Fasıl 1

Fasıl 2

Fasıl 4

Fasıl 4

Fasıl 5

Terviye Gününde Öğle Namazının Nerede Kılınacağı 6

Mina'dan Arefe'ye Giderken Telbiye Ve Tekbir. 9

Arefe'de Vakfe Halinde Peygamber Efendimizin Yaptığı Dualar. 11

Bu Şerefli Mevkide Rasûlullah (S.A.V.)'A Nazil Olan Yüksek Vahiy. 13

Peygamber (S.A.V.)'İn Arafat'tan Meş'ar-İ Haram'a Gidişi 14

Fasıl 17

Peygamber (S.A.V.)'İn Müzdelife'deki Telbiyesi 19

Peygamber (Ş.A.V.)'İn Meş'ar-İ Haram'daki Vakfesi Ve Güneş Doğmadan Önce  Müzdelife'den Hareket Edip Muhassir Vadisinde Bineğini Hızlandırması 19

Kurban Bayramının Birinci Gününde Hz. Peygamber'in Akabe Cemresini Taşlaması 22

Fasıl 24

Peygamber (S.A.V.)'İn Mübarek Başını Traş Edişi 25

Fasıl 26

Peygamber (S.A.V.)'İn Mina'dan Beyt'e Gidişi 27

Fasıl 30

Fasıl 31

Fasıl 31

Fasıl 36

Fasıl 38

Rasûlullah (S.A.V.)'In Mina Gecelerinin Tamamında Beyti Ziyaret Edişi 40

Fasıl 41

Fasıl 44

 

 

 

Fasıl

 

Cabir, bir hadisinde şöyle der: "Peygamber (s.a.v.), Merve tepesi­nin yanında sa'yrm tamamladığında şöyle buyurdu:

"Bu işin size zor geldiğini baştan beri bilseydim, ben de kurbanlı­ğımı sevk etmezdim (sizin gibi ben de ihramdan çıkardım.)."

Bunu Müslim rivayet eder.

Bu hadiste, Safa ile Merve arasındaki sa'ym ondört şavt olduğu­na kail olanların lehinde bir delil vardır. Onlara göre iki tepe arasın­da bir gidiş ile bir geliş, tek şavt sayılmaktadır. Şafiîlerin büyüklerin­den bir grup da böyle demiştir. Ancak bu hadis, onların görüşünü reddetmektedir. Çünkü onların kavline göre sa'y, Merve yanında de­ğil, Safa yanında sona erer. Bu sebeple İmam Ahmed b. Hanbel, Ca-bir'in hadisi hakkındaki rivayetinde şöyle demiştir: «Eğer yedinci şavt Merve yamnda olsaydı, o zaman Rasûlullah insanlara şöyle der­di:

"Ey insanlar, eğer bu işin size zor geldiğini baştan beri bilseydim, kurbanlığımı sevk etmez ve bu nüsükümü umreye dönüştürürdüm. Beraberinde kurbanlığı bulunmayan kimse ihramdan çıksın ve bu nüsükünü umreye dönüştürsün." Rasûlullah'm böyle demesi üzerine oradakilerin tamamı ihramdan çıktı.»

Müslim dedi ki: İnsanların tamamı ihramdan çıkıp saçlarını kı­salttılar. Sadece Peygamber (s.a.v.) ile beraberinde kurbanlığı bulu­nan kimseler ihramda kaldılar. [1]

 

Fasıl

 

Kurbanlığım beraberinde getirmemiş olan kimselerin haclarını feshedip umreye dönüştürmelerine dair Hz. Peygamberin verdiği em­ri, sahabelerden bir topluluk rivayet etmişlerdir. Ancak onların adla­rını burada zikretmemiz fazlaca yer işgal edecektir. Bunu teferruatıy­la anlatacağımız yer, "el-Ahkâmu'1-Kebir" adlı kitaptır. İnşallah bunu orada serdedeceğiz.

Âlimler, bu konuda ihtilaf etmişlerdir. İmam Malik, Ebu Hanife ve Şafiî dediler ki: Bu, sahabelere mahsus bir hükümdür. Sonra baş­kaları için haca feshedip umreye dönüştürmenin cevazına dair hü­küm neshedilmiştir.

Bunlar bu görüşlerini ileri sürerlerken Ebıî*Zerr (r.a.)'in şu sözü­ne dayanmışlardır: "Muhammed (s.a.v.)'in ashabından başkasına, haccı feshedip umreye dönüştürme hakkı tanınmamıştır."

Bunu Müslim rivayet eder. İmam Ahmed b. Hanbel, bunu redde­derek şöyle demiştir: "Bunu on bir sahabe rivayet eder. On bir saha­benin görüşü karşısında Ebu Zerr'in görüşünü nakleden rivayetin ağırlığı ne kadar olabilir ki?"

İmam Ahmed b. Hanbel, sahabelerden başkalarının da haclarını feshedip umreye dönüştürme hakkına sahip olacakları görüşüne var­mıştır.

İbn Abbas (r.a.), kurbanlığını beraberinde getirmemiş olan kimse­nin haccını feshetmesinin vacib olduğunu söylemiştir. Hatta ona göre bu kimse, Beyt'i tavaf ettiği zaman şer'an ihramdan çıkmış olur. Kur­banlığını beraberinde getirmemişse, sırf Beyt'i tavaf etmekle şer'an ihramdan çıkmış sayılır. Kurbanlığını beraberinde getirmiş olan kim­senin nüsükü ise ya kıran olur, ya da sevk etmemiş ise, temettü olur. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî, Ebu Numan kanalı ile Tavus ile İbn Abbas'm şöyle dedik­lerini rivayet eder:

"Peygamber (s.a.v.) ile ashabı, zilhiccenin dördüncü gününün sa­bahında hac için ihrama girmiş olarak Mekke'ye geldiler. Buna başka birşey karışmamıştı. Mekke'ye geldiğimizde bize emir verdi. Biz de nüsükümüzü umreye dönüştürdük. Kadınlarımızın yanına kadar gi­debildik. Ve bu konudaki emir yayıldı."

Ata, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder:

"İçimizden biri Mina'ya gidiyordu. Giderken penisinden meni damlıyordu. İşte bu durum Peygamber (s.a.v.)'in kulağına gitti. Bu­nun üzerine o şöyle dedi:

- Bana gelen habere göre kavim, şöyle ve şöyle diyormuş. Allah'a yemin ederim ki, ben onlardan daha iyiyim. Onlardan daha çok Al­lah'tan korkarım. Eğer ben bu işin böyle olabileceğini daha Önceden bilseydim, kurbanımı beraberimde sevk etmezdim. Kurbanım berabe­rimde olmasaydı, ben de ihramdan çıkardım.

Bunun üzerine Süraka b. Cu'şum kalkıp şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, bu hüküm bize mi mahsustur, yoksa ebediyete kadar böyle mi olacaktır?

- Ebediyete kadar böyle olacaktır."

Müslim, Kuteybe kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte ifrad haccı için telbiye getirerek Mekke'ye geldik. Aişe ise, umre için telbiye getirerek Mekke'ye geldi. Şerif mevkiine vardığımızda Aişe, âdet görmeye başladı. Mekke'ye geldiğimizde Ka'be'yi tavaf ettik, Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y yaptık. Rasûlullah (£k.v.), beraberinde kurbanlığı bulunmayanları­mıza ihramdan çıkmalarını emretti. Bunun üzerine biz de:

- Ne kadarlığına ihramdan çıkacağız? diye sorduk. O da şöyle cevap verdi:

- İhram yasaklarının tamamından kurtulmacasma ihramdan çı­kacaksınız.

Bunun üzerine biz gidip kadınlarımızla cinsî münasebette bulun­duk. Koku süründük. Dikişli elbiseler giydik. O esnada Arafe vakfesi­ne dört gece vardı."

Bu iki hadis, Peygamber Efendimiz'in Veda haccı senesinde zil­hiccenin dördüncü günü pazar sabahı kuşluk vakti Mekke'ye geldiği­ni açıkça ortaya koyuyor. Zira o sene zilhicce ayının ilk gününün per­şembeye rastlağı hususunda ihtilaf yoktur. Çünkü Sahih-i Buharî ile Sahih-i Müslim'de sabit olduğuna göre Ömer b. Hattab'm hadisinde, o sene arefe günü, cuma gününe rastlamıştır, denilmektedir. Nitekim bu konu ileriki sayfalarda da anlatılacaktır.

Peygamber (s.a.v.), zilhiccenin dördüncü günü pazar sabahı Mek­ke'ye geldiğinde, önceki sayfalarda da söylediğimiz gibi ilk iş olarak Beyt'i tavaf etti. Sonra Safa ile Merve arasında sa'y yaptı. Merve te­pesi yanında sa'yı sona erince, sahabelerden beraberinde kurbanlığı bulunmayanların ihramdan çıkmalarım kesin olarak emretti. Onlarda bunu vacib bir iş olarak telakki edip gereğince amel ettiler ve ih­ramdan çıktılar. Ancak bazıları, Hz, Peygamberin beraberinde kur­banlığının bulunmasından dolayı ihramdan çıkmayışma üzüldüler. Çünkü onlarda onun gibi yapmak ve ona uymak istiyorlardı. Pey­gamber Efendimiz, onların bu üzüntülerini görünce onlara şöyle dedi:

"Bunu ta baştan beri bilseydim, kurbanlığımı beraberimde getir­mez ve bu nüsükümü umreye dönüştürürdüm."

Yani bu işin size zor geleceğini baştan beri bilseydim, beraberim­de kurbanlığımı getirmez ve sizin gibi ben de ihramdan çıkardım.

Bu rivayetten de açıkça anlaşıldığı gibi temettü haccı, diğer hac çeşitlerine nisbetle daha faziletlidir. Nitekim İmam Ahmed b. Hanbel de buna dayanarak bu görüşe kail olmuş ve şöyle demiştir: "Rasûlul­lah (s.a.v.)'ın kıran haccı yapmış olduğu hususunda şüphe etmiyo­rum. Ama kendisinin kıran yapmış olduğuna üzüldüğü içindir ki, te­mettü haccı diğer hac çeşitlerinden daha faziletlidir."

Buna cevaben deriz ki: Peygamber (s.a.v.), kurbanlığını berabe­rinde getirmiş olan kimse açısından temettuun kırandan daha fazi­letli oluşuna üzülmemiş tir. Aksine o, ihramda kalmaları sebebiyle sa­habelerin zorlanmasına üzülmüş ve bu yüzden ihramdan çıkmalarını emretmiştir. Doğrusunu Allah bilir ya, bundan ötürüdür ki, İmam Ahmed b. Hanbel, bu sır üzerinde düşündüğü için başka bir rivaye­tinde; kurbanlığını beraberinde getirmemiş olan kimseye nisbetle te-mettunun daha faziletli olduğunu açıkça beyan etmiştir. Çünkü Pey­gamber (s.a.v.), kurbanlığını beraberinde getirmemiş olan sahabeleri­nin temettü yapmalarını emretmiştir, kıran haccı, kurbanlığını bera­berinde getirmiş olan kimse için, diğer hac çeşitlerine oranla daha fa­ziletlidir. Nitekim Aziz ve Celil olan Allah da, Veda haccındâ" peygam­berinin böyle yapmasını tercih etmiş ve kıran yapmasını emretmiştir. Bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda da geçmişti. Doğrusunu Al­lah bilir. [2]

 

Fasıl

 

Peygamber (s.a.v.), Safa ile Merve arasındaki sa'yini tamamladık­tan, beraberinde kurbanlığını getirmemiş olanların nüsüklerini fes­hedip umreye dönüştürmelerini emrettikten sonra cemaatla birlikte Merve tepesinin yanından yürümeye başladı. Mekke doğusundaki Abtah semtine indi. Pazar gününün kalan kısmını, pazartesi, salı ve çarşamba günlerini orada geçirdi. Perşembe günü sabah namazını orada kıldı. Orada bütün vakit namazlarını ashabıyla birlikte kıldı ve o süre zarfında Ka'be'ye hiç uğramadı.

Buharî, arefe gününe kadar Ka'be'ye yaklaşmayan, Ka'be'yi tavaf etmeyen ve ilk tavaftan sonra dönen kimse babında şöyle der: Mu-hammed b. Ebu Bekir, Abdullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Peygamber (s.a.v.), Mekke'ye geldi. Ka'be'yi yedi kez tavaf etti. Safa ile Merve arasında,sa'y yaptı. Bu tavaftan sonra artık Ka'be'ye yaklaşmadı. Arefe dönüşüne kadar Ka'be'ye uğramadı." [3]

 

Fasıl

 

.Rasûlullah (s.a.v.), Mekke dışındaki Batha'da ikamet halinde iken Hz. Ali Yemen'den geldi. Peygamber (s.a.v.) - önceki sayfalarda da anlattığımız gibi- Ali'yi, Halid b. Velid'den sonra Yemen'e emir olarak göndermişti.

Hz, Ali, Yemen'den geldiğinde karısı Fatıma binti Rasûlullah'm ihramdan çıktığını gördü. Nitekim o esnada Rasûlullah (s.a.v.)'m zev­celeri ve beraberinde kurbanlığını getirmeyen kimseler de ihramdan çıkmışlardı. Hz. Fatıma, ihramdan çıkmış, gözüne sürme sürmüş, bo­yalı elbiseler giymişti. Hz. Ali ona:

- Böyle yapmanı sana kim emretti? diye sorunca Hz. Fatıma:

- Babam bana emretti, diye cevap vermişti. Hz. Ali ona kızarak Rasûlullah (s.a.v.)'a gitti.

Fatıma'nın ihramdan çıkıp boyalı elbiseler giyindiğini ve gözüne sürme sürdüğünü haber verdi. Sonra da: "Ya Rasûlallah, bunu senin kendisine emrettiğini iddia ediyor." dedi. Rasûlullah da ona şöyle ce­vap verdi:

- Fatıma doğru söyledi. Doğru söyledi. Doğru söyledi. Sen hacca niyet ettiğin zaman nasıl telbiye getirdin. Ve ne ihramına girdin?

- Peygamber (s.a.v.)'inki gibi yaptım.

-  Benim beraberimde kurbanlığım vardır. Sakın sen ihramdan *_ çıkma.

Hz. Ali'nin Yemen'den getirdiği kurbanlıklarla Rasûlullah (s.a.v)'-in Medine'den-getirdiği ve yolda gelirken satın aldığı kurbanlıklar, toplam 100 deve idi. Hz. Ali ile Hz. Peygamber, bütün kurbanlıklarda ortak oldular.

Bütün bunlar, Müslim'in sahihinde geçmiştir.

Bu takrir, Hafız Ebu'l-Kasim et-Taberanî'nin, İbn Abbas'tan nak­lettiği şu sözü reddetmektedir: "Peygamber (s.a.v.), Cühfe'de iken Ali ile karşılaştı."

Ebu Musa el-Eş'arî de Hz. Ali ile birlikte Yemen'den gelenler ara­sında idi. Ancak o, beraberinde kurbanlık getirmemişti. Umre için ta­vaf edip sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıkmasını Rasûlullah ona em­retti. O da haccmı feshedip umreye dönüştürdü ve temettü yapmış oldu. Ömer b. Hattab'm halifeliği zamanında kendisi de bu şekilde fet­va veriyordu. Hz. Ömer, haccın umreden ayrılarak ifrad şeklinde ya­pılmasını uygun gördüğü zaman o, enıirü'1-mu minin Ömer'den çekin­diği için bu fetvasından caydı.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile Ebu Cuhayfe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Bilal'in ezan okuduğunu, döndüğünü ve ağzını şu tarafa ve şu tarafa çevirdiğini, parmaklarının da kulaklarında olduğunu gördüm. Rasûlullah (s.a.v.) da -yanılmıyorsam deriden mamul olan- kırmızı renkli çadırında idi. Bilal, elinde kısa mızrağı ile dışarı çıktı. Rasûlul­lah (s.a.v.), o mızrağı yere dikti. Arkasına geçip namaz kıldı."

Abdürrezzak dedi ki: Ebu Cuhayfe'nin Mekke'de şöyle dediğini işittim: "Batha'da namaz kılarken Hz. Peygamberin önünden bir kö­pek bir kadın ve bir merkep geçti. Rasûlullah'm üzerinde de kırmızı renkli bir cübbe vardı. O esnada sanki onun bacaklarının parlaklığı­na bakıyordum."

Ahmed b. Hanbel, Ebu Cuhayfe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Ebtah'ta kırmızı renkli çadırda bulunan Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldim. Bilal, onun abdest suyundan arta kalanı çadırdan dı­şarı çıkardı. Kimi o suyu alıyor, kimi de yüzüne serpiyordu. Bilal, ezan okudu. Ezan okurken ağzını sağa ve sola çeviriyordu. Sonra Ra­sûlullah (s.a.v.) için yere bir mızrak dikildi. Kırmızı renkli bir cübbe giyinmiş olan Rasûlullah (s.a.v.), çadırdan dışarı çıktı. Onun bacakla­rının parlaklığına bakıyordum. Öğle ve ikindi namazlarını o mızrağın gerisinde bize ikişer rekat olarak kıldırdı. Namaz esnasında önünden bir kadın, bir köpek ve bir merkep geçti. Onlara engel olan çıkmadı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye varıncaya kadar namazları ora­da ikişer rekat olarak kılmaya devam etti."

Ahmed b. Hanbel, Ebu Cuhayfe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), öğle sıcağında Batha'ya çıktı, abdest aldı. Öğ­le namazını iki rekat olarak kıldırdı. Namaz kılarken önüne bir mız­rak dikilmişti. Namaz esnasında önümüzden bir merkep ve bir kadın geçti. Namaz kılındıktan sonra insanlar kalktılar, Rasûlullah'm elini tutup tokalaştılar. Sonra ellerini kendi yüzlerine sürdüler. Ben de Rasûlullah'm elini tuttum. Elini yüzüme koydum. Baktım ki kardan daha soğuk, miskden daha güzel kokuludur." [4]

 

Fasıl

 

Daha önce anlattığımız gibi Peygamber (s.a.v.), Mekke'nin doğu­sundaki Ebtah'ta pazar gününün kalan kısmım, pazartesi, salı ve çarşamba günlerim ikamet ederek geçirdi. Kurbanlığını beraberinde getirmiş olan kimseler dışındaki herkes ihramdan çıktı. O günlerde Hz. Ali, yanındaki Müslümanlarla birlikte Yemen'den geldi. Gelirken bir miktar da mal getirmişti. Tavaftan sonra Peygamber Efendimiz, Ka'be'ye bir daha uğramamıştı. Perşembe sabahı Ebtah'da namazını kıldı. O gün zilhiccenin sekizinci günü idi. O güne terviye günü de de­nir. Mina'ya gidildiği için o güne Mina günü de denir. Rivayet olun­duğuna göre Peygamber (s.a.v.), zilhiccenin yedinci gününde Müslü­manlara hutbe irad etmişti. Bundan önceki güne de zinet günü denil­miştir. Çünkü bu günde kurbanlık develer, üzerlerine çulları ve ben­zeri şeyleri atılarak süslenirler. Doğrusunu Allah bilir.

Hafız el-Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), terviye gününde hutbe irad ederken insanla­ra hitabta bulunmuş ve menasikleri hakkında kendilerine bilgi ver­mişti. Zevalden önce Mina'ya gitmek üzere bineğine binmişti. Bir gün sonra Mina'ya gittiğini söyleyenler de vardır. Hac ihramından çıkmış olan kimseler, Mina'ya yönelirken Abtah'ta yeniden ihrama girmiş­lerdi. Bineklerine binip Mina'ya hareket etmişlerdi."

Abdülmelik,-Ata kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini ri­vayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte Mekke'ye gelip ihramdan çıktık. Terviye günü olunca hac için telbiye getirerek Mekke'yi geride bıra­kıp Mina'ya gittik."

Müslim, Muhammed b. Hatim kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder:

"ihramdan çıktığımız zaman Rasûlullah (s.a.v.), Mina'ya gitmek istediğimiz zaman ihrama girmemizi emretti. Biz de Abtah'ta ihrama girdik."

Ubeyd b. Cüreyc, İbn Ömer'e şöyle demiştir:

"İnsanların Mekke'de hilali gördükleri zaman telbiye getirdikleri­ni ve ihrama girdiklerini gördüm. Ama sen terviye gününe kadar ih-.rama girmedin. Bu neden böyle olmuştu?

