Rasûlullah (S.A.V.)'In Arzi Mucizeleri 1

Kuba'daki Kuyuda Görülen Bereket 9

Peygamber (S.A.V.)'İn Yemekleri Çoğaltıp Bereket Katması 10

Peygamber (S.A.V.)'În Ümmü Süleymiçîn Yağı Çoğaltması 12

Ebu Talha El-Ensârî'nîn, Rasûlullah'a Ziyafet Vermesi 14

Hz. Fatımatntın Evinde Yemeğin Çoğaltılması 18

Rasûlullah (S.A.V.)'In Evinde Cereyan Eden Başka Bir Olay. 18

Ebu Bekir Eş-Sıddık'ın Evindeki Yemek Tabağında Görülen Bereket 19

Yolculukta Yemeğin Bereketlenip Çoğalması 20

Cabîr'in Babasının Borcu Ve Hz. Peygamber'in Hurmaları Bereketlendirmesi 22

Selman-I Farisî'nin Mükâteblîk Borcunun Karşılanması İçin Altın Parçasının Çoğaltılması 23

Ebu Hüreyre'nîn Dağarcığındakî Hurmalarının Çoğaltılması 23

Yemeğin Bereketlenmesine Dair Diğer Bazı Hadîsler. 24

Paçanın Bereketlenmesi 27

Ağaçların Rasûlullah'a İtaat Etmesi 29

Hurma Ağacının Rasûlullah"A Olan Sevgisi Ve Ayrılığına Dayanamayışı Yüzünden İnlemesi 32

Rasûlullah'ın Avucunda Çakıl Taşlarının Tesbîh Edîşî 36

Hz. Peygamber'în Nübüvvet Delillerinden Olan Hayvanlarla İlgîli Mucizeleri Kaçan Devenin Gelip Rasûlullah'a Şikayette Bulunarak Secde Etmesi 39

Deve Kıssasıyla İlgili Garîb Bir Hadis. 46

 

Rasûlullah (S.A.V.)'In Arzi Mucizeleri

 

Bu mucizelerin bir kısmı, cansız varlıklarla ilgili olup bir kısmı da canlı varlıklarla ilgilidir. Cansız varlıklarla ilgili mucizesine örnek ola­rak birçok yerde ve çeşitli şekillerde suyu çoğaltmasını gösterebiliriz. Bu hadiseleri senedleriyle nakledeceğiz. Önce bundan işe başladık, çün­kü bu daha münasiptir. Zira daha önce.Rasûlullah'ın yağmur duası yap­tığını ve Cenâb-ı Allah'ın da onun bu duasına icabet ettiğini söylediği­miz için şimdi de bunu, o mucizesinin peşi sıra zikretmemiz gerekiyor.

Buharı, Abdullah b. Mesleme tariki ile Enes b. Malik'in şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüm. İkindi namazının vakti gelmişti. İn­sanlar abdest almak için su aradılar. Ama bulamadılar. Rasûlullah (s.a.v.)'a bir su kabı getirildi, elini o kabın içine koydu. İnsanların o kap­tan su almalarını emretti. Parmaklarının altından su fışkırdığını gör­düm. İnsanlar abdest almaya başladılar, son nefeslerine kadar hepsi o kaptan abdest aldılar."

Bunu Müslim, Tirmizî ve Neseî, çeşitli yollarla Malik'ten rivayet et­mişlerdir; Tirmizî, bunun hasen ve sahih olduğunu söylemiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Yunus b. Muhammed kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), bir gün ashabından birkaç kişiyle birlikte bir yere gitti. Yolda gitmekte iken namaz vakti geldi. Abdest alacak su bula­madılar ve:

- Ya Rasulallah, abdest alacak su bulamadık, dediler.

Rasûlullah da ashabının yüzüne bakarak bu durumdan hoşlanma­dıklarım gördü. Topluluktan bir adam gidip bir bardak getirdi. Barda­ğın içinde azıcık su vardı. Allah'ın peygamberi, o suyu alıp abdest aldı. Sonra dört parmağını bardağın üzerine uzatarak şöyle dedi:

- Gelin abdest alın.

Yanındaki topluluk gelip o bardaktan akan su ile abdest aldılar.

Hasan dedi ki: Enes'e, o topluluğun kaç kişi oldukları soruldu, o da yetmiş veya seksen kişi olduklarını ifade etti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Ebi Adiy tarikiyle Enes b. Malik'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«Namaz için ezan okundu. Evi mescide /akın olanlar kalkıp evlerine giderek abdest aldılar. Evleri mescide uzak olanlar da mescitte kaldı­lar. Rasûlullah (s.a.v.)'a taştan yapılma küçücük bir su kabı getirildi. Küçük olduğu için ellerini açarak kabın içine sokamadı. Bunun üzerine yumarak ellerini kabın içine koyup su aldı ve abdest aldı. Kendisinden sonra oradaki cemaat da o küçücük kaptaki su ile abdestlerini aldılar.

Hümeyd dedi ki: Oradaki cemaatın kaç kişi oldukları Enes'e soru­lunca; o, cemaatın seksen veya daha fazla kişi olduklarını ifade etti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Cafer kanalı ile Enes b. Ma­lik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Zevrâ'da idi. Ona, içinde su bulunan bir kap ge­tirildi. Parmakları o kabın üstünü kapatamıyordu. Ashabına o kaptaki su ile abdest almalarını emretti. Kendisi de avucunu suyun içine koydu. Su, parmak aralarından ve uçlarından fışkırmaya başladı. Nihayet ora­daki cemaatın tamamı o su ile abdest aldı.

Katade diyor ki: Ben, Enes'e şöyle bir soru sordum:

- Orada bulunan sizler kaç kişiydiniz?

- Biz 300 kişiydik.»

Buharı, Malik b. İsmail tariki ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

Hudeybiye gününde 1400 kişiydik. Hudeybiye bir kuyudur ki, on­dan su çektik. Öyle ki, içinde bir tek damla bile su bırakmadık. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) gelip kuyunun yanı başına oturdu. Biraz su getiril­mesini emretti. Getirilen suyu ağzına alıp çalkaladı. Sonra kuyuya bo­şalttı. Çok beklemeden kuyudan su çekmeye başladık. Kana kana su iç­tik, bineklerimiz de suya kandılar.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan ve Haşim kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir seferde Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber idik. Yolda suyu az bir kuyuya geldik. Sonuncuları ben olan altı kişi, su çıkarmak için o kuyuya indik. Üst taraftan bize bir kova sarkıtıldı. Kovayı sarkıtan adam:

- Rasûlullah, kuyunun yanı başındadır, dedi. O kovaya yarıya, ya da üçte ikisine kadar su koyduk ve Râsûlullah'a gönderdik. Ben de boğa­zıma biraz su akıtabilmek için kabımı dibe daldırdım, ama birşey bula­madım. Kabı, Râsûlullah'a gönderdik. İçine elini daldırdı. Birşeyler söyledi. Sonra kovayı tekrar bize gönderdi. Kuyudan sular fışkırmaya başladı. Öyle ki içimizden birinin kuyunun içinde elbiselerini çıkardığı­nı gördüm. Sonra o kuyu taşarak nehir gibi akmaya başladı.»

Bunun senedi, sağlam ve kuvvetlidir. Öyle anlaşılıyor ki bu, Hudey­biye gününde vuku bulan hadiseden başka bir kıssadır. Doğrusunu Al­lah bilir.

İmam Ahmed b'. Hanbel, Sinan b. Hatim kanalı ile Cabir b. Abdullah el-Ensârf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah'm sahabeleri, susuzluklarını dile getirip şikayette bu­lundular. Rasûlullah da büyük bir su tası getirilmesini emretti. Getiri­len su tasma biraz su döktü, elini de tasın içine koydu ve:

- Haydi gelin de su alın, dedi. İnsanlar gelip su almaya başladılar. Rasûlullah'm parmakları arasından, pınardan fışkırır gibi su fışkır­makta olduğunu gördüm.»

Müslim, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah. (s.a.v.)la birlikte bir yolculuğa çıktık. Geniş bir vadiye indik. Orada mola verdik. Rasûlullah (s.a.v.), def-i hacete gitti. Peşi sıra bir ibrik su götürdüm. Etrafına bakındı. Kendini örtecek bir şey göreme­di. Vadinin yamacında iki ağaç gördü. Onlardan birine doğru gidip dal­larından birini tuttu ve: "Allah'ın izniyle bana itaat et." dedi. Ağacın dalı da güdücüsüne itaat eden, burnu tahtayla bağlanmış yularlı deve gibi itaat etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), diğer ağaca gidip dalların­dan birini tuttu ve: "Allah'ın izniyle bana itaat et." dedi. Ağacın dalı da ona itaat etti. Rasûlullah (s.a.v.), iki ağaç arasındaki orta yere gelince, dalları birbirine yaklaştırdı ve: "Allah'ın izniyle birbirinize kaynayın." dedi. Her iki ağacın dallan da birbirine kaynadılar. Rasûlullah'm, yakı­nında olduğumu hissetmesinden ve bu sebeple oradan uzaklaşmasın­dan korktuğum için bîr kenara çekilip kendi kendime konuşmaya başla­dım. Aniden yan taranma bakınca Rasûlullah'm orada durduğunu gör­düm ve ağaçların birbirlerinden ayrıldıklarım fark ettim. Ağaçlardan her biri diğerinden kopup kendi gövdesi üzerinde doğruldu. Rasûlullah (s.a.v.) da durdu ve ağaçlara başıyla sağa ve sola doğru işaret etti. Sonra yanıma gelip durdu ve şöyle dedi:

- Ey Cabir! Sen benim nerede durduğumu gördün mü?

- Evet, ya Rasulallah.

- Öyleyse şu iki ağaca git ve herbirinden birer dal kopar. Buraya gel, durduğum yerde durduktan sonra dallardan birini sağma, birini de soluna koyarak yere dik.

Ben de kalkıp bir taşı elime aldım, ucunu kırıp keskinledim. Bunu rahatlıkla yaptım. Bıçak gibi yaptıktan sonra iki ağaca gittim. Her bi­rinden bir dal kopardım. Dalları alıp Rasûlullah'm durduğu yere gel­dim. Dallardan birini sağımdaki, diğerini de solumdaki yere diktim. Sonra Rasûlullah'm yanma giderek:

- Emrini yerine getirdim ya Rasulallah, dedim ve:

- Peki ama bunu yapmamı niçin bana emrettin? diye sordum. Ba­na şöyle cevap verdi:

- îki mezara uğradım. Mezardaki adamların azab çekmekte olduk­larım gördüm. Bu iki taze daim mezarları üzerinde durduğu sürece şe­faatim sayesinde üzerlerinden azabın kaldırılmasını istedim.

Ordugaha geldik. Rasûlullah (s.a.v.), bana şu buyruğu verdi:

- Ey Cabir, abdest almaları için insanlara çağrıda bulun. Ben de şöyle çağrıda bulundum:

- Haydi abdest alın, haydi abdest alın, haydi abdest alın. Abdest al­mayacak mısınız?

Ben de Rasûlullah'a şöyle dedim:

- Kervanda bir damla dahi su göremedim,

Ensâr'dan bir adam, Rasûlullah (s.a.v.) için üç ayaklı bir sehpada kab içinde suyu serinletiyordu. Rasûlullah bana dedi ki:

- Falan Ensârf nin yanma git. Onun su serinletme kabında su bu­lunup bulunmadığına bak.

Ben de o adamın yanına gittim. Kabına baktım. Kabındaki çatlak yerde sadece bir damla su vardı. Eğer onu da boşaltsaydım kuru yerler onu içerdi. Rasûlullah'a gelip şöyle dedim:

- Ya Rasulallah, o adamın kabında sadece bir tek damla su gör­düm. Eğer onu da oynatsaydım kuru yere geçen o damla su kaybolurdu.

- Git, onu bana getir.

Gittim, o kabı getirdim. Rasûlullah, içinde tek damla su bulunan kabı eline aldı. Birşeyler söylemeye başladı, ama neler dediğini anlaya­madım. Eliyle beni iteledi. Sonra kabı bana verdi ve şöyle dedi:

- Ey Cabir, büyük bir kazan getirmeleri için insanlara çağrıda bu­lun.

Ben de şöyle seslendim:

- Ey kervandaki adamlar, büyük kazanı getirin!

Cemaat, o büyük kazam alıp getirdi. Rasûlullah'm önüne koyduk. Rasûlullah da elini kazana şöylece koyup yaydı, parmaklarını açtı ve sonra kazanın dibine yerleştirdi ve şöyle dedi:

- Ey Cabir, Bismillah diyerek kabı al, elimin üzerine dök. Ben de Bismillah diyerek kabı alıp elinin üzerine döktüm. Parmakları arasın­dan suyun fışkırmakta olduğunu gördüm. Sonra kazan taştı. Rasû­lullah bana şöyle dedi:

- Ey Cabir, suya ihtiyacı olan varsa gelsin, diye ünle. İnsanlar gel­diler, su içtiler. İhtiyaçlarını temin ettiler. Nihayet suya kandılar. Ben de:

- Suya ihtiyacı olan kimse kaldı mı? diye sordum. Ses çıkaran ol­mayınca da Rasûlullah (s.a.v.), elini dolu kazandan çıkardı.

Yine bir defasında insanlar açlıklarını dile getirip Rasûlullah'a şi­kayette bulundular. Rasûlullah da onlara:

- Umulur ki Allah, size yemek yedirecektir, dedi.

Nihayet Sif el-Bahr denen yere vardık. Deniz dalgalandı ve büyük bir balığı kıyıya attı. Ateş yaktık, etini pişirdik. Doyasıya yedik. Ben ve arkadaşlarımdan dört kişi (Cabir bunların adlarını birer birer saymak­tadır.) balığın göz çukuruna girip saklandık, hiç kimse bizi göremedi.

Sonra çıkıp kaburga kemiklerinden birini aldık. Kavis yaparak yere koyduk. Sonra kervandaki en büyük devenin getirilmesini, yüklü olan bu deveye en uzun boylu adamın bindirilmesini ve böylece kemer şekli­ne soktuğumuz balığın kaburga kemiğinin altından geçmesini söyledik. Adam geçti, başını bile eğmedi.»

Buharı, Musa b. İsmail kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hudeybiye gününde insanlar susadılar. Peygamber (s.a.v.)'in önünde de küçük bir su kabı vardı. Oradan abdest alıyordu. İnsanlar o suya saldıracak gibi oldular. Peygamber (s.aw.) onlara:

- Sizin neyiniz var? diye sorunca, onlar da:

- Yanımızda abdest almak ve içmek için su yok. Sadece senin önün­deki şu su var, dediler. Onların böyle söylemeleri üzerine Peygamber (s.a.v.), elini o küçük kaba daldırdı. Parmaklan arasından pınar gibi su­lar fışkırmaya başladı. Biz de o suları içtik ve abdest aldık.

Hadisin ravilerinden Salim b. Ebi Ca'd diyor ki: Ben Cabir'e şöyle sordum:

- Siz o gün kaç kişiydiniz?

- Biz 100.000 Mşi de olsaydık o gün o su bize yeterdi, ama biz 1500 kişiydik.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Günün birinde Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte gazaya gittik (veya sefere çıktık). O gün 1200 küsur kişi idik. Namaz vakti geldi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Yanınızda su var mı? diye sordu. Adamın biri koşarak içinde azı­cık su bulunan bir ibrik getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), ibrikteki suyu bar­dağa koydu ve o suyla abdest aldı. Abdestini mükemmel bir şekilde ta­mamladı. Abdestini tamamladıktan sonra bardağı yerinde bıraktı, in­sanlar gelip bardağın yanında toplanarak, "Mesnedin, mesnedin." de­diler. Rasûlullah (s.a.v.), onların böyle dediklerini işitince:

- Yavaş olun, kendinize gelin bakalım, dedi. Elini de suya daldırdı, sonra Bismillah diyerek:

- Abdestinizi eksiksiz olarak alın, diye emretti.

Cabir diyor ki: Gözlerimi elimden alarak beni imtihan eden Allah'a yemin ederim ki, o gün Rasûlullah'm parmakları arasından pınar gibi su fışkırdığını gördüm. Oradaki cemaatın tamamı abdestlerini alma­dan o, elini su kabından çekmedi.»

Ahmed b. Hanbel, Hüseyin el-Aşkar kanalı ile îbn Abbas'm şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) sabahladığında ordugahta su yoktu. Adamın biri gelip:

- Ya Rasulallah, ordugahta askerlerin yanında su yok, dedi. Rasûlullah da ona şöyle sordu:

- Senin yanında hiç su var mı?

- Evet, var.

- Öyleyse o suyu bana getir.

Adam, içinde azıcık su bulunan bir kabı Rasûlullah (s.a.v.)'a getirdi. O da parmaklarım su kabının içine koydu ve kapta parmaklarım açtı. Sonra parmaklarının arasından pınardan fişkırırcasma sular fışkırma­ya başladı. Bundan sonra BilaTe şu emri verdi:

- İnsanlara duyur ki, gelsinler de şu mübarek abdesti alsınlar.»

Buharî, Muhammed b. Müsenna tariki ile Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Biz, ayetleri bereket için sayardık. Siz ise korkutmak için sayıyor­sunuz. Bir seferde Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber idik. Su azaldı.

- Fazla su isteyin, dedi. Yanma, içinde azıcık su bulunan bir kap

getirdiler. Elini kaba koydu. Sonra şöyle dedi:

- Mübarek, temizleyici suya gelin. Yüce Allah'ın bereketine gelin. Rasûlullah'm parmaklan arasından su fışkırmakta olduğunu gör­düm. Yenmekte olan yemeğin teşbihini duyardık.»

Bunu, Tirmizî, Bündar vasıtasıyla îbn Ahmed'den rivayet etmiş olup hasen ve sahih olduğunu söylemiştir.

Buharî, Ebu'l-Velid kanalı ile İmran b. Husayn'm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Bir seferde Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikteydik. Gece karanlığı ba­sınca uykuya daldık. Sabah olunca da uyanamadık. Uyku gözlerimize galib geldi. Güneş yükseldikten sonra uyanabildik. İlk olarak Ebu Bekir uyanmıştı. Rasûlullah'ı uyandırmak istemiyordu. Rasûlullah'm kendi­liğinden uyanmasını bekliyordu. O esnada Ömer uyanmıştı. Ebu Bekir onun yanı başında oturmuş, tekbir getirmeye başlamış, sesini yükselt­miş, nihayet Rasûlullah (s.a.v.) da uyanmış idi. Rasûlullah (s.a.v.) uya­nınca yanımıza gelip bize sabah namazını (kaza olarak) kıldırdı. Ancak arkadaşlarımızdan biri yanımızdan uzaklaştı. Bizimle beraber sabah namazını kılmadı. Rasûlullah (s.a.v.) ona:

- Ey falan! Bizimle beraber namaz kılmana engel olan şey neydi? diye sorunca, adam:

- Cünüb oldum, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), temiz top­rakla teyemmüm etmesini emretti. Adam teyemmüm etti, sonra namaz kıldı.

Rasûlullah (s.a.v.), beni önündeki bir bineğe bindirdi. Çok susamış­tık. O sırada yan taraflarında su dolu iki tulum bulunan bir hayvana binmiş, ayaklarını sallaya sallaya gelen bir kadına rastladık. Ona:

- Su nerede? diye sorduk.

- Buralarda su yok, dedi.

- Suyun yeri çok mu uzak? dedik.

- Bir gün bir gecelik mesafededir, dedi.

- Haydi, Allah'ın peygamberinin yanına gidelim, dedik.

- Allah'ın peygamberi ne demektir? dedi.

Onu daha fazla konuşturmadan Rasûlullah'm yanına götürdük. Kadın bize ne söylediyse Efendimize de onu söyledi. Ancak ona fazla olarak:

- Kocam öldü, çocuklarım yetimdir, dedi.

Allah'ın rasûlü, tulumların indirilmesini emretti ve aşağıdaki ağız­larına elini sürdü. Kırk kişi kadardık. Hepimiz hem içtik, hem de kırba ve mataralarımızı doldurduk. Ancak hiçbir deveye su vermedik. Tulum­lar olduğu gibi dolu duruyordu. Eksilme olmuyordu. Rasûlullah (s.a.v.) bize:

- Kadına yardım edin, dedi.

Aramızda birçok ekmek parçası ve kuru hurma topladık. Kadın, bunları alıp götürdükten sonra kavmine:

- İnsanların en büyücüsüne rastladım veyahut onların dedikleri gibi adam gerçekten peygamberdir, deyip olanları anlattı. Bunun üzeri­ne hem kendisi, hem de kavmi Müslüman oldular.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid b. Harun tariki ile Ebu Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Bize şöyle dedi:

- Yarın suya ulaşamazsanız susarsınız. Susuz kalırsınız. Bunun üzerine insanlar suya ulaşmak için hızlı yürümeye başladılar. Ben, Rasûlullah'm  yanından  ayrılmadım.  Bineğinin  üzerinde  iken Rasûlullah uyuklamaya başladı. Bineği de onu eğip yere düşürecek gibi oldu. Ben de hemen ona destek olup doğrulttum. Tekrar yana eğildi. Ne­redeyse düşecek gibi oldu. Yine onu doğrultmak istedim. Bu defa uyandı ve sordu:

- Sen kimsin?

