Umman Ve Mehrelllerin İrtidadları 1

Hicrî Onbirinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 4

Ümmü Eymen. 7

Sabit B. Akram B. Salebe. 7

Sabit B. Kays B. Şemmas. 8

Hazn B. Ebî Vehb. 9

Zeyd B. Hattab. 9

Salim B. Ubeyd. 10

Ebu Dücane Simak B. Hareşe1. 11

Şüca' B. Vehb. 12

Tufeylb. Amr B. Tarif 12

Abbad B. Bişr B. Vakş El-Ensârî 12

Saîb B. Osman B. Maz'un. 13

Saîb B. Avvam.. 13

Abdullah B. Süheyl B. Amr. 13

Abdullah B. Abdullah B. Übeyy B. Selül 13

Abdullah B. Ebu Bekir Es-Sıddık. 13

Ukkaşe B. Mlhsan. 14

Maanb. Adiy. 14

Ebu Hüzeyfe B. Utbe B. Rebia. 15

Ensâr'dan Yemame Savaşında Şehid Edilenler. 15

Hicri Onbirinci Senede Öldürülen Yalancı Peygamber Müseyleme B. Habib El-Yemamî 17

Hicretin Onîkîncî Senesi Hadiseleri 18

Halid B. Velid'în Irak'a Gönderilişi Ve Zâtü's-Selâsîl Gazvesi 19

Mîzar (Senî?) Vak'ası 22

Velce Olayı 22

Ulleys Savaşı 23

Fasıl 25

Halîd B. Velîd'in Enbar'ı Fethî 27

Aynu't-Temr Vak'ası 28

Dumetü'l-Cendel Savaşı 29

Hasıd Ve Mudayyah Savaşları 30

Firaz Savaşı 31

Hîcrî Onîkîncî Senede Meydana Gelen Bazı Olaylar. 32

Hicretin Onîkinci Senesinde Vefat Eden  Şahsiyetler. 33

Beşîr B. Sa'd B. Salebe El-Hazrecî 33

Ebu Mersed El-Ğanevî 33

Ebu'l-As B. Rebî 34

 

Umman Ve Mehrelllerin İrtidadları

 

Ummanlılar arasında Zu't-Tac Lakit b. Malik el-Ezdî adında bir adam ortaya çıkmıştı. Cahiliye döneminde buna Cülendî adı verilmişti. Bu da peygamberlik iddiasında bulunmuştu. Ummanlıların cahil in­sanları peşine takılmışlardı. Böylece Umman'a hakim olmuş, Cifer ve Abbad'ı hükmü altına almış, halkı dağlık ve deniz kıyıları olan ücra yer­lere sürmüştü. Bunun üzerine Cifer, Hz. Ebu Bekir'e haber göndermiş, kendisine takviye olarak askerler göndermesini dilemişti. Hz. Ebu Be­kir de Hüzeyfe b. Mihsan el-Himyerî ve Ezd kabilesinden Arfece el-Ba-rikfvi göndermişti, ikisinin bir araya gelip görüş birliği yaparak önce­likle işe Umman'dan başlamalarını ve Hüzeyfe'nin komutanlık yapma­sını kendilerine emretmişti. Ama Mehre'ye vardıkları zaman orada ko­muta yetkisinin Arfece'ye devredilmesini buyurmuştu.

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Hz. Ebu Bekir, İkrime b. Ebu Cehil'i Şurahbil b. Hasene ile birlikte Müseyleme ve adamlarının üzerine gönderirken İkrime acele etmiş ve yalnız başına zafer kazan­mak için Şurahbil'in gelmesini beklemeden Müseyleme'ye saldırmış ve Müseyleme ile beraberindeki askerlerden darbe yemişti. Neticede geri dönerek Halid b. Velid'in gelişini beklemeye başlamıştı. Nihayet Halid gelip Müseyleme'yi mağlub etmişti. Bunu önceki kısımlarda da anlat­mıştık. Bu olay yüzünden Hz. Ebu Bekir, İkrime'ye kınayıcı bir mektup göndermiş ve mektubunda şöyle demişti: "Seni hep beladan sonra görü­yor ve işitiyorum."

Hz. Ebu Bekir, îkrime'ye gidip Umman'da Hüzeyfe ve Arfece'nin ya­nında yer almaşım emretmiş ve şöyle demişti: "Her biriniz kendi asker­lerinin komutanıdır. Ama Umman'da bulunduğunuz sürece Hüzeyfe insanların emindir. Oradaki işinizi tamamladıktan sonra Mehre'ye gi­din. Mehre'deki işinizi de tamamladıktan sonra sen Yemen'e ve Had-ramut'a git, Muhacir b. Ebi Ümeyye ile beraber ol. Umman'dan Hadra-mut'a ve Yemen'e giderken karşılaştığın mürtedlerin de cezasını ver."

ikrime, Hz. Ebu Bekir'in emrini yerine getirmek için yola çıktı. Um­man'a varmadan önce Hüzeyfe ile Arfece'ye yetişti. Hz. Ebu Bekir de da­ha önce Hüzeyfe ile Arfece'ye, Umman'a giderken veya oraya yerleştik­leri zaman îkrime'nin görüşüne uymalarını emreden bir mektup gön­dermişti. Bunlar yollarına devam ettiler. Umman'a yaklaştıklarında Cifer'le yazıştılar. Lakit b. Malik, islâm ordusunun oraya gelmekte ol­duğu haberini alınca, askerleriyle birlikte çıkıp Dübâ garnizonunda or­dugah kurdu. Dübâ, o beldelerin başkenti ve büyük panayırı durumun­daydı. Lakit b. Malik, çocukları ve malları askerlerinin arkasına yerleş­tirmişti ki; bu, savaş için onları daha da cesaretlendirsin. Cifer ile Ab-bad, Sahar mevkiinde toplanıp garnizon kurdular. Hz, Ebu Bekir'in komutanlanna haber saldılar. Hep birlikte Müslümanlarla bir araya gel­diler, iki ordu orada karşılaştı. Şiddetli bir şekilde savaştı. Müslüman­lar, büyük bir mihnete maruz kaldılar, nerede ise dönüp kaçacaklardı. Ama Cenâb-ı Allah, onlara lütuf ve keremi ile ihsanda bulunup takviye gönderdi. Beni Naciye ve Abdü'1-Kays kabilelerinden savaşçılar o anda onlara takviye olarak katıldılar. Aralarında komutanları da vardı. Bu takviye kuvvetleri Müslümanlarla birleşince Müslümanlar fetih ve za­fere nail oldular. Müşrikler dönüp kaçtılar. Müslümanlar, arkadan on­ları takibe başladılar. Müşriklerden 10.000 savaşçıyı öldürüp çoluk ço­cuklarını esir aldılar. Mallarım ve panayırdaki eşyalarını ganimet ola­rak ele geçirdiler. Ganimetlerin beşte birini Arfece adındaki komutanla Hz. Ebu Bekir'e gönderdiler. Arfece, daha sonra arkadaşlarının yanma döndü.

Mehre'ye gelince Müslümanlar, Umman'daki işlerini tamamladık­tan sonra İkrime, askerleriyle birlikte Mehre beldelerine doğru yürüdü. Mehre beldelerine saldırdı. Orada iki askeri birlikle karşılaştı. Birlik­lerden birinin başında Beni Muharib kabilesinden Misbah adındaki bir komutan, diğerinin başında Şahrit adındaki bir komutan vardı. Ama bu ikisi birbirleriyle ihtilaf halindeydiler. Bu ihtilaf da mü'minler için bir rahmet oldu. ikrime, Şahrit'e haber saldı. Kendisine katılmasını tavsi­ye etti. Şahrit de îkrime'nin bu tavsiyesine uyup ona katıldı. Böylece Müslümanlar güçlendiler. Misbah'm gücü azaldı. İkrime ona haber sal­dı. Onu Allah'a imana ve kendisine de itaata davet etti. Ancak Misbah, beraberindeki askerlerin çokluğuna ve Şahrit'e olan muhalefetine alda-nıp taşkınlığım sürdürdü. Bunun üzerine İkrime, beraberindeki asker­lerle onun üzerine yürüdü, iki ordu şiddetli bir şekilde savaştılar. Bu sa­vaş, Dübâ'da cereyan eden savaşa göre daha sert bir savaş oldu. Sonra Cenâb-ı Allah, Müslümanlara zafer ve nusret nasib etti. Müşrikler kaçtılar. Misbah da öldürüldü. Kavminden birçok asker de öldürüldü. Müslümanlar da onların mallarını ganimet olarak ele geçirdiler. Gani­met olarak ele geçirdikleri mallar arasında 1000 asil deve de vardı. İkri­me, bu ganimetleri taksim edip beşte birini Şahrit'Ie beraber Hz. Ebu Bekir'e gönderdi ve Allah'ın kendilerine nasib ettiği fethi haber verdi. Bu müjdeyi de Saib adındaki Beni Abid kabilesinden ve Mahzumîlerden biriyle gönderdi. Alcum adındaki bir adam, bu zafer hakkında şöyle bir şiir söyledi:

"Sağmal hayvanlar üzerimize geldiği zaman Cenâb-ı Allah, Şah­rit'e ve Haşimilerden nesebi belirsiz kimselere mükafat verdi.

Öyle bir mükafat M, kötüye verilen bir mükafattır. O kötü, ahde ve­fa göstermedi. Taahhüd ettiği zimmete riayet etmedi. Akrabaların um­duğu şeyi ummadı.

Ey îkrime! Eğer benim kavmimin topluluğu ve faaliyetleri olmasay­dı, çölde yollarımız daralacaktı. Biz, kardeşlerine var gücüyle uyup ria­yet eden kimseler gibi olduk. Zamanlar içinde üzerimize felaketler çök­tü."

Yemenlilere gelince, Önceki bölümlerde de anlattığımız gibi mel'un Esved el-Ansî Yemen'de zuhur ettiği zaman zayıf akıllı ve dini bütün ol­mayan birçok kimseleri saptırmıştı. Çünkü onlardan çoğunu dinden döndürmüş ve İslâm'dan uzaklastırmıştı. Kays b. Mekşuh, Firuz ed-Deylemî ve Dazeveyh adındaki üç komutan onu öldürmüşlerdi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın vefat ettiği haberi kendilerine ulaştığı zaman Ye­menlilerin bir kısmı, içinde bulundukları şaşkınlık ve şüpheyi daha da arttırmışlardı. Allah, bizi bundan korusun. O zaman Kays b. Mekşuh, Yemen'de emir olmaya tamahlanmış, bu iş için çaba sarfetmiş, is­lâm'dan irtidad etmiş ve Yemen halkının avam tabakası kendisine uy­muştu. Hz. Ebu Bekir es-Sıddık da islâm ordusu kendilerine hızla ula­şıncaya kadar, Kays b. Mekşuh'a karşı Firuz'a ve beraberindeki arka­daşlarına yardımcı olmaları için Yemenli emir ve reislere mektup gön­dermişti. Kays b. Mekşuh, diğer iki emiri öldürmeye tutkulu idi. Ancak Dazeveyh'ten başkasını öldüremedi. Firuz ed-Deylemî, ondan saklanıp kendini korudu.

Kays, onları şöyle bir tuzağa düşürmüştü: Bir yemek yapmış, önce Dazeveyh'i davet etmişti. Dazeveyh yemeğe gelince, Kays acele davra­nıp onu Öldürmüştü. Sonra yemeğe geliresi için Firuz'a haber salmış, Firuz yolda gelirken bir kadının başka bir kadına şöyle dediğini işitmiş-ti: "Vallahi bu da arkadaşı gibi öldürülecektir." Firuz bu sözü duyunca, yarı yoldan geri dönmüş ve arkadaşlarına Dazeveyh'in öldürüldüğü ha­berini vermişti. Sonra da dayıları olan Holanhların yanına gitmiş, onla­rın yanında kendini korumuştu. Ukayl da ona yardım etmişti. Ak ve Haklılar da yardımlarını ondan esirgememişlerdi. Kays, Firuz ile Daze­veyh'in çocuklarına ve Ebna'ya saldırıp onları Yemen'den sürdü. Bunla­rın bir kısmını karaya, bir kısmını denize doğru sürgün etti. Firuz, buna karşı hiddetlendi ve kalabalık bir toplulukla ona karşı çıktı. Kays ile Fi­ruz ve taraftarları şiddetli bir şekilde savaştılar. Kays ve avam tabaka­sından oluşan askerleri hezimete uğradılar. Esved el-Ansî'nin askerle­rinin kalanları da bu savaşta yenik düştüler. Her biri bir tarafa kaçma­ya çalıştı. Kays ile Amr b. Madikerb de esir düştüler. Amr da irdidad et­miş ve Esved el-Ansî'ye bey'at etmişti. Firuz, bunları Muhacir b. Ebu Ümeyye refakatmda esir olarak Hz. Ebu Bekir'e gönderdi. Hz. Ebu Be­kir, bu ikisini azarlayıp kınadı, ondan özür dilediler. O da onların bu za­hiri mazeretlerini kabul etti, ama kalplerindeki düşüncelerini yüce Al­lah'a havale etti. Onları serbest bırakıp kavimlerine gönderdi. Rasûlullah (s.a.v.)'m valileri, onun hayatında görev yaptıkları yerlere uzun savaşlardan sonra geri döndüler. Eğer bunları detaylı olarak anla­tacak olursak burada büyük bir yer işgal edecektir.

Özetleyecek olursak deriz ki: Arap yarımadasının hemen hemen her tarafında bazı kimseler irtidad etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, ordu ve komutanları irtidad hadiselerinin vuku bulduğu yerler­deki mü'minlere yardıma olsunlar diye göndermişti. Müslümanlar, ne­rede mürtedlerle karşılaştılarsa mutlaka mürtedleri mağlup ettiler. Hamd ve minnet Allah'adır. Mürtedlerden büyük bir kısmım öldürdü­ler. Çok miktarda ganimetler ele geçirdiler. Bu ganimetler sayesinde o bölgelerdeki Müslümanlar güçlendiler. Ganimetlerin beşte birini, Hz. Ebu Bekir'e gönderdiler. O da bu beşte birlik kısmı halka dağıttı. Böyle­ce onlar da güçlendiler ve kendileriyle savaşma niyetinde bulunan Acemlerle Rumlara karşı savaş hazırlığı yaptılar ki, bununla ilgili ay­rıntıları ilerideki kısımlarda nakledeceğiz.

Durum böyle devam etti. Nihayet Arap yarımadasında Allah'a ve Rasûlüne itaat eden ve Necranlılarla onların statüsünde bulunan zim-milerden başka kimse kalmadı. Hepsi sürüldü ya da öldürüldü. Allah'a hamd olsun.

Mürtedlerle yapılan bu savaşların büyük bir kısmı, hicri onbirinci sene sonlarında ve onikinci sene başlarında* yapılmış ti.

Bu hadiseleri anlattıktan sonra hicri onbirinci senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden bahsedeceğiz. Bu senede Muaz b. Cebel: Ye­men'den dönmüştü. Hz. Ebu Bekir, Yemen'de Ömer b. Hattab'ı bırak­mıştı.[1]

 

Hicrî Onbirinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Bu senede önde gelen birçok meşhur şahsiyet vefat etmişti. Bunlar­la birlikte Yemame savaşında Öldürülen şahsiyetleri de andık. Çünkü bu savaş, bazılarının ifadelerine göre hicri onbirinci senede olmuştu. Ama meşhur görüşe göre bu savaş, hicri onikinci senenin rebiyülevvel ayında cereyan etmiştir.

Hicri onbirinci senede insanlığın dünya ve ahiretteki efendisi Ab­dullah oğlu Muhammed (s.a.v.), rebiyülevvel ayının onikinci gecesin­den sonraki pazartesi günü vefat etmiştir. Bununla ilgili açıklamayı ön­ceki kısımlarda da vermiştik. Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından altı ay sonra kızı Fatıma (r.a.) vefat etti. O, "babasının anası" ile künyelenmış-ti. Rasûlullah (s.a.v.), vefat etmeden önce Fatıma'ya, kendisinden sonra ilk vefat edip kendisine en önce ulaşacak olanın kendisi olacağını bildir­mişti. Bunu bildirirken de: "Cennetlik kadınların hanımefendisi olmaktan memnun olmaz mısın?" diye sormuştu. Meşhur görüşe göre Fa-tıma, Peygamber (s.a.v.)'in en küçük kızı idi. Rasûlullah'm vefatından sonra Fatıma'dan başka hiçbir çocuğu hayatta kalmamıştı. Bu sebeple Fatıma'nm sevabı büyük olmuştu. Çünkü o, Peygamber Efendimiz'in vefatı gibi büyük bir musibetle karşılaşmıştı. Anlatıldığına göre Hz. Fa-tınıa, Rasûlullah (s.a.v.)'m oğlu Abdullah ile ikiz olarak dünyaya gel­miştir. Rasûlullah'm nesli de ancak Fatıma vasıtasıyla devam etmiştir.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Rivayet olunduğuna göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Fatıma ile Ali'nin zifaf gecesinde abdest almış, abdest suyunun artığını Fatıma ile Ali'nin üzerine serpmiş ve nesillerinin mübarek ol­ması için dua etmiştir.

