Kadîstye Savaşı 1

Fasıl 8

Hîcrl Ondördüncü Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 15

Utbe B. Gazvan. 15

Amrb. Ümmümektum.. 15

Müsenna B. Harise. 15

Ebu Zeyd El-Ensârî 16

Ebu Kuhafe. 16

Hîcrî Onbeştncl Sene. 19

İlk Humus Savaşı 19

Kînnesrin Savaşı 20

Kisariye Savaşı 21

Ecnadeyn Savaşı 22

Hz. Ömer'in Kudüs'ü Fethetmesi 24

Nehreşîr Savaşı 30

Alfabetik Sıraya Göre Hicri Onbeşînci Senede Vefat Eden Şahsiyetler. 30

Hicri Onaltıncı Sene. 32

Medain’in Fethi 33

Celûla Savaşı 39

 

Kadîstye Savaşı

 

Sa'd, yoluna devam etti. Kadisiye'ye inip konakladı. Birliklerini et­rafa gönderdi. Orada bir ay süreyle ikamet etti. İranlılardan hiç birini görmedi. Durumu, Hz. Ömer'e bir mektupla bildirdi. Etrafa gönderdiği müfrezeler her yerden erzak getiriyorlardı. Farshlar, beldelerinin çev­resinde dolaşan müfrezelerin mallarım yağmalayıp adamlarını esir al­malarından rahatsız olup hükümdarları Yezdücürd'e şikayette bulun­dular ve şöyle dediler:

- Eğer bize yardıma gelmezseniz, elimizde bulunan herşeyi onlara verir, kalelerimizi de onlara teslim ederiz.

Farshlar, kendilerine gelecek olan takviye birliklerinin başına Rüs-tem'in komutan olarak atanması hususunda görüş birliği ettiler. Yez-dücürd, Rüstem'e haber gönderdi. Onu askeri birliğin başına komutan yaptı. Ancak Rüstem, bu görevden istifa edip şöyle dedi: "Bu, savaş hu­susunda uygun bir görüş değildir. Çünkü ordulardan sonra başka ordu­lar göndermek, Araplar için büyük bir orduyu bir defada mağlup edip kırmaktan daha zor ve şiddetlidir." Yezdücürd ise, Rüstem'in bu teklifi­ni kabul etmeyip kendi görüşünde İsrar etti. Bunun üzerine Rüstem, se­fere hazırlandı.

Sa'd, daha sonra Hire ve Saluba beldelerine keşifçiler gönderdi. Ge­len haberde Yezdücürd'ün ordunun başına Rüstem b. Ferahzad el-Ermenî adında birini komutan yaptığı ye onu askerlerle takviye ettiği bildiriliyordu. Sa'd, bu durumu Hz. Ömer'e mektupla bildirdi. Hz. Ömer de gönderdiği cevabi mektubunda Sa'd'a şöyle diyordu:

"Onlardan sana gelecek haberler ve onların sana getircekleri du­rumlar seni üzmesin. Üzülme, Allah'tan yardım dile, ona güvenip da­yan. Fars ordusunun komutanına görüş ve rey sahibi güçlü adamlarım gönder ki, onu imana davet etsinler. Çünkü Cenâb-ı Allah, bu adamları­mızın dualarını Farshlarm gevşemesine ve sizin zafer kazanmanıza ve­sile kılacaktır. Her gün bana mektup yazarak durumu bildir."

Rüstem, ordusuyla yaklaşıp Sabat'ta ordugah kurduğu zaman Sa'd, bu durumu Hz. Ömer'e bir mektupla bildirdi. Mektubunda şöyle

diyordu:

"Rüstem, Sabat'ta ordugah kurdu. Atlarını ve fillerini üzerimize sürdü. Ama ben Allah'tan yardım dileyip ona güvenip dayanmayı çok sevdiğim için başka hiçbir şeyi önemsemiyorum."

Rüstem, askerlerini mevzilendirdi. 40 000 askerden oluşan öncü birliğin başına Calinos'u; sağ cenaha Hürmüzan'ı; sol cenaha da Meh-ran b. Behram'ı komutan tayin etti. Bu iki cenahtaki askerler toplam 60000 kişiydiler. Rüstem, 20000 askerden oluşan artçı birliklerin başı­na da Benderan'ı komutan yaptı. Seyf ile diğerlerinin anlattıklarına göre ordusundaki askerlerin tamamı 80 000 kişiydiler. Başka bir rivayete göre ise Rüstem ordusunun askerleri 120 000'di. Ardında 80 000 kişilik takviye bir birlik vardı. Bu ordu da otuzüç fil vardı. Bunlardan biri be­yazdı ki Sabur'a aitti. Bu onların en büyüğü idi. Diğerleri ona tabi idiler ve ona alışmışlardı.

Sonra Sa'd, Numan b. Mukrin, Furat b. Hibban, Hanzele b. Rebi et-Temimî, Utarid b. Hacib, Eş'as b. Kays, Muğire b. Şube ve Amr b. Madi-kerib'den teşekkül eden bir cemaatı, imana davet etsinler, diye Rüs-tem'e gönderdi. Rüstem, onlara sordu:

- Niçin buraya geldiniz?

Onlar da şu cevabı verdiler:

- Allah'ın bize va'd etmiş olduğu şu husus için. Beldenizi almak, ka­dınlarınızı ve çocuklarınızı esir almak, mallarınızı ele geçirmek için gel­dik. Biz bunun gerçekleşeceğine kesinlikle inanıyoruz.

Rüstem şöyle bir rüya görmüştü: Gökten bir melek inip Farshların bütün silahlarını mühürleyerek Rasulullah (s.a.v.)'a vermiş, Rasûlullah da onları Hz. Ömer'e vermişti.

Seyf b. Ömer'in anlattığına göre Rüstem, Sa'd'la karşılaşmayı ge­ciktirmişti. Öyle ki onunla Medain'den çıkışıyla Kadisiye'de Sa'd'la kar­şılaşması arasında dört aylık bir süre geçmişti. Bunu da Sa'd ve berabe­rindeki Müslümanları bıktırıp sıkıntıya sokmak amacıyla yapmıştı. Hükümdar Yezdücürd, kendisini acele davranma hususunda zorlama-saydı bu karşılaşma yerine gelmeyecekti.Çünkü Müslümanların kendi­lerini yenip muzaffer olacaklarını, gördüğü rüyaya dayanarak biliyor­du. Astroloji bilgisine sahip bir kimse olduğu için bu rüyanın doğruluğu­na inanıyordu. Ayrıca rüya tabiriyle ilgili deneyimleri de vardı.

Rüstem'in ordusu, İslâm ordusuna yaklaştığı zaman Sa'd, onların haberlerini apaçık bir şekilde öğrenmek istedi. Bu amaçla Farslardan bir adamı yakalayıp kendisine getirmeleri çin bir müfrezeyi harekete geçirdi. Bu müfrezede daha önce Peygamberlik iddiasında bulunup son­ra tevbe eden Tüleyha el-Esedî de vardı. Müfreze komutanı Haris, arka­daşlarıyla düşman saflarına doğru ilerledi. Nihayet geri döndü. Müfre­zede bulunan Tüleyha, düşman ordusundaki safları yarıp ilerleyerek çok sayıda asker öldürdü ve onlardan birini esir alarak Sa'd'a getirdi. Öyle heyecanlanmıştı ki kendini tutamıyordu. Sa'd, gerilen esire Fars ordusunun durumunu sordu. O ise, Tüleyha'nın gösterdiği cesaret ve bahadırlığı anlatmaya başladı. Sa'd, ona:

- Bırak bu meseleyi de Rüstem hakkında bize haber ver, dedi.

O da şu cevabı verdi:

- Rüstem'in 120 000 kişilik bir ordusu var. Bir bu kadar asker de bu ordunun ardı sıragelmektedir.

Böyle dedikten sonra İranlı esir hemen Müslüman oldu. Allah, ona rahmet etsin.

Seyf b. Ömer, üstadlanndan naklen şöyle demiştir: İki ordu karşı karşıya geldiği zaman Rüstem, Sa'd'a haber göndererek kendisine sora­cağı şeyler hakkında bilgisi olan akıllı bir adam göndermesini istedi. Sa'd da ona, Muğire b. Şube (r.a.)'yi gönderdi. Muğire, onun yanına va­rınca Rüstem ona şöyle dedi:

- Siz komşularımızsınız. Biz size iyi davranıyor ve size ulaşacak eziyetleri Önlüyorduk. Memleketinize dönün. Ülkemize gelerek ticaret yapmanıza engel olmayacağız.

Muğire de ona şöyle cevap verdi:

-t-Biz, dünya peşinde değiliz. Bizim asıl istediğimiz ve amaçladığı­mız, ahirettir. Allah, bize bir peygamber gönderdi. Gönderdiği peygam­berine şöyle dedi: "Dinime tabi olmayan kimselere şu Müslüman cemaa­ti musallat kılacak ve bu Müslüman cemaat vasıtasıyla onlardan inti­kam alacağım. Müslümanları —hak din olan dinime bağlı oldukları sü­rece - galip ve üstün kılacağını. Dinimden yüz çeviren kişi mutlaka alça­lır. Dinime bağlanan kişi de mutlaka yücelir."

- Sözünü ettiğin din nedir?

- Bu dinin -onsuz hiçbir işin yarar sağlamayacağı yegane prensibi; Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in de Allah Rasûlü olduğuna şahadet etmek, Muhammed'in Allah katından getirdiği hü­kümleri tasdik etmektir.

- Bu ne güzel birşeydir. Başka bir umdesi de varmıdır?

- Kullan, kullara kulluktan çıkarıp Allah'a kulluk seviyesine yük­seltmektir.

- Bu da güzel birşeydir. Başka birşey var mı?

- Bütün insanlar Adem'in çocuklarıdırlar. Onlar ana baba bir kar­deştirler .

- Bu da güzel. Söylermisin bana, eğer dininize girersek ülkemizden çıkıp memleketinize donermisiniz?

- Evet, vallahi son ticaret veya herhangi bir ihtiyaç sebebi dışında ülkenize yaklaşmayız.

- Bu da güzel.

Muğire, yanından ayrıldıktan sonra Rüstem, kavminin reisleriyle islâm'a girme konusunda müşavere yaptı. Onlar, islâm'a girmeyi red­dettiler. Allah onları rezil rüsvay etsin. Zaten öyle de yaptı.

Sonra Sa'd, Rüstem'in talebi üzerine ikinci elçi olarak Rib'i b. Amir'i gönderdi. Rib'i, Rüstem'in makamına girdi. Meclisini altın işlemeli halı­lar ve ipek minderlerle döşeyip süslemişlerdi. Kıymetli yakut ve incileri, muazzam süsleri sergilemişlerdi. Üzerinde tacı ve diğer kıymetli eşya­ları vardı. Altından bir taht üzerine oturmuştu. Rib'i ise eski elbiseler giymiş olarak makama girdi. Ama üzerinde kılıcı ve kalkanı vardı. Kısa boylu bir ata binmişti. Makama yaklaşıp atının toynuğu halının ucuna basıncaya kadar at üzerinde durdu. Sonra indi, atını oradaki minderle­rin dayalı olduğu yerlerden birine bağladı. Üzerinde silahı, zırhı ve ba­şında miğferi olduğu halde Rüstem'e yöneldi. Muhafızlar ona:

- Silahını indir, dedilerse de o:

- Ben, size gelmedim. Siz beni çağırdığınız için geldim. Bu şekilde içeri girmemi kabul ederseniz ne âlâ, yoksa geri dönerim, dedi.

Rus tem:   .            _

- îçeri girmesine izin verin, dedi. Bunun üzerine o da mızrağına da­yanarak Rüstem'in tahtına doğru yürüdü. Ona:

- Sizi buralara kadar getiren sebep nedir? diye sordular. O da şöyle cevap verdi:

- Cenâb-ı Ailah bizi gönderdi ki, onun dilediği kimseleri kullara kulluk etmekten kurtarıp Allah'a kul yapalım, O kimseleri, dünya sı­kıntısından kurtarıp genişliğe kavuşturalım. Dinlerin zülüm ve baskı­sından kurtarıp islâm'ın adaletine kavuşturalım. Cenâb-ı Allah bizi, kendisine imana davet edelim diye dini ile yaratıklarına gönderdi. Bu dini kabul eden kimsenin durumunu kabulleniriz ve kendisine dokun­madan geri döneriz. Ama bu dini kabul etmeyen kimselerle Allah'ın va'dini gerçekleştirinceye kadar savaşırız.

- Allah'ın size va'd ettiği şey nedir?

- Cennet'tir. İmana gelmeyen kimselerle savaşarak ölen kimse için Cennet vardır. Hayatta kalan gaziler için ise zafer vardır.

- Sizin söylediklerinizi dinledim. Ancak düşünüp karar vermemiz için bize süre tanır mısınız?

- Evet, ne kadar süre istersiniz? Bir ya da iki gün yeter mi?

- Hayır, görüş sahibi ve kavmimizin reisi olan kimselerle yazışıp cevaplarını alıncaya kadar bize süre tanıyın.

- Rasûlullah (s.a.v.), orduların karşı karşıya geldiği esnada düş­mana üç günden fazla süre tanımayı bize sünnet olarak bırakmış değil­dir. Şimdi sen durumuna bak, kavminin durumunu da göz önünde bu­lundur. Bu süre içinde üç seçenekten birini seç.

- Sen kavminin efendisi ve lideri misin?

- Hayır. Ama Müslümanlar tek vlicud gibidirler. Onların en aşağı seviyede olanları dahi en üst seviyede olanları adına himaye ve eman verirler.

Rüstem, kavminin reisleriyle toplantı yaparak şöyle dedi: —Bu adamın söylediği sözler kadar kıymetli ve tercihe şayan başka bir söz işittiniz ve gördünüz mü hiç?

- Onun söylediği bu sözlere meyletmenden ve dinini bırakıp şu kö­peğe uymandan Allah'a sığınırız.Onun üzerindeki yırtık pırtık elbisele­ri görmüyor muydun?

- Yazıklar olsun size, elbiselere bakmayın, görüşe, konuşmaya, davranmaya ve davranışa bakın. Çünkü Araplar, giyim kuşam ve yiye­ceklere önem vermezler. Asaleti korurlar. Soy sopu göz önünde bulun­dururlar, dedi.

Rüstem ve adamları, ikinci gün islâm ordusu komutanı Sa'd'a ha­ber göndererek bir başka adam göndermesi talebinde bulundular. Sa'd da onlara Hüzeyfe b. Mihsan'ı gönderdi. O da Rib'i'nin konuşmasına benzer bir konuşma yaptı. Üçüncü günde Muğire b. Şube onlara gitti. O da güzel ve uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşma esnasında Rüstem, Muğire'ye şöyle dedi:

- Sizin memleketimize girişinizin misali, biryerde bal gören kara sineğin o yere girmesine benzer. Ve o sinek: "Beni bu bala ulaştıran kim­seye iki dirhem vereceğim." der. Balın yanına varınca içine düşüp boğu­lur. Kurtulmak ister, ama kurtuluş yolu bulamaz ve:"Kim beni buradan kurtarırsa ona dört dirhem vereceğim." der. Sizin durumunuz bir bağ­daki deliğe giren zayıf bir tilkiye benzer. Bağ sahibi onu zayıf görünce acıyıp kendi haline bırakır. Ama tilki semizlenip birçok şeyi bozduğu ve ifsad ettiği zaman bağ sahibi askerleriyle onun üzerine gelir, kölelerin yardımıyla onu kaçıp kurtulamadan vurup öldürür. Semizlendiği için delikten çıkıp kurtulamaz ve canım verir. İşte siz de ülkemizden bu şe­kilde çıkacaksınız."

Bu konuşmasından sonra Rüstem öfkelendi. Güneşe yemin ede-rek:rrYarın sizi öldüreceğim." dedi. Muğire de ona şu karşılığı verdi:

- Sen de durumu yakın zamanda görüp anlayacaksın.

- Size elbise verilmesini,komutanınıza da hem elbise hem binek hem de 1000 dinar verilmesini emrettim ki ülkemizden çekip gidesiniz.

- Hükümranlığınızı gevşettikten, onurunuzu zayıflattıktan sonra mı bunu bize teklif ediyorsun? Ülkelerinizde bir süre kalacağız. Küçül­müş olarak kendi elinizle cizyenizi bize vereceksiniz. Ve istemeseniz de kölemiz olacaksınız.

Muğire'nin böyle demesi üzerine Rüstem öfkelenip galeyana geldi.

İbn Cerir, ibn Vail'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Sa'd geldi. Beraberindekilerle birlikte Kadisiye'de karargah kur­du. 7000-8000 arasında askeri vardı. Müşriklerin askerleri 30 000 civa­rındaydı. Müşrikler, onlara şöyle dedi:

- Gücünüz, kuvvetiniz ve silahınız yok. Ne diye buralara geldiniz? Geri dönün!

Sa'd, onlara:

- Biz geri dönücüler değiliz, diye cevap verdi.

Onlar bizim oklarımıza bakıp gülüyor ve:" "Bunlar iğ gibidir, iğ gibi­dir." diyorlardı. Geri dönme tekliflerine uymadığımızı görünce şöyle de­diler:

- Akıllılarınızdan birini bize gönderin de buralara niçin geldiğinizi bize açıklasın.

Muğire b. Şube: "Ben giderim." dedi ve yanlarına gitti. Rüstem'le birlikte komutanlık tahtına oturdu. Onlar, bu durumu yüksek sesle pro­testo ettiler. Muğire ise, onlara şöyle dedi:

- Bu tahta oturmam, benim şanımı yükseltmedi. Komutanınızın da şerefini azaltmadı.

Rüstem şöyle dedi:

- Bu adam doğru söyledi.

Böyle dedikten sonra da Muğire'ye, niçin geldiklerini sordu. Muğire de şu cevabı verdi:

- Biz daha önceleri kötülük ve sapıklıkta olan bir kavimdik. Allah, bize bir peygamber gönderdi. Onun vasıtasıyla bizi doğru yola iletti. Hi­dayeti onun vasıtasıyla bize nasib etti. Onun eliyle bize rızık verdi. Bize verdiği rızıklar arasında bir tahıl vardır ki şu beldede biter. Biz onu ye­diğimizde, aile efradımız ve aşiretimiz:

- Artık bunsuz yapamayız, bizi bu tahılın bittiği diyara götürün ki, bu tahılı orada yiyelim, dediler.

Rüstem de şöyle dedi:

- Eğer beldemize girerseniz biz de sizi öldürürüz.

- Bizi öldürürseniz Cennet'e gireriz, ama biz sizi öldürürsek siz Ce-hennem'e girersiniz veya İslâm'ı kabul etmediğiniz takdirde cizye öder­siniz.

Muğire'nin; "Cizye ödersiniz." demesi esnasında Farshlar tekrar sesli protestoya başladılar ve: -   —Artık sizinle aramızda barış yapılmaz, dediler.

Muğire şöyle dedi:

- Siz mi bizim ordunun bulunduğu tarafa geçip geleceksiniz yoksa biz mi sizin tarafınıza geçip gelelim?

Rüstem dedi ki:

- Hayır biz sizin ordunuzun bulunduğu tarafa geçip gelelim.

Müslümanlar, Farslılarm kendi taraflarına geçip gelmelerine ka­dar beklediler. Onlar, o tarafa gelince Müslümanlar üzerlerine saldırdı­lar ve onları hezimete uğrattılar.

Seyfin anlattığına göre bu savaşta Sa'd'm ayak damarı ağrımış, sonra o, askerlere bir konuşma yaparak şu âyeti okumuştu:

"Andolsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık." (el-Enbiyâ, 105.)

Konuşmasını tamamladıktan sonra askerlere öğle namazını kıldır­dı. Sonra dört defa tekbir getirdi. Düşmanı kovalayıp öldürürken, pusu­larda birbirlerini gözetlerken "lâ havle velâ kuvvete illâ billah" demele­rini söyledikten sonra Farslılara karşı saldırıya geçme emrini verdi.

Farshlar büyük bir hezimete uğrayarak kaçıştılar. Nihayet Nihaven'de ulaştılar. Çokları Medaine sığındı. Müslümanlar, onları Medain kapı­larına kadar kovaladılar. Savaştan önce Sa'd, arkadaşlarından birkaç kişiyi Kisra'ya gönderdi ki, onu Allah'a imana davet etsinler. Giden grup, Kisra'mn yanına girmek için izin istedi. Onlara izin verildi. Baş­kent halkı da çıkıp bu heyetteki adamları seyretmeye, şekillerine, elbi­selerine, omuzları üzerindeki abalarına, ellerindeki kırbaçlarına, ayak-larmdaki ayakkabılarına, zayıf atlarına ve atlarının toynuklarını yere vuruşlarına baktılar. Sonra hayret etmeye başladılar. Son derece şaştı­lar. Böylesine güçsüz kimselerin, s ayı ve teçhizat bakımından üstün olan İran ordularım nasıl ezebileceklerini hayretle düşünmeye başladı­lar. Müslüman heyete izin verilince onlar Yezdücürd'ün yanına girdiler, Yezdücürd, onları karşısında oturttu. Yezdücürd çok kibirli ve edepsiz biriydi. Sonra Müslüman heyete, üzerlerindeki elbiselerin abaların, ayakkabıların, kıbaçların adlarını sordu. Onlar da üzerlerindeki bu nesnelerin adlarını söyledikçe Yezdücürd bunları kendi hesabına hayra yordu. Ama Cenâb-ı Allah, onun hesabını ters döndürdü. Yezdücürd, Müslüman heyete şöyle bir soru sordu:

- Sizi bu beldelere getiren sebep nedir? Yoksa kendi kendimizle uğ­raştığımızdan dolayı mı üzerimize gelmeye cüret etiniz?