-  Peygamber (s.a.v.), bineğine binip hareket etmedikçe ihrama girmemişti. Bunun için böyle yaptım."

Buharı dedi ki: "Mina'ya mücavir olan kimsenin hac için telbiye getirişi hususunda Ata'ya soru soruldu. O da şu cevabı verdi:

- İbn Ömer, terviye gününde öğle namazını kılıp bineğine bindik­ten sonra telbiye getirdi."

Ben derim ki; İbn Ömer, umre için Mekke'ye geldiğinde böyle ya­pardı. Mekke'ye gelince umre ihramından çıkardı. Terviye günü oldu­ğunda bineğine binip Mina'ya yönelmedikçe telbiyeye başlamazdı. Ni­tekim Rasûlullah (s.a.v.) da Zu'1-Huleyfe'de öğle namazını kılıp bineğine bindikten ve yola çıktıktan sonra telbiye getirmişti. Fakat tervi­ye gününde Rasûlullah (s.a.v.), öğle namazını Abtah'da değil de Mi-na'da kılmıştı. Bu hususta hiç ihtilaf yoktur. [5]

 

Terviye Gününde Öğle Namazının Nerede Kılınacağı

 

Buharî, Abdullah b. Muhammed kanalı ile Abdülaziz b. Rufay'ın şöyle dediğini rivayet eder: "Enes b. Malik'e dedim ki:

-  Terviye gününde Hz. Peygamberin öğle ve ikindi namazlarını nerede kıldığını hatırlıyor musun?

- Mina'da kıldı.

- Mina'dan Mekke'ye dönüş gününde ikindi namazını nerede kıl­dı?

- Abtah'ta kıldı. Emirlerin nasıl yapmışlarsa sen de öyle yap." Buharî, Abdülaziz b. Rufay'm şöyle dediğini rivayet eder: "Terviye gününde Mina'ya hareket ettim. Yolda bir merkep üze­rinde gitmekte olan Enes'le karşılaştım. Ona:

- Bugün, Peygamber (s.a.s.) öğle namazını nerede kıldı? diye sor­dum. O da şu cevabı verdi:

- Bak, emirlerin nerede namaz kılmışlarsa sen de orada kıl." İmam Ahmed b. Hanbel, Esved b. Amir kanalı ile İbn Abbas'm

 şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), beş vakit namazı Mina'da kıldı."

Yine İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet

eder:

"Terviye gününde Peygamber (s.a.v.), öğle namazını Mina'da kıl­dı. Arefe gününün sabah namazını da orada kıldı."

Tirmizî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), bize öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah na­mazlarını Mina'da kıldırdı. Sonra Arafat'a gitti."

İmam Ahmed b. Hanbel şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.)'i gören bir adam bize şöyle dedi: "Peygamber (s.a.v.), terviye gününde Mina'ya gitti. Yanında Bilal de vardı. Bilal'in elinde bir değnek üzerine konul­muş bir bez parçası vardı. Onunla Rasûlullah'ı gölgelendirip sıcaktan koruyordu."

İmam Şafiî, Hz. Peygamberin terviye günü zevalden sonra bine­ğine binip Âbtah'tan Mina'ya gittiğini, ancak öğle namazını Mina'da kıldığım kesin bir dille ifade etmiştir. O, yukarıdaki hadisi buna delil olarak göstermiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Daha önce de belirtildiği gibi Cafer b. Muhammed, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder:

«İnsanların tamamı, ihramdan çıkıp saçlarını kısalttılar. Yalnız Peygamber (s.a.v.) ile beraberinde kurbanlıkları bulunan kimseler hariç, onlar ihramlı olarak beklediler. Terviye günü olduğunda Mi-na'ya yönelip hac için ihrama girip telbiye getirdiler. Rasûlullah (s.a.v.) da bineğine binip Mina'ya gitti. Orada öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kıldı. Daha sonra biraz bekledi. Nihayet güneş doğdu. Kıldan mamul çadırının kurulmasını emretti. Çadırı, Nemire'de kuruldu. Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Kureyşli-ler onun, kendilerinin de cahiliye devrinde yaptıkları gibi mutlaka Meş'ar-i Haram'da vakfe yapacaklarını sanıyor ve bu hususta şüphe etmiyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Geçip gitti. Niha­yet Arefe'ye vardı. Çadırının Nemire'de kurulmuş olduğunu gördü. Çadıra girdi, güneş zevale erdikten sonra, Kasva adlı devesinin geti­rilmesini emretti. Devesi hazırlandı. Binip vadinin aşağısına geldi. Orada insanlara hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle dedi:

"Doğrusu kanlarınız, mallarınız; bu gününüzün kutsallığı, bu ayı­nızın kutsallığı ve bu şehrinizin kutsallığı gibi kutsaldır. Bilesiniz ki cahiliyetten kalma her âdet ayaklarımın altındadır. İptal edilmiştir. Cahiliyetten kalma kan davaları iptal edilmiştir. İptal ettiğim ilk kan davamız, Rebia b. Haris'in oğlunun kanıdır. O, Beni Sa'd kabilesinde süt emmişti. Onu, Huzeyl kabilesi öldürmüştü.

Cahiliyetten kalma faiz muameleleri iptal edilmiştir. İptal etti­ğim ilk faiz alacağımız, Abbas b. Abdülmuttalib'in alacağıdır. Faiz tü­müyle kaldırılmıştır.

Kadınlarınız hususunda Allah'ın buyruklarına karşı gelmekten sakının. Çünkü siz, onları Allah'ın emanetiyle aldınız. Allah'a söz ve­rerek tenasül organlarını kendinize helal ettiniz. Onların da sizin sevmediğiniz kimseleri aile yataklarınıza bastırmamaları, sizin onlar üzerindeki hakkınızdır. Eğer böyle yaparlarsa onları, ağır olmamak kaydıyla dövün, onların rızıklarını, elbiselerini, örfe uygun ölçüde vermeniz gerekir. Aranızda öyle birşey bırakıyorum ki, ona bağlandı­ğınız ve sarıldığınız müddetçe benden sonra asla sapıklığa düşmeye­ceksiniz. O, Allah'ın kitabıdır.

Beni size soracaklar, ne diyeceksiniz?

Orada bulunanlar şöyle dediler: Risaleti tebliğ ettiğini, görevini ifa ettiğini, nasihat verdiğini söyleyecek ve buna şahitlik edeceğiz.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), işaret parmağını semaya kal­dırıp, sonra işarette bulunarak: "Allah'ım, şahid ol. Allah'ım, şahid ol. Allah'ım, şahid ol." dedi.»

Ebu Abdurrahman en Neseî, Hizyem b. Amr es-Sa'dî'nin şöyle de­diğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m Veda haccmda arefe günü hutbesinde şöyle dediğini işittim:

"Bilesiniz ki kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız; bu gününüzün kut­sallığı, bu ayınızın kutsallığı ve bu beldenizin kutsallığı gibi size kut­saldır (dokunulmazdır)."

Ebu Davud, Beni Demre kabilesinden bir adamın kendi babasın­dan veya amcasından şöyle bir nakilde bulunduğunu rivayet eder:

"Arafat'ta Rasûlullah (s.a.v.)'ı minber üzerinde gördüm."

Bunun senedi zayıftır. Çünkü bunda tanınmayan bir adam var­dır. Sonra Cabir'in uzun hadisinde de geçtiği gibi, Peygamber (s.a.v.), minber üzerinde değil, Kasva adlı devesi üzerinde Arafat hutbesini irad etmiştir.

Ebu Davud, Seleme'nin babası Nubayt'ın, "Arafat'ta kızıl renkli bir deve üzerinde durup hutbe okurken Hz. Peygamber'i gördüm." de­diğini rivayet etmiştir.

Bu rivayetin senedinde de tanınmayan bir ravi vardır. Ancak Ca­bir'in naklettiği hadis bunu doğrulamaktadır. Ebu Davud, Halidb. el-Adda b. Hevzen'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Arefe gününde Peygamber (s.a.v.)İ bir deve üzerinde ayaklarını iki üzengiye koyup dikilmiş vaziyette hutbe irad ederken gördüm."

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İbn Abbas'm şöyle dediği riva­yet edilmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m Arafat'ta hutbe irad ederken ihramlı kimse hakkında şöyle dediğini işittim: İki pabuç bulamayan kimse iki mest giysin. İzar bulamayan kimse don giysin."

Muhammed b. İshak, Abbad b. Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dedi­ğini rivayet eder:

"Arafat'ta Peygamber Efendimiz'in sözlerini insanlara ulaştıran kişi, Rebia b. Ümeyye b. Halef idi. Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle emir veriyordu:

- De ki: Ey insanlar, Rasûlullah diyor ki: "Biliyor musunuz bu ay hangi aydır?"

İnsanlar da şöyle diyorlardı:

- Bu haram aydır.

Rasûlullah (s.a.v.), Rebia'ya şöyle diyordu:

-  Onlara de ki: Şüphesiz Allah, kanlarınızı, mallarınızı, bu ayın haramlığı gibi size haram kılmıştır.

Sonra Rasûlullah, Rebia'ya şöyle demişti:

-  De ki: Ey insanlar, Rasûlullah (s.a.v.) diyor ki: "Bu beldenin hangi belde olduğunu biliyor musunuz?"

Muhammed b. İshak, Leys b. Ebi Süleym kanalı ile Amr b. Hari-ce'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Attab b. Üseyd, beni bir iş için Arefe'de vakfe halinde bulunan Rasûlullah (s.a.v.)'a gönderdi. Ben de gidip Rasûlullah'Ia görüştüm ve Attab in isteğini ilettim. Sonra Rasûlullah'm devesinin altında dur­dum. Devenin salyası başıma damlıyordu. Rasûlullah'm şöyle dediği­ni işittim:

"Ey insanlar, doğrusu Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir. Varise vasiyette bulunmak caiz olmaz. Çocuk yatağa aittir. Zinakara recm cezası vardır. Her kim kendi babasından başkasının nesebine bağlı olduğunu iddia eder veya mevlalanndan başkasını mevla edi­nirse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine ol­sun. Allah, onun farz ve nafile hiçbir ibadetini kabul etmesin."

Rasûlullah'm bu hutbesinden sonra kurban bayramının birinci' günü irad ettiği hutbesini, o hutbedeki hikmetli sözleri ile öğüt ve na­sihatlerini tafsilatlı bir şekilde anlatacağımız gibi peygamber âdabını da inşallah anlatacağız.[6]

 

Mina'dan Arefe'ye Giderken Telbiye Ve Tekbir

 

Buharı, Muhammed b. Ebu Bekir es-Sakafî'nin, Mina'dan Arefe'-ye giderken Enes b. Malik'e şöyle sorduğunu rivayet eder:

"Siz bugünde Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte nasıl yapardınız?

- Bizden bazıları tehlil getirirdi. Bunu kimse yadırgamazdı. Bazı­larımız ise tekbir getirirdi. Bunu da kimse yadırgamazdı."

Buharı, Abdullah b. Mesleme kanalı ile Salim b. Abdullah'ın şöy­le dediğini rivayet eder:

"Abdülmelik b. Mervan, hac hususunda Abdullah b. Ömer'e uy­ması için Haccac b. Yusuf a mektup yazdı. Arefe günü olduğunda İbn Ömer geldi. Ben de ber ab erindeydim. Güneş zevale meyletmişti. Hac­cac, çadırının yanında:

- Bu adam nerede? diye bağırdı. Abdullah b. Ömer yanına gitti ve:

- Hareket ediyoruz, dedi. Oda:

- Şimdi mi? diye sorunca, İbn Ömer: -Evet, şimdi.... diye cevap verdi. Haccac:

- Beni bekle de biraz su döküneyim, dedi. Sonra İbn Ömer geldi,. hareket etti. Benimle babam arasında yürüyordu. Ben dedim ki:

- Eğer sünnete uygun hareket etmek istiyorsan bugün hutbeyi kı­salt, vakfeyi acele yap.

İbn Ömer de:

- Doğru söyledin, dedi."

Buharî, Salim'in şöyle dediğini rivayet eder:

"İbn Zübeyr'i iktidardan düşürdüğü sene Haccac, Abdullah'a şöy­le sordu:

- Siz şu vakfede nasıl yapardınız?

- Eğer sen sünneti istiyorsan, arefe gününde namazı erken kıl. İbn Ömer dedi ki:

- Doğru söylemiştir. Çünkü onlar öğle ile ikindi namazını sünnete uygun olarak arefe gününde cem ederlerdi.

Ben de Salim'e dedim ki:

- Rasûlullah (s.a.v.) da böyle yaptı mı?

-  Siz bunu yapmakla sadece sünneti tatbik etmek istiyorsunuz, öyle değil mi?"

Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), arefe gününde sabah namazını kıldığı zaman Mina'dan hareket etti. Nemire'ye indi. Orası, Arefe'ye inen imamın menzilidir. Öğle namazının vakti geldiğinde, Rasûlullah (s.a.v.) er­kenden hareket etti. Arefe gününde öğle ve ikindi namazlarım cem ederek bir arada kıldı."

Cabir de daha önce geçen Arefe hutbesini naklettikten sonra ha­disinde şöyle demiştir:

"Sonra Bilal ezan okudu. Ezandan sonra kamet getirdi. Rasûlul­lah, öğle namazını kıldı. Arkasından ikindi namazı için kamet getiril­di ve ikindi namazını kıldı. Bu iki namaz arasında başka birşey kıl­madı."

Bu da gösteriyor ki; Hz. Peygamber, ilk olarak hutbeyi irad etmiş, sonra ikinci hutbeye başlamadan namaz kılmıştır.

İmam Şafiî, Veda haccı ile ilgili olarak Cabir'in şöyle dediğini ri­vayet eder:

"Peygamber (s.a.v.), Arefe'deki vakfe yerine gitti. İnsanlara ilk hutbeyi irad etti. Sonra Bilal, ezan okudu. Sonra Peygamber (s.a.v.), ikinci hutbeyi irad etmeye başladı. Hutbeyi tamamladıktan sonra Bi­lal ezan okudu, sonra kamet getirdi. Peygamber Efendimiz de önce öğle namazım, peşi sırada ikindi namazını kıldı."

Müslim, Cabir'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Sonra Rasûlulîah (s.a.v.), bineğine binip hareket etti, vakfe yeri­ne geldi. Kasva adlı bineğinin karnını aşağıdaki kayalıklara dayadı. Müşat dağını da karşısına aldı. Kıbleye yöneldi."

Buharî, Meymune'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Arefe'de vakfe halinde iken Peygamber (s.a.v.)'in oruçlu olup ol­madığı hususunda insanlar şüpheye düştüler. Ben de vakfe halinde iken ona bir kap süt getirdim. O da, insanların gözleri önünde o sütü içti."

Buharî, Ümmü Fadl binti Haris'in şöyle dediğini rivayet eder: "Arefe günü vakfe zamanında insanlar, Peygamber (s.a.v.)'in oruçlu olup olmadığı hususunda tartıştılar. Kimi onun oruçlu olduğu­nu, kimi de oruçlu olmadığını söylediler. O, devesi üzerinde vakfe ha­linde iken kendisine bir bardak süt gönderdim. O da o sütü içti."

İmam Ahmed b. Hanbel, Said b, Cübeyr'in veya oğlunun şöyle de­diğini rivayet eder:

"İbn Abbas'm yanına gittim. O Arefede idi. Nar yiyordu. Ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.), Arefe'de orucunu açmıştı. Ümmü Fadl, ona biraz süt göndermiş, o da o sütü içmişti."

İmam Ahmed b. Hanbel, Atanın şöyle dediğini rivayet eder: "Abdullah b. Abbas, Fadl b. Abbas'ı arefe gününde yemeğe çağır­dı. Fadl:

- Ben oruçluyum, dedi. Abdullah, ona şöyle karşılık verdi:

-  Oruç tutma, çünkü Rasûlullah (s.a.v.)'a arefe gününde bir kap süt gönderildi. O da o sütü içti. Sen oruç tutma. Çünkü insanlar sizi örnek alıyorlar."                                               :

Buharı, Süleyman b. Harb kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini ~ rivayet eder:

"Bir ara Arefe'de iken adamın birisi, Peygamber (s.a.v.)'in yanın­da bineğinden düştü. Bineği onun boynunu kırdı. Peygamber (s.a.v.) de boynu kırılıp ölen adam için sahabelere şu emri verdi:

-  Onu su ve sedir ağacı ile yıkayın. İki kefene sarın. Ona koku sürmeyin. Başına örtü örtmeyin ve saçlarına koku sürmeyin. Çünkü

kıyamet gününde Cenâb-ı Allah, onu telbiye getirir vaziyette dirilte-cektir."

Neseî, İshak b. İbrahim kanalı ile Abdurrahman b. Yamer ed-Di-lî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Arefe'de hazır bulundum. Necid'den bazı adamlar yanına gelip ona hacla ilgili sorular sordular. O da onla­ra şu cevabı verdi:

"Hac demek, Arefe demektir. Arefe gecesinde fecrin doğuşundan Önce Arefe'ye ulaşan kimsenin haccı tamam olmuştur."

Neseî, Yezid b. Seyhan'ın şöyle dediğini rivayet eder:

"Biz Arefe'de vakfe yerinden uzakta durmuştuk. İbn Mirba el-Ensârî bize gelip şöyle dedi.

- Ben Rasûlullah'ın size gönderdiği bir elçiyim. O size şöyle diyor: "Mesailinizin yanında olun (şiarlarınızın yanından uzak durmayın). Çünkü siz, babanız İbrahim'in mirasından bir miras üzerindesiniz."

Müslim, Cafer b. Muhammed kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini ri­vayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ben şuracıkta vakfe yaptım. Arefe'nin her tarafında vakfe yapılabilir."

"Muvatta" adlı eserinde Malik, bu hadise şunu da ilave etmiştir: "Arefe'nin batnından (içinden, ortasından) biraz yukarıya çıkın." [7]

 

Arefe'de Vakfe Halinde Peygamber Efendimizin Yaptığı Dualar

 

Daha önce de belirtildiği gibi Peygamber (s.a.v.), arefe günü oruç tutmamıştır. Bu da gösteriyor ki; o gün oruç tutmamak, tutmaktan-daha faziletlidir. Zira o gün oruçsuz olmak, dua yapabilmek için bede­ne kuvvet verir. Zaten Arefe'den gaye, dua yapmaktır. Bu sebeple Peygamber (s.a.v.), o gün zevalden guruba kadar bineği üzerinde vak­fe yapmıştır.

Ebu Davud et-Teyalisî, "Müsned" adlı eserinde Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Arefe'de arefe günü oruç tutmayı yasakladı."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm azadhsı İkrime'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Ebu Hüreyre'nin evine gittim. Ona, arefe günü Arafat'ta oruç tutmanın hükmünü sordum. Bana-şöyle dedi:

- Arefe günü Arafat'ta oruç tutmayı Rasûlullah yasakladı." Mehdi el-Abdî'den rivayette bulunan Abdurrahman, yukarıdaki

cümleye "kesinlikle" sözünü de ilave etmiştir.

Hafiz el-Beyhakî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Peygamber (s.a.v.), arefe günü Arafat'ta oruç tutulmasını yasak­ladı."

Ebu Hatim Muhammed b. Hibban el-Bûtî, "Sahih" adlı eserinde arefe günü oruç tutmanın hükmünün Abdullah b. Ömer'e sorulduğu­nu, onun da şu cevabı verdiğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte haccettim, arefe günü oruç tutmadı. Ebu Bekir'le birlikte haccettim, arefe günü oruç tutmadı. Ömer'le bir­likte haccettim, arefe günü oruç tutmadı. Ben de arefe günü oruç tut­mam. Bunu ne emrederim, ne de menederim."

İmam Malik, Talha b. Ubeydullah b. Küreyzin şöyle dediğini ri­vayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Duanın en faziletlisi, arefe günü yapılan duadır. Ben ve benden önceki peygamberlerin yaptıkları duanın en faziletlisi de şudur: Lâ ilahe illallah vahdehu lâ şerike leh. (Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur.)"

