Malik B. Avf En-Nasrî'nin Rasûlullah (S.A.V.)'In
Yanına Gelişi
Adilane Ganimet Taksimi Hususunda Bazı Cahil Ve
Münafıkların İtirazları
Rasûlullah (S.A.V.), Cirâne'de İken Süt Kardeşi
Şeyma'nın Gelişi
Ka'b B. Züheyrb. Ebi Sülma'nın Müslüman Oluşu
Hicretin Sekizinci Senesinde Vuku Bulan Önemli
Hadiseler Ve Vefatlar
Hicri Dokuzuncu Sene Tebük Gazvesi
Mazeretleri Dolayısıyla Savaştan Geri Kalan Bekkailer
(Ağlayanlar) Ve Diğerlerinin Durumu
Hz.Peygamber’in Tebük’e Giderken Hicr’de Bulunan
Semud Kavminin Meskenlerine Ve Köşklerine Uğraması
Hz.Peygamber’in Tebük’teki Bir Hurma Ağacının Yanında
Hutbe İrad Etmesi
Urve ile Musa b. Ukbe,
Zührî1 nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Rasûlullah (s.a,v.), hüneyn
gününde savaştı ve hicri sekizinci senenin şevval ayında Taif i muhasara
altına aldı."
Muhammed b. İshak dedi
ki: "Sakif in yenilmiş' ordu birlikleri Taife geldikleri zaman,
üzerlerine şehirlerinin kapılarını kilitlediler ve savaş için hazırlıklar
yapmaya başladılar.
Ne Hüneyn'de ne de
Taif kuşatmasında Urve b. Mesud ve Gaylan b. Seleme hazır bulunmadılar. Onlar
Cüreş'te idiler. Debbabe, mancınık ve dabur eğitimi yapıyorlardı.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), Hüneyn'in işini bitirdiği sırada Taife yürüdü. O esnada Ka'b b. Maiik
bu hususta şu şiiri söylemişti:
"Tihame'den ve
Hayber'den bütün şek ve şüphelere son verdik.
Sonra kılıçları
dinlendirdik.
Onları muhayyer
kıldık. Eğer konuşurlarsa onların keskinleri şöyle derler:
Devs ve Sakif
kabileleriyle savaşacağız.
Yurdunuzun civarında
bizden binlerce kişi olarak onları eğer görmezseniz ben çocuğa bakıcı değilim.
Vecc vadisinde evlerin
çatılarını çıkartırız.
Evleriniz sizden boş
kalmış bir hale gelir, viraneye döner.
Bizim için öncü olan
atlar,
Ardında yoğun bir
topluluk bırakarak size gelirler.
Sizin sahanıza
indikleri zaman onlar için onları çöktüren kimselerden şiddetli depreten bir
ses işittiniz.
Ellerinde keskin
kılıçlar olduğu halde düşmanlarından onlarla kucaklaşan kimseleri ölüm için
ziyaret ediyorlar.
Tıpkı yıldırımların
parlaması gibi, kılıçlar ki, onları Hind demircileri halis kılmıştır.
Henüz hiçbir kapı
demirini dövmemiştir.
Kahraman kişilerin kan
yollarını orada savaşçıların birbirine yaklaştığı sabahı başkasıyla karışmış
bir safran sanırsın.
Onlardan gayret
gösterenler var mıdır?
Bizi fazlasıyla
tanımış olan kavimlerden onlara bir öğüt veren yok mudur?
Onlara haber ver ki,
biz kerim, asaletli atları topladık.
Ve biz, onların
kalelerinin surlarını saflar halinde kuşatan bir ordu ile onlara gittik.
Onların başkam
peygamberdir. Dayanıklı, sebatlı, temiz kalbli, sabırlıdır.
Zühd ettiği şeylerden
uzak duran kimsedir.
İşin doğrusunu bilen,
hüküm, ilim ve yumuşak huyluluk sahibidir.
Hafif meşrebli olmayan
bir kişiliğe sahihtir.
Peygamberimiz'e itaat
ederiz, Rabbe itaat ederiz. O ki, Rahman'dır.
Bize rahmeti bol, zatı
yüce ve yüksektir.
Eğer bize barışı
teklif ederseniz kabul eder ve sizi bizim için destek sayarız.
Verimli topraklarınızı
da geçim kaynağımız kılarız.
Eğer barışa
yanaşmazsanız sizinle cihad ederiz. Cihadda sabır gösteririz.
Bizim işimiz kararsız
ve zayıf olmaz. Biz hayatta kaldığımız sürece kılıçlarımızla cenk ederiz. Veya
siz zorla ve itaatle islâm'a dönersiniz. Cihad eder ve bizimle karşılaşan
kimselere aldırış etmeyiz. İster eski malı mahvetmiş olalım, ister yeni meydana
gelmiş olanını mahvedelim.
Birçok topluluk vardır
ki, bizim yanımızda toplandılar. Onlardan halis asıllı olanlar vardır. Onlarla
antlaşma yapmış olanları vardır.
Kendileri için kafi
bir kuvvet görmez olarak bize geldiler.
Böylece biz kulakları
ve burunları kestik.
Her yumuşak ve parlak
Hind kılıçlarıyla ki, onlarla onları şiddetli bir şekilde sürüyorduk. .
Allah'ın emrinden ve
İslâm'dan dolayı.
Nihayet din doğru bir
şekilde bâtıla meyletmeksizin kalır.
Lat, Uzza ve Ved
unutulur.
Onlardan gerdanlıkları
ve küpeleri soyarız.
Böylece onlar ikrar
etmiş ve sükuna ermiş oldular.
Kim kötülüklerden
kaçınmazsa alçaklığı kabul eder."
İbn İshak dedi ki:
Kinane b. Abdi Yaleyl b. Amr b. Umeyr es-Sa-kafî de, Abbas'm yukarıdaki şiirine
şu cevabî şiiri okudu:
Ben derim ki: Bu zat,
Rasûlullah (s.a.v.)'a bilahare Sakif kabilesi heyeti ile birlikte gelmiş,
onlarla beraber Müslüman olmuştur. Medainî'nin iddia ettiğine göre Müslüman
olmamış, aksine Bizans'a gitmiş, orada Hristiyan olmuş ve Hristiyan olarak
ölmüştür. Şiiri şudur:
"Kim bizimle
savaşmayı arzu eder olduğu halde bizi arıyorsa, biz bir meşhur yurttayız ki,
oradan katiyen ayrılmayız.
Orada babaları bundan
önce gördüğün şey üzere bulduk ve bizim için oraların kuyuları ve üzüm bağları
kaldı.
Bundan önce Amr b.
Amir bizi denedi.
Böylece onun fikir ve
akıl sahibi adamı ona haber verdi.
O biliyor ki, şayet
gerçeği söylerse şöyle diyecektir: Biz, büyüklük taslamasından dolayı yanaklar
bir tarafa eğildiği zaman onları düzeltiriz.
Onları doğrulturuz. Tâ
ki, onların sert ve şiddetli olanı yumuşasın.
Ve apaçık haktan Ötürü
zalimler bilinip tanınsın.
Yakan kimsenin
mirasından bizim üzerimizde yumuşak zırhlar vardır.
Tıpkı yıldızların
süslediği göğün rengi gibidir.
Bir şiddet zamanı
kınlarından sıyrıldıkları zaman keskin kılıçlarla onu bizden kaldırırız.
Ve o kılıçları
kınlarına koymayız."
İbn İshak dedi ki:
Şeddad b. Arız el-Cüşemî, Rasûlullah (s.a.v.)'m Taife yürümesi hakkında şöyle
dedi:
"Lafa yardım
etmeyiniz. Çünkü Allah onu mahvedecektir. Nasıl olur da yardım etmeyen kimseye
yardım edilir? Bir şey ki, dağda yakıldı, alevlendi ve başlarının yanında
savaşılmadı. O şey heder olur.
Şüphesiz ki, Rasûl
sizin beldelerinize indiği zaman eman kalkar. Ve oralarda oralılardan hiçbir
beşer yoktur."
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.) Hüneyn'den Taife, Kahle-i Yemani'ye üzerinden yola çıktı.
Sonra Karne vardı. Oradan Müleyh üzerinden yürüdü. Sonra Leyye'den olan
Buhreti'r-Ruğa üzerinden gitti ve orada bir mescid bina etti. O mescidin içinde
namaz kıldı. Amr b. Şuayb'm bana anlattığına göre oraya indiği sırada bir kanın
kısasını aldı. Bu, İslâm'da karşılığında kısas tatbik edilen ilk kan davası
oldu. Beni Leys'ten bir adam, Hüzeyl kabilesinden bir adamı Öldürmüştü. O da
onun karşılığında onu Öldürdü. Rasûlullah (s.a.v.), kendisi Leyye'de iken Malik
b. Avf m kalesinin yıkılmasını emretti ve kale yıkıldı.
Sonra Dayyıka denilen
bir yolda yürüdü. Rasûlullah (s.a.v.), o yola yöneldiği zaman "Bu yolun
adı nedir?" diye sordu. Ona:
- Bu Dayyıka yoludur,
denildi. Bunun üzerine buyurdu ki:
- Hayır, aksine bu
yüsradır. (Yani darlık yolu değil, kolaylık yoludur.)
Sonra orada Nahb yolu
üzerine çıktı. Nihayet bir sedir ağacının altına indi ki, ona sadire denilirdi.
Sakif ten bir adamın malına yakın idi. Rasûlullah (s.a.v.), ona şu haberi
gönderdi: "Ya çıkar yanımıza gelirsin veya senin üzerine bahçeni harap
edip yıkarız."
O da çıkıp gelmeye
yanaşmadı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), o bahçenin harap edilmesini
emretti.
İbn İshak, İsmail b.
Ümeyye kanalı ile Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kendisiyle birlikte Taif yolculuğuna çıktığımızda Rasûlullah (s.a.v.)'m
-hep birlikte bir mezarın yanından geçtiğimiz esnada- şöyle dediğini işittim:
"Bu, Ebu Riğal'in
mezarıdır. O Sakiflilerin babası idi. Semud kav-mindendi. Bu haremde bulunuyor
ve burayı savunuyordu. Harem dışına çıktığı zaman kavmine isabet eden intikam,
bu mekanda ona da isabet etti ve burada defnedildi. Bunun işareti de şudur ki,
kendisiyle birlikte altından imal edilmiş bir dal mezara gömülmüştür.
İsterseniz mezarı açın, açtığınız takdirde o dalı göreceksiniz."
İnsanlar koşup mezarı
açtılar ve altın dalı çıkardılar.
Bundan sonra
Rasûlullah (s.a.v.), yola devam etti. Taife yakın bir yere gelince konakladı.
Burada onun ashabından bazıları oklarla öldürüldüler. Bunun sebebi, askerlerin
Taif bahçelerine yaklaşmış olmalarıydı. Böylece oklar onlara erişiyordu. Bunun
üzerine Rasûlullah, askerlerini -İslâm'a girmelerinden sonra Sakiflilerin inşa
ettiği-mescidin yerine doğru geri çekti. Bu mescidi, bilahare Amr b. Ümeyye b.
Vehb inşa etmişti. Mescidde öyle bir direk vardı ki, her sabah güneş doğduğunda
-anlatıldığına göre- o direkten bir ses duyulurdu.
Rasûlullah, Taiflileri
yirmi gece kadar kuşatma altında tuttu. İbn Hişam'm ifadesine göre yirmiyedi
gece müddetle kuşatma altında tutmuştur."
Urve ile Musa b. Ukbe,
Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Rasûlullah (s.a.v.), daha
sonra Taife gitti...Esirleri Cirâne'de bıraktı. Mekkelilerin çadırları onlarla
doldu. Rasûlullah (s.a.v.), Taif kalesinin yanındaki tepede yirmi küsur gece
kaldı ki, karşılıklı olarak kale gerisinde savaşsınlar. Ama Ebu Bekre b.
Mesruh (Ziyad'm ana tarafından kardeşi) dışında onlardan herhangi bir kimse,
Rasû-lullah'm karşısına çıkmadı. Rasûlullah da onu azad etti. Ama çok yaralanma
oldu. Taiflileri kızdırmak için sahabeler onların üzüm bağlarını kestiler.
Sakifliler onlara: "Malı telef etmeyin. Çünkü bu bağlar bizimdir veya
sizin olacaklar." dediler.
Urve dedi ki: Rasûlullah
(s.a.v.), Müslümanlardan her bir adamın beş hurma ağacını ve beş de üzüm ağacım
kesmesini emretti. Ve bir tellal çıkararak şöyle duyuruda bulundu:
- Sakiflilerden bize
gelen herkes hürdür.
Aralarında Ebu Bekre
b. Mesruh'un (Ziyad b. Süfyan'ın ana bir kardeşi) da bulunduğu birkaç kişi
Sakiflilerin yanından çıkıp Rasû-lullah'm yanma geldiler. Rasûlullah (s.a.v.)
da onları azad etti. Onlardan her birini yanma alması ve azığını temin etmesi
için Müslümanlardan birer kişiye teslim etti.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah, Taiflilerden Müslüman olarak yanına gelen köleleri,
efendilerinden önce azad ediyordu. Taif gününde iki kişiyi azad etmişti."
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v), Taiflileri muhasara altına aldı. Yanma iki köle geldi. Onları azad
etti. Onlardan birinin adı Ebu Bekre idi. Rasûlullah (s.a.v.), yanma gelen
köleleri azad ederdi."
Yine İmam Ahmed b.
Hanbel, Nasr b. Riab kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Taif gününde
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kölelerden yanımıza gelen kimse
hürdür." Aralarında Ebu Bekre'nin de bulunduğu birkaç köle yanma geldi.
Rasûlullah (s.a.v.) da onları azad etti."
İmam Ahmed b. Hanbel'e
göre Dar-ı Harp'ten Dar-ı İslâm'a gelen her köle, mutlak ve âmm olan şer'î
hüküm gereğince azad olur.
Diğerleri dediler ki:
Bu, bir şarttır. Umumi hüküm değildir. Bu şartı da o zaman Peygamber (s.a.v.)
ileri sürmüştü ki, bu şarta göre Taiflilerden gelen köleler azad edilmişlerdi.
Eğer bu hadis sahih
ise, umumi teşri daha zahir ve kuvvetli olur. Çünkü bir hadis-i şerifte'
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Her kim
(kafirlerden) birini öldürürse, öldürdüğü kimsenin üzerindeki eşyalar kendisinin
olur."
Yunus b. Bükeyr,
Abdullah b. Mükerrem es-Sakafî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Taiflileri muhasara altına aldığı zaman, kölelerinden Ebu Bekre
(Haris b. Kelbe'nin kölesi idi.), Münbais (adı Mudtaca idi. Rasûlullah (s.a.v.),
ona Münbais adını verdi), Yahnes ile Verdan gelip Müslüman oldular. Daha sonra
Taif heyeti gelip Müslüman olduklarında şöyle dediler:
- Ya Rasûlallah, sana
gelmiş olan kölelerimizi bize geri ver.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Hayır, onlar Allah
tarafından azad edilmişlerdir, diye cevap verdi ve kölelerin geri verilmesini
isteyen adamın kölesi üzerindeki velayetini reddetti."
Buharı, Muhammed
b.Beşşar kanalı ile Ebu Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Allah yolunda
ilk defa ok atan Sa'd'ın ve Taif kalesinin duvarlarına birkaç kişi ile
birlikte tırmanan, sonra da Rasûlullah (s.a.v.)'ırî yanma gelen Ebu Bekre nin
şöyle dediklerini işittim: Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu duyduk:
"Her kim kendi
nesebini bilerek babasından başkasına isnad ederse, ona Cennet haram
olur."
Buharı, Hişam ve ondan
naklen Ma'mer kanalı ile Ebu Osman en-Nehdî'nin şöyle söylediğini rivayet
etmiştir: "Sa'd ile Ebu Bekre'-nin şöyle dediklerini duydum: Asım dedi ki:
Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedim:
- Senin yanma iki adam
geldi ki, onlar sana yeter.
Benim bu sözüme
karşılık Rasûlullah (s.a.v.) şu cevabı verdi:
- Evet öyledir.
Onlardan biri (Sa'd) Allah yolunda ilk'ok atan kişidir. Diğeri (Ebu Bekre)
ise, Taif ten Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelen yirmi üçüncü kişidir."
Muhammed b. İshak dedi
ki: Rasûlullah'm hanımlarından ikisi o-nunla birlikte idi. Bunlardan biri Ümmü
Seleme idi. Bunlar için iki çadır kurdu. İki çadırın arasında namaz kılıyordu.
Rasûlullah (s.a.v.),
Taiflileri kuşatma altına aldı. Onlarla şiddetlice savaştı. Karşılıklı ok
atışmaları oldu.
İbn Hişam dedi ki:
Rasûlullah, Taiflilere mancınıkla taş attı.
Kendisine güvendiğim
birinin bana anlattığına göre Peygamber (s.a.v.), İslâm tarihinde mancınıkla
taş atan ilk kişidir. O, Taiflilere mancınıkla taş atmıştı.
İbn İshak dedi ki:
Sahabelerden bir grub, (tankı andıran savaş aracının) debbabenin içine
girdiler. Sonra Taülilerin surlarını delmek için ilerlediler. Taiflüer de
onların üzerine kızdırılmış katı, kahn demirler attılar. Bunun üzerine onlar da
debbabenin altından çıktılar. Sakifliler, onlara ok attı ve onlardan birtakım
adamları öldürdüler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Sakiflilerin üzüm
bağlarının kesilmesini emretti. Sahabeler de o bağların içine girip üzüm
ağaçlarını kesmeye başladılar.
Sonra Ebu Süiyan b.
Harb ve Muğire b. Şube Taife gittiler. Sakif kabilesini kendilerine eman
vermeye ve gidip karşılıklı konuşmaya davet ettiler. Sakifliler de onlara eman
verdiler. Bunun üzerine o ikisi Kureyş'in ve Beni Kinane'nin kadınlarından
orda bulunan birtakim kadınları çağırdılar ki, yanlarına gelsinler. Kale kapısı
açıldığında bu kadınların Müslümanlar tarafından esir alınmalarından korkuyorlardı.
Ne var ki, bu kadınlar Ebu Süfyan ile Muğire'nin çağrısına icabet etmediler.
Ebu'l-Esved b. Mesud bu ikisine şöyle dedi:
- Ey Ebu Süfyan ve Ey
Muğire! Size geliş amacınızdan daha hayırlı bir işi göstereyim mi? Rasûlullah,
el-Akik denilen bir vadiye inmişti. Bu vadi, Beni Esved'in malı ile Taif
arasında idi. Taif te Beni Esved'in malından sulama yönünden daha uzak, külfet
yönünden daha meşakkatli, imar bakımından daha uzak hiçbir mal yoktur. Eğer
Muhammed onu keserse, daha asla imar edilmez. O halde ona söyleyiniz, ya
kendisi için alsın veya Allah için ve akrabalık hakkı için onu bıraksın. Bunun
arasında herkesçe bilinen bir akrabalık bağı vardır.
Anlatıldığına göre
bunun üzerine Rasûlullah (s.'a.v.), o malı onlara bırakıp ona dokunmadı.
Vakidî de, kendi
üstadlanndan buna benzer bir rivayette bulunmuştur. Onda mevcud oİan bir
rivayete göre mancınık kullanılmasını Rasûlullah'a teklif eden kişi, Selman-ı
Farisî'dir. Ve mancınığı da kendi eliyle yapmıştır. Denildiğine göre mancınığı
ve iki debbabeyi o getirmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Beyhakî, İbn Lehika
kanalı ile Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Uyeyne b. Hısn,
Taiflilere gidip onları İslâm'a davet etmek için, Rasûlullah (s.a.v.)'dan izin
istedi. Rasûlullah da ona izin verdi. Bunun üzerine Uyeyne Taiflilere gitti.
Onlara, kalelerinde durup sebat etmelerini emretti ve şöyle dedi:
- Kesilen ağaçlar sizi
asla korkutmasın...
Uyeyne dönünce
Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle sordu:
- Onlara ne dedin?
- Onları İslâm'a davet
ettim ve onları Cehennem ateşi ile uyarıp korkuttum. Cennet'i de kendilerine
hatırlattım.
- Yalan söylüyorsun.
Aksine sen onlara şöyle ve şöyle dedin.
- Doğru söylüyorsun ya
Rasûlallah, bu yaptığımdan ötürü Allah'a ve sana tevbe ediyorum."
Beyhakî, Ebu Necih
es-Sülemî'nin (Asıl adı Amr b. Abse'dir.) şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte, Taif kalesini kuşattık. Rasûlullah (s.a.y.)'m şöyle
dediğini işittim:
"Her İdm (kafire)
bir ok (öldürmek niyetiyle atıp) ulaştırıfsa, bu ok Cennet'te onun için bir
derece olur."
Ben o gün kafirlere
onaltı ok atıp ulaştırdım.
Yine Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:
"Her kim Allah
yolunda bir ok atarsa; bu, bir köle azad etmeye denk olur. Her kim Allah
yolunda saçının bir telini ağartırsa, bu onun için kıyamet gününde nur olur.
Her kim Müslüman bir adamı azad ederse Allah, azad etmiş olduğu o adamın
kemiklerinden her birine karşılık azad edenin kemiklerinden herbirini Cehennem
ateşinden korur. Bir Müslüman kadın, bir Müslüman kadını azad ederse, azad
ettiği kadının kemiklerinden herbirine karşılık, azad edenin kemiklerini
Cenâb-ı Allah Cehennem ateşinden korur."
Buharı, el-Humeydî
kanalı ile Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir;
"Rasûlullah
(s.a.v.) yanıma geldi. Benim yanımda erselik (hansa) biri vardı. Erseliğin
Abdullah b. Ebi Ümeyye'ye şöyle dediğini işitti: "Bana bak... Eğer yarın
Allah, Taifin fethini size nasib ederse Gay-lan'm şişman kızını yakalamaya bak.
Çünkü o, semizlikten, karnı dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya
döner." Böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle dedi:
"Böyleleri sizin yanınıza girmesin."
İbn Uyeyne, İbn
Cüreyc'in şöyle dediğini nakletti: O erseliğin adı Hit idi. Buharî'nin başka
bir rivayetinde şu kayda rastlanmaktadır: "Onlar, erselikleri kadınlara
meyli olmayan erkeklerden sayıyorlardı."
Yine bir rivayette de
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
"Şu erseliğin
şurada ne olduğunu bildiğinin farkında değil miyim? Bunlar sizin yanınıza
gelmesin ey kadınlar."
Yani eğer erselikler
kadınların gizli ve ayıp yerlerinde neler bulunduğunu anlıyorlarsa, Cenâb-ı
Allah'ın şu ayetinin kapsamına girerler:
"Ya da kadınların
mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklar..... " (en-Nûr, 31.)
Selef örfüne göre
erselikten kasıt, kadınlara meyli olmayan kimsedir. Yoksa homoseksüel olan
kimse değildir. Çünkü böyle olursa öldürülmeleri mutlaka vacib olur. Nitekim
hadis-i şerifte buna delalet etmektedir. Ayrıca Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.) da
böylelerini öldürmüştür.
Yukarıdaki hadiste
geçen: "O kız ki, semizlikten karnı dört büklüm karşılar, sekiz büklümle
de arkaya döner." sözüne gelince, bunun manası şöyledir: Yani semizlikten
karnı dört büklümdür. Arkadan bakılınca iki taraftan taşarak sekiz büklüm
gözükür. Bu kadın, Sa-kif in liderlerinden Gayîan b. Seleme'nin kızı Badiye
idi.
