Hayber'de
Şehid Olan Sahabeler
Ebu
Bekir Es-Sıddık'ın, Beni Fezara Seriyyesi
Hz.
Ömer'in, Mekke'ye Dört Mil Mesafedeki Hevazin Toprağına Düzenlediği Seriyye
Abdullah
B. Revaha'nın, Yesir B. Rizzam El-Yahudiye Seriyyesi
Ebu
Hadred'in, Gâbe (Orman) Seriyyesi
Muhallîm
B. Cessame Amir B. Azbat'ın Öldürüldüğü Serîyye
Abdullah
B. Huzafe Es-Sehmî'nîn Seriyyesi
Peygamber
(S.A.V.)'İn Meymune İle Evlenmesi
Peygamber
(S.A.V.)'İn Umretü'l-Kazâ'dan Sonra Mekke'den Çıkışı
Halid
B. Velid'in Müslüman Oluşu
Hevazîn'deki
Bir Gruba Gönderilen Şücâ B. Vehb El-Esedî Seriyyesi
Şam
Diyarındaki Beni Kudaaya Gönderilen Ka'b B. Ümeyr Seriyyesi
Buharî, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hayber fethedildiği zaman
Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun hediye edildi."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Haccac ve onun vasıtasıyla Leys kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Hayber fethedildiği zaman Peygamber (s.a.v.)'e zehirli
bir koyun hediye edildi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Buradaki
bütün Yahudileri yanıma toplayın." Yahudiler toplanıp getirildiler.
Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle buyurdu:
"Size birşey
soracağım. Bana doğru cevap verir misiniz?"
- Evet ya Eba Kasım.
- Babanız kimdir?
- Babamız falandır.
- Yalan söylediniz.
Aksine sizin babanız falan adamdır.
- Doğru söyledin. İyi
söyledin.
- Size birşey
sorduğumda doğru cevap verecek misiniz?
- Evet ya Eba Kasım.
Zaten yalan söylersek tıpkı babamızın falan adam olduğunu söylerken yalan
söylediğimizi anladığın gibi yine anlayacaksın.
- Ateş ehli kimdir?
- Biz ateşte az
kalacağız. Sonra siz bizim yerimize geçeceksiniz.
- Vallahi asla biz
sizin yerinize geçmeyeceğiz.
- Size birşey
soracağım, doğru cevap verecek misiniz?
- Evet ya Eba Kasım.
- Bu koyuna zehir
kattımz mı?
- Evet...
- Bu işi yapmaya sizi
sevkeden sebeb neydi?
- Eğer yalancı biri
isen senden kurtulalım, istedik. Eğer peygamber isen zaten bu sana zarar
vermez, dedik."
Beyhakî, Ebu Abdullah
el-Hafız kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Yahudi bir kadın,
Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun hediye etti. Rasûlullah da ashabına:
"Bu koyunu yemeyin. Çünkü bu zehirlidir." dedi. Sonra dönüp kadına
sordu:
- Böyle yapmaya seni
sevk eden nedir?
- Şunu öğrenmek istedim. Eğer. peygamber isen,
Allah seni bundan haberdar kılacaktır. Eğer yalancı biri isen bu zehirli
koyunu ye-yip ölürsün. İnsanlar da senden kurtulup rahatlarını bulurlar.
Ravi diyor ki:
Rasûlullah (s.a.v.), o kadına ilişmedi."
imam Ahmed b. Hanbel,
İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmistir: "Yahudilerden bir kadın,
Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun hediye etti. Rasûlullah, koyunun
zehirli olduğunu anlayınca kadına haber gönderip yanma çağırttı ve kendisine
sordu:
- Böyle yapmaya seni
sevk eden nedir?
- Şunu anlamak
istedim. Eğer sen peygamber isen, Allah seni bu işten haberdar kılacaktır. Eğer
peygamber değilsen bu zehirli koyunu yeyip ölürsün, böylece insanlar da senden
kurtulup rahatlarını bulurlar.
Ravi diyor ki:
"Rasûlullah (s.a.v.), bu koyundan bir lokma yediği için vücudunda bir ağrı
ve sancı hissettiği zaman hacamat vurdurur-du. Bir kez sefere çıkmıştı. İhrama
girdiğinde yine vücudunda ağrı ve sancı hissetmiş, kendine hacamat
vurdurmuştu."
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Enes b. Malik'in şöyle dediği rivayet edilir: Yahudi bir kadın,
Rasûlullah (s.a.v.)'a zehirli bir koyun getirdi. Rasûlullah,- o koyundan yedi.
Sonra kadın Rasûlullah'm huzuruna getirildiğinde Rasûlullah ona şöyle sordu:
- Niçin böyle yaptın?
- Seni öldürmek
istedim.
- Allah, seni bu işi
yapmaya muktedir kılmayacaktır. Sahabeler, Rasûlullah'a: "Onu öldürmeyecek
misin?" diye sordular. Rasûlullah hayır, diye cevap verdi.
Ebu Davud, İbn
Şihab'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cabir b. Abdullah'ın
anlattığına göre Hayberli Yahudilerden bir kadın, kızarttığı bir koyuna zehir
katmış, sonra onu Rasûlullah (s.a.v.)'a hediye etmişti. Rasûlullah, koyunun
gövdesinden bir parçayı alıp yemiş, ashabından bir kısım kimseler de o
koyundan yemişlerdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), onlara: "Elinizi yemekten
çekin." demişti. Sonra koyunun sahibi olan kadına haber gönderip çağırtmış
ve ona şöyle sormuştu:
- Koyunu zehirledin
mi?
- Bunu sana kim
söyledi?
- Elimdeki şu parça
bana söyledi. -Evet...
- Bunu niçin yaptın?
- Dedim ki, eğer sen
peygamber isen, bu zehirli koyun sana zarar vermeyecektir. Eğer peygamber
değilsen, insanlar senden kurtulup rahatlarım bulacaklardır."
Rasûlullah (s.a.v.), o
kadını affetti, cezalandırmadı. Koyundan yiyen bazı sahabeleri vefat ettiler.
Rasûlullah (s.a.v.) da koyundan biraz yemiş olduğu için omuzundan hacamat
vurdurdu. Ebu Hind adındaki zat, boynuz ve bıçakla Rasûlullah'm omuzuna
hacamat vurmuştu. Bu zat, Ensâr'dan Beni Beyada'nm azadlısı idi.
Ebu Davud, Vehb b.
Bakıyye kanah ile Ebu Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hayber'de
Yahudi bir kadın, Rasûlullah'a kızartılmış bir koyun hediye etti. Bu koyundan
yiyen Bişr b. Bera b. Marur vefat etti. Bunun üzerine Rasûlullah o Yahudi
kadına haber göndererek çağırttı ve ona şöyle sordu:
- Seni bu işi yapmaya sevk
eden sebeb nedir?
Rasûlullah (s.a.v.)
çmir verdi ve o kadın Öldürüldü. Ravi, Rasûlullah (s.a.v.)'m hacamat
vurduğundan bahsetmemiştir.
Beyhakî dedi ki:
Muhtemelen Rasûlullah (s.a.v.), o kadım işin başında iken Öldürmedi. Ama Bişr
b. Bera vefat edince, ondan sonra öldürülmesini emretmiş olabilir.
Beyhakî, Abdurrahman
b. Ka'b b. Malikin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yahudi bir kadın,
Rasûlullah (s.a.v.)'a Hayber'de kızartılmış bir koyun hediye etti. Rasûlullah
ona: "Bu nedir?" diye sorunca, kadın: "Hediyedir." diye
cevap verdi. "Sadakadır" demeye çekindi. Çünkü, "sadakadır"
deseydi yemeyecekti. Bunun üzerine Rasûlullah ve ashabı koyundan yediler.
Sonrada ashabına: "Elinizi yemekten çekin." diye emir verdi. Bundan
sonrada kadına şöyle dedi:
- Koyunu zehirledin
mi?
- Bunu sana kim haber
verdi?
- İşte şu kemik,
(Rasûlullah bunu söylerken koyunun kendi elinde tuttuğu paçasını gösterdi.).
- Evet.
- Niçin?
- İstedim ki, eğer sen
yalancı isen senden kurtulalım. Eğer peygamber isen, zaten bu sana zarar vermez."
Rasûlullah (s.a.v.),
kendi omuzuna hacamat vurdurdu. Ashabına da emir verdi. Onlar da hacamat
vurdurdular. Bazıları ise, koyunu yediklerinden vefat ettiler.
Zührî'nin dediğine
göre, zehirli koyunu Rasûlullah'a takdim eden kadın Müslüman oldu. Rasûlullah
da onu cezasız bıraktı.
İbn Lehia, Ebu Esved
kanalıyla Urve'nin, Musa b. Ukbe de Zührî'nin şöyle dediklerini rivayet
etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.), Hay-ber'i fethedip oradakilerden bazı
kimseleri öldürdükten sonra Zeynep binti Haris adındaki Yahudi bir kadın
(Merhab'ın kardeşi kızıdır.), Rasûlullah'm zevcesi Safiye'ye kızartılmış,
zehirli bir koyun hediye etti. Koyunun but ve paça kısımlarına daha fazla zehir
sürdü. Zira aldığı habere göre Rasûlullah (s.a.v.), en fazla koyunun but ve
paçasını severmiş.
Rasûlullah (s.a.v.),
Bişr b. Bera b. Marur'la birlikte Safîye'nin odasına girdi. Bişr, Beni Seleme
kabilesinden bir kişi idi. Safîye, onlara kızartılmış koyunu takdim etti.
Rasûlullah (s.a.v.), koyunun paçasına elini uzattı. Bir parça koparıp yemeğe
başladı. Bişr de etli bir kemik alıp sıyırmaya başladı. Rasûlullah (s.a.v.),
lokmayı yutunca Bişr b. Bera da ağzındaki lokmayı yuttu. Rasûlullah (s.a.v.):
"Elinizi yemekten çekiniz. Çünkü bu koyunun paçası, bana zehirli olduğunu
ve benim Öldürülmek istendiğimi haber verdi." dedi. Bunun üzerine Bişr b.
Bera da şöyle dedi:
- Seni mükerrem kılan
Allah'a yemin ederim ki, ben de yediğim lokmamda bir şeyler hissettim. Ancak
yediğim yemeğe karşı seni kızdırmamak ve sana saygı göstermek istediğimden
lokmayı yuttum. Sen lokmanı yutunca ben de kendimi senden daha kıymetli saymadığım
için yuttum. Ama yutmamanı dilerdim. Çünkü bunda ölüm sebebi vardır.
Bişr, yerinden
kalkmadan rengi beyaz takke gibi bembeyaz oldu. Sancıları devam etti. Yerinden
kalkamaz oldu. Başkası kendisini yerinden oynatmadıkça kendisi
kımıldayamıyordu.
Zührî, Cabir'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), o gün vücuduna hacamat
vurdurdu. Beni Beyada'nm azadlısı, ona boynuz ve bıçakla hacamat vurdu.
Rasûlullah (s.a.v.) bundan sonra üç yıl yaşadı. Ölüm sancısı kendisini
tuttuğunda şöyle dedi:
"Hayber gününde
yediğim koyundan şimdiki zamana, damarımın kopma vaktine gelinceye kadar
defalarca sancı çektim." Rasûlullah (s.a.v.) şehid olarak vefat etti.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Rasûlullah (s.a.v.) sükuna kavuştuğu zaman Zeyneb binti Haris -ki bu
Sellam b. Mişkem'in karısıdır-ona kızartılmış bir koyun hediye etti. Kadın,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın koyunun hangi tarafını sevdiğini sormuştu. Budunu
sevdiğini söylemişlerdi. Bunun üzerine budunu tam zehirledi. Sonra koyunun
diğer yerlerini zehirledi ve getirip Rasûlullah (s.a.v.)'a takdim etti.
Rasûlullah, koyunun budunu aldı. Bir çiğnemlik et çiğnedi. Ama yutmadı. Beraberinde
Bişr b. Bera b. Marur da vardı. O da buttan biraz almıştı. Tıpkı Rasûlullah
(s.a.v.)'m aldığı yerden almıştı. Fakat Bişr, aldığı et parçasını yutmuştu.
Rasûlullah ise, o çiğnemi ağzından dışarı attı. Sonra: "Bu kemik, bana
zehirlenmiş olduğunu söyledi." dedi. Bunun üzerine kadını çağırdı. Kadın
geldiğinde suçunu itiraf etti. Bunun üzerine kadına dedi ki:
- Bu işi yapmaya, seni
sevk eden sebeb nedir?
- Kavmimin basma
getirdiğin işler herkesçe malumdur. Dedim ki, eğer bir yalancı kişi isen senden
kurtuluruz. Eğer bir peygamber isen zaten sana bildirilir.
Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.) onu cezalandırmadı. Fakat Bişr, yediği o lokmadan dolayı öldü.
İbn İshak dedi ki:
Bana Mervan b. Osman b. Ebu Said b. el-Mu-alla şöyle haber verdi: Rasûlullah
(s.a.v.)'m vefat hastalığında Bişr b. Bera b. Marur'un kız kardeşi onun yanma
geldi. Rasûlullah ona şöyle dedi:
"Ey Ünımü Bişr!
İşte bu anlarda senin kardeşinle birlikte Hay-ber'de yediğim lokmadan dolayı
kalb damarımın kesilmiş gibi olduğunu hissediyorum."
Ümmü Bişr dedi ki:
Şüphesiz Müslümanlar elbette görecekler ki Rasûlullah (s.a.v.), Allah'ın
peygamberliği ona ikram ettiği gibi onu şehid olarak da vefat ettirmiştir.
Hafız Ebu Bekir
el-Bezzar, Hilal b. Bişr ve Süleyman b. Yusuf el -Harranî vasıtalarıyla Ebu
Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yahudi bir kadın, Rasûlullah
(s.a.v.)'a haşlanmış bir koyun hediye etti. Halk elini yemeğe uzattıklarında
Rasûlullah (s.a.v.) onlara: "Elinizi yemekten çekin. Çünkü koyunun
uzuvlarından biri, zehirli olduğunu bana bildirdi." dedi. Koyun sahibi
kadına haber gönderip yanına çağırttı. Ona şöyle sordu:
- Yemeğini zehirledin
mi?
- Evet...
- Bunu niçin yaptın?
- Eğer yalancı biri
isen, insanların senden kurtulmasını ve rahatlarını bulmasını istedim. Eğer
doğru sözlü bir kimse isen Allah'ın seni bundan haberdar kılacağını anlamak
istedim.
Rasûlullah (s.a.v.),
elini yemeğe uzattı ve: "Allah'ın adı ile yeyin." dedi. Biz de yedik
ve Besmele çektik ve hiç birimize zarar vermedi.
Ben derim ki: Bu
rivayette münkerlik ve şiddetli bir garabet vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Vakidî'nin anlattığına
göre Uyeyne b. Hısn, Müslüman olmadan önce rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ın
Hayber'i kuşattığını görmüş ve bu rüyadan ümitlenerek Rasûlullah (s.a.v.)'la
savaşıp muzaffer olmak dilemiş. Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına geldiğinde
Hayber'i fethetmiş olduğunu görmüş ve: "Ya Muhammedi Müttefiklerinden
-yani Hayber-lilerden- elde ettiğin ganimetleri bana ver." demiş.
Rasûlullah (s.a.v.) da ona: "Rüyam ters çevirdin. Yalan söyledin."
demiş ve rüyasında görmüş olduğu şeyi ona bildirmişti. Bunun üzerine Uyeyne
geri dönmüş, yolda Haris b. Avf onunla karşılaşmış ve ona şöyle demişti:
"Ben şahadet ederim ki Muhammed, doğu ile batı arasına hakim olacaktır.
Yahudiler de bunu bize böyle haber veriyorlar. Şahid ol ki sen, Ebu Rafı Sellam
b. Ebi Hukayık'ın bana şöyle dediğini işittim: "Biz, Peygamberliğinden
dolayı Muhammed'i çekemiyoruz. Çünkü o, Beni Harun'dan çıkmıştır ve Allah
katından gönderilmiştir. Yahudiler bu hususta bana itaat etmiyorlar. Bizden
ona verilecek iki kurban vardır. Biri Yesrib diğeri Hayber'dir."
Haris dedi ki: Ben
Sellam'a: "Muhammed yeryüzüne hakim olacak mı?" diye sordum. O da şu
cevapı verdi:
"Evet, Musa'ya
Tevrat'ı indirene and olsun ki, o, yeryüzüne hakim olacaktır. Ama benim onun
hakkında böyle dediğimi Yahudilerin bilmesini istemiyorum." [1]
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i fethettiği zaman Vadi'l-Kura'ya doğru yöneldi,
oranın halkını birkaç gece kuşatma altında tuttuktan sonra oradan da ayrılarak
Medine'ye döndü.
Bundan sonra İbn
İshak, Rasûlullah'm kölesi Mid'am'm kıssasını ve kör bir okun gelip ona isabet
ederek öldürdüğünü anlatır. Öldürüldüğünde insanlar: "Şehitliği mübarek
olsun." demişler. Bunun üzerine Rasûlullah da onlara şu karşılığı
vermişti: "Hayır, nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki,
Hayber gününde taksimata tabi tutulmadan bunun ele geçirdiği ganimetler,
vücudunun üzerinde ateş olarak yanacaktır."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yahya b. Said kanalı ile Zeyd b. Halid el-Cühenî'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Hayber gününde Rasûlullah'm sahabelerinden Eşcâlı bir adam vefat
etti. Durumu Rasûlul-lah'a anlatıldığında o: "Arkadaşınızın namazını
kılın." dedi. (Yani ben kılmayacağım demek istedi.) Orada bulunanların
yüzünün rengi değişti. Bu durumu yadırgadılar. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle
buyurdu: "Arkadaşınız Allah yolunda (ki cihadta) hainlik yaptı." Biz
de arkadaşımızın eşyalarım kontrol ettik. Eşyaları arasında Yahudilerin iki
dirhem değerindeki boncuklarını gördük.
Beyhakî'nin
anlattığına göre Fezare oğulları, Hayber dönüşünde Rasûlullah (s.a.v.)'la
savaşmak istediler. Bunun için de ona karşı bir topluluk meydana getirdiler.
Rasûlullah, onlara belirli bir yer tayin ederek orada savaşacağına dair haber
gönderdi. Bu iş kesinleşince onlar her bir tarafa kaçışıp gittiler.
Daha önceki sayfalarda
da anlatıldığı gibi Rasûlullah (s.a.v.), Sa-fiye'nin istibrasmdan sonra
Süddü's-Sahba denilen yerde (Medine dönüş yolunda) gerdeğe girdi ve Safîye ile
evlenişi sebebiyle hays yemeği yapıp düğün yemeği olarak dağıttı. Gerdeğe
girdiği o yerde üç güi^ ikamet etti. Safîye de Müslüman oldu. Rasûlullah, onu
azad etti. Onunla evlendi. Mehir olarak onu azad etti. Böylece sahabelerin de
anladıkları gibi Safiye, mü'minlerin annelerinden biri oldu. O, Rasûlullah'm
arkasında bineğe binmiş halde iken Rasûlullah, onun üzerine örtü Örttü. Allah
ondan razı olsun.
"es-Sire"
adlı eserinde Muhammed b. İshak, şöyle demişti: Rasûlullah (s.a.v.), Safiye
ile Hayber'de veya yolun bir yerinde zifafa girdi.