İmam Ahmed b. Hanbel ile Tirmizî, Amr b. Şuayb'm dedesinin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

- Duanın en faziletlisi, arefe günü yapılan duadır. Ben ve benden önceki peygamberlerin yaptıkları duanın en hayırlısı da şudur: "Al­lah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O, herşeye kadirdir."

Ebu Abdillah b. Mendeh, İbn Ömer'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Arefe günü akşamından önce benim duam ve peygamberlerin duası şudur: "Allah'tan başka ilâh yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O, herşeye kadirdir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Zübeyr b. Avvam (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ın arefede şu ayeti okuduğunu işittim: "Allah, melekler ve adaleti yerine getiren ilim sahipleri, O'ndan başka tanrı olmadığına şahitlik etmişlerdir. O'ndan başka tanrı yok­tur. O güçlüdür, hakimdir." (Âl-i imrân, ıs.) Ben de buna şahidlik eden­lerdenim ya Rab.»

Hafiz Ebu'l-Kasım et-Taberanî, Hz. Ali'den rivayet etti ki, Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.

"Arefe günü akşamından önce benim ve peygamberlerin söyledik­leri duaların en faziletlisi şudur: Allah'tan başka ilâh yoktur. Sadece O vardır. Ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O, herşeye kadirdir."

Tirmizî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Arefe günü valcfe yerinde Rasûlullah (s.a.v.), en çok şu duayı ya­pıyordu:

"Allah'ım, tıpkı bizim dediğimiz gibi ve bizim dediğimizden daha hayırlı olacak hamd sana mahsustur. Allah'ım, namazım, nüsüküm (hac ve umre ibadetim), dirimim ve ölümüm sana aittir. Ey Rabbim, mirasım da sana aittir. Kabir azabından, kalb vesvesesinden ve dağı­nık işlerden sana sığınırım. Allah'ım, rüzgarın estirip getirdiği şeyle­rin şerrinden de sana sığınırım."

Hafız el-Beyhakî, Hz. Ali'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benden önceki (peygamber)lerin ve benim arefe gününde en çok yaptığımız dua şudur:-Allah'tan başka ilâh yoktur, yalnızca O vardır. Ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O, herşeye kadirdir.

Allah'ım, gözümde nur, kulağımda nur, kalbimde nur yarat. Al­lah'ım, kalbimi genişlet, işimi kolayîaştır. Allah'ım, kalbin vesvese­sinden, dağınık işlerden, kabir fitnesinin şerrinden, geceye giren şey­lerin şerrinden, gündüze giren şeylerin şerrinden, rüzgarların estirip getirdiği şeylerin şerrinden ve zamanın kötülüklerinin şerrinden sa­na sığınırım."

"Menâsik" adlı eserinde Taberanî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Veda haccmda Rasûlullah'm dualarından biri de şu idi:

"Allah'ım, şüphesiz sen benim sözümü işitiyor, yerimi görüyor, gizlilik ve aşikarlığımı biliyorsun. Benim sana gizli kalan hiçbir şe­yim yoktur. Ben zavallı, fakir, imdat dileyen, eman dileyen, senden korkan, senden ürken ve suçunu ikrar edip, günahını itiraf eden kim­seyim. Miskin kimse gibi senden dilekte bulunuyorum. Zelil kimse gi­bi sana yalvarıyorum. Sıkıntıya düşmüş korkak kimse gibi sana dua ediyorum. Boynunu sana bükmüş, gözyaşlarını senin için dökmüş kimse gibi sana yalvarıyorum. Cesedi sana boyun eğmiş, burnu senin için yere sürülmüş kimse gibi sana yakarıyorum. Allah'ım, sana yap­tığım duam sebebiyle beni bahtsız kılma. Bana şefkat ve rahmet eden ol, ey kendisinden dilenilenlerin en hayırlısı ve dileği isaf edenlerin en hayırlısı olan Allah'ım."

,   İmam Ahmed b. Hanbel, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder.:

"Arafat'ta Peygamber (s.a.v.)'in bineğinin terkisinde idim. Elleri­ni kaldırıp dua etti. Devesi boynunu öte tarafa çevirince yuları yere düştü. O da bir eli havada dua ederken, diğer eliyle uzanıp yuları al­dı."

Hafız el-Beyhakî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.)'ı, Arefe'de dilencinin yemek isteyişi gibi elleri göğsünde dua eder vaziyette gördüm."

Ebu Davud et-Teyalisî, "Müsned" adlı eserinde Abbas b. Mirdas'-ın şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), arefe günü akşamı ümmetinin bağışlanması ve merhamete nail olması için çokça dua etti. Allah da ona şöyle vahy gönderdi. "Bu dileğini yerine getirdim. Ancak birbirine haksızlık edenler müstasna. Onları affetmeyeceğim. Diğerlerinin benimle ken­dileri arasındaki günahlarına gelince, o günahları bağışladım."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle dedi: "Ya Rab! Şu mazlu­ma, haksızlıkla elinden alınan şeyden daha hayırlı bir sevap vererek o zalimi bağışlattırmaya muktedirsin."

O akşam Cenâb-ı Allah, Rasûlünün bu isteğine cevap vermedi. Ertesi sabah Müzdelife'de Rasûlullah duasını tekrarladı. Cenâb-ı Al­lah: "Ben onları da bağışladım." diye cevap verdi. Bunun üzerine Ra­sûlullah (s.a.v.) gülümsedi. Ashabından bazıları ona şöyle dediler:

- Ya Rasûlallah, gülümsemeyi âdet edinmediğin bir saatte gülüm-sedin. Bu neden?

Rasûlullah, buna cevaben dedi ki:

- Allah düşmanı İblis'ten dolayı gülümsedim. Ümmetimin bağış­lanması için yaptığım duaya Cenâb-ı Allah'ın icabet ettiğini anlayın­ca kendi ölüm ve helakini isteyerek başının üzerine toprak saçarak çekip gitti."

Hafiz Ebu'l-Kasım et-Taberanî, Ubade b. Samit'in şöyle dediğini rivayet eder:

Arefe gününde Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"Ey inananlar! Doğrusu Cenâb-ı Allah, bugünde size lütfetmiştir. Aranızdaki mali haksızlıklar dışında sizi bağışladı. Kötülük yapmış olanlarınızı, iyilik yapmış olanlarınıza bağışladı! İyilik yapmış olanla­rınıza da dilediği şeyi verdi. Haydi, Allah'ın adıyla hareket edin."

Müzdelife'ye geldiklerinde Rasûlullah şöyle dedi:

"Doğrusu Cenâb-ı Allah, salih olanlarınızı bağışladı. Salih olanla­rınızı, salih olmayanlarınıza şefaatçi kıldı. Rahmet iniyor. Onların ta­mamını kapsıyor. Sonra rahmet bütün yeryüzüne dağılıyor. Elini ve dilini muhafaza etmiş olan her tevbekarın üzerine iniyor. İblis ile as­kerleri, Arafat dağı üzerinde Cenâb-ı Allah'ın kendilerine ne yapaca­ğını bekliyorlar. Rahmet inince o ve askerleri, ölüm ve helaklerini is­tiyorlar. Uzun zamandan beri onları, Müslümanların affedilecekleri ile korkutuyorum. Şimdi onlar (Müslümanların affedilmeleri yüzün­den) kendi ölüm ve helaklerini isteyerek dağılıp gidiyorlar." [8]

 

Bu Şerefli Mevkide Rasûlullah (S.A.V.)'A Nazil Olan Yüksek Vahiy

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Cafer b. Avn kanalı ile Tarık b. Şihab'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Yahudilerden bir adam, Ömer b. Hattab'a gelip şöyle dedi:

-  Ey mü'minlerin emiri! Siz kitabınızda bir ayet okuyorsunuz. Eğer bu ayet bize nazil olsaydı, biz Yahudiler topluluğu o ayetin nazil olduğu günü bayram edinirdik.

- O hangi ayettir?

- Şu ayettir.

"Bugün size dininizi bütünledim. Üzerinize olan nimetimi ta­mamladım. Din olarak sizin için İslâmiyet'i beğendim." (ei-Mâide, 3.)

- Vallahi ben bu ayetin Rasûlullah (s.a.v.)'a nazil olduğu günü, nazil olduğu saati biliyorum. Arefe günü bir cuma gününe denk gel­mişti ki, bu ayet o günün akşamında Rasûlullah'a nazil olmuştu." [9]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Arafat'tan Meş'ar-İ Haram'a Gidişi

 

Bu konuda rivayet edilen uzun hadisinde Cabir şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), güneşin batması, sanlığının azar, azar gitme­si ve nihayet güneş kursunun kaybolmasına dek Arafat'ta vakfesini sürdürdü. Sonra bineğine bindi. Üsame'yi de terkisine aldı. Hareket etti. Kasva adlı bineğinin yularını boynuna dolamıştı. Öyle ki; Kas-va'nm başı üzengiye değiyordu. Ve Rasûlullah, sağ eliyle işarette bu­lunarak şöyle diyordu:

- Ey insanlar, sakin olun. Sakin olun!

Her bir dağın yanma geldiğinde devesinin yularını gevşetiyordu ki; deve yukarıya tırmanabilsin. Nihayet Müzdelife'ye geldi. Orada akşam ve yatsı namazlarını iki ezan ve iki kametle kıldı. İki namaz arasında tesbihat yapmadı."

Buharî, Abdullah b. Yusuf kanalı ile Hişam b. Urve'nin, kendi ba­basından şöyle bir rivayette bulunduğunu nakleder:

"Ben yanında oturmakta iken Üsame'ye şöyle bir soru yöneltildi:

- Haccetü'l-vedada Arafat'tan Müzdelife'ye dönüldüğünde Rasû­lullah (s.a.v.) nasıl hareket etti?

- Rasûlullah, süratle ağır yürüme arasında orta bir halde seyret­ti. Fakat boş bir alan bulunca biraz daha hızlı hareket ederdi."

İmam Ahmed b. Hanbel, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Arefe günü akşamında Rasûlullah (s.a.v.)'m bineğinin terkisinde idim. Güneş batınca Rasûlullah (s.a.v.) hareket etti. Arkasındaki in­sanların izhidamını ve birbirlerini itişlerini duyunca:

- Ey insanlar, yavaş olun, sakin olun. Doğrusu hızla gitmek pek iyi birşey değildir, dedi.

İnsanlar etrafını çevreleyip sıkıştırdıklarında Rasûlullah (s.a.v.), hızla yürümekle ağır yürümek arasında orta bir şekilde seyrederdi. Boş bir alan bulunca biraz daha süratle oraya giderdi. Nihayet Müz­delife'ye vardı. Orada akşam ve yatsı namazlarım birleştirerek kıldı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Üsarne b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Arefe'den Müzdelife'ye doğru hareket etti.

Ben de bineğinin terkisinde idim. Öyleki, bineğinin kulak arkasında­ki çıkık kemikleri neredeyse kafilenin öndeki adamına değiyordu. Bu­nun üzerine Rasûlullah şöyle diyordu:

- Ey insanlar, sakin olun, ağır olun! Doğrusu develeri hızla koş­turmak pek iyi birşey değildir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Arefe günü Rasûlullah'm bineğinin terkisinde idim. Nihayet Müzdelife boğazına geldi. Sonra su döküp abdest aldı. Sonra bineğine bindi. Namaz kılmadı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Arafat'tan Müzdelife'ye doğru giderken Rasûlullah (s.a.v.)'m bi­neğinin terkisinde idim. Müzdelife'ye varıncaya kadar bineği yavaş yürüdü. Hızla koşup ayağını yerden kaldırmadı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Peygamber (s.a.v.), Arafe'de bineğine binerken beni de terkisine aldı. Müzdelife'ye yakın boğaza vardığında inip küçük abdestini yap­tı. Ben de eline su döktüm. Çabucak abdest aldı. Kendisine:

- Namazı kılalım mı? diye sordum. O da:

-  Namaz senin önündedir (yani ileride kılacağız), dedi. Sonra Müzdelife'ye geldi. Akşam namazını kıldı. Namazdan sonra yüklerini çözdüler. Ben de ona yardım ettim. Sonra yatsı namazım kıldı."

Buharî, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.), Arefe'den hareket edip Müzdelife yoluna ko­yulduğunda Müzdelife boğazına geldi. İnip küçük abdestini yaptı. Sonra abdest aldı. Ama abdesti ağır bir şekilde değil, acele aldı. Ben de ona:

- Namazı kılalım mı? diye sordum. O:

- Namaz senin Önündedir (yani ileride kılacaksın), dedi. Müzdeli­fe'ye geldiğinde tam şartlarına riayet ederek abdest aldı. Sonra na­maz için kamet getirildi. Akşam namazını kıldı. Sonra herkes devesi­ni kendi menzilinin önünde çöktürdü. Tekrar namaz için kamet geti­rildi. Bu defa da Rasûlullah yatsı namazını kıldı. Bu iki namaz ara­sında başka bir namaz kılmadı."

Buharî, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah (s.a.v.)'m bineğinin terkisine bindim. Müzdelife yakı­nındaki sol tarafta bulunan boğaza vardığında devesini çöktürdü. inip küçük abdestini yaptı. Sonra abdest alması için eline su döktüm. Hafif bir abdest aldı. Ona:

- Namaz kılalım mı ya Rasûlallah? diye sordum. O da:

- Namaz önündedir (yani ileride kılacaksın), diye cevap verdi. Bi­neğine bindi. Nihayet Müzdelife'ye vardı. Orada namaz kıldı. Müzde­life sabahında Fadl, Rasûlullah'ın yanma geldi."

Küreyb dedi ki: "Abdullah b. Abbas, Padl'dan bana nakletti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Cemre yerine ulaşıncaya kadar telbiye getirmeye

devam etti."

İmam Ahmed b. Hanbel, Veki ve Ömer b. Zerr kanalı ile Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Arefe'de bineğine binerken beni de bineğinin terkisine aldı. İnsanlar: "Sahibimiz ne yaptığını bize haber verecek­tir." dediler.

Rasûlullah, Arefe'den hareket ederken durdu. Bineğinin yularını tutup geri çekti. Öyle ki, başı eşyalarının ortasına değdi. Ya da değe­cek gibi oldu. Eliyle insanlara: "Sakin olun, sakin olun. Sakin olun!" dercesine işarette bulunuyordu. Nihayet Müzdelife'ye vardı. Sonra Fadl b. Abbas (r.a.), Rasûlullah'm bineğinin terkisine bindi. İnsanlar: "Sahibimiz, Rasûlullah'm ne yaptığını bize haber verecektir." dediler. Fadl da onlara şöyle dedi: "Rasûlullah, dünkü gibi yumuşak şekilde hareket ediyor ve normal seyirle gidiyordu. Muhassir vadisine gelince hızlandı ve düzlük alana çıktı."

Buharî, Said b. Ebi Meryem kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Arefe gününde Peygamber (s.a.v.), bineğine binip harekete geçti. Arkadan bir gürültü duydu. Hızlandırılmak için develerin kırbaçlan­dıklarını işitti. Kırbacıyla onlara işarette bulunarak şöyle dedi:

- Ey insanlar, sakin olun, ağır olun. Çünkü develeri hızlandırmak iyilikten değildir."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Arafat'tan harekete geçince insanlar binekle­rini hızlandırmaya başladılar. O da duyurucusuna şöyle bir duyuruda bulunmasını emretti:

"Ey insanlar! Atlan ve develeri hızlandırıp koşturmak, iyilikten değildir!" Artık hiçbir bineğin Müzdelife'ye varıncaya kadar ayağını koşarcasına yerden kaldırdığım görmedim."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle de dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Arafat ve Müzdelife'de her nereye inip abdest bozmuş ise mutlaka oraya su dökülmüştür."

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Arafat'ta İbn Ömer'le birlikte idim. Yürüdüğü zaman ben de onunla beraber yürüdüm. İmamın yanma gittik. Onunla beraber öğle ve ikindi namazını kıldık. Sonra vakfe yaptı. Ben ve arkadaşlarım da onunla beraber vakfe yaptık. Sonra imam, Arafat'tan hareket etti. Biz de onunla beraber hareket ettik. Müzdelife ile Arafat arasındaki dar boğaza yaklaştığımızda bineğini çöktürdü. Biz de çöktürdük. Na­maz kılmak istediğini zannettik. Bineğinin yularını tutan kölesine namaz kılmak istemediğini, ancak Peygamber Efendimiz'in o mekana vardığında def-i hacette bulunduğunu hatırladığını, kendisinin de orada def-i hacette bulunmak istediğini söyledi."

Buharı, Musa kanalı ile Nafi'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdullah b. Ömer, Müzdelife'de akşamla yatsı namazını cem ederek kılardı. Şu kadar var ki, o, Rasûlullah (s.a.v.)'ın durduğu bo­ğaza varınca, boğaza girip def-i hacette bulunup abdest alırdı. Namaz kılmadan Müzdelife'ye gelirdi."

Buharî, Adem b- Ebi Zi'b kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini ri­vayet eder:

"Peygamber (s.a.v.), herbiri için ayrı kamet getirerek akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife'de cem ederek kıldı. İki namaz arasında tesbihatta bulunmadı. İki namazdan sonra da tesbihatta bulunmadı."

Müslim, Yahya b. Yahya tarikiyle İbn Ömer'in şöyle dediğini ri­vayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife'de cem ederek kıldı."

Müslim, Abdullah b. Ömer'den rivayet etti ki, babası Ömer kendi­sine şu haberi vermiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife'de cem ederek kıldı. Bu iki namaz arasında başka bir namaz kılmadı. Akşam namazını üç, yatsı namazını da iki rekat olarak kıldı.

Abdullah b. Ömer de vefat edinceye kadar Müzdelife'de akşam ve yatsı namazlarını böyle kılardı."

Müslim, Said b. Cübeyr'in akşam ve yatsı namazlarını tek kamet­le Müzdelife'de cem ederek kıldığını ve onun şöyle dediğini rivayet eder:

"İbn Ömer de böyle kılardı. İbn Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)'m da böyle yaptığını anlattı."

Müslim, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife'de cem ederek kıldı. Akşamı üç, yatsıyı da iki rekat olarak tek kametle kıldı."

Müslim, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet eder:

«İbn Ömer'le birlikte Arafat'tan hareket ettik. Müzdelife'ye var­dığımızda akşam ve yatsı namazlarını tek kamette kıldı. Namazdan sonra "Rasûlullah (s.a.v.) da burada böyle namaz kıldı." dedi.»

Buharî, Ebu Yezid el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), Veda haccmda akşam ve yatsı namazlarını Müzdelife'de cem ederek kıldı."

Buharî, akşam ve yatsı namazlarını -cem ederken, her biri için ay­rı ayrı ezan okuyup kamet getiren kimse babında, Abdurrahman b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet eder: -

"Abdullah b. Ömer haccetti. Beraberce Müzdelife'ye geldik. Vakit, yatsı ezanının vakti idi. Ya da ona yakın bir vakitti. Abdullah, ada­man birine emir verdi. O da kalkıp ezan okudu ve kamet getirdi. Ka­metten sonra akşam namazını kıldı. Sonrada iki rekat namaz kıldı. Sonra yemeğinin getirilmesini emretti. Yemeğini yedi. Zannedersem yine bir adama emir verdi. O da kalkıp ezan okudu ve kamet getirdi. Sonra yatsı namazını iki rekat olarak kıldı. Fecir doğduğu zaman

şöyle dedi:

- Peygamber (s.a.v.), bu saatte sadece burada, bugünde sabah nar

mazını kıldı.

Bunlar iki namazdırlar ki, vakitleri dışında kılınırlar. Biri, insan­ların Müzdelife'ye gelmelerinden sonra yatsı vaktinde kılman akşam namazıdır. Diğeri de fecrin aydınlandığı vakitte kılman sabah nama­zıdır. Ben, Peygamber (s.a.v.)in de böyle yaptığını gördüm."

"Fecrin aydınlandığı vakitte kılman sabah namazıdır." sözü, Bu-harî'nin, Abdullah b. Mesud'tan rivayet ettiği şu sözden daha açık ve daha zahirdir. Abdullah şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m şu iki namaz dışında herhangi bir namazı, asli vakti dışında kıldığım gör­medim. Asli vakti dışında akşam namazını yatsı namazıyla birlikte cem ederek kıldı. Bir de sabah namazını fecir aydınlandığında kıldı."

