Rasûlullah
(S.A.V.)'In Arzi Mucizeleri
Kuba'daki
Kuyuda Görülen Bereket
Peygamber
(S.A.V.)'İn Yemekleri Çoğaltıp Bereket Katması
Peygamber
(S.A.V.)'În Ümmü Süleymiçîn Yağı Çoğaltması
Ebu
Talha El-Ensârî'nîn, Rasûlullah'a Ziyafet Vermesi
Hz.
Fatımatntın Evinde Yemeğin Çoğaltılması
Rasûlullah
(S.A.V.)'In Evinde Cereyan Eden Başka Bir Olay
Ebu
Bekir Eş-Sıddık'ın Evindeki Yemek Tabağında Görülen Bereket
Yolculukta
Yemeğin Bereketlenip Çoğalması
Cabîr'in
Babasının Borcu Ve Hz. Peygamber'in Hurmaları Bereketlendirmesi
Selman-I
Farisî'nin Mükâteblîk Borcunun Karşılanması İçin Altın Parçasının Çoğaltılması
Ebu
Hüreyre'nîn Dağarcığındakî Hurmalarının Çoğaltılması
Yemeğin
Bereketlenmesine Dair Diğer Bazı Hadîsler
Ağaçların
Rasûlullah'a İtaat Etmesi
Hurma
Ağacının Rasûlullah"A Olan Sevgisi Ve Ayrılığına Dayanamayışı Yüzünden
İnlemesi
Rasûlullah'ın
Avucunda Çakıl Taşlarının Tesbîh Edîşî
Deve
Kıssasıyla İlgili Garîb Bir Hadis
Bu mucizelerin bir
kısmı, cansız varlıklarla ilgili olup bir kısmı da canlı varlıklarla ilgilidir.
Cansız varlıklarla ilgili mucizesine örnek olarak birçok yerde ve çeşitli
şekillerde suyu çoğaltmasını gösterebiliriz. Bu hadiseleri senedleriyle
nakledeceğiz. Önce bundan işe başladık, çünkü bu daha münasiptir. Zira daha
önce.Rasûlullah'ın yağmur duası yaptığını ve Cenâb-ı Allah'ın da onun bu
duasına icabet ettiğini söylediğimiz için şimdi de bunu, o mucizesinin peşi
sıra zikretmemiz gerekiyor.
Buharı, Abdullah b.
Mesleme tariki ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'ı gördüm. İkindi namazının vakti gelmişti. İnsanlar abdest almak için
su aradılar. Ama bulamadılar. Rasûlullah (s.a.v.)'a bir su kabı getirildi,
elini o kabın içine koydu. İnsanların o kaptan su almalarını emretti.
Parmaklarının altından su fışkırdığını gördüm. İnsanlar abdest almaya
başladılar, son nefeslerine kadar hepsi o kaptan abdest aldılar."
Bunu Müslim, Tirmizî
ve Neseî, çeşitli yollarla Malik'ten rivayet etmişlerdir; Tirmizî, bunun hasen
ve sahih olduğunu söylemiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yunus b. Muhammed kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
bir gün ashabından birkaç kişiyle birlikte bir yere gitti. Yolda gitmekte iken
namaz vakti geldi. Abdest alacak su bulamadılar ve:
- Ya Rasulallah,
abdest alacak su bulamadık, dediler.
Rasûlullah da
ashabının yüzüne bakarak bu durumdan hoşlanmadıklarım gördü. Topluluktan bir
adam gidip bir bardak getirdi. Bardağın içinde azıcık su vardı. Allah'ın
peygamberi, o suyu alıp abdest aldı. Sonra dört parmağını bardağın üzerine
uzatarak şöyle dedi:
- Gelin abdest alın.
Yanındaki topluluk
gelip o bardaktan akan su ile abdest aldılar.
Hasan dedi ki: Enes'e,
o topluluğun kaç kişi oldukları soruldu, o da yetmiş veya seksen kişi
olduklarını ifade etti.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
îbn Ebi Adiy tarikiyle Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Namaz için ezan
okundu. Evi mescide /akın olanlar kalkıp evlerine giderek abdest aldılar.
Evleri mescide uzak olanlar da mescitte kaldılar. Rasûlullah (s.a.v.)'a taştan
yapılma küçücük bir su kabı getirildi. Küçük olduğu için ellerini açarak kabın
içine sokamadı. Bunun üzerine yumarak ellerini kabın içine koyup su aldı ve
abdest aldı. Kendisinden sonra oradaki cemaat da o küçücük kaptaki su ile
abdestlerini aldılar.
Hümeyd dedi ki:
Oradaki cemaatın kaç kişi oldukları Enes'e sorulunca; o, cemaatın seksen veya
daha fazla kişi olduklarını ifade etti.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muhammed b. Cafer kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Zevrâ'da idi. Ona, içinde su bulunan bir kap getirildi. Parmakları o kabın
üstünü kapatamıyordu. Ashabına o kaptaki su ile abdest almalarını emretti.
Kendisi de avucunu suyun içine koydu. Su, parmak aralarından ve uçlarından
fışkırmaya başladı. Nihayet oradaki cemaatın tamamı o su ile abdest aldı.
Katade diyor ki: Ben,
Enes'e şöyle bir soru sordum:
- Orada bulunan sizler
kaç kişiydiniz?
- Biz 300 kişiydik.»
Buharı, Malik b.
İsmail tariki ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Hudeybiye gününde 1400
kişiydik. Hudeybiye bir kuyudur ki, ondan su çektik. Öyle ki, içinde bir tek
damla bile su bırakmadık. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) gelip kuyunun yanı başına
oturdu. Biraz su getirilmesini emretti. Getirilen suyu ağzına alıp çalkaladı.
Sonra kuyuya boşalttı. Çok beklemeden kuyudan su çekmeye başladık. Kana kana
su içtik, bineklerimiz de suya kandılar.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Affan ve Haşim kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir seferde
Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber idik. Yolda suyu az bir kuyuya geldik.
Sonuncuları ben olan altı kişi, su çıkarmak için o kuyuya indik. Üst taraftan
bize bir kova sarkıtıldı. Kovayı sarkıtan adam:
- Rasûlullah, kuyunun
yanı başındadır, dedi. O kovaya yarıya, ya da üçte ikisine kadar su koyduk ve
Râsûlullah'a gönderdik. Ben de boğazıma biraz su akıtabilmek için kabımı dibe
daldırdım, ama birşey bulamadım. Kabı, Râsûlullah'a gönderdik. İçine elini
daldırdı. Birşeyler söyledi. Sonra kovayı tekrar bize gönderdi. Kuyudan sular
fışkırmaya başladı. Öyle ki içimizden birinin kuyunun içinde elbiselerini
çıkardığını gördüm. Sonra o kuyu taşarak nehir gibi akmaya başladı.»
Bunun senedi, sağlam
ve kuvvetlidir. Öyle anlaşılıyor ki bu, Hudeybiye gününde vuku bulan hadiseden
başka bir kıssadır. Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahmed b'. Hanbel,
Sinan b. Hatim kanalı ile Cabir b. Abdullah el-Ensârf nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Rasûlullah'm
sahabeleri, susuzluklarını dile getirip şikayette bulundular. Rasûlullah da
büyük bir su tası getirilmesini emretti. Getirilen su tasma biraz su döktü,
elini de tasın içine koydu ve:
- Haydi gelin de su
alın, dedi. İnsanlar gelip su almaya başladılar. Rasûlullah'm parmakları
arasından, pınardan fışkırır gibi su fışkırmakta olduğunu gördüm.»
Müslim, Cabir b.
Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah. (s.a.v.)la birlikte
bir yolculuğa çıktık. Geniş bir vadiye indik. Orada mola verdik. Rasûlullah
(s.a.v.), def-i hacete gitti. Peşi sıra bir ibrik su götürdüm. Etrafına
bakındı. Kendini örtecek bir şey göremedi. Vadinin yamacında iki ağaç gördü.
Onlardan birine doğru gidip dallarından birini tuttu ve: "Allah'ın
izniyle bana itaat et." dedi. Ağacın dalı da güdücüsüne itaat eden, burnu
tahtayla bağlanmış yularlı deve gibi itaat etti. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.), diğer ağaca gidip dallarından birini tuttu ve: "Allah'ın
izniyle bana itaat et." dedi. Ağacın dalı da ona itaat etti. Rasûlullah
(s.a.v.), iki ağaç arasındaki orta yere gelince, dalları birbirine yaklaştırdı
ve: "Allah'ın izniyle birbirinize kaynayın." dedi. Her iki ağacın
dallan da birbirine kaynadılar. Rasûlullah'm, yakınında olduğumu
hissetmesinden ve bu sebeple oradan uzaklaşmasından korktuğum için bîr kenara
çekilip kendi kendime konuşmaya başladım. Aniden yan taranma bakınca
Rasûlullah'm orada durduğunu gördüm ve ağaçların birbirlerinden ayrıldıklarım
fark ettim. Ağaçlardan her biri diğerinden kopup kendi gövdesi üzerinde
doğruldu. Rasûlullah (s.a.v.) da durdu ve ağaçlara başıyla sağa ve sola doğru
işaret etti. Sonra yanıma gelip durdu ve şöyle dedi:
- Ey Cabir! Sen benim
nerede durduğumu gördün mü?
- Evet, ya Rasulallah.
- Öyleyse şu iki ağaca
git ve herbirinden birer dal kopar. Buraya gel, durduğum yerde durduktan sonra
dallardan birini sağma, birini de soluna koyarak yere dik.
Ben de kalkıp bir taşı
elime aldım, ucunu kırıp keskinledim. Bunu rahatlıkla yaptım. Bıçak gibi
yaptıktan sonra iki ağaca gittim. Her birinden bir dal kopardım. Dalları alıp
Rasûlullah'm durduğu yere geldim. Dallardan birini sağımdaki, diğerini de
solumdaki yere diktim. Sonra Rasûlullah'm yanma giderek:
- Emrini yerine
getirdim ya Rasulallah, dedim ve:
- Peki ama bunu
yapmamı niçin bana emrettin? diye sordum. Bana şöyle cevap verdi:
- îki mezara uğradım.
Mezardaki adamların azab çekmekte olduklarım gördüm. Bu iki taze daim
mezarları üzerinde durduğu sürece şefaatim sayesinde üzerlerinden azabın
kaldırılmasını istedim.
Ordugaha geldik.
Rasûlullah (s.a.v.), bana şu buyruğu verdi:
- Ey Cabir, abdest almaları
için insanlara çağrıda bulun. Ben de şöyle çağrıda bulundum:
- Haydi abdest alın,
haydi abdest alın, haydi abdest alın. Abdest almayacak mısınız?
Ben de Rasûlullah'a
şöyle dedim:
- Kervanda bir damla
dahi su göremedim,
Ensâr'dan bir adam,
Rasûlullah (s.a.v.) için üç ayaklı bir sehpada kab içinde suyu serinletiyordu.
Rasûlullah bana dedi ki:
- Falan Ensârf nin
yanma git. Onun su serinletme kabında su bulunup bulunmadığına bak.
Ben de o adamın yanına
gittim. Kabına baktım. Kabındaki çatlak yerde sadece bir damla su vardı. Eğer
onu da boşaltsaydım kuru yerler onu içerdi. Rasûlullah'a gelip şöyle dedim:
- Ya Rasulallah, o
adamın kabında sadece bir tek damla su gördüm. Eğer onu da oynatsaydım kuru
yere geçen o damla su kaybolurdu.
- Git, onu bana getir.
Gittim, o kabı
getirdim. Rasûlullah, içinde tek damla su bulunan kabı eline aldı. Birşeyler
söylemeye başladı, ama neler dediğini anlayamadım. Eliyle beni iteledi. Sonra
kabı bana verdi ve şöyle dedi:
- Ey Cabir, büyük bir
kazan getirmeleri için insanlara çağrıda bulun.
Ben de şöyle
seslendim:
- Ey kervandaki
adamlar, büyük kazanı getirin!
Cemaat, o büyük kazam
alıp getirdi. Rasûlullah'm önüne koyduk. Rasûlullah da elini kazana şöylece
koyup yaydı, parmaklarını açtı ve sonra kazanın dibine yerleştirdi ve şöyle
dedi:
- Ey Cabir, Bismillah
diyerek kabı al, elimin üzerine dök. Ben de Bismillah diyerek kabı alıp elinin
üzerine döktüm. Parmakları arasından suyun fışkırmakta olduğunu gördüm. Sonra
kazan taştı. Rasûlullah bana şöyle dedi:
- Ey Cabir, suya ihtiyacı
olan varsa gelsin, diye ünle. İnsanlar geldiler, su içtiler. İhtiyaçlarını
temin ettiler. Nihayet suya kandılar. Ben de:
- Suya ihtiyacı olan
kimse kaldı mı? diye sordum. Ses çıkaran olmayınca da Rasûlullah (s.a.v.),
elini dolu kazandan çıkardı.
Yine bir defasında
insanlar açlıklarını dile getirip Rasûlullah'a şikayette bulundular.
Rasûlullah da onlara:
- Umulur ki Allah,
size yemek yedirecektir, dedi.
Nihayet Sif el-Bahr
denen yere vardık. Deniz dalgalandı ve büyük bir balığı kıyıya attı. Ateş yaktık,
etini pişirdik. Doyasıya yedik. Ben ve arkadaşlarımdan dört kişi (Cabir
bunların adlarını birer birer saymaktadır.) balığın göz çukuruna girip
saklandık, hiç kimse bizi göremedi.
Sonra çıkıp kaburga
kemiklerinden birini aldık. Kavis yaparak yere koyduk. Sonra kervandaki en
büyük devenin getirilmesini, yüklü olan bu deveye en uzun boylu adamın
bindirilmesini ve böylece kemer şekline soktuğumuz balığın kaburga kemiğinin
altından geçmesini söyledik. Adam geçti, başını bile eğmedi.»
Buharı, Musa b. İsmail
kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hudeybiye gününde
insanlar susadılar. Peygamber (s.a.v.)'in önünde de küçük bir su kabı vardı.
Oradan abdest alıyordu. İnsanlar o suya saldıracak gibi oldular. Peygamber
(s.aw.) onlara:
- Sizin neyiniz var?
diye sorunca, onlar da:
- Yanımızda abdest
almak ve içmek için su yok. Sadece senin önündeki şu su var, dediler. Onların
böyle söylemeleri üzerine Peygamber (s.a.v.), elini o küçük kaba daldırdı.
Parmaklan arasından pınar gibi sular fışkırmaya başladı. Biz de o suları içtik
ve abdest aldık.
Hadisin ravilerinden
Salim b. Ebi Ca'd diyor ki: Ben Cabir'e şöyle sordum:
- Siz o gün kaç
kişiydiniz?
- Biz 100.000 Mşi de
olsaydık o gün o su bize yeterdi, ama biz 1500 kişiydik.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Günün birinde
Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte gazaya gittik (veya sefere çıktık). O gün 1200
küsur kişi idik. Namaz vakti geldi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Yanınızda su var mı?
diye sordu. Adamın biri koşarak içinde azıcık su bulunan bir ibrik getirdi.
Rasûlullah (s.a.v.), ibrikteki suyu bardağa koydu ve o suyla abdest aldı.
Abdestini mükemmel bir şekilde tamamladı. Abdestini tamamladıktan sonra
bardağı yerinde bıraktı, insanlar gelip bardağın yanında toplanarak,
"Mesnedin, mesnedin." dediler. Rasûlullah (s.a.v.), onların böyle
dediklerini işitince:
- Yavaş olun,
kendinize gelin bakalım, dedi. Elini de suya daldırdı, sonra Bismillah diyerek:
- Abdestinizi eksiksiz
olarak alın, diye emretti.
Cabir diyor ki:
Gözlerimi elimden alarak beni imtihan eden Allah'a yemin ederim ki, o gün
Rasûlullah'm parmakları arasından pınar gibi su fışkırdığını gördüm. Oradaki
cemaatın tamamı abdestlerini almadan o, elini su kabından çekmedi.»
Ahmed b. Hanbel,
Hüseyin el-Aşkar kanalı ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir gün Rasûlullah
(s.a.v.) sabahladığında ordugahta su yoktu. Adamın biri gelip:
- Ya Rasulallah,
ordugahta askerlerin yanında su yok, dedi. Rasûlullah da ona şöyle sordu:
- Senin yanında hiç su
var mı?
- Evet, var.
- Öyleyse o suyu bana
getir.
Adam, içinde azıcık su
bulunan bir kabı Rasûlullah (s.a.v.)'a getirdi. O da parmaklarım su kabının
içine koydu ve kapta parmaklarım açtı. Sonra parmaklarının arasından pınardan
fişkırırcasma sular fışkırmaya başladı. Bundan sonra BilaTe şu emri verdi:
- İnsanlara duyur ki,
gelsinler de şu mübarek abdesti alsınlar.»
Buharî, Muhammed b.
Müsenna tariki ile Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Biz, ayetleri bereket
için sayardık. Siz ise korkutmak için sayıyorsunuz. Bir seferde Rasûlullah
(s.a.v.) ile beraber idik. Su azaldı.
- Fazla su isteyin,
dedi. Yanma, içinde azıcık su bulunan bir kap
getirdiler. Elini kaba
koydu. Sonra şöyle dedi:
- Mübarek, temizleyici
suya gelin. Yüce Allah'ın bereketine gelin. Rasûlullah'm parmaklan arasından su
fışkırmakta olduğunu gördüm. Yenmekte olan yemeğin teşbihini duyardık.»
Bunu, Tirmizî, Bündar
vasıtasıyla îbn Ahmed'den rivayet etmiş olup hasen ve sahih olduğunu
söylemiştir.
Buharî, Ebu'l-Velid
kanalı ile İmran b. Husayn'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir seferde
Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikteydik. Gece karanlığı basınca uykuya daldık.
Sabah olunca da uyanamadık. Uyku gözlerimize galib geldi. Güneş yükseldikten
sonra uyanabildik. İlk olarak Ebu Bekir uyanmıştı. Rasûlullah'ı uyandırmak
istemiyordu. Rasûlullah'm kendiliğinden uyanmasını bekliyordu. O esnada Ömer
uyanmıştı. Ebu Bekir onun yanı başında oturmuş, tekbir getirmeye başlamış,
sesini yükseltmiş, nihayet Rasûlullah (s.a.v.) da uyanmış idi. Rasûlullah
(s.a.v.) uyanınca yanımıza gelip bize sabah namazını (kaza olarak) kıldırdı.
Ancak arkadaşlarımızdan biri yanımızdan uzaklaştı. Bizimle beraber sabah
namazını kılmadı. Rasûlullah (s.a.v.) ona:
- Ey falan! Bizimle
beraber namaz kılmana engel olan şey neydi? diye sorunca, adam:
- Cünüb oldum, dedi.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), temiz toprakla teyemmüm etmesini emretti.
Adam teyemmüm etti, sonra namaz kıldı.
Rasûlullah (s.a.v.),
beni önündeki bir bineğe bindirdi. Çok susamıştık. O sırada yan taraflarında
su dolu iki tulum bulunan bir hayvana binmiş, ayaklarını sallaya sallaya gelen
bir kadına rastladık. Ona:
- Su nerede? diye
sorduk.
- Buralarda su yok,
dedi.
- Suyun yeri çok mu
uzak? dedik.
- Bir gün bir gecelik
mesafededir, dedi.
- Haydi, Allah'ın
peygamberinin yanına gidelim, dedik.
- Allah'ın peygamberi
ne demektir? dedi.
Onu daha fazla
konuşturmadan Rasûlullah'm yanına götürdük. Kadın bize ne söylediyse Efendimize
de onu söyledi. Ancak ona fazla olarak:
- Kocam öldü,
çocuklarım yetimdir, dedi.
Allah'ın rasûlü,
tulumların indirilmesini emretti ve aşağıdaki ağızlarına elini sürdü. Kırk
kişi kadardık. Hepimiz hem içtik, hem de kırba ve mataralarımızı doldurduk.
Ancak hiçbir deveye su vermedik. Tulumlar olduğu gibi dolu duruyordu. Eksilme
olmuyordu. Rasûlullah (s.a.v.) bize:
- Kadına yardım edin,
dedi.
Aramızda birçok ekmek
parçası ve kuru hurma topladık. Kadın, bunları alıp götürdükten sonra kavmine:
- İnsanların en
büyücüsüne rastladım veyahut onların dedikleri gibi adam gerçekten peygamberdir,
deyip olanları anlattı. Bunun üzerine hem kendisi, hem de kavmi Müslüman
oldular.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid b. Harun tariki ile Ebu Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir yolculukta
Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Bize şöyle dedi:
- Yarın suya
ulaşamazsanız susarsınız. Susuz kalırsınız. Bunun üzerine insanlar suya ulaşmak
için hızlı yürümeye başladılar. Ben, Rasûlullah'm yanından
ayrılmadım. Bineğinin üzerinde
iken Rasûlullah uyuklamaya başladı. Bineği de onu eğip yere düşürecek
gibi oldu. Ben de hemen ona destek olup doğrulttum. Tekrar yana eğildi. Neredeyse
düşecek gibi oldu. Yine onu doğrultmak istedim. Bu defa uyandı ve sordu:
- Sen kimsin?
