b. Cahş'm ölüm haberi verildi. O da kardeşi için istiğfarda bulundu. Sonra dayısı Hamza b. Abdülmuttalib'in ölüm haberi ona verildi. Onun için de istiğfarda bulundu. Sonra kocası Mus'ab b. Ümeyr'in ölüm haberi kendisine verilince bağırdı, feryad-u figân etti. Rasûlul­lah (s.a.v) da: «Herşey bir tarafa, kadının kocası bir tarafadır.» dedi. Çünkü kardeşinin ve dayısının ölüm haberini alırken sebat gösterdi­ğini^ kocasının ölüm haberini alırken vaveyla kopardığım görmüştü.

İbn Mace, Muhammed b. Yahya tariki ile İbrahim b. Muhammed b. Abdullah b. Cahş'tan, o da babasından rivayet etti ki, Hamne binti Cahş'a: «Kardeşin öldürüldü.» denildiğinde o: «Allah ona rahmet et­sin.» diyerek «                          » ayetini okumuş, ona: "Kocan öldürül­dü." denildiğinde: "Vay benim başıma gelenler. Vah benim üzüntüle­rim!" diye feryad etmişti.»

Rasûlullah (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurmuştu: «Herşey bir tarafa, kadının kocası bir tarafadır.»

ibn İshak, Abdulvahid b. Avn kanalı ile Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöy­le dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Dinar kabilesin­den bir kadına rastladı ki, onun kocası, kardeşi ve babası Rasûlullah ile birlikte Uhud'da savaşmışlar ve vurulup şehid düşmüşlerdi. Ölüm haberleri ona ulaştığı zaman kadın:

- Rasûlullah (s.a.v.)'a ne oldu? diye sordu.

Dediler ki; Ey falanın anası, o iyidir. Allah'a hamd olsun. O, senin istediğin gibidir. Kadın dedi ki:

- Onu bana gösterin de kendisine bir bakayım.

Rasûlullah ona gösterildi. Onu gördüğü zaman kadm şöyle dedi:

- Senden sonra her musibet küçük kalır.

İbn Hişam dedi ki: Celel kelimesi* hem az, hem de çok anlamına gelir. Kadının bu ifadesinde az anlamına gelmektedir. Nitekim bir şi­irinde İmru'1-Kays şöyle demiştir:

«Beni Esed kabilesi hükümdarlarını öldürdüler ya, Bilesiniz ki, bundan başka her şey celeldir (küçük ve azdır)."

îbn ishak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ailesine vardığı zaman kılı­cını kızı Fatıma'ya verip şöyle dedi:

«Ey kızcağızım, bunun üzerindeki kanı yıka. Allah'a yemin ede­rim ki, bu kılıcım bugün bana sadık çıktı.»

Ebu Talib oğlu Ali de kılıcını Fatıma'ya verip şöyle dedi:

«Ey Fatıma, bu kılıcın üzerindeki kanı yıka. Allah'a yemin ede­rim ki, bu kılıcım, bana sadakat gösterdi.»

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) da şöyle buyurdu:

«Allah'a andolsun ki, şayet sen doğru savaşmış isen seninle bir­likte Sehl b. Hüneyf ve Ebu Dücane de doğru savaşmıştır.»

Musa b. Ukbe de şöyle demiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'nin kılıcının kana boyanmış olduğunu görünce şöyle buyurdu:

«Eğer sen iyi savaşmış isen, Asım b. Sabit b. Ebu'l-Akleh, Haris b. Samme ve Sehl b. Hüneyf de iyi savaşmışlardır.»

Beyhakî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali b. Ebi Talib, Uhud gününde kılıcım getirdi. Kılıcı eğilmişti. Fatıma'ya şöyle dedi: Şu kılıcı al. Bu iyi bir kılıçtır. Bugün beni rahatlattı.»

Rasûlullah (s.a.v.) da buyurdu ki: «Eğer sen bu kılıcınla iyi darbe­ler vurmuş isen, muhakkak Sehl b. Hüneyf, Ebu Dücane, Asım b. Sa­bit ye Haris b. Samme de iyi darbeler vurmuşlardır.»

İbn Hişam dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.)'m bu kılıcı Zülfikar idi.»

Yine İbn Hişam dedi ki: İlim erbabından bir kimse bana haber verdi ki, İbn Ebi Nüceyh şöyle demiştir: Uhud gününde biri şöyle ses­lendi:

«Zülfikar'dan başka kılıç yoktur.»

îbn Hişam dedi ki: İlim ehlinden biri bana şu haberi verdi: Rasû­lullah (s.a.v.), o gün Ebu Talib oğlu Ali'ye şöyle demiştir:

«Allah bize fetih müyesser kıhncaya kadar müşrikler artık bu Uhud gibisini başımıza getiremezler.»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Abdüleşhel yurduna uğradı. Orada bazılarının ağlayıp ölüleri üzerine feryad-u figân ettik-, lerini gördü. Gözleri yaşardı. Sonra şöyle dedi:

«Ama Hamza'nın üzerine kimse ağlamıyor.»

Sa'd b. Muaz ile Üseyd b. Hudayr, Beni Abdüleşhel yurduna döndüklerinde kadınlarına, bir grup kurup Rasûlullah'ın yanına gitmele­rini ve orada amcasının üzerine ağlamalarını emrettiler.

Hakim b. Hakim b. Abbad b. Hüneyf, Abdüleşhel oğulları kabile­sinden bazı adamlardan naklen bana şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.), o kadınların Hamza üzerine ağladıklarını işitince yanlarına vardı. Ka­dınlar mescidin kapısında durup ağlamaktaydılar. Onlara şöyle dedi:

«Geri dönün. Allah size rahmet etsin. Kendiniz bizzat iyilikte bu­lundunuz.»

Rasûlullah (s.a.v.), o gün ölüler üzerine ağlamayı ve feryad-u fi­gan etmeyi yasakladı.

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: Rasûlullah (s.a.v.), Uhud'dan döndüğünde Ensâr kadınları, öl­dürülen eşleri üzerine ağlamaya başladılar. Bunun üzerine Rasûlul­lah (s.a.v): «Ama Hamza'mn üzerine ağlayan kimse yok.» dedi.

İbn Ömer diyor ki: Sonra Rasûlullah uyudu. Uyandığında kadın­ların ağladıklarını işitince şöyle dedi: «Onlar bugün Hamza'mn üzeri­ne ağlayıp feryad ediyorlar.»

İbn Mace, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Abdüleşhel kabilesinden olup, Uhud savaşında şehid dü­şen ölüleri üzerine ağlamakta olan birkaç kadının yanından geçtiğin­de şöyle buyurdu: «Ama Hamza'mn üzerine ağlayan kimse yok!»

Bunun üzerine Ensâr'dan bazı kadınlar, gelip Hamza'mn üzerine ağlamaya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) uykudan uyanıp şöyle buyur­du:

«Yazık onlara, buraya gelmelerinden sonra geri dönmemişler. Ge­ri dönsünler. Bugünden sonra artık hiçbir ölünün üzerine ağlamasın­lar.»

Musa b. Ukbe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Uhud dönüşünde Medi­ne sokaklarına girdiğinde evlerdeki ağıt ve feryad seslerini duyunca: «Bu nedir?» diye sordu. Dediler ki: Bunlar Ensâr kadınlarıdır. Ölüleri üzerine ağlıyorlar.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Ama Hamza'mn üzerine ağlayan­lar yok!» Böyle dedikten sonra Hamza için istiğfarda bulundu.

Rasâlullah (s.a.v.)'m böyle dediğini duyan Sa'd b. Muaz, Sa'd b. Ubade, Muaz b.-Cebel ve Abdullah b. Revaha evlerine döndüler. Me­dine'deki bütün ağıtçı kadınları topladılar ve onlara şöyle dediler: «Vallahi Hz. Peygamberin amcası Hamza üzerine ağlamadıkça Ensâr ölüleri üzerine ağlamıyacaksımz. Çünkü Hz. Peygamber, Medine'de Hamza üzerine ağlayacak bir kadın bulunmadığını söylemiştir!»

Anlatıldığına göre ağıtçı kadınları getiren Abdullah b. Revaha imiş. Rasûlullah (s.a.v.), kadınların Hamza üzerine ağladıklarını işi­tince: «Bu nedir?» diye sormuş; Ensâr'm kendi kadınlarına, Hazma için ağlamalarını emretmiş oldukları kendisine haber verilince o, bunlar için istiğfarda ve hayır duada bulunup şöyle demiş: «Ben bunu istemedim. Ben ağlamayı sevmem.»

Böyle diyerek ölüler üzerine ağlanmasını yasaklamıştı.

Musa b. Ukbe dedi ki: Müslümanların ölüleri üzerine ağlamaları esnasında münafıklar hile ve desiseye başlamış, Müslümanları hü-zünlendirerek Rasûlullah'm etrafından dağıtma gayreti içine girmiş­lerdi. Yahudilerin hile ve desiseleri açıkça ortaya çıkmıştı. Medine tıpkı kazan gibi münafıklık ateşi ile kaynamaktaydı. Yahudiler şöyle demişlerdi:

«Eğer Muhammed peygamber olsaydı, Mekkeliler onu yenemez-lerdi. Ve bu felakete de uğramazdı. Dünya işi ise bazen kişinin lehi­ne, bazen de aleyhine olur.»

Münafıklar da Yahudiler gibi söylemişler ve Müslümanlara şöyle demişlerdi:

«Eğer bize uysaydınız, bu felaket başımıza gelmezdi.»

Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı Kerîm'inde, itaat edenlerin itaati, müna­fıklık edenlerin münafıklığı ve Müslümanların Ölülerinden ötürü ta­ziye edilmeleri hakkında şu ayeti inzal buyurdu:

«Ey Muhammed! Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bi­lir.» (ÂHİmrân, 121.)

Bu ve bundan sonraki ayetler, hep bu konuya değinmektedirler. Bununla ilgili açıklamayı tefsirimizde verdik. Hamd ve minnet Alla-hadır. [5]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Yaralı Oldukları Halde Ashabıyla Birlikte, Ebu Süfyan Ve Arkadaşlarını Korkutmak İçin Peşlerine Düşmesi

 

Rasûlullah, onları takibe çıkıp Hamrau'1-Esed mevkiine kadar gitti. Orası Medine'ye sekiz millik mesafede olan bir yerdir.

Musa b. Ukbe, Uhud vak'asmı anlattıktan ve Rasûlullah (s.a.v.)'-m Medine'ye dönüşünü hikaye ettikten sonra şöyle der:

«Mekke halkından bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah, Ebu Süfyan ve arkadaşlarının durumunu ona sordu. O da şöyle anlattı:

"Yanlarına vardım. Birbirlerini kınayıp şöyle dediklerini işittim: Müslümanlara birşey yapamadınız. Güçlerini kırdınız ama daha da hiddetlendirdiniz. Köklerini kazımadan bıraktınız. Size karşı tekrar ordu kurabilecek liderlerini hayatta bıraktınız!"

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) -sahabelerin bir kısmı ağır yaralı oldukları halde- düşmanı takip etmek için yola çıkma emrini ver­di ki, müşrikler bunu duysunlar. Bu emri verdikten sonra: "Ancak sa­vaşta hazır bulunmuş olanlar benimle gelsin." dedi. Abdullah b. Übey;

- Ben de seninle birlikte geleceğim, deyince Rasûlullah:

- Hayır, dedi.

Emri duyan ashab, Allah ve Rasûlüne icabet ettiler, içinde bulun­dukları belaya aldırış etmeksizin hemen yola çıktılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve peygamberin çağ­rısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir

Vardır.» (Âl-i İmrân, 172.)

Cabir, babasının Medine'de, kendi kız kardeşlerinin yanında kal­masını kendisine emretmiş olduğunu Rasûlullah'a hatırlatınca, Rasû­lullah, Medine'de kalması için Cabir'e izin verdi.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), düşmanın peşine düştü. Ham-rau'1-Esed mıntıkasına kadar gitti.

İbn Lehia, Ebu'l-Esved ve Urve b. Zübeyr'den de bu şekilde riva­yetler gelmiştir.

Muhammed b. İshak, "Megazi" adlı eserde şöyle demiştir: Uhud savaşı, şevval ayının ortasında cumartesi günü yapıldı. Şevval ayın­dan onaltı gece geçtikten, yani Uhud savaşından bir gün sonra Rasû­lullah (s.a.v.)'m müezzini, düşmanın yakalanması için takibe çıkıla­cağım halka ilan etti. Müezzin; «Dün bizimle beraber olanlardan baş­kası yola çıkmasın» diye duyuruda bulundu. Cabir b, Abdullah da Ra­sûlullah (s.a.v.)'la konuştu. Onun Medine'de kalmasına izin verildi. Rasûlullah (s.a.v.), sadece düşmanı korkutmak ve onları yakalamak için çıktığını bildirmek, kendisinde bir güç bulunduğunu zannetmele­rini, aldıkları darbelerin ve maruz kaldıkları musibetin kendilerini düşmandan korkutmadığını bildirmek için yola çıktı.

İbn İshak, Abdullah b. Harice b. Zeyd b. Sabit kanalı ile Beni Ab-düleşhel kabilesinden bir adamın şöyle dediğim rivayet etmiştir:

«Uhud'da Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte ben ve benim bir kardeşim hazır bulunduk. Yaralı olarak döndük. Rasûlullah'm müezzini, düş­manı kovalamak maksadıyla yola çıkmak üzere toplanmamız çağrı­sında bulununca kardeşime dedim ki veya o bana dedi ki:

- Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte yapılacak bir gazveyi kaçırır mı­yız? Vallahi bizim binecek bir hayvanımız da yok. Biz de ağır yaralı­yız.

Böylece Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte yola çıktık. Ben daha az ya­ralı idim. Yarası ağırlık verdiği zaman kardeşimi kah sırtımda taşı­dım, kah yürüdü. Nihayet Müslümanların vardıkları yere vardık.»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) yola çıktı. Nihayet Ham-rau'1-Esed mevkiine vardı. Orası Medine'ye sekiz millik mesafedeki bir yerdir. Orada pazartesi, salı ve çarşamba günleri boyunca ikamet etti. Sonra Medine'ye döndü.

İbn Hişam dedi ki: Bu süre zarfında yerine vekil olarak Medine'­de İbn Ümmü Mektum'u bıraktı.

İbn İshak dedi ki: Bana Abdullah b. Ebi Bekir anlattı ki, Huzaalı-lar Müslümanıyla da, kafiliyle de Rasûlullah'm Tihame'deki sırdaşla­rı idiler. Onunla beraber ittifak ettiler. Buna göre Tihame'de olan hiç­bir şeyi ondan gizlemeyecekler. Evet, Abdullah b. Ebi Bekr'in bana anlattığına göre Mabed b. Ebi Mabed el-Huzaî, o gün müşrik olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma Hamrau'l-Esed'e gelip şöyle dedi:

- Ey Muhammed! Vallahi başına gelen bu hal bizim ağrımıza git­ti. Biz, Allah'ın onlar içinde seni kurtarmasını istiyorduk.

Sonra Mabed, Rasûlullah (s.a.v.)'m, Hamrau'l-Esed'de bulunduğu bir sırada çıkıp gitti. Revha'da Ebu Süfyan b. Harb ve beraberindeki adamlara rastladı. Onlar, Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabının üzerine ge­ri dönüp saldırmaya karar vermişlerdi ve kendi aralarında şöyle di­yorlardı:

«Biz, onun ashabının gücünü kırdık. Felaket, onların eşrafına, yi­yeceklerine isabet etmiş iken, köklerini kurutmadan döndük, gidiyo­ruz. Andolsun ki, onların kalanlarına da saldıracağız ve onlardan ta-mamiyle kurtulacağız.»

