Koyunun Rasûlullah'a Secde Etmesi 1

Kurdun, Rasûlullaıtın Peygamberliğine Şahadet Etmesi 1

Hz. Peygamberin Evindeki Yırtıcı Hayvanın Kıssası 4

Aslan Olayı 5

Geyik Vaıcası 5

Keler Kıssası 7

Eşekle İlgili Hadîs. 9

Kaya Kuşu İle Îlgîlî Mucize. 10

Işık Mucizesi 10

Temim Ed-Dârî'nîn Kerameti 11

Bu Ümmetten Bir Velinin Kerameti 11

Alâ B. Hadremî Île Dîğer Bir Kişinin Olayı 12

Zeyd B. Harîce Kıssası Ve Onun Öldükten Sonra Konuşması 14

Ölülerin Konuşmaları Ve Tuhaf Halleri 16

Küçük Çocuklar Ve Dilsizlerin Konuşmaları 16

Hastalığa Yakalanan Ve Rasûlullah'ın Duası Üzerine Iyîleşen Kîşîler. 17

Rasûlullah'ın Hayır Duaları 22

Fasıl 26

Fasıl 31

 

Koyunun Rasûlullah'a Secde Etmesi

 

Ebu Muhammed Abdullah b. Hamid, Enes b. Malik'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve Ensâr'dan bir adamla bir­likte Ensâr'dan birinin bahçesine girdi. Bahçede bir koyun vardı. Rasûlullah'a secde etti. Ebu Bekir dedi ki:

- Ya Rasulallah, şu koyuna nisbetîe bizim sana secde etmemiz ge­rekir.

- Bir kimsenin, bir başkasına secde etmesi uygun olmaz. Eğer uy­gun olsaydı, kadının kocasına secde etmesini emrederdim."

Bu, garib bir rivayettir. Senedinde tanınmayan kişiler vardır. [1]

 

Kurdun, Rasûlullaıtın Peygamberliğine Şahadet Etmesi

 

imam Ahmed b. Hanbel, Yezid kanalı ile Ebu Said el-Hudrî'nin şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

"Bir kurt, bir koyuna saldırdı. Yakaladı. Çoban, koyunu kurtarmak için kurdun pençesinden çekti. Bunun üzerine kurt, arkası üstü oturup şöyle dedi:

- Allah'tan korkmaz mısın sen? Allah'ın bana gönderdiği bir rızkı elimden çekip alıyorsun! Adam, hayret ve dehşet içinde:

- Hayret, bir kurt benimle insanlar gibi konuşuyor!

- Bundan daha hayret verici birşeyi sana haber vereyim mi? Mu-hammed, Medine'de öncekilerin haberlerini insanlara bildiriyor!

Çoban, koyunlarını önüne katıp Medine'ye geldi. Koyunları Medi­ne'nin bir köşesine bıraktı. Sonra Rasûlullah'm yanma gelip durumu anlattı. Rasûlullah (s.a.v.) da emir verdi, insanların mescide toplanma­ları çağrısında bulundu. Sonra Rasûlullah, çıkıp çobana dedi ki:

- Gördüklerini cemaata anlat.

Çoban gördüklerini orada toplanan cemaata anlatınca, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- Doğru söyledi. Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, canavarlar insanlarla konuşmadıkça, kişi kendi kır­bacının ucuyla ve ayakkabısının bağıyla konuşmadıkça ve baldırı da kendisinden sonra ailesinin ne yaptığını kendisine haber vermedikçe kıyamet kopmayacaktır."

Beyhakî, bunun sahih olduğunu söylemiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu'l-Yeman kanalıyla Ebu Said el-Hud-rfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bir ara bedevinin biri, Medine'nin bir tarafında koyunlarını otlat­maktayken kurdun biri gelip koyunlarından birine saldırdı. Pençeleri arasına aldı. Bedevi çoban gelip koyunu kurttan kurtarmaya çalıştı, kurda bağırıp çağırdı. Ancak kurt inad etti. Gidip kuyruğunu yere vura­rak arkası üstü oturdu ve çobana hitab etti:

- Allah'ın bana nasib ettiği bir rızkı elimden alıyorsun!

- Hayret, kuyruğunu yere vuran bir kurt benimle konuşuyor ha!

- Vallahi ey çoban, sen bundan daha hayret verici şeyleri bırakmışsın, benimle uğraşıyorsun.

- Bundan daha hayret verici ne var?

- iki kara taşlık arasında, iki hurma bahçesi arasındaki Allah Rasûlü, insanlara geçmişte olan şeylerle gelecekte olacak şeyleri haber

veriyor!

- Bunun üzerine bedevi çoban, koyunlarına ünledi, onları önüne katıp Medine'nin bir taranna bıraktı, sonra Peygamber (s.a.v.)'in evine doğru yola koyuldu, gelip kapısını çaldı. Peygamber (s.a.v.), namazını tamamladıktan sonra:

- Koyunların sahibi bedevi nerede? diye sordu. Bedevi ayağa kalk­tı. Rasûlullah (s.a.v.) ona:

- Duyduklarını ve gördüklerim insanlara anlat, dedi. Bedevi'de gördüğü kurdun durumunu ve ondan işittiği sözleri insanlara anlattı. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu:

- Doğru söyledi. Kıyametten önce bazı alametler görülecektir. Nef­sim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, sizlerden biri, ailesi­nin yanından çıktıktan sonra ayakkabısı veya kırbacı veya değneği ken­disinden sonra ailesinin ne yaptığını kendisine haber vermedikçe, kıya­met kopmayacakür."

imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Bir kurt, bir koyun sürüsüne gelerek bir koyunu kapıp aldı. Sürü­nün çobanı onunla uğraştı, nihayet koyunu onun pençesinden kurtardı. Bunun üzerine kurt, bir tepeye çıkıp kuyruğunu yere vurarak arkası üs­tü oturdu ve şöyle dedi:

- Allah'ın bana nasib ettiği bir rızka yöneldim, ama sen onu elim­den çekip aldın!

- Vallahi bugüne kadar konuşan bir kurt görmedim.

- Bundan daha hayret verici birşey var. Bir adam iki hurmalık ve iki kara taşlık arasında (Medine'de) geçmişteki hadiseleri ve bundan sonra cereyan edecek hadiseleri size haber veriyor!

Çoban Yahudi idi. Peygamber (s.a.v.)'in yanına gidip Müslüman ol­du. Gördüğü hadiseyi ona bildirdi. Peygamber (s.a.v.) de onu tasdik etti. Sonra da şöyle dedi:

- Bu, kıyametten Önce görülecek alametlerden biridir. Yakın bir zamanda kişi evinden çıkacak, evine dönmeden ayakkabıları ve değne­ği, kendisinden sonra ailesinin ne yaptığını kendisine anlatacaktır."

«Delâilü'n-Nübüvve» adlı eserde Ebu Nuaym, Enes b. Maliksin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

ebük gazvesinde Peygamber (s.a.v.) ile beraberdim. Koyunlarım ürküp kaçtılar. Kurdun biri gelip sürüden bir koyunu kapıp aldı. Çoban­lar onun peşinden koştular. Kurt, dedi ki:

- Allah'ın-bana yedireceği bir rızkı elimden çekip alacaksınız. Öyle mi?

Oradakiler şaşkına döndüler. Kurt, konuşmasına devamla şöyle dedi:

- Kurdun konuşmasından ne diye hayrete düşüyorsunuz? Oysa Muhammed'e vahiy nazil olmuştur. Kimi onu tasdik etmiş, kimi de ya­lanlamıştır."

Beyhakî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m zamanında bir çoban vardı. Kurdun biri gelip sürüsüne saldırdı ve bir koyunu kapıp götürdü. Çoban da arkasından koşup koyunu, kurdun pençesinden kurtardı. Kurt dönüp ona şöyle de­di:

- Allah'tan korkmaz mısın sen? Allah'ın bana yedireceği bir rızkı pençemden çekip alıyorsun!

- Hayret, bir kurt konuşuyor!

- Sana bundan daha hayret verici birşeyi göstereyim mi? O şey de şudur: Hurmalıkta (Medine'de) bir adam var, insanlara geçmişlerin ve sonradan geleceklerin haberlerini anlatıyor, işte onun bu durumu, be­nim konuşmamdan daha hayret vericidir.

Kurdun böyle söylemesi üzerine çoban koşup Medine'ye geldi. Ra-sûlullah'm huzuruna varıp durumu haber verdi ve Müslüman oldu. Rasûlullah (s.a.v.) da ona:

- Bu durumu insanlara da anlat, dedi."

Hafiz b. Adiy, Ebu Bekr b. Ebi Davud'un şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Halk, o çobanın oğullarına: "Kurtla konuşanın oğullan." derdi. Onların malları ve davarları vardı. Huzaa kabilesine mensubtular. Kurtla konuşan kişinin adı Esban'dır. Muhammed b. Eşlas el-Huzaî, onun evladuıdandır."

Beyham dedi ki: Bu da bu hadisenin meşhur olduğunu göstermekte­dir ve sözü edilen hadisi de takviye etmektedir.

Beyhakî, Ebu Süleyman el-Makrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Bir merkebe binerek bazı şehirleri dolaşmaya gittim. Ne var ki, merkeb beni yoldan saptırıyordu. Başına vurdum. Birkaç darbe vurun­ca, başını kaldırıp bana şöyle dedi:

- Vur ey Ebu Süleyman vur. Senin beyninde ancak: "O işte vuru­yor." diye yazılıdır.

- Anlaşılır şeyler söylüyorsun!

- Nasıl sen benimle konuşuyorsan, ben de seninle konuşuyorum." Said b. Mesud, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "O kurt geldi, Peygamber (s.a.v.)'in huzurunda oturdu. Kuyruğunu

sallamaya başladı. Rasûlullah'tan birşeyler umuyordu. Rasûlullah da sahabelere şöyle dedi:

- Bu, kurtların elçisidir. Mallarınızdan kendisine birşey vermeni­zi istemek için buraya geldi.

- Hayır, vallahi bunu yapmayız (ona hiçbir şey vermeyiz). Orada hazır bulunanlardan biri, bir taş alıp kurda firlattı. O da arkasını dönüp uluyarak gitti. Bu durumu gören Rasûlullah (s.a.v.):

- Kurt, ama ne kurt? dedi."

Muhammed b. îshak, Hamza b. Ebi Üseyd'in şöyle dediğini rivayet

etmişti:

"Rasûlullah (s.a.v.), EnsâVdan bir adamın Baki mezarlığına gömül­mekte olan cenazesi için mezarlığa gitti. Yolda bir kurdun ön ayaklarını yere yaymış olduğunu gördü.

- Bu sizden birşeyler istemek için gelmiş, deyince sahabeler:

- Sen bu hususta ne teklif edersin ya Rasulallah? diye sordular. Rasûlullah da:

- Senelik olarak otlayan her sürüden bir koyun verin.

- Çoktur ya Rasulallah.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), gerektiğinde gelip onlardan an­sızın bir şeyler kapıp götürmesi için kurda işaret etti.

Kurt da çekip gitti."

Vakidî, Muttalib b. Abdullah b. Hanteb'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), Medine'de iken kurdun biri gelip huzu­runda durdu. Rasûlullah (s.a.v.):

- Bu, kurtların size gönderdiği elçidir. Dilerseniz ona malınızdan birşeyler verin ki, başkalarına saldırmasın. Yok, isterseniz onu kendi haline biralarsınız, ona karşı tedbirinizi alırsınız. Buna rağmen sizden birşey kapıp götürürse o da onun rızkı olur, dedi.

- Ya Rasulallah, ona birşey vermeye gönlümüz razı olmuyor, dedi­ler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), gerektiğinde insanlardan bir-şeyleri ansızın kapıp götürmesi için kurda üç parmağıyla işaret etti. O da arkasını dönüp uluyarak gitti."

Ebu Nuaym, Cüheyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yüz kadar kurt temsilcileri, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gelip oturdular. Rasûlullah (s.a.v.) da orada bulunan sahabelere şöyle dedi:

— işte bunlar kurtların temsilci heyetleridir. Kendilerine azıkları­nızdan birşey vermenizi istemek üzere size gelmişler ki, bunların zarar­larından emin olasınız.

Ancak sahabeler, kendilerinin muhtaç olduklarını söyleyerek Rasûlullah'a şikayette bulundular. Kurtlar da dönüp gittiler. Uluyarak uzaklaştılar."

Vehb b. Münebbih'in rivayetine göre böyle bir durum, Ebu Süfyan b. Harb ile Safvan b. Ümeyye'nin de başına gelmiş. Bunlar bir kurdun bir çocuğu alıp Harem'e getirdiğini, oraya bıraktıktan sonra dönüp gittiğini görmüşler ve hayret etmişler. Kurt da onlara şöyle demiş:

- Bundan daha hayret verici birşey var: Medine'de Abdullah oğlu Muhammed, sizi Cennet'e davet ediyor, siz ise onu Cehennem'e davet ediyorsunuz.

Ebu Süfyan dedi ki:

"Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, eğer ben bu durumu Mekke'de in­sanlara anlatacak olsaydım, halk şehri terkederdi." [2]

 

Hz. Peygamberin Evindeki Yırtıcı Hayvanın Kıssası

 

Bu hayvan, Peygamber (s.a.v.)'e saygı gösterirdi. Bu konuda İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'m evinde yırtıcı bir hayvan vardı. Rasûlullah (s.a.v.) evden çıkıp gittikten sonra bu hayvancağız oynar, sağa sola ko­şar, önce arkaya doğru giderdi. Rasûlullah'ın eve girdiğini hissedince, ayaklarını kıvırıp otururdu. Rasûlullah evde olduğu sürece ağzını dahi açmazdı ki, Rasûlullah rahatsız olmasın."

Bu, meşhur bir hadistir. Doğrusunu Allah bilir. [3]

 

Aslan Olayı

 

Rasûlullah (s.a.v.)'ın azadlısı Sefine'nin tercüme-i halinden bahse­derken onun bir gemiye binmiş olduğunu, dalgalar sebebiyle geminin parçalanması esnasında tahta levhalardan birine tutunduğunu, böyle­ce denizdeki bir adaya ulaştığını söylemiştik. Sefine, orada bir aslanla karşılaşmış ve ona şöyle demişti:

- Ey Ebu Haris! Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m azadlısı Sefine'yim!

