Taif Gazvesi 2

Peygamber (S.A.V.)İn Taiften Dönüşü Ve Hüneyn Gününde Hevazinlilerden Ele Geçirdiği Ganimetleri Mekke'ye Umre İçin Girmeden Önce Cirâne'de Paylaştırması 11

Malik B. Avf En-Nasrî'nin Rasûlullah (S.A.V.)'In Yanına Gelişi 21

Adilane Ganimet Taksimi Hususunda Bazı Cahil Ve Münafıkların İtirazları 22

Rasûlullah (S.A.V.), Cirâne'de İken Süt Kardeşi Şeyma'nın Gelişi 24

Cirâne Umresi 26

Ka'b B. Züheyrb. Ebi Sülma'nın Müslüman Oluşu. 30

Hicretin Sekizinci Senesinde Vuku Bulan Önemli Hadiseler Ve Vefatlar. 37

Hicri Dokuzuncu Sene Tebük Gazvesi 39

Mazeretleri Dolayısıyla Savaştan Geri Kalan Bekkailer (Ağlayanlar) Ve Diğerlerinin Durumu  42

Fasıl 44

Hz.Peygamber’in Tebük’e Giderken Hicr’de Bulunan Semud Kavminin Meskenlerine Ve Köşklerine Uğraması 46

Hz.Peygamber’in Tebük’teki Bir Hurma Ağacının Yanında Hutbe İrad Etmesi 48


Taif Gazvesi

 

Urve ile Musa b. Ukbe, Zührî1 nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Rasûlullah (s.a,v.), hüneyn gününde savaştı ve hicri sekizinci sene­nin şevval ayında Taif i muhasara altına aldı."

Muhammed b. İshak dedi ki: "Sakif in yenilmiş' ordu birlikleri Ta­ife geldikleri zaman, üzerlerine şehirlerinin kapılarını kilitlediler ve savaş için hazırlıklar yapmaya başladılar.

Ne Hüneyn'de ne de Taif kuşatmasında Urve b. Mesud ve Gaylan b. Seleme hazır bulunmadılar. Onlar Cüreş'te idiler. Debbabe, mancı­nık ve dabur eğitimi yapıyorlardı.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn'in işini bitirdiği sırada Taife yürüdü. O esnada Ka'b b. Maiik bu hususta şu şiiri söylemişti:

"Tihame'den ve Hayber'den bütün şek ve şüphelere son verdik.

Sonra kılıçları dinlendirdik.

Onları muhayyer kıldık. Eğer konuşurlarsa onların keskinleri şöyle derler:

Devs ve Sakif kabileleriyle savaşacağız.

Yurdunuzun civarında bizden binlerce kişi olarak onları eğer gör­mezseniz ben çocuğa bakıcı değilim.

Vecc vadisinde evlerin çatılarını çıkartırız.

Evleriniz sizden boş kalmış bir hale gelir, viraneye döner.

Bizim için öncü olan atlar,

Ardında yoğun bir topluluk bırakarak size gelirler.

Sizin sahanıza indikleri zaman onlar için onları çöktüren kimse­lerden şiddetli depreten bir ses işittiniz.

Ellerinde keskin kılıçlar olduğu halde düşmanlarından onlarla kucaklaşan kimseleri ölüm için ziyaret ediyorlar.

Tıpkı yıldırımların parlaması gibi, kılıçlar ki, onları Hind demir­cileri halis kılmıştır.

Henüz hiçbir kapı demirini dövmemiştir.

Kahraman kişilerin kan yollarını orada savaşçıların birbirine yaklaştığı sabahı başkasıyla karışmış bir safran sanırsın.

Onlardan gayret gösterenler var mıdır?

Bizi fazlasıyla tanımış olan kavimlerden onlara bir öğüt veren yok mudur?

Onlara haber ver ki, biz kerim, asaletli atları topladık.

Ve biz, onların kalelerinin surlarını saflar halinde kuşatan bir or­du ile onlara gittik.

Onların başkam peygamberdir. Dayanıklı, sebatlı, temiz kalbli, sabırlıdır.

Zühd ettiği şeylerden uzak duran kimsedir.

İşin doğrusunu bilen, hüküm, ilim ve yumuşak huyluluk sahibi­dir.

Hafif meşrebli olmayan bir kişiliğe sahihtir.

Peygamberimiz'e itaat ederiz, Rabbe itaat ederiz. O ki, Rahman'dır.

Bize rahmeti bol, zatı yüce ve yüksektir.

Eğer bize barışı teklif ederseniz kabul eder ve sizi bizim için des­tek sayarız.

Verimli topraklarınızı da geçim kaynağımız kılarız.

Eğer barışa yanaşmazsanız sizinle cihad ederiz. Cihadda sabır gösteririz.

Bizim işimiz kararsız ve zayıf olmaz. Biz hayatta kaldığımız sürece kılıçlarımızla cenk ederiz. Veya siz zorla ve itaatle islâm'a dönersiniz. Cihad eder ve bizimle karşılaşan kimselere aldırış etmeyiz. İster eski malı mahvetmiş olalım, ister yeni meydana gelmiş ola­nını mahvedelim.

Birçok topluluk vardır ki, bizim yanımızda toplandılar. Onlardan halis asıllı olanlar vardır. Onlarla antlaşma yapmış olanları vardır.

Kendileri için kafi bir kuvvet görmez olarak bize geldiler.

Böylece biz kulakları ve burunları kestik.

Her yumuşak ve parlak Hind kılıçlarıyla ki, onlarla onları şiddet­li bir şekilde sürüyorduk. .

Allah'ın emrinden ve İslâm'dan dolayı.

Nihayet din doğru bir şekilde bâtıla meyletmeksizin kalır.

Lat, Uzza ve Ved unutulur.

Onlardan gerdanlıkları ve küpeleri soyarız.

Böylece onlar ikrar etmiş ve sükuna ermiş oldular.

Kim kötülüklerden kaçınmazsa alçaklığı kabul eder."

İbn İshak dedi ki: Kinane b. Abdi Yaleyl b. Amr b. Umeyr es-Sa-kafî de, Abbas'm yukarıdaki şiirine şu cevabî şiiri okudu:

Ben derim ki: Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'a bilahare Sakif kabilesi heyeti ile birlikte gelmiş, onlarla beraber Müslüman olmuştur. Medainî'nin iddia ettiğine göre Müslüman olmamış, aksine Bizans'a git­miş, orada Hristiyan olmuş ve Hristiyan olarak ölmüştür. Şiiri şudur:

"Kim bizimle savaşmayı arzu eder olduğu halde bizi arıyorsa, biz bir meşhur yurttayız ki, oradan katiyen ayrılmayız.

Orada babaları bundan önce gördüğün şey üzere bulduk ve bizim için oraların kuyuları ve üzüm bağları kaldı.

Bundan önce Amr b. Amir bizi denedi.

Böylece onun fikir ve akıl sahibi adamı ona haber verdi.

O biliyor ki, şayet gerçeği söylerse şöyle diyecektir: Biz, büyüklük taslamasından dolayı yanaklar bir tarafa eğildiği zaman onları düzel­tiriz.

Onları doğrulturuz. Tâ ki, onların sert ve şiddetli olanı yumuşasın.

Ve apaçık haktan Ötürü zalimler bilinip tanınsın.

Yakan kimsenin mirasından bizim üzerimizde yumuşak zırhlar vardır.

Tıpkı yıldızların süslediği göğün rengi gibidir.

Bir şiddet zamanı kınlarından sıyrıldıkları zaman keskin kılıçlar­la onu bizden kaldırırız.

Ve o kılıçları kınlarına koymayız."

İbn İshak dedi ki: Şeddad b. Arız el-Cüşemî, Rasûlullah (s.a.v.)'m Taife yürümesi hakkında şöyle dedi:

"Lafa yardım etmeyiniz. Çünkü Allah onu mahvedecektir. Nasıl olur da yardım etmeyen kimseye yardım edilir? Bir şey ki, dağda yakıldı, alevlendi ve başlarının yanında savaşıl­madı. O şey heder olur.

Şüphesiz ki, Rasûl sizin beldelerinize indiği zaman eman kalkar. Ve oralarda oralılardan hiçbir beşer yoktur."

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) Hüneyn'den Taife, Kahle-i Yemani'ye üzerinden yola çıktı. Sonra Karne vardı. Oradan Müleyh üzerinden yürüdü. Sonra Leyye'den olan Buhreti'r-Ruğa üzerinden gitti ve orada bir mescid bina etti. O mescidin içinde namaz kıldı. Amr b. Şuayb'm bana anlattığına göre oraya indiği sırada bir kanın kısasını aldı. Bu, İslâm'da karşılığında kısas tatbik edilen ilk kan da­vası oldu. Beni Leys'ten bir adam, Hüzeyl kabilesinden bir adamı Öl­dürmüştü. O da onun karşılığında onu Öldürdü. Rasûlullah (s.a.v.), kendisi Leyye'de iken Malik b. Avf m kalesinin yıkılmasını emretti ve kale yıkıldı.

Sonra Dayyıka denilen bir yolda yürüdü. Rasûlullah (s.a.v.), o yo­la yöneldiği zaman "Bu yolun adı nedir?" diye sordu. Ona:

- Bu Dayyıka yoludur, denildi. Bunun üzerine buyurdu ki:

- Hayır, aksine bu yüsradır. (Yani darlık yolu değil, kolaylık yolu­dur.)

Sonra orada Nahb yolu üzerine çıktı. Nihayet bir sedir ağacının altına indi ki, ona sadire denilirdi. Sakif ten bir adamın malına yakın idi. Rasûlullah (s.a.v.), ona şu haberi gönderdi: "Ya çıkar yanımıza ge­lirsin veya senin üzerine bahçeni harap edip yıkarız."

O da çıkıp gelmeye yanaşmadı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), o bahçenin harap edilmesini emretti.

İbn İshak, İsmail b. Ümeyye kanalı ile Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendisiyle birlikte Taif yolculuğuna çıktı­ğımızda Rasûlullah (s.a.v.)'m -hep birlikte bir mezarın yanından geç­tiğimiz esnada- şöyle dediğini işittim:

"Bu, Ebu Riğal'in mezarıdır. O Sakiflilerin babası idi. Semud kav-mindendi. Bu haremde bulunuyor ve burayı savunuyordu. Harem dı­şına çıktığı zaman kavmine isabet eden intikam, bu mekanda ona da isabet etti ve burada defnedildi. Bunun işareti de şudur ki, kendisiyle birlikte altından imal edilmiş bir dal mezara gömülmüştür. İsterseniz mezarı açın, açtığınız takdirde o dalı göreceksiniz."

İnsanlar koşup mezarı açtılar ve altın dalı çıkardılar.

Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), yola devam etti. Taife yakın bir yere gelince konakladı. Burada onun ashabından bazıları oklarla öl­dürüldüler. Bunun sebebi, askerlerin Taif bahçelerine yaklaşmış ol­malarıydı. Böylece oklar onlara erişiyordu. Bunun üzerine Rasûlul­lah, askerlerini -İslâm'a girmelerinden sonra Sakiflilerin inşa ettiği-mescidin yerine doğru geri çekti. Bu mescidi, bilahare Amr b. Ümey­ye b. Vehb inşa etmişti. Mescidde öyle bir direk vardı ki, her sabah güneş doğduğunda -anlatıldığına göre- o direkten bir ses duyulurdu.

Rasûlullah, Taiflileri yirmi gece kadar kuşatma altında tuttu. İbn Hişam'm ifadesine göre yirmiyedi gece müddetle kuşatma altında tutmuştur."

Urve ile Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmişler­dir: "Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Taife gitti...Esirleri Cirâne'de bı­raktı. Mekkelilerin çadırları onlarla doldu. Rasûlullah (s.a.v.), Taif kalesinin yanındaki tepede yirmi küsur gece kaldı ki, karşılıklı ola­rak kale gerisinde savaşsınlar. Ama Ebu Bekre b. Mesruh (Ziyad'm ana tarafından kardeşi) dışında onlardan herhangi bir kimse, Rasû-lullah'm karşısına çıkmadı. Rasûlullah da onu azad etti. Ama çok ya­ralanma oldu. Taiflileri kızdırmak için sahabeler onların üzüm bağlarını kestiler. Sakifliler onlara: "Malı telef etmeyin. Çünkü bu bağlar bizimdir veya sizin olacaklar." dediler.

Urve dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlardan her bir adamın beş hurma ağacını ve beş de üzüm ağacım kesmesini emretti. Ve bir tellal çıkararak şöyle duyuruda bulundu:

- Sakiflilerden bize gelen herkes hürdür.

Aralarında Ebu Bekre b. Mesruh'un (Ziyad b. Süfyan'ın ana bir kardeşi) da bulunduğu birkaç kişi Sakiflilerin yanından çıkıp Rasû-lullah'm yanma geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) da onları azad etti. On­lardan her birini yanma alması ve azığını temin etmesi için Müslü­manlardan birer kişiye teslim etti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah, Taiflilerden Müslüman olarak ya­nına gelen köleleri, efendilerinden önce azad ediyordu. Taif gününde iki kişiyi azad etmişti."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v), Taiflileri muhasara altına aldı. Yanma iki kö­le geldi. Onları azad etti. Onlardan birinin adı Ebu Bekre idi. Rasû­lullah (s.a.v.), yanma gelen köleleri azad ederdi."

Yine İmam Ahmed b. Hanbel, Nasr b. Riab kanalı ile İbn Ab­bas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Taif gününde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kölelerden ya­nımıza gelen kimse hürdür." Aralarında Ebu Bekre'nin de bulunduğu birkaç köle yanma geldi. Rasûlullah (s.a.v.) da onları azad etti."

İmam Ahmed b. Hanbel'e göre Dar-ı Harp'ten Dar-ı İslâm'a gelen her köle, mutlak ve âmm olan şer'î hüküm gereğince azad olur.

Diğerleri dediler ki: Bu, bir şarttır. Umumi hüküm değildir. Bu şartı da o zaman Peygamber (s.a.v.) ileri sürmüştü ki, bu şarta göre Taiflilerden gelen köleler azad edilmişlerdi.

Eğer bu hadis sahih ise, umumi teşri daha zahir ve kuvvetli olur. Çünkü bir hadis-i şerifte' Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Her kim (kafirlerden) birini öldürürse, öldürdüğü kimsenin üze­rindeki eşyalar kendisinin olur."

Yunus b. Bükeyr, Abdullah b. Mükerrem es-Sakafî'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Taiflileri muhasara altına aldığı zaman, köle­lerinden Ebu Bekre (Haris b. Kelbe'nin kölesi idi.), Münbais (adı Mudtaca idi. Rasûlullah (s.a.v.), ona Münbais adını verdi), Yahnes ile Verdan gelip Müslüman oldular. Daha sonra Taif heyeti gelip Müslü­man olduklarında şöyle dediler:

- Ya Rasûlallah, sana gelmiş olan kölelerimizi bize geri ver.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Hayır, onlar Allah tarafından azad edilmişlerdir, diye cevap ver­di ve kölelerin geri verilmesini isteyen adamın kölesi üzerindeki vela­yetini reddetti."

Buharı, Muhammed b.Beşşar kanalı ile Ebu Osman'ın şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Allah yolunda ilk defa ok atan Sa'd'ın ve Taif kalesinin duvarla­rına birkaç kişi ile birlikte tırmanan, sonra da Rasûlullah (s.a.v.)'ırî yanma gelen Ebu Bekre nin şöyle dediklerini işittim: Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu duyduk:

"Her kim kendi nesebini bilerek babasından başkasına isnad ederse, ona Cennet haram olur."

Buharı, Hişam ve ondan naklen Ma'mer kanalı ile Ebu Osman en-Nehdî'nin şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Sa'd ile Ebu Bekre'-nin şöyle dediklerini duydum: Asım dedi ki: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedim:

- Senin yanma iki adam geldi ki, onlar sana yeter.

Benim bu sözüme karşılık Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi:

- Evet öyledir. Onlardan biri (Sa'd) Allah yolunda ilk'ok atan kişi­dir. Diğeri (Ebu Bekre) ise, Taif ten Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelen yirmi üçüncü kişidir."

Muhammed b. İshak dedi ki: Rasûlullah'm hanımlarından ikisi o-nunla birlikte idi. Bunlardan biri Ümmü Seleme idi. Bunlar için iki çadır kurdu. İki çadırın arasında namaz kılıyordu.

Rasûlullah (s.a.v.), Taiflileri kuşatma altına aldı. Onlarla şiddet­lice savaştı. Karşılıklı ok atışmaları oldu.

İbn Hişam dedi ki: Rasûlullah, Taiflilere mancınıkla taş attı.

Kendisine güvendiğim birinin bana anlattığına göre Peygamber (s.a.v.), İslâm tarihinde mancınıkla taş atan ilk kişidir. O, Taiflilere mancınıkla taş atmıştı.

İbn İshak dedi ki: Sahabelerden bir grub, (tankı andıran savaş aracının) debbabenin içine girdiler. Sonra Taülilerin surlarını delmek için ilerlediler. Taiflüer de onların üzerine kızdırılmış katı, kahn de­mirler attılar. Bunun üzerine onlar da debbabenin altından çıktılar. Sakifliler, onlara ok attı ve onlardan birtakım adamları öldürdüler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Sakiflilerin üzüm bağlarının kesil­mesini emretti. Sahabeler de o bağların içine girip üzüm ağaçlarını kesmeye başladılar.

Sonra Ebu Süiyan b. Harb ve Muğire b. Şube Taife gittiler. Sakif kabilesini kendilerine eman vermeye ve gidip karşılıklı konuşmaya davet ettiler. Sakifliler de onlara eman verdiler. Bunun üzerine o iki­si Kureyş'in ve Beni Kinane'nin kadınlarından orda bulunan birtakim kadınları çağırdılar ki, yanlarına gelsinler. Kale kapısı açıldığın­da bu kadınların Müslümanlar tarafından esir alınmalarından kor­kuyorlardı. Ne var ki, bu kadınlar Ebu Süfyan ile Muğire'nin çağrısı­na icabet etmediler. Ebu'l-Esved b. Mesud bu ikisine şöyle dedi:

- Ey Ebu Süfyan ve Ey Muğire! Size geliş amacınızdan daha ha­yırlı bir işi göstereyim mi? Rasûlullah, el-Akik denilen bir vadiye in­mişti. Bu vadi, Beni Esved'in malı ile Taif arasında idi. Taif te Beni Esved'in malından sulama yönünden daha uzak, külfet yönünden da­ha meşakkatli, imar bakımından daha uzak hiçbir mal yoktur. Eğer Muhammed onu keserse, daha asla imar edilmez. O halde ona söyle­yiniz, ya kendisi için alsın veya Allah için ve akrabalık hakkı için onu bıraksın. Bunun arasında herkesçe bilinen bir akrabalık bağı vardır.

Anlatıldığına göre bunun üzerine Rasûlullah (s.'a.v.), o malı onla­ra bırakıp ona dokunmadı.

Vakidî de, kendi üstadlanndan buna benzer bir rivayette bulun­muştur. Onda mevcud oİan bir rivayete göre mancınık kullanılmasını Rasûlullah'a teklif eden kişi, Selman-ı Farisî'dir. Ve mancınığı da kendi eliyle yapmıştır. Denildiğine göre mancınığı ve iki debbabeyi o getirmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Beyhakî, İbn Lehika kanalı ile Urve'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Uyeyne b. Hısn, Taiflilere gidip onları İslâm'a davet etmek için, Rasûlullah (s.a.v.)'dan izin istedi. Rasûlullah da ona izin verdi. Bu­nun üzerine Uyeyne Taiflilere gitti. Onlara, kalelerinde durup sebat etmelerini emretti ve şöyle dedi:

- Kesilen ağaçlar sizi asla korkutmasın...

Uyeyne dönünce Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle sordu:

- Onlara ne dedin?

- Onları İslâm'a davet ettim ve onları Cehennem ateşi ile uyarıp korkuttum. Cennet'i de kendilerine hatırlattım.

- Yalan söylüyorsun. Aksine sen onlara şöyle ve şöyle dedin.

- Doğru söylüyorsun ya Rasûlallah, bu yaptığımdan ötürü Allah'a ve sana tevbe ediyorum."

Beyhakî, Ebu Necih es-Sülemî'nin (Asıl adı Amr b. Abse'dir.) şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte, Taif kalesini kuşattık. Rasûlullah (s.a.y.)'m şöyle dediğini işittim:

"Her İdm (kafire) bir ok (öldürmek niyetiyle atıp) ulaştırıfsa, bu ok Cennet'te onun için bir derece olur."

Ben o gün kafirlere onaltı ok atıp ulaştırdım.

Yine Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:

"Her kim Allah yolunda bir ok atarsa; bu, bir köle azad etmeye denk olur. Her kim Allah yolunda saçının bir telini ağartırsa, bu onun için kıyamet gününde nur olur. Her kim Müslüman bir adamı azad ederse Allah, azad etmiş olduğu o adamın kemiklerinden her bi­rine karşılık azad edenin kemiklerinden herbirini Cehennem ateşin­den korur. Bir Müslüman kadın, bir Müslüman kadını azad ederse, azad ettiği kadının kemiklerinden herbirine karşılık, azad edenin ke­miklerini Cenâb-ı Allah Cehennem ateşinden korur."

Buharı, el-Humeydî kanalı ile Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir;

"Rasûlullah (s.a.v.) yanıma geldi. Benim yanımda erselik (hansa) biri vardı. Erseliğin Abdullah b. Ebi Ümeyye'ye şöyle dediğini işitti: "Bana bak... Eğer yarın Allah, Taifin fethini size nasib ederse Gay-lan'm şişman kızını yakalamaya bak. Çünkü o, semizlikten, karnı dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner." Böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle dedi: "Böyleleri sizin yanınıza girmesin."

İbn Uyeyne, İbn Cüreyc'in şöyle dediğini nakletti: O erseliğin adı Hit idi. Buharî'nin başka bir rivayetinde şu kayda rastlanmaktadır: "Onlar, erselikleri kadınlara meyli olmayan erkeklerden sayıyorlar­dı."

Yine bir rivayette de Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğu nakle­dilmektedir:

"Şu erseliğin şurada ne olduğunu bildiğinin farkında değil mi­yim? Bunlar sizin yanınıza gelmesin ey kadınlar."

Yani eğer erselikler kadınların gizli ve ayıp yerlerinde neler bu­lunduğunu anlıyorlarsa, Cenâb-ı Allah'ın şu ayetinin kapsamına gi­rerler:

"Ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuk­lar..... " (en-Nûr, 31.)

Selef örfüne göre erselikten kasıt, kadınlara meyli olmayan kim­sedir. Yoksa homoseksüel olan kimse değildir. Çünkü böyle olursa öl­dürülmeleri mutlaka vacib olur. Nitekim hadis-i şerifte buna delalet etmektedir. Ayrıca Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.) da böylelerini öldür­müştür.