Ebu Süfyan, Mabed'i görünce dedi ki:

- Ey Mabed, senin ardında ne var?

-  Muhammed, ashabıyla birlikte yola çıkmış. Öyle bir toplulukla sizi arıyor ki, şimdiye kadar onun mislini hiç görmedim! Size karşı Öf­ke ateşiyle yanıyorlar. Öyle ki, onunla birlikte sizin gününüzde on­dan geriye kalan kimseler toplanmış ve yaptıklarına pişman olmuş­lar. Onlarda size karşı mislini görmediğim şiddetli bir kızgınlık vardı.

- Yazıklar olsun sana, neler diyorsun?

- Vallahi onlara saldırmaya azmettik ki, geride kalanlarının da kökünü kazıyalım.

- Seni bundan men ederim. Sakın böyle yapmayasm. Vallahi gör­düğüm şey, beni onlar hakkında birkaç beyit şiir söylemeye sürükle­di.

- Ne söyledin?

- Şunu söyledim:

«Nerede ise binek hayvanın, seslerden, askerlerin seslerinden onun çokluğundan korktuğu için düşüyordu.

Zira yer iyi nitelikli atlarla ve toplulukların atlılarıyla akıp gidiyordu.

Karşılaşma esnasında ne kısa olan, ne süngüsü veya kalkanı olan ne de kendileriyle beraber silahı olan üstün nitelikli aslanlarla koşu­yorlar.

Bu sebeple, yardımsız bırakılmayan bir reis ile yükselip yukarı kalktıkları zaman, yerin eğildiğini zanneder olduğum halde yürüme­ye devam ettim. Ve dedim ki:

Sizinle karşılaşan İbn Harb'e (yani Ebu Süfyan'a) yazık! Vay onun haline! Yerin enginleri bir sınıf insanlarla hareket ettiği zaman,

Güneşe çıkan Mekke halkını ben korkutucuyum, onlardan aklı olan ve makul olan her kimse için korkutucuyum.

At ve insan toplulukları değersiz olmayan kimseleri, Ahmed'in ordusu ile korkuturum.

Hükümdar ile korkuttuğum şey, nitelenecek gibi değildir.»

Ravi diyor ki: Bu, Ebu Süfyan ve beraberindekileri övdü. Ebu Süfyan'a Abdul-Kays kabilesinden bir kervan rastladı ve on­lara şöyle dedi:

- Nereye gitmek istiyorsunuz?

- Medine'ye gitmek istiyoruz.

- Niçin?

- Yiyecek almak istiyoruz.

- Acaba siz benden Muhammed'e, sizinle göndereceğim bir haberi ulaştırır mısınız? Onu yerine getirdiğiniz zaman yarın size Ukaz pa­nayırında develere kuru üzüm yükleyip veririm.

Kervandakiler Ebu Süfyan'm bu teklifini kabul ettiler. Bunun ü-zerine Ebu Süiyan onlara şöyle dedi:

"Bu haberi yerine ulaştırdığınız zaman, Muhammed'e haber verin ki, biz onun ve ashabının üzerine gelmeye kesinlikle karar verdik ki, kalanlarını da yok edelim."

Bunun üzerine kervan, Rasûlullah (s.a.v.)'a Hamrau'1-Esed mev­kiinde rastladı ve ona Ebu Süfyan'ın söylediklerini haber verdiler. O da dedi ki:

"Allah bize yeter, o ne güzel vekildir!"

Hasan-ı Basrî de böyle bir rivayette bulunmuştur.

Buharî, Ahmed b. Yunus kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Allah bize yeter, o ne güzel vekildir» sözünü ateşe atıldığı esna­da İbrahim peygamber söylemiştir ve yine kendisine: «İnsanlar size karşı bir ordu topladılar. Onlardan korkun.» dendiği zaman, Rasûlul­lah (s.a.v.) bu sözü söylemişti. «Bu, onların imanını artırdı da: «Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.» dediler.

Buharî'nin rivayetine göre Hz. Aişe:

«Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve peygamberin çağ­rısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.» (Âl-i imrân, 172.) ayet-i kerimesi ile ilgili olarak Urve'ye şöyle de­miştir: «Ey kardeşimin oğlu, senin ataların Zübeyr ile Ebu Bekir, bu ayette sözü edilen kimselerdendir. Çünkü Uhud gününde Rasûlullah (s.a.v.) yaralanınca müşrikler artık Mekke'ye dönmüşlerdi. Ama Ra­sûlullah, onların tekrar geri dönüş yapmalarından korkmuş ve: «Bun­ların peşi sıra kim takibe çıkar?» diye teklifte bulunmuştu. Onun bu teklifine sahabelerden yetmiş kişi icabet etmişti, icabet edenler ara­sında Ebu Bekir ile Zübeyr de vardı.»

Bu, gerçekten garip bir ifadedir. Çünkü Megazi âlimleri nezdinde meşhur olan görüşe göre Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hamrau'1-Esed mevkiine kadar müşrik ordusunu takip eden kimseler, Uhud savaşı­na katılmış olan kimselerin tamamı idi. O savaşa katılanlar da önce­ki sayfalarda anlatıldığı gibi 700 kişi idiler. Bunlardan yetmiş kişi şe-hid edilmişti. Geriye kalanların tamamı Rasûlullah'la birlikte düşma­nı takibe çıkmıştı.

İbn Cerir, Avfî tariki ile ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Uhud gününde Cenâb-ı Allah, bunca olup bitenden sonra Ebu Süfyan'm kalbine korku salmıştı. Bunun üzerine o, Mekke'ye dön­müştü. Uhud vak'ası şevval ayında olmuştu. Tüccarlar, zilkade ayın­da Medine'ye gelir, her sene bir kez küçük Bedir'de konaklarlardı. Yi­ne tüccarlar Uhud vak'asmdan sonra gelmişlerdi. Müslümanlar dar­be almışlardı. Yara ve darbelerinden durumlarını Rasûlullah'a arze-dip şikayette bulunmuşlardı. Uğradıkları musibet ağırdı. Rasûlullah (s.a.v.), kendileriyle birlikte yola çıkıp düşmanın peşine düşmek için insanlara çağrıda bulundu ve bize dedi ki:

- Şimdi yola çıkıp göçünüzü hazırlar, hacca gelirsiniz, ama gele­cek sene böyle yapmaya güç yetiremezsiniz.

Şeytan gelip kendi dostlarını korkutarak: «Düşmanlarınız size karşı ordu hazırlamışlardır» dedi. Bunun üzerine insanlar Rasûlul­lah'la birlikte yola çıkmaya yanaşmadılar. Ama o:

- Bir kişi bile benimle gelmese ben yine gideceğim! dedi.

Onun bu çağrısına Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde, İbn Mesud ve yetmiş kişiyle birlikte Hüzeyfe icabet etti. Ebu Süfyan'ı ele geçirmek için yola çıktı­lar. Safra'ya vardıklarında Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve peygamberin çağ­rısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir

Vardır» (Âl-i İmrân, 172.)

Bu da garib bir rivayettir.

İbn Hişam, Ebu Ubeyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ebu Süfyan b. Harb, Uhud gününde savaş tamamlandıktan sonra Medi­ne'ye dönmek istedi. Safvan b. Ümeyye ise onlara şöyle dedi:

- Böyle yapmayın! Çünkü karşınızdaki kavim aşın derecede öfke­lenmiştir. Korkarız ki, bu savaştan daha başka bir savaş olur. Geri dönün!

Onun bu uyarısı üzerine Kureyşliler, Mekke'ye geri döndüler. Peygamber (s.a.v.), Hamrau'i-Esed mevkiinde iken Kureyşlilerin geri dönmeye niyetlendiklerini duyunca şöyle dedi:

- Nefsim kudret elinde bulunan Zat'a yemin ederim ki, eğer onlar geri dönselerdi, onlar için (melekler tarafından atılacak) taşlar hazır­lanmıştı ve sanki dünden yok olmuş gibi olacaklardı.

Ravi diyor ki: Rasûhıllah (s.a.v.), Hamrau'1-Esed mevkiinden Me­dine'ye dönmeden önce Muaviye b. Muğire b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Abdi Şems'i yakaladı. Bu, Abdülmelik b. Mervan'm dedesidir. Yani Muaviye kızı Ayşe'nin babasıdır. Rasûlullah bunun yanısıra bir de Ebu Azze el-Cumahî'yi yakalamıştı. Rasûlullah (s.a.v.), bunu Bedir'de esir etmişti. Sonra ona ihsanda bulunup öldürmemişti. O şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, beni bırak. Rasûlullah (s.a.v.) ise şöyle dedi:

- Vallahi bundan sonra artık sen Mekke'de yanaklarını okşayıp Muhammed'e iki kere hile yaptım diyemeyeceksin! Ey Zübeyr, boynu­nu vur!

Zübeyr de onun boynunu vurdu.»

İbn Hişam, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Muhakkak ki bir mü'min aynı delikten iki kere ısırılmaz. Ey Asım b. Sabit, onun boynunu vur.»

Asım b. Sabit de onun boynunu vurdu.

İbn Hişam dedi ki: Muaviye b. Muğire b. Ebu'1-As'a Hz. Osman, üç gün süre ile eman verdi. Bu üç günden sonra Medine'de ikamet et­meyecekti. Süre dolduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), Zeyd b. Harise ile Ammar b. Yasir'i gönderdi ve onlara şöyle dedi:

«Onu falan yerde bulacaksınız ve öldüreceksiniz.»

Onlar da kendilerine verilen emri yerine getirdiler.

İbn İshak dedi ki: « Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman Abdullah b. Übey b. Selül için öyle bir makam vardı ki, her cuma gü­nü hiç kimseden itiraz gelmeksizin o, o makamda otururdu. Şahsı ve kavmi bakımından inkar edilmez bir şerefi vardı. Kavmi arasında şe­ref ve itibar sahibi bir kimse idi. Rasûlullah (s.a.v.), cuma günü in­sanlara hutbe okur iken oturduğunda, Abdullah kalkıp şöyle derdi:

-  Ey insanlar, bu Rasûlullah'dır. Sizin aranızdadır. Allah sizi o-nun vasıtasıyla kıymetlendirdi. Onun vesilesiyle aziz kıldı. O halde ona yardım ediniz. Onu tazim edip saygı gösteriniz. Onu dinleyiniz ve ona itaat ediniz.

Böyle dedikten sonra otururdu.

Nihayet Uhud günü olduğu zaman kötülük yaptı. Halkı Uhud sa­vaşından geri çevirdi ve eskiden yaptığı gibi yine Rasûlullah hutbe okurken, kalkıp onun hakkında aynı sitayişkar sözleri söyledi. Bunun üzerine Müslümanlar, kalkıp onun elbisesinin ucundan tutarak ken­disine şöyle dediler:

- Otur ey Allah'ın düşmanı, sen buna ehil değilsin. Sen yapacağı­nı yaptın!

O da insanların boyunlarına basarak mescidden dışarı çıktı. Çı­karken şöyle diyordu:

- Vallahi sanki büyük birşey söyledim. Kalktım, onun işini takvi­ye ettim.

Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam, mescidin kapısı önünde ona rastladı ve şöyle dedi:                                                         

- Sana ne oldu? Yazık sana!

- Kalktım, Muhammed'in işini takviye ediyordum. Ashabından bazı adamlar yerlerinden fırlayıp beni çekiştirdiler ve beni kınayıp azarladılar. Sanki kötü birşey söylemişim gibi bana fena muamele yaptılar. Aslında ben, Muhammed'in işini takviye etmek istemiştim.

- Yazık sana! Dön, Rasûlullah (s.a.v.), senin için istiğfar ediyor,

- Vallahi benim için istiğfar etmesini istemiyorum.»

İbn İshak, daha sonra Uhud kıssası hakkında nazil olan Âl-i İm-rân sûresinin ayetlerinden bahsetmiştir:

«Ey Muhammedi Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bi­lir.» (Âi-i îmrân, 121.) Bu ayetten bahsederken İbn İshak şöyle der: Uhud hadisesi hakkında bu sûrede altmış ayet nazil olmuştur.

Böyle dedikten sonra da, bu ayetlerin açıklamasından bahseder.

Biz tefsirimizde bu konuda yeterli açıklamada bulunduk.

İbn ishak, daha sonra Uhud şehidlerinden bahsetmeye başlamış, onları kendi adları, babalarının adları, kabilelerinin adlarına göre sı­ralamıştır. Çünkü onun âdeti böyledir.

ibn İshak, Muhacirlerden dört kişinin; Hamza, Mus'ab b. Ümeyr, Abdullah b. Cahş ve Şemmas b. Osman'ın şehid olduğunu; Ensâr'dan da altmışbeş kişinin şehid olduğunu ifade etmiştir. İbn Hişam ise, bunlara beş kişinin daha adını eklemiştir. Böyle olunca; İbn Hişam'a göre Ensâr'dan Uhud savaşında şehid olanların sayısı yetmişi bul­maktadır.

İbn İshak, Uhud savaşında öldürülen müşriklerin yirmiiki kişi ol­duklarım söylemiş ve kabilelerine göre adlarını sıralamıştır.

Ben derim ki: Şafiî ve diğerlerinin de anlattıkları gibi Uhud sava­şında Ebu Azze el-Cümahî'den başka esir alınan bir müşrik yoktur. Rasûlullah (s.a.v.), onu kendi huzurunda Zübeyr'e emir vererek öl­dürtmüştür. Denildiğine göre onu Asım b. Sabit b. Ebi'1-Eflah öldür­müştür. [6]

 

Uhud Savaşıyla İlgili Olarak Mü'minler İle Kafirler Tarafından Söylenen Şiirler

 

Burada Önce kafirlerin, daha sonrada Müslüman şairlerin şiirle­rini nakledeceğiz ki, daha tesirli, kulak ve zihinleri daha çok etkilesin ve sapık kafirlerin şüphelerini de daha kesin bir şekilde ortadan kal­dırsın.

İmam Muhammed b. İshak dedi ki: Uhud günü hakkında söyle­nen şiirlerden biri, Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mahzumî'nin şiiridir. O kendi kavmi olan Kureyşlilerin dini üzerinde iken bu şiirini söylemiş­tir. Şöyle ki:

«Elem verici kederin durumu nedir ki, beni gece Hind'in dostları­na götürür oldu.

İşler Hind'i meşgul ederken, Hind gece beni kınadı ve kınamaya da devam etti.

Oysa ki harpten beni onun mevalisi alıkoydular. Biraz bekle, Seni ayıplama. Çünkü benim huyumun ne olduğunu sen bilirsin ki, ben onu gizleyecek değilim.

Beni çok sevmeleri sebebiyle Kab oğullarına itaatkarım. Onlara muvafakat eder, hareketlerine uyarım.

Ağır yükün hamalıyım. Kendilerini zahmet ve sıkıntı ile taşıdı­ğım ağır yüklerinde hamalıyım.

Güzelliğinden dolayı herkesin bakıp beğendiği uzun adımlar a-tan, koştuğu zaman sanki yazar gibi olan atlarla yanşan bir atın üs­tünde silah taşıdım.

Sanki o koştuğu zaman geniş bir çöldeki vahşi bir eşektir de, vah­şi eşekler topluluklarına kavuşmuş, onları himaye ediyor.

Avec, atın soyundan olup onun için meclis sevinç duyar.

Tıpkı tepeleri yükselmiş, dalları çok olan bir hurma ağacının dal­ları gibidir.

Kılıcı ve sallanan süngüyü, karşılaştığım hadiselere karşı hazır­ladım.