Sefine diyor ki: Ben böyle deyince o, pençesini hafifçe omuzuma vur­du ve beni iteleye iteleye yola kadar götürdü. Sonra homurdandı. Ho­murdanmakla bana veda ettiğini anladım.

Abdurrezzak, Muhammed b. Münkedir*in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah'm azadlısı Sefine, Rum diyarında orduyu kaybetmiş veya oralarda esir düşmüştü. Orduyu aramak için kaçıp yollara düş­müştü. Yolda bir. aslanla karşılaşmış ve ona şöyle demişti:

- Ey Ebu Haristey Aslan), ben Rasûlullah (s.a.v.)'m azadlısıyım. Başıma şu ve şu haller geldi.

Sefine nin böyle demesi üzerine aslan kuyruğunu sallayarak yanı başında durdu. Onun sesini duydukça ona sokuluyordu. Sonra yanı ba­şında yürümeye başladı ve nihayet onu orduya ulaştırdı. Sonra da geri döndü." [4]

 

Geyik Vaıcası

 

Merhum Hafiz Ebu Nuaym Naim el-İsbahanî, «Delâilü'n-Nübüvve» adlı kitabında, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir geyiği avlayıp çadırın direklerinden birine bağlayan bir kavme uğradı. Geyik, onu görünce şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, beni yakaladılar. İki yavrum var. Onlardan izin iste, beni bıraksınlar. Gidip yavrularımı emzireyim, sonra tekrar yanla­rına dönüp geleyim.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Şu geyiğin sahipleri nerede? diye sordu. Oradakiler şöyle cevap verdiler:

- Biziz ya Rasulallah.

- Bunu bırakın, gidip yavrularını emzirsin, sonra tekrar dönüp ya­nınıza gelsin.

- Bunu bize kim garanti eder?

- Ben.

Rasûlullah'm teminat vermesi üzerine geyiği bıraktılar. O da gidip yavrularını emzirdi, sonra tekrar sahiplerinin yanma döndü. Onu yine direğe bağladılar. Rasûlullah (s.a.v.), yine oraya gelince şöyle sordu:

- Şunun sahipleri nerede?

- Biziz ya Rasulallah, işte buradayız.

- Bunu bana satar mısınız?

- Senin olsun ya Rasulallah.

- Öyleyse onu salıverin.

Onlar da geyiği salıverdiler. Hayvancağız çekip gitti."

Ebu Nuaym, Peygamber (s.a.v.)'in zevcesi Ümmü Seleme'nin şöyle

dediğini rivayet etmiştir:

"Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), bir yerlerde dolaşırken görünmeyen bir

ses duydu:

- Ya Rasulallah, ya Rasulallah.

Hz. Peygamber:

- Arkama dönüp baktım, hiç kimseyi görmedim. Ama o görünme­yen ses, yine bana seslendi. Sesin geldiği-tarafa yöneldim. Yürümeye başladım. Bir geyiğin kuvvetli bağlarla bağlanmış olduğunu gördüm. Öte yandan da bir bedevi bir örtüye bürünmüş, güneşte uyumaktaydı.

Geyik dedi ki:

- Ya Rasulallah, şu bedevi beni az Önce avladı. Ama şu dağda be­nim iki yavrum var. Eğer müsaade edersen beni bıraksın, gidip onları emzirenim, tekrar buraya geleyim, beni yine bağlasın, olmaz mı?

Rasûlullah dedi ki:

- Böyle yapar mısın?

- Eğer böyle yapmazsam, sözümü yerine getirmezsem Ailah, Aşşar'm azabıyla beni azablandırsm.

Geyiğin böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), onu salıverdi. O da gidip yavrularım emzirdi, tekrar dönüp geldi. Rasûlullah (s.a.v.), onu bağlarına bağlamaktayken avcı bedevi uyandı ve şöyle dedi:

- Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu az önce avlamıştım. Ona ihtiyacın mı var?

- Evet.

- Senin olsun.

Böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), geyiği salıverdi, ö da sıçraya sıçraya koşarak çöle gitti. Hayvancağız sevinmiş olduğundan ayaklarının ikisini yere vurarak sıçrıyor ve şöyle diyordu:

- Allah'tan başka ilah olmadığına, senin de Allah rasûlü olduğuna şahadet ederim."

Hafız Ebu Bekr el-Beyhakî, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir çadıra bağlanmış bir geyik gördü. Geyik ona dedi ki:

- Ya Rasulallah, beni salıver, gidip yavrumu emzireyim. Sonra tekrar döneyim ve beni yine çadıra bağla.

Rasûlullah (s.a.v.):

- Sen bir kavmin avısın. Onların çadırına bağlanmışsın, dedi. On­dan yemin etmesini istedi. O da yemin etti. Sonra bağını çözdü. Hayvan­cağız gittikten kısa bir süre sonra dönüp geldi. Memesindeki sütleri sil­keledi. Rasûlullah (s.a.v.) da onu tekrar eski yerine bağladı. Sonra çadı­rın sahipleri geldiler. Geyiği kendisine hibe etmelerini onlardan istedi. Onlar da geyiği kendisine hibe ettiler. Sonra Rasûlullah, onun bağını çözdü ve şöyle buyurdu:

- Eğer sizin bildiğiniz kadar hayvanlar ölümü bilselerdi, onların asla yağlarını ve etlerini yiyemezdiniz,"

Beyhakî, Zeyd b. Erkam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.)'le birlikte Medine'nin bazı yollarında dolaşıyor­duk. Bir bedevi çadırının önünden geçmekteyken, bir geyiğin çadıra bağlı olduğunu gördük. Geyik dedi ki:

- Ya Rasulallah, şu bedevi beni avladı. Çölde iki yavrum var, me­melerimde sütüm katılaştı. Ne beni kesiyor ki, rahatımı bulup kurtula­yım, ne de beni salıveriyor ki, yavrularımın yanına gideyim.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Eğer seni salıverirsem, tekrar buraya döner misin?

- Dönerim. Eğer dönmezsem Allah beni Aşşar'm azabıyla azablandır sın.

Rasûlullah (s.a.v.), böyle demesi üzerine geyiği salıverdi. Çok geç­meden hayvancağız dilini çıkarıp soluyarak geldi. Rasûlullah da tekrar onu çadıra bağladı. Bedevi adam, yanında bir kırba su ile oraya geldi. Rasûlullah (s.a.v.) ona sordu:

- Şu geyiği bana satar mısın?

- Senin olsun ya Rasulallah.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), geyiği serbest bıraktı."

Ravi Zeyd b. Erkanı diyor ki:

«Allah'a yemin ederim ki, o geyiğin çölde teşbih getirdiğini gördüm. "Lâ ilahe illallah Muhammedün Rasûlullah" diyordu". Bu hadisle ilgili rivayetlerin bir kısmında münkerlik vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Peygamber (s.a.v.)'in süte bereket katıp çoğaltması babında da an­lattığımız gibi çölde iken Rasûlullah (s.a.v.)'a bir koyun gelmiş, Rasûlullah (s.a.v.) da Ebu Bekir'in azadhsı Hasan b. Said'e, o koyunu sağmasını emretmiş, o da koyunu sağmıştı. Rasûlullah, o koyunu gece­leyin muhafaza etmesini Hasan'a emretmiş, ancak o farkında değilken koyun çekip gitmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Onu getiren götürdü de, demişti.

Önceki sayfalarda da ifade ettiğimiz gibi bu hadis, sahabelerden iki yolla rivayet edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [5]

 

Keler Kıssası

 

Beyhakî, Ebu Mansur Ahmed b. Ali ed-Damganî kanalı ile Ömer b. Hattab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), ashabıyla bir toplantı halindeydi. Beni Süleym kabilesinden bir bedevi geldi. Bir keler avlamış, onu yerine koymuştu ki, götürüp eşyalarının yanında pişirip yesin. Topluluğu görünce:

- Bu kimdir? diye sordu. Sahabeler de:

- İşte bu, peygamber olduğunu söyleyen zattır, diye cevap verdiler. Bunun üzerine o da geldi, topluluğun arasına girdi ve şöyle dedi:

- Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, gökte ve yerde dili bulunan kimse­lerden senin kadar kendisine öfke duyduğum, kızdığım başka bir kimse yoktu. Eğer kavmin beni aceleci olarak niteleyecek olmasaydı, ben tez davranır ve seni öldürürdüm. Seni öldürmem yüzünden siyah, beyaz, kızıl tenli ve diğer renklerden olan her millet sevinecekti.

Ömer b. Hattab dedi ki:

- Ya Rasulallah, izin ver de kalkıp şu adamı öldüreyim.

- Ey Ömer, bilmez misin ki, yumuşak huylu adam neredeyse pey­gamber olacaktı?

Rasûlullah (s.a.v.), böyle dedikten sonra o bedeviye dönüp şöyle sordu:

- Bu sözleri söylemeye seni iten sebep neydi? Sen gerçek olmayan birşey söyledin ve meclisimde bana saygı göstermedin.

- Hâlâ benimle konuşuyor musun sen? (Böyle diyerek Rasûlullah'ı küçümsedi.) Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, şu keler sana iman etmedik­çe, ben sana iman etmeyeceğim.

Böyle dedikten sonra, keleri yerinden çıkarıp Rasûlullah'm önüne bıraktı. Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Ey keler! diye seslendi. Keler de ona fasih bir Arapça ile cevap verdi. Oradakiler de onun cevabım hep birlikte işittiler. Keler, şöyle ce­vap vermişti:

- Buyur, sana mutluluklar dilerim, ey kıyamete gelenlerin ziyneti.

- Ey keler, sen kime ibadet edersin?

- Arş'ı semada, saltanatı yerde, yolu denizde, rahmeti Cennet'te ve azabı da Cehennem'de olana ibadet ederim.

- Ey keler, ben kimim?

- Alemlerin Rabbinin elçisi ve peygamberlerin de sonuncususun, seni tasdik eden kurtuluşa erer. Seni yalanlayan kayba uğrar.

Bunun üzerine o bedevi şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki, gözümle gördüğüm şeyden sonra haber­lere uymayacağım. Allah'a yemin ederim ki, ben sana geldiğimde yeryü­zünde senin kadar kızdığım başka bir kimse yoktu. Ama bugün sen ba­na babamdan da, gözümden de, canımdan da daha sevgilisin. Ben seni içim ve dışımla, gizlilik ve aşikârlığımla seviyorum. Allah'tan başka ilah bulunmadığına, senin de Allah Rasûlü olduğuna şahadet ediyo­rum.

Bedevinin bu sözünden sonra da Rasûlullah şöyle buyurdu:

- Seni benim vasıtamla hidayete erdiren Allah'a hamd olsun. Doğ­rusu şu din yücelir ve onun üstüne hiçbir şey de çıkamaz ve bu din, an­cak namazla kabul edilir. Namaz da ancak Kur'ân'la kabul edilir.

- Bana Kur'ân'ı öğret.

Rasûlullah da bedeviye Ihlas sûresini öğretti. Bedevi dedi ki:

- Bana daha fazlasını öğret. Çünkü ben düz sözlerde de, vecizeler­de de bundan daha güzel birşey işitmedim.

- Ey bedevi! Kuşkusuz bu, Allah kelâmıdır. Şiir değildir. Eğer sen, îhlas sûresini bir kez okursan Kur'ân'm üçte birini okumuş kimse kadar sevab kazanırsın. Bu sûreyi iki kez okursan, Kur'ân'm üçte ikisini oku­yan kimse kadar sevab kazanırsın. Bu sûreyi üç kez okursan, Kur'ân'm tamamını okuyan kimse kadar sevab kazanırsın.

- Bizim tanrımız ne güzel bir tanrıdır. Az şeyi kabul ediyor, bol se­vap veriyor.    .

- Senin malın yar mıdır?

- Beni Süleym kabilesinin içinde benden daha yoksul bir adam yok. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ashabına:

- Buna birşeyler verin, diye emretti. Onlar da bedeviye çok mal ve­rip onu nimete boğdular. Abdurrahman b. Avf, kalkıp şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, benim yanımda on aylık gebe olan bir dişi deve var. Horasan devesinden daha düşük ama başıboş develerden de daha yüksek değere sahiptir. Kervana da yetişemez. Tebük gününde bana hediye edilmişti. Şimdi ben bunu vesile kılarak yüce Allah'a yaklaşmak istiyorum. Bunu bu bedeviye vereceğim. Ne dersin?

- Devenin evsafim belirttin. Ben de kıyamet gününde Allah katın­da sana verilecek devenin evsafını belirteyim mi?

- Evet.

- Kıyamet gününde sana, içi oyulmuş inciden yapılma bir deve ve­rilecektir ki, onun ayakları yeşil zebercedden, boynu sarı zebercedden-dir. Üzerinde bir mahfe vardır. Mahfenin üzerinde ipek ve ibrişimler vardır. Seni Sırat köprüsünün üzerinden şimşek gibi geçirecektir. Kıya­met gününde seni gören herkes sana imrenecektir.

- Razı oldum ya Rasulallah.

Sahabelerden aldığı mallarla birlikte o bedevi Rasûlullah'm yanın­dan kalkıp gitti. Yolda Beni Süleym kabilesinden 1000 süvariyle karşı­laştı. Ellerinde birer kılıç ve kargı vardı. Onlara sordu:

- Nereye gidiyorsunuz?

- Şu tanrılarımızı yeren adama gidiyoruz, onu Öldüreceğiz.

- Böyle yapmayın. Çünkü ben, Allah'tan başka ilah bulunmadığı­na, Muhammed'in de Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim.

Böyle dedikten sonra onlara, kendisiyle Rasûlullah arasında geçen şeyleri anlattı. Onlar da topluca şahadet getirerek Rasûlullah'm mecli­sine gittiler. Geldikleri Rasûlullah'a haber verilince o, abasız olarak on­ları karşılamaya çıktı. Onlar da bineklerinden inip Rasûlullah'm nere­sine rastlarsa öpücük kondurarak, "lâ ilahe illallah Muhammedün Rasûlullah" deyip Müslüman oldular. Sonra:

- Ya Rasulallah, bize ne buyuracaksan buyur, dediler. Rasûlullah da:

- Halid b. Velid'in sancağı altında olun, diye emretti. Araplardan bunlar gibi topluca Müslüman olan başka bin kişilik bir grup görülme­di." [6]

 

Eşekle İlgili Hadîs

 

Büyük hadis hafızlarından birkaçı, bunu niünker saymışlardır. Ebu Muhammed b. Abdullah b. Hamid, Ebu Manzur'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Cenâb-ı Allah, peygamberine Hayber fethini nasib edince, ona Hayber ganimetlerinden dört çift katır, dört çift deve, on okiye altın ve gümüş, kara bir eşek ve bir de ölçek nasib etti. Peygamber (s.a.v.), eşekle konuştu, eşek de ona cevap verdi. Eşeğe şöyle sordu:

- Adın nedir?

