Rasûlullah (Sav.)'In Cariyeleri 2

Köle Ve Cariyeleri Dışında Rasûlullah'a Hizmet Edenler Enes B. Malik. 9

Esla B. Şerik. 9

Esma B. Harise. 10

Şeddah El-Leysî 11

Bilal B. Rebah El-Habeşî 11

Habbe Ve Seva' 12

Zu-Mihmer. 12

Rebia B. Ka'b El-Eslemî 13

Sa'd. 15

Abdullah B. Revaha. 16

Abdullah B. Mesud. 16

Ukbe B. Amir. 16

Kays B. Sa'd. 17

Muğire B. Şu'be. 17

Mikdad B. Esved. 18

Muhacir. 20

Ebusemh. 20

Rasûlullah (S.A.V.)'In Yanında Bulunan Vahiy Katipleri 20

Fasıl 35

Peygamber (S.A.V.)'İn Sağlığında Kullandığı Elbise, Silah, Binek Ve Diğer Eşyaları 37

Yüzükten Vazgeçmeye Dair Rivayetler. 38

Peygamber (S.A.V.)'İn Kılıcı 40

Peygamber (S.A.V.)'İn Giydiği Ayakkabıları 41

Hz. Peygamberin Bardağı 42

Peygamber (S.A.V.)İn Sürmeliği 42

Peygamber (S.A.V.)'İn Hırkası 43

Peygamber (S.A.V.)'În Atları Ve Binekleri 43


Rasûlullah (Sav.)'In Cariyeleri

 

Bunlardan biri, Emetullah binti Rezine'dir. Doğrusunu söylemek gerekirse bunun annesi Rezine, Rasûlullah'ın yanında bulunmuştu. Nitekim bu, ileride de anlatılacaktır. Ancak İbn Ebi Asım'm rivaye­tinde anlatıldığına göre Beni Kurayza ve Nadir gününde Rasûlullah (s.a.v.), Safiye'yi esir aldı. Sonra azad etti. Onunla evlendi. Mehir olarak da ona Emetullah'm annesi Rezine'yi (Rüzeyne?) verdi.

Bu, gerçekten garib bir hadistir.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Ümeyme'dir. Şamlılar, ondan hadis rivayet etmişlerdir. Zübeyr b. Nüfeyr de onun Rasûlullah'a ab-dest alırken yardımcı olduğunu rivayet etmiştir. Günün birinde ona bir adam gelmiş ve:

- Bana tavsiyede bulun, deyince, o da şöyle cevap vermişti: «Kesi­lip parçalansan da, ateşle yakılsan da hiçbir şeyi Allah'a ortak koş­ma. Kasıtlı olarak hiçbir namazı terketme. Bir kimse, kasıtlı olarak namazı terkederse, Allah ve Rasûlünün zimmeti dışına çıkmış olur. Sarhoş edici şeyi içme. Çünkü sarhoş edici şeyleri içmek, her günahın başıdır. Ana ve babana asi olma. Ailenden ve dünyalığından sıyrılıp çıkmanı sana emretseler de onlara karşı gelme.»

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Ümmü Eymen'dir. Ümmü Eymen'in asıl adı Bereke binti Salebe b. Amr b. Husayn b. Malik b. Seleme b. Amr b. Numan el:Habeşiye'dir. Ancak daha çok Ümmü Ey-men künyesi ile çağrılırdı. Eymen, onun ilk kocası Ubeyd b. Zeyd el-Habeşî'den doğan oğludur. Bu kadın, ilk kocası Ubeyd'den sonra Zeyd b. Harise ile evlenmiş, ona Üsame b. Zeyd'i doğurmuştur. Bu kadın, Ümmü Ziba künyesi ile tanınırdı.

İki kez hicret etmiştir. Allah ondan razı olsun. Annesi, Amine binti Vehb'le birlikte Rasûlullah'm bakıcılığını yapmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'a babasından miras kalmıştı. Vakidî böyle demiştir. Diğerleri­nin dediklerine göre Rasûlullah'a annesinden miras kalmıştır. Hz. Hatice'nin kızkardeşinin cariyesi olduğunu, onun tarafından Rasûlul­lah'a hibe edildiğini, ilk zamanlarda iman ettiğini, ancak peygamber­den sonra hicret ettiğini söyleyenler de olmuştur. Hz. Peygamberin vefatından sonra Ebu Bekir tarafından ziyaret edildiğini, bu ziyarette Hz. Ömer'in de hazır bulunduğunu, bu iki zatın kendisini ziyaret et­tikleri esnada ağladığını, bunun üzerine ağlayınca da Ebu Bekir'le Ömer'in kendisine:

- Sen bilmez misin ki, Allah katındaki şeyler Rasûlullah için daha hayırlıdır? diye sorduklarını, onunsa şu cevabı verdiğini:

- Ağlıyorum, çünkü artık gökten vahiy gelmeyecektir.

Bunun üzerine Ebu Bekir'le Ömer'in de onunla beraber ağlamaya başladıklarını, daha önce anlatmıştık.

"et-Tarih" adlı eserinde Buharî, Abdullah b. Yusuf tariki ile Züh-rî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ümmü Eymen, yaşlanmcaya kadar Peygamber (s.a.v.)'e hizmet etti. Peygamber (s.a.v.), onu azad etti. Sonra onu, Zeyd b. Harise ile evlendirdi. Bu kadın, Peygamber -(s.a.v.)'in vefatından beş ay sonra öldü. Altı ay sonra vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. Hz. Ömer'in öldürülmesinden sonra yaşadığını söyleyenler vardır.»

Muhammed b. Sa'd, Vakidî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Üminü Eymen, Osman b. Affan'm hilafetinin başlangıcında vefat etmiştir.»

Vakidî, Yahya b. Said b. Dinar kanalı ile şöyle rivayette bulun­muştur:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ümmü Eymen'e: "Ey Anacığım!" diye hitab eder ve ona bakınca da: "Bu, benim ailemin son kalanıdır." derdi.»

Ebu Bekir b. Ebi Hayseme, Süleyman b. Ebi Şeyh'ten rivayet etti-ki: «Peygamber (s.a.v) şöyle dermiş: Ümmü Eymen, annemden sonra (gelen ikinci) annemdir.»

Vakidî, Medineli arkadaşlarının şöyle dediklerini, rivayet etmiş­tir:

«Ümmü Eymen, su içmekte olan Peygamber (s.a.v.)'e baktı. Ona:

- Bana da su ver, dedi. Onun böyle dediğini gören Hz. Aişe, (kıza­rak) Ümmü Eymen'e:

- Sen bunu Rasûlullah'a mı söylüyorsun? diye çıkıştı. Ümmü Eymen de:

- Benim ona yaptığım hizmet çok uzun süreli olduğu için bunu is­temeye hakkım var, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) ona:

- Doğru söyledin, dedi ve getirip ona su içirdi.»

Mufaddal b. Gassan, Vehb b. Cerir kanalı ile Osman b. Kasım'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ümmü Eymen, hicret yolculuğuna çıktığında Ravha'dan sonraki Munsaraf mevkiinde geceledi. Oruçlu idi. Çok susamıştı. Susuzluk­tan bitkin düşmüştü. Ona gökten içi su dolu ve beyaz bir ipe bağlı bir kova sarkıtıldı. O da dedi ki:

- Ben o kovadaki suyu içtim. Artık hiç susamadım. Çok sıcak gün­lerde oruç tuttuğum halde artık hiç susuzlukta karşılaşmadım!»

Hafız Ebu Ya'lâ, Muhammed b. Ebu Bekr el-Mukaddemî kanalı ile Ümmü Eymen'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'m, içine küçük abdestini yaptığı bir çömleği vardı. Sabah olunca: Ey Ümmü Eymen, çömlekteki idrarı boşalt, der­di. Bir gece uykudan uyandım. Çok susamıştım. Çömlektekini içtim. Rasûlullah (s.a.v):

- Ey Ümmü Eymen, çömlektekini dök, dedi. Ben de:

- Ya Rasûlallah, geceleyin uyandığımda çok susamıştım. Çömlek­tekini içtim, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

-  Bu günden sonra artık karın ağrısından şikayetçi olmayacak­sın!»[1]

"el-Gabe" adlı eserinde İbnu'1-Esir, Haccac b. Muhanımed kanalı ile Ümeyme binti Rakika'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in ağaçtan oyulmuş bir kabı vardı. Onun içine küçük abdestini yapar ve kanepesinin altına koyardı. Bereke adında­ki bir kadın gelip o kabtaki idrarı içti. Bilahare Rasûlullah, o kabı sordu. Kendisine Bereke'nin kaptakini içtiği söyleyince şöyle buyur­du: Bereke kendini ateşten, bir duvar ile korudu.»

Hafiz Ebu'l-Hasen b. Esir dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'in idrarını içen kadının, Ümmü Habibe ile birlikte Habeşistan'dan gelen Bereke el-Habeşiye olduğu söylenmiştir. Bu iki kadın arasında fark vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Büreyre'ye gelince o, Ebu Ahmed b. Cahş ailesinin mülkiyetinde­ki bir cariye idi. Onunla mükateblik akdi yaptılar. Hz. Aişe de onu onlardan satın alıp azad etti. Böylece onun azadlısı oldu. Nitekim Bu-harî ve Müslim'in sahihlerinde bu konuda hadis varid olmuştur. An­cak İbn Asakir, bu kadınlardan söz etmemiştir.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Hadre'dir. Bunu, İbn Mendeh söylemiş ve bu husustaki görüşünü şöyle ifade etmiştir: Muaviye, Ca­fer'in babası Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygam­ber (s.a.v.)'in Hadre adında bir hizmetçisi vardı.»

Muhammed b. Sa'd, Selma'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ben, Hadre, Radva ve Meymune binti Sa'd, Peygamber (s.a.v.)'in hizmetçileri idik. Peygamber (s.a.v.), hepimizi azad etti.»

Rasûlullah (s.a.v.)'m cariyelerinden biri de Huleyse'dir. Aslında bu, Hz. Ömer'in kızı Hafsa'nın azadlısıdır.

"el-Gabe" adlı eserinde İbnu'1-Esir dedi ki: Hafsa ve Aişe'nin, Şev­de binti Zem'a ile kıssaları ve bu iki kadının Şevde ile şakalaşmaları hakkında Huleyse şöyle bir rivayette bulunmuştur: «Hz. Hafsa ile Hz. Aişe, Şevde binti Zem'a'ya dediler ki: "Deccal çıkmış." Şevde de içinde ateş yakmakta oldukları bir eve gizlendi. Bunun üzerine onlar gülme­ye başladılar. Rasûlullah (s.a.v.) gelip:

- Neyiniz var, ne oluyor? diye sorunca, onlar, Sevde'ye yaptıkları­nı anlattılar. Rasûlullah gidip Sevde'yi gördü. Şevde, ona dedi ki:

- Ya Rasûlallah, Deccal çıktı mı?

- Hayır.

- Çıktığını sanıyorum!

Böyle dedikten sonra saklandığı evden çıktı. Ve üzerindeki örüm­cek ağlarını silkelemeye başladı.»

İbnu'1-Esir, Selman-ı Farisî'nin sahibesi Huleyse'den söz etmiş ve şöyle demiştir: «Selmanın İslâm'a girişi, onun Selman'ı azad edişi ve azadlık bedeli olarak Rasûlullah'm ona bedel ödemesi hakkında anla­tılacak şeyler vardır. Selman, azadlık bedeli olarak sahibesi için 300 fidan dikmişti.»

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Havle'dir. İbnu'1-Esir böyle demiştir. Bu kadın, RasûlullahJa hizmet ederdi. Farkında olmadıkları halde Peygamber (s.a.v.)'in kanepesi altında bir köpek yavrusunun Ölümü nedeniyle vahyin gecikmesiyle ilgili bir hadisi bu cariye riva­yet etmiştir. Kanepe altındaki köpek yavrusunun leşi çıkarıldıktan sonra vahiy gelmeye başlamış ve şu ayet-i kerime nazil olmuştu:

«Kuşluk vaktine andolsun. Sükuna erdiği zaman geceye andol-sun....»

Bu, garip bir rivayettir. Meşhur kavle göre bu ayetler, başka bir sebeble nazil olmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Rezine'dir. İbn Asakir dedi ki: Doğrusu bu cariye, Safiye binti Hüyey'in mülkiyetinde idi. Rasû­lullah (s.a.v.)'a hizmet ederdi.

Ben derim ki: Rezine'nin kızı Emetullah'm tercüme-i halinden bahsederken demiştik ki, Rasûlullah, Safiye binti Hüyey ile evlenir­ken, ona mehir olarak Emetullah'm annesi Rezine'yi vermişti. Demek ki Rezine, Rasûlullah'm mülkiyetinde idi.

Harız Ebu Ya'lâ, Rezine kızı Emetullah'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Kurayza ve Nadir gününde Cenâb-ı Allah kendisine fetih nasib ettiği zaman Safiye'yi esir aldı. Safiye, götürül­mekte olan kadınları görünce: "Allah'tan başka ilâh bulunmadığına, senin de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim." dedi. Bunun üze­rine eli Rasûlullahın elinde olduğu halde Rasûlullah, onu serbest bı­rakıp azad etti, sonra kendisi ile evlenme talebinde bulundu. Evlenir­ken ona Rezine'yi mehir olarak verdi.»

Doğrusu şu ki: Rasûlullah (s.a.v.), Safiye'yi Hayber ganimetleri arasında mülkiyetine aldı. Onu azad etti. Mehir olarak azadlığmı ona verdi. Kurayza ve Nadir gününde Rasûlullah'm mülkiyetine geçmiş olduğunu söylemek, hakikati karıştırmaktır. Çünkü Hayber savaşı ile Kurayza ve Nadir savaşı arasında iki senelik bir zaman farkı var­dır. Doğrusunu Allah bilir.

Hafız Ebu Bekir el-Beyhakî, "Delâil" adlı eserde Üleyke binti Kü-meyt el-Atike'nin annesi Emine'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah'm azadlı cariyesi olan Rezine'nin kızı Emetullah'a dedim ki:                                                     

- Ey Emetullah, annenin, Rasûlullah (s.a.v.)'m aşura orucunu an­lattığım hiç işittin mi?

- Evet, Rasûlullah (s.a.v.), aşura günü orucuna büyük önem verir­di. Kendi çocuklarını ve Fatıma'mn çocuklarını çağırır, ağızlarına tü­kürür ve annelerine: "Bunları geceye kadar emzirmeyin." derdi.»

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Radva'dır. İbnu'1-Esir, Said b. Beşir kanalı ile Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Radva binti Ka'b, Rasûlullah'a âdet görmekte olan kadının kına yakmasının hükmünü sordu. Rasûlullah da: "Bunda bir sakınca yok­tur." dedi.»

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Reyhâne binti Şem'un el-Ku-raziye'dir. Bunun Nadir kabilesine mensup olduğunu söyleyenler de olmuştur. Rasûlullah'm zevcelerinden bahsettikten sonra bu kadın­dan «32 etmiştik.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Zerine'dir. Doğru ve gerçek olan ise, bu kadının asıl adının Rezine olduğudur. Nitekim bundan daha önce de söz etmiştik.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Saibe'dir.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Sedise el-Ensârî'dir. Bunun Hafsa binti Ömer'in cariyesi olduğu söylenmiştir. Bu cariye, Rasûlul­lah (s.a.v.)'m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer, İslâm'a girdikten sonra şeytan onun karşısına çıkmadı. Çıksa bile yüzüstü yere kapaklanmış olarak çıkardı.»

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de oğlu İbrahim'in bakıcılığını ve dadılığını yapan Sellame'dir.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Selma'dır. Bu, Ebu Rafi'nin karısı Ümmü Rafi'dir. Nitekim Vakidî, onun şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Ben, Hadre, Radva ve Meymune binti Sa'd, Rasûlullah'a hizmet ediyorduk. Rasûlullah, hepimizi azad etti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Rasûlullah'm hizmetçisi Selma'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Başından şikayet eden herkese Rasûlullah'm: "Hacamat vur­dur." sözünden, ayaklarından şikayet edenlere de: "Ayaklarına kına sür." sözünden başka birşey dediğini işitmedim.»

Mus'ab ez-Zübeyrî dedi ki: Selma, Hüneyn gazvesinde hazır bu­lunmuştur.

Ben derim ki: Gelen rivayetlere göre Selma, Rasûlullah (s.a.v.)'a yağlı ekmek pişirir, Rasûlullah da o ekmekten çok hoşlanırdı.

Selma, Rasûlullah (s.a.v.)'ın vefatından sonra yaşamış ve Fatıma (r.anha)'nm vefatını görmüştü. Önceleri Rasûlullah'm halası Safiye binti Abdülmuttalib'in cariyesi idi. Sonra Rasûlullah'm mülkiyetine geçti. Fatıma (r.anha)'nın çocuklarının doğumunda ebelik yapmıştı. Rasûlullah'm oğlu İbrahim'in doğumunda da ebelik yapmıştı. Hz. Fa-tıma'nın vefatında ve onun cenazesinin yıkanışında Hz. Ali ve Esma Binti Umeys ile birlikte hazır bulunmuştu. Esma, Hz. Ebu Bekir'in zevcesi idi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Ebi Rafi kanalı ile Selma'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Fatıma (r.anha), Ölüm hastalığına yakalandığı zaman ben onun hasta bakıcılığını yapıyordum. Yine bir gün o hasta iken bazı ihtiyaç­larını görmek için Hz. Ali, evden çıkıp gitmişti. Fatıma da bana:

-  Anacığım, benim için su hazırla da yıkanayım, dedi. Ben de onun için su hazırladım. Görebildiğim en güzel şekliyle yıkandı. Son­ra bana:

- Anacığım, yeni elbiselerimi getir, dedi. Ben de getirdim, elbisele­rini giyindi. Sonra bana:

- Anacığım, yatağımı evin ortasına ser, dedi. Ben de öyle yaptım. Yatağa uzandı. Kıbleye yöneldi. Elini yanağının altına koyup şöyle

dedi:

- Anacığım, ben şimdi vefat edeceğim. Ben temizlendim. Hiç kim­se üzerimi açmasın.

Böyle dedikten sonra oracıkta vefat etti. Kısa bir müddet sonra gelen Ali'ye durumu haber verdim.»

Bu, gerçekten garip ve tuhaf bir rivayettir.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Şirin'dir. Adının Şirin oldu­ğunu söyleyenler de vardır. İbrahim'in teyzesi ve Mariyetü'l-Kıbti-ye'nin kız kardeşidir. Bundan önceki sayfalarda da belirttiğimiz gibi asıl adı Cüreyc b. Mina olan İskenderiye valisi Mukavkis, bu iki cari­yeyi Me'bur isimli iğdiş edilmiş bir köle ve Düldül adlı bir katırla bir­likte Rasûlullah (s.a.v.)'a hediye etmişti. Rasûlullah (s.a.v.) da Şirin'i (veya diğer rivayete göre Sirin'i) Hassan b. Sabit'e hibe etmiş, Şirin i-le Hassanın bu evliliğinden Abdurrahman adında bir çocukları doğ­muştu.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Unkude Ümmü Melih el-Ha-beşiye'dir. Bu, Hz. Aişe'nin cariyesi idi. Önceki adı İnbe idi. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), ona Unkude adını verdi.

Ebu Nuaym, böyle rivayet etmiştir. Bu cariyenin adının Gafire ol­duğunu söyleyenler de olmuştur,

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Ferve'dir. Bu aym zamanda ona süt emzirmiştir. Ferve dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle bu­yurdu:

«Yatağına girdiğin zaman "Kafirûn" sûresini oku. Çünkü bu sûre, şirkten uzaklaşmaktır, dedi.» İbnü'1-Esir, "el-Gabe" adlı eserinde bu­nu nakletmiş tir.

Fiddetü'n-Nubiye'ye gelince, İbnu'1-Esir, "el-Gabe" adlı eserinde bu cariyenin, Rasûlullah'm kızı Fatıma'nın mülkiyetinde olduğunu söylemiştir.

«Onlar içleri çektiği halde, yiyeceği yoksulla, öksüze ve esire yedirirler.» ayet-i kelimesiyle ilgili olarak İbn Abbasin görüşlerini nak­lettikten sonra İbmı'1-Esir, bu konuda kısaca şöyle demiştir:

" «Hasan ile Hüseyin hastalandılar. Rasûhıllah (s.a.v.), onları ziya­rete geldi. Arapların çoğunluğu da onları ziyarete geldiler. Ali'ye:

- Bu hususta bir adak adamaz mısın? dediler. Ali de:

- Eğer çocuklarını iyileşirlerse, Allah için üç gün oruç tutarım, de­di. Bunun üzerine Fatıma da aynı şeyleri söyledi. Fidda da onlar gibi adakta bulundu.

Nihayet Cenâb-ı Allah, Hasan ile Hüseyin'e şifa ihsan etti. Bun­lar da oruç tuttular. Hz. Ali ise, Şem'un el-Hayberî'ye gidip üç ölçek arpa ödünç aldı. İlk gece bir ölçek arpayı öğütüp ekmek yaptılar. Ye­mek için iftar vakti önlerine koydukları zaman bir dilenci kapıya ge­lip:

- Miskine yemek yedirin ki, Allah da Cennet sofralarında size ye-dirsin, dedi. Bunun üzerine Hz. Ali emir verdi. Önlerindeki yiyeceği miskine verdiler. Kendileri aç kaldılar.

İkinci gece, bir ölçek daha arpayı öğütüp ekmek yaptılar. İftar vakti Önlerine koydukları zaman yine dilencinin biri kapıya gelip:

-  Öksüze yedirin, dedi. O gecenin ekmeğini de ona verdiler. Ken­dileri aç kaldılar.