Onun bu sorusuna karşı Numan b. Mukrin şöyle cevap verdi:

- Yüce Allah, bize merhamet buyurarak bize iyilikle emreden, kö­tülükten sakındıran bir peygamber gönderdi. Onun çağrısını kabul etti­ğimiz takdirde bize dünyanın da ahiretin de hayırlarını vaad etti. Davet ettiği her bir kabileden bazı kimseler ona yaklaşıyor, bazıları de ondan uzaklaşıyordu. Daha sonra kendisine sadece bazı kimseler iman etti. Böylece, Allah'ın istediği kadar bekledi. Sonra muhalefet eden Araplara antlaşmalarının geçersiz sayılması emri verildi. O da onlardan başladı. İki tür olarak onunla birlikte bu davaya giriştiler. Bu işe istemeyerek gi­ren pişman olmadı. İsteyerek itaatle onun yanına gelenlerin de iyilikle-^ ri ve itaatleri arttı. Hep birlikte onun getirdiği dinin bizim vaktiyle üze­rinde bulunduğumuz düşmanlıktan ve sıkıntılardan üstün olduğunu anladık. Daha sonra bize ve bize yakın olan ümmetlerden başlayarak onları adalete, insafa çağırmamızı emretti.

Şimdi biz, sizi dinimize çağırıyoruz. Bu din güzeli güzel görmüş, bü­tün çirkinlikleri de çirkin saymıştır. Kabul etmeyecek olursanız bazı kö­tü durumlar, diğer bazı kötü durumlardan daha kolay gelir M,bu da ciz­yedir. Cizye ödemeyi kabul etmeyecek olursanız bu defa birbirimizle sa­vaşırız. Dinimizikabul ederseniz size Allah'ın kitabını yerimize bırakır ve onun hükümlerini uygulamanız için aranızda kalır, ondan sonra sizi ülkenizle başbaşa bırakıp gideriz. Cizyeyi verecek olursanızbunu da ka­bul eder, buna karşılık sizi de koruruz. Aksi takdirde sizinle savaşırız.

Yezdücürd, şöyle karşılık verdi:

- Ben, yeryüzünde sizden daha yoksul, sayıca daha az ve sizden da­ha geçimsiz hiçbir ümmet bilmiyorum. Biz, sizi sınır kasabalarına terk eder, oradakiler de sizin işinizi bitirirlerdi. Şimdi Farslara karşı dikil­meyi aklınıza koymuş olmamalısınız. Eğer sizler bu konuda aldanışa düşmüşseniz bize karşı aldanıştan vazgeçin. Sayınızın çokluğu sizi bize karşı aldanışa sürüklemesin. Eğer açlıktan dolayı bu duruma gelmişse­niz biz , bolluğa kavuşuncaya kadar size yetecek kadar gıda veririz. Si­zin şereflilerinize ikramda bulunur, sizi giydirir, başınıza da size yumu­şak davranacak birisini hükümdar yaparız.

Herkes susunca Muğire b. Şube ayağa kalkarak şunları söyledi:

- Ey melik, şu gördüklerin Arapların ileri gelenleri ve onların şe­reflileridir. Bunlar, şerefli kimselerden utanan şerefli kimselerdir. Şe­reflilere ancak şerefliler ikram eder, onlara haklarını gereği gibi verip ihsanda bulunur. Onlar, söylemeleri istenen her şeyi söylemiş değildir­ler. Senin söylediğin her şeye de cevap vermediler. Sen, bana cevap ver ki, sana bildiren ben olayım. Onlar da bu konuda bana şahitlik etsin-ler,sen hakkında bilgi sahibi bulunmadığın şeylerle bizi niteledin. Yok­sulluk ve perişan halimize dair söylediklerine gelince, gerçekten bizden daha yoksul kimse ve perişan bir ümmet yoktu. Açlığımız, her açlığa benzemez. Biz böcek ve kurtçukları, akrep ve yılanları yiyiyorduk.Bun-ları kendimiz için yiyecek sayıyorduk. Evlerimiz de yeryüzünün her ta­rafıydı. Kendimiz için deve ve koyun yünlerinden örülen elbiseden baş­ka elbise giymiyorduk. Birbirimizi öldürmeyi, birbirimize karşı teca­vüzde bulunmayı din sayıyorduk. Bizden herkes, kendi malından yeme­sin, diye kızlarını diri diri toprağa gömerdi. Gerçekten de o zaman duru­mumuz sana anlattığımız şekildeydi. Ama daha sonra Cenâb-ı Allah, bi­ze nesebini, soyunu, şahsiyetini ve doğum yerini bildiğimiz, tanınmış bir şahsiyeti peygamber olarak gönderdi. Onun toprağı, bizimkinden daha hayırlıdır. Onun soyu bizimkinden daha hayırhdır.Onun ailesi de bizimkinden daha hayırlıdır. O, içimizde bulunduğu halde bizim en doğ­ru sözlümüz, en yumuşak huylumuz ve şahsiyet itibariyle de en hayırh-mızdı. Bizi bir hususa davet etti. Ama hiç kimse ona icabet etmedi. Ona ilk icabet eden kişi, akranı ve kendisinden sonraki halifesi oldu. O söyle­di, biz söyledik. O doğru söyledi ama biz yalan söyledik. O fazlalaştırdı ama biz eksilttik. Söylediği her şey de mutlaka tahakkuk etti. Sonunda Cenâb-ı Allah kalplerimize onu tasdik etme, ona tabi olma duygusunu yerleştirdi. O, bizimle âlemlerin Rabbi arasında bir vasıta oldu. Bize söylediği sözler, Allah'ın sözüdür. Bize verdiği emirler, Allah'ın emridir. O, bize Rabbimizin şöyle dediğini söyledi:

"Ben Allah'ım.Ben bir ve tekim. Ortağım yoktur. Hiçbir.şey yokken ben vardım. Benden başka her şey yok olacaktır. Ben, her şeyi yarattım.

Herşey neticede bana dönecektir. Size merhamet ettim de şu adamı size peygamber olarak gönderdim ki, ölüm sonrasında azabımdan sizi kur­taracağım yolu size göstersin. Böylece sizi diyarım olan Darü's-selama (Cennet'e) yerleştireyim."

Biz de peygamberin, Allah katından hak dinle geldiğine şahadet ediyoruz. Peygamberimiz buyuruyor ki:

"Bu hususta size tabi olan kimse, sizinle aynı haklara sahip olur ve aynı yükümlülüklere tabi olur. Bu davetinize icabet etmeyen kimseye cizye Ödemesini teklif edin.Cizyeyi ödedikten sonra onu kendinizi koru­duğunuz şeylere karşı koruyun. Cizye ödemeyi kabul etmeyen kimseyle de savaşın. Ben aranızda hakemim. Bu dava uğruna sizden öldürülen kimse Cennet'e girer. Hayatta kalan kimse muzaffer olur."

Şimdi ey hükümdar, tercihini yap,dilersen küçülmüş ve zelil olarak ciz­ye ödersin, dileısen aramıza kılıç gİEr ya da Müslüman ol kendini kurtar.

- Beni böyle bir sözle mi muhatap kıldın?

- Ben, sadece benimle konuşan kimseye hitap ettim. Eğer senden başkası benimle konuşsaydı bu cevapları sana değil de ona verirdim.

- Eğer elçilerin öldürülmeyeceği kuralı olmasaydı sizi öldürürdüm ve benden hiçbir hak talebinde de bulunamazdınız.

Yezdücürd, Muğire b. Şube'ye böyle dedikten sonra adamlarına şöyle bir emir verdi:

- Bana bir yük toprak getirin ve o yükü şu heyetin en şereflisinin omuzuna yükleyin, sonrada onları önünüze katıp sürün. Medain şehri­nin, evleri dışına çıkıncaya kadar kovalayın.

Yezdücürd, bu defa heyete dönerek şunları söyledi:

- Adamınıza gidin ve ona Rüstem adlı komutanımı göndereceğimi, Rüstem'in onu ve askerlerini Kadisiye hendeğine gömeceğini,sizi ve onu azaplandıracağım bildirin. Sonra Rüstem, ülkelerinize gelecek ve Saburadan çektiğiniz eziyetlerden daha şiddetlisini size çektirecek ve si­zi kendinizle meşgul edecektir. Söyleyin bakalım, sizin en şerefliniz kimdir? Müslümanlar sustular. Asım b. Amr toprağı almak üzere kal­karak şöyle dedi:

- Onların en şereflileri benim. Ben bütün bunların efendisiyim, di­yerek toprağı omuzuna aldı ve bineğine doğru gitti.

Yezdücürd de:

- Doğru mu söylüyor? diye sorunca heyettekiler, evet, dediler. Yez­dücürd, toprak yükünü Asım'm boynuna yükledi. Onu sarayından çı­kardı. Asım da yükünü bineğine yükledi. Aceleyle hareket etti. Arka­daşlarından önce komutan Sa'd'm yanına gitti. Kadis kapısından geçti. Kapıyı geride bıraktı ve askerlere: "Komutana zafer müjdesi verin. İn-şaallah muzaffer olacağız." dedi. Sonra gidip toprağı deliğe boşalttı. Dö­nüp Sa'd'm makamına gitti. Haberi ona bildirdi. "Müjatler olsun size!

Allah size, Farslarm memleketlerinin anahtarlarını verdi." dedi. Ora­dakiler de Farslılarm memleketlerini ele geçireceklerine bu olayı bir işaret saydılar. Gerçekten de ondan sonra gün be gün Sahabelerin du­rumu iyileşip kuvvetleri arttı. Şeref ve üstünlükleri fazlalaştı. İranlıla­rın durumu ise alçaldı. Zelil ve gevşek oldular.

Rüstem, hükümdarın yanma gidip Müslümanlardan gördüğü şey­lerin açıklanması hususunda görüş sordu. Hükümdar, Müslüman he­yetin akıl ve fesahatleri ile keskin cevaplarını anlattı. Neredeyse yakın­da elde edecekleri bir iddiaları olduğunu ifade etti. Onların en şereflile­rine toprak yüklediğini, onu ahmak saydığını, toprağı yüklenen Müslü-manm, şayet dileseydi o yükü başka bir Müslümana yükleyebileceğini söyledi. Rüstem, ona dedi ki: Hayır, o ahmak değildi. Kavminin en şeref­lisi de değildi. Ancak kendini feda ederek kavmini kurtarmak istedi. Al­lah'a yemin ederim ki onlar memleketimizin anahtarlarım götürdüler.

Rüstem, astrolojiden anlayan bir adamdı. Sonra peşlerinden bir adam gönderdi. Ve ona şöyle dedi:"Eğer toprak yüküne kavuşursan onu al ki, elden kaçırdığımız şeyleri telafi edelim. Şayet o toprak yükünü ko­mutanlarına ulaştırmışlarsa demek ki, onlar diyarımızda bize galip ola­caklardır."

O adam, toprak yükünün peşine düştü. Ancak heyete ulaşamadı. Onlar, kendisinden önce toprağı, komutanları Sa'd'a ulaştırmışlardı. Farslılar buna üzüldüler ve şiddetle öfkelendiler. Kralın görüşünü de anlamsız buldular[1]       

 

Fasıl

 

Kadisiye savaşı, büyük bir savaştı. Irak'ta ondan daha hayret verici bir savaş olmamıştı. Çünkü iki tarafın askerleri karşı karşıya geldikle­rinde Sa'd (r.a.)'m ayak damarı ağrımaya başlamıştı. Vücudunda çıban­lar çıkmıştı. Artık binek üzerinde oturamıyordu. Köşkünde göğsünü bir yastığa dayamış vaziyette orduyu seyrediyor ve taktikler verip, planlar yapıyordu. Savaşın komutasını Halid b. Arfete'ye vermişti. Sağ cenaha Cerir b. Abudullah el-Becelî'yi, sol cenaha Kays b. Mekşuh'u komutan olarak tayin etmişti. Kays ile Muğire b. Şube, Şam'da bulunan Ebu Ubeyde ordusunun Yermük savaşım yapmalarından sonra Sa'd'm ya­nma takviye birliklerinin başında gelmişlerdi.

îbn İshak'm anlattığına göre Kadisiye savaşına katılan Müslüman ordusunun asker sayısı 7000-8000 arasındaydı. Rüstem'in ordusuysa 60 000 askerden oluşmaktaydı. Sa'd, askerlere öğle namazını kıldırıp bir nutuk irad ederek vaz ü nasihatta bulundu. Onları savaşa teşvik edip şu ayeti okudu:

"Andolsun ki, Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzünde ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık. "(el-Enbiyâ, 105.)

Kurralar da cihad sûre ve ayetlerini okudular. Sonra Sa'd, dört kez tekbir aldı. Dördüncü tekbirden sonra Müslümanlar düşmana saldırdı­lar. Geceye kadar devam eden çarpışmadan sonra iki taraf savaşa ara verdi. İki tarafdan da çok sayıda asker öldürülmüştü. Sabahleyin tekrar savaş yerlerine geçtiler. O gün ve o gece de savaştılar. Üçüncü günde de akşama kadar savaştılar. Konuşmayıp nsüdaştıklan için o geceye "He-rir" gecesi adını verdiler. Dördüncü günde de şiddetli bir şekilde savaştı­lar. Müslümanlar, Arap atlarından çok fillerden zorluk gördüler. Saha­beler, fili ve üzerindeki askerleri öldürdüler, gözlerini oydular. O savaş­ta Tüleyha el-Esedî, Amr b. Madikerib, Kakab. Amr, Cerir b. Abdullah el-Becelî Dırar b. Hattab, Halid b. Arfete ve benzeri kahramanlar çok yararlıklar gösterdiler. Savaşın dördüncü günü zeval vaktine kadar çarpışma devam etti. O güne Kadisiye günü denildi. Savaşın sona erdiği gün, hicri ondördüncü senenin muharrem ayının pazartesi günüydü. Seyf b. Ömer et-Temimî böyle demiştir. O günde şiddetli bir firtma esti. Farslarm çadırları yerlerinden söküldü. Rüstem için kurulan taht ye­rinden yuvarlandı. O da koşarak katırına binerek kaçtı. Müslümanlar onu kovalayıp yakaladılar. Onu ve Kadisiye keşif birliğinin komutanı Calinos'u Öldürdüler. Farslılar böylece hezimete uğradılar. Hamd ve minnet Allah'adır.

Müslüman askerler, kaçan Farslı askerleri kovaladılar. Yakalanıp öldürdükleri Farslı askerlerin sayısı 30 000'i buldu. Savaş alanında da 10 000 kişileri öldürmüşlerdi. Daha önce de buna yakın sayıda Farslı as­ker öldürülmüştü. Kadisiye savaşında Müslümanlardan toplam 2500 kişi şehid edilmişti. Allah, onlara rahmet etsin. Müslüman askerler, ka­çan düşman ordusunun yenik askerlerini kovaladılar. Onların peşi sıra, Kisra'nın sarayının bulunduğu Medain şehrine girdiler. Bu savaşta Müslümanlar, sayılamayacak ve evsafı belirtilemiyecek derecede mal ve silahı ganimet olarak ele geçirdiler. Düşman askerlerinin üzerindeki eşyaları yağmalandıktan ve bunlar yerli yerine sarfedildikten sonra ka-

dan Kadisiye savaşının durumunu soruyordu. Medine'den Irak yoluna çıkıyor ve haberler arıyordu. Bir gün yine haber beklemekteyken uzak­tan bir süvarinin göründüğünü gördü. Onu karşıladı, ondan haberler sordu. Süvari de ona şu müjdeyi vedi:

- Allah, Kadisiye'de Müslümanlara fetih nasib etti. Çok miktarda "ganimet ele geçirdiler.

Süvari, kendisinden haber soran kişinin rlz. Ömer olduğunu bilmi-- yor ve durumu ona anlatmaya devam ediyordu. Hz. Ömer ise, süvarinin

bineğinin yanı sıra yaya olarak yürümekte idi.Medine'ye yaklaştıkla­rında halk, Hz. Ömer'e, 'Ta emire'l-mü'minin" diye selam verdi. Bun­dan sonra o süvari kendisiyle konuşmakta olduğu zatın Hz. Ömer oldu­ğunu anladı ve ona şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri! Allah sana rahmet etsin, halife olduğunu niçin bana bildirmedin?

- Kendini sıkıntıya sokma, kardeşim. Bunda senin bir sorumlulu­ğun yok.

Önceki sahifelerde de anlatıldığı gibi bu savaşta komutan Sa'd'm _ ayak damarı ağrımakta idi ve vücudunda yaralar vardı. Bu mazereti se­bebiyle savaş alanında duramıyordu, ama köşkünün balkonunda otur­muş, askerlerin durumunu seyrediyor ve taktikler veriyordu. Yiğit bir adam olduğundan köşkün kapılarını kilitletmiyordu. Eğer askerler cepheden kaçacak olsalardı Farslılar, onları elleriyle yakalayabilecek durumdaydılar. Sa'dın yanında daha önce Müsenna b. Harise'nin zev­cesi olan karısı Selma binti Hafs bulunuyordu. O gün bazı süvariler cep­heden kaçınca Selma paniğe kapılıp:

- Vah benim Müsenna'ma! Ama bu gün benim Müsennam yok, de­miş. Sa'd da buna kızarak karısı Selma'nm yüzüne bir tokat vurmuştu. Tokadı yiyen Selma:

- Kıskandın da mı beni vuruyorsun? demiş ve savaş gününde cep­hede bulunmayıpta köşkünde oturduğundan dolayı Sa'd'ı ayıplamıştı. Bunu da inadından ötürü söylemişti. Çünkü o, Sa'd'm mazeretini ve cepheye gitmesine engel olan yarayı biliyordu, mazeretinden haberliy­di. Sa'd'm yanında köşkte tutuklu bir adam vardı, içki içtiğinden defa­larca hadde tabi tutulmuştu. Yedi kez cezalandırıldığı söyleniyordu. Sa'd, emir vermiş, içki içen o adam zincire vurulmuş ve köşkteki neza­rethaneye konmuştu. Köşkün çevresinde atların dolaşmakta olduğunu gören ve namlı yiğitlerden olan bu adam şöyle bir şiir söylemişti:

"Yeter artık, atlar mızraklılarla giderken,

Benim bağlı durmamın üzüntüsü,

Ayağa kalkarsam demirler çökertiyor beni,

Bağıranı sağır eden kapılarsa kapanıyor yüzüme.

Çok severdim ve çok kardeşim vardı,

Şimdi bırakıp gittiler, hiçbiri yok."

Bu şiiri okuduktan sonra Sa'd'm Ümmü veledi Zebra'dan, kendisini bağlı bulunduğu zincirlerden kurtarmasını ve Sa'd'm atmı da emanet olarak kendisine vermesini istedi.Savaştıktan sonra akşama doğru tek­rar nezarethaneye döneceğine yemin etti. Zebra da onu bağlı bulundu­ğu bağlardan kurtardı. Adam, Sa'dın atma binip dışarı çıktı. Cepheye

gitti. Şiddetlice çarpıştı. Öte yandan köşkün balkonunda bulunan Sa'd, cephedeki atma baktı, tanıdı. Ama bir türlü inanamadı. Atın üzerinde­ki süvariyi Ebu Mihcen'e benzetti, ama Ebu Mihcen'in de köşkün neza­rethanesin de zincirlere vurulmuş olduğunu bildiğinden şüphelendi. Akşama doğru Ebu Mihcen adındaki tutuklu tekrar köşkteki nezaret­haneye döndü. Bizzat kendini zincire vurup bağladı. Sa'd, balkondan inip ahıra gitti. Atının terli olduğunu gördü ve :

- Bu niye böyle olmuş? diye sordu. Oradaki görevliler de tutuklu Ebu Mihcen'in yaptığı işleri anlattılar. Sa'd, ondan memnun oldu ve onu serbest bıraktı. Allah, ikisinden de razı olsun. Müslümanlardan birisi, Sa'd hakkında kmayıcı şu şiiri söylemişti:

"Allah zafer verinceye kadar savaşırız. Sa'd ise Kadisiye kapısında koruma altında. Bizler geri dönerken pek çok kadın, dul kaldı, Sa'd'm kadınları arasında ise dul kalan yok."

Anlattığına göre Sa'd, halkın arasına inmiş, vücudunda, baldırla­rında ve kaba etlerindeki çıbanları, yaralan onlara gösterip özrünü be­yan etmişti. Onlar da onun bu mazeretini kabul etmişlerdi. Yine anlatıl­dığına göre Sa'd, kendisinin aleyhinde yukarıdaki şiiri söyleyen adama beddua ederek şöyle demişti:

"Allah'ım, eğer o adam yalan söylemiş veya söylediği sözleri; riya­karlık, başkalarına şöhretini duyurma veya yalan beyanda bulunmak niyetiyle söylemişse onun dilini ve elini kes."

Bu şiiri söyleyen şair, iki saf arasında durduğu bir sırada bir ok ge­lip diline isabet etmiş ve dilini varmıştı. Adam ölünceye kadar konuşa-mamıştı.

Seyf b. Ömer, Cerir b. Abdullah el-Becelî1 nin şöyle bir şiir söylediği­ni nakletmiş tir:

"Ben Cerir'im, künyem Ebu Amr'dır.

Sa'd köşkünde iken Cenâb-ı Allah, fethi nasib etti.*

Bu şiiri duyan Sa'd, köşkünün balkonundan aşağıya eğilerek şöyle cevabi bir şiir söylemişti:

"Büceyle'den birşey ümid etmiyorum, yalnız onun sevabının hesap gününde verileceğini umuyorum. Atları öyle atlarla karşılaştılar ki, Süvariler bir çarpışmaya maruz kaldılar. Atlar onların meydanlarında küçük adımlarla yavaş yavaş ilerlediler.

Uyuz develer kadar azdılar.

Eğer Ka'ka b. Amrm topluluğu ve Himmal olmasaydı, onlar süvari­ler arasında şaşkınca dolaşıp duracaklardı.

Eğer bu olmasaydı siz bayağı insanlara dönüşecektiniz. Ki topluluğunuz kara sinekler gibi akıp gidecekti."