- Ben Ebu Katade'yim.

- Ne zamandan beri benimle beraber yoldasın?

- Geceden beri.

- Rasûlünü koruduğun gibi Allah da seni korusun. Şimdi biraz isti­rahat etsek iyi olur.

Böyle dedikten sonra bir ağaca doğru gitti. Ağacın altına inip uzan­dı ve:

- Bak bakalım hele kimseyi görebiliyor musunuz? diye sordu. - Ben de:

- İşte bir süvari, işte iki süvari, dedim ve süvarilerin sayısı yediyi bulunca, Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:

- Namaz vakti bizi uyandırın.

Uykuya daldık. Sabah namazına uyanamadık. Güneş doğduktan sonra güneşin sıcaklığı bizi uykudan uyandırdı. Uyandık, Rasûlullah (s.a.v.) bineğine bindi. Biz de bindik. Biraz gittikten sonra sonra Ra­sûlullah bineğinden indi ve:

- Yanınızda su var mı? diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim:

- Evet, yanımda içinde azıcık su bulunan bir ibrik var.

- Onu bana getir.

İbriği getirdim. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Elinizi bu su kabına sürün. Bu su kabına sürün. Cemaat o suyla abdest aldı. Geride de bir miktar su kaldı. Bundan sonra Rasûlullah, bana şöyle dedi:

- Ey Ebu Katade, bu hadise ile sevin, ferahlan, çünkü bunun önem­li bir haberi olacaktır.

Bundan sonra Bilal ezan okudu. Sabah namazının farzından önce iki rekat (sünnet) namaz kıldılar, sonra da iki rekat (farz) namaz kıldı­lar. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bineğine bindi, biz de bindik. Cemaatteki-lerden bazıları diğerlerine:

- Kusur işledik, namazımızı vaktinde kılamadık, deyince Hz, Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Siz ne diyorsunuz? Eğer dünyanızla ilgili bir iş olsaydı bunu siz bilirdiniz. Ama dininizle ilgili bir iş olursa bunun hükmünü söylemek bana aittir.

Biz de dedik ki:

- Ya Rasulallah, biz kusur işleyip namazımızı vaktinde kılmadık.

- Uyku halinde kusur yoktur. Kusur, ancak uyanıklık halindedir. Böyle bir hal vuku bulursa (uykuda kalırsanız) gün doğduktan sonra er­tesi gün kılın. Ertesi günde de vakti vardır.

- Ya Rasulallah, sen dün şöyle demiştin: "Eğer suya yarın ulaşa­mazsanız susuz kalırsınız", "İşte insanlar suya geldiler." Ravi diyor ki: Sabah olduğunda insanlar peygamberlerini bulamadılar. Birbirlerine dediler ki:

- Rasûlullah sudadır. Cemaat arasında Ebu Bekir'le Ömer de var­dı. Onlar şöyle dediler:

- Ey insanlar, Rasûlullah (s.a.v.) sizi geride bırakıp suya gitmiş de­ğildir. Eğer siz bize uyarsanız, peşimizden gelirseniz, doğru yolu bulur­sunuz.

Öğle vakti sıcaklar bastırınca, Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüler ve şöyle dediler:

- Ya Rasulallah, susuzluktan helak olduk, boyunlarımız koptu.

- Helak olmayacaksınız. Ey Ebu Katade, ibriği getir. Ben de ibriği ona getirdim. Bana:

- Şunun kapağını aç, dedi. Ben de kapağı açıp kendisine verdim. İbrik* en kapağa su koyarak onunla insanlara içirdi. Kalabalık bastırın­ca, Rasûlullah (s.a.v.) onlara şöyle dedi:

- Ey insanlar, cemaate iyi davranın (izdiham meydana getirme­yin), hepiniz suya kanıp gidecektir.

Oradaki herkes su içti. Benden ve Rasûlullah (s.a.v. )'tan başka iç­meyen kalmadı. Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- Al, sen de iç, dedi. Ben de:

- Ya Rasulallah, siz için, dedim.

- Suculuk yapan en sonra içer, buyurdu.

Bu söz üzerine elinden ibriği alıp içtim. Benden sonra kendileri içti.

Sonra ibriğe baktım, içinde yine eskisi kadar su vardı. O gün ashab 300 kişi idi.

Bu hadisin ravilerinden Abdullah b. Rebah diyor ki:

Ben bu hadisi, büyük camide okumakta iken îmran b. Husayn beni

dinledi ve şöyle dedi:

- Kim bu adam?

- Ben Abdullah b. Rebah el-Ensârf yim dedim.

- Kavim, hadislerini senden daha iyi bilirler. Bak bakalım hele o geceki yedi kişiden biri ben değil miyim?

Ben bu hadisi tamamladıktan sonra îmran şöyle dedi:

- Bu hadisi, benden başka kimsenin ezberlemiş olacağına sanmı­yordum.»

Hammad b. Seleme, Hümeyd et-Tavil kanalı ile Ebu Katade el-Musılfnin rivayetinde aynı şeyleri söylediğini ve rivayetine şu cümlele­ri eklediğini ifade etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), geceleyin istirahate çe­kilip uyurken sağ tarafına uzanırdı. Sabahleyin istirahat ederken de sağ dirseğini diker ve başını sağ elinin içine yaslardı."

Beyhakî, Hafız Ebu Ya'lâ el-Musılî kanalı ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), aralarında Ebu Bekir'in de bulunduğu bir or­duyu müşriklerin üzerine göndermek üzere yola çıkardı. Onlara şu tali­matı verdi:

- Çabuk yürüyün. Çünkü sizinle müşrikler arasında bir su vardır. Müşrikler, sizden önce o suya ulaşırlarsa susuzluk size çok zahmet ve­rir. Şiddetli bir susuzluğa maruz kalırsınız. Binekleriniz de susuz kalır­lar.

Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisi de sekiz kişiyle beraber geride kaldı. Yavaş yavaş yürüyecekti. O sekiz kişinin dokuzuncusu da bendim. Ar­kadaşlara şöyle dedi:

- Var mısınız biraz istirahat etmeye. Sonra kalkar, öndekilere ulasırız. Onlar da şöyle dediler:

- Evet ya Rasulallah.

Uykuya daldılar, ama sabah namazına uyanamadılar. Ancak gü­neş doğduktan sonra güneşin sıcaklığı onları uyandırdı. Rasûlullah (s.a.v.) uyanınca, arkadaşlarını da uyandırdı, onlara şöyle dedi:

- Haydi ilerleyip ihtiyacınızı giderin.

Onlar da emri yerine getirdiler. Sonra Rasûlullah'm yanına döndü­ler. Rasûlullah, onlara şöyle sordu:

- Sizin yanınızda su var mı? Topluluktan biri şu karşılığı verdi:

- Ya Rasulallah, yanımda, içinde biraz su bulunan bir ibrik var.

- Onu bana getir.

Adam ibriği getirdi. Rasûlullah ibriği eline aldı. Avucuyla onu sı­vazladı. Bereket duası okudu. Sonra da ashabına:

- Gelin de abdest alın, dedi. Onlar da yanma geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara su vermeye başladı. Tamamı abdest aldı. Onlardan biri ezan okudu. Rasûlullah kalkıp sabah namazını kıldırdı ve ibrik sahibi­ne de şöyle dedi:

- İbriğinle sevin, çünkü onun çok önemli bir durumu olacaktır. Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), diğerlerinden önce bineğine bindi ve arkadaşlarına şöyle dedi:

- Öndekiler ne yaptılar dersiniz?

- Allah ve rasûlü daha iyi bilirler.

- Onların arasında Ebu Bekir ve Ömer var. Onlar, insanlara Ön­derlik edip doğru yolu gösterirler.

Önden giden topluluk menzile ulaşmıştı, ama müşrikler onlardan önce su başını tutmuşlardı. Bu da çok zorlarına gitti. Hem kendileri, hem de binekleri şiddetli bir susuzluğa maruz kaldılar. Bu durumu gö­ren Rasûlullah (s.a.v.) şöyle sordu:

- İbriğin sahibi nerede?

- Şuradadır ya Rasulallah.

- İbriğini bana getir.

Adam ibriği getirdi. İçinde azıcık su vardı. Rasûlullah (s.a.v.) onla­ra:

- Gelin için, dedi. Onlara birer birer su verdi. Nihayet tamamı iç­tikleri gibi bineklerine ve hayvanlarına içirdiler. Yanlarındaki tulum­ları, kırbaları, kabları doldurdular. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabı, müşriklere hücum ettiler. O esnada Cenâb-ı Allah, bir fırtına gönderip müşriklerin yüzlerine çarptı. Yardımım Müslümanlara indirdi. Müş­riklerin diyarlarını Müslümanların ellerine geçirdi. Çok sayıda müşrik Öldürdüler. Çok sayıda da esir aldılar. Çok miktarda davarlarını önleri­ne katıp götürdüler. Rasûlullah (s.a.v.) ile Müslümanlar, bol miktarda ganimet ve çok sayıda esir ile huzur içinde geri döndüler.»

Cabir'den de buna benzer bir rivayet daha önceki sayfalarda "Sa-hih-i Müslim" kaynaklı olarak nakledilmiştir.

Müslim'in, Muaz b. Cebel'den yaptığı Tebük gazvesiyle ilgili rivaye­ti de önceki sayfalarda nakletmiştik. Bu rivayette anlatıldığına göre Rasülullah (s.a.v.), Tebük gazvesine giderken sahabelere şöyle demiş­tir:

«Yarın inşallah Tebük pınarına varacaksınız. Ancak kuşluk vakti oraya ulaşabilirsiniz. Oraya ulaşan kimse, ben gelmeden suya elini do­kundurmasın.

Oraya vardığımızda bizden önce iki kişi su başına varmıştı. Pınar­dan ayakkabı ipi inceliğinde az bir su akıyordu. Rasülullah (s.a.v.) onla­ra:

- Pınarın suyuna el vurdunuz mu? diye sorunca, onlar:

- Evet, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v.), on­lara çok ağır sözler söyledi. Sonra pınardan azar azar avuçladılar ve bu su, bir kaba aktarıldı. Sonra Rasülullah (s.a.v.), yüzünü ve ellerini o su ile yıkadı. Tekrar o suyu pınara dökünce, pınardan bol miktarda sular akmaya başladık İnsanlar da o sudan kana kana içtiler. Sonra Ra-sûluîlah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Ey Muaz, eğer ömrün vefa ederse yakın bir zamanda şuraların in­sanlarla dolup taşacağını göreceksin.

Rasûlullah'a gelen heyetler babında Ziyad b. Haris es-Südaî'nin şöyle dediğini nakletmiştik:

Daha sonra biz:

- Ya Rasulallah, bizim bir kuyumuz var. Kış mevsiminde suyu bize bol bol yetiyor. Etrafında toplanabiliyoruz. Yaz mevsiminde suyu azalı­yor. Biz de orayı bırakıyor, çevremizdeki diğer suların başlarına gidiyo­ruz. Artık biz Müslüman olduk. Çevremizdeki herkes düşmanımızda*. Dua et de Allah kuyumuzda bize yetecek kadar su var etsin. Böylece biz de kuyumuzun çevresinde yaşayalım. Dağılıp başka yerlere gitmeye­lim.

Rasülullah (s.a.v.), yedi çakıl tanesi getirilmesini emretti. Getirilen çakıl tanelerini ellerinde ovaladı. Üzerlerine dua okudu. Sonra şöyle bu­yurdu:

- Şu çakıl tanelerini alıp götürün. Kuyunun başına vardığınızda birer birer içine atın. Aziz ve Celil olan Allah'ı anın.

Biz de Rasûlullah'm emrini yerine getirdik. Çakıl tanelerini içine attıktan sonra kuyunun suyu o kfldar bollaştı ki, artık dibini göremiyor-duk.» [1]

 

Kuba'daki Kuyuda Görülen Bereket

 

Ebu'1-Hasan Muhammed b. Hüseyin el-Alevî, Yahya b. Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Küba'da Enes b. Malik yanımıza geldi. Ora­daki bir kuyuyu bana sordu. Ben de kuyunun yerini kendisine göster­dim. Kuyuyu görünce, şöyle dedi:

- Bu öyle bir kuyu idi ki, adamın biri merkebinin üzerinde gelir,

kuyudan eliyle suyu alıp merkebine serperdi. Ama sonraları suyu azal­dı. Rasülullah (s.a.v.) geldi. Bir kova getirilmesini emretti. Kova ile ku­yunun dibinden biraz su aldı. Onunla ya abdest aldı veya içine üfledi. Sonra da o suyun tekrar kuyuya dökülmesini emretti. Öyle yaptılar. Kuyunun suyu artık kurumadı.»

Başka bir rivayete göre Enes şöyle demiştir:

"Rasülullah (s.a.v.), küçük abdestini bozdu. Sonra gelip kuyunun suyu ile abdest aldı. Yanını meshetti. Sonra namaz kıldı."

Ebu Bekir el-Bezzar, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasülullah (s.a.v.), bize gelip konuk oldu. Evimizdeki kuyunun su­yundan ona içirdik. Cahiliye döneminde kuyumuza Nezur kuyusu de­nirdi. Rasülullah o kuyuya üfledi. Artık suyu hiç kurumadı." [2]

 

Peygamber (S.A.V.)'İn Yemekleri Çoğaltıp Bereket Katması

 

Peygamber (s.a.v.), birkaç yerde sütü çoğaltıp içine bereket katmış­tır.

imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Allah'a yemin ederim ki ben, yeryüzünde açlıktan ötürü ciğerime güvenirim (açlığa çok dayanıklıyım) ama açlıktan ötürü karnıma taş bağlamıştım. Bir gün sahabelerin geçmekte oldukları bir yola gidip oturdum. Ebu Bekir geldi. Ona Allah'ın kitabından bir ayet sordum. Amacım, beni peşine takıp götürmesi (bana birşeyler yedirmesi) idi. Ama yapmadı. Biraz sonra Ömer (r.a.) geçti, ona da Allah'ın kitabından bir ayet sordum. Amacım, beni peşine takıp götürmesi (bana birşeyler yedirmesi) idi. Ama yapmadı. Biraz sonra Ebu'l-Kasım (s.a.v.) oradan geçti. Yüzümdeki ve ruhumdaki hali anlayıp bana şöyle dedi:

- Ebu Hüreyre!

- Buyur ya Rasulallah.

- Peşime takıl!

Peşine takılıp evine gittim. Kapıya vardığımızda içeriye girmek için izin istedim. Bana giriş izni verildi, içeride bir bardakta süt gördüm. Rasûlullah (s.a.v.), evdekilere sordu:

- Bu sütü nereden getirdiniz?

- Bunu, falan adam (ya da falan aile) bize hediye etti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle seslendi:

- Ebu Hüreyre!

- Buyur ya Rasulallah.

- Suffa ehline git, onları yanıma çağır.

Suffa ehli, Müslümanların misafirleriydiler. Aileleri ve malları yoktu. Rasûlullah (s.a.v.)'a bir hediye gelince, bunu onlara verirdi. Bir sadaka gelince de o sadakayı onlara gönderirdi. Kendine birşey ayır­mazdı. Rasûlullah'm bu emri beni üzdü. Çünkü o günüme ve geceme ye­tecek kadar güç bulmak için o sütü ben kendim içmek ümidindeydim. Suffa ehline giden elçi benim. Onlar gelince de bu sütü onlara dağıtacak olan da ben olacaktım, bana ise hiçbir şey kalmayacak, dedim. Ama Al­lah ve rasûlünün emrine itaat etmek de gerekliydi. Dışarı çıktım. Yanlarına gittim. Onları Rasûîullah'm evine davet ettim. Onlar da kapıya geldiler, içeri girmek için izin istediler. Onlara gerekli izin verilince içe­ri girdiler. Yerlerine oturdular. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle de­di:

- Ebu Hüreyre! Sütü al, bunlara dağıt!

Ben de bardağı aldım. Onlara dağıtmaya başladım. Gelen misafir­ler sırasıyla bardağı alıyor, kana kana içiyor, doyduktan sonra bardağı geriVeriyordu. Böylece sonuncu adama kadar gittim. Ona da verdim, o da içti. Bardağı bana geri verdi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.)'a verdim. Bar­dağı eline aldı. içinde bir miktar süt kalmıştı. Sonra başını kaldırıp ba­na baktı ve gülümsedi, şöyle dedi:

- Ebu Hüreyre!

- Buyur ya Rasulallah.

- Ben ve sen kaldık, öyle değil mi?              

- Doğru söyledin ya Rasulallah.

- Otur da iç.

Oturdum, içtim. Sonra bana:

- îç, dedi. Ben yine içtim. Yine iç dedi, yine içtim. Nihayet dedim ki:

- Hayır, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ede­rim ki, içimde sütün girebileceği bir yer kalmadı.

- Öyleyse bardağı bana ver.

Bardağı ona verdim. Kalan sütü kendisi içti.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Bekr b. Ayyaş kanalı ile İbn Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ben, Ukbe b. Ebu Muayt'm koyunlarını güden bir çobandım. Hz. Peygamber (s.a.v.) ile Ebu Bekir bana uğradılar. Rasûlullah, bana şöyle dedi:

- Ey delikanlı, yanında süt var mı?

- Evet, ama ben emanetçi biriyim.

- Üzerine koç sıçramamış koyun var mı?

Ben de öyle bir koyun getirdim. Rasûlullah memesini sıvazladı, me­mesi süt doldu. Sütü bir kaba sağdı. Kendisi içti, Ebu Bekir'e içirdi, son­ra da koyunun memesine: "Büzül bakalım." dedi. Meme büzüldü. Süt kesildi. Aradan bir zaman geçtikten sonra yanına gittim ve şöyle dedim:

- Ya Rasulallah, bana şu sözü öğret. Elini başıma sürdü ve şöyle dedi:

- Ey delikanlı, Allah sana rahmet etsin. Sen, bilen ve öğreten biri­sin.

Başka bir rivayete göre ise Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demiştir:

- Sen öğretici bir delikanlısın.

Ben de ondan yetmiş sûre öğrendim ki, hiçbir beşer bu hususta be­nimle tartışmadı.»

Hicret bahsinde de anlatıldığı gibi Ümmü Ma'bed'in alız koyununu Rasûlullah sağmıştı. Cılız olan bu koyun, daha önce süt vermez iken Rasûlullah memesinden süt sağmış; hem kendisi içmiş, hem de ashabı­na içinnişti. Sonra Ümmü Ma'bed'e büyük bir kapta süt bırakmıştı. Ni­hayet kocası da gelip durumu görmüştü.

Köleleri dışında Rasûlullah (s.a.v.)'a hizmet eden sahabeler babın­da da anlatıldığı gibi Mikdad b. Esved, Rasûlullah (s.a.v.)'a getirilen sü­tü içmiş, sonra geceleyin kalkarak Rasûlullah'a yedirmek amacıyla bir koyun kesmek istemişse de çok miktarda sütü hayvanın memesinde gö­rünce kesmekten vazgeçerek sadece sütünü sağarak büyük bir kabı dol­durmuştu.

Ebu Davud et-Tayalisî, Ebu İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Habbab'm kızı, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bir koyun getirmişti. Rasûlullah, o koyunu bağlamış, sonra da:

- Bana en büyük kabınızı getirin, demişti. Ona büyük hamur tek­nesini getirmişler; dolduruncaya kadar içine süt sağmıştı. Daha sonra da:

- Siz ve komşularınız için, demişti.» Beyhakî, Nafi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. 400 kadar adam­dık. Susuz bir yere inip konakladık. Bu da ashaba ağır geldi. Ama:

- Rasûlullah bizden daha iyi bilir, dediler. O esnada iki boynuzlu bir koyun geldi. Rasûlullah'ın karşısında durdu. Rasûlullah, onu sağıp sütünü içti. Doyduktan sonra ashabına da içirdi. Onlar da doydular. Sonra şöyle dedi:

- Ey Nafi! Bu hayvanı bu gece yanında tut, ama tutabileceğini san­mıyorum.

Ben hayvancağızı alıp bir kazık çaktıktan sonra o kazığa bir iple bağladım. Sonra geceleyin uykudan uyanınca onu göremedim, ama boy­nundaki ipin yere atılmış olduğunu gördüm. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanı­na gittim. O bana sormadan durumu ona anlattım. Bana dedi ki:

- Ey Nafi! Onu getiren, götürdü de.»

Beyhakî, Ebu Bekir'in azadlısı Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- Benim için bir keçi sağ, dedi.

Oralarda bildiğime göre keçi yoktu. Gidip baktım. Keçi sürüsü gör­düm. Birini yakalayıp sağdım. Keçiyi de yanımda tuttum, arkadaşları­ma da, ona göz kulak olmalarını tenbihledim. Göç hazırlıklarını yapar­ken keçiyi kaybettik.

- Ya Rasulallah, keçiyi kaybettim, dedim. O da şöyle buyurdu:

- Onun sahibi vardır.»

