Hîcrl
Ondördüncü Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hz.
Ömer'in Kudüs'ü Fethetmesi
Alfabetik
Sıraya Göre Hicri Onbeşînci Senede Vefat Eden Şahsiyetler
Sa'd, yoluna devam
etti. Kadisiye'ye inip konakladı. Birliklerini etrafa gönderdi. Orada bir ay
süreyle ikamet etti. İranlılardan hiç birini görmedi. Durumu, Hz. Ömer'e bir
mektupla bildirdi. Etrafa gönderdiği müfrezeler her yerden erzak
getiriyorlardı. Farshlar, beldelerinin çevresinde dolaşan müfrezelerin mallarım
yağmalayıp adamlarını esir almalarından rahatsız olup hükümdarları Yezdücürd'e
şikayette bulundular ve şöyle dediler:
- Eğer bize yardıma
gelmezseniz, elimizde bulunan herşeyi onlara verir, kalelerimizi de onlara
teslim ederiz.
Farshlar, kendilerine
gelecek olan takviye birliklerinin başına Rüs-tem'in komutan olarak atanması
hususunda görüş birliği ettiler. Yez-dücürd, Rüstem'e haber gönderdi. Onu
askeri birliğin başına komutan yaptı. Ancak Rüstem, bu görevden istifa edip
şöyle dedi: "Bu, savaş hususunda uygun bir görüş değildir. Çünkü
ordulardan sonra başka ordular göndermek, Araplar için büyük bir orduyu bir
defada mağlup edip kırmaktan daha zor ve şiddetlidir." Yezdücürd ise,
Rüstem'in bu teklifini kabul etmeyip kendi görüşünde İsrar etti. Bunun üzerine
Rüstem, sefere hazırlandı.
Sa'd, daha sonra Hire
ve Saluba beldelerine keşifçiler gönderdi. Gelen haberde Yezdücürd'ün ordunun
başına Rüstem b. Ferahzad el-Ermenî adında birini komutan yaptığı ye onu
askerlerle takviye ettiği bildiriliyordu. Sa'd, bu durumu Hz. Ömer'e mektupla
bildirdi. Hz. Ömer de gönderdiği cevabi mektubunda Sa'd'a şöyle diyordu:
"Onlardan sana
gelecek haberler ve onların sana getircekleri durumlar seni üzmesin. Üzülme,
Allah'tan yardım dile, ona güvenip dayan. Fars ordusunun komutanına görüş ve
rey sahibi güçlü adamlarım gönder ki, onu imana davet etsinler. Çünkü Cenâb-ı
Allah, bu adamlarımızın dualarını Farshlarm gevşemesine ve sizin zafer
kazanmanıza vesile kılacaktır. Her gün bana mektup yazarak durumu
bildir."
Rüstem, ordusuyla
yaklaşıp Sabat'ta ordugah kurduğu zaman Sa'd, bu durumu Hz. Ömer'e bir mektupla
bildirdi. Mektubunda şöyle
diyordu:
"Rüstem, Sabat'ta
ordugah kurdu. Atlarını ve fillerini üzerimize sürdü. Ama ben Allah'tan yardım
dileyip ona güvenip dayanmayı çok sevdiğim için başka hiçbir şeyi
önemsemiyorum."
Rüstem, askerlerini
mevzilendirdi. 40 000 askerden oluşan öncü birliğin başına Calinos'u; sağ
cenaha Hürmüzan'ı; sol cenaha da Meh-ran b. Behram'ı komutan tayin etti. Bu iki
cenahtaki askerler toplam 60000 kişiydiler. Rüstem, 20000 askerden oluşan artçı
birliklerin başına da Benderan'ı komutan yaptı. Seyf ile diğerlerinin
anlattıklarına göre ordusundaki askerlerin tamamı 80 000 kişiydiler. Başka bir
rivayete göre ise Rüstem ordusunun askerleri 120 000'di. Ardında 80 000 kişilik
takviye bir birlik vardı. Bu ordu da otuzüç fil vardı. Bunlardan biri beyazdı
ki Sabur'a aitti. Bu onların en büyüğü idi. Diğerleri ona tabi idiler ve ona
alışmışlardı.
Sonra Sa'd, Numan b.
Mukrin, Furat b. Hibban, Hanzele b. Rebi et-Temimî, Utarid b. Hacib, Eş'as b.
Kays, Muğire b. Şube ve Amr b. Madi-kerib'den teşekkül eden bir cemaatı, imana
davet etsinler, diye Rüs-tem'e gönderdi. Rüstem, onlara sordu:
- Niçin buraya
geldiniz?
Onlar da şu cevabı
verdiler:
- Allah'ın bize va'd
etmiş olduğu şu husus için. Beldenizi almak, kadınlarınızı ve çocuklarınızı
esir almak, mallarınızı ele geçirmek için geldik. Biz bunun gerçekleşeceğine
kesinlikle inanıyoruz.
Rüstem şöyle bir rüya
görmüştü: Gökten bir melek inip Farshların bütün silahlarını mühürleyerek
Rasulullah (s.a.v.)'a vermiş, Rasûlullah da onları Hz. Ömer'e vermişti.
Seyf b. Ömer'in
anlattığına göre Rüstem, Sa'd'la karşılaşmayı geciktirmişti. Öyle ki onunla
Medain'den çıkışıyla Kadisiye'de Sa'd'la karşılaşması arasında dört aylık bir
süre geçmişti. Bunu da Sa'd ve beraberindeki Müslümanları bıktırıp sıkıntıya
sokmak amacıyla yapmıştı. Hükümdar Yezdücürd, kendisini acele davranma
hususunda zorlama-saydı bu karşılaşma yerine gelmeyecekti.Çünkü Müslümanların
kendilerini yenip muzaffer olacaklarını, gördüğü rüyaya dayanarak biliyordu.
Astroloji bilgisine sahip bir kimse olduğu için bu rüyanın doğruluğuna
inanıyordu. Ayrıca rüya tabiriyle ilgili deneyimleri de vardı.
Rüstem'in ordusu,
İslâm ordusuna yaklaştığı zaman Sa'd, onların haberlerini apaçık bir şekilde
öğrenmek istedi. Bu amaçla Farslardan bir adamı yakalayıp kendisine getirmeleri
çin bir müfrezeyi harekete geçirdi. Bu müfrezede daha önce Peygamberlik
iddiasında bulunup sonra tevbe eden Tüleyha el-Esedî de vardı. Müfreze komutanı
Haris, arkadaşlarıyla düşman saflarına doğru ilerledi. Nihayet geri döndü.
Müfrezede bulunan Tüleyha, düşman ordusundaki safları yarıp ilerleyerek çok
sayıda asker öldürdü ve onlardan birini esir alarak Sa'd'a getirdi. Öyle
heyecanlanmıştı ki kendini tutamıyordu. Sa'd, gerilen esire Fars ordusunun
durumunu sordu. O ise, Tüleyha'nın gösterdiği cesaret ve bahadırlığı anlatmaya
başladı. Sa'd, ona:
- Bırak bu meseleyi de
Rüstem hakkında bize haber ver, dedi.
O da şu cevabı verdi:
- Rüstem'in 120 000
kişilik bir ordusu var. Bir bu kadar asker de bu ordunun ardı sıragelmektedir.
Böyle dedikten sonra
İranlı esir hemen Müslüman oldu. Allah, ona rahmet etsin.
Seyf b. Ömer,
üstadlanndan naklen şöyle demiştir: İki ordu karşı karşıya geldiği zaman
Rüstem, Sa'd'a haber göndererek kendisine soracağı şeyler hakkında bilgisi
olan akıllı bir adam göndermesini istedi. Sa'd da ona, Muğire b. Şube (r.a.)'yi
gönderdi. Muğire, onun yanına varınca Rüstem ona şöyle dedi:
- Siz
komşularımızsınız. Biz size iyi davranıyor ve size ulaşacak eziyetleri
Önlüyorduk. Memleketinize dönün. Ülkemize gelerek ticaret yapmanıza engel
olmayacağız.
Muğire de ona şöyle
cevap verdi:
-t-Biz, dünya peşinde
değiliz. Bizim asıl istediğimiz ve amaçladığımız, ahirettir. Allah, bize bir
peygamber gönderdi. Gönderdiği peygamberine şöyle dedi: "Dinime tabi
olmayan kimselere şu Müslüman cemaati musallat kılacak ve bu Müslüman cemaat
vasıtasıyla onlardan intikam alacağım. Müslümanları —hak din olan dinime bağlı
oldukları sürece - galip ve üstün kılacağını. Dinimden yüz çeviren kişi
mutlaka alçalır. Dinime bağlanan kişi de mutlaka yücelir."
- Sözünü ettiğin din
nedir?
- Bu dinin -onsuz
hiçbir işin yarar sağlamayacağı yegane prensibi; Allah'tan başka ilah
bulunmadığına ve Muhammed'in de Allah Rasûlü olduğuna şahadet etmek,
Muhammed'in Allah katından getirdiği hükümleri tasdik etmektir.
- Bu ne güzel
birşeydir. Başka bir umdesi de varmıdır?
- Kullan, kullara
kulluktan çıkarıp Allah'a kulluk seviyesine yükseltmektir.
- Bu da güzel
birşeydir. Başka birşey var mı?
- Bütün insanlar
Adem'in çocuklarıdırlar. Onlar ana baba bir kardeştirler .
- Bu da güzel.
Söylermisin bana, eğer dininize girersek ülkemizden çıkıp memleketinize
donermisiniz?
- Evet, vallahi son
ticaret veya herhangi bir ihtiyaç sebebi dışında ülkenize yaklaşmayız.
- Bu da güzel.
Muğire, yanından
ayrıldıktan sonra Rüstem, kavminin reisleriyle islâm'a girme konusunda müşavere
yaptı. Onlar, islâm'a girmeyi reddettiler. Allah onları rezil rüsvay etsin.
Zaten öyle de yaptı.
Sonra Sa'd, Rüstem'in
talebi üzerine ikinci elçi olarak Rib'i b. Amir'i gönderdi. Rib'i, Rüstem'in
makamına girdi. Meclisini altın işlemeli halılar ve ipek minderlerle döşeyip
süslemişlerdi. Kıymetli yakut ve incileri, muazzam süsleri sergilemişlerdi.
Üzerinde tacı ve diğer kıymetli eşyaları vardı. Altından bir taht üzerine
oturmuştu. Rib'i ise eski elbiseler giymiş olarak makama girdi. Ama üzerinde
kılıcı ve kalkanı vardı. Kısa boylu bir ata binmişti. Makama yaklaşıp atının
toynuğu halının ucuna basıncaya kadar at üzerinde durdu. Sonra indi, atını
oradaki minderlerin dayalı olduğu yerlerden birine bağladı. Üzerinde silahı,
zırhı ve başında miğferi olduğu halde Rüstem'e yöneldi. Muhafızlar ona:
- Silahını indir,
dedilerse de o:
- Ben, size gelmedim.
