Peygamber (S.A.V.)'İn Ahzab'a Beddua Etmesi 1

Beni Kurayza Gazvesi 7

Sa'd B. Muaz'ın Vefatı 21

Hendek Ve Beni Kurayza Gazveleri Hakkında Söylenen Şiirler. 25

Yahudi Ebu Rafî Sellam B. Ebu'l-Hukayk'ın Öldürülmesi 31

Haüd B. Süfyan B. Nübeyh El-Hüzelî'nin Öldürülmesi 35

Amr B. As'ın, Hendek Gazvesinden Sonra Necaşi İle Arasında Geçen Kıssa Ve İslâm'a Girişi 37

Hz. Peygamberin, Ebu Süfyan'ın Kızı Ümmü Habibe İle Evlenmesi 38

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Ahzab'a Beddua Etmesi

 

Bu fasıl, Cenâb-ı Allah'ın müşrikleri kendi güç ve kuvvetiyle ora­dan geri çevirişi, kalblerine sarsıntı verişi, üzerlerine şiddetli bir ka­sırgayı sevketmesi ve bedenlerine bir sarsıntı vermesi hakkındadır. Allah, bütün bunları Rasûlü'nü sevdiğinden, onun şerefli çevresini ve havzasını korumak istediğinden yapmıştır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Amir tariki ile Ebu Said el-Hudrî'-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hendek gününde dedik ki:

- Ya Rasûlallah! Yürekler ağızlara geldi. Söyleyecek birşey yok mu ki, söyleyelim?

Buyurdu ki:

- Evet vardır: «Allahım, ayıp yerlerimizi Ört ve korkularımızı gi­der.»

Allah, peygamberinin düşmanlarının yüzüne şiddetli bir firtma estirdi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet etti: Peygamber (s.a.v.), Hendek mescidine geldi ve abasını indirdi. Kalkıp ellerini semaya uzatarak müşriklere beddua etti, namaz kılmadı. Sonra tekrar gelip onlara beddua etti ve namaz kıldı.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Abdullah b. Ebi Evfa'nın şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Ahzab'a (Hendek sava­şma katılan müşrik topluluklarına) beddua ederek şöyle dedi:

«Ey kitabı indiren, hesabı çabuk gören Allah'ım! Ahzab'ı hezimete uğrat. Allahım, onları yenilgiye uğrat ve onlara sarsıntı ver.»

Bir rivayete göre de şöyle demiştir:

«Allahım, onları hezimete uğrat ve onlara karşı bize yardım et.»

Buharî, Ebu Hüreyre'den naklederek Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle dua ettiğini rivayet etmiştir:

«Allah'tan başka ilâh yoktur. Sadece O vardır. O, ordularına güç verdi, kuluna yardım etti. Ahzabı da yalnız başına mağlub etti. On­dan sonra (başka) birşey yoktur.»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, düşmanlarının onlara karşı birbirlerine yardım etmelerinden ve her taraftan onlara saldırmalarından ötürü Allah'ın vasfettiği korku ve şiddet içinde kal­dılar.

Sonra Nuaym b. Mesud b. Amir b. Uneyf b. Salebe b. Kunfuz b. Hilal b. Helave b. Eşca b. Reysb. Gatafan, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı­na gelip şöyle dedi: Ya Rasûlallah, şüphesiz ben Müslüman oldum ve kavmim benim Müslüman olduğumu henüz bilmiyor. Bana dilediğini emret.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

«Sen ancak bizim içimizde yalnız bir adamsın. Eğer gücün yeterse aralarına gir, onları dağıt. Çünkü savaş bir hiledir.»

" Bunun üzerine Nuaym b. Mesud çıktı ve Beni Kurayza'ya gitti. Gahiliye döneminde onların dostu idi. Onlara şöyle dedi:

- Ey Beni Kurayza! Benim size olan dostluğumu bilirsiniz ve özel­likle benimle sizin aranızda olan ilişkiyi bilirsiniz.

Onlar da dediler ki:

- Doğru söyledin. Seni itham etmiyoruz. Nuaym dedi ki:

- Kureyş ve Gatafan sizin gibi değillerdir. Şehir sizin şehrinizdir. içinde mallarınız, çocuklarınız ve kadınlarınız bulunmaktadır. Ondan başka bir yere gitmeye gücünüz yetmez. Kureyş ve Gatafan ise, Muhammed ve ashabıyla savaşmaya gelmişlerdir. Ona karşı onlara yar­dım ettiniz. Oysa ki onların beldeleri, malları ve kadınları başka yer­dedir. Sizin gibi değillerdir. Eğer ganimet bulurlarsa almaya çalışır­lar. Eğer başka bir durum meydana gelirse, memleketlerine dönüp gi­derler. Sizi Muhammed'le başbaşa bırakırlar ki, bu durumda gücünüz ona yetmez. Öyleyse onların reislerini rehin almadan onlarla beraber savaşmayın. Muhammed'i ele geçirinceye kadar bu reisler ellerinizde teminat olsunlar.

Onlar da dediler ki:

- İyi bir görüşe işaret ettin.

Sonra Nuaym çıkıp Kureyşlilerin yanına gitti. Ebu Süfyan b. Harb ve onunla beraber bulunan Kureyşli adamlarına şöyle dedi:

-  Benim size olan dostluğumu ve Muhammed'e olan uzaklığımı, ayrılığımı biliyorsunuz. Benim aklıma bir fikir geldi ki, bunu size bir öğüt olarak tebliğ etmeyi üzerime bir görev sayıyorum. Yalmz bu fik­rin benden geldiğini kimseye söylemeyin ve gizleyin.

Onlar da yaparız, dediler. Nuaym dedi ki:

-  Bilesiniz ki Yahudiler topluluğu, kendileriyle Muhammed'in arasmda yapılan antlaşmaları bozduklarına pişman olmuşlardır. Ve ona şöyle bir haber göndermişlerdir: Biz yaptıklarımıza pişman ol­duk. Senin için Kureyş'ten ve Gatafan'dan eşraflarım alalım ve onları sana verelim ki, sen onların boyunlarım vurasın. Sonra onlara karşı seninle beraber oluruz ve onların köklerini kuruturuz.

Muhammed de onlara, "Peki, olur." diye haber gönderdi. O halde eğer Yahudiler size, sizden adamlarınızdan bir takım rehineler iste­mek için haber gönderirlerse sakın onlara sizden herhangi bir kimse­yi rehine olarak vermeyin!

Nuaym, daha sonra çıkıp Gatafan'a gitti. Onlara şöyle dedi:

- Ey Gatafan topluluğu! Şüphesiz siz benim aslım, köküm ve aşi-retimsiniz. İnsanların bana en sevgililerisiniz. Beni töhmet altında tutacağınızı sanmıyorum.

Onlar şöyle dediler:

- Doğru söyledin. Sen bizim yanımızda töhmetlenen bir kişi değil­sin.

Nuaym:

-  O halde bu sözlerin benden çıktığım kimseye söylemeyin, gizli tutun, dedi.

Onlar da:

, - Yaparız, ne emredersen hazırız, dediler.

Bunun üzerine Nuaym, Kureyşlilere dediği şeylerin aynısını onla­ra söyledi ve onları sakındırdığı şeylerden bunları da sakındırdı.Hicri beşinci senenin şevval ayının cumartesi gecesi olduğu za­man Allah'ın, Rasûlü için yaptığı işlerden birisi de Ebu Süfyan b. Harb ve Gatafan reislerinin İkrime b. Ebi Cehl'i, Kureyş ve Gata-fan'dan bir topluluk içinde Beni Kurayza'ya göndermesi olmuştur. Gönderilenler, onlara dediler ki; «Biz kalınacak bir yurtta değiliz. De­veler ve atlar helak oldular. Yarın erkenden savaş için gelin de Mu-hammed'le savaşalım ve onunla bizim aramızda olan şeyden kurtula­lım.»

Onlar da bunlara heyetle şöyle bir haber gönderdiler:

«Bugün cumartesi günüdür. Bu öyle bir gündür ki, biz bugünde hiçbir iş yapmayız. Bugünde bazılarımız iş yaptı. Bildiğiniz gibi baş­larına bazı şeyler geldi. Bununla beraber biz sizinle beraber Muham-med ile savaşacak değiliz. Siz bize adamlarınızdan birtakım rehinele­ri güvence için vermedikçe savaşacak değiliz. Çünkü korkuyoruz. Eğer savaş size karşı şiddetlenirse, siz beldelerinize kaçıp gidersiniz. Bizi beldemizde Muhammed'le başbaşa bırakırsınız. Bizim gücümüz ona yetmez.» Elçiler onlara Beni Kurayza'nm verdikleri cevabı alıp geri döndükleri zaman Kureyşlilerle Gatafanlılar şöyle dediler:

«Vallahi Nuaym b. Mesudun size verdiği haber gerçektir, doğru­dur. Beni Kurayza'ya haber gönderip deyin ki, vallahi size adamları­mızdan bir tek kişiyi dahi rehin vermeyiz. Eğer siz savaşmak istiyor­sanız, çıkın ve savaşın.»

Beni Kurayza ise, Kureyş elçileri bu cevabı onlara ilettiklerinde' şöyle dediler:

«Şüphesiz Nuaym b. Mesud'un bize anlattığı şey doğrudur. Ku­reyş ve Gatafan kabileleri savaşmaktan başka birşey istemiyorlar. Eğer kazanırlarsa ganimet elde ederler. Eğer mağlup olurlarsa belde­lerine giderler. Ve sizi Muhammed'le başbaşa bırakırlar. Kureyş ve Gatafan kabilelerine şu haberi gönderin: Şüphesiz biz sizinle beraber Muhammed'le savaşmayız. Ancak bize bir takım rehineler verirseniz savaşırız.»

Onlar da Beni Kurayzalılara rehin vermeye yanaşmadılar ve Al­lah, iki tarafın arasını açtı. Allah, üzerlerine şiddetli bir şekilde soğuk kış gecelerindeki bir rüzgarı gönderdi. Rüzgar onların kaplarını, ka­çaklarını ve kazanlarını ters çevirdi. Alt üst etti.»

İbn İshak, Nuaym b. Mesud'un kıssasını Musa b. Ukbe'den daha güzel bir şekilde anlatmıştır. Beyhakî de "Delâil" adlı eserinde böyle anlatmıştır. Onun anlattığının özeti şudur:

Nuaym b. Mesud, duyduğu sözleri yayan bir kimse idi. Tesadüfen bir gece Rasûlullah'm bulunduğu yerden geçerken yanına uğradı. Ra-sûlullah ona:

- Arkanda ne haberler var? diye sordu. O da şu cevabi verdi:

- Kureyşlilerle Gatafanlılar, Beni Kurayza kabilesine haber saldı­lar. Sana karşı savaşmak için onlardan takviye istediler ki, senin işi­ni bitirsinler. Kurayzalılar, şu cevabı verdiler: Olur, size yardım ede­riz. Ancak bize rehineler gönderin.

Onlar Hüyey b. Ahtab'm eliyle yapılan ahdi bozdular. Şu şartla ki, kendileri için bir teminat olsun diye yanlarına rehine getirilmesini istemişlerdi.

Rasûlullah (s.a.v.), Nuaym'a şöyle dedi: «Sana bir sır vereceğim. Onu kimseye anlatma. Onlar barışa davet ederek bana haber gönder­diler ki, Nadir oğullarını yurtlarına, evlerine ve mallarının başına göndereyim.»

Nuaym b. Mesud yola çıktı. Gatafanlılarm yanma gitti. Giderken de Rasûlullah (s.a.v.), ona: «Savaş bir hiledir! Ümid ederim ki Allah bizim için birşeyler yapar.» dedi.

Nuaym, Gatafanlılarla Kureyşlilerin yanma gitti. Onlara durumu anlattı. Onlar da alelacele işe koyuldular ve Beni Kurayza kabilesine İkrime ile birlikte bir topluluk gönderdiler. Bu cemaatın gidişi, cu­martesi gecesine denk gelmişti. İkrime ve beraberindeki heyet, Beni Kurayzalılardan kendileriyle birlikte Müslümanlara karşı savaşmala­rını talep ettiler. Ancak Beni Kurayza Yahudileri, cumartesi gününü bahane ederek savaşmaya yanaşmadılar. Ayrıca kendileri için bir te­minat olsun diye Kureyşlilerden ve Gatafanlılardan rehineler istedi­ler. Cenâb-ı Allah, aralarına anlaşmazlık koydu ve ihtilafa düştüler.

Ben derim ki: Kurayzablar, Kureyş ve Gatafan kabileleriyle işle­rinin yoluna girmesinden ümitlerini kestikleri için Nadir oğullarının Medine'ye geri kabul edilmesi şartı üzerine barış yapmak için Rasû­lullah (s.a.v.)'a haber göndermiş olabilirler. Böyle bir ihtimal vardır. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.)'a, dağılan halleri ve Al­lah'ın onların topluluklarını dağıtması haberi ulaştığı zaman Hüzeyfe b. Yeman'ı çağırdı ve onu onlara gönderdi ki, geceleyin ne yaptıklarını öğrensin.

İbn İshak, Yezid b. Ziyad b. Muhammed b. Ka'b el-Kurezî'den ri­vayet etti ki, Kûfeli bir adam, Hüzeyfe b. Yeman'a şöyle demiş:

- Ey Ebu Abdillah, Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördünüz ve ona sahabilik yaptınız mı? Onunla arkadaşlığınız oldu mu?

- Evet, ey kardeşimin oğlu.

- Peki ne yapıyordunuz?

- Vallahi biz gayret gösterip çabalıyorduk.

-  Vallahi eğer biz ona kavuşsaydık, onu yer üzerinde yürümeye bırakmazdık ve elbette biz onu boyunlarımızın üzerinde taşırdık.

-  Ey kardeşimin oğlu. Vallahi Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte hendekte halimizi gördüm ve Rasûlullah (s.a.v.) gecenin bir zamanında namaz kılıyordu. Sonra bize doğru döndü ve:

- Kim kalkar ve kavmin (müşriklerin) ne yaptığına bakar, sonra da geri dönerse Allah Teâlâ'dan onu Cennet'te arkadaşım olmasını is­terim, dedi.

Korkunun şiddetinden, açlığın zorundan ve soğuğun zahmetinden dolayı hiç birimiz yerimizden kalkmadı. Kimse yerinden kalkmayınca Rasûlullah (s.a.v.) beni çağırdı. Beni çağırdığı zaman benim için kalk­maktan başka çare kalmadı ve dedi ki:

- Ey Hüzeyfe! Git ve kavmin içine gir. Ne yaptıklarına bak, bize gelinceye kadar hiçbir şeyden bahsetme.

Ben de gittim ve kavmin içine girdim. Rüzgar ve Allah'ın askerle­ri (melekleri) onlara yapacaklarım yapıyorlardı. Ne bir kazanları, ne bir ateşleri, ne de bir binaları yerinde kalmıyordu. Hepsi alt-üst oluyordu. Bunun üzerine Ebu Süfyan kalktı ve şöyle dedi:

- Ey Kureyş topluluğu! Herkes yanında kimin oturduğuna baksın! Ben de benim yanımda bulunan bir adamın elini tuttum ve:

- Sen kimsin? diye sordum. Oda:

- Ben falan oğlu falanım, dedi. Sonra Ebu Süfyan şöyle dedi:

- Ey Kureyş topluluğu! Şüphesiz ki siz, kalınacak bir yerde bulun­muyorsunuz. Atlar ve develer helak oldu. Beni Kurayza da bize olan sözünü yerine getirmedi. Onlardan hoşumuza gitmeyen bir haber gel­miştir. Biz, gördüğünüz rüzgarın şiddetiyle karşılaştık. Hiçbir kazan yerinde durmuyor, devriliyor, hiçbir ateş doğru dürüst yanmıyor, hiç­bir çadır yerinde kalmıyor. Artık yola çıkın. İşte ben çıkıyorum!

Sonra devesinin yanına dönüp gitti. O devesi de bağlı idi. Üzerine oturdu. Sonra vurdu ve deve üç ayak üzere kalktı. Vallahi o, inmeden bağ açılmadı. Eğer Rasûlullah'm bana: «Gelinceye kadar hiçbir şey­den bahsetme.» sözü olmasaydı ve isteseydim, onu bir ok atarak öldü­rürdüm.

Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına döndüğümde o, hanımlarından birine ait olan bir elbise içinde namaz kılmakta idi. Elbisenin adı, Murahhal idi. Beni gördüğü zaman beni ayaklarının yanma çekti. Üzerime elbi­sesinin ucunu attı. Sonra rükûa vardı ve secdeye kapandı. Ben öylece duruyordum. Selam verdiği zaman haberi ona bildirdim. Gatafanlılar da Kureyşlilerin yaptığını duymuş ve beldelerine gizlice gitmişlerdi.» Bu hadisi "Sahih" adlı eserinde Müslim b. Haccac da Yezid et-Teymî'den rivayet etmiştir. O şöyle demiştir: «Biz, Hüzeyfe'nin yanın­da idik. Adamın biri, ona şöyle dedi:

-  Eğer Rasûlullah'm zamanına yetişseydim, onunla birlikte düşManlarına karşı savaşır ve kendimi feda ederdim. Hüzeyfe ona dedi ki:

- Sen bunu gerçekten yapar miydin? Bak, sana söyleyeyim. Ahzab (Hendek) savaşının gecesinde Rasûlullah'm yanında idik. O gece çok şiddetli soğuk ve fırtına vardı. Rasûlullah (s.a.v.):

- Şu kavmin (müşriklerin) haberini bana getirecek ve kıyamet gü­nünde benimle beraber olacak bir adam yok mu? diye sordu. İçimiz­den hiçbiri onun bu sorusuna cevap vermedi. Sorusunu ikinci kez tek­rarladı. Üçüncü kez tekrarladı. (Cevap veren olmadı) sonra:

-  Ey Hüzeyfe, kalk ve kavmin (müşriklerin) haberini bize getir! dedi. Adımla bana seslendiği için kalkmaktan başka çare bulamadım. Bana dedi ki:

- Kavmin (müşriklerin) haberini bana getir ve onları bana karşı

korkuya düşürme.

Ben de sanki hamamda vuruyormuşçasına yola çıkarak gittim. Nihayet müşriklerin ordugahına vardım. Ebu Süfyan'm sırtını ateşe verip ısıttığını "gördim. Yayıma bir ok yerleştirdim. Onu Ebu Süf­yan'm sırtına atmak istedim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ın: «Onları ba­na karşı korkuya düşürme.» sözünü hatırladım. Eğer okumu atsay-dım Ebu Süfyan'a isabet ettirirdim. Hamam içinde yürüyormuşcasma gizlice dönerek Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına vardım. Orada durunca bana soğuk çarptı. Durumu Rasûlullah (s.a.v.)'a haber verdim. O da içinde namaz kılmakta olduğu bir abanın bir tarafını üzerime örttü. Ben de uykuya.daldım. Nihayet sabah oldu. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.) bana: «Kalk bakalım ey,uykucu!» diye seslendi.»

Hakim ile Hafız el-Beyhakî, "Delail" adlı eserde İkrime b. Ammar kanalı ile Hüzeyfe'nin kardeşi oğlu Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Hüzeyfe, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte gördüğü bazı hal­leri anlatıyordu. Yanında bulunanlar dediler ki:

- Ama Allah'a yemin ederiz ki, biz de, o durumları görseydik, şöy­le yapar, böyle yapardık.

Hüzeyfe dedi ki:

- Bunu temenni etmeyin. Çünkü Ahzab (Hendek) savaşının gece­sinde bizler sıra halinde oturmakta idik. Ebu Süfyan ve beraberinde­kiler de üst tarafımızda idiler. Yahudi Kurayzalılar ise, alt tarafları­mızda idiler. Çocuklarımıza zarar vermelerinden korkuyorduk. O ge­ce kadar, şiddetli karanlık ve çok rüzgarlı bir gece görmedim. Esen rüzgar, yıldırım sesini andıran sesler veriyordu. Gece o kadar karan­lıktı ki, parmağımızı bile göremiyorduk. Münafıklar, Medine'ye dön­mek için Peygamber (s.a.v.)'e: «Evlerimiz düşmana karşı açıktır.» di­yerek izin istiyorlardı. Oysa İd evleri açık değildi. İzin isteyen herkese izin veriyordu. İzin veriyor, onlar da kaçıp gidiyorlardı. Biz 300 kişi kadardık. Bir de baktım ki, Rasûlullah (s.a.v.) bize karşı geliyor. Bi­rer birer adamların önünden geçiyordu. Nihayet yanıma geldi. Benim de üzerimde düşmana ve soğuğa karşı kalkan falan yoktu. Sadece ka­rıma ait bir entari vardı ki, o da dizlerimden aşağıyı geçmiyordu. Ra­sûlullah, yanıma geldiğinde ben dizlerim üzerine çömelmiştim. Bana şöyle dedi:

- Sen kimsin?