Bu, garip bir hadistir. Senedinde bilinmeyen kimseler vardır. Hayvanlarla ilgili mucizeler bölümünde de bir ceylanla ilgili hadisi nakledeceğiz. [3]

 

Peygamber (S.A.V.)'În Ümmü Süleymiçîn Yağı Çoğaltması

 

Hafiz Ebu Yala, Şeyban kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Annem'in bir koyunu vardı. Onun sütünden elde ettiği yağı, bir tu­lum içinde biriktirdi. Tulum dolunca, onu bir cariyesiyle Rasûlullah'a gönderdi. Ona şöyle talimat verdi:

- Şu yağı Rasûlullah'a götür de ekmeğine katık yapıp yesin. Cariye onu götürüp teslim etti ve şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, bu tulumu Ümmü Süleym, (Enes'in annesi) sana gönderdi.

- Tulumunu boşaltın bakalım.

Bu emir üzerine tulumu boşalttılar. Ben de boş tulumu alıp eve ge­tirdim. Ümmü Süleym, evde değildi. Tulumu çiviye astım. Sonra Ümmü Süleym geldi. Tulumun yağla dopdolu olduğunu ve ağzından yağ dam­lamakta olduğunu görünce, şöyle dedi:

- Ey cariye! Şu yağ dolu tulumu Rasûlullah'a götürmeni sana söyle­memiş miydim?

- Evet, götürüp teslim ettim. Eğer bana inanmıyorsan git de ken­din Rasûlullah'a sor.

Bunun üzerine Ümmü Süleym cariyeyi de yanma alarak gitti ve şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, ben şu cariyemle sana bir tulum yağ göndermiş­tim. Getirip teslim etti mi sana?

- Evet, getirip teslim etti.

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a ve hak dine yemin ederim ki, tulumumdan yağ damlıyor, içi yağ dolu.

- Ey Ümmü Süleym! Sen, Allah'ın kendi Peygamberine yağ yedir­diği gibi sana da yedirmesine şaşıyor musun? Ye ve yedir.

Ümmü Süleym diyor ki: Eve geldim, tulumdaki yağı büyük bir kaba ve diğer kaplara aktardım, bir (ya da iki) ay boyunca onu ekmeğimize katık yapıp yedik.»

Beyhakî, Ümmü Evs el-Behziyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Kendim için bir tulumda yağ biriktirdim. Sonra onu Rasûlullah'a hediye ettim, o da kabul etti. Tulumdaki yağı aldı. îçinde azıcık bıraktı, sonra içine üfledi ve bereket duası yaptıktan sonra da şöyle dedi:

- Bunu sahibine (Ümmü Evs'e) verin.

Onu bana geri verdiler, ama içinin yağla dolu olduğunu gördüm. Rasûlullah'm bu hediyeyi kabul etmediğini zannettim. Ağlayarak tek­rar yanına gittim ve şöyle dedim:

- Ben o yağı, sen yiyesin diye o tulumda biriktirip sana hediye et­miştim ya Rasulallah.

Rasûlullah cevap beklediğimi anlayınca şöyle dedi:

- Gidin, şu kadına deyin ki, yağını yesin ve bereket duası yapsın. Ben de Rasûlullah'm ömrü boyunca Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali

ve Muaviye'nin hilafetleri süresince o yağı yemeye devam ettim.»

Beyhakî, el-Hakim tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Devs kabilesinden Ümmü Şüreyk adında bir kadın vardı. Rama­zan ayında Müslüman oldu. Hicret etti. Bir Yahudi ile karşılaştı. Susa­mıştı. Ondan su istedi, ama Yahudi, dinine dönmeden ona su vermeye­ceğini söyledi. Bunun üzerine Ümmü Şürayk, su içmeden uykuya daldı. Rüyasında bir adam ona su içirdi. Uyandığında suya kanmış vaziyette idi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına vardığında başından geçen hadiseyi anlattı. Rasûlullah, onunla evlenmek istediyse de o kendini Ra­sûlullah'a layık görmedi ve:

- Beni kendinden başka dilediğin bir adamla evlendir ya Ra-sûlallah, dedi. Rasûlullah da onu Zeyd ile evlendirdi. Ona otuz ölçek ar­pa verilmesini emretti ve:

- Yeyin, ama asla ölçeklemeyin, dedi.

Bu kadının yanında bir tulum yağ vardı. Rasûlullah'a hediye etmek istedi. Cariyesine, o tulumu alıp Rasûlullah'a götürmesini emretti. Ca­riye onu alıp götürdü. Rasûlullah'm evindeki bir kaba boşalttı. Ra­sûlullah da boşaltılan tulumu cariyeye verirken tulumu eve götürüp bir askıya asmasını, ağzını asla bağlamamasını emretti. Cariye, Rasû­lullah'm emrini yerine getirdi. Bir süre sonra Ümmü Şürayk evine dö­nünce tulumun yağla dolu olduğunu gördü. Bunun üzerine cariyesine:

- Şu yağ dolu tulumu Rasûlullah'a götürmeni söylememiş miy­dim? dedi. Cariyesi de:

- Emrini yerine getirdim, diye karşılık verdi. Bu durumu Rasû­lullah'a anlattıklarında Rasûlullah, o tulumun ağzını asla bağlamama­larına dair emrini tekrarladı. Tulumun içi devamlı yağ doluydu, nihayet bir gün Ümmü Şürayk, tulumun ağzını bağlayınca bu bereket sona erdi. Sonra o arpayı ölçeklediler. Otuz ölçek olduğunu gördüler. O kadar ye-_ dikleri halde hiç eksilmemişti.»

imam Ahmed b. Hanbel, Hasan tariki ile Cabir'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Ümmü Malik el-Behziyye adında bir kadının bir tulumu vardı. Bu tulum içinde Peygamber (s.a.v.)'e yağ getirip hediye ederdi. Bir ara oğulları ondan katık istediler. Yanında hiçbir şey yoktu. O tulumunun yanma gitti. Sıktı, içinde birşey bulamadı. Gidip durumu Rasûlullah'a arzetti. Rasûlullah da ona şöyle sordu:

- Sen o tulumu sıktın mı?

- Evet.

- Eğer onu kendi halinde bıraksaydm, içinde devamlı yağ olacak­tı.".

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Adamın biri, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip yiyecek birşeyler

istedi. Rasûlullah (s.a.v.), ona yarım ölçek arpa verdi. Adam, karısı ve

misafirleri, o arpadan yapılan ekmekleri yemeğe devam ettiler. Uzun

bir süre sonra o arpayı ölçeklediler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara dedi ki:

- Eğer ölçeklemeseydiniz, o arpanın ekmeğini devamlı yiyecekti­niz ve arpanız da olduğu gibi hiç eksilmeksizin kalacaktı.» [4]

 

Ebu Talha El-Ensârî'nîn, Rasûlullah'a Ziyafet Vermesi

 

Buharı, Abdullah b. Yusuf tariki ile Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ebu Talha, karısı Ümmü Süleym'e şöyle dedi:

- Rasûlullah (s.a.v)'m sesinin zayıf olduğunu işittim. Aç olduğunu anladım. Yanında yiyecek bir şey var mı senin?

- Evet.

Karısı böyle dedikten sonra birkaç parça arpa ekmeği çıkardı. Sonra örtü getirip ekmeği ona sardı ve elimin altına koydu. Sonra da beni Rasûlullah'a gönderdi. Onu mescitte bazı insanlarla birlikte gördüm. Rasûlullah, bana şöyle sordu:

- Seni, Ebu Talha mı gönderdi?

- Evet.

- Yemek için mi gönderdi?

- Evet.

Rasûlullah (s.a.v.), yanındaki adamlara:

- Kalkın, dedi. Kendisi de kalktı. Ben de önlerine düştüm. Nihayet onları Ebu Talha'mn evine getirdim. İçeri girip durumu haber verdim. Ebu Talha, karasına şöyle dedi.

- Ey Ümmü Süleym! Rasûlullah bir cemaatla beraber evimize gel­di. Yanımızda onlara yedirecek bir şeyimiz de yok!

- Allah ve rasûlü daha iyi bilirler.

Ebu Talha, dışarı çıktı. Rasûlullah'ı karşıladı. Rasûlullah, Ebu Tal­ha ile birlikte içeri girdi ve Ebu Talha'mn karısına şöyle dedi:

- Ey Ümmü Süleym! Gel bakalım buraya, senin yanında ne var? Ummü Süleym, baş örtüsüne sardığı ekmeği getirdi. Rasûlullah, ufalamasını emretti. O da ufaladı ve üzerine tulumdaki yağı katık olarak döktü. Sonra Rasûlullah, o yemek üzerine Allah'ın dilediği şeyleri söyle­di. Bereket duası okudu ve şöyle dedi:

- On kişiyi çağır, içeri girmelerine izin ver.

Ebu Talha da on kişiye izin verdi. îçeri girdiler. Doyuncaya kadar yediler. Sonra kalkıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.):

- On kişiye daha izin ver, gelsinler, dedi. Ebu Talha da ikinci on ki­şiye izin verdi. Onlar da gelip yediler, doyduktan sonra kalkıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.):

- On kişiye daha izin ver, dedi. Ebu Talha, onlara da izin verdi. On­lar da gelip doyuncaya kadar yediler. Sonra çıkıp gittiler. Rasûlullah (s.a.v.):

- On kişiye daha izin ver, diye emretti. Nihayet cemaatın tamamı o yemeği yedi. Sayıları yetmiş veya seksen kadardı.»

Ebu Ya'lâ, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ebu Talha, Rasûlullah (s.a.v.)'m aç olduğunu gördü. Karısı Ümmü Süleym'in yanma gelip şöyle dedi:

- Doğrusu ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın acıktığını gördüm. Senin ya­nında yiyecek birşey var mı?

- Yanımızda bir avuç un, bir miktar da arpa var.

- Bunu yoğur ve ekmek yap. Belki Rasûlullah (s.a.vjı davet ederiz de evimizde ekmek yer.

Ebu Talha'nın karısı Ümmü Süleym, hamur yoğurup ekmek pişirdi ve ekmeği ocaktan alıp getirdi. Bana da:

- Ey Enes, Rasûlullah'ı buraya davet et, dedi. Ben de Rasûlullah'a gittim. Yanında bir cemaat vardı. Sanırım seksen küsur kişi idiler. De­dim ki:

- Ya Rasulallah, Ebu Talha seni davet ediyor. Rasûlullah da ashabına:

- Ebu Talha'nın davetine icabet edin, dedi. Ben de korkarak ace­leyle Ebu Talha'nın evine geldim ve Rasûlullah'm ashabıyla birlikte ev­lerine geleceğini haber verdim. Ebu Talha da:

- Allah'ın rasûlü evimdeki durumu benden daha iyi bilir, dedi ve çı­kıp Rasûlullah'ı karşıladı. Ona şöyle dedi:

- Ya Rasulallah! Yanımızda sadece bir ekmek var. Senin acıktığını gördüm. Karım Ümmü Süleym'e emir verdim, o da sana bir ekmek pişir­di.

Rasûlullah, içeri girip o ekmeği getirmelerini, ayrıca bir de çanak getirmelerini emretti. Ekmeği çanağa koydu ve:

- Biraz yağ var mı? diye sordu. Ebu Talha:

- Tulumda biraz olmalı, dedi ve tulumu getirdi. Rasûlullah ile Ebu Talha, tulumu sıktılar. Tulumdan çok az miktarda yağ çıktı. Rasûlullah (s.a.v.), işaret parmağını o yağa sürdü. Sonra ekmeğe sürdü. Ekmek şi-şip kabardı. Bismillah dedi, ekmek daha da büyüdü. Hep böyle yaptı. Nihayet o ekmeğin çanağın dışına taşdığını gördüm. Bana:

- Ashabımdan on kişiyi çağır, dedi. On kişiyi çağırdım. Rasûlullah (s.a.v.) elini ekmeğin ortasında koydu ve:

- Bismillah diyerek yeyin, dedi. Onlar da ekmeğin çevresinden ko­parıp yediler, nihayet doydular. Onar kişilik gruplar halinde ashabını içeri çağırmaya devam etti. Onlar da o ekmekten yediler, nihayet ondan seksen küsur kadar adam yedi. Ekmeğin çevresinden koparıp yediler ve nihayet doydular. Ekmeğin ortası da olduğu gibi duruyordu. Ra­sûlullah'm eli de onun üzerindeydi.»

Bunlar, Enes b. Malik (r.a.)'den mütevatir yollarla nakledilen riva­yetlerdir. Hamd ve minnet Allah'adır.

Hendek gazvesinde de Cabir'in Rasûlullah (s.a.v.)'ı evine davet edi­şinden önceki sayfalarda bahsetmiştik. Cabir (r.a.), evinde bir oğlak ke­sip yemek yapmış, arpa ekmeği pişirmiş ve Rasûlullah'ı davet etmişti. Rasûlullah (s.a.v.) da 1000 kadar olan Hendek'teki sahabeleri tamamen oraya davet etmişti. Onlar, hep birlikte gitmişler, o oğlağı ve bir ölçeklik ekmeği doyuncaya kadar yemişler, ama hiç eksiltmemişlerdi.

Bu rivayetin sened ve metnini önceki sayfalarda nakletmiştik. Ha­md ve minnet Allah'adır. Yalnız şaşırtıcı ve tuhaf bir durumla karşılaşı­yoruz. Şöyle ki: Hanz Ebu Abdurrahman b. Muhammed b. Münzir el-Herevî, "Acâibü'l-Garibe" adlı kitabında bu hadisi nakletmiş, senedini uzun uzadıya kaydetmiş ve sonunda da garip birşeyden bahsetmiştir. Şöyle ki:

Ka'b b. Malik'ten rivayete göre Cabir b. Abdullah, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi. Onun aç olduğunu yüzünden anladı. Evine dön­dü. Evde beslemekte oldukları bir oğlakları vardı. Onu kesti, pişirdi. Ti­rit yaptı. Rasûlullah'a da haber gönderdi. Ensâr'ı da davet etmelerini Rasûlullah'a arzetti. O da beraberindeki sahabelerle birlikte hep bera­ber Cabir'in evine geldiler. Gelenlerin tamamı, o yemeği yediler ve ye­mekten hiçbir şey eksilmedi. Rasûlullah (s.a.v.), gelen sahabelere yeme­ği yemelerini, ama kemikleri kırmamalarını emretti. Sonra o kemikleri büyük tepsinin ortasına topladı. Elini üzerine koydu. Sonra da duyma­dığım bazı sözler söyledi, ancak dudaklarının hareket ettiğini görüyor­dum. Bir de baktım ki, o oğlak silkinip kalktı. Kulaklarını silkelemeye başladı. Rasûlullah (s.a.v.), Cabir'e dedi ki:

- Ey Cabir, işte oğlağını al. Allah, onu sana mübarek kılsın! Cabir de onu alıp götürdü. Karısı da ona şöyle dedi:

- Ey Cabir, bu nedir?

- Vallahi bu, Rasûlullah (s.a.v.) için kestiğimiz oğiağımızdır. ûlllh, Allah'a dua etti. Allah'ın da onu bizim için yeniden diriltti.

- Onun, Allah'ın rasûlü olduğuna şahadet ederim. Onun Allah'ın, rasûlü olduğuna şahadet ederim. Onun Allah rasûlü olduğuna şahadet ederim.»

Ebü Ya'lâ el-Musılî ile Bağendî, Sabit el-Benanfnin şöyle dediğini rivayet ederler:

"Enes b. Malik'e dedim ki:

- Ey Enes! Bana, gördüğün en hayret verici şeyi bildir.

- Olur ey Sabit. Ben Rasûlullah (s.a.v.)'a on sene hizmet ettim. Kö­tü yaptığım birşeyden ötürü beni hiç ayıplamadı. Allah'ın Peygamberi, Cahş kızı Zeyneb'le evlendiğinde, annem bana dedi ki:

- Ey Enes, Rasûlullah (s,a.v.) gerdeğe girdi. Sabah olunca yemekle­rinin olup olmadığını bilmiyorum. Sen şu yağ tulumunu bana getir hele.

Yağ tulumunu ve biraz da hurmayı alıp anneme verdim. Annem ona hays yemeği yaptı ve şöyle dedi:

- Ey Enes, bunu al, Allah'ın Peygamberine ve karısına götür. Ben de bu hays yemeğim bir çömleğe koyup Rasûlullah'a götürdüm. Hz. Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: 

- Yemek kabını evin bir köşesine bırak. Sonra bana Ebu Bekir'i, Ömer'i, Ali'yi, Osman'ı sahabelerden de birkaç kişiyi, mescitte bulunan­ları ve yolda karşılaştığın herkesi çağır.

Ben yemeğin azlığından ve davetlilerin çokluğundan dolayı şaşır­dım. Ama Rasûlullah'm buyruğuna karşı gelmek de istemedim. Dediği kimseleri davet ettim. Nihayet ev ve odalar doldu. Rasûlullah (s.a.v.) bana sordu:

- Çağırman gereken herhangi bir kimse kaldı mı?

- Hayır ya Rasulallah.

- Öyleyse şu çömleği getir.

Ben de çömleği getirip önüne koydum. Üç parmağını çömleğe dal­dırdı. Hurmalar çömleğin dışına taşmaya başladı. Davetliler gruplar halinde yeyip dışarı çıkıyorlardı. Nihayet tümü yemek yemiş oldular. Yine de çömlekte eskisi kadar yemek vardı. Sonra Rasûlullah, bana şöy­le buyurdu:

- Çömleği al, Zeyneb'in önüne koy.

Ben de bu emri yerine getirdikten sonra oradan çıktım. Üzerlerine hurma dalından yapılmış bir kapıyı Örttüm. Tavan gibi evlerinin üzeri­ne koydum.

Ravi Sabit diyor ki:

- Ey Ebu Hamza (Enes'in künyesi), o yemekten kaç kişinin yediği­ni sanıyorsun? diye sorduk.

Enes şöyle dedi:

- Yetmişbir, veya yetmişiki kişinin yediğini sanıyorum.» Bu hadis, bu bakımdan garibtir.

Cafer b. Muhammed el-Feryabî, Osman b. Ebu Şeybe tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), yanıma gelip şöyle dedi:

- Bana arkadaşların olan Suffa ashabım çağır.

Ben de onları birer birer uyandırıp topladım. Rasûlullah'm kapısı­na toplu olarak geldik. İçeri girmek için izin istedik. Bize izin verildi. İçeriye girdiğimizde önümüze bir tabak konuldu. Öyle sanıyorum kî, içinde bir avuç kadar arpa ekmeği vardı. Rasûlullah (s.a.v.), elini onun üzerine koyup:

- Bismillah diyerek yeyin, dedi.

Biz de doyuncaya kadar yedik. Sonra ellerimizi tabaktan çektik. Rasûlullah (s.a.v.), tabağı yere indirirken şöyle dedi:

- Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, Muhammed ailesinde, sizin görmediğiniz hiçbir yemek akşama kalmış değildir. (Ya­ni yemeğimizin hepsi bundan ibarettir.) Ebu Hüreyre'ye denildi ki:

- Siz yemekten kalktığınızda tabakta ne kadar yemek kalmıştı?

- Önceki kadar kalmıştı, hiç eksilmemişti. Ancak üzerinde par­mak izleri görülüyordu.»

Bu, önceki sayfalarda içecekle ilgili olarak Suffa ashabından nak­lettiğimiz kıssadan başka bir kıssadır.

Cafer b. Muhammed el-Feryabî, Ebu Seleme Yahya b. Halef tariki ile Ebu Eyyüb el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'e yetecek kadar yemek yaptım ve onları yemeğe da­vet ettim. Rasûluîlah (s.a.v.), bana şöyle emretti:

- Git, bana Ensâr'm eşrafından otuz kişiyi çağır.

Bu benim zoruma gitti. Çünkü yanımda onlara verecek fazla bir yi­yecek yoktu. Ağır davranır gibi oldum, ama Rasûlullah emrini tekrarla­dı:

- Git, bana Ensâr'm eşrafından otuz kişiyi çağır! Gittim, davet ettim. Onlar da geldiler. Rasûlullah:

- Yeyin, dedi. Onlar da yediler. Doyup sofradan kalktılar. Sonra onun Allah rasûlü olduğuna şahadet ettiler. Evden çıkıp gitmeden de onunla be/atleştiler. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle bu­yurdu:

- Git, bana Ensâr'm eşrafından altmış kişiyi çağır.

Allah'a yemin ederim ki, altmış kişiyi davet ettiğim esnada otuz ki­şiyi davet etmeme nisbetle daha cömert gördüm kendimi ve onları davet ettim. Evime geldiler. Rasûlullah (s.a.v.), onlara:

- Bağdaş kurun, dedi. Onlar bağdaş kurup oturdular. Yemek ye­meye başladılar. Doyunca sofradan kalktılar. Sonra onun Allah rasûlü olduğuna şahadet getirdiler. Evden çıkmadan önce de onunla beyatleştiler. Sonra Rasûlullah bana:

- Git, bana Ensâr'dan doksan kişiyi çağır, dedi.

