Rasûlullah (S.A.V.)'In Fetihten Sonra Halid B. Velidi Kinane'den Olan Beni Cezime"Ye Göndermesi 1

Halid B. Velid'in Uzza Putunu Yıkmak Üzere Gönderilmesi 5

Peygamber (S.A.V.)'İn Mekke'de İkamet Müddeti 6

Rasulullah (S.A.V.)'In Mekke'de Verdiği Hükümler. 7

Fasıl 8

Hüneyn Gününde Hevazin Gazvesi 13

Hevazin Vakasının Ne Şekilde Cereyan Ettiği.Ve İşin Başındaki Firardan Sonra Güzel Sonucun Müttakiler  Lehine Dönmesi 18

Fasıl 29

Fasıl 30

Fasıl 30

Evtas Gazvesi 30

Hüneyn Savaşında Ve Evtas Seriyyesinde Şehid Edilenler. 33

Hevazin Gazvesi Hakkında Söylenen Şiirler. 34

 

Rasûlullah (S.A.V.)'In Fetihten Sonra Halid B. Velidi Kinane'den Olan Beni Cezime"Ye Göndermesi

 

İbn İsnak, Ebu Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'nin fethi sırasında Halid b. Velid'i sa­vaşçı olarak değil de davetçi olarak gönderdi. Onunla birlikte Arap­lardan Süîeym b. Mansur ve Müdliç b. Mürre kabileleri vardı. Beni Cezime b. Amir b. Abdumenat b. Kinane'nin topraklarına girdiler. Onlar, Halid'i gördüklerinde silaha sarıldılar. Halid şöyle dedi:

- Silahları bırakınız. Çünkü herkes Müslüman olmuştur artık. İbn îshak şöyle dedi: Beni Cezime'den bilgi sahibi arkadaşları­mızdan biri bana şöyle haber verdi:

Halid, silahı bırakmamızı emrettiğinde bizden Cehdem denilen bir adam şöyle dedi:

- Yazıklar olsun size ey Beni Gezime! Vallahi bu Halid'tir! Silahı bıraktıktan sonra mutlaka esir edileceğiz! Esirlikten sonra da mu­hakkak boyunlarımız vurulacaktır. Vallahi ben silahımı asla bırak­mayacağım!

Kavminden bir takım adamlar ona şöyle dediler:

-  Ey Cehdem, bizim kanlarımızın dökülmesini mi istiyorsun? Çünkü herkes Müslüman olmuştur.

Bunun üzerine silahı bıraktılar. Savaş sona erdi. Herkes güven duydu. Cehdem'in de silahını elinden alıncaya kadar herkes onunla uğraştı. Nihayet herkes Halid'in sözü üzerine silahı bıraktı.

İbn İshak, Ebu Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet

etti:

Silahı bıraktıkları zaman Halid emretti ve onların elleri arkadan bağlandı. Sonra onları kılıçtan geçirdi. Onlardan bir kısmını öldürdü. Bu haber, Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştığı zaman ellerini göğe doğru kal­dırdı. Sonra şöyle dedi:

-  Allahım! ben, Halid b. Velid'in yaptıklarından beriyim. Onun yaptıklarından uzağım.

İbn Hişam şöyle dedi: Bana ulaşan habere göre Beni Cezime'den bir adam kaçıp kurtuldu ve Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. Ona bu haberi verdi. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

- Ona karşı koyan ve bu yaptığını protesto eden kimse olmadı mı?

- Evet, orta boylu, beyaz tenli bir adam ona karşı çıktı. Halid de onu engelledi. O da sustu. Daha sonra uzun boylu ve çelimsiz bir gö­rünüşe sahib başka bir adam karşı koydu. Birbirleriyle karşılıklı ce-vablaştılar. Bu konuşmaları şiddetlendi. Bunun üzerine Ömer b. Hat-tab dedi ki:

-  Ya Rasûlallah! Birincisi benim oğlum Abdullah'tır. Diğeri ise Ebu Hüzeyfe'nin kölesi Salim'dir.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i çağırdı. Ona şöyle dedi:

- Ey-Ali, şu kavme git. Onların durumlarına bak. Cahiliye âdetle­rini ayaklarının altına al.

Ali, yola çıktı. Onlara geldi. Beraberinde bir miktar mal vardı. O malı Rasûlullah (s.a.v.) göndermişti. O da onlara kanlarının diyetleri­ni ve telef olup heder olan mallarının ücretini ödedi. Hatta onlara kö­peğin ağaçtan oyulmuş yalağının bedelim dahi verdi. Nihayet kandan ve maldan hiçbir şey kalmayıp hepsini ödedi. Yine de bir miktar mal arta kaldı. Ali işini bitirip oradan ayrılacağı zaman onlara şöyle dedi:

- Sizin ödenmemiş kan veya mal hakkınız kaldı mı?

- Hayır kalmadı.

- Ben, işte bu maldan arta kalan bu bakiyyeyi de size veriyorum ki, Rasûlullah (s.a.v.) için, onun bilmedikleri, sizin de bilmediğiniz şeyler yerine geçsin.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma döndü ve ona durumu anlattı. O da şöyle buyurdu:

- İsabet ettin, güzel yaptın.

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra kalktı, kıbleye döndü. Ayakta du­rup ellerini kaldırdı. Öyle ki omuzlarının altı (koltuk altı) görünüyor­du. Şöyle diyordu:

- Allahım! Ben Halid b. Velid'in yaptığı şeyden uzağım. Onun yap­tıklarından sana sığınıyorum.

Bu sözünü üç kez tekrarladı."

İbn İshak dedi ki: Halid'i mazur gösteren bazı kimseler, iddia e-derler ki, Halid şöyle demiştir:

- Ben onlarla savaşmaya çaktım. Fakat Abdullah b. Hüzafe es-Sehmî bana emretti. Rasûlullah (s.a.v.), İslâm'a girmeye yanaşmadık­ları için onlarla savaşmanı emrediyor, deyince onlarla savaşmaya başladım.

İbn Hişam, Ebu Arar el-Medinî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Halid, onlara geldiği zaman onlar şöyle dediler: "Biz dinimizden çıkıp Muhammed'in dinine girdik."

Bunlar, mürsel ve munkati rivayetlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile İbn Ömer'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Velidı -zan­nedersem- Beni Cezime kabilesine gönderdi. Onları İslâm'a davet et­ti. Ama onlar İslâm'a girdik anlamına gelen "Eslemnâ" kelimesini gü­zelce telaffuz edemediler, kendi batıl dinlerinden çıktıklarını kastede­rek dinden çıktık anlamına gelen "Sebe'nâ sebe'nâ" demeye başladı­lar. Halid de onların bir kısmını esir almaya, bir kısmını öldürmeye başladı.

Bizden her bir adama bir esir verdi. Nihayet bir gün sabahladığı-mızda-Halid, elimizdeki esirleri öldürmemizi hepimize emretti. Ben:

- Vallahi esirimi öldürmem. Arkadaşlarımdan da hiçbiri, esirini öldürmeyecektir, dedim.

Bu seriyyedeki adamlar topluca Peygamber (s.a.v.)'in yanına dön­düler. Halidın yaptıklarım ona anlattılar. Peygamber (s.a.v.) ellerini kaldırıp şöyle dedi:

- Allahım! Halid'in yaptıklarından uzağım ve sana sığınıyorum. Bu sözünü iki kez tekrarladı."

İbn İshak dedi ki: "Cahdem, Halid'in yaptıklarını görünce Beni Cezime, döğüşü kaybettik. Sizi, içine düştüğünüz bu şeyden sakındır-mıştım, dedi."

İbn İshak dedi ki:

Bana gelen habere göre Halid ile Abdurrahman b. Avf arasında bu hususta bir konuşma geçmişti. Abdurrahman b. Avf, ona şöyle de­mişti:

- İslâm'da cahiliye işini işledin. Halid de şu karşılığı verdi:

- Sadece senin babanın intikamım aldım.

- Yalan söylüyorsun. Ben babamın katilini öldürdüm. Fakat sen, amcan Fakih b. Muğire'nin intikamını aldın.

Derken iMsi arasında kavga meydana geldi. Bu durum, Rasûlul­lah (s.a.v.)'a intikal edince şöyle buyurdu:

- Dur bakalım ey Halid, bırak ashabımı, vallahi eğer senin Uhud dağı kadar altının olsa, sonra onu Allah yolunda harcasan, ashabım­dan bir adamın ne bir sabah yürüyüşüne, ne de bir kere akşam yürü­yüşüne kavuşamazsın.

Sonra İbn İshak, Fakih b. Muğire'nin kıssasını şöyle anlatır: Halid b. Velid'in amcası Fakih b. Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum, Avf b. Abdi Avf b. Haris b. Zühre, oğlu Abdurrahman, Affan b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems ve oğlu Osman ile birlikte tica­ret için Yemen'e gittiler. Yemen dönüşünde orada vefat eden Beni Ce-zime'den bir adamın malı da yanlarında idi. Bu malı, müteveffa ada­mın varislerine teslim etmek üzere develerine yükleyip getirmekteidiler. Onlardan kendisine Halid b. Hişam denilen bir adam, o malın kendisinin olduğunu iddia etti ve müteveffanın ailesine ulaşmaların­dan önce Beni Cezime'nin topraklarında onlarla karşılaştı. Onlar da malı ona vermek istemediler. Bunun üzerine kendisiyle birlikte kav­minden olan kimselerle malı almak için onlarla savaştılar. Onlar da onunla savaştılar. Avf b. Abdi Avf ve Fakih b. Muğire öldürüldü. Af-fan b. Ebu'l-As ve oğlu Osman kurtuldu. Onlar, Fakih b. Muğire'nin malı ile Avf b. Abdi Avf m malını ele geçirdiler ve götürdüler. Abdur-rahman b. Avf, babasının katili olan Halid b. Hişam'ı o seriyyede öl­dürdü. Kureyşliler, Beni Cezime ile savaşmaya azmettiler. Beni Cezi-meliler de şöyle dediler:

"Kabilemiz size birşey yapmamış. Bizden bazıları bilmeyerek böy­le bir iş yapmışlar. Bizim bundan haberimiz yok. Biz size, sizin kan veya malınızın diyetini öderiz."

Kureyşliler de bunu kabul ettiler ve savaşı bıraktılar.

İşte bunun içindir ki Halid, Abdurrahman b. Avf a:

- Ben sadece senin babanın intikamım aldım. Hani bir zamanlar Beni Cezimeliler onu öldürmüşlerdi ya.

Abdurrahman b. Avf da ona cevaben demişti ki:

- Ben babamın intikamını aldım ve katilini öldürdüm. Sen sadece amcan Fakih b. Muğire'nin intikamını aldın. Hani bir zamanlar onu öldürüp malını almışlardı ya!

Bu ikisinden de tahmin edilen şudur ki, bu söylediklerini gerçek niyetle söylemiş değillerdi. Ancak birbirleriyle tartışma anında söyle­nen sözleri söylemişlerdir. Aslında Halid b. Velid, İslâm'a ve Müslü­manlara yardım etmek istemişti. Her ne kadar o kendi işinde yanıl­mış idiyse de Beni Cezimelilerin: "Dinimizden çıktık, dinimizden çık­tık." diyerek İslâm'ı noks ani aştırdıklarını sanmıştı. Onların Müslü­man olduklarını anlayamamıştı. Bunun üzerine onlardan çoğunu öl­dürmüş, kalanlarını da esir almıştı. Sonra esirlerin de çoğunu öldür­müştü. Bununla beraber Rasûlullah (s.a.v), onu görevden azletmemiş, komutanlığını devam ettirmişti. Her ne kadar bu yaptıklarından ötü­rü Allah'a sığınmış ve yaptığı işlerden beri olduğunu söylemişse de, onun hataen yaptığı cinayetlerin ve telef ettiği malların diyetini, be­delini ödemiş. Ama yine de onu komutanlıkta bırakmıştı.

Bu rivayette bir delil vardır. Şöyle ki: Alimler, hata yapan devlet başkanının para cezasının kendi malından değil de Beytü'l-maldan ödeneceği hususunda iki kavil ileri sürmüşlerdir. İşte bu vakıa, bu hususta bir delil teşkil etmektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu sebepledir ki Ebu Bekir es-Sıddık halife iken, Halid'in irtidad hadiseleri esnasında Malik b. Nüveyre'yi öldürmesi esnasında da onu görevden azletmemiştir. Sonra Halid'in, Malik b. Nüveyre'yi öldürüp karısı Ümmü Temim'i kendine zevce olarak almasını da haklı bazı se­beplere dayandırmıştı. İşte bu esnada Ömer b. Hattab, Hz. Ebu Be­kir'e şöyle demişti:

- Halid'i görevden azlet. Çünkü onun kılıcında zulüm var. Ebu Bekir es-Sıddık ona şu cevabı vermişti:

- Allah'ın müşriklere karşı çektiği bir kılıcı kınına sokmam.

İbn İshakj İbn Ebi Hadred el-Eslemî'nin şöyle dediğini rivayet jt-miştir:

Ben, o zaman Halid b. Velid'in süvarilerinin arasında idim. Beni Cezime'den bir delikanlı -ki o benim yaşlarımda idi, eski bir iple elleri boynuna bağlanmıştı, kadınlar da ondan uzakta olmayan bir yerde toplu halde duruyorlardı- bana şöyle dedi:

- Ey delikanlı!

- Ne var, ne istiyorsun?

- Bu ipi tutup beni o kadınların yanma götürür müsün? Onların görülecek bir ihtiyacı varda o ihtiyacı yerine getireyim. Sonra da beni geri getirip dilediğinizi yapınız.

- Vallahi istediğin bu şey kolaydır.

Onun ipini tuttum. Onu yederek götürdüm. Kadınların yamnda durdu ve şöyle dedi:

"Ey Hudeyre, hayatım tükenmek üzere iken teslim ol.

Seni gördüm, çünkü sizi aramış ve sizi Hilye'de ya da Hevanik'de bulmuştum.

Bir aşık vuslata layık değil midir? Gecede ve gündüzün öğle vak­tinin şiddetli sıcağında yürümeyi göze al.

Benim bir günahım yoktu. Ailemizle birlikte iken demiştim, musi­betlerden birinden önce sevgi ile geri dön.

Ayrılık uzaklaştırmadan, ayırıcı emir, uzak kılmadan önce, sevgi ile geri dön.

Çünkü ben bir emanetin gizliliğini ihlal ettim. Onu zayi ettim.

Benim gözüme senden sonra insanlardan hiçbir güzel, hoş görün­mez.

Ne var ki, aşirete ulaşmak, sevgiliyi engelleyicidir.

Ancak sevginin olması bundan müstesnadır."

Hubeyşe de o delikanlıya şöyle dedi:

-  Sen onyedi sene yaşadın -iki sekiz (onaltı) ve bir de tek sene (toplam onyedi sene) yaşadın.- Sonra onu getirdim. Boynu vuruldu.

İbn İshak, Cezimeli bir takım yaşlıların, orada o hadisede hazır bulunan kimselerden naklederek şu haberi verdiklerini söylemiştir: Bunun üzerine Hubeyşe, onun boynu vurulduğu zaman kalkarak ona doğru yürüdü ve üzerine kapandı. Durmadan onu Öpüyordu. So­nunda Hubeyşe de onun yanında öldü.

Hafız el-Beyhakî, Hümeydî kanalı ile İbn İsâm adındaki Müzey-neli bir adamın kendi babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

Rasûlullah (s.a.v.), bir seriyye gönderdiğinde şöyle dedi:

"Bir mescid gördüğünüzde veya bir müezzini duyduğunuzda (ezan okurken) herhangi bir kimseyi öldürmeyin."

Rasûlullah (s.a.v.), bizi bir seriyye ile gönderdi ve bize de aynı em­ri verdi. Biz Tihame taraflarına gittik. Bazı binek hayvanlarını güt­mekte olan bir adamı yakaladık. Ona: "Müslüman ol" dedik. O da: "İs­lâmiyet nedir?" diye sordu. Ona İslâmiyet'i anlattık. Bir de baktık ki, o İslâmiyet'i anlamıyor. Bize: "Eğer dediğinizi yapmazsam, bana ne yaparsınız?" diye sordu. Biz de: "Seni öldürürüz." dedik. Bunun üzeri­ne: "Binek hayvanlarıma ulaşıncaya kadar beni bekler misiniz?" diye sordu. Biz de: "Evet biz sana ulaşırız." dedik. Bunun üzerine o hay­vanlarının peşine düştü. Onlara yetişti ve şöyle dedi: "Ey Hubeyşe, hayat geçip gitmeden önce Müslüman ol."

Diğeri de şöyle dedi: "Onyedi yaşında iken Müslüman ol. (İki se­kiz, bir tek, toplam onyedi sene yaşadın)." Böyle dedikten sonra önce­ki sayfada geçen şiiri şu cümleye kadar okudu: "Ayrılık uzaklaştırma­dan, ayırıcı emir uzak kılmadan önce sevgi ile geri dön."

Sonra bize döndü ve: "Dilediğinizi yapabilirsiniz." dedi. Biz de ü-zerine gidip boynunu vurduk.

Diğeri de devesinin üzerindeki mahfesinden yere yuvarlandı. Ü-zerine çöktü. Ölünceye kadar öylece kaldı.

Beyhakî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir seriyyeyi yola çıkardı. Bu seriyye savaştı. Bir miktar gani­met ele geçirdi. Bazı adamları esir aldı. Esirler arasında bir adam vardı ki, seriyyedeki askerlere şöyle dedi: "Ben bunlardan değilim. Ben bir kadına aşık olmuştum, onun yanına geldim. Bırakın da bir kez ona bakayım. Sonra bana ne yaparsanız yapın." Seriyyedekiler bir de ne görsünler: Baktılar ki, kanlı canlı, uzun boylu bir kadın. Adam ona şöyle dedi: "Hayatın sona ermesinden önce Müslüman ol ey Hubeyşe." Böyle dedikten sonra o iki beyti de söyledi.

Hubeyşe de ona şöyle dedi: Evet sana feda olayım!

Adamı Öne götürüp boynunu vurdular. O kadın da geldi, adamın üzerine düştü, bir veya iki çığlık attıktan sonra Öldü.

Seriyyedekiler, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldiklerinde duru­mu ona anlattılar. O da: "Aranızda hiç mi merhametli bir adam yok­tu?" dedi. [1]

 

Halid B. Velid'in Uzza Putunu Yıkmak Üzere Gönderilmesi

 

İbn Cerir dedi ki: Uzza putu, fetih senesinde ramazan ayının ka­lan son günlerinde yıkıldı.