Üçüncü gece son ölçek arpayı öğütüp ekmek yaptılar. Yine iftar vakti sofrayı.kurduklarında dilencenin biri kapıya gelip:

- Esire yedirin, dedi. Sofradaki ekmeği ve yiyecekleri ona verdiler. Böylelikle kendileri üç gün üç gece aç kaldılar. Cenâb-ı Allah da bu hadise üzerine haklarında şu ayetleri inzal buyurdu:

«İnsanoğlu var edilip bahse değer birşey olana kadar, şüphesiz, uzun bir zaman geçmemiş midir?

Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır. Onu deneriz. Bu yüzden onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır. Şüphesiz ona yol gösterdik, buna kimi şükreder, kimi de nankörlük.

Doğrusu inkarcılar için zincirler, demir halkalar ve çılgın alevli Cehennem hazırladık. Şüphesiz iyiler kafur katılmış bir tastan içer­ler. Bu, sadece Allah'ın kullarının taşıra taşıra içebileceği bir pınar­dır.

Onlar verdikleri sözleri yerine getirirler, fenalığı yaygın olan bir günden korkarlar. Onlar, içleri çektiği halde, yiyeceği yoksulla, öksü­ze ve esire yedirirler.

Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz. Bir karşılık ve teşek­kür beklemiyoruz, derler.» (insan, ı-ıo.)

Bu, münker bir hadistir. Bazı hadis imamları bunu mevzu sayar­lar. Gerekçe olarak da lafizlardaki bozukluğu gösterirler. Ayrıca bu sûre, Mekkî'dir. Hasan ile Hüseyin ise, Medine'de doğmuşlardır. Doğrusunu Allah bilir.

Rasûlullah'm hizmetinde bulunanlardan biri de Hz. Aişe'nin cari­yesi Leyla'dır. Bu kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir soru sormuştu:

- Ya Rasûlallah, sen heladan çıkar çıkmaz senden hemen sonra ben içeri giriyorum ama birşey göremiyorum. Sadece misk kokusu hissediyorum.

Onun bu sorusu üzerine Rasûlullah şöyle demişti:

«Biz peygamberler topluluğunun cesedleri Cennet ehlinin ruhları üzerinde biter. Yer, bizden çıkan bir pisliği mutlaka yutar.»

Bunu Ebu Abdillah el-Medenî'nin hadisinden Ebu Nuaym rivayet etmiştir. Ancak Ebu Abdillah el-Medenî, hakkında bilgi bulunmayan ravilerdendir.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de İbrahim'in annesi Mariyetü'l-Kıbtiye'dir. Mü'minlerin annelerinden, yani Rasûlullah'm zevcelerin­den bahsederken bu hanımdan söz etmiştik. İbnu'1-Esir, Mariyetü'l-Kıbtiye ile Mariyetü Ümmi Rebab'ı birbirinden ayırd etmiş ve Mâri-yetü Ümmi Rebab'm da Rasûlullah'm cariyelerinden biri olduğunu söylemiştir. Bunun hadisi, Basralıların yanındadır. Abdullah b. Ha-bib, Mariye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir gece sırtıma bas­sın, diye yere eğildim. Rasûlullah da sırtıma bastı ve bir bahçenin du­varına tırmanarak müşriklerden kaçtı.»

Ebu Bekir, Mariye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Elimi sürdüğüm hiçbir şey, Rasûlullah'm avuçları kadar yumu­şak değildi.»

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Meymune binti Sa'd'dır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Meymune'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Ya Rasûlallah, bize Beyt-i Makdis hakkında açıklamada bulun.

-  Orası insanların dünyaya yayıldıkları ve tekrar orada toplana­cakları yerdir. Oraya gidin. Orada namaz kılın. Orada kılman bir na­maz 1.000 namaz gibidir.

- Bir kimse oraya gitme gücünü bulamazsa ne yapsın?

-  Oraya zeyt (yağ) göndersin ki, o zeyt ile orada kandiller yakıl­sın. Oraya bir hediye gönderen, orada namaz kılan gibidir.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Meymune binti Sa'd'm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Zina çocuğunun hakkında Rasûlullah'a soru soruldu. Rasûlullah şu cevabı verdi:

«Zinadan doğan çocukta hayır yoktur. Allah yolunda giyip kendi­leri ile cihada katıldığım iki ayakkabı, benim için bir zina çocuğunu azad etmekten daha hoştur.»

Hafız Ebu Ya'lâ el-Musilî, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe kanalı ile Rasûlullah'a hizmet eden Meymune'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Ailesinin arasından çıkıp başka yerde ziynetlenmek için eteğini sürüyüp yürüyen kadının yaptığı iş, kıyamet gününde nuru bulunmayan zulmet gibidir..."

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Meymune binti Ebi Üneyse (Anbese?)'dir. Ebu Amr b. Mendeh böyle demiştir.

Ebu Nuaym dedi ki: Yukarıda adı geçen cariyenin adında yanlış­lık vardır. Gerçekte onun adı, Meymune binti Ebu Asib'tir. Bunun hadisini Menca b. Mus'ab Ebu Abdillah el-Abdî rivayet etmiştir. Bu rivayette anlatıldığına göre Hureyş kabilesinden bir kadın, Rasûlul­lah (s.a.v.)'m yanma gelmiş ve Hz. Aişe'ye şöyle demişti:

- Ya Aişe, bana imdad eyle. Rasûlullah'm kalbimi sükûna erdire­cek ve beni teskin edecek bir duasını söyle.

Hz. Aişe de ona şöyle dedi:

- Sağ elini kalbinin üzerine koyup sıvazla ve:

"Bismillah. Allah'ım, beni kendi devan ile tedavi et. Bana kendi şifanı bahşet. Senden başkasmmki ile değil, kendi lütfunla beni zen­gin et." de.»

Bu hadisin ravilerinden Rebia dedi ki: Ben o kadını çağırdım. Onun iyileşmiş olduğunu gördüm.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Ebu Duraeyre'nin zevcesi Ümmü Dumeyre'dir. Bunun hakkında önceki sayfalarda gerekli açık­lamaları vermiştik.

Rasûlullah'm cariyelerinden biri de Ümmü Ayyaş'tır. Rasûlullah (s.a.v.), kızını Osman b. Affan'la evlendirirken onunla birlikte gönder­mişti.

Ebu'l-Kasım el-Begavî, îkrime kanalı ile Rasûlullah'm hizmetçisi ve kızını Osman'la evlendirirken beraberce gönderdiği cariyesi Üm­mü Ayyaşın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Osman için sabahleyin hurma şerbetini elimle yapıyor, karıştırı­yor ve akşamleyin o da bunu içiyordu. Akşamleyin ona nebiz yapıyor­dum. O da sabahleyin onu içiyordu. Bir gün bana:

- Sen buna birşey katıyor musun? diye sordu. Ben de:

- Evet, deyince.

- Bir daha böyle yapma, dedi.» Rasûlullah'm cariyeleri bunlardı.

İmam Ahmed b.Hanbel, Veki' vasıtasıyla Sümame b. Hazn'm şöyle dediğini rivayet eder:

«Ben Hz. Aişe'ye nebizin hükmünü sordum. O da dedi ki:

- İşte Rasûlullah'm hizmetçisi burada. Sen bunu ona sor.

Böyle diyerek Habeşi bir cariyeyi bana gösterdi. O cariye de bana şöyle dedi:

- Akşamleyin Rasûlullah'a bir kapta nebiz yapıyor. Kabın ağzını kapatıyordum. Sabah olunca ondan içiyordu.»

Müslim ile Neseî, Kasım b. Fadl'dan böyle bir rivayette bulun­muşlardır. [2]

 

Köle Ve Cariyeleri Dışında Rasûlullah'a Hizmet Edenler Enes B. Malik

 

Enes b. Malik b. Nadr b. Damdan b. Zeyd b. Haram b. Cündeb b. Asım b. Ganm b. Adiy b. Neccar el-Ensârî en-Neccarî Ebu'I-Hamze el-Mendenî'dir. Basra'ya yerleşmişti. Rasûlullah (s.a.v.)'a Medine'deki on yıllık ikameti müddetince hizmet etmişti. Rasûlullah, onu asla azarlamamış ve yaptığı birşey için: «Neden yaptın?» dememiş; yap­madığı birşey için de, «Niçin yapmadın?» dememişti.

Anasının adı Ümmü Süleym binti Milham b. Halid b. Zeyd b. Ha-ram'dır. Bu kadın, oğlu Enes'i getirip Rasûlullah (s.a.v.)'a vermiş, Ra­sûlullah da kabul etmişti. Anası, Rasûlullah'tan oğlu Enes'e dua et­mesini isteyince Allah'ın elçisi şöyle dua etmişti:

"«Allah'ım, malım ve çocuğunu çoğalt, ömrünü uzat, onu Cennet'e koy.»

Enes dedi ki: Rasûlullah'm yaptığı üç duadan ikisinin gerçekleşti­ğini gördüm. Üçüncüsünü de beklemekteyim. Allah'a yemin ederim ki malım çok. Çocuklarım ve çocuklarımın çocukları da yüzü aşmakta­dır.

Başka bir rivayete göre Enes şöyle demiştir: «Bağım senede iki kez ürün vermektedir. Belimden düşen çocuklarımın sayısı ise 106'-dır.»

Enes'in, Bedir gazvesine katılıp katılmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Ensârî babası vasıtasıyla Sümame'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir; «Enes'e:

- Sen Bedir gazvesine katıldın mı? diye sorulduğu zaman o, şu ce­vabı verdi:

- Anası Ölesice, nasıl olur da ben Bedir gazvesine katılmam.». Meşhur rivayete göre o, Bedir gazvesine katılmamıştır. Çünkü o

zaman yaşı küçüktü. Keza yaşı küçük olduğu için Uhud gazvesindede hazır bulunmamıştır. Ancak Hudeybiye, Hayber, Umretu'1-Kazâ, Mekke fethi, Hüneyn Taif ve müteakip gazvelere katılmıştır.

Ebu Hüreyre dedi ki: Ümmü Süleym'in oğlu Enes b. Malik kadar Rasûlullah'm namazı gibi namaz kılan birini görmedim.

İbn Şirin dedi ki: Seferinde de, hazarında da insanların en güzel namaz kılanı Enes b. Malik idi. Basra'da vefat etti. Basra'da en son kalan sahabe o idi. Ali b. el-Medenî böyle demiştir.

Vefatı, hicri doksanıncı senede olmuştu. Doksan birinci senede öl­düğünü söyleyenler de olmuştur. Kimileri, onun doksanikinci senede vefat ettiğim söyler. Başka bir grupta onun doksanüçüncü senede ve­fat ettiğini söylemişler. Meşhur olan ve ekseriyetinde üzerinde ittifak ettiği tarih budur.

İmam Ahmed b. Hanbel'in, "Müsned" adlı eserinde Humeyd'den rivayet ettiğine göre; Enes, vefat ettiğinde 99 yaşında idi.

Enes'in vefat ettiği gün yaşının en az 96 olduğu, en çok da 107 ol­duğu söylenmiştir. 106 yaşında olduğunu söyleyenler olduğu gibi 103 yaşında olduğunu söyleyenler de olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. [3]

 

Esla B. Şerik

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Esla b. Şerik b. Avf el-A're-cî'dir.

Muhammed b. Sa'd dedi ki: Onun adı Meymun b. Senbaz idi. Rebi b. Bedir el-A'recî, babası kanalı ile Esla'mn şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Peygamber (s.a.v.)'e hizmet ediyor, onunla birlikte sefere çıkıyor­dum. Bir gece bana:

-  Ey Esla; kalk yola çıkalım, dedi. Ben de cünüp olduğumu söyle­dim. Bir müddet sustu. Sonra Cebrail, ona teyemmüm ayetini getirdi. Bundan sonra Rasûlullah:

- Ey Esla, kalk teyemmüm yap, dedi. Ben de kalkıp teyemmüm yaptım ve namaz kıldım. Yolda su görünce Rasûlullah bana:

- Ey Esla, kalk gtısül yap, dedi.

Rasûlullah, teyemmümün nasıl yapılacağını da bana gösterdi. El­lerini toprağa vurdu. Sonra silkeledi. Sonra elleriyle yüzünü meshet-ti. Sonra ellerini tekrar toprağa vurdu, silkeledi. Elleri ile ziralarım (dirseklerine kadar kolunu) meshetti. Sağ eliyle sol ziraim, sol eliyle de sağ zira'mı içten ve dıştan meshetti.»

Hadisin ravilerinden Rebî der ki: Rasûlullah, teyemmümün nasıl yapılacağını Esla'ya nasıl gösterdiyse Esla da oğluna öyle gösteren. O da oğluna öyle gösterdi. Babam da bana öyle gösterdi.

Rebî der ki: Ben bu hadisi, Avf b. Ebi Cemileye anlattım, o da şöyle dedi:

- Evet vallahi Hasan in da böyle yaptığını gördüm. [4]

 

Esma B. Harise

 

Rasûhıllah'm hizmetçilerinden biride Esma b. Harise b. Sa'd b. Abdullah b. Abbad b. Sa'd b. Amr b. Amir b. Salebe b. Malik b. Aksa el-Eslemî'dir. Suffa ehlindendir. Muhammedb. Sa'd böyle demiştir.

Esma, Hind b. Harise'nin kardeşidir. İkisi de Rasûlullah'a hizmet ederlerdi.

İmam Ahnıed b.. Hanbel, Affan vasıtasıyla Yahya b. Hind b. Hari­se'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir.

«Hind, Hudeybiye ashabından dır. Rasûlullah (s.a.v.), onun karde­şi Esma b. Harise'yi kavmine göndermiş ki, onlara aşure gününde oruç tutmalarını emretsin.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Hind'in, Esma b. Harise'den naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Esma'yı kavmine gönderdi ki; onlara aşura gününde oruç tutmalarını emret­sin. Esma dedi ki:

- Ya Rasûlallah, onların aşura gününde yemek yemekte oldukla­rını görürsem ne yapayım?

-  Onlara, günün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmelerini söy­lersin.»

Ahmed b. Halid ez-Zehebî, Muhammed b. İshak kanalı ile Hind'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), beni Eşlem kabilesinden bir topluluğa gönde­rerek şöyle dedi:

-  Kavmine emret, bugünü (aşure gününü) oruçlu geçirsinler. On­lardan günün evvelinde yemek yemiş olan bir kimseyi görürsen, gü­nün geri kalan kısmını oruçlu gibi geçirmesini söyle.»

Muhammed b. Sa'd, Vakidî vasıtasıyla Ebu Hüreyre'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Harise'nin çocukları Hind ile Esma'nm Rasûlullah'm köleleri ol­duklarını biliyorum.»

Vakidî dedi ki: Bu ikisi, Rasûlullah'a hizmet ederler, onun kapı­şından ayrılmazlardı. Enes b. Malik de böyleydi.

Muhammed b. Sa'd dedi ki: Esma b. Harise, hicri altmışaltına se­nede seksen yaşında iken Basra'da vefat etti. [5]

 

Şeddah El-Leysî

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Bükeyr b. Şeddah el-Ley-sî'dir.

Ibn Mendeh, Abdülmelik b. Ya'lâ el-Leysî'den rivayet etti ki, Bü­keyr b. Şeddah el-Leysî, Peygamber (s.a.v.)'e hizmet ederdi. Buluğa erdi. Bunu Peygamber (s.a.v.)'e haber verdi ve:

- Ben senin ailenin yanma girip çıkıyorum. Ve şimdi de buluğa erdim ya Rasûlallah, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle dedi:

- Allah'ım, bunun sözünü doğrula ve buna zafer ver.»

Hz. Ömer zamanında bir Yahudi öldürüldü. Hz. Ömer kalkıp hut­be irad etti ve şöyle dedi:

- Allah aşkına bu hususta bilgisi olan varsa söylesin. Bükeyr kalkıp:

-  Ya emire'l-mü'minin, onu ben öldürdüm, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer:

-  Sen bunun kanının günahına   girdin. Şimdi çıkış ve kurtuluş nerededir? diye sordu. Bükeyr de şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emin! Gazilerden bir adam sefere giderken beni ailesinin bekçiliğini yapmakla görevlendirmişti. Geldiğimde öldürdü­ğüm bu Yahudinin o gazinin karısının yanında olduğunu ve şöyle de­diğini gördüm:

«İslâmiyet, Eş'as'ı benden alıkoyup aldattı. Ben de bütün gece bo­yunca onun karısıyla başbaşa kaldım.

Karısının göğsü üzerinde geceledim. Eş'as ise, tozlu yularlar üze­rine geceler.

Karısının bacak araları kalabalık erkekler grubunu andırır ki, onlar, kalabalıklara hücum ederler.»

Hz. Ömer, bunun üzerine Bükeyr'in sözünü tasdik etti ve Rasû­lullah'm yukarıda geçen duasını hatırlayarak Yahudinin kanını kar­şılıksız bıraktı. [6]

 

Bilal B. Rebah El-Habeşî

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Bilal b. Rebah el-Habe-şî'dir. Mekke'de doğmuştur. Ümeyye b. Halefin kölesi idi. Ebu Bekir, külliyetli miktarda mal vererek Bilal'i kendisinden satın aldı. Çünkü Ümeyye, ona -İslâm'dan dönmesi için- çok işkence ediyordu. Bilal ise, İslâmiyet'ten asla dönmüyordu. Ebu Bekir onu satın alınca Allah rı­zası için azad etti.

Bilal, insanların hicreti esnasında hicret etti. Bedir, Uhud ve di­ğer gazvelerde hazır bulundu. Bilal b. Hammame diye tanınıyordu. Hammanıe, onun anasının adıdır.

Bilal, insanların en düzgün konuşanlarmdandı. Bazılarının iddia ettiği gibi şin harfini sin şeklinde telaffuz etmezdi. Hatta bazı kimseler, bu konuda asılsız hadis rivayet etmişlerdir, Güya Rasûlullah (s.a.v.): "Bilal'ın sin'i şin yerine geçer.» demiştir. İleride de açıklana­cağı gibi Bilal, dört müezzinden biridir. Daha önce de anlattığımız gi­bi o, ilk ezan okuyan kimsedir. Rasûlullah'm ailesinin nafaka işlerini idare, ederdi. Yanında devamlı olarak bir miktar mal bulunurdu. Ra­sûlullah (s.a.y.), vefat edince gaza için Şam'a gidenlerle beraber gitti. Denildiğine göre Ebu Bekir'in halifeliği zamanında da müezzinlik ya­pardı. Ama gaza için Şam'a gittiğine dair kavil daha sahih (doğru) ve daha meşhurdur.

Vakidî'nin anlattığına göre hicretin yirminci senesinde altmış kü­sur yaşında iken Şam'da vefat etmiştir.

Fellas'm ifadesine göre mezarı Dımaşk (Şam)'dadır. Mezarının Şam'a bağlı büyük bir kasaba olan Darıya kasabasında olduğu söyle­nir. Halep'te vefat ettiğim söyleyenler de olmuştur. Sahih kavle göre onun kardeşi Halid, Halep'te vefat etmiştir.

Mekhul dedi ki: Bilal'ı gören biri bana şöyle dedi: Bilal, çok seve­cen, dost canlı, nahif ve omuzları göğsünün üzerine çıkmış, saçı sık bir kimse idi. Saçındaki ak telleri koparıp atmazdı. [7]

 

Habbe Ve Seva'

 

Rasûlullah (s.a.v.)'m hizmetçilerinden diğer ikisi de Halid'in oğul­ları Habbe ile Seva'dır. Allah onlardan razı olsun.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Muaviye kanalı ile Halid'in oğulları Habbe ile Seva'nm şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in yanma girdik. Birşeyi tamir ediyordu. Ken­disine yardımcı olduk. Bize dedi ki:

«Başınız sallandığı müddetçe rızıktan ümid kesmeyin. Çünkü in­sanı annesi (üzerinde tüy bulunmayan) kırmızı derili olarak kabuk­suz şekilde doğurur. Sonra Aziz ve Celil olan Allah onu nzıklandırır.» [8]

 

Zu-Mihmer

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Zu-Mihmer'dir. Buna 2u-Mihber de denir. Habeşistan hükümdarı Necaşi'nin kardeşi oğludur. Kız kardeşinin oğlu olduğu da söylenir. Ama kardeşinin oğlu olduğu­na dair rivayet daha kuvvetlidir. Necaşi, Rasûhıllah'a kendisinin ye­rine hizmet etmesi için onu göndermişti.

imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Nadr vasıtasıyla Rasûluliah'a hiz­met eden Habeşli Zu-Mihmer'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:

«Rasûlullah'la beraber bir yolculukta idik. Yürüyüşü hızlandırdı. Azığı az olduğu için böyle yapıyordu. Adamın biri dedi ki:

- Ya Rasûlallah, insanlar hızlı yürümekten dolayı bitkin düştüler. Bunun üzerine Rasûlullah durdu, insanlar da onunla birlikte

durdular. Nihayet toplandılar, onlara dedi ki:

- Var mısınız, biraz uyuyalım?

Oraya konaklayıp mola verdiler. Dediler ki:

- Bu gece bizi kim bekleyecek?  Ben de dedim ki:

- Ya Rasûiallah, ben sizi beklerim. Allah beni sana fedai kılmış­tır.

Bunun üzerine Rasûlullah, devesinin yularını bana verdi ve:

- İşte al sana, sakın alçak olmayın, dedi.

