Hz.
Peygamberin Uhud Günü Savaştan Sonra Yaptığı Dua
Hamza
Ve Diğer Uhud Şehidlerinin Üzerine Cenaze Namazı Kılınması
Uhud
Savaşıyla İlgili Olarak Mü'minler İle Kafirler Tarafından Söylenen Şiirler
Amr
B. Ümeyye Ed-Damrî Seriyyesi
îmam Ahmed b. Hanbel,
Mervan b. Muaviye el-Fezzarî kanalı ile İbn Rufaa ez-Zürkî rivayet etti İd,
onun babası şöyle demiştir: Uhud günü olduğunda müşrikler çekip gittikten
sonra Rasûlullah (s.a.v.) buyur-duki: «Saf halinde dizilin ki, Aziz ve Celil
olan Rabbime hamdü senada bulunayım.» Bunun üzerine ashab onun arkasında saf
halinde dizildi. O da şöyle dua etti:
«Allahım, bütün
hamdler sana mahsustur. Allahım, senin verdiğini kısacak kimse yoktur. Senin
kıstığını da açıp verecek kimse yoktur. Senin saptırdığını doğru yola hidayet
ettirecek yoktur. Senin hidayete erdirdiğini saptıracak kimse yoktur. Senin men
ettiğini veren yoktur Senin verdiğini de men edecek yoktur. Senin
uzaklaştırdığını yakın kılacak yoktur. Senin yaklaştırdığını da uzak kılacak
yoktur. Allahım, rahmet, bereket, lütuf ve rızkını bize bol bol ver. Allahım,
senden halden hale dönmeyen, zail olmayan, devamlı nimetini istiyorum. Allahım,
muhtaçlık gününde nimet, korku gününde de güvenlik istiyorum senden. Allahım,
bize verdiklerinin şerrinden ve bize vermediklerinin şerrinden sana
sığmıyorum. Allahım, bize imanı sevdir. Onu kalblerimizde süsle, küfrü,
fasıklığı ve isyanı bize çirkin göster. Ve bizi doğru yolu bulanlardan eyle.
Allahım, bizi Müslümanlar olarak öldür. Allahım, bizi Müslümanlar olarak yaşat.
Bizi salih kimseler arasına kat. Bizi rüsvay olan ve fitneye düşen kimselerden
kılma. Allahım, peygamberlerini yalanlayan ve insanları senin yolundan geri
çeviren kafirleri öldür. Azap ve gazabım onların üzerine indir. Allahım,
kendilerine kitap verilmiş olan kafirleri de öldür, ey hak olan Allah»[1]
Halk ölüleri ile
meşgul olurken, Beni Neccar'm kardeşi Muham-med b. Abdullah b. Abdurrahman b.
Ebi Sa'saa el-Mazinî'nin bana anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
- Sa'd b. Rebi'in ne
yaptığını, diriler içinde mi, yoksa ölüler içinde mi olduğunu görüp bakacak bir
kişi var mıdır ki, gelip bana bildirsin?
Ensâr'dan bir adam
dedi ki:
-Ya Rasûlallah, ben
senin için gidip Sa'd'm ne yapmakta olduğuna bakarım."
Gitti, baktı ve onu
ölmek üzere olan maktuller arasında yaralı olarak buldu. Adam dedi ki:
"Ona şöyle dedim:
« Rasûlullah (s.a.v.), bana senin diriler arasında mı, yoksa ölüler arasında mı
olduğunu araştırıp bulmamı emretti."
Sa'db. Rebidediki:
"Ben ölülerin içindeyim.
Rasûlullah (s.a.v.)'a benden selam söyle ve ona deki: Sa'd b. Rebi sana şöyle
diyor: «Allah bizden yana. Seni ümmetinden bir peygamber olarak en hayırlı
mükafatla mükafaatlandırsın. Kavmime de benden selam ilet ve onlara de ki: Sa'd
b. Rebi size şöyle diyor: «Bir an peygamberinize düşmanlar tarafından yol
bulunursa, Allah katında sizin için hiçbir mazeret kalmaz."
Ensâr'dan olan adam
dedi ki: Sonra ölmesine kadar orada kaldım. Rasûlullah (s.a.v.)'a geldim ve
durumunu ona anlattım.»
Ben derim M: Sa'db.
Rebi'i ölüler arasında arayan kişi Muhamnıed b. Mesleme idi. Çünkü, Muhammed b.
Ömer el-Vakidî, bana bu yönde haber vermişti. Muhammed b. Mesleme, ağır yaralı
olan Sa'd b. Rebi'e iki kez seslenmiş, ama Sa'd ona cevap vermemiş. Fakat ona:
«Rasûlullah, senin durumuna bakmam için bana emir verdi.» deyince Sa'd, zayıf
bir sesle ona cevap vermiş ve durumunu anlatmış.
"el-îstiab"
adlı eserde Şeyh Ebu Ömer demiş ki: Sa'd'ı ölüler arasında arayan kişi Übey b.
Ka'b'dır. Doğrusunu Allah bilir. Sa'd b. Rebi, Akabe gecesinde Rasûlullah'a
bey'at eden Ensâr temsilcilerinden (nakible-rinden)'dir. Rasûlullah'm
Abdurrahman b. Avf ile kardeş kıldığı kimsedir.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Hamza b. Abdülmuttalib'i aramaya çıktı. Onu vadinin
çukurunda, karnı ciğerinin hizasından yarılmış ve kendisine hakaret edilmiş,
burnu ve kulakları kesilmiş bir halde buldu.
Muhammed b. Cafer b.
Zübeyr'in bana anlattığına göre Rasûlullah (s.a,v.) şöyle demiştir:
«Gördüğüm o manzarayı
müşahede ettiğimde, Safıyye'yi hüzün-lendirmek ve benden sonra bir sünnet olur
endişesi olmasaydı, elbette Hamza'yı o halde bırakırdım. Böylece, yırtıcı
hayvanların karınlarına ve kuşların kursaklarına girsin. And olsun ki, eğer
Allah, Kureyş'e karşı herhangi bir yerde beni muzaffer kılarsa, elbette
onlardan otuz kişinin ölüsünün başına aynı şeyleri getireceğim.»
Müslümanlar,
Rasûlullah (s.a.v.)'m üzüntüsünü ve amcasına hü-zünlendiğinden dolayı kızdığım
gördükleri zaman dediler ki:
«Vallahi eğer Allah
bizi herhangi bir zamanda onlara galip kılarsa, Arab'tan hiçbir kimseye
yapılmadığı bir şekilde onların ölülerinin
burun ve kulaklarını
keseceğiz!»
İbn İshak, Büreyde b.
Süfyaıı b. Ferve el-Eslemî kanalı ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Bu konuda Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
«Eğer ceza vermek
isterseniz size yapılanın aynısı ile mukabele edin. Sabrederseniz andolsun ki
bu, sabredenler için daha iyidir.» (cn-Nahl, 126.)
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), affetti ve sabır gösterdi. Bizi ölülere işkence etmekten
de nehyetti.
Ben derim ki: Bu ayet
Mekkidir. Uhud gazvesi ise hicretten üç sene sonra yapılmıştır. Bu ayette Uhud
gazvesinde cerayan eden bir hadise arasında nasıl münasebet kurulabilir?
Doğrusunu Allah bilir.
Hümeyd et-Tavil'in,
Hasen'den naklettiğine göre Semüre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), her
nereye gelip durdu ve oradan ayrıldı ise mutlaka sadaka vermeyi emretmiş ve
ölülere işkence yapmayı menet-mistir.
İbn Hişam dedi ki:
Peygamber (s.a.v.), Hamza'nm cenazesi üzerine durup şöyle dedi: «Senin bu durumun
gibi hiçbir musibet başıma gelmiş değildir. Ve burası gibi hiçbir yer bana bu
kadar sıkıntılı gelmemiş-tir.»Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Cebrail bana geldi ve
haber verdi ki: «Hamza b. Abdülmuttalib, yedi kat göklerde "Hamza
b.Abdülmuttalib, Allah'ın ve Rasûlü1 nün arsla-nıdır." diye yazılıdır.»
İbn Hişam dedi ki:
Rasûllüllah (s.a.v.), Hamza ve Ebu Seleme b. Ab-" dil-Esed süt kardeş
idiler. Bu üçünü Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe em-zirmiştir. [2]
îbn İshak, Miksem
kanalı ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.),
Hamza'mn getirilmesini emretti. Üzeri bir kumaş ile örtüldü. Sonra Rasûlullah,
onun üzerine namaz kıldı ve yedi tekbir getirdi. Sonra diğer maktuller birer
birer getirildiler. Hamza'nm yanma koyuluyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.),
onların ve onlarla beraber Hamza'mn namazını kıldı. Netice de Hamza'nm üzerine
yetmiş iki namaz kılınmış oldu.» Bu garib bir rivayettir. Senedi zayıftır.
Süheylî dedi ki:
Ulemadan herhangi biri böyle birşeyin olduğunu söylemiş değildir.
İmam Ahmed b.
Hanbel,Afîan ve Hammad kanalı ile îbn Mes'ud'un şöyle dediğini rivayet eder:
«Uhud günü kadınlar,
Müslümanların arkasında idiler. Müşrik yaralıları tedavi ediyorlardı. Eğer o
gün yemin etmiş olsaydım, umarım ki, yeminim yerine gelirdi. Ki, bizden hiçbiri
dünyayı istemiyordu. Nihayet Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Sizden kimi dünyayı,
kimi ahireti istiyordu, derken denemek için Allah sizi geri çevirip bozguna uğrattı.»
(Âi-i imrân, 152.)
Rasûlullah'm ashabı,
kendilerine verilen emre muhalefet edip karşı geldiklerinde Rasûlullah
(s.a.v.), sadece dokuz kişi ile başbaşa kaldı. Bunların yedisi Eıısâr'dan,
ikisi Kureyş'ten idi. Kendisi de onuncuları idi. Müşrikler kendisine hücum
ettiklerinde: «Bunları bizden geri püskürtecek adama Allah rahmet etsin.»
dedi. Yanındaki adamlardan yedisi öldürülünceye kadar Rasûlullah, hep böyle
dedi. Nihayet Rasûlullah yanındaki iki arkadaşına: «Ashabımız bize insaf
etmediler.» dedi. Öte yandan Ebu Süfyan gelip:
- Ey Hübel yücel,
dedi. Rasûlullah (s.a.v,) buyurdu ki:
- Siz de, Allah daha
yüce ve daha üstündür, deyin. Ashab:
- Allah daha yüce ve
daha üstündür, dediler. Ebu Süfyan:
- Bizim Uzza'mız var,
sizin Uzza'nız yoktur, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
- Siz de deyin ki,
Allah mevlamızdır, sizin mevlanız yoktur. Sonra Ebu Süfyan dedi ki:
- Bugün, Bedir gününe
karşılıktır. Bir gün bizim lehimize, bir günde aleyhi mi zedir. Bir gün
üzülür, bir günde seviniriz. Bizim Hanza-la'mıza karşı sizin de Hanzala'nız
gitti. Bizden falan adama karşılık, sizden de falan adam gitti.
Rasûlullah (s.a.v.)
dedi ki:
- Hayır, eşit değiliz.
Bizim ölülerimiz Cennet'te diri olup Allah'tan rızıklanmaktadırlar. Sizin
ölüleriniz ise Cehennem'de azap görmektedirler.
Ebu Süfyan dedi ki:
- Sizin ölülerinizden
bazısının kulakları ve burunları kesilmiştir. Bu, bizim önde gelen
adamlarımızın emri üzerine yapılmış bir iş değildir. Ben bunu yapmalarını ne
emrettim, ne de yasakladım. Bundan ne hoşlandım, ne de tiksindim. Bu beni ne
üzdü, ne de sevindirdi.
tbn Mesud dedi ki:
«Ashab baktı ki, Hamza'nm karnı yarılmış, ciğeri çıkarılmış. Hind, o ciğeri
alıp çiğnemiş ama yiyememişti. Rasûlullah (s.a.v.): «Hind, o ciğerden yedi mi?»
diye sordu. Ashab: "Hayır" deyince Rasûlullah dedi ki: «Allah,
Hamza'nm vücudunun hiçbir parçasını ateşe sokacak değildir.» Böyle dedikten
sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hamza'mn cesedini getirdi. Üzerine cenaze namazı
kıldı. Ensâr'dan bir adam da getirildi. Onun yanı başına konuldu. Onun üzerine
de cenaze namazını kıldı. Ensâr'dan olan cenaze kaldırıldı. Hamza'nm cenazesi
aynı yerde bırakıldı. Bir başka adamın cenazesi daha getirilip Hamza'mn yanma
konuldu. Onun da üzerine namaz kılındıktan sonra cenazesi kaldırıldı.
Hamza'nın ki yine aynı yerde bırakıldı. Böylece o gün Hamza'nm üzerine yetmiş
kez cenaze namazı kılınmış oldu.»
Bunu sadece İmam Ahmed
b. Hanbel rivayet etmiştir ki, bunun senedinde Ata b. Saib tarafından zayıflık
vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Buharî'nin bu konuda
yaptığı rivayet daha sağlamdır. Buna göre Kuteybe, Cabir b. Abdullah'tan şöyle
bir rivayette bulunmuştur: Rasûlullah (s.a.v.), Uhud savaşında Öldürülen
Müslümanların cenazelerini ikişerli olarak aynı kefene sarıyor, sonra:
«Bunlardan hangisi daha çok Kur'ân okumuştur?» diye soruyor, hangisinin daha
çok okuduğu söylenirse, önce onu mezara koyuyordu. Ve: «Kıyamet gününde ben
bunlar lehine şahidlik yapacağım.» diyordu. Kanlarıyla defnedilmelerini emrediyordu.
Üzerlerine namaz kılınmadı ve yıkanmadılar.
Bunu Müslim'den ayrı
olarak Buharî, yalnız başına rivayet etmiştir. Leys b. Sa'd kanalıyla sünen
ehli muhaddisler de bunu rivayet etmişlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
îbn Cafer kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğim rivayet eder: Peygamber
(s.a.v.), Uhud şehidleri hakkında şöyle buyurdu: «Onların her yarası ve her
kam, kıyamet gününde misk kokusu saçacaktır.» Böyle dedi ve üzerlerine namaz
kılmadı.
Vefatından az Önce ve
Uhud'tan seneler sonra Rasûlullah'm, Uhud şehidleri üzerine namaz kılmış olduğu
sabittir. Nitekim Buharî de, Ukbe b. Amir'in şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.), ölülere ve dirilere veda edercesine Uhud gazvesinden sekiz
sene sonra Uhud şehidleri üzerine cenaze namazı kıldı. Sonra minbere çıkıp
şöyle buyurdu:
«Sizin önünüzde sevab
ve ecir vardır. Ve ben de sizin şahidinizim. Sizinle buluşma yerimiz Kevser
havuzudur. Ve ben şuradan ona bakmaktayım. Allah'a şirk koşmanızdan
korkmuyorum. Ancak dünya hususunda bu birinizle rekabete girmenizden
korkuyorum.»
Ukbe b. Amir diyor ki:
Rasûlullah'ı en son olarak işte orada görmüştüm.
el-Ümevî, babası
kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Haberler alabilmek
için seher vakti Rasûlullah'm Uhud'da çıktığı yere gittik. Fecir doğunca güçlü,
kuvvetli bir adamın şöyle diyerek koştuğunu gördük: «Azıcık bekle hele, savaşa
Hamel de katılsın.» Bir de baktık ki, o kişi Üseyd b. Hudayr'mış. Biraz
bekledik. Baktık ki bir deve geliyor. Bir kadın da iki çuvalın ortasında
devenin üzerinde. Yanma yaklaşınca onun Amr b. Cemuh'un karısı olduğunu gördük.
Kendisine:
- Ne haber? diye
sorduk. Dedi ki:
- Allah, Rasûlullah
(s.a.v.)'ı müdafaa etti. Mü'minlerden de şahid-ler edindi:
«Allah, inkar
edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar. Savaşta, inananlara
Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır.» (cl-Ahzâb, 25.)
Sonra o kadın,
devesine: «Çok» dedi. Deve çöktü. O da yere indi. Kendisine: «Bu nedir?» diye
sorduk. O da: Kardeşim ve kocamdır, dedi.
îbn İshak dedi ki:
Safiyye binti Abdülmuttalib, Hamza'ya bakmak için geldi. Hamza, onun ana baba
bir kardeşi idi. Rasûlullah (s.a.v.), Sa-fiyye'nin oğlu Zübeyr b. Avvam'a dedi
ki:
- Anam karşıla ve onu
geri çevir, kardeşindeki durumu görmesin. Zübeyr, Safîyye'ye dedi ki:
- Ey anacığım!
Rasûlullah (s.a.v.), sana geri dönmeni emrediyor. Safiyye dedi ki:
- Niçin? Kardeşimin
cesedine hakaret edildiğini işittim. Bu ise Allah yolunda olan birşeydir. Biz
buna razıyız. Ecrini ve sevabını Allah'tan beklerim. Ve inşaallah
sabredeceğim.
Zübeyr, Rasûlullah
(s.a.v.)'a gelip ona anasının durumunu haber verdiği zaman, Rasûlullah
(s.a.v.):
- Onu serbest bırak,
dedi.
Bunun üzerine Safiyye
geldi. Hamza'ya baktı, ona dua etti. "İnna lillahi ve inna ileyhi
raciûn", deyip istiğfar etti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hamza'nm
defnedilmesini emretti ve defnolundu. Hamza ile birlikte Abdullah b. Cahş ile
annesi Ümeyme binti Abdülmuttalib de aynı yere defnedildiler. Abdullah b.
Cahş'm cesedinin bazı yerlerine hakaret edilmiş, burnu ve kulakları
kesilmişti. Ancak ciğeri çıkarılmamıştı. Allah onlardan razı olsun.
Süheylî dedi ki:
Abdullah'a, Allah yolunda burnu ve kulağı kesilen kişi denirdi. Sa'd'm
anlattığına göre kendisi ve Abdullah b. Cahş bir dua yapmışlar, bu duaları
Allah tarafından kabul edilmişti. Sa'd, müşrik bir süvari ile karşılaşma ve o
süvari tarafından öldürülüp üzerindeki eşyanın yağmalanması için Allah'a dua
etmiş ve bu duası kabul edilmişti. Abdullah b. Cahş ise, kendisini bir
süvarinin yakalayıp öldürmesini ve Allah yolunda burnunu kesmesini istemişti.
Onun bu duası da kabul edilmişti.
Zübeyr b. Bekkar'm
anlattığına göre Uhud harbinde kılıcı kmlmış, Rasûlullah ona bir hurma dalı
vermiş, hurma dalı Abdullah b. Cahş'ın elinde kılıca dönüşmüş, bu kılıçla
savaşmıştı. Sonra bu kılıç, oğullarından birinin terekesinde bulunmuş ve 200
dinara satılmıştı.
Buharî'nin sahihinde
de geçtiği gibi Rasûlullah (s.a.v.), Uhud savaşında iki ya da üç şehidi aynı
mezara hatta aynı kefene koyarak defnediyordu. Müslümanlar, yaralı
olduklarından her biri için ayrı ayrı mezar kazmak zor olduğundan Rasûlullah bu
şekilde müsaade vermişti. Bu durumda şehidlerden hangisi daha çok Kur'ân
bilgisine sahip ise önce onu mezara koyuyordu. Birbirleriyle arkadaş olan iki
kişiyi aynı mezara defnediyordu. Nitekim Cabir'in babası Abdullah b. Amr b.
Haram ile Amr b. Cemuh'u aynı mezara defnetmişti. Çünkü bunların ikisi arkadaş
idiler. Rasûlullah, şehidleri yıkamadan, kanları ve yaraları ile defnetmişti.
İbn İshak, Zührî
kanalı ile Abdullah b. Salebe b. Suayr'dan rivayet etti ki: Rasûlullah
(s.a.v.), Uhud gününde şehidlerin yanından ayrılırken şöyle demiştir:
«Bunlara ben şahidim.
Allah yolunda yaralanan her bir yaralı kıyamet gününde yarasından kanlar
akarak Allah tarafından diriltilecek-tir. Yarasından akan şey, kan renginde
olacaktır. Ama misk kokusu sa-, çacaktır.»
Ravi diyor ki: Amcam
Musa b. Yesar, bana Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini anlattı:
Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: «Allah yolunda yaralanan kişiyi kıyamet gününde Allah, onun
yarasından kan akarak diriltecektir. Yarasından akan şey, kan renginde olacak
ama misk kokusu saçacaktır.»
Bu hadis, Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde de vardır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. Asım kanalı ile îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:
« Rasûlullah (s.a.v.),
Uhud gününde şehidlerin üzerlerindeki demir ve derilerin çıkarılmasını emretti.
Sonra şöyle buyurdu: «Onları elbiseleri ve kanlarıyla birlikte defnedin.»