Cabir, hadîsinde şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), akşam ve yatsı namazını cem ederek kıldık­tan sonra uzanıp yattı. Fecir doğunca kalkıp sabah aydınlığında ezan ve ikametle sabah namazını kıldı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Urve b. Mudarris'in şöyle dediğini riva­yet eder:

"Müzdelife'de iken Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldim, ona şöyle dedim:

"Ya Rasûlallah! Kendimi yorup, bineğimi zorlayarak Tay dağla­rından senin yanına geldim. Allah'a yemin ederim ki, hangi dağın ya­nından geçtiysem orada vakfe yaptım. Şimdi ben hac yapmış oldum mu?

- Şu sabah namazını bizimle birlikte Müzdelife'de kılan ve bura­dan hareket edinceye kadar bizimle beraber vakfe yapan ve bundan önce de geceleyin, yahut gündüzleyin Arafat'tan gelmiş olan kimsenin haccı tamamlanmış olur. Traş, tırnak kesme, bıyık kırkma ve kasık traş etme gibi işleri yapabilir." [10]

 

Fasıl

 

Rasûhıllah (s.a.v.), insanların Müzdelife'den Mina'ya akın etme­lerinden önce, geceleyin ailesinden bir grubu önceden gönderdi.

Buharı, "Ailesinden zayıf olan kimseleri geceleyin önceden gönde­ren ve onların da Müzdelife'de vakfe yapıp dua edişleri, ay battığı za­man gelişleri" babında, Salim'in şöyle dediğini rivayet eder:

"Abdullah b. Ömer, ailesinden zayıf ve güçsüz olan kimseleri ön­ceden, Müzdelife'ye gönderirdi. Onlar, geceleyin Meş'ar-i Haram'da vakfe yapar, bildiklerince Allah'ı zikrederlerdi. Sonra onların vakfe yapmasından ve hareket etmesinden önce kendileri hareket ederler­di. Onlardan bazıları, sabah namazı vaktinde Mina'ya gider, sabah namazını orada kılarlardı. Bazıları da daha sonra giderlerdi. Gittikle­rinde de cemreleri taşlarlardı. İbn Ömer şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v) buna ruhsat verdi."

Süleyman b. Harb, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder.

"Rasûlullah (s.a.v.), beni geceleyin Müzdelife'den Mina'ya gönder­di."             ;

Buharî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:

"Ben, kendi ailesinden zayıf ve güçsüz kimselerle birlikte Pey­gamber (s.a.v.)'in geceleyin önceden Müzdelife'den gönderdiği kimse­ler arasmdaydım."

Müslim, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder.

"Rasûlullah (s.a.v.), seher vakti ağırlıklarıyla birlikte beni Müz­delife'den gönderdi."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), biz Abdülmuttalib oğullan çocuklarını binek­lerimiz üzerinde önceden gönderdi ve bacaklarımıza elinin iç tarafıyla vurarak: "Ey yavrularım! Güneş doğmadan Cemrelere taş atmayın." dedi. Güneş doğmadan hiçbirimizin Cemre'ye taş attığını sanmıyo­rum.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder.

"Rasûlullah (s.a.v.), kendi ailesinin zayaf ve güçsüzlerini geceleyin Müzdelife'den gönderdi. Onlara güneş doğmadan Cemretü'l-Akabe'ye taş atmamalarını tavsiye etmeye başladı."

Ebu Davud, Osman b. Ebi Şeybe kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle de­diğini rivayet eder:

"Rasûlullah (s.a.v.), gecenin sonundaki karanlıkta ailesinin zayıf ve güçsüzlerini Önceden gönderdi. Ve onlara güneş doğmadan Cemre'­ye taş atmamalarım emretti."

Buharî, Müsedded tarikiyle Abdullah b. Keysan'm şöyle dediğini rivayet eder:

"Esma hazretleri akşamla yatsı namazlarının cem edildiği gece, Müzdelife'ye varmış ve orada geceleyip namaz kılmıştı. Bir müddet namaz kıldıktan sonra Esma:

- Oğlum, ay battı mı? diye sordu. Abdullah:

- Hayır batmadı, diye cevab verdi. Bir müddet daha namaz kıldık­tan sonra:

- Oğlum ay battı mı? diye tekrar sordu.

Abdullah:

- Evet battı, diye cevap verdi. Esma:

- Öyleyse Mina'ya doğru yollanınız, diye emretti.

Onlar da yollandılar. Nihayet Cemre mevkiine geldiler. Cemre'yi taşladıktan sonra Esma tekrar yerine döndü. Sabah namazını kıldı. Abdullah da ona:

- Anneciğim, öyle sanıyorum ki biz, daha ortalık aydınlanmadan önce Cemre'yi taşladık, dedi.

Esma, şu cevabı verdi:

- Oğlum, Rasûlullah (s.a.v.) bu hususta kadınlara izin vermiştir." Esma binti Ebu Bekir es-Sıddık, güneşin doğuşundan önce Cem­re'yi taşlamıştı. Nitekim yukarıdaki rivayette de böyle denmektedir. Ancak çocuklar, kadınlardan daha atik ve daha süratlidirler. Bu se­beple Rasûlullah (s.a.v.), güneş doğmadan çocukların Cemre'yi taşla­mamalarını emretmiş, bu hususta kadınlara ise ruhsat vermişti. Ka­dınların güneş doğmasından önce de Cemre'yi taşlayabileceklerine izin vermişti. Çünkü onlar, daha ağır hareket ederler; ayrıca bu, on­ların karanlıkta kendilerini daha rahat bir şekilde örtmelerine yar­dımcı olur. Doğrusunu Allah bilir.

Esma, başka bir rivayette şöyle demiştir: «Biz, Peygamber (s.a.v.)'in zamanında da böyle yapardık.» Buharî, Ebu Nuaym kanahyla Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Veda haccmda biz Müzdelife'ye gelmiştik. Şevde binti Zem'a hal­kın izdihamından önce kendisinin Mina'ya gönderilmesi hususunda Peygamber (s.a.v.)'den izin istemişti. Şevde; iri yapılı, ağır canlı, ha­reketi geç bir kadındı. Rasûlullah, Sevde'ye izin verdi ve halkın izdi­hamından önce onu Mina'ya gönderdi. Biz de sabaha kadar Rasûlul-lah'm yanında kaldık. Sonra Rasûlullah bizi de, Sevde'yi gönderdiği gibi Mina'ya gönderdi. Keşke Sevde'nin izin isteyişi gibi ben de Rasû-lullah'dan izin istemiş olaydım. Rasûlullah (s.a.v.)'dan izin istemek, bana dünyaya malik olmaktan daha sevimlidir.»

Ebu Davud, Harun b. Abdullah tarikiyle Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), kurban bayramı gecesinde Ümmü Seleme'yi Müzdelife'den Mina'ya gönderdi. O da fecirden önce Cemreyi taşladı. Sonra geçip gitti. O gün Rasûlullah (s.a.v.), onun yanında idi.» [11]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Müzdelife'deki Telbiyesi

 

Müslim, Ebu Bekr b. Ebu Şeybe kanalı ile Abdurrahman b. Ye-zid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Biz Müzdelife'de iken Abdullah şöyle dedi: Kendisine, el-Bakara sûresi nazil olan Rasûlullah (s.a.v.)'m şu makamda şöyle dediğini işittim:

«Buyur Allahım, buyur.» [12]

 

Peygamber (Ş.A.V.)'İn Meş'ar-İ Haram'daki Vakfesi Ve Güneş Doğmadan Önce  Müzdelife'den Hareket Edip Muhassir Vadisinde Bineğini Hızlandırması

 

Yüce Allah buyurdu ki:

«Arafat'tan indiğinizde, Allah'ı Meş'ar-i Haram'da anın.» (el-Bakara,198.)

Bu konudaki hadisinde Cabir şöyle der:

«Rasûlullah <s.a.v.), sabah aydınlandığı zaman ezan okutturup kamet getirterek sabah namazını kıldı. Namazdan sonra Kasva adlı devesine bindi. Meş'ar-i Haram'a geldi. Kıbleye yöneldi. Aziz ve Ceîil olan Allah'a dua etti. Tekbir ve tehlil getirerek Allah'ı birledi. Sabah iyice aydınlanıncaya kadar orada durmasını devam ettirdi. Güneş doğmadan hareket etti. Fadl b. Abbasi da bineğinin terkisine aldı.»

Buharî, Haccac b. Minhal tariki ile Amr b. Meymun'un şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ömer'le birlikte haccettim. Sabah namazını Müzdelife'de kıl­dı, vakfe yaptı ve şöyle dedi: "Müşrikler, güneş doğmadan buradan Mina'ya gitmezler ve: «Ey Sebir dağı, güneşin ışıklarıyla aydınlan.» derlerdi." Rasûlullah (s.a.v.) ise güneş doğmadan buradan hareket edip Mina'ya giderdi.»

Buharî, Abdurrahman b. Yezidin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Abdullah b. Mesud'la beraber Mekke'ye gittim. Sonra Müzdeli­fe'ye geldik. Akşamla yatsı namazlarından her birini başlı başına bi­rer ezan ve ikametle kıldı. Bu iki namazın arasını akşam yemeğiyle ayırdı. Bundan sonra İbn Mesud, şafak söktüğü sırada sabah namazı­nı kıldı. Hatta kimi şafak söktü, kimi de sökmedi, diyordu. Sonra Ab­dullah b. Mesud, Rasûlullah (s.a.v.)'ın:

- Akşamla yatsıdan ibaret olan bu iki namaz, şu Müzdelife mevki­inde mutad olan vakitlerinden başka vakitlere aktarıldı. Sakın insan­lar, yatsı vakti girmedikçe Müzdelife'ye gelmeye çalışmasın. Sabah namazının vakti de (şafağın sökülmesine işaret buyrarak): «Şu an­dır.» buyurduğunu haber verdi.

Bundan sonra İbn Mesud, tan yeri ağanncaya kadar Müzdelife'de

durdu. Sonra:

- Emiru 1-mü'minin Osman (r.a.), bu saatte Müzdelife'den hareket etse, sünnet-i seniyyeye muvafakat etmiş olur, dedi.

Ravi:

- İbn Mesud, bu sözü mü önce söyledi veya Hz. Osman'ın Müzdeli­fe'den Mina'ya hareketi mi daha önce vaki oldu bilmiyorum. İbn Me­sud, kurban bayramının ilk günü Akabe cemresini taşlayıncaya ka­dar telbiyeye devam etti, demiştir.»

Hafız el-Beyhakî, Misver b. Mahreme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Arefe'de bize hutbe okudu. Allah'a hamdu se­nada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"İmdi... Şirk ve put ehli kimseler, güneşin batma anında buradan hareket ediyorlardı. Öyleki, bu vakitte güneş, dağ başlarında erkekle­rin başlarındaki sarık gibi oluyordu. Ama bizim yolumuz, onlannkine muhaliftir. Onlar güneşin doğduğu esnada sarığın erkeklerin başında oluşu gibi güneşin de dağ başlarında bulunduğu esnada Meş'ar-i Ha-ram'dan hareket ediyorlardı. Bizim yolumuz onlannkine muhaliftir.»

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), güneş doğmadan önce Müzdelife'den hareket ederdi.»

Buharî, Abdullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Arefe'den Müzdelife'ye gidinceye kadar Üsame, Peygamber (s.a.v.)'in terkisinde idi. Müzdelife'den Mina'ya giderken Rasûlullah, Fadl'ı bineğinin terkisine aldı. Her ikisi de şöyle dediler: «Peygamber (s.a.v.), Akabe cemresini taşlayıncaya kadar telbiye getiriyordu.»

Müslim, Fadl b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m bineğinin terkisinde idim. Arefe günü . akşamı Arafat'tan hareket ederken, Müzdelife sabahı Müzdelife'den hareket ederken insanlara: «Sakin olun, yavaş olun.» diyordu. Kendi­si de devesinin yularını hep geri çekiyordu. Böylelikle Mina'ya bağlı Muhassir vadisine vardı. Orada Cemrelere atılacak taşları toplama­ları için insanlara emir verdi. Kendisi de Cemre'yi taşlayıncaya kadar telbiye getirmeye devam etti.»

Beyhakî, Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Müzdelife'den sükûnet içinde hareket etti. İnsanların da sakin ve ağır olmalarını emretti. Muhassir vadisinde devesini hızlandırdı. Onlara çakıl taşları ile Cemrelere taş atmalarını emretti ve: «Menasikinizi benden öğrenin. Belki de bu seneden sonra sizi göremem.» dedi.

Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Müzdelife'ye hareket etti. Muhassir vadisine gelince devesini hızlandırdı. Vadiyi geçince durdu. Sonra Fadl'ı bine­ğinin terkisine aldı. Sonra da Cemre'ye gelip orayı taşladı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Arafat'ta vakfe yaptı ve şöyle dedi:

- Burası vakfe yapılacak yerdir. Ama arefenin her tarafında vakfe yapılabilir.

Güneş batınca Arefe'den hareket etti. Bineğinin terkisine Üsa-me'yi aldı. Kendisi devesinin üzerine yumuluyordu. İnsanlar, sağa so­la akın akın hareket ediyorlardı. Ama o, onlara dönüp bakmıyor ve: «Ey insanlar, sakin olun» diyordu.

Sonra Müzdelife'ye geldi. Orada akşam ve yatsı namazlarını cem ederek kıldırdı. Sonra geceledi. Sabah olunca Muzdelife'deki Kuzah dağının yanına geldi. Orada durdu ve:

- Burası Müzdelife'nin durulacak yeridir. Ama Müzdelife'nin her tarafında durulabilir, dedi. Sonra Muhassir vadisine geldi. Orada bi­raz durdu. Sonra devesini hızlandırıp orayı geçti. Geçtikten sonra de­vesini durdurdu. Fadl'ı bineğinin terkisine aldı. Yine yoluna devam etti. Cemre ye geldi. Orayı taşladı. Taşladıktan sonra kurban kesme yerine geldi ve:

-  Burası kurban kesilecek yerdir. Ama Mina'nın her tarafında kurban kesilebilir, dedi.

O esnada Has'am kabilesinden genç bir cariye Rasûlullah'a şu so­ruyu sordu:

- Babam yaşlı bir adamdır. Bunamıştır. Hac farizasıyla yükümlü­dür. Ben onun yerine haccedebilir miyim?

Rasûlullah, ona şu cevabı verdi:

- Evet. Babanın yerine haccedebilirsin.»

O esnada Rasûlullah, Fadl'ın boynunu öbür tarafa çevirdi. Abbas, ona dedi ki:

- Ya Rasûlallah! Amcan oğlunun boynunu niçin öbür tarafa çevir­din?

Rasûlullah da ona şu cevabı verdi:

- Bir genç erkekle bir genç kadın gördüm. Şeytanın oyununa gel­melerinden korktum.

Sonra bir başka adam gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Kurban kesmeden önce tıraş oldum. Buna ne dersin?

Rasûlullah, ona şu cevabı verdi:

- Kurbanını kes, bunun hiçbir sakıncası yoktur. Sonra bir başkası gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Ben tıraş olmadan Mina'dan Mekke'ye gittim, buna ne dersin?

-Trraş ol veya saçını kısalt. Bunun bir sakıncası yoktur. Bundan sonra Rasûlullah, Beyt'e gidip tavaf etti. Tavaftan sonra

Zemzem suyunun yanına gitti. Oradaki dağıtıcılara şöyle dedi:

- Ey Abdülmuttalib oğulları! Su dağıtma işinize devam edin. Eğer (Benim de dağıtıma katılmamın sevap olacağını düşünerek) insanla­rın üzerinize kalabalık oluşturmalarından ve sizi sıkıntıya sokmala­rından endişe etmeseydim, ben de sizinle beraber kuyudan su çekip dağıtırdım.»

Beyhakî, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Muhas­sir vadisinde deveyi hızlandırmayı inkar etmiş ve: «Bu bedevilerin işidir.» demiştir.

Aslında onun, devesini Muhassir vadisinde hızlandırdığı daha ön­ce ifade edilmişti. Şu halde isbat eden ifade, yani hızlandırdığını söy­leyen rivayet, hızlandırmayı reddettiğini ifade eden rivayete göre da­ha önceliklidir.

Ben derim ki: Hz. Peygamber'in Muhassir vadisinde deveyi hız­landırmayı inkar etmiş olduğuna dair rivayetin sübutunda ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir. Peygamber (s.a.s.)'in Muhassir vadi­sinde devesini hızlandırdığını sahabelerden bir cemaat sahih olarak nakletmişlerdir. Ebu Bekir ve Ömer hazretlerinin de böyle yaptıkları sahih olarak rivayet edilmiştir. Beyhakî'nin, Misver b. Mahreme'den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer de Muhassir vadisinde devesini hız­landırır ve şöyle dermiş:

«Devemin yükünün bağı geniştir. O şekilde sana koşar gelir.

Dini, Hristiyanlârın dinine muhaliftir.» [13]

 

Kurban Bayramının Birinci Gününde Hz. Peygamber'in Akabe Cemresini Taşlaması

 

Burayı nasıl taşlamış, ne zaman taşlamış, nereden taşlamış, kaç taşla taşlamış? Bu soruların cevabını bu bölümde vermeye çalışaca­ğız. Rasûlullah (s.a.v.), burayı taşladığı zaman telbiyesine son ver­mişti.

Üsame ile Fadl'ın ve diğer sahabelerin rivayet ettikleri hadise gö­re Peygamber (s.a.v.), Akabe cemresini taşlayıncaya kadar telbiye ge-

tirmeye devam etmiştir.

Beyhakî, Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)'e göz ucuyla bakıyordum. Akabe Cemresine ilk çakıl taşını atıncaya kadar telbiye getirmeye devam etti.»

Beyhakî, Fadl'm şöyle dediğini rivayet eder:

«Arafat'tan Rasûlulîah'la birlikte Müzdelife'ye gittik. Akabe Cem­resine taş atıncaya kadar telbiye getirmeye devam etti. Her taş atı-şıyla beraber tekbir getiriyordu. Cemreye son taşı atınca telbiyeye son verdi.»

Muhammed b. İshak, Eban b. Salih kanalı ile İkrime'nin şöyle de­diğini rivayet eder:

«Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin ile beraber Arafat'tan hareket ettik. Akabe cemresini taşlayıncaya kadar onun telbiye getirdiğini işitiyor­dum. Cemre'yi taşlayınca telbiyeye son verdi. Ona:

- Bu nedir? diye sordum. Şu cevabı verdi:

- Ebu Talib oğlu Ali'nin Akabe Cemresini taşlayıncaya kadar tel-_ biye getirdiğini gördüm. O, Rasûlullah'ın da böyle yaptığını bana söy­ledi.»

Ebu'l-Aliye, Fadl'ın şöyle dediğim rivayet etmiştir:

«Kurban bayramının birinci günü sabahında Rasûlullah (s.a.v.) bana:

-  Gel benim için çakıl taşı topla, dedi. Ben de ona iki parmak u-cuyla atılabilecek irilikte çakıl taşları topladım. Taşları avucuna ko­yup şöyle dedi: «İşte şu irilikteki taşlarla Cemreleri taşlayın. Aşırı gitmekten sakının. Çünkü sizden öncekiler dinde aşırılık yaptıkların­dan helak oldular.»

Cabir, hadisinde şöyle demiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Muhassir vadisine gelince biraz hareket etti. Sonra büyük Cemre'ye giden orta yola koyuldu. Nihayet Cemre'ye vardı. Oraya yedi taş attı. Her taş atışıyla birlikte tekbir getiriyordu. Vadinin ortasından attığı taşlardan her biri iki parmak ucuyla atıla­bilecek irilikte idi.»

Bunu, Müslim rivayet etmiştir.

Buharî, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kurban bayramının birinci gününde kuşluk vakti Peygamber (s.a.v.), Cemre'yi taşladı. Sonraki Cemreleri müteakip günlerin zeval vaktinden sonra taşladı.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Abdurrahman b. Yezid'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Abdullah, vadinin ortasından taşları Cemre'ye atıyordu. Ben ona dedim ki:

- Ey Eba Abdirrahman! İnsanlar yukarı taraftan taşları atıyorlar,

Bana dedi ki:

-  Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a yemin ederim ki; bu makamdan taş atılır ki, burada, Rasûlullah'a el-Bakara sûresi na­zil olmuştu.»