Safiye'yi Rasûlullah
(s.a.v.) için süsleyip bezeyen ve saçını tarayıp işini düzelten, Ümmü Süleym
binti Milhan idi (Bu kadın, Enes b. Ma-lik'in annesidir). Rasûlullah (s.a.v.),
kendisinin bir çadırında Safiye ile geceyi geçirdi. Ebu Eyyüp Halid b. Zeyd de
(ki bu Beni Neccar'ın kardeşidir.) kılıcım kuşanmış, Rasûlullah (s.a.v.)'a
bekçilik yapmıştı. Çadırın etrafını dolaşarak geceyi geçirmişti. Nihayet
Rasûlullah (s.a.v.) sabahladığı zaman onu çadırın etrafında görüp şöyle
demişti:
- Ey Eba Eyyüp sana ne
oldu?
- Ya Rasulallâh, senin için işte bu kadından
korktum. Çünkü o Öyle bir kadındır ki, babasını, kocasını ve kavmini
öldürmüşsün. Ve kendisi de küfürden henüz yeni ayrılmıştır. Kendisinden
korktum.
Anlatıldığına göre
Rasûlullah (s.a.v.), onun için şöyle dua etmişti: "Allah'ım! O beni
koruyarak geceyi geçirdiği gibi sen de Ebu Eyyüb'ü koru."
Zührî, bana Saidb.
Müseyyeb'in şöyle dediğini nakletti: "Rasûlullah ve arkadaşları, Hayber
dönüşünde geceleyin uykuda kalarak sabah namazını kılmadılar. Aralarında ilk
uyanan, Rasûlullah oldu ve şöyle dedi:
- Ey Bilal, bize ne yaptın?
- Ya Rasûlallah, senin
nefsini tutan (uykuda bırakan), benim de nefsimi tuttu. (Beni de uykuda
bıraktı.)
- Doğru söyledin.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), binek devesini az bir miktar eliyle götürdü. Sonra inip abdest aldı.
Ve daha önce kıldığı gibi namaz kıldı."
Ebu Davud, Ahmed b.
Salih kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.), Hayber gazvesinden dönerken bir gece boyunca yol yürüdü. Kery
mıntıkasına vardığımızda Safiye ile gerdeğe girdi. Ve Bilal'e de: "Bu
gece bizi bekle." dedi.
Ebu Hüreyre dedi ki:
Bilal'in gözlerini uyku bürüdü. Sırtını yüküne dayamıştı. Sabahleyin ne Bilal,
ne Rasûlullah, ne de ashabtan hiçbiri uyanmadılar. Güneş doğduktan ve
üzerlerine vurduktan sonra ilk olarak Rasûlullah uyandı. (Sabah namazını
kılamadığından): "Ey Bilal..." dedi. Bilal:
- Senin nefsini tutan
zat (Allah), benim de nefsimi tuttu (beni uykuda bıraktı). Anam babam sana
feda olsun Ya Rasûlallah, dedi.
Rasûlullah ve
arkadaşları, bineklerini biraz ileriye götürdüler. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)
abdest aldı. Bilal'e emir verdi. Bilal de kamet getirdi. Rasûlullah da onlara
sabah namazım kıldırdı. Namazı tamamladığında şöyle buyurdu:
- Bir namazı unutan
kişi onu hatırladığında kılsın. Zira yüce Allah: "Beni anmak için namaz
kıl." diye buyurmuştur:
Ravi Yunus dedi ki:
İbn Şihab bunu böyle okurdu:
Hafız Beyhakî dedi ki:
Bu hadisenin iki kez vuku bulmuş olması muhtemeldir. İmran b. Husayn ile Ebu
Katade'nin rivayet ettikleri hadiste Rasûlullah ve sahabelerin uykuda kalıp
namaz kılmadıkları anlatılmıştır. Bu rivayette abdest ibriğinden de
bahsedilmektedir. Şu halde bu, iki hadiseden birinde meydana gelmiş veya üçüncü
kez meydana gelmiş olabilir.
Hafız Beyhakî'nin
ifadesine göre Vakidî, Ebu Katade'nin hadisinden bahsederken bu hadisenin,
Tebük gazvesi dönüşünde vuku bulduğunu söylemiştir.
Sonra Beyhakî, İmran
b. Husayn'dan rivayette bulunarak Hz. Peygamber ve sahabelerin uykuda kahp
namaz kıl anlayışlarını, iki dağarcığı bulunan kadının hikayesini, ondan nasıl
su aldıklarını, o su ile bütün orduyu suya kandırdıklarını ve dağarcıktaki
suyun eksilme-diğini nakletmiştir.
Buharî, Musa b. İsmail
kanalı ile Ebu Musa el-Eş'ârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah
(s.a.v.), Hayber'e gidip gazve yaptı. Hayber'e yöneldiğinde insanlar bir
vadinin üzerine çıktıklarında yüksek sesle tekbir getirerek Allahu Ekber, Lâ
ilahe illallah dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 'Yavaş
olun. Siz bir sağırı ve gayıpta olanı çağırmıyorsunuz. Siz işiten ve yakın
olan, sizinle beraber olan birine sesleniyorsunuz." Ben de Rasûlullah'm
bineğinin arkasında idim. Ben Lâ havle velâ kuvvete illa billah, derken beni
işitti ve şöyle dedi:
- Ey Abdullah b. Kays!
- Buyur ya Rasûlallah!
- Sana Cennet
hazinelerinden bir kelimeyi söyleyeyim mi?
- Evet söyle ya
Rasûlallah, anam babam sana feda olsun.
- "La havle velâ
kuvvete'dir."
Doğrusu şu ki, bu
hadise, Rasûlullah ve sahabelerin Hayber'den dönüşleri esnasında vuku
bulmuştur. Çünkü Ebu Musa el-Eş'arî, Hayber fethinden sonra Medine'ye gelip Müslüman
olmuştur. Nitekim bu, önceki sayfalarda da belirtilmiştir.
İbn Ishak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) -bana gelen habere göre- İbn Lukaym el-Absî'ye, Hayber'i
fethettiği zaman orada bulunan tavuk veya evlerde beslenen diğer yenilir
hayvanlardan birşeyler verdi. Hayber'in fethi safer ayında oldu. Bunun üzerine
İbn Lukaym el-Ab-sî, Hayber hakkında şöyle bir şiir söyledi:
"Natat kalesi,
Rasûlullah tarafından silahı çok şiddetli bir askeri birlikle dövüldü.
Eşlem ve Gifar
kabilesinin adamları, oranın ortasına dağıldıkları zaman kesin olarak oranın
boyun eğdiğini gördüm.
Onlar Beni Amr b.
Zur'a'ya sabah erkenden vardılar. Şak kalesinin ahalisi ise, gündüz şiddetli
ve kötü durumlara düştüler.
Onlar, oranın
çukurlarına malları çektiler ve seherlerde Öten evcil hayvanlardan başka
birşey bırakmadılar.
Her bir kale için
Abdüleşhel'in veya Beni Neccar'dan onların atlılarından bir işgalci vardır.
Ve Muhacirlerden ki,
simaları miğferlerin üstünden biliniyor.
Onlar kaçmaya niyetli
değildir.
Kesin olarak anladım
ki, elbette Muhammed galip gelecektir ve orada safer aylarına kadar ikamet
edecektir.
Yahudiler, işte o
günde savaşta gözleri kör eden tozların altında kaçtılar." [2]
Muhacirlerin
seçkinlerinden Rebia b. Ekseni b. Sahbere el-Esedî (Beni Ümeyye'nin
azadlısıdır.), Sakif b. Amr, Rifaa b. Mesruh (Bunlar, Beni Ümeyye'nin
müttefikleri idiler.), Abdullah b. Hubeyb b. Uheyb b. Suhaym b. Gire (Beni Sa'd
b. Leys kabilesinden olup Beni Esed'in müttefiki ve kız kardeşlerinin oğludur.)
şehit olmuşlardır.
Ensâr'm şehitleri
şunlardır: Bişr b. Bera b. Marur (Rasûlullah'la birlikte zehirli koyundan yiyen
kişidir.), Fudayl b. Numan es-Selmi-yan, Mesud b. Sa'd b. Kays b. Halid b. Amir
b. Zürayk ez-Zerkî, Mah-mud b. Mesleme el-Eşhelî, Ebu Davyah Harise b. Sabit b.
Numan el-Amrî, Haris b. Hatib, Urve b. Mürre b. Süraka, Evs b. Fadl, Üneyf b.
Habib, Sabit b. Eşlem, Talha, Ummare b. Ukbe (Bir ok darbesiyle öldürülmüştür.),
Amir b. Ekva, Seleme b. Arar b. Ekva, (Kılıcının ucu dizine isabet ettiğinden
şehid olmuştur. Allah ona rahmet etsin), Es-ved er-Raî.
ibn Ishak, bu zatın
kıssanmı müstakil olarak anlatmıştır. Biz bu kıssayı, Hayber gazvesinin baş
kısımlarında anlattık. Hamd ve minnet Allah'adır.
Ibn Ishak dedi ki: İbn
Hişam'm anlattığına göre Beni Zühre kabilesinden Mesud b. Rebia da Hayber
gazvesinde şehid olmuştur. Bu, Kare'den olup onların müttefiki idi. Ensâr'dan
da Beni Amr b. Avf kabilesinden Evs b. Katade, Hayber gazvesinde şehid
olmuştur. Allah onların tamamından razı olsun.
[3]
İbn Ishak dedi ki:
"Hayber fethedildiği zaman Haccac b. İlât es-Sülemi el-Behzî, Rasûlullah
(s.a.v.) ile konuştu ve şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah,
Mekke'de benim hanımım Ümmü Şeybe binti Ebi Talha'mn yanında malım var (O
kadından olma oğlu Müriz b. Haccac vardı.). Mekke tüccarlarının yanında da
çeşitli mallarım var. Ya Rasûlallah, bana izin ver.
Rasûlullah, ona izin
verince o da şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah,
söylemem gerekecek bazı şeyler (yalanlar) olacak.
- Söyle dedi.
Böyle diyerek
Rasûlullah ona ruhsat verdi. Daha sonra Haccac da ona şöyle dedi:
- Çıkıp Mekke'ye
geldiğim zaman Seniyetül-Beyza'da Kureyş'ten bir takım adamlarla karşılaştım.
Haberleri araştırıyorlardı. Rasûlul-lah'm durumunu soruyorlardı. Onun Hayber'e
gittiği haberi onlara ulaşmıştı. Onlar, Hayber'in ziraat, nüfus ve savunma
bakımından Hicaz'ın bir köyü olduğunu biliyorlardı. Bunun için haberleri
araştırıyorlardı. Gelen kafilelere soruyorlardı. Beni gördükleri zaman:
"Bu Haccac b. Ilât'tır." dediler. Benim Müslüman olduğumu bilmiyorlardı.
"Vallahi onda haberler vardır." diyerek bana: "Ey Ebu Muhammed,
bize haber ver, çünkü bize haber ulaştı ki, o yol kesici (Muhammed) Hayber'e
saldırmış. Halbuki orası Yahudi şehridir. Hicaz'ın verimli topraklarıdır."
dediler.
Dedim ki: Bu haber
bana da geldi. Fakat bende sizin bilmediğiniz bir haber vardır.
Ben böyle deyince
devemin iki yanım aldılar. Şöyle diyorlardı:
- Ey Haccac, söyle
bakalım. Dedim ki:
- Öyle bir hezimet
oldu ki, onun benzerini şimdiye kadar hiç işitmediniz. Onun ashabı öyle bir
şekilde öldürüldüler ki, şimdiye kadar onun mislini duymuş değilsiniz. Muhammed
de öyle bir esir edildi ki sormayın gitsin! Onu esir edenler şöyle dediler:
- Biz onu
Öldürmeyeceğiz. Onu Mekke halkına götüreceğiz ki, onlar onu kendi aralarında,
onların adamlarından öldürdüklerinin karşılığında öldürsünler.
Bunun üzerine
kalktılar ve Mekke'de bağırmaya başlayarak şöyle dediler:
- Muhammed'i bekleyin. O size getirilecek ve
içinizde öldürülecektir.
Sonra şöyle dedim:
- Mekke'de malımı toplamam ve alacaklarımı
tahsil etmem için bana yardım ediniz. Çünkü ben Hayber'e gitmek istiyorum ki,
Mu-hammed'in ve ashabının yenilmesinden sonra tüccarlar benden önce oraya
gitmeden gidip birşeyler elde edeyim.
Kalktılar ve süratli
bir şekilde benim için malımı topladılar. mmima geldim ve: "Benim senin
yanında kalmış mallarım vardı. Belki ben Hayber'e kavuşurum ve tüccarlar
benden Önce oraya gitmeden alış-veriş fırsatlarından bir şeylere
kavuşurum." dedim.
Abbas b.
Abdülmuttalib, haberi duyduğu zaman yanıma geldi. O sırada tüccar çadırlarından
bir çadırda idim. Bana şöyle dedi:
- Ey Haccac, senin
getirdiğin bu haber nedir?
- Sana söylersem
kimseye söylemeden durur musun?
- Evet.
- Buradan git ki seninle yalnız olarak
buluşalım. Çünkü gördüğün gibi ben malımı toplamaktayım.
O da ben işimi
tamamlayıncaya kadar yanımdan ayrıldı. Mekke'de benim için olan herşeyi
toplamayı bitirdiğim ve çıkmaya yöneldiğim zaman Abbas'la buluştum ve ona
şöyle dedim:
- Ey Ebu Fadl, benim vereceğim haberi sakla.
Çünkü üçgün için de yakalanmaktan korkuyorum. Sonra dilediğin zaman söyle.
Abbas:
- Olur, yaparım, dedi.
Ona şöyle dedim:
"Vallahi ben senin kardeşinin oğlunu (Rasûlul-lah'ı), Hayber
hükümdarlarının kızma güveyi olarak gördüm. Yani Safiye ile evlendi. O Hayber'i
fethetti ve oradakileri çıkarttı. Orası şimdi onunla ashabının oldu.
- Sen neler
söylüyorsun ey Haccac?
- Evet vallahi durum böyledir. Duyduğun bu
haberi sakla. Ben Müslüman oldum ve sadece malımı almak için buraya geldim.
Başkalarının eline geçmelerinden korkuyordum. Üç gün geçtiği zaman durumu
açıkla. Durum senin arzu ettiğin gibidir.
Nihayet üçüncü gün
olunca Abbas, süslü bir elbiseyi giyindi ve haluk denen güzel bir koku süründü.
Bastonunu eline aldı. Sonra çıkıp Ka'be'ye geldi, tavaf etti. Kureyşliler, onu
gördükleri zaman şöyle dediler:
- Ey Ebu Fadl, vallahi senin bu yaptığın
musibetin sıcaklığının verdiği bir sertlik ve yiğitliktir senin bu yaptığın.
- Sizin kendisine
yemin ettiğiniz Allah'a yemin ederim ki, Mu-hammed Hayber'i fethetmiştir.
Onların hükümdarlarının kızı ile evlenmiştir. Mallarını ve orada olan herşeyi
almıştır. Orası, onunla ashabının olmuştur.
- Bu haberi sana kim
getirdi?
- Size haberi veren kimse getirdi. Sizin
yanınıza Müslüman olarak girdi. Malını aldı. Muhammed'e ve onun ashabına
kavuşmak için gitti ki, onunla birlikte olsun.
- Ey Allah'ın kulları!
Allah düşmanı kaçıp kurtuldu. Ama vallahi eğer bilseydik, elbette bizim
elimizden çekeceği vardı. Ravi diyor ki: Çok geçmeden onlara bu haber
ulaştı." İmam Ahmed b. Hanbel, bu hadisenin senedini şöyle nakletmiş-tir:
Abdürrezzak, Sabit kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i fethedince Haccac b. İlât ona şöyle
dedi:
- Ya Rasûlallah, Mekke'de malım ve ailem var.
Onların yanına gitmek istiyorum. Orada senin aleyhinde sözler veya başka birşey
söyleyebilir miyim?
Rasûlullah (s.a.v.),
ona dilediği gibi konuşma iznini verdi. O da yola çıktı. Karısının yanma geldi.
Eve vardığında ona:
- Yanındaki mallarımı
topla. Çünkü ben Muhammed'den ve ashabından elde edilen ganimetleri satın
almak istiyorum. Muhammed ve ashabının malları ganimet olarak ele
geçirilmiştir, dedi.
Bu haber Mekke'de
yayıldı. Müslümanlar kendi köşelerine çekilip üzüldüler. Müşrikler de sevinç ve
ferahlarını açığa vurdular. Bu haber, Abbas'a da ulaştı. Evine çöktü. Yerinden
kalkamaz oldu. Mamer dedi ki: Osman el-Hazrecî, bana Miksam'm şöyle dediğini
nakletti: Kuşem adındaki oğlunu aldı. Sırt üstü uzandı. Başını göğsünün üzerine
koyup şöyle dedi:
"Ey sevgili
Kuşem, sen burnu iyi koku alana benzersin. Davar sahibi oğlum.
İddia edenlerin
sözlerine rağmen sen benim sevgili oğlumsun."
Sabit, Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Abbas, daha sonra kölelerinden birini Haccac b.
İlât'a gönderip şu haberi iletti:
"Yazıklar olsun
sana ne haber getirdin? Sen neler diyorsun? Allah'ın vaad ettiği, senin
getirdiğin haberden daha hayırlıdır."
Haccac b. İlât,
Abbas'm kölesine şöyle cevap verdi.
"Ebu'l-Fadl'a
(Abbas'a) selam söyle ve ona de ki, kendisiyle başba-şa görüşebilmem için
odalarından birini bana tahsis etsin. Çünkü vereceğim haber onu
sevindirecektir."
Köle, Abbas'ın yanma
döndü. Eve varınca ona:
- Ey Eba Fadl! Sana
müjdeler olsun! dedi.
Abbas da sevincinden
dolayı yerinden fırlayıp kölenin gözlerinin arasını öptü. Köle, Haccac'm
söylediklerini ona nakletti. Bunun üzerine Abbas, köleyi azad etti. Sonra
Haccac, Abbas'ın yanma gelip, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Hayber'i fethettiğini ve
Hayberli Yahudilerin mallarını ganimet olarak aldığını haber verdi. Allah'ın
bildirdiği sehim üzerine mallarını taksim ettiğini, Hüyey kızı Safîye'yi
kendisi için seçtiğini, onunla evlendiğini, Safîye'yi serbest bıraktığını
dilerse onu azad edip evleneceğini, dilerse ailesine göndereceğini söylemesi
üzerine Safiye'nin azad olup Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi olmayı yeğlediğini
haber verdi ve şöyle dedi:
"Ama ben buradaki
mallarımı toplamak ve tekrar geri dönmek için buraya geldim. Rasûlullah
(s.a.v.)'dan yalan haber vermek için izin istedim. O da bana izin verdi. Şimdi
sen üç gün benim bu durumumu gizle, sonra dilediğin gibi açıkla."
Haccac'm karısı,
yanındaki ziynetleri ve eşyaları toplayıp Hac-cac'a verdi. Haccac da bu malları
alıp götürdü. Üç gün sonra Abbas, Haccac'm karısının yanma gelip:
- Kocan ne yaptı? diye sordu. O da kocasının
falan günde çekip gittiğini haber verip şöyle dedi:
- Ey Eba Fadl, Allah seni hüz ünlendirme sin.