Yemin ederim ki, ben doksan ve altmış kişiyi yemeğe davet ederken otuz kişiyi davet edişime göre kendimi daha cömert hissettim ve onları davet ettim. Evime gelip yemeğe oturdular. Doyuncaya kadar yedikten sonra sofradan kalktılar ve Peygamber Efendi m iz'in Allah rasûlü oldu­ğuna şahadet ettiler. Evden çıkıp gitmeden önce de onunla bey atleştiler. O gün yemeğimi 180 kişi yedi. Hepsi de Ensâr'dandı.»

Bu, cidden garip bir hadistir. Senedi de, metni de gariptir. [5]

 

Hz. Fatımatntın Evinde Yemeğin Çoğaltılması

 

Hanz Ebu Ya'lâ, Sehl b. el-Hanzaliyye tariki ile Cabir'in şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), birkaç gün hiç yemek yemedi. Buna dayana­maz oldu. Zevcelerinin odalarını dolaştı, yanlarında yiyecek birşey bu­lamadı. Sonra Fatıma'nm yanma gidip şöyle dedi:

- Ey kızcağızım, yanında birşey var mı ki yiyeyim, doğrusu ben çok açım.

- Hayır.

Rasûlullah (s.a.v.), oradan çıkıp gittikten sonra bir komşusu, Fatı-ma'ya iki ekmek ve bir parça da et gönderdi. Fatıma, onu alıp bir tabağa koydu. Üzerini kapattı ve: "Vallahi ben bu yemek için Rasûluilah'a hem kendi nefsime hem de yanımdakilere tercih edeceğim." dedi. Kendileri-de bir doyumluk yemeğe muhtaç idiler. Hasan'ı ya da Hüseyin'i Ra­sûluilah'a gönderip evine davet etti. Rasûlullah da tekrar Fatıma'nm evine geldi. Fatıma, ona şöyle dedi:

- Allah bir miktar yiyecek görderdi. Onu senin için sakladım.

- Getir bakalım ey kızcağızım.

Fatıma tencereyi açınca, tencerenin ekmek ve etle dolu olduğunu gördü. Bu manzarayı görünce şaştı ve bunun Allah'tan ihsan edilen bir bereket olduğunu anladı. Allah'a hamd edip peygamberine salat ü se­lam getirdi ve Rasûluilah'a yemeği takdim etti. Rasûlullah da bu yeme­ği görünce, Allah'a hamd edip:

- Ey kızcağızım, bu yemek sana nereden geldi? diye sordu. Fatıma da:

- Ey babacığım, bu, Allah katından geldi. Doğrusu Allah, dilediğini hesapsızca rızıklandırır, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da Allah'a hamd edip şöyle dedi:

- Seni, Beni İsrail kadınlarının hanımefendisine benzeten Allah'a hamd olsun, ey kızcağızım. Beni İsrail'in hanımefendisi (Meryem), Al­lah'tan kendisine bir rızık geldiği zaman, bu rızkın kendisine nereden geldiğini soranlara şöyle cevap verirdi:

- Bu, Allah katandan gelmiştir. Doğrusu Allah, dilediğini hesapsız­ca rızıklandırır.

Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye haber gönderdi. Onu da yemeğe oturttu. Sonra hep birlikte Rasûlullah (s.a.v.), Ali, Fatima, Hüseyin ve Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'in eşleriyle bütün hane halkı doyuncaya kadar yediler.

Hz. Fatıma dedi ki: Tencere olduğu gibi kaldı. İçindeki yemek hiç eksilmemişti. Kalan yemekler bütün komşulara da yetti. Cenâb-ı Allah, o yemeğe çok bereket ve hayır kattı.»

Bu hadis de sened ve metin bakımından gariptir.

Bisetin başlarında: "Önce en yakın akrabanı uyar." ayet-i kerimesi nazil olduğunda şöyle bir hadisenin cereyan ettiğini söylemiştik: Rabia b. Macid'in rivayetine göre Ali şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Ha-şim oğullarım evine yemeğe davet etti. Kırk kişi kadardılar. Onlara bir avuç arpadan yapılan ekmeği takdim etti. Doyasıya yediler ve ekmek hiç eksilmemiş olarak yerinde kaldı. Yine onlara büyük bir tastan süt içirdi. Doyasıya içtiler, yine o süt olduğu gibi hiç eksilmemiş olarak ye­rinde durdu. Bu hal, üç gün peşpeşe devam etti. Sonra Hz. Peygamber, onları Allah'a imana davet etti.» [6]

 

Rasûlullah (S.A.V.)'In Evinde Cereyan Eden Başka Bir Olay

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Asım tariki ile Semüre b. Cündüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir ara biz Peygamber (s.a.v.)'in yanında iken bir tabak tirit yeme­ği geldi. Kendisi yedi, orada bulunanların tamamı da yedi. O tabağı sa­bahtan öğleye kadar aralarında dolaştırdılar. Bir grup insan yiyor, on­lar kalkıp gidiyor, sonra başkaları gelip yiyorlardı. Adamın biri Semüre b. Cündüb'e şöyle sordu:

- O tabaktaki yemeğe yemek mi katılıyordu?

- Dünyada katılmıyordu, ancak semadan katkı yapılıyordu.» İmam Ahmed b. Hanbel, Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'a, içinde tirit yemeği bulunan bir tabak getiril­di. Orada bulunanlar o tabağı sabahtan öğleye kadar elden ele dolaştı­rıp yediler. Bir grup insan yedikten sonra kalkıyor, diğerleri gelip yeme­ğe oturuyorlardı. Adamın biri, Semüre'ye şöyle sordu:

- O tabaktaki yemeğe ilave yapılıyor muydu?

- Sen buna nasıl şaşarsın? O yemeğe ancak şuradan katkı yapılıyor­du. (Böyle derken de eliyle göğü gösterdi.)» [7]

 

Ebu Bekir Eş-Sıddık'ın Evindeki Yemek Tabağında Görülen Bereket

 

Buharı, Musa b. ismail kanalı ile Abdurrahman b. Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Suffa ashabı, fakir insanlardı. Bir defasında Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Yanında iki kişilik yemeği bulunan kimse, bir üçüncüyü alıp gö­türsün. Yanında dört kişilik yemek bulunan bir kimse, beşinci veya al­tıncı kişiyi alıp götürsün.

Babam Ebu Bekir, eve üç kişi getirdi. Peygamber (s.a.v.) de on kişi ile birlikte onu alıp evine götürdü. Bizim ev halkı, ben, babam, validem, bizim ev ile Ebu Bekir'in evinde müştereken hizmet eden hizmetçiler­den ibaretti. (Ravi Ebu Osman en-Nehdî: "Artık bir de benim zevcem­den" dedi mi demedi mi, bilemiyorum." diyor.) Yine Abdurrahman b. Ebi Bekr, sözüne devamla şöyle diyor:

«Peygamber (s.a.v.)'in evinde misafirlerden ayrı olarak babam Ebu Bekir akşam yemeğini yedi. Yatsı namazı kıhnıncaya kadar orada kal­dı. Sonra misafirleriyle birlikte kendi evine döndü ve hanımına, misafir­lerin ağırlanmasını emredip Rasûlullah (s.a.v.) yemeğim yeyinceye ka­dar kaldı. Sonra yine Rasûlullah'ın evine dönüp yanında bir miktar da­ha kaldıktan sonra kendi evine döndü. Geldiğinde, gece hayli ilerlemiş­ti. Hanımı, ona:

- Seni misafirlerinin yanında bulunmaktan alıkoyan nedir? diye sordu.

O da:

- Sen onlara hâlâ yemek vermedin mi? diye çıkıştı. Hanımı da:

- Sen gelmedikçe yemek yemeyeceklerini söylediler. Yemek çıkar­dık, kabul etmediler, dedi.

Ben bir tarafa saklandım. O bana: "Behey cimri herif!" diye hitap et­ti. Küfrederek öfkeyle:

- İçinize sinmez olsun, yeyiniz! Ben bu yemekten vallahi yemeye­ceğim! dedi.

Allah'a yemin ederim ki, biz yerken hiçbir lokmaya el uzatmıyorduk ki, altından yemek daha fazla çoğalmış olmasın. Nihayet doydular. Ye­mek de yenmezden evvelki miktarından daha fazla olarak duruyordu. Babam Ebu Bekir yemeğe baktı, bir de ne görsün, yemek olduğu gibi du­ruyor, hiç eksilmemiş, hatta artmış. Hanımına:

- Bu ne? Ey Beni Firas'ın kız kardeşi, dedi. O da:

- Gözümün nuru, Rasûlullah (s.a.v.) hazretlerine yemin olsun ki, şimdi evvelkinden üç kat fazladır, dedi. Bunun üzerine o yemekten yedi ve ettiği yemini kastederek: "O olan şey şeytandandı." dedi. O yemekten bir lokma yedikten sonra Peygamber (s.a.v.)'e gönderdi. Orada sabaha kadar durdu. Bizim ile bir kavim arasında bir sulh akdi vardı. Müddet sona ermiş olduğu için Medine'ye gelmişlerdi. İçlerinden yetkili olarak on iki kişi ayırdık. Onlarla birlikte kaç kişi olduklarını ancak Allah bilir. İşte onların hepsi o yemekten yediler de öyle ağırlandılar. Sonra hepi­miz oradan ayrılıp evlerimize döndük.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Hazım kanalı ile Abdurrahman b. Ebi Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) ile beraber 300 kişi vardık. Rasûlullah:

- Hiç birinizin yanında yemek yok mu? diye sordu. O esnada bir adam, bir ölçek buğday veya arpa getirdi. Onu yoğurdular. Sonra uzun boylu, saçı başı dağınık bir müşrik, önüne bir koyun katıp getirdi. Rasû­lullah, ona sordu:

- Bunu satıyor, musun, yoksa bağışlıyor musun veya hediye mi edi­yorsun?

- Hayır, satıyorum.

Rasûlullah, o koyunu ondan satın alıp kesti. Karaciğerinin kavrul­masını emretti. Allah'a yemin ederim ki, orada bulunan biz 300 kişi, o karaciğerden pay alıp yedik, orada bulunanlara payı hemen verildi. Bu­lunmayanların payları da kendileri için ahkonuldu. Rasûlullah, o kara­ciğeri iki tabağa koydu. Hepimiz doyuncaya kadar yedik, tabakta yine de bir miktar arta kaldı. Onu da develere verdik.» [8]

 

Yolculukta Yemeğin Bereketlenip Çoğalması

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Fezzare b. Ömer tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir gazaya gitti. Gazada Müslümanlar açlığa maruz kaldılar. Yemeğe şiddetle ihtiyaç duydular. Develerini kesmele­ri için Rasûlullah'tan izin istediler. Rasûlullah da onlara bu izni verdi. Rasûlullah'm izin verdiğini duyan Hz. Ömer gelip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, develeri, onları taşıyıp düşmana götürüyor. Şim­di de bu develerini kesecekler mi? Sen yemeklerinin kırıntılarını getir­melerini söyle ve bu kırıntılara bereket katması için yüce Allah'a dua et.

- Olur, öyle yapalım.

Yemeklerinin kırıntılarını getirmeleri için sahabelere çağrıda bu­lundu. Oradakiler de yanlarında kalan yemek kırıntılarını getirdiler. Rasûlullah, bu kırıntıları bir araya getirdi. Sonra bereket katması için yüce Allah'a dua etti. Sonra kaplarını getirmelerini emretti. Kaplarını getirip yemekle doldurdular. Çok miktarda yemek de arta kaldı. O esna­da Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Allah'tan başka ilah olmadığına şahadet ederim. Benim de Al­lah'ın kulu ve elçisi olduğuma şahadet ederim. Her kim bu iki şahadet hususunda şüphesi bulunmaksızın Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna varırsa, Cennet'e girer.»

îmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Ishak kanalı ile Ebu Amre el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) ile bir savaşta beraberdik. Askerler içinde açlık başgösterdi. Ashab, Peygamber (s.a.v.)'den bir kısım hayvanlarını kes­mek için izin isteyip:

- Allah buna bizi mecbur bıraktı, dediler.

Rasûlullah da onlara müsaade eder gibi oldu. Ömber b. Hattab: —Ya Rasulallah, biz yarın düşmanla hem aç, hem de yaya olarak karşılaşırsak nasıl olur? Eğer uygun görürseniz, kimde ne varsa getir­sin. Hepsini bir araya topladıktan sonra, Allah'ın onu bereketlendirme­si için dua edersiniz. Hiç şüphem yok ki, duanızla, Aziz ve Celil olan Al­lah bizi doyuracaktır, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah'm emriyle kimde ne kalmışsa getirildi. Kiminin getirdiği bir avuç, kimininki biraz fazla, kimininki ise daha az­dı. Bir ölçekten fazla getiren yoktu. Allah'ın rasûlü hepsini topladıktan sonra ayağa kalkıp edebildiği kadar dua etti. Ondan sonra:

- Herkes kendi kabını getirsin ve alabildiği kadar alsın, diye em­retti.

Herkes kabını getirip doldurmaya başladı, ağzına kadar doldurma­dıkları bir kap kalmadı. Sonunda erzak yığını, olduğu gibi duruyordu. Hiç eksiîmemişti. Allah'ın Peygamberi, bundan o kadar sevinç duydu M, yan dişleri görülünceye kadar gülümseyerek şöyle dedi:

- Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Allah'ın peygamberi ol­duğuma şahitlik ederim. Bu iki kelimeye inanarak Allah'ın huzuruna çıkan hiçbir kul yoktur ki, kıyamet günü kendisiyle Cehennem ateşi arasına perde çekilmiş olmasın."

Hafiz Ebu Bekr el-Bezzar, Ebu Huneys el-Ğifarfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Tihame gazvesinde Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Usfan'a gel­diğimizde ashabı onun yanma gelip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, açlık bizi bitirdi, izin ver, bineklerimizi kesip yi­yelim.

- Olur.

Rasûlullah'm bu iznini haber alan Ömer b. Hattab gelip şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Peygamberi, sen ne yapıyorsun? İnsanlara binekle­rini kesmelerini emretmişsin. Peki neye binecekler?

- Sen ne teklif edersin ey Hattab'ın oğlu?

- Benim teklifim şudur: Azıklarının artıklarını getirsinler. O artıkları bir bezin içinde topla, sonra onlar için dua et. Rasûlullah, sahabe­lere bu emri verdi. Azıklarının artıklarım toplayıp bir beze koydular. Rasûlullah'a getirdiler. O da onlar için dua etti. Sonra onlara:

- Kaplarınızı getirin, diye emretti. Herkes kabını doldurdu. Sonra yola çıkma emrini verdi. Harekete geçince yağmur yağdı. Rasûlullah in­di. Sahabeler de onunla birlikte indiler. Yağmur suyundan içtiler. Üç ki­şi geldi. İkisi Rasûlullah'la beraber oturdu. Diğeri arkasını dönüp gitti, Rasûlullah da şöyle buyurdu:

- Şu üç kişinin durumunu size bildireyim mi? Bunlardan biri Al­lah'tan utandı, Allah da ondan utandı. Diğeri tevbe ederek geldi. Allah da tevbesini kabul etti. Üçüncüsü ise yüz çevirip gitti. Allah da ondan

yüz çevirdi.»

Hafiz Ebu Ya'lâ, Muhammed b. Beşşar tariki ile Seleme b. Ekva'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hayber savaşında Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Bize azıkları­mızı bir araya toplamamızı emretti. Bunun üzerine bir post serildi ve hurmalarımızı getirip üzerine boşalttık. Bir ara ne kadar oldu diye uza­nıp baktım, bir koyunun bir defada yiyebileceği kadar olduğunu tahmin ettim. Biz ise 1400 kişiydik. Onu hepimiz yedik, yine de artmıştı. Bak­tım, ne kadar olduğunu tahmin edeyim dedim, yine bir koyunun bir de­fada yiyebileceği kadar vardı.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Abdest almak için su var mı? diye sordu.

- Adamın biri, ibriğindeki bir damla suyu getirdi. Rasûlullah, onu alıp bir bardağa boşalttı. Biz de o bardaktaki bir damla sudan abdest al­dık. Alırken de bardaktan sel gibi boşaltırcasına döküyorduk. Biz 1400 kişi idik. Sonra başka insanlar gelip dediler ki:

- Ya Rasulallah, abdest almayacak mıyız?

- Abdest tamamlandı.»

Başka bir rivayete göre yukarıda zikredilen azıkların bereketlen-mesiyle ilgili olarak Seleme şöyle demiştir: " O azıkları yedik, nihayet doyduk, sonra da torbalarımızı doldurduk."

îbn îshak, Beşir b. Sa'd'm kızının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Annem Amre binti Revaha beni çağırdı. Bir tabak hurmayı eteği­me koydu. Sonra da:

- Ey kızcağızım, şunu baban ve dayın Abdullah'a götür ki yesinler, dedi. Ben de hurmaları alıp götürdüm. Babamı ve dayımı aramaktay­ken Rasûlullah'm önünden geçtim. Geçerken bana şöyle dedi:

- Buraya gel ey kızcağızım. Şu eteğindeki nedir?

- Ya Rasulallah, hurmadır. Annem bunu babam Beşir b. Sa'd ile dayım Abdullah b. Revaha'ya gönderdi ki yesinler.

- Hurmaları bana ver bakalım.

Ben de hurmaları Rasûlullah (s.a.v.)'m avucuna boşalttım, ama avuçlarını doldurmadı. Sonra bir bez getirmelerini emretti. Getirilen bezin üzerine hurmaları boşalttı ve yanındaki birine de:

- Hendekte çalışanlara seslen de yemeğe gelsinler, dedi. Bu çağrı üzerine hendekte bulunan sahabeler oraya gelip toplandılar. Hurmala­rı yediler? Hurmalar durmadan fazlalaşıyordu. Nihayet hendekte bulu­nan sahabelerin tamamı doyup kalktı. Hurmalar da o sofranın etrafın­dan yere dökülüyordu.» [9]

 

Cabîr'in Babasının Borcu Ve Hz. Peygamber'in Hurmaları Bereketlendirmesi

 

Buharı, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Babam vefat ettiği zaman bir hayli borçları vardı. Rasûlullah (s.a.v.)'a gidip babamın borçlu olduğunu ve hurmalığının yıllık ürünün­den başka ödeyecek bir şeyinin olmadığını, bunun ise borçlarının ancak bir kısmını karşılayabileceğini söyledim. Alacaklıların, beni sıkıştırma­maları için benimle beraber gelmesini kendisinden rica ettim. Allah'ın Rasûlü de beni kırmayıp beraber geldi. Harmanlardan birinin yanın­dan geçerken dua etti. Sonra bir diğer harmanın yanma varıp yine dua ettikten sonra çıkıp üstüne oturdu ve:

- Ölçünüz, buyurdu.

Alacaklılar da ölçmeye başladılar. Herkes hakkım alıp götürdükten sonra bir o kadar da bize kaldı.»

Bu hadis, Cabir'den müteaddid yollarla birçok lafızlarla rivayet edilmiştir. Özetle anlatılmak istenilen husus şudur ki, Rasûlullah (s.a.v) onun için dua etmiş, malına bereket katmış, onunla birlikte bah­çesine gidip hurma harmanının üzerine oturmuş, böylece Allah onun babasının borcunu karşılamıştı. Babası Uhud'da şehid edilmişti. Cabir, o sene, hatta sonraki senelerde de babasının borcunu karşılayabileceği­ni ummuyordu. Bununla beraber hurması, umduğundan daha çok arttı. Hamd ve minnet Allah'adır. [10]

 

Selman-I Farisî'nin Mükâteblîk Borcunun Karşılanması İçin Altın Parçasının Çoğaltılması

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Yakub tariki ile Selman-ı Farisî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v)'a şöyle dedim:

- Üzerimdeki şu borcu nasıl karşılayacağım, nereden karşılayaca­ğım ey Allah'ın Rasûlü?

Benim böyle demem üzerine Rasûlullah (s.a.v.), bir altın parçasını alıp dilinin üzerinde çevirdi, sonra şöyle dedi:

- Şunu al ve borcunu öde.

Ben de onu aldım ve borcumu ödedim. Borcum kırk okiyye kadardı.» [11]

 

Ebu Hüreyre'nîn Dağarcığındakî Hurmalarının Çoğaltılması

 

îmam Ahmed b. Hanbel, Yunus kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Bir gün Rasûlullah (s.a.v)'a birkaç hurma getirdim ve şöyle dedim:

- Bu hurmalarda bereket meydana gelmesi için Allah'a dua et. Rasûlullah da hurmaları alıp avucuna dizdi, sonra dua etti ve bana şöy­le dedi:

- Bunları bir dağarcığa koy, lüzum ettiği zaman elini içine koyup

çıkar, ama dağıtma.

Ben de dağarcıktan Allah yolunda şu kadar ve şu kadar Ölçek dağıt­tım. Yedim, yedirdim. Yine de boşalmıyordu. Nihayet Hz. Osman öldü­rüldüğü zaman hurmalar tükendi ve dağarcık yere düştü.» Tirmizî, bu­nun hasen ve garib bir hadis olduğunu söylemiştir.