"Sünen" adlı
eserinde İmam Ebu Davud, el-Ka'nebî kanalı ile Hi-şam b. Amirin şöyle dediğini
rivayet eder: «Uhud gününde Ensâr, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip:
-Yorulup bitkin düştük,
yaralandık. Bize ne yapmamızı emredersin? diye sordu.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Mezarı genişçe
kazın. İki ya da üç kişiyi aynı mezara defnedin. Denildi ki:
- Ya Rasûlallah,
ölülerden hangisini önce defnedelim? Rasûlullah:
- En çok Kur'ân
bilenlerini ve okuyanlarını önce defnedin, dedi.» îbn îshak dedi ki: Bir kısım
Müslümanlar, maktullerini Medine'ye
taşıyıp onları orada
defnetmişler di. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bunu men edip şöyle dedi: Onları
vurulup düştükleri yerde defnediniz.
îraam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. îshak kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:
«Uhud'da babam şehid
oldu. Kız kardeşlerim kendilerine ait su taşıma devesini bana vererek beni
babamın yanma gönderdiler. Ve: «Git, babamız, şu deveye yükle ve onu Beni
Seleme mezarlığına defnet.» dediler. Ben de yardımcı arkadaşlarımla birlikte
babamın cenazesinin yanına geldim. Rasûlullah, Uhud'da oturuyordu.
Gelişimizden haberdar oldu. Beni çağırıp şöyle dedi:
«Nefsim kudret elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki, baban ancak şehid kardeşleriyle birlikte
defnedilecektir.» Bunun üzerine babam, Uhud'daki arkadaşlarıyla birlikte Uhud
mezarlığına defnedildi.»
îmam Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Cafer kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:
Uhud şehidleri, bulundukları yerlerden başka yerlere taşındılar. Peygamberin
münadisi şöyle seslendi: «Ölüleri eski yerlerine geri getirin.»
Ebu Davud ile Neseî,
Sevrî kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
« Rasûlullah (s.a.v.),
savaşmak için Medine'den çıkıp müşriklerin yamna gitti. Babam Abdullah bana
şöyle dedi: «Ey Cabir! Akıbetimizin neye varacağım bilmek maksadıyla sakın
Medineli gözlemciler arasında bulunma. Doğrusu Allah'a yemin ederim ki, benden
sonra kızlarımın kimsesiz kalacaklarına dair bir endişem olmasaydı, senin de
gözlerimin önünde şehid olmanı isterdim.»
Cabir diyor ki: Bir
ara ben gözlemciler arasında iken baktım ki, halam, babamla dayımı bir deve
üzerinde getiriyor.Onları mezarlığımıza defnetmek için Medine'ye getirdim. O
esnada bir adam bana yetişti ve şöyle dedi:
«Bilesin ki Peygamber
(s.a.v.), şehidleri Uhud'a geri getirip, orada vuruldukları yere defnetmenizi
emrediyor.» Ben de onları geri götürdüm. Uhud'da vuruldukları yere defnettim.
Ebu Süfyan oğlu Muavi-ye'nin hilafeti zamanında adamın biri gelip bana şöyle
dedi: «Ey Abdullah'ın oğlu Cabir! Allah'a yemin ederim ki Muaviye'nin
adamları, senin babanın cesedini yerden çıkardılar, vücudunun bir kısmı ortada
duruyor.» Gidip babamı defnettiğim şekilde buldum. Hiç değişmemişti. Sadece
öldürülürken vücudunda meydana gelen değişiklik vardı.»
Buharı, daha sonra
Cabir'in babasının borcunu Ödeyişini de anlatır. Bu rivayet, Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde de sabittir.
Beyhakî, Hammad b.
Zeyd kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder: «Muaviye,
Uhud savaşından kırk sene sonra bir su kanalını Uhud şehidliğinden geçirmek
için teşebbüse geçtiğinde bizden yardım istedi. Biz de şehitliğe gelip
şehidleri mezarlarından çıkardık. Onları başka yerlere nakledecektik. Çalışma
esnasında kürek, Hamza (r.a.)'nın ayağına isabet etti, ayağından kan hşkırdı.»
İbn îshak'm Cabir'den
yaptığı bir rivayete göre O şöyle demiştir: «Onları mezarlarından çıkardık.
Sanki dün defnedilmiş gibi idiler.»
Vakidî'nin anlattığına
göre Muaviye, Uhud şehidliğinden bir su kanalı geçirmek isteyince, tellalı
şöyle duyuruda bulundu: «Uhud'da ölüsü bulunan kimse, oraya gelsin.»
Cabir dedi ki:
«Mezarlarını kazdık. Babamı sanki eski halinde uyumakta imişçesine gördüm.
Komşusu Amr b. Cemuh'u da kendi mezarında gördük. Eli yarasının üzerinde idi.
Eli kaldırıldığında yarasından kan fışkırmaya başladı.»
Denilir ki: Uhud
şehidliğinde mezarlardan misk kokusu gibi bir koku saçılıyordu. Allah, onların
tamamından razı olsun. Bu hadise, defnedilmelerinden kırkaltı sene sonra vuku
bulmuştur.
Buharî, Müsedded
kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder:
«Uhud savaşma
başlanacağı zaman babam, geceleyin beni yanma çağırdı ve şöyle dedi: «Ben
kendimi Rasûlullah'ın ashabından öldürülecek ilk şahıslar arasında görüyorum.
Mutlaka öldürüleceğim. Benden sonra -Rasûlullah (s.a.v.) hariç olmak üzere-
nazarımda en kıymetli kişi olarak seni dünyada bırakıyorum. Benim borcum
vardır. Borcumu öde. Ve kardeşlerine de iyilikte bulun.»
Sabahladığımızda
babamın öldürülen şahısların ilki olduğunu gördüm. Kendisiyle birlikte bir
başkasıda aynı mezara defnedildi. Ama onun bir başkasıyla aynı mezarda
kalmasını gönlüm kabul etmedi. Altı ay sonra onu mezarından çıkardım. Baktım
ki, ilk defnettiğimiz günkü durumdadır. Sadece kulakları yaralı idi.»
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Muhammed b. Münkedir, Cabir'den rivayet ettiki, Cabir'in babası
öldürüldüğünde üzerindeki elbiseyi çıkarıp ağlamaya başlamış. Rasûlullah
(s.a.v.), onu ağlamaktan menederek şöyle buyurmuş:
«Ağlasanda ağlamasanda
fark etmez. Siz onun cenazesini kaldmn-caya kadar melekler onu gölgelendirmeye
devam edeceklerdir.» Başka bir rivayette anlatıldığına göre Cabir'in halası,
onun babasının üzerine ağlamıştır.
Beyhakî, Ebu Abdullah
el-Hanz kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Rasûlullah
(s.a.v.), Cabir'e dedi ki:
- Ey Cabir, seni
müjdeliyeyim mi?
- Evet müjdele. Allah
sana hayır müjdesini versin.
- Duydun mu, Allah
senin babanı diriltmiş ve ona şöyle demiş:
- Ey kulum, dile
benden ne dilersen, sana vereceğim.
- Ey Rabbim, sana
hakkıyla ibadet ettim. Senden dileğim şudur ki, beni tekrar dünyaya gönderesin
de peygamberinle birlikte savaşayım ve senin yolunda bir kez daha öldürüleyim.
- Ey kulum, benim
ezelde hükmüm şudur ki, hiç kimse dünyaya geri dönemez.»
Beyhakî, Ebu'l-Hasan
Muhammed b. Ebi'l-Maruf kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet
eder:
« Rasûlullah (s.a.v.),
bana bakıp şöyle dedi:
- Ne oluyor bana ki,
seni kaygılı görüyorum?
-Ya Rasûlallah, babam
öldürüldü. Benim üzerime borç ve çoluk çocuk bıraktı.
- Sana anlatayım mı?
Cenâb-ı Allah, konuştuğu kimselerle mutlaka perde arkasından konuşmuştur.
Senin babanla ise yüzyüze konuşmuş ve ona şöyle demiş:
- Ey kulum, dile
benden ne dilersen, sana vereceğim. Bunun üzerine o:
- Ey Rabbim, senden
dileğim şudur ki: Beni tekrar dünyaya gönde-
resin de orada senin
yolunda ikinci kez öldürüleyim.
- Ezelde şöyle
demişimdir ki, dünyaya hiç kimse geri dönmeyecektir.
- Ey Rabbim, bunu
benden sonrakilere tebliğ et. Ve onlara bildir. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu
ayeti inzal buyurdu:
«Allah yolunda
öldürülenleri ölü saymayın. Bilakis onlar Rableri katında diridirler ve
rızıklanırlar.» (Âi-ilrarân,i69.)
İbn îshak, Cabir'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) bana dedi ki:
- Ey Cabir, sana müjde
vereyim mi? Ben de:
- Evet ver, dedim.
- Doğrusu senin baban
Uhud'da vuruldu. Allah onu diriltti. Ve sonra ona şöyle dedi:
- Ey Allah'ın kulu,
neyi seversin, sana ne yapmamı arzularsın? Bunun üzerine baban:
- Ey Rabbim, şunu
arzularım ki, beni dünyaya geri gonderesin, senin yolunda savaşayım ve bir kez
daha öldürüleyim.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. el-Medenî kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini de rivayet etmiştir: Allah
buyurdu ki:
«Ben hüküm vermişimdir
ki, insanlar dünyaya tekrar geri dönmeyeceklerdir.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yakub kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Uhud'a katılan
Müslümanlardan bahsedilirken, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:
«Vallahi ben isterdim
ki, Uhud'a katılan Müslümanlarla birlikte Uhud dağının eteğinde bir akıl
aydım.»
Beyhakî, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Uhud'dan geri dönerken yol üzerinde ölü bulu-
nan Mus'ab b. Ümeyr'e
uğradı. Yanı başında durdu. Onun için dua etti. Sonra şu ayeti okudu:
«İnananlardan, Allah'a
verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır. Kimi, bu uğurda canım vermiş, kimi
de beklemektedir...» (ei-Ahzftb, 23.)
Rasûlullah (s.a.v.),
bu ayeti okuduktan sonra da şöyle dedi:
«Şahadet ederim İd,
bunlar, kıyamet gününde Allah katında şehid-ler dir.
Bunlara gelin ve
ziyaret edin. Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, her kim
bunlara selam verirse, bunlar da kıyamet gününde onun selamına karşılık
vereceklerdir.»
Bu, garib bir hadistir.
Übeyd b. Ümeyr'den de mürsel olarak rivayet edilmiştir.
Beyhakî, Musa b. Yakub
kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.),
şehidlerin mezarına gelirdi. Şehidliğin girişine vardığında şöyle dedi:
«Sabretmenize karşılık size selam olsun. Burası dünyanın en güzel bir
sonucudur.» Sonra Ebu Bekir de gelip aynı şeyi yapardı. Ebu Bekirden sonra Ömer
de gelip şehidliği ziyaret ederdi. Ömer'den sonra Osman da gelip aynı şekilde
Uhud şehidlerini ziyaret ederdi.»
Vakidî dedi ki:
Peygamber (s.a.v.), Uhud şehidlerini her sene ziyaret ederdi. Şehidliğin
girişine vardığında şöyle derdi:
«Sabretmenize karşılık
size selam olsun. Burası dünyanın güzel bir sonucudur.» Sonra Ebu Bekir, her
sene gelip Uhud şehidlerini ziyaret ederdi. Ondan sonra Hz. Ömer ve Hz. Osman
da böyle yaparlardı. Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma da Uhud şehidlerinin
yamna gelip ağlar ve onlar için dua ederdi. Sa'd'da gelip şehidlere selam
verir, sonra arkadaşlarına döner ve şöyle derdi: «Selamınıza karşılık verecek
olan bir kavme (yani şu şehidlere) selam vermeyecek misiniz?»
Sonra Vakidî, yukarıda
adı geçen kimselerin ziyaretlerini Ebu Sa'd'dan, Ebu Hüreyre'den, Abdullah b.
Ömer'den ve Ümmü Sele-me'den nakletmiştir. Allah tamamından razı olsun.
ibn Eb'id-Dünya,
İbrahim kanalı ile Attaf b. Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Teyzem
bana dedi İd: Bir gün bineğime binip şehidlerin mezarına gittim, -o hep oraya
ziyarete giderdi- Hamza'nın mezarının yamna vardım. Allah'ın bana nasip ettiği
kadar namaz kıldım. O vadide ne seslenen, ne de sese cevap veren bir kimse
vardı. Sadece bir çocuk vardı ki, bineğimizin yularım tutmakta idi. Namazımı
tamamladıktan sonra elimi şöyle yaparak: «Esselamü aleyküm» dedim. Yer
altından selamıma karşılık verildiğini işittim. Bu gerçeği Allah'ın beni
yarattığını nasıl biliyorsam öyle biliyorum. Ve yine gece ve gündüzü nasıl
biliyorsam, bu gerçeği de öyle biliyorum. Selamıma karşılık verildiğini
işittiğim anda vücudumdaki bütün tüylerimin ürperdiğini hissettim.»
Muhammed b. İshak,
İsmail b. Ümeyye kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:
Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki:
«Uhud gününde
kardeşleriniz vurulduklarında Cenâb-ı Allah, onların ruhlarını yeşil kuşların
karınlarına yerleştirdi ki, o kuşlar Cennet ırmaklarına gidip içer, Cennet'in
meyvelerim yer ve Arşın gölgesinde asılı bulunan altın kandillere doğru
giderler. Yediklerinin, içtiklerinin ve dinlenme yerlerinin hoşluğunu,
güzelliğini görüncede şöyle derler: «Cennet'te diri olup nzıklandığımızı
dünyadaki kardeşlerimize kim haber verecek ki, onlar savaştan kaçmasınlar,
cihada rağbetsizlik etmesinler?»
Onların böyle demeleri
üzerine yüce Allah şöyle buyurur: Sizin yerinize bunu ben onlara haber
veririm.
Bunun üzerine Cenâb-ı
Allah, Kur'ân-ı Kerîm'in şu ayetini inzal buyurmuştur:
«Allah yolunda
öldürülenleri ölü saymayın. Bilakis.onlar Rableri katında diridirler. Ve
rızıklanııiar.» (Âl-i İmrân, 169.)
Müslim ile Beyhakî,
Mesruk'un şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Abdullah b. Mesud'a şu
ayeti sorduk:
«Allah yolunda öldürülenleri
ölü saymayın. Bilakis onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar.»
Abdullah b. Mesud, bu
ayetle ilgili sorumuza şu cevabı verdi:
«Biz de bu ayeti,
Rasûlullah (s.a.v.)'a sorduk. Bize cevaben şöyle buyurdu: «Allah yolunda
öldürülen kimselerin ruhları yeşil kuşların kar-mndadır. Bu kuşların karnında
onlar diledikleri yerlere giderler. Sonra Arş-ı A'lâ'ya asılı kandillere gidip
yerleşirler. Onlar bu halde iken Rableri onlara şöyle der:
- Benden ne dilerseniz
dileyin.
- Ey Rabbimiz, senden
ne dileyeceğiz ki, biz Cennet'te dilediğimiz yere gidiyoruz.
Rableri bu sorusunu üç
kez onlara tekrarlar. Mutlaka birşey istemeleri gerektiğini anlayınca şöyle
derler:
- Ey Rabbimiz,
ruhlarımızı bedenlerimize yerleştirmeni ve bizi tekrar dünyaya göndermeni
diliyoruz ki, senin yolunda bir kez daha öldürülelim.
Cenâb-ı Allah, onların
başka bir dilekte bulunmadıklarını görünce onları yine kendi hallerine
bırakacaktır.» [3]
Musa b. Ukbe dedi ki:
Uhud savaşında Muhacir ve Ensâr'dan toplam kırkdokuz kişi şehid edilmiştir.
Buharî'nin sahihinde
Bera'dan nakledilen bir hadiste denilmektedir ki, Uhud da Müslümanlardan
yetmiş kişi şehid edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Katade, Enes'ten
rivayet etti ki, Uhud savaşında Ensâr'dan yetmiş kişi; Bir-i Maune faciasında
yetmiş kişi; Yemame savaşında da yetmiş kişi öldürülmüştür.
Hammad b. Seleme,
Sabit'ten rivayet etti ki, Enes şöyle demiştir: Uhud gününde yetmiş kişi; Bir-i
Maune gününde yetmiş kişi; Mu'te gününde yetmiş kişi ve Yemame gününde de
yetmiş kişi öldürülmüştür.
Malik, Yahya b. Said
el-Ensârî tariki ile Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet eder: Uhud ve
Yemame savaşı ile Cisr-i Ebi Ubey-de savaşında Ensâr'dan yetmiş kişi
öldürülmüştür.
Uhud şehidleri
hakkında İkrime, Urve, Zührî ve Muhammed b. İshak da böyle demişlerdir. Buna şu
ayette şahadet etmektedir;
«Başkalarını iki
misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: «Bu nereden?»
dersiniz? Ey Muhammed! De ki: «O, kendi tarafmızdandır.» Doğrusu Allah her şeye
Kadirdir.» (ÂH İmrân, 165.)
Yani Bedir gününde
Müslümanlar, yetmiş müşriki öldürmüş, yetmiş müşriki de esir almışlardı.
Ibn ishak dedi ki:
Uhud savaşında Müslümanlardan altmışbeş kişi öldürüldü. Dördü Muhacirlerdendir
ki, adları şöyledir: Hamza, Abdullah b. Cahş, Mus'ab b. Ümeyr ye Şemmas b.
Osman.
Diğerleri ise
Ensâr'dandır. İbn îshak, bunların adlarım kabilelerine göre sıralamıştır. İbn
Hişam, buna beş kişinin adını daha eklemiştir ki, buna göre şehidlerin sayısı
yetmişi bulmaktadır.
Ibn İshak,
müşriklerden de on iki kişinin öldürüldüğünü söyleyip adlarını verir.
Urve dedi ki: Uhud
gününde kırkdört (veya kırkyedi) kişi şehid oldu.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Uhud savaşında kırk dokuz kişi şehid edildi. O gün müşriklerden de onaltı kişi
öldürüldü. Urve ise ondokuz kişinin öldürüldüğünü söylemiştir. İbn İshak'a
gelince; o, müşriklerden yirmi iki kişinin öldürüldüğünü söylemiştir.
Şafiî'den naklen Rebî
şöyle demiştir:
«Müşriklerden Ebu Azze
el-Cumuhî'den başkası esir alınmadı. O, Bedir savaşında da esir alınmıştı. Ancak
Rasûlullah (s.a.v.), fîdyesiz olarak onu -bir daha kendisine karşı savaşmamak
şartıyla- salıvermisti. Uhud gününde tekrar esir alınınca: «Ya Muhammed, beni
kızlarıma bağışlayıp salıver. Tekrar seninle savaşmamak üzere sana söz
veriyorum.» demişti. Rasûlullah (s.a.v.) ise, onun bu isteğini reddederek
şöyle demişti:
«Seni Mekke'de
yanaklarını silip, Muhammed'i iki kez aldattım, diyesin diye serbest bırakmam.
Rasûlullah daha sonra emir vererek boynunu vurdurdu.»
Bazılarının
anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.), o gün şöyle buyurmuştur:
«Mü'min kişi, aynı
delikten iki defa ısırılmaz.» [4]
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye doğru gitmek üzere Uhud'dan ayrıldı. Hamne binti
Cahş ona rastladı. Bana anlatıldığına göre Hamne, halk ile karşılaştığında ona
kardeşi Abdullah b. Cahş'm ölüm haberi verildi. O da kardeşi için istiğfarda
bulundu. Sonra dayısı Hamza b. Abdülmuttalib'in ölüm haberi ona verildi. Onun
için de istiğfarda bulundu. Sonra kocası Mus'ab b. Ümeyr'in ölüm haberi kendisine
verilince bağırdı, feryad-u figân etti. Rasûlullah (s.a.v) da: «Herşey bir
tarafa, kadının kocası bir tarafadır.» dedi. Çünkü kardeşinin ve dayısının ölüm
haberini alırken sebat gösterdiğini^ kocasının ölüm haberini alırken vaveyla
kopardığım görmüştü.
İbn Mace, Muhammed b.
Yahya tariki ile İbrahim b. Muhammed b. Abdullah b. Cahş'tan, o da babasından
rivayet etti ki, Hamne binti Cahş'a: «Kardeşin öldürüldü.» denildiğinde o:
«Allah ona rahmet etsin.» diyerek « » ayetini okumuş, ona:
"Kocan öldürüldü." denildiğinde: "Vay benim başıma gelenler.
Vah benim üzüntülerim!" diye feryad etmişti.»
Rasûlullah (s.a.v.)
bunun üzerine şöyle buyurmuştu: «Herşey bir tarafa, kadının kocası bir
tarafadır.»
ibn İshak, Abdulvahid
b. Avn kanalı ile Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), Beni Dinar kabilesinden bir kadına rastladı ki, onun
kocası, kardeşi ve babası Rasûlullah ile birlikte Uhud'da savaşmışlar ve
vurulup şehid düşmüşlerdi. Ölüm haberleri ona ulaştığı zaman kadın:
- Rasûlullah
(s.a.v.)'a ne oldu? diye sordu.