Sana ulaşan haber bizim de zorumuza gitti.
- Evet. Allah beni hüzünlendirmesin. Ama
Allah'a hamdederim ki, bizim sevineceğimiz haberi aldık. Allah, Rasûlüne,
Hayber'in fethini nasib etti. Oradaki Yahudilerin malları Allah'ın belirlediği
paya göre taksim edildi. Rasûlullah (s.a.v.) da Safîye'yi kendine ayırdı. Eğer
kocana ihtiyacın varsa çabuk ona ulaş.
- Vallahi doğru
söylediğini sanıyorum. Öyle değil mi?
- Ben doğru sözlüyüm.
Durum, sana haber verdiğim şekildedir. Sonra Abbas, oradan çekip gitti ve
Kureyşlilerin meclisine vardı.
Abbas oradan geçerken
onlar:
- Ey Eba Fadl,
hayırdan başka birşeyle karşılaşma emi?
- Allah'a hamd olsun.
Ben hayırdan başka birşeyle karşılaşmam. Haccac b. İlât, Allah'ın Hayber
fethini Rasûlüne nasib ettiğini ve oradaki Yahudilerin mallarının, Allah'ın
belirttiği paya göre taksim edildiğini ve Rasûlullah'm Safiye'yi kendisi için
ayırdığını bana haber verdi. Bu haberi üç gün süre ile gizlememi benden istedi.
O malını ve buradaki eşyalarını toplamak için buraya gelmişti. Sonra çekip
gitti.
Ravi diyor ki: Cenâb-ı
Allah, Müslümanlarda bulunan üzüntü ve kederi müşriklere döndürdü. Üzüntülü
olarak evlerine kapanmış olan Müslümanlar çıkıp Abbas'm yanına geldiler. O da
onlara bu haberi olduğu gibi anlattı. Müslümanlar sevindiler ve içlerindeki
öfke ve üzüntüyü müşriklere döndürdüler.
Musa b. Ukbe de,
"Megazi" adlı eserinde bu olayı şöyle anlatır: "Kureyşliler, bu
hususta kendi aralarında karşılıklı bahse girmişler; bir kısmı: "Muhammed
ve ashabı galip gelecektir." diyor, bir kısmı da: "İki müttefik ile
Hayber Yahudileri galip geleceklerdir." diyorlardı. Haccac b. İlât
es-Sülemi el-Behzî Müslüman olmuş, Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hayber
fethinde hazır bulunmuştu. Ümmü Şeybe (Abdüddar b. Kusayy'ın kız kardeşi)
adındaki kadınla evli idi. Hac-cac'ın çok malı ve serveti vardı. Beni Süleym
arazisindeki madenler ona aittir. Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i hakimiyeti
altına alınca Haccac, Mekke'deki mallarını toplamak ve getirmek üzere Mekke'ye
gitmek için Rasûlullah'tan izin istedi. Rasûlullah da ona gereken izni verdi.
Süheylî dedi ki:
Haccac b. Ilât'm İslâm'a girişine sebeb olarak, onunla cinler arasında geçen
tuhaf bir hadiseyi nakletmiştik. Haccac, Nasr'ın babasıdır. Ömer b. Hattab,
Nasr'ı -Medine cariyelerinden bazılarını baştan çıkarmasından dolayı-
Medine'den sürgün etmişti. Fe-ria binti Hümam (Haccac b. Yusuf es-Sakafî'nin
annesi), onun hakkında şöyle demiştir:
"Nasıl olsa Nasr
b. Haccac'a ulaşamıyorum.
Bari içki içmeye yol
yok mu ki gidip içeyim."
Sürgüne gönderilen
Nasr, Şam'a gittiğinde Ebu Esved es-Süîe-mî'nin karısına aşık oldu ve kara
sevdaya tutulup hastalandı. Bu yüzden öldü.
İbn İshak dedi ki:
Hayber gazvesi hakkında söylenen şiirlerden biri de Hassan'ın şu şiiridir:
"Hayber halkı,
topladıkları ekinlerini ve hurmalarını savunmasız bıraktılar.
Ne kötü savaştılar.
Ölümden hoşlanmadılar. Korulukları ele geçirildi. Ellerinden alındı ve yaramaz
kötü huylu bir kimsenin zelil, hakir kimsenin fiilini kendileri işlemeyi kabullendiler.
Ölümden mi kaçarlar?
Halbuki cılızların ölümü güzel bir ölüm değildir."
İbn Hişam'ın, Ebu Zeyd
el-Ensârî'den naklettiğine göre Ka'b b. Malik de bu hususta şöyle bir şiir
söylemiştir:
"Biz Hayber'e ve
onun nehirlerinden su içilen mevkilerine avucu-nun tüysüz, damarları yiğit bir
koruyucu ile geldik.
Hedeflere ulaşmakta
süratle koşan, güçlü, her buluşma yerinde düşmanların üzerine atılan atlarla
geldik.
Biz, her kış gününde
çömleklerinin altında yanan ateşin külü büyük olan, Hind demirinden yapılmış
Meşref köyüne ait kılıç ağızlarıyla çok vurucu kimseleriz.
Eğer şahadete isabet
ederse, öldürmeyi bir övgü olarak gören;
Şehidliği Allah'tan
bekleyen ve Ahmed ile muzaffer olmayı, kurtuluşa ermeyi de Allah'tan uman
kimseleriz.
Muhammed'i, korunması
gereken şeyleri, dili ve eli ile koruyup savunan kimseleriz.
Ve ona şüphelendiği
her işten dolayı yardım eden, Muhammed'in canı önünde bir canı harcayan
kimseleriz.
İhlaslı olarak gayb
ile olan haberleri tasdik eden, bununla yarın üstünlük ve kurtuluşu, feyz ve
necat bulmayı dileyen kimseleriz." [4]
Vakidî, Abdurrahman b.
Abdülaziz kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte Hayber1 den çıkıp Vadi'l-Kura'ya gittik. Rüfaa b. Zeyd b.
Vehb el-Cüzamî, Rasûlullah (s.a.v.)'a Mid'am adında siyahi bir köle hediye
etmişti. Bu köle, Rasûlullah (s.a.v.)'m bineğini hazırlıyordu. Vadi'l-Kura'ya
indiğimizde Yahudilerin yanma yaklaştık. Araplardan bazı kimseler oraya
geldiler. Bir ara Mid'am, Rasûlullah'm bineğini çöktürmekte idi. Yahudiler, ok
atarak bizi karşıladılar. Biz henüz yerleşmemiş ve tabiye yapmış değildik
(mevzilere girmemiştik). Onlar, kalelerinden bize nara atıyorlardı. Bu esnada
hedefini kaybetmiş, şaşkın bir ok gelip Mid'am'a isabet etti ve onu öldürdü.
Bunun üzerine insanlar: "Mid'-am'a Cennet mübarek olsun." dediler.
Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şu karşılığı verdi:
"Hayır! Nefsim
kudret elinde bulunan Zat'a yemin ederim ki, Hayber gününde paylaşılmaya tabi
tutulmamış ganimetlerden bunun aldığı mallar kendisinin üzerinde ateş olarak
yanacaktır." İnsanlar bu sözleri duyunca adamın biri, Rasûlullah
(s.a.v.)'a bir veya iki ayakkabı bağı getirdi. Bu bağlan gören Rasûlullah
(s.a.v.), getiren adama şöyle dedi:
"Ateşten bir veya
iki ayakkabı bağı."
Vakidî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), ashabını savaş için mevzilen-dirdi. Ve onları sıraya
koydu. Bayrağını Sa'd b. Ubade'ye, bir sancağı Habbab b. Münzir'e, bir sancağı
Sehi b. Hanif e, bir sancağı da Abbad b. Bişr'e verdi. Sonra düşmanı İslâm'a
davet ederek onlara dedi ki: Eğer Müslüman olursanız canlarınızı, mallarınızı
korursunuz. Hesabınız da Allah'a kalır.
Düşmandan bir adam
ortaya çıktı. Mübareze için adam istedi. Karşısına Zübeyr b. Avvam çıktı ve onu
öldürdü. Sonra düşmandan başka bir adam ortaya çıktı. Mübareze yapmak istedi.
Karşısına Hz. Ali çıktı ve onu Öldürdü. Nihayet Hz. Ali, düşmandan onbir kişiyi
öldürdü. Onlardan her birini öldürdüğünde geride kalanları İslâm'a davet
ediyordu.
O gün namaz vakti
geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), ashabına namaz kıldırıyor, sonra dönüp düşmanı
İslâm'a, Aziz ve Celil olan Allah'a ve Rasûlüne davet ediyordu. Akşama dek
onlarla savaştı. Ertesi gün, güneş bir mızrak boyu yükseldiğinde teslim
oldular. Rasûlullah, orayı zorla (kuvvet kullanarak) fethetti. Malları ganimet
olarak Ce-nâb-ı Allah, Müslümanlara nasib etti. Müslümanlar, çok miktarda mal
ve eşya ele geçirdiler.
Rasûlullah (s.a.v.),
Vadi'l-Kura'da dört gün ikamet etti. Ele geçirdiği ganimetleri ashabına taksim
etti. Arazi ve hurmalıkları Yahudilerin ellerinde bıraktı. Yarıcılık usulü ile
onlara teslim etti. Rasûlullah (s.a.v.)'m Hayber, Fedek ve Vadi'l-Kura'yı ele
geçirdiğini haber alan Teyma Yahudileri cizye vermek üzere Rasûlullah'la sulh
antlaşması yaptılar. Böylece mallarını ellerinde tutmayı başardılar.
Hz. Ömer, Hayber ve
Fedek Yahudilerini memleketlerinden çıkardığında Teyma ve Vadi'1-Kura
Yahudilerini memleketlerinden çıkarmadı. Çünkü onlar Şam diyarına dahil
idiler. Hz. Ömer, Vadi'l-Kura ile Medine arasını Hicaz'dan sayıyordu. Öte
taralını ise Şam'dan sayıyordu.
Rasûlullah (s.a.v.),
daha sonra Hayber ve Vadi'1-Kura işini tamamlayınca Medine'ye döndü. Allah,
oraların mallarını ona ganimet olarak verdi.
Vakidî, Yakub b.
Muhammed kanalı ile Ümmü Ammare'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Cüruf te
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:
"Yatsı namazından
sonra kadınlarınızın yanma aniden girmeyin." Kabileden bir adam sefere
çıkmıştı. Aniden karısının yanma geldi ve hoşlanmadığı durumlarla karşılaştı.
Onu serbest bıraktı, ama ayrılmadı. Karısından boşanmaya gönlü razı olmadı.
Çünkü ondan çocukları vardı, karısını da seviyordu. Rasûlullah (s.a.v.)'m mezkur
emrine muhalefet etti ve hoşlanmadığı durumlarla karşılaştı. [5]
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i fethettiğinde
oranın Yahudileri ile yarıcılık antlaşması yaptı. Yani oradan elde edilecek
hurma ve ekinlerin yarısını onlara vermek üzere Hayber arazileri ve
hurmalıkları üzerinde çalışmalarına müsaade etti. Bu hadisin bazı lafızlarında
varid olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), onların kendi malları üzerinde
çalışmalarını kabul etmiştir. Bazı rivayetlerde ise Rasûlullah (s.a.v.),
onlara şöyle demiştir: "Dilediğimiz müddetçe sizi bunların üzerinde
bırakırız."
Sünen'de anlatıldığına
göre Rasûlullah (s.a.v.), ürünlerin olgunlaşması esnasında Abdullah b.
Revaha'yı Hayber'e gönderir, o da ü-rünlerin miktarını takdir eder ve
Müslümanların payına düşeni onlardan alırdı. Abdullah b. Revaha, Mu'te
savaşında öldürülüp şehid e-dildiğinde, Rasûlullah (s.a.v.), Cabbar b. Sahr'ı
oraya gönderdi.
Muhammed b. İshak dedi
ki: İbn Şihab'a sordum: «Rasûlullah (s.a.v.), Hayber hurmalıklarını oranın
Yahudilerine nasıl verdi?
Bana şu cevabı verdi:
Rasûlullah (s.a.v.), savaştan sonra Hayber'i zorla aldı. Hayber, Allah'ın ona
ganimet olarak verdiği bir yerdi. Rasûlullah da orayı beşe ayırdı ve
Müslümanlar arasında taksim etti. Savaştan sonra Hayberlilerden sürgüne razı olanları
Rasûlullah çağırıp şöyle dedi:
"Eğer dilerseniz
bu mallan, üzerinde çalışmanız şartı ile size veririm. Ürünleri, bizimle sizin
aranızda yarı yarıya olsun. Allah'ın sizi tutacağı bir müddetle sizi burada
bırakayım."
Onlar da kabul ettiler
ve bu şart üzere Hayber arazilerinde ve hurmalıklarında çalıştılar. Rasûlullah
(s.a.v.), Abdullah b. Revaha'yı oraya gönderiyor, o da oranın ürünlerini taksim
ediyor ve miktarını tahmin etmede onlara adaletli davranıyordu.
Cenâb-ı Allah,
Peygamber (s.a.v.)'i vefat ettirince, Ebu Bekir, Rasûlullah vefat edinceye
kadar ora üzerine onlarla yapmış olduğu muamele üzerine orayı onların elinde
bıraktı. Sonra Hz. Ömer'in halifeliğinin ilk zamanında Ömer de öylece bıraktı.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m ruhunu Allah'ın kabzetmiş olduğu hastalığında:
"Arap yarımadasında iki din bir arada bulunmamalıdır." hadisi Ömer'e
ulaştı. Bunun üzerine Ömer, bu meseleyi araştırdı. Nihayet bu hadisin gerçek
olduğunun delilleri kendisine vardı. Bunun üzerine Yahudilere haber gönderip
şöyle dedi:
"Şüphesiz yüce
Allah, sizin sürgün edilmenize izin vermiştir. Bana şöyle bir hadis gelmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), bir ara şöyle demiştir: "Elbette Arap yarımadasında
iki din bir arada bulunmamalıdır. O halde Yahudilerden kimin yanında Rasûlullah
(s.a.v.)'dan bir ahid varsa onu bana getirsin. Onun için o ahdi infaz edeyim.
Yahudilerden, kendisinde Rasûlullah (s.a.v.)'dan bir ahid bulunmayan kimseler
ise buraları tahliye etmeye hazırlansınlar."
Böylece Hz. Ömer,
onlardan, yanında Rasûlullah (s.a.v.)'dan bir ahid bulunmayan kimseleri sürgün
etti.»
Ben derim ki: Hicri
300. seneden sonra son dönemlerde Hayber Yahudileri, Rasûlullah tarafından
kendilerine verilmiş bir yazı bulunduğunu ve bu yazıda kendilerine cizye tarh
edilmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Bazı âlimler bu yazıya aldanmışlar, hatta
cizyenin kendilerinden düşürülmesi gerektiğini söylemişlerdir. Mesela,
Şafî-îlerden Şeyh Ebu Ali b. Hayrun bu görüştedir. Aslında bu asılsız bir yazıdır,
uydurmadır. Ben çeşitli vecihlerden bunun asılsızlığını açıkladım. Buna dair
müstakil bir eser yazdım.
"Mesâil"
adlı eserinde İbn Sabbağ, "Talik" adlı eserinde Şeyh Ebu Hamid gibi
Şafiî ashabından bazı âlimler, kendi kitaplarında bu yazıya değinmişler ve
asılsız olduğunu söylemişlerdir. İbn Mesleme de bunu reddetmek için müstakil
bir cüz tasnif etmiştir. Hicri 700. seneden sonra Yahudiler, tekrar bu konuda
harekete geçmişler ve ashabın kendi kitaplarında işaret ettikleri yazının bir
nüshasını ortaya çıkarmışlardır. Ben bunu ele aldığımda yalan ve uydurma olduğunu
gördüm. Güya bu yazının Rasûlullah tarafından kendilerine verilmiş olduğuna
dair Sa'd b. Muaz'm şahitliği varmış. Oysa Sa'd, Hayber fethinden önce vefat
etmiş bir sahabedir. Yine bu yazının Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından da
doğruluğuna dair şahadet varmış. Oysa Ebu Süfyan oğlu Muaviye, o sıralarda
henüz Müslüman olmuş değildi. Bu yazının son kısmında da şöyle bir ifade
vardır: "Bunu Ebu Ta-lib oğlu Ali yazdı." Bu da hata ve yanlıştır. Bu
yazıda cizye tarhından bahsedilmektedir. Oysa o zamanlar cizye henüz meşru
kılınmış değildi. Cizye, ilk olarak Necranlılar hakkında meşru kılınmış ve
onlardan alınmıştır. Ve yine anlatıldığına göre bunlar, hicri dokuzuncu senenin
başlarında bir heyet olarak Rasûlullah'a gelmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak, Nafî kanalı
ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, Zübeyr ve Mikdad b.
Esved, Hayber'deki mallarımızın yanına gittik ki, onların bakımını yapalım.
Geldiğimiz zaman mallarımızın başına dağıldık.
Gecenin karanlığında
yatağımda uyumakta iken bana saldırıldı. Kollarım (nerdeyse) dirseklerden
itibaren ayrılıyordu. Bağırdığım zaman iki arkadaşım benim yanıma geldiler.
Bağırmaya başladılar. "Bunu sana kim yaptı?" diye sordular. Ben de
bilmiyorum, dedim. Ellerime gereken bakımı yaptılar ve beni Hz. Ömer'in yanma
getirdiler. O da dedi ki:
"İşte bu, Hayber
Yahudilerinin yaptığıdır." Sonra halk içinde kalktı, onlara şöyle bir
hitapta bulundu:
- Ey insanlar!
Rasûlullah (s.a.v.), Hayber Yahudileriyle, dilediğimiz zaman onları
sürebileceğimiz şartı üzerine muamele yapmıştı. Abdullah b. Ömer'in üzerine
saldırmışlar ve onun ellerini yarmışlar-dır. Sizin de bundan haberiniz
olmuştur. Bundan Önce de Ensârî'nin üzerine saldırmışlardı. Onların bunu
yaptıklarından şüphemiz yok. Orada bizim onlardan başka bir düşmanımız yoktur.
Şu halde Hay-ber'de kimin malı varsa malmm başına gitsin. Çünkü ben, Yahudileri
sürgün edeceğim.
Böyle dedi ve
Yahudileri Hayber'den çıkarıp sürdü.
Ben derim ki: Ömer b.
Hattab'm Hayber de payı vardı ve bu payını Allah yoluna vakfetmişti.
Vakfiyesinde Rasûlullah'ın işaret ettiği şekilde bir şart ileri sürmüştü.
Nitekim bu, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde sabittir. Vakfiyesinde, bu vakıf
mallarım kendi oğullarından ve kızlarından en çok hangisi doğru yolda ise,
onun yönetmesini şart koşmuştu. [6]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Behz ve İkrime b. Ammar kanalı ile Se-leme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Bekir İbn Kuhafe ile birlikte sefere çıktık. Rasûlullah (s.a.v.), onu
başımıza emir tayin etmişti. Beni Fezara kabilesine gazve yaptık. Onların
sularına yaklaştığımızda Ebu Bekir bize emir verdi. Biz de emir üzerine mola
verip konakladık. Sabah namazını kıldığımızda Ebu Bekir bize yağma için emir
verdi. Bize doğru gelen kimseleri öldürdük. Sonra baktım ki insanlardan
aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu bir grup dağa doğru koşuyor. Ben
de peşlerine düştüm. Benden önce dağa ulaşmalarından korktum. Onlara ok attım.