Hafiz Ebu Bekr el-Beyhakî, Ebu'1-Feth Hilal b. Muhammed kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v) bir gazada idi. Sahabeler yemeğe aşırı derecede ihtiyaç duydular. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v) bana şöyle dedi:

- Ey Ebu Hüreyre, senin yanında yiyecek birşey var mı?

- Yanımdaki dağarcıkta biraz hurma var.

- Onu bana getir.

Ben de dağarcığı götürüp ona verdim. Sonra:

- Bir post getir, dedi. Ben de postu getirip önüne serdim. Elini da­ğarcığa koyup hurmaları avuçladı. Hurmalar yirmibir tane idi. Her bir hurmayı postun üzerine koyarken Besmele çekiyordu. Nihayet hepsini bıraktı ve toparladı sonra:

- Falanı ve arkadaşlarını çağır, dedi. Çağırdım, geldiler. Doyunca­ya dek yediler, sonra çıkıp gittiler. Sonra:

- Falanı ve arkadaşlarını çağır, dedi. Çağırdım, onlar da gelip yedi­ler, doyunca çıkıp gittiler. Sonra:

- Falanı ve arkadaşlarım çağır, dedi. Onları çağırdım, gelip yedi­ler. Doyunca çıkıp gittiler. Sonra:

- Falanı ve arkadaşlarını çağır, dedi. Onları da çağırdım, gelip ye­diler. Doyunca çıkıp gittiler. Yine de hurmalar artmıştı. Sonra Ra­sûlullah (s.a.v.), bana:

- Otur, dedi. Oturdum, kendisi yemeğe başladı. Ben de yedim. Yine de hurmalar arttı. Artan hurmaları dağarcığa koydum. Bana şöyle dedi:

- Ey Ebu Hüreyre! Hurma yemek istediğin zaman elini dağarcığa koy, üstten al, dağıtma, böylece sana yeter.

Hurma yemek istediğim zaman elimi dağarcığa koyuyor, ondan alıp yiyordum. Böylece Allah yolunda iken elli ölçek hurma yedim. Hepsini o dağarcıktan çıkardım. Dağarcık bineğimin arkasında asılı durumday­dı. Hz. Osman zamanında düşüp gitti.»

Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "islâmiyet'te benzerini görmediğim üç musibetle karşılaştım. Biri, Peygamber (s.a.v.)'in vefatı. Biri, Osman (r.a.)'m öldürülmesi, diğeri de azık torbası meselesidir. Ona:

- Ey Ebu Hüreyre, torba meselesi nedir? diye sordular. Şöyle-anlat­tı:

Bir savaşta Rasûlullah'la beraberdik. Bir gün bana:

- Ey Ebu Hüreyre, sende birşey var mıdır? diye sordu.

- Evet ya Rasulallah, torbamda biraz hurma var, dedim.

- Getir, dedi.

Ben de hurmaları çıkarıp kendisine verdim. Hurmalara elini sürüp dua ettikten sonra:

- On kişi çağır, dedi. Ben de çağırdım. Gelip doyuncaya kadar yedi­ler; sonra:

- On kişi daha çağır, dedi.

Böylece onar kişilik gruplar halinde bütün asker yedi, torbada bir­kaç hurma daha vardı. Peygamber (s.a.v.):

- Sana lazım oldukça torbaya elini yavaşça sok ve hurmaları karış­tırmadan üstünden al, buyurdu.

Ben de öyle yaptım. Yemin ederim ki, ben o hurmaları Rasûlullah'ın hayatı boyunca yedim. Ebu Bekir, Ömer ve Osman (r.a.)'ın devirleri bo­yunca da yedim. Ancak Osman (r.a.) öldürüldüğü gün evim yağma edil­di ve bu meyanda o hurma torbası da elimden çıktı. O torbadan ne kadar yediğimi size söyleyeyim mi? îki yüz yükten fazla yedim.»

îmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Amir tariki ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), bana biraz hurma verdi. O hurmaları bir ölçeğe koyup evin tavanına astık. Hep o ölçekteki hurmadan yiyorduk. Niha­yet Şamlılar, Medine'ye saldırıp musibet vaki olduğunda hurmalar tü­kendi.» [12]

 

Yemeğin Bereketlenmesine Dair Diğer Bazı Hadîsler

 

Hafız İbn Asakir, İrbad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hazarda ve seferde Rasûlullah'ın kapısından ayrılmazdım. Tebük'te iken gece bir iş için ayrılmıştım. Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına döndüğümüzde akşam yemeğini yemişlerdi. Bana:

- Sen gece vakti neredeydin? diye sordu.

Ben de anlattım. O sırada Cual b. Süraka ile Abdullah b. Makil el-Müzenî çıkıp geldiler. Üçümüz de açtık. Rasûlullah, zevcesi Ümmü Se­leme (r.a.)'nin yanına gidip yiyecek birşey olup olmadığını sordu. O da:

- Yok, dedi. Sonra Bilal'i çağırıp torbaları yoklamasını emretti. Bi­lal (r.a.)t torbaları silkeleyerek yedi tane hurma buldu. Allah'ın Rasûlü, bu hurmaları bir kaba boşalttıktan sonra elini üzerine koyup Besmele

çekti ve bize:

- Siz de Besmele çekerek yeyin, buyurdu.

Yemeğe başladık. Elimde elli dört tane hurma çekirdeği birikti. Sa­yarak yiyor ve çekirdekleri Öteki elime koyuyordum. Diğer iki arkada­şım da benim gibi yapıyorlardı. Her birimiz elli beşer tane hurma yedik­ten sonra çekildik. Bir de baktık ki, yedi hurma olduğu gibi duruyor. Rasûlullah (s.a.v.):

- Bilal! Onları tekrar torbaya koy, dedi.

Ertesi gün tekrar çıkarıp kaba koydu. Bu sefer biz on kişi idik. Ra­sûlullah Efendimiz bize yine:

- Besmele çekerek yemeye başlayın, dedi.

Biz de Besmele çekerek yedik. Hurmaların sayısı, yine de yediden aşağı düşmedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Eğer Allah'tan utanmasaydım, Medine'ye dönünceye kadar he­pimiz bu hurmalardan yerdik, buyurdu.

Medine'ye döndüğümüz zaman Medineli bir çocuk, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldi de o hurmaları ona verdi. Çocuk da onları yemeye başladı.»

Buharî ve Müslim, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: «Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiği zaman yanımda bir canlının yiyebi­leceği birşey yoktu. Ancak bir rafin üzerinde yanm Ölçek arpa vardı. O arpayı uzun zaman yedikten sonra ölçtüm. Ondan sonra arpa azala aza-la nihayet bitti.»

Müslim, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Adamın biri, Peygamber (s.a.v.)'e gelip yiyecek birşeyler istedi. Peygamber (s.a.v.) de ona yarma yük arpa verdi. Adam, karısı ve misafir­leri, o arpadan uzun bir süre yediler. Sonra bir gün ölçtüler. Miktarını belirlediler. Adam daha sonra gelip Peygamber (s.a.vje arpanın azaldı­ğını söyledi.

Peygamber (s.a.v.) de ona:

- Eğer onu ölçmeseydin, ondan hep yerdin ve o da devamlı aynı

miktarda kalırdı, dedi.»

Müslim, Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:

«Ümmü Malik, Rasûlullah (s.a.v.)'a bir tulum yağ hediye etti. Yağı alan Rasûlullah, tulumun içinde kalan az miktardaki yağın üzerine be­reket duası okudu. Yağ bereketlendi. Tulumu alıp evine götüren Ümmü Malik, uzun bir süre çocuklarıyla birlikte o tulumdaki yağı yedi. Günün birinde çocukları gelip yemek için katık istediklerinde yağdan başka birşey bulunmadığı için Ümmü Malik gidip tulumdan yağ çıkardı ve tu­lumu sıktı. Sonra yağ tükenince de durumu anlatmak için Rasûlullah'a gitti. Rasûlullah da ona:

- Sen tulumu sıktın mı? diye sordu. Evet, deyince de Rasûlullah

şöyle dedi:

- Eğer tulumu sıkmayıp öylece bıraksaydm, içinde hep yağ bulu­nacaktı.»

Beyhakî, Said b. Hars b. îkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Dedem Nevfel b. Hars b. Abdülmuttalib evlenmek için Hz. Pey-gamber'den yardım istedi. Rasûlullah da bir kadını ona nikahladı. Fa­kat kadına vermesi için mehir olarak birşeyler istedi. Ama dedem, me-hirlik birşey bulamadı. Bunun üzerine Rasûîullah (s.a.v.), zırhını Ebu Rafi ve Ebu Eyyüb ile birlikte pazara gönderdi. Zırhı bir Yahudi'nin ya­nına otuz ölçek arpa karşılığında rehin bıraktılar, tşte bu arpayı Rasûlullah ona mehir olarak verdi.

Nevfel diyor ki: Biz altı ay süreyle o arpayı yedik, sonra ölçtüğümüz­de eski miktarında olduğunu gördük. Ben bunu Rasûlullah'a anlatınca, bana şöyle dedi:

- Eğer o arpayı ölçmeseydin, ömrün boyunca onu yiyecektin.» Hafız el-Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Adamın biri, evine geldi. Ailesinin muhtaç olduğunu gördü. Çöle

çıktı. Karısı şöyle dedi:

- Allah'ım! Hamur yoğurmak ve ekmek yapmak için bize gerekli şeyi nasib et.

Bir de baktılar ki, tekneleri hamur dolu. Değirmenleri buğday öğü­tüyor! Tandırları da pişmiş ekmekle dolu! Kocası geldi ve:

- Hanım, yanınızda yiyecek birşey var mı? diye sordu. Karısı da:

- Evet, Allah bize rızkımızı verdi, dedi. Değirmeni kaldırıp çevresi­ni silip süpürdü. Adam gidip bu durumu Peygamber (s.a.v.)'e anlattı. O da şöyle buyurdu:

- Eğer karın değirmeni olduğu gibi yerinde bıraksaydı, kıyamet gününe kadar dönecekti.»

Yine "Delâil" adlı eserde Hafız el-Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ensâr'dan muhtaç bir adam vardı. Evinden çıkıp gitti. Karısı da kendi kendine şöyle dedi:

- Eğer değirmenimi döndürür ve tandırıma hurma dalı koyup ya­karsam, komşularım, değirmenin sesini duyup ocaktan da duman çıktı­ğını görürlerse, yanımızda yiyecek bulunduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığımızı zannederler.

Böyle deyip tandırına gitti, ateşi yaktı. Oturup değirmeni döndür­meye başladı. Sonra kocası geldi. Değirmen sesini duydu. Karısı ona ka­pıyı açmak üzere yerinden kalktı. Onu karşıladığında kocası:

- Sen ne öğütüyorsun? diye sordu. Kadın da durumu anlattı. İkisi birlikte içeri girdiler, bir de ne görsünler. Değirmenleri kendiliğinden dönüyor ve oluktan un boşaltıyordu. Evdeki bütün kaplar doldu. Boş kap kalmadı. Sonra kadın tandıra gitti. İçinin ekmekle dolu olduğunu gördü. Kocası gidip durumu Peygamber (s.a.v.)'e anlattı. Peygamber (s.a.v.) de ona şöyle sordu:

- Değirmeni ne yaptın?

- Kaldırıp silkeledim ve temizledim.

- Onu öylece bir aks aydınız, hayatıma (veya hayatınıza) yemin ederim ki, o hep öyle dönecek ve oluktan un boşaltacaktı."

Bu hadisin, senedi de metni de gariptir.

İmam Malik, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a kafir bir konuk geldi. Ona bir koyundan süt sağılmasını emretti. Koyunun sağılan sütünü içti. Bir diğer koyunun sağılmasını emretti, onun da sütünü içti. Sonra üçüncü koyunun sağıl­masını emretti, onunkini de içti. Böylece kafir misafir, yedi koyunun sa­ğılan sütünü içti. Sabah olunca da Müslüman olup Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. Rasûlullah (s.a.v.), bir koyunun sağılmasını emretti. Ko­yunun sağılan sütünü içti. Sonra bir diğer koyunun sütünün sağılması­nı emretti, fakat o konuk, yedi tane koyunun sağılmasını tamamlatma­dı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Doğrusu Müslü­man, bir bağırsakla içer, kafir ise yedi bağırsakla içer.»

Hafız el-Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bedevinin biri gelip Peygamber (s.a.v.)'e konuk oldu. Yiyecek bir şeyler istedi. Bulamadı. Sadece ışık penceresinde bir parça ekmek gör­dü. Onu ufaladı ve üzerine bereket duası okudu. Sonra da konuğuna:

- Ye, dedi. O da yedi ve ekmek arttı. Sonra da:

- Ya Muhammed, doğrusu sen iyi bir adamsın, dedi. Peygamber (s.a.v.), ona:

- Müslüman ol, dedi. Ama adam:

- Doğrusu sen iyi bir adamsın, dedi."

Hanz el-Beyhakî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Peygamber (s.a.v.)'e bir konuk geldi. Yemek için zevcelerine haber saldı, ama hiçbirinin yanında birşey bulunmadı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle dua etti:

- Allah'ım! Senin lütfundan ve rahmetinden diliyorum. Buna an­cak sen malik olabilirsin.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)'e kızartılmış bir koyun hediye edildi. Kendisi de şöyle dedi:

- Bu, Allah'ın lütfundandır. Şimdi rahmeti bekliyoruz.» Beyhakî, Vaile b. Eska'nıh şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ramazan ayı geldi. Biz Suffa ehli arasındaydık. îftar vakti yakla­şınca bey'at ehlinden her bir adam, gelip bizden birini evine götürdü ve iftar yemeğini yedirdi. Ama bir gece hiç kimse gelip bizi götürmedi. Sa­baha dek öylece kaldık. Ertesi gece yine kimse gelmedi. Kalkıp Rasûlullah'a gittik. Durumumuzu ona arzettik. O da zevcelerine haber gönderip yanlarında yiyecek bulunup bulunmadığım sordu. Hanımla­rından her biri, Rasûlullah'a haber gönderip evlerinde bir canlının yiye­ceği birşey bulunmadığına yemin etti. Rasûlullah (s.a.v.) onlara topla­nın, dedi. Toplandılar. Dua etti ve şöyle dedi:

- Allah'ım! Senin lütfunu ve rahmetini istiyorum. Lütuf ve rahmet senin elindedir. Senden başkası ona sahip olamaz.

Hemen o esnada biri içeri girmek için izin istedi, içeri girince kızar­tılmış bir koyun ve ekmek getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), yemeğin önümüze konulmasını emretti. Yemeğe başladık, nihayet doyduk. Sonra da Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Allah'tan lütuf ve rahmetini istemiştik, işte bu, O'nun lütfudur. Rahmetini de bizim için yanında alıkoymuştur.»,[13]

 

Paçanın Bereketlenmesi

 

imam Ahmed b. Hanbel, ismail tariki ile Yahya b. Ishak'ın şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Salim b. Abdullah'ın meclisinde oturan Beni Ğifar kabilesine men-sub bir adam bana dedi ki:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a ekmek ve et yemeği getirildi. Rasûlullah, ye­meği getiren adama:

- Sen bana koyunun paçasını ver, dedi. Adam ona paçayı verdi.

Yine Rasûlullah:

- Sen bana koyunun paçasını ver, dedi.

Adam ona ikinci paçayı da verdi. Rasûlullah onu yedi, sonra yine:

- Sen bana koyunun paçasını ver, dedi.

Adam:

- Ya Rasulallah, bunun ancak İM ön ayağı var, başka yok, diye ce­vap verince Rasûlullah şöyle dedi:

- Eğer sussaydın, ben dua ettiğim sürece onun hep paçalarını ye­meye devam edecektin.»

imam Ahmed b. Hanbel, Peygamber (s.a.v.)'in azadhsı Ebu Rafi'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bize bir koyun hediye edildi. Onu kesip kazana koydum. Rasûlullah yanıma gelince sordu:

- Ey Ebu Rafi, bu nedir?

- Koyundur, bize hediye edildi ya Rasulallah. Ben de kesip kazana koydum. Şimdi pişiriyorum.

- Hele sen bana bir paçasını ver. Ben paçayı ona verdim, sonra yine:

- ikinci paçayı da ver, dedi. ikinci paçayı da verdim. Sonra yine:

- Diğer paçayı da ver, dedi. Ben de:

- Ya Rasulallah, koyunun ancak iki ön ayağı vardır. Üçüncüsü ol­maz, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Eğer sussaydın, hep paça yiyecektim.

Sonra Rasûlullah, su getirilmesini emretti, getirilen suyu ağzına alıp çalkaladı ve parmaklarının etrafını yıkadı, sonra kalkıp namaz kıl­dı, tekrar yanımıza döndü. Yanımızda soğumuş et gördü. Eti yedi, sonra yine mescide girdi. Namaz kıldı. Suya elini vurmadı.»

imam Ahmed b. Hanbel, Nevfel tariki ile Ebu Rafi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.) için bir koyun haşlandı. Rasûlullah bana:

- Ey Ebu Rafi! Bana paçayı ver, dedi. Paçayı verdim. Sonra yine:

- Ey Ebu Rafi! Bana paçayı ver, dedi. ikinci paçayı da verdim. Son­ra yine:

- Ey Ebu Rafi, bana paçayı ver, dedi. Ben de dedim ki:

- Ya Rasulallah, koyunun sadece iki ön ayağı vardır. Başka var mı?

- Eğer sussaydın, istediğim sürece bana paça verecektin. » Rasûlullah (s.a.v.), paçayı çok severdi. Bu yüzdendir ki, Yahudiler

onun paça sevdiğini anlayınca, Hayber'de onu o koyunun paçası ile ze­hirlediler. Koyunu Zeynep adında Yahudi bir kadın hazırlamıştı. Ama paça, zehirlenmiş olduğunu Rasûlullah'a haber vermişti. Rasûlullah, ağzına alır almaz bu haberi paçadan duymuştu. Nitekim Hayber gazve­sinden bahsederken bu konuyu genişçe anlatmıştık.

imam Ahmed b. Hanbel, Dekin b. Said el-Has'amî'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Yemek istemek için 440 kişi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gittik. Rasûlullah, (s.a.v.) Ömer'e:

- Kalk, bunlara yiyecek birşeyler ver, dedi. Ömer de:

- Ya Rasulallah, yanımda ancak dört ay süreyle beni ve bir çocuğu doyuracak kadar yiyecek var, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Kalk, onlara birşeyler ver, deyince Ömer:

- Ya Rasulallah, baş göz üstüne, emrini işittim ve itaat ettim, dedi. Kalkıp bizimle beraber bir odasına gitti. Anahtarı kuşağından çıkarıp kapıyı açtı. Odada, oturmuş bir deve yavrusunu andıracak miktarda hurma vardı. Ömer:

- Alabildiğiniz kadarını alın, dedi. Bizden de her birimiz ihtiyacı­mız kadarını aldık. En son alan da ben oldum. Oradan bir tek hurma bile eksiltmiş olmadık."

.    Ali b. Abdülaziz, Ebi Reca'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) evinden çıkıp gitti. Ensâr'dan birinin bahçesine girdi. Adam kendini aniden Rasûlullah (s.a.v.) ile karşı karşıya buldu. Rasûlullah, ona şöyle dedi:

- Eğer şu bahçeni iyice sularsam, bana ne verirsin?

- Ben sulamaya çalışıyorum, ama beceremiyorum.   

- Hurmaların arasından yüz hurma seçip almam karşılığında bah­çeni iyice sularım. Buna ne dersin?

- Olur.

Rasûlullah (s.a.v.), kovayı eline alıp sulamaya başladı. Çok geçme­den bahçe sahibi:

- Bahçemi sular altında bıraktın, yeter, dedi. Bunun üzerine Ra­sûlullah (s.a.v.) da adamın hurmalarından yüz hurma seçip aldı. Kendi­si ve ashabı doyuncaya kadar yediler. Sonra yine yüz tane hurmayı oldu­ğu gibi bahçe sahibine iade etti."

Bu, garip bir hadistir. Hafız İbn Asakir, bunu "Delâilü'n-Nübüvve" adlı eserinde Ali b. Abdülaziz el-Beğavî'den rivayet etmiştir.