İbn İshak dedi ki^Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Velid'i Uzza putuna gönderdi. Uzza, Nahle'de idi. Kureyş, Kinane ve Mudar'm meydana getirdiği, saygı gösterdiği bir ev idi. Onun bakımı ve perdedarlığı, Be­ni Haşim'in müttefikleri Beni Süleym'den olan Beni Şeyban'da idi. Uzza'nın, Şulemi kabilesinden olan perdedarı, Halid'in ona doğru yü­rüdüğünü işitince üzerine kılıcını astı ve kendisi o evin bulunduğu yerdeki dağa çıktı. Şöyle diyordu:

"Ey Uzza! Acımasız bir şekilde Halid'in üzerine saldır.

Silahı at ve süratli bir şekilde kaç.

Ey Uzza! Eğer kişiyi yani Halid'i öldürmezsen,

Acil bir günahla geri dön veya Hristiyanlık dinine gir."

Halid, Uzza putunun yanma vardığında onu yıktı. Sonra Rasûlul­lah (s.a.v.)'m yanma döndü.

Vakidî ve diğerlerinin rivayet ettiklerine göre Halid b. Velid, ra­mazanın bitimine beş gün kala Uzza putunun yanma vardığında onu yıktı ve geri döndü. Yıktığını da Rasûlullah (s.a.v.)'a haber verdi. Ra­sûlullah ona:

- Ne gördün? diye sordu. Oda:

-  Birşey görmedim, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ona, tekrar Uzza putunun bulunduğu yere dönmesini emretti. Dönünce orada karşısına o evden siyahı, saçı-başı dağınık bir kadın çıktı. Ka­dın, velvele ile feryad ediyordu. Halid, putun üzerine çıkıp şöyle dedi:

"Ey Uzza! Seni inkar ediyorum. Sen yüce ve münezzeh değilsin. Çünkü gördüm ki, Allah seni hakir kılmıştır."

Böyle dedikten sonra putun içinde bulunduğu evi yıkıp tahrip et­ti. İçindeki malları da aldı. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kıl­sın. Bundan sonra dönüp durumu Rasûlullah (s.a.v.)'a haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.)'da şöyle buyurdu: "O kadın, Uzza idi. Artık ona e-bediyen ibadet edilmeyecektir."

Beyhakî, Muhammed b. Ebu Bekr el-Fakih kanalı ile Ebu Tu-feyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'yi fethettiğinde Halid b. Velid'i Nahle'ye gönderdi. Orada Uzza putu vardı. Halid oraya gitti. Put, üç mızrak üzerine konulmuştu, mızrakları kesti. Evi yıktı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gitti. Yaptıklarını anlattı. Rasûlullah: "Geri dön. Sen birşey yapmış değilsin." dedi. Halid, tekrar putun bulunduğu eve git­ti. Putun bakıcıları ve perdedarlan Halid'e baktıklarında var güçle­riyle dağa doğru koştular. Koşarken de şöyle diyorlardı:

"Ey Uzza! Onu delirt. Ey Uzzaî Onu kör et. Yoksa ben yüzüstü düşüp öleceğim!"

Halid, putun yanma gittiğinde orada çıplak, saçı başı,dağmık bir kadın gördü ki, saçma basma yüzüne, toprak saçıyor. Halid, kılıcıyla üzerine gitti, onu vurdu. Sonra peygamber (s.a.v)'in yanma döndü. Yaptığını ve gördüğünü haber verdi. Peygamber (s.a.v.): "İşte o kadın Uzza idi." dedi. [2]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Mekke'de İkamet Müddeti

 

Peygamber (s.a.v.)'in ramazan ayında Mekke'de kalıp namazı kı­salttığı ve orucu yediği hususunda ihtilaf yoktur. Bu da âlimlerden; "Seferi kişi, ikamete karar vermediği takdirde namazı kısaltarak kı­labilir, oruç tutmayabilir. Bu ruhsatı, onsekiz güne kadar devam ede­bilir." diyen âlimler için bir delildir. Bu, iki kavilden biridir. Diğer ka­vil ise, yeri geldiğinde anlatılacaktır.

Buharî, Ebu Nuaym kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte on gün ikamet ettik. Bu süre zarfın­da namazı kısaltarak kılıyordu."

Buharî, Abdan kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de ondokuz gün ikamet etti. (Dört re-katlık namazları) iki rekat olarak kılıyordu."

Ahmed b. Yunus, Ahmed b. Şihab kanalı ile İbn Abbas'm şöyle de­diğini rivayet etmiştir:                         ^

"Bir seferde Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte ikamet ettik. Ondokuz gün boyunca namazı kısaltarak kılıyordu."

İbn Abbas dedi ki: "Biz kendi aramızda ondokuz gün boyunca na­mazı kısaltarak kılıyorduk. Bu süreyi fa zl al aş tır dağımızda namazı tam kılıyorduk."

Ebu Davud, İbrahim b. Musa kanalı ile İmran b. Husayn'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte gazaya gittim. Onunla beraber fe­tihte hazır bulundum. Onsekiz gece ikamet etti. Ancak namazı iki re­kat olarak kılıyor ve: "Ey belde halkı, siz dört rekat olarak kılın. Biz seferiyiz." diyordu."

Ebu Davud, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Fetih senesinde Rasûlullah (s.a.v.), onbeş gece ikamet etti. Bu süre zarfında namazı kısaltarak kılıyordu."

İbn İdris, Muhammed b. İshak'm, Zührî'nin, Muhammed b. Ali b. Hüseyin'in, Asım b. Amr b. Katade'nin, Abdullah b. Ebi Bekrin, Amr b. Şuayb'ın ve diğerlerinin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Rasû­lullah (s.a.v.), (fetih senesinde) Mekke'de onbeş gece ikamet etti." [3]

 

Rasulullah (S.A.V.)'In Mekke'de Verdiği Hükümler

 

Buharî, Abdullah b.Mesleme tariki ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Utbe b. Ebi Vakkas, kardeşi Sa'd'a, Velidetü Zem'â'nın çocuğunu alıp yanında tutmasını tembihlemiş ve o çocuğun kendi oğlu olduğu­nu ifade etmişti. Rasûlullah (s.a.v.), fetih zamanında Mekke'ye geldi­ğinde Sad b. Ebi Vakkas, Velidetü Zem'â'nın çocuğunu alıp Rasûlul­lah (s.a.v.)'m yanma getirdi. Onunla birlikte Abd b. Zem'â da Rasû-lullah'ın yanma geldi. Sa'd b. Ebi Vakkas dedi ki:

-  Bu benim kardeşimin oğludur. Çünkü kardeşim, bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana söyledi.

Abd b. Zem'â da şu cevabı verdi:

- Ya Rasûlallah, bu benim kardeşimdir. Bu da Zem'â'mn oğludur. Onun yatağında doğmuştur.

Rasûlullah (s.a.v.), Velidetü Zem'â'nın çocuğuna baktı ki, o, daha ziyade Utbe b. Ebi Vakkas'a benziyor. Bunun üzerine Utbe'ye şöyle dedi:

- Çocuk senindir. (Böyle dedikten sonra dönüp Abd b. Zemâ'ya da şöyle dedi):

- Bu çocuk senin kardeşindir ey Abd b. Zem'â. Çünkü bu, Utbe'-nin yatağında doğmuştur."

Rasûlullah (s.a.v.), çocuğun Utbe b. Ebi Vakkas'a benzediğini gö­rünce Şevde hanıma şöyle dedi: "Ey Şevde, buna karşı örtün."

İbn Şihab, Hz. Aişe'den rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir.

"Çocuk yatağa aittir. (Yani kimin yatağında doğmuş ise onun­dur.) Zina edene de recin cezası vardır."

İbn Şihab dedi ki: Ebu Hüreyre açıkça bunu söylüyordu.

Buharî, Muhammed b. Mukatil kanalı ile Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.)'m zamanında Mekke fethi gazvesinde bir ka­dın hırsızlık yaptı. Kadın (cezalandırılacağı endişesiyle) korkuya ka­pıldı. Rasûlullah katmda kadına şefaatçi olması için Üsame b. Zeyd'e ricada bulundular.

Üsame gidip şefaatçi olduğunda Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzünün rengi değişti ve şöyle dedi:

- Allah'ın hadlerinden bir had hususunda mı benimle konuşuyor­sun?

- Ya Rasûlallah, günahımın affedilmesi için mağfiret dile. Akşam olunca Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp insanlara hitabede bu­lundu. Allah'a layıkıyla hamdü senada bulundu. Sonra şöyle dedi:

"Sizden önceki insanlar sırf şu yüzden helak oldular: Onların ara­sında şerefli biri hırsızlık yaptığı zaman, onu cezasız bırakırlardı. On­ların arasında güçsüz biri hırsızlık yaptığında ona haddi tatbik eder­lerdi (ceza verirlerdi.). Muhammed'in nefsi elinde bulunan zata ye­min ederim ki, Eğer Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yaparsa mu­hakkak ki onun da elini keserim."

Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra hırsızlık yapan o kadının elinin kesilmesini emretti. Eli kesildi. Daha sonra o kadın tevbe etti. Tevbe-sini güzelce tuttu ve evlendi.

Hz. Aişe dedi ki: Sonraları, o kadın yanıma gelir, ihtiyacını bana söyler, ben de ihtiyacını Rasûlullah (s.a.v.)'a arzederdim.

Sahih-i Müslim'de, Sebre b. Mabed el-Cühenî'nin hadisinde şu ifadelere yer verilmiştir:

"Rasûlullah, fetih senesinde Mekke'ye girdiği zaman bize mut'a nikahı yapmamızı emretti. Sonra oradan çıkmadan bu nikahı yasak­ladı."

Bu hadisin bir başka varyantında Rasûlullah'm şöyle buyurduğu nakledilmektedir:

"Bilesiniz ki, mut'a nikahı içinde bulunduğunuz şu gününüzden kıyamet gününe kadar haramdır. Haramdır."

Ahmed b. Hanbel'in "Müsned'mde ve sünen kitablarında yer alan bir rivayette şöyle denmektedir: Bu hadise, Veda haccmda olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Sahih-i Müslim'de, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe kanalı ile Seleme b. Ekva'm şöyle dediğini rivayet edilmiştir:

"Evtas muharebesinin yapıldığı senede Rasûlullah (s.a.v.) bize mut'a nikahı yaparak kadınlarla evlenmemize üç kez ruhsat verdi. Sonra bizi mut'a nikahından menetti."

Beyhakî dedi ki: Evtas muharebesi, Mekke fethi senesinde yapıl­mıştır. Şu halde bu rivayet ile Sebre'nin hadisi aynıdır.

Ben derim ki: Mut'a nikahının Hayber gazvesinde yasaklandığını sabit kılan kimse şöyle demiştir: Mut'a nikahı, iki kez mubah kılındı. İki kez haram kılındı.

Şafiî ile diğerleri bu hususta kesin ifadeler kullanmışlardır.

Denildi ki: Mut'a nikahı, iki defadan fazla mubah kılındı ve ha­ram kılındı. Doğrusunu Allah bilir. Sadece bir kez haram kılındığım söyleyenler de olmuştur ki, o bir kez de fetih gazvesinde olmuştur.

Denildi ki: Mut'a nikahı sadece zaruret dolayısıyla mubah kılın­mıştır. Şu halde zaruretle karşılaşıldığı zaman yine mubah kıhnabi-lir. Bu, İmam Ahmed'den gelen bir rivayettir.

Denildi ki: Mut'a nikahı mutlak surette haram kılınmış değildir. O, yine mubahlığı üzeredir. Bu, İbn Abbas ile ashabından ve bir grub sahabeden gelen meşhur rivayettir. Bununla ilgili tafsilatlı açıklama "el-Ahkam" adlı kitaptadır. [4]

 

Fasıl

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile Muhammed b. Esved b. Haleften şöyle rivayette bulunmuştur: "Muhammed, babası Esved'in fetih gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ı insanlarla bey'a ti esirken gördüğünü ve bu hususta kendisine şu haberi verdiğini nakletmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'nin karşısındaki kayalığın üzerine çıkıp oturdu. İslâmiyet ve şahadet üzere insanlarla bey'atleşti.

Ben dedim ki, şahadet nedir?

Bana dedi ki: Muhammed b. Esved b. Halef bana haber verdi ki; Rasûlullah (s.a.v.) insanlarla; Allah'a iman etmek ve Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şaha­det etmeleri üzerine bey'atleşti."

Beyhakî'den gelen rivayette de şöyle denmektedir: "Büyük küçük, kadın erkek bütün insanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler. O da onlarla, İslâmiyet ve şahadet üzerine bey'atleşti."

İbn Cerir dedi ki: Sonra insanlar, Mekke'ye Rasûlullah (s.a.v.) ile islâm üzere bey'atleşmek için toplandılar. Bana gelen habere göre o da Safa tepesine çıkıp onlarla bey'atleşmek için oturdu. Ömer b. Hat-tab da onun aşağı tarafında oturdu. Ömer, insanlardan Allah'a ve Ra-sülüne elden geldiğince itaat etmeleri sözünü aldı.

Rasûlullah (s.a.v.), erkeklerle bey'atleşmeyi tamamladıktan sonra kadınlarla bey'atleşmeye başladı. Kadınlar arasında Hind binti Utbe de vardı. Hamza'ya yaptığı kötülükten dolayı tanınmasın diye yüzüne peçe takmış ve sesini de değiştirmişti. Rasûlullah, konuşmasından kendisim tanımasın diye böyle yapmıştı. Tanınmaktan korkuyordu.

Kadınlar, kendisiyle bey'atleşmek için Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı­na yaklaştıklarında o, kendilerine şöyle buyurdu:

- Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak üzere benimle bey'atleşin. Hind de şu karşılığı verdi:

- Vallahi sen, erkeklerden almadığın sözü bizden alıyorsun.

- Hırsızlık yapmamak üzere benimle bey'atleşin.

- Allah'a yemin ederim ki ben, Ebu Süfyan'm malından azar azar çalmışımda*. Bunun da helal olup olmadığını bilmiyorum. Orada Hind'in sözlerini duyan Ebu Süfyan da şöyle dedi:

- Şimdiye kadar çalmış oldukların sana helal olsun. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

- Şu halde sen Utbe kızı Hind'sin, öyle değil mi?

- Evet. Geçmişte yaptıklarımı affet. Allah da seni affetsin.

- Zina yapmamak üzere benimle bey'atleşin.

- Ya Rasûlallah, hür kadın hiç zina yapar mı?

- Çocuklarınızı öldürmemek üzere benimle bey'atleşin.

- Biz onları küçükken besleyip büyütüyoruz da büyüdükten sonra onları öldürür müyüz hiç? Sen ve onlar bunu daha iyi bilirsiniz.

Hind'in bu sözü üzerine Hz. Ömer katıla katıla güldü. Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra şöyle buyurdu:

- Elleriyle ayakları arasında bir iftira dizip getirmemek üzere ka­dınlar benimle bey'atleş sinler.

- Ya Rasûlallah, Allah'a yemin ederim ki, böyle bir iftira dizip ge­tirmek çok çirkin birşeydir ve muhakkak ki, tecavüzün bazısı cezaya tam denk gelir.

- Emrime karşı gelmemek hususunda benimle bey'atleşin.

- Maruf ve meşru olan emirler hususunda sana karşı gelmemek üzere bey'at ederiz.

Bunun üzerine Rasûlallah (s.a.v.), Ömer'e şu emri verdi:

-  Bu şartlar üzerine kadınlarla bey'atleş ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir."

Hz. Ömer de bu şartlar üzerine kadınlarla bey'atleşti. Rasûlullah (s.a.v.), kadınlarla asla tokalaşmazdı. Allah'ın kendisine helal kıldığı zevcelerinden veya mahremleri olan kadınlardan başkasına el sür­mezdi.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde açıkça ifade edilen bir rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Hayır vallahi, Rasûlullah (s.a.v.)'m eli hiçbir kadının eline değ­memiştir."

Başka bir rivayette de şöyle denilmiştir:

"Rasûlullah, kadınlarla bey'atleşmezdi. Sadece konuşur ve şöyle derdi: "Benim bir kadınla konuşmam, yüz kadınla konuşmam gibi­dir."

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Hz. Aişe'den rivayet olunduğu­na göre Ebu Süfyan'm karısı Hind binti Utbe, Rasûlullah (s.a.v.)'m

yanına gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocukla­rıma yetecek kadar nafakayı vermiyor, onun bilgisi olmadan malını alırsam günahkar olur muyum?

- Sana ve çocuğuna yetecek miktarda meşru şekilde onun malın­dan al.

Beyhakî, Yahya b. Bükeyr kanalı ile Hz. Aişe'den rivayet etti ki; Hind binti Utbe şöyle demiştir:

- Ya Rasûlallah, daha önce senin oba halkının zelil olmasından hoşlandığım kadar hiçbir şeyden hoşlanmazdım. Ama bugün yeryü­zünde senin oba halkının güçlenip başkalarıyla savaşmalarından hoş­landığım kadar başka hiçbir şeyden hoşlanmıyorum.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

- Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, ben de öyleyim.

"Ya Rasûiallah, Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Onun malından —bilgisi olmaksızın- alıp yersem günahkar olur muyum?

- Meşru Ölçüde ve uygun miktarda alırsan hayır."

Ebu Davud, Osman b. Ebi Şeybe kanalı ile İbn Abbas'm şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v), Mekke'nin fethedildiği gün şöyle buyurdu:

"Artık hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Savaşa çağnlır-sanız savaşa koşun."

İmam Ahnıed b. Hanbel, Affan kanalı ile SafVan b. Ümeyye'den rivayet etti ki; kendisine şöyle denilmiş:

"Hicret etmeyen kimse Cennet'e giremez."

Bana böyle denilince ben de: "Ben bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a sor­madan evime gitmeyeceğim." dedim ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gittim. Bana söylenen bu sözü kendisine naklettim. O da şöyle buyur­du:

"Mekke'nin fethinden sonra hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Eğer savaşa çağrılırsanız savaşa koşun."

Buharı, Muhammed b. Ebi Bekr kanalı ile Mücaşi b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Kendisiyle hicret üzere bey'atleşmek için Peygamber (s.a.v.)'in yanına giden Ebu Mabed'in yanma gittim. Bana şöyle dedi: "Hicret, sahihleri için geçip gitmiştir. Ben ise, İslâmiyet ve cihad üzere Pey­gamber (s.a.v.)'le bey'atleşeceğim."

