Peygamber
(S.A.V.)'İn Ahzab'a Beddua Etmesi
Hendek
Ve Beni Kurayza Gazveleri Hakkında Söylenen Şiirler
Yahudi
Ebu Rafî Sellam B. Ebu'l-Hukayk'ın Öldürülmesi
Haüd
B. Süfyan B. Nübeyh El-Hüzelî'nin Öldürülmesi
Amr
B. As'ın, Hendek Gazvesinden Sonra Necaşi İle Arasında Geçen Kıssa Ve İslâm'a
Girişi
Hz.
Peygamberin, Ebu Süfyan'ın Kızı Ümmü Habibe İle Evlenmesi
Bu fasıl, Cenâb-ı
Allah'ın müşrikleri kendi güç ve kuvvetiyle oradan geri çevirişi, kalblerine
sarsıntı verişi, üzerlerine şiddetli bir kasırgayı sevketmesi ve bedenlerine
bir sarsıntı vermesi hakkındadır. Allah, bütün bunları Rasûlü'nü sevdiğinden,
onun şerefli çevresini ve havzasını korumak istediğinden yapmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Amir tariki ile Ebu Said el-Hudrî'-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hendek gününde dedik ki:
- Ya Rasûlallah!
Yürekler ağızlara geldi. Söyleyecek birşey yok mu ki, söyleyelim?
Buyurdu ki:
- Evet vardır:
«Allahım, ayıp yerlerimizi Ört ve korkularımızı gider.»
Allah, peygamberinin
düşmanlarının yüzüne şiddetli bir firtma estirdi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet etti: Peygamber (s.a.v.), Hendek mescidine
geldi ve abasını indirdi. Kalkıp ellerini semaya uzatarak müşriklere beddua
etti, namaz kılmadı. Sonra tekrar gelip onlara beddua etti ve namaz kıldı.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Abdullah b. Ebi Evfa'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.), Ahzab'a (Hendek savaşma katılan müşrik topluluklarına)
beddua ederek şöyle dedi:
«Ey kitabı indiren,
hesabı çabuk gören Allah'ım! Ahzab'ı hezimete uğrat. Allahım, onları yenilgiye
uğrat ve onlara sarsıntı ver.»
Bir rivayete göre de
şöyle demiştir:
«Allahım, onları
hezimete uğrat ve onlara karşı bize yardım et.»
Buharî, Ebu
Hüreyre'den naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle dua ettiğini rivayet
etmiştir:
«Allah'tan başka ilâh
yoktur. Sadece O vardır. O, ordularına güç verdi, kuluna yardım etti. Ahzabı da
yalnız başına mağlub etti. Ondan sonra (başka) birşey yoktur.»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, düşmanlarının onlara karşı birbirlerine yardım
etmelerinden ve her taraftan onlara saldırmalarından ötürü Allah'ın vasfettiği
korku ve şiddet içinde kaldılar.
Sonra Nuaym b. Mesud
b. Amir b. Uneyf b. Salebe b. Kunfuz b. Hilal b. Helave b. Eşca b. Reysb.
Gatafan, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gelip şöyle dedi: Ya Rasûlallah,
şüphesiz ben Müslüman oldum ve kavmim benim Müslüman olduğumu henüz bilmiyor.
Bana dilediğini emret.
Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle dedi:
«Sen ancak bizim
içimizde yalnız bir adamsın. Eğer gücün yeterse aralarına gir, onları dağıt.
Çünkü savaş bir hiledir.»
" Bunun üzerine
Nuaym b. Mesud çıktı ve Beni Kurayza'ya gitti. Gahiliye döneminde onların dostu
idi. Onlara şöyle dedi:
- Ey Beni Kurayza!
Benim size olan dostluğumu bilirsiniz ve özellikle benimle sizin aranızda olan
ilişkiyi bilirsiniz.
Onlar da dediler ki:
- Doğru söyledin. Seni
itham etmiyoruz. Nuaym dedi ki:
- Kureyş ve Gatafan
sizin gibi değillerdir. Şehir sizin şehrinizdir. içinde mallarınız,
çocuklarınız ve kadınlarınız bulunmaktadır. Ondan başka bir yere gitmeye
gücünüz yetmez. Kureyş ve Gatafan ise, Muhammed ve ashabıyla savaşmaya
gelmişlerdir. Ona karşı onlara yardım ettiniz. Oysa ki onların beldeleri,
malları ve kadınları başka yerdedir. Sizin gibi değillerdir. Eğer ganimet
bulurlarsa almaya çalışırlar. Eğer başka bir durum meydana gelirse,
memleketlerine dönüp giderler. Sizi Muhammed'le başbaşa bırakırlar ki, bu
durumda gücünüz ona yetmez. Öyleyse onların reislerini rehin almadan onlarla
beraber savaşmayın. Muhammed'i ele geçirinceye kadar bu reisler ellerinizde
teminat olsunlar.
Onlar da dediler ki:
- İyi bir görüşe
işaret ettin.
Sonra Nuaym çıkıp
Kureyşlilerin yanına gitti. Ebu Süfyan b. Harb ve onunla beraber bulunan
Kureyşli adamlarına şöyle dedi:
- Benim size olan dostluğumu ve Muhammed'e olan
uzaklığımı, ayrılığımı biliyorsunuz. Benim aklıma bir fikir geldi ki, bunu size
bir öğüt olarak tebliğ etmeyi üzerime bir görev sayıyorum. Yalmz bu fikrin
benden geldiğini kimseye söylemeyin ve gizleyin.
Onlar da yaparız,
dediler. Nuaym dedi ki:
- Bilesiniz ki Yahudiler topluluğu,
kendileriyle Muhammed'in arasmda yapılan antlaşmaları bozduklarına pişman
olmuşlardır. Ve ona şöyle bir haber göndermişlerdir: Biz yaptıklarımıza pişman
olduk. Senin için Kureyş'ten ve Gatafan'dan eşraflarım alalım ve onları sana
verelim ki, sen onların boyunlarım vurasın. Sonra onlara karşı seninle beraber
oluruz ve onların köklerini kuruturuz.
Muhammed de onlara,
"Peki, olur." diye haber gönderdi. O halde eğer Yahudiler size,
sizden adamlarınızdan bir takım rehineler istemek için haber gönderirlerse
sakın onlara sizden herhangi bir kimseyi rehine olarak vermeyin!
Nuaym, daha sonra
çıkıp Gatafan'a gitti. Onlara şöyle dedi:
- Ey Gatafan
topluluğu! Şüphesiz siz benim aslım, köküm ve aşi-retimsiniz. İnsanların bana
en sevgililerisiniz. Beni töhmet altında tutacağınızı sanmıyorum.
Onlar şöyle dediler:
- Doğru söyledin. Sen
bizim yanımızda töhmetlenen bir kişi değilsin.
Nuaym:
- O halde bu sözlerin benden çıktığım kimseye
söylemeyin, gizli tutun, dedi.
Onlar da:
, - Yaparız, ne
emredersen hazırız, dediler.
Bunun üzerine Nuaym,
Kureyşlilere dediği şeylerin aynısını onlara söyledi ve onları sakındırdığı
şeylerden bunları da sakındırdı.Hicri beşinci senenin şevval ayının cumartesi
gecesi olduğu zaman Allah'ın, Rasûlü için yaptığı işlerden birisi de Ebu
Süfyan b. Harb ve Gatafan reislerinin İkrime b. Ebi Cehl'i, Kureyş ve
Gata-fan'dan bir topluluk içinde Beni Kurayza'ya göndermesi olmuştur.
Gönderilenler, onlara dediler ki; «Biz kalınacak bir yurtta değiliz. Develer
ve atlar helak oldular. Yarın erkenden savaş için gelin de Mu-hammed'le
savaşalım ve onunla bizim aramızda olan şeyden kurtulalım.»
Onlar da bunlara
heyetle şöyle bir haber gönderdiler:
«Bugün cumartesi
günüdür. Bu öyle bir gündür ki, biz bugünde hiçbir iş yapmayız. Bugünde
bazılarımız iş yaptı. Bildiğiniz gibi başlarına bazı şeyler geldi. Bununla
beraber biz sizinle beraber Muham-med ile savaşacak değiliz. Siz bize
adamlarınızdan birtakım rehineleri güvence için vermedikçe savaşacak değiliz.
Çünkü korkuyoruz. Eğer savaş size karşı şiddetlenirse, siz beldelerinize kaçıp
gidersiniz. Bizi beldemizde Muhammed'le başbaşa bırakırsınız. Bizim gücümüz ona
yetmez.» Elçiler onlara Beni Kurayza'nm verdikleri cevabı alıp geri döndükleri
zaman Kureyşlilerle Gatafanlılar şöyle dediler:
«Vallahi Nuaym b.
Mesudun size verdiği haber gerçektir, doğrudur. Beni Kurayza'ya haber gönderip
deyin ki, vallahi size adamlarımızdan bir tek kişiyi dahi rehin vermeyiz. Eğer
siz savaşmak istiyorsanız, çıkın ve savaşın.»
Beni Kurayza ise,
Kureyş elçileri bu cevabı onlara ilettiklerinde' şöyle dediler:
«Şüphesiz Nuaym b.
Mesud'un bize anlattığı şey doğrudur. Kureyş ve Gatafan kabileleri savaşmaktan
başka birşey istemiyorlar. Eğer kazanırlarsa ganimet elde ederler. Eğer mağlup
olurlarsa beldelerine giderler. Ve sizi Muhammed'le başbaşa bırakırlar. Kureyş
ve Gatafan kabilelerine şu haberi gönderin: Şüphesiz biz sizinle beraber
Muhammed'le savaşmayız. Ancak bize bir takım rehineler verirseniz savaşırız.»
Onlar da Beni Kurayzalılara
rehin vermeye yanaşmadılar ve Allah, iki tarafın arasını açtı. Allah,
üzerlerine şiddetli bir şekilde soğuk kış gecelerindeki bir rüzgarı gönderdi.
Rüzgar onların kaplarını, kaçaklarını ve kazanlarını ters çevirdi. Alt üst
etti.»
İbn İshak, Nuaym b.
Mesud'un kıssasını Musa b. Ukbe'den daha güzel bir şekilde anlatmıştır. Beyhakî
de "Delâil" adlı eserinde böyle anlatmıştır. Onun anlattığının özeti
şudur:
Nuaym b. Mesud,
duyduğu sözleri yayan bir kimse idi. Tesadüfen bir gece Rasûlullah'm bulunduğu
yerden geçerken yanına uğradı. Ra-sûlullah ona:
- Arkanda ne haberler
var? diye sordu. O da şu cevabi verdi:
- Kureyşlilerle
Gatafanlılar, Beni Kurayza kabilesine haber saldılar. Sana karşı savaşmak için
onlardan takviye istediler ki, senin işini bitirsinler. Kurayzalılar, şu
cevabı verdiler: Olur, size yardım ederiz. Ancak bize rehineler gönderin.
Onlar Hüyey b. Ahtab'm
eliyle yapılan ahdi bozdular. Şu şartla ki, kendileri için bir teminat olsun
diye yanlarına rehine getirilmesini istemişlerdi.
Rasûlullah (s.a.v.),
Nuaym'a şöyle dedi: «Sana bir sır vereceğim. Onu kimseye anlatma. Onlar barışa
davet ederek bana haber gönderdiler ki, Nadir oğullarını yurtlarına, evlerine
ve mallarının başına göndereyim.»
Nuaym b. Mesud yola
çıktı. Gatafanlılarm yanma gitti. Giderken de Rasûlullah (s.a.v.), ona: «Savaş
bir hiledir! Ümid ederim ki Allah bizim için birşeyler yapar.» dedi.
Nuaym, Gatafanlılarla
Kureyşlilerin yanma gitti. Onlara durumu anlattı. Onlar da alelacele işe
koyuldular ve Beni Kurayza kabilesine İkrime ile birlikte bir topluluk
gönderdiler. Bu cemaatın gidişi, cumartesi gecesine denk gelmişti. İkrime ve
beraberindeki heyet, Beni Kurayzalılardan kendileriyle birlikte Müslümanlara
karşı savaşmalarını talep ettiler. Ancak Beni Kurayza Yahudileri, cumartesi
gününü bahane ederek savaşmaya yanaşmadılar. Ayrıca kendileri için bir teminat
olsun diye Kureyşlilerden ve Gatafanlılardan rehineler istediler. Cenâb-ı
Allah, aralarına anlaşmazlık koydu ve ihtilafa düştüler.
Ben derim ki:
Kurayzablar, Kureyş ve Gatafan kabileleriyle işlerinin yoluna girmesinden
ümitlerini kestikleri için Nadir oğullarının Medine'ye geri kabul edilmesi
şartı üzerine barış yapmak için Rasûlullah (s.a.v.)'a haber göndermiş
olabilirler. Böyle bir ihtimal vardır. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi ki:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a, dağılan halleri ve Allah'ın onların topluluklarını
dağıtması haberi ulaştığı zaman Hüzeyfe b. Yeman'ı çağırdı ve onu onlara
gönderdi ki, geceleyin ne yaptıklarını öğrensin.
İbn İshak, Yezid b.
Ziyad b. Muhammed b. Ka'b el-Kurezî'den rivayet etti ki, Kûfeli bir adam,
Hüzeyfe b. Yeman'a şöyle demiş:
- Ey Ebu Abdillah,
Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördünüz ve ona sahabilik yaptınız mı? Onunla
arkadaşlığınız oldu mu?
- Evet, ey kardeşimin
oğlu.
- Peki ne
yapıyordunuz?
- Vallahi biz gayret
gösterip çabalıyorduk.
- Vallahi eğer biz ona kavuşsaydık, onu yer
üzerinde yürümeye bırakmazdık ve elbette biz onu boyunlarımızın üzerinde
taşırdık.
- Ey kardeşimin oğlu. Vallahi Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte hendekte halimizi gördüm ve Rasûlullah (s.a.v.) gecenin
bir zamanında namaz kılıyordu. Sonra bize doğru döndü ve:
- Kim kalkar ve kavmin
(müşriklerin) ne yaptığına bakar, sonra da geri dönerse Allah Teâlâ'dan onu
Cennet'te arkadaşım olmasını isterim, dedi.
Korkunun şiddetinden,
açlığın zorundan ve soğuğun zahmetinden dolayı hiç birimiz yerimizden kalkmadı.
Kimse yerinden kalkmayınca Rasûlullah (s.a.v.) beni çağırdı. Beni çağırdığı
zaman benim için kalkmaktan başka çare kalmadı ve dedi ki:
- Ey Hüzeyfe! Git ve
kavmin içine gir. Ne yaptıklarına bak, bize gelinceye kadar hiçbir şeyden
bahsetme.
Ben de gittim ve
kavmin içine girdim. Rüzgar ve Allah'ın askerleri (melekleri) onlara
yapacaklarım yapıyorlardı. Ne bir kazanları, ne bir ateşleri, ne de bir
binaları yerinde kalmıyordu. Hepsi alt-üst oluyordu. Bunun üzerine Ebu Süfyan
kalktı ve şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu!
Herkes yanında kimin oturduğuna baksın! Ben de benim yanımda bulunan bir adamın
elini tuttum ve:
- Sen kimsin? diye
sordum. Oda:
- Ben falan oğlu
falanım, dedi. Sonra Ebu Süfyan şöyle dedi:
- Ey Kureyş topluluğu!
Şüphesiz ki siz, kalınacak bir yerde bulunmuyorsunuz. Atlar ve develer helak
oldu. Beni Kurayza da bize olan sözünü yerine getirmedi. Onlardan hoşumuza
gitmeyen bir haber gelmiştir. Biz, gördüğünüz rüzgarın şiddetiyle karşılaştık.
Hiçbir kazan yerinde durmuyor, devriliyor, hiçbir ateş doğru dürüst yanmıyor,
hiçbir çadır yerinde kalmıyor. Artık yola çıkın. İşte ben çıkıyorum!
Sonra devesinin yanına
dönüp gitti. O devesi de bağlı idi. Üzerine oturdu. Sonra vurdu ve deve üç ayak
üzere kalktı. Vallahi o, inmeden bağ açılmadı. Eğer Rasûlullah'm bana:
«Gelinceye kadar hiçbir şeyden bahsetme.» sözü olmasaydı ve isteseydim, onu
bir ok atarak öldürürdüm.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanına döndüğümde o, hanımlarından birine ait olan bir elbise içinde namaz
kılmakta idi. Elbisenin adı, Murahhal idi. Beni gördüğü zaman beni ayaklarının
yanma çekti. Üzerime elbisesinin ucunu attı. Sonra rükûa vardı ve secdeye
kapandı. Ben öylece duruyordum. Selam verdiği zaman haberi ona bildirdim.
Gatafanlılar da Kureyşlilerin yaptığını duymuş ve beldelerine gizlice
gitmişlerdi.» Bu hadisi "Sahih" adlı eserinde Müslim b. Haccac da
Yezid et-Teymî'den rivayet etmiştir. O şöyle demiştir: «Biz, Hüzeyfe'nin yanında
idik. Adamın biri, ona şöyle dedi:
- Eğer Rasûlullah'm zamanına yetişseydim,
onunla birlikte düşManlarına karşı savaşır ve kendimi feda ederdim. Hüzeyfe ona
dedi ki:
- Sen bunu gerçekten
yapar miydin? Bak, sana söyleyeyim. Ahzab (Hendek) savaşının gecesinde
Rasûlullah'm yanında idik. O gece çok şiddetli soğuk ve fırtına vardı.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Şu kavmin
(müşriklerin) haberini bana getirecek ve kıyamet gününde benimle beraber
olacak bir adam yok mu? diye sordu. İçimizden hiçbiri onun bu sorusuna cevap
vermedi. Sorusunu ikinci kez tekrarladı. Üçüncü kez tekrarladı. (Cevap veren
olmadı) sonra:
- Ey Hüzeyfe, kalk ve kavmin (müşriklerin)
haberini bize getir! dedi. Adımla bana seslendiği için kalkmaktan başka çare
bulamadım. Bana dedi ki:
- Kavmin (müşriklerin)
haberini bana getir ve onları bana karşı
korkuya düşürme.
Ben de sanki hamamda
vuruyormuşçasına yola çıkarak gittim. Nihayet müşriklerin ordugahına vardım.
Ebu Süfyan'm sırtını ateşe verip ısıttığını "gördim. Yayıma bir ok
yerleştirdim. Onu Ebu Süfyan'm sırtına atmak istedim. Sonra Rasûlullah
(s.a.v.)'ın: «Onları bana karşı korkuya düşürme.» sözünü hatırladım. Eğer
okumu atsay-dım Ebu Süfyan'a isabet ettirirdim. Hamam içinde yürüyormuşcasma
gizlice dönerek Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına vardım. Orada durunca bana soğuk
çarptı. Durumu Rasûlullah (s.a.v.)'a haber verdim. O da içinde namaz kılmakta
olduğu bir abanın bir tarafını üzerime örttü. Ben de uykuya.daldım. Nihayet
sabah oldu. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.) bana: «Kalk bakalım ey,uykucu!»
diye seslendi.»
Hakim ile Hafız
el-Beyhakî, "Delail" adlı eserde İkrime b. Ammar kanalı ile
Hüzeyfe'nin kardeşi oğlu Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Hüzeyfe, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte gördüğü bazı halleri anlatıyordu.
Yanında bulunanlar dediler ki:
- Ama Allah'a yemin
ederiz ki, biz de, o durumları görseydik, şöyle yapar, böyle yapardık.
Hüzeyfe dedi ki:
- Bunu temenni
etmeyin. Çünkü Ahzab (Hendek) savaşının gecesinde bizler sıra halinde
oturmakta idik. Ebu Süfyan ve beraberindekiler de üst tarafımızda idiler.
Yahudi Kurayzalılar ise, alt taraflarımızda idiler. Çocuklarımıza zarar
vermelerinden korkuyorduk. O gece kadar, şiddetli karanlık ve çok rüzgarlı bir
gece görmedim. Esen rüzgar, yıldırım sesini andıran sesler veriyordu. Gece o
kadar karanlıktı ki, parmağımızı bile göremiyorduk. Münafıklar, Medine'ye dönmek
için Peygamber (s.a.v.)'e: «Evlerimiz düşmana karşı açıktır.» diyerek izin
istiyorlardı. Oysa İd evleri açık değildi. İzin isteyen herkese izin veriyordu.
İzin veriyor, onlar da kaçıp gidiyorlardı. Biz 300 kişi kadardık. Bir de baktım
ki, Rasûlullah (s.a.v.) bize karşı geliyor. Birer birer adamların önünden
geçiyordu. Nihayet yanıma geldi. Benim de üzerimde düşmana ve soğuğa karşı
kalkan falan yoktu. Sadece karıma ait bir entari vardı ki, o da dizlerimden
aşağıyı geçmiyordu. Rasûlullah, yanıma geldiğinde ben dizlerim üzerine
çömelmiştim. Bana şöyle dedi:
- Sen kimsin?