Siz beni çağırdığınız için geldim. Bu şekilde içeri girmemi kabul ederseniz ne
âlâ, yoksa geri dönerim, dedi.
Rus tem: .
_
- îçeri girmesine izin
verin, dedi. Bunun üzerine o da mızrağına dayanarak Rüstem'in tahtına doğru
yürüdü. Ona:
- Sizi buralara kadar
getiren sebep nedir? diye sordular. O da şöyle cevap verdi:
- Cenâb-ı Ailah bizi
gönderdi ki, onun dilediği kimseleri kullara kulluk etmekten kurtarıp Allah'a
kul yapalım, O kimseleri, dünya sıkıntısından kurtarıp genişliğe kavuşturalım.
Dinlerin zülüm ve baskısından kurtarıp islâm'ın adaletine kavuşturalım.
Cenâb-ı Allah bizi, kendisine imana davet edelim diye dini ile yaratıklarına
gönderdi. Bu dini kabul eden kimsenin durumunu kabulleniriz ve kendisine dokunmadan
geri döneriz. Ama bu dini kabul etmeyen kimselerle Allah'ın va'dini
gerçekleştirinceye kadar savaşırız.
- Allah'ın size va'd
ettiği şey nedir?
- Cennet'tir. İmana
gelmeyen kimselerle savaşarak ölen kimse için Cennet vardır. Hayatta kalan
gaziler için ise zafer vardır.
- Sizin
söylediklerinizi dinledim. Ancak düşünüp karar vermemiz için bize süre tanır
mısınız?
- Evet, ne kadar süre
istersiniz? Bir ya da iki gün yeter mi?
- Hayır, görüş sahibi
ve kavmimizin reisi olan kimselerle yazışıp cevaplarını alıncaya kadar bize
süre tanıyın.
- Rasûlullah (s.a.v.),
orduların karşı karşıya geldiği esnada düşmana üç günden fazla süre tanımayı
bize sünnet olarak bırakmış değildir. Şimdi sen durumuna bak, kavminin
durumunu da göz önünde bulundur. Bu süre içinde üç seçenekten birini seç.
- Sen kavminin
efendisi ve lideri misin?
- Hayır. Ama
Müslümanlar tek vlicud gibidirler. Onların en aşağı seviyede olanları dahi en
üst seviyede olanları adına himaye ve eman verirler.
Rüstem, kavminin
reisleriyle toplantı yaparak şöyle dedi: —Bu adamın söylediği sözler kadar
kıymetli ve tercihe şayan başka bir söz işittiniz ve gördünüz mü hiç?
- Onun söylediği bu
sözlere meyletmenden ve dinini bırakıp şu köpeğe uymandan Allah'a
sığınırız.Onun üzerindeki yırtık pırtık elbiseleri görmüyor muydun?
- Yazıklar olsun size,
elbiselere bakmayın, görüşe, konuşmaya, davranmaya ve davranışa bakın. Çünkü
Araplar, giyim kuşam ve yiyeceklere önem vermezler. Asaleti korurlar. Soy sopu
göz önünde bulundururlar, dedi.
Rüstem ve adamları,
ikinci gün islâm ordusu komutanı Sa'd'a haber göndererek bir başka adam
göndermesi talebinde bulundular. Sa'd da onlara Hüzeyfe b. Mihsan'ı gönderdi. O
da Rib'i'nin konuşmasına benzer bir konuşma yaptı. Üçüncü günde Muğire b. Şube
onlara gitti. O da güzel ve uzun bir konuşma yaptı. Bu konuşma esnasında
Rüstem, Muğire'ye şöyle dedi:
- Sizin memleketimize
girişinizin misali, biryerde bal gören kara sineğin o yere girmesine benzer. Ve
o sinek: "Beni bu bala ulaştıran kimseye iki dirhem vereceğim." der.
Balın yanına varınca içine düşüp boğulur. Kurtulmak ister, ama kurtuluş yolu
bulamaz ve:"Kim beni buradan kurtarırsa ona dört dirhem vereceğim."
der. Sizin durumunuz bir bağdaki deliğe giren zayıf bir tilkiye benzer. Bağ
sahibi onu zayıf görünce acıyıp kendi haline bırakır. Ama tilki semizlenip
birçok şeyi bozduğu ve ifsad ettiği zaman bağ sahibi askerleriyle onun üzerine
gelir, kölelerin yardımıyla onu kaçıp kurtulamadan vurup öldürür. Semizlendiği
için delikten çıkıp kurtulamaz ve canım verir. İşte siz de ülkemizden bu şekilde
çıkacaksınız."
Bu konuşmasından sonra
Rüstem öfkelendi. Güneşe yemin ede-rek:rrYarın sizi öldüreceğim." dedi.
Muğire de ona şu karşılığı verdi:
- Sen de durumu yakın
zamanda görüp anlayacaksın.
- Size elbise
verilmesini,komutanınıza da hem elbise hem binek hem de 1000 dinar verilmesini
emrettim ki ülkemizden çekip gidesiniz.
- Hükümranlığınızı
gevşettikten, onurunuzu zayıflattıktan sonra mı bunu bize teklif ediyorsun?
Ülkelerinizde bir süre kalacağız. Küçülmüş olarak kendi elinizle cizyenizi
bize vereceksiniz. Ve istemeseniz de kölemiz olacaksınız.
Muğire'nin böyle
demesi üzerine Rüstem öfkelenip galeyana geldi.
İbn Cerir, ibn Vail'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Sa'd geldi.
Beraberindekilerle birlikte Kadisiye'de karargah kurdu. 7000-8000 arasında
askeri vardı. Müşriklerin askerleri 30 000 civarındaydı. Müşrikler, onlara
şöyle dedi:
- Gücünüz, kuvvetiniz
ve silahınız yok. Ne diye buralara geldiniz? Geri dönün!
Sa'd, onlara:
- Biz geri dönücüler
değiliz, diye cevap verdi.
Onlar bizim oklarımıza
bakıp gülüyor ve:" "Bunlar iğ gibidir, iğ gibidir." diyorlardı.
Geri dönme tekliflerine uymadığımızı görünce şöyle dediler:
- Akıllılarınızdan
birini bize gönderin de buralara niçin geldiğinizi bize açıklasın.
Muğire b. Şube:
"Ben giderim." dedi ve yanlarına gitti. Rüstem'le birlikte komutanlık
tahtına oturdu. Onlar, bu durumu yüksek sesle protesto ettiler. Muğire ise,
onlara şöyle dedi:
- Bu tahta oturmam,
benim şanımı yükseltmedi. Komutanınızın da şerefini azaltmadı.
Rüstem şöyle dedi:
- Bu adam doğru
söyledi.
Böyle dedikten sonra
da Muğire'ye, niçin geldiklerini sordu. Muğire de şu cevabı verdi:
- Biz daha önceleri
kötülük ve sapıklıkta olan bir kavimdik. Allah, bize bir peygamber gönderdi.
Onun vasıtasıyla bizi doğru yola iletti. Hidayeti onun vasıtasıyla bize nasib
etti. Onun eliyle bize rızık verdi. Bize verdiği rızıklar arasında bir tahıl
vardır ki şu beldede biter. Biz onu yediğimizde, aile efradımız ve aşiretimiz:
- Artık bunsuz
yapamayız, bizi bu tahılın bittiği diyara götürün ki, bu tahılı orada yiyelim,
dediler.
Rüstem de şöyle dedi:
- Eğer beldemize
girerseniz biz de sizi öldürürüz.
- Bizi öldürürseniz
Cennet'e gireriz, ama biz sizi öldürürsek siz Ce-hennem'e girersiniz veya
İslâm'ı kabul etmediğiniz takdirde cizye ödersiniz.
Muğire'nin;
"Cizye ödersiniz." demesi esnasında Farshlar tekrar sesli protestoya
başladılar ve: - —Artık sizinle
aramızda barış yapılmaz, dediler.
Muğire şöyle dedi:
- Siz mi bizim ordunun
bulunduğu tarafa geçip geleceksiniz yoksa biz mi sizin tarafınıza geçip
gelelim?
Rüstem dedi ki:
- Hayır biz sizin
ordunuzun bulunduğu tarafa geçip gelelim.
Müslümanlar,
Farslılarm kendi taraflarına geçip gelmelerine kadar beklediler. Onlar, o
tarafa gelince Müslümanlar üzerlerine saldırdılar ve onları hezimete
uğrattılar.
Seyfin anlattığına
göre bu savaşta Sa'd'm ayak damarı ağrımış, sonra o, askerlere bir konuşma
yaparak şu âyeti okumuştu:
"Andolsun ki,
Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu
yazmıştık." (el-Enbiyâ, 105.)
Konuşmasını
tamamladıktan sonra askerlere öğle namazını kıldırdı. Sonra dört defa tekbir
getirdi. Düşmanı kovalayıp öldürürken, pusularda birbirlerini gözetlerken
"lâ havle velâ kuvvete illâ billah" demelerini söyledikten sonra
Farslılara karşı saldırıya geçme emrini verdi.
Farshlar büyük bir
hezimete uğrayarak kaçıştılar. Nihayet Nihaven'de ulaştılar. Çokları Medaine
sığındı. Müslümanlar, onları Medain kapılarına kadar kovaladılar. Savaştan
önce Sa'd, arkadaşlarından birkaç kişiyi Kisra'ya gönderdi ki, onu Allah'a
imana davet etsinler. Giden grup, Kisra'mn yanına girmek için izin istedi.
Onlara izin verildi. Başkent halkı da çıkıp bu heyetteki adamları seyretmeye,
şekillerine, elbiselerine, omuzları üzerindeki abalarına, ellerindeki
kırbaçlarına, ayak-larmdaki ayakkabılarına, zayıf atlarına ve atlarının
toynuklarını yere vuruşlarına baktılar. Sonra hayret etmeye başladılar. Son
derece şaştılar. Böylesine güçsüz kimselerin, s ayı ve teçhizat bakımından
üstün olan İran ordularım nasıl ezebileceklerini hayretle düşünmeye başladılar.
Müslüman heyete izin verilince onlar Yezdücürd'ün yanına girdiler, Yezdücürd,
onları karşısında oturttu. Yezdücürd çok kibirli ve edepsiz biriydi. Sonra
Müslüman heyete, üzerlerindeki elbiselerin abaların, ayakkabıların, kıbaçların
adlarını sordu. Onlar da üzerlerindeki bu nesnelerin adlarını söyledikçe
Yezdücürd bunları kendi hesabına hayra yordu. Ama Cenâb-ı Allah, onun hesabını
ters döndürdü. Yezdücürd, Müslüman heyete şöyle bir soru sordu:
- Sizi bu beldelere
getiren sebep nedir? Yoksa kendi kendimizle uğraştığımızdan dolayı mı
üzerimize gelmeye cüret etiniz?