Bu ve zırh, derin su gibi sağlamca bana bağlandı, böylece ayıplan görünmüyor.

Kinane'yi sağ yandaki topraklardan geniş beldeler boyunca onun sevk ettiği yerlere sevk ettik...

Kinane dedi ki: Bizi nereye götürüyorsun? Dedik ki;

Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'sinin yakınındaki bir çeşmenin yanı­na götürüyoruz.

Bunun üzerine oraya ve oradakilere yöneldiler.

Biz o günde Uhud dağının dibindeki süvariler idik.

Mââd korktu, biz dedik ki, oraya geliyoruz.

Gördükleri vuruşmadan, hızlı kesen kılıçtan ve bunların parçala-nndan korktular.

Sonra biz, sanki buzlu bir bulut olarak yürüdük.

Neccar oğullarının öldürülen kuşu kalkmış, onlara ağlıyordu.

Sanki onların başlan, savaş esnasında, deve kuşlarının yumurta­larının üst kabuklanndan birer parçadır ki; deve kuşlan onu yumurt­lama yerlerinden öteye atarlar.

Veya bir Ebu Cehil karpuzudur ki, rüzgar onu eskimiş dallar üs­tünde hareket ettirir. Toprağı ve kumlan yerinden söken rüzgarlar onun bir sağından, bir solundan, bir arkasından, bir önünden esmek­tedirler.

Malı hesapsız olarak bolca döküp sarfetmişizdir ve atlan, sağın­dan ve solundan gözlerinin yaş mecrasından dürteriz.

Bir gecede ki, onları boğazlayan işkembe ile ısınıyor, davet edici zenginlere özgü verilmiş bir davet veriyor.

Yağmurlu bir cemadi gecesinde, cemâdi bir kıtlıkta gece yürür ol­duğum halde, o gece soğuktan köpek bir kereden başka havlamaz.

Yılanlarda bir kereden başka yerde sürünmezler, o gecede ihtiyaç sahipleri için alevli bir ateş yaktım.

Tıpkı bir yıldınm gibi ki, himaye ettiğim büyük işlere ışık tutucu oldu.

İşte Amr ve ondan önce onun babası, bunu bana miras bıraktı. Onlan kat kat pahalı kılıyordu.

Yıldızlann batmaya yöneldikleri yerlere sataşırlar, onlarla yan­sırlardı. Onlann çalışmalan, iyi işleri yüksek mertebelerden geri kal­mazdı.»

İbn İshak dedi ki: Hassan b. Sabit, bu şiire cevap verdi.

İbn Hişam dedi ki: Bu cevabî şiir, Ka'b b. Malik ve diğerlerine ait­tir.

Ben derim ki: İbn İshak'm söylediği daha meşhur ve daha yaygın­dır. Doğrusunu Allah bilir. Cevabî şiir şöyledir:

«Kinane'yi sefihliğinizden, bilmeyerek Rasûl'e doğru sürdünüz, Allah'ın askeri ise onu zelil kılacaktır.

Güneşin doğduğu bir sırada onu ölüm havuzlarının başına getir­diniz.

Ateş, onun vaad olunduğu yerdir. Öldürülmek ise ona rastlaya­caktır.

Onları, şerefli olmayan soyu, Arap olmayan kimselerden topladı-nız.

Onlar, küfrün önderleridirler ki, onların büyüklük taslayanları ve azgınları sizi aldattılar.

Öldürülüp su kuyusuna atılanları öldürdükleri zaman, Allah'ın atlıları ile ve o müşrik ölüleri kuyuya atanlardan ibret almadınız mı?

Nice esirler vardır ki, biz onların bağlarını kendilerinden fidye al­maksızın ve boyunlarını vurmaksızm çözüp serbest bıraktık.

Böylece biz onların velinimetleri olduk.»

İbn İshak dedi ki: Ka'b b. Malik, Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mah-zumî'ye cevaben başka bir şiirinde de şöyle demiştir:

«Acaba Gassan ve başkalarına bizden sarsıntılı bir rüzgar gelme­di mi?

Çöller ve yüksek dağlar gibi, sanki onların uzaktan siyaha çalan renkleri sakin, kesintili bir tozdur.

Onunla kuvvetli ve şiddetli develer zayıflar ve onunla senelerin yağmuru boşalır ve bollaşır.

Onunla hasretlilerin kokmuş ölü cesedlerinin kemiklerindeki ilik­leri gözükür.

Tüccarın yayılmış nakışlı ketenleri göründüğü gibi.

Onunla vahşi sığırlar ile karınları beyaz, sırtları siyah öküzler bölük bölük yürürler ve deve kuşunun yumurtasının üst kabuğu yarı­lır.

Dinimizi savunmak için kılıç vuranlarımız, kendilerinde uçları parıldayan kılıçların ve silahların bulunduğu her bir usta, beceri sa­hibi büyük askeri kıtalardır.

Dokunuşu sağlam, halkaları küçük ve birbirine yakın, sesleri işi­tilmeyen, saklandığı yerlerindeki her zırhı, giyildikleri zaman sanki içleri su ile dolu derin çukurlardır.

Ama Bedir'de sordular ki, insanlardan kimlerle karşılaştınız, gaybi haberler fayda verirler.

Biz korkunç bir yerdeydik ki, eğer başkaları oralı olsaydı, elbette gece çekilip kaçarlardı.

Bizden binekli biri geldiğinde onun sözü şu olurdu:

İbn Harb'ın (Ebu Süiyan'm) sevkettiklerine ve topladıklarına kar­şı hazırlanın!

Bize yaptıkları, insanları ilgilendiriyorsa, biz diğer insanlardan fazla onun yaptıklarına güç yetiririz.

Eğer yer sakinleri bizden başkasına hile yapsalar, toplanıp ayrıl­sınlar, kılıçlarla vuruşuruz.

Korkutulmadan hiçbir kabile bize üstün kalamaz. (Medine dışın­daki) Irz mevkiinde binaları kurulduğu zaman bizim hayırlılarımız dediler ki: Irz'ı korumadan niçin ekin ekiyoruz?

İçimizde Rasûlullah var ki, bir söz söylediğinde hiç beklemeden emrine itaat ederiz.

Onun yanma Allah katından Cebrail iner ve tekrar göklere yük­selir.

Yapmak istediğimiz şeyler hakkında ona danışırız. Fikrini sora­rız. Bizim amacımız ise, emrettiği zaman ona itaat etmek ve emrini dinlemektir.

Göründükleri zaman, Rasûlullah bize dedi ki: Korkunç ölümleri bırakın, hayrı ümid edin.

Katında yaşanacak ve katma dönülecek olan melikine yaklaşmak için hayatını satanlar gibi olun.

Fakat kılıçlarınızı alın ve Allah'a tevekkül edin. Çünkü, tam işler Allah'a döner.

Böylece açıkça kuşluk vaktinde onlara, -göç eşyalarının yanında dururlarken- yürüdük ve üzerimizde kılıçlar olup korkmaksızm sal­dırdık.

Toplanmış bir ordu birliği ile ki, onun içinde silah, süngü vardı.

Ayaklarını yere vurdukları zaman dağılmazlardı.

Böylece denizden bir dalgaya geldik ki, onun ortasında Arap ol­mayan, karışık soydan kimseler vardı.

Onlardan üzerinde zırh ve miğfer olmayanlar ve başında miğfer bulunanlar vardı.

3.000 kişiydiler. Biz ise kavmimizden seçkin kişiler olarak 300 ki­şi idik veya 400 civarında idik.

Onlarla nöbetleştik. Ölüm aramızda gelip gidiyordu. Onlara ö-lümlerin havuzundan içiriyorduk, biz de içiyorduk.

Neb'a ağacından yapılan yaylar bizim içimizde ve onların içinde hediye olarak verilirdi. Onlar Medine oklarıdır.

Haremi ve Saidî oklardı ki, yapıldıkları zaman zehirlendirirler.

Adamların bedenlerine düşer, bazen de yumuşak taşların yanları üzerine varıp ses çıkarırlar.

Birtakım atlan görürsün ki, fezadadırlar. Sanki onlar çekirgedir­ler. Soğuk Saba rüzgarı gibi gelip gitmektedirler.

Karşılaştığımız ve savaş değirmeni bizleri döndürdüğü zaman, Allah'ın takdir ettiği işi savacak birşey yoktur.

Onlara kılıçlarımızla vurduk ve onların seçkin kişilerini bıraktık. Sanki onlar, çukurlarda yerlere devrilmiş ağaçlar gibiydiler.

Sabahtan itibaren akşama doğru ayrıldık.

Sanki savaştaki alevlerimiz bir ateşin sıcağıdır ki, o yaklaşan kimseyi ısıtacak kadar ışıl ışıl yanardı.

Onlar süratle yürüdüler. Sanki yerinden kopmuş, rüzgar suyunu akıtmış da, içinde su bulunmayan ince bir buluttur.

Biz de yürüdük, geridekilerimiz yavaşça geliyorlardı.

Sanki et üzerine üşüşmüş ormandaki aslanlar idik.

Biz amacımıza ulaştık. O kavim de bizden kasdettikleri amaca u-laştılar ve belki de yaptık. Fakat Allah katında olanlar daha geniştir.

Bizim değirmenimiz döndü. Onların değirmenlerini de döndürdü. Böylece onlar bütün serlerden doymuş kılındılar.

Biz öyle kimseleriz ki, namusunu koruyan, hiç kimse için savaşı utanılacak birşey olarak görmeyiz.

Zamanın olayları karşısında çok s ahırlıyı zdır. Ölen için zaman boyu gözlerimizin yaş akıtmasını normal saymayız.

Biz, savaşın çocuklarıyız. Söylediğimiz birşeyi yapmaktan yorul­mayız. Ne de savaşın çekip götürdüğü şeylere karşı sabırsızlık göste­ririz.

Biz savaşın çocuklarıyız. Eğer zafere erersek kötüleşmeyiz ve biz harbin tırnaklarından da acı duymayız.

Biz birtakım ateşleriz ki, insanlar onun sıcağından sakınırlar. Yanında duran, ondan yararlanır.

Ey İbn Zibara bana karşı böbürlendin. Oysa ki, geceleyin sizden bize bir rica geldi.

Madd'ın üstünde ve başkaları için de sonra kendini sor.

Acaba senden makamca daha hor, daha uğursuz kimse var mı?

Sor ki, savaşın onun için bir övünç bırakmadığı ve hoşa gitmeyen günde yanağı yerde alçalan oldu.

Allah'ın kudreti, gücü ve yardımı ile sizin üzerinize öyle bir şid­detlendik ki, mızrakların uç demirleri sanki suya girmişti.

Mızraklar size batar, sanki onların açtıkları yaralar, azık konu­lan dağarcıkların ağızları gibidir ki, sulan kesilir.

Sancak ehline gitmeye yöneldik. O tarafa kasdettik.

Kim sancağın anısıyla mutluluk ve hayır umarsa, o kimse daha süratle hamd eder.

Onlar hıyanet ettiler. Oysaki el vermişlerdi. Fakat yardımsız kal­mışlardır.

Allah, kendi murad ettiğinden başka hiçbir şeye razı olmaz.»

İbn İshak dedi ki: Abdullah b. ez-Zibara, Uhud gününde müşrik bir kimse iken şu şiiri söylemiştir:

«Ey fesadın kargası işittin, o halde söyle,

Ancak yapılmış birşeyi konuşursun.

Hayır ve şer için bir durum vardır.

Bunların her ikisi de insanın, kendisiyle karşılaşacağı şeylerdir.

Bahşişler, aralarında önemsiz, hakir durumdadır.

İster varlıklının kabri olsun, ister fakirin kabri olsun.

Her bir geçim ve nimetler gelip geçicidir.

Zamanın kızları ise, onların hepsiyle oynarlar.

Benden Hassan'a bir işaret ulaştır.

Şiirin kıtfası, susuzluk harareti olanların susuzluğunu giderir.

Dağın dibinde çok kesilmiş kafa kemikleri, el ve ayak kemikleri görürsün.

Savaş yerinde mahvolmuş çok bahadırlardan soyulmuş güzel zırhlar da görürsün.

Çok üstün, efendi, iki taraftan dedeleri şerefli, bahadırlık öncüle­rini Öldürdük.

Kuvvet ve yiğitliği doğru olan üstün erkek, başkasına karşı ko­yan, mızrağın batmasında dayanıksız olmayanları da Öldürdük.

Mihros'a sor ki, onda oturan kimdir? Büyüğünden küçüğüne ka­dar hepsine sor.

Keşke büyüklerim Bedir'de hazır bulunsalardı ve mızrağın bat­masında Hazrec'i korkutsalardı.

Küba'da yamacı kazdığı ve katlin, Abdüleşhel kabilesinde şiddet­lendiği zaman,

Sonra işte o esnada dağa doğru yükselen küçük deve kuşlarının hızla yürümesi gibi süratli bir yürüyüşle ayrılıp gittiler.

Biz de onların eşrafından iki katını öldürdük ve Bedr'in eğilmişi­ni düzelttik. O da düzeldi.

Nefsi kınamıyorum. Ancak biz saldırsaydık elbette yapılmış olanı yapmış olurduk.

Hind kılıçlarıyla ki, onlar, onların başlarına bir defadan sonra bir daha vururlar.»

ibn İshak dedi ki: İbn Zibara'ya cevaben Hassan b. Sabit (r.a.) Şöyle demiştir:

«Ey İbn Zibara! Bir savaş oldu M, o savaşta üstünlük bizde idi, Şayet adalet olsa siz elbette amacınıza ulaştınız ve biz de sizden ama­cımıza ulaştık.

İşte böylece savaş bazen bir öteye, bazen de bir beriye döner.

Kılıçları omuzlarınızın üstüne koyarız.

Öyle ki bir vuruştan sonra bir vuruşu da yukardan indiririz.

Su ile karışmış olan sütü makadlarınızdan çıkartınız.

Tıpkı asal otunun yaşk develerin makadlarmdan çıkışı gibi...

Siz dağdaki boğazdan kaçarak tabanlarınızın üzerine geri döner­diniz.

Tıpkı birbirinin izini takip eden develerin kaçıp gitmesi gibi...

Biz doğru bir şekilde şiddetle saldırdık.

Böylece sizi dağın yanma sığınmaya zorladık.

Geniş yerlerden karartılar gibi topluluklar ile insanlardan kim onunla karşılaşırsa korkar.

Geçtiğimiz dağ yolu bize dar geldi. Ondan yüksek ve alçak yerleri doldurduk.

Siz, emsalleri olmadığınız birtakım adamlar ile ki, Cibril ile teyid edildiler. O da indi.

Bedir gününde takva ile Allah'a taat ve Rasûlleri tasdik ile yük seldik.

O müşriklerden birçok başı kestik ve böbürlenerek elbisesini sar­kıtan her efendiyi Öldürdük.

Bedir gününde Kureyş'in içinde gedik bıraktık ve darb-ı mesel ol­maya değer sözler bıraktık.

Bedir gününde Rasûlullah hak ile şahiddir.

Kureyş içinde topladıkları topluluklar et yığını gibidirler. Ey ana­larının kıçlarından dağılanlar! Biz sizin denginiz değiliz.

Savaş geldiğinde biz savaşa hazır oluruz!»

İbn İshak dedi ki: Hamza'mn ve Uhud'da öldürülen Müslümanla­rın üzerine ağlayan Ka'b şöyle demiştir:

«Ağladın, acaba senin için bir ağlayan var mı?

Sen ne zaman hatırlarsan ağlamaya devam edersin.

Bir kavmin hatırlaması gibi ki, bana onlara ait eğri büğrü za­manlarda haberler geldi.