- Adım Yezid b. Şihab'dır. Allah benim dedemin soyundan doksan eşek yarattı. Bu eşeklere, peygamberlerden başkası binmedi. Dedemin soyundan yeryüzünde benden başka eşek de kalmadı. Peygamberler­den de sadece sen kaldın. Ben, bana binmeni bekliyordum. Senden Önce Yahudi bir adamın mülkiyetinde idim. Onu düşürmek için kasıtlı ola­rak tökezlerdim. Çünkü o benim karnımı aç bırakır, sırtıma da dayak atardı.

- Ben sana Ya'fur adını taktım. Ey Ya'fur!

- Buyur.

- Dişilere arzu duyar mısın?

- Hayır.

Rasûlullah (s.a.v.), işini görmek için ona binerdi. Üzerinden inince onu gerektiği zaman bir adamın kapısına gönderir, o da gidip başıyla kapıya vurup çalar, ev sahibi çıkınca da ona, Rasûlullah'm yanına gel­mesi için işaret ederdi. Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince o, Ebu Heysem b. Nebehan'm kuyusuna gelerek kendini kuyuya attı. Rasûlullah'm ayrı­lık hasretine dayanamadığı için kuyu ona mezar oldu." [7]

 

Kaya Kuşu İle Îlgîlî Mucize

 

Ebu Davud et-Tayalisî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Adamın biri, düz bir araziye gidip kaya kuşu yumurtasını çıkarıp getirdi. Sonra kaya ku­şu gelip Rasûlullah ile ashabının etrafında uçuşmaya başladı. Ra­sûlullah:

- Bunu hanginiz üzdü? diye sorunca, cemaatten bir adam kalkıp:

- Yumurtasını ben aldım, dedi. Rasûlulîah da o kuşa acıdığı için:

- Yumurtasını geri ver, geri ver, dedi."

Beyhakî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir yolculukta Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdik. Bir ağacın yanma geldik. Ağacın üzerinde kaya kuşu yavruları vardı, iki yavruyu da al­dık. Sonra anneleri gelip Rasûlullah'm çevresinde kanat çırpmaya baş­ladı. Rasûlullah da:

- İki yavrusunu alarak, bunu üzen kimdir? diye sordu. Orada bulu­nan bizler de:

- Biziz, diye cevap verdik. Rasûlullah da yavrularmi kendisine geri vermemizi emretti. Biz de iki yavruyu ağaçtaki yuvalarına bıraktık, ama anneleri oraya geri dönmedi."

Beyhakî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) def-i hacete çıkmak istediği zaman epey uzakla­ra giderdi. Yine bir gün def-i hacete gitti. Semüre ağacının altına otur­du. Mestlerini çıkardı. Sonra birini giydi. Bir kuş gelip boşta duran mes­tini aldı, göğe doğru uçarken o mestten bir yılan süzülüp geldi. Ra­sûlullah (s.a.v.) da bu hadise üzerine şöyle buyurdu:

- Bu, Allah'ın bana ikramda bulunduğu bir keramettir. Allah'ım, ben ayakları üzerine yürüyen şeylerin ve karnı üzerine yürüyen (sürü­nen) şeylerin şerrinden sana sığınırım." [8]

 

Işık Mucizesi

 

Buharı, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ashabdan iki adam, Rasûlullah'm yanından çıkıp gittiler. Önlerin­de iki kandil gibi aydınlık vardı. Birbirlerinden ayrıldıklarında da her birinin önünde birer kandil gibi aydınlık vardı. Evlerine ulaşıncaya ka­dar bu aydınlık devam etti."

«Abdurrezzak, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Üseyd b. Hudayr el-Ensârî ile Ensâr'dan bir başka adam, Peygam­ber (s.a.v.)'in yanına gidip bir işlerini konuştular. Gece ilerlemişti. O ge­ce de çok karanlıktı. Nihayet Rasûlullah'm yanından çıkıp evlerine git­mek üzere yola koyuldular. Her birinin elinde de bir değnek vardı. Değ­nekleri, onlara ışık saçtı. Değneklerinin ışığına bakarak yürüdüler. Sonra yolları ayrıldı. Bu defa herbirinin değneği kendisine ışık saçtı ve değneklerinin ışığından istifade ederek evlerine vardılar." Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber yatsı namazını kılıyorduk. O, namaz kılarken secdeye vardığında Hasan ile Hüseyin sırtına atlıyorlardı. Ba­şım secdeden kaldırdığında onları sırtından alıp yere yumuşak bir şe­kilde bırakıyordu. Ama yine secdeye varınca, onlar yine sırtına atlıyor­lardı. Namazım tamamladıktan sonra birini bir tarafa, diğerini de bir tarafa bıraktı. Bundan sonra yanma gidip:

- Ya Rasulallah, bunları annelerine götüreyim mi? diye sordum. O esnada şimşek gibi bir aydınlık zuhur etti. Raşûlullah da onlara:

- Haydi annenize gidin, dedi. Onlar da o nurun aydınlığından isti­fade ederek evlerine gittiler ve nihayet içeri girdiler."

«Tarih» adlı eserde Buharı, Amr el-Eslemî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Çok karanlık bir gecede Rasûlullah'la beraberdik. Ayrıldık, par­maklarım ışık saçtı. Onların ışıklarından yararlanarak yoluma devam ettim."

Beyhakî, Ebu Abs'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Namazlarımı Raşûlullah (s.a.v.)'la beraber kılıyor, sonra Beni Ha­rise yurduna dönüyordum. Yağmurlu, karanlık bir gecede mahallemize dönmek üzere Mescid-i Nebevfden dışarı çıktım. Değneğimden bir nur zuhur etti. 3 nurun aydınlığından yararlanarak Beni Harise yurduna ulaştım."

Beyhakî der ki: Ebu Abs, Bedir gazvesine katılanlardandır.

Ben derim ki, Tabiinden Yezidb. Esved adlı zattan rivayet ettiğimi­ze göre Ebu Abs, Cisr'den gelip Dımaşk camiinde namaz kılarmış. Belki de o karanlık gecede ayak baş parmağı ona aydınlık saçmıştır.

Tufeyl b. Amr ed-Devsf nin hicretten önce Mekke'de İslâm'a girişine dair kıssayı önceki kısımlarda nakletmiştik. Bu kıssada anlatıldığına göre o, kavmim İslâm'a davet etmek için keramet olarak gösterebileceği birşeyi Rasûlullah'tan istemişti. Bu dileği kabul edilmiş olacak ki o, kavmine giderken tepe aşağı inişinde iki gözünün arasında bir nur be­lirmiş ve etrafa aydınlık saçmış. Bunun üzerine kendisi de: "Allah'ım, korkarım ki kavmim bunun, benim için bir azab olduğunu sanırlar?" de­miş, bu yüzden Cenâb-ı Allah da o aydınlığı gözlerinin arasından alıp değneğinin ucuna aktarmıştı ve kavmi de değneğinin ucundaki aydınlı­ğı, kandilden saçılan ışık gibi görmeye başlamışlardı. [9]

 

Temim Ed-Dârî'nîn Kerameti

 

Hafız el-Beyhakî, Muaviye b. Harmel'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Medine'nin kara taşlığında bir ateş görüldü. Bunun üzerine Hz. Ömer, Temim ed-Dârfye gelip:

- Şu ateşin yanma gel bakalım, dedi. O da şu karşılığı verdi:

- Ey mü'minlerin emiri, ben kimim, ben neyim ki oraya geleyim?

Hz. Ömer ısrar etti, nihayet o da çaresiz, kalkıp onunla birlikte ate­şin yanma geldi. Ben de ikisinin peşinden oraya gittim. Ateşin yanına gittiler. Temim ed-Dârî ateşi elleriyle iteledi, iteledi, nihayet boğaza ka­dar götürdü. Kendisi de ateşin ardı sıra oraya girdi. Hz. Ömer, o esnada şöyle diyordu:

- Gören, görmeyen gibi değildir (Bu sözünü üç kez tekrarlamıştı.)." [10]

 

Bu Ümmetten Bir Velinin Kerameti

 

Keramet de mucizelerden sayılır. Çünkü bir velinin gösterdiği kera­met, onun peygamberinin mucizesidir.

Hasan b. Urve, Ebu Sebre en-Nehaî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Yemen'den bir adam geldi. Yoldayken eşeği ölmüştü. Kalkıp ab-dest aldı, iki rekat namaz kıldı. Sonra şöyle dua etti: "Allah'ına* ben se­nin yolunda cihad etmek ve senin rızanı kazanmak amacıyla Define'den kalkıp geldim. Şahadet ederim ki, sen ölüleri diriltir, mezardakileri de canlandırarak çıkarırsın. Bugün beni bir kimsenin minneti altına sokma. Bugün senden eşeğimi diriltmem istiyorum." Adamın böyle dua et­mesi üzerine eşeği, kulaklarım çırparak ayağa kalktı."

Beyhakî, bu senedin sahih olduğunu söylemiştir. Böyle bir olay, şe­riat sahibi için bir keramettir.

Ebu Bekr b. Ebu'd-Dünya, "Men âşe ba'del-mevti" (Ölümden sonra yaşayan) adlı kitapta, Şa'bf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Allah yolunda gönüllü cihad etmek isteyen bir topluluk, Ye-men'den çıkıp geldi. Yolda iken onlardan birinin eşeği öldü. O adamın kendileriyle birlikte gelmesini istediler, ama adam bu isteklerini kabul etmedi. Kalkıp abdest aldı. Namaz kılda, sonra şöyle dua etti: "Allah'ım, ben Define'den senin yolunda cihad etmek ve rızanı taleb etmek maksa­dıyla çıkıp geldim ve senin ölüleri diriltip mezardakilerini canlandıra­rak çıkardığına şahadet ediyorum. Bugün beni hiç kimsenin minneti al­tına sokma. Senden, eşeğimi diriltmeni istiyorum."

Böyle dedikten sonra eşeğinin yanma gitti. Eşeği de kulaklarım sal­layarak ayağa kalktı. Adam da eşeğini semerleyip gemledi. Sonra binip yürüttü, arkadaşlarına ulaştı. Ona dediler ki:

- Sende ne var?

- Bende şu var ki, Allah eşeğimi diriltti. Şa'bî dedi ki:

- Ben o eşeğin Kufe'de satıldığını gördüm."

îbn Ebu'd-Dünya, Müslim b. Abdullah b. Şureyk en-Nehaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"O eşeğin sahibi Naha'dan bir adamdı. Adı, Nubate b. Yezid'di. Hz. Ömer zamanında gazaya çıkmıştı. Umeyre'ye vardığında eşeği ölmüş­tü, Allah tarafından diriltilen eşeğini bilahare Kufe'de sattı. Kendisine dediler ki:

- Allah'ın senin için dirilttiği eşeğini mi satıyorsun?

- Ya ne yapayım?

Onun aşiretinden bir adam, bu meseleyle ilgili olarak üç beyit söyle­di. Ben bu beyti aklımda tutabildim:

"Bizden öyle biri var ki, Allah onun eşeğini diriltti.

Oysa eşeği ölmüş ve bütün organlarıyla mafsalları cansız kalmıştı."

Peygamber (s.a.v.)m süt emişi babında da anlattığımız gibi süt an­nesi Halime es-Sadiye'nin merkebi, Mekke'ye gelirken (Rasûlullah'ı al­madan önce) ağır aksak yürürmüş, ama Rasûlullah'ı emzirmek için yanlarına alıp evlerine dönerken merkebi fevkalade hızlanmıştı. Diğer yolcuların merkeplerini geçip geride bırakmıştı. Bundan başka Rasûlullah'm bereketi, Halime'nin sütünü sağmakta olduğu dişi deve üzerinde de görülmüştü. Koyunlarına, yağlarına, sütlerine de bereket

katılmıştı. Allah'ın salat ve selamı Rasûlullah'm üzerine olsun. [11]

 

Alâ B. Hadremî Île Dîğer Bir Kişinin Olayı

 

Ebu Bekr b. Ebu'd-Dünya, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Ensâr'dan hastalanan bir gencin ziyaretine gittik. Biz yanına varır varmaz vefat etti. Gözlerini kapadık, üzerine bir örtü Örttük. Birimiz, onun annesine şöyle dedi:

- Sabırlı ol.                                        

- Öldü mü?

- Evet.

Bunun üzerine annesi, ellerini semaya kaldırarak şöyle dua etti:

- Allah'ım, sana iman ettim. Rasûlünün yanına hicret ettim. Başı­ma bir musibet geldiğinde sana dua ederdim. Sen de o musibeti üzerim­den kaldırırdın. Allah'ım, senden bu musibetten daha ağır bir musibeti üzerime göndermemeni diliyorum. Böyle dua ettikten sonra yüzündeki peçeyi açtı. Biz de onunla beraber yemek yedik."

Beyhakf nin rivayetine göre, o gencin annesi yaşlı ve kör bir kadın­dı.

Beyhakî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bu ümmette üç şey gördüm. Eğer bu üç şey, İsrail oğullarında bu­lunsaydı, onu ümmetler kendi aralarında paylaşamazlardı. Dedi ki:

- O üç şey nedir, ey Ebu Hamza? (Ebu Hamza, Enes'in künyesidir.) Enes, şöyle cevap verdi:

- Biz, Rasûlullah'm suffasmda idik. Muhacir bir kadın geldi. Ya­nında bulûğa ermiş bir de oğlu vardı. Rasûlullah, kadını diğer kadınla­rın yanına kattı. Oğlunu da yanımıza verdi. Çok geçmeden oğlu Medine vebasına yakalandı. Birkaç gün hasta yattı. Sonra vefat etti. Peygam­ber (s.a.v.), gencin gözlerini kapadı ve defin hazırlığı yapılmasını emret­ti. Onu yıkamak istediğimizde Rasûlullah (s.a.v.):

- Ey Enes! Git de durumu çocuğun annesine bildir, dedi. Ben de gi­dip annesine haber verdim. Annesi gelip cenazenin ayak ucunda otur­du. Ayaklarını tutup şöyle dedi:

- Allah'ım, ben senin için gönüllü olarak Müslüman oldum. Putla­ra muhalefet edip onlardan uzaklaştım. Kendi arzumla senin için hicret ettim. Allah'ım, putperestleri bana karşı sevindirme. Altından kalka­mayacağım daha büyük bir musibeti de bana yükleme.