- Hüzeyfe'yim.
- Hüzeyfe ha?
Ben de yere daha çok
yumuldum ve ayağa kalkmak istemediğimden:
- Evet ya Rasûlallah, dedim. Ama nihayet ayağa
kalktım. Bana şöyle dedi:
- Kavimde
(müşriklerde) bir haber var. Git, o kavmin haberini bana getir.
Ben insanların en
ürkek ve en itaatkâr olanıyım. Yola çıktım. Rasûlullah (s.a.v.), şöyle dua
etti:
«Allahım, onu önünden,
arkasından, sağından, solundan, altından, üstünden muhafaza buyur.»
Allah'a yemin ederim
ki; Allah, içimdeki bütün korku ve ürpertileri çıkarıp attı. Artık hiçbir
korku ve ürperti hissetmiyordum. Müşrik ordugahına doğru giderken Rasûlullah
bana: «Ey Hüzeyfe! Yanıma dönünceye kadar müşriklere birşey yapma.» dedi.
Ben de yola çıktım.
Nihayet müşriklerin ordugahına yaklaştığımda bir ateş parıltısı gördüm. Ateş
yakmışlardı. Bir de baktım ki, siyahi, iri yarı bir adam elini ateşe
yaklaştırıp ısıtıyor ve sonra ellerini böğürüne sürüyor, sonra da şöyle
diyordu: «Dönelim, dönelim.» Ben daha önce Ebu Süfyan'ı görmemiştim,
tanımıyordum. Okluğumdan bir ok çektim. Beyaz başlıklı bir ok elime geldi. Onu
ateşin parıltısından yararlanarak sırtı dönük adama (Ebu Süfyan'a) atmak
istedim. Yaya yerleştirdim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ın, «Yanıma dönünceye
kadar onlara birşey yapma.» dediğini hatırladım. Oku atmaktan vazgeçtim ve
tekrar okluğuma yerleştirdim. Sonra kendime cesaret vererek ordugaha girdim.
Baktım ki; en yakınımda duranlar Beni Amir kabilesinin adamları olup şöyle
diyorlardı: «Ey Amir hanedanı! Dönelim, dönelim. Artık burada durabilecek
halimiz kalmadı.» Baktım ki, askerlerinin arasında firtma esiyor. Askerleri bir
karış dahi ileri geçmiyor. Allah'a yemin ederim ki, onların yükleri ve
yatakları arasında taş seslerini duyuyordum. Rüzgar, taşları onların yüklerine
ve yataklarına savuruyordu. Sonra Rasûlullah'm yanma dönmek üzere tekrar yola
çıktım. Yolun yarışma geldiğimde yirmi kadar süvari gördüm. Sarıklı idiler.
Bana: «Arkadaşına (Muhammed'e) haber ver ki, Allah, onun yardımına yetmiştir.»
dediler. Ben de Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına döndüm. Bir örtüye bürünmüş
olarak namaz kılıyordu. Allah'a yemin ederim ki, oraya varır varmaz tekrar
titremeye ve üşümeye başladım. Rasûlullah (s.a.v.), namazda olduğu halde
yanına yaklaşmam için bana işaret etti. Ben de yanma yaklaştım. Üzerindeki
örtünün bir ucunu üzerime attı. Rasûlullah (s.a.v.), bir işten tedirgin olunca
namaz kılardı. Müşriklerin haberini ona arzettim. Onların geri dönmek üzere
harekete geçtiklerini bildirdim. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayetleri
inzal buyurdu:
«Ey inananlar!
Allah'ın size olan nimetini anın, üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların
üzerine rüzgar ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yaptıklarınızı
görüyordu.» (el-Ahzâb, 9.) Bundan sonraki ayet-i kerimeler de aynı zamanda
nazil olmuşlar ve nazil olan bu ayetlerin sonuncusu da şu idi:
«Allah inkar edenleri,
kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar. Savaşta, İnananlara Allah'ın
yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü Oİandir.» (el-Ahzâb, 25.)
Yani Cenâb-ı Allah,
onların üzerine gönderdiği rüzgar ve melek orduları ile diğer takviye kuvvetler
sebebiyle Müslümanların üzerinden müşrikleri savdı. «Savaşta inananlara
Allah'ın yardımı yetti.» Yani Müslümanlar, müşriklerle çarpışmaya ve muharebe
etmeye ihtiyaç duymadılar. Aksine güçlü ve muktedir olan Allah, güç ve kuvveti
ile müşrikleri onlardan uzaklaştırdı.
Bu sebepledir ki,
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hürey-re'nin şöyle bir rivayeti
bulunmaktadır; «Rasûlullah (s.a.v.) şöyle diyordu: «Allah'tan başka ilâh
yoktur. O, birdir. Vaadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Ordusunu
güçlendirdi. Düşman gruplarını yalnız başına hezimete uğrattı. Ondan başkası
yoktur.»
«Savaşta, inananlara
Allah'ın yardımı yetti.» ayet-i kerimesinde Müslümanlarla müşrikler arasında
savaşın artık kaldırılmış olduğuna bir işaret vardır. Ve bu böyle de oldu.
Artık Kureyşliler, Müslümanlarla tekrar savaşamadılar. Nitekim merhum Muhammed
b. Is-hak şöyle demiştir: Hendek muharebesine katılan müşrikler geri döndüklerinde
-bize ulaşan rivayete göre- Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu:
«Bu seneden sonra
Kureyşliler, artık sizinle s av aşamayacaklardır. Ama siz onlarla
savaşacaksınız.»
Ravi diyor ki:
Gerçekten ondan sonra müşrikler, Müslümanlarla savaşmadılar. Ama Cenâb-ı
Allah'ın Mekke fethini nasip edişine kadar Müslümanlar onlarla savaştılar.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Süleyman b. Surad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: «Şimdi biz onlarla savaşıyoruz. Onlar bizimle savaşmıyorlar.»
İbn İshak dedi ki:
Hendek gazvesinde Müslümanlardan şu kimseler şehid oldular; Sa'd b. Muaz
(Bunun vefatı ileride detaylı olarak anlatılacaktır.), Enes b. Evs b. Atik b.
Amr, Abdullah b. Sehl (Bu üçü Beni Abdüleşhel kabilesindendir.), Tufeyl b.
Numan, Salebe b. Gane-me (Bu ikisi de Cüşem kabilesinin Sülemî kulundandır.).
Bir de Nec-car oğullarından Ka'b b. Zeyd. Buna da garbî bir ok isabet etmiş ve
şehid olmuştu.
Müşriklerden de üç
kişi öldürülmüştü. Bunların adları şöyledir: Münebbih b. Osman b. Ubeyd b.
Sibak b. Abdu'd-Dar (Buna bir ok isabet etmişti. Bu darbeden dolayı Mekke'de
ölmüştü.) Nevfel b. Abdullah b. Muğire (Bu da atının üzerinde hendeği geçmeye
teşebbüs ederken, hendeğe düşmüş, orada öldürülmüştü. Müşrikler büyük bedel
ödeyerek cesedini talep etmişlerdi.) Amr b. Abdi Vüd el-Amirî (Bunu da Ebu
Talib oğlu Ali (r.a.) öldürmüştü).
İbn Hişam dedi ki:
Hendek gazvesinde Hz. Ali, Amr b. Abdi Vüd ile oğlu Hisl b. Amr'ı Öldürmüştü. [1]
Bu bölümde Cenâb-ı
Allah'ın, Kurayza oğulları olan Yahudilere indirdiği şiddetli azaptan ve
ahirette kendileri için hazırladığı can yakıcı azaptan bahsedilecektir. Çünkü
bunlar küfretmişler, kendileri ile Rasûlullah arasındaki muahedeyi bozmuşlar,
onun düşmanlarıyla iş birliği içine girmişlerdi. Düşmanlarıyla iş birliği
yapmaları da kendilerine bir yarar sağlamamış, aksine Allah'ın ve Rasûlü'nün
gazabına maruz kalmışlardı. Dünya ve ahirette de ziyana uğramışlardı. Bunlar
hakkında yüce Allah, şöyle buyurmuştur:
«Allah, inkar
edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar, savaşta, inananlara
Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır.
Allah, kitap ehlinden,
kafirleri destekleyenleri kalelerinden indir--miş, kalblerine korku salmıştı,
onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz.
Yerlerini, yurdlarmı,
mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak
verdi. Allah her şeye kadir olandır.» (el-Ahzâb, 25-27.)
Buharî, Muhammed b.
Mukatil kanalı ile Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.), gazve, hac ve umreden döndüğünde tekbir getirir, sonra da şöyle
derdi:
«Allah'tan başka ilâh
yoktur. Sadece O vardır. Ortağı yoktur. Mülk Onundur. Hamd O'nadır. O, her şeye
Kadirdir. Dönenler, tevbe edenler, ibadet edenler, Rabbimize secde edenler,
hamd edenler. Allah doğru söyledi. Vadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti.
Düşman gruplarını da yalnız başına hezimete uğrattı.»
Merhum Muhammed b.
İshak dedi ki: Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlarla birlikte
Hendek'ten Medine'ye döndü ve silahı bıraktılar.
Öğle vakti olduğu
zaman -Zührî'nin bana anlattığına göre- Cebrail, atlastan bir sarık sarmış
olarak, üzerinde atlas bir kadifenin bulunduğu eğerle eğerlenmiş bir katırın
üzerinde Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah,
silahı bıraktın mı?
- Evet.
- Melekler henüz
silahı bırakmadılar ve ben de şimdi müşrik kavmi takipten geliyorum. Ey
Muhammedi Yüce Allah sana, Beni Kuray-za'ya gitmeni emrediyor. Ben de onlara
gidiyorum. Onları sarsacağım!
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), bir ünleyiciye emretti ki, halka
şöyle desin:
«Kim itaat edecekse
ikindiyi başka yerde değil, sadece Beni Ku-rayza'nın yurdunda kılsın.»
İbn Hişam'ın ifadesine
göre Rasûlullah, Beni Kurayza'ya giderken Medine'de yerine İbn Ümmü Mektum'u
vekil bıraktı.
Buharî, Abdullah b.
Ebi Şeybe kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.),
Hendek'ten dönünce silahını bıraktı. Yıkandı. Sonra da Cebrail ona gelip şöyle
dedi:
- Silahı bıraktın ha! Vallahi biz silahı
bırakmadık. Sen şimdi onlara doğru git.
- Hangi tarafa
gideyim?
- Şu tarafa (Böyle derken de parmağıyla Beni
Kurayza yurdunu
gösterdi.)
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.), Beni Kurayza'ya doğru yola çıktı.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hasan kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Hendek gazvesini tamamlayıp Medine'ye döndüğünde yıkanmak için banyoya girdi.
Sonra Cebrail geldi. Onu evin aralığından gördüm. Başı âdeta sarıkla sarılmış
gibi tuzlanmıştı. Şöyle dedi:
- Ya Muhammed! Silahı
bıraktınız mı?
- Silahlarımızı
bıraktık.
- Biz henüz silahlarımızı bırakmadık. Haydi,
Beni Kurayza'ya git!»
Buharî, daha sonra
Musa kanalı ile Enes b. Malikin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cebrail'in gittiği
kafilede Beni Ganm Sokağında tozların havaya yükselişine bakıyordum. O esnada
Rasûlullah da Beni Kurayza'ya gidiyordu.»
Buharî, Abdullah b.
Muhammed b. Esma kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hendek gününde
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
- Herkes ikindi
namazım Beni Kurayza yurdunda kılsın.' Bunun üzerine yola çıkanlardan bir kısmı
ikindi namazını yolda
iken kıldılar.
Bazıları ise: "Biz ikindi namazım oraya varmadan kılmayacağız."
dediler. Diğer bazıları ise: "Biz namazı yolda kılmaktan men edilmedik ve
namazı mutlaka Beni Kurayza yurdunda kılmamız bizden istenmedi." dediler.
Bu durum Rasûlullah'a anlatıldığında o, taraflardan herhangi birini kınamadı.»
Hafız el-Beyhakî,
Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'ten rivayet etti ki, amcası Ubeydullah
ona şu haberi vermiş: « Rasûlullah (s.a.v.), Hendek muharebesine katılan
düşmanları takipten geri döndüğünde zırhını indirdi, banyoya girip gusletti.
Sonra Cebrail, yanma gelip şöyle dedi:
- Böyle savaşçılık mı
olur? Görüyorum ki, zırhını indirmişsin, oysa biz henüz indirmedik!
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.) korkarak harekete geçti ve mü'minlere de, ikindi namazım
sadece Beni Kurayza yurdunda kılmalarını (yani hemen harekete geçmelerini)
emretti.
İnsanlar, silahlarını
alıp Beni Kurayza yurduna vardılar. Ama güneş batmıştı. Bu esnasında
birbirleriyle tartıştılar. Bazıları şöyle dediler: «Rasûlullah (s.a.v.), Beni
Kurayza yurduna ulaşmadan ikindi namazım kılmamızı emretti. Biz emre uyduk.
Azimeti tatbik ettik. Şu halde ikindi namazının vaktini geçirdiğimizden Ötürü
günahkar olmadık.» Diğer grup ise, ikindi namazını yolda iken ihtiyaten kıldı.
Ama öbürleri güneş batmcaya kadar kılmadılar. Beni Kurayza yurduna varınca
orada kıldılar. Ama Rasûlullah, iki tarafı da kınamadı.»
Beyhakî, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Evde Rasûlullah'la
beraberdik. Adamın biri gelip bize selam verdi. Rasûlullah, korku içinde
yerinden kalktı. Ben de peşi sıra kalktım. Baktım ki bize selam veren adam Dıhyetü'l-Kelbî'dir.
Sonra Rasûlullah bana şöyle dedi: «Bu Cebrail'dir. Bana, Beni Kurayza yurduna
gitmemi emrediyor.» Cebrail de Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Silahı bıraktınız
mı? Ama biz henüz bırakmadık. Hamraü'1-Esed mevkiine ulaşıncaya kadar
müşrikleri kovaladık.
Bu hadise,
Rasûlullah'ın Hendek gazvesinden dönüşünden sonra vuku buldu. Rasûlullah, acele
ile yerinden kalkıp ashabına şöyle emir verdi:
«Size emrediyorum.
Beni Kurayza yurduna varıncaya kadar ikindi namazım kılmayacak (ve acele ile
yola çıkacak) siniz.» Müslümanlar, oraya varmadan güneş battı. Bir grup şöyle
dediler: «Rasûlullah (s.a.v.), namazı kılmamanızı istemedi. O halde kılın.»
Diğer grup ise şöyle dedi: «Vallahi biz, Rasûlullah'ın azimetine uyduk. Şu
halde ikindi namazını vaktinden sonraya bıraktığımız için günahkar olmadık.»
Bir grup iman ve intisaplarından ötürü ikindi namazım kıldılar. Diğer grup da
yine iman ve intisaplarından ötürü ikindi namazını vaktinden sonraya bıraktı.
Rasûlullah, her iki grubu da kınamadı ve çıkti, kendisi ile Beni Kurayza
arasında bulunan bir yere oturdu. Sonra şöyle dedi:
- Size herhangi bir
kimse uğradı mı? Dediler ki:
- Bize doru renkli bir
katır üzerinde Dıhyetü'l-Kelbî uğradı. Altında ipek kadifeden bir eğer vardı.
- O Cebrail'dir. Allah, onu Beni Kurayza'ya
gönderdi ki, onlara sarsıntı versin ve kalblerine korku salsın!
Peygamber (s.a.v.),
Beni Kurayza Yahudilerini kuşatma altına aldı ve ashabına da kendisini
kalkanla muhafaza edip örtmelerini emretti ki, Beni Kurayzalılarm söyledikleri
sözleri işitsin.
Onlara şöyle seslendi:
- Ey maymunların ve
domuzların kardeşleri! Onlar da şöyle dediler:
- Ya Ebe'l-Kasım! Sen
kötü sözlü, bozuk ağızlı bir adam değildin. (Niye böyle konuşuyorsun?)
Peygamber (s.a.v.),
onları kuşatma altına aldı. Nihayet onlar, Sa'd b. Muaz'ın hakemliğine razı
oldular. Onlar, Sa'd'm müttefikleri idiler. Sa'd, onlar hakkında şu hükmü
verdi: Savaşçıları öldürülecek, çoluk çocukları ile kadınları esir alınacak.»
Âlimler, Beni Kurayza
seferine giden sahabelerden yolda iken ikindi namazını kılanların mı, yoksa
oraya gidinceye kadar namazı kılmayıp güneşin batışından sonraya erteleyenlerin
mi isabet ettikleri hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Ama her iki
grubun da sevab kazandığını, aynı zamanda mazur olup kınanmayacaklarını icma ile
kabul etmişlerdir. Âlimlerden bir grup şöyle demiştir: O gün ikindi namazını
bilinen vaktinden sonraya erteleyerek Beni Kurayza yurdunda kılanlar isabet
etmişlerdir. Çünkü, o gün ikindi namazını erteleme emrini almaları, özel bir
emirdi. Şu halde bu özel emir, namazı bilinen vaktinde kılmaya dair şeriatın
genel emrinden önceliklidir.
Ebu Muharnmed b. Hazm
ez-Zahirî, "Kitabu's-Sire" adlı eserinde şöyle demiştir:
«Allah bilir ya, eğer
biz orada olsaydık, ikindi namazını birkaç gün sonraya kalsa bile mutlaka Beni
Kurayza yurdunda kılardık.»
Ebu Muhammed'in bu
sözü, onun zahir nassa sarılma konusundaki asli prensibine uymamaktadır.
Alimlerden bir başka
grup ise, şöyle demişlerdir:
ikindi namazını vakti
gelince yolda iken kılanlar isabet etmiştir. Çünkü bunlar, Rasûlullah'm o
buyruğundan kastedilen mananın, çabucak yola çıkmak ve Beni Kurayza'ya gitmek
olduğunu, yoksa namazı tehir etmek olmadığını anlamışlardır. Namazın ilk
vaktinde kıtınmasının daha faziletli oluşuna delalet eden delillerin gereğince
amel etmişlerdir. Bununla birlikte sari'in maksadını da idrak etmişlerdir. Bu
sebeple Rasûlullah, onları kınamamış ve kılmış oldukları namazı ertelenen
vakitte tekrar iade etmelerini emretmemiştir. Halbuki diğerleri, böyle bir
iddiada bulunmaktadırlar. Ama namazı, emir gereğince normal vaktinden sonraya
erteleyenler de kendi anlayışlarına göre mazurdurlar. Kazaya bırakmakla
emrolunmadıkları halde yine sonraya bırakmışlardır.
Buharî'nin de anlayışı
doğrultusunda savaş mazereti nedeniyle namazı, normal vaktinden sonraya
ertelemeye cevaz verenlerin kavline gelince, bu gibi durumlarda namazı
erteleyen veya daha önceden kılan kimse için bir müşkilat yoktur. Doğrusunu
Allah bilir.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i bayrağıyla Beni Kurayza'ya gönderdi.
Halk, onlara gitmekte âdeta yarışıyordu.
"Meğazi"
adlı eserinde Zührî'den nakilde bulunan Musa b. Ukbe dedi ki: Bir ara
Rasûlullah (s.a.v.), banyosunda yıkanmakta ve saçının bir tarafım taramakta
iken Cebrail, zırhını giyinmiş olarak bir at üzerinde ona geldi. Mescidin
kapısında, cenazelerin konulduğu yere geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onu
karşılamaya çıkti; Cebrail, ona şöyle dedi:
- Allah seni affetsin,
silahı bıraktın mı?
- Evet.
- Ama biz, düşman sana
geldiğinden bu yana henüz silahı bırakmadık ve hâlâ onları kovalamaktayız.
Nihayet Allah, onları hezimete uğrattı. Allah, sana, Beni Kurayza'ya gidip
onlarla savaşmam emrediyor. Ben de beraberimdeki meleklerle onlara gidecek ve
kalelerini sarsacağım. İnsanlara emret de, oraya gitsinler.
Anlatıldığına göre
Cebrail'in yüzünde toz izi vardı.
Rasûlullah (s.a.v.),
Cebrail'in peşi sıra yola çıktı. Beni Ğanm kabilesine uğradı. Onlar da
Rasûlullah (s.a.v.)'ı bekliyorlardı. Onlara sordu:
- Bir az önce
yanınızdan bir süvari geçti mi?