Mücaşi'den rivayette bulunan ravi diyor ki: Ben de Ebu Mabed'le karşılaştım. Durumu ona sordum. O şöyle dedi: "Mücaşi doğru söyle­miştir."

Buharî, Amr b. Halid kanalı ile Mücaşi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Fetih gününden sonra kardeşimi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gö­türdüm ve şöyle dedim:

- Ya Rasûiallah, kendisiyle hicret üzere bey'atleşmen için kardesimi sana getirdim.

- Hicret ehli, hicretin hükmünü götürdüler.    .

- Ya sen şimdi kardeşimle ne üzere bey'atleşeceksin?

- Onunla İslâm, iman ve cihad üzerine bey'atleşeceğim.

Daha sonra Ebu Mabed'le karşılaştım. Ebu Mabed, Mücaşi ile kardeşinden yaşça daha büyük idi. Bu durumu kendisine sordum. O da: "Mücaşi doğru söylemiştir." dedi.

Buharî, Muhammed b. Beşşar kanalı ile Mücahid'in şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

İbn Ömer'e: "Şam'a hicret etmek istiyorum. Ne dersin?" diye sor­dum. O da şu cevabı verdi:

"Artık hicret yoktur. Ama git bakalım, kendi nefsini arzet. Eğer birşey bulabilirsen ne ala. Yoksa geri dönersin."

Ebu'n-Nadr, Şube kanalı ile Ebu Bişr'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: Mücahid'in şöyle dediğini işittim:

Hicret hususunu İbn Ömer'e sorduğumda o bana şu cevabı verdi:

"Bugün (veya Rasûlullah (s.a.v.)'dan sonra) hicret yoktur."

İshak b. Yezid, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Fetihten sonra hicret yoktur."

Buharî, İshak b. Yezid kanalı ile Ata b. Ebi Rebah'm şöyle dediği­ni rivayet etmiştir: Ubeyd b. Ümeyr'le birlikte Aişe'yi ziyaret ettim. Ubeyd, Aişe'ye hicretin hükmünü sordu. O da şu cevabı verdi:

"Bugün hicret yoktur. Daha önce müminlerden biri dininde fitne­ye düşmekten korktuğu için Allah'a ve Rasûlüne kaçıp hicret ediyor­du. Ama bugün Cenâb-ı Allah, İslâmiyet'i hükümran kılmıştır. Mü­min kişi dilediği yerde ve şekilde Rabbine ibadet eder. Bugün hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır."

Bu hadisler ve eserler şuna delalet ediyor ki, ya tamamen veya mutlak olarak Mekke fethinden sonra hicret ortadan kalkmıştır. Çünkü insanlar, grup grup Allah'ın dinine girmişler ve İslâmiyet hü­kümran olup sütunları yeryüzüne yerleşip sabit olmuştur. Artık hic­rete gerek kalmamıştır. Ancak harp ehline mücavir olmak ve onlar nezdinde dini izhar etme gücünün kalmaması gibi hicreti gerektiren bir hal meydana gelirse, o zaman İslâm diyarına hicret etmek vacip olur ki, bu vaciblik hususunda âlimler arasında ihtilaf yoktur. Ama bu hicret, Mekke fethinden önceki hicret gibi değildir. Nitekim Allah yolunda yapılan her türlü infak ve cihad meşrudur ve kıyamet günü­ne kadar da beğenilen bir davranıştır. Fakat yine de Mekke fethir den önceki infak ve cihad kadar faziletli olamaz. Zira yüce Allah, buyur­muştur ki:

"İçinizden Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimse­ler, daha sonra sarfedip savaşan kimselerle bir değildirler. Berikiler daha üstün derecededirler. Allah, hepsine Cennet'i vadetmiştir." (el-Hadîd, 10.)

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: en-Nasr sûresi nazil oldu­ğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), bu sûreyi baştan sona kadar okudu ve şöyle buyurdu:

"İnsanlar hayırlıdır. Ben ve ashabım hayırlıyız. Mekke fethinden sonra hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır."

Ebu Said el-Hudrî'nin böyle bir rivayette bulunması üzerine Mer-van ona: "Yalan söylüyorsun." dedi. Bu esnada yanında da Rafı b. Ha-dic ile Zeyd b. Sabit kanepe üzerinde oturmakta idiler. Ebu Said şöyle dedi:

- Eğer bu iki kişi isterlerse bu hususta sana açıklamada buluna­bilirler. Ama bunlardan biri, kendisini kavminin liderliğinden azlet­menden korkar. Diğeri ise kendisini zekat toplama memurluğundan azletmenden korkar.

O iki kişi, Mervan'm, Ebu Said'e vurmak için kamçısını kaldırdı­ğını gördüklerinde: "Ebu Said doğru söyledi." dediler.

Buharî, Musa b. İsmail tariki ile İbn Abbas'm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

Ömer, beni Bedir şeyhleri arasına katıyor, onlarla aynı muamele­ye tabi tutuyordu. Öyle sanıyorum ki, onlardan biri bundan rahatsız oldu ve şöyle dedi:

- Şunu niye aramıza katıyorsun? Halbuki bunun yaşında oğulla­rımız var?

Hz. Ömer:

- O sizin bildiğiniz kimselerdendir dedi. Onları bir gün toplantıya çağırdı ve beni de aralarına kattı. Herhalde onlara göstermek için be­ni onlarla birlikte yanına kabul etti ve şöyle dedi:

- Yüce Allah'ın: "Allah'ın yardım ve fethi geldiği zaman (en-Nasr sûresi)" kavi-i şerifi hakkında ne dersiniz?

Oradakilerden bazıları şöyle dediler:

- Bize yardım olunduğu ve fetih müyesser kılındığı zaman Allah'a hamd edip istiğfarda bulunmamız, bu ayette emredilmiştir.

Diğerleri ise susup birşey demediler. Hz. Ömer dönüp bana şöyle sordu:

- Ey îbn Abbas! Bu ayet hakkında sen de böyle mi diyorsun?

- Hayır, ben aynı fikirde değilim.

- O halde ne diyorsun?

- Bu ayette, Rasûlullah (s.a.v.)'m ecelinin gelmiş olduğu kendisi­ne bildirilmiştir. "Ey Muhammed! Allah'ın yardımı ve zafer günü (fe­tih) geldiği zaman..." İşte bu senin ecelinin alametidir.

"İnsanların Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbi-ni överek teşbih et. Ondan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri dai­ma kabul edendir."

Ömer b. Hattab, o topluluğa hitaben şöyle dedi:

- Ben de bu sûreden, İbn Abbas'm anladığı manayı anlıyorum."

Başka yollarla gelen rivayetlerde de görüldüğü gibi İbn Abbas, bu sûreyi tefsir ederken, Rasûlullah (s.a.v.)'ın ecelinin geldiğini haber vermiştir. Mücahid, Ebu Aliye, Dahhak ve bazı tefsirciler de böyle de­mişlerdir. Nitekim İbn Abbas ile Ömer b. Hattab da böyle demişler­dir.

İmam Ahmed b. Hanbel'in, Muhammed b. Fudayl kanalı ile Said b. Cübeyr'den rivayet ettiği hadise gelince: İbn Abbas dedi ki:

"en-Nasr sûresi nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.): "Nefsime ölüm haberi geldi." dedi. O senede ruhunun teslim alınacağı kendisi­ne bildirildi."

Bunu sadece İmam Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir ve senedin­de Ata b. Ebi Müslim el-Horasanî vardır ki, onun raviliğinde zayıflık vardır. Onun hakkında birçok hadis imamı cerh edici beyanlarda bu­lunmuştur. "Rasûlullah (s.a.v.)'m ruhunun o senede teslim alınacağı" şeklindeki ifadeye gelince, bunda da büyük bir münkerlik vardır ve batıldır. Çünkü Mekke'nin fethi, hicretin sekizinci senesinin ramazan ayında gerçekleşmiştir ve bu hususta ihtilaf yoktur. Oysa ki Rasûlul­lah (s.a.v.), hicri onbirinci senenin rebiyülevvel ayında vefat etmiştir ve bu hususta da ihtilaf yoktur.

Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberanî, İbn Abbas'm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Kur'ân'ın en son nazil olan sûresi, en-Nasr süresidir."

Bunda da münkerlik vardır. Senedi üzerinde de konuşulabilir. Muhtemeldir ki bu sûre, Kur'ân'ın toplu olarak bir defada nazil olan en son süresidir. Doğrusunu Allah bilir.

Tefsirimizde de bu sûre-i celile üzerinde yeteri kadar bilgi verdik. Hamd ve minnet Allah'adır.

Buharî, Süleyman b. Harb kanalı ile Amr b. Seleme'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Ebu Kılabe bana dedi ki: Biz, insanların uğ­rak yeri olan bir su başında idik. Kervanlar bize uğrar, biz de onlara sorardık: İnsanların durumu nasıl? Şu Mekke'de peygamber olarak ortaya çıkan adamın durumu nasıl?

Bize derlerdi ki: O, Allah tarafından peygamber olarak gönderil­diğini ve kendisine vahiy geldiğini iddia ediyor.

Ben onların bu sözünü kafama yerleştirdim. Sanki kalbime yapış­tı.

Araplar, İslâm'a girmek için fethi bekliyorlar ve: "Muhammed ile kavmini başbaşa bırakın. Eğer o kavmine üstün gelirse, doğru sözlü bir peygamberdir." diyorlardı.

Mekke fethi gerçekleşince, her kavim İslâm'a girmek için heyetler halinde süratle Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidiyorlardı. Babam da İslâm'a girmeleri için kavmini Rasûlullah'm yanma götürdü. Dönü­şünde: 'Vallahi ben, size gerçek bir peygamberin yanından geldim." dedi. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü: "Şu vakitte şu namazı, şu va­kitte de şu namazı kılın. Namaz vakti geldiğinde biriniz ezan okusun, Kur'ân'ı en çok okuyanınız da size imamlık yapsın."

Oradakiler, baktılar, benden daha çok Kur an okuyan birini bula­madılar. Çünkü ben kervanları karşılıyordum. Beni öne geçirdiler. İmamlık yaptım. Altı veya yedi yaşında bir çocuk idim. Üzerimde bir aba vardı. Secdeye vardığımda üstüm açılıyordu. Kabileden bir ka­dın: "Okuyucunuzun arkasını örtemiyor musunuz?" dedi. Bunun üze­rine kumaş satın aldılar ve benim için bir gömlek biçtiler. Ben de o gömleğime sevindiğim kadar hiçbir şeye sevinmedim." [5]

 

Hüneyn Gününde Hevazin Gazvesi

 

Yüce Allah buyurdu ki:

"Andolsun ki Allah, size birçok yerde ve çokluğunuzun sizi böbür­lendirdiği fakat bir faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüz Hüneyn gü­nünde yardım etmişti.

Bozgundan sonra Allah, peygamberine ve mü'minlere güvenlik yerdi ve görmediğiniz askerler indirdi. İnkar edenleri azaba uğrattı. İnkarcıların cezası budur.

Allah, bundan sonra da dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bağışlar ve merhamet eder." (et-Tevbe, 25-27.)

Muhammed b. İshak b. Yesar, kitabında şöyle der: "Rasûlullah (s.a.v.), hicri sekizinci sene şevval ayının beşinde fetihten sonra He-vazin'e doğru gitti."

Muhammed b. İshak'm ifadesine göre Mekke, ramazan-ı şerifin bitimine on gün kala fethedildi. Yani Hevazin'e gitmeden onbeş gece önce fethedildi.

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), şevvalin altısında Hevazin'e doğru yola çıktı. Şevvalin onunda Hüneyn'e ulaştı. Ebubekir es-Sıd-dik dedi ki: "Bugün sayımızın azlığından dolayı mağlup edilmeyiz."

Hezimete uğradılar. Bunlar için de hazimete ilk uğrayanlar Beni Süleym kabilesi oldu. Sonra Mekkeliler, daha sonra da diğer kalanlar hezimete uğradılar.

İbn İshak dedi ki: Hevazinliler, Rasûlullah (s.a.v.)'ı ve Allah'ın ona müyesser kıldığı Mekke fethini duydukları zaman, Malik b. Avf en-Nasrî onları topladı. Hevazin ile birlikte Sakif in tamamı, Nasr ve Cüşem'in hepsi, Sa'd b. Bekir ve Beni Hilal'den de az bir grup onlara katıldılar. Kays b. Aylan'dan sadece bunlar toplulukta hazır bulundu­lar. Hevazin'den ne Ka'b, ne de Kilab kabileleri, o toplulukta hazır bulunmadılar. Onlardan meşhur hiçbir kimse o toplulukta hazır bu­lunmadı.

Beni Cüşem kabilesinde Düreyd b. Simme vardı. Bu yaşlı bir kimse idi. Ondan, sadece görüşü ile ve savaş bilgisi ile uğur bekleni­lirdi. Tecrübeli bir ihtiyardı. Sakifte de onların iki efendisi vardı. Müttefiklerden de Karib b. el-Esved b. Mesud b. Muattib vardı. Beni Malik'ten de Zü'1-Himar Sübey'a b. Haris b. Malik ve onun kardeşi Ahmer b. Haris vardı. Hepsinin idaresi, Malik b. Avf en-Nasrî'nin elinde toplanıyordu. O, Rasûlullah (s.a.v.)'ın üzerine yürümeye az­mettiği zaman, ordusuyla birlikte mallarını, kadınlarını ve çocukları­nı da şevketti. Evtas'a indiği zaman ordusu onun yanına toplandı. Onların içinde Düreyd b. Simme vardı. Deve üstünde, gölgelik altın­da taşınıyordu. İndiği zaman şöyle dedi:

- Siz hangi vadidesiniz?

- Evtas vadisindeyiz.

- Ne güzel at koşacak yerdir! Ne keskin kayalı tepelik, ne de top­rağı yumuşak düzlüktür. Ne oluyor? Deve sesi, eşek anırması, çocuk ağlaması ve davar melemesi işitiyor gibi oluyorum.

- Malik b. Avf, halk ile birlikte mallarını, kadınlarını ve çocukla­rını da sevk edip getirdi.

- Malik nerededir? -İşte Malik...

Malik çağrıldı, Düreyd ona şöyle dedi:

- Ey Malik ne oluyor? Deve sesini, eşek anırmasını, çocuk ağla­masını ve davar melemesini işitiyor gibi oluyorum.

- Millet ile birlikte onların mallarını, çocuklarını ve kadınlarını da önüme katıp getirdim.

- Bunu neden yaptın?

- Onlardan her bir adamın ardında, onun ailesini ve malını koy­mak istedim ki, erkekler onları savunarak savaşsınlar.

Bunun üzerine Düreyd onu kovdu, onun bu yaptığını yadırgadı. Sonra şöyle dedi:

- Koyun çobanı, ne olacak. Anlamaz ki! Vallahi, savaştan dağılıp kaçan kimseyi, hiçbir şey geri çevirebilir mi? Çünkü savaş senin le­hinde olur ise, kılıçlı ve mızraklı erkekten başka kim sana fayda vere­bilir? Eğer savaş senin aleyhine olur ise ailenin ve malının içinde de rezil olursun.

Böyle dedikten sonra sözünü şöyle sürdürdü:

- Ka'b ve Kilab ne yaptı?

- Onlardan hiçbir kimse o toplulukta hazır bulunmadı.

- Hiddet ve şecaat kayboldu. Eğer yücelme ve yükselme günü ol­saydı, ondan ne Ka'b, ne de Kilab geri kalmaz ve kaybolmazdı. Sizin de Ka'b ve Kilab gibi bu topluluğa katılmamanızı dilerdim. Bu toplu­lukta sizden kim hazır bulundu?

- Amr b. Amir ve Avf b. Amir hazır bulundu.

- Amir'in bu iki kuzusunun ne faydalan olur, ne de zararları.

- Ey Malik, sen, Hevazin topluluğunu atların göğüslerine doğru ileri sürmekle birşey yapmadın, onları beldelerinin korunaklı yerlerine ve kavimlerinin üst taraflarına götür. Sonra Müslümanları atlar üstünde karşıla. Eğer savaş senin lehine olursa arkada kalanlar sana yetişirler. Eğer savaş senin aleyhine olursa en azından aileni ve malı­nı korumuş olursun. Malik dedi Ki:

- Allah'a yemin ederim ki, bunu yapmam. Yaşlandığın gibi aklın da yaşlanmış. Vallahi ey Hevazin topluluğu! Ya bana mutlak itaat edersiniz veya sırtımdan çıkıncaya kadar bu kılıcın üzerine dayanı­rım!

O, Düreyd b. Simme'nin bu toplulukta adının anılmasını ve görü­şünün geçerli olmasını istemiyordu.

Hevazin topluluğu da ona şu cevabı verdi:

- Sana itaat ettik.

Bunun üzerine Düreyd şöyle dedi: Bu öyle bir gündür ki, ben, ne hazır bulundum, ne hazır bulunmadım. Sonra da şu şiiri okudu:

"Keşke o toplulukta genç olsaydım. Onda yürür ve koşardım.

Saçları uzun, bağının bağlandığı yerin üst tarafında saçı olan bir atı yediyorum. Sanki o at ne büyük, ne küçük, orta halli bir yaban eşeğidir."

Sonra Malik, insanlara şöyle dedi: Onları gördüğünüz zaman kı­lıçlarınızın kınlarını kırınız. Sonra bir tek adamın saldırışı gibi saldı­rınız.

İbn İshak, Ümeyye b. Abdullah b. Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bana anlatıldığına göre Malik b. Avf, adamlarından bir ta­kım gözetleyiciler gönderdi, ona geldiklerinde onları, eklemleri âdeta kopmuş bir vaziyette gördü. Onlara şöyle dedi:

- Yazıklar olsun size! Bu ne haldir?

- Beyaz benekli atların üzerinde beyaz bazı adamlar gördük. Val­lahi onlara ilişir ilişmez, bizi gördüğün bu hale soktular. Vallahi bu durum onu, kasdettiği gaye üzerine yürüme niyetinden geri döndür­medi."

İbn İshak dedi ki:

Peygamber (s.a.v.), onları işitince, onlara Abdullah b. Ebi Hadred el-Eslemî'yi gönderdi ve ona, onların içine girmesini, onların arasında kalmasını ve bilgilerini almasını, sonra onların haberini kendisine getirmesini emretti.