- Ben Ebu Katade'yim.
- Ne zamandan beri
benimle beraber yoldasın?
- Geceden beri.
- Rasûlünü koruduğun
gibi Allah da seni korusun. Şimdi biraz istirahat etsek iyi olur.
Böyle dedikten sonra
bir ağaca doğru gitti. Ağacın altına inip uzandı ve:
- Bak bakalım hele
kimseyi görebiliyor musunuz? diye sordu. - Ben de:
- İşte bir süvari,
işte iki süvari, dedim ve süvarilerin sayısı yediyi bulunca, Rasûlullah
(s.a.v.) onlara şöyle dedi:
- Namaz vakti bizi
uyandırın.
Uykuya daldık. Sabah
namazına uyanamadık. Güneş doğduktan sonra güneşin sıcaklığı bizi uykudan
uyandırdı. Uyandık, Rasûlullah (s.a.v.) bineğine bindi. Biz de bindik. Biraz
gittikten sonra sonra Rasûlullah bineğinden indi ve:
- Yanınızda su var mı?
diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim:
- Evet, yanımda içinde
azıcık su bulunan bir ibrik var.
- Onu bana getir.
İbriği getirdim.
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Elinizi bu su kabına
sürün. Bu su kabına sürün. Cemaat o suyla abdest aldı. Geride de bir miktar su
kaldı. Bundan sonra Rasûlullah, bana şöyle dedi:
- Ey Ebu Katade, bu
hadise ile sevin, ferahlan, çünkü bunun önemli bir haberi olacaktır.
Bundan sonra Bilal
ezan okudu. Sabah namazının farzından önce iki rekat (sünnet) namaz kıldılar,
sonra da iki rekat (farz) namaz kıldılar. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bineğine
bindi, biz de bindik. Cemaatteki-lerden bazıları diğerlerine:
- Kusur işledik,
namazımızı vaktinde kılamadık, deyince Hz, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Siz ne diyorsunuz?
Eğer dünyanızla ilgili bir iş olsaydı bunu siz bilirdiniz. Ama dininizle ilgili
bir iş olursa bunun hükmünü söylemek bana aittir.
Biz de dedik ki:
- Ya Rasulallah, biz
kusur işleyip namazımızı vaktinde kılmadık.
- Uyku halinde kusur
yoktur. Kusur, ancak uyanıklık halindedir. Böyle bir hal vuku bulursa (uykuda
kalırsanız) gün doğduktan sonra ertesi gün kılın. Ertesi günde de vakti
vardır.
- Ya Rasulallah, sen
dün şöyle demiştin: "Eğer suya yarın ulaşamazsanız susuz
kalırsınız", "İşte insanlar suya geldiler." Ravi diyor ki: Sabah
olduğunda insanlar peygamberlerini bulamadılar. Birbirlerine dediler ki:
- Rasûlullah sudadır.
Cemaat arasında Ebu Bekir'le Ömer de vardı. Onlar şöyle dediler:
- Ey insanlar,
Rasûlullah (s.a.v.) sizi geride bırakıp suya gitmiş değildir. Eğer siz bize
uyarsanız, peşimizden gelirseniz, doğru yolu bulursunuz.
Öğle vakti sıcaklar
bastırınca, Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüler ve şöyle dediler:
- Ya Rasulallah,
susuzluktan helak olduk, boyunlarımız koptu.
- Helak
olmayacaksınız. Ey Ebu Katade, ibriği getir. Ben de ibriği ona getirdim. Bana:
- Şunun kapağını aç,
dedi. Ben de kapağı açıp kendisine verdim. İbrik* en kapağa su koyarak onunla
insanlara içirdi. Kalabalık bastırınca, Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:
- Ey insanlar, cemaate
iyi davranın (izdiham meydana getirmeyin), hepiniz suya kanıp gidecektir.
Oradaki herkes su
içti. Benden ve Rasûlullah (s.a.v. )'tan başka içmeyen kalmadı. Rasûlullah
(s.a.v.) bana:
- Al, sen de iç, dedi.
Ben de:
- Ya Rasulallah, siz
için, dedim.
- Suculuk yapan en
sonra içer, buyurdu.
Bu söz üzerine elinden
ibriği alıp içtim. Benden sonra kendileri içti.
Sonra ibriğe baktım,
içinde yine eskisi kadar su vardı. O gün ashab 300 kişi idi.
Bu hadisin
ravilerinden Abdullah b. Rebah diyor ki:
Ben bu hadisi, büyük
camide okumakta iken îmran b. Husayn beni
dinledi ve şöyle dedi:
- Kim bu adam?
- Ben Abdullah b.
Rebah el-Ensârf yim dedim.
- Kavim, hadislerini
senden daha iyi bilirler. Bak bakalım hele o geceki yedi kişiden biri ben değil
miyim?
Ben bu hadisi
tamamladıktan sonra îmran şöyle dedi:
- Bu hadisi, benden
başka kimsenin ezberlemiş olacağına sanmıyordum.»
Hammad b. Seleme,
Hümeyd et-Tavil kanalı ile Ebu Katade el-Musılfnin rivayetinde aynı şeyleri
söylediğini ve rivayetine şu cümleleri eklediğini ifade etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.), geceleyin istirahate çekilip uyurken sağ tarafına
uzanırdı. Sabahleyin istirahat ederken de sağ dirseğini diker ve başını sağ
elinin içine yaslardı."
Beyhakî, Hafız Ebu
Ya'lâ el-Musılî kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
aralarında Ebu Bekir'in de bulunduğu bir orduyu müşriklerin üzerine göndermek
üzere yola çıkardı. Onlara şu talimatı verdi:
- Çabuk yürüyün. Çünkü
sizinle müşrikler arasında bir su vardır. Müşrikler, sizden önce o suya
ulaşırlarsa susuzluk size çok zahmet verir. Şiddetli bir susuzluğa maruz
kalırsınız. Binekleriniz de susuz kalırlar.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
kendisi de sekiz kişiyle beraber geride kaldı. Yavaş yavaş yürüyecekti. O sekiz
kişinin dokuzuncusu da bendim. Arkadaşlara şöyle dedi:
- Var mısınız biraz
istirahat etmeye. Sonra kalkar, öndekilere ulasırız. Onlar da şöyle dediler:
- Evet ya Rasulallah.
Uykuya daldılar, ama
sabah namazına uyanamadılar. Ancak güneş doğduktan sonra güneşin sıcaklığı
onları uyandırdı. Rasûlullah (s.a.v.) uyanınca, arkadaşlarını da uyandırdı,
onlara şöyle dedi:
- Haydi ilerleyip
ihtiyacınızı giderin.
Onlar da emri yerine
getirdiler. Sonra Rasûlullah'm yanına döndüler. Rasûlullah, onlara şöyle
sordu:
- Sizin yanınızda su
var mı? Topluluktan biri şu karşılığı verdi:
- Ya Rasulallah,
yanımda, içinde biraz su bulunan bir ibrik var.
- Onu bana getir.
Adam ibriği getirdi.
Rasûlullah ibriği eline aldı. Avucuyla onu sıvazladı. Bereket duası okudu.
Sonra da ashabına:
- Gelin de abdest
alın, dedi. Onlar da yanma geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara su vermeye
başladı. Tamamı abdest aldı. Onlardan biri ezan okudu. Rasûlullah kalkıp sabah
namazını kıldırdı ve ibrik sahibine de şöyle dedi:
- İbriğinle sevin,
çünkü onun çok önemli bir durumu olacaktır. Böyle dedikten sonra Rasûlullah
(s.a.v.), diğerlerinden önce bineğine bindi ve arkadaşlarına şöyle dedi:
- Öndekiler ne
yaptılar dersiniz?
- Allah ve rasûlü daha
iyi bilirler.
- Onların arasında Ebu
Bekir ve Ömer var. Onlar, insanlara Önderlik edip doğru yolu gösterirler.
Önden giden topluluk
menzile ulaşmıştı, ama müşrikler onlardan önce su başını tutmuşlardı. Bu da çok
zorlarına gitti. Hem kendileri, hem de binekleri şiddetli bir susuzluğa maruz
kaldılar. Bu durumu gören Rasûlullah (s.a.v.) şöyle sordu:
- İbriğin sahibi
nerede?
- Şuradadır ya
Rasulallah.
- İbriğini bana getir.
Adam ibriği getirdi.
İçinde azıcık su vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onlara:
- Gelin için, dedi.
Onlara birer birer su verdi. Nihayet tamamı içtikleri gibi bineklerine ve
hayvanlarına içirdiler. Yanlarındaki tulumları, kırbaları, kabları
doldurdular. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, müşriklere hücum ettiler. O esnada
Cenâb-ı Allah, bir fırtına gönderip müşriklerin yüzlerine çarptı. Yardımım
Müslümanlara indirdi. Müşriklerin diyarlarını Müslümanların ellerine geçirdi.
Çok sayıda müşrik Öldürdüler. Çok sayıda da esir aldılar. Çok miktarda
davarlarını önlerine katıp götürdüler. Rasûlullah (s.a.v.) ile Müslümanlar,
bol miktarda ganimet ve çok sayıda esir ile huzur içinde geri döndüler.»
Cabir'den de buna
benzer bir rivayet daha önceki sayfalarda "Sa-hih-i Müslim" kaynaklı
olarak nakledilmiştir.
Müslim'in, Muaz b. Cebel'den
yaptığı Tebük gazvesiyle ilgili rivayeti de önceki sayfalarda nakletmiştik. Bu
rivayette anlatıldığına göre Rasülullah (s.a.v.), Tebük gazvesine giderken
sahabelere şöyle demiştir:
«Yarın inşallah Tebük
pınarına varacaksınız. Ancak kuşluk vakti oraya ulaşabilirsiniz. Oraya ulaşan
kimse, ben gelmeden suya elini dokundurmasın.
Oraya vardığımızda
bizden önce iki kişi su başına varmıştı. Pınardan ayakkabı ipi inceliğinde az
bir su akıyordu. Rasülullah (s.a.v.) onlara:
- Pınarın suyuna el
vurdunuz mu? diye sorunca, onlar:
- Evet, diye cevap
verdiler. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.), onlara çok ağır sözler söyledi.
Sonra pınardan azar azar avuçladılar ve bu su, bir kaba aktarıldı. Sonra
Rasülullah (s.a.v.), yüzünü ve ellerini o su ile yıkadı. Tekrar o suyu pınara
dökünce, pınardan bol miktarda sular akmaya başladık İnsanlar da o sudan kana
kana içtiler. Sonra Ra-sûluîlah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Ey Muaz, eğer ömrün
vefa ederse yakın bir zamanda şuraların insanlarla dolup taşacağını
göreceksin.
Rasûlullah'a gelen
heyetler babında Ziyad b. Haris es-Südaî'nin şöyle dediğini nakletmiştik:
Daha sonra biz:
- Ya Rasulallah, bizim
bir kuyumuz var. Kış mevsiminde suyu bize bol bol yetiyor. Etrafında
toplanabiliyoruz. Yaz mevsiminde suyu azalıyor. Biz de orayı bırakıyor,
çevremizdeki diğer suların başlarına gidiyoruz. Artık biz Müslüman olduk.
Çevremizdeki herkes düşmanımızda*. Dua et de Allah kuyumuzda bize yetecek kadar
su var etsin. Böylece biz de kuyumuzun çevresinde yaşayalım. Dağılıp başka
yerlere gitmeyelim.
Rasülullah (s.a.v.),
yedi çakıl tanesi getirilmesini emretti. Getirilen çakıl tanelerini ellerinde
ovaladı. Üzerlerine dua okudu. Sonra şöyle buyurdu:
- Şu çakıl tanelerini
alıp götürün. Kuyunun başına vardığınızda birer birer içine atın. Aziz ve Celil
olan Allah'ı anın.
Biz de Rasûlullah'm
emrini yerine getirdik. Çakıl tanelerini içine attıktan sonra kuyunun suyu o
kfldar bollaştı ki, artık dibini göremiyor-duk.» [1]
Ebu'1-Hasan Muhammed
b. Hüseyin el-Alevî, Yahya b. Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Küba'da
Enes b. Malik yanımıza geldi. Oradaki bir kuyuyu bana sordu. Ben de kuyunun
yerini kendisine gösterdim. Kuyuyu görünce, şöyle dedi:
- Bu öyle bir kuyu idi
ki, adamın biri merkebinin üzerinde gelir,
kuyudan eliyle suyu
alıp merkebine serperdi. Ama sonraları suyu azaldı. Rasülullah (s.a.v.) geldi.
Bir kova getirilmesini emretti. Kova ile kuyunun dibinden biraz su aldı.
Onunla ya abdest aldı veya içine üfledi. Sonra da o suyun tekrar kuyuya
dökülmesini emretti. Öyle yaptılar. Kuyunun suyu artık kurumadı.»
Başka bir rivayete
göre Enes şöyle demiştir:
"Rasülullah
(s.a.v.), küçük abdestini bozdu. Sonra gelip kuyunun suyu ile abdest aldı.
Yanını meshetti. Sonra namaz kıldı."
Ebu Bekir el-Bezzar,
Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasülullah
(s.a.v.), bize gelip konuk oldu. Evimizdeki kuyunun suyundan ona içirdik.
Cahiliye döneminde kuyumuza Nezur kuyusu denirdi. Rasülullah o kuyuya üfledi.
Artık suyu hiç kurumadı." [2]
Peygamber (s.a.v.),
birkaç yerde sütü çoğaltıp içine bereket katmıştır.
imam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Allah'a yemin ederim
ki ben, yeryüzünde açlıktan ötürü ciğerime güvenirim (açlığa çok dayanıklıyım)
ama açlıktan ötürü karnıma taş bağlamıştım. Bir gün sahabelerin geçmekte
oldukları bir yola gidip oturdum. Ebu Bekir geldi. Ona Allah'ın kitabından bir
ayet sordum. Amacım, beni peşine takıp götürmesi (bana birşeyler yedirmesi)
idi. Ama yapmadı. Biraz sonra Ömer (r.a.) geçti, ona da Allah'ın kitabından bir
ayet sordum. Amacım, beni peşine takıp götürmesi (bana birşeyler yedirmesi)
idi. Ama yapmadı. Biraz sonra Ebu'l-Kasım (s.a.v.) oradan geçti. Yüzümdeki ve
ruhumdaki hali anlayıp bana şöyle dedi:
- Ebu Hüreyre!
- Buyur ya Rasulallah.
- Peşime takıl!
Peşine takılıp evine
gittim. Kapıya vardığımızda içeriye girmek için izin istedim. Bana giriş izni
verildi, içeride bir bardakta süt gördüm. Rasûlullah (s.a.v.), evdekilere
sordu:
- Bu sütü nereden
getirdiniz?
- Bunu, falan adam (ya
da falan aile) bize hediye etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle
seslendi:
- Ebu Hüreyre!
- Buyur ya Rasulallah.
- Suffa ehline git,
onları yanıma çağır.
Suffa ehli,
Müslümanların misafirleriydiler. Aileleri ve malları yoktu. Rasûlullah
(s.a.v.)'a bir hediye gelince, bunu onlara verirdi. Bir sadaka gelince de o
sadakayı onlara gönderirdi. Kendine birşey ayırmazdı. Rasûlullah'm bu emri
beni üzdü. Çünkü o günüme ve geceme yetecek kadar güç bulmak için o sütü ben
kendim içmek ümidindeydim. Suffa ehline giden elçi benim. Onlar gelince de bu
sütü onlara dağıtacak olan da ben olacaktım, bana ise hiçbir şey kalmayacak,
dedim. Ama Allah ve rasûlünün emrine itaat etmek de gerekliydi. Dışarı çıktım.
Yanlarına gittim. Onları Rasûîullah'm evine davet ettim. Onlar da kapıya
geldiler, içeri girmek için izin istediler. Onlara gerekli izin verilince içeri
girdiler. Yerlerine oturdular. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle dedi:
- Ebu Hüreyre! Sütü
al, bunlara dağıt!
Ben de bardağı aldım.
Onlara dağıtmaya başladım. Gelen misafirler sırasıyla bardağı alıyor, kana
kana içiyor, doyduktan sonra bardağı geriVeriyordu. Böylece sonuncu adama kadar
gittim. Ona da verdim, o da içti. Bardağı bana geri verdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'a
verdim. Bardağı eline aldı. içinde bir miktar süt kalmıştı. Sonra başını
kaldırıp bana baktı ve gülümsedi, şöyle dedi:
- Ebu Hüreyre!
- Buyur ya Rasulallah.
- Ben ve sen kaldık,
öyle değil mi?
- Doğru söyledin ya
Rasulallah.
- Otur da iç.
Oturdum, içtim. Sonra
bana:
- îç, dedi. Ben yine
içtim. Yine iç dedi, yine içtim. Nihayet dedim ki:
- Hayır, seni hak
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, içimde sütün girebileceği
bir yer kalmadı.
- Öyleyse bardağı bana
ver.
Bardağı ona verdim.
Kalan sütü kendisi içti.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Bekr b. Ayyaş kanalı ile İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ben, Ukbe b. Ebu
Muayt'm koyunlarını güden bir çobandım. Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Ebu Bekir
bana uğradılar. Rasûlullah, bana şöyle dedi:
- Ey delikanlı,
yanında süt var mı?
- Evet, ama ben
emanetçi biriyim.
- Üzerine koç
sıçramamış koyun var mı?
Ben de öyle bir koyun
getirdim. Rasûlullah memesini sıvazladı, memesi süt doldu. Sütü bir kaba
sağdı. Kendisi içti, Ebu Bekir'e içirdi, sonra da koyunun memesine:
"Büzül bakalım." dedi. Meme büzüldü. Süt kesildi. Aradan bir zaman
geçtikten sonra yanına gittim ve şöyle dedim:
- Ya Rasulallah, bana
şu sözü öğret. Elini başıma sürdü ve şöyle dedi:
- Ey delikanlı, Allah
sana rahmet etsin. Sen, bilen ve öğreten birisin.
Başka bir rivayete
göre ise Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demiştir:
- Sen öğretici bir
delikanlısın.
Ben de ondan yetmiş
sûre öğrendim ki, hiçbir beşer bu hususta benimle tartışmadı.»
Hicret bahsinde de
anlatıldığı gibi Ümmü Ma'bed'in alız koyununu Rasûlullah sağmıştı. Cılız olan
bu koyun, daha önce süt vermez iken Rasûlullah memesinden süt sağmış; hem
kendisi içmiş, hem de ashabına içinnişti. Sonra Ümmü Ma'bed'e büyük bir kapta
süt bırakmıştı. Nihayet kocası da gelip durumu görmüştü.
Köleleri dışında
Rasûlullah (s.a.v.)'a hizmet eden sahabeler babında da anlatıldığı gibi Mikdad
b. Esved, Rasûlullah (s.a.v.)'a getirilen sütü içmiş, sonra geceleyin kalkarak
Rasûlullah'a yedirmek amacıyla bir koyun kesmek istemişse de çok miktarda sütü
hayvanın memesinde görünce kesmekten vazgeçerek sadece sütünü sağarak büyük
bir kabı doldurmuştu.
Ebu Davud et-Tayalisî,
Ebu İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Habbab'm kızı,
Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir koyun getirmişti. Rasûlullah, o koyunu bağlamış,
sonra da:
- Bana en büyük
kabınızı getirin, demişti. Ona büyük hamur teknesini getirmişler; dolduruncaya
kadar içine süt sağmıştı. Daha sonra da:
- Siz ve komşularınız
için, demişti.» Beyhakî, Nafi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir yolculukta
Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. 400 kadar adamdık. Susuz bir yere inip
konakladık. Bu da ashaba ağır geldi. Ama:
- Rasûlullah bizden
daha iyi bilir, dediler. O esnada iki boynuzlu bir koyun geldi. Rasûlullah'ın
karşısında durdu. Rasûlullah, onu sağıp sütünü içti. Doyduktan sonra ashabına
da içirdi. Onlar da doydular. Sonra şöyle dedi:
- Ey Nafi! Bu hayvanı
bu gece yanında tut, ama tutabileceğini sanmıyorum.
Ben hayvancağızı alıp
bir kazık çaktıktan sonra o kazığa bir iple bağladım. Sonra geceleyin uykudan
uyanınca onu göremedim, ama boynundaki ipin yere atılmış olduğunu gördüm.
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gittim. O bana sormadan durumu ona anlattım. Bana
dedi ki:
- Ey Nafi! Onu
getiren, götürdü de.»
Beyhakî, Ebu Bekir'in
azadlısı Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)
bana:
- Benim için bir keçi
sağ, dedi.
Oralarda bildiğime
göre keçi yoktu. Gidip baktım. Keçi sürüsü gördüm. Birini yakalayıp sağdım.
Keçiyi de yanımda tuttum, arkadaşlarıma da, ona göz kulak olmalarını
tenbihledim. Göç hazırlıklarını yaparken keçiyi kaybettik.
- Ya Rasulallah,
keçiyi kaybettim, dedim. O da şöyle buyurdu:
- Onun sahibi vardır.»
Bu, garip bir
hadistir. Senedinde bilinmeyen kimseler vardır. Hayvanlarla ilgili mucizeler
bölümünde de bir ceylanla ilgili hadisi nakledeceğiz. [3]
Hafiz Ebu Yala, Şeyban
kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Annem'in bir
koyunu vardı. Onun sütünden elde ettiği yağı, bir tulum içinde biriktirdi.