Ben de Rasûlullah'm devesinin ve kendi devemin yularlarını eli­me aldım. Cemaatın yanından biraz uzaklaştım. Fazla ileri gitme­dim. Sonra develerimi yayılmaları için salıverdim. Onları seyretmeye başladım. Aniden uyku bastırdı. Uyumuşum. Ben hiçbir şeyin farkın­da değildim. Nihayet güneşin sıcaklığını yüzümde hissettim. Uyan­dım. Sağa sola baktım. İki devenin de benden çok uzaklarda olmadık­larını gördüm. Rasûlullah'm devesinin ve kendi devemin yularlarını elime alıp cemaatın yakınma geldim. Rasûlullah'ı uyandırdım. Ona:

- Namaz kıldın mı? diye sordum. O da:

- Hayır, diye cevap verdi.

İnsanlar birbirlerini uyandırdılar. Rasûlullah da tamamen uyan­dıktan sonra:

- Ey Bilal, ibrikte su var mı? diye sordu. Bilal:

- Evet var. Allah beni sana feda kılsın, dedi. İbrik topraklı idi. Ab-dest aldıktan sonra Bilal'e ezan okuması için emir verdi.

Bilal ezan okudu. Sonra Peygamber (s.a.v.), kalkıp sabahtan önce iki rekat namaz kıldı. Acele davranmıyordu. Sonra Bilal'e emir verdi. O da namaz kıldı. O da acele davranmadı. Adamın biri:

- Ya Rasûiallah, biz kusur mu işledik? diye sordu. Rasûlullah, ona şu cevabı verdi:

-  Hayır, Allah bizim ruhlarımızı teslim aldı. Sonra iade etti. Biz de namazı kıldık.» [9]

 

Rebia B. Ka'b El-Eslemî

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Rebia b. Ka'b el-Eslemî Ebu Firas'tır.

Evzaî, Yahya b. Ebi Kesir kanalı ile Rebia b. Ka'b'm şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında geceliyordum. Abdest alması veya diğer bir ihtiyacı için ona ibriğini getiriyordum. Geceleyin kalkıp:

«Noksanlıklardan münezzeh olan Rabbimi teşbih ve tenzih eder, O'na hamd ederim. Alemlerin Rabbini teşbih ve tenzih ederim.» diyerek dua ederdi. Sonra da:

- Senin bir dileğin-var mı? diye sordu. Ben de ona şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, Cennet'te seninle beraber olmak istiyorum. O da şöyle buyurdu:

- Öyleyse nefsin için fazla secde ederek bana yardımcı ol, (ki Cen­net'te benimle beraber olasın.)»

İmam Ahmed b. Hanbel, Yakub b. İbrahim kanalı ile Rebia b. Ka'b'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Gündüz boyunca Rasûlullah'a hizmet ederdim. Yatsı namazını kıhncaya kadar yanından ayrılmazdım. Yatsıyı kıldıktan sonra o evi­ne girince ben kapı önünde oturur ve: «Belki Rasûlullah'm bir ihtiyacı olur.» deyip beklerdim. Onun hep: «Allah'ı tenzih eder, O'na hamd ederim.» dediğini işitirdim. Nihayet yorulup usanır ve geri dönerdim. Veya gözlerime uyku girer, uyurdum.

Bir gün kendisine olan hizmetlerimin hakkım görüp takdir ettiği için olmalı ki, bana şöyle dedi:

- Ey Rebia b. Ka'b, benden birşey dile ki, sana vereyim. Ben de ona şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, durumumu gözden geçireyim. Biraz düşüneyim. Sonra bu hususta sana bilgi vereyim.

Ben böyle dedikten sonra kendi kendime düşündüm. Dünyanın geçici olduğunu ve sonunun geleceğini, dünyada bana yeterli rızık ve­rileceğini anladım. Ve: «Rasûlullah'tan ahiretimi isteyeceğim. Çünkü ahiret, Allah nezdinde daha kıymetli bir makamdır.» dedim. Böyle dedikten sonra Rasûlullah'm yanma gittim. Bana şöyle sordu:

- Ey Rebia, ne yaptın?

- Ya Rasûlallah, Rabbin nezdinde bana şefaatçi olmanı diliyorum ki, beni Cehennem'den azad etsin.

- Bunu sana kim söyledi ey Rebia?

-  Hayır, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ede­rim ki, bunu hiç kimse bana söylemiş değildir. Ama sen bana demiş­tin ki: «Benden birşey dile ki, sana vereyim.» Bakıyorum ki, sen, Al­lah nezdinde bu kadar yüce bir makam sahibisin. Durumumu gözden geçirdim. Dünyanın geçici olduğunu ve sona ereceğini anladım. Dün­yada bana yetecek rızkın geleceğini de biliyorum. Onun için Rasûlul­lah'tan ahiretimi isteyeceğim, dedim.

Ben böyle cevab verdikten sonra Rasûlullah, uzun uzadıya sustu. Sonra bana şu cevabı verdi:

-  Ben bunu yapacağım. Ama sen de fazla secde ederek nefsine karşı bana yardımcı ol.»

Hafız Ebu Ya'lâ, Ebu Hayseme kanalı ile Rasûlullah'a hizmet eden Rebiatü'l-Eslemî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Günün birinde Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle bir soru sordu:

- Ey Rebia, evlenmez misin?

- Ya Rasûlallah, evlenmemin sana olan hizmetime engel olacağını düşündüğüm için evlenmek istemiyorum. Ayrıca yanımda bir kadına verecek kadar mal da yok.

Bundan sonra dedim ki: Rasûlullah, benim yanımda olan şeyi benden daha iyi biliyor ki, beni evlenmeye çağırıyor. Eğer beni falan kadınla evlenmeye çağırırsa, ben bu arzusuna rağbet ederim. Ben böyle dedikten sonra o bana şöyle bir soru sordu:

- Ey Rebia, evlenmez misin?

- Ya Rasûlallah, kim beni evlendirir ki? Benim yanımda bir ka­dına verecek kadar mal yok.

- Falan oğullarına git ve de ki: Rasûlullah (s.a.v.), beni falanca kı­zınla evlendirmenizi emrediyor!

Ben de onlara gidip şöyle dedim:

- Rasûlullah, falanca kızınızı benimle evlendirmeniz için beni size gönderdi.

- Falanca kızımızla mı?

- Evet.

- Rasûlullah ve onun gönderdiği elçiye merhaba. Hoşgeldin. Böyle dedikten sonra beni o kızla evlendirdiler. Ben de Rasûlul­lah'm yanma gelip dedim ki:

- Ya Rasûlallah, en hayırlı ailenin yanından sana geldim. Onlar .benim sözümü doğrulayıp tasdik ettiler. Beni o kızla evlendirdiler. Ama o kızın mehrini nasıl ve nereden vereceğim?

Benim böyle demem üzerine Rasûlullah, Büreyde el-Eslemî'ye şu emri verdi:

- Rebia'nm mehri için bir çekirdek ağırlığında altın temin edin. Onlar da bu altını temin edip bana verdiler. Ben de kızın ailesine

götürüp verdim, onlar da bu mehri kabul ettiler. Sonra tekrar Rasû­lullah'm yanma gelip şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, verdiğim mehri kabul ettiler, ama düğün yeme­ğini nasıl ve nereden temin edip vereceğim?

Rasûlullah, yine Büreyde el-Eslemî'ye şu emri verdi:

- Rebia için bir koç parası toplayıp temin edin.

Onlar da bu parayı toplayıp bana verdiler. Rasûlullah, bana dedi ki:

- Aişe'ye git. Yanındaki arpayı sana vermesini söyle.

Ben de Aişe'nin yanma gittim. O da yanındaki arpayı bana verdi. Koçu ve arpayı alıp kayınpederlere gittim. Bana dediler ki:

- Arpayı biz sana teinin ederiz. Bunu getirmene gerek yok. Koça gelince arkadaşlarına söyle, onu kessinler.

Arpayı temin edip ekmek yaptılar. Sabah olunca vallahi yanımız­da hem ekmek, hem de et vardı.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bir arazisini Ebu Bekir'e ikta olarak verdi. Biz bir nurma ağacı üzerinde ihtilafa düştük. Bu ağacın kendi arazim içinde olduğunu söyledim. Ebu Bekir de kendi arazisi içinde olduğunu iddia etti. Çekiştik; Ebu Bekir, bana nahoş bir kelime sar-fetti. Sonra pişman oldu. Beni yanına çağırttı ve:

- Sana ne dediysem sen de bana aynısını söyle, dedi. Ben de:

- Hayır, vallahi senin dediğini ben sana söylemem, dedim. Bunun üzerine o:

-  Öyleyse Rasûlullah'a giderim, dedi. Rasûlullah'm yanma gitti. Ben de peşine takıldım. Kavmim de ardım sıra geldi. Bana:

-  Sana bu çirkin kelimeyi söyleyen kendisi, seni Rasûlullah'a şi­kayete giden de yine kendisi, bu nasıl şey? dediler. Ben de onlara dö­nüp dedim ki:

-  Bunun kim olduğunu biliyor musunuz? Bu Ebu Bekir es-Sıd-dık'tır. Müslümanların ak saçlısıdır. Haydi, geri dönün ki, şayet ar­kasını dönüp bakarsa, bana yardıma geldiğinizi zannetmesin de öfke­lenmesin ve gidip Rasûlullah'a bu gelişini haber vermesin. Aksi tak­dirde ben helak olurum.

Ebu Bekir (r.a.), Rasûlullah'm yanma gidip şöyle dedi:

-  Ben, Rebia'ya nahoş bir kelime sarfettinı. Kendisine söylediğim şeyin aynısını bana söylemesini istedim. Ama o söylemiyor!

Rasûlullah (s.a.v.) dedi ki:

- Ey Rebia, seninle Ebu Bekir es-Sıddık arasında ne var? Dedim ki:

- Ya Rasûlallah, yemin ederim ki onun bana söylediği sözün aynı­sını ben kendisine söylemem.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

-  Onun sana dediğinin aynısını ona söyleme. Sadece "Ey Ebu Be­kir, Allah seni bağışlasın." de, dedi.» [10]

 

Sa'd

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Ebu Bekir'in azadhsı Sa'd'-dır. Bu zatın, Rasûlullah'm azadlısı- olduğu da söylenir.

Ebu Davud et-Teyalisî, Ebu Amir kanalı ile Ebu Bekir es-Sıddık'-m azadlısı Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'e kendisine hizmet etmekte olan ve hizmetinden memnun kaldığı kölesi Sa'd'ı azad etmesini söyledi.

Ebu Bekir ise:

- Ya Rasûlallah, bizim burada ondan başka hizmetçimiz yok, de­di. Bunun üzerine Rasûlullah, ona şu emri verdi:

- Sa'd'ı azad et. Sana adamlar geldi. Sana adamlar geldi.»

Ebu Davud et-Teyalisî, Ebu Amir tariki ile Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a hurma takdim ettim. O zaman onlar kıran (iki hurmayı birlikte yiyorlardı) yapıyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.), sa­habelerine kıran yapmamalarını emretti.» [11]

 

Abdullah B. Revaha

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Abdullah b. Revaha'dır. Bu zat, Umretü'1-Kazâ gününde Rasûlullah'm devesinin yularını tutup çekerek Mekke'ye girdi. Girerken de şu şiiri okuyordu:

"Ey kafir oğulları! Rasûlullah'm yolundan çekiliniz.

Bugün Kurân'm tevili hususunda sizinle savaşırız. Nitekim daha-önce Kur'ân'm nüzulü hususunda da sizinle savaşmıştık.

Size öyle bir darbe vururuz ki, o darbe, başı boyundan koparıp gö­türür.

Dosta da dostunu unutturur."

Abdullah b. Revaha, bundan birkaç ay sonra Mu'te gazvesinde şe-hid edilmişti. Nitekim bunu daha önce de anlatmıştık. [12]

 

Abdullah B. Mesud

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh Ebu Abdurrahman el-Hüzelî'dir. Bu zat, sahabele­rin imamlarından biridir. Hem Habeşistan'a, hem de Medine'ye hic­ret etmiş, Bedir ve daha sonraki gavzelere katılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.)'ın ayakkabısını taşır, onun abdest işiyle ilgilenir, binmek iste­diği zaman bineğini hazırlardı. Allah'ın kelamını tefsir hususunda büyük bir kabiliyeti vardı. Kapsamlı ilme, fazilet ve yumuşak huylu-luğa sahipti. Onun bacaklarının inceliğine şaşıran sahabelere Rasû­lullah şöyle demişti:

-  Siz, Abdullah'ın bacaklarının inceliğine mi şaşıyorsunuz? Nef­sim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, onun bacakları, terazide Uhud dağından daha ağır gelecektir.

Ömer b. Hattab, İbn Mesud hakkında şöyle demiştir: «O, ilim dolu bir dağarcıktır.»

Anlatıldığına göre İbn Mesud, ince ve nahif yapılı, güzel huylu, iyi ahlaklı bir kimse idi. Yine söylendiğine göre o, yürürken oturmaya yakın bir şekilde yürürmüş. Hidayeti, davranışı, hareket ve sükunun­da Peygamber (s.a.v.)'e benzermiş. Yani bütün hareketlerinde, duruş­larında, konuşmasında Rasûlullah'a benzermiş. İbadet ederken de elden geldiğince ona benzemeye çalışırmış. Hz. Osman'ın hilafeti za­manında hicri otuz iki veya otuzuncu senede Medine'de altmış üç ya­şında iken vefat etmiştir. Kûfe'de vefat ettiğini söyleyenler de olmuş­tur. Ama Medine'de vefat ettiğine dair rivayet daha sahihtirdir. [13]

 

Ukbe B. Amir

 

Rasûlullah'ın hizmetçilerinden biri de Ukbe b. Amir el-Cühenî'-

İmam Ahmed b. Hanbel, Velid b. Müslim kanalı ile Ukbe b. A-rnir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir ara bir dağ yolunda Rasûlullah (s.a.v.)'m bineğini götürmek­te idim. Aniden bana dedi ki:

- Ey Ukbe, sen de binmez misin?

Binmezsem ona karşı gelmiş olmaktan korktum. Onun için Rasû­lullah bineğinden indi. Ben de az bir mesafe boyunca bineğine bin­dim. İndim. Sonra kendisi bindi ve şöyle dedi:

- Ey Ukbe! İnsanların okumakta oldukları iki hayırlı sûreyi sana öğreteyim mi?

- Evet, öğret ya Rasûlallah.

-Ben böyle dedikten sonra o bana el-Felâk ve en-Nâs sûrelerini okuttu. Sonra namaz vakti geldi ve namaza duruldu. Rasûlullah (s.a.v.), imamlık için öne geçti. Namazda bu iki sûreyi okudu. Sonra dönüp bana:

- Her uykuya yattığın, her uykudan kalktığın zaman bu iki sûreyi oku, dedi.» [14]

 

Kays B. Sa'd

 

Rasûlullah (s.a.v.)'m hizmetçilerinden biri de Kays b. Sa'd b. Uba-de el-Ensârî el-Hazrecî'dir.

Buharî, Enes'in şöyle dediğini rivayet eder:   ,

«Kays b. Sa'd b. Ubade'nin durumu, emirin yanındaki "sahibu'ş-şurta" (emniyet müdürü, güvenlik komutanı)nm durumu gibiydi. O, Rasûlullah'ın yanında da o kadar yetkiye sahipti."

Kays, çok uzun boylu idi. Dişleri eksikti. Anlatıldığına göre çok uzun boylu bir adam onun pantolonunun kemer kısmını burnuna dayadığı zaman pantolonun ayak kısımları adamın ayaklarına yetişirdi. Muaviye, onun pantolonunu Bizans hükümdarına göndermiş ve ona: "Sizde bu pantolonu giyebilecek uzunlukta bir adam var mı?" diye sormuş. Bizans hükümdarı da pantolonu görünce hayrette kalmıştı.

Anlatıldığına göre Kays, övgüye layık, görüş ve dehâ sahibi bir in­sandı. Sıffîn muharebesinde Hz. Ali ile beraberdi.

Mis'ar, Mabed b. Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kays b. Sa'd, devamlı s-urette işaret parmağını kaldırıp dua eder­di. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın."

Vakidî ile Halife b. Hayyat ve diğerleri dediler ki: Kays, Muavi-ye'nin son zamanlarında Medine'de vefat etmiştir.

Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Ömer b. Hattab es-Sicistanî kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ensâr'dan yirmi genç devamlı surette Rasûlullah'ın yanında bu­lunup, onun ihtiyaçlarını görürlerdi. Bir iş olduğu zaman o işi yapma­sı için onlardan birini veya birkaçını gönderirdi.» [15]

 

Muğire B. Şu'be

 

Rasûlullah'ın hizmetçilerinden biri de Muğire b. Şube es-Seka-fî'dir. Rasûlullah'ın silahtarı idi. Hudeybiye gününde çadırda bulu­nan Rasûlullah (s.a.v.)'m yanıbaşmda durmuş, kılıcını da havada tut­muştu. Amcası Urve b. Mesud es-Sekafî, Kureyş elçilik heyetiyle bir­likte oraya geldiğinde Rasûlullah'la konuşurken Arap âdetince elini hep Rasûlullah'ın sakalına uzatıyordu. O, elini Rasûlullah'ın sakalı­na uzattıkça, Muğire de kılıcın kabzasıyla amcası Urve'nin eline vu­ruyor ve:

- Ben seni vurmadan önce, elini Rasûlullah'ın sakalından çek, di­yordu.

Muhammed b. Sa'd ile başkaları dediler ki: Muğire, Rasûlullah .(s.a.v.)'la birlikte bütün gazvelere katıldı. Taiflilerin tağut putunu yıkmaları için onunla birlikte Ebu Süfyan'ı Taife göndermişti. O puta Rabbe diyorlardı ki, meşhur adı Lat idi.

Muğire, Arap dahilerindendi. Şa'bi, onun şöyle dediğini işittiğini ifade etmiştir: "Beni hiç kimse mağlup edemedi."

Şa'bi, Kabise b. Cabir'in şöyle dediğini duyduğunu ifade etmiştir: «Muğire b. Şu'be ile arkadaşlık ettim. Eğer Medine'nin sekiz kapısı olsaydı da bu kapılardan sadece hile ve taktik ile çıkılabilseydi, mut­laka Muğire, Medine'nin kapılarından çıkardı.»

Şa'bi dedi ki: «Kadılar dörttür. Ebu Bekir, Ömer, îbn Mesud ve Ebu Musa.

Dâhiler de dörttür: Muaviye, Amr b. As, Muğire ve Ziyad.»

Zührî dedi ki: Dâhiler beş kişidir: Muaviye, Amr b. As, Muğire, Ali ile birlikte de iki kişi. Bunlar Kays b. Sa'd b. Ubade ile Abdullah b. Bedii b. Verka'dır.

İmam Malik dedi ki: «Muğire b. Şube, çok kadınla evli idi. Şöyle derdi: Tek kadınla evli olan kişi, eğer karısı âdet görürse kendisi de . onunla birlikte âdet görmüş gibi olur. Eğer karısı hastalanırsa, o da karısıyla birlikte hastalanır. İki kadınla evli bulunan kişi ise, yan­makta olan iki ateş arasında gibidir.»

Muğire, dört kadını nikahlar, sonra da hepsini boş ardı.

İmam Malik'ten başkaları dediler ki: Muğire, seksen kadınla ev­lendi. 300 kadınla evlenmiş olduğunu söyleyenler de vardır. 1.000 ka­dınla evlendiği de söylenmiştir. Onun ne zaman vefat ettiği hususun­da muhtelif beyanlarda bulunulmuştur. En meşhur ve en sahih kavle göre o, hicri ellinci senede vefat etmiştir. Hatib el-Bağdadî, bu husus­ta icma olduğunu söyler. [16]

 

Mikdad B. Esved

 

Rasûlullah'ın hizmetçilerinden biri de Mikdad b. Esved Ebu Ma-bed el-Kindî'dir. Bu zat, Beni Zühre kabilesinin müttefiki idi.

İmam Ahnıed b. Hanbel, Affan kanalı ile Mikdad b. Esved'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«İki arkadaşımla birlikte Medine'ye geldik. Konuştuğumuz hiç kimse bizi misafirliğe kabul etmedi. Nihayet Peygamber (s.a.v.)'in ya­nma gittik. Durumu ona anlattık, O da bizi evine götürdü. Evinde dört keçisi vardı.

- Ey Mikdad, bunları sağ. Sütlerini dörde ayır, herkese bir kısmı­nı içir, dedi. Ben de böyle yapıyordum. Bir gece Rasûlullah (s.a.v.), eve gelmekte gecikti. Ben de onun payını kaldırıp bir yere koydum. Yatağıma uzandım. Kendi kendime dedim ki: Nasıl olsa Peygamber (s.a.v.) bu gece Ensâr'dan birinin evine gitmiştir. Orada birşeyler ye-yip içmiştir. Ben kalksam, onun payını içsem ne olur ki? Bu istek bende ısrarlı bir şekilde devam etti. Nihayet kalktım. Onun payı olan sütü içtim. Süt karnıma girip yerleşince yaptığıma pişman oldum ve dedim ki: İşte şimdi Peygamber (s.a.v.), aç ve susuz gelir, bardağında da süt göremez!

Ben böyle diyerek elbisemi yüzüme örttüm. Sonra Peygamber (s.a.v.) geldi. Uyumayana işittirecek, uyuyanı da uyandırmayacak bir ses tonu ile selam verdi. Gidip süt kabının kapağını açtı. İçinde bir-şey göremedi. Başını semaya dikip:

- Allahım, bana içirene içir, bana yedirene yedir, dedi.

