Rasûlullah
(Sav.)'In Cariyeleri
Köle Ve
Cariyeleri Dışında Rasûlullah'a Hizmet Edenler Enes B. Malik
Rasûlullah
(S.A.V.)'In Yanında Bulunan Vahiy Katipleri
Peygamber
(S.A.V.)'İn Sağlığında Kullandığı Elbise, Silah, Binek Ve Diğer Eşyaları
Yüzükten
Vazgeçmeye Dair Rivayetler
Peygamber
(S.A.V.)'İn Giydiği Ayakkabıları
Peygamber
(S.A.V.)İn Sürmeliği
Peygamber
(S.A.V.)'În Atları Ve Binekleri
Bunlardan biri,
Emetullah binti Rezine'dir. Doğrusunu söylemek gerekirse bunun annesi Rezine,
Rasûlullah'ın yanında bulunmuştu. Nitekim bu, ileride de anlatılacaktır. Ancak
İbn Ebi Asım'm rivayetinde anlatıldığına göre Beni Kurayza ve Nadir gününde
Rasûlullah (s.a.v.), Safiye'yi esir aldı. Sonra azad etti. Onunla evlendi.
Mehir olarak da ona Emetullah'm annesi Rezine'yi (Rüzeyne?) verdi.
Bu, gerçekten garib
bir hadistir.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Ümeyme'dir. Şamlılar, ondan hadis rivayet etmişlerdir.
Zübeyr b. Nüfeyr de onun Rasûlullah'a ab-dest alırken yardımcı olduğunu rivayet
etmiştir. Günün birinde ona bir adam gelmiş ve:
- Bana tavsiyede
bulun, deyince, o da şöyle cevap vermişti: «Kesilip parçalansan da, ateşle
yakılsan da hiçbir şeyi Allah'a ortak koşma. Kasıtlı olarak hiçbir namazı
terketme. Bir kimse, kasıtlı olarak namazı terkederse, Allah ve Rasûlünün
zimmeti dışına çıkmış olur. Sarhoş edici şeyi içme. Çünkü sarhoş edici şeyleri
içmek, her günahın başıdır. Ana ve babana asi olma. Ailenden ve dünyalığından
sıyrılıp çıkmanı sana emretseler de onlara karşı gelme.»
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Ümmü Eymen'dir. Ümmü Eymen'in asıl adı Bereke binti
Salebe b. Amr b. Husayn b. Malik b. Seleme b. Amr b. Numan el:Habeşiye'dir.
Ancak daha çok Ümmü Ey-men künyesi ile çağrılırdı. Eymen, onun ilk kocası Ubeyd
b. Zeyd el-Habeşî'den doğan oğludur. Bu kadın, ilk kocası Ubeyd'den sonra Zeyd
b. Harise ile evlenmiş, ona Üsame b. Zeyd'i doğurmuştur. Bu kadın, Ümmü Ziba
künyesi ile tanınırdı.
İki kez hicret
etmiştir. Allah ondan razı olsun. Annesi, Amine binti Vehb'le birlikte
Rasûlullah'm bakıcılığını yapmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'a babasından miras
kalmıştı. Vakidî böyle demiştir. Diğerlerinin dediklerine göre Rasûlullah'a
annesinden miras kalmıştır. Hz. Hatice'nin kızkardeşinin cariyesi olduğunu,
onun tarafından Rasûlullah'a hibe edildiğini, ilk zamanlarda iman ettiğini,
ancak peygamberden sonra hicret ettiğini söyleyenler de olmuştur. Hz.
Peygamberin vefatından sonra Ebu Bekir tarafından ziyaret edildiğini, bu
ziyarette Hz. Ömer'in de hazır bulunduğunu, bu iki zatın kendisini ziyaret ettikleri
esnada ağladığını, bunun üzerine ağlayınca da Ebu Bekir'le Ömer'in kendisine:
- Sen bilmez misin ki,
Allah katındaki şeyler Rasûlullah için daha hayırlıdır? diye sorduklarını,
onunsa şu cevabı verdiğini:
- Ağlıyorum, çünkü
artık gökten vahiy gelmeyecektir.
Bunun üzerine Ebu
Bekir'le Ömer'in de onunla beraber ağlamaya başladıklarını, daha önce
anlatmıştık.
"et-Tarih"
adlı eserinde Buharî, Abdullah b. Yusuf tariki ile Züh-rî'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Ümmü Eymen,
yaşlanmcaya kadar Peygamber (s.a.v.)'e hizmet etti. Peygamber (s.a.v.), onu
azad etti. Sonra onu, Zeyd b. Harise ile evlendirdi. Bu kadın, Peygamber
-(s.a.v.)'in vefatından beş ay sonra öldü. Altı ay sonra vefat ettiğini
söyleyenler de olmuştur. Hz. Ömer'in öldürülmesinden sonra yaşadığını söyleyenler vardır.»
Muhammed b. Sa'd,
Vakidî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Üminü Eymen, Osman b.
Affan'm hilafetinin başlangıcında vefat etmiştir.»
Vakidî, Yahya b. Said
b. Dinar kanalı ile şöyle rivayette bulunmuştur:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Ümmü Eymen'e: "Ey Anacığım!" diye hitab eder ve ona bakınca da:
"Bu, benim ailemin son kalanıdır." derdi.»
Ebu Bekir b. Ebi
Hayseme, Süleyman b. Ebi Şeyh'ten rivayet etti-ki: «Peygamber (s.a.v) şöyle
dermiş: Ümmü Eymen, annemden sonra (gelen ikinci) annemdir.»
Vakidî, Medineli
arkadaşlarının şöyle dediklerini, rivayet etmiştir:
«Ümmü Eymen, su
içmekte olan Peygamber (s.a.v.)'e baktı. Ona:
- Bana da su ver,
dedi. Onun böyle dediğini gören Hz. Aişe, (kızarak) Ümmü Eymen'e:
- Sen bunu
Rasûlullah'a mı söylüyorsun? diye çıkıştı. Ümmü Eymen de:
- Benim ona yaptığım
hizmet çok uzun süreli olduğu için bunu istemeye hakkım var, dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ona:
- Doğru söyledin, dedi
ve getirip ona su içirdi.»
Mufaddal b. Gassan,
Vehb b. Cerir kanalı ile Osman b. Kasım'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ümmü Eymen, hicret
yolculuğuna çıktığında Ravha'dan sonraki Munsaraf mevkiinde geceledi. Oruçlu
idi. Çok susamıştı. Susuzluktan bitkin düşmüştü. Ona gökten içi su dolu ve
beyaz bir ipe bağlı bir kova sarkıtıldı. O da dedi ki:
- Ben o kovadaki suyu
içtim. Artık hiç susamadım. Çok sıcak günlerde oruç tuttuğum halde artık hiç
susuzlukta karşılaşmadım!»
Hafız Ebu Ya'lâ,
Muhammed b. Ebu Bekr el-Mukaddemî kanalı ile Ümmü Eymen'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Rasûlullah
(s.a.v.)'m, içine küçük abdestini yaptığı bir çömleği vardı. Sabah olunca: Ey
Ümmü Eymen, çömlekteki idrarı boşalt, derdi. Bir gece uykudan uyandım. Çok
susamıştım. Çömlektekini içtim. Rasûlullah (s.a.v):
- Ey Ümmü Eymen,
çömlektekini dök, dedi. Ben de:
- Ya Rasûlallah,
geceleyin uyandığımda çok susamıştım. Çömlektekini içtim, dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:
- Bu günden sonra artık karın ağrısından
şikayetçi olmayacaksın!»[1]
"el-Gabe"
adlı eserinde İbnu'1-Esir, Haccac b. Muhanımed kanalı ile Ümeyme binti
Rakika'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
ağaçtan oyulmuş bir kabı vardı. Onun içine küçük abdestini yapar ve kanepesinin
altına koyardı. Bereke adındaki bir kadın gelip o kabtaki idrarı içti.
Bilahare Rasûlullah, o kabı sordu. Kendisine Bereke'nin kaptakini içtiği
söyleyince şöyle buyurdu: Bereke kendini ateşten, bir duvar ile korudu.»
Hafiz Ebu'l-Hasen b.
Esir dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'in idrarını içen kadının, Ümmü Habibe ile
birlikte Habeşistan'dan gelen Bereke el-Habeşiye olduğu söylenmiştir. Bu iki
kadın arasında fark vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Büreyre'ye gelince o,
Ebu Ahmed b. Cahş ailesinin mülkiyetindeki bir cariye idi. Onunla mükateblik
akdi yaptılar. Hz. Aişe de onu onlardan satın alıp azad etti. Böylece onun
azadlısı oldu. Nitekim Bu-harî ve Müslim'in sahihlerinde bu konuda hadis varid
olmuştur. Ancak İbn Asakir, bu kadınlardan söz etmemiştir.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Hadre'dir. Bunu, İbn Mendeh söylemiş ve bu husustaki
görüşünü şöyle ifade etmiştir: Muaviye, Cafer'in babası Muhammed'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber (s.a.v.)'in Hadre adında bir hizmetçisi
vardı.»
Muhammed b. Sa'd,
Selma'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ben, Hadre, Radva ve
Meymune binti Sa'd, Peygamber (s.a.v.)'in hizmetçileri idik. Peygamber
(s.a.v.), hepimizi azad etti.»
Rasûlullah (s.a.v.)'m
cariyelerinden biri de Huleyse'dir. Aslında bu, Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nın
azadlısıdır.
"el-Gabe"
adlı eserinde İbnu'1-Esir dedi ki: Hafsa ve Aişe'nin, Şevde binti Zem'a ile
kıssaları ve bu iki kadının Şevde ile şakalaşmaları hakkında Huleyse şöyle bir
rivayette bulunmuştur: «Hz. Hafsa ile Hz. Aişe, Şevde binti Zem'a'ya dediler
ki: "Deccal çıkmış." Şevde de içinde ateş yakmakta oldukları bir eve
gizlendi. Bunun üzerine onlar gülmeye başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) gelip:
- Neyiniz var, ne
oluyor? diye sorunca, onlar, Sevde'ye yaptıklarını anlattılar. Rasûlullah
gidip Sevde'yi gördü. Şevde, ona dedi ki:
- Ya Rasûlallah,
Deccal çıktı mı?
- Hayır.
- Çıktığını sanıyorum!
Böyle dedikten sonra
saklandığı evden çıktı. Ve üzerindeki örümcek ağlarını silkelemeye başladı.»
İbnu'1-Esir, Selman-ı
Farisî'nin sahibesi Huleyse'den söz etmiş ve şöyle demiştir: «Selmanın İslâm'a
girişi, onun Selman'ı azad edişi ve azadlık bedeli olarak Rasûlullah'm ona
bedel ödemesi hakkında anlatılacak şeyler vardır. Selman, azadlık bedeli
olarak sahibesi için 300 fidan
dikmişti.»
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Havle'dir. İbnu'1-Esir böyle demiştir. Bu kadın,
RasûlullahJa hizmet ederdi. Farkında olmadıkları halde Peygamber (s.a.v.)'in
kanepesi altında bir köpek yavrusunun Ölümü nedeniyle vahyin gecikmesiyle
ilgili bir hadisi bu cariye rivayet etmiştir. Kanepe altındaki köpek
yavrusunun leşi çıkarıldıktan sonra vahiy gelmeye başlamış ve şu ayet-i kerime
nazil olmuştu:
«Kuşluk vaktine
andolsun. Sükuna erdiği zaman geceye andol-sun....»
Bu, garip bir
rivayettir. Meşhur kavle göre bu ayetler, başka bir sebeble nazil olmuşlardır.
Doğrusunu Allah bilir.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Rezine'dir. İbn Asakir dedi ki: Doğrusu bu cariye,
Safiye binti Hüyey'in mülkiyetinde idi. Rasûlullah (s.a.v.)'a hizmet ederdi.
Ben derim ki:
Rezine'nin kızı Emetullah'm tercüme-i halinden bahsederken demiştik ki,
Rasûlullah, Safiye binti Hüyey ile evlenirken, ona mehir olarak Emetullah'm
annesi Rezine'yi vermişti. Demek ki Rezine, Rasûlullah'm mülkiyetinde idi.
Harız Ebu Ya'lâ,
Rezine kızı Emetullah'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Kurayza ve Nadir gününde Cenâb-ı Allah kendisine fetih nasib ettiği zaman
Safiye'yi esir aldı. Safiye, götürülmekte olan kadınları görünce:
"Allah'tan başka ilâh bulunmadığına, senin de Allah'ın Rasûlü olduğuna
şahadet ederim." dedi. Bunun üzerine eli Rasûlullahın elinde olduğu halde
Rasûlullah, onu serbest bırakıp azad etti, sonra kendisi ile evlenme talebinde
bulundu. Evlenirken ona Rezine'yi mehir olarak verdi.»
Doğrusu şu ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Safiye'yi Hayber ganimetleri arasında mülkiyetine aldı.
Onu azad etti. Mehir olarak azadlığmı ona verdi. Kurayza ve Nadir gününde
Rasûlullah'm mülkiyetine geçmiş olduğunu söylemek, hakikati karıştırmaktır.
Çünkü Hayber savaşı ile Kurayza ve Nadir savaşı arasında iki senelik bir zaman
farkı vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Hafız Ebu Bekir
el-Beyhakî, "Delâil" adlı eserde Üleyke binti Kü-meyt el-Atike'nin
annesi Emine'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah'm azadlı
cariyesi olan Rezine'nin kızı Emetullah'a dedim ki:
- Ey Emetullah,
annenin, Rasûlullah (s.a.v.)'m aşura orucunu anlattığım hiç işittin mi?
- Evet, Rasûlullah
(s.a.v.), aşura günü orucuna büyük önem verirdi. Kendi çocuklarını ve
Fatıma'mn çocuklarını çağırır, ağızlarına tükürür ve annelerine: "Bunları
geceye kadar emzirmeyin." derdi.»
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Radva'dır. İbnu'1-Esir, Said b. Beşir kanalı ile
Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Radva binti Ka'b,
Rasûlullah'a âdet görmekte olan kadının kına yakmasının hükmünü sordu.
Rasûlullah da: "Bunda bir sakınca yoktur." dedi.»
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Reyhâne binti Şem'un el-Ku-raziye'dir. Bunun Nadir
kabilesine mensup olduğunu söyleyenler de olmuştur. Rasûlullah'm zevcelerinden
bahsettikten sonra bu kadından «32 etmiştik.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Zerine'dir. Doğru ve gerçek olan ise, bu kadının asıl
adının Rezine olduğudur. Nitekim bundan daha önce de söz etmiştik.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Saibe'dir.
Rasûlullah'm cariyelerinden
biri de Sedise el-Ensârî'dir. Bunun Hafsa binti Ömer'in cariyesi olduğu
söylenmiştir. Bu cariye, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Ömer, İslâm'a
girdikten sonra şeytan onun karşısına çıkmadı. Çıksa bile yüzüstü yere kapaklanmış
olarak çıkardı.»
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de oğlu İbrahim'in bakıcılığını ve dadılığını yapan
Sellame'dir.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Selma'dır. Bu, Ebu Rafi'nin karısı Ümmü Rafi'dir.
Nitekim Vakidî, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ben, Hadre, Radva ve
Meymune binti Sa'd, Rasûlullah'a hizmet ediyorduk. Rasûlullah, hepimizi azad
etti.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Rasûlullah'm hizmetçisi Selma'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Başından şikayet eden
herkese Rasûlullah'm: "Hacamat vurdur." sözünden, ayaklarından
şikayet edenlere de: "Ayaklarına kına sür." sözünden başka birşey
dediğini işitmedim.»
Mus'ab ez-Zübeyrî dedi
ki: Selma, Hüneyn gazvesinde hazır bulunmuştur.
Ben derim ki: Gelen
rivayetlere göre Selma, Rasûlullah (s.a.v.)'a yağlı ekmek pişirir, Rasûlullah
da o ekmekten çok hoşlanırdı.
Selma, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın vefatından sonra yaşamış ve Fatıma (r.anha)'nm vefatını görmüştü.
Önceleri Rasûlullah'm halası Safiye binti Abdülmuttalib'in cariyesi idi. Sonra
Rasûlullah'm mülkiyetine geçti. Fatıma (r.anha)'nın çocuklarının doğumunda
ebelik yapmıştı. Rasûlullah'm oğlu İbrahim'in doğumunda da ebelik yapmıştı. Hz.
Fa-tıma'nın vefatında ve onun cenazesinin yıkanışında Hz. Ali ve Esma Binti
Umeys ile birlikte hazır bulunmuştu. Esma, Hz. Ebu Bekir'in zevcesi idi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. Ebi Rafi kanalı ile Selma'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Fatıma (r.anha), Ölüm
hastalığına yakalandığı zaman ben onun hasta bakıcılığını yapıyordum. Yine bir
gün o hasta iken bazı ihtiyaçlarını görmek için Hz. Ali, evden çıkıp gitmişti.
Fatıma da bana:
- Anacığım, benim için su hazırla da yıkanayım,
dedi. Ben de onun için su hazırladım. Görebildiğim en güzel şekliyle yıkandı.
Sonra bana:
- Anacığım, yeni
elbiselerimi getir, dedi. Ben de getirdim, elbiselerini giyindi. Sonra bana:
- Anacığım, yatağımı
evin ortasına ser, dedi. Ben de öyle yaptım. Yatağa uzandı. Kıbleye yöneldi.
Elini yanağının altına koyup şöyle
dedi:
- Anacığım, ben şimdi
vefat edeceğim. Ben temizlendim. Hiç kimse üzerimi açmasın.
Böyle dedikten sonra
oracıkta vefat etti. Kısa bir müddet sonra gelen Ali'ye durumu haber verdim.»
Bu, gerçekten garip ve
tuhaf bir rivayettir.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Şirin'dir. Adının Şirin olduğunu söyleyenler de vardır.
İbrahim'in teyzesi ve Mariyetü'l-Kıbti-ye'nin kız kardeşidir. Bundan önceki
sayfalarda da belirttiğimiz gibi asıl adı Cüreyc b. Mina olan İskenderiye
valisi Mukavkis, bu iki cariyeyi Me'bur isimli iğdiş edilmiş bir köle ve
Düldül adlı bir katırla birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'a hediye etmişti.
Rasûlullah (s.a.v.) da Şirin'i (veya diğer rivayete göre Sirin'i) Hassan b.
Sabit'e hibe etmiş, Şirin i-le Hassanın bu evliliğinden Abdurrahman adında bir
çocukları doğmuştu.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Unkude Ümmü Melih el-Ha-beşiye'dir. Bu, Hz. Aişe'nin
cariyesi idi. Önceki adı İnbe idi. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), ona Unkude adını
verdi.
Ebu Nuaym, böyle
rivayet etmiştir. Bu cariyenin adının Gafire olduğunu söyleyenler de olmuştur,
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Ferve'dir. Bu aym zamanda ona süt emzirmiştir. Ferve
dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle buyurdu:
«Yatağına girdiğin
zaman "Kafirûn" sûresini oku. Çünkü bu sûre, şirkten uzaklaşmaktır,
dedi.» İbnü'1-Esir, "el-Gabe" adlı eserinde bunu nakletmiş tir.
Fiddetü'n-Nubiye'ye
gelince, İbnu'1-Esir, "el-Gabe" adlı eserinde bu cariyenin,
Rasûlullah'm kızı Fatıma'nın mülkiyetinde olduğunu söylemiştir.
«Onlar içleri çektiği
halde, yiyeceği yoksulla, öksüze ve esire yedirirler.» ayet-i kelimesiyle
ilgili olarak İbn Abbasin görüşlerini naklettikten sonra İbmı'1-Esir, bu
konuda kısaca şöyle demiştir:
" «Hasan ile
Hüseyin hastalandılar. Rasûhıllah (s.a.v.), onları ziyarete geldi. Arapların
çoğunluğu da onları ziyarete geldiler. Ali'ye:
- Bu hususta bir adak
adamaz mısın? dediler. Ali de:
- Eğer çocuklarını
iyileşirlerse, Allah için üç gün oruç tutarım, dedi. Bunun üzerine Fatıma da
aynı şeyleri söyledi. Fidda da onlar gibi adakta bulundu.
Nihayet Cenâb-ı Allah,
Hasan ile Hüseyin'e şifa ihsan etti. Bunlar da oruç tuttular. Hz. Ali ise,
Şem'un el-Hayberî'ye gidip üç ölçek arpa ödünç aldı. İlk gece bir ölçek arpayı
öğütüp ekmek yaptılar. Yemek için iftar vakti önlerine koydukları zaman bir
dilenci kapıya gelip:
- Miskine yemek
yedirin ki, Allah da Cennet sofralarında size ye-dirsin, dedi. Bunun üzerine
Hz. Ali emir verdi. Önlerindeki yiyeceği miskine verdiler. Kendileri aç
kaldılar.
İkinci gece, bir ölçek
daha arpayı öğütüp ekmek yaptılar. İftar vakti Önlerine koydukları zaman yine
dilencinin biri kapıya gelip:
- Öksüze yedirin, dedi. O gecenin ekmeğini de
ona verdiler. Kendileri aç kaldılar.
Üçüncü gece son ölçek
arpayı öğütüp ekmek yaptılar. Yine iftar vakti sofrayı.kurduklarında dilencenin
biri kapıya gelip:
- Esire yedirin, dedi.
Sofradaki ekmeği ve yiyecekleri ona verdiler. Böylelikle kendileri üç gün üç
gece aç kaldılar. Cenâb-ı Allah da bu hadise üzerine haklarında şu ayetleri
inzal buyurdu:
«İnsanoğlu var edilip
bahse değer birşey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir?