Dediler ki; Ey falanın
anası, o iyidir. Allah'a hamd olsun. O, senin istediğin gibidir. Kadın dedi ki:
- Onu bana gösterin de
kendisine bir bakayım.
Rasûlullah ona
gösterildi. Onu gördüğü zaman kadm şöyle dedi:
- Senden sonra her
musibet küçük kalır.
İbn Hişam dedi ki:
Celel kelimesi* hem az, hem de çok anlamına gelir. Kadının bu ifadesinde az
anlamına gelmektedir. Nitekim bir şiirinde İmru'1-Kays şöyle demiştir:
«Beni Esed kabilesi
hükümdarlarını öldürdüler ya, Bilesiniz ki, bundan başka her şey celeldir
(küçük ve azdır)."
îbn ishak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), ailesine vardığı zaman kılıcını kızı Fatıma'ya verip
şöyle dedi:
«Ey kızcağızım, bunun
üzerindeki kanı yıka. Allah'a yemin ederim ki, bu kılıcım bugün bana sadık
çıktı.»
Ebu Talib oğlu Ali de
kılıcını Fatıma'ya verip şöyle dedi:
«Ey Fatıma, bu kılıcın
üzerindeki kanı yıka. Allah'a yemin ederim ki, bu kılıcım, bana sadakat
gösterdi.»
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v) da şöyle buyurdu:
«Allah'a andolsun ki,
şayet sen doğru savaşmış isen seninle birlikte Sehl b. Hüneyf ve Ebu Dücane de
doğru savaşmıştır.»
Musa b. Ukbe de şöyle
demiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'nin kılıcının kana boyanmış olduğunu
görünce şöyle buyurdu:
«Eğer sen iyi savaşmış
isen, Asım b. Sabit b. Ebu'l-Akleh, Haris b. Samme ve Sehl b. Hüneyf de iyi
savaşmışlardır.»
Beyhakî, İbn Abbas'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali b. Ebi Talib, Uhud gününde kılıcım
getirdi. Kılıcı eğilmişti. Fatıma'ya şöyle dedi: Şu kılıcı al. Bu iyi bir
kılıçtır. Bugün beni rahatlattı.»
Rasûlullah (s.a.v.) da
buyurdu ki: «Eğer sen bu kılıcınla iyi darbeler vurmuş isen, muhakkak Sehl b.
Hüneyf, Ebu Dücane, Asım b. Sabit ye Haris b. Samme de iyi darbeler
vurmuşlardır.»
İbn Hişam dedi ki:
«Rasûlullah (s.a.v.)'m bu kılıcı Zülfikar idi.»
Yine İbn Hişam dedi
ki: İlim erbabından bir kimse bana haber verdi ki, İbn Ebi Nüceyh şöyle
demiştir: Uhud gününde biri şöyle seslendi:
«Zülfikar'dan başka
kılıç yoktur.»
îbn Hişam dedi ki:
İlim ehlinden biri bana şu haberi verdi: Rasûlullah (s.a.v.), o gün Ebu Talib
oğlu Ali'ye şöyle demiştir:
«Allah bize fetih
müyesser kıhncaya kadar müşrikler artık bu Uhud gibisini başımıza
getiremezler.»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Beni Abdüleşhel yurduna uğradı. Orada bazılarının ağlayıp
ölüleri üzerine feryad-u figân ettik-, lerini gördü. Gözleri yaşardı. Sonra
şöyle dedi:
«Ama Hamza'nın üzerine
kimse ağlamıyor.»
Sa'd b. Muaz ile Üseyd
b. Hudayr, Beni Abdüleşhel yurduna döndüklerinde kadınlarına, bir grup kurup Rasûlullah'ın
yanına gitmelerini ve orada amcasının üzerine ağlamalarını emrettiler.
Hakim b. Hakim b.
Abbad b. Hüneyf, Abdüleşhel oğulları kabilesinden bazı adamlardan naklen bana
şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.), o kadınların Hamza üzerine ağladıklarını
işitince yanlarına vardı. Kadınlar mescidin kapısında durup ağlamaktaydılar.
Onlara şöyle dedi:
«Geri dönün. Allah
size rahmet etsin. Kendiniz bizzat iyilikte bulundunuz.»
Rasûlullah (s.a.v.), o
gün ölüler üzerine ağlamayı ve feryad-u figan etmeyi yasakladı.
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Uhud'dan
döndüğünde Ensâr kadınları, öldürülen eşleri üzerine ağlamaya başladılar.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v): «Ama Hamza'mn üzerine ağlayan kimse yok.»
dedi.
İbn Ömer diyor ki:
Sonra Rasûlullah uyudu. Uyandığında kadınların ağladıklarını işitince şöyle
dedi: «Onlar bugün Hamza'mn üzerine ağlayıp feryad ediyorlar.»
İbn Mace, İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Abdüleşhel
kabilesinden olup, Uhud savaşında şehid düşen ölüleri üzerine ağlamakta olan
birkaç kadının yanından geçtiğinde şöyle buyurdu: «Ama Hamza'mn üzerine
ağlayan kimse yok!»
Bunun üzerine
Ensâr'dan bazı kadınlar, gelip Hamza'mn üzerine ağlamaya başladılar. Rasûlullah
(s.a.v.) uykudan uyanıp şöyle buyurdu:
«Yazık onlara, buraya
gelmelerinden sonra geri dönmemişler. Geri dönsünler. Bugünden sonra artık
hiçbir ölünün üzerine ağlamasınlar.»
Musa b. Ukbe dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Uhud dönüşünde Medine sokaklarına girdiğinde evlerdeki
ağıt ve feryad seslerini duyunca: «Bu nedir?» diye sordu. Dediler ki: Bunlar
Ensâr kadınlarıdır. Ölüleri üzerine ağlıyorlar.
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: «Ama Hamza'mn üzerine ağlayanlar yok!» Böyle dedikten sonra Hamza
için istiğfarda bulundu.
Rasâlullah (s.a.v.)'m
böyle dediğini duyan Sa'd b. Muaz, Sa'd b. Ubade, Muaz b.-Cebel ve Abdullah b.
Revaha evlerine döndüler. Medine'deki bütün ağıtçı kadınları topladılar ve
onlara şöyle dediler: «Vallahi Hz. Peygamberin amcası Hamza üzerine ağlamadıkça
Ensâr ölüleri üzerine ağlamıyacaksımz. Çünkü Hz. Peygamber, Medine'de Hamza
üzerine ağlayacak bir kadın bulunmadığını söylemiştir!»
Anlatıldığına göre
ağıtçı kadınları getiren Abdullah b. Revaha imiş. Rasûlullah (s.a.v.),
kadınların Hamza üzerine ağladıklarını işitince: «Bu nedir?» diye sormuş;
Ensâr'm kendi kadınlarına, Hazma için ağlamalarını emretmiş oldukları kendisine
haber verilince o, bunlar için istiğfarda ve hayır duada bulunup şöyle demiş:
«Ben bunu istemedim. Ben ağlamayı sevmem.»
Böyle diyerek ölüler
üzerine ağlanmasını yasaklamıştı.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Müslümanların ölüleri üzerine ağlamaları esnasında münafıklar hile ve desiseye
başlamış, Müslümanları hü-zünlendirerek Rasûlullah'm etrafından dağıtma gayreti
içine girmişlerdi. Yahudilerin hile ve desiseleri açıkça ortaya çıkmıştı.
Medine tıpkı kazan gibi münafıklık ateşi ile kaynamaktaydı. Yahudiler şöyle
demişlerdi:
«Eğer Muhammed
peygamber olsaydı, Mekkeliler onu yenemez-lerdi. Ve bu felakete de uğramazdı.
Dünya işi ise bazen kişinin lehine, bazen de aleyhine olur.»
Münafıklar da
Yahudiler gibi söylemişler ve Müslümanlara şöyle demişlerdi:
«Eğer bize uysaydınız,
bu felaket başımıza gelmezdi.»
Cenâb-ı Allah,
Kur'ân-ı Kerîm'inde, itaat edenlerin itaati, münafıklık edenlerin münafıklığı
ve Müslümanların Ölülerinden ötürü taziye edilmeleri hakkında şu ayeti inzal
buyurdu:
«Ey Muhammed! Sen
inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden
ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir.» (ÂHİmrân, 121.)
Bu ve bundan sonraki
ayetler, hep bu konuya değinmektedirler. Bununla ilgili açıklamayı tefsirimizde
verdik. Hamd ve minnet Alla-hadır. [5]
Rasûlullah, onları
takibe çıkıp Hamrau'1-Esed mevkiine kadar gitti. Orası Medine'ye sekiz millik
mesafede olan bir yerdir.
Musa b. Ukbe, Uhud
vak'asmı anlattıktan ve Rasûlullah (s.a.v.)'-m Medine'ye dönüşünü hikaye
ettikten sonra şöyle der:
«Mekke halkından bir
adam, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah, Ebu Süfyan ve
arkadaşlarının durumunu ona sordu. O da şöyle anlattı:
"Yanlarına
vardım. Birbirlerini kınayıp şöyle dediklerini işittim: Müslümanlara birşey
yapamadınız. Güçlerini kırdınız ama daha da hiddetlendirdiniz. Köklerini
kazımadan bıraktınız. Size karşı tekrar ordu kurabilecek liderlerini hayatta
bıraktınız!"
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) -sahabelerin bir kısmı ağır yaralı oldukları halde- düşmanı
takip etmek için yola çıkma emrini verdi ki, müşrikler bunu duysunlar. Bu emri
verdikten sonra: "Ancak savaşta hazır bulunmuş olanlar benimle
gelsin." dedi. Abdullah b. Übey;
- Ben de seninle
birlikte geleceğim, deyince Rasûlullah:
- Hayır, dedi.
Emri duyan ashab,
Allah ve Rasûlüne icabet ettiler, içinde bulundukları belaya aldırış
etmeksizin hemen yola çıktılar. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal
buyurdu:
«Kendileri savaşta
yara aldıktan sonra Allah ve peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan
iyilik edip sakınanlara büyük ecir
Vardır.» (Âl-i İmrân,
172.)
Cabir, babasının
Medine'de, kendi kız kardeşlerinin yanında kalmasını kendisine emretmiş
olduğunu Rasûlullah'a hatırlatınca, Rasûlullah, Medine'de kalması için Cabir'e
izin verdi.
Ravi diyor ki:
Rasûlullah (s.a.v.), düşmanın peşine düştü. Ham-rau'1-Esed mıntıkasına kadar
gitti.
İbn Lehia, Ebu'l-Esved
ve Urve b. Zübeyr'den de bu şekilde rivayetler gelmiştir.
Muhammed b. İshak,
"Megazi" adlı eserde şöyle demiştir: Uhud savaşı, şevval ayının
ortasında cumartesi günü yapıldı. Şevval ayından onaltı gece geçtikten, yani
Uhud savaşından bir gün sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m müezzini, düşmanın
yakalanması için takibe çıkılacağım halka ilan etti. Müezzin; «Dün bizimle
beraber olanlardan başkası yola çıkmasın» diye duyuruda bulundu. Cabir b,
Abdullah da Rasûlullah (s.a.v.)'la konuştu. Onun Medine'de kalmasına izin
verildi. Rasûlullah (s.a.v.), sadece düşmanı korkutmak ve onları yakalamak için
çıktığını bildirmek, kendisinde bir güç bulunduğunu zannetmelerini, aldıkları
darbelerin ve maruz kaldıkları musibetin kendilerini düşmandan korkutmadığını
bildirmek için yola çıktı.
İbn İshak, Abdullah b.
Harice b. Zeyd b. Sabit kanalı ile Beni Ab-düleşhel kabilesinden bir adamın
şöyle dediğim rivayet etmiştir:
«Uhud'da Rasûlullah (s.a.v.)'la
birlikte ben ve benim bir kardeşim hazır bulunduk. Yaralı olarak döndük.
Rasûlullah'm müezzini, düşmanı kovalamak maksadıyla yola çıkmak üzere
toplanmamız çağrısında bulununca kardeşime dedim ki veya o bana dedi ki:
- Rasûlullah (s.a.v.)
ile birlikte yapılacak bir gazveyi kaçırır mıyız? Vallahi bizim binecek bir
hayvanımız da yok. Biz de ağır yaralıyız.
Böylece Rasûlullah
(s.a.v.) ile birlikte yola çıktık. Ben daha az yaralı idim. Yarası ağırlık
verdiği zaman kardeşimi kah sırtımda taşıdım, kah yürüdü. Nihayet
Müslümanların vardıkları yere vardık.»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) yola çıktı. Nihayet Ham-rau'1-Esed mevkiine vardı. Orası
Medine'ye sekiz millik mesafedeki bir yerdir. Orada pazartesi, salı ve çarşamba
günleri boyunca ikamet etti. Sonra Medine'ye döndü.
İbn Hişam dedi ki: Bu
süre zarfında yerine vekil olarak Medine'de İbn Ümmü Mektum'u bıraktı.
İbn İshak dedi ki:
Bana Abdullah b. Ebi Bekir anlattı ki, Huzaalı-lar Müslümanıyla da, kafiliyle
de Rasûlullah'm Tihame'deki sırdaşları idiler. Onunla beraber ittifak ettiler.
Buna göre Tihame'de olan hiçbir şeyi ondan gizlemeyecekler. Evet, Abdullah b.
Ebi Bekr'in bana anlattığına göre Mabed b. Ebi Mabed el-Huzaî, o gün müşrik
olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma Hamrau'l-Esed'e gelip şöyle dedi:
- Ey Muhammed! Vallahi
başına gelen bu hal bizim ağrımıza gitti. Biz, Allah'ın onlar içinde seni
kurtarmasını istiyorduk.
Sonra Mabed,
Rasûlullah (s.a.v.)'m, Hamrau'l-Esed'de bulunduğu bir sırada çıkıp gitti.
Revha'da Ebu Süfyan b. Harb ve beraberindeki adamlara rastladı. Onlar,
Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabının üzerine geri dönüp saldırmaya karar
vermişlerdi ve kendi aralarında şöyle diyorlardı:
«Biz, onun ashabının
gücünü kırdık. Felaket, onların eşrafına, yiyeceklerine isabet etmiş iken,
köklerini kurutmadan döndük, gidiyoruz. Andolsun ki, onların kalanlarına da
saldıracağız ve onlardan ta-mamiyle kurtulacağız.»
Ebu Süfyan, Mabed'i
görünce dedi ki:
- Ey Mabed, senin
ardında ne var?
- Muhammed, ashabıyla birlikte yola çıkmış. Öyle
bir toplulukla sizi arıyor ki, şimdiye kadar onun mislini hiç görmedim! Size
karşı Öfke ateşiyle yanıyorlar. Öyle ki, onunla birlikte sizin gününüzde ondan
geriye kalan kimseler toplanmış ve yaptıklarına pişman olmuşlar. Onlarda size
karşı mislini görmediğim şiddetli bir kızgınlık vardı.
- Yazıklar olsun sana,
neler diyorsun?
- Vallahi onlara
saldırmaya azmettik ki, geride kalanlarının da kökünü kazıyalım.
- Seni bundan men
ederim. Sakın böyle yapmayasm. Vallahi gördüğüm şey, beni onlar hakkında birkaç
beyit şiir söylemeye sürükledi.
- Ne söyledin?
- Şunu söyledim:
«Nerede ise binek
hayvanın, seslerden, askerlerin seslerinden onun çokluğundan korktuğu için
düşüyordu.
Zira yer iyi nitelikli
atlarla ve toplulukların atlılarıyla akıp gidiyordu.
Karşılaşma esnasında
ne kısa olan, ne süngüsü veya kalkanı olan ne de kendileriyle beraber silahı
olan üstün nitelikli aslanlarla koşuyorlar.
Bu sebeple, yardımsız
bırakılmayan bir reis ile yükselip yukarı kalktıkları zaman, yerin eğildiğini
zanneder olduğum halde yürümeye devam ettim. Ve dedim ki:
Sizinle karşılaşan İbn
Harb'e (yani Ebu Süfyan'a) yazık! Vay onun haline! Yerin enginleri bir sınıf
insanlarla hareket ettiği zaman,
Güneşe çıkan Mekke
halkını ben korkutucuyum, onlardan aklı olan ve makul olan her kimse için
korkutucuyum.
At ve insan
toplulukları değersiz olmayan kimseleri, Ahmed'in ordusu ile korkuturum.
Hükümdar ile
korkuttuğum şey, nitelenecek gibi değildir.»
Ravi diyor ki: Bu, Ebu
Süfyan ve beraberindekileri övdü. Ebu Süfyan'a Abdul-Kays kabilesinden bir
kervan rastladı ve onlara şöyle dedi:
- Nereye gitmek
istiyorsunuz?
- Medine'ye gitmek
istiyoruz.
- Niçin?
- Yiyecek almak
istiyoruz.
- Acaba siz benden
Muhammed'e, sizinle göndereceğim bir haberi ulaştırır mısınız? Onu yerine
getirdiğiniz zaman yarın size Ukaz panayırında develere kuru üzüm yükleyip
veririm.
Kervandakiler Ebu
Süfyan'm bu teklifini kabul ettiler. Bunun ü-zerine Ebu Süiyan onlara şöyle
dedi:
"Bu haberi yerine
ulaştırdığınız zaman, Muhammed'e haber verin ki, biz onun ve ashabının üzerine
gelmeye kesinlikle karar verdik ki, kalanlarını da yok edelim."
Bunun üzerine kervan,
Rasûlullah (s.a.v.)'a Hamrau'1-Esed mevkiinde rastladı ve ona Ebu Süfyan'ın
söylediklerini haber verdiler. O da dedi ki:
"Allah bize
yeter, o ne güzel vekildir!"
Hasan-ı Basrî de böyle
bir rivayette bulunmuştur.
Buharî, Ahmed b. Yunus
kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Allah bize yeter, o
ne güzel vekildir» sözünü ateşe atıldığı esnada İbrahim peygamber söylemiştir
ve yine kendisine: «İnsanlar size karşı bir ordu topladılar. Onlardan korkun.»
dendiği zaman, Rasûlullah (s.a.v.) bu sözü söylemişti. «Bu, onların imanını
artırdı da: «Allah bize yeter, o ne güzel vekildir.» dediler.
Buharî'nin rivayetine
göre Hz. Aişe:
«Kendileri savaşta
yara aldıktan sonra Allah ve peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan
iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır.» (Âl-i imrân, 172.) ayet-i kerimesi
ile ilgili olarak Urve'ye şöyle demiştir: «Ey kardeşimin oğlu, senin ataların
Zübeyr ile Ebu Bekir, bu ayette sözü edilen kimselerdendir. Çünkü Uhud gününde
Rasûlullah (s.a.v.) yaralanınca müşrikler artık Mekke'ye dönmüşlerdi. Ama Rasûlullah,
onların tekrar geri dönüş yapmalarından korkmuş ve: «Bunların peşi sıra kim
takibe çıkar?» diye teklifte bulunmuştu. Onun bu teklifine sahabelerden yetmiş
kişi icabet etmişti, icabet edenler arasında Ebu Bekir ile Zübeyr de vardı.»
Bu, gerçekten garip
bir ifadedir. Çünkü Megazi âlimleri nezdinde meşhur olan görüşe göre Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte Hamrau'1-Esed mevkiine kadar müşrik ordusunu takip eden
kimseler, Uhud savaşına katılmış olan kimselerin tamamı idi. O savaşa
katılanlar da önceki sayfalarda anlatıldığı gibi 700 kişi idiler. Bunlardan
yetmiş kişi şe-hid edilmişti. Geriye kalanların tamamı Rasûlullah'la birlikte
düşmanı takibe çıkmıştı.
İbn Cerir, Avfî tariki
ile ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Uhud gününde Cenâb-ı
Allah, bunca olup bitenden sonra Ebu Süfyan'm kalbine korku salmıştı. Bunun
üzerine o, Mekke'ye dönmüştü. Uhud vak'ası şevval ayında olmuştu. Tüccarlar,
zilkade ayında Medine'ye gelir, her sene bir kez küçük Bedir'de konaklarlardı.
Yine tüccarlar Uhud vak'asmdan sonra gelmişlerdi. Müslümanlar darbe
almışlardı. Yara ve darbelerinden durumlarını Rasûlullah'a arze-dip şikayette
bulunmuşlardı. Uğradıkları musibet ağırdı. Rasûlullah (s.a.v.), kendileriyle
birlikte yola çıkıp düşmanın peşine düşmek için insanlara çağrıda bulundu ve
bize dedi ki:
- Şimdi yola çıkıp
göçünüzü hazırlar, hacca gelirsiniz, ama gelecek sene böyle yapmaya güç yetiremezsiniz.