İbn Ebi Hadred de gitti ve aralarına girdi. Orada kaldı. Rasûlul­lah (s.a.v.) ile savaşmak için yapmış oldukları şeyi dinleyip öğrendi. Malik ve Hevazin'in durumunu gördü, dediklerini dinledi, sonra döndü ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldi. Olayı ona haber verdi.

Rasûlullah (s.a.v.), Hevazin ile karşılaşmak için üzerlerine yürü­meye karar verdiği zaman ona, SafVan b. Ümeyye'nin yanında zırhla­rın ve silahların olduğu anlatıldı. Rasûlullah onu çağırdı. O zaman Safvan müşrik idi. Ona şöyle dedi:

- Ey SafVan, bu silahlarını bize emanet ver ki, onlarla yarın düş­manlarımızı karşılayalım, savaşalım.

- Ya Muhammedi Gasb olarak mı alıyorsun?

- Hayır, aksine emanet olarak alıyorum. Ben onları sana geri ve­rinceye kadar onlar kefalet altındadır.

- Öyleyse olur. Bunda bir sakınca yok.

Bunun üzerine SafVan, Rasûlullah'a yüz zırh ile yeter miktarda silah verdi. Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ondan o silahları taşıma işini de üstlenmesini istedi. O da taşıma işini yerine getirdi."

Yunus b. Bükeyr'den gelen bir rivayette de yukarıdaki hadise ol­duğu gibi anlatılıyor, zırhlardan bahsediliyor ve İbn Ebi Hadred'in keşiften dönüp de Rasûlullah (s.a.v.)'a Hevazinlilerin haberini verdiği zaman Ömer b. Hattab'm onu yalanladığı ifade ediliyor. Bunun üzeri­ne ibn Ebi Hadred, ona şöyle cevap vermiş:

- Eğer beni yalanladmsa ey Ömer, hakkı da yalanlayabilirsin. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle demişti:

- Ya Rasûlallah, ibn Ebi Hadred'in söylediğini işitmiyor musun? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) da şu cevabı vermiş:

- Ey Ömer, sen dalalette idin. Allah seni hidayete iletti.

İmam Ahmed b. Hanbel, SafVan b. Ümeyye'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn gününde Ümeyye'den emanet olarak zırhlar aldı. Ümeyye:

- Ya Muhammedi Bunu gasb olarak mı alıyorsun? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):

- Hayır, aksine kaybolması ve telef olması halinde tazmin edile­cek bir emanet olarak alıyorum, dedi.

Bu zırhların bir kısmı zayi oldu. Rasûlullah, (s.a.v.), tazminatını ödemeyi teklif edince Ümeyye:

- Ya Rasûlallah, ben bugün İslâm'a girmeye daha çok rağbet edi­yorum, dedi."

Ebu Davud, Yezid b. Harun tariki ile Abdullah b. Safvan ailesin­den bazı kimselerin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey SafVan, senin yamnda silah var mı? diye sordu. SafVan da:

- Emanet olarak- mı, yoksa gasb olarak mı istiyorsun? diye sorunca, Rasûlullah:

- Hayır, emanet olarak istiyorum, dedi.

SafVan da otuz, kırk kadar zırhı Rasûlullah'a emanet olarak ver­di. Rasûlullah, Hüneyn gününde savaştı. Müşrikler hezimete uğra­dıklarında SafVan'ın emanet olarak verdiği zırhlar toplandı. Bazıları kayboldu. Rasûlullah (s.a.v.), Safvan'a:

-  Senin zırhlardan bazılarını kaybettik. Bedelini sana ödeyelim mi? diye sordu.

SafVan da şu cevabı verdi:

- Hayır ya Rasûlallah, bugün benim kalbimde bir duygu ve inanç var ki, zırhları sana emanet olarak verdiğim günde yoktu."

Bu da mürsel bir rivayettir.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra beraberinde Mekke halkından 2.000; kendisiyle birlikte çıkan ve kendileriyle Al­lah'ın Mekke'yi fethettirdiği ashabından da 10.000 kişi ile yola çıktı. Böylece onlar, 12.000 kişi oldular.

Ben derim ki: Urve, Zührî ve Musa b. Ukbe'nin kavillerine göre Rasûlullah'm Hevazin'e götürdüğü askerlerin sayısı, toplam olarak 14.000 bin kişi olmuştur. Çünkü o, adı geçen bu kişilerin kavline göre Mekke'ye 12.000 askerle gelmişti Mekke'de serbest bırakılan 2.000 kişi de bunlara eklendi. Böylece 14.000 kişi oldular.

İbn İshak'm anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), şevvalin beşinde Mekke'den Hevazin'e doğru yola çıktı. Mekkeliler üzerine Attab b. Üseyd b. Ebu'l-İs b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems el-Ümevî'yi tayin etti.

Ben derim ki: O zaman Attab'm yaşı yirmiye yakın idi.

Rasûlullah (s.a.v.), Hevazinlilerle karşılaşmak niyeti ile yola ko­yulup gitti.

Ravi burada Abbas b. Mirdas es-Süîemî'nin şu kasidesini zikret­miştir:

"Benden Hevazin'in yukarısına ve aşağısına bir öğüt mektubu gö­tür ki, şu açıklama vardır:

Zannediyorum ki, Rasûlullah, size kumandanları olan bir ordu ile yerin boşluğunda hücum edecektir.

Onların içinde kardeşiniz Süleym sizi terkedip bırakacak değil­dir. Müslümanlar Allah'ın kullarıdır. Hiddetli gençlerdir.

Sağ yanındaki desteğinde Beni Esed ve Ecreban (Uyuzlar) Beni Abs ve Zübyan vardır.

Az kaldı ki, onun korkusundan yer sarsılsın. Onların önünde de Evs ve Osman vardır."

İbn İshak dedi ki: Evs ve Osman, Müzeyne kabileleridir.

İbn İshak, Zührî kanalı ile Haris b. Malik'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hüneyn'e çıktık. Biz cahüiyetten henüz çıkmış kimselerdik. Onunla birlikte Hüneyn'e doğru yürüdük. Kureyş kafirlerinin ve onlardan başka diğer Arapların yeşil renkli büyük bir ağaçları vardı. Ona Zatu Envat denilirdi. Her sene onun yanma gelirler, silahlarını onun üzerine asarlar, yanında kurban ke­serler ve bir gün itikaf yaparlardı. Biz, Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte yürürken, büyük yeşil bir ağaç gördük. Yolun yan taraflarından birbi­rimize şöyle seslendik:

- Ya Rasûlallah, bize de Zatu Envat ağacı gibi bir ağaç kıl. Onla­rın Zatu Envat ı olduğu gibi bizim de olsun.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

- Allahu Ekber!.. Muhammed'in nefsi elinde bulunan zata yemin ederim ki, siz de tıpkı Musa'nın kavminin Musa'ya dediği gibi dedi­niz:

«"Ey Musa! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap." dediler. Musa: "Doğrusu siz bilgisiz bir milletsiniz." dedi.» (ei-A'râf, ıss.) Yani bu bir âdettir. Siz geçmişlerin âdetine uyuyorsunuz." Ebu Davud, Ebu Tevbe kanalı ile Sehl b. Hanzeliyye'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: "Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hüneyn gü­nünde akşama dek yol yürüdük. Öğle vakti olduğunda Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında idik ki, o esnada atlı bir adam geldi ve şöyle dedi:

-  Ya Rasûlallah! İşte önünüze geldim. Ben falan falan dağlara çıktım. Bir de baktım ki, sabahleyin Hevazinliler kendi binekleri, bü­yük ve küçük baş hayvanları ile birlikte Hüneyn'de toplanmışlar.

Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve: "İnşaallah yarın bütün bunlar Müslümanlara ganimet olacaktır." dedi, sonra da:

- Bu gece bizi kim bekleyecek? diye sordu. Enes b. Mersed:

- Ya Rasûlallah, ben sizi beklerim, dedi. Bunun üzerine Rasûlul­lah:

- O halde atma bin, dedi. Enes de atma bindi ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah, ona şöyle emir verdi:

- Şu boğaza git ve yukarıya çık. Bu gece senin tarafından bize bir baskın gelmesin.

Sabahladığımızda Rasûlullah (s.a.v.) namazgahına gitti. İki rekat namaz kıldı. Sonra:

- Süvarinizi duydunuz mu? diye sordu. Dediler ki:

- Ya Rasûlallah, onu duymadık.

Bunun üzerine Rasûlullah, insanları namaza çağırdı. Namaz kılmaya başladı. Sonra namazım tamamlayınca boğaza dönüp baktı ve: "Size müjdeler olsun. İşte süvariniz geldi." dedi. Boğazdaki ağaçların arasından bakmaya başladık. Bir de baktık ki, süvari geldi. Rasûlul­lah (s.a.v.)'m önünde durdu ve şöyle dedi:

"Ben şu boğazın üst taraflarına doğru gittim. Rasûlullah in bana emrettiği yerde beklemeye başladım. Sabah olunca boğazın iki yanma keşif için gittim. Baktım, kimseyi göremedim."

Rasûlullah (s.a.v.) ona sordu:

- Geceleyin nöbet yerinden aşağıya indin mi?

- Hayır, sadece namaz kılmak veya def-i hacette bulunmak için indim.

- (Cennet'i kendine) vacib kıldın. Artık bundan sonra çalışman ge­rekmez." [6]

 

Hevazin Vakasının Ne Şekilde Cereyan Ettiği.Ve İşin Başındaki Firardan Sonra Güzel Sonucun Müttakiler  Lehine Dönmesi

 

Yunus b. Bükeyr ve başkaları, Muhammed b. İshak kanalı ile Ca-bir'in babası Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Malik b. Avf, beraberindeki adamlarıyla birlikte Hüneyn'e doğru hareket etti. Rasûlullah (s.a.v.)'dan önce oraya ulaştı. Onlar da vadinin dar ve eğik yerlerinde hazırlıklarını yaptılar. Rasûlullah ve ashabı da oraya yö­neldi. Sabahın alacakaranlığında vadiye indi. İnsanlar vadiye inerler­ken, atlar yüzlerine karşı saldırdılar. Bu da onların zoruna gitti. He­zimete uğrayarak döndüler. Dönüşlerinde de birbirlerine bakmaksı­zın kaçışıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), sağ yandan ayrıldı. Sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Nereye? Bana geliniz. Ben Allah'ın Rasûlüyüm. Ben Muhammed b. Abdullah'ım." Büyük bir mesele idi. Develer birbi­ri üzerine binmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.), insanların bu durumunu gördüğünde yanında Ehl-i Beyt'inden bir grub vardı ki onlar da şun­lardı: Ali b. Ebi Talib, Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmuttalib, Ebu Süfyan'ın kardeşi Rebia b. Haris b. Abdülmuttalib ye Fadl b. Abbas, Fadl ve Ebi Süfyan, Ümmü Eymen'in oğlu Eymen, Üsame b. Zeyd ve Kuşam b. Abbas ile diğer bazı kimseler de orada idiler. Ayrıca arala­rında Ebu Bekir, Ömer gibi zevatın da bulunduğu bir grub Muhacir de orada idi. Abbas, beyaz katırının gemini tutmuş, gemi çekmişti ki, hayvan ağzını açmıştı.

Hevazin'den bir adam, kırmızı bir erkek devesi üzerindeydi. Elin­de siyah bir bayrağı vardı. Bu bayrak, onun uzunca bir mızrağının ucuna takılı idi. Hevazinlilerin önünde bulunuyordu. Hevazin ise, onun ardmdaydı. Kavuştuğu zaman mızrağıyla vururdu. Onlar onu kaybettiklerinde arkasındakiler mızrağını yukarı kaldırır, onlar da onun peşini takip ederlerdi.

O bu halde iken Ebu Talib oğlu Ali ile Ensâr'dan bir adam, üzeri­ne gittiler. Ali arkadan gitti. Devesinin iki ayağına vurdu. Deve arka­sı üstü yere düştü. Ensârî de üzerine atıldı. Ona bir darbe vurdu. Ba­cağının yarısıyla birlikte ayağım kopardı, adam da devesinden yere düştü. İnsanlar da güçlenip cesaret buldular. Allaha yemin ederim ki, Müslümanlar dağılıp kaçtıklarında geri dönenler, Rasûlullah (s.a.v)'-ın yanında esirlerin elleri arkadan bağlı olduklarını gördüler."

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Süfyan b. Haris b. Ab-dülmuttalib'e dönüp baktı. O, o gün sabredip Rasûlullah'm yanında kalan kimselerdendi. Müslüman olduğunda İslâm'ı güzelce yaşadı. O, Rasûlullah (s.a.v.)'ın katırının eğerinin arkasını tutmuştu. Rasûlul­lah (s.a.v.):

- Bu kimdir? diye sordu. O da:

- Ananın oğludur ya Rasûlallah, dedi.

İbn İshak dedi ki: "Müslümanlar dağılıp kaçtıklarında bedevile­rin kaba saba adamlarından bazıları, içlerindeki kin dolayısıyla ko­nuşmaya başladılar. Ebu Süfyan Sahr b. Harb şöyle dedi:

- Onların hezimeti denize kadar gitmez. Fal okları da okluğu için­de beraberinde idi.

Ana bir kardeşi olan Safvan b. Ümeyye'nin beraberinde bulunan müşrik Kelde b. Cebele b. Hanbel de şöyle dedi:

- Bilesiniz ki, bugün büyü bozulmuştur artık. Safvan, ona şöyle dedi:

- Sus, Allah ağzım mühürlesin. Vallahi Kureyş'ten bir adamın ba­na hakim olması, Hevazinîi bir adamın bana hakim olmasından daha iyidir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan b. Müslim kanalı ile Enes b. Ma-lik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüneyn gününde Hevazinliler, kadınlarını, çocuklarını, develeri­ni ve koyunlarını getirip saf halinde dizmişler, böylece Rasûlullah (s.a.v.)'m gözüne çok kalabalık görünmek istemişlerdi. Müslümanlar­la karşılaştıklarında, Müslümanlar dönüp kaçmaya başlamışlardı ki, yüce Allah da bunu beyan ediyor. Müslümanların kaçması üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

"Ey Allah'ın kulları! Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Ey Ensâr top­luluğu! Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim." demişti. Hiçbir kılıç darbesi ve mızrak yarası almadıkları halde Cenâb-ı Allah, müşrikleri yenilgi­ye uğrattı. Rasûlullah (s.a.v.), o gün: "Her kim bir kafiri öldürürse üzerindeki eşyalar o Müslümanm olur." dedi. Ebu Talha o gün yirmi kişi öldürdü ve üzerlerindeki malları kendine aldı.

Ebu Katade dedi ki:

- Ya Rasûlallah, ben bir adamın boynunun damarını kesip öldür­düm. Üzerinde bir zırh vardı. Ama bakıyorum ki, o zırh ortada yok. Onu kimin aldığını öğrenmek istiyorum.

Adamın biri kalktı ve şöyle dedi:

- O zırhı ben aldım. Sen buna razı ol ve zırhı bana ver. Rasûlullah (s.a.v.)'dan birşey istenildiği zaman mutlaka ya o şeyi

verir, ya da susardı. Bu defa da Rasûlullah (s.a.v.) sustu. Hz. Ömer şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki, Allah, bu zırhı arslanlanndan bir ars-lana ganimet olarak verecek değildir ki, sana versin.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Ömer doğru söyledi, dedi.

Ebu Talha, Ümmü Süleym'le karşılaştı. Baktı ki, yanında bir hançer var. Ona sordu:

- Ey Ümmü Süleym! Bu nedir?

- Eğer müşriklerden biri bana yaklaşırsa, onun karnını yarmak için yanımda tutuyorum.

- Ya Rasûlalîah! Ümmü Süleym'in söylediğini duyuyor musunuz? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) güldü. Ümmü Süleym de şöyle

dedi:

- Ya Rasûlallah! Mekke fethinde serbest bırakmış olduğun ve bu­gün seni hezimete uğratmış olan kimseleri öldüreyim mi?

- Doğrusu Allah onlara yetti ve güzel karşılık verdi ey Ümmü Sü­leym.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdussamet b. Abdi'l-Varis kanalı ile Ebu Galibin şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Enes b. Malikle karşılaşan Ala b. Ziyad el-Adevî, Enes'e şöyle sordu:

- Ey Eba Hamza! Rasûlullah (s.a.v.), peygamber kılındığında kaç yaşında idi?

- Kırk yaşında idi.

- Sonra ne oldu?

- Sonra Mekke'de on sene kaldı. Medine'de de on sene kaldı. Böy­lece altmış yaşını tamamladı. Sonra Cenâb-ı Allah, onu kendi yanma aldı.

- Vefat ettiği günde kaç yaşında idi?

- Erkeklerin en genci, en güzeli, en yakışıklısı ve en etlisi idi.

- Ey Eba Hamza! Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte gaza yaptın mı?

- Evet, onunla birlikte Hüneyn gününde gaza yaptım. Müşrikler sabahleyin karşımıza çıktılar. Bize saldırdılar. Onların atlarım arka­mızda gördük. Müşrikler arasında bize hücum eden, bizi ezip geçen bir adam vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onu görünce indi. Allah, onları he­zimete uğrattı. Onlar da yüz geri dönüp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.), fethi görünce ayağa kalktı. Esirler birer birer huzuruna getirildiler. İslâm üzere onunla bey'atleşiyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.)'m sahabele­rinden bir adam şöyle demişti:

"Benim şöyle bir adağım vardır: Bugünün başından beri bizi ezip geçen bir müşrik adam eğer bize getirilir ise, mutlaka ben onun boy­nunu vuracağım."

Rasûlullah (s.a.v.) sustu, sesini çıkarmadı. Sonra bir adam geti­rildi. Adam, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görünce:

-  Ey Allah'ın peygamberi, ben Allah'a tevbe ettim, dedi. Diğer Müslüman kişi adağını yerine getirsin diye, Rasûlullah bu tevbekarla bey'atleşmeye yanaşmadı. Adak sahibi adam ise, bu geleni öldürmesi­ni emir vermesi için Rasûlullah'tan işaret bekliyordu. Kendi başına hareket etmekten korkuyordu. Rasûlullah'tan çekiniyordu. Rasûlul­lah, onun birşey yapmadığını görünce tevbekar adamla bey'atleşti. Bu durumu gören adak sahibi:

- Ey Allah'ın peygamberi! Benim adağım ne olacak? diye sordu. Rasûlullah da:

-  Sabahtan beri onun bey'atım kabul etmedim ki, adağım yerine ge tiresin.