Biz insanı katışık bir
nutfeden yaratmışızdır. Onu deneriz. Bu yüzden onun işitmesini ve görmesini
sağlamışızdır. Şüphesiz ona yol gösterdik, buna kimi şükreder, kimi de
nankörlük.
Doğrusu inkarcılar
için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli Cehennem hazırladık. Şüphesiz
iyiler kafur katılmış bir tastan içerler. Bu, sadece Allah'ın kullarının
taşıra taşıra içebileceği bir pınardır.
Onlar verdikleri
sözleri yerine getirirler, fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar. Onlar,
içleri çektiği halde, yiyeceği yoksulla, öksüze ve esire yedirirler.
Biz sizi ancak Allah
rızası için doyuruyoruz. Bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz, derler.»
(insan, ı-ıo.)
Bu, münker bir
hadistir. Bazı hadis imamları bunu mevzu sayarlar. Gerekçe olarak da
lafizlardaki bozukluğu gösterirler. Ayrıca bu sûre, Mekkî'dir. Hasan ile
Hüseyin ise, Medine'de doğmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.
Rasûlullah'm
hizmetinde bulunanlardan biri de Hz. Aişe'nin cariyesi Leyla'dır. Bu kadın,
Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir soru sormuştu:
- Ya Rasûlallah, sen
heladan çıkar çıkmaz senden hemen sonra ben içeri giriyorum ama birşey
göremiyorum. Sadece misk kokusu hissediyorum.
Onun bu sorusu üzerine
Rasûlullah şöyle demişti:
«Biz peygamberler
topluluğunun cesedleri Cennet ehlinin ruhları üzerinde biter. Yer, bizden çıkan
bir pisliği mutlaka yutar.»
Bunu Ebu Abdillah
el-Medenî'nin hadisinden Ebu Nuaym rivayet etmiştir. Ancak Ebu Abdillah
el-Medenî, hakkında bilgi bulunmayan ravilerdendir.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de İbrahim'in annesi Mariyetü'l-Kıbtiye'dir. Mü'minlerin
annelerinden, yani Rasûlullah'm zevcelerinden bahsederken bu hanımdan söz
etmiştik. İbnu'1-Esir, Mariyetü'l-Kıbtiye ile Mariyetü Ümmi Rebab'ı birbirinden
ayırd etmiş ve Mâri-yetü Ümmi Rebab'm da Rasûlullah'm cariyelerinden biri
olduğunu söylemiştir. Bunun hadisi, Basralıların yanındadır. Abdullah b.
Ha-bib, Mariye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir gece sırtıma bassın,
diye yere eğildim. Rasûlullah da sırtıma bastı ve bir bahçenin duvarına
tırmanarak müşriklerden kaçtı.»
Ebu Bekir, Mariye'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Elimi sürdüğüm hiçbir
şey, Rasûlullah'm avuçları kadar yumuşak değildi.»
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Meymune binti Sa'd'dır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Meymune'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ya Rasûlallah, bize Beyt-i
Makdis hakkında açıklamada bulun.
- Orası insanların dünyaya yayıldıkları ve
tekrar orada toplanacakları yerdir. Oraya gidin. Orada namaz kılın. Orada
kılman bir namaz 1.000 namaz gibidir.
- Bir kimse oraya
gitme gücünü bulamazsa ne yapsın?
- Oraya zeyt (yağ) göndersin ki, o zeyt ile
orada kandiller yakılsın. Oraya bir hediye gönderen, orada namaz kılan
gibidir.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Meymune binti Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Zina çocuğunun
hakkında Rasûlullah'a soru soruldu. Rasûlullah şu cevabı verdi:
«Zinadan doğan çocukta
hayır yoktur. Allah yolunda giyip kendileri ile cihada katıldığım iki
ayakkabı, benim için bir zina çocuğunu azad etmekten daha hoştur.»
Hafız Ebu Ya'lâ
el-Musilî, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe kanalı ile Rasûlullah'a hizmet eden
Meymune'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: Ailesinin arasından çıkıp başka yerde ziynetlenmek için eteğini
sürüyüp yürüyen kadının yaptığı iş, kıyamet gününde nuru bulunmayan zulmet
gibidir..."
Rasûlullah'm cariyelerinden
biri de Meymune binti Ebi Üneyse (Anbese?)'dir. Ebu Amr b. Mendeh böyle
demiştir.
Ebu Nuaym dedi ki:
Yukarıda adı geçen cariyenin adında yanlışlık vardır. Gerçekte onun adı,
Meymune binti Ebu Asib'tir. Bunun hadisini Menca b. Mus'ab Ebu Abdillah el-Abdî
rivayet etmiştir. Bu rivayette anlatıldığına göre Hureyş kabilesinden bir
kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelmiş ve Hz. Aişe'ye şöyle demişti:
- Ya Aişe, bana imdad
eyle. Rasûlullah'm kalbimi sükûna erdirecek ve beni teskin edecek bir duasını
söyle.
Hz. Aişe de ona şöyle
dedi:
- Sağ elini kalbinin
üzerine koyup sıvazla ve:
"Bismillah.
Allah'ım, beni kendi devan ile tedavi et. Bana kendi şifanı bahşet. Senden
başkasmmki ile değil, kendi lütfunla beni zengin et." de.»
Bu hadisin ravilerinden
Rebia dedi ki: Ben o kadını çağırdım. Onun iyileşmiş olduğunu gördüm.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Ebu Duraeyre'nin zevcesi Ümmü Dumeyre'dir. Bunun
hakkında önceki sayfalarda gerekli açıklamaları vermiştik.
Rasûlullah'm
cariyelerinden biri de Ümmü Ayyaş'tır. Rasûlullah (s.a.v.), kızını Osman b.
Affan'la evlendirirken onunla birlikte göndermişti.
Ebu'l-Kasım el-Begavî,
îkrime kanalı ile Rasûlullah'm hizmetçisi ve kızını Osman'la evlendirirken
beraberce gönderdiği cariyesi Ümmü Ayyaşın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Osman için sabahleyin
hurma şerbetini elimle yapıyor, karıştırıyor ve akşamleyin o da bunu içiyordu.
Akşamleyin ona nebiz yapıyordum. O da sabahleyin onu içiyordu. Bir gün bana:
- Sen buna birşey
katıyor musun? diye sordu. Ben de:
- Evet, deyince.
- Bir daha böyle
yapma, dedi.» Rasûlullah'm cariyeleri bunlardı.
İmam Ahmed b.Hanbel,
Veki' vasıtasıyla Sümame b. Hazn'm şöyle dediğini rivayet eder:
«Ben Hz. Aişe'ye
nebizin hükmünü sordum. O da dedi ki:
- İşte Rasûlullah'm
hizmetçisi burada. Sen bunu ona sor.
Böyle diyerek Habeşi
bir cariyeyi bana gösterdi. O cariye de bana şöyle dedi:
- Akşamleyin
Rasûlullah'a bir kapta nebiz yapıyor. Kabın ağzını kapatıyordum. Sabah olunca
ondan içiyordu.»
Müslim ile Neseî,
Kasım b. Fadl'dan böyle bir rivayette bulunmuşlardır. [2]
Enes b. Malik b. Nadr
b. Damdan b. Zeyd b. Haram b. Cündeb b. Asım b. Ganm b. Adiy b. Neccar
el-Ensârî en-Neccarî Ebu'I-Hamze el-Mendenî'dir. Basra'ya yerleşmişti.
Rasûlullah (s.a.v.)'a Medine'deki on yıllık ikameti müddetince hizmet etmişti.
Rasûlullah, onu asla azarlamamış ve yaptığı birşey için: «Neden yaptın?»
dememiş; yapmadığı birşey için de, «Niçin yapmadın?» dememişti.
Anasının adı Ümmü
Süleym binti Milham b. Halid b. Zeyd b. Ha-ram'dır. Bu kadın, oğlu Enes'i
getirip Rasûlullah (s.a.v.)'a vermiş, Rasûlullah da kabul etmişti. Anası,
Rasûlullah'tan oğlu Enes'e dua etmesini isteyince Allah'ın elçisi şöyle dua
etmişti:
"«Allah'ım, malım
ve çocuğunu çoğalt, ömrünü uzat, onu Cennet'e koy.»
Enes dedi ki:
Rasûlullah'm yaptığı üç duadan ikisinin gerçekleştiğini gördüm. Üçüncüsünü de
beklemekteyim. Allah'a yemin ederim ki malım çok. Çocuklarım ve çocuklarımın
çocukları da yüzü aşmaktadır.
Başka bir rivayete göre
Enes şöyle demiştir: «Bağım senede iki kez ürün vermektedir. Belimden düşen
çocuklarımın sayısı ise 106'-dır.»
Enes'in, Bedir
gazvesine katılıp katılmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Ensârî babası
vasıtasıyla Sümame'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir; «Enes'e:
- Sen Bedir gazvesine
katıldın mı? diye sorulduğu zaman o, şu cevabı verdi:
- Anası Ölesice, nasıl
olur da ben Bedir gazvesine katılmam.». Meşhur rivayete göre o, Bedir gazvesine
katılmamıştır. Çünkü o
zaman yaşı küçüktü.
Keza yaşı küçük olduğu için Uhud gazvesindede hazır bulunmamıştır. Ancak
Hudeybiye, Hayber, Umretu'1-Kazâ, Mekke fethi, Hüneyn Taif ve müteakip
gazvelere katılmıştır.
Ebu Hüreyre dedi ki:
Ümmü Süleym'in oğlu Enes b. Malik kadar Rasûlullah'm namazı gibi namaz kılan
birini görmedim.
İbn Şirin dedi ki:
Seferinde de, hazarında da insanların en güzel namaz kılanı Enes b. Malik idi.
Basra'da vefat etti. Basra'da en son kalan sahabe o idi. Ali b. el-Medenî böyle
demiştir.
Vefatı, hicri
doksanıncı senede olmuştu. Doksan birinci senede öldüğünü söyleyenler de
olmuştur. Kimileri, onun doksanikinci senede vefat ettiğim söyler. Başka bir
grupta onun doksanüçüncü senede vefat ettiğini söylemişler. Meşhur olan ve
ekseriyetinde üzerinde ittifak ettiği tarih budur.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in, "Müsned" adlı eserinde Humeyd'den rivayet ettiğine göre;
Enes, vefat ettiğinde 99 yaşında idi.
Enes'in vefat ettiği
gün yaşının en az 96 olduğu, en çok da 107 olduğu söylenmiştir. 106 yaşında
olduğunu söyleyenler olduğu gibi 103 yaşında olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Doğrusunu Allah bilir. [3]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Esla b. Şerik b. Avf el-A're-cî'dir.
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: Onun adı Meymun b. Senbaz idi. Rebi b. Bedir el-A'recî, babası kanalı ile
Esla'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'e
hizmet ediyor, onunla birlikte sefere çıkıyordum. Bir gece bana:
- Ey Esla; kalk yola çıkalım, dedi. Ben de
cünüp olduğumu söyledim. Bir müddet sustu. Sonra Cebrail, ona teyemmüm ayetini
getirdi. Bundan sonra Rasûlullah:
- Ey Esla, kalk
teyemmüm yap, dedi. Ben de kalkıp teyemmüm yaptım ve namaz kıldım. Yolda su
görünce Rasûlullah bana:
- Ey Esla, kalk gtısül
yap, dedi.
Rasûlullah, teyemmümün
nasıl yapılacağını da bana gösterdi. Ellerini toprağa vurdu. Sonra silkeledi.
Sonra elleriyle yüzünü meshet-ti. Sonra ellerini tekrar toprağa vurdu,
silkeledi. Elleri ile ziralarım (dirseklerine kadar kolunu) meshetti. Sağ
eliyle sol ziraim, sol eliyle de sağ zira'mı içten ve dıştan meshetti.»
Hadisin ravilerinden
Rebî der ki: Rasûlullah, teyemmümün nasıl yapılacağını Esla'ya nasıl
gösterdiyse Esla da oğluna öyle gösteren. O da oğluna öyle gösterdi. Babam da
bana öyle gösterdi.
Rebî der ki: Ben bu
hadisi, Avf b. Ebi Cemileye anlattım, o da şöyle dedi:
- Evet vallahi Hasan
in da böyle yaptığını gördüm. [4]
Rasûhıllah'm
hizmetçilerinden biride Esma b. Harise b. Sa'd b. Abdullah b. Abbad b. Sa'd b.
Amr b. Amir b. Salebe b. Malik b. Aksa el-Eslemî'dir. Suffa ehlindendir.
Muhammedb. Sa'd böyle demiştir.
Esma, Hind b. Harise'nin
kardeşidir. İkisi de Rasûlullah'a hizmet ederlerdi.
İmam Ahnıed b..
Hanbel, Affan vasıtasıyla Yahya b. Hind b. Harise'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir.
«Hind, Hudeybiye
ashabından dır. Rasûlullah (s.a.v.), onun kardeşi Esma b. Harise'yi kavmine
göndermiş ki, onlara aşure gününde oruç tutmalarını emretsin.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yahya b. Hind'in, Esma b. Harise'den naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.), Esma'yı kavmine gönderdi ki; onlara aşura gününde oruç
tutmalarını emretsin. Esma dedi ki:
- Ya Rasûlallah,
onların aşura gününde yemek yemekte olduklarını görürsem ne yapayım?
- Onlara, günün geri kalan kısmını oruçlu gibi
geçirmelerini söylersin.»
Ahmed b. Halid
ez-Zehebî, Muhammed b. İshak kanalı ile Hind'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
beni Eşlem kabilesinden bir topluluğa göndererek şöyle dedi:
- Kavmine emret, bugünü (aşure gününü) oruçlu
geçirsinler. Onlardan günün evvelinde yemek yemiş olan bir kimseyi görürsen,
günün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmesini söyle.»
Muhammed b. Sa'd,
Vakidî vasıtasıyla Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Harise'nin çocukları
Hind ile Esma'nm Rasûlullah'm köleleri olduklarını biliyorum.»
Vakidî dedi ki: Bu
ikisi, Rasûlullah'a hizmet ederler, onun kapışından ayrılmazlardı. Enes b.
Malik de böyleydi.
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: Esma b. Harise, hicri altmışaltına senede seksen yaşında iken Basra'da
vefat etti. [5]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Bükeyr b. Şeddah el-Ley-sî'dir.
Ibn Mendeh, Abdülmelik
b. Ya'lâ el-Leysî'den rivayet etti ki, Bükeyr b. Şeddah el-Leysî, Peygamber
(s.a.v.)'e hizmet ederdi. Buluğa erdi. Bunu Peygamber (s.a.v.)'e haber verdi ve:
- Ben senin ailenin
yanma girip çıkıyorum. Ve şimdi de buluğa erdim ya Rasûlallah, dedi. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle dedi:
- Allah'ım, bunun
sözünü doğrula ve buna zafer ver.»
Hz. Ömer zamanında bir
Yahudi öldürüldü. Hz. Ömer kalkıp hutbe irad etti ve şöyle dedi:
- Allah aşkına bu
hususta bilgisi olan varsa söylesin. Bükeyr kalkıp:
- Ya emire'l-mü'minin, onu ben öldürdüm, dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer:
- Sen bunun kanının günahına girdin. Şimdi çıkış ve kurtuluş nerededir?
diye sordu. Bükeyr de şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emin!
Gazilerden bir adam sefere giderken beni ailesinin bekçiliğini yapmakla
görevlendirmişti. Geldiğimde öldürdüğüm bu Yahudinin o gazinin karısının
yanında olduğunu ve şöyle dediğini gördüm:
«İslâmiyet, Eş'as'ı
benden alıkoyup aldattı. Ben de bütün gece boyunca onun karısıyla başbaşa
kaldım.
Karısının göğsü
üzerinde geceledim. Eş'as ise, tozlu yularlar üzerine geceler.
Karısının bacak
araları kalabalık erkekler grubunu andırır ki, onlar, kalabalıklara hücum
ederler.»
Hz. Ömer, bunun
üzerine Bükeyr'in sözünü tasdik etti ve Rasûlullah'm yukarıda geçen duasını
hatırlayarak Yahudinin kanını karşılıksız bıraktı. [6]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Bilal b. Rebah el-Habe-şî'dir. Mekke'de doğmuştur.
Ümeyye b. Halefin kölesi idi. Ebu Bekir, külliyetli miktarda mal vererek
Bilal'i kendisinden satın aldı. Çünkü Ümeyye, ona -İslâm'dan dönmesi için- çok
işkence ediyordu. Bilal ise, İslâmiyet'ten asla dönmüyordu. Ebu Bekir onu satın
alınca Allah rızası için azad etti.
Bilal, insanların
hicreti esnasında hicret etti. Bedir, Uhud ve diğer gazvelerde hazır bulundu.
Bilal b. Hammame diye tanınıyordu. Hammanıe, onun anasının adıdır.
Bilal, insanların en
düzgün konuşanlarmdandı. Bazılarının iddia ettiği gibi şin harfini sin şeklinde
telaffuz etmezdi. Hatta bazı kimseler, bu konuda asılsız hadis rivayet
etmişlerdir, Güya Rasûlullah (s.a.v.): "Bilal'ın sin'i şin yerine geçer.»
demiştir. İleride de açıklanacağı gibi Bilal, dört müezzinden biridir. Daha
önce de anlattığımız gibi o, ilk ezan okuyan kimsedir. Rasûlullah'm ailesinin
nafaka işlerini idare, ederdi. Yanında devamlı olarak bir miktar mal bulunurdu.
Rasûlullah (s.a.y.), vefat edince gaza için Şam'a gidenlerle beraber gitti.
Denildiğine göre Ebu Bekir'in halifeliği zamanında da müezzinlik yapardı. Ama
gaza için Şam'a gittiğine dair kavil daha sahih (doğru) ve daha meşhurdur.
Vakidî'nin anlattığına
göre hicretin yirminci senesinde altmış küsur yaşında iken Şam'da vefat
etmiştir.
Fellas'm ifadesine
göre mezarı Dımaşk (Şam)'dadır. Mezarının Şam'a bağlı büyük bir kasaba olan
Darıya kasabasında olduğu söylenir. Halep'te vefat ettiğim söyleyenler de
olmuştur. Sahih kavle göre onun kardeşi Halid, Halep'te vefat etmiştir.
Mekhul dedi ki:
Bilal'ı gören biri bana şöyle dedi: Bilal, çok sevecen, dost canlı, nahif ve
omuzları göğsünün üzerine çıkmış, saçı sık bir kimse idi. Saçındaki ak telleri
koparıp atmazdı. [7]
Rasûlullah (s.a.v.)'m
hizmetçilerinden diğer ikisi de Halid'in oğulları Habbe ile Seva'dır. Allah
onlardan razı olsun.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Muaviye kanalı ile Halid'in oğulları Habbe ile Seva'nm şöyle dediklerini
rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
yanma girdik. Birşeyi tamir ediyordu. Kendisine yardımcı olduk. Bize dedi ki:
«Başınız sallandığı
müddetçe rızıktan ümid kesmeyin. Çünkü insanı annesi (üzerinde tüy bulunmayan)
kırmızı derili olarak kabuksuz şekilde doğurur. Sonra Aziz ve Celil olan Allah
onu nzıklandırır.» [8]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Zu-Mihmer'dir. Buna 2u-Mihber de denir. Habeşistan
hükümdarı Necaşi'nin kardeşi oğludur. Kız kardeşinin oğlu olduğu da söylenir.
Ama kardeşinin oğlu olduğuna dair rivayet daha kuvvetlidir. Necaşi,
Rasûhıllah'a kendisinin yerine hizmet etmesi için onu göndermişti.
imam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Nadr vasıtasıyla Rasûluliah'a hizmet eden Habeşli Zu-Mihmer'in şöyle
dediğim rivayet etmiştir:
«Rasûlullah'la beraber
bir yolculukta idik. Yürüyüşü hızlandırdı. Azığı az olduğu için böyle
yapıyordu. Adamın biri dedi ki:
- Ya Rasûlallah,
insanlar hızlı yürümekten dolayı bitkin düştüler. Bunun üzerine Rasûlullah
durdu, insanlar da onunla birlikte
durdular. Nihayet
toplandılar, onlara dedi ki:
- Var mısınız, biraz
uyuyalım?
Oraya konaklayıp mola
verdiler. Dediler ki:
- Bu gece bizi kim
bekleyecek? Ben de dedim ki:
- Ya Rasûiallah, ben
sizi beklerim. Allah beni sana fedai kılmıştır.
Bunun üzerine
Rasûlullah, devesinin yularını bana verdi ve:
- İşte al sana, sakın
alçak olmayın, dedi.
Ben de Rasûlullah'm
devesinin ve kendi devemin yularlarını elime aldım. Cemaatın yanından biraz
uzaklaştım. Fazla ileri gitmedim. Sonra develerimi yayılmaları için
salıverdim. Onları seyretmeye başladım. Aniden uyku bastırdı. Uyumuşum. Ben
hiçbir şeyin farkında değildim. Nihayet güneşin sıcaklığını yüzümde hissettim.
Uyandım. Sağa sola baktım. İki devenin de benden çok uzaklarda olmadıklarını
gördüm. Rasûlullah'm devesinin ve kendi devemin yularlarını elime alıp cemaatın
yakınma geldim. Rasûlullah'ı uyandırdım. Ona:
- Namaz kıldın mı?
diye sordum. O da:
- Hayır, diye cevap
verdi.