Allah'a yemin ederim ki, kadın sözünü tamamlamadan ceset halin­deki ölü oğlu, ayaklarını kımıldatmaya başladı. Üzerindeki örtüyü attı ve Rasûlullah'm ve annesinin vefatına kadar yaşadı. Sonra Ömer b. Hattab bir ordu hazırladı, ordunun başına komutan olarak da Alâ b. Hadremf yi atadı. Ben de askerler arasmdaydım. Gaza yerimize gittik. Düşmanın bizden önce su başına varıp suyu yok ettiğini gördük. Hava çok sıcaktı, susuzluk bizi bitirdi. Bineklerimiz mahvoldu. Günlerden de cuma idi. Güneş guruba ereceği zaman komutan bize iki rekat namaz kıldırdı. Sonra ellerini semaya kaldırıp dua etmeye başladı. Yemin ede­rim ki, komutan Alâ b. Hadremî, elini indirmeden yağmur yağmaya başladı. Engebeli yerler, geçitler ve boğazlar su altında kaldı; hem biz iç­tik, hem de bineklerimize içirdik. Sonra düşmanı takibe başladık, onlar denizi aşıp karşı adaya ulaşmışlardı. Komutan Alâ b. Hadremî, boğazda durup şöyle dua etti:

- Ey yüce, ey ulu, ey yumuşak huylu, ey kerem sahibi Allah'ım! Böyle dua ettikten sonra:

- Bismillah diyerek denizi geçin, dedi. Biz de denizi geçtik, binekle­rimizin toynakları bile ıslanmadı. Çok geçmeden düşmanı yakaladık. Bir kısmını öldürdük, bir kısmını da esir aldık. Sonra tekrar boğaza dön­dük. Alâ b. Hadremî, yine aynı duayı yaptı ve Bismillah diyerek denizi geçin, dedi. Biz de denizi geçtik. Bineklerimizin toynakları dahi ıslan­madı. Çok geçmeden vurulup şehid edildi. Onun için mezar kazdık, yı­kayıp mezara defnettik. Defin işini tamamladıktan sonra adamın biri gelip şöyle bir soru sordu:

- Bu kimdir?

- İnsanların en hayırlısı Alâ b. Hadremî'dir.

- Bu yer Ölüleri kabul etmez, dışarı atar. Keşke bunu bir veya iki mil ötedeki bir yere, ölüleri kabul eden bir toprağa defnetseydiniz.

- Arkadaşımızın ne günahı var ki, onu canavarlara bırakacağız. Onu canavarlar mı yesin?

Böyle dedikten sonra onu tekrar mezardan çıkarmaya karar v*;rdik. Mezarının başına vardığımızda mezarı açtık, ama içinde cesedini bula­madık. Mezarın nurla dolduğunu, pırıl pırıl aydınlık saçmakta olduğu­nu gördük. Tekrar toprak atıp mezarı kapattık ve yolumuza devam et­tik."

Buharî, «Tarih» adlı eserde bu kıssayı başka bir senedle nakletmiş-tir.

îbn Ebu'd-Dünya, Sehm b. Müncab'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Alâ b. Hadrrmî ile beraber gazaya gittik. O, dua esnasında şöyle de­di:

- Ey bilen, ey yumuşak huylu, ey yüce, ey ulu Allah'ım, biz senin kullarınız. Senin yolunda düşmanınla savaşıyoruz. îçmemiz ve abdest almamız için bize yağmur yağdır. Yağan suları bıraktığımızda bizden başkası o suyu elde edemesin.

Deniz kıyısına gelince de:

- Ey Rabbim! Senin düşmanına ulaşabilmek için bize bir yol yarat, diye dua etti.

Ölüm- hakkında da şöyle dua etmişti:

- Ey Rabbim, cesedimi gizle. Avretimi kimseye gösterme, avretimi görmesi için kimseye de imkan tanıma."

Doğrusunu Allah bilir.

Beyhakî, Alâ b. Hadremfnin bazı arkadaşlarının şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"Dicle kıyısına vardık. Nehir med halindeydi, iranlılar ise nehrin öte yarımdaydılar. Müslümanlardan bir adam: "Bismillah" dedi, sonra atını nehre sürdü. Atıyla birlikte su üzerinde yürümeye başladı. Onu gören diğerleri de Bismillah diyerek atlarını nehre sürdüler, su üzerin­de yürümeye başladılar. Acemler de onlara bakarak: "Bunlar delidirler, delidirler!" dediler. Sonra yüzlerini çevirip gittiler. Gazaya katılan biz­ler, eşyalarımızdan eğere takılı bir mızraktan başka birşeyi kaybetme­dik. Gazadan çıktıktan sonra ganimet elde ettik. Ganimeti aramızda paylaştık. Adamın biri şöyle diyordu:

- Kim sarıyı beyaza değiştirir?"

Beyhakî, Süleyman b. Muğire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Müslim el-Holanî, med halinde olup ağaç ve tahta parçalarını kıyıya atan Dicle nehrinin kenarına geldi. Su üzerinde yürümeye başla­dı, dönüp arkadaşlarına baktı ve şöyle dedi:

- Kaybettiğiniz bir eşyanız var mı M, bize geri vermesi için yüce Al­lah'a dua edelim."

Beyhakî, bunun senedinin sahih olduğunu söylemiştir.

Ben derim ki: Asıl adı Abdullah b. Sevb olan Müslim el-Holanî ile Esved el-Ansî arasında cereyan eden hadiseyle ilgili açıklama ileride ge­lecektir. Esved el-Ansî, onu ateşe atarken ateş, Hz. İbrahim'e olduğu gi­bi ona da serin ve selamet olmuştu. [12]

 

Zeyd B. Harîce Kıssası Ve Onun Öldükten Sonra Konuşması

 

O, Hz. Peygamber'in risaletine, ondan sonra Ebu Bekir es-Sıd-dık'm, sonra Ömer'in, sonra Osman'ın hilafetine de şahadet etmiştir.

Hafiz Ebu Bekr el-Beyhakî, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Zeyd b. Harice el-Ensârî -ki bu zat, Beni Haris b. Hazrec kabilesin-dendir- Osman b. Affan zamanında vefat etti. Üzerine örtü örtüldü. Sonra göğsünden bir ses duyuldu. Sesin ardı sıra da konuşmaya başladı ve şöyle dedi: "Ahmed ilk kitaptadır. Doğru söyledi, doğru söyledi Ebu Bekir es-Sıddık. O, kendi şahsını ilgilendiren hususlarda zayıf, ama Allah'ın emirleri hususunda güçlüdür. İlk kitaptadır. Doğru Söyledi, doğ­ru söyledi Hattab oğlu Ömer. O da güçlüdür, emin kimsedir. İlk kitapta­dır. Doğru söyledi, doğru söyledi Osman b. Affan. Bu, onların yolunda­dır. Dördü gitti, ikisi kaldı. Fitneler geldi, güçlü zayıfı yedi. Kıyamet koptu. Ordunuz hakkında da size haber gelecektir. Eriş kuyusu. Eriş kuyusu nedir?"

"Men âşe ba'de'l-mevti" (Ölümden sonra yaşayan) adlı kitabında îbn Ebu'd-Dünya, İsmail b. Ebi Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Yezid b. Numan b, Beşir, Kasım b. Abdurrahman'ın zikir halkası­na, babası Numan b. Beşir'in annesine gönderdiği mektubu getirdi. Mektupta şunlar yazılıydı:

Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla.

Numan b. Beşir'den, annesi Ümmü Abdullah binti Ebi Haşim'e, sa­na selam olsun. Ben, kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'a hamd ederim. Zeyd b. Harice hakkında sana yazmam için bana mektup göndermişsin. Onun durumu şöyle oldu: Boğazında bir sancı meydana geldi. O zaman o, Medinelilerin en sağhklısıydı, ama boğazından sancı tuttu. Sabah namazıyla ikindi namazı arasında vefat etti. Sırt üstü ya­tırdık. Onu, iki aba ve bir de örtüyle örttük. O esnada biri yanıma geldi. Ben de akşam namazından sonra tesbihat yapıyordum. Gelen adam şöyle dedi:

- Zeyd, öldükten sonra konuştu.

Ben de süratle oraya gittim. Ensâr'dan bir kalabalık, başında top­lanmıştı. Onun şöyle dediğini anlatıyorlardı: Ortadaki olan, üç kişinin en güçlüsüdür. Allah yolunda, kınayıcmın kınamasına aldırış etmez; Güçlülerinin, zayıflarını yenmelerini insanlara emretmez. Abdullah, mü'minlerin emiridir. Doğru söyledi, doğru söyledi. Bu, ilk kitaptadır. Osmaiı, mü'minlerin emiridir. O, insanların birçok suçlarım bağışlar. İkisi gitti, dördü kaldı. Sonra insanlar anlaşmazlığa düştüler. Birbirle­rini yediler, düzen ve intizam kalmadı. Hepsi meydana çıktı, sadece iki­niz kaldınız. Sonra mü'minler vazgeçtiler. Allah'ın kitabı ve kaderidir ey insanlar. Emirinize yönelin, emrini dinleyin, itaat edin. Her kim yüz çevirirse, kanla karşılaşmasın. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kader­dir. Allahü Ekber. İşte şu Cennet, şu da Cehennem'dir. Peygamberlerle sıddıklar, size selam olsun, diyorlar. Ey Abdullah b. Ravaha! Babam Harice ile Sa'd'ı duydun mu? "Orada sırtını çevirip yüzgeri edeni, malını toplayıp kimseye hakkını vermeden saklayanı çağıran, deriyi soyup ka­vuran, alevli ateş vardır." (ei-Meâric, 15-19.)

Dinleyin, dinleyin» diyordu. Birbirimize baktık, sesin, örtünün al­tından geldiğini anladık. Yüzündeki örtüyü açtık, şöyle dedi: "Bu, Ah-med'dir. Allah'ın Rasûlü'dür. Selam sana ey Allah'ın Rasûlü. Allah'ın rahmeti ile bereketi senin üzerine olsun. Ebu Bekir es-Sıddık emirdir.

Rasûlullah'm halifesidir. Bedenen zayıftır, ama Allah'ın emri hususun­da güçlüdür. Doğru söyledi, doğru söyledi. İlk kitaptadır."

Hafız el-Beyhakî, bunun senedinin sahih olduğunu söylemiştir. «Tarih» adlı eserde Buharî dedi ki:

"Zeyd b. Harice el-Hazrecî el-Ensârî, Bedir gazvesine katılmış olup Hz. Osman zamanında vefat etmiştir. Öldükten sonra konuşan kişi odur."

İbn Ebu'd-Dünya, Abdullah b. Ubeyd el-Ensarî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Beni Seleme kabilesinden bir adam, öldükten sonra konuştu ve

şöyle dedi:

- Muhammed, Allah Rasûlüdür. Ebu Bekir doğru sözlüdür. Os­man, yumuşak huylu ve merhametlidir. Ama Hz. Ömer hakkında ne de­diğini bilmiyorum."

Hafız el-Beyhakî, Abdullah b. Ubeyd el-Ensârî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Sıffin veya Cemel savaşında biz ölüleri toplarken, ölüler arasında bulunan Ensâr'dan Ölmüş bir adam şöyle konuşmuştu: "Muhammed, Allah'ın Rasûlüdür. Ebu Bekir, doğru sözlüdür. Ömer şehiddir. Osman merhametlidir." Böyle dedikten sonra sustu."

Hişam b. Ammar da, «el-Ba's» adlı kitapta bu hadiseyi anlatmıştır. [13]

 

Ölülerin Konuşmaları Ve Tuhaf Halleri

 

Hakem b. Hişam es-Sakafî, Rebi' b. Hiraş el-Absî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kardeşim Rebi' b. Hiraş hastalandı. Tedavisini yaptım. Ancak da­ha sonra vefat etti. Onu yıkayıp kefenledikten sonra mezarına götür­dük. Mezara götürürken üzerindeki örtüyü attı, sonra:

- Esselamü Aleyküm, dedi. Biz de:

- Ve aleykesselam, yine dünyaya geri mi geldin? diye sorduk. O da

şu cevabı verdi:

- Evet. Sizden ayrıldıktan sonra Rabbimin huzuruna vardım. Beni rahatlık ve hoşlukla karşıladı. Rabbim öfkeli değildi. Sonra bana yeşil ipekten elbiseler giydirdi. Eğer size müjde vermek için kendisinden izin isteseydim, bu yetkiyi bana verirdi. Durum gördüğünüz gibidir. Doğru olun, Rabbinize yaklaşın. Müjde verin, nefret ettirmeyin.

Bu sözünü söyledikten sonra suya düşen bir çakıl tanesi gibi oldu." [14]

 

Küçük Çocuklar Ve Dilsizlerin Konuşmaları

 

Beyhakî, Ali b. Ahmed b. Abdan kanalı ile Muaykib el-Yemanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Veda haccını ifa ettim. Mekke'ye gidip bir eve girdim. Orada Hz. Peygamber (s.a.v.)'i gördüm. Yüzü dolunay gibiydi. Ondan hayret verici birşey duydum. Adamın biri, yeni doğan çocuğunu doğumunun ilk gü­nünde Rasûlullah'a getirdi. Rasûlullah, o bir günlük bebeğe şöyle sordu:

- Ben kimim?

- Sen Allah'ın Rasûlüsün.

- Doğru söyledin. Allah seni mübarek kılsın.

Rasûlullah, çocuğa böyle dedikten sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Bu çocuk, gençlik çağına erinceye kadar artık hiç konuşmayacaktır."

Babam dedi ki: Biz o çocuğa, «Müberekü'l-Yemame» adını taktık. Şasune dedi ki: Ben, Ma'mer'e uğradım, ama ondan böyle birşey duyma­dım."