Onun bu sorusuna karşı
Numan b. Mukrin şöyle cevap verdi:
- Yüce Allah, bize
merhamet buyurarak bize iyilikle emreden, kötülükten sakındıran bir peygamber
gönderdi. Onun çağrısını kabul ettiğimiz takdirde bize dünyanın da ahiretin de
hayırlarını vaad etti. Davet ettiği her bir kabileden bazı kimseler ona
yaklaşıyor, bazıları de ondan uzaklaşıyordu. Daha sonra kendisine sadece bazı
kimseler iman etti. Böylece, Allah'ın istediği kadar bekledi. Sonra muhalefet
eden Araplara antlaşmalarının geçersiz sayılması emri verildi. O da onlardan
başladı. İki tür olarak onunla birlikte bu davaya giriştiler. Bu işe
istemeyerek giren pişman olmadı. İsteyerek itaatle onun yanına gelenlerin de
iyilikle-^ ri ve itaatleri arttı. Hep birlikte onun getirdiği dinin bizim
vaktiyle üzerinde bulunduğumuz düşmanlıktan ve sıkıntılardan üstün olduğunu
anladık. Daha sonra bize ve bize yakın olan ümmetlerden başlayarak onları
adalete, insafa çağırmamızı emretti.
Şimdi biz, sizi
dinimize çağırıyoruz. Bu din güzeli güzel görmüş, bütün çirkinlikleri de
çirkin saymıştır. Kabul etmeyecek olursanız bazı kötü durumlar, diğer bazı
kötü durumlardan daha kolay gelir M,bu da cizyedir. Cizye ödemeyi kabul
etmeyecek olursanız bu defa birbirimizle savaşırız. Dinimizikabul ederseniz
size Allah'ın kitabını yerimize bırakır ve onun hükümlerini uygulamanız için
aranızda kalır, ondan sonra sizi ülkenizle başbaşa bırakıp gideriz. Cizyeyi
verecek olursanızbunu da kabul eder, buna karşılık sizi de koruruz. Aksi
takdirde sizinle savaşırız.
Yezdücürd, şöyle
karşılık verdi:
- Ben, yeryüzünde
sizden daha yoksul, sayıca daha az ve sizden daha geçimsiz hiçbir ümmet
bilmiyorum. Biz, sizi sınır kasabalarına terk eder, oradakiler de sizin işinizi
bitirirlerdi. Şimdi Farslara karşı dikilmeyi aklınıza koymuş olmamalısınız.
Eğer sizler bu konuda aldanışa düşmüşseniz bize karşı aldanıştan vazgeçin.
Sayınızın çokluğu sizi bize karşı aldanışa sürüklemesin. Eğer açlıktan dolayı
bu duruma gelmişseniz biz , bolluğa kavuşuncaya kadar size yetecek kadar gıda
veririz. Sizin şereflilerinize ikramda bulunur, sizi giydirir, başınıza da
size yumuşak davranacak birisini hükümdar yaparız.
Herkes susunca Muğire
b. Şube ayağa kalkarak şunları söyledi:
- Ey melik, şu
gördüklerin Arapların ileri gelenleri ve onların şereflileridir. Bunlar,
şerefli kimselerden utanan şerefli kimselerdir. Şereflilere ancak şerefliler
ikram eder, onlara haklarını gereği gibi verip ihsanda bulunur. Onlar,
söylemeleri istenen her şeyi söylemiş değildirler. Senin söylediğin her şeye
de cevap vermediler. Sen, bana cevap ver ki, sana bildiren ben olayım. Onlar da
bu konuda bana şahitlik etsin-ler,sen hakkında bilgi sahibi bulunmadığın
şeylerle bizi niteledin. Yoksulluk ve perişan halimize dair söylediklerine
gelince, gerçekten bizden daha yoksul kimse ve perişan bir ümmet yoktu.
Açlığımız, her açlığa benzemez. Biz böcek ve kurtçukları, akrep ve yılanları
yiyiyorduk.Bun-ları kendimiz için yiyecek sayıyorduk. Evlerimiz de yeryüzünün
her tarafıydı. Kendimiz için deve ve koyun yünlerinden örülen elbiseden başka
elbise giymiyorduk. Birbirimizi öldürmeyi, birbirimize karşı tecavüzde
bulunmayı din sayıyorduk. Bizden herkes, kendi malından yemesin, diye
kızlarını diri diri toprağa gömerdi. Gerçekten de o zaman durumumuz sana
anlattığımız şekildeydi. Ama daha sonra Cenâb-ı Allah, bize nesebini, soyunu,
şahsiyetini ve doğum yerini bildiğimiz, tanınmış bir şahsiyeti peygamber olarak
gönderdi. Onun toprağı, bizimkinden daha hayırlıdır. Onun soyu bizimkinden daha
hayırhdır.Onun ailesi de bizimkinden daha hayırlıdır. O, içimizde bulunduğu
halde bizim en doğru sözlümüz, en yumuşak huylumuz ve şahsiyet itibariyle de
en hayırh-mızdı. Bizi bir hususa davet etti. Ama hiç kimse ona icabet etmedi.
Ona ilk icabet eden kişi, akranı ve kendisinden sonraki halifesi oldu. O söyledi,
biz söyledik. O doğru söyledi ama biz yalan söyledik. O fazlalaştırdı ama biz
eksilttik. Söylediği her şey de mutlaka tahakkuk etti. Sonunda Cenâb-ı Allah
kalplerimize onu tasdik etme, ona tabi olma duygusunu yerleştirdi. O, bizimle âlemlerin
Rabbi arasında bir vasıta oldu. Bize söylediği sözler, Allah'ın sözüdür. Bize
verdiği emirler, Allah'ın emridir. O, bize Rabbimizin şöyle dediğini söyledi:
"Ben Allah'ım.Ben
bir ve tekim. Ortağım yoktur. Hiçbir.şey yokken ben vardım. Benden başka her
şey yok olacaktır. Ben, her şeyi yarattım.
Herşey neticede bana
dönecektir. Size merhamet ettim de şu adamı size peygamber olarak gönderdim ki,
ölüm sonrasında azabımdan sizi kurtaracağım yolu size göstersin. Böylece sizi
diyarım olan Darü's-selama (Cennet'e) yerleştireyim."
Biz de peygamberin,
Allah katından hak dinle geldiğine şahadet ediyoruz. Peygamberimiz buyuruyor
ki:
"Bu hususta size
tabi olan kimse, sizinle aynı haklara sahip olur ve aynı yükümlülüklere tabi
olur. Bu davetinize icabet etmeyen kimseye cizye Ödemesini teklif edin.Cizyeyi
ödedikten sonra onu kendinizi koruduğunuz şeylere karşı koruyun. Cizye ödemeyi
kabul etmeyen kimseyle de savaşın. Ben aranızda hakemim. Bu dava uğruna sizden
öldürülen kimse Cennet'e girer. Hayatta kalan kimse muzaffer olur."
Şimdi ey hükümdar,
tercihini yap,dilersen küçülmüş ve zelil olarak cizye ödersin, dileısen
aramıza kılıç gİEr ya da Müslüman ol kendini kurtar.
- Beni böyle bir sözle
mi muhatap kıldın?
- Ben, sadece benimle
konuşan kimseye hitap ettim. Eğer senden başkası benimle konuşsaydı bu
cevapları sana değil de ona verirdim.
- Eğer elçilerin
öldürülmeyeceği kuralı olmasaydı sizi öldürürdüm ve benden hiçbir hak talebinde
de bulunamazdınız.
Yezdücürd, Muğire b.
Şube'ye böyle dedikten sonra adamlarına şöyle bir emir verdi:
- Bana bir yük toprak
getirin ve o yükü şu heyetin en şereflisinin omuzuna yükleyin, sonrada onları
önünüze katıp sürün. Medain şehrinin, evleri dışına çıkıncaya kadar kovalayın.
Yezdücürd, bu defa
heyete dönerek şunları söyledi:
- Adamınıza gidin ve
ona Rüstem adlı komutanımı göndereceğimi, Rüstem'in onu ve askerlerini Kadisiye
hendeğine gömeceğini,sizi ve onu azaplandıracağım bildirin. Sonra Rüstem,
ülkelerinize gelecek ve Saburadan çektiğiniz eziyetlerden daha şiddetlisini
size çektirecek ve sizi kendinizle meşgul edecektir. Söyleyin bakalım, sizin
en şerefliniz kimdir? Müslümanlar sustular. Asım b. Amr toprağı almak üzere kalkarak
şöyle dedi:
- Onların en
şereflileri benim. Ben bütün bunların efendisiyim, diyerek toprağı omuzuna aldı
ve bineğine doğru gitti.
Yezdücürd de:
- Doğru mu söylüyor?
diye sorunca heyettekiler, evet, dediler. Yezdücürd, toprak yükünü Asım'm
boynuna yükledi. Onu sarayından çıkardı. Asım da yükünü bineğine yükledi.
Aceleyle hareket etti. Arkadaşlarından önce komutan Sa'd'm yanına gitti. Kadis
kapısından geçti. Kapıyı geride bıraktı ve askerlere: "Komutana zafer
müjdesi verin. İn-şaallah muzaffer olacağız." dedi. Sonra gidip toprağı
deliğe boşalttı. Dönüp Sa'd'm makamına gitti. Haberi ona bildirdi.
"Müjatler olsun size!
Allah size, Farslarm
memleketlerinin anahtarlarını verdi." dedi. Oradakiler de Farslılarm
memleketlerini ele geçireceklerine bu olayı bir işaret saydılar. Gerçekten de
ondan sonra gün be gün Sahabelerin durumu iyileşip kuvvetleri arttı. Şeref ve
üstünlükleri fazlalaştı. İranlıların durumu ise alçaldı. Zelil ve gevşek
oldular.
Rüstem, hükümdarın
yanma gidip Müslümanlardan gördüğü şeylerin açıklanması hususunda görüş sordu.
Hükümdar, Müslüman heyetin akıl ve fesahatleri ile keskin cevaplarını anlattı.
Neredeyse yakında elde edecekleri bir iddiaları olduğunu ifade etti. Onların
en şereflilerine toprak yüklediğini, onu ahmak saydığını, toprağı yüklenen
Müslü-manm, şayet dileseydi o yükü başka bir Müslümana yükleyebileceğini
söyledi. Rüstem, ona dedi ki: Hayır, o ahmak değildi. Kavminin en şereflisi de
değildi. Ancak kendini feda ederek kavmini kurtarmak istedi. Allah'a yemin
ederim ki onlar memleketimizin anahtarlarım götürdüler.
Rüstem, astrolojiden
anlayan bir adamdı. Sonra peşlerinden bir adam gönderdi. Ve ona şöyle
dedi:"Eğer toprak yüküne kavuşursan onu al ki, elden kaçırdığımız şeyleri
telafi edelim. Şayet o toprak yükünü komutanlarına ulaştırmışlarsa demek ki,
onlar diyarımızda bize galip olacaklardır."