Attığım oklar onlarla dağın arasına düştü. Onları önüme katıp Ebu Bekir'in
yanma, su başına getirdim. Aralarında FeZaralılardan bir kadın vardı. Üzerinde
deriden mamul eski bir kürk vardı. Yanında da bir kızı vardı ki, Arapların en
güz eli erinden di. Ebu Bekir, onun kızını bana ganimet olarak verdi. Ben de
Medine'ye gelinceye kadar onun peçesini açmadım. Yine peçesini açmadan
geceledim. Rasûlullah (s.a.v.) ertesi gün çarşıda benimle karşılaştı ve bana:
"Ey Seleme! Kadını bana hibe et." dedi. Ben de: "Allah'a yemin
ederim ki ya Rasûlallah, onu çok beğendim. Ama üzerinden hiçbir elbisesini
indirmedim. Peçesini açmadım." dedim. Rasûlullah (s.a.v.) sustu. Ve beni
bıraktı. Ertesi gün yine Rasûlullah, pazarda benimle karşılaştı ve bana:
"Ey Seleme, o kadım bana hibe et." dedi. Ben de: "Ya Rasûlallah!
Allah'a yemin ederim ki o kadın çok hoşuma gitti, ama peçesini henüz
açmadım." dedim. Rasûlullah sustu ve beni bıraktı. Yine ertesi gün çarşıda
Rasûlullah, benimle karşılaştı ve bana; "Ey Seleme! Allah için, baban için
o kadını bana hibe et." dedi. Ben de: "Ya Rasûlallah! Allah'a yemin
ederim ki, ben onun peçesini henüz açmış değilim. O senin olsun." dedim.
Rasûlullah (s.a.v.), Mekkelilere haber gönderdi. Onların ellerinde
Müslümanlardan bazı esirler vardı. Bu kadını onlara vererek, Müslüman esirleri
onlardan kurtardı."
Bunu, Müslim ve
Beyhakî rivayet etmişlerdir. [7]
Beyhakî, Vakidî
kanalıyla yaptığı bir rivayette şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Beni
Hilal'den bir kılavuz ve otuz süvari ile Hz. Ömer b. Hattab'ı, Hevazin
taraflarına gönderdi. Bunlar geceleyin yürüyor, gündüzün gizleniyorlardı.
Hevazin beldesine yaklaştıklarında Hevazinliler onlardan kaçtılar. Hz. Ömer de
Medine'ye geri döndü. Ona: "Has'aralılarla savaşmaya var mısm?" diye
soruldu. O da şu cevabı verdi:
- Rasûlullah (s.a.v.)
bana, sadece Hevazinlilerle kendi diyarlarında savaşmamı emretti." [8]
Beyhakî, Zührî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), aralarında Abdullah b.
Revaha'nın da bulunduğu otuz kişilik atlı bir birlik başında Abdullah b.
Revaha'yı, Yesir b. Rizzam el-Ya-hudiye gönderdi. Bunlar Hayber'de onun yanma
geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), Yesir b. Rizzam'm kendisine karşı savaşmak için
Gatafanlıla-rı topladığı haberini almıştı. Seriyye onun yanma geldi ve ona
şöyle dediler: Rasûlullah (s.a.v.), seni Hayber'e vali yapmak için bizi sana
gönderdi.
Bu sözlerim sürekli
söylediler. Nihayet Yesir b. Rizzam, otuz adamıyla birlikte bu seriyyenin
peşine takıldı. Beraberce yola çıktılar. Yesir'in her adamının arkasına
Müslümanlardan bir adam takıldı. Yola koyuldular, Karkaretü Niyara (Burası
Hayber'e altı mil mesafedeki bir yerdir.) vardıklarında Yesir b. Rizzam,
bunlarla birlikte yola çıktığına pişman oldu. Elini Abdullah b. Revaha'nın
kılıcına uzattı. Abdullah b. Revaha durumu farketti. Devesini ondan
uzaklaştırdı. Sonra adamlarını öne sürdü. Nihayet bir fırsatını bulup Yesir'in
ayağına bir darbe vurdu ve ayağını kopardı. Yesir de Neb ağacından yapılma
bir bastonu elinde tutuyordu. Bastonu ile Abdullah b. Revaha'nın yüzüne vurdu
ve başım yardı. Müslümanlardan da her biri önündeki Yahudiye saldırdı. Ve
Yahudileri öldürdüler. Sadece bir Yahudi onlara zorluk çıkardı. Müslümanlardan
herhangi biri isabet almadı. Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Revaha'nın
yarasına tükürdü. Yarası iyileşti. İltihaplanmadı. Abdullah, vefat edinceye
kadar bu yarasından eziyet görmedi. [9]
Beyhakî, Vakidî
kanalıyla rivayet etti ki Rasûlullah (s.a.v.), otuz kadar süvari ile birlikte
Beşir b. Sa'd'ı Fedek diyarındaki Beni Mürre kabilesinin üzerine gönderdi.
Beşir, onların davarlarını önlerine kattı. Beni Mürre, Beşir b. Sa'd'la
savaştı. Yanındaki adamların bir çoğunu öldürdüler. O gün Beşir, büyük bir
sabır gösterdi ve şiddetle savaştı. Sonra Fedek diyarına sığındı. Orada
Yahudilerden bir adamın yanında geceledi. Sonra Medine'ye geri döndü.
Vakidî dedi ki: Sonra
Rasûlullah (s.a.v.), sahabelerin büyüklerinden bir cemaatle birlikte onlara
Galip b. Abdullah'ı gönderdi. Bu se-riyyede Üsame b. Zeyd, Ebu Mesud el-Bedrî
ve Ka'b b. Ucre de vardı.
Daha sonra Vakidî,
Üsame b. Zeyd'in Mirdas b. Nuheyk'i -Beni Mürre'nin müttefiki- öldürüşünü ve
kılıcıyla onun üzerinde dururken Lâ ilahe illlâh deyişini, bu hareketinden
ötürü sahabelerin onu kınayışlarım ve onun da bu hareketinden dolayı pişman
olduğunu anlatır.
Bu kıssayı, Yunus b.
Bükeyr de Beni Seleme kabilesinden bir ihtiyar kanalıyla Seleme oğullarından
bazı kimselerin anlattıklarım nakletmiştir. Buna göre Rasûlullah (s.a.v.),
Galip b. Abdullah el-Kelbî'yi, Beni Mürre diyarına göndermiş, o da Mirdas b.
Nuheyk'i görmüş, Üsame de Mirdas'ı öldürmüştür.
Ibn Ishak, Muhammed b.
Üsame kanalı ile Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben
ve Ensâr'dan bir adam, Mirdas b. Nuheyk'i yakaladık. Kılıcımızı çektiğimizde
adam: "Eşhedü en lâ ilahe illallah" dedi. Biz de ondan vazgeçmedik
ve nihayet onu öldürdük. Rasûlullah (s.a.v.)'m "yanına vardığımızda durumu
ona anlattık. O da şöyle dedi:
- Ey Üsame! Lâ ilahe
illallah diyen adama ne yaptın?
- Ya Rasûlallah, o
ölümden kurtulmak için böyle dedi. - Ey Üsame! Lâ ilahe illallah diyen adama ne
yaptın?
Kendisini hak
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah bu sözünü
defalarca tekrarladı. Nihayet ben; "Keşke o güne kadar Müslüman olmamış
olsaydım da sadece o gün Müslüman olmuş olsaydım ve o adamı da öldürmüş
olmasaydım." diye içimden geçirdim ve dedim ki:
- Lâ ilahe illallah
diyen bir adamı artık öldürmeyeceğime dair Allah'a söz veriyorum.
Rasûlullah:
- Benden sonra ya
Üsame, dedi. Ben de:
- Senden sonra,
dedim."
imam Ahmed b. Hanbel,
Hüşeym b. Beşir kanalı ile Üsame b.Zeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
bizi Cüheyne'den Harekeye gönderdi. Sabahleyin onlara hücum ettik. Onlardan
Öyle bir adam vardı ki, kavim üzerimize geldiğinde onlar arasında bize karşı en
şiddetli savaşan o idi. Halk arkasını dönüp bizden uzaklaşırken onları korur
idi. Ben ve Ensâr'dan bir adam onu yakaladık. Üzerine vardığımızda, "Lâ
ilahe illallah" dedi. Ensâr'dan olan adam ondan uzaklaştı. Ama ben onu Öldürdüm.
Bu haber Rasûhıllah'a ulaşınca bana şöyle dedi:
- Ey Üsame! Lâ ilahe
illallah dedikten sonra mı onu öldürdün?
- Ya Rasûlallah, o
ölümden kurtulmak için böyle dedi. Rasûlullah, bu sözünü defalarca tekrarladı.
Öyle ki ben, "O güne
kadar Müslüman olmamış
olsaydım, keşke o gün Müslüman olsaydım." diye içimden geçirdim."
Bu hadisi Buharı ve
Müslim de rivayet etmişlerdir.
İbn İshak, Yakub b.
Utbe kanalı ile Cündüb b. Mekis el-Cühenî1-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.), Galib b. Abdullah el-Kelbî'yi Kedid mıntıkasındaki Beni
Mülevvih'e gönderdi ve onlara hücum etmesini emretti. Ben de onun seriyyesinde
bulunuyordum. Yola koyulduk. Kudeyd'e (Kadid?) vardığımızda Haris b. Malik b.
Bersa el-Leysî ile karşılaştık. Onu yakaladık. Bize şöyle dedi: "Ben
Müslüman olmak için geldim."
Galip b. Abdullah ona
şöyle dedi:
- Eğer Müslüman olmak
için geldiysen bir gün ve bir gece müddetle bağlı kalman sana zarar vermez.
Ama başka bir niyetle gelmiş isen, seni bağlamakla senin şerrinden kurtulmuş
oluruz.
Galip b. Abdullah, onu
bağladı. Başına nöbetçi olarak beraberi-mizdeki siyahi bir adamı koyarak ona şu
talimatı verdi:
- Biz sana dönünceye kadar bunun yanında bekle.
Eğer seninle çekişecek olursa başını kopar.
Yola devam ettik.
Nihayet Batn-ı Kedid'e ulaştık. Vakit ikindiyi geçmiş, akşama yaklaşmıştı.
Arkadaşlarım beni ileri gönderdiler. Ben de bir tepeye tırmandım. İleriyi
gözetleyecektim. Yüzü koyun tırmandım. Vakit, güneşin batmasından önce idi.
Onlardan bir adam ortaya çıktı. Etrafı gözetledi. Benim tepeye yüzüstü
tırmanmakta olduğumu gördü. Ve karısına şöyle dedi:
- Şu tepenin üzerinde bir karartı görmekteyim.
Bu sabah böyle birşey yoktu. Birşey görmemiştim. Hele bak köpekler, bizim
kaplarımızdan bazısını götürmüş olmasın.
Karısı kaplara baktı
ve: "Vallahi kaplarımızdan herhangi biri kayıp olmuş değildir."
dedi. Adam, karısına şöyle dedi: "Bana yayımı ve oklarımdan ikisini
ver." Karısı ona okunu ve yaylarını verdi. Adam bana bir ok fırlattı.
Alnıma ya da böğrüme isabet etti. Ben de oku çekip yanıma koydum ama
kımıldamadım. Sonra bana bir başka ok attı. Onu da omuz başıma isabet ettirdi.
Onu da çekip yanıma koydum. Ama yine de kımıldamadım. Adam karısına şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki iki okum da ona saplandı. Eğer gözcü biri
olsaydı mutlaka kımıldardı. Sabah olunca sen oklarımı bulup getir ki köpekler
onları çiğnemesinler."
Onlara mühlet verdik.
Nihayet sükûnete erdikleri ve uyudukları zaman seher vakti idi ki, onların üzerine
dört bir yandan saldıran atlılarımızı saldık; savaştık, develerini önümüze
katıp sürdük, dönüp Medine yoluna koyulduk. Kavmin borazanı bizim yakınımızda
çaldı. Biz de süratle yola koyularak Haris b. Malik b. Bersa ve arkadaşına
uğradık. Onları da beraberimizde götürdük. Kavmin borazanı tekrar çaldı. Bize
geldiler. Onlara güç yetirecek durumda değildik. Bizimle onların arasında
sadece Kudeyd vadisi kaldı. Allah, vadiye kendi dilediği yerden bir su
gönderdi. Oysaki ondan önce yağmur veya bulut görmüş değildik. O suyu geçip
bize gelebilecek kimse yoktu. Suyu geçemediler. Böylece bize bakar oldukları
halde durdular. Biz ise, onların develerini önümüze katıp sürüyorduk. Onlardan
hiçbir adam bize doğru gelemiyordu. Biz ise onları süratlice sürüyorduk. Nihayet
onlardan kurtulduk. Onlar da bizi takip etmeye güç yetiremediler.»
Vakidî, bu kıssayı
başka bir senedle anlatmış ve şöyle demiştir: "Seriyye kumandanı Galip b.
Abdullah'ın beraberinde 130 sahabe vardı."
Beyhakî, daha sonra
Vakidî tariki ile Beşir b. Sa'd'm Hayber'e giden seriyyesini de anlatırken
şöyle demiştir: "Bir Arap topluluğuyla karşılaştılar. Çok miktarda davarı
ganimet olarak ellerine geçirdiler. Beşir b. Sa'd'm bu seriyyeye gönderilmesi,
Ebu Bekir ve Ömer'in tavsiyesi üzerine olmuştu. Bu seriyyede Beşir ile
birlikte 300 Müslüman vardı. Kılavuzu da Hüseyl b. Nüveyre idi. O Hayber'e
giderken Rasû-lullah'a da kılavuzluk yapmıştı."[10]
Yunus, Muhammed b.
İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Hadred'in kıssası ve ormanlığa
müteveccih gazvesi hakkında Cafer b. Abdullah b. Eşlem, Ebu Hadred'in şöyle
dediğini nakletmiştir:
"Kavmimden bir
kadınla evlendim ve ona 200 dirhem mehir vereceğimi söyledim. Evlenmeme yardım
etmesi için Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldim. Bana şöyle sordu:
- Ne kadar mehir
vermeye söz verdin?
- 200 dirhem....
- Sübhanallah! Eğer
dirhemleri bir vadinin kumluğundan da toplamış olsanız yine de mehri
fazlalaştırmayın. Vallahi benim yanımda sana yardım edecek bir şeyim yok.
Bunun üzerine birkaç
gün bekledim. Beni Cüşem b. Muaviye'den bir adam yola çıktı. Ona Rifaa b. Kays
(Kays b. Rifaa?) denilir. Beni Cüşem'den büyükçe bir batındandır. Nihayet kavmi
ile ve kendisiyle beraber gelen kimselerle birlikte ormanlıkta konakladı.
Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşmak için Kays kabilesini toplamaya çalışıyordu.
Çü-şem kabilesi için de isim ve şeref sahibi idi. Rasûlullah (s.a.v.), beni ve
Müslümanlardan iki adamı yanma çağırdı ve bize şöyle dedi:
"İşte o adama
doğru çıkınız. Ve ondan bilgi ve haber getiriniz."
Bize zayıfça bir deve
gönderdi. İçimizden birini ona bindirdi. Vallahi zayıflıktan dolayı deve ayağa
kalkamadı. Adamlar arkadan elleriyle destekleyerek zorlukla kaldırdılar.
Nerede ise kalkamayacak halde idik. Rasûlullah (s.a.v.): "İşte bunun
üzerinde haber toplayın ve nöbetleşe binin." dedi.
Biz yola çıktık.
Beraberimizde ok ve kılıçlardan ibaret silahlarımız vardı. Akşam üzeri güneşin
batinasıyla birlikte ordugahlarına yakın bir yere geldik. Bir tarafta ben
gizlendim. Diğer tarafta da arkadaşlarıma gizlenmelerini emrettim. Onlar da
öte yanda gizlendiler. Onlara: "Ben onların askerlerinin bir tarafında
tekbir getirip koşarken sesimi duyduğunuz zaman siz de benimle birlikte koşup
tekbir getirin." dedim.
Vallahi biz işte
böylelikle onların gafletini veya onlardan birşey-ler ele geçirmeyi
bekliyorduk. Nihayet gecenin ilk karanlığı geçti. Onların bir çobanı vardı. O
beldede hayvanlarını otlatıyordu. Onlara dönmekte gecikti. Onlar da onun için
korkmaya başladılar. Bunun üzerine onların adamı Rifaa b. Kays ayağa kalktı.
Kılıcım alıp boynuna taktı. Sonra şöyle dedi:
- Vallahi bizim bu
çobanımızı aramaya gidecek ve durumunu öğreneceğim. Mutlaka başına bir fenalık
gelmiştir.
Yanındakilerden
bazıları ona şöyle dediler:
- Vallahi sen gitme.
Biz senin yerine gideriz.
- Vallahi benden
başkası gitmeyecektir.
- O halde biz de
seninle beraber gelelim.
- Vallahi sizden hiç
kimse benim peşimden gelmesin.
Sonra evden çıktı.
Bana rastladı. Okumla ona vurma imkanı bulduğum zaman okumu ciğerine sapladım.
Ses çıkartamadan düşüp öldü. Yanma gittim, başını kopardım. Ordugahın yanında
tekbir getirerek koştum. İki arkadaşım da tekbir getirerek koşmaya başladılar.
Vallahi oradakiler kaçtılar. "Haydi, haydi kadın, çocuk ve hafif mallardan
ne alabilirseniz süratle alıp kaçın." dediler. Biz de büyük bir deve
sürüsünü ve kalabalık bir koyun sürüsünü önümüze katıp Rasûlullah (s.a.v.)'a
getirdik. Yanımda Rifaa b. Kaysın başı da vardı. Ra-sûlullah (s.a.v.), o
develerden onüçünü mehrime katkı olsun diye bana verdi. Ben de ailemi yanıma
getirdim." [11]
İbn İshak, Yezid b.
Abdullah b. Kuseyt kanalı ile Ebu Hadred'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bizi Müslümanlardan bir topluluk içinde İdem'e gönderdi. O topluluk
için de Ebu Katade el-Haris b. Rib'i ve Muhallim b. Cessame b. Kays vardı. Biz
yola çıktık ve İdem batnına vardığımız zaman bize Amir b. Azbat el-Eşcaî her
işte kullandığı bir devesinin üzerinde rastladı. Onun az bir eşyası ve bir süt
kabı vardı. Bize rastladığı zaman İslâm selamıyla selam verdi. Biz de kendimize
hakim olup ona dokunmadık. Fakat Muhallim b. Cessame, onun üzerine saldırdı.
Daha önce ikisi arasında geçen bir hadiseden ötürü onu öldürdü, devesini ve
eşyasını aldı.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın
yanına gelip durumu ona haber verdiğimiz zaman bizim hakkımızda şu ayet nazil
oldu:
"Ey inananlar:
Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size Müslüman olduğunu
bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: "Sen mü'min
değilsin." demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz
de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu. İyice araştırıp anlayın, Allah
işlediklerinizden şüphesiz haberdardır." (en-Nisa, 94.)
İbn İshak dedi ki:
Bana Muhammed b. Cafer haber verdi. Ziyad b. Dumayre b. Sa'd ed-Damrî, Urve b.