- Evet, Dıhyetü'l-Kelbî beyaz bir at üzerinde
ve zırhını giyinmiş olarak, ipek bir eğere oturmuş vaziyette yanımızdan geçti.
- O Cebrail'dir. (Rasûlullah, Dihyetul-Kelbî'yi
Cebrail'e benzetirdi.)
- Haydi bakalım,
benimle birlikte Beni Kurayza'ya gidelim ve sizler ikindi namazını orada küm.
Onlar ve diğer
Müslümanlar kalkıp yola çıktılar. Yolda iken ikindi namazının vakti geldi.
Namazı hatırladılar. Birbirlerine şöyle dediler: «Bilmiyor musunuz ki,
Rasûlullah (s.a.v.), size ikindi namazını Beni Kurayza yurdunda kılmanızı
emretti.»
Diğer grup ise şöyle
dedi:
«Bu namazdır.» Bir
kısmı yolda iken ikindi namazını kıldılar. Diğer kısım ise erteleyip Beni
Kurayza yurdunda güneşin batmasından sonra kıldılar. Bu durumu, yani namazı
acele edip vaktinde kılanları ve erteleyip Beni Kurayza yurdunda kılanları
Rasûlullah'a anlattılar. Rasûhıllah (s.a.v.) da iki taraftan herhangi birini
kınamadı.
Ali b. Ebi Talib,
Rasûlullah (s.a.v.)'m gelmekte olduğunu görünce
karşısına çıkıp şöyle
dedi:
- Ya Rasûlallah, geri
dön. Allah, Yahudilerin hakkından gelecektir. Sana iş kalmayacaktır.
Hz. Ali, Yahudilerden,
Rasûlullah ve zevceleri hakkında kötü sözler duymuştu. Rasûlullah'm, onlardan
bu sözleri duymasını istememişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye:
- Niçin geri dönmemi
istiyorsun? diye sordu. Ali, onların söylediklerini gizledi. Rasûlullah ise
şöyle dedi:
- Öyle sanıyorum ki, onların benim hakkımda
kötü sözler söylediklerini duydun. Haydi bakalım yoluna devam et. Allah'ın
düşmanları eğer beni görürlerse senin duyduğun o kötü sözleri bana karşı
söyleyemeyeceklerdir!
Rasûlullah (s.a.v.),
Beni Kurayzalıların kalelerinin yanma geldi. Onlar, kalenin üst tarafında
idiler. Olanca sesiyle, onların eşrafından birkaç kişiye seslendi ve sesini
onlara duyurdu:
- Ey Yahudi topluluğu!
Allah'ın azabı üzerinize indi ve sizi rüsvay
etti!
Rasûlullah (s.a.v.),
Müslüman birliklerle onları on küsur gece kuşatma altında tuttu. Allah, Hüyey
b. Ahtab'ı geri gönderdi. Nihayet o, Beni Kurayza'nın kalesine girdi. Allah,
onların kalblerine korku saldı. Kuşatma onlara ağır geldi. Ensâr'm müttefiki
idiler. Ebu Lübabe b. Abdul-Münzir'e imdad çağrısında bulundular. Ama Ebu
Lübabe:
- Rasûlullah bana izin
vermedikçe onların yanma gitmem, dedi. Rasûlullah:
- Sana izin verdim,
dedi.
Ebu Lübabe yanlarına
gitti. Üzerine ağladılar ve şöyle dediler:
- Ey Ebu Lübabe! Ne
düşünüyorsun, bize ne teklif ediyorsun? Bizim savaşacak gücümüz yok.
Ebu Lübabe, eliyle
boğazını gösterdi ve parmaklarını kendi boğa-. zina sürdü. Böyle yapmakla,
öldürülmek istendiklerini anlatmaya çalıştı.
Ebu Lübabe yerine
döndüğünde Müslümanlara hıyanet ettiğini ve büyük bir fitneye uğradığını
anladı. Sonra şöyle dedi: «Vallahi, Allah'a nasuh tevbesi yapıncaya ve bu
tevbemi Allah kabul edinceye kadar Rasûlullah'm yüzüne bakamam.»
Böyle dedikten sonra
Medine'ye döndü. Kendini Mescid-i Nebevi'-nin direklerinden birine bağladı.
Anlatıldığına göre o direğe yirmi gece kadar müddetle bağlı kaldı. Ebu
Lübabe'nin göze görünmez olduğunu fark eden Rasûlullah şöyle sordu:
- Ebu Lübabe, kendi
müttefiklerinin yanından daha dönmedi mi? Ebu Lübabe'nin yaptığı, Rasûlullah'a
anlatıldı. O da şöyle buyurdu:-
- Benden sonra ona
fitne isabet etmiş. Eğer yanıma gelseydi onun için istiğfarda bulunurdum. Madem
kendini direğe bağlamış, öyle ise Allah onun hakkında dilediği hükmü verinceye
kadar onu yerinden kımıldatmayacağım.»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayza'ya geldiği zaman onların mallarının
bulunduğu bölgede, Enna kuyusunun yanına indi. Onları yirmibeş gece kuşatma
altında tuttu ve kuşatma onları güç duruma soktu. Allah, onların kalblerine
korku saldı.
Hüyey b. Ahtab, Kureyş
ve Gatafanlılarm oralardan geri dönmelerinden sonra, Ka'b b. Esed ile yapmış
olduğu sözleşmenin gereğini yerine getirmek için Beni Kurayza'nın kalesine
gelmişti. Rasûlullah'm onlarla savaşmcaya kadar yanlarından ayrılmayacağını
kesinlikle bildikleri zaman Ka'b b. Esed onlara şöyle dedi:
- Ey Yahudi topluluğu!
Gördüğünüz bu şeyler, başımıza gelmiştir. Ben size üç şey teklif ediyorum,
hangisini dilerseniz onu yapın.
- Nedir o tekliflerin?
- Ya Muhammed'e tabi
olur ve onu tasdik ederiz. Andolsun ki, sizin için artık, onun Allah katından
gönderilmiş bir peygamber olduğu kesinlikle ortaya çıkmıştır. Elbette ki o,
kitabımızda evsafına rastladığınız kimsedir. Bu durumda kanlarınızı,
mallarınızı, çocuklarınızı ve kadınlarınızı emniyete almış olursunuz.
- Tevrat'ın hükmünden
asla ayrılmayız ve başka birşey ile de bu hükmü değiştirmeyiz.
- Madem bu teklin
kabul etmiyorsunuz, öyleyse gelin çocuklarımızı ve kadınlarımızı öldürelim.
Sonra Muhammed ile ashabına karşı kılıçlarımızı çekip erkekçe çıkalım.
Arkamızda bir ağırlık bırakmayalım. Taki Allah, Muhammed ile bizim aramızda
hükmünü verinceye kadar. Eğer ölürsek arkamızda üzerine korkacağımız bir nesil
bırakmamış olarak Ölürüz. Eğer galip olursak andolsun ki, yeniden kadınlar ve
çocuklar ediniriz.
- Bu mazlumları ve
miskinleri mi öldüreceğiz? Bunları öldürdükten sonra yaşamanın ne tadı kalır.
Hayatın ne hayrı kalır?
- Eğer bu teklifi de
kabul etmiyorsanız, bakın, bu gece cumartesi gecesidir. Ümid ederim ki, bu gece
Muhammed ve ashabı bizden emindirler, ininiz, belki Muhammed ve ashabını
baskına uğratarak amacımıza kavuşuruz...
- Cumartesi ayinimizi
bozacağız, bu gece bir düzen rni kuracağız? Oysa ki bizden herhangi bir
kimsenin böyle birşey yaptığı takdirde mutlaka hayvana dönüştüğünü, musibete
uğradığım bilirsin. Senin de başına böyle bir musibetin gelmesinden korkuyoruz.
- Sizden hiçbir kimse, anası onu doğurandan
beri işini bilen ve sağlam çalışan olmamıştır.
Sonra onlar, Rasûlullah
(s.a.v.)'a şöyle bir haber gönderdiler: Bize Ebu Lübabe b. Abdü'l-Münzir'i,
(Beni Amr b. Avfın kardeşini) gönder ki, bizim durumumuz hakkında kendisine
danışalım.
Kurayza oğulları, Evs
kabilesinin müttefikleri idiler.
Rasûlullah (s.a.v.) da
Ebu Lübabe'yi onlara gönderdi. Onu gördükleri zaman adamları kalkıp onun yanma
geldiler. Kadınlar ve çocuklar yanına gelip ondan imdat dilediler. Ona
sığındılar. Yüzüne karşı ağlıyorlardı. O da onlara acıdı. Ona şöyle dediler:
- Ey Ebu Lübabe!
Muhammed'in hükmüne razı olmamıza ne dersin?
- Evet. (Böyle derken
eliyle kendi boğazına işaret etti. Öldürüleceklerini ima etti ve şöyle dedi):
«Vallahi ayaklarım
yerlerinden ayrılmadan, bildim ki, ben Allah'a ve onun Rasûlü'ne hıyanet
ettim.»
Böyle dedikten sonra
Ebu Lübabe, Rasûlullah'a uğramadan dosdoğru Mescid-i Nebevi'ye gitti. Kendini
mescidin direklerinden birine bağladı ve şöyle dedi: «Allah, benim işlediğim
suçtan ötürü tevbemi kabul edinceye kadar buradan ayrılmayacağım.» ve Allah'a
da şu sözü verdi: «Asla Beni Kurayza yurduna adım atmayacağım. Allah'a ve
Rasûlü'ne hıyanet ettiğim bir beldede ebediyyen görünmeyeceğim.»
İbn Hişam dedi ki:
Yüce Allah, Ebu Lübabe hakkında şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
«Ey inananlar! Allah'a
ve peygambere karşı hainlik etmeyin. Size güvenilen şeylere bile bile hıyanet
etmiş olursunuz.» (ei-Enfâi, 27.)
İbn Hişam dedi ki: Ebu
Lübabe kendini altı gece müddetle direğe bağlı tuttu. Her namaz vaktinde karısı
yanına gelip bağlarını çözüyor, o, abdest alıp namazını kıldıktan sonra yine
onu direğe bağlıyordu. Bu durum, tevbesinin kabul edildiğinin Allah tarafında
şu ayetin indirilmesi ile bildirilişine kadar devam etti:
«Diğerleri de
suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötü ile karıştırmışlardı. Allah'ın,
onların tevbesini kabul etmesi umulur, çünkü O bağışlayandır, merhamet edendir»
(et-Tevbe, 102.)
Musa b. Ukbe'nin
kavline göre; Ebu Lübabe, yirmi gece süre ile direğe bağlı kalmıştır. Doğrusunu
Allah bilir.
İbn İshak'm
anlattığına göre Rasûlullah, ÜmmüSeleme'nin evinde iken, gecenin son kısmında
yüce Allah, Ebu Lübabe'nin tevbesini kabul ettiğini bir ayet indirerek beyan
buyurmuştu. Ümmü Seleme, Rasûlullah'a meseleyi sorduğunda, Rasûlullah, Ebu
Lübabe'nin tevbesinin Allah tarafından kabul edildiğini ona haber verdi. Yine
Ümmü Seleme, bu müjdeyi Ebu Lübabeye iletmek için izin istedi. Rasûlullah ona
izin verince Ümmü Seleme çıkıp Ebu Lübabe'yi müjdeledi. Bunun üzerine insanlar
akın akın gelerek Ebu Lübabeye müjde verdiler, onu direğinden çözmek
istediler. Ama o şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, beni bu direkten
ancak Rasûlullah çözer." Rasûlullah (s.a.v.), sabah namazı için odasından
çıktığında onu bağlı bulunduğu direkten çözdü. Allah ondan razı olsun ve onu
hoşnut kılsın. İbn İshak dedi ki:
Sa'lebe b. Sa'ye,
Üseyd b. Sa'ye ve Esed b. Ubeyd, ne Beni Kurayza kabilesinden, ne de Beni
Nadir kabilesindendirler. Bunlar, Beni Hedl kabilesinden bir takım kimselerdir.
Nesebleri daha yukarıdan gelir. Bunlar, Beni Nadir ve Beni Kurayz alıl arın
amcazadeleridirler. Bunlar, Beni Kurayza'nm Rasûlullah'm hükmüne razı oldukları
gecede Müslüman oldular. İşte bu gecede Amr b. Su'da el-Kurazî çıktı. Rasûlullah
(s.a.v.)'ın muhafızlarına rastladı. Muhafızların başmda Mu-hammed b. Mesleme
bulunuyordu. Onu gördüğü zaman "Kimdir bu?" diye sordu. O da:
- Ben Amr b. Su'da'yım, dedi. Amr,
Kurayzalılarm Rasûlullah'a hıyanet işlerine katılmaya yanaşmamış ve:
- Ben Muhammed'e asla
hıyanet etmem, demişti. Muhammed b. Mesleme onu tanıyınca şöyle dedi:
- Ey Allahım! Beni, âlicenâb kişilerin
hatalarını izale etmekten mahrum kılma.
Böyle dedikten sonra
onu serbest bıraktı. Yolundan çekildi. O da hiç aldırış etmeden çıktı ve
Rasûlullah'm mescidinin kapısına vardı. Geceyi, Medine'de mescidin kapısı
önünde geçirdi. Sonra Medine'den ayrılıp gitti ve bugüne kadar nerede olduğu
bilinmemektedir. Duru* mu Rasûlullah'a anlatıldığında o şöyle buyurdu: «O öyle
bir adamdır ki, vefakarlığı sebebiyle Allah onu kurtardı.» Bazıları iddia
ederler ki; o, Beni Kurayza'nm Rasûlullah (s.a.v.)'ın hükmüne boyun eğdikleri
zaman onlardan bağlanan kimseler arasında olup, eski bir iple bağlanmıştı.
Sabahleyin ipi yerde bulundu ve onun nereye gittiği bilinmiyordu. Rasûlullah
(s.a.v.), onun hakkında işte o sözü söyledi. Allah, bunlardan hangisinin doğru
olduğunu elbette ki en iyi bilendir.
İbn İshak dedi ki:
Sabahladıkları zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m hükmüne boyun eğdiler. Evs kabilesi
ortaya atılarak şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Onlar
Hazreçlilerin değil de bizim mevalilerimiz-dirler. Dün kardeşlerimizin
mevalileri hakkında neler yaptığını kendin biliyorsun.
Rasûlullah (s.a.v.),
Beni Kurayza'dan önce Beni Kaynuka Yahudi-lerini kuşatma altına almıştı.
Bunlar, Hazreçlilerin mevalileri, müttefikleri idiler. Rasûlullah'ın hükmüne
razı oldular. Abdullah b. Übeyy b. Selül, Rasûlullah (s.a.v.)'dan onların
bağışlanmasını istedi. O da onları ona bağışladı. Evs kabilesi kendisiyle
konuştuğu zaman Rasûlullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi:
- Ey Evs topluluğu! Onların hakkında sizden bir
adamın hüküm vermesine razı olmaz mısınız?
- Evet, razı oluruz,
dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da buyurdu ki:
- Bu hakemlik, Sa'd b.
Muaz'a verilmiştir.
Rasûlullah (s.a.v.),
Sa'd b. Muaz'ı Eşlem kabilesinden bir kadının çadırına bırakmıştı. O kadına
Rüfeyde denilirdi. Yaralıları tedavi e-derdi. sRasûlullah (s.a.v.), onu Beni Kurayza
hakkında hakem kıldığı zaman kavmi ona geldiler ve üzerine deriden bir minder
koydukları bir eşeğin üzerine kendisini bindirdiler. İri cüsseli, güzel
görünümlü bir adamdı. Sonra onunla birlikte Rasûlullah (s.a.v)'ın yanma geldiler.
Gelirken ona şöyle diyorlardı:
- Ey Eba Amr! Mevalin hakkında iyilikte bulun.
Onlara ihsan et. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), seni ancak bu iş için tayin etti
ki, onlar hakkında iyilikte ve ihsanda bulunasm.
Fazla ısrar etmeleri
üzerine o, şöyle dedi:
- Şimdi Sa'd için öyle
bir an gelmiştir ki o, Allah yolunda bir iş yapınca kınayanların kınaması onun
umurunda olmayacaktır.
Bunun üzerine
kavminden kendisiyle birlikte olan kimselerden birisi, Beni Abdüleşhel yurduna
döndü ve onlara Beni Kurayza'nm erkeklerinin ölüm haberini, Sa'd'm onlara
ulaşmasından önce verdi. Bunu, kendisinden işittiği o sözüne dayanarak yaptı.
Sa'd, Rasûlullah (s.a.v.) ile Müslümanların yanma vardığı zaman, Rasûlullah
(s.a.v.):
- Efendinizin önünde
kıyama durun. Ayağa kalkın, dedi. Kureyşli Muhacirlere gelince, onlar şöyle
diyorlardı:
- Rasûlullah (s.a.v.),
bu sözünü Ensâr'a söyledi. Ensar'a gelince, onlar ise şöyle diyorlardı:
- Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'm herkesin efendisi
olduğunu söylemek istedi.
Bunun üzerine onlar
Sa'd'm karşısında kıyama durdular ve şöyle dediler:
- Ey Eba Amr,
Rasûlullah (s.a.v.), şüphesiz seni kendi mevalinin hakkında karar vermekle
görevlendirmiştir ki, onlar hakkında hüküm veresin.
Sa'd b. Muaz da şöyle
dedi:
- Bu konuda Allah'ın ahdi ve misakı üzerinize
olsun. Onlar hakkında verilecek hüküm, benim hükmüm olacak değil midir?
-Evet...
- Buradakiler hakkında da. (Bunu derken
Rasûlullah (s.a.v.)'m bulunduğu tarafı kasdetmiyordu. Rasûlullah (s.a.v.)'a
olan saygısından ötürü yüzünü ondan başka tarafa çevirmişti.)
Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle dedi:
- Evet, kabul. Sa'd
dedi ki:
- Ben onların hakkında şöyle hüküm veriyorum:
Erkekleri öldürülsün, malları paylaşılsın, çocukları ve kadınları da esir
edilsin»
İbn İshak, Asım b.
Ömer b. Katade kanalı ile Alkame b. Vakkas el-Leysî'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a şöyle dedi:
«Onların hakkında yedi
kat gökten Allah'ın hükmü ile hükmettin.»
İbn Hişam dedi ki:
Bana ilim ehlinden kendisine güvendiğim biri şu haberi verdi: Ali b. Ebi Talib
-ki onlar Beni Kurayza'nm muhasa-racıları idiler- Ey iman orduları, diye
seslendi. O ve Zübeyr b. Avvam, öne geçtiler. O şöyle dedi:
- Vallahi Hamza'mn
tattığı şeyi (şehidlik şerbetini) elbette tadacağım veya onların kalelerine
gireceğim!
Bunu duyan Yahudiler
şöyle dediler:
- Ey Muhammed! Sa'd b.
Muaz'm hükmü üzere iniyoruz.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Cafer kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Kurayza halkı, Sa'd b. Muaz'm hükmü üzere indiler. Rasûlullah
(s.a.v.), Sa'd'a haber gönderdi. Sa'd, bir merkep üzerinde Rasûlullah'ın
yanına geldi. Mescide yaklaştığında Rasûlullah (s.a.v.):
- Efendinize (ya da en
hayırlınıza) karşı kıyama durun, dedi. Sonra da Sa'd'a şöyle dedi:
- Şu Kurayzahlar senin
hükmün üzere indiler. Sa'd:
- Onların savaşçılarını
Öldürelim. Zürriyetlerini esir alalım, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Allah'ın hükmü ile
hüküm verdin.
(Belki de, hükümdarın
hükmü ile hüküm verdin.) dedi. Başka bir rivayete göre ise Rasûlullah, ona:
«Meleğin hükmü ile hüküm verdin.» demiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ahzab (Hendek) gününde,
Sa'd b. Muaz bir darbe yedi. Onun kol damarını kestiler. Rasûlullah, onu
ateşle dağladı. Eli şişti ve kan sızmaya başladı. Bunu görünce şöyle dua etti:
«Allahım, Beni Kurayza hakkında gözüm aydın olmadıkça canımı alma.» Sonra
damarını tuttu. Bir tek damla kan dahi damlamadı. Nihayet Beni Kurayzalılar,
Sa'd'm hükmüne boyun eğip kalelerinden indiler. Rasû-lullah, ona haber
gönderdi. Sa'd da şu hükmü verdi: «Erkekleri öldürülsün, kadınları ve
çocukları esir alınsın ki, Müslümanlar onların yardımlarından yararlansınlar.»