Rasûlullah'm amcası oğlu Ebu Talib oğlu Ali, hicretten sonra, yani Bedir gazvesinden (zayıf bir rivayete göre Uhud gazvesinden veya Rasûlullah (s.a.v.)'m Aişe ile evlenmesinden dört buçuk ay) sonra Fatı­ma ile evlenmiştir. Nikahtan yedi buçuk ay sonra Ali, Fatıma ile gerde­ğe girmiş ve değeri 400 dirhem olan Hatmi yapısı zırhını ona mehir ola­rak vermiştir. Fatıma evlendiği zaman on beş yaşını doldurmuştu. On altı yaşından da beş ay almıştı. Ali, o zaman kendisinden altı yaş daha büyüktü. Hz. Ali ile Fatıma'nm evlenmelerine dair mevzu hadisler nak­ledilmiştir ki, bunları nahoş gördüğümüz için burada anlatmadık.

Bu evlilikten, Hasan, Hüseyin, Muhsin adında üç oğulları ve Ümmü Külsum adındaki bir kızları doğmuştur. Bilahare Hz. Ömer, Ümmü Külsum ile evlenmiştir.

imam Ahmed b. Hanbel, Atâ'nm babası Saib'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Ali ile Fatıma'yı evlendirdiği zaman çeyiz olarak Fatıma'ya saçaklı bir yaygı, içi hurma lifiyle doldurulmuş deri yüzlü bir yastık, el değirmem, su kabı ve iki çömlek vermişti. Bir gün Ali, Fatıma'ya şöyle dedi:

- Vallahi kuyudan su çeke çeke artık göğsüm ağrıyor. Allah, baba­na esir olarak cariyeler göndermiştir. Git de bize hizmet etmesi için on­dan bir cariye iste.

Fatıma da:

- Vallahi el değirmenini döndüre döndüre benim de elimde güç kal­madı, deyip Peygamber (s.a.v.)'in yanma gitti. Peygamber (s.a.v.):

- Ey kızcağızım, buraya niçin geldin? diye sordu. Faüma:

- Sana selam vermek için geldim, dedi. Ondan bir cariye istemek­ten utandı ve eve geri döndü. Ali:

- Ey Fatıma, ne yaptın? diye sorunca, Fatıma:

- Ondan bir cariye istemeye utandım, dedi. Sonra ikisi kalkıp bir­likte Rasûlullah'm yanma gittiler. Hz. Ali dedi ki:

- Ya Rasulallah, vallahi kuyudan su çeke çeke göğsüm ağrıyor.

Fatıma da dedi ki:

- El değirmenini döndüre döndüre elimde güç kalmadı. Allah sana cariye ve mal gönderdi. Bize bir hizmetçi ver.

Rasûlullah, onlara şöyle cevap verdi:

- Vallahi Suffa ehli açlıktan kıvranırken, onlara sarfedecek birşey bulamazken size birşey verecek değilim.

Rasûlullah'm böyle demesi üzerine evlerine geri döndüler. Ancak Rasûlullah, daha sonra yanlarına gitti. îkisi kadife yaygıya bürünmüş-" lerdi. Bu yaygıyı başlarına Örttükleri zaman ayakları açıkta kalıyordu. Ayaklarına örttükleri zaman da başları açıkta kalıyordu. Rasûlullah'm geldiğini görünce ayağa kalktılar. Rasûlullah:

- Yerinizde durun, dedi. Sonra onlara şöyle bir soru sordu:

- Benden istediğiniz şeyden daha hayırlı birşeyi size bildireyim mi?

- Evet bildir.

- Size bildireceğim şey, Cebrail'in bana öğrettiği bazı kelimelerdir ki, onlar da şunlardır: Her namazdan sonra on kere Sübhanallah, on ke­re Elhamdülillah, on kere de Allahu Ekber, diyeceksiniz. Yatağınıza gi­rerken de otuzüç kere Sübhanallah, otuzüç kere Elhamdülillah, otuz-dört kere de Allahu Ekber, diyeceksiniz.

Ali dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.)ın bana öğrettiğinden beri Allah'a yemin ederim ki, bu kelimeleri terketmiş değilim. Îbnü'1-Keva, ona dedi ki:

- Ey Ali! Sıffîn gecesinde de mi bu kelimeleri terketmedin? Bunun üzerine Hz. Ali, şöyle karşılık verdi:

- Allah sizi kahretsin, ey Iraklılar! Evet, Sıffîn gecesinde de bu keli­meleri terketmedim.

Hz. Fatıma, yoksulluk ve sıkıntı günlerinde Hz. Ali ile beraber sab­retmiş ve her türlü mahrumiyete katlanmıştı. Vefatına kadar Hz. Ali, onun üzerine başka bir kadınla evlenmemişti. Ancak bir zamanlar, Ebü Cehil'in kızı Bedre ile evlenmek istemişse de Rasûlullah (s.a.v.) bundan rahatsız olmuş ve cemaata şöyle bir nutuk irad etmişti:

"Ben helali haram, haramı da helal etmem. Fatıma benim vücu­dumdan bir parçadır. Onu kuşkulandıran şey, beni de kuşkulandırır. Onu rahatsız eden şey, beni de rahatsız eder. Ben onun kanından fitne­ye düşmenizden korkuyorum. Ama ben isterim ki, Ebu Talib'in oğlu onu boşasm da ondan sonra Ebu Cehil'in kızı ile evlensin. Allah'a yemin ede­rim ki, Allah'ın peygamberinin kızıyla Allah'ın düşmanının kızı aynı adamın nikahı altında asla bir arada bulunamazlar." Rasûlullah'm böy­le demesi üzerine Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçti.

Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince Hz. Fatıma, Ebu Bekir'den babası­nın mirasım istedi. Ancak Ebu Bekir ona, Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu haber verdi: "Bize mirasçı olunmaz. Bizim terekemiz sadakadır."

Bunun üzerine Hz. Fatıma, kocası Ali'nin bu sadaka üzerinde nazır olmasını taleb etti. Ancak Hz. Ebu Bekir, onun bu talebini de kabule ya-naşmayıp şöyle dedi:

"Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m geçimlerini sağladığı kimselerin geçim­lerini sağlayacağım. Çünkü ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m yapageldiği bir-şeyi yapmadığım takdirde dalalete düşmekten korkarım. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.)'m akrabalarını gözetmem, kendi akraba­larımı gözetmemden daha hoşuma gider."

Hz. Fatuna, Hz. Ebu Bekir'in bu sözlerinden kırıldı ve hayatı boyun­ca ona öfke duydu. Hastalandığı zaman Hz. Ebu Bekir, onun ziyaretine gelip gönlünü almaya çalıştı ve şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki ben, sırf Allah ve Rasûlü ile Rasûlün Ehl-i Beytini hoşnut kılmak için diyarımı, malımı, ailemi ve aşiretimi terket-tim." Hz. Ebu Bekir'in böyle demesi üzerine Hz. Fatıma'nın gönlü hoş ol­du. Allah ikisinden de razı olsun.

Hz. Fatıma, ölüm döşeğinde iken kendisini Ebu Bekir'in zevcesi Es­ma binti Umeys'in yıkamasını vasiyet etti. Vefat edince onu Esma, Hz. Ali ve Selma Ümmü Rafi yıkadılar. Denildiğine göre, onu yıkayanlar arasında Abbas b. Abdülmuttalib de varmış. Hz. Faüma'nın vefat etme­den önce yıkandığına ve öldükten sonra kendisini kimsenin yıkamama­sını vasiyet ettiğine dair gelen rivayet zayıftır ve itimada şayan değil­dir. Doğrusunu Allah bilir.

Hz. Fatıma'nm cenaze namazını kocası Ali kıldırdı. Bir rivayete göre amcası Abbas kıldırmıştır. Başka bir rivayete göre ise Ebu Bekir es-Sıddık kıldırmıştır. Doğrusunu Allah bilir. Hicretin onbirinci senesi­nin ramazan ayının üçüncü gecesi olan çarşamba gecesinde defnedildi. Peygamber Efendimiz'in vefatından iki ay, başka bir rivayete göre ise yetmiş gün, diğer zayıf bir rivayete göre ise yetmiş beş gün sonra vefat etmiştir. Peygamber Efendimiz'in vefatından üç ay veya sekiz ay sonra vefat etmiş olduğuna dair zayıf rivayetler de vardır. Sahih kavle göre Hz. Fatıma, Peygamber Efendimiz'in vefatından altı ay sonra vefat et­miş ve geceleyin defnediîmiştir. Anlatıldığına göre o, babasının vefatın­dan sonra kendi vefatına kadar geçen süre zarfında hiç gülmemiştir. Babasının ölümüne üzüldüğünden ve ona hasret duyduğundan dolayı günden güne eriyormuş. Vefat ettiği gün kaç yaşında olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Kimine göre yirmi yedi, kimine göre yirmi sekiz, kimi­ne göre yirmi dokuz, kimine göre otuz, kimine göre de otuz beş yaşınday­mış. Fakat otuz beş yaşında olması uzak bir ihtimaldir. Önceki rakam­lar doğruya daha yakındırlar..Doğrusunu Allah bilir.

Hz. Fatuna, Baki mezarlığına defnedildi. O, naaşı ilk perdelenen ve örtülen kadın oldu. «Sahih-i Buharî»de sabit olan bir rivayette anlatıldıgına göre Hz. Fatıma'nm hayatı boyunca Hz. Ali, insanlardan uzak ya­şamıştı. O vefat edince Hz. Ali, Ebu Bekir es-Sıddık'a bey'at etme yolunu aramış ve Buharf de de rivayet olunduğu gibi ona bey'at etmişti. Bu beyatı, miras meselesi sebebiyle aralarında meydana gelen kırgınlığı gidermek için yapmıştı. Bu ikinci bir bey'at sayılır. Daha önceden Hz. Ebu Bekir'e bey'at ettiğine dair rivayete ters düşmemektedir. Nitekim biz de böyle demişizdir. Doğrusunu Allah bilir. [2]

 

Ümmü Eymen

 

Ümmü Eymen'in asıl adı Bereke binti Salebe b. Anar b. Husayn b. Malik b. Seleme b. Amr b. Numan'dır. Rasûlullah (s.a.v.)'m azadhlarm-dandır. Rasûlullah (s.a.v.)'a babasından, başka bir rivayete göre ise anasından miras kalmıştır. Küçüklüğünde Rasûlullah'm baklalığını yapmıştır. Daha sonraları da ona hizmet etmiştir. Hatta idrarını dahi içmiştir. Bu nedenle de Rasûlullah ona şöyle demişti: "Uzaktaki bir ate­şi getirdin."

Rasûlullah (s.a.v.), onu ve kocası Ubeyd'i azad etmişti. Bu evlilikle­rinden Eymen adında bir oğulları doğmuştu ki bu kadın, oğlunun adıyla künyelenmiş ve tanınmıştı. Daha sonra Rasûlullah'm azadlısı Zeyd b. Harise onunla evlenmiş, bu evlilikten de Üsame b. Zeyd doğmuştu. Üm­mü Eymen, birincisi Habeşistan'a, ikincisi de Medine'ye olmak üzere iki kez hicret etmişti. Saliha kadınlardandı. Rasûlullah (s.a.v.), onu evinde ziyaret eder ve: "Bu benim öz annemden sonraki annemdir." derdi. Ebu Bekir ve Ömer de onu evinde ziyaret ederlerdi. Rasûlullah (s.a.v. )'ın ve­fatından beş veya başka bir rivayete göre ise altı ay sonra vefat etmiştir. [3]

 

Sabit B. Akram B. Salebe

 

Bu zatm soy kütüğü şöyledir: Sabit b. Akram b. Salebe b. Adiy b. Ac-lan el-Belevî. EnsâYm müttefiki olup Bedir gazvesine ve müteakip gaz­velere katılmıştır. Mu'te gazvesine katılanlardandır. Abdullah b. Reva-ha öldürüldüğü zaman bayrağı buna vermiş, bu da teslim alıp Halid b. Velid'e ulaştırmıştı ve Halid'e: "Sen savaşmayı benden daha iyi bilir­sin." demişti. Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Tuleyha el-Esedî, bunu ve beraberinde Ukkaşe b. Mihsan'ı öldürmüştür. Tuleyha şöyle di­yerek onları öldürmüştü:

"Dün akşam îbn Akram'ı helak olmuş olarak yerde bıraktım. Ukka­şe el-Ğunemfyi de kalkan altında ölü olarak bıraktım."

Bu iki zatın ölümü, hicretin onbirinci senesinde, başka bir rivayete göre ise onikinci senesinde vuku bulmuştur. Urve'den rivayet olundu­ğuna göre Sabit b. Akram, Peygamber Efendimiz hayatta iken öldürülmüştür. Bu, garip bir rivayettir. Sahih olan öncekidir. Doğrusunu Allah bilir. [4]

 

Sabit B. Kays B. Şemmas

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Sabit b. Kays b. Şemmas el-Ensarî el-Hazrecî Ebu Muhammed. Ensâr'm hatibi idi. Hz. Peygamber'in hatibi olduğu da söylenir. Sabit olan bir rivayette anlatıldığına göre Peygam­ber (s.a.v.), onu şehidlikle müjdelemiştir. Bu müjdeyi içeren hadis, Pey­gamberlik delilleri bölümünde nakledilmişti. Sabit b. Kays, Yemame savaşında Ensâr'm bayrağım taşırken şehid edilmişti.

Tirmizî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sabit b. Kays b. Şemmas, ne güzel bir adamdır."

Ebu Kasım et-Taberanî, Atâ el-Horasanfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Medine'ye geldim. Bana Sabit b. Kays b. Şammas'm hadisini anla­tacak bir adam aradım. Beni onun kızına gönderdiler. Kızına sordum, o da şöyle dedi: Babamın şöyle dediğini işittim:

"Şüphesiz ki Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez." (Lokman, 18.)

Bu ayet-i kerime, Rasûlullah (s.a.v.)'a nazil olduğu zaman Sabit'in çok zoruna gitti. Kapısını üzerine kilitleyip ağlamaya başladı. Hz. Pey­gamber (s.a.v.), onun durumundan haberdar edildi. Çağırıp ona, niçin böyle yaptığını sorunca, o da bu ayetin nüzulü üzerine çok sıkıntıya düş­tüğünü anlattı ve:

- Ben güzelliği seven bir adamım. Kavmime liderlik yapıyorum, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.), ona şu karşılığı verdi: .

- Sen onlardan değilsin. Aksine sen hayırla yaşayacak, hayırla da öleceksin ve Allah seni Cennet'e koyacaktır."

"Ey inananlar! Seslerinizi, peygamberin sesini bastıracak şekilde yükseltmeyin. Farkına varmadan, işlediklerinizin boşa gitmemesi için, peygambere, birbirinize bağırdığınız gibi yüksek sesle bağırmayın." (ei-

Hucurât, 2.)

Bu ayet Rasûlullah (s.a.v.)'a nazil olunca, yine Sabit sıkıntıya düştü ve evine kapanıp kapısını üzerine kilitledi, ağlamaya başladı. Rasûlullah (s.a.v.), onun durumundan haberdar edilince onu yanma ça­ğırttı ve ona niçin böyle yaptığını sordu. O da bu ayetin nüzulünden sı­kıntıya düştüğünü, çünkü sesinin yüksek olduğunu, bu sebeple de Rasûlullah'ın karşısında yüksek sesle konuşunca amelinin boşa çıkma­sından korkmakta olduğunu ifade etti. Rasûlullah (s.a.v.) da ona şöyle cevap verdi:

- Sen, bu ayette sözü edilenlerden değilsin. Aksine sen Övgüye la­yık bir şekilde yaşayacak ve şehid olarak öldürüleceksin. Allah da seni Cennet'ine koyacaktır."

Hz. Ebu Bekir, Müslümanları mürtedlere, Yemamelilere ve Müsey-lemetü'l-Kezzab'a karşı savaşa çağırınca, savaş için ayağa kalkanlarla birlikte Sabit de ayağa kalkıp harekete geçti. Bunlar, Müseyleme ve Be­ni Hanife ile karşılaştıklarında Müslümanlar, üç kez hezimete uğradı­lar. Sabit b. Kays ile Ebu Hüzeyfe'nin azadlısı Salim dediler ki:

- Biz daha önce Rasûlullah (s.a.v.)'la böyle savaşmıyorduk. Böyle dedikten sonra kendileri için bir çukur kazıp çukurun içine

girdiler. Savaşmaya başladılar. Nihayet öldürüldüler.

Sabit b. Kays'm kızı dedi ki: Müslümanlardan biri, rüyasında Sabit b. Kays'ı görmüş, Sabit ona şöyle demiş:

- Ben dün öldürüldüğüm zaman Müslümanlardan biri cesedimin yanına uğradı. Üzerimdeki nefis zırhımı çıkarıp götürdü. Onun evi gar­nizonun uç tarafindadır. Evinin yanında bir at vardır. Zırhın üzerine taştan bir kazanı koymuş, kazanın üzerine de yükleri bırakmıştır. Ha-lid b. Velid'e git. Zırhımı araştırıp bulsun ve alsm. Rasûlullah'm halife­sinin yanma gittiğin zaman, üzerimde şu kadar borç bulunduğunu ve buna karşılık da şu kadar malım olduğunu söyle. Falan kölem de hür­dür. Sakın: "Bu bir rüyadır." deyip de geçme."

Rüyayı gören adam, Halid b. Velid'in yanma gitti. Durumu anlattı. Halid de zırhın bulunduğu yere gitti ve onu anlatıldığı yerde ve şekilde buldu.