- Hüzeyfe'yim.

- Hüzeyfe ha?

Ben de yere daha çok yumuldum ve ayağa kalkmak istemedi­ğimden:

-  Evet ya Rasûlallah, dedim. Ama nihayet ayağa kalktım. Bana şöyle dedi:

- Kavimde (müşriklerde) bir haber var. Git, o kavmin haberini ba­na getir.

Ben insanların en ürkek ve en itaatkâr olanıyım. Yola çıktım. Ra­sûlullah (s.a.v.), şöyle dua etti:

«Allahım, onu önünden, arkasından, sağından, solundan, altın­dan, üstünden muhafaza buyur.»

Allah'a yemin ederim ki; Allah, içimdeki bütün korku ve ürperti­leri çıkarıp attı. Artık hiçbir korku ve ürperti hissetmiyordum. Müş­rik ordugahına doğru giderken Rasûlullah bana: «Ey Hüzeyfe! Yanı­ma dönünceye kadar müşriklere birşey yapma.» dedi.

Ben de yola çıktım. Nihayet müşriklerin ordugahına yaklaştığım­da bir ateş parıltısı gördüm. Ateş yakmışlardı. Bir de baktım ki, siya­hi, iri yarı bir adam elini ateşe yaklaştırıp ısıtıyor ve sonra ellerini böğürüne sürüyor, sonra da şöyle diyordu: «Dönelim, dönelim.» Ben daha önce Ebu Süfyan'ı görmemiştim, tanımıyordum. Okluğumdan bir ok çektim. Beyaz başlıklı bir ok elime geldi. Onu ateşin parıltısın­dan yararlanarak sırtı dönük adama (Ebu Süfyan'a) atmak istedim. Yaya yerleştirdim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ın, «Yanıma dönünceye kadar onlara birşey yapma.» dediğini hatırladım. Oku atmaktan vaz­geçtim ve tekrar okluğuma yerleştirdim. Sonra kendime cesaret vere­rek ordugaha girdim. Baktım ki; en yakınımda duranlar Beni Amir kabilesinin adamları olup şöyle diyorlardı: «Ey Amir hanedanı! Döne­lim, dönelim. Artık burada durabilecek halimiz kalmadı.» Baktım ki, askerlerinin arasında firtma esiyor. Askerleri bir karış dahi ileri geç­miyor. Allah'a yemin ederim ki, onların yükleri ve yatakları arasında taş seslerini duyuyordum. Rüzgar, taşları onların yüklerine ve yatak­larına savuruyordu. Sonra Rasûlullah'm yanma dönmek üzere tekrar yola çıktım. Yolun yarışma geldiğimde yirmi kadar süvari gördüm. Sarıklı idiler. Bana: «Arkadaşına (Muhammed'e) haber ver ki, Allah, onun yardımına yetmiştir.» dediler. Ben de Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı­na döndüm. Bir örtüye bürünmüş olarak namaz kılıyordu. Allah'a ye­min ederim ki, oraya varır varmaz tekrar titremeye ve üşümeye baş­ladım. Rasûlullah (s.a.v.), namazda olduğu halde yanına yaklaşmam için bana işaret etti. Ben de yanma yaklaştım. Üzerindeki örtünün bir ucunu üzerime attı. Rasûlullah (s.a.v.), bir işten tedirgin olunca namaz kılardı. Müşriklerin haberini ona arzettim. Onların geri dön­mek üzere harekete geçtiklerini bildirdim. Bunun üzerine Cenâb-ı Al­lah, şu ayetleri inzal buyurdu:

«Ey inananlar! Allah'ın size olan nimetini anın, üzerinize ordular gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgar ve göremediğiniz ordular gön­dermiştik. Allah, yaptıklarınızı görüyordu.» (el-Ahzâb, 9.) Bundan sonra­ki ayet-i kerimeler de aynı zamanda nazil olmuşlar ve nazil olan bu ayetlerin sonuncusu da şu idi:

«Allah inkar edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadı­lar. Savaşta, İnananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olan­dır, güçlü Oİandir.» (el-Ahzâb, 25.)

Yani Cenâb-ı Allah, onların üzerine gönderdiği rüzgar ve melek orduları ile diğer takviye kuvvetler sebebiyle Müslümanların üzerin­den müşrikleri savdı. «Savaşta inananlara Allah'ın yardımı yetti.» Yani Müslümanlar, müşriklerle çarpışmaya ve muharebe etmeye ihti­yaç duymadılar. Aksine güçlü ve muktedir olan Allah, güç ve kuvveti ile müşrikleri onlardan uzaklaştırdı.

Bu sebepledir ki, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hürey-re'nin şöyle bir rivayeti bulunmaktadır; «Rasûlullah (s.a.v.) şöyle di­yordu: «Allah'tan başka ilâh yoktur. O, birdir. Vaadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Ordusunu güçlendirdi. Düşman gruplarını yalnız başına hezimete uğrattı. Ondan başkası yoktur.»

«Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti.» ayet-i kerimesinde Müslümanlarla müşrikler arasında savaşın artık kaldırılmış olduğu­na bir işaret vardır. Ve bu böyle de oldu. Artık Kureyşliler, Müslü­manlarla tekrar savaşamadılar. Nitekim merhum Muhammed b. Is-hak şöyle demiştir: Hendek muharebesine katılan müşrikler geri dön­düklerinde -bize ulaşan rivayete göre- Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyur­muştu:

«Bu seneden sonra Kureyşliler, artık sizinle s av aşamayacaklar­dır. Ama siz onlarla savaşacaksınız.»

Ravi diyor ki: Gerçekten ondan sonra müşrikler, Müslümanlarla savaşmadılar. Ama Cenâb-ı Allah'ın Mekke fethini nasip edişine ka­dar Müslümanlar onlarla savaştılar.

İmam Ahmed b. Hanbel, Süleyman b. Surad'm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Şimdi biz onlarla savaşıyoruz. Onlar bizimle savaşmıyorlar.»

İbn İshak dedi ki: Hendek gazvesinde Müslümanlardan şu kimse­ler şehid oldular; Sa'd b. Muaz (Bunun vefatı ileride detaylı olarak anlatılacaktır.), Enes b. Evs b. Atik b. Amr, Abdullah b. Sehl (Bu üçü Beni Abdüleşhel kabilesindendir.), Tufeyl b. Numan, Salebe b. Gane-me (Bu ikisi de Cüşem kabilesinin Sülemî kulundandır.). Bir de Nec-car oğullarından Ka'b b. Zeyd. Buna da garbî bir ok isabet etmiş ve şehid olmuştu.

Müşriklerden de üç kişi öldürülmüştü. Bunların adları şöyledir: Münebbih b. Osman b. Ubeyd b. Sibak b. Abdu'd-Dar (Buna bir ok isabet etmişti. Bu darbeden dolayı Mekke'de ölmüştü.) Nevfel b. Ab­dullah b. Muğire (Bu da atının üzerinde hendeği geçmeye teşebbüs ederken, hendeğe düşmüş, orada öldürülmüştü. Müşrikler büyük be­del ödeyerek cesedini talep etmişlerdi.) Amr b. Abdi Vüd el-Amirî (Bunu da Ebu Talib oğlu Ali (r.a.) öldürmüştü).

İbn Hişam dedi ki: Hendek gazvesinde Hz. Ali, Amr b. Abdi Vüd ile oğlu Hisl b. Amr'ı Öldürmüştü. [1]

 

Beni Kurayza Gazvesi

 

Bu bölümde Cenâb-ı Allah'ın, Kurayza oğulları olan Yahudilere indirdiği şiddetli azaptan ve ahirette kendileri için hazırladığı can ya­kıcı azaptan bahsedilecektir. Çünkü bunlar küfretmişler, kendileri ile Rasûlullah arasındaki muahedeyi bozmuşlar, onun düşmanlarıyla iş birliği içine girmişlerdi. Düşmanlarıyla iş birliği yapmaları da kendi­lerine bir yarar sağlamamış, aksine Allah'ın ve Rasûlü'nün gazabına maruz kalmışlardı. Dünya ve ahirette de ziyana uğramışlardı. Bunlar hakkında yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

«Allah, inkar edenleri, kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşama­dılar, savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olan­dır, güçlü olandır.

Allah, kitap ehlinden, kafirleri destekleyenleri kalelerinden indir--miş, kalblerine korku salmıştı, onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz.

Yerlerini, yurdlarmı, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadı­ğınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadir olan­dır.» (el-Ahzâb, 25-27.)

Buharî, Muhammed b. Mukatil kanalı ile Abdullah'ın şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), gazve, hac ve umreden dön­düğünde tekbir getirir, sonra da şöyle derdi:

«Allah'tan başka ilâh yoktur. Sadece O vardır. Ortağı yoktur. Mülk Onundur. Hamd O'nadır. O, her şeye Kadirdir. Dönenler, tevbe edenler, ibadet edenler, Rabbimize secde edenler, hamd edenler. Al­lah doğru söyledi. Vadini yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Düşman gruplarını da yalnız başına hezimete uğrattı.»

Merhum Muhammed b. İshak dedi ki: Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlarla birlikte Hendek'ten Medine'ye döndü ve silahı bıraktılar.

Öğle vakti olduğu zaman -Zührî'nin bana anlattığına göre- Cebra­il, atlastan bir sarık sarmış olarak, üzerinde atlas bir kadifenin bu­lunduğu eğerle eğerlenmiş bir katırın üzerinde Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, silahı bıraktın mı?

- Evet.

- Melekler henüz silahı bırakmadılar ve ben de şimdi müşrik kav­mi takipten geliyorum. Ey Muhammedi Yüce Allah sana, Beni Kuray-za'ya gitmeni emrediyor. Ben de onlara gidiyorum. Onları sarsaca­ğım!

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bir ünleyiciye emretti ki, halka

şöyle desin:

«Kim itaat edecekse ikindiyi başka yerde değil, sadece Beni Ku-rayza'nın yurdunda kılsın.»

İbn Hişam'ın ifadesine göre Rasûlullah, Beni Kurayza'ya gider­ken Medine'de yerine İbn Ümmü Mektum'u vekil bıraktı.

Buharî, Abdullah b. Ebi Şeybe kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.), Hendek'ten dönünce silahını bıraktı. Yıkan­dı. Sonra da Cebrail ona gelip şöyle dedi:

-  Silahı bıraktın ha! Vallahi biz silahı bırakmadık. Sen şimdi on­lara doğru git.

- Hangi tarafa gideyim?

-  Şu tarafa (Böyle derken de parmağıyla Beni Kurayza yurdunu

gösterdi.)

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), Beni Kurayza'ya doğru yola çıktı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Hasan kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Hendek gazvesini tamamlayıp Medine'ye döndüğünde yıkanmak için banyoya girdi. Sonra Cebrail geldi. Onu evin aralığından gördüm. Başı âdeta sarıkla sarılmış gibi tuzlanmıştı. Şöyle dedi:

- Ya Muhammed! Silahı bıraktınız mı?

- Silahlarımızı bıraktık.

-  Biz henüz silahlarımızı bırakmadık. Haydi, Beni Kurayza'ya git!»

Buharî, daha sonra Musa kanalı ile Enes b. Malikin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

«Cebrail'in gittiği kafilede Beni Ganm Sokağında tozların havaya yükselişine bakıyordum. O esnada Rasûlullah da Beni Kurayza'ya gi­diyordu.»

Buharî, Abdullah b. Muhammed b. Esma kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hendek gününde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Herkes ikindi namazım Beni Kurayza yurdunda kılsın.' Bunun üzerine yola çıkanlardan bir kısmı ikindi namazını yolda

iken kıldılar. Bazıları ise: "Biz ikindi namazım oraya varmadan kılmayacağız." dediler. Diğer bazıları ise: "Biz namazı yolda kılmaktan men edilmedik ve namazı mutlaka Beni Kurayza yurdunda kılmamız bizden istenmedi." dediler. Bu durum Rasûlullah'a anlatıldığında o, taraflardan herhangi birini kınamadı.»

Hafız el-Beyhakî, Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik'ten rivayet etti ki, amcası Ubeydullah ona şu haberi vermiş: « Rasûlullah (s.a.v.), Hendek muharebesine katılan düşmanları takipten geri dön­düğünde zırhını indirdi, banyoya girip gusletti. Sonra Cebrail, yanma gelip şöyle dedi:

- Böyle savaşçılık mı olur? Görüyorum ki, zırhını indirmişsin, oy­sa biz henüz indirmedik!

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) korkarak harekete geçti ve mü'minlere de, ikindi namazım sadece Beni Kurayza yurdunda kıl­malarını (yani hemen harekete geçmelerini) emretti.

İnsanlar, silahlarını alıp Beni Kurayza yurduna vardılar. Ama güneş batmıştı. Bu esnasında birbirleriyle tartıştılar. Bazıları şöyle dediler: «Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayza yurduna ulaşmadan ikindi namazım kılmamızı emretti. Biz emre uyduk. Azimeti tatbik ettik. Şu halde ikindi namazının vaktini geçirdiğimizden Ötürü günahkar ol­madık.» Diğer grup ise, ikindi namazını yolda iken ihtiyaten kıldı. Ama öbürleri güneş batmcaya kadar kılmadılar. Beni Kurayza yurdu­na varınca orada kıldılar. Ama Rasûlullah, iki tarafı da kınamadı.»

Beyhakî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Evde Rasûlullah'la beraberdik. Adamın biri gelip bize selam ver­di. Rasûlullah, korku içinde yerinden kalktı. Ben de peşi sıra kalktım. Baktım ki bize selam veren adam Dıhyetü'l-Kelbî'dir. Sonra Rasûlul­lah bana şöyle dedi: «Bu Cebrail'dir. Bana, Beni Kurayza yurduna git­memi emrediyor.» Cebrail de Rasûlullah'a şöyle dedi:

- Silahı bıraktınız mı? Ama biz henüz bırakmadık. Hamraü'1-Esed mevkiine ulaşıncaya kadar müşrikleri kovaladık.

Bu hadise, Rasûlullah'ın Hendek gazvesinden dönüşünden sonra vuku buldu. Rasûlullah, acele ile yerinden kalkıp ashabına şöyle emir verdi:

«Size emrediyorum. Beni Kurayza yurduna varıncaya kadar ikin­di namazım kılmayacak (ve acele ile yola çıkacak) siniz.» Müslüman­lar, oraya varmadan güneş battı. Bir grup şöyle dediler: «Rasûlullah (s.a.v.), namazı kılmamanızı istemedi. O halde kılın.» Diğer grup ise şöyle dedi: «Vallahi biz, Rasûlullah'ın azimetine uyduk. Şu halde ikin­di namazını vaktinden sonraya bıraktığımız için günahkar olmadık.» Bir grup iman ve intisaplarından ötürü ikindi namazım kıldılar. Di­ğer grup da yine iman ve intisaplarından ötürü ikindi namazını vak­tinden sonraya bıraktı. Rasûlullah, her iki grubu da kınamadı ve çıkti, kendisi ile Beni Kurayza arasında bulunan bir yere oturdu. Sonra şöyle dedi:

- Size herhangi bir kimse uğradı mı? Dediler ki:

- Bize doru renkli bir katır üzerinde Dıhyetü'l-Kelbî uğradı. Altın­da ipek kadifeden bir eğer vardı.

-  O Cebrail'dir. Allah, onu Beni Kurayza'ya gönderdi ki, onlara sarsıntı versin ve kalblerine korku salsın!

Peygamber (s.a.v.), Beni Kurayza Yahudilerini kuşatma altına al­dı ve ashabına da kendisini kalkanla muhafaza edip örtmelerini em­retti ki, Beni Kurayzalılarm söyledikleri sözleri işitsin.

Onlara şöyle seslendi:

- Ey maymunların ve domuzların kardeşleri! Onlar da şöyle dediler:

- Ya Ebe'l-Kasım! Sen kötü sözlü, bozuk ağızlı bir adam değildin. (Niye böyle konuşuyorsun?)

Peygamber (s.a.v.), onları kuşatma altına aldı. Nihayet onlar, Sa'd b. Muaz'ın hakemliğine razı oldular. Onlar, Sa'd'm müttefikleri idiler. Sa'd, onlar hakkında şu hükmü verdi: Savaşçıları öldürülecek, çoluk çocukları ile kadınları esir alınacak.»

Âlimler, Beni Kurayza seferine giden sahabelerden yolda iken ikindi namazını kılanların mı, yoksa oraya gidinceye kadar namazı kılmayıp güneşin batışından sonraya erteleyenlerin mi isabet ettikle­ri hususunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Ama her iki grubun da sevab kazandığını, aynı zamanda mazur olup kınanmayacaklarını icma ile kabul etmişlerdir. Âlimlerden bir grup şöyle demiştir: O gün ikindi namazını bilinen vaktinden sonraya erteleyerek Beni Kurayza yurdunda kılanlar isabet etmişlerdir. Çünkü, o gün ikindi namazını erteleme emrini almaları, özel bir emirdi. Şu halde bu özel emir, na­mazı bilinen vaktinde kılmaya dair şeriatın genel emrinden öncelikli­dir.

Ebu Muharnmed b. Hazm ez-Zahirî, "Kitabu's-Sire" adlı eserinde şöyle demiştir:

«Allah bilir ya, eğer biz orada olsaydık, ikindi namazını birkaç gün sonraya kalsa bile mutlaka Beni Kurayza yurdunda kılardık.»

Ebu Muhammed'in bu sözü, onun zahir nassa sarılma konusun­daki asli prensibine uymamaktadır.

Alimlerden bir başka grup ise, şöyle demişlerdir:

ikindi namazını vakti gelince yolda iken kılanlar isabet etmiştir. Çünkü bunlar, Rasûlullah'm o buyruğundan kastedilen mananın, ça­bucak yola çıkmak ve Beni Kurayza'ya gitmek olduğunu, yoksa na­mazı tehir etmek olmadığını anlamışlardır. Namazın ilk vaktinde kıtınmasının daha faziletli oluşuna delalet eden delillerin gereğince amel etmişlerdir. Bununla birlikte sari'in maksadını da idrak etmiş­lerdir. Bu sebeple Rasûlullah, onları kınamamış ve kılmış oldukları namazı ertelenen vakitte tekrar iade etmelerini emretmemiştir. Hal­buki diğerleri, böyle bir iddiada bulunmaktadırlar. Ama namazı, emir gereğince normal vaktinden sonraya erteleyenler de kendi anlayışla­rına göre mazurdurlar. Kazaya bırakmakla emrolunmadıkları halde yine sonraya bırakmışlardır.

Buharî'nin de anlayışı doğrultusunda savaş mazereti nedeniyle namazı, normal vaktinden sonraya ertelemeye cevaz verenlerin kavli­ne gelince, bu gibi durumlarda namazı erteleyen veya daha önceden kılan kimse için bir müşkilat yoktur. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i bayrağıyla Beni Kurayza'ya gönderdi. Halk, onlara gitmekte âdeta yarışıyordu.

"Meğazi" adlı eserinde Zührî'den nakilde bulunan Musa b. Ukbe dedi ki: Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), banyosunda yıkanmakta ve saçı­nın bir tarafım taramakta iken Cebrail, zırhını giyinmiş olarak bir at üzerinde ona geldi. Mescidin kapısında, cenazelerin konulduğu yere geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onu karşılamaya çıkti; Cebrail, ona şöyle de­di:

- Allah seni affetsin, silahı bıraktın mı?

- Evet.

- Ama biz, düşman sana geldiğinden bu yana henüz silahı bırak­madık ve hâlâ onları kovalamaktayız. Nihayet Allah, onları hezimete uğrattı. Allah, sana, Beni Kurayza'ya gidip onlarla savaşmam emre­diyor. Ben de beraberimdeki meleklerle onlara gidecek ve kalelerini sarsacağım. İnsanlara emret de, oraya gitsinler.