Zübeyr'den naklen, o da babasından, o da dedesinden naklen haber verdi. (Bu
ikisi Hüneyn gazvesine katılmışlardır.) Dediler ki: "Rasûlullah (s.a.v.),
bize öğle namazını kaldırdı, sonra bir ağacın gölgesine gitti ve ağacın
gölgesinde oturdu. Uyeyne b. Bedir yanına gitti. Amir b. Azbat el-Eşcaî'nin
kanını talep etti. O zamanlar o, Amir oğullarının lideri idi. Rasûlullah, ona
şöyle diyordu:
- Şimdi elli deve, Medine'ye döndüğümüzde de
elli deve vermek şartı ile bu diyeti ödememizi kabul eder misiniz?
Uyeyne b. Bedir ise şu
cevabı veriyordu:
- Vallahi ben onu, bizim kadınlarımıza
tattırdığı acıyı onun kadınlarına da tattınncaya kadar bırakacak değilim.
Bunun üzerine Beni
Leys kabilesinden İbn Mükeyl adında kısa boylu bir adam kalkıp şöyle dedi:
- Vallahi ya
Rasûlallah, İslâm'ın başında adam öldürmek gibi bir
şey bulamadım. Bu,
başı yakalanan, sonu kaçan bir koyun sürüsüne benzedi. Bugün kısas hükmünü ver.
Yarın ise diyet hükmünü ver. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
- Şimdi elli deve, Medine'ye döndüğümüzde de
elli deve olmak' üzere diyet vermemizi kabul eder misiniz?
Rasûlullah, bu
teklifini tekrarladı. Nihayet onlar diyete razı oldular.
Muhallim b.
Cessame'nin kavmi şöyle dedi:
- Onu getirin ki,
Rasûlullah (s.a.v.) onun için mağfiret dilesin. Bunun üzerine esmer, zayıfça,
uzun boylu, üzerinde kendisine ait
bir cübbe içinde,
öldürmeye hazırlanmış bir adam kalktı ve Rasûlullah (s.a.v.)'m önünde durdu.
Rasûlullah (s.a.v.):
"Allah'ım
Muhallim'i bağışlama." dedi. Bu sözünü üç kez tekrarladı. O da
gözyaşlarını elbisesinin ucuyla silerek kalktı.
Bir kavim, Rasûlullah
in, bilahare Muhallim için istiğfarda bulunduğunu iddia etmişlerdir."
İbn İshak, Salim
Ebu'n-Nadr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Onlar diyet
almayı kabul etmediler. Nihayet Akra b. Habis yerinden kalktı. Onlarla başbaşa
görüştü ve şöyle dedi:
- Ey Kays topluluğu! Rasûlullah (s.a.v.),
katili kendisine teslim etmenizi istedi ki, onunla düşmanlarının arasını
bulsun. Ama siz katili ona teslim etmediniz. Rasûlullah (s.a.v.)'m size gazap
etmesinden ve onun gazabı sebebiyle Allah'ın da size gazap etmesinden,
Rasûlul-lah'm size lanet etmesinden ve onun laneti sebebiyle Allah'ın da size
lanet etmesinden emin mi oldunuz? Allah'a yemin ederim ki, ya katili
Rasûlullah'a teslim edersiniz veya Beni Temim kabilesinden elli adam getiririm
ki, adamınızın kafir olarak öldürüldüğüne, asla namaz kılmadığına şahidlik
ederler. Böylece artık onun kan bedelini talep edemezsiniz." Onlar bu
sözü duydukları zaman diyet almayı kabul ettiler ve aldılar."
Bu, mu'dal ve
munkatıdır.
İbn İshak,
yalancılıkla itham edilmeyecek bir kimse kanalıyla Hasan-ı Basrî'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Muhallim, Rasû-lullah'm huzurunda oturduğunda
Rasûlullah ona şöyle sordu: "Önce ona eman verdin, sonra öldürdün değil
mi?" Böyle sorduktan sonra o-na beddua etti. Allah'a yemin ederim ki,
Muhallim mezarda yedi gün kalmadan mezarı onu dışarı attı. Sonra yine gömdüler.
Sonra yine dışarı attı. Sonra yine gömdüler. Sonra yine dışarı attı. Bunun
üzerine Muhallim'in cesedini taşlarla örttüler ve gizlediler. Bu durum, Rasûlullah
(s.a.v.)'a haber verildiğinde o şöyle buyurdu: "Şüphesiz yer, Muhallim'den
daha şerli kimseleri altında gizlemektedir. Ancak Ce-nâb-ı Allah, bu durumu
size göstererek aranızdaki bazı haramlara dikkat etmeniz hususunda size öğüt
vermek istemiştir."
İbn Cerir, Veki,
Cerir, İbn İshak ve Nafi kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Muhallim b. Ces-same'yi bir seriyye ile birlikte
yola çıkardı. Amir b. Azbat, onlarla karşılaştı ve onlara İslâm selamı ile
selam verdi. Cahiliye döneminde bunların arasında bir düşmanlık vardı.
Muhallim, ona bir ok attı ve öldürdü. Bu haber, Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştı. O
da bu hususta Uyey-ne ve Akra ile konuştu. Akra şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Bugün
kıssas hükmünü ver, yarın ise diyet hükmünü ver.
Uyeyne ise şöyle dedi:
- Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, Muhallim'in benim kadınlarıma tattırdığı şeyin aynısını onun
kadınlarına tattırmadan, onları ağlatmadan bu işten vazgeçmeyeceğim.
Sonra, kendisi için
mağfiret talep etsin diye gelip Rasûlullah'm huzurunda oturdu. Rasûlullah
(s.a.v.) ona: "Allah seni bağışlamasın." dedi. Bu durumu kendisine
hatırlattıklarında da Rasûlullah şöyle dedi: "Şüphesiz yer, ondan daha
şerlisini kabul eder. Ama Cenâb-ı Allah, haramlar hakkında size öğüt vermek
istemiştir."
Sonra onu bir dağdan
aşağı yuvarladılar. Üzerine taşlar attılar. Derken şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Ey inananlar,
Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, herşeyi iyice anlayın." {en-Nisâ, 94.)
Ben derim ki: Bu
ayet-i kerimenin nüzul sebebi ve manası hakkında tefsirimizde yeterince bilgi
verdik. Hamd ve minnet Allah'adır. [12]
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde A'meş ve Sa'd b. Ubeyde kanalı ile Ali b. Ebi Talib'in şöyle
dediği rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), Ensâr'dan bir adamı bir seriyyenin başına komutan tayin ederek onları
yola çıkardı. Seriyyedeki adamlara da, komutanlarına itaat etmelerini ve emrini
dinlemelerini buyurdu. Bir ara seriyyedeki adamlar, komutanlarını kızdırdılar.
O da: "Bana o-dun toplayın." emrini verdi. Onlar da topladılar.
Sonra: "Ateş tutuşturun." dedi. Onlar da ateşi tutuşturdular. Sonra:
"Rasûlullah (s.a.v.), emrimi dinlemenizi ve bana itaat etmenizi size
buyurmadı mı?" diye sordu. Onlar: "Evet" deyince: "Öyleyse
bu ateşe girin." dedi. Seriyye-dekiler birbirlerine baktılar. Sonra şöyle
dediler: "Biz. bu ateşin şerrinden Rasûlullah'a sığındık." Bunun
üzerine komutanın öfkesi dindi ve ateş söndürüldü.
Peygamber (s.a.v.)'in
yanma geldiklerinde bu hadiseyi kendisine anlattılar. O da şöyle dedi:
"Eğer ateşe girselerdi, ondan çıkamazlardı. İtaat, sadece iyi şeyler
hususunda olur."
Bu kıssa, Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde ibn Abbas'tan nakledilmiştir. Biz tefsirimizde bu
konuda yeterli açıklamada bulunduk. Hamd ve minnet Allah'adır. [13]
Süheylî'nin tercihine
göre bu umreye "Kısas umresi" denilmiştir. Aynı zamanda buna
"Umretu 1-Kazâ" da denir. Kısas umresi denmesinin sebebi şudur:
Hudeybiye senesinde Müslümanlar mahsur kalıp umre yapamadıklarından bu umreyi
ona karşı bir misilleme (kısas) olarak yapmışlardır. Bunun ikinci delili de
şudur: Cenâb-ı Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Hurumatta
(ihramlarda) kısas vardır."
Bu umreye,
"Umretü'1-Kazâ" denmesinin sebebi şudur: Kaza kelimesi, mukadat
kökünden alınmıştır ki Rasûlullah (s.a.v.), Hudeybiye senesinde müşriklerle
antlaşma yaparak o sene Medine'ye geri dönmeyi, ertesi sene, kmındaki
kılıçlarıyla Mekke'ye gelip umre yapmayı şart koştu ve orada üç günden fazla
kalmamayı da kabul etti. İşte bu umre, Fetih süresindeki şu ayette sözü edilen
umredir:
"Andolsunki
Allah, Peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz,
Allah dilerse, güven içinde, başlarınızı tıraş etmiş veya saçlarınızı kısaltmış
olarak, korkmadan Mescid-i Ha-ram'a gireceksiniz." (el-Feüh, 27.)
Tefsirimizde bu konuda
yeterince açıklamalarda bulunmuşuzdur.
Müslümanların saçlarım
tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Haram'a girecekleri, Peygamber
(s.a.v.)'in, Ömer b. Hattab'a söylediği şu sözde vaad edilmişti. Ömer b.
Hattab, Peygamber Efendi-miz'e şöyle sormuştu:
- Beyt'e geleceğimizi ve onu tavaf edeceğimizi
bize soylememiş-miydin?
Peygamber (s.a.v.),
ona şu cevapı vermişti:
- Evet, ama bu sene
Beyt'e gelip tavaf edeceğimizi sana söylemiş miydim?
- Hayır.
- Bununla beraber mutlaka Beyt'e gelecek ve onu
tavaf edeceksin."
Bu hususa, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın önü sıra Umretü'1-Kazâ gününde Mekke'ye girerken Abdullah b.
Revaha'nın şu sözünde de işaret edilmişti:
"Ey kafir
oğulları! Allah'ın yolundan çekiliniz. Çekiliniz ki, biz
sizinle onun tevili
için savaştık. Nitekim daha önce onun tenzilinin inkarına karşı da sizinle
savaşmıştık."
Yani bu, Rasûlullah
(s.a.v.)'m görmüş olduğu rüyanın tevili idi ve o rüya, sabah aydınlığı gibi
zuhur etmişti.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'den Medine'ye döndüğünde orada rebiyülevvel,
rebiyülahır, cemaziyelevvel, cemaziyela-hir, receb, şaban, ramazan ve şevval
aylarım geçirdi. Bu arada seriy-yeleri gazvelere gönderiyor ve seriyyeler
tertib ediyordu. Sonra zilkade ayında kendisini müşriklerin umreden
menetmelerine karşılık onun yerine (bir yıl sonra) aynı ayda kaza umresini
yapmak üzere yola çıktı. İbn Hişam'm ifadesine göre Medine'ye Uveyf b. Azbat
ed-Düelî'yi vali tayin etti.
Buna Kısas umresi
denilir. Çünkü müşrikler, Rasûlullah (s.a.v.)'ı hicri altıncı senenin haram
ayında, zilkadede umreden menettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onlardan bunun
karşılığını aldı ve hicri yedinci senede daha Önce kendilerini menetmiş
oldukları haram aylardan zilkade ayında Mekke'ye girdi. İbn Abbas'tan bize
ulaşan bir rivayete göre o, şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah, bu hususta şu ayet-i
kerimeyi inzal buyurdu:
"Hurumatta
(ihramlarda) kısas vardır."
Mutemir b. Süleyman,
"Meğazi" adlı eserinde babasından rivayette bulunarak şöyle
demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
Hayber dönüşünde Medine'de ikamete başladı. Zilkade ayı başına kadar müfreze
ve seriyyeleri gazvelere gönderdi ve insanlara şu duyuruyu yaptı: "Umre
için hazırlanın." Onlar da hazırlığa başlayarak Mekke yoluna koyuldular.
İbn İshak dedi ki:
İşte o umresinde kendisiyle birlikte menolun-muş Müslümanlar da onunla birlikte
yola koyuldular. Sene, hicretin yedinci senesi idi. Mekke halkı bunu duydukları
zaman şehirden çıktılar. Kureyşliler kendi aralarında şöyle konuşuyorlardı.
"Muhammed ve ashabı, güçlük, meşakkat ve şiddet içerisindedirler."
İbn İshak,Abdullah b.
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Müşrikler Darü'n-Nedve yanında Rasûlullah'a
ve ashabına bakmak için sıraya dizildiler. Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i
Haram'a girince ri-dası ile iztiba yaptı. Ve sağ pazusunu çıkararak;
"Bugün kuvvet gösterip müşriklere dehşet veren kişiler, Allah'ın
rahmetine mazhar olsunlar." dedi. Sonra rüknü istilam etti ve hervele
yaparak (yürüme ile koşma arasında bir yürüyüş yaparak) çıktı. Onunla birlikte
ashabı da hervele yapıyordu. Taki Ka'be onunla ashabı arasında kaldı. Sonra
Rükn-ü Yemâni'yi istilam etti. Yürüdü ve hacer-i esvedi istilam etti. Sonra
aynı şekilde üç tavafta hervele yaptı. Diğer tavaflarda ise normal yürüdü. İbn
Abbas şöyle diyordu:
İnsanlar, hervelenin
kendilerine lazım gelmediğini sanıyorlardı. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), o
herveleyi ancak Kureyş'in küçük topluluğu zayıf görmelerine karşı bunu
yapmıştı. Nihayet Veda haccını yaptığı zaman o herveleye devam etti. Böylece
sünnet o şekilde devam etti.
Buharî, Süleyman b.
Harb kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) ve
ashabı, Mekke'ye geldiler. Müşrikler: "Size öyle bir heyet geliyor ki,
üzerlerinde Yesrib (Medine) humması vardır. Bu yüzden onlar güçsüz
düşmüşlerdir." dediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), tavafın ilk üç
şavtmda remel yapmalarını (koşarak tavaf etmelerini), hacer-i esved ile Rükn-ü
Yemâni arasında ise normal yürüyüşle yürümelerini emretti.
Kendilerine bir vecibe
olmasın diye tavafın bütün şavtlarmda remel yapmalarını emretmedi.
Ebu Abdullah, İbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Peygamber (s.a.v.), eman aldığı sene
Mekke'ye geldiğinde ashabına şöyle dedi: "Müşrikler gücünüzü görsünler
diye remel yapın." Müşrikler de o zaman Kuaykan dağı tarafında idiler.
Buharî, Ali b.
Abdullah kanalı ile İbn Ebi Evfa'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), umre yaparken kendisine eziyet etmesinler diye onu
müşriklerden ve kölelerinden koruduk."
Bu konudaki
açıklamalar ileride gelecektir.
İbn îshak, Abdullah b.
Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
Umretü'1-Kazâ için Mekke'ye girdiğinde Abdullah b. Revaha, onun devesinin
yularından tutmuş, şöyle diyordu:
"Ey küffar
oğulları! Allah'ın yolundan çekiliniz, çekiliniz ki, bütün hayır onun
elçisindedir.
Ey Rabbim, ben o
elçinin sözüne iman ediyorum. Allah'ın hakkını onun kabulünde bilirim.
Biz sizinle onun
tevili için savaştık. Nitekim daha önce onun tenzilinin inkarına karşı da
sizinle savaşmıştık.
Bir vuruşla ki o, başı
boyundan koparıp götürür, dosta da dostunu unutturur."
İbn Hişam dedi ki:
"Biz seninle onun tevili için savaştık." sözü, beyitlerin sonuna
kadar Ammar b. Yasir'e aittir. Onları Sıffm savaşında söylemiştir. Bunun
delili de şudur: İbn Revaha, sadece müşrikleri kasteder. Müşrikler ise
tenzilini (yani Kur'ân-ı Kerim'in indirilişini) ikrar edip onu tanımazlar.
Halbuki ancak tenzili ikrar eden kimselerle tevil için savaşılır.
İbn Hişam'm
söyledikleri üzerinde faklı görüşler ileri sürülebilir. Çünkü Hafız el-Beyhakî,
Abdürrezzak ve Mamer kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Peygamber (s.a.v.),
Umretü'1-Kazâ için Mekke'ye girdiğinde Abdullah b. Revaha da onun Önü sıra
yürüyordu. Hz. Peygamberin devesinin yularını tutmuş, şöyle diyordu:
"Ey küffar
oğulları! Onun yolundan çekiliniz Çünkü Rahman, onun tenzilini indirmiştir ki,
en hayırlı öldürme onun yolunda yapılan öldürmedir. Biz onun tevili hususunda
sizinle savaştık."
Yine bu senetle
yapılan bir başka rivayette de şöyle denmiştir:
"Ey küffar
oğullan! Onun yolundan çekiliniz. Bugün onun tenzili hususunda sizi vururuz.
Öyle bir vuruş ki,
başı gövdeden ayırıp götürür.
Dosta da dostu
unutturur.
Ey Rabbim, ben onun
sözüne iman etmişimdir."
Yunus b. Bükeyr, Hişam
b. Sa'd kanalı ile Zeyd b. Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'1-Kazâ senesinde Mekke'ye girdi ve devesi
üzerinde Ka'be'yi tavaf edip bastonuyla hacer-i esvedi istilam etti."
İbn Hişam dedi ki:
Rasûlullah, kendisinde herhangi bir hastalık olmaksızın bu şekilde tavaf etti.
Müslümanlar da çevresinde koşuşturuyorlardı. Abdullah b. Revaha ise şöyle
diyordu:
"Dininden başka
din olmayanın adına yemin ederim ki, Elçisi, Muhammed olanın adına yemin ederim
ki, Ey küffar oğulları! Onun yolundan çekiliniz."
Musa b. Ukbe,
Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), hicri yedinci
senenin zilkade ayında yani Hudeybiye'den sonraki sene, umre niyetiyle
Medine'den çıktı. Zilkade, müşriklerin kendisini Mescid-i Haram'dan
menettikleri ay idi. Ye'cic mevkiine vardığı zaman bütün kalkanlarını,
mızraklarını ve oklarını indirdiler. Sadece yolcuya mahsus kılıçlarıyla
birlikte Mekke'ye girdiler. Rasûlullah (s.a.v.), Cafer b. Ebi Talib'i Meymune
binti Haris el-Amiriye'ye göndererek evlenme teklifinde bulundu. Ve bu işi
amcası Abbas'a havale etti. Abbas, Meymune'nin kız kardeşi Ümmü Fadl binti
Haris ile evli idi. Abbas, Meymune'yi Rasûlullah (s.a.v.)'la evlendirdi.
Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'ye geldiğinde ashabına şu emri verdi:
"Omuzlarınızı açın ve tavaf esnasında koşun." Müşrikler, onların güç
ve kuvvetlerini görsünler diye ashabına bu emri verdi. Bütün gücü ile onlara
karşı taktikler kuruyordu. Mekke'nin bütün erkek, kadın ve çocukları onun
etrafını sarmışlar, ona ve ashabına bakıyorlardı. Onlar ise Beyt'i tavaf
ediyorlardı. Bu esnada Abdullah b. Revaha, kılıcını çekmiş olarak Rasûlullah'm
önünde şu şiiri okuyordu:
"Ey küffar oğulları!