Sonra rüyayı gören adam, Ebu Bekir'in yanma gitti ve Sabit'in rü­yada kendisine söylediklerini anlattı. Ebu Bekir de Sabit'in ölümünden sonra vasiyetini yerine getirdi. Sabit b. Kays b. Şemmas'tan başka ölü­münden sonra yaptığı vasiyetin yerine getirildiği başka bir şahıs bilmi­yoruz.

Bu hadis ve bu kıssanın doğrulayıcı başka şahitleri de vardır.

Hammad b. Seleme, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Sabit b. Kays b. Şemmas, Yemame savaşında geldi. Hanut kokusu sürünmüş, kefenini açmıştı. Şöyle dedi:

- Allah'ım! Şunların yaptıklarından sana sığınıyorum. Benim bu­nunla ilişiğim yoktur. Bunların yaptıklarından sana Özür beyan ediyo­rum. Böyle dedikten sonra öldürüldü. Bir zırhı vardı. Öldükten sonra onu üzerinden alıp götürmüşlerdi. Adamın biri, onu rüyada gördü. Sa­bit, rüyada o adama şöyle dedi: "Zırhım falan kazanda ve ocağın altında­dır. Yeri de şöyle ve şöyle bir yerdir."

Böyle dedikten sonra da ona bazı vasiyetlerde bulunmuştu. Zırhını aradılar, buldular, vasiyetini de yerine getirdiler." [5]

 

Hazn B. Ebî Vehb

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Hazn b. Ebi Vehb b. Amr b. Amir b. îm-ran el-Mahzumî. Hicret etmiş bir zattır. Fetih senesinde Müslüman ol­duğu söylenir. Said b. Müseyyeb'in dedesidir.

Rasûlullah (s.a.v.), ona Sehi adını takmak istemişse de o bunu ka­bul etmemiş ve: "Ebeveynimin bana taktıkları bir adı değiştirmem. Biz­de sertlik devam edecektir." demişti. (Hazn kelimesi sertlik anlamına gelir.) Bu zat, Yemame savaşında şehid edilmişti. Beraberinde oğullan Abdurrahman, Vehb ve oğlunun oğlu Hakim b. Vehb b. Hazn da öldürül­müştü. Bu senede şehid edilenlerden biri de Yemen emirlerinden Daze-veyh el-Farisî'dir. Bu, Esved el-Ansf yi öldüren Yemen komutanların-dandır. Kays b. Mekşuh, bunu irtidad ettiği ve İslâm'a dönüşünden ön­ceki bir zamanda suikast neticesinde öldürmüştür. Hz. Ebu Bekir, bu suikastı nedeniyle Kays b. Mekşuh'u kınayıp azarlayınca Kays, bunu inkar etmişti. Hz. Ebu Bekir de onun bu zahirî ifadesini ve Müslümanlı­ğını kabul etmişti. [6]

 

Zeyd B. Hattab

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Zeyd b. Hattab b. Nüfeyl el-Kureşî el-Adevî Ebu Muhammed. Ömer b. Hattab'ın baba bir kardeşidir. Zeyd, Ömer'den daha yaşlı idi. İlk zamanlarda Müslüman olmuş, Bedir sava­şma katılmış, müteakip gazvelerde de savaşmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Maan b. Adiy el-Ensârî'yi kardeş kılmış, bu ikisi Yemame sava­şında şehid edilmişlerdi. Şehid edildiği zaman Muhacirlerin bayrağını taşıyordu. Bayrak elinde ilerlemeye devam ederken Öldürüldü ve yere düştü. Bayrağı onun elinden Ebu Hüzeyfe'nin azadhsı Salim aldı. O sa­vaşta Zeyd b. Hattab, asıl adı Nehar olan Rical b. Unftive'yi öldürmüştü. Bu Rical, Müslüman olmuş, el-Bakara sûresini okumuş, sonra irtidad edip İslâm'dan çıkmış, Müseyleme'nin peygamberliğini tasdik edip rasûllüğüne şahadet getirmişti. Bu sebeple büyük bir fitne meydana gelmişti. Zeyd de onu öldürmüştü. Allah, Zeyd'den razı olsun. Zeyd'i, Ebu Meryem el-Hanefî adındaki biri öldürmüş, sonra bu kişi Müslüman olup Hz. Ömer'e şöyle demişti:

"Ey mü'minlerin emiri! Cenâb-ı Allah, benim vasıtamla Zeyd'e ik­ramda bulundu ve onun vasıtasıyla beni tahkir etmedi."

Denildiğine göre Zeyd b. Hattab'ı, Seleme b. Sabih b. Ömer Ebu Meryem öldürmüştür ki, o da bu Ebu Meryem'dir. Ebu Ömer, bu görüşü tercih edip şöyle demiştir: "Çünkü Ömer, Ebu Meryem'i kadı olarak ta­yin etmek istedi."

Bu, önceki satırlarda söylediğimize ters düşmemektedir. Doğrusunu Allah bilir.

Kardeşi Zeyd b. Hattab'ın ölüm haberini alan Hazreti Ömer şöyle demişti: "Kardeşim iki güzellikte benden önce davrandı. Benden önce Müslüman oldu, benden önce de şehid oldu."

Mütemmim b. Nüveyre, kardeşi Malik'in ölümü üzerine önceki kı­sımlarda naklettiğimiz beyitlerle bir mersiye söylemişti. Onun bu mer­siyesini beğenen Hz. Ömer de şöyle demişti:

- Eğer güzel şiir söyleyebilseydim, ben de senin gibi söylerdim.

- Eğer kardeşim, senin kardeşin Zeyd gibi öldürülseydi ona üzül­mezdim.

- Hiç kimse beni, senin gibi teselli edemedi.

Bununla beraber Hz. Ömer şöyle derdi: "Saba yeli estikçe bana, kar­deşim Zeyd b. Hattab'ı hatırlatır." Allah ondan razı olsun.[7]            

 

Salim B. Ubeyd

 

Anlatıldığına göre Salim b. Ubeyd'in dedesinin adı Yamel'dir. Sa­lim, Ebu Hüzeyfe b. Utbe b. Rebia'mn azatlısı idi. Bu zat, zevcesi Sübey-te binti Yead için azad edilmişti. Ebu Hanife, onu evlatlık edinmiş ve kardeşinin kızı Fatıma binti Velid b. Utbe ile evlendirmiş ti. Cenâb-ı Al­lah:

"Evlatlıkları babalarına nisbet edin."(ei-Ahzâb, 5.) ayet-i kerimesini inzal buyurunca Ebu Hüzeyfe'nin karısı Sehle binti Sehl b. Amr, Hz. Peygamber'in yanma gelip şöyle dedi:

- Ya Rasulallah, haberim olmadan Salim yanıma geliyor. Rasûlullah (s.a.v.), Sehle'ye, Salim'i emzirmesini emretti. O da bu

süt vesilesiyle rahatlıkla Sehle'nin yanma gidip gelebiliyordu. Salim, Müslümanların Önde gelen şahsiyetlerindendi. İlk zamanlarda Müslü­man olmuş ve Rasûlullah (s.a.v.)'dan önce Medine'ye hicret etmişti. Oradaki Muhacirlere namaz kıldırıyordu. Namaz kıldırdığı cemaat arasında Ömer b. Hattab da vardı. Salim, Kur'ân'ı fazla miktarda ezber­lediğinden imamlık yapıyordu. Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'m kendileri hakkında: "Kur'ân'ı dört kişi­den dinleyin." dediği dört kişiden biri idi. Rasûlullah (s.a.v.), böyle der­ken o dört kişiden biri olarak da Salim'in adını anmıştı.

Rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer ölüm döşeğinde can çekişirken: "Eğer Salim hayatta olsaydı, halife seçimini meşveret meclisine bırak­mazdım." demiştir.

Ebu Ömer İbn Abdilberr dedi ki: Hz. Ömer, böyle demekle Salim'in görüşüne göre halife tayin edeceğini kasdetmişti.

Salim, Yemame savaşında Zeyd b. Hattab'ın öldürülmesinden son­ra bayrağı eline aldığı zaman Muhacirler, ona şöyle demişlerdi:

- Senin tarafından bize s aldırılmasın dan mı korkuyorsun? O da şöyle cevap vermişti:

- O zaman ben Kur'ân'm ne kötü bir taşıyıcısı olurum. Sağ eli kesil­di, bayrağı sol eliyle tuttu, sol eli kesildi, bu defa bayrağı kucaklayıp tut­tu. Bayrağı kucağında tutarken şöyle diyordu:

"Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamber­ler geçmişti." (Âl-i Imrân, 144.)

"Nice peygamberlerin yanında Rabba kul olmuş pek çok kimse sa­vaşmıştır." (Âl-i îmrân, 146.)

Salim vurulup yere düşünce, arkadaşlarına sordu:

- Ebu Hüzeyfe ne yaptı?

- Öldürüldü.

- Ya falan ne yaptı?

- O da öldürüldü.

- Beni ikisinin arasına yatırın.

Hz. Ömer, onun mirasım, kendisini azad eden hanımefendisi Bü-seyne'ye göndermiş, ancak o, bu mirası reddedip:

- Ben onu adak için azad etmiştim, demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, mirası Beytü'l-mal'a devretmişti. [8]

 

Ebu Dücane Simak B. Hareşe1

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Simak b. Evs b. Hareşe b. Levzan b. Abdud b. Zeyd b. Salebe b. Hazrec b. Saide b. Ka.'b b. Hazrec el-Ensârî el-Hazrecî.

Bedir gazvesine katıldı. Uhud savaşında da, çok yararlılık gösterdi. Şiddetlice savaştı. Rasûlullah (s.a.v.), o gün ona bir kılıç verdi. Kılıcın hakkını ödedi. Savaş esnasında düşmana karşı gururlu davranırdı. Peygamber (s.a.v.), onun bu gururlu davranışı hakkında şöyle demişti:

"Bu yürüyüş, Allah'ın gazab ettiği bir yürüyüştür. Ancak böyle bir yerde bu şekilde yürümekten Allah gazaplanmaz."

Ebu Dücane, başına kırmızı bir şerit sarardı. Bu, onun kahramanlık sembolü idi. Yemame savaşında şehid edildi. Yemame savaşında Beni Hanife üzerine saldırmış ve ayağı kırılmıştı. Savaşmaya yine devam et­miş ve nihayet o gün vurulup şehid olmuştu. Vahşî b. Harb ile birlikte Müseyleme'yi Öldürmüştü. Vahşî, mızrağını Müseyleme'ye vurmuş, sonra Ebu Dücane gelip kılıcıyla Müseyleme'nin işini bitirmişti. Vahşî ona:

- Hangimizin Müseyleme'yi öldürdüğünü Rabbin daha iyi bilir, de­mişti.

Anlatıldığına göre o, uzun süre yaşamış, nihayet Hz. Ali ile birlikte Sıffîn savaşma katılmıştır. Ama Yemame savaşında öldürüldüğüne dair gelen rivayet daha sahihtir.

Ebu Dücane'ye nisbet edilen ve savaşta insanı ölümden koruyan bir muskanın mevcudiyetine dair nakledilen rivayetin senedi zayıftır ve bu rivayete iltifat edilmez, doğrusunu Allah bilir. [9]

 

Şüca' B. Vehb

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Şüca b. Vehb b. Rebia el-Esedî. Beni Abdüşşems kabilesinin müttefikidir. İlk zamanlarda Müslüman olmuş, hicret etmiş, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Ra­sûlullah (s.a.v.) tarafından elçi olarak, Haris b. Ebu Şemr el-Gassanî'ye gönderilmiş, ancak Haris Müslüman olmamış, Haris'in mabeyincisi Se­vi Müslüman olmuştu.

Şücâ' b. Vehb, Yemame savaşında kırk küsur yaşında iken şehid edilmişti. Uzun boylu, nahif ve kolları uzun bir adamdı. [10]

 

Tufeylb. Amr B. Tarif

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Tufeyl b. Amr b. Tarif b. As b. Salebe b. Süleym b. Fihr b. Ganem b. Devs ed-Devsî. Hicretten önce Müslüman ol­du. Kavmine dönüp onları Allah'a imana davet etti. Allah da onun vası­tasıyla kavmini hidayete eriştirdi. Peygamber (s.a.v.), Medine'ye hicret ettiği zaman o, Devs kabilesinden doksan aileyi Müslüman olarak Me-. dine'ye getirdi. Yemame savaşma, oğlu Amr'ı da yanma alarak Müslü­manlarla birlikte katıldı. Tufeyl, rüyasında başımn traş edildiğini gör­dü. Yine rüyasında karısının kendisini tenasül organının içine soktuğu­nu, oğlunun da kendisine ulaşmaya çalıştığını ama ulaşamadığım gör­müştü. Bu rüyasını kendisinin öldürüleceği ve defnedileceği, oğlunun her ne kadar şehid olmaya çalışacak olsa da o senede şehidlik mertebesi­ne ulaşamayacağı şeklinde tevil etmişti. Rüyası da tıpkı tevil ettiği gibi tahakkuk etmişti. Oğlu, ileride de anlatılacağı gibi Yermûk savaşında şehid edilmiştir. [11]

 

Abbad B. Bişr B. Vakş El-Ensârî

 

Bu zat, hicretten ve Muaz b. Cebel ile Üseyd b. Hudayr'm Müslüman olmalarından önce Mus'ab b. Ümeyr vasıtasıyla Müslüman olmuştu. Bedir ve daha sonraki gazvelere katılmıştır. Ka*b b. Eşrefi öldürenler­dendir. Rasûlullah (s.a.v,)'ın yanından çıkarken karanlık bir gecede bastonu kendisine aydınlık vermişti.

Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Abbad b. Bişr, kırk beş yaşında iken Yemame savaşında şehid edildi. Çok zahmet ve sıkıntı çekmişti."

Muhammed b. îshak, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), teheccüd namazını kıldı. Abbad'm sesini işitti.

Onun için: "Allah'ım, onu bağışla." dedi. [12]

 

Saîb B. Osman B. Maz'un

 

Bedir gazvesine katılan okçulardandır. Yemame savaşında bir ok darbesi üzerine genç yaşta şehid edildi. Allah ona rahmet etsin. [13]

 

Saîb B. Avvam

 

Bu zat, Zübeyr b. Avvam'm kardeşi olup Yemame savaşında şehid edilmiştir. Allah kendisine rahmet etsin. [14]

 

Abdullah B. Süheyl B. Amr

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Abdullah b. Süheyl b. Amr b. Abdüş-şems b. Abdud el-Kureşî el-Amirî. İslâm'ın ilk zamanlarında Müslüman olup hicret etti. Sonra Mekke'de müstazaf olarak yaşadı. Bedir savaşı olduğu zaman Mekkeli müşriklerle Müslümanlara karşı savaşmak üzere çıktı. Müslümanlarla karşı karşıya geldiğinde, Müslümanların safına katıldı ve onlarla birlikte kafirlere karşı savaştı. Yemame sava­şında öldürüldü. Ebu Bekir haccettiği zaman babasına taziyetlerini sundu. Babası Süheyl de şöyle dedi:

Duyduğuma göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir."

Dilerim ki, oğlum önce benim için şefaat etsin." [15]

 

Abdullah B. Abdullah B. Übeyy B. Selül

 

Bu zat, Ensârî ve Hazrecf dir. Sahabelerin önde gelen faziletli şahsi­yetlerinden olup Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Babası, münafıkların başıydı. O, babasına karşı insanların en şiddetli-siydi. Eğer Rasûlullah (s.a.v.), kendisine izin vermiş olsaydı, babasının boynunu vuracaktı. Adı Habbab idi. Rasûlullah (s.a.v.), ona Abdullah adını taktı. Yemame savaşında şehid edildi. Allah ondan razı olsun. [16]

 

Abdullah B. Ebu Bekir Es-Sıddık

 

Bu zat, islâm'ın ilk dönemlerinde Müslüman olmuştu. Anlatıldığı­na göre o, Sevr mağarasında bulunan Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'e yiyecek, içecek ve haberler getirirmiş. Geceleyin yanlarında kalır, saba­ha doğru Mekke'ye gider ve sabahleyin sanki Mekke'de geceyi geçirmiş gibi Mekkelilerle birlikte kalkarmış. Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir için düzenlenen hile ve oyunları kendilerine haber verirmiş. Taif gazve­sine katılmış. Ebu Mihcen es-Sakafî'nin attığı bir okla yaralanmış, bu yaradan dolayı vücudunda zaafiyet görülmüş, iyileşmesi zor olan bu ya­radan sürekli olarak müteessir olmuştu. Nihayet hicri onbirinci sene­nin şevval ayında vefat etmişti. [17]

 

Ukkaşe B. Mlhsan

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ukkaşe b. Mihsan b. Harsan b. Kays b. Mürre b. Kesir. Ganem b. Dudan b. Esed b. Huzeyme el-Esedî ailesinden olup Beni Abdüşşems'in müttefikidir. Ebu Mihsan künyesi ile tanınır.