Böylece senin kalbin onları anmaktan dolayı şevkten ve saçılan hüzünden muzdariptir.

Onların ölüleri giriş ve çıkışları iyi olan Naim Cenneti erindedir­ler.

Vadinin yanında, Rasûlün sancağının gölgesi altında sabretmele­ri' sebebiyle Cennetlerdedirler.

Bir sabah ki, Beni Evs ve Hazreç, hep birlikte kılıçlarıyla icabet ettiler.

Ahmed'e tabi olanlar, nur ve açık yol sahibi bir hakka tabi olduk­ları zaman,

Yiğitlere vurmakta ve kalkan tozda yürümekte devam edip kaldı­lar.

Yine böylece Melik, onları girişi çok dallı ağaç olan Cennet'e da­vet etti.

Böylece onların hepsi Allah'ın dini üzere, güçlük çekmeden halis bir imtihanla öldüler.

O, Beni Nevfel'in kölesi Vahşi, siyah erkek deve gibi bağırarak karşıladı.

Hamza gibi ki, sadık olarak vaadini yerine getirdi. Kemiğe daya­nan ince keskin bir kılıçla öldürüldü.

Alevlenen bir ateş parçası gibi bir mızrağı onun göğsüne dürttü.

Numan da ahdini yerine getirdi ve Hanzalatü'l-Hayrda hak bildi­ği şeyden sapmadı. Canını verinceye kader haktan ayrılmadı.

Nihayet onun ruhu, altınla bezenmiş bir menzil ve makama gitti.

İşte onlar sizden, ateşin derin alt tarafında yerleşen kimseler de­ğillerdir.»

İbn İshak dedi ki: Hamza'mn ve Uhud gününde öldürülen Müslü­man şehidlerin üzerine ağlayan Hassan b. Sabit, bir kasidesinde şöy­le demişti: (Şiir âlimi bazı kimseler, bu şiirin Hassan'a ait oluşunu kabul etmiyorlar. Doğrusunu Allah bilir.)

«Ey anam, kalk, seher vakti, ağıtçı kadınların hüznü ile çağır.

Ağır yük yüklenen, ağırlık ile yerinden oynamayıp hareketsiz ka­lan kadınlar gibi çağır.

Sesli ağlayan ve yüzlerini tırmalayan kadınlar gibi, bağıran hür kadınlar gibi çağır.

Sanki onların gözyaşlarının seli kendilerine kesilen kurbanların kanlarıyla bulaşan, boyanan taşlar gibidir.

Saçlarının örüklerini çözerler, orada zülüfleri aşikare görünen kadınlar gibi çağır.

Sanki onlar kuşluk zamanında ayaklarıyla kendilerine binmek­ten men eden atların kuyrukları gibidir.

Sağından solundan dürtülmüşlerle, savaş meydanında yırtıcı hayvanlara bırakılmış, arasında şiddetli rüzgarlarla gark olunur.

Hüzün ve keder elbiselerini giymiş oldukları halde, o kadınlar hüzünden ağlarlar.

Zamanın musibetleri, o kadınlar üzerinde iz bırakır.

Onların kalblerine yara isabet etmiştir ki, onun için elem verici yara kabukları vardır. -

Zamanın musibetleri, isabet ettiği zaman sakınıp umut bağlar­dık.

Zaman, Uhud ehlini zaman mahvetti. Yırtıcı hayvanlar başlarına kondular.

Silahları taşıyan bir kavim gönderildiği zaman kim bizim süvari-. miz ve himayecimiz olur?

Ey Hamza! Hayır vallahi, sütlü deve bağlandığı müddetçe seni u-nutmam.

Göz altında yetimlerin, misafirlerin konağı için.

Bir de kötülüğü artan bir savaşta zamanın musibeti indiği için.

Ey süvari, ey koruyucu, ey savunucu, ey Hamza sen, savunucu idin.

Sen, musibetler onlardan gelirken bizi müdafaa ediyordun.

Rasûlullah'm aslanını bana hatırlattın, kavme karşı bizim savu­nucumuz, koruyucumuz idin.

Şerifler, efendiler sayıldığı zaman o bizden sayılırdı.

Efendiler üzerine aşikâr bir vaziyette yükselir. Beyaz ve ışık ve­ren kimsedir.

O, vakarsız, hafif bir kişi değildir. Hele hiç korkak değildir.

İllet sahibi de değildir.

Ağır yük yüklendiği zaman, göğsünden hırıltı gibi bir ses çıkaran deve gibi de değildir.

O deniz gibidir. Hiçbir bahşiş veya genişlik ondan başka bir kom­şuya gitmemiştir.

Gazap sahiplerinin gençliği mahvoldu ve yumuşak huylulukla üs­tün olanlarda,

Doymayan kişi, deve ve davarları saldığı müddetçe ihsan ederler.

Kuvvetli develerin etini yediren kimselerdirler.

Üstünde yollu kılıç olduğu halde yağlarından çizilmişler ve parça­lanmışlardır.

Tecavüz eden, düşmanlık sahibi kimse olduğu müddetçe komşu­larını müdafaa için,

Hüznüm o gençlere ki, bizden hayra nail oldular. Sanki onlar bi­rer lambadır.

Aziz, efendi ve bahşişleri çok olan cömertlerdir.

Mallarla Övgüyü, övgü satın alıcıdırlar, kâr edicidir.

Bir bağıran bağırdığı zaman yularlanyla atılanlardır.

Elverişli olmayan bir zamanda insanı yontan zaman gailelerini atanlardır.

Onun develeri düz, tozlu bir yerde yol çizmeye devam ederler.

O, göğüsleri ter akıtan bir deve kafilesinde olduğu halde, onlar birbiriyle yarışırcasına yürüdüler.

Hatta yücelikler, ona ve bu kumar oklarının kazandırdığından

değil.

Ey Hamza, beni yalnız bıraktın. Tıpkı dalı, budağı dikeni kesil­mekle perişan bir hale gelen ağaç gibi.

Sana şikayet ediyorum, senin üstünde bir biri üstüne yığılmış topraklar ve geniş taşlar olduğu halde.

Mezar kazan kimse mezarı kazdığı zaman, senin üstüne attığımız taşlı yerden şikayet ederim.

Bir genişlik ki, onu toprakla doldururlar. Kürekler onu düzeltip tesviye ederler.

Taziyemiz sözlerimizdir. Sözlerimiz ise ağırdır.

Zamanın hadiselerinden kaçan bize gelsin ve gözleri ile iyilik ya­pan ve helak olanlarımızın üzerine ağlasın.

Ki onlar söyler ve yaparlar. Cömerttirler, övülmüşlerdir.

Öyleler ki, ellerinin yaşı (ıslaklığı) devam eder. Kuyunun dibinde su azaldığı zaman kovasıyla kuyunun dibine inip su alır.»

İbn Hişam dedi ki: Şiir hususunda bilgi sahibi olanların ekserisi, bu şiirin Hassan'a ait oluşunu kabul etmezler.

İbn İshak dedi ki: Ka'b b. Malik, Hamza ve arkadaşları üzerine şu mersiyeyi söyledi:

«Senin hüzünlerin gitti, yatanlar uyuyamıyor.

Yumuşak gençliğin giderilmesinden korktun.

Damir'in eli kadın kalbini aşka çağırdı. Aşk bataklıktır. Ayıklığın kurtarıcıdır.

Şaşkın olarak azgınlıkta devam etmeyi bırak. Azgınlığın peşine gitmekte kınanmış, yalanlanmış oldun.

Andolsun ki senin için isteyerek vazgeçmek zamanı veya mürşid seni menettiği ve ayırmanın zamanı geldi.

Andolsun ki, Hamza'nın kaybından dolayı öyle bir sarsıntıyla sar­sıldım ki, karın boşluğumdaki cihazlar sallanmaya başladı.

Eğer onun başına gelen musibet, Hira dağının basma gelseydi, el­bette o dağdaki kayaların sabit duranlarını darmadağın hale gelmiş görürdün.

Bir efendi, bir şerefli kişi ki, Haşimilerin zirvesine yerleşti. Pey­gamberlik, cömertlik ve efendilik halamından.

Suyu donduran rüzgar estiği zaman kuvvetli hörgüçlü develeri kesendir.

Savaş menzilini terkeden bahadır kişi, mızrakların kullanıldığı zorlu günde yere atılmış olarak kinin-.

Onu demiri ile salınarak yürürken görürsün.

Sanki o toprak renginde kalın tırnaklara sahip, omuzu kıllı bir aslandır.

Peygamber Muhammed'in amcası ve onun güzidesi ölüme geldi ve işte o geliş, güzel bir şekilde oldu.

Peygamber'e yardım eden bir kavmin içinde kendisini savaşta ta­nınacağı bir alametle teşhir ederek ölüme geldi.

Bununla Hind'in müjdelendiğini zannederim. Elbette boğazında kalan birşey soğumadan ölecektir.

Kum tepelerinde bir gün Hind'in kavmiyle sabahladık ki, orada ondan Esad kayboldu.

Ve Bedir'in kuyusunda Cebrail ile Muhammed, bizim sancağımı­zın altında onların yüzlerini geri çevirmişti.

Hatta peygamberin katında onların hayırlılarım iki kısım olarak gördüm.

Dilediğimiz Öldürülür, dilediğimiz salıverilirdi.

Böylece suyun etrafındaki deve yatağında onlardan yetmiş kişi kaldı. Utbe ve Esved onlardandır.

İbn Muğire de onlar4andır. Boynunun iki yanındaki damarın üs­tüne bir darbe indirdik ki, o darbe kaymak tutmuş, üzerinde köpük yükselir.

Ümeyye el-Cümehî'ye gelince, onun eğriliğini mü'minlerin elle­rindeki keskin hindî kılıç düzeltti.

Böylece sana müşriklerin hezimete uğramış kavmi geldi.

Sanki onlar, atlıları onları kovmuş ve izlerine düşmüş, dağılmış deve kuşlarıdırlar.

Cehennem'de ebedi kalacaklarla Cennetlerde ebedi kalacaklar arasında ne kadar uzak bir mesafe vardır.»

İbn İshak dedi ki: Abdullah b. Revaha, Hamza ve arkadaşları üzerine Uhud gününde ağlarken şöyle dedi:

İbn Hişam da, dedi ki: Ebu Zeyd, bana bu şiirin Ka'b b. Malik'e ait olduğunu söyledi. Doğrusunu Allah bilir.

Şiir şudur:

«Gözüm ağladı ki, o göz için ağlamak hak olmuştu.

Onu ne ağlamak, ne de sabahleyin yüksek sesle Allah'ın arslanı-na figan etmek kurtarmaz.

Hamza, bu öldürülen adam mıdır?

Müslümanların hepsi onunla birlikte orada musibete maruz kal­mıştı.

Peygamber dahi onunla musibete maruz kalmıştı.

Ey Ebu Ya'lâ (ey Hamza)! Senin için binanın duvarları yıkıldı.

Sen ki, şereflisin, iyisin, hakka ermiş bir kimsesin.

Cennetlerde sana Rabbin selamı olsun ki, o Cennetlerin karışımı, zail olmayan daimi nimetlerdir.

Haberiniz olsun ey Haşimi sülalesi, ey hayırlı kimseler!

Sabredin, bütün işleriniz güzeldir ve yerindedir.

Rasûluüah sabredici ve keremli bir kimsedir.

Konuştuğu zaman Allah'ın emrini ifade eder.

Haberin olsun, Lüey'ye benden kim haber ulaştırır ki, bugünden sonra savaş dönecektir.

Bugünden önce bilmediler ve ordaki darbelerimizi tattılar.

Susamış hararetli kimsenin göğsünün sıcağı soğur.

Bedir'in kuyularında vuruşlarımızı unuttunuz.

Bir sabah ki, size acele ölüm gelmişti.

Bir sabah ki, Ebu Cehil yere devrilip kalmıştı. Onun üzerinde ise halkalar halinde kuşlar gezerlerdi.

Utbe ve onun oğlu hep birlikte yere yıkıldılar ve Şeybe'yi parlak, keskin, ince bir kılıç ısırmıştı.

Ümeyye'yi upuzun yere bırakmıştık. Onun göğsünün alt tarafın­da büyük mızrak bulunmaktaydı.

Beni Rebia'nm öldürülen kuşuna sorun ki, bizim kılıçlarımızda onda eğrilikler olmuştu.

Haberin olsun ey Hind, ağla, bıkma.                           

Sen çok gözü yaşlısın ve çok zararlısın, kaybedicisîn.

Ey Hind; bilesin ki, Müslümanlara karşı sevincini izhar etme. Çünkü sizin yüksek şahsiyetleriniz alçak kimselerdirler!»

İbn İshak dedi ki: Hz. Peygamber'in halası ve Zübeyr'in annesi Safiyye binti Abdülmuttalib, kardeşi Hamza b. Abdülmuttalib üzeri­ne ağlayarak şu şiiri söylemiştir:

« Korkarak Uhud ashabım mı sorar? Babamın kızlarından cahil ve bilgililer vardır. Bilgilisi dedi ki: Hamza öldü. O, Rasûlullah'm hayırlı bir veziri­dir.

Arşın sahibi hak ilah, onu bir davet ile Cennet'e çağırdı ki, o, ora­da yaşar ve sevinir.

Yine Hamza'nın mahşer gününde hayırlı ve güzel bir akibete va­racağını umarız.

Allah'a yemin ederim ki, Saba rüzgarı estiği sürece seni unut­mam. İkamet halinde de, yolculuk halinde de ağlayarak kederli bir şekilde hep seni anacağım.

Allah'ın o arslam ki, halkı koruyan idi. Kafirlere karşı da İslâm'ı savunurdu.

Keşke baki kalan kanım ve kemiklerim, hep beni yemeğe gelen  sırtlanlarla kuşların yanında kalsaydı.

Derim ki, ölüm haberini getiren kişi aşiretimi yükseltti.

Allah, hayırlı kardeşe ve yardımcıya hayır ihsan edip mükafatlar versin.»

İbn İshak dedi ki: Şemmas b. Osman'ın zevcesi Neam, kocası üze­rine ağıt dökerek şöyle dedi:

«Ey gözüm yeter deme, sizin başkalarına galib olan şiddetli kim­selerin yiğitlerinden bir kerim üzerine bol bol gözyaşı dök.

İlk işi çetin, yıldızı şirin ve mesud, sancakların taşıyıcısı, atların süvarisi...

Ölüm haberini getiren kimse, korkarak geldiği zaman ona derim ki:

Yedirici ve-giydirici cömert kişi öldü!

Onun meclisleri onsuz kaldığı zaman dedim ki:

Allah, bizden Şemmas'ın yakınlığını uzak etmesin.» ;

Şaire Neam'a, kardeşi Hakem b. Said b. Yerbu teselli mahiyetin­de şu cevabı vermişti:

«Tesettürde ve iffette hayana sahip çık. Çünkü Şemmas ancak in­sanlardan bir insan idi.

Savaş gününde Allah'ın taatinde Ölüm zamanı gelmiş idi, kendini yıpratma.

Hamza da Allah'ın aslanı idi. O halde sabret.

O da o gün Şemmas'ın ölüm şerbetinden tatmıştı.»

Ebu Süfyan'm karısı Hind binti Utbe, Uhud'dan dönüşlerinde şöyle demişti:

«içimde çok hüzünler olduğu halde döndüm, amacım olan bazı şeyleri kaybettim, kaçırdım.

Bedir ehlinden, Kureyş'ten ve başkalarından Beni Haşim ve Yes-rib halkından öldürtmek istediğim bazı kimseleri öldürtemedim.