Yukarıdaki hadiste geçen: "O kız ki, semizlikten karnı dört bük­lüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner." sözüne gelince, bunun manası şöyledir: Yani semizlikten karnı dört büklümdür. Arkadan bakılınca iki taraftan taşarak sekiz büklüm gözükür. Bu kadın, Sa-kif in liderlerinden Gayîan b. Seleme'nin kızı Badiye idi.

Buharî'nin, İbn Cüreyc'ten naklettiğine göre bu erseliğin adı Hit idi. Meşhur olan kavil budur. Ama Yunus, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında teyzesine ait Mati adında bir erse­lik (hünsa)vardı ki, bu, Rasûlullah'm zevcelerinin yanma girip çıkar­dı. Onun, erkeklerin anladığı şekilde kadınlarla ilgili hususlara akıl erdiremediği ve kadınlara meyli olmadığı zannedilirdi. O, bir defasın­da Halid b. Velid'e şöyle diyordu:

"Ey Halid! Eğer Rasûlullah (s.a.v.) Taifi fethederse sakın Gay-lan'm kızı Badiye'yi elden kaçırmayasın. Çünkü o, sana karşı gelir­ken karnı dört büklümdür. Arkasını dönüp giderken de şişmanlıktan ötürü sekiz büklüm gözükür."

Rasûlullah (s.a.v.), onun böyle dediğini işitince: "Bak hele bu, bu işlerden de anlıyormuş." dedi. Sonra da hanımlarına: "Bu artık sizin yanınıza girmesin." diye emir verdi. Artık o erselik de Rasûlullah (s.a.v.)'m evine girmekten menedildi."

Buharı, Ali b. Abdullah kanalı ile Abdullah b. Amr'ın şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Taifi muhasara altına aldı­ğı zaman onlardan birşey ele geçirmedi ve:

- İnşaallah yarın döneceğiz, dedi.

Bu söz sahabelerin ağrına gitti. Şöyle dediler:

- Fetih yapmadan mı dönüp gideceğiz?

- Öyleyse yarın savaşa girişin.

-Ertesi gün sahabeler savaşa giriştiler, yaralandılar. Bunun üzeri­ne Rasûlullah (s.a.v.) yine:

- inşaallah yarın döneriz, dedi.

Bu defa bu buyruğu sahabelerin hoşuna gitti. Rasûlullah (s.a.v.) da güldü. Süfyan, Rasûlullah'm bu emrini tekrarladı. Rasûlullah da tebessüm buyurdu."

Vakidî, Kesir b. Zeyd b. Velid tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Taif muhasarasının üzerinden onbeş gün geçtiğinde Rasûlullah (s.a.v.), Nevfel b. Muaviye ed-Dilî ile istişare yaptı ve ona şöyle sordu:

- Ey Nevfel, Taifliler üzerinde durmaya ne dersin?

-  Ya Rasûlallah, tilki deliktedir. Eğer karşısında durursan onu yakalarsın. Eğer kendi haline bırakırsan sana zarar vermez."

İbn İshak dedi ki: Bana gelen habere göre Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'e (ki o, o sırada Sakiflileri muhasara altında tutuyordu.) şöyle dedi:

--Ey Ebu Bekir! Ben rüyada gördüm ki, bana içi kaymak dolu bir kadeh hediye edildi. Bir horoz da onu didikledi ve içindekini akıttı. ,    - Bugün onlardan istediğimiz şeyi elde edeceğimizi sanıyorum ya Rasûlallah.

- Ama ben öyle sanmıyorum.

Sonra Havle binti Hakim es-Sülemîye (Osman b. Mazun'un karısı) şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, eğer Allah Taif in fethini sana nasip ederse bana Badiye binti Ğaylan b. Seleme veya Faria binti Akilin ziynetini ver.

Bu iki kadın, Sakifli kadınların en fazla zinete sahip olanları idi­ler.

Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) da Havle'ye şöyle cevap ver­miş:

- Ey Havlecik! Eğer bana Sakif hakkında izin verilmemişse ne ya­palım?

Bunun üzerine Havle çıktı ye bunu Ömer b. Hattab'a anlattı. O da Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Havle'nin bana verdiği haber nedir? Senin kendi­sine birşey dediğini söylüyor.

- Evet onu ben söyledim.

- Onların hakkında sana izin verilmedi mi ya Rasûlallah?

- Hayır verilmedi.

- Yola çıkmayı ilan edeyim mi?

- Evet, ilan et.  .

Bunun üzerine Ömer de yola çıkmayı ilan etti. Sahabeler yola çıktıkları zaman Said b. Ubeyd b. Useyd b. Ebi Amr b. İlaç şöyle ses­lendi:

- Ey insanlar, Sakif kabilesi kalıcıdır. Uyeyne b, Hısn da şöyle diyordu:

- Evet, vallahi yiğit ve üstün bir kavim olarak kalıyorlar. Bunun üzerine Müslümanlardan bir adam ona şöyle dedi:

- Ey Uyeyne! Allah sana lanet etsin, kahretsin. Müşrikleri Rasû­lullah (s.a.v.)'dan imtina etmelerinden dolayı övüyor musun? Halbuki sen Rasûlullah (s.a.v.)'a yardım etmek üzere gelmiştin!

O da şöyle dedi:

- Vallahi ben sizinle birlikte Sakiflilere karşı savaşmak için gel­medim. Yalnız istedim ki, Muhammed'Taif i fethetsin de Sakif ten hisseme bir cariye düşsün. Onu alıp yatağıma götüreyim. Umulur ki, benim için ondan bir erkek çocuk doğar. Çünkü Sakif kabilesi deha ve zeka sahibidir."

İbn Lehia, Ebu'l-Esved kanalı ile Urve'nin, Havle binti Hakimle ilgili kıssasını ve Rasûlullah (s.a.v.)'m bu hususta söylediği sözlerini, geri dönüş için Hz. Ömer'in insanlara duyuruda bulunuşunu naklet­tikten sonra şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) insanlara, bineklerini salıvermemelerini emretti. Sabah olunca Rasûlullah ile ashabı yola çıktılar. Bineğine binerken ve dönüş yoluna koyulurken şöyle dua etti: "Allahım, onları (SakifLileri) hidayete erdir ve azıkları­nı bize yeterli kıl."

Tirmizî, Abdullah b. Osman b. Hüseym kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Dediler ki:

- Ya Rasûlallah, Sakiflilerin okları bizi yaktı. Onlara beddua et. Allah'tan onları kahretmesini dile.

Rasûlullah da şöyle dua etti:

- Allahım, Sakiflilere hidayet nasib et."

Yunus, İbn İshak kanalı ile ilim ehlinden bazı kimselerin şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), otuz gece veya ona yakın bir süre ile Taiflileri kuşatma altında tuttu. Sonra onlar hakkında kendisine izin verilme­diği için dönüp Medine'ye geldi. Ramazan ayında Taiflilerden bir he­yet gelip Müslüman oldu."

Bununla ilgili detaylı açıklama hicri dokuzuncu senenin ramazan ayı olayları bölümünde verilecektir.

İbn İshak'm kavline göre Taif te Müslümanlardan şehid olanların adları şöyledir:

Kur ey ş lilerden Said b, Said b. As b. Ümeyye, Urfuta b. Cenab (Beni Ümeyye'nin müttefiki olup Beni Esed b. Gavs kabilesindendir.), Abdullah b. Ebu Bekir es-Sıddık (Bir ok darbesi almıştı. Rasûlullah'-ın vefatından sonra Medine'de vefat etti.), Abdullah b. Ebi Ümeyye b. Muğire el-Mahzumî (Bu da o günde bir ok darbesi almıştı.), Abdullah b. Amir b. Rebia (Beni Adiy kabilesinin müttefikidir.), Said b. Haris b. Kays b. Adiy es-Sehmî, kardeşi Abdullah, Cüleyha b. Abdillah (Be­ni Sa'd b. Leys kabilesindendir.)

Hazreçli Ensâr'dan Sabit b. Cez'â el-Eslemî, Haris b. Sehl b. Ebi Sa'saa el-Mazinî, Münzir b. Abdillah (Beni Saide kabilesindendir.).

Evsli Ensâr'dan sadece Rakim b. Sabit b. Salebe b. Zeyd b. Lev-zan b. Muaviye adındaki kişi şehit olmuştur.

Toplam olarak Taif muhasarasında oniki kişi şehid edilmiştir. Bunların yedisi Kureyş'ten, dördü Ensâr'dan, biri de Beni Leys kabi­lesindendir. Allah tamamından razı olsun.

ibn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), savaştan ve muhasaradan sonra Taif ten ayrıldığı zaman Büceyr b. Ebi Selma, Hüneyn ve Taif i anarak şöyle dedi:

"Hüneyn vadisi gününde, Evtas sabahında ve Ebrak gününde koşmaktan sonra koşmak veya savaştan sonra savaş oldu.

Hevazinliler iğfal ederek cemaatlerini topladı ve parçalanıp birbi­rinden ayrılmış kuşlar gibi dağıldılar.

Kalacak hiçbir yerlerini bize karşı koruyamadılar. Ancak surları­nı ve hendeğin içini korudular.

Onların çıkması için biz onlara saldırdık. Onlarsa bize karşı kilit­lenmiş bir kapı ve kale ile korundular.

Bizim yorgun kişilerimiz şiddetli, çok büyük bir ordu birliğine dö­nüşüyor, Ölümlerle parıldıyor. Şiddetli büyük bir ordu haline geliyor­du.

Silahların renklerinden yeşile bürünmüş bir ordu topluluğu ki, eğer onunla Aden dağını atsalar, elbette o dağ hiç yaratılmamış gibi yok olup giderdi.

Dikenli bitkilerin üzerinde köpeklerin veya saldırgan aslanların yürüyüşüyle yürüdüğümüz zaman,

Sanki ayaklarım ellerinin yerine koyan atlar gibi olduk.

Öyle ki, yedilmelerinden bazen ayakları birbirinden ayrılır, bazen birleşir.

Her mükemmel zırh içinde kalelenip korunma vaziyetine geçtik­leri zaman,

Tıpkı hareketli rüzgarı esen derin bir su gibi iyi dokunmuş birta­kım zırhlarla ki, onların etekleri ayakkabılarımıza değmektedir.

Davud'un dokumasından ve Al-i Muharrikin dokumasmdandır."

Ebu Davud, Ömer b. Hattab tariki ile Ebu Ayle el-Ahmesî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), SakifLilerle gaza yaptı. Sahr bunu işitince Ra-sûlullah'a imdad için atma bindi, süvarileriyle birlikte Taife geldi. Oradan -fetih nasip olmadan- ayrılıp gittiğini gördü. Taiflilerin, Ra-sûlullah'm hükmüne razı olmalarına dek Taif sarayının yanından ay­rılmamaya yemin etti ve ayrılmadı da. Nihayet Taifliler, Rasûlullah (s.a.v.)'m hükmüne razı oldular. Sahr da Rasûlullah'a şu mealde bir mektup yazdı:

"İmdi, Sakifliler senin hükmüne inip razı olmuşlardır ya Rasû-lallah. Ben atlılarımla birlikte onları sana götürüyorum."

Rasûlullah (s.a.v.) da insanların namaz için camiye toplanmaları­nı emretti ve Ahmes için on kez şu duayı tekrarladı.

"Allahım, süvarilerini ve piyadelerini Ahmes'e mübarek kıl."

Nihayet Ahmes ile Taifliler Medine'ye geldiler. Muğire b. Şube dedi ki:

- Ya Rasûlallah, Müslümanların dahil oldukları dine ben de gir­dim. Ama Sahr, yine de benim halamı esir aldı.

Rasûlullah (s.a.v.), Sahr'ı çağırdı ve ona şöyle dedi:

- Ey Sahr! Bir kavim Müslüman olursa canlarını ve mallarını bize karşı korumuş olur. Sen Muğire'ye halasını geri ver.

Bunun üzerine Sahr da, halasını Muğire'ye geri verdi. İslâm'a girmeyip kaçan ve kendilerine ait bir suyu terkedip giden Beni Süleym kabilesine ait bir suyu, kendisine vermesi için Rasûlullah'tan talepte bulundu ve: "Ya Rasûlallah! Beni ve kavmimi o suyun yanma yerleştir." dedi. Rasûlullah da olur, dedi. Onu kavmi ile birlikte oraya yerleştirdi. Fakat daha sonra o suyun önceki sahipleri olan Eslemiler Müslüman oldular. Satırın yanına gelip sularını kendilerine geri ver­mesini istedilerse de o, bunu kabul etmedi. Bunun üzerine onlar, Ra­sûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dediler:

- Ya Rasûlallah! Biz Müslüman olduk ve suyumuzu geri vermesi için Sahr'ın yanma gittik. Ama o, isteğimizi kabul etmedi.

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Ey Sahr! Bir kavim Müslüman olursa canlarını ve mallarını bize karşı korur. Sularını kendilerine geri ver.

- Olur ey Allah'ın peygamberi.

Ravi Ebu Ayle el-Ahmesî diyor ki: O esnada Rasûlullah (s.a.v.)'m, Sahr'dan cariyeyi ve suyu almasından ötürü utamp da yüzünün kı­zardığını gördüm."

Bunu sadece Ebu Davud rivayet etmiştir ve senedinde ihtilaf var­dır.

Ben derim ki: İlâhî hikmet, fethin o seneye ertelemesini gerektir­mişti ki; Taiflilerin -öldürülerek- kökleri kazılmasın. Çünkü önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Peygamber (s.a.v.), Taife gittiği zaman onları Allah'a ima^ıa ve kendisini yanlarında barındırmaya davet et­mişti ki, yüce Rabbinin mesajını ve risaletini tebliğ edebilsin.

Amcası Ebu Talib'in vefatından sonra bu maksadla Taife gitmiş­ti, ama onlar onun bu isteğini kabul etmediler ve sözünü reddedip ya­lanladılar. O da kederli bir şekilde Taif ten Mekke'ye geri döndü. An­cak Karnu's-Seâlib denen yerde ayıldı. Baktı ki, tepesinde bir bulu­tun içinde Cebrail görünüyor. Dağların meleği ona şöyle seslendi:

- Ya Muhammedi Rabbin sana selam söylüyor ve kavminin sana söylediklerini de işitti. Dilersen Ahşebeyn dağlarım onların üzerine bırakır, onları altta ezerim, ne dersin?

-  Hayır, onların azaplarının ertelenmesini isterim. Umulur ki, Cenâb-ı Allah, onların nesillerinden sadece kendisine ibadet eden ve kendisine ortak koşmayan kimseleri yaratır.

"Hayır onların azaplarının ertelenmesini isterim." sözü gerçekten münasib bir sözdü ki, kaleleri zorla fethedilip de baştan sona Taifliler öldürülmesin. Ve fetihleri ertelensin de bilahare ertesi senenin rama­zan ayında Müslüman olarak Medine'ye gelsinler. Bununla ilgili açık­lama ileride de verilecektir inşaallah.[1]

 

Peygamber (S.A.V.)İn Taiften Dönüşü Ve Hüneyn Gününde Hevazinlilerden Ele Geçirdiği Ganimetleri Mekke'ye Umre İçin Girmeden Önce Cirâne'de Paylaştırması

 

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Taif ten ayrılıp Dehna üzerinden yola çıktı ve beraberindeki insanlarla birlikte Cirâ-ne'de konakladı. Yanında da Hevazinlilerden birçok esir bulunmak­taydı. Sakif ten ayrılıp yola çıktığı gün ashabından bir adam ona şöy­le demişti:

- Ya Rasûlallah onlara beddua et. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle demişti:

- Allah'ım, Sakiflilere hidayet nasib et. Onları Medine'ye getir. Sonra Hevazin'in elçileri, Cirâne'de Rasûlullah'm yanma geldiler.

Rasûlullah in yanında Hevazin'in esirlerinden 6.000 çocuk ve kadın vardı. Develerden ve koyunlardan ise ganimetlerin ne miktarda oldu­ğu bilinemeyecek kadar çoktu.

İbn İshak, Amr b. Şuayb'ın dedesinin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hüneyn'de Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber idik. Hevazinlilerin mallarını ve esirlerini ele geçirdiği zaman Hevazin heyeti Müslüman olarak Cirâne'de gelip Rasûlullah'la görüştü ve ona şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, biz senin ehil ve aşiretiniz. Sana gizli kalmayan bir bela bize isabet etmiştir. Bize lütfeyle ki, Allah da sana lütfetsin.

Hatipleri Züheyr b. Sured Ebu Sured kalkıp şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, senin teyzelerin ve sana küçükken bakan, süt emziren, bakıcı kadınlar şimdi ağıllardadır. Eğer biz Haris b. Ebi Şemr'e veya Numan b. Münzir'e süt emzirmiş olsaydık, sonra başımı­za gelen bu musibet gibi bir musibet üzerimize gelseydi, onun bize şefkat ve ltitfunu umardık. Oysa ki, sen, kendisine bakılıp büyütülen­lerin en hayırhsısm."

Hatip böyle dedikten sonra şu şiiri okumaya başladı:

"Ya Rasûlallah, bize kerem edip lütfeyle.

Çünkü sen, kendisinden kerem umup lütuf beklediğimiz bir kim­sesin.

Kader tarafından engellenen bir memlekete lütfet.

Ki, zaman boyunca onun durumları perişan ve darmadağındır.

Zaman boyunca keder ve hüzün üzere esefleniriz.

Kalblerimizin üzerinde keder ve hüzün örtüleri vardır.

Yayılan ve her tarafa saçılan nimetlerle bu zayiatımız telafi edil­mezse,

Ey insanlar içinde en fazla yumuşak huylu olan ve ne dendiğinde halim olan,

Küçüklüğünde sütünü emdiğin kadınlara lütfet.

O kadınlar ki, memelerinden senin ağzına saf inciler dolardı.

Küçüklüğünde sütünü emdiğin kadınlara lütfet.

Hani her gidip gelişinde bakımını yapıp süslerlerdi seni.   

Bizi ölümü gelen kimseler gibi kılma.

Bize hayat hakkı tam, biz çiçekler gibi az bir aşiretiz.

Nimetlere başkaları tarafından nankörlükle mukabele edilse bile biz şükrederiz.

Bugünden sonra da bizde çok iyilikler saklı kalacaktır."

Rasûlullah (s.a.v.) da onlara şöyle sordu:

- Sizin çocuklarınız ve kadınlarınız mı size daha sevgilidir, yoksa mallarınız mı?

- Ya Rasûlallah, bizi mallarımızla soylarımız ve haseblerimiz ara­sında muhayyer kıldın. Aksine biz kadınlarımızı ve çocuklarımızı geri alırsak, bu bizim daha çok hoşumuza gider.

- Benim ve Abdülmuttalib oğullarının elinde bulunanlar sizindir. Ben öğle namazını insanlara kıldırdığım zaman kalkınız ve: "Biz Ra-sûhıllah'm Müslümanlara, Müslümanların da Rasûlullah'a, çocukla­rımızla kadınlarımız hakkında bize şefaatçi olmasını diliyoruz." de­yin. Ben de kendimdekileri veririm ve sizin için onlardakini de iste­rim.

Rasûlulîah (s.a.v.), cemaata öğle namazını kıldırdığı zaman Sa-kifliler ayağa kalktılar ve Rasûlullah'm onlara öğrettiği şekilde ko­nuştular. Rasûlullah da şöyle dedi:

- Benim ve Abdülmuttalib oğullarının yanında olanlarını size ve­riyorum.

Bunun üzerine Muhacirler şöyle dediler:

- Bizdekiler de Rasûlullah (s.a.v.)'mdır. Ensâr da şöyle dedi:

- Bizdekiler de Rasûlullah (s.a.v.)'mdır. Akra b. Habis ise şöyle dedi:

- Ama ben ve Beni Temim kabilesi hiçbir şey vermeyiz. Uyeyne b. Hısn da şöyle dedi:

- Bana ve Beni Fezara'ya gelince biz de vermeyiz. Abbas b. Mirdas es-Sülemî şöyle dedi:

- Hayır, bilakis yanımızda olan şey, Rasûlullah (s.a.v.)ındır. Abbas b. Mirdas, Beni Süleym kabilesine, "Beni zayıf bıraktınız."

dedi. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-  Dikkat edin. Sizden kim bu esirlerden hakkını elinde tutarsa na her şahıs karşılığında (bundan sonra) elime geçen ilk esirlerden altı hisse verilecektir. Artık çocukları ve kadınlarını geri veriniz.

Rasûlullah (s.a.v!) daha sonra bineğine bindi. Halk da onun peşi­ne düştü. Şöyle diyorlardı:

- Ya Rasûlallah! Bize ganimetlerimizi taksim et.

Öyle ki, onu bir ağaca sığınmaya zorladılar. Cübbesi ağaca takıl­dı. O, şöyle buyurdu:

- Ey insanlar! Bana cübbemi veriniz. Vallahi eğer sizin için Tiha-me'nin ağaçları sayısınca develer ve sığırlar olsa, elbette onu size tak­sim ederdim. Ben ne cimriyim, ne korkağım, ne de yalancıyım. Ben­den böyle birşey göremeyeceksiniz.

Sonra bir devenin yanına vardı. Hörgücünden biraz yün aldı ve onu parmakları arasına koydu. Sonra yukarı kaldırıp şöyle buyurdu:

-  Ey insanlar, vallahi benim sizden alman ganimetinizden ve şu yün parçasından ancak beşte bir hissem vardır. Beşte birde size geri verilmiştir. İpliği, iğneyi geri veriniz. Çünkü hıyanet, ehli üzerine utanç olur. Kıyamet gününde ateş ve utançların en çirkini olacaktır.

Bunun üzerine Ensâr'dan bir adam, kıl ipliklerinden bir büklüm getirdi ve şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, bu büklüm ipliği aldım ki, onunla benim sırtı ya­ralı binek deveme eğer altından bir keçe yapayım.

- İşte ondaki payım senin olsun.

- İş bu dereceye varınca benim ona ihtiyacım yok.

Ensârî böyle dedikten sonra o yünü ganimet mallarının içine at-

bit .

Bu ifadelerin akışından da anlaşılıyor ki Peygamber (s.a.v.), gani­met taksiminden Önce esir aldıkları cariyeleri onlara geri vermiştir. Nitekim Muhammed b. İshak b. Yesar da -Musa b. Ukbe ile diğerleri­nin hilafına- bu görüşe katılmıştır.

Sahih-i Buharî'de, Leys tariki ile Mervan b. Hakem'in şöyle dedi­ği rivayet edilmiştir: "Hevazin heyeti, Müslüman olarak geldikleri ve mallarıyla kadınlarının kendilerine geri verilmesini istedikleri za­man, Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp onlara şöyle dedi: "Gördükleriniz be­nimle beraberdir. Sözün en çok hoşuma gideni doğru olanıdır. İki grubtan birini seçin. Ya cariyeleri veya malları alın. Ben bunu sizin için bekletmiştim."