Anlatıldığına göre Cebrail'in yüzünde toz izi vardı.

Rasûlullah (s.a.v.), Cebrail'in peşi sıra yola çıktı. Beni Ğanm ka­bilesine uğradı. Onlar da Rasûlullah (s.a.v.)'ı bekliyorlardı. Onlara sordu:

- Bir az önce yanınızdan bir süvari geçti mi?

-  Evet, Dıhyetü'l-Kelbî beyaz bir at üzerinde ve zırhını giyinmiş olarak, ipek bir eğere oturmuş vaziyette yanımızdan geçti.

-  O Cebrail'dir. (Rasûlullah, Dihyetul-Kelbî'yi Cebrail'e benzetir­di.)

- Haydi bakalım, benimle birlikte Beni Kurayza'ya gidelim ve siz­ler ikindi namazını orada küm.

Onlar ve diğer Müslümanlar kalkıp yola çıktılar. Yolda iken ikin­di namazının vakti geldi. Namazı hatırladılar. Birbirlerine şöyle dedi­ler: «Bilmiyor musunuz ki, Rasûlullah (s.a.v.), size ikindi namazını Beni Kurayza yurdunda kılmanızı emretti.»

Diğer grup ise şöyle dedi:

«Bu namazdır.» Bir kısmı yolda iken ikindi namazını kıldılar. Di­ğer kısım ise erteleyip Beni Kurayza yurdunda güneşin batmasından sonra kıldılar. Bu durumu, yani namazı acele edip vaktinde kılanları ve erteleyip Beni Kurayza yurdunda kılanları Rasûlullah'a anlattılar. Rasûhıllah (s.a.v.) da iki taraftan herhangi birini kınamadı.

Ali b. Ebi Talib, Rasûlullah (s.a.v.)'m gelmekte olduğunu görünce

karşısına çıkıp şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, geri dön. Allah, Yahudilerin hakkından gelecek­tir. Sana iş kalmayacaktır.

Hz. Ali, Yahudilerden, Rasûlullah ve zevceleri hakkında kötü söz­ler duymuştu. Rasûlullah'm, onlardan bu sözleri duymasını isteme­mişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye:

- Niçin geri dönmemi istiyorsun? diye sordu. Ali, onların söyledik­lerini gizledi. Rasûlullah ise şöyle dedi:

-  Öyle sanıyorum ki, onların benim hakkımda kötü sözler söyle­diklerini duydun. Haydi bakalım yoluna devam et. Allah'ın düşman­ları eğer beni görürlerse senin duyduğun o kötü sözleri bana karşı

söyleyemeyeceklerdir!

Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayzalıların kalelerinin yanma geldi. Onlar, kalenin üst tarafında idiler. Olanca sesiyle, onların eşrafından birkaç kişiye seslendi ve sesini onlara duyurdu:

- Ey Yahudi topluluğu! Allah'ın azabı üzerinize indi ve sizi rüsvay

etti!

Rasûlullah (s.a.v.), Müslüman birliklerle onları on küsur gece ku­şatma altında tuttu. Allah, Hüyey b. Ahtab'ı geri gönderdi. Nihayet o, Beni Kurayza'nın kalesine girdi. Allah, onların kalblerine korku sal­dı. Kuşatma onlara ağır geldi. Ensâr'm müttefiki idiler. Ebu Lübabe b. Abdul-Münzir'e imdad çağrısında bulundular. Ama Ebu Lübabe:

- Rasûlullah bana izin vermedikçe onların yanma gitmem, dedi. Rasûlullah:

- Sana izin verdim, dedi.

Ebu Lübabe yanlarına gitti. Üzerine ağladılar ve şöyle dediler:

- Ey Ebu Lübabe! Ne düşünüyorsun, bize ne teklif ediyorsun? Bi­zim savaşacak gücümüz yok.

Ebu Lübabe, eliyle boğazını gösterdi ve parmaklarını kendi boğa-. zina sürdü. Böyle yapmakla, öldürülmek istendiklerini anlatmaya ça­lıştı.

Ebu Lübabe yerine döndüğünde Müslümanlara hıyanet ettiğini ve büyük bir fitneye uğradığını anladı. Sonra şöyle dedi: «Vallahi, Al­lah'a nasuh tevbesi yapıncaya ve bu tevbemi Allah kabul edinceye ka­dar Rasûlullah'm yüzüne bakamam.»

Böyle dedikten sonra Medine'ye döndü. Kendini Mescid-i Nebevi'-nin direklerinden birine bağladı. Anlatıldığına göre o direğe yirmi ge­ce kadar müddetle bağlı kaldı. Ebu Lübabe'nin göze görünmez oldu­ğunu fark eden Rasûlullah şöyle sordu:

- Ebu Lübabe, kendi müttefiklerinin yanından daha dönmedi mi? Ebu Lübabe'nin yaptığı, Rasûlullah'a anlatıldı. O da şöyle buyur­du:-

- Benden sonra ona fitne isabet etmiş. Eğer yanıma gelseydi onun için istiğfarda bulunurdum. Madem kendini direğe bağlamış, öyle ise Allah onun hakkında dilediği hükmü verinceye kadar onu yerinden kımıldatmayacağım.»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayza'ya geldiği za­man onların mallarının bulunduğu bölgede, Enna kuyusunun yanına indi. Onları yirmibeş gece kuşatma altında tuttu ve kuşatma onları güç duruma soktu. Allah, onların kalblerine korku saldı.

Hüyey b. Ahtab, Kureyş ve Gatafanlılarm oralardan geri dönme­lerinden sonra, Ka'b b. Esed ile yapmış olduğu sözleşmenin gereğini yerine getirmek için Beni Kurayza'nın kalesine gelmişti. Rasûlul­lah'm onlarla savaşmcaya kadar yanlarından ayrılmayacağını kesin­likle bildikleri zaman Ka'b b. Esed onlara şöyle dedi:

- Ey Yahudi topluluğu! Gördüğünüz bu şeyler, başımıza gelmiştir. Ben size üç şey teklif ediyorum, hangisini dilerseniz onu yapın.

- Nedir o tekliflerin?

- Ya Muhammed'e tabi olur ve onu tasdik ederiz. Andolsun ki, si­zin için artık, onun Allah katından gönderilmiş bir peygamber olduğu kesinlikle ortaya çıkmıştır. Elbette ki o, kitabımızda evsafına rastla­dığınız kimsedir. Bu durumda kanlarınızı, mallarınızı, çocuklarınızı ve kadınlarınızı emniyete almış olursunuz.

- Tevrat'ın hükmünden asla ayrılmayız ve başka birşey ile de bu hükmü değiştirmeyiz.

- Madem bu teklin kabul etmiyorsunuz, öyleyse gelin çocuklarımı­zı ve kadınlarımızı öldürelim. Sonra Muhammed ile ashabına karşı kılıçlarımızı çekip erkekçe çıkalım. Arkamızda bir ağırlık bırakmaya­lım. Taki Allah, Muhammed ile bizim aramızda hükmünü verinceye kadar. Eğer ölürsek arkamızda üzerine korkacağımız bir nesil bırak­mamış olarak Ölürüz. Eğer galip olursak andolsun ki, yeniden kadın­lar ve çocuklar ediniriz.

- Bu mazlumları ve miskinleri mi öldüreceğiz? Bunları öldürdük­ten sonra yaşamanın ne tadı kalır. Hayatın ne hayrı kalır?

- Eğer bu teklifi de kabul etmiyorsanız, bakın, bu gece cumartesi gecesidir. Ümid ederim ki, bu gece Muhammed ve ashabı bizden emindirler, ininiz, belki Muhammed ve ashabını baskına uğratarak amacımıza kavuşuruz...

- Cumartesi ayinimizi bozacağız, bu gece bir düzen rni kuracağız? Oysa ki bizden herhangi bir kimsenin böyle birşey yaptığı takdirde mutlaka hayvana dönüştüğünü, musibete uğradığım bilirsin. Senin de başına böyle bir musibetin gelmesinden korkuyoruz.

-  Sizden hiçbir kimse, anası onu doğurandan beri işini bilen ve sağlam çalışan olmamıştır.

Sonra onlar, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir haber gönderdiler: Bize Ebu Lübabe b. Abdü'l-Münzir'i, (Beni Amr b. Avfın kardeşini) gönder ki, bizim durumumuz hakkında kendisine danışalım.

Kurayza oğulları, Evs kabilesinin müttefikleri idiler.

Rasûlullah (s.a.v.) da Ebu Lübabe'yi onlara gönderdi. Onu gör­dükleri zaman adamları kalkıp onun yanma geldiler. Kadınlar ve ço­cuklar yanına gelip ondan imdat dilediler. Ona sığındılar. Yüzüne karşı ağlıyorlardı. O da onlara acıdı. Ona şöyle dediler:

- Ey Ebu Lübabe! Muhammed'in hükmüne razı olmamıza ne der­sin?

- Evet. (Böyle derken eliyle kendi boğazına işaret etti. Öldürüle­ceklerini ima etti ve şöyle dedi):

«Vallahi ayaklarım yerlerinden ayrılmadan, bildim ki, ben Allah'a ve onun Rasûlü'ne hıyanet ettim.»

Böyle dedikten sonra Ebu Lübabe, Rasûlullah'a uğramadan dos­doğru Mescid-i Nebevi'ye gitti. Kendini mescidin direklerinden birine bağladı ve şöyle dedi: «Allah, benim işlediğim suçtan ötürü tevbemi kabul edinceye kadar buradan ayrılmayacağım.» ve Allah'a da şu sö­zü verdi: «Asla Beni Kurayza yurduna adım atmayacağım. Allah'a ve Rasûlü'ne hıyanet ettiğim bir beldede ebediyyen görünmeyeceğim.»

İbn Hişam dedi ki: Yüce Allah, Ebu Lübabe hakkında şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

«Ey inananlar! Allah'a ve peygambere karşı hainlik etmeyin. Size güvenilen şeylere bile bile hıyanet etmiş olursunuz.» (ei-Enfâi, 27.)

İbn Hişam dedi ki: Ebu Lübabe kendini altı gece müddetle direğe bağlı tuttu. Her namaz vaktinde karısı yanına gelip bağlarını çözü­yor, o, abdest alıp namazını kıldıktan sonra yine onu direğe bağlıyor­du. Bu durum, tevbesinin kabul edildiğinin Allah tarafında şu ayetin indirilmesi ile bildirilişine kadar devam etti:

«Diğerleri de suçlarını itiraf ettiler. Onlar iyi işi kötü ile karıştır­mışlardı. Allah'ın, onların tevbesini kabul etmesi umulur, çünkü O bağışlayandır, merhamet edendir» (et-Tevbe, 102.)

Musa b. Ukbe'nin kavline göre; Ebu Lübabe, yirmi gece süre ile direğe bağlı kalmıştır. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak'm anlattığına göre Rasûlullah, ÜmmüSeleme'nin evinde iken, gecenin son kısmında yüce Allah, Ebu Lübabe'nin tevbesini kabul ettiğini bir ayet indirerek beyan buyurmuştu. Ümmü Seleme, Rasûlullah'a meseleyi sorduğunda, Rasûlullah, Ebu Lübabe'nin tev­besinin Allah tarafından kabul edildiğini ona haber verdi. Yine Üm­mü Seleme, bu müjdeyi Ebu Lübabeye iletmek için izin istedi. Rasû­lullah ona izin verince Ümmü Seleme çıkıp Ebu Lübabe'yi müjdeledi. Bunun üzerine insanlar akın akın gelerek Ebu Lübabeye müjde ver­diler, onu direğinden çözmek istediler. Ama o şöyle dedi: "Allah'a ye­min ederim ki, beni bu direkten ancak Rasûlullah çözer." Rasûlullah (s.a.v.), sabah namazı için odasından çıktığında onu bağlı bulunduğu direkten çözdü. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın. İbn İshak dedi ki:

Sa'lebe b. Sa'ye, Üseyd b. Sa'ye ve Esed b. Ubeyd, ne Beni Kuray­za kabilesinden, ne de Beni Nadir kabilesindendirler. Bunlar, Beni Hedl kabilesinden bir takım kimselerdir. Nesebleri daha yukarıdan gelir. Bunlar, Beni Nadir ve Beni Kurayz alıl arın amcazadeleridirler. Bunlar, Beni Kurayza'nm Rasûlullah'm hükmüne razı oldukları gece­de Müslüman oldular. İşte bu gecede Amr b. Su'da el-Kurazî çıktı. Ra­sûlullah (s.a.v.)'ın muhafızlarına rastladı. Muhafızların başmda Mu-hammed b. Mesleme bulunuyordu. Onu gördüğü zaman "Kimdir bu?" diye sordu. O da:

-  Ben Amr b. Su'da'yım, dedi. Amr, Kurayzalılarm Rasûlullah'a hıyanet işlerine katılmaya yanaşmamış ve:

- Ben Muhammed'e asla hıyanet etmem, demişti. Muhammed b. Mesleme onu tanıyınca şöyle dedi:

-  Ey Allahım! Beni, âlicenâb kişilerin hatalarını izale etmekten mahrum kılma.

Böyle dedikten sonra onu serbest bıraktı. Yolundan çekildi. O da hiç aldırış etmeden çıktı ve Rasûlullah'm mescidinin kapısına vardı. Geceyi, Medine'de mescidin kapısı önünde geçirdi. Sonra Medine'den ayrılıp gitti ve bugüne kadar nerede olduğu bilinmemektedir. Duru* mu Rasûlullah'a anlatıldığında o şöyle buyurdu: «O öyle bir adamdır ki, vefakarlığı sebebiyle Allah onu kurtardı.» Bazıları iddia ederler ki; o, Beni Kurayza'nm Rasûlullah (s.a.v.)'ın hükmüne boyun eğdikleri zaman onlardan bağlanan kimseler arasında olup, eski bir iple bağ­lanmıştı. Sabahleyin ipi yerde bulundu ve onun nereye gittiği bilinmi­yordu. Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında işte o sözü söyledi. Allah, bunlardan hangisinin doğru olduğunu elbette ki en iyi bilendir.

İbn İshak dedi ki: Sabahladıkları zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m hükmüne boyun eğdiler. Evs kabilesi ortaya atılarak şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Onlar Hazreçlilerin değil de bizim mevalilerimiz-dirler. Dün kardeşlerimizin mevalileri hakkında neler yaptığını kendin biliyorsun.

Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayza'dan önce Beni Kaynuka Yahudi-lerini kuşatma altına almıştı. Bunlar, Hazreçlilerin mevalileri, mütte­fikleri idiler. Rasûlullah'ın hükmüne razı oldular. Abdullah b. Übeyy b. Selül, Rasûlullah (s.a.v.)'dan onların bağışlanmasını istedi. O da onları ona bağışladı. Evs kabilesi kendisiyle konuştuğu zaman Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi:

-  Ey Evs topluluğu! Onların hakkında sizden bir adamın hüküm vermesine razı olmaz mısınız?

- Evet, razı oluruz, dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da buyurdu ki:

- Bu hakemlik, Sa'd b. Muaz'a verilmiştir.

Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Muaz'ı Eşlem kabilesinden bir kadının çadırına bırakmıştı. O kadına Rüfeyde denilirdi. Yaralıları tedavi e-derdi. sRasûlullah (s.a.v.), onu Beni Kurayza hakkında hakem kıldığı zaman kavmi ona geldiler ve üzerine deriden bir minder koydukları bir eşeğin üzerine kendisini bindirdiler. İri cüsseli, güzel görünümlü bir adamdı. Sonra onunla birlikte Rasûlullah (s.a.v)'ın yanma geldi­ler. Gelirken ona şöyle diyorlardı:

-  Ey Eba Amr! Mevalin hakkında iyilikte bulun. Onlara ihsan et. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), seni ancak bu iş için tayin etti ki, onlar hakkında iyilikte ve ihsanda bulunasm.

Fazla ısrar etmeleri üzerine o, şöyle dedi:

- Şimdi Sa'd için öyle bir an gelmiştir ki o, Allah yolunda bir iş ya­pınca kınayanların kınaması onun umurunda olmayacaktır.

Bunun üzerine kavminden kendisiyle birlikte olan kimselerden birisi, Beni Abdüleşhel yurduna döndü ve onlara Beni Kurayza'nm erkeklerinin ölüm haberini, Sa'd'm onlara ulaşmasından önce verdi. Bunu, kendisinden işittiği o sözüne dayanarak yaptı. Sa'd, Rasûlullah (s.a.v.) ile Müslümanların yanma vardığı zaman, Rasûlullah (s.a.v.):

- Efendinizin önünde kıyama durun. Ayağa kalkın, dedi. Kureyşli Muhacirlere gelince, onlar şöyle diyorlardı:

- Rasûlullah (s.a.v.), bu sözünü Ensâr'a söyledi. Ensar'a gelince, onlar ise şöyle diyorlardı:

-  Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'm herkesin efendisi olduğunu söylemek istedi.

Bunun üzerine onlar Sa'd'm karşısında kıyama durdular ve şöyle dediler:

- Ey Eba Amr, Rasûlullah (s.a.v.), şüphesiz seni kendi mevalinin hakkında karar vermekle görevlendirmiştir ki, onlar hakkında hü­küm veresin.

Sa'd b. Muaz da şöyle dedi:

-  Bu konuda Allah'ın ahdi ve misakı üzerinize olsun. Onlar hakkında verilecek hüküm, benim hükmüm olacak değil midir? -Evet...

-  Buradakiler hakkında da. (Bunu derken Rasûlullah (s.a.v.)'m bulunduğu tarafı kasdetmiyordu. Rasûlullah (s.a.v.)'a olan saygısın­dan ötürü yüzünü ondan başka tarafa çevirmişti.)

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

- Evet, kabul. Sa'd dedi ki:

-  Ben onların hakkında şöyle hüküm veriyorum: Erkekleri öldü­rülsün, malları paylaşılsın, çocukları ve kadınları da esir edilsin»

İbn İshak, Asım b. Ömer b. Katade kanalı ile Alkame b. Vakkas el-Leysî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a şöyle dedi:

«Onların hakkında yedi kat gökten Allah'ın hükmü ile hükmet­tin.»

İbn Hişam dedi ki: Bana ilim ehlinden kendisine güvendiğim biri şu haberi verdi: Ali b. Ebi Talib -ki onlar Beni Kurayza'nm muhasa-racıları idiler- Ey iman orduları, diye seslendi. O ve Zübeyr b. Avvam, öne geçtiler. O şöyle dedi:

- Vallahi Hamza'mn tattığı şeyi (şehidlik şerbetini) elbette tada­cağım veya onların kalelerine gireceğim!

Bunu duyan Yahudiler şöyle dediler:

- Ey Muhammed! Sa'd b. Muaz'm hükmü üzere iniyoruz.

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kurayza halkı, Sa'd b. Muaz'm hükmü üzere indiler. Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a haber gönder­di. Sa'd, bir merkep üzerinde Rasûlullah'ın yanına geldi. Mescide yak­laştığında Rasûlullah (s.a.v.):

- Efendinize (ya da en hayırlınıza) karşı kıyama durun, dedi. Sonra da Sa'd'a şöyle dedi:

- Şu Kurayzahlar senin hükmün üzere indiler. Sa'd:

- Onların savaşçılarını Öldürelim. Zürriyetlerini esir alalım, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Allah'ın hükmü ile hüküm verdin.

(Belki de, hükümdarın hükmü ile hüküm verdin.) dedi. Başka bir rivayete göre ise Rasûlullah, ona: «Meleğin hükmü ile hüküm verdin.» demiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: «Ahzab (Hendek) gününde, Sa'd b. Muaz bir darbe ye­di. Onun kol damarını kestiler. Rasûlullah, onu ateşle dağladı. Eli şiş­ti ve kan sızmaya başladı. Bunu görünce şöyle dua etti: «Allahım, Beni Kurayza hakkında gözüm aydın olmadıkça canımı alma.» Sonra damarını tuttu. Bir tek damla kan dahi damlamadı. Nihayet Beni Kurayzalılar, Sa'd'm hükmüne boyun eğip kalelerinden indiler. Rasû-lullah, ona haber gönderdi. Sa'd da şu hükmü verdi: «Erkekleri öldü­rülsün, kadınları ve çocukları esir alınsın ki, Müslümanlar onların yardımlarından yararlansınlar.» Bu hükmü vermesi üzerine Rasûlul­lah (s.a.v.), Sa'd'a şöyle dedi:

«Onlar hakkında Allah'ın hükmü ile hüküm verdin.» Beni Kuray­za 400 kişi idiler. Savaşçılarının tamamen öldürülmesinden sonra Sa'd'm damarı yine patlak verdi ve vefat etti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Nümeyr kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

« Rasûlullah (s.a.v.), Hendek gazvesinden dönüp de silahını bıra­kıp yıkandığı zaman Cebrail, başı tozlu olarak gelip şöyle dedi:

-  Silahı bıraktın ha! Allah'a yemin ederim ki ben, silahı henüz bı­rakmış değilim. Sen, onlara karşı yola çık.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Nereye gideyim? diye sordu. Cebrail:

- Şuraya (Böyle derken de Beni Kurayza tarafına işaret etti) dedi. Rasûlullah (s.a.v) da Beni Kurayza'ya doğru yola çıktı.