- Ya Rasûlallah, onu öldürmem için bana işarette bulunsaydın ya!

- Bir peygamberin adam öldürmek için işarette bulunması uygun olmaz."

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle ^dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m yap­tığı dualardan biri de şu idi:

"Allahım! Eğer istersen bugünden sonra yeryüzünde sana ibadet edilmez."

Buharî, Muhammed b. Beşşar kanalı ile Ebu İshak'm şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

Kays kabilesinden bir adam: "Hüneyn gününde siz Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanından kaçıp firar ettiniz mi?" diye sorunca Bera b. Azi-b'in şu cevabı verdiğini işittim:

- Hayır, Rasûlullah (s.a.v.) kaçmadı. Hevazinliler okçu kimseler i-diler. Biz onlara saldırdığımızda geri çekildiler, Biz ganimetlerin üze­rine kapandık. Bunun üzerine onlar da bize oklarla karşılık vermeye başladılar. Rasûlullah (s.a.v.)'ı beyaz katırının üzerinde gördüm. Ebu Sufyan da katırın yularını tutmuştu. O esnada Rasûlullah (s.a.v.) şöyle diyordu: "Ben peygamberim, yalan yoktur."

Buharî, Şube'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn günün­de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"Ben peygamberim, yalan yoktur. Ben Abdülmuttalib'in oğlu­yum."

Buharî, Bera'nm şöyle dediğini rivayet etti: "Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) katırından indi."

Müslim, Bera'nm şöyle deiğini rivayet etmiştir:

"Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) katırından indi. Yardım diledi. Dilerken de şöyle diyordu:

"Ben peygamberim. Yalan yoktur. Ben Abdülmuttalib'in oğlu­yum. Allahım, yardımını indir."

Bera dedi ki: "Savaş ateşi kızıştığı zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidip onunla korunurduk. Asıl bahadır ve kahraman kişi o-nun hizasına çıkan kişi idi."

Beyhakî, şöyle bir rivayette bulunmuştur: "Hüneyn gününde Ra­sûlullah (s.a.v.): Ben koku sürünenlerin oğluyum, diyordu,"

Taberanî, İbn Asım es-Sülemî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.): Ben koku sürünenlerin oğlu­yum, dedi."

Buharî, Abdullah b. Yusuf kanalı ile Ebu Katade'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Hüneyn senesi, Peygamber (s.a.v.) ile birlikte savaşa çıktık. Müşriklerle ilk karşılaştığımızda önce Müslümanlar yenilgiye uğradı­lar. O sırada müşriklerden birinin bir Müslümanm üstüne bindiğini gördüm. Arkadan müşrikin omuzlan arasına bir kılıç darbesi indirip zırhını kestim. O da dönüp beni tuttu ve öyle sıktı ki, ondan ölüm ko­kusu duydum. Sonra düşüp öldü de elinden kurtuldum. Sonra Ömer'e yetişip:

- Ne olacak bizim bu halimiz? diye sordum. Ömer de:

- Allah'ın dileği ne ise o olur, dedi.

Sonra bozguna uğrayan askerler geri döndüler ve kesin zafer elde edildi.

Hz. Peygamber :

- Kim bir kimseyi öldürür ve onu öldürdüğüne dair şahidi bulu­nursa, o. kimsenin üstündeki eşyası onundur, dedi.

Bunun üzerine kalkıp:

- Kim bana şahidlik eder? dedim ve oturdum,

Hz. Peygamber, bir daha aynı sözü söyledi. Ben bir daha kalkıp:

- Kim bana şahidlik eder? dedim ve oturdum.

Hz. Peygamber, bir daha sözünü tekrarladı. Ben bir daha kalkıp:

- Kim bana şahidlik eder? dedim ve yine oturdum. Hz. Peygamber, yine aynı sözü söyledi.

Ben bir daha kalktım. Bu sefer Peygamber Efendimiz bana:

- Senin davan nedir, ey Ebu Katade? diye sordu. Ona meseleyi anlattım. Adamın biri:

- Ya Rasûlallah! Ebu Katade doğru söylüyor. Öldürdüğü müşrikin eşyasını ben aldım. Benim yerime sen ona birşeyler ver, dedi.

Ebu Bekir (r.a.):

- Eğer dediğin gibi yaparsa, o zaman Allah ile Rasûlü adına sava­şan bir Allah arslanımn hakkım ondan alıp sana vermiş olmaz mı? dedi.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Ebu Bekir doğru söylüyor. Öldürdüğü adamın eşyasını ona ver, dedi.

Bunun üzerine o da getirip bana verdi. Ben de o eşya ile Beni Se­leme mahallesinde bir hurmalık aldım ki, İslâmiyet'te edindiğim ilk mülk o hurmalıktır."

Buharı, Leys b. Sa'd kanalı ile Ebu Katade'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Hüneyn gününde müşriklerden biri ile savaşan bir Müslümana baktım. Başka bir müşrikte arkadan o Müslümam pun­duna getirip öldürmek istiyordu. Ben de koşup arkada pusuda bekle­yen o adamı öldürmek istedim. Beni vurmak için elini kaldırınca ben onun eline vurdum ve elini kopardım. Sonra beni yakaladı ve çok sıkı bir şekilde tuttu. Öyle ki, Öleceğimden korktum. Sonra gevşedi, ben de kendisini ileriye fırlattım ve öldürdüm. Müslümanlar hezimete uğ­radılar. Ben de onlarla birlikte hezimete uğradım. Bir de baktım ki, Hattab oğlu Ömer, insanlar arasında dolaşıyor. Ona: "Şu insanların durumu ne olacak?" diye sordum. O da:

- Allah ne dilerse o olur, dedi.

Sonra insanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma dönmeye başladılar. Rasûlullah (s.a.v.): "Her kim bir adamı öldürdüğüne dair şahid geti­rirse, öldürdüğü adamın eşyası onun olur." dedi. Ben de onu öldürdü­ğümü ispatlamak için şahid aramak maksadıyla ayağa kalktım. Be­nim için şahadet edecek bir kimse göremeyince oturdum. Sonra dü­şündüm ki, kalkıp bunu Rasûlullah'a anlatayım. Kalktım, durumu ona arzettim. Yanında oturan adamlardan biri şöyle dedi: Bu adamın öldürdüğünü söylediği müşrikin silahı benim yanımda. Ya Rasûlallah benim yerime sen buna bir şeyler ver de razı et.

Ebu Bekir şöyle dedi:

- Hayır, Allah ve Rasûlü uğruna savaşan Allah'ın aslanlarından bir arslamm bırakıp da Kureyş'in kuşlarından birine herhangi birşey verilmesin.

Rasûlullah (s.a.v.) kalktı ve silahı bana verdi. Ben de onunla bir hurmalık satın aldım. Böylece edindiğim ilk mal, o hurmalık oldu."

Hafız el-Beyhakî, Hakim kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle de­diğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn gününde insanların hezimete uğradıklarını gördüğünde şöyle dedi:

- Ey Abbas, şöyle seslen: Ey Ensâr topluluğu! Ey Rıdvan ağacı al­tında bey'at yapan kimseler!

Bu çağrıya insanlar; "Lebbeyk!.. Lebbeyk..." diye icabet ettiler. Öyle ki adam devesini geri çevirmek için gidiyor, bunu yapamaymca da zırhını boynundan çıkarıp atıyor, kılıcını ve kalkanını eline alarak sese doğru geliyordu. Nihayet yüz kadar kişi Rasûlullah (s.a.v.)'m ya­nına gelip toplandı. İnsanlar yüz çevirmek istediklerinde bunlar sa­vaştılar. İlk olarak Ensâr'a çağrıda bulunuldu. Sonra Hazreçlilere çağrıda bulunuldu. Onlar savaşta dayanıklı kimseler idiler. Rasûlul­lah (s.a.v.), bineğinin üstüne çıkıp etrafa ve dayanıklı olan savaşçıla­ra baktı. Sonra: "İşte fırın şimdi kızıştı." dedi.

Cabir b. Abdullah dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, insanlar Ra-sûlullah'm yanına döndüklerinde esirlerin ellerinin arkadan bağlı ol­duklarını gördüler. Allah onlardan dilediğini öldürdü. Onlardan bir kısmı da hezimete uğradı. Allah onların mallarım ve çocuklarını Ra-sûlüne fey olarak verdi."

İbn Lehia, Ebul-Esved kanalı ile Urve'den; Musa b. Ukbe de "Me-ğazi" adlı eserinde Zührî'den rivayet ettiler ki; "Cenâb-ı Allah'ın ken­disine Mekke fethini nasib ettiği ve gözünü aydın kıldığı zaman Ra­sûlullah (s.a.v.), Hevazin yoluna koyuldu. Kendisi ile birlikte Mekke-liler de vardı. Onlardan süvari ve yaya herkes onun yanında yeral-mışlardı. Öyle ki, kadınlar bile onunla birlikte yola yaya olarak revan olmuşlardı. Bunlar din üzere değildirler. Yalnız ganimet ümidini bes­liyorlardı. Bununla beraber Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabına bir darbe gelmesinden de hoşlanmıyor değillerdi.

Bu yolculukta Rasûlullah (s.a.v.)'m beraberinde Ebu Süfyan b. Harb ile SafVan b. Ümeyye de vardı. Safvan, müşrik olduğu halde ka­rısı Müslüman idi. Araları tefrik edilmemişti.

O gün müşriklerin reisi Malik b. Avf en-Nasrî idi. Beraberinde Düreyd b. Simme de vardı. Yaşlılıktan tiril tiril titriyordu. Beraberin­de kadınlar, çocuklar ve davarları da vardı. Rasûlullah (s.a.v.), casus olarak onlara Abdullah b. Ebi Hadred'i gönderdi. Abdullah, onların yanında geceledi. Malik b. Avf m, kendi arkadaşlarına şöyle dediğini işitti:

- Sabah olunca onlara tek bir adamın saldırısı gibi saldırın. Kılıç­larınızın kınlarını kırın. Davarlarınızı ve kadınlarınızı da saf saf di­zin.

Sabah olunca Ebu Süfyan, SafVan ve Hakim b. Hizam, Peygam­ber ordusundan ayrılıp geriye çekildiler. Devranın kimin lehine döne­ceğini seyretmeye başladılar. İki taraf saf halinde karşı karşıya geldi­ler. Rasûlullah (s.a.v.), doru katırına bindi. Safların karşısına geçti.

Onlara savaşmalarını emretti. Savaşa teşvik etti. Sabredecek olurlar­sa, fethi elde edecekleri müjdesini verdi.

Onlar, bu halde iken müşrikler üzerlerine bir adamın saldırısı gi­bi hep birlikte saldırdılar. Müslümanlar ileri atıldılar, sonra geri dö­nüp kaçtılar. Harise b. Numan dedi ki: İnsanlar dönüp kaçtıklarında ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında kalan kimselerin sayısını tahmin ettim ve "yüz kadar adamdılar." dedim.

Kureyşli biri, Safvan b. Ümeyye'nin yanma gidip:

- Sana, Muhammed ile ashabının hezimet müjdesini veriyorum. Allah'a yemin ederim ki; onlar, artık kendilerini asla toparlayamaz-lar, dedi.

Kureyşlinin bu müjdesine cevaben Safvan şöyle dedi:

- Bedevilerin galibiyetini mi bana müjdeliyorsun? Allah'a yemin ederim ki, Kureyşli birinin bana hakim olması, bedevilerin hakim ol­masından daha çok hoşuma gider.

Safvan, müjdecinin o sözlerine çok öfkelenmişti. Urve dedi ki: Safvan, bir kölesini cepheye gönderdi ve: "Parolanın kime ait olduğunu dinle" diye emir verdi. Köle de gitti. Dönüşünde Safvan'm yanma gelip şöyle dedi: Onların "Ya Beni Abdirrahman, ya Beni Abdillah, ya Beni Ubeydullah" dediklerini işittim. Kölenin bu haberi üzerine Safvan: - Muhammed galip oldu, dedi.

Müslümanların savaşta parolaları yukarıda anlatıldığı gibi idi. Rasûlullah (s.a.v.), savaş alevinin içinde kalınca, kendi katırının üzerinde süvariler arasında dikilip Allah'a dua için ellerini kaldırdı ve şöyle dedi:

"Allahım, bana vadettiklerini gerçekleştirmeni senden istiyorum. Allahım, onların bize galip olmaları uygun olmaz."

Bu duadan sonra ashabını çağırdı ve onları savaşa teşvik ederek şöyle dedi:

- Ey Hudeybiye gününde bey'at yapan ashab! Allah... Allah... Pey­gamberinize hücum edilmesin sakın! Ey Allah'ın Ensârı, ey Rasû-lünün Ensârı! Ey Hazreç oğulları! Ey Sûre-i Bakara ashabı!..

Böyle dedikten sonra bir avuç çakıl aldı. Müşriklerin yüzüne ve perçemlerine doğru savurdu. Savururken de şöyle dedi: 'Yüzler çirkin oldu."

Ashabı da koşarak yanma geldi.

Rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) o sırada: "İşte şimdi firın kızıştı." demiştir. Bunun üzerine yüce Alah, İslâm düşmanlarını her taraftan hezimete uğrattı. Hangi taraftan kendilerine Rasûlul-lah'm çakılları savrulmuş ise o taraftan hezimete uğradılar. Müslü­manlar da peşlerine takılıp onları öldürmeye başladılar. Yüce Allah, onlan, kadınlarını ve çocuklarını Müslümanlara ganimet olarak bı­raktı. Malik b. Avf da cepheden kaçtı. Kavminin eşrafından bazı kim­selerle birlikte Taif kalesine sığındı. O esnada Allah'ın, Rasûlüne yar­dımını, dinine de desteğini gördükleri için Mekkelilerin çoğu da Müs­lüman oldular."

İbn Vehb, Yunus tariki ile Hz. Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte savaşa katıl­dım. Ben ve Ebu Süfyan b. Harise yanından ayrılmadık. Rasûlullah, beyaz katırı üzerinde idi. O katırı, Ferve b. Nüfase el-Cüzâmî ona he­diye etmişti. İki taraf karşı karşıya gelince, Müslümanlar dönüp kaç­maya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) ise katırını kafirlere doğru koş­turmaya başladı. Ben de katırı daha hızlı koşmasın diye gemini tutup çekiyordum. Ebu Süfyan da Rasûlullah'm üzengisini tutmuştu. Rasû­lullah (s.a.v.): "Ey Abbas! Semüre ağacı altında benimle bey'atleşen ashabıma seslen." dedi. Ben de seslendim. Allah'a yemin ederim ki; onlar benim sesimi duydukları zaman, ineğin kendi yavrusu üzerine şefkatle dönüp kaçışı gibi dönüp Rasûlullah'm yanma gelmeye başla­dılar ve buyur, buyur, dediler. Kafirlerle savaştılar. Ensâr'a: "Ey Ensâr topluluğu!" diye sesleniliyordu. Sonra Beni Haris b. Hazreç'e seslenilmeye başlandı ve: "Ey Beni Haris b. Hazreç!" diye seslenildi. Rasûlullah (s.a.v.) da kendi katırı üzerinde ileriye doğru uzanırcasma savaş meydanına baktı ve: "İşte şimdi fırın kızıştı." dedi ve bir avuç çakıl alıp kafirlerin yüzüne doğru savurdu. Sonra da: "Muhammed'in Rabbine yemin olsun ki; onlar hezimete uğradılar." dedi. Ben de gidip bakmaya başladım. Savaşın, gördüğüm şekli ile cereyan ettiğini gör­düm. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah, onlara elindeki çakılları savurunca, kılıçlarının keskin ucu körelmeye, kendileri de dönüp kaç­maya başladılar. Ben bunu böyle gördüm."

Müslim, îkrime b. Ammar kanalı ile Seleme b. Ekva'nm şöyle de­diğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hüneyn'e gittik. Düşmanla karşılaştığımızda ileri geçip bir tepeye çıktım. Müşrikler­den biri karşıma çıktı. Ona ok attım, ama gözümden kayboldu. Ne yaptığını anlayamadım. Sonra topluluğa baktım ki, onlar başka bir tepeden güründüler. Onlarla Rasûlullah'm sahabeleri karşı karşıya geldiler. Rasûlullah'm ashabı geri döndü. Ben de hezimete uğramış olarak geri döndüm. Üzerimde bir peştemal ile bir izar vardı. İzarım çözüldü. Onları topladım. Peygamber (s.a.v.)'ın yanma yenik olarak döndüm. O, doru renkli katırının üzerinde idi. Şöyle dedi: "Ekva'nın oğlu korku gördü."

Müşrikler, Rasûlullah (s.a.v.)'m etrafını sardıklarında o katırdan indi, yerden bir avuç toprak alıp yüzlerine savurdu. Ve: "Yüzler çir­kin oldu." dedi. Onlardan herbirinin gözüne o bir avuç topraktan bir kısmı doldu, onlar da dönüp kaçtılar. Allah, onları hezimete uğrattı. Rasûlullah (s.a.v.) da onların ganimetlerini Müslümanlar arasında paylaştırdı."

"Müsned" adlı eserinde Ebu Davud et-Teyalisî, Hammad b. Sele­me tariki ile Ebu Abdurrahman el-Fihrî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hüneyn'de Rasûlullah (s.a.v.)'Ia birlikte idik. Çok sıcak bir yaz gününde yürüdük. Semur ağacının gölgesi altında mola verdik. Gü­neş tepeden yana meyledince zırhımı giyip atıma bindim. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardım. O, çadırında idi; ona; "Esselamü aleyke ya Rasûlallah ve rahmetullahi ve berekatühû. Ey Allah'ın Rasûlü, ra­hatlık geldi. Öyle değil mi?" diye sordum. O da evet, diye cevap verdi. Sonra: "Ey Bilal!" diye seslendi. O da bir ağacın altından firladı. Göl­gesi kuş gölgesini andırıyordu. "Buyur ya Rasûlallah, sana saadetler dilerim ve ben sana feda olayım." dedi. Rasûlullah da; "Atımı eğerle." diye emir verdi. Bilal ona iki demet lif getirdi ki, onlarda rahatlık ve konfor yoktu. Rasûlullah atına bindi. Biz de o gün yol yürüdük. Düş­manla karşılaştık. İki tarafin süvarileri yüz yüze geldiler. Onlarla sa­vaştık. Müslümanlar dönüp kaçtılar. Nitekim yüce Allah da böyle ha­ber vermişti. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle diyordu; "Ey Allah'ın kullan! Ben Allah'ın kulu, ve elçisiyim." Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v) atından indi. Benden kendisine daha yakında bulunan birinin bana anlattığına göre yerden bir avuç toprak aldı ve o toprağı düşma­nın yüzüne savurdu: "Yüzler çirkin olsun." dedi."