Onun yolundan çekiliniz. Ben, onun Allah elçisi olduğuna şahidim.
Rahman onun tenzilini
indirdi. Rasûlüne okunan sahifeler üzerinde Kur'ân'ı inzal buyurdu.
Daha önce onun
indirilişi hususunda sizi vurduğumuz gibi bugün de onun tevili hususunda sizi
vuruyoruz.
Öyle bir vuruş ki,
başı gövdeden ayırır ve dosta da dostu unutturur."
Müşriklerin eşrafından
bazı kimseler, Rasûlullah (s.a.v.)'a olan öfke, kin, haset ve rekabetlerinden
dolayı uzaklaşmış, onu görmek istememiş ve Handeme denilen bir dağa gitmişlerdi.
Rasûlullah, Mekke'de üç gece ikamet etti. Bu, Hudeybiye gününde alman
kararların sonuncusu idi.
Dördüncü günün
sabahında Süheyl b. Amr ile Huveytib b. Abdi'l-Uzza onun yanma geldiler.
Rasûlullah (s.a.v.), o esnada Ensâr meclisinde Sa'd b. Ubade ile konuşmakta
idi. Huveytib b. Abdi'1-Uzza şöyle seslendi: Allah için aramızdaki akde riayet
ederek diyarımızdan çıkıp git. Üç günlük müddet doldu.
Sa'd b. Ubade de şöyle
dedi:
- Yalan söyledin,
anası ölesice! Burası senin de babanın da diyarı değildir. Vallahi Rasûlullah
buradan çıkmayacaktır.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Süheyl ile Huveytib'e seslenerek şöyle dedi:
- Ben, burada sizin
diyarınızda yeni evlendim. Burada kalıp gerdeğe girmemin, yemek yapıp sizinle
birlikte yememin ne zararı olur?
Onlar şu cevabı
verdiler:
- Allah için ahde
riayet et. Derhal buradan çıkıp git.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Rafı'e emir verdi. O da yolculuk için ashabın
hazırlanması gerektiğini duyurdu. Rasûlullah (s.a.v.) bineğine binip yola
çıktı. Nihayet Şerif vadisine varıp indi. Rasûlullah, Meymune'yi alıp
getirmesi için Ebu Rafi'i Mekke'de bırakmıştı. Meymune ve beraberindeki
kimseler, müşriklerin beyinsiz takımı ile çocuklarından eziyetler gördüler.
Nihayet Meymune, Şerifte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldi. Rasûlullah
(s.a.v.), onunla gerdeğe girdi. Sonra geceleyin yola koyuldu ve nihayet
Medine'ye ulaştı.
Cenâb-ı Allah,
Meymune'nin bir müddet sonra Şerifte vefat etmesini takdir buyurmuştu. Nihayet
aradan bir zaman geçti ve Meymune, Rasûlullah (s.a.v.)'la gerdeğe girdiği
yerde vefat etti.
Rivayetin sahibi
Zührî, daha sonra İbn Hamza'nm kıssasını anlatmış ve sonunda şöyle demiştir:
Bu umre hakkında Aziz ve Celil olan Allah, şu ayeti inzal buyurdu:
"Hürmetli ay,
hürmetli aya mukabildir. Hürmetler karşılıklıdır. O halde, size tecavüz edene,
size tecavüz ettikleri gibi tecavüz edin."
(el-Bakara, 194.)
Her ne kadar
Rasûlullah (s.a.v.), hicri altıncı senenin zilkade ayında umreden menedilmişse
de bir sene sonra aynı ayda umre yaptı.
Buharî'nin sahihinde
Fuleyh b. Süleyman kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), umre niyetiyle Medine'den çıktı. Fakat Kureyş
kafirleri, onu Ka'be'den menettiler. O da Hudeybiye'de kurbanını kesip başını
tıraş etti. Müşriklerle, ertesi sene umre yapmak ve sadece kılıcıyla Mekke'ye
girmek, orada diledikleri kadar ikamet etmek üzere antlaşma yaptı. Ertesi sene
Mekke'ye geldi. Umresini yaptı. Antlaşmaya göre ibadetini eda etti. Orada üç
gün ikamet ettikten sonra Kureyşliler, Mekke'den çıkmasını istediler. O da
çıktı."
Vakidî, Abdullah b.
Nafı kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu,
Umretü'1-Kazâ değildi. Bu ancak Müslümanlara karşı koşulan bir şart idi ki, bu
şarta göre Müslümanlar hicri altıncı senenin değil, yedinci senenin zilkade
ayında Ka'be'yi tavaf edeceklerdi."
Ebu Davud, Nüfeylî ve
Muhammed b. Seleme kanalı ile Meymun b. Mihran'ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Şam halkının, İbn Zü-beyr'i Mekke'de muhasara altında tuttuğu sene,
umre için Mekke yoluna koyuldum. Kavmimden bazı adamlar benimle birlikte, bir
kurban gönderdiler. Şam ehline vardığımızda onlar, Harem'e girmemize mani
oldular. Ben de bulunduğum yerde kurbanı kestim. Sonra ihramdan çıkıp geri
döndüm. Ertesi sene olunca umremi kaza etmek için tekrar Mekke yoluna koyuldum.
Mekke'ye geldim ve İbn Abbas'a uğrayıp durumu sordum. O da şöyle cevap verdi:
"Kurbanı değiştir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Hudeybiye senesinde kurban
kesmiş olan ashabına, Umretü'l-Kazâ'da yeniden kesmelerini emretmişti."
Beyhakî, Amr b. Meymun'un
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Babam çok defa şu soruyu sorardı:
"Rasûlullah (s.a.v.), müşrikler kendisini Ka'be'yi tavaf etmekten
alıkoydukları zaman (Hudeybiye zamanı) kesmiş olduğu kurbanın yerine (bir yıl
sonra yaptığı umre zamanında) yine kurban kesti mi ve bu hususta herhangi bir
sakınca görmedi mi?" Hatta bir zaman babamın bu soruyu, Ebu Hadır
el-Him-yerî'ye de sorduğunu ve Ebu Hadır el-Himyerî'nin de ona şu cevabı
verdiğini işittim:
"Bunu tam adamına
sordun. Ben ilk kuşatma esnasında İbn Zü-beyr'in kuşatıldığı senede hac yaptım
ve kurban kestim. O zaman bizi Ka'be'yi tavaf etmekten menetmişlerdi. Ben de
Harem-i Şerifte kurbanımı kesip Yemen'e döndüm. Ve şöyle dedim: RasûluUah'da,
benim için uyulacak bir örnek vardır.
Ertesi sene olunca
yine hacettim. İbn Abbas'a rastladım ve geçen sene kesmiş olduğum kurbandan
ayrı bir kurban kesmemin gerekip gerekmediğini sordum. O da şu cevapı verdi:
"Evet, kesmen gerekir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)'la ashabı, müşriklerin
kendilerini Ka'be'yi tavaf etmekten alıkoydukları senede (Hudeybiye senesinde)
kurban kesmişler ve Umretu 1-Kazâ'da da yeniden kurban kesmişlerdi. Ancak deve
onlara pahalı gelmiş idi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), sığır kesmelerine
ruhsat vermişti."
Vakidî, Ganim b. Ebi
Ganim kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah
(s.a.v.), Naciye b. Cündüb el-Eslemî'yi kurbanları üzerine görevlendirmişti. O
da bu kurbanlık hayvanları onun önü sıra gütmekte idi. Beraberinde Eşlem
kabilesinden dört delikanlı ile birlikte bu kurbanlıklar için ağaçlardan
yapraklar toplayıp onlara yediriyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'da
altmış deveyi önüne katmış ve kurban etmişti."
Muhammed b. Nuaym
el-Mücemmer, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben de kurbanlık
deve sahibi ile birlikte olup o kurbanlık hayvanları gütmekte idim."
Vakidî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), telbiye getirerek yoluna devam etti. Müslümanlar da onunla
birlikte telbiye getirmekte idiler. Muhammed b. Mesleme, at üzerinde Merru
z-Zehran'a doğru gitti. Orada Kureyş'ten bir toplulukla karşılaştı. Onlar,
Muhammed b, Mesleme'-ye durumu sordular. O, şu cevabı verdi:
- İşte Rasûlullah
(s.a.v.), inşaallah sabahleyin bu menzile ulaşacaktır.
Oradakiler, Beşir b.
Sa'd ile beraber birçok silah gördüler. Koşarak gelip Kureyşlilere durumu
haber verdiler. Gördükleri silahları ve atları anlattılar. Bunun üzerine
Kureyşliler korktular ve şöyle dediler: "Allah'a yemin ederiz ki, biz
herhangi bir vukuat yapmış değiliz. Biz antlaşma şartlarına sadıkız. Antlaşma
metninde yazılı şeylere riayet etmekteyiz. Muhammed ve ashabı daha ne diye
bizim üzerimize geliyorlar?"
Rasûlullah (s.a.v.),
Merrü'z-Zehran'a gelerek konakladı. Silahları
Batnı Ye'cic'e
gönderdi. Orası Harem'deki putlara bakan bir yerdi. Kureyşliler, Mikrez b. Hafs
b. Ahnefi bir grub adamla birlikte oraya gönderdiler. Onlar, Batnı Ye'cic'de
Rasûlullah (s.a.v.)'ı ashabı arasında buldular. Yanlarında kurbanlıklar ve
silahlar vardı. İç içe idiler. Rasûlullah'a: "Ya Muhammed! Küçüklüğünde ve
büyüklüğünde ahde vefasızlık ettiğin görülmemiştir. Ama şimdi görüyoruz ki,
silahlı olarak Harem'e, kavmin olan Kureyşlilerin üzerine gelmektesin. Oysa
kınmdaki kılıçlarla misafire mahsus silahlarla Harem'e gelmeyi kabul etmiştin.
Bu şarta uyacağım söylemiştin." dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de:
- Hayır, kavmimin
üzerine silahlı olarak gelmiyorum, dedi. Mikrez b. Hafs da şöyle dedi:
- İşte iyilik ve
vefadarlık bununla bilinir.
Böyle dedikten sonra
arkadaşlarıyla birlikte hızla Mekke'ye dönüp gitti.
Mikrez b. Hafs,
Peygamber (s.a.v.)'in haberini Mekke'ye getirdiğinde Kureyşliler, Mekke'den
çıkıp dağ başlarına yöneldiler. Mekke'yi tahliye ettiler. Ve: "Muhammed
ile ashabına bakmayacağız." dediler.
Peygamber (s.a.v.) de
kurbanlık hayvanların önü sıra güdülmesi-ni emretti. Yola çıktılar. Nihayet Zi
Tuva'da durduruldular. Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı yola çıktılar. O, Kasva
adındaki devesine binmişti. Ashabı onu çevrelemişti. Bu arada kılıçlarını
çekmiş vaziyette telbiye getiriyorlardı. Zi Tuva mevkiine vardığında Kasva adlı
devesi üzerinde durdu. İbn Revaha da o devenin yularını tutmuş olarak şu şiiri
okuyordu:
"Ey küffar
oğulları! Onun yolundan çekiliniz!......"
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde İbn Abbasın şöyle dediği rivayet edilir: Rasûlullah ve ashabı,
hicri yedinci senenin zilkade ayının dördüncü gününün sabahında Mekke'ye
geldiler. Müşrikler: "Size, Medine hummasının güçsüz düşürdüğü bir
topluluk geliyor." dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da sahabelerine; tavafın
ilk üç turunda remel yapmalarını yani koşarak tavaf etmelerini ve Rükn-ü
Yemâni ile hacer-i esved arasında ise normal yürüyüşle yürümelerini emretti.
Sahabelerini daha fazla yormamak için bütün tavaf turlarını remel ile yapmalarını
emretmedi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Sabah ve İsmail b. Zeke-riya kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), umre için Merrü'z- Zehran'a gelip mola verdiğinde, Kureyşlilerin:
"Muhammed ve sahabeleri zayıflıklarından ve güçsüzlüklerinden dolayı hızlı
yürüyemiyorlar." şeklindeki konuşmalan sahabelere ulaştı. Ve şöyle
dediler: "Bineklerimizi kesip etlerini yesek ve suyundan da çorba yapıp
içsek, sabahleyin biraz güçlenerek Kureyşlüerin üzerine gideriz."
Sahabelerin bu teklifine karşı Rasû-lullah (s.a.v.): "Böyle yapmayın. Ama
yanınızdaki azıklarınızı yanıma getirip toplayın." dedi. Onlar da
azıklarım toplayıp getirdiler. Deri sofralarını serdiler. Yemeğe başladılar.
Sonunda geride biraz da arta kaldı. Sahabelerden her biri arta kalan azığı
kendi dağarcığına koydu.
Rasûlullah (s.a.v.),
daha sonra Mekke-i Mükerreme'ye yöneldi. Mescid-i Haram'a girdi. Kureyşliler de
Hatim'in etrafında oturdular. Rasûlullah, kendi ridası ile iztiba yaptı. Sonra:
"Kureyşliler, sizde zaaf eseri görmesinler." dedi. Sonra Rükn-ü
Yemâni'yi istilam etti. Arkasından da remel yaptı. Rükn-ü Yemâni'yi geride
bıraktıktan sonra hacer-i esvede doğru geldi. Kureyşliler: "Bunlar
yürümeye razı olmuyorlar. Ama geyik kaçışı gibi kaçışıyorlar." dediler.
Rasûlullah (s.a.v.) bu şekilde üç tavaf yaptı ve bu tavaf sünnet oldu."
Ebu Tufeyl, İbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Veda
haccmda böyle yaptı."
Ebu Davud, Ebu
Tufeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben İbn Abbas'a dedim ki:
- Kavmim, Rasûlullah (s.a.v.)'m Beyt'i remel
ile tavaf ettiğini ve bunun da sünnet olduğunu iddia ediyor. Bu doğru mudur?
- Evet, hem doğra
söylediler, hem de yalan söylediler.
- Hangi hususta doğru
söylediler, hangi hususta da yalan söylediler?
- Doğru söyledikleri
şudur: Rasûlullah (s.a.v.), remel yaptı. Yalan söyledikleri husus da şudur: Bu
sünnet değildir. Çünkü
Hudeybiye zamanında
Kureyşliler şöyle demişlerdi: "Muhammed ve ashabını, deve ve koyunların
burnuna musallat olan kurtçuğun ölmesi gibi, onları da ölünceye kadar kendi
hallerine bırakın." Bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'la barış antlaşması
yaparak Müslümanların ertesi sene gelmeleri ve Mekke'de üç gün süre ile ikamet
etmeleri şartını kabul ettiklerinde Rasûlullah (s.a.v.), ertesi sene Mekke'ye
geldi. Müşrikler ise Kuaykian dağı tarafında bulunuyorlardı. O esnada Rasûlullah
(s.a.v.), ashabına: "Tavafın ilk üç turunu remel yapın (koşarak yapın)."
dedi. Ama bu sünnet değildir."
Tavafta remel yapmak,
cumhurun mezhebine göre sünnettir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'da
ve Cirâne umresinde remel yapmıştır. Nitekim Ebu Davud ve İbn Mace, İbn
Abbas'tan bu doğrultuda bir rivayette bulunmuşlardır.
Cabir'in, Müslim ve
diğerleri tarafından nakledilen bir hadisine göre Peygamber (s.a.v.), Veda
haccındaki tavafında remel yapmıştır.
Bu yüzden Ömer b.
Hattab şöyle demiştir: "İki remel niye olsun ki? Cenâb-ı Allah, İslâmiyeti
mi uzattı? Ama bununla birlikte biz, Rasûlullah (s.a.v.)'m yaptığı bir işi
yapmamazlık etmeyiz." Bu konunun detaylı anlatılacağı yer,
Kitâbu'l-Ahkâm'dır.
Meşhur rivayete göre
İbn Abbas, tavafta remel yapmayı sünnet olarak görmüyordu. Nitekim Buhari ve
Müslim'in sahihlerinde İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), güç ve kuvvetini müşrikler görsünler diye Beyt'i, Safa ve Merve'yi,
koşarak tavaf ve say etmiştir."
Vakidî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'da ibadetini tamamladıktan sonra Beyt'e
girdi. Bilal çıkıp Ka'be'nin damında ezan okuyuncaya kadar içeride durdu.
Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'nin damına çıkıp ezan okumasını Bilal'e emretmişti.
İkrime b. Ebi Cehil dedi ki:
"Bu kölenin
söylediği sözleri işitmesini nasib etmemekle Allah, Ebu Hakem'e (Babam Ebu
Cehil1 e) ikramda bulunmuştur."
Safvan b. Ümeyye de
şöyle demiştir:
"Babamı -bu
halleri görmeden önce- öldüren Allah'a hamd olsun."
Halid b. Üseyd şöyle
demiştir:
"Allah'a hamd
olsun ki, babamı öldürdü de bu güne yetişmedi ve Bilal'ın, Ka'be'nin dammdaki
anırışını duymadı!"
Süheyl b. Amr ve
beraberindeki birkaç adam da Ka'be'nin damında okunan ezan sesini
duyduklarında yüzlerini örtmüşlerdi.
Hafız el-Beyhakî dedi
ki: Cenâb-ı Allah, o adamların çoğunu İslâm'a girdirerek ikramına mazhar
kıldı.
Ben derim ki: Beyhakî,
Vakidî kanalıyla böyle anlattı ve dedi ki, bu hadiseler Umretü'1-Kazâ esnasında
cereyan etti. Oysa meşhur kavle göre bu hadiseler, Mekke fethi senesinde
cereyan etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [14]
İbn İshak, Ebban b.
Salih ve Abdullah b. Ebi Necih kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet
etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bu seferinde (Umretü'1-Kazâ) ihramlı iken
Haris'in kızı Meymune ile evlendi. Meymune'yi ona nikahlayan kişi ise, Abbas
b. Abdülmuttalib idi.
İbn Hişanı dedi ki:
Meynaune, işini kız kardeşi Ümmü Fadl'a havale etti. Ümmü Fadl ise Abbas'm
zevcesi idi. Ümmü Fadl da onun işini Abbas'a havale etti. O da onu Mekke'de
Rasûlullah (s.a.v.)'a nikahladı. Rasûlullah (s.a.v.)'m yerine ona 400 dirhem
mehir verdi.
Süheylî'nin
anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.)'m evlenme talebine dair haber kendisine
ulaştığında Meymune bir deveye binmiş halde idi ki, o esnada şöyle dedi:
"Deve ve üzerindeki Rasûlullah (s.a.v.)'-mdır."
İbn Abbas dedi ki: Bu
hususta şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Ve Peygamber
nikahlanmayı dilediği takdirde -müminlerden ayrı, sırf sana mahsus olmak
üzere- kendisinin mehrini peygambere hibe eden mü'min kadını almanı helal
kılmışızdır." (el-Ahzab, 50.)
Buharî, İbn Abbas'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), ihramlı iken Meymune ile evlendi. İhramdan çıktığı zaman onunla
gerdeğe girdi. Meymune, Şerifte vefat etti.'
Süheylî, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), ihramdan çıktıktan
sonra Meymune ile evlendi."
