Zehirli Koyun Hikayesi 1

Fasıl 5

Hayber'de Şehid Olan Sahabeler. 8

Haccac B. İlât El-Behzî Olayı 8

Peygamber (S.A.V.)'İn Vadi'l-Kura'ya Uğraması Ve Oradaki Yahudi Bir Kavmi Kuşatıp Onlarla Antlaşma Yapması 12

Fasıl 13

Ebu Bekir Es-Sıddık'ın, Beni Fezara Seriyyesi 15

Hz. Ömer'in, Mekke'ye Dört Mil Mesafedeki Hevazin Toprağına Düzenlediği Seriyye. 16

Abdullah B. Revaha'nın, Yesir B. Rizzam El-Yahudiye Seriyyesi 16

Beşir B. Sa'd Seriyyesi 16

Ebu Hadred'in, Gâbe (Orman) Seriyyesi 19

Muhallîm B. Cessame Amir B. Azbat'ın Öldürüldüğü Serîyye. 20

Abdullah B. Huzafe Es-Sehmî'nîn Seriyyesi 22

Umretü'l-Kazâ. 22

Peygamber (S.A.V.)'İn Meymune İle Evlenmesi 29

Peygamber (S.A.V.)'İn Umretü'l-Kazâ'dan Sonra Mekke'den Çıkışı 30

Fasıl 32

Fasıl 33

Hicretin Sekizinci Senesi 33

Halid B. Velid'in Müslüman Oluşu. 36

Hevazîn'deki Bir Gruba Gönderilen Şücâ B. Vehb El-Esedî Seriyyesi 38

Şam Diyarındaki Beni Kudaaya Gönderilen Ka'b B. Ümeyr Seriyyesi 39

 

Zehirli Koyun Hikayesi

 

Buharî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hayber fethedildiği zaman Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun hediye edil­di."

İmam Ahmed b. Hanbel, Haccac ve onun vasıtasıyla Leys kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hayber fethedil­diği zaman Peygamber (s.a.v.)'e zehirli bir koyun hediye edildi. Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Buradaki bütün Yahudileri yanıma top­layın." Yahudiler toplanıp getirildiler. Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu:

"Size birşey soracağım. Bana doğru cevap verir misiniz?"

- Evet ya Eba Kasım.

- Babanız kimdir?

- Babamız falandır.

- Yalan söylediniz. Aksine sizin babanız falan adamdır.

- Doğru söyledin. İyi söyledin.

- Size birşey sorduğumda doğru cevap verecek misiniz?

- Evet ya Eba Kasım. Zaten yalan söylersek tıpkı babamızın falan adam olduğunu söylerken yalan söylediğimizi anladığın gibi yine an­layacaksın.

- Ateş ehli kimdir?

- Biz ateşte az kalacağız. Sonra siz bizim yerimize geçeceksiniz.

- Vallahi asla biz sizin yerinize geçmeyeceğiz.

- Size birşey soracağım, doğru cevap verecek misiniz?

- Evet ya Eba Kasım.

- Bu koyuna zehir kattımz mı?

- Evet...

- Bu işi yapmaya sizi sevkeden sebeb neydi?

- Eğer yalancı biri isen senden kurtulalım, istedik. Eğer peygam­ber isen zaten bu sana zarar vermez, dedik."

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun hediye et­ti. Rasûlullah da ashabına: "Bu koyunu yemeyin. Çünkü bu zehirli­dir." dedi. Sonra dönüp kadına sordu:

- Böyle yapmaya seni sevk eden nedir?

-  Şunu öğrenmek istedim. Eğer. peygamber isen, Allah seni bun­dan haberdar kılacaktır. Eğer yalancı biri isen bu zehirli koyunu ye-yip ölürsün. İnsanlar da senden kurtulup rahatlarını bulurlar.

Ravi diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.), o kadına ilişmedi."

imam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmistir: "Yahudilerden bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun hediye etti. Rasûlullah, koyunun zehirli olduğunu anlayınca kadına haber gönderip yanma çağırttı ve kendisine sordu:

- Böyle yapmaya seni sevk eden nedir?

- Şunu anlamak istedim. Eğer sen peygamber isen, Allah seni bu işten haberdar kılacaktır. Eğer peygamber değilsen bu zehirli koyunu yeyip ölürsün, böylece insanlar da senden kurtulup rahatlarını bulur­lar.

Ravi diyor ki: "Rasûlullah (s.a.v.), bu koyundan bir lokma yediği için vücudunda bir ağrı ve sancı hissettiği zaman hacamat vurdurur-du. Bir kez sefere çıkmıştı. İhrama girdiğinde yine vücudunda ağrı ve sancı hissetmiş, kendine hacamat vurdurmuştu."

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes b. Malik'in şöyle dediği ri­vayet edilir: Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun getirdi. Rasûlullah,- o koyundan yedi. Sonra kadın Rasûlullah'm hu­zuruna getirildiğinde Rasûlullah ona şöyle sordu:

- Niçin böyle yaptın?

- Seni öldürmek istedim.

- Allah, seni bu işi yapmaya muktedir kılmayacaktır. Sahabeler, Rasûlullah'a: "Onu öldürmeyecek misin?" diye sordu­lar. Rasûlullah hayır, diye cevap verdi.

Ebu Davud, İbn Şihab'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cabir b. Abdullah'ın anlattığına göre Hayberli Yahudilerden bir kadın, kızart­tığı bir koyuna zehir katmış, sonra onu Rasûlullah (s.a.v.)'a hediye et­mişti. Rasûlullah, koyunun gövdesinden bir parçayı alıp yemiş, asha­bından bir kısım kimseler de o koyundan yemişlerdi. Sonra Rasûlul­lah (s.a.v.), onlara: "Elinizi yemekten çekin." demişti. Sonra koyunun sahibi olan kadına haber gönderip çağırtmış ve ona şöyle sormuştu:

- Koyunu zehirledin mi?

- Bunu sana kim söyledi?

- Elimdeki şu parça bana söyledi. -Evet...

- Bunu niçin yaptın?

- Dedim ki, eğer sen peygamber isen, bu zehirli koyun sana zarar vermeyecektir. Eğer peygamber değilsen, insanlar senden kurtulup rahatlarım bulacaklardır."

Rasûlullah (s.a.v.), o kadını affetti, cezalandırmadı. Koyundan yi­yen bazı sahabeleri vefat ettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da koyundan bi­raz yemiş olduğu için omuzundan hacamat vurdurdu. Ebu Hind adın­daki zat, boynuz ve bıçakla Rasûlullah'm omuzuna hacamat vurmuş­tu. Bu zat, Ensâr'dan Beni Beyada'nm azadlısı idi.

Ebu Davud, Vehb b. Bakıyye kanah ile Ebu Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hayber'de Yahudi bir kadın, Rasûlullah'a kı­zartılmış bir koyun hediye etti. Bu koyundan yiyen Bişr b. Bera b. Marur vefat etti. Bunun üzerine Rasûlullah o Yahudi kadına haber göndererek çağırttı ve ona şöyle sordu:

- Seni bu işi yapmaya sevk eden sebeb nedir?

Rasûlullah (s.a.v.) çmir verdi ve o kadın Öldürüldü. Ravi, Rasûlul­lah (s.a.v.)'m hacamat vurduğundan bahsetmemiştir.

Beyhakî dedi ki: Muhtemelen Rasûlullah (s.a.v.), o kadım işin ba­şında iken Öldürmedi. Ama Bişr b. Bera vefat edince, ondan sonra öl­dürülmesini emretmiş olabilir.

Beyhakî, Abdurrahman b. Ka'b b. Malikin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a Hayber'de kızartıl­mış bir koyun hediye etti. Rasûlullah ona: "Bu nedir?" diye sorunca, kadın: "Hediyedir." diye cevap verdi. "Sadakadır" demeye çekindi. Çünkü, "sadakadır" deseydi yemeyecekti. Bunun üzerine Rasûlullah ve ashabı koyundan yediler. Sonrada ashabına: "Elinizi yemekten çe­kin." diye emir verdi. Bundan sonrada kadına şöyle dedi:

- Koyunu zehirledin mi?

- Bunu sana kim haber verdi?

- İşte şu kemik, (Rasûlullah bunu söylerken koyunun kendi elin­de tuttuğu paçasını gösterdi.).

- Evet.

- Niçin?

- İstedim ki, eğer sen yalancı isen senden kurtulalım. Eğer pey­gamber isen, zaten bu sana zarar vermez."

Rasûlullah (s.a.v.), kendi omuzuna hacamat vurdurdu. Ashabına da emir verdi. Onlar da hacamat vurdurdular. Bazıları ise, koyunu yediklerinden vefat ettiler.

Zührî'nin dediğine göre, zehirli koyunu Rasûlullah'a takdim eden kadın Müslüman oldu. Rasûlullah da onu cezasız bıraktı.

İbn Lehia, Ebu Esved kanalıyla Urve'nin, Musa b. Ukbe de Züh­rî'nin şöyle dediklerini rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.), Hay-ber'i fethedip oradakilerden bazı kimseleri öldürdükten sonra Zeynep binti Haris adındaki Yahudi bir kadın (Merhab'ın kardeşi kızıdır.), Rasûlullah'm zevcesi Safiye'ye kızartılmış, zehirli bir koyun hediye etti. Koyunun but ve paça kısımlarına daha fazla zehir sürdü. Zira al­dığı habere göre Rasûlullah (s.a.v.), en fazla koyunun but ve paçasını severmiş.

Rasûlullah (s.a.v.), Bişr b. Bera b. Marur'la birlikte Safîye'nin odasına girdi. Bişr, Beni Seleme kabilesinden bir kişi idi. Safîye, on­lara kızartılmış koyunu takdim etti. Rasûlullah (s.a.v.), koyunun pa­çasına elini uzattı. Bir parça koparıp yemeğe başladı. Bişr de etli bir kemik alıp sıyırmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v.), lokmayı yutunca Bişr b. Bera da ağzındaki lokmayı yuttu. Rasûlullah (s.a.v.): "Elinizi yemekten çekiniz. Çünkü bu koyunun paçası, bana zehirli olduğunu ve benim Öldürülmek istendiğimi haber verdi." dedi. Bunun üzerine Bişr b. Bera da şöyle dedi:

- Seni mükerrem kılan Allah'a yemin ederim ki, ben de yediğim lokmamda bir şeyler hissettim. Ancak yediğim yemeğe karşı seni kız­dırmamak ve sana saygı göstermek istediğimden lokmayı yuttum. Sen lokmanı yutunca ben de kendimi senden daha kıymetli saymadı­ğım için yuttum. Ama yutmamanı dilerdim. Çünkü bunda ölüm sebe­bi vardır.

Bişr, yerinden kalkmadan rengi beyaz takke gibi bembeyaz oldu. Sancıları devam etti. Yerinden kalkamaz oldu. Başkası kendisini ye­rinden oynatmadıkça kendisi kımıldayamıyordu.

Zührî, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), o gün vücuduna hacamat vurdurdu. Beni Beyada'nm azadlısı, ona boynuz ve bıçakla hacamat vurdu. Rasûlullah (s.a.v.) bundan sonra üç yıl yaşadı. Ölüm sancısı kendisini tuttuğunda şöyle dedi:

"Hayber gününde yediğim koyundan şimdiki zamana, damarımın kopma vaktine gelinceye kadar defalarca sancı çektim." Rasûlullah (s.a.v.) şehid olarak vefat etti.

Muhammed b. İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) sükuna kavuştu­ğu zaman Zeyneb binti Haris -ki bu Sellam b. Mişkem'in karısıdır-ona kızartılmış bir koyun hediye etti. Kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'ın ko­yunun hangi tarafını sevdiğini sormuştu. Budunu sevdiğini söylemiş­lerdi. Bunun üzerine budunu tam zehirledi. Sonra koyunun diğer yer­lerini zehirledi ve getirip Rasûlullah (s.a.v.)'a takdim etti. Rasûlullah, koyunun budunu aldı. Bir çiğnemlik et çiğnedi. Ama yutmadı. Bera­berinde Bişr b. Bera b. Marur da vardı. O da buttan biraz almıştı. Tıpkı Rasûlullah (s.a.v.)'m aldığı yerden almıştı. Fakat Bişr, aldığı et parçasını yutmuştu. Rasûlullah ise, o çiğnemi ağzından dışarı attı. Sonra: "Bu kemik, bana zehirlenmiş olduğunu söyledi." dedi. Bunun üzerine kadını çağırdı. Kadın geldiğinde suçunu itiraf etti. Bunun üzerine kadına dedi ki:

- Bu işi yapmaya, seni sevk eden sebeb nedir?

- Kavmimin basma getirdiğin işler herkesçe malumdur. Dedim ki, eğer bir yalancı kişi isen senden kurtuluruz. Eğer bir peygamber isen zaten sana bildirilir.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) onu cezalandırmadı. Fakat Bişr, yediği o lokmadan dolayı öldü.

İbn İshak dedi ki: Bana Mervan b. Osman b. Ebu Said b. el-Mu-alla şöyle haber verdi: Rasûlullah (s.a.v.)'m vefat hastalığında Bişr b. Bera b. Marur'un kız kardeşi onun yanma geldi. Rasûlullah ona şöyle dedi:

"Ey Ünımü Bişr! İşte bu anlarda senin kardeşinle birlikte Hay-ber'de yediğim lokmadan dolayı kalb damarımın kesilmiş gibi olduğu­nu hissediyorum."

Ümmü Bişr dedi ki: Şüphesiz Müslümanlar elbette görecekler ki Rasûlullah (s.a.v.), Allah'ın peygamberliği ona ikram ettiği gibi onu şehid olarak da vefat ettirmiştir.

Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Hilal b. Bişr ve Süleyman b. Yusuf el -Harranî vasıtalarıyla Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Yahudi bir kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a haşlanmış bir koyun hediye etti. Halk elini yemeğe uzattıklarında Rasûlullah (s.a.v.) onla­ra: "Elinizi yemekten çekin. Çünkü koyunun uzuvlarından biri, zehir­li olduğunu bana bildirdi." dedi. Koyun sahibi kadına haber gönderip yanına çağırttı. Ona şöyle sordu:

- Yemeğini zehirledin mi?

- Evet...

- Bunu niçin yaptın?

- Eğer yalancı biri isen, insanların senden kurtulmasını ve rahat­larını bulmasını istedim. Eğer doğru sözlü bir kimse isen Allah'ın se­ni bundan haberdar kılacağını anlamak istedim.

Rasûlullah (s.a.v.), elini yemeğe uzattı ve: "Allah'ın adı ile yeyin." dedi. Biz de yedik ve Besmele çektik ve hiç birimize zarar vermedi.

Ben derim ki: Bu rivayette münkerlik ve şiddetli bir garabet var­dır. Doğrusunu Allah bilir.

Vakidî'nin anlattığına göre Uyeyne b. Hısn, Müslüman olmadan önce rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ın Hayber'i kuşattığını görmüş ve bu rüyadan ümitlenerek Rasûlullah (s.a.v.)'la savaşıp muzaffer olmak dilemiş. Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına geldiğinde Hayber'i fethetmiş ol­duğunu görmüş ve: "Ya Muhammedi Müttefiklerinden -yani Hayber-lilerden- elde ettiğin ganimetleri bana ver." demiş. Rasûlullah (s.a.v.) da ona: "Rüyam ters çevirdin. Yalan söyledin." demiş ve rüyasında görmüş olduğu şeyi ona bildirmişti. Bunun üzerine Uyeyne geri dön­müş, yolda Haris b. Avf onunla karşılaşmış ve ona şöyle demişti: "Ben şahadet ederim ki Muhammed, doğu ile batı arasına hakim olacaktır. Yahudiler de bunu bize böyle haber veriyorlar. Şahid ol ki sen, Ebu Rafı Sellam b. Ebi Hukayık'ın bana şöyle dediğini işittim: "Biz, Pey­gamberliğinden dolayı Muhammed'i çekemiyoruz. Çünkü o, Beni Ha­run'dan çıkmıştır ve Allah katından gönderilmiştir. Yahudiler bu hu­susta bana itaat etmiyorlar. Bizden ona verilecek iki kurban vardır. Biri Yesrib diğeri Hayber'dir."

Haris dedi ki: Ben Sellam'a: "Muhammed yeryüzüne hakim olacak mı?" diye sordum. O da şu cevapı verdi:

"Evet, Musa'ya Tevrat'ı indirene and olsun ki, o, yeryüzüne ha­kim olacaktır. Ama benim onun hakkında böyle dediğimi Yahudilerin bilmesini istemiyorum." [1]

 

Fasıl

 

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i fethettiği zaman Vadi'l-Kura'ya doğru yöneldi, oranın halkını birkaç gece kuşatma al­tında tuttuktan sonra oradan da ayrılarak Medine'ye döndü.

Bundan sonra İbn İshak, Rasûlullah'm kölesi Mid'am'm kıssasını ve kör bir okun gelip ona isabet ederek öldürdüğünü anlatır. Öldürül­düğünde insanlar: "Şehitliği mübarek olsun." demişler. Bunun üzeri­ne Rasûlullah da onlara şu karşılığı vermişti: "Hayır, nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Hayber gününde taksimata tabi tutulmadan bunun ele geçirdiği ganimetler, vücudunun üzerinde ateş olarak yanacaktır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Said kanalı ile Zeyd b. Halid el-Cühenî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hayber gününde Rasû­lullah'm sahabelerinden Eşcâlı bir adam vefat etti. Durumu Rasûlul-lah'a anlatıldığında o: "Arkadaşınızın namazını kılın." dedi. (Yani ben kılmayacağım demek istedi.) Orada bulunanların yüzünün rengi de­ğişti. Bu durumu yadırgadılar. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle bu­yurdu: "Arkadaşınız Allah yolunda (ki cihadta) hainlik yaptı." Biz de arkadaşımızın eşyalarım kontrol ettik. Eşyaları arasında Yahudilerin iki dirhem değerindeki boncuklarını gördük.

Beyhakî'nin anlattığına göre Fezare oğulları, Hayber dönüşünde Rasûlullah (s.a.v.)'la savaşmak istediler. Bunun için de ona karşı bir topluluk meydana getirdiler. Rasûlullah, onlara belirli bir yer tayin ederek orada savaşacağına dair haber gönderdi. Bu iş kesinleşince onlar her bir tarafa kaçışıp gittiler.

Daha önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Rasûlullah (s.a.v.), Sa-fiye'nin istibrasmdan sonra Süddü's-Sahba denilen yerde (Medine dö­nüş yolunda) gerdeğe girdi ve Safîye ile evlenişi sebebiyle hays yeme­ği yapıp düğün yemeği olarak dağıttı. Gerdeğe girdiği o yerde üç güi^ ikamet etti. Safîye de Müslüman oldu. Rasûlullah, onu azad etti. Onunla evlendi. Mehir olarak onu azad etti. Böylece sahabelerin de anladıkları gibi Safiye, mü'minlerin annelerinden biri oldu. O, Rasû­lullah'm arkasında bineğe binmiş halde iken Rasûlullah, onun üzeri­ne örtü Örttü. Allah ondan razı olsun.