İnsanlar birbirlerini
uyandırdılar. Rasûlullah da tamamen uyandıktan sonra:
- Ey Bilal, ibrikte su
var mı? diye sordu. Bilal:
- Evet var. Allah beni
sana feda kılsın, dedi. İbrik topraklı idi. Ab-dest aldıktan sonra Bilal'e ezan
okuması için emir verdi.
Bilal ezan okudu.
Sonra Peygamber (s.a.v.), kalkıp sabahtan önce iki rekat namaz kıldı. Acele
davranmıyordu. Sonra Bilal'e emir verdi. O da namaz kıldı. O da acele
davranmadı. Adamın biri:
- Ya Rasûiallah, biz
kusur mu işledik? diye sordu. Rasûlullah, ona şu cevabı verdi:
- Hayır, Allah bizim ruhlarımızı teslim aldı.
Sonra iade etti. Biz de namazı kıldık.» [9]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Rebia b. Ka'b el-Eslemî Ebu Firas'tır.
Evzaî, Yahya b. Ebi
Kesir kanalı ile Rebia b. Ka'b'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanında geceliyordum. Abdest alması veya diğer bir ihtiyacı için ona ibriğini
getiriyordum. Geceleyin kalkıp:
«Noksanlıklardan
münezzeh olan Rabbimi teşbih ve tenzih eder, O'na hamd ederim. Alemlerin
Rabbini teşbih ve tenzih ederim.» diyerek dua ederdi. Sonra da:
- Senin bir
dileğin-var mı? diye sordu. Ben de ona şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah,
Cennet'te seninle beraber olmak istiyorum. O da şöyle buyurdu:
- Öyleyse nefsin için
fazla secde ederek bana yardımcı ol, (ki Cennet'te benimle beraber olasın.)»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yakub b. İbrahim kanalı ile Rebia b. Ka'b'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Gündüz boyunca
Rasûlullah'a hizmet ederdim. Yatsı namazını kıhncaya kadar yanından
ayrılmazdım. Yatsıyı kıldıktan sonra o evine girince ben kapı önünde oturur
ve: «Belki Rasûlullah'm bir ihtiyacı olur.» deyip beklerdim. Onun hep: «Allah'ı
tenzih eder, O'na hamd ederim.» dediğini işitirdim. Nihayet yorulup usanır ve
geri dönerdim. Veya gözlerime uyku girer, uyurdum.
Bir gün kendisine olan
hizmetlerimin hakkım görüp takdir ettiği için olmalı ki, bana şöyle dedi:
- Ey Rebia b. Ka'b,
benden birşey dile ki, sana vereyim. Ben de ona şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah,
durumumu gözden geçireyim. Biraz düşüneyim. Sonra bu hususta sana bilgi vereyim.
Ben böyle dedikten
sonra kendi kendime düşündüm. Dünyanın geçici olduğunu ve sonunun geleceğini,
dünyada bana yeterli rızık verileceğini anladım. Ve: «Rasûlullah'tan ahiretimi
isteyeceğim. Çünkü ahiret, Allah nezdinde daha kıymetli bir makamdır.» dedim.
Böyle dedikten sonra Rasûlullah'm yanma gittim. Bana şöyle sordu:
- Ey Rebia, ne yaptın?
- Ya Rasûlallah,
Rabbin nezdinde bana şefaatçi olmanı diliyorum ki, beni Cehennem'den azad
etsin.
- Bunu sana kim
söyledi ey Rebia?
- Hayır, seni hak peygamber olarak gönderen
Allah'a yemin ederim ki, bunu hiç kimse bana söylemiş değildir. Ama sen bana
demiştin ki: «Benden birşey dile ki, sana vereyim.» Bakıyorum ki, sen, Allah
nezdinde bu kadar yüce bir makam sahibisin. Durumumu gözden geçirdim. Dünyanın
geçici olduğunu ve sona ereceğini anladım. Dünyada bana yetecek rızkın
geleceğini de biliyorum. Onun için Rasûlullah'tan ahiretimi isteyeceğim,
dedim.
Ben böyle cevab
verdikten sonra Rasûlullah, uzun uzadıya sustu. Sonra bana şu cevabı verdi:
- Ben bunu yapacağım. Ama sen de fazla secde
ederek nefsine karşı bana yardımcı ol.»
Hafız Ebu Ya'lâ, Ebu
Hayseme kanalı ile Rasûlullah'a hizmet eden Rebiatü'l-Eslemî'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Günün birinde
Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle bir soru sordu:
- Ey Rebia, evlenmez
misin?
- Ya Rasûlallah,
evlenmemin sana olan hizmetime engel olacağını düşündüğüm için evlenmek
istemiyorum. Ayrıca yanımda bir kadına verecek kadar mal da yok.
Bundan sonra dedim ki:
Rasûlullah, benim yanımda olan şeyi benden daha iyi biliyor ki, beni evlenmeye
çağırıyor. Eğer beni falan kadınla evlenmeye çağırırsa, ben bu arzusuna rağbet
ederim. Ben böyle dedikten sonra o bana şöyle bir soru sordu:
- Ey Rebia, evlenmez
misin?
- Ya Rasûlallah, kim
beni evlendirir ki? Benim yanımda bir kadına verecek kadar mal yok.
- Falan oğullarına git
ve de ki: Rasûlullah (s.a.v.), beni falanca kızınla evlendirmenizi emrediyor!
Ben de onlara gidip
şöyle dedim:
- Rasûlullah, falanca
kızınızı benimle evlendirmeniz için beni size gönderdi.
- Falanca kızımızla
mı?
- Evet.
- Rasûlullah ve onun
gönderdiği elçiye merhaba. Hoşgeldin. Böyle dedikten sonra beni o kızla
evlendirdiler. Ben de Rasûlullah'm yanma gelip dedim ki:
- Ya Rasûlallah, en
hayırlı ailenin yanından sana geldim. Onlar .benim sözümü doğrulayıp tasdik
ettiler. Beni o kızla evlendirdiler. Ama o kızın mehrini nasıl ve nereden
vereceğim?
Benim böyle demem
üzerine Rasûlullah, Büreyde el-Eslemî'ye şu emri verdi:
- Rebia'nm mehri için
bir çekirdek ağırlığında altın temin edin. Onlar da bu altını temin edip bana
verdiler. Ben de kızın ailesine
götürüp verdim, onlar
da bu mehri kabul ettiler. Sonra tekrar Rasûlullah'm yanma gelip şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah,
verdiğim mehri kabul ettiler, ama düğün yemeğini nasıl ve nereden temin edip
vereceğim?
Rasûlullah, yine
Büreyde el-Eslemî'ye şu emri verdi:
- Rebia için bir koç
parası toplayıp temin edin.
Onlar da bu parayı
toplayıp bana verdiler. Rasûlullah, bana dedi ki:
- Aişe'ye git.
Yanındaki arpayı sana vermesini söyle.
Ben de Aişe'nin yanma
gittim. O da yanındaki arpayı bana verdi. Koçu ve arpayı alıp kayınpederlere
gittim. Bana dediler ki:
- Arpayı biz sana
teinin ederiz. Bunu getirmene gerek yok. Koça gelince arkadaşlarına söyle, onu
kessinler.
Arpayı temin edip
ekmek yaptılar. Sabah olunca vallahi yanımızda hem ekmek, hem de et vardı.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), bir arazisini Ebu Bekir'e ikta olarak verdi. Biz bir nurma ağacı
üzerinde ihtilafa düştük. Bu ağacın kendi arazim içinde olduğunu söyledim. Ebu
Bekir de kendi arazisi içinde olduğunu iddia etti. Çekiştik; Ebu Bekir, bana
nahoş bir kelime sar-fetti. Sonra pişman oldu. Beni yanına çağırttı ve:
- Sana ne dediysem sen
de bana aynısını söyle, dedi. Ben de:
- Hayır, vallahi senin
dediğini ben sana söylemem, dedim. Bunun üzerine o:
- Öyleyse Rasûlullah'a giderim, dedi.
Rasûlullah'm yanma gitti. Ben de peşine takıldım. Kavmim de ardım sıra geldi.
Bana:
- Sana bu çirkin kelimeyi söyleyen kendisi,
seni Rasûlullah'a şikayete giden de yine kendisi, bu nasıl şey? dediler. Ben
de onlara dönüp dedim ki:
- Bunun kim olduğunu biliyor musunuz? Bu Ebu
Bekir es-Sıd-dık'tır. Müslümanların ak saçlısıdır. Haydi, geri dönün ki, şayet
arkasını dönüp bakarsa, bana yardıma geldiğinizi zannetmesin de öfkelenmesin
ve gidip Rasûlullah'a bu gelişini haber vermesin. Aksi takdirde ben helak
olurum.
Ebu Bekir (r.a.),
Rasûlullah'm yanma gidip şöyle dedi:
- Ben, Rebia'ya nahoş bir kelime sarfettinı.
Kendisine söylediğim şeyin aynısını bana söylemesini istedim. Ama o söylemiyor!
Rasûlullah (s.a.v.)
dedi ki:
- Ey Rebia, seninle Ebu
Bekir es-Sıddık arasında ne var? Dedim ki:
- Ya Rasûlallah, yemin
ederim ki onun bana söylediği sözün aynısını ben kendisine söylemem.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.):
- Onun sana dediğinin aynısını ona söyleme.
Sadece "Ey Ebu Bekir, Allah seni bağışlasın." de, dedi.» [10]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Ebu Bekir'in azadhsı Sa'd'-dır. Bu zatın, Rasûlullah'm
azadlısı- olduğu da söylenir.
Ebu Davud et-Teyalisî,
Ebu Amir kanalı ile Ebu Bekir es-Sıddık'-m azadlısı Sa'd'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir'e kendisine hizmet etmekte olan ve hizmetinden memnun kaldığı kölesi
Sa'd'ı azad etmesini söyledi.
Ebu Bekir ise:
- Ya Rasûlallah, bizim
burada ondan başka hizmetçimiz yok, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah, ona şu
emri verdi:
- Sa'd'ı azad et. Sana
adamlar geldi. Sana adamlar geldi.»
Ebu Davud et-Teyalisî,
Ebu Amir tariki ile Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
hurma takdim ettim. O zaman onlar kıran (iki hurmayı birlikte yiyorlardı) yapıyorlardı.
Rasûlullah (s.a.v.), sahabelerine kıran yapmamalarını emretti.» [11]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Abdullah b. Revaha'dır. Bu zat, Umretü'1-Kazâ gününde
Rasûlullah'm devesinin yularını tutup çekerek Mekke'ye girdi. Girerken de şu
şiiri okuyordu:
"Ey kafir
oğulları! Rasûlullah'm yolundan çekiliniz.
Bugün Kurân'm tevili
hususunda sizinle savaşırız. Nitekim daha-önce Kur'ân'm nüzulü hususunda da
sizinle savaşmıştık.
Size öyle bir darbe
vururuz ki, o darbe, başı boyundan koparıp götürür.
Dosta da dostunu
unutturur."
Abdullah b. Revaha,
bundan birkaç ay sonra Mu'te gazvesinde şe-hid edilmişti. Nitekim bunu daha
önce de anlatmıştık. [12]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh Ebu
Abdurrahman el-Hüzelî'dir. Bu zat, sahabelerin imamlarından biridir. Hem
Habeşistan'a, hem de Medine'ye hicret etmiş, Bedir ve daha sonraki gavzelere
katılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.)'ın ayakkabısını taşır, onun abdest işiyle
ilgilenir, binmek istediği zaman bineğini hazırlardı. Allah'ın kelamını tefsir
hususunda büyük bir kabiliyeti vardı. Kapsamlı ilme, fazilet ve yumuşak
huylu-luğa sahipti. Onun bacaklarının inceliğine şaşıran sahabelere Rasûlullah
şöyle demişti:
- Siz, Abdullah'ın bacaklarının inceliğine mi
şaşıyorsunuz? Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, onun
bacakları, terazide Uhud dağından daha ağır gelecektir.
Ömer b. Hattab, İbn
Mesud hakkında şöyle demiştir: «O, ilim dolu bir dağarcıktır.»
Anlatıldığına göre İbn
Mesud, ince ve nahif yapılı, güzel huylu, iyi ahlaklı bir kimse idi. Yine
söylendiğine göre o, yürürken oturmaya yakın bir şekilde yürürmüş. Hidayeti,
davranışı, hareket ve sükununda Peygamber (s.a.v.)'e benzermiş. Yani bütün
hareketlerinde, duruşlarında, konuşmasında Rasûlullah'a benzermiş. İbadet
ederken de elden geldiğince ona benzemeye çalışırmış. Hz. Osman'ın hilafeti zamanında
hicri otuz iki veya otuzuncu senede Medine'de altmış üç yaşında iken vefat
etmiştir. Kûfe'de vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. Ama Medine'de vefat
ettiğine dair rivayet daha sahihtirdir. [13]
Rasûlullah'ın
hizmetçilerinden biri de Ukbe b. Amir el-Cühenî'-
İmam Ahmed b. Hanbel,
Velid b. Müslim kanalı ile Ukbe b. A-rnir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir ara bir dağ
yolunda Rasûlullah (s.a.v.)'m bineğini götürmekte idim. Aniden bana dedi ki:
- Ey Ukbe, sen de
binmez misin?
Binmezsem ona karşı
gelmiş olmaktan korktum. Onun için Rasûlullah bineğinden indi. Ben de az bir
mesafe boyunca bineğine bindim. İndim. Sonra kendisi bindi ve şöyle dedi:
- Ey Ukbe! İnsanların
okumakta oldukları iki hayırlı sûreyi sana öğreteyim mi?
- Evet, öğret ya
Rasûlallah.
-Ben böyle dedikten
sonra o bana el-Felâk ve en-Nâs sûrelerini okuttu. Sonra namaz vakti geldi ve
namaza duruldu. Rasûlullah (s.a.v.), imamlık için öne geçti. Namazda bu iki
sûreyi okudu. Sonra dönüp bana:
- Her uykuya yattığın,
her uykudan kalktığın zaman bu iki sûreyi oku, dedi.» [14]
Rasûlullah (s.a.v.)'m
hizmetçilerinden biri de Kays b. Sa'd b. Uba-de el-Ensârî el-Hazrecî'dir.
Buharî, Enes'in şöyle
dediğini rivayet eder: ,
«Kays b. Sa'd b.
Ubade'nin durumu, emirin yanındaki "sahibu'ş-şurta" (emniyet müdürü,
güvenlik komutanı)nm durumu gibiydi. O, Rasûlullah'ın yanında da o kadar
yetkiye sahipti."
Kays, çok uzun boylu
idi. Dişleri eksikti. Anlatıldığına göre çok uzun boylu bir adam onun
pantolonunun kemer kısmını burnuna dayadığı zaman pantolonun ayak kısımları
adamın ayaklarına yetişirdi. Muaviye, onun pantolonunu Bizans hükümdarına
göndermiş ve ona: "Sizde bu pantolonu giyebilecek uzunlukta bir adam var
mı?" diye sormuş. Bizans hükümdarı da pantolonu görünce hayrette kalmıştı.
Anlatıldığına göre
Kays, övgüye layık, görüş ve dehâ sahibi bir insandı. Sıffîn muharebesinde Hz.
Ali ile beraberdi.
Mis'ar, Mabed b.
Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kays b. Sa'd,
devamlı s-urette işaret parmağını kaldırıp dua ederdi. Allah ondan razı olsun
ve onu hoşnut kılsın."
Vakidî ile Halife b.
Hayyat ve diğerleri dediler ki: Kays, Muavi-ye'nin son zamanlarında Medine'de
vefat etmiştir.
Hafız Ebu Bekir
el-Bezzar, Ömer b. Hattab es-Sicistanî kanalı ile Enes'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Ensâr'dan yirmi genç
devamlı surette Rasûlullah'ın yanında bulunup, onun ihtiyaçlarını görürlerdi.
Bir iş olduğu zaman o işi yapması için onlardan birini veya birkaçını
gönderirdi.» [15]
Rasûlullah'ın
hizmetçilerinden biri de Muğire b. Şube es-Seka-fî'dir. Rasûlullah'ın silahtarı
idi. Hudeybiye gününde çadırda bulunan Rasûlullah (s.a.v.)'m yanıbaşmda
durmuş, kılıcını da havada tutmuştu. Amcası Urve b. Mesud es-Sekafî, Kureyş
elçilik heyetiyle birlikte oraya geldiğinde Rasûlullah'la konuşurken Arap
âdetince elini hep Rasûlullah'ın sakalına uzatıyordu. O, elini Rasûlullah'ın
sakalına uzattıkça, Muğire de kılıcın kabzasıyla amcası Urve'nin eline vuruyor
ve:
- Ben seni vurmadan
önce, elini Rasûlullah'ın sakalından çek, diyordu.
Muhammed b. Sa'd ile
başkaları dediler ki: Muğire, Rasûlullah .(s.a.v.)'la birlikte bütün gazvelere
katıldı. Taiflilerin tağut putunu yıkmaları için onunla birlikte Ebu Süfyan'ı
Taife göndermişti. O puta Rabbe diyorlardı ki, meşhur adı Lat idi.
Muğire, Arap
dahilerindendi. Şa'bi, onun şöyle dediğini işittiğini ifade etmiştir:
"Beni hiç kimse mağlup edemedi."
Şa'bi, Kabise b. Cabir'in
şöyle dediğini duyduğunu ifade etmiştir: «Muğire b. Şu'be ile arkadaşlık ettim.
Eğer Medine'nin sekiz kapısı olsaydı da bu kapılardan sadece hile ve taktik ile
çıkılabilseydi, mutlaka Muğire, Medine'nin kapılarından çıkardı.»
Şa'bi dedi ki: «Kadılar
dörttür. Ebu Bekir, Ömer, îbn Mesud ve Ebu Musa.
Dâhiler de dörttür:
Muaviye, Amr b. As, Muğire ve Ziyad.»
Zührî dedi ki: Dâhiler
beş kişidir: Muaviye, Amr b. As, Muğire, Ali ile birlikte de iki kişi. Bunlar
Kays b. Sa'd b. Ubade ile Abdullah b. Bedii b. Verka'dır.
İmam Malik dedi ki:
«Muğire b. Şube, çok kadınla evli idi. Şöyle derdi: Tek kadınla evli olan kişi,
eğer karısı âdet görürse kendisi de . onunla birlikte âdet görmüş gibi olur.
Eğer karısı hastalanırsa, o da karısıyla birlikte hastalanır. İki kadınla evli
bulunan kişi ise, yanmakta olan iki ateş arasında gibidir.»
Muğire, dört kadını
nikahlar, sonra da hepsini boş ardı.
İmam Malik'ten
başkaları dediler ki: Muğire, seksen kadınla evlendi. 300 kadınla evlenmiş
olduğunu söyleyenler de vardır. 1.000 kadınla evlendiği de söylenmiştir. Onun
ne zaman vefat ettiği hususunda muhtelif beyanlarda bulunulmuştur. En meşhur
ve en sahih kavle göre o, hicri ellinci senede vefat etmiştir. Hatib
el-Bağdadî, bu hususta icma olduğunu söyler. [16]
Rasûlullah'ın
hizmetçilerinden biri de Mikdad b. Esved Ebu Ma-bed el-Kindî'dir. Bu zat, Beni
Zühre kabilesinin müttefiki idi.
İmam Ahnıed b. Hanbel,
Affan kanalı ile Mikdad b. Esved'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İki arkadaşımla
birlikte Medine'ye geldik. Konuştuğumuz hiç kimse bizi misafirliğe kabul
etmedi. Nihayet Peygamber (s.a.v.)'in yanma gittik. Durumu ona anlattık, O da
bizi evine götürdü. Evinde dört keçisi vardı.
- Ey Mikdad, bunları
sağ. Sütlerini dörde ayır, herkese bir kısmını içir, dedi. Ben de böyle
yapıyordum. Bir gece Rasûlullah (s.a.v.), eve gelmekte gecikti. Ben de onun
payını kaldırıp bir yere koydum. Yatağıma uzandım. Kendi kendime dedim ki:
Nasıl olsa Peygamber (s.a.v.) bu gece Ensâr'dan birinin evine gitmiştir. Orada
birşeyler ye-yip içmiştir. Ben kalksam, onun payını içsem ne olur ki? Bu istek
bende ısrarlı bir şekilde devam etti. Nihayet kalktım. Onun payı olan sütü
içtim. Süt karnıma girip yerleşince yaptığıma pişman oldum ve dedim ki: İşte
şimdi Peygamber (s.a.v.), aç ve susuz gelir, bardağında da süt göremez!
Ben böyle diyerek
elbisemi yüzüme örttüm. Sonra Peygamber (s.a.v.) geldi. Uyumayana işittirecek,
uyuyanı da uyandırmayacak bir ses tonu ile selam verdi. Gidip süt kabının
kapağını açtı. İçinde bir-şey göremedi. Başını semaya dikip:
- Allahım, bana
içirene içir, bana yedirene yedir, dedi.
Ben de onun bu duasını
ganimet bildim. Fırsatı değerlendirmek için kalktım, bıçağı elime aldım. Keçilerin yanma
yanaştım. Hangisi daha semiz ise onu keseyim, dedim. Elim onlardan birinin
memesine değince baktım ki; memesi süt dolmuş. Diğerine baktığımda diğerinin de
memesinin süt dolu olduğunu gördüm. Hepsini kontrol ettim. Hepsinin de
memeleri süt dolmuştu. Sütleri bir kaba sağdım. Rasûlul-lah'a getirerek;
"Buyur iç." dedim. O da:
- Neler oluyor ey
Mikdad? diye sordu. Ben de:
- Önce sütü iç, sonra
sana anlatayım, dedim. O da:
- Bu, senin kötülüklerinden biridir ey Mikdad,
dedi. Sütü içti. Sonra bana da:
- Sen de iç, dedi. Ben
dedim ki:
- Ey Allah'ın
peygamberi! Sen iç.