Bu hükmü vermesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a şöyle dedi:
«Onlar hakkında
Allah'ın hükmü ile hüküm verdin.» Beni Kurayza 400 kişi idiler. Savaşçılarının
tamamen öldürülmesinden sonra Sa'd'm damarı yine patlak verdi ve vefat etti.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Nümeyr kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
« Rasûlullah (s.a.v.),
Hendek gazvesinden dönüp de silahını bırakıp yıkandığı zaman Cebrail, başı
tozlu olarak gelip şöyle dedi:
- Silahı bıraktın ha! Allah'a yemin ederim ki
ben, silahı henüz bırakmış değilim. Sen, onlara karşı yola çık.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Nereye gideyim? diye
sordu. Cebrail:
- Şuraya (Böyle derken
de Beni Kurayza tarafına işaret etti) dedi. Rasûlullah (s.a.v) da Beni
Kurayza'ya doğru yola çıktı.
Hişam dedi ki: Onların
(Kurayzalıların), Hz. Peygamberin hükmüne razı olduklarını babam bana haber
verdi. Ancak Hz. Peygamber, onlar hakkında Sa'd'm hüküm vermesini emretti.
Sa'd da şu hükmü verdi:
«Onların
savaşçılarının öldürülmesine, kadınlarının ve çoluk çocuklarının esir
alınmasına, mallarının Müslümanlar arasında taksim edilmesine hükmettim.»
Hişam, babasının şöyle
dediğini nakletmiştir: Aldığım habere göre Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a şöyle
demişti:
«Onlar hakkında
Allah'ın hükmü ile hüküm verdin.»
Buharı, Zekeriya b.
Yahya kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hendek gününde Sa'd,
isabet aldı. Kureyşlilerden Hibban b. Ari-ka adındaki bir adam koluna darbeyi
vurmuştu. Kol damarı kesilmişti. Peygamber (s.a.v.), onu yakından ziyaret
etmek için mescidinin yanma bir hayma kurmuştu. Rasûlullah (s.a.v.),
Hendek'ten döndüğünde silahı bırakıp yıkandı. Cebrail, başındaki tozları
silkeleyerek Ra-sûlullah'm yanma geldi ve ona şöyle dedi:
- Silahı bıraktın mı? Vallahi ben henüz silahı
bırakmış değilim. Sen düşmana karşı çık.
- Nereye?
Cebrail de Beni
Kurayza yurdunu gösterdi. Rasûlullah (s.a.v.) da Beni Kurayza'ya gitti. Onlar,
Peygamber (s.a.v.)'in hükmüne razı oldularsa da o, onlar hakkında hüküm vermek
için Sa'd'ı yetkili kıldı. Sa'd ise şu hükmü verdi:
«Onların
savaşçılarının öldürülmesine, kadınlarının ve çoluk çocuklarının esir
alınmasına, mallarının Müslümanlar arasında taksim edilmesine hükmettim.»
Hizam, Sa'd'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Allahım, sen
bilirsin ki, senin Rasûlü'nü yalanlayıp, memleketinden kovan bir kavimle
savaşmayı sevdiğim kadar, başka bir kavimle savaşmayı sevmem. Allahım, öyle
sanıyorum ki, sen, bizimle onlar a-rasında artık savaşı kaldırmışsın. Eğer
Kureyşlilerin savaşından henüz birşey kalmış ise beni hayatta bırak ki,
onlarla senin yolunda ci-had edeyim. Eğer sen savaşı kaldırmış isen yeniden
kışkırt ki, ben, savaşta öleyim."
Boynundan kan
fişkırdı. Ama bu onları korkutmadı. Mescidde Ği-far oğullarının her çadırına
Sa'd'm vücudundan akan kanlar gidiyordu. Dediler ki: Ey çadırda yaşayan
millet! Sizin tarafınızdan bize doğru sızıp gelen bu şey nedir?
Baktılar ki, Sa'd'm
yarasından sızan kan geliyor. Nihayet Sa'd, sızan bu kan yüzünden vefat etti.»
Ben derim ki: Sa'd,
Beni Kurayza hakkında hüküm vermeden önce bu duayı yapmıştır. Bu sebeple
duasında şöyle bir ifadeye yer vermiştir: "Allahım, Beni Kurayza hakkında
gözümü aydın kılmadıkça beni öldürme." Cenâb-ı Allah, onun bu duasına
icabet etti. Sa'd, onlar hakkında hükmünü verdiğinde Allah, onun gözünü aydın
kıldı. Durumundan memnun oldu. Onun için ikinci kez bu duayı yaptı. Cenâb-ı
Allah, kendisine şehidliği nasip etti. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut
kılsın. Onun vefatıyla ilgili açıklama inşaallah yakında gelecektir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid ve Muhammed b. Amr kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Hendek gününde
insanları izlemek için dışarı çıktım. Yerde şiddetli bir ses duydum. Bu ses
arkamdan geliyordu. Dönüp baktığımda Sa'd b. Muaz ile kardeşi oğlu Haris b. Evs
vardı. Kalkanını taşıyordu. Yere çömeldim. Sa'd da geldi. Üzerinde, etrafı
açılmış demir bir zırh vardı. Açık yerlerden Sa'd'a darbe vurulmuş olmasından
korktum. Sa'd, uzun boylu, iri cüsseli bir kimse idi. Yanımdan geçerken şu
şiiri okuyordu:
«Az bekle de Hamel
gelip savaşa yetişsin. Ecel geldiğinde ölüm ne güzeldir.»
Oradan kalkıp gittim.
Bir bahçeye girdim. Baktım ki, orada birkaç Müslüman duruyor. Aralarında Hattab
oğlu Ömer de vardı. Ya--nında miğferli bir adam duruyordu. Ömer bana şöyle
dedi:
- Buraya neden geldin?
Allah'a yemin ederim ki sen, cesaretli birisin. Herhalde başında bir bela var
veya yer değiştirmek istemiş sindir.
Böyle diyerek beni
kınamaya devam etti. Öyle ki, o anda yerin yarılmasını ve beni içine almasını
diledim. Miğferli adam başındaki miğferi çıkardığında onun Talha b. Ubeydullah
olduğunu gördüm. O, şöyle dedi:
- Ey Ömer, yetti artık
bugün söylediklerin. Fazla söyledin. Bugün kaçmak veya yer değiştirmek var
mıdır? Sadece Aziz ve Celil olan Allah'a yönelmek vardır!»
Hz. Aişe diyor ki:
Kureyşlilerden İbnü'l-Arika adında biri Sa'd'a bir darbe vurdu. Darbeyi
vururken:
- Al bunu benden. Ben
İbnü'l-Arika'yım! dedi ve Sa'd'm kol damarım kesti. Sa'd da Allah'a şöyle dua
etti:
«Allahım, Beni
Kurayzahlar hakkında gözümü aydın kılmadıkça beni öldürme.» Beni Kurayzahlar,
cahiliyet devrinde Sa'd'm dostları ve müttefikleri idiler. Bu duası üzerine
Allah onun yarasını iyileştirdi. Müşriklerin üzerine bir kasırga saldı.
Savaşta Allah'ın yardımı mü'minlere yetişti. O, güçlü ve Aziz olandır. Ebu
Süfyan ve beraberindekiler, Tihame'ye gittiler. Uyeyne b. Bedir ile
beraberindekiler de Necid'e gittiler. Beni Kurayzahlar da dönüp kalelerine
girdiler. Rasû-lullah (a.a.v.), Medine'ye döndü. Deriden bir çadır kurulmasını
emretti. Bu çadır, mescidin yanında Sa'd için kuruldu. Cebrail de ayakları
tozlu olduğu halde Rasûlullah'm yanma gelip ona şöyle dedi:
- Silahı bıraktın mı? Hayır, vallahi melekler
henüz silahı bırakmadılar. Beni Kurayza'ya git. Onlarla savaş!
Rasûlullah (s.a.v.),
zırhını giydi ve halka yola çıkmalarını emretti. Beni Ganm kabilesine uğradı.
Onlar, Mescid-i Nebevi çevresindeki sakinler idiler. Onlara sordu:
- Yanınızdan az önce
biri geçti mi?
- Az önce Dıhyetu
1-Kelbî yanımızdan geçti, dediler. Dıhyetü'l-Kelbî'nin çenesi, dişi, yüzü
Cebrail (a.s.)'mkine benzerdi.
Rasûlullah (s.a.v.),
Beni Kurayza'ya gitti. Onları yirmibeş gece müddetle kuşatma altında tuttu.
Kuşatma şiddetlenip sıkıntıları artınca onlara: "Rasûlullah'm hükmüne
boyun eğin." denildi. Onlar da Ebu Lübabe b. Abdu 1-Münzir'e danıştılar.
Ebu Lübabe ise, Rasûlullah'm hükmüne razı oldukları takdirde
boğazlanacaklarını kendilerine işaret etti. Bunun üzerine onlar: «Sa'd b.
Muaz'm hükmüne razı o-luruz." dediler. Rasûlullah (s.a.v.): «Olur, Sa'd b.
Muaz'm hükmüne razı olun.» dedi. Sa'd, liften palanı olan bir merkep üzerine
bindirilerek getirildi. Kavmi çevresini kuşattılar. Kendisine şöyle dediler:
- Ey Eba Amr! Beni
Kurayzahlar senin müttefiklerin, destekçilerin ve dostların olup, bildiğin
kimselerdirler.
Onlar böyle derlerken
Sa'd, onlara dönüp bakmıyor, iltifat etmiyordu. Beni Kurayzahların yurduna,
evlerine yaklaştığında kavmine dönüp şöyle dedi:
- İşte şimdi Allah
için vereceğim hüküm hakkında hiçbir kmayıcı-nın kınamasından korkmayacağım
zaman gelmiştir!
Sa'd, Rasûlullah'm
yanma yaklaştığında Rasûlullah, çevresinde bulunanlara:
- Efendinize karşı
kıyama durun. Onu merkebinden indirin, dedi. Hz. Ömer:
- Efendimiz Allah'tır,
dedi. Rasûlullah:
- Onu merkebinden
indirin, dedi. Sonra Sa'd'a dedi ki:
- Ey Sa'd, Beni
Kurayzahlar hakkında hükmünü ver. Sa'd şöyle dedi:
- Onlar hakkında şu hükmü veriyorum:
"Savaşçıları Öldürülsün. Çoluk çocukları esir alınsın. Malları da
Müslümanlar arasında taksim edilsin."
Rasûlullah (s.a.v.),
ona şöyle dedi:
- Onlar hakkında Allah'ın ve Rasûlü'nün hükmü
ile hüküm verdin.
Sonra Sa'd, şöyle bir
dua yaptı:
"Allahım, eğer
peygamberinin üzerinde Kureyşlilerle yapılacak bir savaşı ileriye bırakmış
isen, beni o savaşa katılmak için hayatta bırak. Eğer peygamberin üzerinde
Kureyşlilerle yapılacak bir savaş bırakmış değilsen beni vefat ettirip yanma
al."
Bu duayı yaptıktan
sonra iyileşmiş olan yarası yeniden kanamaya başladı. Yarası küçücük bir halka
gibi ortaya çıkmış, kan akıtıyordu. Rasûlullah.'m kurduğu çadırına tekrar geri
döndü. Rasûlullah, Ebu Bekir ve Ömer onun yambaşmda beklediler. Muhammed'in
nefsi kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Ömer'in ağlayışını, Ebu
Bekir'in ağlayışından farkedebiliyordum. Ben hücremde iken ağlayışlarını
birbirinden ayırabiliyordum. Onlar, yüce Allah'ın da buyurduğu gibi kendi
aralarında birbirlerine karşı merhametli kimseler idiler.
Alkame dedi ki: Anneme
şöyle sordum:
- Anacığım, Rasûlullah
(s.a.v.), bu durumlarda ne yapardı?
- Hiç kimse üzerine gözyaşı akıtmazdı. Ama o,
duygulandığı zaman sakalını tutardı.
İbn İshak dedi ki:
Sonra Beni Kurayzalılar, kalelerinden indirildiler. Rasûlullah (s.a.v.),
onları Beni Neccar'dan bir kadın olan Haris'in kızının evinde hapsetti.
Ben derim ki: O
kadının adı, Nesibe binti Haris b. Kürz b. Habib b. Abdi şems'tir.
Müseylemetü'l-Kezzab'ın karısı idi. Müs eyleme'den sonra Abdullah b. Amir b.
Küreyz onunla evlendi.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Medine çarşısına gidip orada hendekler kazdırdı. Sonra onlar oraya
gönderildiler ve boyunları işte bu hendeklerde vuruldu. Onlar oraya bölük
bölük çıkarıldılar ve aralarında Allah düşmanı Hüyey b. Ahtab ile Ka'b b. Esed
de vardı. Bunlar, kavmin başı idiler. 600 veya 700 kişi idiler. Bunların çok
olduğunu söyleyenler; 800 ile 900 kişi arasında olduklarını söylemişlerdir.
Ben derim ki:
Cabir'den rivayet edildiğine göre onların sayısı 400 kadardı. Doğrusunu Allah
bilir.
İbn İshak dedi ki:
Yahudiler, Rasûlullah (s.a.v.)'a bölük bölük getirilirken Ka'b b. Esed'e
dediler ki:
- Ey Ka'b! Bize ne
yapılacak dersin?
- Kafanız nerede
çalışacak ki? Görmüyor musunuz çağrılan çıkmıyor ve sizden götürülen kimse
geri dönmüyor. Vallahi bu öldürmedir.
Rasûlullah, onların
işini bitirinceye kadar bu minval üzere devam etti.
Hüyey b. Ahtab denen
Allah düşmanı getirildi. Üzerinde fukahiye cinsi bir cübbe vardı. Üzerindeki o
cübbenin her tarafından parmak uçları kadar yarmıştı ki, onu elinden
almasınlar. Elleri bir iple boynuna bağlanmıştı. Rasûlullah'a baktığı zaman
şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim
ki, sana düşman olduğumdan ötürü kendimi kınamıyorum. Ama Allah'ın dinine
yardım etmeyen kimseye de yardım edilmez!
Böyle dedikten sonra
halka dönüp şöyle dedi:
- Ey insanlar!
Allah'ın'emrine bir diyeceğim yoktur. Bu bir yazıdır, kaderdir ve Allah'ın
İsrailoğulları üzerine yazdığı bir savaştır.
Böyle dedikten sonra
oturdu ve boynu vuruldu. Cebel b. Cevval es-Sa'lebî bu hususta şöyle demiştir:
«Andolsun ki, İbn
Ahtap kendini kınamadı. Ama Allah'ı yardımsız bırakan yardımsız kalır. Çok
özendi ve nefse özrünü bildirdi. Son anında gurur ve izzet için çırpındı.»
İbn İshak, gözlerini
kaybetmiş, yaşlı bir adam olan Zübeyr b. Ba-ta'nm kıssasını şöyle anlatır:
«Zübeyr b. Bata, Buas
savaşında Sabit b. Kays b. Şemmas'a lütufta bulunmuş, perçemini keserek
salıvermişti. Beni Kurayza muharebesinde Sabit, onun bu iyiliğinin karşılığını
vermek istemiş, yanma gelerek ona şöyle demişti:
- Ey Eba Abdurrahman,
beni tanıyor musun?
- Benim gibi biri,
senin gibi birini tanımaz mı hiç?
- Sana iyiliğinin
karşılığını vermek istiyorum.
- Âlicenâb insan,
âlicenâb insanın iyiliğine iyilikle mukabele eder. Sabit, Rasûlullah in yanma
giderek onun salıverilmesini istedi.
Rasûlullah da onu
salıverdi. Sabit, tekrar Zübeyr b. Bata'nın yanına gidip ona bu müjdeyi verdi.
Ama o şöyle dedi:
- İhtiyar bir adam ki,
ailesi ve çocuğu yanında değilse hayatı ne yapacaktır?
Sabit, Rasûlullah'm
yanma gitti. Zübeyr'in karısının ve çocuğunun serbest bırakılmasını istedi.
Rasûlullah, onları serbest bıraktı. Sabit, Zübeyr'in yanma dönüp bu müjdeyi
verince, Zübeyr şöyle dedi:
- Ailem Hicaz'da,
malları da yok. Onlar, malsız ne yapacaklar?
Sabit, RasûTullah'ın
yanına gitti. Zübeyr'in malının serbest bırakılmasını istedi. Rasûlullah da
serbest bıraktı. Sonra Sabit, Zübeyr'in yanma gelip bu durumu haber verince,
Zübeyr şöyle dedi:
- Ey Sabit, yüzü Çin
aynası gibi olup, içinde kabilenin bekar kızlarının kendilerini gördükleri
kişiye yani Ka'b b. Esed'e ne yapıldı?
- Öldürüldü.
- Şehirlinin ve
köylünün efendisi olan Hüyey b. Ahtab'a ne yapıldı?
- Öldürüldü.
- Sıkıntılı
zamanlarımızda önde gidenimiz, kaçtığımız zamanlarda himayecimiz Azzal b.
Semavel'e ne yapıldı?
- Öldürüldü.
- İki cemaate, yani
Beni Ka'b b. Kurayza ve Beni Amr b. Kuray-za'ya ne yapıldı?
- Götürülüp öldürüldüler.
- Şu halde ey Sabit,
ben de, beni o öldürülen kimselerin arasına katmanı istiyorum. Beni de
öldürmeni arzu ediyorum. Allah'a yemin ederim ki, onlardan sonra yaşamakta bir
hayır yoktur. Andolsun ki, kuyudan su çekilen kovanın suyunun dökülüp geri
itilmesi kadar bir zaman için bile sabrım kalmadı. Dostlara kavuşmak istiyorum.
Sabit de onu götürdü
ve boynu vuruldu.
Onun «Dostlara
kavuşayım» sözünü Ebu Bekir es-Sıddık duyduğu zaman şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim
ki, onlara Cehennem ateşinin içinde kavuşur. Orada ebedi kalmak ve bir daha
çıkmamak üzere.»
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), onlardan buluğa ermiş, sakah bitmiş herkesin öldürülmesini
emretti. Atiye el-Kurazî'nin şöyle dediği haber verildi: Rasûlullah (s.a.v.),
Beni Kurayza'dan olup sakalı çıkan, erkekliğe eren herkesin öldürülmesini
emretti. Ben çocuktum. Sakalım bitmemiş diye beni salıverdiler.
Bazı âlimler sert
tüylerin haya organı çevresinde bitmesinin buluğ alameti olduğunu, bu rivayete
dayanarak ileri sürmüşlerdir. Hatta Şafiî'nin iki kavlinden en doğru olanına
göre bu, buluğun kendisidir. Bazı âlimler, zımmilerin çocuklarını
birbirlerinden tefrik edip ayırırlar. Bu da başkaları hakkında değil de onlar
hakkında buluğ olur. Çünkü Müslüman kişi, bir maksattan ötürü bu sebeple eza bulur.
İbn İshak, Eyyüb b.
Abdurrahman'dan rivayet etti ki, Selma binti Kays Ümmü'l-Münzir, Rifaa b.
Semaverin serbest bırakılmasını Rasûlullah (s.a.v.)'dan istedi. Rifaa buluğa
ermiş ve Ümmü'l-Münzir'e sığınmıştı. Bu daha önce onları tanıyordu. Rasûlullah,
Ümmü'1-Mün-zir'in hatırına Rifaa'yı salıverdi. Ümmü'l-Münzir şöyle diyordu: «Ya
Rasûlallah, Rifaa iddia ediyor ki; o, namaz kılacak ve erkek deve eti
yiyecektir.» Bunun üzerine Rasûlullah, Ümmul-Münzir'in isteğini kabul edip
Rifaa'yı salıverdi.
İbn İshak, Muhammed b.
Cafer b. Zübeyr kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Beni
Kurayza kadınlarından sadece bir kadın öldürüldü. Vallahi o kadın, benimle
birlikte konuşuyor, gizli ve aşikar gülüyordu. Rasûlullah ise, o sırada çarşıda
o kadının adamlarını öldürüyordu. Bir ara onun ismiyle, "Falan kadın
nerededir?" diye bir ses geldi. Kadın dedi ki:
- Vallahi bu çağrılan
benim. Hz. Aişe dedi ki:
-Yazık sana! Sana ne
oldu? diye sordum. Bana:
- Öldürüleceğim, dedi.
- Niçin? diye sordum.
- Yaptığım bu işten
dolayı, dedi.
Kadın götürüldü ve
boynu vuruldu. Vallahi o kadına nasıl şaşırdığımı unutamam. Onun gönlünün
hoşluğunu ve çok gülüşünü hiç unutamam. Oysaki, o, az sonra öldürüleceğini
biliyordu.
O kadın, Hallad b.