Yine Buharî'nin rivayetine göre Abdurrahman şöyle demiştir:

«Abdullah b. Mesud, Akabe Cemresine geldi. Beyt'i sol tarafına, Mina'yı da sağ tarafına alarak yedi taş attı ve şöyle dedi: «Kendisine el-Bakara sûresi nazil olan (peygamber), işte böyle taşladı.»

Buharî, Abdurrahman b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Abdullah b. Mesud, vadinin içinden Cemre'ye yedi taş attı. Her taşla birlikte tekbir getiriyordu. Sonra da şöyle dedi: «Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a yemin ederim ki; üzerine el-Bakara sûresi nazil olan zat (peygamber), işte buradan taş attı.»

Müslim, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'m iki parmak ucuyla atılabilecek irilikte yedi taşı Cemre'ye attığını gördüm.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Kurban bayramının birinci günü, Peygamber (s.a.v.), bineği üze­rinde Akabe Cemresini taşladı.»

«Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, İbn Mace ve Beyhakî, Ümmü Cündeb el-Ezdiye'nin şöyle dediğini rivayet ederler:

"Rasûlullah (s.a.v.)'ı bineği üzerinde vadinin içinden Cemre'ye taş atarken gördüm. Her taş atışında tekbir getiriyordu. Arkasındaki bir adam da onu seyrediyordu. O adamın kim olduğunu sorduğumda Fadl b. Abbas olduğunu söylediler. İnsanlar, izdiham meydana getir­diler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

-  Ey insanlar, birbirinizi öldürmeyin, Taş atarken iki parmak ucuyla atılabilecek irilikteki taşları atan.»

Ebu Davud'un rivayetine göre Ümmü Cündeb şöyle demiştir:

«Rasûlullah'ı Akabe cemresinin yanında, binek üzerinde gördüm. Parmakları arasında bir taş vardı. Onu attı. İnsanlar da attılar. O, Akabe Cemresinin yanında durmadı.»

İbn Mace'ye göre Ümmü Cündeb şöyle demiştir:

«Rasûlullah (svaw:-)Tı kurban bayramının birinci gününde, Akabe cemresinin yanında bir katır üzerinde gördüm.»

Bu rivayette katırın söylenmesi, gerçekten garibtir.

"Sahih" adlı eserinde Müslim, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ı kurban bayramının birinci gününde bineği üzerinde Cemre'ye taş atarken gördüm. O, şöyle diyordu:

"Menasikinizi benden öğrenin. Gerçekten bilemiyorum, muhtemelen bu haccımdan sonra haccetmeyeceğim."

Veda haccında Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber haccettim. Akabe Cemresini taşlarken onu gördüm. Taşladıktan sonra Cemre'nin ya­nından ayrıldı. Bineği üzerindeydi. Gün, kurban bayramının birinci günü idi. Şöyle diyordu:

"Menasikinizi benden Öğrenin. Çünkü ben bilemiyorum. Belki de bu haccımdan sonra haccetmeyeceğim.»

Başka bir rivayete göre Ümmü'l-Husayn şöyle demiştir:

«Veda haccında Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber haccettim. Usame ile Bilal'den biri, Rasûllah'm devesinin yularını tutmuş, diğeri ise el­bisesi ile onu güneş sıcaklığına karşı gölgelendirip koruyordu. Niha­yet Rasûlullah, Akabe Cemresini taşladı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Kudame b. Abdullah el-Kilabî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kurban bayramının birinci gününde doru renkli bir deve üzerin­de Rasûlullah (s.a.v.)'ı vadinin ortasından Akabe Cemresini taşlarken gördüm. Ne oraya, ne buraya sapıyor, ne de kimseden uzaklaşıyor-du.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Nan'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İbn Ömer, kurban bayramının birinci gününde devesi üzerinde Akabe Cemresini taşlardı. Diğer Cemrelere ise yaya giderdi. Peygam­ber (s.a.v.)'in de giderken ve dönerken yaya gidip geldiğini iddia etti.» [14]

 

Fasıl

 

Cabir dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra kurban kesme yeri­ne gitti. Orada kendi mübarek eliyle altmış üç kurban kesti. Sonra kurbanları Ali'ye verdi. Ali de kalanları kesti. Hz. Ali'yi, kurbanlıkla­ra ortak etmişti. Sonra emir verdi. Her kurbanlıktan bir parça et alındı. Bu etler kazana konulup pişirildi. Etleri yediler, suyunu içti­ler.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Muaz tariki ile sahabe­lerden birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.), Mina'da insanlara hutbe irad etti. Onları menzillerine yerleştirdi ve: «Muhacirler şuraya yerleşsinler.» dedi. Böyle derken kıblenin sağ tarafını gösterdi. Sonra: «Ensâr da şuraya yerleşsin.» dedi. Böyle derken kıblenin sol tarafım gösterdi. Sonra: «insanlar da bunların çevresine yerleşsinler.» dedi. Bundan sonra on­lara menasiki öğretti. Sesini yükseltti. Öyle ki; Mina'daki halk, kendi evlerinde bile bu sesi işittiler. İşte bu esnada onlara şöyle dediğini duydum: «İki parmak ucuyla atılabilecek irilikteki taşları Cemrelere atın.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Muaz et-Teymî'nin şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«Biz Mina'da iken Rasûlullah (s.a.v.) bize hutbe irad etti. Kulak­larımız açıldı. Sanki onun söylediklerini işitiyorduk.»

Cabir b. Abdullah dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) kurbanlıklarına Ebu Talib oğlu Ali'yi ortak etti. Ali'nin Yemen'den getirdiği kurbanlıklarla Rasûlullah (s.a.v.)'m getirdiği kurbanlıkların toplamı 100 idi. Rasû­lullah (s.a.v.) mübarek eliyle altmış üç deve kesti.

İbn Hibban ile diğerleri dediler ki: Bu altmışüç deveyi kesmesi, kendisinin yaşma da uygun idi. Çünkü o zaman, altmışüç yaşındaydı.

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), hacda 100 deve kurban etti. Bunlardan alt­mışını kendi eliyle kesti. Kalanlarını da emir vererek kestirdi. Her deveden bir parça et aldı. Bu etleri bir kazana koydu, pişirdiği etler­den yedi. Suyunu içti.

Hudeybiye gününde de yetmiş kurbanlık kesti. Bunlar arasında Ebu Cehil'in devesi de vardı. Ka'be'den geri çevrilince bu deve, kendi yavruları üzerine inlercesine inledi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Veda haccında 100 tane deve kurban etti. Bunlardan otuzunu kendi eliyle kesti. Sonra Ali'ye verdi. Geri kalan-larıda Ali kesti ve Ali'ye şu buyruğu verdi:

- Bu kurbanlıkların etlerini, derilerini, çullarını, insanlara pay­laştır. Kasaba bunlardan birşey verme. Her deveden bir parça eti bi­zim için ayır, bir kazana koy ki; o etleri yiyelim. Suyunu da içelim.

Hz. Ali de bu emri yerine getirdi.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde, Mücahid'den rivayet olundu­ğuna göre, Hz. Ali şöyle demiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), kurbanlık develerini kesmemi, etlerini, deri­lerini, çullarını sadaka olarak vermemi ve kasaba ücret olarak bun­lardan birşey vermememi emretti. Kasaba ücret olarak biz kendi ya­nımızdan birşeyler veriyorduk.»

Ebu Davud, Arfe b Haris'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte hacda bulundum. Kurbanlık deve­ler getirilmişti. Bana:

- Bana Ebu Hasan'ı (Ali'yi) çağır, dedi. Ali çağrıldı, geldi. Ali'ye şöyle dedi: «Mızrağın altından tut.» Ali, mızrağın altından tuttu. Ra­sûlullah'm kendisi de mızrağın üstünden tuttu. Sonra ikisi birlikte develeri yaraladılar. Bu işi bitirince katırına bindi. Ali'yi de terkisine aldı.»

Bunu sadece Ebu Davud rivayet etmiştir. Bunun senedinde ve metninde gariblik vardır. Doğrusunu Allah bilir.

İmanı Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Akabe Cemresini taşladı, sonra kurbanını kesti ve ardı sırada traş oldu.»

İbn Hazm'ın iddiasına göre Rasûlullah (s.a.v.), kendi hanımları adına da kurban kesti. Mina'da sığzr kesti, kendisi de alaca iki koç kesti.z[15]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Mübarek Başını Traş Edişi

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezzak kanalı ile İbn Ömer'in şöy­le dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), haccında başım traş etti.»

Buharı, Ebu'l-Yeman kanalı ile İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabından bir kısmı başlarını traş ettiler. Bir kısım sahabelerse saçlarını kısalttılar.»

Müslim'in Nafî kanalıyla rivayetine göre Abdullah b. Ömer şöyle bir ilave de yapmıştır: «Rasûlullah (s.a.v.), traştan sonra bir veya iki kez:

- Allah, başlarını traş edenlere rahmet etsin, dedi. -   Sahabeler:

- Ya Rasûlallah, saçını kısaltanlara rahmet yok mu? diye sordu­lar. Bunun üzerine o:

- Saçlarını kısaltanlara da, dedi.»

Müslim, Yahya b. Husayn'm ninesinin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Veda haccında Rasûlullah (s.a.v.)'m saçlarını traş edenler için üç kez, kısaltanlar içinse bir kez dua ettiğini işittim.»

Bu hadisin rivayet senedinde adı geçenlerden biri olan Veki', bu hadisenin Veda haccında olduğuna dair herhangi bir kayıt koymuş değildir.

Müslim, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Mina'ya geldi. Sonra Cenıre'ye gidip orayı taşladı. Sonra da Mina'daki menziline döndü. Kurbanını kesti. Bun­dan sonra berbere:

- (Saçımı) al, dedi. Böyle derken başının sağ tarafinı, sonra sol ta-rafinı gösterdi. Traştan sonra saçım insanlara vermeye başladı.»

Enes'in başka bir rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.), başının sağ tarafinı traş etti. Buradan kesilen saçlarını birer, ikişer tel olarak insanlara taksim etti. Sonra başının sol tarafından kesilen saçları da Ebu Talha'ya verdi.

Enes'in başka bir rivayetine göre Peygamber (s.a.v.), başının sağ tarafından kesilen saçları Ebu Talha'mn kendisine verdi. Sol tarafın­dan kesilen saçları da yine Ebu Talha'ya verdi ama bunları insanlara paylaştırmasını emretti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'ı berber traş ederken gördüm. Ashabı onu çev­relemişlerdi. Bir tek kılın yere düşmemesini, her halükârda bir ada­mın eline düşmesini istiyorlardı.»[16]

 

Fasıl

 

Akabe Cemresini taşladıktan sonra Peygamber (s.a.v.), elbisesini giyinip koku süründü. Kurbanını kesti. Koku sürünüp kurbanını kes­mesini, Beyt'i tavaftan önce yaptı. Mü'minlerin annesi Aişe ona koku sürmüştü

Buharî, Ali b. Abdullah el-Medinî kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«İhrama girdiği zaman Rasûlullah'ı şu iki elimle kokulandırdım. İhramdan çıktığı esnada tavaftan önce de ona koku sürdüm. Hz. Aişe, «Şu iki elimle» derken ellerini açıp gösterdi.»

Müslim, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İhrama girişinden önce Rasûhıllah'a koku sürdüm. Kurban bay­ramının birinci gününde Beyti tavaf etmesinden önce de içinde misk bulunan bir kokuyu ona sürdüm.»

Neseî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«ihrama girişi esnasında Rasûlullah'a koku sürdüm. Akabe Cem­resini taşladıktan sonra ve Beyt'i tavaftan önce, ihramdan çıkışı es­nasında da ona koku sürdüm.»

Şafiî, Süfyan b. Uyeyne kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«İhrama girişi ve ihramdan çıkışı esnasında Rasûlullah'a ben ko­ku sürdüm.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İbn Cüreyc kanalıyla Hz. Aişe'­nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Veda haccında, ihrama girişi ve ihramdan çıkışı esnasında Rasû­lullah (s.a.v.)'ı kendi elimle göz otu sürerek kokulandırdım.»

Süfyan es-Sevrî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Cemreyi taşladığınız zaman kadınlar dışında, ihramh iken ha­ram olan herşey helal olur. Ancak Beyt'i tavaf ettikten sonra kadınlar da size helal olurlar.

Adamın biri dedi ki:

- Ey İbn Abbas, ya kokuya ne dersin?

- Rasûlullah (s.a.v.)'m başına misk sürdüğünü gördüm. Bu koku mudur, değil midir?»

Muhammed b. İshak, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'m kadınları arasında dolaştığı gece, kurban bayramı gecesi idi. O gece yanımda idi. Vehb b. Zem'a ile Ebu Ümey-ye ailesinden bir adam gömlek giyinmiş olarak Rasûlullah'ın yanına geldiler. Rasûlullah onlara:

- Mina'dan Mekke'ye gittiniz mi? diye sordu. Onlar da:

- Hayır, diye cevap verince, Rasûlullah:

- Öyleyse gömleğinizi çıkarın, dedi. Onlar da gömleklerini çıkardı­lar. Vehb dedi ki:

- Peki ama niçin ya Rasûlallah? Rasûlullah, cevaben şöyle dedi:

- Bu öyle bir gündür ki Cemre'yi taşladığınız, -şayet varsa- kurba­nınızı kestiğiniz takdirde ihramlı iken size haram olan herşey helal olur. Ancak kadınlar müstesna. Onlar da, Beyt'i tavaf etmenizden sonra size helal olurlar. Cemre'yi taşladığınız, ama Mina'dan Mek­ke'ye gitmediğiniz takdirde önceki gibi, yine ihramlı olmakta devam edersiniz. Bu haliniz, Beyt'i tavaf etmenize kadar devam eder.»

Beyhakî'nin rivayetine göre Ümmü Kays binti Mihsan, yukarıda­ki rivayete şunu eklemiştir:

«Ukkaşe b. Mihsan, Beni Esed kabilesinden birkaç adamla birlik­te kurban bayramının birinci günü akşamı, gömleklerini giyinmiş olarak yanımdan çıkıp gittiler. Sonra akşamleyin yanımıza döndüler. Döndüklerinde gömleklerini ellerinde taşıyorlardı. Bunu niçin böyle yaptıklarını kendilerine sorunca, Rasûlullah'ın Veheb b. Zem'a ile ar­kadaşına dediği şeyi bana söylediler.»

Bu, cidden garib bir hadisdir. Alimlerden her hangi birinin böyle söylediğini bilmiyorum. [17]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Mina'dan Beyt'e Gidişi

 

Cabir dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra bineğine binip Bey-t'e gitti. Öğle namazını Mekke'de kıldı. Sonra Zemzem kuyusundan su çekmekte olan Abdülmuttalib oğullarının yanma gitti. Onlara şöy­le dedi:

-  Çekiniz suyu ey Abdülmuttalib oğulları! Eğer benimde sizinle beraber kuyudan su çekmiş olmam yüzünden insanlar bu işi eliniz­den almaya çalışacak olmasalardı, ben de iner, sizinle beraber kuyudan su çekerdim.

Böyle demesi üzerine oradakiler kendisine bir kova su verdiler. O da o kovadaki Zemzem suyunu içti."

Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki, Peygamber (s.a.v.) zevalden önce bineğine binip Mekke'ye gitmiş, Ka'be'yi tavaf etmiş, tavafı tamamla­dıktan sonra öğle namazını orada kılmıştır.

Müslim, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Kurban bayramının birinci gününde Rasûlullah (s.a.v.), Mina'­dan Mekke'ye gitti. Sonra dönüp öğle namazını Mina'da kildi.»

Bu rivayetlerin tahlilini yaparsak şöyle diyebiliriz: Peygamber (s.a.v.), Öğle namazını Mekke'de kıldı. Mina'ya döndüğünde insanla­rın kendisini beklemekte olduklarım görünce onlara tekrar öğle na­mazını kıldırdı. Doğrusunu Allah bilir.

Öğle vaktinde Mina'ya dönmüş olması mümkündür. Çünkü o za­man mevsim yaz idi. Gün uzundu. O günde birçok işler yapmış olabi­lirdi. Müzdelife'den şafak iyice aydınlandıktan sonra, ama güneş doğ­madan Önce hareket etmiş, Mina'ya gelmiş, Akabe Cemresine yedi taş atmış, sonra kurban kesme yerine gidip mübarek eliyle altmışüç deve kesmiş, 100 deveden kalan otuzyedi tanesini Hz. Ali kesmiş, sonra her deveden bir parça et alıp, kazana koyup pişirmiş, iyice piş­tikten sonra o etlerden yemiş, suyundan da içmişti. O esnada başını traş etmiş, koku sürünmüş, işlerini tamamladıktan sonra bineğine binip Beyt'e gitmişti. O günde Rasûlullah (s.a.v.) büyük bir hutbe irad etmişti. Ancak bu hutbeyi Beyt'e gitmeden önce mi, yoksa Beyt'-ten Mina'ya döndükten sonra mı irad etmişti? Bunu bilemiyorum. Doğrusunu Allah bilir.

Özetle demek istediğimiz şudur ki, Peygamber (s.a.v.), o gün bi­neğine binip Beyt'e gitmiş, Beyt'i yedi şavt ile-tavaf etmiş^ tavafını bi­nek üzerinde ifa etmiş, tavaftan sonra Safa ile Merve arasında sa'y etmemişti. Sonra Zemzem suyundan ve Zemzem suyu karıştırılmış hurma nebizinden. de içmişti. Bütün bunlar, Peygamber (s.a.v.)'in öğ­le namazını Mekke'de kılmış olduğunu söyleyenlerin kavlini takviye etmektedir. Ancak öğle vaktinde Mina'ya dönüp orada ashabına öğle namazını kıldırmış olması da muhtemeldir. İbn Hazm'ı müşkil du­rumda bırakan husus da budur. O, bu konuda ne diyeceğini bileme­miştir. Çünkü bu konuda sahih rivayetler birbirleriyle çelişmektedir. Bu yüzden o, mazurdur. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Davud, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), son gününde öğle namazını kıldığı zaman Mi­na'dan Beyt'e gitti. Sonra yine Mina'ya döndü. Orada teşrik günleri­nin kalan kısmını geçirdi. Cemreleri güneşin zevale ermesi esnasında taşladı. Her Cemreye yedi taş atıyordu. Her taş atışında tekbir getiriyordu.»

İbn Hazm dedi ki: İşte görüldüğü gibi Cabir ile Aişe, Hz. Peygam­ber'in, kurban bayramının birinci gününde öğle namazım Mekke'de kılmış olduğu hususunda görüş birliği etmektedirler. Allah bilir ya, ikisinin rivayeti, İbn Ömer'inkinden daha mazbuttur. Şunu da söyle­yelim ki: Bu hususta Hz. Aişe'nin: «Öğle namazını Mekke'de kıldı.» sözü kesin bir nass niteliğinde değildir. Eğer: «Öğle namazını kıhnca-ya kadar...» sözü rivayetlerde mahfuz ise, o zaman Hz. Peygamber'in öğle namazını Mekke'de kılmış olması muhtemeldir. Eğer: «Öğle na­mazını kıldığı esnada» denilmekte ise bu, akla daha yatkın olur ki, bu da, Peygamber Efendimiz'in Beyt'e gitmeden önce öğle namazını Mi-na'da kıldığına delalet eder ki, bu da ihtimal dahilindedir. Noksanlık­lardan münezzeh olan yüce Allah en doğruyu bilir.

Şu halde, Aişe'nin sözü, Cabir'in sözüne uymamaktadır. Bundan da anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber Beyt'e gitmek üzere bineğine binme­den önce Öğle namazını Mina'da kılmıştır. Cabir'in hadisine göre Hz. Peygamber, öğle namazını kılmadan bineğine binip Mina'dan hareket etmiş ve öğle namazım Mekke'de kılmıştır.

Buharî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.), ziyaret tavafını geceye erteledi.»

Yani Peygamber (s.a.v.), ziyaret tavafını kurban bayramının bi­rinci günü akşamı, geceleyin eda etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Aişe ile İbn Ömer'den rivayet etti ki, Ra-sûlullah (s.a.v.), Beyt'i geceleyin ziyaret etmiştir.