Ben derim ki: insanlar bu hadis yüzünden Muhammed b. Yunus el-Kadimî hakkında konuşmuşlar, onu inkar etmişler ve bu şeyhini de ga-ribsemişlerdir. Aslında bu, ne aklen ne de şer'an inkar edilecek birşey değildir. Sahih hadiste de sabit olduğu gibi Cüreyc el-Abid, fahişe bir ka­dının bebeğini konuşturmuş ve çocuğa şöyle bir soru sormuş:

- Ey Ebu Yunus, sen kimin oğlusun?

- Çobanın oğluyum!

Bunun üzerine israil oğulları, Cüreyc el-Abid'în suçsuz olduğunu anlamışlardı. Ona nisbet edilen fuhşun gerçek olmadığına inanmışlar­dı.

Beyhakî, Şemr b. Atiyye'nin şeyhlerinden birinin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Gençlik yaşma vardığı halde doğumundan beri konuşmayan bir adamı Rasûlullah'a getirdiler. Rasûlullah, ona sordu:

- Ben kimim?

- Sen Allah'ın rasûlüsün."

Hakim, Şemr b. Atiyye'nin şeyhlerinden birinin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Kadının biri, hareket etme çağına gelmiş oğlunu Rasûlullah'a ge­tirdi ve şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, oğlum doğduğundan beri hiç konuşmadı. Rasûlullah:

- Onu yanıma getir, dedi. Kadın da oğlunu Rasûlullah'm yanına yaklaştırdı. Rasûlullah (s.a.v.) ona:

- Ben kimim? diye sorunca çocuk:

- Sen Allah Hasûlüsün, diye cevap verdi." [15]

 

Hastalığa Yakalanan Ve Rasûlullah'ın Duası Üzerine Iyîleşen Kîşîler

 

imam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Abbas (r.a.)'m şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kadının biri, çocuğunu Rasûlullah'a getirip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, şu çocuğumu cin çarpmış. Yemek esnasmda cinler tarafından yakalanıyor, o da yemeğimizin tadını kaçırıyor. Kadının böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), eliyle çocuğun göğsünü mes-hetti, ona dua etti. Çocuk kustu, ağzından siyah köpek yavrusu gibi bir­şey çıkıp kaçtı, gitti."

Ebu Bekr el-Bezzar, Ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Peygamber (s.a.v.) Mekke'de idi. Ensâr'dan bir kadın, ona gelip

şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, doğrusu şu habis beni mağlub etti. Peygamber (s.a.v.) de ona şöyle karşılık verdi:

- Eğer başına gelen bu musibete sabredersen, kıyamet gününde günahsız ve hesapsız olarak gelirsin.

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, Rabbimin huzuruna varıncaya kadar bu eziyete katlanacak ve sabrede­ceğim. Yalnız şu murdarın benim elbiselerimi soymasından (ve avret yerlerimin görünmesinden) korkuyorum. Kadının böyle demesi üzerine Peygamber (s.a.v.) onun için dua etti.

Kadın, cinlerin kendisine gelmesinden korktuğu zaman Ka'be'nin yanına gelir, Ka'be örtüsüne tutunur ve cinlere: "Defol" derdi. Cinler de defolup giderlerdi."

imam Ahmed b. Hanbel, Atâ b. Ebi Rebah'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"îbn Abbas bana dedi ki:

- Sana Cennetlik kadınlardan birini göstereyim mi?

- Göster bakalım.

- Şu siyahi kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle demişti: "Ben sa­ra hastalığına yakalanıyor ve düşüp bayılıyorum. Baygın iken üstüm başım açılıyor. Benim için Allah'a dua et. Rasûlullah da ona şöyle karşı­lık vermişti: "Dilersen sabredersin ve karşılığında Cennet senin olur. Yok eğer istersen sana afiyet vermesi için Allah'a dua ederim." Kadın da şöyle demişti: Hayır sabredeceğim. Yalnız Allah'a dua et de ben baygın iken üstüm başım açılmasın, avret yerlerim görünmesin." Kadının böy­le demesi üzerine Rasûlullah onun için dua etmişti."

Hafız Ibn Esir'in «el-Gabe» adlı eserinde anlattığına göre Ümmü Zü-fer adındaki bu kadın, tâ eskiden beri Hüveylid kızı Hatice'nin tarakçı-sıymış ve Atâ b. Ebi Keban'ın zamanına kadar da yaşamış. Doğrusunu Allah bilir.

Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sıtma hastalığı, Rasûlullah'm yanma geldi ve ona şöyle dedi:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Beni kavminden (veya ashabından) en çok sevdiğin adamın üzerine gönder).

- Ensâr'a git.

Sıtma hastalığı Ensâr'ın üzerine gitti, onları baygın hale getirip ya­taklara düşürdü. Onlar da Rasûlullah'a gelip şöyle dediler:

- Ya Rasulallah, sıtmaya yakalandık, Allah'a bizim için dua et de şifaya kavuşalım.

Rasûlullah, onlar için dua etti ve sıtmadan kurtuldular- Kadının bi­ri, Rasûlullah'm peşine düşüp şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, benim için de Allah'a dua et. Ben de Ensâr'danım. Onlara dua ettiğin gibi benim için de Allah'a dua et.

- Senin için dua mı edeyim ki bu hastalıktan kurtulasm, ya da bu hastalığa katlanıp ta Cennet mi sana vacib olsun. Bunlardan hangisini daha çok istersin?

- Hayır, vallahi ya Rasulallah, aksine ben üç gün sabrederim ve Al­lah'a yemin ederim ki, onun Cennet'ini (kendi açımdan) tehlikeye sok­mam!"

Beyhakî, Selman-ı Farisî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sıtma hastalığı, Rasûlullah'm yanına girmek için izin istedi. îzin verilince de yanma gelip durdu. Rasûlullah, ona şöyle sordu:

- Sen kimsin?

- Ben sıtma hastalığıyım. Eli zayıflatır, kanı emerim!

- Kübalılara git.

Sıtma hastalığı, Kübalılara gidip musallat oldu. Onlar da Ra­sûlullah'a geldiler, yüzleri sararmıştı. Hastalıktan şikayetçi oldular. Rasûlullah, onlara şöyle sordu:

- Ne istiyorsunuz? İsterseniz sizin için Allah'a dua ederim, bu has­talıktan kurtulursunuz. Eğer dilerseniz bu hastalığı şikayet etmeyin ki, günahlarınızı üzerinizden düşürsün.

Onlar da:

- Şikayet etmiyor, bu hastalığı kendi haline bırakıyoruz ya Rasu­lallah, dediler."

Hicret bahsinin baş kısmında da anlattığımız gibi Rasûlullah(s.a.v.) Medineliler için, Medine'deki sıtma hastalığının Cühfe'ye gön­derilmesi gayesiyle Allah'a dua etmiş, yüce Allah da onun bu duasına icabet etmişti. O zamanlar Medine, Allah'ın topraklarında en vebalı, en hastalıklı bir yerdi. Cenâb-ı Allah rasûlünün oraya yerleşmesi bereketi­ne orayı sağlıklı bir hale getirdi. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Medineliler

için dua etmişti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Osman b. Hanif in şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

Âmâ (kör) bir adam, Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, benim için Allah'a dua et de afiyet ihsan etsin.

- İstersen ahiretin için olsun, istersen de senin için dua edeyim.

- Hayır, benim için Allah'a dua et.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), o âmâ adama, abdest alıp iki re­kat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emir buyurdu: "Allah'ım! Rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed yüzü suyu hürme­tine sana yöneliyor ve senden diliyorum. Ya Muhammed, şu ihtiyacım için sana yöneliyorum. Sen de hüküm ver ve bu hususta benim için şefa­atçi ol. Ya Rab, onu da benim için şefaatçi kıl.

Bu duayı defalarca yaptı ve şifa buldu."

Tirmizî, bunun hasen, sahih ve garip bir hadis olduğunu söylemiş­tir.

Beyhakî ile Hakim, Osman b. Hanifin şöyle dediğini rivayet etmiş­lerdir.

"Amâ bir adam, Rasûlullah'a gelip gözlerinin görmediğinden şika­yetçi olarak şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, elimden tutup beni dolaştıracak bir kimse yok. Bu da benim için çok zor oluyor.

Rasûlullah ona dedi ki:

- İbriği getir. Abdest al, iki rekat namaz kıl, sonra da şöyle dua et: "Allah'ım! Rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed'in yüzü suyu hürmetine sana yöneliyor ve senden diliyorum. Ya Muhammed, seni vasıta kılarak Rabbime yöneliyorum ki gözlerimi açsın. Allah'ım, Muhammed'i benim için şefaatçi kıl.

Osman dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, biz o meclisten ayrılmadan ve söz de uzamadan o adam geldi, sanki gözleri hiç körlük görmemiş gi­biydi."

Ebu Bekr b. Ebi Şeybe, Atjdülaziz b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Habib b. Merid"şöyle dedi: Babam, Rasûlullah'm yanma gitti. Göz­lerine beyaz bir perde çekilmişti. Hiçbir şey göremiyordu. Rasûlullah, ona sordu:

- Nedir başına gelen bu hal?

- Ben devemi otlatıyordum. Farkında olmadan bîr yılanın karnına bastım ve gözlerim görmez oldu.

Rasûlullah, onun gözlerine üfledi ve görmeye başladı. Öyleki ben seksen yaşındayken bile onun iğne deliğine iplik geçirdiğini gördüm."

Beyhakî, Katade b. Numan'dan rivayet etti ki, onun gözlerine bir darbe isabet etmiş, gözlerinin siyahı yanakları üzerine aktığı halde Rasûlullah, onu alıp tekrar yerine yerleştirmiş ve iyileştikten sonra göz­lerinden hangisinin o darbeye maruz kaldığını dahi bilememiş.

Ben derim ki: Bu hadiseyle ilgili rivayet, Uhud gazvesi bahsinde an­latılmıştı. Ebu Rafi'in öldürülmesi bahsinde de anlattığımız gibi Rasû­lullah (s.a.v.), mübarek elini Cabir b. Atik'in kınlan bacağına sürmüş ve bacağı hemen o anda iyileşmişti.

Beyhakî de Muhammed b. HatüVın ateşte yanan elini Rasûlullah'm kendi mübarek eliyle meshettiğini ve o anda şifa bulduğunu anlatmış­tır. Yine Rasûlullah (s.a.v.)'ın Şurahbil el-Cu'ffnin avucuna üflediğini ve avucundaki yaranın o anda iyileştiğini nakletmiştir.

Ben derim ki: Hayber gazvesi bahsinde de anlatıldığı gibi Ra­sûlullah (s.a.v.), Ali b. Ebu Talib'in ağrıyan gözüne üflemiş ve gözleri şi­fa bulmuştu.

Tirmizî de Hz. Ali'nin, Kur'ân'ı ezberlemek için Rasûlullah taraûn-dan kendisine öğretilen duayı okuduktan sonra Kur'ân'ı ezberlediğini ifade ettiğini söylemiştir'

Sahih hadiste ifade edildiği gibi Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Hüreyre ile sahabelerden bir topluluğa hitaben şöyle buyurmuştur:

- Bugün kim abasını sererse o, benim söylediğim sözlerden hiçbiri­ni unutmayacaktır.

Ebu Hüreyre diyor ki:

"Ben abamı serdim ve Rasûlullah'm yaptığı o konuşmadaki kelime­lerden hiçbirini unutmadım."

Denildi ki: Bu, Ebu Hüreyre'nin o gün duyduğu herşeyi hıfzetmesi ile neticelendi. Hatta o günden sonra yapılan nebevi konuşmaları da hıfzetmesi ile neticelendiğini söyleyenler olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Ebi Vakkas için de dua etmiş ve onun bu duası neticesinde Sa'd, şifa bulmuştu.

Beyhakfnin rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.), hastalanan amcası Ebu Talib için dua etmişti. Ebu Talib, kendisi için Rabbine dua etmesini Rasûlullah'tan taleb etmiş, Rasûlullah da ona dua etmiş ve o anda Ebu Talib şifa bulmuştu.

Bu konudaki hadisler çoktur. Tamamını burada nakletmek çok yer işgal edecektir. Beyhakî, bu tür birçok güzel hadis nakletmiştir. Ancak biz bunların bir kısmına işaret ettik ve senedi zayıf olanları nakletme­dik. Naklettiklerimizle yetindik, diğerlerini bıraktık. Yardımına baş vurulacak olan zat yüce Allah'tır.

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde anlatıldığına göre Cabir b. Ab­dullah, yorgun ve bitkin düşmüş bir deve üzerinde gitmekteydi. Deve, yürüyemez hale gelmişti. Cabir, onu salıvermek istemişti. Bunu anla­tırken de şöyle demişti:

"Rasûlullah (s.a.v.), arkadan gelip bana yetişti. Deveme bir darbe vurdu ve benim için de dua etti. Ondan sonra devem, görülmemiş bir hızla yürümeye başladı."

Başka bir rivayete göre ise Cabir şöyle demiştir: "Ondan sonra de­vem öyle bir yürüyüşle yürüyordu ki, bütün develerin önüne geçiyordu. Hatta ben onu yavaşlatmak için yularım tutup çekiyordum, ama ona bir türlü güç yetiremiyordum. Sonra Rasûlullah bana sordu:

- Deveni nasıl buluyorsun?

- Senin bereketin ona ulaştı ya Rasulallah, dedim.

Bundan sonra Cabir, Rasûlullah'm o deveyi kendisinden satın al­mış olduğunu anlatıyor. Ancak raviler, deveyi Rasûlullah'a kaça sattığı hususunda muhtelif görüşler ileri sürmüşlerdir. Yalnız Cabir, deveyi Rasûlullah'a satarken Medine'ye kadar kendisinin deve üstünde gitme­sini, Medine'ye vardıktan sonra deveyi kendisine teslim etme şartını ileri sürmüş, Medine'ye varınca da deveyi götürüp Rasûlullah'a teslim etmiş. Rasûlullah da bedelini ona fazlasıyla ödemiş, sonra da deveyi ser­best bırakmış."