Muhammed b. îshak, Kadisiye savaşma katılmış olan Kays b. Ebi Hazim el-Becelî'nin şöyle dediğini rivayet etmişti:

"Aramızda Sakif kabilesinden bir adam vardı. îrtidad ederek Fars ordusunun saflarına katıldı. Ordumuzun ağırlık noktasını Büceyle ka­bilesinin bulunduğu tarafin teşkil ettiğini onlara haber verdi. Biz, ordu­nun dörtte birini teşkil ediyorduk. Bunun üzerine Farshlar üzerimize onaltı fili saldılar. Atlarımızın ayaklarına batması için demir çiviler at­tılar. Bizi ok yağmuruna tuttular. Kaçmasınlar diye atlarını birbirleri­ne yaklaştırdılar. O esnada Amr b. Madikerib ez-Zebidî yanımıza gelip şöyle dedi:

- Ey Muhacirler topluluğu! Arslanlar gibi savaşın. Zira Farshlar ancak teke gibidirler.

Fars askerleri bileklerine madeni şeyler geçirmişlerdi. O madeni kaplamalara ok tesir etmiyordu. Amr b. Madikerib'e dedik ki:

- Ey Ebu Sevr! Şu kolu kaplamalı olan süvariyi karşımızdan uzak­laştır. Çünkü ok onun eline isabet etmiyor. Amr, ona saldırdı. Bir ok fir-lattı. Kalkanına isabet etti. Sonrada üzerine saldırıp kucakladı. Boynu­nu kesip attı. Elindeki iki altın bileziği, belindeki altın kemeri ve ipek ceketini aldı. Bu savaşa katılan Müslüman askerlerin sayısı 6000 veya 7000 civarındaydı. Allah, Rüstem'i öldürttü. Onu, Hilal b. Alkame et-Temimî adındaki mücahid öldürdü. Rüstem, ona bir ok atmış, Hilal'in ayağına isabet etmiş,bumm üzerine Hilal üzerine atılıp silahıyla boy­nunu koparmıştı. Bunun üzerine Farshlar da dönüp kaçmaya başlamış­lardı. Müslümanlarda onları kovalamış, yakaladıklarını öldürmüşler­di. Bu kovalama esnasında bir yere varıp konaklamışlar, dinlenmeye başlamışlardı. Onlar dinlenme esnasında içki içip sarhoş olmuş, oyun oynamaya başlamışlardı. O sırada Müslümanlar üzerlerine hücum edip askerlerinin yarıdan çoğunu öldürmüşlerdi. O esnada Zühre b. Ha-viyye et-Temimî de Calinos'u öldürmüştü. Sonra Müslümanlar, kaçan Farslıları takibe başladılar. îki taraf karşılaştıkça Cenâb-ı Allah, Rah-man'ın askerlerine yardım ediyor; şeytanın askerlerini ve ateş perestle-ri hezimete uğratıp yardımsız bırakıyordu. Müslümanlar, sayılamıya-cak kadar çok miktarda ganimete sahip oldular. Fırat nehrini geçerek Medain ve Celula şehirlerini fethettiler.

Seyf b. Ömer, Hemmam b. Haris en-Nehafnin zevcesi Ümmü Ke-

sir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kocalarımızla birlikte Sa'd'm komutası aîtmda Kadisiye savaşma katıldık. Savaş sona erince eteklerimizi belimize bağlayıp değnekleri­mizi elimize aldık ve cesetlerin yarana geldik. Yerde yatmakta olan ağır yaralı Müslümanlara su içirip yerlerinden kaldırdık. Ağır yaralı müş­rikleri öldürüp son nefeslerini verdirdik. Beraberimizde çocuklar da vardı. Müşrik Ölülerinin üzerlerindeki malları yağmalarken kötü yerle­rini görmeyelim diye bu işe çocukları görevlendirdik."

Seyf b. Ömer, üstadlarının şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Komu­tan Sa'd, Kadisiye fethinin müjdesini ve müşriklerle Müslümanlardan Öldürülenlerin sayısına dair malumatı içeren mektubu Hz. Ömer'e, Sa'd b. Ümeyle el-Fezzarî ile gönderdi. Mektubta şunları yazmıştı:

"Cenâb-ı Allah, Farslılar'a karşı bize zafer nasib etti. Onlardan ön­ceki dindaşlarında olduğu gibi uzun savaştan,şiddetli sarsıntılardan sonra mallarını bize ganimet olarak verdi. Farshlar, daha Önce hiç kim­senin görmediği derecede şiddette Müslümanlara saldırdılar. Ama Al­lah, bundan onlara bir fayda vermedi. Aksine Müslümanlar, onların üzerlerindeki malları aldı. Müslümanlar da dağlar arasındaki yollar­dan onları kovaladılar. Bu savaşta Müslümanlardan Sa'd b. Ubeyd el-Karî ile falan ve falan kimseler öldüler. Aynca isimlerini Allah'tan baş­ka kimsenin bilmediği başka Müslümanlar da Öldüler. Onları Allah bi­lir. Onlar gece karanlığı bastırınca Kur'ân okuyarak anlar gibi vızıltı çı­karırlardı. Gündüz de arslanlar gibiydiler. Arslanlar kahramanlıkta onlara benzeyemezdi. Onlardan ahirete irtihal edenler şehitlik merte­besi dışında, kalan gazilerden daha üstün değildirler.Ama onlar şehit­lik mertebesini elde ederek gazilerden üstün oldular. Gazilere Allah şe­hitliği nasip etmedi."

Hz. Ömer Sa'd'm bu müjdesini minber üzerinde halka ulaştırarak cemaata şöyle dedi:

"Ben, gücünüz yettiği nisbette karşılanmadık hiçbir ihtiyaç bırak­mamak tutkusuna sahibim. Eğer bunu yapamazsak geçimimiz zorlaşır. Kıt kanaat, geçinme hususunda birbirimizle eşit seviyede oluruz. Ama istiyorum ki, sizin için neler düşündüğümü hissedesiniz. Ben, size sözle akıl verecek değilim, ancak davranışlarımla size örnek olacağım. Al­lah'a yemin ederim ki, ben sizi kendime köle edecek bir hükümdar deği­lim. Ama ben, Allah'ın kuluyum. Bu emanet benim omuzlanma tevdi edilmiştir. Eğer bunun hakkını vermezsem size geri veririm. Ben size tabi olurum. Nihayet siz de evlerinizde yemeğe doyar ve suya kanarsı­nız. Böylece ben de sizlerle mutlu olurum. Ama bu emaneti yüklenirde sizi kendime tabi kılarsam, bu defa sizin yüzünden ben mutsuz olurum. Az sevinir, uzun müddet hüzünlenirim. Ve ne görevden istifa eder, ne de görevi size iade ederim Böylece ben kınanırım."

Seyf b. Ömer, üstadlarımn şöyle dediklerini nakletmiştir: Azib'ten Aden ebyen'e kadar bütün Araplar, Kadisiye savaşının so­nuçlarını merakla beklemekteydi. Çünkü, hakimiyetlerinin devamını veya yıkılışını buna bağlı görüyorlardı. Her belde halkı, bu savaşın ne şekilde neticelendiğini görüp kendilerine bildirmesi için haberciler göndermişlerdi. Fetih, Müslümanlar lehine gerçekleşince insi elçiler­den Önce cinni elçiler, en ücra memleketlere bu müjdeyi ulaştırdılar. Kadının birisi, San'a'da geceleyin dağ başında bir cinin şöyle dediğini duymuştu:

"Ey Halid'in kızı îkrime, yaşa. Hayırlı ve halis azık az değildir. Doğarken ey güneş, sen yaşa, Ey eşsiz ve benzersiz olan her taç, sen de yaşa. Muhammed'e iman eden güzel yüzlü Nahia kabilesinin topluluğu .   siz de yaşayın.

Siz ki Kisra'ya karşı ayaklandınız. Ordusuyla keskin kılıçlarla sa­vaştınız.

O esnada tslâm davetçiîeri tüysüz kara kedi gibi olan Ölümün yanı başına gelip geri döndüler."

Yemame halkı da Müctaz'ın şu beyitleri terennüm ettiğini işitmiş-lerdi:

"Savaş gününün sabahında Beni Temim kabilesinden faziletli olan kimselerin çoğunun piyade olduklarını gördük.

Onlar gecenin şiddetli karanlığında devekuşu gibi kimselere doğru yürüdüler.

O kimseler ki, Kisra'mn deniz misali, orman arslanlanm andıran askerleridirler. Onları dağlar gibi zannedersin.

Ama Beni Temim kabilesinin şerefli askerleri Kadisiye'de ve Hi-fin'de uzun günler boyunca onur ve övüç vesilesi şeyleri bıraktılar.

Düşman askerlerinin elleri ve tüysüz bacakları, kahraman asker­lerle karşılaştıklarında koparıldı. "

Kadisiye savaşının Müslümanlar lehine sonuçlandığı diğer Arap beldelerinde de duyuldu. Halid b. Velid'in fethettiği Irak beldelerinin tamamı, Halid'e verdikleri sözleri ve onunla yaptıkları antlaşmaları bozdular. Sadece Bankıya, Barosama ve Ülleys halkı antlaşmalara sa­dık kaldılar. Verdikleri sözleri ve yaptıkları antlaşmaları bozan Iraklı­lar daha sonra tekrar sözlerini tutmaya ve önceden yaptıkları antlaş­malara bağlı kalmaya söz verdiler. Antlaşmayı bozmaya kendilerini İranlıların zorladıklarını, bu yüzden kendilerinden haraç aldıklarını iddia ettiler. Müslümalar da onların kalplerini İslâm'a ısındırmak için bu iddialarının doğruluğunu kabul ettiler. İnşaallah "Ahkamül-Kebir" isimli kitabımızda Irak savaşındaki halklarla ilgili hükmü ileride be­yan edeceğiz, tbn îshak ile diğerlerinin görüşüne göre Kadisiye savaşı, hicretin onbeşind senesinde, Valridf nin görüşüne göre hicretin onaltm-cı senesinde , Seyf b. Ömer ile bir cemaatın görüşlerine göre ise hicretin ondördüncü senesinde yapılmıştır. Hicretin ondördüncü senesinde ya­pılmış olduğu görüşünü îbn Cerir de benimsemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

îbn Cerir ile Vakidi dediler ki: Hicretin ondördüncü senesinin rama­zan ayında Hz. Ömer, cemaata teravih namazını kıldırması için Übey b. KaVı görevlendirdi. Diğer beldelere de ramazan ayının gecelerinde te­ravih kılmaları için cemaatın toplanmaları gerektiğine dair emirname gönderdi. Yine bu senede Hz. Ömer, Utbe B. Gazvan'ı Basra'ya vali ta­yin etti- Utbe ve beraberindeki Müslümanların Basra'ya gidip yerleş­melerini emretti. Medainfnin görüşüne göre Farslıların, Medain ve çev­resindeki kasabalarla alkalarını kesti.

Seyf b. Ömer'in iddiasına göre Basra, ancak onaltıcı senenin rebi-yul-evvel ayında vilayet yapıldı. Utbe b. Gazvan ise Sa'd'm, Celula ve Tikrit savaşlarını tamamlamasından sonra Medain'den çıkıp Basra'ya gitmişti. Onu, Hz. Ömer'in emriyle Sa'd oraya göndermişti. Allah onlar­dan razı olsun.

Ebu Mihnef, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Utbe b. Gazvan'ı 310 küsur adamla Basra'ya gönderdi. Diğer Araplardan da ona katılanlar oldu. Böylece adamlarının sayısı 500'ü buldu. Beraberindeki adamlarla hicri ondördüncü senenin rebi-yül-evvel ayında Basra'ya geldi. O zaman Basra'ya Hind diyarı deniyor­du. Orada beyaz ve sert taşlar bulunuyordu. Adamları için bir yerleşim yeri ararken küçük köprünün çevresine vardı. Orada kamış ve kmdırga bitkileri de vardı. Oraya yerleştiler. Bu sırada İranlıların Fırat yönetici­si, 4000 süvari ile üzerlerine geldi. Güneş zevvale erdikten sonra Utbe, onlarla karşılaştı. Sahabelere emir verdi. Sahabeler, Fırat yöneticisi­nin adamlarına hücum ettiler. Farslan baştan sona kırıp geçirdiler. Fı-ratın yöneticisini esir aldılar. O esnada Utbe kalkıp askerlere şöyle bir nutuk irad etti:

"Dünya kopup gitmiş, sırtını dönüp hızla kaçıyor. Geriye yalnızca bir kap dolduracak kadar birşeyi kalmıştır. Haberiniz olsun, siz, bura­dan ebede kadar kalacağınız yere göçeceksiniz. O bakımdan elinizdeki en hayırlısıyla göçün. Bana anlatıldığına göre Cehennem vadisinin ke­narından bir kaya parçası bırakılırsa, yetmiş yıl yuvarlanarak durur. Ve sizler bu vadiyi dolduracaksınız. Siz ise bundan hayrete düştünüz.

Oysa ki yine bana şu da anlatılmıştır: Cennet'in kapılarından ikisi ara­sındaki mesafe kırk yıldır. Bir gün gelecek Cehennem kesinlikle dolup taşacaktır, Yemin olsun, bir zamanlar Peygamber (s. a.v.) ile birlikte bulunan yedi kişiden biri bendim. Biz uzun süre semür ağacının yapra­ğından başka yiyecek birşey bulamıyorduk. Sonunda ağızlarımızın içi yaralarla dolmuştu. Bir gün elime bir elbise geçirmiştim. Bunu alıp Sa'd ile birlikte paylaşmıştık. Şimdi ise o yedi kişiden her birimiz mutlaka bir bölgenin valisiyiz. Bizden sonrada insanları deneyeceklerdir."

Ali b. Muhammed el-Medainî'nin rivayetine göre Hz. Ömer, Bas­ra'ya gönderdiği zaman Utbe b. Gazvan'a şu mealde bir mektup yazmış­tı:

**Ey Utbe! Ben, seni Hind topraklarından sayılan bir yere vali olarak görevlendiriyorum. Burası düşmanın savaş alanlarından bir yerdir. Orada bulunanlara karşı Allah'ın sana yeteceğini ve sana yardımcı ola­cağını ümit ederim.Alâ b. Hadremî'ye, sana Arfece b. Herseme'yi yar­dıma olarak göndermesini emrettim. Arfece yanına geldiğinde onunla istişare et. insanları Allah'ın dinine çağır. Senin bu çağrını kabul eden­leri sen de kabul et. Çağrım kabul etmeyenlerden cizye vermelerini iste. Vermeyenin işini ise kılıçla hallet. Emrin altında bulunan kimseler hakkında Allah'tan kork. Nefsinin seni kibir tuzaklarına düşürerek ahiretini berbad etmesinden sakın. Rasûlullah'm sahabesi oldun. Al­çaklıktan sonra onun sayesinde yüceldin. Zayıflıktan sonra güçlendin. Sonunda başkalarının başına dikilen bir komutan ve emirlerine boyun eğilen bir hükümdar oldun. Söylediğin dinlenir, emirlerine uyulur, seni gerçek değerinden daha yukarıya çıkartmayacak ve senden aşağıdaki­lere karşı da azdırmayacak olursan bu, gerçekten büyük bir nimettir. Bununla birlikte günah işlemekten sakındığın gibi nimetin seni kötü­lüklere sürüklemesinden de kendini koru. Hatta bu nimetin derece de­rece artarak seni aldatıp sonunda Cehennem'e sürüklemesi, benim na­zarımda senin için masiyetten de kötüdür. Allah, ikimizi de böyle bir du­rumdan korusun. İnsanlar, Allah'a hızlıca bağlandılar. Sonunda dün­yada da onlara verilince bu sefer onu istemeye başladılar. Fakat sen Al­lah'ı iste. Dünyayı isteme . Zalimlerin yıkılıp ölmesi gibi bir akıbete uğ­ramaktan kork."

Utbe, bu senenin receb veya şaban ayında Eble şehrini fethetti. Ut­be b. Gazvan bu senede vefat edince Hz. Ömer, Basra'ya vali olarak Mu-ğire b. Şube'yi tayin etti. Muğire, oradaki valilik görevini iki yıl sürdür­dü, iftiraya uğrayınca Hz. Ömer, onu bu görevinden alarak yerine Ebu Musa el-Eş'arî'yi vali olarak atadı. Allah onlardan razı olsun.

Bu senede Hz. Ömer, oğlu Ubeydullah'ı şarap suçu yüzünden hadde tabi tuttu. Bu cezayı tatbik ederken yanında bir toplulukta şahit olarak bulundu. Yine bu senede Ebu Mihcen es-Sakafi de şarap içme suçu sebe-

biyle yedi kez hadde tabi tutuldu. Onunla birlikte Rebia b. Ümeyye b. Halef de vuruldu. Bu senede Sa'd b. Ebi Vakkas, Kûfe'ye indi. Yine bu senede Hz. Ömer, insanlara hac ettirdi. Mekke'de Attab b. Üseyd, Şam'da Ebu Ubeyde, Bahreyn'de "Osman b. Ebi'l-As (başka bir rivayete göre Alâ b. Hadremî), Irak'ta Sa'd ve Umman'da da Hüzeyfe b. Mihsan vali olarak bulunuyorlardı. [2]

 

Hîcrl Ondördüncü Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Utbe B. Gazvan

 

Bir görüşe göre bu sene de Sa'd b. Ubade vefat etmiştir. Sahih kavle göre Sa'd, hicretin ondördüncü senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu Al­lah bilir. Bu senede vefat edenlerden biri de Utbe b. Gazvan b. Cabir b. Heyb el-Mazinî'dir. Bu şahıs, Beni Abdu'ş-Şems'in müttefiki olup saha­bedir. Bedir gazvesine katılmış İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslü­man olmuş, Habeşistan'a hicret etmiştir. Önceki sayfalarda da anlatıl­dığı gibi bu zat, Hz. Ömer'in emri üzerine Basra'yı şehir haline getiren ilk kişidir. Birçok faziletleri ve üstünlükleri vardır. Hicretin ondördün­cü senesinde vefat etmiştir. Onbeşinci senesinde vefat ettiğini söyleyen­ler olduğu gibi onyedinci senesinde vefat ettiğini söyleyenler de olmuş­tur. Yirminci senede vefat ettiğine dair bir rivayet te vardır. Doğrusunu Allah bilir. Vefat ettiği zaman yaşı elliyi geçmişti. Altmışı geçtiği de söy­lenir. Allah ondan razı olsun.[3]

 

Amrb. Ümmümektum     

 

Hicri ondördüncü senede vefat edenlerden biri de Amr b. Ümmü Mektum adındaki ama sahabedir. Adının Abdullah olduğu da söylenir. Muhacirlerden olan bu sahabe, Mus'ab b. Ümeyr'den sonra Medine'ye hicret etmişti. Yani Peygamberden önce hicret edenlerdendi. Müslü­manlara hem Kur'ân okur hem de öğretirdi. Rasûlullah (s.a.v.), onu bir­çok defalar Medine'ye kendi yerine vekil bırakmıştı, Onüç kez vekalet ettiği söylenir. Sa'd'la birlikle Hz. Ömer zamanında Kadisiye savaşma katılmıştı. Anlatıldığına göre o, Kadisiye savaşında şehid edilmiştir. Medine'ye dönüp orada vefat ettiği de söylenmiştir. Doğrusunu Allah bi­lir. [4]

 

Müsenna B. Harise

 

Hicri ondördüncü senede vefat edenlerden biri de Müsenna b. Harise b. Seleme b. Damdam b. Mürre b. Zühl b. Şeyban eş-Şeybanfdir. Bu zat,Halid b. Valid'in Irak'ta komutan vekiliydi. Cisr savaşından sonra Ebu Ubeyd'in ardı sıra komutanlık makamına geçmişti, islâm ordusu­nu idare etmiş ve o gün onları Farslüardan kurtarmıştı. Bahadır asker­lerdendi. Öyle ki atma binip Hz. Ebu Bekir'in yanına gitmiş, Iraklılarla savaşmaya onu teşvik etmişti. Vefat etmesinden sonra Sa'd b. Ebi Vak-kas, onun karısı Selma binti Hafs ile evlenmişti. AJlah ikisinden de razı olsun ve onları hoşnut kılsın. [5]

 

Ebu Zeyd El-Ensârî

 

Bu senede vefat edenlerden biri de Ebu Zeyd el-Ensari en-Neccarî'dir. Rasûllullah zamanında Ensâr'dan Kur'ân'ı ezberleyen dört kurradan biridir. Bu dört kurranın adları şöyledir: Muaz b. Cebel, Übey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve Ebu Zeyd.

Enes'in ifadesine göre Ebu Zeyd, onun amcasıymış. Kelbî dedi ki: Sözü edilen bu Ebu Zeyd'in asıl adı, Kays b. Seken b. Kays b. Zaura b. Hazm b. Cündeb b. Ganem b. Adiy b. Neccar'dır. Bedir gazvesine katıl­mıştır. Musa b. Ukbe dedi ki: Bu zat, Cisr (Köprü) savaşında şehid edil­di. Bu savaşa Ebu Ubeyd komuta etmişti. Cisr savaşı, bilindiği gibi hic­retin on dördüncü senesinde yapılmıştı. Bazıları dediler ki: Sözü edilen . bu Ebu Zeyd'in asıl adı, Kur'ân'ı toplayan Sa'd b. Ubeyd'dir. Bu konuda . Katade, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Evslilerle Hac-reçliler birbirlerine karşı övünerek iftiharlaştılar. Evsliler dediler ki:

- Bizden öyle bir adam var ki, şehid edildiği zaman melekler onu yı­kamışlardı. Onun adı Hanzele b. Ebi Amir'dir. Yine bizden Öyle bir adam var ki, şehid edildiği zaman cesedini arılar korumuşlardı. O, Asım b. Sa­bit b. Ebu'l-Eflah'tır. Yine bizden öyle bir adam var ki, Rahman'ın Arş'ı onun için titremişti. Onun adı Sa'd b. Muaz'dır. Yine bizden öyle bir adam var ki, onun şahidliği, iki kişinin şahidliği yerine geçerli olmuş­tur. Onun adı da Hüzeyfe b. Sabit'tir.

