Rasûlullah
(S.A.V.)'In Fetihten Sonra Halid B. Velidi Kinane'den Olan Beni Cezime"Ye
Göndermesi
Halid
B. Velid'in Uzza Putunu Yıkmak Üzere Gönderilmesi
Peygamber
(S.A.V.)'İn Mekke'de İkamet Müddeti
Rasulullah
(S.A.V.)'In Mekke'de Verdiği Hükümler
Hüneyn
Gününde Hevazin Gazvesi
Hüneyn
Savaşında Ve Evtas Seriyyesinde Şehid Edilenler
Hevazin
Gazvesi Hakkında Söylenen Şiirler
İbn İsnak, Ebu Cafer
Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
Mekke'nin fethi sırasında Halid b. Velid'i savaşçı olarak değil de davetçi
olarak gönderdi. Onunla birlikte Araplardan Süîeym b. Mansur ve Müdliç b.
Mürre kabileleri vardı. Beni Cezime b. Amir b. Abdumenat b. Kinane'nin
topraklarına girdiler. Onlar, Halid'i gördüklerinde silaha sarıldılar. Halid
şöyle dedi:
- Silahları bırakınız.
Çünkü herkes Müslüman olmuştur artık. İbn îshak şöyle dedi: Beni Cezime'den
bilgi sahibi arkadaşlarımızdan biri bana şöyle haber verdi:
Halid, silahı
bırakmamızı emrettiğinde bizden Cehdem denilen bir adam şöyle dedi:
- Yazıklar olsun size
ey Beni Gezime! Vallahi bu Halid'tir! Silahı bıraktıktan sonra mutlaka esir
edileceğiz! Esirlikten sonra da muhakkak boyunlarımız vurulacaktır. Vallahi
ben silahımı asla bırakmayacağım!
Kavminden bir takım
adamlar ona şöyle dediler:
- Ey Cehdem, bizim kanlarımızın dökülmesini mi
istiyorsun? Çünkü herkes Müslüman olmuştur.
Bunun üzerine silahı
bıraktılar. Savaş sona erdi. Herkes güven duydu. Cehdem'in de silahını elinden
alıncaya kadar herkes onunla uğraştı. Nihayet herkes Halid'in sözü üzerine
silahı bıraktı.
İbn İshak, Ebu Cafer
Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet
etti:
Silahı bıraktıkları zaman
Halid emretti ve onların elleri arkadan bağlandı. Sonra onları kılıçtan
geçirdi. Onlardan bir kısmını öldürdü. Bu haber, Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştığı
zaman ellerini göğe doğru kaldırdı. Sonra şöyle dedi:
- Allahım! ben, Halid b. Velid'in yaptıklarından
beriyim. Onun yaptıklarından uzağım.
İbn Hişam şöyle dedi:
Bana ulaşan habere göre Beni Cezime'den bir adam kaçıp kurtuldu ve Rasûlullah
(s.a.v.)'ın yanma geldi. Ona bu haberi verdi. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle
dedi:
- Ona karşı koyan ve
bu yaptığını protesto eden kimse olmadı mı?
- Evet, orta boylu,
beyaz tenli bir adam ona karşı çıktı. Halid de onu engelledi. O da sustu. Daha
sonra uzun boylu ve çelimsiz bir görünüşe sahib başka bir adam karşı koydu.
Birbirleriyle karşılıklı ce-vablaştılar. Bu konuşmaları şiddetlendi. Bunun
üzerine Ömer b. Hat-tab dedi ki:
- Ya Rasûlallah! Birincisi benim oğlum
Abdullah'tır. Diğeri ise Ebu Hüzeyfe'nin kölesi Salim'dir.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i çağırdı. Ona şöyle dedi:
- Ey-Ali, şu kavme
git. Onların durumlarına bak. Cahiliye âdetlerini ayaklarının altına al.
Ali, yola çıktı.
Onlara geldi. Beraberinde bir miktar mal vardı. O malı Rasûlullah (s.a.v.)
göndermişti. O da onlara kanlarının diyetlerini ve telef olup heder olan
mallarının ücretini ödedi. Hatta onlara köpeğin ağaçtan oyulmuş yalağının
bedelim dahi verdi. Nihayet kandan ve maldan hiçbir şey kalmayıp hepsini ödedi.
Yine de bir miktar mal arta kaldı. Ali işini bitirip oradan ayrılacağı zaman
onlara şöyle dedi:
- Sizin ödenmemiş kan
veya mal hakkınız kaldı mı?
- Hayır kalmadı.
- Ben, işte bu maldan
arta kalan bu bakiyyeyi de size veriyorum ki, Rasûlullah (s.a.v.) için, onun
bilmedikleri, sizin de bilmediğiniz şeyler yerine geçsin.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma döndü ve ona durumu anlattı. O da şöyle buyurdu:
- İsabet ettin, güzel
yaptın.
Rasûlullah (s.a.v.),
daha sonra kalktı, kıbleye döndü. Ayakta durup ellerini kaldırdı. Öyle ki
omuzlarının altı (koltuk altı) görünüyordu. Şöyle diyordu:
- Allahım! Ben Halid
b. Velid'in yaptığı şeyden uzağım. Onun yaptıklarından sana sığınıyorum.
Bu sözünü üç kez
tekrarladı."
İbn İshak dedi ki:
Halid'i mazur gösteren bazı kimseler, iddia e-derler ki, Halid şöyle demiştir:
- Ben onlarla
savaşmaya çaktım. Fakat Abdullah b. Hüzafe es-Sehmî bana emretti. Rasûlullah
(s.a.v.), İslâm'a girmeye yanaşmadıkları için onlarla savaşmanı emrediyor,
deyince onlarla savaşmaya başladım.
İbn Hişam, Ebu Arar
el-Medinî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Halid, onlara geldiği zaman
onlar şöyle dediler: "Biz dinimizden çıkıp Muhammed'in dinine
girdik."
Bunlar, mürsel ve
munkati rivayetlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdürrezzak kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Velidı -zannedersem- Beni Cezime
kabilesine gönderdi. Onları İslâm'a davet etti. Ama onlar İslâm'a girdik
anlamına gelen "Eslemnâ" kelimesini güzelce telaffuz edemediler,
kendi batıl dinlerinden çıktıklarını kastederek dinden çıktık anlamına gelen
"Sebe'nâ sebe'nâ" demeye başladılar. Halid de onların bir kısmını
esir almaya, bir kısmını öldürmeye başladı.
Bizden her bir adama
bir esir verdi. Nihayet bir gün sabahladığı-mızda-Halid, elimizdeki esirleri
öldürmemizi hepimize emretti. Ben:
- Vallahi esirimi
öldürmem. Arkadaşlarımdan da hiçbiri, esirini öldürmeyecektir, dedim.
Bu seriyyedeki adamlar
topluca Peygamber (s.a.v.)'in yanına döndüler. Halidın yaptıklarım ona
anlattılar. Peygamber (s.a.v.) ellerini kaldırıp şöyle dedi:
- Allahım! Halid'in
yaptıklarından uzağım ve sana sığınıyorum. Bu sözünü iki kez tekrarladı."
İbn İshak dedi ki:
"Cahdem, Halid'in yaptıklarını görünce Beni Cezime, döğüşü kaybettik.
Sizi, içine düştüğünüz bu şeyden sakındır-mıştım, dedi."
İbn İshak dedi ki:
Bana gelen habere göre
Halid ile Abdurrahman b. Avf arasında bu hususta bir konuşma geçmişti.
Abdurrahman b. Avf, ona şöyle demişti:
- İslâm'da cahiliye
işini işledin. Halid de şu karşılığı verdi:
- Sadece senin babanın
intikamım aldım.
- Yalan söylüyorsun.
Ben babamın katilini öldürdüm. Fakat sen, amcan Fakih b. Muğire'nin intikamını
aldın.
Derken iMsi arasında
kavga meydana geldi. Bu durum, Rasûlullah (s.a.v.)'a intikal edince şöyle
buyurdu:
- Dur bakalım ey
Halid, bırak ashabımı, vallahi eğer senin Uhud dağı kadar altının olsa, sonra
onu Allah yolunda harcasan, ashabımdan bir adamın ne bir sabah yürüyüşüne, ne
de bir kere akşam yürüyüşüne kavuşamazsın.
Sonra İbn İshak, Fakih
b. Muğire'nin kıssasını şöyle anlatır: Halid b. Velid'in amcası Fakih b. Muğire
b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum, Avf b. Abdi Avf b. Haris b. Zühre, oğlu
Abdurrahman, Affan b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems ve oğlu Osman ile
birlikte ticaret için Yemen'e gittiler. Yemen dönüşünde orada vefat eden Beni
Ce-zime'den bir adamın malı da yanlarında idi. Bu malı, müteveffa adamın
varislerine teslim etmek üzere develerine yükleyip getirmekteidiler. Onlardan
kendisine Halid b. Hişam denilen bir adam, o malın kendisinin olduğunu iddia
etti ve müteveffanın ailesine ulaşmalarından önce Beni Cezime'nin
topraklarında onlarla karşılaştı. Onlar da malı ona vermek istemediler. Bunun
üzerine kendisiyle birlikte kavminden olan kimselerle malı almak için onlarla
savaştılar. Onlar da onunla savaştılar. Avf b. Abdi Avf ve Fakih b. Muğire
öldürüldü. Af-fan b. Ebu'l-As ve oğlu Osman kurtuldu. Onlar, Fakih b.
Muğire'nin malı ile Avf b. Abdi Avf m malını ele geçirdiler ve götürdüler.
Abdur-rahman b. Avf, babasının katili olan Halid b. Hişam'ı o seriyyede öldürdü.
Kureyşliler, Beni Cezime ile savaşmaya azmettiler. Beni Cezi-meliler de şöyle
dediler:
"Kabilemiz size
birşey yapmamış. Bizden bazıları bilmeyerek böyle bir iş yapmışlar. Bizim
bundan haberimiz yok. Biz size, sizin kan veya malınızın diyetini öderiz."
Kureyşliler de bunu
kabul ettiler ve savaşı bıraktılar.
İşte bunun içindir ki
Halid, Abdurrahman b. Avf a:
- Ben sadece senin
babanın intikamım aldım. Hani bir zamanlar Beni Cezimeliler onu öldürmüşlerdi
ya.
Abdurrahman b. Avf da
ona cevaben demişti ki:
- Ben babamın
intikamını aldım ve katilini öldürdüm. Sen sadece amcan Fakih b. Muğire'nin
intikamını aldın. Hani bir zamanlar onu öldürüp malını almışlardı ya!
Bu ikisinden de tahmin
edilen şudur ki, bu söylediklerini gerçek niyetle söylemiş değillerdi. Ancak
birbirleriyle tartışma anında söylenen sözleri söylemişlerdir. Aslında Halid
b. Velid, İslâm'a ve Müslümanlara yardım etmek istemişti. Her ne kadar o kendi
işinde yanılmış idiyse de Beni Cezimelilerin: "Dinimizden çıktık,
dinimizden çıktık." diyerek İslâm'ı noks ani aştırdıklarını sanmıştı.
Onların Müslüman olduklarını anlayamamıştı. Bunun üzerine onlardan çoğunu öldürmüş,
kalanlarını da esir almıştı. Sonra esirlerin de çoğunu öldürmüştü. Bununla
beraber Rasûlullah (s.a.v), onu görevden azletmemiş, komutanlığını devam
ettirmişti. Her ne kadar bu yaptıklarından ötürü Allah'a sığınmış ve yaptığı
işlerden beri olduğunu söylemişse de, onun hataen yaptığı cinayetlerin ve telef
ettiği malların diyetini, bedelini ödemiş. Ama yine de onu komutanlıkta
bırakmıştı.
Bu rivayette bir delil
vardır. Şöyle ki: Alimler, hata yapan devlet başkanının para cezasının kendi
malından değil de Beytü'l-maldan ödeneceği hususunda iki kavil ileri
sürmüşlerdir. İşte bu vakıa, bu hususta bir delil teşkil etmektedir. Doğrusunu
Allah bilir.
Bu sebepledir ki Ebu
Bekir es-Sıddık halife iken, Halid'in irtidad hadiseleri esnasında Malik b.
Nüveyre'yi öldürmesi esnasında da onu görevden azletmemiştir. Sonra Halid'in,
Malik b. Nüveyre'yi öldürüp karısı Ümmü Temim'i kendine zevce olarak almasını
da haklı bazı sebeplere dayandırmıştı. İşte bu esnada Ömer b. Hattab, Hz. Ebu
Bekir'e şöyle demişti:
- Halid'i görevden
azlet. Çünkü onun kılıcında zulüm var. Ebu Bekir es-Sıddık ona şu cevabı
vermişti:
- Allah'ın müşriklere
karşı çektiği bir kılıcı kınına sokmam.
İbn İshakj İbn Ebi
Hadred el-Eslemî'nin şöyle dediğini rivayet jt-miştir:
Ben, o zaman Halid b.
Velid'in süvarilerinin arasında idim. Beni Cezime'den bir delikanlı -ki o benim
yaşlarımda idi, eski bir iple elleri boynuna bağlanmıştı, kadınlar da ondan
uzakta olmayan bir yerde toplu halde duruyorlardı- bana şöyle dedi:
- Ey delikanlı!
- Ne var, ne
istiyorsun?
- Bu ipi tutup beni o
kadınların yanma götürür müsün? Onların görülecek bir ihtiyacı varda o ihtiyacı
yerine getireyim. Sonra da beni geri getirip dilediğinizi yapınız.
- Vallahi istediğin bu
şey kolaydır.
Onun ipini tuttum. Onu
yederek götürdüm. Kadınların yamnda durdu ve şöyle dedi:
"Ey Hudeyre,
hayatım tükenmek üzere iken teslim ol.
Seni gördüm, çünkü
sizi aramış ve sizi Hilye'de ya da Hevanik'de bulmuştum.
Bir aşık vuslata layık
değil midir? Gecede ve gündüzün öğle vaktinin şiddetli sıcağında yürümeyi göze
al.
Benim bir günahım
yoktu. Ailemizle birlikte iken demiştim, musibetlerden birinden önce sevgi ile
geri dön.
Ayrılık
uzaklaştırmadan, ayırıcı emir, uzak kılmadan önce, sevgi ile geri dön.
Çünkü ben bir emanetin
gizliliğini ihlal ettim. Onu zayi ettim.
Benim gözüme senden
sonra insanlardan hiçbir güzel, hoş görünmez.
Ne var ki, aşirete
ulaşmak, sevgiliyi engelleyicidir.
Ancak sevginin olması
bundan müstesnadır."
Hubeyşe de o
delikanlıya şöyle dedi:
- Sen onyedi sene yaşadın -iki sekiz (onaltı)
ve bir de tek sene (toplam onyedi sene) yaşadın.- Sonra onu getirdim. Boynu
vuruldu.
İbn İshak, Cezimeli
bir takım yaşlıların, orada o hadisede hazır bulunan kimselerden naklederek şu
haberi verdiklerini söylemiştir: Bunun üzerine Hubeyşe, onun boynu vurulduğu
zaman kalkarak ona doğru yürüdü ve üzerine kapandı. Durmadan onu Öpüyordu. Sonunda
Hubeyşe de onun yanında öldü.
Hafız el-Beyhakî,
Hümeydî kanalı ile İbn İsâm adındaki Müzey-neli bir adamın kendi babasından
naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
bir seriyye gönderdiğinde şöyle dedi:
"Bir mescid
gördüğünüzde veya bir müezzini duyduğunuzda (ezan okurken) herhangi bir kimseyi
öldürmeyin."
Rasûlullah (s.a.v.),
bizi bir seriyye ile gönderdi ve bize de aynı emri verdi. Biz Tihame
taraflarına gittik. Bazı binek hayvanlarını gütmekte olan bir adamı yakaladık.
Ona: "Müslüman ol" dedik. O da: "İslâmiyet nedir?" diye
sordu. Ona İslâmiyet'i anlattık. Bir de baktık ki, o İslâmiyet'i anlamıyor.
Bize: "Eğer dediğinizi yapmazsam, bana ne yaparsınız?" diye sordu.
Biz de: "Seni öldürürüz." dedik. Bunun üzerine: "Binek
hayvanlarıma ulaşıncaya kadar beni bekler misiniz?" diye sordu. Biz de:
"Evet biz sana ulaşırız." dedik. Bunun üzerine o hayvanlarının
peşine düştü. Onlara yetişti ve şöyle dedi: "Ey Hubeyşe, hayat geçip
gitmeden önce Müslüman ol."
Diğeri de şöyle dedi:
"Onyedi yaşında iken Müslüman ol. (İki sekiz, bir tek, toplam onyedi sene
yaşadın)." Böyle dedikten sonra önceki sayfada geçen şiiri şu cümleye
kadar okudu: "Ayrılık uzaklaştırmadan, ayırıcı emir uzak kılmadan önce
sevgi ile geri dön."
Sonra bize döndü ve:
"Dilediğinizi yapabilirsiniz." dedi. Biz de ü-zerine gidip boynunu
vurduk.
Diğeri de devesinin
üzerindeki mahfesinden yere yuvarlandı. Ü-zerine çöktü. Ölünceye kadar öylece
kaldı.
Beyhakî, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir seriyyeyi yola
çıkardı. Bu seriyye savaştı. Bir miktar ganimet ele geçirdi. Bazı adamları
esir aldı. Esirler arasında bir adam vardı ki, seriyyedeki askerlere şöyle
dedi: "Ben bunlardan değilim. Ben bir kadına aşık olmuştum, onun yanına
geldim. Bırakın da bir kez ona bakayım. Sonra bana ne yaparsanız yapın."
Seriyyedekiler bir de ne görsünler: Baktılar ki, kanlı canlı, uzun boylu bir
kadın. Adam ona şöyle dedi: "Hayatın sona ermesinden önce Müslüman ol ey
Hubeyşe." Böyle dedikten sonra o iki beyti de söyledi.
Hubeyşe de ona şöyle
dedi: Evet sana feda olayım!
Adamı Öne götürüp
boynunu vurdular. O kadın da geldi, adamın üzerine düştü, bir veya iki çığlık
attıktan sonra Öldü.
Seriyyedekiler,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldiklerinde durumu ona anlattılar. O da:
"Aranızda hiç mi merhametli bir adam yoktu?" dedi. [1]
İbn Cerir dedi ki:
Uzza putu, fetih senesinde ramazan ayının kalan son günlerinde yıkıldı.
İbn İshak dedi
ki^Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Velid'i Uzza putuna gönderdi. Uzza, Nahle'de
idi. Kureyş, Kinane ve Mudar'm meydana getirdiği, saygı gösterdiği bir ev idi.