Tulum dolunca, onu bir cariyesiyle Rasûlullah'a gönderdi. Ona şöyle talimat
verdi:
- Şu yağı Rasûlullah'a
götür de ekmeğine katık yapıp yesin. Cariye onu götürüp teslim etti ve şöyle
dedi:
- Ya Rasulallah, bu
tulumu Ümmü Süleym, (Enes'in annesi) sana gönderdi.
- Tulumunu boşaltın
bakalım.
Bu emir üzerine tulumu
boşalttılar. Ben de boş tulumu alıp eve getirdim. Ümmü Süleym, evde değildi.
Tulumu çiviye astım. Sonra Ümmü Süleym geldi. Tulumun yağla dopdolu olduğunu ve
ağzından yağ damlamakta olduğunu görünce, şöyle dedi:
- Ey cariye! Şu yağ
dolu tulumu Rasûlullah'a götürmeni sana söylememiş miydim?
- Evet, götürüp teslim
ettim. Eğer bana inanmıyorsan git de kendin Rasûlullah'a sor.
Bunun üzerine Ümmü
Süleym cariyeyi de yanma alarak gitti ve şöyle dedi:
- Ya Rasulallah, ben
şu cariyemle sana bir tulum yağ göndermiştim. Getirip teslim etti mi sana?
- Evet, getirip teslim
etti.
- Seni hak peygamber
olarak gönderen Allah'a ve hak dine yemin ederim ki, tulumumdan yağ damlıyor,
içi yağ dolu.
- Ey Ümmü Süleym! Sen,
Allah'ın kendi Peygamberine yağ yedirdiği gibi sana da yedirmesine şaşıyor
musun? Ye ve yedir.
Ümmü Süleym diyor ki:
Eve geldim, tulumdaki yağı büyük bir kaba ve diğer kaplara aktardım, bir (ya da
iki) ay boyunca onu ekmeğimize katık yapıp yedik.»
Beyhakî, Ümmü Evs
el-Behziyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Kendim için bir tulumda yağ
biriktirdim. Sonra onu Rasûlullah'a hediye ettim, o da kabul etti. Tulumdaki
yağı aldı. îçinde azıcık bıraktı, sonra içine üfledi ve bereket duası yaptıktan
sonra da şöyle dedi:
- Bunu sahibine (Ümmü
Evs'e) verin.
Onu bana geri
verdiler, ama içinin yağla dolu olduğunu gördüm. Rasûlullah'm bu hediyeyi kabul
etmediğini zannettim. Ağlayarak tekrar yanına gittim ve şöyle dedim:
- Ben o yağı, sen
yiyesin diye o tulumda biriktirip sana hediye etmiştim ya Rasulallah.
Rasûlullah cevap
beklediğimi anlayınca şöyle dedi:
- Gidin, şu kadına
deyin ki, yağını yesin ve bereket duası yapsın. Ben de Rasûlullah'm ömrü
boyunca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali
ve Muaviye'nin
hilafetleri süresince o yağı yemeye devam ettim.»
Beyhakî, el-Hakim
tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Devs kabilesinden
Ümmü Şüreyk adında bir kadın vardı. Ramazan ayında Müslüman oldu. Hicret etti.
Bir Yahudi ile karşılaştı. Susamıştı. Ondan su istedi, ama Yahudi, dinine
dönmeden ona su vermeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Ümmü Şürayk, su içmeden
uykuya daldı. Rüyasında bir adam ona su içirdi. Uyandığında suya kanmış
vaziyette idi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına vardığında başından geçen hadiseyi
anlattı. Rasûlullah, onunla evlenmek istediyse de o kendini Rasûlullah'a layık
görmedi ve:
- Beni kendinden başka
dilediğin bir adamla evlendir ya Ra-sûlallah, dedi. Rasûlullah da onu Zeyd ile
evlendirdi. Ona otuz ölçek arpa verilmesini emretti ve:
- Yeyin, ama asla
ölçeklemeyin, dedi.
Bu kadının yanında bir
tulum yağ vardı. Rasûlullah'a hediye etmek istedi. Cariyesine, o tulumu alıp
Rasûlullah'a götürmesini emretti. Cariye onu alıp götürdü. Rasûlullah'm
evindeki bir kaba boşalttı. Rasûlullah da boşaltılan tulumu cariyeye verirken
tulumu eve götürüp bir askıya asmasını, ağzını asla bağlamamasını emretti.
Cariye, Rasûlullah'm emrini yerine getirdi. Bir süre sonra Ümmü Şürayk evine
dönünce tulumun yağla dolu olduğunu gördü. Bunun üzerine cariyesine:
- Şu yağ dolu tulumu
Rasûlullah'a götürmeni söylememiş miydim? dedi. Cariyesi de:
- Emrini yerine
getirdim, diye karşılık verdi. Bu durumu Rasûlullah'a anlattıklarında
Rasûlullah, o tulumun ağzını asla bağlamamalarına dair emrini tekrarladı.
Tulumun içi devamlı yağ doluydu, nihayet bir gün Ümmü Şürayk, tulumun ağzını
bağlayınca bu bereket sona erdi. Sonra o arpayı ölçeklediler. Otuz ölçek
olduğunu gördüler. O kadar ye-_ dikleri halde hiç eksilmemişti.»
imam Ahmed b. Hanbel,
Hasan tariki ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ümmü Malik
el-Behziyye adında bir kadının bir tulumu vardı. Bu tulum içinde Peygamber
(s.a.v.)'e yağ getirip hediye ederdi. Bir ara oğulları ondan katık istediler.
Yanında hiçbir şey yoktu. O tulumunun yanma gitti. Sıktı, içinde birşey
bulamadı. Gidip durumu Rasûlullah'a arzetti. Rasûlullah da ona şöyle sordu:
- Sen o tulumu sıktın
mı?
- Evet.
- Eğer onu kendi
halinde bıraksaydm, içinde devamlı yağ olacaktı.".
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Adamın biri,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip yiyecek birşeyler
istedi. Rasûlullah
(s.a.v.), ona yarım ölçek arpa verdi. Adam, karısı ve
misafirleri, o arpadan
yapılan ekmekleri yemeğe devam ettiler. Uzun
bir süre sonra o
arpayı ölçeklediler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara dedi ki:
- Eğer
ölçeklemeseydiniz, o arpanın ekmeğini devamlı yiyecektiniz ve arpanız da
olduğu gibi hiç eksilmeksizin kalacaktı.» [4]
Buharı, Abdullah b.
Yusuf tariki ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ebu Talha, karısı
Ümmü Süleym'e şöyle dedi:
- Rasûlullah (s.a.v)'m
sesinin zayıf olduğunu işittim. Aç olduğunu anladım. Yanında yiyecek bir şey
var mı senin?
- Evet.
Karısı böyle dedikten
sonra birkaç parça arpa ekmeği çıkardı. Sonra örtü getirip ekmeği ona sardı ve
elimin altına koydu. Sonra da beni Rasûlullah'a gönderdi. Onu mescitte bazı
insanlarla birlikte gördüm. Rasûlullah, bana şöyle sordu:
- Seni, Ebu Talha mı
gönderdi?
- Evet.
- Yemek için mi
gönderdi?
- Evet.
Rasûlullah (s.a.v.),
yanındaki adamlara:
- Kalkın, dedi.
Kendisi de kalktı. Ben de önlerine düştüm. Nihayet onları Ebu Talha'mn evine
getirdim. İçeri girip durumu haber verdim. Ebu Talha, karasına şöyle dedi.
- Ey Ümmü Süleym!
Rasûlullah bir cemaatla beraber evimize geldi. Yanımızda onlara yedirecek bir
şeyimiz de yok!
- Allah ve rasûlü daha
iyi bilirler.
Ebu Talha, dışarı
çıktı. Rasûlullah'ı karşıladı. Rasûlullah, Ebu Talha ile birlikte içeri girdi
ve Ebu Talha'mn karısına şöyle dedi:
- Ey Ümmü Süleym! Gel
bakalım buraya, senin yanında ne var? Ummü Süleym, baş örtüsüne sardığı ekmeği
getirdi. Rasûlullah, ufalamasını emretti. O da ufaladı ve üzerine tulumdaki
yağı katık olarak döktü. Sonra Rasûlullah, o yemek üzerine Allah'ın dilediği
şeyleri söyledi. Bereket duası okudu ve şöyle dedi:
- On kişiyi çağır,
içeri girmelerine izin ver.
Ebu Talha da on kişiye
izin verdi. îçeri girdiler. Doyuncaya kadar yediler. Sonra kalkıp gittiler.
Rasûlullah (s.a.v.):
- On kişiye daha izin
ver, gelsinler, dedi. Ebu Talha da ikinci on kişiye izin verdi. Onlar da gelip
yediler, doyduktan sonra kalkıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.):
- On kişiye daha izin
ver, dedi. Ebu Talha, onlara da izin verdi. Onlar da gelip doyuncaya kadar yediler.
Sonra çıkıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.):
- On kişiye daha izin
ver, diye emretti. Nihayet cemaatın tamamı o yemeği yedi. Sayıları yetmiş veya
seksen kadardı.»
Ebu Ya'lâ, Enes b.
Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ebu Talha, Rasûlullah (s.a.v.)'m aç
olduğunu gördü. Karısı Ümmü Süleym'in yanma gelip şöyle dedi:
- Doğrusu ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın acıktığını gördüm. Senin yanında yiyecek birşey var mı?
- Yanımızda bir avuç
un, bir miktar da arpa var.
- Bunu yoğur ve ekmek
yap. Belki Rasûlullah (s.a.vjı davet ederiz de evimizde ekmek yer.
Ebu Talha'nın karısı
Ümmü Süleym, hamur yoğurup ekmek pişirdi ve ekmeği ocaktan alıp getirdi. Bana
da:
- Ey Enes,
Rasûlullah'ı buraya davet et, dedi. Ben de Rasûlullah'a gittim. Yanında bir
cemaat vardı. Sanırım seksen küsur kişi idiler. Dedim ki:
- Ya Rasulallah, Ebu
Talha seni davet ediyor. Rasûlullah da ashabına:
- Ebu Talha'nın
davetine icabet edin, dedi. Ben de korkarak aceleyle Ebu Talha'nın evine
geldim ve Rasûlullah'm ashabıyla birlikte evlerine geleceğini haber verdim.
Ebu Talha da:
- Allah'ın rasûlü
evimdeki durumu benden daha iyi bilir, dedi ve çıkıp Rasûlullah'ı karşıladı.
Ona şöyle dedi:
- Ya Rasulallah!
Yanımızda sadece bir ekmek var. Senin acıktığını gördüm. Karım Ümmü Süleym'e
emir verdim, o da sana bir ekmek pişirdi.
Rasûlullah, içeri
girip o ekmeği getirmelerini, ayrıca bir de çanak getirmelerini emretti. Ekmeği
çanağa koydu ve:
- Biraz yağ var mı?
diye sordu. Ebu Talha:
- Tulumda biraz
olmalı, dedi ve tulumu getirdi. Rasûlullah ile Ebu Talha, tulumu sıktılar.
Tulumdan çok az miktarda yağ çıktı. Rasûlullah (s.a.v.), işaret parmağını o
yağa sürdü. Sonra ekmeğe sürdü. Ekmek şi-şip kabardı. Bismillah dedi, ekmek
daha da büyüdü. Hep böyle yaptı. Nihayet o ekmeğin çanağın dışına taşdığını
gördüm. Bana:
- Ashabımdan on kişiyi
çağır, dedi. On kişiyi çağırdım. Rasûlullah (s.a.v.) elini ekmeğin ortasında
koydu ve:
- Bismillah diyerek
yeyin, dedi. Onlar da ekmeğin çevresinden koparıp yediler, nihayet doydular.
Onar kişilik gruplar halinde ashabını içeri çağırmaya devam etti. Onlar da o
ekmekten yediler, nihayet ondan seksen küsur kadar adam yedi. Ekmeğin
çevresinden koparıp yediler ve nihayet doydular. Ekmeğin ortası da olduğu gibi
duruyordu. Rasûlullah'm eli de onun üzerindeydi.»
Bunlar, Enes b. Malik
(r.a.)'den mütevatir yollarla nakledilen rivayetlerdir. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Hendek gazvesinde de
Cabir'in Rasûlullah (s.a.v.)'ı evine davet edişinden önceki sayfalarda
bahsetmiştik. Cabir (r.a.), evinde bir oğlak kesip yemek yapmış, arpa ekmeği
pişirmiş ve Rasûlullah'ı davet etmişti. Rasûlullah (s.a.v.) da 1000 kadar olan
Hendek'teki sahabeleri tamamen oraya davet etmişti. Onlar, hep birlikte
gitmişler, o oğlağı ve bir ölçeklik ekmeği doyuncaya kadar yemişler, ama hiç
eksiltmemişlerdi.
Bu rivayetin sened ve
metnini önceki sayfalarda nakletmiştik. Hamd ve minnet Allah'adır. Yalnız
şaşırtıcı ve tuhaf bir durumla karşılaşıyoruz. Şöyle ki: Hanz Ebu Abdurrahman
b. Muhammed b. Münzir el-Herevî, "Acâibü'l-Garibe" adlı kitabında bu
hadisi nakletmiş, senedini uzun uzadıya kaydetmiş ve sonunda da garip birşeyden
bahsetmiştir. Şöyle ki:
Ka'b b. Malik'ten
rivayete göre Cabir b. Abdullah, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Onun aç
olduğunu yüzünden anladı. Evine döndü. Evde beslemekte oldukları bir oğlakları
vardı. Onu kesti, pişirdi. Tirit yaptı. Rasûlullah'a da haber gönderdi.
Ensâr'ı da davet etmelerini Rasûlullah'a arzetti. O da beraberindeki
sahabelerle birlikte hep beraber Cabir'in evine geldiler. Gelenlerin tamamı, o
yemeği yediler ve yemekten hiçbir şey eksilmedi. Rasûlullah (s.a.v.), gelen
sahabelere yemeği yemelerini, ama kemikleri kırmamalarını emretti. Sonra o
kemikleri büyük tepsinin ortasına topladı. Elini üzerine koydu. Sonra da duymadığım
bazı sözler söyledi, ancak dudaklarının hareket ettiğini görüyordum. Bir de
baktım ki, o oğlak silkinip kalktı. Kulaklarını silkelemeye başladı. Rasûlullah
(s.a.v.), Cabir'e dedi ki:
- Ey Cabir, işte
oğlağını al. Allah, onu sana mübarek kılsın! Cabir de onu alıp götürdü. Karısı
da ona şöyle dedi:
- Ey Cabir, bu nedir?
- Vallahi bu,
Rasûlullah (s.a.v.) için kestiğimiz oğiağımızdır. ûlllh, Allah'a dua etti.
Allah'ın da onu bizim için yeniden diriltti.
- Onun, Allah'ın
rasûlü olduğuna şahadet ederim. Onun Allah'ın, rasûlü olduğuna şahadet ederim.
Onun Allah rasûlü olduğuna şahadet ederim.»
Ebü Ya'lâ el-Musılî
ile Bağendî, Sabit el-Benanfnin şöyle dediğini rivayet ederler:
"Enes b. Malik'e
dedim ki:
- Ey Enes! Bana,
gördüğün en hayret verici şeyi bildir.
- Olur ey Sabit. Ben
Rasûlullah (s.a.v.)'a on sene hizmet ettim. Kötü yaptığım birşeyden ötürü beni
hiç ayıplamadı. Allah'ın Peygamberi, Cahş kızı Zeyneb'le evlendiğinde, annem
bana dedi ki:
- Ey Enes, Rasûlullah
(s,a.v.) gerdeğe girdi. Sabah olunca yemeklerinin olup olmadığını bilmiyorum.
Sen şu yağ tulumunu bana getir hele.
Yağ tulumunu ve biraz
da hurmayı alıp anneme verdim. Annem ona hays yemeği yaptı ve şöyle dedi:
- Ey Enes, bunu al,
Allah'ın Peygamberine ve karısına götür. Ben de bu hays yemeğim bir çömleğe
koyup Rasûlullah'a götürdüm. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Yemek kabını evin
bir köşesine bırak. Sonra bana Ebu Bekir'i, Ömer'i, Ali'yi, Osman'ı
sahabelerden de birkaç kişiyi, mescitte bulunanları ve yolda karşılaştığın
herkesi çağır.
Ben yemeğin azlığından
ve davetlilerin çokluğundan dolayı şaşırdım. Ama Rasûlullah'm buyruğuna karşı
gelmek de istemedim. Dediği kimseleri davet ettim. Nihayet ev ve odalar doldu.
Rasûlullah (s.a.v.) bana sordu:
- Çağırman gereken
herhangi bir kimse kaldı mı?
- Hayır ya Rasulallah.
- Öyleyse şu çömleği
getir.
Ben de çömleği getirip
önüne koydum. Üç parmağını çömleğe daldırdı. Hurmalar çömleğin dışına taşmaya
başladı. Davetliler gruplar halinde yeyip dışarı çıkıyorlardı. Nihayet tümü
yemek yemiş oldular. Yine de çömlekte eskisi kadar yemek vardı. Sonra Rasûlullah,
bana şöyle buyurdu:
- Çömleği al,
Zeyneb'in önüne koy.
Ben de bu emri yerine
getirdikten sonra oradan çıktım. Üzerlerine hurma dalından yapılmış bir kapıyı
Örttüm. Tavan gibi evlerinin üzerine koydum.
Ravi Sabit diyor ki:
- Ey Ebu Hamza
(Enes'in künyesi), o yemekten kaç kişinin yediğini sanıyorsun? diye sorduk.
Enes şöyle dedi:
- Yetmişbir, veya
yetmişiki kişinin yediğini sanıyorum.» Bu hadis, bu bakımdan garibtir.
Cafer b. Muhammed
el-Feryabî, Osman b. Ebu Şeybe tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), yanıma gelip şöyle dedi:
- Bana arkadaşların
olan Suffa ashabım çağır.
Ben de onları birer
birer uyandırıp topladım. Rasûlullah'm kapısına toplu olarak geldik. İçeri
girmek için izin istedik. Bize izin verildi. İçeriye girdiğimizde önümüze bir
tabak konuldu. Öyle sanıyorum kî, içinde bir avuç kadar arpa ekmeği vardı.
Rasûlullah (s.a.v.), elini onun üzerine koyup:
- Bismillah diyerek
yeyin, dedi.
Biz de doyuncaya kadar
yedik. Sonra ellerimizi tabaktan çektik. Rasûlullah (s.a.v.), tabağı yere
indirirken şöyle dedi:
- Nefsim kudret elinde
bulunan zata yemin ederim ki, Muhammed ailesinde, sizin görmediğiniz hiçbir
yemek akşama kalmış değildir. (Yani yemeğimizin hepsi bundan ibarettir.) Ebu
Hüreyre'ye denildi ki:
- Siz yemekten
kalktığınızda tabakta ne kadar yemek kalmıştı?
- Önceki kadar
kalmıştı, hiç eksilmemişti. Ancak üzerinde parmak izleri görülüyordu.»
Bu, önceki sayfalarda
içecekle ilgili olarak Suffa ashabından naklettiğimiz kıssadan başka bir
kıssadır.
Cafer b. Muhammed
el-Feryabî, Ebu Seleme Yahya b. Halef tariki ile Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'e yetecek kadar
yemek yaptım ve onları yemeğe davet ettim. Rasûluîlah (s.a.v.), bana şöyle
emretti:
- Git, bana Ensâr'm
eşrafından otuz kişiyi çağır.
Bu benim zoruma gitti.
Çünkü yanımda onlara verecek fazla bir yiyecek yoktu. Ağır davranır gibi
oldum, ama Rasûlullah emrini tekrarladı:
- Git, bana Ensâr'm
eşrafından otuz kişiyi çağır! Gittim, davet ettim. Onlar da geldiler.
Rasûlullah:
- Yeyin, dedi. Onlar
da yediler. Doyup sofradan kalktılar. Sonra onun Allah rasûlü olduğuna şahadet
ettiler. Evden çıkıp gitmeden de onunla be/atleştiler. Bundan sonra Rasûlullah
(s.a.v.), bana şöyle buyurdu:
- Git, bana Ensâr'm
eşrafından altmış kişiyi çağır.
Allah'a yemin ederim
ki, altmış kişiyi davet ettiğim esnada otuz kişiyi davet etmeme nisbetle daha
cömert gördüm kendimi ve onları davet ettim. Evime geldiler. Rasûlullah
(s.a.v.), onlara:
- Bağdaş kurun, dedi.
Onlar bağdaş kurup oturdular. Yemek yemeye başladılar. Doyunca sofradan
kalktılar. Sonra onun Allah rasûlü olduğuna şahadet getirdiler. Evden çıkmadan
önce de onunla beyatleştiler. Sonra Rasûlullah bana:
- Git, bana Ensâr'dan
doksan kişiyi çağır, dedi.