Evslilerin böyle demelerine karşı Hazreçliler de şöyle demişlerdi:

- Bizden dört kişi var ki, bunlar Rasûlullah (s.a.v.)'ın zamanında Kur'ân'ı toplamışlardı. Adları da şöyledir: Übey, Zeyd b. Sabit, Muaz ve Ebu Zeyd. Allah tümünden razı olsun. Yine bizden Ebu Ubeyd b. Mesud b. Amr es-Sakafi vardır. O, Irak valisi Muhtar b. Ebi Ubeyd'in babasıdır. Yine Ebu Ubeyd, Abdullah b. Ömer'in zevcesi Safiyye'nin babasıdır. Ebu Ubeyde, Peygamber Efendimiz hayatta iken Müslüman olmuştu. [6]

 

Ebu Kuhafe

 

Hicri ondördüncü senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe'dir. Hz. Ebu Bekir'in asıl adı, Abdullah b. Ebi Kuhafe Osman b. Amir b. Sahr b. Ka*b b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Ka*b b. Lüey b. Galip'dir. Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe, Mekke fethi senesinde Müslüman olmuştu. Hz.Ebu Bekir elinden tutarak onu peygamber (s.a.v.)'în yanına getirmişti. Onu görünce Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir'e ikram olsun diye şöyle demişti:

- İhtiyarı evinde bıraksaydın da biz yanına gitseydik.

Peygamber Efendimiz'in bu nazik ifadesi üzerine Hz. Ebu Bekir:

- Hayır ya Rasûlallah, onun sana gelmesi daha layıktır, diye karşı­lık vermişti. Rasûlullah (s.a.v.) onu önüne oturttu. Başı ak çiçekler gibi bembeyazdı. Rasûlullah ona dua etti. Ve:"Saçlaruıın şu beyazlığını bir-şeyle değiştirin. Onu siyahtan uzak tutun." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) ve­fat edince Hz. Ebu Bekir halife oldu. Müslümanlar, Ebu Bekir'in halife olduğunu Mekke'de bulunan babası Ebu Kuhafe'ye bildirince o:

- Haşim oğullarıyla Mahzum oğulları Ebu Bekir'in halifeliğini onayladılar mı? diye sordu:

Müslümanlar:

- Evet, diye karşılık verince Ebu Kuhafe:

- Bu, Allah'ın bir lütfudur. Dilediğine verir, dedi. Sonra oğlu Ebu Bekir'in vefatı gibi bir musibete maruz kaldı. Allah ondan razı olsun. Kendisi de hicretin ondördüncü senesinde Mekke'de muharrem (başka bir rivayete göre receb) ayında yetmişdört yaşındayken vefat etti. Allah ona rahmet etsin.

Hicretin ondördüncü senesinde şehid edilen şahsiyetlerin adlarıyla ilgili olarak üstadımız Ebu Abdullah ez-Zehebî, şöyle bir alfabetik sıra­lama yapmıştır:

Evs b. Evs b. Atik; Bu zat, Cisr savaşında şehid edildi.

Beşir b. Anbes b. Yezid ez-Zufrî: Bu zat, Uhud savaşma katılanlar­dandır. Katade b. Numan'm amcası oğludur. Havva'nın binicisi diye ün salmıştır. Havva, onun atının adıydı.

Sabit b. Atik: Bu zat, Beni Amr b. Mebzul kabilesindendir. Sahabe­dir. Cisr savaşında şehid edilmiştir.

Salebe b. Amr b. Mihsan en-Neccarî: Bedir savaşma katılmıştı. Bu da Cisr savaşında şehid edildi.

Haris b. Atik b. Numan en-Neccarî: Bu zat, Uhud savaşma katılmış­tı. Cisr savaşında şehid edilmişti.

Haris b. Mesud b. Abde: Sahabedir. Ensâr'dandır. Cisr savaşında şehid edilmiştir.

Haris b. Adiy b. Malik: Ensâr'dandır. Uhud savaşma katılmıştır. Cisr savaşında şehid edilmiştir.

Halid b. Said b. As: Bu zat, Mercü's-sifr savaşında şehid edilmiştir.

Hüzeyme b. Evs el-Eşhelî: Cisr savaşında şehid edildi.

Rebia b. Haris b. Abdülmuttalib: Onun bu senede vefat ettiğine îbn Kani, tarih düşmüştür.

Zeyd b. Süraka: Cisr savaşında şehid edildi.

Sa'd b. Selame b. Vakş el-Eşhelî ve Sa'db. Ubade: Bir kavle göre bu zat, hicretin ondördüncü senesinde vefat etmiştir.

Seleme b. Eşlem b. Hureyş: Cisr savaşında şehid edildi.

Damre b. Gaziyye: Cisr savaşında şehid edildi.

Benu Muri b. Kayzf nin oğulları Abbad, Abdullah ve Abdurrahman: Bunlar da Cisr savaşında şehid edildiler.

Abdullah b. Sa'saa b. Vehb el-Ensari en-Neccarî: Bu zat, Uhud gaz­vesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Îbnu'l-Esir'in, "el -Gabe" adh eserinde anlattığına göre bu zat, Cisr savaşında şehid edilmiştir.

Utbe b. Gazvan: Bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda verilmiş­tir.

Ukbe ve kardeşi Abdullah: Bunlar, babaları Kayzi b. Kaysla birlik­te Cisr savaşında hazır bulundular ve o günde şehid edildiler.

Alâ b. Hadremî: Bir kavle göre bu senede vefat etmiştir. Ama başka kavillere göre bu seneden sonra vefat etmiştir ki bununla ilgili açıkla­ma ileri ki kısımlarda verilecektir.

Amr b. Ebu'1-Yüsr: Cisr savaşında şehid edildi.

Kays b. Seken Ebu Zeyd el-Ensârî: Bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda verildi.

Müsenna b. Harise eş-Şeybanî: Bu zat da bu senede vefat etti. Allah ona rahmet etsin. Bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda verilmiştir.

Nafi b. Gaylanî: Cisr savaşında şehid edildi.

Nevfel b. Haris b. Abdülmuttalib: Bu zat, amcası Abbas'tan daha yaşlıydı. Bir kavle göre bu senede vefat etmiştir. Ama meşhur kavle göre daha önce vefat etmiştir.

Vakid b. Abdullah: Cisr savaşında şehid edilmiştir.

Yezid b. Kays b. Hatim el Ensari ez-Zufrî: Uhud gazvesine ve mütea­kip gazvelere katılmış, Cisr savaşında şehid edilmiştir. Uhud gazvesin­de çok yaralar aldı. Babası Meşhur şairdi.

Ebu Ubeyd b. Mesud es-Sakafî: Cisr savaşında komutanlık yap-tı.Cisr savaşında şehid edildiği için o savaşla meşhur olmuştur. Bir fil, onu ayağının altına alıp öldürmüştü. Allah ondan razı olsun. Ama daha önce o kılıcıyla filin hortumunu kesmişti.

Ebu Kuhafe et-Teymî: Bu zat, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık'ın babasıdır. Bu senede vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.

Hind binti Utbe b. Rebia b. Abdu'ş-Şems b. Ümeyye el-Ümeviye: Bu hanım, Muaviye b. Ebi Süfyan'm annesidir. Kureyş kadınlarının hanım efendilerindendi. Görüş, deha ve riyaset sahibiydi. Uhud gazvesine ko­casıyla birlikte katılmıştı. O zaman müşrikleri Müslümanlarla savaşmaya ve Müslümanları öldürmeye teşvik etmişti. Hz. Hamza şehid edil­diği zaman vücuduna işkence yapmıştı. Ciğerinden bir parça alıp çiğne­miş ama yutamamıştı. Babası ve kardeşi Bedir savaşında öldürüldüğü için Hz. Hamza'ya böyle yapmıştı. Ama Mekke fethinde Müslüman ol­muş ve İslâmiyet'i güzelce yaşamıştı. Bey'atlaşmak için Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gitmek istediğinde kocası Ebu Süfyan'dan izin iste­miş, kocası da ona şöyle demişti:

- Dün, bu İslâmiyet davasını yalanlıyordun.

- Vallahi bu geceden önce bu Mescid-i Haram'da Allah'a hakkıyla

ibadet edildiğini görmemiştim. Yemin ederim ki Müslümanlar, gecede namaz kılarak sabahladılar.

- Şimdiye kadar neler yaptın neler! Yalnız başına Rasûlullah'ın ya­nma gitme.

- Bunun üzerine Hind, Osman b. Affan'ın yanına gitti. Başka bir ri­vayete göre ise kardeşi Ebu Hüzeyfe b. Utbe'nin yanma gitmişti. İkisi birlikte Rasûlullah'ın yanma gittiler. Hind'in yüzü peçeliydi. Rasûlullah (s.a.v.), beraberindeki diğer kadınlarla birlikte onunla bey'atlaşırken şöyle demişti:

"Allah'a herhangi birşeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek ve zi­na etmemek üzere"

Rasûlullah'ın böyle demesi üzerine Hind de şu soruyu sormuştu:

- Hür kadın hiç zina eder mi?

- Çocuklarınızı öldürmemek üzere .

- Biz onları küçükken besleyip büyüttük. Büyüdükten sonra mı on­ları öldüreceğiz?

Hind'in bu sözü üzerine Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve şu ayeti okudu:

"Başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunma­mak ve uygun olanı işlemekte sana karşı gelmemek üzere."

Hind:

- Evet, uygun olan işte sana karşı gelmemek üzere. Öyle değil mi? diye sordu.

Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Uygun olan işte, diye cevap verdi. Hind'in konuşması onun fesa­hat ve akıl sahibi bir kadın olduğunu isbathyor. O, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle demişti:

- Allah'a yemin ederim ki ey Muhammed, yeryüzünde senin kabile halkın kadar alçalıp zelil olmalarını istediğim başka bir halk yoktu. Ama yemin ederim ki bu gün yeyüzünde senin oba halkın kadar yücel­melerini istediğim başka bir oba halkı yok.

Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki senin dediğin gibidir.

Hind, kocası Ebu Süfyan'm cimriliğinden şikayetçi oldu. Rasûlullah (s.a.v.) da ona, kendisine ve çocuklarına yetecek kadar, uy­gun miktarda malı Ebu Süfyan'm malından almasını emretti. Hind ile Fakih b. Muğire arasında geçen meşhur bir kıssa vardır. Hind, kocası Ebu Süfya^a birlikte Yermük savaşma da katılmış ve hicretin ondör-düncü senesinde Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe'nin vefat ettiği günde vefat etmiştir. Hind, Ebu Süfyan oğlu Muaviye'nin annesidir. [7]

 

Hîcrî Onbeştncl Sene

 

îbn Cerir dedi ki: Sa'd b. Vakkas, bu senede Kûfe'yi şehirleşmiştir. Ibn Bukayle, Kûfe'nin yerini ona göstererek şöyle demişti:

"Allah rızası için sana bir yer göstereceğim. Burada tahta kurusu, sivrisinek gibi haşereler yoktur. Burası düzlük bir yerdir, içinde biraz da meyil vardır."

Bu senede Mercu'r-rum savaşı yapılmıştır. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Ebu Ubeyde ile Halid b. Velid, Fihl vak'asından sonra Hz. Ömer'in emri üzerine Humus'a doğru yola çıkmışlardı. Zi'1-kila mevkiine gelip konaklamışlardı. Herakliyus ise, Teodor komutasında bir ordu göndermiş, bu ordu Merc-i Dımaşk ile batısına konaklamıştı. Kış hücuma geçmişti. Ebu Ubeyde, işe önce Mercu'r-rum'dan başladı. Bizanslılardan Şenes adında başka bir komutan da geldi.Bu komutanın emri altında büyük bir ordu vardı. Karşısına Ebu Ubeyde çıktı. Bunlar, onun Teodor'a ulaşmasına mani oldular. Teodor'da yerleşmek ve orayı Yezid b. Ebi Süfyan'm elinden kurtarmak için Dımaşk'a taraf yoluna de­vam etti. Halid b.Velid, onu takiben Dunaşk'a doğru yoluna devam etti. Dımaşk'tan Yezid b. Ebi Süfyan gelip onun karşısına çıktı, iki taraf sa­vaştılar. Onlar savaşırken Halid b. Velid geldi. Bizanslılar'ı arkadan vurmaya başladı. Yezid de ön taraftaki askerleri arka taraftakilerden ayırıp yalnız bııraktı. Nihayet gece bastırdı. Bizanslılar'ı hezimete uğ­rattılar. Ancak kaçan kimseler ölümden kurtulabildiler. Halid b. Velid de Teodor'u Öldürdü. Bizanslılardan bol miktarda ganimet ele geçirdi­ler. Ganimetleri aralarında paylaştılar. Yezid, Dımaşk'a döndü. Halid b. Velid de Ebu Ubeyde'nin yanma döndü.Onun Mercu'r-rum'da Şe-nes'le karşılaşıp savaşmakta olduğunu gördü. Aralarında büyük bir sa­vaş cereyan etti. Ebu Ubeyde, Şenes'i öldürdü. Askerlerini kovaladı.Hu-mus'a kadar takibe devam etti. Sonra Ebu Ubeyde, Humus'u da kuşat­ma altına aldı. [8]

 

İlk Humus Savaşı

 

Ebu Ubeyde, yenik Bizanslılar'ı takip ederken Humus'a geldi.Orayı kuşatma altına aldı. Halid b. Velid de gelip onun yanında yer aldı. Ku­şatmayı şiddetlendirdiler. Kışın şiddetli soğukları da başlamıştı. Humuslular, Müslüman askerlerin bu şiddetli soğuklar sebebiyle geri dö­neceklerini ümit etmekteydiler.Bu yüzden sabır gösterdiler. Sahabeler ise daha büyük bir sabır gösterdiler. Öyle ki, birçoklarının anlattığına göre Bizanslılardan bazıları geri dönmüş ve ayakları kalın çoraplar (mest) içindeyken dahi şiddetli soğuktan düşmüştü. Sahabelerin ise ayaklarında ayakkabılarından başka birşey yoktu. Bununla birlikte onların ayakları ve parmaklan isabet almamıştı.1 Kış mevsimi sona erinceye kadar kuştmayı sabırla devam ettirdiler. Kuşatma daha da şiddetlenmişti. Humuslulularm Önde gelen bazı büyük şahsiyetleri, Müslümanlarla barış antlaşması yapma teklifinde bulundular. Ancak Müslümanlar bu teklifi kabul etmeyip :

- Humus'un mülkünü ele geçirmemiz yakın olmuşken sizinle barış mı yapacağız? dediler.

Anlatıldığına göre sahabeler, bu savaşın bir gününde tekbir getir­mişler. Tekbir seslerinin şiddetinden Humus şehrinin bazı duvarları çatlamıştı. Sonra başka bir tekbir getirmişler, bu defa da tekbir sesle­rinden bazı evler yıkılmıştı. Şehir halkı, Önde gelen adamlarının yanına gidip:

- Başımıza gelen bu felaketi ve içinde bulunduğumuz bu hali gör­müyor musunuz? Müslümanlarla barış antlaşması yapalım, dediler. Bunun üzerine Humuslular, Şamlıların Müslümanlarla yaptıkları ant­laşma şartlarına uygun olarak evlerinin yansını Müslümanlara ver­mek ve arazilerinin haraçlannı ödemek, ayrıca zenginlik ve yoksulluk-lan nazan itibara anılarak şahıs başına cizye ödemek üzere banş ant­laşması yaptılar. Ebu Ubeyde, fetih müjdesini ve ganimetlerin beşte bi­rini Abdullah b. Mesudla Hz. Ömer'e gönderdi. Kendisi de büyük bir or­duyla Humus'a yerleşti. Beraberinde komutanlar ve sahabelerin önde gelen adamları vardı. Sahabelerden Bilal ve Mikdad da Ebu Ubeyde'nin beraberindeydiler. Ebu Ubeyde, Hz.Ömer'e mektup yazarak Herakli-yus'un Cezire'ye kadar suların başını kestiğini, bazen gizlendiğini, ba­zen ortaya çıktığını bildirdi. Hz, Ömer de ona Humus'ta ikamete devam etmesini emreden bir mektup gönderdi. [9]

 

Kînnesrin Savaşı                              

 

Ebu Ubeyde, Humus'u fethettikten sonra Halid b. Velid'i Kin-nesrin'e gönderdi. Halid, oraya geldiğinde şehir halkı ve Hristiyan Araplar ona karşı ayaklandılar. Halid, onlarla savaştı, çoklannı Öldür­dü. Oradaki Bizanslıları ve komutanları Mitas'ı öldürdü. Bedeviler, on­dan özür dileyerek bu savaşı kendi görüşlerine dayanarak yapmış olma-dıkîanm beyan ettiler Halid, mazeretlerini kabul edip onlara dokunma­dı, daha sonra şehre girdi. Şehir halkı, kalelere sığındılar. Halid, onlara şöyle dedi:

- Eğer göklere çıkıp bulutlann içine yerleşseniz bile Allah, bizi size ulaştırır, veya sizi yanımıza yere indirir.

Onlarla uğraşmaya devam etti. Nihayet Cenâb-ı Allah, oranın fet­hini Halid'e nasib etti. Allah'a hamd olsun.Halid'in bu savaşta gösterdi­ği yararlılıklan duyan Hz.Ömer, şöyle dedi:

- Allah, Ebu Bekir'e rahmet etsin .O, adamlan benden daha iyi bi­lip tanıyordu. Allah'a yemin ederim ki ben, Halid'i herhangi bir şüphe­den ötürü görevden azletmedim. Ancak insanlann her şeyin Allah'tan değil de Halid'den geldiğine inanmalanndan korktum.

Bu senede Herakliyus, askerleriyle birlikte geri çekilerek. Şair bi­delerinden Bizans beldilerine gitti. Seyf b. Ömer'in anlattığına göre Kinnesrin savaşı, hicretin onaltıncı senesinde yapılmıştır.

Dediler ki: Herakliyus, Kudüs'e her hacca gidiş ve dönüşünde Suri­ye topraklanna bakıp şöyle derdi:

"Ey Suriye! Sana veda ediyor ve seni teslim ediyorum. Ama sendeki amacıma ulaşamadım." Herakliyus, Şam beldelerinden aynlıp Urfa'ya gitti. Urfalılardan kendisiyle birlikte Bizans'a gelmelerini istedi. Onlar

da:

- Burada kalmamız seninle beraber gelmemizden daha faydalı ola­caktır, dediler. Bunun üzerine Herakliyus, onlan Urfa'da bıraktı. Şem-şan'a ulaştığında yüksek bir tepeye çıkıp Beyt-i Makdis taraflanna yö­nelerek şöyle dedi:

"Selam sana ey Suriye! Bir daha görüşmemek üzere selam! Bundan sonra sana hiçbir Bizanslı, uğursuz çocuk dünyaya gelmedikçe korku­suzca giremeyecektir. Keşke bu çocuk doğmasa." Herakliyus'un bu dav­ranışı ne kadar güzel, fakat Bizaslılar için de ne kadar büyük bir musi­betti. Herakliyus, daha sonra yoluna devam ederek Kostantiniye'ye vardı. Hüküm dar lığına orada devam etti. Yanında bulunup Müslü-malarla birlikte esir edilmiş bir adama sordu:

- Şu Müslümanlan bana anlat.

Adam da şu cevabı verdi:

- Onlan sana öyle anlatacağım ki,onlan seyrediyormuş gibi ola­caksın. Onlar gündüz savaşırlar, gecede rahipler gibi ibadet ederler. Zimmetlerindeki şeyin bedelini ödemedikçe onu yemezler, bir yere gi­rerken mutlaka selam verirler. Savaşacakları kimselerin yanma git­mezler. Meğer ki onlar kendilerinin yanma gitsinler.

- Eğer bana doğruyu soyledinse onlar şu iki ayağımın bastığı yere-de sahip olacaklardır."

Ben derim ki: Müslümanlar, Kostantiniye'yi (İstanbul) Emeviler zamanında kuşatma altına aldılar. Ama fethedemediler. "Kitabu Mela-himw adlı eserde de anlattığımız gibi ahir zamanda Müslümanlar oraya sahip olacaklardır. Bu hususta Sahih-i Müslim'de ve diğer hadis imam­larının eserlerinde Rasûlullah'tan nakledilen sahih hadisler vardır. Al­lah'a hamd ve minnet olsun.

Cenâb-ı Allah, zamanın sonuna kadar Bizanslıların Şam beldeleri­ne sahip olmalarını yasaklamıştır. Nitekim bu hususta Buharı ve Müs­lim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet edilen bir hadiste sabit ol­duğu gibi Rasûlullah, şöyle buyurmuştur:

"Kisra öldükten sonra başka bir Risra gelmeyecektir. Kayser öldük­ten sonra başka bir Kayser gelmeyecektir. Nefsim kudret elinde bulu­nan Zat'a yemin ederim ki siz, Kayser ile Kisra'nın hazinelerini Aziz ve Celil olan Allah yolunda sarfedeceksiniz."

Rasûlullah (s.a.v.)'m bu müjdesi, gördüğüm kadarıyla tamamen ta­hakkuk etmiştir. Ve haber verdiği şey kesinlikle gerçeklecektir.Yani Kayserlerin hakimiyeti Şam'a asla giremecektir. Çünkü Kayser keli­mesi, Araplara göre bir cins ismidir ki, Bizans beldeleriyle birlikte Şam'a sahip olan kimselere verilen bir addır. Şam'ın hakimiyeti Kay­serlerin eline asla geçmeyecektir. [10]

 

Kisariye Savaşı

 

îbn Cerir dedi ki: Hicretin onbeşinci senesinde Muaviye b. Ebu Süf-yan, Hz. Ömer'in emriyle vali tayin edildi. Hz. Ömer, ona gönderdiği mektubunda şöyle diyordu:

"Seni Kisariye'ye vali tayin ettim, oraya git ve onlara karşı Al­lah'tan yardım dile. "Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim" sö­zünü çokça söyle. Allah Rabbimizdir,güvencimizdir, mevlamızdır.O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır...." Bu mektub üzerine Muaviye, Kisariye'ye gitti. Orayı kuşatma altına aldı. Defalarca Kisariyeliler üze­rine saldırdı, son saldırısında şiddetli bir çarpışma cereyan etti. Muavi­ye, üzerlerine hücum etti, savaşı şiddetlendirdi. Nihayet Cenâb-ı Allah, oranın fethini nasip etti. Kisariyeîilerden 80 000'e yakın adam Öldürül­dü. Savaş alanından kaçan yenik Kisariyelilerle birlikte öldürülen kim­selerin sayısı 100 000'i buldu. Muaviye, ganimetlerin beşte birini ve Ki-sariye'nin fetih müjdesini mü'minlerin emin Hz. Ömer'e gönderdi. Al­lah, ondan razı olsun.