Hişam dedi ki: Onların (Kurayzalıların), Hz. Peygamberin hük­müne razı olduklarını babam bana haber verdi. Ancak Hz. Peygam­ber, onlar hakkında Sa'd'm hüküm vermesini emretti. Sa'd da şu hük­mü verdi:

«Onların savaşçılarının öldürülmesine, kadınlarının ve çoluk ço­cuklarının esir alınmasına, mallarının Müslümanlar arasında taksim edilmesine hükmettim.»

Hişam, babasının şöyle dediğini nakletmiştir: Aldığım habere gö­re Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'a şöyle demişti:

«Onlar hakkında Allah'ın hükmü ile hüküm verdin.»

Buharı, Zekeriya b. Yahya kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hendek gününde Sa'd, isabet aldı. Kureyşlilerden Hibban b. Ari-ka adındaki bir adam koluna darbeyi vurmuştu. Kol damarı kesilmiş­ti. Peygamber (s.a.v.), onu yakından ziyaret etmek için mescidinin ya­nma bir hayma kurmuştu. Rasûlullah (s.a.v.), Hendek'ten döndüğün­de silahı bırakıp yıkandı. Cebrail, başındaki tozları silkeleyerek Ra-sûlullah'm yanma geldi ve ona şöyle dedi:

-  Silahı bıraktın mı? Vallahi ben henüz silahı bırakmış değilim. Sen düşmana karşı çık.

- Nereye?

Cebrail de Beni Kurayza yurdunu gösterdi. Rasûlullah (s.a.v.) da Beni Kurayza'ya gitti. Onlar, Peygamber (s.a.v.)'in hükmüne razı ol­dularsa da o, onlar hakkında hüküm vermek için Sa'd'ı yetkili kıldı. Sa'd ise şu hükmü verdi:

«Onların savaşçılarının öldürülmesine, kadınlarının ve çoluk ço­cuklarının esir alınmasına, mallarının Müslümanlar arasında taksim edilmesine hükmettim.»

Hizam, Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Allahım, sen bilirsin ki, senin Rasûlü'nü yalanlayıp, memleketin­den kovan bir kavimle savaşmayı sevdiğim kadar, başka bir kavimle savaşmayı sevmem. Allahım, öyle sanıyorum ki, sen, bizimle onlar a-rasında artık savaşı kaldırmışsın. Eğer Kureyşlilerin savaşından he­nüz birşey kalmış ise beni hayatta bırak ki, onlarla senin yolunda ci-had edeyim. Eğer sen savaşı kaldırmış isen yeniden kışkırt ki, ben, savaşta öleyim."

Boynundan kan fişkırdı. Ama bu onları korkutmadı. Mescidde Ği-far oğullarının her çadırına Sa'd'm vücudundan akan kanlar gidiyor­du. Dediler ki: Ey çadırda yaşayan millet! Sizin tarafınızdan bize doğ­ru sızıp gelen bu şey nedir?

Baktılar ki, Sa'd'm yarasından sızan kan geliyor. Nihayet Sa'd, sı­zan bu kan yüzünden vefat etti.»

Ben derim ki: Sa'd, Beni Kurayza hakkında hüküm vermeden ön­ce bu duayı yapmıştır. Bu sebeple duasında şöyle bir ifadeye yer ver­miştir: "Allahım, Beni Kurayza hakkında gözümü aydın kılmadıkça beni öldürme." Cenâb-ı Allah, onun bu duasına icabet etti. Sa'd, onlar hakkında hükmünü verdiğinde Allah, onun gözünü aydın kıldı. Duru­mundan memnun oldu. Onun için ikinci kez bu duayı yaptı. Cenâb-ı Allah, kendisine şehidliği nasip etti. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın. Onun vefatıyla ilgili açıklama inşaallah yakında gele­cektir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid ve Muhammed b. Amr kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hendek gününde insanları izlemek için dışarı çıktım. Yerde şid­detli bir ses duydum. Bu ses arkamdan geliyordu. Dönüp baktığımda Sa'd b. Muaz ile kardeşi oğlu Haris b. Evs vardı. Kalkanını taşıyordu. Yere çömeldim. Sa'd da geldi. Üzerinde, etrafı açılmış demir bir zırh vardı. Açık yerlerden Sa'd'a darbe vurulmuş olmasından korktum. Sa'd, uzun boylu, iri cüsseli bir kimse idi. Yanımdan geçerken şu şiiri okuyordu:

«Az bekle de Hamel gelip savaşa yetişsin. Ecel geldiğinde ölüm ne güzeldir.»

Oradan kalkıp gittim. Bir bahçeye girdim. Baktım ki, orada bir­kaç Müslüman duruyor. Aralarında Hattab oğlu Ömer de vardı. Ya--nında miğferli bir adam duruyordu. Ömer bana şöyle dedi:

- Buraya neden geldin? Allah'a yemin ederim ki sen, cesaretli biri­sin. Herhalde başında bir bela var veya yer değiştirmek istemiş sindir.

Böyle diyerek beni kınamaya devam etti. Öyle ki, o anda yerin ya­rılmasını ve beni içine almasını diledim. Miğferli adam başındaki miğferi çıkardığında onun Talha b. Ubeydullah olduğunu gördüm. O, şöyle dedi:

- Ey Ömer, yetti artık bugün söylediklerin. Fazla söyledin. Bugün kaçmak veya yer değiştirmek var mıdır? Sadece Aziz ve Celil olan Al­lah'a yönelmek vardır!»

Hz. Aişe diyor ki: Kureyşlilerden İbnü'l-Arika adında biri Sa'd'a bir darbe vurdu. Darbeyi vururken:

- Al bunu benden. Ben İbnü'l-Arika'yım! dedi ve Sa'd'm kol dama­rım kesti. Sa'd da Allah'a şöyle dua etti:

«Allahım, Beni Kurayzahlar hakkında gözümü aydın kılmadıkça beni öldürme.» Beni Kurayzahlar, cahiliyet devrinde Sa'd'm dostları ve müttefikleri idiler. Bu duası üzerine Allah onun yarasını iyileştir­di. Müşriklerin üzerine bir kasırga saldı. Savaşta Allah'ın yardımı mü'minlere yetişti. O, güçlü ve Aziz olandır. Ebu Süfyan ve berabe­rindekiler, Tihame'ye gittiler. Uyeyne b. Bedir ile beraberindekiler de Necid'e gittiler. Beni Kurayzahlar da dönüp kalelerine girdiler. Rasû-lullah (a.a.v.), Medine'ye döndü. Deriden bir çadır kurulmasını emret­ti. Bu çadır, mescidin yanında Sa'd için kuruldu. Cebrail de ayakları tozlu olduğu halde Rasûlullah'm yanma gelip ona şöyle dedi:

-  Silahı bıraktın mı? Hayır, vallahi melekler henüz silahı bırak­madılar. Beni Kurayza'ya git. Onlarla savaş!

Rasûlullah (s.a.v.), zırhını giydi ve halka yola çıkmalarını emretti. Beni Ganm kabilesine uğradı. Onlar, Mescid-i Nebevi çevresindeki sakinler idiler. Onlara sordu:

- Yanınızdan az önce biri geçti mi?

- Az önce Dıhyetu 1-Kelbî yanımızdan geçti, dediler. Dıhyetü'l-Kelbî'nin çenesi, dişi, yüzü Cebrail (a.s.)'mkine benzer­di.

Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayza'ya gitti. Onları yirmibeş gece müddetle kuşatma altında tuttu. Kuşatma şiddetlenip sıkıntıları ar­tınca onlara: "Rasûlullah'm hükmüne boyun eğin." denildi. Onlar da Ebu Lübabe b. Abdu 1-Münzir'e danıştılar. Ebu Lübabe ise, Rasûlul­lah'm hükmüne razı oldukları takdirde boğazlanacaklarını kendileri­ne işaret etti. Bunun üzerine onlar: «Sa'd b. Muaz'm hükmüne razı o-luruz." dediler. Rasûlullah (s.a.v.): «Olur, Sa'd b. Muaz'm hükmüne razı olun.» dedi. Sa'd, liften palanı olan bir merkep üzerine bindirile­rek getirildi. Kavmi çevresini kuşattılar. Kendisine şöyle dediler:

- Ey Eba Amr! Beni Kurayzahlar senin müttefiklerin, destekçile­rin ve dostların olup, bildiğin kimselerdirler.

Onlar böyle derlerken Sa'd, onlara dönüp bakmıyor, iltifat etmi­yordu. Beni Kurayzahların yurduna, evlerine yaklaştığında kavmine dönüp şöyle dedi:

- İşte şimdi Allah için vereceğim hüküm hakkında hiçbir kmayıcı-nın kınamasından korkmayacağım zaman gelmiştir!

Sa'd, Rasûlullah'm yanma yaklaştığında Rasûlullah, çevresinde bulunanlara:

- Efendinize karşı kıyama durun. Onu merkebinden indirin, dedi. Hz. Ömer:

- Efendimiz Allah'tır, dedi. Rasûlullah:

- Onu merkebinden indirin, dedi. Sonra Sa'd'a dedi ki:

- Ey Sa'd, Beni Kurayzahlar hakkında hükmünü ver. Sa'd şöyle dedi:

-  Onlar hakkında şu hükmü veriyorum: "Savaşçıları Öldürülsün. Çoluk çocukları esir alınsın. Malları da Müslümanlar arasında tak­sim edilsin."

Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi:

-  Onlar hakkında Allah'ın ve Rasûlü'nün hükmü ile hüküm ver­din.

Sonra Sa'd, şöyle bir dua yaptı:

"Allahım, eğer peygamberinin üzerinde Kureyşlilerle yapılacak bir savaşı ileriye bırakmış isen, beni o savaşa katılmak için hayatta bırak. Eğer peygamberin üzerinde Kureyşlilerle yapılacak bir savaş bırakmış değilsen beni vefat ettirip yanma al."

Bu duayı yaptıktan sonra iyileşmiş olan yarası yeniden kanama­ya başladı. Yarası küçücük bir halka gibi ortaya çıkmış, kan akıtıyor­du. Rasûlullah.'m kurduğu çadırına tekrar geri döndü. Rasûlullah, Ebu Bekir ve Ömer onun yambaşmda beklediler. Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Ömer'in ağlayışını, Ebu Bekir'in ağlayışından farkedebiliyordum. Ben hücremde iken ağ­layışlarını birbirinden ayırabiliyordum. Onlar, yüce Allah'ın da bu­yurduğu gibi kendi aralarında birbirlerine karşı merhametli kimseler idiler.

Alkame dedi ki: Anneme şöyle sordum:

- Anacığım, Rasûlullah (s.a.v.), bu durumlarda ne yapardı?

-  Hiç kimse üzerine gözyaşı akıtmazdı. Ama o, duygulandığı za­man sakalını tutardı.

İbn İshak dedi ki: Sonra Beni Kurayzalılar, kalelerinden indirildi­ler. Rasûlullah (s.a.v.), onları Beni Neccar'dan bir kadın olan Haris'in kızının evinde hapsetti.

Ben derim ki: O kadının adı, Nesibe binti Haris b. Kürz b. Habib b. Abdi şems'tir. Müseylemetü'l-Kezzab'ın karısı idi. Müs eyleme'den sonra Abdullah b. Amir b. Küreyz onunla evlendi.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Medine çarşısına gidip orada hendekler kazdırdı. Sonra onlar oraya gönderildiler ve boyunları işte bu hendek­lerde vuruldu. Onlar oraya bölük bölük çıkarıldılar ve aralarında Al­lah düşmanı Hüyey b. Ahtab ile Ka'b b. Esed de vardı. Bunlar, kav­min başı idiler. 600 veya 700 kişi idiler. Bunların çok olduğunu söyle­yenler; 800 ile 900 kişi arasında olduklarını söylemişlerdir.

Ben derim ki: Cabir'den rivayet edildiğine göre onların sayısı 400 kadardı. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi ki: Yahudiler, Rasûlullah (s.a.v.)'a bölük bölük ge­tirilirken Ka'b b. Esed'e dediler ki:

- Ey Ka'b! Bize ne yapılacak dersin?

- Kafanız nerede çalışacak ki? Görmüyor musunuz çağrılan çıkmı­yor ve sizden götürülen kimse geri dönmüyor. Vallahi bu öldürmedir.

Rasûlullah, onların işini bitirinceye kadar bu minval üzere devam etti.

Hüyey b. Ahtab denen Allah düşmanı getirildi. Üzerinde fukahiye cinsi bir cübbe vardı. Üzerindeki o cübbenin her tarafından parmak uçları kadar yarmıştı ki, onu elinden almasınlar. Elleri bir iple boy­nuna bağlanmıştı. Rasûlullah'a baktığı zaman şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki, sana düşman olduğumdan ötürü kendi­mi kınamıyorum. Ama Allah'ın dinine yardım etmeyen kimseye de yardım edilmez!

Böyle dedikten sonra halka dönüp şöyle dedi:

- Ey insanlar! Allah'ın'emrine bir diyeceğim yoktur. Bu bir yazı­dır, kaderdir ve Allah'ın İsrailoğulları üzerine yazdığı bir savaştır.

Böyle dedikten sonra oturdu ve boynu vuruldu. Cebel b. Cevval es-Sa'lebî bu hususta şöyle demiştir:

«Andolsun ki, İbn Ahtap kendini kınamadı. Ama Allah'ı yardımsız bırakan yardımsız kalır. Çok özendi ve nefse özrünü bildirdi. Son anında gurur ve izzet için çırpındı.»

İbn İshak, gözlerini kaybetmiş, yaşlı bir adam olan Zübeyr b. Ba-ta'nm kıssasını şöyle anlatır:

«Zübeyr b. Bata, Buas savaşında Sabit b. Kays b. Şemmas'a lütufta bulunmuş, perçemini keserek salıvermişti. Beni Kurayza muhare­besinde Sabit, onun bu iyiliğinin karşılığını vermek istemiş, yanma gelerek ona şöyle demişti:

- Ey Eba Abdurrahman, beni tanıyor musun?

- Benim gibi biri, senin gibi birini tanımaz mı hiç?

- Sana iyiliğinin karşılığını vermek istiyorum.

- Âlicenâb insan, âlicenâb insanın iyiliğine iyilikle mukabele eder. Sabit, Rasûlullah in yanma giderek onun salıverilmesini istedi.

Rasûlullah da onu salıverdi. Sabit, tekrar Zübeyr b. Bata'nın yanına gidip ona bu müjdeyi verdi. Ama o şöyle dedi:

- İhtiyar bir adam ki, ailesi ve çocuğu yanında değilse hayatı ne yapacaktır?

Sabit, Rasûlullah'm yanma gitti. Zübeyr'in karısının ve çocuğu­nun serbest bırakılmasını istedi. Rasûlullah, onları serbest bıraktı. Sabit, Zübeyr'in yanma dönüp bu müjdeyi verince, Zübeyr şöyle dedi:

- Ailem Hicaz'da, malları da yok. Onlar, malsız ne yapacaklar?

Sabit, RasûTullah'ın yanına gitti. Zübeyr'in malının serbest bıra­kılmasını istedi. Rasûlullah da serbest bıraktı. Sonra Sabit, Zübeyr'in yanma gelip bu durumu haber verince, Zübeyr şöyle dedi:

- Ey Sabit, yüzü Çin aynası gibi olup, içinde kabilenin bekar kız­larının kendilerini gördükleri kişiye yani Ka'b b. Esed'e ne yapıldı?

- Öldürüldü.

- Şehirlinin ve köylünün efendisi olan Hüyey b. Ahtab'a ne yapıl­dı?

- Öldürüldü.

- Sıkıntılı zamanlarımızda önde gidenimiz, kaçtığımız zamanlar­da himayecimiz Azzal b. Semavel'e ne yapıldı?

- Öldürüldü.

- İki cemaate, yani Beni Ka'b b. Kurayza ve Beni Amr b. Kuray-za'ya ne yapıldı?

- Götürülüp öldürüldüler.

- Şu halde ey Sabit, ben de, beni o öldürülen kimselerin arasına katmanı istiyorum. Beni de öldürmeni arzu ediyorum. Allah'a yemin ederim ki, onlardan sonra yaşamakta bir hayır yoktur. Andolsun ki, kuyudan su çekilen kovanın suyunun dökülüp geri itilmesi kadar bir zaman için bile sabrım kalmadı. Dostlara kavuşmak istiyorum.

Sabit de onu götürdü ve boynu vuruldu.

Onun «Dostlara kavuşayım» sözünü Ebu Bekir es-Sıddık duyduğu zaman şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki, onlara Cehennem ateşinin içinde kavu­şur. Orada ebedi kalmak ve bir daha çıkmamak üzere.»

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), onlardan buluğa ermiş, sakah bitmiş herkesin öldürülmesini emretti. Atiye el-Kurazî'nin şöyle dediği haber verildi: Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayza'dan olup sakalı çıkan, erkekliğe eren herkesin öldürülmesini emretti. Ben çocuktum. Sakalım bitmemiş diye beni salıverdiler.

Bazı âlimler sert tüylerin haya organı çevresinde bitmesinin bu­luğ alameti olduğunu, bu rivayete dayanarak ileri sürmüşlerdir. Hat­ta Şafiî'nin iki kavlinden en doğru olanına göre bu, buluğun kendisi­dir. Bazı âlimler, zımmilerin çocuklarını birbirlerinden tefrik edip ayırırlar. Bu da başkaları hakkında değil de onlar hakkında buluğ olur. Çünkü Müslüman kişi, bir maksattan ötürü bu sebeple eza bu­lur.

İbn İshak, Eyyüb b. Abdurrahman'dan rivayet etti ki, Selma binti Kays Ümmü'l-Münzir, Rifaa b. Semaverin serbest bırakılmasını Ra­sûlullah (s.a.v.)'dan istedi. Rifaa buluğa ermiş ve Ümmü'l-Münzir'e sı­ğınmıştı. Bu daha önce onları tanıyordu. Rasûlullah, Ümmü'1-Mün-zir'in hatırına Rifaa'yı salıverdi. Ümmü'l-Münzir şöyle diyordu: «Ya Rasûlallah, Rifaa iddia ediyor ki; o, namaz kılacak ve erkek deve eti yiyecektir.» Bunun üzerine Rasûlullah, Ümmul-Münzir'in isteğini ka­bul edip Rifaa'yı salıverdi.

İbn İshak, Muhammed b. Cafer b. Zübeyr kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Beni Kurayza kadınlarından sadece bir kadın öldürüldü. Vallahi o kadın, benimle birlikte konuşuyor, gizli ve aşikar gülüyordu. Rasûlullah ise, o sırada çarşıda o kadının adam­larını öldürüyordu. Bir ara onun ismiyle, "Falan kadın nerededir?" di­ye bir ses geldi. Kadın dedi ki:

- Vallahi bu çağrılan benim. Hz. Aişe dedi ki:

-Yazık sana! Sana ne oldu? diye sordum. Bana:

- Öldürüleceğim, dedi.

- Niçin? diye sordum.

- Yaptığım bu işten dolayı, dedi.

Kadın götürüldü ve boynu vuruldu. Vallahi o kadına nasıl şaşırdı­ğımı unutamam. Onun gönlünün hoşluğunu ve çok gülüşünü hiç unu­tamam. Oysaki, o, az sonra öldürüleceğini biliyordu.