"es-Sire" adlı eserinde Muhammed b. İshak, şöyle demişti: Rasû­lullah (s.a.v.), Safiye ile Hayber'de veya yolun bir yerinde zifafa girdi.

Safiye'yi Rasûlullah (s.a.v.) için süsleyip bezeyen ve saçını tarayıp işi­ni düzelten, Ümmü Süleym binti Milhan idi (Bu kadın, Enes b. Ma-lik'in annesidir). Rasûlullah (s.a.v.), kendisinin bir çadırında Safiye ile geceyi geçirdi. Ebu Eyyüp Halid b. Zeyd de (ki bu Beni Neccar'ın kardeşidir.) kılıcım kuşanmış, Rasûlullah (s.a.v.)'a bekçilik yapmıştı. Çadırın etrafını dolaşarak geceyi geçirmişti. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) sabahladığı zaman onu çadırın etrafında görüp şöyle demişti:

- Ey Eba Eyyüp sana ne oldu?

-  Ya Rasulallâh, senin için işte bu kadından korktum. Çünkü o Öyle bir kadındır ki, babasını, kocasını ve kavmini öldürmüşsün. Ve kendisi de küfürden henüz yeni ayrılmıştır. Kendisinden korktum.

Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), onun için şöyle dua etmişti: "Allah'ım! O beni koruyarak geceyi geçirdiği gibi sen de Ebu Eyyüb'ü koru."

Zührî, bana Saidb. Müseyyeb'in şöyle dediğini nakletti: "Rasûlul­lah ve arkadaşları, Hayber dönüşünde geceleyin uykuda kalarak sa­bah namazını kılmadılar. Aralarında ilk uyanan, Rasûlullah oldu ve şöyle dedi:

- Ey Bilal, bize ne yaptın?

- Ya Rasûlallah, senin nefsini tutan (uykuda bırakan), benim de nefsimi tuttu. (Beni de uykuda bıraktı.)

- Doğru söyledin.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), binek devesini az bir miktar eliyle gö­türdü. Sonra inip abdest aldı. Ve daha önce kıldığı gibi namaz kıldı."

Ebu Davud, Ahmed b. Salih kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Hayber gazvesinden döner­ken bir gece boyunca yol yürüdü. Kery mıntıkasına vardığımızda Sa­fiye ile gerdeğe girdi. Ve Bilal'e de: "Bu gece bizi bekle." dedi.

Ebu Hüreyre dedi ki: Bilal'in gözlerini uyku bürüdü. Sırtını yükü­ne dayamıştı. Sabahleyin ne Bilal, ne Rasûlullah, ne de ashabtan hiç­biri uyanmadılar. Güneş doğduktan ve üzerlerine vurduktan sonra ilk olarak Rasûlullah uyandı. (Sabah namazını kılamadığından): "Ey Bilal..." dedi. Bilal:

- Senin nefsini tutan zat (Allah), benim de nefsimi tuttu (beni uy­kuda bıraktı). Anam babam sana feda olsun Ya Rasûlallah, dedi.

Rasûlullah ve arkadaşları, bineklerini biraz ileriye götürdüler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) abdest aldı. Bilal'e emir verdi. Bilal de ka­met getirdi. Rasûlullah da onlara sabah namazım kıldırdı. Namazı tamamladığında şöyle buyurdu:

- Bir namazı unutan kişi onu hatırladığında kılsın. Zira yüce Al­lah: "Beni anmak için namaz kıl." diye buyurmuştur:

Ravi Yunus dedi ki: İbn Şihab bunu böyle okurdu:

Hafız Beyhakî dedi ki: Bu hadisenin iki kez vuku bulmuş olması muhtemeldir. İmran b. Husayn ile Ebu Katade'nin rivayet ettikleri hadiste Rasûlullah ve sahabelerin uykuda kalıp namaz kılmadıkları anlatılmıştır. Bu rivayette abdest ibriğinden de bahsedilmektedir. Şu halde bu, iki hadiseden birinde meydana gelmiş veya üçüncü kez meydana gelmiş olabilir.

Hafız Beyhakî'nin ifadesine göre Vakidî, Ebu Katade'nin hadisin­den bahsederken bu hadisenin, Tebük gazvesi dönüşünde vuku bul­duğunu söylemiştir.

Sonra Beyhakî, İmran b. Husayn'dan rivayette bulunarak Hz. Peygamber ve sahabelerin uykuda kahp namaz kıl anlayışlarını, iki dağarcığı bulunan kadının hikayesini, ondan nasıl su aldıklarını, o su ile bütün orduyu suya kandırdıklarını ve dağarcıktaki suyun eksilme-diğini nakletmiştir.

Buharî, Musa b. İsmail kanalı ile Ebu Musa el-Eş'ârî'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'e gidip gazve yap­tı. Hayber'e yöneldiğinde insanlar bir vadinin üzerine çıktıklarında yüksek sesle tekbir getirerek Allahu Ekber, Lâ ilahe illallah dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Yavaş olun. Siz bir sağırı ve gayıpta olanı çağırmıyorsunuz. Siz işiten ve yakın olan, si­zinle beraber olan birine sesleniyorsunuz." Ben de Rasûlullah'm bine­ğinin arkasında idim. Ben Lâ havle velâ kuvvete illa billah, derken beni işitti ve şöyle dedi:

- Ey Abdullah b. Kays!

- Buyur ya Rasûlallah!

- Sana Cennet hazinelerinden bir kelimeyi söyleyeyim mi?

- Evet söyle ya Rasûlallah, anam babam sana feda olsun.

- "La havle velâ kuvvete'dir."

Doğrusu şu ki, bu hadise, Rasûlullah ve sahabelerin Hayber'den dönüşleri esnasında vuku bulmuştur. Çünkü Ebu Musa el-Eş'arî, Hayber fethinden sonra Medine'ye gelip Müslüman olmuştur. Nite­kim bu, önceki sayfalarda da belirtilmiştir.

İbn Ishak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) -bana gelen habere göre- İbn Lukaym el-Absî'ye, Hayber'i fethettiği zaman orada bulunan tavuk veya evlerde beslenen diğer yenilir hayvanlardan birşeyler verdi. Hayber'in fethi safer ayında oldu. Bunun üzerine İbn Lukaym el-Ab-sî, Hayber hakkında şöyle bir şiir söyledi:

"Natat kalesi, Rasûlullah tarafından silahı çok şiddetli bir askeri birlikle dövüldü.

Eşlem ve Gifar kabilesinin adamları, oranın ortasına dağıldıkları zaman kesin olarak oranın boyun eğdiğini gördüm.

Onlar Beni Amr b. Zur'a'ya sabah erkenden vardılar. Şak kalesi­nin ahalisi ise, gündüz şiddetli ve kötü durumlara düştüler.

Onlar, oranın çukurlarına malları çektiler ve seherlerde Öten ev­cil hayvanlardan başka birşey bırakmadılar.

Her bir kale için Abdüleşhel'in veya Beni Neccar'dan onların atlı­larından bir işgalci vardır.

Ve Muhacirlerden ki, simaları miğferlerin üstünden biliniyor.

Onlar kaçmaya niyetli değildir.

Kesin olarak anladım ki, elbette Muhammed galip gelecektir ve orada safer aylarına kadar ikamet edecektir.

Yahudiler, işte o günde savaşta gözleri kör eden tozların altında kaçtılar." [2]

 

Hayber'de Şehid Olan Sahabeler

 

Muhacirlerin seçkinlerinden Rebia b. Ekseni b. Sahbere el-Esedî (Beni Ümeyye'nin azadlısıdır.), Sakif b. Amr, Rifaa b. Mesruh (Bun­lar, Beni Ümeyye'nin müttefikleri idiler.), Abdullah b. Hubeyb b. Uheyb b. Suhaym b. Gire (Beni Sa'd b. Leys kabilesinden olup Beni Esed'in müttefiki ve kız kardeşlerinin oğludur.) şehit olmuşlardır.

Ensâr'm şehitleri şunlardır: Bişr b. Bera b. Marur (Rasûlullah'la birlikte zehirli koyundan yiyen kişidir.), Fudayl b. Numan es-Selmi-yan, Mesud b. Sa'd b. Kays b. Halid b. Amir b. Zürayk ez-Zerkî, Mah-mud b. Mesleme el-Eşhelî, Ebu Davyah Harise b. Sabit b. Numan el-Amrî, Haris b. Hatib, Urve b. Mürre b. Süraka, Evs b. Fadl, Üneyf b. Habib, Sabit b. Eşlem, Talha, Ummare b. Ukbe (Bir ok darbesiyle öl­dürülmüştür.), Amir b. Ekva, Seleme b. Arar b. Ekva, (Kılıcının ucu dizine isabet ettiğinden şehid olmuştur. Allah ona rahmet etsin), Es-ved er-Raî.

ibn Ishak, bu zatın kıssanmı müstakil olarak anlatmıştır. Biz bu kıssayı, Hayber gazvesinin baş kısımlarında anlattık. Hamd ve min­net Allah'adır.

Ibn Ishak dedi ki: İbn Hişam'm anlattığına göre Beni Zühre kabi­lesinden Mesud b. Rebia da Hayber gazvesinde şehid olmuştur. Bu, Kare'den olup onların müttefiki idi. Ensâr'dan da Beni Amr b. Avf kabilesinden Evs b. Katade, Hayber gazvesinde şehid olmuştur. Allah onların tamamından razı olsun. [3]

 

Haccac B. İlât El-Behzî Olayı

 

İbn Ishak dedi ki: "Hayber fethedildiği zaman Haccac b. İlât es-Sülemi el-Behzî, Rasûlullah (s.a.v.) ile konuştu ve şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Mekke'de benim hanımım Ümmü Şeybe binti Ebi Talha'mn yanında malım var (O kadından olma oğlu Müriz b. Haccac vardı.). Mekke tüccarlarının yanında da çeşitli mallarım var. Ya Rasûlallah, bana izin ver.

Rasûlullah, ona izin verince o da şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, söylemem gerekecek bazı şeyler (yalanlar) ola­cak.

- Söyle dedi.

Böyle diyerek Rasûlullah ona ruhsat verdi. Daha sonra Haccac da ona şöyle dedi:

- Çıkıp Mekke'ye geldiğim zaman Seniyetül-Beyza'da Kureyş'ten bir takım adamlarla karşılaştım. Haberleri araştırıyorlardı. Rasûlul-lah'm durumunu soruyorlardı. Onun Hayber'e gittiği haberi onlara ulaşmıştı. Onlar, Hayber'in ziraat, nüfus ve savunma bakımından Hi­caz'ın bir köyü olduğunu biliyorlardı. Bunun için haberleri araştırı­yorlardı. Gelen kafilelere soruyorlardı. Beni gördükleri zaman: "Bu Haccac b. Ilât'tır." dediler. Benim Müslüman olduğumu bilmiyorlardı. "Vallahi onda haberler vardır." diyerek bana: "Ey Ebu Muhammed, bize haber ver, çünkü bize haber ulaştı ki, o yol kesici (Muhammed) Hayber'e saldırmış. Halbuki orası Yahudi şehridir. Hicaz'ın verimli topraklarıdır." dediler.

Dedim ki: Bu haber bana da geldi. Fakat bende sizin bilmediğiniz bir haber vardır.

Ben böyle deyince devemin iki yanım aldılar. Şöyle diyorlardı:

- Ey Haccac, söyle bakalım. Dedim ki:

- Öyle bir hezimet oldu ki, onun benzerini şimdiye kadar hiç işit­mediniz. Onun ashabı öyle bir şekilde öldürüldüler ki, şimdiye kadar onun mislini duymuş değilsiniz. Muhammed de öyle bir esir edildi ki sormayın gitsin! Onu esir edenler şöyle dediler:

- Biz onu Öldürmeyeceğiz. Onu Mekke halkına götüreceğiz ki, on­lar onu kendi aralarında, onların adamlarından öldürdüklerinin kar­şılığında öldürsünler.

Bunun üzerine kalktılar ve Mekke'de bağırmaya başlayarak şöyle dediler:

-  Muhammed'i bekleyin. O size getirilecek ve içinizde öldürüle­cektir.

Sonra şöyle dedim:

-  Mekke'de malımı toplamam ve alacaklarımı tahsil etmem için bana yardım ediniz. Çünkü ben Hayber'e gitmek istiyorum ki, Mu-hammed'in ve ashabının yenilmesinden sonra tüccarlar benden önce oraya gitmeden gidip birşeyler elde edeyim.

Kalktılar ve süratli bir şekilde benim için malımı topladılar. mmima geldim ve: "Benim senin yanında kalmış mallarım vardı. Bel­ki ben Hayber'e kavuşurum ve tüccarlar benden Önce oraya gitmeden alış-veriş fırsatlarından bir şeylere kavuşurum." dedim.

Abbas b. Abdülmuttalib, haberi duyduğu zaman yanıma geldi. O sırada tüccar çadırlarından bir çadırda idim. Bana şöyle dedi:

- Ey Haccac, senin getirdiğin bu haber nedir?

- Sana söylersem kimseye söylemeden durur musun?

- Evet.

-  Buradan git ki seninle yalnız olarak buluşalım. Çünkü gördü­ğün gibi ben malımı toplamaktayım.

O da ben işimi tamamlayıncaya kadar yanımdan ayrıldı. Mekke'de benim için olan herşeyi toplamayı bitirdiğim ve çıkma­ya yöneldiğim zaman Abbas'la buluştum ve ona şöyle dedim:

-  Ey Ebu Fadl, benim vereceğim haberi sakla. Çünkü üçgün için de yakalanmaktan korkuyorum. Sonra dilediğin zaman söyle.

Abbas:

- Olur, yaparım, dedi.

Ona şöyle dedim: "Vallahi ben senin kardeşinin oğlunu (Rasûlul-lah'ı), Hayber hükümdarlarının kızma güveyi olarak gördüm. Yani Safiye ile evlendi. O Hayber'i fethetti ve oradakileri çıkarttı. Orası şimdi onunla ashabının oldu.

- Sen neler söylüyorsun ey Haccac?

-  Evet vallahi durum böyledir. Duyduğun bu haberi sakla. Ben Müslüman oldum ve sadece malımı almak için buraya geldim. Başka­larının eline geçmelerinden korkuyordum. Üç gün geçtiği zaman du­rumu açıkla. Durum senin arzu ettiğin gibidir.

Nihayet üçüncü gün olunca Abbas, süslü bir elbiseyi giyindi ve haluk denen güzel bir koku süründü. Bastonunu eline aldı. Sonra çı­kıp Ka'be'ye geldi, tavaf etti. Kureyşliler, onu gördükleri zaman şöyle dediler:

-  Ey Ebu Fadl, vallahi senin bu yaptığın musibetin sıcaklığının verdiği bir sertlik ve yiğitliktir senin bu yaptığın.

- Sizin kendisine yemin ettiğiniz Allah'a yemin ederim ki, Mu-hammed Hayber'i fethetmiştir. Onların hükümdarlarının kızı ile ev­lenmiştir. Mallarını ve orada olan herşeyi almıştır. Orası, onunla as­habının olmuştur.

- Bu haberi sana kim getirdi?

-  Size haberi veren kimse getirdi. Sizin yanınıza Müslüman ola­rak girdi. Malını aldı. Muhammed'e ve onun ashabına kavuşmak için gitti ki, onunla birlikte olsun.

- Ey Allah'ın kulları! Allah düşmanı kaçıp kurtuldu. Ama vallahi eğer bilseydik, elbette bizim elimizden çekeceği vardı. Ravi diyor ki: Çok geçmeden onlara bu haber ulaştı." İmam Ahmed b. Hanbel, bu hadisenin senedini şöyle nakletmiş-tir: Abdürrezzak, Sabit kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i fethedince Haccac b. İlât ona şöyle

dedi:

-  Ya Rasûlallah, Mekke'de malım ve ailem var. Onların yanına gitmek istiyorum. Orada senin aleyhinde sözler veya başka birşey söyleyebilir miyim?

Rasûlullah (s.a.v.), ona dilediği gibi konuşma iznini verdi. O da yola çıktı. Karısının yanma geldi. Eve vardığında ona:

- Yanındaki mallarımı topla. Çünkü ben Muhammed'den ve asha­bından elde edilen ganimetleri satın almak istiyorum. Muhammed ve ashabının malları ganimet olarak ele geçirilmiştir, dedi.

Bu haber Mekke'de yayıldı. Müslümanlar kendi köşelerine çekilip üzüldüler. Müşrikler de sevinç ve ferahlarını açığa vurdular. Bu ha­ber, Abbas'a da ulaştı. Evine çöktü. Yerinden kalkamaz oldu. Mamer dedi ki: Osman el-Hazrecî, bana Miksam'm şöyle dediğini nakletti: Kuşem adındaki oğlunu aldı. Sırt üstü uzandı. Başını göğsünün üze­rine koyup şöyle dedi:

"Ey sevgili Kuşem, sen burnu iyi koku alana benzersin. Davar sa­hibi oğlum.

İddia edenlerin sözlerine rağmen sen benim sevgili oğlumsun."

Sabit, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abbas, daha sonra kölelerinden birini Haccac b. İlât'a gönderip şu haberi iletti:

"Yazıklar olsun sana ne haber getirdin? Sen neler diyorsun? Al­lah'ın vaad ettiği, senin getirdiğin haberden daha hayırlıdır."

Haccac b. İlât, Abbas'm kölesine şöyle cevap verdi.

"Ebu'l-Fadl'a (Abbas'a) selam söyle ve ona de ki, kendisiyle başba-şa görüşebilmem için odalarından birini bana tahsis etsin. Çünkü ve­receğim haber onu sevindirecektir."

Köle, Abbas'ın yanma döndü. Eve varınca ona:

- Ey Eba Fadl! Sana müjdeler olsun! dedi.

Abbas da sevincinden dolayı yerinden fırlayıp kölenin gözlerinin arasını öptü. Köle, Haccac'm söylediklerini ona nakletti. Bunun üze­rine Abbas, köleyi azad etti. Sonra Haccac, Abbas'ın yanma gelip, Ra­sûlullah (s.a.v.)'ın Hayber'i fethettiğini ve Hayberli Yahudilerin mal­larını ganimet olarak aldığını haber verdi. Allah'ın bildirdiği sehim üzerine mallarını taksim ettiğini, Hüyey kızı Safîye'yi kendisi için seçtiğini, onunla evlendiğini, Safîye'yi serbest bıraktığını dilerse onu azad edip evleneceğini, dilerse ailesine göndereceğini söylemesi üzeri­ne Safiye'nin azad olup Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi olmayı yeğlediğini haber verdi ve şöyle dedi:

"Ama ben buradaki mallarımı toplamak ve tekrar geri dönmek için buraya geldim. Rasûlullah (s.a.v.)'dan yalan haber vermek için izin istedim. O da bana izin verdi. Şimdi sen üç gün benim bu duru­mumu gizle, sonra dilediğin gibi açıkla."

Haccac'm karısı, yanındaki ziynetleri ve eşyaları toplayıp Hac-cac'a verdi. Haccac da bu malları alıp götürdü. Üç gün sonra Abbas, Haccac'm karısının yanma gelip:

-  Kocan ne yaptı? diye sordu. O da kocasının falan günde çekip gittiğini haber verip şöyle dedi:

-  Ey Eba Fadl, Allah seni hüz ünlendirme sin. Sana ulaşan haber bizim de zorumuza gitti.