Taif dönüşünden sonra Rasûlullah (s.a.v.), esir olarak alman ka­dınları ve ganimetleri taksim etmedi. Taif heyetini on küsur gece bekledi. Taifliler, Rasûlullah (s.a.v.)'m mallarını ve cariyelerini bir­likte değil de, ikisinden birini kendilerine vereceğini anlayınca dedi­ler ki: "Biz esir olarak alınan kadınlarımızı geri almayı tercih ederiz."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlar arasından kallap Allah'a layıkıyla hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"İmdi, şu (Taifli) kardeşleriniz tevbe ederek gelmişlerdir. Ben de kendilerinden alman esir kadınları iade etmeyi uygun görüyorum. Sizden de bunu hoş gören varsa böyle yapsın. Yok eğer payını elinde tutmak isteyeniniz varsa yine bunlara iade etsin ki, Allah'ın bize ga­nimet olarak vereceği ilk maldan kendisine verelim de kendisini razı edelim."

İnsanlar kalkıp şöyle dediler:

- Ya Rasûlallah; biz senin teklifini hoş gördük. Ellerimizdeki esir kadınları sahiplerine geri vereceğiz.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

-  Şimdi bu esir kadınları Taiflilere geri vermemize sizden kim izin veriyor, kim izin vermiyor. Biz bunu bilemiyoruz. Herkes geri dönsün. Ancak temsilcileriniz kararınızı bize bildirmeye gelsinler.

Oradaki insanlar geri döndüler. Temsilcileriyle konuştular. Sonra temsilcileri, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip arkadaşlarının bu tek­lifi hoş karşıladıklarım ve esir kadınları Taiflilere geri vermeye mü­saade ettiklerini beyan ettiler."

Hevazinli esir kadınlar hakkında bize ulaşan haber budur.

Buharı, ez-Zührî kanalı ile Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Hüneyn dönüşünde bir ara Rasûlullah (s.a.v.)'m ya­nında idim. Bazı kimseler de onun yanında duruyorlardı. Ganimetle­rin kendilerine taksim edilmesini istediler. Öyle ki, Araplardan bazı­ları onu sıkıştırdılar. O da bir ağacın altına sığınmak mecburiyetinde kaldı. Abası ağacın dallarına takıldı ve üzerinden sıyrıldı. O da durup şöyle buyurdu:

- Abamı bana geri verin. Eğer şu dikenler sayısınca yanımda ga­nimet olsaydı bile onu aranızda taksim ederdim. Sonra siz beni ne cimri, ne yalancı, ne de korkak bulurdunuz."

İbn İshak, Ebu Vecre Yezid b. Abid es-Sa'dî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'e Rayta binti Hilal b. Hayyan b. Umeyre adındaki cariyeyi verdi. Osman b. Affan'a da Zeyneb binti Hayyan b. Amr b. Hayyan adındaki cariyeyi verdi. Ömer'e de bir cariye verdi. Ömer, bu cariyeyi oğlu Abdullah'a hibe et­ti."

İbn ishak, Nafı kanalı ile Ömer'in oğlu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

'Ben o cariyeyi Beni Cumah'tan olan dayılarımın yanına götür­düm ki; benim için süsleyip hazırlasınlar. Ben de Beyt'i tavaf edeyim, sonra onların yanma gideyim ve o cariye ile gerdeğe gireyim. Mescid-i Haram'a geldim. Bir de baktım ki, insanlar koşuşuyorlar, onlara:

- Neyiniz var, size ne oluyor? diye sordum.

Onlar da:

- Rasûlullah (s.a.v.), kadınlarımızı ve çocuklarımızı bize geri ver­di, dediler.

Ben de:

-  İşte cariyeniz. Beni Cumah kabilesindedir, gidin alın, dedim. Onlar da gidip onu oradan aldılar."

İbn İshak dedi ki: "Uyeyne b. Hısn'a gelince; o, Hevazinli esirler­den acuze (yaşlı) bir kadını aldı. Alırken de: "Acuze bir kadın alıyo­rum. Öyle sanıyorum ki, kabilesi içinde soyludur. Belki de fidyesi bü­yük olur." dedi. Rasûlullah (s.a.v.), esir kadınları Hevazinlilere altı hisse ile geri verdiğinde Uyeyne, o acuze esireyi geri vermeye yanaş­madı. Züheyr b. Sured ona şöyle dedi:

- Onu gönder, vallahi o kadının ağzı serin değildir. Memesi tom­bul değildir. Karnı çocuk doğuracak değildir. Kocası da onu kaybetti­ğine üzülecek değildir. Hele sütü hiç bol değildir. Allah'a yemin ede­rim ki o kadın, yaşça kadınların orta hallisi değildir. Vücudça da ide­al değildir.

Bunun üzerine Uyeyne, altı hisse karşılığında o acuze esireyi geri verdi."

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Cirâne'de ganimetleri taksim ettiğinde her erkeğe dört deve ve kırk koyun düştü.

Muhammed b. İshak tariki ile Seleme, Abdullah b. Ebi Bekr'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Hüneyn'de hazır bulunan bir adam şöyle dedi:

"Vallahi ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı başında devem üzerinde gitmekte idim. Ayağımda sert bir ayakkabı vardı. Devem, Rasûlullah (s.a.v.)'m devesini sıkıştırdı. Ayakkabımın ucu Rasûlullah (s.a.v.)'m bacağına değdi ve onu incitti. O da ayağıma kırbacıyla vurup: "Beni incittin. Biraz öteye git." dedi. Ben de yanından ayrıldım. Ertesi sa­bah Rasûlullah (s.a.v.)'m beni aramakta olduğunu gördüm. Dedim ki: "Vallahi ben dün Rasûlullah (s.a.v.)'ın ayağını incittiğim için beni arı­yor." Yanma gittim, ne söyleyeceğini beklemeye başladım. Şöyle dedi:

- Dün benim ayağımı incittin. Ben de kırbaçla senin ayağına vur­dum. Şimdi o kırbaç darbesinin karşılığını sana vermek için seni bu­raya çağırdım.

Ayağıma vurduğu darbeye karşılık, Rasûlullah (s.a.v.) bana sek­sen koyun verdi."

Bundan da anlaşılıyor ki Rasûlullah (s.a.v.), ganimetlerin taksi­minden sonra Hevazinlilere, kendilerinden esir olarak alman kadın-' lan iade etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Arim kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mekke'yi fethettik. Sonra Hüneyn gazvesine gittik. Müşrikler -gördüğüm en güzel yünlü elbiseleri giyinmiş olarak- karşımıza çıktı­lar. Süvariler sıraya dizildiler. Sonra savaşçı piyadeler saf tuttular. Sonra arkada kadınlar saf tuttular. Kadınların arkasında küçük baş hayvanlar, onların da arkasında büyük baş hayvanlar sıraya dizildi­ler. Kalabalık bir ordu teşkil etmiştik. Sayımız 6.000 kadardı. Süvari­lerin başında Halid b. Velid vardı. Sonra süvarilerimiz arkamıza sı­ğınmaya başladılar. Çok geçmeden süvarilerimiz geri çekildiler. Be­deviler de firar ettiler. Bildiğimiz bazı kimseler de kaçtılar. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey Muhacirler, ey Muhacirler, ey Ensâr neredesiniz? diye ses­lenmeye başladı.

Biz de:

- Buyur ya Rasûlallah, diye cevab verdik. Rasûlullah (s.a.v.) iler­ledi. Allah'a yemin ederim ki, düşmanın karşısına çıktığımızda Allah onları hezimete uğrattı. İşte biz o ganimetleri orada ele geçirdik. Son­ra Taife gittik. Onları kırk gece kadar muhasara altında tuttuk. Son­ra Mekke'ye döndük. Mekke'ye inip konakladık. Rasûlullah (s.a.v.), her adama yüz veya ikiyüz hisse veriyordu.

Ensârîler, kendi aralarında konuşmaya başlayıp şöyle dediler: "Kendisiyle savaşana hisse veriyor da, kendisine karşı savaşmayana vermiyor, bu nasıl iştir?"

Onların bu sözleri Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştı. O da Muhacirlerle Ensâr'm reislerinin yanma gelmelerini emir buyurdu ve şöyle dedi: "Ensârımdan (veya Ensâr'dan) başkası yanıma girmesin." Biz de bu emir üzerine Rasûlullah'm çadırına girdik. Çadırı doldurduk. O şöyle buyurdu:

- Ey Ensâr topluluğu, kulağıma gelen bu sözler nelerdir?

- Sana ne gelmiş ya Rasûlallah?

- Bana bir söz geldi.

- Şana ne geldi ya Rasûlallah?

- İstemez misiniz ki, insanlar malları alıp götürsünler, siz de Ra-sûlullah'ı alıp götüresiniz ve onu evlerinize koyasmız? Siz buna razı olmaz mısınız?

- Razı olduk ya Rasûlallah."

Bu rivayette garib olan bazı sözler vardır. Şöyle ki: Güya Müslü­manlar, Hevazin savaşma 6.000 kişi olarak katılmışlardır. Oysa ki onlar o savaşta 12.000 kişi idiler. Yine bu rivayette geçen bir cümlede şöyle denmektedir: "Müslümanlar, Taifi kırk gece kuşatma altında tuttular." Oysa ki, Taif i bir aya yakın veya yirmi geceden az süre ile kuşatma altında tutmuşlardı. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî, Abdullah b. Muhammed kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cenâb-ı Allah'ın, Hevazinlilerin mallarından ganimet olarak bir kısmını Rasûlüne vermesi esnasında o, bazı kimselere yüzer deve pay vermişti. Bunun üzerine Ensâr'dan bazıları şöyle demişlerdi:

- Allah, Rasûlullah (s.a.v.)'ı affetsin. O, Kureyşlilere ganimet malı veriyor, ama bizim kılıçlarımızdan Kureyşlilerin kanları damlamakta olduğu halde bize pay vermiyor.

Ensâr'm böyle dedikleri Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştırıldı. O da En-sârîlere haber salıp yanma çağırttı. Onları deriden yapılma çadırında topladı. Çadırına Ensâr'dan başkasını çağırmamıştı. Onlar, çadırda toplandıklarında ayağa kalkıp şöyle sordu:

- Sizden bana ulaşan söz nedir? Ensâr'm fakihleri şu cevabı verdiler:

- Ya Rasûlallah, bizim reislerimiz herhangi birşey söylemiş değil­dirler. Ama bizden yeni yetme bazı kimseler dediler ki: "Allah, Rasû­lullah (s.a.v.)'ı affetsin. Kureyşlilere ganimet malından pay veriyor, ama bizim kılıçlarımızdan Kureyşli kafirlerin kanları damlamakta ol­duğu halde bize pay vermiyor."

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Ben, küfürden yeni ayrılmış bazı kimselere mal vererek onların kalblerini İslâm'a ısındırıyorum, ama siz, insanların malları alıp gö­türmelerine ve sizin de peygamberi kendi evlerinize götürmeye razı olmaz mısınız? Vallahi sizin Rasûlullah'ı beraberinizde götürmeniz, ganimetleri yanınızda götürmenizden daha hayırlıdır.

- Razı olduk ya Rasûlallah.

- İleride siz daha şiddetli dışlanmalar göreceksiniz. Allah'a ve Ra­sûlüne kavuşuncaya kadar sabredin. Ben Havz-ı Kevser'in başında bulunacağım."

Enes dedi ki: Ensârîler sabredemediler.

Buharî ve Müslim, İbn Avf kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dedi­ğini rivayet etmişlerdir:

"Hüneyn günü olduğunda Hevazinlilerle karşı karşıya gelindi. Peygamber (s.a.v.)'in yanında 10.000 kişi vardı. Fetih esnasında ser­best bırakılan Mekkeliler de beraberinde idiler. Ancak bunlar cephe­den döndüler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

- Ey Ensâr topluluğu! diye seslendi. Onlar da:

- Buyur ya Rasûlallah, sana saadetler dileriz ve işte senin huzu-rundayız, dediler. Rasûlullah (s.a.v.), bineğinden inip şöyle dedi:

- Ben, Allah'ın kulu ve elçisiyim.

Müşrikler, hezimete uğradılar. Rasûlullah (s.a.v.), Mekkelilere ve Muhacirlere ganimetten pay verdi. Ama Ensar'a birşey vermedi. Onlar da bu hususta biraz konuştular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v), onları çağırdı ve çadırında topladı. Onlara şöyle dedi:

- İnsanların koyunları ve develeri alıp götürmelerine, sizin de Ra­sûlullah'ı alıp götürmenize razı olmaz mısınız? Eğer insanların hepsi bir vadiye doğru gitseler, Ensâr da başka bir vadiye doğru gitse, ben mutlaka Ensâr'ın gittiği vadiye giderim."

Sonra Buharî, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'ı topladı. Onlara şöyle dedi:

-  Doğrusu Kureyşliler, cahiliyetten ve musibetten yeni kurtul­muşlardır. Ben onların yaralarını sarmak ve gönüllerini İslâm'a ısın­dırmak istedim. İnsanların dünyalığı alıp geri gitmelerine ve sizin de Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte evlerinize geri dönmenize razı olmaz mısınız?

- Evet, razı oluruz.

- İnsanların tamamı bir vadiye, Ensâr da başka bir vadiye gitse, mutlaka Ensâr'm gittiği vadiye giderim."

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Süfyan'a, Uyeyne'ye, Akra'a, Süheyl b. Amr'a, Hüneyn gününde sondaki kimseler arasında ganimet payı verdi, Ensâr şöyle dedi:

~ Kureyşli müşriklerin kanları bizim kılıçlarımızın ağzından dam­lamakta iken Rasûlullah, onlara ganimet payı veriyor ve onlar bu _ malları alıp götürüyor. Bu nasıl iştir?

Bu söz, Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştı. O da Ensâr'ı kendi çadırında toplantıya çağırdı. Ensâr geldi, çadır dolup taştı. Rasûlullah kalkıp onlara şöyle sordu:

- Sizden başkası aranızda var mıdır?

- Hayır, sadece kız kardeşlerimizin oğulları vardır.

- Kız kardeşlerin oğulları da kavimden sayılır. Şimdi siz şöyle ve şöyle dediniz mi?

- Evet...

- Siz benim iç çamaşınmsmız. Başkaları ise üst çamaşırlarımdır. İnsanların koyun ve develeri alıp götürmelerine, sizin de Rasûlullah (s.a.v.)'ı kendi diyarınıza götürmenize razı olmaz mısınız?

- Evet, razı oluruz.

-  Ensâr, benim sırdaşım ve yakmlarımdır. Eğer bütün insanlar bir vadiye gitseler, Ensâr ise başka bir vadiye gitse mutlaka ben, En­sâr'm gittiği vadiye giderim. Eğer hicret olmasaydı, ben Ensâr'dan bir adam olurdum."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Ebi Adiy kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ey Ensâr topluluğu! Ben size geldiğimde siz sapık kimseler değil iniydiniz ki, Allah benim vasıtamla sizi hidayete erdirdi? Ben sizin yanınıza geldiğimde siz darmadığınik halde değil miydiniz ki, Allah benim vasıtamla sizleri derleyip toparladı? Ben size geldiğimde sizler birbirinize düşman değil miydiniz ki, Allah benim vasıtamla kalbleri-nizi birbirinize ısındırdı?

- Evet ya Rasûlallah, öyleydik.

-  Peki niye demiyorsunuz ki, sen korkulu halde iken yanımıza geldin. Biz sana emniyet verdik. Sen kovulmuş olarak yanımıza gel­din. Biz seni barındırdık. Sen yardımsız olarak yanımıza geldin. Biz sana yardım ettik?

- Hayır, aksine Allah ve Rasûlünün minneti bizim üzerimizdedir." Buharı, Musa b. İsmail kanalı ile Abdullah b. Zeyd b. Asım'm şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn gününde ele geçirdiği ganimetleri müellefe-i kuluba taksim etti. Ensâr'a birşey vermedi. Onlar diğerle­rinin ganimet ele geçirmesine rağmen kendilerine birşey verilmediği için kalblerinde bir kırgınlık hissettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onlara hitapta bulunarak şöyle dedi:

- Ey Ensâr topluluğu! Ben size geldiğimde siz sapık kimseler de­ğil miydiniz ki, Allah benim vasıtamla sizi hidayete erdirdi. Siz dar­madağın kimseler değil miydiniz ki, Allah benim vasıtamla sizin kalblerinizi birbirine ısındırdı? Ben yanınıza geldiğimde siz muhtaç kimseler değil miydiniz ki, Allah benim vasıtamla sizleri zengin kıl­dı?

Buna benzer bazı şeyler daha söyledi. Nihayet Ensâr şöyle dedi:

- Allah ve Rasûlünün minneti bizim üzerimizde daha fazladır.

- Ama isterseniz siz de şöyle diyebilirsiniz: Sen bizim yanımıza gelirken şöyle ve şöyle idin. Durumun şöyle ve şöyle idi Ama siz, in­sanların koyunları ve develeri alıp götürmelerine, sizin de Rasûlul-lah'la birlikte evlerinize gitmenize razı olmaz mısınız? Eğer hicret ol­masaydı ben Ensâr'dan bir adam olurdum. İnsanların tamamı bir va­diye gitseler, Ensâr ise başka bir vadiye gitse ben mutlaka Ensâr'ın vadisine giderim. Ensâr benim iç çamaşırımdır. Diğer insanlar ise be­nim üst çamaşırlarımdır. Benden sonra siz daha şiddetli dışlanmalar­la karşılaşacaksınız. Ama havuz başında benimle buluşuncaya dek sabredin."

Yunus b. Bükeyr, Muhammed b. İshak kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.), ele geçirdiği ganimetleri Kureyşli müelîefe-i kuluba ve diğer Araplara taksim etti. Ensâr'm ise bu ganimetlerden az veya çok payı olmadı. İşte bu Ensârîler, kendi içlerinde bir kırgınlık hissettiler. Öyle ki, sözcüleri:

- Allah'a yemin ederim ki, Rasûîullah, kendi kavmi ile buluştu ar­tık, dedi. Sa'd b. Ubade de Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidip şöyle de­di:

- Ya Rasûlallah» Ensâr'dan şu grub sana karşı içlerinde bir kır­gınlık hissetmişlerdir.

- Niçin?

- Şu ganimetleri kendi kavmine ve diğer Araplara taksim etmen­den ve Ensâr'a birşey vermemenden dolayı.

- Ey Sa'd! Bu hususta sen hangi taraftansın?

- Ben kendi kavmimden bir adamım.

- Öyleyse kavmini şu bahçede benim için topla. Toplandıkları za­man bana haber ver.

Sa'd, Rasûlullah'm yanından çıktı.. Ensâr'ı toplantıya çağırdı. On­ları Rasûlullah'm gösterdiği bahçede topladı. Muhacirlerden bir adam geldi. Ona da izin verildi. Hepsi toplantı yerine girdiler. Başkaları geldiğinde onları geri çevirdi. Ensâr'm bütün fertleri toplantıya işti­rak ettiler. Sonra Sa'd gidip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Ensârîler, toplamamı emrettiğin yerde toplan­mış, seni bekliyorlar.

Rasûlullah (s.a.v.) da toplantıya geldi. Kalkıp hitabta bulundu. Layıkı veçhiyle Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

- Ey Ensâr topluluğu! Ben size geldiğimde siz sapık kimseler de­ğil miydiniz ki, Allah sizi hidayete erdirdi, siz yoksul kimseler değil miydiniz ki, Allah sizi zengin kıldı. Siz düşman kimseler değil miydi­niz ki, Allah kalblerinizi birbirine ısındırdı?

- Evet..

- Ey Ensâr topluluğu! Niye cevap vermiyorsunuz?

- Ne diyelim ya Rasûlallah? Sana ne cevap verelim? Allah ve Ra­sûlünün minneti üzerimizdedir.

- Vallahi isteseydiniz şöyle diyebilirdiniz, doğru söyler ve sözünüz de tasdik edilirdi. Şöyle diyebilirdiniz: Sen yanımıza kovulmuş olarak geldin, biz seni barındırdık. Sen yanımıza yoksul olarak geldin, biz sana ihsanda bulunduk. Sen ürkmüş olarak yanımıza geldin. Biz sa­na güven verdi'k ve emniyete aldık. Sen yardımsız olarak yanımıza geldin, biz sana yardım ettik.

- Asıl minnet, Allah ve Rasûlünündür.

- Ey Ensâr topluluğu! Bir kavmin kalbini İslâm'a ısındırmak için kendilerine verdiğim azıcık bir dünyalıktan ötürü kalbinizde kırgın­lık mı hissettiniz? Oysa ben, Allah'ın size İslâmiyet'i pay olarak veri­şine sizleri bırakmıştım. Ey Ensâr topluluğu! İnsanların deve ve ko­yunları alıp evlerine dönmelerine, sizin ise Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte evlerinize dönmenize razı olmaz mısınız? Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, insanların tamamı bir vadiye doğru gitseler, öte yandan Ensâr da başka bir vadiye doğru gitse, ben mut­laka Ensâr'm gittiği vadiye giderim. Eğer hicret olmasaydı ben En-sâr'dan bir adam olurdum. Allahım, Ensâr'a, Ensâr'm çocuklarına, çocuklarının çocuklarına merhamet et.

Rasûlullah'm bu konuşması üzerine orada toplananlar sakalları ıslanıncaya kadar ağladılar ve:

- Rab olarak Allah'a, ganimet payı olarak da Rasûlüne razı olduk, dediler ve oradan ayrılıp gittiler."

İmam Ahnıed b. Hanbel, Yahya b. Bükeyr kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ensâr'dan bir adam, kendi arkadaşlarına şöyle dedi: Ama valla­hi ben size şunu anlatıyordum ki, eğer işler düzene girseydi, o başka­larını size tercih ederdi!

Bu sözü diyen adamı şiddetle reddettiler ve kovdular. Bu haber Rasûlullah (s.a.v.)'a varınca o, Ensâr'm yanma gelip onlara bazı şey­ler söyledi ki, sözlerini aklımda tutamadım. Ensâr da: "Evet, öyledir ya Rasûlallah." dediler. Sonra Rasûlullah: "Siz ata binmiyordunuz." dedi. O, onlara ne dediyse onlar: "Evet, öyledir ya Rasûlullah." diye cevap veriyorlardı."

Süfyan b. Uyeyne, Ömer b. Said b. Mesruk kanalı ile Rafi b. Ha-dic'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v,), Hüneyn ganimetinden müellefe-i kuluba yü­zer deve verdi. Ebu Süfyan b. Harb'e 100, SafVan b. Ümeyye'ye 100, Uyeyne b. Hısn'a 100, Akra b. Habis'e 100, Alkame b. Ulase'ye 100, Malik b. Avf a 100 deve verdi. Abbas b. Mirdas'a 100'den az verdi. Bu­nun üzerine Abbas, şöyle dedi:

"Benim yağmam ile Ubeyd'in yağmasını, Uyeyne ile Akra'nın yağması ortasında taksim ettin.

Hısn ile Habis, toplumda Mirdas'tan daha üst kimseler değildiler. Ben onlardan daha aşağı bir kimse değilim. Bugün alçalan kimse artık yükselenıez. Ben savaşta savunan bir kimse idim. Bana ne birşey verildi, ne de verilmedi."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Abbas b. Mirdas'm payım da 100'e çıkardı."