Beyhakî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'İnsanlar duydukları bir gürültüden paniğe kapıldılar. Bunun üze­rine Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Talha'rnn ağır yürüyen bir atma bindi. Onu koşturarak gitti. Rasûlullah'm ardı sıra insanlar da bineklerine binip gürültünün duyulduğu tarafa gittiler. Ancak Rasûlullah, onlardan ön­ce olay yerine gitmiş ve dönmüştü. Dönerken de oraya gitmekte olanla­ra:

- Paniğe kapılmayın, iş oldu bitti, demişti.

Allah'a yemin ederim ki, Ebu Talha'rnn o atanı o günden sonra geçen başka bir at görülmedi."

- Beyhakî, Ebu Bekr el-Kadî tarikiyle Cuayl el-Eşcaî'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.) ile birlikte bir gazaya gittim. Ben, zayıf ve güçsüz atımın üzerindeydim. İnsanların gerisinde kalıyordum. Rasûlullah, ar­kadan bana ulaşıp:

- Yürü ey at sahibi, dedi. Ben de:

- Ya Rasulallah, atma güçsüz ve zayıf, diye karşılık verdim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), yanındaki kırbacı kaldırıp atıma vurdu ve:

- Allah'ım, atım ona mübarek kıl, dedi. Bir de baktım, ki atım her­kesin önüne geçmiş, ben de onun yularını tutup çekiyorum. Ben ondan doğan yavruları 12.000 dirheme sattım."

Beyhakî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın biri, Peygamber (s.a.v.)'e gelip şöyle dedi:

- Ben bir kadınla evlendim.

- Ona baktın mı (Yani onu gördün mü)? Çünkü Ensâr'ın gözlerinde birşeyler vardır. (Gözleri arızalıdır).

- Ona baktım, onu gördüm.

- Ona ne kadar mehir verdin?

Adam, verdiği mehrin miktarını söyleyince, Rasûlullah şöyle bu­yurdu:

- Sanki altın ve gümüşleri şu dağlardan yontuyorlar da öyle veri­yorlar. (Bu paralan nereden bulup getiriyorlar?) Bugün yanımızda sa­na verecek birşey yok, ama seni bir yere göndereceğim, belki oradan bir­şeyler elde edersin.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), onu Beni Abs kabilesine gönderdi. Sonra adam gelip şöyle dedi:

- Ya Rasulaüah, devem beni oraya götüremedi. Devem güçsüzdür. Adamın böyle demesi üzerine Rasûlullah (s.a.v.), deveye binecek-

miş gibi yaparak elini devenin üzerine koydu. Sonra ayağıyla ona bir tekme attı. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, o de­venin, sürücüsünü geride bıraktığını gördüm."

Beyhakî, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın biri, bir deve satın alıp Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedi:

- Ben bir deve satın aldım. Allah'a dua et de onu bana mübarek kıl­sın, uğurlu etsin.

- Allah'ım, devesini ona mübarek kıl, uğurlu et.

Çok geçmeden devesi öldü. Sonra başka bir deve alıp Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma getirdi ve şöyle dedi:

- Ben bir deve satın aldım. Allah'a dua et de onu bana mübarek kd-sın, uğurlu yapsın.

- Allah'ım, devesini ona mübarek ve uğurlu kıl.

Çok geçmeden devesi öldü. Başka bir deve alıp Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına getirdi ve şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, iki deve satın aldım. Onları bana mübarek ve uğurlu kılması için Allah'a dua ettin. Şimdi de Allah'a dua et de beni bu­na bindirsin. Binmeyi bana nasib etsin.

- Allah'ım, bunu devesine bindir.

Rasûlullah'm bu duası bereketiyle o deve, o adamın yanında yirmi sene kaldı."

Beyhakî dedi ki: Bu, mürsel bir rivayettir. Rasûlullah (s.a.v.)'ın ön­ceki iki deve için yapmış olduğu dua ahirete mütaallik oldu.

Hafız el-Beyhakî, Habib b. Asaf m şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kavmimden birkaç kişiyle birlikte bir gazasında Rasûluîlah (s.a.v.)'m yanma gelip şöyle dedik:

- Seninle birlikte savaşa katılmak istiyoruz.

- Siz Müslüman oldunuz mu?

- Hayır.

- Biz, müşriklere karşı başka müşriklerden yardım kabul etmeyiz.

Rasûlullah'm böyle demesi üzerine Müslüman olduk. Ben de onun­la birlikte savaşa katıldım. Omuzumdan bir darbe yedim. Yaram derin olduğundan ellerim askıda kaldı. Kımıldatamadım. Bunun üzerine Rasûlullah'm yanına gittim. Koluma üfledi ve yerine yerleştirdi. Kolum iyileşti, şifa buldum. Sonra da bana o darbeyi vuran adamı öldürdüm. Öldürdükten sonra onun kızıyla evlendim. Bilahare eşim bana şöyle de­di:

- Şu damgayı sana vuran adamı yok ettin.

Ben de ona şöyle dedim:                                         

- Senin babanı acele Cehennem'e gönderen adamım! Onu yok et­tim," [16]

 

Rasûlullah'ın Hayır Duaları

 

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde, îbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), def-i hacet için dışarı çıktı. Ben de onun için ab-dest suyu hazırlayıp bir yere koydum. Dönüp gelince, suyu gördü ve:

- Bunu kim yaptı? diye sordu. Sahabeler de:

- îbn Abbas yaptı, dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Allah'ım, onu dinde fakih kıl, diye dua etti." Beyhakî, tbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), elini omuzuma koydu, sonra:

- Allah'ım, onu dinde fakih lal ve ona tevili öğret, diye dua etti. Al­lah da Rasûlünün, amcası oğlu hakkında yapmış olduğu bu duaya ica­bet buyurdu."

îbn Abbas, fıkıhta imamdı. Onun yolundan gidilir. Onun hidayetiy-le hidayetlenilirdi. Onun çizdiği yoldan gidilir ve şeriat ilimlerinde onun izi takib edilirdi. Özellikle tevil ilmi dediğimiz tefsirde, o bir önderdi. Kendisinden önceki sahabelerin ilimleri ve kendisinin amcası oğlu Rasûlullah'tan dinlediği sözler, onun aklında yer ve iz yapmıştı. A'meş, Abdullah b. Mesud'un bu konuda şöyle dediğini rivayet etmiştir;

"Eğer îbn Abbas, bizim zamanımıza kadar yaşasaydı, bizden hiçbiri onunla geçinemezdi. Onlara şöyle derdi: "İbn Abbas, ne güzel bir Kur'ân tercümanıdır." îbn Abbas, Abdullah b. Mesud'dan otuz küsur sene sonra vefat etmiştir. Bu süre zarfında kim bilir daha ne kadar ilim tahsil et­miştir. Onun ashabından birinden rivayet ettiğimize göre îbn Abbas, arefe gününün akşamında arkadaşlarına el-Bakara sûresini (veya baş­ka bir sûreyi) tefsir etmişti. Eğer onun bu tefsirini Rumlar, Türkler ve Deylemliler duysalardı, Müslüman olurlardı. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut lalsın.

Sahih hadiste belirtildiğine göre Peygamber (s.a.v.), Enes b. Ma-lik'in mal ve evladının çok olması için dua etmiş ve bu duası gerçekleş­miştir.

Tirmizî, Ebu Halde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Ali'ye dedim ki:

- Enes, Peygamber (s.a.v.)'den hadis dinledi mi?

- Ona on sene süreyle hizmet etti. Rasûlullah da onun için dua etti.

Onun bir bahçesi vardı ki, senede iki kez ürün verirdi. Bahçesinde misk kokusu saçan fesleğenler vardı."

Sahih hadiste sabit olduğuna göre, bizim de rivayet ettiğimiz gibi Enes'in yüz küsur veya yüze yakın çocuğu olmuştur. Bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.), onun için: "Allah'ım, onun Ömrünü uzat." diye dua etmiş. Bu dua bereketiyle Enes, yüz sene yaşamıştır. Rasûlullah (s.a.v.), evlendikleri ilk gecenin ertesi günü Ümmü Süleym ile Ebu Talha için dua etmiş, bu dua bereketiyle onların bir çocukları dünyaya gelmiş, Rasûlulîah da ona Abdullah adını vermişti. Onun dokuz çocuğu olmuş, hepsi de Kur'ân'ı ezberlemişlerdi. Bu husus, sahih hadiste sabittir.

«Sahih-i Müslim» de Ebu Kesir el-Anberf nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Ebu Hüreyre, Rasûlullah'tan annesi için dua etmesini ve bu dua bereketiyle Allah'ın ona hidayet nasib etmesini dilemişti. Rasûlullah da Ebu Hüreyre'nin annesine dua etmişti. Duadan sonra Ebu Hüreyre eve gitmiş, annesinin kapı arkasında boy abdesti aldığını görmüştü. Annesi abdestini tamamladıktan sonra:

- Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim, demişti. Ebu Hüreyre de sevinçten ağlamaya başlamış, sonra gidip durumu Rasûlullah'a haber vermiş ve Allah'ın, kendisiyle annesini mü'minlere sevimli kılmasını temin et­mek için kendilerine dua etmesini Rasûlullah'tan dilemiş, Rasûlullah da her ikisi için dua etmiş ve Allah, annesiyle Ebu Hüreyre'yi mü'minle­re sevdirmişti. Bu hususta Ebu Hüreyre şöyle demiştir: "Mü'min erkek ve kadınların tamamı bizi seviyordu." Ebu Hüreyre bu konuda doğru söylemiştir. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın. Bu duanın müstecab oluşunu tamamlayan hususlardan biri de şudur ki; Cenâb-ı Allah, Ebu Hüreyre'yi, cuma gününde adını andırarak meşhur kılmış­tır. Çünkü insanlar, cuma günü hutbeden önce onun rivayet ettiği hadi­sin okunmasıyla onu yad ederler. Bu da kaderin bir rabıtası ve manevi takdirdir.

Sahih hadiste belirtildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), hasta olan Sa'd b. Ebi Vakkas için dua etmiş ve o, bu dua bereketiyle afiyet bulmuştu. Yine Rasûlullah (s.a.v.), onun duasının müstecab olması için dua etmiş ve şöyle demişti: "Allah'ım, duasına icabet et. Attığını da hedefine ulaş­tır." Gerçekten böyle olmuştu. O, ne güzel bir seriyye ve ordu komuta­nıydı.

Rasûlullah (s.a.v.), yalan şahadette bulunduğu zaman Ebu Sa'de Usame b. Katade'ye beddua etmiş, ömrünün uzamasını, fakirliğinin ço­ğalmasını, fitnelere maruz kalmasını Allah'tan dilemişti ve bu husus da gerçekleşmişti. O adama bu husus sorulduğunda şöyle cevap verirdi:

"Yaşlı ve fitneye maruz kalmış bir ihtiyarım. Bana Sa'd'm bedduası isabet etti."

«Sahih-i Buharî»de ve diğer kitaplarda sabit olduğuna göre Ra-sûlullah (s.a.v.), Saib b. Yezid için dua etmiş, elini onun basma sürmüş­tü. Bunun üzerine Saib'in ömrü uzamış, doksan dört yaşına varmıştı. O yaşa vardığı halde vücudu dimdikti. Rasûlullah'm elinin değdiği yerde saçları ağarmamıştı. Duyulan ve kuvveti sağlamdı."

tmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Zeyd el-Ensârî'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v) bana:

- Yanıma yaklaş, dedi ve elini başıma sürdü. Sonra: "Allah'ım, bu­nu güzel yap. Güzelliğini devamlı kıl." diye dua etti. Ebu Zeyd, yüz kü­sur sene yaşadı, sakalında birkaç kıldan başka beyaz kıl yoktu. Vefat edinceye kadar yüzü kırışmadı."

Beyhakî, buna benzer birçok rivayetlerde bulunmuştur ki, bu riva­yetlerde sadra şifa verici, amacı gerçekleştirici ifadeler vardır.

îmam Ahmed b. Hanbel, Mutemir b. Süleyman'ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Babamın, Ebu Alâ'dan bahsederken şöyle dediğini işittim:

"Öldüğü yerde Katade b. Malhan'm yanındaydım. Evin arka kıs­mında bir adamla karşılaştım. Katade'ye çok benziyordu. Rasûlullah (s.a.v.), elini onun yüzüne sürmüştü. Daha önce onu her ne zaman gö­rürsem yüzünde sanki yağ vardı."

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olduğuna göre Peygamber (s.a.v.), yeni evlendiği için üzerinde safran boyalı bir zırh gördüğü Ab-durrahman b. Avf için bereket duası yapmış, Cenâb-ı Allah da ra-sûlünün bu duasına icabet etmiş ve Abdurrahman'm ticaret yolu açıl­mış, birçok ganimetler elde etmiş, bol miktarda mal sahibi olmuştu. Öy-leki o vefat ettiği zaman dört karısından her biri kendi payına düşen se­kizde birlik hissenin dörtte biri olarak seksen bin dinarı miras almıştı.

Hadiste sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Urve b. Ebu Ca'd el-Mazinf ye -bir koyun satın alması için- bir dinar vermiş, o da bu parayla iki koyun satın almış, koyunlardan birini bir dinara satmış ve Ra­sûlullah (s.a.v.)'a bir dinar ve bir de koyun getirmişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona:

- Yaptığın alış verişte Allah sana bereket versin, demişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), alış veri­şinde ona bereket duası yapmıştı. O da toprak satın alsa bile kazanç sağ­lardı.

Buharı, Ebu Ukayl'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Dedem Abdullah b. Hişam, beni pazara götürür, orada yiyecek maddeleri satın alırdı. İbn Zübeyr ile İbn Ömer, ona rastlayıp şöyle der­lerdi:

"Bizi ahş verişine ortak et. Zira Rasûlullah (s.a.v.), senin için bere­ket duası yapmıştır." Böyle demeleri üzerine o da onları alış verişine or­tak ederdi. Bazen bir deve yükü mal kazanır, onu olduğu gibi eve gönde­rirdi."

Beyhakî, Bilal'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Soğuk bir günde, sabah ezanını okudum. Peygamber (s.a.v.), evden çıkıp geldi, mescitte bir kişi dahi göremedi.

- İnsanlar nerede? diye sordu.

- Soğuk, mescide gelmelerini engelledi, dedim. .

- Allah'ım, soğuru onlardan gider, dedi.

- Böyle demesi üzerine cemaatın mescide gelmeye başladıklarını gör­düm."                                                        .     