Ben de onun bu duasını ganimet bildim. Fırsatı değerlendirmek için kalktım, bıçağı elime aldım. Keçilerin yanma yanaştım. Hangisi daha semiz ise onu keseyim, dedim. Elim onlardan birinin memesine değince baktım ki; memesi süt dolmuş. Diğerine baktığımda diğerinin de memesinin süt dolu olduğunu gördüm. Hepsini kontrol ettim. Hep­sinin de memeleri süt dolmuştu. Sütleri bir kaba sağdım. Rasûlul-lah'a getirerek; "Buyur iç." dedim. O da:

- Neler oluyor ey Mikdad? diye sordu. Ben de:

- Önce sütü iç, sonra sana anlatayım, dedim. O da:

-  Bu, senin kötülüklerinden biridir ey Mikdad, dedi. Sütü içti. Sonra bana da:

- Sen de iç, dedi. Ben dedim ki:

- Ey Allah'ın peygamberi! Sen iç.

Sütü doyasıya içti. Sonra ben kabı alıp içmeye başladım. İçtikten sonra durumu kendisine anlattım. Peygamber (s.a.v.):

- Eee... Anlat bakalım hele, dedi. Ben de ona:

- Şöyle ve şöyle oldu, dedim. Peygamber (s.a.v.) bana dedi ki:

- Bu gökten inen bir berekettir. Niye daha önce söylemedin de ar­kadaşlarına içirseydim?

Ben dedim ki:

- Bu bereketi ben ve sen içtikten sonra diğerleri umurumda değil­dir.»

İmam Ahnıed b. Hanbel, bunu Ebu Nadir tariki ile de rivayet et­miş ve önceki rivayette geçenleri anlattıktan sonra şu ilavede bulun­muştur: «Daha önce sütle dolduramayacaklarını sandıkları bir kabı eline alan Mikdad, götürüp keçilerin sütünü o kaba sağdı, sağdı. Ni­hayet köpükleri taştı. Alıp Rasûlullah'a getirdiğinde o:

-  Siz bu geceki sütünüzü içmemiş miydiniz ey Mikdad? diye sor­du.

Mikdad diyor ki: Ben de ona şu cevabı verdim:                        

- Sen iç ya Rasûlallah.

Rasûlullah içti. Sonra kabı bana uzattı. Ben ona:   .

- Sen iç ya Rasûlallah, dedim. İçti, sonra kabı bana uzattı. Ben de kabı aldım, içinde kalan sütü içtim. Rasûlullah'ın doyasıya içtiğini anladığımda onun duasına mazhar oldum. Bunun üzerine güldüm. Katıla katıla güldüğüm için yere yıkıldım. Rasûlullah bana:

- Ey Mikdad, bu senin kötülüklerinden biridir, dedi. Ben de dedim ki:

- Ya Rasûlallah, benim başımdan şöyle ve şöyle bir olay geçti. Ben şöyle ve şöyle yaptım. Rasûlullah buyurdu ki:

- Bu, Allahm rahmetinden başka birşey değildir. Niçin bunu sütü içmeden önce bana söylemedin de diğer iki arkadaşını da uyandırsay-dın, onlar da bundan istifade etselerdi?

Ben dedim ki:

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben ve sen bu rahmetten ve bereketten istifade ettikten sonra diğerle­rinin istifade etmemiş olması umurumda bile değil.» [17]

 

Muhacir

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Ümmü Selemernin azadlısı Muhacir'dir.

Taberanî, Ebu Zinba Ravh b. Farac kanalı ile Ümmü Seleme'nin azadlısı Muhacirin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a senelerce hizmet ettim. Yaptığım hiçbir şey için niçin böyle yaptın; yapmadığım hiçbir şey için de, niçin yapma­dın? demedi.»

Başka bir rivayette ise Muhacir'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Ben, Rasûlullah'a on sene (veya beş sene) hizmet ettim." [18]

 

Ebusemh

 

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de Ebu Semh'dir.

Ebu'l-Abbaş Muhammed b. İshak es-Sakafî, Mücahid b. Musa ka­nalı ile Ebu Semh'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah'a hizmet ediyordum. Yıkanmak istediği zaman bana:

- ibriğimi getir, derdi. Ben de ibriğini getirip kendisine verir ve onu perdeleyip görünmesini Önlerdim. Bir ara Hasanı veya Hüseyin'i yanma getirdiler. Çocuk onun göğsünün üzerine işedi. Ben de çocu­ğun işediği yeri yıkamak için su getirdim. Rasûlullah, bana şöyle de­di: Kız çocuğunun sidiği yıkanır. Erkek çocuğun sidiğinin üzerine ise su serpilir.»

Rasûlullah'm hizmetçilerinden biri de mutlak surette sahabelerin en üstünü ve en faziletlisi olan Ebu Bekir es-Sıddık'tır. Allah ondan razı olsun. Hicret yolculuğunda Rasûlullah'a bizzat hizmette bulun­muştur. Özellikle Hira mağarasında ve oradan çıkıp yola revan olma­larından sonra Medine'ye ulaşıncaya kadar hizmette bulunmuştur. Nitekim bu husus, daha önceleri de teferruatlı bir şekilde anlatılmış­tır. Hamd ye minnet Allaha'dır. [19]

 

Rasûlullah (S.A.V.)'In Yanında Bulunan Vahiy Katipleri

 

Dört halife; Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ebu Talib oğlu Ali bun­lardandır. Allah hepsinden razı olsun. Eban b. Said b. As b. Ümeyye b. Abdu'ş- Şems b. Abdumenaf b. Kusay el-Ümevî de bunlardandır.

Eban, kardeşleri Halid ve Amr'dan sonra Müslüman olmuştur. İslâm'a girişi Hudeybiye'den sonra olmuştur. Çünkü Rasûlullah, Hu-deybiye gününde Osman'ı Mekkelilere gönderdiği zaman Eban onu himayesine almıştı.

Zayıf bir rivayete göre Eban, Hayber'den sonra Müslüman olmuş­tur. Çünkü Ebu Hüreyre'nin Hayber ganimetlerinin taksimiyle ilgili hadisinde ondan söz edilmektedir.

Onun İslâm'a giriş sebebi şudur: O Şam'da ticaret için bulunur­ken bir rahible buluşmuş. Rasûlullah'm durumunu rahibe anlatmış, rahib ona, Rasûlullah'm adını sorunca, o da Muhammed olduğunu söylemiş, bunun üzerine rahip:

-  Öyleyse onun sıfat ve özelliklerini ben sâna söyleyeyim, demiş ve Rasûlullah'm evsafını tastamam anlatmış. Anlattıktan sonra da:

- Eğer memleketine ve ailene döndüğün takdirde benden ona se­lam söyle, demiş.

Mekke'ye döndükten sonra o ve kardeşi Anır b. Said el-Eşdak Müslüman olmuşlardı. Kardeşi Amr b. Said el-Eşdak'ı Abdülmelik b. Mervan öldürmüştür.

Ebu Bekir b. Ebi Şeybe dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında vahyi ilk yazan kişi Übey b. Ka'b idi. Onun hazır bulunmadığı za­manlarda Zeyd b. Sabit yazardı. Rasûlullah için Osman, Halid b. Said ile Eban b. Said de vahiy katipliği yaparlardı.

Ebu Bekir'e göre onlar, Medine'de bu katipliği yapmışlardır. Yok­sa Mekkî sûrelerin nüzulü esnasında Übey b. Ka'b yoktu. O zaman o sûreleri Mekke'de diğer sahabeler yazmışlardı. Allah onlardan razı olsun.

Eban b. Said'in vefatı hususunda ihtilaf edilmiştir. Musa b. Ukbe ile Mus'ab b. Zübeyr, Zübeyr b. Bekkar ve neseb âlimlerinin çoğuna göre o, Ecnadin gününde öldürülmüştür. Yani hicri onikinci senenin cemaziyelevvel ayında öldürülmüştür.

Diğerleri dediler ki: O, hicri ondordüncü senede Mercü's-Süfur sa­vaşında öldürülmüştür.

Muhammed b. İshak dedi ki: Eban b. Said ile kardeşi Amr, Yer-mük savaşında hicretin onbeşinci senesi receb ayının beşinci günün­de öldürüldüler. Eban'ın, Hz. Osman'ın zamanına kadar yaşadığı da söylenmiştir. Bu rivayete göre Hz. Osman onu, Zeyd b. Sabit'in riva­yetine göre imam mushafmı yazmasını emretmişti. Ondan sonra hicri yirmi dokuzuncu senede vefat etmişti. Doğrusunu Allah bilir.

Vahiy katiblerinden biri de Übey b. Ka'b b. Kays b. Übeyd el-Haz-reci el-Ensâri Ebu'l-Münzir'dir. Künyesinin Ebu Tufeyl olduğu da söylenir. Kurralarm seyyididir. İkinci Akabe bey'atma, Bedir gazvesi-. ne ve müteakip gazvelere katılmıştır. Orta boylu, nahif vücudlu, ak başlı, sakalı ağarmış bir zat idi. Saçında ve sakalında görünen ak tel­leri boyamaz veya koparıp atmazdı.

Enes dedi ki: Ensar'dan Kur'ânı toplayanlar dört kişidirler: Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Zeyd b. Sabit ve Ebu Yezid.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Übey'ye şöyle demiştir:

- Allah, bana, sana Kur'ân okumamı emretti.

- Ya Rasûlallah, Allah benim adımı mı sana söyledi? -Evet.....

Bunun üzerine Übey'yin gözleri yaşardı.

Yani Rasûlullah, ona tebliğ edip işittirmek için Kur'ân okumakla emr olunmuş tu. Yoksa Öğretmek için okumakla emrolunmuş değildi. Zaten ilim ehlinden hiç kimse, bu hadisi yukarıdaki şekilde anlamış değildir. Burada aksine kail olunmasın diye dikkatleri çekmek iste­dik. Zaten başka bir yerde de Ubey'ye Kur'ân okunmasının sebebini anlatmıştık. Adamın biri "el-Münfekkin" sûresini Ubey'ye şöyle oku­muştu:

"Kitab ehlinden ve putperestlerden olan inkarcılar, kendilerine apaçık bir belge, içinde kesin ve en doğru hükümlerin bulunduğu, arınmış sahifeleri okuyan, Allah katından bir peygamber gelene ka­dar dinlerinden vazgeçecek değillerdi." (ei-Münfckkin, 1-3.)

Übey b. Ka'b, adamın birinin bu sûreyi kendi okuyuşunun hilafi-na okuyuşunu duyunca reddetmişti. Meseleyi Rasûlullah'a arzetmiş, Rasûlullah da ona:

- Oku bakalım ey Übey, demiş. Übey okumuş ve Rasûlullah:

- Bu sûre işte böyle nazil oldu, demişti. Sonra diğer adama:

- Sen de oku bakalım, demiş, adam okuyunca Rasûlullah:

- İşte bu sûre böyle nazil oldu, demişti.

Übey diyor ki: İşte o sırada cahiliye döneminde dahi duymadığım bir şüpheyi duymaya başladım. Kuşkuya kapıldım ama Rasûlullah göğsüme vurdu. Ben de tere boğuldum. Korkudan sanki Allah'a bakı­yor ve onun huzurunda idim. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.) kal­bimdeki şüpheyi gidermek, kalbime sebat vermek ve bu Kur'ân'm hak ve doğru olduğunu beyan etmek için kendisi okudu. Doğrusu bu Kur'ân, kullara rahmet ve lütuf olsun diye birçok kıraat üzerine nazil olmuştur."

İbn Ebi Hayseme dedi ki: Übey b. Ka'b, Rasûlullah'ın yanında vahyi ilk yazan kişidir.

Onun ne zaman vefat ettiği hususunda farklı rivayetler varid ol­muştur. Kimine göre hicri ondokuzuncu senede, kimine göre yirminci senede, kimine göre yirnıiüçüncü senede, kimine göre Hz. Osman'ın öldürülüşünden önceki cuma gününde vefat etmiştir. Doğrusunu Al­lah bilir.

Vahiy katipliği yapanlardan biri de Erkam b. Ebu'l-Erkam'dır. Asıl adı Abdumenaf b. Esed b. Cündeb b. Abdillah b. Ömer b. Mah-zum el-Mahzumî'dir. İslâm'ın ilk döneminde Müslüman olmuştur. Rasûlullah (s.a.v.), onun Safa tepesi yanındaki evinde gizlenirdi. O eve daha sonra Hayzaran denilirdi. Erkam, hicret etmiş, Bedir ve sonraki gazvelere katılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Abdullah b. Enis'i kardeş kılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'m emri üzerine Azim b. Ha­ris el-Muharibi'ye, Fah arazisi ile başka bir arazinin ikta olarak veri­liş yazısını yazmıştı.

Seksen yaşında iken, hicretin elliüç veya ellibeşinci senesinde ve­fat etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, ondan iki hadis rivayet etmiştir. Birinci hadis şudur: Osman b. Erkam b. Ebu'l-Erkam, babası Erkam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Cuma günü imamın minbere çıkışından sonra insanların omuz­ları üzerinden adım atarak ileriye geçen ve cemaatteki iki kişiyi bir­birinden ayırıp araya yerleşen kişi Cehennem'de kendi bağırsaklarını sürükleyen kimse gibidir."

Abdullah b. Osman b. Erkam, dedesi Erkam'dan rivayet etti ki, o, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gitmiş, Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle sor­muştu:

- Nereye gitmek istiyorsun?

- Ya Rasûlallah, şuraya gitmek istiyorum.

Böyle derken eliyle Kudüs'e işaret etmişti. Rasûlullah da ona şöy­le sormuştu:

- Niçin oraya gitmek istiyorsun, ticaret için mi?

- Hayır, yalnız orada namaz kılmak istedim de.

- Şuracıkta (RasûluIIah böyle derken eliyle Mekke'yi göstermişti) namaz kılmak, Kudüs'te namaz kılmaktan 1.000 kat daha hayırlıdır.»

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de Sabit b. Kays b. Şem­mas el-Ensârî el-Hazrecî Ebu Ab.durranman1 dır. Künyesinin Ebu Mu­hammed el-Medenî olduğu da söylenir. Ensâr'm hatibi idi. Rasûlul­lah'm hatibi olduğu da söylenir.

Muhammed b. Sa'd dedi ki: Ali b. Muhammed el-Medainî, Arapla­rın Rasûlullah'a gelen heyetleri hakkında senetleriyle birlikte hocala­rının şöyle dediklerini rivayet etti: Abdullah b. Abs es-Sümalî ile Mesleme b. Hezzan el-Hüddanî, Mekke fethinden sonra kavimlerin­den bir grup insanla birlikte Rasûlullah'a gelerek Müslüman oldular. Kavimlerinin de Müslüman olacağı hususunda RasûluIIah'la bey'at-laştılar. RasûluIIah (s.a.v.) da mallarının zekatı hususunda kendileri­ne farz kılmanı bir yazı ile onlara yazdı. Bu yazıyı RasûluIIah adına Sabit b. Kays b. Şemmas yazdı. O yazının yazılışında şahid olarak Sa'd b. Muaz ile Muhammed b. Mesleme de hazır bulundular. Allah onlardan razı olsun.

Müslim'in sahihinde sabit olduğuna göre RasûluIIah (s.a.v.), bu adamı Cennet'le müjdelemiştir.

"Cami" adlı eserinde Tirmizî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Ra­sûluIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ebu Bekir, ne güzel adamdır. Ömer, ne güzel adamdır. Ebu U-beyde b. Cerrah, ne güzel adamdır. Üseyd b. Hudayr, ne güzel adam­dır. Sabit b. Kays b. Şemmas, ne_güzel adamdır. Muaz b. Amr b. Ce-muh, ne güzel adamdır."

Sabit b. Kays b. Şemmas, hicretin onikinci senesinde Ebu Bekir es-Sıddık'm hilafeti döneminde Yemame savaşında öldürülüp şehid oldu.

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de Hanzele b. er-Rebi b. Seyfi b. Rebah b. Haris b. Muhaşin b. Muaviye b. Şerif b. Cerve b. Üseyd b. Amr b. Temim et-Temimi el-Useydî'dir. Kardeşi Rebah da sahabe idi. Amcası Eksem b. Sayfî, Arapların hekim ve filozofu idi.

Vakidî dedi ki: Bu zat, Peygamber (s.a.v.)'e bir mektup yazmıştır.

Diğerleri dediler ki: Peygamber (s.a.v.), sulh için onu Taiflilere gönderdi. Halid'in Irak'ta ve diğer yerlerde yaptığı savaşlarda Halid'-in yanında hazır bulundu. Hz. Ali'nin hilafeti dönemine yetişti. Onun, Cemel ve diğer savaşlarına katılmaktan geri kalmadı. Hz. Osman'a kötü sözler söylendiği için Küfe'ye göçtü. Hz. Ali'nin hilafetinden son­ra vefat etti.

"el-Gabe" adlı eserinde İbnu'1-Esir dedi ki: Hanzele vefat ettiğin­de karısı feryad etti. Sabırsızlandı. Bu yüzden komşuları karısını ayıpladılar. Karısı ise şöyle dedi:

"Da'd şaştı. O, hüzünlüdür. Ak saçlı, bitkin düşmüş adamına ağ­lar.

Eğer bugün beni inceltip sallandıran şeyi sorarsan, sana yalan ol­mayan bir sözü söylerim. Gözlerimin karası üzüntüden dolayı vahiy katibi Hanzele üzerine aktı."

Ahmed b. Abdullah b. el-Rakiyy dedi ki: Hanzele, fitneden kaçar­dı. Vefat edinceye kadar fitnelerden uzak durdu. Ondan iki hadis nakledilmiştir.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ondan üç hadis nakledilmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Hanzele'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«RasûluIIah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

"Rükûları, secdeleri, abdestleri ve vakitleriyle beş vakit namazı muhafaza eden (şartlarını yerine getirip onlara riayet eden), bu na­mazların Allah katından hak olduklarını bilen kimse Cennet'e girer." yahut RasûluIIah: "O kimse için Cennet vacib olur." dedi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Müslim, Tirmizî ve İbn Mace, Hanzele'­nin şöyle dediğim rivayet etmişlerdir:

"Yanımda olduğunuz gibi devam ederseniz meclislerinizde, yolla­rınızda ve yataklarınızda melekler sizlerle musafaha yaparlar. Ama bu, an be an böyle olur."

İmam Ahmed b. Hanbel, Neseî ve İbn Mace, Hanzele'den rivayet ettiler ki; insanlar, savaşta kadın öldürmekten menedilmiştir.

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de Halid b. Said b. As b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems b. Abdumenaf Ebu Said el-Ümevî'dir. İslâm'­ın ilk döneminde Müslüman olmuştur. Anlatıldığına göre Ebu Bekir es-Sıddık ile onun arasında üç veya dört kişi Müslüman olmuştur. En fazla beş kişinin Müslüman olduğu söylenir. Onun İslâm'a giriş sebe­bi olarak şu hadise anlatılır: O, rüyasında Cehennem vadisinin kena­rında durduğunu görmüş, bu sebeple Müslüman olmuştur. Cehen­nem vadisinin genişliğini de anlatmıştır ki, genişlik miktarını ancak Allah bilir. Rüyasında Cehennem vadisinin kenarında durduğunu, babasının onu vadiye ittiğini, Rasûlullah'm vadiye düşmesin diye o-nun elinden tuttuğunu görmüştü. Uyandıktan sonra bu rüyasını Ebu Bekir es-Sıddık'a anlatmış, Ebu Bekir.es-Sıddık da ona şöyle demişti:

- Senin için hayır murad edilmiştir. İşte RasûluIIah... git, ona tabi ol ve korktuğun şeyden kurtul.

Bunun üzerine o da Rasûlullah'a gelip Müslüman olmuştu. Baba­sı onun Müslüman olduğunu duyunca öfkelenmiş ve elindeki bir değ­nekle ona vurmaya başlamış, nihayet değneği onun başında parala-mıştı. Evden kovmuş, azıktan mahrum bırakmıştı. Diğer kardeşlerinin kendisiyle konuşmalarını yasaklamıştı. Bunun üzerine Halid, Ra­sûlullah'ın yanma gelmiş, gece ve gündüz onun yanında kalmıştı. Sonra da kardeşi Amr, Müslüman olmuştu.

İnsanlar Habeşistan'a hicret edince bu iki kardeş de onlarla bir­likte oraya hicret etmişlerdi. Daha önce de anlattığımız gibi Rasûlul-lah (s.a.v.)'ı Ümmü Habibe ile evlendirme akdini Halid'in kendisi yapmıştı. Sonra Halid ile kardeşi Amr, Cafer-i Tayyarla birlikte Ha­beşistan'dan ayrılıp Hayber'de bulunan Rasûlullah'ın yanma geldiler. Rasûlullah, o zaman Hayber'i fethetmiş, Müslümanlara danışarak bu iki zata ganimetten pay vermişti. Daha sonra Halid ile Amr'm kar­deşleri Said de gelmiş, önceki sayfalarda anlattığımız gibi Hayber fet­hinde hazır bulunmuştu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bu kardeşleri vali­liklere atamıştı.

Ebu Bekir (r.a.) halife olduğunda bu kardeşler gaza için Şam'a gitmişlerdi. Halid, Ecnadin savaşında öldürüldü. Mercü's-Sufur'da öl­dürüldüğü de söylenir. Doğrusunu Allah bilir.