-  Evet. Allah beni hüzünlendirmesin. Ama Allah'a hamdederim ki, bizim sevineceğimiz haberi aldık. Allah, Rasûlüne, Hayber'in fet­hini nasib etti. Oradaki Yahudilerin malları Allah'ın belirlediği paya göre taksim edildi. Rasûlullah (s.a.v.) da Safîye'yi kendine ayırdı. Eğer kocana ihtiyacın varsa çabuk ona ulaş.

- Vallahi doğru söylediğini sanıyorum. Öyle değil mi?

- Ben doğru sözlüyüm. Durum, sana haber verdiğim şekildedir. Sonra Abbas, oradan çekip gitti ve Kureyşlilerin meclisine vardı.

Abbas oradan geçerken onlar:

- Ey Eba Fadl, hayırdan başka birşeyle karşılaşma emi?

- Allah'a hamd olsun. Ben hayırdan başka birşeyle karşılaşmam. Haccac b. İlât, Allah'ın Hayber fethini Rasûlüne nasib ettiğini ve ora­daki Yahudilerin mallarının, Allah'ın belirttiği paya göre taksim edil­diğini ve Rasûlullah'm Safiye'yi kendisi için ayırdığını bana haber verdi. Bu haberi üç gün süre ile gizlememi benden istedi. O malını ve buradaki eşyalarını toplamak için buraya gelmişti. Sonra çekip gitti.

Ravi diyor ki: Cenâb-ı Allah, Müslümanlarda bulunan üzüntü ve kederi müşriklere döndürdü. Üzüntülü olarak evlerine kapanmış olan Müslümanlar çıkıp Abbas'm yanına geldiler. O da onlara bu ha­beri olduğu gibi anlattı. Müslümanlar sevindiler ve içlerindeki öfke ve üzüntüyü müşriklere döndürdüler.

Musa b. Ukbe de, "Megazi" adlı eserinde bu olayı şöyle anlatır: "Kureyşliler, bu hususta kendi aralarında karşılıklı bahse girmiş­ler; bir kısmı: "Muhammed ve ashabı galip gelecektir." diyor, bir kıs­mı da: "İki müttefik ile Hayber Yahudileri galip geleceklerdir." diyor­lardı. Haccac b. İlât es-Sülemi el-Behzî Müslüman olmuş, Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hayber fethinde hazır bulunmuştu. Ümmü Şeybe (Abdüddar b. Kusayy'ın kız kardeşi) adındaki kadınla evli idi. Hac-cac'ın çok malı ve serveti vardı. Beni Süleym arazisindeki madenler ona aittir. Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i hakimiyeti altına alınca Haccac, Mekke'deki mallarını toplamak ve getirmek üzere Mekke'ye git­mek için Rasûlullah'tan izin istedi. Rasûlullah da ona gereken izni verdi.

Süheylî dedi ki: Haccac b. Ilât'm İslâm'a girişine sebeb olarak, onunla cinler arasında geçen tuhaf bir hadiseyi nakletmiştik. Haccac, Nasr'ın babasıdır. Ömer b. Hattab, Nasr'ı -Medine cariyelerinden ba­zılarını baştan çıkarmasından dolayı- Medine'den sürgün etmişti. Fe-ria binti Hümam (Haccac b. Yusuf es-Sakafî'nin annesi), onun hak­kında şöyle demiştir:

"Nasıl olsa Nasr b. Haccac'a ulaşamıyorum.

Bari içki içmeye yol yok mu ki gidip içeyim."

Sürgüne gönderilen Nasr, Şam'a gittiğinde Ebu Esved es-Süîe-mî'nin karısına aşık oldu ve kara sevdaya tutulup hastalandı. Bu yüzden öldü.

İbn İshak dedi ki: Hayber gazvesi hakkında söylenen şiirlerden biri de Hassan'ın şu şiiridir:

"Hayber halkı, topladıkları ekinlerini ve hurmalarını savunmasız bıraktılar.

Ne kötü savaştılar. Ölümden hoşlanmadılar. Korulukları ele geçi­rildi. Ellerinden alındı ve yaramaz kötü huylu bir kimsenin zelil, ha­kir kimsenin fiilini kendileri işlemeyi kabullendiler.

Ölümden mi kaçarlar? Halbuki cılızların ölümü güzel bir ölüm değildir."

İbn Hişam'ın, Ebu Zeyd el-Ensârî'den naklettiğine göre Ka'b b. Malik de bu hususta şöyle bir şiir söylemiştir:

"Biz Hayber'e ve onun nehirlerinden su içilen mevkilerine avucu-nun tüysüz, damarları yiğit bir koruyucu ile geldik.

Hedeflere ulaşmakta süratle koşan, güçlü, her buluşma yerinde düşmanların üzerine atılan atlarla geldik.

Biz, her kış gününde çömleklerinin altında yanan ateşin külü bü­yük olan, Hind demirinden yapılmış Meşref köyüne ait kılıç ağızlarıy­la çok vurucu kimseleriz.

Eğer şahadete isabet ederse, öldürmeyi bir övgü olarak gören;

Şehidliği Allah'tan bekleyen ve Ahmed ile muzaffer olmayı, kur­tuluşa ermeyi de Allah'tan uman kimseleriz.

Muhammed'i, korunması gereken şeyleri, dili ve eli ile koruyup savunan kimseleriz.

Ve ona şüphelendiği her işten dolayı yardım eden, Muhammed'in canı önünde bir canı harcayan kimseleriz.

İhlaslı olarak gayb ile olan haberleri tasdik eden, bununla yarın üstünlük ve kurtuluşu, feyz ve necat bulmayı dileyen kimseleriz." [4]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Vadi'l-Kura'ya Uğraması Ve Oradaki Yahudi Bir Kavmi Kuşatıp Onlarla Antlaşma Yapması

 

Vakidî, Abdurrahman b. Abdülaziz kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hay­ber1 den çıkıp Vadi'l-Kura'ya gittik. Rüfaa b. Zeyd b. Vehb el-Cüzamî, Rasûlullah (s.a.v.)'a Mid'am adında siyahi bir köle hediye etmişti. Bu köle, Rasûlullah (s.a.v.)'m bineğini hazırlıyordu. Vadi'l-Kura'ya indi­ğimizde Yahudilerin yanma yaklaştık. Araplardan bazı kimseler ora­ya geldiler. Bir ara Mid'am, Rasûlullah'm bineğini çöktürmekte idi. Yahudiler, ok atarak bizi karşıladılar. Biz henüz yerleşmemiş ve ta­biye yapmış değildik (mevzilere girmemiştik). Onlar, kalelerinden bi­ze nara atıyorlardı. Bu esnada hedefini kaybetmiş, şaşkın bir ok gelip Mid'am'a isabet etti ve onu öldürdü. Bunun üzerine insanlar: "Mid'-am'a Cennet mübarek olsun." dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şu karşılığı verdi:

"Hayır! Nefsim kudret elinde bulunan Zat'a yemin ederim ki, Hayber gününde paylaşılmaya tabi tutulmamış ganimetlerden bunun aldığı mallar kendisinin üzerinde ateş olarak yanacaktır." İnsanlar bu sözleri duyunca adamın biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a bir veya iki ayakkabı bağı getirdi. Bu bağlan gören Rasûlullah (s.a.v.), getiren adama şöyle dedi:

"Ateşten bir veya iki ayakkabı bağı."

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ashabını savaş için mevzilen-dirdi. Ve onları sıraya koydu. Bayrağını Sa'd b. Ubade'ye, bir sancağı Habbab b. Münzir'e, bir sancağı Sehi b. Hanif e, bir sancağı da Abbad b. Bişr'e verdi. Sonra düşmanı İslâm'a davet ederek onlara dedi ki: Eğer Müslüman olursanız canlarınızı, mallarınızı korursunuz. Hesa­bınız da Allah'a kalır.

Düşmandan bir adam ortaya çıktı. Mübareze için adam istedi. Karşısına Zübeyr b. Avvam çıktı ve onu öldürdü. Sonra düşmandan başka bir adam ortaya çıktı. Mübareze yapmak istedi. Karşısına Hz. Ali çıktı ve onu Öldürdü. Nihayet Hz. Ali, düşmandan onbir kişiyi öl­dürdü. Onlardan her birini öldürdüğünde geride kalanları İslâm'a da­vet ediyordu.

O gün namaz vakti geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), ashabına na­maz kıldırıyor, sonra dönüp düşmanı İslâm'a, Aziz ve Celil olan Al­lah'a ve Rasûlüne davet ediyordu. Akşama dek onlarla savaştı. Ertesi gün, güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde teslim oldular. Rasûlullah, orayı zorla (kuvvet kullanarak) fethetti. Malları ganimet olarak Ce-nâb-ı Allah, Müslümanlara nasib etti. Müslümanlar, çok miktarda mal ve eşya ele geçirdiler.

Rasûlullah (s.a.v.), Vadi'l-Kura'da dört gün ikamet etti. Ele geçir­diği ganimetleri ashabına taksim etti. Arazi ve hurmalıkları Yahudi­lerin ellerinde bıraktı. Yarıcılık usulü ile onlara teslim etti. Rasûlul­lah (s.a.v.)'m Hayber, Fedek ve Vadi'l-Kura'yı ele geçirdiğini haber alan Teyma Yahudileri cizye vermek üzere Rasûlullah'la sulh antlaş­ması yaptılar. Böylece mallarını ellerinde tutmayı başardılar.

Hz. Ömer, Hayber ve Fedek Yahudilerini memleketlerinden çı­kardığında Teyma ve Vadi'1-Kura Yahudilerini memleketlerinden çı­karmadı. Çünkü onlar Şam diyarına dahil idiler. Hz. Ömer, Vadi'l-Kura ile Medine arasını Hicaz'dan sayıyordu. Öte taralını ise Şam'­dan sayıyordu.

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Hayber ve Vadi'1-Kura işini ta­mamlayınca Medine'ye döndü. Allah, oraların mallarını ona ganimet olarak verdi.

Vakidî, Yakub b. Muhammed kanalı ile Ümmü Ammare'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cüruf te Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:

"Yatsı namazından sonra kadınlarınızın yanma aniden girme­yin." Kabileden bir adam sefere çıkmıştı. Aniden karısının yanma geldi ve hoşlanmadığı durumlarla karşılaştı. Onu serbest bıraktı, ama ayrılmadı. Karısından boşanmaya gönlü razı olmadı. Çünkü on­dan çocukları vardı, karısını da seviyordu. Rasûlullah (s.a.v.)'m mez­kur emrine muhalefet etti ve hoşlanmadığı durumlarla karşılaştı. [5]

 

Fasıl

 

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i fethettiğinde oranın Yahudileri ile yarıcılık antlaş­ması yaptı. Yani oradan elde edilecek hurma ve ekinlerin yarısını on­lara vermek üzere Hayber arazileri ve hurmalıkları üzerinde çalışma­larına müsaade etti. Bu hadisin bazı lafızlarında varid olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), onların kendi malları üzerinde çalışmalarını ka­bul etmiştir. Bazı rivayetlerde ise Rasûlullah (s.a.v.), onlara şöyle de­miştir: "Dilediğimiz müddetçe sizi bunların üzerinde bırakırız."

Sünen'de anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ürünlerin olgunlaşması esnasında Abdullah b. Revaha'yı Hayber'e gönderir, o da ü-rünlerin miktarını takdir eder ve Müslümanların payına düşeni on­lardan alırdı. Abdullah b. Revaha, Mu'te savaşında öldürülüp şehid e-dildiğinde, Rasûlullah (s.a.v.), Cabbar b. Sahr'ı oraya gönderdi.

Muhammed b. İshak dedi ki: İbn Şihab'a sordum: «Rasûlullah (s.a.v.), Hayber hurmalıklarını oranın Yahudilerine nasıl verdi?

Bana şu cevabı verdi: Rasûlullah (s.a.v.), savaştan sonra Hayber'i zorla aldı. Hayber, Allah'ın ona ganimet olarak verdiği bir yerdi. Ra­sûlullah da orayı beşe ayırdı ve Müslümanlar arasında taksim etti. Savaştan sonra Hayberlilerden sürgüne razı olanları Rasûlullah çağı­rıp şöyle dedi:

"Eğer dilerseniz bu mallan, üzerinde çalışmanız şartı ile size ve­ririm. Ürünleri, bizimle sizin aranızda yarı yarıya olsun. Allah'ın sizi tutacağı bir müddetle sizi burada bırakayım."

Onlar da kabul ettiler ve bu şart üzere Hayber arazilerinde ve hurmalıklarında çalıştılar. Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Revaha'yı oraya gönderiyor, o da oranın ürünlerini taksim ediyor ve miktarını tahmin etmede onlara adaletli davranıyordu.

Cenâb-ı Allah, Peygamber (s.a.v.)'i vefat ettirince, Ebu Bekir, Ra­sûlullah vefat edinceye kadar ora üzerine onlarla yapmış olduğu mu­amele üzerine orayı onların elinde bıraktı. Sonra Hz. Ömer'in halifeli­ğinin ilk zamanında Ömer de öylece bıraktı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m ruhunu Allah'ın kabzetmiş olduğu hastalığında: "Arap yarı­madasında iki din bir arada bulunmamalıdır." hadisi Ömer'e ulaştı. Bunun üzerine Ömer, bu meseleyi araştırdı. Nihayet bu hadisin ger­çek olduğunun delilleri kendisine vardı. Bunun üzerine Yahudilere haber gönderip şöyle dedi:

"Şüphesiz yüce Allah, sizin sürgün edilmenize izin vermiştir. Ba­na şöyle bir hadis gelmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir ara şöyle demiştir: "Elbette Arap yarımadasında iki din bir arada bulunmamalıdır. O halde Yahudilerden kimin yanında Rasûlullah (s.a.v.)'dan bir ahid varsa onu bana getirsin. Onun için o ahdi infaz edeyim. Yahudiler­den, kendisinde Rasûlullah (s.a.v.)'dan bir ahid bulunmayan kimseler ise buraları tahliye etmeye hazırlansınlar."

Böylece Hz. Ömer, onlardan, yanında Rasûlullah (s.a.v.)'dan bir ahid bulunmayan kimseleri sürgün etti.»

Ben derim ki: Hicri 300. seneden sonra son dönemlerde Hayber Yahudileri, Rasûlullah tarafından kendilerine verilmiş bir yazı bu­lunduğunu ve bu yazıda kendilerine cizye tarh edilmiş olduğunu id­dia etmişlerdir. Bazı âlimler bu yazıya aldanmışlar, hatta cizyenin kendilerinden düşürülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Mesela, Şafî-îlerden Şeyh Ebu Ali b. Hayrun bu görüştedir. Aslında bu asılsız bir yazıdır, uydurmadır. Ben çeşitli vecihlerden bunun asılsızlığını açık­ladım. Buna dair müstakil bir eser yazdım.

"Mesâil" adlı eserinde İbn Sabbağ, "Talik" adlı eserinde Şeyh Ebu Hamid gibi Şafiî ashabından bazı âlimler, kendi kitaplarında bu yazı­ya değinmişler ve asılsız olduğunu söylemişlerdir. İbn Mesleme de bunu reddetmek için müstakil bir cüz tasnif etmiştir. Hicri 700. sene­den sonra Yahudiler, tekrar bu konuda harekete geçmişler ve asha­bın kendi kitaplarında işaret ettikleri yazının bir nüshasını ortaya çı­karmışlardır. Ben bunu ele aldığımda yalan ve uydurma olduğunu gördüm. Güya bu yazının Rasûlullah tarafından kendilerine verilmiş olduğuna dair Sa'd b. Muaz'm şahitliği varmış. Oysa Sa'd, Hayber fet­hinden önce vefat etmiş bir sahabedir. Yine bu yazının Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından da doğruluğuna dair şahadet varmış. Oysa Ebu Süfyan oğlu Muaviye, o sıralarda henüz Müslüman olmuş değil­di. Bu yazının son kısmında da şöyle bir ifade vardır: "Bunu Ebu Ta-lib oğlu Ali yazdı." Bu da hata ve yanlıştır. Bu yazıda cizye tarhından bahsedilmektedir. Oysa o zamanlar cizye henüz meşru kılınmış değil­di. Cizye, ilk olarak Necranlılar hakkında meşru kılınmış ve onlardan alınmıştır. Ve yine anlatıldığına göre bunlar, hicri dokuzuncu sene­nin başlarında bir heyet olarak Rasûlullah'a gelmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak, Nafî kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: Ben, Zübeyr ve Mikdad b. Esved, Hayber'deki mallarımızın yanına gittik ki, onların bakımını yapalım. Geldiğimiz zaman malla­rımızın başına dağıldık.

Gecenin karanlığında yatağımda uyumakta iken bana saldırıldı. Kollarım (nerdeyse) dirseklerden itibaren ayrılıyordu. Bağırdığım za­man iki arkadaşım benim yanıma geldiler. Bağırmaya başladılar. "Bunu sana kim yaptı?" diye sordular. Ben de bilmiyorum, dedim. El­lerime gereken bakımı yaptılar ve beni Hz. Ömer'in yanma getirdiler. O da dedi ki:

"İşte bu, Hayber Yahudilerinin yaptığıdır." Sonra halk içinde kalktı, onlara şöyle bir hitapta bulundu:

- Ey insanlar! Rasûlullah (s.a.v.), Hayber Yahudileriyle, dilediği­miz zaman onları sürebileceğimiz şartı üzerine muamele yapmıştı. Abdullah b. Ömer'in üzerine saldırmışlar ve onun ellerini yarmışlar-dır. Sizin de bundan haberiniz olmuştur. Bundan Önce de Ensârî'nin üzerine saldırmışlardı. Onların bunu yaptıklarından şüphemiz yok. Orada bizim onlardan başka bir düşmanımız yoktur. Şu halde Hay-ber'de kimin malı varsa malmm başına gitsin. Çünkü ben, Yahudileri sürgün edeceğim.

Böyle dedi ve Yahudileri Hayber'den çıkarıp sürdü.