Fakat bir amaca kavuşmuşumdur ki, yürüyüşümde ve binişimde umduğum gibi olmadı.»

Ibn ishak, bu konuda birçok şiir nakletmiştir, ancak konuyu u-zatmamak ve usandırmamak için biz bu kadarını nakletmekle yetindik. Hamd Allah'a mahsustur.

"Meğazi" adlı eserinde el-Ümevî, İbn İshak'm naklettiklerinden daha fazla şiir nakletmiş tir. Nitekim onun âdeti böyledir. Özellikle bu konuda da daha çok şiir nakletmiştir. Bu şiirlerden biri de Hassan b. Sabit'in, Uhud gazvesi hakkında söylemiş olduğu şu şiirdir:

«Şeytana uydular. O da onları rüsvay etti. Rüsvaylıkları ve hezimetleri açığa çıktı. O zamanda ki, tek bir çığlık attılar. Ebu Süfyan'la birlikte dediler ki: Ey Hübel, yücel. Biz de hep birlikte onlara şu cevabı verdik: Rabbimiz Rahman, daha yüce ve daha üstündür! Sebat edin, ölüm havuzundan bir kez içeceksiniz. Ölüm suyu ise mutlak içilecektir.

Bilin ki, ölüm hayalinden bir kazana su serpilse de o kazanın al­tında ateş parıldar.»

Öyle sanılıyor ki bu beyitler, Hassan b. Sabit'in, Abdullah b. Ziba-ra'ya verdiği cevabî şiirden bazı kıtalardır. Doğrusunu Allah bilir. [7]

 

Uhud Savaşıyla İlgili Son Söz

 

Daha önce hicri üçüncü senede meydana gelen hadiseler, gazveler ve seriyyelerden bahsedilmişti. Bu gazvelerin en meşhur ve en önem­lisi de hicri üçüncü sene şevval ayının ortasında cereyan eden Uhud gazvesidir. Bununla ilgili açıklamalar, önceki sayfalarda verilmişti. Hamd Allah'a mahsustur.

Bu gazvede Hz. Hamza şehid edilmiştir. Hz. Hamza'nm künyesi Ebu Ya'lâ'dır. Ebu Ammare künyesi ile çağrıldığı da olurdu. Hz. Hamza, Rasûlullah'ın amcası olup Allah'ın arşlara ve Rasûlü1 nün ars-lanı lakabıyla lakaplanmıştır. Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed'le birlikte Rasûlullah'ın süt kardeşidir. Bu üçünü, Ebu Leheb'in azadhsı Süvey-be emzirmiştir. Nitekim bu hususta Buharî ve Müslim'in, sihhatında ittifak ettikleri bir hadis varid olmuştur.

Şu halde Hz. Hamza, şehid edildiği zaman elli yaşını aşmış bulu­nuyordu. Yiğit bahadırlardan ve büyük sıddıklardan idi. Kendisiyle birlikte Uhud gazvesinde altmış dokuz kişi daha şehid olmuştu. Böy­lece şehidlerin sayısı yetmişi bulmuştu.

Hicri üçüncü senede Osman b. Affan, zevcesi Rukiyye'nin vefatın­dan sonra Rasûlullah'ın diğer kızı Ümmü Külsüm'le evlenmiştir. Ni­kah, bu senenin rebiyülevvel ayında akdedilmiş, gerdeğe de cemazi-yelahir ayında girilmiştir. Vakidî de böyle demiştir.

Ibn Gerir'in anlattığına göre hicrî üçüncü senede Rasûlullah'm kı­zı Fatıma, Hasan b. Ali'yi doğurmuştur. Yine bu senede Hüseyin'e ha­mile kalmıştır. Allah tamamından razı olsun. [8]

 

Hicri Dördüncü Sene

 

Bu senenin muharrem ayında Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed'in seriy-yesi, Tüleyhatul-Esedî üzerine gönderildi. Bu seriyye, Katan mevkii­ne kadar gitti.

Vakidî, Ömer b. Osman b. Abdurrahman kanalı ile Seleme b. Ab­dullah b. Ömer b. Ebi Seleme ve diğerlerinin şöyle dediklerim rivayet etmiştir:

Ebu Seleme, Uhud gazvesine katıldı. Pazusundan yaralandı. Me­dine'de bir ay kalıp tedavi gördü. Hicretin otuzbeşinci ayı olan mu­harrem ayı geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), onu çağırıp şöyle dedi:

- Beni Esed toprağına varıncaya kadar yürü. Onlara hücum et.

Böyle dedikten sonra Allah'a karşı takvalı olmasını ve beraberin­deki Müslümanlara da iyi davranmasını tavsiye etti.

Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed'le birlikte 1.500 kişi bu seriyye için yo­la çıktılar. Beni Esed kabilesine ait bir su olan Katan suyu yakınları­na vardılar. Tüleyhatü'l-Esedî ile kardeşi Seleme orada idiler. Bunlar, Hüveylid'in oğulları idiler. Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşmak için Beni Esed kabilesinden müttefiklerini toplamışlardı. Bunlardan bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'m yamna gelmiş ve yaptıkları komployu haber ver­mişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), o adamla birlikte Ebu Sele­me seriyyesini Tüleyha ile kardeşi üzerine göndermişti.

Seriyye, Katan nahiyesine vardığında Tüleyha ile Beni Esed kabi­lesi kaçıp dağılmışlar, geride birçok koyun ve deve bırakmışlardı. Bü­tün bunları Ebu Seleme almış, onlardan ayrıca üç köleyi de esir tut­muştu. Bu mallar ve esirlerle birlikte Medine'ye dönmüştü. Kendileri­ne kılavuzluk yapan Beni Esedli adama da bu ganimetten büyük bir pay vermişti. Esirlerden bir köleyi ve ganimetin beşte birini de Rasû-lullah'a ayırmış, kalan kısmını da kendi arkadaşları arasında taksim ettikten sonra Medine'ye gelmişti.

Ömer b. Osman, Abdülmelik b. Ubeyd kanalı ile Ömer b. Ebi Se-leme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Babamı yaralayan Ebu Üsa-nıe el-Cüşemî idi. Babam Medine'de bir ay kaldı. Tedavi gördü. İyileş­tikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), onu hicri dördüncü senenin muhar­rem ayında Katana gönderdi. Medine'den on küsur gece uzakta kaldı. Medine'ye girdiğinde yarası yeniden ağırlaştı ve hareket edemez hale

geldi, Cemaziyelevvel ayının bitimine üç gün kala vefat etti. Annem dört ay on gün süre ile iddet bekledi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) onunla evlendi. Şevval ayının bitimine birkaç gece kala onunla gerdeğe girdi. Annem şöyle diyordu:

«Şevval ayında nikah akdetmenin ve gerdeğe girmenin bir sakın­cası yoktur. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), şevval ayında benimle evlenip gerdeğe girdi.»

Ebu Seleme'nin oğlu Ömer, sözüne devamla şöyle diyor: «Annem Ümmü Seleme, zilkade ayında ve elli dokuz yaşında vefat etti.»

Ben derim ki: Hicri dördüncü senenin sonunda şevval ayında Hz. Peygamber'in, Ümmü Seleme ile evlenmesinden ve nikah hususunda erkek çocuğun, kendi annesine velilik yapabileceğine dair âlimlerin görüşlerinden bahsedeceğiz. Allah izin verirse bu konuda detaylı bil­giler vereceğiz. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır. [9]

 

Reci’ Gazvesi

 

Vakidî dedi ki: Bu gazve, hicri dördüncü senenin safer ayında ya­pılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.), bu seriyyeyi hac ve umre için kendileri­ne izin vermeleri maksadıyla Mekkelilere göndermiştir.

Reci', Usfan'a sekiz millik mesafedeki bir yerin adıdır.

Buharî, İbrahim b. Musa kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediği­ni rivayet eder:

«Peygamber (s.a.v.), Ömer b. Hattab'm oğlu Asım'm dedesi, Asım b. Sabit (r.a.)'in kumandası altında bir askeri birliği devriye olarak yola çıkardı. Birlik gidip Usfan ile Mekke arasında bir yere vardı. Orada Hüzeyl kabilesinden Lihyan oğulları adındaki oba halkı, onlar­dan haberdar olup 100 kişiye yakın keskin bir nişancı kaiilesiyle ar­kalarına düştüler. Asım ile arkadaşları bir yerde hurma yemişlerdi. Bunlar hurma çekirdeklerini görünce:

- Bu çekirdekler, Medine hurmasının çekirdekleridir, diyerek izle­rini takip ede ede onları buldular.

Asım ile arkadaşları onları görünce sarp ve yüksek bir tepeye sı­ğındılar. Onlar da gelip tepenin etrafım kuşattılar ve:

- Eğer teslim olursanız sizi öldürmeyeceğiz, diye onlara güvence verdilerse de Asım:

- Ben şahsen kafirlerin güvencesi altına giremem, Allahım, pey­gamberini bizden haberdar et, dedi ve onlarla savaşmaya başladı.

Nihayet kendisi ile arkadaşlarından yedi kişi şehid düştü. Yalnız Hübeyb ve Zeyd ile bir başkası sağ kalıp güvence istediler ve güvence alınca inip onlara teslim oldular. Ama onlar, verdikleri güvenceye sa­dık kalmayıp onları teslim alır almaz, yaylarının kirişlerini çözerek

onunla kollarım bağladılar. Beraberlerinde bulunan üçüncü şahıs:

- Bu, verdiğiniz güvenceye sadık kalmayışımzm başlangıcıdır, de­yip kollarını onlara bağlattırmadı.

Onlar da onu yerde sürükleyip uğraştılar ve kollarını bağlayama-ymca da Öldürdüler. Hübeyb ile Zeyd'i götürüp Mekke'de sattılar. Hü-beyb'i, Haris b. Amir b. Nevfel'in oğulları satın aldı. Hübeyb, Bedir savaşında babaları Haris b. Amir'i öldürdüğü için ellerinde bir süre kaldıktan sonra onu öldürmeye karar verdiler. O esnada Hübeyb, ha­ram kıllarını tıraş etmek için Haris'in kızlarından birinden bir ustura istedi. Kadın ona usturayı verdi. Kadın diyor ki:

- Bir ara çocuğuma bakmayı unutmuştum. Bir de baktım ki, Hü­beyb usturayı açıp çocuğun uyluğu üstüne koymuş, o korkunç manza­rayı görünce çok korktum.

Bana dedi ki:

- Çocuğu öldürmemden mi korkuyorsun? Korkma, ben hiçbir za­man öyle birşey yapmam.

Kadın her zaman diyordu ki:

- Ben Hübeyb'den daha iyi bir esir görmedim. Yemin ederim ki, Mekke'de yaş hurma bulunmadığı sıralarda ve kendisi de demir zin­cirlerle bağlı bulunduğu halde onun elinde hurma salkımlarım görü­yordum. Bu, Allah tarafından kendisine gönderilen bir rızıktan başka birşey değildi.

Nihayet onu öldürmek için Mekke hareminin dışma çıkardılar. Öldürecekleri sırada onlara:

- Bana müsaade edin, iki rekat namaz kılayım, ondan sonra beni öldürün, dedi ve iki rekat namaz kıldıktan sonra onlara:

- Eğer benim ölümden korktuğum için namazı uzattığımı sanma-saydmız namazı biraz daha uzatırdım, dedi.

İşte Öldürülürken iki rekat namaz kılma âdetini ilk koyan kimse Hübeyb'tir. Namaz kıldıktan sonra onlara:

- Allahım, onların kökünü kurut! diye beddua etti ve sonra da şu mealde bir şiir okudu:

«Ben Müslüman olarak ve Allah yolunda Öldürülürken, Hangi yan üzerine düşersem düşeyim, umursamıyorum. Zira benim ölümüm Allah yolundadır. Allah dilerse, Parçalanıp dağılan uzuvları bile mübarek kılar.»

O, böyle dedikten sonra Ukbe b. Haris kalkıp onu öldürdü.

Asım ise, Bedir savaşında Kureyşlilerin büyüklerinden birini öl­dürdüğü için, öldürüldükten sonra Kureyşliler onun cesedinden bir parça koparıp getirmek üzere, öldürüldüğü yere adamlar gönderdiler.

Fakat Cenâb-ı Allah, o sırada onun cesedi üzerinde bir bulut gölgesi gibi yoğun bir arı kitlesi yarattığı için, gönderilen adamlar, bir türlü cesedin yanına varamadılar.»

Buharî, Abdullah b. Muhammed kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hübeybİ öldüren, Ebu Servaa'dır.»

Ben derim ki: Hübeyb'i öldüren kişinin adı Ukbe b. Haris'tir ki, bilahare Müslüman olmuştur. Onun süt emme konusunda rivayet et­tiği bir hadis vardır. Ebu Servaa ile Ukbe'nin kardeş olduğu da söy­lenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. İshak, Asım b. Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Uhud gazvesinden sonra Rasûluüah (s.a.v.)'m yanı­na Adel ve Kare'den bir topluluk geldi. Şöyle dediler:

-  Ya Rasûlullah, biz Müslümamz. Bizimle beraber ashabından birtakım kimseler gönder ki, bize dini bilgiler öğretsinler. Bize Kur'ân okuyup okutsunlar, bize İslâm'ın ahkâmını öğretsinler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onlarla birlikte ashabından, aşağıda adları yazılı şu altı kişiyi gönderdi:

Mersed b. Ebi Mersed el-Ganevî (Hamza b. Abdülmuttalib'in müt­tefikidir. İbn İshak'm ifadesine göre altı kişilik grubun emîridir.), Ha-lid b. Bükeyr el-Leysî (Beni Adiy'yin müttefikidir.), Asım b. Sabit b. Ebil Aklah (Beni Anar b. Avfm kardeşidir.), Hübeyb b. Adiy (Beni Cahcebî b. Külfe b. Amr b. Avfm kardeşidir.), Zeyd b. Desine (Beni Beyaza b. Amir'in kardeşidir.) ve Abdullah b. Tank (Beni Zafer'in müttefikidir). Allah tamamından razı olsun.

İbn İshak, onların altı kişi olduklarını söylemiştir. Musa b. Ukbe de böyle demiş ve tıpkı İbn İshak gibi adlarını sıralamıştır.

Buharî'ye göre ise Rasûlullah, on kişiyi göndermiştir ki, bu on ki­şilik grubun büyüğü de Asım b. Sabit b. Aklah'tır. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi ki: Bu sahabe grubu onlarla birlikte Hicaz bölge­sinde Hüzeyl kabilesine ait bir suyun yanma geldi. Oradaki Hed'e va­disinin yamaçlarına vardıklarında sahabelere hıyanet ettiler. Sahabe­ler, Hüzeyl kabilesini imdada çağırdı. Etraftaki nöbetçilerden başka kimse işin farkına varmadı. Bunun üzerine hainler kılıçlarım alıp sa­habeleri sardılar ve şöyle dediler:

- Biz sizi öldürmek istemiyoruz, yalnız sizi vasıta kılarak Mekke-lilerden birşeyier almak istiyoruz. Sizi öldürmeyeceğimize dair Allah'-a söz veriyoruz.

Mersed b. Ebi Mersed, Halid b. Bükeyr ve Asım b. Sabit gelince bunlar şöyle dediler:

- Vallahi biz hiçbir müşrikten asla ahid ve akid kabul etmiyoruz. Asım b. Sabit şöyle bir şiir söyledi:

«Bana ne olmuş ki, ben okçu, güçlü ve salabetli bir adamım.

Okta ise kalın, şiddetli bir kiriş vardır.

Onun yüzünden uzun, geniş ok demiri gider. Ölüm haktır, hayat ise batıldır.