Atik b. Yakub, Amr b. Hazm'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Halid b. Said, Rasûlullah'ın şu mealdeki bir mektubunu yazmıştı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

İş bu mektuba göre Rasûlullah Muhammed, Ruhat'ta Raşid b. Abdillah es-Sülemî'ye iki ok atımı ve bir taş atımı mesafedeki yeri vermiştir. Hiç kimsenin bunu eksiltmeye hakkı yoktur. Onun hakkı haktır. Bunu Halid b. Said yazmıştır."

Muhammed b. Sa'd, Vakidî kanalı ile Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Osman b. Affan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Halid b. Said, Habeşistan'dan Medine'ye geldikten sonra bir müddet ikamet etti. Rasûlullah'ın yazıcılığını yapıyordu. Taiflilere Sakif heyeti için mektup yazdı. Rasûlullah'la onlar arasında barış ya­pılması için gayret sarfetti."

Rasûlullah'ın vahiy katiplerinden biri de Halid b. Velid b. Abdul­lah b. Ömer b. Mahzum Ebu Süleyman el-Mahzumî'dir. O, İslâm'ın muzaffer ordularının, Asakir-i Muhammediyye'nin ve bilinip görünen zorlu yerlerin komutanı idi. Övgüye layık savaşların emiri idi. O, doğ­ru görüş, kuvvet ve övgüye layık yol sahibi idi. O, Ebu Süleyman Ha­lid b. Velid idi. Anlatıldığına göre ne cahiliye döneminde, ne de İslâ­miyet döneminde onun komutanlık yaptığı bir ordu asla mağlup edil­memiş ve kırılmamıştır.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Kureyşliler arasında otağ onundu. Sü­varilerin komutası da onda idi.

Hudeybiye'den sonra ve Hayber'den önce o, Amr b. As ve Osman b. Talha b. Ebi Talha Müslüman oldular. Rasûlullah (s.a.v.), gönder­diği seriyyelere hep onu, yani Halid'i komutan yapardı. Sonra Ebu Bekir es-Sıddık zamanında bütün askerlerin komutam oldu. Yani başkomutanlığa atandı.

Ömer b. Hattab, halife olunca onu görevden azletti ve ümmetin emini Ebu Ubeyde'yi, Ebu Süleyman'ın görüşü dışına çıkmamak şartı ile başkomutanlığa atadı.

Halid, hicretin yirmibirinci senesinde Hz. Ömer'in hilafeti zama­nında vefat etti. Hicri yirmiikinci senede vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. Ancak yirmibirinci senede vefat ettiğine dair rivayet daha sahihtir. Humus'a bir mil mesafede bir köyde vefat etmişti.

Vakidî dedi ki: Orayı sorduğumda bana oranın harap olduğunu söylediler.

Duhaym ise, Halid'in Medine'de vefat ettiğini söylemiştir. Bunun­la beraber ilk görüş daha sahihtir.

Halid, birçok hadis rivayet etmiştir ki, onları burada zikretmek fazla yer işgal edecektir.

Atik b. Yakub, Amr b. Hazm'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), bazı arazileri ikta olarak verdiği zaman şu mektubu yazdırdı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Allah Rasûlü Muhammed'ten müminlere. Sayduh [20] mıntıkası ve avlarına gelince, buranın bitkileri koparılmaz, avı öldürülmez. Bu ya­sağa riayet etmeyen biri görülürse kırbaçlanır, elbisesi üzerinden çı­karılır. Her kim bu emri dinlemeyip haddi tecavüz ederse yakalanır ve durumu Peygamber (s.a.v.)'e bildirilir. Bu, peygamber Muham-med'den bir bildiridir. Bunu Rasûlullah'ın emri üzerine Halid b. Velid yazmıştır. Herhangi bir kimse bu yasağı çiğnemesin. Kendisine yazık etmesin. Muhammed'in bu hususta verdiği emre riayetsizlik etme­sin."

Rasûlullah'ın vahiy katiplerinden biri de Zübeyr b. Avvam b. Hü-veylid b. Esed b. Abdiluzza b. Kusay Ebu Abdillah el-Esedî'dir. Cen­net'le müjdelenen on sahabeden (aşere-i mübeşşere'den) biridir. Ra­sûlullah'ın vefatı esnasında Rasûlullah'ın kendilerinden razı olduğu altı kişilikşura heyetindendir. Rasûlullah'ın havarisi ve halası Safiye binti Abdülmuttalib'in oğludur. Ebu Bekir'in kızı Esmanın da kocası-dır. Allah ondan razı olsun.

Atik b. Yakub, yukarıda geçen senedi ile rivayet etti ki, Rasûlul­lah'ın, Muaviye b. Cervel oğullarına yazdırdığı mektubu Rasûlul­lah'ın emri üzerine Zübeyr yazmıştır. İslâmiyet'in ilk zamanlarında onaltı yaşındaki bir genç iken Müslüman olmuştu. Onsekiz yaşında iken Müslüman olduğuna dair bir rivayet de vardır. Hem Habeşis­tan'a, hem de Medine'ye hicret etmiş, bütün gazvelerde hazır bulun­muştu. Allah yolunda kılıcını çeken ilk kişi o olmuştu. Yermük savaşma katılmıştı. O savaşa katılanların en faziletlisi idi. O günkü sa­vaşta Bizans saflarını baştan sona iki kez yarıp geçmişti. Bir taraftan giriyor, öbür taraftan sağ salim çıkıyordu. Ancak o gün kafasından iki yara almıştı. Allah ondan razı olsun. Hendek gününde Rasûlullah (s.a.v.), onun ana ve babasını yanma getirmiş ve şöyle demişti:

"Her peygamberin havarisi vardır. Benim havarim de Zübeyr'-dir."

Onun birçok fazilet ve menkıbeleri vardır. Cemel savaşında öl­müştür. O, savaşmaktan vazgeçip geri dönmüş; Amr b. Cürmüz, Fu-dale b. Habis ve Nar adındaki Temimli üç kişi peşine takılmışlar, Va-di's-Siba denen yerde ona ulaşmışlardı. Amr b. Cürmüz, uyurken üze­rine atılıp onu öldürmüştü. Kendisi altmışyedi yaşında iken hicretin otuzaltıncı senesinin cemayizelevvel ayının onunda bir perşembe gü­nü bu dünyadan göçüp gitmişti.

Arkasında büyük bir tereke bıraktı. Terekesinden 2.300.000 di­nar çıkarıldıktan sonra üçte birini vasiyet etti. Borcu ödenip malının üçte biri çıkarıldıktan sonra kalan kısmı mirasçılarına paylaştırıldı. Dört karısından her birine 1.200.000'er dinar miras düştü. Toplam o-larak onun terekesi 95.800.000 dinar idi. Bütün bu malları helal yol­dan kazanmıştı. Hayatta iken eline geçen fey ve ganimetlerle helal ti­caret yolu ile elde etmişti. Zekatının tamamını vaktinde ödemiş, ihti­yaç sahiplerine zamanında büyük miktarda yardımlarda bulunmuş­tu. Allah ondan razı olsun, onu hoşnut kılsın. Makamını Cennet yap­sın. Nitekim de öyle yapmıştır. Çünkü evvelin ve ahirinin efendisi, âlemlerin Rabbinin elçisi onun Cennetlik olduğunu müjdelemiştir. Hamd ve minnet Allaha'dır.

"el-Gabe" adlı eserinde İbnu'1-Esir, Zübeyr b. Avvam'm 1.000 kö­lesi olduğunu ve bu kölelerin ona haraç ödediklerini; onunsa bu ha­raçların tamamını sadaka olarak dağıttığım anlatmıştır.

Hassan b. Sabit, onu medhederek, faziletli bir insan olduğunu be­yan ederek bu şiirini söylemiştir:

"Havarisi, peygamberin sözü, ahdi ve hidayeti üzerinde sebat edip durdu. Onun faziletli biri olduğunu söylemek dosdoğru bir söz­dür.

Peygamberin yolunu ve metodunu izledi. Hakkın dostuna dost oldu. Hak ise daha doğru ve adildir. O, meşhur süvari ve hücum eden bahadırdır. Bilinen gün oldu­ğunda o saldırır.

Bir adam ki, Safiye onun annesidir. Aslandır, evinde muazzam ve efendidir.

Rasûlullah'a çok yakın akrabalığı vardır.

İslâm'a yardım hususunda köklü bir şerefi vardır.

Nice sıkıntıları Zübeyr, kılıcı ile Muhammed Mustafa'dan püs­kürtüp savmıştır. Allah onun sevabını bol bol verir.

Savaş kızışıp da paçaları sıvadığı zaman Zübeyr de beyaz bacak­larını sıvayıp ölüme doğru iftiharla koşar.

Onlar arasında onun misli bulunmadığı gibi ondan önce de misli görülmemiştir.

Tazeliği solmaya yüz tuttuğu müddetçe zaman içinde de onun misli görülmeyecektir."

Daha önce de anlatıldığı gibi Amr b. Cürmüz et-Temimî, Zübeyr'i Siba vadisinde uyumakta iken öldürmüştür. Anlatıldığına göre Zü­beyr, uykuda darbeyi yeyince hemen ayağa fırlamış, dehşet içinde a-tına binmiş ve İbn Cürmüz'le vuruşmuştur. Zübeyr, onun hakkından gelince Amr'in diğer iki arkadaşı Fedale ile Nar üzerine atılıp yere yıkmış ve Zübeyr'i öldürmüşlerdi. Amr b. Cürmüz de onun başını ve kılıcını almıştı. Başını ve kılıcını Hz. Ali'nin yanma götürdüğü zaman Hz. Ali, Zübeyr'in kılıcını görünce:

-  Bu kılıç çok uzun müddet Rasûlullah'a gelen sıkıntıları gider­mişti, dedi.

Anlatıldığına göre Hz. Ali:

- Safiye'nin oğlu Zübeyr'in katilinin cehennemlik.olduğunu söyle­yin, demiştir. Amr b. Cürmüz, bu sözü duyunca intihar edip kendini öldürmüştü.

Doğrusu şu ki, o, Hz. Ali'den sonra da yaşamış, hatta Zübeyr'in oğlunun zamanına ulaşmıştı. Kendisi Zübeyr'in oğlunun satvetinden korktuğu için gizlenmiş ve yerine Irak'a, kardeşi Mus'ab'ı vekil bırak­mıştı. Fakat Zübeyr'in oğlu Mus'ab bunu duyunca şöyle demişti:

- Ona deyin ki, kendisine birşey yapacak değilim. Rahat olsun. O, kendisini babam Ebu Abdullah (Zübeyr) yerine öldüreceğimi sanıyor.

Hayır, Allah'a yemin ederim ki, o, babamla eşit seviyede değildir ki, babamın kısası için onu öldüreyim!..

Bu da Zübeyr'in oğlu Mus'ab'm ne kadar yumuşak huylu, akıllı ve liderlik vasıflarına sahib bir kimse olduğunu göstermektedir.

Zübeyr, Rasûlullah (s.a.v.)'dan birçok hadis rivayet etmiştir. An­cak onları burada zikretmek fazlaca yer işgal edecektir.

Zübeyr b. Avvam, Siba vadisinde öldürüldüğü zaman karısı Atike binti Zeyd b. Amr b. Nufeyl, kocası üzerine ağlayarak şu şiiri söyle^ misti. Allah ondan da, kocasından da razı olsun:

"İbn Cürmüz, ordudaki süvariye savaş gününde hainlik yaptı. O, kaçak biri değildi.

Ey Amr! Eğer onu uyarsaydm onun korkak, titrek, eli sallanan bir kimse olarak görmezdin.

Nice defalar ordunun safları arasına daldı da ey dağ mantarının oğlu! Hiçbir saldırıdan dolayı geri kaçmadı. Onu eğemediler.

Sabah akşam hücum eden ö bahadır gibi birini geçmişler arasın­da bulamazsın. Anan seni kaybetsin.

Allah'a yemin ederim ki, eğer sen bir Müslümanı öldürürsen ka­sıtlı bir adam öldürmüş gibi cezalandırılırsın!"

Rasûlullah (s.a.v.)'m vahiy katiplerinden biri de Zeyd b. Sabit b. Dahhak b. Zeyd b. Levzan b. Amr b. Ubeyd b. Avf b. Ganin b. Malik b. Neccar el-Ensârî en-Neccarî Ebu Said'dir. Künyesinin Ebu Harice ol-.   duğunu söyleyenler olduğu gibi Ebu Abddirrahman el-Medenî oldu­ğunu söyleyenler de vardır.

O, onbir yaşında iken Rasûlullah (s.a.v.) Medine'ye geldi. Yaşı kü­çük olduğundan Bedir gazvesine katılmadı. Uhud gazvesine de katıl­madığı söylenir. İlk olarak Hendek gazvesine katılmıştır, Hendek gazvesinden sonraki gazvelerde de hazır bulunmuştur. Hafız, akıllı, zeki ve bilgili bir insandı. Sahih-i Buharî'de ondan nakledilen bir ri­vayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) ona, İbranice'yi öğren­mesini, okuyup yazmasını emretmişti ki, Yahudiler kendisine bir yazı yazdıkları zaman Zeyd de peygamber adına onlara cevabi yazıyı ya­zabilsin. Bu emir üzerine Zeyd, onbeş gün içinde İbranice okuyup yazmayı Öğrendi.

-  İmam Ahmed b. Hanbel, Süleyman b. Davud kanalı ile Harice b. Zeydin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Babam Zeyd bana dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman beni yanına götürdüler. Beni beğendi. Dediler ki:

- Ya Rasûlallah, bu, Beni Neccar kabilesinden bir delikanlıdır. Al­lah'ın sana inzal buyurduğu sûrelerden on taneden fazlasını ezbere bilmektedir.

Bunun üzerine Rasûlullah sevindi ve bana dedi ki:

- Ey Zeyd, Yahudice yazmayı öğren. Allah'a yemin ederim ki ben, herhangi bir Yahudinin benim adıma Yahudice yazı yazmasına gü­venmiyorum.

Ben de onbeş gece geçmeden Yahudice yazmasını öğrendim. Bu hususta ustaîaştım. Yahudiler, Rasûlullah'a mektup yazdıkları za­man ben de onlara Yahudice cevap yazıyordum. Onlar mektup gön­derdiklerinde mektubu Rasûlullah'a ben okuyordum."

Gerçekten Zeyd, keskin bir zeka sahibi idi. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten gelen bir rivayette de anlatıldığı gibi o, Rasû-lullah'm zamanında kurraları toplamıştı.

İmam Ahmed b. Hanbel ile Neseî, Enes'ten rivayet ettiler ki, Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümmetim içinde ümmetime "en çok merhamet eden kişi Ebu Be­kir'dir. Allah'ın dini hususunda ümmetimin en sert adamı Ömer'dir. Tam utangaç ve hayalı olanı Osman'dır. Yargılamada en mütehassıs olan, Ali b. Ebi Talib'tir. Ümmetimin helal ve haramı en iyi bileni Muaz b. Cebel'dir. Onların farizaları en iyi bileni de Zeyd b. Sabit'tir. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır."

Zeyd b. Sabit, birçok yerde Rasûlullah in yanında vahiy katipliği yapmıştır. Bunu en açık bir şekilde isbatlayan ve Sahih-i Buharî'de yer alan şu rivayettir:

«Zeyd b. Sabit diyor ki: en-Nisâ sûresinden bir ayet nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), beni çağırdı ve şu emri verdi: "İnananlar­dan yerlerinde oturanlar ile mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir." diye yaz.

İbn Ümmü Mektum geldi ve körlüğünden şikayetçi oldu. Âmâlığı sebebiyle cihada katılamadığım söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'a yeniden vahiy nazil oldu. Baldırı baldırımın üzerinde idi. O kadar ağırlık çöktü ki, baldırımı kıracak gibi oldu. Evet, bu defa ayetin "Özürsüz olarak" mealindeki kısmı nazil oldu. Rasûlullah ba­na emir verdi. Ben de bu kısmı az önceki nazil olmuş ayete ekledim. Ben bu ekin, kemik levha üzerinde ayetin neresine eklendiğim biliyo­rum. Kemiğin yarık kısmına eklenmişti.»

Zeyd b. Sabit, Yemame savaşma katılmış, savaşta kendisine bir ok isabet etmiş, ama zarar vermemişti. Bundan sonra Ebu Bekir es-Sıddık, ona Kur'ân'ı araştırıp toplamasını emrederek:

- Sen akıllı bir gençsin. Seni hafıza bozukluğu ve yanılma ile it­ham etmiyoruz. Sen Rasûlullah için vahiy katipliği yapıyordun. Öy­leyse Kur'ân ayetlerini araştır ve topla, dedi. O da Ebu Bekir es-Sıd-dık'm verdiği emri yerine getirdi. Bunda da çok hayırlar elde etti. Hamd ve minnet Allah'adır.

Hz. Ömer, iki haccmda da, hacca giderken onu Medine'de vekili olarak bırakmıştı. Şam'a giderken de vekili olarak Medine üzerine onu tayin etmişti. Osman b. Affan da Medine dışına çıkarken Medi­ne'de yerine onu vekil bırakırdı. Hz. Ali de onu çok severdi. O da Hz. Ali'ye saygı gösterir, kadrini bilirdi. Ama savaşlarından herhangi bi­rinde hazır bulunmadı. Hz. Ali'den sonra da yaşadı. Hicri kırkbeşinci senede vefat etti. Kimine göre ellibirinci senede, kimine göre de elli-beşinci senede vefat etmiştir. O, Hz. Osman'ın diğer şehirlere gönder­miş olduğu imam mushafım yazanlardandır. Bu mushafm okunuşu ve yazılışı üzerinde icma ve ittifak hasıl olmuştur. Nitekim bunu tefsirinıizin mukaddimesinde yazdığımız "Fedailu'l-Kur'ân" kitabımızda da belirttik. Hamd ve minnet Allah'adır.

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de şayet İbn Abbas'ın bu konuda rivayet ettiği hadis doğru ise Sicil'dir.

Ebu Davud, Kuteybe b. Said kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sicil, Peygamber (s.a.v.)'in katibi idi."

Neseî, İbn Abbas'ın, el-Enbiyâ süresindeki: "Göğü adamın kitap dürüşü gibi durduğumuz gün..." ayet-i kerimesinde geçen "sicil" keli­mesinin adam anlamına geldiğini söylediğini rivayet etmiştir.

Ben bu hadisi, hocamız Hafız el-Kebir Ebu'l-Haccac el-Mizzî'ye arzettim. Ancak o, bunun gerçekten uydurma ve münker olduğunu söyledi. Şeyhimiz Allame Ebu'l-Abbas İbn Teymiye'nin de bu hadisin mevzu olduğunu söylediğini kendisine haber verdim.

Ben derim ki: Bunu, Hafız İbn Adiy, "el-Kâmil" adlı eserinde, Ebu'l-Cezva'dan rivayet etmiş ve İbn Abbas'ın şöyle dediğini naklet-miştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'ın Sicil adında bir katibi vardı. Ayette sözü edilen sicil işte o katiptir. Yani Sicil, yazdığı mektubu ve kitabı nasıl katlarsa, gök de öyle katlanıp dürülecektir."

Ancak bu rivayete muhalif başka bir rivayet, İbn Abbas'ın kendi­sinden ve İbn Ömer'den varid olmuştur. Şöyle ki: "el-Valibî ile Avfî, İbn Abbas'ın mezkur ayet-i kerimeyi manalandırırken şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Sayfanın kitap üzerine dürülüşü gibi gök de dü­rülecektir." Mücahid de böyle söyledi. İbn Cerir dedi ki: Lugatta bili­nen mana şudur ki; sicil kelimesi, sahife anlamına gelir. Ayrıca saha­belerden Sicil adında birinin bulunduğu bilinmemektedir. Sicil keli­mesinin melek adı olduğu da kabul edilemez. Nitekim Ebu Kürey İbn Yeman vasıtasıyla adı geçen ayetin manası hakkında İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu ayette geçen sicil kelimesi, bir me­lek adıdır. İstiğfar için Allah katına çıktığında Allah ona; Bunu nur olarak yaz, diye emreder."

Rasûlullah'in vahiy katiplerinden biri de, Halife b. Hayyat'm ifa­desine göre Sa'd b. Ebi Serh'dir. İleriki sayfalarda da açıklanacağı gi­bi Halife bu hususta yanılmış olup, asıl vahiy katibi bu zatın oğlu olan Abdullah b. Said b. Ebi Serh'dir.

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de, Ebu Bekir es-Sıddık'm azadlısı Amir b. Füheyre'dir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdürrezak kanalı ile.hicret hadisesini anlatan Süraka b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir.

«Yakalanması için kavmi tarafından başına ödül konulduğunu ve insanların kendisini aramakta olduklarını Rasûlullah'a haber ver­dim. Kendisine azık ve eşya verme teklifinde bulundum. Ama benden hiçbir şey istemediler. Sadece kendileri hakkındaki bilgiyi saklamamı talep ettiler. Ben de kendisinden benim için bir emanname yazmasını istedim. O da Amir b. Füheyre'ye emir verdi. Amir de deri parçası üzerine bir emanname yazıp bana verdi. Sonra çekip gittiler.»

Ben derim ki: Bu husustaki hadisin tamamı hicret bahsinde nak­ledilmiştir. Süraka'ya bu emannameyi yazanın Ebu Bekir olduğu da söylenir. Doğrusunu Allah bilir.

Amir b. Füheyre (künyesi Ebu Amr'dır.), Ezd kabilesine mensub-tur. O kabileden doğmadır. Siyah renkli idi. Hz. Aişe'nin, ana bir kar­deşi Tufeyl b. Haris'in kölesi idi. Bilindiği gibi Hz. Aişe'nin anası da Ümmü Ruman'dır.