Musa b. Ukbe ile Urve b. Zübeyr ve İbn İshak'm rivayetlerine gö­re Abbas b. Mirdas şöyle demiştir:

"Bir yağma idi ki, onu atın tayı üzerinde ovalık yerde hamle ya­parak, uyumakta olan kavmimi uyandırmakla, insanlar uyudukları zaman kendim uyumadığım bir zamanda elde etmiştir.

Böylece benim yağma ettiğim, ganimet olarak aldığım ve Ubeyd'in ganimet aldığı şeyler, Uyeyne ile Akra arasında taksim edil­di.

Oysa ki, ben savaşta kavmimden düşmanı geri savan bir kişiliğe sahiptim. Bana ne birşey verildi, ne de verilmedi.

Ancak birkaç küçük deve ki, ancak onların dört ayaklarının sayı­sınca bana verildi.

Ne Hısn, ne de Habis toplumda babam Mirdas'tan üstün olamadı­lar.

Onlardan herhangi birinin aşağısında değilim. Bugün alçalan kişi yüks elemez."

Urve ile Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet ettiler: Abbas b. Mirdas'm bu şiiri, Rasûlullah (s.a.v)'a ulaştı. O da Abbas'a şöyle sordu:

-  Benim ganimetim ve Ubeyd'in ganimeti, Akra ile Uyeyne ara­sında taksim edilir oldu, diyen sen misin?

Ebu Bekir dedi ki:

- Ya Rasûlallah, böyle demedi, ama vallahi sen bir şair değilsin ve bu şiir de sana yaraşmaz.

- Ya nasıl söyledi?

Ebu Bekir de şiiri okudu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İkisi de aynıdır. Hangisi ile başlarsa sana zarar vermez."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): "Onun dilini benden kesin." dedi. insanlar gerçekten onun dilinin kesilmesi istendiğini sanarak korktular. Oysa ki Rasûlullah (s.a.v.), ona ganimetten bir miktar da­ha verilmesini kasdetmişti. Yukarıdaki şiirde geçen Ubeyd, şairin atı­nın adıdır.

Buharî, Muhammed b. Ala kanalı ile Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Mekke ile Medine arasındaki Cirâne'de konakla­makta olan Rasûlullah (s.a.v,)'m yanında idim. Yanında Bilal de var­dı. Bedevinin biri, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip ona şöyle dedi:

- Bana verdiğin sözü yerine getirmeyecek misin?

- Sana müjdeler olsun.

- Bana bu sözü çok söyledin.

Rasûlullah (s.a.v.), öfkeli halde Ebu Musa'ya ve Bilal'e dönüp: "Bu adam müjdeyi reddetti. Siz kabul edin." dedi. Sonra bir bardak su getirilmesini emretti. O su ile elini ve yüzünü yıkadı. Sonra o su­yun içine tükürdü ve:

- Bu sudan için, bunu yüzünüze ve boğazınıza dökün ve müjdele­nin, dedi. Onlar da o su bardağını aldılar ve emredileni yaptılar. Per­de gerisinden Ümmü Seleme:

- O sudan birazını da annenize ayırın, dedi. Onlar da suyun bir kısmını ayırıp ona verdiler.

Buharî, Yahya b. Bükeyr kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)la birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran ya­pısı, kaim astarlı bir aba vardı. Bedevinin biri gelip abasını sertçe çekti. Öyle ki, abanın Rasûlullah'm yakasında o sertçe çekmeden do­layı iz bıraktığını gördüm. Bedevi ona şöyle dedi:

- Allah'ın, senin yanındaki malmdan bir kısmının bana verilmesi­ni emret.

Rasûlullah, ona dönüp baktı, güldü, sonra ona bir miktar mal ve­rilmesini emretti."

İbn İshak, Hüneyn gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m kendilerine yü­zer deve ganimet verdiği kimselerin adlarım şöyle sıralamıştır: Ebu .Süfyan Sahr b. Harb, Ebu Süfyan'm oğlu Muaviye, Hakim b. Hizam, Haris b. Kelde (Beni Abdud-Dar'm kardeşidir.), Alkame b. Ulase, Ala b. Harise es-Sekafî (Beni Zühre'nin müttefikidir.), Haris b. Hişarn, Cübeyr b. Mut'im, Malik b. Avf en-Nasrî, Süheyl b. Amr, Hüveytib b. Abdil-Uzza, Uyeyne b. Hısn, SafVan b. Ümeyye ve Akra b. Habis.

İbn İshak, Muhammed b. İbrahim b. Haris et-Teymî'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Ashabtan biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Haris'e yüzer deve verdin. Cüayl b. Süraka ed-Damrî'ye ise birşey vermedin.

- Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, Cüayl b. Süraka, dünya doluşunca Uyeyne b. Hısn ve Akra b. Ha­bis gibilerden daha hayırlıdır. Fakat ben o ikisini İslâm'a ısındırmak için kendilerine ganimet malından verdim. Cüayl b. Süraka'yı ise kendi İslâmiyet'ine ısmarladım."

Bundan sonra İbn İshak, Rasûlullah (s.a.v.)'m kendilerine 100 deveden aşağı miktarda ganimet verdiği kimselerin adlarını sırala­mıştır.

Sahih hadiste Safvan b. Ümeyye'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), yaratıklar arasında en çok kızdığım kimse idi ki, Hüneyn ganimetlerinin bir kısmını bana vermeye devam etti. Niha­yet öyle bir hale geldim ki, onun kadar sevdiğim bir kimseyi Allah ya­ratmış olmadı." [2]

 

Malik B. Avf En-Nasrî'nin Rasûlullah (S.A.V.)'In Yanına Gelişi

 

İbn İshak dedi M: "Rasûlullah (s.a.v.), Hevazin heyetine Malik b. Avfm ne yaptığını sordu. Onlar da, onun Taif te Sakiflilerle beraber olduğunu söylediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Ona haber verin ki, eğer o Müslüman olarak bana gelirse, ken­disine ailesini ve malını geri vereceğim gibi, ayrıca yüz tane de deve veririm, dedi.

Bu haber Malik'e ulaşınca o, Sakiflilerin arasından gizlice ayrıla­rak Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. O esnada Rasûlullah, Cirâne veya Mekke'de idi. Malik, Müslüman oldu. İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Rasûlullah da ona ailesini ve malını geri verdi. Sonra da yüz deve ve­rince Malik b. Avf (r.a.), şu şiiri okudu:

"İnsanlar arasında Muhammed gibisini görmedim ve işitmedim.

Kendisinden cömertlik istendiğinde bol bol verir.

Ne zaman dilersen, yarın neler olacağını sana haber verir.

Semheri'de ordu birlikleri dişlerini gösterip ağızlarından alevler çıktığında ve kesici kılıçla vurduğunda,

Sanki o, savaş tozlarının ortasında, ininde yavrularının üzerinde duran bir arslan gibidir."

Rasûlullah (s.a.v.) onu, kavminden Müslüman olan kimselerin başına vali tayin etti. Müslüman olan o kabileler, Sümale, Selime ve Fehm kabileleri idiler. Malik, bu kabileleri yanma alarak Sakiflilerle savaşıyordu. Sakiflilerin bir davar sürüsü dışarı çıktığında mutlaka o sürüye hücum edip yağmalıyor, onları sıkıştırıyordu."

Buharî, Musa b. İsmail kanalı ile Amr b. Tağlib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bazılarına ganimet verdi. Bazılarım mahrum bıraktı. Mahrum bırakılanlar, onu kınar gibi oldular. Bunun üzerine o şöyle buyurdu:

- Sabırsızlıklarından ve şikayetlerinden korktuğum bazı kimsele­re ganimet payı veriyorum. Ama Cenâb-ı Allah'ın, kalblerinde yarat­mış olduğu hayır ve zenginliğe kendilerini havale ettiğim bazı kimse­lere ise vermiyorum. İşte bunlardan biri de Amr b. Tağlib'dir.

Amr diyor ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m benim hakkımda söylediği bu sözler, kızıl tüylü davarların (veya develerin) bana verilmesinden da­ha çok hoşuma gitti."

ibn Hişam'm anlattığına göre Hassan b. Sabit (r.a.), ganimet hu­susunda geri bırakılan Ensâr hakkında şu şiiri söylemiştir:

"Hüzün ve kederler arttı. Gözün yaşı çoğalıp damlalar toplanarak döküldü ve aşağıya indi.

Şemma'ya (bir kadın adı) üzülerek, zira Şemma çok etlidir, kol­tuk altları ince ve zayıfçadır. Onda ne bir kir, ne de bir zaaf vardır.

Şemma'yı bırak, zira onun sevgisi azaldı. Kavuşan kimsenin ka­vuşmasının en fenası, sevgisi az olmaktır.

Rasûle git ve de ki: Ey insanların sayıldığı zaman mü'minler için en hayırlı emin olan kimse!

Kendisi uzak olduğu halde ne sebeble Süleym öyle bir kavmin Önünde çağrılır ki, onlar, sizi barındırdılar ve yardım ettiler.

Allah, onlara Ensâr ismini verdi. Çünkü onlar, Allah yolunda koştular. Musibetlere sabrettiler, hıyanet etmediler, güç ve sıkıntılı duruma gelmediler.

Oysa ki insanlar senin hakkında bize karşı toplanmışlardır. Bi­zim için başka birşey olmayıp sadece kılıçlarla mızrakların uçları sı­ğınak yeridir.

İnsanlarla kılıçla vuruşuruz. Hiç kimseye acımayız. Sûrelerde va­hiy yoluyla gelen hükümleri zayi etmeyiz, gereğini yaparız.

Savaşın derinliklerine doğru gelen kimseler, bizim meclisimizi hoş bulmazlar.

Biz savaşın ateşi yandığı zaman savaşı yakar ve onu alevlendiri­riz.

Nitekim Bedir'de münafıkları, taleb ettikleri şeylere karşı geri çe­virdik.

Ve bizim hakkımızda zafer iniyordu göklerden. Biz Uhud'da da­ğın eteği altında savaşılan günde senin askerlerindik.

Bir zamanda ki, Mudarlılar sevincinden ve tekebbüründen hizip­lerini toplamışlardı.

Biz ne zaafa düştük, ne korkaklık ettik, ne de kaydığımızı ve aya­ğımızın tökezlediğini sana haber verebildiler.

Oysa bütün insanlar, tökezleyip ayakları kaymaktaydı." [3]

 

Adilane Ganimet Taksimi Hususunda Bazı Cahil Ve Münafıkların İtirazları

 

Buharî, Kabise tariki ile Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Peygamber (s.a.v.), Hüneyn ganimetlerini taksim ederken En­sâr1 dan biri şöyle dedi:

- Bu taksimat ile Allah'ın rızası amaçlanmamıştır.

Bu sözü duyunca, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gittim ve durumu kendisine haber verdim. Bunun üzerine yüzünün rengi değişti. Sonra şöyle buyurdu:

- Allah'ın rahmeti Musa'nın üzerine olsun. O, bundan daha çok eziyet görmüş, ama sabretmişti."

Buharî, Kuteybe b. Said kanalı ile Abdullah'ın şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Hüneyn günü (ganimet taksimi hususunda) Rasûlullah (s.a.v.) bazı kimseleri kayırdı. Bu sebeple Akra b. Habis'e 100 deve verdi. Uyeyne'ye de 100 deve verdi. Diğer bazılarına da bu kadar verdi.

Adamın biri:

-  Bu taksimat ile Allah'ın rızası kastedilmiş değildir, dedi. Ben de: Bunu Peygamber (s.a.v.)'e haber vereceğim, dedim. Haber ver­mem üzerine şöyle buyurdu:

- Allah, Musa'ya rahmet etsin. O, bundan daha çok eziyete uğra­mıştı, ama sabretmiş ti."

Buharî'nin bir rivayetinde de şu ifadelere rastlanmaktadır:

"Adamın biri dedi ki: Vallahi bu taksimatta adaletli davranılma-mıştir ve bununla Allah'ın rızası kastedilmemiştir.

Ben de dedim ki: Vallahi ben bunu, Rasûlullah (s.a.v.)'a haber ve­receğim.

Gidip haber vermem üzerine o şöyle buyurdu:

- Allah, Musa'ya rahmet etsin. O bundan daha çok eziyete uğra­mıştı, ama sabretmişti."

Muhammed b. İshak, Ebu Ubeyde b Muhamrned b. Ammar b. Ya-sir kanalı ile Miksem Ebu'l-Kasım'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben ve Telid b. Kilab el-Leysî, Abdullah b. Amr b. As'm yanına git­tik. O, ayakkabıları elinde olduğu halde Ka'be'yi tavaf ediyordu. Ona şöyle bir soru yönelttik:

- Hüneyn gününde Temimli adam kendisi ile (ileri-geri) konuşur­ken Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında miydin?

- Evet. Zu 1-Hüveysire adında Temim oğullarından bir adam gel­di, insanlara ganimet paylarım vermekte olan Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı başında durdu. Ona:

- Ya Muhammed! Bugün senin neler yaptığını gördüm, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Evet, nasıl gördün? diye sorunca o:

- Adaletli davranmadığını gördüm, diye cevab verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Öfkelenip şöyle dedi:

- Yazıklar olsun. Eğer benim yanımda da adalet olmazsa kimin yanında olacak?

Ömer (r.a.):

- Ya Rasûlallah, bana izin ver de şunun boynunu vurayım, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), şu cevabı verdi:

- Vazgeç ondan. Zira onun öyle tarafları olacak ki, dinde çok de­rinleşeceklerdir. Nihayet İslâm dininden, okun avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. O okun temrenine bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Ucuna bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Sonra gövdesine bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Sonra teleğine bakılır, onda da birşeye rastlanamaz. İşkembe, bağırsak ve kana bulaşmadan delip geçmiş­tir."

Leys b. Sa'd, Yahya b. Said kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüneyn dönüşünde Cirâne'de iken adamın biri Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına geldi. Bilal'ın eteğinde gümüş vardı. Rasûlullah (s.a.v.), oradan gümüşleri alıp insanlara veriyordu. Gelen adam:

- Adaletli davran ya Muhammedi dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):

-Yazıklar olsun sana, ben adaletli davranmadıktan sonra kim davranır? Eğer ben adaletli davranmazsam hüsrana uğrar ve ziyan ederim, dedi.

Ömerb. Hattab:

- Ya Rasûlallah, izin ver de şu münankı öldüreyim, dedi. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle cevap verdi:

- İnsanların kendi ashabımı öldürdüğümü dillerine dolamaların­dan Allah'a sığınırım. Çünkü bu ve arkadaşları, Kur'ân okuyorlar, ama bu Kur'ân onların hançerelerinden aşağı inmiyor. Bunlar, okun yaydan çıkışı gibi dinden çıkıyorlar."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Amir kanalı ile Cabir'in şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn ganimetlerini taksim ediyor­du, adamın biri kalkıp:

- Adaletli ol, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

- Eğer ben adaletli olmazsam bahtsız olurum."

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde, Ebu Seleme kanalı ile Ebu Sa-id'in şöyle dediği rivayet edilmektedir:

"Bir gün Hz. Peygamber ganimet dağıtırken yanında idik. O sıra­da Temim oğulları kabilesinden Zü'1-Hüveysire adında bir adam gele­rek:

- Ya Rasûlallah, adaletten ve hakkaniyetten ayrılma, dedi. Peygamber de:

- Yazıklar olsun sana. Ben adil davranmıyorsam, kim davranıyor? Eğer ben adaleti yürütmüyorsam, büyük bir zarara uğramış olurum. Ben adaleti yürütmüyorsam kim yürütür? dedi.

Ömer b. Hattab:

- Ya Rasûlallah, bana izin ver de boynunu vurayım, dedi. Hz. Peygamber, şöyle cevap verdi:

- Vazgeç ondan. Zira onun öyle arkadaşları vardır ve onlar öyle bir topluluktur ki, herhangi biriniz kendi namazını onların namazı karşısında ve kendi orucunu onların orucu karşısında küçük görür. Kur'ân okurlar, fakat okudukları Kur'ân, onların hançere ve köprü­cük kemiklerini geçmez. İslâm dininden, okun onu delip geçtiği gibi çıkarlar. O okun temrenine bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Ucuna bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Sonra gövdesine bakılır, onda bir­şeye rastlanamaz. Sonra teleğine bakılır, onda da birşeye rastlana­maz. O topluluğun alametleri, aralarında siyah bir adamın bulunma­sıdır. Adamın iki pazusundan biri, kadın memesi veya gövdesinden kesilip sarkan et parçası gibi sallanıp durur. Halk arasında tefrika ve bölünme baş gösterince onlar ortaya çıkarlar.

Hadisin ravisi Ebu Said diyor ki: Şahidlik ederim ki, ben bunu Peygamber Efendimiz1 den kulağımla dinledim ve şahidlik ederim ki, Ebu Talib oğlu Ali (r.a.), bu kimselerle savaşırken ben de beraberinde idim. Ali (r.a.)'nin emri üzerine o adam arandı ve bulunup getirildi. Adama baktım, tıpkı Hz, Peygamberin tasvir ettiği şekilde idi. Onun belirttiği vasıflara sahip idi." [4]

 

Rasûlullah (S.A.V.), Cirâne'de İken Süt Kardeşi Şeyma'nın Gelişi

 

İbn İshak dedi ki; "Beni Sa'd b. Bekr kabilesinden biri, bana Ra­sûlullah (s.a.v.)'m Hevazin gününde şöyle dediğini nakletti;

- Eğer (Beni Sa'd b. Bekr kabilesinden) Necad adındaki adamı ele geçirirseniz sakın brakmayın. Çünkü o, neler yapmıştır neler!

Müslümanlar, Necad'ı ele geçirdiklerinde onu ve ailesini, bera­berlerinde de Rasûlullah (s.a.v.)'m süt kardeşi Şeyma binti Haris b. Abdi'l-Uzza'yı önlerine katıp Cirâne'ye getirdiler. Sevkıyat esnasında Şeyma'ya kaba davranmışlardı. O da bunun üzerine Müslümanlara şöyle dedi:

- Biliyor musunuz, vallahi ben sizin arkadaşınızın (Rasûlullah'm) süt kardeşiyim.

Müslümanlar, Şeyma'nm bu sözünü kabul etmediler, sonunda onu Rasûhıllah (s.a.v.)'m yanma getirdiler.

Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma getirdiklerinde o:

- Ya Rasûlallah, ben senin süt kardeşinim, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Bunu isbatlayacak bir işaret veya emaren var mıdır? diye sordu. Bunun üzerine o:

- Ben senin ayağına çelme takıp seni yere düşürdüğüm bir za­man, sen benim sırtımı dişlemiştin. İşte o diş izi hâlâ sırtımdadır, de­di.

Rasûlullah (s.a.v.) da bu işaretle onu tanıdı, abasını yere serdi, onu abasının, üzerine oturttu ve ona serbestiyet tanıdı. Sonra:

- İstersen yanımda kalır, ikram ve sevgi görürsün, istersen sana bir miktar mal veririm, kavmine dönersin, dedi.

Oda:

- Hayır, bana*bir miktar mal ile beni kavmime gönder, dedi. RasûluUah (s.a.v.), ona bir miktar mal verdi ve onu kavmine gön­derdi.

Beni Sa'd'm iddiasına göre RasûluUah (s.a.v.), ona Mekhul adın­da bir köle ve bir de cariye verdi. Şeyma da bu köle ile cariyeyi, bir­birleri ile evlendirdi. Aralarında onların nesilleri hâlâ devam etmekte idi."

Beyhakî, Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hevazin'in fethi gününde bir cariye, RasûluUah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, ben senin kız kardeşinim. Ben Şeyma binti Ha-ris'im.

-  Eğer doğru söylüyorsan, benim sende asla kaybolmayacak bir eserim vardır. (Göster bakayım o eseri).

Rasûlullah'ın böyle demesi üzerine Şeyma da pazusunu açtı ve:

- Evet ya Rasûlallah, sen küçük iken benim pazumu ısırmış ve bu izi bırakmıştın, dedi.

RasûluUah (s.a.v.), onun oturması için abasını yere serdi. Sonra ona:

- Ne dilersen sana verilecektir. Kimin serbest bırakılması için şe­faat edersen şefaatin kabul edilecektir, dedi."

Beyhakî, Ebu Nasr b. Katade tarikiyle Ebu Tufeyl'in şöyle haber verdiğini rivayet etmiştir: "Ben devenin uzvunu taşıyan bir çocuk i-dim. RasûluUah (s.a.v.), Cirâne'de ganimet davarlarını dağıtıyordu. O esnada bir kadın ona geldi. Rasûlullah da onun oturması için abasını yere serdi. Bu kimdir? diye sordum. Onu emziren süt annesidir, dedi­ler."

Bu garib bir hadistir. Belki de Ebu Tufeyl, bu sözü ile Rasûlul­lah'ın kız kardeşi Şeyma'yı kastedmiştir. Çünkü Şeyma da annesi Halime-i Sa'diye ile birlikte Rasûlullah'ın baklalığım yapıyordu. Bel­ki de bu ifadeler doğrudur. O takdirde demek ki, Halime , uzun bir zaman yaşamıştır. Çünkü onun, Rasûlullah (s.a.v.)'ı emzirdiği tarih üe Cirâne umresinin yapıldığı tarih arasında altmış seneden fazla bir zaman geçmiştir. Rasûlullah (s.a.v.)'ı emzirirken de kendisinin yaşı en azından otuz idi. Sonra daha ne kadar yaşamış olduğunu ancak Allah büir.

Mürsel olarak varid olan bir hadiste anlatıldığına göre süt anne ve babası Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelmişlerdir. Bu rivayetin doğ­ruluğunu ancak Allah bilir.

Ebu Davud, "MerâsiV'de Ahmed b. Said el-Hemedanî kanalı ile Ömer b. Saib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana ulaşan bir habe­re göre Rasûlullah (s.a.v.), bir gün oturmakta iken süt babası yanma geldi. RasûluUah, elbisesinin bir kısmını yere serdi. O da elbisenin üzerine oturdu. Sonra annesi geldi. Ona da, oturması için elbisesinin diğer parçasını yere serdi. O da oturdu. Sonra süt kardeşi geldi. Ra­sûluUah kalkıp onu karşıladı ve önünde oturttu.

Daha önce de geçtiği gibi, Hevazinlilerin tamamı, Rasûlullah (s.a.v.)'ı emzirmekle ilgilenmişlerdi. Çünkü onu emziren Beni Sa'db. Bekr topluluğu, Hevazinlilerin küçük bir cemaatini teşkil ediyordu. Bunların hatipleri Züheyr b. Sured, Rasûlullah'ın huzurunda kalkıp şöyle demişti:

- Ya Rasûlallah! Senin anaların, teyzelerin ve dadıların ağıllarda­dır. Bize lütfet ki, Allah da sana lütfetsin.

Memelerinden senin ağzına inci tanelerini andıran sütlerin dol­duğu ve senin de sütlerini emdiğin kadınlara lütfet.