Beyhakî, Ebu Abdullah el-Hanz kanalı ile îbn Ömer'in şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) ile Hattab oğlu Ömer, beraberce yola çıktılar. Yolda giderlerken kendilerine bir kadın rastladı ve şöyle dedi:

- Ya Rasulallah! Ben, Müslüman ve iffetli bir kadınım. Evimde ko­cam var, ama o da kadın gibidir.

Rasûlullah (s.a.v.) ona:

- Kocanı bana çağır, dedi. Kadın da gidip kocasını çağırdı. Kocası boncuk imalatçısıydı. Rasûlullah, ona sordu:

- Ey Allah'ın kulu, karın hakkında ne dersin?

- Seni yücelten Allah'a yemin ederim ki, onunla sık sık cinsel te­masta bulunduğumdan ve gusül yaptığımdan saçım hiç kuramadı.

Adamın böyle demesi üzerine karısı:

- Ayda sadece bir kez yapıyor bu işi, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- Sen kocana kızıyor musun? diye sorunca karısı:

- Evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Başlarınızı birbirinize yaklaştırın, dedi. Başlarını birbirlerine yaklaştırdılar. Rasûlullah, kadının alnını kocasının alnının üzerine koydu, sonra da:

- Allah'ım, bunları birbirine ısındır ve aralarına sevgi koy, diye dua etti. Sonra da Hattab oğlu Ömer'le birlikte sergiciler çarşısına uğra­dı. O kadın, başı üzerinde bir post bulunduğu halde Rasûlullah'm karşı­sına çıktı. Rasûlullah'ı görür görmez başındaki postu yere nrlattı ve ge­lip ayaklarını öpmeye başladı. Rasûlullah da:

- Kocanla aran nasıl? diye sordu. Kadın:

- Seni yücelten Allah'a yemin ederim ki, eski, yeni hiçbir şey bana onun kadar sevimli değildir, diye cevap verdi. Bunun üzerine Ra­sûlullah (s.a.v.):

- Ben, Allah Rasûlü olduğuma şahadet ederim, dedi. Ömer de:

- Ben de senin Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim, dedi." Ebul-Kasım el-Beğavî, Kamil b. Tarha kanalı ile Ebu Tufeyl'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

"Adamın birinin bir oğlu oldu. Onu alıp Rasûlullah (s.a.v.)'a getirdi. Rasûlullah da o çocuğun bereketli ve uğurlu olması için dua etti. Alnını tuttu. Alnında at yejesi gibi saç bitiverdi. Nihayet çocuk gelişip delikan­lı oldu. Haricîlerin görüşlerini benimseyince alnındaki saç düştü. Baba­sı Haricîlere katılmasından korktuğu için onu bir yere hapsedip bağla­dı. Biz yanına gidip öğüt verdik ve kendisine şöyle dedik:

- Rasûlullah'm bereketinin vuku bulduğunu görmedin mi?

Kendisine öğüt vermeye devam ettik. Nihayet onu Haricîlerin gö­rüşlerinden vazgeçirdik. Cenâb-ı Allah da alnındaki saçı -tevbe ettiği için- tekrar bitiriverdi."

Beni Leys kabilesinden Firas b. Ömer adındaki bir adam, şiddetli baş ağrısına yakalanmıştı. Babası onu alıp Rasûlullah (s.a.v.)'a götürdü ve önünde oturttu. Öyle ki, deri ezilip büzüldü, parmaklarının tuttuğu yerde bir tüy bitti. Bundan sonra o adamın baş ağrısı gitti. Artık başı hiç ağrımadı."

Hafız Ebu Bekr el-Bezzar, Nabiğa el-Ca'dfnin şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle bir şiir okudum:

"iffet ve saygınlık bakımından semalara ulaştık. Ama bundan daha üst bir mertebe ümid ediyoruz."

Ben bu şiiri okuduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle bir soru sordu:

- Ey Ebu Leyla, daha yüksek mertebe nerede?

- Cennet'te.

- inşallah o da olur.

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.):

- Bana şiir oku, dedi. Ben de ona, şu şiirimi okudum:

"Saflığını bulanıklığa karşı koruyan, öfke ve kızgınlığı olmayan bir yumuşak huylulukta hayır yoktur.

Verdiği yanlış karardan dönmesini bilmeyen, yumuşak huyluluğu olmayan cehalette de hayır yoktur."

- Ben bu şiiri tamamladıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- Güzel söyledin, Allah senin ağzını dağıtmasın, dedi."

Hanz el-Beyhakî, Ya'lâ b. Eşdak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Beni Ca'de kabilesinden Nabiğa'mn şöyle dediğini işittim:

Rasûlullah (s.a.v.)'a şu şiiri okudum. O da beğendi. Şöyle ki:

"Şeref ve asaletimizin yüceliği semaya ulaştı.

Biz bundan daha yüksek bir mertebeyi ümid ediyoruz."

Ben şiiri tamamladıktan sonra Rasûlullah, bana sordu:

- Ey Ebu Leyla! O yüksek mertebe nerede?

- Cennet'te.

- İnşallah öyle olur."

Sonra Rasûlullah'a şu şiirimi de okudum:

"Saflığını bulanıklığa karşı koruyan, kızgınlık ve öfkesi bulunma­yan yumuşak huylulukta hayır yoktur.

Verdiği yanlış karardan dönmesini bilmeyen, yumuşak huyluluğu olmayan cehalette de hayır yoktur."

Ben şiirimi tamamladıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), bana:

- Güzel söyledin, Allah senin ağzını dağıtmasın, dedi. Ravi Ya'lâ dedi ki:

Nabiğa'yı, yaşı yüz küsur olduğu halde gördüm, bir tek dişi dahi düşmemişti."

Beyhakî, Nabiğa'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben şu şiirimi okurken Rasûlullah, beni dinledi:

"İffet ve saygınlık bakımından semalara ulaştık.

Ama biz bundan daha üstün bir mertebe ümid ediyoruz."

Ravi diyor ki: Ben Nabiğa'yı gördüğümde dişleri sanki dolu taneleri­ni ve su kaynağım andırıyordu. Bir tek dişi dahi düşmemiş ve yerinden oynamamıştı."

Hanz el-Beyhakî, Ebu Bekr el-Kadî kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Irak, Şam ve Yemen taraflarına baktı -ama ön ce hangisine baktığını bilemiyorum-, sonra şöyle dedi:

"Allah'ım, onların kalplerini taatine yönelt, günahlarını da düşür."

Ebu Davud et-Tayalisî, Zeyd b. Sabit'in şöyle drdiğini rivayet etmiş­tir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Yemen tarafına baktı ve:

- Allah'ım, onların kalplerini (taatine) yönelt dedi. Sonra Şam ta­rafına baktı ve:

- Allah'ım, onların kalplerim (taatine) yönelt, ölçeğimizde ve müd-dümüzde de bereket ihsan et."

Bu dua gerçekleşti. Yemenliler, Şamlılardan önce Müslüman oldular. Sonra Irak'tan önce Yemen'de hayır ve bereket görüldü. Şamlıların da zamanın sonuna kadar hidayet üzere olacakları ve dine yardımcı ola­cakları vaad edildi."

îmam Ahmed b. Hanbel, «Müsned» adlı eserinde şöyle bir rivayette bulunmuştur:

"Iraklıların iyi ve seçkin kimseleri Şam'a goçmedikçe, Şamlıların da şerli adamları Irak'a goçmedikçe kıyamet kopm ayacaktır." [17]

 

Fasıl

 

Müslim, Ebu Bekr b. Ebi Şeybe kanalı ile Seleme b. Ekva'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Adamın biri, Rasülullah (s.a.v.)'m yanında sol eliyle yemek yedi. Rasûlullah ona:

- Sağ elinle ye, dedi. O da:

- Sağ elimle yemeyi beceremiyorum, deyince; Rasûlullah:

- Beceremez olasın! Şu adamın sağ elle yemesini kibrinden başka hiçbir şey engellemiyor, dedi.

O adam da artık elini ağzına götüremez oldu."

Ebu Davud et-Tayalisî, İyas'm babasının şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), sol eliyle yemek yemekte olan Bişr b. Râî el-Ir'ı gördü, ona:

- Sağ elinle ye, dedi. Oda:

- Yapamıyorum, deyince, Rasûlullah (s.a.v.):

- Yapamaz olasın, dedi. Bunun üzerine adam artık elini ağzına ulaştıramadı."

"Sahih-i Müslim" de, îbn Abbas'm şöyle dediği rivayet edilmektedir:

"Çocuklarla beraber oynamaktaydım. Rasûlullah (s.a.v.) gelince,

ondan kaçıp gizlendim. Yanıma geldi. Bana bir veya iki adım attırdı,

sonra beni bir iş için Muaviye'ye gönderdi. Muaviye'nin yanma gittim.

O, yemek yiyordu. Dönüp Rasûlullah'a:

- Yanına gittim ama yemek yiyordu, dedim. Beni ikinci kez gönder­di. Gittiğimde yine yemek yiyordu. Dönüp Rasûlullah'a:

- Yanına gittim, ama hâlâ yemek yiyordu, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- Allah onun karnını doyurmasın, dedi." Beyhakî, Ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Çocuklarla beraber oynuyordum. Rasûlullah (s.a.v.) geldi. Ben de:

' "Bu mutlaka benim için gelmiştir." dedim. Gidip saklandım. Kapının ar­kasına geçtim. Gelip beni buldu. Bir iki adım zorla yürüttü ve:

- Git, bana Muaviye'yi çağır, dedi. Muaviye, vahiy kâtipliği yapı­yordu. Gidip çağırdım, ama Muaviye'nin yemek yemekte olduğunu söy­lediler. Dönüp Rasûlullah'a gelerek: "O, yemek yiyor." dedim. Hz. Pey­gamber:

- Git, onu bana çağır! dedi. Ben de ikinci kez gidip çağırdım. Ama onun yemek yemekte olduğunu söylediler. Dönüp Rasûlullah'a durumu bildirdim. Bunun üzerine o da:

- Allah onun karnını doyurmasın! dedi. Gerçekten ondan sonra Muaviye hiç doymadı. Bu duanın, Muaviye'nin emirliği zamanında da gerçekleştiğini gördüm. Anlatıldığına göre o, günde yedi kez etli yemek yer, ama yine de; "Vallahi doymuyorum, kendimi bitkin hissediyorum." dermiş."

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Tebük gazvesinde Hz. Pey­gamber (s.a.v.), cemaata namaz kıldırmakta iken önlerinden bir deli­kanlı geçmiş, ona beddua edip oturtmuş, artık o da hiç kalkamaz olmuş.

Beyhakî'nin rivayetine göre bir adam, Rasûlullah'a bir söz nakle­derken yüzünü buruşturmuş, Rasûlullah da ona:

- Hep böyle ol, demişti. Ondan sonra, o adamın yüzü hep buruşuk kalmış, ömrü boyunca da tir tir titremiş ve bu hali ölümüne kadar de­vam etmişti.

Malik, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Beni Enmar gazvesine gittik. Üzerin­de iki eski elbise bulunan bir adam vardı. İki elbisesi de bohçasmdaydı. Rasûlullah (s.a.v.) emir verdi, adam bohçasmdaki yeni elbiseleri giydi, sonra dönüp gitti. Rasûlullah (s.a.v.):

- Şu adamın neyi var? Allah boynunu vursun! dedi. Ama o adam da:

- Allah yolunda olsun, deyince; Rasûlullah:

- Allah yolunda olsun, dedi. Gerçekten de o adam, Allah yolunda öl­dürüldü."

Buna benzer birçok hadis varid olmuştur..

Sahih hadislerde ve müteaddid yollarla sahabeler cemaatından ka-tiyyet ifade eder şekilde nakledilen hadislerde de sabit olduğu gibi -ki bunları Rasûlullah'm faziletleri babında ileride anlatacağız- Ra­sûlullah şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, esir ettiğin veya vurduğun veya lanetlediğin kimselerin -eğer buna müstahak değillerse- bu cezasını on­lar için bir kurbet (sana yaklaşma) vesilesi kıl ki, bu sayede kıyamet gü­nünde bunları kendine yakın lalasın."

Biset bahsinin başında da îbn Mesud'un yedi kişiyle ilgili beddua hakkındaki hadisini nakletmiştik. O yedi kişiden biri, Ebu Cehil b. Hi-şam idi. Diğerleri de onun arkadaşlarıydılar. Bunlar, Rasûlullah

(Bu Bölüm Eksiktir)

"Ey Muhammedi Sana Zülkarneyn'i sorarlar. "Onu size anlataca­ğım." de." Cel-Kehf, 83.) buyurmuştur.

Bundan sonra Zülkarneyn'üı haberi ve onun, doğuda ve batıda ulaş­tığı yerlerin haberleri, dünyada yaptığı faydalı işler anlatılıyor. Bu ha­berler, gerçekleşmiş şeylerin durumunu beyan ederler ve ayrıca Ehl-i x   Kitabın ellerinde bulunan kutsal kitaplardaki haberlere de muvafıktır­lar. Bu kitaplarda anlatılan haberlerin bir kısmı gerçektir. Bir kısmı ise, değiştirilmiş ve tahrif edilmiştir. Değiştirilip tahrif edilenler ise, reddedilmişlerdir. Doğrusu Cenâb-ı Allah, Hz. Muhammed'i hak pey­gamber olarak göndermiş ve üzerinde ayrılığa düştükleri haberlerle hü­kümleri insanlara açıklasın diye ona kitabı da indirmiştir. Cenâb-ı Al­lah, Tevrat ile İncil'den söz ettikten sonra şöyle buyuruyor:

"Ey Muhammedi Kur'ân'ı, önce gelen kitabı tasdik ederek ve ona şa-hid olarak gerçekle sana indirdik." (el-Maide, 48.)

Hicret bahsinin baş kısmında, Abdullah b. Selam'ın İslâm'a giriş kıssasını anlatmıştık. O, şöyle diyor:

"Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde insanlar akın akın ona gittiler. Ona gidenler arasında ben de vardım. Onun mübarek yüzünü, görünce dedim ki: "Onun yüzü, yalancıların yüzü değildir." Ondan duy­duğum ilk söz de şu oldu:

- Ey insanlar! Selamı yaygmlaştırın, dost ve akrabalarınızı ziyaret edin. Akrabalık bağlarını koparmayın. Yemek yedirin. Geceleyin insan­lar uykuda iken namaz kılın. Böylece selametle Cennet'e girin."