Amir b. Füheyre, İslâmiyet'in ilk zamanlarında Rasûlullah'm Er-kam b. Ebu'l-Erkam'm Safa tepesinin yanındaki evine gizlenmesin­den önce Müslüman olmuştu. Amir de dininden dönmesi için Mek­ke'de diğer mustazaf kimselerle birlikte işkence görüyordu. Ebu Be­kir es-Sıddık, onu satın alıp azad etti. Ebu Bekir'in, Mekke dışındaki koyunlarını güdüyordu.

Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'le birlikte hicret ettiği zaman bu da Ebu Bekir'in terkisine binmiş, onlarla birlikte hicret etmişti. Yanla­rında kılavuz olarak ed-Dilî vardı. Nitekim bu daha önce de teferru­atlı bir şekilde anlatılmıştı.

Bunlar Medine'ye vardıklarında Amir b. Füheyre, Sa'd b. Hayse-me'ye konuk oldu. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Evs b. Muaz'ı kardeş kıldı. Amir b. Füheyre, Bedir ve Uhud gazvelerine katıldı. Bir-i Mau-ne gününde öldürüldü. Nitekim bunu daha önce de anlatmıştık. Bir-i Maune faciası, hicretin dördüncü yılında vuku bulmuştu. Amir, o fa­ciada öldürülürken kırk yaşında idi. Doğrusunu Allah bilir.

Urve, îbn İshak, Vakidî ve diğerlerinin anlattıklarına göre Bir-i Maune gününde Amir'i, Cebbar b. Sülma adındaki Beni Kilab kabile­sinden biri öldürdü. Cebbar onu mızrakla vurunca o:

- Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki, kurtuldum, dedi. Amir'in cesedi semaya yükseltildi. Nihayet gözlerden kayboldu. Onu gören Amir b. Tufeyl demişti ki, "Amir'in cenazesi o kadar yükseltildi ki, se­ma, onun altında kaldı."

Amr b. Ümeyye'ye onu sormuşlar, o da şöyle demişti: "Amir b. Fü­heyre bizim en üstünümüz, en faziletlimiz idi. Peygamberimiz (s.a.v)'-in ilk ehl-i beytindendi."

Cebbar dedi ki: Dahhak b. Süfyan'a söylediği sözle neyi kastetti­ğini sordum. O da Cennet'i kasdettiğini söyledi. Dahhak, beni İslâm'a davet etti. Ben de Amir b. Füheyre'nin öldürülüşünü gördüğüm için Müslüman oldum. Dahhak, benim İslâm'a girdiğimi ve Amir b. Fü­heyre'nin öldürülüşünü bildiren bir mektubu Rasûlullah'a yazdı. Mektubunda Amir'in cesedi hakkında şöyle diyordu: "Onu melekler defnedip gizlediler. Böylece yüce makamlara, illiyyine misafir oldu."

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Onlar hakkında Kur'ân okuduk. Bizim okuduğumuz şeyleri kav­mimize tebliğ etmelerini ve Habisimizin huzuruna çıktığımızı Bildir­melerini istedik, Rabbimiz bizden razı oldu ve bizi hoşnut kıldı.»

Muhammed b. İshak, Hişam'm babası Urve'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Amir b. Tufeyl şöyle derdi:

-  Sizden öyle adam vardır ki, Öldürüldüğünü gördüğüm zaman onun cenazesi yükseltildi. Nihayet yer ile gök arasında kaldı. Sonra da göğün onun altına düştüğünü gördüm.

Dediler ki:

- O dediğin adam Amir b. Füheyre'dir.»

Vakidî, Muhammed b. Abdullah kanalı ile Hz. Aişe'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Amir b. Füheyre'nin cesedi semaya kaldırıldı. Cesedi yerde gö­rülmedi. Rivayete göre melekler onun cenazesini defhetmişlerdir."

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de Abdullah b. Erkam b. Ebu'l-Erkam el-Mahzumî'dir. Mekke fethi senesinde Müslüman ol­muş, Rasûlullah'a katiplik yapmıştır.

İmam Malik dedi ki: Kendisi yaptığı işi başa çıkarır, tamamlardı. İyi yapar, sağlam olurdu. Karşılığında da teşekkür görürdü.

Seleme, Muhammed b. İshak b. Yesar kanalı ile Abdullah b. Zü-beyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

. "Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah b. Erkam b. Abdi Yağus'u katipliğe aldı. O, Rasûlullah'm adına yazılar yazardı. Rasûlullah, hükümdarla­ra cevabi mektuplarını ona yazdırırdı. O kadar emniyetli bir kimse idi ki, Rasûlullah meliklere mektup yazması için ona emir verir, o da yazar ve okuduğu şeyin altına mührü basardı. Rasûlullah'm yanında güvenilir bir kimse idi. Ebu Bekir'e de katiplik yaptı. Ebu Bekir, bey-tül-malı onun idaresine bıraktı. Hz. Ömer de onu katiplikte ve bey-tü'l-mal idareciliğinde bıraktı. Hz. Osman, halifeliğe geçince onu bu iki görevinden de azletti.

Ben derim ki: Abdullah b. Erkam görevden affını istedikten sonra Hz. Osman, onun istifasını kabul etmiştir. Anlatıldığına göre Hz. Os­man, ona emeğinin karşılığı olarak 300.000 dirhem para vermiş, ama o bunu kabul etmemişti. Ben bunu Allah için yaptım. Ücretim Aziz ve Celil olan Allah tarafından verilecektir, demişti.

İbn İshak dedi ki: Rasûlullah (s.a.v.), Zeyd b. Sabiti katip yaptı. Zeyd, hazır bulunmadığı zaman Erkam'm oğlu katiplik yapardı. Ö-mer, Ali, Zeyd, Muğire b. Şube, Muaviye, Halid b. As ve diğerleri de Rasûlullah'a katiplik yapmışlardır.

A'meş dedi ki: Ben Şakik b. Seleme'ye şöyle bir soru sordum:

- Peygamber (s.a.v.)'in katibi kimdi?

-  Abdullah b. Erkam'dı. Çünkü Ömer, Kadisiye savaşında Ebu Bekir'in mektubunu getirdi. Mektubun altında şöyle bir ibare vardı: "Bunu, Abdullah b. Erkam yazmıştır."

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hafız kanalı ile Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)'e bir adamın mektubu geldi. Peygamber (s.a.v.), Abdullah b. Erkam'a:

- Benim adıma buna cevap yaz, dedi. Abdullah da cevabını yazdı. Sonra peygambere okudu. Peygamber de: "İsabet ettin, güzel cevap verdin. Allahım, sen bunu muvaffak kıl." dedi.

Hz. Ömer, halifeliğe geçtiğinde Abdullah b. Erkam'a danışır, o-nunla müşavere ederdi. Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Devlet işinde Abdullah b. Erkam kadar Allah'tan korkup çeki­nen bir kimse görmedim."

Abdullah b. Erkam, vefatından önce gözlerini kaybetti. Allah on­dan razı olsun.

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de Abdullah b. Zeyd b. Ab­di Rebbih el-Ensârî el-Hazrecî'dir. Ona Ezan Sahibi de denir. İslâm'ın ilk döneminde Müslüman oldu. Yetmiş kişi ile birlikte Akabe bey'a-tmda hazır bulundu. Bedir gazvesiyle müteakip gazvelere katıldı. O-nun en büyük menkıbelerinden biri rüyasında ezan ve ikameti görüp bunu Rasûlullah (s.a.v.)'a arzetmesi ve okuması, Rasûlullah'm da ona şöyle demesidir:

"Bu, gerçek bir rüyadır. Sen bunu Bilal'e anlat. Çünkü o senden daha güzel seslidir."

Vakidî'nin rivayetine göre İbn Abbas, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) Müslüman olan Cüreşlilere bir mektup yazdı. Mektubunda namaz kılmalarını, zekât vermelerini, ganimetlerin beşte birini Rasû­lullah'a vermelerini emrediyordu. Bu mektubu da Rasûlullah adına Abdullah b. Zeyd yazmıştı. Bu zat, hicretin otuzikinci senesinde alt-mışdört yaşında iken vefat etmiştir. Namazını Hz. Osman (r.a.) kıl-dırmıştır.

Rasûlullah'm vahiy katiplerinden biri de Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh el-Kureşi el-Amiri'dir. Bu zat, Osman'ın süt kardeşidir. Bunu Osman'ın annesi emzirmişti. Vahiy katipliği yapmış, sonra İslâm'dan dönüp irtidad etmiş, Mekke'deki müşrikler arasına katılmıştı. Rasû­lullah (s.a.v.), Mekke'yi fethettiği zaman bunun kanını heder etmiş, yakalandığı anda öldürülmesini emretmişti. Fakat o, Osman b. Af-fan'a gelmiş, Osman da Rasûİullah'm yanına gidip ona eman dilemiş,

Rasûlullah da ona eman vermişti. Nitekim bunu, Mekke fethini anla­tırken nakletmiştik. Abdullah b. Sa'd, daha sonra İslâmiyet'ini güzel­ce yaşamıştı.

-   Ebu Davud, Ahnıed b. Muhammed el-Mervezî kanalı ile İbn Ab-bas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

'Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, Peygamber (s.a.v.)'in katipliğini ya­pıyordu. Şeytan onu aldatıp ayağını kaydırdı. İrtidad edip kafirler a-rasma katıldı. Rasûlullah (s.a.v.) onun Öldürülmesini emretti. Osman b. AfFan, onun için Rasûlullah'tan eman diledi. Rasûlullah (s.a.v.) da eman verdi."

Ben derim ki: Hz. Ömer'in hilafeti zamanında hicri yirminci sene­de Amr b. As, Mısır'ı fethederken Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, ordu­nun sağ cenahında idi. Mısır fethedildikten sonra Hz. Ömer, Amr b. As'ı oraya vali tayin etti. Hz. Osman halife olunca Amr b. As'ı o gö­revden azletti. Yerine Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh'i hicri yirmibeşinci senede tayin etti. Afrika ülkelerine gaza yapması için ona emir verdi. O da oralara gazaya gitti, fetihler yaptı, ordunun eline büyük bir ga­nimet geçti. Her süvari askeri için 3.000 mıskal altınlık ganimet payı düştü. Piyadelerden her birine de 1.000 mıskal pay düştü. Onun bu ordusunda üç tane Abdullah vardı: Bunlar; Abdullah b. Zübeyr, Ab­dullah b. Ömer ve Abdullah b. Amr idi.

Abdullah b. Sa'd, daha sonra siyah Afrika'yı bırakıp Nobe diyarı­na gazveye gitti. Onlarla barış antlaşması yaptı ve antlaşma bugüne kadar geçerlidir. Bu antlaşmayı hicri otuzbirinci senede yapmıştı. Sonra da Rum diyarına doğru denizlere vurup Savarı gazvesi yaptı. O çok büyük bir gazve idi.

insanlar, Hz. Osman'a karşı baş kaldırdıkları zaman o, Mısır'dan çıktı, yerine vekil olarak başkasını bıraktı ki, kendisi gidip Hz. Os­man'a yardım etsin, Hz. Osman öldürüldüğü zaman kendisi Askalan'-da kaldı. Başka bir rivayete göre ise Remle'de kalmıştır. Namaz kı­larken ruhunu teslim alması için Allah'a dua edip yalvarmıştı. Bir gün sabah namazım kılmakta iken birinci rekatta Fatiha ile Âdiyat sûrelerini, ikinci rekâtta ise Fatiha ile başka bir sûreyi okudu. Teşeh­hüdü tamamladıktan sonra ilk selamı verdi. İkinci selamı vermek is­tediği zaman vefat etti. Vefatı hicri otuzaltmcı senede olmuştu. Otuz-yedinci senede vefat ettiğini söyleyenler de olmuştur. Hicri ellidoku-zuncu seneye kadar yaşadığı da söylenmiştir. Ama hicri otuzaltmcı senede vefat ettiğine dair rivayet sahihtir.

Ben derim ki: Ne Kütüb-ü Sitte'de, ne de İmam Ahmed b. Han-bel'in Müsned'inde ondan bir rivayet varid olmuş değildir.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın vahiy katiplerinden biri de Abdullah b. Os­man Ebu Bekir es-Sıddık'tır. Bu zatın tercüme-i hali, hilafeti zamanmdan bahsedilirken verilmişti. Bunun sireti, rivayet ettiği hadisleri ve kendisinden rivayet edilen eserleri hakkında bir ciltlik kitap telif ettim.

Bunun katiplik yaptığına dair delil, Musa b. Ukbe tariki ile Sü-raka b. Malik'ten rivayet edilmiştir. Süraka b. Malik, Ebu Bekir ile Rasûlullah'ın hicret yolculuğu esnasında mağaradan çıkmalarından sonra onları takibe başlamış, yakınlarına vardığı zaman atının ayağı kumlara saplanmış, kendisi için bir emanname yazmasını Rasûlul­lah'tan dilemiş, Rasûlullah da ona bir emanname yazması için Ebu Bekir'e emir vermiş, Ebu Bekir de o emannameyi yazıp Süraka'ya vermişti.

İmam Ahmed b. Hanbel'in, Zührî tariki ile yaptığı rivayete, göre bu emannameyi Amir b. Füheyre yazmıştır. Bu emannamenin bir kısmını Ebu Bekir'in yazdığı, sonra kalan kısmını yazması için azad-lısı Amir'e emir verdiği ve kalan kısmında Amir'in yazdığı olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

Rasûlullah (s.a.v.)'m vahiy katiplerinden biri de emirü'l-mü'minin Osman b. Affan'dır. Bu zatın tercüme-i hali, halifeliği döneminden bahsedilirken verilmişti. Rasûlullah'ın yanında katiplik yaptığı bili­nen bir husustur. Vakidî'nin rivayetine göre Nehşel b. Malik el-Vailî, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiği zaman Rasûlullah (s.a.v.), Osman b. AfTan'a emir vermiş, Osman da İslânıî ahkamı içeren bir mektubu yazıp ona vermişti.

Rasûlullah (s.a.v.)'m vahiy katiplerinden biri de emirü'l-mü'minin Ali b. Ebi Talib'tir. Bu zatın tercüme-i hali halifeliğinden bahsedilir­ken verilmişti. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi o, Rasûlullah (s.a.v.)'la Kureyşliler arasında Hudeybiye gününde yapılan barış ant­laşmasını yazmıştır. İnsanların güven içinde olacakları, kimseye kılıç çekilmeyeceği, kimsenin zincire vurulmayacağı ve on yıl süreyle sa­vaş yapılmayacağına dair şartları içeren barış antlaşmasını o yazmış­tı. Rasûlullah'ın yanında, .bundan başka yazıları da yazmıştı.

Ama Hayber Yahu dilerin den bazılarının iddia ettikleri gibi Hz. Ali, onlardan cizyenin kaldırılmasına dair Rasûlullah'ın emri ile bir yazı yazmış değildir. Güya bu yazının sonunda da Hz. Ali, şu ibarele­re yer vermiştir: "Sa'd b. Muaz ile Muaviye b. Ebi Süfyan'ın da arala­rında bulundukları bir sahabe grubu, bu yazının yazıldığına şahit ol­muşlardır." Böyle bir yazının mevcudiyeti mümkün değildir. Bu ya­landır, iftiradır, uydurmadır. Ulema topluluğu, bunun batıl olduğunu beyan etmişlerdir. Mütekaddimin fikıhçılarımn bir kısmı buna aida-narak Hayber Yahudilerinden cizye alınmaması gerektiğine kail ol­muşlardır. Bu, gerçekten zayıf bir rivayettir. Bunun asılsız ve uydur­ma hirşey olduğunu, Yahudilerin de zaten iftiracı kimseler oldukları-

m beyan eden bir ciltlik müstakil bir kitap tarafımdan yazılmıştır. Mezhep imamların bu konudaki sözlerini de bu kitabımda toplayıp bir araya getirdim. Hamd ve minnet Allah'adır.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında katiplik yapanlardan biri de emi-rü'1-nıü'minin Ömer b. Hattab'tır. Onun tercüme-i halini de hilafetin­den bahsederken vermişimdir. Bu hususta müstakil ve bir cilt tutan bir kitap da yazdım. Ayrıca onun Rasûlullah (s.a.v.)'dan rivayet ettiği hadislerle kendisinden rivayet edilen eser ve hükümleri hacimli bir r ciltte derlemişimdir. Allah ondan razı olsun. Abdullah b. Erkam'ın tercüme-i halinden bahsederken Hz. Ömer'in katipliğinden de bah­setmiştim.

Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında katiplik yapanlardan biri de Alâ b. Hadremî idi. Bu zatın babası Hadremî'nin asıl adı Abbad'dır. Adının Abdullah b. Abbad b. Ekber b. Rebia b. Arif b. Malik b. Hazrec b. İyad b. Sadf b. Zeyd b. Mukanna b. Hadramut b. Kahtan olduğu da söyle­nir. Onun nesebi hakkında başka şeyler söyleyenler de olmuştur. O, Beni Ümeyye kabilesinin müttefiki erin d endir. Eban b. Said b. Asım­ın tercüme-i halinden bahsederken bunun katipliğinden söz etmiştik. Bu zatın on kardeşi vardı. Kardeşlerinden biri Amr b. Hadremi'dir. Abdullah b. Cahş'ın seriyyesindeki Müslümanlar tarafından müşrik olarak öldürülmüştür. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi bu, Müs­lümanların ilk seriyyesi idi.

Âlânın kardeşlerinden biri de Amir b. Hadremi'dir ki, melun Ebu Cehil ona emir vermiş, o da Ebu Cehil'in emri üzerine mahrem yerlerini açıp, Müslümanlarla müşriklerin Bedir gününde saf halinde karşı karşıya geldikleri esnada vah Amr, vah Amr, diye feryad etmiş­ti. Bunun üzerine savaş kızışmış ve olanca şiddetiyle başlamıştı. Bu­nu Bedir savaşından bahsederken teferruatlı bir şekilde anlatmıştık. Alâ'nm kardeşlerinden biri de Şüreyh b. Hadremi'dir. Sahabele­rin seçkin şimal arın dandı. Onun hakkında Rasûlullah şöyle demişti:

"Bu öyle bir adamdır ki, Kur'ân'ı başının altına koymaz." Yani Kur'ân'z bırakıp da uyumaz, aksine kalkar, gece ve gündüz onu okur. Alâ b. Hadremî ile on kardeşinin sadece bir tek kız kardeşleri vardı ki, Sabe binti Hadremi'dir. Künyesi Ümmü Talha b. Ubeydul-lah'tır.

Rasûlullah (s.a.v.), Alâ b. Hadremî'yi Bahreyn meliki Münzir b. Sava'ya göndermiş, daha sonra Bahreyn'i fethettiği zaman onu Bah­reyn'e emir tayin etmişti. Rasûlullah'tan sonra Hz. Ebu Bekir de onu bu görevde bırakmış, daha sonra Hz. Ömer de onu bu görevde bırak­mıştı. Bir müddet daha bu görevi sürdürdükten sonra Hz. Ömer, onu bu görevden alıp Basra'ya vali tayin etmişti. Basra'ya giderken yolda vefat etmişti. Vefatı, hicri yirmibirinci senede vuku bulmuştu.

Beyhakî ve diğerleri, ondan birçok kerametler nakletmişlerdir. - Mesela o, ordusuyla birlikte deniz üzerinde gittiği ve sular onların at­larının üzengisine vardığı halde atlarının nalları ıslanmamış ti. As­kerlerinin hepsine, "Ya Halım, ya Azîm" demelerini emretmişti. Or­dusuyla birlikte gitmekte iken askerler su ihtiyacım hissetmişler, o da Allah'a dua etmiş, Allah da onlara yeterince yağmur yağdırmıştı. Vefat edip de defnedilince mezarının izi tamamen kaybolmuştu. Ken­disi de sağlığında yüce Allah'tan böyle bir dilekte bulunmuştu. Bu

husus, inşaallah yakında "Delâlilü'n-Nübüvve" adlı kitapta anlatıla­caktır.

Alâ, Rasûlullah'tan üç hadis rivayet etmiştir:

1- İmam Ahmed b. Hanbel, Süfyan b. Uyeyne tarikiyle Alâ b. Hadremî'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Mekke'ye dışarıdan gelen kişi, haccını (veya umresini) tamamla­dıktan sonra üç gün bekleyebilir."

2- İmam Ahmed b. Hanbel, Hüseyn kanalı ile Alâ b. Hadremî'nin oğlundan rivayet etti ki, onun babası Peygamber (s.a.v.)'e mektup yazmış, mektubunda önce kendi adını yazmıştı."

3- İmam Ahmed b. Hanbel ile İbn Mace, Muhammed b. Zeyd ka­nalı ile Hibban el-A'rec'den rivayet ettiler ki o, birkaç kardeşin mülki­yetinde bulunan Bahreyn'deki bir bahçenin hükmünü mektup yaza­rak Rasûlullah'tan sormuştu. Rasûlullah da ona; Müslüman olan bahçe sahibinden öşür almasını, Müslüman olmayan diğer kardeşle-rindense haraç almasını emi'etmişti.

Rasûlullah'm yanında katiplik yapanlardan biri de Alâ b. Uk-be'dir.