O adam, toprak yükünün
peşine düştü. Ancak heyete ulaşamadı. Onlar, kendisinden önce toprağı,
komutanları Sa'd'a ulaştırmışlardı. Farslılar buna üzüldüler ve şiddetle
öfkelendiler. Kralın görüşünü de anlamsız buldular[1]
Kadisiye savaşı, büyük
bir savaştı. Irak'ta ondan daha hayret verici bir savaş olmamıştı. Çünkü iki
tarafın askerleri karşı karşıya geldiklerinde Sa'd (r.a.)'m ayak damarı
ağrımaya başlamıştı. Vücudunda çıbanlar çıkmıştı. Artık binek üzerinde
oturamıyordu. Köşkünde göğsünü bir yastığa dayamış vaziyette orduyu seyrediyor
ve taktikler verip, planlar yapıyordu. Savaşın komutasını Halid b. Arfete'ye
vermişti. Sağ cenaha Cerir b. Abudullah el-Becelî'yi, sol cenaha Kays b.
Mekşuh'u komutan olarak tayin etmişti. Kays ile Muğire b. Şube, Şam'da bulunan
Ebu Ubeyde ordusunun Yermük savaşım yapmalarından sonra Sa'd'm yanma takviye
birliklerinin başında gelmişlerdi.
îbn İshak'm
anlattığına göre Kadisiye savaşına katılan Müslüman ordusunun asker sayısı
7000-8000 arasındaydı. Rüstem'in ordusuysa 60 000 askerden oluşmaktaydı. Sa'd,
askerlere öğle namazını kıldırıp bir nutuk irad ederek vaz ü nasihatta bulundu.
Onları savaşa teşvik edip şu ayeti okudu:
"Andolsun ki,
Tevrat'tan sonra Zebur'da da yeryüzünde ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu
yazmıştık. "(el-Enbiyâ, 105.)
Kurralar da cihad sûre
ve ayetlerini okudular. Sonra Sa'd, dört kez tekbir aldı. Dördüncü tekbirden
sonra Müslümanlar düşmana saldırdılar. Geceye kadar devam eden çarpışmadan
sonra iki taraf savaşa ara verdi. İki tarafdan da çok sayıda asker öldürülmüştü.
Sabahleyin tekrar savaş yerlerine geçtiler. O gün ve o gece de savaştılar.
Üçüncü günde de akşama kadar savaştılar. Konuşmayıp nsüdaştıklan için o geceye
"He-rir" gecesi adını verdiler. Dördüncü günde de şiddetli bir
şekilde savaştılar. Müslümanlar, Arap atlarından çok fillerden zorluk
gördüler. Sahabeler, fili ve üzerindeki askerleri öldürdüler, gözlerini
oydular. O savaşta Tüleyha el-Esedî, Amr b. Madikerib, Kakab. Amr, Cerir b.
Abdullah el-Becelî Dırar b. Hattab, Halid b. Arfete ve benzeri kahramanlar çok
yararlıklar gösterdiler. Savaşın dördüncü günü zeval vaktine kadar çarpışma
devam etti. O güne Kadisiye günü denildi. Savaşın sona erdiği gün, hicri
ondördüncü senenin muharrem ayının pazartesi günüydü. Seyf b. Ömer et-Temimî
böyle demiştir. O günde şiddetli bir firtma esti. Farslarm çadırları
yerlerinden söküldü. Rüstem için kurulan taht yerinden yuvarlandı. O da
koşarak katırına binerek kaçtı. Müslümanlar onu kovalayıp yakaladılar. Onu ve
Kadisiye keşif birliğinin komutanı Calinos'u Öldürdüler. Farslılar böylece
hezimete uğradılar. Hamd ve minnet Allah'adır.
Müslüman askerler,
kaçan Farslı askerleri kovaladılar. Yakalanıp öldürdükleri Farslı askerlerin
sayısı 30 000'i buldu. Savaş alanında da 10 000 kişileri öldürmüşlerdi. Daha
önce de buna yakın sayıda Farslı asker öldürülmüştü. Kadisiye savaşında
Müslümanlardan toplam 2500 kişi şehid edilmişti. Allah, onlara rahmet etsin.
Müslüman askerler, kaçan düşman ordusunun yenik askerlerini kovaladılar.
Onların peşi sıra, Kisra'nın sarayının bulunduğu Medain şehrine girdiler. Bu
savaşta Müslümanlar, sayılamayacak ve evsafı belirtilemiyecek derecede mal ve
silahı ganimet olarak ele geçirdiler. Düşman askerlerinin üzerindeki eşyaları
yağmalandıktan ve bunlar yerli yerine sarfedildikten sonra ka-
dan Kadisiye savaşının
durumunu soruyordu. Medine'den Irak yoluna çıkıyor ve haberler arıyordu. Bir
gün yine haber beklemekteyken uzaktan bir süvarinin göründüğünü gördü. Onu
karşıladı, ondan haberler sordu. Süvari de ona şu müjdeyi vedi:
- Allah, Kadisiye'de
Müslümanlara fetih nasib etti. Çok miktarda "ganimet ele geçirdiler.
Süvari, kendisinden
haber soran kişinin rlz. Ömer olduğunu bilmi-- yor ve durumu ona anlatmaya
devam ediyordu. Hz. Ömer ise, süvarinin
bineğinin yanı sıra
yaya olarak yürümekte idi.Medine'ye yaklaştıklarında halk, Hz. Ömer'e, 'Ta
emire'l-mü'minin" diye selam verdi. Bundan sonra o süvari kendisiyle
konuşmakta olduğu zatın Hz. Ömer olduğunu anladı ve ona şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri! Allah sana rahmet etsin, halife olduğunu niçin bana bildirmedin?
- Kendini sıkıntıya
sokma, kardeşim. Bunda senin bir sorumluluğun yok.
Önceki sahifelerde de
anlatıldığı gibi bu savaşta komutan Sa'd'm _ ayak damarı ağrımakta idi ve
vücudunda yaralar vardı. Bu mazereti sebebiyle savaş alanında duramıyordu, ama
köşkünün balkonunda oturmuş, askerlerin durumunu seyrediyor ve taktikler
veriyordu. Yiğit bir adam olduğundan köşkün kapılarını kilitletmiyordu. Eğer
askerler cepheden kaçacak olsalardı Farslılar, onları elleriyle yakalayabilecek
durumdaydılar. Sa'dın yanında daha önce Müsenna b. Harise'nin zevcesi olan
karısı Selma binti Hafs bulunuyordu. O gün bazı süvariler cepheden kaçınca
Selma paniğe kapılıp:
- Vah benim
Müsenna'ma! Ama bu gün benim Müsennam yok, demiş. Sa'd da buna kızarak karısı
Selma'nm yüzüne bir tokat vurmuştu. Tokadı yiyen Selma:
- Kıskandın da mı beni
vuruyorsun? demiş ve savaş gününde cephede bulunmayıpta köşkünde oturduğundan
dolayı Sa'd'ı ayıplamıştı. Bunu da inadından ötürü söylemişti. Çünkü o, Sa'd'm
mazeretini ve cepheye gitmesine engel olan yarayı biliyordu, mazeretinden
haberliydi. Sa'd'm yanında köşkte tutuklu bir adam vardı, içki içtiğinden defalarca
hadde tabi tutulmuştu. Yedi kez cezalandırıldığı söyleniyordu. Sa'd, emir
vermiş, içki içen o adam zincire vurulmuş ve köşkteki nezarethaneye konmuştu.
Köşkün çevresinde atların dolaşmakta olduğunu gören ve namlı yiğitlerden olan
bu adam şöyle bir şiir söylemişti:
"Yeter artık,
atlar mızraklılarla giderken,
Benim bağlı durmamın
üzüntüsü,
Ayağa kalkarsam
demirler çökertiyor beni,
Bağıranı sağır eden
kapılarsa kapanıyor yüzüme.
Çok severdim ve çok
kardeşim vardı,
Şimdi bırakıp
gittiler, hiçbiri yok."
Bu şiiri okuduktan
sonra Sa'd'm Ümmü veledi Zebra'dan, kendisini bağlı bulunduğu zincirlerden
kurtarmasını ve Sa'd'm atmı da emanet olarak kendisine vermesini
istedi.Savaştıktan sonra akşama doğru tekrar nezarethaneye döneceğine yemin
etti. Zebra da onu bağlı bulunduğu bağlardan kurtardı. Adam, Sa'dın atma binip
dışarı çıktı. Cepheye
gitti. Şiddetlice
çarpıştı. Öte yandan köşkün balkonunda bulunan Sa'd, cephedeki atma baktı,
tanıdı. Ama bir türlü inanamadı. Atın üzerindeki süvariyi Ebu Mihcen'e
benzetti, ama Ebu Mihcen'in de köşkün nezarethanesin de zincirlere vurulmuş
olduğunu bildiğinden şüphelendi. Akşama doğru Ebu Mihcen adındaki tutuklu
tekrar köşkteki nezarethaneye döndü. Bizzat kendini zincire vurup bağladı.
Sa'd, balkondan inip ahıra gitti. Atının terli olduğunu gördü ve :
- Bu niye böyle olmuş?
diye sordu. Oradaki görevliler de tutuklu Ebu Mihcen'in yaptığı işleri
anlattılar. Sa'd, ondan memnun oldu ve onu serbest bıraktı. Allah, ikisinden de
razı olsun. Müslümanlardan birisi, Sa'd hakkında kmayıcı şu şiiri söylemişti:
"Allah zafer
verinceye kadar savaşırız. Sa'd ise Kadisiye kapısında koruma altında. Bizler
geri dönerken pek çok kadın, dul kaldı, Sa'd'm kadınları arasında ise dul kalan
yok."
Anlattığına göre Sa'd,
halkın arasına inmiş, vücudunda, baldırlarında ve kaba etlerindeki çıbanları,
yaralan onlara gösterip özrünü beyan etmişti. Onlar da onun bu mazeretini
kabul etmişlerdi. Yine anlatıldığına göre Sa'd, kendisinin aleyhinde
yukarıdaki şiiri söyleyen adama beddua ederek şöyle demişti:
"Allah'ım, eğer o
adam yalan söylemiş veya söylediği sözleri; riyakarlık, başkalarına şöhretini
duyurma veya yalan beyanda bulunmak niyetiyle söylemişse onun dilini ve elini
kes."
Bu şiiri söyleyen
şair, iki saf arasında durduğu bir sırada bir ok gelip diline isabet etmiş ve
dilini varmıştı. Adam ölünceye kadar konuşa-mamıştı.
Seyf b. Ömer, Cerir b.
Abdullah el-Becelî1 nin şöyle bir şiir söylediğini nakletmiş tir:
"Ben Cerir'im,
künyem Ebu Amr'dır.
Sa'd köşkünde iken
Cenâb-ı Allah, fethi nasib etti.*
Bu şiiri duyan Sa'd,
köşkünün balkonundan aşağıya eğilerek şöyle cevabi bir şiir söylemişti:
"Büceyle'den
birşey ümid etmiyorum, yalnız onun sevabının hesap gününde verileceğini
umuyorum. Atları öyle atlarla karşılaştılar ki, Süvariler bir çarpışmaya maruz
kaldılar. Atlar onların meydanlarında küçük adımlarla yavaş yavaş ilerlediler.
Uyuz develer kadar
azdılar.