Onun bakımı ve perdedarlığı, Beni Haşim'in müttefikleri Beni Süleym'den olan
Beni Şeyban'da idi. Uzza'nın, Şulemi kabilesinden olan perdedarı, Halid'in ona
doğru yürüdüğünü işitince üzerine kılıcını astı ve kendisi o evin bulunduğu
yerdeki dağa çıktı. Şöyle diyordu:
"Ey Uzza!
Acımasız bir şekilde Halid'in üzerine saldır.
Silahı at ve süratli
bir şekilde kaç.
Ey Uzza! Eğer kişiyi
yani Halid'i öldürmezsen,
Acil bir günahla geri
dön veya Hristiyanlık dinine gir."
Halid, Uzza putunun
yanma vardığında onu yıktı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma döndü.
Vakidî ve diğerlerinin
rivayet ettiklerine göre Halid b. Velid, ramazanın bitimine beş gün kala Uzza
putunun yanma vardığında onu yıktı ve geri döndü. Yıktığını da Rasûlullah
(s.a.v.)'a haber verdi. Rasûlullah ona:
- Ne gördün? diye
sordu. Oda:
- Birşey görmedim, dedi. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) ona, tekrar Uzza putunun bulunduğu yere dönmesini emretti.
Dönünce orada karşısına o evden siyahı, saçı-başı dağınık bir kadın çıktı. Kadın,
velvele ile feryad ediyordu. Halid, putun üzerine çıkıp şöyle dedi:
"Ey Uzza! Seni
inkar ediyorum. Sen yüce ve münezzeh değilsin. Çünkü gördüm ki, Allah seni
hakir kılmıştır."
Böyle dedikten sonra
putun içinde bulunduğu evi yıkıp tahrip etti. İçindeki malları da aldı. Allah
ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın. Bundan sonra dönüp durumu Rasûlullah
(s.a.v.)'a haber verdi. Rasûlullah (s.a.v.)'da şöyle buyurdu: "O kadın,
Uzza idi. Artık ona e-bediyen ibadet edilmeyecektir."
Beyhakî, Muhammed b.
Ebu Bekr el-Fakih kanalı ile Ebu Tu-feyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
Mekke'yi fethettiğinde Halid b. Velid'i Nahle'ye gönderdi. Orada Uzza putu
vardı. Halid oraya gitti. Put, üç mızrak üzerine konulmuştu, mızrakları kesti.
Evi yıktı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gitti. Yaptıklarını anlattı.
Rasûlullah: "Geri dön. Sen birşey yapmış değilsin." dedi. Halid,
tekrar putun bulunduğu eve gitti. Putun bakıcıları ve perdedarlan Halid'e
baktıklarında var güçleriyle dağa doğru koştular. Koşarken de şöyle
diyorlardı:
"Ey Uzza! Onu
delirt. Ey Uzzaî Onu kör et. Yoksa ben yüzüstü düşüp öleceğim!"
Halid, putun yanma
gittiğinde orada çıplak, saçı başı,dağmık bir kadın gördü ki, saçma basma
yüzüne, toprak saçıyor. Halid, kılıcıyla üzerine gitti, onu vurdu. Sonra
peygamber (s.a.v)'in yanma döndü. Yaptığını ve gördüğünü haber verdi. Peygamber
(s.a.v.): "İşte o kadın Uzza idi." dedi. [2]
Peygamber (s.a.v.)'in
ramazan ayında Mekke'de kalıp namazı kısalttığı ve orucu yediği hususunda
ihtilaf yoktur. Bu da âlimlerden; "Seferi kişi, ikamete karar vermediği
takdirde namazı kısaltarak kılabilir, oruç tutmayabilir. Bu ruhsatı, onsekiz
güne kadar devam edebilir." diyen âlimler için bir delildir. Bu, iki
kavilden biridir. Diğer kavil ise, yeri geldiğinde anlatılacaktır.
Buharî, Ebu Nuaym kanalı
ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte on gün ikamet ettik. Bu süre zarfında namazı kısaltarak
kılıyordu."
Buharî, Abdan kanalı
ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Mekke'de ondokuz gün ikamet etti. (Dört re-katlık namazları) iki
rekat olarak kılıyordu."
Ahmed b. Yunus, Ahmed
b. Şihab kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: ^
"Bir seferde
Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte ikamet ettik. Ondokuz gün boyunca namazı
kısaltarak kılıyordu."
İbn Abbas dedi ki:
"Biz kendi aramızda ondokuz gün boyunca namazı kısaltarak kılıyorduk. Bu
süreyi fa zl al aş tır dağımızda namazı tam kılıyorduk."
Ebu Davud, İbrahim b.
Musa kanalı ile İmran b. Husayn'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte gazaya gittim. Onunla beraber fetihte hazır bulundum.
Onsekiz gece ikamet etti. Ancak namazı iki rekat olarak kılıyor ve: "Ey
belde halkı, siz dört rekat olarak kılın. Biz seferiyiz." diyordu."
Ebu Davud, İbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Fetih senesinde Rasûlullah
(s.a.v.), onbeş gece ikamet etti. Bu süre zarfında namazı kısaltarak
kılıyordu."
İbn İdris, Muhammed b.
İshak'm, Zührî'nin, Muhammed b. Ali b. Hüseyin'in, Asım b. Amr b. Katade'nin,
Abdullah b. Ebi Bekrin, Amr b. Şuayb'ın ve diğerlerinin şöyle dediklerini
rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), (fetih senesinde) Mekke'de onbeş
gece ikamet etti." [3]
Buharî, Abdullah
b.Mesleme tariki ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Utbe b. Ebi
Vakkas, kardeşi Sa'd'a, Velidetü Zem'â'nın çocuğunu alıp yanında tutmasını
tembihlemiş ve o çocuğun kendi oğlu olduğunu ifade etmişti. Rasûlullah
(s.a.v.), fetih zamanında Mekke'ye geldiğinde Sad b. Ebi Vakkas, Velidetü
Zem'â'nın çocuğunu alıp Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma getirdi. Onunla birlikte
Abd b. Zem'â da Rasû-lullah'ın yanma geldi. Sa'd b. Ebi Vakkas dedi ki:
- Bu benim kardeşimin oğludur. Çünkü kardeşim,
bu çocuğun kendi oğlu olduğunu bana söyledi.
Abd b. Zem'â da şu
cevabı verdi:
- Ya Rasûlallah, bu
benim kardeşimdir. Bu da Zem'â'mn oğludur. Onun yatağında doğmuştur.
Rasûlullah (s.a.v.),
Velidetü Zem'â'nın çocuğuna baktı ki, o, daha ziyade Utbe b. Ebi Vakkas'a
benziyor. Bunun üzerine Utbe'ye şöyle dedi:
- Çocuk senindir.
(Böyle dedikten sonra dönüp Abd b. Zemâ'ya da şöyle dedi):
- Bu çocuk senin
kardeşindir ey Abd b. Zem'â. Çünkü bu, Utbe'-nin yatağında doğmuştur."
Rasûlullah (s.a.v.),
çocuğun Utbe b. Ebi Vakkas'a benzediğini görünce Şevde hanıma şöyle dedi:
"Ey Şevde, buna karşı örtün."
İbn Şihab, Hz.
Aişe'den rivayet ederek, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir.
"Çocuk yatağa
aittir. (Yani kimin yatağında doğmuş ise onundur.) Zina edene de recin cezası
vardır."
İbn Şihab dedi ki: Ebu
Hüreyre açıkça bunu söylüyordu.
Buharî, Muhammed b.
Mukatil kanalı ile Urve b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)'m
zamanında Mekke fethi gazvesinde bir kadın hırsızlık yaptı. Kadın (cezalandırılacağı
endişesiyle) korkuya kapıldı. Rasûlullah katmda kadına şefaatçi olması için
Üsame b. Zeyd'e ricada bulundular.
Üsame gidip şefaatçi
olduğunda Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzünün rengi değişti ve şöyle dedi:
- Allah'ın hadlerinden
bir had hususunda mı benimle konuşuyorsun?
- Ya Rasûlallah,
günahımın affedilmesi için mağfiret dile. Akşam olunca Rasûlullah (s.a.v.),
kalkıp insanlara hitabede bulundu. Allah'a layıkıyla hamdü senada bulundu.
Sonra şöyle dedi:
"Sizden önceki
insanlar sırf şu yüzden helak oldular: Onların arasında şerefli biri hırsızlık
yaptığı zaman, onu cezasız bırakırlardı. Onların arasında güçsüz biri
hırsızlık yaptığında ona haddi tatbik ederlerdi (ceza verirlerdi.).
Muhammed'in nefsi elinde bulunan zata yemin ederim ki, Eğer Muhammed'in kızı
Fatıma hırsızlık yaparsa muhakkak ki onun da elini keserim."
Rasûlullah (s.a.v.),
daha sonra hırsızlık yapan o kadının elinin kesilmesini emretti. Eli kesildi.
Daha sonra o kadın tevbe etti. Tevbe-sini güzelce tuttu ve evlendi.
Hz. Aişe dedi ki:
Sonraları, o kadın yanıma gelir, ihtiyacını bana söyler, ben de ihtiyacını
Rasûlullah (s.a.v.)'a arzederdim.
Sahih-i Müslim'de,
Sebre b. Mabed el-Cühenî'nin hadisinde şu ifadelere yer verilmiştir:
"Rasûlullah,
fetih senesinde Mekke'ye girdiği zaman bize mut'a nikahı yapmamızı emretti.
Sonra oradan çıkmadan bu nikahı yasakladı."
Bu hadisin bir başka
varyantında Rasûlullah'm şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Bilesiniz ki,
mut'a nikahı içinde bulunduğunuz şu gününüzden kıyamet gününe kadar haramdır.
Haramdır."
Ahmed b. Hanbel'in
"Müsned'mde ve sünen kitablarında yer alan bir rivayette şöyle
denmektedir: Bu hadise, Veda haccmda olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.
Sahih-i Müslim'de, Ebu
Bekr b. Ebi Şeybe kanalı ile Seleme b. Ekva'm şöyle dediğini rivayet edilmiştir:
"Evtas
muharebesinin yapıldığı senede Rasûlullah (s.a.v.) bize mut'a nikahı yaparak
kadınlarla evlenmemize üç kez ruhsat verdi. Sonra bizi mut'a nikahından
menetti."
Beyhakî dedi ki: Evtas
muharebesi, Mekke fethi senesinde yapılmıştır. Şu halde bu rivayet ile
Sebre'nin hadisi aynıdır.
Ben derim ki: Mut'a
nikahının Hayber gazvesinde yasaklandığını sabit kılan kimse şöyle demiştir:
Mut'a nikahı, iki kez mubah kılındı. İki kez haram kılındı.
Şafiî ile diğerleri bu
hususta kesin ifadeler kullanmışlardır.
Denildi ki: Mut'a
nikahı, iki defadan fazla mubah kılındı ve haram kılındı. Doğrusunu Allah
bilir. Sadece bir kez haram kılındığım söyleyenler de olmuştur ki, o bir kez de
fetih gazvesinde olmuştur.
Denildi ki: Mut'a
nikahı sadece zaruret dolayısıyla mubah kılınmıştır. Şu halde zaruretle
karşılaşıldığı zaman yine mubah kıhnabi-lir. Bu, İmam Ahmed'den gelen bir
rivayettir.
Denildi ki: Mut'a
nikahı mutlak surette haram kılınmış değildir. O, yine mubahlığı üzeredir. Bu,
İbn Abbas ile ashabından ve bir grub sahabeden gelen meşhur rivayettir. Bununla
ilgili tafsilatlı açıklama "el-Ahkam" adlı kitaptadır. [4]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdürrezzak kanalı ile Muhammed b. Esved b. Haleften şöyle rivayette
bulunmuştur: "Muhammed, babası Esved'in fetih gününde Rasûlullah
(s.a.v.)'ı insanlarla bey'a ti esirken gördüğünü ve bu hususta kendisine şu
haberi verdiğini nakletmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.),
Ka'be'nin karşısındaki kayalığın üzerine çıkıp oturdu. İslâmiyet ve şahadet
üzere insanlarla bey'atleşti.
Ben dedim ki, şahadet
nedir?
Bana dedi ki: Muhammed
b. Esved b. Halef bana haber verdi ki; Rasûlullah (s.a.v.) insanlarla; Allah'a
iman etmek ve Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve
elçisi olduğuna şahadet etmeleri üzerine bey'atleşti."
Beyhakî'den gelen
rivayette de şöyle denmektedir: "Büyük küçük, kadın erkek bütün insanlar,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler. O da onlarla, İslâmiyet ve şahadet
üzerine bey'atleşti."
İbn Cerir dedi ki:
Sonra insanlar, Mekke'ye Rasûlullah (s.a.v.) ile islâm üzere bey'atleşmek için
toplandılar. Bana gelen habere göre o da Safa tepesine çıkıp onlarla
bey'atleşmek için oturdu. Ömer b. Hat-tab da onun aşağı tarafında oturdu. Ömer,
insanlardan Allah'a ve Ra-sülüne elden geldiğince itaat etmeleri sözünü aldı.
Rasûlullah (s.a.v.),
erkeklerle bey'atleşmeyi tamamladıktan sonra kadınlarla bey'atleşmeye başladı.
Kadınlar arasında Hind binti Utbe de vardı. Hamza'ya yaptığı kötülükten dolayı
tanınmasın diye yüzüne peçe takmış ve sesini de değiştirmişti. Rasûlullah, konuşmasından
kendisim tanımasın diye böyle yapmıştı. Tanınmaktan korkuyordu.
Kadınlar, kendisiyle
bey'atleşmek için Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına yaklaştıklarında o, kendilerine
şöyle buyurdu:
- Allah'a hiçbir şeyi
ortak koşmamak üzere benimle bey'atleşin. Hind de şu karşılığı verdi:
- Vallahi sen,
erkeklerden almadığın sözü bizden alıyorsun.
- Hırsızlık yapmamak
üzere benimle bey'atleşin.
- Allah'a yemin ederim
ki ben, Ebu Süfyan'm malından azar azar çalmışımda*. Bunun da helal olup
olmadığını bilmiyorum. Orada Hind'in sözlerini duyan Ebu Süfyan da şöyle dedi:
- Şimdiye kadar çalmış
oldukların sana helal olsun. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:
- Şu halde sen Utbe
kızı Hind'sin, öyle değil mi?
- Evet. Geçmişte
yaptıklarımı affet. Allah da seni affetsin.
- Zina yapmamak üzere
benimle bey'atleşin.
- Ya Rasûlallah, hür
kadın hiç zina yapar mı?
- Çocuklarınızı
öldürmemek üzere benimle bey'atleşin.
- Biz onları küçükken
besleyip büyütüyoruz da büyüdükten sonra onları öldürür müyüz hiç? Sen ve onlar
bunu daha iyi bilirsiniz.
Hind'in bu sözü
üzerine Hz. Ömer katıla katıla güldü. Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra şöyle
buyurdu:
- Elleriyle ayakları
arasında bir iftira dizip getirmemek üzere kadınlar benimle bey'atleş sinler.
- Ya Rasûlallah,
Allah'a yemin ederim ki, böyle bir iftira dizip getirmek çok çirkin birşeydir
ve muhakkak ki, tecavüzün bazısı cezaya tam denk gelir.
- Emrime karşı
gelmemek hususunda benimle bey'atleşin.
- Maruf ve meşru olan
emirler hususunda sana karşı gelmemek üzere bey'at ederiz.
Bunun üzerine
Rasûlallah (s.a.v.), Ömer'e şu emri verdi:
- Bu şartlar üzerine kadınlarla bey'atleş ve
onlar için Allah'tan mağfiret dile. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir."
Hz. Ömer de bu şartlar
üzerine kadınlarla bey'atleşti. Rasûlullah (s.a.v.), kadınlarla asla
tokalaşmazdı. Allah'ın kendisine helal kıldığı zevcelerinden veya mahremleri
olan kadınlardan başkasına el sürmezdi.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde açıkça ifade edilen bir rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiştir:
"Hayır vallahi,
Rasûlullah (s.a.v.)'m eli hiçbir kadının eline değmemiştir."
Başka bir rivayette de
şöyle denilmiştir:
"Rasûlullah,
kadınlarla bey'atleşmezdi. Sadece konuşur ve şöyle derdi: "Benim bir
kadınla konuşmam, yüz kadınla konuşmam gibidir."
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Hz. Aişe'den rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan'm karısı Hind
binti Utbe, Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanına gelip şöyle
dedi:
- Ya Rasûlallah, Ebu
Süfyan cimri bir adamdır. Bana ve çocuklarıma yetecek kadar nafakayı vermiyor,
onun bilgisi olmadan malını alırsam günahkar olur muyum?
- Sana ve çocuğuna
yetecek miktarda meşru şekilde onun malından al.
Beyhakî, Yahya b.
Bükeyr kanalı ile Hz. Aişe'den rivayet etti ki; Hind binti Utbe şöyle demiştir:
- Ya Rasûlallah, daha
önce senin oba halkının zelil olmasından hoşlandığım kadar hiçbir şeyden
hoşlanmazdım. Ama bugün yeryüzünde senin oba halkının güçlenip başkalarıyla
savaşmalarından hoşlandığım kadar başka hiçbir şeyden hoşlanmıyorum.
Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle buyurdu:
- Muhammed'in nefsi
kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, ben de öyleyim.
"Ya Rasûiallah,
Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Onun malından —bilgisi olmaksızın- alıp yersem
günahkar olur muyum?
- Meşru Ölçüde ve
uygun miktarda alırsan hayır."
Ebu Davud, Osman b.
Ebi Şeybe kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v), Mekke'nin fethedildiği gün şöyle buyurdu:
"Artık hicret
yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Savaşa çağnlır-sanız savaşa koşun."
İmam Ahnıed b. Hanbel,
Affan kanalı ile SafVan b. Ümeyye'den rivayet etti ki; kendisine şöyle
denilmiş:
"Hicret etmeyen
kimse Cennet'e giremez."
Bana böyle denilince
ben de: "Ben bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a sormadan evime
gitmeyeceğim." dedim ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gittim. Bana söylenen
bu sözü kendisine naklettim. O da şöyle buyurdu:
"Mekke'nin
fethinden sonra hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Eğer savaşa
çağrılırsanız savaşa koşun."
Buharı, Muhammed b.
Ebi Bekr kanalı ile Mücaşi b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Kendisiyle hicret
üzere bey'atleşmek için Peygamber (s.a.v.)'in yanına giden Ebu Mabed'in yanma
gittim. Bana şöyle dedi: "Hicret, sahihleri için geçip gitmiştir. Ben ise,
İslâmiyet ve cihad üzere Peygamber (s.a.v.)'le bey'atleşeceğim."