Sütlerini emdiğin ve her gidip gelişinde seninle ilgilenip bakımını yapan kadınlara lütfet."

İşte bu sebeple Rasûlullah, onları azad etti. Onlara bolca lütufta bulundu. Öteden beri lütufta bulunurdu, özel ve genel hepsine ihsan­da bulundu.

Vakidî, İbrahim b. Muhammed b. Şurahbil'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir: Nadir b. Haris b. Kelde, insanların en güzeli ve yakışık­lısı idi. Şöyle derdi:

- Allah'a şükürler olsun ki, Muhammed (s.a.v.)'i peygamber gön­derip de bize Müslümanlığı nasib etti. Atalarımızın öldüğü cehalet üzerinde ölmedik. Andolsun ki Kureyşlilerin ona karşı olan bütün ha­reket ve savaşlarında bulundum. Nihayet Mekke fethedildi ve onunla birlikte Hüneyn savaşma çıktık. Bizim amacımız, eğer kendisi yeni­lirse, karşı tarafa yardım etmekti. Ama buna imkan bulamadık. Ora­dan Cirâne'ye geldiği zaman da Allah'a yemin ederim ki, ben ona yine kin besliyordum.

Orada bir gün hiçbir şeyden haberim yok iken bana:

- Ey Nadir! diye seslendi. Ben de:

- Buyur ya Rasûlallah, diye cevap verdim.

- Bu, Hüneyn savaşında senin arzuladığın neticeden daha hayırlı­dır, dedi.

Bunun üzerine ben de koşarak yanma gittim. Bana:

- Artık içinde bulunduğun hali görmenin zamanı geldi, dedi.

Ben de:

- Eğer Allah ile beraber başka bir ilâh bulunsaydı, şimdiye kadar bize bir faydası olurdu. Şu halde O'ndan başka ilâh yoktur, O birdir, ortağı yoktur, dedim.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Allahım, bunun sebatını artır, dedi.

Onu, hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, o andan itibaren dinde sebat etme ve hakkı görme hususunda kalbim âdeta taş gibi sertleşti. Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Bunu hidayete ileten Allah'a hamdolsun, dedi." [5]

 

Cirâne Umresi

 

Bu umre zilkade ayında yapılmıştır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Behz ve Abdussamed kanalı ile Kata-de'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Enes b. Malik'e şöyle sordum:

- Rasûlullah (s.a.v.), kaç kez hac yaptı?

- Bir defa hac yaptı, dört defa umre yaptı. Bir defa Hudeybiye za­manında umre yaptı. Bir defa Medine'de zilkade ayında umre yaptı. Bir defa Cirâne'de zilkade ayında umre yaptı. O zaman Hüneyn gani­metlerini paylaştırıyordu. Bir defa da hac ile birlikte umre yaptı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Nadr kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), dört umre yaptı. Birincisi Hudeybiye umresi, ikincisi Umretü'1-Kaza, üçüncüsü Cirâne umresi, dördüncüsü ise hac ile beraber yaptığı umresi idi."

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Amr b. Asın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), üç umre yaptı. Bunların hepsi de zilkade ayı­na rastlamıştı. Hacer-i esvedi istilam edinceye kadar telbiye getirme­ye devam ediyordu."

Bu hadis, bu yönü ile garibtir.

Hac ile beraber yaptığı umre dışındaki üç umresi, zilkade ayma rastlamıştı. Hac ile beraber yaptığı umresi ise zilhicce ayma denk gel­mişti. Eğer zilkade ayında umre yaptı sözü ile ihrama girişin başlan­gıcı kastedilmiş ise, belki de o, bu söz ile Hudeybiye umresini kasdet-memiştir. Çünkü o, Hudeybiye zamanında umreden geri çevrilmiş ve umre yapamamıştı. Doğrusunu Allah bilir.

Ben derim ki: İbn Ömer ile azadlısı Nafi, Rasûlullah (s.a.v.)'m Cirâne'de umre yapmış olduğunu kesinlikle kabul etmemektedirler. Bu husus, Buharî'nin İbn Ömer'den naklettiği şu rivayette de görülmek­tedir:

Ömer b. Hattab dedi ki:

- Ya Rasûlallah, cahiliye gününden üzerimde kalan bir itikaf var. Rasûlullah (s.a.v.), Ömer'in o itikaf adağını yerine getirmesini

emretti.

İbn Ömer dedi ki: Hüneyn esirelerinden iki cariye, Ömer'in payı­na düşmüştü. Ömer, onları Mekke'deki bir eve koymuştu. Rasûlullah (s.a.v.), Hüneynli esirelere lütufta bulunup onları serbest bırakınca onlar sokaklarda koşmaya başladılar. Babam Ömer bana:

- Ey Abdullah, bak bakalım hele, bunlar ne diye koşuyorlar? diye emir verdi. Ben de:

- Rasûlullah (s.a.v.), Hüneynli esir kadınlara lütufta bulunarak onları serbest bırakmış, dedim. Bunun üzerine babam Ömer:

- Öyleyse git de o iki cariyeyi salıver, dedi. Nafi dedi ki:

- Rasûlullah (s.a.v.), Cirâne'de umre yapmadı. Eğer umre yapmış olsaydı, bu umresi, Ömer'in oğlu Abdullah'a gizli kalmazdı.

Müslim, Nafı'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m Cirâne umresi, İbn Ömer'e sorulduğunda o buna: "Rasûlul­lah (s.a.v.), Cirâne'de umre yapmadı." diye cevap verdi.

ibn Ömer ile azadlısı Nafi'nin, Rasûlullah'm Cirâne umresini in­kar edişleri, cidden garibtir. Oysa bunlardan başka nakilde bulunan­lar, Cirâne umresinin yapılmış olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Sihah, Sünen, Müsned, Meğâzi sahiplerinin tamamı bu hususta müt­tefiktirler.

Bu husus, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde de bulunmaktadır. Buna göre Hz. Aişe, İbn Ömer'in: "Rasûlullah (s.a.v.), receb ayında umre yaptı." deyişini inkar etmiş ve şöyle demiştir:

"Allah, Ebu Abdurrahman'ı (İbn Ömer'i) affetsin. Çünkü Rasûlul­lah (s.a.v.), her ne zaman umre yaptıysa o da yanında bulunuyordu. Ama Rasûlullah, receb ayında asla umre yapmış değildir."

imam Ahmed b. Hanbel, İbn Nümeyr kanalı ile Mücahidin şöyle dediğini rivayet etmiştir;

.."Urve b. Zübeyr, İbn Ömer'e şöyle bir soru sordu: Rasûlullah (s.a.v.) hangi ayda umre yaptı? - - Receb ayında yaptı.

Bunu Hz. Aişe işitti ve Urve b. Zübeyr'e sordu. O da kendisine ibn Ömer'in mezkur cevabım haber verdi. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle dedi:

"Allah, Ebu Abdurrahman'a (İbn Ömer'e) rahmet etsin. Rasûlul­lah, her ne zaman umre yaptıysa mutlaka İbn Ömer de onunla beraber idi. Rasûlullah, zilkade ayı dışında hiç umre yapmış değildir."

Ebu Davud ve Neseî, Mücahidin şöyle dediğini rivayet etmişler­dir:

- Rasûlullah (s.a.v.), kaç kez umre yaptı?

- İki kez yaptı. Hz. Aişe dedi ki:

- İbn Ömer de biliyor ki, Rasûlulîah (s.a.v.), Veda haccıyla birlikte yaptığı umre dışında üç umre yapmıştır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Adem kanalı ile Mücahidin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Urve b. Zübeyr'le birlikte mescide girdik. Baktık ki; İbn Ömer, sırtım Hz. Aişe'nin hücresine dayamış. İnsanlar da kuşluk namazını kılıyorlardı. Urve dedi ki:

- Ey Eba Abdurrahman (Bu, İbn Ömer'in künyesi idi.), bu namaz nedir?

- Bid'attır.

- Ey Eba Abdurrahman, Rasûlullah kaç kez umre yaptı?

- Dört kez umre yaptı. Birisi receb ayına denk geldi.

Biz bu esnada Hz. Aişe'nin hücrede dişlerini misvakladığmı duy­duk. Urve ona dedi ki:

- Ey Aişe, İbn Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)'m -biri receb ayında ol­mak üzere- dört kez umre yaptığını iddia ediyor. Sen buna ne dersin?

- Allah, İbn Ömer'e rahmet etsin. Rasûlullah (s.a.v.) her ne za­man .umre yaptıysa İbn Ömer hepsinde onunla beraber idi ve Rasû­lullah (s.a.v.), receb ayında asla umre yapmadı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Revh kanalı ile Muharreş el-Ka'bî'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), akşamleyin umre niyetiyle Cirâne'den ayrılıp Mekke'ye geldi ki, umresini tamamlasın. Sonra aynı gece Mekke'den geri döndü ve Cirâne'de geceleyip sabahladı. Güneşin zevale erme noktasına gelişi anma kadar Cirâne'den Batn-ı Şerife doğru yola ko­yuldu. Medine yolunda Şerif mıntıkasına kadar geldi."

Muharriş dedi ki: "İşte bu sebeple Rasûlullah'm yapmış olduğu bu umre, insanların çoğundan gizli kaldı."

Şunu söylemek isteriz ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m Cirâne umresi, reddedilmesi mümkün olmayan bir umredir. Ayrıca sahih nakillerle sabittir. Bu umreyi inkar edenlerin, isbat edenlere karşı herhangi bir delilleri yoktur. Doğrusunu Allah bilir. Sonra bu umrenin yapıldığını rivayet edenler, bu umrenin Taif gazvesinden ve Hüneyn ganimetle­rinin taksiminden sonra zilkade ayında yapılmış olduğu hususunda âdeta ittifak etmiş gibidirler.

Hafız Ebu'l-Kasım et-Taberanî, "Mu'cemü'l-Kebir" adlı eserinde Hasan b. İshak et-Tüsterî kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Taif ten geldiğinde Cirâne'ye inip konakladı. Orada ganimetleri taksim etti. Sonra oradan hareket edip umre yap­tı. Bu umresini, şevval ayının bitimine iki gece kala yaptı."

Bu gerçekten garip bir rivayettir. Senedi üzerinde de konuşulabi­lir. Doğrusunu Allah bilir.

Buharı, Yakub b. İbrahim kanalı ile Ya'la b. Ümeyye'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ı -kendisine vahiy nazil olurken- keşke görseydim. Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), Cirâne'de üze­rine gölge yapsın diye bir örtü örtülmüş iken o örtünün altında saha­belerden de bazıları vardı. O esnada âdeta kokuya batırılmış gibi çok koku sürülü bir cübbe giymiş olan bir bedevi ona geldi. Ömer b. Hat-tab da eliyle bana "Gel" diye işaret etti. Ben de gidip başımı o örtü­nün altına koydum. Baktım ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzü kızarmış, horultu çıkarıyor. Bu hali bir saat kadar devam etti. Sonra açıldı, kendine geldi ve:

- Az önce bana umre hakkında soru soran adam nerede? diye sor­du. O adam arandı. Yanma getirildi ve şöyle dedi:

- Üzerindeki kokuya gelince, onu üç kez yıka. Cübbeyi de üzerin­den çıkar. Sonra hac zamanında ne yapıyorsan, umrede de onu yap." •

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Üsame kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Fetih senesinde Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'nin yukarısında Keda mıntıkasından şehre girdi. Umre zamanında da Kudey tarafından şehre girdi,"

Ebu Davud, Musa Ebu Seleme kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) ve ashabı, Cirâne'de umre yaptılar. Sonra gi­dip Beyt'i üç kez remel (koşma) halinde tavaf ettiler. Dört kez de yü­rüyerek tavaf ettiler. Ridalarını koltuklarının altına koydular. Sonra sol omuzlarının üzerine attılar."

İmam Ahmed b. Hanbel, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m saçını (umre zamanında) makasla kısalt­tım."

Veya Muaviye şöyle demiştir: "Merve tepesi yanında saçını ma­kasla kısaltırken onu gördüm."

İmam Ahmed b, Hanbel'in oğlu Abdullah, Amr b. Muhammed en-Nakid tariki ile Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Merve tepesi yanında Rasûlullah (s.a.v.)'m saçını kısalttım."

Yani demek istediğimiz şudur ki, yukarıda nakledilen saç kısaltma olayı Cirâne umresinde vuku bulmuştur. Çünkü Hudeybiye umre­sinde RasûluUah (s.a.v.) Mekke'ye girmemiş, aksine -önceki sayfalar­da da açıklandığı gibi- oraya girmekten men edilmişti. Umretü'1-Ka-za'ya gelince Ebu Süiyan, o sırada Müslüman olmuş değildi. Mekkeli-lerden de herhangi biri RasûluUah (s.a.v.) oraya girerken şehirde kal­mamıştı. Aksine şehir dışına çıkmışlardı. RasûluUah (s.a.v.)'ın orada ikamet süresi olan üç gün boyunca şehirden uzaklaşmışlardı. Rasû-lullah'm haccı ile birlikte yaptığı umresine gelince o, bu umrede ih­ramdan çıkmamıştı ki, saçını kısaltmış olsun. Bunun böyle olduğu üzerinde ittifak vardır. Şu halde Ebu Süfyan oğlu Muaviye tarafın­dan saçının kısaltıldığı umre, Cirâne umresi olmaktadır. Bunu daha önce de söyledik. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. İshak dedi ki: RasûluUah (s.a.v.), daha sonra Cirâ­ne'den umre yapmak üzere yola çıktı ve ganimetin geri kalanlarının Merrü1 z-Zehran'm bir bucağında muhafaza altında tutulmasını em­retti.

Ben derim ki: Kuvvetli olan görüşe göre RasûluUah (s.a.v.), gani­metlerin bir kısmını taksimat dışında bıraktı ki, o mallarla Mekke ile Medine arasında karşılaşacağı bedevilerin gönüllerini İslâm'a ısındır­sın.

İbn İshak dedi ki: RasûluUah (s.a.v.), umresini tamamladığı za­man Medine'ye dönmek üzere Mekke'den ayrıldı. Attab b. Üseyd'i Mekke'de vali olarak bıraktı. Onunla birlikte Muaz b. Cebeli de hal­ka dinlerini ve Kur'ân'ı öğretmesi için halef bıraktı.

Urve ile Musa b. Ukbe'nin anlattıklarına göre RasûluUah (s.a.v.), Hevazin'e gitmeden önce Muaz'ı, Attab ile birlikte Mekke'de bırakmış ve halef tayin etmiştir. Sonra Medine'ye dönerken de onları halef ta­yin etmiştir.

ibn Hişam dedi ki: Zeydb. Eşlemden bana ulaşan habere göre o şöyle demiştir:

RasûluUah (s.a.v.), Attab b. Üseyd'i Mekke'de vali olarak bırakır­ken ona bir dirhemlik yevmiye bağladı. O da kalkıp halka hitap ede­rek şöyle dedi:

- Ey insanlar! Allah bir dirhemden fazlasına imrenen kimsenin ciğerini incitsin. RasûluUah (s.a.v.), her bir gün için beni bir dirhem ile rızıklandırrnıştır. O halde benim hiç kimseye ihtiyacım yok.

İbn İshak dedi ki: RasûluUah (s.a.v.)'ın umresi zilkade ayında idi. RasûluUah (s.a.v.), zilkadenin kalan kısmında veya zilhiccede Medi­ne'ye geldi. Ebu Amr el-Medenî'nin iddiasına göre RasûluUah (s.a.v.), zilkade ayının bitimine altı gece kala Medine'ye geldi.

İşte o sene halk, Arapların eskiden beri hac ettiği gibi hac ettiler. O senede Attab b. Üseyd, Müslümanlara hac yaptırdı. Evet, bütün bunlar hicri sekizinci senede olmuş idi. Taif halkı da İslâm'a yanaş­mayarak şirk üzere Taif te ikamet ettiler. Hicri sekizinci senenin zil­kade ayından hicri dokuzuncu senenin ramazan ayına kadar bu hal­lerini devam ettirdiler. [6]

 

Ka'b B. Züheyrb. Ebi Sülma'nın Müslüman Oluşu

 

İbn İshak dedi ki: Rasûîullah (s.a.v.), Taif ten dönüp geldiği za­man Büceyr b. Züheyr b. Ebi Sülma, kardeşi Ka'b Züheyr'e, Rasûîul­lah (s.a.v.)'m kendisini hicveden ve ona eziyet veren kimselerden ba­zılarını Mekke'de öldürdüğünü ve Kureyş şairlerinden geride kalan İbn Zibara ve Hübeyre b. Ebi Vehb'in etrafa kaçtıklarını haber vere­rek bir mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu:

"Eğer senin kendine bir ihtiyacın varsa (yani yaşamak istiyor­san), Rasûîullah (s.a.v.)'m yanma uç, git. Çünkü o, tevbe ederek ken­disine gelen hiç kimseyi öldürmez. Eğer sen bunu yapmazsan, kendi-. ne sığınacak bir yer ara ve oraya sığın."

Ka'b b. Züheyr de şöyle demişti:

"İşte benden Büceyr'e bir mektup iletiniz ki, eğer senin dediğin şeye bir ihtiyacın yoksa, dediğimizi eğer yapacak değilsen bize bildir. Seni buna iten nedir?

Bir ahlak üzeredir, bunun babasını bir gün olsun öyle görmedim.

Sen de o konuda bir baba bulamazsın.

Eğer sen dediğimi yapan bir kimse değilsen, üzülecek değilim.

Eğer tökezlersen, tökezlemen yok olsun diye dua eden kimse de değilim.

Seni, güvenilir olan (Muhammed s.a.v.) onunla kanarcasma bir bardakla suladı ki güvenilir olan (Muhammed s.a.v.), seni ondan ilk kez içirdi ve ikinci içirimi de içirdi."

İbn Hişam dedi ki: İlim ehlinden olan biri, bana şu şiiri rivayet etti:

"Kim benden Büceyr'e bir haber götürecektir? Hayfe'de (dağın alt yanında) sana dediğim şeyde senin için bir fayda yok mudur?

Me'mun (Muhammed) ile birlikte kana kana bir bardaktan içtin. Me'mun ondan sana bir kere içirdi ve sana ikinciyi de içirdi.

Sen, hidayet sebeblerine muhalefet ettin ve ona tabi oldun.

Onu ne ile buldun? Bir ahlak üzere buldun ki,

Ne ana ayrı, ne bir babayı onun üzerine bulamadın.

Onun üzerine olan bir kardeşine de erişemedin. Eğer sen dediğimi yapmazsan üzülecek falan da değilim. Eğer tö­kezlersen,

Tökezlemen yok olsun, diyecek de değilim."

İbn İshak dedi ki: Ka'b b. Züheyr, bu mektubu Büceyr'e gönderdi. Mektup Büceyr'e geldiği zaman Rasûîullah (s.a.v.)'dan onu gizlemek hoşuna gitmedi ve şiiri Rasûlullah'a okudu. Bunun üzerine Rasûîul­lah (s.a.v.): "Me'mun seni onunla suladı." sözünü işitince şöyle dedi:

"Doğru söyledi ama o yalancıdır. Ben Me'munum, güvenilir kim­seyim."

Ve: "Bir ahlak üzeresin ki, ne bir anayı, ne bir babayı onun üzeri­ne bulamadın." sözünü işitince de: "Evet ne anası, ne de babası o ah­lak üzere dsğildi." dedi.

Sonra Büceyr, Ka'b'a şöyle dedi:

"Kim Ka'b'a iletecektir ki, kınadığın şeyde bir bâtıl var mıdır? Oysa ki; o yalnızca Allah'a sağlamca bağlayıcıdır. Uzza'ya ve Lafa değil. Kurtulursun, kurtulup İslâm'a girersen.

Bir gün ki insanlardan hiç kurtulan olmaz. Ancak kalbi temiz Müslüman kimse kurtulur.

Züheyr'in dini hiçbir şey değildir.

Ebu Sülma'nın dini ise bana haram kılınmıştır."

Bu mektup Ka'b'a varınca yeryüzü ona dar geldi. Sıkıntıya düştü, kendinden korktu. Kabilesinde bulunan düşmanlarından bazıları o-nun hoşuna gitmeyen şeylerle onu korkutup şöyle dediler: "Ka'b öldü­rülecektir."

O, hiçbir şeyden kurtuluş çaresi bulamayınca içinde Rasûîullah (s.a.v.)'ı öven sözlerin bulunduğu kasidesini söyledi. O kasidede de korkusunu ve düşmanlarından kendisim jurnal eden, onun kötülüğü­nü isteyen ve ona korkutucu şeyler söyleyen kimseleri andı. Sonra çıktı ve Medine'ye geldi. Bana anlatıldığına göre Cüheyne'den kendi­siyle arasında tamşlık bulunan bir adamın yanma misafir oldu. O a-dam, onu sabahleyin erkenden Rasûlullah'm yanına götürdü. Onunla birlikte sabah namazını kıldı, sonra ona Rasûîullah (s.a.v.)'ı gösterip şöyle dedi:

- işte Rasûîullah! Kalk yanma git ve ondan eman dile.

Bana anlatıldığına göre Rasûîullah (s.a.v.)'m yanına gitti. Otur­du, elini onun eline koydu. Rasûîullah (s.a.v.), onu tanımıyordu. O Şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Ka'b b. Züheyr tevbe ederek ve Müslüman olarak gelmiştir ki, senden eman dileye. Onu sana getirsem kabul edecek

misin?

- Evet.

- Ya Rasûlallah! Kaı b. Züheyr benim.

Ensâr'dan orada hazır bulunanlardan biri yerinden fırladı ve

şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Beni şu Allah düşmanı ile başbaşa bırak da boy­nunu vurayım.

- Sen onu kendi haline bırak. Çünkü o, tevbe ederek ve küfürden

sıyrılarak yanımıza gelmiştir.

Bunun üzerine Ka'b, Ensâr'dan o topluluğa öfkelendi ki, onlardan olan o adam onu öldürmeye kalkışıyordu. Muhacirler ise, onun hak­kında iyilikten başka hiçbir şey söylememişlerdi. Ka'b, Rasûlullah (s.a.v.)'-m yanma geldiği zaman şu kasidesini söyledi:

"Suad uzaklaşıp gitti. Kalbim bugün yaralıdır. Onun için de zelildir. Uzak kaldığını hissetmiştir. Esirlikten kur­tulamamış , bağlanmıştır.

Suad ayrılış sabahı intikal ettikleri zaman ancak sesi genizden

gelen küçük bir geyiktir.

Göz kapakları yumulmuş, sürme çekilmiştir.

Önünü çevirdiği zaman karnı zayıf, koltuk altları ince, arkasını çevirdiği zaman kalça tarafları büyük, ne kısalık, ne uzunluğundan

şikayet edilmez.

Gülümsediği zaman sulu ve parlak beyaz dişleri görünür. Sanki o şarabı bir ve iki kez içmiştir. Zişebem deresinin saf ve kuzey rüzga-rıyla soğutulmuş suyundan kana kana içip doydu.    ,

Rüzgar ondan çer çöpü atar, sabahleyin kendisinden yağmur yağ­dığı bulutun yağmurdan meydana gelen ve su üstünden yükselen be­yaz kabarcıklar ve köpükler ona geçer ve ona doldururlar.