Ben derim ki: Ömer b. Hattab'm Hayber de payı vardı ve bu payı­nı Allah yoluna vakfetmişti. Vakfiyesinde Rasûlullah'ın işaret ettiği şekilde bir şart ileri sürmüştü. Nitekim bu, Buharî ve Müslim'in sa­hihlerinde sabittir. Vakfiyesinde, bu vakıf mallarım kendi oğulların­dan ve kızlarından en çok hangisi doğru yolda ise, onun yönetmesini şart koşmuştu. [6]

 

Ebu Bekir Es-Sıddık'ın, Beni Fezara Seriyyesi

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Behz ve İkrime b. Ammar kanalı ile Se-leme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Bekir İbn Kuhafe ile birlikte sefere çıktık. Rasûlullah (s.a.v.), onu başımıza emir tayin et­mişti. Beni Fezara kabilesine gazve yaptık. Onların sularına yaklaştı­ğımızda Ebu Bekir bize emir verdi. Biz de emir üzerine mola verip konakladık. Sabah namazını kıldığımızda Ebu Bekir bize yağma için emir verdi. Bize doğru gelen kimseleri öldürdük. Sonra baktım ki in­sanlardan aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu bir grup da­ğa doğru koşuyor. Ben de peşlerine düştüm. Benden önce dağa ulaş­malarından korktum. Onlara ok attım. Attığım oklar onlarla dağın arasına düştü. Onları önüme katıp Ebu Bekir'in yanma, su başına ge­tirdim. Aralarında FeZaralılardan bir kadın vardı. Üzerinde deriden mamul eski bir kürk vardı. Yanında da bir kızı vardı ki, Arapların en güz eli erinden di. Ebu Bekir, onun kızını bana ganimet olarak verdi. Ben de Medine'ye gelinceye kadar onun peçesini açmadım. Yine peçe­sini açmadan geceledim. Rasûlullah (s.a.v.) ertesi gün çarşıda benim­le karşılaştı ve bana: "Ey Seleme! Kadını bana hibe et." dedi. Ben de: "Allah'a yemin ederim ki ya Rasûlallah, onu çok beğendim. Ama üze­rinden hiçbir elbisesini indirmedim. Peçesini açmadım." dedim. Rasû­lullah (s.a.v.) sustu. Ve beni bıraktı. Ertesi gün yine Rasûlullah, pa­zarda benimle karşılaştı ve bana: "Ey Seleme, o kadım bana hibe et." dedi. Ben de: "Ya Rasûlallah! Allah'a yemin ederim ki o kadın çok ho­şuma gitti, ama peçesini henüz açmadım." dedim. Rasûlullah sustu ve beni bıraktı. Yine ertesi gün çarşıda Rasûlullah, benimle karşılaştı ve bana; "Ey Seleme! Allah için, baban için o kadını bana hibe et." de­di. Ben de: "Ya Rasûlallah! Allah'a yemin ederim ki, ben onun peçesi­ni henüz açmış değilim. O senin olsun." dedim. Rasûlullah (s.a.v.), Mekkelilere haber gönderdi. Onların ellerinde Müslümanlardan bazı esirler vardı. Bu kadını onlara vererek, Müslüman esirleri onlardan kurtardı."

Bunu, Müslim ve Beyhakî rivayet etmişlerdir. [7]

 

Hz. Ömer'in, Mekke'ye Dört Mil Mesafedeki Hevazin Toprağına Düzenlediği Seriyye

 

Beyhakî, Vakidî kanalıyla yaptığı bir rivayette şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Beni Hilal'den bir kılavuz ve otuz süvari ile Hz. Ömer b. Hattab'ı, Hevazin taraflarına gönderdi. Bunlar geceleyin yürüyor, gündüzün gizleniyorlardı. Hevazin beldesine yaklaştıkların­da Hevazinliler onlardan kaçtılar. Hz. Ömer de Medine'ye geri döndü. Ona: "Has'aralılarla savaşmaya var mısm?" diye soruldu. O da şu ce­vabı verdi:

- Rasûlullah (s.a.v.) bana, sadece Hevazinlilerle kendi diyarların­da savaşmamı emretti." [8]

 

Abdullah B. Revaha'nın, Yesir B. Rizzam El-Yahudiye Seriyyesi

 

Beyhakî, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), aralarında Abdullah b. Revaha'nın da bulunduğu otuz kişilik atlı bir birlik başında Abdullah b. Revaha'yı, Yesir b. Rizzam el-Ya-hudiye gönderdi. Bunlar Hayber'de onun yanma geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), Yesir b. Rizzam'm kendisine karşı savaşmak için Gatafanlıla-rı topladığı haberini almıştı. Seriyye onun yanma geldi ve ona şöyle dediler: Rasûlullah (s.a.v.), seni Hayber'e vali yapmak için bizi sana gönderdi.

Bu sözlerim sürekli söylediler. Nihayet Yesir b. Rizzam, otuz ada­mıyla birlikte bu seriyyenin peşine takıldı. Beraberce yola çıktılar. Yesir'in her adamının arkasına Müslümanlardan bir adam takıldı. Yola koyuldular, Karkaretü Niyara (Burası Hayber'e altı mil mesafe­deki bir yerdir.) vardıklarında Yesir b. Rizzam, bunlarla birlikte yola çıktığına pişman oldu. Elini Abdullah b. Revaha'nın kılıcına uzattı. Abdullah b. Revaha durumu farketti. Devesini ondan uzaklaştırdı. Sonra adamlarını öne sürdü. Nihayet bir fırsatını bulup Yesir'in aya­ğına bir darbe vurdu ve ayağını kopardı. Yesir de Neb ağacından ya­pılma bir bastonu elinde tutuyordu. Bastonu ile Abdullah b. Reva­ha'nın yüzüne vurdu ve başım yardı. Müslümanlardan da her biri önündeki Yahudiye saldırdı. Ve Yahudileri öldürdüler. Sadece bir Ya­hudi onlara zorluk çıkardı. Müslümanlardan herhangi biri isabet al­madı. Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Revaha'nın yarasına tükürdü. Yarası iyileşti. İltihaplanmadı. Abdullah, vefat edinceye kadar bu ya­rasından eziyet görmedi. [9]

 

Beşir B. Sa'd Seriyyesi

 

Beyhakî, Vakidî kanalıyla rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.v.), otuz kadar süvari ile birlikte Beşir b. Sa'd'ı Fedek diyarındaki Beni Mürre kabilesinin üzerine gönderdi. Beşir, onların davarlarını önlerine kat­tı. Beni Mürre, Beşir b. Sa'd'la savaştı. Yanındaki adamların bir ço­ğunu öldürdüler. O gün Beşir, büyük bir sabır gösterdi ve şiddetle sa­vaştı. Sonra Fedek diyarına sığındı. Orada Yahudilerden bir adamın yanında geceledi. Sonra Medine'ye geri döndü.

Vakidî dedi ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), sahabelerin büyüklerin­den bir cemaatle birlikte onlara Galip b. Abdullah'ı gönderdi. Bu se-riyyede Üsame b. Zeyd, Ebu Mesud el-Bedrî ve Ka'b b. Ucre de vardı.

Daha sonra Vakidî, Üsame b. Zeyd'in Mirdas b. Nuheyk'i -Beni Mürre'nin müttefiki- öldürüşünü ve kılıcıyla onun üzerinde dururken Lâ ilahe illlâh deyişini, bu hareketinden ötürü sahabelerin onu kına­yışlarım ve onun da bu hareketinden dolayı pişman olduğunu anlatır.

Bu kıssayı, Yunus b. Bükeyr de Beni Seleme kabilesinden bir ih­tiyar kanalıyla Seleme oğullarından bazı kimselerin anlattıklarım nakletmiştir. Buna göre Rasûlullah (s.a.v.), Galip b. Abdullah el-Kel­bî'yi, Beni Mürre diyarına göndermiş, o da Mirdas b. Nuheyk'i gör­müş, Üsame de Mirdas'ı öldürmüştür.

Ibn Ishak, Muhammed b. Üsame kanalı ile Üsame b. Zeyd'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir: "Ben ve Ensâr'dan bir adam, Mirdas b. Nuheyk'i yakaladık. Kılıcımızı çektiğimizde adam: "Eşhedü en lâ ila­he illallah" dedi. Biz de ondan vazgeçmedik ve nihayet onu öldürdük. Rasûlullah (s.a.v.)'m "yanına vardığımızda durumu ona anlattık. O da şöyle dedi:

- Ey Üsame! Lâ ilahe illallah diyen adama ne yaptın?

- Ya Rasûlallah, o ölümden kurtulmak için böyle dedi. - Ey Üsame! Lâ ilahe illallah diyen adama ne yaptın?

Kendisini hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah bu sözünü defalarca tekrarladı. Nihayet ben; "Keşke o güne kadar Müslüman olmamış olsaydım da sadece o gün Müslüman olmuş olsaydım ve o adamı da öldürmüş olmasaydım." diye içimden geçirdim ve dedim ki:

- Lâ ilahe illallah diyen bir adamı artık öldürmeyeceğime dair Al­lah'a söz veriyorum.

Rasûlullah:

- Benden sonra ya Üsame, dedi. Ben de:

- Senden sonra, dedim."

imam Ahmed b. Hanbel, Hüşeym b. Beşir kanalı ile Üsame b.Zeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), bizi Cüheyne'den Harekeye gönderdi. Sabah­leyin onlara hücum ettik. Onlardan Öyle bir adam vardı ki, kavim üzerimize geldiğinde onlar arasında bize karşı en şiddetli savaşan o idi. Halk arkasını dönüp bizden uzaklaşırken onları korur idi. Ben ve Ensâr'dan bir adam onu yakaladık. Üzerine vardığımızda, "Lâ ilahe illallah" dedi. Ensâr'dan olan adam ondan uzaklaştı. Ama ben onu Öl­dürdüm. Bu haber Rasûhıllah'a ulaşınca bana şöyle dedi:

- Ey Üsame! Lâ ilahe illallah dedikten sonra mı onu öldürdün?

- Ya Rasûlallah, o ölümden kurtulmak için böyle dedi. Rasûlullah, bu sözünü defalarca tekrarladı. Öyle ki ben, "O güne

kadar Müslüman olmamış olsaydım, keşke o gün Müslüman olsay­dım." diye içimden geçirdim."

Bu hadisi Buharı ve Müslim de rivayet etmişlerdir.

İbn İshak, Yakub b. Utbe kanalı ile Cündüb b. Mekis el-Cühenî1-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Galib b. Ab­dullah el-Kelbî'yi Kedid mıntıkasındaki Beni Mülevvih'e gönderdi ve onlara hücum etmesini emretti. Ben de onun seriyyesinde bulunuyor­dum. Yola koyulduk. Kudeyd'e (Kadid?) vardığımızda Haris b. Malik b. Bersa el-Leysî ile karşılaştık. Onu yakaladık. Bize şöyle dedi: "Ben Müslüman olmak için geldim."

Galip b. Abdullah ona şöyle dedi:

- Eğer Müslüman olmak için geldiysen bir gün ve bir gece müd­detle bağlı kalman sana zarar vermez. Ama başka bir niyetle gelmiş isen, seni bağlamakla senin şerrinden kurtulmuş oluruz.

Galip b. Abdullah, onu bağladı. Başına nöbetçi olarak beraberi-mizdeki siyahi bir adamı koyarak ona şu talimatı verdi:

-  Biz sana dönünceye kadar bunun yanında bekle. Eğer seninle çekişecek olursa başını kopar.

Yola devam ettik. Nihayet Batn-ı Kedid'e ulaştık. Vakit ikindiyi geçmiş, akşama yaklaşmıştı. Arkadaşlarım beni ileri gönderdiler. Ben de bir tepeye tırmandım. İleriyi gözetleyecektim. Yüzü koyun tır­mandım. Vakit, güneşin batmasından önce idi. Onlardan bir adam or­taya çıktı. Etrafı gözetledi. Benim tepeye yüzüstü tırmanmakta oldu­ğumu gördü. Ve karısına şöyle dedi:

-  Şu tepenin üzerinde bir karartı görmekteyim. Bu sabah böyle birşey yoktu. Birşey görmemiştim. Hele bak köpekler, bizim kapları­mızdan bazısını götürmüş olmasın.

Karısı kaplara baktı ve: "Vallahi kaplarımızdan herhangi biri ka­yıp olmuş değildir." dedi. Adam, karısına şöyle dedi: "Bana yayımı ve oklarımdan ikisini ver." Karısı ona okunu ve yaylarını verdi. Adam bana bir ok fırlattı. Alnıma ya da böğrüme isabet etti. Ben de oku çekip yanıma koydum ama kımıldamadım. Sonra bana bir başka ok at­tı. Onu da omuz başıma isabet ettirdi. Onu da çekip yanıma koydum. Ama yine de kımıldamadım. Adam karısına şöyle dedi: "Allah'a ye­min ederim ki iki okum da ona saplandı. Eğer gözcü biri olsaydı mut­laka kımıldardı. Sabah olunca sen oklarımı bulup getir ki köpekler onları çiğnemesinler."

Onlara mühlet verdik. Nihayet sükûnete erdikleri ve uyudukları zaman seher vakti idi ki, onların üzerine dört bir yandan saldıran at­lılarımızı saldık; savaştık, develerini önümüze katıp sürdük, dönüp Medine yoluna koyulduk. Kavmin borazanı bizim yakınımızda çaldı. Biz de süratle yola koyularak Haris b. Malik b. Bersa ve arkadaşına uğradık. Onları da beraberimizde götürdük. Kavmin borazanı tekrar çaldı. Bize geldiler. Onlara güç yetirecek durumda değildik. Bizimle onların arasında sadece Kudeyd vadisi kaldı. Allah, vadiye kendi di­lediği yerden bir su gönderdi. Oysaki ondan önce yağmur veya bulut görmüş değildik. O suyu geçip bize gelebilecek kimse yoktu. Suyu ge­çemediler. Böylece bize bakar oldukları halde durdular. Biz ise, onla­rın develerini önümüze katıp sürüyorduk. Onlardan hiçbir adam bize doğru gelemiyordu. Biz ise onları süratlice sürüyorduk. Nihayet on­lardan kurtulduk. Onlar da bizi takip etmeye güç yetiremediler.»

Vakidî, bu kıssayı başka bir senedle anlatmış ve şöyle demiştir: "Seriyye kumandanı Galip b. Abdullah'ın beraberinde 130 sahabe vardı."

Beyhakî, daha sonra Vakidî tariki ile Beşir b. Sa'd'm Hayber'e gi­den seriyyesini de anlatırken şöyle demiştir: "Bir Arap topluluğuyla karşılaştılar. Çok miktarda davarı ganimet olarak ellerine geçirdiler. Beşir b. Sa'd'm bu seriyyeye gönderilmesi, Ebu Bekir ve Ömer'in tav­siyesi üzerine olmuştu. Bu seriyyede Beşir ile birlikte 300 Müslüman vardı. Kılavuzu da Hüseyl b. Nüveyre idi. O Hayber'e giderken Rasû-lullah'a da kılavuzluk yapmıştı."[10]

 

Ebu Hadred'in, Gâbe (Orman) Seriyyesi

 

Yunus, Muhammed b. İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Hadred'in kıssası ve ormanlığa müteveccih gazvesi hakkında Ca­fer b. Abdullah b. Eşlem, Ebu Hadred'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Kavmimden bir kadınla evlendim ve ona 200 dirhem mehir vere­ceğimi söyledim. Evlenmeme yardım etmesi için Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldim. Bana şöyle sordu:

- Ne kadar mehir vermeye söz verdin?

- 200 dirhem....

- Sübhanallah! Eğer dirhemleri bir vadinin kumluğundan da toplamış olsanız yine de mehri fazlalaştırmayın. Vallahi benim yanımda sana yardım edecek bir şeyim yok.

Bunun üzerine birkaç gün bekledim. Beni Cüşem b. Muaviye'den bir adam yola çıktı. Ona Rifaa b. Kays (Kays b. Rifaa?) denilir. Beni Cüşem'den büyükçe bir batındandır. Nihayet kavmi ile ve kendisiyle beraber gelen kimselerle birlikte ormanlıkta konakladı. Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşmak için Kays kabilesini toplamaya çalışıyordu. Çü-şem kabilesi için de isim ve şeref sahibi idi. Rasûlullah (s.a.v.), beni ve Müslümanlardan iki adamı yanma çağırdı ve bize şöyle dedi:

"İşte o adama doğru çıkınız. Ve ondan bilgi ve haber getiriniz."

Bize zayıfça bir deve gönderdi. İçimizden birini ona bindirdi. Val­lahi zayıflıktan dolayı deve ayağa kalkamadı. Adamlar arkadan elle­riyle destekleyerek zorlukla kaldırdılar. Nerede ise kalkamayacak halde idik. Rasûlullah (s.a.v.): "İşte bunun üzerinde haber toplayın ve nöbetleşe binin." dedi.

Biz yola çıktık. Beraberimizde ok ve kılıçlardan ibaret silahları­mız vardı. Akşam üzeri güneşin batinasıyla birlikte ordugahlarına yakın bir yere geldik. Bir tarafta ben gizlendim. Diğer tarafta da ar­kadaşlarıma gizlenmelerini emrettim. Onlar da öte yanda gizlendiler. Onlara: "Ben onların askerlerinin bir tarafında tekbir getirip koşar­ken sesimi duyduğunuz zaman siz de benimle birlikte koşup tekbir getirin." dedim.

Vallahi biz işte böylelikle onların gafletini veya onlardan birşey-ler ele geçirmeyi bekliyorduk. Nihayet gecenin ilk karanlığı geçti. On­ların bir çobanı vardı. O beldede hayvanlarını otlatıyordu. Onlara dönmekte gecikti. Onlar da onun için korkmaya başladılar. Bunun üzerine onların adamı Rifaa b. Kays ayağa kalktı. Kılıcım alıp boynu­na taktı. Sonra şöyle dedi:

- Vallahi bizim bu çobanımızı aramaya gidecek ve durumunu öğ­reneceğim. Mutlaka başına bir fenalık gelmiştir.

Yanındakilerden bazıları ona şöyle dediler:

- Vallahi sen gitme. Biz senin yerine gideriz.

- Vallahi benden başkası gitmeyecektir.

- O halde biz de seninle beraber gelelim.

- Vallahi sizden hiç kimse benim peşimden gelmesin.

Sonra evden çıktı. Bana rastladı. Okumla ona vurma imkanı bul­duğum zaman okumu ciğerine sapladım. Ses çıkartamadan düşüp öl­dü. Yanma gittim, başını kopardım. Ordugahın yanında tekbir getire­rek koştum. İki arkadaşım da tekbir getirerek koşmaya başladılar. Vallahi oradakiler kaçtılar. "Haydi, haydi kadın, çocuk ve hafif mal­lardan ne alabilirseniz süratle alıp kaçın." dediler. Biz de büyük bir deve sürüsünü ve kalabalık bir koyun sürüsünü önümüze katıp Rasûlullah (s.a.v.)'a getirdik. Yanımda Rifaa b. Kaysın başı da vardı. Ra-sûlullah (s.a.v.), o develerden onüçünü mehrime katkı olsun diye ba­na verdi. Ben de ailemi yanıma getirdim." [11]

 

Muhallîm B. Cessame Amir B. Azbat'ın Öldürüldüğü Serîyye

 

İbn İshak, Yezid b. Abdullah b. Kuseyt kanalı ile Ebu Hadred'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bizi Müslümanlardan bir topluluk içinde İdem'e gönderdi. O topluluk için de Ebu Katade el-Haris b. Rib'i ve Muhallim b. Cessame b. Kays vardı. Biz yola çıktık ve İdem batnına vardığımız zaman bize Amir b. Azbat el-Eşcaî her işte kullandığı bir devesinin üzerinde rastladı. Onun az bir eşyası ve bir süt kabı vardı. Bize rastladığı zaman İslâm selamıyla selam verdi. Biz de kendimize hakim olup ona dokunmadık. Fakat Muhallim b. Cessame, onun üze­rine saldırdı. Daha önce ikisi arasında geçen bir hadiseden ötürü onu öldürdü, devesini ve eşyasını aldı.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına gelip durumu ona haber verdiğimiz zaman bizim hakkımızda şu ayet nazil oldu:

"Ey inananlar: Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size Müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min değilsin." demeyin. Allah katın­da birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyi­likte bulundu. İyice araştırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphe­siz haberdardır." (en-Nisa, 94.)