Yemin ederim ki, ben
doksan ve altmış kişiyi yemeğe davet ederken otuz kişiyi davet edişime göre
kendimi daha cömert hissettim ve onları davet ettim. Evime gelip yemeğe
oturdular. Doyuncaya kadar yedikten sonra sofradan kalktılar ve Peygamber
Efendi m iz'in Allah rasûlü olduğuna şahadet ettiler. Evden çıkıp gitmeden
önce de onunla bey atleştiler. O gün yemeğimi 180 kişi yedi. Hepsi de
Ensâr'dandı.»
Bu, cidden garip bir
hadistir. Senedi de, metni de gariptir. [5]
Hanz Ebu Ya'lâ, Sehl
b. el-Hanzaliyye tariki ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), birkaç gün hiç yemek yemedi. Buna dayanamaz oldu. Zevcelerinin
odalarını dolaştı, yanlarında yiyecek birşey bulamadı. Sonra Fatıma'nm yanma gidip
şöyle dedi:
- Ey kızcağızım,
yanında birşey var mı ki yiyeyim, doğrusu ben çok açım.
- Hayır.
Rasûlullah (s.a.v.),
oradan çıkıp gittikten sonra bir komşusu, Fatı-ma'ya iki ekmek ve bir parça da
et gönderdi. Fatıma, onu alıp bir tabağa koydu. Üzerini kapattı ve:
"Vallahi ben bu yemek için Rasûluilah'a hem kendi nefsime hem de
yanımdakilere tercih edeceğim." dedi. Kendileri-de bir doyumluk yemeğe
muhtaç idiler. Hasan'ı ya da Hüseyin'i Rasûluilah'a gönderip evine davet etti.
Rasûlullah da tekrar Fatıma'nm evine geldi. Fatıma, ona şöyle dedi:
- Allah bir miktar
yiyecek görderdi. Onu senin için sakladım.
- Getir bakalım ey
kızcağızım.
Fatıma tencereyi
açınca, tencerenin ekmek ve etle dolu olduğunu gördü. Bu manzarayı görünce
şaştı ve bunun Allah'tan ihsan edilen bir bereket olduğunu anladı. Allah'a hamd
edip peygamberine salat ü selam getirdi ve Rasûluilah'a yemeği takdim etti.
Rasûlullah da bu yemeği görünce, Allah'a hamd edip:
- Ey kızcağızım, bu
yemek sana nereden geldi? diye sordu. Fatıma da:
- Ey babacığım, bu,
Allah katından geldi. Doğrusu Allah, dilediğini hesapsızca rızıklandırır, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.) da Allah'a hamd edip şöyle dedi:
- Seni, Beni İsrail
kadınlarının hanımefendisine benzeten Allah'a hamd olsun, ey kızcağızım. Beni
İsrail'in hanımefendisi (Meryem), Allah'tan kendisine bir rızık geldiği zaman,
bu rızkın kendisine nereden geldiğini soranlara şöyle cevap verirdi:
- Bu, Allah katandan
gelmiştir. Doğrusu Allah, dilediğini hesapsızca rızıklandırır.
Rasûlullah (s.a.v.),
Ali'ye haber gönderdi. Onu da yemeğe oturttu. Sonra hep birlikte Rasûlullah
(s.a.v.), Ali, Fatima, Hüseyin ve Hz. Peygamber (s.a.v.)'in eşleriyle bütün
hane halkı doyuncaya kadar yediler.
Hz. Fatıma dedi ki:
Tencere olduğu gibi kaldı. İçindeki yemek hiç eksilmemişti. Kalan yemekler
bütün komşulara da yetti. Cenâb-ı Allah, o yemeğe çok bereket ve hayır kattı.»
Bu hadis de sened ve
metin bakımından gariptir.
Bisetin başlarında:
"Önce en yakın akrabanı uyar." ayet-i kerimesi nazil olduğunda şöyle
bir hadisenin cereyan ettiğini söylemiştik: Rabia b. Macid'in rivayetine göre
Ali şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Ha-şim oğullarım evine yemeğe
davet etti. Kırk kişi kadardılar. Onlara bir avuç arpadan yapılan ekmeği takdim
etti. Doyasıya yediler ve ekmek hiç eksilmemiş olarak yerinde kaldı. Yine
onlara büyük bir tastan süt içirdi. Doyasıya içtiler, yine o süt olduğu gibi
hiç eksilmemiş olarak yerinde durdu. Bu hal, üç gün peşpeşe devam etti. Sonra
Hz. Peygamber, onları Allah'a imana davet etti.» [6]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. Asım tariki ile Semüre b. Cündüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir ara biz Peygamber
(s.a.v.)'in yanında iken bir tabak tirit yemeği geldi. Kendisi yedi, orada
bulunanların tamamı da yedi. O tabağı sabahtan öğleye kadar aralarında
dolaştırdılar. Bir grup insan yiyor, onlar kalkıp gidiyor, sonra başkaları
gelip yiyorlardı. Adamın biri Semüre b. Cündüb'e şöyle sordu:
- O tabaktaki yemeğe
yemek mi katılıyordu?
- Dünyada
katılmıyordu, ancak semadan katkı yapılıyordu.» İmam Ahmed b. Hanbel,
Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'a, içinde
tirit yemeği bulunan bir tabak getirildi. Orada bulunanlar o tabağı sabahtan
öğleye kadar elden ele dolaştırıp yediler. Bir grup insan yedikten sonra
kalkıyor, diğerleri gelip yemeğe oturuyorlardı. Adamın biri, Semüre'ye şöyle
sordu:
- O tabaktaki yemeğe
ilave yapılıyor muydu?
- Sen buna nasıl
şaşarsın? O yemeğe ancak şuradan katkı yapılıyordu. (Böyle derken de eliyle
göğü gösterdi.)» [7]
Buharı, Musa b. ismail
kanalı ile Abdurrahman b. Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Suffa ashabı, fakir
insanlardı. Bir defasında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Yanında iki kişilik
yemeği bulunan kimse, bir üçüncüyü alıp götürsün. Yanında dört kişilik yemek
bulunan bir kimse, beşinci veya altıncı kişiyi alıp götürsün.
Babam Ebu Bekir, eve
üç kişi getirdi. Peygamber (s.a.v.) de on kişi ile birlikte onu alıp evine
götürdü. Bizim ev halkı, ben, babam, validem, bizim ev ile Ebu Bekir'in evinde
müştereken hizmet eden hizmetçilerden ibaretti. (Ravi Ebu Osman en-Nehdî:
"Artık bir de benim zevcemden" dedi mi demedi mi, bilemiyorum."
diyor.) Yine Abdurrahman b. Ebi Bekr, sözüne devamla şöyle diyor:
«Peygamber (s.a.v.)'in
evinde misafirlerden ayrı olarak babam Ebu Bekir akşam yemeğini yedi. Yatsı
namazı kıhnıncaya kadar orada kaldı. Sonra misafirleriyle birlikte kendi evine
döndü ve hanımına, misafirlerin ağırlanmasını emredip Rasûlullah (s.a.v.)
yemeğim yeyinceye kadar kaldı. Sonra yine Rasûlullah'ın evine dönüp yanında
bir miktar daha kaldıktan sonra kendi evine döndü. Geldiğinde, gece hayli
ilerlemişti. Hanımı, ona:
- Seni misafirlerinin
yanında bulunmaktan alıkoyan nedir? diye sordu.
O da:
- Sen onlara hâlâ
yemek vermedin mi? diye çıkıştı. Hanımı da:
- Sen gelmedikçe yemek
yemeyeceklerini söylediler. Yemek çıkardık, kabul etmediler, dedi.
Ben bir tarafa
saklandım. O bana: "Behey cimri herif!" diye hitap etti. Küfrederek
öfkeyle:
- İçinize sinmez
olsun, yeyiniz! Ben bu yemekten vallahi yemeyeceğim! dedi.
Allah'a yemin ederim
ki, biz yerken hiçbir lokmaya el uzatmıyorduk ki, altından yemek daha fazla
çoğalmış olmasın. Nihayet doydular. Yemek de yenmezden evvelki miktarından
daha fazla olarak duruyordu. Babam Ebu Bekir yemeğe baktı, bir de ne görsün,
yemek olduğu gibi duruyor, hiç eksilmemiş, hatta artmış. Hanımına:
- Bu ne? Ey Beni
Firas'ın kız kardeşi, dedi. O da:
- Gözümün nuru,
Rasûlullah (s.a.v.) hazretlerine yemin olsun ki, şimdi evvelkinden üç kat
fazladır, dedi. Bunun üzerine o yemekten yedi ve ettiği yemini kastederek:
"O olan şey şeytandandı." dedi. O yemekten bir lokma yedikten sonra
Peygamber (s.a.v.)'e gönderdi. Orada sabaha kadar durdu. Bizim ile bir kavim arasında
bir sulh akdi vardı. Müddet sona ermiş olduğu için Medine'ye gelmişlerdi.
İçlerinden yetkili olarak on iki kişi ayırdık. Onlarla birlikte kaç kişi
olduklarını ancak Allah bilir. İşte onların hepsi o yemekten yediler de öyle
ağırlandılar. Sonra hepimiz oradan ayrılıp evlerimize döndük.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hazım kanalı ile Abdurrahman b. Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)
ile beraber 300 kişi vardık. Rasûlullah:
- Hiç birinizin
yanında yemek yok mu? diye sordu. O esnada bir adam, bir ölçek buğday veya arpa
getirdi. Onu yoğurdular. Sonra uzun boylu, saçı başı dağınık bir müşrik, önüne
bir koyun katıp getirdi. Rasûlullah, ona sordu:
- Bunu satıyor, musun,
yoksa bağışlıyor musun veya hediye mi ediyorsun?
- Hayır, satıyorum.
Rasûlullah, o koyunu
ondan satın alıp kesti. Karaciğerinin kavrulmasını emretti. Allah'a yemin
ederim ki, orada bulunan biz 300 kişi, o karaciğerden pay alıp yedik, orada
bulunanlara payı hemen verildi. Bulunmayanların payları da kendileri için ahkonuldu.
Rasûlullah, o karaciğeri iki tabağa koydu. Hepimiz doyuncaya kadar yedik,
tabakta yine de bir miktar arta kaldı. Onu da develere verdik.» [8]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Fezzare b. Ömer tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bir gazaya gitti. Gazada Müslümanlar açlığa maruz kaldılar. Yemeğe
şiddetle ihtiyaç duydular. Develerini kesmeleri için Rasûlullah'tan izin
istediler. Rasûlullah da onlara bu izni verdi. Rasûlullah'm izin verdiğini
duyan Hz. Ömer gelip şöyle dedi:
- Ya Rasulallah,
develeri, onları taşıyıp düşmana götürüyor. Şimdi de bu develerini kesecekler
mi? Sen yemeklerinin kırıntılarını getirmelerini söyle ve bu kırıntılara
bereket katması için yüce Allah'a dua et.
- Olur, öyle yapalım.
Yemeklerinin
kırıntılarını getirmeleri için sahabelere çağrıda bulundu. Oradakiler de
yanlarında kalan yemek kırıntılarını getirdiler. Rasûlullah, bu kırıntıları bir
araya getirdi. Sonra bereket katması için yüce Allah'a dua etti. Sonra
kaplarını getirmelerini emretti. Kaplarını getirip yemekle doldurdular. Çok
miktarda yemek de arta kaldı. O esnada Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
- Allah'tan başka ilah
olmadığına şahadet ederim. Benim de Allah'ın kulu ve elçisi olduğuma şahadet
ederim. Her kim bu iki şahadet hususunda şüphesi bulunmaksızın Aziz ve Celil
olan Allah'ın huzuruna varırsa, Cennet'e girer.»
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. Ishak kanalı ile Ebu Amre el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)
ile bir savaşta beraberdik. Askerler içinde açlık başgösterdi. Ashab, Peygamber
(s.a.v.)'den bir kısım hayvanlarını kesmek için izin isteyip:
- Allah buna bizi
mecbur bıraktı, dediler.
Rasûlullah da onlara
müsaade eder gibi oldu. Ömber b. Hattab: —Ya Rasulallah, biz yarın düşmanla hem
aç, hem de yaya olarak karşılaşırsak nasıl olur? Eğer uygun görürseniz, kimde
ne varsa getirsin. Hepsini bir araya topladıktan sonra, Allah'ın onu
bereketlendirmesi için dua edersiniz. Hiç şüphem yok ki, duanızla, Aziz ve
Celil olan Allah bizi doyuracaktır, dedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah'm emriyle kimde ne kalmışsa getirildi. Kiminin getirdiği bir avuç,
kimininki biraz fazla, kimininki ise daha azdı. Bir ölçekten fazla getiren
yoktu. Allah'ın rasûlü hepsini topladıktan sonra ayağa kalkıp edebildiği kadar
dua etti. Ondan sonra:
- Herkes kendi kabını
getirsin ve alabildiği kadar alsın, diye emretti.
Herkes kabını getirip
doldurmaya başladı, ağzına kadar doldurmadıkları bir kap kalmadı. Sonunda
erzak yığını, olduğu gibi duruyordu. Hiç eksiîmemişti. Allah'ın Peygamberi,
bundan o kadar sevinç duydu M, yan dişleri görülünceye kadar gülümseyerek şöyle
dedi:
- Allah'tan başka ilah
bulunmadığına ve Allah'ın peygamberi olduğuma şahitlik ederim. Bu iki kelimeye
inanarak Allah'ın huzuruna çıkan hiçbir kul yoktur ki, kıyamet günü kendisiyle
Cehennem ateşi arasına perde çekilmiş olmasın."
Hafiz Ebu Bekr
el-Bezzar, Ebu Huneys el-Ğifarfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Tihame gazvesinde
Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Usfan'a geldiğimizde ashabı onun yanma
gelip şöyle dedi:
- Ya Rasulallah, açlık
bizi bitirdi, izin ver, bineklerimizi kesip yiyelim.
- Olur.
Rasûlullah'm bu iznini
haber alan Ömer b. Hattab gelip şöyle dedi:
- Ey Allah'ın
Peygamberi, sen ne yapıyorsun? İnsanlara bineklerini kesmelerini emretmişsin.
Peki neye binecekler?
- Sen ne teklif
edersin ey Hattab'ın oğlu?
- Benim teklifim
şudur: Azıklarının artıklarını getirsinler. O artıkları bir bezin içinde topla,
sonra onlar için dua et. Rasûlullah, sahabelere bu emri verdi. Azıklarının
artıklarım toplayıp bir beze koydular. Rasûlullah'a getirdiler. O da onlar için
dua etti. Sonra onlara:
- Kaplarınızı getirin,
diye emretti. Herkes kabını doldurdu. Sonra yola çıkma emrini verdi. Harekete
geçince yağmur yağdı. Rasûlullah indi. Sahabeler de onunla birlikte indiler.
Yağmur suyundan içtiler. Üç kişi geldi. İkisi Rasûlullah'la beraber oturdu.
Diğeri arkasını dönüp gitti, Rasûlullah da şöyle buyurdu:
- Şu üç kişinin
durumunu size bildireyim mi? Bunlardan biri Allah'tan utandı, Allah da ondan
utandı. Diğeri tevbe ederek geldi. Allah da tevbesini kabul etti. Üçüncüsü ise
yüz çevirip gitti. Allah da ondan
yüz çevirdi.»
Hafiz Ebu Ya'lâ,
Muhammed b. Beşşar tariki ile Seleme b. Ekva'nm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Hayber savaşında Rasûlullah
(s.a.v.) ile beraberdik. Bize azıklarımızı bir araya toplamamızı emretti.
Bunun üzerine bir post serildi ve hurmalarımızı getirip üzerine boşalttık. Bir
ara ne kadar oldu diye uzanıp baktım, bir koyunun bir defada yiyebileceği
kadar olduğunu tahmin ettim. Biz ise 1400 kişiydik. Onu hepimiz yedik, yine de
artmıştı. Baktım, ne kadar olduğunu tahmin edeyim dedim, yine bir koyunun bir
defada yiyebileceği kadar vardı.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Abdest almak için su
var mı? diye sordu.
- Adamın biri, ibriğindeki
bir damla suyu getirdi. Rasûlullah, onu alıp bir bardağa boşalttı. Biz de o
bardaktaki bir damla sudan abdest aldık. Alırken de bardaktan sel gibi
boşaltırcasına döküyorduk. Biz 1400 kişi idik. Sonra başka insanlar gelip
dediler ki:
- Ya Rasulallah,
abdest almayacak mıyız?
- Abdest tamamlandı.»
Başka bir rivayete
göre yukarıda zikredilen azıkların bereketlen-mesiyle ilgili olarak Seleme
şöyle demiştir: " O azıkları yedik, nihayet doyduk, sonra da torbalarımızı
doldurduk."
îbn îshak, Beşir b.
Sa'd'm kızının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Annem Amre binti Revaha beni
çağırdı. Bir tabak hurmayı eteğime koydu. Sonra da:
- Ey kızcağızım, şunu
baban ve dayın Abdullah'a götür ki yesinler, dedi. Ben de hurmaları alıp
götürdüm. Babamı ve dayımı aramaktayken Rasûlullah'm önünden geçtim. Geçerken
bana şöyle dedi:
- Buraya gel ey
kızcağızım. Şu eteğindeki nedir?
- Ya Rasulallah,
hurmadır. Annem bunu babam Beşir b. Sa'd ile dayım Abdullah b. Revaha'ya
gönderdi ki yesinler.
- Hurmaları bana ver
bakalım.
Ben de hurmaları
Rasûlullah (s.a.v.)'m avucuna boşalttım, ama avuçlarını doldurmadı. Sonra bir
bez getirmelerini emretti. Getirilen bezin üzerine hurmaları boşalttı ve
yanındaki birine de:
- Hendekte çalışanlara
seslen de yemeğe gelsinler, dedi. Bu çağrı üzerine hendekte bulunan sahabeler
oraya gelip toplandılar. Hurmaları yediler? Hurmalar durmadan fazlalaşıyordu.
Nihayet hendekte bulunan sahabelerin tamamı doyup kalktı. Hurmalar da o
sofranın etrafından yere dökülüyordu.» [9]
Buharı, Cabir'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Babam vefat ettiği
zaman bir hayli borçları vardı. Rasûlullah (s.a.v.)'a gidip babamın borçlu
olduğunu ve hurmalığının yıllık ürününden başka ödeyecek bir şeyinin
olmadığını, bunun ise borçlarının ancak bir kısmını karşılayabileceğini
söyledim. Alacaklıların, beni sıkıştırmamaları için benimle beraber gelmesini
kendisinden rica ettim. Allah'ın Rasûlü de beni kırmayıp beraber geldi.
Harmanlardan birinin yanından geçerken dua etti. Sonra bir diğer harmanın
yanma varıp yine dua ettikten sonra çıkıp üstüne oturdu ve:
- Ölçünüz, buyurdu.
Alacaklılar da ölçmeye
başladılar. Herkes hakkım alıp götürdükten sonra bir o kadar da bize kaldı.»
Bu hadis, Cabir'den
müteaddid yollarla birçok lafızlarla rivayet edilmiştir. Özetle anlatılmak
istenilen husus şudur ki, Rasûlullah (s.a.v) onun için dua etmiş, malına
bereket katmış, onunla birlikte bahçesine gidip hurma harmanının üzerine
oturmuş, böylece Allah onun babasının borcunu karşılamıştı. Babası Uhud'da
şehid edilmişti. Cabir, o sene, hatta sonraki senelerde de babasının borcunu
karşılayabileceğini ummuyordu. Bununla beraber hurması, umduğundan daha çok
arttı. Hamd ve minnet Allah'adır. [10]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yakub tariki ile Selman-ı Farisî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v)'a
şöyle dedim:
- Üzerimdeki şu borcu
nasıl karşılayacağım, nereden karşılayacağım ey Allah'ın Rasûlü?
Benim böyle demem
üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bir altın parçasını alıp dilinin üzerinde çevirdi,
sonra şöyle dedi:
- Şunu al ve borcunu
öde.
Ben de onu aldım ve
borcumu ödedim. Borcum kırk okiyye kadardı.» [11]
îmam Ahmed b. Hanbel,
Yunus kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir gün Rasûlullah
(s.a.v)'a birkaç hurma getirdim ve şöyle dedim:
- Bu hurmalarda
bereket meydana gelmesi için Allah'a dua et. Rasûlullah da hurmaları alıp
avucuna dizdi, sonra dua etti ve bana şöyle dedi:
- Bunları bir
dağarcığa koy, lüzum ettiği zaman elini içine koyup
çıkar, ama dağıtma.
Ben de dağarcıktan
Allah yolunda şu kadar ve şu kadar Ölçek dağıttım. Yedim, yedirdim. Yine de
boşalmıyordu. Nihayet Hz. Osman öldürüldüğü zaman hurmalar tükendi ve dağarcık
yere düştü.» Tirmizî, bunun hasen ve garib bir hadis olduğunu söylemiştir.
Hafiz Ebu Bekr
el-Beyhakî, Ebu'1-Feth Hilal b. Muhammed kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v)
bir gazada idi. Sahabeler yemeğe aşırı derecede ihtiyaç duydular. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle dedi:
- Ey Ebu Hüreyre,
senin yanında yiyecek birşey var mı?
- Yanımdaki dağarcıkta
biraz hurma var.
- Onu bana getir.