O ne âlicenâb bir dost kadındır ki, eğer o vadinde doğru olsa veya eğer nasihati kabul etse, elbette ki dostluğun en tamamı ve hallerin

en kamili olurdu.

Fakat o bir dost kadındır ki, onun etine ve kanına, ayrılık ve ben­zeri gibi hoş olmayan şeye isabet etmek, yalan, vadinde durmama ka­rıştı.

Bu sevgili kadın, düzenli bir hal üzere devam etmez, istikrarsız­dır.

Nitekim cinden büyüğü denilen bir kadın gibidir ki, elbiseleri

içinde renkten renge girer, halden hale bürünür.

İddia ettiği sözü , ancak kalburların suyu tutması  gibi tutar.

Onun temenni ettirdiği ve vaad ettiği şeyler, seni aldatmasın ki, boş ümitlere kapılmak ve rüyada görülen hayaller sapmaya sebebtir ve zamanı heder etmektir.

Urkubun vaadleri, sevgili için bir darbı mesel olmuştur.

Onun vaadleri, ancak aslı olmayan bâtıl şeylerdir.

O sevgilinin sevgisinin yaklaşmasını umar ve ümid ederim.

Sanmıyorum ki, bizim yanımızdan senden bir vuslat bahşişi ol­sun.

Suad bir yerde akşamladı ki, oraya başkası vardıramaz. Ancak

üstün asıllı, hafif kuvvetli ve süratli koşan develer vardırabilirler.

Ona elbette başkası ulaştıramaz. Ancak yorulma ve zahmete kar­şı dört nala giden dayanıklı develer ulaştırırlar.

Kulağının çukurundan başlayarak çok ter akıtan her deveden bü­yük, onun himmeti, terlediği zaman kendisiyle doğruyu bulmak için yola konulan alametlerin eskiyip değişikliğe uğradığı zaman, çok gi­dip geldiğinden meçhul yolu bulmaktır.

Bir mekanda tek kalan beyaz vahşi sığırın iki gözüyle kendileriy­le çok çakıllar bulunan dayanıklı katı mekanlar ve kabaca birikmiş kum yığınları parladığı zaman yükselip yücelen yerlere atarsın.

Boyundaki gerdanlık yeri kalmcadır. Ayakları ise dolguncadır. Aşılanmaya hazırlanmış erkek deveye bağlı dişi develerden yaratılış­ça üstündür.

Boynu kalındır, yanağının elmacıkları büyüktür, şiddetlidir. De­velerin erkeklerine benzeyen yaratılışı büyük, iki yanı geniş, boynu

uzundur.

Derisi deniz kaplumbağasının cildindendir.

Hayvanın sağından ve solundan belini kuşatan sinir ve etten gü­neşe karşı gelen tarafında açlıktan cılız olan kurt, onu zelil etmeye

çalışıyor, fakat etkileyemiyor.

Kuvvet ve dayanıklılıkta, dağdan çıkan bir parça gibidir.

Anası, babası, amcası ve dayısı üstün asıllı develerdir.

Sırtı ve boynu uzundur, hafiftir, süratlidir.

Onun üzerinde kurtlar yürürler. Sonra ondan dümdüz, yusyuvar­lak olan göğsü ve göç kısmı, o kurtları düşürürler.

Süratinde, dinçliğinde ve dayanıklılığında yabani eşeğe benzeyen bir dişi devedir ki, yanlarından sarkmıştır. Dirsekleri kaburgaların­dan uzaktır.

Sanki o deve, gözlerini ve kesilme yeri olan boğazını şişmanlıktan

dolayı kaybetmiştir.

Böylece sanki o, devenin yüzünden iki gözlerine kadar olan yerle­ri burnundan ve alt dişlerinin üzerinde bittiği iki çene kemiğinden itibaren uzunca bir taş gibidir.

Yapraksız hurma dalının misali, kıldan lifleri olan kuyruğunu bir memeye sürer ki, sütün çıkış yerleri onu eksiltmez.

Kambur burunlu o deveye iyi bakmasını bilen kimseye, onun ku­laklarında zahir bir üstünlük vardır.

Yanaklarında ise, yumuşaklık ve asalet vardır.

Mızrak gibi kuru ve dayanıklı olan avuçlu, hafif ayaklarının üze­rine, onu geçmiş olan develere kavuşmuş olduğu halde hızla yürür ki, o ayaklar az yere değer.

Tırnaklara bitişik buğday renkli süngüler gibi sinirler veya aya­ğın etleri, çakılları dağınık vaziyette bırakırlar ki, onları nallamak yüksek arazilerin üstlerinde onları taşlardan korumaz, korumaya da ihtiyaç kalmaz.

Deve, sıcağın şiddetinden terlemiş ve serap, küçük dağları kapla­mış olduğu halde sanki o devenin ayaklarının hal değiştirmesinin ve dönüşümün hızı öyle bir günde meydana gelmektedir ki, o günde ker­tenkele, güneşin ısısıyla yanmaktadır.

Sanki onun güneşe karşı gelen taran sıcak küle konulmuştur.

Çekirgelerin siyaha çalan yeşil renklileri hararetin şiddetinden uçmaktan yorulduklarından inmeye niyetlendikleri için ayaklarıyla çakılları hareket ettirmeye başladıkları halde, kavmin develerini sü­ren kimse kavmine öğle vaktinin sıcağında istirahate çekiliniz, dedi.

Sanki gündüzün güneş yükseldiği, tam hararetli vakitte uzun boylu, orta yaşlı kadının kollarının hareketinin sürati gibidir ki,

O kadına, çocukları yaşamayan çokça çocuklarım yitiren kadınlar kalkıp cevap verirler.

İşte bu kadın, Ölüsü üzerine çok ağlayıcıdır. Yollarını sarkıtmış-tır.

Böylece onun elleri hareket ederken süratlidirler. Olum haberi veren haberciler, onun ilk çocuğunun ölümünü haber verdikleri za­man aklı başından gitti.

O halde o kadın yorgunluk ve meşakkati hissetmez.

İşte bu dişi devenin durumu da yürümesinde ne yorgunluk, ne de meşakkat hissetmez.

İşte bu kadın, aklı başından gittiği için parmak uçlanyla gömleği­ni keser.

O halde onun gömleği göğsünün kemiklerinden çokça kesmekle yarılmıştır.

İşte deve, idrakinin bitmesi bakmamdan bu kadına benzer. İkisi de idraksizlikte birbirlerini andırırlar.

Böylece karşılaştığı meşakkat ve şiddeti hissetmez.

Fesatçılar, onun iki yanında koşarlar. Onların sözleri ise şudur:

Ey Ebu Sülma'nm oğlu! Sen ölümle tehdit edilmektesin.

Felaketli günlerde yardımlarını umduğum her dost şöyle dedi:

Seni teselli edemem. İşim başımdan aşkın. Artık sen kendi haline bak. Çünkü ben sana bir yarar sağlayamam.

Ben de dedim ki: Çekilin yolumdan, sizin için hiçbir siyasetim yoktur. Rahmanın takdir ettiği şey mutlaka yapılmış demektir.

Selamette kalması ister uzasm, ister kısalsın.

Her insanoğlu, bir gün üzerinde ölümün taşındığı naşın üzerine biner.

O halde helak olduğum zaman hiç kimse benim üzerime gülüp ölümüme sevinmesin.

Duydum ki, Rasûlullah, beni ölümle tehdit etmiştir. Halbuki on­dan af umulur.

Biraz süre tanı. İçinde va'z ve nasihatler ile hak ve bâtılın arasını ayırma bulunan Kur'ân'm nafilesini bahşeden zat, bununla senin hi­dayetini artırdı.

Beni bir takım jurnalcilerin sözleriyle muahaza etme.

Oysa ki ben günah işlemedim.

Her ne kadar hakkımda yalan ve iftiralar çok olsa da ben günah­sızım,

Andolsun ki, bir makamın huzurunda bulunmaktayım ki, eğer benim gördüğüm ve işittiğim şeyleri ki orada bulunup da işitse,

Elbette ki titremeye başlar. Meğer kî onun için Rasûlullah, Al­lah'ın izniyle bir teminat olsun.

Nihayet dediği dedik olan intikamlar sahibi olan zatın avucuna sağ elimi koydum.

Çekişme ve münakaşasız olarak emrini beklercesine duruyorum.

Vah bana, kendi kendime konuştuğum birşey var ki, ondan kor­kuyorum. O da şudur:

Söylenen bir takım sözler sana nisbet ediliyor.

Ve sen bunu niçin yaptın diyene karşı sorumlusun denilirse, ne yapacağım?

Bir aslandan ki, yatağı ormandır. Bir vadide ki birbirine yakın sık meşelerin bulunduğu yırtıcıların çokluğu ile meşhurdur. (Yani Rasûlullah, sık meşelilerdeki aslandan daha heybetlidir).

Yavrularına av aramak için gündüzün başında (erkenden) çıkar.

iki yavrusunu et ile doyurur. O iki yavrunun geçimi insanların etiyle sağlanır.

Bu etler, küçük parçalar halinde yere atılmıştır. O aslan yiğitlikte direnen bir aslana saldırdığı zaman, Onun için şecaatte mukavim olan o aslanı bırakması başkaca he­lal olmaz.

Ancak kırılmış ve yeni bir hale gelmesi müstesnadır. (Yani bu aslan zayıf ve korkaklara saldırmaz. Ancak kendi kuvvetine denk kuv­vetlere sahip olanlara saldırır.)

Cev denilen mevziin veya geniş vadilerin yahut yer ile gök arası­nın yırtıcıları ondan uzak olur.

Onun vadisinde erkek cemaatleri yürümez olur. (Herkes ondan çekinip korkar.)

Onun vadisinde şecaatine güvenen şecaatli kişi eksik olmaz.

Silah ve eski elbiselerle kana bulanmış kimseler, işte bu aslanın yemeğidir.

Muhakkak ki Rasûl, bir nurdur. Onunla hakka varılır.

Allah'ın, kınından çıkmış kılıçlarından bir Hind kılıcıdır. (Hind kılıcı, kılıçların en güzeli ve en iyisidir.)

Kureyş'ten bir cemaat içinde, Müslüman oldukları zaman Mek­ke'nin vadisinde onların bir sözcüsü, yer değiştirin ve intikal edin, de­di (Mekke'den Medine'ye hicret edin, dedi.)

İntikal ettiler, ne zayıflar ne düşmanla karşılaşma esnasında kal­kanları olmayanlar ve kılıçları olmayanlar veya binmesini bilmeyen­ler olarak ne de silahsızlar intikal etmediler.

Burun kemiği yüksek olan şecaatli kişilerdir. Elbiseleri savaşta , davudi dokumah zırhlardandır.

Parlak, paslanmaz zırhlar, halkaları olan ve birleşmeyen birbirle­rine girmiş kamil, sağlam yapılı zırhlardır.

Eğer süngüleri bir kavme ulaşırsa, çok sevinir olmazlar.

Kendilerine kavuştuğu zaman çok üzgün durumlarda değildirler.

Beyaz erkek develerin yürüyüşü gibi yürürler.

Siyah kısa adam, emsalinden kaçıp ondan yüz çevirdiği zaman bir vuruş onları korur.

Darbeler ancak göğüslerine değer. Başka yerlerine değmez.

Onlar için savaş alanlarından geri kalmak yoktur."

"Delâilü1 n-Nübüwe" adlı eserinde Hafız el-Beyhakî, Ebu Abdul­lah el-Hafız tariki ile Ka'b b, Züheyr'in oğlu Abdurrahmanın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Züheyr'in oğulları Ka'b ile Büceyr çıkıp yola koyuldular. Ebre-kü'1-Azzaf mıntıkasına vardıklarında Büceyr, Ka'b'a.şöyle dedi:

- Şuracıkta bekle hele. Ben gidip şu adamı (Rasûlullah s.a.v.'ı) gö­reyim ve ne dediğini işiteyim.

Ka'b orada bekledi. Büceyr gidip Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardi. Rasûlullah, ona İslâmiyet'i teklif etti. O da Müslüman oldu. Bü-ceyr'in İslâm'a girdiği haberini alan Ka'b şöyle dedi:

"İşte benden Büceyr'e bir mesaj iletin ki; hangi şeye göre senden başkasının helakiyle helak oldun? Ne ile onu buldun?

Bir ahlak üzeredir. Onun babasını bir gün olsun öyle görmedim.

Sen de o konuda bir kardeş bulamazsın.

Ebu Bekir sana doyururcasma bir kase içirdi.

Ve Me'mun (Hz. Muhammed), seni ondan ilk kez içirdi. İkinci içi-rimi de sana içirdi."

Bu beyitler, Rasûlullah (s.a,v.)'a ulaştırıldığı zaman o, Ka'b'm ka­nını mubah kıldı ve: "Her kim Ka'b'ı görürse onu öldürsün." dedi.

Büceyr, bu haberi kardeşi Ka'b'a bir mektupla bildirdi. Mektu­bunda Rasûlullah (s.a.v.)'m, onun kanım mubah kıldığını anlattı. Ona: "Kendine sığınacak yer ara. Kurtulacağını sanmıyorum." dedi. Sonra mektubunda devamla şunları yazdı:

"Bilesin ki, Rasûlullah (s.a.v.), Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet ederek yanına gelen herkesin bu şahadetini kabul ediyor ve daha önce yaptığı kötü­lükleri, suçları affediyor. Bu mektubum sana ulaştığında Müslüman ol ve buraya gel."

Ka'b, Müslüman oldu ve Rasûlullah (s.a.v.)'ı öven kasidesini söy­ledi. Sonra Medine'ye geldi. Bineğini Rasûlullah'm mescidinin kapısı önünde çöktürdü. Sonra mescide girdi. Rasûlullah (s.a.v.) da ashabı­nın arasında tıpkı bir sofradaki gibi oturmuş idi. Sofranın etrafı nasıl çevrelenirse, sahabeler de onu çevrelemişler, halka şeklinde etrafında oturmuşlardı. Onu iki halkanın ortasma almışlardı. Bazen şu tarafa, yönelip konuşuyor, bazen Öbür tarafa yönelip konuşuyordu.

Ka'b diyor ki:

- Ben devemi mescidin kapısında çöktürdüm. Rasûlullah (s.a.v.)'-in Suffa'da oturduğunu anladım. İçeri girdim. Yanma varıp oturdum. Müslüman oldum ve: "Allah'tan başka ilâh olmadığına ve senin de Al­lah Rasûlü Muhammed olduğuna şahadet ederim, el-eman ya Rasû-lallah" dedim.

Rasûlullah:

- Sen kimsin? diye sordu. Ben de:

- Ka'b b. Züheyr'im, dedim.

- Şöyle şöyle diyen misin? diye sordu. Sonra Ebu Bekr'e dönüp:

- Ey Ebu Bekir, bu nasıl demişti? diye sordu. Ebu Bekir de ona şiiri şöyle okudu:

"Seni, Me'mun (güvenilir olan Muhammed), onunla kanarcasına bir bardakla suladı ki,

Emredilen seni ondan ilk kere içirdi ve ikinci içirimi de içirdi."

Ka'b dedi ki:

- Ya Rasûlallah, ben böyle demedim?

- Ya nasıl dedin?

- Ben şöyle dedim:

"Seni Me'mun (güvenilir Muhammed), onunla kanarcasma bir bardakla suladı ki,

Me'mûn seni ondan birinci kere içirdi ve ikinci içirimi de içirdi."

Rasûlullah (s.a.v.): "Evet, vallahi ben güvenilirim." dedi. Sonra Ka'b, şu kasidesini baştan sona ona okudu:

"Suad uzaklaşıp gitti, kalbim bugün yaralıdır. Onun için de zelildir. Uzak kaldığını hissetmiştir. Esirlikten kur­tulamamış, bağlanmıştır..."

"el-İstiab" adlı eserinde Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr'in anlattığına göre Ka'b, şu kısma vardığında: "Şüphesiz Rasûl, kendisi ile aydınla­nılan bir nurdur. Allah'ın çekilmiş, keskin (Hind'i) bir kılıcıdır.

Bana haber verildi ki, Rasûlullah, beni Ölümle tehdit etmiştir. Rasûlullah'm nezdinde af ümid edilir."

Evet bu kısma vardığı zaman Rasûlullah (s.a.v.), yanında oturan sahabelerine: "Dinleyiniz." anlamına gelen bir işarette bulunmuştu. Bunu daha önce "Meğâzi" adlı eserinde Musa b. Ukbe de anlatmıştır. Hamd ve minnet Allah'adır.

Ben derim ki: Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.); -kasidesini okuduğu esnada- Ka'b'a kendi abasını (bürde) ver­miştir. Sarsan, bunu bazı medhiyelerinde nazmetmiştir. Hanz Ebu'l-Hasan b. Esir de "el-Gabe" adlı eserinde bunu böyle anlatmıştır. Ka'b'a verilen bürdenin, halifelerin yanındaki bürde olduğunu söyle­miştir.

Ben derim ki: Bu gerçekten meşhur şeylerdendir. Ama ben meş­hur kitaplarda buna dair kalbimi rahatlatacak bir senede rastlama­dım. Doğrusunu Allah bilir.

Rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), "Suad ayrıldı." der­ken Ka'b'a:

- Suad kimdir? diye sormuş. Ka'b da:

- Esimdir ya Rasûlallah, diye cevab verince Rasûlullah:

- Suad ayrılmadı, demişti.

Ama bu rivayet doğru değildir. Sanki Ka'b, İslâm'a girmekle karı­sının kendisinden ayrılmış olduğu vehmine kapılmıştır. Zahir olan görüşe göre Ka'b, karısının hükmen değil de manen kendisinden ay­rılmış olduğunu kastetmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak, Asım b, Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

Ka'b, "Siyah kısa adam, emsalinden kaçıp ondan yüz çevirdiği za­man" sözünü söylediği zaman biz Ensâr topluluğunu kastetmişti. Çünkü bizim arkadaşımız, ona yapacağını yapmıştı ve Rasûlullah (s.a.v.)'m ashabından Kureyşli Muhacirleri özellikle medhettiği za­man, Ensâr ona karşı öfkelendi. Fakat Müslüman olduktan sonra En-sâr'ı medhedip ve onların Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte çektikleri sı­kıntı ile birlikte ne kadar uğurlu kimseler olduklarını anarak şöyle dedi:

"Üstün hayat sürmek kimin hoşuna giderse, Ensâr'm salihlerin-den bir topluluk içinde yaşasın.

Onlar büyükten büyüğe üstün vasıf ve ahlaka varis oldular.

Çünkü hayırblar ancak onlar ve hayırlıların oğullarıdır.

Mızrağı kollarla zorlayanlar olarak, tıpkı kısa olmayan Hind kı­lıçlarının süsü gibidir.

Görmeleri yorulmuş olmayarak köz gibi kızartılmış gözlerle ba­kar olarak,

Boğaz boğaza gelindiği ve hücumlar yapıldığı bir günde ölüm için canlarını peygamberlerine feda edenler olarak,

Kafirlerin kanlarından bulaşan şeylerden temizlenirler ve onu kendileri için bir ibadet ameli gibi itikad ederler.

Alışkanlık haline getirdiler. Tıpkı aslanlı bir yerde avlanmayı ve saldırmayı alışkanlık haline getiren kahn boyunlu arslanlar gibi.

Kendini onlardan korumak için yerleştiğin zaman, dağ keçisinin korunma yerlerinde sabahladın.

Bedir gününde Ali'ye bir darbe vurdukları zaman, onun vak'asma Hizarın hepsi toplandılar.

Eğer onların hakkında kavimlerin hepsi benim bildiğim şeyi bil­selerdi,

Benimle mücadele eden kimseler elbette beni tasdik ederlerdi.

Bir kavimdir ki, yıldızlar döküldükleri ve onların düşmeleri esna­sında yağmur yağmadığı zaman onlar gece gelip yanlarına konuk ola­rak inen kimselere ziyafet verip onları doyuran bir kavimdir.

Gassan'dan bir yerin temelinden yarılmasında kazan alete, kazı­lar zahmet ve yorgunluk verir."

ibn Hişam dedi ki: Anlatıldığına göre Ka'b, "Suad ayrıldı...." kasi­desini okurken, Rasûlullah (s.a.v.) ona:

"Keşke Ensâr'ı da hayır ile ansaydın. Çünkü onlar buna ehildir­ler." demiştir. Bunun üzerine Ka'b da kasidesindeki bu beyitleri söy­lemişti.

Ali b. Zeyd b. Cüd'an'dan bana ulaşan bir habere göre Ka'b b. Zü­heyr, "Suad uzak bir ayrılışla ayrıldı. Kalbim bugün yaralıdır." mea­lindeki kasidesini Rasûlullah (s.a.v.)'a mescidde okumuştur.

Şeyh Ebu Ömer b. Abdi'1-Berr, "el-İstiab fi Mârifeti'l-Ashab" adlı eserinde Ka'b b. Züheyr'in hayat hikayesinin bir kısmım anlattıktan sonra şöyle demiştir:

"Ka'b b. Züheyr şairdir. Şiiri güzel ve çok idi. Kendi sınıfındaki şairlerin başında gelirdi. Kardeşi Büceyr de öyleydi. Ama Ka'b ondan daha yüksek bir şairdi. Babaları Züheyr ise, ikisinden daha üstündü. Ka'b'm çok güzel şiirlerinden biri de şudur:

"Eğer ben birşeyi beğenseydim, mutlaka kaderi kendisine gizli ol­duğu halde gencin çalışmasını beğenirdim.

Genç ulaşamayacağı bazı işler için gayret sarfeder. Can birdir, ama himmeti her tarafa yayılmıştır. Kişi yaşadığı müddetçe emeli ileriye doğru uzanır. Ecel sona erinceye dek göz hep ileriye bakar."

Sonra İbn Abdi'1-Berr, Ka'b'a ait birçok şiir nakletmiştir ki, onları burada zikretmek uzun zaman alır. İbn Abdi'1-Berr, Ka'b'm ne zaman vefat ettiğini bildirmemiştir. Ebu'l-Hasan b. Esir de "el-Gâbe fi Mari­feti's-Sahâbe" adlı eserinde şairin ne zaman vefat ettiğini bildirmiş değildir. Ama babasının bîsetten bir sene önce vefat ettiğini söylemiş­tir. Doğrusunu Allah bilir.

Süheylî dedi ki: Ka'b b. Züheyr'in çok güzel şiirlerinden biri de Rasûlullah (s.a.v.)'ı metheden şu şiiridir:

"Kanlı canlı deve onu koşturup götürüyor. O abasına bürünmüş, tıpkı dolunay gibidir. Karanlık geceyi aydınlatıyordu.