Ibn Cerir dedi ki: Hicretin onbeşinci senesinde Hz. Ömer, Amr b. As'a mektup yazarak Kudüs'e sefer etmesini ve Kudüs valisiyle savaş­masını emir buyurdu. Amr b. As'da bu emir üzerine yola çıktı. Remle mıntıkasında bir Bizans ordusuyla karşılaştı. Bunun üzerine Ecnadeyn savaşı başladı. [11]

 

Ecnadeyn Savaşı

 

Amr b. As, ordusuyla yola çıktı. Ordunun sağ cenahında oğlu Ab­dullah, sol cenahında Cüdane b. Temim el-Malikî vardı. Cünade, Beni Malik b. Kinane kabüesindendi. Şurahbil b. Hasene de vardı. Amr b. As, Ürdün'de Ebu Aver es-Sülemf yi komutan vekili olarak bıraktı. Kendisi Remle'ye ulaştığında orada Artabon komutasında bir Bizans askerî bir­liği gördü. Artabon, onların en dahîsi, en akıllısı, en uzak görüşlüsü ve ince hesapları dahi yapmayı ihmal etmeyenlerinden biri idi. Hem Rem-le'de, hem de Kudüs'te büyük birer ordu yerleştirmişti. Amr b. As, bu du­rumu Hz. Ömer'e bildirmek üzere bir mektup gönderdi. Amr'ın mektu­bunu alan Hz. Ömer:"Şimdi biz, Bizanslı Artabon'un üzerine Arapların Artabon'unu göndermiş bulunuyoruz. Kimin bu işi başaracağına dik­kat ediniz." dedi. Amr b. As, Kudüslülerle savaşmaları için Alkame b. Hakim el-Firasî ile Mesruk b. Bilal el-Akkfyi gönderdi. Ebu Eyyüb el-Malikf yi de Remle'ye gönderdi. Remlede Bizanslıların komutanı Toza-rik bulunuyordu. Bunlar, Amr b. As ile ordusunun Kudüs'e gitmelerine engel olmak için Remle'de bulunuyorlardı. Hz. Ömer'in gönderdiği tak­viye birlikleri, Amr b. As'm yanına geldikçe o, bu birliklerin bir kısmını Kudüs'e gidenlerin peşine, bir kısmını Remle'ye hücuma geçen askerle­rin peşine yolluyordu. Kendisi Ecnadeyn'de kalmaya devam etti. Arta-bon'a gönderdiği elçilerden birşey anlayamadığı ve Artabon'un açıkları-nı görmediği için bizzat kendisi elçi sıfatıyla Artabon'un yanma gitti. Yapmak istediği şeyleri ona bildirdi. Onun cevabını dinledi. Huzurunda düşünmeye başladı ve ne demek istediğini anladı. Artabon da kendi kendine şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki bu, Amr b. As'tır.Ya da Amr b. As'm görüşünden istifade ettiği bir adamdır. Bunu öldürmekle Müslümanlara en büyük darbeyi vurmuş olacağım." Kendi kendine böyle dedikten sonra bir muhafızı çağırdı. Kulağına fısıldayarak Amr*ı öldürmesini emretti ve şöyle dedi:

- Falan yere git ve bekle. Senin yanından geçtiği zaman bunu öl­dür!

Amr b. As durumu sezdi ve Artabon'a şöyle dedi:

- Ey komutan! Doğrusu ben senin söylediklerim dinledim. Sen de benim söylediklerimi dinledin. Ben, Ömer'in bu valiye yardım etmek üzere göndermiş olduğu on kişiden birisiyim. Şimdi dönüp onları da alıp geleyim. Onlar da senin bana sunduğun bu teklifleri uygun görecek olurlarsa, emirimizin de askerlerin de uygun görecekleri görüştür, de­mektir.

Bunun üzerine Artabon, Amr b. As'a şöyle dedi:

- Evet, git onları da bana getir.

Bundan sonra Artabon, yanma bir adam çağırarak kulağına birşeyler fısıldadı ve sonunda şöyle dedi:

- Falan yerde beklemekte olan muhafiza git ve onu geri çağır. Amr da yerinden kalktı ve ordusunun yanına gitti. Artabon, daha sonra onun Amr b. As olduğunu anladı ve:

- Adam beni aldattı. Allah'a yemin ederim ki o, Arapların en dahisi-dir, dedi.

Amr'm bu oyununu duyan Hz. Ömer:"Allah, Amr'în hayrını versin." dedi. Amr, Artabon'u nerede yakalayabileceğini bilmiş ve onunla karşı­laşmış. Ecnadeyn'de aralarında Yermük savaşını andıran bir savaş ol­muştu. Öyle ki, her iki tarafın da verdiği ölü sayısı oldukça fazlaydı. Sonra geride kalan ordular, Amr b.As'ın komutası altında toplandılar. Kudüs valisinin zor durumda bıraktığı Müslüman askerler, müstah­kem mevki halindeki Kudüs şehrine giremediklerinden dönüp Amr b. As'm yanma gelmişlerdi.. Artabon da Amr b As'a şöyle bir mektup gön­dermişti:

"Sen benim dostum ve akranımsm. Benimle aynı değerde bir komu­tansın. Ben milletim içinde nasıl yüksek bir komutansam, sen de mille­tin içinde öylesine yüksek bir komutansın. Vallahi Ecnadeyn savaşın­dan sonra Filistin'den başka bir yeri fethedemezsin. Geri dön, aldanma. Aksi takdirde senden öncekilerin uğradıkları gibi sen de hezimete uğ­rarsın."

Bunun üzerine Amr b. As, Rumca bilen bir elçiyi Artabon'a şu bir mektupla birlikte göndererek talimatı verdi:

- Git,onun söylediklerini dinle, sonra yanıma gel ve durumu anlat. Amr'ın,   bu mektubunda şunlar yazılıydı:

"Mektubun bana geldi. Ben kavmimde nasıl bir komutansam sen de kavminde öyle bir komutansın. Birşeyi gözden kaçırmışsın. Benim üs­tünlük derecemi tam takdir edememişsin. Bu beldelerin fethinin sahi­binin ben olduğumu zannetmişsin. Mektubum sana ulaştığı zaman onu arkadaşlarının ve vezirlerinin huzurunda oku."

Artabon, kendisine gelen bu mektubu yardımcılarının huzurunda okudu. Onlar da Artabon'a şöyle bir soru sordular:

- Bu beldelerin fethininin sahibinin bu adam olmadığını nerden bi­liyorsun?

Artabon:

- Çünkü bu beldeleri fethedecek adamın adı üç harften ibarettir, di­ye cevap verdi. Elçi de Amr'ın yanma dönüp durumunu anlattı.Amr da yardım isteyerek Hz. Ömer'e bir mektup gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu:"Ben, çok zorlu bir savaş vermekteydim. Son derece çetin bir düşmanla uğraşıyorum. Fethetmeye çalıştığım ülke sana karşı peşinen küçülmüş bulunuyor. Ne dersin?" Mektup Hz. Ömer'e ulaşınca o, Amr'ın bu sözü mutlaka bildiği şeyden dolayı söylediğini anladı. Bunun üzerine kendisi Kudüs'ü fethetmek üzere Şam'a doğru sefere çıkmaya karar verdi. Nitekim bununla ilgili detaylı açıklama ileride gelecektir. Seyf b. Ömer,üstadlarının şöyle dediklerini nakletmiştir: Hz. ömer, Şam'a dört kez girdi. Birincisinde Kudüs'ü fethederken ata binmişti. İkincisinde bir deve üzerindeydi. Üçüncüsünde Ser' mıntıkasına var­mış, sonra da Şam'da veba hastalığı zuhur ettiğinden geri dönmüştü. Dördüncüsünde de bir merkebe binmiş olarak Şam'a girmişti. [12]

 

Hz. Ömer'in Kudüs'ü Fethetmesi

 

Ebü Cafer b. Cerir'in anlattığına göre hicretin onbeşinci senesinde Ebu Ubeyde, Dımaşk'ın fethini tamamladıktan sonra Kudüslülere bir mektup göndererek onları Allah'a imana ve Isâm'a girmeye davet et-ti.Aksi takdirde cizye vermeleri gerektiğini, cizye vermedikleri takdir­de kendilerine karşı savaş ilan edileceğini bildirdi. Kudüslüler, Ebu Ubeyde'nin bu çağrısına icabet etmediler. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, Şam'da Said b. Zeyd'i halef bıraktı. Ordusuyla birlikte Kudüs'e doğru yo­la çıktı. Kudüs'ü kuşatma altına aldı. Şehir halkına baskı yaptı. Niha­yet onlar, emirü'l-mü'minin Ömer b. Hattab'm kendilerine gelmesi şar­tıyla barış yapmaya razı olacaklarım bildirdiler.

Ebu Ubeyde, durumu bir mektupla Hz. Ömer'e bildirdi. Bu hususta onun fikrini sordu. Hz. Osman da Kudüslülerin hakarete uğramaları, zelil olmaları ve burunlarının yere sürülmesi için Hz. Ömer'in Kudüs'e gitmemesi tavsiyesinde bulundu. Hz. Ali ise, aralarındaki kuşatma se­bebiyle Müslümanlar üzerine çöken yükün hafiflemesi için Hz. Ömer'in Kudüs'e gitmesi gerektiğini ifade etti. Hz. Ömer, Ali'nin görüşünü uy­gun gördü, ordusuyla birlikte Kudüs'e doğru yola çıktı. Medine'de vekil olarak Ebu Talib oğlu Ali'yi bıraktı. Abbas b. Abdülmuttalib öncü kuv­vetlerin başında yola çıktı. Hz. Ömer, Şam'a yaklaştığı zaman Ebu Ubeyde; Halid b. Velid ve Yezid b. Ebu Süfyan gibi komutanların Önde gelenleriyle birlikte onu karşılamaya çıktı. Ebu Ubeyde, bineğinden in­di. Hz. Ömer de bineğinden indi. Ebu Ubeyde, Hz. Ömer'in elini öpmeye yöneldi. Hz. Ömer de Ebu Ubeyde'nin ayağını öpmeye yöneldi. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, öpmekten vazgeçti. Sonra yoluna devam etti.

Kudüs'teki Hristiyanlarla barış antlaşması yaptı. Onlardan üç gü­ne kadar Bizanslıları Kudüs'ten kovmalarını istedi. Sonra da içeri gir­di. Rasûlullah (s.a.v.)'m İsrâ gecesinde girdiği kapıdan Mescid-i Ak-sa'ya girdi. Anlatıldığına göre Mescid-i Aksa'ya girerken telbiye getir­mişti. Orada Davud Peygamberin mihrabında tahiyyetül-mescid na­mazını kılmış ve girdiği günün ertesi gününde Müslümanlara sabah na­mazını kıldırmıştı. Sabah namazının birinci rekatında Sâd sûresini okumuş, secde ayetine geldiğinde secdeye kapanmış, Müslümanlar da onunla birlikte secdeye kapanmışlardı. İkinci rekatta ise Beni İsrail (el-Isrâ) sûresini okumuş, namazı tamamladıktan sonra, Peygamber Efendîmiz'in miraca çıkışı esnasında ayağını bastığı kayanın yanına gelmiş­ti. Kayanın yerini KaTsül-AhbaıMan sormuş, o da mescidi arka tarafina alıp ilerlemesini söylemişti. Bunun üzerine Hz. Ömer:

- Yahudilere benzedin, demişti. Sonra Mescid-i Aksa'nm karşı ta­rafında bir mescid yapmıştı. Bu, bugün bilinen Hz. Ömer Camii'dir. Hz. Ömer, daha sonra abasının eteğine kayanın yanındaki toprakları alıp taşımıştı. Müslümanlar da onunla birlikte toprak taşımışlardı. Kalan topraklan da Ürdünlülerin taşımasını emretmişti. Bizanslılar, o kaya­yı çöplük haline getirmişlerdi. Çünkü orası Yahudilerin kıblesiydi. Öyle ki bir kadın, âdet kanının bulaştığı kirli bezini çıkarıp bu kayanın üzeri­ne atıyordu. Hz. Ömer, kayayı şunun için temizlemişti: Yahudiler, orayı çöplük haline getirmişlerdi. Orası, Yahudilerin haçları koydukları ve Hz. İsa'nın mezarıdır düşüncesiyle üzerine pislik attıkları bir mezbele­lik haline gelmişti. Hristiyanların orada inşa ettikleri kiliseye de bu yüzden Kumame kilisesi "çöplük kilisesi" denmişti.

Kudüs'te bulunan Herakliyus'a Peygamberin mektubu ulaştığı za­man o, Hristiyanlara vaz ü nasihatta bulunmuştu. Çünkü onlar, kaya­nın üzerim çöplük haline getirmişlerdi. Herakliyus, Mescid-i Aksa'daki Dâvud Peygamber mihrabına gidip onlara şöyle dedi:"îsrail oğulları, Zekeriyya oğlu Yahya'nın kanı için öldürüldükleri gibi sizin de -bu mes­cidi tahkir etmenizden ötürü -bu çöplük uğruna savaşmanız gerekir. Si­zin bunu yapmanız en uygun olan bir davranış olacaktır." Böyle dedik­ten sonra kayanın üzerindeki çöpleri atıp temizlemelerini emretti. On­lar da bu temizlik faaliyetine başladılar. Üçte birini temizlemiş iken Müslümanlar orayı fethettiler. Hz. Ömer de o çöplüğü oradan tamamıy­la kaldırttı.

Seyf b. Ömer'e göre Hz. Ömer, Medine'de Hz. Ali'yi halef bıraktık­tan sonra çabucak Kudüs'e varabilmek çin atma binip yola çıktı. Cabi-ye'ye vardığında inip mola verdi. Orada beliğ ve uzun bir konuşma yapıp şöyle dedi: "Ey insanlar! İçinizi düzeltin ki, dışınız da düzelsin. Ahireti-niz için çalışın M, bu çalışmanız dünyanız için de yeterli olsun. Bilesiniz ki kişi ile Adem Peygamber arasında hayatta bulunan bir baba yoktur. Yine kişi ile Allah arasındaki bağlarda yumuşama ve gevşeme de söz ko­nusu değildir. Kim Cennet yolunu istiyorsa cemaata sarılsın. Çünkü şeytan tek kişiyle beraberdir. İki kişiden çok uzaktadır. Herhangi bîri­niz bir kadınla tenha yerde başbaşa bulunmasın. Çünkü bu durumda üçüncüleri şeytan olur. İyiliklerinin kendisini memnun ettiği, kötülük­lerinin de kendisini üzdüğü kişi, mümindir.

Hz.Ömer, daha sonra Cabiyelilerle barış antlaşması yaptı. Kudüs'e doğru yoluna devam etti. Daha önce ordu komutanlarınız falan günde Cabiye'de kendisiyle buluşmalarını bildiren mektuplar göndermişti. Onlar da aynı günde Cabiye'ye gelip onunla birleştiler. Onunla ilk buluşanlar, Yezid b. Ebu Süfyan ile Ebu Ubeyde oldu. Sonra Halid b. Velid, Müslüman atlılarla birlikte oraya geldi. Üzerlerinde ipek elbiseler var­dı. Hz. Ömer bundan dolayı onları taşlamak için üzerlerine doğru gitti. Ancak onlar, üzerlerinde silah bulunduğunu ve savaşta buna ihtiyaç duyduklarını söyleyerek mazeret beyanında bulundular. Hz. Ömer,on-ların bu mazeret beyanları karşısında sustu. Yerlerine vekil bırakan bütün komutanlar gelip Cabiye'de Hz. Ömer'le buluştular. Yalnız Amr b. As ile Şurahbil gelemediler. Çünkü onlar, Ecnadeyn'de Artabon'la karşı karşıya bulunuyorlardı. Hz. Ömer, Cabiye'de iken ellerinde çekil­miş kılıçları ile bir Bizans bölüğünün geldiğini gördü. Müslümanlar, si­lahlarını alarak üzerlerine yürüdüler. Ancak Hz. Ömer, Müslüman as­kerleri durdurup:

- Bunlar, eman isteyen bir kavimdirler, dedi. Kendisi onların yanı­na gitti. Kudüs'ten gelip eman dileyen ve mü'minlerin emiriyle barış yapmak isteyen askerler olduklarını anladı. Çünkü onlar, kendisinin Medine'den Kudüs taraflarına gitmekte olduğunu duymuşlardı. Hz.Ömer, isteklerini yerine getirdi. Onlara emanname ve barış'antlaş­masını içeren bir yazı yazdı. Üzerlerine cizye tarhetti. Bazı şartlar da ileri sürdü. Bu antlaşma metninin yazılmasında Halid b. Velid, Amr b. As, Abdurrahman b. Avf ve Muaviye b. Ebu Süfyan şahit olarak bulun­dular. Antlaşma metnini Muaviye yazmıştı. Bu antlaşma, hicretin on-beşinci senesinde yapılmıştı. Daha sonra Hz. Ömer, Lüd halkı ve orada bulunan diğer kimseler için emanname yazdı. Üzerlerine cizye tarhetti. Onlarda Kudüslülerle yapılan barış gibi aynı maddeleri içeren bir barış antlaşması yaptılar. Artabon, Mısır beldelerine kaçtı. Amr b. As'm, Mı­sır'ı fethetmesine kadar oralarda kaldı. Daha sonra deniz sahilleri tara­fına kaçtı. Müslümanlarla savaşan bazı müfrezelerle birlikte bulunu­yordu. Onu, Kays kabilesinden bir adam ele geçirdi. Artabon, kendisini yakalayan adamın elini kesti, adam da onu öldürerek hakkında şöyle bir şiiir söyledi:

"Rum Artabon'u bu eli perişan ettiyse de Allah'a hamd olsun ki on­dan çok yararlandım^

Rum Artabon'u onu kopardıysa da ben de onun kemiklerini bu elle paramparça etmişimdir."

Remlelîler ve çevre kasaba halklar ile barış antlaşması yaptıktan sonra Amr b. As ile Şurahbil b. Hasene, Cabiye'ye geldiler. Mü'minlerin emiri Hattab oğlu Ömer'in atma binmiş olduğunu gördüler. Yaiima yaklaştıklarında eğilip onun dizlerini öptüler. Hz.Ömer de ikisini ku­caklayıp bağrına bastı. Allah onlardan razı olsun. Sonra Hz. Ömer, Ca-biye'den ayrılıp Kudüs'e doğru yola çıktı. Atı topallamaya.başladı. Ona bir beygir getirdiler. Beygire bindi ama o da gürültü ve sesler çıkarmaya başlayınca Hz. Ömer, inip yüzünü tokatladı ve:"Sana bu şekilde kibir­lenmeyi kimin öğrettiğini bilmiyorum." dedi. Sonra da beygire hiç bin­medi. Zaten daha önce de binmemişti. Böylelikle Kudüs ve çevresinin fethi Hz. Ömer eliyle gerçekleştirilmiş oldu. Yalnız Ecnadeyn fethi Amr b. As tarafından, Kisariye'nin fethi de Muaviye tarafından gerçekleşti­rilmişti. Seyf b. Ömer'in bu konuda anlattıkları bundan ibarettir. Ancak diğer siyer imamları ona muhalefet ederek Kudüs'ün hicri onaltmcı se­nede fethedilmiş olduğunu söylemişlerdir.

Muhammed b. Aiz, Yezid b. Ubeyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Kudüs, hicretin onaltıncı senesinde fethedildi. Bu senede Hz. Ömer Cabiye'ye geldi"

Ebu Zür'a ed-Dımaşkî, Velid b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hz. Ömer hicretin onyedinci senesinde Ser* yolundan geri geldi. Tekrar hicretin onsekizinci senesinde geldi. Komutanlar onun yanında toplandılar. Topladıkları malları ona teslim ettiler. O da bu ganimetleri dağıttı. Orduları tertipledi. Şehirler kurdu. Tekrar Medine'ye döndü."

Yakup b. Süfyan dedi ki:"Cabiye ve Kudüs, hicretin onaltmcı sene­sinde fethedildi. Ebu Ma'şer dedi M: Amvas ve Cabiye, hicretin onaltmcı senesinde fethedildi, Sonra hicretin onyedinci senesinde Ser1 beldesi fethedildi. Ardı sıra hicretin onsekizinci senesinde kıtlık görüldü. Bu se­nede Amvas'ta veba salgını görüldü. Ve Amvas diye bilinen belde bu se­nede fethedildi. Bu beldede baş gösteren veba, hicretin onsekizinci se­nesinde yayıldı."

Ebu Mihnef dedi ki: "Hz. Ömer, Şam'a geldiğinde oranın bahçelerini ve sularım gördü. Sonra şehire, köşklerine, bostanlara baktı ve şu ayet-i kerimeyi okudu:

"Orada nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip dur­dukları nimetler bırakmışlardı. Bu böyledir, onları başka bir millete mi­ras bıraktık." (ed-Duhân, 25-28.)

Hz. Ömer, bu ayet-i kerimeyi okuduktan sonra Nabiğa'nın şu şiirini de okudu:

"Bunlar, zamanın iki gencidir ki gece ve gündüz, peşpeşe bunlara saldırırlar.