Selman-ı Farisî'nin İslâm'a girişinden bahsederken Rasûlullah (s.a.v.)'m, onun için kendi mübarek eliyle diktiği hurma ağaçlarından söz etmiştik. O ağaçlardan hiçbiri kurumamıştı. Hepsi tutmuş ve meyve vermişlerdi. 300 kadar idiler. Ayrıca Rasûlullah (s.a.v.), Selman'm mükâteblik bedelinin taksitlerini ödemesi için altını dili üzerinde dön­dürüp Selman'a vermiş, Selman da onu efendisine vererek hürriyetine kavuşmuştu. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın. [14]

 

Ağaçların Rasûlullah'a İtaat Etmesi

 

Müslim, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Peygamber (s.a.v.) ile birlikte yola çıktık. Efyah vadisine vardık. Rasûlullah (s.a.v.) def-i hacet için biraz uzaklaştı. Ben de su ibriğini pe­şinden götürdüm. Etrafına baktı, örtünecek birşey bulamadı. Vadinin kıyısında iki ağaç gördü. Onlardan birinin yanma gidip dallarından bi­rini tuttu ve:

- Allah'ın izniyle bana itaat et ve eğil, dedi. Ağaç da burnuna tahta bağlanmış yularlı devenin güdücüsüne itaat edişi gibi Rasûlullah'a ita­at edip eğildi. Sonra diğer ağaca gitti. Onun da dallarından birini tuttu ve ona:

- Allah'ın izniyle bana itaat edip eğil, dedi. O da burnuna tahta1 bağlanmış yularlı devenin güdücüsüne itaat edişi gibi Rasûlullah'a ita­at edip eğildi. Rasûlullah, ikisi arasında kalınca, dalları birbirine bağla­dı ve Allah'ın izniyle birleşin, dedi. İkisi de birleştiler. Rasûlullah'ın, ya­kınında olduğumu hissetmesinden korktuğum için biraz geriledim. Kendi kendime konuşmaya başladım. Gözümü yan tarafa çevirince baktım ki, Rasûlullah bana doğru geliyor. Bu sırada İM ağaç da birbirin­den ayrıldılar. Her biri yine gövdesi üzerine dikildi. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in durduğunu ve iki ağaca başıyla sağa ve sola doğru işaret ede­rek yerlerine geçmelerini emrettiğini gördüm.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Muaviye tariki ile Enes'in şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Bir gün Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma geldi. O, üzüntülü bir halde oturmaktaydı. Üzeri kana bulanmıştı. Mekkelilerin bazıları ken­disine vurmuşlardı. Cebrail, ona sordu:

- Neyin var?

- Şunlar bana şöyle ve şöyle yaptılar.

- Sana bir mucize göstermemi ister misin?

- Evet.

Cebrail, vadinin gerisindeki bir ağaca baktı ve şöyle dedi:

- Şu ağacı çağır bakalım.

Rasûlullah, ağacı çağırdı. Ağaç, gelip önünde durdu. Sonra Cebrail, ona şöyle dedi:

- Emir ver de eski yerine gitsin.

Rasûlullah, emir verdi, ağaç yine eski yerine gitti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Bu bana yeter, dedi.»

Beyhakî, Ömer b. Hattab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Müşrikler kendisine eziyet ettiklerinden dolayı Rasûlullah (s.a.v.), Hacun'da üzüntülü bir şekilde durmaktaydı. Şöyle demişti:

- Allah'ım, bugün bana öyle bir mucize göster ki, bundan sonra be­ni yalanlayanlara aldırış etmeyeyim.

Rasûlullah (s.a.v.), ilahi buyruk üzerine Medine akabesindeki bir ağaca seslendi. Ağaç, yeri yararak gelip Rasûlullah'ın önünde durdu. Sonra yine ona emir verdi. Tekrar eski yerine döndü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Bundan sonra beni yalanlayanlara artık aldırış etmeyeceğim, de­di.»

Beyhakî, Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), kavminin kendisini yalanlamalarından ötürü oldukça üzüntülü bir şekilde Mekke'nin bazı mahallelerine gitti. Dola­şırken şöyle dedi:

- Ey Rabbim, beni rahatlatacak ve üzüntümü giderecek bir mucize göster.

Cenâb-ı Allah, ona şöyle vahyetti:

- Şu ağacın dallarından herhangi birini çağır da sana gelsin.

Rasûlullah (s.a.v.), ağacın dallarından birine seslendi. O dal yerin­den sökülüp çıktı, yeri yararak Rasûlullah'm huzuruna geldi. Sonra Rasûlullah:

- Yerine dön, dedi. Ağaç da yerine döndü. Rasûlullah (s.a.v.), bu­nun üzerine Allah'a hamd etti ve gönlü hoş oldu. Müşrikler kendisine şöyle diyorlardı:

- Ey Muhammedi Sen babandan ve dedelerinden üstün mü oldun? Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu:

"Ey cahiller! Bana, Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emredi­yorsunuz?" (ez-Zümer, 64.)

imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Muaviye tariki ile îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Beni Amir kabilesinden bir adam, Peygamber (s.a.v.)'in yanma ge­lerek şöyle dedi:

- Ya Rasulallah! Bana omuzların arasındaki mührü göster, çünkü ben insanlar arasında tıb ilmini en iyi bilenlerdenim.

- Sana bir mucize göstereyim mi?

- Göster.

Adam böyle dedikten sonra karşısında duran hurma ağacına bakü ve:

- Şu hurma ağacını çağır da gelsin, dedi. Rasûlullah (s.a.v.), hurma ağacına seslendi. O da sıçraya sıçraya Rasûlullah'm karşısında durdu. Sonra Rasûlullah:

- Yerine dön, dedi. Ağaç da tekrar yerine döndü. Beni Amir kabile­sinden olan adam:

- Ey Beni Amir kabilesi, bugüne kadar bu adamdan daha sihirbaz birini görmedim, dedi.»

îmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'uı şöyle dediğini nakletmiştir: «Beni Amir kabilesinden bir adam, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma ge­lip şöyle dedi:

- Ben tıb ilmini biliyorum. Şikayetin var mı, neden şikayetçisin? Davet ettiğin hususlarda kalbine şüphe falan geliyor mu?

- Ben, insanları Allah'a ve İslâm'a davet ediyorum.

- Sen Öyle bir söz söylüyorsun ki, çok önemlidir. Senin bu hususta bir mucizen ve delilin var mı?

- Evet, istersen sana bir mucize göstereyim.

Rasûlullah'm karşısında bir ağaç duruyordu. Onun dallarından bi­rine:

- Gel bakalım ey dal, dedi. Dal da ağaçtan kopup sıçrayarak geldi ve Rasûlullah'm karşısında durdu. Rasûlullah da ona:

- Yerine dön, dedi. Dal da tekrar eski yerine döndü. Bunun üzerine o adam şöyle dedi:

- Ey Amir b. Sa'saa ailesi!

Bundan sonra da dönüp Rasûlullah'a şöyle dedi:

- Bundan böyle söyleyeceğin sözlerden hiçbiri için seni ayıplamı-yacağım.»

Beyhakî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Adamın biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi:

- Senin ashabının dedikleri şu şey nedir?

O esnada da Rasûlullah'm çevresinde ağaçlar ve dallar vardı. Rasûlullah (s.a.v.), o adama şöyle sordu:

- Sana bir mucize göstermemi ister misin?

- Evet.

Rasûlullah (s.a.v.), karşısında duran ağacın dallarından birini ça­ğırdı. Dal, yeri yararak Rasûlullah'm yanma geldi. Karşısında durdu. Secde etti. Sonra secdeden başını kaldırıp Rasûlullah'm huzurunda durdu. Bundan sonra Rasûlullah ona emir verdi, o da yerine döndü. Ya­nındaki adam da:

- Ey Amir b. Sa'saa ailesi! Vallahi bundan sonra Rasûlullah'm söy­lediği sözlerden hiçbiri için kendisini yalanlamayacağım." dedi.»

Beyhakî, Ebu Nasr b. Katade tariki ile İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bedevinin biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle bir soru sordu:

- Senin Allah Rasûlü olduğunu ne ile bileceğim?

- İster misin, şu ağacın dalını çağırayım da bana gelsin. O zaman sen benim Allah Rasûlü olduğuma şahadet edecek misin?

- Evet.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), karşısında duran hurma ağacı­nın bir dalma seslendi. Rasûlullah'm çağrısı üzerine o dal, ağaçtan ko­parak yere düştü ve sıçrayarak Rasûlullah'm karşısına gelip durdu. Sonra Rasûlullah ona:

- Yerine dön, dedi. Dal da yerine döndü. Adam:

- Senin Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim, deyip iman etti.» Ben derim ki: Belki de bu adam, Rasûlullah'm mucizesine önce bü­yü demiş, ama sonra basiretini kullanarak Müslüman olup Allah'ın hi­dayet yoluna koyulmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Hakim, Ebu Abdullah en-Nisaburî, İbn Ömer'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Bir bedevi geldi. O yaklaşınca, Rasûlullah şöyle dedi:

- Nereye gidiyorsun?

- Aileme gidiyorum.

- Bir hayır ve iyiliğe var mısın?                                  

- Nedir o hayır ve iyilik?

- Allah'tan başka ilah bulunmadığına, O'nun bir ve ortaksız oldu­ğuna, Muhammed'in de O'nun kulu ve Rasûlü olduğuna şahadet etmen­dir.

- Senin bu söylediklerinin doğruluğunu isbatlayan bir şahit var mı?

- Şu ağaçtır.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), vadinin kenarında duran ağacı çağırdı. Ağaç da yeri yararak geldi ve Rasûlullah'm huzurunda durdu. Rasûlullah, Allah'tan başka ilah bulunmadığına, kendisinin de O'nun rasûlü olduğuna şahadet getirmesini üç kez ağaçtan istedi. Ağaç da Rasûlullah'm dediği gibi şahadet etti. Sonra da eski yerine döndü. Bedevi adam da kavmine döndü. Dönerken Rasûlullah'a şöyle dedi:

- Eğer kavmim bana uyarsa, onları alıp sana getiririm. Yoksa ben kendim döner ve seninle beraber olurum.» [15]

 

Hurma Ağacının Rasûlullah"A Olan Sevgisi Ve Ayrılığına Dayanamayışı Yüzünden İnlemesi

 

Bu konuda sahabeler topluluğundan müteaddid yollarla katiyyet ifade eden birçok hadis nakledilmiştir ki, bu hadisler, hadis imamları ve hadis meydanının bahadırları nezdinde kesinlik ifade ederler.

İmam Ebu Abdillah Muhammed b. İdris eş-Şafiî, İbrahim b. Mu-hammed tariki ile Übeyy b. KaVm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mescid-i Nebevf nin üstü ağaç dallarıyla örtülü iken Peygamber (s.a.v.), bir hurma ağacına yaslanarak hutbe okurdu. Ashabtan biri dedi

ki:

- Ya Rasulallah, cuma günü üzerinde durarak hutbe okuman için sana bir minber yapalım mı? İnsanlar, o minber üzerinde senin irad etti­ğin hutbeyi dinlerler.

- Olur.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.)'e üç basamaklı bir minber yapıl­dı. Minber yapılınca, Rasûlullah (s.a.v.) artık minber üzerine çıkıp hut­be okumaya başladı. O hurma ağacına yaslanmayıp minbere giderken ağaçtan bir böğürme ve bir hırıltı duyuldu. Neredeyse ağaç yarılıp par­çalanacaktı. Peygamber (s.a.v.), bu sesi işitince minberden inip ağacın yanma geldi. Ağacı eliyle sivazladı. Sonra minbere döndü. Mescid-i Nebevi yıkıldığı zaman o hurma kütüğünü Übeyy b. Kal) aldı. Çürüyün-ceye ve kurtlar yeyip paramparça oluncaya kadar yanında idi."

Hanz Ebu Ya'lâ el-Musulî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), cuma gününde mescitte dikili bir hurma ağacı­na yaslanarak insanlara hutbe irad ederdi. Rumi bir adam, ona gelip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, üzerinde durup insanlara hutbe irad etmen için sana bir minber yapalım mı?

Rasûlullah'ın kabul etmesi üzerine o adam, iki basamaklı bir min­ber yaptı. Bu iki basamağa bastıktan sonra üçüncü basamak denebile­cek bir yükseklikte oturdu. Oturunca, daha önce kendisine yaslanarak insanlara hutbe irad ettiği hurma ağacı, Rasûlullah'tan ayrılmış olma­nın üzüntüsüyle inlemeye başladı. Öküz gibi böğürdü. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), minberden inerek böğürmekte olan hurma ağacını kucakladı. Kucaklayınca ağacın sesi kesildi. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Muhammed'in nefsi elinde bulunan-zata yemin ederim ki, eğer ben bunu kucaklamas aydım, benden ayrılışının üzüntüsüyle kıyamete dek böylece böğürmeye devam edecekti. Böyle dedikten sonra Peygam­ber (s.a.v.) emir verdi, sahabeler o ağacı yere gömdüler.»

Hafız Ebu Bekr el-Bezzar, "Müsned" adlı eserinde, Enes'in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.), bir hurma dalına dayanarak hutbe irad ederdi. Kendisi için minber yapılınca o dalı bırakıp minber üzerine çıkarak hut­be irad etmeye başladı. Bunun üzerine o hurma dalı inlemeye başladı. Rasûlullah (s.a.v.) gelip onu bağrına bastı da sesini kesti. Sonra Ra-sûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Eğer ben bunu kucaklamasaydım, kıyamet gününe dek inleye-cekti."

Başka bir rivayete göre Mübarek b. Fudale, bu hadisi Hasan'dan ri­vayet ederek şöyle demiştir:

"Hasan, bu hadisi anlatırken ağlar, sonra şöyle derdi:

- Ey Allah'ın kulları! Kendisine olan aşkından ve Allah katındaki mertebesine olan iştiyakından ötürü bir ağaç dalı Rasûlullah için inli­yor. Aslında onun huzuruna varmaya sizin daha çok iştiyakh olmanız gerekir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir hurma dalma dayanarak hutbe irad ederdi. Oğlu marangoz olan Ensârî bir kadın dedi ki:

- Ya Rasulallah, benim marangoz bir oğlum var. Üzerinde hutbe okuman için minber yapmasını ona emredeyim mi?

- Olur.

Rasûlullah'm onaylaması üzerine marangoz çocuk, ona bir minber yaptı. Cuma günü olunca Rasûlullah, minbere çıkıp hutbe okumaya başladı. Daha önceleri kendisine dayanarak hutbe okumakta olduğu hurma dalı, çocuk gibi inlemeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:

- Doğrusu şu hurma dalı, zikirden mahrum olduğu için ağladı." Buharî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cabir b. Abdullah el-Ensârî'nin şöyle dediğini işittim: "Mescid-i Nebevî'nin tavanı hurma dallarıyla örtülmüştü. Peygamber (s.a.v.), hutbe irad ederken bu dallardan birine dayanıyordu. Kendisi için min­ber yapıldığında o hurma dalının on aylık gebe deve gibi inlemeye başla­dığını işittik. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) gelip elini o dala koydu da sesi kesildi."

îmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir ağacın gövdesine (veya dalma) dayanarak hutbe okumaya başlayınca o dal inlemeye başladı, inleyişi mescidin bü­tün cemaatı işitti. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.) minberden inip geldi ve elini ona sürdü de sesi kesildi. Bazıları dediler ki: "Eğer Rasûlullah (s.a.v.), o daim yanına gelmeseydi, kıyamet gününe kadar inlemeye de­vam ederdi."

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Ebu Hazim'in şöyle dediğini rivayet eder: "Bazıları, Sehl b. Sa'd'ın yanına gelip kendisine şöyle bir soru sordu­lar:

- Rasûlullah'm minberi nedendi?

- Rasûlullah (s.a.v.), önceleri hutbe irad ederken bir hurma dalma

dayanırdı. Kendisine minber yapılıp da minbere çıkarak hutbe okuma­ya başlayınca, o dal inlemeye başladı. Nihayet Rasûlullah gelip elini onun üzerine koydu da sesi kesildi."

İmam Ahmed b. Hanbel, Affan kanalı ile tbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), kendisi için minber yapılmadan önce bir hurma dalma dayanarak hutbe okurdu. Minber yapılıp da minbere çıkarak hutbe okumaya başlayınca, daha önceleri kendisine dayanarak hutbe okuduğu hurma dalı inlemeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip gelerek hurma dalını kucaklayınca sesi kesildi. Allah elçisi şöyle buyurdu:

- Eğer ben bunu kucaklamasaydım, kıyamet gününe dek inlemeye devam ederdi."

Buharî, Muhammed b. Müsenna kanalı ile Abdullah b. Ömer'in şöy­le dediğim rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.), bir hurma dalma dayanarak hutbe okudu. Kendisi için minber yapılıp da minbere çıkıp hutbe okumaya başlayın­ca, daha önceleri kendisine dayanarak hutbe okuduğu hurma dalı inle­meye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) gelip o dalı eliyle sıvaz­ladı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mescid-i Nebevî'de bir hurma dalı vardı. Cuma günü olunca veya olağanüstü bir durum meydana gelince, Rasûlullah insanlara hutbe irad etmek istediğinde o dala dayanarak hutbe irad ederdi. Sahabeler dediler ki:

- Ya Rasulallah, sana boyun kadar yükseklikte bir minber yapalım mı?

- Siz bilirsiniz.

Bunun üzerine üç basamaklı bir minber yapıldı. Rasûlullah çıkıp üzerine oturunca, daha önceleri kendisine dayanarak hutbe irad ettiği hurma dalı -Rasûlullah'm ayrılığına dayanamadığmdan- öküz gibi bö­ğürmeye başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) gelip onu kucakladı ve eliyle onu sıvazladı, nihayet sesi kesildi."

Abdb. Humeyd el-Leysî, Ebu Said el-Hudrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), cuma günleri bir hurma dalma dayanarak in­sanlara hutbe irad ederdi. Cemaat, ona şöyle bir teklifte bulundu:

- Ya Rasulallah, Müslümanlar çoğaldı. Onlar senin şahsını gör­mek istiyorlar, dilersen -insanların seni görebilmeleri maksadıyla- üze­rine çıkıp hutbe irad etmen için bir minber yapalım.

- Olur. Fakat bu minberi kim yapacak?

Rasûlullah'ın böyle sorması üzerine adamın biri kalkıp şöyle cevap

verdi:

- Ben yaparım.

- Yapar mısın?

- Evet (ama adam inşaallah dememişti).

- Senin adın nedir?

- Falandır.

- Otur.

Adam oturdu. Rasûlullah, sorusunu yineledi:

- Bu minberi kim yapacak?

Başka bir adam ayağa kalkıp cevap verdi:

- Ben.

- Bunu yapar mısın?

- Evet (Bu adam da inşaallah demedi).

- Adın nedir?

- Falandır.

- Otur.-

Adam oturdu. Rasûlullah, sorusunu tekrarladı:

- Bu minberi bize kim yapacak?

- Başka bir adam kalkıp şöyle cevap verdi:

- Ben.

- Yapar mısın?

- Evet (Bu adam da inşaallah dememişti).

- Adın nedir?

- Falandır.

- Otur.

Bunun üzerine adam oturdu. Rasûlullah, sorusunu tekrarladı:

- Bize bu minberi kim yapacak?

- Bir başka adam kalkıp cevap verdi:

- Ben.

- Yapar mısın?

- Evet, inşaallah.

- Adın nedir?

- ibrahim'dir.

- Öyleyse yap bakalım.

Cuma günü olunca cemaat, Peygamber (s.a.v.) için mescidin son kıs­mında toplandı. Rasûlullah (s.a.v.) minbere çıkıp oturunca, cemaatın tam karşısına geçmiş oldu. Ama daha önceleri kendisine dayanarak hutbe irad ettiği o hurma dalı inlemeye başladı. Ben mescidin son kıs­mında durduğum halde inleyişini işittim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip ağacın yanına geldi ve onu kucakladı. İnleyişi hemen kesildi, sonra minbere döndü. Allah'a hamd-ü senada bulunup şöyle dedi:

- Doğrusu şu hurma ağacı, Rasûîullah'a olan özleminden inledi. Ondan ayrılışa dayanamadığı için inledi. Allah'a yemin ederim ki, eğer ben yanma gelip kucaklamasaydım, inleyişi kıyamet gününe dek dur­mayacaktı."

Hafiz Ebu Ya'lâ, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.), bir ağaca dayanarak her cuma günü cemaata hutbe irad ederdi. Nihayet Rumlardan bir adam gelip ona şöyle dedi:

- Dilersen senin için birşey yapayım da, üzerine oturduğunda ayakta duruyormuşsun gibi görünürsün.

- Olur.

Rasülullah'm onaylaması üzerine adam ona bir minber yaptı. Min­berin üzerine çıkıp oturunca, daha önce kendisine dayanarak hutbe irad etmekte olduğu ağaç, dişi devenin kendi yavrusu üzerine inleyişi gibi in­lemeye başladı. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.), minberden inip yanına gel­di. Elini üzerine koydu. Ertesi gün o ağacın yerinden alındığını gördüm.

- Bu nedir? diye sorunca, dediler ki:

- Rasûlullah, Ebu Bekir ve Ömer dün gelip bunu yerinden aldılar." Bu, garip bir rivayettir.

Haâz Ebu Ya'lâ, ağacın inleyişi ile ilgili hadisi uzun uzadıya Hz. Ai-şe'den rivayet etmiştir. Bu rivayette şu ifadelere rastlanmaktadır:

"Rasûlullah (s.a.v.), daha önceleri kendisine dayanarak hutbe irad ettiği hurma daimi dünya ve ahiretten birini tercih etme seçeneğine sa­hip kıldı. O hurma dalı, ahireti tercih etti ve kaybolup gitti. Yeri bilin­memektedir." Bu hadis, hem sened hem de metin bakımından gariptir.