Omuzları arasında ve abasının içinde Allah'ın bildiği din ve ke­rem vardır." [7]

 

Hicretin Sekizinci Senesinde Vuku Bulan Önemli Hadiseler Ve Vefatlar

 

Bu senenin cemaziyelevvel ayında Mu'te gazvesi yapıldı. Bu sene­nin ramazan ayında Mekke fethedildi. Şevval ayında Hüneyn'de He-vazin gazvesi yapıldı. Bu gazveden sonra Taif kuşatma altına, alındı. Zilkade ayında Cirâne umresi yapıldı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), seni­nin geri kalan kısmında Medine'ye döndü.

Vakidî dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), zilhicce ayının kalan son gece­lerinde bu seferinden Medine'ye döndü. Bu sene Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. As'ı, Ezd kabilesinden Cülendî'nin oğulları Ceyfer ile Amr'a gönderdi. Bu iki kişinin beldelerindeki Mecusüerden ve çevrelerinde­ki bedevilerden cizye alındı.

Bu senenin zilkade ayında Rasûlullah (s.a.v.), Fatıma binti Dah-hak b. Süfyan el-Kilabî ile evlendi. Fakat Fatıma, ondan Allah'a sığı­nınca, Rasûlullah ondan ayrıldı. Bir rivayete göre Rasûlullah, onu serbest bıraktı. O da ayrılmayı yeğledi ve ayrıldı.

Bu senenin, zilhicce ayında Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi Mariye-tü'1-Kıptiye'den oğlu İbrahim doğdu. Mariye'nin erkek çocuğu olunca diğer kumaları onu çok kıskandılar. İbrahim'i doğurtan ebe, Rasûlul­lah (s.a.v.)'m âzadlı cariyelerinden Selma idi. İbrahim doğunca Sel-ma, Ebu Rafi'e gidip haberi verdi. O da gidip Rasûlullah (s.a.v.)'a müjde verdi. Ona bir köle de verdi. Rasûlullah da bu köleyi Ümmü Berre binti Münzir b. Üseyd b. Hidaş b. Amir b. Ğanm b. Adiy b. Nec-car'a verdi. Ümmü Berre'nin kocası da Bera b. Evs b. Halid b. Cad b. Avfb. Mebzul idi.

Bu senede meydana gelen savaşlarda şehid olduklarını söylediği­miz kimseler vefat etmişlerdir. Yine önceki sayfalarda da anlattığı­mız gibi bu senede Halid b. Velid, Uzza'nm içinde bulunduğu evi yık­mıştır. Uzza'ya, Mekke ile Taif arasındaki Nahle'de ibadet edilirdi. Bu evin yıkılışı, bu senenin ramazan ayının bitimine beş gün kala gerçekleşmiştir.

Vakidî dedi ki: Bu senede Süva' putu yıkıldı. Bu puta, Hüzeyl ka­bilesi Rahat mevkiinde ibadet ederlerdi. Bunu, Amr b. As (r.a.) yık­mıştı. Yıkarken de ambarında birşey bulamamıştı.

Yine bu senede Menat putu yıkılmıştı. Menat, Müşellel mıntıkasında idi. Evs ve Hazreç kabileleri olmak üzere Ensârîler, bu puta ta­zimde bulunurlardı. Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî (r.a.) bu putu yıktı.

"Ey inkarcılar! Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menafin ne olduğunu söyler misiniz?" ayetlerini tefsirimizde açıklar­ken bu konuda faydah ve geniş açıklamalarda bulunduk.

Ben derim ki: Mekke fethini anlattıktan sonra Buharî, ibadet et­mekte oldukları ve Mekke'deki Ka'be'ye benzeterek Ka'betul-Yemâ-niye diye adlandırdıkları yerin yıkılışım da anlatmıştır. Hasamlılar, oraya Ka'betul Yemâniye, Mekke'deki Ka'be'ye de Ka'betü'ş- Şâmiye

diyorlardı.

Buharı, Yusuf b. Musa kamili ile Cerir'in şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.): "Beni, Zülhalase'den kurtarıp rahatlatmaya­cak mısın?" dedi. Ben de: "Evet kurtaracağım." dedim.

Ahnes kabilesinden 150 süvari ile birlikte yola çıktım. Daha önce­leri ben at sırtında duramazdım. Bu halimi Peygamber (s.a.v.)'e an­lattığımda o, elini göğsüme koydu. Sonra elinin tesirini göğsümde gördüm ve o şöyle diyordu: "Allahım, bunu at sırtında sabit kıl ve onu hidayete erdir. Doğru yolu gösterenlerden kıl."

Ondan sonra artık at sırtından düşmedim.

Zülhalase, Hasamlıların Yemen'deki bir mabedi idi. Berile kabile­si de orada ibadet ediyorlardı. İçinde tapılan putlar vardı. Ona Ka'be-tü'l- Yemâniye deniyordu. Cerir oraya gitti. Onu ateşle yakıp kırdı.

Ravi diyor ki1. Cerir, Yemen'e geldiğinde orada fal oklarıyla fal çe­ken bir adam vardı. Ona: "Rasûlullah (s.a.v.)'m elçisi buradadır. Eğer seni ele geçirirse boynunu vurur." denildi. Bir ara o fal çekmekte iken Cerir geldi, yanı başında durdu ve ona şöyle dedi: "Ya bu fal oklarını kırar ve Allahtan başka ilâh olmadığına şahadet edersin, ya da boy­nunu vururum." Falcı da fal oklarım kırıp şahadet getirdi.

Sonra Cerir, Ertat künyesi ile çağrılan Ahnesli bir adamı müjde için Peygamber (s.a.v.)'e gönderdi. Ertat, Peygamber (s.a.v.)İn yanma varınca:

- Ya Rasûlallah, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a ye­min ederim ki, Zülhalase putunu uyuz deve halinde bırakmadan se­nin yanma gelmiş değilim, dedi.

Peygamber (s.a.v.) de, Ahnes kabilesinin süvari ve piyadelerini beş kez tebrik etti." [8]

 

Hicri Dokuzuncu Sene Tebük Gazvesi

 

Tebük gazvesi, hicri dokuzuncu senenin receb aynıda yapılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Ey inananlar! Doğrusu müşrikler pistirler. Bu sebeble, bu yıllar­dan sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkar-sanız, bilin ki Allah dilerse sizi bol nimetiyle zenginleştirecektir. Al­lah şüphesiz bilendir, hakimdir.

Kitap verilenlerden, Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar

savaşm." (et-Tevbe, 28-29.)

İbn Abbas, Mücahid, İkrime, Said b. Cübeyr, Katade, Dahhak ve diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Cenâb-ı Allah, müşriklerin hac ve umre gibi durumlarda Mescid-i Haram'a yaklaşmaktan men edilmelerini emir buyurduğu zaman Kureyşliler şöyle demişlerdi: "Hac mevsimlerindeki ticaret ve panayırlarımız sona erdi. Bu zaman­larda ele geçirdiğimiz kar da elden gitti."

Cenâb-ı Allah, bu kayıplarının yerini şöyle doldurdu: Müslüman oluncaya veya boyunlarını bükerek cizye verinceye kadar Ehl-i Kitap ile savaşmalarını onlara emretti.

Ben derim ki: Rasûlullah (s.a.v.), Bizanslılarla savaşmaya azmet­ti. Çünkü onlar İslâm'a ve Müslümanlara daha yakın idiler. Böylece Rasûlullah'a, insanların en yakım ve hakka davete en layık olan kim­seler idiler. Bu hususta yüce Allah, şöyle buyurmuştu:

"Ey inananlar! Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın. Sizde kendilerine karşı sertlik bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir." (et-Tevbe, 123.)

Rasûlullah (s.a.v.), Tebük senesinde Bizanslılarla şiddetli derece­de sıcak bir mevsimde savaşmaya karar verdiği zaman -ki o zamanda Müslümanların durumu çok sıkıntılı idi- insanlara kararını açıkladı ve çevresindeki Arap kabilelerini kendisiyle birlikte gazaya gelmeye davet etti. İleride de açıklanacağı gibi 30.000'e yakın insan onunla birlikte gaza yoluna koyuldu. Diğerleri ise geride kaldılar. Mazeretsiz olarak gazadan geri kalan münafık ve taksirli kimseleri Cenâb-ı Al­lah kınadı. Onları şiddetli bir şekilde azarladı. Rezil rüsvay etti. On­lar hakkında Kur'ân'm okunan ayetlerini inzal buyurdu. Durumlarım Berae sûresinde açıkladı. Nitekim bu hususu tefsirimizde detaylı ola­rak izah ettik. Şu ayet-i kerimeden de anlaşılacağı gibi Allah, mü'-minlerin her halükarda savaşa gitmelerini emretti:

"İsteyen, istemeyen, hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda malları­nızla, canlarınızla cihad edin. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

Ey Muhammedi Kolay bir kazanç, normal bir yolculuk olsaydı sa­na uyarlardı. Fakat çıkılacak yol onlara uzak geldi. Kendilerini helak ederek, "Gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık" diye Allah'a ye­min edeceklerdir. Allah, onların yalancı olduğunu elbette biliyor." (et-Tevbe,4142).

"İnananlar toptan savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir tai­fenin dini iyi Öğrenmek ve milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı? Ki böylece yanlış hareketler­den çekinirler." (et- Tevbe, 122.)

Denildi ki; bu ayet, -yukarıdaki ayeti neshetmiştir. Bazıları ise böyle bir durumun söz konusu olmadığım söylemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak dedi ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), zilhicce ile receb ay­ları arasında Medine'de ikamet etti. Sonra Rumlarla savaş için asha­bına hazırlanmalarını emretti. Zührî, Yezid b. Ruman, Abdullah b. Ebu Bekir, Asım b. Ömer b. Katade ve onlardan başka âlimlerimiz bu durumu bize anlattılar. Her biri Tebük gazvesi hakkında, o gazveden kendisine ulaşan haberi nakletti. Birinin haber vermediğini, diğerleri haber verdi.

t Rasûlullah (s.a.v.), ashabına Bizans savaşı için hazırlanmalarını emretti. Bu olay, halkın sıkıntıda bulunduğu, sıcağın şiddetli olduğu kıtlık zamanında idi. Meyvelerin olgunlaştığı ve halkın bahçelerin gölgelerinde kalmayı arzuladıkları, içinde bulundukları halden hoş­nut olmadıkları bir zamanda idi. Rasûlullah (s.a.v.), gazveye çıktığın­da çoğu zaman gitmek istediği yeri gizlerdi. Başka bir yere gideceğini söylerdi. Fakat Tebük gazvesinde nereye gideceğini açıkça söyledi. Çünkü yolun uzaklığından ve zamanın şiddetinden, hedeflediği düş­manın çokluğundan o gazveyi halka açıkladı ki, onun için gerekli ha­zırlıklarını yapsınlar. Teçhizatlarını hazırlamalarını söyledi ve Bi­zans'ı hedeflediğini onlara haber verdi.

Rasûlullah (s.a.v.), bir gün bu savaş için hazırlanırken Beni Sele­me kabilesinden Ced b. Kays'a şöyle dedi:

- Ey Ced, bu sene Beni Asfer (Rumlar) ile kılıçla vuruşmak iste­mez misin?

O da şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, bana izin versen, beni fitneye düşürmesen olmaz mı? Vallahi kavmim de bilir ki, kadınlara karşı benden daha tutkun bir adam yoktur ve ben, Beni Asfer'in (Rumların) kadınlarını görür­sem sabredememekten korkarım.

Rasûlullah (s.a.v.) da ondan yüz çevirdi ve: "Sana izin verdim." dedi. Bunun üzerine Ced b: Kays hakkında şu ayet-i kerime nazil ol­du:

"Onlardan, "Bana izin ver, beni fitneye düşürme." diyen vardır. Bilin ki onlar zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, inkar edenleri şüphesiz kuşatacaktır." (et-Tevbe, 49.)

Münafıklardan bir kavmin fertleri birbirlerine şöyle dediler: "Sı­cakta savaşa çıkmayınız."

Cihaddan kaçındıkları, haktan şüpheye düştükleri ve Rasûlullah (s.a.v.)'a yalan haber verdikleri için böyle dediler. Bunun üzerine kut­lu ve yüce Allah, onlar hakkında şu ayeti inzal buyurdu:

"Sıcakta savaşa çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke bilselerdi.

Yaptıklarının cezası olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağla­sınlar." (et-Tevbe, 81-82.)

İbn Hişam, İshak b. İbrahim kanalı ile Abdullah b. Harise'nin şöyle dediğini rivayet eder:

Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir haber geldi: "Münafıklardan bir grub, Yahudi Süveylim'in Casum mmtıkasmdaki evinde toplanıyor­lar. Halkı, Rasûlullah (s.a.v.)'dan, Tebük gazvesine gitmekten geri çe­virmek istiyorlar.

Bunun üzerine Hz. Peygamber, Talha b. Ubeydullah'ı, ashabın­dan bir takım kişilerle birlikte onlara gönderdi ve ona Süveylim'in evini, onların üzerine yakıp yıkmalarını emretti. Talha da bunu yap­tı. Dahhak b. Halife, evin arkasından atladı ve ayağı kırıldı. Onun ar­kadaşları da atladılar, kaçıp kurtuldular. Bunun üzerine Dahhak şöyle dedi:

"Allah'ın Beyt'ine andolsun ki, az kaldı ki Muhammed'in ateşi ile Dahhak ve İbn Ubeyrik yanıyordu.

Süleym'in küçücük evinin üstüne çıkmış iken kırılmış bir vaziyet­te ayağımın ve dirseğimin üzerine düşmüştüm.

Allah'ın selamet ve bereketi sizin üzerinize olsun.

Bunun benzerine bir daha gelmeyeceğim, korkuyorum. Ateş kimi kuşatırsa o kişi yanar."

ibn ishak dedi ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.), yola çıkmaya çalıştı.

Halka toparlanmalarını ve hazırlanmalarını emretti. Zengin kişileri, Allah yolunda infakta bulunmaya ve sefere götürecekleri yükleri ver­meye teşvik etti. Bunun üzerine zengin kimselerden bir takım'adam-lar yükleri verdiler ve sevablarını Cenâb-ı Allah'tan beklediler. Os­man b. Affan, bu iş için büyük bir harcamada bulundu ki, o zamana kadar onun kadar hiçbir kimse bu uğurda harcamada bulunmuş de­ğildi.

İbn Hişam dedi ki: Kendisine güvendiğim birisi bana şu haberi verdi: Osman b. Affan, Tebük gazvesinde dar durumda olan orduya 1.000 dinarlık mali yardımda bulundu. Rasûlullah (s.a.v.) da o zaman şöyle dedi: "Allahım, Osman'dan razı ol. Çünkü ben ondan razıyım."

İmam Ahmed b. Hanbel, Harun b. Maruf kanalı ile Abdurrahman b. Semüre'nin azadlısı Kesse'nin şöyle dediğini rivayet eder:

Osman b. Affan, Rasûlullah (s.a.v.)'ın sıkıntı içindeki Tebük gaz­vesine gidecek orduyu teçhiz etmesi esnasında eteğine 1.000 dinar koyup getirdi ve o paraları Rasûlullah (s.a.v.)'m kucağına boşalttı. Rasûlullah (s.a.v.) da onları eli ile evirip çevirip şöyle diyordu:

"Bugünden sonra ne yaparsa yapsın. Hiçbir ameli Osman'a zarar veremeyecektir."

Abdullah b. Ahmed, babasının "Müsned" adlı eserinde Ebu Musa el-Anezî kanalı ile Abdurrahman b. Habbab es-Sülemî'nin şöyle dedi­ğini rivayet eder:

Rasûlullah (s.a.v.), hutbe irad etti. İnsanları, Tebük gazvesine gi­decek olan ve mali darlık içindeki orduyu teçhiz etmeye ve gerekli yardımı yapmaya teşvik etti, Osman b. Affan: "Sırtındaki çulu ve pa­lanı ile birlikte 100 deveyi ben veririm." dedi. Bunun üzerine Rasûlul­lah (s.a.v.), minberden bir basamak aşağı indi. Sonra yine insanları bu orduya yardıma teşvik etti. Osman: "Sırtındaki çulu ve palamyla 100 deve daha veririm." dedi. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m, Osman'ın bu cömertliğim takdir edercesine elini sallayıp hareket ettirdiğini ve şöyle dediğim gördüm: "Bu günden sonra yapacağı olumsuz davranış­lar ve ameller Osman'a zarar vermez."

Bu, bu şekli ile gariptir.

Beyhakî, Amr b. Merzuk kanalı ile Seken b. Muğire'nin de böyle bir rivayette bulunduğunu ve Osman'ın mezkur sözünü üç kez tek­rarladığını, yanı sırtlarmdaki çul ve palanlanyla birlikte 300 deve vermeyi taahhüd ettiğini beyan etmiştir.

Abdurrahman dedi ki: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m minber üzerinde iken şöyle dediğini gördüm:

"Bugünden sonra yapacağı olumsuz davranış ve ameller Osman'a zarar vermez."

Ebu Davud et-Teyalisî, Ebu Avane kanalı ile Ahnef b. Kays'm şöyle dediğini rivayet eder:

Osman b. Affan'm, Sa'd b. Ebu Vakkas, Ali, Zübeyr ve Talha'ya şöyle dediğini işittim: "Allah aşkına söyleyin. Rasûlullah (s.a.v.)'m: "Zorluk ordusunu (Tebük gazvesine giden orduyu) teçhiz eden kimse­yi Allah bağışlasın." dediğini biliyor musunuz? Ben o orduyu teçhiz ettim. Öyle ki, ne bir yulara, ne de bir ayak bağına ihtiyaçları kalma­dı. Siz bunu biliyor musunuz?" Bunun üzerine onlar: "Allah için evet" biz bunu biliyoruz."dediler.

(bu bölüm eksiktir) [9]

 

Mazeretleri Dolayısıyla Savaştan Geri Kalan Bekkailer (Ağlayanlar) Ve Diğerlerinin Durumu

 

îba îihak dtdi M: Bunlar, Ennâr'daa ve Beni Amr b Âvf kabile- olup toplamdi kişi idikr; Salim b, Umtyr» Beni Hariss'nin kstfdifi Ulb b, Eyd leai Maıia b/Neccarta kardeşi Ebu Leyla Âb-durrahmaa b» Kâvbs Beai Stltms'nin kardeşi Amt b. Hümam b, C& muhj Abdullah b MuğalM el-Mütenî,

Baiüarı derler kiı Bilakis o, Abdullah b. toır tl-Müı^nî'^r. Bun­larla Mrliktt Btai Vakif in kardeşi Htrma b,  Fî d    d el-Ftıaîî dt vardiv

tba tghak dedi Mî Baaa ula^aa habere göre İba Yamin b. Umeyr b, Ka*b ta-Nadrî, ağlamakta olan Ibu Leyla Âbdirrahmaa b. Kab ile Abdullah bt MuğaflteTt rastladı, Onlaraî -- Ni^a aflıyorguaus? diye rdUv Dalar da dediler kiî

- Bis^ bia^k t^aia tmti ia Rasûlullah (g'ıa yanına gel­dik, Fakat oaua yaaıada, biii biadireeeği bir biaek bulamadık, Kea-disaiı û§ eauala Mrlikt© yiöla çıtoaya kuvvet de bulamadık.

luaua u^&r&m İba amia öalara bir dev% verdi. Onlar da sefere  asudâfimea öalara bir miktar hurma verdik Böylece onlar,  (s,a»vyia birlikti yola şıktalar.  bu Buktyr buauv tba tghak'taa naklederken şu eklemeyi

ti r^âv) de, Ma%kbulamad için geceleyin bir kenara  kadar aamaa kıldıktan sonra şöyle de-ic "Maaım> s%n eiha^ ©mred^ör ve biıi dhada teıvik e^yorsun, d --malumdur ki- biaasak ve masraf gerektiren birşeydir. Oy*  fe%n> buakıaa hiş Mrigine sahip değilim, Stnia peygamberin,  İmadığı i^a bâaa yardım edemedi. Şahit öl M, bugüne  a^ Müslumtnıa aulmune marua kalmış isem, mal* ean  feâîammdâa hta^ MMüm%nda bir hakkım varsa, hepsim  d&r&k kendikrint helal ettim," sormuştu. Fakat Mm-- Itu atan daha. Mm ise ayağa kalton^ ^  ara eitmişU-. RasMallah (s»iuv.) elinde balu&aa Âlk&a için beni Rasûlullah (s.a.v.)'a gönderdiler. Çünkü onlar da Rasûlul-lah'la birlikte Tebük gazvesine giden zorluk ordusu içinde idiler. Gi­dip şöyle dedim:

-  Ey Allah'ın peygamberi! Kendilerine binek veresin diye arka­daşlarım beni sana gönderdiler.

Rasûlullah:

- Vallahi sizi birşeye bindiremem, dedi. Yanma vardığımda Rasû­lullah Öfkeli idi. Sebebini bilemiyordum.

Bana binek veremediğinden dolayı üzüntülü, Rasûlullah'm da kalbinde bana karşı kırgınlık hissetmesinden Ötürü korkulu olarak geri döndüm. Arkadaşlarımın yanına vardım ve Rasûlullah (s.a.v.)'m söylediğini onlara ilettim. Azıcık bekledikten sonra Bilal'in şöyle ses­lendiğini duydum:

- Abdullah b. Kays nerede? Ona cevab verdim. O da:

-  Rasûlullah (s.a.v.) seni çağırıyor, gel buraya, dedi. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına vardığımda bana:

- Şu birbirine bağlı iki grup deveyi al, dedi. Böyle derken Sa'd'dan satın aldığı altı deveyi bana verdi. Ve:

- Al bunları, arkadaşlarına götür ve onlara: "Allah (veya Rasûlul­lah) sizi bu develere bindiriyor," de.

Ben de develeri alıp arkadaşlarıma gittim ve onlara:

- Rasûlullah (s.a.v.), sizi bu develere bindiriyor. Ama Allah'a ye­min ederim ki, sizin için kendisinden binek istediğim zaman Rasûlul­lah'm bana söylediği sözleri işitmeniz ve ilk etapta beni men edişini, sonra, bu develeri bana verişini bizzat kendisinden duymanız için mutlaka benimle birlikte siz de Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gelmeli­siniz ki, onun söylemediği birşeyi size söylemiş olduğumu zannetme-yesiniz, dedim.

Onlar da:

- Allah'a yemin ederiz ki, senin sözlerin bizim yanımızda tasdik edilmiştir. Ama istediğini yapacağız, dediler.

Ravi diyor ki: Ebu Musa, arkadaşlarından birkaç kişi ile birlikte oradan kalkıp Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi ki, onları binekten menederken söylediği sözleri ve daha sonra o binekleri onlara verir­ken söylediği sözleri işitsinler. Ebu Musa'nın ondan kendilerine nak­lettiği sözleri duysunlar.