Sütü doyasıya içti.
Sonra ben kabı alıp içmeye başladım. İçtikten sonra durumu kendisine anlattım.
Peygamber (s.a.v.):
- Eee... Anlat bakalım
hele, dedi. Ben de ona:
- Şöyle ve şöyle oldu,
dedim. Peygamber (s.a.v.) bana dedi ki:
- Bu gökten inen bir
berekettir. Niye daha önce söylemedin de arkadaşlarına içirseydim?
Ben dedim ki:
- Bu bereketi ben ve
sen içtikten sonra diğerleri umurumda değildir.»
İmam Ahnıed b. Hanbel,
bunu Ebu Nadir tariki ile de rivayet etmiş ve önceki rivayette geçenleri
anlattıktan sonra şu ilavede bulunmuştur: «Daha önce sütle
dolduramayacaklarını sandıkları bir kabı eline alan Mikdad, götürüp keçilerin
sütünü o kaba sağdı, sağdı. Nihayet köpükleri taştı. Alıp Rasûlullah'a
getirdiğinde o:
- Siz bu geceki sütünüzü içmemiş miydiniz ey
Mikdad? diye sordu.
Mikdad diyor ki: Ben
de ona şu cevabı verdim:
- Sen iç ya
Rasûlallah.
Rasûlullah içti. Sonra
kabı bana uzattı. Ben ona: .
- Sen iç ya
Rasûlallah, dedim. İçti, sonra kabı bana uzattı. Ben de kabı aldım, içinde
kalan sütü içtim. Rasûlullah'ın doyasıya içtiğini anladığımda onun duasına
mazhar oldum. Bunun üzerine güldüm. Katıla katıla güldüğüm için yere yıkıldım.
Rasûlullah bana:
- Ey Mikdad, bu senin
kötülüklerinden biridir, dedi. Ben de dedim ki:
- Ya Rasûlallah, benim
başımdan şöyle ve şöyle bir olay geçti. Ben şöyle ve şöyle yaptım. Rasûlullah
buyurdu ki:
- Bu, Allahm
rahmetinden başka birşey değildir. Niçin bunu sütü içmeden önce bana söylemedin
de diğer iki arkadaşını da uyandırsay-dın, onlar da bundan istifade etselerdi?
Ben dedim ki:
- Seni hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben ve sen bu rahmetten ve bereketten
istifade ettikten sonra diğerlerinin istifade etmemiş olması umurumda bile
değil.» [17]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Ümmü Selemernin azadlısı Muhacir'dir.
Taberanî, Ebu Zinba
Ravh b. Farac kanalı ile Ümmü Seleme'nin azadlısı Muhacirin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
senelerce hizmet ettim. Yaptığım hiçbir şey için niçin böyle yaptın; yapmadığım
hiçbir şey için de, niçin yapmadın? demedi.»
Başka bir rivayette
ise Muhacir'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Ben, Rasûlullah'a on sene
(veya beş sene) hizmet ettim." [18]
Rasûlullah'm
hizmetçilerinden biri de Ebu Semh'dir.
Ebu'l-Abbaş Muhammed
b. İshak es-Sakafî, Mücahid b. Musa kanalı ile Ebu Semh'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Rasûlullah'a hizmet
ediyordum. Yıkanmak istediği zaman bana:
- ibriğimi getir,
derdi. Ben de ibriğini getirip kendisine verir ve onu perdeleyip görünmesini
Önlerdim. Bir ara Hasanı veya Hüseyin'i yanma getirdiler. Çocuk onun göğsünün
üzerine işedi. Ben de çocuğun işediği yeri yıkamak için su getirdim.
Rasûlullah, bana şöyle dedi: Kız çocuğunun sidiği yıkanır. Erkek çocuğun
sidiğinin üzerine ise su serpilir.»
Rasûlullah'm hizmetçilerinden
biri de mutlak surette sahabelerin en üstünü ve en faziletlisi olan Ebu Bekir
es-Sıddık'tır. Allah ondan razı olsun. Hicret yolculuğunda Rasûlullah'a bizzat
hizmette bulunmuştur. Özellikle Hira mağarasında ve oradan çıkıp yola revan
olmalarından sonra Medine'ye ulaşıncaya kadar hizmette bulunmuştur. Nitekim bu
husus, daha önceleri de teferruatlı bir şekilde anlatılmıştır. Hamd ye minnet
Allaha'dır. [19]
Dört halife; Ebu
Bekir, Ömer, Osman ve Ebu Talib oğlu Ali bunlardandır. Allah hepsinden razı
olsun. Eban b. Said b. As b. Ümeyye b. Abdu'ş- Şems b. Abdumenaf b. Kusay
el-Ümevî de bunlardandır.
Eban, kardeşleri Halid
ve Amr'dan sonra Müslüman olmuştur. İslâm'a girişi Hudeybiye'den sonra
olmuştur. Çünkü Rasûlullah, Hu-deybiye gününde Osman'ı Mekkelilere gönderdiği
zaman Eban onu himayesine almıştı.
Zayıf bir rivayete
göre Eban, Hayber'den sonra Müslüman olmuştur. Çünkü Ebu Hüreyre'nin Hayber
ganimetlerinin taksimiyle ilgili hadisinde ondan söz edilmektedir.
Onun İslâm'a giriş
sebebi şudur: O Şam'da ticaret için bulunurken bir rahible buluşmuş.
Rasûlullah'm durumunu rahibe anlatmış, rahib ona, Rasûlullah'm adını sorunca, o
da Muhammed olduğunu söylemiş, bunun üzerine rahip:
- Öyleyse onun sıfat ve özelliklerini ben sâna
söyleyeyim, demiş ve Rasûlullah'm evsafını tastamam anlatmış. Anlattıktan sonra
da:
- Eğer memleketine ve
ailene döndüğün takdirde benden ona selam söyle, demiş.
Mekke'ye döndükten
sonra o ve kardeşi Anır b. Said el-Eşdak Müslüman olmuşlardı. Kardeşi Amr b.
Said el-Eşdak'ı Abdülmelik b. Mervan öldürmüştür.
Ebu Bekir b. Ebi Şeybe
dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında vahyi ilk yazan kişi Übey b. Ka'b idi.
Onun hazır bulunmadığı zamanlarda Zeyd b. Sabit yazardı. Rasûlullah için
Osman, Halid b. Said ile Eban b. Said de vahiy katipliği yaparlardı.
Ebu Bekir'e göre
onlar, Medine'de bu katipliği yapmışlardır. Yoksa Mekkî sûrelerin nüzulü
esnasında Übey b. Ka'b yoktu. O zaman o sûreleri Mekke'de diğer sahabeler
yazmışlardı. Allah onlardan razı olsun.
Eban b. Said'in vefatı
hususunda ihtilaf edilmiştir. Musa b. Ukbe ile Mus'ab b. Zübeyr, Zübeyr b.
Bekkar ve neseb âlimlerinin çoğuna göre o, Ecnadin gününde öldürülmüştür. Yani
hicri onikinci senenin cemaziyelevvel
ayında öldürülmüştür.
Diğerleri dediler ki:
O, hicri ondordüncü senede Mercü's-Süfur savaşında öldürülmüştür.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Eban b. Said ile kardeşi Amr, Yer-mük savaşında hicretin onbeşinci senesi
receb ayının beşinci gününde öldürüldüler. Eban'ın, Hz. Osman'ın zamanına
kadar yaşadığı da söylenmiştir. Bu rivayete göre Hz. Osman onu, Zeyd b.
Sabit'in rivayetine göre imam mushafmı yazmasını emretmişti. Ondan sonra hicri
yirmi dokuzuncu senede vefat etmişti. Doğrusunu Allah bilir.
Vahiy katiblerinden
biri de Übey b. Ka'b b. Kays b. Übeyd el-Haz-reci el-Ensâri Ebu'l-Münzir'dir.
Künyesinin Ebu Tufeyl olduğu da söylenir. Kurralarm seyyididir. İkinci Akabe
bey'atma, Bedir gazvesi-. ne ve müteakip gazvelere katılmıştır. Orta boylu,
nahif vücudlu, ak başlı, sakalı ağarmış bir zat idi. Saçında ve sakalında
görünen ak telleri boyamaz veya koparıp atmazdı.
Enes dedi ki:
Ensar'dan Kur'ânı toplayanlar dört kişidirler: Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel,
Zeyd b. Sabit ve Ebu Yezid.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Enes'ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Übey'ye
şöyle demiştir:
- Allah, bana, sana
Kur'ân okumamı emretti.
- Ya Rasûlallah, Allah
benim adımı mı sana söyledi? -Evet.....
Bunun üzerine Übey'yin
gözleri yaşardı.
Yani Rasûlullah, ona
tebliğ edip işittirmek için Kur'ân okumakla emr olunmuş tu. Yoksa Öğretmek için
okumakla emrolunmuş değildi. Zaten ilim ehlinden hiç kimse, bu hadisi
yukarıdaki şekilde anlamış değildir. Burada aksine kail olunmasın diye
dikkatleri çekmek istedik. Zaten başka bir yerde de Ubey'ye Kur'ân okunmasının
sebebini anlatmıştık. Adamın biri "el-Münfekkin" sûresini Ubey'ye
şöyle okumuştu:
"Kitab ehlinden
ve putperestlerden olan inkarcılar, kendilerine apaçık bir belge, içinde kesin
ve en doğru hükümlerin bulunduğu, arınmış sahifeleri okuyan, Allah katından bir
peygamber gelene kadar dinlerinden vazgeçecek değillerdi." (ei-Münfckkin,
1-3.)
Übey b. Ka'b, adamın
birinin bu sûreyi kendi okuyuşunun hilafi-na okuyuşunu duyunca reddetmişti.
Meseleyi Rasûlullah'a arzetmiş, Rasûlullah da ona:
- Oku bakalım ey Übey,
demiş. Übey okumuş ve Rasûlullah:
- Bu sûre işte böyle
nazil oldu, demişti. Sonra diğer adama:
- Sen de oku bakalım,
demiş, adam okuyunca Rasûlullah:
- İşte bu sûre böyle
nazil oldu, demişti.
Übey diyor ki: İşte o
sırada cahiliye döneminde dahi duymadığım bir şüpheyi duymaya başladım. Kuşkuya kapıldım ama
Rasûlullah göğsüme vurdu. Ben de tere boğuldum. Korkudan sanki Allah'a bakıyor
ve onun huzurunda idim. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.) kalbimdeki şüpheyi
gidermek, kalbime sebat vermek ve bu Kur'ân'm hak ve doğru olduğunu beyan etmek
için kendisi okudu. Doğrusu bu Kur'ân, kullara rahmet ve lütuf olsun diye
birçok kıraat üzerine nazil olmuştur."
İbn Ebi Hayseme dedi
ki: Übey b. Ka'b, Rasûlullah'ın yanında vahyi ilk yazan kişidir.
Onun ne zaman vefat
ettiği hususunda farklı rivayetler varid olmuştur. Kimine göre hicri
ondokuzuncu senede, kimine göre yirminci senede, kimine göre yirnıiüçüncü
senede, kimine göre Hz. Osman'ın öldürülüşünden önceki cuma gününde vefat
etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Vahiy katipliği
yapanlardan biri de Erkam b. Ebu'l-Erkam'dır. Asıl adı Abdumenaf b. Esed b.
Cündeb b. Abdillah b. Ömer b. Mah-zum el-Mahzumî'dir. İslâm'ın ilk döneminde
Müslüman olmuştur. Rasûlullah (s.a.v.), onun Safa tepesi yanındaki evinde gizlenirdi.
O eve daha sonra Hayzaran denilirdi. Erkam, hicret etmiş, Bedir ve sonraki
gazvelere katılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Abdullah b. Enis'i kardeş
kılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'m emri üzerine Azim b. Haris el-Muharibi'ye, Fah
arazisi ile başka bir arazinin ikta olarak veriliş yazısını yazmıştı.
Seksen yaşında iken,
hicretin elliüç veya ellibeşinci senesinde vefat etmiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
ondan iki hadis rivayet etmiştir. Birinci hadis şudur: Osman b. Erkam b.
Ebu'l-Erkam, babası Erkam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
"Cuma günü imamın
minbere çıkışından sonra insanların omuzları üzerinden adım atarak ileriye
geçen ve cemaatteki iki kişiyi birbirinden ayırıp araya yerleşen kişi
Cehennem'de kendi bağırsaklarını sürükleyen kimse gibidir."
Abdullah b. Osman b.
Erkam, dedesi Erkam'dan rivayet etti ki, o, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitmiş,
Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle sormuştu:
- Nereye gitmek
istiyorsun?
- Ya Rasûlallah,
şuraya gitmek istiyorum.
Böyle derken eliyle
Kudüs'e işaret etmişti. Rasûlullah da ona şöyle sormuştu:
- Niçin oraya gitmek
istiyorsun, ticaret için mi?
- Hayır, yalnız orada
namaz kılmak istedim de.
- Şuracıkta
(RasûluIIah böyle derken eliyle Mekke'yi göstermişti) namaz kılmak, Kudüs'te
namaz kılmaktan 1.000 kat daha hayırlıdır.»
Rasûlullah'm vahiy
katiplerinden biri de Sabit b. Kays b. Şemmas el-Ensârî el-Hazrecî Ebu
Ab.durranman1 dır. Künyesinin Ebu Muhammed el-Medenî olduğu da söylenir.
Ensâr'm hatibi idi. Rasûlullah'm hatibi olduğu da söylenir.
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: Ali b. Muhammed el-Medainî, Arapların Rasûlullah'a gelen heyetleri
hakkında senetleriyle birlikte hocalarının şöyle dediklerini rivayet etti:
Abdullah b. Abs es-Sümalî ile Mesleme b. Hezzan el-Hüddanî, Mekke fethinden
sonra kavimlerinden bir grup insanla birlikte Rasûlullah'a gelerek Müslüman
oldular. Kavimlerinin de Müslüman olacağı hususunda RasûluIIah'la
bey'at-laştılar. RasûluIIah (s.a.v.) da mallarının zekatı hususunda kendilerine
farz kılmanı bir yazı ile onlara yazdı. Bu yazıyı RasûluIIah adına Sabit b.
Kays b. Şemmas yazdı. O yazının yazılışında şahid olarak Sa'd b. Muaz ile
Muhammed b. Mesleme de hazır bulundular. Allah onlardan razı olsun.
Müslim'in sahihinde
sabit olduğuna göre RasûluIIah (s.a.v.), bu adamı Cennet'le müjdelemiştir.
"Cami" adlı
eserinde Tirmizî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, RasûluIIah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Ebu Bekir, ne
güzel adamdır. Ömer, ne güzel adamdır. Ebu U-beyde b. Cerrah, ne güzel adamdır.
Üseyd b. Hudayr, ne güzel adamdır. Sabit b. Kays b. Şemmas, ne_güzel adamdır.
Muaz b. Amr b. Ce-muh, ne güzel adamdır."
Sabit b. Kays b.
Şemmas, hicretin onikinci senesinde Ebu Bekir es-Sıddık'm hilafeti döneminde
Yemame savaşında öldürülüp şehid oldu.
Rasûlullah'm vahiy
katiplerinden biri de Hanzele b. er-Rebi b. Seyfi b. Rebah b. Haris b. Muhaşin
b. Muaviye b. Şerif b. Cerve b. Üseyd b. Amr b. Temim et-Temimi el-Useydî'dir.
Kardeşi Rebah da sahabe idi. Amcası Eksem b. Sayfî, Arapların hekim ve filozofu
idi.
Vakidî dedi ki: Bu zat,
Peygamber (s.a.v.)'e bir mektup yazmıştır.
Diğerleri dediler ki:
Peygamber (s.a.v.), sulh için onu Taiflilere gönderdi. Halid'in Irak'ta ve
diğer yerlerde yaptığı savaşlarda Halid'-in yanında hazır bulundu. Hz. Ali'nin
hilafeti dönemine yetişti. Onun, Cemel ve diğer savaşlarına katılmaktan geri
kalmadı. Hz. Osman'a kötü sözler söylendiği için Küfe'ye göçtü. Hz. Ali'nin
hilafetinden sonra vefat etti.
"el-Gabe"
adlı eserinde İbnu'1-Esir dedi ki: Hanzele vefat ettiğinde karısı feryad etti.
Sabırsızlandı. Bu yüzden komşuları karısını ayıpladılar. Karısı ise şöyle dedi:
"Da'd şaştı. O,
hüzünlüdür. Ak saçlı, bitkin düşmüş adamına ağlar.
Eğer bugün beni
inceltip sallandıran şeyi sorarsan, sana yalan olmayan bir sözü söylerim.
Gözlerimin karası üzüntüden dolayı vahiy katibi Hanzele üzerine aktı."
Ahmed b. Abdullah b.
el-Rakiyy dedi ki: Hanzele, fitneden kaçardı. Vefat edinceye kadar fitnelerden
uzak durdu. Ondan iki hadis nakledilmiştir.
Doğrusunu söylemek
gerekirse, ondan üç hadis nakledilmiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hanzele'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«RasûluIIah (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğunu işittim:
"Rükûları,
secdeleri, abdestleri ve vakitleriyle beş vakit namazı muhafaza eden
(şartlarını yerine getirip onlara riayet eden), bu namazların Allah katından
hak olduklarını bilen kimse Cennet'e girer." yahut RasûluIIah: "O
kimse için Cennet vacib olur." dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Müslim, Tirmizî ve İbn Mace, Hanzele'nin şöyle dediğim rivayet etmişlerdir:
"Yanımda
olduğunuz gibi devam ederseniz meclislerinizde, yollarınızda ve yataklarınızda
melekler sizlerle musafaha yaparlar. Ama bu, an be an böyle olur."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Neseî ve İbn Mace, Hanzele'den rivayet ettiler ki; insanlar, savaşta kadın
öldürmekten menedilmiştir.
Rasûlullah'm vahiy katiplerinden
biri de Halid b. Said b. As b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems b. Abdumenaf Ebu Said
el-Ümevî'dir. İslâm'ın ilk döneminde Müslüman olmuştur. Anlatıldığına göre Ebu
Bekir es-Sıddık ile onun arasında üç veya dört kişi Müslüman olmuştur. En fazla
beş kişinin Müslüman olduğu söylenir. Onun İslâm'a giriş sebebi olarak şu
hadise anlatılır: O, rüyasında Cehennem vadisinin kenarında durduğunu görmüş,
bu sebeple Müslüman olmuştur. Cehennem vadisinin genişliğini de anlatmıştır
ki, genişlik miktarını ancak Allah bilir. Rüyasında Cehennem vadisinin
kenarında durduğunu, babasının onu vadiye ittiğini, Rasûlullah'm vadiye
düşmesin diye o-nun elinden tuttuğunu görmüştü. Uyandıktan sonra bu rüyasını
Ebu Bekir es-Sıddık'a anlatmış, Ebu Bekir.es-Sıddık da ona şöyle demişti:
- Senin için hayır
murad edilmiştir. İşte RasûluIIah... git, ona tabi ol ve korktuğun şeyden
kurtul.
Bunun üzerine o da
Rasûlullah'a gelip Müslüman olmuştu. Babası onun Müslüman olduğunu duyunca
öfkelenmiş ve elindeki bir değnekle ona vurmaya başlamış, nihayet değneği onun
başında parala-mıştı. Evden kovmuş, azıktan mahrum bırakmıştı. Diğer
kardeşlerinin kendisiyle konuşmalarını yasaklamıştı. Bunun üzerine Halid, Rasûlullah'ın
yanma gelmiş, gece ve gündüz onun yanında kalmıştı. Sonra da kardeşi Amr, Müslüman
olmuştu.
İnsanlar Habeşistan'a
hicret edince bu iki kardeş de onlarla birlikte oraya hicret etmişlerdi. Daha
önce de anlattığımız gibi Rasûlul-lah (s.a.v.)'ı Ümmü Habibe ile evlendirme
akdini Halid'in kendisi yapmıştı. Sonra Halid ile kardeşi Amr, Cafer-i Tayyarla
birlikte Habeşistan'dan ayrılıp Hayber'de bulunan Rasûlullah'ın yanma
geldiler. Rasûlullah, o zaman Hayber'i fethetmiş, Müslümanlara danışarak bu iki
zata ganimetten pay vermişti. Daha sonra Halid ile Amr'm kardeşleri Said de
gelmiş, önceki sayfalarda anlattığımız gibi Hayber fethinde hazır bulunmuştu.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bu kardeşleri valiliklere atamıştı.
Ebu Bekir (r.a.)
halife olduğunda bu kardeşler gaza için Şam'a gitmişlerdi. Halid, Ecnadin
savaşında öldürüldü. Mercü's-Sufur'da öldürüldüğü de söylenir. Doğrusunu Allah
bilir.
Atik b. Yakub, Amr b.
Hazm'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Halid b. Said, Rasûlullah'ın şu
mealdeki bir mektubunu yazmıştı:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla.
İş bu mektuba göre
Rasûlullah Muhammed, Ruhat'ta Raşid b. Abdillah es-Sülemî'ye iki ok atımı ve
bir taş atımı mesafedeki yeri vermiştir. Hiç kimsenin bunu eksiltmeye hakkı
yoktur. Onun hakkı haktır. Bunu Halid b. Said yazmıştır."
Muhammed b. Sa'd,
Vakidî kanalı ile Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Osman b. Affan'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Halid b. Said,
Habeşistan'dan Medine'ye geldikten sonra bir müddet ikamet etti. Rasûlullah'ın
yazıcılığını yapıyordu. Taiflilere Sakif heyeti için mektup yazdı.