Ben de dağarcığı
götürüp ona verdim. Sonra:
- Bir post getir,
dedi. Ben de postu getirip önüne serdim. Elini dağarcığa koyup hurmaları
avuçladı. Hurmalar yirmibir tane idi. Her bir hurmayı postun üzerine koyarken
Besmele çekiyordu. Nihayet hepsini bıraktı ve toparladı sonra:
- Falanı ve
arkadaşlarını çağır, dedi. Çağırdım, geldiler. Doyuncaya dek yediler, sonra
çıkıp gittiler. Sonra:
- Falanı ve
arkadaşlarını çağır, dedi. Çağırdım, onlar da gelip yediler, doyunca çıkıp
gittiler. Sonra:
- Falanı ve arkadaşlarım
çağır, dedi. Onları çağırdım, gelip yediler. Doyunca çıkıp gittiler. Sonra:
- Falanı ve
arkadaşlarını çağır, dedi. Onları da çağırdım, gelip yediler. Doyunca çıkıp
gittiler. Yine de hurmalar artmıştı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bana:
- Otur, dedi. Oturdum,
kendisi yemeğe başladı. Ben de yedim. Yine de hurmalar arttı. Artan hurmaları
dağarcığa koydum. Bana şöyle dedi:
- Ey Ebu Hüreyre!
Hurma yemek istediğin zaman elini dağarcığa koy, üstten al, dağıtma, böylece
sana yeter.
Hurma yemek istediğim zaman
elimi dağarcığa koyuyor, ondan alıp yiyordum. Böylece Allah yolunda iken elli
ölçek hurma yedim. Hepsini o dağarcıktan çıkardım. Dağarcık bineğimin arkasında
asılı durumdaydı. Hz. Osman zamanında düşüp gitti.»
Beyhakî, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "islâmiyet'te benzerini
görmediğim üç musibetle karşılaştım. Biri, Peygamber (s.a.v.)'in vefatı. Biri,
Osman (r.a.)'m öldürülmesi, diğeri de azık torbası meselesidir. Ona:
- Ey Ebu Hüreyre,
torba meselesi nedir? diye sordular. Şöyle-anlattı:
Bir savaşta
Rasûlullah'la beraberdik. Bir gün bana:
- Ey Ebu Hüreyre,
sende birşey var mıdır? diye sordu.
- Evet ya Rasulallah,
torbamda biraz hurma var, dedim.
- Getir, dedi.
Ben de hurmaları
çıkarıp kendisine verdim. Hurmalara elini sürüp dua ettikten sonra:
- On kişi çağır, dedi.
Ben de çağırdım. Gelip doyuncaya kadar yediler; sonra:
- On kişi daha çağır,
dedi.
Böylece onar kişilik
gruplar halinde bütün asker yedi, torbada birkaç hurma daha vardı. Peygamber
(s.a.v.):
- Sana lazım oldukça
torbaya elini yavaşça sok ve hurmaları karıştırmadan üstünden al, buyurdu.
Ben de öyle yaptım.
Yemin ederim ki, ben o hurmaları Rasûlullah'ın hayatı boyunca yedim. Ebu Bekir,
Ömer ve Osman (r.a.)'ın devirleri boyunca da yedim. Ancak Osman (r.a.)
öldürüldüğü gün evim yağma edildi ve bu meyanda o hurma torbası da elimden
çıktı. O torbadan ne kadar yediğimi size söyleyeyim mi? îki yüz yükten fazla
yedim.»
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Amir tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
bana biraz hurma verdi. O hurmaları bir ölçeğe koyup evin tavanına astık. Hep o
ölçekteki hurmadan yiyorduk. Nihayet Şamlılar, Medine'ye saldırıp musibet vaki
olduğunda hurmalar tükendi.» [12]
Hafız İbn Asakir,
İrbad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hazarda ve seferde Rasûlullah'ın
kapısından ayrılmazdım. Tebük'te iken gece bir iş için ayrılmıştım. Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanına döndüğümüzde akşam yemeğini yemişlerdi. Bana:
- Sen gece vakti
neredeydin? diye sordu.
Ben de anlattım. O
sırada Cual b. Süraka ile Abdullah b. Makil el-Müzenî çıkıp geldiler. Üçümüz de
açtık. Rasûlullah, zevcesi Ümmü Seleme (r.a.)'nin yanına gidip yiyecek birşey
olup olmadığını sordu. O da:
- Yok, dedi. Sonra
Bilal'i çağırıp torbaları yoklamasını emretti. Bilal (r.a.)t torbaları
silkeleyerek yedi tane hurma buldu. Allah'ın Rasûlü, bu hurmaları bir kaba
boşalttıktan sonra elini üzerine koyup Besmele
çekti ve bize:
- Siz de Besmele
çekerek yeyin, buyurdu.
Yemeğe başladık.
Elimde elli dört tane hurma çekirdeği birikti. Sayarak yiyor ve çekirdekleri
Öteki elime koyuyordum. Diğer iki arkadaşım da benim gibi yapıyorlardı. Her
birimiz elli beşer tane hurma yedikten sonra çekildik. Bir de baktık ki, yedi
hurma olduğu gibi duruyor. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bilal! Onları tekrar
torbaya koy, dedi.
Ertesi gün tekrar
çıkarıp kaba koydu. Bu sefer biz on kişi idik. Rasûlullah Efendimiz bize yine:
- Besmele çekerek
yemeye başlayın, dedi.
Biz de Besmele çekerek
yedik. Hurmaların sayısı, yine de yediden aşağı düşmedi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.):
- Eğer Allah'tan
utanmasaydım, Medine'ye dönünceye kadar hepimiz bu hurmalardan yerdik,
buyurdu.
Medine'ye döndüğümüz
zaman Medineli bir çocuk, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi de o hurmaları ona verdi.
Çocuk da onları yemeye başladı.»
Buharî ve Müslim, Hz.
Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: «Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiği
zaman yanımda bir canlının yiyebileceği birşey yoktu. Ancak bir rafin üzerinde
yanm Ölçek arpa vardı. O arpayı uzun zaman yedikten sonra ölçtüm. Ondan sonra
arpa azala aza-la nihayet bitti.»
Müslim, Cabir'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Adamın biri, Peygamber (s.a.v.)'e gelip yiyecek
birşeyler istedi. Peygamber (s.a.v.) de ona yarma yük arpa verdi. Adam, karısı
ve misafirleri, o arpadan uzun bir süre yediler. Sonra bir gün ölçtüler.
Miktarını belirlediler. Adam daha sonra gelip Peygamber (s.a.vje arpanın azaldığını
söyledi.
Peygamber (s.a.v.) de
ona:
- Eğer onu
ölçmeseydin, ondan hep yerdin ve o da devamlı aynı
miktarda kalırdı,
dedi.»
Müslim, Cabir'in şöyle
dediğim rivayet etmiştir:
«Ümmü Malik,
Rasûlullah (s.a.v.)'a bir tulum yağ hediye etti. Yağı alan Rasûlullah, tulumun
içinde kalan az miktardaki yağın üzerine bereket duası okudu. Yağ
bereketlendi. Tulumu alıp evine götüren Ümmü Malik, uzun bir süre çocuklarıyla
birlikte o tulumdaki yağı yedi. Günün birinde çocukları gelip yemek için katık
istediklerinde yağdan başka birşey bulunmadığı için Ümmü Malik gidip tulumdan
yağ çıkardı ve tulumu sıktı. Sonra yağ tükenince de durumu anlatmak için
Rasûlullah'a gitti. Rasûlullah da ona:
- Sen tulumu sıktın
mı? diye sordu. Evet, deyince de Rasûlullah
şöyle dedi:
- Eğer tulumu sıkmayıp
öylece bıraksaydm, içinde hep yağ bulunacaktı.»
Beyhakî, Said b. Hars
b. îkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Dedem Nevfel b. Hars b.
Abdülmuttalib evlenmek için Hz. Pey-gamber'den yardım istedi. Rasûlullah da bir
kadını ona nikahladı. Fakat kadına vermesi için mehir olarak birşeyler istedi.
Ama dedem, me-hirlik birşey bulamadı. Bunun üzerine Rasûîullah (s.a.v.),
zırhını Ebu Rafi ve Ebu Eyyüb ile birlikte pazara gönderdi. Zırhı bir
Yahudi'nin yanına otuz ölçek arpa karşılığında rehin bıraktılar, tşte bu
arpayı Rasûlullah ona mehir olarak verdi.
Nevfel diyor ki: Biz
altı ay süreyle o arpayı yedik, sonra ölçtüğümüzde eski miktarında olduğunu
gördük. Ben bunu Rasûlullah'a anlatınca, bana şöyle dedi:
- Eğer o arpayı
ölçmeseydin, ömrün boyunca onu yiyecektin.» Hafız el-Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Adamın biri, evine geldi. Ailesinin muhtaç
olduğunu gördü. Çöle
çıktı. Karısı şöyle
dedi:
- Allah'ım! Hamur
yoğurmak ve ekmek yapmak için bize gerekli şeyi nasib et.
Bir de baktılar ki,
tekneleri hamur dolu. Değirmenleri buğday öğütüyor! Tandırları da pişmiş ekmekle
dolu! Kocası geldi ve:
- Hanım, yanınızda
yiyecek birşey var mı? diye sordu. Karısı da:
- Evet, Allah bize
rızkımızı verdi, dedi. Değirmeni kaldırıp çevresini silip süpürdü. Adam gidip
bu durumu Peygamber (s.a.v.)'e anlattı. O da şöyle buyurdu:
- Eğer karın değirmeni
olduğu gibi yerinde bıraksaydı, kıyamet gününe kadar dönecekti.»
Yine
"Delâil" adlı eserde Hafız el-Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Ensâr'dan muhtaç bir
adam vardı. Evinden çıkıp gitti. Karısı da kendi kendine şöyle dedi:
- Eğer değirmenimi
döndürür ve tandırıma hurma dalı koyup yakarsam, komşularım, değirmenin sesini
duyup ocaktan da duman çıktığını görürlerse, yanımızda yiyecek bulunduğunu ve
hiçbir şeye muhtaç olmadığımızı zannederler.
Böyle deyip tandırına
gitti, ateşi yaktı. Oturup değirmeni döndürmeye başladı. Sonra kocası geldi.
Değirmen sesini duydu. Karısı ona kapıyı açmak üzere yerinden kalktı. Onu
karşıladığında kocası:
- Sen ne öğütüyorsun?
diye sordu. Kadın da durumu anlattı. İkisi birlikte içeri girdiler, bir de ne
görsünler. Değirmenleri kendiliğinden dönüyor ve oluktan un boşaltıyordu.
Evdeki bütün kaplar doldu. Boş kap kalmadı. Sonra kadın tandıra gitti. İçinin
ekmekle dolu olduğunu gördü. Kocası gidip durumu Peygamber (s.a.v.)'e anlattı.
Peygamber (s.a.v.) de ona şöyle sordu:
- Değirmeni ne yaptın?
- Kaldırıp silkeledim
ve temizledim.
- Onu öylece bir aks
aydınız, hayatıma (veya hayatınıza) yemin ederim ki, o hep öyle dönecek ve
oluktan un boşaltacaktı."
Bu hadisin, senedi de
metni de gariptir.
İmam Malik, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
kafir bir konuk geldi. Ona bir koyundan süt sağılmasını emretti. Koyunun
sağılan sütünü içti. Bir diğer koyunun sağılmasını emretti, onun da sütünü
içti. Sonra üçüncü koyunun sağılmasını emretti, onunkini de içti. Böylece
kafir misafir, yedi koyunun sağılan sütünü içti. Sabah olunca da Müslüman olup
Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. Rasûlullah (s.a.v.), bir koyunun
sağılmasını emretti. Koyunun sağılan sütünü içti. Sonra bir diğer koyunun
sütünün sağılmasını emretti, fakat o konuk, yedi tane koyunun sağılmasını
tamamlatmadı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Doğrusu Müslüman,
bir bağırsakla içer, kafir ise yedi bağırsakla içer.»
Hafız el-Beyhakî, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bedevinin biri gelip
Peygamber (s.a.v.)'e konuk oldu. Yiyecek bir şeyler istedi. Bulamadı. Sadece
ışık penceresinde bir parça ekmek gördü. Onu ufaladı ve üzerine bereket duası
okudu. Sonra da konuğuna:
- Ye, dedi. O da yedi
ve ekmek arttı. Sonra da:
- Ya Muhammed, doğrusu
sen iyi bir adamsın, dedi. Peygamber (s.a.v.), ona:
- Müslüman ol, dedi.
Ama adam:
- Doğrusu sen iyi bir
adamsın, dedi."
Hanz el-Beyhakî,
Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'e
bir konuk geldi. Yemek için zevcelerine haber saldı, ama hiçbirinin yanında
birşey bulunmadı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle dua etti:
- Allah'ım! Senin
lütfundan ve rahmetinden diliyorum. Buna ancak sen malik olabilirsin.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.)'e kızartılmış bir koyun hediye edildi. Kendisi de şöyle
dedi:
- Bu, Allah'ın
lütfundandır. Şimdi rahmeti bekliyoruz.» Beyhakî, Vaile b. Eska'nıh şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Ramazan ayı geldi. Biz Suffa ehli arasındaydık. îftar
vakti yaklaşınca bey'at ehlinden her bir adam, gelip bizden birini evine
götürdü ve iftar yemeğini yedirdi. Ama bir gece hiç kimse gelip bizi götürmedi.
Sabaha dek öylece kaldık. Ertesi gece yine kimse gelmedi. Kalkıp Rasûlullah'a
gittik. Durumumuzu ona arzettik. O da zevcelerine haber gönderip yanlarında
yiyecek bulunup bulunmadığım sordu. Hanımlarından her biri, Rasûlullah'a haber
gönderip evlerinde bir canlının yiyeceği birşey bulunmadığına yemin etti.
Rasûlullah (s.a.v.) onlara toplanın, dedi. Toplandılar. Dua etti ve şöyle
dedi:
- Allah'ım! Senin
lütfunu ve rahmetini istiyorum. Lütuf ve rahmet senin elindedir. Senden başkası
ona sahip olamaz.
Hemen o esnada biri
içeri girmek için izin istedi, içeri girince kızartılmış bir koyun ve ekmek
getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), yemeğin önümüze konulmasını emretti. Yemeğe
başladık, nihayet doyduk. Sonra da Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
- Allah'tan lütuf ve
rahmetini istemiştik, işte bu, O'nun lütfudur. Rahmetini de bizim için yanında
alıkoymuştur.»,[13]
imam Ahmed b. Hanbel,
ismail tariki ile Yahya b. Ishak'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Salim b. Abdullah'ın
meclisinde oturan Beni Ğifar kabilesine men-sub bir adam bana dedi ki:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
ekmek ve et yemeği getirildi. Rasûlullah, yemeği getiren adama:
- Sen bana koyunun
paçasını ver, dedi. Adam ona paçayı verdi.
Yine Rasûlullah:
- Sen bana koyunun
paçasını ver, dedi.
Adam ona ikinci paçayı
da verdi. Rasûlullah onu yedi, sonra yine:
- Sen bana koyunun
paçasını ver, dedi.
Adam:
- Ya Rasulallah, bunun
ancak İM ön ayağı var, başka yok, diye cevap verince Rasûlullah şöyle dedi:
- Eğer sussaydın, ben
dua ettiğim sürece onun hep paçalarını yemeye devam edecektin.»
imam Ahmed b. Hanbel,
Peygamber (s.a.v.)'in azadhsı Ebu Rafi'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bize bir koyun hediye edildi. Onu kesip kazana koydum. Rasûlullah yanıma
gelince sordu:
- Ey Ebu Rafi, bu
nedir?
- Koyundur, bize
hediye edildi ya Rasulallah. Ben de kesip kazana koydum. Şimdi pişiriyorum.
- Hele sen bana bir
paçasını ver. Ben paçayı ona verdim, sonra yine:
- ikinci paçayı da
ver, dedi. ikinci paçayı da verdim. Sonra yine:
- Diğer paçayı da ver,
dedi. Ben de:
- Ya Rasulallah,
koyunun ancak iki ön ayağı vardır. Üçüncüsü olmaz, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Eğer sussaydın, hep
paça yiyecektim.
Sonra Rasûlullah, su
getirilmesini emretti, getirilen suyu ağzına alıp çalkaladı ve parmaklarının
etrafını yıkadı, sonra kalkıp namaz kıldı, tekrar yanımıza döndü. Yanımızda
soğumuş et gördü. Eti yedi, sonra yine mescide girdi. Namaz kıldı. Suya elini
vurmadı.»
imam Ahmed b. Hanbel,
Nevfel tariki ile Ebu Rafi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)
için bir koyun haşlandı. Rasûlullah bana:
- Ey Ebu Rafi! Bana
paçayı ver, dedi. Paçayı verdim. Sonra yine:
- Ey Ebu Rafi! Bana
paçayı ver, dedi. ikinci paçayı da verdim. Sonra yine:
- Ey Ebu Rafi, bana
paçayı ver, dedi. Ben de dedim ki:
- Ya Rasulallah,
koyunun sadece iki ön ayağı vardır. Başka var mı?
- Eğer sussaydın, istediğim
sürece bana paça verecektin. » Rasûlullah (s.a.v.), paçayı çok severdi. Bu
yüzdendir ki, Yahudiler
onun paça sevdiğini
anlayınca, Hayber'de onu o koyunun paçası ile zehirlediler. Koyunu Zeynep
adında Yahudi bir kadın hazırlamıştı. Ama paça, zehirlenmiş olduğunu
Rasûlullah'a haber vermişti. Rasûlullah, ağzına alır almaz bu haberi paçadan
duymuştu. Nitekim Hayber gazvesinden bahsederken bu konuyu genişçe
anlatmıştık.
imam Ahmed b. Hanbel,
Dekin b. Said el-Has'amî'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Yemek istemek
için 440 kişi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gittik. Rasûlullah, (s.a.v.) Ömer'e:
- Kalk, bunlara
yiyecek birşeyler ver, dedi. Ömer de:
- Ya Rasulallah,
yanımda ancak dört ay süreyle beni ve bir çocuğu doyuracak kadar yiyecek var,
dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- Kalk, onlara
birşeyler ver, deyince Ömer:
- Ya Rasulallah, baş
göz üstüne, emrini işittim ve itaat ettim, dedi. Kalkıp bizimle beraber bir
odasına gitti. Anahtarı kuşağından çıkarıp kapıyı açtı. Odada, oturmuş bir deve
yavrusunu andıracak miktarda hurma vardı. Ömer:
- Alabildiğiniz
kadarını alın, dedi. Bizden de her birimiz ihtiyacımız kadarını aldık. En son
alan da ben oldum. Oradan bir tek hurma bile eksiltmiş olmadık."
. Ali b. Abdülaziz, Ebi Reca'nın şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.) evinden çıkıp gitti. Ensâr'dan birinin bahçesine girdi. Adam kendini
aniden Rasûlullah (s.a.v.) ile karşı karşıya buldu. Rasûlullah, ona şöyle dedi:
- Eğer şu bahçeni
iyice sularsam, bana ne verirsin?
- Ben sulamaya
çalışıyorum, ama beceremiyorum.
- Hurmaların arasından
yüz hurma seçip almam karşılığında bahçeni iyice sularım. Buna ne dersin?
- Olur.
Rasûlullah (s.a.v.),
kovayı eline alıp sulamaya başladı. Çok geçmeden bahçe sahibi:
- Bahçemi sular
altında bıraktın, yeter, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) da adamın
hurmalarından yüz hurma seçip aldı. Kendisi ve ashabı doyuncaya kadar yediler.
Sonra yine yüz tane hurmayı olduğu gibi bahçe sahibine iade etti."
Bu, garip bir
hadistir. Hafız İbn Asakir, bunu "Delâilü'n-Nübüvve" adlı eserinde
Ali b. Abdülaziz el-Beğavî'den rivayet etmiştir.
Selman-ı Farisî'nin
İslâm'a girişinden bahsederken Rasûlullah (s.a.v.)'m, onun için kendi mübarek
eliyle diktiği hurma ağaçlarından söz etmiştik. O ağaçlardan hiçbiri
kurumamıştı. Hepsi tutmuş ve meyve vermişlerdi. 300 kadar idiler. Ayrıca
Rasûlullah (s.a.v.), Selman'm mükâteblik bedelinin taksitlerini ödemesi için
altını dili üzerinde döndürüp Selman'a vermiş, Selman da onu efendisine
vererek hürriyetine kavuşmuştu. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın. [14]
Müslim, Cabir b.
Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber (s.a.v.) ile birlikte
yola çıktık. Efyah vadisine vardık. Rasûlullah (s.a.v.) def-i hacet için biraz
uzaklaştı. Ben de su ibriğini peşinden götürdüm. Etrafına baktı, örtünecek
birşey bulamadı. Vadinin kıyısında iki ağaç gördü. Onlardan birinin yanma gidip
dallarından birini tuttu ve:
- Allah'ın izniyle
bana itaat et ve eğil, dedi. Ağaç da burnuna tahta bağlanmış yularlı devenin
güdücüsüne itaat edişi gibi Rasûlullah'a itaat edip eğildi. Sonra diğer ağaca
gitti. Onun da dallarından birini tuttu ve ona:
- Allah'ın izniyle
bana itaat edip eğil, dedi. O da burnuna tahta1 bağlanmış yularlı devenin
güdücüsüne itaat edişi gibi Rasûlullah'a itaat edip eğildi. Rasûlullah, ikisi
arasında kalınca, dalları birbirine bağladı ve Allah'ın izniyle birleşin,
dedi. İkisi de birleştiler. Rasûlullah'ın, yakınında olduğumu hissetmesinden
korktuğum için biraz geriledim. Kendi kendime konuşmaya başladım. Gözümü yan
tarafa çevirince baktım ki, Rasûlullah bana doğru geliyor. Bu sırada İM ağaç da
birbirinden ayrıldılar. Her biri yine gövdesi üzerine dikildi. Hz. Peygamber
(s.a.v.)'in durduğunu ve iki ağaca başıyla sağa ve sola doğru işaret ederek yerlerine
geçmelerini emrettiğini gördüm.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Muaviye tariki ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir gün Cebrail,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. O, üzüntülü bir halde oturmaktaydı. Üzeri
kana bulanmıştı. Mekkelilerin bazıları kendisine vurmuşlardı. Cebrail, ona
sordu:
- Neyin var?
- Şunlar bana şöyle ve
şöyle yaptılar.
- Sana bir mucize
göstermemi ister misin?
- Evet.
Cebrail, vadinin
gerisindeki bir ağaca baktı ve şöyle dedi:
- Şu ağacı çağır
bakalım.
Rasûlullah, ağacı
çağırdı. Ağaç, gelip önünde durdu. Sonra Cebrail, ona şöyle dedi:
- Emir ver de eski
yerine gitsin.
Rasûlullah, emir
verdi, ağaç yine eski yerine gitti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
- Bu bana yeter,
dedi.»
Beyhakî, Ömer b.
Hattab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Müşrikler kendisine eziyet
ettiklerinden dolayı Rasûlullah (s.a.v.), Hacun'da üzüntülü bir şekilde
durmaktaydı. Şöyle demişti:
- Allah'ım, bugün bana
öyle bir mucize göster ki, bundan sonra beni yalanlayanlara aldırış etmeyeyim.
Rasûlullah (s.a.v.),
ilahi buyruk üzerine Medine akabesindeki bir ağaca seslendi. Ağaç, yeri yararak
gelip Rasûlullah'ın önünde durdu. Sonra yine ona emir verdi. Tekrar eski yerine
döndü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
- Bundan sonra beni
yalanlayanlara artık aldırış etmeyeceğim, dedi.»
Beyhakî, Hasan'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), kavminin kendisini
yalanlamalarından ötürü oldukça üzüntülü bir şekilde Mekke'nin bazı
mahallelerine gitti. Dolaşırken şöyle dedi:
- Ey Rabbim, beni
rahatlatacak ve üzüntümü giderecek bir mucize göster.
Cenâb-ı Allah, ona
şöyle vahyetti:
- Şu ağacın
dallarından herhangi birini çağır da sana gelsin.
Rasûlullah (s.a.v.),
ağacın dallarından birine seslendi. O dal yerinden sökülüp çıktı, yeri yararak
Rasûlullah'm huzuruna geldi. Sonra Rasûlullah:
- Yerine dön, dedi.
Ağaç da yerine döndü. Rasûlullah (s.a.v.), bunun üzerine Allah'a hamd etti ve
gönlü hoş oldu. Müşrikler kendisine şöyle diyorlardı:
- Ey Muhammedi Sen
babandan ve dedelerinden üstün mü oldun? Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti
inzal buyurdu:
"Ey cahiller!
Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?" (ez-Zümer,
64.)
imam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Muaviye tariki ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Beni Amir
kabilesinden bir adam, Peygamber (s.a.v.)'in yanma gelerek şöyle dedi:
- Ya Rasulallah! Bana
omuzların arasındaki mührü göster, çünkü ben insanlar arasında tıb ilmini en
iyi bilenlerdenim.
- Sana bir mucize
göstereyim mi?
- Göster.
Adam böyle dedikten
sonra karşısında duran hurma ağacına bakü ve:
- Şu hurma ağacını
çağır da gelsin, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), hurma ağacına seslendi. O da
sıçraya sıçraya Rasûlullah'm karşısında durdu. Sonra Rasûlullah:
- Yerine dön, dedi.
Ağaç da tekrar yerine döndü. Beni Amir kabilesinden olan adam:
- Ey Beni Amir
kabilesi, bugüne kadar bu adamdan daha sihirbaz birini görmedim, dedi.»
îmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Abbas'uı şöyle dediğini nakletmiştir: «Beni Amir kabilesinden bir adam,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedi:
- Ben tıb ilmini
biliyorum. Şikayetin var mı, neden şikayetçisin? Davet ettiğin hususlarda
kalbine şüphe falan geliyor mu?
- Ben, insanları
Allah'a ve İslâm'a davet ediyorum.
- Sen Öyle bir söz
söylüyorsun ki, çok önemlidir. Senin bu hususta bir mucizen ve delilin var mı?
- Evet, istersen sana
bir mucize göstereyim.
Rasûlullah'm
karşısında bir ağaç duruyordu. Onun dallarından birine:
- Gel bakalım ey dal,
dedi. Dal da ağaçtan kopup sıçrayarak geldi ve Rasûlullah'm karşısında durdu.
Rasûlullah da ona:
- Yerine dön, dedi.
Dal da tekrar eski yerine döndü. Bunun üzerine o adam şöyle dedi:
- Ey Amir b. Sa'saa
ailesi!
Bundan sonra da dönüp
Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Bundan böyle
söyleyeceğin sözlerden hiçbiri için seni ayıplamı-yacağım.»
Beyhakî, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Adamın biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip
şöyle dedi:
- Senin ashabının
dedikleri şu şey nedir?
O esnada da
Rasûlullah'm çevresinde ağaçlar ve dallar vardı. Rasûlullah (s.a.v.), o adama
şöyle sordu:
- Sana bir mucize
göstermemi ister misin?
- Evet.
Rasûlullah (s.a.v.),
karşısında duran ağacın dallarından birini çağırdı. Dal, yeri yararak
Rasûlullah'm yanma geldi. Karşısında durdu. Secde etti. Sonra secdeden başını
kaldırıp Rasûlullah'm huzurunda durdu. Bundan sonra Rasûlullah ona emir verdi,
o da yerine döndü. Yanındaki adam da:
- Ey Amir b. Sa'saa
ailesi! Vallahi bundan sonra Rasûlullah'm söylediği sözlerden hiçbiri için
kendisini yalanlamayacağım." dedi.»
Beyhakî, Ebu Nasr b.
Katade tariki ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bedevinin biri,
Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle bir soru sordu:
- Senin Allah Rasûlü
olduğunu ne ile bileceğim?
- İster misin, şu
ağacın dalını çağırayım da bana gelsin. O zaman sen benim Allah Rasûlü olduğuma
şahadet edecek misin?
- Evet.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), karşısında duran hurma ağacının bir dalma seslendi.
Rasûlullah'm çağrısı üzerine o dal, ağaçtan koparak yere düştü ve sıçrayarak
Rasûlullah'm karşısına gelip durdu. Sonra Rasûlullah ona:
- Yerine dön, dedi.
Dal da yerine döndü. Adam:
- Senin Allah Rasûlü
olduğuna şahadet ederim, deyip iman etti.» Ben derim ki: Belki de bu adam,
Rasûlullah'm mucizesine önce büyü demiş, ama sonra basiretini kullanarak
Müslüman olup Allah'ın hidayet yoluna koyulmuştur. Doğrusunu Allah bilir.
Hakim, Ebu Abdullah
en-Nisaburî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir yolculukta
Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Bir bedevi geldi. O yaklaşınca, Rasûlullah
şöyle dedi:
- Nereye gidiyorsun?
- Aileme gidiyorum.
- Bir hayır ve iyiliğe
var mısın?
- Nedir o hayır ve
iyilik?
- Allah'tan başka ilah
bulunmadığına, O'nun bir ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in de O'nun kulu ve
Rasûlü olduğuna şahadet etmendir.
- Senin bu
söylediklerinin doğruluğunu isbatlayan bir şahit var mı?
- Şu ağaçtır.
Böyle dedikten sonra
Rasûlullah (s.a.v.), vadinin kenarında duran ağacı çağırdı. Ağaç da yeri
yararak geldi ve Rasûlullah'm huzurunda durdu. Rasûlullah, Allah'tan başka ilah
bulunmadığına, kendisinin de O'nun rasûlü olduğuna şahadet getirmesini üç kez
ağaçtan istedi. Ağaç da Rasûlullah'm dediği gibi şahadet etti. Sonra da eski
yerine döndü. Bedevi adam da kavmine döndü. Dönerken Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Eğer kavmim bana
uyarsa, onları alıp sana getiririm. Yoksa ben kendim döner ve seninle beraber
olurum.» [15]
Bu konuda sahabeler
topluluğundan müteaddid yollarla katiyyet ifade eden birçok hadis
nakledilmiştir ki, bu hadisler, hadis imamları ve hadis meydanının bahadırları
nezdinde kesinlik ifade ederler.
İmam Ebu Abdillah
Muhammed b. İdris eş-Şafiî, İbrahim b. Mu-hammed tariki ile Übeyy b. KaVm şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Mescid-i Nebevf
nin üstü ağaç dallarıyla örtülü iken Peygamber (s.a.v.), bir hurma ağacına
yaslanarak hutbe okurdu. Ashabtan biri dedi
ki:
- Ya Rasulallah, cuma
günü üzerinde durarak hutbe okuman için sana bir minber yapalım mı? İnsanlar, o
minber üzerinde senin irad ettiğin hutbeyi dinlerler.
- Olur.
Bunun üzerine
Peygamber (s.a.v.)'e üç basamaklı bir minber yapıldı. Minber yapılınca,
Rasûlullah (s.a.v.) artık minber üzerine çıkıp hutbe okumaya başladı. O hurma
ağacına yaslanmayıp minbere giderken ağaçtan bir böğürme ve bir hırıltı
duyuldu. Neredeyse ağaç yarılıp parçalanacaktı. Peygamber (s.a.v.), bu sesi
işitince minberden inip ağacın yanma geldi. Ağacı eliyle sivazladı. Sonra
minbere döndü. Mescid-i Nebevi yıkıldığı zaman o hurma kütüğünü Übeyy b. Kal)
aldı. Çürüyün-ceye ve kurtlar yeyip paramparça oluncaya kadar yanında idi."
Hanz Ebu Ya'lâ
el-Musulî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
cuma gününde mescitte dikili bir hurma ağacına yaslanarak insanlara hutbe irad
ederdi. Rumi bir adam, ona gelip şöyle dedi:
- Ya Rasulallah,
üzerinde durup insanlara hutbe irad etmen için sana bir minber yapalım mı?
Rasûlullah'ın kabul
etmesi üzerine o adam, iki basamaklı bir minber yaptı. Bu iki basamağa
bastıktan sonra üçüncü basamak denebilecek bir yükseklikte oturdu. Oturunca,
daha önce kendisine yaslanarak insanlara hutbe irad ettiği hurma ağacı,
Rasûlullah'tan ayrılmış olmanın üzüntüsüyle inlemeye başladı. Öküz gibi
böğürdü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), minberden inerek böğürmekte olan
hurma ağacını kucakladı. Kucaklayınca ağacın sesi kesildi. Sonra Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Muhammed'in nefsi
elinde bulunan-zata yemin ederim ki, eğer ben bunu kucaklamas aydım, benden
ayrılışının üzüntüsüyle kıyamete dek böylece böğürmeye devam edecekti. Böyle
dedikten sonra Peygamber (s.a.v.) emir verdi, sahabeler o ağacı yere
gömdüler.»
Hafız Ebu Bekr
el-Bezzar, "Müsned" adlı eserinde, Enes'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), bir hurma dalına dayanarak hutbe irad ederdi. Kendisi için minber
yapılınca o dalı bırakıp minber üzerine çıkarak hutbe irad etmeye başladı.
Bunun üzerine o hurma dalı inlemeye başladı. Rasûlullah (s.a.v.) gelip onu
bağrına bastı da sesini kesti. Sonra Ra-sûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- Eğer ben bunu
kucaklamasaydım, kıyamet gününe dek inleye-cekti."
Başka bir rivayete
göre Mübarek b. Fudale, bu hadisi Hasan'dan rivayet ederek şöyle demiştir:
"Hasan, bu hadisi
anlatırken ağlar, sonra şöyle derdi:
- Ey Allah'ın kulları!
Kendisine olan aşkından ve Allah katındaki mertebesine olan iştiyakından ötürü
bir ağaç dalı Rasûlullah için inliyor. Aslında onun huzuruna varmaya sizin
daha çok iştiyakh olmanız gerekir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bir hurma dalma dayanarak hutbe irad ederdi. Oğlu marangoz olan
Ensârî bir kadın dedi ki:
- Ya Rasulallah, benim
marangoz bir oğlum var. Üzerinde hutbe okuman için minber yapmasını ona
emredeyim mi?
- Olur.
Rasûlullah'm
onaylaması üzerine marangoz çocuk, ona bir minber yaptı. Cuma günü olunca
Rasûlullah, minbere çıkıp hutbe okumaya başladı. Daha önceleri kendisine
dayanarak hutbe okumakta olduğu hurma dalı, çocuk gibi inlemeye başladı. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:
- Doğrusu şu hurma
dalı, zikirden mahrum olduğu için ağladı." Buharî, Enes b. Malik'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Cabir b.
Abdullah el-Ensârî'nin şöyle dediğini işittim: "Mescid-i Nebevî'nin tavanı
hurma dallarıyla örtülmüştü. Peygamber (s.a.v.), hutbe irad ederken bu
dallardan birine dayanıyordu. Kendisi için minber yapıldığında o hurma dalının
on aylık gebe deve gibi inlemeye başladığını işittik. Nihayet Rasûlullah
(s.a.v.) gelip elini o dala koydu da sesi kesildi."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bir ağacın gövdesine (veya dalma) dayanarak hutbe okumaya başlayınca
o dal inlemeye başladı, inleyişi mescidin bütün cemaatı işitti. Nihayet
Rasûlullah (s.a.v.) minberden inip geldi ve elini ona sürdü de sesi kesildi.
Bazıları dediler ki: "Eğer Rasûlullah (s.a.v.), o daim yanına gelmeseydi,
kıyamet gününe kadar inlemeye devam ederdi."
Ebu Bekr b. Ebi Şeybe,
Ebu Hazim'in şöyle dediğini rivayet eder: "Bazıları, Sehl b. Sa'd'ın
yanına gelip kendisine şöyle bir soru sordular:
- Rasûlullah'm minberi
nedendi?
- Rasûlullah (s.a.v.),
önceleri hutbe irad ederken bir hurma dalma
dayanırdı. Kendisine
minber yapılıp da minbere çıkarak hutbe okumaya başlayınca, o dal inlemeye
başladı. Nihayet Rasûlullah gelip elini onun üzerine koydu da sesi
kesildi."
İmam Ahmed b. Hanbel, Affan
kanalı ile tbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), kendisi için minber yapılmadan önce bir hurma dalma dayanarak hutbe
okurdu. Minber yapılıp da minbere çıkarak hutbe okumaya başlayınca, daha
önceleri kendisine dayanarak hutbe okuduğu hurma dalı inlemeye başladı. Bunun
üzerine Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip gelerek hurma dalını kucaklayınca
sesi kesildi. Allah elçisi şöyle buyurdu:
- Eğer ben bunu
kucaklamasaydım, kıyamet gününe dek inlemeye devam ederdi."
Buharî, Muhammed b.
Müsenna kanalı ile Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), bir hurma dalma dayanarak hutbe okudu. Kendisi için minber yapılıp da
minbere çıkıp hutbe okumaya başlayınca, daha önceleri kendisine dayanarak
hutbe okuduğu hurma dalı inlemeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)
gelip o dalı eliyle sıvazladı."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mescid-i
Nebevî'de bir hurma dalı vardı. Cuma günü olunca veya olağanüstü bir durum
meydana gelince, Rasûlullah insanlara hutbe irad etmek istediğinde o dala
dayanarak hutbe irad ederdi. Sahabeler dediler ki:
- Ya Rasulallah, sana
boyun kadar yükseklikte bir minber yapalım mı?
- Siz bilirsiniz.
Bunun üzerine üç
basamaklı bir minber yapıldı. Rasûlullah çıkıp üzerine oturunca, daha önceleri
kendisine dayanarak hutbe irad ettiği hurma dalı -Rasûlullah'm ayrılığına
dayanamadığmdan- öküz gibi böğürmeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.) gelip onu kucakladı ve eliyle onu sıvazladı, nihayet sesi
kesildi."
Abdb. Humeyd el-Leysî,
Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), cuma günleri bir hurma dalma dayanarak insanlara hutbe irad ederdi.
Cemaat, ona şöyle bir teklifte bulundu:
- Ya Rasulallah,
Müslümanlar çoğaldı. Onlar senin şahsını görmek istiyorlar, dilersen
-insanların seni görebilmeleri maksadıyla- üzerine çıkıp hutbe irad etmen için
bir minber yapalım.
- Olur. Fakat bu
minberi kim yapacak?
Rasûlullah'ın böyle
sorması üzerine adamın biri kalkıp şöyle cevap
verdi:
- Ben yaparım.
- Yapar mısın?
- Evet (ama adam
inşaallah dememişti).
- Senin adın nedir?
- Falandır.
- Otur.
Adam oturdu.
Rasûlullah, sorusunu yineledi:
- Bu minberi kim
yapacak?
Başka bir adam ayağa
kalkıp cevap verdi:
- Ben.
- Bunu yapar mısın?
- Evet (Bu adam da
inşaallah demedi).
- Adın nedir?
- Falandır.
- Otur.-
Adam oturdu.
Rasûlullah, sorusunu tekrarladı:
- Bu minberi bize kim
yapacak?
- Başka bir adam
kalkıp şöyle cevap verdi:
- Ben.
- Yapar mısın?
- Evet (Bu adam da
inşaallah dememişti).
- Adın nedir?
- Falandır.
- Otur.
Bunun üzerine adam
oturdu. Rasûlullah, sorusunu tekrarladı:
- Bize bu minberi kim
yapacak?
- Bir başka adam
kalkıp cevap verdi:
- Ben.
- Yapar mısın?
- Evet, inşaallah.
- Adın nedir?
- ibrahim'dir.
- Öyleyse yap bakalım.
Cuma günü olunca
cemaat, Peygamber (s.a.v.) için mescidin son kısmında toplandı. Rasûlullah
(s.a.v.) minbere çıkıp oturunca, cemaatın tam karşısına geçmiş oldu. Ama daha
önceleri kendisine dayanarak hutbe irad ettiği o hurma dalı inlemeye başladı.
Ben mescidin son kısmında durduğum halde inleyişini işittim. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip ağacın yanına geldi ve onu kucakladı.
İnleyişi hemen kesildi, sonra minbere döndü. Allah'a hamd-ü senada bulunup
şöyle dedi:
- Doğrusu şu hurma
ağacı, Rasûîullah'a olan özleminden inledi. Ondan ayrılışa dayanamadığı için
inledi. Allah'a yemin ederim ki, eğer ben yanma gelip kucaklamasaydım, inleyişi
kıyamet gününe dek durmayacaktı."
Hafiz Ebu Ya'lâ, Ebu
Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.), bir ağaca
dayanarak her cuma günü cemaata hutbe irad ederdi. Nihayet Rumlardan bir adam
gelip ona şöyle dedi:
- Dilersen senin için
birşey yapayım da, üzerine oturduğunda ayakta duruyormuşsun gibi görünürsün.
- Olur.
Rasülullah'm onaylaması
üzerine adam ona bir minber yaptı. Minberin üzerine çıkıp oturunca, daha önce
kendisine dayanarak hutbe irad etmekte olduğu ağaç, dişi devenin kendi yavrusu
üzerine inleyişi gibi inlemeye başladı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), minberden
inip yanına geldi. Elini üzerine koydu. Ertesi gün o ağacın yerinden
alındığını gördüm.
- Bu nedir? diye
sorunca, dediler ki:
- Rasûlullah, Ebu
Bekir ve Ömer dün gelip bunu yerinden aldılar." Bu, garip bir rivayettir.
Haâz Ebu Ya'lâ, ağacın
inleyişi ile ilgili hadisi uzun uzadıya Hz. Ai-şe'den rivayet etmiştir. Bu
rivayette şu ifadelere rastlanmaktadır:
"Rasûlullah
(s.a.v.), daha önceleri kendisine dayanarak hutbe irad ettiği hurma daimi dünya
ve ahiretten birini tercih etme seçeneğine sahip kıldı. O hurma dalı, ahireti
tercih etti ve kaybolup gitti. Yeri bilinmemektedir." Bu hadis, hem sened
hem de metin bakımından gariptir.
Ebu Nuaym, Ümmü
Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'m, kendisine dayanarak hutbe okumakta olduğu bir ağacı vardı.
Kendisine bir kürsü (ya da minber) yapıldı. Daha önceleri kendisine dayanarak
hutbe irad ettiği ağaç, Rasûlullah'tan ayrı kaldığından öküz gibi böğürmeye
başladı. Öyle ki, böğürüşünü mescit cemaatı işitti. Bunun üzerine Rasûlullah
(s.a.v.), o ağacın yanma geldi de inleyişi durdu."
imam Ahmed b. Hanbel
ile Neseî, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
"Minberimin
ayaklan, Cennet'in bir köşesindedir."