Ravi diyor ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma, yağmalanan ba­zı develer getirildi. Bize de küçük hörgüçlü altı deve verilmesini em­retti. Biz de o develeri aldık. Sonra: "Biz Rasûlullah (s.a.v.)'m bizleri deveye bindirmeyeceğine dair ettiği yemini unuttuk. Vallahi bu deve­ler bizim için uğurlu olmazlar." dedik. Yanma dönüp kendisine bunu anlatınca o şöyle buyurdu:

- Ben sizi bu develere bindirmedim. Ama Allah bindirdi. Sonra ben birşeye yemin edersem, o yemini bozmayı daha hayırlı görürsem mutlaka yemini bozar, hayırlı olan o işi yaparım."

İbn İshak dedi ki: Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ın yola çıkma işi ke­sinleşti. Çıkmaya karar verdi. Kalblerinde bir şüphe olmadığı halde bazıları geri kaldılar ve sefere gitmediler. Onlardan bazıları şunlar­dır: Ka'b b. Malik b. Ebi Ka'b (Bu, Beni Seleme1 nin kardeşidir.), Mü-rare b. Rebi (Bu, Beni Amr b. Avfın kardeşidir.), Hilal b. Ümeyye (Bu, Beni Vakıfın kardeşidir.), Ebu Hayseme (Bu, Beni Salim b. Avfın kardeşidir.). Bunlar dürüst kimseler olup Müslümanlıkları hu­susunda asla itham edilmezlerdi.

Ben derim ki: İlk üç kişiye gelince, bunların kıssaları inşaallah yakında detaylı olarak anlatılacaktır ki, onlar hakkında Cenâb-ı Al­lah, şu ayeti inzal buyurmuştur:

"Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendi­lerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalan üç kişinin tevbesini de kabul etti." (et-Tevbe, ııs.)

Ebu Hayseme'ye gelince o, döndü ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına yetişmeye azmetti. Nitekim ileride de bu anlatılacaktır. [10]

 

Fasıl

 

Yunus b. Bükeyr, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet eder:

Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m seferi açık ve belli oldu. Yola koyul­maya karar verdi. Perşembe günü yola koyulduğunda askerim Seni-yetul-Veda üzerinden yürüttü. Yanında 30.000'i aşkın insan vardı. Allah düşmanı Abdullah b. Übey, askerlerini onun aşağı taraflarında­ki yoldan yürüttü. Denildiğine göre onun askerleri, İslâm askerlerin­den az değildi. Rasûlullah (s.a.v.) yürüdüğü zaman Abdullah b. Übey, ondan ayrılan münafıklardan şüphe erbabı ile birlikte ayrılıp geri kaldı.

ibn Hişam dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de yerine vekil ola­rak Muhammed b. Mesleme el-Ensarî'yi vali tayin etti. ed-Deravar-dî'nin anlattığına göre Tebük savaşma gidildiği esnada Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de yerine Siba b. Urfuta'yı vali tayin etmiştir.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i ailelerine bakmak için Medine'de bıraktı ve ona, onların arasında kalmasını emretti. Bunun üzerine münafıklar, bu konuda yalan haberler uydu­rup şöyle dediler: "Ali'yi ağır hareket ettiğinden ve kendisi de böylece ondan kurtulup hafiflemek istediğinden Medine'de bıraktı."

Münafıklar böyle dedikleri zaman Ali b. Ebi Talib, silahını alıp yola çıktı. Raaûlullah (g,a,v.)'a Ot&f d© mola vtîinişksn vardı ve münafıkların yaptıkları dedikoduyu anlattı. Bagûlullâh (s,a,v.) da ©na şöyk dedi:

- Yalan söylemişler, ben seni arkamda bıraktığım şeyler için geri bıraktım. Geri dön, ailemin ve ailemin yanında kal ©y Alil Harun'un Musa'ya kardeş olduğu gibi bana kardeş olmak istemiz milin? Fakat benden sonra bir peygamber daha gelmeyecektir,

Bunun üzerine Hz, Ali, Medine'ye geri döndü, Basûlullah (i.a.v.) da yolculuğuna devam etti,

Ebu Davud et-Teyalkî, MMüsned"inde Şube v§ Hakim kanalı üt Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet eder;

"Rasûlullah (a.a.y.), Tebük gazvesine giderken Âli b, İbi T&lib'i Medine'de bıraktı. Ali ona;

- Ya Rasûiallah, beni çocuklarla kadınların arasında mı bırskı= yorsun? diye sordu,

Rasûlullah (s.a.v,), ona şu cevabı yerdi:

- Musa'nın Harun'a kardeş oluşu gibi g§n de bana kardtş olmak istemez misin? Ancak benden nonra bir peygamber gelmeyecektir,"

îmam Ahraed b, Hanb©l, Kuteybe b. Said kanalı ili Âmir'in baba= sı Sa'd'm şöyle dediğini rivayet eder;

"Bir gazvede Rasûiullah Cs.a.v,), Ali'yi Medine'de bırakmıştı, lu= nun üzerine Ali de ona:

- Ya Rasûlallah, beni çocuklar ve kadınlarla beraber g§ride mi bı­rakıyorsun? diye sorunca, Raıûlnlİ&h (s.a,v,)'m ona şöyle dediğini i-şittim:

- Harun'un Musa'ya kardeş olmağı gibi, senin de bana kardsş ol­mana razı değil roisin? Ancak benden sonra peygamber yoktur."

îbn îshak dedi ki; "Ebu Haysem'e, Ragûluİİah (s,a.v,) ili birkaç gün yürüdükten sonra çok sıcak bir günd© ailesine geri döndü, İM kâ= rısım bahçesindeki gölgelik altında buldu. Her biri gölgeliğini döş§* miş, kendisi için orada su soğutmuş ye yemek hâmrlamıştı, Bahçtyi girdiği zaman gölgeliğin kapısı önünde dikildi ve iki kanıma baktı, Onların kendisi için yaptıklarını görünce şöyle dedi;

-  RasûMlah (g,a,v,\ güneşte, rüzgarda ve mcakta sUum, Wbu Hayseme ise serin bir gölgede olsun, yemeği de hazırlanmış v© olan malının içinde güzel kanmyla birlikte öliua». Bu, insaf Vallahi sizin ikinizden hiç birinizin gölgeliğine girtegk değilim. Mutlaka Rasûiullah (g,a,v,)'a ^dip kavuşacağım. Siz basa azık hasır­layın.

Onlar, Ebu Hayseme'nin emrini yerine getirdiler, Bonm bintk er­kek devesi ile yola çıktı, RasâJullah (g,â,v,)'ı anyordtt, İkM ne arkadaş oldular ve Tebük'e yaklaştıkları zaman Ebu Hayseme

(Bu bölüm eksiktir)

tır. Eğer onda hayır yoksa, Allah sizi ondan kurtarıp rahata erdire­cektir.

Bbu Zerr devesini bekledi. Onu geciktirince eşyasını alıp sırtına vurdu. Sonra yaya olarak Rasûlullah (s.a.v.)'m gittiği yolu izlemeye başladı. Rasûlullah (s.a.v,), bir konak yerinde mola vermekte iken Müslümanlardan biri etrafa bakarken şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, şu adam yolda yaya olarak geliyor. Rasûlullah (s.a.v.):

- Eba Zerr'dir, dedi. Oradakiler yolda gelmekte olan adama iyice bakınca:

-  Ya Rasûlallah, vallahi bu Ebu Zerr'dir, dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

"Allah, Ebu Zerr'e rahmet etsin. Yalnız başına yürür, yalnız başı­na ölür, yalnız başına diriltilir (hasredilir)."

Aradan zaman geçti. Bir ara Ebu Zerr, Rabza'ya sürgün edildi. Ölüm vakti geldiğinde karısına ve kölesine şu vasiyette bulundu:

- Ölürsem beni geceleyin, yıkayıp kefenleyin. Sonra beni yol orta­sına koyun. Yanınızdan geçen ilk kervana deyin ki; işte bu, Ebu Zerr'dir!

Ölünce vasiyeti gereğince onu geceleyin yıkayıp kefenlediler ve yol ortasına bıraktılar. Birde baktüarki, bir kervan geliyor. Kervanı tanımıyorlardı. Nihayet üzengileri, Ebu Zerr'in tabutunun kenarına değdi. Bir de baktılar ki İbn Mesud, Kufelilerle birlikte gelmiş. İbn Mesud, sordu:

- Bu nedir?

- Ebu Zerr'in cenazesidir!

Bunun üzerine İbn Mesud, ağlamaya başladı ve şöyle dedi:

"Rasûlullah (s.a.v.), gerçekten doğru söylemiş: "Allah, Ebu Zerr'e rahmet etsin. Yalnız basma yürür, yalnız başına ölür, yalnız başına diriltilir (hasredilir)."

Böyle dedikten sonra bineğinden indi. Bizzat onu kendisi defnet­ti."

"Sıkıntılı bir zamanda peygambere uyanlar..." (et-Tevbe, 117.) ayet-i kerimesi ile ilgili olarak İmam Ahmedb. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile Abdullah b. Muhammed b. Akil'in şöyle dediğini rivayet eder: "Te-bük gazvesine gidilirken iki, üç kişi bir deveye binip gidiyorlardı. Çok şiddetli bir sıcakta yola çıkmışlardı. Susamışlar, öyle ki, develerini kesiyor ve kirişlerim çıkararak içindeki suları emiyorlardı. Tebük gazvesi azık, yiyecek, içecek ve binek bakımından çok sıkıntılı bir gazve olmuştu."

Uah b. Vehb, Amr b. Haris kanalı ile Abdullah b. Abbas'm

«Ömer b. Hattab'a: "Bize sıkıntı zamanının (Tebük gazvesinin) durumunu anlat," denilince o, şöyle cevab verdi:

Çok sıcak bir zamanda Tebük yolculuğuna çıktık. Bir menzile va­rıp konakladık. Orada aşırı derecede susadık. Öyle ki, boyunlarımızın kopacağını sandık. Bizden biri devesini aramaya gidipte geri döndü­ğünde neredeyse boynunun kopacağım sanıyordu. Bazı adamlar deve­lerini boğazlıyor, dışkısını sıkıyor, ondan süzülen suyu içiyor, kalan kısmım da ciğerinin üzerine koyuyordu. Ebu Bekir es-Sıddık dedi ki:

- Ya Rasûlallah, Allah seni hayır dua yapmaya alıştırmış tır. Bi­zim için Allah'a dua et.

- Ey Ebu Bekir, sen bunu ister misin?

- Evet.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ellerini göğe kaldırdı. Yağmur yağmcaya kadar ellerini havada tuttu. Hafif bir yağmur yağdı. Sonra yağmur sağanak halinde yağmaya başladı. Ashab beraberlerindeki kablarına su doldurdu. Sonra gidip baktık ki, yağmur nerelere düş­müş. Ordugahın dışına yağmur yağmadığım gördük.»

İbn İshak şöyle dedi: "Asım b. Ömer b. Katade, kendi kavminden bazı adamlardan naklederek bana şöyle haber verdi: Rasûlullah ve sahabeler, Hicr mevkiinde iken bu hadise meydana gelmişti ve saha­beler, beraberlerindeki bir münanka şöyle demişlerdi:

- Yazıklar olsun sana. Bundan sonra daha ne kaldı ki, inanmıyor­sun?

O da şu cevabı verdi:

- Bu gördüğünüz bulut, geçip giden bir buluttan başkası değildir. Yine İbn İshak'm anlattığına göre Rasûlullah (s.a.v,)'m devesi kaybolmuş, ashab onu aramaya gitmişti. Rasûlullah (s.a.v.) da yanı başında olan Umare b. Hazım el-Ensârî'ye şöyle dedi: "Adamın biri diyor ki; Muhammed size kendisinin bir peygamber olduğunu haber veriyor. Size göğün durumunu haber verdiğini iddia ediyor. Oysaki, devesinin nerede olduğunu bilmiyor!

Vallahi ben, Allah'ın bana bildirdiğinden başka birşey bilemem. Allah, bana o devenin yerini gösterdi. O deve şu vadidedir. Yuları bii ağaca takıldığı için orada ahkonmuştur."

Sahabeler de gidip deveyi getirdiler. Umare b. Hazım da kend yandaşlarının yanına döndü ve Rasûlullah (s.a.v.)'ın, aleyhinde konu şan adamın sözünden haberdar olduğunu onlara bildirdi. Bunun üzç rine Umare'nin takımında bulunan bir adam şöyle dedi: "Bu sözü ar cak Zeyd b. Lusayt söylemiştir." Zeyd, gelmeden önce Umare'nin tak mında idi. Bunun üzerine Umare, Zeyd'in yanma gitti. Onun boynı na dürterek şöyle dedi:

- Benim takımımda bir bela varmış da bilmiyormuşum. [11]

 

Hz.Peygamber’in Tebük’e Giderken Hicr’de Bulunan Semud Kavminin Meskenlerine Ve Köşklerine Uğraması

 

Tibuk ı^nfgiadi lâiûiulkh (s.a.v.), Mim mıafeka§ısda Ş kavffiiaia §vl§riais yaaıaa inû, înıank?, ieısud kavmiaia m işMkîe= ri kuyul&rdaa m ç^p hamur yeğufiuk? v teaeerelefisi e gu ili 4öl= durup etkriai pifir^ler, la (s.a.v,) ©mir v§rdi ©ala? ia eama emri ügiriat t6netrilirind§ki yeaıekleri iöklüle?: Yeppsıuş elduMa= n hamurlan

 uğrayaa kâvmia yurtlarıaa ftoektea §&hab§kri ıseaetli  şöyl buyurdu;

"Dalana b&gıaa §§ka mu§ibitia, kerkuyerum, öalana ygrkriai fina

İmam Ahmid b= Haabil, Âbd  şöyli didiğiai rivayet

"Rasûluü&h (ı,a,v,), Mier'e uğradiği şâmaa şöyk

"Mueig©İ§r isteaı^ia. Çüakü iaiih'ia k&mi mmm istemişti: Vg  ealam şm yûâm |§Hr, bu y§İdaa pte 4i, luauaia beraber ©alar, Eâbltriala §mri dıpaa şıktık^ eaa agi eidular ve Salih'in d§= vsgini boğâgk^kr. ö dsvş, eakrıa Mr füa §ukns4 ipr, eslap da bir= gte ©aua §ütteü işerlerdi.- Fakat yia§ de ©au leğaö altodan g©lta bir ^ğkk ©slan y&k&ladi; Mka eslana kk itti, §ad§g© bir Mşi Makt§s kurtulmuştu ki, e da Âlkh'm

Dişildi M',

- Kurtukn 9 adam tadi ya lâ§fklkh?

- Ö ibm Ei

İmam Afem#d b; Htnb§İ? ¥§gid b.-âî'ia ş%i© dediğisi T#btik fagy§§  girmek iftî Nftffisz işia tepkam! âif§  d#¥©giiîi tutmu ısteiııe gasab #ttip bir ktvmin yâms» s§ Üye ^^

Orada bulunanlardan bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle seslen­di:

-  Biz onların durumuna hayret ediyoruz. Bu sebeple yanlarına gitmek istiyoruz.

- Size bundan daha hayret verici birşeyi haber vereyim mi? Siz­den bir adam, sizden önceki haberleri ve sizden sonra olacak hadise­lerin haberlerini size bildiriyor. Şu halde istikamet (doğruluk) üzere olun. Doğru dürüst olun. Allah sizi ne diye azablandırsm! Sizi azab-landırmak O'nun umurunda değildir. Ve kendi nefislerinden hiçbir a-zabı geri savamayan bir kavim gelecektir.

Yunus b. Bükeyr, İbn İshak vasıtasıyla Abbas b. Sehi b. Sa'd es-Saidî veya Abbas b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), Hicr'e uğrayıp konakladığında insanlar oranın kuyusundan su çektiler. Oradan ayrılıp yola koyuldukları zaman Rasûlullah, in­sanlara şöyle dedi:

"Hicr kuyusunun suyundan asla içmeyin ve o su ile namaz için abdest almayın. O su ile yoğurmuş olduğunuz hamurunuzu develere yem olarak verin ve o hamurdan asla yemeyin. Bu gece sizden her­hangi biri, yanında arkadaşı olmadan dışarı çıkmasın."

İnsanlar, Rasûlullah'm kendilerine verdiği emri yerine getirdiler. Sadece Beni Salde kabilesinden iki kişi bu emre uymadılar. Bunlar­dan biri yalnız başına def-i hacete çıktı. Diğeri de yalnız başına kay­bolan devesini aramaya çıktı. Def-i hacete giden adam, def-i hacette bulunduğu yerde boğuldu. Devesini aramaya giden kimseyi ise rüz­gar alıp Tayyie dağına fırlattı. Rasûlullah (s.a.v.), bu durumdan ha­berdar olunca şöyle dedi:

- Sizden herhangi birinizin, yanında arkadaşı olmadan dışarı çık­masını yasaklamamış mıydım?

Sonra def-i hacet yaptığı yerde boğulan adamın getirilmesini em­retti. Ona dua eti. O kişi şifa bulup iyileşti. Tayyie dağına rüzgar ta­rafından fırlatılan adam ise ancak Tebük'te Rasûlullah (s.a.v.)'a ula­şabildi."

Ziyad'm İbn İshak'tan yaptığı bir rivayette de şöyle denmektedir: "Medine'ye dönüşü esnasında Tayyie dağındaki adam, Rasûlullah (s.a.y.)'m yanma gelebildi."

îbn İshak dedi ki: Abdullah b. Ebi Bekr'in bana anlattığına göre o iki adamın adını Abbas b. Sehl ona söylemiş. Ama o, onların adlarını gizledi, bana söylemedi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan kanalı ile Ebu Humeyd es-Sai-dî'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Te-bük senesinde yola çıktık. Vâdi'l-Kurâ'ya geldik. Birde baktık ki; bir kadın, kendi bahçesinde duruyor. Rasûlullah (s.a.v.), ashabına: "Şu

bahçedeki hurmaların miktarını tahmin edin bakalım." dedi. Onlar da tahmin ettiler. Rasûlullah ise hurmaların on yük geleceğini tah­min etti. Sonra kadına dedi ki:

- Şu bahçeden devşireceğin hurmaların miktarım tesbit et. İnşa-allah tekrar sana döndüğümde bana söylersin.

Rasûlullah, oradan ayrıldı. Yola koyuldu. Nihayet Tebük'e ulaştı. Ashabına şöyle dedi:

- Bu gece üzerinize şiddetli bir rüzgar esecektir. Rüzgar eserken hiç kimse ayağa kalkmasın. Devesi olan da bağını iyice bağlasın.

Ebu Humeyd dedi ki: Gece olunca şiddetli bir rüzgar esti. O esna­da adamın biri ayağa kalkınca rüzgar onu Tayyie dağına fırlattı.

Sonra Eyle hükümdarı, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi ve ona beyaz bir katır hediye etti. Rasûlullah da ona bir aba giydirdi ve onla­ra emanname yazdı. Sonra geri dönüş yoluna koyuldu. Biz de onunla birlikte geri döndük. Nihayet Vâdi'l-Kurâya geldik. Kadına dedi ki:

- Bahçeden ne kadar hurma elde ettin? Kadın:

- On yük elde ettim, dedi.

Bu, Rasûlullah'm önceden tahmin ettiği miktar kadar idi.

Rasûlullah (s.a.v.): "Ben acele ediyorum, sizden de acele etmek is­teyen varsa acele etsin." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) oradan çıktı. Biz de onunla beraber yola çıktık. Nihayet Medine'ye vardığında: "Bu Ta-be'dir." dedi.[12] Uhud dağını görüncede şöyle dedi: "Bu Uhud'tur. O bizi sever, biz de onu severiz. Size Ensâr evlerinin en hayırlısını haber ve­reyim mi?"

Dedik ki:

- Evet, ya Rasûlallah. Buyurdu ki:

- Ensâr evlerinin en hayırlısı Neccar oğulları yurdudur. Sonra Be­ni Abdüleşhel yurdudur. Sonra Beni Saide yurdudur. Sonra bütün Ensâr'm evlerinde hayır vardır."

İmam Malik, Ebu Zübeyr vasıtasıyla Ebu Tufeyl Amir b. Vasi-le'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Muaz b. Cebel'in bana anlattığına göre onlar, Tebük senesinde Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte sefere çık­mışlardı. Rasûlullah (s.a.v.), öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazla­rını cem' ederek kılıyordu. Birgün namazı geciktirdi. Daha sonra bu­lunduğu yerden çıkıp öğle ile ikindi namazını cem' ederek bir arada kıldı, sonra girdi, sonra çıktı ve akşam namazı ile yatsı namazını cem' ederek bir arada kıldı. Sonra da şöyle buyurdu:

- înşaallah yarın Tebük pınarına geleceksiniz. Gündüzleyin kuş­luk vakti, güneş yükselmeden oraya varamayacaksınız. Oraya varan imsssîa avi âîpî M; lis öf&ya wd\k-. iki v. Pmafdaa ayakkabı ipi k&hahiıaea mm asa? §u  [13]

 

Hz.Peygamber’in Tebük’teki Bir Hurma Ağacının Yanında Hutbe İrad Etmesi

 

 iü şısaaa auyuaa el w¥âm^ mu M|t dty§ serdu* ©ala? j ee ftagfellak salam a|» s&ste sarftetü ve daha feşök şeyle? öi-. Şaa^a pa&çdaa asa? asa* avuşla^f aldılar Nikahı fe kırba ifiad© M? f&ikte mı te?kadı-. E&eâMklı t§..a-.v-.)> ytktüafc w âlerial & §uda pkadı> tetatf tabadaki pyu pam döktü., luadaa §aara ıu böl mikteda afeaaya kaşladı-. îagaala? ©mdaa su aldüa?v Bmm Ea--Mlkk fe  yaka M? aamaada e?&daa akaatara.

 Sana birşey diyeceğim, ama ben hayatta olduğum müddetçe onu kimseye söyleme. Rasûlullah (s.a.v.), Tebük'e gelip konakladı. Bir hurma ağacının yanında mola verdi ve: "Bu bizim kıblemizdir." dedi. Sonra hurma ağacına yönelerek namaz kıldı. Ben de küçücük bir ço­cuktum. Koşuyordum. Gelip Rasûlullah ile o hurma ağacının arasına girdim. Rasûlullah: "Bu bizim namazımızı kesti. Allah da bunun ese­rini kessin." dedi. İşte o günden bu güne yerimden kalkabilmiş deği­lim."

Ebu Davud, Said b. Abdülaziz et-Tennuhî vasıtasıyla Yezid b. Nemra'mn şöyle dediğini rivayet eder: Tebük'te kötürüm bir adam gördüm. Kötürümlüğünün sebebini şöyle anlatıyordu: "Ben bir mer­kebe binmiştim. Rasûlullah (s.a.v.) da namaz kılmakta idi. Merkeb üzerinde iken Önünden geçtim. O: "Allahım, bunun eserini kes." dedi. Ben de artık yürüyemez oldum."

Başka bir rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle beddua et­miş: "Bu bizim namazımızı kesti. Allah da bunun eserini kessin." [14]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/9-21.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/22-34.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/35-36.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/36-39.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/39-42.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/42-47.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/48-58.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/59-60.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/61-65.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/66-69.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/69-74.

[12] Tabe: Medine şehrinin adıdır.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/74-78.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/78-80