İbn İshak dedi ki: Bana Muhammed b. Cafer haber verdi. Ziyad b. Dumayre b. Sa'd ed-Damrî, Urve b. Zübeyr'den naklen, o da baba­sından, o da dedesinden naklen haber verdi. (Bu ikisi Hüneyn gazve­sine katılmışlardır.) Dediler ki: "Rasûlullah (s.a.v.), bize öğle namazı­nı kaldırdı, sonra bir ağacın gölgesine gitti ve ağacın gölgesinde otur­du. Uyeyne b. Bedir yanına gitti. Amir b. Azbat el-Eşcaî'nin kanını talep etti. O zamanlar o, Amir oğullarının lideri idi. Rasûlullah, ona şöyle diyordu:

-  Şimdi elli deve, Medine'ye döndüğümüzde de elli deve vermek şartı ile bu diyeti ödememizi kabul eder misiniz?

Uyeyne b. Bedir ise şu cevabı veriyordu:

-  Vallahi ben onu, bizim kadınlarımıza tattırdığı acıyı onun ka­dınlarına da tattınncaya kadar bırakacak değilim.

Bunun üzerine Beni Leys kabilesinden İbn Mükeyl adında kısa boylu bir adam kalkıp şöyle dedi:

- Vallahi ya Rasûlallah, İslâm'ın başında adam öldürmek gibi bir

şey bulamadım. Bu, başı yakalanan, sonu kaçan bir koyun sürüsüne benzedi. Bugün kısas hükmünü ver. Yarın ise diyet hükmünü ver. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

-  Şimdi elli deve, Medine'ye döndüğümüzde de elli deve olmak' üzere diyet vermemizi kabul eder misiniz?

Rasûlullah, bu teklifini tekrarladı. Nihayet onlar diyete razı oldu­lar.

Muhallim b. Cessame'nin kavmi şöyle dedi:

- Onu getirin ki, Rasûlullah (s.a.v.) onun için mağfiret dilesin. Bunun üzerine esmer, zayıfça, uzun boylu, üzerinde kendisine ait

bir cübbe içinde, öldürmeye hazırlanmış bir adam kalktı ve Rasûlul­lah (s.a.v.)'m önünde durdu. Rasûlullah (s.a.v.):

"Allah'ım Muhallim'i bağışlama." dedi. Bu sözünü üç kez tekrar­ladı. O da gözyaşlarını elbisesinin ucuyla silerek kalktı.

Bir kavim, Rasûlullah in, bilahare Muhallim için istiğfarda bu­lunduğunu iddia etmişlerdir."

İbn İshak, Salim Ebu'n-Nadr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Onlar diyet almayı kabul etmediler. Nihayet Akra b. Habis ye­rinden kalktı. Onlarla başbaşa görüştü ve şöyle dedi:

-  Ey Kays topluluğu! Rasûlullah (s.a.v.), katili kendisine teslim etmenizi istedi ki, onunla düşmanlarının arasını bulsun. Ama siz ka­tili ona teslim etmediniz. Rasûlullah (s.a.v.)'m size gazap etmesinden ve onun gazabı sebebiyle Allah'ın da size gazap etmesinden, Rasûlul-lah'm size lanet etmesinden ve onun laneti sebebiyle Allah'ın da size lanet etmesinden emin mi oldunuz? Allah'a yemin ederim ki, ya katili Rasûlullah'a teslim edersiniz veya Beni Temim kabilesinden elli adam getiririm ki, adamınızın kafir olarak öldürüldüğüne, asla na­maz kılmadığına şahidlik ederler. Böylece artık onun kan bedelini ta­lep edemezsiniz." Onlar bu sözü duydukları zaman diyet almayı ka­bul ettiler ve aldılar."

Bu, mu'dal ve munkatıdır.

İbn İshak, yalancılıkla itham edilmeyecek bir kimse kanalıyla Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muhallim, Rasû-lullah'm huzurunda oturduğunda Rasûlullah ona şöyle sordu: "Önce ona eman verdin, sonra öldürdün değil mi?" Böyle sorduktan sonra o-na beddua etti. Allah'a yemin ederim ki, Muhallim mezarda yedi gün kalmadan mezarı onu dışarı attı. Sonra yine gömdüler. Sonra yine dı­şarı attı. Sonra yine gömdüler. Sonra yine dışarı attı. Bunun üzerine Muhallim'in cesedini taşlarla örttüler ve gizlediler. Bu durum, Rasû­lullah (s.a.v.)'a haber verildiğinde o şöyle buyurdu: "Şüphesiz yer, Muhallim'den daha şerli kimseleri altında gizlemektedir. Ancak Ce-nâb-ı Allah, bu durumu size göstererek aranızdaki bazı haramlara dikkat etmeniz hususunda size öğüt vermek istemiştir."

İbn Cerir, Veki, Cerir, İbn İshak ve Nafi kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Muhallim b. Ces-same'yi bir seriyye ile birlikte yola çıkardı. Amir b. Azbat, onlarla karşılaştı ve onlara İslâm selamı ile selam verdi. Cahiliye döneminde bunların arasında bir düşmanlık vardı. Muhallim, ona bir ok attı ve öldürdü. Bu haber, Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştı. O da bu hususta Uyey-ne ve Akra ile konuştu. Akra şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Bugün kıssas hükmünü ver, yarın ise diyet hük­münü ver.

Uyeyne ise şöyle dedi:

- Hayır, Allah'a yemin ederim ki, Muhallim'in benim kadınlarıma tattırdığı şeyin aynısını onun kadınlarına tattırmadan, onları ağlat­madan bu işten vazgeçmeyeceğim.

Sonra, kendisi için mağfiret talep etsin diye gelip Rasûlullah'm huzurunda oturdu. Rasûlullah (s.a.v.) ona: "Allah seni bağışlamasın." dedi. Bu durumu kendisine hatırlattıklarında da Rasûlullah şöyle de­di: "Şüphesiz yer, ondan daha şerlisini kabul eder. Ama Cenâb-ı Al­lah, haramlar hakkında size öğüt vermek istemiştir."

Sonra onu bir dağdan aşağı yuvarladılar. Üzerine taşlar attılar. Derken şu ayet-i kerime nazil oldu:

"Ey inananlar, Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, herşeyi iyice anlayın." {en-Nisâ, 94.)

Ben derim ki: Bu ayet-i kerimenin nüzul sebebi ve manası hak­kında tefsirimizde yeterince bilgi verdik. Hamd ve minnet Allah'adır. [12]

 

Abdullah B. Huzafe Es-Sehmî'nîn Seriyyesi

 

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde A'meş ve Sa'd b. Ubeyde kanalı ile Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Peygamber (s.a.v.), Ensâr'dan bir adamı bir seriyyenin başına komutan tayin ederek onları yola çıkardı. Seriyyedeki adamlara da, komutanlarına itaat etmelerini ve emrini dinlemelerini buyurdu. Bir ara seriyyedeki adamlar, komutanlarını kızdırdılar. O da: "Bana o-dun toplayın." emrini verdi. Onlar da topladılar. Sonra: "Ateş tutuş­turun." dedi. Onlar da ateşi tutuşturdular. Sonra: "Rasûlullah (s.a.v.), emrimi dinlemenizi ve bana itaat etmenizi size buyurmadı mı?" diye sordu. Onlar: "Evet" deyince: "Öyleyse bu ateşe girin." dedi. Seriyye-dekiler birbirlerine baktılar. Sonra şöyle dediler: "Biz. bu ateşin şer­rinden Rasûlullah'a sığındık." Bunun üzerine komutanın öfkesi dindi ve ateş söndürüldü.

Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldiklerinde bu hadiseyi kendisine anlattılar. O da şöyle dedi: "Eğer ateşe girselerdi, ondan çıkamazlar­dı. İtaat, sadece iyi şeyler hususunda olur."

Bu kıssa, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde ibn Abbas'tan nakle­dilmiştir. Biz tefsirimizde bu konuda yeterli açıklamada bulunduk. Hamd ve minnet Allah'adır. [13]

 

Umretü'l-Kazâ

 

Süheylî'nin tercihine göre bu umreye "Kısas umresi" denilmiştir. Aynı zamanda buna "Umretu 1-Kazâ" da denir. Kısas umresi denme­sinin sebebi şudur: Hudeybiye senesinde Müslümanlar mahsur kalıp umre yapamadıklarından bu umreyi ona karşı bir misilleme (kısas) olarak yapmışlardır. Bunun ikinci delili de şudur: Cenâb-ı Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

"Hurumatta (ihramlarda) kısas vardır."

Bu umreye, "Umretü'1-Kazâ" denmesinin sebebi şudur: Kaza keli­mesi, mukadat kökünden alınmıştır ki Rasûlullah (s.a.v.), Hudeybiye senesinde müşriklerle antlaşma yaparak o sene Medine'ye geri dön­meyi, ertesi sene, kmındaki kılıçlarıyla Mekke'ye gelip umre yapmayı şart koştu ve orada üç günden fazla kalmamayı da kabul etti. İşte bu umre, Fetih süresindeki şu ayette sözü edilen umredir:

"Andolsunki Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Ha-ram'a gireceksiniz." (el-Feüh, 27.)

Tefsirimizde bu konuda yeterince açıklamalarda bulunmuşuzdur.

Müslümanların saçlarım tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mes­cid-i Haram'a girecekleri, Peygamber (s.a.v.)'in, Ömer b. Hattab'a söylediği şu sözde vaad edilmişti. Ömer b. Hattab, Peygamber Efendi-miz'e şöyle sormuştu:

-  Beyt'e geleceğimizi ve onu tavaf edeceğimizi bize soylememiş-miydin?

Peygamber (s.a.v.), ona şu cevapı vermişti:

- Evet, ama bu sene Beyt'e gelip tavaf edeceğimizi sana söylemiş miydim?

- Hayır.

-  Bununla beraber mutlaka Beyt'e gelecek ve onu tavaf edecek­sin."

Bu hususa, Rasûlullah (s.a.v.)'ın önü sıra Umretü'1-Kazâ günün­de Mekke'ye girerken Abdullah b. Revaha'nın şu sözünde de işaret edilmişti:

"Ey kafir oğulları! Allah'ın yolundan çekiliniz. Çekiliniz ki, biz

sizinle onun tevili için savaştık. Nitekim daha önce onun tenzilinin inkarına karşı da sizinle savaşmıştık."

Yani bu, Rasûlullah (s.a.v.)'m görmüş olduğu rüyanın tevili idi ve o rüya, sabah aydınlığı gibi zuhur etmişti.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'den Medine'ye dön­düğünde orada rebiyülevvel, rebiyülahır, cemaziyelevvel, cemaziyela-hir, receb, şaban, ramazan ve şevval aylarım geçirdi. Bu arada seriy-yeleri gazvelere gönderiyor ve seriyyeler tertib ediyordu. Sonra zilka­de ayında kendisini müşriklerin umreden menetmelerine karşılık onun yerine (bir yıl sonra) aynı ayda kaza umresini yapmak üzere yo­la çıktı. İbn Hişam'm ifadesine göre Medine'ye Uveyf b. Azbat ed-Düelî'yi vali tayin etti.

Buna Kısas umresi denilir. Çünkü müşrikler, Rasûlullah (s.a.v.)'ı hicri altıncı senenin haram ayında, zilkadede umreden menettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlardan bunun karşılığını aldı ve hicri yedinci senede daha Önce kendilerini menetmiş oldukları haram aylardan zil­kade ayında Mekke'ye girdi. İbn Abbas'tan bize ulaşan bir rivayete göre o, şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah, bu hususta şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

"Hurumatta (ihramlarda) kısas vardır."

Mutemir b. Süleyman, "Meğazi" adlı eserinde babasından rivayet­te bulunarak şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Hayber dönüşünde Medine'de ikamete başla­dı. Zilkade ayı başına kadar müfreze ve seriyyeleri gazvelere gönder­di ve insanlara şu duyuruyu yaptı: "Umre için hazırlanın." Onlar da hazırlığa başlayarak Mekke yoluna koyuldular.

İbn İshak dedi ki: İşte o umresinde kendisiyle birlikte menolun-muş Müslümanlar da onunla birlikte yola koyuldular. Sene, hicretin yedinci senesi idi. Mekke halkı bunu duydukları zaman şehirden çık­tılar. Kureyşliler kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı. "Muhammed ve ashabı, güçlük, meşakkat ve şiddet içerisindedirler."

İbn İshak,Abdullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Müşrikler Darü'n-Nedve yanında Rasûlullah'a ve ashabına bakmak için sıraya dizildiler. Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram'a girince ri-dası ile iztiba yaptı. Ve sağ pazusunu çıkararak; "Bugün kuvvet gös­terip müşriklere dehşet veren kişiler, Allah'ın rahmetine mazhar ol­sunlar." dedi. Sonra rüknü istilam etti ve hervele yaparak (yürüme ile koşma arasında bir yürüyüş yaparak) çıktı. Onunla birlikte ashabı da hervele yapıyordu. Taki Ka'be onunla ashabı arasında kaldı. Son­ra Rükn-ü Yemâni'yi istilam etti. Yürüdü ve hacer-i esvedi istilam et­ti. Sonra aynı şekilde üç tavafta hervele yaptı. Diğer tavaflarda ise normal yürüdü. İbn Abbas şöyle diyordu:

İnsanlar, hervelenin kendilerine lazım gelmediğini sanıyorlardı. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), o herveleyi ancak Kureyş'in küçük toplulu­ğu zayıf görmelerine karşı bunu yapmıştı. Nihayet Veda haccını yap­tığı zaman o herveleye devam etti. Böylece sünnet o şekilde devam et­ti.

Buharî, Süleyman b. Harb kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı, Mekke'ye geldiler. Müşrikler: "Size öyle bir heyet geliyor ki, üzerlerinde Yesrib (Medine) humması var­dır. Bu yüzden onlar güçsüz düşmüşlerdir." dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), tavafın ilk üç şavtmda remel yapmalarını (koşa­rak tavaf etmelerini), hacer-i esved ile Rükn-ü Yemâni arasında ise normal yürüyüşle yürümelerini emretti.

Kendilerine bir vecibe olmasın diye tavafın bütün şavtlarmda re­mel yapmalarını emretmedi.

Ebu Abdullah, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Pey­gamber (s.a.v.), eman aldığı sene Mekke'ye geldiğinde ashabına şöyle dedi: "Müşrikler gücünüzü görsünler diye remel yapın." Müşrikler de o zaman Kuaykan dağı tarafında idiler.

Buharî, Ali b. Abdullah kanalı ile İbn Ebi Evfa'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), umre yaparken kendisine eziyet etmesinler diye onu müşriklerden ve kölelerinden koruduk."

Bu konudaki açıklamalar ileride gelecektir.

İbn îshak, Abdullah b. Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'1-Kazâ için Mekke'ye girdiğinde Ab­dullah b. Revaha, onun devesinin yularından tutmuş, şöyle diyordu:

"Ey küffar oğulları! Allah'ın yolundan çekiliniz, çekiliniz ki, bü­tün hayır onun elçisindedir.

Ey Rabbim, ben o elçinin sözüne iman ediyorum. Allah'ın hakkını onun kabulünde bilirim.

Biz sizinle onun tevili için savaştık. Nitekim daha önce onun ten­zilinin inkarına karşı da sizinle savaşmıştık.

Bir vuruşla ki o, başı boyundan koparıp götürür, dosta da dostu­nu unutturur."

İbn Hişam dedi ki: "Biz seninle onun tevili için savaştık." sözü, beyitlerin sonuna kadar Ammar b. Yasir'e aittir. Onları Sıffm sava­şında söylemiştir. Bunun delili de şudur: İbn Revaha, sadece müşrik­leri kasteder. Müşrikler ise tenzilini (yani Kur'ân-ı Kerim'in indirili­şini) ikrar edip onu tanımazlar. Halbuki ancak tenzili ikrar eden kimselerle tevil için savaşılır.

İbn Hişam'm söyledikleri üzerinde faklı görüşler ileri sürülebilir. Çünkü Hafız el-Beyhakî, Abdürrezzak ve Mamer kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Peygamber (s.a.v.), Umretü'1-Kazâ için Mekke'ye girdiğinde Ab­dullah b. Revaha da onun Önü sıra yürüyordu. Hz. Peygamberin de­vesinin yularını tutmuş, şöyle diyordu:

"Ey küffar oğulları! Onun yolundan çekiliniz Çünkü Rahman, onun tenzilini indirmiştir ki, en hayırlı öldürme onun yolunda yapı­lan öldürmedir. Biz onun tevili hususunda sizinle savaştık."

Yine bu senetle yapılan bir başka rivayette de şöyle denmiştir:

"Ey küffar oğullan! Onun yolundan çekiliniz. Bugün onun tenzili hususunda sizi vururuz.

Öyle bir vuruş ki, başı gövdeden ayırıp götürür.

Dosta da dostu unutturur.

Ey Rabbim, ben onun sözüne iman etmişimdir."

Yunus b. Bükeyr, Hişam b. Sa'd kanalı ile Zeyd b. Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'1-Kazâ senesin­de Mekke'ye girdi ve devesi üzerinde Ka'be'yi tavaf edip bastonuyla hacer-i esvedi istilam etti."

İbn Hişam dedi ki: Rasûlullah, kendisinde herhangi bir hastalık olmaksızın bu şekilde tavaf etti. Müslümanlar da çevresinde koşuştu­ruyorlardı. Abdullah b. Revaha ise şöyle diyordu:

"Dininden başka din olmayanın adına yemin ederim ki, Elçisi, Muhammed olanın adına yemin ederim ki, Ey küffar oğulları! Onun yolundan çekiliniz."

Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlul­lah (s.a.v.), hicri yedinci senenin zilkade ayında yani Hudeybiye'den sonraki sene, umre niyetiyle Medine'den çıktı. Zilkade, müşriklerin kendisini Mescid-i Haram'dan menettikleri ay idi. Ye'cic mevkiine vardığı zaman bütün kalkanlarını, mızraklarını ve oklarını indirdiler. Sadece yolcuya mahsus kılıçlarıyla birlikte Mekke'ye girdiler. Rasû­lullah (s.a.v.), Cafer b. Ebi Talib'i Meymune binti Haris el-Amiriye'ye göndererek evlenme teklifinde bulundu. Ve bu işi amcası Abbas'a ha­vale etti. Abbas, Meymune'nin kız kardeşi Ümmü Fadl binti Haris ile evli idi. Abbas, Meymune'yi Rasûlullah (s.a.v.)'la evlendirdi. Rasûlul­lah (s.a.v.), Mekke'ye geldiğinde ashabına şu emri verdi: "Omuzlarınızı açın ve tavaf esnasında koşun." Müşrikler, onların güç ve kuvvetle­rini görsünler diye ashabına bu emri verdi. Bütün gücü ile onlara karşı taktikler kuruyordu. Mekke'nin bütün erkek, kadın ve çocukları onun etrafını sarmışlar, ona ve ashabına bakıyorlardı. Onlar ise Beyt'i tavaf ediyorlardı. Bu esnada Abdullah b. Revaha, kılıcını çek­miş olarak Rasûlullah'm önünde şu şiiri okuyordu:

"Ey küffar oğulları! Onun yolundan çekiliniz. Ben, onun Allah el­çisi olduğuna şahidim.