Şeytan gelip kendi
dostlarını korkutarak: «Düşmanlarınız size karşı ordu hazırlamışlardır» dedi.
Bunun üzerine insanlar Rasûlullah'la birlikte yola çıkmaya yanaşmadılar. Ama
o:
- Bir kişi bile
benimle gelmese ben yine gideceğim! dedi.
Onun bu çağrısına Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde,
İbn Mesud ve yetmiş kişiyle birlikte Hüzeyfe icabet etti. Ebu Süfyan'ı ele
geçirmek için yola çıktılar. Safra'ya vardıklarında Cenâb-ı Allah, şu ayeti
inzal buyurdu:
«Kendileri savaşta
yara aldıktan sonra Allah ve peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan
iyilik edip sakınanlara büyük ecir
Vardır» (Âl-i İmrân,
172.)
Bu da garib bir
rivayettir.
İbn Hişam, Ebu
Ubeyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ebu Süfyan b. Harb, Uhud gününde
savaş tamamlandıktan sonra Medine'ye dönmek istedi. Safvan b. Ümeyye ise
onlara şöyle dedi:
- Böyle yapmayın!
Çünkü karşınızdaki kavim aşın derecede öfkelenmiştir. Korkarız ki, bu savaştan
daha başka bir savaş olur. Geri dönün!
Onun bu uyarısı
üzerine Kureyşliler, Mekke'ye geri döndüler. Peygamber (s.a.v.), Hamrau'i-Esed
mevkiinde iken Kureyşlilerin geri dönmeye niyetlendiklerini duyunca şöyle dedi:
- Nefsim kudret elinde
bulunan Zat'a yemin ederim ki, eğer onlar geri dönselerdi, onlar için (melekler
tarafından atılacak) taşlar hazırlanmıştı ve sanki dünden yok olmuş gibi
olacaklardı.
Ravi diyor ki:
Rasûhıllah (s.a.v.), Hamrau'1-Esed mevkiinden Medine'ye dönmeden önce Muaviye
b. Muğire b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Abdi Şems'i yakaladı. Bu, Abdülmelik b.
Mervan'm dedesidir. Yani Muaviye kızı Ayşe'nin babasıdır. Rasûlullah bunun
yanısıra bir de Ebu Azze el-Cumahî'yi yakalamıştı. Rasûlullah (s.a.v.), bunu
Bedir'de esir etmişti. Sonra ona ihsanda bulunup öldürmemişti. O şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, beni
bırak. Rasûlullah (s.a.v.) ise şöyle dedi:
- Vallahi bundan sonra
artık sen Mekke'de yanaklarını okşayıp Muhammed'e iki kere hile yaptım
diyemeyeceksin! Ey Zübeyr, boynunu vur!
Zübeyr de onun boynunu
vurdu.»
İbn Hişam, Said b.
Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
«Muhakkak ki bir
mü'min aynı delikten iki kere ısırılmaz. Ey Asım b. Sabit, onun boynunu vur.»
Asım b. Sabit de onun
boynunu vurdu.
İbn Hişam dedi ki:
Muaviye b. Muğire b. Ebu'1-As'a Hz. Osman, üç gün süre ile eman verdi. Bu üç
günden sonra Medine'de ikamet etmeyecekti. Süre dolduktan sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Zeyd b. Harise ile Ammar b. Yasir'i gönderdi ve onlara şöyle dedi:
«Onu falan yerde
bulacaksınız ve öldüreceksiniz.»
Onlar da kendilerine
verilen emri yerine getirdiler.
İbn İshak dedi ki: «
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman Abdullah b. Übey b. Selül için
öyle bir makam vardı ki, her cuma günü hiç kimseden itiraz gelmeksizin o, o
makamda otururdu. Şahsı ve kavmi bakımından inkar edilmez bir şerefi vardı.
Kavmi arasında şeref ve itibar sahibi bir kimse idi. Rasûlullah (s.a.v.), cuma
günü insanlara hutbe okur iken oturduğunda, Abdullah kalkıp şöyle derdi:
- Ey insanlar, bu Rasûlullah'dır. Sizin
aranızdadır. Allah sizi o-nun vasıtasıyla kıymetlendirdi. Onun vesilesiyle aziz
kıldı. O halde ona yardım ediniz. Onu tazim edip saygı gösteriniz. Onu
dinleyiniz ve ona itaat ediniz.
Böyle dedikten sonra
otururdu.
Nihayet Uhud günü
olduğu zaman kötülük yaptı. Halkı Uhud savaşından geri çevirdi ve eskiden
yaptığı gibi yine Rasûlullah hutbe okurken, kalkıp onun hakkında aynı
sitayişkar sözleri söyledi. Bunun üzerine Müslümanlar, kalkıp onun elbisesinin
ucundan tutarak kendisine şöyle dediler:
- Otur ey Allah'ın
düşmanı, sen buna ehil değilsin. Sen yapacağını yaptın!
O da insanların
boyunlarına basarak mescidden dışarı çıktı. Çıkarken şöyle diyordu:
- Vallahi sanki büyük
birşey söyledim. Kalktım, onun işini takviye ettim.
Bunun üzerine
Ensâr'dan bir adam, mescidin kapısı önünde ona rastladı ve şöyle dedi:
- Sana ne oldu? Yazık
sana!
- Kalktım, Muhammed'in
işini takviye ediyordum. Ashabından bazı adamlar yerlerinden fırlayıp beni
çekiştirdiler ve beni kınayıp azarladılar. Sanki kötü birşey söylemişim gibi
bana fena muamele yaptılar. Aslında ben, Muhammed'in işini takviye etmek
istemiştim.
- Yazık sana! Dön,
Rasûlullah (s.a.v.), senin için istiğfar ediyor,
- Vallahi benim için
istiğfar etmesini istemiyorum.»
İbn İshak, daha sonra
Uhud kıssası hakkında nazil olan Âl-i İm-rân sûresinin ayetlerinden
bahsetmiştir:
«Ey Muhammedi Sen
inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden
ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir.» (Âi-i îmrân, 121.) Bu ayetten bahsederken
İbn İshak şöyle der: Uhud hadisesi hakkında bu sûrede altmış ayet nazil
olmuştur.
Böyle dedikten sonra
da, bu ayetlerin açıklamasından bahseder.
Biz tefsirimizde bu
konuda yeterli açıklamada bulunduk.
İbn ishak, daha sonra
Uhud şehidlerinden bahsetmeye başlamış, onları kendi adları, babalarının
adları, kabilelerinin adlarına göre sıralamıştır. Çünkü onun âdeti böyledir.
ibn İshak,
Muhacirlerden dört kişinin; Hamza, Mus'ab b. Ümeyr, Abdullah b. Cahş ve Şemmas
b. Osman'ın şehid olduğunu; Ensâr'dan da altmışbeş kişinin şehid olduğunu ifade
etmiştir. İbn Hişam ise, bunlara beş kişinin daha adını eklemiştir. Böyle
olunca; İbn Hişam'a göre Ensâr'dan Uhud savaşında şehid olanların sayısı
yetmişi bulmaktadır.
İbn İshak, Uhud
savaşında öldürülen müşriklerin yirmiiki kişi olduklarım söylemiş ve
kabilelerine göre adlarını sıralamıştır.
Ben derim ki: Şafiî ve
diğerlerinin de anlattıkları gibi Uhud savaşında Ebu Azze el-Cümahî'den başka
esir alınan bir müşrik yoktur. Rasûlullah (s.a.v.), onu kendi huzurunda Zübeyr'e
emir vererek öldürtmüştür. Denildiğine göre onu Asım b. Sabit b. Ebi'1-Eflah
öldürmüştür. [6]
Burada Önce
kafirlerin, daha sonrada Müslüman şairlerin şiirlerini nakledeceğiz ki, daha
tesirli, kulak ve zihinleri daha çok etkilesin ve sapık kafirlerin şüphelerini
de daha kesin bir şekilde ortadan kaldırsın.
İmam Muhammed b. İshak
dedi ki: Uhud günü hakkında söylenen şiirlerden biri, Hübeyre b. Ebi Vehb
el-Mahzumî'nin şiiridir. O kendi kavmi olan Kureyşlilerin dini üzerinde iken bu
şiirini söylemiştir. Şöyle ki:
«Elem verici kederin
durumu nedir ki, beni gece Hind'in dostlarına götürür oldu.
İşler Hind'i meşgul
ederken, Hind gece beni kınadı ve kınamaya da devam etti.
Oysa ki harpten beni
onun mevalisi alıkoydular. Biraz bekle, Seni ayıplama. Çünkü benim huyumun ne
olduğunu sen bilirsin ki, ben onu gizleyecek değilim.
Beni çok sevmeleri
sebebiyle Kab oğullarına itaatkarım. Onlara muvafakat eder, hareketlerine
uyarım.
Ağır yükün hamalıyım.
Kendilerini zahmet ve sıkıntı ile taşıdığım ağır yüklerinde hamalıyım.
Güzelliğinden dolayı
herkesin bakıp beğendiği uzun adımlar a-tan, koştuğu zaman sanki yazar gibi
olan atlarla yanşan bir atın üstünde silah taşıdım.
Sanki o koştuğu zaman
geniş bir çöldeki vahşi bir eşektir de, vahşi eşekler topluluklarına kavuşmuş,
onları himaye ediyor.
Avec, atın soyundan
olup onun için meclis sevinç duyar.
Tıpkı tepeleri
yükselmiş, dalları çok olan bir hurma ağacının dalları gibidir.
Kılıcı ve sallanan
süngüyü, karşılaştığım hadiselere karşı hazırladım.
Bu ve zırh, derin su
gibi sağlamca bana bağlandı, böylece ayıplan görünmüyor.
Kinane'yi sağ yandaki
topraklardan geniş beldeler boyunca onun sevk ettiği yerlere sevk ettik...
Kinane dedi ki: Bizi
nereye götürüyorsun? Dedik ki;
Rasûlullah (s.a.v.)'m
Medine'sinin yakınındaki bir çeşmenin yanına götürüyoruz.
Bunun üzerine oraya ve
oradakilere yöneldiler.
Biz o günde Uhud
dağının dibindeki süvariler idik.
Mââd korktu, biz dedik
ki, oraya geliyoruz.
Gördükleri vuruşmadan,
hızlı kesen kılıçtan ve bunların parçala-nndan korktular.
Sonra biz, sanki buzlu
bir bulut olarak yürüdük.
Neccar oğullarının
öldürülen kuşu kalkmış, onlara ağlıyordu.
Sanki onların başlan,
savaş esnasında, deve kuşlarının yumurtalarının üst kabuklanndan birer
parçadır ki; deve kuşlan onu yumurtlama yerlerinden öteye atarlar.
Veya bir Ebu Cehil
karpuzudur ki, rüzgar onu eskimiş dallar üstünde hareket ettirir. Toprağı ve
kumlan yerinden söken rüzgarlar onun bir sağından, bir solundan, bir
arkasından, bir önünden esmektedirler.
Malı hesapsız olarak
bolca döküp sarfetmişizdir ve atlan, sağından ve solundan gözlerinin yaş
mecrasından dürteriz.
Bir gecede ki, onları
boğazlayan işkembe ile ısınıyor, davet edici zenginlere özgü verilmiş bir davet
veriyor.
Yağmurlu bir cemadi
gecesinde, cemâdi bir kıtlıkta gece yürür olduğum halde, o gece soğuktan köpek
bir kereden başka havlamaz.
Yılanlarda bir kereden
başka yerde sürünmezler, o gecede ihtiyaç sahipleri için alevli bir ateş
yaktım.
Tıpkı bir yıldınm gibi
ki, himaye ettiğim büyük işlere ışık tutucu oldu.
İşte Amr ve ondan önce
onun babası, bunu bana miras bıraktı. Onlan kat kat pahalı kılıyordu.
Yıldızlann batmaya
yöneldikleri yerlere sataşırlar, onlarla yansırlardı. Onlann çalışmalan, iyi
işleri yüksek mertebelerden geri kalmazdı.»
İbn İshak dedi ki:
Hassan b. Sabit, bu şiire cevap verdi.
İbn Hişam dedi ki: Bu
cevabî şiir, Ka'b b. Malik ve diğerlerine aittir.
Ben derim ki: İbn
İshak'm söylediği daha meşhur ve daha yaygındır. Doğrusunu Allah bilir. Cevabî
şiir şöyledir:
«Kinane'yi
sefihliğinizden, bilmeyerek Rasûl'e doğru sürdünüz, Allah'ın askeri ise onu
zelil kılacaktır.
Güneşin doğduğu bir
sırada onu ölüm havuzlarının başına getirdiniz.
Ateş, onun vaad
olunduğu yerdir. Öldürülmek ise ona rastlayacaktır.
Onları, şerefli
olmayan soyu, Arap olmayan kimselerden topladı-nız.
Onlar, küfrün
önderleridirler ki, onların büyüklük taslayanları ve azgınları sizi aldattılar.
Öldürülüp su kuyusuna
atılanları öldürdükleri zaman, Allah'ın atlıları ile ve o müşrik ölüleri kuyuya
atanlardan ibret almadınız mı?
Nice esirler vardır
ki, biz onların bağlarını kendilerinden fidye almaksızın ve boyunlarını
vurmaksızm çözüp serbest bıraktık.
Böylece biz onların
velinimetleri olduk.»
İbn İshak dedi ki:
Ka'b b. Malik, Hübeyre b. Ebi Vehb el-Mah-zumî'ye cevaben başka bir şiirinde de
şöyle demiştir:
«Acaba Gassan ve
başkalarına bizden sarsıntılı bir rüzgar gelmedi mi?
Çöller ve yüksek
dağlar gibi, sanki onların uzaktan siyaha çalan renkleri sakin, kesintili bir
tozdur.
Onunla kuvvetli ve
şiddetli develer zayıflar ve onunla senelerin yağmuru boşalır ve bollaşır.
Onunla hasretlilerin
kokmuş ölü cesedlerinin kemiklerindeki ilikleri gözükür.
Tüccarın yayılmış
nakışlı ketenleri göründüğü gibi.
Onunla vahşi sığırlar
ile karınları beyaz, sırtları siyah öküzler bölük bölük yürürler ve deve
kuşunun yumurtasının üst kabuğu yarılır.
Dinimizi savunmak için
kılıç vuranlarımız, kendilerinde uçları parıldayan kılıçların ve silahların
bulunduğu her bir usta, beceri sahibi büyük askeri kıtalardır.
Dokunuşu sağlam,
halkaları küçük ve birbirine yakın, sesleri işitilmeyen, saklandığı
yerlerindeki her zırhı, giyildikleri zaman sanki içleri su ile dolu derin
çukurlardır.
Ama Bedir'de sordular
ki, insanlardan kimlerle karşılaştınız, gaybi haberler fayda verirler.
Biz korkunç bir
yerdeydik ki, eğer başkaları oralı olsaydı, elbette gece çekilip kaçarlardı.
Bizden binekli biri
geldiğinde onun sözü şu olurdu:
İbn Harb'ın (Ebu
Süiyan'm) sevkettiklerine ve topladıklarına karşı hazırlanın!
Bize yaptıkları,
insanları ilgilendiriyorsa, biz diğer insanlardan fazla onun yaptıklarına güç
yetiririz.
Eğer yer sakinleri
bizden başkasına hile yapsalar, toplanıp ayrılsınlar, kılıçlarla vuruşuruz.
Korkutulmadan hiçbir
kabile bize üstün kalamaz. (Medine dışındaki) Irz mevkiinde binaları kurulduğu
zaman bizim hayırlılarımız dediler ki: Irz'ı korumadan niçin ekin ekiyoruz?
İçimizde Rasûlullah
var ki, bir söz söylediğinde hiç beklemeden emrine itaat ederiz.
Onun yanma Allah
katından Cebrail iner ve tekrar göklere yükselir.
Yapmak istediğimiz
şeyler hakkında ona danışırız. Fikrini sorarız. Bizim amacımız ise, emrettiği
zaman ona itaat etmek ve emrini dinlemektir.
Göründükleri zaman,
Rasûlullah bize dedi ki: Korkunç ölümleri bırakın, hayrı ümid edin.
Katında yaşanacak ve
katma dönülecek olan melikine yaklaşmak için hayatını satanlar gibi olun.
Fakat kılıçlarınızı
alın ve Allah'a tevekkül edin. Çünkü, tam işler Allah'a döner.
Böylece açıkça kuşluk
vaktinde onlara, -göç eşyalarının yanında dururlarken- yürüdük ve üzerimizde
kılıçlar olup korkmaksızm saldırdık.
Toplanmış bir ordu
birliği ile ki, onun içinde silah, süngü vardı.
Ayaklarını yere
vurdukları zaman dağılmazlardı.
Böylece denizden bir
dalgaya geldik ki, onun ortasında Arap olmayan, karışık soydan kimseler vardı.
Onlardan üzerinde zırh
ve miğfer olmayanlar ve başında miğfer bulunanlar vardı.
3.000 kişiydiler. Biz
ise kavmimizden seçkin kişiler olarak 300 kişi idik veya 400 civarında idik.
Onlarla nöbetleştik.
Ölüm aramızda gelip gidiyordu. Onlara ö-lümlerin havuzundan içiriyorduk, biz de
içiyorduk.
Neb'a ağacından
yapılan yaylar bizim içimizde ve onların içinde hediye olarak verilirdi. Onlar
Medine oklarıdır.
Haremi ve Saidî
oklardı ki, yapıldıkları zaman zehirlendirirler.
Adamların bedenlerine
düşer, bazen de yumuşak taşların yanları üzerine varıp ses çıkarırlar.
Birtakım atlan
görürsün ki, fezadadırlar. Sanki onlar çekirgedirler. Soğuk Saba rüzgarı gibi
gelip gitmektedirler.
Karşılaştığımız ve
savaş değirmeni bizleri döndürdüğü zaman, Allah'ın takdir ettiği işi savacak
birşey yoktur.
Onlara kılıçlarımızla
vurduk ve onların seçkin kişilerini bıraktık. Sanki onlar, çukurlarda yerlere
devrilmiş ağaçlar gibiydiler.
Sabahtan itibaren
akşama doğru ayrıldık.
Sanki savaştaki
alevlerimiz bir ateşin sıcağıdır ki, o yaklaşan kimseyi ısıtacak kadar ışıl
ışıl yanardı.
Onlar süratle
yürüdüler. Sanki yerinden kopmuş, rüzgar suyunu akıtmış da, içinde su
bulunmayan ince bir buluttur.
Biz de yürüdük,
geridekilerimiz yavaşça geliyorlardı.
Sanki et üzerine
üşüşmüş ormandaki aslanlar idik.
Biz amacımıza ulaştık.
O kavim de bizden kasdettikleri amaca u-laştılar ve belki de yaptık. Fakat
Allah katında olanlar daha geniştir.
Bizim değirmenimiz
döndü. Onların değirmenlerini de döndürdü. Böylece onlar bütün serlerden doymuş
kılındılar.
Biz öyle kimseleriz
ki, namusunu koruyan, hiç kimse için savaşı utanılacak birşey olarak görmeyiz.
Zamanın olayları
karşısında çok s ahırlıyı zdır. Ölen için zaman boyu gözlerimizin yaş
akıtmasını normal saymayız.
Biz, savaşın
çocuklarıyız. Söylediğimiz birşeyi yapmaktan yorulmayız. Ne de savaşın çekip
götürdüğü şeylere karşı sabırsızlık gösteririz.
Biz savaşın
çocuklarıyız. Eğer zafere erersek kötüleşmeyiz ve biz harbin tırnaklarından da
acı duymayız.
Biz birtakım ateşleriz
ki, insanlar onun sıcağından sakınırlar. Yanında duran, ondan yararlanır.
Ey İbn Zibara bana
karşı böbürlendin. Oysa ki, geceleyin sizden bize bir rica geldi.
Madd'ın üstünde ve
başkaları için de sonra kendini sor.
Acaba senden makamca
daha hor, daha uğursuz kimse var mı?
Sor ki, savaşın onun
için bir övünç bırakmadığı ve hoşa gitmeyen günde yanağı yerde alçalan oldu.
Allah'ın kudreti, gücü
ve yardımı ile sizin üzerinize öyle bir şiddetlendik ki, mızrakların uç
demirleri sanki suya girmişti.
Mızraklar size batar,
sanki onların açtıkları yaralar, azık konulan dağarcıkların ağızları gibidir
ki, sulan kesilir.
Sancak ehline gitmeye
yöneldik. O tarafa kasdettik.
Kim sancağın anısıyla
mutluluk ve hayır umarsa, o kimse daha süratle hamd eder.
Onlar hıyanet ettiler.
Oysaki el vermişlerdi. Fakat yardımsız kalmışlardır.
Allah, kendi murad
ettiğinden başka hiçbir şeye razı olmaz.»