Buharî'nin, İbn
Cüreyc'ten naklettiğine göre bu erseliğin adı Hit idi. Meşhur olan kavil budur.
Ama Yunus, İbn İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanında teyzesine ait Mati adında bir erselik (hünsa)vardı ki, bu,
Rasûlullah'm zevcelerinin yanma girip çıkardı. Onun, erkeklerin anladığı
şekilde kadınlarla ilgili hususlara akıl erdiremediği ve kadınlara meyli
olmadığı zannedilirdi. O, bir defasında Halid b. Velid'e şöyle diyordu:
"Ey Halid! Eğer
Rasûlullah (s.a.v.) Taifi fethederse sakın Gay-lan'm kızı Badiye'yi elden
kaçırmayasın. Çünkü o, sana karşı gelirken karnı dört büklümdür. Arkasını
dönüp giderken de şişmanlıktan ötürü sekiz büklüm gözükür."
Rasûlullah (s.a.v.),
onun böyle dediğini işitince: "Bak hele bu, bu işlerden de
anlıyormuş." dedi. Sonra da hanımlarına: "Bu artık sizin yanınıza girmesin."
diye emir verdi. Artık o erselik de Rasûlullah (s.a.v.)'m evine girmekten
menedildi."
Buharı, Ali b.
Abdullah kanalı ile Abdullah b. Amr'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), Taifi muhasara altına aldığı zaman onlardan birşey ele
geçirmedi ve:
- İnşaallah yarın
döneceğiz, dedi.
Bu söz sahabelerin
ağrına gitti. Şöyle dediler:
- Fetih yapmadan mı
dönüp gideceğiz?
- Öyleyse yarın savaşa
girişin.
-Ertesi gün sahabeler
savaşa giriştiler, yaralandılar. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) yine:
- inşaallah yarın
döneriz, dedi.
Bu defa bu buyruğu
sahabelerin hoşuna gitti. Rasûlullah (s.a.v.) da güldü. Süfyan, Rasûlullah'm bu
emrini tekrarladı. Rasûlullah da tebessüm buyurdu."
Vakidî, Kesir b. Zeyd
b. Velid tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Taif
muhasarasının üzerinden onbeş gün geçtiğinde Rasûlullah (s.a.v.), Nevfel b.
Muaviye ed-Dilî ile istişare yaptı ve ona şöyle sordu:
- Ey Nevfel, Taifliler
üzerinde durmaya ne dersin?
- Ya Rasûlallah, tilki deliktedir. Eğer
karşısında durursan onu yakalarsın. Eğer kendi haline bırakırsan sana zarar
vermez."
İbn İshak dedi ki:
Bana gelen habere göre Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'e (ki o, o sırada
Sakiflileri muhasara altında tutuyordu.) şöyle dedi:
--Ey Ebu Bekir! Ben
rüyada gördüm ki, bana içi kaymak dolu bir kadeh hediye edildi. Bir horoz da
onu didikledi ve içindekini akıttı. ,
- Bugün onlardan istediğimiz şeyi elde edeceğimizi sanıyorum ya
Rasûlallah.
- Ama ben öyle
sanmıyorum.
Sonra Havle binti
Hakim es-Sülemîye (Osman b. Mazun'un karısı) şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, eğer
Allah Taif in fethini sana nasip ederse bana Badiye binti Ğaylan b. Seleme veya
Faria binti Akilin ziynetini ver.
Bu iki kadın, Sakifli
kadınların en fazla zinete sahip olanları idiler.
Anlatıldığına göre
Rasûlullah (s.a.v.) da Havle'ye şöyle cevap vermiş:
- Ey Havlecik! Eğer
bana Sakif hakkında izin verilmemişse ne yapalım?
Bunun üzerine Havle
çıktı ye bunu Ömer b. Hattab'a anlattı. O da Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidip
şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah!
Havle'nin bana verdiği haber nedir? Senin kendisine birşey dediğini söylüyor.
- Evet onu ben
söyledim.
- Onların hakkında
sana izin verilmedi mi ya Rasûlallah?
- Hayır verilmedi.
- Yola çıkmayı ilan
edeyim mi?
- Evet, ilan et. .
Bunun üzerine Ömer de
yola çıkmayı ilan etti. Sahabeler yola çıktıkları zaman Said b. Ubeyd b. Useyd
b. Ebi Amr b. İlaç şöyle seslendi:
- Ey insanlar, Sakif
kabilesi kalıcıdır. Uyeyne b, Hısn da şöyle diyordu:
- Evet, vallahi yiğit
ve üstün bir kavim olarak kalıyorlar. Bunun üzerine Müslümanlardan bir adam ona
şöyle dedi:
- Ey Uyeyne! Allah
sana lanet etsin, kahretsin. Müşrikleri Rasûlullah (s.a.v.)'dan imtina
etmelerinden dolayı övüyor musun? Halbuki sen Rasûlullah (s.a.v.)'a yardım
etmek üzere gelmiştin!
O da şöyle dedi:
- Vallahi ben sizinle
birlikte Sakiflilere karşı savaşmak için gelmedim. Yalnız istedim ki,
Muhammed'Taif i fethetsin de Sakif ten hisseme bir cariye düşsün. Onu alıp
yatağıma götüreyim. Umulur ki, benim için ondan bir erkek çocuk doğar. Çünkü
Sakif kabilesi deha ve zeka sahibidir."
İbn Lehia, Ebu'l-Esved
kanalı ile Urve'nin, Havle binti Hakimle ilgili kıssasını ve Rasûlullah
(s.a.v.)'m bu hususta söylediği sözlerini, geri dönüş için Hz. Ömer'in
insanlara duyuruda bulunuşunu naklettikten sonra şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.) insanlara, bineklerini salıvermemelerini emretti. Sabah
olunca Rasûlullah ile ashabı yola çıktılar. Bineğine binerken ve dönüş yoluna
koyulurken şöyle dua etti: "Allahım, onları (SakifLileri) hidayete erdir
ve azıklarını bize yeterli kıl."
Tirmizî, Abdullah b.
Osman b. Hüseym kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Dediler ki:
- Ya Rasûlallah,
Sakiflilerin okları bizi yaktı. Onlara beddua et. Allah'tan onları kahretmesini
dile.
Rasûlullah da şöyle
dua etti:
- Allahım, Sakiflilere
hidayet nasib et."
Yunus, İbn İshak
kanalı ile ilim ehlinden bazı kimselerin şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), otuz gece veya ona yakın bir süre ile Taiflileri kuşatma altında
tuttu. Sonra onlar hakkında kendisine izin verilmediği için dönüp Medine'ye
geldi. Ramazan ayında Taiflilerden bir heyet gelip Müslüman oldu."
Bununla ilgili detaylı
açıklama hicri dokuzuncu senenin ramazan ayı olayları bölümünde verilecektir.
İbn İshak'm kavline
göre Taif te Müslümanlardan şehid olanların adları şöyledir:
Kur ey ş lilerden Said
b, Said b. As b. Ümeyye, Urfuta b. Cenab (Beni Ümeyye'nin müttefiki olup Beni
Esed b. Gavs kabilesindendir.), Abdullah b. Ebu Bekir es-Sıddık (Bir ok darbesi
almıştı. Rasûlullah'-ın vefatından sonra Medine'de vefat etti.), Abdullah b.
Ebi Ümeyye b. Muğire el-Mahzumî (Bu da o günde bir ok darbesi almıştı.),
Abdullah b. Amir b. Rebia (Beni Adiy kabilesinin müttefikidir.), Said b. Haris
b. Kays b. Adiy es-Sehmî, kardeşi Abdullah, Cüleyha b. Abdillah (Beni Sa'd b.
Leys kabilesindendir.)
Hazreçli Ensâr'dan
Sabit b. Cez'â el-Eslemî, Haris b. Sehl b. Ebi Sa'saa el-Mazinî, Münzir b.
Abdillah (Beni Saide kabilesindendir.).
Evsli Ensâr'dan sadece
Rakim b. Sabit b. Salebe b. Zeyd b. Lev-zan b. Muaviye adındaki kişi şehit
olmuştur.
Toplam olarak Taif
muhasarasında oniki kişi şehid edilmiştir. Bunların yedisi Kureyş'ten, dördü
Ensâr'dan, biri de Beni Leys kabilesindendir. Allah tamamından razı olsun.
ibn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), savaştan ve muhasaradan sonra Taif ten ayrıldığı zaman
Büceyr b. Ebi Selma, Hüneyn ve Taif i anarak şöyle dedi:
"Hüneyn vadisi
gününde, Evtas sabahında ve Ebrak gününde koşmaktan sonra koşmak veya savaştan
sonra savaş oldu.
Hevazinliler iğfal
ederek cemaatlerini topladı ve parçalanıp birbirinden ayrılmış kuşlar gibi
dağıldılar.
Kalacak hiçbir
yerlerini bize karşı koruyamadılar. Ancak surlarını ve hendeğin içini
korudular.
Onların çıkması için
biz onlara saldırdık. Onlarsa bize karşı kilitlenmiş bir kapı ve kale ile
korundular.
Bizim yorgun
kişilerimiz şiddetli, çok büyük bir ordu birliğine dönüşüyor, Ölümlerle
parıldıyor. Şiddetli büyük bir ordu haline geliyordu.
Silahların
renklerinden yeşile bürünmüş bir ordu topluluğu ki, eğer onunla Aden dağını
atsalar, elbette o dağ hiç yaratılmamış gibi yok olup giderdi.
Dikenli bitkilerin
üzerinde köpeklerin veya saldırgan aslanların yürüyüşüyle yürüdüğümüz zaman,
Sanki ayaklarım
ellerinin yerine koyan atlar gibi olduk.
Öyle ki,
yedilmelerinden bazen ayakları birbirinden ayrılır, bazen birleşir.
Her mükemmel zırh
içinde kalelenip korunma vaziyetine geçtikleri zaman,
Tıpkı hareketli
rüzgarı esen derin bir su gibi iyi dokunmuş birtakım zırhlarla ki, onların
etekleri ayakkabılarımıza değmektedir.
Davud'un dokumasından
ve Al-i Muharrikin dokumasmdandır."
Ebu Davud, Ömer b.
Hattab tariki ile Ebu Ayle el-Ahmesî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), SakifLilerle gaza yaptı. Sahr bunu işitince Ra-sûlullah'a imdad için
atma bindi, süvarileriyle birlikte Taife geldi. Oradan -fetih nasip olmadan-
ayrılıp gittiğini gördü. Taiflilerin, Ra-sûlullah'm hükmüne razı olmalarına dek
Taif sarayının yanından ayrılmamaya yemin etti ve ayrılmadı da. Nihayet
Taifliler, Rasûlullah (s.a.v.)'m hükmüne razı oldular. Sahr da Rasûlullah'a şu
mealde bir mektup yazdı:
"İmdi, Sakifliler
senin hükmüne inip razı olmuşlardır ya Rasû-lallah. Ben atlılarımla birlikte
onları sana götürüyorum."
Rasûlullah (s.a.v.) da
insanların namaz için camiye toplanmalarını emretti ve Ahmes için on kez şu
duayı tekrarladı.
"Allahım,
süvarilerini ve piyadelerini Ahmes'e mübarek kıl."
Nihayet Ahmes ile
Taifliler Medine'ye geldiler. Muğire b. Şube dedi ki:
- Ya Rasûlallah,
Müslümanların dahil oldukları dine ben de girdim. Ama Sahr, yine de benim
halamı esir aldı.
Rasûlullah (s.a.v.),
Sahr'ı çağırdı ve ona şöyle dedi:
- Ey Sahr! Bir kavim
Müslüman olursa canlarını ve mallarını bize karşı korumuş olur. Sen Muğire'ye
halasını geri ver.
Bunun üzerine Sahr da,
halasını Muğire'ye geri verdi. İslâm'a girmeyip kaçan ve kendilerine ait bir
suyu terkedip giden Beni Süleym kabilesine ait bir suyu, kendisine vermesi için
Rasûlullah'tan talepte bulundu ve: "Ya Rasûlallah! Beni ve kavmimi o suyun
yanma yerleştir." dedi. Rasûlullah da olur, dedi. Onu kavmi ile birlikte
oraya yerleştirdi. Fakat daha sonra o suyun önceki sahipleri olan Eslemiler
Müslüman oldular. Satırın yanına gelip sularını kendilerine geri vermesini
istedilerse de o, bunu kabul etmedi. Bunun üzerine onlar, Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dediler:
- Ya Rasûlallah! Biz
Müslüman olduk ve suyumuzu geri vermesi için Sahr'ın yanma gittik. Ama o,
isteğimizi kabul etmedi.
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
- Ey Sahr! Bir kavim
Müslüman olursa canlarını ve mallarını bize karşı korur. Sularını kendilerine
geri ver.
- Olur ey Allah'ın
peygamberi.
Ravi Ebu Ayle
el-Ahmesî diyor ki: O esnada Rasûlullah (s.a.v.)'m, Sahr'dan cariyeyi ve suyu
almasından ötürü utamp da yüzünün kızardığını gördüm."
Bunu sadece Ebu Davud
rivayet etmiştir ve senedinde ihtilaf vardır.
Ben derim ki: İlâhî
hikmet, fethin o seneye ertelemesini gerektirmişti ki; Taiflilerin
-öldürülerek- kökleri kazılmasın. Çünkü önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi
Peygamber (s.a.v.), Taife gittiği zaman onları Allah'a ima^ıa ve kendisini
yanlarında barındırmaya davet etmişti ki, yüce Rabbinin mesajını ve risaletini
tebliğ edebilsin.
Amcası Ebu Talib'in
vefatından sonra bu maksadla Taife gitmişti, ama onlar onun bu isteğini kabul
etmediler ve sözünü reddedip yalanladılar. O da kederli bir şekilde Taif ten
Mekke'ye geri döndü. Ancak Karnu's-Seâlib denen yerde ayıldı. Baktı ki,
tepesinde bir bulutun içinde Cebrail görünüyor. Dağların meleği ona şöyle
seslendi:
- Ya Muhammedi Rabbin
sana selam söylüyor ve kavminin sana söylediklerini de işitti. Dilersen
Ahşebeyn dağlarım onların üzerine bırakır, onları altta ezerim, ne dersin?
- Hayır, onların azaplarının ertelenmesini
isterim. Umulur ki, Cenâb-ı Allah, onların nesillerinden sadece kendisine
ibadet eden ve kendisine ortak koşmayan kimseleri yaratır.
"Hayır onların
azaplarının ertelenmesini isterim." sözü gerçekten münasib bir sözdü ki,
kaleleri zorla fethedilip de baştan sona Taifliler öldürülmesin. Ve fetihleri
ertelensin de bilahare ertesi senenin ramazan ayında Müslüman olarak Medine'ye
gelsinler. Bununla ilgili açıklama ileride de verilecektir inşaallah.[1]
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra Taif ten ayrılıp Dehna üzerinden yola çıktı ve
beraberindeki insanlarla birlikte Cirâ-ne'de konakladı. Yanında da
Hevazinlilerden birçok esir bulunmaktaydı. Sakif ten ayrılıp yola çıktığı gün
ashabından bir adam ona şöyle demişti:
- Ya Rasûlallah onlara
beddua et. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle demişti:
- Allah'ım,
Sakiflilere hidayet nasib et. Onları Medine'ye getir. Sonra Hevazin'in
elçileri, Cirâne'de Rasûlullah'm yanma geldiler.
Rasûlullah in yanında
Hevazin'in esirlerinden 6.000 çocuk ve kadın vardı. Develerden ve koyunlardan
ise ganimetlerin ne miktarda olduğu bilinemeyecek kadar çoktu.
İbn İshak, Amr b.
Şuayb'ın dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn'de
Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber idik. Hevazinlilerin mallarını ve esirlerini ele
geçirdiği zaman Hevazin heyeti Müslüman olarak Cirâne'de gelip Rasûlullah'la
görüştü ve ona şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, biz
senin ehil ve aşiretiniz. Sana gizli kalmayan bir bela bize isabet etmiştir.
Bize lütfeyle ki, Allah da sana lütfetsin.
Hatipleri Züheyr b. Sured
Ebu Sured kalkıp şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, senin
teyzelerin ve sana küçükken bakan, süt emziren, bakıcı kadınlar şimdi
ağıllardadır. Eğer biz Haris b. Ebi Şemr'e veya Numan b. Münzir'e süt emzirmiş
olsaydık, sonra başımıza gelen bu musibet gibi bir musibet üzerimize gelseydi,
onun bize şefkat ve ltitfunu umardık. Oysa ki, sen, kendisine bakılıp büyütülenlerin
en hayırhsısm."
Hatip böyle dedikten
sonra şu şiiri okumaya başladı:
"Ya Rasûlallah,
bize kerem edip lütfeyle.
Çünkü sen, kendisinden
kerem umup lütuf beklediğimiz bir kimsesin.
Kader tarafından
engellenen bir memlekete lütfet.
Ki, zaman boyunca onun
durumları perişan ve darmadağındır.
Zaman boyunca keder ve
hüzün üzere esefleniriz.
Kalblerimizin üzerinde
keder ve hüzün örtüleri vardır.
Yayılan ve her tarafa
saçılan nimetlerle bu zayiatımız telafi edilmezse,
Ey insanlar içinde en
fazla yumuşak huylu olan ve ne dendiğinde halim olan,
Küçüklüğünde sütünü
emdiğin kadınlara lütfet.
O kadınlar ki,
memelerinden senin ağzına saf inciler dolardı.
Küçüklüğünde sütünü
emdiğin kadınlara lütfet.
Hani her gidip
gelişinde bakımını yapıp süslerlerdi seni.
Bizi ölümü gelen
kimseler gibi kılma.
Bize hayat hakkı tam,
biz çiçekler gibi az bir aşiretiz.
Nimetlere başkaları
tarafından nankörlükle mukabele edilse bile biz şükrederiz.
Bugünden sonra da
bizde çok iyilikler saklı kalacaktır."
Rasûlullah (s.a.v.) da
onlara şöyle sordu:
- Sizin çocuklarınız
ve kadınlarınız mı size daha sevgilidir, yoksa mallarınız mı?
- Ya Rasûlallah, bizi
mallarımızla soylarımız ve haseblerimiz arasında muhayyer kıldın. Aksine biz
kadınlarımızı ve çocuklarımızı geri alırsak, bu bizim daha çok hoşumuza gider.
- Benim ve
Abdülmuttalib oğullarının elinde bulunanlar sizindir. Ben öğle namazını
insanlara kıldırdığım zaman kalkınız ve: "Biz Ra-sûhıllah'm Müslümanlara,
Müslümanların da Rasûlullah'a, çocuklarımızla kadınlarımız hakkında bize
şefaatçi olmasını diliyoruz." deyin. Ben de kendimdekileri veririm ve
sizin için onlardakini de isterim.
Rasûlulîah (s.a.v.),
cemaata öğle namazını kıldırdığı zaman Sa-kifliler ayağa kalktılar ve
Rasûlullah'm onlara öğrettiği şekilde konuştular. Rasûlullah da şöyle dedi:
- Benim ve
Abdülmuttalib oğullarının yanında olanlarını size veriyorum.
Bunun üzerine
Muhacirler şöyle dediler:
- Bizdekiler de Rasûlullah
(s.a.v.)'mdır. Ensâr da şöyle dedi:
- Bizdekiler de
Rasûlullah (s.a.v.)'mdır. Akra b. Habis ise şöyle dedi:
- Ama ben ve Beni
Temim kabilesi hiçbir şey vermeyiz. Uyeyne b. Hısn da şöyle dedi:
- Bana ve Beni
Fezara'ya gelince biz de vermeyiz. Abbas b. Mirdas es-Sülemî şöyle dedi:
- Hayır, bilakis
yanımızda olan şey, Rasûlullah (s.a.v.)ındır. Abbas b. Mirdas, Beni Süleym
kabilesine, "Beni zayıf bıraktınız."
dedi. Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Dikkat edin. Sizden kim bu esirlerden hakkını
elinde tutarsa na her şahıs karşılığında (bundan sonra) elime geçen ilk
esirlerden altı hisse verilecektir. Artık çocukları ve kadınlarını geri
veriniz.
Rasûlullah (s.a.v!)
daha sonra bineğine bindi. Halk da onun peşine düştü. Şöyle diyorlardı:
- Ya Rasûlallah! Bize
ganimetlerimizi taksim et.
Öyle ki, onu bir ağaca
sığınmaya zorladılar. Cübbesi ağaca takıldı. O, şöyle buyurdu:
- Ey insanlar! Bana
cübbemi veriniz. Vallahi eğer sizin için Tiha-me'nin ağaçları sayısınca develer
ve sığırlar olsa, elbette onu size taksim ederdim. Ben ne cimriyim, ne
korkağım, ne de yalancıyım. Benden böyle birşey göremeyeceksiniz.
Sonra bir devenin
yanına vardı. Hörgücünden biraz yün aldı ve onu parmakları arasına koydu. Sonra
yukarı kaldırıp şöyle buyurdu:
- Ey insanlar, vallahi benim sizden alman
ganimetinizden ve şu yün parçasından ancak beşte bir hissem vardır. Beşte birde
size geri verilmiştir. İpliği, iğneyi geri veriniz. Çünkü hıyanet, ehli üzerine
utanç olur. Kıyamet gününde ateş ve utançların en çirkini olacaktır.
Bunun üzerine
Ensâr'dan bir adam, kıl ipliklerinden bir büklüm getirdi ve şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, bu
büklüm ipliği aldım ki, onunla benim sırtı yaralı binek deveme eğer altından
bir keçe yapayım.
- İşte ondaki payım
senin olsun.
- İş bu dereceye
varınca benim ona ihtiyacım yok.
Ensârî böyle dedikten
sonra o yünü ganimet mallarının içine at-
bit .
Bu ifadelerin
akışından da anlaşılıyor ki Peygamber (s.a.v.), ganimet taksiminden Önce esir
aldıkları cariyeleri onlara geri vermiştir. Nitekim Muhammed b. İshak b. Yesar
da -Musa b. Ukbe ile diğerlerinin hilafına- bu görüşe katılmıştır.
Sahih-i Buharî'de,
Leys tariki ile Mervan b. Hakem'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Hevazin heyeti, Müslüman olarak geldikleri ve mallarıyla kadınlarının
kendilerine geri verilmesini istedikleri zaman, Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp
onlara şöyle dedi: "Gördükleriniz benimle beraberdir. Sözün en çok hoşuma
gideni doğru olanıdır. İki grubtan birini seçin. Ya cariyeleri veya malları
alın. Ben bunu sizin için bekletmiştim."
Taif dönüşünden sonra
Rasûlullah (s.a.v.), esir olarak alman kadınları ve ganimetleri taksim etmedi.
Taif heyetini on küsur gece bekledi. Taifliler, Rasûlullah (s.a.v.)'m mallarını
ve cariyelerini birlikte değil de, ikisinden birini kendilerine vereceğini
anlayınca dediler ki: "Biz esir olarak alınan kadınlarımızı geri almayı
tercih ederiz."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanlar arasından kallap Allah'a layıkıyla hamd-ü
senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"İmdi, şu
(Taifli) kardeşleriniz tevbe ederek gelmişlerdir. Ben de kendilerinden alman
esir kadınları iade etmeyi uygun görüyorum. Sizden de bunu hoş gören varsa
böyle yapsın. Yok eğer payını elinde tutmak isteyeniniz varsa yine bunlara iade
etsin ki, Allah'ın bize ganimet olarak vereceği ilk maldan kendisine verelim
de kendisini razı edelim."