Rahman onun tenzilini indirdi. Rasûlüne okunan sahifeler üze­rinde Kur'ân'ı inzal buyurdu.

Daha önce onun indirilişi hususunda sizi vurduğumuz gibi bugün de onun tevili hususunda sizi vuruyoruz.

Öyle bir vuruş ki, başı gövdeden ayırır ve dosta da dostu unuttu­rur."

Müşriklerin eşrafından bazı kimseler, Rasûlullah (s.a.v.)'a olan öfke, kin, haset ve rekabetlerinden dolayı uzaklaşmış, onu görmek is­tememiş ve Handeme denilen bir dağa gitmişlerdi. Rasûlullah, Mek­ke'de üç gece ikamet etti. Bu, Hudeybiye gününde alman kararların sonuncusu idi.

Dördüncü günün sabahında Süheyl b. Amr ile Huveytib b. Abdi'l-Uzza onun yanma geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), o esnada Ensâr mecli­sinde Sa'd b. Ubade ile konuşmakta idi. Huveytib b. Abdi'1-Uzza şöyle seslendi: Allah için aramızdaki akde riayet ederek diyarımızdan çıkıp git. Üç günlük müddet doldu.

Sa'd b. Ubade de şöyle dedi:

- Yalan söyledin, anası ölesice! Burası senin de babanın da diyarı değildir. Vallahi Rasûlullah buradan çıkmayacaktır.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Süheyl ile Huveytib'e seslenerek şöyle dedi:

- Ben, burada sizin diyarınızda yeni evlendim. Burada kalıp ger­değe girmemin, yemek yapıp sizinle birlikte yememin ne zararı olur?

Onlar şu cevabı verdiler:

- Allah için ahde riayet et. Derhal buradan çıkıp git.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Rafı'e emir verdi. O da yolculuk için ashabın hazırlanması gerektiğini duyurdu. Rasûlullah (s.a.v.) bineğine binip yola çıktı. Nihayet Şerif vadisine varıp indi. Ra­sûlullah, Meymune'yi alıp getirmesi için Ebu Rafi'i Mekke'de bırak­mıştı. Meymune ve beraberindeki kimseler, müşriklerin beyinsiz ta­kımı ile çocuklarından eziyetler gördüler. Nihayet Meymune, Şerifte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onunla gerdeğe girdi. Sonra geceleyin yola koyuldu ve nihayet Medine'ye ulaştı.

Cenâb-ı Allah, Meymune'nin bir müddet sonra Şerifte vefat et­mesini takdir buyurmuştu. Nihayet aradan bir zaman geçti ve Mey­mune, Rasûlullah (s.a.v.)'la gerdeğe girdiği yerde vefat etti.

Rivayetin sahibi Zührî, daha sonra İbn Hamza'nm kıssasını an­latmış ve sonunda şöyle demiştir: Bu umre hakkında Aziz ve Celil olan Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

"Hürmetli ay, hürmetli aya mukabildir. Hürmetler karşılıklıdır. O halde, size tecavüz edene, size tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin."

(el-Bakara, 194.)

Her ne kadar Rasûlullah (s.a.v.), hicri altıncı senenin zilkade ayında umreden menedilmişse de bir sene sonra aynı ayda umre yap­tı.

Buharî'nin sahihinde Fuleyh b. Süleyman kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), umre niyetiyle Medine'den çıktı. Fakat Kureyş kafirleri, onu Ka'be'den menettiler. O da Hudeybiye'de kurbanını kesip başını tıraş etti. Müşriklerle, ertesi sene umre yapmak ve sadece kılıcıyla Mekke'ye girmek, orada dile­dikleri kadar ikamet etmek üzere antlaşma yaptı. Ertesi sene Mek­ke'ye geldi. Umresini yaptı. Antlaşmaya göre ibadetini eda etti. Ora­da üç gün ikamet ettikten sonra Kureyşliler, Mekke'den çıkmasını is­tediler. O da çıktı."

Vakidî, Abdullah b. Nafı kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Bu, Umretü'1-Kazâ değildi. Bu ancak Müslümanlara karşı koşulan bir şart idi ki, bu şarta göre Müslümanlar hicri altıncı senenin değil, yedinci senenin zilkade ayında Ka'be'yi tavaf edecek­lerdi."

Ebu Davud, Nüfeylî ve Muhammed b. Seleme kanalı ile Meymun b. Mihran'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Şam halkının, İbn Zü-beyr'i Mekke'de muhasara altında tuttuğu sene, umre için Mekke yo­luna koyuldum. Kavmimden bazı adamlar benimle birlikte, bir kur­ban gönderdiler. Şam ehline vardığımızda onlar, Harem'e girmemize mani oldular. Ben de bulunduğum yerde kurbanı kestim. Sonra ih­ramdan çıkıp geri döndüm. Ertesi sene olunca umremi kaza etmek için tekrar Mekke yoluna koyuldum. Mekke'ye geldim ve İbn Abbas'a uğrayıp durumu sordum. O da şöyle cevap verdi: "Kurbanı değiştir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Hudeybiye senesinde kurban kesmiş olan ashabına, Umretü'l-Kazâ'da yeniden kesmelerini emretmişti."

Beyhakî, Amr b. Meymun'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ba­bam çok defa şu soruyu sorardı: "Rasûlullah (s.a.v.), müşrikler kendi­sini Ka'be'yi tavaf etmekten alıkoydukları zaman (Hudeybiye zama­nı) kesmiş olduğu kurbanın yerine (bir yıl sonra yaptığı umre zamanında) yine kurban kesti mi ve bu hususta herhangi bir sakınca gör­medi mi?" Hatta bir zaman babamın bu soruyu, Ebu Hadır el-Him-yerî'ye de sorduğunu ve Ebu Hadır el-Himyerî'nin de ona şu cevabı verdiğini işittim:

"Bunu tam adamına sordun. Ben ilk kuşatma esnasında İbn Zü-beyr'in kuşatıldığı senede hac yaptım ve kurban kestim. O zaman bizi Ka'be'yi tavaf etmekten menetmişlerdi. Ben de Harem-i Şerifte kur­banımı kesip Yemen'e döndüm. Ve şöyle dedim: RasûluUah'da, benim için uyulacak bir örnek vardır.

Ertesi sene olunca yine hacettim. İbn Abbas'a rastladım ve geçen sene kesmiş olduğum kurbandan ayrı bir kurban kesmemin gerekip gerekmediğini sordum. O da şu cevapı verdi: "Evet, kesmen gerekir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)'la ashabı, müşriklerin kendilerini Ka'be'yi tavaf etmekten alıkoydukları senede (Hudeybiye senesinde) kurban kesmişler ve Umretu 1-Kazâ'da da yeniden kurban kesmişlerdi. An­cak deve onlara pahalı gelmiş idi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), sığır kesmelerine ruhsat vermişti."

Vakidî, Ganim b. Ebi Ganim kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Naciye b. Cündüb el-Eslemî'yi kurbanları üzerine görevlendirmişti. O da bu kurbanlık hayvanları onun önü sıra gütmekte idi. Beraberinde Eşlem kabilesinden dört de­likanlı ile birlikte bu kurbanlıklar için ağaçlardan yapraklar toplayıp onlara yediriyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'da altmış de­veyi önüne katmış ve kurban etmişti."

Muhammed b. Nuaym el-Mücemmer, Ebu Hüreyre'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: "Ben de kurbanlık deve sahibi ile birlikte olup o kurbanlık hayvanları gütmekte idim."

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), telbiye getirerek yoluna devam etti. Müslümanlar da onunla birlikte telbiye getirmekte idiler. Mu­hammed b. Mesleme, at üzerinde Merru z-Zehran'a doğru gitti. Orada Kureyş'ten bir toplulukla karşılaştı. Onlar, Muhammed b, Mesleme'-ye durumu sordular. O, şu cevabı verdi:

- İşte Rasûlullah (s.a.v.), inşaallah sabahleyin bu menzile ulaşa­caktır.

Oradakiler, Beşir b. Sa'd ile beraber birçok silah gördüler. Koşa­rak gelip Kureyşlilere durumu haber verdiler. Gördükleri silahları ve atları anlattılar. Bunun üzerine Kureyşliler korktular ve şöyle dedi­ler: "Allah'a yemin ederiz ki, biz herhangi bir vukuat yapmış değiliz. Biz antlaşma şartlarına sadıkız. Antlaşma metninde yazılı şeylere ri­ayet etmekteyiz. Muhammed ve ashabı daha ne diye bizim üzerimize geliyorlar?"

Rasûlullah (s.a.v.), Merrü'z-Zehran'a gelerek konakladı. Silahları

Batnı Ye'cic'e gönderdi. Orası Harem'deki putlara bakan bir yerdi. Kureyşliler, Mikrez b. Hafs b. Ahnefi bir grub adamla birlikte oraya gönderdiler. Onlar, Batnı Ye'cic'de Rasûlullah (s.a.v.)'ı ashabı arasın­da buldular. Yanlarında kurbanlıklar ve silahlar vardı. İç içe idiler. Rasûlullah'a: "Ya Muhammed! Küçüklüğünde ve büyüklüğünde ahde vefasızlık ettiğin görülmemiştir. Ama şimdi görüyoruz ki, silahlı ola­rak Harem'e, kavmin olan Kureyşlilerin üzerine gelmektesin. Oysa kınmdaki kılıçlarla misafire mahsus silahlarla Harem'e gelmeyi ka­bul etmiştin. Bu şarta uyacağım söylemiştin." dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de:

- Hayır, kavmimin üzerine silahlı olarak gelmiyorum, dedi. Mikrez b. Hafs da şöyle dedi:

- İşte iyilik ve vefadarlık bununla bilinir.

Böyle dedikten sonra arkadaşlarıyla birlikte hızla Mekke'ye dö­nüp gitti.

Mikrez b. Hafs, Peygamber (s.a.v.)'in haberini Mekke'ye getirdi­ğinde Kureyşliler, Mekke'den çıkıp dağ başlarına yöneldiler. Mekke'yi tahliye ettiler. Ve: "Muhammed ile ashabına bakmayacağız." dediler.

Peygamber (s.a.v.) de kurbanlık hayvanların önü sıra güdülmesi-ni emretti. Yola çıktılar. Nihayet Zi Tuva'da durduruldular. Rasûlul­lah (s.a.v.) ve ashabı yola çıktılar. O, Kasva adındaki devesine bin­mişti. Ashabı onu çevrelemişti. Bu arada kılıçlarını çekmiş vaziyette telbiye getiriyorlardı. Zi Tuva mevkiine vardığında Kasva adlı devesi üzerinde durdu. İbn Revaha da o devenin yularını tutmuş olarak şu şiiri okuyordu:

"Ey küffar oğulları! Onun yolundan çekiliniz!......"

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İbn Abbasın şöyle dediği riva­yet edilir: Rasûlullah ve ashabı, hicri yedinci senenin zilkade ayının dördüncü gününün sabahında Mekke'ye geldiler. Müşrikler: "Size, Medine hummasının güçsüz düşürdüğü bir topluluk geliyor." dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da sahabelerine; tavafın ilk üç turunda remel yap­malarını yani koşarak tavaf etmelerini ve Rükn-ü Yemâni ile hacer-i esved arasında ise normal yürüyüşle yürümelerini emretti. Sahabele­rini daha fazla yormamak için bütün tavaf turlarını remel ile yapma­larını emretmedi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Sabah ve İsmail b. Zeke-riya kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), umre için Merrü'z- Zehran'a gelip mola verdi­ğinde, Kureyşlilerin: "Muhammed ve sahabeleri zayıflıklarından ve güçsüzlüklerinden dolayı hızlı yürüyemiyorlar." şeklindeki konuşmalan sahabelere ulaştı. Ve şöyle dediler: "Bineklerimizi kesip etlerini yesek ve suyundan da çorba yapıp içsek, sabahleyin biraz güçlenerek Kureyşlüerin üzerine gideriz." Sahabelerin bu teklifine karşı Rasû-lullah (s.a.v.): "Böyle yapmayın. Ama yanınızdaki azıklarınızı yanıma getirip toplayın." dedi. Onlar da azıklarım toplayıp getirdiler. Deri sofralarını serdiler. Yemeğe başladılar. Sonunda geride biraz da arta kaldı. Sahabelerden her biri arta kalan azığı kendi dağarcığına koy­du.

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Mekke-i Mükerreme'ye yöneldi. Mescid-i Haram'a girdi. Kureyşliler de Hatim'in etrafında oturdular. Rasûlullah, kendi ridası ile iztiba yaptı. Sonra: "Kureyşliler, sizde za­af eseri görmesinler." dedi. Sonra Rükn-ü Yemâni'yi istilam etti. Ar­kasından da remel yaptı. Rükn-ü Yemâni'yi geride bıraktıktan sonra hacer-i esvede doğru geldi. Kureyşliler: "Bunlar yürümeye razı olmu­yorlar. Ama geyik kaçışı gibi kaçışıyorlar." dediler. Rasûlullah (s.a.v.) bu şekilde üç tavaf yaptı ve bu tavaf sünnet oldu."

Ebu Tufeyl, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasû­lullah (s.a.v.), Veda haccmda böyle yaptı."

Ebu Davud, Ebu Tufeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben İbn Abbas'a dedim ki:

-  Kavmim, Rasûlullah (s.a.v.)'m Beyt'i remel ile tavaf ettiğini ve bunun da sünnet olduğunu iddia ediyor. Bu doğru mudur?

- Evet, hem doğra söylediler, hem de yalan söylediler.

- Hangi hususta doğru söylediler, hangi hususta da yalan söyledi­ler?

- Doğru söyledikleri şudur: Rasûlullah (s.a.v.), remel yaptı. Yalan söyledikleri husus da şudur: Bu sünnet değildir. Çünkü

Hudeybiye zamanında Kureyşliler şöyle demişlerdi: "Muhammed ve ashabını, deve ve koyunların burnuna musallat olan kurtçuğun ölme­si gibi, onları da ölünceye kadar kendi hallerine bırakın." Bunlar, Ra­sûlullah (s.a.v.)'la barış antlaşması yaparak Müslümanların ertesi se­ne gelmeleri ve Mekke'de üç gün süre ile ikamet etmeleri şartını ka­bul ettiklerinde Rasûlullah (s.a.v.), ertesi sene Mekke'ye geldi. Müş­rikler ise Kuaykian dağı tarafında bulunuyorlardı. O esnada Rasûlul­lah (s.a.v.), ashabına: "Tavafın ilk üç turunu remel yapın (koşarak ya­pın)." dedi. Ama bu sünnet değildir."

Tavafta remel yapmak, cumhurun mezhebine göre sünnettir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'da ve Cirâne umresinde re­mel yapmıştır. Nitekim Ebu Davud ve İbn Mace, İbn Abbas'tan bu doğrultuda bir rivayette bulunmuşlardır.

Cabir'in, Müslim ve diğerleri tarafından nakledilen bir hadisine göre Peygamber (s.a.v.), Veda haccındaki tavafında remel yapmıştır.

Bu yüzden Ömer b. Hattab şöyle demiştir: "İki remel niye olsun ki? Cenâb-ı Allah, İslâmiyeti mi uzattı? Ama bununla birlikte biz, Rasû­lullah (s.a.v.)'m yaptığı bir işi yapmamazlık etmeyiz." Bu konunun detaylı anlatılacağı yer, Kitâbu'l-Ahkâm'dır.

Meşhur rivayete göre İbn Abbas, tavafta remel yapmayı sünnet olarak görmüyordu. Nitekim Buhari ve Müslim'in sahihlerinde İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Peygamber (s.a.v.), güç ve kuvvetini müşrikler görsünler diye Beyt'i, Safa ve Merve'yi, koşarak tavaf ve say etmiştir."

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'da ibadetini ta­mamladıktan sonra Beyt'e girdi. Bilal çıkıp Ka'be'nin damında ezan okuyuncaya kadar içeride durdu. Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'nin damı­na çıkıp ezan okumasını Bilal'e emretmişti. İkrime b. Ebi Cehil dedi ki:

"Bu kölenin söylediği sözleri işitmesini nasib etmemekle Allah, Ebu Hakem'e (Babam Ebu Cehil1 e) ikramda bulunmuştur."

Safvan b. Ümeyye de şöyle demiştir:

"Babamı -bu halleri görmeden önce- öldüren Allah'a hamd olsun."

Halid b. Üseyd şöyle demiştir:

"Allah'a hamd olsun ki, babamı öldürdü de bu güne yetişmedi ve Bilal'ın, Ka'be'nin dammdaki anırışını duymadı!"

Süheyl b. Amr ve beraberindeki birkaç adam da Ka'be'nin damın­da okunan ezan sesini duyduklarında yüzlerini örtmüşlerdi.

Hafız el-Beyhakî dedi ki: Cenâb-ı Allah, o adamların çoğunu İs­lâm'a girdirerek ikramına mazhar kıldı.

Ben derim ki: Beyhakî, Vakidî kanalıyla böyle anlattı ve dedi ki, bu hadiseler Umretü'1-Kazâ esnasında cereyan etti. Oysa meşhur kavle göre bu hadiseler, Mekke fethi senesinde cereyan etmiştir. Doğ­rusunu Allah bilir. [14]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Meymune İle Evlenmesi

 

İbn İshak, Ebban b. Salih ve Abdullah b. Ebi Necih kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bu sefe­rinde (Umretü'1-Kazâ) ihramlı iken Haris'in kızı Meymune ile evlen­di. Meymune'yi ona nikahlayan kişi ise, Abbas b. Abdülmuttalib idi.

İbn Hişanı dedi ki: Meynaune, işini kız kardeşi Ümmü Fadl'a ha­vale etti. Ümmü Fadl ise Abbas'm zevcesi idi. Ümmü Fadl da onun işini Abbas'a havale etti. O da onu Mekke'de Rasûlullah (s.a.v.)'a ni­kahladı. Rasûlullah (s.a.v.)'m yerine ona 400 dirhem mehir verdi.

Süheylî'nin anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'m evlenme talebi­ne dair haber kendisine ulaştığında Meymune bir deveye binmiş hal­de idi ki, o esnada şöyle dedi: "Deve ve üzerindeki Rasûlullah (s.a.v.)'-mdır."

İbn Abbas dedi ki: Bu hususta şu ayet-i kerime nazil oldu:

"Ve Peygamber nikahlanmayı dilediği takdirde -müminlerden ay­rı, sırf sana mahsus olmak üzere- kendisinin mehrini peygambere hi­be eden mü'min kadını almanı helal kılmışızdır." (el-Ahzab, 50.)

Buharî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken Meymune ile evlendi. İhramdan çıktığı zaman onunla gerdeğe girdi. Meymune, Şerifte vefat etti.'

Süheylî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), ihramdan çıktıktan sonra Meymune ile evlendi."