Eğer Ka'ka b. Amrm
topluluğu ve Himmal olmasaydı, onlar süvariler arasında şaşkınca dolaşıp
duracaklardı.
Eğer bu olmasaydı siz
bayağı insanlara dönüşecektiniz. Ki topluluğunuz kara sinekler gibi akıp
gidecekti."
Muhammed b. îshak,
Kadisiye savaşma katılmış olan Kays b. Ebi Hazim el-Becelî'nin şöyle dediğini
rivayet etmişti:
"Aramızda Sakif
kabilesinden bir adam vardı. îrtidad ederek Fars ordusunun saflarına katıldı.
Ordumuzun ağırlık noktasını Büceyle kabilesinin bulunduğu tarafin teşkil
ettiğini onlara haber verdi. Biz, ordunun dörtte birini teşkil ediyorduk.
Bunun üzerine Farshlar üzerimize onaltı fili saldılar. Atlarımızın ayaklarına
batması için demir çiviler attılar. Bizi ok yağmuruna tuttular. Kaçmasınlar
diye atlarını birbirlerine yaklaştırdılar. O esnada Amr b. Madikerib ez-Zebidî
yanımıza gelip şöyle dedi:
- Ey Muhacirler
topluluğu! Arslanlar gibi savaşın. Zira Farshlar ancak teke gibidirler.
Fars askerleri
bileklerine madeni şeyler geçirmişlerdi. O madeni kaplamalara ok tesir
etmiyordu. Amr b. Madikerib'e dedik ki:
- Ey Ebu Sevr! Şu kolu
kaplamalı olan süvariyi karşımızdan uzaklaştır. Çünkü ok onun eline isabet
etmiyor. Amr, ona saldırdı. Bir ok fir-lattı. Kalkanına isabet etti. Sonrada
üzerine saldırıp kucakladı. Boynunu kesip attı. Elindeki iki altın bileziği,
belindeki altın kemeri ve ipek ceketini aldı. Bu savaşa katılan Müslüman
askerlerin sayısı 6000 veya 7000 civarındaydı. Allah, Rüstem'i öldürttü. Onu,
Hilal b. Alkame et-Temimî adındaki mücahid öldürdü. Rüstem, ona bir ok atmış,
Hilal'in ayağına isabet etmiş,bumm üzerine Hilal üzerine atılıp silahıyla boynunu
koparmıştı. Bunun üzerine Farshlar da dönüp kaçmaya başlamışlardı.
Müslümanlarda onları kovalamış, yakaladıklarını öldürmüşlerdi. Bu kovalama
esnasında bir yere varıp konaklamışlar, dinlenmeye başlamışlardı. Onlar
dinlenme esnasında içki içip sarhoş olmuş, oyun oynamaya başlamışlardı. O
sırada Müslümanlar üzerlerine hücum edip askerlerinin yarıdan çoğunu
öldürmüşlerdi. O esnada Zühre b. Ha-viyye et-Temimî de Calinos'u öldürmüştü.
Sonra Müslümanlar, kaçan Farslıları takibe başladılar. îki taraf karşılaştıkça
Cenâb-ı Allah, Rah-man'ın askerlerine yardım ediyor; şeytanın askerlerini ve
ateş perestle-ri hezimete uğratıp yardımsız bırakıyordu. Müslümanlar,
sayılamıya-cak kadar çok miktarda ganimete sahip oldular. Fırat nehrini geçerek
Medain ve Celula şehirlerini fethettiler.
Seyf b. Ömer, Hemmam
b. Haris en-Nehafnin zevcesi Ümmü Ke-
sir'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Kocalarımızla
birlikte Sa'd'm komutası aîtmda Kadisiye savaşma katıldık. Savaş sona erince
eteklerimizi belimize bağlayıp değneklerimizi elimize aldık ve cesetlerin
yarana geldik. Yerde yatmakta olan ağır yaralı Müslümanlara su içirip
yerlerinden kaldırdık. Ağır yaralı müşrikleri öldürüp son nefeslerini
verdirdik. Beraberimizde çocuklar da vardı. Müşrik Ölülerinin üzerlerindeki
malları yağmalarken kötü yerlerini görmeyelim diye bu işe çocukları
görevlendirdik."
Seyf b. Ömer,
üstadlarının şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Komutan Sa'd, Kadisiye
fethinin müjdesini ve müşriklerle Müslümanlardan Öldürülenlerin sayısına dair
malumatı içeren mektubu Hz. Ömer'e, Sa'd b. Ümeyle el-Fezzarî ile gönderdi.
Mektubta şunları yazmıştı:
"Cenâb-ı Allah,
Farslılar'a karşı bize zafer nasib etti. Onlardan önceki dindaşlarında olduğu
gibi uzun savaştan,şiddetli sarsıntılardan sonra mallarını bize ganimet olarak
verdi. Farshlar, daha Önce hiç kimsenin görmediği derecede şiddette
Müslümanlara saldırdılar. Ama Allah, bundan onlara bir fayda vermedi. Aksine
Müslümanlar, onların üzerlerindeki malları aldı. Müslümanlar da dağlar
arasındaki yollardan onları kovaladılar. Bu savaşta Müslümanlardan Sa'd b.
Ubeyd el-Karî ile falan ve falan kimseler öldüler. Aynca isimlerini Allah'tan
başka kimsenin bilmediği başka Müslümanlar da Öldüler. Onları Allah bilir.
Onlar gece karanlığı bastırınca Kur'ân okuyarak anlar gibi vızıltı çıkarırlardı.
Gündüz de arslanlar gibiydiler. Arslanlar kahramanlıkta onlara benzeyemezdi.
Onlardan ahirete irtihal edenler şehitlik mertebesi dışında, kalan gazilerden
daha üstün değildirler.Ama onlar şehitlik mertebesini elde ederek gazilerden
üstün oldular. Gazilere Allah şehitliği nasip etmedi."
Hz. Ömer Sa'd'm bu
müjdesini minber üzerinde halka ulaştırarak cemaata şöyle dedi:
"Ben, gücünüz
yettiği nisbette karşılanmadık hiçbir ihtiyaç bırakmamak tutkusuna sahibim.
Eğer bunu yapamazsak geçimimiz zorlaşır. Kıt kanaat, geçinme hususunda
birbirimizle eşit seviyede oluruz. Ama istiyorum ki, sizin için neler
düşündüğümü hissedesiniz. Ben, size sözle akıl verecek değilim, ancak
davranışlarımla size örnek olacağım. Allah'a yemin ederim ki, ben sizi kendime
köle edecek bir hükümdar değilim. Ama ben, Allah'ın kuluyum. Bu emanet benim
omuzlanma tevdi edilmiştir. Eğer bunun hakkını vermezsem size geri veririm. Ben
size tabi olurum. Nihayet siz de evlerinizde yemeğe doyar ve suya kanarsınız.
Böylece ben de sizlerle mutlu olurum. Ama bu emaneti yüklenirde sizi kendime
tabi kılarsam, bu defa sizin yüzünden ben mutsuz olurum. Az sevinir, uzun
müddet hüzünlenirim. Ve ne görevden istifa eder, ne de görevi size iade ederim
Böylece ben kınanırım."
Seyf b. Ömer,
üstadlarımn şöyle dediklerini nakletmiştir: Azib'ten Aden ebyen'e kadar bütün
Araplar, Kadisiye savaşının sonuçlarını merakla beklemekteydi. Çünkü,
hakimiyetlerinin devamını veya yıkılışını buna bağlı görüyorlardı. Her belde
halkı, bu savaşın ne şekilde neticelendiğini görüp kendilerine bildirmesi için
haberciler göndermişlerdi. Fetih, Müslümanlar lehine gerçekleşince insi elçilerden
Önce cinni elçiler, en ücra memleketlere bu müjdeyi ulaştırdılar. Kadının birisi,
San'a'da geceleyin dağ başında bir cinin şöyle dediğini duymuştu:
"Ey Halid'in kızı
îkrime, yaşa. Hayırlı ve halis azık az değildir. Doğarken ey güneş, sen yaşa,
Ey eşsiz ve benzersiz olan her taç, sen de yaşa. Muhammed'e iman eden güzel
yüzlü Nahia kabilesinin topluluğu . siz
de yaşayın.
Siz ki Kisra'ya karşı
ayaklandınız. Ordusuyla keskin kılıçlarla savaştınız.
O esnada tslâm
davetçiîeri tüysüz kara kedi gibi olan Ölümün yanı başına gelip geri
döndüler."
Yemame halkı da
Müctaz'ın şu beyitleri terennüm ettiğini işitmiş-lerdi:
"Savaş gününün
sabahında Beni Temim kabilesinden faziletli olan kimselerin çoğunun piyade
olduklarını gördük.
Onlar gecenin şiddetli
karanlığında devekuşu gibi kimselere doğru yürüdüler.
O kimseler ki,
Kisra'mn deniz misali, orman arslanlanm andıran askerleridirler. Onları dağlar
gibi zannedersin.
Ama Beni Temim
kabilesinin şerefli askerleri Kadisiye'de ve Hi-fin'de uzun günler boyunca onur
ve övüç vesilesi şeyleri bıraktılar.
Düşman askerlerinin
elleri ve tüysüz bacakları, kahraman askerlerle karşılaştıklarında koparıldı.
"
Kadisiye savaşının
Müslümanlar lehine sonuçlandığı diğer Arap beldelerinde de duyuldu. Halid b.
Velid'in fethettiği Irak beldelerinin tamamı, Halid'e verdikleri sözleri ve
onunla yaptıkları antlaşmaları bozdular. Sadece Bankıya, Barosama ve Ülleys
halkı antlaşmalara sadık kaldılar. Verdikleri sözleri ve yaptıkları
antlaşmaları bozan Iraklılar daha sonra tekrar sözlerini tutmaya ve önceden
yaptıkları antlaşmalara bağlı kalmaya söz verdiler. Antlaşmayı bozmaya
kendilerini İranlıların zorladıklarını, bu yüzden kendilerinden haraç
aldıklarını iddia ettiler. Müslümalar da onların kalplerini İslâm'a ısındırmak
için bu iddialarının doğruluğunu kabul ettiler. İnşaallah
"Ahkamül-Kebir" isimli kitabımızda Irak savaşındaki halklarla ilgili
hükmü ileride beyan edeceğiz, tbn îshak ile diğerlerinin görüşüne göre
Kadisiye savaşı, hicretin onbeşind senesinde, Valridf nin görüşüne göre
hicretin onaltm-cı senesinde , Seyf b. Ömer ile bir cemaatın görüşlerine göre
ise hicretin ondördüncü senesinde yapılmıştır. Hicretin ondördüncü senesinde yapılmış
olduğu görüşünü îbn Cerir de benimsemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
îbn Cerir ile Vakidi
dediler ki: Hicretin ondördüncü senesinin ramazan ayında Hz. Ömer, cemaata
teravih namazını kıldırması için Übey b. KaVı görevlendirdi. Diğer beldelere de
ramazan ayının gecelerinde teravih kılmaları için cemaatın toplanmaları
gerektiğine dair emirname gönderdi. Yine bu senede Hz. Ömer, Utbe B. Gazvan'ı
Basra'ya vali tayin etti- Utbe ve beraberindeki Müslümanların Basra'ya gidip
yerleşmelerini emretti. Medainfnin görüşüne göre Farslıların, Medain ve çevresindeki
kasabalarla alkalarını kesti.