Ya'Iâ b. Ata dedi ki: "O savaşa katılanların çocukları, babaların­dan naklederek bize dediler ki; Gözlerine o bir avuç topraktan girme-, yen ve gözü toprakla dolmayan hiç kimse kalmadı. Gökten bir ses duyduk. Tıpkı demirin demirden yapılma bir tasa vuruluşu gibi bir ses geldi. Aziz ve Celil olan Allah, onları yenilgiye uğrattı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan kanalı ile Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir;

"Hüneyn gününde ben Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte idim. İnsan­lar düşman önünden kaçtılar. Rasûlullah (s.a.v.)'Ia birlikte Muhacir ve Ensâr'dan seksen kişi yerlerinde sebat ettiler. Seksen kişi civarın­da olan biz, ayaklarımız üzerinde sebat ettik. Düşmana ardımızı dön­medik. İşte bu sebatkarlar üzerine Cenâb-ı Allah, huzur ve sükuneti­ni indirdi. Rasûlullah (s.a.v.) da katırı üzerinde olup ileriye doğru git­ti. Bir ara eğer ile birlikte yere doğru eğildi. Ben ona; "Yüksel ki, Al­lah seni yükseltsin," dedim. O da şu emri verdi;

"Bana bir avuç toprak ver." Toprağı aldı. Düşmanın yüzüne sa­vurdu. Onların gözleri toprakla doldu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Muhacirler ile Ensâr nerede?" "İşte onlar şuradadırlar." dedim. "Onlara seslen!" diye emir verdi. Ben de onlara seslendim. Kılıçları elle­rinde olarak geldiler. Tıpkı ateş korunu andırıyorlardı. Müşrikler de dönüp kaçtılar."

Beyhakî, İyaz b. Haris el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), 12.000 kişi ile birlikte Hevazin'e geldi. Hü­neyn gününde, Bedir savaşında öldürülenler sayımız kadar Taifliler-den de öldürüldü. Rasûlullah (s.a.v.) bir avuç çakıl aldı ve yüzümüze savurdu. Biz de hezimete uğradık."

Müsedded, Cafer b. Süleyman kanalı ile kafîr olarak Hüneyn gaz­vesine katılanlardan naklen, Ümmü Bürsün'ün kölesi Avf b. Abdur-. rahman in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la karşılaştığımızda onlar bir koyun sağımı kadar bile karşımızda duramadılar. Kılıçlarımızla onları savuruyor-duk. Rasûlullah (s.a.v.)'m karşısında idik. Onu çevrelediğimiz zaman bir de baktık ki, bizimle onun arasında güzel yüzlü erkekler var. O güzel yüzlüler bize şöyle dediler: "Yüzler çirkin olsun. Geri dönün." İşte biz o sözden dolayı hezimete uğradık."

Yakub b. Süfyan, Ebu Süfyan kanalı ile kendi kavminden Hü­neyn savaşma katılan bir adamdan naklen Haris b. Bedl en-Nasrî ile Amr b. Süfyan es-Sakafî'nin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Hü­neyn gününde Müslümanlar hezimete uğradılar. Rasûlullah (s.a.v.)'-ın yanında Abbas ile Ebu Süfyan b. Haris'ten başkası kalmadı. Rasû­lullah (s.a.v.), bir avuç çakıl taşı aldı. Onu düşmanların yüzüne sa­vurdu. Biz de hezimete uğradık. Her taşm veya ağacın bir süvari kılı­ğına girip bizi kovaladığını hayal ettik.

Amr b. Süfyan es-Sakafı dedi ki: Ben de atımı koşturarak Taife kadar gittim."

Yunus b. Bükeyr, "Meğazi" adlı eserinde Yusuf b. Süheyb b. Ab-dillah'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında Zeyd adında bir adamdan başkası kalmadı."

Küdeymî tariki ile Beyhakî, Musa b. Mesud kanalı ile Yezid b. Amir es-Süvaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Müslümanların geri çekilmesi esnasında kafirler onları takip ettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da yerden bir avuç toprak alıp müşriklerin yüzüne savurdu: "Geri dönün, yüzler çirkin olsun." dedi. Her kim kendi sa­vaşçı kardeşi ile karşılaşırsa mutlaka gözlerindeki çapak ve ağrıdan rahatsız olduğunu şikayet ediyordu."

Beyhakî, farklı iki tarikle Ebu Saib b. Yesar'ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Hüneyn gününde Cenâb-ı Allah'ın, müşriklerin kalblerine bırak­tığı korkuyu, müşriklerle birlikte Hüneyn savaşına katılıp da bilahare Müslüman olan Yezid b. Amir es-Süvaî'ye sorduğumuzda o; bir ça-lal tanesini alıp tasın içine atıyor ve tas tınlayınca bize şu cevabı ve­riyordu: İşte biz, o korkuyu içimizde bu çakıl tanesinden çıkan ses gi­bi hissediyorduk."

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız ve Muhammed b. Musa b. Fadl tariki ile Mus'ab'ın babası Şeybe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte gazaya çıktım. Valla­hi, ne İslâmiyet'i tanıdığımdan, ne de İslâm'a olan aşkımdan ötürü o gazveye gitmiştim. Ama Hevazinlilerin, Kureyşlüeri mağlup etmele­rini istemediğimden dolayı gazveye gittim. Yanında durmakta iken şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, ben alaca atlar görüyorum.

- Ey Şeybe, o atları kafirden başkası göremez.

Böyle dedikten sonra elini göğsüme vurdu. Sonra: "Allahım, Şey­be'ye hidayet ver." dedi. Sonra ikinci kez elini göğsüme vurdu ve: "Al­lahım, Şeybe'ye hidayet ver." dedi. Sonra üçüncü kez elini göğsüme vurup: "Allahım, Şeybe'ye hidayet ver," dedi. Allah'a yemin ederim ki, üçüncüsünde elini göğsümün üzerinden kaldırmadan o, Allah'ın yara­tıkları içinde en çok sevdiğim kişi oldu."

Böyle dedikten sonra Şeybe, hadisenin tamamını anlatır, iki tara­fın karşı karşıya gelişini, Müslümanların hezimete uğramalarını, Ab-bas'ın Müslümanlara seslenişini, Rasûlullah (s.a.v.)'m Allah'tan yar­dım dileyişini ve nihayet yüce Allah'ın müşrikleri hezimete uğratışmı açıklar.

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız kanalı ile Şeybe b. Osman'ın şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

"Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m çevresinin boşaldığını gördüğümde babamı, amcamı ve Ali ile Hamza'mn onları öldürmele­rini hatırladım. Ve: "İşte bugün Rasûlullah (s.a.v.)'dan öcümü alırım." dedim. Sağından yanına yaklaşmak için ilerlediğimde baktım ki, ya­nında Abbas b. Abdülmuttalib duruyor. Üzerinde gümüşü andıran beyaz bir zırh vardı. Toz savuruyordu. Kendi kendime amcası Rasû-lullah'ı yalnız bırakmaz, dedim. Sonra sol tarafından yanına yaklaş­mak için ilerlediğimde baktım ki, Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmut­talib orada duruyor. Rasûlullah'ı, amcası oğlu yalnız bırakmaz, de­dim. Sonra arkadan vurmak için ilerledim. Kılıcımı kaldırıp vuraca­ğıma ramak kalmış iken onunla benim aramda şimşek parıltısını an­dıran bir ateş yalabuğu gördüm. Ateşin beni yakmasından korktum. Elimi gözümün üzerine koyup gerisin geri yürümeye başladım. O es­nada Rasûlullah (s.a.v.), bana dönüp baktı ve: "Ey Şeybe! Bana yak­laş. Allahım, Şeybe'den şeytanı uzaklaştır." dedi. Ben de gözümü kal­dırıp kendisine baktığımda o, benim gözümden ve kulağımdan bana daha sevimli oldu. Ve: "Ey şeybe! Kafirlerle savaş." dedi."

İbn İshak şöyle dedi: Beni Abdu'd-Dar'm kardeşi Şeybe b. Osman b. Ebi Talha şöyle dedi: "Bugün Muhammed'den intikamımı alaca­ğım. Bugün Muhammedi öldürürüm." dedim.

Şeybe'nin babası, Uhud gününde öldürülmüştü.

Şeybe, sözüne devamla şöyle dedi:

"İstedim ki, Rasûlullah'ı öldüreyim. Ama o esnada birşey geldi ve kalbimi örttü. Buna güç yetiremedim. Onun bana karşı korunmuş ol­duğunu anladım."

Muhammed b. İshak, babası vasıtasıyla Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüneyn gününde insanlar savaşmakta iken ben Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte idim. Bir de baktım ki, gökten yeryüzüne siyah kili­mi andıran şeyler iniyor. İndiler, gelip bizimle düşmanlarımızın ara­sına kondular. İyice baktığımda onların siyah karıncalar olduğunu gördüm. Dağınık vaziyette vadiyi doldurmuşlardı. Onların melekler olduğundan şüphem olmadı. Sonra çok geçmeden Hevazinliler hezi­mete uğradılar."

Hadic b. Arca en-Nasrî, Hüneyn gazvesi hakkında şu şiiri söyledi:

"Hüneyn'e ve onun suyuna yaklaştığımız zaman, uzaktan acaip renkli, kendisinde birçok renkler bulunan şahıslar gördük.

Toplanmış, silahı çok, büyük bir ordu birliği ile ki, şayet onu Ur-va'dan dağların yücelerine atsalar, o dağlar dümdüz bir yer haline ge­lirler.

Eğer kavmimin eşran bana uysalar, bu takdirde açık bir bulutla karşılaşmayız.

Ve bu takdirde Muhammed ailesinin, Hindef kabilesince destek­lenen 80.000 kişilik ordusuyla karşılaşmayız."

İbn İshak, savaşın en şiddetli ortamında Hüneyn gününde Heva­zinlilerin reisi Malik b. Avf en-Nasrî'nin şu şiiri söylediğini naklet-miştir:

"Ey Muhac, ilerle! Çünkü bu şiddetli bir gündür. Benim gibisi se­nin gibisini korur ve hamle yapar.

Bir gün saf ve geri taraf zayi olduğu, sonra topluluklardan sonra, topluluklar kalktığı zaman,

Birçok ordu birlikleri ki, onları saymakla gözler yorulur.Bir dürtüşle dürterim ki, yaranın derinliğini ölçmede kullanılan fitil ile irinini dışarı atar.

Bir mekana sığınan alçak kişi yerildiği zaman, geniş bir yana açacak şekilde dürterim.

O yaradan akan parça parça kanlar vardır. Birçok defa açılır, bazan da kanı akar.

Mızrağın iç demirine giren ağaç kısmının üst tarafı, o yarada kı­rılır.

Ey Zeyd, ey İbn Hemheni, nereye kaçıyorsun? Diş tükenmiş, ömür uzamış, uzun boylu baş, örtülü beyaz kadın­lar bilmişler ki, ben onlar gibi bir kişi değilim.

O zamandaki iffetli, korunmuş kadınlar perdelerinin altından çı­kartılırlar."

Beyhakî, Yunus tariki ile Malik'in, arkadaşlarının, yenilgiye uğ­rayarak geri dönüşleri hakkında, kendisi Müslüman olduktan sonra şu şiiri inşâd ettiğini söylemiştir. Bu şiirin başkasına ait olduğunu söyleyen de olmuştur:

"Onların yürümelerini insanlara hatırlat ki, onlar Malik'le birlik­te toplanmışlardı. Malik'in üstünde bayraklar dalgalanıyordu.

Malik, Malik'tir. Onun üstünde hiçbir kimse yoktur, Hüneyn gü­nünde onun üzerinde taç parlamaktaydı.

Şiddet ve bahadırlık onları ileri götürdüğü zaman, şiddetle karşı­laştılar.

Üzerlerinden miğferler, zırhlar ve deriden kurutulmuş kalkanlar vardı.

insanlarla vuruştular. Öyle ki, peygamberin etrafında hiçbir kim­seyi görmediler ve öyle ki, tozlar onu perdeledi.

Sonra onlara yardım etmek için Cebrail gökten indirildi. Böylece onlar, hezimete uğradılar ve esir edildiler.

Eğer Cebrail'den başkası bizimle savaşsaydı, elbette nefis kılıçla­rımız bizi korurdu.

Yenilgiye uğradıkları zaman, bir dürtme ile Ömer el-Faruk bizi kaçırttı ki, o dürtme ile onun atının eğerini kan ıslatmıştı."

îbn İshak dedi ki: Müşrikler hezimete uğrayıp da Rasûlullah, on­lara galip gelince Müslümanlardan bir kadın şöyle dedi:

"Allah'ın atlıları, Lafın atlılarına galip oldular. Allah, sebata daha layıktır."

Ibn Hişam şöyle dedi: Şiir hakkında ilim erbabı olanlardan biri bana şu beyitleri nakletti:

"Ey Allah'ın atlıları, Lat'ın atlılarına galip oldunuz. Allah'ın atlıları sebata daha layıktırlar."   .

İbn İshak şöyle dedi: Hevazinliler hezimete uğradıklarında Sakif kabilesi, Beai Malik içinde savaşı şiddetlendirdiler. Onlardan bay­rakları altında yetmiş adam öldürüldü. Bayrakları Zü'1-Himar'm elin­de idi. Zü'1-Himar öldürüldüğünde bayrağı Osman b. Abdullah b. Re-bia b. Haris b. Habib aldı ve öldürülünceye kadar bayrakla birlikte savaştı. Amir b. Vehb b. Esved'in bana haber verdiğine göre onun öl­dürülüş haberi, Rasûlullah'a ulaştığında Rasûlullah şöyle dedi:

"Allah onu kahretsin. O, Kureyş'e kızıyordu."

İbn İshak, Yakub b. Utbe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Os­man b. Abdullah ile beraber sünnetsiz bir Hristiyan genç Öldürüldü. Ensâr'dan bir adam, Sakif kabilesinin ölülerinin ganimetlerini top­larken bu gencin elbiselerini açtığında sünnetsiz olduğunu gördü ve olanca sesiyle şöyle bağırmaya başladı.

- Ey Arap cemaati! Allah biliyor ki, Sakif kabilesi sünnetsizdir.

Bunun üzerine Muğire b. Şube dedi ki: "O Ensârî'nin elini tut­tum. Bu sözün Araplar arasında yayılmasından korktum ve dedim ki: "Anam babam sana kurban olsun, böyle deme. Bu genç bizden değil­dir. Bu bizim Hristiyan bir kölemizdir."

Sonra diğer ölülerin cesedini açıp ona gösterdim ve: "Bak görü­yorsun ki, hepsi sünnetlidirler." dedim.

İbn İshak dedi ki: Müttefiklerin sancağı Karib b. Esved'de idi. Halk yenilgiye uğrayınca sancağı bir ağaca dayadı. Kendisi, amcaza­deleri ve kavmi kaçıp gittiler. Müttefiklerden iki kişiden başkası öl­dürülmedi. Beni Giyara'dan Vehb isminde bir adam ve Beni Küb-be'den de Cülah isminde birini öldürmüşlerdi. Cülah'm öldürülme ha­beri, Rasûlullah (s.a.v.)'a vardığında şöyle buyurdu:

- İbn Hüneyd el-Haris b. Üveys müstesna, Sakif gençlerinin efen­disi öldürüldü.

Bunun üzerine Abbas b. Mirdas es-Sülemî, Karib b. Esved ve am­ca oğullarından kaçışım, Zü'1-Himar ve kavmini ölümle başbaşa bıra-kışmı anlatarak şöyle dedi:

"Dikkat! Dikkat, kim benden, Beni Gaylan'a ve Urve'ye bildirecek?

Öyle zannediyorum ki, yakında haberci ona şu haberi getirecektir:

Ikinizin sözünden başka etkili bir cevap ve bir söz gönderiyorum. Muhanımed, Rabbinin kulu ve elçisidir. O, haktan sapmaz ve zul­metmez. Biz onu peygamber olarak tıpkı Musa gibi bulduk.

Ona karşı üstünlük taslayan her adam alçaktır.

İşler paylaşıldığı zaman ne kötü oldu. Beni Kasiyy'in Vecc'e ki durumları,

İşlerini kaybettiler ve her kavim için bir lider vardır.

Felaket bazen bir başkasına devredilir.

Biz meşeliklerin aslanlarına geldik ki, Allah'ın askerleri açıkça bir şekilde onların üzerlerine doğru giderler.

Bir öfke üzerine Beni Kasiy topluluğuna uyduk. Nerede ise, onlar için havada kanatlanıp uçuyorduk.

Yemin ederim ki, eğer onlar bekleyip gitmeseydiler, elbette onla­ra askerlerle giderdik.

Böylece biz Liyye'nin arslanlan olurduk ve nihayet orayı kökün­den yıkardık ve Malik b, Avf in aşireti olan Musur aşireti de yardım­sız bırakılırdı.

Bundan önce Hüneyn savaşında günlerden bir gün vardı ki, onun gibisini ne sen duydun, ne de erkek kavimler duydular. Onda kanlar akıyordu.

Beni Hutaylı bayrakları üzerinde tozun içinde atları eğilmiş ol­dukları halde öldürdük.

Zü'1-Himar, aklı olan bir kavmin reisi olmaz. Eğer olursa, ya ce­zasını bulur veya o kavim işini bilmeyen bir kavimdir.

Onları ölümlerin yollan üzerinde durdurdu. Oysa ki, onları gö­renler için işler aşikar olmuştu.

Onlardan kurtulanlar, helake yönelmiş oldukları halde kurtuldu­lar ve onlardan çok insanlar öldürüldü.

Tevanlımn kardeşi bu işlere yarar sağlamaz. Zayıf ve çekingen kişi de fayda vermez.

Onları mahvetti, kendisi de mahvoldu.

Onlar onu, işlerinin maliki yaptılar. Bahadırlarla doğanlar ise kaçıp kurtuldular.

Beni Avfı, iyi koşan atlar güzel bir şekilde yürüttüler ki, o atlara yem olarak bakla ve arpa az gelir.