Bu rivayetin Arapça aslında geçen muhrim kelimesini, Rasûlul­lah (s.a.v.)'m haram ayda iken Meymune ile evlenmiş olduğu şeklinde tevil etmişlerdir. Nitekim şairin biri de şöyle demiştir:

"Halife Affan oğlu Osman'ı muhrim (haram ayda) iken öldürdü­ler. O da beddua etti. Onun gibi yardımsız bırakılan bir kimse görme­dim."

Ben derim ki: Bu anlayış tartışılabilir. Çünkü İbn Abbas'tan bu­nun aksine birbirini teyid edici rivayetler gelmiştir. Özellikle şu riva­yet cerh etmektedir: "Rasûlullah, muhrim iken Meymune ile evlendi. Ama muhrim değilken onunla gerdeğe girdi." Gerdeğe girişi, zilkade ayında olmuştu ki, bu da haram aylardandır. Şu halde, "muhrim de­ğilken" sözü, helal ayın dışında gerdeğe girmiş olması gibi bir manayı akla getirir ki, bu durumda "muhrim değil iken" sözü ile ihramda

değil i] en manası kastedilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.

Muhammed b, Yahya ez~Zühlî, Abdürrezzak kanalı ile Sevrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu hususta Medine ehlinin kavline itibar edilmez. Çünkü bana İbn Abbas'm şöyle dediğine dair bir haber ulaştı: "Rasûlullah. (s.a.v.), muhrim (ihramlı) iken evlendi."

Buharî'nin sahihinde, İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken Meymune ile evlendi."

Said b. Müseyyeb dedi ki: "Meymune, her ne kadar İbn Abbas'm teyzesi ise de İbn Abbas bu hususta yanılmıştır. Vehmetmiştir. Çün­kü Rasûlullah, ihramdan çıktıktan sonra Meymune ile evlenmiştir."

Yunus, İbn İshak'tan rivayet etti ki, Said b. Müseyyeb şöyle de­miştir: Abdullah b. Abbas iddia ediyor ki, Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken Meymune'yi nikahlamıştır.

Böyle diyerek onun sözünü anlatmıştır. Ancak Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'ye geldi. İhramdan çıkması ile Meymune'yi nikahlaması bir arada oldu. Bu da İbn Abbasi şaşırttı. Onu bu hususta vehme sürük­ledi.

Müslim ve sünen ehli hadisçiler, Yezid b. Esamin el-Amirî kanalı ile Haris kızı Meymune'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Rasûlullah (s.a.v.), her ikimiz de ihramlı değil iken Şerifte be­nimle evlendi."

Hafız el-Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız kanalı ile Rafii'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı değil iken Mey­mune ile evlendi. Yine ihramlı değil iken onunla gerdeğe girdi. Ben de ikisinin arasında elçi idim."

Ben derim ki: Meymune, altmışüç yaşında iken Şerifte vefat etti. Altmış yaşında vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. Allah ondan razı olsun. [15]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Umretü'l-Kazâ'dan Sonra Mekke'den Çıkışı

 

Musa b. Ukbe'nin daha Önceki sayfalarda da geçen ifadelerine gö­re Kureyşliler, Mekke'de dört gün geçtikten sonra Huveytib b. Abdi'l-Uzza'yı Rasûlullah'a gönderdiler ki, antlaşma gereğince Mekke'den ayrılıp gitsin. Fakat Rasûlullah (s.a.v.), Meymune ile Mekke'de yap­mış olduğu evlilik sebebiyle Kureyşlilere bir düğün yemeği vermek is­tediğini bildirdi. Böyle yapmakla aralarında bir dostluk tesisini a-maçlamıştı. Ama Kureyşliler, onun bu teklifini kabule yanaşmadılar ve: "Hayır, hayır, sen buradan çıkıp git." dediler. O da çıkıp gitti. İbn îshak da böyle bir anlatımda bulunmuştur.

Buharî, Ubeydullah b. Musa kanalı ile Bera'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.), zilkade ayında umre yaptı. Fakat Mekkeliler onun Mekke'ye girmesine müsaade etmediler. Bunun üze­rine o da ertesi sene üç gün müddetle gelip Mekke'de kalmak ve umre yapmak şartıyla onlarla antlaşmaya vardı. Antlaşma metnini yazma­ya başladıkları zaman katiplik yapan Hz. Ali; "Bu, Rasûlullah Mu-hammed'in, üzerinde antlaşmaya vardığı şeydir." diye yazınca müş­rikler: "Biz senin bu unvanını kabul etmiyoruz. Eğer senin Allah Ra-sûlü olduğunu kabul etseydik, senin Mekke'ye girmene engel olmaz­dık. Sen sadece Abdullah oğlu Muhammed'sin." dediler. O da: "Ben Allah'ın Rasûlü ve Abdullah oğlu Muhammed'im." dedi. Sonra Ebu Talib oğlu Ali'ye: "Allah Rasûlü sözlerini sil." dedi. Hz. Ali ise: "Hayır, vallahi hiçbir zaman senin unvanını silmem." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) kağıdı eline aldı. Ama o güzelce yazmasını bilmi­yordu. Şöyle yazdı: "Bu, Abdullah oğlu Muhammed'in, üzerinde ant­laşmaya vardığı şeydir ki, o, silahlı olarak Mekke'ye girmeyecektir. Sadece kımndaki kılıcını üzerinde bulunduracaktır. Ve kendisine tabi olmak isteyen herhangi bir Mekkeliyi de Mekke'den çıkarmayacaktır. Ashabından Mekke'de kalmak isteyen kimseye de engel olmayacak­tır."

Nihayet ertesi sene Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'ye girdi. Umresini yaptı. Süre dolunca müşrikler, Hz. Ali'nin yanma gelip şöyle dediler: "Arkadaşına de ki, bizim yanımızdan çıkıp gitsin. Çünkü vade doldu." Peygamber (s.a.v.) de bunun üzerine Mekke'den çıktı. Hz. Hamza'nın kızı: "Amca! Amca!" diye bağırarak peşine düştü. Hz. Ali, kızcağızı yanma aldı. Elini tuttu ve Fatıma'ya: "Amcanın kızma sahip ol." dedi. O da kızcağızı omuzuna aldı. Bu çocuğu yanlarına almak hususunda Hz. Ali, Hz. Zeyd ve Hz. Cafer birbirleriyle tartışmaya başladılar. Hz. Ali:

- Onu ben yanıma alırım. Çünkü o benim amcamın kızıdır, dedi. Hz. Cafer:

- Bu benim amcamın kızıdır. Teyzesi de nikahımdadır, dedi. Hz. Zeyd:

- Bu benim kardeşimin kızıdır, dedi.

Hz. Peygamber, bu kız çocuğunun teyzesi yanında kalmasına hü­küm verdi ve: "Teyze, ana mesabesindedir," dedi. Hz. Ali'ye: "Sen bendensin, ben de sendenim." dedi. Dönüp Hz. Cafer'e ise: "Senin ya­ratılışın ve ahlakın bana benzedi." dedi. Hz. Zeyd'e ise şöyle dedi: "Sen bizim kardeşimiz ve mevlamızsın."

Hz. Ali, Zeyd'e şöyle dedi: "Hamza'nın kızıyla evlenemez misin?"

Zeyd ise şu cevabı verdi:

- O benim süt kardeşimin kızıdır.

Vakidî, Hz. Hamza'nın kızının hikayesini rivayet ederek İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdülmuttalib oğlu Hamza'nın kızı Ümmare ve annesi Selma binti Ümeys, Mekke'de idiler. Rasû­lullah (s.a.v.), Mekke'ye geldiğinde bu hususta Ebu Talib oğlu Ali gi­dip Rasûlullah'la konuştu ve ona şöyle dedi:

- Amcamızın kızım ne diye müşrikler arasında yetim bırakacağız?

Hz. Ali'nin, Hz. Hamza'nın kızını Mekke'den çıkarmasına Rasû­lullah engel olmadı. O da kızı Mekke'den çıkardı. Hz. Hamza'nın va­sisi olan Zeyd b. Harise konuşmaya başladı. Peygamber (s.a.v.), Mu­hacirler arasında kardeşlik tesis ederken Harnza ile Zeyd'i de birbir­lerine kardeş kılmıştı. Söze başlayan Zeyd dedi ki:

-  Hamza'nın kızını yanıma alma hakkına en fazla ben sahibim. Çünkü bu benim kardeşimin kızıdır.

Cafer, bunu işitince şöyle dedi:

-  Teyze, anne mesabesindedir. Teyzesi Esma binti Ümeys benim nikahımda bulunduğundan bu kızı en fazla yanma alma hakkına sa­hip olan kişi benim.

Hz. Ali ise şöyle dedi:

-  Görüyorum ki bu hususta tartışıyorsunuz. Bu kız benim amca­mın kızıdır. Ve bunu müşrikler arasından çıkarıp getiren benim. Ben­den başka hiçbiriniz bunu yanma alma hakkına sahip değilsiniz.

Peygamber (s.a.v.) ise şöyle dedi:

- Aranızda ben hüküm vereceğim. Ey Zeyd, sen Allah'ın ve Rasû-lullah'm mevlasısm. Sen ey Cafer, senin yaratılışın ve ahlakın benim­kine benzer. Sen ey Cafer, bu kızı yanma alma hakkına en fazla sa­hip olan sensin. Çünkü bunun teyzesi senin nikahmdadır. Ve dahi bir kadın, kendi teyzesinin veya halasının üzerine kuma olamaz.

Böyle diyerek Peygamber (s.a.v.), Hz. Hamza'nın kızman, Cafer'in yanma bırakılmasına hükmetti."

Vakidî dedi ki: Peygamber (s.a.v.), Hz. Hamza'nın kızının, Ca­fer'in yanma verilmesine hükmedince Cafer, kalkıp onun çevresinde tek ayak üzerinde sıçrayarak koşmaya başladı. Peygamber (s.a.v.):

- Bu da ne ey Cafer? diye sorunca Cafer şöyle cevap verdi:

- Ya Rasûlallah, Necaşi bir kimseyi memnun ettiği zaman o kişi kalkar ve Necaşi'nin etrafında tek ayak üzerinde sıçrayarak koşardı. Onun için ben de öyle yaptım. Sen bu kızla evlenecek misin?

- Ey Cafer! O benim süt kardeşimin kızıdır,

Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Hamza'nın bu kızını Seleme b. Ebi Seleme ile evlendirdi. Ve Peygamber (s.a.v.) şöyle derdi: "Böyle yapmakla Ebu Seleme'ye hak ettiği karşılığı verdim mi?"

Ben derim ki: Ümmü Seleme'yi Peygamber (s.a.v.)'le evlendiren kişi Seleme idi. Çünkü Seleme, kardeşi Ömer b. Ebi Seleme'den yaşça daha büyük idi. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), zilhicce ayında Medine'ye döndü. O seneki haccm idaresini müşrikler yürüttüler.

İbn Hişam dedi ki: Ebu Ubeyde'nin bana anlattığına göre bu um­re hakkında Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

"Andolsun ki Allah, peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz, Allah dilerse, güven için de, başlarını­zı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Ha-ram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bilir, size, bundan baş­ka, yakın zamanda bir zafer verecektir." (el-Fetih, 27.)

Bu ayet-i kerimede geçen fetih kelimesi ile Hayber fethi kastedil­miştir. [16]

 

Fasıl

 

Beyhakî, bu fasılda Beni Süleym kabilesine giden İbn Ebi Avca es-Sülemî seriyyesini anlatmış ve şöyle demiştir: Vakidî, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etti:

Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'dan döndükten sonra hicri ye­dinci senenin zilhicce ayında Medine'ye döndü. İbn Avca es-Sülemî'yi elli süvari ile yola çıkardı. Gözcü kişi kavmine gitti. Onları uyardı ve seriyyenin geliş haberini ulaştırdı. Onlar da büyük bir kalabalık top­ladılar. İbn Ebi Avca, onların üzerine geldi. Onlar savaşa hazırlan­mıştı. Rasûlullah'm sahabeleri, onları toplu halde görünce İslâm'a da­vet etti. Fakat bunlar sahabelerin davetine kulak vermeyip onları ok yağmuruna tutarak: "Bizi davet ettiğiniz şeye ihtiyacımız yok." dedi­ler. Bir saat boyunca onları ok yağmuruna tuttular. Öte yandan onla­ra takviye kuvvetleri geldi. Sahabeleri her taraftan çevrelediler. Müo-lümanlarla şiddetli bir çarpışmaya başladılar. Seriyyedeki sahabele­rin çoğu öldürüldü. İbn Ebi Avca da birçok yerinden yaralandı. Hicri sekizinci senenin safer ayının ilk gününde hayatta kalan arkadaşla­rıyla birlikte Medine'ye güçlükle dönebildi. [17]

 

Fasıl

 

Vakidî dedi ki: Hicri yedinci senenin muharrem ayında Rasûlul­lah (s.a.v.), kızı Zeyneb'i kocası Ebu'l-As. b. Rebi'a iade etti. Biz bu hususta daha önce açıklamada bulunmuştuk. Yine bu ayda Hatib b. Ebi Baltaa, beraberinde Mariye ve Şirin adlı cariyelerle birlikte Mü-kavkis'in yanından dönüp Medine'ye döndü. Bu iki cariye yolda iken Müslüman olmuşlardı. Hatib, beraberinde bir de iğdiş edilmiş bir kö­le getirmişti.

Vakidî dedi ki: Yine hicri yedinci senede Rasûlullah (s.a.v.), iki basamaklı ve oturaklı minberini yaptırmıştı. Oysa nezdimizde sabit olan kavle göre Rasûlullah bu minberini hicretin sekizinci senesinde yaptırmıştır. [18]

 

Hicretin Sekizinci Senesi

 

Bu fasılda Amr b. As, Halid b. Velid, Osman b. Talha Ebu Tal-ha'nın İslâm'a girişlerinden bahsedilmektedir. Bunlar, hicretin seki­zinci senenin başlarında Medine'ye gelip Müslüman olmuşlardı.

İbn İshak'ın anlattığına göre Ebu Rafı adındaki Yahudinin öldü­rülmesinden sonra bu zatlar Müslüman olmuşlardır. Bununla ilgili kısa bir açıklama daha önceki sayfalarda verilmiştir ki, Ebu Rafı adındaki Yahudi, hicri beşinci senede öldürülmüştü.

Ancak, Hafız el-Beyhakî, bu konuyu Umretu 1- Kaza 'dan sonra bu­rada anlatmıştır. O, Vakidî kanalıyla rivayet ederek Amr b. Asın şöy­le dediğini nakletmiştir:

"Ben, İslâm'dan uzaklaşan inatçı bir kimse idim. Müşriklerle bir­likte Bedir savaşına katıldım. Kurtuldum. Sonra Uhud savaşma ka­tıldım, yine kurtuldum. Bir ara kendi kendime şöyle dedim: "Daha ne zamana kadar tedbir alacak ve savaşacağım? Allah'a yemin ederim ki, Muhammed Kureyşlilere üstün gelecektir." Böyle dedikten sonra Raht denilen yerdeki mallarımın başına gittim. İnsanlarla artık az görüşür oldum. Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.v.), Kureyşlilerle birlik­te barış antlaşması yapıp Medine'ye döndüğünde ve Kureyşliler de Mekke'ye döndüklerinde yine kendi kendime şöyle dedim:

"Gelecek sene Muhammed ve ashabı Mekke'ye gireceklerdir. Ar­tık ne Mekke'de durabilirim ne de Taif te. Buralardan çıkıp gitmek­ten daha iyi bir yol yok."

O zaman ben İslâm'dan henüz uzakta idim. Bütün Kureyşliler Müslüman olsalar bile benim Müslüman olacağıma aklım yatmıyor­du. Mekke'ye geldim. Kavmimden bazı adamları etrafıma topladım. Onlar benim görüşüme uyarlar, sözlerimi dinlerlerdi. Başlarına bir iş geldiği zaman beni öne sürerlerdi. Ben onlara şöyle dedim:

- Ben aranızda nasıl bir adamım?

-  Görüş sahibimiz ve savunucumuzsun. Bereketli işlerde, uğurlu işlerde bizim görüşümüzü sen ifade edersin.

- Biliyorsunuz ki, Muhammed'in işi gittikçe kuvvetleniyor. Ve ar­zumuz hilafına her gün biraz daha ilerliyor. Ben birşey düşündüm. Bakalım siz ne dersiniz?

- Neyi düşündün?

- Ben diyorum ki; Necaşi'ye gidelim ve yanında kalalım. Eğer Mu­hammed bizim kavmimize galip gelirse o zaman Necaşi'nin yanında kalırız. Necaşi'nin emri altında yaşamak, bizim için Muhammed'in emrine girmekten daha iyidir. Ve eğer bizim kavmimiz ona galip ge­lirse biz, kavmimiz arasında tanınan kimseleriz. Bize onlardan zarar gelmez.

- Vallahi bu doğru, makul ve yerinde bir düşüncedir.

- O halde, ona gideceğimize göre hediye götürmemiz gerekir.

Memleketimizden ona hediye olarak götürülen şeylerin en mak­bulü deri olduğu için ona bir hayli deri toplayarak beraberimizde gö­türdük. Allah'a yemin ederim ki, biz daha onun yanına girmemiştik ki, bir de baktım; Amr b. Ümeyye ed-Damrî geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onu bir mektupla Necaşi'ye göndermişti. Ümmü Habibe binti Ebi Süf-yan'ı onunla evlendiriyordu. Amr, Necaşi'nin yanma geldi. Sonra ora­dan çıkıp gitti. Ben de arkadaşlarıma dedim ki: Bu, Amr b. Ümey-ye'dir. Durun, Necaşi'ye gittiğimizde bunun boynunu vurmak için bi­ze teslim etmesini rica edeyim. Zira bu adam, Muhammed'in elçisi ol­duğu için biz onu öldürürsek, Kureyşlilere büyük bir hizmet etmiş oluruz ve onlarda böylece sevinmiş olurlar.

Yanına girdiğim zaman, her girişimde yaptığım gibi secdeye ka­pandım. Bana:

- Hoş geldin dostum, memleketinden bana bir hediye getirdin mi? diye sordu.

-  Evet, sana bol miktarda deri getirdim, dedim ve derileri ona gösterdim. O da hediyemizi beğendi ve bir kısmını komutanlarına da­ğıttı. Kalan kısmını da bir yere saklamaları için adamlarına emir ver­di. Hediyemizi beğendi ve çok memnun oldu. Sonra kendisine şöyle dedim:

- Ey Hükümdar! Demin bir adamın yanınızdan çıktığını gördüm. O adam, bize düşman olan bir kimsenin elçisidir. Onu bana ver de öl­düreyim. Çünkü o düşmanımız, bizim büyüklerimizden ve iyilerimiz­den birçok kimseleri öldürmüştür.

Bunun üzerine Necaşi kızdı ve elini kaldırıp burnuma öyle bir vurdu ki, burnum kırıldı zannettim. Burnumun deliklerinden kan bo­şalmaya başladı. Kanı elbisemin ucuyla temizlemeye başladım. Öyle bir zillete düştüm ki, keşke yer yarılsaydı da içine girseydim, diye dü­şündüm. Ondan çok korktuğum için böyle bir düşünceyi içimden ge­çirdim. Sonra ona şöyle dedim:

- Ey hükümdar! Eğer hoşlanmayacağım bilseydim sana bu teklifi yapmazdım.