Neseî, Ümmü Seleme'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki:
"Evimle
minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir." Bu rivayetler, hurma
dalının inleme hadisesinin vukuunun kesin olduğunu hadis imamları nezdinde
katiyyetle ifade etmektedirler. Hadis ricalinin durumunu bilmekle beraber bu
konu üzerinde düşünüp iyice tetkik yapan kimselerde bu hadisenin kesinlikle
vuku bulduğunu anlayacaklardır. Yardımına başvurulacak olan zat, yüce
Allah'tır.
Hafiz Ebu Bekr
el-Beyhakî, Amr b. Sevad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Şafiî bana dedi
ki:
- Yüce Allah, Muhammed
(s.a.v.)'e verdiği mucizeleri hiçbir peygambere vermiş değildir.
- Ama Ölüleri diriltme
mucizesini İsa'ya vermiştir.
- Muhammed'e de hurma
dalını inletme mucizesini vermiştir. Daha Önceleri yanında durup kendisine
dayanarak hutbe irad ettiği hurma dalı, kendisi için minber yapılınca inlemeye
başlamış ve sesi cemaat ta-rafindan duyulmuştur. Bu mucize, Isa'nmkinden daha
büyüktür." [16]
Hafiz Ebu Bekr
el-Beyhakî, Süveyd b. Yezid es-Sülemf nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Ebu Zerr'in
şöyle dediğini işittim:
Yaşadığım bir hadiseyi
gördükten sonra Osman'ı, sadece hayırla anacağım. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'in
yalnız bulunduğu vakitleri araştıran bir adamdım. Bir gün onun yalnız başına
oturmakta olduğunu gördüm. Yalnızlığını firsat bilerek gidip yanma oturdum. O
esnada Ebu Bekir gelip selam verdi. Rasûlullah'm sağ tarafina oturdu. Sonra
Ömer gelip selam verdi, Ebu Bekir'in sağ tarafina oturdu. Sonra Osman gelip selam
verdi, Ömer'in sağ tarafina oturdu. Rasûlullah (s.a.v.)'m önünde de yedi (yahut
dokuz) çakıl tanesi vardı. Onları avucuna aldı. Çakıl taneleri teşbih
getirdiler. O hurma dalının inleyişi gibi inlediklerini işittim. Sonra onları
yere bıraktı. İnlemeleri kesildi. Tekrar alıp Ebu Bekir'in avucuna bıraktı. O
çakıl tanelerinin teşbih getirdiklerini ve hurma dalı gibi inlediklerini
işittim. Onları yere bırakınca sesleri kesildi. Tekrar onları alıp Ömer'in
avucuna bıraktı. Teşbih getirdiklerini ve hurma dalı gibi inlediklerini
işittim. Yere bıraktı, sesleri kesildi. Sonra yine alıp Osman'ın avucuna
bıraktı. Teşbih getirdiklerim, hurma daimin inleyişi gibi inlediklerini
işittim. Sonra yere bıraktı ve sesleri kesildi. Rasûlullah (s.a.v.):
"İşte bu, nübüvvetin hilafetidir." buyurdu."
Beyhakî, Şuayb'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Velid b. Süveyd,
Beni Süleym kabilesinden Rabaza'da Ebu Zerrle görüşen yaşlı bir adamın şöyle
dediğini nakletti:
"Bir gün Ebu
Zerr'le beraber aynı mecliste bulunuyordum. O esnada Osman b. Affan'dan söz
edildi. Kendisini Rabaza'da mecburi ikamete tabi tuttuğundan Ebu Zerr'in
Osman'a kırgın olduğunu sanıyordum. Osman'dan söz edildiğinde bu konuyu
bilenler lafa karıştılar, ama Osman'dan söz edildiğinde o, şöyle dedi:
- Osman hakkında
iyilikten başka bir şey söyleme, çünkü ben asla unutamayacağım, ölünceye kadar
aklımdan çıkmayacak olan bir manzara gördüm? Onun halini müşahede ettim. Ben
kendisini dinliyeyim* kendisinden bilgiler edineyim, diye Peygamber (s.a.v.)'i
yalnız bulmak isterdim. Onun yalnız olduğu zamanları gözetlerdim. Bir gün
Peygamber (s.a.v.)'in evine gittim. Hizmetçiden onu sordum. Evde olduğunu
söyledi, içeri girdim. Oturmaktaydı. Yanında hiç kimse yoktu. Öyle sanıyorum
ki, o esnada kendisine vahiy gelmekteydi. Selam verdim, selamımı aldı. Sonra
sordu:
- Niçin geldin?
- Allah ve Rasûlü beni
buraya getirtti.
Bunun üzerine
Rasûlullah, oturmamı emretti. Ben de yanı başında oturdum. Ona birşey
sormuyordum. O da bana birşey anlatmıyordu. Biraz bekledikten sonra Ebu Bekir
hızla yürüyerek geldi. Selam verdi, Rasûlullah selamını aldı. Sonra ona sordu:
- Niçin geldin?
- Allah ve Rasûlü beni
buraya getirtti.
- Rasûlullah, oturması
için eliyle ona işaret etti. O da Rasûlulîah'm karşısındaki tümseğe oturdu.
Aralarında yol vardı. Ebu Bekir oturup yerleşince, Rasûlullah eliyle ona işaret
etti. O da sağ yanıma gelip oturdu. Sonra Ömer geldi. O da aynı şeyi yaptı.
Rasûlullah (s.a.v.), ona da aynı şeyleri söyledi. O da gelip o tümsekte Ebu
Bekir'in yanma oturdu. Sonra Osman gelip selam verdi. Rasûlullah, onun da
selamını aldı ve ona sordu:
- Niçin geldin?
- Beni Allah ve Rasûlü
getirtti.
Rasûlullah (s.a.v.),
eliyle ona işaret etti. O da o tümseğe oturdu. Sonra eliyle ona işaret etti. O
da Ömer'in yanma oturdu. Rasûlullah (s.a.v.), birşey söyledi, ancak sözlerinin
baş kısmını anlayamadım. Yalnız şöyle dedi:
- Az ama kesin değil.
Böyle dedikten sonra
yedi, yahut dokuz veya buna yakın sayıda çakıl taşları aldı. Bu çakıl taşlan,
onun elinde teşbih getirdiler. Elindey-ken hurma ağacının inleyişi gibi
inlediklerini işittim. Sonra beni geçerek bu çakıl tanelerini Ebu Bekir'e
verdi. Çakıllar, Ebu Bekir'in elinde de tıpkı Rasûlulîah'm elindeki gibi teşbih
getirdiler. Rasûlullah, çakılları Ebu Beikr'in elinden alıp yere bıraktı.
Teşbih sesleri kesildi. Yine normal çakıl tanelerine dönüştüler. Sonra Ömer,
onları alıp elinde tuttu. Ebu Bekir'in elindeki gibi Ömer'in elinde de teşbih
getirdiler. Sonra onları alıp yere bıraktı. Teşbih sesleri kesildi. Sonra
Rasûlullah, o çakılları Osman'ın eline koydu. Onun elinde de tıpkı Ebu
Bekir'le Ömer'in elindeki gibi teşbih getirdikleri duyuldu. Sonra onları alıp
yere bıraktı, teşbih sesleri kesildi."
Önceki sayfalarda da
geçtiği gibi Buharı, İbn Mesud (r.a.)'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Yenmekte olan
yiyeceklerin teşbih seslerini işitirdik."
Hafiz el-Beyhakî, Ebu
Üseyd es-Saidî'nin şöyie dediğini rivayet et-
miştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Abbas b. Abdülmuttalib'e şöyle dedi:
- Ey Ebu Fadl! Yann
sen ve oğulların, ben size gelinceye kadar evinizden ayrılmayın. Benim sizinle
görülecek bir işim var. Abbas, ertesi gün çocukları ile birlikte kuşluk vaktine
kadar Rasûlullah'ı bekledi. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) gelip onlara selam
verdi:
- Esselamü aleyküm
- Ve aleykesselam ve
rahmetullahi ve berakatuhu.
- Nasıl sabahladınız?
- Rahatça sabahladık.
Allah'a hamd ederiz. Babamız ve anamız sana feda olsun. Ya sen nasıl
sabahladın, ya Rasulallah?
- Rahatça sabahladım.
Allah'a hamd ederim. Yaklaşın, yaklaşın,
birbirinize sokulun.
Emrini yerine getirip
birbirine sokularak çember meydana getirdiklerinde Rasûlullah (s.a.v.),
üzerlerini abasıyla örtüp şöyle dedi:
- Ya Rab, şu benim
amcamdır. Babamla aynı ağacın dalıdır. Şunlar benim ehl-i beytimdir. Hepsini
-şu abamla örttüğüm gibi- Cehennem ateşinden muhafaza et." Rasûlulîah'm bu
duasına kapının eşiği ve evin duvarları, hep birlikte amin, amin, amin,
dediler."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:
"Doğrusu ben
Mekke'de bir taş biliyorum. O benim bisetimden önce bana selam verirdi. Şimdi
de o taşı biliyorum."
Tirmizî, Abbad b.
Yakub el-Kûfî tariki ile Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.)'le birlikte Mekke'deydim. Bir gün Mekke'nin bazı yerlerini dolaşmaya
çıktık, karşılaştığı her dağ ve ağaç ona:
- Esselamü aleyke ya
Rasulallah, diyordu." Bu, hasen ve garip bir hadistir.
Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Bedir ve Hüneyn gazvelerinde Rasûlullah (s.a.v.), eline bir
avuç toprak alıp düşmana savurmuş ve ashabına da yapacağı gerçek saldırıda
kendisine tabi olmalarını emretmişti. Sonunda Allah'ın yardımı gelmiş,
muzaffer olmuşlardı. Bedir gazvesiyle ilgili olarak yüce Allah şöyle
buyurmuştur:
"Attığın zaman da
sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı." (el-Enfâi 17.)
Hüneyn gazvesiyle
ilgili olarak bazı hadisleri sened ve lafızlanyla nakletmiştik. Onları burada
tekrarlamaya gerek yok. Hamd ve minnet Allah'adır.
Mekke fethi bölümünde
de anlattığımız gibi Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram'a girdiğinde Ka'be'nm
çevresindeki putlara rastlayınca onları elindeki bir sopayla vurmaya ve şöyle
demeye başlamıştı: "Hak geldi, bâtıl zail oldu. Doğrusu bâtıl, zail olmaya
mahkumdur."
De ki: "Hak
geldi, artık bâtıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir." (es-Sebe, 49.)
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'nin çevresindeki putlardan
hangisine işaret ediyorsa, mutlaka o put baş üstü yere düşüyordu.
Beyhakî, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), yanıma geldi. Ben resimli bir örtüyü üzerime örtmüştüm. Onu alıp
parçaladı. Sonra şöyle dedi:
- Doğrusu kıyamet
gününde insanların en şiddetli azab görecek olanları, Allah'ın yaratığına
benzer yaratık yaratmaya çalışanlardır.*
Evzaî, Hz. Aişe'nin
şöyle dediğini nakletmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'a üzerinde kartal resmi bulunan bir kalkan getirildi. Elini o resmin
üzerine koydu. Bunun üzerine yüce Allah o resmi giderdi." [17]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hüseyn tariki ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ensâr'dan bir
ailenin devesi vardı. Bu deveye binerlerdi. Bir gün bu deve onlara serkeşlik
etti. Sırtına binmelerine müsaade etmedi. Sahipleri gelip durumu Rasûlullah'a
şöyle anlattılar:
- Bir devemiz var. Ona
biniyorduk, ama bugün bize serkeşlik ediyor, sırtına binmemize imkân vermiyor.
Hurmalarımız ve ekinlerimiz susuzluktan kuruyor. Oraya gidemiyoruz. Rasûlullah
(s.a.v.), ashabına "kalkın" dedi, onlar da kalktılar. Kendisi devenin
bulunduğu bahçeye girdi. Deve, bahçenin bir kenarında bulunuyordu. Rasûlullah
(s.a.v.), ona doğru gitti. Ensâr dedi ki:
- Ya Rasulallah, o
kuduz köpek gibi kudurmuştur. Sana saldırmasından korkarız!
- Ondan bana zarar
gelmez.
Deve, Rasûlullah
(s.a.v.)'a baktı. Ona doğru gitti, sonunda huzuruna varıp secdeye kapandı.
Rasûlullah (s.a.v.) da alnından tuttu. Deve o zamana kadar göstermediği bir
yumuşaklığı gösterdi. Uysallaştı ve Rasûlullah onu işe soktu. Ashabı ona
dediler ki:
- Ya Rasulallah, aklı
olmayan şu hayvan sana secde ediyor. Oysa bizim sana secde etmemiz gerekir.
- Bir beşerin başka
bir beşere secde etmesi uygun olmaz. Eğer bir beşerin, başka bir beşere secde
etmesi uygun olsaydı kadına, -üzerindeki hakkının büyüklüğünden dolayı-
kocasına secde etmesini emrederdim. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin
ederim ki, eğer erkeğin başından ayağına kadar vücudunun her taran yara
olsaydı ve bu yaralardan irinler fişkırsaydı, sonra karısı gelip o irinleri
yalasaydı, yine de hakkım ödeyemezdi."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)
ile bir yolculuktan dönüyorduk. Beni Neccar kabilesinin bahçelerine
vardığımızda bir devenin bahçeye girmediğini ve sahipleri tarafından
zorlandığını gördük. Sahipleri, durumu Ra-sûlullah'a anlattılar. O da bahçenin
yanma geldi. Deveye seslendi, deve dudağını yere sürerek gelip Rasûlullah'm
Önünde diz çöktü. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bana bir yular
getirin, dedi. Getirilen yuları devenin boynuna taktı. Sonra da sahibine teslim
etti. Arkasından insanlara dönüp şöyle buyurdu:
- Göklerle yer
arasında -cinlerle insanların asileri dışında- benim Allah Rasûlü olduğumu
bilmeyen hiçbir şey yoktur."
Hafiz Ebu'l-Kasım
et-Taberanî, Ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Birkaç kişi,
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip ona şöyle dedi:
- Ya Rasulallah, bizim
bir devemiz var, serkeşlik edip kaçıyor ve bahçeye girmiyor!
Rasûlullah (s.a.v.),
devenin yanma gelip:
- Buraya gel, dedi.
Deve de başını eğip geldi. Rasûlullah, ona yular takıp sahibine teslim etti.
Ebu Bekir es-Sıddık şöyle dedi:
- Ya Rasulallah, sanki
o, senin peygamber olduğunu biliyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'in bu
sözü üzerine şöyle buyurdu:
- Medine'nin iki ucu
arasında cinlerle insanların kafirleri dışındaki herkes ve her şey, benim
Allah'ın peygamberi olduğumu bilir."
Hafiz Ebu'l-Kasım
et-Taberanî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ensâr'dan bir
adamın iki damızlık devesi vardı. Develeri kudurmuşlardı. Onları bahçeye sokup
üzerlerine kapıyı kapadı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelip dua etmesini
istedi. Rasûlullah (s.a.v.) da Ensâr'dan birkaç kişiyle beraber oturmaktaydı.
Gelen adam şöyle dedi:
- Ey Allah'ın peygamberi!
Sana bir iş için geldim. Benim iki damızlık devem var, ancak bunlar
kudurdular. Bunları bir bahçeye soktum. Kapıyı da üzerlerine kapattım. Bunları
bana itaat ettirmesi için Allah'a dua etmeni diliyorum.
Rasûlullah (s.a.v.),
ashabına: "Bizimle gelin." dedi. Hep birlikte gittiler. Rasûlullah
(s.a.v.), bahçe kapısına vardı. Kapıya: "Açıl" dedi. Adam da
Rasûlullah (s.a.v.)'a bir zarar gelmesinden korktu, ama Rasûlullah (s.a.v.)'m
buyruğu üzerine kapı açıldı. Damızlıklardan birinin kapıya yakın olduğu görüldü.
Hayvancağız, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görünce ona secde etti. Rasûlullah (s.a.v.)
da sahibine şöyle buyurdu:
- Birşey getir de
başını bağlıyayım ve sana teslim edeyim. Adam bir yular getirdi. Rasûlullah
(s.a.v.), yuları hayvanın boynuna geçirip
sahibine teslim etti.
Sonra bahçenin öbür tarafındaki diğer damızlığın yanma gitti. Hayvancağız,
Rasûlullah'ı görünce secdeye kapandı. Rasûlullah, sahibine şöyle dedi:
- Birşey getir de
hayvanın başını bağlıyayım.
Rasûluîlah (s.a.v.),
adamın getirdiği iple hayvanın boynunu bağlayıp sahibine teslim etti ve:
- Haydi şunları götür.
Artık sana isyan etmeyecekler, dedi. Ashab, bu durumu görünce, Rasûlullah
(s.a.v.)'a şöyle dedi:
- Ya Rasulallah, şu
iki damızlık deve sana secde ettiler. Biz niye sana secde etmiyelim?
- Bir kimsenin, bir
başkasına secde etmesini emretmem, eğer bir kimsenin bir başkasına secde
etmesini emredecek olsaydım, kadının kendi kocasına secde etmesini
emrederdim."
Bunun senedi de, metni
de gariptir.
Ebu Muhammed Abdullah
b. Hamid el-Fakih, Ahmed b. Hamdan kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte bir yere gittik. Bir bahçenin üst tara-findan geçerken bir
deve gördük. Biz o tarafa yönelince deve başını kaldırdı. Rasûlullah
(s.a.v.)'ı gördü. Çenesini yere koydu (secde etti). Bunun üzerine sahabeler
şöyle dediler:
- Şu hayvan sana secde
ettiğine göre bizim de sana secde etmemiz gerekir.
- Sübhanallah!
Allah'tan başkasına mı secde edeceksiniz? însa-nın, Allah'tan başkasına secde
etmesi uygun olmaz. Eğer bir kimsenin, Allah'tan başka birşeye secde etmesini
emredecek olsaydım, kadının kendi kocasına secde etmesini emrederdim."
înaam Ahmed b. Hanbel,
Yezid kanalı ile Abdullah b. Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bir gün beni bineğinin terkisine bindirdi. Bana gizlice birşey
söyledi, onu asla kimseye bildirmeyeceğim. Rasûlullah (s.a.v.), def-i hacette
kendine en çok hurma ağaçlarım siper edinirdi. Bir gün Ensâr'dan birinin
bahçesine girdi. Bir deveyle karşılaştı. Deve öfkeyle sesini yükseltti,
gözleri yaşardı. Rasûluîlah (s.a.v.)'ı görünce inle-nıeye, gözleri de yaşarmaya
başladı. Rasûlullah da başını sıvazladı, gözyaşlarını sildi. Hayvancağızın
sesi kesildi.
- Bu devenin sahibi
kimdir? diye sordu. Ensâr'dan bir delikanlı gelip şöyle dedi:
- Bu benimdir ya
Rasulallah.
- Allah'ın sana
verdiği bu hayvana eza etmekten korkmaz mısın? Bu hayvan kendisini aç
bıraktığından ve hızlı yürüttüğünden şikayetçi oldu." dedi."
imam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Muhacir ve Ensâr'dan oluşan bir grup cemaatla beraberdi. O esnada
bir deve gelip ona secde etti. Sahabeler dediler ki:
- Ya Rasulallah,
hayvanlar ve ağaçlar sana secde ediyor. Bizim de sana secde etmemiz gerekir.
- Rabbinize ibadet
edin. Kardeşinize (bana) de ikramda bulunun. Eğer bir kimsenin, bir başkasına
secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kendi kocasına secde etmesini
emrederdim. Kocası, kadına sarı dağdan siyah dağa; siyah dağdan beyaz dağa
intikal etmesini emredecek olursa, kadının bu emri yerine getirmesi
gerekir."
tmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Seleme el-Huzaî kanalı ile Yala b. Si-yabe'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Bir yolculukta
Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdim. Def-i hacette bulunmak istedi, iki fidana emir
verdi de bunlar bir araya gelip birleştiler (Rasûlullah için sütre
oluşturdular), sonra onlara yine emir verdi, tekrar yerlerine döndüler. Öte
yandan bir deve gelip çenesini yere koydu, sonra öfkeyle bağırdı.
Çevresindekiler, onun gözyaşlanndan ıslandılar. Rasûlullah (s.a.v.), onlara
şöyle sordu:
- Bu devenin ne
söylediğini anlıyor musunuz? Bu, sahibinin kendisini boğazlamak istediğini
söylüyor.
Böyle dedikten sonra
Rasûlullah (s.a.v.), sahibine haber göndererek yanına çağırttı ve ona şöyle
dedi:
- Şu deveyi bana hibe
eder misin?
- Ya Rasulallah, benim
bundan daha çok sevdiğim bir malım yok.
- Öyleyse buna iyi
davran.
- Rasûlullah'm bana
kıymetini bildirdiği bir mala mutlaka ikramda bulunacağım.