Eğer Karib ve kardeşleri olmasaydı, ekin tarlaları ve köşkler pay­laşılırdı.

Ama başkanlık sarığı bir uğurluluk üzerine giydirilmişti ki, ona işaret eden işaret etti.

Karib'e itaat ettiler. Oysa ki, üstünlüğe doğru varan onların de­deleri ve akıllı kimseleri vardı.

Eğer İslâm'a doğru hidayet edilirlerse, gece sohbeti için toplanan­lar toplandığı sürece insanların eşrafı ve Öncüleri olarak başta bulu­nurlar.

Eğer onlar Müslüman olmazlarsa, Allah'a savaş açmışlar demektir ki, onlar için artık hiçbir yardımcı yoktur.

Nitekim felaket bir savaş, Beni Gaziyye'nin kavmiyle Beni Sa'd'ı yerinden söküp attı.

Sanki Beni Muaviye b. Bekir bir koyundur da İslâm'a doğru me-leyip geliyor.

Biz dedik İd: Müslüman olunuz. Biz sizin kardeşiniziz ve kalbler-den düşmanca duygular silinip gitmiştir.

Sanki kavini bize doğru barıştan sonra geldikleri zaman düşman­lıktan dolayı gözleri şaşı olmuştu." [7]

 

Fasıl

 

Hevazinliler, yenilgiye uğradıklarında hükümdarları Malik b. Avf en-Nasrî, arkadaşlarından bir grubla birlikte bir tepenin üzerine çıkıp durdu ve: "Durun, taki zayıf ve güçsüzleriniz gelip geçsin ve size ulaşsınlar." dedi.

İbn İshak dedi ki: Bana ulaşan habere göre Malik b. Avf ve arka­daşları tepe üzerindelerken bir süvari birliği göründü. Malik, arka­daşlarına:

- Ne görüyorsunuz? diye sordu. Onlar da:

- Bir topluluk görüyoruz ki, mızraklarını atlarının iki kulağı ara­sına koymuşlardır. Baldırlarının içi de uzundur, dediler.

Malik:

-  Bunlar Beni Süleym kabilesidirler. Bunlardan size zarar gel­mez, dedi.

Atlılar oraya yaklaştıklarında vadinin iç tarafına yöneldiler. Son­ra başka bir süvari birliği geldi. Bu defa Malik, yine arkadaşlarına sordu:

- Ne görüyorsunuz?

- Mızraklarını atlarının üzerine uzatmış bir topluluk görüyoruz.

-  Bunlar Evslilerle Hazreçlilerdir. Bunlardan da size zarar gel­mez.

Bu atlılar, tepenin alt tarafına yaklaştıklarında Beni Süleym ka­bilesinin yoluna koyuldular. Sonra bir süvari çıka geldi. Malik, arka­daşlarına sordu:

- Ne görüyorsunuz?

- Uzun bacaklı bir süvari görüyoruz ki, mızrağını omuzunun üze­rine koymuş, başına da kırmızı bir mendil sarmış.

- İşte bu, Zübeyr b. Avvam'dır. Lafa yemin ederim ki, bu aranıza girecektir. Sizinle çarpışacaktır. Ona karşı sebatlı olun.

Zübeyr, tepenin alt tarafına geldiğinde kavme göründü. Onlarla çarpıştı. Onları tepeden uzaklaştınncaya kadar onlarla vuruştu ve onlara mızrak attı. [8]

 

Fasıl

 

Rasûlullah (s.a.v.), ganimetlerin toplanmasını emretti. Develer, koyunlar ve köleler toplandı. Cirâne'ye götürülmesini ve orada alı-konmasım emretti.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), ganimetler üzerine Mesud b. Amr b. Gifârî'yi bekçi tayin etti. [9]

 

Fasıl

 

İbn İshak dedi ki: Bazı arkadaşlarımın bana anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.) o gün, Halid b. Velid'in öldürdüğü bir kadının ya­nma uğradı. İnsanlar da onun üzerine toplanmışlardı. Ashabından birine şu buyruğu verdi:

- Halid'e git. Ona de ki; Rasûlullah (s.a.v.); çocuğu, kadını veya rençberi öldürmeni menediyor.

İbn İshak, bunu bu şekilde munkati olarak rivayet etmiştir.

imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Amir Abdülmelik b. Amr kanalı ile Beni Hanzele el-Katib'in kardeşi Rebah b. Rebî'in, Mürakka b. Say-fi'ye şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bizzat katıldı­ğı bir gazveden dönüyordu. Birliğin ön tararında Halid b. Velid vardı. Rebah ve Rasûlullah'm sahabeleri, öncü birlik tarafından öldürülen bir kadının cesedinin yanma vardılar. Durup ona baktılar. Hilkatin­den hayret ediyorlardı. Nihayet bineğinin üzerinde Rasûlullah (s.a.v.) yanlarına geldi. Ona yer açtılar. Rasûlullah (s.a.v.) gelip kadının ce­sedinin yanında durdu ve şöyle dedi: "Bu kadın savaşacak bir kadın değildi. (Bunu niye öldürdüler?)" Böyle dedikten sonra orada bulunan sahabelerden birine şu buyruğu verdi: "Hemen koş, Halid'e var, ona de ki: Çoluk çocuğu ve rençberleri öldürmesin." [10]

 

Evtas Gazvesi

 

Bu gazvenin sebebi şu idi: Hevazinliler, hezimete uğradıklarında onların bir kısmı, reisleri Malik b. Avf en-Nasrî ile birlikte gidip Taife sığındılar ve kaleye çekildiler. Bir kısmı da Evtas denen yere gidip or­dugah kurdular. Rasûlullah (s.a.v.), sahabelerinden Ebu Amir el-Eşa-rî komutasında bir seriyyeyi onların üzerlerine gönderdi. Onlarla sa­vaştılar ve mağlup ettiler. Sonra bizzat Rasûlullah (s.a.v.) üzerlerine gitti. Taiflileri kuşatma altına aldı. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.

İbn İshak dedi ki: "Hüneyn gününde müşrikler yenilgiye uğradık­ları zaman Taife gittiler. Kendileri ile birlikte Malik b. Avf vardı. Or­du birliklerinin bir kısmı Evtas'ta idi. Onların bir kısmı Nahle'ye doğ­ru yol aldılar. Nahle tarafına yönelenlerin içinde Sakif ten sadece Be­ni Giyere vardı. Rasûlullah (s.a.v.)'m atlıları, Nahle yönüne gidenle­rin peşine düştüler.

Rebia b. Refî b. Ehan es-Sülemî -İbn Dagine olarak bilinen kişi­dir- Düreyd b. Simme'nin yanma gitti. Onu yakaladı. Devesinin yula­rını tuttu. Düreyd'in kadın olduğunu sanıyordu. Çünkü o, devesinin üzerine konulan üstü açık mahfe şeklinde bir sandığın içinde otur­makta idi. Mahfenin içinde olan kişinin erkek olduğunu öğrenince mahfeyi çökertti. Baktı ki, yaşlı bir adamdır. Ama onun Düreyd b. Simme olduğunu bilmiyordu. Düreyd ona sordu:

- Bana ne yapmak istiyorsun?

- Seni öldüreceğim.

- Sen kimsin?

- Ben Rebia b. Refi es-Sülemî'yim.

Sonra kılıcıyla ona vurdu. Fakat birşey yapamadı. Bunun üzerine o da ona şöyle dedi:

- Anan seni ne kötü silahlandırmış, yükümün arkasından işte şu kılıcımı al da onunla vur. Kemikleri uçurt. Dimağa indir. Çünkü ben de adamlara işte böyle vururdum! Sonra ananın yanına gittiğin za­man ona, Düreyd b. Simme'yi öldürdüğünü haber ver. Vallahi ben çok günler sizin kadınlarınızı korudum!

Beni Süleym iddia ederler ki, Rebia şöyle demiştir: Ben onu vur­duğum ve o yere düştüğü zaman elbisesi açıldı. Eğersiz çıplak ata binmesinden dolayı testisleri ile arkası arası bembeyaz kağıt gibi idi.

Rebia, anasının yamna döndüğü zaman ona, Düreyd'i öldürdüğü­nü haber verdi. Bunun üzerine anası şöyle dedi:

- Ama vallahi o senin üç ananı azad eden bir adam idi.

Sonra İbn İshak, Düreyd'in kızı Amre'nin, babası için şu mersiye­yi söylediğini kaydeder:

"Dediler ki, Düreyd'i Öldürdük. Dedim ki, doğru söylediler.

Bunun üzerine gözyaşlarını gömlek üzerine aktı.

Kavimlerin hepsini kahreden olmasaydı, Süleynı ve Ka'b'm nasıl birbirine Öldürmeyi emredeceklerini görürdüm.

Bu takdirde de pis kokulu, çok askerli ordu ikamet ettiği yerde el­bette onları gün aşırı ve her gün sabahleyin bulurdu."

İbn İshak dedi ki:

Rasûlullah (s.a.v.), Evtas tarafına yönelen kimselerin üzerine Ebu Amir el-Eşarî'yi gönderdi. O da dağılıp kaçanlardan bazılarına yetişti. Onlar onunla süngü savaşı yaptılar. Ebu Amir, bir okla vuru­larak Öldürüldü. Bunun üzerine bayrağı Ebu Musa el-Eşarî aldı. Ebu Musa, onun amca oğlu idi. O, onlarla savaştı. Allah, onu muzaffer kıl­dı, onları yendi. İddia edildiğine göre Ebu Amir el-Eşarî'yi bir okla vuran kişi, Seleme b. Düreyd'dir. Onun dizine isabet ettirdi. O ölünce, Seleme şöyle dedi:

"Eğer beni sorarsanız, ben Seleme'yim. Semadir'in oğluyum.

Kim bu hususta düşünmekte ve bunun üzerinde durmakta ise bi­lesiniz ki, ben Semadir'in oğluyum. Kılıçla Müslümanların başlarını vururum."

İbn İshak dedi ki: Şiir ilmine vakıf olup da kendisine güvendiğim kimselerden biri bana haber verdi ki, Ebu Amir el-Eşarî, Evtas gü­nünde müşriklerden on kardeş ile karşı karşıya geldi. Onlardan biri onun üzerine saldırdı. Ebu Amir de onun üzerine saldırdı. Onu İslâ­m'a davet etti ve: "Allahım şahid ol." dedi. Sonra da Ebu Amir onu öl­dürdü. Sonra diğeri ona saldırdı. Ebu Amir, onu da İslâm'a davet ede­rek üzerine saldırdı. Ve: "Allahım şahid ol." dedi. Sonra da Ebu Amir onu öldürdü. O, hep böyle diyerek onların dokuzu ile vuruştu ve hep­sini de öldürdü. Onuncusu kaldı. Ebu Amir'in üzerine saldırınca Ebu Amir de İslâm'a davet ederek onun üzerine saldırdı ve: "Allahım şa­hid ol." dedi. Adam: "Allahım benim üzerime şahid olma." dedi. Bu­nun üzerine Ebu Amir kendini ondan çekti. O da kurtuldu. Sonra o adam Müslüman oldu ve Müslümanlığı güzelce yaşadı. Rasûlullah (s.a.v.), onu gördüğünde şöyle derdi: "İşte bu, Ebu Amir'in kaçkını­dır."

Sonra Beni Cüşem b. Muaviye'den Haris'in iki oğlu Ala ve Evfa, Ebu Amir'e saldırdılar. Biri onun kalbine, diğeri de onun dizine isa­bet ettirdi ve onu öldürdüler. Ebu Musa el-Eşarî de onların peşini ta­kip etti. İkisini yakaladı ve öldürdü. Bunun üzerine Beni Cüşem b. Muaviye'den bir adam onlara ağıt yakarak şöyle dedi:

"Ala ve Evfa'mn birlikte öldürülmeleri ve son demlerinde kendile­rine kavuşulmayıp kendilerini tutan bir yere dayandırılmaları zarar ve musibettir.

Onlar, Ebu Amir'in katilleri idiler. O, murdar bir yılan idi.

Onlar, onu bir savaş yerinde bıraktılar. Sanki onun omuz başları üzerinde safranla boyanmış bir elbise vardı.

İnsanların içinde onlar gibi düşüp kaynarca daha az durumda ve ok atıcılıkta daha iyi atıcı ele sahip hiçbir kimseyi göremezsin."

Buharı, Muhammed b. Ala kanalı ile Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn gazvesini tamamladığında Ebu Ami-r'i askeri bir birliğin başında komutan olarak Evtas'a gönderdi. Ebu Amir, Düreyd b Simme ile karşılaştı. Düreyd öldürüldü. Allah onun arkadaşlarını yenilgiye uğrattı."

Ebu Musa dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) beni, Ebu Amir'le birlikte gönderdi. Ebu Amir, dizinden isabet aldı. Cüşemî, ona bir ok attı ve oku, Ebu Amir'in dizine sapladı. Ben de yanma gidip:

- Amca seni kim vurdu? diye sordum. O da Ebu Musa'yı göstere­rek:

- Ok atarak beni Öldüren işte budur, dedi.

Ben de ona koşup peşine düştüm, yakaladım. Beni görünce ardını dönüp kaçtı. Yine peşine düştüm ve ona:

- Utanmıyor musun? Dur hele, dedim. O da durdu. Kaçmaktan vazgeçti. Karşılıklı kılıç darbeleriyle birbirimizi vurduk. Ben onu öl­dürdüm. Sonra Ebu Amir'e:

- Allah senin adamını Öldürdü, dedim. O da: "Şu oku dizimden çek." dedi. Ben de oku onun dizinden çektim. Dizinden kan fişkirdı. Bana:

- Ey kardeşim oğlu! Benden Rasûlullah (s.a.v.)'a selam söyle ve benim için mağfiret dilemesini ona söyle, dedi.

Ebu Amir, beni kendi yerine oradaki insanların üzerine vekil ola­rak atadı. Biraz sonra vefat etti. Ben de dönüp Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldim. Evinde örtülü bir seki üzerinde oturuyordu. Sekide bir yatak vardı ki, çok ince olduğundan sekinin kumları Rasûlullah'm sırtında ve yan taraflarında iz meydana getirmişti. Ben haberimizi ona ilettim. Ebu Amir'in durumunu anlattım. Ebu Amir'in: "Benim için mağfiret dilemesini Rasûlullah'a söyle." deyişini aktardım. Rasû-lullah da su getirilmesini emretti. Su getirdiler. Abdest aldı. Sonra el­lerini kaldırıp: "Allah'ım, kulcağızm Ebu Amir'i bağışla." dedi. Elini kaldırıp dua ederken koltuk altlarının beyazlığını gördüm. Sonra şöy­le dedi: "Allahım, kıyamet gününde onu yaratıklarının çoğunun üs­tünde bir makama ulaştır." Ben: "Ya Rasûlallah, benim için de mağfi­ret dile." dedim. Bunun üzerine şöyle dua etti:

"Allahım, Abdullah b. Kaysın günahını bağışla ve kıyamet gü­nünde onu yüce bir makama erdir."

Ebu Bürde dedi ki: Bu dualardan biri Ebu Amir, diğeri de Ebu Musa için idi. Allah ikisinden de razı olsun.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile Ebu Said el-Hud-rî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Evtas muharebesinde evli bazı kadınları esir almıştık. Kocaları olduğu için onlarla cinsel ilişkide bulunmaktan hoşlanmadık. Bunun hükmünü Peygamber (s.a.v.)'e sormamız üzerine şu ayet-i kerime na­zil oldu.:

"Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğu­nuz cariyeler müstesna." (en-Nisâ, 124.)

Bu ayet-i kerimenin nüzulü üzerine biz o esir kadınların fercleri-ni kendimize helal kıldık. Yani onlarla cinsel ilişkide bulunduk."

Tirmizî ile Neseî de, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m sahabeleri Evtas muharebesinde müşrik kocaları bulunan bazı kadınları esir aldılar. RasûlullaK'm sa­habelerinden bazı kimseler, bu kadınlarla cinsel ilişkide bulunmak­tan uzak durdular ve onlarla cinsel ilişkide bulunmayı günah saydı­lar. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:

"Evli kadınlarla evlenmeniz haram kılındı. Maliki bulunduğunuz cariyeler müstesna." (en-Nisâ, 24.)

Seleften bir cemaat, bu ayet-i kerimeyi delil sayarak cariyenin sa­tışının, boşanması sayılacağını söylemişlerdir. Bu görüş, İbn Mesud, Übey b. Ka'b, Cabir b. Abdullah, İbn Abbas, Said b. Müseyyeb ve Ha-san-ı Basrî'den rivayet olunmuştur.

Satıldıktan sonra nikahının feshi veya devamı hususunda mu­hayyer bırakılan Büreyre hadisini delil olarak ileri süren cumhur ise, bu zevata muhalefet etmiş ve eğer cariyenin satışı, boşanması olarak kabul edilseydi, Büreyre'nin satıştan sonra muhayyer kılınamayaca­ğını ifade etmişlerdir. Biz tefsirimizde bu konuda yeterince açıklama­da bulunduk. İnşaallah "el-Ahkamü'1-Kebir" adlı kitabta da bunu an­latacağız.

Seleften, Evtas esireleri hakkındaki bu hadisi delil olarak ileri süren bir cemaat, müşrike olan cariyelerin mubahlığım söylemişler­dir. Ancak cumhur-u ulema bunlara muhalefet etmiş ve: "Bu belirli kimselerle ilgili bir meseledir. Belki de o cariyeler Müslüman olmuş­lar veya kitabiler olmuşlardı. Bunun detaylı açıklaması inşaallah "el-Ahkamü'l-Kebir" adlı kitabta verilecektir. [11]

 

Hüneyn Savaşında Ve Evtas Seriyyesinde Şehid Edilenler

 

Rasûlullah (s.a.v.)'m azadlısı Ümmü Eymen'in oğlu Eymen b. Abid, Zeyd b. Zem'a b. Esved b. Muttalib b. Esed (bunun atı serkeşlik yaparak yere düşürmüş ve ölmüştür. Atma Cenah deniyordu.), Süra-ka b. Malik b. Haris b. Adiy el-Ensârî (Beni Aclan kabilesindendir.), Evtas seriyyesinin emiri Ebu Amir el-Eşarî. Bu dört kişi, bu muhare­be ve seriyyede şehid edilmişlerdir. Allah kendilerinden razı olsun. [12]

 

Hevazin Gazvesi Hakkında Söylenen Şiirler

 

Büceyr b. Züheyr b. Ebi Selma, bu konuda şu şiiri  söylemiştir:

"Eğer ilah ve onun kulu olmasaydı, korku her korkağın aklım ba­şından aldığı zaman geri kaçardınız.