Rasûlullah'la onlar arasında barış yapılması için gayret sarfetti."
Rasûlullah'ın vahiy
katiplerinden biri de Halid b. Velid b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum Ebu
Süleyman el-Mahzumî'dir. O, İslâm'ın muzaffer ordularının, Asakir-i
Muhammediyye'nin ve bilinip görünen zorlu yerlerin komutanı idi. Övgüye layık
savaşların emiri idi. O, doğru görüş, kuvvet ve övgüye layık yol sahibi idi.
O, Ebu Süleyman Halid b. Velid idi. Anlatıldığına göre ne cahiliye döneminde,
ne de İslâmiyet döneminde onun komutanlık yaptığı bir ordu asla mağlup edilmemiş
ve kırılmamıştır.
Zübeyr b. Bekkar dedi
ki: Kureyşliler arasında otağ onundu. Süvarilerin komutası da onda idi.
Hudeybiye'den sonra ve
Hayber'den önce o, Amr b. As ve Osman b. Talha b. Ebi Talha Müslüman oldular.
Rasûlullah (s.a.v.), gönderdiği seriyyelere hep onu, yani Halid'i komutan
yapardı. Sonra Ebu Bekir
es-Sıddık zamanında bütün askerlerin komutam oldu. Yani başkomutanlığa atandı.
Ömer b. Hattab, halife
olunca onu görevden azletti ve ümmetin emini Ebu Ubeyde'yi, Ebu Süleyman'ın
görüşü dışına çıkmamak şartı ile başkomutanlığa atadı.
Halid, hicretin
yirmibirinci senesinde Hz. Ömer'in hilafeti zamanında vefat etti. Hicri
yirmiikinci senede vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. Ancak yirmibirinci
senede vefat ettiğine dair rivayet daha sahihtir. Humus'a bir mil mesafede bir
köyde vefat etmişti.
Vakidî dedi ki: Orayı
sorduğumda bana oranın harap olduğunu söylediler.
Duhaym ise, Halid'in
Medine'de vefat ettiğini söylemiştir. Bununla beraber ilk görüş daha sahihtir.
Halid, birçok hadis
rivayet etmiştir ki, onları burada zikretmek fazla yer işgal edecektir.
Atik b. Yakub, Amr b.
Hazm'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), bazı arazileri ikta olarak
verdiği zaman şu mektubu yazdırdı:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla.
Allah Rasûlü
Muhammed'ten müminlere. Sayduh [20]
mıntıkası ve avlarına gelince, buranın bitkileri koparılmaz, avı öldürülmez. Bu
yasağa riayet etmeyen biri görülürse kırbaçlanır, elbisesi üzerinden çıkarılır.
Her kim bu emri dinlemeyip haddi tecavüz ederse yakalanır ve durumu Peygamber
(s.a.v.)'e bildirilir. Bu, peygamber Muham-med'den bir bildiridir. Bunu
Rasûlullah'ın emri üzerine Halid b. Velid yazmıştır. Herhangi bir kimse bu
yasağı çiğnemesin. Kendisine yazık etmesin. Muhammed'in bu hususta verdiği emre
riayetsizlik etmesin."
Rasûlullah'ın vahiy
katiplerinden biri de Zübeyr b. Avvam b. Hü-veylid b. Esed b. Abdiluzza b.
Kusay Ebu Abdillah el-Esedî'dir. Cennet'le müjdelenen on sahabeden (aşere-i
mübeşşere'den) biridir. Rasûlullah'ın vefatı esnasında Rasûlullah'ın
kendilerinden razı olduğu altı kişilikşura heyetindendir. Rasûlullah'ın
havarisi ve halası Safiye binti Abdülmuttalib'in oğludur. Ebu Bekir'in kızı
Esmanın da kocası-dır. Allah ondan razı olsun.
Atik b. Yakub,
yukarıda geçen senedi ile rivayet etti ki, Rasûlullah'ın, Muaviye b. Cervel
oğullarına yazdırdığı mektubu Rasûlullah'ın emri üzerine Zübeyr yazmıştır.
İslâmiyet'in ilk zamanlarında onaltı yaşındaki bir genç iken Müslüman olmuştu.
Onsekiz yaşında iken Müslüman olduğuna dair bir rivayet de vardır. Hem Habeşistan'a,
hem de Medine'ye hicret etmiş, bütün gazvelerde hazır bulunmuştu. Allah
yolunda kılıcını çeken ilk kişi o olmuştu. Yermük savaşma katılmıştı. O savaşa
katılanların en faziletlisi idi. O günkü savaşta Bizans saflarını baştan sona
iki kez yarıp geçmişti. Bir taraftan giriyor, öbür taraftan sağ salim
çıkıyordu. Ancak o gün kafasından iki yara almıştı. Allah ondan razı olsun.
Hendek gününde Rasûlullah (s.a.v.), onun ana ve babasını yanma getirmiş ve
şöyle demişti:
"Her peygamberin
havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr'-dir."
Onun birçok fazilet ve
menkıbeleri vardır. Cemel savaşında ölmüştür. O, savaşmaktan vazgeçip geri
dönmüş; Amr b. Cürmüz, Fu-dale b. Habis ve Nar adındaki Temimli üç kişi peşine
takılmışlar, Va-di's-Siba denen yerde ona ulaşmışlardı. Amr b. Cürmüz, uyurken
üzerine atılıp onu öldürmüştü. Kendisi altmışyedi yaşında iken hicretin
otuzaltıncı senesinin cemayizelevvel ayının onunda bir perşembe günü bu
dünyadan göçüp gitmişti.
Arkasında büyük bir
tereke bıraktı. Terekesinden 2.300.000 dinar çıkarıldıktan sonra üçte birini
vasiyet etti. Borcu ödenip malının üçte biri çıkarıldıktan sonra kalan kısmı
mirasçılarına paylaştırıldı. Dört karısından her birine 1.200.000'er dinar
miras düştü. Toplam o-larak onun terekesi 95.800.000 dinar idi. Bütün bu malları
helal yoldan kazanmıştı. Hayatta iken eline geçen fey ve ganimetlerle helal ticaret
yolu ile elde etmişti. Zekatının tamamını vaktinde ödemiş, ihtiyaç sahiplerine
zamanında büyük miktarda yardımlarda bulunmuştu. Allah ondan razı olsun, onu
hoşnut kılsın. Makamını Cennet yapsın. Nitekim de öyle yapmıştır. Çünkü
evvelin ve ahirinin efendisi, âlemlerin Rabbinin elçisi onun Cennetlik olduğunu
müjdelemiştir. Hamd ve minnet Allaha'dır.
"el-Gabe"
adlı eserinde İbnu'1-Esir, Zübeyr b. Avvam'm 1.000 kölesi olduğunu ve bu
kölelerin ona haraç ödediklerini; onunsa bu haraçların tamamını sadaka olarak
dağıttığım anlatmıştır.
Hassan b. Sabit, onu
medhederek, faziletli bir insan olduğunu beyan ederek bu şiirini söylemiştir:
"Havarisi,
peygamberin sözü, ahdi ve hidayeti üzerinde sebat edip durdu. Onun faziletli
biri olduğunu söylemek dosdoğru bir sözdür.
Peygamberin yolunu ve
metodunu izledi. Hakkın dostuna dost oldu. Hak ise daha doğru ve adildir. O,
meşhur süvari ve hücum eden bahadırdır. Bilinen gün olduğunda o saldırır.
Bir adam ki, Safiye
onun annesidir. Aslandır, evinde muazzam ve efendidir.
Rasûlullah'a çok yakın
akrabalığı vardır.
İslâm'a yardım
hususunda köklü bir şerefi vardır.
Nice sıkıntıları
Zübeyr, kılıcı ile Muhammed Mustafa'dan püskürtüp savmıştır. Allah onun
sevabını bol bol verir.
Savaş kızışıp da
paçaları sıvadığı zaman Zübeyr de beyaz bacaklarını sıvayıp ölüme doğru
iftiharla koşar.
Onlar arasında onun
misli bulunmadığı gibi ondan önce de misli görülmemiştir.
Tazeliği solmaya yüz
tuttuğu müddetçe zaman içinde de onun misli görülmeyecektir."
Daha önce de
anlatıldığı gibi Amr b. Cürmüz et-Temimî, Zübeyr'i Siba vadisinde uyumakta iken
öldürmüştür. Anlatıldığına göre Zübeyr, uykuda darbeyi yeyince hemen ayağa
fırlamış, dehşet içinde a-tına binmiş ve İbn Cürmüz'le vuruşmuştur. Zübeyr,
onun hakkından gelince Amr'in diğer iki arkadaşı Fedale ile Nar üzerine atılıp
yere yıkmış ve Zübeyr'i öldürmüşlerdi. Amr b. Cürmüz de onun başını ve kılıcını
almıştı. Başını ve kılıcını Hz. Ali'nin yanma götürdüğü zaman Hz. Ali,
Zübeyr'in kılıcını görünce:
- Bu kılıç çok uzun müddet Rasûlullah'a gelen
sıkıntıları gidermişti, dedi.
Anlatıldığına göre Hz.
Ali:
- Safiye'nin oğlu
Zübeyr'in katilinin cehennemlik.olduğunu söyleyin, demiştir. Amr b. Cürmüz, bu
sözü duyunca intihar edip kendini öldürmüştü.
Doğrusu şu ki, o, Hz.
Ali'den sonra da yaşamış, hatta Zübeyr'in oğlunun zamanına ulaşmıştı. Kendisi
Zübeyr'in oğlunun satvetinden korktuğu için gizlenmiş ve yerine Irak'a, kardeşi
Mus'ab'ı vekil bırakmıştı. Fakat Zübeyr'in oğlu Mus'ab bunu duyunca şöyle
demişti:
- Ona deyin ki,
kendisine birşey yapacak değilim. Rahat olsun. O, kendisini babam Ebu Abdullah
(Zübeyr) yerine öldüreceğimi sanıyor.
Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, o, babamla eşit seviyede değildir ki, babamın kısası için onu
öldüreyim!..
Bu da Zübeyr'in oğlu
Mus'ab'm ne kadar yumuşak huylu, akıllı ve liderlik vasıflarına sahib bir kimse
olduğunu göstermektedir.
Zübeyr, Rasûlullah
(s.a.v.)'dan birçok hadis rivayet etmiştir. Ancak onları burada zikretmek
fazlaca yer işgal edecektir.
Zübeyr b. Avvam, Siba
vadisinde öldürüldüğü zaman karısı Atike binti Zeyd b. Amr b. Nufeyl, kocası
üzerine ağlayarak şu şiiri söyle^ misti. Allah ondan da, kocasından da razı
olsun:
"İbn Cürmüz,
ordudaki süvariye savaş gününde hainlik yaptı. O, kaçak biri değildi.
Ey Amr! Eğer onu
uyarsaydm onun korkak, titrek, eli sallanan bir kimse olarak görmezdin.
Nice defalar ordunun
safları arasına daldı da ey dağ mantarının oğlu! Hiçbir saldırıdan dolayı geri
kaçmadı. Onu eğemediler.
Sabah akşam hücum eden
ö bahadır gibi birini geçmişler arasında bulamazsın. Anan seni kaybetsin.
Allah'a yemin ederim
ki, eğer sen bir Müslümanı öldürürsen kasıtlı bir adam öldürmüş gibi
cezalandırılırsın!"
Rasûlullah (s.a.v.)'m
vahiy katiplerinden biri de Zeyd b. Sabit b. Dahhak b. Zeyd b. Levzan b. Amr b.
Ubeyd b. Avf b. Ganin b. Malik b. Neccar el-Ensârî en-Neccarî Ebu Said'dir.
Künyesinin Ebu Harice ol-. duğunu
söyleyenler olduğu gibi Ebu Abddirrahman el-Medenî olduğunu söyleyenler de
vardır.
O, onbir yaşında iken
Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldi. Yaşı küçük olduğundan Bedir gazvesine
katılmadı. Uhud gazvesine de katılmadığı söylenir. İlk olarak Hendek gazvesine
katılmıştır, Hendek gazvesinden sonraki gazvelerde de hazır bulunmuştur. Hafız,
akıllı, zeki ve bilgili bir insandı. Sahih-i Buharî'de ondan nakledilen bir rivayette
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) ona, İbranice'yi öğrenmesini, okuyup
yazmasını emretmişti ki, Yahudiler kendisine bir yazı yazdıkları zaman Zeyd de
peygamber adına onlara cevabi yazıyı yazabilsin. Bu emir üzerine Zeyd, onbeş
gün içinde İbranice okuyup yazmayı Öğrendi.
- İmam Ahmed b. Hanbel, Süleyman b. Davud
kanalı ile Harice b. Zeydin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Babam Zeyd bana
dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman beni yanına götürdüler.
Beni beğendi. Dediler ki:
- Ya Rasûlallah, bu,
Beni Neccar kabilesinden bir delikanlıdır. Allah'ın sana inzal buyurduğu
sûrelerden on taneden fazlasını ezbere bilmektedir.
Bunun üzerine
Rasûlullah sevindi ve bana dedi ki:
- Ey Zeyd, Yahudice
yazmayı öğren. Allah'a yemin ederim ki ben, herhangi bir Yahudinin benim adıma
Yahudice yazı yazmasına güvenmiyorum.
Ben de onbeş gece
geçmeden Yahudice yazmasını öğrendim. Bu hususta ustaîaştım. Yahudiler,
Rasûlullah'a mektup yazdıkları zaman ben de onlara Yahudice cevap yazıyordum.
Onlar mektup gönderdiklerinde mektubu Rasûlullah'a ben okuyordum."
Gerçekten Zeyd, keskin
bir zeka sahibi idi. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten gelen bir
rivayette de anlatıldığı gibi o, Rasû-lullah'm zamanında kurraları toplamıştı.
İmam Ahmed b. Hanbel
ile Neseî, Enes'ten rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetim içinde
ümmetime "en çok merhamet eden kişi Ebu Bekir'dir. Allah'ın dini
hususunda ümmetimin en sert adamı Ömer'dir. Tam utangaç ve hayalı olanı
Osman'dır. Yargılamada en mütehassıs olan, Ali b. Ebi Talib'tir. Ümmetimin
helal ve haramı en iyi bileni Muaz b. Cebel'dir. Onların farizaları en iyi
bileni de Zeyd b. Sabit'tir. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de
Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır."
Zeyd b. Sabit, birçok
yerde Rasûlullah in yanında vahiy katipliği yapmıştır. Bunu en açık bir şekilde
isbatlayan ve Sahih-i Buharî'de yer alan şu rivayettir:
«Zeyd b. Sabit diyor
ki: en-Nisâ sûresinden bir ayet nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), beni
çağırdı ve şu emri verdi: "İnananlardan yerlerinde oturanlar ile mal ve
canlarıyla Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir." diye yaz.
İbn Ümmü Mektum geldi
ve körlüğünden şikayetçi oldu. Âmâlığı sebebiyle cihada katılamadığım söyledi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'a yeniden vahiy nazil oldu. Baldırı
baldırımın üzerinde idi. O kadar ağırlık çöktü ki, baldırımı kıracak gibi oldu.
Evet, bu defa ayetin "Özürsüz olarak" mealindeki kısmı nazil oldu.
Rasûlullah bana emir verdi. Ben de bu kısmı az önceki nazil olmuş ayete
ekledim. Ben bu ekin, kemik levha üzerinde ayetin neresine eklendiğim biliyorum.
Kemiğin yarık kısmına eklenmişti.»
Zeyd b. Sabit, Yemame
savaşma katılmış, savaşta kendisine bir ok isabet etmiş, ama zarar vermemişti.
Bundan sonra Ebu Bekir es-Sıddık, ona Kur'ân'ı araştırıp toplamasını emrederek:
- Sen akıllı bir
gençsin. Seni hafıza bozukluğu ve yanılma ile itham etmiyoruz. Sen Rasûlullah
için vahiy katipliği yapıyordun. Öyleyse Kur'ân ayetlerini araştır ve topla,
dedi. O da Ebu Bekir es-Sıd-dık'm verdiği emri yerine getirdi. Bunda da çok
hayırlar elde etti. Hamd ve minnet Allah'adır.
Hz. Ömer, iki haccmda
da, hacca giderken onu Medine'de vekili olarak bırakmıştı. Şam'a giderken de
vekili olarak Medine üzerine onu tayin etmişti. Osman b. Affan da Medine dışına
çıkarken Medine'de yerine onu vekil bırakırdı. Hz. Ali de onu çok severdi. O
da Hz. Ali'ye saygı gösterir, kadrini bilirdi. Ama savaşlarından herhangi birinde
hazır bulunmadı. Hz. Ali'den sonra da yaşadı. Hicri kırkbeşinci senede vefat
etti. Kimine göre ellibirinci senede, kimine göre de elli-beşinci senede vefat
etmiştir. O, Hz. Osman'ın diğer şehirlere göndermiş olduğu imam mushafım
yazanlardandır. Bu mushafm okunuşu ve yazılışı üzerinde icma ve ittifak hasıl
olmuştur. Nitekim bunu tefsirinıizin mukaddimesinde yazdığımız
"Fedailu'l-Kur'ân" kitabımızda da belirttik. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Rasûlullah'm vahiy
katiplerinden biri de şayet İbn Abbas'ın bu konuda rivayet ettiği hadis doğru
ise Sicil'dir.
Ebu Davud, Kuteybe b.
Said kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sicil,
Peygamber (s.a.v.)'in katibi idi."
Neseî, İbn Abbas'ın,
el-Enbiyâ süresindeki: "Göğü adamın kitap dürüşü gibi durduğumuz
gün..." ayet-i kerimesinde geçen "sicil" kelimesinin adam
anlamına geldiğini söylediğini rivayet etmiştir.
Ben bu hadisi, hocamız
Hafız el-Kebir Ebu'l-Haccac el-Mizzî'ye arzettim. Ancak o, bunun gerçekten
uydurma ve münker olduğunu söyledi. Şeyhimiz Allame Ebu'l-Abbas İbn Teymiye'nin
de bu hadisin mevzu olduğunu söylediğini kendisine haber verdim.
Ben derim ki: Bunu,
Hafız İbn Adiy, "el-Kâmil" adlı eserinde, Ebu'l-Cezva'dan rivayet
etmiş ve İbn Abbas'ın şöyle dediğini naklet-miştir: "Rasûlullah
(s.a.v.)'ın Sicil adında bir katibi vardı. Ayette sözü edilen sicil işte o
katiptir. Yani Sicil, yazdığı mektubu ve kitabı nasıl katlarsa, gök de öyle
katlanıp dürülecektir."
Ancak bu rivayete
muhalif başka bir rivayet, İbn Abbas'ın kendisinden ve İbn Ömer'den varid
olmuştur. Şöyle ki: "el-Valibî ile Avfî, İbn Abbas'ın mezkur ayet-i
kerimeyi manalandırırken şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Sayfanın
kitap üzerine dürülüşü gibi gök de dürülecektir." Mücahid de böyle
söyledi. İbn Cerir dedi ki: Lugatta bilinen mana şudur ki; sicil kelimesi,
sahife anlamına gelir. Ayrıca sahabelerden Sicil adında birinin bulunduğu
bilinmemektedir. Sicil kelimesinin melek adı olduğu da kabul edilemez. Nitekim
Ebu Kürey İbn Yeman vasıtasıyla adı geçen ayetin manası hakkında İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu ayette geçen sicil kelimesi, bir melek
adıdır. İstiğfar için Allah katına çıktığında Allah ona; Bunu nur olarak yaz,
diye emreder."
Rasûlullah'in vahiy
katiplerinden biri de, Halife b. Hayyat'm ifadesine göre Sa'd b. Ebi Serh'dir.
İleriki sayfalarda da açıklanacağı gibi Halife bu hususta yanılmış olup, asıl
vahiy katibi bu zatın oğlu olan Abdullah b. Said b. Ebi Serh'dir.
Rasûlullah'm vahiy
katiplerinden biri de, Ebu Bekir es-Sıddık'm azadlısı Amir b. Füheyre'dir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdürrezak kanalı ile.hicret hadisesini anlatan Süraka b. Malik'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir.
«Yakalanması için
kavmi tarafından başına ödül konulduğunu ve insanların kendisini aramakta
olduklarını Rasûlullah'a haber verdim. Kendisine azık ve eşya verme teklifinde
bulundum. Ama benden hiçbir şey istemediler. Sadece kendileri hakkındaki
bilgiyi saklamamı talep
ettiler. Ben de kendisinden benim için bir emanname yazmasını istedim. O da
Amir b. Füheyre'ye emir verdi. Amir de deri parçası üzerine bir emanname yazıp
bana verdi. Sonra çekip gittiler.»
Ben derim ki: Bu
husustaki hadisin tamamı hicret bahsinde nakledilmiştir. Süraka'ya bu
emannameyi yazanın Ebu Bekir olduğu da söylenir. Doğrusunu Allah bilir.
Amir b. Füheyre
(künyesi Ebu Amr'dır.), Ezd kabilesine mensub-tur. O kabileden doğmadır. Siyah
renkli idi. Hz. Aişe'nin, ana bir kardeşi Tufeyl b. Haris'in kölesi idi.
Bilindiği gibi Hz. Aişe'nin anası da Ümmü Ruman'dır.