"Sahih-i Buharf' de sabit olduğuna göre Enes, Abdullah b. Selam'ın, ancak bir peygamberin bileceği şu üç soruyu Rasûlullah'a sorduğunu ri-vayet etmiştir:

1- Kıyamet alametlerinin ilki nedir?

2- Cennetliklerin yiyeceği ilk yemek nedir?

3- Çocuğun, erkek veya kız olmasına sebep olan şey nedir? Bu üç soruyu Rasûluîlah (s.a.v.), .şöyle cevaplamıştı:

- Cebrail, bunların cevabını az önce bana bildirdi:

1- Kıyamet alametlerinin ilki bir ateştir ki, insanları doğudan ba­tıya sevkedip toplar.

2- Cennetliklerin yiyecekleri ilk yemek, balık ciğerinin fazlalığı (havyar)'dır.

3- Çocuğa gelince, eğer erkeğin döl suyu, kadınınkinden önce akar­sa, çocuk babasına çeker yani erkek olur. Kadının döl suyu, erkeğinkin-den önce akarsa, çocuk anasına çeker yani kız olur.

Beyhakî'nin, Said el-Makberf den yaptığı rivayete göre Abdullah b. Selam, kıyamet alametlerinin ilkinin yerine Peygamber Efendimiz'e aydaki siyah lekeleri sormuş. Peygamber Efendimiz de ona şu cevabı vermiştir:

- Aydaki siyah lekelere gelince, doğrusu onlar iki güneş idiler. Bu hususta Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyurmuştur:

"Gece ve gündüzü, varlığımıza birer delil kıldık. Biz gecenin delilini kaldırdık." (ei-fcrâ, 12.)

Gördüğün o siyah lekeler, gecenin kaldırılmasıdır.

Bunun üzerine Abdullah b. Selam, şahadet getirip şöyle dedi:

- Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şahadet ederim.

Hafız el-Beyhakî, Sevban'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûluîlah (s.a.v.)'m yanında duruyordum. Yahudi âlimlerinden biri gelip:

- Esselamü aleyke ya Muhammed, dedi. Ben de onu iteledim. Ne­redeyse yere düşecekti. Bana:

- Niçin beni itiyorsun? diye sorunca, ben de:

- Niçin ey Allah'ın Rasûlü, diye hitab etmiyorsun? diye sitemde bu­lundum. O da şöyle dedi:

- Onu ailesinin kendisine verdiği adla çağırdım. Bunun üzerine Rasûluîlah (s.a.v.):

- Ailemin bana verdiği ad, Muhammed'dir, dedi. Sonra Yahudi, ona şöyle dedi:

- Sana soru sormak için geldim.

- Sana anlatırsam faydası olur mu?

- Seni iki kulağımla dinliyorum.

Rasûlullah'm elinde bir ağaç dalı vardı. Onunla yere birşeyler çizdi ve Yahudi'ye:

- Sor bakalım, dedi. Yahudi de sormaya başladı:

- Yerin başka bir yerle, göğün de başka bir gökle değiştirileceği günde insanlar nerede olacaklardır?

- Köprü gerisinde, karanlıkta olacaklardır.

- O köprüyü insanların hangisi önce geçecektir?

- Muhacirlerin yoksulları geçecektir.

- Onlar, Cennet'e girdiklerinde armağanları ne olacaktır?

- Balık ciğerinin fazlalığı (havyar) olacaktır.

- Ondan sonra ne yiyeceklerdir?

- Sonra da onlara, Cennet'in çevresinde yayılan öküz kesilip yedi-rilecektir.

- Onun üzerine ne içeceklerdir?

- Selsebil denen pınardan içeceklerdir.

- Doğru söyledin. Ancak bir peygamberin veya bir iki adamı ti bile­ceği birşeyi sormak için sana geldim.

- Sana anlatırsam faydası olur mu?

- Seni iki kulağımla dinliyorum. Ben çocuğun erkek mi, yoksa kız mı olacağının neye bağlı olduğunu sana sormaya geldim.

- Erkeğin döl suyu beyaz, kadmmki ise sarıdır. Bu döl suları bir araya gelip de erkeğinlri üst olursa, doğacak çocuk erkek olur. Yok eğer kadının döl suyu üst olursa, doğacak çocuk Allah'ın izniyle kız olur.

- Doğru söyledin, şüphesiz ki sen bir peygambersin. Böyie dedik­ten sonra çekip gitti. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

- Bana sorduğu soruları daha önce bilmiyordum. Cevabından ha­berim yoktu. "Ancak Allah bana bu hususta bilgi verdikten sonra bil­dim."

Bu rivayette sözü edilen Yahudi'nin Abdullah b. Selam olması muh­temel olduğu gibi, başka birisi de olabilir. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Davud et-Tayalisî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir Yahudi cemaatı, günün birinde Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip, şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, sana ancak bir peygamberin cevaplayabileceği bazı sorular yönelteceğiz. Sen de bize bunların cevabını ver,

- Dilediğinizi sorun, ancak gerçekten doğru bildiğiniz cevabı size verirsem İslâm üzere bana tabi olacağınıza dair Allah'ın zimmeti ile söz verin. Yakub'un da oğullarından söz aldığı gibi, ben de sizden söz almak istiyorum.

- Tamam, öyle olsun.

- Şimdi dilediğinizi sorun.

- Sana dört şey soracağız. Şöyle ki:

1- İsrail'in (Yakub'un), Tevrat'ın nüzulünden önce kendi nefsine haram kıldığı yiyeceği bize söyle.

2- Bize erkeğin döl suyunu ve doğacak çocuğun neye göre erkek ve­ya dişi olacağını anlat.

3- Şu uykudaki peygamber hakkında bize bilgi ve meleklerden se­nin dostunun kim olduğunu da bize söyle. Peygamber (s.a.v.) de onlara:

- Eğer size bu sorularınızın cevabını verirsem bana tabi olacağını­za dair Allah'a söz verin, dedi. Onlar da Peygamber (s.a.v.)'in istediği sö­zü ve teminatı verdiler. Bundan sonra Peygamber (s.a.v.), onların sor­muş oldukları soruları şöyle cevapladı:

- Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah'ı size hatırlatıyorum, israil (Ya-kub), şiddetli bir hastalığa yakalanmış ve hastalığı uzun süre devam et­mişti. Eğer şifa bulursa en sevdiği içeceği, en sevdiği yiyeceği kendi nef­sine haram kılacağına dair Allah'a söz verip adakta bulunmuştu. Siz bunu biliyor musunuz? Onun en çok sevdiği içecek deve sütü, en çok sev­diği yiyecek de deve etiydi. Öyle değil mi?

- Allah için evet.

- Allah'ım, bunlara şahid ol. Kendisinden başka ilah bulunmayan ve Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah'ı size hatırlatırım. Erkeğin döl suyunun beyaz, kadınınkinin ise sarı olduğunu biliyor muydunuz? İşte şu döl sularından hangisi daha üste çıkarsa, doğacak çocuk ona benzer. Eğer erkeğin döl suyu üste çıkarsa, doğacak çocuk Allah'ın izniyle erkek olur. Eğer kadının döl suyu erkeğinkinin üstüne çıkarsa, doğacak çocuk Al­lah'ın izniyle kız olur. Böyle değil midir?

- Allah için evet.

- Allah'ım, bunlara şahid ol. Musa'ya Tevrat'ı indiren ve kendisin­den başka ilah bulunmayan Allah'ı size hatırlatırım. Siz şu peygambe­rin gözlerinin uyuduğunu ama kalbinin uyumadığını biliyor muydu­nuz?

- Allah için evet.

- Allah'ım, bunlara şahid ol.

- Şimdi sen bize meleklerden hangisinin senin dostun olduğunu söyle, ona göre ya seninle birleşiriz, ya da senden ayrılırız.

- Meleklerden dostum Cebrail (a.s.)'dir. O, Allah'ın gönderdiği her peygamberin dostudur.

- Eğer dostun başka bir melek olsaydı, seninle bey'atleşir ve seni tasdik ederdik.

- Cebrail'i tasdik etmenize engel olan şey nedir?

- O, melekler arasında bizim düşman olduğumuz biridir! Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah şu ayeti inzal buyurdu:

"De ki: "Cebrail'e düşman olan kimse Allah'a düşmandır." Çünkü o, Kur'ân'ı Allah'ın izniyle senin kalbine indirmiştir." (el-Bakara, 97.)

"Bu yüzden gazab üstüne gazaba uğradılar." (el-Bakara, 90.)

İmam Ahmed b. Hanbel, SafVan b. Assai el-Muradfnin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Yahudinin biri, arkadaşına:

- Haydi şu peygambere gidelim de ona: "And olsun ki, Musa'ya do­kuz tane apaçık mucize verdik." (ei-Isrâ, 101.) ayetini soralım, dedi.

Arkadaşı da o Yahudiye şöyle dedi:

- Ona birşey deme, eğer o, senin birşey dediğini duyarsa dört gözü olur. Gidip Peygamber (s.a.v.)'e bazı sorular sordular. O da onlara şöyle dedi:

- Hiç birşeyi Allah'a ortak koşmayın, hırsızlık etmeyin. Zina yap­mayın. Allah'ın haram (dokunulmaz) kıldığı bir canı -haklı sebep olma­dan- öldürmeyin. Büyü yapmayın. Faiz yemeyin, suçsuz bir adamı sul­tanın yanında jurnallemeyin ki, sultan onu öldürmesin. İffetli kimseye zina isnadında bulunmayın, savaştan kaçmayın. Ey Yahudiler toplulu­ğu, özellikle siz, cumartesi gününde haddi aşmayın! Peygamber (s.a.v.), sözünü tamamladıktan sonra o iki kişi elleriyle ayaklarını öpüp şöyle dediler:

- Senin peygamber olduğuna şahadet ederiz.

- Peki ne diye bana tabi olmuyorsunuz? Sizi engelleyen nedir?

- Davud peygamber, kendi soyundan sürekli olarak peygamber gönderilmesi için dua etmişti. Eğer Müslüman olursak, Yahudilerin bi­zi öldürmelerinden korkarız, dediler."

Tirmizî, bunun hasen ve sahih bir hadis olduğunu söylemiştir.

Ben derim ki: Bu hadisin senedinde adı geçen ravilerden bir kısmı­nın aleyhinde konuşulmuştur. Ravi de dokuz mucize ile on emri birbiri­ne karıştırmış gibi görünüyor.

Şöyle ki: Musa peygamber, diğer Israiloğullarıyla birlikte Mısır di­yarından çıktıktan sonra bir Kadir gecesinde Tur dağının çevresinde bulunmakta iken Cenâb-ı Allah, kendisine bazı tavsiyelerde bulunmuş­tu. O esnada kardeşi Harun da Tur dağında Musa'nın yanında bulun­maktaydı. O sırada yüce Allah, Musa'ya on emri vermişti. Ben bunu bu hadiste açıklamışımdır. Diğer dokuz mucizeye gelince onlar, Musa pey­gamberi teyid etmek için gösterilmiş harikulade hallerdir. Cenâb-ı Al­lah, o mucizeleri Musa vasıtasıyla Mısır diyarında izhar etmişti. O mu­cizeler de şunlardır: Asâ, beyaz el, tufan, çekirge, kımıl, kurbağalar, kan, kıtlık ve ürünlerin eksilmesi. Bunları tefsirimizde yeterince açık­ladık. Doğrusunu Allah bilir. [18]

 

Fasıl

 

Gayr-i müslimlerin, Peygamber Efendimiz'i zor durumda bırak­mak için bazı soruları kendisine yönelttiklerini tefsirimizde şu ayeti açıklarken nakletmiştik:

"De ki, "Eğer ahiret yurdu Allah katında başkalarına değil de yalnız size mahsus ise ve eğer doğru sözlü iseniz, ölümü dilesenize!" Bunu, ön­ceden işlediklerinden ötürü, asla dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri bi­lir." (el-Bakara, 94-95.)

"Ey Muhammedi De ki: "Ey Yahudiler, bütün insanlar bir yana, yal­nız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız ve bunda samimi iseniz, ölümü dilesenize!" Yaptıklarından ötürü, ölümü asla di­leyemezler. Allah, zalimleri bilendir." (ei-Cum'a, 6-7.)

Tefsircilerin bu konudaki kavillerini nakletmiştik. Hz. Peygam-ber'in kendisine soru soran ve bununla da onu müşkül durumda bırak­mak isteyenleri lanetleşmeye çağırdığım ve batıl yolda olan ister Hristi­yan, ister Yahudi, ister Müslüman olsun, her kim ise Ölmesi için beddua ettiğini de anlatmıştık. Ancak muhalifleri, kendi nefislerine zulmettik­leri, yapılacak bedduanın kendilerine döneceğini bildikleri ve bu işin ve­balinin de kendi üzerlerine yükleneceğini anladıkları için bu işten vaz­geçmişlerdi. Aynı şekilde ziyaretine gelen Necranh Hristiyan heyette Isa peygamber hakkında Peygamber Efendimiz'le tartıştıklarında on­ları karşılıklı lanetleşmeye davet etmişti. Bu hususta Allah şöyle buyurmuştur:

"Ey Muhammedi Sana ilim geldikten sonra, bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de M: "Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımı­zı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim." (Âl-i îmrân, 61.)

Yine Hz. Peygamber, karşılıklı lanetleşmek için müşriklere de çağ­rıda bulunmuştu. Bu hususta yüce Allah, ona şu buyruğu göndermişti:

"De ki: "Sapıklıkta olanı Rahman ne kadar ertelese bile, sonunda, tehdid edildikleri azab ya da kıyamet gününü gördükleri zaman onlar kimin yerinin daha kötü ve taraftarl arının daha güçsüz olduğunu bile­cektir." (Meryem, 75.)

Biz bu konuyu, mezkur ayetleri tefsirimizde açıklarken yeterince vuzuha kavuşturduk. Hamd ve minnet Allah'adır. [19]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/187-188.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/188-192.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/192.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/192-193.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/193-195.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/195-197.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/197-198.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/198-199.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/200-201.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/201.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/201-203.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/203-205.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/205-207.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/207.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/207-208.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/209-215.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/216-222.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/222-225.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/225-230.