Atik b. Yakub, Amr b. Hazm'dan rivayet etti ki, Alâ, Rasûlullah'-m şu mektubunu yazmıştır:

"Bu arazileri Rasûlullah (s.a.v.), şu kavme ikta olarak vermiştir. Şöyle ki:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla:

Bu, Peygamber Muhammed'in Abbas b. Mirdas es-Sülemî'ye Medmur mıntıkasında verdiği ikta arazisidir. Bu araziden kimsenin    _ birşey eksiltmeye hakkı yoktur. Onun hakkı haktır. Bu mektubu Alâ b. Ukbe yazdı ve buna şahid oldu." Sonra şöyle demiştir: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Bu, Allah Rasûlü Muhammed'in Avsece b. Harmele el-Cühenî'ye, Zu'1-Merve ile Belkese arasında Zübye'den Kibliye dağlarına kadar Caalat mevkiini ikta olarak verdiğine dair yazıdır. Kimsenin bundan birşey eksiltmeye hakkı yoktur. Onun hakkı haktır. Bunu Alâ b. Uk­be yazmıştır." Valddînin senedi eriyle rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Beni Seyf el-Cühenî'ye bir kısım arazileri ikta olarak vermiş ve buna dair yazıyı Alâ b. Ukbe yazıp şahid olmuştur.

"el-Gabe" adlı eserinde İbnu'1-Esir, bu adamdan kısaca bahsede­rek şöyle demiştir:

"Alâ b. Ukbe, Peygamber (s.a.v.)'e katiplik yapmıştır."

Rasûlullah (s.a.v.)'a katiplik yapanlardan biri de Muhammed b. Mesleme b. Hüreyş b. Halid b. Adiyy b. Mecda b. Harise b. Haris b. Hazrec el-Ensârî el-Harisî el-Hazrecî Ebu Abdullah'dır. Künyesinin Ebu Abdurrahman olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi Ebu Sa'd el-Medenî olduğunu da söylemişlerdir. Beni Abdüleşhel kabilesinin müttefiki idi. Mus'ab b. Umeyr b. Hudeyr vasıtalarıyla İslâm'a girmiş olduğuna dair bir rivayet bulunmaktadır. Medine'ye geldiği zaman Rasûlullah (s.a.v.), onunla Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı kardeş kılmıştı. Bu zat, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Rasûlul­lah (s.a.v.), Tebük savaşına giderken onu Medine'ye vekil bırakmıştı.

"el-İstiab" adlı eserinde İbn Abdülberr şöyle demiştir: Muham­med b. Mesleme, çok esmer, uzun boylu, saçı dökük, iri yarı bir kimse idi. Sahabelerin faziletli simalarındandı. Fitneden uzak durmuş, a-ğaçtan bir kılıç edinmişti.

Hicri larküçüncü senede Medine'de vefat etmiştir. Cumhura göre meşhur görüş budur. Cenaze namazını Mervan b. Hakem kıldırmıştı. Bu zat, Peygamber (s.a.v.)'den birçok hadis rivayet etmiştir.

Muhammed b. Sa'd, senediyle birlikte Ali b. Muhammed el-Meda-inî'den rivayet etti ki, Muhammed b. Mesleme, Mürre heyeti için Ra­sûlullah adına mektup yazmıştı.

Rasûlullah'ın yanında katiplik yapanlardan biri de Muaviye b. Ebi Süiyan Sahr b. Harb b. Ümeyye el-Ümevî'dir. Bu zatın, tercüme-i halini emirliği döneminden bahsederken anlatmışızdır. Peygamber (s.a.v.)'in hatiplerinden bahsederken Müslim b. Haccac, bu zattan bahsetmiştir. "Sahih-i Müslim" adlı eserde İkrime b. Anımar'm hadi­sinde Ebu Süfyan'm şöyle dediği rivayet edilir:

"- Ya Rasûlallah! Bana üç şey verir misin?

- Evet.

- Daha önce Müslümanlarla savaştığım gibi beni emir yap ki, ka­firlerle de savaşayım.

- Evet.

- (Oğlum) Muaviye'yi yanında katip olarak bulundur. -Evet"

Hafız İbn Asakir, "Tarih" adlı eserinde Muaviye'nin tercüme-i ha­linden bahsederken şöyle demiştir: Ebu Galip b. Benna, Ebu Muham­med el-Cevherî kanalı ile Cabir'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), Muaviye'yi yanında katip olarak çalıştırma hususunda Cebrail'e damştı. Cebrail de ona şöyle dedi: "Onu katip olarak yanında bulundur. Çünkü o, güvenilir bir kimsedir." Bu, uydurma bir hadistir.

Rasûlullah'ın yanında katiplik yapan zatlardan biri de Muğire b. Şube es-Sakafî'dir. Bu zatın tercüme-i halini, köle olmadıkları halde Rasûlullah'ın yanında hizmetçilik yapan sahabelerden bahsederken anlatmıştık. Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanı başında kılıcını çekmiş vaziyette durarak koruyuculuk yapmakta idi.

İbn Asakir'in rivayetine göre Rasûlullah tarafından Husayn b. Nadle el-Esedî'ye ikta olarak verilen arazilerin fermanını yine Rasû-îullah'm emri üzerine Muğire b. Şube yazmıştır.

Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında bulunup onun emri ile katiplik ya­pan zatlar işte bunlardı. [21]

 

Fasıl

 

İbn Asakir'in anlattığına göre Rasûlullah'ın emin saydığı şahsi­yetlerden biri Ebu Ubeyde Amir b. Abdillah b. Cerrah el-Kureşi el-Fihrî'dir. Bu zat, "aşere-i mübeşşere"den yani Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Rasûlullah'ın emin olarak kabul ettiği zatlardan biri de Abdurrahman b. Avf ez-Zührî'dir.

Buharî, Enes tariki ile rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Ebu U-beyde hakkında şöyle buyurmuştur:

"Her ümmetin emin bir şahsiyeti vardır. Bu ümmetin emin (güve­nilir) şahsiyeti ise Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır."

Bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Necran'dan gelen Abdülkays kabilesinin heyetine şöyle demiştir:

"Sizinle birlikte tam güvenilir (emin) bir kişiyi göndereceğim." Böyle dedikten sonra onlarla birlikte Ebu Ubeyde'yi göndermişti.

İbn Asakir'in anlattığına göre Rasûlullah'ın emin saydığı güveni­lir şahsiyetlerden biri de Muaviye b. Ebi Fatıma ed-Devsîüir. Bu zat, Beni Abdu ş-Şems'in kölesi idi. Rasûlullah'ın mührünü mektuba vur­makla görevli idi. Mührü muhafaza ederdi. Anlatıldığına göre bu zat, Rasûlullah'ın hizmetinde bulunurmuş. Başkalarının anlattığına göre islâm'ın ilk döneminde Müslüman olmuş, sahabelerle birlikte Habe­şistan'a hicret etmiş, sonra da Medine'ye hicret etmiştir. Bedir ve müteakip gazvelere katılmıştır. Mühürdarlık yaparmış. Hz. Ebu Be­kir ile Hz. Ömer onu, beytü'l-malın idaresi ile görevlendirmişlerdi. Cüzzam hastalığına yakalandığı zaman Hz. Ömer b, Hattab emir ver­miş, onu Hanzel (Ebu Cehil karpuzu) ile tedavi etmişler ve hastalığı ilerlemeden yerinde durdurulmuştu. Hz. Osman'ın halifeliği zama­nında hicri kırkıncı senede vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahnıed b. Hanbel, Yahya b. Ebi Bükeyr kanalı ile Muay-

kib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), secdeye giderken alnının değeceği yerdeki toprağı eliyle düzelten bir adama şöyle dedi: Eğer bunu mutlaka yap­man gerekiyorsa bari bir kez yap."

İmam AhmecL b. Hanbel, Halef b. Velid tariki ile Muaykib'ten ri­vayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Abdest alırken kuru bırakılan topukların Cehennem'deki vay haline!"

Ebu Davud ile Neseî, Hz. Peyganıber'in mühürdarı Muaykib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m mührü demirden olup gümüş kaplamalı idi. Çoğu kez elimde bulunurdu."

Ben derim ki: Sahih kavle göre Rasûlullah (s.a.v.)'ın mührü gü­müştendi. Yazı yeri de gümüştendi. Nitekim bu husus, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde anlatılmıştır. Önceleri Rasûlullah, altından bir mühür edinmişti. Sonra onu atıp: "Vallahi ben bunu parmağıma takmam." demişti. Ondan sonra gümüş bir mühür edinmişti. Üzerin­de şu yazı vardı: "Muhammed" kelimesi bir satır, "Rasûl" kelimesi bir satır, "Allah" kelimesi de bir satır idi. Toplam üç satırlık yazı vardı. Rasûlullah'm vefatından sonra bu mühür, Hz. Ebu Bekir'in elinde idi. Ondan sonra Hz. Ömer'in, ondan sonra da Hz. Osman'a intikal etti. Hz. Osman'ın elinde altı yıl kaldı. Sonra Eriş kuyusuna düştü. Onu kuyudan çıkarmaya çalıştıysa da çıkaramadı. Merhum Ebu Davud, Rasûlullah'm mühür hakkındaki hadislerine dair müstakil bir kitap yazmıştır. Yakında inşallah bu kitaptan ihtiyaç duyduğumuz kadarı­nı nakledeceğiz. Yardımına başvurulacak olan zat, yüce Allah'tır.

Muaykib'in bu mührü elinde tutması, parmağına geçirmesi, onun cüzzam hastalığına yakalandığına dair varid olan nakillerin zayıf ol­duğunu göstermektedir. Nitekim İbn Abdilberr ile diğerleri de bu ko­nuda rivayetler nakletmişlerdir. Ama onun cüzzam hastalığına yaka­landığına dair rivayet meşhurdur. Belki de o, Peygamber (s.a.v.)'den sonra cüzzam hastalığına yakalanmıştır. Veya. bu hastalık onda mev-cud idi de başkasına sirayet etmedi. Veya tevekkülü kuvvetli olduğu için bu, Peygamber (s.a.v.)'e mahsus bir hal idi. Nitekim Peygamber (s.a.v.), bu cüzzamlı zata, elini çanağa koyarken şöyle demişti: "Al­lah'a güvenip tevekkül ederek yemeğini ye."

Bunu, Ebu Davud rivayet etmiştir.

Sahih-i Müslim'de rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Aslandan kaçar gibi cüzzamlıdan kaç." Doğrusunu Allah bilir.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın kumandanlarının isimlerini seriyyelerden bahsederken birer birer naklettik. Hamd ve minnet Allah'adır.

Sahabelerin toplam sayısı hususunda insanlar ihtilaflı sayılar vermişlerdir. Ebu Zür'â'dan nakledildiğine göre o demiş ki: "Sahabe­ler, toplam olarak 120.000 kişidirler."

Merhum Şafiî'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

" Rasûlullah (s.a.v.) vefat etti. Onu dinleyip gören Müslümanların sayısı 60.000 kadardır."

Hakim Ebu Abdillah dedi ki: Hadisler, 5.000'e yakın sahabe tara­fından rivayet olunmuştur.

Ben derim ki: Hadislere ittilam çokluğu, rivayet ettiği hadislerin fazlalığı, bu amaçla yaptığı seyahatlerin çokluğu ve imametine rağ­men İmam Ahmed b. Hanbel, 987 sahabeden hadis rivayet etmiştir. Kütüb-ü Sitte'de ise buna ek olarak 300 sahabeden daha rivayette bulunulmuştur. Allah'ın rahmeti kendilerine olsun.

Hadis hafızlarından bir grup şahsiyet, bu sahabelerin adlarını vermiş, yaşantılarını ve vefatlarını bildirmişlerdir. Bu hadis hafızla­rının en kıymetlilerinden biri Ebu Ömer b. Abdilberr et-Temrî'dir. "el-İstiab" adlı kitapta bunlardan söz etmiştir. Ebu Abdillah Muham­med b. İshak b. Mende ile Ebu Musa el-Medinî de bu hadis hafızlarm-dandır. Daha sonra kendilerinden hadis rivayet edilen sahabelerin adlarını Hafız İzzeddin Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed b. Abdülkerim el-Cezerî, manzum olarak beyan etmiştir. Bu zat, İbnu's-Sahabe diye bilinir. Kendilerinden hadis rivayet edilen sahabelerle ilgili olarak, "el-Gabe" adlı kitabını tasnif etmiş ve bu eserini güzel ve faideli ola­rak meydana getirmiştir. Derli-toplu bilgiler vermiş, amacına ve eme­line ulaşmıştır. Allah ona ve sahabelere rahmet etsin, mükafatlandır­sın. Amin ya Rabbe'l-âlemîn. [22]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Sağlığında Kullandığı Elbise, Silah, Binek Ve Diğer Eşyaları

 

Peygamber (s.a.v.)'in kullandığı mühür hangi maddeden yapıl­mıştı?

"Sünen" adlı kitabında Ebu Davud, Enes b. Malik'in bu hususta şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Arap olmayan (Acem) bazı hükümdarlara mektup yazmak istedi. Kendisine:

- Onlar mühürsüz mektup okumazlar, denildi. Bunun üzerine o da gümüş bir mühür edindi. Üzerine "Muhamnıed Rasûlullah" yaz­dırdı.»

Ebu Davud, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bu mühür, vefatına kadar Rasûlullah'in elinde idi. Rasûlullah vefat ettikten sonra Hz. Ebu Bekir, onu eline taktı. O da vefat edince­ye kadar elinde tuttu. Onun vefatından sonra Hz. Ömer, o mührü parmağına geçirdi, vefatına kadar parmağında kaldı. Ondan sonra Hz. Osman, o mührü parmağına geçirdi. Parmağında iken bir kuyu­nun yanına gitmişti. Mühür? aniden parmağından kuyunun içine düştü. Hz. Osman, mührü çıkartmak amacıyla kuyudaki suların çe­kilmesini emretti. Suların tamamı çekildiği halde mührü çıkaramadı­lar.»

Ebu Davud, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'m mührü gümüştendi. Kaşı da Habeşi idi.»

Ebu Davud, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in mührü gümüştendi. Yüzük şeklindeki bu mührün kaşı da gümüştendi.»

Buharî, Ebu Mamer kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), bir mühür yaptırdı ve şöyle buyurdu: "Biz mühür edindik. Üzerine bir yazı yazdırdık. Başkası yazdırmasın."

Ben o mühürün parlaklığım serçe parmağında iken görüyordum.»

Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir;

«Rasûlullah (s.a.v.), altından yüzük şeklinde bir mühür edindi. Kaşını avuç içine taraf çevirdi, üzerine de "Muhammed Rasûlullah" yazdırdı. Bunun üzerine diğerleri de altın yüzük edindiler. Rasûlullah, onların altın yüzük takındıklarını görünce elindeki yüzüğü attı ve: "Artık bunu hiç takmayacağım." dedi. Sonra da üzerinde "Mu­hammed Rasûlullah" yazılı gümüş bir mühür edindi. Onun vefatın­dan sonra bu mührü Ebu Bekir parmağına taktı. Ebu Bekir'in vefa­tından sonra Ömer, onu parmağına taktı. Ömer'in vefatından sonra Osman onu parmağına taktı. Nihayet bir zaman sonra o mühür, Eriş kuyusuna düştü.»

Ebu Davud, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), o mührünün üzerine "Muhammed Rasûlul­lah" yazdırdı ve şöyle buyurdu: Vallahi hiç kimse benim şu mühürü-mün üzerine başka yazı yazdıramaz.»

Ebu Davud, ibn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Osman, o mührü kuyuya düşürdükten sonra yüzük şeklinde yeni bir mühür edindi. Üzerine "Muhammed Rasûlullah" yazdırdı. Mektuplara, fermanlara o mühürle damga vurur veya vurdururdu.» [23]

 

Yüzükten Vazgeçmeye Dair Rivayetler

 

Muhammed b. Süleyman Lüveyn, İbrahim b. Sa'd kanalı ile Enes b. Malik'ten şöyle bir rivayette bulunmuştur:   -

"Enes, Rasûlullah (s.a.v.)'m parmağında gümüş bir yüzük gördüı Bunun üzerine diğer insanlar da gümüş yüzükler yaptırıp parmakla­rına taktılar. Fakat Peygamber (s.a.v.), parmağmdaki yüzüğü atınca, insanlar da attılar."

Doğru olan görüşe göre Rasûlullah (s.a.v.)'ın bir gün taktıktan sonra attığı yüzüğü altından yapılmıştı. Gümüşten yapılmış değildi. Zira Buharî ve Müslim'in sahihlerinde İbn Ömer'in şöyle dediği riva­yet edilmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), altından bir yüzük takmakta idi. Onu daha sonra attı ve: "Ben bunu artık hiç takmayacağım." dedi. Bunun üzeri­ne diğer insanlar da parmaklarındaki altın yüzükleri attılar.»

Rasûlullah (s.a.v.), gümüş yüzüğü elinde çok taşırdı. Hatta vefat edinceye kadar elinde idi. Kaşı da gümüştendi. Yani gümüşten ayrı bir kaşı yoktu. Yüzüğünde şahıs resmi bulunduğunu rivayet edenle­rin sözleri ise, gerçekten uzak ve yanlıştır. Aksine onun yüzüğü ka-şıyla birlikte tamamen gümüşten mamuldü. Yazısı da, "Muhammed Rasûlullah" idi. Bu yazı üç satırdan ibaretti. "Muhammed" bir satır, "Rasûl" bir satır ve "Allah" kelimesi de bir satırdı.

Allah bilir ya kağıda basarken yazısı doğru çıksın diye mühür üzerindeki yazı ters yazılmıştı. Nitekim âdet de böyledir. Yüzük üze­rine yazının doğru yazıldığı ve o şekilde kağıda vurulduğuna dair za­yıf bir rivayet vardır. Bu rivayetin şahinliğinde ihtilaf vardır. Ben bu rivayetin sahih veya zayıf olduğuna dair bir sened bilmemekteyim.

Rasûlullah (s.a.v.)'m gümüş yüzüğü bulunduğuna dair nakletmiş olduğumuz bu hadisler, Ebu Davud ile Neseî'nin, Ebu Attab Sehl b. Hammad ed-Dellal tariki ile rivayet ettikleri ve Rasûlullah'm yüzü­ğünün demirden olup gümüş kaplamalı olduğunu ifade eden hadisleri reddetmektedir.

İmam Ahmed, Ebu Davud, Tirmizî ve Neseî'nin Büreyde'den riva­yet ettikleri şu hadis de bunun zayıflığını daha da artırmaktadır. Bü­reyde'den rivayet edilen hadiste şöyle denmektedir: «Adamın birisi, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. Parmağında sarı tunçtan bir yü­zük vardı. Rasûlullah ona:

- Bana ne oluyor? Senden gelen bazı put kokularını hissediyorum, demiş, adam da bunun üzerine parmağındaki yüzüğü çıkarıp atmıştı. Bu adam bilahare tekrar gelince elinde demir bir yüzük vardı. Rasû­lullah ona:

-  Bana ne olmuş ki, sende Cehennemliklerin süsünü görmekte­yim, demiş, adam yine parmağındaki yüzüğü çıkarıp atmış, sonra şöyle demişti:

- Ya Rasûlallah, hangi maddeden yapılmış yüzüğü takayım?

-  Gümüşten yapılmış yüzüğü parmağına tak ve ağırlığı da bir miskali bulmasın.»

Rasûlullah (s.a.v.), yüzüğü sağ eline takardı. Nitekim Ebu Da­vud, Tirmizî ve Neseî, Hz. Ali'nin böyle dediğini rivayet etmişlerdir. Ebu Seleme b. Abdurrahman da Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzüğü sağ eli­ne taktığını söylemiştir.

Ebu Davud'un başka bir rivayetine göre İbn Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yüzüğü sağ eline taktığını söylemiştir.

Ebu Davud'un başka bir rivayetine göre İbn Ömer şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), yüzüğü sol eline takardı. Kaşını da avuç içine ta­raf çevirirdi." Ebu Davud'un Nafi'den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) yüzüğü sağ eline takarmış.

Hennad'm, Abde vasıtasıyla Nafi'den rivayet ettiğine göre İbn Ömer, yüzüğü sol eline takarmış.

Ebu Davud, Abdullah b. Said kanalı ile Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Salt b. Abdullah b. Nevfel b. Abdülmuttalib'in sağ elinin serçe parmağında bir yüzük gördüm. "Bu nedir?" diye sordum. Bana şöyle cevap verdi:

-  İbn Abbas'm da yüzüğünü sağ elinin serçe parmağına taktığını ve kaşını da açıkta tuttuğunu gördüm.

Salt b. Abdullah dedi ki:

- Öyle sanıyorum ki İbn Abbas, Rasûlullah (s.a.v.)'m da yüzüğünü bu şekilde taktığını hatırladığı için böyle yapmıştır.»

Buharı, Enes, Cabir ve Abdullah b. Cafer'den rivayet etti ki; Ra­sûlullah (s.a.v.), yüzüğünü sağ eline takardı.

Buharî, Muhammed b. Abdullah el-Ensârî kanalı ile Enes b. Ma-lik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ebu Bekir halifeliğe seçilince onun için de bir mühür kazıldı. Mührün üzerinde üç satır yazı vardı. Birinci satırda "Muhammed", i-kinci satırda "Rasûl", üçüncü satırda ise "Allah" kelimeleri yazılı idi.»

Ebu Abdillah, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in mühür şeklindeki yüzüğü parmağında idi. Vefatından sonra Ebu Bekir parmağına taktı. Ebu Bekir'in vefatın­dan sonra da Ömer, onu parmağına taktı. Hz. Osman, halife olunca o da bu mühür şeklindeki yüzüğü parmağına taktı. Bir ara Eriş kuyu­sunun yanı başında oturmakta iken yüzüğü parmağından çıkarıp onunla oynamaya başladı. Fakat yüzük aniden kuyunun içine düştü. Üç gün uğraştık. Kuyunun bütün suları çekildi ama Osman, yüzüğü kuyunun içinde bulamadı.»