İlâhın takdir ettiği herşey ise kişinin başına gelir. Kişi de o gerçe­ğe varır.

Eğer sizinle savaşmazsam, anam çocuğunu yitirmiş olsun!»

Asım, onlara karşı şu şiiri de söyledi:

«Ebu Süleyman ve ok yontan bir adamın oku, yanmış bir Cehen­nem gibi bir kavis,

Süratli develer gelip durdular, korkudan ürpermedim.

Kalkan ise düz öküz derisindendir.

Ben de Muhammedİn üzerine gelene inanıyorum.

Ebu Süleyman ve benim gibisi atar.

Benim kavmim de şerefli olan bir topluluktur.»

Böyle dedikten sonra Asım b. Sabit, Hüzeyllilerle savaştı. İki ar­kadaşı da öldürüldü.

Asım öldürüldüğü zaman Hüzeylliler onun başını almak istediler ki, onu Sülafe binti Sa'd b. Süheyl'e satsınlar. Bu kadın, Uhud günün­de iki oğlu öldürüldüğü zaman şöyle bir adakta bulunmuştu!

«Asım'm başını ele geçirirsem, elbette onun kafatası içinde şarap içeceğim!»

Ama arılar onun bu arzusuna engel oldular. Asım ile onların ara­sına arılar girdiği zaman, Hüzeylliler dediler ki:

«Onu bırakın, akşam olup anlar gidince kafasını alırız.»

Bunun üzerine Allah, bir sel gönderdi. Ve o sel, Asım'ı alıp götür­dü. Asım, Allah'a ahid vermişti ki, kendisine hiçbir müşrik dokunma­sın ve kendisi de asla hiçbir müşrike necasetinden dolayı el sürmesin.

Ömer b, Hattab, kendisine arıların Asım'ı korudukları haberi u-laştığında şöyle demişti:

«Allah, mü'min kulu korur. Asım Allah'a ahid vermişti ki, hiçbir müşrik kendisine dokunmasın ve kendisi de hayatında hiçbir müşrike el sürmesin. İşte Allah, hayatında onu koruduğu gibi, vefatından son­ra da korudu.»

İbn İshak dedi ki: Hübeyb, Zeyd b. Desine ve Abdullah b. Tarık'a gelince bunların yüreği yufkalaştı ve yumuşadılar. Yaşamaya arzu duydular. Müşriklere teslim oldular, onlar da bunları esir alıp Mek­ke'ye götürdüler ki, orada satsınlar. Nihayet Zahran'a vardıklarında Abdullah b. Tarık, elini esir olarak bağlandığı ipten çıkardı. Sonra kılıcını tuttu. Hüzeylliler geri çekildiler. Ona taş attüar. Onu taşla vu­rup öldürdüler. Mezarı Zahran'dadır. Hübeyb b. Adiy ile Zeyd b, Desi-ne'ye gelince onlarla birlikte Mekke'ye geldiler. Hüzeylliler, bu ikisi­ni, kendilerinin Mekke'de olan iki esiri karşılığında Kureyşlilere sat­tılar. Böylece kendilerinden olan iki esiri kurtardılar.

İbn İshak dedi ki: Beni Nevfel'in müttefiki olan Cuhayr b. Ebi İl-hab et-Temimî, Hübeyb'i, Ukbe b. Haris b. Amir b. Nevfel için satın aldı. Ebu İlhab, Haris b. Amir'in ana bir kardeşi idi. Hübeyb'i, babası­nın karşılığında öldürülmesi için satın almıştı.

Zeyd b. Desine'ye gelince, onu Safvan b. Ümeyye satın aldı ki, ba­bası Ümeyye b. Halef karşılığında onu öldürsün. Safvan b. Ümeyye onu Nistar denilen bir kölesi ile Ten'im'e gönderdi. Onu öldürmek için Harem'den çıkardılar. Kureyş'ten bir grup toplandı. Onların içinde Ebu Süfyan b. Harb de vardı. Zeyd, öldürülmek için getirildiğinde Ebu Süfyan ona şöyle dedi:

- Ey Zeyd, Allah iyiliğini versin. Şimdi Muhammed'in bizim yanı­mızda, senin yerinde olup onun boynunu vurmamızı ve senin de ailen yanında oturmanı ister misin?

Zeyd dedi ki:

- Vallahi, Muhammed'in şimdi bulunduğum yerde ona eziyet ve­recek bir dikenin batmasını, benim ise ailemin içinde bulunmamı ne isterim, ne de arzu ederim.

Ebu Süfyan şöyle diyordu:

- Muhammed'in ashabının, Muhammed'i sevdiği kadar, başka hiç­bir kimsenin bir kimseyi sevdiğini asla görmedim!

Nistar, daha sonra Zeyd'i öldürdü.

Hübeyb b. Adiy'ye gelince; Abdullah b. Ebi Necih, Muaviye'den naklen bana anlattı ki, (Muaviye, Hüceyr b. Ebi İlhab'm cariyesidir ve Müslüman olmuştur.), Muaviye şöyle dedi:

«Hübeyb, benim yanımda idi. Benim evimde hapsedilmişti. Bir gün ona baktım ki, elinde adam başı iriliğinde bir üzüm salkımı var. O salkımdan yiyordu. Allah'ın toprağında öylesine yenilen bir üzüm görmemiştim.»

İbn İshak, Asım b. Ömer b. Katade ile Abdullah b. Ebi Necih'in şöyle dediklerini rivayet etmişlerdir: Muaviye dedi ki:

Hübeyb öldürülmeye getirildiğinde bana şöyle dedi:

- Bana, tıraş olmak için bir bıçak gönder.

Ben de kabilemizden bir çocuğa bir ustura verip şöyle dedim:

- Bunu evdeki şu adama götür.

Çocuk bıçağı götürmeyi hemen kabullendi. Bu defa dedim ki: «Ben ne yaptım! Vallahi adam bu çocuğu öldürerek intikamını alır. Böylece kısasa karşı kısas olur. Hübeyb, bıçağı çocuğun elinden aldı.

Sonra da: «Ömrüne yemin olsun ki, anan bu bıçakla seni bana gönde­rirken benim ihanetimden korkmadı mı?» dedi. Sonra da çocuğu ser­best bıraktı.

İbn Hişam'm ifadesine göre çocuk, o kadının oğlu imiş.

İbn İshak, Asımın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sonra Hübeyb'i çıkardılar. Asmak için Ten'im'e getirdiler. Hübeyb, onlara dedi ki:

- Eğer uygun görürseniz, iki rekat namaz kılmam için bana müsa­ade edin.

Onlar da bu teklifini kabul edip namaz kılmak için ona müsaade ettiler. O da iki rekat namaz kıldı, tadil-i erkan ile huzur içinde na­mazını güzel bir şekilde kıldı. Daha sonra onlara dönüp şöyle dedi: Vallahi eğer sadece öldürülmekten korkarak uzattığımı zannedecek olmasaydınız, elbette daha fazla kılardım.

Hübeyb, öldürülme esnasında iki rekat namaz kılmayı Müslü­manlar için sünnet kılanların UM oldu. Sonra onu bir ağaç parçasının üzerine koyup kaldırdılar. Onu bağladıkları zaman şöyle dedi:

- Ey Allabım! Şüphesiz ki biz, senin Rasûlü'nün risaletini tebliğ ettik. O halde bize yapılanları sabahleyin ona haber ver. Ey Allahım! Sayılarım tüket, onları dağıt, onlardan hiç kimseyi yaşatma.

Böyle dedikten sonra onu öldürdüler.

Muaviye b. Ebi Süfyan şöyle diyordu: O gün Ebu Süfyan ile birlik­te orada hazır bulunan kimselerin içinde ben de vardım. Babam, Hü-beyb'in duasından korkarak beni yere yatırdı. Onlar şöyle diyorlardı: «Bir adama beddua edildiği zaman o adam yere yan yatınca beddua ona isabet etmez.»

Musa b. Ukbe'nin, "el-Meğazi" adlı eserinde anlatıldığına göre Hübeyb ile Zeyd b. Desine aynı günde öldürülmüşlerdir. Rasûlullah (s.a.v.)'m, onların öldürüldükleri gün şöyle dediği işitilmiş tir: «Size selam olsun. Kureyşliler Hübeyb'i Öldürdü.»

Yine Musa b. Ukbe'nin anlattığına göre müşrikler, Zeyd b. Desi-ne'yi darağacma astıklarında onu dininden caydırmak için üzerine ok atmışlardı. Ama bu, onun iman ve teslimiyetini daha da artırmıştı.

Urve ve Musa b. Ukbe'nin anlattıklarına göre müşrikler, Hübeyb'i dar ağacına astıklarında ona şöyle seslenmişlerdi:

- Muhammed'in senin yerinde olmasını ister misin?

- Hayır, yüce Allah'a yemin ederim ki, benim hayatımın kurtarıl­masına karşılık Muhammed'in ayağına bir diken dahi batmasını iste­mem.

Böyle demesi üzerine müşrikler gülmüşlerdi. îbn İshak, Zeyd b. Desine'nin idamını anlatırken de böyle bir me­seleden bahseder. Doğrusunu Allah bilir.

Musa b. Ukbe dedi ki: Hübeyb'i mezara defneden kişi Amr bÜmeyye'dir.

İbn İshak, Yahya b, Abbad b. Abdullah b. Zübeyr kanalı ile Ukbe b. Haris'in şöyle dediğini rivayet eder:

- Vallahi Hübeyb'i ben öldürmedim. Çünkü ben ondan daha kü­çük yaşta idim. Fakat Beni Abdu'd-Dar'm kardeşi Ebu Meysere mız­rağı aldı, elime koydu. Sonra benim elimden ve süngüden tuttu. Sün­güyü ona dürttü. Böylece onu öldürdü."

İbn İshak, bazı ashabın şöyle dediklerini rivayet etmiştir: «Ömer b. Hattab (r.a.), Said b. Amir b.Hizyem el-Cümehî'yi Şam'­ın bir kısmı üzerine vali olarak atamıştı. Bir ara halkın arasında iken bayıldı. Bu, Ömer b. Hattab'a anlatıldı ve denildi ki: Adam hastalan­dı. Ömer de onun yanına gelişlerinden birinde sordu ve dedi ki:

- Ey Said, nedir halin?

- Vallahi ey mü'minlerin emiri! Bende birşey yok. Ama ben Hü-beyb b. Adiy'yin öldürülmesi sırasında orada hazır bulunanlar arasın-daydım. Onun bedduasını dinledim. Vallahi, ben herhangi bir meclis­te iken o beddua hatırıma gelince bana baygınlık geliyor.

Böyle demesi sebebiyle Said'in, Hz. Ömer nezdindeki değeri art­tı.»

el-Ümevî, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kendi nev-i şahsına münhasır bir adama bakıp da sevinmek iste­yen kimse, Said b. Amir'e baksın!"

İbn Hişam dedi ki: Hübeyb, müşriklerin elinde kaldı. Nihayet ha­ram ayları sona erince onu Öldürdüler.

Beyhakî, İbrahim b. İsmail kanalı ile Amr b. Ümeyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), beni yalnız başıma bir gözcü ve devriye olarak göndermişti. Hübeyb'in asıldığı darağacma geldim. Casuslardan ve beni gözetleyecek kimselerden korktuğum halde darağacının üzerine çıktım. İpi çözdüm. Hübeyb'in cesedi yere düştü. Biraz uzaklaştım. Arkama baktığımda birşey göremedim. San­ki yer onu yutmuş idi. Şimdiye kadar Hübeyb'in bir parçasının görül­düğü söylenmemiştir.

ibn İshak, Muhamnıed b. Ebi Muhammed kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Reci seriyyesine katılan sahabeler Öl­dürüldüklerinde münafıklardan bazıları şöyle demişlerdi:

«Vah. Vah, işte o meftun kişiler böylece helak oldular. Onlar ne ailelerinin yanında oturdular, ne de adamlara Muhammed'in risaleti-ni tebliğ ettiler.»

Onlar hakkında Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

«Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah'ı şahid tutan insanlar vardır.» (el-Bakara, 204.)

Reci seriyyesine katılan kimseler hakkında da Cenâb-ı Allah, şu âyeti inzal buyurmuştur:

«İnsanlar arasında, Allah'ın rızasını kazanmak için canını veren­ler vardır. Allah kullarına karşı şefkatlidir.» (el-Bakara, 207.)

İbn İshak dedi ki: Reci gazvesi hakkında söylenen şiirlerden biri de Hübeyb'in -kendisini Öldürmek için müşriklerin bir araya gelmele­ri esnasında- söylediği şu şiirdir: İbn Hişam'a göre bazı kimseler, bu şiirin Hübeyb'e ait olduğunu kabul etmemişlerdir. Şiir şudur:

«Hizipler etrafımda toplandılar. Kabilelerini de topladılar.

Onların hepsi düşmanlığı açığa vurup bana karşı gayrete gelmiş­lerdir.

Çünkü ben zincirlerle bağlanmışım. Oğullarını ve kadınlarını top­ladılar.

Kırılmaz, uzun bir ağacın yanına getirildim. Garipliğimi, hüzün ve kederimi ancak Allah'a şikayet ederim.

Hiziplerin, yere yıkılmam esnasında benim için toplanmalarını da Allah'a şikayet ederim.

Arşın sahibi! Bana yapılmak istenen şeye karşı sabır ver.

Benim etimi lime lime ettiler ve artık umudum kesildi.

Bu, Allah'ın elindeki bir şeydir. Eğer o dilerse parçalanmış, kopa­rılmış eklemleri birleştirmekle bana mübarek kılar.

Beni, küfür ile ölüm arasında tercih sahibi kılmışlardır.

Halbuki benim gözlerim, sabırsızlık göstermeksizin yaşlarını dö­küyordu.

Bende ölümden kaçma yoktur. Çünkü ben ölüyüm. Fakat benim kaçınmam her tarafı saran Cehennem'in alevli yanmış ateşi demek­tir.

Allah'a yemin ederim ki, ben, Müslüman olarak öldüğüm takdir­de her nereye düşüp ölürsem, nereye yıkılırsam benim için önemli de­ğildir.

Ben düşmana karşı boyun eğecek bir kimse değilim. Sabırsızlık ta göstermem. Çünkü benim dönüşüm Allah'adır.»

Buharî'nin sahihinde de bu kasideden şu iki beyit nakledilmiştir:

«Ben Müslüman olarak öldürüldüğüm zaman hangi yanım üzere düşsem önemli değil. Çünkü düşüp ölmem Allah yolundadır.

Bu ise Allah'ın elindeki bir şeydir. Eğer o dilerse parçalanmış, ko­parılmış eklemleri birleştirerek mübarek kılar.»

Hassan b. Sabit, İbn İshak'm anlattığına göre Hübeyb üzerine şu mersiyeyi söylemiştir.

«Senin gözüne ne oldu ki, onun yaşları inci taneleri gibi göğüs üzerine durmadan akar.

Yiğitler yiğidi Hübeyb üzerine ağlar.

Gözlerim, bilirler ki, Hübeyb, düşmanla karşılaştığı zaman ne korkar, ne zaafa düşer, ne de kötü huyludur.

O halde ey Hübeyb git! Allah seni güzel şeylerle ve Cennetle, hu­riler katında arkadaşlar içinde ebedi bırakıp mükafatlandırsın.

Temiz ve iyi melekler ufukta iken peygamber size derse siz ne dersiniz?

Niçin Allah'ın şahidini azgın bir adam mukabilinde öldürdünüz ki, o azgın adam şehirlerde ve arkadaşlar arasında fesadı azdırır!»