Bundan sonra
Rasûlullah (s.a.v.), sahibinin azab çekmekte olduğu bir mezara geldi ve:
- Bu adam, büyük bir
günahtan değil, küçük bir günahtan dolayı azab çekiyor, dedi. Bir hurma dalının
getirilmesini emretti. Getirilen hurma dalını mezarın üzerine dikip şöyle dedi:
- Umarım ki, bu hurma
dalı kurumadığı sürece mezardaki adamın azabı hafifletilecektir."1
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ya'lâ b. Mürre es-Sakaffnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah'tan
üç şey gördüm: Bir ara kendisiyle birlikte yolda yürümekteyken üzerine yük
yüklenmiş bir deve önümüzden geçti. Deve, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görünce öfkeyle
bağırdı ve çenesini yere vurdu. Peygamber (s.a.v.), devenin yanma gidip durdu
ve:
- Şu devenin sahibi
nerede? diye sordu. Sahibi geldi. Rasûlullah, ona şöyle dedi:
- Şu deveyi bana sat.
- Hayır, sana hibe
edeyim.
- Hayır, bana sat.
- Hayır, sana hibe
edeyim. Çünkü bu, bundan başka geçim vasıtaları olmayan bir ailenin malıdır.
- Sen böyle diyorsun,
fakat bu da kendisini çok çalıştırdığınızdan ve az yem verdiğinizden şikayetçi
oldu. Buna iyi davranın.
Sonra yolumuza devam
ettik. Bir menzile varıp konakladık. Rasûlullah (s.a.v.) orada uyudu. Kendisi
uykuda iken bir ağaç, yeri yararak yanına geldi, üzerine eğildi. Sonra tekrar
yerine döndü. Rasûlullah (s.a.v.) uyanınca, bu durumu kendisine anlattım. O da
şöyle buyurdu:
- O ağaç, Rasûlullah'a
selam vermek için yüce Rabbinden izin istedi. Rabbi de ona izin verdi.
Sonra yolumuza devam
ettik. Bir su başına vardık. Bir kadın, deli oğlunu o suya getirdi. Rasûlullah
(s.a.v.), çocuğun burnundan tutup şöyle dedi:
- Çık, çünkü ben Allah
Rasûlü Muhammed'im.
Sonra yolumuza devam
edip gittik. Sefer dönüşümüzde yine o su başına uğradığımızda o kadının bir
koyun ve biraz süt getirdiğini gördüm. Rasûlullah, koyunu geri götürmesini
söyledi. Sütü aldı. Sahabelere, içmelerini söyledi. Onlar da sütü içtiler.
Sonra kadına, çocuğunun durumunu sordu. O da şöyle dedi:
- Seni hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, senin o duayı yapışından sonra çocukta
şüphelenecek bir durum görmedik."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Nümeyr kanalı ile Ya'lâ b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'da üç şey gördüm ki, bunları benden önce kimse görmediği gibi benden
sonra da kimse görmemiştir:
Rasûlullah'la beraber
bir yolculuğa çıkmıştım. Yolda iken yanında çocuğu duran bir kadının yanından
geçtik. Kadın dedi ki:
- Ya Rasulallah! Şu
çocuk bir belaya uğradı. Biz de onunla belaya düşmüşüz. Günde bilmem kaç kez
bayılıyor.
- Onu bana ver.
Kadın, çocuğu
Rasûlullah'a verdi. Rasûlullah, onu kendisiyle bineği arasında durdurdu. Sonra
üzerine eğilip üç kez üfledi ve şöyle dedi: "Bismillah. Ben Allah'ın
kuluyum, ey Allah'ın düşmanı çık." Böyle dua ettikten sonra çocuğu anasına
verdi ve şöyle buyurdu:
- Dönüşümüzde tekrar
şu yerde bizi bekle ve çocuğun durumunu bize haber ver.
Yolumuza devam ettik.
Sefer dönüşümüzde kadını yine o yerde gördük. Yanında üç koyun vardı.
Rasûlullah ona sordu:
- Çocuğun nasıl?
- Seni hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, şu ana kadar onda herhangi bir fenalık
görmedik. Şu koyunları al götür.
Rasûlullah bana:.
- în de şunlardan
birini al, diğerini geri ver, dedi. Bir gün de çöle çıktık. Rasûlullah bana
dedi ki:
- Bak hele, beni
örtecek bir sütre bulabilecek misin?
- Seni örtecek sadece
bir ağaç görüyorum, ama onun da sana sütre olarak yeterli olacağını sanmıyorum,
- O ağacın yakınında
ne var?
- Yine onun gibi bir
ağaç var.
- Git o ağaçlara de
ki: Rasûlullah (s.a.v.), size Allah'ın izniyle bir araya gelmenizi emrediyor.
Gidip ağaçlara emri
tebliğ ettim, ikisi bir araya geldi. Rasûlullah (s.a.v.) da onların dalları
arasına girerek def-i hacette bulundu. Sonra dönüp şöyle dedi:
- Git onlara de ki:
Rasûlullah (s.a.v.), yerlerinize dönmenizi emrediyor.
Ben de gidip emri
onlara ulaştırdım ve her biri kendi yerine döndü.
Yine bir gün Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanında oturuyorken necib bir deve geldi. Çenesini yere vurup
gözlerinden yaşlar akıttı. Bunun üzerine Rasûlullah, bana şöyle dedi:
- Bak hele, bu kimin
devesiymiş, öğren. Bu hayvanın başında bir-şeyler var!
Ben de çıkıp devenin
sahibini araştırdım. Ensâr'dan bir adamın olduğunu tesbit ettim. Onu çağırdım.
Adam, Rasûlullah'm yanına gelince, Rasûlullah, ona şöyle dedi:
- Seninle şu deve
arasında ne var? Devenin başına neler gelmiş?
- Vallahi başına neler
geldiğini bilmiyorum. Biz onu çalıştırdık. Üzerine eşyamızı yükledik. Onunla
suyumuzu taşıdık. Artık su taşıyamaz olunca da dün onu kesmeye karar verdik.
Kesip etini paylaşacağız.
- Böyle yapma, onu
bana hibe et veya sat.
- Senin olsun ya
Rasulallah.
Rasûlullah, deveyi
zekat damgasıyla damgaladı. Sonra zekatlık develer araşma saldı."
tmam Ahmed b. Hanbel,
Yala b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kadının biri,
cin çarpmış oğlunu Peygamber (s.a.v.)'in yanına getirdi. Peygamber (s.a.v.)
de:
- Çık ey Allah'ın
düşmanı, ben Allah'ın Rasûlüyüm, dedi. Bu dua üzerine çocuk iyileşti. Annesi de
Rasûlullah (s.a.v.)'a iki koç, biraz çökelek ve biraz da yağ hediye etti.
Rasûlullah (s.a.v.):
Çökeleği, yağı ve
koçlardan birini aldı, diğerini geri verdi." imam Ahmed b. Hanbel, Yala b.
Mürre'nin şöyle dediğini rivayet etti:
"Öyle sanıyorum
ki, insanlardan hiçbiri benim Rasûlullah'ta gördüğüm şeyleri
görmemiştir." Ya'lâ böyle dedikten sonra cin çarpmış çocuğu, Rasûlullah'a
dulda olmak için birleşen İM hurma ağacım ve derdini gelip şikayet eden
devenin durumunu anlattı." Rasûlullah'ın, deve sahibine şöyle dediğini de
nakletti:
- Devenin nesi var,
seni şikayet ediyor? Yaşlanıncaya kadar kendisine yük yüklediğini,
yaşlandıktan sonra da onü kesmek istediğini söylüyor.
- Doğru söyledin, seni
hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ben böyle yapmak
istemiştim. Ama seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki,
artık onu kesmeyeceğim."
Beyhakî, Ya'lâ b.
Mürre'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah'ta üç şey gördüm ki,
bunları benden önce hiç kimse görmüş değildir:
Onunla birlikte
Mekke'nin bir sokağında yürümekteydim. Yanında cin çarpmış çocuğu bulunan bir
kadının yanından geçti. O çocuk kadar şiddetli derecede cin çarpmış birini
görmemiştim. Kadın dedi ki:
- Ya Rasulallah,
oğlumun durumunu görüyorsun.
- İstersen onun için
dua edeyim.
Rasûlullah (s.a.v.),
böyle dedikten sonra, o çocuk için dua etti. Sonra yoluna devam etti.
Sahibinden kaçan ve böğürerek çenesini yere vuran bir deve gördü. Şöyle dedi:
- Şu devenin sahibini
bulup bana getirin. Devenin sahibi getirilince, ona şöyle dedi:
- Deven diyor ki: Ben,
sahiplerimin yanında doğurdum. Beni çalıştırdılar. Yaşlanınca da beni
boğazlamak istiyorlar.
Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), yoluna devam etti. Birbirinden ayrı iki ağaç gördü. Bana dedi ki:
- Git, şu ağaçlara de
ki, benim için bir araya gelip dulda olsunlar. Ben de gidip Rasûlullah'ın
emrini onlara tebliğ ettim. Ağaçların ikisi bir araya gelip birleştiler ve
dulda oldular. Rasûlullah (s.a.v.) da onların duldasına geçip def-i hacette
bulundu. Sonra yoluna devam etti. Dönüşte o hasta çocuğun yanından geçerken,
çocuğun diğerleriyle beraber oynamakta olduğunu, hastalığının geçmiş olduğunu
gördü. Annesi de birkaç koyun hazırlamıştı. İkisini Rasûlullah'a hediye edip
şöyle dedi:
- Ya Rasulallah!
Çocuğumda cin çarpma eseri hiçbir şey kalmadı.
- Cinlerle insanların
kafirleri (veya fasıkları) dışında herşey, benim Allah Rasûlü olduğumu
bilir."
Hafız el-Beyhakî,
Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah'la
beraber bir yolculuğa çıktım. O, def-i hacete gitmek istediği zaman
uzaklaşırdı. Kimse onu göremezdi. Çölde bir menzile varıp mola verdik. Orada
ne bir işaret, ne de bir ağaç vardı. Bana dedi ki:
- Ey Cabir, ibriği al,
benimle gel.
Ben de ibriği
doldurdum. Yürümeye başladık. Kimse tarafindan görülmeyecek kadar uzaklaştık.
Orada iki ağaç gördük, aralarında birkaç ziralık mesafe vardı. Rasûlullah bana
dedi ki:
- Ey Cabir, git şu
ağaca de ki: Rasûlullah (s.a.v.), diğer ağaçla bir araya gelip birleşmeni
emrediyor ki, duldanıza girip def-i hacette bulunsun.
Ben de gidip söyledim,
geri döndüm. Ağaç da diğeriyle bir araya gelip birleşti. Rasûlullah da
ağaçların duldasına girip def-i hacette bulundu. Sonra dönüp bineklerimize
bindik. Yola çıktık. Başlarımızın üzerinde sanki kuş vardı. Gölgelendik. Yolda
bir kadınla karşılaştık, durumunu Rasûlullah'a arzedip şöyle dedi:
- Ya Rasulallah! Şu
oğlumu günde üç kez şeytan yakalıyor ve hiç bırakmıyor.
Rasûlullah durdu.
Kadın, çocuğunu ona verdi. Çocuğu kendisiyle bineğinin baş kısmı arasına koydu
ve:
- Defol, ey Allah'ın
düşmanı! Ben Allah'ın Rasûlüyüm, dedi. Bu sözünü üç kez tekrarladı, sonra
çocuğu annesine geri verdi. Sefer dönüşümüzde aynı su başına geldiğimizde o
kadınla karşılaştık. Önünde, gütmekte olduğu iki koç vardı. Çocuğu da sırtına
almıştı, Rasûlullah'a şöyle dedi:
- Ya Rasulallah,
hediyemi kabul buyur. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim
ki, o günden bu yana çocuğuma o kötü hal geri gelmedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- Koçlardan birini
alın, diğerini geri verin, dedi.
Sonra yolumuza devam
ettik. Rasûlullah aramızda idi. O esnada ürkmüş bir deve geldi. İki saf arasına
girince, secdeye kapandı. Rasûlullah (s.a.v.):
- Ey insanlar! Şu
devenin sahibi kim? diye sordu. Ensâr'dan bir kaç genç:
- O bizimdir ya
Rasulallah, diye cevap verdiler. Rasûlullah (s.a.v.):
- Bu devenin nesi var?
diye sorunca, şöyle cevap verdiler:
- Yirmi seneden beri
ona yük yüklüyorduk. Yaşlanınca, vücudu yağ bağladı. Onu kesmek istedik ki,
etini ve yağını çocuklarımıza paylaştıralım.
- Onu bana satar
mısınız?
- O senin olsun ya
Rasulallah.
- Eceli gelinceye dek
ona iyi davranın.
- Ya Rasulallah,
hayvanlar sana secde ettiklerine göre bizim de sana secde etmemiz gerekir.
- Bir insanın, başka
bir insana secde etmesi uygun olmaz. Eğer böyle birşey söz konusu olsaydı,
kadınların kocalarına secde etmeleri gerekirdi."
Bu, sağlam bir
seneddir, ricali de sikadır (mutemeddir). Ebu Davud ile Ibn Mace, Cabir'in
şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Rasûlullah (s.a.v.), def-i hacete
giderken uzaklaşırdı." Beyhakî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.), Mekke'ye giderken yolda def-i
hacete çıktı. O kadar uzaklaştı ki, hiç kimse onu göremiyordu. Sütre yapmak
için birşey bulamadı, iki ağaç gördü..." Ravi, burada o iki ağacın
kıssası ile devenin kıssasını Cabir'in hadisine benzer bir şekilde nakleder.
Beyhakî, Üsame b.
Zeyd'den, Yala b. Mürre ile Cabir b. Abdullah'ın hadislerindeM ifadelere benzer
uzun bir hadisi nakletmiştir. Bu hadiste, düşüp bayılan çocuğun kıssası ile
anasının Rasulallah'a kızartılmış bir koyun getirmesi olayı anlatılmaktadır.
Ravi diyor ki:
"Koyunun etini
yemeye başlayan Rasûlullah (s.a.v.), bana:
- Paçayı bana ver,
dedi. Ben de ona paçayı verdim. (Onu yedikten sonra):
- Bana paçayı ver,
dedi. Ben de:
- Koyunun iki ön
ayağından başka ön ayağı var mı ki? diye karşılık verdim. O da şöyle buyurdu:
- Nefsim kudret elinde
bulunan zata yemin ederim İd, eğer sussay-dın istediğim sürece sen bana paça
verecektin."
Bundan sonra ravi,
hurma ağaçlarınm bir araya gelip Rasûlullah'a sütre oluşturduklarını ve bu
ağaçlarla birlikte taşların peş peşe atıhrca-sına oraya intikal ettiklerini
anlatmıştır. Ancak bu anlatımında deve kıssası yoktur. Bu sebeple o kıssayı
lafız ve senediyle nakletmemiştir. Yardımına müracaat edilecek olan zat, yüce
Allah'tır.
Hanz îbn Asakir,
Gaylan b. Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la beraber bir sefere çıktık. Hayret verici durumlar gördük."
Ravi burada, o iki
ağacın kıssasını ve Rasûlullah'ın def-i hacet esnasında onların duldasına
girişini, bayılan çocuğun kıssasını ve Rasûlullah'ın ona: "Bismillah. Ben
Allah Rasûlüyüm, ey Allah düşmanı çık." deyişim, bu dua üzerine çocuğun
iyileştiğini anlatmakta, sonra da ürken iki devenin kıssasını, onların
Rasûlullah'a secde edişlerini de nakletmektedir. Belki bu başka bir kıssadır.
Doğrusunu Allah bilir.
Önceki sayfalarda,
Cabir'in hadisini ve onun yorgun düşmüş devesinin kıssasını anlatmıştık. Bu
hadise, onların Tebük gazvesi dönüşünde cereyan etmişti. Devesi, kervanın arka
tarafinda kalıp gerilemişti. Peygamber (s.a.v.) ona yetişip dua etmiş, vurmuş,
sonra da o deve daha önce misli görülmemiş bir şekilde hızla yürümeye başlamış
ve bütün kervanın önüne geçmişti.' Peygamber (s.a.v.)'in o deveyi Cabir'den
satın aldığını da söylemiştik. Ancak bedeli hususunda raviler arasında çok
ihtilaf vardır. Ancak bedelinin farklılığına dair muhtelif rivayetler, kıssanın
aslına zarar vermemektedir. Nitekim bunu daha önce de açıklamıştık. Önceki
sayfalarda da geçtiği gibi Peygamber (s.a.v.), Medine'de insanların bir ses
duymaları üzerine Ebu Talha'nın atma binmişti. O at daha önceleri çok ağır
yürürdü. Diğer atlılar da sesin duyulduğu tarafa gitmişler. Rasûlullah
(s.a.v.)'m ise geri gelmekte olduğunu görmüşlerdi. O, durumu keşfettikten
sonra dönmüştü ve kayda değer birşeye rastlamamıştı. Kılıcını kuşanarak
eğersiz bir şekilde o ata binmişti. Dönüşünde halka:
- Korkmayın, paniğe
kapılmayın, hiçbir şeye rastlamadık, demişti.
O at, o geceden
önceleri çok ağır yürürdü, ondan sonra artık hiçbir at onu geçemiyor, kendisi
de yürürken toz çıkarmıyordu. Bütün bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m bereketiyle
olmuştu. [18]
Şeyh Ebu Muhammed
Abdullah b. Hamid el-Fakih, «Delâilü'n-Nü-büvve» adlı kitabında, Ğuneym b. Evs
er-Razf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'la beraber oturmaktaydık. O esnada bir devenin koşarak geldiğini ve
Allah elçisinin huzurunda ürkek bir şekilde durduğunu gördük. Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle dedi:
- Ey deve, sakin ol.
Eğer doğru isen, doğruluğun sana faydası olacaktır. Eğer yalancı isen,
yalanının sana zararı vardır. Bununla beraber yüce Allah, bize sığınana eman
vermiştir. Bize dehalet eden korkmaz.
Biz:
- Ya Rasulallah, şu
deve ne diyor? diye sorduk. O da şu cevabı verdi:
- Sahibi bu deveyi
kesmeye niyetlenmiş, o da sahibinden kaçıp gelmiş ve Peygamberinizden medet
diliyor.
Biz böyle
konuşmaktayken bir de baktık ki, devenin sahipleri koşarak geldiler. Deve
onlara bakınca, Rasûlullah'm baş ucuna geldi. Sahipleri dediler ki:
- Ya Rasulallah, şu
bizim devemizdir. Üç günden beri kaçaktır. Biz onu senin huzurunda bulabildik.
- O, sizden çok acı
bir şekilde şikayetçi oldu.
- Ne dedi ya
Rasulallah?
- Develeriniz arasında
gelişip güçlendiğini, yazın onu çimenliğe
yük yükleyerek
gönderdiğinizi, kış olunca da onu deve yavrularının bulunduğu yere
gönderdiğinizi soyuyor.
- Öyledir ya
Rasulallah.
- îyi ve salih
kölenin, efendilerinden göreceği mükâfat ne olmalıdır?
- Ya Rasulallah, biz
onu artık satmayız ve kesmeyiz.
- O medet diledi, ama
siz ona eman vermediniz, yardımcı olmadınız. Ben rahmet hususunda sizden daha
önceyim. Yüce Allah, münafik-larm kalplerinden merhameti çıkarıp mü'minlerin
kalplerine yerleştirmiştir!
Böyle dedikten sonra
Rasûlullah (s.a.v.), o deveyi sahiplerinden yüz dirheme satın aldı. Sonra da
deveye şöyle hitab etti:
- Ey deve! Git, artık
sen Allah rızası için serbestsin. Rasûlullah'm
bu hitabı üzerine deve
gelip onun yanı başında böğürdü. Rasûlullah (s.a.v.) da amin dedi. ikinci kez
böğürdü, Rasûlullah (s.a.v.) da amin dedi. Deve üçüncü kez böğürünce, Allah
elçisi yine amin dedi. Deve dördüncü kez böğürünce Rasûlullah (s.a.v.) ağladı.
- Ya Rasulallah, şu
deve ne diyor? diye sormamız üzerine şu karşılığı verdi:
- Ey Peygamber, Allah
sana İslâm'dan ve Kur'ân'dan hayır mükâfat versin, dedi; ben de amin dedim. Sen
benim korkumu dindirdiğin gibi Allah da kıyamet gününde senin ümmetinin
korkusunu dindirsin, dedi. Ben de amin dedim. Sen benim canımı koruduğun gibi
Allah da senin ümmetinin canını düşmanlarına karşı korusun, dedi. Ben de amin
dedim. Allah savaşını ümmetinin kendi arasına koymasın, dedi. Ben de ağladım ve
dedim ki: Bu altı şeyi Rabbimden diledim; biri dışında hepsini bana verdi. Cebrail
de ümmetimin kılıçla yok olacağını, Allah katından bana bildirdi. Ve olacak
şeyler hakkında kader kalemi hükmünü verdi."
Ben derim ki: Bu
hadis, cidden gariptir. Senedinde ve metninde ga-riblik ve münkerlik vardır,
doğrusunu Allah bilir. [19]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/126-136.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/137.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/138-141.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/141-173.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/143-148.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/148-149.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/149.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/150-151.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/151-154.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/154.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/154-155.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/155-156.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/156-160.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/160-162.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/163-166.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/167-172.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/173-176.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/177-186.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları:
6/186-187.