Sahabelerin önde gelen faziletli şahsiyetlerindendir. Hicret etmiş, Bedir gazvesine katılmış ve o gazvede büyük bir imtihan geçirmiş, imti­hanını güzelce vermiş, kılıcı kırılmış, Rasûlullah (s.a.v.) o gün ona bir ağaç dalı vermiş, o dal onun elinde kılıca dönüşmüş ve o kılıç demirden daha sağlam bir kılıç olmuştu. O kılıca Avn adını verirdi. Uhud, Hendek ve diğer gazvelere katıldı. Rasûlullah (s.a.v.), hesapsız olarak Cennet'e girecek yetmiş kişiden bahsederken Ukkaşe:

- Ya Rasulallah, Allah'a dua et de beni de o yetmiş kişiden biri yap­sın, deyince Rasûlullah (s.a.v.):

- Allah'ım, Ukkaşe'yi de o yetmiş kişiden biri yap, diye dua etmişti. Sonra başka bir adam kalkıp:

- Ya Rasulallah, Allah'a dua et de beni de o yetmiş kişiden biri yap­sın deyince, Rasûlullah (s.a.v.) ona:

- Bu hususta Ukkaşe senden önce davrandı, diye cevap vermişti. Bu hadis, katiyyet ifade eden yollarla rivayet edilmiştir. Ukkaşe,

Hz. Ebu Bekir'in emri üzerine Halid b. Velidle birlikte Zi'1-Kassa'ya git­mişti. Halid, onu ve Sabit b. Akram'ı öncü kuvvetlerle beraber ileriye göndermiş; bunlar, Tuleyha el-Esedî ile kardeşi Seleme'ye rastlamışlar, ikisini de öldürmüşlerdi. Ukkaşe, şehid edilmeden önce Hibal b. Tuley-ha'yı da öldürmüştü. Bundan sonra Tuleyha, Müslüman olmuştu. Nite­kim bunu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Ukkaşe, şehid edildiği gün kırkdört yaşında olup insanların en yakışıklılanndândı. Allah ondan razı olsun. [18]

 

Maanb. Adiy

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Maan b. Adiy b. Ca'd b. Aclan b. Du­ba/a ei-Belevî. Beni Amr b. Avfin müttefikidir. Asım b. Adi/in kardeşidir. Akabe'ye, Bedir'e, Uhud'a, Hendek ve diğer savaşlara katılmıştır.

Rasûlullah (s.a.v.), onunla Zeyd b. Hattab'ı kardeş kılmıştı. îkisi de Ye-

mame savaşında öldürülmüşlerdi. Allah ikisinden de razı olsun. Malik, Salim'in babasının şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), vefat ettiği zaman insanlar onun için ağlayıp

şöyle dediler:

- Allah'a yemin ederiz ki, biz Rasûlullah'tan önce ölmek isterdik. Ondan sonra fitneye düşmekten korkarız.

însanlarm böyle demesi üzerine Maan b. Adiy şöyle demişti:

- Ama ben Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah'tan önce ölmek is­temiyordum. Zira o hayatta iken kendisini tasdik ettiğim gibi ölü iken de onu tasdik edeyim. Ammare b. Velid b. Muğire'nin oğulları Velid ile Ebu Ubeyde de hicri onikinci senede şehid edildiler. Bunlar, amcaları Halid b. Velid'le birlikte Bitah'ta savaşmışlardı. Babaları Ammare b. Velid de savaşta yanlarında yer almıştı. O, Necaşi'ye gönderilen Amr b. Asım'ın refiki idi ki, meselesi meşhurdur. [19]

 

Ebu Hüzeyfe B. Utbe B. Rebia

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ebu Hüzeyfe b. Utbe b. Rebia b. Ab-düşşems el-Kureşî el-Abşemî. Darul-Erkam'dan önce Müslüman ol­muş, Habeşistan'a ve Medine'ye hicret etmişti. Bedir gazvesine ve mü­teakip gazvelere katılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), onunla Abbad b-. Bişr'i kardeş kılmıştı. İkisi de Yemame savaşmJa şehid edilmişlerdi. Ebu Hü­zeyfe, şehid edilirken elliüç veya ellidört yaşındaydı. Uzun boylu, güzel yüzlü ve dişleri üst üste binmiş bir zattı. Dişlerinin üzerinde fazla bir di­şi vardı. Asıl adı Heşim, başka bir rivayete göre ise Haşim idi.

Hicri onbirinci senede vefat edenlerden biri de Ebu Dücane'dir ki, asıl adı Simak b. Hareşe'dir. Bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda geçti.

Özetleyecek olursak deriz ki: Yemame savaşında sahabe, Kur'ân hafızı ve diğerlerinden 450 kişi şehid edilmişti.

Bu zatların isimlerini meşhur oldukları için burada andık. Yardı­mına başvurulacak olan zat yüce Allah'tır.

Ben derim ki: Yemame savaşında şehid edilen Muhacirlerin adları şöyledir:

Malik b. Amr. Bu zat, Beni Ğanem'in müttefiki olup Bedir gazvesine katılmıştır.

Yezid b. Rukayş b. Rebab el-Esedî. Bu zat da Bedir gazvesine katıl­mıştı.

Hakem b. Sa'd b. As b. Ümeyye el-Ümevî.

Hasan b. Malik b. Buhayre. Bu zat, Abdullah b. Malik el-Ezdfnin kardeşidir. Beni Muttalib b. Abdümenafm müttefikidir.

Amir b. Bekr el-Leysî. Bu zat Beni Adiy'in müttefiki olup Bedir gaz­vesine katılmıştır.

Malik b. Rebia. Bu zat, Beni Abdüşşems'in müttefikidir.

Ebu Ümeyye Safvan b. Ümeyye b. Amr.

Yezid b. Evs. Bu zat, Beni Abdüddar'm müttefikidir.

Hüyey (veya Mualla) b. Harise es-Sakafî.              

Velid b. Abdüşşems el-Mahzumî.

Abdullah b. Amr b. Bücre el-Adevî.

Ebu Kays b. Haris b. Kays es-Sehmî. Bu zat, Habeş'e hicret eden Muhacirlerdendir.

Abdullah b. Haris b. Kays.

Abdullah b. Mahreme b. Abdi Uzza b. Ebi Kays b. Abdud b. Nasr el-Amirî. Bu zat, ilk Muhacirlerden olup Bedir gazvesine ve müteakip gaz­velere katılmıştır. Yemame savaşında şehid edilmiştir.

Amr b. Üveys b. Sa'd b. Ebi Şerh el-Amirl

Sulayt b. Amr el-Amirî.

Rebia b. Ebi Hareşe el-Amirî.

Abdullah b. Haris b. Rahada. Bu zat, Beni Amir kabile sindendir. [20]

 

Ensâr'dan Yemame Savaşında Şehid Edilenler

 

Ensâr'dan, biyografilerinden bahsettiklerimiz dışında diğer bazı Müslümanlar da Yemame savaşında şehid düşmüşlerdi ki, adları şöyle­dir:

Ammare b. Hazm b. Zeyd b. Levzan en-Neccarî. Bu zat, Amr b. Hazm'ın kardeşidir. Fetih gününde kavminin bayraktarlığını yapıyor­du. Bedir gazvesine katıldı ve o gün şehid edildi.

Ukbe b.Amir b. Nabi b. Zeyd b. Haram es-Sülemî. Birinci Akabe be/atında hazır bulundu. Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katıl­dı.

Sabit b. Hazel. Bu zat, Beni Salim b. Avf kabilesindendir. Bir kavle göre Bedir gazvesine katılmıştır.

Ebu Ukayl b, Abdullah b. Salebe. Bu zat, Beni Cahcebî kabilesinden olup Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Yemame sava­şında bir ok darbesi aldı. Oku vücudundan çıkardı, kendini toparlayıp kılıcını çekti, savaştı, nihayet şehid edildi. Birçok yerinden yaralandı.

Abdullah b. Atik.

Rafı b. Sehl.

Hacib b. Zeyd el-Eşhelî.

Sehl b. Adiy.

Malik b. Evs.

Amr b. Evs.

Talha b. Utbe. Bu zat, Beni Cahcebî kabilesindendir.

Haris'în azadlısı Reb'a.

Maan b. Adiy,

Cüz. Bu zat, Beni Cahcebî kabilesinin Malik b. Amir kohmdandır.

Varaka b. İyas b. Amr el-Hazrecî. Bu zat, Bedir gazvesine katılmış­tır.

Mervan b. Abbas.

Amir b. Sabit. 

Bişr b. Abdullah el-Hazrecî.

Küleyb b. Temim.

Abdullah b. Utban.

îyas b. Vedia.

Üseyd b. Yerbu.

Sa'd b. Harise.

Sehi b. Hemman.

Muhasin b. Humeyr.

Seleme b. Mesud (Bu zatın yerine Mesud b. Sinan'ın bu savaşa katıl­dığı söylenir.)

Damüre b. İyaz.

Abdullah b. Üneys.

.Ebu Habbe b. Gaziyye el-Mazinî

Habbab b. Zeyd.

Habib b. Amr b. Mihsan. . Sabit b.Halid.

Ferve b. Numan.

Aiz b. Mais. x Yezid b. Sabit b. Dahhak. Bu zat, Zeyd b. Sabit'in kardeşidir.

Halîfe b. Hayyat dedi ki: Yemame savaşında Muhacir ve Ensâr'dan toplam olarak seksen beş erkek şehid edilmiştir. Yani 450 şehidin sek­sen beşi Muhacir ve Ensâr'dandı. Doğrusunu Allah bilir.

Bu savaşta ve bundan önceki savaşlarda önceki kısımlarda da an­lattığımız gibi Müslümanlarla müşriklerin karşı karşıya gelmeleri es­nasında kafirlerden 50.000'den fazla kişi öldürülmüştür. Hamd ve min­net Allah'adır. Başarı O'ndandır. O, bizi günahlardan koruyup muhafa­za eder.

Öldürülen bu kafirlerin meşhurlarından biri Esved el-Ansî'dir. Al­lah ona lanet etsin. Asıl adı Abhale b. Ka'b b. Gavs'tır. İlk olarak Ye-men'in Kehf-i Habban denen beldesinde ortaya çıkıp peygamberlik iddi­asında bulundu. Beraberinde 700 savaşçı vardı. Bir ay geçmeden Sa-na'ya hakim oldu. Yemen'in tümünü kısa sürede ele geçirdi. Yanında . kendisine danışmanlık yapan bir şeytanı vardı. Ama ona çok muhtaç olduğu bir zamanda şeytanı kendisine ihanet etti. Sonra üç dört ay geçme­den Cenâb-ı Allah, onu sadık kardeşler ve hak yoldaki komutanlar eliy­le öldürttü. Nitekim bunu önce de söylemiştik. Onu Dazeveyh el-Farisî, Firuz ed-Deylemî ve Kays b. Mekşuh el-Muradî rebiyülevvel ayında Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından bir ya da birkaç gece Önce öldürmüşler­di. Doğrusunu Allah bilir. Onun öldürüldüğü gece Cenâb-ı Allah, Rasûlünü haberdar etmişti. [21]

 

Hicri Onbirinci Senede Öldürülen Yalancı Peygamber Müseyleme B. Habib El-Yemamî

 

Müseyleme, kavmi olan Beni Hanife kabilesinin heyetiyle birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'a gelmişti. Rasûlullah (s.a.v.), onun yanı başında durmuş, onun şöyle dediğini işitmişti:

- Eğer Muhammed kendisinden sonra yönetimi bana bırakacak olursa kendisine tabi olurum.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona şu cevabı vermişti:

- Eğer elimdeki şu dalı isteyecek olsan bunu bile sana vermem. Eğer arkanı dönüp gidecek olursan, Allah seni gebertir. Ben senin aki-betini şöyle ve şöyle görüyorum.

Rasûlullah (s.a.v.), rüyasında elinde iki altın bilezik görmüş. Bun­lar, onu iyiden iyiye düşündürmüştü. Cenâb-ı Allah, rüyasında kendisi­ne bu altın bileziklere üflemesini vahyetmiş, üfleyince de bilezikler uçup gitmişlerdi. Bu rüyasını, ortaya çıkacak iki yalancı peygamber şeklinde tevil etmişti ki; peygamber geçinenlerden biri San'a sahibi, di­ğeri de Yemame sahibi idi. Bu rüyası tastamam gerçekleşmişti. Netice­de bu iki yalancı peygamber ortadan kaybolmuş, hükümleri de yok ol­muştu. Esved el-Ansî kendi evinde öldürülmüştü. Müseyleme'ye ge­lince, Cenâb-ı Allah, onu Vahşî b. Harb'in attığı bir mızrak vasıtasıyla öldürmüştü. Bu mızrak onu, devenin boynuna vurulan darbe neticesin­de ölmesi gibi Öldürmüştü. Sonra da Ebu Dücane gelip kılıcıyla kafasına vurmuş, kafasını yarmıştı. Ebu Dücane, onu ölüm bahçesi denen bahçe içinde öldürmüştü. Halid b. Velid, cesedinin yanma gelip bakmış ve dur­muştu. Bu cesedi, diğer cesetler arasında Mecaa b. Mürare göstermişti Halid'e.

Anlatıldığına göre Müseyleme, san renkli muhannes bir adamdı. Başka bir rivayete göre ise iri yarı ve esmer renkli imiş. Siyahi bir deveyi andınrmış. Anlatıldığına göre, o ölürken yüz dört yaşında imiş. Doğru­sunu Allah bilir.

Müseyleme'den önce iki veziri ve müsteşarı öldürülmüştü. Allah onlara lanet etsin. Bu vezir ve müsteşarlardan biri, kendisine Yemame muhkemi denen Muhkem b. Tüfeyl idi. Bunu Abdurrahman b. Ebu Bekir, attığı bir okla öldürmüştü. Abdurrahman onu, kavmine savaşla ilgi­li taktik verirken öldürmüştü. Bu vezir ve müsteşarların ikincisi de Ne-har b. Unfuve'dir ki, ona Rical b. Unfuve denir. Bu daha önce Müslüman olmuş, sonra irtidad etmişti. Müseyleme'nin peygamberliğini tasdik et­mişti. Bu şahadet hususunda Allah ikisine de lanet etsin. Cenâb-ı Allah, Rical b. Unfuve'yi öldürmeyi, şehid olmadan Önce Zeyd b. Hattab'a na-sib etmişti. Rical b. Unfuve'nin, Müseyleme'nin peygamberliğine şaha­det edişinin asılsız ve yalan olduğuna, İslâm dininin esasları delâlet et­mektedir.

Buharı ile diğer muhaddislerin rivayetlerine göre Müseyleme, Rasûluüah (s.a.v.)'a şu mealde bir mektup göndermiştir:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah rasûlü Müseyle-me'den Allah rasûlü Muhammed'e. Sana selam olsun.

İmdi ben yönetimde sana ortak oldum. Şehirler sana, obalar bana olsun. (Başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir: Yerin yarısı sana, ya­rısı da bize olsun.) Ama Kureyşliler, haddi tecavüz eden bir kavimdir­ler."

Rasûlullah (s.a.v.) ise, Müseyleme'ye şu cevabî mektubu gönder­mişti:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Allah Rasûlü Muhammed'den yalancı Müseyleme'ye. Selam hida­yete tabi olana olsun. İmdi yeryüzü şüphesiz Allah'ındır, kullarından dilediğini ona mirasçı kılar; sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanla­rındır."

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi mel'un Müseyleme'nin söy­lediği sözler hezeyandan daha anlamsız ve uydurma sözlerdir. Güya o, kendisine Rahman olan Allah katından vahiy geldiğini iddia ediyordu. Allah, onun ve benzerlerinin söylediklerinden daha yücedir. O, Hz. Pey­gamber (s.a.v. )'den sonra yönetime tek başına sahip olacağını iddia etti. Kavmini horladı. Onlar da kendisine itaat ettiler. O, şöyle diyordu:

"Ey cariye, defi eline al. Oyna ve şu peygamberin güzelliklerini yay. Haşim oğullarının peygamberleri gitti. Yarib oğullarının peygam­beri geldi."

Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından sonra Cenâb-ı Allah, onu çok ya­şatmadı. Kendi kılıçlarından birini ona musallat kıldı. Öldürücü ku­mandanlarından birini onun üzerine gönderdi. O da onun karnım yardı, kafasını kırdı. Cenâb-ı Allah, onun ruhunu ateşe acilen gönderdi. Ce hennem, ne kötü bir yerleşme mekanıdır. Yüce Allah buyurdu ki:

"Allah'a karşı yalan uydurandan veya kendisine birşey vahyedil-memişken "Bana vahyolundu", "Allah'ın indirdiği gibi ben de indireceğim" diyenden daha zalim kim olabilir? Bu zalimleri, can çekişirlerken melekler ellerini uzatmış, "Canlarınızı verin. Bugün Allah'a karşı hak­sız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız." derken bir görsen!"(ei-

En'âm, 93.)

Müseyleme, Esved ve benzeri kimseler, insanlar arasında bu ayet-i kerimenin kapsamına girmeye en fazla müstahak olan kimselerdir. [22]

 

Hicretin Onîkîncî Senesi Hadiseleri

 

Bu sene başında Ebu Bekir'in orduları ve komutanları mürtedlerle savaşmak için çeşitli beldelerde sağa ve sola gidip dolaştılar. İslâm'ın kaidelerini yerleştirmeye ve asi halklarla savaşmaya çaba sarf ettiler. Nihayet İslâm'ın dağılan düzeni yerine geldi. Hak yerini buldu. Arap yarımadasında sükunet hakim oldu. Çok uzak olan şey, çok yakın olan şey gibi oldu. Siyer ve Tarih âlimlerinden bir grup şöyle demiştir: Yema-me savaşı, bu senenin rebiyülevvel ayında vuku buldu. Bir rivayete göre bu savaş hicri onbirinci sene sonlarında vuku bulmuştur. Bu iki kavli uzlaştırmak için deriz ki: Yemame savaşı, hicri onbirinci sene sonların­da başladı. Hicri onikinci senede tamamlandı.