Süveyd üzerine değirmen taşını bırakarak öldürmüştü. Bu sebeple Rasûlullah onu
öldürdü. Adı Nebate idi. Hakem el-Kurazî'nin karısı idi.
ibn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Beni Kuray-za'nın mallarını, kadınlarım ve
çocuklarım Müslümanlara paylaştırdı. O günde atlıların paylarını ve yayaların
sehimlerini belirledi. Humusu (beşte biri) çıkardıktan sonra atlı için üç pay
verdi. Yani atı için
iki, binicisi için de
bir pay verdi. Ayrıca piyadelere de birer pay verdi. O gün otuz altı at vardı.
Bu, içinde iki payın vaki olduğu ve beşte birlik kısmın çıkarıldığı ilk
ganimet oldu.
İbn İshak dedi ki;
Rasûlullah (s.a.v.), Said b. Zeyd'i, Beni Kurayza'dan aldığı esirlerle
birlikte Necid'e gönderdi. Said b. Zeyd, esirler karşılığında oradan at ve
silah satın aldı. Rasûlullah, onların kadınlarından Reyhane binti Amr b.
Hünafe'yi seçti. Kendine ayırdı. Bu, Beni Amr b. Kurayza'mn kadınlarından
birisiydi. Bu kadın, vefat edinceye kadar Rasûlullah'm mülkiyetinde kaldı.
Rasûlullah, ona İslâmiyet'i teklif etti. O, bu teklifi kabul etmedi. Ama daha
sonra Müslüman oldu. Rasûlullah (s.a.v.), onun Müslüman olmasına sevindi. Onu
azad edip kendisine evlenme teklifinde bulundu. Kadın cariyelikte kalmayı
tercih etti ki, bu kendisi için daha kolay olsun. Vefatına kadar Rasûlullah'm
yanında kaldı.
İbn İshak, daha sonra
Hendek gazvesi hakkında el-Ahzâb sûresinin baş kısmında nazil olan ayetlerden
bahsetmiştir. Biz bunları tefsirimizde detaylı olarak naklettik. Hamd ve
minnet Allah'adır.
İbn İshak dedi ki:
Beni Kurayza gününde Müslümanlardan Hallad b. Süveyd b. Sa'lebe b. Amr
el-Hazrecî şehid oldu. Üzerine değirmen taşı atıldı. Taşın altında yamyassı
olup ezildi ve şehid oldu. Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), onun
hakkında şöyle buyurmuştur: «Şüphesiz onun için iki şehid sevabı vardır.»
Ben derim ki: Onun
üzerine değirmen taşını atan, Beni Kurayzalı bir kadındır. Beni Kurayza
kadınlarından da sadece o kadın öldürülmüştü. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi M:
Rasûlullah, Beni Kurayza'yı kuşatma altında tutarken, Ebu Sinan b. Mihsan b.
Hirsan ölmüştü. Bu, Beni Esed b. Huzeyme kabile sindendir. O gün onların
mezarlığına defnedildi. [2]
Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi, Allah'ın lanetine uğramış Hibban İbnü'l-Arika, Sa'd'a bir ok
atmış, kolundaki damarı kesmişti. Rasûlullah, onu ateşle dağlamış, yarası
kapanmıştı. Sa'd, Beni Kurayza hakkında gözleri aydın kılınıncaya kadar
Allah'ın kendisini öldürmemesini isteyerek dua etmişti. Beni Kurayzalılar,
kendileriyle Rasûlullah arasındaki ahid, misak ve sözleşmeyi bozup da düşman
gruplarla işbirliği ederek Müslümanlara karşı suikast içine girdikleri zaman
Sa'd böyle bir dua yapmıştı. Düşman gruplar, Medine'den çekilip Beni
Kurayzalılar yüzleri kara olup, dünya ve ahirette ziyana uğradıklarında ve
kuşatma için Rasûlullah, onların üzerine gidip her taraftan çembere alıp
sıkıştırdığında Rasûlullah'm hükmüne boyun eğdiler ve Allah'ın uygun gördüğü
hükmü vermesini istediler. Ancak Rasûlullah, cahiliye döneminde onların
müttefiki olan Evs'in reisi Sa'd b. Muaz'ı onlar hakkında hüküm vermek ve
hakemlik yapmakla görevlendirdi. Onlar da buna razı oldular. Denilir ki, onlar,
daha işin başında iken Sa'd'm hakemliğine razı olmuşlardı. Çünkü onun şefkatinden,
ihsanından ve kendilerine olan eğiliminden ümide kapılmışlardı. Ama onun
sağlam imanı ve sadakati sebebiyle, kendilerine düşmanları olan maymun ve
domuzlardan daha çok öfke beslediğini bilmiyorlardı. Allah ondan razı olsun ve
onu hoşnut kılsın.
O, Mescid-i Nebevi'nin
çadırında iken Rasûlullah, kendisine haber gönderdi. Hastalığından dolayı
semerli bir merkebe bindirilerek getirildi. Rasûlullah, çadırına yaklaştığında
ona karşı kıyama durulmasını emretti. Bazıları, "Hastalığından ötürü onu
merkebinden indirmeleri için kıyama durulmasını emretti." demişlerdir.
Bazıları ise, "Haklarında hüküm vereceği kimselerin yanında otoritesi daha
fazla olsun ve kendisine saygı gösterilsin diye Rasûlullah, ona karşı kıyama
durulmasını emretmiştir ki, hükmü daha çok geçerli olsun." demişlerdir.
Doğrusunu Allah bilir.
Sa'd, Beni Kurayzalıların
savaşçılarının öldürülmesine, çoluk çocuklarının esir alınmasına hükmedince,
Allah onun gözlerini aydın kıldı. Onlara karşı göğsündeki kinin ateşini
söndürdü. O da Mescid-i Nebevi yanındaki çadırına döndü. Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanına gitti. Aziz ve Celil olan Allah'tan şehidlik dileğinde bulundu. Allah da
kendi katında onun için şehitliği seçti. Bu yüzden gece yansından sonra
yarasından kan fışkırmaya başladı. Vefat edinceye kadar da durmadı.
İbn İshak dedi ki:
Beni Kurayza'nm durumu son bulduğu zaman Sa'd b. Muaz'm yarası patladı ve bu
yaradan ötürü şehid olarak öldü. Muaz b. Rifaa ez-Zurkî bana dedi ki: Kavmimin
adamlarından biri bana şu haberi verdi: Sa'd b. Muaz'm ruhu teslim alındığında
Cebrail, atlastan bir sarıkla geceleyin Rasûlullah'm yanma geldi ve şöyle dedi:
- Ya Muhammedi Bu ölü
kimdir? Gök kapıları bunun için açıldı ve Arş titredi.
Rasûlullah (s.a.v.),
bunun üzerine süratle kalktı. Elbisesini Sa'd'a doğru çekiyordu. Onu ölmüş
buldu. Allah ondan razı olsun. Merhum İbn İshak bunu böyle anlatmıştır.
"Delâil"
adlı eserde Hafız el-Beyhakî, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:
- Ölen bu salih kul
kimdir ki gök kapıları onun için açıldı ve Arş onun vefatı sebebiyle titredi?
Rasûlullah (s.a.v.)
çıkıp gitti ve ölenin Sa'd b. Muaz olduğunu gördü. Defnedilmesi sırasında
mezarının yanıbaşma oturdu. Oturmakta
iken iki kez,
"SübhanaUah" dedi. Orada bulunanlar da aynı şekilde teşbih
getirdiler. Sonra iki kez "Allahu Ekber" dedi. Orada bulunanlar da
tekbir getirdiler. Sonra şöyle dedi:
- Şu salih kula şaştım
ki, mezarı kendisine dar geldi. Allah ondan o darlığı giderdi.
İmam Ahmed b. Hanbel
ile Neseî, Yezid b. Abdullah b. Üsame b. Hadd kanalı ile Cabir'in şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir: Sa'd b. Muaz, vefat ettiği günde defnedilirken,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
«Sübhanallah, şu salih
kul için Arş-ı Rahman harekete geçti ve gök kapıları açıldı. Önce mezarı dar
geldi. Sonra Allah ona genişletti.»
Muhammed b. İshak,
Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sa'd, defnedilirken biz
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında idik. O teşbih getirdi. Beraberindeki insanlar da
teşbih getirdiler. O tekbir getirdi. Beraberindeki insanlar da tekbir
getirdiler ve:
- Ya Rasûlallah, neden
teşbih getirdin? diye sordular. Buyurdu ki:
- Bu salih kula mezarı
dar geldi. Allah, ondan o darlığı kaldırdı. İbn Hişam dedi ki: Bu hadisin
dayanağı, Hz. Aişe'nin şu sözüdür:
«Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: «Kabrin ölü üzerine bir yumuluşu vardır ki, eğer bir kişi ondan
kurtulmuş olsaydı, elbette ki o kişi Sa'd b. Muaz olacaktı.»
Ben derim ki: Bu
hadisi, İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'den rivayet etmiştir ki, bu rivayete
göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Şüphesiz kabrin
sıkması vardır. Eğer bu sıkmadan herhangi bir kimse kurtulacak olsaydı, elbette
ki Sa'd b. Muaz kurtulacaktı.»
Hafız el-Bezzar, Nafi
kanalıyla İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
«Sa'd b. Muaz'm vefat
ettiği gün 70.000 melek yeryüzüne indi. Bunlar daha önce yeryüzüne
inmemişlerdi. Mezar onun üzerine iyice yumuldu.»
Bu hadisi rivayet
ettikten sonra Nafî ağlamıştı.
Sonra Bezzar, Süleyman
b. Seyf kanalı ile İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
«Sa'd b. Muaz'm vefatı
sebebiyle 70.000 melek yeryüzüne indi. Bunlar daha önce inmiş değillerdi.»
Sa'd, mezara
defnedilirken Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
«Sübhanallah, eğer
mezarın sıkmasından herhangi bir kimse kurtulacak olsaydı, mutlaka Sa'd
kurtulacaktı.»
Bezzar, Süleyman b.
Seyf kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Sa'd b. Muaz'm
vefatında Allah'ın huzuruna çıkmasından hoşlandığı için Arş-ı A'lâ titredi.»
Denildi ki, Arş-ı
A'lâ'dan kasıt, Cenâb-ı Allah'ın manevi saltanat tahtıdır. Nitekim şu ayet-i
kerimede de, Arş kelimesi bu anlamda kullanılmıştır:
«Yusuf, ana babasını
tahtın üzerine oturttu.» (Yûsuf, ıoo.)
Rasûlullah (s.a.v.),
Sa'd'ın mezarı içine girdi. Biraz durdu. Sonra çıktı. Çıkarken kendisine:
- Ya Rasûlallah, niçin
mezar içinde durdun? diye soruldu. Kendisi şöyle cevap verdi:
- Sa'd, mezar içinde
oldukça sıkıştırıldı. Allah'a dua ettim. Sıkıştırılmaktan kurtuldu. Mezarı
genişledi.
Beyhakî, bu
rivayetinden sonra mezarla ilgili olarak garip bir haber rivayet ederek şöyle
demiştir: Ebu Abdillah el-Hafiz, bize Ümeyye b. Abdillah'tan şöyle bir nakilde
bulundu: Ümeyye, Sa'd b. Muaz'm akrabalarından birine sormuş:
- Sa'd'ın mezarda
sıkıştırılmasının sebebi hususunda Rasûlullah'-ın birşey söylediğini duydunuz
mu?
- Bize anlatıldığına göre
Rasûlullah (s.a.v.)'a da Sa'd'ın mezardaki sıkıştırılma sebebi sorulmuş, o da
şöyle cevap vermiş: «Sa'd, idrardan temizlenme hususunda taksirli davranırdı.»
Buharî, Muhammed b.
Müsenna kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m
şöyle dediğini işittim:
«Sa'd b. Muaz'm
vefatından dolayı Arş titredi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd'ın cenazesi yerde iken
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: «Sa'd'ın cenazesi için Arş-ı Rahman titredi.»
Beyhakî, Mutemir b.
Süleyman kanalı ile Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Sa'd'ın ruhuyla
sevindiğinden ötürü Arş-ı Rahman titredi.»
Hanz el-Bezzar, Züheyr
b. Muhammed kanalı ile Enesin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Sa'd'm cenazesi
omuzlara alındığında münafıklar: «Sa'd'ın cenazesi ne kadar da hafİfmiş!»
dediler. O, Beni Kurayzalılar hakkında hakemlik yaptığından ötürü münafıklar
böyle demişlerdi. Onların bu sözünün sebebi Rasûlullah'a sorulduğunda o, şöyle
cevap verdi:
«Hayır, melekler onu
taşıdıkları için cenazesi hafif geldi.»
Buharî, Muhammed b.
Beşşar kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'e
ipek bir elbise hediye edildi. Ashabı o elbiseye ellerini sürüyor ve
yumuşaklığı karşısında hayret ediyorlardı. O da bu durum karşısında şöyle
diyordu:
«Bunun yumuşaklığına
hayret mi ediyorsunuz? Oysa ki, Sa'd b. Muaz'm mendilleri bundan daha hayırlı
ve daha yumuşaktır.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdulvahhab kanalı ile Enes b, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İpeğin
yasaklanmasından daha önce Ükeydir Dume, Rasûlullah (s.a.v.)'a bir cübbe hediye
etti. Rasûlulîah onu giydi. İnsanlar onun güzelliği karşısında şaşkına
döndüler. Rasûlullah, bu durumda şöyle dedi: «Nefsim kudret elinde bulunan
Allah'a yemin ederim ki, Sa'd'm Cennet'teki mendilleri bundan daha
güzeldirler.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid kanalı ile Muhammed b. Amr vasıtasıyla Vakid b. Amr b. Sa'd b. Muaz'dan
şöyle bir rivayette bulunmuştur. (Muhammed b. Amr demiş ki: Vakid, insanların
en güzeli, en cüsselisi ve en boylusu idi.) Enes b. Malik'in yanma gittim. Bana
sordu:
- Sen kimsin?
- Ben Vakid b. Amr b.
Sa'd b. Muaz'ım.
- Sen Sa'd'a çok
benziyorsun.
Böyle dedikten sonra
ağlamaya başladı ve çokça ağladı. Sonra şöyle dedi:
- Allah'ın rahmeti
Sa'd'm üzerine olsun. O, insanların en irisi ve en boylusu idi. Rasûlullah
(s.a.v.), Ükeydir Dume'nin üzerine bir ordu gönderdi. O da Rasûlullah
(s.a.v.)'a altın işlemeli ipek bir cübbe gönderdi. Rasûlullah onu giydi.
Minbere çıkıp oturdu. Konuşmadan tekrar aşağı indi. İnsanlar, o cübbeye el
sürüyor ve bakıyorlardı. Bu durum karşısında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
«Bu cübbe karşısında
hayrete mi düşüyorsunuz? Oysa ki Sa'd b. Muaz'm Cennet'teki mendilleri, şu
gördüğünüzden daha güzeldirler.»
İbn İshak, Sa'd b.
Muaz'm vefatı sebebiyle Arş-ı A'lâ'mn titremesini anlattıktan sonra şöyle
demiştir: Bu hususta Ensâr'dan bir adam şöyle diyordu:
«Ölen bir kimsenin
Ölümü sebebiyle Arş-ı A'lâ'mn titrediğini duymadık. Sadece Sa'd Ebu Amr için
titrediğini duyduk.»
Sa'd'm naaşı taşındığı
zaman anası ağlayarak aşağıdaki şiiri söyledi:
«Sa'd'ın anasına Sa'd
için yazık! Onun yiğitliğine, onun anlayıştaki keskinliğine, onun
efendiliğine, onun şerefine, onun biniciliğine, saygınlığına...
O ki, bir makama
getirildi. Bir başı kökünden silercesine kesip yardı.»
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
«Sa'd b. Muaz'ın
üzerine ağlayan ağıtçı kadın dışındaki bütün ağıtçı kadınlar yalan söylerler!»
Ben derim ki: Hendek
gazvesinden döndükten yirmibeş gece kadar sonra Sa'd b. Muaz vefat etti. Çünkü
Hendek gazvesine gelen müşrik orduları, hicri beşinci senenin şevval ayında
Medine'ye gelmişlerdi. Orada bir aya yakın bir süre kalmışlardı. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayzalıları kuşatma altında tutmak için onların yurduna
gitmişti. Orada yirmibeş gece kadar kalmıştı. Sonra Beni Ku-rayzalılar, Sa'd b.
Muaz'in hükmüne boyun eğdiler. O da onlar hakkında hüküm verdikten kısa bir
süre sonra vefat etti. Vefatı, hicri beşinci senenin zilkade ayının sonlannda
veya zilhicce ayının başlarında olmuştu. Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. İshak
şöyle der: Beni Kurayza yurdunun fethi, zilkade ayı ile zilhicce ayının
başlarında olmuştur. O sene hac işlerini yine müşrikler idare etmişlerdi.
Hassan b. Sabit, Sa'd
b. Muaz'ın vefatı sebebiyle şu mersiyeyi okumuştu:
«Gözlerimin yaşından
bir damla aktı.
Gözüm için Sa'd'm
üzerine ağlamak vaciptir.
Bir maktuldür ki,
savaş yerinde kalmıştır.
Onunla, sürekli
hüzünlü olan yaş akıtan birçok gözler acımıştır.
Rahman'm dini üzere,
Cennet'in varisi olarak, şehidlerle birlikte en şerefli bir yolcu olarak
Cennet'e gitmiştir.
Bize, «Allah'a
ısmarladık» ettinse, bizi yalnız bıraktmsa, mezarın karanlığında akşamladınsa,
şunu bilesin ki, sen ey Sa'd, o kimsesin ki, üstün bir huzura ve faziletlerle
övgü elbiselerine gece gittin.
Kurayza'mn iki
kabilesi hakkındaki hükmün, Allah'ın onlar hakkında verdiği hükme uygundur.
Sen kasdi bir hüküm vermedin.
Onlar hakkındaki
hükmün, Allah'ın hükmüne muvafık olmuştur ve dostlukları sana hatırlatıldığında
bile affetmedin.
Eğer zamanın
musibetleri bu dünyada sana tesir etti ise, işte bu dünyayı onun ebedi
cennetleri mukabilinde sattılar.
İyi tanınmışlıktan ve
dosdoğru olmaktan ötürü, bir gün Allah'a çağrıldıkları zaman, sadık kimselerin,
doğruların varacakları yer ve ulaşacakları akibet ne güzel bir akibettir.» [3]
Buharî, Haccac b.
Minhal kanah ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber
(s.a.v.), Hassan'a: «Onları hicvet. Cebrail de seninle beraberdir.» dedi.»
Buharî, Bera b.
Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), Beni Kurayza
gününde Hassan b. Sabit'e şöyle dedi: «Müşrikleri hicvet. Çünkü Cebrail de
seninle beraberdir.»
İbn İshak dedi ki:
Beni Muharib b. Fihr'in kardeşi Dırar b. Hat-tab b. Mirdas, İslâm'a girmeden
önce Hendek günü hakkında şu şiiri söylemişti:
«Bir korkan topluluk
ki, bizim hakkımızda birtakım tahminlerde bulunur.
Oysa ki önüne çıkan
herşeyi öğüten bir ordu birliklerini yönettik.
Tahmin edilirlerken
Uhud gibi görünüyorlardı.
Oralarda yiğitlerin
üzerinde mükemmel zırhları ve kale gibi kalkanları görürsün.
Oklar gibi atları,
gönderilmiş, otlağa bırakılmış görürsün.
Ki, onlarla azgınları
yok etmeyi amaçlıyorduk.
Sanki onlar iki
hendeğin kapısında hücum ettikleri ve biz hücum ettiğimiz zaman el sıkan
musafahacılardı.
Birtakım insanlardı
ki, içlerinde, aklı eren bir kişiyi görmüyoruz. Oysa ki onlar şöyle dediler:
- Biz doğruya erenler
değil miyiz?
Onları tam bir ay
kuşattık ve biz onların üstünde ezici, kahredici kimseler gibi idik.
Her gün onların
üzerlerine pür silah olarak her akşam ve sabah yürüdük.
Ellerimizde keskin
kılıçlar vardı ki, onlarla baştaki saçların ayırım yerlerini ve baştaki
kemiklerin toplandığı yerleri keserdik.
Sanki o kılıçların
parıltıları etrafı sarıyor.
Kılıçlarını
kınlarından çıkartan kimselerin ellerinde göründükleri zaman,
Yıldırımdan yarılan
bulutun parıltısı gece parlardı ki, sen onda böyle birçok bulutları açık seçik
görürsün.
Eğer hendek olmasaydı,
onlar o esnada öyle bir durumda olurlardı ki, onların hepsini yok ederdik.
Ama hendek onların
önüne geçti ve onlar bizim korkumuzdan hendeğe sığındılar.