Mücaşi'den rivayette
bulunan ravi diyor ki: Ben de Ebu Mabed'le karşılaştım. Durumu ona sordum. O
şöyle dedi: "Mücaşi doğru söylemiştir."
Buharî, Amr b. Halid
kanalı ile Mücaşi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Fetih gününden sonra
kardeşimi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma götürdüm ve şöyle dedim:
- Ya Rasûiallah,
kendisiyle hicret üzere bey'atleşmen için kardesimi sana getirdim.
- Hicret ehli,
hicretin hükmünü götürdüler. .
- Ya sen şimdi
kardeşimle ne üzere bey'atleşeceksin?
- Onunla İslâm, iman
ve cihad üzerine bey'atleşeceğim.
Daha sonra Ebu
Mabed'le karşılaştım. Ebu Mabed, Mücaşi ile kardeşinden yaşça daha büyük idi.
Bu durumu kendisine sordum. O da: "Mücaşi doğru söylemiştir." dedi.
Buharî, Muhammed b.
Beşşar kanalı ile Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
İbn Ömer'e:
"Şam'a hicret etmek istiyorum. Ne dersin?" diye sordum. O da şu
cevabı verdi:
"Artık hicret
yoktur. Ama git bakalım, kendi nefsini arzet. Eğer birşey bulabilirsen ne ala.
Yoksa geri dönersin."
Ebu'n-Nadr, Şube
kanalı ile Ebu Bişr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Mücahid'in şöyle
dediğini işittim:
Hicret hususunu İbn
Ömer'e sorduğumda o bana şu cevabı verdi:
"Bugün (veya
Rasûlullah (s.a.v.)'dan sonra) hicret yoktur."
İshak b. Yezid,
Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Fetihten sonra
hicret yoktur."
Buharî, İshak b. Yezid
kanalı ile Ata b. Ebi Rebah'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ubeyd b.
Ümeyr'le birlikte Aişe'yi ziyaret ettim. Ubeyd, Aişe'ye hicretin hükmünü sordu.
O da şu cevabı verdi:
"Bugün hicret
yoktur. Daha önce müminlerden biri dininde fitneye düşmekten korktuğu için
Allah'a ve Rasûlüne kaçıp hicret ediyordu. Ama bugün Cenâb-ı Allah,
İslâmiyet'i hükümran kılmıştır. Mümin kişi dilediği yerde ve şekilde Rabbine
ibadet eder. Bugün hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır."
Bu hadisler ve eserler
şuna delalet ediyor ki, ya tamamen veya mutlak olarak Mekke fethinden sonra
hicret ortadan kalkmıştır. Çünkü insanlar, grup grup Allah'ın dinine girmişler
ve İslâmiyet hükümran olup sütunları yeryüzüne yerleşip sabit olmuştur. Artık
hicrete gerek kalmamıştır. Ancak harp ehline mücavir olmak ve onlar nezdinde
dini izhar etme gücünün kalmaması gibi hicreti gerektiren bir hal meydana
gelirse, o zaman İslâm diyarına hicret etmek vacip olur ki, bu vaciblik
hususunda âlimler arasında ihtilaf yoktur. Ama bu hicret, Mekke fethinden
önceki hicret gibi değildir. Nitekim Allah yolunda yapılan her türlü infak ve
cihad meşrudur ve kıyamet gününe kadar da beğenilen bir davranıştır. Fakat
yine de Mekke fethir den önceki infak ve cihad kadar faziletli olamaz. Zira
yüce Allah, buyurmuştur ki:
"İçinizden
Mekke'nin fethinden önce sarfeden ve savaşan kimseler, daha sonra sarfedip
savaşan kimselerle bir değildirler. Berikiler daha üstün derecededirler. Allah,
hepsine Cennet'i vadetmiştir." (el-Hadîd, 10.)
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Cafer kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: en-Nasr sûresi nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), bu sûreyi
baştan sona kadar okudu ve şöyle buyurdu:
"İnsanlar
hayırlıdır. Ben ve ashabım hayırlıyız. Mekke fethinden sonra hicret yoktur. Ama
cihad ve niyet vardır."
Ebu Said el-Hudrî'nin
böyle bir rivayette bulunması üzerine Mer-van ona: "Yalan
söylüyorsun." dedi. Bu esnada yanında da Rafı b. Ha-dic ile Zeyd b. Sabit
kanepe üzerinde oturmakta idiler. Ebu Said şöyle dedi:
- Eğer bu iki kişi
isterlerse bu hususta sana açıklamada bulunabilirler. Ama bunlardan biri,
kendisini kavminin liderliğinden azletmenden korkar. Diğeri ise kendisini
zekat toplama memurluğundan azletmenden korkar.
O iki kişi, Mervan'm,
Ebu Said'e vurmak için kamçısını kaldırdığını gördüklerinde: "Ebu Said
doğru söyledi." dediler.
Buharî, Musa b. İsmail
tariki ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ömer, beni Bedir
şeyhleri arasına katıyor, onlarla aynı muameleye tabi tutuyordu. Öyle
sanıyorum ki, onlardan biri bundan rahatsız oldu ve şöyle dedi:
- Şunu niye aramıza
katıyorsun? Halbuki bunun yaşında oğullarımız var?
Hz. Ömer:
- O sizin bildiğiniz
kimselerdendir dedi. Onları bir gün toplantıya çağırdı ve beni de aralarına
kattı. Herhalde onlara göstermek için beni onlarla birlikte yanına kabul etti
ve şöyle dedi:
- Yüce Allah'ın:
"Allah'ın yardım ve fethi geldiği zaman (en-Nasr sûresi)" kavi-i
şerifi hakkında ne dersiniz?
Oradakilerden bazıları
şöyle dediler:
- Bize yardım olunduğu
ve fetih müyesser kılındığı zaman Allah'a hamd edip istiğfarda bulunmamız, bu
ayette emredilmiştir.
Diğerleri ise susup
birşey demediler. Hz. Ömer dönüp bana şöyle sordu:
- Ey îbn Abbas! Bu
ayet hakkında sen de böyle mi diyorsun?
- Hayır, ben aynı
fikirde değilim.
- O halde ne diyorsun?
- Bu ayette,
Rasûlullah (s.a.v.)'m ecelinin gelmiş olduğu kendisine bildirilmiştir.
"Ey Muhammed! Allah'ın yardımı ve zafer günü (fetih) geldiği
zaman..." İşte bu senin ecelinin alametidir.
"İnsanların
Allah'ın dinine akın akın girdiklerini görünce, Rabbi-ni överek teşbih et.
Ondan bağışlanma dile. Çünkü O, tevbeleri daima kabul edendir."
Ömer b. Hattab, o
topluluğa hitaben şöyle dedi:
- Ben de bu sûreden,
İbn Abbas'm anladığı manayı anlıyorum."
Başka yollarla gelen
rivayetlerde de görüldüğü gibi İbn Abbas, bu sûreyi tefsir ederken, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın ecelinin geldiğini haber vermiştir. Mücahid, Ebu Aliye, Dahhak ve
bazı tefsirciler de böyle demişlerdir. Nitekim İbn Abbas ile Ömer b. Hattab da
böyle demişlerdir.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in, Muhammed b. Fudayl kanalı ile Said b. Cübeyr'den rivayet ettiği
hadise gelince: İbn Abbas dedi ki:
"en-Nasr sûresi
nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.): "Nefsime ölüm haberi geldi."
dedi. O senede ruhunun teslim alınacağı kendisine bildirildi."
Bunu sadece İmam Ahmed
b. Hanbel rivayet etmiştir ve senedinde Ata b. Ebi Müslim el-Horasanî vardır
ki, onun raviliğinde zayıflık vardır. Onun hakkında birçok hadis imamı cerh
edici beyanlarda bulunmuştur. "Rasûlullah (s.a.v.)'m ruhunun o senede
teslim alınacağı" şeklindeki ifadeye gelince, bunda da büyük bir münkerlik
vardır ve batıldır. Çünkü Mekke'nin fethi, hicretin sekizinci senesinin ramazan
ayında gerçekleşmiştir ve bu hususta ihtilaf yoktur. Oysa ki Rasûlullah
(s.a.v.), hicri onbirinci senenin rebiyülevvel ayında vefat etmiştir ve bu
hususta da ihtilaf yoktur.
Hafız Ebu'l-Kasım
et-Taberanî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kur'ân'ın en son
nazil olan sûresi, en-Nasr süresidir."
Bunda da münkerlik
vardır. Senedi üzerinde de konuşulabilir. Muhtemeldir ki bu sûre, Kur'ân'ın
toplu olarak bir defada nazil olan en son süresidir. Doğrusunu Allah bilir.
Tefsirimizde de bu
sûre-i celile üzerinde yeteri kadar bilgi verdik. Hamd ve minnet Allah'adır.
Buharî, Süleyman b.
Harb kanalı ile Amr b. Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Kılabe
bana dedi ki: Biz, insanların uğrak yeri olan bir su başında idik. Kervanlar
bize uğrar, biz de onlara sorardık: İnsanların durumu nasıl? Şu Mekke'de
peygamber olarak ortaya çıkan adamın durumu nasıl?
Bize derlerdi ki: O,
Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini ve kendisine vahiy geldiğini
iddia ediyor.
Ben onların bu sözünü
kafama yerleştirdim. Sanki kalbime yapıştı.
Araplar, İslâm'a
girmek için fethi bekliyorlar ve: "Muhammed ile kavmini başbaşa bırakın.
Eğer o kavmine üstün gelirse, doğru sözlü bir peygamberdir." diyorlardı.
Mekke fethi
gerçekleşince, her kavim İslâm'a girmek için heyetler halinde süratle
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidiyorlardı. Babam da İslâm'a girmeleri için
kavmini Rasûlullah'm yanma götürdü. Dönüşünde: 'Vallahi ben, size gerçek bir
peygamberin yanından geldim." dedi. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü:
"Şu vakitte şu namazı, şu vakitte de şu namazı kılın. Namaz vakti
geldiğinde biriniz ezan okusun, Kur'ân'ı en çok okuyanınız da size imamlık
yapsın."
Oradakiler, baktılar,
benden daha çok Kur an okuyan birini bulamadılar. Çünkü ben kervanları
karşılıyordum. Beni öne geçirdiler. İmamlık yaptım. Altı veya yedi yaşında bir
çocuk idim. Üzerimde bir aba vardı. Secdeye vardığımda üstüm açılıyordu.
Kabileden bir kadın: "Okuyucunuzun arkasını örtemiyor musunuz?"
dedi. Bunun üzerine kumaş satın aldılar ve benim için bir gömlek biçtiler. Ben
de o gömleğime sevindiğim kadar hiçbir şeye sevinmedim." [5]
Yüce Allah buyurdu ki:
"Andolsun ki
Allah, size birçok yerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği fakat bir
faydası da olmadığı, yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de
bozularak arkanıza döndüğünüz Hüneyn gününde yardım etmişti.
Bozgundan sonra Allah,
peygamberine ve mü'minlere güvenlik yerdi ve görmediğiniz askerler indirdi.
İnkar edenleri azaba uğrattı. İnkarcıların cezası budur.
Allah, bundan sonra da
dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bağışlar ve merhamet eder."
(et-Tevbe, 25-27.)
Muhammed b. İshak b.
Yesar, kitabında şöyle der: "Rasûlullah (s.a.v.), hicri sekizinci sene
şevval ayının beşinde fetihten sonra He-vazin'e doğru gitti."
Muhammed b. İshak'm
ifadesine göre Mekke, ramazan-ı şerifin bitimine on gün kala fethedildi. Yani
Hevazin'e gitmeden onbeş gece önce fethedildi.
Vakidî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), şevvalin altısında Hevazin'e doğru yola çıktı. Şevvalin
onunda Hüneyn'e ulaştı. Ebubekir es-Sıd-dik dedi ki: "Bugün sayımızın
azlığından dolayı mağlup edilmeyiz."
Hezimete uğradılar.
Bunlar için de hazimete ilk uğrayanlar Beni Süleym kabilesi oldu. Sonra
Mekkeliler, daha sonra da diğer kalanlar hezimete uğradılar.
İbn İshak dedi ki:
Hevazinliler, Rasûlullah (s.a.v.)'ı ve Allah'ın ona müyesser kıldığı Mekke
fethini duydukları zaman, Malik b. Avf en-Nasrî onları topladı. Hevazin ile
birlikte Sakif in tamamı, Nasr ve Cüşem'in hepsi, Sa'd b. Bekir ve Beni
Hilal'den de az bir grup onlara katıldılar. Kays b. Aylan'dan sadece bunlar
toplulukta hazır bulundular. Hevazin'den ne Ka'b, ne de Kilab kabileleri, o
toplulukta hazır bulunmadılar. Onlardan meşhur hiçbir kimse o toplulukta hazır
bulunmadı.
Beni Cüşem kabilesinde
Düreyd b. Simme vardı. Bu yaşlı bir kimse idi. Ondan, sadece görüşü ile ve
savaş bilgisi ile uğur beklenilirdi. Tecrübeli bir ihtiyardı. Sakifte de
onların iki efendisi vardı. Müttefiklerden de Karib b. el-Esved b. Mesud b.
Muattib vardı. Beni Malik'ten de Zü'1-Himar Sübey'a b. Haris b. Malik ve onun
kardeşi Ahmer b. Haris vardı. Hepsinin idaresi, Malik b. Avf en-Nasrî'nin
elinde toplanıyordu. O, Rasûlullah (s.a.v.)'ın üzerine yürümeye azmettiği
zaman, ordusuyla birlikte mallarını, kadınlarını ve çocuklarını da şevketti.
Evtas'a indiği zaman ordusu onun yanına toplandı. Onların içinde Düreyd b.
Simme vardı. Deve üstünde, gölgelik altında taşınıyordu. İndiği zaman şöyle
dedi:
- Siz hangi
vadidesiniz?
- Evtas vadisindeyiz.
- Ne güzel at koşacak
yerdir! Ne keskin kayalı tepelik, ne de toprağı yumuşak düzlüktür. Ne oluyor?
Deve sesi, eşek anırması, çocuk ağlaması ve davar melemesi işitiyor gibi
oluyorum.
- Malik b. Avf, halk
ile birlikte mallarını, kadınlarını ve çocuklarını da sevk edip getirdi.
- Malik nerededir?
-İşte Malik...
Malik çağrıldı, Düreyd
ona şöyle dedi:
- Ey Malik ne oluyor?
Deve sesini, eşek anırmasını, çocuk ağlamasını ve davar melemesini işitiyor
gibi oluyorum.
- Millet ile birlikte
onların mallarını, çocuklarını ve kadınlarını da önüme katıp getirdim.
- Bunu neden yaptın?
- Onlardan her bir
adamın ardında, onun ailesini ve malını koymak istedim ki, erkekler onları savunarak
savaşsınlar.
Bunun üzerine Düreyd
onu kovdu, onun bu yaptığını yadırgadı. Sonra şöyle dedi:
- Koyun çobanı, ne
olacak. Anlamaz ki! Vallahi, savaştan dağılıp kaçan kimseyi, hiçbir şey geri
çevirebilir mi? Çünkü savaş senin lehinde olur ise, kılıçlı ve mızraklı
erkekten başka kim sana fayda verebilir? Eğer savaş senin aleyhine olur ise
ailenin ve malının içinde de rezil olursun.
Böyle dedikten sonra
sözünü şöyle sürdürdü:
- Ka'b ve Kilab ne
yaptı?
- Onlardan hiçbir
kimse o toplulukta hazır bulunmadı.
- Hiddet ve şecaat
kayboldu. Eğer yücelme ve yükselme günü olsaydı, ondan ne Ka'b, ne de Kilab
geri kalmaz ve kaybolmazdı. Sizin de Ka'b ve Kilab gibi bu topluluğa
katılmamanızı dilerdim. Bu toplulukta sizden kim hazır bulundu?
- Amr b. Amir ve Avf b.
Amir hazır bulundu.
- Amir'in bu iki
kuzusunun ne faydalan olur, ne de zararları.
- Ey Malik, sen,
Hevazin topluluğunu atların göğüslerine doğru ileri sürmekle birşey yapmadın,
onları beldelerinin korunaklı yerlerine ve kavimlerinin üst taraflarına götür.
Sonra Müslümanları atlar üstünde karşıla. Eğer savaş senin lehine olursa arkada
kalanlar sana yetişirler. Eğer savaş senin aleyhine olursa en azından aileni ve
malını korumuş olursun. Malik dedi Ki:
- Allah'a yemin ederim
ki, bunu yapmam. Yaşlandığın gibi aklın da yaşlanmış. Vallahi ey Hevazin
topluluğu! Ya bana mutlak itaat edersiniz veya sırtımdan çıkıncaya kadar bu
kılıcın üzerine dayanırım!
O, Düreyd b. Simme'nin
bu toplulukta adının anılmasını ve görüşünün geçerli olmasını istemiyordu.
Hevazin topluluğu da
ona şu cevabı verdi:
- Sana itaat ettik.
Bunun üzerine Düreyd
şöyle dedi: Bu öyle bir gündür ki, ben, ne hazır bulundum, ne hazır bulunmadım.
Sonra da şu şiiri okudu:
"Keşke o
toplulukta genç olsaydım. Onda yürür ve koşardım.
Saçları uzun, bağının
bağlandığı yerin üst tarafında saçı olan bir atı yediyorum. Sanki o at ne
büyük, ne küçük, orta halli bir yaban eşeğidir."
Sonra Malik, insanlara
şöyle dedi: Onları gördüğünüz zaman kılıçlarınızın kınlarını kırınız. Sonra
bir tek adamın saldırışı gibi saldırınız.
İbn İshak, Ümeyye b.
Abdullah b. Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bana anlatıldığına
göre Malik b. Avf, adamlarından bir takım gözetleyiciler gönderdi, ona
geldiklerinde onları, eklemleri âdeta kopmuş bir vaziyette gördü. Onlara şöyle
dedi:
- Yazıklar olsun size!
Bu ne haldir?
- Beyaz benekli
atların üzerinde beyaz bazı adamlar gördük. Vallahi onlara ilişir ilişmez,
bizi gördüğün bu hale soktular. Vallahi bu durum onu, kasdettiği gaye üzerine
yürüme niyetinden geri döndürmedi."
İbn İshak dedi ki:
Peygamber (s.a.v.),
onları işitince, onlara Abdullah b. Ebi Hadred el-Eslemî'yi gönderdi ve ona,
onların içine girmesini, onların arasında kalmasını ve bilgilerini almasını,
sonra onların haberini kendisine getirmesini emretti.