Bunlar, gayretle bir kabileye saldırdıkları zaman onları çöktürür-ler ve o kabile musibetlere maruz kalır."

ilk bakışta bu sözlerden anlaşıldığına göre Hz. Ömer, Şam'a girmiş­tir. Ama gerçek böyle değildir. Çünkü onun Şam mıntıkasına yaptığı üç seferde de şehire girdiğini nakleden hiçbir tarihçi yoktur. İlk gelişi buydu. O, Cabiye'den Kudüs'e doğru gitmişti. Nitekim Seyf b. Ömer'le di­ğerleri böyle derler. Doğrusunu Allah bilir. Vakidfye gelince o der M: Şam başkanlarının rivayetine göre Hz. Ömer, Şam'a iki kez girmiş, üçüncüde Ser'den -hicretin onyedinci senesinde- geri dönmüştür. Onlar derler ki: Üçüncüde Dımaşk ve Humus şehrine girmiştir. Vakidî bunu inkar eder.

Ben derim ki: Hz. Ömer'in islâm'a girmesinden önce cahiliye dev­rinde Şam'a girişinden başka ikinci bir kez Şam'a girdiği bilinmemekte­dir. Nitekim bunu onun siretinde detaylı olarak anlatmışızdır. Yine ri­vayet ettiğimize göre Hz. Ömer, Kudüs'e girdiği zaman Peygamber Efen-dimiz'in, üstüne basarak miraca çıktığı kayanın yerini Kabu'1-Ah-bar'dan sormuş, o da Hz. Ömer'e şöyle cevap vermişti:

- Ey mü'minlerin emin! Cehennem vadisinden itibaren şu kadar ve şu kadar sayıda zira ile ölç, vardığın yer, kayanın yeridir.

Zira ile ölçtüler. Kayayı orada buldular. Hristiyanlar, orayı çöplük haline getirmişlerdi. Nitekim Yahudiler de Hz. İsa'nın benzeri olan kişi­nin çarmıha gerildiği yeri çöplük haline getirmişlerdi. Benzeri adam haça gerildiği halde Yahudilerle Hristiyanlar, o adamın Hz. İsa olduğu inancına kapılmışlardı. Ama bu inançları asılsızdı. Nitekim bu hususta yanıldıklarını Cenâb-i Allah kesin bir ifadeyle bildirmektedir. Demek istediğimiz şudur ki; Hristiyanlar, Hz. Peygamber'in bisetinden 300 sene kadar Önce Kudüs'e hakim oldukları zaman Hz. İsa'nın benzeri adamın çarmıha gerildiği yeri çöplük haline getiren Yahudilerden Öç al­mak için temizlemişler, oraya Kral Kostantin'in annesi bir kilise inşa ettirmişti. Kostantin, kendi adıyla bilinen Kostantiniyye şehrinin ku­rucusudur. Anası, Heylane el-Harraniye el-Bundukaniye'dir. Bu kadın, oğluna emir vermiş, o da Hs.İsa'nın doğduğu yerde Hristiyanlar için Beytu'l-Lahm'î inşa etmişti, kendisi de asılsız iddiaya göre Hz.İsa'nın mezarının bulunduğu yerde mabet inşa ettirmişti. Kendileri de Yahudi­lerin önceleri ve sonraları yaptıklarına karşı öc almak amacıyla onların kıble mekanlarını çöplüğe dönüştürmüşlerdi. Hz. Ömer, Kudüs'ü fethe­dip kayanın yerini keşfettiği zaman kayanın üzerindeki çöplerin temiz­lenmesini emretmişti. Hatta denildiğine göre kendi abasıyla orayı silip temizlemişti. Sonra da mescidi nereye kuracağını KaVa sormuş, onun­la müşavere yapmıştı. KaT) da mescidi kayanın arka tarafina inşa etme­sini teklif etmiş, o da Ka'b'm göğsüne vurarak:

- Ey Ümmü Ka*b'm oğlu, sen böyle bir teklifte bulunmakla Yahudi­lere benzedin, demiş ve Mescid-i Aksa'nın önünde bir mescid yapılması­nı emretmişti.

İmam Ahmed b. Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ömer, Ka'bu'1-Ah-bar'a şöyle bir soru sormuş:

- Nerede namaz kılmamı uygun görürsün?

- Eğer teklifimi kabul edersen kayanın arkasında kılarsın. O za­man bütün Kudüs senin önüne düşer.

- Sen Yahudilere benzedin ama ben Rasûlullah (s.a.v.)'m kıldığı yerde kılacağım. Böyle dedikten sonra kıbleye yönelip namaz kaldı. Son­ra gelip abasıyla o kayanın üzerindeki çöpleri silip süpürdü. Onun te­mizlik yaptığını gören halk ta gelip orayı temzlemişlediler.

Seyf b. Ömer, Salim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Hz.Ömer, Şam'a geldiği zaman Dımaşk Yahudilerinden bir adam onu karşıladı ve ona şöyle dedi:

"Selam sana ey Faruk! Sen Kudüs'ün sahibisin. Allah'a yemin ede­rim ki, Allah, sana Kudüs'ün fethini nasip etmedikçe geri dönmeyecek­sin."

Ahmed b. Mervan ed-Dineverî, Hz. Ömer'in azadhsı Eslem'in şöyle

dediğidini rivayet etmiştir:

"Hz. Ömer, Kureyşli ticaret kafilesiyle Şam'a gelmişti. Arkadaşları şehirden çıkacakları esnada, bazı işlerini görmek için Hz.Ömer onlar­dan geride kalmıştı. Şehirde dolaşmakta iken bir patrik onun ensesin­den tutup çekmiş. Hz. Ömer, onunla çekişmiş ve kendisini ondan kur­tarmaya çalışmıştı. Ama bir türlü ona güç yetirememişti. Patrik onu; içinde toprak,balta, çapa ve zenbil bulunan bir odaya sokmuş ve ona: "Şunu şuradan şuraya taşı." demiş, kapıyı da üzerine kilitleyerek geri dönmüştü. Sonra da öğleye kadar Hz. Ömer'in yanma uğramamış, Hz. Ömer, olayının şurasında başından geçenleri şöyle anlatıyor:"Oturup düşünmeye başladım. Patriğin bana dediklerinden hiçbirini yapama­dım. Yanıma geldiğinde:

- Neyin var, niçin dediklerimi yapmadın? dedi ve başıma bir yum­ruk vurdu.

Ben de baltayı alıp onu öldürdüm. Dışarı çıktım. Bir rahib. kilisesi­ne uğradım. Akşamleyin yanında biraz oturdum. Rahip bana dikkatle baktı. Beni kiliseye koydu, yedirip içirdi. Armağan verdi. İyiden iyiye beni süzmeye başladı. Durumumu sordu, ben de:

- Arkadaşlarımı kaybettim, dedim.

O da bana:

- Ama korkulu gözlerle bakıyorsun, dedi. Tekrar beni dikkatle in­celemeye başladı. Sonra da şöyle dedi:

- Hristiyanlar, kitaplarını en iyi bilen âlimlerinin ben olduğumu biliyorlar. Bizi şu topraklarınızdan çıkaracak olun kişinin sen olduğunu görüyorum. Şu kilisemde kalman için bana bir emanname yazar mısın?

- Olmayacak birşeyi söylüyorsun, dedim. Ama rahib bunu benden ısrarla istedi. Nihayet ben de onun isteği dorultusunda bir sayfa yazıp ona verdim. Ayrılacağım zaman bana bir merkep verdi ve bana şöyle de­di:

- Şuna bin, arkadaşlarının yanına vardığın zaman yalnız başına bunu bana gönder. Çünkü bu hangi kiliseye uğrarsa ona değer verirler.

Ben de onun bana dediğini yaptım.

Hz. Ömer, Kudüs'ü fethetmek için geldiğinde Cabiye'de bulunan o rahip emannameyi yanma alıp Hz. Ömer'in yanına geldi, Hz. Ömer de daha önce kendisine yazmış olduğu emannameyi geçerli saydı. Yalnız, kilisesine uğrayacak Müslümanlara ikramda bulunmasını, onlara ev sahipliği yapmasını ve yol göstermesini şart koştu."

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, Ebu Galiye eş-Şamfnin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Hz. Ömer, Kudüs yoluna giderken Cabiye'ye siyah bir deve üzerin­de geldi. Saçı dökük olduğu için güneş altında kafası parlıyordu. Üzerin­de sarık ve bornoz yoktu. Ayaklan eğerin iki tarafında sallanıyordu. Minderi de imbicam yapısı yünlü bir minderdi. Bineğine binerken bunu altına semer olarak koyardı. Yere inerken bunu kendine döşek olarak kullanırdı. Heybesi lif astarlıydı. Bineğine binerken bunu heybe olarak kullanır, yere inerken de bunu yastık olarak kullanırdı. Pamuklu bir gömleği vardı. Eskimiş ve yan tarafları delinmişti. Hz. Ömer:

- Bana bu kavmin reisini çağırın, dedi.Ona Celumes'i çağırdılar. Celumes'e:

- Şu gömleğimi yıkayın, yırtıklarını dikin, bana bir elbise veya bir gömleği emanet olarak verin, dedi. Ona keten bir gömlek getirdiler.

- Bu nedir? diye sordu.

- Ketendir, dediler.

- Keten nedir? diye sordu. Onlar da kendisine anlattılar. Gömleği­ni çıkanp verdi. Gömleğini yıkayıp yamadılar. Kendisine getirip teslim ettiler. O da üzerindeki emanet gömleği çıkarıp sahiplerine teslim etti. Kendi gömleğini giydi.

Celumes ona dedi ki:

- Sen, Arapların hükümdarısın. Bu beldelerde deveye binmek se­nin için uygun olmaz. İstersen başka bir bineğe bin. Beygire binmen, se­nin açından Bizanslıların gözünde daha gösterişli olur.

Hz. Ömer şu cevabı verdi:

- Biz, Allah'ın islâmiyet'le yücelttiği bir milletiz. Allah'tan başka bir mabuda tapmayız. Beygir getirildi. Üzerine eğersiz bir kadife seril­di. Hz. Ömer de üzerine bindi. Sonra:

- Şunu durdurun, şunu durdurun. Bundan önce insanların şeyta­na bindiklerini görmemiştim, dedi. Devesini getirdiler. O da devesine bindi.»

İsmail b. Muhammed es-Seffar, Tarık b. Şihab'm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Hz. Ömer, Şam'a geldiği zaman bir nehirden geçmesi gerekti. Devesinden indi. Çizmelerini çıkarıp eline aldı. Devesiyle birlikte suya gir­di ve karşı tarafa geçti. Ebu Ubeyde, ona dedi ki:

- Sen bu gün bu diyarda yapılmaması gereken bir iş yaptın. Şöyle ve şöyle yaptın. Hz. Ömer, Ebu Ubeyde'nin göğsüne vurup şöyle dedi: —Bu sözü senden başkası söyleseydi ey Ebu Ubeyde, ona yapacağı­mı bilirdim. Siz daha önceleri insanların en zelili, en hakiri ve en azı idi­niz. Allah sizi İslâmiyet'le onurlandırdı. Siz İslâmiyet'ten başka bir va­sıtayla onur ararsanız Allah sizi alçaltır."

îbn Cerir dedi ki:Bu senede, (hicretin onbeşinci senesinde) Müslü­manlarla Farslılar arasında Seyf b. Ömer'in görüşüne göre birkaç savaş meydana geldi. îbn îshak ile Vakidî dediler ki: Bu ancak hicretin onal-tıncı senesinde vuku buldu.Böyle dedikten sonra îbn Cerir, Farshlarla Müslümanlar arasında cereyan eden birçok savaştan bahsetmiştir. Bu savaşlar, Hz. Ömer'in, Sa'd b. Ebi Vakkas'a Medain'e gitmesini emretti­ği zamanda cereyan etmişti. Medain'e gitmesini, kadınları ve çoluk ço­cuğu Akik mıntıkasında birçok süvari nezaretinde bırakmasını da em­retmişti. Sa'd, Kadisiye savaşını tamamladıktan sonra ordusunun öncü birliklerinin başında Zühre b. Haviye'yi gönderdi. Sonra Zühre'nin ar-^ kasından kendisine birer birer kamutanlan gönderdi. Halid b. Urfuta, yerine kendi naibi olarak Haşim b. Utbe b. Ebi Vakkas'ı bıraktı. Kendisi ordusuyla birlikte hareket etti. Halid'i bu ordunun artçı birliklerinin başına kam utan yapmıştı.Bunlar büyük bir süvari birliği ve çok miktar­da silahla yola çıktılar. Zaman da, bu senenin şevval ayıran bitimine bir­kaç gün kala idi. Kûfe'ye indiler. Kendilerinden önce Zühre, Medain ta­rafına gitti. Orada Yasbuhri ile karşılaştı. Bu komutanın emri altında Farslılarm büyük bir ordusu vardı. Ancak Zühre, onları yenilgiye uğrat­tı.

Farslılar, geri dönüp Babil'e gittiler. Orada büyük bir orduları var­dı. Bunlar da Kadisiye savaşında yenilgiye uğramışlardı. Başlarına Fi-ruzan'ı komutan yapmışlardı. Zühre, Sa'd'a yenik Farslılarm Babü'de toplandıkları haberini verdi. Bunun üzerine Sa'd ile Firuzan karşılaştı­lar. Sa'd, onları abanın ucunun rüzgar önünde kıvrılmasından daha ça­buk bir şekilde yendi. Onlar da yenilgiye uğrayınca iki gruba ayrıldılar. Bir grup Medain'e gitti. Diğer grup Nihavend'e gitti. Sa'd, Babü'de bir­kaç gün kaldı. Sonra Medain'e doğru yola çıktı. Bunlar başka bir Fars askeri birliğiyle karşılaştılar. İki taraf şiddetlice savaştılar. Farslılarm komutanı Şehriyar ortaya çıkıp mübareze için adam istedi. Müslüman­lardan Nail el-Areci Ebu Nübate adında Beni Temim kabilesinden ba­hadır bir adam onun karşısına çıktı. Bir saat mızraklaştılar. Sonra mız­raklarını atıp kılıçlarını çektiler ve kılıçla birbirlerine saldırdılar. Son­ra birbirlerini kucakladılar. İkisi de atlarından yere düştü. Şehriyar, Ebu Nübate'nin göğsü üzerine düştü. Hançerini çekti. Onu boğazlamak istedi. Ancak parmağı Ebu Nübate'nin ağzına takıldı. Ebu Nübate, onunparmağını katır kıtır kopardı. O da kendi canının derdine düştü. Böyle olunca da Ebu Nübate, onun hançerini alıp boğazını kesti. Atını, bileziklerini ve üzerindeki eşyalarını aldı. Şehriyar'ın adamları da geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Yenilgiye uğradılar. Sa'd, Naile ye­min verdirdi ki, Şehriyar'ın üzerinden aldığı bileziklerini ve silahını ta­kınıp atma savaş esnasında binsin. O da bu yemini yerine getirdi.

Dediler ki: Ebu Nübate, Irakta Kusa mıntıkasında surlara ilk tır­manan Müslüman oldu. Hz. ibrahim'in Küsa'da saklandığı yeri ziyaret etti. Allah'ın salatü selamı İbrahim ve diğer Peygamberlerin üzerine ol­sun. Bundan sonra da Ebu Nübate, şu ayeti okudu:

"İnsanlar arasında günleri bazen lehe, bazen aleyhe döndürür du­ruruz." (Âl-i Imrân, 140.) [13]

 

Nehreşîr Savaşı

 

Dediler ki: Sonra Sa'd, Zühre'yi önden gönderdi. Zühre Küsa'dan Nehreşir'e doğru harekete geçti. Öncü birliklerin başında yer aldı. Karşı­sına Eare komutanlarından Şirzaz çıktı, Sabat halkı için barış yapılması­nı, cizye ödenmesini teklif etti. Zühre, onun bu teklifini Sa'd'a iletti. Sa'd da kabul etti. Sonra Sa'd, ordusuyla birlikteMazlam Sabat'a gitti. Orada Kisra'nın Boran adı verilen çok sayıda askeri birliklerini gördüBoran birlikleri hergün:"Biz yaşadığımız sürece Fars hakimiyeti sona ermeye­cektir." diye yemin ediyorlardı. Beraberlerinde Kîsra'nın Mukarrat adlı büyük bir arslanı vardı. Onu Müslümanların yoluna bırakmışlardı. Ge­len geçen Müslümanları yakalayıp parçalaması için âdeta nöbetçi gibi yola dikilmişti. Sa'd'ın kardeşi oğlu Haşim b. Utbe, bu arslana saldırdı Aislanı öldürdü. İnsanlarda onu seyrediyorlardı. O gün Haşim kılıcına Metin adını venli. Sa'cTm ayaklarını öptü. Haşim, Farslılann üzerine hü­cum etti. Onları bulundukları yerden ricat etme mecburiyetinde bıraktı. Yenilgiye uğrattı. Bu esnada o, Cenâb-ı Allah'ın şu ayetini okuyordu:

"Siz daha önce, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemişmiydiniz?" (Ibrâhîm, U.)

Gece olunca Müslümanlar yola çıktılar. Nehşehir'e gelip mola ver­diler. Her durduklarında baştan sona -Sa'd da dahil olmak üzere- hepsi tekbir getiriyorlardı. Nehşehir'de iki ay süreyle ikamet ettiler. Üçüncü aya da girdiler. Böylece hicretin onbeşinci senesi sona ermiş oldu.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Hz. Ömer, insanlara haccettirdi. Hac esnasında Mekke'deki valisi Attab b. Üseyd, Şam'daki valisi Ebu Ubey-de, Küfe ve Irak'taki valisi Sa'd, Taif teki valisi Ya'lâ b. Ümeyye, Bah­reyn ve Yemame'deki valisi Osman b. Ebu'l As, Umman valisi ise Hüzeyfe b. Mihsan idi. [14]

 

Alfabetik Sıraya Göre Hicri Onbeşînci Senede Vefat Eden Şahsiyetler

 

Sa'd b. Ubade el-Ensari el-Hazrecî.

Sa'd b. Ubeyd Numan Ebu Zeyd el-Ensari el-Evsî:

Bu zat, Kadisiye'de şehid edildi. Anlatıldığına göre bu, Rasûlullah zamanında Kur'ân'ı toplayan dört kurradan biri olan Ebu Zeyd'dir. Di­ğerleri ise bunu inkar etmişlerdir. Yine denildiğine göre bu zat, Ümeyr b. Sa'd adındaki zahid Humus valisinin babasıdır. Muhammed b. Sa'd, bu zatın Kadisiye'de vefat ettiğini ve bu savaşın da hicretin onaltma se­nesinde yapılmış olduğunu söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Süheyl b. Amr: Hicri onbeşinci senede vefat edenlerden biri de Sü­heyl b. Amr b. Abdu'ş-Şems b. Abdud b. Nasr b. Hisl b. Amir b. Lüey Ebu Yezid el-Amirfdir. Bu zat, Kureyş hatiplerinden ve eşrafından olup Mekke fethi gününde Müslüman olmuş, İslâmiyet'i güzelce yaşamıştır. Müsamahakar, cömert ve fesahat sahibi bir adam olup çokça namaz kı­lar, oruç tutar, sadaka verir, Kur'ân okur ve fazlaca ağlardı. Anlatıldığı­na göre o, fazlaca namaz kılıp oruç tuttuğu için rengi sararmış, bitkin düşmüştü. Hudeybiye barışında şükranla karşılanacak bir çaba sarfet-mişti. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiği zaman Mekke'de halkı islâm'da se­bat ettirecek büyük bir nutuk irad etti. Onun Mekke'de irad ettiği bu nutku, Hz. Ebu Bekir'in Medine'de irad ettiği nutkuna yakın anlamlı idi. Sonra bir toplulukla birlikte cihad için Şam'a gitti. Yermük savaşı­na katıldı. Bu savaşta bir bölüğün başmda komutanlık yaptığı ve şehid edildiği söylenir. Vakidî ile Şafiî'nin dediklerine göre bu zat, Amvas ve­basından ötürü vefat etmiştir.

Amir b. Malik: Hicri onbeşinci senede vefat edenlerden biri de Amir b. Malik b. Üheyb ez-Zührî'dir. Bu zat, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın kardeşidir. Habeşistan'a hicret etmiştir. Ebu Ubeyde'nin Şam'daki orduların ko­mutanlığına tayin edildiğini ve Halid'in bu görevden azledildiğini bildi­ren Hz. Ömer'in mektubunu getiren ulak da budur. Yermük savaşında şehid edilmiştir.

Abdullah b. Süfyan b. Abdü'1-Esed Mahzunu: sahabelerindendir. Amcası Ebu Seleme b. Abdü'l-Esed'le birlikte Habeşistan'a hicret et­miştir. Amr b. Dinar, ondan munkati olarak hadis rivayet etmiştir. Çünkü o Yermük savaşında şehid edilmiştir.

Abdurrahman b. Avvam: Bu zat, Zübeyr b. Avvam'm kardeşi olup müşrik olarak Bedir savaşına katılmış, Müslümanlarla savaşmıştı. Bir kavle göre Yermük savaşında şehid edilmiştir.

Utbe b. Gazvan: Bir kavle göre bu da Yermük savaşında şehid edil­miştir.

îkrime b. Ebi Cehil: Bir kavle göre bu, Yermük savaşında şehid edilmistir.

Amr b. Ümmü Mektum:

Kadisiye savaşında şehid edildi. Medine'ye döndüğü de söylenir.

Amr b. Tüfeyl b. Amr:

Amir b. Ebi Rebia:            

Firas b. Nadr b. Haris;

Anlatıldığına göre bu zat, Yermük savaşında şehid edilmiştir.

Kays b. Adiy b. Sa'd b. Sehm:

Habeş muhaciri erindendir. Yermük savaşında şehid edilmişti.

Kays b. Ebi Sa'saa:

Amr b. Zeyd b. Avf el-Ensari el-Mazinî:

Akabe bey'atma ve Bedir gazvesine katılmıştır. Yermük savaşında bölük komutanlarından biri olup aynı savaşta şehid edildi. Kur'ân kıra-atıyla ilgili bir hadis rivayet etmiştir. Şeyh Ebu Abudullah Ez-Zehebî dedi ki: Rivayet ettiği bu hadisten anlaşıldığına göre Amr b. Zeyd, Rasûlullah zamanında Kur'ân'ı toplayanlardan biridir.