O kadın, Hallad b. Süveyd üzerine değirmen taşını bırakarak öl­dürmüştü. Bu sebeple Rasûlullah onu öldürdü. Adı Nebate idi. Ha­kem el-Kurazî'nin karısı idi.

ibn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Beni Kuray-za'nın mallarını, kadınlarım ve çocuklarım Müslümanlara paylaştır­dı. O günde atlıların paylarını ve yayaların sehimlerini belirledi. Hu­musu (beşte biri) çıkardıktan sonra atlı için üç pay verdi. Yani atı için

iki, binicisi için de bir pay verdi. Ayrıca piyadelere de birer pay verdi. O gün otuz altı at vardı. Bu, içinde iki payın vaki olduğu ve beşte bir­lik kısmın çıkarıldığı ilk ganimet oldu.

İbn İshak dedi ki; Rasûlullah (s.a.v.), Said b. Zeyd'i, Beni Kuray­za'dan aldığı esirlerle birlikte Necid'e gönderdi. Said b. Zeyd, esirler karşılığında oradan at ve silah satın aldı. Rasûlullah, onların kadın­larından Reyhane binti Amr b. Hünafe'yi seçti. Kendine ayırdı. Bu, Beni Amr b. Kurayza'mn kadınlarından birisiydi. Bu kadın, vefat edinceye kadar Rasûlullah'm mülkiyetinde kaldı. Rasûlullah, ona İs­lâmiyet'i teklif etti. O, bu teklifi kabul etmedi. Ama daha sonra Müs­lüman oldu. Rasûlullah (s.a.v.), onun Müslüman olmasına sevindi. Onu azad edip kendisine evlenme teklifinde bulundu. Kadın cariye­likte kalmayı tercih etti ki, bu kendisi için daha kolay olsun. Vefatına kadar Rasûlullah'm yanında kaldı.

İbn İshak, daha sonra Hendek gazvesi hakkında el-Ahzâb sûresi­nin baş kısmında nazil olan ayetlerden bahsetmiştir. Biz bunları tef­sirimizde detaylı olarak naklettik. Hamd ve minnet Allah'adır.

İbn İshak dedi ki: Beni Kurayza gününde Müslümanlardan Hal­lad b. Süveyd b. Sa'lebe b. Amr el-Hazrecî şehid oldu. Üzerine değir­men taşı atıldı. Taşın altında yamyassı olup ezildi ve şehid oldu. An­latıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında şöyle buyurmuş­tur: «Şüphesiz onun için iki şehid sevabı vardır.»

Ben derim ki: Onun üzerine değirmen taşını atan, Beni Kurayzalı bir kadındır. Beni Kurayza kadınlarından da sadece o kadın öldürül­müştü. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi M: Rasûlullah, Beni Kurayza'yı kuşatma altında tutarken, Ebu Sinan b. Mihsan b. Hirsan ölmüştü. Bu, Beni Esed b. Huzeyme kabile sindendir. O gün onların mezarlığına defnedildi. [2]

 

Sa'd B. Muaz'ın Vefatı

 

Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi, Allah'ın lanetine uğramış Hibban İbnü'l-Arika, Sa'd'a bir ok atmış, kolundaki damarı kesmişti. Rasûlullah, onu ateşle dağlamış, yarası kapanmıştı. Sa'd, Beni Ku­rayza hakkında gözleri aydın kılınıncaya kadar Allah'ın kendisini öl­dürmemesini isteyerek dua etmişti. Beni Kurayzalılar, kendileriyle Rasûlullah arasındaki ahid, misak ve sözleşmeyi bozup da düşman gruplarla işbirliği ederek Müslümanlara karşı suikast içine girdikleri zaman Sa'd böyle bir dua yapmıştı. Düşman gruplar, Medine'den çe­kilip Beni Kurayzalılar yüzleri kara olup, dünya ve ahirette ziyana uğradıklarında ve kuşatma için Rasûlullah, onların üzerine gidip her taraftan çembere alıp sıkıştırdığında Rasûlullah'm hükmüne boyun eğdiler ve Allah'ın uygun gördüğü hükmü vermesini istediler. Ancak Rasûlullah, cahiliye döneminde onların müttefiki olan Evs'in reisi Sa'd b. Muaz'ı onlar hakkında hüküm vermek ve hakemlik yapmakla görevlendirdi. Onlar da buna razı oldular. Denilir ki, onlar, daha işin başında iken Sa'd'm hakemliğine razı olmuşlardı. Çünkü onun şefka­tinden, ihsanından ve kendilerine olan eğiliminden ümide kapılmış­lardı. Ama onun sağlam imanı ve sadakati sebebiyle, kendilerine düş­manları olan maymun ve domuzlardan daha çok öfke beslediğini bil­miyorlardı. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.

O, Mescid-i Nebevi'nin çadırında iken Rasûlullah, kendisine ha­ber gönderdi. Hastalığından dolayı semerli bir merkebe bindirilerek getirildi. Rasûlullah, çadırına yaklaştığında ona karşı kıyama durul­masını emretti. Bazıları, "Hastalığından ötürü onu merkebinden in­dirmeleri için kıyama durulmasını emretti." demişlerdir. Bazıları ise, "Haklarında hüküm vereceği kimselerin yanında otoritesi daha fazla olsun ve kendisine saygı gösterilsin diye Rasûlullah, ona karşı kıya­ma durulmasını emretmiştir ki, hükmü daha çok geçerli olsun." de­mişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Sa'd, Beni Kurayzalıların savaşçılarının öldürülmesine, çoluk ço­cuklarının esir alınmasına hükmedince, Allah onun gözlerini aydın kıldı. Onlara karşı göğsündeki kinin ateşini söndürdü. O da Mescid-i Nebevi yanındaki çadırına döndü. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gitti. Aziz ve Celil olan Allah'tan şehidlik dileğinde bulundu. Allah da ken­di katında onun için şehitliği seçti. Bu yüzden gece yansından sonra yarasından kan fışkırmaya başladı. Vefat edinceye kadar da durmadı.

İbn İshak dedi ki: Beni Kurayza'nm durumu son bulduğu zaman Sa'd b. Muaz'm yarası patladı ve bu yaradan ötürü şehid olarak öldü. Muaz b. Rifaa ez-Zurkî bana dedi ki: Kavmimin adamlarından biri bana şu haberi verdi: Sa'd b. Muaz'm ruhu teslim alındığında Cebrail, atlastan bir sarıkla geceleyin Rasûlullah'm yanma geldi ve şöyle dedi:

- Ya Muhammedi Bu ölü kimdir? Gök kapıları bunun için açıldı ve Arş titredi.

Rasûlullah (s.a.v.), bunun üzerine süratle kalktı. Elbisesini Sa'd'a doğru çekiyordu. Onu ölmüş buldu. Allah ondan razı olsun. Merhum İbn İshak bunu böyle anlatmıştır.

"Delâil" adlı eserde Hafız el-Beyhakî, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle de­di:

- Ölen bu salih kul kimdir ki gök kapıları onun için açıldı ve Arş onun vefatı sebebiyle titredi?

Rasûlullah (s.a.v.) çıkıp gitti ve ölenin Sa'd b. Muaz olduğunu gör­dü. Defnedilmesi sırasında mezarının yanıbaşma oturdu. Oturmakta

iken iki kez, "SübhanaUah" dedi. Orada bulunanlar da aynı şekilde teşbih getirdiler. Sonra iki kez "Allahu Ekber" dedi. Orada bulunan­lar da tekbir getirdiler. Sonra şöyle dedi:

- Şu salih kula şaştım ki, mezarı kendisine dar geldi. Allah ondan o darlığı giderdi.

İmam Ahmed b. Hanbel ile Neseî, Yezid b. Abdullah b. Üsame b. Hadd kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Sa'd b. Muaz, vefat ettiği günde defnedilirken, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurdu:

«Sübhanallah, şu salih kul için Arş-ı Rahman harekete geçti ve gök kapıları açıldı. Önce mezarı dar geldi. Sonra Allah ona genişletti.»

Muhammed b. İshak, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sa'd, defnedilirken biz Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında idik. O teşbih getirdi. Beraberindeki insanlar da teşbih getirdiler. O tekbir getirdi. Beraberindeki insanlar da tekbir getirdiler ve:

- Ya Rasûlallah, neden teşbih getirdin? diye sordular. Buyurdu ki:

- Bu salih kula mezarı dar geldi. Allah, ondan o darlığı kaldırdı. İbn Hişam dedi ki: Bu hadisin dayanağı, Hz. Aişe'nin şu sözüdür:

«Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Kabrin ölü üzerine bir yumuluşu vardır ki, eğer bir kişi ondan kurtulmuş olsaydı, elbette ki o kişi Sa'd b. Muaz olacaktı.»

Ben derim ki: Bu hadisi, İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'den ri­vayet etmiştir ki, bu rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuş­tur:

«Şüphesiz kabrin sıkması vardır. Eğer bu sıkmadan herhangi bir kimse kurtulacak olsaydı, elbette ki Sa'd b. Muaz kurtulacaktı.»

Hafız el-Bezzar, Nafi kanalıyla İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«Sa'd b. Muaz'm vefat ettiği gün 70.000 melek yeryüzüne indi. Bunlar daha önce yeryüzüne inmemişlerdi. Mezar onun üzerine iyice yumuldu.»

Bu hadisi rivayet ettikten sonra Nafî ağlamıştı.

Sonra Bezzar, Süleyman b. Seyf kanalı ile İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sa'd b. Muaz'm vefatı sebebiyle 70.000 melek yeryüzüne indi. Bunlar daha önce inmiş değillerdi.»

Sa'd, mezara defnedilirken Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

«Sübhanallah, eğer mezarın sıkmasından herhangi bir kimse kur­tulacak olsaydı, mutlaka Sa'd kurtulacaktı.»

Bezzar, Süleyman b. Seyf kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Sa'd b. Muaz'm vefatında Allah'ın huzuruna çıkmasından hoş­landığı için Arş-ı A'lâ titredi.»

Denildi ki, Arş-ı A'lâ'dan kasıt, Cenâb-ı Allah'ın manevi saltanat tahtıdır. Nitekim şu ayet-i kerimede de, Arş kelimesi bu anlamda kul­lanılmıştır:

«Yusuf, ana babasını tahtın üzerine oturttu.» (Yûsuf, ıoo.)

Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd'ın mezarı içine girdi. Biraz durdu. Sonra çıktı. Çıkarken kendisine:

- Ya Rasûlallah, niçin mezar içinde durdun? diye soruldu. Kendisi şöyle cevap verdi:

- Sa'd, mezar içinde oldukça sıkıştırıldı. Allah'a dua ettim. Sıkıştı­rılmaktan kurtuldu. Mezarı genişledi.

Beyhakî, bu rivayetinden sonra mezarla ilgili olarak garip bir ha­ber rivayet ederek şöyle demiştir: Ebu Abdillah el-Hafiz, bize Ümeyye b. Abdillah'tan şöyle bir nakilde bulundu: Ümeyye, Sa'd b. Muaz'm akrabalarından birine sormuş:

- Sa'd'ın mezarda sıkıştırılmasının sebebi hususunda Rasûlullah'-ın birşey söylediğini duydunuz mu?

- Bize anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'a da Sa'd'ın mezardaki sıkıştırılma sebebi sorulmuş, o da şöyle cevap vermiş: «Sa'd, idrardan temizlenme hususunda taksirli davranırdı.»

Buharî, Muhammed b. Müsenna kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:

«Sa'd b. Muaz'm vefatından dolayı Arş titredi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd'ın cenazesi yerde iken Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: «Sa'd'ın cenazesi için Arş-ı Rahman titredi.»

Beyhakî, Mutemir b. Süleyman kanalı ile Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Sa'd'ın ruhuyla sevindiğinden ötürü Arş-ı Rahman titredi.»

Hanz el-Bezzar, Züheyr b. Muhammed kanalı ile Enesin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Sa'd'm cenazesi omuzlara alındığında münafıklar: «Sa'd'ın cena­zesi ne kadar da hafİfmiş!» dediler. O, Beni Kurayzalılar hakkında hakemlik yaptığından ötürü münafıklar böyle demişlerdi. Onların bu sözünün sebebi Rasûlullah'a sorulduğunda o, şöyle cevap verdi:

«Hayır, melekler onu taşıdıkları için cenazesi hafif geldi.»

Buharî, Muhammed b. Beşşar kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'e ipek bir elbise hediye edildi. Ashabı o elbise­ye ellerini sürüyor ve yumuşaklığı karşısında hayret ediyorlardı. O da bu durum karşısında şöyle diyordu:

«Bunun yumuşaklığına hayret mi ediyorsunuz? Oysa ki, Sa'd b. Muaz'm mendilleri bundan daha hayırlı ve daha yumuşaktır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdulvahhab kanalı ile Enes b, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İpeğin yasaklanmasından daha önce Ükeydir Dume, Rasûlullah (s.a.v.)'a bir cübbe hediye etti. Rasûlulîah onu giydi. İnsanlar onun güzelliği karşısında şaşkına döndüler. Rasûlullah, bu durumda şöyle dedi: «Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Sa'd'm Cennet'teki mendilleri bundan daha güzeldirler.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid kanalı ile Muhammed b. Amr vası­tasıyla Vakid b. Amr b. Sa'd b. Muaz'dan şöyle bir rivayette bulun­muştur. (Muhammed b. Amr demiş ki: Vakid, insanların en güzeli, en cüsselisi ve en boylusu idi.) Enes b. Malik'in yanma gittim. Bana sor­du:

- Sen kimsin?

- Ben Vakid b. Amr b. Sa'd b. Muaz'ım.

- Sen Sa'd'a çok benziyorsun.

Böyle dedikten sonra ağlamaya başladı ve çokça ağladı. Sonra şöyle dedi:

- Allah'ın rahmeti Sa'd'm üzerine olsun. O, insanların en irisi ve en boylusu idi. Rasûlullah (s.a.v.), Ükeydir Dume'nin üzerine bir ordu gönderdi. O da Rasûlullah (s.a.v.)'a altın işlemeli ipek bir cübbe gön­derdi. Rasûlullah onu giydi. Minbere çıkıp oturdu. Konuşmadan tek­rar aşağı indi. İnsanlar, o cübbeye el sürüyor ve bakıyorlardı. Bu du­rum karşısında Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

«Bu cübbe karşısında hayrete mi düşüyorsunuz? Oysa ki Sa'd b. Muaz'm Cennet'teki mendilleri, şu gördüğünüzden daha güzeldirler.»

İbn İshak, Sa'd b. Muaz'm vefatı sebebiyle Arş-ı A'lâ'mn titreme­sini anlattıktan sonra şöyle demiştir: Bu hususta Ensâr'dan bir adam şöyle diyordu:

«Ölen bir kimsenin Ölümü sebebiyle Arş-ı A'lâ'mn titrediğini duy­madık. Sadece Sa'd Ebu Amr için titrediğini duyduk.»

Sa'd'm naaşı taşındığı zaman anası ağlayarak aşağıdaki şiiri söy­ledi:

«Sa'd'ın anasına Sa'd için yazık! Onun yiğitliğine, onun anlayışta­ki keskinliğine, onun efendiliğine, onun şerefine, onun biniciliğine, saygınlığına...

O ki, bir makama getirildi. Bir başı kökünden silercesine kesip yardı.»

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

«Sa'd b. Muaz'ın üzerine ağlayan ağıtçı kadın dışındaki bütün ağıtçı kadınlar yalan söylerler!»

Ben derim ki: Hendek gazvesinden döndükten yirmibeş gece ka­dar sonra Sa'd b. Muaz vefat etti. Çünkü Hendek gazvesine gelen müşrik orduları, hicri beşinci senenin şevval ayında Medine'ye gel­mişlerdi. Orada bir aya yakın bir süre kalmışlardı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Beni Kurayzalıları kuşatma altında tutmak için onların yur­duna gitmişti. Orada yirmibeş gece kadar kalmıştı. Sonra Beni Ku-rayzalılar, Sa'd b. Muaz'in hükmüne boyun eğdiler. O da onlar hak­kında hüküm verdikten kısa bir süre sonra vefat etti. Vefatı, hicri be­şinci senenin zilkade ayının sonlannda veya zilhicce ayının başların­da olmuştu. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. İshak şöyle der: Beni Kurayza yurdunun fethi, zil­kade ayı ile zilhicce ayının başlarında olmuştur. O sene hac işlerini yine müşrikler idare etmişlerdi.

Hassan b. Sabit, Sa'd b. Muaz'ın vefatı sebebiyle şu mersiyeyi okumuştu:

«Gözlerimin yaşından bir damla aktı.

Gözüm için Sa'd'm üzerine ağlamak vaciptir.

Bir maktuldür ki, savaş yerinde kalmıştır.

Onunla, sürekli hüzünlü olan yaş akıtan birçok gözler acımıştır.

Rahman'm dini üzere, Cennet'in varisi olarak, şehidlerle birlikte en şerefli bir yolcu olarak Cennet'e gitmiştir.

Bize, «Allah'a ısmarladık» ettinse, bizi yalnız bıraktmsa, mezarın karanlığında akşamladınsa, şunu bilesin ki, sen ey Sa'd, o kimsesin ki, üstün bir huzura ve faziletlerle övgü elbiselerine gece gittin.

Kurayza'mn iki kabilesi hakkındaki hükmün, Allah'ın onlar hak­kında verdiği hükme uygundur. Sen kasdi bir hüküm vermedin.

Onlar hakkındaki hükmün, Allah'ın hükmüne muvafık olmuştur ve dostlukları sana hatırlatıldığında bile affetmedin.

Eğer zamanın musibetleri bu dünyada sana tesir etti ise, işte bu dünyayı onun ebedi cennetleri mukabilinde sattılar.

İyi tanınmışlıktan ve dosdoğru olmaktan ötürü, bir gün Allah'a çağrıldıkları zaman, sadık kimselerin, doğruların varacakları yer ve ulaşacakları akibet ne güzel bir akibettir.» [3]

 

Hendek Ve Beni Kurayza Gazveleri Hakkında Söylenen Şiirler

 

Buharî, Haccac b. Minhal kanah ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber (s.a.v.), Hassan'a: «Onları hicvet. Cebra­il de seninle beraberdir.» dedi.»

Buharî, Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), Beni Kurayza gününde Hassan b. Sabit'e şöyle dedi: «Müşrik­leri hicvet. Çünkü Cebrail de seninle beraberdir.»

İbn İshak dedi ki: Beni Muharib b. Fihr'in kardeşi Dırar b. Hat-tab b. Mirdas, İslâm'a girmeden önce Hendek günü hakkında şu şiiri söylemişti:

«Bir korkan topluluk ki, bizim hakkımızda birtakım tahminlerde bulunur.

Oysa ki önüne çıkan herşeyi öğüten bir ordu birliklerini yönettik.

Tahmin edilirlerken Uhud gibi görünüyorlardı.

Oralarda yiğitlerin üzerinde mükemmel zırhları ve kale gibi kal­kanları görürsün.

Oklar gibi atları, gönderilmiş, otlağa bırakılmış görürsün.

Ki, onlarla azgınları yok etmeyi amaçlıyorduk.

Sanki onlar iki hendeğin kapısında hücum ettikleri ve biz hücum ettiğimiz zaman el sıkan musafahacılardı.

Birtakım insanlardı ki, içlerinde, aklı eren bir kişiyi görmüyoruz. Oysa ki onlar şöyle dediler:

- Biz doğruya erenler değil miyiz?

Onları tam bir ay kuşattık ve biz onların üstünde ezici, kahredici kimseler gibi idik.

Her gün onların üzerlerine pür silah olarak her akşam ve sabah yürüdük.

Ellerimizde keskin kılıçlar vardı ki, onlarla baştaki saçların ayı­rım yerlerini ve baştaki kemiklerin toplandığı yerleri keserdik.

Sanki o kılıçların parıltıları etrafı sarıyor.

Kılıçlarını kınlarından çıkartan kimselerin ellerinde göründükleri zaman,

Yıldırımdan yarılan bulutun parıltısı gece parlardı ki, sen onda böyle birçok bulutları açık seçik görürsün.

Eğer hendek olmasaydı, onlar o esnada öyle bir durumda olurlar­dı ki, onların hepsini yok ederdik.

Ama hendek onların önüne geçti ve onlar bizim korkumuzdan hendeğe sığındılar.

Şayet biz yolcu olup gidersek, sizin evlerinizin yanında Sa'd'ı re­hin olarak terk etmiş olurduk.