İnsanlar kalkıp şöyle
dediler:
- Ya Rasûlallah; biz
senin teklifini hoş gördük. Ellerimizdeki esir kadınları sahiplerine geri
vereceğiz.
Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle buyurdu:
- Şimdi bu esir kadınları Taiflilere geri
vermemize sizden kim izin veriyor, kim izin vermiyor. Biz bunu bilemiyoruz.
Herkes geri dönsün. Ancak temsilcileriniz kararınızı bize bildirmeye gelsinler.
Oradaki insanlar geri
döndüler. Temsilcileriyle konuştular. Sonra temsilcileri, Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanma gelip arkadaşlarının bu teklifi hoş karşıladıklarım ve esir kadınları
Taiflilere geri vermeye müsaade ettiklerini beyan ettiler."
Hevazinli esir
kadınlar hakkında bize ulaşan haber budur.
Buharı, ez-Zührî
kanalı ile Cübeyr b. Mut'im'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüneyn
dönüşünde bir ara Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında idim. Bazı kimseler de onun
yanında duruyorlardı. Ganimetlerin kendilerine taksim edilmesini istediler.
Öyle ki, Araplardan bazıları onu sıkıştırdılar. O da bir ağacın altına
sığınmak mecburiyetinde kaldı. Abası ağacın dallarına takıldı ve üzerinden
sıyrıldı. O da durup şöyle buyurdu:
- Abamı bana geri
verin. Eğer şu dikenler sayısınca yanımda ganimet olsaydı bile onu aranızda
taksim ederdim. Sonra siz beni ne cimri, ne yalancı, ne de korkak
bulurdunuz."
İbn İshak, Ebu Vecre
Yezid b. Abid es-Sa'dî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah
(s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'e Rayta binti Hilal b. Hayyan b. Umeyre adındaki
cariyeyi verdi. Osman b. Affan'a da Zeyneb binti Hayyan b. Amr b. Hayyan
adındaki cariyeyi verdi. Ömer'e de bir cariye verdi. Ömer, bu cariyeyi oğlu
Abdullah'a hibe etti."
İbn ishak, Nafı kanalı
ile Ömer'in oğlu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
'Ben o cariyeyi Beni
Cumah'tan olan dayılarımın yanına götürdüm ki; benim için süsleyip
hazırlasınlar. Ben de Beyt'i tavaf edeyim, sonra onların yanma gideyim ve o
cariye ile gerdeğe gireyim. Mescid-i Haram'a geldim. Bir de baktım ki, insanlar
koşuşuyorlar, onlara:
- Neyiniz var, size ne
oluyor? diye sordum.
Onlar da:
- Rasûlullah (s.a.v.),
kadınlarımızı ve çocuklarımızı bize geri verdi, dediler.
Ben de:
- İşte cariyeniz. Beni Cumah kabilesindedir,
gidin alın, dedim. Onlar da gidip onu oradan aldılar."
İbn İshak dedi ki:
"Uyeyne b. Hısn'a gelince; o, Hevazinli esirlerden acuze (yaşlı) bir
kadını aldı. Alırken de: "Acuze bir kadın alıyorum. Öyle sanıyorum ki,
kabilesi içinde soyludur. Belki de fidyesi büyük olur." dedi. Rasûlullah
(s.a.v.), esir kadınları Hevazinlilere altı hisse ile geri verdiğinde Uyeyne, o
acuze esireyi geri vermeye yanaşmadı. Züheyr b. Sured ona şöyle dedi:
- Onu gönder, vallahi
o kadının ağzı serin değildir. Memesi tombul değildir. Karnı çocuk doğuracak
değildir. Kocası da onu kaybettiğine üzülecek değildir. Hele sütü hiç bol değildir.
Allah'a yemin ederim ki o kadın, yaşça kadınların orta hallisi değildir.
Vücudça da ideal değildir.
Bunun üzerine Uyeyne,
altı hisse karşılığında o acuze esireyi geri verdi."
Vakidî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Cirâne'de ganimetleri taksim ettiğinde her erkeğe dört
deve ve kırk koyun düştü.
Muhammed b. İshak
tariki ile Seleme, Abdullah b. Ebi Bekr'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:
Hüneyn'de hazır bulunan bir adam şöyle dedi:
"Vallahi ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı başında devem üzerinde gitmekte idim. Ayağımda sert
bir ayakkabı vardı. Devem, Rasûlullah (s.a.v.)'m devesini sıkıştırdı.
Ayakkabımın ucu Rasûlullah (s.a.v.)'m bacağına değdi ve onu incitti. O da
ayağıma kırbacıyla vurup: "Beni incittin. Biraz öteye git." dedi. Ben
de yanından ayrıldım. Ertesi sabah Rasûlullah (s.a.v.)'m beni aramakta
olduğunu gördüm. Dedim ki: "Vallahi ben dün Rasûlullah (s.a.v.)'ın ayağını
incittiğim için beni arıyor." Yanma gittim, ne söyleyeceğini beklemeye
başladım. Şöyle dedi:
- Dün benim ayağımı
incittin. Ben de kırbaçla senin ayağına vurdum. Şimdi o kırbaç darbesinin
karşılığını sana vermek için seni buraya çağırdım.
Ayağıma vurduğu
darbeye karşılık, Rasûlullah (s.a.v.) bana seksen koyun verdi."
Bundan da anlaşılıyor
ki Rasûlullah (s.a.v.), ganimetlerin taksiminden sonra Hevazinlilere,
kendilerinden esir olarak alman kadın-' lan iade etmiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Arim kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mekke'yi
fethettik. Sonra Hüneyn gazvesine gittik. Müşrikler -gördüğüm en güzel yünlü
elbiseleri giyinmiş olarak- karşımıza çıktılar. Süvariler sıraya dizildiler.
Sonra savaşçı piyadeler saf tuttular. Sonra arkada kadınlar saf tuttular.
Kadınların arkasında küçük baş hayvanlar, onların da arkasında büyük baş
hayvanlar sıraya dizildiler. Kalabalık bir ordu teşkil etmiştik. Sayımız 6.000
kadardı. Süvarilerin başında Halid b. Velid vardı. Sonra süvarilerimiz
arkamıza sığınmaya başladılar. Çok geçmeden süvarilerimiz geri çekildiler. Bedeviler
de firar ettiler. Bildiğimiz bazı kimseler de kaçtılar. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.):
- Ey Muhacirler, ey
Muhacirler, ey Ensâr neredesiniz? diye seslenmeye başladı.
Biz de:
- Buyur ya Rasûlallah,
diye cevab verdik. Rasûlullah (s.a.v.) ilerledi. Allah'a yemin ederim ki,
düşmanın karşısına çıktığımızda Allah onları hezimete uğrattı. İşte biz o
ganimetleri orada ele geçirdik. Sonra Taife gittik. Onları kırk gece kadar
muhasara altında tuttuk. Sonra Mekke'ye döndük. Mekke'ye inip konakladık.
Rasûlullah (s.a.v.), her adama yüz veya ikiyüz hisse veriyordu.
Ensârîler, kendi
aralarında konuşmaya başlayıp şöyle dediler: "Kendisiyle savaşana hisse
veriyor da, kendisine karşı savaşmayana vermiyor, bu nasıl iştir?"
Onların bu sözleri
Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştı. O da Muhacirlerle Ensâr'm reislerinin yanma
gelmelerini emir buyurdu ve şöyle dedi: "Ensârımdan (veya Ensâr'dan)
başkası yanıma girmesin." Biz de bu emir üzerine Rasûlullah'm çadırına
girdik. Çadırı doldurduk. O şöyle buyurdu:
- Ey Ensâr topluluğu,
kulağıma gelen bu sözler nelerdir?
- Sana ne gelmiş ya
Rasûlallah?
- Bana bir söz geldi.
- Şana ne geldi ya
Rasûlallah?
- İstemez misiniz ki,
insanlar malları alıp götürsünler, siz de Ra-sûlullah'ı alıp götüresiniz ve onu
evlerinize koyasmız? Siz buna razı olmaz mısınız?
- Razı olduk ya
Rasûlallah."
Bu rivayette garib
olan bazı sözler vardır. Şöyle ki: Güya Müslümanlar, Hevazin savaşma 6.000
kişi olarak katılmışlardır. Oysa ki onlar o savaşta 12.000 kişi idiler. Yine bu
rivayette geçen bir cümlede şöyle denmektedir: "Müslümanlar, Taifi kırk
gece kuşatma altında tuttular." Oysa ki, Taif i bir aya yakın veya yirmi
geceden az süre ile kuşatma altında tutmuşlardı. Doğrusunu Allah bilir.
Buharî, Abdullah b.
Muhammed kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Cenâb-ı
Allah'ın, Hevazinlilerin mallarından ganimet olarak bir kısmını Rasûlüne
vermesi esnasında o, bazı kimselere yüzer deve pay vermişti. Bunun üzerine
Ensâr'dan bazıları şöyle demişlerdi:
- Allah, Rasûlullah
(s.a.v.)'ı affetsin. O, Kureyşlilere ganimet malı veriyor, ama bizim kılıçlarımızdan
Kureyşlilerin kanları damlamakta olduğu halde bize pay vermiyor.
Ensâr'm böyle
dedikleri Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştırıldı. O da En-sârîlere haber salıp yanma
çağırttı. Onları deriden yapılma çadırında topladı. Çadırına Ensâr'dan
başkasını çağırmamıştı. Onlar, çadırda toplandıklarında ayağa kalkıp şöyle
sordu:
- Sizden bana ulaşan
söz nedir? Ensâr'm fakihleri şu cevabı verdiler:
- Ya Rasûlallah, bizim
reislerimiz herhangi birşey söylemiş değildirler. Ama bizden yeni yetme bazı
kimseler dediler ki: "Allah, Rasûlullah (s.a.v.)'ı affetsin. Kureyşlilere
ganimet malından pay veriyor, ama bizim kılıçlarımızdan Kureyşli kafirlerin
kanları damlamakta olduğu halde bize pay vermiyor."
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
- Ben, küfürden yeni
ayrılmış bazı kimselere mal vererek onların kalblerini İslâm'a ısındırıyorum,
ama siz, insanların malları alıp götürmelerine ve sizin de peygamberi kendi
evlerinize götürmeye razı olmaz mısınız? Vallahi sizin Rasûlullah'ı
beraberinizde götürmeniz, ganimetleri yanınızda götürmenizden daha hayırlıdır.
- Razı olduk ya
Rasûlallah.
- İleride siz daha
şiddetli dışlanmalar göreceksiniz. Allah'a ve Rasûlüne kavuşuncaya kadar
sabredin. Ben Havz-ı Kevser'in başında bulunacağım."
Enes dedi ki:
Ensârîler sabredemediler.
Buharî ve Müslim, İbn
Avf kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Hüneyn günü
olduğunda Hevazinlilerle karşı karşıya gelindi. Peygamber (s.a.v.)'in yanında
10.000 kişi vardı. Fetih esnasında serbest bırakılan Mekkeliler de beraberinde
idiler. Ancak bunlar cepheden döndüler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
- Ey Ensâr topluluğu!
diye seslendi. Onlar da:
- Buyur ya Rasûlallah,
sana saadetler dileriz ve işte senin huzu-rundayız, dediler. Rasûlullah
(s.a.v.), bineğinden inip şöyle dedi:
- Ben, Allah'ın kulu
ve elçisiyim.
Müşrikler, hezimete
uğradılar. Rasûlullah (s.a.v.), Mekkelilere ve Muhacirlere ganimetten pay
verdi. Ama Ensar'a birşey vermedi. Onlar da bu hususta biraz konuştular. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v), onları çağırdı ve çadırında topladı. Onlara şöyle
dedi:
- İnsanların koyunları
ve develeri alıp götürmelerine, sizin de Rasûlullah'ı alıp götürmenize razı
olmaz mısınız? Eğer insanların hepsi bir vadiye doğru gitseler, Ensâr da başka
bir vadiye doğru gitse, ben mutlaka Ensâr'ın gittiği vadiye giderim."
Sonra Buharî, Enes'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Ensâr'ı topladı.
Onlara şöyle dedi:
- Doğrusu Kureyşliler, cahiliyetten ve
musibetten yeni kurtulmuşlardır. Ben onların yaralarını sarmak ve gönüllerini
İslâm'a ısındırmak istedim. İnsanların dünyalığı alıp geri gitmelerine ve
sizin de Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte evlerinize geri dönmenize razı olmaz
mısınız?
- Evet, razı oluruz.
- İnsanların tamamı
bir vadiye, Ensâr da başka bir vadiye gitse, mutlaka Ensâr'm gittiği vadiye
giderim."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Affan kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Ebu Süfyan'a, Uyeyne'ye, Akra'a, Süheyl b. Amr'a, Hüneyn gününde
sondaki kimseler arasında ganimet payı verdi, Ensâr şöyle dedi:
~ Kureyşli müşriklerin
kanları bizim kılıçlarımızın ağzından damlamakta iken Rasûlullah, onlara
ganimet payı veriyor ve onlar bu _ malları alıp götürüyor. Bu nasıl iştir?
Bu söz, Rasûlullah
(s.a.v.)'a ulaştı. O da Ensâr'ı kendi çadırında toplantıya çağırdı. Ensâr
geldi, çadır dolup taştı. Rasûlullah kalkıp onlara şöyle sordu:
- Sizden başkası
aranızda var mıdır?
- Hayır, sadece kız
kardeşlerimizin oğulları vardır.
- Kız kardeşlerin
oğulları da kavimden sayılır. Şimdi siz şöyle ve şöyle dediniz mi?
- Evet...
- Siz benim iç
çamaşınmsmız. Başkaları ise üst çamaşırlarımdır. İnsanların koyun ve develeri
alıp götürmelerine, sizin de Rasûlullah (s.a.v.)'ı kendi diyarınıza götürmenize
razı olmaz mısınız?
- Evet, razı oluruz.
- Ensâr, benim sırdaşım ve yakmlarımdır. Eğer
bütün insanlar bir vadiye gitseler, Ensâr ise başka bir vadiye gitse mutlaka
ben, Ensâr'm gittiği vadiye giderim. Eğer hicret olmasaydı, ben Ensâr'dan bir
adam olurdum."
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Ebi Adiy kanalı ile Enes'ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Ey Ensâr
topluluğu! Ben size geldiğimde siz sapık kimseler değil iniydiniz ki, Allah
benim vasıtamla sizi hidayete erdirdi? Ben sizin yanınıza geldiğimde siz
darmadığınik halde değil miydiniz ki, Allah benim vasıtamla sizleri derleyip
toparladı? Ben size geldiğimde sizler birbirinize düşman değil miydiniz ki,
Allah benim vasıtamla kalbleri-nizi birbirinize ısındırdı?
- Evet ya Rasûlallah,
öyleydik.
- Peki niye demiyorsunuz ki, sen korkulu halde
iken yanımıza geldin. Biz sana emniyet verdik. Sen kovulmuş olarak yanımıza geldin.
Biz seni barındırdık. Sen yardımsız olarak yanımıza geldin. Biz sana yardım
ettik?
- Hayır, aksine Allah
ve Rasûlünün minneti bizim üzerimizdedir." Buharı, Musa b. İsmail kanalı
ile Abdullah b. Zeyd b. Asım'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Hüneyn gününde ele geçirdiği ganimetleri müellefe-i kuluba taksim
etti. Ensâr'a birşey vermedi. Onlar diğerlerinin ganimet ele geçirmesine
rağmen kendilerine birşey verilmediği için kalblerinde bir kırgınlık
hissettiler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onlara hitapta bulunarak şöyle
dedi:
- Ey Ensâr topluluğu!
Ben size geldiğimde siz sapık kimseler değil miydiniz ki, Allah benim
vasıtamla sizi hidayete erdirdi. Siz darmadağın kimseler değil miydiniz ki,
Allah benim vasıtamla sizin kalblerinizi birbirine ısındırdı? Ben yanınıza
geldiğimde siz muhtaç kimseler değil miydiniz ki, Allah benim vasıtamla sizleri
zengin kıldı?
Buna benzer bazı
şeyler daha söyledi. Nihayet Ensâr şöyle dedi:
- Allah ve Rasûlünün
minneti bizim üzerimizde daha fazladır.
- Ama isterseniz siz
de şöyle diyebilirsiniz: Sen bizim yanımıza gelirken şöyle ve şöyle idin.
Durumun şöyle ve şöyle idi Ama siz, insanların koyunları ve develeri alıp
götürmelerine, sizin de Rasûlul-lah'la birlikte evlerinize gitmenize razı olmaz
mısınız? Eğer hicret olmasaydı ben Ensâr'dan bir adam olurdum. İnsanların
tamamı bir vadiye gitseler, Ensâr ise başka bir vadiye gitse ben mutlaka
Ensâr'ın vadisine giderim. Ensâr benim iç çamaşırımdır. Diğer insanlar ise benim
üst çamaşırlarımdır. Benden sonra siz daha şiddetli dışlanmalarla
karşılaşacaksınız. Ama havuz başında benimle buluşuncaya dek sabredin."
Yunus b. Bükeyr,
Muhammed b. İshak kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Hüneyn gününde
Rasûlullah (s.a.v.), ele geçirdiği ganimetleri Kureyşli müelîefe-i kuluba ve
diğer Araplara taksim etti. Ensâr'm ise bu ganimetlerden az veya çok payı
olmadı. İşte bu Ensârîler, kendi içlerinde bir kırgınlık hissettiler. Öyle ki,
sözcüleri:
- Allah'a yemin ederim
ki, Rasûîullah, kendi kavmi ile buluştu artık, dedi. Sa'd b. Ubade de
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidip şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah»
Ensâr'dan şu grub sana karşı içlerinde bir kırgınlık hissetmişlerdir.
- Niçin?
- Şu ganimetleri kendi
kavmine ve diğer Araplara taksim etmenden ve Ensâr'a birşey vermemenden
dolayı.
- Ey Sa'd! Bu hususta
sen hangi taraftansın?
- Ben kendi kavmimden
bir adamım.
- Öyleyse kavmini şu
bahçede benim için topla. Toplandıkları zaman bana haber ver.
Sa'd, Rasûlullah'm
yanından çıktı.. Ensâr'ı toplantıya çağırdı. Onları Rasûlullah'm gösterdiği
bahçede topladı. Muhacirlerden bir adam geldi. Ona da izin verildi. Hepsi
toplantı yerine girdiler. Başkaları geldiğinde onları geri çevirdi. Ensâr'm
bütün fertleri toplantıya iştirak ettiler. Sonra Sa'd gidip şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah!
Ensârîler, toplamamı emrettiğin yerde toplanmış, seni bekliyorlar.
Rasûlullah (s.a.v.) da
toplantıya geldi. Kalkıp hitabta bulundu. Layıkı veçhiyle Allah'a hamdü senada
bulunduktan sonra şöyle dedi:
- Ey Ensâr topluluğu!
Ben size geldiğimde siz sapık kimseler değil miydiniz ki, Allah sizi hidayete
erdirdi, siz yoksul kimseler değil miydiniz ki, Allah sizi zengin kıldı. Siz
düşman kimseler değil miydiniz ki, Allah kalblerinizi birbirine ısındırdı?
- Evet..
- Ey Ensâr topluluğu!
Niye cevap vermiyorsunuz?
- Ne diyelim ya
Rasûlallah? Sana ne cevap verelim? Allah ve Rasûlünün minneti üzerimizdedir.
- Vallahi isteseydiniz
şöyle diyebilirdiniz, doğru söyler ve sözünüz de tasdik edilirdi. Şöyle
diyebilirdiniz: Sen yanımıza kovulmuş olarak geldin, biz seni barındırdık. Sen
yanımıza yoksul olarak geldin, biz sana ihsanda bulunduk. Sen ürkmüş olarak
yanımıza geldin. Biz sana güven verdi'k ve emniyete aldık. Sen yardımsız
olarak yanımıza geldin, biz sana yardım ettik.
- Asıl minnet, Allah
ve Rasûlünündür.
- Ey Ensâr topluluğu!
Bir kavmin kalbini İslâm'a ısındırmak için kendilerine verdiğim azıcık bir
dünyalıktan ötürü kalbinizde kırgınlık mı hissettiniz? Oysa ben, Allah'ın size
İslâmiyet'i pay olarak verişine sizleri bırakmıştım. Ey Ensâr topluluğu!
İnsanların deve ve koyunları alıp evlerine dönmelerine, sizin ise Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte evlerinize dönmenize razı olmaz mısınız? Nefsim kudret
elinde bulunan zata yemin ederim ki, insanların tamamı bir vadiye doğru
gitseler, öte yandan Ensâr da başka bir vadiye doğru gitse, ben mutlaka
Ensâr'm gittiği vadiye giderim. Eğer hicret olmasaydı ben En-sâr'dan bir adam
olurdum. Allahım, Ensâr'a, Ensâr'm çocuklarına, çocuklarının çocuklarına
merhamet et.
Rasûlullah'm bu
konuşması üzerine orada toplananlar sakalları ıslanıncaya kadar ağladılar ve:
- Rab olarak Allah'a,
ganimet payı olarak da Rasûlüne razı olduk, dediler ve oradan ayrılıp
gittiler."
İmam Ahnıed b. Hanbel,
Yahya b. Bükeyr kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Ensâr'dan bir
adam, kendi arkadaşlarına şöyle dedi: Ama vallahi ben size şunu anlatıyordum
ki, eğer işler düzene girseydi, o başkalarını size tercih ederdi!
Bu sözü diyen adamı
şiddetle reddettiler ve kovdular. Bu haber Rasûlullah (s.a.v.)'a varınca o,
Ensâr'm yanma gelip onlara bazı şeyler söyledi ki, sözlerini aklımda
tutamadım. Ensâr da: "Evet, öyledir ya Rasûlallah." dediler. Sonra
Rasûlullah: "Siz ata binmiyordunuz." dedi. O, onlara ne dediyse
onlar: "Evet, öyledir ya Rasûlullah." diye cevap veriyorlardı."
Süfyan b. Uyeyne, Ömer
b. Said b. Mesruk kanalı ile Rafi b. Ha-dic'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v,), Hüneyn ganimetinden müellefe-i kuluba yüzer deve verdi. Ebu Süfyan
b. Harb'e 100, SafVan b. Ümeyye'ye 100, Uyeyne b. Hısn'a 100, Akra b. Habis'e
100, Alkame b. Ulase'ye 100, Malik b. Avf a 100 deve verdi. Abbas b. Mirdas'a
100'den az verdi. Bunun üzerine Abbas, şöyle dedi:
"Benim yağmam ile
Ubeyd'in yağmasını, Uyeyne ile Akra'nın yağması ortasında taksim ettin.
Hısn ile Habis,
toplumda Mirdas'tan daha üst kimseler değildiler. Ben onlardan daha aşağı bir
kimse değilim. Bugün alçalan kimse artık yükselenıez. Ben savaşta savunan bir
kimse idim. Bana ne birşey verildi, ne de verilmedi."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Abbas b. Mirdas'm payım da 100'e çıkardı."