Seyf b. Ömer'in
iddiasına göre Basra, ancak onaltıcı senenin rebi-yul-evvel ayında vilayet
yapıldı. Utbe b. Gazvan ise Sa'd'm, Celula ve Tikrit savaşlarını
tamamlamasından sonra Medain'den çıkıp Basra'ya gitmişti. Onu, Hz. Ömer'in
emriyle Sa'd oraya göndermişti. Allah onlardan razı olsun.
Ebu Mihnef, Şa'bî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Utbe b. Gazvan'ı 310 küsur
adamla Basra'ya gönderdi. Diğer Araplardan da ona katılanlar oldu. Böylece
adamlarının sayısı 500'ü buldu. Beraberindeki adamlarla hicri ondördüncü
senenin rebi-yül-evvel ayında Basra'ya geldi. O zaman Basra'ya Hind diyarı
deniyordu. Orada beyaz ve sert taşlar bulunuyordu. Adamları için bir yerleşim
yeri ararken küçük köprünün çevresine vardı. Orada kamış ve kmdırga bitkileri
de vardı. Oraya yerleştiler. Bu sırada İranlıların Fırat yöneticisi, 4000
süvari ile üzerlerine geldi. Güneş zevvale erdikten sonra Utbe, onlarla
karşılaştı. Sahabelere emir verdi. Sahabeler, Fırat yöneticisinin adamlarına
hücum ettiler. Farslan baştan sona kırıp geçirdiler. Fı-ratın yöneticisini esir
aldılar. O esnada Utbe kalkıp askerlere şöyle bir nutuk irad etti:
"Dünya kopup
gitmiş, sırtını dönüp hızla kaçıyor. Geriye yalnızca bir kap dolduracak kadar
birşeyi kalmıştır. Haberiniz olsun, siz, buradan ebede kadar kalacağınız yere
göçeceksiniz. O bakımdan elinizdeki en hayırlısıyla göçün. Bana anlatıldığına
göre Cehennem vadisinin kenarından bir kaya parçası bırakılırsa, yetmiş yıl
yuvarlanarak durur. Ve sizler bu vadiyi dolduracaksınız. Siz ise bundan hayrete
düştünüz.
Oysa ki yine bana şu
da anlatılmıştır: Cennet'in kapılarından ikisi arasındaki mesafe kırk yıldır.
Bir gün gelecek Cehennem kesinlikle dolup taşacaktır, Yemin olsun, bir zamanlar
Peygamber (s. a.v.) ile birlikte bulunan yedi kişiden biri bendim. Biz uzun
süre semür ağacının yaprağından başka yiyecek birşey bulamıyorduk. Sonunda
ağızlarımızın içi yaralarla dolmuştu. Bir gün elime bir elbise geçirmiştim.
Bunu alıp Sa'd ile birlikte paylaşmıştık. Şimdi ise o yedi kişiden her birimiz
mutlaka bir bölgenin valisiyiz. Bizden sonrada insanları deneyeceklerdir."
Ali b. Muhammed
el-Medainî'nin rivayetine göre Hz. Ömer, Basra'ya gönderdiği zaman Utbe b.
Gazvan'a şu mealde bir mektup yazmıştı:
**Ey Utbe! Ben, seni
Hind topraklarından sayılan bir yere vali olarak görevlendiriyorum. Burası
düşmanın savaş alanlarından bir yerdir. Orada bulunanlara karşı Allah'ın sana
yeteceğini ve sana yardımcı olacağını ümit ederim.Alâ b. Hadremî'ye, sana
Arfece b. Herseme'yi yardıma olarak göndermesini emrettim. Arfece yanına
geldiğinde onunla istişare et. insanları Allah'ın dinine çağır. Senin bu
çağrını kabul edenleri sen de kabul et. Çağrım kabul etmeyenlerden cizye
vermelerini iste. Vermeyenin işini ise kılıçla hallet. Emrin altında bulunan
kimseler hakkında Allah'tan kork. Nefsinin seni kibir tuzaklarına düşürerek
ahiretini berbad etmesinden sakın. Rasûlullah'm sahabesi oldun. Alçaklıktan
sonra onun sayesinde yüceldin. Zayıflıktan sonra güçlendin. Sonunda
başkalarının başına dikilen bir komutan ve emirlerine boyun eğilen bir hükümdar
oldun. Söylediğin dinlenir, emirlerine uyulur, seni gerçek değerinden daha
yukarıya çıkartmayacak ve senden aşağıdakilere karşı da azdırmayacak olursan
bu, gerçekten büyük bir nimettir. Bununla birlikte günah işlemekten sakındığın
gibi nimetin seni kötülüklere sürüklemesinden de kendini koru. Hatta bu
nimetin derece derece artarak seni aldatıp sonunda Cehennem'e sürüklemesi,
benim nazarımda senin için masiyetten de kötüdür. Allah, ikimizi de böyle bir
durumdan korusun. İnsanlar, Allah'a hızlıca bağlandılar. Sonunda dünyada da
onlara verilince bu sefer onu istemeye başladılar. Fakat sen Allah'ı iste.
Dünyayı isteme . Zalimlerin yıkılıp ölmesi gibi bir akıbete uğramaktan
kork."
Utbe, bu senenin receb
veya şaban ayında Eble şehrini fethetti. Utbe b. Gazvan bu senede vefat edince
Hz. Ömer, Basra'ya vali olarak Mu-ğire b. Şube'yi tayin etti. Muğire, oradaki
valilik görevini iki yıl sürdürdü, iftiraya uğrayınca Hz. Ömer, onu bu
görevinden alarak yerine Ebu Musa el-Eş'arî'yi vali olarak atadı. Allah
onlardan razı olsun.
Bu senede Hz. Ömer,
oğlu Ubeydullah'ı şarap suçu yüzünden hadde tabi tuttu. Bu cezayı tatbik
ederken yanında bir toplulukta şahit olarak bulundu. Yine bu senede Ebu Mihcen
es-Sakafi de şarap içme suçu sebe-
biyle yedi kez hadde
tabi tutuldu. Onunla birlikte Rebia b. Ümeyye b. Halef de vuruldu. Bu senede
Sa'd b. Ebi Vakkas, Kûfe'ye indi. Yine bu senede Hz. Ömer, insanlara hac
ettirdi. Mekke'de Attab b. Üseyd, Şam'da Ebu Ubeyde, Bahreyn'de "Osman b.
Ebi'l-As (başka bir rivayete göre Alâ b. Hadremî), Irak'ta Sa'd ve Umman'da da
Hüzeyfe b. Mihsan vali olarak bulunuyorlardı. [2]
Bir görüşe göre bu
sene de Sa'd b. Ubade vefat etmiştir. Sahih kavle göre Sa'd, hicretin
ondördüncü senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Bu senede vefat
edenlerden biri de Utbe b. Gazvan b. Cabir b. Heyb el-Mazinî'dir. Bu şahıs,
Beni Abdu'ş-Şems'in müttefiki olup sahabedir. Bedir gazvesine katılmış
İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman olmuş, Habeşistan'a hicret etmiştir.
Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi bu zat, Hz. Ömer'in emri üzerine
Basra'yı şehir haline getiren ilk kişidir. Birçok faziletleri ve üstünlükleri
vardır. Hicretin ondördüncü senesinde vefat etmiştir. Onbeşinci senesinde
vefat ettiğini söyleyenler olduğu gibi onyedinci senesinde vefat ettiğini söyleyenler
de olmuştur. Yirminci senede vefat ettiğine dair bir rivayet te vardır.
Doğrusunu Allah bilir. Vefat ettiği zaman yaşı elliyi geçmişti. Altmışı geçtiği
de söylenir. Allah ondan razı olsun.[3]
Hicri ondördüncü
senede vefat edenlerden biri de Amr b. Ümmü Mektum adındaki ama sahabedir.
Adının Abdullah olduğu da söylenir. Muhacirlerden olan bu sahabe, Mus'ab b.
Ümeyr'den sonra Medine'ye hicret etmişti. Yani Peygamberden önce hicret
edenlerdendi. Müslümanlara hem Kur'ân okur hem de öğretirdi. Rasûlullah
(s.a.v.), onu birçok defalar Medine'ye kendi yerine vekil bırakmıştı, Onüç kez
vekalet ettiği söylenir. Sa'd'la birlikle Hz. Ömer zamanında Kadisiye savaşma
katılmıştı. Anlatıldığına göre o, Kadisiye savaşında şehid edilmiştir.
Medine'ye dönüp orada vefat ettiği de söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [4]
Hicri ondördüncü
senede vefat edenlerden biri de Müsenna b. Harise b. Seleme b. Damdam b. Mürre
b. Zühl b. Şeyban eş-Şeybanfdir. Bu zat,Halid b. Valid'in Irak'ta komutan
vekiliydi. Cisr savaşından sonra Ebu Ubeyd'in ardı sıra komutanlık makamına
geçmişti, islâm ordusunu idare etmiş ve o gün onları Farslüardan kurtarmıştı.
Bahadır askerlerdendi. Öyle ki atma binip Hz. Ebu Bekir'in yanına gitmiş,
Iraklılarla savaşmaya onu teşvik etmişti. Vefat etmesinden sonra Sa'd b. Ebi
Vak-kas, onun karısı Selma binti Hafs ile evlenmişti. AJlah ikisinden de razı
olsun ve onları hoşnut kılsın. [5]
Bu senede vefat
edenlerden biri de Ebu Zeyd el-Ensari en-Neccarî'dir. Rasûllullah zamanında
Ensâr'dan Kur'ân'ı ezberleyen dört kurradan biridir. Bu dört kurranın adları
şöyledir: Muaz b. Cebel, Übey b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve Ebu Zeyd.
Enes'in ifadesine göre
Ebu Zeyd, onun amcasıymış. Kelbî dedi ki: Sözü edilen bu Ebu Zeyd'in asıl adı,
Kays b. Seken b. Kays b. Zaura b. Hazm b. Cündeb b. Ganem b. Adiy b.
Neccar'dır. Bedir gazvesine katılmıştır. Musa b. Ukbe dedi ki: Bu zat, Cisr
(Köprü) savaşında şehid edildi. Bu savaşa Ebu Ubeyd komuta etmişti. Cisr
savaşı, bilindiği gibi hicretin on dördüncü senesinde yapılmıştı. Bazıları
dediler ki: Sözü edilen . bu Ebu Zeyd'in asıl adı, Kur'ân'ı toplayan Sa'd b.
Ubeyd'dir. Bu konuda . Katade, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Evslilerle Hac-reçliler birbirlerine karşı övünerek
iftiharlaştılar. Evsliler dediler ki:
- Bizden öyle bir adam
var ki, şehid edildiği zaman melekler onu yıkamışlardı. Onun adı Hanzele b.