Eğer bu ifade, Hz. Peygamber'in zevalden sonraya tavafı erteledi­ği şeklinde anlaşılırsa doğrudur. Ama güneşin batışından sonraya er­telediği şeklinde anlaşılması, gerçekten ihtimalden uzak birşey olup meşhur ve sahih hadislerde sabit olan ifadelere aykırıdır. Çünkü sa­hih olarak rivayet edilen meşhur hadislere göre Hz. Peygamber'in kurban bayramının birinci gününde Ka'be'yi gündüz tavaf etmiş ve Zemzem suyundan da içmiştir.

Ama geceleyin gidip Ka'be'yi tavaf etmiş olmasına gelince; bu, ve­da tavafıdır. Bazı raviler, bunu ziyaret tavafı olarak rivayet ederler. Nitekim bunu ileride de inşaallah nakledeceğiz. Yahut veda tavafın­dan önce ve ziyaret tavafından sonra yapılan salt bir ziyaret tavan­dır. Yeri gelince nakledeceğimiz bir hadiste de şöyle denmektedir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Mina gecelerinden her birinde Beyt'i ziyaret ederdi.» Bu da ihtimalden uzak bir şeydir. Doğrusunu Allah bilir.

Hafız el-Beyhakî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), ashabına izin verdi. Onlar da Beyt'i kurban bayramının birinci gününde öğleyin ziyaret ettiler. Kendisi ise ha­nımları ile birlikte geceleyin ziyaret etti.»

Bu hadis de cidden garibtir. Tavus ile Urve b. Zübeyr de şöyle de­mişlerdir:

«Rasûlullah (s.a.v.), tavafı, kurban bayramının birinci gününde

geceye erteledi.»

Cumhurun üzerinde ittifak ettiği sahih rivayetlere göre Peygam­ber (s.a.v.), kurban bayramının birinci gününde Beyt'i gündüz ziyaret etmiştir. Akla en yatkın olanına göre de zevalden önce bu tavafı ifa etmiştir. Ama zevalden sonra ifa etmiş olması da muhtemeldir. Doğ­rusunu Allah bilir.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki, Peygamber (s.a.v.), Mekke'ye geldiğinde binek üzerinde Beyt'i yedi kez tavaf etti. Sonra Zemzem kuyusuna geldi. Abdülmuttalib oğulları kuyudan su çekip insanlara dağıtıyorlardı. Kendisi de o kuyudan bir kova alıp içti, bir kısmım da

üzerine döktü.

Nitekim Müslim de, İbn Abbas'm, Ka'be'nin yanında oturmuş ola­rak şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.), bineği üzerinde geldi. Bineğinin terkisinde Üsame vardı. Biz ona -içinde nebiz bulunan- bir kab verdik. İçti, arta­nı da Üsame'ye içirdi ve bize şöyle dedi: "İyi yapmışsınız. Güzel yap­mışsınız. İşte böyle yapın."

Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'m emrettiği şekli değiştirmek istemiyo­ruz.»

Bir rivayete göre Arabînin biri, İbn Abbas'a şöyle demiş:

- Bana ne olmuş ki, amcazadelerinin süt ve bal içtiklerini görüyo­rum, siz ise nebiz içiliyorsunuz? Bu sizin ihtiyaç içinde olmanızdan mı, yoksa cimriliğinizden midir?

Bu soru üzerine İbn Abbas, o adama yukarıdaki hadisi nakletti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ravh ve Hammad kanalı ile Abdul­lah'tan şöyle bir rivayette bulunmuştur:

«Arabînin biri İbn Abbas'a şöyle demiş:

~ Muaviye ailesine ne oluyor? Su ve bal içiyor. Falan aile ise süt içiyor? Size gelince, siz nebiz içiyorsunuz. Bu sizin cimriliğinizden mi, yoksa muhtaçlığınızdan mıdır?

İbn Abbas da ona şu cevabı vermiş:

- Bizde ne cimrilik ne de muhtaçlık var. Yalnız Rasûlullah (s.a.v), yanımıza geldi. Bineğinin terkisinde Üsame b. Zeyd vardı. Bizden içe­cek birşeyler istedi. Biz de ona şu nebizi verdik. İçti ve: "İyi yapmışsı­nız, güzel yapmışsınız. İşte böyle yapın." dedi.»

Buharî, İshak b. Süleyman kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini

rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), sikaye (hacılara su dağıtma) yerine geldi. İçe­cek birşeyler istedi. Bunun üzerine Abbas:

- Ey Fadl! Annene git, yanındaki şıradan Rasûlullah'a getir, dedi. Rasûlullah:

- Onu bana içir, deyince o:                                   .

- Ya Rasûlallah, onlar ellerini bunun içine koyuyorlar, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Onu bana içir, dedi ve içti.

Sonra Zemzem kuyusunun yanına geldi. Abdülmuttalib oğulları oradan su çekiyor ve insanlara dağıtmakla uğraşıyorlardı. Rasûlul-. lah, onlara şöyle dedi:

-  Çalışın, siz iyi bir iş yapmaktasınız. Eğer benim de bu işi yap­mış olmamdan dolayı insanlar bunun çok faziletli bir iş olacağı kana­atine vararak elinizden almaya çalışacak olmasalardı, ben de ipi şu omuzumun üzerine koyarak kuyudan su çekerdim.»

Buharî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber (s.a.v.)'e ayakta durduğu bir esnada Zemzem suyun­dan verdim. O da içti.»

Asım, İkrime'ye muhalefet ederek Hz. Peygamberin o günde deve üzerinde iken Zemzem suyu içtiğini söyler.

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), deve üzerinde Ka'be'yi tavaf etti. Yanındaki ucu eğri sopasıyla hacer-i esvedi istilam etti. Sikaye yerine geldi. Ba­na su içirin, dedi. Oradakiler:

- Buraya herkes dalıyor, ama biz sana Beyt'ten getirelim, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah şöyle dedi:

. - Benim ona ihtiyacım yok, insanların içtiği sudan bana içirin.» Ebu Davud, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'ye geldi. Biz o zaman sikaye işiyle uğ­raşıyorduk. Kendisi bineği üzerinde Beyti tavaf etti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Peygamber (s.a.v.), Zemzem kuyusuna geldi. Ona bir kova çekip verdik. O da içti. Sonra kovanın içine tükürdü. Biz de o tükrüklü ko­vadaki suyu tekrar kuyuya boşalttık. Sonra Rasûlullah, bize şöyle de­di:

- Eğer benim de çekmiş olmamdan dolayı insanlar bunun çok fa­ziletli bir iş olduğu kanaatine varıp bu işi elinizden almaya çalışacak olmasalardı, ben de kendi elimle bu kuyudan su çekerdim.» [18]

 

Fasıl

 

Bundan sonra Peygamber (s.a.v.), Safa ile Merve arasında yeniden sa'y yapmadı. Aksine ilk sa'yı ile yetindi. Nitekim "Sahih" adlı eserinde Müslim de, Gabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet eder:

«Peygamber (s.a.v.) ile ashabı, Safa ile Merve arasında tek sa'y yaptılar. Bundan fazlasını yapmadılar.»

Ben derim ki: Bu rivayette geçen ashab kelimesi ile, kurbanlıkla­rını yanlarında getirmiş olup kıran haccı yapan ashab kastedilmiştir. Nitekim Sahih-i Müslim'de rivayet olunduğuna göre haccı umreye da­hil ederek kıran yapmış olan Hz. Aişe'ye, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle de­miştir:

«Beyt'i tavaf etmen, Safa ile Merve arasında sa'y yapmış olman, hem haccm, hem de umren için sana yeterli olur.»

İmam Ahmed'in ashabına göre Cabir'in sözünde geçen ashab keli­mesi ile, kıran ve temettü yapan bütün ashab kastedilmiştir. Bu se­beple İmam Ahmed b. Hanbel, temettü yapan kimsenin hem haccı hem de umresi için tek tavafın yeterli olduğunu, hac ve umre arasın­da ihramdan çıktığı takdirde ihram yasaklarından kurtulmuş olaca­ğını kesin olarak ifade etmiştir..

Bu garip bir görüştür. Dayanağı da hadisin umumundan anlaşı­lan zahir ifadelerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Hanife'nin ashabı, Maliki ve Şaflîlerin de dedikleri gibi, mu­temetti yani temettü yapan kimse için iki tavaf ve iki sa'y vaciptir. Nitekim Hanefîler, bu hükmü kıran yapan kimseye de teşmil etmiş­lerdir. Bu, Hanefi mezhebinin belirgin hükümlerindendir. Buna göre kıran ve temettü yapan kimsenin, iki tavaf ve iki sa'y yapması gerek­lidir. Hanefîler, bu hükmü Hz. Ali'den mevkuf olarak nakletmişler-dir. Hz. Ali'nin, bunu Peygamber Efendimiz'den merfu olarak rivayet ettiği de söylenmiştir. Bununla ilgili açıklamaları tavaf bahsinde an­latmıştık ve bunun dayanağımnda zayıf olup sahih hadislere muhalif olduğunu beyan etmiştik. Doğrusunu Allah bilir. [19]

 

Fasıl

 

Cabir'in hadisinin de delalet ettiği gibi bundan sonra Peygamber (s.a.v.), Mekke'de öğle namazını kılıp Mina'ya dönmüştür. Nitekim İbn Ömer de: «Rasûlullah (s.a.v.) öğle namazını dönüp Mina'da kıldı.» demiştir.

Bu iki kavli az önce Müslim rivayet etmişti. Bunun ikisini birleş­tirip bir araya getirmek mümkündür. Yani Hz. Peygamber, Öğle na­mazını Mekke'de kılmış, dönüp Mina'da da ashabına kıldırmıştı. Doğ­rusunu Allah bilir. Yalnız İbn Hazm, bu makamda çekimser'kalmış, kesin bir ifade serdetmemiştir. Bu konuda iki sahih nakil çeliştiği için o, bunda mazurdur. Doğrusunu Allah bilir.

Muhammed b. İshak, Abdurrahman b. Kasım kanalı ile Hz. Ai-şe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), son gününde öğle namazını kıldığı esnada Mina'dan Mekke'ye gitti. Sonra Mekke'den Mina'ya döndü. Teşrik günlerinin kalan kısmını orada geçirdi. Güneş zevale erdiğinde Cem­releri taşlıyordu. Her Cemreye yedi taş atıyordu. Her taş atışında da tekbir getiriyordu.»

Bu da Peygamber Efendimizin, kurban bayramının birinci gü­nünde, zevalden sonra Mekke'ye gittiğine delalet etmektedir. Bu, İbn Ömer'in hadisine kesinlikle ters düşmektedir. Bunun, Cabir'in hadi­sine ters düşmesinde ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir. [20]

 

Fasıl

 

Bu şerefli günde Rasûlullah (s.a.v.), büyük bir hutbe irad etti. Bu mütevatir hadislerle nakledilmiştir. Aziz ve Celil olan Allah'ın bize müyesser kıldığı kadarıyla bu hutbenin bir kısmını nakledeceğiz.

"Mina günlerinde hutbe" babında Buharı, Ali b. Abdullah kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), kurban bayramının birinci gününde insanla­ra hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle dedi:

- Ey insanlar, bu hangi gündür?

- Kutsal bir gündür.

- Bu şehir, hangi şehirdir?

- Kutsal bir şehirdir.

- Bu ay, hangi aydır?

- Kutsal bir aydır,

-  Doğrusu canlarınız, mallarınız, ırzlarınız; bu gününüzün, bu şehrinizin, bu ayınızın kutsallığı gibi kutsaldır.

Rasûlullah, bu sözünü birkaç kez tekrarladıktan sonra başını gö­ğe kaldırıp şöyle dedi;

- Allahım, tebliğ ettim mi? Allahım, tebliğ ettim mi?

İbn Abbas dedi ki: Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bu hutbe onun ümmetine yaptığı vasiyeti idi. Bundan son­ra Rasûlullah, orada bulunan cemaate şöyle dedi:

- Burada bulunanlar, bulunmayanlara bunu tebliğ etsinler. Ben­den sonra birbirinizin boynunu vuran kafirlere dönüşmeyin.»

Buharî, Ebu Bekre (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Kurban bayramının birinci gününde Peygamber (s.a.v.), bize hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle dedi:

- Bu günün hangi gün olduğunu biliyor musunuz?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedik.

Biz böyle dedikten sonra sustu. Öyle sandık ki, o, bu güne asıl adından başka bir ad verecektir. Sonra şöyle dedi:

- Bu kurban bayramı günü değil midir?

- Evet öyledir, dedik.

- Bu, hangi aydır?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedik.

Biz böyle dedikten sonra sustu. Öyle sandık ki, o, bu aya, asıl a-dindan başka bir ad verecektir. Sonra şöyle sordu:

- Bu ay, zilhicce ayı değil midir?

- Evet, odur.

- Bu, hangi şehirdir?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.

Biz böyle dedikten sonra sustu. Öyle zannettik ki, o, bu şehre, asıl adından başka bir ad verecektir. Sonra şöyle sordu:

- Bu, kutsal şehir değil midir?

" - Evet odur, dedik. Sonra sözüne devamla dedi ki:

-  Doğrusu, kanlarınız, mallarınız; bugününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin kutsallığı gibi kutsaldır. Bu kutsallık, Rabbinize kavu­şacağınız ^üne kadar devam edecektir. Şimdi ben size tebliğ ettim mi?

-Evet...

- Allahım, şahid ol. Burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayan­lara tebliğ etsinler. Çünkü kendisine tebliğ edilen nice kimse vardır ki; burada sözlerimi dinleyenlerden daha iyi anlar. Benden sonra bir­birinizin boynunu vuran kafirlere dönüşmeyin.»

Başka bir rivayete göre Ebu Bekre, bu sözlerine şu cümleleri de ilave etmiştir:

«Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), iki alaca koça yöneldi. Onları ve bir kuzuyu kesti. Bunları bize taksim etti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İsmail kanalı ile Ebu Bekre'nin şöyle de­diğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), haccında bize hutbe irad etti. Hutbede şöyle dedi:

- Haberiniz olsun ki, zaman, Allah'ın göklerle yeri yarattığı gün­deki şekli ile dönmektedir. Sene on iki aydır. Bu aylardan dördü ha­ram aylardır. Bu dört haram ayın üçü birbirinin ardısıra gelir. Bun­lar; zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır. Bir de cemaziyelahir ile şaban ayları arasındaki Mudarlıların recebidir. Dikkat edin, bu gün hangi gündür?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir, dedik.

Biz böyle dedikten sonra sustu. Öyle zannettik ki, o, bu güne asıl adından başka bir ad verecektir. Sonra şöyle sordu:

- Bu, kurban bayramı günü değil midir?

- Evet öyledir.

- Bu ay hangi aydır?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.

Biz böyle dedikten sonra sustu. Öyle zannettik ki, o, bu aya asıl adından başka bir ad verecektir. Sonra şöyle sordu:

- Bu, zilhicce ayı değil midir?

- Evet odur.

- Bu belde hangi beldedir?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.

Biz böyle dedikten sonra o sustu. Öyle sandık ki, o, bu beldeye asıl adından başka bir ad verecektir. Sonra şöyle dedi:

- Bu, haram belde değil midir?

- Evet, haram (yani kutsal) beldedir.

- Doğrusu kanlarınız, mallarınız (öyle sanıyorum ki, şunu da ek­ledi), ırzlarınız; bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin kutsallı­ğı gibi size kutsaldır (haramdır). Rabbinizin huzuruna çıkacaksınız. O, size amellerinizi soracaktır. Dikkat edin, benden sonra birbirinizin boynunu vuran sapıklara dönüşmeyin. Dikkat edin, ben tebliğ ettim mi? Dikkat edin burada hazır bulunan, hazır bulanmayanlara tebliğ etsin. Olabilir ki, kendisine tebliğ edilen kişi, burada sözlerimi dinle­yenden daha iyi anlayacaktır.»

Buharı, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), haccı esnasında bu sözü söyleyip durdu. Son­ra dedi ki: "Bu, hacc-ı ekber günüdür." Böyle dedikten sonra şöyle de­meye başladı: "Allahım, şahid ol." Bundan sonra insanlarla vedalaştı. insanlar; bu, Veda hacadır, dediler.»

Hz. Peygamber'in bu hutbeyi Cemrelerin yanında irad etmiş ol­ması, onun kurban bayramının birinci gününde Cemre'yi taşladıktan sonra ve tavaftan önce bu hutbeyi irad etmiş olduğu ihtimalini akla getirmektedir. Ama onun, tavaftan ve Mina'ya dönüp Cemreleri taş­ladıktan sonra da bu hutbeyi irad etmiş olması muhtemeldir. Ancak birinci ihtimali, Neseî'nin şu rivayeti takviye etmektedir. Şöyle ki: Amr b. Hişam el-Harranî, Ümmü Husayn'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Peygamber (s.a.v.)'le birlikte haccettim. Bilal'in onun bineğinin yularını tutup çektiğini, Üsame b. Zeyd'in de kendisini güneşin hara­retine karşı bir elbise ile gölgelendirdiğini gördüm. O ihramlıydı. Bu halde gelip Akabe Cemresini taşladı. Sonra insanlara hutbe irad etti. Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra çok şeyler anlattı.» Müslim, Ümmü Husayn'ın şöyle dediğini rivayet eder: «Veda haccmda Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte haccettim. Üsame ile Bilal'den biri, Rasûlullah'm devesinin yularını tutmuş, diğeri de arkada onu elbisesi ile perdeliyerek güneşin hararetinden koruyordu. Böylelikle gelip Akabe Cemresini taşladı. Rasûlullah, çok şeyler an­lattı. Sonra onun şöyle dediğini işittim:

- Eğer üzerinize burnu kesik -zannedersem siyahi dedi- bir köle emir tayin edilir ve o da sizi Allah'ın kitabı ile yönetirse, onun emrini dinleyin ve ona itaat edin.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Ubeydullah kanalı ile Ca-bir'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Kurban bayramının birinci gününde Rasûlullah (s.a.v.), bize hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle sordu:

- Hürmet bakımından hangi gün daha büyüktür?

- Bu günümüz daha büyüktür, dediler. Buyurdu ki:

- Hürmet bakımından hangi ay daha büyüktür?

- Bu ayımız daha büyüktür, dediler. Buyurdu ki:

- Hürmet bakımından hangi şehir daha büyüktür?

- Bu şehrimiz daha büyüktür, dediler. Buyurdu ki:

- Doğrusu kanlarınız, mallarınız, bu gününüzün hürmeti, bu bel­denizin hürmeti, bu ayınızın hürmeti gibi size hürmetlidir (kutsal­dır). Şimdi ben tebliğ ettim mi?

- Evet.

- Allahım, şahid ol.»

Hafız Ebu Bekir el-Bezzâr, Ebu Hişam kanah ile Ebu Hüreyre ve Ebu Said'in şöyle dediklerini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle sordu:

- Bu, hangi gündür?

- Haram gündür.

- Doğrusu kanlarınız ve mallarınız; bu gününüzün, bu ayınızın ve, bu beldenizin haramlığı (kutsallığı) gibi haramdır.»

Hilal b. Yesaf, Seleme b. Kays el-Eşcaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Veda haccmda Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

«Büyük günahlar, ancak şu dört tanesidir: Allah'a şirk koşmak. Allah'ın haram kıldığı bir cam hak etmedikçe öldürmek. Zina yap­mak. Hırsızlık etmek.»

Seleme dedi ki: Ben bunların büyük günahlar olduğunu Rasûlul-lah'tan duyduğumdan beri bunlara karşı çok titiz davrandım ve uzak

durdum.

İbn Hazm, Veda haccıyla ilgili olarak Üsame b. Şerik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Veda haccmda Rasûlullah (s.a.v.), hutbe irad ederken şöyle di­yordu:

«Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine, sonra en yakı­nına, sonra sırasıyla yakınlarına iyi davran.» Bir kavim gelip şöyle dediler:

- Ya Rasûlallah! Benu Yerbu kabilesi bizi Öldürdü (bizimle savaş­tı).

Rasûlullah, onlara cevaben şöyle dedi:

- Hiçbir kişi, başkasına karşı cinayet işlemesin.