Amir b. Füheyre,
İslâmiyet'in ilk zamanlarında Rasûlullah'm Er-kam b. Ebu'l-Erkam'm Safa
tepesinin yanındaki evine gizlenmesinden önce Müslüman olmuştu. Amir de
dininden dönmesi için Mekke'de diğer mustazaf kimselerle birlikte işkence
görüyordu. Ebu Bekir es-Sıddık, onu satın alıp azad etti. Ebu Bekir'in, Mekke
dışındaki koyunlarını güdüyordu.
Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir'le birlikte hicret ettiği zaman bu da Ebu Bekir'in terkisine binmiş,
onlarla birlikte hicret etmişti. Yanlarında kılavuz olarak ed-Dilî vardı.
Nitekim bu daha önce de teferruatlı bir şekilde anlatılmıştı.
Bunlar Medine'ye
vardıklarında Amir b. Füheyre, Sa'd b. Hayse-me'ye konuk oldu. Rasûlullah
(s.a.v.), onunla Evs b. Muaz'ı kardeş kıldı. Amir b. Füheyre, Bedir ve Uhud
gazvelerine katıldı. Bir-i Mau-ne gününde öldürüldü. Nitekim bunu daha önce de
anlatmıştık. Bir-i Maune faciası, hicretin dördüncü yılında vuku bulmuştu.
Amir, o faciada öldürülürken kırk yaşında idi. Doğrusunu Allah bilir.
Urve, îbn İshak,
Vakidî ve diğerlerinin anlattıklarına göre Bir-i Maune gününde Amir'i, Cebbar
b. Sülma adındaki Beni Kilab kabilesinden biri öldürdü. Cebbar onu mızrakla
vurunca o:
- Ka'be'nin Rabbine
yemin ederim ki, kurtuldum, dedi. Amir'in cesedi semaya yükseltildi. Nihayet
gözlerden kayboldu. Onu gören Amir b. Tufeyl demişti ki, "Amir'in cenazesi
o kadar yükseltildi ki, sema, onun altında kaldı."
Amr b. Ümeyye'ye onu
sormuşlar, o da şöyle demişti: "Amir b. Füheyre bizim en üstünümüz, en
faziletlimiz idi. Peygamberimiz (s.a.v)'-in ilk ehl-i beytindendi."
Cebbar dedi ki: Dahhak
b. Süfyan'a söylediği sözle neyi kastettiğini sordum. O da Cennet'i
kasdettiğini söyledi. Dahhak, beni İslâm'a davet etti. Ben de Amir b.
Füheyre'nin öldürülüşünü gördüğüm için Müslüman oldum. Dahhak, benim İslâm'a
girdiğimi ve Amir b. Füheyre'nin öldürülüşünü bildiren bir mektubu
Rasûlullah'a yazdı. Mektubunda Amir'in cesedi hakkında şöyle diyordu: "Onu
melekler defnedip gizlediler.
Böylece yüce makamlara, illiyyine misafir oldu."
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Onlar hakkında Kur'ân
okuduk. Bizim okuduğumuz şeyleri kavmimize tebliğ etmelerini ve Habisimizin
huzuruna çıktığımızı Bildirmelerini istedik, Rabbimiz bizden razı oldu ve bizi
hoşnut kıldı.»
Muhammed b. İshak,
Hişam'm babası Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Amir b. Tufeyl şöyle
derdi:
- Sizden öyle adam vardır ki, Öldürüldüğünü
gördüğüm zaman onun cenazesi yükseltildi. Nihayet yer ile gök arasında kaldı.
Sonra da göğün onun altına düştüğünü gördüm.
Dediler ki:
- O dediğin adam Amir
b. Füheyre'dir.»
Vakidî, Muhammed b.
Abdullah kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Amir b.
Füheyre'nin cesedi semaya kaldırıldı. Cesedi yerde görülmedi. Rivayete göre
melekler onun cenazesini defhetmişlerdir."
Rasûlullah'm vahiy
katiplerinden biri de Abdullah b. Erkam b. Ebu'l-Erkam el-Mahzumî'dir. Mekke
fethi senesinde Müslüman olmuş, Rasûlullah'a katiplik yapmıştır.
İmam Malik dedi ki:
Kendisi yaptığı işi başa çıkarır, tamamlardı. İyi yapar, sağlam olurdu.
Karşılığında da teşekkür görürdü.
Seleme, Muhammed b.
İshak b. Yesar kanalı ile Abdullah b. Zü-beyr'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
. "Rasûlullah
(s.a.v.), Abdullah b. Erkam b. Abdi Yağus'u katipliğe aldı. O, Rasûlullah'm
adına yazılar yazardı. Rasûlullah, hükümdarlara cevabi mektuplarını ona
yazdırırdı. O kadar emniyetli bir kimse idi ki, Rasûlullah meliklere mektup
yazması için ona emir verir, o da yazar ve okuduğu şeyin altına mührü basardı.
Rasûlullah'm yanında güvenilir bir kimse idi. Ebu Bekir'e de katiplik yaptı.
Ebu Bekir, bey-tül-malı onun idaresine bıraktı. Hz. Ömer de onu katiplikte ve
bey-tü'l-mal idareciliğinde bıraktı. Hz. Osman, halifeliğe geçince onu bu iki
görevinden de azletti.
Ben derim ki: Abdullah
b. Erkam görevden affını istedikten sonra Hz. Osman, onun istifasını kabul
etmiştir. Anlatıldığına göre Hz. Osman, ona emeğinin karşılığı olarak 300.000
dirhem para vermiş, ama o bunu kabul etmemişti. Ben bunu Allah için yaptım.
Ücretim Aziz ve Celil olan Allah tarafından verilecektir, demişti.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Zeyd b. Sabiti katip yaptı. Zeyd, hazır bulunmadığı zaman
Erkam'm oğlu katiplik yapardı. Ö-mer, Ali, Zeyd, Muğire b. Şube, Muaviye, Halid
b. As ve diğerleri de Rasûlullah'a
katiplik yapmışlardır.
A'meş dedi ki: Ben
Şakik b. Seleme'ye şöyle bir soru sordum:
- Peygamber
(s.a.v.)'in katibi kimdi?
- Abdullah b. Erkam'dı. Çünkü Ömer, Kadisiye
savaşında Ebu Bekir'in mektubunu getirdi. Mektubun altında şöyle bir ibare
vardı: "Bunu, Abdullah b. Erkam yazmıştır."
Beyhakî, Ebu Abdullah
el-Hafız kanalı ile Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.)'e bir adamın mektubu geldi. Peygamber (s.a.v.), Abdullah b. Erkam'a:
- Benim adıma buna
cevap yaz, dedi. Abdullah da cevabını yazdı. Sonra peygambere okudu. Peygamber
de: "İsabet ettin, güzel cevap verdin. Allahım, sen bunu muvaffak
kıl." dedi.
Hz. Ömer, halifeliğe
geçtiğinde Abdullah b. Erkam'a danışır, o-nunla müşavere ederdi. Hz. Ömer'in
şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Devlet işinde
Abdullah b. Erkam kadar Allah'tan korkup çekinen bir kimse görmedim."
Abdullah b. Erkam, vefatından
önce gözlerini kaybetti. Allah ondan razı olsun.
Rasûlullah'm vahiy
katiplerinden biri de Abdullah b. Zeyd b. Abdi Rebbih el-Ensârî
el-Hazrecî'dir. Ona Ezan Sahibi de denir. İslâm'ın ilk döneminde Müslüman oldu.
Yetmiş kişi ile birlikte Akabe bey'a-tmda hazır bulundu. Bedir gazvesiyle
müteakip gazvelere katıldı. O-nun en büyük menkıbelerinden biri rüyasında ezan
ve ikameti görüp bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a arzetmesi ve okuması, Rasûlullah'm
da ona şöyle demesidir:
"Bu, gerçek bir
rüyadır. Sen bunu Bilal'e anlat. Çünkü o senden daha güzel seslidir."
Vakidî'nin rivayetine
göre İbn Abbas, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) Müslüman olan Cüreşlilere
bir mektup yazdı. Mektubunda namaz kılmalarını, zekât vermelerini, ganimetlerin
beşte birini Rasûlullah'a vermelerini emrediyordu. Bu mektubu da Rasûlullah
adına Abdullah b. Zeyd yazmıştı. Bu zat, hicretin otuzikinci senesinde
alt-mışdört yaşında iken vefat etmiştir. Namazını Hz. Osman (r.a.)
kıl-dırmıştır.
Rasûlullah'm vahiy
katiplerinden biri de Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh el-Kureşi el-Amiri'dir. Bu
zat, Osman'ın süt kardeşidir. Bunu Osman'ın annesi emzirmişti. Vahiy katipliği
yapmış, sonra İslâm'dan dönüp irtidad etmiş, Mekke'deki müşrikler arasına
katılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'yi fethettiği zaman bunun kanını heder
etmiş, yakalandığı anda öldürülmesini emretmişti. Fakat o, Osman b. Af-fan'a
gelmiş, Osman da Rasûİullah'm yanına gidip ona eman dilemiş,
Rasûlullah da ona eman
vermişti. Nitekim bunu, Mekke fethini anlatırken nakletmiştik. Abdullah b.
Sa'd, daha sonra İslâmiyet'ini güzelce yaşamıştı.
- Ebu Davud, Ahnıed b. Muhammed el-Mervezî
kanalı ile İbn Ab-bas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
'Abdullah b. Sa'd b.
Ebi Şerh, Peygamber (s.a.v.)'in katipliğini yapıyordu. Şeytan onu aldatıp ayağını
kaydırdı. İrtidad edip kafirler a-rasma katıldı. Rasûlullah (s.a.v.) onun
Öldürülmesini emretti. Osman b. AfFan, onun için Rasûlullah'tan eman diledi.
Rasûlullah (s.a.v.) da eman verdi."
Ben derim ki: Hz.
Ömer'in hilafeti zamanında hicri yirminci senede Amr b. As, Mısır'ı
fethederken Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, ordunun sağ cenahında idi. Mısır
fethedildikten sonra Hz. Ömer, Amr b. As'ı oraya vali tayin etti. Hz. Osman
halife olunca Amr b. As'ı o görevden azletti. Yerine Abdullah b. Sa'd b. Ebi
Şerh'i hicri yirmibeşinci senede tayin etti. Afrika ülkelerine gaza yapması
için ona emir verdi. O da oralara gazaya gitti, fetihler yaptı, ordunun eline
büyük bir ganimet geçti. Her süvari askeri için 3.000 mıskal altınlık ganimet
payı düştü. Piyadelerden her birine de 1.000 mıskal pay düştü. Onun bu
ordusunda üç tane Abdullah vardı: Bunlar; Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer
ve Abdullah b. Amr idi.
Abdullah b. Sa'd, daha
sonra siyah Afrika'yı bırakıp Nobe diyarına gazveye gitti. Onlarla barış
antlaşması yaptı ve antlaşma bugüne kadar geçerlidir. Bu antlaşmayı hicri
otuzbirinci senede yapmıştı. Sonra da Rum diyarına doğru denizlere vurup Savarı
gazvesi yaptı. O çok büyük bir gazve idi.
insanlar, Hz. Osman'a
karşı baş kaldırdıkları zaman o, Mısır'dan çıktı, yerine vekil olarak başkasını
bıraktı ki, kendisi gidip Hz. Osman'a yardım etsin, Hz. Osman öldürüldüğü
zaman kendisi Askalan'-da kaldı. Başka bir rivayete göre ise Remle'de
kalmıştır. Namaz kılarken ruhunu teslim alması için Allah'a dua edip yalvarmıştı.
Bir gün sabah namazım kılmakta iken birinci rekatta Fatiha ile Âdiyat
sûrelerini, ikinci rekâtta ise Fatiha ile başka bir sûreyi okudu. Teşehhüdü
tamamladıktan sonra ilk selamı verdi. İkinci selamı vermek istediği zaman
vefat etti. Vefatı hicri otuzaltmcı senede olmuştu. Otuz-yedinci senede vefat
ettiğini söyleyenler de olmuştur. Hicri ellidoku-zuncu seneye kadar yaşadığı da
söylenmiştir. Ama hicri otuzaltmcı senede vefat ettiğine dair rivayet sahihtir.
Ben derim ki: Ne
Kütüb-ü Sitte'de, ne de İmam Ahmed b. Han-bel'in Müsned'inde ondan bir rivayet
varid olmuş değildir.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın
vahiy katiplerinden biri de Abdullah b. Osman Ebu Bekir es-Sıddık'tır. Bu
zatın tercüme-i hali, hilafeti zamanmdan bahsedilirken verilmişti. Bunun
sireti, rivayet ettiği hadisleri ve kendisinden rivayet edilen eserleri
hakkında bir ciltlik kitap telif ettim.
Bunun katiplik
yaptığına dair delil, Musa b. Ukbe tariki ile Sü-raka b. Malik'ten rivayet
edilmiştir. Süraka b. Malik, Ebu Bekir ile Rasûlullah'ın hicret yolculuğu
esnasında mağaradan çıkmalarından sonra onları takibe başlamış, yakınlarına
vardığı zaman atının ayağı kumlara saplanmış, kendisi için bir emanname
yazmasını Rasûlullah'tan dilemiş, Rasûlullah da ona bir emanname yazması için
Ebu Bekir'e emir vermiş, Ebu Bekir de o emannameyi yazıp Süraka'ya vermişti.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in, Zührî tariki ile yaptığı rivayete, göre bu emannameyi Amir b.
Füheyre yazmıştır. Bu emannamenin bir kısmını Ebu Bekir'in yazdığı, sonra kalan
kısmını yazması için azad-lısı Amir'e emir verdiği ve kalan kısmında Amir'in
yazdığı olabilir. Doğrusunu Allah bilir.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
vahiy katiplerinden biri de emirü'l-mü'minin Osman b. Affan'dır. Bu zatın
tercüme-i hali, halifeliği döneminden bahsedilirken verilmişti. Rasûlullah'ın
yanında katiplik yaptığı bilinen bir husustur. Vakidî'nin rivayetine göre
Nehşel b. Malik el-Vailî, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiği zaman Rasûlullah
(s.a.v.), Osman b. AfTan'a emir vermiş, Osman da İslânıî ahkamı içeren bir
mektubu yazıp ona vermişti.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
vahiy katiplerinden biri de emirü'l-mü'minin Ali b. Ebi Talib'tir. Bu zatın
tercüme-i hali halifeliğinden bahsedilirken verilmişti. Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi o, Rasûlullah (s.a.v.)'la Kureyşliler arasında Hudeybiye gününde
yapılan barış antlaşmasını yazmıştır. İnsanların güven içinde olacakları,
kimseye kılıç çekilmeyeceği, kimsenin zincire vurulmayacağı ve on yıl süreyle
savaş yapılmayacağına dair şartları içeren barış antlaşmasını o yazmıştı.
Rasûlullah'ın yanında, .bundan başka yazıları da yazmıştı.
Ama Hayber Yahu
dilerin den bazılarının iddia ettikleri gibi Hz. Ali, onlardan cizyenin
kaldırılmasına dair Rasûlullah'ın emri ile bir yazı yazmış değildir. Güya bu
yazının sonunda da Hz. Ali, şu ibarelere yer vermiştir: "Sa'd b. Muaz ile
Muaviye b. Ebi Süfyan'ın da aralarında bulundukları bir sahabe grubu, bu
yazının yazıldığına şahit olmuşlardır." Böyle bir yazının mevcudiyeti
mümkün değildir. Bu yalandır, iftiradır, uydurmadır. Ulema topluluğu, bunun
batıl olduğunu beyan etmişlerdir. Mütekaddimin fikıhçılarımn bir kısmı buna
aida-narak Hayber Yahudilerinden cizye alınmaması gerektiğine kail olmuşlardır.
Bu, gerçekten zayıf bir rivayettir. Bunun asılsız ve uydurma hirşey olduğunu,
Yahudilerin de zaten iftiracı kimseler oldukları-
m beyan eden bir
ciltlik müstakil bir kitap tarafımdan yazılmıştır. Mezhep imamların bu konudaki
sözlerini de bu kitabımda toplayıp bir araya getirdim. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın
yanında katiplik yapanlardan biri de emi-rü'1-nıü'minin Ömer b. Hattab'tır.
Onun tercüme-i halini de hilafetinden bahsederken vermişimdir. Bu hususta
müstakil ve bir cilt tutan bir kitap da yazdım. Ayrıca onun Rasûlullah
(s.a.v.)'dan rivayet ettiği hadislerle kendisinden rivayet edilen eser ve
hükümleri hacimli bir r ciltte derlemişimdir. Allah ondan razı olsun. Abdullah
b. Erkam'ın tercüme-i halinden bahsederken Hz. Ömer'in katipliğinden de bahsetmiştim.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanında katiplik yapanlardan biri de Alâ b. Hadremî idi. Bu zatın babası
Hadremî'nin asıl adı Abbad'dır. Adının Abdullah b. Abbad b. Ekber b. Rebia b.
Arif b. Malik b. Hazrec b. İyad b. Sadf b. Zeyd b. Mukanna b. Hadramut b.
Kahtan olduğu da söylenir. Onun nesebi hakkında başka şeyler söyleyenler de
olmuştur. O, Beni Ümeyye kabilesinin müttefiki erin d endir. Eban b. Said b.
Asımın tercüme-i halinden bahsederken bunun katipliğinden söz etmiştik. Bu
zatın on kardeşi vardı. Kardeşlerinden biri Amr b. Hadremi'dir. Abdullah b.
Cahş'ın seriyyesindeki Müslümanlar tarafından müşrik olarak öldürülmüştür.
Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi bu, Müslümanların ilk seriyyesi idi.
Âlânın kardeşlerinden
biri de Amir b. Hadremi'dir ki, melun Ebu Cehil ona emir vermiş, o da Ebu
Cehil'in emri üzerine mahrem yerlerini açıp, Müslümanlarla müşriklerin Bedir
gününde saf halinde karşı karşıya geldikleri esnada vah Amr, vah Amr, diye
feryad etmişti. Bunun üzerine savaş kızışmış ve olanca şiddetiyle başlamıştı.
Bunu Bedir savaşından bahsederken teferruatlı bir şekilde anlatmıştık. Alâ'nm
kardeşlerinden biri de Şüreyh b. Hadremi'dir. Sahabelerin seçkin şimal arın
dandı. Onun hakkında Rasûlullah şöyle demişti:
"Bu öyle bir
adamdır ki, Kur'ân'ı başının altına koymaz." Yani Kur'ân'z bırakıp da
uyumaz, aksine kalkar, gece ve gündüz onu okur. Alâ b. Hadremî ile on
kardeşinin sadece bir tek kız kardeşleri vardı ki, Sabe binti Hadremi'dir.
Künyesi Ümmü Talha b. Ubeydul-lah'tır.
Rasûlullah (s.a.v.),
Alâ b. Hadremî'yi Bahreyn meliki Münzir b. Sava'ya göndermiş, daha sonra
Bahreyn'i fethettiği zaman onu Bahreyn'e emir tayin etmişti. Rasûlullah'tan
sonra Hz. Ebu Bekir de onu bu görevde bırakmış, daha sonra Hz. Ömer de onu bu
görevde bırakmıştı. Bir müddet daha bu görevi sürdürdükten sonra Hz. Ömer, onu
bu görevden alıp Basra'ya vali tayin etmişti. Basra'ya giderken yolda vefat
etmişti. Vefatı, hicri yirmibirinci senede vuku bulmuştu.
Beyhakî ve diğerleri,
ondan birçok kerametler nakletmişlerdir. - Mesela o, ordusuyla birlikte deniz
üzerinde gittiği ve sular onların atlarının üzengisine vardığı halde atlarının
nalları ıslanmamış ti. Askerlerinin hepsine, "Ya Halım, ya Azîm"
demelerini emretmişti. Ordusuyla birlikte gitmekte iken askerler su ihtiyacım
hissetmişler, o da Allah'a dua etmiş, Allah da onlara yeterince yağmur
yağdırmıştı. Vefat edip de defnedilince mezarının izi tamamen kaybolmuştu. Kendisi
de sağlığında yüce Allah'tan böyle bir dilekte bulunmuştu. Bu
husus, inşaallah
yakında "Delâlilü'n-Nübüvve" adlı kitapta anlatılacaktır.
Alâ, Rasûlullah'tan üç
hadis rivayet etmiştir:
1- İmam Ahmed b. Hanbel,
Süfyan b. Uyeyne tarikiyle Alâ b. Hadremî'den rivayet etti ki, Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Mekke'ye
dışarıdan gelen kişi, haccını (veya umresini) tamamladıktan sonra üç gün
bekleyebilir."
2- İmam Ahmed b.
Hanbel, Hüseyn kanalı ile Alâ b. Hadremî'nin oğlundan rivayet etti ki, onun
babası Peygamber (s.a.v.)'e mektup yazmış, mektubunda önce kendi adını
yazmıştı."
3- İmam Ahmed b.
Hanbel ile İbn Mace, Muhammed b. Zeyd kanalı ile Hibban el-A'rec'den rivayet
ettiler ki o, birkaç kardeşin mülkiyetinde bulunan Bahreyn'deki bir bahçenin
hükmünü mektup yazarak Rasûlullah'tan sormuştu. Rasûlullah da ona; Müslüman
olan bahçe sahibinden öşür almasını, Müslüman olmayan diğer kardeşle-rindense
haraç almasını emi'etmişti.
Rasûlullah'm yanında
katiplik yapanlardan biri de Alâ b. Uk-be'dir.
Atik b. Yakub, Amr b.