İbn Ebi Hadred de
gitti ve aralarına girdi. Orada kaldı. Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşmak için
yapmış oldukları şeyi dinleyip öğrendi. Malik ve Hevazin'in durumunu gördü,
dediklerini dinledi, sonra döndü ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına geldi. Olayı
ona haber verdi.
Rasûlullah (s.a.v.),
Hevazin ile karşılaşmak için üzerlerine yürümeye karar verdiği zaman ona,
SafVan b. Ümeyye'nin yanında zırhların ve silahların olduğu anlatıldı.
Rasûlullah onu çağırdı. O zaman Safvan müşrik idi. Ona şöyle dedi:
- Ey SafVan, bu
silahlarını bize emanet ver ki, onlarla yarın düşmanlarımızı karşılayalım,
savaşalım.
- Ya Muhammedi Gasb
olarak mı alıyorsun?
- Hayır, aksine emanet
olarak alıyorum. Ben onları sana geri verinceye kadar onlar kefalet
altındadır.
- Öyleyse olur. Bunda
bir sakınca yok.
Bunun üzerine SafVan,
Rasûlullah'a yüz zırh ile yeter miktarda silah verdi. Anlatıldığına göre
Rasûlullah (s.a.v.), ondan o silahları taşıma işini de üstlenmesini istedi. O
da taşıma işini yerine getirdi."
Yunus b. Bükeyr'den
gelen bir rivayette de yukarıdaki hadise olduğu gibi anlatılıyor, zırhlardan
bahsediliyor ve İbn Ebi Hadred'in keşiften dönüp de Rasûlullah (s.a.v.)'a
Hevazinlilerin haberini verdiği zaman Ömer b. Hattab'm onu yalanladığı ifade
ediliyor. Bunun üzerine ibn Ebi Hadred, ona şöyle cevap vermiş:
- Eğer beni
yalanladmsa ey Ömer, hakkı da yalanlayabilirsin. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle
demişti:
- Ya Rasûlallah, ibn
Ebi Hadred'in söylediğini işitmiyor musun? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) da
şu cevabı vermiş:
- Ey Ömer, sen dalalette
idin. Allah seni hidayete iletti.
İmam Ahmed b. Hanbel,
SafVan b. Ümeyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Hüneyn gününde Ümeyye'den emanet olarak zırhlar aldı. Ümeyye:
- Ya Muhammedi Bunu
gasb olarak mı alıyorsun? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v):
- Hayır, aksine
kaybolması ve telef olması halinde tazmin edilecek bir emanet olarak alıyorum,
dedi.
Bu zırhların bir kısmı
zayi oldu. Rasûlullah, (s.a.v.), tazminatını ödemeyi teklif edince Ümeyye:
- Ya Rasûlallah, ben
bugün İslâm'a girmeye daha çok rağbet ediyorum, dedi."
Ebu Davud, Yezid b.
Harun tariki ile Abdullah b. Safvan ailesinden bazı kimselerin şöyle
dediklerini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.):
- Ey SafVan, senin
yamnda silah var mı? diye sordu. SafVan da:
- Emanet olarak- mı,
yoksa gasb olarak mı istiyorsun? diye sorunca, Rasûlullah:
- Hayır, emanet olarak
istiyorum, dedi.
SafVan da otuz, kırk
kadar zırhı Rasûlullah'a emanet olarak verdi. Rasûlullah, Hüneyn gününde
savaştı. Müşrikler hezimete uğradıklarında SafVan'ın emanet olarak verdiği
zırhlar toplandı. Bazıları kayboldu. Rasûlullah (s.a.v.), Safvan'a:
- Senin zırhlardan bazılarını kaybettik.
Bedelini sana ödeyelim mi? diye sordu.
SafVan da şu cevabı
verdi:
- Hayır ya Rasûlallah,
bugün benim kalbimde bir duygu ve inanç var ki, zırhları sana emanet olarak
verdiğim günde yoktu."
Bu da mürsel bir
rivayettir.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra beraberinde Mekke halkından 2.000; kendisiyle
birlikte çıkan ve kendileriyle Allah'ın Mekke'yi fethettirdiği ashabından da
10.000 kişi ile yola çıktı. Böylece onlar, 12.000 kişi oldular.
Ben derim ki: Urve,
Zührî ve Musa b. Ukbe'nin kavillerine göre Rasûlullah'm Hevazin'e götürdüğü
askerlerin sayısı, toplam olarak 14.000 bin kişi olmuştur. Çünkü o, adı geçen
bu kişilerin kavline göre Mekke'ye 12.000 askerle gelmişti Mekke'de serbest
bırakılan 2.000 kişi de bunlara eklendi. Böylece 14.000 kişi oldular.
İbn İshak'm
anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v.), şevvalin beşinde Mekke'den Hevazin'e
doğru yola çıktı. Mekkeliler üzerine Attab b. Üseyd b. Ebu'l-İs b. Ümeyye b.
Abdu'ş-Şems el-Ümevî'yi tayin etti.
Ben derim ki: O zaman
Attab'm yaşı yirmiye yakın idi.
Rasûlullah (s.a.v.),
Hevazinlilerle karşılaşmak niyeti ile yola koyulup gitti.
Ravi burada Abbas b.
Mirdas es-Süîemî'nin şu kasidesini zikretmiştir:
"Benden
Hevazin'in yukarısına ve aşağısına bir öğüt mektubu götür ki, şu açıklama
vardır:
Zannediyorum ki,
Rasûlullah, size kumandanları olan bir ordu ile yerin boşluğunda hücum
edecektir.
Onların içinde
kardeşiniz Süleym sizi terkedip bırakacak değildir. Müslümanlar Allah'ın
kullarıdır. Hiddetli gençlerdir.
Sağ yanındaki
desteğinde Beni Esed ve Ecreban (Uyuzlar) Beni Abs ve Zübyan vardır.
Az kaldı ki, onun
korkusundan yer sarsılsın. Onların önünde de Evs ve Osman vardır."
İbn İshak dedi ki: Evs
ve Osman, Müzeyne kabileleridir.
İbn İshak, Zührî
kanalı ile Haris b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte Hüneyn'e çıktık. Biz cahüiyetten henüz çıkmış kimselerdik.
Onunla birlikte Hüneyn'e doğru yürüdük. Kureyş kafirlerinin ve onlardan başka
diğer Arapların yeşil renkli büyük bir ağaçları vardı. Ona Zatu Envat
denilirdi. Her sene onun yanma gelirler, silahlarını onun üzerine asarlar,
yanında kurban keserler ve bir gün itikaf yaparlardı. Biz, Rasûlullah (s.a.v.)
ile birlikte yürürken, büyük yeşil bir ağaç gördük. Yolun yan taraflarından
birbirimize şöyle seslendik:
- Ya Rasûlallah, bize
de Zatu Envat ağacı gibi bir ağaç kıl. Onların Zatu Envat ı olduğu gibi bizim
de olsun.
Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle dedi:
- Allahu Ekber!..
Muhammed'in nefsi elinde bulunan zata yemin ederim ki, siz de tıpkı Musa'nın
kavminin Musa'ya dediği gibi dediniz:
«"Ey Musa!
Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap." dediler. Musa:
"Doğrusu siz bilgisiz bir milletsiniz." dedi.» (ei-A'râf, ıss.) Yani
bu bir âdettir. Siz geçmişlerin âdetine uyuyorsunuz." Ebu Davud, Ebu Tevbe
kanalı ile Sehl b. Hanzeliyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Biz,
Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hüneyn gününde akşama dek yol yürüdük. Öğle
vakti olduğunda Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında idik ki, o esnada atlı bir adam
geldi ve şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! İşte önünüze geldim. Ben falan
falan dağlara çıktım. Bir de baktım ki, sabahleyin Hevazinliler kendi
binekleri, büyük ve küçük baş hayvanları ile birlikte Hüneyn'de toplanmışlar.
Rasûlullah (s.a.v.)
gülümsedi ve: "İnşaallah yarın bütün bunlar Müslümanlara ganimet
olacaktır." dedi, sonra da:
- Bu gece bizi kim
bekleyecek? diye sordu. Enes b. Mersed:
- Ya Rasûlallah, ben
sizi beklerim, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah:
- O halde atma bin,
dedi. Enes de atma bindi ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Rasûlullah, ona
şöyle emir verdi:
- Şu boğaza git ve
yukarıya çık. Bu gece senin tarafından bize bir baskın gelmesin.
Sabahladığımızda Rasûlullah
(s.a.v.) namazgahına gitti. İki rekat namaz kıldı. Sonra:
- Süvarinizi duydunuz
mu? diye sordu. Dediler ki:
- Ya Rasûlallah, onu
duymadık.
Bunun üzerine
Rasûlullah, insanları namaza çağırdı. Namaz kılmaya başladı. Sonra namazım
tamamlayınca boğaza dönüp baktı ve: "Size müjdeler olsun. İşte süvariniz
geldi." dedi. Boğazdaki ağaçların arasından bakmaya başladık. Bir de
baktık ki, süvari geldi. Rasûlullah (s.a.v.)'m önünde durdu ve şöyle dedi:
"Ben şu boğazın
üst taraflarına doğru gittim. Rasûlullah in bana emrettiği yerde beklemeye
başladım. Sabah olunca boğazın iki yanma keşif için gittim. Baktım, kimseyi
göremedim."
Rasûlullah (s.a.v.)
ona sordu:
- Geceleyin nöbet
yerinden aşağıya indin mi?
- Hayır, sadece namaz
kılmak veya def-i hacette bulunmak için indim.
- (Cennet'i kendine)
vacib kıldın. Artık bundan sonra çalışman gerekmez." [6]
Yunus b. Bükeyr ve
başkaları, Muhammed b. İshak kanalı ile Ca-bir'in babası Abdullah'ın şöyle
dediğini rivayet etmişlerdir: "Malik b. Avf, beraberindeki adamlarıyla
birlikte Hüneyn'e doğru hareket etti. Rasûlullah (s.a.v.)'dan önce oraya
ulaştı. Onlar da vadinin dar ve eğik yerlerinde hazırlıklarını yaptılar.
Rasûlullah ve ashabı da oraya yöneldi. Sabahın alacakaranlığında vadiye indi.
İnsanlar vadiye inerlerken, atlar yüzlerine karşı saldırdılar. Bu da onların
zoruna gitti. Hezimete uğrayarak döndüler. Dönüşlerinde de birbirlerine
bakmaksızın kaçışıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), sağ yandan ayrıldı. Sonra
şöyle dedi: "Ey insanlar! Nereye? Bana geliniz. Ben Allah'ın Rasûlüyüm.
Ben Muhammed b. Abdullah'ım." Büyük bir mesele idi. Develer birbiri
üzerine binmişlerdi. Rasûlullah (s.a.v.), insanların bu durumunu gördüğünde
yanında Ehl-i Beyt'inden bir grub vardı ki onlar da şunlardı: Ali b. Ebi
Talib, Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmuttalib, Ebu Süfyan'ın kardeşi Rebia b.
Haris b. Abdülmuttalib ye Fadl b. Abbas, Fadl ve Ebi Süfyan, Ümmü Eymen'in oğlu
Eymen, Üsame b. Zeyd ve Kuşam b. Abbas ile diğer bazı kimseler de orada idiler.
Ayrıca aralarında Ebu Bekir, Ömer gibi zevatın da bulunduğu bir grub Muhacir
de orada idi. Abbas, beyaz katırının gemini tutmuş, gemi çekmişti ki, hayvan
ağzını açmıştı.
Hevazin'den bir adam,
kırmızı bir erkek devesi üzerindeydi. Elinde siyah bir bayrağı vardı. Bu
bayrak, onun uzunca bir mızrağının ucuna takılı idi. Hevazinlilerin önünde
bulunuyordu. Hevazin ise, onun ardmdaydı. Kavuştuğu zaman mızrağıyla vururdu.
Onlar onu kaybettiklerinde arkasındakiler mızrağını yukarı kaldırır, onlar da
onun peşini takip ederlerdi.
O bu halde iken Ebu
Talib oğlu Ali ile Ensâr'dan bir adam, üzerine gittiler. Ali arkadan gitti.
Devesinin iki ayağına vurdu. Deve arkası üstü yere düştü. Ensârî de üzerine
atıldı. Ona bir darbe vurdu. Bacağının yarısıyla birlikte ayağım kopardı, adam
da devesinden yere düştü. İnsanlar da güçlenip cesaret buldular. Allaha yemin
ederim ki, Müslümanlar dağılıp kaçtıklarında geri dönenler, Rasûlullah
(s.a.v)'-ın yanında esirlerin elleri arkadan bağlı olduklarını gördüler."
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Süfyan b. Haris b. Ab-dülmuttalib'e dönüp baktı. O, o
gün sabredip Rasûlullah'm yanında kalan kimselerdendi. Müslüman olduğunda
İslâm'ı güzelce yaşadı. O, Rasûlullah (s.a.v.)'ın katırının eğerinin arkasını
tutmuştu. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bu kimdir? diye
sordu. O da:
- Ananın oğludur ya
Rasûlallah, dedi.
İbn İshak dedi ki:
"Müslümanlar dağılıp kaçtıklarında bedevilerin kaba saba adamlarından
bazıları, içlerindeki kin dolayısıyla konuşmaya başladılar. Ebu Süfyan Sahr b.
Harb şöyle dedi:
- Onların hezimeti
denize kadar gitmez. Fal okları da okluğu içinde beraberinde idi.
Ana bir kardeşi olan
Safvan b. Ümeyye'nin beraberinde bulunan müşrik Kelde b. Cebele b. Hanbel de
şöyle dedi:
- Bilesiniz ki, bugün
büyü bozulmuştur artık. Safvan, ona şöyle dedi:
- Sus, Allah ağzım
mühürlesin. Vallahi Kureyş'ten bir adamın bana hakim olması, Hevazinîi bir
adamın bana hakim olmasından daha iyidir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Affan b. Müslim kanalı ile Enes b. Ma-lik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn gününde
Hevazinliler, kadınlarını, çocuklarını, develerini ve koyunlarını getirip saf
halinde dizmişler, böylece Rasûlullah (s.a.v.)'m gözüne çok kalabalık görünmek
istemişlerdi. Müslümanlarla karşılaştıklarında, Müslümanlar dönüp kaçmaya
başlamışlardı ki, yüce Allah da bunu beyan ediyor. Müslümanların kaçması
üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
"Ey Allah'ın
kulları! Ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Ey Ensâr topluluğu! Ben Allah'ın kulu
ve elçisiyim." demişti. Hiçbir kılıç darbesi ve mızrak yarası almadıkları
halde Cenâb-ı Allah, müşrikleri yenilgiye uğrattı. Rasûlullah (s.a.v.), o gün:
"Her kim bir kafiri öldürürse üzerindeki eşyalar o Müslümanm olur."
dedi. Ebu Talha o gün yirmi kişi öldürdü ve üzerlerindeki malları kendine aldı.
Ebu Katade dedi ki:
- Ya Rasûlallah, ben
bir adamın boynunun damarını kesip öldürdüm. Üzerinde bir zırh vardı. Ama
bakıyorum ki, o zırh ortada yok. Onu kimin aldığını öğrenmek istiyorum.
Adamın biri kalktı ve
şöyle dedi:
- O zırhı ben aldım.
Sen buna razı ol ve zırhı bana ver. Rasûlullah (s.a.v.)'dan birşey istenildiği
zaman mutlaka ya o şeyi
verir, ya da susardı.
Bu defa da Rasûlullah (s.a.v.) sustu. Hz. Ömer şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim
ki, Allah, bu zırhı arslanlanndan bir ars-lana ganimet olarak verecek değildir
ki, sana versin.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Ömer doğru söyledi,
dedi.
Ebu Talha, Ümmü
Süleym'le karşılaştı. Baktı ki, yanında bir hançer var. Ona sordu:
- Ey Ümmü Süleym! Bu
nedir?
- Eğer müşriklerden
biri bana yaklaşırsa, onun karnını yarmak için yanımda tutuyorum.
- Ya Rasûlalîah! Ümmü
Süleym'in söylediğini duyuyor musunuz? Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) güldü.
Ümmü Süleym de şöyle
dedi:
- Ya Rasûlallah! Mekke
fethinde serbest bırakmış olduğun ve bugün seni hezimete uğratmış olan
kimseleri öldüreyim mi?
- Doğrusu Allah onlara
yetti ve güzel karşılık verdi ey Ümmü Süleym.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdussamet b. Abdi'l-Varis kanalı ile Ebu Galibin şöyle dediğim rivayet
etmiştir:
"Enes b. Malikle
karşılaşan Ala b. Ziyad el-Adevî, Enes'e şöyle sordu:
- Ey Eba Hamza!
Rasûlullah (s.a.v.), peygamber kılındığında kaç yaşında idi?
- Kırk yaşında idi.
- Sonra ne oldu?
- Sonra Mekke'de on
sene kaldı. Medine'de de on sene kaldı. Böylece altmış yaşını tamamladı. Sonra
Cenâb-ı Allah, onu kendi yanma aldı.
- Vefat ettiği günde
kaç yaşında idi?
- Erkeklerin en genci,
en güzeli, en yakışıklısı ve en etlisi idi.
- Ey Eba Hamza!
Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte gaza yaptın mı?
- Evet, onunla
birlikte Hüneyn gününde gaza yaptım. Müşrikler sabahleyin karşımıza çıktılar.
Bize saldırdılar. Onların atlarım arkamızda gördük. Müşrikler arasında bize
hücum eden, bizi ezip geçen bir adam vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onu görünce
indi. Allah, onları hezimete uğrattı. Onlar da yüz geri dönüp gittiler.
Rasûlullah (s.a.v.), fethi görünce ayağa kalktı. Esirler birer birer huzuruna
getirildiler. İslâm üzere onunla bey'atleşiyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.)'m
sahabelerinden bir adam şöyle demişti:
"Benim şöyle bir
adağım vardır: Bugünün başından beri bizi ezip geçen bir müşrik adam eğer bize
getirilir ise, mutlaka ben onun boynunu vuracağım."
Rasûlullah (s.a.v.)
sustu, sesini çıkarmadı. Sonra bir adam getirildi. Adam, Rasûlullah (s.a.v.)'ı
görünce:
- Ey Allah'ın peygamberi, ben Allah'a tevbe
ettim, dedi. Diğer Müslüman kişi adağını yerine getirsin diye, Rasûlullah bu
tevbekarla bey'atleşmeye yanaşmadı. Adak sahibi adam ise, bu geleni öldürmesini
emir vermesi için Rasûlullah'tan işaret bekliyordu. Kendi başına hareket
etmekten korkuyordu. Rasûlullah'tan çekiniyordu. Rasûlullah, onun birşey
yapmadığını görünce tevbekar adamla bey'atleşti. Bu durumu gören adak sahibi:
- Ey Allah'ın
peygamberi! Benim adağım ne olacak? diye sordu. Rasûlullah da:
- Sabahtan beri onun bey'atım kabul etmedim ki,
adağım yerine ge tiresin.