İbn Hişam dedi ki: İçinde bazı çirkin ifadeler bulunduğu için bu şiirin bazı kısımlarını buraya almadık.

İbn İshak'm anlattığına göre Hassan, Reci ashabına ihanet eden Beni Lahyan'dan bâzı kimseleri hicvederek şöyle demiştir:

«Eğer katıksız bir ihanet seni sevindirirse, Reci'e git ve Lihyan yurdundan sor.

Bir kavim ki, aralarında komşularını yemeyi birbirlerine tavsiye etti.

Demek köpek, maymun ve insan birbirine benzer.

Eğer teke bir gün konuşacak olsa, kalkıp onlara hitap eder.

O onların arasında şan ve şeref sahibi idi.»

Reci seriyyesine katılan sahabelere ihanet etmeleri sebebiyle Hü-zeyl ve Beni Lihyan kabilelerini hicveden Hassan b. Sabit, bir başka şiirinde de şöyle demiştir:

«Ömrüme yemin ederim ki, Hübeyb ve Asım için olan hadiseler, elbette Hüzeyl b. Mudrike'yi ayıplar.

Lihyan'm hadiselerinin en kötüsü onlara isabet etti.

Lihyan ise, suçların en kötüsünü işleyenlerdir.

Birtakım insanlar, onların kavmindendirler. Katıksız soyludur­lar. Tıpkı ellerin arkasındaki tüyler gibi.

Onlar, Reci gününde ihanet ettiler. İffet ve yüksek ahlak sahibi Rasûlullah'ın elçisine ihanet ederek yardımsız bıraktılar,

Hüzeyl, haram şeylerin çirkinlerinden asla sakınmadı.

Haram kafirlere karşı korunan Asım'an öldürülmesi sebebiyle bir gün zaferin kendi aleyhlerinde olacağını görecekler.

Savunucu öyle kuşlar ki (arılar ki), şehidin etini büyük savaşlar- . dan korurlar.

Belki Hüzeyl kabilesi, onu öldürmekle ölüm yerlerini veya ağla­yan kadınlar topluluğunu görecekler. Onlara öyle şiddetli bir darbe vururuz ki, o darbe sebebiyle panayır sahiplerinden olan kervanlar ödeşirler.

Rasûlullah'ın emriyle ki, onun elçisi sağlam bir görüş ile Lihyan'ı tanıdı.

Eğer zulme uğrarlarsa zalimin elini geri itmezler. Ona karşı sa­vunmazlar.

İnsanlar, geniş bir yere yerleştikleri zaman onları sel yatakların­da görürsün. Onların yerleri ölüm yurdudur.

Ve başlarına bir iş geldiği zaman görüşleri, hayvanların görüşleri gibidir!»

Hassan, Reci ashabını medhederek ve şiirinde adlarını belirterek şöyle demiştir:

«Allah o kimselere rahmet etsin ki, Reci gününde birbiri ardına gittiler ve böylece ikram gördüler. Sevaba kavuştular.

Seriyyenin başı ve komutanı Mersed idi.

İbn Bükeyr imamları idi. Hübeyb'i, İbn Tarık ve İbn Desine'yi ise mukadder olan Ölüm aldı.

Reci'de Öldürülen Asım ise, yüce hasletler kazandı. O, kazançlı bi­ridir.

O, onlara karşı zillet ve boyun eğmeyi kabul etmedi de nihayet kı­lıçla vuruştu. Çünkü o asildir.»

İbn Hişam dedi ki: Şiir bilgisine sahip olanların çoğu, bu şiirin Hassan'a ait olmadığını söylerler. [10]

 

Amr B. Ümeyye Ed-Damrî Seriyyesi

 

Bu seriyye, Hübeyb'in öldürülmesinden sonra çıkarılmıştır.

Vakidî, İbrahim b. Cafer kanalı ile Abdulvahid b. Ebi Avf m şöyle dediğini rivayet eder:

«Ebu Süfyan b. Harb, Kureyşli birkaç kişiye Mekke'de şöyle de­mişti: Muhammed'e sokaklarda yürürken kim suikast yapacak da ö-cümüzü almamıza yardımcı olacak? deyince Arabm biri gelip Ebu Süfyan'm evine girdi ve ona şöyle dedi:

"Eğer ücretimi tam verirsen, ben gidip Muhammed'e suikast ya­parım. Çünkü ben yollan iyi bilirim. Kılavuzluğum vardır. Yanımda Öyle bir hançer var ki, kartal kanadı gibidir."

Ebu Süfyan, ona: «İşte sen bizim adamımız sın.» dedi. Ona bîr de­ve ve bir miktar harçlık verdi. Sonra da: «Bu işini gizli tut. Çünkü bu­nu duyan bir kimse gidip Muhammed'e haber verebilir.» dedi. Arap suikastçı da: «Hayır, bunu hiç kimse bilmeyecektir.» dedi. Geceleyin bineğine binip yola çıktı. Beş gün boyunca yol gitti. Altıncı günün sa­bahında da gitti. Öğlen vaktinde Medine'ye vardı. Rasûlullah (s.a.v.)'m nerede olduğunu sordu. Namazgaha geldi. Adamın biri ona: «Rasûlullah, Beni Abdüleşhel mahallesine doğru gitti.» dedi. Arap su­ikastçı da bineğini o tarafa sürdü. Mahalleye vardığında bineğini bir yere bağladı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ı aramaya başladı. Onu asha­bından bir topluluk arasında mescidde sohbet ederken buldu, içeriye girdiğinde Rasûlullah (s.a.v,), onu görünce ashabına: «Bu adam hıya­net yapmak istiyor. Ama Allah onun amacını gerçekleştirmesine en­gel olacaktır.» dedi. Adam gelip durdu ve:

- Abdülmuttalib'in oğlu hanginiz? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.):

- Abdülmuttalib'in oğlu benim, dedi.

Adam, kulağına birşey fısıldayacakmış gibi yaparak Rasûlullah'm üzerine eğildi. Ama arkadan Üseyd b. Hudayr, onu tutup çekti ve:

-  Rasûlullah'tan uzak dur! dedi. Eteğinin altına elini sokunca hançerini gördü ve:

- Ya Rasûlallah! Bu suikastçıdır, haindir, dedi. Suikastçı Arabî te­laşa düşüp:

-  Canımı, canımı bağışla ya Muhammed, dedi. Üseyd b. Hudayr da onun çenesine vurmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v.):

- Bana doğruyu söyle. Sen kimsin, niçin geldin? Eğer bana doğru söylersen, doğruluğun sana fayda verir. Eğer bana yalan'söylersen se­nin niyetinin ne olduğunu anlarım, dedi.

Suikastçı:

- Eğer doğru söylersem güvenlikte olur muyum? diye sordu: Rasûlullah:

- Evet güvenlikte olursun, dedi.

Adam, Ebu Süfyan'm durumunu ve kendisine vaad ettiği ücreti anlattı. Rasûlullah, emir verip adamı Üseyd b. Hudayr'ın yanında alı­koydu, ertesi sabah onu çağırıp şöyle dedi:

- Sana eman verdim. Dilediğin yere gidebilirsin veya bundan da­ha hayırlı birşey yapabilirsin.

- Nedir o hayırlı olan şey?

- Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şahadet etmendir.

- Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve senin de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim! Allah'a yemin ederim ki, ya Muhammed, ben etrafindaki adamlardan korkmuş değilim. Yalnız seni görür gör­mez aklım başımdan gitti, gevşedim, gücüm kalmadı. Bu arada benim niyetimin ne olduğunu anladın. Yoksa daha önce benim maksadımın ne olduğunu hiç kimse fark etmemiş ve benden önce de sana haber vermek üzere herhangi bir süvari buraya gelmemişti. Anladım ki sen, Allah tarafından korunmaktasın ve hak yoldasın. Ebu Süfyan taraf­tarlarının da şeytan taraftarları olduğunu anladım.

Böyle demesi üzerine Peygamber (s.a.v.), gülümsedi. Adam, Rasû­lullah'm yanında birkaç gün kaldıktan sonra gitmek için Rasûlul-lah'tan izin istedi. Kendisine izin verilince çıkıp gitti. Ondan sonra da kendisinden herhangi bir haber alınamadı.

Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. Ümeyye ed-Damrî ile Seleme b. Eşlem b. Haris'e şöyle dedi:

- Mekke'ye gidip Ebu Süfyan b. Harb'i bana getirin. Eğer fırsatını bulursanız onu öldürün!

Amr dedi ki: Ben ve arkadaşım yola çıktık. Batn-ı Ye'cic'e vardık. Develerimizi bağladık. Arkadaşım bana dedi ki:

- Ey Amr, var mısın Mekke'ye gidelim, Beyt'i yedi kez tavaf ede­lim ve orada iki rekat namaz kılalım.

Dedim ki: Mekkelileri ben senden daha iyi bilirim. Hava karar­mak üzere olduğunda avlularına su serperler, sonra avluda otururlar. Ben Mekke'yi alaca attan daha iyi bilirim.

Arkadaşım öğüdümü dinlemedi. Nihayet birlikte Mekke'ye var­dık. Beyt'i yedi kez tavaf edip orada iki rekat namaz kıldık. Oradan ayrılırken Muaviye b. Ebi Süiyan'la karşılaştım. Beni tanıdı ve:

- Amr b. Ümeyye ha! Gel ey hüzün, gel! dedi.

Mekkeliler gelişimizi birbirlerine korku içinde duyurdular ve: «Amr, iyi bir iş için gelmez!» dediler.

Cahiliye döneminde Amr, adam öldüren, kötülük yapan bir kimse idi. Mekkeliler onun gelişi üzerine toplanıp biraraya geldiler. Amr ile Seleme de kaçtılar. Mekkeliler onları aramaya çıktı. Dağlara doğru koştular.

Amr dedi ki: «Bir mağaraya girdim. Mekkelilerden gizlendim. Sa­baha kadar orada kaldım. Onlar bizi gece boyunca dağda aradılar. Al­lah, Medine yolunu onlara göstermedi. Gözlerini kör etti. Ertesi sa­bah kuşluk vaktinde Osman b. Malik b. Ubeydullah et-Teymî, atına ot toplamak için çevremizde dolaşıyordu. Seleme b. Eslem'e dedim ki: Eğer bu bizi görürse burada olduğumuzu Mekkelilere duyurur. Hal­buki onlar bizden uzaklaşıp gittiler.

Osman b. Malik, mağara kapısına gittikçe yaklaşıyordu. Nihayet gelip bizi gördü. Ben de çıkıp memesinin altına hançerimi sapladım.

Bir çığlık atıp yere düştü. Çığlığını duyan Mekkeliler, gelip orada top­landılar. Ben de tekrar mağarama girip gizlendim. Arkadaşıma sakın kımıldama, dedim. Mekkelüer, mağara kapısına kadar geldiler. Os­man b. Malik'e sordular:

- Seni kim yaraladı?

- Amr b. Ümeyye ed-Damrî yaraladı. Ebu Süfyan:

- Amr'm iyi bir iş için gelmediğini zaten biliyorduk, dedi. Aldığı yaradan yerde ölmek üzere olan Osman b. Malik, bizim nerede oldu­ğumuzu onlara anlatamadı. Son nefeste idi. Nihayet son nefesini de verip öldü. Onlar da bizi aramaktan vazgeçtiler. Ölülerini alıp götür­düler. Mağaramızda iki gece kaldık. Artık bizi aramaktan vazgeçmiş­lerdi. Nihayet oradan çıkıp Ten'im'e vardık. Arkadaşım dedi ki:

- Ey Amr b. Ümeyye! Var mısın Hübeyb b. Adiy'yin darağacma gi­delim de onu ağaçtan çözüp indirelim?

- O nerededir?

- İşte o şurada. Çevresinde bekçiler de var.

- Bana biraz süre tanı ve benden uzaklaş. Eğer bir şeyden korkar-san hemen uzaklaşıp devenin yanına git, devene binip Rasûlullah'a ulaş, haberi ona bildir ve beni kendi halime bırak. Çünkü ben Medine yolunu bilirim.

Sonra gidip Hübeyb'in darağacmm etrafında dolaştım. Nihayet onun cesedini gördüm. Onu alıp sırtıma koydum. Yirmi zira kadar oradan uzaklaştığımda bekçiler durumun farkına vardılar. Peşime düştüler. Ben de ağacı yere attım. Sesini unutmuş değilim. Sonra ayağımla üzerine toprak attım. Safra yoluna koyuldum. Nihayet bek­çiler beni takipten bıktılar ve geri döndüler. Ama, bende ruh kalmış mıydı, kalmamış mıydı, bilemiyorum, O kadar ki, yorulmuş ve kork­muştum. Arkadaşım da devesine binip Medine'ye gitmiş ve durumu Rasûlullah'a anlatmıştı. Ben de Medine yoluna koyuldum. Nihayet Galil-i Dacnan mevkiine vardım. Orada bir mağaraya girdim. Yanım­da yayım, oklarım ve hançerim vardı. Ben mağarada iken Beni Dil b. Bekir kabilesinden tek gözlü, uzun boylu olup koyun ve keçi gütmekte olan bir adam geldi. Mağaraya girdi ve:

- Sen kimsin ey adam? diye sordu. Ben de:

- Beni Bekir kabilesinden bir adamım, dedim.

-  Ben de Beni Bekir kabilesindenim, dedi. Sonra sırtını mağara­nın duvarına yaslayıp sesini yükselterek şu şiiri söyledi:

«Hayatta olduğum müddetçe Müslüman olacak değilim. Müslümanların dinine de girecek değilim.»

Ben de kendi kendime onu kastederek söyledim: «Vallahi öyle sa­nıyorum ki, seni öldüreceğim!» Adam uykuya daldığında kalkıp onu fena bir şekilde öldürdüm. O güne kadar başka hiçbir kimseyi onu öl­dürdüğüm gibi, fena bir şekilde öldürmüş değildim. Sonra mağaradan çıktım. Aşağı inerek yola koyuldum. Doğru yola vardığımda Kureyşli-lerin haber sızdırmak (almak) için gönderdikleri iki adamla karşılaş­tım. Onlara: «Esir olarak bana teslim olun.» dedim. Birisi teslim ol­maya yanaşmadı. Ona bir ok atıp öldürdüm. Diğeri bu durumu gö­rünce esir olarak kendini bana teslim etti. Ben de onu sıkı sıkıya bağ­ladım. Sonra Rasûlullah'a getirdim. Medine'ye geldiğimde oyun oyna­makta olan Ensâr çocukları geldiler. Büyükleri benim geldiğimi du­yunca: «İşte bu gelen Amr'dır» dediler. Çocuklar koşup Peygamber'e gelişimi haber verdiler. Ben de esirimi Rasûlullah'a götürdüm. Baş parmağını yayımın kirişi ile bağlamıştım. Peygamber (s.a.v.)'in, bu duruma güldüğünü gördüm. Sonra bana hayır duada bulundu.»

Seleme ise Amr'dan üç gün önce Medine'ye gelmişti.

Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Amr, Hübeyb'i darağacından indirdiğinde cesedi yere düşmüş, onun bir parçasını bile yerde görme­mişti. Belki de o, düştüğü yere defnedilmiş ti. Doğrusunu Allah bilir. [11]

 

Bir-İ Maune Seriyyesi

 

Bu seriyye, hicrî dördüncü senenin safer ayında yola çıkmıştır. Mekhul'un garip bir ifadesine göre bu seriyye olayı, Hendek gazvesin­den sonra olmuştu.