Ebu Nuaym, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m, kendisine dayanarak hutbe okumakta oldu­ğu bir ağacı vardı. Kendisine bir kürsü (ya da minber) yapıldı. Daha ön­celeri kendisine dayanarak hutbe irad ettiği ağaç, Rasûlullah'tan ayrı kaldığından öküz gibi böğürmeye başladı. Öyle ki, böğürüşünü mescit cemaatı işitti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), o ağacın yanma geldi de inleyişi durdu."

imam Ahmed b. Hanbel ile Neseî, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Minberimin ayaklan, Cennet'in bir köşesindedir."

Neseî, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Evimle minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir." Bu rivayetler, hurma dalının inleme hadisesinin vukuunun kesin olduğu­nu hadis imamları nezdinde katiyyetle ifade etmektedirler. Hadis rica­linin durumunu bilmekle beraber bu konu üzerinde düşünüp iyice tet­kik yapan kimselerde bu hadisenin kesinlikle vuku bulduğunu anlaya­caklardır. Yardımına başvurulacak olan zat, yüce Allah'tır.

Hafiz Ebu Bekr el-Beyhakî, Amr b. Sevad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Şafiî bana dedi ki:

- Yüce Allah, Muhammed (s.a.v.)'e verdiği mucizeleri hiçbir pey­gambere vermiş değildir.

- Ama Ölüleri diriltme mucizesini İsa'ya vermiştir.

- Muhammed'e de hurma dalını inletme mucizesini vermiştir. Da­ha Önceleri yanında durup kendisine dayanarak hutbe irad ettiği hurma dalı, kendisi için minber yapılınca inlemeye başlamış ve sesi cemaat ta-rafindan duyulmuştur. Bu mucize, Isa'nmkinden daha büyüktür." [16]

 

Rasûlullah'ın Avucunda Çakıl Taşlarının Tesbîh Edîşî

 

Hafiz Ebu Bekr el-Beyhakî, Süveyd b. Yezid es-Sülemf nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:                                          

"Ebu Zerr'in şöyle dediğini işittim:

Yaşadığım bir hadiseyi gördükten sonra Osman'ı, sadece hayırla anacağım. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'in yalnız bulunduğu vakitleri araştı­ran bir adamdım. Bir gün onun yalnız başına oturmakta olduğunu gör­düm. Yalnızlığını firsat bilerek gidip yanma oturdum. O esnada Ebu Be­kir gelip selam verdi. Rasûlullah'm sağ tarafina oturdu. Sonra Ömer ge­lip selam verdi, Ebu Bekir'in sağ tarafina oturdu. Sonra Osman gelip se­lam verdi, Ömer'in sağ tarafina oturdu. Rasûlullah (s.a.v.)'m önünde de yedi (yahut dokuz) çakıl tanesi vardı. Onları avucuna aldı. Çakıl tanele­ri teşbih getirdiler. O hurma dalının inleyişi gibi inlediklerini işittim. Sonra onları yere bıraktı. İnlemeleri kesildi. Tekrar alıp Ebu Bekir'in avucuna bıraktı. O çakıl tanelerinin teşbih getirdiklerini ve hurma dalı gibi inlediklerini işittim. Onları yere bırakınca sesleri kesildi. Tekrar onları alıp Ömer'in avucuna bıraktı. Teşbih getirdiklerini ve hurma dalı gibi inlediklerini işittim. Yere bıraktı, sesleri kesildi. Sonra yine alıp Osman'ın avucuna bıraktı. Teşbih getirdiklerim, hurma daimin inleyişi gibi inlediklerini işittim. Sonra yere bıraktı ve sesleri kesildi. Ra­sûlullah (s.a.v.): "İşte bu, nübüvvetin hilafetidir." buyurdu."

Beyhakî, Şuayb'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Velid b. Süveyd, Beni Süleym kabilesinden Rabaza'da Ebu Zerrle görüşen yaşlı bir adamın şöyle dediğini nakletti:

"Bir gün Ebu Zerr'le beraber aynı mecliste bulunuyordum. O esnada Osman b. Affan'dan söz edildi. Kendisini Rabaza'da mecburi ikamete tabi tuttuğundan Ebu Zerr'in Osman'a kırgın olduğunu sanıyordum. Osman'dan söz edildiğinde bu konuyu bilenler lafa karıştılar, ama Os­man'dan söz edildiğinde o, şöyle dedi:

- Osman hakkında iyilikten başka bir şey söyleme, çünkü ben asla unutamayacağım, ölünceye kadar aklımdan çıkmayacak olan bir man­zara gördüm? Onun halini müşahede ettim. Ben kendisini dinliyeyim* kendisinden bilgiler edineyim, diye Peygamber (s.a.v.)'i yalnız bulmak isterdim. Onun yalnız olduğu zamanları gözetlerdim. Bir gün Peygamber (s.a.v.)'in evine gittim. Hizmetçiden onu sordum. Evde olduğunu söyledi, içeri girdim. Oturmaktaydı. Yanında hiç kimse yoktu. Öyle sa­nıyorum ki, o esnada kendisine vahiy gelmekteydi. Selam verdim, sela­mımı aldı. Sonra sordu:

- Niçin geldin?

- Allah ve Rasûlü beni buraya getirtti.

Bunun üzerine Rasûlullah, oturmamı emretti. Ben de yanı başında oturdum. Ona birşey sormuyordum. O da bana birşey anlatmıyordu. Bi­raz bekledikten sonra Ebu Bekir hızla yürüyerek geldi. Selam verdi, Rasûlullah selamını aldı. Sonra ona sordu:

- Niçin geldin?

- Allah ve Rasûlü beni buraya getirtti.

- Rasûlullah, oturması için eliyle ona işaret etti. O da Rasûlulîah'm karşısındaki tümseğe oturdu. Aralarında yol vardı. Ebu Bekir oturup yerleşince, Rasûlullah eliyle ona işaret etti. O da sağ yanıma gelip otur­du. Sonra Ömer geldi. O da aynı şeyi yaptı. Rasûlullah (s.a.v.), ona da ay­nı şeyleri söyledi. O da gelip o tümsekte Ebu Bekir'in yanma oturdu. Sonra Osman gelip selam verdi. Rasûlullah, onun da selamını aldı ve ona sordu:

- Niçin geldin?

- Beni Allah ve Rasûlü getirtti.

Rasûlullah (s.a.v.), eliyle ona işaret etti. O da o tümseğe oturdu. Sonra eliyle ona işaret etti. O da Ömer'in yanma oturdu. Rasûlullah (s.a.v.), birşey söyledi, ancak sözlerinin baş kısmını anlayamadım. Yal­nız şöyle dedi:

- Az ama kesin değil.

Böyle dedikten sonra yedi, yahut dokuz veya buna yakın sayıda ça­kıl taşları aldı. Bu çakıl taşlan, onun elinde teşbih getirdiler. Elindey-ken hurma ağacının inleyişi gibi inlediklerini işittim. Sonra beni geçe­rek bu çakıl tanelerini Ebu Bekir'e verdi. Çakıllar, Ebu Bekir'in elinde de tıpkı Rasûlulîah'm elindeki gibi teşbih getirdiler. Rasûlullah, çakıl­ları Ebu Beikr'in elinden alıp yere bıraktı. Teşbih sesleri kesildi. Yine normal çakıl tanelerine dönüştüler. Sonra Ömer, onları alıp elinde tut­tu. Ebu Bekir'in elindeki gibi Ömer'in elinde de teşbih getirdiler. Sonra onları alıp yere bıraktı. Teşbih sesleri kesildi. Sonra Rasûlullah, o çakıl­ları Osman'ın eline koydu. Onun elinde de tıpkı Ebu Bekir'le Ömer'in elindeki gibi teşbih getirdikleri duyuldu. Sonra onları alıp yere bıraktı, teşbih sesleri kesildi."

Önceki sayfalarda da geçtiği gibi Buharı, İbn Mesud (r.a.)'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Yenmekte olan yiyeceklerin teşbih seslerini işitirdik."

Hafiz el-Beyhakî, Ebu Üseyd es-Saidî'nin şöyie dediğini rivayet et-

miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Abbas b. Abdülmuttalib'e şöyle dedi:

- Ey Ebu Fadl! Yann sen ve oğulların, ben size gelinceye kadar evi­nizden ayrılmayın. Benim sizinle görülecek bir işim var. Abbas, ertesi gün çocukları ile birlikte kuşluk vaktine kadar Rasûlullah'ı bekledi. Ni­hayet Rasûlullah (s.a.v.) gelip onlara selam verdi:

- Esselamü aleyküm

- Ve aleykesselam ve rahmetullahi ve berakatuhu.

- Nasıl sabahladınız?

- Rahatça sabahladık. Allah'a hamd ederiz. Babamız ve anamız sa­na feda olsun. Ya sen nasıl sabahladın, ya Rasulallah?

- Rahatça sabahladım. Allah'a hamd ederim. Yaklaşın, yaklaşın,

birbirinize sokulun.

Emrini yerine getirip birbirine sokularak çember meydana getir­diklerinde Rasûlullah (s.a.v.), üzerlerini abasıyla örtüp şöyle dedi:

- Ya Rab, şu benim amcamdır. Babamla aynı ağacın dalıdır. Şun­lar benim ehl-i beytimdir. Hepsini -şu abamla örttüğüm gibi- Cehennem ateşinden muhafaza et." Rasûlulîah'm bu duasına kapının eşiği ve evin duvarları, hep birlikte amin, amin, amin, dediler."

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Doğrusu ben Mekke'de bir taş biliyorum. O benim bisetimden önce bana selam verirdi. Şimdi de o taşı biliyorum."

Tirmizî, Abbad b. Yakub el-Kûfî tariki ile Ali b. Ebi Talib'in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)'le birlikte Mekke'deydim. Bir gün Mekke'nin bazı yerlerini dolaşmaya çıktık, karşılaştığı her dağ ve ağaç ona:

- Esselamü aleyke ya Rasulallah, diyordu." Bu, hasen ve garip bir hadistir.

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Bedir ve Hüneyn gazvelerin­de Rasûlullah (s.a.v.), eline bir avuç toprak alıp düşmana savurmuş ve ashabına da yapacağı gerçek saldırıda kendisine tabi olmalarını emret­mişti. Sonunda Allah'ın yardımı gelmiş, muzaffer olmuşlardı. Bedir gazvesiyle ilgili olarak yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"Attığın zaman da sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı." (el-Enfâi 17.)

Hüneyn gazvesiyle ilgili olarak bazı hadisleri sened ve lafızlanyla nakletmiştik. Onları burada tekrarlamaya gerek yok. Hamd ve minnet Allah'adır.

Mekke fethi bölümünde de anlattığımız gibi Rasûlullah (s.a.v.), Mescid-i Haram'a girdiğinde Ka'be'nm çevresindeki putlara rastlayın­ca onları elindeki bir sopayla vurmaya ve şöyle demeye başlamıştı: "Hak geldi, bâtıl zail oldu. Doğrusu bâtıl, zail olmaya mahkumdur."

De ki: "Hak geldi, artık bâtıl ne yeniden başlar, ne de geri gelir." (es-Sebe, 49.)

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Ka'be'nin çevresindeki putlardan hangisine işaret ediyorsa, mutlaka o put baş üs­tü yere düşüyordu.

Beyhakî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), yanıma geldi. Ben resimli bir örtüyü üzerime örtmüştüm. Onu alıp parçaladı. Sonra şöyle dedi:

- Doğrusu kıyamet gününde insanların en şiddetli azab görecek olanları, Allah'ın yaratığına benzer yaratık yaratmaya çalışanlardır.*

Evzaî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini nakletmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'a üzerinde kartal resmi bulunan bir kalkan ge­tirildi. Elini o resmin üzerine koydu. Bunun üzerine yüce Allah o resmi giderdi." [17]

 

Hz. Peygamber'în Nübüvvet Delillerinden Olan Hayvanlarla İlgîli Mucizeleri Kaçan Devenin Gelip Rasûlullah'a Şikayette Bulunarak Secde Etmesi

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Hüseyn tariki ile Enes b. Malik'in şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

"Ensâr'dan bir ailenin devesi vardı. Bu deveye binerlerdi. Bir gün bu deve onlara serkeşlik etti. Sırtına binmelerine müsaade etmedi. Sa­hipleri gelip durumu Rasûlullah'a şöyle anlattılar:

- Bir devemiz var. Ona biniyorduk, ama bugün bize serkeşlik edi­yor, sırtına binmemize imkân vermiyor. Hurmalarımız ve ekinlerimiz susuzluktan kuruyor. Oraya gidemiyoruz. Rasûlullah (s.a.v.), ashabına "kalkın" dedi, onlar da kalktılar. Kendisi devenin bulunduğu bahçeye girdi. Deve, bahçenin bir kenarında bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.v.), ona doğru gitti. Ensâr dedi ki:

- Ya Rasulallah, o kuduz köpek gibi kudurmuştur. Sana saldırma­sından korkarız!

- Ondan bana zarar gelmez.

Deve, Rasûlullah (s.a.v.)'a baktı. Ona doğru gitti, sonunda huzuru­na varıp secdeye kapandı. Rasûlullah (s.a.v.) da alnından tuttu. Deve o zamana kadar göstermediği bir yumuşaklığı gösterdi. Uysallaştı ve Rasûlullah onu işe soktu. Ashabı ona dediler ki:

- Ya Rasulallah, aklı olmayan şu hayvan sana secde ediyor. Oysa bizim sana secde etmemiz gerekir.

- Bir beşerin başka bir beşere secde etmesi uygun olmaz. Eğer bir beşerin, başka bir beşere secde etmesi uygun olsaydı kadına, -üzerinde­ki hakkının büyüklüğünden dolayı- kocasına secde etmesini emreder­dim. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, eğer erke­ğin başından ayağına kadar vücudunun her taran yara olsaydı ve bu ya­ralardan irinler fişkırsaydı, sonra karısı gelip o irinleri yalasaydı, yine de hakkım ödeyemezdi."

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) ile bir yolculuktan dönüyorduk. Beni Neccar ka­bilesinin bahçelerine vardığımızda bir devenin bahçeye girmediğini ve sahipleri tarafından zorlandığını gördük. Sahipleri, durumu Ra-sûlullah'a anlattılar. O da bahçenin yanma geldi. Deveye seslendi, deve dudağını yere sürerek gelip Rasûlullah'm Önünde diz çöktü. Rasûlullah (s.a.v.):

- Bana bir yular getirin, dedi. Getirilen yuları devenin boynuna taktı. Sonra da sahibine teslim etti. Arkasından insanlara dönüp şöyle buyurdu:

- Göklerle yer arasında -cinlerle insanların asileri dışında- benim Allah Rasûlü olduğumu bilmeyen hiçbir şey yoktur."

Hafiz Ebu'l-Kasım et-Taberanî, Ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Birkaç kişi, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip ona şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, bizim bir devemiz var, serkeşlik edip kaçıyor ve bahçeye girmiyor!

Rasûlullah (s.a.v.), devenin yanma gelip:

- Buraya gel, dedi. Deve de başını eğip geldi. Rasûlullah, ona yular takıp sahibine teslim etti. Ebu Bekir es-Sıddık şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, sanki o, senin peygamber olduğunu biliyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'in bu sözü üzerine şöyle buyurdu:

- Medine'nin iki ucu arasında cinlerle insanların kafirleri dışında­ki herkes ve her şey, benim Allah'ın peygamberi olduğumu bilir."

Hafiz Ebu'l-Kasım et-Taberanî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ensâr'dan bir adamın iki damızlık devesi vardı. Develeri kudur­muşlardı. Onları bahçeye sokup üzerlerine kapıyı kapadı. Sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)'e gelip dua etmesini istedi. Rasûlullah (s.a.v.) da Ensâr'dan birkaç kişiyle beraber oturmaktaydı. Gelen adam şöyle dedi:

- Ey Allah'ın peygamberi! Sana bir iş için geldim. Benim iki damız­lık devem var, ancak bunlar kudurdular. Bunları bir bahçeye soktum. Kapıyı da üzerlerine kapattım. Bunları bana itaat ettirmesi için Allah'a dua etmeni diliyorum.

Rasûlullah (s.a.v.), ashabına: "Bizimle gelin." dedi. Hep birlikte git­tiler. Rasûlullah (s.a.v.), bahçe kapısına vardı. Kapıya: "Açıl" dedi. Adam da Rasûlullah (s.a.v.)'a bir zarar gelmesinden korktu, ama Ra­sûlullah (s.a.v.)'m buyruğu üzerine kapı açıldı. Damızlıklardan birinin kapıya yakın olduğu görüldü. Hayvancağız, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görün­ce ona secde etti. Rasûlullah (s.a.v.) da sahibine şöyle buyurdu:

- Birşey getir de başını bağlıyayım ve sana teslim edeyim. Adam bir yular getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), yuları hayvanın boynuna geçirip

sahibine teslim etti. Sonra bahçenin öbür tarafındaki diğer damızlığın yanma gitti. Hayvancağız, Rasûlullah'ı görünce secdeye kapandı. Ra­sûlullah, sahibine şöyle dedi:

- Birşey getir de hayvanın başını bağlıyayım.

Rasûluîlah (s.a.v.), adamın getirdiği iple hayvanın boynunu bağla­yıp sahibine teslim etti ve:

- Haydi şunları götür. Artık sana isyan etmeyecekler, dedi. Ashab, bu durumu görünce, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, şu iki damızlık deve sana secde ettiler. Biz niye sa­na secde etmiyelim?

- Bir kimsenin, bir başkasına secde etmesini emretmem, eğer bir kimsenin bir başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kendi kocasına secde etmesini emrederdim."

Bunun senedi de, metni de gariptir.

Ebu Muhammed Abdullah b. Hamid el-Fakih, Ahmed b. Hamdan kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte bir yere gittik. Bir bahçenin üst tara-findan geçerken bir deve gördük. Biz o tarafa yönelince deve başını kal­dırdı. Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördü. Çenesini yere koydu (secde etti). Bu­nun üzerine sahabeler şöyle dediler:

- Şu hayvan sana secde ettiğine göre bizim de sana secde etmemiz gerekir.

- Sübhanallah! Allah'tan başkasına mı secde edeceksiniz? însa-nın, Allah'tan başkasına secde etmesi uygun olmaz. Eğer bir kimsenin, Allah'tan başka birşeye secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kendi kocasına secde etmesini emrederdim."

înaam Ahmed b. Hanbel, Yezid kanalı ile Abdullah b. Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir gün beni bineğinin terkisine bindirdi. Bana gizlice birşey söyledi, onu asla kimseye bildirmeyeceğim. Rasûlullah (s.a.v.), def-i hacette kendine en çok hurma ağaçlarım siper edinirdi. Bir gün Ensâr'dan birinin bahçesine girdi. Bir deveyle karşılaştı. Deve öf­keyle sesini yükseltti, gözleri yaşardı. Rasûluîlah (s.a.v.)'ı görünce inle-nıeye, gözleri de yaşarmaya başladı. Rasûlullah da başını sıvazladı, göz­yaşlarını sildi. Hayvancağızın sesi kesildi.

- Bu devenin sahibi kimdir? diye sordu. Ensâr'dan bir delikanlı ge­lip şöyle dedi:

- Bu benimdir ya Rasulallah.

- Allah'ın sana verdiği bu hayvana eza etmekten korkmaz mısın? Bu hayvan kendisini aç bıraktığından ve hızlı yürüttüğünden şikayetçi oldu." dedi."

imam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Muhacir ve Ensâr'dan oluşan bir grup cemaat­la beraberdi. O esnada bir deve gelip ona secde etti. Sahabeler dediler ki:

- Ya Rasulallah, hayvanlar ve ağaçlar sana secde ediyor. Bizim de sana secde etmemiz gerekir.

- Rabbinize ibadet edin. Kardeşinize (bana) de ikramda bulunun. Eğer bir kimsenin, bir başkasına secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kendi kocasına secde etmesini emrederdim. Kocası, kadına sarı dağdan siyah dağa; siyah dağdan beyaz dağa intikal etmesini emrede­cek olursa, kadının bu emri yerine getirmesi gerekir."

tmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Seleme el-Huzaî kanalı ile Yala b. Si-yabe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdim. Def-i hacette bu­lunmak istedi, iki fidana emir verdi de bunlar bir araya gelip birleştiler (Rasûlullah için sütre oluşturdular), sonra onlara yine emir verdi, tek­rar yerlerine döndüler. Öte yandan bir deve gelip çenesini yere koydu, sonra öfkeyle bağırdı. Çevresindekiler, onun gözyaşlanndan ıslandılar. Rasûlullah (s.a.v.), onlara şöyle sordu:

- Bu devenin ne söylediğini anlıyor musunuz? Bu, sahibinin kendi­sini boğazlamak istediğini söylüyor.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), sahibine haber göndere­rek yanına çağırttı ve ona şöyle dedi:

- Şu deveyi bana hibe eder misin?

- Ya Rasulallah, benim bundan daha çok sevdiğim bir malım yok.

- Öyleyse buna iyi davran.