Yine nakledilen bir rivayette anlatıldığına göre Cuvasa, Umman ve Mehre savaşları ile işaret ettiğimiz diğer vak'alar hicri onikinci senede vuku bulmuşlardır. Yine bu senede Hamd, Mahres, Abdia ve Meşrah adındaki dört hükümdar da öldürülmüştür. İmam Ahmed b. Hanbel'in «Müsned»inde bu belalı ve ahlaksız kimselerin lanetlendiklerine dair bir hadis varid olmuştur. Bunları Öldüren kişi, Ziyad b. Lebid el-En-sârfdir. [23]

 

Halid B. Velid'în Irak'a Gönderilişi Ve Zâtü's-Selâsîl Gazvesi

 

Haîid b. Veîid, Yemame savaşını tamamladıktan sonra Hz. Ebu Be­kir ona, Irak'a gitmesini ve işe Ferecu'l-Hind'den, yani Eble'den başla­masını, Irak'a üst taraflardan girmesini, insanlarla ülfet etmesini, on­ları Aziz ve Celil olan Allah'a davet etmesini, davetine icabet etmeleri halinde icabetlerini.kabul etmesini, aksi takdirde onlardan cizye alma­sını, cizye vermedikleri takdirde onlarla savaşmasını, hiç kimseyi ken­disiyle beraber Irak'a gitmeye zorlam amasını, safları arasına dönseler bile mürtedlerden yardım istememesini', uğradığı her Müslümanla soh­bet etmesini emreden bir mektup gönderdi. Sonra da Halid'e takviye ol­sunlar diye seriyye ve askeri birlikler hazırlamaya başladı.

Vakidî dedi ki: Tarihçiler, Halid b. Velid'in bu seferi hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları, onun direkt olarak Yemame'den Irak'a gittiğini, bazıları ise Yemame'den Medine'ye döndüğünü, sonra Medine'den Irak'a Küfe yolundan gittiğini, sonra Hire'ye vardığını söy­lemişlerdir. Bence birinci görüş meşhurdur.

Medainf nin anlattığına göre Halid, hicri onikinci senenin muhar­rem ayında Irak'a yöneldi. Basra'dan geçti. Orada Kutbe b. Katade var­dı. Küfe valiliğini de Müsenna b. Harise eş-Şeybanî yapmaktaydı.

Muhammed b. İshak, Salih b. Keysan'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

Ebu Bekir, Halid b. Velid'e, Irak'a gitmesini bildiren bir emirname gönderdi. Halid de Irak'a yönelerek yola çıktı. Derken Sevad'm bazı ka­sabalarına indi ki, bu kasabalardan biri Bankiya, diğeri de Barosma idi. Bunların yöneticisi Haban idi. Halid, burada yaşayan halkla barış ant­laşması yaptı.

Ben derim ki: Orada barıştan önce birçok Müslüman öldürülmüştü. Barış antlaşması, receb ayında 1000 dirhem (veya 1000 dinar) üzerine yapılmıştı. Halid'le antlaşma yapan, Busbuhri b. Saluba (veya Saluba b. Busbuhri) idi. Halid, onlarla antlaşmayı kabul etti ve onlar için bir fer­man yazdı. Sonra yoluna devam etti. Hire'ye indi. Hireli eşraf, ona karşı çıktılar. Beraberlerinde Kabisa b. îyas b. Hayya et-Taşi de vardı. Bu ki­şi, oraya Numan b. Münzir'in valiliğinden sonra Kisra tarafından vali olarak atanmıştı. Halid, onlara dedi ki:

"Sizi Allah'a imana ve İslâm'a girmeye davet ediyorum, eğer bu da­vetime icabet ederseniz siz de Müslümanlardan olursunuz. Onlarla ay­nı haklara ve yükümlülüklere tabi olursunuz. Eğer bu davetime icabet etmezseniz, cizye verirsiniz. Eğer cizye vermek istemezseniz, size nis-betle ölümü daha çok isteyen kavimlerle işte üzerinize gelmişim. Sizinle cihad ederiz. Nihayet Allah, sizinle bizim aramızda hükmünü verir."

Kabisa, Halid'e dedi ki:

- Seninle savaşmaya ihtiyacımız yok. Aksine biz dinimizde sebat eder ve sana cizye veririz.

- Kahrolun emi! Doğrusu küfür, insanı saptırıcrbir çöldür. Arapla­rın en ahmak olanları, bu küfür yoluna saparlar.

Sonra Halid, onlarla 90.000 (başka bir rivayete göre 200.000) dir­hem vermeleri şartıyla antlaşma yaptı. Bu, Irak'tan alman ilk cizye idi. Sonra Halid, o şehre ve ondan önceki kasabalara uğradı. Oralarda ken­disiyle barış antlaşması yapan, îbn Saluba idi.

Ben derim ki: Kisra'mn Hire valisinin refakatinde Halid b. Velid'e giden heyette Amr b. Abdülmesih b. Hibban b. Ukayla da vardı. Bu, Arap Hristiyanlarmdandı. Aralarında geçen karşılıklı konuşmada Ha­lid, buna şöyle bir soru sordu:

- Senin gelişin neredendir?

- Babamın belindendir?

- Nereden çıktın?

- Anamın karnından.

- Yazıklar olsun sana, sen hangi şey üzerindesin.

- Yer üzerindeyim.

- Yazıklar olsun sana, sen neyin içindesin?

- Elbiselerimin içindeyim.

- Yazıklar olsun sana, sen düşünebiliyor musun?

- Evet hem düşünebiliyor, hem de kendimi sevk edebiliyorum.

- Ben sana soru soruyorum!

- Ben de sana cevap veriyorum.

- Sen barışta mısın yoksa savaşta mısın?

- Barıştayım.

- Peki şu gördüğüm kaleler nedir?

- Bunları beyinsiz ve sefih kimseleri hapsetmek için inşa ettik ki, yumuşak huylu kişi gelip onu bu beyinsizliğinden ve sefihliğinden alı­koysun.

Sonra Halid, onları islâm'a girmeye veya cizye vermeye veya savaşa davet etti. Onlar, cizye vermeyi kabul ettiler. 90.000 veya başka bir riva­yete göre 200.000 dirhemlik cizye verdiler.

Sonra Halid b. Velid, Kisra'mn Medain'deki komutan, hudut bekçi­leri ve vezirlerine bir mektup yazdı.

Nitekim bu hususta Hişam b. Kelbî, Mücahid tarikiyle Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Benu Bakile, Halid b. Veîid'in Medain halkına gönderdiği mektubu bana okuttu. Mektupta şöyle yazıyordu: "Halid b. Velid'den Farshlarm sınır koruyucularına... Selam, hidayete tabi olana olsun, imdi uşakla­rınızı dağıtan, mülkünüzü yağmalayan, tuzağınızı boşa çıkaran Allah'a hamd olsun. Bizim gibi namaz kılan, bizim kıblemize yönelen, bizim kestiğimiz hayvanların etlerini yiyen kimseler Müslümandırlar. Bi­zimle aynı hak ve yükümlülüklere tabidirler, imdi bu mektubum size ulaştığı zaman bana rehineler gönderin ve benim zimmetime girdiğini­ze inanın. Aksi takdirde kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki üzerinize, sizin yaşamayı sevdiğiniz gibi ölümü seven bir kavim göndereceğim."

Onlar, Halid'in bu mektubunu okuyunca hayret etmeye başladılar.

Seyf b. Ömer, Küfe kadısı Muğire b. Uyeyne'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Halid, Yemame'den çıkıp Irak'a yönelirken ordusunu üç firkaya ayırdı. Bunlann hepsini aynı yoldan göndermedi. Kendi hareketinden iki gün Önce Zaferin rehberliğinde Müsenna fırkasını yola çıkardı. Bun­dan bir gün sonra da Malik b. Abbad ile Salim b. Nasr rehberliğinde Adiy b. Hatim ve Asım b. Amr komutasındaki firkayı yola çıkardı. Bunlardan bir gün sonra da Rafî rehberliğinde kendisi yola çıktı. Önceden gönder­diği fırkalarla Hafir'de toplanmak üzere sözleşti ki, orada toplanıp düş­manla çarpışmaya başlasınlar. Ferecü'1-Hind, Farshlarm en sağlam ve en müstahkem çıkış yerleriydi. Buranın valisi, karada ve deniz sahilin­de Hindistan'da savaşan Hürmüz idi. Halid, ona bir mektup gönderdi. Hürmüz de Halid'in bu mektubunu Şira b. Kisra ile Erdeşir b. Şira'ya gönderdi ve Kisra'mn valisi olan Hürmüz, çok sayıda asker toplayarak Kazma'ya gönderdi. Bu askeri birliğin sağ ve sol kanatlarında Kisra ha­nedanından Kubaz ile Enuşecan vardı. Firar etmesinler diye askerler, zincirlerle birbirlerine bağlanmışlardı. Bu Hürmüz, insanların en kötü düşüncelisi ve en şedid kafirlerindendi. Farslılar arasında şerefli bir kimse idi. Farslılar arasında bir adamın, itibar ve şerefi artınca zinet ve süsleri de artardı. Nitekim Hürmüz'ün bornozu 100.000 dirhem değe­rindeydi.

Halid, beraberindeki 18.000 askerle ilerledi ve düşmanın karşısına gelip ordugah kurdu. Ancak ordugah kurulan yerde su yoktu. Halid'in askerleri bu durumdan şikayetçi olunca, Halid onlara şöyle dedi:

- Düşmana karşı metanetle savaşın ki, onları su başından uzaklaş-tırasımz. Çünkü Cenâb-ı Allah suyu, iki taraftan en sabırlı olana vere­cektir. Müslümanlar, ordugaha geldiklerinde atları üzerinde iken Cenâb-ı Allah bir bulut gönderdi. Buluttan üzerlerine yağmur yağdı. Bütün çukurlar su ile dolup taştı. Müslümanlar, böylece güçlenip çok sevindiler, iki ordu karşı karşıya gelip savaşmaya başlayınca Hürmüz atmdan indi ve Halid'i de atından inmeye davet etti. Bunun üzerine Ha­lid de atından inip Hürmüz'ün karşısına geçti. Karşılıklı darbeler vurdular birbirlerine. Nihayet Halid, onu öldürdü. Hürmüz'ün muhafi-zı geldi, ama onu ölümden kurtaramadı. Bunun üzerine Ka'ka' b. Ömer, Hürmüz'ün muhafızına saldırdı ve onu öldürdü. Bunun üzerine Farslı­lar hezimete uğradılar. Müslümanlar gece olunca, Halid'le birlikte Farshlarm eşya ve silahlarını ele geçirdiler. 1000 kadar deveyi ganimet aldılar. Bu savaşa Zâtü's- Selâsiî (zincirli) gazvesi dendi. Çünkü bu sa­vaşta çok sayıda Fars askeri zincirlerle birbirlerine bağlanmışlardı. An­cak Kubaz ile Enuşecan kaçıp ölümden kurtulmuşlardı.

Ganimet toplama işi tamamlanınca Halid'in ünleyicisi askerlerin yolculuğa çıkma hazırlığına başlamaları için çağrıda bulundu, insanlar yola çıktılar. Yükleri de beraberlerindeydi. Derken bugün Basra'da Cisr-i A'zam (büyük köprü) mevkiine gelip konakladılar. Halid, burada fetih müjdesiyle birlikte ganimetlerin beşte birini Zer b. Küleyb muha­fazasında Ebu Bekir'e gönderdi. Ona bir fil de göndermişti. Medine ka­dınları bu fili görünce: "Bu, Allah'ın yaratıklarından mıdır, yoksa sun'î birşey midir?" demeye başlamışlardı. Ebu Bekir de fili, Zer b. Küleyb'le - birlikte tekrar geri göndermişti. Haberi alan Ebu Bekir, Halid b. Velid'e haber saldı, o da Hürmüz'ün yağmalanan mallarını Ebu Bekir'e gönder­di. Hürmüz'ün bornozu 100.000 dirhem değerinde olup mücevherlerle süslenmişti. Halid, komutanları sağa ve sola gönderip oradaki di orada­ki kaleleri kuşatma altına aldırdı ve bir kısmını zorla, bir kısmını da ba­rış yoluyla fethetti. Çok miktarda ganimet elde edildi. Halid, kendileriy­le savaşmayan çiftçilere, hatta Farslı savaşçıların çocuklarına ilişmi­yordu. [24]

 

Mîzar (Senî?) Vak'ası

 

Bundan sonra hicri onikinci senenin safer ayında Mizar vak'ası meydana geldi. Buna, adını bir nehirden alan Seni vak'ası da denir.

İbn Cerir dedi ki: Bu vak'ayla ilgili olarak insanlar dediler ki: "Safer aylarının en kıymetlisi! Bu ayda her zorba, nehirlerin birleştiği yerde öl­dürüldü." Halkın böyle demesinin sebebi şuydu: Hürmüz, Erdeşir ile Şi-ra'ya mektup yazmış; Halid'in Yemame'den kendilerine doğru geldiğini bildirmişti. Risra da Hürmüz'e Karin b. Karyanes komutasında takviye kuvveti göndermişti. Ancak bu takviye kuvveti Hürmüz'e ulaşmadan Halid onunla savaşmış ve o, beraberindeki bazı Farslı askerlerle firar etmişti. Sonra da Karin komutasındaki takviye kuvvet Hürmüz'le kar­şılaşmış, güçlerini birleştirmişler ve tekrar Halid'in üzerine gelmek için birbirlerini savaşa teşvik etmişlerdi. Mizar denen mıntıkaya doğru yü­rümüşlerdi. Karin b. Karyanes komutasındaki askeri birliğin sağ ve sol kanatlarında yine Kubaz ile Enuşecan vardı. Halid, onların bu gelişle­rinden haberdar olunca, beraberindeki Zatü's-Selâsil gazvesinden elde edilme ganimetlerin beşte birini ayırıp Velid b. Ukbe ile birlikte Ebu Be­kir'e gönderdi ve durumu haber verdi. Sonra da beraberindeki askerler­le birlikte hareket etti. Nihayet Mizar mıntıkasına gelip ordugah kur­du. Askerlerini tabiye etti. İdealleri uğruna öfkeli bir şekilde savaştılar. Karin, mübareze için ortaya çıktı. Karşısına Halid b. Velid dikildi. Ama bahadır komutanlardan öne atılan Makil b. A'şâ b. Nebbaş, Karin'i öl­dürdü. Adiy b. Hatim de Kubaz'ı, Asım ise Enuşecan'ı öldürdü. Farslılar kaçtılar, Müslümanlar peşlerine düştüler. O gün Farslılardan 30.000 kişiyi öldürdüler. Birçokları da nehirlerde ve sularda boğuldu. Halid, Mizar mıntıkasında kaldı ve öldürülen Farslıların üzerindeki eşyaları ganimet olarak aldı. Karin, Fars milleti içinde şeref sahibi bir kimse idi. Halid, ganimetlerin kalan kısmını da toplayıp beşe böldü. Beşte birlik payı ve fetih müjdesini Ebu Bekir es-Sıddık'a gönderdi. Ganimetlerin beşte birlik payını ve' fetih müjdesini Ebu Bekir'e götüren kişi, Beni Adiy b. Ka'b'ın kardeşi Said b. Numan idi. Halid, orada bir süre daha kaldı ve ganimetlerin beşte dörtlük payını da askerler arasında paylaştırdı. Ku­şatma altına aldığı savaşçıların çoluk çocuklarım esir aldı, ama çiftçilere ilişmedi. Cizye vermelerim kabul etti. Esir almanlar arasında Habib Ebu Hasan el-Basrî adındaki bir Hristiyan, Osman'ın azadhsı Mafenne ve Muğire b. Şube'nin azadhsı Ebu Ziyad da vardı.

Halid b. Velid, askerlerin komutasını Said b. Numan'a, cizye idare­sini Süveyd b. Mukrin'e verdi. Süveyd'e, Hafîr kentine gidip malları top­lamasını emretti. Kendisi de düşman hakkında haberler araştırmak için orada kaldı. [25]

 

Velce Olayı

 

Hicri onikinci senenin safer ayında Velce vak'ası oldu. tbn Cerir'in anlattığına göre Mizar'da vuku bulan hadise, Karin ve arkadaşları tara-nndan o günkü Fars hükümdarı Erdeşir'e ulaştırılınca o, Enzer Zağar adında bahadır bir komutan maiyyetinde askeri bir birliği takviye ola­rak gönderdi. Enzar Zağar, Sevadlı olup Medain'de doğmuş, orada yaşa­mıştı. Enzer Zağar ile birlikte başka bir komutan da vardı ki, bu Beh-men Cazeveyh idi. İkisi birlikte el-Velce denen mıntıkaya gittiler. Ha­lid, bunların gelişinden haberdar olunca, beraberindeki askerlerle bir likte harekete geçti. Yerine vekil olarak bıraktığı komutanın uyanık ol­masını, asla gaflete düşmemesini tavsiye etti.