Musa b. Ukbe ile Urve
b. Zübeyr ve İbn İshak'm rivayetlerine göre Abbas b. Mirdas şöyle demiştir:
"Bir yağma idi
ki, onu atın tayı üzerinde ovalık yerde hamle yaparak, uyumakta olan kavmimi
uyandırmakla, insanlar uyudukları zaman kendim uyumadığım bir zamanda elde
etmiştir.
Böylece benim yağma
ettiğim, ganimet olarak aldığım ve Ubeyd'in ganimet aldığı şeyler, Uyeyne ile
Akra arasında taksim edildi.
Oysa ki, ben savaşta
kavmimden düşmanı geri savan bir kişiliğe sahiptim. Bana ne birşey verildi, ne
de verilmedi.
Ancak birkaç küçük
deve ki, ancak onların dört ayaklarının sayısınca bana verildi.
Ne Hısn, ne de Habis
toplumda babam Mirdas'tan üstün olamadılar.
Onlardan herhangi
birinin aşağısında değilim. Bugün alçalan kişi yüks elemez."
Urve ile Musa b. Ukbe,
Zührî'nin şöyle dediğini rivayet ettiler: Abbas b. Mirdas'm bu şiiri,
Rasûlullah (s.a.v)'a ulaştı. O da Abbas'a şöyle sordu:
- Benim ganimetim ve Ubeyd'in ganimeti, Akra
ile Uyeyne arasında taksim edilir oldu, diyen sen misin?
Ebu Bekir dedi ki:
- Ya Rasûlallah, böyle
demedi, ama vallahi sen bir şair değilsin ve bu şiir de sana yaraşmaz.
- Ya nasıl söyledi?
Ebu Bekir de şiiri
okudu. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "İkisi de aynıdır. Hangisi ile
başlarsa sana zarar vermez."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.): "Onun dilini benden kesin." dedi. insanlar
gerçekten onun dilinin kesilmesi istendiğini sanarak korktular. Oysa ki
Rasûlullah (s.a.v.), ona ganimetten bir miktar daha verilmesini kasdetmişti.
Yukarıdaki şiirde geçen Ubeyd, şairin atının adıdır.
Buharî, Muhammed b.
Ala kanalı ile Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Mekke ile Medine
arasındaki Cirâne'de konaklamakta olan Rasûlullah (s.a.v,)'m yanında idim.
Yanında Bilal de vardı. Bedevinin biri, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip ona
şöyle dedi:
- Bana verdiğin sözü
yerine getirmeyecek misin?
- Sana müjdeler olsun.
- Bana bu sözü çok
söyledin.
Rasûlullah (s.a.v.),
öfkeli halde Ebu Musa'ya ve Bilal'e dönüp: "Bu adam müjdeyi reddetti. Siz
kabul edin." dedi. Sonra bir bardak su getirilmesini emretti. O su ile
elini ve yüzünü yıkadı. Sonra o suyun içine tükürdü ve:
- Bu sudan için, bunu
yüzünüze ve boğazınıza dökün ve müjdelenin, dedi. Onlar da o su bardağını
aldılar ve emredileni yaptılar. Perde gerisinden Ümmü Seleme:
- O sudan birazını da
annenize ayırın, dedi. Onlar da suyun bir kısmını ayırıp ona verdiler.
Buharî, Yahya b.
Bükeyr kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)la birlikte yürüyordum. Üzerinde Necran yapısı, kaim astarlı bir aba
vardı. Bedevinin biri gelip abasını sertçe çekti. Öyle ki, abanın Rasûlullah'm
yakasında o sertçe çekmeden dolayı iz bıraktığını gördüm. Bedevi ona şöyle
dedi:
- Allah'ın, senin
yanındaki malmdan bir kısmının bana verilmesini emret.
Rasûlullah, ona dönüp
baktı, güldü, sonra ona bir miktar mal verilmesini emretti."
İbn İshak, Hüneyn
gününde Rasûlullah (s.a.v.)'m kendilerine yüzer deve ganimet verdiği
kimselerin adlarım şöyle sıralamıştır: Ebu .Süfyan Sahr b. Harb, Ebu Süfyan'm
oğlu Muaviye, Hakim b. Hizam, Haris b. Kelde (Beni Abdud-Dar'm kardeşidir.),
Alkame b. Ulase, Ala b. Harise es-Sekafî (Beni Zühre'nin müttefikidir.), Haris
b. Hişarn, Cübeyr b. Mut'im, Malik b. Avf en-Nasrî, Süheyl b. Amr, Hüveytib b.
Abdil-Uzza, Uyeyne b. Hısn, SafVan b. Ümeyye ve Akra b. Habis.
İbn İshak, Muhammed b.
İbrahim b. Haris et-Teymî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ashabtan biri,
Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah!
Uyeyne b. Hısn ile Akra b. Haris'e yüzer deve verdin. Cüayl b. Süraka
ed-Damrî'ye ise birşey vermedin.
- Muhammed'in nefsi
kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, Cüayl b. Süraka, dünya doluşunca
Uyeyne b. Hısn ve Akra b. Habis gibilerden daha hayırlıdır. Fakat ben o
ikisini İslâm'a ısındırmak için kendilerine ganimet malından verdim. Cüayl b.
Süraka'yı ise kendi İslâmiyet'ine ısmarladım."
Bundan sonra İbn
İshak, Rasûlullah (s.a.v.)'m kendilerine 100 deveden aşağı miktarda ganimet
verdiği kimselerin adlarını sıralamıştır.
Sahih hadiste Safvan
b. Ümeyye'nin şöyle dediği nakledilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.),
yaratıklar arasında en çok kızdığım kimse idi ki, Hüneyn ganimetlerinin bir
kısmını bana vermeye devam etti. Nihayet öyle bir hale geldim ki, onun kadar
sevdiğim bir kimseyi Allah yaratmış olmadı." [2]
İbn İshak dedi M:
"Rasûlullah (s.a.v.), Hevazin heyetine Malik b. Avfm ne yaptığını sordu.
Onlar da, onun Taif te Sakiflilerle beraber olduğunu söylediler. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.):
- Ona haber verin ki,
eğer o Müslüman olarak bana gelirse, kendisine ailesini ve malını geri
vereceğim gibi, ayrıca yüz tane de deve veririm, dedi.
Bu haber Malik'e
ulaşınca o, Sakiflilerin arasından gizlice ayrılarak Rasûlullah (s.a.v.)'ın
yanma geldi. O esnada Rasûlullah, Cirâne veya Mekke'de idi. Malik, Müslüman
oldu. İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Rasûlullah da ona ailesini ve malını geri
verdi. Sonra da yüz deve verince Malik b. Avf (r.a.), şu şiiri okudu:
"İnsanlar
arasında Muhammed gibisini görmedim ve işitmedim.
Kendisinden cömertlik
istendiğinde bol bol verir.
Ne zaman dilersen,
yarın neler olacağını sana haber verir.
Semheri'de ordu
birlikleri dişlerini gösterip ağızlarından alevler çıktığında ve kesici kılıçla
vurduğunda,
Sanki o, savaş
tozlarının ortasında, ininde yavrularının üzerinde duran bir arslan
gibidir."
Rasûlullah (s.a.v.)
onu, kavminden Müslüman olan kimselerin başına vali tayin etti. Müslüman olan o
kabileler, Sümale, Selime ve Fehm kabileleri idiler. Malik, bu kabileleri yanma
alarak Sakiflilerle savaşıyordu. Sakiflilerin bir davar sürüsü dışarı
çıktığında mutlaka o sürüye hücum edip yağmalıyor, onları sıkıştırıyordu."
Buharî, Musa b. İsmail
kanalı ile Amr b. Tağlib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bazılarına ganimet verdi. Bazılarım mahrum bıraktı. Mahrum
bırakılanlar, onu kınar gibi oldular. Bunun üzerine o şöyle buyurdu:
- Sabırsızlıklarından
ve şikayetlerinden korktuğum bazı kimselere ganimet payı veriyorum. Ama
Cenâb-ı Allah'ın, kalblerinde yaratmış olduğu hayır ve zenginliğe kendilerini
havale ettiğim bazı kimselere ise vermiyorum. İşte bunlardan biri de Amr b.
Tağlib'dir.
Amr diyor ki:
Rasûlullah (s.a.v.)'m benim hakkımda söylediği bu sözler, kızıl tüylü
davarların (veya develerin) bana verilmesinden daha çok hoşuma gitti."
ibn Hişam'm
anlattığına göre Hassan b. Sabit (r.a.), ganimet hususunda geri bırakılan
Ensâr hakkında şu şiiri söylemiştir:
"Hüzün ve
kederler arttı. Gözün yaşı çoğalıp damlalar toplanarak döküldü ve aşağıya indi.
Şemma'ya (bir kadın
adı) üzülerek, zira Şemma çok etlidir, koltuk altları ince ve zayıfçadır. Onda
ne bir kir, ne de bir zaaf vardır.
Şemma'yı bırak, zira
onun sevgisi azaldı. Kavuşan kimsenin kavuşmasının en fenası, sevgisi az
olmaktır.
Rasûle git ve de ki:
Ey insanların sayıldığı zaman mü'minler için en hayırlı emin olan kimse!
Kendisi uzak olduğu
halde ne sebeble Süleym öyle bir kavmin Önünde çağrılır ki, onlar, sizi
barındırdılar ve yardım ettiler.
Allah, onlara Ensâr
ismini verdi. Çünkü onlar, Allah yolunda koştular. Musibetlere sabrettiler,
hıyanet etmediler, güç ve sıkıntılı duruma gelmediler.
Oysa ki insanlar senin
hakkında bize karşı toplanmışlardır. Bizim için başka birşey olmayıp sadece
kılıçlarla mızrakların uçları sığınak yeridir.
İnsanlarla kılıçla
vuruşuruz. Hiç kimseye acımayız. Sûrelerde vahiy yoluyla gelen hükümleri zayi
etmeyiz, gereğini yaparız.
Savaşın derinliklerine
doğru gelen kimseler, bizim meclisimizi hoş bulmazlar.
Biz savaşın ateşi
yandığı zaman savaşı yakar ve onu alevlendiririz.
Nitekim Bedir'de
münafıkları, taleb ettikleri şeylere karşı geri çevirdik.
Ve bizim hakkımızda
zafer iniyordu göklerden. Biz Uhud'da dağın eteği altında savaşılan günde
senin askerlerindik.
Bir zamanda ki,
Mudarlılar sevincinden ve tekebbüründen hiziplerini toplamışlardı.
Biz ne zaafa düştük,
ne korkaklık ettik, ne de kaydığımızı ve ayağımızın tökezlediğini sana haber
verebildiler.
Oysa bütün insanlar,
tökezleyip ayakları kaymaktaydı." [3]
Buharî, Kabise tariki
ile Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), Hüneyn ganimetlerini taksim ederken Ensâr1 dan biri şöyle dedi:
- Bu taksimat ile
Allah'ın rızası amaçlanmamıştır.
Bu sözü duyunca,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gittim ve durumu kendisine haber verdim. Bunun
üzerine yüzünün rengi değişti. Sonra şöyle buyurdu:
- Allah'ın rahmeti
Musa'nın üzerine olsun. O, bundan daha çok eziyet görmüş, ama sabretmişti."
Buharî, Kuteybe b.
Said kanalı ile Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn günü
(ganimet taksimi hususunda) Rasûlullah (s.a.v.) bazı kimseleri kayırdı. Bu
sebeple Akra b. Habis'e 100 deve verdi. Uyeyne'ye de 100 deve verdi. Diğer bazılarına
da bu kadar verdi.
Adamın biri:
- Bu taksimat ile Allah'ın rızası kastedilmiş
değildir, dedi. Ben de: Bunu Peygamber (s.a.v.)'e haber vereceğim, dedim. Haber
vermem üzerine şöyle buyurdu:
- Allah, Musa'ya
rahmet etsin. O, bundan daha çok eziyete uğramıştı, ama sabretmiş ti."
Buharî'nin bir
rivayetinde de şu ifadelere rastlanmaktadır:
"Adamın biri dedi
ki: Vallahi bu taksimatta adaletli davranılma-mıştir ve bununla Allah'ın rızası
kastedilmemiştir.
Ben de dedim ki:
Vallahi ben bunu, Rasûlullah (s.a.v.)'a haber vereceğim.
Gidip haber vermem
üzerine o şöyle buyurdu:
- Allah, Musa'ya
rahmet etsin. O bundan daha çok eziyete uğramıştı, ama sabretmişti."
Muhammed b. İshak, Ebu
Ubeyde b Muhamrned b. Ammar b. Ya-sir kanalı ile Miksem Ebu'l-Kasım'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Ben ve Telid b. Kilab el-Leysî, Abdullah b.
Amr b. As'm yanına gittik. O, ayakkabıları elinde olduğu halde Ka'be'yi tavaf
ediyordu. Ona şöyle bir soru yönelttik:
- Hüneyn gününde
Temimli adam kendisi ile (ileri-geri) konuşurken Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında
miydin?
- Evet. Zu 1-Hüveysire
adında Temim oğullarından bir adam geldi, insanlara ganimet paylarım vermekte
olan Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı başında durdu. Ona:
- Ya Muhammed! Bugün
senin neler yaptığını gördüm, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da:
- Evet, nasıl gördün?
diye sorunca o:
- Adaletli
davranmadığını gördüm, diye cevab verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.),
Öfkelenip şöyle dedi:
- Yazıklar olsun. Eğer
benim yanımda da adalet olmazsa kimin yanında olacak?
Ömer (r.a.):
- Ya Rasûlallah, bana
izin ver de şunun boynunu vurayım, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), şu cevabı verdi:
- Vazgeç ondan. Zira
onun öyle tarafları olacak ki, dinde çok derinleşeceklerdir. Nihayet İslâm
dininden, okun avı delip geçtiği gibi çıkacaklar. O okun temrenine bakılır,
onda birşeye rastlanamaz. Ucuna bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Sonra
gövdesine bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Sonra teleğine bakılır, onda da
birşeye rastlanamaz. İşkembe, bağırsak ve kana bulaşmadan delip geçmiştir."
Leys b. Sa'd, Yahya b.
Said kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüneyn dönüşünde
Cirâne'de iken adamın biri Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına geldi. Bilal'ın
eteğinde gümüş vardı. Rasûlullah (s.a.v.), oradan gümüşleri alıp insanlara veriyordu.
Gelen adam:
- Adaletli davran ya
Muhammedi dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.):
-Yazıklar olsun sana,
ben adaletli davranmadıktan sonra kim davranır? Eğer ben adaletli davranmazsam
hüsrana uğrar ve ziyan ederim, dedi.
Ömerb. Hattab:
- Ya Rasûlallah, izin
ver de şu münankı öldüreyim, dedi. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle cevap verdi:
- İnsanların kendi
ashabımı öldürdüğümü dillerine dolamalarından Allah'a sığınırım. Çünkü bu ve
arkadaşları, Kur'ân okuyorlar, ama bu Kur'ân onların hançerelerinden aşağı
inmiyor. Bunlar, okun yaydan çıkışı gibi dinden çıkıyorlar."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Amir kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir ara
Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn ganimetlerini taksim ediyordu, adamın biri kalkıp:
- Adaletli ol, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle buyurdu:
- Eğer ben adaletli
olmazsam bahtsız olurum."
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde, Ebu Seleme kanalı ile Ebu Sa-id'in şöyle dediği rivayet
edilmektedir:
"Bir gün Hz.
Peygamber ganimet dağıtırken yanında idik. O sırada Temim oğulları
kabilesinden Zü'1-Hüveysire adında bir adam gelerek:
- Ya Rasûlallah,
adaletten ve hakkaniyetten ayrılma, dedi. Peygamber de:
- Yazıklar olsun sana.
Ben adil davranmıyorsam, kim davranıyor? Eğer ben adaleti yürütmüyorsam, büyük
bir zarara uğramış olurum. Ben adaleti yürütmüyorsam kim yürütür? dedi.
Ömer b. Hattab:
- Ya Rasûlallah, bana
izin ver de boynunu vurayım, dedi. Hz. Peygamber, şöyle cevap verdi:
- Vazgeç ondan. Zira
onun öyle arkadaşları vardır ve onlar öyle bir topluluktur ki, herhangi biriniz
kendi namazını onların namazı karşısında ve kendi orucunu onların orucu
karşısında küçük görür. Kur'ân okurlar, fakat okudukları Kur'ân, onların
hançere ve köprücük kemiklerini geçmez. İslâm dininden, okun onu delip geçtiği
gibi çıkarlar. O okun temrenine bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Ucuna
bakılır, onda birşeye rastlanamaz. Sonra gövdesine bakılır, onda birşeye
rastlanamaz. Sonra teleğine bakılır, onda da birşeye rastlanamaz. O topluluğun
alametleri, aralarında siyah bir adamın bulunmasıdır. Adamın iki pazusundan
biri, kadın memesi veya gövdesinden kesilip sarkan et parçası gibi sallanıp
durur. Halk arasında tefrika ve bölünme baş gösterince onlar ortaya çıkarlar.
Hadisin ravisi Ebu
Said diyor ki: Şahidlik ederim ki, ben bunu Peygamber Efendimiz1 den kulağımla
dinledim ve şahidlik ederim ki, Ebu Talib oğlu Ali (r.a.), bu kimselerle
savaşırken ben de beraberinde idim. Ali (r.a.)'nin emri üzerine o adam arandı
ve bulunup getirildi. Adama baktım, tıpkı Hz, Peygamberin tasvir ettiği şekilde
idi. Onun belirttiği vasıflara sahip idi." [4]
İbn İshak dedi ki;
"Beni Sa'd b. Bekr kabilesinden biri, bana Rasûlullah (s.a.v.)'m Hevazin
gününde şöyle dediğini nakletti;
- Eğer (Beni Sa'd b.
Bekr kabilesinden) Necad adındaki adamı ele geçirirseniz sakın brakmayın. Çünkü
o, neler yapmıştır neler!
Müslümanlar, Necad'ı
ele geçirdiklerinde onu ve ailesini, beraberlerinde de Rasûlullah (s.a.v.)'m
süt kardeşi Şeyma binti Haris b. Abdi'l-Uzza'yı önlerine katıp Cirâne'ye
getirdiler. Sevkıyat esnasında Şeyma'ya kaba davranmışlardı. O da bunun üzerine
Müslümanlara şöyle dedi:
- Biliyor musunuz,
vallahi ben sizin arkadaşınızın (Rasûlullah'm) süt kardeşiyim.
Müslümanlar, Şeyma'nm
bu sözünü kabul etmediler, sonunda onu Rasûhıllah (s.a.v.)'m yanma getirdiler.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanma getirdiklerinde o:
- Ya Rasûlallah, ben
senin süt kardeşinim, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bunu isbatlayacak
bir işaret veya emaren var mıdır? diye sordu. Bunun üzerine o:
- Ben senin ayağına
çelme takıp seni yere düşürdüğüm bir zaman, sen benim sırtımı dişlemiştin.
İşte o diş izi hâlâ sırtımdadır, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) da
bu işaretle onu tanıdı, abasını yere serdi, onu abasının, üzerine oturttu ve
ona serbestiyet tanıdı. Sonra:
- İstersen yanımda
kalır, ikram ve sevgi görürsün, istersen sana bir miktar mal veririm, kavmine
dönersin, dedi.
Oda:
- Hayır, bana*bir
miktar mal ile beni kavmime gönder, dedi. RasûluUah (s.a.v.), ona bir miktar
mal verdi ve onu kavmine gönderdi.
Beni Sa'd'm iddiasına
göre RasûluUah (s.a.v.), ona Mekhul adında bir köle ve bir de cariye verdi.
Şeyma da bu köle ile cariyeyi, birbirleri ile evlendirdi. Aralarında onların
nesilleri hâlâ devam etmekte idi."
Beyhakî, Katade'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hevazin'in fethi gününde bir cariye,
RasûluUah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, ben
senin kız kardeşinim. Ben Şeyma binti Ha-ris'im.
- Eğer doğru söylüyorsan, benim sende asla
kaybolmayacak bir eserim vardır. (Göster bakayım o eseri).
Rasûlullah'ın böyle
demesi üzerine Şeyma da pazusunu açtı ve:
- Evet ya Rasûlallah,
sen küçük iken benim pazumu ısırmış ve bu izi bırakmıştın, dedi.
RasûluUah (s.a.v.),
onun oturması için abasını yere serdi. Sonra ona:
- Ne dilersen sana
verilecektir. Kimin serbest bırakılması için şefaat edersen şefaatin kabul
edilecektir, dedi."
Beyhakî, Ebu Nasr b.
Katade tarikiyle Ebu Tufeyl'in şöyle haber verdiğini rivayet etmiştir:
"Ben devenin uzvunu taşıyan bir çocuk i-dim. RasûluUah (s.a.v.), Cirâne'de
ganimet davarlarını dağıtıyordu. O esnada bir kadın ona geldi. Rasûlullah da
onun oturması için abasını yere serdi. Bu kimdir? diye sordum. Onu emziren süt
annesidir, dediler."
Bu garib bir hadistir.
Belki de Ebu Tufeyl, bu sözü ile Rasûlullah'ın kız kardeşi Şeyma'yı
kastedmiştir. Çünkü Şeyma da annesi Halime-i Sa'diye ile birlikte Rasûlullah'ın
baklalığım yapıyordu. Belki de bu ifadeler doğrudur. O takdirde demek ki,
Halime , uzun bir zaman yaşamıştır. Çünkü onun, Rasûlullah (s.a.v.)'ı emzirdiği
tarih üe Cirâne umresinin yapıldığı tarih arasında altmış seneden fazla bir
zaman geçmiştir. Rasûlullah (s.a.v.)'ı emzirirken de kendisinin yaşı en azından
otuz idi. Sonra daha ne kadar yaşamış olduğunu ancak Allah büir.
Mürsel olarak varid
olan bir hadiste anlatıldığına göre süt anne ve babası Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanma gelmişlerdir. Bu rivayetin doğruluğunu ancak Allah bilir.
Ebu Davud,
"MerâsiV'de Ahmed b. Said el-Hemedanî kanalı ile Ömer b. Saib'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Bana ulaşan bir habere göre Rasûlullah (s.a.v.),
bir gün oturmakta iken süt babası yanma geldi. RasûluUah, elbisesinin bir
kısmını yere serdi. O da elbisenin üzerine oturdu. Sonra annesi geldi. Ona da,
oturması için elbisesinin diğer parçasını yere serdi. O da oturdu. Sonra süt kardeşi
geldi. RasûluUah kalkıp onu karşıladı ve önünde oturttu.
Daha önce de geçtiği
gibi, Hevazinlilerin tamamı, Rasûlullah (s.a.v.)'ı emzirmekle ilgilenmişlerdi.
Çünkü onu emziren Beni Sa'db. Bekr topluluğu, Hevazinlilerin küçük bir
cemaatini teşkil ediyordu. Bunların hatipleri Züheyr b. Sured, Rasûlullah'ın
huzurunda kalkıp şöyle demişti:
- Ya Rasûlallah! Senin
anaların, teyzelerin ve dadıların ağıllardadır. Bize lütfet ki, Allah da sana
lütfetsin.
Memelerinden senin
ağzına inci tanelerini andıran sütlerin dolduğu ve senin de sütlerini emdiğin
kadınlara lütfet.