Tirmizî'nin "eş-Şemaü" adlı eserde İbn Ömer'den rivayet ettiği hadise gelince, bu hadiste anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.), gü­müş bir mühür edinmiş, ancak bu mühürle evrakları mühürler, ama parmağına takmazmış. Bu, gerçekten çok garip bir hadistir.

İbn Cüreyc'in, "Sünen"de yer alan hadisinde Enes'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), helaya girdiğinde yüzüğünü parmağından çıkarırdı." [24]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Kılıcı

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Şureyh kanalı ile İbn Abbas'm şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), kılıcı Zülfîkar'ı, Bedir gününde ganimet ola­rak ele geçirdi. Uhud savaşında bu kılıcıyla ilgili bir rüya görmüştü. Bu rüyasında kılıcı Zülfîkar'ın ağzında bir gedik görmüştü ve bunu sahabelerde bir bozgun ve safları arasında bir gedik açılacağı şeklin­de yorumlamıştı. Sonra rüyasında bir koçu takip ettiğini görmüş ve bunu da müşrik ordusunu takip edeceği şeklinde yorumlamıştı. Yine rüyasında sağlam bir zırh içinde bulunduğunu görmüş ve bunu Medi­ne şehri şeklinde yorumlamıştı. Rüyasında boğazlanmakta olan bir sığır görmüş ve bunu şu şekilde yorumlamıştı: "Sığır.... Vallahi bu ha­yırdır. Sığır... Vallahi bu hayırdır."

Rasûlullah (s.a.v.)'m bu rüyası, tevil ettiği şekilde gerçekleşti.»

Sünen sahiplerinin anlattıklarına göre bir sesin şöyle dediği du­yulmuştu:

"Zülfikar'dan başka kılıç yoktur, Ali'den başka delikanlı ve baha­dır yoktur."

Tirmizî, Mezide b. Cabir el-Abdî el-Asrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s;a.v.), Mekke'ye girdi. Kılıcının üzerinde altın ve gümüş işlemeler vardı."

Bu, garip ve tuhaf bir hadistir.

"eş-Şemail" adlı eserinde Tirmizî, Muhammed b. Beşşar kanalı ile Said b. Ebu'l-Hasan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m kılıcının kabzası gümüştendi."

Osman b. Sa'd, İbn Şirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kılıcımı, Semüre'nin kılıcına benzer şekilde yaptım. Semüre de, kılıcım Rasûlullah'm kılıcına benzer şekilde yapmış olduğunu iddia etti. Onun kılıcı Hanefi denen cinstendi."

Rasûlullah'm kılıçlarından biri, Hz. Ali'nin çocuklarına intikal et­mişti. Hüseyin b. Ali, Kerbela'da Taf denen yerin yanında Öldürüldü­ğü zaman bu kılıç onun beraberinde idi. Bunu, Ali b. Hüseyin b. Zeynel Abidin aldı. Yezid b. Muaviye'nin yanma girdiği zaman yanın­da Şam'a getirdi. Sonra Medine'ye götürdü.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Misver b. Mahreme'den rivayet olunduğuna göre Yezid b. Muaviye, onu yolda karşılamış ve ona:

- Bana bir emrin var mı? Bir ihtiyacın varsa söyle, demişti. O da:

- Hayır, deyince Yezid:

- Rasûlullah (s.a.v.)'m kılıcını bana verir misin? Çünkü ben mille­tin onu senden zorla almalarından korkuyorum. Allah'a yemin ede­rim ki, onu bana verecek olursan benim vücudumu çiğneyip öldürme-dikçe hiç kimse onu benden alamaz, dedi.

Peygamber (s.a.v.)'in bundan başka silahları bulunduğu da anla­tılmıştır. Saib b, Yezid ile Abdullah b. Zübeyr gibi şahısların anlattık­larına göre Rasûlullah (s.a.v.)'ın zırhları vardı. Hatta bunların riva­yetine göre Rasûlullah (s.a.vO, Uhud savaşında üst üste iki zırh giy­mişti.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde Enes'ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), fetih gününde başında miğfer olduğu halde Mekke'ye girmişti. Miğferini başından çıkardığında kendisine:

- Ya Rasûlallah, işte İbn Hatal, Ka'be'nin astarına (örtüsüne) tu­tunmuş, dediler. O da:

- Öyleyse onu öldürün, dedi.

Müslim'in sahihinde Cabir'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), fetih gününde Mekke'ye girerken başında si­yah bir sarık vardı."

Vekî, Cafer b. Amr b. Hureys'ten rivayet etti ki, babası Anır b.Hureys şöyle demiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), başında rengi siyaha çalan bir sarık olduğu halde insanlara hutbe irad etti."

Tirmizî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), başına sarık sardığı zaman bir ucunu omuz­ları arasına sarkıtırdı."

"Müsned" adlı eserinde Hafız Ebu Bekir el-Bezzar, Enes b. Ma-lik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m küçük bir değneği yanında idi. O vefat e-dince değneğini de gömleği arasına böğrünün yanma koyarak onunla birlikte defnettim." [25]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Giydiği Ayakkabıları

 

Sahih hadiste İbn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), sığır derisinden yapılmış ayakkabılar giyerdi. Ayakkabılarının derisinde tüy yoktu."

"Sahih" adlı eserinde Buharî, İsa b. Tahman'ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Enes b. Malik, bize iki tasması bulunan bir çift ayakkabı çıkarıp gösterdi ve:

- Ey Sabit, bu Peygamber (s.a.v.)'in ayakkabısıdır, dedi."

Buharî, İsa b. Tahman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Enes, bize tüysüz ve her birinin iki tasması bulunan bir çift ayakkabı çıkarıp gösterdi. Daha sonra Sabit el-Bennanî bana o iki ayakkabının Rasûlullah'a ait olduğunu Enes'in kendisine söylediğini nakletti."

"eş-Şemaü" adlı eserinde Tirmizî, Ahmed b. Menis kanalı ile İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'ın ayakkabısının tasmasında parmakların geçtiği iki kayış vardı. Tasmaları da iki katlıydı."

Yine Tirmizî, İshak b. Mansur kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m ayakkabısında parmakların geçtiği iki kayı­şı vardı. Ebu Bekir ve Ömer'in de böyleydi. İlk olarak bir kayışla bir düğüm vuran Hz. Osman'dır."

Ben derim ki: Hicri 600'üncü senenin başlarında veya sonraki za­manlarda İbn Ebi Hadred adıyla meşhur bir tüccarın yanında tek tasmalı bir çift ayakkabı vardı. Bu tüccar, bu ayakkabının Peygam­ber (s.a.v.)'e ait olduğunu söyledi. Melik Eşref Musa b. Melik el-Adil Ebu Bekir b. Eyyüb, çok mal vererek bu ayakkabıyı o tüccardan satm almak istedi. Ama tüccar ayakkabıları ona satmaya yanaşmadı. Bir süre sonra tüccar vefat edince bu ayakkabılar adı geçen Melik Eş­refin eline geçti. Ayakkabıları aldı ve çok saygı gösterdi. Sonra kale bitişiğinde Darü'l-Hadis el-Eşrefîye'yi inşa edince bu ayakkabıları o sarayın hazinesine yerleştirdi. Başına bir hizmetçi dikti ve o hizmet­çiye ayhk kırk dirhem maaş bağladı ve şu ana kadar o ayakkabı mez­kur binada mevcuttur.

"eş-Şemail" adlı eserinde Tirmizî, Muhamnıed b. Rafi ve diğerleri kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m, içinde kokusunu muhafaza ettiği ve koku süründüğü bir küpü vardı." [26]

 

Hz. Peygamberin Bardağı

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Adem kanalı ile Asım'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes'in yanında Peygamber (s.a.v.)'in bardağını gördüm. Barda­ğın üzerinde gümüş bir çember vardı.»

Hafız el-Beyhakî, Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah kanalı ile Asım el-Ahvel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes b. Malik'in yanında Peygamber (s.a.v.)'in bardağını gör­düm. Bardak çatlamıştı. Onu gümüş telle bağlamıştı. Güzel ve geniş bir bardaktı. Tahtadan yapılmıştı.

Enes dedi ki: Ben bu bardakla Rasulllah'a çok defalar su içirdim.

İbn Şirin dedi ki: O bardakta demir bir halka vardı. Enes, o demir halkayı çıkarıp yerine altın veya gümüşten bir halka takmak istedi. Ebu Talha ona şöyle dedi:

- Rasûlullah (s.a.v.)'m yaptığı birşeyi değiştirme.

Bunun üzerine Enes, halkayı değiştirmekten vazgeçti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Revh b. Ubade kanalı ile Haccac b. Has-san'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes'in yanında idik. Bir bardağın getirilmesini emretti. Bardak getirildi. Bardakta demirden üç çember vardı. Bir de demir halka vardı. Bardağı siyah bir kılıftan çıkardı. Orta boyda bir bardaktı. Enes b. Malik, adamlarına bardağa su koymalarını emretti. Su koyup getirdiler. Biz de o bardakla su içtik. İçindeki su artığını da başımıza ve yüzümüze döktük. Hz. Peygamber'e salat-ü selam okuduk.» [27]

 

Peygamber (S.A.V.)İn Sürmeliği

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in bir sürmeliği vardı. Uyuyacağı zaman gözlerine o sürmelikteki rnil ile üçer defa sürme çekerdi.»

Ben derim ki: Duyduğuma göre Mısır'da Peygamber (s.a.v.)'e ait eşyaların bulunduğu bir müze varmış. Bu eşyaların orada toplanması için son devir vezirlerinden bazıları alaka ve itina göstermişlerdir. Bu eşyalardan biri sürmelik, biri de tarak idi. Peygamber (s.a.v.)'in baş­ka eşyaları da orada vardır. Doğrusunu Allah bilir. [28]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Hırkası

 

Hafız el-Beyhakî dedi ki: Halifelerin yanındaki hırkaya gelince, Muhammed b. İshak b. Yesar'dan yaptığımız rivayete göre Rasûlul­lah (s.a.v.), bu hırkayı Eyle halkına vermiştir. Hırkasıyla birlikte on­lara bir emanname de yazıp vermiştir. Abbasilerin ilk halifesi Seffah, bu hırkayı 300 dinara satın almıştır. Ondan sonra bu hırka, Abbasi halifelerine sıra ile geçmiştir. Halife, bu hırkayı bayram gününde gi­yerdi. Peygamber (s.a.v.)'in değneğini de eline alırdı. Bu kıyafetle hal­kın karşısına çıkar, ağırbaşlılık ve sükunetle görünürdü. Bu hali, in­sanların yüreklerini paralar, gözlerini hayretten kamaştırırdı. Halk da cuma ve bayram günlerinde siyahlar giyinirdi. Bunu da, bedeviler ile kentlilerin ovalarda ve dağlarda yaşayan kimselerin efendisi Ra­sûlullah in siretine (yoluna, uygulamasına ve yaşayışına) uyarak ya­parlardı.

Buhari ve Müslim, Enes'ten rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v), Mekke'ye girerken başında bir miğfer vardı. Başka bir rivayette anla­tıldığına göre başında siyah bir sarık vardı. Bir rivayette daha anla­tıldığına göre bu sarığın bir ucunu, omuzları arasına sarkıtmıştı. Al­lah'ın salat ve selamı onun üzerine olsun.

Buhari, Müsedded kanalı ile Ebu Bürde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Aişe, bize bir elbise ve kalın bir izar çıkarıp göstererek: "Ra­sûlullah (s.a.v.), bunları giyinik iken ruhunu teslim etti." dedi.»

Buharı, Aişe ile Abbas'm şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a vahiy nazil olduğu zaman elbisesini yüzüne Örterdi. Sıkıntılı olduğu zaman yüzünü açar ve bu halde iken şöyle derdi: "Allah'ın laneti Yahudilerle Hristiy ani arın üzerine olsun. On­lar, peygamberlerinin mezarlarını mescid edindiler." Bunu, onların yaptıklarım Müslümanların yapmamaları için söylerdi.»

Ben derim ki: Rasûlullah'm bu üç elbisesinin daha sonra ne oldu­ğu bilinmemektedir.

Daha önce de anlatıldığı gibi Rasûlullah'm.mübarek mezarının içine daha önce sağlığında iken namaz kılmakta olduğu kırmızı ka­difeden seccadesi serilmişti. Sağlığında giydiği elbiseleri birer birer anlatacak olursak bu fasıl uzayacaktır. Bunu "el-Ahkâmu 1 -Kebir" ad­lı kitabımızın Rasûlullah'ın elbiseleri bölümünde inşaallah anlataca­ğız. Güvencemiz ve dayanağımız Allah'tır. [29]

 

Peygamber (S.A.V.)'În Atları Ve Binekleri

 

İbn İshak, Yezid b. Habib kanalı ile Hz. Ali'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)'in Mürteciz adında bir atı, Ufeyr adında bir eşeği ve Düldül adında bir katırı vardı. Kılıcının adı Zülfikar, zırhı­nın adı da Zülfüdul idi."

Beyhakî dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'in Saidiler yanındaki atları­nın adı Lizaz ve Lahif idi. Bunların adlarının Lahif ve Zarib olduğu da söylenmiştir. Ebu Talha'ya ait olup bindiği atının adı Mendup idi. Dişi devesinin adı Kasva, Adba ve Ced'a idi. Katırının adı Şehba ve Beyda idi."

Beyhakî dedi ki: Rasûlullah'ın vefatı esnasında bu bineklerinin mevcut olduğuna dair rivayetlerde bir açıklık yoktur. Yalnız Beyda adlı katın, onun vefatı esnasında mevcut idi. O zaman silahı ve sada­ka olarak tahsis ettiği arazisi de vardı. Onun elbiseleri, katırı ve mührü ile ilgili olarak bu babda bazı rivayetlerde de bulunduk.

Ebu Davud et-Teyalisî, Zem'a b. Salih kanalı ile Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), vefat ettiğinde onun dokumacıda yün bir cüb-besi vardı."

Hafız Ebu Ya'lâ, "Müsned" adlı eserinde Mücahid kanalı ile Enes (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), vefat ettiğinde onun dokunmakta olan yün bir elbisesi vardı."

Ebu Said b. el-Arabî, Sa'dan b. Naşir kanalı ile Fatıma binti Hü­seyin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v), vefat ettiği zaman onun deri torba içinde do­kunmakta olan iki hırkası vardı,"

Ebu'l-Kasım et-Taberanî, Hasan b. İshak kanalı ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'ın gümüş kabzalı bir kılıcı vardı. Bu, Zülfikar idi. Sedad adlı bir yayı da vardı. Bu yayın Cem adında bir okluğu var­dı. Tunç işlemeli ve süslü bir zırhı vardı ki, buna Zatü'l-Füdul deni­yordu. Sağa adlı bir mızrağı vardı. Zakn adlı bir kalkanı vardı. Ayrıca Mucez adlı bir beyaz kalkanı vardı. Doru bir atı vardı ki; bunun adı Sekba idi. Daç adlı bir eğeri vardı. Düldül adlı doru bir katırı vardı. Kasva adlı dişi bir devesi vardı. Yafur adlı bir eşeği vardı. Ker denen bir kilimi vardı. Nemr adlı siyah-beyaz çizgili bir elbisesi vardı. Sadır adlı bir kovası vardı. Mirad adlı bir aynası vardı. Caht adlı bir maka­sı vardı. Memşuk adlı bir değneği vardı."

Ben derim İd: Önceki sahifelerde birçok sahabeden rivayet olun­duğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), vefat ederken geride ne bir dinar, ne bir dirhem, ne bir köle, ne bir cariye bıraktı. Sadece bir katır ve sada­ka olarak tahsis ettiği bir arazisi vardı. Bu da gösteriyor ki Peygam­ber (s.a.v.), adlarını saydığımız köleleriyle cariyelerinin tamamını a-zad etmiştir. Zikrettiğimiz silahlarının, hayvanlarının, ev eşyaları ile emtianın tamamını sadaka olarak tahsis etmiştir.

Şehba ve Beyza adlarıyla bilinen katırına gelince bunu ona İsken­deriye valisi Mukavkis hediye etmişti. Mukavkis'in asıl adı Cüreyc b. Mina'dır. Hüneyn gazvesinde düşmanın karşısında iken Rasûlullah bu katırına binmişti. Aziz ve Celil olan Allah'a tevekkül edip bahadır­lık ve şecaat gösterecek kendi mübarek adını düşmana haykırıyordu. Anlatıldığına göre Rasûlullah'ın bu katırı, vefatından sonra da halife­liği döneminde Hz. Ali b. Ebi Talib'in yanında kalmış. Hatta Hz. Ali'­den sonra Abdullah b. Cafer'in eline geçmiştir. Abdullah, katırın za­yıflaması ve ihtiyarlaması yüzünden rahatça yiyebilsin diye arpayı ö-ğütüp ona yedirirmiş.

Rasûlullah'ın eşeğinin adı ise Yafur idi. Fakat bu isim küçültüle­rek Ufeyr denilirdi. Rasûlullah (s.a.v.), bazı zamanlarda bu eşeğe bi­nerdi.

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), hasta olan Sa'd b. Ubade'nin ziyaretine gitmekte iken bir merkebe binmiş, Abdullah b. Übey b. Selül ile bazı Müslümanların, putperest müşriklerin ve Yahudilerin topluca oturdukları bir mecli­sin önünden geçmiş. Geçerken merkebin üzerinde onları Aziz ve Celil olan Allah'a imana davet etmişti. O zaman münafık Abdullah, İslâ­miyet'ini izhar etmemişti. Rasûlullah'a şöyle dedi:

- Ey adam, senin bu söylediklerin eğer gerçek şeyler ise güzel şey­lerdir. Fakat her yerde bizi rahatsız etmeye hakkın yok. Kendi evinde otur da yanına gelenlere oku, dedi.

Ve Rasûlullah'ın bineğinin ayaklarından kalkan toz üzerlerini kaplayınca burnunu kapatıp:

- Eşeğinin pis kokusu ile bizi rahatsız etme, dedi. Abdullah b. Re-vaha da ona şu cevabı verdi;

- Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m eşeğinin kokusu, senin kokundan daha hoştur.

Böyle dedikten sonra dönüp Rasûlullah'a da şöyle dedi:

-  Hayır ya Rasûlallah, sen bizim meclislerimize gel, biz bundan rahatsız olmayız. Aksine hoşlanırız.

Bu sözler üzerine iki taraf birbirlerine hücuma geçtiler. Birbirle­rini öldürmeye kastettiler. Rasûlullah onları teskin etti. Sonra Sa'db. Ubade'nin yanma gitti.-Abdullah b. Übeyy'in sözlerini ve davranışla­rım ona anlatıp şikâyetçi oldu. Sa'db. Ubade de şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, ona acı, ona yumuşak davran. Sana hak ile ik­ramda bulunan Allah'a yemin ederim ki, Allah, seni gerçek peygam­ber olarak göndermiştir. Sen gelmeden biz onun için taç hazırlıyor­duk. Onu başımıza kral yapacaktık. Allah, hakkı getirince onun umu­du kırıldı. Hak aydınlığı etrafı kapladı.

Kadı İyaz ile İmamul-Haremeyn'in anlattıklarına göre Rasûlul­lah (s.a.v.)'m Ziyad b. Şihab adında bir merkebi varmış, Rasûlullah (s.a.v.) bazı sahabelerini yanma çağırtmak için o merkebi gönderir, o da çağırılan sahabenin kapışma giderek kapısını çalarmış. Sahabe de, Rasûlullah'm kendisim çağırttığını anlarmış. Yine anlatıldığına göre Ziyad b. Şihab adındaki o merkeb, her birine bir peygamberin bindiği yetmiş merkebin sülalesinden imiş ve Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince bu merkeb gidip bir kuyuya düşüp ölmüş.

Bu, senedi hiç bilinmeyen bir hadistir. Birçok hadis hafızı bunu münker saymışlardır. Nitekim Hafız Abdurrahman b. Ebi Hatim ile babası Ebi Hatim bunu münker sayanlardandır, Allah ikisine de rah­met etsin. Şeyhimiz Hafız Ebu'l-Haccac el-Mizzî merhum da bunu birçok defalar şiddetle reddetmiştir.

"Delâilü'n-Nübüvve" adlı kitapta Hafız Ebu Nuaym, Muaz b. Ce-bel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.), Hayber'de iken yanma siyah bir eşek gelip karşısında durdu. Peygamber (s.a.v.), ona şöyle sordu:

- Sen kimsin?

- Ben falan oğlu Amr'ım. Biz yedi kardeştik. Yedi kardeşe de pey­gamberler bindi. Ben onların en küçüğüyüm ve sana aidim, Yahudi­lerden bir adam bana sahip oldu. Ben seni hatırladıkça onu yere dü­şürürdüm. O da beni acıtmcaya kadar döverdi.

Bunun üzerine Hz. Peygamber:

- Sen Yafur'sun, dedi."

Bu, gerçekten garip bir hadistir. [30]

 



[1] Bu, Rasûlullah ve onun tebliğ metoduna aykırı, ilmî değeri olmayan uydurma bir haberdir.

 

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/433-443.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/444-445.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/545.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/546.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/546-547.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/547-548.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/548.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/548-549.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/459-552.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/552-553.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/553.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/553-554.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/554.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/554-555.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/555-556.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/556-558.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/558.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/558.

[20] Sayduh: Medine'nin doğusunda bir köydür.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/559-579.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/579-581.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/582-583.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/583-585.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/585-587.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/587-588.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/588.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/588-589

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/589-590.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 5/590-592.