Şayet biz yolcu olup
gidersek, sizin evlerinizin yanında Sa'd'ı rehin olarak terk etmiş olurduk.
Karanlık çöktüğü zaman
Sa'd'ın üzerine ağlayan kadınların iniltilerini tekrar tekrar işitirsin.
Yakında sizi yeniden
ziyaret edeceğiz. Sizi yardımlaşarak ziyaret ettiğimiz gibi.
Silahsız olmadıkları
halde Rinane'den bir topluluk ile ki, Kinane arslamn yatağı gibidir.Arslan
yatağını korur.»
Ka'b b. Malik (Beni
Seleme'nin kardeşi) bu şiire cevaben şöyle demiştir:
«Her soran bizim
karşılaştığımız şeyi soruyor. Eğer hazır bulunsaydı bizi sabırlılar olarak
görürdü.
Sabrettik. Allah için
bir emsal görmedik. Biz, başımıza gelene karşı tevekkül eden kimseleriz.
Bizim için peygamber
doğruluk veziri idi. Onunla bütün yerlere üstün olur ve biz de galip oluruz.
Zülümkâr ve isyankâr,
haksız bir toplulukla savaşıyoruz ki, o zülümkâr kimseler düşmanlıkla
hazırlıklı idiler.
Bize doğru yerlerinden
kalktıkları zaman süratli kişileri acele haklayacak bir vuruş ile onlara acele
ettik.
Biz, geniş, mükemmel
zırhlar içinde geniş arazinin nehirleri gibi zırhları giymiş olarak görürsün.
Bizim ellerimizde
hafif kılıçlar vardır ki, biz onlarla şerri tahrik edenlerin sevinçlerinin
intikamını alırız.
İki hendeğin kapısında
sanki arslanlar vardır.
Onların şebekeleri,
arslanların yatağını korurlar.
Erkenden kalkıp
düşmanlar üzerine gittikleri zaman atlılardır, gücünün ucuyla bakan mütekebbir
ve savaş alametiyle alametlenmiş olarak,
Andolsun ki, elbette
Ahmed'e ve Allah'a yardım ederiz ki, doğru ve ihlaslı kul olalım.
Mekke halkı
yürüdükleri zaman ve hizipler halinde ahzab geldiği zaman bilirler ki:
Allah'ın ortağı yoktur
ve Allah mü'minlerin dostudur.
Şayet Sa'd'ı beyinsizlikle
öldürürseniz, şunu bilin ki, şüphesiz Allah kadirlerin hayırlısıdır.
Yakında onu temiz,
güzel cennetlere girdirecektir ki, salihler için kalınacak yerlerdir.
Nitekim sizi, yenilmiş
ve kovulmuş bir kavim olarak rezil, rüsvay, hor ve ziyan edici olduğunuz halde
kininizle, gazabınızla geri çevirdi.
Orada bir iyiliğe,
hayra ulaşmadığınız halde rezil, rüsvay olarak az kalsm mahvolan kimseler
oluyordunuz.
Sizin üzerinize esen
şiddetli bir rüzgar ile...
Böylece siz onun
altında görmeyen bir kör kişi oldunuz.»
İbn İshak dedi ki:
Abdullah b. ez-Ziba'ra es-Sehmî, Hendek günü hakkında şu aşağıdaki şiiri
söyledi. (Ben derim ki: O, bu şiiri İslâm'a girmeden önce söylemiştir.)
«O yurtlara gel ki,
onların yere bitişik eserlerinin belirtilerini, eskimenin uzaması ve zamanların
gelip geçmesi mahvetmiştir.
Sanki Yahudiler,
onların eskimelerini yazmışlardır da, ancak ağıllarını ve çadır iplerinin
kazıklarını değil.
Bir harap yerdir ki,
sanki sen orada aynı yaştaki kocaya varmamış genç kızlarla nimet içinde
oynamamışsın.
Yaşamaya ve eskiden
yerleşilmiş harap bir mahalleye dair geçen şeylerin hatırlamasını terket.
Toplulukların belasını
hatırla ve onlara şükret.
Onlar bütünüyle
kendilerine tapılan taşlardan yürüdüler.
Bunlar Mekke'nin
haremine alamet için dikili taşlarıdır.
Çok sesleri olan, çok
ordu birliklerinin içinde Medine'ye yönelerek gittiler.
Görünen her yüksek
yerde ve iki dağ arasındaki alçak yerde, yüksek yerleri, bilinen açık-seçik
yollarda terkederek,
Oralarda güdülen zayıf
atlar vardır.
Karınları ince, sağrısına
bitişik olan yerleri de ince.
Her bir cüsseli, uzun
kısrak ve genç erkek, uzun atlar meydana gelip, gözetleyenin gafleti anında
kurt gibi süratli saldırır.
Uyeyne'nin askerleri
ki, sancağıyla yürümektedir. Onda Sahr vardır ki, (Ebu Süfyan olup) ahzabın
komutanıdır.
İki erkek efendilerdir
ki, iki Bedir gibi onlar da fakirin imdatçısı ve kaçanların sığınağıdırlar.
Nihayet Medine'ye
vardıkları ve ölüm için tecrübe edilmiş kılıcı kuşandıkları zaman,
Bir ay on gün
Muhammed'i kahrediciler olarak,
Halbuki onun ashabı
savaşta hayırlı ashabtır.Bir sabah yolculuğa çıkılacağını ilan ettiler.
Siz dediniz ki, az
kaldı orada ziyana uğrayanlarla beraber olacaktık.
Eğer hendekler
olmasaydı, onların hepsini aç kuşlarla kurtlara leşler olarak terk ederlerdi.»
Hassan b. Sabit, bu
şiire karşılık şu cevabî şiiri söyledi:
«Silinen yerlerin
resmi, kırlaşmış karşıdakilere cevap verip konuşuyor.
Bir harap yer ki,
bulutların yağmurları ve daimi sabit her yüksek yerin rüzgarları, oranın yere
bitişik kalan eserlerini eskitip değiştirmiştir.
Şüphesiz ki, orada
birleşmiş toplu evleri görürsün ki, beyaz yüzlüler, şanlılar onları süslerler.
Yurtları ve her bir
beyaz yumuşak kadını ve yeni tomurcuklu, kocaya varmamış genç kızları an.
Kederleri, hüzünleri
ve Rasûle zulmeden gazaplı bir topluluktan gördüğün şeyleri İlâh'a şikâyet et.
Hepsi birlikte ona
doğru yürüdüler ve köylerin halkını, Arapların çöllerdeki nüfusunu topladılar.
Uyeyne'nin ve İbn
Harbin ordusu, onların içinde ahzabm yarış için hazırlamış oldukları atlarla
karışıktırlar.
Tâ Medine'ye
geldikleri ve Rasûlün maktullerini, onların üstlerindeki silah ve teçhizatı
umdukları ve bizim üzerimize kuvvetleriyle kadir oldukları halde yürüdükleri
zaman, kinleriyle gerisin geriye tabanlar üzere döndüler.
Onların topluluğunu
dağıtan, şiddetli rüzgarlarla.ve Allah'ın askerleriyle geri döndürüldüler.
Allah, müminlerin
savaşında onlara yardım etti. İmdatlarına kavuştu ve onları hayırlı sevab ile
sevablandırdı.
Onlar ümit kestikten
sonra yardımlarına yetti.
Böylece bol bağış
sahibi hükümdarımız olan Allah'ın yardımının peşpeşe inmesi, onların
topluluklarını dağıttı.
Muhammed'in ve onun
ashabının da gözünü doyurdu. Umduklarına kavuşturdu.
Şüphede bulunan her
yalancıyı ise alçalttı.
Kalbi katı, korkulu
durumda şüpheli, küfürde elbiseleri temiz olmayan kişiler.
Şakilik kalblerine
ilişmiş, gönülleri ise ölünceye kadar kafirliktedir.»
Ka'b b. Malik de buna
cevaben şu şiiri söyledi:
«Bizim için savaşların
meydana gelişi, çok bağışlayıcı Rabbimizin bahşişinin hayrından bir kalıntı
bıraktı.
Siyah boyunlu, bol
sütlü, beyaz develeri ve hurma ağaçlarının bittiği su başlarını.
Tıpkı bir arazi gibi
ki, toplanan sütleri, toplanmış suyu, komşuya, amca oğluna ve kasdedip giden
ziyaretçiye ihsan edilir.
Yerinden başka bir
yere saldıran Arap atlarım da bıraktı.
Tıpkı kurtlar gibi
onları arpa yemiş ve bitkilerden kesilen şeyler besleyip büyütür.
Onlardan ayakları
çıplak etti.
Sırtları dümdüz, diğer
et parçalan da böyledir.
Uzundurlar, sabahtan
yürüdükleri zaman kişneyerek neşelenirler. Ava saldırırken av köpeğinin
yaptığı şey, köpek sahiplerini sevindirir.
Kurtlar meraya
salınmış hayvanların etrafını çevirirler ve bazen de düşmanı helak ederler.
Silah ve teçhizatlarım üstlerinden alıp geri dönerler.
Vahşi hayvanların
kaçkını, savaş esnasında hafifler. Karşılaşması sert, keremi ise açık ve
seçiktir.
Rahatlık ve huzur
üzere beslendi ve iri cüsseli, tavlı hale geldi. Eti çok, bağırsakları hafif.
Dokuması iki kat
zırhlarla ve hasımlar hakkında şiddetlerle atmada, isabet edip hata etmeyenler
olarak sabahtan yürürler.
Ve keskin kılıçlarla
ki, onların üstündeki demir parçaları parıltılar çıkartmıştır.
Ve nesebleri, şerefli,
görkemli kişilerle giderler.
Hep bir emsal, yumuşak
süngü ile kuvvet ulaşır ki, o mızrakların yapılması Habbab ismindeki bir
demirciye sipariş edilmişti.
Mızraktaki demir,
sanki karanlığın şiddetli siyahlığında ateşin parıltısının ışığıdır.
Ve bir ordu birliği
ile ki, onların zırhları, okların yaklaşıp birleşmesini önler ve uyluk
etlerine isabet eden okları da geri çevirir.
Siyahı kırmızıya
karışmış bir topluluk, sanki onların süngüleri hep bir toplulukta orman
yangınının alevidir.
Sancağın gölgesine
sığınır, sanki o dümdüz süngülerin içinde büyük bir bayrağın gölgesidir.
Ebu Kerib'i yordular
ve Tübba'ı yordular. Onların şiddetleri, A-raplarm karşısında onları caydırdı.
Ve Rabbimizden
birtakım vaaz ve nasihatlerle yürürler ki, onlarla elbiseleri temiz ve pak,
beyaz bir lisan ile hidayete ereriz.
Ahzabm üzerine
arzolunmalarmdan sonra bizim üzerimize de ar-zolundu ve biz onların anısına
arzu duyduk.
Ve yine birtakım
hikmetlerle yürürler ki, suçlular onları iddiala-rınca haram görürler. Halbuki
onları akıl sahipleri anlarlar.
Kureyşliler geldiler
ki, Rablerine galip olalar.
Rabb'e galip olmak
isteyenler, mutlaka mağlup olurlar.»
İbn Hişam dedi ki:
Kendisine güvendiğim bir kimse, bana şöyle dedi: Ka'b b. Malik'in bu beytini
Rasûlullah (s.a.v.) duyduğunda ona şöyle dedi: «Ey Ka'b! İşte bu sözüne karşı
Allah sana teşekkür etti.»
İbn îshak dedi ki:
Ka'b b. Malik, şu şiiri de söylemiştir:
«Yanan kamışların veya
birbirine geçip giriftleşmiş yanan ormanların çıtırtısı gibi, savaşta
bahadırların birbirlerine vururken çıkardıkları sesler kendisini sevindiren,
hoşuna giden kimse, mezaz kesimindeki hendeğin yanı başında kılıçları
keskinletilen aslanlar yerine, savaş yerine gelsin.
Savaşta tanınmak için
kendilerine nişan takan kimseler, doğu ve batınını Rabbine kendi canlarını
teslim ettiler.
Bir cemaat
içerisindeki, ilâh, peygamberine onlarla yardım etti ve ilâh, kuluna lütfü ile
muamele edendir.
Mükemmel zırhlar,
fazlalıkları yerde sürünür.
Tıpkı derin bir su
gibi ki, ona rüzgarla sağa sola dalgalanır.
Muhkem zırhlar ki,
onların halkalarının çivileri, çekirgelerin erkeklerinin gözbebeği gibidir.
Sağlam ve muhkem dokuludur.
Dokunması sağlam bir
zırh ki, onu demiri safi, keskin, parlak Hind kılıcının bağı kaldırır.
İşte onlar, takva ile
birlikte savaş gününde ve her doğruluk saatinde bizim elbiselerimiz olurlar.
Kısaldıkları zaman
kılıçları, adımlarımıza eriştiririz. Ulaşmadıkları zaman onları ulaştırırız.
Başları, tepelerini
güneşe vermiş olarak görürsün. Avuçları ter-ket, sanki onlar yaratılmamıştır.
Düşmanla, toplanmış
bir ordu birliği ile karşılaşırız ki, o ordu birliği, topluluğu yok eder. Sari
ile Asim arasında bir dağ olan Meşrikin başının damarını kesmesi gibi.
Düşmanlar içinde her
bir hafif atı hazırlarız ki, onlar sarıya çalan kırmızı, ayakları beyaz ve
vücudları beyaz tenlidir.
Bazı süvarilerle
süratlenirler ki, sanki o süvarilerin yiğitleri savaş esnasında az yağmur
yağdığı, çamur ve kaygan olduğu bir sıradaki arslandır.
Birtakım sadık
kimselerdir ki, bahadır kişilere canlarını giderici süngü ile toz bulutunun
altında ölümlerini verirler.
İlâhın emri, savaşta
onları düşmanına bağlamaktadır.
Çünkü Allah, başarıya
erdirenlerin en hayırhsıdır.
Düşmana bir gazap
olsun diye ve eğer kötü huylu gazablı atlar yaklaşırsa yurdu korucular olsun
diye.
Aziz Allah,
kendisinden bir güç ile ve karşılaştığımız anda doğru sabretmemiz sebebiyle
bize yardım eder.
Ve biz
Peygamberimiz'in emrine uyarız. Ona icabet eder, sözünden dışarı çıkmayız.
Bizi bir musibet karşısında çağırdığı zamanda bizden önce yanma giden olmaz.
Şiddetli durumlara her
ne zaman bizi çağırırsa icabet ederiz ve ne zaman savaş mevkilerini görürsek
oraya süratle koşarız.
Kim peygamberin sözüne
uyarsa, o bizim içimizde emrine uyulan kimse olur.
Sözünde doğrulanmış
bir haktır.
İşte bununla bize
yardım eder ve bizim gücümüzü açığa çıkarır. Bizi lütfü ile işte bu
bahtiyarlığa erdirir.
Muhammed'i
yalanlayanlar var ya, onlar inkar ettiler ve muttaki-nin yolundan saptılar.»
İbn İshak dedi ki:
Ka'b b. Malik, şu şiiri de söylemiştir:
«Ahzab, bize karşı
toplandıkları ve dinimize taş attıkları zaman kendileriyle barış
yapmayacağımızı biliyordu.
Onlar, Kays b.
Aylan'dan birbirine katılıp kalabalıklar oluşturarak toplandılar ve emre
muvafakat ettiler.
Hindef ise, meydana
geleni ve hakikatteki şeyi bilmiyorlardı.
Bizi dinimizden
uzaklaştırıyor ve bizi ondan geri çeviriyorlardı.
Biz de onları küfürden
menedip uzaklaştırıyorduk.
Rahman olan Allah,
gören ve işitendir.
Bir makamda bize
gazablandıkları zaman, onların gazablanmala-rına karşı Allah'tan geniş bir
nusret bize yardım etti.
Bu ise, bizim
hakkımızda Allah'ın koruması ve bize olan lütfudur.
Kim ki, Allah onu
korumaz ise, o kimse zayi olur.
Bizi hak dine hidayet
etti ve o dini bizim için seçti.
Sanatçıların
sanatından daha üstün ilâhi sanatlar vardır.»
İbn Hişam dedi ki: Bu
beyitler, Ka'b b. Malik'in uzun bir kasidesinden alınmıştır.
İbn İshak dedi ki:
Beni Kurayfeahlarm öldürülmesiyle ilgili olarak
Hassan b. Sabit şöyle
demiştir:
«Kurayza, kendisine
kötülük yapanla karşılaştı ve zilletini giderecek bir yardımcı bulamadı.
Onlara öyle bir bela
isabet etti ki, Nadir oğullarına isabet eden beladan başka bir bela onda vardı.
Onlara geldiği sabah
Rasûlullah, aydınlatıcı ay gibi onlara bineği ile süratle gidiyordu.
Onun için güdülen,
binilmeyen atlar vardı ki, üzerlerindeki süvarilerle doğan kuşları gibi
yürüyor ve koşuyorlardı.
Onları bıraktık ve
onlar birşeye karşı zafer kazanamadılar.
Üzerlerindeki kanları
derin bir su gibi idi.
Onlar yerlere
serilmişler, onların içlerinde kuşlar, etraflarında halka halinde toplanırlar.
Facir, haktan çıkan kimselere işte böyle ceza verilir.
Eğer uyarıp korkutmamı
kabul ederse, Rahman'dan bir öğüt ola-ak bunun misli ile Kureyşlileri de uyarıp
korkut.»
Hassan b. Sabit, Beni
Kurayzahlar hakkında şu şiiri de söylemiş-
«Kureyşlilere yardım
eden bir topluluğun fertleri, birbirlerini yitirdiler ve onlar için
şehirlerinde bir yardımcı yoktur.
Onlar, kendilerine
kitap verilen kimseler olup onu kaybettiler ve onlar kör kimselerdirler.
Tevrat'tan sapmışlardır.
Kur'ân'ı inkar
ettiniz. Oysa ki, peygamberin dediğini tasdik etmekle gelmiştiniz.
Beni Lüey'yin hayırlı
kişileri üzerine Büveyre de büyük bir yangın çıktı.»
Hassan b. Sabit'e
cevaben Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmuttalib de şöyle dedi:
«Allah, bu yapılan
şeyleri devam ettirsin ve onun etrafını alevli ateş yaksın.
Yakında bileceksin ki,
ondan hangimiz uzağız.
Ve bilirsin ki,
hangimizin arazisine zarar verir.
Eğer orada hurma
ağaçları, binek hayvanları olsalardı, elbette derlerdi ki, sizin için durma
hakkı yoktur, yürüyüp gidin.»
Ben derim ki: Ebu
Süfyan b. Haris, İslâm'a girmeden Önce bu şiiri söylemiştir. "Sahih-i
Buharî"de de bu beyitlerin bir kısmı geçmiştir.
İbn İshak dedi ki:
Hassan b. Sabit, Sa'd b. Muaz ve Beni Kuray-za'da şehid düşen bir topluluk
üzerine ağıt dökerek şöyle dedi:
«Ey kavmim, takdir
olunduğu zaman önleyici var mıdır?
Geçmiş iyi geçimler
hiç geri dönenler mi?
Geçmiş bir zamanı
hatırladım, kalb ve bitişik organlar süratle düştüler ve benden göz yaşları
akıp döküldü.
Gönül şevkinin
inceliği, yufkalığı bana dostları ve geçen maktulleri hatırlattı ki, onların
arasında Tufeyl, Rafi ve Sa'd vardır.
Onlar cennetlerde
oldular ve onların konuk yerleri, evleri yalnız kaldı ve yer, onlardan ıssız
olup harabeye dönüştü.
Bedir gününde,
üstlerinde Ölümlerin ve parıldayan kılıçların gölgeleri olduğu halde Rasûle
gösterdiler.
Çağırdı, onlar da ona
hakkıyla icabet ettiler ve onların hepsi ona her emirde itaat edip söz
dinlediler.
Geri dönmediler. Hatta
bir cemaat olarak sımsıkı bağlandılar. Ecelleri, ancak yere serilmeler kesip
sona erdirir.
Çünkü onlar, ancak
peygamberlerinin şefaati olduğu bir sırada ondan şefaat umuyorlar.
Ey hayırlı kullar!
İşte bu bizim imtihanımızdır. Allah'ın emrine icabet ederiz. Ölüm ise haktır ve
gerçektir.
Sana doğru atılan ilk
adım, bizim içindir.
Bizden sonrakilerimiz
ise öncekilerimize, Allah'ın dini olarak tabidirler.
Biz biliyoruz ki, mülk
yalnızca Allah'ındır ve Allah'ın hükmü elbette vakidir.» [4]
Bu mel'un, Hayber'de
kendine ait bir köşkte öldürülmüştü. Hicaz diyarında şöhretli bir tacirdi.