İbn İshak dedi ki:
Abdullah b. ez-Zibara, Uhud gününde müşrik bir kimse iken şu şiiri söylemiştir:
«Ey fesadın kargası
işittin, o halde söyle,
Ancak yapılmış birşeyi
konuşursun.
Hayır ve şer için bir
durum vardır.
Bunların her ikisi de
insanın, kendisiyle karşılaşacağı şeylerdir.
Bahşişler, aralarında
önemsiz, hakir durumdadır.
İster varlıklının
kabri olsun, ister fakirin kabri olsun.
Her bir geçim ve
nimetler gelip geçicidir.
Zamanın kızları ise,
onların hepsiyle oynarlar.
Benden Hassan'a bir
işaret ulaştır.
Şiirin kıtfası,
susuzluk harareti olanların susuzluğunu giderir.
Dağın dibinde çok
kesilmiş kafa kemikleri, el ve ayak kemikleri görürsün.
Savaş yerinde mahvolmuş
çok bahadırlardan soyulmuş güzel zırhlar da görürsün.
Çok üstün, efendi, iki
taraftan dedeleri şerefli, bahadırlık öncülerini Öldürdük.
Kuvvet ve yiğitliği
doğru olan üstün erkek, başkasına karşı koyan, mızrağın batmasında dayanıksız
olmayanları da Öldürdük.
Mihros'a sor ki, onda
oturan kimdir? Büyüğünden küçüğüne kadar hepsine sor.
Keşke büyüklerim
Bedir'de hazır bulunsalardı ve mızrağın batmasında Hazrec'i korkutsalardı.
Küba'da yamacı kazdığı
ve katlin, Abdüleşhel kabilesinde şiddetlendiği zaman,
Sonra işte o esnada
dağa doğru yükselen küçük deve kuşlarının hızla yürümesi gibi süratli bir
yürüyüşle ayrılıp gittiler.
Biz de onların
eşrafından iki katını öldürdük ve Bedr'in eğilmişini düzelttik. O da düzeldi.
Nefsi kınamıyorum.
Ancak biz saldırsaydık elbette yapılmış olanı yapmış olurduk.
Hind kılıçlarıyla ki,
onlar, onların başlarına bir defadan sonra bir daha vururlar.»
ibn İshak dedi ki: İbn
Zibara'ya cevaben Hassan b. Sabit (r.a.) Şöyle demiştir:
«Ey İbn Zibara! Bir
savaş oldu M, o savaşta üstünlük bizde idi, Şayet adalet olsa siz elbette
amacınıza ulaştınız ve biz de sizden amacımıza ulaştık.
İşte böylece savaş
bazen bir öteye, bazen de bir beriye döner.
Kılıçları
omuzlarınızın üstüne koyarız.
Öyle ki bir vuruştan
sonra bir vuruşu da yukardan indiririz.
Su ile karışmış olan
sütü makadlarınızdan çıkartınız.
Tıpkı asal otunun yaşk
develerin makadlarmdan çıkışı gibi...
Siz dağdaki boğazdan
kaçarak tabanlarınızın üzerine geri dönerdiniz.
Tıpkı birbirinin izini
takip eden develerin kaçıp gitmesi gibi...
Biz doğru bir şekilde
şiddetle saldırdık.
Böylece sizi dağın
yanma sığınmaya zorladık.
Geniş yerlerden
karartılar gibi topluluklar ile insanlardan kim onunla karşılaşırsa korkar.
Geçtiğimiz dağ yolu
bize dar geldi. Ondan yüksek ve alçak yerleri doldurduk.
Siz, emsalleri
olmadığınız birtakım adamlar ile ki, Cibril ile teyid edildiler. O da indi.
Bedir gününde takva
ile Allah'a taat ve Rasûlleri tasdik ile yük seldik.
O müşriklerden birçok
başı kestik ve böbürlenerek elbisesini sarkıtan her efendiyi Öldürdük.
Bedir gününde
Kureyş'in içinde gedik bıraktık ve darb-ı mesel olmaya değer sözler bıraktık.
Bedir gününde
Rasûlullah hak ile şahiddir.
Kureyş içinde
topladıkları topluluklar et yığını gibidirler. Ey analarının kıçlarından
dağılanlar! Biz sizin denginiz değiliz.
Savaş geldiğinde biz
savaşa hazır oluruz!»
İbn İshak dedi ki:
Hamza'mn ve Uhud'da öldürülen Müslümanların üzerine ağlayan Ka'b şöyle
demiştir:
«Ağladın, acaba senin
için bir ağlayan var mı?
Sen ne zaman
hatırlarsan ağlamaya devam edersin.
Bir kavmin hatırlaması
gibi ki, bana onlara ait eğri büğrü zamanlarda haberler geldi.
Böylece senin kalbin
onları anmaktan dolayı şevkten ve saçılan hüzünden muzdariptir.
Onların ölüleri giriş
ve çıkışları iyi olan Naim Cenneti erindedirler.
Vadinin yanında,
Rasûlün sancağının gölgesi altında sabretmeleri' sebebiyle Cennetlerdedirler.
Bir sabah ki, Beni Evs
ve Hazreç, hep birlikte kılıçlarıyla icabet ettiler.
Ahmed'e tabi olanlar,
nur ve açık yol sahibi bir hakka tabi oldukları zaman,
Yiğitlere vurmakta ve
kalkan tozda yürümekte devam edip kaldılar.
Yine böylece Melik,
onları girişi çok dallı ağaç olan Cennet'e davet etti.
Böylece onların hepsi
Allah'ın dini üzere, güçlük çekmeden halis bir imtihanla öldüler.
O, Beni Nevfel'in
kölesi Vahşi, siyah erkek deve gibi bağırarak karşıladı.
Hamza gibi ki, sadık
olarak vaadini yerine getirdi. Kemiğe dayanan ince keskin bir kılıçla
öldürüldü.
Alevlenen bir ateş
parçası gibi bir mızrağı onun göğsüne dürttü.
Numan da ahdini yerine
getirdi ve Hanzalatü'l-Hayrda hak bildiği şeyden sapmadı. Canını verinceye
kader haktan ayrılmadı.
Nihayet onun ruhu,
altınla bezenmiş bir menzil ve makama gitti.
İşte onlar sizden,
ateşin derin alt tarafında yerleşen kimseler değillerdir.»
İbn İshak dedi ki:
Hamza'mn ve Uhud gününde öldürülen Müslüman şehidlerin üzerine ağlayan Hassan
b. Sabit, bir kasidesinde şöyle demişti: (Şiir âlimi bazı kimseler, bu şiirin
Hassan'a ait oluşunu kabul etmiyorlar. Doğrusunu Allah bilir.)
«Ey anam, kalk, seher
vakti, ağıtçı kadınların hüznü ile çağır.
Ağır yük yüklenen,
ağırlık ile yerinden oynamayıp hareketsiz kalan kadınlar gibi çağır.
Sesli ağlayan ve
yüzlerini tırmalayan kadınlar gibi, bağıran hür kadınlar gibi çağır.
Sanki onların
gözyaşlarının seli kendilerine kesilen kurbanların kanlarıyla bulaşan, boyanan
taşlar gibidir.
Saçlarının örüklerini
çözerler, orada zülüfleri aşikare görünen kadınlar gibi çağır.
Sanki onlar kuşluk
zamanında ayaklarıyla kendilerine binmekten men eden atların kuyrukları
gibidir.
Sağından solundan
dürtülmüşlerle, savaş meydanında yırtıcı hayvanlara bırakılmış, arasında
şiddetli rüzgarlarla gark olunur.
Hüzün ve keder
elbiselerini giymiş oldukları halde, o kadınlar hüzünden ağlarlar.
Zamanın musibetleri, o
kadınlar üzerinde iz bırakır.
Onların kalblerine
yara isabet etmiştir ki, onun için elem verici yara kabukları vardır. -
Zamanın musibetleri,
isabet ettiği zaman sakınıp umut bağlardık.
Zaman, Uhud ehlini
zaman mahvetti. Yırtıcı hayvanlar başlarına kondular.
Silahları taşıyan bir
kavim gönderildiği zaman kim bizim süvari-. miz ve himayecimiz olur?
Ey Hamza! Hayır
vallahi, sütlü deve bağlandığı müddetçe seni u-nutmam.
Göz altında
yetimlerin, misafirlerin konağı için.
Bir de kötülüğü artan
bir savaşta zamanın musibeti indiği için.
Ey süvari, ey
koruyucu, ey savunucu, ey Hamza sen, savunucu idin.
Sen, musibetler
onlardan gelirken bizi müdafaa ediyordun.
Rasûlullah'm aslanını
bana hatırlattın, kavme karşı bizim savunucumuz, koruyucumuz idin.
Şerifler, efendiler
sayıldığı zaman o bizden sayılırdı.
Efendiler üzerine
aşikâr bir vaziyette yükselir. Beyaz ve ışık veren kimsedir.
O, vakarsız, hafif bir
kişi değildir. Hele hiç korkak değildir.
İllet sahibi de
değildir.
Ağır yük yüklendiği
zaman, göğsünden hırıltı gibi bir ses çıkaran deve gibi de değildir.
O deniz gibidir.
Hiçbir bahşiş veya genişlik ondan başka bir komşuya gitmemiştir.
Gazap sahiplerinin
gençliği mahvoldu ve yumuşak huylulukla üstün olanlarda,
Doymayan kişi, deve ve
davarları saldığı müddetçe ihsan ederler.
Kuvvetli develerin
etini yediren kimselerdirler.
Üstünde yollu kılıç
olduğu halde yağlarından çizilmişler ve parçalanmışlardır.
Tecavüz eden,
düşmanlık sahibi kimse olduğu müddetçe komşularını müdafaa için,
Hüznüm o gençlere ki,
bizden hayra nail oldular. Sanki onlar birer lambadır.
Aziz, efendi ve
bahşişleri çok olan cömertlerdir.
Mallarla Övgüyü, övgü
satın alıcıdırlar, kâr edicidir.
Bir bağıran bağırdığı
zaman yularlanyla atılanlardır.
Elverişli olmayan bir
zamanda insanı yontan zaman gailelerini atanlardır.
Onun develeri düz,
tozlu bir yerde yol çizmeye devam ederler.
O, göğüsleri ter
akıtan bir deve kafilesinde olduğu halde, onlar birbiriyle yarışırcasına
yürüdüler.
Hatta yücelikler, ona
ve bu kumar oklarının kazandırdığından
değil.
Ey Hamza, beni yalnız
bıraktın. Tıpkı dalı, budağı dikeni kesilmekle perişan bir hale gelen ağaç
gibi.
Sana şikayet ediyorum,
senin üstünde bir biri üstüne yığılmış topraklar ve geniş taşlar olduğu halde.
Mezar kazan kimse
mezarı kazdığı zaman, senin üstüne attığımız taşlı yerden şikayet ederim.
Bir genişlik ki, onu
toprakla doldururlar. Kürekler onu düzeltip tesviye ederler.
Taziyemiz
sözlerimizdir. Sözlerimiz ise ağırdır.
Zamanın hadiselerinden
kaçan bize gelsin ve gözleri ile iyilik yapan ve helak olanlarımızın üzerine
ağlasın.
Ki onlar söyler ve
yaparlar. Cömerttirler, övülmüşlerdir.
Öyleler ki, ellerinin
yaşı (ıslaklığı) devam eder. Kuyunun dibinde su azaldığı zaman kovasıyla
kuyunun dibine inip su alır.»
İbn Hişam dedi ki:
Şiir hususunda bilgi sahibi olanların ekserisi, bu şiirin Hassan'a ait oluşunu
kabul etmezler.
İbn İshak dedi ki:
Ka'b b. Malik, Hamza ve arkadaşları üzerine şu mersiyeyi söyledi:
«Senin hüzünlerin
gitti, yatanlar uyuyamıyor.
Yumuşak gençliğin
giderilmesinden korktun.
Damir'in eli kadın
kalbini aşka çağırdı. Aşk bataklıktır. Ayıklığın kurtarıcıdır.
Şaşkın olarak
azgınlıkta devam etmeyi bırak. Azgınlığın peşine gitmekte kınanmış, yalanlanmış
oldun.
Andolsun ki senin için
isteyerek vazgeçmek zamanı veya mürşid seni menettiği ve ayırmanın zamanı
geldi.
Andolsun ki, Hamza'nın
kaybından dolayı öyle bir sarsıntıyla sarsıldım ki, karın boşluğumdaki
cihazlar sallanmaya başladı.
Eğer onun başına gelen
musibet, Hira dağının basma gelseydi, elbette o dağdaki kayaların sabit
duranlarını darmadağın hale gelmiş görürdün.
Bir efendi, bir
şerefli kişi ki, Haşimilerin zirvesine yerleşti. Peygamberlik, cömertlik ve
efendilik halamından.
Suyu donduran rüzgar
estiği zaman kuvvetli hörgüçlü develeri kesendir.
Savaş menzilini
terkeden bahadır kişi, mızrakların kullanıldığı zorlu günde yere atılmış olarak
kinin-.
Onu demiri ile
salınarak yürürken görürsün.
Sanki o toprak
renginde kalın tırnaklara sahip, omuzu kıllı bir aslandır.
Peygamber Muhammed'in
amcası ve onun güzidesi ölüme geldi ve işte o geliş, güzel bir şekilde oldu.
Peygamber'e yardım
eden bir kavmin içinde kendisini savaşta tanınacağı bir alametle teşhir ederek
ölüme geldi.
Bununla Hind'in
müjdelendiğini zannederim. Elbette boğazında kalan birşey soğumadan ölecektir.
Kum tepelerinde bir
gün Hind'in kavmiyle sabahladık ki, orada ondan Esad kayboldu.
Ve Bedir'in kuyusunda
Cebrail ile Muhammed, bizim sancağımızın altında onların yüzlerini geri
çevirmişti.
Hatta peygamberin
katında onların hayırlılarım iki kısım olarak gördüm.
Dilediğimiz Öldürülür,
dilediğimiz salıverilirdi.
Böylece suyun
etrafındaki deve yatağında onlardan yetmiş kişi kaldı. Utbe ve Esved
onlardandır.
İbn Muğire de
onlar4andır. Boynunun iki yanındaki damarın üstüne bir darbe indirdik ki, o
darbe kaymak tutmuş, üzerinde köpük yükselir.
Ümeyye el-Cümehî'ye
gelince, onun eğriliğini mü'minlerin ellerindeki keskin hindî kılıç düzeltti.
Böylece sana
müşriklerin hezimete uğramış kavmi geldi.
Sanki onlar, atlıları
onları kovmuş ve izlerine düşmüş, dağılmış deve kuşlarıdırlar.
Cehennem'de ebedi
kalacaklarla Cennetlerde ebedi kalacaklar arasında ne kadar uzak bir mesafe
vardır.»
İbn İshak dedi ki:
Abdullah b. Revaha, Hamza ve arkadaşları üzerine Uhud gününde ağlarken şöyle
dedi:
İbn Hişam da, dedi ki:
Ebu Zeyd, bana bu şiirin Ka'b b. Malik'e ait olduğunu söyledi. Doğrusunu Allah
bilir.
Şiir şudur:
«Gözüm ağladı ki, o
göz için ağlamak hak olmuştu.
Onu ne ağlamak, ne de
sabahleyin yüksek sesle Allah'ın arslanı-na figan etmek kurtarmaz.
Hamza, bu öldürülen
adam mıdır?
Müslümanların hepsi
onunla birlikte orada musibete maruz kalmıştı.
Peygamber dahi onunla
musibete maruz kalmıştı.
Ey Ebu Ya'lâ (ey
Hamza)! Senin için binanın duvarları yıkıldı.
Sen ki, şereflisin,
iyisin, hakka ermiş bir kimsesin.
Cennetlerde sana
Rabbin selamı olsun ki, o Cennetlerin karışımı, zail olmayan daimi nimetlerdir.
Haberiniz olsun ey
Haşimi sülalesi, ey hayırlı kimseler!
Sabredin, bütün
işleriniz güzeldir ve yerindedir.
Rasûluüah sabredici ve
keremli bir kimsedir.
Konuştuğu zaman
Allah'ın emrini ifade eder.
Haberin olsun, Lüey'ye
benden kim haber ulaştırır ki, bugünden sonra savaş dönecektir.
Bugünden önce
bilmediler ve ordaki darbelerimizi tattılar.
Susamış hararetli
kimsenin göğsünün sıcağı soğur.
Bedir'in kuyularında
vuruşlarımızı unuttunuz.
Bir sabah ki, size
acele ölüm gelmişti.
Bir sabah ki, Ebu
Cehil yere devrilip kalmıştı. Onun üzerinde ise halkalar halinde kuşlar
gezerlerdi.
Utbe ve onun oğlu hep
birlikte yere yıkıldılar ve Şeybe'yi parlak, keskin, ince bir kılıç ısırmıştı.
Ümeyye'yi upuzun yere
bırakmıştık. Onun göğsünün alt tarafında büyük mızrak bulunmaktaydı.
Beni Rebia'nm öldürülen
kuşuna sorun ki, bizim kılıçlarımızda onda eğrilikler olmuştu.
Haberin olsun ey Hind,
ağla, bıkma.
Sen çok gözü yaşlısın
ve çok zararlısın, kaybedicisîn.
Ey Hind; bilesin ki,
Müslümanlara karşı sevincini izhar etme. Çünkü sizin yüksek şahsiyetleriniz
alçak kimselerdirler!»
İbn İshak dedi ki: Hz.
Peygamber'in halası ve Zübeyr'in annesi Safiyye binti Abdülmuttalib, kardeşi
Hamza b. Abdülmuttalib üzerine ağlayarak şu şiiri söylemiştir:
« Korkarak Uhud
ashabım mı sorar? Babamın kızlarından cahil ve bilgililer vardır. Bilgilisi
dedi ki: Hamza öldü. O, Rasûlullah'm hayırlı bir veziridir.
Arşın sahibi hak ilah,
onu bir davet ile Cennet'e çağırdı ki, o, orada yaşar ve sevinir.
Yine Hamza'nın mahşer
gününde hayırlı ve güzel bir akibete varacağını umarız.
Allah'a yemin ederim
ki, Saba rüzgarı estiği sürece seni unutmam. İkamet halinde de, yolculuk
halinde de ağlayarak kederli bir şekilde hep seni anacağım.
Allah'ın o arslam ki,
halkı koruyan idi. Kafirlere karşı da İslâm'ı savunurdu.
Keşke baki kalan kanım
ve kemiklerim, hep beni yemeğe gelen sırtlanlarla
kuşların yanında kalsaydı.
Derim ki, ölüm
haberini getiren kişi aşiretimi yükseltti.
Allah, hayırlı kardeşe
ve yardımcıya hayır ihsan edip mükafatlar versin.»
İbn İshak dedi ki:
Şemmas b. Osman'ın zevcesi Neam, kocası üzerine ağıt dökerek şöyle dedi:
«Ey gözüm yeter deme,
sizin başkalarına galib olan şiddetli kimselerin yiğitlerinden bir kerim
üzerine bol bol gözyaşı dök.
İlk işi çetin, yıldızı
şirin ve mesud, sancakların taşıyıcısı, atların süvarisi...
Ölüm haberini getiren
kimse, korkarak geldiği zaman ona derim ki:
Yedirici ve-giydirici
cömert kişi öldü!
Onun meclisleri onsuz
kaldığı zaman dedim ki:
Allah, bizden
Şemmas'ın yakınlığını uzak etmesin.» ;
Şaire Neam'a, kardeşi
Hakem b. Said b. Yerbu teselli mahiyetinde şu cevabı vermişti:
«Tesettürde ve iffette
hayana sahip çık. Çünkü Şemmas ancak insanlardan bir insan idi.
Savaş gününde Allah'ın
taatinde Ölüm zamanı gelmiş idi, kendini yıpratma.
Hamza da Allah'ın
aslanı idi. O halde sabret.
O da o gün Şemmas'ın
ölüm şerbetinden tatmıştı.»
Ebu Süfyan'm karısı
Hind binti Utbe, Uhud'dan dönüşlerinde şöyle demişti:
«içimde çok hüzünler
olduğu halde döndüm, amacım olan bazı şeyleri kaybettim, kaçırdım.
Bedir ehlinden,
Kureyş'ten ve başkalarından Beni Haşim ve Yes-rib halkından öldürtmek istediğim
bazı kimseleri öldürtemedim.
Fakat bir amaca
kavuşmuşumdur ki, yürüyüşümde ve binişimde umduğum gibi olmadı.»
Ibn ishak, bu konuda
birçok şiir nakletmiştir, ancak konuyu u-zatmamak ve usandırmamak için biz bu
kadarını nakletmekle yetindik. Hamd Allah'a mahsustur.