Buharı, Ebu Ma'mer kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), kendilerine kurra denen yetmiş kişiyi bir ih­tiyaç için göndermişti. Bir-i Maune denen bir kuyu yanında Beni Sü-leym'den Ri'l ve Zekvan adında iki kabile bunlara saldırdı. Bunlar: «Vallahi bizim maksadımız size saldırmak değildir. Biz Rasûlullah'm bir iş için gönderdiği kimseleriz. Yolumuza devam edip gideceğiz.» de­dilerse de o kabileler bunları öldürdüler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), bir ay boyunca sabah namazlarında o iki saldırgan kabileye beddua etti. Kunut duası bu şekilde başladı. Daha önce kunut oku­mazdık.»

Buharî, Abdu'1-Ala b. Hammad kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ri'l, Zekvan, Usayye ve Beni Lihyan kabi­leleri, düşmanlarına karşı Rasûlullah'tan yardım istediler. Rasûlul­lah da Ensâr'dan yetmiş kişiyi onlara yardım için gönderdi. Bu yet­miş kişiye biz, zamanlarında kurra adım verirdik. Bunlar gündüz odun topluyor, geceleyin namaz kılıyorlardı. Bir-i Maune denen kuyunun yanına vardıklarında bunları yardım için istemiş olanlar, hıya­net ederek öldürdüler. Bu haberi alan Peygamber (s.a.v.), bir ay bo­yunca sabah namazlarında Ri'l, Zekvan, Usayye ve Beni Lihyan gibi Arap kabilelerine beddua ediyordu.»

Enes dedi ki: Biz, bunlar için Kur'ân okuyorduk. Sonra bu hüküm kaldırıldı. «Bizden kavmimize bildirin ki, biz, Rabbimize kavuştuk. O bizden razı oldu ve bizi hoşnud kıldı.»

Buharî, Musa b. İsmail kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûhıllah (s.a.v.), Ümmü Süleymın kardeşi Haram'ı yetmiş ki­şilik bir süvari birliği başında yola çıkardı. Müşriklerin başı Amir b. Tufeyl, Hz. Peygamberi üç yol arasında muhayyer kılıp şöyle demişti: Ya ova ve kır sakinleri senin, şehir ve köy halkı da benim olacak, ya senden sonra halifen ben olacağım veya Gatafan kabilelerinden bin­lerce ve binlerce kişi ile sana karşı savaşacağım.

Böyle dedikten sonra bir kadının evinde veba hastalığına yakala­narak şöyle demişti:

- Develerin hastalığı gibi bir hastalıktan ve falanca kadının evin­de yatarak mı öleceğim. Bana atımı getirin.

Böyle dedikten sonra atma binip çıktıktan sonra atın sırtında öl­dü.

Ümmü Süleym'in kardeşi Haram da askerlerinden birisi topal ol­mak üzere iki kişiyi yanma alarak ilerledi ve düşmana yaklaşınca ya­nındaki iki adama:

- Siz burada durun. Ben düşmanın yanma varayım, eğer bana te­minat verirlerse, yakın olduğunuz için hemen gelirsiniz. Vermezlerse arkadaşlarınızın yanma dönersiniz, dedi ve düşmana doğru ilerleyip onlara:

-  Size Rasûlullah'm emrini tebliğ edinceye kadar bana teminat verir misiniz? dedikten sonra onlarla konuşmaya başladı.

Onlar da içlerinden birine işaret ettiler. Adam, Haramın arkasın­dan gelip sırtına bir mızrak vurdu. Hadisin ravilerinden biri olan Hemmam diyor ki; Ona çok kuvvetli bir darbe vurmuş olmalı ki; Ha­ram (r.a.) yerinde donup kaldı ve:

- Allahu Ekber! Kazandım, Ka'be'nin Rabbine yemin ederim, dedi.

Haram'm arkadaşları onun sesini işitince, olay yerine gelip sava­şa giriştiler ve topaldan başka hepsi şehid düştü. Bir dağın başında vuku bulan bu olayda şehid düşenler hakkında «Biz ve bizi de hoşnud kıldı» mealinde bir ayet nazil oldu ama bu ayet daha sonra neshedil-di. Hz. Peygamber de bu olay üzerine otuz gün üstüste her sabah Ri'l, Zekvan, Beni Lihyan ve Allah ile peygamberine isyan eden Usayye kabilelerine beddua etti.»

Buharî, Hibban kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haram b. Milhan, benim dayımdır. Bir-i Maune günü vurulduğu zaman kanım eliyle yüzüne ve başına serpti ve: "Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki, ben kazandım." dedi.»

Buharî, Ubeyd b. İsmail tarikiyle Hişam b. Urve'den rivayet ede­rek, Urve'nin şöyle dediğini nakletmiş tir: «Bir-i Maune seriyyesine katılan sahabeler öldürülüp de Amr b. Ümeyye ed-Damrî esir alındı­ğında Amir b. Tufeyl ona: "Bu kimdir?" diye sormuş ve yerde ölü du­ran kimseye işaret etmişti. Amr b. Ümeyye de: «Bu, Amir b. Füheyre'-dir.» demişti. Bunun üzerine Amir b. Tufeyl şöyle demişti:

«Öldürülmesinden sonra onun semaya kaldırıldığını gördüm. Öy­le ki, ben onunla yer arasında bir mesafe bulunduğunu gördüm. Son­ra yere indirildi.»

Bunların haberleri Peygamber (s.a.v.)'e ulaştırıldı. Şehid düştük­leri bildirildi. Peygamber (s.a.v.) de:

- Arkadaşlarınız öldürüldüler. Onlar Rablerinden şu dilekte bu­lunmuşlardı: «Rabbimiz, senden hoşnud olduğumuzu, senin de bizden razı olduğunu kardeşlerimize bildir.» demişlerdi.

Allah da onların durumunu Müslümanlara bildirdi. Bir-i Maune gününde öldürülenler arasında Urve b. Esma b. Salt ile Münzir b. Amr da vardı.»

Vakidî, Mus'ab b. Sabit kanalı ile Urve'den şöyle bir rivayette bu­lunmuştur: Urve, Bir-i Maune faciasını, Amir b. Füheyre'nin durumu­nu, Amir'in öldürüldükten sonra semaya kaldırılışını anlattıktan son­ra, onu öldüren kişinin Cebbar b. Sehna el-Kilabî olduğunu söylemiş­tir. Cebbar, onu mızrakla vurup öldürürken Amir: «Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki, ben kazandım.» demiştir.

Cebbar, bu hadiseden sonra bazı kimselere sormuş:

- Amir b. Füheyre öldürülürken «Kazandım» dedi. Bu sözü ile ne­yi kazandığım kasdetti?

Dediler ki:

- Böyle demekle o, Cennet'i kazandığını kasdetti. Cebbar:

- Vallahi doğru söylemiştir, dedi ve bu sebeple kendisi de sonra Müslüman oldu.

Musa b. Ukbe'nin, "Megazi"sinde Urve'nin şöyle dediği nakledil­miştir: «Amir b. Füheyre'nin cesedi bulunamadı. Öyle sanılıyor ki, o-nun cesedini melekler defnetmişlerdir.»

Yunus, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gazvesinden sonra Medine'de şevval ayının kalan kısmı ile zilkade, zilhicce ve muharrem aylarım geçirdi. Sonra safer aynıda yani Uhud'dan dört ay sonra Bir-i Maune seriyyesine katılan adamları bu seriyye için göreve gönderdi. Babam İshak b. Yesar, Muğire b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam ve Abdullah b. Ebi Bekir b. Muham-med b. Amr b. Hazm ile ilim erbabından diğer bazı kimseler bana şöy­le haber verdiler:

Ebu Bera Amir b. Malik b. Cafer b. Mulaibu 1-Esinne, Medine'ye Rasûlullah (s.a.v,)'m yanına geldi. Rasûlullah (s.a.v.) da onu İslâm'a davet etti. O, Müslüman olmadı. Fakat İslâm'dan da uzaklaşmadı ve şöyle dedi: Ya Muhammed, eğer ashabından Necid halkına birtakım adamlar gönderirsen ve onlar da onları, senin emrine davet etseler, umarım ki sana icabet ederler.

Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Ben, Necid halkının ashabıma kötülük yapmasından korkarım, dedi.

Ebu Bera:

- Ben onların kefiliyim. Ashabını gönder de halkı İslâm'a davet et­sinler, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.), Münzir b. Amr'ı -ki bu Münzir, Beni Saide'nin kardeşi olup kendisine ölüme süratli koşan kişi anlamına gelen «Mu-niku'l-Yemut» lakabı takılmıştır- ashabından ve Müslümanların ha­yırlılarından kırk kişi ile birlikte gönderdi. Bunların arasında şu kim­seler vardı: Harise b. Simme, Haram b. Milhan (Beni Âdiy b. Nec-car'ın kardeşidir.), Urve b. Esma b. Salt es-Sülemî, Nafî b. Büdeyl b. Verka el-Hüzaî, Amir b. Füheyre (Ebu Bekir es-Sıddık'm mevlasıdır.). Bunlar seçkin Müslümanlarla birlikte gönderildiler.

Onlar da gittiler ve Bir-i Maune'de indiler. Burası Beni Amir'in yurdu ile Beni Süleym'in arazileri arasındadır.

Ashab, kuyunun yanı başına indikleri zaman Haram b, Milhan'ı Rasûlullah (s.a.v.)'m mektubuyla birlikte Amir b. Tufeyl'e gönderdi­ler. Ona geldiği zaman o, onun mektubuna bakmadı ve hemen ada­mın üzerine saldırdı. Onu öldürdü. Sonra bağırarak onlara karşı Beni Amir'den yardım istedi. Onlar da onun çağrısına icabet etmeye yanaş­madılar ve: «Ebu Bera'nın ahdini asla bozmayız.» dediler. Ebu Bera, onlar için sözleşme ve kefalet vermişti. Bunun üzerine Amir, onlara karşı Beni Süleynı'den Usayye, Ri'l ve Zekvan kabilelerinden yardım isteyerek çağırdı. Onlar da onun bu çağrısına icabet ettiler. Çıkıp sa­habeleri kuşatma altına aldılar. Sahabelerin yüklerinin etrafında çember tuttular. Onlar da bunları gördükleri zaman kılıçlarım çekip savaştılar ve son neferlerine varıncaya kadar öldürüldüler. Allah, on­lara rahmet etsin. Sadece Ka'b b. Zeyd (Beni Dinar b. Neccar'm kar­deşi) müstesna hepsini öldürdüler, yalnız onu can çekişme halinde bı­raktılar. O da ölülerin arasından yaralı olarak kalkıp yola çıktı. Hen­dek gününde şehid olarak öldürülünceye kadar yaşadı. Allah ona rahmet etsin.

Kavmin merasında Amr b. Ümeyye ed-Damrî ile Beni Amr b. Avf tan olan Ensârh bir adam vardı. Bu iki kişi arkadaşlarının başına gelen musibeti ancak askerlerin çevresinde dolaşan bir kuştan anla­dılar ve: «Vallahi bu kuşta bir iş var,» dediler. Dönüp baktıklarında sahabelerin kanlar içerisinde olduklarını gördüler. Başlarına getiri­len ihanetler gözle görülüyordu. Bunun üzerine Ensârlı adam, Amr b. Ümeyye'ye: «Ne dersin?» diye sordu. O da dedi ki:

-  Rasûlullah (s.a.v.)'a varıp durumu kendisine haber vermemiz gerektiğini uygun görüyorum.

Ensârî dedi ki:

- Fakat ben, kendisinde Münzir b. Amr'ın öldürüldüğü bir yerden yüz çevirip ayrılmam ve bunu başka adamlara da bildirmem.

Böyle dedikten sonra kavimle savaştı. Nihayet öldürüldü. Amr b. Ümeyye'yi de esir aldılar. Mudar kabilesinden bir kimse olduğunu on­lara söylediği zaman Amir b. Tufeyl onu serbest bıraktı. Perçemini kesti ve anasının bir köle azad etme adağını yerine getirmek için de onu azad etti.

Amr b. Ümeyye çıkıp da Karkaraya vardığı zaman, ki burası Ka­nat vadisinin yamacmdadır. Beni Amir'den iki adam geldi. Bu iki adam onun bulunduğu gölgeliğe gelip konakladılar. Amirlerin Rasû­lullah (s.a.v.) ile yapmış oldukları bir antlaşma ve kefaletleri vardı. Amr b. Ümeyye bunu bilmiyordu. Onlar oraya indikleri zaman onla­ra:

- Siz kimlerdensiniz? diye sordu.

- Onlar da:

- Beni Amir'deniz, dediler.

Onlara mühlet verdi ve uyudukları zaman üzerlerine saldırıp on­ları öldürdü. O, Rasûlullah (s.a.v.)'m ashabının başına getirdikleri şeyden dolayı Beni Amir kabilesinden bir intikam alarak bunu yaptı­ğını zannediyordu.

Amr b. Ümeyye, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip de olanları ona anlattığında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Öyle iki adamı öldürdün ki, onların diyetlerini Ödeyeceğim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Bu, Ebu Bera'nın yaptığı bir iştir. Ben bunun yapılmasını iste­mezdim ve korkuyordum.

Ebu Bera'ya bu haberi verdi. Amir b. Tufeyl'in onun antlaşmasını bozması ve Rasûlullah'm ashabma onun sebebiyle ve eman vermesiy­le bu durumun başa gelmesi, ağrına geldi.

Hassan b. Sabit, Beni Ebi Bera'yı, Amir b. Tufeyl'e karşı kışkırta­rak şöyle dedi:

«Ey Beni Ümmü'l-Benîn, siz Necid halkının ulularından olduğu­nuz halde Amir'in, Ebu Bera'nm akdini bozarak onu hafife alması, si­zi korkutmadı mı? Hata ise, kasıt gibi değildir.

Şeref ve fazilet peşinde koşan Rebla'ya bildir ki, benden sonra ha­diselerin içinde ne icad ettin?

Baban savaşların babasıdır, Ebu Bera'dır. Dayın ise şerefli bir kimse olan Hakem b. Said'dir.»

İbn Hişam dedi ki: Şiirde geçen Ümmü'l-Benin'den kasıt, Ebu Be-ra'nın annesidir, ki, o da Amr b. Amir b. Rebia b. Amir b. Sa'saa'nm kızıdır.

İbn İshak dedi ki: Rebia b. Amir b. Malik, Amir b. Tufeylin üzeri­ne saldırdı ve süngü ile vurdu. Süngü, uyluğuna isabet etti, ama can alıcı noktaya değmedi. Atından düştü ve şöyle dedi:

- Bu, Ebu Bera'nm işidir. Eğer ben Ölürsem benim kanım, amca­ma aittir. Kanımın peşine düşmesin. Eğer yaşarsam ben ne yapacağı­mı bilirim.

Musa b. Ukbe dedi ki: Kavmin emiri Münzir b. Amr'dır. Mersed b. Ebi Mersed olduğu da söylenir.

İbn İshak'm anlattığına göre Hassan b. Sabit, Bir-iMaune facia­sında öldürülen sahabeler üzerine ağlayarak şöyle demiştir:

«Maune'de öldürülenlere az olmayan bir döküşle gözyaşlarını dök. Ölümleriyle sabahleyin karşılaşan Rasûlullah'm süvarilerine ağ-

Bir kavmin akdi sebebiyle onlar yok oldular. Hainlik ile iplerinin düğümü çözüldü.

Münzir'e yazık ki, yüz çevirdi ve ölümüne sabredip süratle gitti.

İşte o sabahınızda çokları isabet almıştır.

Bunlar, şerifin akından ve Amr'm hayırlılarından olan kimseler­dir.» [12]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/71.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/71-73.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/73-82.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/83-84.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/84-87.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/87-94.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/94-107.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/107-108.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/109-110.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/110-119.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/119-123.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/123-128.