O da utandı ve bana şöyle dedi:

- Ey Amr! Musa ve İsa peygamberlere gelen Namus-u Ekber'in (Cebrail'in) kendisine geldiği şahsın elçisini, öldürmek için benden is­tiyorsun. Bu nasıl tekliftir?

Amr dedi ki: Sonra Cenâb-ı Allah, kalbimdeki düşünceleri değiş­tirdi. Ben de kendi kendime şöyle dedim: "Bu gerçeği Araplar ile Acemler kabul ettiler. Sen mi buna muhalefet edeceksin?"

Sonra hükümdara şöyle dedim:

- Ey Hükümdar, sen de buna şahadet ediyor musun?

- Evet ey Amr. Allah katında ben de buna şahadet ediyorum. Sen bana itaat et ve o rasûle tabi ol. Zira Allah'a yemin ederim ki, o, hak peşindedir. Musa b. İmran, nasıl Firavun ile askerlerine karşı galip geldiyse, bu da muhaliflerine karşı galip çıkacak ve muzaffer olacak­tır.

- O halde onun adına Müslümanlık üzerine benden bey'at alır mı­sın?

- Evet.

Böyle dedi ve elini uzattı. Ben de ona bey'at ettim. Sonra o bir le­ğen getirilmesini emretti. Yüzümdeki kam yıkadı ve bana yeni elbise­ler giydirdi. Önceden üzerimde bulunan elbiseler kana bulanmışlardı. Onları çıkarıp attım. Sonra çıkıp arkadaşlarımın yanma gittim. Ne-caşi'nin giydirdiği elbiseleri üzerimde görünce sevinip şöyle dediler:

- Arkadaşından elde etmek istediğini elde edebildin mi?

-  İlk görüşmede bunu kendisine söylemeyi hoş bulmadım. Ama tekrar yanma gideceğimi kendisine söyledim.

- Doğrusu, senin dediğindir.

Yanlarından ayrıldım. Ve bir ihtiyacımı görmeye gittim. Limana vardım. Bir geminin yüklenmiş ve harekete hazır halde beklediğini gördüm. Onlarla birlikte gemiye girdim ve gemi hareket etti. Nihayet Şübe'ye vardılar. Ben gemiden çıktım. Yanımda azığım vardı. Bir de­ve satın aldım. Medine yoluna koyulmak üzere oradan ayrıldım. Yola revan oldum, nihayet Merrü'z-Zehran'a vardım. Oradan da yola de­vam ettim. Hidde'ye ulaştım. Orada benden önce iki kişinin ev ara­makta olduklarını gördüm. Biri bir çadıra girmiş, diğeri de dışarıda iki bineği tutmakta idi. Dikkat edince adamın Halid b. Velid olduğu­nu gördüm. Ona dedim ki:

- Nereye gidiyorsun?

- Muhamnıed'e gidiyorum. Herkes Müslüman oldu. İşe yarayan­lardan, Müslüman olmayan kalmadı. Vallahi bana Öyle geliyor ki, az daha dursam, sırtlan nasıl boynundan tutulup ininden çıkarılırsa, ge­lip boynumuzdan tutarak bizi de evlerimizden çıkaracaktır.

- Vallahi, ben de Muhammed'e gidiyorum. Müslüman olacağım. Ben böyle dedikten sonra Osman b. Talha dışarı çıktı. Bana mer-

haba dedi. Sonra üçümüz birlikte eve girdik. Daha sonra birlikte git­meyi kararlaştırarak yola çıkıp Medine'ye vardık. Hiç unutmuyorum, Ebu Utbe kuyusunun başına vardığımızda birisi: 'Ya Rebah, Ya Re­bah, Ya Rebah!" diye kölesini çağırıyordu. Biz bunu hayra yorup yü­rüdük. Adam sonra bize bakarak -zannedersem beni ve Halid b. Ve-

lid'i kastederek- :

- Bu iki adam da geldikten sonra Mekke'nin anahtarı artık teslim alındı demektir, dedi ve mescide doğru koşarak gitti.

Ben de Hz. Peygamber'e gelişimizi müjdelemek için mescide gitti­ğini zannetmiştim -ki bu zannımda da yanılmamıştım- ve gidip Har-re'de indik. Orada elbiselerimizi değiştirinceye kadar ikindi ezanı okundu. Sonra kalkıp Hz. Peygamber'e gittik. Yanma girdiğimizde, yüzünde bir aydınlık vardı. Müslümanlar da onun etrafını sarmışlar­dı. Ve bizim gelişimizden ötürü sevinçli idiler. Önce Halid b. Velid, ondan sonra Osman b. Talha ilerleyip bey'at ettiler. Onlardan sonra ben ilerledim ve birden kendimi onun dizleri dibine oturmuş buldum. Utancımdan başımı kaldırıp ona bakamıyordum. Geçmiş günahları­mın bağışlanması şartı ile ona bey'at ettim. Gelecek günahlarım ise hiç hatırıma gelmedi.

Hz. Peygamber de:

- Şüphesiz İslâmiyet daha Önce işlenen günahları siler, süpürür. Hicret de aynı şekilde geçen günahları siler, dedi.

Allah'a yemin ederim ki ben ve Halid b. Velid Müslüman olduk­tan sonra Peygamber (s.a.v.), önemli gördüğü herhangi bir işte ikimi­ze verdiği değeri hiç kimseye vermiyordu. Ebu Bekir'in yanında da bu değere sahip idik. Hz. Ömer zamanında da bu durumda idik. Ancak Hz. Ömer, Halid'e karşı kınayıcı bir tutum sergilemekte idi."

Vakidî, hocası Abdülhamid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ye-zid b. Ebi Habib'e şöyle bir soru sordum:

- Amr b. As ile Halid b. Velid'in Medine'ye ne zaman geldiklerini bana söyleyebilir misin?

- Hayır. Ancak fetihden önce geldiler."

Ben derim ki: Babam bana haber verdi ki, Amr b. As, Halid b. Ve­lid ve Osman b. Talha, hicretin sekizinci senesinin safer ayında Medi­ne'ye geldiler. [19]

 

Halid B. Velid'in Müslüman Oluşu

 

Vakidî, Yahya b. Muğire b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam ka­nalı ile Halid b. Velid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cenâb-ı Hak, benim hakkımda iyilik dilediği aman kalbime Müs­lümanlığı yerleştirdi. Artık kâr ve zararımı düşünebilecek, rüşdümü isbat edecek duruma geldim. Muhammed (s.a.v.) ile yapılan birçok savaşta hazır bulundum ve katıldığım her savaştan dönünce, içim­den; "Vallahi ben, boş ve faydasız bir iş yapıyorum, er geç bu adam üstün gelecektir." diyordum.

Hz. Peygamber, Hudeybiye'ye geldiği zaman yine müşriklerden bir süvari kafilesi ile birlikte karşısına çıktım ve onunla Usfan'da karşılaşıp karşısına dikildim. O da bizim karşımızda arkadaşlarına öğle namazını kıldırdı. O sırada ona hücum etmek istedikse de sonra­dan vazgeçtik. Bu da hayırlı oldu. Kendisi de bizim maksadımızı sez­miş olacak ki, arkadaşlarına ikindi namazını korku hali namazı ola­rak kıldırdı. Ben de artık ona birşey yapamıyacağımıza kesin olarak inandım. O da bizden uzaklaşıp üzerinde bulunduğumuz yolun sağ tarafını tuttu. Kendisi, Kureyşlilerle beraber barış antlaşmasını yap­tıktan ve Kureyşliler onu geri çevirdikten sonra içimden; "Artık ne kaldı? Ben nereye gideceğim? Necaşi'ye gidersem, o da Muhammed'e tabi olmuş ve Muhammed'in arkadaşları onun yanındadırlar. Güven­lik içindedirler. Herakliyus'a gidersem, o zaman dinimden çıkıp Hris-tiyanhk yahud Yahudilik dinine gitmek zorunda kahrım. Üstelik mil­liyetimi de yitirmiş olurum. En iyisi, buradakilerle birlikte kendi yur­dumda kalmaktır." dedim.

İşte ben bu düşünce için de iken Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'yı yapmak üzere Mekke'ye girdi. Ben de onun Mekke'ye girişini görmemek üzere gizlendim. Kardeşim Velid b. Velid de onunla birlik­te Mekke'ye gelmiş ve beni aramıştı- Bulamadığı için bir mektup yaz­mıştı. Mektubu açıp baktım, şöyle yazıyordu:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Kardeşim! Ben senin İslâmiyet'e karşı olmandan daha delice bir davranış görmüyorum. Oysa ki sen akıllı bir kimsesin. Kaldı ki, İslâmiyet gibi bir dinin üs­tünlüğünü kavrayamayan hiçbir kimse yoktur. Rasûlullah (s.a.v.) da: - Halid nerede? diye seni benden sordu.

Ona:

- Allah onu getirecektir, dedim. Rasûlullah:

- Onun gibi bir adam nasıl olurda hâlâ İslâmiyet'in yüceliğini kavrayamaz, ona şaşarım. Oysa ki, onun o üstün cesaret ve yorulmak bilmeyen gayreti, Müslümanların safinda olsaydı, onun için daha ha­yırlı olurdu. Ben onu başkalarından üstün tutacaktım, dedi.

Şu halde ey kardeşim! Bari kaçırmış olduğun iyi fırsatların birini değerlendirmeyi ihmal etme"

Halid b. Velid diyor ki: Ben mektubu okuduktan sonra ortaya çık­makta acele ettim. Ve İslâmiyet'e karşı arzum arttı. Hele Rasûlullah (s.a.v.)'m beni sorması, beni çok sevindirdi. Bir ara rüyada dar ve ku­raklık bir memleketten, yemyeşil ve geniş bir memlekete çıktığımı görmüştüm. Bunu, bir rüyadır deyip küçümsedim. Fakat Medine'ye gittiğim zaman, Ebu Bekir'e bu rüyamı sorayım dedim.

Ebu Bekir (r.a.) bana şöyle dedi:

- Gördüğün darlık, müşriklikte geçen ömründür. Geniş ve yemye­şil olan memleket ise, Cenâb-ı Allah'ın seni kavuşturduğu İslâm dini­dir.

Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitmeye karar verdiğim zaman, ya­nımda kimi götüreyim diye tereddüt ettim. O sırada Safvan b. Ümey-ye'ye rastladım. Ona şöyle dedim:

- Ya Eba Vehb! İçinde bulunduğumuz hali görüyor musun? Biz azala azala, tilkinin dişleri kadar kaldık. Muhammed yalnız Araplara değil, Acemlere de galip gelmiş bulunmaktadır. Biz de gidip ona tabi olsaydık iyi olurdu. Zira onun şeref ve üstünlüğü, bizim için de üstün­lüktür.

Fakat Safvan, benim sözümü şiddetle reddedip:

- Benden başka ona tabi olmayan hiçbir kimse kalmasa bile ben, yine ona tabi olmam, dedi ve birbirimizden ayrıldık.

Bunun babası ve kardeşi Bedir savaşında öldürüldükleri için kin besliyor dedim. Ondan sonra Ebu Cehil'in oğlu İkrime'ye rastlayıp aynı sözü ona da söyledim. O da bana Safvan'm verdiği cevabın aynı­sını verdi.

Ona:

- Bari bu teklifi sana yaptığımı kimseye söyleme, dedim. Oda:

- Olur, kimseye söylemem, dedi.

Bunun üzerine ben evime gidip devemin hazırlanmasını emret­tim. Devemi alıp evden çıkarken yolda bana Osman b. Talha rastladı. Önce, "Bu benim dostumdur, ona söylersem belki kabul eder." diye düşündümse de, onun da atalarının öldürüldüğünü hatırlayıp söylemek istemedim. Sonra ona söylersem ne olur? Zaten nasılsa ben yol üz erin deyi m, diye düşünüp ona, düştüğümüz durumu anlattıktan sonra:

- Biz âdeta deliğe sığınmış bir tilki durumundayız. Eğer deliğe bir tulum su dökülse tilki dışarı çıkmak zorunda kalır, dedim ve diğer iki arkadaşıma söylediğimi ona da söyledim.

Fakat o bana hemen icabet etti. Ve beraber gitmeyi kararlaştır­dık.

Ona:

- Görüyorsun ki, devemi de getirmiş, yola çıkmış bulunuyorum. Falanca yoldan gidiyorum. Yarın sabah Ye'cec denilen yerde buluşa­lım. Hangimiz oraya önce gelirse diğerini beklesin, dedim.

Daha şafak sökmemişken orada buluştuk. Sonra beraberce yola devam ettik. Nihayet Hidde'ye vardık. Orada, Arar b. As arkadan bize yetişti. Birbirimizle merhabalaştıktan sonra bize:

- Nereye gidiyorsunuz? diye sordu. Ona:

- Ya sen ne için yola çıktın? diye sorduk. Aynı soruyu o da bize sordu. Biz de:

- Medine'ye gitmek ve Müslüman olmak için, dedik.

- Benim de maksadım odur, dedi.

Ondan sonra üçümüz beraber gittik. Medine'ye vardıktan sonra gidip Harre sırtı denilen semte indik. O sırada Hz. Peygamber, bizim gelişimizi haber almış ve sevinmişti. Biz, yolculuk elbiselerimizi çıka­rıp iyi elbiselerimizi giydik ve onun yanma gitmek üzere çıkarken kardeşim rastgeldi ve bana:

- Acele et, zira Rasûlullah (s.a.v.) senin gelişini haber almış ve se­vinmiştir. Seni bekliyor, dedi.

Biz de acele ederek Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'in yanına çıktı­ğımız zaman beni güler yüzle karşıladı. Ta yanına varıp peygamberi selamı verdim. O da güler yüzle selamımı aldı.

Ben:

- Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve senin Allah'ın Rasûlü ol­duğuna şahadet ederim, dedim.

Bana:

- Gel bakayım, seni doğru yola ileten Allah'a hamd olsun. Ben se­ni akıllı biliyor ve aklının, birgün seni hayra yönelteceğini umuyor­dum, dedi.

Ben:

- Ya Rasûlallah! Hakka karşı uzun zaman direnip seninle yapılan birçok savaşlara karşı saflarda katıldım. Allah'a dua et ki, beni bağış­lasın, dedim.

Hz. Peygamber (s.a.v.):

- İslâmiyet, kendinden önce işlenen günahları siler, dedi. Kendisine:

- Bunun için senden teminat isterim, dedim. Bunun üzerine:

- Allah'ım! Halid'in Hakka karşı bugüne kadar olan direnişini af­fet, diye dua etti.

Bundan sonra Osman b. Talha ve Amr b. As (r.anhuma) ilerleyip bey'at ettiler. Bizim bu gidişimiz hicretin sekizinci yılının safer ayın­da idi. Allah'a yemin ederim ki, o günden beri Rasûlullah (s.a.v.), önemli gördüğü herhangi bir işinde, ashabından hiçbirini benimle bir tutmadı." [20]

 

Hevazîn'deki Bir Gruba Gönderilen Şücâ B. Vehb El-Esedî Seriyyesi

 

Vakidî, İbn Ebi Sebre kanalı ile Ömer b. Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), yirmidört kadar adamın başında Şücâ b. Vehb'i, Hevazindeki bir topluluğa gönderdi. Onlara saldırma­sını emretti. O da adamlarıyla birlikte yola çıktı. Gece yol alıyor, gün­düz gizleniyordu. Hevazinlilerin yanma gelirken saldırmaya başladı. Arkadaşlarına da fazla ileri gitmemelerini tembihledi. Sonuçta çok miktarda büyük ve küçük baş hayvanları ele geçirdiler. Bunları önle­rine katıp Medine'ye getirdiler. Seriyyedeki adamlardan herbirine on-beşer deve hisse düştü. Başkalarının rivayetine göre bunlar, esirler de ele geçirmişlerdi. Seriyyenin emiri, Hevazinlilerden parlak yüzlü bir cariyeyi kendine seçip ayırdı. Sonra Hevazinliler, Müslüman ola­rak Medine'ye geldiler. Peygamber (s.a.v.), yanına gelen emirleri, e-sirlerin kendilerine iade edilmesi hususunda fikir alış-verişinde bu­lundu. Peygamber (s.a.v.)'de bunu olumlu karşıladı ve esirlerini iade etti. Yalnız yanında bulunan cariyeyi gitme veya kalma hususunda tamamen serbest bıraktı. O da Rasûlullah'm yanında kalmayı tercih etti."

Yukarıda anlatılan bu seriyye, İmam Şafiî'nin, Malik ve Nafî ka­nalı ile İbn Ömer'den rivayet etmiş olduğu şu seriyye olabilir: Rasû­lullah (s.a.v.), Necid taraflarına bir seriyye gönderdi. Aralarında Ab­dullah b. Ömer de vardı. Abdullah b. Ömer şöyle dedi:

"Çok miktarda deve ele geçirdik. Seriyyede bulunan herbirimize oniki deve hisse düştü. Rasûlullah (s.a.v.), oniki develik ganimetleri­mizi birer birer sayıp bize verdi."

Ebu Davud, Hennad kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Necid taraflarına bir seriyye gönderdi. Ben de o seriyye ile birlikte gittim. Çok miktarda büyük baş hayvan elege-çirdik. Komutanımız herbirimize, hakettiğimiz ganimet develerini bi­rer birer sayıp teslim etti. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldik. O da ganimetlerimizi aramızda taksim etti. Bizden herbirimize hu­mustan (beşte birlik pay ayrıldıktan) sonra onikişer deve düştü. Ra­sûlullah, komutanımızın bize verdiği payların hesabım sormadığı gibi onun yaptığı bu uygulamayı da yermedi. Onun vermiş olduğu payla birlikte toplam hissemiz onüçer deve oldu." [21]

 

Şam Diyarındaki Beni Kudaaya Gönderilen Ka'b B. Ümeyr Seriyyesi

 

Vakidî, Muhammed b. Abdullah kanalı ile Zührî'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), onbeş kişilik bir seriyyenin başında Ka'b b. Ümeyr el-Gifarî'yi yola çıkardı. Bu seriyye, Şam'a yakın Zatu Atlah'a vardı. Orada büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Onları İslâm'a davet etti ama onlar bu davete icabet etmediler, onları ok yağmuruna tut­tular. Rasûlullah'm sahabeleri bu durumu görünce onlarla şiddetli bir şekilde savaştılar, ama bu savaşta öldürüldüler. Onlardan bir a-dam ağır bir şekilde yaralanmış ve canını vermek üzere idi. Geceleyin yarası soğuyunca kendini zorlukla sürükleyerek Medine'ye gelip Rasûlullah'a ulaştı. Rasûlullah, onlara bir ordu göndermeye niyetlen-diyse de onların başka bir yere taşındıklarını duyduğu için bu niyeti­ni gerçekleştirmekten vazgeçti. [22]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/350-355.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/355-358.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/358.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/358-364.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/365-366.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/366-369.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/370.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/371.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/371.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/372-374.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/374-376.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/376-378.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/378-379.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/380-389.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/390-391.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/391-394.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/394.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/394-395.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/396-399.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/400-403.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/403-404.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/404.