Enzer Zağar ve beraberindeki askerler gelip Velce'de diğerleriyle birleştiler. Müslümanlarla şiddetli bir çarpışmaya giriştiler ki bu çar­pışma, önceki Mizar savaşma nisbetle çok daha şiddetliydi. Öyle ki, iki taraf da sabırlarının artık tükenmiş olduğunu düşünmeye başladılar. Halid'in cephe gerisinde pusuya yatırdığı askerler beklemede idiler. Çok geçmeden pusudaki bu askerler sağdan soldan ortaya çıkmaya baş­ladılar. Bunları Halid önden, pusudaki askerler de arkadan yakaladı­lar. Farslılar birbirlerinden habersiz kaldılar. Kimin kim tarafından nerede öldürüldüğünü bilemez oldular. Enzer Zağar, bu savaştan kaçtı, ama susuzluktan öldü. Sonra Halid kalkıp askerlere nutuk irad etti. Onları Acem beldelerine rağbet ettirdi. Arap beldelerinde bir fayda kal­madığını ifade edip şöyle dedi:

- Buradaki yiyecekleri görmüyor musunuz? Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah yolunda cihad etmek ve İslâm'a davetle yükümlü olma­saydık, amacımız da sadece geçimimizi sağlamak olsaydı, bu ovaları ele geçirmek için savaşmamız, en uygun görüş olacaktı ki buraya biz daha layık olalım. Açlığı geride bırakalım. Yokluktan kurtulalım ve üzeri­mizdeki geçim yükünün altından çıkalım."

Bu nutkunu irad ettikten sonra Halid, ganimetleri beşe böldü. Beş­te birini Hz. Ebu Bekir'e gönderdi. Kalan beşte dördü de savaşçılar ara­sında paylaştırdı. Düşman savaşçılarının çoluk çocuğunu esir aldı. Çift­çilerden de cizye almayı kabul etti.

Seyf b. Ömer, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Velce savaşında Halid, Acemlerden 1000 erkeğe.bedel birisi ile karşı karşıya gelip vuruştu ve onu öldürdü, sonra da cesedine yaslanıp öğle yemeğini getirmelerini emretti. îki saf arasında uzanmış olan o cesede dayanmış vaziyette öğle yemeğini yedi. [26]

 

Ulleys Savaşı

 

Hicri onikinci senenin safer ayında Ulleys savaşı oldu. Bu savaşın sebebi şuydu: Velce savaşında Halid b. Velid, Farslıların yanında yer alan Hristiyan Araplardan Bekr b. Vail kabilesinden çok kimseleri öl­dürmüştü. Öldürülen bu Hristiyan Arapların aşiretleri toplanıp bu işi konuştular. Bunların en çok öfkeli olanları Abdülesved el-îclî idi. Onun oğlu öldürülmüştü. Bunlar Farslarla yazıştılar. Erdeşir, bunlara yar­dım için bir askeri birlik gönderdi. Bu askeri birlikle Hristiyan Arap aşi­retleri, Ulleys mıntıkasında bir araya geldiler. Yemek için sofrayı kur­dukları bir esnada Halid, askerleriyle ansızın üzerlerine baskın yaptı, onu görünce kendi aralarında yaptıkları müşavere neticesinde Halid'e aldırış etmeyip yemeklerini yeme kararım aldılar. Kisra'mn emiri ise:

- Hayır, Halid'e karşı harekete geçelim, dedi. Ancak onu dinleme­diler. Halid gelince askerlerinin önünde durdu ve oradaki Hristiyan Arapların bahadırlarına olanca sesiyle:

- Falan nerede, falan nerede? diye sordu. Hepsi de ona karşı çık­maktan geri durdular. Ancak Malik b. Kays adında Beni Cezre kabile­sinden biri Halid'e karşı mübareze için ortaya çıktı. Halid, ona şöyle de­di:

- Ey kötü kadının oğlu! Bu kadar adam arasında bana karşı çıkma cüretini nereden buldun! Sende hiç vefa yok mudur?

Böyle dedikten sonra vurup onu öldürdü. Farslılar da sofradan kal­karak silahlarına koştular. Gerçekten şiddetli bir şekilde savaştılar. Hristiyan Araplar, Behme'nin, hükümdar tarafından takviye kuvvetiy­le kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Gerçekten de savaşta onlar çok güçlü, şiddetli ve sabırlıydılar. Müslümanlar, o gün son derece dayanık­lılık ve sabır gösterdiler. Halid b. Velid şöyle dedi:

- Allah'ım, şu düşmanlar arkalarını dönüp kaçacak olurlarsa, sa­na söz veriyorum ki; onlardan ele geçirdiğim her birini mutlaka öldüre­cek ve onların kanlarıyla nehri kan olarak akıtacağım.

Sonra Aziz ve Celil olan Allah, düşmanların arkalarını Müslüman­lara çevirip kaçma fırsatını îslâm ordusuna nasib etti. Halid'in ünleyici-si de "Esir alın, esir alın, ancak esir olmaya yanaşmayanları öldürün." diye duyuruda bulundu. Süvariler, onları grup grup önlerine katıp götü­rüyorlardı. Boyunlarını vurup nehire atan adamlar görevlendirilmişti.

Halid, bir gün bir gece bunu böylece devam ettirdi. Ertesi gün ve bir son­raki gün de böyle yapmak istiyordu. Düşmandan her kimi ele geçirirse boynunu vurup nehire atıyordu. Nehir suyu başka bir tarafa akıyordu. Komutanlardan biri Halid'e şöyle dedi:

- Nehir onların kanını akıtmıyor. Ancak suyu kan üzerine salar­san o zaman nehirde kan akar ve yeminin yerine gelmiş olur.

Bunun üzerine Halid, suyu kanın bulunduğu tarafa saldı, böylece nehirden çığ gibi kan akmaya başladı. Bu nedenle bu nehire bugüne ka­dar da kan nehri denmektedir. Askerlere üç gün yetecek kadar değir­menler kanla karışık o suyla dönüp çalıştılar. Düşmandan 70.000 kişi öldürülmüştü. Halid, düşmen ordusunu hezimete uğratıp askerleriyle birlikte geri dönünce, düşmanın yemek için kurduğu sofraya geldi ve Müslümanlara:

- Bu ganimettir. înin de yeyin, dedi. Askerler inip orada akşam ye­meğini yediler.

Farslar, yemek masasının üzerine çok miktarda yufka bırakmışlar­dı. Bunu gören bedeviler:

- Şu yamalar da neyin nesi? diye soruyorlar ve yufkaları bez parça­sı sanıyorlardı. Yufkayı tanıyan kasabalı ve kentliler de onlara:

- Siz refah içinde yaşamanın ne demek olduğunu duymadınız mı? diye soruyorlar, onlar da:

- Evet duyduk, deyince de bu defa kentli ve kasabalılar onlara:

- İşte refah içinde yaşamak budur, diye karşılık veriyorlardı. îşte o gün yufkalara, ince ekmek anlamına gelen rikak adını verdiler. Araplar daha önce yufkaya ud adını veriyorlardı.

Seyf b. Ömer, Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hayber savaşında ekmek, kavun ve pişirilmiş et ile bostanı ganimet olarak ele geçirdi."

Ulleys savaşında öldürülenlerin tamamı, Emgişya beldesindendir-ler. Halid, savaşı tamamladıktan sonra Emgişya kasabasına yöneldi. Orada büyük miktarda ganimet ele geçirdiler. Halid, bu ganimetleri mücahitler arasında taksim etti. Önceki ganimetlerden ayrı olarak bu ganimette her mücahidin payına 1500 dirhemlik hisse düştü. Halid, bu müjdeyi ve fethi ayrıca ganimetlerin beşte biri ile Beni İcl kabilesinden esirleri olan Cendel adlı bir adamla birlikte Ebu Bekir es-Sıddık'a gön­derdi. Cendel, keskin görüşlü bir kılavuzdu. Bu müjde ve mektup Ebu Bekir'e ulaşıp ta emanet yerine gelince Ebu Bekir, Halid b. Velid'i övdü ve ona esirlerden bir cariyeyi ödül olarak verdi, sonra da şöyle dedi:

- Ey Kureyş topluluğu! Sizin aslanınız, aslana saldırdı. Onun etle­rini koparıp parçaladı. Kadınlar, Halid gibisini doğuramaz oldular.

Sonra birçok yerlerde Halid savaştı ki, onları burada dinlemek, oku­yucuya ve dinleyiciye usanç verir. Bununla beraber Halid asla yılmıyor, usanmıyor, üzülmüyor ve gevşeklik göstermiyor, aksine her savaşta güçlü, kesin kararlı ve şehametli oluyordu. Böyle bir şahsiyeti Cenâb-ı Allah, ancak İslâm'ın ve Müslümanların onur bulması için yaratmış, kafirleri alçaltıp düzenlerini dağıtmak için dünyaya göndermişti. [27]

 

Fasıl

 

Halid b. Velid, daha sonra Havarnak'a indi. Sedir'e geçti. Buralar, Necef e bağlı mıntıkalardı. Seriyyelerini şuraya buraya yaydı. Bu seriy-yeler, Hire'ye bağlı kaleleri kuşatma altına aldılar. Halid, kasabalarda­ki ve kalelerdeki ahaliyi zorla veya sulh ve-kolaylıkla hükümleri altına aldı. Barış yoluyla Müslümanların hakimiyetine geçen kavimlerden bi­ri de Hristiyan Araplardı ki, aralarında îbn Bakila vardı. Bunu önceki sayfalarda anmıştık. Ayrıca Halid b. Velid, Hirelilere bir emannâme de yazmıştı. Bu emannâmeyi yazmaya onu Amr b, Abdü'l-Mesih b. Bakila teşvik etmiş ve Halid onunla beraber bir kese görmüş, ona:

- Bu nedir? diye sorunca, Halid keseyi açmış içinde birşey görmüş­tü. Bu şeyin ne olduğunu sorunca da îbn Bakila, ona:

- Bu, insanı bir anda öldüren bir zehirdir, diye cevap vermişti. Ha­lid:

- Peki bunu niçin beraberinde taşıyorsun? diye sormuş. îbn Bakila da şöyle demişti:

- Kavmim için kötü bir durum meydana geldiğini görürsem yeyip de ölmem için... Çünkü kavmimin kötü durumlarda olduğunu görmek­tense ölmeyi daha çok isterim.

Halid, o keseyi eline alıp şöyle demişti:

- Eceli gelmedikçe hiçbir can sahibi ölmeyecektir. Böyle dedikten sonra Halid, şu duayı okuyarak kesedeki zehiri içti: "İsimlerin en hayır­lısı Allah'ın ismiyle. O ki, göklerin ve yerin Rabbidir, O ki, O'nun ismi anıldığı zaman hiçbir hastalık insana zarar vermez. O, esirgeyen ve ba­ğışlayandır." Zehiri içeceği esnada ona engel olmak için komutanlar üzerine atıldılarsa da o, onların müdahale etmelerinden önce zehiri yut­tu, îbn Bakila, bu durumu görünce şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki ey Arap topluluğu! Bu adam aranızda bulunduğu sürece siz her istediğinizi ele geçirirsiniz.

Böyle dedikten sonra Îbn Bakila, Hirelilere dönüp şöyle dedi:

- Bugünkü kadar bu adam gibi ikbali net ve açık bir şekilde görü­nen bir kimse görmedim.

Böyle dedikten sonra Hirelilere çağrı yaptı. Onlar da Halid'le barış yapmak talebinde bulundular. Halid, onlarla barış yaptı ve onlar için barış antlaşması yazdı. Peşin olarak onlardan 400.000 dirhem aldı. On­lar, Kerame binti Abdülmesih'i, sahabelerden Şüveyl adındaki bir adama teslim etmedikçe Halid onlarla barış antlaşması yapmadı. Bunun sebebi de şuydu: Rasûlullah (s.a.v.), daha önceleri Medine'de iken Hire saraylarından bahsettiği zaman bu sahabe ona:

- Ya Rasulallah, bana îbn Bakila'mn kızını bağışla, demiş; Hz. Peygamber (s.a.v.) de:

- O kız senin olsun, demişti.

Hire fethedildiği zaman Şüveyl adındaki sahabe, o kızın Rasûlullah tarafından kendisine hibe edildiğini iddia etmiş ve bu iddiasını doğrula­mak için de iki sahabe şahitlik yapmışlardı. Ancak Hireliler, o kızı ona teslim etmek istemediler ve:

- Seksen yaşındaki bir kızla senin işin ne? demişlerdi. O da Hireli­lere şu cevabı vermişti:

- Beni ona verin. Çünkü ben ondan fidye alacağım ve ben genç iken o beni görmüştü.

Bunun üzerine Hireliler, kızı ona teslim ettiler. Baş başa kaldıkları zaman kız ona:

- Seksen yaşındayım, benden ne istiyorsun? Ben sana fidye verece­ğim, fidyenin miktarını sen tayin et, demiş. O da:

- Vallahi on yüz dirhemden az fidye kabul etmem, demişti. Kadına tuzak kurmak için fidyenin miktarını güya yüksek tutmuştu. Sonra ka­dın, kavmine gidip durumu anlattı. Onlar da Şüveyl'e 1000 dirhemi ver­mek için hazırladılar. Getirip ödediler. Öte yandan arkadaşları, Şü-veyl'i kınadılar ve:

- 100.000'den fazla dirhem isteseydin, yine sana verirlerdi! dedi­ler, o da:

- On yüzden fazla rakam var mıdır? demişti.

Sonra Halid'in yanma gidip: "Ben sayıyı çok yüksek tutmak istedi­ğim için on yüz demiştim." demiş, Halid de ona:

- Sen başka birşeye niyetlendin, Allah ise başka şeyi istedi. Biz se­nin sözünün zahiri ile hükmederiz ve niyetin Allah'ın bileceği birşeydir. Doğru musun, yalancı mısın, orasını Allah bilir, demişti.

Seyf b. Ömer, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Halid b. Velid, Hire'yi fethettiği zaman tek selamla sekiz rekat na­maz kıldı.

Amr b. Ka'ka', Hire savaşı ve bu savaşla irtidad savaşlarında öldü­rülen Müslümanlar hakkında şöyle bir şiir söylemiştir:

"Allah, şehidlere devamlı olarak Fırat suyunu içirsin, kafir ölüleri­ne de Nicaf ortalarında Kenef sularını içirsin.

Biz Kevazım'da Hürmüz'ü bastırdık. Seni'de de Karin'in iki boynu­zunu Cevarife götürüp kırdık.

Hire'de köşkleri kuşattığımız zaman bu peşpeşe oldu. Havadar Hire üzerine kanallardan biri devamlı aktı.

Onları kuşattık. Üzerlerine çöktük. Tahtları korkak ve geride kalan kimselerinki gibi onları aşağıya meylettiriyordu.

Üzerlerine kabul ile ok attık. Onlar, ölümün karanlıklarım Mecarif mıntıkasının çevresinde sabahleyin gördüler.

Ve dediler ki: Biz kaim topraklı Arap diyarındaki bir kasabaya inen bir kavimiz."

Cerir b. Abdullah el-Becelî, bu müteaddid vak'alarından sonra Hi-. re'de bulunan Halid b. Velid'in yanına gitti. Ebu Bekir es-Sıddık, Cerir b. Abdullah'ı Halid b. Said b. As ile birlikte Şam'a göndermişti. Halid b. Said, Becele'deki kavmini toplamak ve bunları kendine takviye yapmak için izin istemek üzere Ebu Bekir'in yanına dönmek istedi. Ebu Bekir'in yanına dönünce yapmak istediği bu faaliyetler için kendisine izin ver­mesini istedi. Ancak Ebu Bekir es-Sıddık, buna çok kızdı ve şöyle dedi:

- Sen taleb ettiğin şeye nisbetle Allah'ın daha çok razı olacağı bir-şeyi yapmaktan beni alıkoymak için yanıma gelmişsin."

Böyle dedikten sonra Ebu Bekir, Halid b. Said'i, Irak'ta bulunan Halid b. VelidV gönderdi.