- Ya Rasûlallah, onu
öldürmem için bana işarette bulunsaydın ya!
- Bir peygamberin adam
öldürmek için işarette bulunması uygun olmaz."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle ^dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn
gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m yaptığı dualardan biri de şu idi:
"Allahım! Eğer
istersen bugünden sonra yeryüzünde sana ibadet edilmez."
Buharî, Muhammed b.
Beşşar kanalı ile Ebu İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Kays kabilesinden bir
adam: "Hüneyn gününde siz Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanından kaçıp firar
ettiniz mi?" diye sorunca Bera b. Azi-b'in şu cevabı verdiğini işittim:
- Hayır, Rasûlullah
(s.a.v.) kaçmadı. Hevazinliler okçu kimseler i-diler. Biz onlara
saldırdığımızda geri çekildiler, Biz ganimetlerin üzerine kapandık. Bunun
üzerine onlar da bize oklarla karşılık vermeye başladılar. Rasûlullah
(s.a.v.)'ı beyaz katırının üzerinde gördüm. Ebu Sufyan da katırın yularını
tutmuştu. O esnada Rasûlullah (s.a.v.) şöyle diyordu: "Ben peygamberim,
yalan yoktur."
Buharî, Şube'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
dedi:
"Ben peygamberim,
yalan yoktur. Ben Abdülmuttalib'in oğluyum."
Buharî, Bera'nm şöyle
dediğini rivayet etti: "Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.)
katırından indi."
Müslim, Bera'nm şöyle
deiğini rivayet etmiştir:
"Böyle dedikten
sonra Rasûlullah (s.a.v.) katırından indi. Yardım diledi. Dilerken de şöyle
diyordu:
"Ben peygamberim.
Yalan yoktur. Ben Abdülmuttalib'in oğluyum. Allahım, yardımını indir."
Bera dedi ki:
"Savaş ateşi kızıştığı zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidip onunla
korunurduk. Asıl bahadır ve kahraman kişi o-nun hizasına çıkan kişi idi."
Beyhakî, şöyle bir
rivayette bulunmuştur: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.): Ben koku
sürünenlerin oğluyum, diyordu,"
Taberanî, İbn Asım
es-Sülemî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah
(s.a.v.): Ben koku sürünenlerin oğluyum, dedi."
Buharî, Abdullah b.
Yusuf kanalı ile Ebu Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn senesi,
Peygamber (s.a.v.) ile birlikte savaşa çıktık. Müşriklerle ilk
karşılaştığımızda önce Müslümanlar yenilgiye uğradılar. O sırada müşriklerden
birinin bir Müslümanm üstüne bindiğini gördüm. Arkadan müşrikin omuzlan arasına
bir kılıç darbesi indirip zırhını kestim. O da dönüp beni tuttu ve öyle sıktı
ki, ondan ölüm kokusu duydum. Sonra düşüp öldü de elinden kurtuldum. Sonra
Ömer'e yetişip:
- Ne olacak bizim bu
halimiz? diye sordum. Ömer de:
- Allah'ın dileği ne
ise o olur, dedi.
Sonra bozguna uğrayan
askerler geri döndüler ve kesin zafer elde edildi.
Hz. Peygamber :
- Kim bir kimseyi
öldürür ve onu öldürdüğüne dair şahidi bulunursa, o. kimsenin üstündeki eşyası
onundur, dedi.
Bunun üzerine kalkıp:
- Kim bana şahidlik
eder? dedim ve oturdum,
Hz. Peygamber, bir
daha aynı sözü söyledi. Ben bir daha kalkıp:
- Kim bana şahidlik
eder? dedim ve oturdum.
Hz. Peygamber, bir
daha sözünü tekrarladı. Ben bir daha kalkıp:
- Kim bana şahidlik
eder? dedim ve yine oturdum. Hz. Peygamber, yine aynı sözü söyledi.
Ben bir daha kalktım.
Bu sefer Peygamber Efendimiz bana:
- Senin davan nedir,
ey Ebu Katade? diye sordu. Ona meseleyi anlattım. Adamın biri:
- Ya Rasûlallah! Ebu
Katade doğru söylüyor. Öldürdüğü müşrikin eşyasını ben aldım. Benim yerime sen
ona birşeyler ver, dedi.
Ebu Bekir (r.a.):
- Eğer dediğin gibi
yaparsa, o zaman Allah ile Rasûlü adına savaşan bir Allah arslanımn hakkım
ondan alıp sana vermiş olmaz mı? dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Ebu Bekir doğru
söylüyor. Öldürdüğü adamın eşyasını ona ver, dedi.
Bunun üzerine o da
getirip bana verdi. Ben de o eşya ile Beni Seleme mahallesinde bir hurmalık
aldım ki, İslâmiyet'te edindiğim ilk mülk o hurmalıktır."
Buharı, Leys b. Sa'd
kanalı ile Ebu Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn
gününde müşriklerden biri ile savaşan bir Müslümana baktım. Başka bir müşrikte
arkadan o Müslümam punduna getirip öldürmek istiyordu. Ben de koşup arkada
pusuda bekleyen o adamı öldürmek istedim. Beni vurmak için elini kaldırınca
ben onun eline vurdum ve elini kopardım. Sonra beni yakaladı ve çok sıkı bir
şekilde tuttu. Öyle ki, Öleceğimden korktum. Sonra gevşedi, ben de kendisini
ileriye fırlattım ve öldürdüm. Müslümanlar hezimete uğradılar. Ben de onlarla
birlikte hezimete uğradım. Bir de baktım ki, Hattab oğlu Ömer, insanlar
arasında dolaşıyor. Ona: "Şu insanların durumu ne olacak?" diye
sordum. O da:
- Allah ne dilerse o
olur, dedi.
Sonra insanlar,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma dönmeye başladılar. Rasûlullah (s.a.v.): "Her
kim bir adamı öldürdüğüne dair şahid getirirse, öldürdüğü adamın eşyası onun
olur." dedi. Ben de onu öldürdüğümü ispatlamak için şahid aramak
maksadıyla ayağa kalktım. Benim için şahadet edecek bir kimse göremeyince
oturdum. Sonra düşündüm ki, kalkıp bunu Rasûlullah'a anlatayım. Kalktım, durumu
ona arzettim. Yanında oturan adamlardan biri şöyle dedi: Bu adamın öldürdüğünü
söylediği müşrikin silahı benim yanımda. Ya Rasûlallah benim yerime sen buna
bir şeyler ver de razı et.
Ebu Bekir şöyle dedi:
- Hayır, Allah ve
Rasûlü uğruna savaşan Allah'ın aslanlarından bir arslamm bırakıp da Kureyş'in
kuşlarından birine herhangi birşey verilmesin.
Rasûlullah (s.a.v.)
kalktı ve silahı bana verdi. Ben de onunla bir hurmalık satın aldım. Böylece
edindiğim ilk mal, o hurmalık oldu."
Hafız el-Beyhakî,
Hakim kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn gününde insanların hezimete uğradıklarını
gördüğünde şöyle dedi:
- Ey Abbas, şöyle
seslen: Ey Ensâr topluluğu! Ey Rıdvan ağacı altında bey'at yapan kimseler!
Bu çağrıya insanlar;
"Lebbeyk!.. Lebbeyk..." diye icabet ettiler. Öyle ki adam devesini
geri çevirmek için gidiyor, bunu yapamaymca da zırhını boynundan çıkarıp
atıyor, kılıcını ve kalkanını eline alarak sese doğru geliyordu. Nihayet yüz
kadar kişi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gelip toplandı. İnsanlar yüz çevirmek
istediklerinde bunlar savaştılar. İlk olarak Ensâr'a çağrıda bulunuldu. Sonra
Hazreçlilere çağrıda bulunuldu. Onlar savaşta dayanıklı kimseler idiler.
Rasûlullah (s.a.v.), bineğinin üstüne çıkıp etrafa ve dayanıklı olan savaşçılara
baktı. Sonra: "İşte fırın şimdi kızıştı." dedi.
Cabir b. Abdullah dedi
ki: Allah'a yemin ederim ki, insanlar Ra-sûlullah'm yanına döndüklerinde
esirlerin ellerinin arkadan bağlı olduklarını gördüler. Allah onlardan dilediğini
öldürdü. Onlardan bir kısmı da hezimete uğradı. Allah onların mallarım ve
çocuklarını Ra-sûlüne fey olarak verdi."
İbn Lehia, Ebul-Esved
kanalı ile Urve'den; Musa b. Ukbe de "Me-ğazi" adlı eserinde
Zührî'den rivayet ettiler ki; "Cenâb-ı Allah'ın kendisine Mekke fethini
nasib ettiği ve gözünü aydın kıldığı zaman Rasûlullah (s.a.v.), Hevazin yoluna
koyuldu. Kendisi ile birlikte Mekke-liler de vardı. Onlardan süvari ve yaya
herkes onun yanında yeral-mışlardı. Öyle ki, kadınlar bile onunla birlikte yola
yaya olarak revan olmuşlardı. Bunlar din üzere değildirler. Yalnız ganimet
ümidini besliyorlardı. Bununla beraber Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabına bir
darbe gelmesinden de hoşlanmıyor değillerdi.
Bu yolculukta
Rasûlullah (s.a.v.)'m beraberinde Ebu Süfyan b. Harb ile SafVan b. Ümeyye de
vardı. Safvan, müşrik olduğu halde karısı Müslüman idi. Araları tefrik
edilmemişti.
O gün müşriklerin
reisi Malik b. Avf en-Nasrî idi. Beraberinde Düreyd b. Simme de vardı.
Yaşlılıktan tiril tiril titriyordu. Beraberinde kadınlar, çocuklar ve
davarları da vardı. Rasûlullah (s.a.v.), casus olarak onlara Abdullah b. Ebi
Hadred'i gönderdi. Abdullah, onların yanında geceledi. Malik b. Avf m, kendi
arkadaşlarına şöyle dediğini işitti:
- Sabah olunca onlara
tek bir adamın saldırısı gibi saldırın. Kılıçlarınızın kınlarını kırın.
Davarlarınızı ve kadınlarınızı da saf saf dizin.
Sabah olunca Ebu
Süfyan, SafVan ve Hakim b. Hizam, Peygamber ordusundan ayrılıp geriye
çekildiler. Devranın kimin lehine döneceğini seyretmeye başladılar. İki taraf
saf halinde karşı karşıya geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), doru katırına bindi.
Safların karşısına geçti.
Onlara savaşmalarını
emretti. Savaşa teşvik etti. Sabredecek olurlarsa, fethi elde edecekleri
müjdesini verdi.
Onlar, bu halde iken müşrikler
üzerlerine bir adamın saldırısı gibi hep birlikte saldırdılar. Müslümanlar
ileri atıldılar, sonra geri dönüp kaçtılar. Harise b. Numan dedi ki: İnsanlar
dönüp kaçtıklarında ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında kalan kimselerin
sayısını tahmin ettim ve "yüz kadar adamdılar." dedim.
Kureyşli biri, Safvan
b. Ümeyye'nin yanma gidip:
- Sana, Muhammed ile
ashabının hezimet müjdesini veriyorum. Allah'a yemin ederim ki; onlar, artık
kendilerini asla toparlayamaz-lar, dedi.
Kureyşlinin bu
müjdesine cevaben Safvan şöyle dedi:
- Bedevilerin
galibiyetini mi bana müjdeliyorsun? Allah'a yemin ederim ki, Kureyşli birinin
bana hakim olması, bedevilerin hakim olmasından daha çok hoşuma gider.
Safvan, müjdecinin o
sözlerine çok öfkelenmişti. Urve dedi ki: Safvan, bir kölesini cepheye gönderdi
ve: "Parolanın kime ait olduğunu dinle" diye emir verdi. Köle de
gitti. Dönüşünde Safvan'm yanma gelip şöyle dedi: Onların "Ya Beni
Abdirrahman, ya Beni Abdillah, ya Beni Ubeydullah" dediklerini işittim. Kölenin
bu haberi üzerine Safvan: - Muhammed galip oldu, dedi.
Müslümanların savaşta
parolaları yukarıda anlatıldığı gibi idi. Rasûlullah (s.a.v.), savaş alevinin
içinde kalınca, kendi katırının üzerinde süvariler arasında dikilip Allah'a dua
için ellerini kaldırdı ve şöyle dedi:
"Allahım, bana
vadettiklerini gerçekleştirmeni senden istiyorum. Allahım, onların bize galip
olmaları uygun olmaz."
Bu duadan sonra
ashabını çağırdı ve onları savaşa teşvik ederek şöyle dedi:
- Ey Hudeybiye gününde
bey'at yapan ashab! Allah... Allah... Peygamberinize hücum edilmesin sakın! Ey
Allah'ın Ensârı, ey Rasû-lünün Ensârı! Ey Hazreç oğulları! Ey Sûre-i Bakara
ashabı!..
Böyle dedikten sonra
bir avuç çakıl aldı. Müşriklerin yüzüne ve perçemlerine doğru savurdu.
Savururken de şöyle dedi: 'Yüzler çirkin oldu."
Ashabı da koşarak
yanma geldi.
Rivayet olunduğuna
göre Rasûlullah (s.a.v.) o sırada: "İşte şimdi firın kızıştı."
demiştir. Bunun üzerine yüce Alah, İslâm düşmanlarını her taraftan hezimete
uğrattı. Hangi taraftan kendilerine Rasûlul-lah'm çakılları savrulmuş ise o
taraftan hezimete uğradılar. Müslümanlar da peşlerine takılıp onları öldürmeye
başladılar. Yüce Allah, onlan, kadınlarını ve çocuklarını Müslümanlara ganimet
olarak bıraktı. Malik b. Avf da cepheden kaçtı. Kavminin eşrafından bazı kimselerle
birlikte Taif kalesine sığındı. O esnada Allah'ın, Rasûlüne yardımını, dinine
de desteğini gördükleri için Mekkelilerin çoğu da Müslüman oldular."
İbn Vehb, Yunus tariki
ile Hz. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde
Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte savaşa katıldım. Ben ve Ebu Süfyan b. Harise
yanından ayrılmadık. Rasûlullah, beyaz katırı üzerinde idi. O katırı, Ferve b.
Nüfase el-Cüzâmî ona hediye etmişti. İki taraf karşı karşıya gelince,
Müslümanlar dönüp kaçmaya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) ise katırını
kafirlere doğru koşturmaya başladı. Ben de katırı daha hızlı koşmasın diye
gemini tutup çekiyordum. Ebu Süfyan da Rasûlullah'm üzengisini tutmuştu. Rasûlullah
(s.a.v.): "Ey Abbas! Semüre ağacı altında benimle bey'atleşen ashabıma
seslen." dedi. Ben de seslendim. Allah'a yemin ederim ki; onlar benim
sesimi duydukları zaman, ineğin kendi yavrusu üzerine şefkatle dönüp kaçışı
gibi dönüp Rasûlullah'm yanma gelmeye başladılar ve buyur, buyur, dediler.
Kafirlerle savaştılar. Ensâr'a: "Ey Ensâr topluluğu!" diye
sesleniliyordu. Sonra Beni Haris b. Hazreç'e seslenilmeye başlandı ve: "Ey
Beni Haris b. Hazreç!" diye seslenildi. Rasûlullah (s.a.v.) da kendi
katırı üzerinde ileriye doğru uzanırcasma savaş meydanına baktı ve: "İşte
şimdi fırın kızıştı." dedi ve bir avuç çakıl alıp kafirlerin yüzüne doğru
savurdu. Sonra da: "Muhammed'in Rabbine yemin olsun ki; onlar hezimete
uğradılar." dedi. Ben de gidip bakmaya başladım. Savaşın, gördüğüm şekli
ile cereyan ettiğini gördüm. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah, onlara
elindeki çakılları savurunca, kılıçlarının keskin ucu körelmeye, kendileri de
dönüp kaçmaya başladılar. Ben bunu böyle gördüm."
Müslim, îkrime b.
Ammar kanalı ile Seleme b. Ekva'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Hüneyn'e gittik. Düşmanla
karşılaştığımızda ileri geçip bir tepeye çıktım. Müşriklerden biri karşıma
çıktı. Ona ok attım, ama gözümden kayboldu. Ne yaptığını anlayamadım. Sonra
topluluğa baktım ki, onlar başka bir tepeden güründüler. Onlarla Rasûlullah'm
sahabeleri karşı karşıya geldiler. Rasûlullah'm ashabı geri döndü. Ben de
hezimete uğramış olarak geri döndüm. Üzerimde bir peştemal ile bir izar vardı.
İzarım çözüldü. Onları topladım. Peygamber (s.a.v.)'ın yanma yenik olarak döndüm.
O, doru renkli katırının üzerinde idi. Şöyle dedi: "Ekva'nın oğlu korku
gördü."
Müşrikler, Rasûlullah
(s.a.v.)'m etrafını sardıklarında o katırdan indi, yerden bir avuç toprak alıp
yüzlerine savurdu. Ve: "Yüzler çirkin oldu." dedi. Onlardan herbirinin
gözüne o bir avuç topraktan bir kısmı doldu, onlar da dönüp kaçtılar. Allah,
onları hezimete uğrattı. Rasûlullah (s.a.v.) da onların ganimetlerini
Müslümanlar arasında paylaştırdı."
"Müsned"
adlı eserinde Ebu Davud et-Teyalisî, Hammad b. Seleme tariki ile Ebu
Abdurrahman el-Fihrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn'de
Rasûlullah (s.a.v.)'Ia birlikte idik. Çok sıcak bir yaz gününde yürüdük. Semur
ağacının gölgesi altında mola verdik. Güneş tepeden yana meyledince zırhımı
giyip atıma bindim. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardım. O, çadırında idi; ona;
"Esselamü aleyke ya Rasûlallah ve rahmetullahi ve berekatühû. Ey Allah'ın
Rasûlü, rahatlık geldi. Öyle değil mi?" diye sordum. O da evet, diye
cevap verdi. Sonra: "Ey Bilal!" diye seslendi. O da bir ağacın
altından firladı. Gölgesi kuş gölgesini andırıyordu. "Buyur ya
Rasûlallah, sana saadetler dilerim ve ben sana feda olayım." dedi.