Bu rivayetin Arapça
aslında geçen muhrim kelimesini, Rasûlullah (s.a.v.)'m haram ayda iken Meymune
ile evlenmiş olduğu şeklinde tevil etmişlerdir. Nitekim şairin biri de şöyle
demiştir:
"Halife Affan
oğlu Osman'ı muhrim (haram ayda) iken öldürdüler. O da beddua etti. Onun gibi
yardımsız bırakılan bir kimse görmedim."
Ben derim ki: Bu
anlayış tartışılabilir. Çünkü İbn Abbas'tan bunun aksine birbirini teyid edici
rivayetler gelmiştir. Özellikle şu rivayet cerh etmektedir: "Rasûlullah,
muhrim iken Meymune ile evlendi. Ama muhrim değilken onunla gerdeğe
girdi." Gerdeğe girişi, zilkade ayında olmuştu ki, bu da haram
aylardandır. Şu halde, "muhrim değilken" sözü, helal ayın dışında
gerdeğe girmiş olması gibi bir manayı akla getirir ki, bu durumda "muhrim
değil iken" sözü ile ihramda
değil i] en manası
kastedilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.
Muhammed b, Yahya
ez~Zühlî, Abdürrezzak kanalı ile Sevrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bu hususta Medine ehlinin kavline itibar edilmez. Çünkü bana İbn Abbas'm
şöyle dediğine dair bir haber ulaştı: "Rasûlullah. (s.a.v.), muhrim
(ihramlı) iken evlendi."
Buharî'nin sahihinde,
İbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı
iken Meymune ile evlendi."
Said b. Müseyyeb dedi
ki: "Meymune, her ne kadar İbn Abbas'm teyzesi ise de İbn Abbas bu hususta
yanılmıştır. Vehmetmiştir. Çünkü Rasûlullah, ihramdan çıktıktan sonra Meymune
ile evlenmiştir."
Yunus, İbn İshak'tan
rivayet etti ki, Said b. Müseyyeb şöyle demiştir: Abdullah b. Abbas iddia
ediyor ki, Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken Meymune'yi nikahlamıştır.
Böyle diyerek onun
sözünü anlatmıştır. Ancak Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'ye geldi. İhramdan çıkması
ile Meymune'yi nikahlaması bir arada oldu. Bu da İbn Abbasi şaşırttı. Onu bu
hususta vehme sürükledi.
Müslim ve sünen ehli
hadisçiler, Yezid b. Esamin el-Amirî kanalı ile Haris kızı Meymune'nin şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), her ikimiz de ihramlı değil iken Şerifte benimle evlendi."
Hafız el-Beyhakî, Ebu
Abdullah el-Hafız kanalı ile Rafii'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı değil iken Meymune ile evlendi. Yine
ihramlı değil iken onunla gerdeğe girdi. Ben de ikisinin arasında elçi
idim."
Ben derim ki: Meymune,
altmışüç yaşında iken Şerifte vefat etti. Altmış yaşında vefat ettiğini
söyleyenler de olmuştur. Allah ondan razı olsun. [15]
Musa b. Ukbe'nin daha
Önceki sayfalarda da geçen ifadelerine göre Kureyşliler, Mekke'de dört gün
geçtikten sonra Huveytib b. Abdi'l-Uzza'yı Rasûlullah'a gönderdiler ki,
antlaşma gereğince Mekke'den ayrılıp gitsin. Fakat Rasûlullah (s.a.v.), Meymune
ile Mekke'de yapmış olduğu evlilik sebebiyle Kureyşlilere bir düğün yemeği
vermek istediğini bildirdi. Böyle yapmakla aralarında bir dostluk tesisini
a-maçlamıştı. Ama Kureyşliler, onun bu teklifini kabule yanaşmadılar ve:
"Hayır, hayır, sen buradan çıkıp git." dediler. O da çıkıp gitti. İbn
îshak da böyle bir anlatımda bulunmuştur.
Buharî, Ubeydullah b.
Musa kanalı ile Bera'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.),
zilkade ayında umre yaptı. Fakat Mekkeliler onun Mekke'ye girmesine müsaade
etmediler. Bunun üzerine o da ertesi sene üç gün müddetle gelip Mekke'de
kalmak ve umre yapmak şartıyla onlarla antlaşmaya vardı. Antlaşma metnini yazmaya
başladıkları zaman katiplik yapan Hz. Ali; "Bu, Rasûlullah Mu-hammed'in,
üzerinde antlaşmaya vardığı şeydir." diye yazınca müşrikler: "Biz
senin bu unvanını kabul etmiyoruz. Eğer senin Allah Ra-sûlü olduğunu kabul
etseydik, senin Mekke'ye girmene engel olmazdık. Sen sadece Abdullah oğlu
Muhammed'sin." dediler. O da: "Ben Allah'ın Rasûlü ve Abdullah oğlu
Muhammed'im." dedi. Sonra Ebu Talib oğlu Ali'ye: "Allah Rasûlü
sözlerini sil." dedi. Hz. Ali ise: "Hayır, vallahi hiçbir zaman senin
unvanını silmem." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) kağıdı eline
aldı. Ama o güzelce yazmasını bilmiyordu. Şöyle yazdı: "Bu, Abdullah oğlu
Muhammed'in, üzerinde antlaşmaya vardığı şeydir ki, o, silahlı olarak Mekke'ye
girmeyecektir. Sadece kımndaki kılıcını üzerinde bulunduracaktır. Ve kendisine
tabi olmak isteyen herhangi bir Mekkeliyi de Mekke'den çıkarmayacaktır.
Ashabından Mekke'de kalmak isteyen kimseye de engel olmayacaktır."
Nihayet ertesi sene
Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'ye girdi. Umresini yaptı. Süre dolunca müşrikler, Hz.
Ali'nin yanma gelip şöyle dediler: "Arkadaşına de ki, bizim yanımızdan
çıkıp gitsin. Çünkü vade doldu." Peygamber (s.a.v.) de bunun üzerine
Mekke'den çıktı. Hz. Hamza'nın kızı: "Amca! Amca!" diye bağırarak
peşine düştü. Hz. Ali, kızcağızı yanma aldı. Elini tuttu ve Fatıma'ya:
"Amcanın kızma sahip ol." dedi. O da kızcağızı omuzuna aldı. Bu
çocuğu yanlarına almak hususunda Hz. Ali, Hz. Zeyd ve Hz. Cafer birbirleriyle
tartışmaya başladılar. Hz. Ali:
- Onu ben yanıma
alırım. Çünkü o benim amcamın kızıdır, dedi. Hz. Cafer:
- Bu benim amcamın
kızıdır. Teyzesi de nikahımdadır, dedi. Hz. Zeyd:
- Bu benim kardeşimin
kızıdır, dedi.
Hz. Peygamber, bu kız
çocuğunun teyzesi yanında kalmasına hüküm verdi ve: "Teyze, ana
mesabesindedir," dedi. Hz. Ali'ye: "Sen bendensin, ben de
sendenim." dedi. Dönüp Hz. Cafer'e ise: "Senin yaratılışın ve
ahlakın bana benzedi." dedi. Hz. Zeyd'e ise şöyle dedi: "Sen bizim
kardeşimiz ve mevlamızsın."
Hz. Ali, Zeyd'e şöyle
dedi: "Hamza'nın kızıyla evlenemez misin?"
Zeyd ise şu cevabı
verdi:
- O benim süt
kardeşimin kızıdır.
Vakidî, Hz. Hamza'nın
kızının hikayesini rivayet ederek İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdülmuttalib oğlu Hamza'nın kızı Ümmare ve annesi Selma binti Ümeys,
Mekke'de idiler. Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'ye geldiğinde bu hususta Ebu Talib
oğlu Ali gidip Rasûlullah'la konuştu ve ona şöyle dedi:
- Amcamızın kızım ne
diye müşrikler arasında yetim bırakacağız?
Hz. Ali'nin, Hz.
Hamza'nın kızını Mekke'den çıkarmasına Rasûlullah engel olmadı. O da kızı
Mekke'den çıkardı. Hz. Hamza'nın vasisi olan Zeyd b. Harise konuşmaya başladı.
Peygamber (s.a.v.), Muhacirler arasında kardeşlik tesis ederken Harnza ile
Zeyd'i de birbirlerine kardeş kılmıştı. Söze başlayan Zeyd dedi ki:
- Hamza'nın kızını yanıma alma hakkına en fazla
ben sahibim. Çünkü bu benim kardeşimin kızıdır.
Cafer, bunu işitince
şöyle dedi:
- Teyze, anne mesabesindedir. Teyzesi Esma
binti Ümeys benim nikahımda bulunduğundan bu kızı en fazla yanma alma hakkına
sahip olan kişi benim.
Hz. Ali ise şöyle
dedi:
- Görüyorum ki bu hususta tartışıyorsunuz. Bu
kız benim amcamın kızıdır. Ve bunu müşrikler arasından çıkarıp getiren benim.
Benden başka hiçbiriniz bunu yanma alma hakkına sahip değilsiniz.
Peygamber (s.a.v.) ise
şöyle dedi:
- Aranızda ben hüküm
vereceğim. Ey Zeyd, sen Allah'ın ve Rasû-lullah'm mevlasısm. Sen ey Cafer,
senin yaratılışın ve ahlakın benimkine benzer. Sen ey Cafer, bu kızı yanma
alma hakkına en fazla sahip olan sensin. Çünkü bunun teyzesi senin
nikahmdadır. Ve dahi bir kadın, kendi teyzesinin veya halasının üzerine kuma
olamaz.
Böyle diyerek Peygamber
(s.a.v.), Hz. Hamza'nın kızman, Cafer'in yanma bırakılmasına hükmetti."
Vakidî dedi ki:
Peygamber (s.a.v.), Hz. Hamza'nın kızının, Cafer'in yanma verilmesine
hükmedince Cafer, kalkıp onun çevresinde tek ayak üzerinde sıçrayarak koşmaya
başladı. Peygamber (s.a.v.):
- Bu da ne ey Cafer?
diye sorunca Cafer şöyle cevap verdi:
- Ya Rasûlallah,
Necaşi bir kimseyi memnun ettiği zaman o kişi kalkar ve Necaşi'nin etrafında
tek ayak üzerinde sıçrayarak koşardı. Onun için ben de öyle yaptım. Sen bu
kızla evlenecek misin?
- Ey Cafer! O benim
süt kardeşimin kızıdır,
Rasûlullah (s.a.v.),
Hz. Hamza'nın bu kızını Seleme b. Ebi Seleme ile evlendirdi. Ve Peygamber
(s.a.v.) şöyle derdi: "Böyle yapmakla Ebu Seleme'ye hak ettiği karşılığı
verdim mi?"
Ben derim ki: Ümmü
Seleme'yi Peygamber (s.a.v.)'le evlendiren kişi Seleme idi. Çünkü Seleme,
kardeşi Ömer b. Ebi Seleme'den yaşça daha büyük idi. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), zilhicce ayında Medine'ye döndü. O seneki haccm idaresini
müşrikler yürüttüler.
İbn Hişam dedi ki: Ebu
Ubeyde'nin bana anlattığına göre bu umre hakkında Cenâb-ı Allah, şu ayet-i
kerimeyi inzal buyurdu:
"Andolsun ki
Allah, peygamberinin rüyasının gerçek olduğunu tasdik eder. Ey inananlar! Siz,
Allah dilerse, güven için de, başlarınızı tıraş etmiş ve saçlarınızı kısaltmış
olarak, korkmadan Mescid-i Ha-ram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi
bilir, size, bundan başka, yakın zamanda bir zafer verecektir."
(el-Fetih, 27.)
Bu ayet-i kerimede
geçen fetih kelimesi ile Hayber fethi kastedilmiştir. [16]
Beyhakî, bu fasılda
Beni Süleym kabilesine giden İbn Ebi Avca es-Sülemî seriyyesini anlatmış ve
şöyle demiştir: Vakidî, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etti:
Rasûlullah (s.a.v.),
Umretü'l-Kazâ'dan döndükten sonra hicri yedinci senenin zilhicce ayında
Medine'ye döndü. İbn Avca es-Sülemî'yi elli süvari ile yola çıkardı. Gözcü kişi
kavmine gitti. Onları uyardı ve seriyyenin geliş haberini ulaştırdı. Onlar da
büyük bir kalabalık topladılar. İbn Ebi Avca, onların üzerine geldi. Onlar
savaşa hazırlanmıştı. Rasûlullah'm sahabeleri, onları toplu halde görünce
İslâm'a davet etti. Fakat bunlar sahabelerin davetine kulak vermeyip onları ok
yağmuruna tutarak: "Bizi davet ettiğiniz şeye ihtiyacımız yok." dediler.
Bir saat boyunca onları ok yağmuruna tuttular. Öte yandan onlara takviye
kuvvetleri geldi. Sahabeleri her taraftan çevrelediler. Müo-lümanlarla şiddetli
bir çarpışmaya başladılar. Seriyyedeki sahabelerin çoğu öldürüldü. İbn Ebi
Avca da birçok yerinden yaralandı. Hicri sekizinci senenin safer ayının ilk
gününde hayatta kalan arkadaşlarıyla birlikte Medine'ye güçlükle dönebildi. [17]
Vakidî dedi ki: Hicri
yedinci senenin muharrem ayında Rasûlullah (s.a.v.), kızı Zeyneb'i kocası
Ebu'l-As. b. Rebi'a iade etti. Biz bu hususta daha önce açıklamada bulunmuştuk.
Yine bu ayda Hatib b. Ebi Baltaa, beraberinde Mariye ve Şirin adlı cariyelerle
birlikte Mü-kavkis'in yanından dönüp Medine'ye döndü. Bu iki cariye yolda iken
Müslüman olmuşlardı. Hatib, beraberinde bir de iğdiş edilmiş bir köle
getirmişti.
Vakidî dedi ki: Yine
hicri yedinci senede Rasûlullah (s.a.v.), iki basamaklı ve oturaklı minberini
yaptırmıştı. Oysa nezdimizde sabit olan kavle göre Rasûlullah bu minberini
hicretin sekizinci senesinde yaptırmıştır. [18]
Bu fasılda Amr b. As,
Halid b. Velid, Osman b. Talha Ebu Tal-ha'nın İslâm'a girişlerinden
bahsedilmektedir. Bunlar, hicretin sekizinci senenin başlarında Medine'ye
gelip Müslüman olmuşlardı.
İbn İshak'ın
anlattığına göre Ebu Rafı adındaki Yahudinin öldürülmesinden sonra bu zatlar
Müslüman olmuşlardır. Bununla ilgili kısa bir açıklama daha önceki sayfalarda
verilmiştir ki, Ebu Rafı adındaki Yahudi, hicri beşinci senede öldürülmüştü.
Ancak, Hafız
el-Beyhakî, bu konuyu Umretu 1- Kaza 'dan sonra burada anlatmıştır. O, Vakidî
kanalıyla rivayet ederek Amr b. Asın şöyle dediğini nakletmiştir:
"Ben, İslâm'dan
uzaklaşan inatçı bir kimse idim. Müşriklerle birlikte Bedir savaşına katıldım.
Kurtuldum. Sonra Uhud savaşma katıldım, yine kurtuldum. Bir ara kendi kendime
şöyle dedim: "Daha ne zamana kadar tedbir alacak ve savaşacağım? Allah'a
yemin ederim ki, Muhammed Kureyşlilere üstün gelecektir." Böyle dedikten
sonra Raht denilen yerdeki mallarımın başına gittim. İnsanlarla artık az görüşür
oldum. Hudeybiye'de Rasûlullah (s.a.v.), Kureyşlilerle birlikte barış
antlaşması yapıp Medine'ye döndüğünde ve Kureyşliler de Mekke'ye döndüklerinde
yine kendi kendime şöyle dedim:
"Gelecek sene
Muhammed ve ashabı Mekke'ye gireceklerdir. Artık ne Mekke'de durabilirim ne de
Taif te. Buralardan çıkıp gitmekten daha iyi bir yol yok."
O zaman ben İslâm'dan
henüz uzakta idim. Bütün Kureyşliler Müslüman olsalar bile benim Müslüman
olacağıma aklım yatmıyordu. Mekke'ye geldim. Kavmimden bazı adamları etrafıma
topladım. Onlar benim görüşüme uyarlar, sözlerimi dinlerlerdi. Başlarına bir iş
geldiği zaman beni öne sürerlerdi. Ben onlara şöyle dedim:
- Ben aranızda nasıl
bir adamım?
- Görüş sahibimiz ve savunucumuzsun. Bereketli
işlerde, uğurlu işlerde bizim görüşümüzü sen ifade edersin.
- Biliyorsunuz ki,
Muhammed'in işi gittikçe kuvvetleniyor. Ve arzumuz hilafına her gün biraz daha
ilerliyor. Ben birşey düşündüm. Bakalım siz ne dersiniz?
- Neyi düşündün?
- Ben diyorum ki;
Necaşi'ye gidelim ve yanında kalalım. Eğer Muhammed bizim kavmimize galip
gelirse o zaman Necaşi'nin yanında kalırız. Necaşi'nin emri altında yaşamak,
bizim için Muhammed'in emrine girmekten daha iyidir. Ve eğer bizim kavmimiz ona
galip gelirse biz, kavmimiz arasında tanınan kimseleriz. Bize onlardan zarar
gelmez.
- Vallahi bu doğru,
makul ve yerinde bir düşüncedir.
- O halde, ona
gideceğimize göre hediye götürmemiz gerekir.
Memleketimizden ona
hediye olarak götürülen şeylerin en makbulü deri olduğu için ona bir hayli
deri toplayarak beraberimizde götürdük. Allah'a yemin ederim ki, biz daha onun
yanına girmemiştik ki, bir de baktım; Amr b. Ümeyye ed-Damrî geldi. Rasûlullah
(s.a.v.), onu bir mektupla Necaşi'ye göndermişti. Ümmü Habibe binti Ebi
Süf-yan'ı onunla evlendiriyordu. Amr, Necaşi'nin yanma geldi. Sonra oradan
çıkıp gitti. Ben de arkadaşlarıma dedim ki: Bu, Amr b. Ümey-ye'dir. Durun,
Necaşi'ye gittiğimizde bunun boynunu vurmak için bize teslim etmesini rica
edeyim. Zira bu adam, Muhammed'in elçisi olduğu için biz onu öldürürsek,
Kureyşlilere büyük bir hizmet etmiş oluruz ve onlarda böylece sevinmiş olurlar.
Yanına girdiğim zaman,
her girişimde yaptığım gibi secdeye kapandım. Bana:
- Hoş geldin dostum,
memleketinden bana bir hediye getirdin mi? diye sordu.
- Evet, sana bol miktarda deri getirdim, dedim
ve derileri ona gösterdim. O da hediyemizi beğendi ve bir kısmını komutanlarına
dağıttı. Kalan kısmını da bir yere saklamaları için adamlarına emir verdi.
Hediyemizi beğendi ve çok memnun oldu. Sonra kendisine şöyle dedim:
- Ey Hükümdar! Demin
bir adamın yanınızdan çıktığını gördüm. O adam, bize düşman olan bir kimsenin
elçisidir. Onu bana ver de öldüreyim. Çünkü o düşmanımız, bizim
büyüklerimizden ve iyilerimizden birçok kimseleri öldürmüştür.
Bunun üzerine Necaşi
kızdı ve elini kaldırıp burnuma öyle bir vurdu ki, burnum kırıldı zannettim.