Seyf b. Ömer dedi ki: Sonra Ibn Saluba geldi. Bankiya, Besma ve çevresi için 10.000 dinar verme şartıyla Halid b. Velid'le barış yaptı. Bu beldelerin valileri gelip beldeleri ve halkları için tıpkı Hirelilerin yap­tıkları gibi Halid'le barış yaptılar. Irak'ın ele geçirilmesi, Hire'nin ve çevresindeki beldelerin istila edilmesi, THleys ve Seni (Sena?) savaşları­nın yapılması, Farslılar ve müttefikleriyle savaşılması, onların çok miktarda askerlerinin öldürülmesi esnasında Farslılar büyük hüküm­darları Erdeşir ile oğlu Şirin'e saldırıp ikisini de öldürdüler. Bunlara mensub olan kimseleri de öldürdüler. Bu suikast sonucunda Farslılar, başlarına kimi geçireceklerini şaşkın şaşkın düşünmeye başladılar. Aralarında ihtilafa düştüler. Yalnız onlar, Kasra'nın sarayının ve mem­leket tahtının bulunduğu Medayin ile Halid b. Velid arasına engel ola­rak girecek olan bir orduyu teçhiz ettiler. Onlar, bu orduyu teçhiz ettik­leri esnada Halid b. Velid, Medayin'deki Merzüban'a ve devlet yönetici­lerine bir mektup yazarak, onları Allah'a imana ve İslâm'a girmeye da­vet etti ki hakimiyetleri ellerinde kalsın. Mülkleri de sabit olsun. Aksi takdirde cizye vermeleri gerektiğini bildirdi. Cizyeyi de vermeyecek olurlarsa kendileriyle savaşa hazır olmalarını bildirdi. Karşılarında duran Müslümanların kendilerinin yaşamayı sevdikleri gibi ölümü sevdiklerini de bildirdi. Onlar, da Halid'in cesaret ve kahramanlığına hayret ettiler. Şaşkına döndüler. Ahmaklıklarından ve kendi nefisleri­ne tutkunluklarından ötürü Halid'in cesaretini alaya aldılar. Halid b. Velid, Hire barışından sonra bir sene süreyle Fars illerinde şurada burada dolaşmaya devam etti. Onlara, şiddetli savaş gücünü ve göz ka­maştırıcı satvetini gösterdi. Onun kahramanlığını ve cesaretini düşü­nen akıllar hayrette kalıyor, gören gözler kamaşıyor ve duyan kulaklar da bunu bir küpe gibi yumuşaklarına takıyorlardı. [28]

 

Halîd B. Velîd'in Enbar'ı Fethî

 

Buna, Zâtü'1-Uyun gazvesi de denir.

Halid b. Velid, askerlerinin başına geçip yola çıktı^Enbar'a vardı. Enbar'ı Farshlarm en akıllılarından ve liderlik vasfına en fazla sahip olanlarından Şirzaz adında bir adam yönetiyordu.

Halid, Enbar'ı kuşattı. Enbar'm çevresine hendek kazılmıştı. Hen­dek civarında da Enbarlıların dindaşları olan bedevi Araplar vardı. Bunlar, Enbarlılarla ittifak yaptılar. Halid'in hendeği geçmesine engel oldular. Halid, onlara yöneldi. İki ordu karşı karşıya gelince Halid, ar­kadaşlarına emir verdi. Onlar da düşmanın üzerine ok yağmuru yağdır­dılar. Onlardan 1000 kişinin gözünü çıkardılar. İnsanlar bağnşmaya başladılar. Enbarlıların gözleri gitti, diye ünlediler. İşte bu yüzden bu gazveye, Zatü'1-Uyun gazvesi dendi. Şirzaz, barış için Halid'e elçi gön­derdi. Halid, bazı şartlar ileri sürdü. Ama Şirzaz, bu şartları kabule ya­naşmadı. Halid de hendeğin başına geldi ve askerlerinden gereksiz eş­yalarını ve fazla develerini getirmelerini emretti. Getirilen eşyaları hendeğe attı. Develeri de kesip hendeği doldurdu. Dolan hendeğin üze­rinden askerleriyle beraber karşı tarafa geçti. Şirzaz, bu durumu görün­ce barış çağrısına -Halid'in ileri sürdüğü şartlar çerçevesinde- icabet et­ti. Yalnız kendisini güven duyacağı bir yere göndermesini diledi. Halid de bu dileğini kabul edip yerine getirdi. Şirzaz, Enbar'dan çıktı. Halid, onu teslim alıp misafir etti, ona güven verdi. Sahabeler de orada bulu­nan Araplardan Arapça yazmayı öğrendiler. Beni lyad Arapları, Buh-tü'n-Nasr zamanında Enbar'a yerleşmişlerdi. Buhtü'n-Nasr Irak'ı Araplara verdiği zaman bunlar Enbar'a yerleşmişlerdi. Bu Araplar Ha­lid'e, îyad'ın, kendi kavmini Öven bir şiirini okumuşlardı:

"Benim kavmim Iyad'dır. Ümmetler veya onlar, durdukları ve ni­metler azaldığı zaman kavmim Irak'ı kendileri için serbest kıldı. Toplu­ca yürüyüp te Irak'ı ele geçirmişlerdi. Levh ve kalem onlarla birlikte yü­rümüştü."

Halid, daha sonra Bevazic ve Kilvazi halklarıyla da barış antlaşma­sı yaptı. Ancak bilahare bazı durumlar değişince, Enbarlılar ve çevrele­rindeki insanlar, bu antlaşmayı bozdular. Bevazic ve Bankiya halkları dışında hiç kimse bu antlaşma şartlarına riayet etmediler.

Seyf, Habib b. Ebi Sabit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bu vak'adan önce Iraklılardan hiç kimse, antlaşmaya bağlı kalmış değildi. Ancak Salviya oğulları -ki bunlar Hirelilerdir- ile Kilvazi halkı ve Fırat kıyısındaki kasabalardan bazıları, antlaşma şartlarına bağlı kaldılar. Diğerleri antlaşmayı hiçe saydılar. Antlaşma maddelerini çiğ­nedikten sonra tekrar antlaşmaya bağlı kalmaları için kendilerine çağ­rı yapıldı."

Seyf, Muhammed b. Kays'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Şa'bî'ye dedim ki:

- Bazı kaleler dışında Irak sevadı ile diğer yerler zorla mı fethedil­di?

- Bir kısmı barış yoluyla, bir kısmı da savaş yoluyla ele geçirildi.

- Irak sevadında yaşayan insanların, savaştan önce bağlı kaldıkla­rı bir antlaşma var mıydı? Zimmilik antlaşması yapmışlar mıydı?

- Hayır, ama onlar İslâm'a davet edildiklerinde bu davete icabet etmemiş, haraç vermeye razı olmuşlardı. Kendilerinden haraç alınınca da zimmi statüsüne tabi olmuşlardı." [29]

 

Aynu't-Temr Vak'ası

 

Halid b. Velid, Enbar fethini tamamlayınca orada yerine vekil ola­rak Zibrikan b. Bedr'i bıraktı. Kendisi Aynu't-Temr'e doğru yola çıktı. Aynu't-Temr'de o zaman Mehran b. Behram, Cubin Araplardan büyük bir kalabalık ve çevredeki Temir, Tağlib ve İyad kabilelerinden olan be­deviler ve başlarında Akka b. Ebi Akka olmak üzere karşılaştıkları kim­selerden oluşan grubla birlikte bulunuyordu. Halid yaklaşınca Akka, Mehran'a dedi ki:

- Araplar, Araplarla savaşmayı daha iyi bilirler. Bizi ve Halid'i baş başa bırak.

- Sizi onunla baş başa bırakıyoruz. Eğer bize ihtiyacınız olursa size

yardımcı oluruz.

Böyle demesi yüzünden Acemler, komutanlarını kınadılar. Ama Mehran, nıaiyyetindeki Acemlere şöyle dedi:

- Bunları kendi hallerine bırakın. Eğer Halid'i yenerlerse, bu sizin için iyi olur. Eğer mağlub olurlarsa biz Halid'i öldürürüz. Onlar güçleri­ni yitirmişlerdir. Biz ise güçlüyüz.

Bunun üzerine Acemler, komutanların görüşünün üstünlüğünü kabul ettiler.

Halid ileriye geçti. Akka onu karşıladı. Karşı karşıya geldiklerinde Halid, ordusunun sağ ve sol kanatlarına:

- Yerinizde durun. Ben saldıracağım, dedi. Koruyucularına da ar­kasında olmaları için emir verdi. Sonra safları düzeltmekte olan Ak-

ka'ya saldırdı. Onu kucaklayıp esir aldı. Akka'nın askeri birliği savaş-maksızm hezimete uğradı. Çok sayıda esir verdi. Bundan sonra Halid, Aynu't-Temr kalesine yöneldi. Mehran, Akka'nm ve askerlerinin hezi­mete uğradıkları haberini alınca kaleden indi, kaleyi terk edip kaçtı. Arap Hristiyanlarının kılıç artıkları kaleye döndüler. Kapının açık ol­duğunu görünce içeri girdiler. Kaleye sığındılar. Halid b. Velid, gelip on­ları şiddetli bir muhasara altına aldı. Bu durumu görünce, Halid'e barış yapma talebinde bulundular. Halid, kendi hükmüne itaat etmeleri şar­tıyla barış yapacağını bildirdi. Onlar da onun hükmüne boyun eğip ka­leden indiler. Zincirlere bağlandılar. Kale teslim alınmış oldu. Halid, sonra emir verdi. Akka'nm boynu vuruldu. Beraberindekiler ve Halid?in hükmüne teslim olanlar da topluca esir alındılar. Kaledeki herşey gani­met olarak ele geçirildi. Halid, kilisede İncil öğrenmekte olan kapalı ka­pı gerisinde kırk çocuk gördü. Halid kapıyı kırdı. Onları emirlere ve zen­ginlere dağıttı. Himran, humustan (beşte birlik paydan) Osman b. Af-fan'm payına düştü. Muhammed b. Sirin'in babası Sirin'i de Enes b. Ma­lik aldı. Daha çok sayıda meşhur mevali de esir alındı ki, onlar ve onla­rın zürriyetleri için hayır murad edilmişti.

Velid b. Ukbe, bu gazveden elde edilen ganimetlerin beşte birini ge­tirdiğinde Ebu Bekir, Velid'i takviye olarak îyaz b. Ğanem'e gönderdi, îyaz, o zaman Dumetü'l-Cendel'i kuşatma durumundaydı. Velid b. Uk­be, îyaz'm yanına gittiğinde onu Irak'ın bir nahiyesinde bir kavmi kuşa­tır vaziyette gördü. Ancak Iraklılar da yolları kapadıkları için îyaz'm kendisi de mahsur kalmıştı ve Velid'e şöyle demişti:

- Bazı görüşler vardır ki, büyük bir ordudan daha iyi iş görür. îçin-de bulunduğumuz durum hakkında görüşün nedir? Velid ona şöyle dedi:

- Halid'e mektup yaz. Yanındaki askerlerden bir kısmını takviye olarak sana göndersin.

Iyaz, takviye kuvveti istediğini bildiren bir mektubu Halid b. Ve­lid'e gönderdi. Mektup, Aynu't-Temr vak'asımn tamamlanmasından hemen sonra Halid'in eline ulaştı. İyaz, ondan yardım istiyordu. Halid, ona şu cevabı gönderdi:

"Halid'den İyaz'a... Sana geliyorum. Biraz bekle. Binekler sana ge­lecek ki o binekler, aslanları taşıyorlar. Üzerlerinde Öldürücü zehirler vardır. Peş peşe birlikler sana gelecektir." [30]

 

Dumetü'l-Cendel Savaşı

 

Halid b. Velid, Aynu't-Temr savaşını tamamladıktan sonra Dume-tü'1-Cendel'e yöneldi. Aynut-Temr'de yerine Uveymir b. Kahin el-Es-lemî'yi bıraktı. Dumetü'l-Cendel halkı, Halid'in kendilerine doğru gel­mekte olduğu haberini alınca Behra, Tenuh, Kelb, Gassan ve Decaim'deki fırkalarına haber saldılar. Bu fırkalar toplanarak Dumetü'l-Cendel'e doğru harekete geçtiler. Gassanlılarla Tenuhluların başların­da İbnü'l-Eyhem; Decaimlilerin başlarında Îbnu'l-Hadrican vardı. Du-metü'l-Cendel halkını Ükeydir b. Abdülmelîk ile Cudi b. Rebia yönet­mekteydi. Bunlar ihtilafa düştüler. Ükeydir dedi ki:

- insanlar arasında Halid'i en iyi bilen benim. Savaşta onun kadar şanslı bir kimse yoktur. Halid'în yüzünü gören bir topluluk, sayıları az da olsa çok da olsa onun karşısında mutlaka yenilgiye uğrarlar. Gelin beni dinleyin ve müslümanlarla barış yapın.

Ükeydir'in bu teklifini çevresindekiler kabul etmediler. Bunun üze­rine Ükeydir onlara:

- Halid'le yapacağınız savaşta, yanınızda yer almayacak ve size yardımcı olmayacağım, dedi ve onlardan ayrıldı.

Halid b. Velid, kavmini terk eden Ükeydir'in üzerine Asım b. Amr^ı gönderdi. Asım, onu bulup yakaladı ve Halid'in huzuruna getirdi. Halid, boynunun vurulmasını emretti. Boynu vuruldu ve yanındaki eşyalar ganimet olarak alındı. Sonra Halid, Dumetü'l-Cendel'e doğru yoluna devam etti. Dumetü'l-Cendel halkının başında vali olarak Cudi b. Rebia vardı. Ayrıca orada bedevilerden her kabile kendi emirlerinin maiyetin­de duruyorlardı. Halid, Dumetü'l-Cendel'i kendisi ile Iyaz b. Ganem or­dusu araşma aldı. Bedevilerin ordusu iki nrkaya ayrıldı. Bir nrka Ha-lid'e taraf, diğer nrka da îyaz'a taraf yöneldi. Halid, karşısındaki nrka­ya saldırdı. İyaz da kendisine yönelenlere saldırdı. Halid, Cûdi b. Re-bia'yı esir aldı. Akra b. Habis, Vedia'yı esir aldı. Bedeviler kaleye kaçıp sığındılar. Kale dolup taştı. Hatta bir kısmı kaleye sığamaz oldu. Beni Temim kabilesi, kale dışmdakilerine acıyıp biraz erzak verdiler. Bir kıs­mi kurtuldu. Halid de gelip kale dışında bulduğu kimselerin boyunları­nı vurdu. Ayrıca Cudi b. Rebia ile beraberindeki esirlerin de boyunları­nın vurulmasını, ancak Beni Kelb kabilesinden olan esirlerin ayrı tutul­malarını, onların boyunlarının vurulmamasını emretti. Çünkü Asım b. Amr, Akra b. Habis ve Beni Temim, onlara eman vermişlerdi. Halid, on­lara dedi ki:

- Ne oluyor sizlere? islâm'ın hükmünü zayi edip cahiliyetin hük­münü mü muhafaza ediyorsunuz (ki bunlara eman veriyorsunuz)? Asım b. Amr, Halid'e dedi ki:

- Bunların afiyet içinde yaşamalarım kıskanıyor ve bunları şeyta­na mı bırakıyorsun?

Sonra Halid, kale kapısının çevresinde dolaştı, uğraştı uğraştı, der­ken kapıyı söktü. Kale içine girdi, oradaki savaşçıları öldürdü, çoluk ço­cuğu esir aldı. Halid, o gün Cudi b. Rebia'mn kızını satın aldı. O kız gü­zellikte şöhret bulmuştu. Kendisi Dumetü'l-Cendel'de kaldı. Akra'yı Enbar'a gönderdi. Sonra da Halid, Hire'ye döndü. Hireliler, onu eğilerek karşıladılar. Âdeta secdeye kapandılar. Onlardan birinin kendi arka­daşına şöyle dediğini işitti: "Halid bize uğradı, bu çok büyük bir sevinç günüdür." [31]

 

Hasıd Ve Mudayyah Savaşları

 

Seyf b. Ömer, Muhammed, Talha ve Mühelleb'in şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"Halid b. Veîid, Dumetü'l-Cendel'de bir süre kaldı. Oradaki Acem­ler, Cezire Araplanyla mektupîaştilar ve Halid'le savaşmak için toplan­dılar. Zibrikan'm elinden almak için Enbar üzerine yürüdüler. O zaman Enbar'da Halid'in naibi olarak Zibrikan bulunuyordu. Zibrikan, bu du­rumdan haberdar olunca, Halid b. Velid'in Hire'de naibi olarak bulunan Ka'ka b. Amr'a mektup yazdı. Ka'ka da Abe b..Fedekî es-Sadfye haber saldı. Onu Hasid'e, emir yaptı. Urve b. Ebi Ca'd el-Barikfyi de gönderip Hanafis'e emir yaptı.

Halid, Dumetü'l-CendeFden Hire'ye döndü. O, Kisrâ'nm başkenti olan Medayin halkıyla savaşmaya niyetlenmişti. Ancak Ebu Bekir es-Sıddık'dan izin almaksızın bu savaşı yapmayı uygun görmüyordu. Acem askerlerinin, kendisiyle savaşmak isteyen Hristiyan bedevilerle birleşerek toplanmaları hadisesi onu meşgul etti. Bunun üzerine o da Ka'ka b. Amr'ı insanlar üzerine Emir olarak gönderdi. Acemlerin başın­da Luzbeh adında bir komutan vardı. Onu destekleyen Zeremher adın­da başka bir komutan da vardı, iki taraf, şiddetli bir şekilde savaştılar. Müşrikler hezimete uğradılar. Müslümanlar, onlardan birçoğunu öl­dürdüler. Ka'ka, Zeremher'i öldürdü, ismet b. Abdullah ed-Debhî de Luzbeh'i öldürdü. Müslümanlar, çok miktarda ganimet ele geçirdiler. Acemlerden bir kısmı kaçtı. Hanafis denen yere sığındılar. Ebu Leyla b. Fedekî es-Sadî, onların üzerine yürüdü. Onun gelişini duyunca Muday-yah denen yere gittiler. Bunun üzerine oraya beraberindeki Acem ve be­devilerle yerleştiklerinde Halid b. Velid, beraberindeki askerlerle üzer­lerine yürüdü. Askerlerini üç firkaya ayırdı. Geceleyin onlar uykuday­ken üzerlerine hücum etti. Onları öldürdü. Çok az sayıda adam Müslü­manların elinden kaçıp kurtuldu. Diğerleri koyun leşleri gibi yere düş­tüler."