Rasûlullah da; "Atımı eğerle." diye emir verdi. Bilal ona iki demet
lif getirdi ki, onlarda rahatlık ve konfor yoktu. Rasûlullah atına bindi. Biz
de o gün yol yürüdük. Düşmanla karşılaştık. İki tarafin süvarileri yüz yüze
geldiler. Onlarla savaştık. Müslümanlar dönüp kaçtılar. Nitekim yüce Allah da
böyle haber vermişti. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle diyordu; "Ey Allah'ın
kullan! Ben Allah'ın kulu, ve elçisiyim." Böyle dedikten sonra Rasûlullah
(s.a.v) atından indi. Benden kendisine daha yakında bulunan birinin bana
anlattığına göre yerden bir avuç toprak aldı ve o toprağı düşmanın yüzüne
savurdu: "Yüzler çirkin olsun." dedi."
Ya'Iâ b. Ata dedi ki:
"O savaşa katılanların çocukları, babalarından naklederek bize dediler
ki; Gözlerine o bir avuç topraktan girme-, yen ve gözü toprakla dolmayan hiç
kimse kalmadı. Gökten bir ses duyduk. Tıpkı demirin demirden yapılma bir tasa
vuruluşu gibi bir ses geldi. Aziz ve Celil olan Allah, onları yenilgiye
uğrattı."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Affan kanalı ile Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir;
"Hüneyn gününde
ben Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte idim. İnsanlar düşman önünden kaçtılar.
Rasûlullah (s.a.v.)'Ia birlikte Muhacir ve Ensâr'dan seksen kişi yerlerinde
sebat ettiler. Seksen kişi civarında olan biz, ayaklarımız üzerinde sebat
ettik. Düşmana ardımızı dönmedik. İşte bu sebatkarlar üzerine Cenâb-ı Allah,
huzur ve sükunetini indirdi. Rasûlullah (s.a.v.) da katırı üzerinde olup
ileriye doğru gitti. Bir ara eğer ile birlikte yere doğru eğildi. Ben ona;
"Yüksel ki, Allah seni yükseltsin," dedim. O da şu emri verdi;
"Bana bir avuç
toprak ver." Toprağı aldı. Düşmanın yüzüne savurdu. Onların gözleri
toprakla doldu. Rasûlullah şöyle buyurdu: "Muhacirler ile Ensâr
nerede?" "İşte onlar şuradadırlar." dedim. "Onlara
seslen!" diye emir verdi. Ben de onlara seslendim. Kılıçları ellerinde
olarak geldiler. Tıpkı ateş korunu andırıyorlardı. Müşrikler de dönüp
kaçtılar."
Beyhakî, İyaz b. Haris
el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), 12.000 kişi ile birlikte Hevazin'e geldi. Hüneyn gününde, Bedir
savaşında öldürülenler sayımız kadar Taifliler-den de öldürüldü. Rasûlullah
(s.a.v.) bir avuç çakıl aldı ve yüzümüze savurdu. Biz de hezimete
uğradık."
Müsedded, Cafer b.
Süleyman kanalı ile kafîr olarak Hüneyn gazvesine katılanlardan naklen, Ümmü
Bürsün'ün kölesi Avf b. Abdur-. rahman in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la karşılaştığımızda onlar bir koyun sağımı kadar bile karşımızda
duramadılar. Kılıçlarımızla onları savuruyor-duk. Rasûlullah (s.a.v.)'m
karşısında idik. Onu çevrelediğimiz zaman bir de baktık ki, bizimle onun
arasında güzel yüzlü erkekler var. O güzel yüzlüler bize şöyle dediler:
"Yüzler çirkin olsun. Geri dönün." İşte biz o sözden dolayı hezimete
uğradık."
Yakub b. Süfyan, Ebu
Süfyan kanalı ile kendi kavminden Hüneyn savaşma katılan bir adamdan naklen
Haris b. Bedl en-Nasrî ile Amr b. Süfyan es-Sakafî'nin şöyle dediklerini
rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Müslümanlar hezimete uğradılar.
Rasûlullah (s.a.v.)'-ın yanında Abbas ile Ebu Süfyan b. Haris'ten başkası
kalmadı. Rasûlullah (s.a.v.), bir avuç çakıl taşı aldı. Onu düşmanların yüzüne
savurdu. Biz de hezimete uğradık. Her taşm veya ağacın bir süvari kılığına
girip bizi kovaladığını hayal ettik.
Amr b. Süfyan
es-Sakafı dedi ki: Ben de atımı koşturarak Taife kadar gittim."
Yunus b. Bükeyr,
"Meğazi" adlı eserinde Yusuf b. Süheyb b. Ab-dillah'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında Zeyd
adında bir adamdan başkası kalmadı."
Küdeymî tariki ile
Beyhakî, Musa b. Mesud kanalı ile Yezid b. Amir es-Süvaî'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Müslümanların geri çekilmesi esnasında
kafirler onları takip ettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da yerden bir avuç toprak
alıp müşriklerin yüzüne savurdu: "Geri dönün, yüzler çirkin olsun."
dedi. Her kim kendi savaşçı kardeşi ile karşılaşırsa mutlaka gözlerindeki
çapak ve ağrıdan rahatsız olduğunu şikayet ediyordu."
Beyhakî, farklı iki
tarikle Ebu Saib b. Yesar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn gününde
Cenâb-ı Allah'ın, müşriklerin kalblerine bıraktığı korkuyu, müşriklerle
birlikte Hüneyn savaşına katılıp da bilahare Müslüman olan Yezid b. Amir
es-Süvaî'ye sorduğumuzda o; bir ça-lal tanesini alıp tasın içine atıyor ve tas
tınlayınca bize şu cevabı veriyordu: İşte biz, o korkuyu içimizde bu çakıl
tanesinden çıkan ses gibi hissediyorduk."
Beyhakî, Ebu Abdullah
el-Hafız ve Muhammed b. Musa b. Fadl tariki ile Mus'ab'ın babası Şeybe'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'la
birlikte gazaya çıktım. Vallahi, ne İslâmiyet'i tanıdığımdan, ne de İslâm'a olan
aşkımdan ötürü o gazveye gitmiştim. Ama Hevazinlilerin, Kureyşlüeri mağlup
etmelerini istemediğimden dolayı gazveye gittim. Yanında durmakta iken şöyle
dedim:
- Ya Rasûlallah, ben
alaca atlar görüyorum.
- Ey Şeybe, o atları
kafirden başkası göremez.
Böyle dedikten sonra
elini göğsüme vurdu. Sonra: "Allahım, Şeybe'ye hidayet ver." dedi.
Sonra ikinci kez elini göğsüme vurdu ve: "Allahım, Şeybe'ye hidayet
ver." dedi. Sonra üçüncü kez elini göğsüme vurup: "Allahım, Şeybe'ye
hidayet ver," dedi. Allah'a yemin ederim ki, üçüncüsünde elini göğsümün
üzerinden kaldırmadan o, Allah'ın yaratıkları içinde en çok sevdiğim kişi
oldu."
Böyle dedikten sonra
Şeybe, hadisenin tamamını anlatır, iki tarafın karşı karşıya gelişini,
Müslümanların hezimete uğramalarını, Ab-bas'ın Müslümanlara seslenişini,
Rasûlullah (s.a.v.)'m Allah'tan yardım dileyişini ve nihayet yüce Allah'ın
müşrikleri hezimete uğratışmı açıklar.
Beyhakî, Ebu Abdullah
el-Hafız kanalı ile Şeybe b. Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn gününde
Rasûlullah (s.a.v.)'m çevresinin boşaldığını gördüğümde babamı, amcamı ve Ali
ile Hamza'mn onları öldürmelerini hatırladım. Ve: "İşte bugün Rasûlullah
(s.a.v.)'dan öcümü alırım." dedim. Sağından yanına yaklaşmak için
ilerlediğimde baktım ki, yanında Abbas b. Abdülmuttalib duruyor. Üzerinde
gümüşü andıran beyaz bir zırh vardı. Toz savuruyordu. Kendi kendime amcası
Rasû-lullah'ı yalnız bırakmaz, dedim. Sonra sol tarafından yanına yaklaşmak
için ilerlediğimde baktım ki, Ebu Süfyan b. Haris b. Abdülmuttalib orada
duruyor. Rasûlullah'ı, amcası oğlu yalnız bırakmaz, dedim. Sonra arkadan
vurmak için ilerledim. Kılıcımı kaldırıp vuracağıma ramak kalmış iken onunla
benim aramda şimşek parıltısını andıran bir ateş yalabuğu gördüm. Ateşin beni
yakmasından korktum. Elimi gözümün üzerine koyup gerisin geri yürümeye
başladım. O esnada Rasûlullah (s.a.v.), bana dönüp baktı ve: "Ey Şeybe!
Bana yaklaş. Allahım, Şeybe'den şeytanı uzaklaştır." dedi. Ben de gözümü
kaldırıp kendisine baktığımda o, benim gözümden ve kulağımdan bana daha
sevimli oldu. Ve: "Ey şeybe! Kafirlerle savaş." dedi."
İbn İshak şöyle dedi:
Beni Abdu'd-Dar'm kardeşi Şeybe b. Osman b. Ebi Talha şöyle dedi: "Bugün
Muhammed'den intikamımı alacağım. Bugün Muhammedi öldürürüm." dedim.
Şeybe'nin babası, Uhud
gününde öldürülmüştü.
Şeybe, sözüne devamla
şöyle dedi:
"İstedim ki,
Rasûlullah'ı öldüreyim. Ama o esnada birşey geldi ve kalbimi örttü. Buna güç
yetiremedim. Onun bana karşı korunmuş olduğunu anladım."
Muhammed b. İshak,
babası vasıtasıyla Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn gününde
insanlar savaşmakta iken ben Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte idim. Bir de
baktım ki, gökten yeryüzüne siyah kilimi andıran şeyler iniyor. İndiler, gelip
bizimle düşmanlarımızın arasına kondular. İyice baktığımda onların siyah
karıncalar olduğunu gördüm. Dağınık vaziyette vadiyi doldurmuşlardı. Onların
melekler olduğundan şüphem olmadı. Sonra çok geçmeden Hevazinliler hezimete
uğradılar."
Hadic b. Arca
en-Nasrî, Hüneyn gazvesi hakkında şu şiiri söyledi:
"Hüneyn'e ve onun
suyuna yaklaştığımız zaman, uzaktan acaip renkli, kendisinde birçok renkler
bulunan şahıslar gördük.
Toplanmış, silahı çok,
büyük bir ordu birliği ile ki, şayet onu Ur-va'dan dağların yücelerine atsalar,
o dağlar dümdüz bir yer haline gelirler.
Eğer kavmimin eşran
bana uysalar, bu takdirde açık bir bulutla karşılaşmayız.
Ve bu takdirde
Muhammed ailesinin, Hindef kabilesince desteklenen 80.000 kişilik ordusuyla
karşılaşmayız."
İbn İshak, savaşın en
şiddetli ortamında Hüneyn gününde Hevazinlilerin reisi Malik b. Avf
en-Nasrî'nin şu şiiri söylediğini naklet-miştir:
"Ey Muhac,
ilerle! Çünkü bu şiddetli bir gündür. Benim gibisi senin gibisini korur ve
hamle yapar.
Bir gün saf ve geri
taraf zayi olduğu, sonra topluluklardan sonra, topluluklar kalktığı zaman,
Birçok ordu birlikleri
ki, onları saymakla gözler yorulur.Bir dürtüşle dürterim ki, yaranın
derinliğini ölçmede kullanılan fitil ile irinini dışarı atar.
Bir mekana sığınan
alçak kişi yerildiği zaman, geniş bir yana açacak şekilde dürterim.
O yaradan akan parça
parça kanlar vardır. Birçok defa açılır, bazan da kanı akar.
Mızrağın iç demirine
giren ağaç kısmının üst tarafı, o yarada kırılır.
Ey Zeyd, ey İbn
Hemheni, nereye kaçıyorsun? Diş tükenmiş, ömür uzamış, uzun boylu baş, örtülü
beyaz kadınlar bilmişler ki, ben onlar gibi bir kişi değilim.
O zamandaki iffetli,
korunmuş kadınlar perdelerinin altından çıkartılırlar."
Beyhakî, Yunus tariki
ile Malik'in, arkadaşlarının, yenilgiye uğrayarak geri dönüşleri hakkında,
kendisi Müslüman olduktan sonra şu şiiri inşâd ettiğini söylemiştir. Bu şiirin
başkasına ait olduğunu söyleyen de olmuştur:
"Onların
yürümelerini insanlara hatırlat ki, onlar Malik'le birlikte toplanmışlardı.
Malik'in üstünde bayraklar dalgalanıyordu.
Malik, Malik'tir. Onun
üstünde hiçbir kimse yoktur, Hüneyn gününde onun üzerinde taç parlamaktaydı.
Şiddet ve bahadırlık
onları ileri götürdüğü zaman, şiddetle karşılaştılar.
Üzerlerinden
miğferler, zırhlar ve deriden kurutulmuş kalkanlar vardı.
insanlarla vuruştular.
Öyle ki, peygamberin etrafında hiçbir kimseyi görmediler ve öyle ki, tozlar
onu perdeledi.
Sonra onlara yardım
etmek için Cebrail gökten indirildi. Böylece onlar, hezimete uğradılar ve esir
edildiler.
Eğer Cebrail'den
başkası bizimle savaşsaydı, elbette nefis kılıçlarımız bizi korurdu.
Yenilgiye uğradıkları
zaman, bir dürtme ile Ömer el-Faruk bizi kaçırttı ki, o dürtme ile onun atının
eğerini kan ıslatmıştı."
îbn İshak dedi ki:
Müşrikler hezimete uğrayıp da Rasûlullah, onlara galip gelince Müslümanlardan
bir kadın şöyle dedi:
"Allah'ın
atlıları, Lafın atlılarına galip oldular. Allah, sebata daha layıktır."
Ibn Hişam şöyle dedi:
Şiir hakkında ilim erbabı olanlardan biri bana şu beyitleri nakletti:
"Ey Allah'ın
atlıları, Lat'ın atlılarına galip oldunuz. Allah'ın atlıları sebata daha
layıktırlar." .
İbn İshak şöyle dedi:
Hevazinliler hezimete uğradıklarında Sakif kabilesi, Beai Malik içinde savaşı
şiddetlendirdiler. Onlardan bayrakları altında yetmiş adam öldürüldü.
Bayrakları Zü'1-Himar'm elinde idi. Zü'1-Himar öldürüldüğünde bayrağı Osman b.
Abdullah b. Re-bia b. Haris b. Habib aldı ve öldürülünceye kadar bayrakla
birlikte savaştı. Amir b. Vehb b. Esved'in bana haber verdiğine göre onun öldürülüş
haberi, Rasûlullah'a ulaştığında Rasûlullah şöyle dedi:
"Allah onu
kahretsin. O, Kureyş'e kızıyordu."
İbn İshak, Yakub b.
Utbe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Osman b. Abdullah ile beraber
sünnetsiz bir Hristiyan genç Öldürüldü. Ensâr'dan bir adam, Sakif kabilesinin
ölülerinin ganimetlerini toplarken bu gencin elbiselerini açtığında sünnetsiz
olduğunu gördü ve olanca sesiyle şöyle bağırmaya başladı.
- Ey Arap cemaati!
Allah biliyor ki, Sakif kabilesi sünnetsizdir.
Bunun üzerine Muğire
b. Şube dedi ki: "O Ensârî'nin elini tuttum. Bu sözün Araplar arasında yayılmasından
korktum ve dedim ki: "Anam babam sana kurban olsun, böyle deme. Bu genç
bizden değildir. Bu bizim Hristiyan bir kölemizdir."
Sonra diğer ölülerin
cesedini açıp ona gösterdim ve: "Bak görüyorsun ki, hepsi
sünnetlidirler." dedim.
İbn İshak dedi ki:
Müttefiklerin sancağı Karib b. Esved'de idi. Halk yenilgiye uğrayınca sancağı
bir ağaca dayadı. Kendisi, amcazadeleri ve kavmi kaçıp gittiler.
Müttefiklerden iki kişiden başkası öldürülmedi. Beni Giyara'dan Vehb isminde
bir adam ve Beni Küb-be'den de Cülah isminde birini öldürmüşlerdi. Cülah'm
öldürülme haberi, Rasûlullah (s.a.v.)'a vardığında şöyle buyurdu:
- İbn Hüneyd el-Haris
b. Üveys müstesna, Sakif gençlerinin efendisi öldürüldü.
Bunun üzerine Abbas b.
Mirdas es-Sülemî, Karib b. Esved ve amca oğullarından kaçışım, Zü'1-Himar ve
kavmini ölümle başbaşa bıra-kışmı anlatarak şöyle dedi:
"Dikkat! Dikkat,
kim benden, Beni Gaylan'a ve Urve'ye bildirecek?
Öyle zannediyorum ki,
yakında haberci ona şu haberi getirecektir:
Ikinizin sözünden
başka etkili bir cevap ve bir söz gönderiyorum. Muhanımed, Rabbinin kulu ve
elçisidir. O, haktan sapmaz ve zulmetmez. Biz onu peygamber olarak tıpkı Musa
gibi bulduk.
Ona karşı üstünlük
taslayan her adam alçaktır.
İşler paylaşıldığı
zaman ne kötü oldu. Beni Kasiyy'in Vecc'e ki durumları,
İşlerini kaybettiler
ve her kavim için bir lider vardır.
Felaket bazen bir
başkasına devredilir.
Biz meşeliklerin
aslanlarına geldik ki, Allah'ın askerleri açıkça bir şekilde onların üzerlerine
doğru giderler.
Bir öfke üzerine Beni
Kasiy topluluğuna uyduk. Nerede ise, onlar için havada kanatlanıp uçuyorduk.
Yemin ederim ki, eğer
onlar bekleyip gitmeseydiler, elbette onlara askerlerle giderdik.
Böylece biz Liyye'nin
arslanlan olurduk ve nihayet orayı kökünden yıkardık ve Malik b, Avf in
aşireti olan Musur aşireti de yardımsız bırakılırdı.
Bundan önce Hüneyn
savaşında günlerden bir gün vardı ki, onun gibisini ne sen duydun, ne de erkek
kavimler duydular. Onda kanlar akıyordu.
Beni Hutaylı
bayrakları üzerinde tozun içinde atları eğilmiş oldukları halde öldürdük.
Zü'1-Himar, aklı olan
bir kavmin reisi olmaz. Eğer olursa, ya cezasını bulur veya o kavim işini
bilmeyen bir kavimdir.
Onları ölümlerin
yollan üzerinde durdurdu. Oysa ki, onları görenler için işler aşikar olmuştu.
Onlardan kurtulanlar,
helake yönelmiş oldukları halde kurtuldular ve onlardan çok insanlar
öldürüldü.
Tevanlımn kardeşi bu
işlere yarar sağlamaz. Zayıf ve çekingen kişi de fayda vermez.
Onları mahvetti,
kendisi de mahvoldu.