Hazm'dan rivayet etti ki, Alâ, Rasûlullah'-m şu mektubunu yazmıştır:
"Bu arazileri
Rasûlullah (s.a.v.), şu kavme ikta olarak vermiştir. Şöyle ki:
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla:
Bu, Peygamber
Muhammed'in Abbas b. Mirdas es-Sülemî'ye Medmur mıntıkasında verdiği ikta
arazisidir. Bu araziden kimsenin _
birşey eksiltmeye hakkı yoktur. Onun hakkı haktır. Bu mektubu Alâ b. Ukbe yazdı
ve buna şahid oldu." Sonra şöyle demiştir: "Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
Bu, Allah Rasûlü
Muhammed'in Avsece b. Harmele el-Cühenî'ye, Zu'1-Merve ile Belkese arasında
Zübye'den Kibliye dağlarına kadar Caalat mevkiini ikta olarak verdiğine dair
yazıdır. Kimsenin bundan birşey eksiltmeye hakkı yoktur. Onun hakkı haktır.
Bunu Alâ b. Ukbe yazmıştır." Valddînin senedi eriyle rivayet ettiğine
göre Rasûlullah (s.a.v.), Beni Seyf el-Cühenî'ye bir kısım arazileri ikta
olarak vermiş ve buna dair yazıyı Alâ b. Ukbe yazıp şahid olmuştur.
"el-Gabe"
adlı eserinde İbnu'1-Esir, bu adamdan kısaca bahsederek şöyle demiştir:
"Alâ b. Ukbe,
Peygamber (s.a.v.)'e katiplik yapmıştır."
Rasûlullah (s.a.v.)'a
katiplik yapanlardan biri de Muhammed b. Mesleme b. Hüreyş b. Halid b. Adiyy b.
Mecda b. Harise b. Haris b. Hazrec el-Ensârî el-Harisî el-Hazrecî Ebu
Abdullah'dır. Künyesinin Ebu Abdurrahman olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi
Ebu Sa'd el-Medenî olduğunu da söylemişlerdir. Beni Abdüleşhel kabilesinin
müttefiki idi. Mus'ab b. Umeyr b. Hudeyr vasıtalarıyla İslâm'a girmiş olduğuna
dair bir rivayet bulunmaktadır. Medine'ye geldiği zaman Rasûlullah (s.a.v.),
onunla Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı kardeş kılmıştı. Bu zat, Bedir gazvesine ve
müteakip gazvelere katılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.), Tebük savaşına giderken
onu Medine'ye vekil bırakmıştı.
"el-İstiab"
adlı eserinde İbn Abdülberr şöyle demiştir: Muhammed b. Mesleme, çok esmer,
uzun boylu, saçı dökük, iri yarı bir kimse idi. Sahabelerin faziletli
simalarındandı. Fitneden uzak durmuş, a-ğaçtan bir kılıç edinmişti.
Hicri larküçüncü
senede Medine'de vefat etmiştir. Cumhura göre meşhur görüş budur. Cenaze
namazını Mervan b. Hakem kıldırmıştı. Bu zat, Peygamber (s.a.v.)'den birçok
hadis rivayet etmiştir.
Muhammed b. Sa'd,
senediyle birlikte Ali b. Muhammed el-Meda-inî'den rivayet etti ki, Muhammed b.
Mesleme, Mürre heyeti için Rasûlullah adına mektup yazmıştı.
Rasûlullah'ın yanında
katiplik yapanlardan biri de Muaviye b. Ebi Süiyan Sahr b. Harb b. Ümeyye
el-Ümevî'dir. Bu zatın, tercüme-i halini emirliği döneminden bahsederken
anlatmışızdır. Peygamber (s.a.v.)'in hatiplerinden bahsederken Müslim b.
Haccac, bu zattan bahsetmiştir. "Sahih-i Müslim" adlı eserde İkrime
b. Anımar'm hadisinde Ebu Süfyan'm şöyle dediği rivayet edilir:
"- Ya Rasûlallah!
Bana üç şey verir misin?
- Evet.
- Daha önce Müslümanlarla
savaştığım gibi beni emir yap ki, kafirlerle de savaşayım.
- Evet.
- (Oğlum) Muaviye'yi
yanında katip olarak bulundur. -Evet"
Hafız İbn Asakir,
"Tarih" adlı eserinde Muaviye'nin tercüme-i halinden bahsederken
şöyle demiştir: Ebu Galip b. Benna, Ebu Muhammed el-Cevherî kanalı ile
Cabir'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Muaviye'yi yanında katip olarak
çalıştırma hususunda Cebrail'e damştı. Cebrail de ona şöyle dedi: "Onu
katip olarak yanında bulundur. Çünkü o, güvenilir bir kimsedir." Bu, uydurma
bir hadistir.
Rasûlullah'ın yanında
katiplik yapan zatlardan biri de Muğire b. Şube es-Sakafî'dir. Bu zatın
tercüme-i halini, köle olmadıkları halde Rasûlullah'ın yanında hizmetçilik
yapan sahabelerden bahsederken anlatmıştık. Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanı
başında kılıcını çekmiş vaziyette durarak koruyuculuk yapmakta idi.
İbn Asakir'in
rivayetine göre Rasûlullah tarafından Husayn b. Nadle el-Esedî'ye ikta olarak
verilen arazilerin fermanını yine Rasû-îullah'm emri üzerine Muğire b. Şube
yazmıştır.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanında bulunup onun emri ile katiplik yapan zatlar işte bunlardı. [21]
İbn Asakir'in
anlattığına göre Rasûlullah'ın emin saydığı şahsiyetlerden biri Ebu Ubeyde
Amir b. Abdillah b. Cerrah el-Kureşi el-Fihrî'dir. Bu zat, "aşere-i
mübeşşere"den yani Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Rasûlullah'ın
emin olarak kabul ettiği zatlardan biri de Abdurrahman b. Avf ez-Zührî'dir.
Buharî, Enes tariki
ile rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Ebu U-beyde hakkında şöyle
buyurmuştur:
"Her ümmetin emin
bir şahsiyeti vardır. Bu ümmetin emin (güvenilir) şahsiyeti ise Ebu Ubeyde b.
Cerrah'tır."
Bir rivayette
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Necran'dan gelen Abdülkays kabilesinin
heyetine şöyle demiştir:
"Sizinle birlikte
tam güvenilir (emin) bir kişiyi göndereceğim." Böyle dedikten sonra
onlarla birlikte Ebu Ubeyde'yi göndermişti.
İbn Asakir'in
anlattığına göre Rasûlullah'ın emin saydığı güvenilir şahsiyetlerden biri de
Muaviye b. Ebi Fatıma ed-Devsîüir. Bu zat, Beni Abdu ş-Şems'in kölesi idi.
Rasûlullah'ın mührünü mektuba vurmakla görevli idi. Mührü muhafaza ederdi.
Anlatıldığına göre bu zat, Rasûlullah'ın hizmetinde bulunurmuş. Başkalarının
anlattığına göre islâm'ın ilk döneminde Müslüman olmuş, sahabelerle birlikte
Habeşistan'a hicret etmiş, sonra da Medine'ye hicret etmiştir. Bedir ve
müteakip gazvelere katılmıştır. Mühürdarlık yaparmış. Hz. Ebu Bekir ile Hz.
Ömer onu, beytü'l-malın idaresi ile görevlendirmişlerdi. Cüzzam hastalığına
yakalandığı zaman Hz. Ömer b, Hattab emir vermiş, onu Hanzel (Ebu Cehil
karpuzu) ile tedavi etmişler ve hastalığı ilerlemeden yerinde durdurulmuştu.
Hz. Osman'ın halifeliği zamanında hicri kırkıncı senede vefat etmiştir.
Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahnıed b. Hanbel,
Yahya b. Ebi Bükeyr kanalı ile Muay-
kib'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), secdeye giderken alnının değeceği yerdeki toprağı eliyle düzelten bir
adama şöyle dedi: Eğer bunu mutlaka yapman gerekiyorsa bari bir kez yap."
İmam AhmecL b. Hanbel,
Halef b. Velid tariki ile Muaykib'ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Abdest alırken
kuru bırakılan topukların Cehennem'deki vay haline!"
Ebu Davud ile Neseî,
Hz. Peyganıber'in mühürdarı Muaykib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.)'m
mührü demirden olup gümüş kaplamalı idi. Çoğu kez elimde bulunurdu."
Ben derim ki: Sahih
kavle göre Rasûlullah (s.a.v.)'ın mührü gümüştendi. Yazı yeri de gümüştendi.
Nitekim bu husus, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde anlatılmıştır. Önceleri
Rasûlullah, altından bir mühür edinmişti. Sonra onu atıp: "Vallahi ben
bunu parmağıma takmam." demişti. Ondan sonra gümüş bir mühür edinmişti.
Üzerinde şu yazı vardı: "Muhammed" kelimesi bir satır,
"Rasûl" kelimesi bir satır, "Allah" kelimesi de bir satır
idi. Toplam üç satırlık yazı vardı. Rasûlullah'm vefatından sonra bu mühür, Hz.
Ebu Bekir'in elinde idi. Ondan sonra Hz. Ömer'in, ondan sonra da Hz. Osman'a
intikal etti. Hz. Osman'ın elinde altı yıl kaldı. Sonra Eriş kuyusuna düştü.
Onu kuyudan çıkarmaya çalıştıysa da çıkaramadı. Merhum Ebu Davud, Rasûlullah'm
mühür hakkındaki hadislerine dair müstakil bir kitap yazmıştır. Yakında
inşallah bu kitaptan ihtiyaç duyduğumuz kadarını nakledeceğiz. Yardımına
başvurulacak olan zat, yüce Allah'tır.
Muaykib'in bu mührü elinde
tutması, parmağına geçirmesi, onun cüzzam hastalığına yakalandığına dair varid
olan nakillerin zayıf olduğunu göstermektedir. Nitekim İbn Abdilberr ile
diğerleri de bu konuda rivayetler nakletmişlerdir. Ama onun cüzzam hastalığına
yakalandığına dair rivayet meşhurdur. Belki de o, Peygamber (s.a.v.)'den sonra
cüzzam hastalığına yakalanmıştır. Veya. bu hastalık onda mev-cud idi de
başkasına sirayet etmedi. Veya tevekkülü kuvvetli olduğu için bu, Peygamber
(s.a.v.)'e mahsus bir hal idi. Nitekim Peygamber (s.a.v.), bu cüzzamlı zata,
elini çanağa koyarken şöyle demişti: "Allah'a güvenip tevekkül ederek
yemeğini ye."
Bunu, Ebu Davud
rivayet etmiştir.
Sahih-i Müslim'de
rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Aslandan kaçar
gibi cüzzamlıdan kaç." Doğrusunu Allah bilir.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın
kumandanlarının isimlerini seriyyelerden bahsederken birer birer naklettik.
Hamd ve minnet Allah'adır.
Sahabelerin toplam
sayısı hususunda insanlar ihtilaflı sayılar vermişlerdir. Ebu Zür'â'dan
nakledildiğine göre o demiş ki: "Sahabeler, toplam olarak 120.000
kişidirler."
Merhum Şafiî'den
rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir:
" Rasûlullah
(s.a.v.) vefat etti. Onu dinleyip gören Müslümanların sayısı 60.000
kadardır."
Hakim Ebu Abdillah
dedi ki: Hadisler, 5.000'e yakın sahabe tarafından rivayet olunmuştur.
Ben derim ki:
Hadislere ittilam çokluğu, rivayet ettiği hadislerin fazlalığı, bu amaçla
yaptığı seyahatlerin çokluğu ve imametine rağmen İmam Ahmed b. Hanbel, 987
sahabeden hadis rivayet etmiştir. Kütüb-ü Sitte'de ise buna ek olarak 300
sahabeden daha rivayette bulunulmuştur. Allah'ın rahmeti kendilerine olsun.
Hadis hafızlarından
bir grup şahsiyet, bu sahabelerin adlarını vermiş, yaşantılarını ve vefatlarını
bildirmişlerdir. Bu hadis hafızlarının en kıymetlilerinden biri Ebu Ömer b.
Abdilberr et-Temrî'dir. "el-İstiab" adlı kitapta bunlardan söz
etmiştir. Ebu Abdillah Muhammed b. İshak b. Mende ile Ebu Musa el-Medinî de bu
hadis hafızlarm-dandır. Daha sonra kendilerinden hadis rivayet edilen
sahabelerin adlarını Hafız İzzeddin Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed b. Abdülkerim
el-Cezerî, manzum olarak beyan etmiştir. Bu zat, İbnu's-Sahabe diye bilinir.
Kendilerinden hadis rivayet edilen sahabelerle ilgili olarak,
"el-Gabe" adlı kitabını tasnif etmiş ve bu eserini güzel ve faideli
olarak meydana getirmiştir. Derli-toplu bilgiler vermiş, amacına ve emeline
ulaşmıştır. Allah ona ve sahabelere rahmet etsin, mükafatlandırsın. Amin ya
Rabbe'l-âlemîn. [22]
Peygamber (s.a.v.)'in
kullandığı mühür hangi maddeden yapılmıştı?
"Sünen" adlı
kitabında Ebu Davud, Enes b. Malik'in bu hususta şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Arap olmayan (Acem) bazı hükümdarlara mektup yazmak istedi. Kendisine:
- Onlar mühürsüz
mektup okumazlar, denildi. Bunun üzerine o da gümüş bir mühür edindi. Üzerine
"Muhamnıed Rasûlullah" yazdırdı.»
Ebu Davud, Enes'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bu mühür, vefatına
kadar Rasûlullah'in elinde idi. Rasûlullah vefat ettikten sonra Hz. Ebu Bekir,
onu eline taktı. O da vefat edinceye kadar elinde tuttu. Onun vefatından sonra
Hz. Ömer, o mührü parmağına geçirdi, vefatına kadar parmağında kaldı. Ondan
sonra Hz. Osman, o mührü parmağına geçirdi. Parmağında iken bir kuyunun yanına
gitmişti. Mühür? aniden parmağından kuyunun içine düştü. Hz. Osman, mührü
çıkartmak amacıyla kuyudaki suların çekilmesini emretti. Suların tamamı
çekildiği halde mührü çıkaramadılar.»
Ebu Davud, Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'m mührü gümüştendi. Kaşı da
Habeşi idi.»
Ebu Davud, Enes'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
mührü gümüştendi. Yüzük şeklindeki bu mührün kaşı da gümüştendi.»
Buharî, Ebu Mamer kanalı
ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
bir mühür yaptırdı ve şöyle buyurdu: "Biz mühür edindik. Üzerine bir yazı
yazdırdık. Başkası yazdırmasın."
Ben o mühürün
parlaklığım serçe parmağında iken görüyordum.»
Ebu Davud, İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir;
«Rasûlullah (s.a.v.),
altından yüzük şeklinde bir mühür edindi. Kaşını avuç içine taraf çevirdi,
üzerine de "Muhammed Rasûlullah" yazdırdı. Bunun üzerine diğerleri de
altın yüzük edindiler. Rasûlullah, onların altın yüzük takındıklarını görünce
elindeki yüzüğü attı ve: "Artık bunu hiç takmayacağım." dedi. Sonra
da üzerinde "Muhammed Rasûlullah" yazılı gümüş bir mühür edindi.
Onun vefatından sonra bu mührü Ebu Bekir parmağına taktı. Ebu Bekir'in vefatından
sonra Ömer, onu parmağına taktı. Ömer'in vefatından sonra Osman onu parmağına
taktı. Nihayet bir zaman sonra o mühür, Eriş kuyusuna düştü.»
Ebu Davud, İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), o mührünün üzerine
"Muhammed Rasûlullah" yazdırdı ve şöyle buyurdu: Vallahi hiç kimse
benim şu mühürü-mün üzerine başka yazı yazdıramaz.»
Ebu Davud, ibn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Osman, o mührü kuyuya düşürdükten sonra
yüzük şeklinde yeni bir mühür edindi. Üzerine "Muhammed Rasûlullah"
yazdırdı. Mektuplara, fermanlara o mühürle damga vurur veya vurdururdu.» [23]
Muhammed b. Süleyman
Lüveyn, İbrahim b. Sa'd kanalı ile Enes b. Malik'ten şöyle bir rivayette
bulunmuştur: -
"Enes, Rasûlullah
(s.a.v.)'m parmağında gümüş bir yüzük gördüı Bunun üzerine diğer insanlar da
gümüş yüzükler yaptırıp parmaklarına taktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.),
parmağmdaki yüzüğü atınca, insanlar da attılar."
Doğru olan görüşe göre
Rasûlullah (s.a.v.)'ın bir gün taktıktan sonra attığı yüzüğü altından
yapılmıştı. Gümüşten yapılmış değildi. Zira Buharî ve Müslim'in sahihlerinde
İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
altından bir yüzük takmakta idi. Onu daha sonra attı ve: "Ben bunu artık hiç
takmayacağım." dedi. Bunun üzerine diğer insanlar da parmaklarındaki
altın yüzükleri attılar.»
Rasûlullah (s.a.v.),
gümüş yüzüğü elinde çok taşırdı. Hatta vefat edinceye kadar elinde idi. Kaşı da
gümüştendi. Yani gümüşten ayrı bir kaşı yoktu. Yüzüğünde şahıs resmi
bulunduğunu rivayet edenlerin sözleri ise, gerçekten uzak ve yanlıştır. Aksine
onun yüzüğü ka-şıyla birlikte tamamen gümüşten mamuldü. Yazısı da,
"Muhammed Rasûlullah" idi. Bu yazı üç satırdan ibaretti.
"Muhammed" bir satır, "Rasûl" bir satır ve
"Allah" kelimesi de bir satırdı.
Allah bilir ya kağıda
basarken yazısı doğru çıksın diye mühür üzerindeki yazı ters yazılmıştı.
Nitekim âdet de böyledir. Yüzük üzerine yazının doğru yazıldığı ve o şekilde
kağıda vurulduğuna dair zayıf bir rivayet vardır. Bu rivayetin şahinliğinde
ihtilaf vardır. Ben bu rivayetin
sahih veya zayıf olduğuna dair bir sened bilmemekteyim.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
gümüş yüzüğü bulunduğuna dair nakletmiş olduğumuz bu hadisler, Ebu Davud ile
Neseî'nin, Ebu Attab Sehl b. Hammad ed-Dellal tariki ile rivayet ettikleri ve
Rasûlullah'm yüzüğünün demirden olup gümüş kaplamalı olduğunu ifade eden
hadisleri reddetmektedir.
İmam Ahmed, Ebu Davud,
Tirmizî ve Neseî'nin Büreyde'den rivayet ettikleri şu hadis de bunun
zayıflığını daha da artırmaktadır. Büreyde'den rivayet edilen hadiste şöyle
denmektedir: «Adamın birisi, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. Parmağında
sarı tunçtan bir yüzük vardı. Rasûlullah ona:
- Bana ne oluyor?
Senden gelen bazı put kokularını hissediyorum, demiş, adam da bunun üzerine
parmağındaki yüzüğü çıkarıp atmıştı. Bu adam bilahare tekrar gelince elinde
demir bir yüzük vardı. Rasûlullah ona:
- Bana ne olmuş ki, sende Cehennemliklerin
süsünü görmekteyim, demiş, adam yine parmağındaki yüzüğü çıkarıp atmış, sonra şöyle
demişti:
- Ya Rasûlallah, hangi
maddeden yapılmış yüzüğü takayım?
- Gümüşten yapılmış yüzüğü parmağına tak ve
ağırlığı da bir miskali bulmasın.»
Rasûlullah (s.a.v.),
yüzüğü sağ eline takardı. Nitekim Ebu Davud, Tirmizî ve Neseî, Hz. Ali'nin
böyle dediğini rivayet etmişlerdir. Ebu Seleme b. Abdurrahman da Rasûlullah
(s.a.v.)'m yüzüğü sağ eline taktığını söylemiştir.
Ebu Davud'un başka bir
rivayetine göre İbn Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yüzüğü sağ eline taktığını
söylemiştir.
Ebu Davud'un başka bir
rivayetine göre İbn Ömer şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), yüzüğü sol
eline takardı. Kaşını da avuç içine taraf çevirirdi." Ebu Davud'un
Nafi'den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) yüzüğü sağ eline takarmış.
Hennad'm, Abde
vasıtasıyla Nafi'den rivayet ettiğine göre İbn Ömer, yüzüğü sol eline takarmış.
Ebu Davud, Abdullah b.
Said kanalı ile Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Salt b. Abdullah b.
Nevfel b. Abdülmuttalib'in sağ elinin serçe parmağında bir yüzük gördüm.
"Bu nedir?" diye sordum. Bana şöyle cevap verdi:
- İbn Abbas'm da yüzüğünü sağ elinin serçe
parmağına taktığını ve kaşını da açıkta tuttuğunu gördüm.
Salt b. Abdullah dedi
ki:
- Öyle sanıyorum ki
İbn Abbas, Rasûlullah (s.a.v.)'m da yüzüğünü bu şekilde taktığını hatırladığı için böyle
yapmıştır.»
Buharı, Enes, Cabir ve
Abdullah b. Cafer'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), yüzüğünü sağ eline
takardı.
Buharî, Muhammed b.
Abdullah el-Ensârî kanalı ile Enes b. Ma-lik'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Ebu Bekir halifeliğe
seçilince onun için de bir mühür kazıldı. Mührün üzerinde üç satır yazı vardı.
Birinci satırda "Muhammed", i-kinci satırda "Rasûl", üçüncü
satırda ise "Allah" kelimeleri yazılı idi.»
Ebu Abdillah, Enes'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
mühür şeklindeki yüzüğü parmağında idi. Vefatından sonra Ebu Bekir parmağına
taktı. Ebu Bekir'in vefatından sonra da Ömer, onu parmağına taktı. Hz. Osman,
halife olunca o da bu mühür şeklindeki yüzüğü parmağına taktı. Bir ara Eriş
kuyusunun yanı başında oturmakta iken yüzüğü parmağından çıkarıp onunla
oynamaya başladı. Fakat yüzük aniden kuyunun içine düştü. Üç gün uğraştık.