Bu konuda Ibıi Cerir, Adiy b. Hatim'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bu savaşta ve saldırıda Harkus b. Numan en-Nemrî adındaki bir. adamın yanına vardık. Çevresinde oğullan, kızları ve karısı vardı. Ön­lerine bir şarap kazanı indirmişti.

Onlar, şöyle diyorlardı:

- işte Halid'in askerleri geldi. Bu saatte artık kim bu şarabı içebi­lir?"

Halid de onlara şöyle dedi:

- Bu şarapla vedalaşarak için. Bundan sonra şarap içeceğinizi san­mıyorum!

Onlar da şarabı içmeye başladılar. Harkus da aile efradına şöyle di­yordu:

"Sabah saldırısından önce bana içirsenize! Belki de ölümümüz ya­kındır. Farkında değiliz."

Askerler üzerlerine saldırdılar. Adamın bîri Harkus'un başına vur­du. Baktı ki başı şarap kazanının içindedir. Oğulları, kızları ve karısı esir alındı. Bu savaşta, yanlarında Ebu Bekir es-Sıddık'm emannâmesi olan ve Müslüman olmuş iki adam öldürüldü. Müslümanlar, bundan habersizdiler. Öldürülen bu iki Müslümandan biri Abdü'1-Uzzâ b. Ebi Ruhm b. Karvaş idi. Onu Cerir b. Abdullah el-Becelî öldürmüştü. Diğeri de Lebid b. Cerir'di ki, onu Müslümanlardan biri öldürmüştü. Öldürül­dükleri haberi Ebu Bekir'e ulaşınca o, bunların diyetlerini ödedi. Diyet­lerini çocuklarına vasilerle gönderdi. Hz. Ömer de bu vak'a sebebiyle epey konuştu. Halid b. Velid'i kınadı, nitekim Malik b. Nüveyre için de Halid b. Velid aleyhine konuşmuştu. Ancak Ebu Bekir es-Sıddık, ona şöyle dedi:

- Rabilerin diyarında yaşayanlar, işte bu gibi durumlarla karşıla­şırlar. Müşriklerle komşu olduklarından ötürü günahkar olurlar. Bun­ların durumuna hadis-i şerifte de değinilmiştir: "Ben müşrik kimse ile beraber aynı diyarda ikamet eden kimseden beriyim (ondan uzağım)."

Başka bir hadiste de: "Onların ateşlerini görme." denilmiştir. Yani Müslümanlarla müşrikler aynı mahallede bir arada bulunmamalıdır­lar."

Bu savaştan sonra Seni ve Zümeyl vak'aları oldu. Müslümanlar, oralardaki bedevileri ve Acemleri öldürdüler. Ellerinden hiç kimse ka­çıp kurtulamadı ve haber götüremedi. Sonra Halid, bu savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte birini ve esirleri Ebu Bekir es-Sıddık'a gön­derdi. Hz. Ali, bu esirlerden Arap bir cariyeyi satın aldı ki, bu Rabia b. Büceyr et-Tağlibî'nin kızı idi. Bu cariye Hz. Ali'ye, Ömer ve Rukiyye ad­larındaki çocukları doğurdu. Allah hepsinden razı olsun. [32]

 

Firaz Savaşı

 

Halid b. Velid, beraberindeki Müslümanlarla birlikte Şam, Irak ve Cezire sınırlarının kesiştiği Firaz'a gitti. Orada ramazan ayını geçirdi. Düşmanla meşgul olduğu için oruç tutmadı. Bizanslılar, Halid'in oraya geldiğini ve memleketlerine yakın bir yere yerleştiğini duyunca hamiyyete gelip öfkelendiler. Çok sayıda asker topladılar. Tağlib, lyad ve Temr kabilelerine yardım ettiler. Sonra Halid'in üzerine geldiler. On­larla Haîid arasında Fırat nehri vardı. Bizanslılar, Halid'e dediler İd:

- Fırat'ı geçip de yanımıza gel. Halid de onlara:

- Hayır, siz Fırat'ı geçip yanımıza gelin, dedi. Rumlar nehri geçip Müslümanların karşısına geldiler.

Bu hadise, hicri onikinci senenin zilkade ayında vuku buldu. îki ta­raf, şiddetli bir şekilde savaştılar. Sonra Cenâb-ı Allah, Bizans toplu­luklarını hezimete uğrattı. Müslümanlar, onları takip etme ve kovala­ma imkanını buldular. Müslümanlar, bu savaşta 100.000 düşman öl­dürdüler. Halid, bu savaştan sonra Firaz'da on gün kaldı. Sonra Hire'ye dönüleceğini duyurdu. Zilkade ayının bitimine beş gün kala Hire'ye dö­nüldü. Halid, Asım b. Amr'ın öncü kuvvetlerin başında, Şecere b. Eazz'ın da artçı kuvvetlerin başında bulunmasını emretti. Halid, artçı kuvvetlerle birlikte gitmekte olduğu intibaını verdi. Kendisi de birkaç arkadaşıyla birlikte Mescid-i Haram'a yöneldi. Mekke'ye, daha önce git­mediği bir yoldan gitti. O sene haccetti. Sonra döndü ve artçı kuvvetle­rin Hire'ye ulaşmalarından önce askerlere ulaştı ve o sene beraberinde­ki birkaç kişiden başkası onun haccettiğini bilemediler. Ebu Bekir es-Sıddık da ancak hacdan döndükten sonra onun haccetmiş olduğunu an­ladı. Ordusundan ayrıldığından ötürü onu kınayan bir mektup gönder­di. Ceza olarak da onun Irak'ı bırakıp Şam'a gitmesini ve orada savaş­masını emretti. Gönderdiği mektubunda Halid'e şöyle diyordu:

" Topluluklar gaîib olmadı, ancak Allah'ın yardımıyla galip oldu ey Ebu Süleyman (Halid'in künyesi Ebu Süleyman idi). Niyetin ve payın sana mübarek olsun. Sen tamamla ki Allah da senin için tamamlasın. Bu yaptıklarından ötürü gururlanma, aksi takdirde kayba uğrayıp yar­dımsız bırakılırsın. Yaptığın işlerden ötürü nazlanma. Çünkü minnet ancak Allah'adır. Mükafat ve sevap O'nun vereceği birşeydir." [33]

 

Hîcrî Onîkîncî Senede Meydana Gelen Bazı Olaylar

 

Bu sene Ebu Bekir es-Sıddık, Yemame savaşında kurrâların Öldü­rülüp şehid edilmelerinden sonra Kur'ân'ı toplaması için Zeyd b. Sabit'i görevlendirdi.

Yine bu sene Ebu Talib oğlu Ali, Rasûlullah'm kızı Zeyneb'in kızı Ümame ile evlendi. Ümame'nin babası Ebu'l-As b. Rebi b. Abdüşşems el-Ümevî idi. Babası bu senede vefat etmişti.

Rasûlullah (s.a.v.), Ümame'yi çocukluğunda namaz kılarken omu-zuna alır, secdeye vardığı zaman indirir, kıyama kalkarken de yine omuzuna alırdı. Yine bu sene içinde Ömer b. Hattab (r.a.), amcası kızı Atike binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ile evlendi. Hz. Ömer, Atike'yi çok se­vip beğeniyordu. Atike, onun namaza gitmesine engel olmuyordu. Ama Hz. Ömer, Atike'nin namaz kılmak için evden çıkmasına ve camiye git­mesine razı olmuyordu. Bir gün Hz. Ömer, onun için karanlıkta yolda oturdu. Atike oradan geçerken Hz. Ömer eliyle onun arkasına vurdu, o da evine döndü. Artık camiye gitmek için evden çıkmadı. Atike daha ön­celeri Zeyd b. Hattab'la evli idi. Zeyd şehid edilince, Hz. Ömer onunla ev­lendi. Atike, Zeyd'den önce de Ebu Bekir'in oğlu Abdullah'la evli idi. Ab­dullah da şehid edilmişti. Hz. Ömer'in vefatından sonra Atike ile Zübeyr evlendi. Zübeyr de öldürüldükten sonra Hz. Ali, Atike ile evlenmek iste­di, ancak Atike ona:

- Senin de ölmenden korktuğum için seninle evlenmek istemiyo­rum, demiş ve vefat edinceye kadar artık hiç evlenmemişti.

Bu sene Hz. Ömer, kölesi Eslem'i satın aldı. Eşlem, tabiilerin önde gelenlerinden bir şahsiyet oldu. Oğlu Zeyd b. Eşlem de yüksek derecede­ki sıka (güvenilir) ravilerden biri oldu.

Bu senede Hz. Ebu Bekir, insanlara haccettirdi. Yerine Medine'de Osman b. Affan'ı naib olarak bıraktı. Bununla ilgili olarak îbn Ishak, Ebu Macide'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ebu Bekir, hicretin onikinci senesinde halife iken bize haccet­tirdi." Ebu Macide, ayrıca kulak kesme yüzünden bir kısas hükmünün infaz edildiğini ve Ebu Bekir'in emri üzerine bu konuda Hz. Ömer'in ha­kim tayin edildiğini de anlatmıştır.

İbn İshak dedi ki: Bazılarına göre Hz. Ebu Bekir, halifeliği döne­minde haccetmemiş, ancak hicri onikinci senede hac emiri olarak Hat-tab oğlu Ömer'i ya da Abdurrahman b. Avfı Mekke'ye göndermiştir. [34]

 

Hicretin Onîkinci Senesinde Vefat Eden  Şahsiyetler

 

Yemame savaşı ve sonraki savaşlar, hicri onikinci senede vuku bul­muştur. Hicri onbirinci senede Yemame'de ve daha sonra ölen kimseler­den de burada bahsedilmiştir. Ama meşhur olan bizim anlattığımızdır. [35]

 

Beşîr B. Sa'd B. Salebe El-Hazrecî

 

Bu zat, Numan b. Beşir'in babasıdır. İkinci Akabe bey'atmda, Bedir gazvesinde ve müteakip gazvelerde hazır bulunmuştur. Anlatıldığına göre bu zat, Ensar'dan ilk Müslüman olan kişidir. Beni Saide yurdunda Ebu Bekir'e berat eden Ensâr'm da ilkidir. Halid b. Velid'le birlikte sa­vaşlara katılmış, nihayet Aynu't-Temr savaşında şehid edilmiştir. Al­lah ondan razı olsun. Neseî, ondan bal arısı (Nahl) hadisini rivayet etmistir. SaTs b. Cüsame el-Leysî (Muhkem b. Cüsame'nin kardeşi) de onun Rasûlullah'tan naklettiği birkaç hadisi rivayet etmiştir. Ebu Ha­tim dedi ki: Beşir b. Sa'd b. Salebe el-Hazrecî hicret etti. Veddan'a yer­leşti. Ebu Bekir'in hilafeti döneminde vefat etti. [36]

 

Ebu Mersed El-Ğanevî

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Muaz b. Husayn b. Yerbu b. Amr b. Yerbu b. Hareşe b. Sa'd b. Tarif b. Haylan b. Ganem b. Gani b. A'ser b. Sa'd b. Kays b. Gaylan b. Mudar b. Nizar Ebu Mersed el-Ğanevî. Oğlu Mersed'le birlikte Bedir gazvesinde hazır bulundu. Ondan başka, oğluy­la birlikte bu gazvede hazır bulunan başka bir kişi yoktur. Önceki kısım­larda da anlatıldığı gibi oğlu Mersed, Reci vak'asmda şehid edildi. Oğlu Mersed'in oğlu Enis de sahabelerdendir. Mekke fethi ve Hüneyn gazve­lerinde hazır bulunmuştur. Evtas muharebesinde, Rasûlullah (s.a.v.) için casusluk yapmıştır. Ebu Mersed, Abbas b. Abdülmuttalib'in mütte­fiki idi.

Rasûlullah'tan şu hadisi naklettiği rivayet edilir: "Mezarların üze­rinde namaz kılmayın ve mezarların üzerinde oturmayın." Vakidî dedi ki: Ebu Mersed el-Ganevî, hicri onikinci senede vefat etti. Başkaları onun aynı senede Şam'da vefat ettiğini söylemişlerdir. Başka bir rivaye­te göre de altmış altı yaşmda iken hicri onikinci senede Şam'da vefat et­miştir. Uzun boylu, gür saçlı bir adamdı.

Ben derim ki: Şam'ın ön taraflarında Kesir'in mezarı diye bilinen bir mezar vardır. Mezar taşının kitabesinde şu ibareye rastladım: "Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'m ashabından Kinaz b. Husayn'm mezarıdır." O me­kanda, manevi bir esinti ve heybet gördüm. Hafız İbn Asakir'in, «Şam, Tarihi» adlı eserinde buna değinmemiş olması hayret vericidir. Doğru-v sunu Allah bilir. [37]

 

Ebu'l-As B. Rebî

 

Bu zatın soy kütüğü de şöyledir: Ebu'l-As b. Rebi b. Abdü'1-Uzzâ b. Abdüşşems b. Abdumenaf b. Kusay el-Kureşî el-Abşemî. Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'m büyük kızı Zeyneb'in kocasıdır. Zeyneb'e iyi davra­nır ve onu severdi. Rasûlullah (s.a.v.)'ın risaletle görevlendirildiği za­man müşrikler, Zeyneb'i boşamasını istemişler, fakat o bunu kabul et­memişti.

Ebu'l-As b. Rebi, Hatice binti Hüveylid'in bacısı oğludur. Anasının adı Hâle'dir. Başka bir rivayete göre ise Hind binti Hüveylid'dir.

Ebül-As'm asıl adı hususunda da ihtilaf edilmiştir. Bir rivayete gö­re adı Lakit'dir ki, meşhur olan rivayet buduı*. Başka bir rivayete göre adı Mihşem, diğer bir rivayete göre ise Heşim'dir. Bedir savaşma kafir­lerin safinda yer alarak katılıp esir edildi. Kardeşi Amr b. Rebi gelip fid­yesini, vermek istedi. Onun kurtuluş fidyesi olarak da bir gerdanlık tak­dim etti. Hz. Hatice, kızı Zeyneb'i Ebul-As'la evlendirirken bu gerdanlı­ğı çeyiz olarak Zeyneb'e vermişti. Rasûluilah (s.a.v.), gerdanlığı görünce Zeyneb'e acıdı ve çok etkilendi. Bu sebeple Ebu'1-As'ı salıverdi. Yalnız Mekke'ye gittiğinde Zeyneb'i Medine'ye göndermesini Ebu'1-As'a şart koştu. Ebu'l-As da bu şartı yerine getirdi. Mekke fethinden çok az Önce­sine kadar Mekke'de kafir olarak kaldı. Kureyş ticaret kervanı ile bir­likte sefere çıktı. Zeyd b. Harise seriyyesiyle bu kervanın karşısına çıkü. Kervandaki arkadaşlarının hepsini.öldürdü. Develeri ganimet olarak ele geçirdi. Ebu'l-As da Medine'ye kaçıp kansı Zeyneb'ten himaye istedi. Zeyneb de onu himayesine aldı. Rasûluilah (s.a.v.) da Zeyneb'in bu hi­mayesini onayladı ve yanındaki Kureyş mallarını EbuU-As'a geri verdi. O da bu malları alıp Mekke'ye döndü. Mallan sahiplerine iade etti. Son­ra hak şahadeti getirip Medine'ye hicret etti. Rasûluilah (s.a.v.), Zey­neb'i ilk nikahı ile ona verdi. Ebu'l-As ile Zeyneb'in ayrılıp tekrar birleş­meleri arasından altı yıl geçmişti. Ayrılmaları Hudeybiye umresinde Müslüman kadınların müşriklere haram kılınmaları vaktinden iki se­ne sonra olmuştu. Bir rivayete göre Rasûluilah (s.a.v.), yeni bir nikah kı­yarak Zeyneb'i Ebu'1-As'a vermiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Zeyneb'le Ebul-As'm evliliklerinden Ali adında bir erkek çocuk doğ­muştur. Ebu'l-As, Rasûluilah (s.a.v.)'m görevlendirip gönderdiği zaman Hz. Ali ile birlikte Yemen'e gitmişti. Rasûluilah (s.a.v.), ondan sitayişle bahseder ve damatlığını övüp şöyle derdi: "Benimle konuştu, bana doğ­ru söyledi; bana söz verdi, sözünü yerine getirdi."  

Ebu'l-As, hicri onikinci senede Hz. Ebu Bekir'in hilafeti zamanında vefat etti. Bu senede Hz. Ali, Ebu'l-As'ın kızı Ümame binti Ebi'l-As ile evlendi. Eşi Fatıma'nın ve Umame'nin vefatından sonra Ümame ile bu evliliği yapmıştı. Ama bu evliliğin Ebu'l-As'ın vefatından önce mi, sonra mı yapıldığım bilemiyorum. Doğrusunu Allah bilir. [38]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/474-477.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/477-481.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/481.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/481-482.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/482-483.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/484.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/484-485.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/485-486.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/486-487.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/487.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/487.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/487-488.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/488.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/488.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/488.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/488.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/488-489.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/489.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/489-490.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/490-491.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/491-493.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/493-495.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/496.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/496-500.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/500-501.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/501-502.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/502-504.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/504-507

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/507-508.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/508-509.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/509-511.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/511-512.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/512-513.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/513-514.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/514.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/514-515.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/515.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nıhaye, Çağrı Yayınları: 6/515-516.