Sütlerini emdiğin ve
her gidip gelişinde seninle ilgilenip bakımını yapan kadınlara lütfet."
İşte bu sebeple
Rasûlullah, onları azad etti. Onlara bolca lütufta bulundu. Öteden beri lütufta
bulunurdu, özel ve genel hepsine ihsanda bulundu.
Vakidî, İbrahim b.
Muhammed b. Şurahbil'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Nadir b. Haris b.
Kelde, insanların en güzeli ve yakışıklısı idi. Şöyle derdi:
- Allah'a şükürler
olsun ki, Muhammed (s.a.v.)'i peygamber gönderip de bize Müslümanlığı nasib
etti. Atalarımızın öldüğü cehalet üzerinde ölmedik. Andolsun ki Kureyşlilerin
ona karşı olan bütün hareket ve savaşlarında bulundum. Nihayet Mekke
fethedildi ve onunla birlikte Hüneyn savaşma çıktık. Bizim amacımız, eğer
kendisi yenilirse, karşı tarafa yardım etmekti. Ama buna imkan bulamadık. Oradan
Cirâne'ye geldiği zaman da Allah'a yemin ederim ki, ben ona yine kin
besliyordum.
Orada bir gün hiçbir
şeyden haberim yok iken bana:
- Ey Nadir! diye
seslendi. Ben de:
- Buyur ya Rasûlallah,
diye cevap verdim.
- Bu, Hüneyn savaşında
senin arzuladığın neticeden daha hayırlıdır, dedi.
Bunun üzerine ben de
koşarak yanma gittim. Bana:
- Artık içinde
bulunduğun hali görmenin zamanı geldi, dedi.
Ben de:
- Eğer Allah ile beraber
başka bir ilâh bulunsaydı, şimdiye kadar bize bir faydası olurdu. Şu halde
O'ndan başka ilâh yoktur, O birdir, ortağı yoktur, dedim.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Allahım, bunun
sebatını artır, dedi.
Onu, hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, o andan itibaren dinde sebat etme ve
hakkı görme hususunda kalbim âdeta taş gibi sertleşti. Rasûlullah (s.a.v.) da:
- Bunu hidayete ileten
Allah'a hamdolsun, dedi." [5]
Bu umre zilkade ayında
yapılmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Behz ve Abdussamed kanalı ile Kata-de'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Enes b. Malik'e şöyle sordum:
- Rasûlullah (s.a.v.),
kaç kez hac yaptı?
- Bir defa hac yaptı,
dört defa umre yaptı. Bir defa Hudeybiye zamanında umre yaptı. Bir defa
Medine'de zilkade ayında umre yaptı. Bir defa Cirâne'de zilkade ayında umre
yaptı. O zaman Hüneyn ganimetlerini paylaştırıyordu. Bir defa da hac ile
birlikte umre yaptı."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Nadr kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), dört umre yaptı. Birincisi Hudeybiye umresi, ikincisi Umretü'1-Kaza,
üçüncüsü Cirâne umresi, dördüncüsü ise hac ile beraber yaptığı umresi
idi."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Amr b. Asın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), üç umre yaptı. Bunların hepsi de zilkade ayına rastlamıştı. Hacer-i
esvedi istilam edinceye kadar telbiye getirmeye devam ediyordu."
Bu hadis, bu yönü ile
garibtir.
Hac ile beraber
yaptığı umre dışındaki üç umresi, zilkade ayma rastlamıştı. Hac ile beraber
yaptığı umresi ise zilhicce ayma denk gelmişti. Eğer zilkade ayında umre yaptı
sözü ile ihrama girişin başlangıcı kastedilmiş ise, belki de o, bu söz ile
Hudeybiye umresini kasdet-memiştir. Çünkü o, Hudeybiye zamanında umreden geri
çevrilmiş ve umre yapamamıştı. Doğrusunu Allah bilir.
Ben derim ki: İbn Ömer
ile azadlısı Nafi, Rasûlullah (s.a.v.)'m Cirâne'de umre yapmış olduğunu
kesinlikle kabul etmemektedirler. Bu husus, Buharî'nin İbn Ömer'den naklettiği
şu rivayette de görülmektedir:
Ömer b. Hattab dedi
ki:
- Ya Rasûlallah,
cahiliye gününden üzerimde kalan bir itikaf var. Rasûlullah (s.a.v.), Ömer'in o
itikaf adağını yerine getirmesini
emretti.
İbn Ömer dedi ki:
Hüneyn esirelerinden iki cariye, Ömer'in payına düşmüştü. Ömer, onları
Mekke'deki bir eve koymuştu. Rasûlullah (s.a.v.), Hüneynli esirelere lütufta
bulunup onları serbest bırakınca onlar sokaklarda koşmaya başladılar. Babam
Ömer bana:
- Ey Abdullah, bak
bakalım hele, bunlar ne diye koşuyorlar? diye emir verdi. Ben de:
- Rasûlullah (s.a.v.),
Hüneynli esir kadınlara lütufta bulunarak onları serbest bırakmış, dedim. Bunun
üzerine babam Ömer:
- Öyleyse git de o iki
cariyeyi salıver, dedi. Nafi dedi ki:
- Rasûlullah (s.a.v.),
Cirâne'de umre yapmadı. Eğer umre yapmış olsaydı, bu umresi, Ömer'in oğlu
Abdullah'a gizli kalmazdı.
Müslim, Nafı'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m Cirâne umresi, İbn Ömer'e
sorulduğunda o buna: "Rasûlullah (s.a.v.), Cirâne'de umre yapmadı."
diye cevap verdi.
ibn Ömer ile azadlısı
Nafi'nin, Rasûlullah'm Cirâne umresini inkar edişleri, cidden garibtir. Oysa
bunlardan başka nakilde bulunanlar, Cirâne umresinin yapılmış olduğu hususunda
ittifak etmişlerdir. Sihah, Sünen, Müsned, Meğâzi sahiplerinin tamamı bu
hususta müttefiktirler.
Bu husus, Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde de bulunmaktadır. Buna göre Hz. Aişe, İbn Ömer'in:
"Rasûlullah (s.a.v.), receb ayında umre yaptı." deyişini inkar etmiş
ve şöyle demiştir:
"Allah, Ebu
Abdurrahman'ı (İbn Ömer'i) affetsin. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), her ne zaman
umre yaptıysa o da yanında bulunuyordu. Ama Rasûlullah, receb ayında asla umre
yapmış değildir."
imam Ahmed b. Hanbel,
İbn Nümeyr kanalı ile Mücahidin şöyle dediğini rivayet etmiştir;
.."Urve b.
Zübeyr, İbn Ömer'e şöyle bir soru sordu: Rasûlullah (s.a.v.) hangi ayda umre yaptı?
- - Receb ayında yaptı.
Bunu Hz. Aişe işitti
ve Urve b. Zübeyr'e sordu. O da kendisine ibn Ömer'in mezkur cevabım haber
verdi. Bunun üzerine Hz. Aişe şöyle dedi:
"Allah, Ebu
Abdurrahman'a (İbn Ömer'e) rahmet etsin. Rasûlullah, her ne zaman umre yaptıysa
mutlaka İbn Ömer de onunla beraber idi. Rasûlullah, zilkade ayı dışında hiç
umre yapmış değildir."
Ebu Davud ve Neseî,
Mücahidin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
- Rasûlullah (s.a.v.),
kaç kez umre yaptı?
- İki kez yaptı. Hz.
Aişe dedi ki:
- İbn Ömer de biliyor
ki, Rasûlulîah (s.a.v.), Veda haccıyla birlikte yaptığı umre dışında üç umre
yapmıştır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yahya b. Adem kanalı ile Mücahidin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Urve b.
Zübeyr'le birlikte mescide girdik. Baktık ki; İbn Ömer, sırtım Hz. Aişe'nin
hücresine dayamış. İnsanlar da kuşluk namazını kılıyorlardı. Urve dedi ki:
- Ey Eba Abdurrahman
(Bu, İbn Ömer'in künyesi idi.), bu namaz nedir?
- Bid'attır.
- Ey Eba Abdurrahman,
Rasûlullah kaç kez umre yaptı?
- Dört kez umre yaptı.
Birisi receb ayına denk geldi.
Biz bu esnada Hz.
Aişe'nin hücrede dişlerini misvakladığmı duyduk. Urve ona dedi ki:
- Ey Aişe, İbn Ömer,
Rasûlullah (s.a.v.)'m -biri receb ayında olmak üzere- dört kez umre yaptığını
iddia ediyor. Sen buna ne dersin?
- Allah, İbn Ömer'e
rahmet etsin. Rasûlullah (s.a.v.) her ne zaman .umre yaptıysa İbn Ömer
hepsinde onunla beraber idi ve Rasûlullah (s.a.v.), receb ayında asla umre
yapmadı."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Revh kanalı ile Muharreş el-Ka'bî'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), akşamleyin umre niyetiyle Cirâne'den ayrılıp Mekke'ye geldi ki,
umresini tamamlasın. Sonra aynı gece Mekke'den geri döndü ve Cirâne'de
geceleyip sabahladı. Güneşin zevale erme noktasına gelişi anma kadar Cirâne'den
Batn-ı Şerife doğru yola koyuldu. Medine yolunda Şerif mıntıkasına kadar
geldi."
Muharriş dedi ki:
"İşte bu sebeple Rasûlullah'm yapmış olduğu bu umre, insanların çoğundan
gizli kaldı."
Şunu söylemek isteriz
ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m Cirâne umresi, reddedilmesi mümkün olmayan bir
umredir. Ayrıca sahih nakillerle sabittir. Bu umreyi inkar edenlerin, isbat
edenlere karşı herhangi bir delilleri yoktur. Doğrusunu Allah bilir. Sonra bu
umrenin yapıldığını rivayet edenler, bu umrenin Taif gazvesinden ve Hüneyn
ganimetlerinin taksiminden sonra zilkade ayında yapılmış olduğu hususunda
âdeta ittifak etmiş gibidirler.
Hafız Ebu'l-Kasım
et-Taberanî, "Mu'cemü'l-Kebir" adlı eserinde Hasan b. İshak
et-Tüsterî kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.),
Taif ten geldiğinde Cirâne'ye inip konakladı. Orada ganimetleri taksim etti.
Sonra oradan hareket edip umre yaptı. Bu umresini, şevval ayının bitimine iki
gece kala yaptı."
Bu gerçekten garip bir
rivayettir. Senedi üzerinde de konuşulabilir. Doğrusunu Allah bilir.
Buharı, Yakub b.
İbrahim kanalı ile Ya'la b. Ümeyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)'ı -kendisine vahiy nazil olurken- keşke görseydim. Bir ara
Rasûlullah (s.a.v.), Cirâne'de üzerine gölge yapsın diye bir örtü örtülmüş
iken o örtünün altında sahabelerden de bazıları vardı. O esnada âdeta kokuya
batırılmış gibi çok koku sürülü bir cübbe giymiş olan bir bedevi ona geldi.
Ömer b. Hat-tab da eliyle bana "Gel" diye işaret etti. Ben de gidip
başımı o örtünün altına koydum. Baktım ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzü
kızarmış, horultu çıkarıyor. Bu hali bir saat kadar devam etti. Sonra açıldı,
kendine geldi ve:
- Az önce bana umre
hakkında soru soran adam nerede? diye sordu. O adam arandı. Yanma getirildi ve
şöyle dedi:
- Üzerindeki kokuya
gelince, onu üç kez yıka. Cübbeyi de üzerinden çıkar. Sonra hac zamanında ne
yapıyorsan, umrede de onu yap." •
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Üsame kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Fetih senesinde
Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'nin yukarısında Keda mıntıkasından şehre girdi. Umre
zamanında da Kudey tarafından şehre girdi,"
Ebu Davud, Musa Ebu
Seleme kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.) ve ashabı, Cirâne'de umre yaptılar. Sonra gidip Beyt'i üç kez remel
(koşma) halinde tavaf ettiler. Dört kez de yürüyerek tavaf ettiler. Ridalarını
koltuklarının altına koydular. Sonra sol omuzlarının üzerine attılar."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.)'m
saçını (umre zamanında) makasla kısalttım."
Veya Muaviye şöyle
demiştir: "Merve tepesi yanında saçını makasla kısaltırken onu
gördüm."
İmam Ahmed b,
Hanbel'in oğlu Abdullah, Amr b. Muhammed en-Nakid tariki ile Muaviye'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Merve tepesi
yanında Rasûlullah (s.a.v.)'m saçını kısalttım."
Yani demek istediğimiz
şudur ki, yukarıda nakledilen saç kısaltma olayı Cirâne umresinde vuku
bulmuştur. Çünkü Hudeybiye umresinde RasûluUah (s.a.v.) Mekke'ye girmemiş,
aksine -önceki sayfalarda da açıklandığı gibi- oraya girmekten men edilmişti.
Umretü'1-Ka-za'ya gelince Ebu Süiyan, o sırada Müslüman olmuş değildi.
Mekkeli-lerden de herhangi biri RasûluUah (s.a.v.) oraya girerken şehirde kalmamıştı.
Aksine şehir dışına çıkmışlardı. RasûluUah (s.a.v.)'ın orada ikamet süresi olan
üç gün boyunca şehirden uzaklaşmışlardı. Rasû-lullah'm haccı ile birlikte
yaptığı umresine gelince o, bu umrede ihramdan çıkmamıştı ki, saçını kısaltmış
olsun. Bunun böyle olduğu üzerinde ittifak vardır. Şu halde Ebu Süfyan oğlu
Muaviye tarafından saçının kısaltıldığı umre, Cirâne umresi olmaktadır. Bunu
daha önce de söyledik. Doğrusunu Allah bilir.
Muhammed b. İshak dedi
ki: RasûluUah (s.a.v.), daha sonra Cirâne'den umre yapmak üzere yola çıktı ve
ganimetin geri kalanlarının Merrü1 z-Zehran'm bir bucağında muhafaza altında
tutulmasını emretti.
Ben derim ki: Kuvvetli
olan görüşe göre RasûluUah (s.a.v.), ganimetlerin bir kısmını taksimat dışında
bıraktı ki, o mallarla Mekke ile Medine arasında karşılaşacağı bedevilerin
gönüllerini İslâm'a ısındırsın.
İbn İshak dedi ki:
RasûluUah (s.a.v.), umresini tamamladığı zaman Medine'ye dönmek üzere
Mekke'den ayrıldı. Attab b. Üseyd'i Mekke'de vali olarak bıraktı. Onunla
birlikte Muaz b. Cebeli de halka dinlerini ve Kur'ân'ı öğretmesi için halef
bıraktı.
Urve ile Musa b.
Ukbe'nin anlattıklarına göre RasûluUah (s.a.v.), Hevazin'e gitmeden önce
Muaz'ı, Attab ile birlikte Mekke'de bırakmış ve halef tayin etmiştir. Sonra
Medine'ye dönerken de onları halef tayin etmiştir.
ibn Hişam dedi ki:
Zeydb. Eşlemden bana ulaşan habere göre o şöyle demiştir:
RasûluUah (s.a.v.),
Attab b. Üseyd'i Mekke'de vali olarak bırakırken ona bir dirhemlik yevmiye
bağladı. O da kalkıp halka hitap ederek şöyle dedi:
- Ey insanlar! Allah
bir dirhemden fazlasına imrenen kimsenin ciğerini incitsin. RasûluUah (s.a.v.),
her bir gün için beni bir dirhem ile rızıklandırrnıştır. O halde benim hiç
kimseye ihtiyacım yok.
İbn İshak dedi ki:
RasûluUah (s.a.v.)'ın umresi zilkade ayında idi. RasûluUah (s.a.v.), zilkadenin
kalan kısmında veya zilhiccede Medine'ye geldi. Ebu Amr el-Medenî'nin
iddiasına göre RasûluUah (s.a.v.), zilkade ayının bitimine altı gece kala
Medine'ye geldi.
İşte o sene halk,
Arapların eskiden beri hac ettiği gibi hac ettiler. O senede Attab b. Üseyd,
Müslümanlara hac yaptırdı. Evet, bütün bunlar hicri sekizinci senede olmuş idi.
Taif halkı da İslâm'a yanaşmayarak şirk üzere Taif te ikamet ettiler. Hicri
sekizinci senenin zilkade ayından hicri dokuzuncu senenin ramazan ayına kadar
bu hallerini devam ettirdiler. [6]
İbn İshak dedi ki:
Rasûîullah (s.a.v.), Taif ten dönüp geldiği zaman Büceyr b. Züheyr b. Ebi
Sülma, kardeşi Ka'b Züheyr'e, Rasûîullah (s.a.v.)'m kendisini hicveden ve ona
eziyet veren kimselerden bazılarını Mekke'de öldürdüğünü ve Kureyş
şairlerinden geride kalan İbn Zibara ve Hübeyre b. Ebi Vehb'in etrafa
kaçtıklarını haber vererek bir mektup yazdı. Mektubunda şöyle diyordu:
"Eğer senin
kendine bir ihtiyacın varsa (yani yaşamak istiyorsan), Rasûîullah (s.a.v.)'m
yanma uç, git. Çünkü o, tevbe ederek kendisine gelen hiç kimseyi öldürmez.
Eğer sen bunu yapmazsan, kendi-. ne sığınacak bir yer ara ve oraya sığın."
Ka'b b. Züheyr de
şöyle demişti:
"İşte benden
Büceyr'e bir mektup iletiniz ki, eğer senin dediğin şeye bir ihtiyacın yoksa,
dediğimizi eğer yapacak değilsen bize bildir. Seni buna iten nedir?
Bir ahlak üzeredir,
bunun babasını bir gün olsun öyle görmedim.
Sen de o konuda bir
baba bulamazsın.
Eğer sen dediğimi
yapan bir kimse değilsen, üzülecek değilim.
Eğer tökezlersen,
tökezlemen yok olsun diye dua eden kimse de değilim.
Seni, güvenilir olan
(Muhammed s.a.v.) onunla kanarcasma bir bardakla suladı ki güvenilir olan
(Muhammed s.a.v.), seni ondan ilk kez içirdi ve ikinci içirimi de içirdi."
İbn Hişam dedi ki:
İlim ehlinden olan biri, bana şu şiiri rivayet etti:
"Kim benden
Büceyr'e bir haber götürecektir? Hayfe'de (dağın alt yanında) sana dediğim
şeyde senin için bir fayda yok mudur?
Me'mun (Muhammed) ile
birlikte kana kana bir bardaktan içtin. Me'mun ondan sana bir kere içirdi ve
sana ikinciyi de içirdi.
Sen, hidayet
sebeblerine muhalefet ettin ve ona tabi oldun.
Onu ne ile buldun? Bir
ahlak üzere buldun ki,
Ne ana ayrı, ne bir
babayı onun üzerine bulamadın.
Onun üzerine olan bir
kardeşine de erişemedin. Eğer sen dediğimi yapmazsan üzülecek falan da değilim.
Eğer tökezlersen,
Tökezlemen yok olsun,
diyecek de değilim."
İbn İshak dedi ki:
Ka'b b. Züheyr, bu mektubu Büceyr'e gönderdi. Mektup Büceyr'e geldiği zaman
Rasûîullah (s.a.v.)'dan onu gizlemek hoşuna gitmedi ve şiiri Rasûlullah'a
okudu. Bunun üzerine Rasûîullah (s.a.v.): "Me'mun seni onunla
suladı." sözünü işitince şöyle dedi:
"Doğru söyledi
ama o yalancıdır. Ben Me'munum, güvenilir kimseyim."
Ve: "Bir ahlak
üzeresin ki, ne bir anayı, ne bir babayı onun üzerine bulamadın." sözünü
işitince de: "Evet ne anası, ne de babası o ahlak üzere dsğildi."
dedi.
Sonra Büceyr, Ka'b'a
şöyle dedi:
"Kim Ka'b'a
iletecektir ki, kınadığın şeyde bir bâtıl var mıdır? Oysa ki; o yalnızca
Allah'a sağlamca bağlayıcıdır. Uzza'ya ve Lafa değil. Kurtulursun, kurtulup
İslâm'a girersen.
Bir gün ki insanlardan
hiç kurtulan olmaz. Ancak kalbi temiz Müslüman kimse kurtulur.
Züheyr'in dini hiçbir
şey değildir.
Ebu Sülma'nın dini ise
bana haram kılınmıştır."
Bu mektup Ka'b'a
varınca yeryüzü ona dar geldi. Sıkıntıya düştü, kendinden korktu. Kabilesinde
bulunan düşmanlarından bazıları o-nun hoşuna gitmeyen şeylerle onu korkutup
şöyle dediler: "Ka'b öldürülecektir."
O, hiçbir şeyden
kurtuluş çaresi bulamayınca içinde Rasûîullah (s.a.v.)'ı öven sözlerin
bulunduğu kasidesini söyledi. O kasidede de korkusunu ve düşmanlarından
kendisim jurnal eden, onun kötülüğünü isteyen ve ona korkutucu şeyler söyleyen
kimseleri andı. Sonra çıktı ve Medine'ye geldi. Bana anlatıldığına göre
Cüheyne'den kendisiyle arasında tamşlık bulunan bir adamın yanma misafir oldu.
O a-dam, onu sabahleyin erkenden Rasûlullah'm yanına götürdü. Onunla birlikte
sabah namazını kıldı, sonra ona Rasûîullah (s.a.v.)'ı gösterip şöyle dedi:
- işte Rasûîullah!
Kalk yanma git ve ondan eman dile.
Bana anlatıldığına
göre Rasûîullah (s.a.v.)'m yanına gitti. Oturdu, elini onun eline koydu.
Rasûîullah (s.a.v.), onu tanımıyordu. O Şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Ka'b
b. Züheyr tevbe ederek ve Müslüman olarak gelmiştir ki, senden eman dileye. Onu
sana getirsem kabul edecek
misin?
- Evet.
- Ya Rasûlallah! Kaı
b. Züheyr benim.
Ensâr'dan orada hazır
bulunanlardan biri yerinden fırladı ve
şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Beni
şu Allah düşmanı ile başbaşa bırak da boynunu vurayım.
- Sen onu kendi haline
bırak. Çünkü o, tevbe ederek ve küfürden
sıyrılarak yanımıza
gelmiştir.
Bunun üzerine Ka'b,
Ensâr'dan o topluluğa öfkelendi ki, onlardan olan o adam onu öldürmeye
kalkışıyordu. Muhacirler ise, onun hakkında iyilikten başka hiçbir şey
söylememişlerdi. Ka'b, Rasûlullah (s.a.v.)'-m yanma geldiği zaman şu kasidesini
söyledi:
"Suad uzaklaşıp
gitti. Kalbim bugün yaralıdır. Onun için de zelildir. Uzak kaldığını
hissetmiştir. Esirlikten kurtulamamış , bağlanmıştır.
Suad ayrılış sabahı
intikal ettikleri zaman ancak sesi genizden
gelen küçük bir
geyiktir.
Göz kapakları
yumulmuş, sürme çekilmiştir.
Önünü çevirdiği zaman
karnı zayıf, koltuk altları ince, arkasını çevirdiği zaman kalça tarafları
büyük, ne kısalık, ne uzunluğundan
şikayet edilmez.
Gülümsediği zaman sulu
ve parlak beyaz dişleri görünür. Sanki o şarabı bir ve iki kez içmiştir.