"Meğazi"
adlı eserinde el-Ümevî, İbn İshak'm naklettiklerinden daha fazla şiir nakletmiş
tir. Nitekim onun âdeti böyledir. Özellikle bu konuda da daha çok şiir
nakletmiştir. Bu şiirlerden biri de Hassan b. Sabit'in, Uhud gazvesi hakkında
söylemiş olduğu şu şiirdir:
«Şeytana uydular. O da
onları rüsvay etti. Rüsvaylıkları ve hezimetleri açığa çıktı. O zamanda ki, tek
bir çığlık attılar. Ebu Süfyan'la birlikte dediler ki: Ey Hübel, yücel. Biz de
hep birlikte onlara şu cevabı verdik: Rabbimiz Rahman, daha yüce ve daha
üstündür! Sebat edin, ölüm havuzundan bir kez içeceksiniz. Ölüm suyu ise mutlak
içilecektir.
Bilin ki, ölüm
hayalinden bir kazana su serpilse de o kazanın altında ateş parıldar.»
Öyle sanılıyor ki bu
beyitler, Hassan b. Sabit'in, Abdullah b. Ziba-ra'ya verdiği cevabî şiirden
bazı kıtalardır. Doğrusunu Allah bilir. [7]
Daha önce hicri üçüncü
senede meydana gelen hadiseler, gazveler ve seriyyelerden bahsedilmişti. Bu
gazvelerin en meşhur ve en önemlisi de hicri üçüncü sene şevval ayının
ortasında cereyan eden Uhud gazvesidir. Bununla ilgili açıklamalar, önceki
sayfalarda verilmişti. Hamd Allah'a mahsustur.
Bu gazvede Hz. Hamza
şehid edilmiştir. Hz. Hamza'nm künyesi Ebu Ya'lâ'dır. Ebu Ammare künyesi ile
çağrıldığı da olurdu. Hz. Hamza, Rasûlullah'ın amcası olup Allah'ın arşlara ve
Rasûlü1 nün ars-lanı lakabıyla lakaplanmıştır. Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed'le
birlikte Rasûlullah'ın süt kardeşidir. Bu üçünü, Ebu Leheb'in azadhsı Süvey-be
emzirmiştir. Nitekim bu hususta Buharî ve Müslim'in, sihhatında ittifak
ettikleri bir hadis varid olmuştur.
Şu halde Hz. Hamza,
şehid edildiği zaman elli yaşını aşmış bulunuyordu. Yiğit bahadırlardan ve
büyük sıddıklardan idi. Kendisiyle birlikte Uhud gazvesinde altmış dokuz kişi
daha şehid olmuştu. Böylece şehidlerin sayısı yetmişi bulmuştu.
Hicri üçüncü senede
Osman b. Affan, zevcesi Rukiyye'nin vefatından sonra Rasûlullah'ın diğer kızı
Ümmü Külsüm'le evlenmiştir. Nikah, bu senenin rebiyülevvel ayında akdedilmiş,
gerdeğe de cemazi-yelahir ayında girilmiştir. Vakidî de böyle demiştir.
Ibn Gerir'in
anlattığına göre hicrî üçüncü senede Rasûlullah'm kızı Fatıma, Hasan b. Ali'yi
doğurmuştur. Yine bu senede Hüseyin'e hamile kalmıştır. Allah tamamından razı
olsun. [8]
Bu senenin muharrem
ayında Ebu Seleme b. Abdi'l-Esed'in seriy-yesi, Tüleyhatul-Esedî üzerine
gönderildi. Bu seriyye, Katan mevkiine kadar gitti.
Vakidî, Ömer b. Osman
b. Abdurrahman kanalı ile Seleme b. Abdullah b. Ömer b. Ebi Seleme ve
diğerlerinin şöyle dediklerim rivayet etmiştir:
Ebu Seleme, Uhud
gazvesine katıldı. Pazusundan yaralandı. Medine'de bir ay kalıp tedavi gördü.
Hicretin otuzbeşinci ayı olan muharrem ayı geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), onu
çağırıp şöyle dedi:
- Beni Esed toprağına
varıncaya kadar yürü. Onlara hücum et.
Böyle dedikten sonra
Allah'a karşı takvalı olmasını ve beraberindeki Müslümanlara da iyi
davranmasını tavsiye etti.
Ebu Seleme b.
Abdi'l-Esed'le birlikte 1.500 kişi bu seriyye için yola çıktılar. Beni Esed
kabilesine ait bir su olan Katan suyu yakınlarına vardılar. Tüleyhatü'l-Esedî
ile kardeşi Seleme orada idiler. Bunlar, Hüveylid'in oğulları idiler.
Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşmak için Beni Esed kabilesinden müttefiklerini
toplamışlardı. Bunlardan bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'m yamna gelmiş ve
yaptıkları komployu haber vermişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), o
adamla birlikte Ebu Seleme seriyyesini Tüleyha ile kardeşi üzerine
göndermişti.
Seriyye, Katan
nahiyesine vardığında Tüleyha ile Beni Esed kabilesi kaçıp dağılmışlar, geride
birçok koyun ve deve bırakmışlardı. Bütün bunları Ebu Seleme almış, onlardan
ayrıca üç köleyi de esir tutmuştu. Bu mallar ve esirlerle birlikte Medine'ye
dönmüştü. Kendilerine kılavuzluk yapan Beni Esedli adama da bu ganimetten
büyük bir pay vermişti. Esirlerden bir köleyi ve ganimetin beşte birini de
Rasû-lullah'a ayırmış, kalan kısmını da kendi arkadaşları arasında taksim
ettikten sonra Medine'ye gelmişti.
Ömer b. Osman, Abdülmelik
b. Ubeyd kanalı ile Ömer b. Ebi Se-leme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Babamı yaralayan Ebu Üsa-nıe el-Cüşemî idi. Babam Medine'de bir ay kaldı.
Tedavi gördü. İyileştikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), onu hicri dördüncü
senenin muharrem ayında Katana gönderdi. Medine'den on küsur gece uzakta
kaldı. Medine'ye girdiğinde yarası yeniden ağırlaştı ve hareket edemez hale
geldi, Cemaziyelevvel
ayının bitimine üç gün kala vefat etti. Annem dört ay on gün süre ile iddet
bekledi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) onunla evlendi. Şevval ayının bitimine
birkaç gece kala onunla gerdeğe girdi. Annem şöyle diyordu:
«Şevval ayında nikah
akdetmenin ve gerdeğe girmenin bir sakıncası yoktur. Çünkü Rasûlullah
(s.a.v.), şevval ayında benimle evlenip gerdeğe girdi.»
Ebu Seleme'nin oğlu
Ömer, sözüne devamla şöyle diyor: «Annem Ümmü Seleme, zilkade ayında ve elli
dokuz yaşında vefat etti.»
Ben derim ki: Hicri
dördüncü senenin sonunda şevval ayında Hz. Peygamber'in, Ümmü Seleme ile
evlenmesinden ve nikah hususunda erkek çocuğun, kendi annesine velilik
yapabileceğine dair âlimlerin görüşlerinden bahsedeceğiz. Allah izin verirse bu
konuda detaylı bilgiler vereceğiz. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır. [9]
Vakidî dedi ki: Bu
gazve, hicri dördüncü senenin safer ayında yapılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.),
bu seriyyeyi hac ve umre için kendilerine izin vermeleri maksadıyla
Mekkelilere göndermiştir.
Reci', Usfan'a sekiz
millik mesafedeki bir yerin adıdır.
Buharî, İbrahim b.
Musa kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder:
«Peygamber (s.a.v.),
Ömer b. Hattab'm oğlu Asım'm dedesi, Asım b. Sabit (r.a.)'in kumandası altında
bir askeri birliği devriye olarak yola çıkardı. Birlik gidip Usfan ile Mekke
arasında bir yere vardı. Orada Hüzeyl kabilesinden Lihyan oğulları adındaki oba
halkı, onlardan haberdar olup 100 kişiye yakın keskin bir nişancı kaiilesiyle
arkalarına düştüler. Asım ile arkadaşları bir yerde hurma yemişlerdi. Bunlar
hurma çekirdeklerini görünce:
- Bu çekirdekler,
Medine hurmasının çekirdekleridir, diyerek izlerini takip ede ede onları
buldular.
Asım ile arkadaşları
onları görünce sarp ve yüksek bir tepeye sığındılar. Onlar da gelip tepenin
etrafım kuşattılar ve:
- Eğer teslim
olursanız sizi öldürmeyeceğiz, diye onlara güvence verdilerse de Asım:
- Ben şahsen
kafirlerin güvencesi altına giremem, Allahım, peygamberini bizden haberdar et,
dedi ve onlarla savaşmaya başladı.
Nihayet kendisi ile
arkadaşlarından yedi kişi şehid düştü. Yalnız Hübeyb ve Zeyd ile bir başkası
sağ kalıp güvence istediler ve güvence alınca inip onlara teslim oldular. Ama
onlar, verdikleri güvenceye sadık kalmayıp onları teslim alır almaz,
yaylarının kirişlerini çözerek
onunla kollarım
bağladılar. Beraberlerinde bulunan üçüncü şahıs:
- Bu, verdiğiniz
güvenceye sadık kalmayışımzm başlangıcıdır, deyip kollarını onlara
bağlattırmadı.
Onlar da onu yerde
sürükleyip uğraştılar ve kollarını bağlayama-ymca da Öldürdüler. Hübeyb ile
Zeyd'i götürüp Mekke'de sattılar. Hü-beyb'i, Haris b. Amir b. Nevfel'in
oğulları satın aldı. Hübeyb, Bedir savaşında babaları Haris b. Amir'i öldürdüğü
için ellerinde bir süre kaldıktan sonra onu öldürmeye karar verdiler. O esnada
Hübeyb, haram kıllarını tıraş etmek için Haris'in kızlarından birinden bir
ustura istedi. Kadın ona usturayı verdi. Kadın diyor ki:
- Bir ara çocuğuma
bakmayı unutmuştum. Bir de baktım ki, Hübeyb usturayı açıp çocuğun uyluğu
üstüne koymuş, o korkunç manzarayı görünce çok korktum.
Bana dedi ki:
- Çocuğu öldürmemden
mi korkuyorsun? Korkma, ben hiçbir zaman öyle birşey yapmam.
Kadın her zaman
diyordu ki:
- Ben Hübeyb'den daha
iyi bir esir görmedim. Yemin ederim ki, Mekke'de yaş hurma bulunmadığı
sıralarda ve kendisi de demir zincirlerle bağlı bulunduğu halde onun elinde
hurma salkımlarım görüyordum. Bu, Allah tarafından kendisine gönderilen bir
rızıktan başka birşey değildi.
Nihayet onu öldürmek
için Mekke hareminin dışma çıkardılar. Öldürecekleri sırada onlara:
- Bana müsaade edin,
iki rekat namaz kılayım, ondan sonra beni öldürün, dedi ve iki rekat namaz
kıldıktan sonra onlara:
- Eğer benim ölümden
korktuğum için namazı uzattığımı sanma-saydmız namazı biraz daha uzatırdım,
dedi.
İşte Öldürülürken iki
rekat namaz kılma âdetini ilk koyan kimse Hübeyb'tir. Namaz kıldıktan sonra
onlara:
- Allahım, onların
kökünü kurut! diye beddua etti ve sonra da şu mealde bir şiir okudu:
«Ben Müslüman olarak
ve Allah yolunda Öldürülürken, Hangi yan üzerine düşersem düşeyim,
umursamıyorum. Zira benim ölümüm Allah yolundadır. Allah dilerse, Parçalanıp
dağılan uzuvları bile mübarek kılar.»
O, böyle dedikten
sonra Ukbe b. Haris kalkıp onu öldürdü.
Asım ise, Bedir
savaşında Kureyşlilerin büyüklerinden birini öldürdüğü için, öldürüldükten
sonra Kureyşliler onun cesedinden bir parça koparıp getirmek üzere, öldürüldüğü
yere adamlar gönderdiler.
Fakat Cenâb-ı Allah, o
sırada onun cesedi üzerinde bir bulut gölgesi gibi yoğun bir arı kitlesi
yarattığı için, gönderilen adamlar, bir türlü cesedin yanına varamadılar.»
Buharî, Abdullah b.
Muhammed kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hübeybİ
öldüren, Ebu Servaa'dır.»
Ben derim ki: Hübeyb'i
öldüren kişinin adı Ukbe b. Haris'tir ki, bilahare Müslüman olmuştur. Onun süt
emme konusunda rivayet ettiği bir hadis vardır. Ebu Servaa ile Ukbe'nin kardeş
olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. İshak,
Asım b. Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Uhud gazvesinden
sonra Rasûluüah (s.a.v.)'m yanına Adel ve Kare'den bir topluluk geldi. Şöyle
dediler:
- Ya Rasûlullah, biz Müslümamz. Bizimle beraber
ashabından birtakım kimseler gönder ki, bize dini bilgiler öğretsinler. Bize
Kur'ân okuyup okutsunlar, bize İslâm'ın ahkâmını öğretsinler.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), onlarla birlikte ashabından, aşağıda adları yazılı şu altı
kişiyi gönderdi:
Mersed b. Ebi Mersed
el-Ganevî (Hamza b. Abdülmuttalib'in müttefikidir. İbn İshak'm ifadesine göre
altı kişilik grubun emîridir.), Ha-lid b. Bükeyr el-Leysî (Beni Adiy'yin
müttefikidir.), Asım b. Sabit b. Ebil Aklah (Beni Anar b. Avfm kardeşidir.),
Hübeyb b. Adiy (Beni Cahcebî b. Külfe b. Amr b. Avfm kardeşidir.), Zeyd b.
Desine (Beni Beyaza b. Amir'in kardeşidir.) ve Abdullah b. Tank (Beni Zafer'in
müttefikidir). Allah tamamından razı olsun.
İbn İshak, onların
altı kişi olduklarını söylemiştir. Musa b. Ukbe de böyle demiş ve tıpkı İbn
İshak gibi adlarını sıralamıştır.
Buharî'ye göre ise
Rasûlullah, on kişiyi göndermiştir ki, bu on kişilik grubun büyüğü de Asım b.
Sabit b. Aklah'tır. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi ki: Bu
sahabe grubu onlarla birlikte Hicaz bölgesinde Hüzeyl kabilesine ait bir suyun
yanma geldi. Oradaki Hed'e vadisinin yamaçlarına vardıklarında sahabelere
hıyanet ettiler. Sahabeler, Hüzeyl kabilesini imdada çağırdı. Etraftaki
nöbetçilerden başka kimse işin farkına varmadı. Bunun üzerine hainler kılıçlarım
alıp sahabeleri sardılar ve şöyle dediler:
- Biz sizi öldürmek
istemiyoruz, yalnız sizi vasıta kılarak Mekke-lilerden birşeyier almak
istiyoruz. Sizi öldürmeyeceğimize dair Allah'-a söz veriyoruz.
Mersed b. Ebi Mersed,
Halid b. Bükeyr ve Asım b. Sabit gelince bunlar şöyle dediler:
- Vallahi biz hiçbir
müşrikten asla ahid ve akid kabul etmiyoruz. Asım b. Sabit şöyle bir şiir
söyledi:
«Bana ne olmuş ki, ben
okçu, güçlü ve salabetli bir adamım.
Okta ise kalın,
şiddetli bir kiriş vardır.
Onun yüzünden uzun, geniş
ok demiri gider. Ölüm haktır, hayat ise batıldır.
İlâhın takdir ettiği
herşey ise kişinin başına gelir. Kişi de o gerçeğe varır.
Eğer sizinle
savaşmazsam, anam çocuğunu yitirmiş olsun!»
Asım, onlara karşı şu
şiiri de söyledi:
«Ebu Süleyman ve ok
yontan bir adamın oku, yanmış bir Cehennem gibi bir kavis,
Süratli develer gelip
durdular, korkudan ürpermedim.
Kalkan ise düz öküz
derisindendir.
Ben de Muhammedİn
üzerine gelene inanıyorum.
Ebu Süleyman ve benim
gibisi atar.
Benim kavmim de
şerefli olan bir topluluktur.»
Böyle dedikten sonra
Asım b. Sabit, Hüzeyllilerle savaştı. İki arkadaşı da öldürüldü.
Asım öldürüldüğü zaman
Hüzeylliler onun başını almak istediler ki, onu Sülafe binti Sa'd b. Süheyl'e
satsınlar. Bu kadın, Uhud gününde iki oğlu öldürüldüğü zaman şöyle bir adakta
bulunmuştu!
«Asım'm başını ele
geçirirsem, elbette onun kafatası içinde şarap içeceğim!»
Ama arılar onun bu
arzusuna engel oldular. Asım ile onların arasına arılar girdiği zaman,
Hüzeylliler dediler ki:
«Onu bırakın, akşam
olup anlar gidince kafasını alırız.»
Bunun üzerine Allah,
bir sel gönderdi. Ve o sel, Asım'ı alıp götürdü. Asım, Allah'a ahid vermişti
ki, kendisine hiçbir müşrik dokunmasın ve kendisi de asla hiçbir müşrike
necasetinden dolayı el sürmesin.
Ömer b, Hattab, kendisine
arıların Asım'ı korudukları haberi u-laştığında şöyle demişti:
«Allah, mü'min kulu
korur. Asım Allah'a ahid vermişti ki, hiçbir müşrik kendisine dokunmasın ve
kendisi de hayatında hiçbir müşrike el sürmesin. İşte Allah, hayatında onu
koruduğu gibi, vefatından sonra da korudu.»
İbn İshak dedi ki:
Hübeyb, Zeyd b. Desine ve Abdullah b. Tarık'a gelince bunların yüreği
yufkalaştı ve yumuşadılar. Yaşamaya arzu duydular. Müşriklere teslim oldular,
onlar da bunları esir alıp Mekke'ye götürdüler ki, orada satsınlar. Nihayet
Zahran'a vardıklarında Abdullah b. Tarık, elini esir olarak bağlandığı ipten
çıkardı. Sonra kılıcını tuttu. Hüzeylliler geri çekildiler. Ona taş attüar. Onu
taşla vurup öldürdüler. Mezarı Zahran'dadır. Hübeyb b. Adiy ile Zeyd b,
Desi-ne'ye gelince onlarla birlikte Mekke'ye geldiler. Hüzeylliler, bu ikisini,
kendilerinin Mekke'de olan iki esiri karşılığında Kureyşlilere sattılar.
Böylece kendilerinden olan iki esiri kurtardılar.
İbn İshak dedi ki:
Beni Nevfel'in müttefiki olan Cuhayr b. Ebi İl-hab et-Temimî, Hübeyb'i, Ukbe b.
Haris b. Amir b. Nevfel için satın aldı. Ebu İlhab, Haris b. Amir'in ana bir
kardeşi idi. Hübeyb'i, babasının karşılığında öldürülmesi için satın almıştı.
Zeyd b. Desine'ye
gelince, onu Safvan b. Ümeyye satın aldı ki, babası Ümeyye b. Halef
karşılığında onu öldürsün. Safvan b. Ümeyye onu Nistar denilen bir kölesi ile
Ten'im'e gönderdi. Onu öldürmek için Harem'den çıkardılar. Kureyş'ten bir grup
toplandı. Onların içinde Ebu Süfyan b. Harb de vardı. Zeyd, öldürülmek için
getirildiğinde Ebu Süfyan ona şöyle dedi:
- Ey Zeyd, Allah
iyiliğini versin. Şimdi Muhammed'in bizim yanımızda, senin yerinde olup onun
boynunu vurmamızı ve senin de ailen yanında oturmanı ister misin?
Zeyd dedi ki:
- Vallahi, Muhammed'in
şimdi bulunduğum yerde ona eziyet verecek bir dikenin batmasını, benim ise
ailemin içinde bulunmamı ne isterim, ne de arzu ederim.
Ebu Süfyan şöyle
diyordu:
- Muhammed'in
ashabının, Muhammed'i sevdiği kadar, başka hiçbir kimsenin bir kimseyi
sevdiğini asla görmedim!
Nistar, daha sonra
Zeyd'i öldürdü.
Hübeyb b. Adiy'ye
gelince; Abdullah b. Ebi Necih, Muaviye'den naklen bana anlattı ki, (Muaviye,
Hüceyr b. Ebi İlhab'm cariyesidir ve Müslüman olmuştur.), Muaviye şöyle dedi:
«Hübeyb, benim yanımda
idi. Benim evimde hapsedilmişti. Bir gün ona baktım ki, elinde adam başı
iriliğinde bir üzüm salkımı var. O salkımdan yiyordu. Allah'ın toprağında
öylesine yenilen bir üzüm görmemiştim.»
İbn İshak, Asım b.
Ömer b. Katade ile Abdullah b. Ebi Necih'in şöyle dediklerini rivayet etmişlerdir:
Muaviye dedi ki:
Hübeyb öldürülmeye
getirildiğinde bana şöyle dedi:
- Bana, tıraş olmak
için bir bıçak gönder.
Ben de kabilemizden
bir çocuğa bir ustura verip şöyle dedim:
- Bunu evdeki şu adama
götür.