Nuseyr b. Haris b. Alkame:

Nuseyr b. Haris b. Alkame b. Kelde b. Abdi Menaf b. Abdi'd-Dar b. Kusay el-Kuraşi el-Abderî de bu senede vefat etmiştir. Bu şahıs, Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Kureyş âlimi erin dendi. Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn savaşında ona yüz deve verdi. Ancak bu develeri almak­ta tereddüt etti. Ve:"Ben İslâm'a girmek için rüşvet almam." dedi. Sonra da:"Vallahi bunu ben kendim istemedim ve taleb etmedim. Bu , Rasûlulllah'm bir bağışıdır. " dedi ve develeri aldı. İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Yermük savaşında şehid edildi.

Nevfel b. Haris b. Abdül-Muttalib:

Hicretin onbeşinci senesinde vefat edenlerden biri de Nevfel b. Ha­ris b. Abdülmuttalib'tir. Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'m amcası oğludur. Abddülmuttalib oğullarından Müslüman olanların en yaşlısı idi. Bedir gazvesinde esir edilenlerdendi. Abbas, onun fidyesini ödemişti. Anlatıl­dığına göre bu zat, Hendek gazvesi esnasında hicret etmiş, daha sonra Hudeybiye ve Mekke fethi gazvelerine katılmış, Hüneyn savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'a 3000 mızrak vererek silah yardımında bulunmuş ve aynı savaşta sebat etmiş ve hicretin onbeşinci senesinde vefat etmiş­tir. Hicretin yirminci senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Bu zat, Medine'de vefat etmiş, cenaze namazım Hz. Ömer kıldırmış, ce­nazesiyle birlikte mezarlığa gitmiş ve Baki mezarlığına defnedilmiş ti. Faziletli ve büyük birkaç evladını geride bırakmıştı.

Hişam b. As:

Hicretin onbeşinci senesinde vefat eden şahsiyetleriden biri de Amr b. As'm kardeşi Hişam b. As'tır. İbn Sa'd'ın anlattığına göre bu zat, Yer­mük savaşında şehid edilmiştir. [15]

 

Hicri Onaltıncı Sene

 

Bu sene başında Sa'd b. Ebi Vakkas, Nehreşir şehrine inip konakla­mıştı. Burası, Kisra'nın Dicle'nin batı tarafındaki iki şehrinden biriydi. Sa'd, hicri onbeşinci senenin zilhicce ayında buraya gelmişti. Ancak onaltıncı sene girdiği halde Sa'd burada ikametine devam etmekteydi. Her tarafa müfreze ve süvariler göndermişti. Ancak bunlar, hiçbir Fars askerini yakalayamamışlardı. Aksine bunlar 100 000 kadar çiftçi topla­yarak hapsetmişlerdi. Sa'd da bu çiftçilere ne gibi bir muamele yapaca­ğını sormak üzere Hz. Ömer'e mektup göndermişti. Hz. Ömer de Sa'd'a cevabi mektubunda şöyle yazmıştı:

"Eğer bu çiftçiler size karşı Farslılara yardım etmeyip kendi belde­lerinde ikamet etmişlerse, bu onlar için bir emandır. Kaçanlar varsa, onları yakaladığınız zaman dilediğiniz gibi davranabilirsiniz!" Bu mek­tup üzerine Sa'd, çiftçileri İslâm'a davet etti. Fakat onlar bu daveti ka­bul etmediler. Cizye vermeyi kabullendiler. Bunun üzerine Sa'd, onları serbest bıraktı. Dicle'nin batı tarafından Arap diyarına kadar yaşayan çiftçilerin tamamı, böylece cizye ve haraç ödeme yükümlülüğü altına girdi.

Nehreşir şehri, Sa'd'a karşı şiddetle direniyordu. Sa'd, onlara Sel-man-ı Farisfyi gönderdi. Selman, onları Aziz ve Celil olan Allah'a imana veya cizye ödemeye yahut savaşmaya davet etti. Onlar, savaşma ve is­yan dışında hiçbir teklin kabul etmediler. Mancınık ve Debbabeler dik­tiler. Sa'd da mancınık yapılmasını emretti Bü emir üzerine yirmi man­cınık yapıldı. Mancınıklar, Nehreşir şehrine karşı dikildiler. Kuşatma şiddetlendi. Nehreşir halkı çıkıp savaşıyor, çarpışıyor ve asla firar et­meyeceklerine yemin ediyorlardı. Ama Cenâb-ı Allah, onların bu ye­minlerini boşa çıkarıp yalanladı. Zühre b. Haviyye, bir mızrak darbesi­ne maruz kaldıktan sonra onları yenilgiye uğrattı. Kendisi mızrak dar­besini aldıktan sonra Farslardan çok sayıda adam öldürdü. Onlar da onun Önünden kaçıp beldelerine sığındılar. Orada şiddetlice kuşatma altına alındılar. Şehir halkı mahsur kaldıklarından köpek ve kedi yeme­ye başlamışlardı. Onlardan birisi, surlardan Müslümanlara doğru eği­lip şöyle seslenmişti:

- Hükümdar size diyor ki: Bizimle Dicle'nin bizim tarafımızda olan kısmından dağlık bölgelerimize kadar olan kısım bizim, tarafınızda olan dağlık bölgesi ise sizin olması karşılığında barış yapar mısınız? Ha­la doymadınız mı? Allah karınlarınızı doyurmasın."

Bunun üzerine Ebu Mukarrin el-Esved b. Kutbe'yi yüce Allah, hiç bilmediği ve beraberinde bulunmayan bir bilgi ile konuşturdu. Bunun üzerine gelmiş olan piyadeler geri dönerek Kisra'nın sarayının bulun­duğu doğu Medain'e geçtiler. Ebu Mukarrin ile birlikte bulunanlar ona:

- Ey Ebu MüfezzizîSen bu elçiye ne söyledin? diye sorunca Ebu Mu­karrin:

- Muhammed'i Hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ne söylediğimi ben de bilmiyorum, hayırlı olan şeyleri söyle­miş olduğumu umarım, diye cevap verdi.

Neler söylediği konusunda Sa'd ve diğer kimseler de kendisine soru sordularsa da Ebu Mukarrin, ne söylediğini bilemedi. Bunun üzerine Sa'd Müslümanlar emir verdi. Onlarda düşmanla çarpışmaya başladı­lar. Fakat şehirde hiç kimse görülmediği gibi eman isteyen bir adamdan başka dışarıya çıkan da olmadı. Eman verdikleri bu kimse onlara:

- Artık şehirde size karşı koyabilecek hiç kimse kalmadı, diye ha­ber verdi. Gerçekten şehire girdiklerinde ne birşey buldular, ne de her­hangi bir kimse ile karşılaştılar. Herkesin şehirden kaçtığım gördüler. Bu hadise, hicretin onaltmcı senesinin safer ayında vuku bulmuştu.Biz de eman isteyen adama ve yakalanan esirlerden bazısına şehir halkının niçin kaçmış olduğunu sorduk. Bize şöyle cevap verdiler:

- Kral size barış teklifinde bulunmak üzere elçi gönderdi. Fakat bu adamınız (yani Ebu Mukarrin) kendisine: "Efridun balı ile Kusa turun­cunu birlikte yemedikçe aramızda barış olmayacaktır, "diye cevap ver­di. Bunun üzerine kralımız:

- Vay halimize! Melekler bunların diliyle konuşuyor ve bunların adına bize cevap veriyor, dedi.

Müslüman askerlere daha sonra oradan Medain'e geçmeleri emre­dildi. Onlar da gemilere binerek Dicle nehrini geçtiler. Şehir oraya ya­kındı. Müslümanlar, Nehreşir'e girdikleri zaman Medain'in beyaz köş­kü olan hükümdarlık makamı göründü. Zaten Rasûlullah (s.a.v.) da da­ha önce Allah'ın burayı ümmetine nasib edeceğini haber vermişti. Vakit sabaha yakındı. Orayı Müslümanlardan ilk gören kişi Dırar b. Hat-tab'dı.Görünce: "Allahu Ekber, Kisra'nın beyaz sarayı işte bu. Allah ve Rasûlünün bize vâd ettiği şeydir." dedi. insanlar da ona baktılar. Saba­ha kadar sürekli tekbir getirdiler. [16]

 

Medain’in Fethi

 

Sa'd, Nehreşir'i fethedip oraya yerleşti. Ama orada ne bir kimse, ne de ganimet olarak ele geçirebilecek bir mal gördü. Aksine bütün halk, gemilere binerek Medain'e geçmişti. Gemilerini de yanlarında tutmuş­lardı. Sa'd, karşı tarafa geçmek için gemi bulamadı. îş zorlaşmıştı. Dicle de kabarmış, suyu yükselmiş ve suyun çokluğundan kıyıya köpükler at­mıştı. Sa'd'ın aldığı habere göre Kisra Yezdücürd, mal ve eşyayı alıp Me-dain'den Hulvan'a geçecekti. Eğer üç güne kadar ona ulaşamazsa fırsat kaçmış olacaktı. Bunun üzerine Sa'd, Dicle kıyısında Müslümanlara bir konuşma yaptı. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

- Sizin düşmanınız, şu nehir ile kendini korumaktadır. Karşınızda bu nehir bulundukça düşmanınızın yanına varamazsınız. Fakat onlar arzu edecek olurlarsa, gemileriyle yanınıza gelip sizinle çarpışırlar. Di­ğer taraftan sizin arkadan geleceğinden korktuğunuz henhangi bir teh­likeniz yok. Çünkü bu konuda sizden Önceki savaşlara katılmış bulu­nanlar sizi endişeden kurtarmış ve onların karakollarını çalışamaz ha­le getirmiş bulunuyor. Benim görüşüm odur ki ,dünya sizleri tırpanla­yıp gitmeden önce düşman ile cihad ediniz. Haberiniz olsun, ben bu neh­ri aşıp onların yanına gitmeye karar vermiş bulunuyorum.

Askerlerin hepsi bir ağızdan şöyle dediler:

- Allah, bize de sana da doru bir karar verdirmiş bulunuyor. Haydi uygun gördüğünü yap.

Sa'd, bunun üzerine onları karşı tarafa geçmeye teşvik ederek:

- Şimdi ilk olarak kimler karşıya geçip nehrin o tarafım korumak ve böylelikle düşmanların, askerlerimizin karşıya geçmelerini engelle­mek şeklindeki gayretlerini önlemek ister? diye sorunca önce Asım b. Amr ve Zülbe's, güçlü kuvvetli 600 kişi ile oraya çıktı. Sa'd, onların başı­na Asım'ı tayin etti. Asım, rahat yüzmelerini sağlamak amacı ile atları erkek ve dişi olan altmış süvari seçti. Asım bir adam ilerledi, ancak di­ğerleri nehre dalmaktan geri çekildiler. Bunun üzerine Asım, onlara:

- Şu azıcık sudan mı korkuyorsunuz?

"Hiçbir kimse, Allah'ın izni olmadan ölmez. O, belli bir vakte bağ­lanmıştır." (Âl-i îmrân, 145.)

Dedikten sonra atını Dicle nehrine sürdü. Peşindeki askerler de onunla birlikte atlarını nehre sürdüler. Bu altmış kişilik grup, ikiye ay­rıldı, îkiye ayrılan bu gruplardan birinin atları erkek, diğerinin ki ise di­şi atlardı. Farshlar, bunların su üzerinde yürüdükleririi görünce: "Bun­lar deli bunlar deli!", sonrada:"Vallahi siz insanlarla değil cinlerle sava­şıyorsunuz!" dediler ve atlarını suya sürdüler ki, Müslümanların ilk grubunu kıyıya çıkmaktan men etsinler. Bunun üzerine Asım b. Amr, arkadaşlarına düşmana mızrak yağmuru yağdırmalarını emretti. On­lar da Fars askerlerine böyle yaptılar. Atlarının gözlerini çıkardılar. Müslümanların önünde kalan düşman askerleri geri dönmek mecburi­yetinde kaldılar. Böylece Farshlar, Müslüman askerlerin atlarını kıyı­ya çıkmaktan men edemediler. Asım ile arkadaşları da düşman asker-

lerini önlerine katıp kovaladılar. Dicle'nin karşı kıyısına varıp orada durdular.

Öte yandan Asım'm 600 kişilik arkadaş grubu da arka tarafintaki kıyıda durmakta iken suya dalıp karşı kıyıya ulaştılar. Arkadaşlarıyla birlikte omuz omuza düşmana karşı savaşmaya başladılar. Nihayet Farslıları karşı yakadan kovdular. Onlar, ilk askeri birliğe de, "müthiş adamlar birliği," adını verdiler. Bu birliğin komutanı Asım b. Amr'dı. îkinci birliğe de, "sessiz adamlar birliği," adını verdiler. Bu birliğin ko­mutanı da Ka'ka b. Amr'dı. Komutan Sa'd ile diğer Müslümanlar, Asım ve Ka'ka komutasındaki süvarilerin düşmanlara ne yapmakta oldukla­rını seyretmeye başladılar. Sa'd, Dicle'nin kıyısında durmaktaydı. -. Müslüman süvarilerin Farshlara yaptıkları saldırıları ve Farslıların müstahkem mevkilere çekildiklerini görünce geride kalan askerlerle birlikte karşı kıyıya geçmek için nehre daldı. Bunu yaparken de asker­lere, şöyle demelerini emretti:

"Allah'tan yardım diliyor, O'na tevekkül edip dayanıyoruz. Allah, bize yeter. O, ne güzel vekildir. Yüce ve ulu Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve kuvvet yoktur." Böyle dedikten sonra atım nehre sürdü. Arkasındaki askerler de onunla birlikte atlarını nehre sürdüler. Hiç kimse geride kalmadı. Su üzerinde -sanki yer üzerinde vuruyormuş gibi yürümeye başladılar. Kalabalık oldukları için nehrin suları görünmez olmuştu. Yolda yürüyen kimseler gibi bunlar nehir üzerinde yürürler­ken konuşup sohbet ediyorlardı. Çünkü Allah, onlara sükun, dinginlik, güven ve huzur vermişti. Onları muzaffer kılıp güçlendireceğini vaad etmişti. Ayrıca komutanları Sa'd b. Ebi Vakkas da Cennet'le müjdele­nen on kişiden biriydi. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken ondan razı ve memnundu. Onun için dua etmiş ve şöyle demişti:

"Allah'ım, onun duasına icabet et. Attığı silahı hedefine ulaştır."

Kesin olan husus şudur ki Sa'd, bu savaşta askerlerinin selamet ve zaferi için dua etmişti. Askerlerini nehre sürmüş, Cenâb-ı Allah da on­ları koruyup hedefe ulaştırmıştı. O esnada Müslümanlardan bir tek kişi dahi kaybolmamıştı. Yalnız Garkede el-Barikî adındaki bir adam ,doru atinin üzerinden kaymış, Ka'ka b. Amr, onun atının yularına yapışarak adamın elini tutmuş ve adamı atının üzerine tekrar oturtmuştu. O, ba­hadır ve yiğit kimselerdendi. Ka'ka' için şöyle demişti: "Kadınlar, Ka'ka b. Amr gibisini doğurmaktan aciz kaldılar. " Müslümanlar, nehri geçer­lerken hiçbir şeylerini kaybetmediler. Yalnız Malik b. Amir adındaki adamıij. tahtadan yapılma bir kargısı nehire düşmüş, dalgaların şidde­tiyle sürüklenmişti. Bu kargının bağı eskimişti. Sahibi, Aziz ve Celil olan Allah'a dua edip şöyle demişti:"

"Allah'ım, arkadaşlarım arasında beni, eşyası kaybolup gitmiş bir kimse yapma." Bu duayı yaptıktan sonra nehrin dalgası o kargıyı onların istediği tarafa getirdi. Askerlerden biri de kargıyı alıp Malik b. Amir'e teslim etti. Nehiri geçmekte olan askerlerden birinin atı yorulduğu za­man Cenâb-ı Allah, o zat için bir tümsek meydana getirir, at da o tümse­ğe çıkıp dinlenmeye başlardı. Hatta atlardan bazısı sudan geçmektey­ken su onun yularına dahi ulaşmıyordu. Bu büyük bir gün ve dehşetli bir hadiseydi. Muciz ve harika bir olaydı. Cenâb-ı Allah'ın sahabeler için yaratmış olduğu Rasûlünün mucizesiydi ki böyle bir mucize o beldeler­de o güne dek görülmemişti. Başka yerlerde de böyle bir olay müşahede edilmemişti. Yalnız önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Alâ b. Hadremf nin izhar ettiği keramet bundan daha üstündü. Çünkü bu or­du ondan kat kat fazlaydı.

Dediler ki: Selman-ı Farisî de Sa'd b. Ebi Vakkas'la birlikte suda yü­rümekteydi. Sa'd şöyle diyordu:

"Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir. Allah'a yemin ederim ki O, ve­li ve dostlarına yardım edecektir. Dinini de güçlendirecektir. Düşman­larını hezimete uğratacaktır. Tabi eğer bu orduda iyilik ve hasenatı alt edecek bir taşkınlık ve günah yoksa."Selman, Sa'd'a şöyle demişti:

"Doğrusu İslâm dini yenidir. Allah'a yemin ederim ki karalar Müs­lümanlara nasıl itaat etmişlerse, denizler de onlara itaat edeceklerdir. Selman'm nefsi kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki ,Müslü-manlar bu nehire nasıl bölük bölük girmişlerse, aynı şekilde karaya da bölük bölük çıkaracaklardır."  -

Selman'm dediği gibi Müslümanlardan hiçbiri boğulmadan ve hiç­bir eşyalarını kaybetmeden selametle karaya çıktılar.

Müslümanlar karaya çıktıkları zaman atları yelelerini silkeleyip kurutmaya ve kişnemeye başladı. Müslüman süvariler, Acemleri takip ederek Medain şehrine girdiler. Orada kimseyi göremediler. Aksine Acemlerin yanısıra Kisra da aile efradını ve taşıya bildikleri kadar mal, ve diğer eşyalarını alıp götürmüşlerdi. Götüremediklerini de geride bı­rakmışlardı ki, bunların kiymeti takdir edilemez. Kisra'nın hazinesin­de 3.000.000.000.000 dinar vardı. Bu dinarlardan taşıyabildikleri ka­darını alıp götürmüşler, taşıyamadıklarını geride bırakmışlardı ki bu da yarıya yakındı. Acemlerin peşi sıra Medain'e giren ilk Müslüman as­keri birlik müthiş adamlar birliği idi, ikinci birlik ise sessiz adamlar bir­liği idi. Müslümanlar, Medain'e girince sokaklarda hiç kimseye rastla­madılar. Yalnız beyaz saraya gitmeyi hedeflemişlerdi. Orada savaş ya­pılacaktı. Orası gerçekten müstahkem bir mevki idi.

Sa'd, askerleriyle geldiği zaman Beyaz Saraydakileri üç gün peşpe-şe Selman-ı Farisî'nin dili ile islâm'a davet etti. Üçüncü gün olunca on­lar saraydan inip dışarı çıktılar. Sa'd, oraya girip yerleşti. Sarayı na­mazgah edindi, içeri girerken şu ayet-i kerimeyi okudu.

"Orada nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip dur­dukları nimetler bırakmışlardı. Bu böyledir, onları başka bir millete miras bıraktık." (ed-Duhân, 25-28.)

Sa'd, daha sonra sarayın ön tarafina doğru ilerledi, orada sekiz re­kat fetih namazı kıldı. Seyf b. Ömer'in rivayetine göre bu namazı tek se­lamla kıldı.

Bu senenin safer ayında sarayda cuma namazını kıldırdı ki bu, Irak'ta kılınan ilk cuma namazı oldu. Çünkü Sa'd, Irak'ta ikamete niyet etmişti. Ailelere haber gönderip onları Medain'in evlerine yerleştirdi. Bu ikamet, onların Celûla, Tikrit ve Musul'u fethetmelerine kadar de­vam etti. Sonra buradan kalkıp Kûfe'ye göçtüler. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride verilecektir. Bundan sonra Sa'd, Kisra Yezdücürd'ün -   peşine müfrezeler gönderdi. Bir grup onların peşlerine düşüp yakaladı, onları öldürdü, kimini de kovaladı. Onlardan çok miktarda malı gani­met olarak ele geçirdiler. En çokta Kisra'nın elbiselerini, taç ve ziynetle­rini ele geçirmek istemişlerdi. Sa'd, oradaki mal, armağan ve eşyaları toplamaya başladı ki, bunları tasvir etmek, çokluk ve kıymetini takdir etmek mümkün değildir. Önceki rivayetimizde de anlattığımız gibi o sa­rayda alçıdan yapılma heykeller vardı. Sa'd, bu heykellerden birine baktı. Heykel parmağıyla bir yeri gösteriyordu. Sa'd: "Bu heykel doğru yere konulmamış." dedi ve heykelin parmağının gösterdiği yeri araştır­dılar. Orada ilk Kisraların malı olan büyük bir hazine buldular. Hazine­den bol miktarda mal, kıymetli armağan ve mücevherler çıkardılar.

Müslümanlar, oradaki bütün eşyayı ellerine geçirdiler. Dünya'da o hazine kadar kıymetli başka bir hazine yoktu. Eşyalar arasında Kis­ra'nın nefis mücevherlerle süslenmiş tacı da vardı ki, gözleri kamaştın-yordu.Aynı şekilde kemeri, kılıcı, bilezikleri, ceketi ve sarayının halıları da o hazinedeydi. Sarayın her kenarı altmış zira idi. Kare vaziyette idi. Halısı da o büyüklükte idi. Halı, altın, inci ve kıymetli mücevherle do­kunmuştu. Bütün Kisraların suretleri o halıya işlenmişti. Fars beldele­ri, nehirleri, kaleleri, iklimleri, hazineleri, ekin ve ağaçları evsafi hep o halıya işlenmişti. Kisra, hükümdarlık tahtına oturduğu ve tacının altı­na girdiği zaman tacı taht hizasında üst tarafa altın zincirlerle asılmış­tı.- çok ağır olduğu için başına koyamıyordu. Böyle olunca da o, tahtın üzerine oturuyor ve kafasını tacın alt kısmına getiriyordu. Kafasını ta­cın altına getirdiği sırada bir perde ile kendini örtüyordu. Tahtın üzeri­ne oturup kafasını tacın alt hizasına getirdiği zaman perde çekiliyor, huzurundaki komutanlar ve emirler secdeye kapanıyorlardı. Kisra'nın hazinesinde altın kemerler, bilezikler, kılıçlar ve mücevherlerle süslü ceketi de vardı.