Zişebem deresinin saf ve kuzey rüzga-rıyla soğutulmuş suyundan kana kana içip
doydu. ,
Rüzgar ondan çer çöpü
atar, sabahleyin kendisinden yağmur yağdığı bulutun yağmurdan meydana gelen ve
su üstünden yükselen beyaz kabarcıklar ve köpükler ona geçer ve ona
doldururlar.
O ne âlicenâb bir dost
kadındır ki, eğer o vadinde doğru olsa veya eğer nasihati kabul etse, elbette
ki dostluğun en tamamı ve hallerin
en kamili olurdu.
Fakat o bir dost
kadındır ki, onun etine ve kanına, ayrılık ve benzeri gibi hoş olmayan şeye
isabet etmek, yalan, vadinde durmama karıştı.
Bu sevgili kadın,
düzenli bir hal üzere devam etmez, istikrarsızdır.
Nitekim cinden büyüğü
denilen bir kadın gibidir ki, elbiseleri
içinde renkten renge
girer, halden hale bürünür.
İddia ettiği sözü ,
ancak kalburların suyu tutması gibi
tutar.
Onun temenni ettirdiği
ve vaad ettiği şeyler, seni aldatmasın ki, boş ümitlere kapılmak ve rüyada
görülen hayaller sapmaya sebebtir ve zamanı heder etmektir.
Urkubun vaadleri,
sevgili için bir darbı mesel olmuştur.
Onun vaadleri, ancak
aslı olmayan bâtıl şeylerdir.
O sevgilinin
sevgisinin yaklaşmasını umar ve ümid ederim.
Sanmıyorum ki, bizim
yanımızdan senden bir vuslat bahşişi olsun.
Suad bir yerde
akşamladı ki, oraya başkası vardıramaz. Ancak
üstün asıllı, hafif
kuvvetli ve süratli koşan develer vardırabilirler.
Ona elbette başkası
ulaştıramaz. Ancak yorulma ve zahmete karşı dört nala giden dayanıklı develer
ulaştırırlar.
Kulağının çukurundan
başlayarak çok ter akıtan her deveden büyük, onun himmeti, terlediği zaman
kendisiyle doğruyu bulmak için yola konulan alametlerin eskiyip değişikliğe
uğradığı zaman, çok gidip geldiğinden meçhul yolu bulmaktır.
Bir mekanda tek kalan
beyaz vahşi sığırın iki gözüyle kendileriyle çok çakıllar bulunan dayanıklı
katı mekanlar ve kabaca birikmiş kum yığınları parladığı zaman yükselip yücelen
yerlere atarsın.
Boyundaki gerdanlık
yeri kalmcadır. Ayakları ise dolguncadır. Aşılanmaya hazırlanmış erkek deveye
bağlı dişi develerden yaratılışça üstündür.
Boynu kalındır,
yanağının elmacıkları büyüktür, şiddetlidir. Develerin erkeklerine benzeyen
yaratılışı büyük, iki yanı geniş, boynu
uzundur.
Derisi deniz
kaplumbağasının cildindendir.
Hayvanın sağından ve
solundan belini kuşatan sinir ve etten güneşe karşı gelen tarafında açlıktan
cılız olan kurt, onu zelil etmeye
çalışıyor, fakat
etkileyemiyor.
Kuvvet ve
dayanıklılıkta, dağdan çıkan bir parça gibidir.
Anası, babası, amcası
ve dayısı üstün asıllı develerdir.
Sırtı ve boynu
uzundur, hafiftir, süratlidir.
Onun üzerinde kurtlar
yürürler. Sonra ondan dümdüz, yusyuvarlak olan göğsü ve göç kısmı, o kurtları
düşürürler.
Süratinde, dinçliğinde
ve dayanıklılığında yabani eşeğe benzeyen bir dişi devedir ki, yanlarından
sarkmıştır. Dirsekleri kaburgalarından uzaktır.
Sanki o deve,
gözlerini ve kesilme yeri olan boğazını şişmanlıktan
dolayı kaybetmiştir.
Böylece sanki o,
devenin yüzünden iki gözlerine kadar olan yerleri burnundan ve alt dişlerinin
üzerinde bittiği iki çene kemiğinden itibaren uzunca bir taş gibidir.
Yapraksız hurma
dalının misali, kıldan lifleri olan kuyruğunu bir memeye sürer ki, sütün çıkış
yerleri onu eksiltmez.
Kambur burunlu o
deveye iyi bakmasını bilen kimseye, onun kulaklarında zahir bir üstünlük
vardır.
Yanaklarında ise,
yumuşaklık ve asalet vardır.
Mızrak gibi kuru ve
dayanıklı olan avuçlu, hafif ayaklarının üzerine, onu geçmiş olan develere
kavuşmuş olduğu halde hızla yürür ki, o ayaklar az yere değer.
Tırnaklara bitişik
buğday renkli süngüler gibi sinirler veya ayağın etleri, çakılları dağınık
vaziyette bırakırlar ki, onları nallamak yüksek arazilerin üstlerinde onları
taşlardan korumaz, korumaya da ihtiyaç kalmaz.
Deve, sıcağın
şiddetinden terlemiş ve serap, küçük dağları kaplamış olduğu halde sanki o
devenin ayaklarının hal değiştirmesinin ve dönüşümün hızı öyle bir günde
meydana gelmektedir ki, o günde kertenkele, güneşin ısısıyla yanmaktadır.
Sanki onun güneşe
karşı gelen taran sıcak küle konulmuştur.
Çekirgelerin siyaha
çalan yeşil renklileri hararetin şiddetinden uçmaktan yorulduklarından inmeye
niyetlendikleri için ayaklarıyla çakılları hareket ettirmeye başladıkları
halde, kavmin develerini süren kimse kavmine öğle vaktinin sıcağında
istirahate çekiliniz, dedi.
Sanki gündüzün güneş
yükseldiği, tam hararetli vakitte uzun boylu, orta yaşlı kadının kollarının
hareketinin sürati gibidir ki,
O kadına, çocukları
yaşamayan çokça çocuklarım yitiren kadınlar kalkıp cevap verirler.
İşte bu kadın, Ölüsü
üzerine çok ağlayıcıdır. Yollarını sarkıtmış-tır.
Böylece onun elleri
hareket ederken süratlidirler. Olum haberi veren haberciler, onun ilk çocuğunun
ölümünü haber verdikleri zaman aklı başından gitti.
O halde o kadın
yorgunluk ve meşakkati hissetmez.
İşte bu dişi devenin
durumu da yürümesinde ne yorgunluk, ne de meşakkat hissetmez.
İşte bu kadın, aklı
başından gittiği için parmak uçlanyla gömleğini keser.
O halde onun gömleği
göğsünün kemiklerinden çokça kesmekle yarılmıştır.
İşte deve, idrakinin
bitmesi bakmamdan bu kadına benzer. İkisi de idraksizlikte birbirlerini
andırırlar.
Böylece karşılaştığı
meşakkat ve şiddeti hissetmez.
Fesatçılar, onun iki
yanında koşarlar. Onların sözleri ise şudur:
Ey Ebu Sülma'nm oğlu!
Sen ölümle tehdit edilmektesin.
Felaketli günlerde
yardımlarını umduğum her dost şöyle dedi:
Seni teselli edemem.
İşim başımdan aşkın. Artık sen kendi haline bak. Çünkü ben sana bir yarar
sağlayamam.
Ben de dedim ki:
Çekilin yolumdan, sizin için hiçbir siyasetim yoktur. Rahmanın takdir ettiği
şey mutlaka yapılmış demektir.
Selamette kalması
ister uzasm, ister kısalsın.
Her insanoğlu, bir gün
üzerinde ölümün taşındığı naşın üzerine biner.
O halde helak olduğum
zaman hiç kimse benim üzerime gülüp ölümüme sevinmesin.
Duydum ki, Rasûlullah,
beni ölümle tehdit etmiştir. Halbuki ondan af umulur.
Biraz süre tanı.
İçinde va'z ve nasihatler ile hak ve bâtılın arasını ayırma bulunan Kur'ân'm
nafilesini bahşeden zat, bununla senin hidayetini artırdı.
Beni bir takım
jurnalcilerin sözleriyle muahaza etme.
Oysa ki ben günah
işlemedim.
Her ne kadar hakkımda
yalan ve iftiralar çok olsa da ben günahsızım,
Andolsun ki, bir
makamın huzurunda bulunmaktayım ki, eğer benim gördüğüm ve işittiğim şeyleri ki
orada bulunup da işitse,
Elbette ki titremeye
başlar. Meğer kî onun için Rasûlullah, Allah'ın izniyle bir teminat olsun.
Nihayet dediği dedik
olan intikamlar sahibi olan zatın avucuna sağ elimi koydum.
Çekişme ve münakaşasız
olarak emrini beklercesine duruyorum.
Vah bana, kendi
kendime konuştuğum birşey var ki, ondan korkuyorum. O da şudur:
Söylenen bir takım
sözler sana nisbet ediliyor.
Ve sen bunu niçin
yaptın diyene karşı sorumlusun denilirse, ne yapacağım?
Bir aslandan ki,
yatağı ormandır. Bir vadide ki birbirine yakın sık meşelerin bulunduğu
yırtıcıların çokluğu ile meşhurdur. (Yani Rasûlullah, sık meşelilerdeki
aslandan daha heybetlidir).
Yavrularına av aramak
için gündüzün başında (erkenden) çıkar.
iki yavrusunu et ile
doyurur. O iki yavrunun geçimi insanların etiyle sağlanır.
Bu etler, küçük
parçalar halinde yere atılmıştır. O aslan yiğitlikte direnen bir aslana
saldırdığı zaman, Onun için şecaatte mukavim olan o aslanı bırakması başkaca helal
olmaz.
Ancak kırılmış ve yeni
bir hale gelmesi müstesnadır. (Yani bu aslan zayıf ve korkaklara saldırmaz.
Ancak kendi kuvvetine denk kuvvetlere sahip olanlara saldırır.)
Cev denilen mevziin
veya geniş vadilerin yahut yer ile gök arasının yırtıcıları ondan uzak olur.
Onun vadisinde erkek
cemaatleri yürümez olur. (Herkes ondan çekinip korkar.)
Onun vadisinde
şecaatine güvenen şecaatli kişi eksik olmaz.
Silah ve eski
elbiselerle kana bulanmış kimseler, işte bu aslanın yemeğidir.
Muhakkak ki Rasûl, bir
nurdur. Onunla hakka varılır.
Allah'ın, kınından
çıkmış kılıçlarından bir Hind kılıcıdır. (Hind kılıcı, kılıçların en güzeli ve
en iyisidir.)
Kureyş'ten bir cemaat
içinde, Müslüman oldukları zaman Mekke'nin vadisinde onların bir sözcüsü, yer
değiştirin ve intikal edin, dedi (Mekke'den Medine'ye hicret edin, dedi.)
İntikal ettiler, ne
zayıflar ne düşmanla karşılaşma esnasında kalkanları olmayanlar ve kılıçları
olmayanlar veya binmesini bilmeyenler olarak ne de silahsızlar intikal
etmediler.
Burun kemiği yüksek
olan şecaatli kişilerdir. Elbiseleri savaşta , davudi dokumah zırhlardandır.
Parlak, paslanmaz
zırhlar, halkaları olan ve birleşmeyen birbirlerine girmiş kamil, sağlam
yapılı zırhlardır.
Eğer süngüleri bir
kavme ulaşırsa, çok sevinir olmazlar.
Kendilerine kavuştuğu
zaman çok üzgün durumlarda değildirler.
Beyaz erkek develerin
yürüyüşü gibi yürürler.
Siyah kısa adam,
emsalinden kaçıp ondan yüz çevirdiği zaman bir vuruş onları korur.
Darbeler ancak
göğüslerine değer. Başka yerlerine değmez.
Onlar için savaş
alanlarından geri kalmak yoktur."
"Delâilü1
n-Nübüwe" adlı eserinde Hafız el-Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız tariki
ile Ka'b b, Züheyr'in oğlu Abdurrahmanın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Züheyr'in
oğulları Ka'b ile Büceyr çıkıp yola koyuldular. Ebre-kü'1-Azzaf mıntıkasına
vardıklarında Büceyr, Ka'b'a.şöyle dedi:
- Şuracıkta bekle
hele. Ben gidip şu adamı (Rasûlullah s.a.v.'ı) göreyim ve ne dediğini
işiteyim.
Ka'b orada bekledi.
Büceyr gidip Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardi. Rasûlullah, ona İslâmiyet'i
teklif etti. O da Müslüman oldu. Bü-ceyr'in İslâm'a girdiği haberini alan Ka'b
şöyle dedi:
"İşte benden
Büceyr'e bir mesaj iletin ki; hangi şeye göre senden başkasının helakiyle helak
oldun? Ne ile onu buldun?
Bir ahlak üzeredir.
Onun babasını bir gün olsun öyle görmedim.
Sen de o konuda bir
kardeş bulamazsın.
Ebu Bekir sana
doyururcasma bir kase içirdi.
Ve Me'mun (Hz. Muhammed),
seni ondan ilk kez içirdi. İkinci içi-rimi de sana içirdi."
Bu beyitler,
Rasûlullah (s.a,v.)'a ulaştırıldığı zaman o, Ka'b'm kanını mubah kıldı ve:
"Her kim Ka'b'ı görürse onu öldürsün." dedi.
Büceyr, bu haberi
kardeşi Ka'b'a bir mektupla bildirdi. Mektubunda Rasûlullah (s.a.v.)'m, onun
kanım mubah kıldığını anlattı. Ona: "Kendine sığınacak yer ara.
Kurtulacağını sanmıyorum." dedi. Sonra mektubunda devamla şunları yazdı:
"Bilesin ki,
Rasûlullah (s.a.v.), Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in de Allah'ın
Rasûlü olduğuna şahadet ederek yanına gelen herkesin bu şahadetini kabul ediyor
ve daha önce yaptığı kötülükleri, suçları affediyor. Bu mektubum sana
ulaştığında Müslüman ol ve buraya gel."
Ka'b, Müslüman oldu ve
Rasûlullah (s.a.v.)'ı öven kasidesini söyledi. Sonra Medine'ye geldi. Bineğini
Rasûlullah'm mescidinin kapısı önünde çöktürdü. Sonra mescide girdi. Rasûlullah
(s.a.v.) da ashabının arasında tıpkı bir sofradaki gibi oturmuş idi. Sofranın
etrafı nasıl çevrelenirse, sahabeler de onu çevrelemişler, halka şeklinde
etrafında oturmuşlardı. Onu iki halkanın ortasma almışlardı. Bazen şu tarafa,
yönelip konuşuyor, bazen Öbür tarafa yönelip konuşuyordu.
Ka'b diyor ki:
- Ben devemi mescidin
kapısında çöktürdüm. Rasûlullah (s.a.v.)'-in Suffa'da oturduğunu anladım. İçeri
girdim. Yanma varıp oturdum. Müslüman oldum ve: "Allah'tan başka ilâh
olmadığına ve senin de Allah Rasûlü Muhammed olduğuna şahadet ederim, el-eman
ya Rasû-lallah" dedim.
Rasûlullah:
- Sen kimsin? diye
sordu. Ben de:
- Ka'b b. Züheyr'im,
dedim.
- Şöyle şöyle diyen
misin? diye sordu. Sonra Ebu Bekr'e dönüp:
- Ey Ebu Bekir, bu
nasıl demişti? diye sordu. Ebu Bekir de ona şiiri şöyle okudu:
"Seni, Me'mun
(güvenilir olan Muhammed), onunla kanarcasına bir bardakla suladı ki,
Emredilen seni ondan
ilk kere içirdi ve ikinci içirimi de içirdi."
Ka'b dedi ki:
- Ya Rasûlallah, ben
böyle demedim?
- Ya nasıl dedin?
- Ben şöyle dedim:
"Seni Me'mun
(güvenilir Muhammed), onunla kanarcasma bir bardakla suladı ki,
Me'mûn seni ondan
birinci kere içirdi ve ikinci içirimi de içirdi."
Rasûlullah (s.a.v.):
"Evet, vallahi ben güvenilirim." dedi. Sonra Ka'b, şu kasidesini
baştan sona ona okudu:
"Suad uzaklaşıp
gitti, kalbim bugün yaralıdır. Onun için de zelildir. Uzak kaldığını
hissetmiştir. Esirlikten kurtulamamış, bağlanmıştır..."
"el-İstiab"
adlı eserinde Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr'in anlattığına göre Ka'b, şu kısma
vardığında: "Şüphesiz Rasûl, kendisi ile aydınlanılan bir nurdur.
Allah'ın çekilmiş, keskin (Hind'i) bir kılıcıdır.
Bana haber verildi ki,
Rasûlullah, beni Ölümle tehdit etmiştir. Rasûlullah'm nezdinde af ümid
edilir."
Evet bu kısma vardığı
zaman Rasûlullah (s.a.v.), yanında oturan sahabelerine: "Dinleyiniz."
anlamına gelen bir işarette bulunmuştu. Bunu daha önce "Meğâzi" adlı
eserinde Musa b. Ukbe de anlatmıştır. Hamd ve minnet Allah'adır.
Ben derim ki: Bazı
rivayetlerde belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.); -kasidesini okuduğu
esnada- Ka'b'a kendi abasını (bürde) vermiştir. Sarsan, bunu bazı
medhiyelerinde nazmetmiştir. Hanz Ebu'l-Hasan b. Esir de "el-Gabe"
adlı eserinde bunu böyle anlatmıştır. Ka'b'a verilen bürdenin, halifelerin
yanındaki bürde olduğunu söylemiştir.
Ben derim ki: Bu
gerçekten meşhur şeylerdendir. Ama ben meşhur kitaplarda buna dair kalbimi
rahatlatacak bir senede rastlamadım. Doğrusunu Allah bilir.
Rivayet olunduğuna
göre Rasûlullah (s.a.v.), "Suad ayrıldı." derken Ka'b'a:
- Suad kimdir? diye
sormuş. Ka'b da:
- Esimdir ya
Rasûlallah, diye cevab verince Rasûlullah:
- Suad ayrılmadı,
demişti.
Ama bu rivayet doğru
değildir. Sanki Ka'b, İslâm'a girmekle karısının kendisinden ayrılmış olduğu
vehmine kapılmıştır. Zahir olan görüşe göre Ka'b, karısının hükmen değil de
manen kendisinden ayrılmış olduğunu kastetmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak, Asım b,
Ömer b. Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ka'b, "Siyah kısa
adam, emsalinden kaçıp ondan yüz çevirdiği zaman" sözünü söylediği zaman
biz Ensâr topluluğunu kastetmişti. Çünkü bizim arkadaşımız, ona yapacağını
yapmıştı ve Rasûlullah (s.a.v.)'m ashabından Kureyşli Muhacirleri özellikle
medhettiği zaman, Ensâr ona karşı öfkelendi. Fakat Müslüman olduktan sonra
En-sâr'ı medhedip ve onların Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte çektikleri sıkıntı
ile birlikte ne kadar uğurlu kimseler olduklarını anarak şöyle dedi:
"Üstün hayat
sürmek kimin hoşuna giderse, Ensâr'm salihlerin-den bir topluluk içinde
yaşasın.
Onlar büyükten büyüğe
üstün vasıf ve ahlaka varis oldular.
Çünkü hayırblar ancak
onlar ve hayırlıların oğullarıdır.
Mızrağı kollarla
zorlayanlar olarak, tıpkı kısa olmayan Hind kılıçlarının süsü gibidir.
Görmeleri yorulmuş
olmayarak köz gibi kızartılmış gözlerle bakar olarak,
Boğaz boğaza gelindiği
ve hücumlar yapıldığı bir günde ölüm için canlarını peygamberlerine feda
edenler olarak,
Kafirlerin kanlarından
bulaşan şeylerden temizlenirler ve onu kendileri için bir ibadet ameli gibi
itikad ederler.
Alışkanlık haline
getirdiler. Tıpkı aslanlı bir yerde avlanmayı ve saldırmayı alışkanlık haline
getiren kahn boyunlu arslanlar gibi.
Kendini onlardan
korumak için yerleştiğin zaman, dağ keçisinin korunma yerlerinde sabahladın.
Bedir gününde Ali'ye
bir darbe vurdukları zaman, onun vak'asma Hizarın hepsi toplandılar.
Eğer onların hakkında
kavimlerin hepsi benim bildiğim şeyi bilselerdi,
Benimle mücadele eden
kimseler elbette beni tasdik ederlerdi.
Bir kavimdir ki,
yıldızlar döküldükleri ve onların düşmeleri esnasında yağmur yağmadığı zaman
onlar gece gelip yanlarına konuk olarak inen kimselere ziyafet verip onları
doyuran bir kavimdir.
Gassan'dan bir yerin
temelinden yarılmasında kazan alete, kazılar zahmet ve yorgunluk verir."
ibn Hişam dedi ki:
Anlatıldığına göre Ka'b, "Suad ayrıldı...." kasidesini okurken,
Rasûlullah (s.a.v.) ona:
"Keşke Ensâr'ı da
hayır ile ansaydın. Çünkü onlar buna ehildirler." demiştir. Bunun üzerine
Ka'b da kasidesindeki bu beyitleri söylemişti.
Ali b. Zeyd b.
Cüd'an'dan bana ulaşan bir habere göre Ka'b b. Züheyr, "Suad uzak bir
ayrılışla ayrıldı. Kalbim bugün yaralıdır." mealindeki kasidesini
Rasûlullah (s.a.v.)'a mescidde okumuştur.
Şeyh Ebu Ömer b.
Abdi'1-Berr, "el-İstiab fi Mârifeti'l-Ashab" adlı eserinde Ka'b b.
Züheyr'in hayat hikayesinin bir kısmım anlattıktan sonra şöyle demiştir:
"Ka'b b. Züheyr
şairdir. Şiiri güzel ve çok idi. Kendi sınıfındaki şairlerin başında gelirdi.
Kardeşi Büceyr de öyleydi. Ama Ka'b ondan daha yüksek bir şairdi. Babaları
Züheyr ise, ikisinden daha üstündü. Ka'b'm çok güzel şiirlerinden biri de
şudur:
"Eğer ben birşeyi
beğenseydim, mutlaka kaderi kendisine gizli olduğu halde gencin çalışmasını
beğenirdim.
Genç ulaşamayacağı
bazı işler için gayret sarfeder. Can birdir, ama himmeti her tarafa
yayılmıştır. Kişi yaşadığı müddetçe emeli ileriye doğru uzanır. Ecel sona
erinceye dek göz hep ileriye bakar."
Sonra İbn Abdi'1-Berr,
Ka'b'a ait birçok şiir nakletmiştir ki, onları burada zikretmek uzun zaman
alır. İbn Abdi'1-Berr, Ka'b'm ne zaman vefat ettiğini bildirmemiştir.
Ebu'l-Hasan b. Esir de "el-Gâbe fi Marifeti's-Sahâbe" adlı eserinde
şairin ne zaman vefat ettiğini bildirmiş değildir. Ama babasının bîsetten bir
sene önce vefat ettiğini söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Süheylî dedi ki: Ka'b
b. Züheyr'in çok güzel şiirlerinden biri de Rasûlullah (s.a.v.)'ı metheden şu
şiiridir:
"Kanlı canlı deve
onu koşturup götürüyor. O abasına bürünmüş, tıpkı dolunay gibidir. Karanlık geceyi
aydınlatıyordu.