- Rasûlullah'm bana kıymetini bildirdiği bir mala mutlaka ikram­da bulunacağım.

Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), sahibinin azab çekmekte olduğu bir mezara geldi ve:

- Bu adam, büyük bir günahtan değil, küçük bir günahtan dolayı azab çekiyor, dedi. Bir hurma dalının getirilmesini emretti. Getirilen hurma dalını mezarın üzerine dikip şöyle dedi:

- Umarım ki, bu hurma dalı kurumadığı sürece mezardaki adamın azabı hafifletilecektir."1

İmam Ahmed b. Hanbel, Ya'lâ b. Mürre es-Sakaffnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah'tan üç şey gördüm: Bir ara kendisiyle birlikte yolda yü­rümekteyken üzerine yük yüklenmiş bir deve önümüzden geçti. Deve, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görünce öfkeyle bağırdı ve çenesini yere vurdu. Pey­gamber (s.a.v.), devenin yanma gidip durdu ve:

- Şu devenin sahibi nerede? diye sordu. Sahibi geldi. Rasûlullah, ona şöyle dedi:

- Şu deveyi bana sat.

- Hayır, sana hibe edeyim.

- Hayır, bana sat.

- Hayır, sana hibe edeyim. Çünkü bu, bundan başka geçim vasıta­ları olmayan bir ailenin malıdır.

- Sen böyle diyorsun, fakat bu da kendisini çok çalıştırdığınızdan ve az yem verdiğinizden şikayetçi oldu. Buna iyi davranın.

Sonra yolumuza devam ettik. Bir menzile varıp konakladık. Ra­sûlullah (s.a.v.) orada uyudu. Kendisi uykuda iken bir ağaç, yeri yara­rak yanına geldi, üzerine eğildi. Sonra tekrar yerine döndü. Rasûlullah (s.a.v.) uyanınca, bu durumu kendisine anlattım. O da şöyle buyurdu:

- O ağaç, Rasûlullah'a selam vermek için yüce Rabbinden izin iste­di. Rabbi de ona izin verdi.

Sonra yolumuza devam ettik. Bir su başına vardık. Bir kadın, deli oğlunu o suya getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), çocuğun burnundan tutup şöyle dedi:

- Çık, çünkü ben Allah Rasûlü Muhammed'im.

Sonra yolumuza devam edip gittik. Sefer dönüşümüzde yine o su ba­şına uğradığımızda o kadının bir koyun ve biraz süt getirdiğini gördüm. Rasûlullah, koyunu geri götürmesini söyledi. Sütü aldı. Sahabelere, iç­melerini söyledi. Onlar da sütü içtiler. Sonra kadına, çocuğunun duru­munu sordu. O da şöyle dedi:

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, senin o duayı yapışından sonra çocukta şüphelenecek bir durum görme­dik."

îmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Nümeyr kanalı ile Ya'lâ b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'da üç şey gördüm ki, bunları benden önce kimse görmediği gibi benden sonra da kimse görmemiştir:

Rasûlullah'la beraber bir yolculuğa çıkmıştım. Yolda iken yanında çocuğu duran bir kadının yanından geçtik. Kadın dedi ki:

- Ya Rasulallah! Şu çocuk bir belaya uğradı. Biz de onunla belaya düşmüşüz. Günde bilmem kaç kez bayılıyor.

- Onu bana ver.

Kadın, çocuğu Rasûlullah'a verdi. Rasûlullah, onu kendisiyle bine­ği arasında durdurdu. Sonra üzerine eğilip üç kez üfledi ve şöyle dedi: "Bismillah. Ben Allah'ın kuluyum, ey Allah'ın düşmanı çık." Böyle dua ettikten sonra çocuğu anasına verdi ve şöyle buyurdu:

- Dönüşümüzde tekrar şu yerde bizi bekle ve çocuğun durumunu bize haber ver.

Yolumuza devam ettik. Sefer dönüşümüzde kadını yine o yerde gör­dük. Yanında üç koyun vardı. Rasûlullah ona sordu:

- Çocuğun nasıl?

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, şu ana kadar onda herhangi bir fenalık görmedik. Şu koyunları al götür.

Rasûlullah bana:.

- în de şunlardan birini al, diğerini geri ver, dedi. Bir gün de çöle çıktık. Rasûlullah bana dedi ki:

- Bak hele, beni örtecek bir sütre bulabilecek misin?

- Seni örtecek sadece bir ağaç görüyorum, ama onun da sana sütre olarak yeterli olacağını sanmıyorum,

- O ağacın yakınında ne var?

- Yine onun gibi bir ağaç var.

- Git o ağaçlara de ki: Rasûlullah (s.a.v.), size Allah'ın izniyle bir araya gelmenizi emrediyor.

Gidip ağaçlara emri tebliğ ettim, ikisi bir araya geldi. Rasûlullah (s.a.v.) da onların dalları arasına girerek def-i hacette bulundu. Sonra dönüp şöyle dedi:

- Git onlara de ki: Rasûlullah (s.a.v.), yerlerinize dönmenizi emre­diyor.

Ben de gidip emri onlara ulaştırdım ve her biri kendi yerine döndü.

Yine bir gün Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında oturuyorken necib bir de­ve geldi. Çenesini yere vurup gözlerinden yaşlar akıttı. Bunun üzerine Rasûlullah, bana şöyle dedi:

- Bak hele, bu kimin devesiymiş, öğren. Bu hayvanın başında bir-şeyler var!

Ben de çıkıp devenin sahibini araştırdım. Ensâr'dan bir adamın ol­duğunu tesbit ettim. Onu çağırdım. Adam, Rasûlullah'm yanına gelin­ce, Rasûlullah, ona şöyle dedi:

- Seninle şu deve arasında ne var? Devenin başına neler gelmiş?

- Vallahi başına neler geldiğini bilmiyorum. Biz onu çalıştırdık. Üzerine eşyamızı yükledik. Onunla suyumuzu taşıdık. Artık su taşıya­maz olunca da dün onu kesmeye karar verdik. Kesip etini paylaşacağız.

- Böyle yapma, onu bana hibe et veya sat.

- Senin olsun ya Rasulallah.

Rasûlullah, deveyi zekat damgasıyla damgaladı. Sonra zekatlık de­veler araşma saldı."

tmam Ahmed b. Hanbel, Yala b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Kadının biri, cin çarpmış oğlunu Peygamber (s.a.v.)'in yanına ge­tirdi. Peygamber (s.a.v.) de:

- Çık ey Allah'ın düşmanı, ben Allah'ın Rasûlüyüm, dedi. Bu dua üzerine çocuk iyileşti. Annesi de Rasûlullah (s.a.v.)'a iki koç, biraz çöke­lek ve biraz da yağ hediye etti. Rasûlullah (s.a.v.):

Çökeleği, yağı ve koçlardan birini aldı, diğerini geri verdi." imam Ahmed b. Hanbel, Yala b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet et­ti:

"Öyle sanıyorum ki, insanlardan hiçbiri benim Rasûlullah'ta gör­düğüm şeyleri görmemiştir." Ya'lâ böyle dedikten sonra cin çarpmış ço­cuğu, Rasûlullah'a dulda olmak için birleşen İM hurma ağacım ve derdi­ni gelip şikayet eden devenin durumunu anlattı." Rasûlullah'ın, deve sahibine şöyle dediğini de nakletti:

- Devenin nesi var, seni şikayet ediyor? Yaşlanıncaya kadar kendi­sine yük yüklediğini, yaşlandıktan sonra da onü kesmek istediğini söy­lüyor.

- Doğru söyledin, seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a ye­min ederim ki, ben böyle yapmak istemiştim. Ama seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, artık onu kesmeyeceğim."

Beyhakî, Ya'lâ b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Rasûlullah'ta üç şey gördüm ki, bunları benden önce hiç kimse gör­müş değildir:

Onunla birlikte Mekke'nin bir sokağında yürümekteydim. Yanında cin çarpmış çocuğu bulunan bir kadının yanından geçti. O çocuk kadar şiddetli derecede cin çarpmış birini görmemiştim. Kadın dedi ki:

- Ya Rasulallah, oğlumun durumunu görüyorsun.

- İstersen onun için dua edeyim.

Rasûlullah (s.a.v.), böyle dedikten sonra, o çocuk için dua etti. Sonra yoluna devam etti. Sahibinden kaçan ve böğürerek çenesini yere vuran bir deve gördü. Şöyle dedi:

- Şu devenin sahibini bulup bana getirin. Devenin sahibi getirilince, ona şöyle dedi:

- Deven diyor ki: Ben, sahiplerimin yanında doğurdum. Beni çalış­tırdılar. Yaşlanınca da beni boğazlamak istiyorlar.

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), yoluna devam etti. Birbirinden ayrı iki ağaç gördü. Bana dedi ki:

- Git, şu ağaçlara de ki, benim için bir araya gelip dulda olsunlar. Ben de gidip Rasûlullah'ın emrini onlara tebliğ ettim. Ağaçların ikisi bir araya gelip birleştiler ve dulda oldular. Rasûlullah (s.a.v.) da onların duldasına geçip def-i hacette bulundu. Sonra yoluna devam etti. Dönüş­te o hasta çocuğun yanından geçerken, çocuğun diğerleriyle beraber oy­namakta olduğunu, hastalığının geçmiş olduğunu gördü. Annesi de bir­kaç koyun hazırlamıştı. İkisini Rasûlullah'a hediye edip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah! Çocuğumda cin çarpma eseri hiçbir şey kalmadı.

- Cinlerle insanların kafirleri (veya fasıkları) dışında herşey, be­nim Allah Rasûlü olduğumu bilir."

Hafız el-Beyhakî, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah'la beraber bir yolculuğa çıktım. O, def-i hacete gitmek istediği zaman uzaklaşırdı. Kimse onu göremezdi. Çölde bir menzile va­rıp mola verdik. Orada ne bir işaret, ne de bir ağaç vardı. Bana dedi ki:

- Ey Cabir, ibriği al, benimle gel.

Ben de ibriği doldurdum. Yürümeye başladık. Kimse tarafindan gö­rülmeyecek kadar uzaklaştık. Orada iki ağaç gördük, aralarında birkaç ziralık mesafe vardı. Rasûlullah bana dedi ki:

- Ey Cabir, git şu ağaca de ki: Rasûlullah (s.a.v.), diğer ağaçla bir araya gelip birleşmeni emrediyor ki, duldanıza girip def-i hacette bulun­sun.

Ben de gidip söyledim, geri döndüm. Ağaç da diğeriyle bir araya ge­lip birleşti. Rasûlullah da ağaçların duldasına girip def-i hacette bulun­du. Sonra dönüp bineklerimize bindik. Yola çıktık. Başlarımızın üzerin­de sanki kuş vardı. Gölgelendik. Yolda bir kadınla karşılaştık, durumu­nu Rasûlullah'a arzedip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah! Şu oğlumu günde üç kez şeytan yakalıyor ve hiç bırakmıyor.

Rasûlullah durdu. Kadın, çocuğunu ona verdi. Çocuğu kendisiyle bineğinin baş kısmı arasına koydu ve:

- Defol, ey Allah'ın düşmanı! Ben Allah'ın Rasûlüyüm, dedi. Bu sö­zünü üç kez tekrarladı, sonra çocuğu annesine geri verdi. Sefer dönüşü­müzde aynı su başına geldiğimizde o kadınla karşılaştık. Önünde, güt­mekte olduğu iki koç vardı. Çocuğu da sırtına almıştı, Rasûlullah'a şöy­le dedi:

- Ya Rasulallah, hediyemi kabul buyur. Seni hak peygamber ola­rak gönderen Allah'a yemin ederim ki, o günden bu yana çocuğuma o kö­tü hal geri gelmedi.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Koçlardan birini alın, diğerini geri verin, dedi.

Sonra yolumuza devam ettik. Rasûlullah aramızda idi. O esnada ürkmüş bir deve geldi. İki saf arasına girince, secdeye kapandı. Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey insanlar! Şu devenin sahibi kim? diye sordu. Ensâr'dan bir kaç genç:

- O bizimdir ya Rasulallah, diye cevap verdiler. Rasûlullah (s.a.v.):

- Bu devenin nesi var? diye sorunca, şöyle cevap verdiler:

- Yirmi seneden beri ona yük yüklüyorduk. Yaşlanınca, vücudu yağ bağladı. Onu kesmek istedik ki, etini ve yağını çocuklarımıza pay­laştıralım.

- Onu bana satar mısınız?

- O senin olsun ya Rasulallah.

- Eceli gelinceye dek ona iyi davranın.

- Ya Rasulallah, hayvanlar sana secde ettiklerine göre bizim de sa­na secde etmemiz gerekir.

- Bir insanın, başka bir insana secde etmesi uygun olmaz. Eğer böyle birşey söz konusu olsaydı, kadınların kocalarına secde etmeleri gerekirdi."

Bu, sağlam bir seneddir, ricali de sikadır (mutemeddir). Ebu Davud ile Ibn Mace, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Rasûlullah (s.a.v.), def-i hacete giderken uzaklaşırdı." Beyhakî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.), Mekke'ye giderken yolda def-i hacete çıktı. O kadar uzaklaştı ki, hiç kimse onu göremiyordu. Sütre yapmak için bir­şey bulamadı, iki ağaç gördü..." Ravi, burada o iki ağacın kıssası ile de­venin kıssasını Cabir'in hadisine benzer bir şekilde nakleder.

Beyhakî, Üsame b. Zeyd'den, Yala b. Mürre ile Cabir b. Abdullah'ın hadislerindeM ifadelere benzer uzun bir hadisi nakletmiştir. Bu hadis­te, düşüp bayılan çocuğun kıssası ile anasının Rasulallah'a kızartılmış bir koyun getirmesi olayı anlatılmaktadır. Ravi diyor ki:

"Koyunun etini yemeye başlayan Rasûlullah (s.a.v.), bana:

- Paçayı bana ver, dedi. Ben de ona paçayı verdim. (Onu yedikten sonra):

- Bana paçayı ver, dedi. Ben de:

- Koyunun iki ön ayağından başka ön ayağı var mı ki? diye karşılık verdim. O da şöyle buyurdu:

- Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim İd, eğer sussay-dın istediğim sürece sen bana paça verecektin."

Bundan sonra ravi, hurma ağaçlarınm bir araya gelip Rasûlullah'a sütre oluşturduklarını ve bu ağaçlarla birlikte taşların peş peşe atıhrca-sına oraya intikal ettiklerini anlatmıştır. Ancak bu anlatımında deve kıssası yoktur. Bu sebeple o kıssayı lafız ve senediyle nakletmemiştir. Yardımına müracaat edilecek olan zat, yüce Allah'tır.

Hanz îbn Asakir, Gaylan b. Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber bir sefere çıktık. Hayret verici du­rumlar gördük."

Ravi burada, o iki ağacın kıssasını ve Rasûlullah'ın def-i hacet esna­sında onların duldasına girişini, bayılan çocuğun kıssasını ve Ra­sûlullah'ın ona: "Bismillah. Ben Allah Rasûlüyüm, ey Allah düşmanı çık." deyişim, bu dua üzerine çocuğun iyileştiğini anlatmakta, sonra da ürken iki devenin kıssasını, onların Rasûlullah'a secde edişlerini de nakletmektedir. Belki bu başka bir kıssadır. Doğrusunu Allah bilir.

Önceki sayfalarda, Cabir'in hadisini ve onun yorgun düşmüş devesinin kıssasını anlatmıştık. Bu hadise, onların Tebük gazvesi dönü­şünde cereyan etmişti. Devesi, kervanın arka tarafinda kalıp gerilemiş­ti. Peygamber (s.a.v.) ona yetişip dua etmiş, vurmuş, sonra da o deve da­ha önce misli görülmemiş bir şekilde hızla yürümeye başlamış ve bütün kervanın önüne geçmişti.' Peygamber (s.a.v.)'in o deveyi Cabir'den satın aldığını da söylemiştik. Ancak bedeli hususunda raviler arasında çok ihtilaf vardır. Ancak bedelinin farklılığına dair muhtelif rivayetler, kıs­sanın aslına zarar vermemektedir. Nitekim bunu daha önce de açıkla­mıştık. Önceki sayfalarda da geçtiği gibi Peygamber (s.a.v.), Medine'de insanların bir ses duymaları üzerine Ebu Talha'nın atma binmişti. O at daha önceleri çok ağır yürürdü. Diğer atlılar da sesin duyulduğu tarafa gitmişler. Rasûlullah (s.a.v.)'m ise geri gelmekte olduğunu görmüşler­di. O, durumu keşfettikten sonra dönmüştü ve kayda değer birşeye rast­lamamıştı. Kılıcını kuşanarak eğersiz bir şekilde o ata binmişti. Dönü­şünde halka:

- Korkmayın, paniğe kapılmayın, hiçbir şeye rastlamadık, demiş­ti.

O at, o geceden önceleri çok ağır yürürdü, ondan sonra artık hiçbir at onu geçemiyor, kendisi de yürürken toz çıkarmıyordu. Bütün bunlar, Rasûlullah (s.a.v.)'m bereketiyle olmuştu. [18]

 

Deve Kıssasıyla İlgili Garîb Bir Hadis

 

Şeyh Ebu Muhammed Abdullah b. Hamid el-Fakih, «Delâilü'n-Nü-büvve» adlı kitabında, Ğuneym b. Evs er-Razf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber oturmaktaydık. O esnada bir deve­nin koşarak geldiğini ve Allah elçisinin huzurunda ürkek bir şekilde durduğunu gördük. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Ey deve, sakin ol. Eğer doğru isen, doğruluğun sana faydası ola­caktır. Eğer yalancı isen, yalanının sana zararı vardır. Bununla beraber yüce Allah, bize sığınana eman vermiştir. Bize dehalet eden korkmaz.

Biz:

- Ya Rasulallah, şu deve ne diyor? diye sorduk. O da şu cevabı ver­di:

- Sahibi bu deveyi kesmeye niyetlenmiş, o da sahibinden kaçıp gel­miş ve Peygamberinizden medet diliyor.

Biz böyle konuşmaktayken bir de baktık ki, devenin sahipleri koşa­rak geldiler. Deve onlara bakınca, Rasûlullah'm baş ucuna geldi. Sahip­leri dediler ki:

- Ya Rasulallah, şu bizim devemizdir. Üç günden beri kaçaktır. Biz onu senin huzurunda bulabildik.

- O, sizden çok acı bir şekilde şikayetçi oldu.

- Ne dedi ya Rasulallah?

- Develeriniz arasında gelişip güçlendiğini, yazın onu çimenliğe

yük yükleyerek gönderdiğinizi, kış olunca da onu deve yavrularının bu­lunduğu yere gönderdiğinizi soyuyor.

- Öyledir ya Rasulallah.                                               

- îyi ve salih kölenin, efendilerinden göreceği mükâfat ne olmalı­dır?

- Ya Rasulallah, biz onu artık satmayız ve kesmeyiz.

- O medet diledi, ama siz ona eman vermediniz, yardımcı olmadı­nız. Ben rahmet hususunda sizden daha önceyim. Yüce Allah, münafik-larm kalplerinden merhameti çıkarıp mü'minlerin kalplerine yerleştir­miştir!

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), o deveyi sahiplerinden yüz dirheme satın aldı. Sonra da deveye şöyle hitab etti:

- Ey deve! Git, artık sen Allah rızası için serbestsin. Rasûlullah'm

bu hitabı üzerine deve gelip onun yanı başında böğürdü. Rasûlullah (s.a.v.) da amin dedi. ikinci kez böğürdü, Rasûlullah (s.a.v.) da amin de­di. Deve üçüncü kez böğürünce, Allah elçisi yine amin dedi. Deve dör­düncü kez böğürünce Rasûlullah (s.a.v.) ağladı.

- Ya Rasulallah, şu deve ne diyor? diye sormamız üzerine şu karşı­lığı verdi:

- Ey Peygamber, Allah sana İslâm'dan ve Kur'ân'dan hayır mükâfat versin, dedi; ben de amin dedim. Sen benim korkumu dindirdi­ğin gibi Allah da kıyamet gününde senin ümmetinin korkusunu dindir­sin, dedi. Ben de amin dedim. Sen benim canımı koruduğun gibi Allah da senin ümmetinin canını düşmanlarına karşı korusun, dedi. Ben de amin dedim. Allah savaşını ümmetinin kendi arasına koymasın, dedi. Ben de ağladım ve dedim ki: Bu altı şeyi Rabbimden diledim; biri dışın­da hepsini bana verdi. Cebrail de ümmetimin kılıçla yok olacağını, Al­lah katından bana bildirdi. Ve olacak şeyler hakkında kader kalemi hükmünü verdi."

Ben derim ki: Bu hadis, cidden gariptir. Senedinde ve metninde ga-riblik ve münkerlik vardır, doğrusunu Allah bilir. [19]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/126-136.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/137.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/138-141.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/141-173.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/143-148.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/148-149.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/149.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/150-151.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/151-154.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/154.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/154-155.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/155-156.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/156-160.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/160-162.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/163-166.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/167-172.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/173-176.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/177-186.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/186-187.