Tahtına oturduğu zaman hah üzerine harita gibi işlenmiş beldelere bakar, oradaki valilerine o beldelerin durumlarını, herhangi bir olayın meydana gelip gelmediğini sorar di. Huzurundaki yetkililer de onun bu sorularını cevaplandırırlardı. İşte Kisra, her zaman memleket ahvalini

önünde harita gibi işlenmiş halıya bakarak sorardı. Memleket işlerini ihmal etmezdi. Ülkesinin durumunu kendisine hatırlatmak için böyle harita gibi bir halıyı onun huzuruna sermişlerdi. Memleket idaresi hu­susunda bu güzel bir düzenleme idi. Cenâb-ı Allah'ın takdiri gelince Acemiştan üzerindeki Kisraların hakimiyeti sona erdi. Müslümanlar, o diyarları o hükümdarların ellerinden zorla aldılar. Hakimiyetlerine son verdiler. Hamd ve minnet Allah'adır.

Sa'd b. Ebi Vakkas, toplanan ganimetlerin muhafazası için Amr b. Mukrin'i görevlendirdi. İlk ele geçirilen ganimetler,Beyaz Saray'da ve Kisra'nın evleriyle diğer Medain evlerinde elde edildi. Ayrıca Zühre b. Haviyye komutasındaki müfrezeler de bazı ganimetler ele geçirmişler­di. Zühre b. Haviyye, Farslılara yetişip onlardan kılıç zoruyla bir katırı yüküyle birlikte ele geçirmiş ve , "Bunda muhakkak birşeyler var." diye­rek ganimet muhafızına teslim etmişti. Teslim ederken katırın üzerin­de iki küfe bulunduğunu gördüler. Küfelere baktıklarında içinde Kis­ra'nın elbiseleri, zinetleri ve tahta otururken takındığı eşyaları vardı. Başka bir katır üzerinde de tacı vardı. Müfrezeler bunları ganimet ola­rak Farslılardan almışlardı.

Müfrezelerin, kaçan Farslılardan ele geçirdikleri bol miktarda mal­lar olmuştu.Bunlar arasında en çok da Kisra'nın ev eşyaları ile diğer ne­fis emtiaları vardı. Farsblar, ağır olduğu için Kisra'nın halılarını ve çok olduğu için bütün mallarını da alıp götürememişlerdi. Çünkü Müs­lümanlar, Farshların bazı evlerine gelip baktıklarında içerisinin ta­bandan tavana kadar altın ve gümüş kaplarla dolu olduğunu görüyor­lardı. Kafur denen kokuyu gördüklerinde onu tuz sanıyorlardı. Hatta bazı Müslümanlar kafuru hamura, tuz niyetine katmışlardı. Ama sonra onun acı olduğunu görünce tuz olmadığını anlamışlardı. Özetle çok miktarda ganimet ele geçirilmişti. Sa'd, ganimetlerin beşte birini ayır­maya başladı. Beşte dördü Selman-ı Farisî vasıtasıyla mücahitlere pay­laştırdı. Her süvariye 12 000 dinarlık pay düştü. Zaten mücahitlerin hepsi süvariydiler. Bazılarının beraberinde deve de vardı.

Sa'd, Hz. Ömer ve Medine'deki Müslümanlar görüp hayrete düşme­leri için Kisra'nın elbiseleri ile halısının beşte dörtlük payını da hibe et­melerini askerlerden istedi. Askerler, Sa'd'm bu teklifini gönül rızasıyla kabul ettiler. Sa'd da Kisra'nın elbiseleriyle Beşir b. Hasasiye ile birlik­te Hz. Ömer'e gönderdi. Fetih müjdesini Beşir'den önce Huleys b. Fulan el-Esedî, Hz. Ömer'e ulaştırmıştı. Bize gelen bir rivayete, göre Hz. Ömer, bu nesnelere baktığı zaman çok beğenmiş ve kıymetli nesneler ol­duklarını anladığından; "Bu nesneleri bize gönderen kimseler gerçek­ten güvenilir kimselerdir." demişti. Hz. Ali de ona şöyle karşılık vermiş­ti:

- Sen iffetli oldun. Dolayısıyla halkın da iffetli oldu.Eğer sen bolca yeyip içseydin, halkın da yeyip içerlerdi.

Bundan sonra Hz. Ömer, bu eşyayı Müslümanlara paylaştırdı. Hz. Ali'ye de halının bir parçası düşmüştü. O da bunu 20 000 dinara satmış­tı. Seyfb. Ömer'in anlattığına göre Ömer b. Hattab, İsra'nın elbiselerini bir korkuluğa giydirmiş ve onu karşısına dikmişti Jd insanlar, o elbise ve ziynetlerdeki şaşkınlık verici azameti görsünler, o elbise ve ziynetlerde-ki fani dünya hayatının çiçeklerini ve parlaklığını seyretsinler.

Bize ulaşan başka bir rivayete göre ise Hz. Ömer, Kisra'nın elbisele­rini Beni Müdlic kabilesinin emiri Süraka b. Malik b. Cu'şum'a giydir-miştir. Allah ondan razı olsun. Bu kitabın Peygamberlik delilleri bölü­münde Hanz Ebu Bekir el-Beyhaki Ebu Said Ibn Arabi'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Hasen'den rivayet olunduğuna göre Ömer b. Hattab'a Kisra'nın kürkü getirilmiş, o da bu kürkü önüne koymuştu. Yanında bulunanlar arasında Süraka b. Malik b. Cu'şum da vardı. Hz. Ömer, Kisra b. Hür­müz'ün alta bileziklerim Süraka'ya vermiş, o da bunları kollarına tak­mış, omuzlarına kadar kollarım doldurmuştu. Bunları Süraka'mn elin­de görünce Hz. Ömer, şöyle demişti: "Hürmüz'ün bileziklerini Beni Müdlic kabilesinden Süraka b. Malik b. Cu'şum'un kollarına taktıran Allah'a hamd olsun."

Şafiiden rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Hz. Ömer, bu bi­lezikleri Süraka'mn kollarına takmıştı. Zira Rasûlullah, Süraka'mn kollarına bakarken şöyle demişti: "Ey Süraka! Kisra'nın bileziklerini kollarına takmış olduğunu görür gibi oluyorum. "Yine Şafii demiş ki: Hz. Ömer, Kisra'nın bileziklerini Süraka'nın kollarına takarken ona: "Alla-hu Ekber" demiş o da "Allahu Ekber" deyince Hz. Ömer, şöyle demişti: "Kisra b. Hürmüz'ün bileziklerim" kollarından çıkarıp Beni Müdlic kabi­lesinden Arabi Süraka b. Malik'in kollarına takan Allah'a hamd olsun."

Heysem b. Adiy, Kasım b. Muhammed b. Bekr'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Kadisiye savaşında Sa'd b. Ebi Vakkas, Hz. Ömer'e Kisra'nm ceke­tini, kılıcını, kemerini, altın bileziklerini, şalvarını, gömleğini, tacım ve mestlerini gönderdi. Hz. Ömer de yanında bulunanlara baktı. Araların­da en cüsseli kişinin Süraka b. Malik b. Cu'şum olduğunu gördü. Ona:

- Ey Süraka, kalk da şunları giy bakalım, dedi. Süraka:

- Ben o eşyalara tamahlandım. Kalkıp giydim, dedi, Süraka bunla­rı giydikten sonra Hz. Ömer, ona:

- Arkam dön bakalım, dedi. O da döndü. Daha sonra Hz. Ömer, Sü­raka'ya tekrar:

Yüzünü bize çevir , dedi. O da yüzünü Hz. Ömer'e çevirdi. Sonra Hz.Ömer şöyle dedi:

- Ne mutlu. Ne mutlu. Beni Müdlic kabilesinden bir Arabinin sırtmda Kisra'nın ceketi, ayağında onun şalvarı, elinde onun kılıcı, belinde onun kemeri, başında onun tacı, ayaklarında onun mestleri var! Ey Sü­raka b. Malik! Kisra'mn ve Kisra ailesenin eşyaları senin üzerinde olsa, bu senin için ve kavmin için bir şeref vesilesi olur. Sen bunları üzerinden çıkar.

Böyle deyince Süraka üzerindeki o eşyaları tekrar çıkardı. Sonra

Hz. Ömer şöyle dedi:

- Allah'ım, sen bu süslü şeyleri Rasûlünden men ettin. Oysa onu benden daha çok seviyordun. O, senin nazarında benden daha kıymet­liydi. Sen süslü eşyaları Ebu Bekir'den de men ettin. Oysa onu da ben­den çok seviyordun. O da senin nazarında benden daha kıymetliydi. Ama yinede bu süslü eşyaları bana vermiş olmandan sana sığınırım."

Böyle dedikten sonra Ömer ağladı. O kadar çok ağladı ki, yanında bulunanlar kendisine acıdılar. Daha sonra Hz. Ömer, Abdurranman b.

Avf a şöyle dedi:

- Ey Abdurrahman! Sana yemin veriyorum, bu eşyaları sat, sonra da akşama varmadan paralarını muhtaçlara dağıt."

Seyf b. Ömer et-Temimî dedi ki: Ömer, o kıymetli elbise ve mücev­herlere sahip olduğu zaman Kisra'nm kılıcı ona getirildi. O kılıçla bir­likte birkaç kılıç daha vardı ki, bu kılıçlardan biri Kisra'nm Hire'deki naibi Numan b. Münzir'e aitti. Hz. Ömer, bu eşyaların getirilişi esnasın­da şöyle demişti:

"Kisra'mn kılıcını kendisine zarar veren ama fayda vermeyen bir hale getiren Allah'a hamd olsun. Doğrusu bu kılıçları bana getirip tes­lim eden kimseler, güvenilir ve emanet sahibi kimselerdir. Şüphesiz Kisra, kendisine verilen dünyalıkla ahiretinden oldu. Dünya ile meşgul oldu. Karısının kocası (kendisi) veya kızının kocası için mal topladı, ama kendi şahsı için ahirette yararlı olacak birşey yapmadı. Eğer kendi şahsı için ahirette yararlı olacak bir iş yapsaydı ve fazla malları da yerli yerince sarfetseydi, bu onun için mutlaka faydalı olurdu."

Müslümanlardan Ebu Necid Nafi b. Esved bu hususta şöyle bir şiir söylemiştir:

"Medain'e su gibi süvari akıttık. Oranın nehri de karası gibi boyun eğdi. Kisra denen adamın hazinelerini zaptettik. Onlar geri kaçıp Ölmek üzereydiler." [17]

 

Celûla Savaşı

 

Kisra Yezdücürd b. Şehriyar, Medain'den kaçıp Hulvan'a giderken yolda asker ve yardımcı adamlar toplamaya başladı. Çevredeki belde-

lerden çok miktarda asker ve süvari toplandı. Bunların başına Mehran'ı komutan yaptı. Kendisi Hulvan'a doğru yoluna devam etti. Topladığı askerleri kendisiyle Müslümanlar arasına, Celûla mıntıkasına yerleş­tirdi. Bunlar çevrelerine derin hendekler kazdılar. Çok sayıda asker, bol miktarda teçhizat ve aletle burada kendilerini koruyarak ikamete baş­ladılar. Sa'd da durumu Hz. Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer, ona yazdığı ceva­bi mektubunda kendisinin Medain'de kalmasını, kardeşinin oğlu Ha-şim b. Utbe'yi ise Kisra üzerine göndereceği askeri birliğin başına ko­mutan yapmasını, öncü kuvvetlerin başına Ka'ka b. Amr'ı, sağ cenaha Sa'd b. Malik'i, artçı kuvvetlerin başına da Amr b. Mürre el-Cuhenfyi komutan yapmasını emretti. Sa'd, bu emirleri yerine getirdi. Kardeşi oğluyla birlikte 12 000'e yakın askerden oluşan büyük bir orduyu gön­derdi.

Hicretin onbeşinci senesinin safer ayında Medain savaşının ta­mamlanmasından sonra yola çıkarılan bu orduda Müslümanların li­derleri, muhacirlerle Ensâr'ın Önde gelen şahsiyetleri ve Arap kabilele­rinin reisleri vardı. Bunlar harekete geçtiler. Celûla'daki Mecusilerin yanma vardılar.Ancak Mecusiler, çevrelerine Hendek kazmışlardı. Ha-şim b. Utbe, onları kuşatma altına aldı. Onlar, beldelerinden her zaman savaş için çıkıyor, misli görülmemiş ve duyulmamış şiddette savaşıyor­lardı. Kisra, onları takviye kuvvetleri olarak gönderiyordu. Sa'd da kar­deşinin oğluna takviye kuvvetler gönderiyordu. Bu takviye birlikler peşpeşe gidiyorlardı.Savaş kızıştı. Muharebe alevi şiddetlendi. Haşim kalkıp askerlere defalarca nutuk irad etti. Onları savaşmaya ve Allah'a tevekkülde bulunmaya teşvik etti. Öte yandan Farslılar da Arapları baştan sona yok etmedikçe cepheden kaçmayacaklarına ateş üzerine yemin ettiler. Savaşın son gününde sabah cephe kurup şiddetli bir şekil­de ve olanca güçleriyle savaştılar. Öyle ki iki tarafin da okları ve mızrak­ları tükendi.Kıhçları ve nacakları ellerine ahp savaşmaya başladılar. Öğle namazınınm vakti geldi. Müslümanlar, namazlarını imaen kıldı­lar. Bu arada Mecusilerin askeri birliği çekilip yerine bir başka birlik geldi. Ka'ka b. Amr da kalkıp Müslüman askerlere:

- Ey Müslümanlar, gördüğünüz manzara sizi korkuttu mu yoksa? diye sordu. Onlar da:

- Evet, biz aciz ve zayıf durumdayız. Onlarsa rahat içindedirler, de­diler. Bunun üzerine Ka'ka, onlara şöyle dedi:

- Hayır, aksine biz onlara saldıracak ve onları ele geçirme gayreti içine gireceğiz ki, Allah aramızda hüküm versin. Şimdi siz tek bir ada­mın saldırısı gibi onların üzerine saldırın ki aralarına karışalım.

Ka'ka, bu konuşmasından sonra İranlılara saldırdı, peşinden Müs­lüman askerler de onlara saldırdılar. Ka'ka, gerçekten kuvvetli bir sal­dırıda bulunmuş, Farslıların bahadır ve yiğitlerinin topluluklarının

arasına girmişti. Nihayet hendeğin kapısına ulaştı. Ancak gecenin ka­ranlığı da bastırmıştı. Diğer bahadırlar, ortada dolaşmaya başlamışlar­dı. Karanlığın bastırması yüzünden savaşa ara vermek durumunda kalmışlardı. Bu bahadırlar yüzünden Tuleyha el-Esedî, Amr b. Madike-rib ez-Zehebî, Kays b. Mekşuh ve Hicr b. Adiy de vardı. Ancak bunlar ge­ce karanlığında Ka'ka'nın neler yaptığını bilmiyorlardı. Farkında olma­mışlardı. Yalnız bir ara Kaka'mn münadisi şöyle seslenmişti:

- Ey Müslümanlar, neredesiniz! İşte komutanınız Farslıların hen­değinin kapısında duruyor! Mecusiler bu sesi duyunca kaçmaya başla­dılar, yanına vardıklarında onun hendek kapısını, ele geçirmiş olduğu­nu gördüler. Farslılar da her bir yana kaçışmaya başladılar. Müslüman­larsa, onları yakalamaya ve her köşe başımda tutmaya başladılar. Ora­da Farslılardan 100 000 kişiyi öldürdüler. Öyleki her taraf onların ce-setleriyle dolmuştu. Cesetler yeri örtüp kaplamıştı. Bu nedenle bu sa­vaşa (Kaplayıcı ve örtücü anlamına gelen) Celûla savaşı denildi. Müslü­manlar da mal, silah, altın ve gümüşü ganimet olarak ele geçirdiler. Ha­şim b. Utbe, Ka'ka b. Amr'ı kaçan Farslı askerlerin ve Kisra'mn peşine taktı. Ka'ka, onları kovaladı ve öldürdü. Firuzan ise, kaçıp kurtuldu. Ka'ka, çok miktarda esir ele geçirdi. Bunları Haşim b. Utbe'ye gönderdi. Bu savaşta da Müslümanlar çok sayıda binek ele geçirdiler. Sonra Ha­şim, ganimetleri ve malları amcası Sa'd b. Ebi Vakkas'a yolladı. Sa'd, bu takviye birlikte çalışan askerlere ganimet verdi. Sonra da kalan gani­metleri mücahitlere taksim etti.

Sabi dedi ki: Celûla savaşında elde edilen mallar, 30 000 000 dinar değerindeydi. Bunların beşte biri, 6 000 000 dinar değerindeydi. Diğer­leri dediler ki: Celûla savaşında her süvariye Medain savaşında elde edilen miktardaki ganimet kadar yani 12 000'er dinarlık pay düşmüştü. Her süvariye 9000 dinar ve dokuz binek pay düştüğünü söyleyenler de olmuştur. Bu savaşta elde edilen ganimetleri toplayıp Müslümanlara dağıtma işini Selman-ı Farisî (r.a.) üstlenmişti. Sonra Sa'd, mal köle ve bineklerden oluşan ganimetlerin beşte birlik kısmını Ziyad b. Ebi Süf-yan, Kudai b. Amr ve Ebu Mukrin el Esved'le gönderdi. Bunlar, Hz. Ömer'in yanma vardıklarında o, Ziyad b. Ebi Süfyan'dan savaşın ne şe­kilde cereyan etmiş olduğunu sordu.Fesahat sahibi olan Ziyad, savaşın keyfiyetini ona güzelce anlattı. Onun bu anlatımım Hz. Ömer, takdir et­miş ve beğenmişti. Bu anlatımını Müslümanların da dinlemesini arzu etmiş ve Ziyad'a şöyle demişti:

- Bana anlattığın gibi Müslümanlara da hitab ederek anlatabilir -misin?

- Evet, ey mü'minlerin emin, bunu yapabilirim. Çünkü yeryüzün­de senin kadar kendisinden çekindiğim başka bir kimse yoktur. Sana anlattıktan sonra bunu başkalarına nasıl anlatamam?

Ziyad, böyle dedikten sonra kalkıp Müslüman topluluğa Celûla savasinin keyfiyetini, kaç kişi öldürdüklerini, ne kadar ganimet elde ettik­lerini beliğ ifadelerle anlattı. Hz: Ömer de:

- Bu, gerçekten fesahat sahibi bir hatiptir, dedi.

Ziyad da:

- Askerlerimiz yaptıkları işlerle dilimizi çözdüler, diye karşılık verdi.Sonra Hz. Ömer, bunların getirmiş oldukları malların bir odaya kapatılmadan muhtaçlara dağıtılacağına yemin etti. Abdullah b. Er-kam ile Abdurrahman b. Avf, bu malları geceleyin beklediler. Sabah olunca Hz. Ömer, namazı kıldıktan ve güneş doğduktan sonra ganimet­lerin bulunduğu yere geldi. Üzerlerindeki örtünün açılmasını emretti. Örtü açılınca yakutlara, zebercetlere, sarı altınlara, bembeyaz gümüş­lere bakıp ağladı. Abdurrahman b. Avf, ona:

- Ey mü'minlerin emiri, niçin ağlıyorsun? Allah'a yemin ederim ki bu, şükredilmesi gereken bir durumdur, deyince Hz. Ömer şöyle karşı­lık verdi:

- Allah'a yemin ederim ki, ben bunun için ağlamadım. Yine Allah'a yeminederim ki, Allah, bu malları bir millete verirse o millet mutlaka bir­birlerini çekememeye ve birbirlerine öfke duymaya başlarlar. Birbirlerini çekememeye başladılar mı Allah, azabını onların arasına mutlaka bırakır.

Böyle dedikten sonra Kadisiye ganimetlerini paylaştırdığı gibi bu ganimetleri de paylaştırdı.

Seyf b. Ömer, üstadlarımn şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"Celûla savaşı, hicri onaltmcı senenin zilkade ayında yapıldı. Bu sa­vaşla Medain'in fethi arasında dokuz aylık bir zaman vardır. Haşim b. Utbe Celûla savaşıyla ilgili olarak şu şiiri söylemiştir:

"Celûla savaşı, Rüstem savaşı, Küfe savaşı, muharrem ayında yapı­lan savaş ve aralarında bazı zamanların fasıla olarak bulunduğu diğer savaşlar.

Şakaklarımı ağarttılar, işte yaşlandım.                             

Şakaklarım Mekke'nin beyaz çiçekleri gibi ağardılar."

Ebu Nüceyd'de Celûla savaşıyla ilgili olarak şu şiiri söylemiştir:

"Celûla savaşında birliklerimiz asık suratlı arslanlar gibiydiler. Farslılarm topluluklarını darmadağın ettim. Onları hezimete uğrattım. Murdar Mecusilerin cesetleri helak olsun. Firuzan onlara bir yudum içirerek kaçırdı.

Mehran da başların koparüdığı günde karşıma çıktı ki onu ele geçir­mek istedim.

Onlar, ölüm için bir diyarda ikamet ettiler.                            

Rüzgarlar, mezar topraklarını üzerlerine saçtılar." [18]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/65-74.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/74-83.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/83.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/83.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/83-84.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/84.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/84-88.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/89.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/89-90.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/90-92.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/92.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/93-95.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/96-104.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/104.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/105-106.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/107-108.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/108-115.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/115-118.