Omuzları arasında ve
abasının içinde Allah'ın bildiği din ve kerem vardır." [7]
Bu senenin
cemaziyelevvel ayında Mu'te gazvesi yapıldı. Bu senenin ramazan ayında Mekke
fethedildi. Şevval ayında Hüneyn'de He-vazin gazvesi yapıldı. Bu gazveden sonra
Taif kuşatma altına, alındı. Zilkade ayında Cirâne umresi yapıldı. Sonra
Rasûlullah (s.a.v.), seninin geri kalan kısmında Medine'ye döndü.
Vakidî dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), zilhicce ayının kalan son gecelerinde bu seferinden
Medine'ye döndü. Bu sene Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. As'ı, Ezd kabilesinden
Cülendî'nin oğulları Ceyfer ile Amr'a gönderdi. Bu iki kişinin beldelerindeki
Mecusüerden ve çevrelerindeki bedevilerden cizye alındı.
Bu senenin zilkade
ayında Rasûlullah (s.a.v.), Fatıma binti Dah-hak b. Süfyan el-Kilabî ile
evlendi. Fakat Fatıma, ondan Allah'a sığınınca, Rasûlullah ondan ayrıldı. Bir
rivayete göre Rasûlullah, onu serbest bıraktı. O da ayrılmayı yeğledi ve
ayrıldı.
Bu senenin, zilhicce
ayında Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi Mariye-tü'1-Kıptiye'den oğlu İbrahim
doğdu. Mariye'nin erkek çocuğu olunca diğer kumaları onu çok kıskandılar.
İbrahim'i doğurtan ebe, Rasûlullah (s.a.v.)'m âzadlı cariyelerinden Selma idi.
İbrahim doğunca Sel-ma, Ebu Rafi'e gidip haberi verdi. O da gidip Rasûlullah
(s.a.v.)'a müjde verdi. Ona bir köle de verdi. Rasûlullah da bu köleyi Ümmü
Berre binti Münzir b. Üseyd b. Hidaş b. Amir b. Ğanm b. Adiy b. Nec-car'a
verdi. Ümmü Berre'nin kocası da Bera b. Evs b. Halid b. Cad b. Avfb. Mebzul
idi.
Bu senede meydana
gelen savaşlarda şehid olduklarını söylediğimiz kimseler vefat etmişlerdir.
Yine önceki sayfalarda da anlattığımız gibi bu senede Halid b. Velid, Uzza'nm
içinde bulunduğu evi yıkmıştır. Uzza'ya, Mekke ile Taif arasındaki Nahle'de
ibadet edilirdi. Bu evin yıkılışı, bu senenin ramazan ayının bitimine beş gün
kala gerçekleşmiştir.
Vakidî dedi ki: Bu
senede Süva' putu yıkıldı. Bu puta, Hüzeyl kabilesi Rahat mevkiinde ibadet
ederlerdi. Bunu, Amr b. As (r.a.) yıkmıştı. Yıkarken de ambarında birşey
bulamamıştı.
Yine bu senede Menat
putu yıkılmıştı. Menat, Müşellel mıntıkasında idi. Evs ve Hazreç kabileleri
olmak üzere Ensârîler, bu puta tazimde bulunurlardı. Sa'd b. Zeyd el-Eşhelî
(r.a.) bu putu yıktı.
"Ey inkarcılar!
Şimdi Lat, Uzza ve bundan başka üçüncüleri olan Menafin ne olduğunu söyler
misiniz?" ayetlerini tefsirimizde açıklarken bu konuda faydah ve geniş
açıklamalarda bulunduk.
Ben derim ki: Mekke
fethini anlattıktan sonra Buharî, ibadet etmekte oldukları ve Mekke'deki
Ka'be'ye benzeterek Ka'betul-Yemâ-niye diye adlandırdıkları yerin yıkılışım da
anlatmıştır. Hasamlılar, oraya Ka'betul Yemâniye, Mekke'deki Ka'be'ye de
Ka'betü'ş- Şâmiye
diyorlardı.
Buharı, Yusuf b. Musa
kamili ile Cerir'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.): "Beni, Zülhalase'den kurtarıp rahatlatmayacak mısın?"
dedi. Ben de: "Evet kurtaracağım." dedim.
Ahnes kabilesinden 150
süvari ile birlikte yola çıktım. Daha önceleri ben at sırtında duramazdım. Bu
halimi Peygamber (s.a.v.)'e anlattığımda o, elini göğsüme koydu. Sonra elinin
tesirini göğsümde gördüm ve o şöyle diyordu: "Allahım, bunu at sırtında
sabit kıl ve onu hidayete erdir. Doğru yolu gösterenlerden kıl."
Ondan sonra artık at
sırtından düşmedim.
Zülhalase,
Hasamlıların Yemen'deki bir mabedi idi. Berile kabilesi de orada ibadet
ediyorlardı. İçinde tapılan putlar vardı. Ona Ka'be-tü'l- Yemâniye deniyordu.
Cerir oraya gitti. Onu ateşle yakıp kırdı.
Ravi diyor ki1. Cerir,
Yemen'e geldiğinde orada fal oklarıyla fal çeken bir adam vardı. Ona:
"Rasûlullah (s.a.v.)'m elçisi buradadır. Eğer seni ele geçirirse boynunu
vurur." denildi. Bir ara o fal çekmekte iken Cerir geldi, yanı başında
durdu ve ona şöyle dedi: "Ya bu fal oklarını kırar ve Allahtan başka ilâh
olmadığına şahadet edersin, ya da boynunu vururum." Falcı da fal oklarım
kırıp şahadet getirdi.
Sonra Cerir, Ertat
künyesi ile çağrılan Ahnesli bir adamı müjde için Peygamber (s.a.v.)'e
gönderdi. Ertat, Peygamber (s.a.v.)İn yanma varınca:
- Ya Rasûlallah, seni
hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Zülhalase putunu uyuz
deve halinde bırakmadan senin yanma gelmiş değilim, dedi.
Peygamber (s.a.v.) de,
Ahnes kabilesinin süvari ve piyadelerini beş kez tebrik etti." [8]
Tebük gazvesi, hicri
dokuzuncu senenin receb aynıda yapılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Ey inananlar!
Doğrusu müşrikler pistirler. Bu sebeble, bu yıllardan sonra Mescid-i Haram'a
yaklaşmasınlar. Eğer fakirlikten korkar-sanız, bilin ki Allah dilerse sizi bol
nimetiyle zenginleştirecektir. Allah şüphesiz bilendir, hakimdir.
Kitap verilenlerden,
Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve peygamberinin haram kıldığını
haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi
elleriyle cizye verene kadar
savaşm."
(et-Tevbe, 28-29.)
İbn Abbas, Mücahid,
İkrime, Said b. Cübeyr, Katade, Dahhak ve diğerlerinden rivayet olunduğuna göre
Cenâb-ı Allah, müşriklerin hac ve umre gibi durumlarda Mescid-i Haram'a
yaklaşmaktan men edilmelerini emir buyurduğu zaman Kureyşliler şöyle
demişlerdi: "Hac mevsimlerindeki ticaret ve panayırlarımız sona erdi. Bu
zamanlarda ele geçirdiğimiz kar da elden gitti."
Cenâb-ı Allah, bu
kayıplarının yerini şöyle doldurdu: Müslüman oluncaya veya boyunlarını bükerek
cizye verinceye kadar Ehl-i Kitap ile savaşmalarını onlara emretti.
Ben derim ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Bizanslılarla savaşmaya azmetti. Çünkü onlar İslâm'a ve
Müslümanlara daha yakın idiler. Böylece Rasûlullah'a, insanların en yakım ve
hakka davete en layık olan kimseler idiler. Bu hususta yüce Allah, şöyle
buyurmuştu:
"Ey inananlar!
Yakınınızda bulunan inkarcılarla savaşın. Sizde kendilerine karşı sertlik
bulsunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla
beraberdir." (et-Tevbe, 123.)
Rasûlullah (s.a.v.),
Tebük senesinde Bizanslılarla şiddetli derecede sıcak bir mevsimde savaşmaya
karar verdiği zaman -ki o zamanda Müslümanların durumu çok sıkıntılı idi-
insanlara kararını açıkladı ve çevresindeki Arap kabilelerini kendisiyle
birlikte gazaya gelmeye davet etti. İleride de açıklanacağı gibi 30.000'e yakın
insan onunla birlikte gaza yoluna koyuldu. Diğerleri ise geride kaldılar.
Mazeretsiz olarak gazadan geri kalan münafık ve taksirli kimseleri Cenâb-ı Allah
kınadı. Onları şiddetli bir şekilde azarladı. Rezil rüsvay etti. Onlar
hakkında Kur'ân'm okunan ayetlerini inzal buyurdu. Durumlarım Berae sûresinde
açıkladı. Nitekim bu hususu tefsirimizde detaylı olarak izah ettik. Şu ayet-i
kerimeden de anlaşılacağı gibi Allah, mü'-minlerin her halükarda savaşa
gitmelerini emretti:
"İsteyen,
istemeyen, hepiniz savaşa çıkın. Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla
cihad edin. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Ey Muhammedi Kolay bir
kazanç, normal bir yolculuk olsaydı sana uyarlardı. Fakat çıkılacak yol onlara
uzak geldi. Kendilerini helak ederek, "Gücümüz yetseydi sizinle beraber
çıkardık" diye Allah'a yemin edeceklerdir. Allah, onların yalancı
olduğunu elbette biliyor." (et-Tevbe,4142).
"İnananlar toptan
savaşa çıkmamalıdır. Her topluluktan bir taifenin dini iyi Öğrenmek ve
milletlerini geri döndüklerinde uyarmak üzere geri kalmaları gerekli olmaz mı?
Ki böylece yanlış hareketlerden çekinirler." (et- Tevbe, 122.)
Denildi ki; bu ayet,
-yukarıdaki ayeti neshetmiştir. Bazıları ise böyle bir durumun söz konusu
olmadığım söylemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi ki:
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), zilhicce ile receb ayları arasında Medine'de ikamet
etti. Sonra Rumlarla savaş için ashabına hazırlanmalarını emretti. Zührî,
Yezid b. Ruman, Abdullah b. Ebu Bekir, Asım b. Ömer b. Katade ve onlardan başka
âlimlerimiz bu durumu bize anlattılar. Her biri Tebük gazvesi hakkında, o
gazveden kendisine ulaşan haberi nakletti. Birinin haber vermediğini, diğerleri
haber verdi.
t Rasûlullah (s.a.v.),
ashabına Bizans savaşı için hazırlanmalarını emretti. Bu olay, halkın sıkıntıda
bulunduğu, sıcağın şiddetli olduğu kıtlık zamanında idi. Meyvelerin
olgunlaştığı ve halkın bahçelerin gölgelerinde kalmayı arzuladıkları, içinde
bulundukları halden hoşnut olmadıkları bir zamanda idi. Rasûlullah (s.a.v.),
gazveye çıktığında çoğu zaman gitmek istediği yeri gizlerdi. Başka bir yere
gideceğini söylerdi. Fakat Tebük gazvesinde nereye gideceğini açıkça söyledi.
Çünkü yolun uzaklığından ve zamanın şiddetinden, hedeflediği düşmanın
çokluğundan o gazveyi halka açıkladı ki, onun için gerekli hazırlıklarını
yapsınlar. Teçhizatlarını hazırlamalarını söyledi ve Bizans'ı hedeflediğini
onlara haber verdi.
Rasûlullah (s.a.v.),
bir gün bu savaş için hazırlanırken Beni Seleme kabilesinden Ced b. Kays'a
şöyle dedi:
- Ey Ced, bu sene Beni
Asfer (Rumlar) ile kılıçla vuruşmak istemez misin?
O da şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, bana
izin versen, beni fitneye düşürmesen olmaz mı? Vallahi kavmim de bilir ki,
kadınlara karşı benden daha tutkun bir adam yoktur ve ben, Beni Asfer'in
(Rumların) kadınlarını görürsem sabredememekten korkarım.
Rasûlullah (s.a.v.) da
ondan yüz çevirdi ve: "Sana izin verdim." dedi. Bunun üzerine Ced b:
Kays hakkında şu ayet-i kerime nazil oldu:
"Onlardan,
"Bana izin ver, beni fitneye düşürme." diyen vardır. Bilin ki onlar
zaten fitneye düşmüşlerdir. Cehennem, inkar edenleri şüphesiz
kuşatacaktır." (et-Tevbe, 49.)
Münafıklardan bir
kavmin fertleri birbirlerine şöyle dediler: "Sıcakta savaşa
çıkmayınız."
Cihaddan kaçındıkları,
haktan şüpheye düştükleri ve Rasûlullah (s.a.v.)'a yalan haber verdikleri için
böyle dediler. Bunun üzerine kutlu ve yüce Allah, onlar hakkında şu ayeti
inzal buyurdu:
"Sıcakta savaşa
çıkmayın" dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke
bilselerdi.
Yaptıklarının cezası
olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar." (et-Tevbe, 81-82.)
İbn Hişam, İshak b.
İbrahim kanalı ile Abdullah b. Harise'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.)'a
şöyle bir haber geldi: "Münafıklardan bir grub, Yahudi Süveylim'in Casum
mmtıkasmdaki evinde toplanıyorlar. Halkı, Rasûlullah (s.a.v.)'dan, Tebük
gazvesine gitmekten geri çevirmek istiyorlar.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber, Talha b. Ubeydullah'ı, ashabından bir takım kişilerle birlikte
onlara gönderdi ve ona Süveylim'in evini, onların üzerine yakıp yıkmalarını
emretti. Talha da bunu yaptı. Dahhak b. Halife, evin arkasından atladı ve
ayağı kırıldı. Onun arkadaşları da atladılar, kaçıp kurtuldular. Bunun üzerine
Dahhak şöyle dedi:
"Allah'ın
Beyt'ine andolsun ki, az kaldı ki Muhammed'in ateşi ile Dahhak ve İbn Ubeyrik
yanıyordu.
Süleym'in küçücük
evinin üstüne çıkmış iken kırılmış bir vaziyette ayağımın ve dirseğimin
üzerine düşmüştüm.
Allah'ın selamet ve
bereketi sizin üzerinize olsun.
Bunun benzerine bir
daha gelmeyeceğim, korkuyorum. Ateş kimi kuşatırsa o kişi yanar."
ibn ishak dedi ki:
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), yola çıkmaya çalıştı.
Halka toparlanmalarını
ve hazırlanmalarını emretti. Zengin kişileri, Allah yolunda infakta bulunmaya
ve sefere götürecekleri yükleri vermeye teşvik etti. Bunun üzerine zengin
kimselerden bir takım'adam-lar yükleri verdiler ve sevablarını Cenâb-ı
Allah'tan beklediler. Osman b. Affan, bu iş için büyük bir harcamada bulundu
ki, o zamana kadar onun kadar hiçbir kimse bu uğurda harcamada bulunmuş değildi.
İbn Hişam dedi ki:
Kendisine güvendiğim birisi bana şu haberi verdi: Osman b. Affan, Tebük
gazvesinde dar durumda olan orduya 1.000 dinarlık mali yardımda bulundu.
Rasûlullah (s.a.v.) da o zaman şöyle dedi: "Allahım, Osman'dan razı ol.
Çünkü ben ondan razıyım."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Harun b. Maruf kanalı ile Abdurrahman b. Semüre'nin azadlısı Kesse'nin şöyle
dediğini rivayet eder:
Osman b. Affan,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın sıkıntı içindeki Tebük gazvesine gidecek orduyu teçhiz
etmesi esnasında eteğine 1.000 dinar koyup getirdi ve o paraları Rasûlullah
(s.a.v.)'m kucağına boşalttı. Rasûlullah (s.a.v.) da onları eli ile evirip
çevirip şöyle diyordu:
"Bugünden sonra
ne yaparsa yapsın. Hiçbir ameli Osman'a zarar veremeyecektir."
Abdullah b. Ahmed,
babasının "Müsned" adlı eserinde Ebu Musa el-Anezî kanalı ile
Abdurrahman b. Habbab es-Sülemî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Rasûlullah (s.a.v.),
hutbe irad etti. İnsanları, Tebük gazvesine gidecek olan ve mali darlık
içindeki orduyu teçhiz etmeye ve gerekli yardımı yapmaya teşvik etti, Osman b.
Affan: "Sırtındaki çulu ve palanı ile birlikte 100 deveyi ben
veririm." dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), minberden bir basamak
aşağı indi. Sonra yine insanları bu orduya yardıma teşvik etti. Osman:
"Sırtındaki çulu ve palamyla 100 deve daha veririm." dedi. Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m, Osman'ın bu cömertliğim takdir edercesine elini sallayıp
hareket ettirdiğini ve şöyle dediğim gördüm: "Bu günden sonra yapacağı
olumsuz davranışlar ve ameller Osman'a zarar vermez."
Bu, bu şekli ile
gariptir.
Beyhakî, Amr b. Merzuk
kanalı ile Seken b. Muğire'nin de böyle bir rivayette bulunduğunu ve Osman'ın
mezkur sözünü üç kez tekrarladığını, yanı sırtlarmdaki çul ve palanlanyla
birlikte 300 deve vermeyi taahhüd ettiğini beyan etmiştir.
Abdurrahman dedi ki:
Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m minber üzerinde iken şöyle dediğini gördüm:
"Bugünden sonra
yapacağı olumsuz davranış ve ameller Osman'a zarar vermez."
Ebu Davud et-Teyalisî,
Ebu Avane kanalı ile Ahnef b. Kays'm şöyle dediğini rivayet eder:
Osman b. Affan'm, Sa'd
b. Ebu Vakkas, Ali, Zübeyr ve Talha'ya şöyle dediğini işittim: "Allah
aşkına söyleyin. Rasûlullah (s.a.v.)'m: "Zorluk ordusunu (Tebük gazvesine
giden orduyu) teçhiz eden kimseyi Allah bağışlasın." dediğini biliyor
musunuz? Ben o orduyu teçhiz ettim. Öyle ki, ne bir yulara, ne de bir ayak
bağına ihtiyaçları kalmadı. Siz bunu biliyor musunuz?" Bunun üzerine
onlar: "Allah için evet" biz bunu biliyoruz."dediler.
(bu bölüm eksiktir) [9]
îba îihak dtdi M:
Bunlar, Ennâr'daa ve Beni Amr b Âvf kabile- olup toplamdi kişi idikr; Salim b,
Umtyr» Beni Hariss'nin kstfdifi Ulb b, Eyd leai Maıia b/Neccarta kardeşi Ebu
Leyla Âb-durrahmaa b» Kâvbs Beai Stltms'nin kardeşi Amt b. Hümam b, C& muhj
Abdullah b MuğalM el-Mütenî,
Baiüarı derler kiı
Bilakis o, Abdullah b. toır tl-Müı^nî'^r. Bunlarla Mrliktt Btai Vakif in
kardeşi Htrma b, Fî d d el-Ftıaîî dt vardiv
tba tghak dedi Mî Baaa
ula^aa habere göre İba Yamin b. Umeyr b, Ka*b ta-Nadrî, ağlamakta olan Ibu
Leyla Âbdirrahmaa b. Kab ile Abdullah bt MuğaflteTt rastladı, Onlaraî -- Ni^a
aflıyorguaus? diye rdUv Dalar da dediler kiî
- Bis^ bia^k t^aia tmti
ia Rasûlullah (g'ıa yanına geldik, Fakat oaua yaaıada, biii biadireeeği bir
biaek bulamadık, Kea-disaiı û§ eauala Mrlikt© yiöla çıtoaya kuvvet de
bulamadık.
luaua u^&r&m
İba amia öalara bir dev% verdi. Onlar da sefere
asudâfimea öalara bir miktar hurma verdik Böylece onlar, (s,a»vyia birlikti yola şıktalar. bu Buktyr buauv tba tghak'taa naklederken şu
eklemeyi
ti r^âv) de, Ma%kbulamad
için geceleyin bir kenara kadar aamaa
kıldıktan sonra şöyle de-ic "Maaım> s%n eiha^ ©mred^ör ve biıi dhada
teıvik e^yorsun, d --malumdur ki- biaasak ve masraf gerektiren birşeydir.
Oy* fe%n> buakıaa hiş Mrigine sahip
değilim, Stnia peygamberin, İmadığı i^a
bâaa yardım edemedi. Şahit öl M, bugüne
a^ Müslumtnıa aulmune marua kalmış isem, mal* ean feâîammdâa hta^ MMüm%nda bir hakkım varsa,
hepsim d&r&k kendikrint helal
ettim," sormuştu. Fakat Mm-- Itu atan daha. Mm ise ayağa kalton^ ^ ara eitmişU-. RasMallah (s»iuv.) elinde
balu&aa Âlk&a için beni Rasûlullah (s.a.v.)'a gönderdiler. Çünkü onlar
da Rasûlul-lah'la birlikte Tebük gazvesine giden zorluk ordusu içinde idiler.
Gidip şöyle dedim:
- Ey Allah'ın peygamberi! Kendilerine binek
veresin diye arkadaşlarım beni sana gönderdiler.
Rasûlullah:
- Vallahi sizi birşeye
bindiremem, dedi. Yanma vardığımda Rasûlullah Öfkeli idi. Sebebini
bilemiyordum.
Bana binek
veremediğinden dolayı üzüntülü, Rasûlullah'm da kalbinde bana karşı kırgınlık
hissetmesinden Ötürü korkulu olarak geri döndüm. Arkadaşlarımın yanına vardım
ve Rasûlullah (s.a.v.)'m söylediğini onlara ilettim. Azıcık bekledikten sonra
Bilal'in şöyle seslendiğini duydum:
- Abdullah b. Kays
nerede? Ona cevab verdim. O da:
- Rasûlullah (s.a.v.) seni çağırıyor, gel
buraya, dedi. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına vardığımda bana:
- Şu birbirine bağlı
iki grup deveyi al, dedi. Böyle derken Sa'd'dan satın aldığı altı deveyi bana
verdi. Ve:
- Al bunları,
arkadaşlarına götür ve onlara: "Allah (veya Rasûlullah) sizi bu develere
bindiriyor," de.
Ben de develeri alıp
arkadaşlarıma gittim ve onlara:
- Rasûlullah (s.a.v.),
sizi bu develere bindiriyor. Ama Allah'a yemin ederim ki, sizin için
kendisinden binek istediğim zaman Rasûlullah'm bana söylediği sözleri
işitmeniz ve ilk etapta beni men edişini, sonra, bu develeri bana verişini
bizzat kendisinden duymanız için mutlaka benimle birlikte siz de Rasûlullah
(s.a.v.)'ın yanma gelmelisiniz ki, onun söylemediği birşeyi size söylemiş
olduğumu zannetme-yesiniz, dedim.
Onlar da:
- Allah'a yemin ederiz
ki, senin sözlerin bizim yanımızda tasdik edilmiştir. Ama istediğini yapacağız,
dediler.
Ravi diyor ki: Ebu
Musa, arkadaşlarından birkaç kişi ile birlikte oradan kalkıp Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma geldi ki, onları binekten menederken söylediği sözleri ve daha
sonra o binekleri onlara verirken söylediği sözleri işitsinler. Ebu Musa'nın ondan
kendilerine naklettiği sözleri duysunlar.