Karanlık çöktüğü zaman Sa'd'ın üzerine ağlayan kadınların inilti­lerini tekrar tekrar işitirsin.

Yakında sizi yeniden ziyaret edeceğiz. Sizi yardımlaşarak ziyaret ettiğimiz gibi.

Silahsız olmadıkları halde Rinane'den bir topluluk ile ki, Kinane arslamn yatağı gibidir.Arslan yatağını korur.»   

Ka'b b. Malik (Beni Seleme'nin kardeşi) bu şiire cevaben şöyle de­miştir:

«Her soran bizim karşılaştığımız şeyi soruyor. Eğer hazır bulun­saydı bizi sabırlılar olarak görürdü.

Sabrettik. Allah için bir emsal görmedik. Biz, başımıza gelene karşı tevekkül eden kimseleriz.

Bizim için peygamber doğruluk veziri idi. Onunla bütün yerlere üstün olur ve biz de galip oluruz.

Zülümkâr ve isyankâr, haksız bir toplulukla savaşıyoruz ki, o zülümkâr kimseler düşmanlıkla hazırlıklı idiler.

Bize doğru yerlerinden kalktıkları zaman süratli kişileri acele haklayacak bir vuruş ile onlara acele ettik.

Biz, geniş, mükemmel zırhlar içinde geniş arazinin nehirleri gibi zırhları giymiş olarak görürsün.

Bizim ellerimizde hafif kılıçlar vardır ki, biz onlarla şerri tahrik edenlerin sevinçlerinin intikamını alırız.

İki hendeğin kapısında sanki arslanlar vardır.

Onların şebekeleri, arslanların yatağını korurlar.

Erkenden kalkıp düşmanlar üzerine gittikleri zaman atlılardır, gücünün ucuyla bakan mütekebbir ve savaş alametiyle alametlenmiş olarak,

Andolsun ki, elbette Ahmed'e ve Allah'a yardım ederiz ki, doğru ve ihlaslı kul olalım.

Mekke halkı yürüdükleri zaman ve hizipler halinde ahzab geldiği zaman bilirler ki:

Allah'ın ortağı yoktur ve Allah mü'minlerin dostudur.

Şayet Sa'd'ı beyinsizlikle öldürürseniz, şunu bilin ki, şüphesiz Al­lah kadirlerin hayırlısıdır.

Yakında onu temiz, güzel cennetlere girdirecektir ki, salihler için kalınacak yerlerdir.

Nitekim sizi, yenilmiş ve kovulmuş bir kavim olarak rezil, rüsvay, hor ve ziyan edici olduğunuz halde kininizle, gazabınızla geri çevirdi.

Orada bir iyiliğe, hayra ulaşmadığınız halde rezil, rüsvay olarak az kalsm mahvolan kimseler oluyordunuz.

Sizin üzerinize esen şiddetli bir rüzgar ile...

Böylece siz onun altında görmeyen bir kör kişi oldunuz.»

İbn İshak dedi ki: Abdullah b. ez-Ziba'ra es-Sehmî, Hendek günü hakkında şu aşağıdaki şiiri söyledi. (Ben derim ki: O, bu şiiri İslâm'a girmeden önce söylemiştir.)

«O yurtlara gel ki, onların yere bitişik eserlerinin belirtilerini, es­kimenin uzaması ve zamanların gelip geçmesi mahvetmiştir.

Sanki Yahudiler, onların eskimelerini yazmışlardır da, ancak ağıllarını ve çadır iplerinin kazıklarını değil.

Bir harap yerdir ki, sanki sen orada aynı yaştaki kocaya varma­mış genç kızlarla nimet içinde oynamamışsın.

Yaşamaya ve eskiden yerleşilmiş harap bir mahalleye dair geçen şeylerin hatırlamasını terket.

Toplulukların belasını hatırla ve onlara şükret.

Onlar bütünüyle kendilerine tapılan taşlardan yürüdüler.

Bunlar Mekke'nin haremine alamet için dikili taşlarıdır.

Çok sesleri olan, çok ordu birliklerinin içinde Medine'ye yönelerek gittiler.

Görünen her yüksek yerde ve iki dağ arasındaki alçak yerde, yük­sek yerleri, bilinen açık-seçik yollarda terkederek,

Oralarda güdülen zayıf atlar vardır.

Karınları ince, sağrısına bitişik olan yerleri de ince.

Her bir cüsseli, uzun kısrak ve genç erkek, uzun atlar meydana gelip, gözetleyenin gafleti anında kurt gibi süratli saldırır.

Uyeyne'nin askerleri ki, sancağıyla yürümektedir. Onda Sahr vardır ki, (Ebu Süfyan olup) ahzabın komutanıdır.

İki erkek efendilerdir ki, iki Bedir gibi onlar da fakirin imdatçısı ve kaçanların sığınağıdırlar.

Nihayet Medine'ye vardıkları ve ölüm için tecrübe edilmiş kılıcı kuşandıkları zaman,

Bir ay on gün Muhammed'i kahrediciler olarak,

Halbuki onun ashabı savaşta hayırlı ashabtır.Bir sabah yolculuğa çıkılacağını ilan ettiler.

Siz dediniz ki, az kaldı orada ziyana uğrayanlarla beraber olacak­tık.

Eğer hendekler olmasaydı, onların hepsini aç kuşlarla kurtlara leşler olarak terk ederlerdi.»

Hassan b. Sabit, bu şiire karşılık şu cevabî şiiri söyledi:

«Silinen yerlerin resmi, kırlaşmış karşıdakilere cevap verip konu­şuyor.

Bir harap yer ki, bulutların yağmurları ve daimi sabit her yüksek yerin rüzgarları, oranın yere bitişik kalan eserlerini eskitip değiştir­miştir.

Şüphesiz ki, orada birleşmiş toplu evleri görürsün ki, beyaz yüz­lüler, şanlılar onları süslerler.

Yurtları ve her bir beyaz yumuşak kadını ve yeni tomurcuklu, ko­caya varmamış genç kızları an.

Kederleri, hüzünleri ve Rasûle zulmeden gazaplı bir topluluktan gördüğün şeyleri İlâh'a şikâyet et.

Hepsi birlikte ona doğru yürüdüler ve köylerin halkını, Arapların çöllerdeki nüfusunu topladılar.

Uyeyne'nin ve İbn Harbin ordusu, onların içinde ahzabm yarış için hazırlamış oldukları atlarla karışıktırlar.

Tâ Medine'ye geldikleri ve Rasûlün maktullerini, onların üstle­rindeki silah ve teçhizatı umdukları ve bizim üzerimize kuvvetleriyle kadir oldukları halde yürüdükleri zaman, kinleriyle gerisin geriye ta­banlar üzere döndüler.

Onların topluluğunu dağıtan, şiddetli rüzgarlarla.ve Allah'ın as­kerleriyle geri döndürüldüler.

Allah, müminlerin savaşında onlara yardım etti. İmdatlarına ka­vuştu ve onları hayırlı sevab ile sevablandırdı.

Onlar ümit kestikten sonra yardımlarına yetti.

Böylece bol bağış sahibi hükümdarımız olan Allah'ın yardımının peşpeşe inmesi, onların topluluklarını dağıttı.

Muhammed'in ve onun ashabının da gözünü doyurdu. Umdukla­rına kavuşturdu.

Şüphede bulunan her yalancıyı ise alçalttı.

Kalbi katı, korkulu durumda şüpheli, küfürde elbiseleri temiz ol­mayan kişiler.

Şakilik kalblerine ilişmiş, gönülleri ise ölünceye kadar kafirlik­tedir.»

Ka'b b. Malik de buna cevaben şu şiiri söyledi:

«Bizim için savaşların meydana gelişi, çok bağışlayıcı Rabbimizin bahşişinin hayrından bir kalıntı bıraktı.

Siyah boyunlu, bol sütlü, beyaz develeri ve hurma ağaçlarının bit­tiği su başlarını.

Tıpkı bir arazi gibi ki, toplanan sütleri, toplanmış suyu, komşuya, amca oğluna ve kasdedip giden ziyaretçiye ihsan edilir.

Yerinden başka bir yere saldıran Arap atlarım da bıraktı.

Tıpkı kurtlar gibi onları arpa yemiş ve bitkilerden kesilen şeyler besleyip büyütür.

Onlardan ayakları çıplak etti.

Sırtları dümdüz, diğer et parçalan da böyledir.

Uzundurlar, sabahtan yürüdükleri zaman kişneyerek neşelenir­ler. Ava saldırırken av köpeğinin yaptığı şey, köpek sahiplerini sevin­dirir.

Kurtlar meraya salınmış hayvanların etrafını çevirirler ve bazen de düşmanı helak ederler. Silah ve teçhizatlarım üstlerinden alıp geri dönerler.

Vahşi hayvanların kaçkını, savaş esnasında hafifler. Karşılaşma­sı sert, keremi ise açık ve seçiktir.

Rahatlık ve huzur üzere beslendi ve iri cüsseli, tavlı hale geldi. Eti çok, bağırsakları hafif.

Dokuması iki kat zırhlarla ve hasımlar hakkında şiddetlerle at­mada, isabet edip hata etmeyenler olarak sabahtan yürürler.

Ve keskin kılıçlarla ki, onların üstündeki demir parçaları parıltı­lar çıkartmıştır.

Ve nesebleri, şerefli, görkemli kişilerle giderler.

Hep bir emsal, yumuşak süngü ile kuvvet ulaşır ki, o mızrakların yapılması Habbab ismindeki bir demirciye sipariş edilmişti.

Mızraktaki demir, sanki karanlığın şiddetli siyahlığında ateşin parıltısının ışığıdır.

Ve bir ordu birliği ile ki, onların zırhları, okların yaklaşıp birleş­mesini önler ve uyluk etlerine isabet eden okları da geri çevirir.

Siyahı kırmızıya karışmış bir topluluk, sanki onların süngüleri hep bir toplulukta orman yangınının alevidir.

Sancağın gölgesine sığınır, sanki o dümdüz süngülerin içinde bü­yük bir bayrağın gölgesidir.

Ebu Kerib'i yordular ve Tübba'ı yordular. Onların şiddetleri, A-raplarm karşısında onları caydırdı.

Ve Rabbimizden birtakım vaaz ve nasihatlerle yürürler ki, onlar­la elbiseleri temiz ve pak, beyaz bir lisan ile hidayete ereriz.

Ahzabm üzerine arzolunmalarmdan sonra bizim üzerimize de ar-zolundu ve biz onların anısına arzu duyduk.

Ve yine birtakım hikmetlerle yürürler ki, suçlular onları iddiala-rınca haram görürler. Halbuki onları akıl sahipleri anlarlar.

Kureyşliler geldiler ki, Rablerine galip olalar.

Rabb'e galip olmak isteyenler, mutlaka mağlup olurlar.»

İbn Hişam dedi ki: Kendisine güvendiğim bir kimse, bana şöyle dedi: Ka'b b. Malik'in bu beytini Rasûlullah (s.a.v.) duyduğunda ona şöyle dedi: «Ey Ka'b! İşte bu sözüne karşı Allah sana teşekkür etti.»

İbn îshak dedi ki: Ka'b b. Malik, şu şiiri de söylemiştir:

«Yanan kamışların veya birbirine geçip giriftleşmiş yanan orman­ların çıtırtısı gibi, savaşta bahadırların birbirlerine vururken çıkar­dıkları sesler kendisini sevindiren, hoşuna giden kimse, mezaz kesi­mindeki hendeğin yanı başında kılıçları keskinletilen aslanlar yerine, savaş yerine gelsin.

Savaşta tanınmak için kendilerine nişan takan kimseler, doğu ve batınını Rabbine kendi canlarını teslim ettiler.

Bir cemaat içerisindeki, ilâh, peygamberine onlarla yardım etti ve ilâh, kuluna lütfü ile muamele edendir.

Mükemmel zırhlar, fazlalıkları yerde sürünür.

Tıpkı derin bir su gibi ki, ona rüzgarla sağa sola dalgalanır.

Muhkem zırhlar ki, onların halkalarının çivileri, çekirgelerin er­keklerinin gözbebeği gibidir. Sağlam ve muhkem dokuludur.

Dokunması sağlam bir zırh ki, onu demiri safi, keskin, parlak Hind kılıcının bağı kaldırır.

İşte onlar, takva ile birlikte savaş gününde ve her doğruluk saa­tinde bizim elbiselerimiz olurlar.

Kısaldıkları zaman kılıçları, adımlarımıza eriştiririz. Ulaşmadık­ları zaman onları ulaştırırız.

Başları, tepelerini güneşe vermiş olarak görürsün. Avuçları ter-ket, sanki onlar yaratılmamıştır.

Düşmanla, toplanmış bir ordu birliği ile karşılaşırız ki, o ordu bir­liği, topluluğu yok eder. Sari ile Asim arasında bir dağ olan Meşrikin başının damarını kesmesi gibi.

Düşmanlar içinde her bir hafif atı hazırlarız ki, onlar sarıya çalan kırmızı, ayakları beyaz ve vücudları beyaz tenlidir.

Bazı süvarilerle süratlenirler ki, sanki o süvarilerin yiğitleri sa­vaş esnasında az yağmur yağdığı, çamur ve kaygan olduğu bir sırada­ki arslandır.

Birtakım sadık kimselerdir ki, bahadır kişilere canlarını giderici süngü ile toz bulutunun altında ölümlerini verirler.

İlâhın emri, savaşta onları düşmanına bağlamaktadır.

Çünkü Allah, başarıya erdirenlerin en hayırhsıdır.

Düşmana bir gazap olsun diye ve eğer kötü huylu gazablı atlar yaklaşırsa yurdu korucular olsun diye.

Aziz Allah, kendisinden bir güç ile ve karşılaştığımız anda doğru sabretmemiz sebebiyle bize yardım eder.

Ve biz Peygamberimiz'in emrine uyarız. Ona icabet eder, sözün­den dışarı çıkmayız. Bizi bir musibet karşısında çağırdığı zamanda bizden önce yanma giden olmaz.

Şiddetli durumlara her ne zaman bizi çağırırsa icabet ederiz ve ne zaman savaş mevkilerini görürsek oraya süratle koşarız.

Kim peygamberin sözüne uyarsa, o bizim içimizde emrine uyulan kimse olur.

Sözünde doğrulanmış bir haktır.

İşte bununla bize yardım eder ve bizim gücümüzü açığa çıkarır. Bizi lütfü ile işte bu bahtiyarlığa erdirir.

Muhammed'i yalanlayanlar var ya, onlar inkar ettiler ve muttaki-nin yolundan saptılar.»

İbn İshak dedi ki: Ka'b b. Malik, şu şiiri de söylemiştir:

«Ahzab, bize karşı toplandıkları ve dinimize taş attıkları zaman kendileriyle barış yapmayacağımızı biliyordu.

Onlar, Kays b. Aylan'dan birbirine katılıp kalabalıklar oluştura­rak toplandılar ve emre muvafakat ettiler.

Hindef ise, meydana geleni ve hakikatteki şeyi bilmiyorlardı.

Bizi dinimizden uzaklaştırıyor ve bizi ondan geri çeviriyorlardı.

Biz de onları küfürden menedip uzaklaştırıyorduk.

Rahman olan Allah, gören ve işitendir.

Bir makamda bize gazablandıkları zaman, onların gazablanmala-rına karşı Allah'tan geniş bir nusret bize yardım etti.

Bu ise, bizim hakkımızda Allah'ın koruması ve bize olan lütfudur.

Kim ki, Allah onu korumaz ise, o kimse zayi olur.

Bizi hak dine hidayet etti ve o dini bizim için seçti.

Sanatçıların sanatından daha üstün ilâhi sanatlar vardır.»

İbn Hişam dedi ki: Bu beyitler, Ka'b b. Malik'in uzun bir kaside­sinden alınmıştır.

İbn İshak dedi ki: Beni Kurayfeahlarm öldürülmesiyle ilgili olarak

Hassan b. Sabit şöyle demiştir:

«Kurayza, kendisine kötülük yapanla karşılaştı ve zilletini gidere­cek bir yardımcı bulamadı.

Onlara öyle bir bela isabet etti ki, Nadir oğullarına isabet eden beladan başka bir bela onda vardı.

Onlara geldiği sabah Rasûlullah, aydınlatıcı ay gibi onlara bineği ile süratle gidiyordu.

Onun için güdülen, binilmeyen atlar vardı ki, üzerlerindeki süva­rilerle doğan kuşları gibi yürüyor ve koşuyorlardı.

Onları bıraktık ve onlar birşeye karşı zafer kazanamadılar.

Üzerlerindeki kanları derin bir su gibi idi.

Onlar yerlere serilmişler, onların içlerinde kuşlar, etraflarında halka halinde toplanırlar. Facir, haktan çıkan kimselere işte böyle ce­za verilir.

Eğer uyarıp korkutmamı kabul ederse, Rahman'dan bir öğüt ola-ak bunun misli ile Kureyşlileri de uyarıp korkut.»

Hassan b. Sabit, Beni Kurayzahlar hakkında şu şiiri de söylemiş-

«Kureyşlilere yardım eden bir topluluğun fertleri, birbirlerini yi­tirdiler ve onlar için şehirlerinde bir yardımcı yoktur.

Onlar, kendilerine kitap verilen kimseler olup onu kaybettiler ve onlar kör kimselerdirler. Tevrat'tan sapmışlardır.

Kur'ân'ı inkar ettiniz. Oysa ki, peygamberin dediğini tasdik et­mekle gelmiştiniz.

Beni Lüey'yin hayırlı kişileri üzerine Büveyre de büyük bir yan­gın çıktı.»

Hassan b. Sabit'e cevaben Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmuttalib de şöyle dedi:

«Allah, bu yapılan şeyleri devam ettirsin ve onun etrafını alevli ateş yaksın.

Yakında bileceksin ki, ondan hangimiz uzağız.

Ve bilirsin ki, hangimizin arazisine zarar verir.

Eğer orada hurma ağaçları, binek hayvanları olsalardı, elbette derlerdi ki, sizin için durma hakkı yoktur, yürüyüp gidin.»

Ben derim ki: Ebu Süfyan b. Haris, İslâm'a girmeden Önce bu şiiri söylemiştir. "Sahih-i Buharî"de de bu beyitlerin bir kısmı geçmiştir.

İbn İshak dedi ki: Hassan b. Sabit, Sa'd b. Muaz ve Beni Kuray-za'da şehid düşen bir topluluk üzerine ağıt dökerek şöyle dedi:

«Ey kavmim, takdir olunduğu zaman önleyici var mıdır?

Geçmiş iyi geçimler hiç geri dönenler mi?

Geçmiş bir zamanı hatırladım, kalb ve bitişik organlar süratle düştüler ve benden göz yaşları akıp döküldü.

Gönül şevkinin inceliği, yufkalığı bana dostları ve geçen maktul­leri hatırlattı ki, onların arasında Tufeyl, Rafi ve Sa'd vardır.

Onlar cennetlerde oldular ve onların konuk yerleri, evleri yalnız kaldı ve yer, onlardan ıssız olup harabeye dönüştü.

Bedir gününde, üstlerinde Ölümlerin ve parıldayan kılıçların göl­geleri olduğu halde Rasûle gösterdiler.

Çağırdı, onlar da ona hakkıyla icabet ettiler ve onların hepsi ona her emirde itaat edip söz dinlediler.

Geri dönmediler. Hatta bir cemaat olarak sımsıkı bağlandılar. Ecelleri, ancak yere serilmeler kesip sona erdirir.

Çünkü onlar, ancak peygamberlerinin şefaati olduğu bir sırada ondan şefaat umuyorlar.

Ey hayırlı kullar! İşte bu bizim imtihanımızdır. Allah'ın emrine icabet ederiz. Ölüm ise haktır ve gerçektir.

Sana doğru atılan ilk adım, bizim içindir.

Bizden sonrakilerimiz ise öncekilerimize, Allah'ın dini olarak ta­bidirler.

Biz biliyoruz ki, mülk yalnızca Allah'ındır ve Allah'ın hükmü el­bette vakidir.» [4]

 

Yahudi Ebu Rafî Sellam B. Ebu'l-Hukayk'ın Öldürülmesi

 

Bu mel'un, Hayber'de kendine ait bir köşkte öldürülmüştü. Hicaz diyarında şöhretli bir tacirdi.