İbn İshak dedi ki:
Hendek ve Beni Kurayza gazveleri sona erdiğinde Sellam b. Ebu'l Hukayk (ki bu
Rafî'in babasıdır), Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı düşman gruplarını toplayan
kimseler arasında idi. Uhud'dan önce Evsliler, Ka'b b. Eşrefi öldürmüşlerdi.
Hazreçliler de Hayber'de bulunan Sellam b. Ebu'l-Hukayk'ı öldürmek için Rasûlullah
(s.a.v.)'dan izin istediler. O da onlara bu izni verdi.
İbn îshak, Muhammed b.
Müslim ez-Zührî kanalı ile Abdullah b. Ka'b b. Malik'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Allah'ın, Rasûlü için verdiği şeylerden birisi de Ensâr'dan bu iki
kabile yani Evs ve Haz-reç'in Rasûlullah'la birlikte erkekçe savaşmaları
olmuştur.
Evs kabilesi,
Rasûlullah için ne yaparsa, hemen Hazreçliler de şöyle derlerdi:
"Bu
yaptıklarınızla Rasûlullah'm yanında ve İslâm'da üzerimize bir üstünlük
gösteremezsiniz."
Böylece onlar da,
onların yaptıklarının aynısını yapmadıkça işin peşini bırakmazlardı.
Hazreçliler de birşey yaptıklarında, Evsliler aynı şeyi söylerlerdi.
Evsliler, Ka'b b.
Eşrefi -Rasûlullah (s.a.v.)'a olan düşmanlığından dolayı- öldürdüklerinde
Hazreçliler şöyle dediler: «Bununla üzerimize asla üstün gelemezsiniz.» Böyle
dedikten sonra kendi aralarında düşünüp taşındılar: «Acaba hangi adam
Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı Ka'b b. Eşref ayarında bir düşmandır?» ve nihayet
böyle bir düşmanın ancak îbn Ebu'l-Hukayk olacağını hatırladılar. O, o sırada
Hayber'de idi. Sonuçta Rasûlullah'tan onun öldürülmesi için izin istediler. O
da onlara bu izni verdi.
Bü sebeple
Hazreçlilerin Beni Seleme kolundan beş kişi çıkıp gitti. Bunların adları şöyle
idi: Abdullah b. Atik, Mesud b. Sinan, Abdullah b. Üneys, Ebu'l-Katade Haris
b. Rib'î ve Huzai b. Esved (Bu, Eşlem kabilesinden olup Hazreçlilerin
müttefikidir.). Rasûlullah (s.a.v.), üzerlerine Abdullah b. Atik'i emir tayin
etti ve onları çocuklar ile kadınları öldürmekten menetti. Onlar yola
çıktılar, geceleyin Hayber'e geldikleri zaman İbn Ebu'l-Hukayk'ın evine
indiler. Evdeki bütün odaları, içindeki kimseler üzerine kilitlediler. İbn
Ebu'l-Hukayk, yüksek bir odada idi ki, odanın hurma dallarından yapılmış bir
merdiveni vardı. Onlar da oraya çıktılar. Kapışman önünde ayakta beklediler.
İçeri girmek için izin istediklerinde karısı çıktı ve: «Siz kimlersiniz?» diye
sordu. Onlar da: «Biz Araplardan bir takım insanlarız ki, azık istiyoruz.»
dediler. Kadın: "İşte adamınız şurada" diyerek onları içeri aldı.
Onun yanma girdiğimiz
zaman üzerimize kapıları kilitledik. Çünkü birşey yaparsak kadının bizimle
onun arasına girmesinden ve işimize engel olmasından korkuyorduk. Bunun
üzerine karısı bağırdı ve yüksek sesle bizi etrafa duyurmaya başladı. Biz ise,
onu (adamı) yatağında iken kılıçlarımızla derhal öldürdük. Vallahi gecenin
karanlığında ancak onun beyazlığı onu bize gösteriyordu. Sanki üzerindeki elbise,
Mısır'da yapılan beyaz Kıpti elbisesi idi. Elbise, üzerine atılmıştı. Karısı
bizi etrafa haber vermek için bağırdığında bizden bir adam kılıcını onun başı
üzerine kaldırdı. Sonra Rasûlullah'm yasağını hatırladı ve elini çekti. Eğer
bu yasak olmasaydı, kadının işini akşamdan bitirirdik. Kılıçlarımızla ona
(adama) vurduğumuz zaman Abdullah b. Üneys, kılıcıyla üzerine karnından
yüklendi ve onu öldürdü. O da; "Yeter... Yeter" diye bağırıyordu.
Biz odadan çıktık.
Abdullah b. Atik ise, gözleri iyi görmeyen bir kimse idi. Merdivenden düştü,
eli çıktı. Ya da şiddetli bir şekilde incindi. Biz onu, onların gözleri önünde
kalenin dışından içine giren bir su menfezine taşıdık ve onu oraya soktuk.
Ateşler yaktılar ve her tarafta bizi sıkı bir şekilde aramaya başladılar. Bizi
bulmaktan ümid kestikleri zaman arkadaşlarının yanma döndüler ve onun etrafında
toplandılar. O ise onların arasında can veriyordu.
Biz: "Allah
düşmanının ölmüş olduğunu nasıl öğreneceğiz?" dedik. Bizden bir adam:
"Ben gider, sizin için onun durumuna bakarım" dedi ve gitti.
Arkadaşımız onların arasında gerekli istihbaratı yapıp geldi ve şöyle dedi:
"Ben onun karısını ve Yahudilerin adamlarını onun etrafında görüyordum.
Kadın, elinde bir lamba ile onun yüzüne bakıyor, onlara durumu anlatıyor ve
şöyle diyordu: "İşte vallahi ibn Atik'in sesini işittim." Sonra
kendimi yalanladım ve dedim ki:
- İbn Atik, nereden buralara
gelsin? Sonra karısı ona döndü, onun yüzüne bakıyordu. Sonra şöyle dedi:
- Yahudilerin ilâhına
andolsun ki Sellam öldü.
Bu kelime kadar hoş ve
lezzetli bir söz işitmiş değildim. Biz de iyi görmeyen arkadaşımızı omuzladık
ve Rasûlullah'm yanma geldik. Allah düşmanını öldürmüş olduğumuzu ona haber
verdik. Onun yanında, hangimizin onu öldürdüğü hususunda ihtilaf ettik. Her
birimiz, onu ben öldürdüm diye iddia ediyorduk. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle
buyurdu:
«Kılıçlarınızı
getirin.» Biz de kılıçlarımızı ona getirdik. O, kılıçlarımıza baktı ve
Abdullah b. Üneys'in kılıcı için şöyle dedi: «İşte bu onu Öldürmüştür. Onda
yemek izini görüyorum.»
İbn İshak dedi ki: Bu
hususta Hassan b. Sabit'in şöyle bir şiiri vardır:
"Ey İbn Hukayk ve
sen ey İbn Eşref! Allah için kendileriyle karşılaştığın bir cemaatın iyiliğini
söylemek lâzım.
Süratli hareket eden
kılıçlarla sevinçli olarak gece size yürüyorlardı.
Tıpkı sık ağaçlı bir
meşelikteki arslanlar gibi.
Nihayet beldelerinizin
bir mahallinde size geldiler ve süratle öldüren bir kılıç ile size ölüm
şerbetini içirdiler.
Peygamberlerinin
dinine yardım için basiretle hareket ederek malları ve canları götüren her bir
durumu küçümseyerek."
Buharî, İshak b. Nasr
kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.),
bir grup adamı Ebu Rafi'e gönderdi. Geceleyin Abdullah b. Atik, onun odasına
girdi. O, uyumakta idi ve onu öldürdü.»
Buharı, Yusuf b. Musa
kanalı ile Bera'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
Yahudi Ebu Rafi'e Ensâr'dan birkaç kişiyi gönderdi. Başlarına Abdullah b.
Atik'i emir tayin etti. Ebu Rafi, Rasûlullah (s.a.v.)'a eziyet verir, ona
karşı düşmanlarına yardım ederdi. O, Hicaz toprağında kendi kalesinde idi. Bu
adamlar, onun yanına yaklaştıklarında güneş batmıştı. İnsanlar istirahat için
evlerine gitmişlerdi. Abdullah, arkadaşlarına: "Yerinizde oturun. Ben
gidip kapıcıya nezaketle rica edeceğim ki, içeriye girebileyim." dedi.
Gitti, kapıya yaklaştı. Sonra def-i hacette bulunacakmış gibi elbisesini
etrafina sardı. İnsanlar içerye girdiler. Kapıcı ona seslendi: "Ey
Allah'ın kulu, eğer içeri girmek istiyorsan hemen gir. Yoksa artık kapıları
kilitleyeceğim.1'Abdullah, içeriye girdi ve gizlendi. İnsanlar içeri girdikten
sonra kapıcı kapıyı kilitledi. Sonra anahtarları çiviye astı.
Abdullah diyor ki: Ben
de anahtarlara uzanıp çividen aldım. Kapıyı açtım. Ebu Rafi (İbn Ebi Hukayk)
yüksek bir odada idi. Geceleyin yanında eğlence yapılıyordu. Arkadaşları
yanından çıkıp gittikten sonra ben odasına çıktım. Her kapıyı açıp içeri
girdikten sonra üzerime kilitliyordum ki, halk beni duyduğu takdirde bana
uîaşamasmlar ki, Ebu Rafi'i öldürebileyim. Nihayet Ebu Rafi'in odasına vardım.
O, karanlık vbir odada idi. Ailesinin, çoluk çocuğunun ortasında idi. Onun,
odanın hangi tarafinda olduğunu bilmiyordum. "Ey Ebu Rafi!" dedim. O
da: "Kim o ?" dedi. Sese doğru gittim. Kılıcımla dehşet içinde ona
bir darbe vurdum. Birşey yapamadım. Bağırdı, ben de odadan çıktım. Az ötede
bekledim. Sonra tekrar yanma girdim, "Bu ne sestir ey Ebu Rafi?" diye
sordum. O da şöyle dedi: "Veyl senin anana olsun. Az önce evde bir adam
kılıçla bana vurdu."
Ben de ona iyi bir
darbe vurdum, ama yine de öldüremedim. Sonra kılıcımın ucunu karnına dayadım,
batırdım, sırtına ulaştı. O zaman onu öldürdüğümü anladım. Artık kapıları
birer birer açıp dışarıya çıkış yoluna koyuldum. Nihayet onun merdivenine
vardım. Ayağımı merdivenin basamağına attım. Son basamağa geldiğimi sandım ama
o mehtaplı gecede merdivenden aşağı düştüm. Bacağım kırıldı. Sarığımla sardım.
Sonra koşup kapıya vardım. Orada oturarak: "Onu Öldürdüğümü iyice
anlamadan bu gece buradan gitmeyeceğim." dedim. Seher vakti horozlar
ötmeye başlayınca surların üzerinde bir adam, onun ölüm haberini verip şöyle
dedi: "Hicazhların yardımcısı Ebu Rafi öldü!" Ben de arkadaşlarıma
koşup: "Kurtulduk. Allah, Ebu Rafi'i öldürdü." dedim. Sonra Peygamber
(s.a.v.)'in yanma gittim. Ona hadiseyi anlattım. O da: «Ayağını uzat.» dedi.
Ayağımı uzattım. Elini sürüp ovaladı. Sanki hiç kırılmamış gibi oldu.
Buharî, Ahmed b. Osman
b. Hakim el-Evdî kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Rafi'i öldürmeleri için Abdullah b. Atik ile Abdullah
b. Utbe'yi birkaç kişiyle birlikte görevlendirdi. Bunlar yola çıktılar. Onun
bulunduğu kaleye yaklaştılar. Abdullah b. Atik, onlara şöyle dedi:
- Burada bekleyin. Ben
gidip duruma bir bakayım.
Abdullah daha sonra
şöyle dedi: Kaleye girmek için bir yolunu bulmaya baktım. Onlar bir
merkeplerini kaybetmişler, arıyorlardı. Ellerinde ateşle etrafi dolaşıyorlardı.
Tanınmaktan korktum. Başımı örtüp oturdum. Def-i hacette bulunuyormuş gibi
yaptım. O sırada kapıcı da şöyle dedi: "İçeri girmek isteyen girsin.
Yoksa kapıları kilitleyeceğim." Ben de içeri girdim. Sonra kale kapısının
yanında merkebin bağlandığı yerde gizlendim. Halk, Ebu Rafi'nîn yanında akşam
yemeğini yedi. Gecenin bir bölümü gidinceye kadar sohbet ettiler. Sonra
dağılıp evlerine döndüler. Sesler kesilip hareketler durunca, bulunduğum
yerden çıktım. Kapıcının anahtarları bir ışık penceresine koyduğunu gördüm.
Gidip anahtarları oradan aldım. Kale kapışım açtım. Kendi kendime: «Eğer halk
beni duyarsa hiç değilse süratle kaçıp kurtulabilirim." dedim. Sonra
odalarının kapılarına yöneldim. Kapıları içeridekilerin üzerine kilitledim.
Sonra Ebu Rafi'in odasmm merdivenine çıktım. Onun nerede olduğunu bilemedim.
"Ey Eba Rafı!" dedim. O da: "Kim o?" diye sordu. Ben de
sese doğru gittim ki, onu vurayım. Çığlık attı. Birşey yapamadım. Sonra ona
yardım ediyor pozunda yanına geldim ve: "Neyin var ey Eba Rafi?" diye
sordum. Bunu sorarken sesimi değiştirdim. O bana:
- Şaşmadın mı, veyl
senin anana olsun. Az önce bir adam yanıma girdi ve bana kılıçla vurdu, dedi.
Tekrar yanma yöneldim ki, ona bir darbe vurayım. Ama yine birşey yapamadım.
Çığhk attı. Aile efradı ayağa kalktı.
Sonra tekrar sesimi
değiştirerek yanma geldim. Ona yardım etmek istiyormuş gibi davrandım. O da
sırt üstü uzanmıştı. Kılıcın ucunu karnına batırdım. Sonra üzerine yüklendim.
Öyle ki, kemiklerinin sesini işittim. Sonra korku içinde odadan çıktım. İnmek
için merdiven başına geldim. Ama merdivenden aşağı düştüm. Ayağım çıktı. Bir
bezle sardım. Sonra tek ayak üzerinde arkadaşlarımın yanına geldim. Onlara:
"Haydi acele yola çıkın. Müjdeyi Rasûlullah'a verin. Ben ölüm haberini iyice
almadan buradan ayrılmayacağım." dedim. Ortalık ağarmaya ve sabah olmaya
başladığında ölüm haberini veren kişi, surların üzerine çıkıp: "Ebu Rafi
öldü." dedi. Ben de ayağımda hiç sakatlık acısını duymaksızın yola
çıktım. Rasûlullah'm yanma varmadan yolda arkadaşlarıma yetiştim. Müjdeyi,
Rasûlullah'a ben verdim.
Buharî, Zührî kanalı
ile Übeyy b. Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Onlar, yanma
geldiklerinde Rasûlullah, minber üzerinde idi ve: «Yüzler kurtuldu.» dedi.
Onlar da: "Senin yüzün kurtuldu ya Rasûlallah!" dediler. Rasûlullah:
«Onu gizleyecek misiniz?» diye sorunca onlar evet, dediler. O da: «Kılıcı bana
uzat.» dedi. Kılıcı aldı. Kınından çekti ve (kılıca bakıp) şöyle dedi: «Evet
bu, onun (Ebu Rafi'in) kılıcın ağzındaki yemeği (kanı)dır.»
Ben derim ki: Abdullah
b. Atik, Ebu Rafİ'i öldürüp de merdivenden inerken düştüğünde ayağı çıkmış ya
da kırılmış ve bu sebeple acımış olabilir. Ama ayağını bir sargı ile sarınca
acısı dindi. Bunda da açık bir mucize vardı. Faydalı bir cihadda bulunduğundan
ötürüdür ki, yürümek istediğinde kendisine manen yardım edildi. Sonra Rasûlullah
in yanına varıp oturduğunda ayağındaki acılar yeniden hissedilmeye başladı.
Ama ayağını uzattığında Rasûlullah, ayağını ovalamaya başlayınca acılar tekrar
gitti ve ayağı eski haline döndü. [5]
Hafız el-Beyhakî, bu
olayı "Delâil" adlı eserinde Ebu Rafi'in öldürülmesinden sonra
anlatmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yakub kanalı ile Abdullah b. Üneys'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), beni yanma çağırdı ve şöyle dedi:
- Duyduğuma göre Halid
b. Süfyan b. Nübeyh el-Hüzelî, bana karşı savaşmaları için Urene'de adam
topluyormuş. Ona git ve onu öldür!
- Ya Rasûlallah, onu
tanıyabilmem için bana tarif et.
- Onu gördüğün zaman
ürkek bir adam olduğunu göreceksin.
Ben de kılıcımı
kuşanarak yola çıktım. İkindi vakti Urene'ye ulaştım. Yanma gittim. Yanında
zevceleri vardı. Onları eve götürüyordu. Onu gördüğümde Rasûlullah'm tarif
ettiği gibi ürkek bir adam olduğunu müşahede ettim. Yanma yaklaştım. Ama
onunla konuşursam, ikindi namazının vaktini kaçıracağımdan korktum. Yürüyüş
halinde namazı kılmaya başladım. Rükû ve secdelerimi baş iması ile eda ediyordum.
Yanma vardığımda:
- Kimsin ey adam? diye
sordu. Ben de:
- Araplardan bir
adamım. Seni duydum. Muhammed'le savaşmaları için adam topladığım işittim. Bu
sebeple yanma geldim, dedim.
Oda:
- Evet ben bu işle
uğraşıyorum, dedi.
Kendisiyle birlikte
biraz yürüdüm. Bir fırsatını bulup kılıcımla ona saldırdım ve öldürdüm. Sonra
yanından ayrılıp gittim. Karıları gelip üzerine kapandılar.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanına geldim. O beni görünce: «Yüz kurtuldu.» dedi. Ben de: "Ya
Rasûlallah, onu öldürdüm." dedim. O da: «Doğru söyledin.» dedi. Sonra
Rasûlullah (s.a.v), kalkıp benimle birlikte kendi evine gitti. Orada bana bir
baston verip: «Ey Abdullah b. Üneys, şu bastonu yanında tut.» dedi.
Rasûlullah'm evinden dışarı çıktığımda insanlar bana:
- Bu baston da neyin
nesi? diye sordular. Ben de:
- Rasûlullah bana
verdi ve yanımda tutmamı emretti, dedim. Dediler ki:
- Rasûlullah'm yanma
bir daha dönsen de bunun sebebini sorsan olmaz mı?
Ben de Rasûlullah'm
yanma dönüp şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah! Bu
bastonu bana niçin verdin?
- Bu, kıyamet gününde benimle senin aranda bir
alamet olacaktır. Çünkü o günde insanların az bir kısmı (baston ve benzeri
şeylere) dayanacaklardır.
Ravi diyor ki:
Abdullah, o bastonu kendi kılıcına bağladı. Ölünceye kadar yanında kaldı.
Ailesine öldükten sonra kefenine konulmasını emretti. Öldüğünde kendisiyle birlikte
mezara defnedildi.
Abdullah b. Üneys'in
kıssasını, Urve b. Zübeyr ile Musa b. Ukbe de "Meğazi" adlı
eserlerinde rnürsel olarak nakletmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
İbn Hişam dedi ki:
Abdullah b. Üneys, Halid b. Süfyan'ı öldürüşü ile ilgili olarak şöyle bir şiir
söylemiştir:
«Öküzün oğlunu deve
yavrusu gibi yerde bıraktım. Çevresinde ağıtçılar vardı, yakalarını
yırtıyorlardı.
Ben onu öldürdüğümde
kanları benim ve onun arkasında duruyorlardı- Keskin kılıcın suyundan daha
beyaz idiler.
Zırhçılarm başına bir
deneme sahibi oldu. Sanki o yanıp tutuşan alevli bir ateş koru gibidir.
Kılıç başına değerken
ona şöyle diyordum:
Ben Üneys'in oğluyum.
Süvariyim, bahadırım, korkak değilim.
Ben o kimsenin oğluyum
ki, zamana metelik vermedi.
Evimin avlusu geniştir,
cimri değilim.
Ona dedim ki: Al,
şerefli kişinin darbesini ye!
Muhammed'in dini
üzere, hafif olan kimsenin darbesini al!
Ben, peygamberin bir
kafire kasdetmesi anında elimle, dilimle o kimseye koşar, onu vururum.»