Onlar onu, işlerinin
maliki yaptılar. Bahadırlarla doğanlar ise kaçıp kurtuldular.
Beni Avfı, iyi koşan
atlar güzel bir şekilde yürüttüler ki, o atlara yem olarak bakla ve arpa az
gelir.
Eğer Karib ve
kardeşleri olmasaydı, ekin tarlaları ve köşkler paylaşılırdı.
Ama başkanlık sarığı
bir uğurluluk üzerine giydirilmişti ki, ona işaret eden işaret etti.
Karib'e itaat ettiler.
Oysa ki, üstünlüğe doğru varan onların dedeleri ve akıllı kimseleri vardı.
Eğer İslâm'a doğru
hidayet edilirlerse, gece sohbeti için toplananlar toplandığı sürece
insanların eşrafı ve Öncüleri olarak başta bulunurlar.
Eğer onlar Müslüman
olmazlarsa, Allah'a savaş açmışlar demektir ki, onlar için artık hiçbir
yardımcı yoktur.
Nitekim felaket bir
savaş, Beni Gaziyye'nin kavmiyle Beni Sa'd'ı yerinden söküp attı.
Sanki Beni Muaviye b.
Bekir bir koyundur da İslâm'a doğru me-leyip geliyor.
Biz dedik İd: Müslüman
olunuz. Biz sizin kardeşiniziz ve kalbler-den düşmanca duygular silinip
gitmiştir.
Sanki kavini bize
doğru barıştan sonra geldikleri zaman düşmanlıktan dolayı gözleri şaşı olmuştu." [7]
Hevazinliler,
yenilgiye uğradıklarında hükümdarları Malik b. Avf en-Nasrî, arkadaşlarından
bir grubla birlikte bir tepenin üzerine çıkıp durdu ve: "Durun, taki zayıf
ve güçsüzleriniz gelip geçsin ve size ulaşsınlar." dedi.
İbn İshak dedi ki:
Bana ulaşan habere göre Malik b. Avf ve arkadaşları tepe üzerindelerken bir
süvari birliği göründü. Malik, arkadaşlarına:
- Ne görüyorsunuz?
diye sordu. Onlar da:
- Bir topluluk
görüyoruz ki, mızraklarını atlarının iki kulağı arasına koymuşlardır. Baldırlarının
içi de uzundur, dediler.
Malik:
- Bunlar Beni Süleym kabilesidirler. Bunlardan
size zarar gelmez, dedi.
Atlılar oraya
yaklaştıklarında vadinin iç tarafına yöneldiler. Sonra başka bir süvari
birliği geldi. Bu defa Malik, yine arkadaşlarına sordu:
- Ne görüyorsunuz?
- Mızraklarını
atlarının üzerine uzatmış bir topluluk görüyoruz.
- Bunlar Evslilerle Hazreçlilerdir. Bunlardan
da size zarar gelmez.
Bu atlılar, tepenin
alt tarafına yaklaştıklarında Beni Süleym kabilesinin yoluna koyuldular. Sonra
bir süvari çıka geldi. Malik, arkadaşlarına sordu:
- Ne görüyorsunuz?
- Uzun bacaklı bir
süvari görüyoruz ki, mızrağını omuzunun üzerine koymuş, başına da kırmızı bir
mendil sarmış.
- İşte bu, Zübeyr b.
Avvam'dır. Lafa yemin ederim ki, bu aranıza girecektir. Sizinle çarpışacaktır.
Ona karşı sebatlı olun.
Zübeyr, tepenin alt
tarafına geldiğinde kavme göründü. Onlarla çarpıştı. Onları tepeden
uzaklaştınncaya kadar onlarla vuruştu ve onlara mızrak attı. [8]
Rasûlullah (s.a.v.),
ganimetlerin toplanmasını emretti. Develer, koyunlar ve köleler toplandı.
Cirâne'ye götürülmesini ve orada alı-konmasım emretti.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), ganimetler üzerine Mesud b. Amr b. Gifârî'yi bekçi tayin
etti. [9]
İbn İshak dedi ki:
Bazı arkadaşlarımın bana anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.) o gün, Halid
b. Velid'in öldürdüğü bir kadının yanma uğradı. İnsanlar da onun üzerine
toplanmışlardı. Ashabından birine şu buyruğu verdi:
- Halid'e git. Ona de
ki; Rasûlullah (s.a.v.); çocuğu, kadını veya rençberi öldürmeni menediyor.
İbn İshak, bunu bu
şekilde munkati olarak rivayet etmiştir.
imam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Amir Abdülmelik b. Amr kanalı ile Beni Hanzele el-Katib'in kardeşi Rebah b.
Rebî'in, Mürakka b. Say-fi'ye şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.), bizzat katıldığı bir gazveden dönüyordu. Birliğin ön tararında Halid
b. Velid vardı. Rebah ve Rasûlullah'm sahabeleri, öncü birlik tarafından
öldürülen bir kadının cesedinin yanma vardılar. Durup ona baktılar. Hilkatinden
hayret ediyorlardı. Nihayet bineğinin üzerinde Rasûlullah (s.a.v.) yanlarına
geldi. Ona yer açtılar. Rasûlullah (s.a.v.) gelip kadının cesedinin yanında
durdu ve şöyle dedi: "Bu kadın savaşacak bir kadın değildi. (Bunu niye
öldürdüler?)" Böyle dedikten sonra orada bulunan sahabelerden birine şu
buyruğu verdi: "Hemen koş, Halid'e var, ona de ki: Çoluk çocuğu ve
rençberleri öldürmesin." [10]
Bu gazvenin sebebi şu
idi: Hevazinliler, hezimete uğradıklarında onların bir kısmı, reisleri Malik b.
Avf en-Nasrî ile birlikte gidip Taife sığındılar ve kaleye çekildiler. Bir
kısmı da Evtas denen yere gidip ordugah kurdular. Rasûlullah (s.a.v.),
sahabelerinden Ebu Amir el-Eşa-rî komutasında bir seriyyeyi onların üzerlerine
gönderdi. Onlarla savaştılar ve mağlup ettiler. Sonra bizzat Rasûlullah
(s.a.v.) üzerlerine gitti. Taiflileri kuşatma altına aldı. Nitekim bununla
ilgili açıklama ileride gelecektir.
İbn İshak dedi ki:
"Hüneyn gününde müşrikler yenilgiye uğradıkları zaman Taife gittiler.
Kendileri ile birlikte Malik b. Avf vardı. Ordu birliklerinin bir kısmı
Evtas'ta idi. Onların bir kısmı Nahle'ye doğru yol aldılar. Nahle tarafına
yönelenlerin içinde Sakif ten sadece Beni Giyere vardı. Rasûlullah (s.a.v.)'m
atlıları, Nahle yönüne gidenlerin peşine düştüler.
Rebia b. Refî b. Ehan
es-Sülemî -İbn Dagine olarak bilinen kişidir- Düreyd b. Simme'nin yanma gitti.
Onu yakaladı. Devesinin yularını tuttu. Düreyd'in kadın olduğunu sanıyordu.
Çünkü o, devesinin üzerine konulan üstü açık mahfe şeklinde bir sandığın içinde
oturmakta idi. Mahfenin içinde olan kişinin erkek olduğunu öğrenince mahfeyi
çökertti. Baktı ki, yaşlı bir adamdır. Ama onun Düreyd b. Simme olduğunu
bilmiyordu. Düreyd ona sordu:
- Bana ne yapmak
istiyorsun?
- Seni öldüreceğim.
- Sen kimsin?
- Ben Rebia b. Refi
es-Sülemî'yim.
Sonra kılıcıyla ona
vurdu. Fakat birşey yapamadı. Bunun üzerine o da ona şöyle dedi:
- Anan seni ne kötü
silahlandırmış, yükümün arkasından işte şu kılıcımı al da onunla vur. Kemikleri
uçurt. Dimağa indir. Çünkü ben de adamlara işte böyle vururdum! Sonra ananın
yanına gittiğin zaman ona, Düreyd b. Simme'yi öldürdüğünü haber ver. Vallahi
ben çok günler sizin kadınlarınızı korudum!
Beni Süleym iddia
ederler ki, Rebia şöyle demiştir: Ben onu vurduğum ve o yere düştüğü zaman
elbisesi açıldı. Eğersiz çıplak ata binmesinden dolayı testisleri ile arkası
arası bembeyaz kağıt gibi idi.
Rebia, anasının yamna
döndüğü zaman ona, Düreyd'i öldürdüğünü haber verdi. Bunun üzerine anası şöyle
dedi:
- Ama vallahi o senin
üç ananı azad eden bir adam idi.
Sonra İbn İshak,
Düreyd'in kızı Amre'nin, babası için şu mersiyeyi söylediğini kaydeder:
"Dediler ki,
Düreyd'i Öldürdük. Dedim ki, doğru söylediler.
Bunun üzerine
gözyaşlarını gömlek üzerine aktı.
Kavimlerin hepsini
kahreden olmasaydı, Süleynı ve Ka'b'm nasıl birbirine Öldürmeyi emredeceklerini
görürdüm.
Bu takdirde de pis
kokulu, çok askerli ordu ikamet ettiği yerde elbette onları gün aşırı ve her
gün sabahleyin bulurdu."
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.),
Evtas tarafına yönelen kimselerin üzerine Ebu Amir el-Eşarî'yi gönderdi. O da
dağılıp kaçanlardan bazılarına yetişti. Onlar onunla süngü savaşı yaptılar. Ebu
Amir, bir okla vurularak Öldürüldü. Bunun üzerine bayrağı Ebu Musa el-Eşarî
aldı. Ebu Musa, onun amca oğlu idi. O, onlarla savaştı. Allah, onu muzaffer kıldı,
onları yendi. İddia edildiğine göre Ebu Amir el-Eşarî'yi bir okla vuran kişi,
Seleme b. Düreyd'dir. Onun dizine isabet ettirdi. O ölünce, Seleme şöyle dedi:
"Eğer beni
sorarsanız, ben Seleme'yim. Semadir'in oğluyum.
Kim bu hususta düşünmekte
ve bunun üzerinde durmakta ise bilesiniz ki, ben Semadir'in oğluyum. Kılıçla
Müslümanların başlarını vururum."
İbn İshak dedi ki:
Şiir ilmine vakıf olup da kendisine güvendiğim kimselerden biri bana haber
verdi ki, Ebu Amir el-Eşarî, Evtas gününde müşriklerden on kardeş ile karşı
karşıya geldi. Onlardan biri onun üzerine saldırdı. Ebu Amir de onun üzerine
saldırdı. Onu İslâm'a davet etti ve: "Allahım şahid ol." dedi. Sonra
da Ebu Amir onu öldürdü. Sonra diğeri ona saldırdı. Ebu Amir, onu da İslâm'a
davet ederek üzerine saldırdı. Ve: "Allahım şahid ol." dedi. Sonra
da Ebu Amir onu öldürdü. O, hep böyle diyerek onların dokuzu ile vuruştu ve hepsini
de öldürdü. Onuncusu kaldı. Ebu Amir'in üzerine saldırınca Ebu Amir de İslâm'a
davet ederek onun üzerine saldırdı ve: "Allahım şahid ol." dedi.
Adam: "Allahım benim üzerime şahid olma." dedi. Bunun üzerine Ebu
Amir kendini ondan çekti. O da kurtuldu. Sonra o adam Müslüman oldu ve
Müslümanlığı güzelce yaşadı. Rasûlullah (s.a.v.), onu gördüğünde şöyle derdi:
"İşte bu, Ebu Amir'in kaçkınıdır."
Sonra Beni Cüşem b.
Muaviye'den Haris'in iki oğlu Ala ve Evfa, Ebu Amir'e saldırdılar. Biri onun
kalbine, diğeri de onun dizine isabet ettirdi ve onu öldürdüler. Ebu Musa
el-Eşarî de onların peşini takip etti. İkisini yakaladı ve öldürdü. Bunun
üzerine Beni Cüşem b. Muaviye'den bir adam onlara ağıt yakarak şöyle dedi:
"Ala ve Evfa'mn
birlikte öldürülmeleri ve son demlerinde kendilerine kavuşulmayıp kendilerini
tutan bir yere dayandırılmaları zarar ve musibettir.
Onlar, Ebu Amir'in
katilleri idiler. O, murdar bir yılan idi.
Onlar, onu bir savaş
yerinde bıraktılar. Sanki onun omuz başları üzerinde safranla boyanmış bir
elbise vardı.
İnsanların içinde
onlar gibi düşüp kaynarca daha az durumda ve ok atıcılıkta daha iyi atıcı ele
sahip hiçbir kimseyi göremezsin."
Buharı, Muhammed b.
Ala kanalı ile Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Hüneyn gazvesini tamamladığında Ebu Ami-r'i askeri bir birliğin
başında komutan olarak Evtas'a gönderdi. Ebu Amir, Düreyd b Simme ile
karşılaştı. Düreyd öldürüldü. Allah onun arkadaşlarını yenilgiye uğrattı."
Ebu Musa dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) beni, Ebu Amir'le birlikte gönderdi. Ebu Amir, dizinden
isabet aldı. Cüşemî, ona bir ok attı ve oku, Ebu Amir'in dizine sapladı. Ben de
yanma gidip:
- Amca seni kim vurdu?
diye sordum. O da Ebu Musa'yı göstererek:
- Ok atarak beni
Öldüren işte budur, dedi.
Ben de ona koşup
peşine düştüm, yakaladım. Beni görünce ardını dönüp kaçtı. Yine peşine düştüm
ve ona:
- Utanmıyor musun? Dur
hele, dedim. O da durdu. Kaçmaktan vazgeçti. Karşılıklı kılıç darbeleriyle
birbirimizi vurduk. Ben onu öldürdüm. Sonra Ebu Amir'e:
- Allah senin adamını
Öldürdü, dedim. O da: "Şu oku dizimden çek." dedi. Ben de oku onun
dizinden çektim. Dizinden kan fişkirdı. Bana:
- Ey kardeşim oğlu!
Benden Rasûlullah (s.a.v.)'a selam söyle ve benim için mağfiret dilemesini ona
söyle, dedi.
Ebu Amir, beni kendi
yerine oradaki insanların üzerine vekil olarak atadı. Biraz sonra vefat etti.
Ben de dönüp Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldim. Evinde örtülü bir seki
üzerinde oturuyordu. Sekide bir yatak vardı ki, çok ince olduğundan sekinin
kumları Rasûlullah'm sırtında ve yan taraflarında iz meydana getirmişti. Ben
haberimizi ona ilettim. Ebu Amir'in durumunu anlattım. Ebu Amir'in: "Benim
için mağfiret dilemesini Rasûlullah'a söyle." deyişini aktardım.
Rasû-lullah da su getirilmesini emretti. Su getirdiler. Abdest aldı. Sonra ellerini
kaldırıp: "Allah'ım, kulcağızm Ebu Amir'i bağışla." dedi. Elini
kaldırıp dua ederken koltuk altlarının beyazlığını gördüm. Sonra şöyle dedi:
"Allahım, kıyamet gününde onu yaratıklarının çoğunun üstünde bir makama
ulaştır." Ben: "Ya Rasûlallah, benim için de mağfiret dile."
dedim. Bunun üzerine şöyle dua etti:
"Allahım,
Abdullah b. Kaysın günahını bağışla ve kıyamet gününde onu yüce bir makama
erdir."
Ebu Bürde dedi ki: Bu
dualardan biri Ebu Amir, diğeri de Ebu Musa için idi. Allah ikisinden de razı
olsun.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdürrezzak kanalı ile Ebu Said el-Hud-rî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Evtas
muharebesinde evli bazı kadınları esir almıştık. Kocaları olduğu için onlarla
cinsel ilişkide bulunmaktan hoşlanmadık. Bunun hükmünü Peygamber (s.a.v.)'e
sormamız üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu.:
"Evli kadınlarla
evlenmeniz de haram kılındı. Maliki bulunduğunuz cariyeler müstesna."
(en-Nisâ, 124.)
Bu ayet-i kerimenin
nüzulü üzerine biz o esir kadınların fercleri-ni kendimize helal kıldık. Yani
onlarla cinsel ilişkide bulunduk."
Tirmizî ile Neseî de,
Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Rasûlullah
(s.a.v.)'m sahabeleri Evtas muharebesinde müşrik kocaları bulunan bazı
kadınları esir aldılar. RasûlullaK'm sahabelerinden bazı kimseler, bu
kadınlarla cinsel ilişkide bulunmaktan uzak durdular ve onlarla cinsel
ilişkide bulunmayı günah saydılar. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Evli kadınlarla
evlenmeniz haram kılındı. Maliki bulunduğunuz cariyeler müstesna."
(en-Nisâ, 24.)
Seleften bir cemaat,
bu ayet-i kerimeyi delil sayarak cariyenin satışının, boşanması sayılacağını
söylemişlerdir. Bu görüş, İbn Mesud, Übey b. Ka'b, Cabir b. Abdullah, İbn
Abbas, Said b. Müseyyeb ve Ha-san-ı Basrî'den rivayet olunmuştur.
Satıldıktan sonra
nikahının feshi veya devamı hususunda muhayyer bırakılan Büreyre hadisini
delil olarak ileri süren cumhur ise, bu zevata muhalefet etmiş ve eğer
cariyenin satışı, boşanması olarak kabul edilseydi, Büreyre'nin satıştan sonra
muhayyer kılınamayacağını ifade etmişlerdir. Biz tefsirimizde bu konuda
yeterince açıklamada bulunduk. İnşaallah "el-Ahkamü'1-Kebir" adlı
kitabta da bunu anlatacağız.
Seleften, Evtas
esireleri hakkındaki bu hadisi delil olarak ileri süren bir cemaat, müşrike
olan cariyelerin mubahlığım söylemişlerdir. Ancak cumhur-u ulema bunlara
muhalefet etmiş ve: "Bu belirli kimselerle ilgili bir meseledir. Belki de
o cariyeler Müslüman olmuşlar veya kitabiler olmuşlardı. Bunun detaylı
açıklaması inşaallah "el-Ahkamü'l-Kebir" adlı kitabta verilecektir. [11]
Rasûlullah (s.a.v.)'m
azadlısı Ümmü Eymen'in oğlu Eymen b. Abid, Zeyd b. Zem'a b. Esved b. Muttalib
b. Esed (bunun atı serkeşlik yaparak yere düşürmüş ve ölmüştür. Atma Cenah
deniyordu.), Süra-ka b. Malik b. Haris b. Adiy el-Ensârî (Beni Aclan
kabilesindendir.), Evtas seriyyesinin emiri Ebu Amir el-Eşarî. Bu dört kişi, bu
muharebe ve seriyyede şehid edilmişlerdir. Allah kendilerinden razı olsun. [12]
Büceyr b. Züheyr b.