İbn İshak dedi ki: Hendek ve Beni Kurayza gazveleri sona erdi­ğinde Sellam b. Ebu'l Hukayk (ki bu Rafî'in babasıdır), Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı düşman gruplarını toplayan kimseler arasında idi. Uhud'dan önce Evsliler, Ka'b b. Eşrefi öldürmüşlerdi. Hazreçliler de Hayber'de bulunan Sellam b. Ebu'l-Hukayk'ı öldürmek için Rasûlul­lah (s.a.v.)'dan izin istediler. O da onlara bu izni verdi.

İbn îshak, Muhammed b. Müslim ez-Zührî kanalı ile Abdullah b. Ka'b b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Allah'ın, Rasûlü için verdiği şeylerden birisi de Ensâr'dan bu iki kabile yani Evs ve Haz-reç'in Rasûlullah'la birlikte erkekçe savaşmaları olmuştur.

Evs kabilesi, Rasûlullah için ne yaparsa, hemen Hazreçliler de şöyle derlerdi:

"Bu yaptıklarınızla Rasûlullah'm yanında ve İslâm'da üzerimize bir üstünlük gösteremezsiniz."

Böylece onlar da, onların yaptıklarının aynısını yapmadıkça işin peşini bırakmazlardı. Hazreçliler de birşey yaptıklarında, Evsliler ay­nı şeyi söylerlerdi.

Evsliler, Ka'b b. Eşrefi -Rasûlullah (s.a.v.)'a olan düşmanlığından dolayı- öldürdüklerinde Hazreçliler şöyle dediler: «Bununla üzerimize asla üstün gelemezsiniz.» Böyle dedikten sonra kendi aralarında dü­şünüp taşındılar: «Acaba hangi adam Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı Ka'b b. Eşref ayarında bir düşmandır?» ve nihayet böyle bir düşmanın an­cak îbn Ebu'l-Hukayk olacağını hatırladılar. O, o sırada Hayber'de idi. Sonuçta Rasûlullah'tan onun öldürülmesi için izin istediler. O da onlara bu izni verdi.

Bü sebeple Hazreçlilerin Beni Seleme kolundan beş kişi çıkıp git­ti. Bunların adları şöyle idi: Abdullah b. Atik, Mesud b. Sinan, Abdul­lah b. Üneys, Ebu'l-Katade Haris b. Rib'î ve Huzai b. Esved (Bu, Eş­lem kabilesinden olup Hazreçlilerin müttefikidir.). Rasûlullah (s.a.v.), üzerlerine Abdullah b. Atik'i emir tayin etti ve onları çocuklar ile ka­dınları öldürmekten menetti. Onlar yola çıktılar, geceleyin Hayber'e geldikleri zaman İbn Ebu'l-Hukayk'ın evine indiler. Evdeki bütün odaları, içindeki kimseler üzerine kilitlediler. İbn Ebu'l-Hukayk, yük­sek bir odada idi ki, odanın hurma dallarından yapılmış bir merdive­ni vardı. Onlar da oraya çıktılar. Kapışman önünde ayakta beklediler. İçeri girmek için izin istediklerinde karısı çıktı ve: «Siz kimlersi­niz?» diye sordu. Onlar da: «Biz Araplardan bir takım insanlarız ki, azık istiyoruz.» dediler. Kadın: "İşte adamınız şurada" diyerek onları içeri aldı.

Onun yanma girdiğimiz zaman üzerimize kapıları kilitledik. Çün­kü birşey yaparsak kadının bizimle onun arasına girmesinden ve işi­mize engel olmasından korkuyorduk. Bunun üzerine karısı bağırdı ve yüksek sesle bizi etrafa duyurmaya başladı. Biz ise, onu (adamı) yata­ğında iken kılıçlarımızla derhal öldürdük. Vallahi gecenin karanlığın­da ancak onun beyazlığı onu bize gösteriyordu. Sanki üzerindeki elbi­se, Mısır'da yapılan beyaz Kıpti elbisesi idi. Elbise, üzerine atılmıştı. Karısı bizi etrafa haber vermek için bağırdığında bizden bir adam kı­lıcını onun başı üzerine kaldırdı. Sonra Rasûlullah'm yasağını hatır­ladı ve elini çekti. Eğer bu yasak olmasaydı, kadının işini akşamdan bitirirdik. Kılıçlarımızla ona (adama) vurduğumuz zaman Abdullah b. Üneys, kılıcıyla üzerine karnından yüklendi ve onu öldürdü. O da; "Yeter... Yeter" diye bağırıyordu.

Biz odadan çıktık. Abdullah b. Atik ise, gözleri iyi görmeyen bir kimse idi. Merdivenden düştü, eli çıktı. Ya da şiddetli bir şekilde in­cindi. Biz onu, onların gözleri önünde kalenin dışından içine giren bir su menfezine taşıdık ve onu oraya soktuk. Ateşler yaktılar ve her ta­rafta bizi sıkı bir şekilde aramaya başladılar. Bizi bulmaktan ümid kestikleri zaman arkadaşlarının yanma döndüler ve onun etrafında toplandılar. O ise onların arasında can veriyordu.

Biz: "Allah düşmanının ölmüş olduğunu nasıl öğreneceğiz?" de­dik. Bizden bir adam: "Ben gider, sizin için onun durumuna baka­rım" dedi ve gitti. Arkadaşımız onların arasında gerekli istihbaratı yapıp geldi ve şöyle dedi: "Ben onun karısını ve Yahudilerin adamla­rını onun etrafında görüyordum. Kadın, elinde bir lamba ile onun yü­züne bakıyor, onlara durumu anlatıyor ve şöyle diyordu: "İşte vallahi ibn Atik'in sesini işittim." Sonra kendimi yalanladım ve dedim ki:

- İbn Atik, nereden buralara gelsin? Sonra karısı ona döndü, onun yüzüne bakıyordu. Sonra şöyle dedi:

- Yahudilerin ilâhına andolsun ki Sellam öldü.

Bu kelime kadar hoş ve lezzetli bir söz işitmiş değildim. Biz de iyi görmeyen arkadaşımızı omuzladık ve Rasûlullah'm yanma geldik. Al­lah düşmanını öldürmüş olduğumuzu ona haber verdik. Onun yanın­da, hangimizin onu öldürdüğü hususunda ihtilaf ettik. Her birimiz, onu ben öldürdüm diye iddia ediyorduk. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle buyurdu:

«Kılıçlarınızı getirin.» Biz de kılıçlarımızı ona getirdik. O, kılıçla­rımıza baktı ve Abdullah b. Üneys'in kılıcı için şöyle dedi: «İşte bu onu Öldürmüştür. Onda yemek izini görüyorum.»

İbn İshak dedi ki: Bu hususta Hassan b. Sabit'in şöyle bir şiiri vardır:

"Ey İbn Hukayk ve sen ey İbn Eşref! Allah için kendileriyle karşı­laştığın bir cemaatın iyiliğini söylemek lâzım.

Süratli hareket eden kılıçlarla sevinçli olarak gece size yürüyor­lardı.

Tıpkı sık ağaçlı bir meşelikteki arslanlar gibi.

Nihayet beldelerinizin bir mahallinde size geldiler ve süratle öl­düren bir kılıç ile size ölüm şerbetini içirdiler.

Peygamberlerinin dinine yardım için basiretle hareket ederek malları ve canları götüren her bir durumu küçümseyerek."

Buharî, İshak b. Nasr kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.), bir grup adamı Ebu Rafi'e gönderdi. Gecele­yin Abdullah b. Atik, onun odasına girdi. O, uyumakta idi ve onu öl­dürdü.»

Buharı, Yusuf b. Musa kanalı ile Bera'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Yahudi Ebu Rafi'e Ensâr'dan birkaç kişiyi gönderdi. Başlarına Abdullah b. Atik'i emir tayin etti. Ebu Rafi, Ra­sûlullah (s.a.v.)'a eziyet verir, ona karşı düşmanlarına yardım ederdi. O, Hicaz toprağında kendi kalesinde idi. Bu adamlar, onun yanına yaklaştıklarında güneş batmıştı. İnsanlar istirahat için evlerine git­mişlerdi. Abdullah, arkadaşlarına: "Yerinizde oturun. Ben gidip kapı­cıya nezaketle rica edeceğim ki, içeriye girebileyim." dedi. Gitti, kapı­ya yaklaştı. Sonra def-i hacette bulunacakmış gibi elbisesini etrafina sardı. İnsanlar içerye girdiler. Kapıcı ona seslendi: "Ey Allah'ın kulu, eğer içeri girmek istiyorsan hemen gir. Yoksa artık kapıları kilitleye­ceğim.1'Abdullah, içeriye girdi ve gizlendi. İnsanlar içeri girdikten sonra kapıcı kapıyı kilitledi. Sonra anahtarları çiviye astı.

Abdullah diyor ki: Ben de anahtarlara uzanıp çividen aldım. Ka­pıyı açtım. Ebu Rafi (İbn Ebi Hukayk) yüksek bir odada idi. Geceleyin yanında eğlence yapılıyordu. Arkadaşları yanından çıkıp gittikten sonra ben odasına çıktım. Her kapıyı açıp içeri girdikten sonra üzeri­me kilitliyordum ki, halk beni duyduğu takdirde bana uîaşamasmlar ki, Ebu Rafi'i öldürebileyim. Nihayet Ebu Rafi'in odasına vardım. O, karanlık vbir odada idi. Ailesinin, çoluk çocuğunun ortasında idi. Onun, odanın hangi tarafinda olduğunu bilmiyordum. "Ey Ebu Rafi!" dedim. O da: "Kim o ?" dedi. Sese doğru gittim. Kılıcımla dehşet için­de ona bir darbe vurdum. Birşey yapamadım. Bağırdı, ben de odadan çıktım. Az ötede bekledim. Sonra tekrar yanma girdim, "Bu ne sestir ey Ebu Rafi?" diye sordum. O da şöyle dedi: "Veyl senin anana olsun. Az önce evde bir adam kılıçla bana vurdu."

Ben de ona iyi bir darbe vurdum, ama yine de öldüremedim. Son­ra kılıcımın ucunu karnına dayadım, batırdım, sırtına ulaştı. O za­man onu öldürdüğümü anladım. Artık kapıları birer birer açıp dışarı­ya çıkış yoluna koyuldum. Nihayet onun merdivenine vardım. Ayağı­mı merdivenin basamağına attım. Son basamağa geldiğimi sandım ama o mehtaplı gecede merdivenden aşağı düştüm. Bacağım kırıldı. Sarığımla sardım. Sonra koşup kapıya vardım. Orada oturarak: "Onu Öldürdüğümü iyice anlamadan bu gece buradan gitmeyeceğim." de­dim. Seher vakti horozlar ötmeye başlayınca surların üzerinde bir adam, onun ölüm haberini verip şöyle dedi: "Hicazhların yardımcısı Ebu Rafi öldü!" Ben de arkadaşlarıma koşup: "Kurtulduk. Allah, Ebu Rafi'i öldürdü." dedim. Sonra Peygamber (s.a.v.)'in yanma gittim. Ona hadiseyi anlattım. O da: «Ayağını uzat.» dedi. Ayağımı uzattım. Elini sürüp ovaladı. Sanki hiç kırılmamış gibi oldu.

Buharî, Ahmed b. Osman b. Hakim el-Evdî kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Rafi'i öldürmeleri için Abdullah b. Atik ile Abdullah b. Utbe'yi birkaç kişiy­le birlikte görevlendirdi. Bunlar yola çıktılar. Onun bulunduğu kaleye yaklaştılar. Abdullah b. Atik, onlara şöyle dedi:

- Burada bekleyin. Ben gidip duruma bir bakayım.

Abdullah daha sonra şöyle dedi: Kaleye girmek için bir yolunu bulmaya baktım. Onlar bir merkeplerini kaybetmişler, arıyorlardı. Ellerinde ateşle etrafi dolaşıyorlardı. Tanınmaktan korktum. Başımı örtüp oturdum. Def-i hacette bulunuyormuş gibi yaptım. O sırada ka­pıcı da şöyle dedi: "İçeri girmek isteyen girsin. Yoksa kapıları kilitle­yeceğim." Ben de içeri girdim. Sonra kale kapısının yanında merkebin bağlandığı yerde gizlendim. Halk, Ebu Rafi'nîn yanında akşam yeme­ğini yedi. Gecenin bir bölümü gidinceye kadar sohbet ettiler. Sonra dağılıp evlerine döndüler. Sesler kesilip hareketler durunca, bulundu­ğum yerden çıktım. Kapıcının anahtarları bir ışık penceresine koydu­ğunu gördüm. Gidip anahtarları oradan aldım. Kale kapışım açtım. Kendi kendime: «Eğer halk beni duyarsa hiç değilse süratle kaçıp kurtulabilirim." dedim. Sonra odalarının kapılarına yöneldim. Kapıla­rı içeridekilerin üzerine kilitledim. Sonra Ebu Rafi'in odasmm merdivenine çıktım. Onun nerede olduğunu bilemedim. "Ey Eba Rafı!" de­dim. O da: "Kim o?" diye sordu. Ben de sese doğru gittim ki, onu vura­yım. Çığlık attı. Birşey yapamadım. Sonra ona yardım ediyor pozunda yanına geldim ve: "Neyin var ey Eba Rafi?" diye sordum. Bunu sorar­ken sesimi değiştirdim. O bana:

- Şaşmadın mı, veyl senin anana olsun. Az önce bir adam yanıma girdi ve bana kılıçla vurdu, dedi. Tekrar yanma yöneldim ki, ona bir darbe vurayım. Ama yine birşey yapamadım. Çığhk attı. Aile efradı ayağa kalktı.

Sonra tekrar sesimi değiştirerek yanma geldim. Ona yardım et­mek istiyormuş gibi davrandım. O da sırt üstü uzanmıştı. Kılıcın ucu­nu karnına batırdım. Sonra üzerine yüklendim. Öyle ki, kemiklerinin sesini işittim. Sonra korku içinde odadan çıktım. İnmek için merdiven başına geldim. Ama merdivenden aşağı düştüm. Ayağım çıktı. Bir bezle sardım. Sonra tek ayak üzerinde arkadaşlarımın yanına geldim. Onlara: "Haydi acele yola çıkın. Müjdeyi Rasûlullah'a verin. Ben ölüm haberini iyice almadan buradan ayrılmayacağım." dedim. Orta­lık ağarmaya ve sabah olmaya başladığında ölüm haberini veren kişi, surların üzerine çıkıp: "Ebu Rafi öldü." dedi. Ben de ayağımda hiç sa­katlık acısını duymaksızın yola çıktım. Rasûlullah'm yanma varma­dan yolda arkadaşlarıma yetiştim. Müjdeyi, Rasûlullah'a ben verdim.

Buharî, Zührî kanalı ile Übeyy b. Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir: Onlar, yanma geldiklerinde Rasûlullah, minber üzerinde idi ve: «Yüzler kurtuldu.» dedi. Onlar da: "Senin yüzün kurtuldu ya Rasûlallah!" dediler. Rasûlullah: «Onu gizleyecek misiniz?» diye so­runca onlar evet, dediler. O da: «Kılıcı bana uzat.» dedi. Kılıcı aldı. Kı­nından çekti ve (kılıca bakıp) şöyle dedi: «Evet bu, onun (Ebu Rafi'in) kılıcın ağzındaki yemeği (kanı)dır.»

Ben derim ki: Abdullah b. Atik, Ebu Rafİ'i öldürüp de merdiven­den inerken düştüğünde ayağı çıkmış ya da kırılmış ve bu sebeple acı­mış olabilir. Ama ayağını bir sargı ile sarınca acısı dindi. Bunda da açık bir mucize vardı. Faydalı bir cihadda bulunduğundan ötürüdür ki, yürümek istediğinde kendisine manen yardım edildi. Sonra Rasû­lullah in yanına varıp oturduğunda ayağındaki acılar yeniden hisse­dilmeye başladı. Ama ayağını uzattığında Rasûlullah, ayağını ovala­maya başlayınca acılar tekrar gitti ve ayağı eski haline döndü. [5]

 

Haüd B. Süfyan B. Nübeyh El-Hüzelî'nin Öldürülmesi

 

Hafız el-Beyhakî, bu olayı "Delâil" adlı eserinde Ebu Rafi'in öldü­rülmesinden sonra anlatmıştır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Yakub kanalı ile Abdullah b. Üneys'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), beni yanma çağırdı ve şöyle dedi:

- Duyduğuma göre Halid b. Süfyan b. Nübeyh el-Hüzelî, bana karşı savaşmaları için Urene'de adam topluyormuş. Ona git ve onu öl­dür!

- Ya Rasûlallah, onu tanıyabilmem için bana tarif et.

- Onu gördüğün zaman ürkek bir adam olduğunu göreceksin.

Ben de kılıcımı kuşanarak yola çıktım. İkindi vakti Urene'ye ulaş­tım. Yanma gittim. Yanında zevceleri vardı. Onları eve götürüyordu. Onu gördüğümde Rasûlullah'm tarif ettiği gibi ürkek bir adam oldu­ğunu müşahede ettim. Yanma yaklaştım. Ama onunla konuşursam, ikindi namazının vaktini kaçıracağımdan korktum. Yürüyüş halinde namazı kılmaya başladım. Rükû ve secdelerimi baş iması ile eda edi­yordum. Yanma vardığımda:

- Kimsin ey adam? diye sordu. Ben de:

- Araplardan bir adamım. Seni duydum. Muhammed'le savaşma­ları için adam topladığım işittim. Bu sebeple yanma geldim, dedim.

Oda:

- Evet ben bu işle uğraşıyorum, dedi.

Kendisiyle birlikte biraz yürüdüm. Bir fırsatını bulup kılıcımla ona saldırdım ve öldürdüm. Sonra yanından ayrılıp gittim. Karıları gelip üzerine kapandılar.

Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldim. O beni görünce: «Yüz kurtul­du.» dedi. Ben de: "Ya Rasûlallah, onu öldürdüm." dedim. O da: «Doğ­ru söyledin.» dedi. Sonra Rasûlullah (s.a.v), kalkıp benimle birlikte kendi evine gitti. Orada bana bir baston verip: «Ey Abdullah b. Üneys, şu bastonu yanında tut.» dedi. Rasûlullah'm evinden dışarı çıktığımda insanlar bana:

- Bu baston da neyin nesi? diye sordular. Ben de:

- Rasûlullah bana verdi ve yanımda tutmamı emretti, dedim. Dediler ki:

- Rasûlullah'm yanma bir daha dönsen de bunun sebebini sorsan olmaz mı?

Ben de Rasûlullah'm yanma dönüp şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah! Bu bastonu bana niçin verdin?

-  Bu, kıyamet gününde benimle senin aranda bir alamet olacak­tır. Çünkü o günde insanların az bir kısmı (baston ve benzeri şeylere) dayanacaklardır.

Ravi diyor ki: Abdullah, o bastonu kendi kılıcına bağladı. Ölünceye kadar yanında kaldı. Ailesine öldükten sonra kefenine konulması­nı emretti. Öldüğünde kendisiyle birlikte mezara defnedildi.

Abdullah b. Üneys'in kıssasını, Urve b. Zübeyr ile Musa b. Ukbe de "Meğazi" adlı eserlerinde rnürsel olarak nakletmişlerdir. Doğrusu­nu Allah bilir.

İbn Hişam dedi ki: Abdullah b. Üneys, Halid b. Süfyan'ı öldürüşü ile ilgili olarak şöyle bir şiir söylemiştir:

«Öküzün oğlunu deve yavrusu gibi yerde bıraktım. Çevresinde ağıtçılar vardı, yakalarını yırtıyorlardı.

Ben onu öldürdüğümde kanları benim ve onun arkasında duru­yorlardı- Keskin kılıcın suyundan daha beyaz idiler.

Zırhçılarm başına bir deneme sahibi oldu. Sanki o yanıp tutuşan alevli bir ateş koru gibidir.

Kılıç başına değerken ona şöyle diyordum:

Ben Üneys'in oğluyum. Süvariyim, bahadırım, korkak değilim.

Ben o kimsenin oğluyum ki, zamana metelik vermedi.

Evimin avlusu geniştir, cimri değilim.

Ona dedim ki: Al, şerefli kişinin darbesini ye!

Muhammed'in dini üzere, hafif olan kimsenin darbesini al!

Ben, peygamberin bir kafire kasdetmesi anında elimle, dilimle o kimseye koşar, onu vururum.»