Burnumun deliklerinden kan boşalmaya başladı. Kanı elbisemin ucuyla
temizlemeye başladım. Öyle bir zillete düştüm ki, keşke yer yarılsaydı da içine
girseydim, diye düşündüm. Ondan çok korktuğum için böyle bir düşünceyi içimden
geçirdim. Sonra ona şöyle dedim:
- Ey hükümdar! Eğer
hoşlanmayacağım bilseydim sana bu teklifi yapmazdım.
O da utandı ve bana
şöyle dedi:
- Ey Amr! Musa ve İsa
peygamberlere gelen Namus-u Ekber'in (Cebrail'in) kendisine geldiği şahsın elçisini,
öldürmek için benden istiyorsun. Bu nasıl tekliftir?
Amr dedi ki: Sonra
Cenâb-ı Allah, kalbimdeki düşünceleri değiştirdi. Ben de kendi kendime şöyle
dedim: "Bu gerçeği Araplar ile Acemler kabul ettiler. Sen mi buna
muhalefet edeceksin?"
Sonra hükümdara şöyle
dedim:
- Ey Hükümdar, sen de
buna şahadet ediyor musun?
- Evet ey Amr. Allah
katında ben de buna şahadet ediyorum. Sen bana itaat et ve o rasûle tabi ol.
Zira Allah'a yemin ederim ki, o, hak peşindedir. Musa b. İmran, nasıl Firavun
ile askerlerine karşı galip geldiyse, bu da muhaliflerine karşı galip çıkacak
ve muzaffer olacaktır.
- O halde onun adına
Müslümanlık üzerine benden bey'at alır mısın?
- Evet.
Böyle dedi ve elini
uzattı. Ben de ona bey'at ettim. Sonra o bir leğen getirilmesini emretti.
Yüzümdeki kam yıkadı ve bana yeni elbiseler giydirdi. Önceden üzerimde bulunan
elbiseler kana bulanmışlardı. Onları çıkarıp attım. Sonra çıkıp arkadaşlarımın
yanma gittim. Ne-caşi'nin giydirdiği elbiseleri üzerimde görünce sevinip şöyle
dediler:
- Arkadaşından elde
etmek istediğini elde edebildin mi?
- İlk görüşmede bunu kendisine söylemeyi hoş
bulmadım. Ama tekrar yanma gideceğimi kendisine söyledim.
- Doğrusu, senin
dediğindir.
Yanlarından ayrıldım.
Ve bir ihtiyacımı görmeye gittim. Limana vardım. Bir geminin yüklenmiş ve
harekete hazır halde beklediğini gördüm. Onlarla birlikte gemiye girdim ve gemi
hareket etti. Nihayet Şübe'ye vardılar. Ben gemiden çıktım. Yanımda azığım
vardı. Bir deve satın aldım. Medine yoluna koyulmak üzere oradan ayrıldım.
Yola revan oldum, nihayet Merrü'z-Zehran'a vardım. Oradan da yola devam ettim.
Hidde'ye ulaştım. Orada benden önce iki kişinin ev aramakta olduklarını
gördüm. Biri bir çadıra girmiş, diğeri de dışarıda iki bineği tutmakta idi.
Dikkat edince adamın Halid b. Velid olduğunu gördüm. Ona dedim ki:
- Nereye gidiyorsun?
- Muhamnıed'e
gidiyorum. Herkes Müslüman oldu. İşe yarayanlardan, Müslüman olmayan kalmadı.
Vallahi bana Öyle geliyor ki, az daha dursam, sırtlan nasıl boynundan tutulup
ininden çıkarılırsa, gelip boynumuzdan tutarak bizi de evlerimizden
çıkaracaktır.
- Vallahi, ben de
Muhammed'e gidiyorum. Müslüman olacağım. Ben böyle dedikten sonra Osman b.
Talha dışarı çıktı. Bana mer-
haba dedi. Sonra
üçümüz birlikte eve girdik. Daha sonra birlikte gitmeyi kararlaştırarak yola
çıkıp Medine'ye vardık. Hiç unutmuyorum, Ebu Utbe kuyusunun başına vardığımızda
birisi: 'Ya Rebah, Ya Rebah, Ya Rebah!" diye kölesini çağırıyordu. Biz
bunu hayra yorup yürüdük. Adam sonra bize bakarak -zannedersem beni ve Halid
b. Ve-
lid'i kastederek- :
- Bu iki adam da
geldikten sonra Mekke'nin anahtarı artık teslim alındı demektir, dedi ve
mescide doğru koşarak gitti.
Ben de Hz. Peygamber'e
gelişimizi müjdelemek için mescide gittiğini zannetmiştim -ki bu zannımda da
yanılmamıştım- ve gidip Har-re'de indik. Orada elbiselerimizi değiştirinceye
kadar ikindi ezanı okundu. Sonra kalkıp Hz. Peygamber'e gittik. Yanma
girdiğimizde, yüzünde bir aydınlık vardı. Müslümanlar da onun etrafını
sarmışlardı. Ve bizim gelişimizden ötürü sevinçli idiler. Önce Halid b. Velid,
ondan sonra Osman b. Talha ilerleyip bey'at ettiler. Onlardan sonra ben
ilerledim ve birden kendimi onun dizleri dibine oturmuş buldum. Utancımdan
başımı kaldırıp ona bakamıyordum. Geçmiş günahlarımın bağışlanması şartı ile ona
bey'at ettim. Gelecek günahlarım ise hiç hatırıma gelmedi.
Hz. Peygamber de:
- Şüphesiz İslâmiyet
daha Önce işlenen günahları siler, süpürür. Hicret de aynı şekilde geçen
günahları siler, dedi.
Allah'a yemin ederim
ki ben ve Halid b. Velid Müslüman olduktan sonra Peygamber (s.a.v.), önemli
gördüğü herhangi bir işte ikimize verdiği değeri hiç kimseye vermiyordu. Ebu
Bekir'in yanında da bu değere sahip idik. Hz. Ömer zamanında da bu durumda
idik. Ancak Hz. Ömer, Halid'e karşı kınayıcı bir tutum sergilemekte idi."
Vakidî, hocası
Abdülhamid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ye-zid b. Ebi Habib'e
şöyle bir soru sordum:
- Amr b. As ile Halid
b. Velid'in Medine'ye ne zaman geldiklerini bana söyleyebilir misin?
- Hayır. Ancak
fetihden önce geldiler."
Ben derim ki: Babam
bana haber verdi ki, Amr b. As, Halid b. Velid ve Osman b. Talha, hicretin
sekizinci senesinin safer ayında Medine'ye geldiler. [19]
Vakidî, Yahya b.
Muğire b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam kanalı ile Halid b. Velid'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Cenâb-ı Hak,
benim hakkımda iyilik dilediği aman kalbime Müslümanlığı yerleştirdi. Artık
kâr ve zararımı düşünebilecek, rüşdümü isbat edecek duruma geldim. Muhammed
(s.a.v.) ile yapılan birçok savaşta hazır bulundum ve katıldığım her savaştan
dönünce, içimden; "Vallahi ben, boş ve faydasız bir iş yapıyorum, er geç
bu adam üstün gelecektir." diyordum.
Hz. Peygamber,
Hudeybiye'ye geldiği zaman yine müşriklerden bir süvari kafilesi ile birlikte
karşısına çıktım ve onunla Usfan'da karşılaşıp karşısına dikildim. O da bizim
karşımızda arkadaşlarına öğle namazını kıldırdı. O sırada ona hücum etmek
istedikse de sonradan vazgeçtik. Bu da hayırlı oldu. Kendisi de bizim
maksadımızı sezmiş olacak ki, arkadaşlarına ikindi namazını korku hali namazı
olarak kıldırdı. Ben de artık ona birşey yapamıyacağımıza kesin olarak
inandım. O da bizden uzaklaşıp üzerinde bulunduğumuz yolun sağ tarafını tuttu.
Kendisi, Kureyşlilerle beraber barış antlaşmasını yaptıktan ve Kureyşliler onu
geri çevirdikten sonra içimden; "Artık ne kaldı? Ben nereye gideceğim?
Necaşi'ye gidersem, o da Muhammed'e tabi olmuş ve Muhammed'in arkadaşları onun
yanındadırlar. Güvenlik içindedirler. Herakliyus'a gidersem, o zaman dinimden
çıkıp Hris-tiyanhk yahud Yahudilik dinine gitmek zorunda kahrım. Üstelik milliyetimi
de yitirmiş olurum. En iyisi, buradakilerle birlikte kendi yurdumda
kalmaktır." dedim.
İşte ben bu düşünce
için de iken Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazâ'yı yapmak üzere Mekke'ye girdi.
Ben de onun Mekke'ye girişini görmemek üzere gizlendim. Kardeşim Velid b. Velid
de onunla birlikte Mekke'ye gelmiş ve beni aramıştı- Bulamadığı için bir
mektup yazmıştı. Mektubu açıp baktım, şöyle yazıyordu:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Kardeşim! Ben senin İslâmiyet'e karşı olmandan daha
delice bir davranış görmüyorum. Oysa ki sen akıllı bir kimsesin. Kaldı ki,
İslâmiyet gibi bir dinin üstünlüğünü kavrayamayan hiçbir kimse yoktur.
Rasûlullah (s.a.v.) da: - Halid nerede? diye seni benden sordu.
Ona:
- Allah onu
getirecektir, dedim. Rasûlullah:
- Onun gibi bir adam
nasıl olurda hâlâ İslâmiyet'in yüceliğini kavrayamaz, ona şaşarım. Oysa ki,
onun o üstün cesaret ve yorulmak bilmeyen gayreti, Müslümanların safinda
olsaydı, onun için daha hayırlı olurdu. Ben onu başkalarından üstün
tutacaktım, dedi.
Şu halde ey kardeşim!
Bari kaçırmış olduğun iyi fırsatların birini değerlendirmeyi ihmal etme"
Halid b. Velid diyor
ki: Ben mektubu okuduktan sonra ortaya çıkmakta acele ettim. Ve İslâmiyet'e
karşı arzum arttı. Hele Rasûlullah (s.a.v.)'m beni sorması, beni çok
sevindirdi. Bir ara rüyada dar ve kuraklık bir memleketten, yemyeşil ve geniş
bir memlekete çıktığımı görmüştüm. Bunu, bir rüyadır deyip küçümsedim. Fakat
Medine'ye gittiğim zaman, Ebu Bekir'e bu rüyamı sorayım dedim.
Ebu Bekir (r.a.) bana
şöyle dedi:
- Gördüğün darlık,
müşriklikte geçen ömründür. Geniş ve yemyeşil olan memleket ise, Cenâb-ı
Allah'ın seni kavuşturduğu İslâm dinidir.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanma gitmeye karar verdiğim zaman, yanımda kimi götüreyim diye tereddüt
ettim. O sırada Safvan b. Ümey-ye'ye rastladım. Ona şöyle dedim:
- Ya Eba Vehb! İçinde
bulunduğumuz hali görüyor musun? Biz azala azala, tilkinin dişleri kadar
kaldık. Muhammed yalnız Araplara değil, Acemlere de galip gelmiş bulunmaktadır.
Biz de gidip ona tabi olsaydık iyi olurdu. Zira onun şeref ve üstünlüğü, bizim
için de üstünlüktür.
Fakat Safvan, benim
sözümü şiddetle reddedip:
- Benden başka ona
tabi olmayan hiçbir kimse kalmasa bile ben, yine ona tabi olmam, dedi ve
birbirimizden ayrıldık.
Bunun babası ve
kardeşi Bedir savaşında öldürüldükleri için kin besliyor dedim. Ondan sonra Ebu
Cehil'in oğlu İkrime'ye rastlayıp aynı sözü ona da söyledim. O da bana Safvan'm
verdiği cevabın aynısını verdi.
Ona:
- Bari bu teklifi sana
yaptığımı kimseye söyleme, dedim. Oda:
- Olur, kimseye
söylemem, dedi.
Bunun üzerine ben
evime gidip devemin hazırlanmasını emrettim. Devemi alıp evden çıkarken yolda
bana Osman b. Talha rastladı. Önce, "Bu benim dostumdur, ona söylersem
belki kabul eder." diye düşündümse de, onun da atalarının öldürüldüğünü
hatırlayıp söylemek istemedim. Sonra ona söylersem ne olur? Zaten nasılsa ben
yol üz erin deyi m, diye düşünüp ona, düştüğümüz durumu anlattıktan sonra:
- Biz âdeta deliğe
sığınmış bir tilki durumundayız. Eğer deliğe bir tulum su dökülse tilki dışarı
çıkmak zorunda kalır, dedim ve diğer iki arkadaşıma söylediğimi ona da
söyledim.
Fakat o bana hemen
icabet etti. Ve beraber gitmeyi kararlaştırdık.
Ona:
- Görüyorsun ki,
devemi de getirmiş, yola çıkmış bulunuyorum. Falanca yoldan gidiyorum. Yarın
sabah Ye'cec denilen yerde buluşalım. Hangimiz oraya önce gelirse diğerini
beklesin, dedim.
Daha şafak sökmemişken
orada buluştuk. Sonra beraberce yola devam ettik. Nihayet Hidde'ye vardık.
Orada, Arar b. As arkadan bize yetişti. Birbirimizle merhabalaştıktan sonra
bize:
- Nereye gidiyorsunuz?
diye sordu. Ona:
- Ya sen ne için yola
çıktın? diye sorduk. Aynı soruyu o da bize sordu. Biz de:
- Medine'ye gitmek ve
Müslüman olmak için, dedik.
- Benim de maksadım
odur, dedi.
Ondan sonra üçümüz
beraber gittik. Medine'ye vardıktan sonra gidip Harre sırtı denilen semte
indik. O sırada Hz. Peygamber, bizim gelişimizi haber almış ve sevinmişti. Biz,
yolculuk elbiselerimizi çıkarıp iyi elbiselerimizi giydik ve onun yanma gitmek
üzere çıkarken kardeşim rastgeldi ve bana:
- Acele et, zira
Rasûlullah (s.a.v.) senin gelişini haber almış ve sevinmiştir. Seni bekliyor,
dedi.
Biz de acele ederek
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz'in yanına çıktığımız zaman beni güler yüzle
karşıladı. Ta yanına varıp peygamberi selamı verdim. O da güler yüzle selamımı
aldı.
Ben:
- Allah'tan başka ilâh
bulunmadığına ve senin Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim, dedim.
Bana:
- Gel bakayım, seni
doğru yola ileten Allah'a hamd olsun. Ben seni akıllı biliyor ve aklının,
birgün seni hayra yönelteceğini umuyordum, dedi.
Ben:
- Ya Rasûlallah! Hakka
karşı uzun zaman direnip seninle yapılan birçok savaşlara karşı saflarda
katıldım. Allah'a dua et ki, beni bağışlasın, dedim.
Hz. Peygamber
(s.a.v.):
- İslâmiyet, kendinden
önce işlenen günahları siler, dedi. Kendisine:
- Bunun için senden
teminat isterim, dedim. Bunun üzerine:
- Allah'ım! Halid'in
Hakka karşı bugüne kadar olan direnişini affet, diye dua etti.
Bundan sonra Osman b.
Talha ve Amr b. As (r.anhuma) ilerleyip bey'at ettiler. Bizim bu gidişimiz
hicretin sekizinci yılının safer ayında idi. Allah'a yemin ederim ki, o günden
beri Rasûlullah (s.a.v.), önemli gördüğü herhangi bir işinde, ashabından
hiçbirini benimle bir tutmadı." [20]
Vakidî, İbn Ebi Sebre
kanalı ile Ömer b. Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah
(s.a.v.), yirmidört kadar adamın başında Şücâ b. Vehb'i, Hevazindeki bir
topluluğa gönderdi. Onlara saldırmasını emretti. O da adamlarıyla birlikte
yola çıktı. Gece yol alıyor, gündüz gizleniyordu. Hevazinlilerin yanma
gelirken saldırmaya başladı. Arkadaşlarına da fazla ileri gitmemelerini
tembihledi. Sonuçta çok miktarda büyük ve küçük baş hayvanları ele geçirdiler.
Bunları önlerine katıp Medine'ye getirdiler. Seriyyedeki adamlardan herbirine
on-beşer deve hisse düştü. Başkalarının rivayetine göre bunlar, esirler de ele
geçirmişlerdi. Seriyyenin emiri, Hevazinlilerden parlak yüzlü bir cariyeyi
kendine seçip ayırdı. Sonra Hevazinliler, Müslüman olarak Medine'ye geldiler.
Peygamber (s.a.v.), yanına gelen emirleri, e-sirlerin kendilerine iade edilmesi
hususunda fikir alış-verişinde bulundu. Peygamber (s.a.v.)'de bunu olumlu
karşıladı ve esirlerini iade etti. Yalnız yanında bulunan cariyeyi gitme veya
kalma hususunda tamamen serbest bıraktı. O da Rasûlullah'm yanında kalmayı
tercih etti."
Yukarıda anlatılan bu
seriyye, İmam Şafiî'nin, Malik ve Nafî kanalı ile İbn Ömer'den rivayet etmiş
olduğu şu seriyye olabilir: Rasûlullah (s.a.v.), Necid taraflarına bir seriyye
gönderdi. Aralarında Abdullah b. Ömer de vardı. Abdullah b. Ömer şöyle dedi:
"Çok miktarda
deve ele geçirdik. Seriyyede bulunan herbirimize oniki deve hisse düştü.
Rasûlullah (s.a.v.), oniki develik ganimetlerimizi birer birer sayıp bize
verdi."
Ebu Davud, Hennad
kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Necid taraflarına bir seriyye gönderdi. Ben de o seriyye ile birlikte
gittim. Çok miktarda büyük baş hayvan elege-çirdik. Komutanımız herbirimize,
hakettiğimiz ganimet develerini birer birer sayıp teslim etti. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldik. O da ganimetlerimizi aramızda taksim etti.
Bizden herbirimize humustan (beşte birlik pay ayrıldıktan) sonra onikişer deve
düştü. Rasûlullah, komutanımızın bize verdiği payların hesabım sormadığı gibi
onun yaptığı bu uygulamayı da yermedi. Onun vermiş olduğu payla birlikte toplam
hissemiz onüçer deve oldu." [21]
Vakidî, Muhammed b.
Abdullah kanalı ile Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
onbeş kişilik bir seriyyenin başında Ka'b b. Ümeyr el-Gifarî'yi yola çıkardı.
Bu seriyye, Şam'a yakın Zatu Atlah'a vardı. Orada büyük bir kalabalıkla
karşılaştı. Onları İslâm'a davet etti ama onlar bu davete icabet etmediler,
onları ok yağmuruna tuttular. Rasûlullah'm sahabeleri bu durumu görünce
onlarla şiddetli bir şekilde savaştılar, ama bu savaşta öldürüldüler. Onlardan
bir a-dam ağır bir şekilde yaralanmış ve canını vermek üzere idi. Geceleyin
yarası soğuyunca kendini zorlukla sürükleyerek Medine'ye gelip Rasûlullah'a
ulaştı. Rasûlullah, onlara bir ordu göndermeye niyetlen-diyse de onların başka
bir yere taşındıklarını duyduğu için bu niyetini gerçekleştirmekten vazgeçti. [22]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/350-355.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/355-358.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/358.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/358-364.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/365-366.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/366-369.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/370.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/371.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/371.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/372-374.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/374-376.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/376-378.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/378-379.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/380-389.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/390-391.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/391-394.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/394.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/394-395.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/396-399.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/400-403.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/403-404.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/404.