Sonra Cemre'yi taşlamayı unutan bir adam, kendisine bu unut­manın hükmünü sorunca Rasûlullah (s.a.v.), şu cevabı verdi:

- Şimdi Cemre'yi taşla. Bunun bir sakıncası yok. Bir başkası gelip:

- Ya Rasûlallah, tavan unuttum, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), buna da:

- (Şimdi) tavaf et ve bunun bir sakıncası yoktur, diye cevap verdi. Bir başkası geldi ve kurban kesmeden önce traş olduğunu söyledi.

Rasûlullah, ona:

- (Şimdi) kurban kes, bunun bir sakıncası yok, dedi. O gün kendi­sine her ne sordularsa cevabında: «Sakıncası yok, sakıncası yok.» de­di.

Sonra şöyle dedi:

- Allah günahı giderdi. Ancak Müslüman bir adamdan (gıybetini yaparak, ona küfrederek, ona, herhangi bir haksızlık yaparak, huku­kunu çiğneyen ve borç alan kimse bundan müstesnadır. İşte günaha giren ve helak olan budur.

Allah her ne dert indirmiş ise, onun için mutlaka bir deva (ilaç) : indirmiştir. Yalnız ihtiyarlık bundan müstesnadır.»

İmam Ahmed b. Hanbeî, Ali b. Müdrik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ebu Zür'a'nm, dedesi Cerir'den bahsettiğini işittim. Cerir, Veda haccında Hz. Peygamberin hutbesini insanlara intikal ettiriyordu. Bir ara Rasûlullah, Cerir'e: «Ey Cerir, benim söylediklerimi insanlara duyur.» dedi. Sonra hutbesinde şöyle dedi:

«Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kafirlere dönüşme­yin.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Kays'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bize ulaşan habere göre Cerir demiştir ki, Rasûlullah (s.a.v.), bana hutbesini insanlara duyurmamı emretti. Sonra da o esnada şöy­le dedi:

- Sizi bu görmemden sonra pek iyi bilemiyorum. Birbirinizin boynunu vuran kafirlere dönüşür müsünüz?»

Neseî, Süleyman'ın babası Amr'm şöyle dediğini rivayet eder: «Veda haccmda Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini gördüm:

-  Ey insanlar! (Bu hitabım üç kez tekrarladı.) Bugün hangi gün­dür?

- Bugün hacc-ı ekber günüdür.

-  Doğrusu kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız; bu gününüzün, bu beldenizin kutsallığı gibi size kutsaldır. Hiçbir cani, kendi çocuğuna karşı cinayet işlemesin.,Dikkat edin, şeytan bu beldenizde artık ken­disine ibadet edilmesinden ümidini kesmiştir. Ama önemsemediğiniz bazı işlerde ona itaat edilecek, o da bundan razı olacaktır. Dikkat e-din, cahiliyetten kalma bütün faizler kaldırılmıştır. Sermayeniz sizin­dir. Faiz kazançları ise iptal edilmiştir. Ne haksızlık edersiniz, ne de haksızlığa uğratılırsınız.»

Ebu Davud, Hirmas b. Ziyad el-Bahilî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ı kurban bayramı gününde Adba adlı devesi üzerinde Mina'da hutbe irad ederken gördüm.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman kanalı ile Ebu Ümame'-nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Mina'da Rasûlullah (s.a.v.)'ı Ced'a adlı bineği üzerinde ayakları­nı üzengiye koymuş ve ayağa kalkmak istercesine yekinip olanca se­siyle insanlara duyurmak için şöyle dediğini duydum:

- Duyuyor musunuz?

Oradaki insan grupları içinden bir adam şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Bize ne tavsiye ediyorsun? Rasûlullah buyurdu ki:

- Rabbinize ibadet edin, beş vakit namazınızı kılın. Bir aylık (ra­mazan) orucunuzu tutun. Emrolunduğunuz zaman itaat edin. Böyle­ce Rabbinizin Cennetine girin.»

Ben dedim ki:

- Ey Ebu Ümame! O gün sen kimin yaşında idin?

-  Ben o gün otuz yaşında ic]im. Rasûlullah'm yanma ilerleyebil­mek için devemi geriye doğru itiyor, ben kendim ilerliyordum.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Ümame el-Bahilî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Veda haccında Rasûlullah'm şöyle dediğini işittim: "Doğrusu Allah, her hak sahibine hakkım vermiştir. Mirasçıya vasiyet etmek caiz değildir. Çocuk yatağa aittir. Zinakara recm cezası vardır. Onların hesaplarını görmek Allah'a aittir. Her kim kendi ba­basından başkasının nesebine mensup olduğunu iddia eder veya mev-lalarından başkasına intisab ederse, kıyamet gününe kadar Allah mütemadi (devamlı) laneti onun üzerine olsun. Kadın, kocasının izni olmadan kendi evinden kimseye birşey vermesin." Denildi ki:

- Ya Rasûlallah, yiyecekte mi vermeyelim?

- O bizim mallarımızın en üstünü ve kıymetlisidir, buyurdu Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:

- Ariyet olarak alınan şey sahibine verilir. Emanet mal, iade edi­lir. Borç ödenir. Kefil, borcu ödemekle yükümlüdür.»

Kurban bayramının birinci gününde ne zaman hutbe irad edilece­ği babında merhum Ebu Davud, Rafi b. Amr el-Müzenî'nin şöyle dedi­ğini rivayet eder:

«Mina'da kuşluk vaktinde, güneş yükseldiği zaman Rasûlullah (s.a.v.)'ı doru renkli bir katır üzerinde insanlara hutbe irad ederken gördüm. Ali de onun sözlerini açıklıyordu. İnsanların bir kısmı ayak­ta, bir kısmı da oturarak onun karşısında hutbe dinliyorlardı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Amir el-Müzenî'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ı Mina'da bir katır üzerinde kırmızı bir aba gi­yinmiş vaziyette insanlara hutbe irad ederken gördüm. Bedir gavze-sine katılmış bir adam da onun yanında durmuş sözlerini açıklıyordu. Ben, yanına gittim. Ayak dibine vardım. Sanki ayağı ile ayakkabısı­nın bağı arasına girmiştim. O kadar ki yaklaşmıştım. Vücudunun se­rinliğinden hayrete düştüm.»

Ebu Davud, Abdurrahman b. Muaz et-Teymî'nin şöyle dediğini ri­vayet eder:

«Biz Mina'da iken Rasûlullah (s.a.v.), bize hutbe irad etti. Kulak­larımız açıldı. Oyleki biz evimizde iken onun sözlerini duyabiliyor­duk. Rasûlullah, insanlara menasiklerini Öğretmeye başladı. Sonra Cemrelerin yanına vardı. Ve iki parmağını ortaya koyarak şu par­makların uçlarıyla atılabilecek irilikteki taşları atın, dedi. Sonra Mu-. hacirlere emir verdi. Onlar mescidin Ön tarafına yerleştiler. Ardından Ensâr'a emir verdi. Onlar da mescidin gerisine yerleştiler. Bundan sonra diğer cemaat, müsait yerlere yerleşti.»

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İbn Cüreyc'in hadisinde de be­lirtildiği gibi Abdullah b. Amr b. As şöyle demiştir:

«Kurban bayramının ilk gününde Rasûlullah, hutbe irad ederken adamın biri kalkıp:

- Zannedersem ben şu ve şu işi falanca ve filanca işten önce yap­tım. Buna ne dersin? diye sordu. Sonra bir başkası kalkıp şöyle sor­du:

- Zannedersem ben şu ve şu işi falan işten önce yaptım. Buna ne dersin?

Rasûlullah (s.a.v.):

- Böyle yap, bunun bir sakıncası yok, diye cevap verdi.» Buharî ve Müslim'in sahihlerinde bu konuda şöyle denmektedir: «Kurban bayramının ilk gününde sırasından Önceye alınan veya

sırasından sonraya bırakılan hac menasiki ile ilgili işler hakkında Rasûlullah'a her ne sorulduysa o:

- Böyle yap, bunun bir sakıncası yoktur, diye cevap verdi.» [21]

 

Fasıl

 

Peygamber (s.a.v.), daha sonra bugünkü Mina mescidinin bulun­duğu yere gitti, Muhacirleri mescidin sağ tarafına, Ensâr'ı sol tarafı­na yerleştirdi. Diğer insanları da bunların çevresine yerleştirdi.

Haûz el-Beyhakî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir.

«Denildi ki:

- Ya Rasûlallah, Mina'da senin için bir gölgelik yapalım mı? Rasûlullah şu cevabı verdi:

- Hayır. Mina, gecenin önce çökeceği yerdir.»

Ebu Davud, Abdurrahman b. Ferruh'un İbn Ömer'e şu soruyu sorduğunu rivayet etmiştir:

«Biz insanların mallarını alıp satıyor, ticaret yapıyoruz. Bizden biri Mekke'ye geliyor, elindeki bu mallar yüzünden Mekke'de geceli­yor. Buna ne dersin?

İbn Ömer şu cevabı verdi:

- Rasûlullah (s.a.y.)'a gelince o, Mina'da geceledi ve kaldı.» Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Abbas, sikaye görevi yüzünden Mina gecelerinde Mekke'de kal­mak için Rasûlullah'tan izin istedi. Rasûlullah da ona izin verdi.»

Peygamber (s.a.v.) -Buharî ve Müslim'in sahihlerinde îbn Mesud ve Harise b. Vehb'den de rivayet olunduğu gibi- Mina'da ashabına na­mazları ikişer rekat olarak kıldırıyordu. Bu sebeple bazı âlimler, ora­da namazı kısaltmasına sebep olan şeyin hac ibadeti olduğu görüşü­nü ileri sürmüşlerdir. Nitekim Malikîlerden ve diğerlerinden bir grup âlim bu görüşe sahip olup şöyle derler:

"Peygamber (s.a.v.)'in Mina'da Mekkelilere: «Siz namazınızı ta­mamlayın, biz kısa kıldık. Çünkü biz seferi bir kavmiz.» dediğini söy­leyen kimse yanılmıştır. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), bu sözü Mekke'­nin Abtah semtinde fetih senesinde söylemiştir." Doğrusunu Allah bi­lir.

Peygamber (s.a.v.), Mina'nm her gününde zevalden sonra üç Cemre'yi taşlamıştır. Bununla ilgili Cabir'in rivayeti daha önce geç­mişti. Yine önceki sayfalarda geçen ve İbn Ömer'e ait rivayette anlatıldığınagöre yaya olarak Cemrelere gidip taşlamıştır. Her Cemreye yedi taş atmış olup her taş atışında da tekbir getirmiştir. Birinci ve ikinci Cemrelerin yanında durmuş, üçüncüsünün yanında durmamış­tır.

Ebu Davud, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), son gününde öğle namazını kıldığı esnada Mekke'ye gitti. Sonra yine Mina'ya döndü. Teşrik günlerinin kalan kısmını orada geçirdi. Güneş zevale erdiğinde gidip cemreleri taşlı­yordu. Her Cemre'ye yedi taş atıyor ve her taş atışında da tekbir geti­riyordu. Birinci ve ikinci Cemre'nin yanında uzun süre duruyor, Al­lah'a tazarru ve niyazda bulunuyordu. Üçüncü Cemre'nin yanında ise taşını attıktan sonra durmuyordu.»

Buharî, Salim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«îbn Ömer, Cemre-i Dünyada (Mina'ya en yakın olan Cemre) yedi çakıl atar ve her çakılın atılışını müteakiben tekbir getirirdi. Sonra ibn Ömer, buradan vadinin ortasındaki düzlüğe iner, orada kıbleye yönelir, (Cemre'yi arkasına alarak) uzun zaman ayakta durur, iki eli­ni kaldırarak dua ettikten sonra orta Cemre'yi taşlardı. Ondan sonra vadinin şimal tarafına doğru gider, birincideki gibi Batn-ı Vadideki düzlüğe iner ve Akabe mevkine gelirdi. Burada uzun zaman kıbleye karşı ayakta durarak ellerini kaldırıp dua ettikten sonra Batn-ı Vadi­den de Cemre-i Akabe'yi taşlardı. Burada dua için beklemeyip döner­di. Babam Abdullah b. Ömer şöyle derdi:

- Bu menasiki Rasûlullah (s.a.v.)'m böylece eda ettiğini gördüm.»

Vebre b. Abdurrahman şöyle demiştir: "İbn Ömer, Akabe Cemresi yanında el-Bakara sûresini okuyacak kadar durdu.»

Ebu Miclez ise şöyle dedi: «İbn Ömer'in orada bekleyişinin Yûsuf sûresini okuyacak kadar olduğunu tahmin ettim.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Süfyan b. Uyeyne kanalı ile Ebu'1-Kad-dah'm babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) çobanlara, bir gün Cemre'yi taşlamaları, bir gün de davarlarını otlatmaları için izin verdi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Asım b. Adiyy'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), kurban bayramının birinci günü Akabe Cem-re'sini taşlamalarını, bir gün bir gece bekledikten sonra gelip diğer Cemreleri taşlamaları için izin verdi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Asım b. Adiyy'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.), deve çobanlarının Mina'da kurban bayramı­nın birinci günü Cemre'yi taşlamalarına kadar geceleme hususunda ruhsat verdi. Bayramın birinci günü taşlamayı yaptıktan sonra ertesi gün veya iki gün sonra gelip taşlayabileceklerini, sonra Mina'dan Mekke'ye dönüş gününde de taşlayabileceklerini kabul etti.» [22]

 

Fasıl

 

Ebu Davud, Beni Bekir kabilesinden iki adamın şöyle dediklerini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ı teşrik günlerinin ortasında hutbe irad eder­ken gördük. Biz bineğinin yanında idik. Bu hutbe, onun Mina'da irad ettiği hutbesi idi.»

Ebu Davud, Rebia b. Abdurrahman b. Husayn'm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Cahiliye döneminde evimizin mürebbiyesi olan ninem Serra bin-ti Nebhan şöyle dedi:

- Rasûlullah (s.a.v.), ruûs gününde bize hutbe irad etti. Hutbe es­nasında bize şöyle sordu:

- Bu hangi gündür?

- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler, dedik. Buyurdu ki:

- Bu teşrik günlerinin ortanca günü değil midir?»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hürre er-Rakkaşî'nin, amcasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Teşrik günlerinin ortanca gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ın devesi­nin yularını tutmuş, insanları ondan uzaklaştırmaya çalışıyordum.

O esnada Rasûlullah (s.a.v.) şöyle sordu:

- Ey insanlar! Hangi ayda, hangi günde, hangi beldede bulundu­ğunuzu biliyor musunuz?

- Kutsal bir günde, kutsal bir ayda ve kutsal bir beldede bulundu­ğumuzu biliyoruz, dediler.   .

-  Doğrusu kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız, bu gününüzün, bu ayınızın ve bu beldenizin kutsallığı gibi size kutsaldır. Bu dokunul­mazlık, Rabbinizin huzuruna çıkacağınız güne kadar devam edecek­tir. Şimdi siz söylediklerimi dinleyin ki, yaşayasımz. Dikkat edin, kimseye zulmetmeyin. Dikkat edin, zulmetmeyin, dikkat edin, zul­metmeyin. Çünkü kendi gönül hoşluğu ile vermesi dışında hiçbir Müslüman kişinin malı (başkasına) helal olmaz. Bilesiniz ki her kan, her mal, her intikam, cahiliyette kaldı ve onlar benim ayaklarımın al­tındadır. Bunlar, kıyamete kadar iptal edilmiştir. İptal edilen ilk kan davası, Rebia b. Haris b. Abdülmuttalib oğlunun kan davasıdır. O, Beni Sa'd kabilesinden süt emmekte idi. Hüzeyl kabilesi onu öldürdü. Bilesiniz ki, cahiliyetten kalma her riba kaldırılmıştır. Cenâb-i Allah, şuna hükmetti ki kaldırılan ilk riba, Abbas b. 'Abdülmuttalib'in ribasidir. Malınızın sermayesi sizedir, riba alacağınız ise iptal edilmiştir. Haksızlık etmez ve haksızlığa uğratılmazsınız.

Bilesiniz ki zaman, Allah'ın göklerle yeri yarattığı gündeki şekliy­le dönmektedir.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah, şu ayet-i kerimeyi okudu: «Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah'a göre ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü hürmetli aydır. Bu, dosdoğ­ru bir nizamdır. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin.» (et-Tevbe, 36.)

Dikkat edin, benden sonra birbirinizin boynunu vuran kafirlere dönüşmeyin. Bilesiniz ki şeytan, artık namaz kılanların kendisine ibadet etmelerinden ümidini kesmiştir. Ama o, aranızda fesad çıkara­caktır.

Kadınlar hakkında Allah'ın buyruklarına karşı gelmekten sakı­nın. Çünkü onlar, sizin yanınızda esir gibidirler. Kendi şahısları için birşeye sahip değildirler. Onların sizin üzerinizde hakları vardır. Si­zin de onlar üzerinde haklarınız vardır. Dikkat edin, sizden başkasını yataklarınıza bastırmasınlar. Hoşlanmadığınız bir kimsenin evinize girmesine izin vermesinler. Serkeşliklerinden korkarsanız, onlara ö-ğüt verin ve yataklarınızdan onları ayırın. Fazla incitici olmayacak şekilde onları dövün. Elbise ve yiyeceklerini örfe uygun miktarda ve­rin. Siz, onları Allah'ın emaneti ile aldınız. Allah'ın kelimesi ile onla­rın ferclerini kendinize helal ettiniz. Dikkat edin, her kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) ellerini açıp:

- Tebliğ ettim mi? Tebliğ ettim mi? diye sordu ve sözünü şöyle sürdürdü: Burada bulunanlar, bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsın­lar. Çünkü kendisine sözün ulaştırıldığı kimselerin nicesi vardır ki, burada dinleyenlerden daha mesud olurlar.»

Humeyd, bu hadisin tebliği esnasında Hasan'm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: «Vallahi bu kelimeleri bazı kavimlere tebliğ ettiler ki, onlar, bu kelimeler vasıtasıyla daha mesud oldular.»

Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini ri­vayet eder:

«Veda haccında teşrik günlerinin ortanca gününde en-Nasr sûresi Mina'da Rasûlullah (s.a.v.)'a nazil oldu. O, bunun artık veda anlamı­na geldiğini düşündü. Kasva adlı bineğinin getirilmesini emretti. Bi­neği hazırlanıp getirildi. Sonra bineğine binip Akabe'de insanların karşısına çıktı. Allah'ın dilediği sayıda Müslümanlar, onun karşısın­da toplandılar. Kendisi Allah'a layıkı veçhiyle harnd-ü senada bulun­duktan sonra şöyle dedi:

«Ey insanlar! Cahiliye devrindeki her kan davası iptal edilmiştir.

İptal edilen ilk kan davası, İbn Rebia b. Haris'in kan davasıdır. O, Beni Leys kabilesinde süt emmişti. Hüzeyl onu Öldürmüştü.

Câhiliyetteki her faiz iptal edilmiştir. İptal ettiğim ilk faiz, Ab-dülmuttalib oğlu Abbas'ın faizidir.

Ey insanlar! Doğrusu zaman, Allah'ın göklerle yeri yarattığı gün­deki şekliyle dönmektedir. Allah nezdinde ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü hürmetli aylardır. Bu hürmetli aylar şunlardır: Mu-darhlann recep ayı ki bu, cemaziyelahir ile şaban ayları arasındadır. Diğer üç hürmetli aya gelince bunlar; zilkade, zilhicce ve muharrem aylarıdır. "Bu dosdoğru bir nizamdır. Öyleyse o aylar içinde kendinize yazık etmeyin. Topyekün sizinle savaşan putperestlerle siz de topye-kün savaşın. Allah'ın, sakınanlarla beraber olduğunu bilin.

Sapıtmak için hürmetli ayların yerlerini değiştirip geciktirmek, gerçekten küfürde ileri gitmektir. İnkar edenler, Allah'ın haram kıl­dığı ayların sayısına uydurmak için, onu bir yıl haram, bir yıl helal sayıyor. Böylece Allah'ın haram kıldığını helal kılıyorlar.» (et-Tevbe, 36-37.)