Kuyunun bütün suları çekildi ama Osman, yüzüğü kuyunun içinde bulamadı.»
Tirmizî'nin
"eş-Şemaü" adlı eserde İbn Ömer'den rivayet ettiği hadise gelince, bu
hadiste anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.), gümüş bir mühür edinmiş, ancak
bu mühürle evrakları mühürler, ama parmağına takmazmış. Bu, gerçekten çok garip
bir hadistir.
İbn Cüreyc'in,
"Sünen"de yer alan hadisinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), helaya girdiğinde yüzüğünü parmağından
çıkarırdı." [24]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Şureyh kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
kılıcı Zülfîkar'ı, Bedir gününde ganimet olarak ele geçirdi. Uhud savaşında bu
kılıcıyla ilgili bir rüya görmüştü. Bu rüyasında kılıcı Zülfîkar'ın ağzında bir
gedik görmüştü ve bunu sahabelerde bir bozgun ve safları arasında bir gedik
açılacağı şeklinde yorumlamıştı. Sonra rüyasında bir koçu takip ettiğini
görmüş ve bunu da müşrik ordusunu takip edeceği şeklinde yorumlamıştı. Yine
rüyasında sağlam bir zırh içinde bulunduğunu görmüş ve bunu Medine şehri
şeklinde yorumlamıştı. Rüyasında boğazlanmakta olan bir sığır görmüş ve bunu şu
şekilde yorumlamıştı: "Sığır.... Vallahi bu hayırdır. Sığır... Vallahi bu
hayırdır."
Rasûlullah (s.a.v.)'m
bu rüyası, tevil ettiği şekilde gerçekleşti.»
Sünen sahiplerinin
anlattıklarına göre bir sesin şöyle dediği duyulmuştu:
"Zülfikar'dan
başka kılıç yoktur, Ali'den başka delikanlı ve bahadır yoktur."
Tirmizî, Mezide b.
Cabir el-Abdî el-Asrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s;a.v.), Mekke'ye girdi. Kılıcının üzerinde altın ve gümüş işlemeler
vardı."
Bu, garip ve tuhaf bir
hadistir.
"eş-Şemail"
adlı eserinde Tirmizî, Muhammed b. Beşşar kanalı ile Said b. Ebu'l-Hasan'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'m kılıcının kabzası gümüştendi."
Osman b. Sa'd, İbn
Şirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kılıcımı,
Semüre'nin kılıcına benzer şekilde yaptım. Semüre de, kılıcım Rasûlullah'm
kılıcına benzer şekilde yapmış olduğunu iddia etti. Onun kılıcı Hanefi denen
cinstendi."
Rasûlullah'm
kılıçlarından biri, Hz. Ali'nin çocuklarına intikal etmişti. Hüseyin b. Ali,
Kerbela'da Taf denen yerin yanında Öldürüldüğü zaman bu kılıç onun beraberinde
idi. Bunu, Ali b. Hüseyin b. Zeynel Abidin aldı. Yezid b. Muaviye'nin yanma
girdiği zaman yanında Şam'a getirdi. Sonra Medine'ye götürdü.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Misver b. Mahreme'den rivayet olunduğuna göre Yezid b. Muaviye,
onu yolda karşılamış ve ona:
- Bana bir emrin var
mı? Bir ihtiyacın varsa söyle, demişti. O da:
- Hayır, deyince
Yezid:
- Rasûlullah
(s.a.v.)'m kılıcını bana verir misin? Çünkü ben milletin onu senden zorla
almalarından korkuyorum. Allah'a yemin ederim ki, onu bana verecek olursan
benim vücudumu çiğneyip öldürme-dikçe hiç kimse onu benden alamaz, dedi.
Peygamber (s.a.v.)'in
bundan başka silahları bulunduğu da anlatılmıştır. Saib b, Yezid ile Abdullah
b. Zübeyr gibi şahısların anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.)'ın zırhları
vardı. Hatta bunların rivayetine göre Rasûlullah (s.a.vO, Uhud savaşında üst
üste iki zırh giymişti.
Buharî ve Müslim'in
sahihlerinde Enes'ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), fetih
gününde başında miğfer olduğu halde Mekke'ye girmişti. Miğferini başından
çıkardığında kendisine:
- Ya Rasûlallah, işte
İbn Hatal, Ka'be'nin astarına (örtüsüne) tutunmuş, dediler. O da:
- Öyleyse onu öldürün,
dedi.
Müslim'in sahihinde
Cabir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), fetih
gününde Mekke'ye girerken başında siyah bir sarık vardı."
Vekî, Cafer b. Amr b.
Hureys'ten rivayet etti ki, babası Anır b.Hureys şöyle demiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), başında rengi siyaha çalan bir sarık olduğu halde insanlara hutbe
irad etti."
Tirmizî, İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), başına sarık sardığı zaman bir ucunu omuzları arasına
sarkıtırdı."
"Müsned"
adlı eserinde Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Enes b. Ma-lik'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'m küçük bir değneği yanında idi. O vefat e-dince değneğini de gömleği
arasına böğrünün yanma koyarak onunla birlikte defnettim." [25]
Sahih hadiste İbn
Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), sığır derisinden yapılmış ayakkabılar giyerdi. Ayakkabılarının
derisinde tüy yoktu."
"Sahih" adlı
eserinde Buharî, İsa b. Tahman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Enes b. Malik,
bize iki tasması bulunan bir çift ayakkabı çıkarıp gösterdi ve:
- Ey Sabit, bu
Peygamber (s.a.v.)'in ayakkabısıdır, dedi."
Buharî, İsa b.
Tahman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Enes, bize
tüysüz ve her birinin iki tasması bulunan bir çift ayakkabı çıkarıp gösterdi.
Daha sonra Sabit el-Bennanî bana o iki ayakkabının Rasûlullah'a ait olduğunu
Enes'in kendisine söylediğini nakletti."
"eş-Şemaü"
adlı eserinde Tirmizî, Ahmed b. Menis kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'ın ayakkabısının tasmasında parmakların geçtiği iki kayış vardı.
Tasmaları da iki katlıydı."
Yine Tirmizî, İshak b.
Mansur kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'m ayakkabısında parmakların geçtiği iki kayışı vardı. Ebu Bekir ve
Ömer'in de böyleydi. İlk olarak bir kayışla bir düğüm vuran Hz.
Osman'dır."
Ben derim ki: Hicri
600'üncü senenin başlarında veya sonraki zamanlarda İbn Ebi Hadred adıyla
meşhur bir tüccarın yanında tek tasmalı bir çift ayakkabı vardı. Bu tüccar, bu
ayakkabının Peygamber (s.a.v.)'e ait olduğunu söyledi. Melik Eşref Musa b.
Melik el-Adil Ebu Bekir b. Eyyüb, çok mal vererek bu ayakkabıyı o tüccardan
satm almak istedi. Ama tüccar ayakkabıları ona satmaya yanaşmadı. Bir
süre sonra tüccar vefat edince bu
ayakkabılar adı geçen Melik Eşrefin eline geçti. Ayakkabıları aldı ve çok
saygı gösterdi. Sonra kale bitişiğinde Darü'l-Hadis el-Eşrefîye'yi inşa edince
bu ayakkabıları o sarayın hazinesine yerleştirdi. Başına bir hizmetçi dikti ve
o hizmetçiye ayhk kırk dirhem maaş bağladı ve şu ana kadar o ayakkabı mezkur
binada mevcuttur.
"eş-Şemail"
adlı eserinde Tirmizî, Muhamnıed b. Rafi ve diğerleri kanalı ile Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'m, içinde kokusunu muhafaza ettiği ve koku süründüğü bir küpü
vardı." [26]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yahya b. Adem kanalı ile Asım'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes'in yanında
Peygamber (s.a.v.)'in bardağını gördüm. Bardağın üzerinde gümüş bir çember
vardı.»
Hafız el-Beyhakî, Ebu
Abdullah Muhammed b. Abdullah kanalı ile Asım el-Ahvel'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Enes b. Malik'in
yanında Peygamber (s.a.v.)'in bardağını gördüm. Bardak çatlamıştı. Onu gümüş
telle bağlamıştı. Güzel ve geniş bir bardaktı. Tahtadan yapılmıştı.
Enes dedi ki: Ben bu
bardakla Rasulllah'a çok defalar su içirdim.
İbn Şirin dedi ki: O
bardakta demir bir halka vardı. Enes, o demir halkayı çıkarıp yerine altın veya
gümüşten bir halka takmak istedi. Ebu Talha ona şöyle dedi:
- Rasûlullah
(s.a.v.)'m yaptığı birşeyi değiştirme.
Bunun üzerine Enes,
halkayı değiştirmekten vazgeçti.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Revh b. Ubade kanalı ile Haccac b. Has-san'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes'in yanında idik.
Bir bardağın getirilmesini emretti. Bardak getirildi. Bardakta demirden üç
çember vardı. Bir de demir halka vardı. Bardağı siyah bir kılıftan çıkardı.
Orta boyda bir bardaktı. Enes b. Malik, adamlarına bardağa su koymalarını
emretti. Su koyup getirdiler. Biz de o bardakla su içtik. İçindeki su artığını
da başımıza ve yüzümüze döktük. Hz. Peygamber'e salat-ü selam okuduk.» [27]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
bir sürmeliği vardı. Uyuyacağı zaman gözlerine o sürmelikteki rnil ile üçer
defa sürme çekerdi.»
Ben derim ki:
Duyduğuma göre Mısır'da Peygamber (s.a.v.)'e ait eşyaların bulunduğu bir müze
varmış. Bu eşyaların orada toplanması için son devir vezirlerinden bazıları alaka
ve itina göstermişlerdir. Bu eşyalardan biri sürmelik, biri de tarak idi.
Peygamber (s.a.v.)'in başka eşyaları da orada vardır. Doğrusunu Allah bilir. [28]
Hafız el-Beyhakî dedi
ki: Halifelerin yanındaki hırkaya gelince, Muhammed b. İshak b. Yesar'dan
yaptığımız rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), bu hırkayı Eyle halkına
vermiştir. Hırkasıyla birlikte onlara bir emanname de yazıp vermiştir.
Abbasilerin ilk halifesi Seffah, bu hırkayı 300 dinara satın almıştır. Ondan
sonra bu hırka, Abbasi halifelerine sıra ile geçmiştir. Halife, bu hırkayı
bayram gününde giyerdi. Peygamber (s.a.v.)'in değneğini de eline alırdı. Bu
kıyafetle halkın karşısına çıkar, ağırbaşlılık ve sükunetle görünürdü. Bu
hali, insanların yüreklerini paralar, gözlerini hayretten kamaştırırdı. Halk
da cuma ve bayram günlerinde siyahlar giyinirdi. Bunu da, bedeviler ile
kentlilerin ovalarda ve dağlarda yaşayan kimselerin efendisi Rasûlullah in
siretine (yoluna, uygulamasına ve yaşayışına) uyarak yaparlardı.
Buhari ve Müslim,
Enes'ten rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v), Mekke'ye girerken başında bir
miğfer vardı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre başında siyah bir sarık
vardı. Bir rivayette daha anlatıldığına göre bu sarığın bir ucunu, omuzları
arasına sarkıtmıştı. Allah'ın salat ve selamı onun üzerine olsun.
Buhari, Müsedded
kanalı ile Ebu Bürde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Aişe, bize bir
elbise ve kalın bir izar çıkarıp göstererek: "Rasûlullah (s.a.v.),
bunları giyinik iken ruhunu teslim etti." dedi.»
Buharı, Aişe ile
Abbas'm şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
vahiy nazil olduğu zaman elbisesini yüzüne Örterdi. Sıkıntılı olduğu zaman
yüzünü açar ve bu halde iken şöyle derdi: "Allah'ın laneti Yahudilerle
Hristiy ani arın üzerine olsun. Onlar, peygamberlerinin mezarlarını mescid
edindiler." Bunu, onların yaptıklarım Müslümanların yapmamaları için
söylerdi.»
Ben derim ki:
Rasûlullah'm bu üç elbisesinin daha sonra ne olduğu bilinmemektedir.
Daha önce de
anlatıldığı gibi Rasûlullah'm.mübarek mezarının içine daha önce sağlığında iken
namaz kılmakta olduğu kırmızı kadifeden seccadesi serilmişti. Sağlığında
giydiği elbiseleri birer birer anlatacak olursak bu fasıl uzayacaktır. Bunu "el-Ahkâmu 1
-Kebir" adlı kitabımızın Rasûlullah'ın elbiseleri bölümünde inşaallah
anlatacağız. Güvencemiz ve dayanağımız Allah'tır. [29]
İbn İshak, Yezid b.
Habib kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.)'in Mürteciz adında bir atı, Ufeyr adında bir eşeği ve Düldül adında
bir katırı vardı. Kılıcının adı Zülfikar, zırhının adı da Zülfüdul idi."
Beyhakî dedi ki:
Peygamber (s.a.v.)'in Saidiler yanındaki atlarının adı Lizaz ve Lahif idi.
Bunların adlarının Lahif ve Zarib olduğu da söylenmiştir. Ebu Talha'ya ait olup
bindiği atının adı Mendup idi. Dişi devesinin adı Kasva, Adba ve Ced'a idi.
Katırının adı Şehba ve Beyda idi."
Beyhakî dedi ki:
Rasûlullah'ın vefatı esnasında bu bineklerinin mevcut olduğuna dair rivayetlerde
bir açıklık yoktur. Yalnız Beyda adlı katın, onun vefatı esnasında mevcut idi.
O zaman silahı ve sadaka olarak tahsis ettiği arazisi de vardı. Onun
elbiseleri, katırı ve mührü ile ilgili olarak bu babda bazı rivayetlerde de
bulunduk.
Ebu Davud et-Teyalisî,
Zem'a b. Salih kanalı ile Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), vefat ettiğinde onun dokumacıda yün bir cüb-besi vardı."
Hafız Ebu Ya'lâ,
"Müsned" adlı eserinde Mücahid kanalı ile Enes (r.a.)'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), vefat ettiğinde onun dokunmakta olan yün bir elbisesi vardı."
Ebu Said b. el-Arabî,
Sa'dan b. Naşir kanalı ile Fatıma binti Hüseyin'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v), vefat ettiği zaman onun deri torba içinde dokunmakta olan iki hırkası
vardı,"
Ebu'l-Kasım
et-Taberanî, Hasan b. İshak kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'ın gümüş kabzalı bir kılıcı vardı. Bu, Zülfikar idi. Sedad adlı bir
yayı da vardı. Bu yayın Cem adında bir okluğu vardı. Tunç işlemeli ve süslü
bir zırhı vardı ki, buna Zatü'l-Füdul deniyordu. Sağa adlı bir mızrağı vardı.
Zakn adlı bir kalkanı vardı. Ayrıca Mucez adlı bir beyaz kalkanı vardı. Doru
bir atı vardı ki; bunun adı Sekba idi. Daç adlı bir eğeri vardı. Düldül adlı
doru bir katırı vardı. Kasva adlı dişi bir devesi vardı. Yafur adlı bir eşeği
vardı. Ker denen bir
kilimi vardı. Nemr adlı siyah-beyaz çizgili bir elbisesi vardı. Sadır adlı bir
kovası vardı. Mirad adlı bir aynası vardı. Caht adlı bir makası vardı. Memşuk
adlı bir değneği vardı."
Ben derim İd: Önceki
sahifelerde birçok sahabeden rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.),
vefat ederken geride ne bir dinar, ne bir dirhem, ne bir köle, ne bir cariye
bıraktı. Sadece bir katır ve sadaka olarak tahsis ettiği bir arazisi vardı. Bu
da gösteriyor ki Peygamber (s.a.v.), adlarını saydığımız köleleriyle
cariyelerinin tamamını a-zad etmiştir. Zikrettiğimiz silahlarının,
hayvanlarının, ev eşyaları ile emtianın tamamını sadaka olarak tahsis etmiştir.
Şehba ve Beyza
adlarıyla bilinen katırına gelince bunu ona İskenderiye valisi Mukavkis hediye
etmişti. Mukavkis'in asıl adı Cüreyc b. Mina'dır. Hüneyn gazvesinde düşmanın
karşısında iken Rasûlullah bu katırına binmişti. Aziz ve Celil olan Allah'a
tevekkül edip bahadırlık ve şecaat gösterecek kendi mübarek adını düşmana
haykırıyordu. Anlatıldığına göre Rasûlullah'ın bu katırı, vefatından sonra da
halifeliği döneminde Hz. Ali b. Ebi Talib'in yanında kalmış. Hatta Hz. Ali'den
sonra Abdullah b. Cafer'in eline geçmiştir. Abdullah, katırın zayıflaması ve
ihtiyarlaması yüzünden rahatça yiyebilsin diye arpayı ö-ğütüp ona yedirirmiş.
Rasûlullah'ın eşeğinin
adı ise Yafur idi. Fakat bu isim küçültülerek Ufeyr denilirdi. Rasûlullah
(s.a.v.), bazı zamanlarda bu eşeğe binerdi.
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), hasta olan Sa'd b.
Ubade'nin ziyaretine gitmekte iken bir merkebe binmiş, Abdullah b. Übey b.
Selül ile bazı Müslümanların, putperest müşriklerin ve Yahudilerin topluca
oturdukları bir meclisin önünden geçmiş. Geçerken merkebin üzerinde onları
Aziz ve Celil olan Allah'a imana davet etmişti. O zaman münafık Abdullah, İslâmiyet'ini
izhar etmemişti. Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Ey adam, senin bu
söylediklerin eğer gerçek şeyler ise güzel şeylerdir. Fakat her yerde bizi
rahatsız etmeye hakkın yok. Kendi evinde otur da yanına gelenlere oku, dedi.
Ve Rasûlullah'ın
bineğinin ayaklarından kalkan toz üzerlerini kaplayınca burnunu kapatıp:
- Eşeğinin pis kokusu
ile bizi rahatsız etme, dedi. Abdullah b. Re-vaha da ona şu cevabı verdi;
- Allah'a yemin ederim
ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m eşeğinin kokusu, senin kokundan daha hoştur.
Böyle dedikten sonra
dönüp Rasûlullah'a da şöyle dedi:
- Hayır ya Rasûlallah, sen bizim meclislerimize
gel, biz bundan rahatsız olmayız. Aksine hoşlanırız.
Bu sözler üzerine iki
taraf birbirlerine hücuma geçtiler. Birbirlerini öldürmeye kastettiler.
Rasûlullah onları teskin etti. Sonra Sa'db. Ubade'nin yanma gitti.-Abdullah b.
Übeyy'in sözlerini ve davranışlarım ona anlatıp şikâyetçi oldu. Sa'db. Ubade
de şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, ona
acı, ona yumuşak davran. Sana hak ile ikramda bulunan Allah'a yemin ederim ki,
Allah, seni gerçek peygamber olarak göndermiştir. Sen gelmeden biz onun için
taç hazırlıyorduk. Onu başımıza kral yapacaktık. Allah, hakkı getirince onun
umudu kırıldı. Hak aydınlığı etrafı kapladı.
Kadı İyaz ile
İmamul-Haremeyn'in anlattıklarına göre Rasûlullah (s.a.v.)'m Ziyad b. Şihab
adında bir merkebi varmış, Rasûlullah (s.a.v.) bazı sahabelerini yanma
çağırtmak için o merkebi gönderir, o da çağırılan sahabenin kapışma giderek
kapısını çalarmış. Sahabe de, Rasûlullah'm kendisim çağırttığını anlarmış. Yine
anlatıldığına göre Ziyad b. Şihab adındaki o merkeb, her birine bir peygamberin
bindiği yetmiş merkebin sülalesinden imiş ve Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince
bu merkeb gidip bir kuyuya düşüp ölmüş.
Bu, senedi hiç
bilinmeyen bir hadistir. Birçok hadis hafızı bunu münker saymışlardır. Nitekim
Hafız Abdurrahman b. Ebi Hatim ile babası Ebi Hatim bunu münker sayanlardandır,
Allah ikisine de rahmet etsin. Şeyhimiz Hafız Ebu'l-Haccac el-Mizzî merhum da
bunu birçok defalar şiddetle reddetmiştir.
"Delâilü'n-Nübüvve"
adlı kitapta Hafız Ebu Nuaym, Muaz b. Ce-bel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), Hayber'de iken yanma siyah bir eşek gelip karşısında durdu. Peygamber
(s.a.v.), ona şöyle sordu:
- Sen kimsin?
- Ben falan oğlu
Amr'ım. Biz yedi kardeştik. Yedi kardeşe de peygamberler bindi. Ben onların en
küçüğüyüm ve sana aidim, Yahudilerden bir adam bana sahip oldu. Ben seni
hatırladıkça onu yere düşürürdüm. O da beni acıtmcaya kadar döverdi.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber:
- Sen Yafur'sun,
dedi."
Bu, gerçekten garip
bir hadistir. [30]
[1] Bu, Rasûlullah ve onun tebliğ metoduna aykırı, ilmî
değeri olmayan uydurma bir haberdir.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/433-443.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/444-445.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/545.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/546.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/546-547.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/547-548.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/548.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/548-549.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/459-552.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/552-553.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/553.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/553-554.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/554.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/554-555.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/555-556.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/556-558.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/558.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/558.
[20] Sayduh: Medine'nin doğusunda bir köydür.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/559-579.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/579-581.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/582-583.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/583-585.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/585-587.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/587-588.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/588.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/588-589
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/589-590.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
5/590-592.