Çocuk bıçağı götürmeyi
hemen kabullendi. Bu defa dedim ki: «Ben ne yaptım! Vallahi adam bu çocuğu
öldürerek intikamını alır. Böylece kısasa karşı kısas olur. Hübeyb, bıçağı
çocuğun elinden aldı.
Sonra da: «Ömrüne
yemin olsun ki, anan bu bıçakla seni bana gönderirken benim ihanetimden
korkmadı mı?» dedi. Sonra da çocuğu serbest bıraktı.
İbn Hişam'm ifadesine
göre çocuk, o kadının oğlu imiş.
İbn İshak, Asımın
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sonra Hübeyb'i çıkardılar. Asmak için Ten'im'e
getirdiler. Hübeyb, onlara dedi ki:
- Eğer uygun
görürseniz, iki rekat namaz kılmam için bana müsaade edin.
Onlar da bu teklifini
kabul edip namaz kılmak için ona müsaade ettiler. O da iki rekat namaz kıldı,
tadil-i erkan ile huzur içinde namazını güzel bir şekilde kıldı. Daha sonra
onlara dönüp şöyle dedi: Vallahi eğer sadece öldürülmekten korkarak uzattığımı
zannedecek olmasaydınız, elbette daha fazla kılardım.
Hübeyb, öldürülme
esnasında iki rekat namaz kılmayı Müslümanlar için sünnet kılanların UM oldu.
Sonra onu bir ağaç parçasının üzerine koyup kaldırdılar. Onu bağladıkları zaman
şöyle dedi:
- Ey Allabım! Şüphesiz
ki biz, senin Rasûlü'nün risaletini tebliğ ettik. O halde bize yapılanları
sabahleyin ona haber ver. Ey Allahım! Sayılarım tüket, onları dağıt, onlardan
hiç kimseyi yaşatma.
Böyle dedikten sonra
onu öldürdüler.
Muaviye b. Ebi Süfyan
şöyle diyordu: O gün Ebu Süfyan ile birlikte orada hazır bulunan kimselerin
içinde ben de vardım. Babam, Hü-beyb'in duasından korkarak beni yere yatırdı.
Onlar şöyle diyorlardı: «Bir adama beddua edildiği zaman o adam yere yan
yatınca beddua ona isabet etmez.»
Musa b. Ukbe'nin,
"el-Meğazi" adlı eserinde anlatıldığına göre Hübeyb ile Zeyd b.
Desine aynı günde öldürülmüşlerdir. Rasûlullah (s.a.v.)'m, onların
öldürüldükleri gün şöyle dediği işitilmiş tir: «Size selam olsun. Kureyşliler
Hübeyb'i Öldürdü.»
Yine Musa b. Ukbe'nin
anlattığına göre müşrikler, Zeyd b. Desi-ne'yi darağacma astıklarında onu
dininden caydırmak için üzerine ok atmışlardı. Ama bu, onun iman ve
teslimiyetini daha da artırmıştı.
Urve ve Musa b.
Ukbe'nin anlattıklarına göre müşrikler, Hübeyb'i dar ağacına astıklarında ona
şöyle seslenmişlerdi:
- Muhammed'in senin
yerinde olmasını ister misin?
- Hayır, yüce Allah'a
yemin ederim ki, benim hayatımın kurtarılmasına karşılık Muhammed'in ayağına
bir diken dahi batmasını istemem.
Böyle demesi üzerine
müşrikler gülmüşlerdi. îbn İshak, Zeyd b. Desine'nin idamını anlatırken de
böyle bir meseleden bahseder. Doğrusunu Allah bilir.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Hübeyb'i mezara defneden kişi Amr bÜmeyye'dir.
İbn İshak, Yahya b, Abbad
b. Abdullah b. Zübeyr kanalı ile Ukbe b. Haris'in şöyle dediğini rivayet eder:
- Vallahi Hübeyb'i ben
öldürmedim. Çünkü ben ondan daha küçük yaşta idim. Fakat Beni Abdu'd-Dar'm
kardeşi Ebu Meysere mızrağı aldı, elime koydu. Sonra benim elimden ve süngüden
tuttu. Süngüyü ona dürttü. Böylece onu öldürdü."
İbn İshak, bazı
ashabın şöyle dediklerini rivayet etmiştir: «Ömer b. Hattab (r.a.), Said b.
Amir b.Hizyem el-Cümehî'yi Şam'ın bir kısmı üzerine vali olarak atamıştı. Bir
ara halkın arasında iken bayıldı. Bu, Ömer b. Hattab'a anlatıldı ve denildi ki:
Adam hastalandı. Ömer de onun yanına gelişlerinden birinde sordu ve dedi ki:
- Ey Said, nedir
halin?
- Vallahi ey
mü'minlerin emiri! Bende birşey yok. Ama ben Hü-beyb b. Adiy'yin öldürülmesi
sırasında orada hazır bulunanlar arasın-daydım. Onun bedduasını dinledim.
Vallahi, ben herhangi bir mecliste iken o beddua hatırıma gelince bana
baygınlık geliyor.
Böyle demesi sebebiyle
Said'in, Hz. Ömer nezdindeki değeri arttı.»
el-Ümevî, Hz. Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kendi nev-i
şahsına münhasır bir adama bakıp da sevinmek isteyen kimse, Said b. Amir'e
baksın!"
İbn Hişam dedi ki:
Hübeyb, müşriklerin elinde kaldı. Nihayet haram ayları sona erince onu
Öldürdüler.
Beyhakî, İbrahim b.
İsmail kanalı ile Amr b. Ümeyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.), beni yalnız başıma bir gözcü ve devriye olarak göndermişti. Hübeyb'in
asıldığı darağacma geldim. Casuslardan ve beni gözetleyecek kimselerden
korktuğum halde darağacının üzerine çıktım. İpi çözdüm. Hübeyb'in cesedi yere
düştü. Biraz uzaklaştım. Arkama baktığımda birşey göremedim. Sanki yer onu
yutmuş idi. Şimdiye kadar Hübeyb'in bir parçasının görüldüğü söylenmemiştir.
ibn İshak, Muhamnıed
b. Ebi Muhammed kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Reci
seriyyesine katılan sahabeler Öldürüldüklerinde münafıklardan bazıları şöyle
demişlerdi:
«Vah. Vah, işte o
meftun kişiler böylece helak oldular. Onlar ne ailelerinin yanında oturdular,
ne de adamlara Muhammed'in risaleti-ni tebliğ ettiler.»
Onlar hakkında Cenâb-ı
Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
«Dünya hayatına dair
konuşması senin hoşuna giden, pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah'ı şahid
tutan insanlar vardır.» (el-Bakara, 204.)
Reci seriyyesine
katılan kimseler hakkında da Cenâb-ı Allah, şu âyeti inzal buyurmuştur:
«İnsanlar arasında,
Allah'ın rızasını kazanmak için canını verenler vardır. Allah kullarına karşı
şefkatlidir.» (el-Bakara, 207.)
İbn İshak dedi ki:
Reci gazvesi hakkında söylenen şiirlerden biri de Hübeyb'in -kendisini Öldürmek
için müşriklerin bir araya gelmeleri esnasında- söylediği şu şiirdir: İbn
Hişam'a göre bazı kimseler, bu şiirin Hübeyb'e ait olduğunu kabul
etmemişlerdir. Şiir şudur:
«Hizipler etrafımda
toplandılar. Kabilelerini de topladılar.
Onların hepsi
düşmanlığı açığa vurup bana karşı gayrete gelmişlerdir.
Çünkü ben zincirlerle
bağlanmışım. Oğullarını ve kadınlarını topladılar.
Kırılmaz, uzun bir
ağacın yanına getirildim. Garipliğimi, hüzün ve kederimi ancak Allah'a şikayet
ederim.
Hiziplerin, yere
yıkılmam esnasında benim için toplanmalarını da Allah'a şikayet ederim.
Arşın sahibi! Bana
yapılmak istenen şeye karşı sabır ver.
Benim etimi lime lime
ettiler ve artık umudum kesildi.
Bu, Allah'ın elindeki
bir şeydir. Eğer o dilerse parçalanmış, koparılmış eklemleri birleştirmekle
bana mübarek kılar.
Beni, küfür ile ölüm
arasında tercih sahibi kılmışlardır.
Halbuki benim
gözlerim, sabırsızlık göstermeksizin yaşlarını döküyordu.
Bende ölümden kaçma
yoktur. Çünkü ben ölüyüm. Fakat benim kaçınmam her tarafı saran Cehennem'in
alevli yanmış ateşi demektir.
Allah'a yemin ederim
ki, ben, Müslüman olarak öldüğüm takdirde her nereye düşüp ölürsem, nereye
yıkılırsam benim için önemli değildir.
Ben düşmana karşı
boyun eğecek bir kimse değilim. Sabırsızlık ta göstermem. Çünkü benim dönüşüm
Allah'adır.»
Buharî'nin sahihinde
de bu kasideden şu iki beyit nakledilmiştir:
«Ben Müslüman olarak
öldürüldüğüm zaman hangi yanım üzere düşsem önemli değil. Çünkü düşüp ölmem
Allah yolundadır.
Bu ise Allah'ın elindeki
bir şeydir. Eğer o dilerse parçalanmış, koparılmış eklemleri birleştirerek
mübarek kılar.»
Hassan b. Sabit, İbn
İshak'm anlattığına göre Hübeyb üzerine şu mersiyeyi söylemiştir.
«Senin gözüne ne oldu
ki, onun yaşları inci taneleri gibi göğüs üzerine durmadan akar.
Yiğitler yiğidi Hübeyb
üzerine ağlar.
Gözlerim, bilirler ki,
Hübeyb, düşmanla karşılaştığı zaman ne korkar, ne zaafa düşer, ne de kötü
huyludur.
O halde ey Hübeyb git!
Allah seni güzel şeylerle ve Cennetle, huriler katında arkadaşlar içinde ebedi
bırakıp mükafatlandırsın.
Temiz ve iyi melekler
ufukta iken peygamber size derse siz ne dersiniz?
Niçin Allah'ın
şahidini azgın bir adam mukabilinde öldürdünüz ki, o azgın adam şehirlerde ve
arkadaşlar arasında fesadı azdırır!»
İbn Hişam dedi ki: İçinde
bazı çirkin ifadeler bulunduğu için bu şiirin bazı kısımlarını buraya almadık.
İbn İshak'm
anlattığına göre Hassan, Reci ashabına ihanet eden Beni Lahyan'dan bâzı
kimseleri hicvederek şöyle demiştir:
«Eğer katıksız bir
ihanet seni sevindirirse, Reci'e git ve Lihyan yurdundan sor.
Bir kavim ki,
aralarında komşularını yemeyi birbirlerine tavsiye etti.
Demek köpek, maymun ve
insan birbirine benzer.
Eğer teke bir gün
konuşacak olsa, kalkıp onlara hitap eder.
O onların arasında şan
ve şeref sahibi idi.»
Reci seriyyesine
katılan sahabelere ihanet etmeleri sebebiyle Hü-zeyl ve Beni Lihyan
kabilelerini hicveden Hassan b. Sabit, bir başka şiirinde de şöyle demiştir:
«Ömrüme yemin ederim
ki, Hübeyb ve Asım için olan hadiseler, elbette Hüzeyl b. Mudrike'yi ayıplar.
Lihyan'm hadiselerinin
en kötüsü onlara isabet etti.
Lihyan ise, suçların
en kötüsünü işleyenlerdir.
Birtakım insanlar,
onların kavmindendirler. Katıksız soyludurlar. Tıpkı ellerin arkasındaki
tüyler gibi.
Onlar, Reci gününde
ihanet ettiler. İffet ve yüksek ahlak sahibi Rasûlullah'ın elçisine ihanet
ederek yardımsız bıraktılar,
Hüzeyl, haram şeylerin
çirkinlerinden asla sakınmadı.
Haram kafirlere karşı
korunan Asım'an öldürülmesi sebebiyle bir gün zaferin kendi aleyhlerinde
olacağını görecekler.
Savunucu öyle kuşlar
ki (arılar ki), şehidin etini büyük savaşlar- . dan korurlar.
Belki Hüzeyl kabilesi,
onu öldürmekle ölüm yerlerini veya ağlayan kadınlar topluluğunu görecekler.
Onlara öyle şiddetli bir darbe vururuz ki, o darbe sebebiyle panayır
sahiplerinden olan kervanlar ödeşirler.
Rasûlullah'ın emriyle
ki, onun elçisi sağlam bir görüş ile Lihyan'ı tanıdı.
Eğer zulme uğrarlarsa
zalimin elini geri itmezler. Ona karşı savunmazlar.
İnsanlar, geniş bir
yere yerleştikleri zaman onları sel yataklarında görürsün. Onların yerleri
ölüm yurdudur.
Ve başlarına bir iş
geldiği zaman görüşleri, hayvanların görüşleri gibidir!»
Hassan, Reci ashabını
medhederek ve şiirinde adlarını belirterek şöyle demiştir:
«Allah o kimselere
rahmet etsin ki, Reci gününde birbiri ardına gittiler ve böylece ikram
gördüler. Sevaba kavuştular.
Seriyyenin başı ve
komutanı Mersed idi.
İbn Bükeyr imamları
idi. Hübeyb'i, İbn Tarık ve İbn Desine'yi ise mukadder olan Ölüm aldı.
Reci'de Öldürülen Asım
ise, yüce hasletler kazandı. O, kazançlı biridir.
O, onlara karşı zillet
ve boyun eğmeyi kabul etmedi de nihayet kılıçla vuruştu. Çünkü o asildir.»
İbn Hişam dedi ki:
Şiir bilgisine sahip olanların çoğu, bu şiirin Hassan'a ait olmadığını
söylerler. [10]
Bu seriyye, Hübeyb'in
öldürülmesinden sonra çıkarılmıştır.
Vakidî, İbrahim b.
Cafer kanalı ile Abdulvahid b. Ebi Avf m şöyle dediğini rivayet eder:
«Ebu Süfyan b. Harb,
Kureyşli birkaç kişiye Mekke'de şöyle demişti: Muhammed'e sokaklarda yürürken
kim suikast yapacak da ö-cümüzü almamıza yardımcı olacak? deyince Arabm biri
gelip Ebu Süfyan'm evine girdi ve ona şöyle dedi:
"Eğer ücretimi
tam verirsen, ben gidip Muhammed'e suikast yaparım. Çünkü ben yollan iyi
bilirim. Kılavuzluğum vardır. Yanımda Öyle bir hançer var ki, kartal kanadı
gibidir."
Ebu Süfyan, ona: «İşte
sen bizim adamımız sın.» dedi. Ona bîr deve ve bir miktar harçlık verdi. Sonra
da: «Bu işini gizli tut. Çünkü bunu duyan bir kimse gidip Muhammed'e haber
verebilir.» dedi. Arap suikastçı da: «Hayır, bunu hiç kimse bilmeyecektir.»
dedi. Geceleyin bineğine binip yola çıktı. Beş gün boyunca yol gitti. Altıncı
günün sabahında da gitti. Öğlen vaktinde Medine'ye vardı. Rasûlullah
(s.a.v.)'m nerede olduğunu sordu. Namazgaha geldi. Adamın biri ona:
«Rasûlullah, Beni Abdüleşhel mahallesine doğru gitti.» dedi. Arap suikastçı da
bineğini o tarafa sürdü. Mahalleye vardığında bineğini bir yere bağladı. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'ı aramaya başladı. Onu ashabından bir topluluk arasında
mescidde sohbet ederken buldu, içeriye girdiğinde Rasûlullah (s.a.v,), onu
görünce ashabına: «Bu adam hıyanet yapmak istiyor. Ama Allah onun amacını
gerçekleştirmesine engel olacaktır.» dedi. Adam gelip durdu ve:
- Abdülmuttalib'in
oğlu hanginiz? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.):
- Abdülmuttalib'in
oğlu benim, dedi.
Adam, kulağına birşey
fısıldayacakmış gibi yaparak Rasûlullah'm üzerine eğildi. Ama arkadan Üseyd b.
Hudayr, onu tutup çekti ve:
- Rasûlullah'tan uzak dur! dedi. Eteğinin
altına elini sokunca hançerini gördü ve:
- Ya Rasûlallah! Bu
suikastçıdır, haindir, dedi. Suikastçı Arabî telaşa düşüp:
- Canımı, canımı bağışla ya Muhammed, dedi.
Üseyd b. Hudayr da onun çenesine vurmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bana doğruyu söyle.
Sen kimsin, niçin geldin? Eğer bana doğru söylersen, doğruluğun sana fayda
verir. Eğer bana yalan'söylersen senin niyetinin ne olduğunu anlarım, dedi.
Suikastçı:
- Eğer doğru söylersem
güvenlikte olur muyum? diye sordu: Rasûlullah:
- Evet güvenlikte
olursun, dedi.
Adam, Ebu Süfyan'm
durumunu ve kendisine vaad ettiği ücreti anlattı. Rasûlullah, emir verip adamı
Üseyd b. Hudayr'ın yanında alıkoydu, ertesi sabah onu çağırıp şöyle dedi:
- Sana eman verdim.
Dilediğin yere gidebilirsin veya bundan daha hayırlı birşey yapabilirsin.
- Nedir o hayırlı olan
şey?
- Allah'tan başka ilâh
bulunmadığına ve benim de Allah'ın Rasûlü olduğuma şahadet etmendir.
- Allah'tan başka ilâh
bulunmadığına ve senin de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim! Allah'a
yemin ederim ki, ya Muhammed, ben etrafindaki adamlardan korkmuş değilim.
Yalnız seni görür görmez aklım başımdan gitti, gevşedim, gücüm kalmadı. Bu
arada benim niyetimin ne olduğunu anladın. Yoksa daha önce benim maksadımın ne
olduğunu hiç kimse fark etmemiş ve benden önce de sana haber vermek üzere
herhangi bir süvari buraya gelmemişti. Anladım ki sen, Allah tarafından
korunmaktasın ve hak yoldasın. Ebu Süfyan taraftarlarının da şeytan
taraftarları olduğunu anladım.
Böyle demesi üzerine
Peygamber (s.a.v.), gülümsedi. Adam, Rasûlullah'm yanında birkaç gün kaldıktan
sonra gitmek için Rasûlul-lah'tan izin istedi. Kendisine izin verilince çıkıp
gitti. Ondan sonra da kendisinden herhangi bir haber alınamadı.
Rasûlullah (s.a.v.),
Amr b. Ümeyye ed-Damrî ile Seleme b. Eşlem b. Haris'e şöyle dedi:
- Mekke'ye gidip Ebu
Süfyan b. Harb'i bana getirin. Eğer fırsatını bulursanız onu öldürün!
Amr dedi ki: Ben ve
arkadaşım yola çıktık. Batn-ı Ye'cic'e vardık. Develerimizi bağladık. Arkadaşım
bana dedi ki:
- Ey Amr, var mısın
Mekke'ye gidelim, Beyt'i yedi kez tavaf edelim ve orada iki rekat namaz
kılalım.
Dedim ki: Mekkelileri
ben senden daha iyi bilirim. Hava kararmak üzere olduğunda avlularına su
serperler, sonra avluda otururlar. Ben Mekke'yi alaca attan daha iyi bilirim.
Arkadaşım öğüdümü
dinlemedi. Nihayet birlikte Mekke'ye vardık. Beyt'i yedi kez tavaf edip orada
iki rekat namaz kıldık. Oradan ayrılırken Muaviye b. Ebi Süiyan'la karşılaştım.
Beni tanıdı ve:
- Amr b. Ümeyye ha!
Gel ey hüzün, gel! dedi.
Mekkeliler gelişimizi
birbirlerine korku içinde duyurdular ve: «Amr, iyi bir iş için gelmez!»
dediler.
Cahiliye döneminde
Amr, adam öldüren, kötülük yapan bir kimse idi. Mekkeliler onun gelişi üzerine
toplanıp biraraya geldiler. Amr ile Seleme de kaçtılar. Mekkeliler onları
aramaya çıktı. Dağlara doğru koştular.
Amr dedi ki: «Bir
mağaraya girdim. Mekkelilerden gizlendim. Sabaha kadar orada kaldım. Onlar
bizi gece boyunca dağda aradılar. Allah, Medine yolunu onlara göstermedi.
Gözlerini kör etti. Ertesi sabah kuşluk vaktinde Osman b. Malik b. Ubeydullah
et-Teymî, atına ot toplamak için çevremizde dolaşıyordu. Seleme b. Eslem'e
dedim ki: Eğer bu bizi görürse burada olduğumuzu Mekkelilere duyurur. Halbuki
onlar bizden uzaklaşıp gittiler.
Osman b. Malik, mağara
kapısına gittikçe yaklaşıyordu. Nihayet gelip bizi gördü. Ben de çıkıp
memesinin altına hançerimi sapladım.