Onlar, safer ayını bir yıl helal kılıyor, bir yıl da muharrem ayım haram kılıyorlardı. Bir yıl sefer ayını haram kılıyor, bir yıl da muhar­rem ayını helal kılıyorlardı. İşte erteleme bu idi.

Ey insanlar! Her kimin yanında emanet mal varsa onu sahibine versin. Ey insanlar! Şeytan, artık bu beldelerinizde zamanın sonuna kadar kendisine ibadet edilmesinden ümidini kesmiştir. Ama o, basit görüp önemsemediğiniz kötü amelleri yapmanıza da razıdır. Dininiz­de basit gördüğünüz kötü amelleri yapmaktan sakının.

Ey insanlar! Kadınlar sizin yanınızda esirdirler. Onları, Allah'ın emanetiyle aldınız. Allah adına söz vererek onların tenasül organları­nı kendinize helal kıldınız. Sizin'onlar üzerinde haklarınız bulundu­ğu gibi, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzeri­nizdeki haklarınız cümlesinden olarak, onlar sizden başkasını yatağı­nıza bastırmamalıdırlar. Meşru işlerde size asi olmamalıdırlar. Eğer haklarınıza riayet ederlerse, onlara karşı sizin için bir yol yoktur. Ve onların örfe uygun miktarda gıdalarım, giyeceklerini vermeniz, onla­rın sizin üzerinizdeki haklarındandır. Eğer onları dövecek olursanız, incitecek şekilde dövmeyin. Gönül rızasıyla vermedikçe kişinin, kendi din kardeşinin malını alması helal olmaz.

Ey insanlar! Ben sizin aranızda öyle birşey bıraktım ki; ona sarıl­dıkça sapıtmazsınız. Bu, Allah'm^ kitabıdır. Onunla amel edin.

- Ey insanlar! Bu hangi gündür?

- Bu kutsal bir gündür.

- Bu belde, hangi beldedir?

- Bu kutsal bir beldedir.

- Bu ay, hangi aydır?

- Bu kutsal bir aydır.

- Doğrusu Allah, kanlarınızı, mallarınızı ve ırzlarınızı bu günün, bu beldenin ve bu ayın kutsallığı gibi size kutsal kıldı. Bunlar doku­nulmazdır. Dikkat edin, burada hazır bulunanlarınız hazır bulunma­yanlarınıza bu sözlerimi tebliğ etsinler. Benden sonra peygamber gel­meyecektir. Sizden sonra da ümmet gelmeyecektir.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), ellerini kaldırıp:

- Allahım, şahid ol, dedi.» [23]

 

Rasûlullah (S.A.V.)'In Mina Gecelerinin Tamamında Beyti Ziyaret Edişi

 

Buharî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet eder.

«Rasûlullah (s.a.v.), Mina günlerinde Beyt'i ziyaret ederdi.»

Hafız el-Beyhakî, Ebu'l-Hasan b. Abdan kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), Mina'da kaldığı sürece, her gece Beyt'i ziya­ret ederdi. Ama herhangi bir kimsenin bu hususta onun yolunu takip ettiğini görmedim.»

Beyhakî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Mina gecelerinin her birinde Ka'be'ye gelir­di.»

Bu, mürsel bir rivayettir. [24]

 

Fasıl

 

Bazıları, zilhiccenin altıncı gününe, zinet günü derler. Çünkü o günde kurbanlık develer, sırtlarına çulları ve diğer şeyleri konularak süslenirler.

Zilhiccenin yedinci gününe, terviye günü denir. Çünkü o günde insanlar, Arefe'deki vakfe ile daha sonraki durumlar için ihtiyaç his­settikleri kadar suyu yanlarına alırlar.

Zilhiccenin sekizinci gününe, Mina günü denir. Çünkü o gün in­sanlar, Ebtah'tan Mina'ya göçerler.

Zilhiccenin dokuzuncu gününe Arefe günü denir. Çünkü o günde Arefe'de vakfe yaparlar.

Zilhiccenin onuncu gününe nahr ve adha ile hacc-ı ekber günleri denir.

Onbirinci güne karr yani kararlaşma günü denilir. Çünkü o gün­de insanlar, artık yerlerine yerleşirler. O güne ruus (başlar) günü de denir. Çünkü o günde kurbanların başlarını yerler. Bu, teşrik günle­rinin ilkidir. Teşrik günlerinin ikincisine ise, nefr-i evvel günü denir.

Buna başlar anlamına gelen ruus günü denir, diyenler de olmuştur. Teşrik günlerinin üçüncüsüne ise nefr-i ahir günü denir. Yani bu, Mi-na'dan Mekke'ye gidişin son günüdür. Yüce Allah, bununla ilgili ola­rak bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

«Günahtan sakınan kimseye, acele edip Mina'daki ibadeti iki günde bitirse günah yoktur, geri kalsa da günah yoktur.» {ei-Bakara, 203.)

Teşrik günlerinin üçüncü günü dediğimiz nefr-i ahir günü oldu­ğunda o gün sah günü idi ki, Rasûlullah (s.a.v.) bineğine bindi. Müs­lümanlar da onunla beraberdiler. Onlarla birlikte Mina'dan hareket etti. Muhassab vadisine indi. Muhassab, Mekke ile Mina arasındaki bir vadidir. Orada ikindi namazını kıldı. Nitekim Buharî, Abdülaziz b. Rufay'm şöyle dediğini rivayet eder:

«Enes b. Malik'e şöyle bir soru sordum:

- Bana, Rasûlullah (s.a.v.)'dan hafızanda kalmış olan birşeyi söy­le. O, terviye gününde Öğle namazını nerede kıldı?

- Mina'da kıldı.

- Nefir gününde ikindi namazını nerede kıldı?

- Abtah'ta kıldı. Sen de emirlerinin yaptıkları gibi yap.» Peygamber (s.a.v.)'in nefir gününde öğle namazını Abtah'ta (Mu­hassab vadisinde) kıldığı rivayet, edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Buharî, Enes b. Malikin şöyle dediğini rivayet eder:

«Peygamber (s.a.v.), öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Mu-hassab'ta kıldı. Orada biraz uzanıp yattı. Sonra bineğine binip Beyt'e gitti ve orayı tavaf etti.»

Ben derim ki: O tavafı, veda tavafı idi.

Buharî, Abdullah b. Abdulvahab kanalı ile Nafi'nin şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v), Ömer ve İbn Ömer ile birlikte Muhassab va­disine indiler. İbn Ömer, Muhassab vadisinde öğle, ikindi namazları­nı kılardı. (Yanılmıyorsam o, akşam namazını kıldığını da ifade e-der.)»

Halid b. Haris: «Yatsı namazını orada kılmış olduğundan da şüp­hem yoktur. Sonra biraz uyur ve Peygamber Efendimiz'in de böyle yapmış olduğunu söylerdi.» demiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman Muhassab vadi­sine indiler.»

Tirmizî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman, Abtah (Muhas­sab) vadisine inerlerdi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Bat-ha'da (Muhassab'ta) kılar, biraz uyur, sonra Mekke'ye gider ve Beyt'i tavaf ederdi.»

Buharî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), kurban bayramının birinci günü Mina'da şöy­le dedi:

"Yarın Beni Kinane kabilesinin küfür üzerine yemini eştikleri Hayf a ineceğiz."

Rasûlullah, bu sözüyle Muhassab vadisine ineceğim kasdetmişti.»

İmam Ahmed b. Hahbel, Abdürrezzak kanalı ile Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hac esnasında Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir soru sordum:

- Yarın nereye ineceksin ya Rasûlallah? Bana cevaben şöyle dedi:

- Âkil bizim için bir yer bırakmamış ki! Yarın inşaallah Beni Ki­nane kabilesinin Hayf (Muhassab) vadisine ineceğiz. Bu kabile orada küfür üzerinde kalmak hususunda Kureyşlilere ittifak yapıp yemin-leşmişti.»

Beni Kinane kabilesi, Haşimoğullarına karşı Kureyşlilerle şöyle bir ittifak yapmıştı: Onlarla evlenmeyeceğiz. Onlarla alış-veriş yap­mayacağız. Onları barındırmayacağız. Rasûlullah'ı teslim etmelerine kadar bu boykotu sürdüreceğiz.

Rasûlullah (s.a.v.), Muhassab vadisine ineceğini söylerken şunu da söylemişti:

«Müslüman kişi kafire mirasçı olmaz, kafir de Müslüman kişiye mirasçı olmaz.»

Bu iki hadis şuna delalet ediyorlar ki, Peygamber (s.a.v.), Kureyş­lilere nisbet olsun diye Muhassab vadisine inmeyi kasdetmişti. Çün­kü Kureyşliler, Haşimoğulları ve Muttaliboğullan ile -Rasûlullah'ı kendilerine teslim etmelerine kadar- alakalarını kesmek ve boykot uygulamak için orada planlar yapıp, komplo hazırlamışlardı. Nitekim bunu daha önce yerinde açıklamıştık.

Rasûlullah (s.a.v.), Mekke fethi senesinde Muhassab vadisine i-nip konaklamıştı. Şu halde oraya gitmek, terğip ve teşvik edilen bir sünnet haline gelmiştir. Bu, âlimlerin iki kavlinden biridir.

Buharî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Çıkışı daha kolay olsun diye Muhassab vadisi, Hz. Peygamberin konakladığı bir menzildir.»

Müslim, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Çıkışı için daha kolay olsun diye Rasûlullah (s.a.v.), Muhassab vadisine inmiştir. Ancak bu sünnet değildir. Dileyen oraya iner, dile­meyen inmez.»

Buharî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Muhassab vadisine inmek, herhangi bir hüküm taşımaz. Burası Rasûlullah'm konakladığı bir yerdir. Hepsi bu kadar.»

Ebu Davud, Ebu Rafi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Muhassab vadisine inmemi emretmedi. An­cak orada kendisinin çadırı kuruldu. O da gidip orada konakladı.»

Kısaca demek istediğimiz şudur ki: Bütün âlimler, Hz. Peygam­berin Mina dönüşünde Muhassab vadisine indiği hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak ihtilaf ettikleri husus şudur: Bazıları, onun oraya önceden niyet ederek gelmediğini, aksine çıkışı kolay olsun diye tesa­düfen oraya geldiğini söylemişlerdir. Diğer bazıları ise, Hz. Peygam­berin oraya inmek istediğini önceden açıklamış olduğunu söylemiş­lerdir ki, akla yatan husus budur. Şöyle ki:

Peygamber (s.a.v.) insanlara, Beyt'le vedalaşmalarını emretti. Onlar daha önce her bir taraftan çekip gidiyorlardı. Nitekim İbn Ab-bas da şöyle demiştir:

«Peygamber (s.a.v.), insanların Beyt'le vedalaşmalarını, yani veda tavafı yapmalarını emretti. Kendisi ve beraberindeki Müslümanlar da Beyt'le vedalaşmak, veda tavafı yapmak istediler. Mina'dan zevale yakın bir vakitte dönmüştü. Gününün geri kalan, kısmında Beyt'e gel­mek ve onu tavaf etme ve bineğine binip Mekke'den Medine'ye hare­ket etmek imkanı yoktu. Çünkü o kadar büyük bir kalabalığın içinde bunu yapması mümkün değildi. Onun için Mekke tarafında gecele­mesi bir mecburiyet halini aldı. Gecelemesi için münasip yer, Muhas­sab vadisi idi. Bundan başka uygun bir yer yoktu. Kureyşliler, Haşi-mîlere ve Muttaliboğullarına karşı boykot kararını Kinane oğullarıy­la birlikte burada vermişlerdi. Ama Cenâb-ı Allah, Kureyşlüerin bu kararını boşa çıkardı. Onları ziyana uğrattı. Girişimleri sonuçsuz kal­dı. Allah, kendi dinini güçlendirdi. Peygamberine yardım etti. Keli­mesini yüceltti. Onun dosdoğru dinini tamamladı ve onun dosdoğru yolunu da açıkladı.

Rasûlullah (s.a.v.), insanlara haccettirdi. Onlara Allah'ın ahkam ve şiarlarını açıkladı. Menasikini ikmal ettikten sonra Mina'dan ' Mekke'ye döndü. Dönerken KureyşHlerin Müslümanlara karşı zulüm,, düşmanlık yapmak ve boykot uygulamak için Kinane oğullarıyla ye-minleştikleri Muhassab vadisine indi. Orada öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarım kıldı, biraz da uyudu.

Müminlerin annesi Hz. Aişe'yi, kardeşi Abdurrahman'la Tenime göndermişti ki^ orada umre yapsın. Aişe, umre işini tamamlayınca Rasûlullah'm yanma geldi. Bu esnada Rasûlullah, Beyt-i Atik'e gidil­mesi için Müslümanların harekete geçmeleri duyurusunda bulundu.

Nitekim Ebu Davud, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Umre için Ten'im'de ihrama girdim. Ka'be'ye gidip umremi ta­mamladım. Rasûlullah (s.a.v.), umremi tamamlayıncaya kadar Ab-tah'ta (Muhassab'ta) beni bekledi. Ben işimi tamamladıktan sonra Rasûlullah, dönüş hazırlığına başlamaları için insanlara emir verdi. Rasûlullah', Beyt'e geldi. Orayı tavaf ettikten sonra Mekke'den çıktı.» Ebu Davud, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah'la birlikte ben de nefr-i ahir gününde Mina'dan yola çıktım. Ka'be'ye gelirken Muhassab vadisine indik.» Ebu Davud, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Sonra seher vakti Rasûlullah'm yanına geldim. Ashabına, dönüş yolculuğuna hazırlanmaları duyurusunda bulundu. Sabah namazın­dan önce Beyt'e uğradı. Orayı tavaf etti. Sonra Medine'ye yönelerek yola çıktı.»

Açıkça anlaşılan o ki, Peygamber (s.a.v.), o gün sabah namazını Ka'be'de ashabıyla birlikte kıldı. O namazında Tûr sûresini baştan sona okudu. Bunu, Buharî'nin, Ümmü Seleme'den yaptığı şu rivayet­ten anlıyoruz. Ümmü Seleme diyor ki: «Rasûlullah (s.a.v.)'a hasta ol­duğumu söyledim. O da bana dedi ki:

- Binek üzerinde insanların gerisinde Ka'be'yi tavaf et.

Ben de bu şekilde tavaf ettim. O gün Rasûlullah (s.a.v.) da Ka'be'nin yanında Tûr sûresini okuyordu.»

Buharı, Hişam b. Urve kanalı ile Zeyneb'in şöyle dediğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'den çıkacağı esnada Ümmü Seleme henüz Ka'be'yi tavaf etmemişti. O da çıkacak idi. Rasûlullah (s.a.v.) ona şöyle dedi:

-  Sabah namazı kılındığında,, sen de devene bin, insanlar namaz kılarlarken deve üzerinde Ka'be'yi tavaf et...»

İmam Ahmed b. Hanbel, Zeyneb binti Ebi Seleme'nin şöyle dedi­ğini rivayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), kurban bayramının birinci günü Mekke'de kendisiyle birlikte sabah namazını kılmasını Ümmü Seleme'ye em­retti.»

Bu rivayette geçen: «Kurban bayramının birinci günü» sözü, ravi-nin bir yanlışlığıdır- Aslında o gün Mina'dan dönüş günü idi.

Demek istediğimiz şudur ki, Peygamber (s.a.v.), sabah namazını kıldıktan sonra Ka'be'yi yedi kez tavaf etti. Ka'be'nin kapısı ile Hace-rü'1-Esved arasındaki Mültezem'de durdu. Aziz ve Celil olan Allah'a dua etti. Vücudunu Ka'be'nin duvarına yasladı. Sevrî, Musanna b. Sabah tarikiyle Amr b. Şuayb'ın dedesinin şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzünü ve göğsünü Mültezem'e yapıştır­dığını gördüm.»   [25]                                       

 

Fasıl

 

Hz. Aişe'nin de dediği gibi Peygamber (s.a.v.), daha sonra Mek­ke'nin alt tarafından Medine yoluna çıktı. Hz. Aişe diyor ki: «Rasûlul­lah (s.a.v.), üst taraftan Mekke şehrine girmiş, alt tarafından da çıkıp

gitmişti.»

İbn Ömer dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.), Batha'daki Seniyetü'1-Ul-yâ'dan yani yukarı taraftan Mekke'ye girdi. Seniyyetü's-Süflâ'dan ya­ni aşağı taraftan da çıktı.»

Başka bir rivayette ise şöyle denmektedir: «Rasûlullah (s.a.v.), Keda mıntıkasından Mekke şehrine girmiş, Küdey mıntıkasından da

çıkıp gitmişti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Fudayl tariki ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), güneşin batışı esnasında Mekke'den çıkmıştı. Şerife gelinceye kadar namaz kılmamıştı. Şerif, Mekke'ye dokuz mil­lik uzaklıkta bir yerdir.»

Bu, cidden garip bir rivayettir. Bu hadisin rivayet senedinde adı geçen ravilerden biri olan Eclah hakkında şüphe edilmektedir. Belki-de bu hadise, Veda haccı dışındaki bir hac veya umrede olmuştur. Çünkü Peygamber (s.a.v.), -önceki sayfalarda da anlattığımız gibi- sa­bah namazından sonra Beyt'i tavaf etmişti. Niçin bu tavan güneşin batış vaktine kadar ertelesin? Bu, gerçekten garip bir şeydir.

Yalnız İbn Hazm'm şu iddiası doğru ise, o zaman buna bir diyece­ğimiz olmaz. Bu iddiaya göre Peygamber (s.a.v.), veda tavafını yap­tıktan sonra Mekke'den Muhassab'a dönmüştü. Ancak İbn Hazm, Hz. Aişe'nin kavlinden başka bunu teyid edecek bir delil ileri sürmemiş­tir. Hz. Aişe'nin kavli de şudur; Hz. Aişe, Ten'im'de umre yaptıktan sonra dönüşünde Sa'da mıntıkasında Rasûlullah'la karşılaşmıştı. O esnada Rasûlullah, Mekkelilere doğru inmekte idi.

İbn Hazm dedi ki: Şüphe götürmeyen bir husus da şudur ki, Hz. Peygamber, Mekke'ye inmekte iken Aişe yukarıya çıkmakta idi. Çün­kü o, umre için ileriye gitmiş ve Rasûlullah da onun gelişini bekle­mişti. Sonra Rasûlullah, veda tavafı için kalkıp yola çıkmış, veda ta­vafını yapıp Mekke'den Muhassab'a dönerken yolda onunla karşılaş­mıştı.

Mekke'ye dönerken Zi Tuva'ya inen kimse babında Buharî, Nafi'-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İbn Ömer, Mekke'ye gelişinde Zi Tuvâ'da geceler, sabaha kadar orada bekledikten sonra, sabahleyin Mekke'ye girerdi. Mekke dönü­şünde de Zi-Tuva'ya uğrar, orada geceler, sabaha kadar orada kalırdı ve Rasûlullah (s.a.v.)'m da böyle yaptığını söylerdi.»

Faydalı ve önemli bir husus: Rasûlullah (s.a.v.), beraberinde

birazcık Zemzem suyunu Mekke'den alıp Medine'ye götürmüştür.

Hafız Ebu İsa et-Tirmizî, Ebu Kureyb kanalı ile Hişam'm babası Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz, Aişe, beraberinde Zemzem suyu getirir ve Rasûîullah'ın da böyle yaptığını söylerdi.»

Buharî, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), gazveden, hac veya umreden dönüşünde üç defa tekbir getirir, sonra şöyle derdi: «Allah'tan başka ilâh yoktur. Sadece O vardır. Ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsus­tur. O, herşeye kadirdir. Tevbe ederek dönüyor, ibadet ediyor, Rabbi-mize secde ediyor, O'na hamdediyoruz. Allah vadini gerçekleştirdi. Kuluna yardım etti. Düşman fırkalarını yalnız başına hezimete uğ­rattı.»

Bu konuda varid olan birçok hadis vardır. Hamd ve minnet Al­lah'a muhsustur. [26]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/306-307.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/307-309.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/309-310.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/310-311.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/311-313.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/313-316.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/316-319.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/319-322.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/322.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/323-327.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/328-330.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/330.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/330-333.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/333-336.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/336-338.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/338-339.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/339-340.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/340-344.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/344-345.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/3345-346.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/346-353.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/353-355.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/355-358.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/358.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/358-362.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/363-364.