Ben derim ki: Abdullah
b. Üneys b. Haram Ebu Yahya el-Cühenî, kadri yüce, meşhur bir sahabedir. Akabe
bey'atına katılan kimselerdendir. Uhud, Hendek ve sonraki gazvelerde hazır
bulunmuştur. Meşhur kavle göre hicri sekseninci senede Şam'da vefat etmiştir.
Hicri ellidördüncü senede vefat ettiği de söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Ali b. Zübeyr ile
Halife b. Hayyat, bu sahabe ile Abdullah b. Üneys Ebu İsa el-Ensârî'yi
birbirinden ayırt etmişlerdir. O, Peygamber (s.a.v.)'den şöyle bir rivayette
bulunmuştur: «Peygamber (s.a.v.), Uhud gününde içinde su bulunan bir kırba
getirilmesini emretmiş, kırba getirildiğinde ağzına koyup içmeye başlamıştı.»
Ebu Davud ve Tinnizî
de Abdullah el-Ömerî tariki ile İsa b. Abdullah b. Üneys'ten böyle bir
rivayette bulunmuşlardır. Sonra Tir-nıizî, bunun senedinin sahih olmadığını ve
Abdullah el-Ömeri'nin hafızasının zayıf bir kimse olduğunu söylemiştir. [6]
Muhammed İbn İshak
dedi ki: Yezid b. Ebi Habib, Amr b. As'in kendi ağzından şöyle dediğini rivayet
etmiştir: «Ahzab ile birlikte hendekten ayrıldığımız zaman, Kureyş'ten bazı
adamları topladım. Onlar benim görüşümü uygun görür ve beni dinlerlerdi. Onlara
şöyle dedim:
- Vallahi biliyorsunuz
ki, ben Muhammedın durumunu görüyorum. İşlerin üzerine hoş olmayan bir şekilde
gidiyor. Ben böyle bir görüş içindeyim. Siz onun hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Sen ne düşünüyorsun?
- Necaşi'nin yanma
gidip onun yanında olmayı uygun görüyorum. Eğer Muhammed, kavmimize galip
olursa biz Necaşi'nin yanında oluruz. Çünkü bizim onun elleri altında olmamız,
Muhammed'in eli altında olmamızdan daha iyidir. Eğer bizim kavmimiz ona galip
gelirse, kavmimiz bizi tanıyor ve bizi biliyordur. Onlardan bize iyilikten başka
birşey ulaşmaz.
- Gerçekten bu iyi bir
görüştür.
- O halde Necaşi'ye
hediye edeceğimiz şeyleri temin ediniz. Bizim yurdumuzda ona hediye olarak
verilecek şeylerin en iyisi derilerdir.
Böylece Necaşi için
birçok deriler topladık. Sonra yola çıkarak yanına vardık. Vallahi biz
Necaşi'nin yanında iken Amr b. Ümeyye ed-Damrî oraya geldi. Rasûhıllah (s.a.v.)
onu, Cafer ve arkadaşlarının durumları için Necaşi'ye göndermişti. O,
Necaşi'nin yanma girdi. Sonra ordan çıktı. Ben de arkadaşlarıma dedim ki: Bu,
Amr b. Ümeyye'-dir. Eğer Necaşi'nin yanına girsem ve kendisinden onu
istediğimde onu bana verirse, boynunu vuracağım. Bunu yaptığım zaman
Kureyş-liler anlayacaklar ki, ben, onların yerine Muhammed'in elçisini öldürmüşüm.
Necaşi'nin yanma
girdim ve ona temenna secdesini yaptım. Daha evvel de böyle yapardım. Necaşi
dedi ki:
- Merhaba ey dostum. Hoş geldin. Bana
memleketinden hediye olarak neler getirdin?
- Ey hükümdar, sana
çok miktarda deri getirdim.
Sonra hediyeleri onun
huzuruna getirdim. Baktı, beğendi. Sonra ona şöyle dedim:
- Ey Hükümdar, ben bir
adam gördüm ki, senin yanından az Önce çıktı. O bizim düşmanımız olan bir
adamın (Muhammed'in) elçisidir. Onu bana ver de Öldüreyim. Çünkü o, bizim
eşrafımızdan ve seçkinlerimizden bazı adamlarımızı öldürdü.
Bunun üzerine Necaşi
öfkelendi. Sonra elini uzattı ve kendi burnuna vurdu. Burnu kırıldı sandım.
"Keşke yer yarılsaydı da ondan u-zaklaşmak için yere batsaydım."
dedim. Sonra ona şöyle dedim;
- Ey Hükümdar, Allah'a
yemin ederim ki, bu sözlerimden hoşlanmayacağını bilseydim, o adamı senden istemezdim.
- Demek Musa'ya gelmiş
olan Namus-u Ekber'in kendisine geldiği bir adamın elçisini sana vermemi
istiyorsun ki, onu öldüresin.
- Ey Hükümdar, o öyle
midir?
- Yazık sana ey Amr!
Bana itaat et ve ona tabi ol. Çünkü Allah'a yemin ederim ki, o elbette hak
üzeredir ve elbette kendisine muhalefet eden kimselerin üzerine galip
gelecektir. Tıpkı Musa'nın Firavun ile askerlerinin üzerine galip geldiği gibi.
- Acaba İslâm üzere
onun için benim sana bey'atımı kabul eder. misin?
- Evet.
Böyle dedikten sonra
elini uzattı. Onunla İslâm üzere bey'atleş-tim. Sonra arkadaşlarımın yanına
döndüm. Fikrim değişmişti ve arkadaşlarımdan Müslümanlığımı gizledim.
Sonra Müslüman olmak
için Rasûlullah'm yanma gitmek üzere yola çıktım. Halid b. Velid'e rastladım.
Bu hadise, Mekke fethinden biraz Önce idi. O, Mekke'den geliyordu. Ona dedim
ki:
- Ey Ebu Süleyman,
nereye gidiyorsun?
- Vallahi bu adamın
(Muhammed'in) peygamberliği artık gün gibi aşikâr oldu. Vallahi Müslüman olmak
için onun yanına gidiyorum. Daha ne zamana kadar bekleyeceğim.
- Vallahi ben de sırf
Müslüman olmak için geldim. Başka bir sebeple gelmiş değilim.
Böylece Medine'ye,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldik. Halid b. Velid öne geçti ve Müslüman oldu.
Bey'atleşti. Sonra ben yaklaşıp şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah! Ben
sana geçmişte işlediğim günahlarımı bağışlaman ve eskiden yaptığım şeyleri
bana hatırlatmaman şartı üzerine bey'at ediyorum.
- Evet ey Amr,
bey'atını yap. Çünkü İslâmiyet Önce yapılan şeyleri kesip yok eder. Hicret de
kendisinden Öncesini keser.
Ben de onunla
bey'atleştim. Sonra oradan ayrıldım.»
Ibn İshak dedi ki:
Kendisini yalancılıkla itham etmeyeceğim birisinin bana anlattığına göre Osman
b. Talha b. Ebi Talha da onlarla yani Amr b. As ve Halid b. Velid'le beraberdi.
Onlar Müslüman olurken o da Müslüman olmuştu. Abdullah b. Ebu'z-Zibara
es-Sehmî bu konuda şöyle demiştir:
«Osman b. Talha'ya
antlaşmamızı haber veririm ve hacer-i esve-din öpüldüğü yerde milletin
toplandığını haber veririm.
Babaların akdettiği
her bir antlaşmayı da haber veririm.
Halid, bu gibi
antlaşmalardan ayrılacak değil ya.
Sen Beyt'ten başka bir
Beyt'in açılmasını mı arzu ediyorsun?
Kadim Beyt'in
şerefinden ötesi arzu edilir mi hiç?
Bundan sonra Halid'e
güvenme ve Osman da şiddetli felaketlerle geldi.»
Ben derim ki: Bunların
İslâm'a girişleri, Hudeybiye'den sonra olmuştur. Çünkü Halid b. Velid -ileride
açıklanacağı gibi- o gün müşrik süvarilerinin komutanı idi. Bunların
Müslümanlığı hususunda bu faslı daha sonra anlatmak münasip olacaktı. Ancak
biz, İmam Mu-hammed b. İshak'a uyarak bu konuyu burada anlattık. Çünkü Amr b.
As'm Necaşi'ye ilk gidişi, Hendek gazvesinden sonra olmuştur. Kuvvetli görüşe
göre o, hicri beşinci senenin son kısmında oraya gitmiştir. Doğrusunu Allah
bilir. [7]
Hendek gazvesini
anlattıktan sonra Beyhakî, Kelbî tariki ile İbn Abbas'm: «Allah'ın sizinle,
düşmanlık gösterdiğiniz kimseler arasında bir sevgi yaratması umulur.»
(el-Mümtehine, 7.) ayet-i kerimesi hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bu âyet, Peygamber (s.a.v.)'in, Ebu Süfyan'm kızı Ümmü Habibe ile
evlenmesinden bahseder. Peygamber (s.a.v.), Ümmü Habibe ile evlenince o
müminlerin annesi oldu ve Mu-aviye de mü'minlerin dayısı oldu.
Beyhakî, Ebu Abdullah
el-Hafız kanalı ile Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ümmü Habibe, daha
önce Ubeydullah b. Cahş'ın nikahında idi. Ubeydullah, Necaşi'nin yanma hicret
etti, orada öldü. Rasûlullah (s.a.v.) da Habeşistan'da bulunan Ümmü Habibe ile
evlendi. Ümmü Habibe'yi Rasûlullah'a zevce olarak nikahlayan, Necaşi oldu.
Ona 4.000 dirhem mehir verdi. Onunla birlikte Şurahbil b. Hase-ne'yi,
Habeşistan'dan Rasûlullah'm yanına gönderdi. Çeyizini de verdi. Ayrıca
Rasûlullah'm gönderdiği şeyleri de ona çeyiz olarak verdi.
Urve dedi ki:
Peygamber (s.a.v)'in zevcelerinin mehirleri 400 dirhem idi.
Ben derim ki: Sahih
kavle göre Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerinin mehirleri on iki buçuk okiye idi.
Bir okiye kırk dirhemdir. Böyle olunca mehirleri 500 dirheme tekabül
etmektedir.
Beyhakî, daha sonra İbn
Lehia kanalı ile Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ubeydullah b. Cahş,
Habeşistan'da Hristiyan olarak öldü. Karısı Ümmü Habibe'yi Rasûlullah (s.a.v.)
nikahladı. Onu Rasûlullah'a zevce olarak nikahlayan kişi, Osman b. Affan
(r.a.) oldu.
Ubeydullah b. Cahş'ın
Hristiyanlığa girmesiyle ilgili açıklama daha önceki sayfalarda verilmiştir. O
Müslüman iken diğer müslü-manlarla birlikte Habeşistan'a hicret ettikten sonra,
şeytan onun fikrini çeldi. Hristiyanlığı ona hoş gösterdi. O da Hristiyanlığa
geçti. Ölünceye kadar Hristiyan kaldı. Allahm laneti üzerine olsun. Hristiyan
olduktan sonra Müslümanları ayıplayarak onlara: "Biz gördük, ama sizin
gözleriniz henüz açılmadı." derdi. Bununla ilgili açıklama, Habeşistan
hicreti bahsinde geçmişti.
Urve'nin: "Ümmü
Habibe'yi zevce olarak Rasûlullah (s.a.v.)'a nikanlayan kişi, Osman b. Affan
(r.a.) olmuştur." sözü gariptir. Çünkü Osman, daha önce Mekke'ye dönmüş,
sonra Medine'ye hicret etmişti. Önceki sayfalarda anlatıldığı gibi bu hicretine
zevcesi Rukiyye de katılmış, ona refakat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Sahih olan, Yunus'un,
Muhammed b. İshak'tan naklettiği şu sözdür: Bana ulaşan habere göre Ümmü
Habibe'nin nikah akdini yapan kişi, amcası oğlu Halid b. Said b. As olmuştur.
Ben derim ki: Ümmü
Habibe'nin nikah akdini kabul hususunda Rasûlullah'm vekili Habeş hükümdarı
Ashame en-Necaşi idi. Nitekim Yunus'un rivayetine göre Ebu Cafer Muhammed b.
Ali b. Hüseyin şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi
Neca-şi'ye göndermişti. O da Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan'ı Rasûlullah'a
nikahlamıştı. Onunla birlikte 400 dinar da göndermişti.
Zübeyr b. Bekkar,
Muhammed b. Hasan kanalıyla İsmail b. Amr'-ın şöyle dediğim rivayet etmiştir:
Ebu Süfyan'm kızı Ümmü Habibe şöyle dedi: Ben Habeşistan'da iken bir de baktım
ki, Necaşi'nin Ebre-he adlı bir cariyesi, üzerinde yağ lekeleri bulunan
elbisesi ile yanıma geldi. İçeriye girmek için izin istedi. Ben de izin verdim.
İçeri girdi ve şöyle dedi:
- Hükümdar sana diyor
ki: Rasûlullah (s.a.v.), bana yazmış olduğu mektupta seni kendisine zevce
olarak vermemi yazmış.
Ben de cariyeye şöyle
dedim: Allah sana hayır müjdesini versin. Bunun üzerine cariye bana dedi ki:
- Hükümdar sana diyor
ki: O, beni evlendirme vekili yapsın.
Ben de Halid b. Said
b. As'ı gönderdim. Onu vekil tayin ettim. Sevincimden bana bu hayırlı müjdeyi
getiren cariye Ebrehe'ye ellerimdeki iki gümüş bileziği, iki hızmayı ve
ayaklarımdaki gümüş halkalarla parmaklarımdaki yüzükleri müjdelik olarak
verdim.
Akşam olunca Necaşi,
Cafer b. Ebi Talib ile Habeşistan'da hazır bulunan Müslümanlara haber gönderip
yanına çağırttı. Onlar da gidip toplandılar. Necaşi, topluluğun yanında nikah
hutbesini okumaya başladı ve şöyle dedi:
«Noksanlıklardan
münezzeh, yüce, güven verici, güçlü, kuvvetli, zorlu kuvvetin sahibi, herşeye
hükümran olan Allah'a hamd olsun. Ondan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in
de onun kulu ve elçisi olduğuna, Muhammed'in, Meryem oğlu İsa tarafından
müjdelenen peygamber olduğuna şahadet ederim. İmdi Rasûlullah (s.a.v.),
benden, Ebu Süfyan'm kızı Ümmü Habibe'yi zevce olarak kendisine nikahlamamı
talep etmiştir. Ben de Rasûlullah (s.a.v.)'ın bu isteğine icabet ettim. Ümmü
Habibe'ye 400 dinar mehir vermiştir.»
Necaşi bu
konuşmasından sonra mehir dinarları (para) orada bulunanların önüne döktü.
Sonra Halid b. Said
konuşmaya başlayarak şöyle dedi:
«Hamd, Allah'a
mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan mağfiret dilerim. Allah'tan başka ilah
bulunmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim. O,
Muhammed'i hidayet ve hak din ile göndermiştir ki, bu hak dini diğer bütün
dinlere üstün getirsin. Müşrikler bundan hoşlanmasalar bile bu böyle
olacaktır.
İmdi ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m isteğine icabet ettim. Ve Ebu Süf-yan'ın kızı Ümmü Habibe'yi zevce
olarak ona verdim. Allah Ümmü Habibe'yi Rasûlullah'a mübarek kılsın.»
Necaşi, mehirlik
dinarları Halid b. Said'e verdi. O da teslim aldı. Sonra kalkmak istediklerinde
şöyle dedi:
«Oturun. Çünkü
evlendikleri zaman, evlilik yemeğinin yenilmesi, peygamberlerin
sünnetindendir.» Yemek getirilmesini emretti. Getirilen yemeği yedikten sonra
dağıldılar.
Ben derim ki: Belki de
Amr b. As, Amr b. Ümeyye'nin Necaşi'nin yanından çıktığını görürken o Ümmü
Habibe meselesi için Necaşi'nin yanında bulunuyordu. Bu da Hendek gazvesinden
sonra olmuştu. Doğrusunu Allah bilir.
Ama Hafiz
el-Beyhakî'nin, Ebu Abdillah b. Mendeh'ten rivayet ettiğine göre Peygamber
(s.a.v.), hicri altıncı senede Ümmü Habibe ile evlenmiştir. Ümmü Seleme ile
evlenmesi ise hicri dördüncü senede olmuştur.
Ben derim ki: Halife,
Ebu Ubeydullah Mamer b. Müsenna ve İb-nü'1-Berekî de böyle demişlerdir. Hz.
Peygamber'in Ümmü Habibe ile evlenmesi hicri altıncı senede olmuştur.
Bazılarına göre yedinci senede olmuştur. Beyhakî, bunun daha münasip olduğunu
söylemiştir.
Ben derim ki: Önceki
sayfalarda geçtiği gibi Peygamber (s.a.v.)'in Ümmü Seleme ile evlenmesi, hicri
dördüncü sene sonlarında olmuştur. Ümmü Habibe ile evlenmesine gelince, bunun
daha önce olmuş olması muhtemeldir. Sonra da olmuş olabilir. Ama Hendek
gazvesinden sonra olmuş olması daha uygun görünmektedir. Çünkü önceki
sayfalarda da geçtiği gibi Amr b. As, Amr b. Ümeyye'yi Necaşi'in yanında bu
mesele için görmüştü. Doğrusunu Allah bilir.
"el-Gâbe"
adlı eserde Hafız İbnu 1-Esir, Katade'den rivayet etti ki Ümmü Habibe,
Habeşistan'dan Medine'ye hicret ettiğinde Rasû-lul-lah (s.a.v.), onun desti
izdivacına talip oldu ve onunla evlendi. Bazı kimselerden hikaye olunduğuna
göre Peygamber (s.a.v.), Mekke'nin fethinden ve Ebu Süfyan'ın Müslüman
olmasından sonra kızı Ümmü Habibe ile evlenmiştir. Bu görüşte olanların delili
şudur: İbn Ab-bas'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan şöyle demiştir:
- Ya Rasûlallah, bana
üç şey ver.
-Olur.
- Daha önce
Müslümanlarla nasıl savaştıysam, bu defa kafirlerle savaşmak için bana kumanda
ver.
- Olur.
- Oğlum Muaviye'yi
yanında vahiy katibi yap.
- Olur.
- Yanımda Arap
kadınlarının en güzeli Ümmü Habibe vardır ki, onu seninle evlendirmek
istiyorum.»
İbnü'1-Esir dedi ki:
«Bu hadis, Müslim'e göre münkerdir. Çünkü Ebu Süfyan, Mekke fethinden önce
muahedeyi yenilemek için Medine'ye geldiğinde kızı Ümmü Habibe'nin yanma
geldi. Ümmü Habibe ise Peygamber (s.a.v.)'in minderini dürerek onun altına
sermekten imtina etti ve kaldırdı. Ebu Süfyan da kızı Ümmü Habibe'ye şöyle dedi:
- Vallahi bilemiyorum.
Beni mi bu mindere layık görmedin, yoksa minderi mi bana layık görmedin?
- Hayır, aksine bu
Rasûlullah (s.a.v.)'m minderidir. Sana gelince sen müşrik bir adamsın.
- Ey kızım, Allah'a
yemin ederim ki, benden sonra, sana şer isabet etmiş.»
İbn Hazm dedi ki: Bu
hadisi, İkrime b. Ammar uydurmuştur. Bu uyulmayacak bir sözdür. Diğerleri
dediler ki:
Ebu Süfyan, kendisini
aşağılayıcı maddeleri içerdiğinden ötürü akdi yenilemeye gelmişti. Bazıları ise
dediler ki: O, İslâm'a girişi sebebiyle kızının nikahının infisah ettiğine
inanmıştı. Bütün bunlar zayıftır. En uygunu ve akla yatkını şudur ki; o, diğer
kızı Amre'yi Peygamber Efendimizle evlendirmek istemişti. Bunu da kendisi için
bir şeref görmüştü. Bunun için de diğer kızı Ümmü Habibe'den yardım dilemişti.
Nitekim Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de böyle anlatılır. Ancak ravi
yanılarak bu kızm adının Ümmü Habibe olduğunu nakletmiştir. Biz bu hususta
müfred bir haber nakletmişizdir.
Ebu Ubeyd Kasım b.
Sellam şöyle demiştir; Ümmü Habibe, hicri kırkdördüncü senede vefat etmiştir.
Ebu Bekir b. Ebi Hayseme ise şöyle demiştir: Ümmü Habibe, Muaviye'den bir sene
önce vefat etmiştir. Muaviye ise, hicri altmışıncı senenin receb ayında vefat
etmiştir. [8]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/191-200.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/201-219.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/219-224.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/225-233.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/234-238.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/238-240.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/241-243.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/244-247.