Bir çığlık atıp yere
düştü. Çığlığını duyan Mekkeliler, gelip orada toplandılar. Ben de tekrar
mağarama girip gizlendim. Arkadaşıma sakın kımıldama, dedim. Mekkelüer, mağara
kapısına kadar geldiler. Osman b. Malik'e sordular:
- Seni kim yaraladı?
- Amr b. Ümeyye
ed-Damrî yaraladı. Ebu Süfyan:
- Amr'm iyi bir iş
için gelmediğini zaten biliyorduk, dedi. Aldığı yaradan yerde ölmek üzere olan
Osman b. Malik, bizim nerede olduğumuzu onlara anlatamadı. Son nefeste idi.
Nihayet son nefesini de verip öldü. Onlar da bizi aramaktan vazgeçtiler.
Ölülerini alıp götürdüler. Mağaramızda iki gece kaldık. Artık bizi aramaktan
vazgeçmişlerdi. Nihayet oradan çıkıp Ten'im'e vardık. Arkadaşım dedi ki:
- Ey Amr b. Ümeyye!
Var mısın Hübeyb b. Adiy'yin darağacma gidelim de onu ağaçtan çözüp indirelim?
- O nerededir?
- İşte o şurada.
Çevresinde bekçiler de var.
- Bana biraz süre tanı
ve benden uzaklaş. Eğer bir şeyden korkar-san hemen uzaklaşıp devenin yanına
git, devene binip Rasûlullah'a ulaş, haberi ona bildir ve beni kendi halime
bırak. Çünkü ben Medine yolunu bilirim.
Sonra gidip Hübeyb'in
darağacmm etrafında dolaştım. Nihayet onun cesedini gördüm. Onu alıp sırtıma
koydum. Yirmi zira kadar oradan uzaklaştığımda bekçiler durumun farkına
vardılar. Peşime düştüler. Ben de ağacı yere attım. Sesini unutmuş değilim.
Sonra ayağımla üzerine toprak attım. Safra yoluna koyuldum. Nihayet bekçiler
beni takipten bıktılar ve geri döndüler. Ama, bende ruh kalmış mıydı, kalmamış
mıydı, bilemiyorum, O kadar ki, yorulmuş ve korkmuştum. Arkadaşım da devesine
binip Medine'ye gitmiş ve durumu Rasûlullah'a anlatmıştı. Ben de Medine yoluna
koyuldum. Nihayet Galil-i Dacnan mevkiine vardım. Orada bir mağaraya girdim.
Yanımda yayım, oklarım ve hançerim vardı. Ben mağarada iken Beni Dil b. Bekir
kabilesinden tek gözlü, uzun boylu olup koyun ve keçi gütmekte olan bir adam
geldi. Mağaraya girdi ve:
- Sen kimsin ey adam?
diye sordu. Ben de:
- Beni Bekir
kabilesinden bir adamım, dedim.
- Ben de Beni Bekir kabilesindenim, dedi. Sonra
sırtını mağaranın duvarına yaslayıp sesini yükselterek şu şiiri söyledi:
«Hayatta olduğum
müddetçe Müslüman olacak değilim. Müslümanların dinine de girecek değilim.»
Ben de kendi kendime
onu kastederek söyledim: «Vallahi öyle sanıyorum ki, seni öldüreceğim!» Adam
uykuya daldığında kalkıp onu fena bir şekilde öldürdüm. O güne kadar başka
hiçbir kimseyi onu öldürdüğüm gibi, fena bir şekilde öldürmüş değildim. Sonra
mağaradan çıktım. Aşağı inerek yola koyuldum. Doğru yola vardığımda
Kureyşli-lerin haber sızdırmak (almak) için gönderdikleri iki adamla karşılaştım.
Onlara: «Esir olarak bana teslim olun.» dedim. Birisi teslim olmaya yanaşmadı.
Ona bir ok atıp öldürdüm. Diğeri bu durumu görünce esir olarak kendini bana
teslim etti. Ben de onu sıkı sıkıya bağladım. Sonra Rasûlullah'a getirdim.
Medine'ye geldiğimde oyun oynamakta olan Ensâr çocukları geldiler. Büyükleri
benim geldiğimi duyunca: «İşte bu gelen Amr'dır» dediler. Çocuklar koşup
Peygamber'e gelişimi haber verdiler. Ben de esirimi Rasûlullah'a götürdüm. Baş
parmağını yayımın kirişi ile bağlamıştım. Peygamber (s.a.v.)'in, bu duruma
güldüğünü gördüm. Sonra bana hayır duada bulundu.»
Seleme ise Amr'dan üç
gün önce Medine'ye gelmişti.
Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Amr, Hübeyb'i darağacından indirdiğinde cesedi yere düşmüş,
onun bir parçasını bile yerde görmemişti. Belki de o, düştüğü yere defnedilmiş
ti. Doğrusunu Allah bilir. [11]
Bu seriyye, hicrî
dördüncü senenin safer ayında yola çıkmıştır. Mekhul'un garip bir ifadesine
göre bu seriyye olayı, Hendek gazvesinden sonra olmuştu.
Buharı, Ebu Ma'mer
kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
kendilerine kurra denen yetmiş kişiyi bir ihtiyaç için göndermişti. Bir-i
Maune denen bir kuyu yanında Beni Sü-leym'den Ri'l ve Zekvan adında iki kabile
bunlara saldırdı. Bunlar: «Vallahi bizim maksadımız size saldırmak değildir.
Biz Rasûlullah'm bir iş için gönderdiği kimseleriz. Yolumuza devam edip
gideceğiz.» dedilerse de o kabileler bunları öldürdüler. Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.), bir ay boyunca sabah namazlarında o iki saldırgan kabileye
beddua etti. Kunut duası bu şekilde başladı. Daha önce kunut okumazdık.»
Buharî, Abdu'1-Ala b.
Hammad kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ri'l,
Zekvan, Usayye ve Beni Lihyan kabileleri, düşmanlarına karşı Rasûlullah'tan
yardım istediler. Rasûlullah da Ensâr'dan yetmiş kişiyi onlara yardım için
gönderdi. Bu yetmiş kişiye biz, zamanlarında kurra adım verirdik. Bunlar gündüz
odun topluyor, geceleyin namaz kılıyorlardı. Bir-i Maune denen kuyunun yanına
vardıklarında bunları yardım için istemiş olanlar, hıyanet ederek öldürdüler.
Bu haberi alan Peygamber (s.a.v.), bir ay boyunca sabah namazlarında Ri'l,
Zekvan, Usayye ve Beni Lihyan gibi Arap kabilelerine beddua ediyordu.»
Enes dedi ki: Biz,
bunlar için Kur'ân okuyorduk. Sonra bu hüküm kaldırıldı. «Bizden kavmimize
bildirin ki, biz, Rabbimize kavuştuk. O bizden razı oldu ve bizi hoşnud kıldı.»
Buharî, Musa b. İsmail
kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûhıllah (s.a.v.),
Ümmü Süleymın kardeşi Haram'ı yetmiş kişilik bir süvari birliği başında yola
çıkardı. Müşriklerin başı Amir b. Tufeyl, Hz. Peygamberi üç yol arasında
muhayyer kılıp şöyle demişti: Ya ova ve kır sakinleri senin, şehir ve köy halkı
da benim olacak, ya senden sonra halifen ben olacağım veya Gatafan
kabilelerinden binlerce ve binlerce kişi ile sana karşı savaşacağım.
Böyle dedikten sonra
bir kadının evinde veba hastalığına yakalanarak şöyle demişti:
- Develerin hastalığı
gibi bir hastalıktan ve falanca kadının evinde yatarak mı öleceğim. Bana atımı
getirin.
Böyle dedikten sonra
atma binip çıktıktan sonra atın sırtında öldü.
Ümmü Süleym'in kardeşi
Haram da askerlerinden birisi topal olmak üzere iki kişiyi yanma alarak
ilerledi ve düşmana yaklaşınca yanındaki iki adama:
- Siz burada durun.
Ben düşmanın yanma varayım, eğer bana teminat verirlerse, yakın olduğunuz için
hemen gelirsiniz. Vermezlerse arkadaşlarınızın yanma dönersiniz, dedi ve
düşmana doğru ilerleyip onlara:
- Size Rasûlullah'm emrini tebliğ edinceye
kadar bana teminat verir misiniz? dedikten sonra onlarla konuşmaya başladı.
Onlar da içlerinden
birine işaret ettiler. Adam, Haramın arkasından gelip sırtına bir mızrak vurdu.
Hadisin ravilerinden biri olan Hemmam diyor ki; Ona çok kuvvetli bir darbe
vurmuş olmalı ki; Haram (r.a.) yerinde donup kaldı ve:
- Allahu Ekber!
Kazandım, Ka'be'nin Rabbine yemin ederim, dedi.
Haram'm arkadaşları
onun sesini işitince, olay yerine gelip savaşa giriştiler ve topaldan başka
hepsi şehid düştü. Bir dağın başında vuku bulan bu olayda şehid düşenler
hakkında «Biz ve bizi de hoşnud kıldı» mealinde bir ayet nazil oldu ama bu ayet
daha sonra neshedil-di. Hz. Peygamber de bu olay üzerine otuz gün üstüste her
sabah Ri'l, Zekvan, Beni Lihyan ve Allah ile peygamberine isyan eden Usayye
kabilelerine beddua etti.»
Buharî, Hibban kanalı
ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haram b. Milhan,
benim dayımdır. Bir-i Maune günü vurulduğu zaman kanım eliyle yüzüne ve başına
serpti ve: "Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki, ben kazandım." dedi.»
Buharî, Ubeyd b.
İsmail tarikiyle Hişam b. Urve'den rivayet ederek, Urve'nin şöyle dediğini
nakletmiş tir: «Bir-i Maune seriyyesine katılan sahabeler öldürülüp de Amr b.
Ümeyye ed-Damrî esir alındığında Amir b. Tufeyl ona: "Bu kimdir?"
diye sormuş ve yerde ölü duran kimseye işaret etmişti. Amr b. Ümeyye de: «Bu,
Amir b. Füheyre'-dir.» demişti. Bunun üzerine Amir b. Tufeyl şöyle demişti:
«Öldürülmesinden sonra
onun semaya kaldırıldığını gördüm. Öyle ki, ben onunla yer arasında bir mesafe
bulunduğunu gördüm. Sonra yere indirildi.»
Bunların haberleri
Peygamber (s.a.v.)'e ulaştırıldı. Şehid düştükleri bildirildi. Peygamber
(s.a.v.) de:
- Arkadaşlarınız
öldürüldüler. Onlar Rablerinden şu dilekte bulunmuşlardı: «Rabbimiz, senden
hoşnud olduğumuzu, senin de bizden razı olduğunu kardeşlerimize bildir.»
demişlerdi.
Allah da onların
durumunu Müslümanlara bildirdi. Bir-i Maune gününde öldürülenler arasında Urve
b. Esma b. Salt ile Münzir b. Amr da vardı.»
Vakidî, Mus'ab b.
Sabit kanalı ile Urve'den şöyle bir rivayette bulunmuştur: Urve, Bir-i Maune
faciasını, Amir b. Füheyre'nin durumunu, Amir'in öldürüldükten sonra semaya
kaldırılışını anlattıktan sonra, onu öldüren kişinin Cebbar b. Sehna el-Kilabî
olduğunu söylemiştir. Cebbar, onu mızrakla vurup öldürürken Amir: «Ka'be'nin
Rabbine yemin olsun ki, ben kazandım.» demiştir.
Cebbar, bu hadiseden
sonra bazı kimselere sormuş:
- Amir b. Füheyre
öldürülürken «Kazandım» dedi. Bu sözü ile neyi kazandığım kasdetti?
Dediler ki:
- Böyle demekle o,
Cennet'i kazandığını kasdetti. Cebbar:
- Vallahi doğru
söylemiştir, dedi ve bu sebeple kendisi de sonra Müslüman oldu.
Musa b. Ukbe'nin,
"Megazi"sinde Urve'nin şöyle dediği nakledilmiştir: «Amir b.
Füheyre'nin cesedi bulunamadı. Öyle sanılıyor ki, o-nun cesedini melekler
defnetmişlerdir.»
Yunus, İbn İshak'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Uhud gazvesinden sonra
Medine'de şevval ayının kalan kısmı ile zilkade, zilhicce ve muharrem aylarım
geçirdi. Sonra safer aynıda yani Uhud'dan dört ay sonra Bir-i Maune seriyyesine
katılan adamları bu seriyye için göreve gönderdi. Babam İshak b. Yesar, Muğire
b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam ve Abdullah b. Ebi Bekir b. Muham-med b. Amr
b. Hazm ile ilim erbabından diğer bazı kimseler bana şöyle haber verdiler:
Ebu Bera Amir b. Malik
b. Cafer b. Mulaibu 1-Esinne, Medine'ye Rasûlullah (s.a.v,)'m yanına geldi.
Rasûlullah (s.a.v.) da onu İslâm'a davet etti. O, Müslüman olmadı. Fakat
İslâm'dan da uzaklaşmadı ve şöyle dedi: Ya Muhammed, eğer ashabından Necid
halkına birtakım adamlar gönderirsen ve onlar da onları, senin emrine davet
etseler, umarım ki sana icabet ederler.
Rasûlullah (s.a.v.)
da:
- Ben, Necid halkının
ashabıma kötülük yapmasından korkarım, dedi.
Ebu Bera:
- Ben onların
kefiliyim. Ashabını gönder de halkı İslâm'a davet etsinler, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.),
Münzir b. Amr'ı -ki bu Münzir, Beni Saide'nin kardeşi olup kendisine ölüme
süratli koşan kişi anlamına gelen «Mu-niku'l-Yemut» lakabı takılmıştır-
ashabından ve Müslümanların hayırlılarından kırk kişi ile birlikte gönderdi.
Bunların arasında şu kimseler vardı: Harise b. Simme, Haram b. Milhan (Beni
Âdiy b. Nec-car'ın kardeşidir.), Urve b. Esma b. Salt es-Sülemî, Nafî b. Büdeyl
b. Verka el-Hüzaî, Amir b. Füheyre (Ebu Bekir es-Sıddık'm mevlasıdır.). Bunlar
seçkin Müslümanlarla birlikte gönderildiler.
Onlar da gittiler ve
Bir-i Maune'de indiler. Burası Beni Amir'in yurdu ile Beni Süleym'in arazileri
arasındadır.
Ashab, kuyunun yanı
başına indikleri zaman Haram b, Milhan'ı Rasûlullah (s.a.v.)'m mektubuyla
birlikte Amir b. Tufeyl'e gönderdiler. Ona geldiği zaman o, onun mektubuna
bakmadı ve hemen adamın üzerine saldırdı. Onu öldürdü. Sonra bağırarak onlara
karşı Beni Amir'den yardım istedi. Onlar da onun çağrısına icabet etmeye yanaşmadılar
ve: «Ebu Bera'nın ahdini asla bozmayız.» dediler. Ebu Bera, onlar için sözleşme
ve kefalet vermişti. Bunun üzerine Amir, onlara karşı Beni Süleynı'den Usayye,
Ri'l ve Zekvan kabilelerinden yardım isteyerek çağırdı. Onlar da onun bu
çağrısına icabet ettiler. Çıkıp sahabeleri kuşatma altına aldılar. Sahabelerin
yüklerinin etrafında çember tuttular. Onlar da bunları gördükleri zaman
kılıçlarım çekip savaştılar ve son neferlerine varıncaya kadar öldürüldüler.
Allah, onlara rahmet etsin. Sadece Ka'b b. Zeyd (Beni Dinar b. Neccar'm kardeşi)
müstesna hepsini öldürdüler, yalnız onu can çekişme halinde bıraktılar. O da
ölülerin arasından yaralı olarak kalkıp yola çıktı. Hendek gününde şehid olarak
öldürülünceye kadar yaşadı. Allah ona rahmet etsin.
Kavmin merasında Amr
b. Ümeyye ed-Damrî ile Beni Amr b. Avf tan olan Ensârh bir adam vardı. Bu iki
kişi arkadaşlarının başına gelen musibeti ancak askerlerin çevresinde dolaşan
bir kuştan anladılar ve: «Vallahi bu kuşta bir iş var,» dediler. Dönüp
baktıklarında sahabelerin kanlar içerisinde olduklarını gördüler. Başlarına
getirilen ihanetler gözle görülüyordu. Bunun üzerine Ensârlı adam, Amr b.
Ümeyye'ye: «Ne dersin?» diye sordu. O da dedi ki:
- Rasûlullah (s.a.v.)'a varıp durumu kendisine
haber vermemiz gerektiğini uygun görüyorum.
Ensârî dedi ki:
- Fakat ben,
kendisinde Münzir b. Amr'ın öldürüldüğü bir yerden yüz çevirip ayrılmam ve bunu
başka adamlara da bildirmem.
Böyle dedikten sonra
kavimle savaştı. Nihayet öldürüldü. Amr b. Ümeyye'yi de esir aldılar. Mudar
kabilesinden bir kimse olduğunu onlara söylediği zaman Amir b. Tufeyl onu
serbest bıraktı. Perçemini kesti ve anasının bir köle azad etme adağını yerine
getirmek için de onu azad etti.
Amr b. Ümeyye çıkıp da
Karkaraya vardığı zaman, ki burası Kanat vadisinin yamacmdadır. Beni Amir'den
iki adam geldi. Bu iki adam onun bulunduğu gölgeliğe gelip konakladılar.
Amirlerin Rasûlullah (s.a.v.) ile yapmış oldukları bir antlaşma ve kefaletleri
vardı. Amr b. Ümeyye bunu bilmiyordu. Onlar oraya indikleri zaman onlara:
- Siz kimlerdensiniz?
diye sordu.
- Onlar da:
- Beni Amir'deniz,
dediler.
Onlara mühlet verdi ve
uyudukları zaman üzerlerine saldırıp onları öldürdü. O, Rasûlullah (s.a.v.)'m
ashabının başına getirdikleri şeyden dolayı Beni Amir kabilesinden bir intikam
alarak bunu yaptığını zannediyordu.
Amr b. Ümeyye,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip de olanları ona anlattığında Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Öyle iki adamı
öldürdün ki, onların diyetlerini Ödeyeceğim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
dedi:
- Bu, Ebu Bera'nın
yaptığı bir iştir. Ben bunun yapılmasını istemezdim ve korkuyordum.
Ebu Bera'ya bu haberi
verdi. Amir b. Tufeyl'in onun antlaşmasını bozması ve Rasûlullah'm ashabma onun
sebebiyle ve eman vermesiyle bu durumun başa gelmesi, ağrına geldi.
Hassan b. Sabit, Beni
Ebi Bera'yı, Amir b. Tufeyl'e karşı kışkırtarak şöyle dedi:
«Ey Beni Ümmü'l-Benîn,
siz Necid halkının ulularından olduğunuz halde Amir'in, Ebu Bera'nm akdini
bozarak onu hafife alması, sizi korkutmadı mı? Hata ise, kasıt gibi değildir.
Şeref ve fazilet
peşinde koşan Rebla'ya bildir ki, benden sonra hadiselerin içinde ne icad
ettin?
Baban savaşların
babasıdır, Ebu Bera'dır. Dayın ise şerefli bir kimse olan Hakem b. Said'dir.»
İbn Hişam dedi ki:
Şiirde geçen Ümmü'l-Benin'den kasıt, Ebu Be-ra'nın annesidir, ki, o da Amr b.
Amir b. Rebia b. Amir b. Sa'saa'nm kızıdır.
İbn İshak dedi ki:
Rebia b. Amir b. Malik, Amir b. Tufeylin üzerine saldırdı ve süngü ile vurdu.
Süngü, uyluğuna isabet etti, ama can alıcı noktaya değmedi. Atından düştü ve
şöyle dedi:
- Bu, Ebu Bera'nm
işidir. Eğer ben Ölürsem benim kanım, amcama aittir. Kanımın peşine düşmesin.
Eğer yaşarsam ben ne yapacağımı bilirim.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Kavmin emiri Münzir b. Amr'dır. Mersed b. Ebi Mersed olduğu da söylenir.
İbn İshak'm
anlattığına göre Hassan b. Sabit, Bir-iMaune faciasında öldürülen sahabeler
üzerine ağlayarak şöyle demiştir:
«Maune'de
öldürülenlere az olmayan bir döküşle gözyaşlarını dök. Ölümleriyle sabahleyin
karşılaşan Rasûlullah'm süvarilerine ağ-
Bir kavmin akdi
sebebiyle onlar yok oldular. Hainlik ile iplerinin düğümü çözüldü.
Münzir'e yazık ki, yüz
çevirdi ve ölümüne sabredip süratle gitti.
İşte o sabahınızda
çokları isabet almıştır.
Bunlar, şerifin
akından ve Amr'm hayırlılarından olan kimselerdir.» [12]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/71.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/71-73.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/73-82.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/83-84.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/84-87.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/87-94.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/94-107.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/107-108.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/109-110.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/110-119.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/119-123.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/123-128.