Bizim akranımız, bize itiraz ettiği ve denizde yüzer gibi atlar çe­neleri üzerine düştükleri gündeki vadinin yamacında,

Elbisesini eline alıp koşan ve tırnaklarının ön uçlanyla ve göğüs-leriyle yanma vurulmuş atlara varıncaya kadar,

Allah bize ikram ettf ve dinimizi üstün kıldı. Rahman'a ibadetle bizi yüceltti.

Allah onları mahvetti, topluluklarım dağıttı. Onları şeytana iba­det etmekle alçalttı."

İbn Hişam dedi ki: Bazı raviler, bu beyitler arasında şu beyitleri de rivayet ederler:

"Peygamberimizin amcası ve onun velisi: "Ey iman ordusu" diye çağırmaya kalktıkları zaman, Arîz ve Bey'atü'r-Rıdvan gününde Rab-lerine icabet eden o kimseler nerededirler?"

Abbas b. Mirdas, Hüneyn günü hakkında şöyle dedi:

"Ben ve suda yüzen gibi koşan atlar, toplama gününde ve Rasû-lün kitaptan okuduğu günde,

Dün boğazın yanında Sakifin karşılaştığı azaba andolsun ki, sev­dim.

Onlar, Necid halkı içinden düşmanın başıdırlar.

Onların ölümü bizi sevindirdi.

Beni Kasiy topluluğunu yenilgiye uğrattık.

Savaş onların göğsünü Beni Riab ile şiddetle çiğnedi.

Hilal'den Sırım kabilesi onları, Evtas'ta toprakla çiğnenmiş ol­dukları halde terketti.

Eğer onların hüzünlü kadınları, Beni Kilab'm topluluğu ile karşı-laşsalardı, elbette toz kalkardı.

Onların içinde atları koşturduk. Büss'den ta siyah üç dağa kadar olan yerlerde ganimet elde edip kapıp kaçırdıklanyla onların nefesle­ri yüksekten çıkıyordu.

Sesleri çok bir ordu1 ile Rasûlullah da onların içinde oldukları hal­de onun ordusu kılıçla vuruşmayı arzuluyordu."

Abbas b. Mirdas, şu şiiri de söylemişti:

"Ey Peygamberlerin sonuncusu, sen, hak peygamber olarak gön­derilmişsin. Yolun bütün hidayeti, senin hidayetindir.

Çünkü ilâh, halkı içinde senin üzerine sevgi kurdu ve seni Mu-hammed adıyla adlandırdı.

Sonra kendileriyle sözleştiğin şeyi yerine getiren kimseler bir as­kerdir ki, onların başlarında Dahhak'ı gönderdin.

Bir adamı ki, onda silahın keskinliği ve tesiri vardır. Sanki o, düşman onu kuşattığı zaman seni görüyordu.

Yakın nesebli kimselere kamçı ile vuruyordu. Ancak Rahman in rızasını, sonra da senin rızanı talep ediyordu.

Sana haber vereyim ki ben, dağılan tozların altında onun saldırı­sını gördüm.

Şirk koşmanın dimağına darbe indiriyordu.

Bazen elleriyle boğaz boğaza geliyor, bazen dimağın üzerine gelen kafa kemiklerini ziyade keskin bir kılıç ile kesiyordu.

O kılıçla, şecaatli kimselerin başlarına darbe indirirdi.

Eğer benim ondan gördüğümü sen görseydin, sana şifa olurdu.

Beni Süleym, onun önünde hızla düşmana arka arkaya kılıçla vu­ruyor ve mızrak ile dürtüyorlar.

Onun bayrağının altında yürüyorlar. Sanki onlar indeki arslan-dırlar da orada savaşta savunmak istediler.

Hısımdan yakınlık ummazlar. Ancak Rablerinin taatini ve seni sevmeyi umarlar.

Bu, bizim için bilinen hazır bulunma yerleridir. Bizim velimiz ise senin mevlandır."

Abbas b. Mirdas şu şiiri de söyledi:

"Micdellilerden değişmiş, eskimiş, Mütala' dağı ve Erik ile Mitlâ mıntıkaları ve ardından su havuzlan boş kalmıştır.

Ey Cümül (bir kadın adı), bizim öyle evlerimiz var ki, yaşayışımı­zın ekserisi nimetlidir. Evlerin, yurdun, felaketlere uğraması kabileyi toplayıcıdır.

Sevgilicik ki, ondan ayrılmaktan dolayı ayrılık gurbeti gider. Hiç geçmiş hayal geri döner mi?

Eğer sen kmanmaksızm kafirleri arzularsan, ben peygamberin veziriyim ve ona tabiyim.

Bizi onlara hayırlı elçiler heyeti davet ettiler.

Anladım ki, onlar Hüzeyme, Mennar ve vasidir.

Biz Süleym'den binlerce kişi olarak geldik. Üzerimizde Davud'un dokuduğu şaşkınlık verici demir zırhlar bulunmaktaydı.

Mekke'deki Ahşabeyn dağlan arasında ona bey'at ederiz ve ancak Ahşeb isimli iki dağın arasında Allah'ı çağmr, biz ona bey'at ederiz.

Hidayete ermiş olan zat ile birlikte kahren kılıçlarımızla Mek­ke'yi çiğnedik. O sırada toz yükselip dağılmakta idi.

Aşikar bir şekilde atlann sırtlannı ter ve içten gelen çok sıcak kan buruyordu.

Hüneyn gününde Hevazin bize doğru yürüdü ve kaburgalar, ne­fesleri sıkıştırıp daralttığı zaman,

Dahhak ile birlikte sabrettik, düşmanlann vuruşması ve olaylar bizi elbette ki korkutmaz.

Rasûlullah'm önünde, üstümüzde panldayan sancak, bir bulutun ucu gibi dalgalanır olduğu halde.

Akşam üstü Dahhak b. Süfyan, Rasûlullah'm kılıcıyla vurucudur, ölüm ise yaklaşmıştır. Kardeşlerimizi kardeşlerimizden def ediyor­duk. Eğer insanlara bir saldınyı hak görsek, elbette onlann daha ya­kını olan Hevazin'e tabi olurduk.

Fakat Allah'ın dini, Muhammed'in dinidir. Ona razı olduk, hida­yet ve şeriatlar, ahkam ondadır.

Sapıklıktan sonra bizim işimizi onunla doğrulttu ve Allah'ın tak­dir ettiği bir işi geri savacak hiçbir kimse yoktur."

Abbas b. Mirdas, şu şiiri de söylemişti:

"Sonunda Ümmü Müemmel'in geri kalan ilişkisi de kesildi. O, vadinde durmamakla niyetini değiştirdi.

Oysa ki, Allah'a iplerin bağını kesmemeye (yani verdiği sözü boz­mamaya) yemin etmişti.

Onda ne doğru oldu, ne de yemininde durdu.

Kendisi Hufaf kabilesine mensubtur. Yazın kalacak yeri, Akik va-disidir.

Göçebelerin içinde Vecre'de ve Urf de yerleşir.

Eğer Ümmü Müemmel kafirlere tabi olursa, onun uzaklaşmasına karşı kalbime, bir azık olarak, perdeleyen bir aşk kılar.

Allah, yakında ona haber verir ki, biz Rabbimizle anlaşmaktan başka hiçbir şey istemedik.

Ve biz doğru yolu gösteren peygamber Muhammed ile birlikteyiz. Ve biz sözümüzde durduk. Hiçbir topluluk bine tamamlanmadı. Süleym'den izzetli, doğru sözlü yiğitlerle birlikte, İtaat ettiler, onun emrinden dışarı çıkmadılar.

Hufaf, Zekvan ve Avfı, dişilerin üzerine giden erkek develer sa­nırsın.

Sanki kulak asmış gözetleme yerinde birbiriyle karşılaşan arslan-lara giydirilmiş demir zırhlar ve çelik başlıklardır.

Yalan olmaksızın, Allah'ın dini bizimle izzet buldu ve kendisiyle beraber bizim iki katımız olan bir kabileye karşı kuvvetimiz arttı.

Mekke'ye geldiğimiz zaman, sanki bizim sancağımız bir tavşancıl kuşudur da, yukarıda bir halka yaptıktan sonra kapıp götürmeyi is­ter.

Atlar gidiş geliş yerlerinde hareketli ve sesli olarak gidip geldik­leri zaman,

Gözlerini dikip bakanlara karşı kendini o atlıların arasında sa­nırsın. Müşrikleri çiğnediğimiz zaman Rasûlullah'm emrine ne bir fidye ne bir tevbe bulamadık.

Bir savaş meydanındaki kavim bizden savaşa teşvik ve başların kesin sesinden başka birşey işitmez.

Kılıçlarla başlarını uçururuz. Ve bahadır kişilerin boyunlarını on­larla iyice bir koparırız.

Çok eti kesilmiş maktulleri ve kocalarına yazık, eyvah, diye çağı­ran çok dul kadınları bıraktık.

Allah'ın rızasını niyet ederiz. İnsanların rızasını aramayız. Aşikar olan da, gizli olan da hep Allah içindir."

Abbas b. Mirdas, şu şiiri de söylemişti:

"Senin gözüne ne olmuş ki, onda bir rahatsızlık, bir uykusuzluk vardır?

Tıpkı göz kapaklarının içine giren saman çöpü gibi.

Bir göz ki, ona hüzünden dolayı geceleyin bir uykusuzluk gelir,

Göz yaşı bazen onu Örter, bazen de aşağı dökülür.

Sanki o, dizici bir kadının yanında inci dizimidir de ondan ip kop­muştur. O da dağılmıştır.

Ey onun dostluğunu uman, menzili uzak kimse! Ey önüne Sem-man ve Hafer mevkileri gelen kimse!

Gençlik çağından geçen şeyi bırak ki, gençlik artık senden yüz çe­virmiştir. İhtiyarlık ve saçın azlığı, seni ziyarete gelmiştir.

Süleym'in, beldelerinde çektiği belayı hatırla,

Süleym'de iftihar ehli için iftihar vardır.

Bir kavimdir ki, onlar Rahman'a yardım ettiler ve insanların işle­ri karışık olduğu bir sırada Rasûl'ün dinine tabi oldular.

Aralarında hurma çubuğu dikmezler, onların ahırlarında sığırlar böğürme z.

Yani onlar savaşçıdırlar, ne çiftçi, ne de mal ve davarcıdırlar.

Ancak tavşancıl kuşları gibi süzülen atlar, evlerin yanlarına ya­kın dururlar ki, ihtiyaç anında şecaata ve benzerine çağrıldığı zaman hemen binilsinler, etraflarında ise deve toplulukları ve çok develer bulunmakta dır.

Etraflarında Hufaf, Avf ve Zekvan kabileleri çağrılır, ne silahsız­lar vardır, ne de bir güçlük ve kötü ihtimal vardır.

Mekke vadisinde, gün ışığında açık bir şekilde şirkin askerlerine vurucudurlar. Ruhlar ise, hızla yok olmaktadır.

Nihayet biz onları savdık. Ve onların maktulleri ise, sanki vadi­nin düzünde dipten kesilmiş hurma ağaçlarıdır.

Biz o kimseleriz ki, Hüneyn gününde hazır bulunmamız din için bir güç ve Allah indinde dünya ve ahiret için hazır kılınmış şeydir.

Biz kefenleri biçilmiş bir ölüm seferine çıkıyoruz.

Atlar ise, siyaha çalan dağılmış tozlar saçar.

Dahhak ile beraber sancağın altında bizim önümüzde gider.

Arslanın ormandaki yatağında yürümesi gibi.

Harbin akıp gittiği yerden harpteki dar bir mekanda onların gö­ğüsleri daralmıştır.

Nerede ise ondan güneş ve ay kaybolmak üzeredir.

Süngülerimizle Evtas'ta sebat ettik. Dilediğimiz kimselere Allah için yardım ederiz ve muzaffer oluruz.

Nihayet birtakım kavimler eğer melik olmasaydı,

Menzillerine dönerlerdi ve eğer biz olmasaydık, menzillerinden çıkamazlardı.

Azalmış veya çoğalmış olarak gördüğü her toplulukta mutlaka bizim izimiz vardır."

Abbas (r.a.), şu şiiri de söylemiştir:

"Ey kendisini şişman, semiz, toplu tırnaklara sahip olan kuvvetli bir devenin süratle götürdüğü adam,

Eğer peygambere gidersen, mecliste huzur bulduğun zaman se­nin üzerine bir borç olarak ona şöyle de:

Ey şahıslar sayıldığında bineğine binenlerin ve toprak üstünde yürüyenlerin en hayırlısı!

Bizimle anlaştığın hususlara biz vefa gösterdik. Hatlar, kahra­man kişilerle men edilirken ve yaralanırken sözümüzde durduk.

Süleym'den bir kabile olan bütün Buhseliler yuvalarından bir topluluk aktı ki, onunla dağların yolları titrer oldu.

Nihayet Mekke halkına silahlarının çokluğundan ötürü kendisi için parıltı olan büyük bir ordu ile sabahleyin vardı ki, o büyük ordu­yu tekebbür eden kişinin bakışıyla bakan bir efendi ileri götürmekte­dir.

Süleym'den her şiddetli, güçlü ve katı kişinin üstünde kuvvetli dokunmuş, zırhlar ve çelik başlıklar bulunmaktadır.

Savaşta cesaret gösterdikleri zaman süngüleri kana kandırır.

Ve sen onu, yüzünü ekşittiği zaman bir arslan sanırsın.

Alametli, elinde ise kendisiyle kestiği keskin kılıcı ve çok dürttü­ğü mızrağı olduğu halde ordu birliklerinin etrafını kapatır.

Hüneyn'in üzerinde bizim topluluğumuzda şiddetli 1.000 kişi var­dır ki, görevlerim yerine getirmişlerdir.

Rasûl'de onlarla desteklenip kuvvet bulmuştur.

Müminlerin önlerinde savunucu idiler.

O gün, onların üzerindeki güneş ise birden çok güneşler idiler. (Zırhlarının, kılıçlarının, miğferlerinin, mızrak demirlerinin ışığı yan­sıtması sebebiyle güneş birden çok güneşler gibi görünmüştü.)

Biz yürürüz. İlah bizi korur, Allah'ın koruduğu bir kimse telef ol­maz.

Menakıb yolunda öyle bir hapsedildik ki, ilâh onunla razı oldu. O ne güzel hapsedendir.

Evtas sabahında öyle bir şekilde saldırdık ki, bu saldın düşmana yetti ve oradan şöyle denildi:

Ey kişiler, ganimet alınız.

Hevazin, aramızdaki bir kardeşlikle çağırıyor. Halbuki bu çağrı, Hevazin'in emdiği kuru bir memedir.

Nihayet biz, onların topluluğunu terkettik. Öyle bir vaziyette ki, sanki onlar yırtıcı hayvanların saldırısına uğramış, vahşi eşeklerdir."

Abbas b. Mirdas (r.a.), şu şiiri de söylemişti:

"Kavimlere kim tebliğ edecektir id, Muhammed ilâhın elçisidir.

O nereye gitmeyi kastederse, doğru yola gidicidir. Yalnızca Rabbine dua etti ve yalnızca Allah'tan yardım diledi. Allah da ona dilediğini tamamıyla verdi. Nimet verip ihsanda bu­lundu.

Yürüdük ve Kudeyd'de Muhammed'le vaadleştik. O bizi Allah'tan

muhkem bir işe tabi kıldı.

Fecirde bizimle şüpheye düştüler. Nihayet yiğitler, düzgün mız­raklar, fecirle açığa çıktılar.

Zırhlarımız üzerimize bağlı olarak ve atlar üzerinde giderken tıp­kı çok şiddetli bir selin önüne katıp sürüklediği gibi gittik.

Eğer sorarsan şüphesiz kabilenin hayırlı kişileri Süleym'dir ve onların içinde Süleym'e intisab eden kimseler vardır.

Ensâr'dan da birtakım askerler onu yardımsız bırakmazlar.

İtaat ederler, konuştuğu sürece ona isyan etmezler.

Eğer kavim içinde Halid'i emir tayin ettin ve onu öne sürdün ise şüphesiz ki o, öne geçti.

Bir asker ile ki, Allah onu doğru yola iletmiştir ve sen onun emi-risin.

Onunla zulmette olan kimseleri hakka isabet ettirirsin.

Sadık kaldığım bir yeminle Muhammed için yemin ettim ve o ye­mini yularlı 1.000 at ile bütünledim.

Mü'minlerin peygamberi (ileri gidin) dedi ve ileride olmak hoşu­muza gitti.

Nehy-i Müstedir denen yerde geceİedik. Hiç korku duymadık. Sa­dece rağbet ve sağlam bir güvenle işe sarıldık.

İnsanların hepsi de Müslüman oluncaya kadar sana itaat ettik.

Nihayet topluluğu sabahleyin Yelemlem halkına götürdük.

Ortası kırmızıya çalan alaca at, ihtiyar yaşlı kişi belirleninceye kadar sükûnete ermez.

Güneşten kaçan bağırtlak kuşu gibi onlarla savaşmaya kalkıştık.

Onların hepsini görürsün ki, kardeşinden meşgul durumdadır.

Hüneyn'de sabahtan akşama kadar terk ettik ki, sel yatakların­dan kan akıyordu.

Dilediğin zaman hepsini görürsün. Süratli koşan atı ve havada uçan süvarisi ile kırılmış mızrağı,

Hevazin, bizden çobanın otlattığı malını saklamıştır.

Eli boş olmamız ve mahrum kalmamız, Hevazin'e doğru bize sev­dirildi."

Muhammed b. İshak, Abbas b. Mirdas es-Sülemî (r.a.)'nin şiirleri­ni bu şekilde nakletmiştir. Uzatmamak için bu şiirlerin bir kısmını burada zikretmedik. Okuyucuyu usandırmaktan ve konuyu dağıtmaktan korktuğumuz için böyle yaptık. Sonra onun dışındaki bazı şiirleri de naklettik. Bu konuda naklettiğimiz pirler yeteri olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. [13]

 

 

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/523-529.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/529-530.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/531.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/532-534.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/534-540.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/541-547.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/547-563.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/563-564.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/564.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/564.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/565-569.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/569.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 4/569-576.