Ravi diyor ki: Sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma, yağmalanan bazı develer getirildi. Bize de küçük
hörgüçlü altı deve verilmesini emretti. Biz de o develeri aldık. Sonra:
"Biz Rasûlullah (s.a.v.)'m bizleri deveye bindirmeyeceğine dair ettiği
yemini unuttuk. Vallahi bu develer bizim için uğurlu olmazlar." dedik.
Yanma dönüp kendisine bunu anlatınca o şöyle buyurdu:
- Ben sizi bu develere
bindirmedim. Ama Allah bindirdi. Sonra ben birşeye yemin edersem, o yemini
bozmayı daha hayırlı görürsem mutlaka yemini bozar, hayırlı olan o işi
yaparım."
İbn İshak dedi ki:
Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'ın yola çıkma işi kesinleşti. Çıkmaya karar verdi.
Kalblerinde bir şüphe olmadığı halde bazıları geri kaldılar ve sefere gitmediler.
Onlardan bazıları şunlardır: Ka'b b. Malik b. Ebi Ka'b (Bu, Beni Seleme1 nin
kardeşidir.), Mü-rare b. Rebi (Bu, Beni Amr b. Avfın kardeşidir.), Hilal b.
Ümeyye (Bu, Beni Vakıfın kardeşidir.), Ebu Hayseme (Bu, Beni Salim b. Avfın
kardeşidir.). Bunlar dürüst kimseler olup Müslümanlıkları hususunda asla itham
edilmezlerdi.
Ben derim ki: İlk üç
kişiye gelince, bunların kıssaları inşaallah yakında detaylı olarak
anlatılacaktır ki, onlar hakkında Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurmuştur:
"Bütün genişliğine
rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan
başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, savaştan geri kalan üç kişinin
tevbesini de kabul etti." (et-Tevbe, ııs.)
Ebu Hayseme'ye gelince
o, döndü ve Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına yetişmeye azmetti. Nitekim ileride de
bu anlatılacaktır. [10]
Yunus b. Bükeyr, İbn
İshak'm şöyle dediğini rivayet eder:
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.)'m seferi açık ve belli oldu. Yola koyulmaya karar verdi. Perşembe
günü yola koyulduğunda askerim Seni-yetul-Veda üzerinden yürüttü. Yanında
30.000'i aşkın insan vardı. Allah düşmanı Abdullah b. Übey, askerlerini onun
aşağı taraflarındaki yoldan yürüttü. Denildiğine göre onun askerleri, İslâm
askerlerinden az değildi. Rasûlullah (s.a.v.) yürüdüğü zaman Abdullah b. Übey,
ondan ayrılan münafıklardan şüphe erbabı ile birlikte ayrılıp geri kaldı.
ibn Hişam dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de yerine vekil olarak Muhammed b. Mesleme
el-Ensarî'yi vali tayin etti. ed-Deravar-dî'nin anlattığına göre Tebük savaşma
gidildiği esnada Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de yerine Siba b. Urfuta'yı vali
tayin etmiştir.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebi Talib'i ailelerine bakmak için Medine'de
bıraktı ve ona, onların arasında kalmasını emretti. Bunun üzerine münafıklar,
bu konuda yalan haberler uydurup şöyle dediler: "Ali'yi ağır hareket
ettiğinden ve kendisi de böylece ondan kurtulup hafiflemek istediğinden
Medine'de bıraktı."
Münafıklar böyle
dedikleri zaman Ali b. Ebi Talib, silahını alıp yola çıktı. Raaûlullah
(g,a,v.)'a Ot&f d© mola vtîinişksn vardı ve münafıkların yaptıkları
dedikoduyu anlattı. Bagûlullâh (s,a,v.) da ©na şöyk dedi:
- Yalan söylemişler,
ben seni arkamda bıraktığım şeyler için geri bıraktım. Geri dön, ailemin ve
ailemin yanında kal ©y Alil Harun'un Musa'ya kardeş olduğu gibi bana kardeş
olmak istemiz milin? Fakat benden sonra bir peygamber daha gelmeyecektir,
Bunun üzerine Hz, Ali,
Medine'ye geri döndü, Basûlullah (i.a.v.) da yolculuğuna devam etti,
Ebu Davud et-Teyalkî,
MMüsned"inde Şube v§ Hakim kanalı üt Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet eder;
"Rasûlullah
(a.a.y.), Tebük gazvesine giderken Âli b, İbi T&lib'i Medine'de bıraktı.
Ali ona;
- Ya Rasûiallah, beni
çocuklarla kadınların arasında mı bırskı= yorsun? diye sordu,
Rasûlullah (s.a.v,),
ona şu cevabı yerdi:
- Musa'nın Harun'a
kardeş oluşu gibi g§n de bana kardtş olmak istemez misin? Ancak benden nonra
bir peygamber gelmeyecektir,"
îmam Ahraed b, Hanb©l,
Kuteybe b. Said kanalı ili Âmir'in baba= sı Sa'd'm şöyle dediğini rivayet eder;
"Bir gazvede
Rasûiullah Cs.a.v,), Ali'yi Medine'de bırakmıştı, lu= nun üzerine Ali de ona:
- Ya Rasûlallah, beni
çocuklar ve kadınlarla beraber g§ride mi bırakıyorsun? diye sorunca,
Raıûlnlİ&h (s.a,v,)'m ona şöyle dediğini i-şittim:
- Harun'un Musa'ya
kardeş olmağı gibi, senin de bana kardsş olmana razı değil roisin? Ancak
benden sonra peygamber yoktur."
îbn îshak dedi ki;
"Ebu Haysem'e, Ragûluİİah (s,a.v,) ili birkaç gün yürüdükten sonra çok
sıcak bir günd© ailesine geri döndü, İM kâ= rısım bahçesindeki gölgelik altında
buldu. Her biri gölgeliğini döş§* miş, kendisi için orada su soğutmuş ye yemek
hâmrlamıştı, Bahçtyi girdiği zaman gölgeliğin kapısı önünde dikildi ve iki
kanıma baktı, Onların kendisi için yaptıklarını görünce şöyle dedi;
- RasûMlah (g,a,v,\ güneşte, rüzgarda ve mcakta
sUum, Wbu Hayseme ise serin bir gölgede olsun, yemeği de hazırlanmış v© olan
malının içinde güzel kanmyla birlikte öliua». Bu, insaf Vallahi sizin ikinizden
hiç birinizin gölgeliğine girtegk değilim. Mutlaka Rasûiullah (g,a,v,)'a ^dip
kavuşacağım. Siz basa azık hasırlayın.
Onlar, Ebu Hayseme'nin
emrini yerine getirdiler, Bonm bintk erkek devesi ile yola çıktı, RasâJullah
(g,â,v,)'ı anyordtt, İkM ne arkadaş oldular ve Tebük'e yaklaştıkları zaman Ebu
Hayseme
(Bu bölüm eksiktir)
tır. Eğer onda hayır
yoksa, Allah sizi ondan kurtarıp rahata erdirecektir.
Bbu Zerr devesini
bekledi. Onu geciktirince eşyasını alıp sırtına vurdu. Sonra yaya olarak
Rasûlullah (s.a.v.)'m gittiği yolu izlemeye başladı. Rasûlullah (s.a.v,), bir
konak yerinde mola vermekte iken Müslümanlardan biri etrafa bakarken şöyle
dedi:
- Ya Rasûlallah, şu
adam yolda yaya olarak geliyor. Rasûlullah (s.a.v.):
- Eba Zerr'dir, dedi.
Oradakiler yolda gelmekte olan adama iyice bakınca:
- Ya Rasûlallah, vallahi bu Ebu Zerr'dir,
dediler. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:
"Allah, Ebu
Zerr'e rahmet etsin. Yalnız başına yürür, yalnız başına ölür, yalnız başına
diriltilir (hasredilir)."
Aradan zaman geçti.
Bir ara Ebu Zerr, Rabza'ya sürgün edildi. Ölüm vakti geldiğinde karısına ve
kölesine şu vasiyette bulundu:
- Ölürsem beni
geceleyin, yıkayıp kefenleyin. Sonra beni yol ortasına koyun. Yanınızdan geçen
ilk kervana deyin ki; işte bu, Ebu Zerr'dir!
Ölünce vasiyeti
gereğince onu geceleyin yıkayıp kefenlediler ve yol ortasına bıraktılar. Birde
baktüarki, bir kervan geliyor. Kervanı tanımıyorlardı. Nihayet üzengileri, Ebu
Zerr'in tabutunun kenarına değdi. Bir de baktılar ki İbn Mesud, Kufelilerle
birlikte gelmiş. İbn Mesud, sordu:
- Bu nedir?
- Ebu Zerr'in
cenazesidir!
Bunun üzerine İbn
Mesud, ağlamaya başladı ve şöyle dedi:
"Rasûlullah
(s.a.v.), gerçekten doğru söylemiş: "Allah, Ebu Zerr'e rahmet etsin.
Yalnız basma yürür, yalnız başına ölür, yalnız başına diriltilir
(hasredilir)."
Böyle dedikten sonra
bineğinden indi. Bizzat onu kendisi defnetti."
"Sıkıntılı bir
zamanda peygambere uyanlar..." (et-Tevbe, 117.) ayet-i kerimesi ile ilgili
olarak İmam Ahmedb. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile Abdullah b. Muhammed b.
Akil'in şöyle dediğini rivayet eder: "Te-bük gazvesine gidilirken iki, üç
kişi bir deveye binip gidiyorlardı. Çok şiddetli bir sıcakta yola çıkmışlardı.
Susamışlar, öyle ki, develerini kesiyor ve kirişlerim çıkararak içindeki suları
emiyorlardı. Tebük gazvesi azık, yiyecek, içecek ve binek bakımından çok
sıkıntılı bir gazve olmuştu."
Uah b. Vehb, Amr b.
Haris kanalı ile Abdullah b. Abbas'm
«Ömer b. Hattab'a:
"Bize sıkıntı zamanının (Tebük gazvesinin) durumunu anlat," denilince
o, şöyle cevab verdi:
Çok sıcak bir zamanda
Tebük yolculuğuna çıktık. Bir menzile varıp konakladık. Orada aşırı derecede
susadık. Öyle ki, boyunlarımızın kopacağını sandık. Bizden biri devesini
aramaya gidipte geri döndüğünde neredeyse boynunun kopacağım sanıyordu. Bazı
adamlar develerini boğazlıyor, dışkısını sıkıyor, ondan süzülen suyu içiyor,
kalan kısmım da ciğerinin üzerine koyuyordu. Ebu Bekir es-Sıddık dedi ki:
- Ya Rasûlallah, Allah
seni hayır dua yapmaya alıştırmış tır. Bizim için Allah'a dua et.
- Ey Ebu Bekir, sen
bunu ister misin?
- Evet.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), ellerini göğe kaldırdı. Yağmur yağmcaya kadar ellerini
havada tuttu. Hafif bir yağmur yağdı. Sonra yağmur sağanak halinde yağmaya
başladı. Ashab beraberlerindeki kablarına su doldurdu. Sonra gidip baktık ki,
yağmur nerelere düşmüş. Ordugahın dışına yağmur yağmadığım gördük.»
İbn İshak şöyle dedi:
"Asım b. Ömer b. Katade, kendi kavminden bazı adamlardan naklederek bana
şöyle haber verdi: Rasûlullah ve sahabeler, Hicr mevkiinde iken bu hadise
meydana gelmişti ve sahabeler, beraberlerindeki bir münanka şöyle demişlerdi:
- Yazıklar olsun sana.
Bundan sonra daha ne kaldı ki, inanmıyorsun?
O da şu cevabı verdi:
- Bu gördüğünüz bulut,
geçip giden bir buluttan başkası değildir. Yine İbn İshak'm anlattığına göre
Rasûlullah (s.a.v,)'m devesi kaybolmuş, ashab onu aramaya gitmişti. Rasûlullah
(s.a.v.) da yanı başında olan Umare b. Hazım el-Ensârî'ye şöyle dedi:
"Adamın biri diyor ki; Muhammed size kendisinin bir peygamber olduğunu
haber veriyor. Size göğün durumunu haber verdiğini iddia ediyor. Oysaki,
devesinin nerede olduğunu bilmiyor!
Vallahi ben, Allah'ın
bana bildirdiğinden başka birşey bilemem. Allah, bana o devenin yerini
gösterdi. O deve şu vadidedir. Yuları bii ağaca takıldığı için orada
ahkonmuştur."
Sahabeler de gidip
deveyi getirdiler. Umare b. Hazım da kend yandaşlarının yanına döndü ve
Rasûlullah (s.a.v.)'ın, aleyhinde konu şan adamın sözünden haberdar olduğunu
onlara bildirdi. Bunun üzç rine Umare'nin takımında bulunan bir adam şöyle
dedi: "Bu sözü ar cak Zeyd b. Lusayt söylemiştir." Zeyd, gelmeden
önce Umare'nin tak mında idi. Bunun üzerine Umare, Zeyd'in yanma gitti. Onun
boynı na dürterek şöyle dedi:
- Benim takımımda bir
bela varmış da bilmiyormuşum. [11]
Tibuk ı^nfgiadi lâiûiulkh
(s.a.v.), Mim mıafeka§ısda Ş kavffiiaia §vl§riais yaaıaa inû, înıank?, ieısud
kavmiaia m işMkîe= ri kuyul&rdaa m ç^p hamur yeğufiuk? v teaeerelefisi e gu
ili 4öl= durup etkriai pifir^ler, la (s.a.v,) ©mir v§rdi ©ala? ia eama emri
ügiriat t6netrilirind§ki yeaıekleri iöklüle?: Yeppsıuş elduMa= n hamurlan
uğrayaa kâvmia yurtlarıaa ftoektea
§&hab§kri ıseaetli şöyl buyurdu;
"Dalana
b&gıaa §§ka mu§ibitia, kerkuyerum, öalana ygrkriai fina
İmam Ahmid b= Haabil,
Âbd şöyli didiğiai rivayet
"Rasûluü&h
(ı,a,v,), Mier'e uğradiği şâmaa şöyk
"Mueig©İ§r
isteaı^ia. Çüakü iaiih'ia k&mi mmm istemişti: Vg ealam şm yûâm |§Hr, bu y§İdaa pte 4i, luauaia
beraber ©alar, Eâbltriala §mri dıpaa şıktık^ eaa agi eidular ve Salih'in d§=
vsgini boğâgk^kr. ö dsvş, eakrıa Mr füa §ukns4 ipr, eslap da bir= gte ©aua
§ütteü işerlerdi.- Fakat yia§ de ©au leğaö altodan g©lta bir ^ğkk ©slan
y&k&ladi; Mka eslana kk itti, §ad§g© bir Mşi Makt§s kurtulmuştu ki, e
da Âlkh'm
Dişildi M',
- Kurtukn 9 adam tadi
ya lâ§fklkh?
- Ö ibm Ei
İmam Afem#d b; Htnb§İ?
¥§gid b.-âî'ia ş%i© dediğisi T#btik fagy§§
girmek iftî Nftffisz işia tepkam! âif§
d#¥©giiîi tutmu ısteiııe gasab #ttip bir ktvmin yâms» s§ Üye ^^
Orada bulunanlardan
bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle seslendi:
- Biz onların durumuna hayret ediyoruz. Bu
sebeple yanlarına gitmek istiyoruz.
- Size bundan daha
hayret verici birşeyi haber vereyim mi? Sizden bir adam, sizden önceki
haberleri ve sizden sonra olacak hadiselerin haberlerini size bildiriyor. Şu
halde istikamet (doğruluk) üzere olun. Doğru dürüst olun. Allah sizi ne diye
azablandırsm! Sizi azab-landırmak O'nun umurunda değildir. Ve kendi
nefislerinden hiçbir a-zabı geri savamayan bir kavim gelecektir.
Yunus b. Bükeyr, İbn
İshak vasıtasıyla Abbas b. Sehi b. Sa'd es-Saidî veya Abbas b. Sa'd'm şöyle
dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), Hicr'e uğrayıp konakladığında
insanlar oranın kuyusundan su çektiler. Oradan ayrılıp yola koyuldukları zaman
Rasûlullah, insanlara şöyle dedi:
"Hicr kuyusunun
suyundan asla içmeyin ve o su ile namaz için abdest almayın. O su ile yoğurmuş
olduğunuz hamurunuzu develere yem olarak verin ve o hamurdan asla yemeyin. Bu
gece sizden herhangi biri, yanında arkadaşı olmadan dışarı çıkmasın."
İnsanlar, Rasûlullah'm
kendilerine verdiği emri yerine getirdiler. Sadece Beni Salde kabilesinden iki
kişi bu emre uymadılar. Bunlardan biri yalnız başına def-i hacete çıktı.
Diğeri de yalnız başına kaybolan devesini aramaya çıktı. Def-i hacete giden
adam, def-i hacette bulunduğu yerde boğuldu. Devesini aramaya giden kimseyi ise
rüzgar alıp Tayyie dağına fırlattı. Rasûlullah (s.a.v.), bu durumdan haberdar
olunca şöyle dedi:
- Sizden herhangi
birinizin, yanında arkadaşı olmadan dışarı çıkmasını yasaklamamış mıydım?
Sonra def-i hacet
yaptığı yerde boğulan adamın getirilmesini emretti. Ona dua eti. O kişi şifa
bulup iyileşti. Tayyie dağına rüzgar tarafından fırlatılan adam ise ancak
Tebük'te Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaşabildi."
Ziyad'm İbn İshak'tan
yaptığı bir rivayette de şöyle denmektedir: "Medine'ye dönüşü esnasında
Tayyie dağındaki adam, Rasûlullah (s.a.y.)'m yanma gelebildi."
îbn İshak dedi ki:
Abdullah b. Ebi Bekr'in bana anlattığına göre o iki adamın adını Abbas b. Sehl
ona söylemiş. Ama o, onların adlarını gizledi, bana söylemedi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Affan kanalı ile Ebu Humeyd es-Sai-dî'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Te-bük senesinde yola çıktık.
Vâdi'l-Kurâ'ya geldik. Birde baktık ki; bir kadın, kendi bahçesinde duruyor.
Rasûlullah (s.a.v.), ashabına: "Şu
bahçedeki hurmaların
miktarını tahmin edin bakalım." dedi. Onlar da tahmin ettiler. Rasûlullah
ise hurmaların on yük geleceğini tahmin etti. Sonra kadına dedi ki:
- Şu bahçeden
devşireceğin hurmaların miktarım tesbit et. İnşa-allah tekrar sana döndüğümde
bana söylersin.
Rasûlullah, oradan
ayrıldı. Yola koyuldu. Nihayet Tebük'e ulaştı. Ashabına şöyle dedi:
- Bu gece üzerinize
şiddetli bir rüzgar esecektir. Rüzgar eserken hiç kimse ayağa kalkmasın. Devesi
olan da bağını iyice bağlasın.
Ebu Humeyd dedi ki:
Gece olunca şiddetli bir rüzgar esti. O esnada adamın biri ayağa kalkınca
rüzgar onu Tayyie dağına fırlattı.
Sonra Eyle hükümdarı,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi ve ona beyaz bir katır hediye etti.
Rasûlullah da ona bir aba giydirdi ve onlara emanname yazdı. Sonra geri dönüş
yoluna koyuldu. Biz de onunla birlikte geri döndük. Nihayet Vâdi'l-Kurâya
geldik. Kadına dedi ki:
- Bahçeden ne kadar
hurma elde ettin? Kadın:
- On yük elde ettim,
dedi.
Bu, Rasûlullah'm
önceden tahmin ettiği miktar kadar idi.
Rasûlullah (s.a.v.):
"Ben acele ediyorum, sizden de acele etmek isteyen varsa acele
etsin." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) oradan çıktı. Biz de onunla beraber yola
çıktık. Nihayet Medine'ye vardığında: "Bu Ta-be'dir." dedi.[12] Uhud
dağını görüncede şöyle dedi: "Bu Uhud'tur. O bizi sever, biz de onu
severiz. Size Ensâr evlerinin en hayırlısını haber vereyim mi?"
Dedik ki:
- Evet, ya Rasûlallah.
Buyurdu ki:
- Ensâr evlerinin en
hayırlısı Neccar oğulları yurdudur. Sonra Beni Abdüleşhel yurdudur. Sonra Beni
Saide yurdudur. Sonra bütün Ensâr'm evlerinde hayır vardır."
İmam Malik, Ebu Zübeyr
vasıtasıyla Ebu Tufeyl Amir b. Vasi-le'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Muaz b. Cebel'in bana anlattığına göre onlar, Tebük senesinde Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte sefere çıkmışlardı. Rasûlullah (s.a.v.), öğle ile ikindi,
akşam ile yatsı namazlarını cem' ederek kılıyordu. Birgün namazı geciktirdi.
Daha sonra bulunduğu yerden çıkıp öğle ile ikindi namazını cem' ederek bir
arada kıldı, sonra girdi, sonra çıktı ve akşam namazı ile yatsı namazını cem'
ederek bir arada kıldı. Sonra da şöyle buyurdu:
- înşaallah yarın
Tebük pınarına geleceksiniz. Gündüzleyin kuşluk vakti, güneş yükselmeden oraya
varamayacaksınız. Oraya varan imsssîa avi âîpî M; lis öf&ya wd\k-. iki v.
Pmafdaa ayakkabı ipi k&hahiıaea mm asa? §u
[13]
iü şısaaa auyuaa el w¥âm^ mu M|t dty§ serdu*
©ala? j ee ftagfellak salam a|» s&ste sarftetü ve daha feşök şeyle? öi-.
Şaa^a pa&çdaa asa? asa* avuşla^f aldılar Nikahı fe kırba ifiad© M?
f&ikte mı te?kadı-. E&eâMklı t§..a-.v-.)> ytktüafc w âlerial &
§uda pkadı> tetatf tabadaki pyu pam döktü., luadaa §aara ıu böl mikteda
afeaaya kaşladı-. îagaala? ©mdaa su aldüa?v Bmm Ea--Mlkk fe yaka M? aamaada e?&daa akaatara.
Sana birşey diyeceğim, ama ben hayatta olduğum
müddetçe onu kimseye söyleme. Rasûlullah (s.a.v.), Tebük'e gelip konakladı. Bir
hurma ağacının yanında mola verdi ve: "Bu bizim kıblemizdir." dedi.
Sonra hurma ağacına yönelerek namaz kıldı. Ben de küçücük bir çocuktum.
Koşuyordum. Gelip Rasûlullah ile o hurma ağacının arasına girdim. Rasûlullah:
"Bu bizim namazımızı kesti. Allah da bunun eserini kessin." dedi.
İşte o günden bu güne yerimden kalkabilmiş değilim."
Ebu Davud, Said b.
Abdülaziz et-Tennuhî vasıtasıyla Yezid b. Nemra'mn şöyle dediğini rivayet eder:
Tebük'te kötürüm bir adam gördüm. Kötürümlüğünün sebebini şöyle anlatıyordu:
"Ben bir merkebe binmiştim. Rasûlullah (s.a.v.) da namaz kılmakta idi.
Merkeb üzerinde iken Önünden geçtim. O: "Allahım, bunun eserini kes."
dedi. Ben de artık yürüyemez oldum."
Başka bir rivayete
göre Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle beddua etmiş: "Bu bizim namazımızı
kesti. Allah da bunun eserini kessin." [14]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/9-21.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/22-34.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/35-36.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/36-39.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/39-42.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/42-47.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/48-58.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/59-60.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/61-65.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/66-69.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/69-74.
[12] Tabe: Medine şehrinin adıdır.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/74-78.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/78-80