Ben derim ki: Abdullah b. Üneys b. Haram Ebu Yahya el-Cühenî, kadri yüce, meşhur bir sahabedir. Akabe bey'atına katılan kimseler­dendir. Uhud, Hendek ve sonraki gazvelerde hazır bulunmuştur. Meşhur kavle göre hicri sekseninci senede Şam'da vefat etmiştir. Hic­ri ellidördüncü senede vefat ettiği de söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Ali b. Zübeyr ile Halife b. Hayyat, bu sahabe ile Abdullah b. Üneys Ebu İsa el-Ensârî'yi birbirinden ayırt etmişlerdir. O, Peygam­ber (s.a.v.)'den şöyle bir rivayette bulunmuştur: «Peygamber (s.a.v.), Uhud gününde içinde su bulunan bir kırba getirilmesini emretmiş, kırba getirildiğinde ağzına koyup içmeye başlamıştı.»

Ebu Davud ve Tinnizî de Abdullah el-Ömerî tariki ile İsa b. Ab­dullah b. Üneys'ten böyle bir rivayette bulunmuşlardır. Sonra Tir-nıizî, bunun senedinin sahih olmadığını ve Abdullah el-Ömeri'nin ha­fızasının zayıf bir kimse olduğunu söylemiştir. [6]

 

Amr B. As'ın, Hendek Gazvesinden Sonra Necaşi İle Arasında Geçen Kıssa Ve İslâm'a Girişi

 

Muhammed İbn İshak dedi ki: Yezid b. Ebi Habib, Amr b. As'in kendi ağzından şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ahzab ile birlikte hendekten ayrıldığımız zaman, Kureyş'ten bazı adamları topladım. Onlar benim görüşümü uygun görür ve beni dinlerlerdi. Onlara şöyle dedim:

- Vallahi biliyorsunuz ki, ben Muhammedın durumunu görüyo­rum. İşlerin üzerine hoş olmayan bir şekilde gidiyor. Ben böyle bir gö­rüş içindeyim. Siz onun hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Sen ne düşünüyorsun?

- Necaşi'nin yanma gidip onun yanında olmayı uygun görüyorum. Eğer Muhammed, kavmimize galip olursa biz Necaşi'nin yanında olu­ruz. Çünkü bizim onun elleri altında olmamız, Muhammed'in eli al­tında olmamızdan daha iyidir. Eğer bizim kavmimiz ona galip gelirse, kavmimiz bizi tanıyor ve bizi biliyordur. Onlardan bize iyilikten baş­ka birşey ulaşmaz.

- Gerçekten bu iyi bir görüştür.

- O halde Necaşi'ye hediye edeceğimiz şeyleri temin ediniz. Bizim yurdumuzda ona hediye olarak verilecek şeylerin en iyisi derilerdir.

Böylece Necaşi için birçok deriler topladık. Sonra yola çıkarak ya­nına vardık. Vallahi biz Necaşi'nin yanında iken Amr b. Ümeyye ed-Damrî oraya geldi. Rasûhıllah (s.a.v.) onu, Cafer ve arkadaşlarının durumları için Necaşi'ye göndermişti. O, Necaşi'nin yanma girdi. Son­ra ordan çıktı. Ben de arkadaşlarıma dedim ki: Bu, Amr b. Ümeyye'-dir. Eğer Necaşi'nin yanına girsem ve kendisinden onu istediğimde onu bana verirse, boynunu vuracağım. Bunu yaptığım zaman Kureyş-liler anlayacaklar ki, ben, onların yerine Muhammed'in elçisini öldür­müşüm.

Necaşi'nin yanma girdim ve ona temenna secdesini yaptım. Daha evvel de böyle yapardım. Necaşi dedi ki:

-  Merhaba ey dostum. Hoş geldin. Bana memleketinden hediye olarak neler getirdin?

- Ey hükümdar, sana çok miktarda deri getirdim.

Sonra hediyeleri onun huzuruna getirdim. Baktı, beğendi. Sonra ona şöyle dedim:

- Ey Hükümdar, ben bir adam gördüm ki, senin yanından az Önce çıktı. O bizim düşmanımız olan bir adamın (Muhammed'in) elçisidir. Onu bana ver de Öldüreyim. Çünkü o, bizim eşrafımızdan ve seçkinle­rimizden bazı adamlarımızı öldürdü.

Bunun üzerine Necaşi öfkelendi. Sonra elini uzattı ve kendi bur­nuna vurdu. Burnu kırıldı sandım. "Keşke yer yarılsaydı da ondan u-zaklaşmak için yere batsaydım." dedim. Sonra ona şöyle dedim;

- Ey Hükümdar, Allah'a yemin ederim ki, bu sözlerimden hoşlan­mayacağını bilseydim, o adamı senden istemezdim.

- Demek Musa'ya gelmiş olan Namus-u Ekber'in kendisine geldiği bir adamın elçisini sana vermemi istiyorsun ki, onu öldüresin.

- Ey Hükümdar, o öyle midir?

- Yazık sana ey Amr! Bana itaat et ve ona tabi ol. Çünkü Allah'a yemin ederim ki, o elbette hak üzeredir ve elbette kendisine muhale­fet eden kimselerin üzerine galip gelecektir. Tıpkı Musa'nın Firavun ile askerlerinin üzerine galip geldiği gibi.

- Acaba İslâm üzere onun için benim sana bey'atımı kabul eder. misin?

- Evet.

Böyle dedikten sonra elini uzattı. Onunla İslâm üzere bey'atleş-tim. Sonra arkadaşlarımın yanına döndüm. Fikrim değişmişti ve ar­kadaşlarımdan Müslümanlığımı gizledim.

Sonra Müslüman olmak için Rasûlullah'm yanma gitmek üzere yola çıktım. Halid b. Velid'e rastladım. Bu hadise, Mekke fethinden biraz Önce idi. O, Mekke'den geliyordu. Ona dedim ki:

- Ey Ebu Süleyman, nereye gidiyorsun?

- Vallahi bu adamın (Muhammed'in) peygamberliği artık gün gibi aşikâr oldu. Vallahi Müslüman olmak için onun yanına gidiyorum. Daha ne zamana kadar bekleyeceğim.

- Vallahi ben de sırf Müslüman olmak için geldim. Başka bir se­beple gelmiş değilim.

Böylece Medine'ye, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldik. Halid b. Velid öne geçti ve Müslüman oldu. Bey'atleşti. Sonra ben yaklaşıp şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah! Ben sana geçmişte işlediğim günahlarımı bağış­laman ve eskiden yaptığım şeyleri bana hatırlatmaman şartı üzerine bey'at ediyorum.

- Evet ey Amr, bey'atını yap. Çünkü İslâmiyet Önce yapılan şeyle­ri kesip yok eder. Hicret de kendisinden Öncesini keser.

Ben de onunla bey'atleştim. Sonra oradan ayrıldım.»

Ibn İshak dedi ki: Kendisini yalancılıkla itham etmeyeceğim birisinin bana anlattığına göre Osman b. Talha b. Ebi Talha da onlarla yani Amr b. As ve Halid b. Velid'le beraberdi. Onlar Müslüman olur­ken o da Müslüman olmuştu. Abdullah b. Ebu'z-Zibara es-Sehmî bu konuda şöyle demiştir:

«Osman b. Talha'ya antlaşmamızı haber veririm ve hacer-i esve-din öpüldüğü yerde milletin toplandığını haber veririm.

Babaların akdettiği her bir antlaşmayı da haber veririm.

Halid, bu gibi antlaşmalardan ayrılacak değil ya.

Sen Beyt'ten başka bir Beyt'in açılmasını mı arzu ediyorsun?

Kadim Beyt'in şerefinden ötesi arzu edilir mi hiç?

Bundan sonra Halid'e güvenme ve Osman da şiddetli felaketlerle geldi.»

Ben derim ki: Bunların İslâm'a girişleri, Hudeybiye'den sonra ol­muştur. Çünkü Halid b. Velid -ileride açıklanacağı gibi- o gün müşrik süvarilerinin komutanı idi. Bunların Müslümanlığı hususunda bu faslı daha sonra anlatmak münasip olacaktı. Ancak biz, İmam Mu-hammed b. İshak'a uyarak bu konuyu burada anlattık. Çünkü Amr b. As'm Necaşi'ye ilk gidişi, Hendek gazvesinden sonra olmuştur. Kuv­vetli görüşe göre o, hicri beşinci senenin son kısmında oraya gitmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [7]

 

Hz. Peygamberin, Ebu Süfyan'ın Kızı Ümmü Habibe İle Evlenmesi

 

Hendek gazvesini anlattıktan sonra Beyhakî, Kelbî tariki ile İbn Abbas'm: «Allah'ın sizinle, düşmanlık gösterdiğiniz kimseler arasında bir sevgi yaratması umulur.» (el-Mümtehine, 7.) ayet-i kerimesi hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bu âyet, Peygamber (s.a.v.)'in, Ebu Süfyan'm kızı Ümmü Habibe ile evlenmesinden bahseder. Peygamber (s.a.v.), Ümmü Habibe ile evlenince o müminlerin annesi oldu ve Mu-aviye de mü'minlerin dayısı oldu.

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız kanalı ile Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ümmü Habibe, daha önce Ubeydullah b. Cahş'ın ni­kahında idi. Ubeydullah, Necaşi'nin yanma hicret etti, orada öldü. Rasûlullah (s.a.v.) da Habeşistan'da bulunan Ümmü Habibe ile evlen­di. Ümmü Habibe'yi Rasûlullah'a zevce olarak nikahlayan, Necaşi ol­du. Ona 4.000 dirhem mehir verdi. Onunla birlikte Şurahbil b. Hase-ne'yi, Habeşistan'dan Rasûlullah'm yanına gönderdi. Çeyizini de ver­di. Ayrıca Rasûlullah'm gönderdiği şeyleri de ona çeyiz olarak verdi.

Urve dedi ki: Peygamber (s.a.v)'in zevcelerinin mehirleri 400 dir­hem idi.

Ben derim ki: Sahih kavle göre Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerinin mehirleri on iki buçuk okiye idi. Bir okiye kırk dirhemdir. Böyle olun­ca mehirleri 500 dirheme tekabül etmektedir.

Beyhakî, daha sonra İbn Lehia kanalı ile Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ubeydullah b. Cahş, Habeşistan'da Hristiyan olarak öldü. Karısı Ümmü Habibe'yi Rasûlullah (s.a.v.) nikahladı. Onu Ra­sûlullah'a zevce olarak nikahlayan kişi, Osman b. Affan (r.a.) oldu.

Ubeydullah b. Cahş'ın Hristiyanlığa girmesiyle ilgili açıklama daha önceki sayfalarda verilmiştir. O Müslüman iken diğer müslü-manlarla birlikte Habeşistan'a hicret ettikten sonra, şeytan onun fik­rini çeldi. Hristiyanlığı ona hoş gösterdi. O da Hristiyanlığa geçti. Ölünceye kadar Hristiyan kaldı. Allahm laneti üzerine olsun. Hristi­yan olduktan sonra Müslümanları ayıplayarak onlara: "Biz gördük, ama sizin gözleriniz henüz açılmadı." derdi. Bununla ilgili açıklama, Habeşistan hicreti bahsinde geçmişti.

Urve'nin: "Ümmü Habibe'yi zevce olarak Rasûlullah (s.a.v.)'a nikanlayan kişi, Osman b. Affan (r.a.) olmuştur." sözü gariptir. Çünkü Osman, daha önce Mekke'ye dönmüş, sonra Medine'ye hicret etmişti. Önceki sayfalarda anlatıldığı gibi bu hicretine zevcesi Rukiyye de ka­tılmış, ona refakat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Sahih olan, Yunus'un, Muhammed b. İshak'tan naklettiği şu söz­dür: Bana ulaşan habere göre Ümmü Habibe'nin nikah akdini yapan kişi, amcası oğlu Halid b. Said b. As olmuştur.

Ben derim ki: Ümmü Habibe'nin nikah akdini kabul hususunda Rasûlullah'm vekili Habeş hükümdarı Ashame en-Necaşi idi. Nitekim Yunus'un rivayetine göre Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi Neca-şi'ye göndermişti. O da Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan'ı Rasûlullah'a nikahlamıştı. Onunla birlikte 400 dinar da göndermişti.

Zübeyr b. Bekkar, Muhammed b. Hasan kanalıyla İsmail b. Amr'-ın şöyle dediğim rivayet etmiştir: Ebu Süfyan'm kızı Ümmü Habibe şöyle dedi: Ben Habeşistan'da iken bir de baktım ki, Necaşi'nin Ebre-he adlı bir cariyesi, üzerinde yağ lekeleri bulunan elbisesi ile yanıma geldi. İçeriye girmek için izin istedi. Ben de izin verdim. İçeri girdi ve şöyle dedi:

- Hükümdar sana diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), bana yazmış oldu­ğu mektupta seni kendisine zevce olarak vermemi yazmış.

Ben de cariyeye şöyle dedim: Allah sana hayır müjdesini versin. Bunun üzerine cariye bana dedi ki:

- Hükümdar sana diyor ki: O, beni evlendirme vekili yapsın.

Ben de Halid b. Said b. As'ı gönderdim. Onu vekil tayin ettim. Se­vincimden bana bu hayırlı müjdeyi getiren cariye Ebrehe'ye ellerim­deki iki gümüş bileziği, iki hızmayı ve ayaklarımdaki gümüş halka­larla parmaklarımdaki yüzükleri müjdelik olarak verdim.

Akşam olunca Necaşi, Cafer b. Ebi Talib ile Habeşistan'da hazır bulunan Müslümanlara haber gönderip yanına çağırttı. Onlar da gi­dip toplandılar. Necaşi, topluluğun yanında nikah hutbesini okumaya başladı ve şöyle dedi:

«Noksanlıklardan münezzeh, yüce, güven verici, güçlü, kuvvetli, zorlu kuvvetin sahibi, herşeye hükümran olan Allah'a hamd olsun. Ondan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve el­çisi olduğuna, Muhammed'in, Meryem oğlu İsa tarafından müjdele­nen peygamber olduğuna şahadet ederim. İmdi Rasûlullah (s.a.v.), benden, Ebu Süfyan'm kızı Ümmü Habibe'yi zevce olarak kendisine nikahlamamı talep etmiştir. Ben de Rasûlullah (s.a.v.)'ın bu isteğine icabet ettim. Ümmü Habibe'ye 400 dinar mehir vermiştir.»

Necaşi bu konuşmasından sonra mehir dinarları (para) orada bulunanların önüne döktü.

Sonra Halid b. Said konuşmaya başlayarak şöyle dedi:

«Hamd, Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan mağfiret di­lerim. Allah'tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim. O, Muhammed'i hidayet ve hak din ile göndermiştir ki, bu hak dini diğer bütün dinlere üstün ge­tirsin. Müşrikler bundan hoşlanmasalar bile bu böyle olacaktır.

İmdi ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m isteğine icabet ettim. Ve Ebu Süf-yan'ın kızı Ümmü Habibe'yi zevce olarak ona verdim. Allah Ümmü Habibe'yi Rasûlullah'a mübarek kılsın.»

Necaşi, mehirlik dinarları Halid b. Said'e verdi. O da teslim aldı. Sonra kalkmak istediklerinde şöyle dedi:

«Oturun. Çünkü evlendikleri zaman, evlilik yemeğinin yenilmesi, peygamberlerin sünnetindendir.» Yemek getirilmesini emretti. Getiri­len yemeği yedikten sonra dağıldılar.

Ben derim ki: Belki de Amr b. As, Amr b. Ümeyye'nin Necaşi'nin yanından çıktığını görürken o Ümmü Habibe meselesi için Necaşi'nin yanında bulunuyordu. Bu da Hendek gazvesinden sonra olmuştu. Doğrusunu Allah bilir.

Ama Hafiz el-Beyhakî'nin, Ebu Abdillah b. Mendeh'ten rivayet et­tiğine göre Peygamber (s.a.v.), hicri altıncı senede Ümmü Habibe ile evlenmiştir. Ümmü Seleme ile evlenmesi ise hicri dördüncü senede ol­muştur.

Ben derim ki: Halife, Ebu Ubeydullah Mamer b. Müsenna ve İb-nü'1-Berekî de böyle demişlerdir. Hz. Peygamber'in Ümmü Habibe ile evlenmesi hicri altıncı senede olmuştur. Bazılarına göre yedinci sene­de olmuştur. Beyhakî, bunun daha münasip olduğunu söylemiştir.

Ben derim ki: Önceki sayfalarda geçtiği gibi Peygamber (s.a.v.)'in Ümmü Seleme ile evlenmesi, hicri dördüncü sene sonlarında olmuş­tur. Ümmü Habibe ile evlenmesine gelince, bunun daha önce olmuş olması muhtemeldir. Sonra da olmuş olabilir. Ama Hendek gazvesin­den sonra olmuş olması daha uygun görünmektedir. Çünkü önceki sayfalarda da geçtiği gibi Amr b. As, Amr b. Ümeyye'yi Necaşi'in ya­nında bu mesele için görmüştü. Doğrusunu Allah bilir.

"el-Gâbe" adlı eserde Hafız İbnu 1-Esir, Katade'den rivayet etti ki Ümmü Habibe, Habeşistan'dan Medine'ye hicret ettiğinde Rasû-lul-lah (s.a.v.), onun desti izdivacına talip oldu ve onunla evlendi. Bazı kimselerden hikaye olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.), Mekke'nin fethinden ve Ebu Süfyan'ın Müslüman olmasından sonra kızı Ümmü Habibe ile evlenmiştir. Bu görüşte olanların delili şudur: İbn Ab-bas'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan şöyle demiştir:

- Ya Rasûlallah, bana üç şey ver.

-Olur.

- Daha önce Müslümanlarla nasıl savaştıysam, bu defa kafirlerle savaşmak için bana kumanda ver.

- Olur.

- Oğlum Muaviye'yi yanında vahiy katibi yap.

- Olur.

- Yanımda Arap kadınlarının en güzeli Ümmü Habibe vardır ki, onu seninle evlendirmek istiyorum.»

İbnü'1-Esir dedi ki: «Bu hadis, Müslim'e göre münkerdir. Çünkü Ebu Süfyan, Mekke fethinden önce muahedeyi yenilemek için Medi­ne'ye geldiğinde kızı Ümmü Habibe'nin yanma geldi. Ümmü Habibe ise Peygamber (s.a.v.)'in minderini dürerek onun altına sermekten imtina etti ve kaldırdı. Ebu Süfyan da kızı Ümmü Habibe'ye şöyle de­di:

- Vallahi bilemiyorum. Beni mi bu mindere layık görmedin, yoksa minderi mi bana layık görmedin?

- Hayır, aksine bu Rasûlullah (s.a.v.)'m minderidir. Sana gelince sen müşrik bir adamsın.

- Ey kızım, Allah'a yemin ederim ki, benden sonra, sana şer isabet etmiş.»

İbn Hazm dedi ki: Bu hadisi, İkrime b. Ammar uydurmuştur. Bu uyulmayacak bir sözdür. Diğerleri dediler ki:

Ebu Süfyan, kendisini aşağılayıcı maddeleri içerdiğinden ötürü akdi yenilemeye gelmişti. Bazıları ise dediler ki: O, İslâm'a girişi se­bebiyle kızının nikahının infisah ettiğine inanmıştı. Bütün bunlar za­yıftır. En uygunu ve akla yatkını şudur ki; o, diğer kızı Amre'yi Pey­gamber Efendimizle evlendirmek istemişti. Bunu da kendisi için bir şeref görmüştü. Bunun için de diğer kızı Ümmü Habibe'den yardım dilemişti. Nitekim Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de böyle anlatı­lır. Ancak ravi yanılarak bu kızm adının Ümmü Habibe olduğunu nakletmiştir. Biz bu hususta müfred bir haber nakletmişizdir.

Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam şöyle demiştir; Ümmü Habibe, hicri kırkdördüncü senede vefat etmiştir. Ebu Bekir b. Ebi Hayseme ise şöyle demiştir: Ümmü Habibe, Muaviye'den bir sene önce vefat etmiş­tir. Muaviye ise, hicri altmışıncı senenin receb ayında vefat etmiştir. [8]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/191-200.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/201-219.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/219-224.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/225-233.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/234-238.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/238-240.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/241-243.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/244-247.