Ebi Selma, bu konuda şu şiiri
söylemiştir:
"Eğer ilah ve
onun kulu olmasaydı, korku her korkağın aklım başından aldığı zaman geri
kaçardınız.
Bizim akranımız, bize
itiraz ettiği ve denizde yüzer gibi atlar çeneleri üzerine düştükleri gündeki
vadinin yamacında,
Elbisesini eline alıp
koşan ve tırnaklarının ön uçlanyla ve göğüs-leriyle yanma vurulmuş atlara
varıncaya kadar,
Allah bize ikram ettf
ve dinimizi üstün kıldı. Rahman'a ibadetle bizi yüceltti.
Allah onları mahvetti,
topluluklarım dağıttı. Onları şeytana ibadet etmekle alçalttı."
İbn Hişam dedi ki:
Bazı raviler, bu beyitler arasında şu beyitleri de rivayet ederler:
"Peygamberimizin
amcası ve onun velisi: "Ey iman ordusu" diye çağırmaya kalktıkları
zaman, Arîz ve Bey'atü'r-Rıdvan gününde Rab-lerine icabet eden o kimseler
nerededirler?"
Abbas b. Mirdas,
Hüneyn günü hakkında şöyle dedi:
"Ben ve suda
yüzen gibi koşan atlar, toplama gününde ve Rasû-lün kitaptan okuduğu günde,
Dün boğazın yanında
Sakifin karşılaştığı azaba andolsun ki, sevdim.
Onlar, Necid halkı
içinden düşmanın başıdırlar.
Onların ölümü bizi
sevindirdi.
Beni Kasiy topluluğunu
yenilgiye uğrattık.
Savaş onların göğsünü
Beni Riab ile şiddetle çiğnedi.
Hilal'den Sırım
kabilesi onları, Evtas'ta toprakla çiğnenmiş oldukları halde terketti.
Eğer onların hüzünlü
kadınları, Beni Kilab'm topluluğu ile karşı-laşsalardı, elbette toz kalkardı.
Onların içinde atları
koşturduk. Büss'den ta siyah üç dağa kadar olan yerlerde ganimet elde edip
kapıp kaçırdıklanyla onların nefesleri yüksekten çıkıyordu.
Sesleri çok bir ordu1
ile Rasûlullah da onların içinde oldukları halde onun ordusu kılıçla vuruşmayı
arzuluyordu."
Abbas b. Mirdas, şu
şiiri de söylemişti:
"Ey
Peygamberlerin sonuncusu, sen, hak peygamber olarak gönderilmişsin. Yolun
bütün hidayeti, senin hidayetindir.
Çünkü ilâh, halkı
içinde senin üzerine sevgi kurdu ve seni Mu-hammed adıyla adlandırdı.
Sonra kendileriyle
sözleştiğin şeyi yerine getiren kimseler bir askerdir ki, onların başlarında
Dahhak'ı gönderdin.
Bir adamı ki, onda
silahın keskinliği ve tesiri vardır. Sanki o, düşman onu kuşattığı zaman seni
görüyordu.
Yakın nesebli
kimselere kamçı ile vuruyordu. Ancak Rahman in rızasını, sonra da senin rızanı
talep ediyordu.
Sana haber vereyim ki
ben, dağılan tozların altında onun saldırısını gördüm.
Şirk koşmanın dimağına
darbe indiriyordu.
Bazen elleriyle boğaz
boğaza geliyor, bazen dimağın üzerine gelen kafa kemiklerini ziyade keskin bir
kılıç ile kesiyordu.
O kılıçla, şecaatli
kimselerin başlarına darbe indirirdi.
Eğer benim ondan
gördüğümü sen görseydin, sana şifa olurdu.
Beni Süleym, onun önünde
hızla düşmana arka arkaya kılıçla vuruyor ve mızrak ile dürtüyorlar.
Onun bayrağının
altında yürüyorlar. Sanki onlar indeki arslan-dırlar da orada savaşta savunmak
istediler.
Hısımdan yakınlık
ummazlar. Ancak Rablerinin taatini ve seni sevmeyi umarlar.
Bu, bizim için bilinen
hazır bulunma yerleridir. Bizim velimiz ise senin mevlandır."
Abbas b. Mirdas şu
şiiri de söyledi:
"Micdellilerden
değişmiş, eskimiş, Mütala' dağı ve Erik ile Mitlâ mıntıkaları ve ardından su
havuzlan boş kalmıştır.
Ey Cümül (bir kadın
adı), bizim öyle evlerimiz var ki, yaşayışımızın ekserisi nimetlidir. Evlerin,
yurdun, felaketlere uğraması kabileyi toplayıcıdır.
Sevgilicik ki, ondan
ayrılmaktan dolayı ayrılık gurbeti gider. Hiç geçmiş hayal geri döner mi?
Eğer sen kmanmaksızm
kafirleri arzularsan, ben peygamberin veziriyim ve ona tabiyim.
Bizi onlara hayırlı
elçiler heyeti davet ettiler.
Anladım ki, onlar
Hüzeyme, Mennar ve vasidir.
Biz Süleym'den
binlerce kişi olarak geldik. Üzerimizde Davud'un dokuduğu şaşkınlık verici
demir zırhlar bulunmaktaydı.
Mekke'deki Ahşabeyn
dağlan arasında ona bey'at ederiz ve ancak Ahşeb isimli iki dağın arasında
Allah'ı çağmr, biz ona bey'at ederiz.
Hidayete ermiş olan
zat ile birlikte kahren kılıçlarımızla Mekke'yi çiğnedik. O sırada toz
yükselip dağılmakta idi.
Aşikar bir şekilde
atlann sırtlannı ter ve içten gelen çok sıcak kan buruyordu.
Hüneyn gününde Hevazin
bize doğru yürüdü ve kaburgalar, nefesleri sıkıştırıp daralttığı zaman,
Dahhak ile birlikte
sabrettik, düşmanlann vuruşması ve olaylar bizi elbette ki korkutmaz.
Rasûlullah'm önünde,
üstümüzde panldayan sancak, bir bulutun ucu gibi dalgalanır olduğu halde.
Akşam üstü Dahhak b.
Süfyan, Rasûlullah'm kılıcıyla vurucudur, ölüm ise yaklaşmıştır. Kardeşlerimizi
kardeşlerimizden def ediyorduk. Eğer insanlara bir saldınyı hak görsek,
elbette onlann daha yakını olan Hevazin'e tabi olurduk.
Fakat Allah'ın dini,
Muhammed'in dinidir. Ona razı olduk, hidayet ve şeriatlar, ahkam ondadır.
Sapıklıktan sonra
bizim işimizi onunla doğrulttu ve Allah'ın takdir ettiği bir işi geri savacak
hiçbir kimse yoktur."
Abbas b. Mirdas, şu
şiiri de söylemişti:
"Sonunda Ümmü
Müemmel'in geri kalan ilişkisi de kesildi. O, vadinde durmamakla niyetini
değiştirdi.
Oysa ki, Allah'a
iplerin bağını kesmemeye (yani verdiği sözü bozmamaya) yemin etmişti.
Onda ne doğru oldu, ne
de yemininde durdu.
Kendisi Hufaf
kabilesine mensubtur. Yazın kalacak yeri, Akik va-disidir.
Göçebelerin içinde
Vecre'de ve Urf de yerleşir.
Eğer Ümmü Müemmel
kafirlere tabi olursa, onun uzaklaşmasına karşı kalbime, bir azık olarak,
perdeleyen bir aşk kılar.
Allah, yakında ona
haber verir ki, biz Rabbimizle anlaşmaktan başka hiçbir şey istemedik.
Ve biz doğru yolu
gösteren peygamber Muhammed ile birlikteyiz. Ve biz sözümüzde durduk. Hiçbir
topluluk bine tamamlanmadı. Süleym'den izzetli, doğru sözlü yiğitlerle
birlikte, İtaat ettiler, onun emrinden dışarı çıkmadılar.
Hufaf, Zekvan ve Avfı,
dişilerin üzerine giden erkek develer sanırsın.
Sanki kulak asmış
gözetleme yerinde birbiriyle karşılaşan arslan-lara giydirilmiş demir zırhlar
ve çelik başlıklardır.
Yalan olmaksızın,
Allah'ın dini bizimle izzet buldu ve kendisiyle beraber bizim iki katımız olan
bir kabileye karşı kuvvetimiz arttı.
Mekke'ye geldiğimiz
zaman, sanki bizim sancağımız bir tavşancıl kuşudur da, yukarıda bir halka
yaptıktan sonra kapıp götürmeyi ister.
Atlar gidiş geliş
yerlerinde hareketli ve sesli olarak gidip geldikleri zaman,
Gözlerini dikip
bakanlara karşı kendini o atlıların arasında sanırsın. Müşrikleri çiğnediğimiz
zaman Rasûlullah'm emrine ne bir fidye ne bir tevbe bulamadık.
Bir savaş meydanındaki
kavim bizden savaşa teşvik ve başların kesin sesinden başka birşey işitmez.
Kılıçlarla başlarını
uçururuz. Ve bahadır kişilerin boyunlarını onlarla iyice bir koparırız.
Çok eti kesilmiş maktulleri
ve kocalarına yazık, eyvah, diye çağıran çok dul kadınları bıraktık.
Allah'ın rızasını
niyet ederiz. İnsanların rızasını aramayız. Aşikar olan da, gizli olan da hep
Allah içindir."
Abbas b. Mirdas, şu
şiiri de söylemişti:
"Senin gözüne ne
olmuş ki, onda bir rahatsızlık, bir uykusuzluk vardır?
Tıpkı göz kapaklarının
içine giren saman çöpü gibi.
Bir göz ki, ona
hüzünden dolayı geceleyin bir uykusuzluk gelir,
Göz yaşı bazen onu
Örter, bazen de aşağı dökülür.
Sanki o, dizici bir
kadının yanında inci dizimidir de ondan ip kopmuştur. O da dağılmıştır.
Ey onun dostluğunu
uman, menzili uzak kimse! Ey önüne Sem-man ve Hafer mevkileri gelen kimse!
Gençlik çağından geçen
şeyi bırak ki, gençlik artık senden yüz çevirmiştir. İhtiyarlık ve saçın
azlığı, seni ziyarete gelmiştir.
Süleym'in,
beldelerinde çektiği belayı hatırla,
Süleym'de iftihar ehli
için iftihar vardır.
Bir kavimdir ki, onlar
Rahman'a yardım ettiler ve insanların işleri karışık olduğu bir sırada
Rasûl'ün dinine tabi oldular.
Aralarında hurma çubuğu
dikmezler, onların ahırlarında sığırlar böğürme z.
Yani onlar
savaşçıdırlar, ne çiftçi, ne de mal ve davarcıdırlar.
Ancak tavşancıl
kuşları gibi süzülen atlar, evlerin yanlarına yakın dururlar ki, ihtiyaç
anında şecaata ve benzerine çağrıldığı zaman hemen binilsinler, etraflarında
ise deve toplulukları ve çok develer bulunmakta dır.
Etraflarında Hufaf,
Avf ve Zekvan kabileleri çağrılır, ne silahsızlar vardır, ne de bir güçlük ve
kötü ihtimal vardır.
Mekke vadisinde, gün
ışığında açık bir şekilde şirkin askerlerine vurucudurlar. Ruhlar ise, hızla
yok olmaktadır.
Nihayet biz onları
savdık. Ve onların maktulleri ise, sanki vadinin düzünde dipten kesilmiş hurma
ağaçlarıdır.
Biz o kimseleriz ki,
Hüneyn gününde hazır bulunmamız din için bir güç ve Allah indinde dünya ve
ahiret için hazır kılınmış şeydir.
Biz kefenleri biçilmiş
bir ölüm seferine çıkıyoruz.
Atlar ise, siyaha
çalan dağılmış tozlar saçar.
Dahhak ile beraber
sancağın altında bizim önümüzde gider.
Arslanın ormandaki
yatağında yürümesi gibi.
Harbin akıp gittiği
yerden harpteki dar bir mekanda onların göğüsleri daralmıştır.
Nerede ise ondan güneş
ve ay kaybolmak üzeredir.
Süngülerimizle
Evtas'ta sebat ettik. Dilediğimiz kimselere Allah için yardım ederiz ve
muzaffer oluruz.
Nihayet birtakım
kavimler eğer melik olmasaydı,
Menzillerine
dönerlerdi ve eğer biz olmasaydık, menzillerinden çıkamazlardı.
Azalmış veya çoğalmış
olarak gördüğü her toplulukta mutlaka bizim izimiz vardır."
Abbas (r.a.), şu şiiri
de söylemiştir:
"Ey kendisini
şişman, semiz, toplu tırnaklara sahip olan kuvvetli bir devenin süratle
götürdüğü adam,
Eğer peygambere
gidersen, mecliste huzur bulduğun zaman senin üzerine bir borç olarak ona
şöyle de:
Ey şahıslar
sayıldığında bineğine binenlerin ve toprak üstünde yürüyenlerin en hayırlısı!
Bizimle anlaştığın
hususlara biz vefa gösterdik. Hatlar, kahraman kişilerle men edilirken ve
yaralanırken sözümüzde durduk.
Süleym'den bir kabile
olan bütün Buhseliler yuvalarından bir topluluk aktı ki, onunla dağların
yolları titrer oldu.
Nihayet Mekke halkına
silahlarının çokluğundan ötürü kendisi için parıltı olan büyük bir ordu ile
sabahleyin vardı ki, o büyük orduyu tekebbür eden kişinin bakışıyla bakan bir
efendi ileri götürmektedir.
Süleym'den her
şiddetli, güçlü ve katı kişinin üstünde kuvvetli dokunmuş, zırhlar ve çelik
başlıklar bulunmaktadır.
Savaşta cesaret
gösterdikleri zaman süngüleri kana kandırır.
Ve sen onu, yüzünü
ekşittiği zaman bir arslan sanırsın.
Alametli, elinde ise
kendisiyle kestiği keskin kılıcı ve çok dürttüğü mızrağı olduğu halde ordu
birliklerinin etrafını kapatır.
Hüneyn'in üzerinde
bizim topluluğumuzda şiddetli 1.000 kişi vardır ki, görevlerim yerine
getirmişlerdir.
Rasûl'de onlarla
desteklenip kuvvet bulmuştur.
Müminlerin önlerinde
savunucu idiler.
O gün, onların
üzerindeki güneş ise birden çok güneşler idiler. (Zırhlarının, kılıçlarının,
miğferlerinin, mızrak demirlerinin ışığı yansıtması sebebiyle güneş birden çok
güneşler gibi görünmüştü.)
Biz yürürüz. İlah bizi
korur, Allah'ın koruduğu bir kimse telef olmaz.
Menakıb yolunda öyle
bir hapsedildik ki, ilâh onunla razı oldu. O ne güzel hapsedendir.
Evtas sabahında öyle
bir şekilde saldırdık ki, bu saldın düşmana yetti ve oradan şöyle denildi:
Ey kişiler, ganimet
alınız.
Hevazin, aramızdaki
bir kardeşlikle çağırıyor. Halbuki bu çağrı, Hevazin'in emdiği kuru bir
memedir.
Nihayet biz, onların
topluluğunu terkettik. Öyle bir vaziyette ki, sanki onlar yırtıcı hayvanların
saldırısına uğramış, vahşi eşeklerdir."
Abbas b. Mirdas
(r.a.), şu şiiri de söylemişti:
"Kavimlere kim
tebliğ edecektir id, Muhammed ilâhın elçisidir.
O nereye gitmeyi
kastederse, doğru yola gidicidir. Yalnızca Rabbine dua etti ve yalnızca
Allah'tan yardım diledi. Allah da ona dilediğini tamamıyla verdi. Nimet verip
ihsanda bulundu.
Yürüdük ve Kudeyd'de
Muhammed'le vaadleştik. O bizi Allah'tan
muhkem bir işe tabi
kıldı.
Fecirde bizimle
şüpheye düştüler. Nihayet yiğitler, düzgün mızraklar, fecirle açığa çıktılar.
Zırhlarımız üzerimize
bağlı olarak ve atlar üzerinde giderken tıpkı çok şiddetli bir selin önüne katıp
sürüklediği gibi gittik.
Eğer sorarsan şüphesiz
kabilenin hayırlı kişileri Süleym'dir ve onların içinde Süleym'e intisab eden
kimseler vardır.
Ensâr'dan da birtakım
askerler onu yardımsız bırakmazlar.
İtaat ederler,
konuştuğu sürece ona isyan etmezler.
Eğer kavim içinde
Halid'i emir tayin ettin ve onu öne sürdün ise şüphesiz ki o, öne geçti.
Bir asker ile ki,
Allah onu doğru yola iletmiştir ve sen onun emi-risin.
Onunla zulmette olan
kimseleri hakka isabet ettirirsin.
Sadık kaldığım bir
yeminle Muhammed için yemin ettim ve o yemini yularlı 1.000 at ile bütünledim.
Mü'minlerin peygamberi
(ileri gidin) dedi ve ileride olmak hoşumuza gitti.
Nehy-i Müstedir denen
yerde geceİedik. Hiç korku duymadık. Sadece rağbet ve sağlam bir güvenle işe
sarıldık.
İnsanların hepsi de
Müslüman oluncaya kadar sana itaat ettik.
Nihayet topluluğu
sabahleyin Yelemlem halkına götürdük.
Ortası kırmızıya çalan
alaca at, ihtiyar yaşlı kişi belirleninceye kadar sükûnete ermez.
Güneşten kaçan
bağırtlak kuşu gibi onlarla savaşmaya kalkıştık.
Onların hepsini
görürsün ki, kardeşinden meşgul durumdadır.
Hüneyn'de sabahtan
akşama kadar terk ettik ki, sel yataklarından kan akıyordu.
Dilediğin zaman
hepsini görürsün. Süratli koşan atı ve havada uçan süvarisi ile kırılmış
mızrağı,
Hevazin, bizden
çobanın otlattığı malını saklamıştır.
Eli boş olmamız ve
mahrum kalmamız, Hevazin'e doğru bize sevdirildi."
Muhammed b. İshak,
Abbas b. Mirdas es-Sülemî (r.a.)'nin şiirlerini bu şekilde nakletmiştir.
Uzatmamak için bu şiirlerin bir kısmını burada zikretmedik. Okuyucuyu
usandırmaktan ve konuyu dağıtmaktan korktuğumuz için böyle yaptık. Sonra onun
dışındaki bazı şiirleri de naklettik. Bu konuda naklettiğimiz pirler yeteri
olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. [13]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/523-529.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/529-530.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/531.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/532-534.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/534-540.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/541-547.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/547-563.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/563-564.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/564.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/564.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/565-569.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/569.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
4/569-576.