Ebi Amir'dir. Yine bizden Öyle bir adam var ki, şehid edildiği zaman cesedini
arılar korumuşlardı. O, Asım b. Sabit b. Ebu'l-Eflah'tır. Yine bizden öyle bir
adam var ki, Rahman'ın Arş'ı onun için titremişti. Onun adı Sa'd b. Muaz'dır.
Yine bizden öyle bir adam var ki, onun şahidliği, iki kişinin şahidliği yerine
geçerli olmuştur. Onun adı da Hüzeyfe b. Sabit'tir.
Evslilerin böyle
demelerine karşı Hazreçliler de şöyle demişlerdi:
- Bizden dört kişi var
ki, bunlar Rasûlullah (s.a.v.)'ın zamanında Kur'ân'ı toplamışlardı. Adları da
şöyledir: Übey, Zeyd b. Sabit, Muaz ve Ebu Zeyd. Allah tümünden razı olsun. Yine
bizden Ebu Ubeyd b. Mesud b. Amr es-Sakafi vardır. O, Irak valisi Muhtar b. Ebi
Ubeyd'in babasıdır. Yine Ebu Ubeyd, Abdullah b. Ömer'in zevcesi Safiyye'nin
babasıdır. Ebu Ubeyde, Peygamber Efendimiz hayatta iken Müslüman olmuştu. [6]
Hicri ondördüncü
senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu
Kuhafe'dir. Hz. Ebu Bekir'in asıl adı, Abdullah b. Ebi Kuhafe Osman b. Amir b.
Sahr b. Ka*b b. Sa'd b. Teym b. Mürre b. Ka*b b. Lüey b. Galip'dir. Hz. Ebu
Bekir'in babası Ebu Kuhafe, Mekke fethi senesinde Müslüman olmuştu. Hz.Ebu
Bekir elinden tutarak onu peygamber (s.a.v.)'în yanına getirmişti. Onu görünce
Peygamber (s.a.v.), Hz. Ebu Bekir'e ikram olsun diye şöyle demişti:
- İhtiyarı evinde
bıraksaydın da biz yanına gitseydik.
Peygamber Efendimiz'in
bu nazik ifadesi üzerine Hz. Ebu Bekir:
- Hayır ya Rasûlallah,
onun sana gelmesi daha layıktır, diye karşılık vermişti. Rasûlullah (s.a.v.)
onu önüne oturttu. Başı ak çiçekler gibi bembeyazdı. Rasûlullah ona dua etti.
Ve:"Saçlaruıın şu beyazlığını bir-şeyle değiştirin. Onu siyahtan uzak
tutun." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince Hz. Ebu Bekir halife oldu.
Müslümanlar, Ebu Bekir'in halife olduğunu Mekke'de bulunan babası Ebu Kuhafe'ye
bildirince o:
- Haşim oğullarıyla
Mahzum oğulları Ebu Bekir'in halifeliğini onayladılar mı? diye sordu:
Müslümanlar:
- Evet, diye karşılık
verince Ebu Kuhafe:
- Bu, Allah'ın bir
lütfudur. Dilediğine verir, dedi. Sonra oğlu Ebu Bekir'in vefatı gibi bir
musibete maruz kaldı. Allah ondan razı olsun. Kendisi de hicretin ondördüncü
senesinde Mekke'de muharrem (başka bir rivayete göre receb) ayında yetmişdört
yaşındayken vefat etti. Allah ona rahmet etsin.
Hicretin ondördüncü
senesinde şehid edilen şahsiyetlerin adlarıyla ilgili olarak üstadımız Ebu
Abdullah ez-Zehebî, şöyle bir alfabetik sıralama yapmıştır:
Evs b. Evs b. Atik; Bu
zat, Cisr savaşında şehid edildi.
Beşir b. Anbes b.
Yezid ez-Zufrî: Bu zat, Uhud savaşma katılanlardandır. Katade b. Numan'm
amcası oğludur. Havva'nın binicisi diye ün salmıştır. Havva, onun atının
adıydı.
Sabit b. Atik: Bu zat,
Beni Amr b. Mebzul kabilesindendir. Sahabedir. Cisr savaşında şehid
edilmiştir.
Salebe b. Amr b.
Mihsan en-Neccarî: Bedir savaşma katılmıştı. Bu da Cisr savaşında şehid edildi.
Haris b. Atik b. Numan
en-Neccarî: Bu zat, Uhud savaşma katılmıştı. Cisr savaşında şehid edilmişti.
Haris b. Mesud b.
Abde: Sahabedir. Ensâr'dandır. Cisr savaşında şehid edilmiştir.
Haris b. Adiy b.
Malik: Ensâr'dandır. Uhud savaşma katılmıştır. Cisr savaşında şehid edilmiştir.
Halid b. Said b. As:
Bu zat, Mercü's-sifr savaşında şehid edilmiştir.
Hüzeyme b. Evs
el-Eşhelî: Cisr savaşında şehid edildi.
Rebia b. Haris b.
Abdülmuttalib: Onun bu senede vefat ettiğine îbn Kani, tarih düşmüştür.
Zeyd b. Süraka: Cisr
savaşında şehid edildi.
Sa'd b. Selame b. Vakş
el-Eşhelî ve Sa'db. Ubade: Bir kavle göre bu zat, hicretin ondördüncü senesinde
vefat etmiştir.
Seleme b. Eşlem b.
Hureyş: Cisr savaşında şehid edildi.
Damre b. Gaziyye: Cisr
savaşında şehid edildi.
Benu Muri b. Kayzf nin
oğulları Abbad, Abdullah ve Abdurrahman: Bunlar da Cisr savaşında şehid
edildiler.
Abdullah b. Sa'saa b.
Vehb el-Ensari en-Neccarî: Bu zat, Uhud gazvesine ve müteakip gazvelere
katılmıştır. Îbnu'l-Esir'in, "el -Gabe" adh eserinde anlattığına göre
bu zat, Cisr savaşında şehid edilmiştir.
Utbe b. Gazvan:
Bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda verilmiştir.
Ukbe ve kardeşi
Abdullah: Bunlar, babaları Kayzi b. Kaysla birlikte Cisr savaşında hazır
bulundular ve o günde şehid edildiler.
Alâ b. Hadremî: Bir
kavle göre bu senede vefat etmiştir. Ama başka kavillere göre bu seneden sonra
vefat etmiştir ki bununla ilgili açıklama ileri ki kısımlarda verilecektir.
Amr b. Ebu'1-Yüsr:
Cisr savaşında şehid edildi.
Kays b. Seken Ebu Zeyd
el-Ensârî: Bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda verildi.
Müsenna b. Harise
eş-Şeybanî: Bu zat da bu senede vefat etti. Allah ona rahmet etsin. Bununla
ilgili açıklama önceki sayfalarda verilmiştir.
Nafi b. Gaylanî: Cisr
savaşında şehid edildi.
Nevfel b. Haris b.
Abdülmuttalib: Bu zat, amcası Abbas'tan daha yaşlıydı. Bir kavle göre bu senede
vefat etmiştir. Ama meşhur kavle göre daha önce vefat etmiştir.
Vakid b. Abdullah:
Cisr savaşında şehid edilmiştir.
Yezid b. Kays b. Hatim
el Ensari ez-Zufrî: Uhud gazvesine ve müteakip gazvelere katılmış, Cisr
savaşında şehid edilmiştir. Uhud gazvesinde çok yaralar aldı. Babası Meşhur
şairdi.
Ebu Ubeyd b. Mesud
es-Sakafî: Cisr savaşında komutanlık yap-tı.Cisr savaşında şehid edildiği için
o savaşla meşhur olmuştur. Bir fil, onu ayağının altına alıp öldürmüştü. Allah
ondan razı olsun. Ama daha önce o kılıcıyla filin hortumunu kesmişti.
Ebu Kuhafe et-Teymî:
Bu zat, Hz. Ebu Bekir es-Sıddık'ın babasıdır. Bu senede vefat etmiştir. Allah
ondan razı olsun.
Hind binti Utbe b.
Rebia b. Abdu'ş-Şems b. Ümeyye el-Ümeviye: Bu hanım, Muaviye b. Ebi Süfyan'm
annesidir. Kureyş kadınlarının hanım efendilerindendi. Görüş, deha ve riyaset
sahibiydi. Uhud gazvesine kocasıyla birlikte katılmıştı. O zaman müşrikleri
Müslümanlarla savaşmaya ve Müslümanları öldürmeye teşvik etmişti. Hz. Hamza
şehid edildiği zaman vücuduna işkence yapmıştı. Ciğerinden bir parça alıp
çiğnemiş ama yutamamıştı. Babası ve kardeşi Bedir savaşında öldürüldüğü için
Hz. Hamza'ya böyle yapmıştı. Ama Mekke fethinde Müslüman olmuş ve İslâmiyet'i
güzelce yaşamıştı. Bey'atlaşmak için Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gitmek
istediğinde kocası Ebu Süfyan'dan izin istemiş, kocası da ona şöyle demişti:
- Dün, bu İslâmiyet
davasını yalanlıyordun.
- Vallahi bu geceden
önce bu Mescid-i Haram'da Allah'a hakkıyla
ibadet edildiğini
görmemiştim. Yemin ederim ki Müslümanlar, gecede namaz kılarak sabahladılar.
- Şimdiye kadar neler
yaptın neler! Yalnız başına Rasûlullah'ın yanma gitme.
- Bunun üzerine Hind,
Osman b. Affan'ın yanına gitti. Başka bir rivayete göre ise kardeşi Ebu
Hüzeyfe b. Utbe'nin yanma gitmişti. İkisi birlikte Rasûlullah'ın yanma
gittiler. Hind'in yüzü peçeliydi. Rasûlullah (s.a.v.), beraberindeki diğer
kadınlarla birlikte onunla bey'atlaşırken şöyle demişti:
"Allah'a herhangi
birşeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek ve zina etmemek üzere"
Rasûlullah'ın böyle
demesi üzerine Hind de şu soruyu sormuştu:
- Hür kadın hiç zina
eder mi?
- Çocuklarınızı
öldürmemek üzere .
- Biz onları küçükken
besleyip büyüttük. Büyüdükten sonra mı onları öldüreceğiz?
Hind'in bu sözü
üzerine Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve şu ayeti okudu:
"Başkasının
çocuğunu sahiplenerek kocasına isnadda bulunmamak ve uygun olanı işlemekte
sana karşı gelmemek üzere."
Hind:
- Evet, uygun olan
işte sana karşı gelmemek üzere. Öyle değil mi? diye sordu.
Rasûlullah (s.a.v.)
da:
- Uygun olan işte,
diye cevap verdi. Hind'in konuşması onun fesahat ve akıl sahibi bir kadın
olduğunu isbathyor. O, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle demişti:
- Allah'a yemin ederim
ki ey Muhammed, yeryüzünde senin kabile halkın kadar alçalıp zelil olmalarını
istediğim başka bir halk yoktu. Ama yemin ederim ki bu gün yeyüzünde senin oba
halkın kadar yücelmelerini istediğim başka bir oba halkı yok.
Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle dedi:
- Nefsim kudret elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki senin dediğin gibidir.
Hind, kocası Ebu
Süfyan'm cimriliğinden şikayetçi oldu. Rasûlullah (s.a.v.) da ona, kendisine ve
çocuklarına yetecek kadar, uygun miktarda malı Ebu Süfyan'm malından almasını
emretti. Hind ile Fakih b. Muğire arasında geçen meşhur bir kıssa vardır. Hind,
kocası Ebu Süfya^a birlikte Yermük savaşma da katılmış ve hicretin ondör-düncü
senesinde Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe'nin vefat ettiği günde vefat
etmiştir. Hind, Ebu Süfyan oğlu Muaviye'nin annesidir. [7]
îbn Cerir dedi ki:
Sa'd b. Vakkas, bu senede Kûfe'yi şehirleşmiştir. Ibn Bukayle, Kûfe'nin yerini
ona göstererek şöyle demişti:
"Allah rızası
için sana bir yer göstereceğim. Burada tahta kurusu, sivrisinek gibi haşereler
yoktur. Burası düzlük bir yerdir, içinde biraz da meyil vardır."
Bu senede Mercu'r-rum
savaşı yapılmıştır. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Ebu Ubeyde ile Halid
b. Velid, Fihl vak'asından sonra Hz. Ömer'in emri üzerine Humus'a doğru yola
çıkmışlardı. Zi'1-kila mevkiine gelip konaklamışlardı. Herakliyus ise, Teodor
komutasında bir ordu göndermiş, bu ordu Merc-i Dımaşk ile batısına
konaklamıştı. Kış hücuma geçmişti. Ebu Ubeyde, işe önce Mercu'r-rum'dan
başladı. Bizanslılardan Şenes adında başka bir komutan da geldi.Bu komutanın
emri altında büyük bir ordu vardı. Karşısına Ebu Ubeyde çıktı. Bunlar, onun
Teodor'a ulaşmasına mani oldular. Teodor'da yerleşmek ve orayı Yezid b. Ebi
Süfyan'm elinden kurtarmak için Dımaşk'a taraf yoluna devam etti. Halid
b.Velid, onu takiben Dunaşk'a doğru yoluna devam etti. Dımaşk'tan Yezid b. Ebi
Süfyan gelip onun karşısına çıktı, iki taraf savaştılar. Onlar savaşırken
Halid b. Velid geldi. Bizanslılar'ı arkadan vurmaya başladı. Yezid de ön
taraftaki askerleri arka taraftakilerden ayırıp yalnız bııraktı. Nihayet gece
bastırdı. Bizanslılar'ı hezimete uğrattılar. Ancak kaçan kimseler ölümden
kurtulabildiler. Halid b. Velid de Teodor'u Öldürdü. Bizanslılardan bol
miktarda ganimet ele geçirdiler. Ganimetleri aralarında paylaştılar. Yezid,
Dımaşk'a döndü. Halid b. Velid de Ebu Ubeyde'nin yanma döndü.Onun
Mercu'r-rum'da Şe-nes'le karşılaşıp savaşmakta olduğunu gördü. Aralarında büyük
bir savaş cereyan etti. Ebu Ubeyde, Şenes'i öldürdü. Askerlerini
kovaladı.Hu-mus'a kadar takibe devam etti. Sonra Ebu Ubeyde, Humus'u da kuşatma
altına aldı. [8]
Ebu Ubeyde, yenik
Bizanslılar'ı takip ederken Humus'a geldi.Orayı kuşatma altına aldı. Halid b.
Velid de gelip onun yanında yer aldı. Kuşatmayı şiddetlendirdiler. Kışın
şiddetli soğukları da başlamıştı. Humuslular, Müslüman askerlerin bu şiddetli
soğuklar sebebiyle geri döneceklerini ümit etmekteydiler.Bu yüzden sabır
gösterdiler. Sahabeler ise daha büyük bir sabır gösterdiler. Öyle ki,
birçoklarının anlattığına göre Bizanslılardan bazıları geri dönmüş ve ayakları
kalın çoraplar (mest) içindeyken dahi şiddetli soğuktan düşmüştü. Sahabelerin
ise ayaklarında ayakkabılarından başka birşey yoktu. Bununla birlikte onların
ayakları ve parmaklan isabet almamıştı.1 Kış mevsimi sona erinceye kadar
kuştmayı sabırla devam ettirdiler. Kuşatma daha da şiddetlenmişti.
Humuslulularm Önde gelen bazı büyük şahsiyetleri, Müslümanlarla barış
antlaşması yapma teklifinde bulundular. Ancak Müslümanlar bu teklifi kabul
etmeyip :
- Humus'un mülkünü ele
geçirmemiz yakın olmuşken sizinle barış mı yapacağız? dediler.
Anlatıldığına göre
sahabeler, bu savaşın bir gününde tekbir getirmişler. Tekbir seslerinin
şiddetinden Humus şehrinin bazı duvarları çatlamıştı. Sonra başka bir tekbir
getirmişler, bu defa da tekbir seslerinden bazı evler yıkılmıştı. Şehir halkı,
Önde gelen adamlarının yanına gidip:
- Başımıza gelen bu
felaketi ve içinde bulunduğumuz bu hali görmüyor musunuz? Müslümanlarla barış
antlaşması yapalım, dediler. Bunun üzerine Humuslular, Şamlıların Müslümanlarla
yaptıkları antlaşma şartlarına uygun olarak evlerinin yansını Müslümanlara vermek
ve arazilerinin haraçlannı ödemek, ayrıca zenginlik ve yoksulluk-lan nazan
itibara anılarak şahıs başına cizye ödemek üzere banş antlaşması yaptılar. Ebu
Ubeyde, fetih müjdesini ve ganimetlerin beşte birini Abdullah b. Mesudla Hz.
Ömer'e gönderdi. Kendisi de büyük bir orduyla Humus'a yerleşti. Beraberinde
komutanlar ve sahabelerin önde gelen adamları vardı. Sahabelerden Bilal ve
Mikdad da Ebu Ubeyde'nin beraberindeydiler. Ebu Ubeyde, Hz.Ömer'e mektup
yazarak Herakli-yus'un Cezire'ye kadar suların başını kestiğini, bazen
gizlendiğini, bazen ortaya çıktığını bildirdi. Hz, Ömer de ona Humus'ta
ikamete devam etmesini emreden bir mektup gönderdi. [9]
Ebu Ubeyde, Humus'u
fethettikten sonra Halid b. Velid'i Kin-nesrin'e gönderdi. Halid, oraya
geldiğinde şehir halkı ve Hristiyan Araplar ona karşı ayaklandılar. Halid,
onlarla savaştı, çoklannı Öldürdü. Oradaki Bizanslıları ve komutanları Mitas'ı
öldürdü. Bedeviler, ondan özür dileyerek bu savaşı kendi görüşlerine dayanarak
yapmış olma-dıkîanm beyan ettiler Halid, mazeretlerini kabul edip onlara
dokunmadı, daha sonra şehre girdi. Şehir halkı, kalelere sığındılar. Halid,
onlara şöyle dedi:
- Eğer göklere çıkıp
bulutlann içine yerleşseniz bile Allah, bizi size ulaştırır, veya sizi yanımıza
yere indirir.
Onlarla uğraşmaya
devam etti. Nihayet Cenâb-ı Allah, oranın fethini Halid'e nasib etti. Allah'a
hamd olsun.Halid'in bu savaşta gösterdiği yararlılıklan duyan Hz.Ömer, şöyle
dedi:
- Allah, Ebu Bekir'e
rahmet etsin .O, adamlan benden daha iyi bilip tanıyordu. Allah'a yemin ederim
ki ben, Halid'i herhangi bir şüpheden ötürü görevden azletmedim. Ancak
insanlann her şeyin Allah'tan değil de Halid'den geldiğine inanmalanndan
korktum.
Bu senede Herakliyus,
askerleriyle birlikte geri çekilerek. Şair bidelerinden Bizans beldilerine
gitti. Seyf b. Ömer'in anlattığına göre Kinnesrin savaşı, hicretin onaltıncı
senesinde yapılmıştır.
Dediler ki:
Herakliyus, Kudüs'e her hacca gidiş ve dönüşünde Suriye topraklanna bakıp
şöyle derdi:
"Ey Suriye! Sana
veda ediyor ve seni teslim ediyorum. Ama sendeki amacıma ulaşamadım."
Herakliyus, Şam beldelerinden aynlıp Urfa'ya gitti. Urfalılardan kendisiyle
birlikte Bizans'a gelmelerini istedi. Onlar
da:
- Burada kalmamız
seninle beraber gelmemizden daha faydalı olacaktır, dediler. Bunun üzerine
Herakliyus, onlan Urfa'da bıraktı. Şem-şan'a ulaştığında yüksek bir tepeye
çıkıp Beyt-i Makdis taraflanna yönelerek şöyle dedi:
"Selam sana ey
Suriye! Bir daha görüşmemek üzere selam! Bundan sonra sana hiçbir Bizanslı,
uğursuz çocuk dünyaya gelmedikçe korkusuzca giremeyecektir. Keşke bu çocuk
doğmasa." Herakliyus'un bu davranışı ne kadar güzel, fakat Bizaslılar
için de ne kadar büyük bir musibetti. Herakliyus, daha sonra yoluna devam
ederek Kostantiniye'ye vardı. Hüküm dar lığına orada devam etti. Yanında
bulunup Müslü-malarla birlikte esir edilmiş bir adama sordu:
- Şu Müslümanlan bana
anlat.
Adam da şu cevabı
verdi:
- Onlan sana öyle
anlatacağım ki,onlan seyrediyormuş gibi olacaksın. Onlar gündüz savaşırlar,
gecede rahipler gibi ibadet ederler. Zimmetlerindeki şeyin bedelini ödemedikçe
onu yemezler, bir yere girerken mutlaka selam verirler. Savaşacakları
kimselerin yanma gitmezler. Meğer ki onlar kendilerinin yanma gitsinler.
- Eğer bana doğruyu
soyledinse onlar şu iki ayağımın bastığı yere-de sahip olacaklardır."
Ben derim ki:
Müslümanlar, Kostantiniye'yi (İstanbul) Emeviler zamanında kuşatma altına
aldılar. Ama fethedemediler. "Kitabu Mela-himw adlı eserde de anlattığımız
gibi ahir zamanda Müslümanlar oraya sahip olacaklardır. Bu hususta Sahih-i
Müslim'de ve diğer hadis imamlarının eserlerinde Rasûlullah'tan nakledilen
sahih hadisler vardır. Allah'a hamd ve minnet olsun.
Cenâb-ı Allah, zamanın
sonuna kadar Bizanslıların Şam beldelerine sahip olmalarını yasaklamıştır.
Nitekim bu hususta Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre'den rivayet
edilen bir hadiste sabit olduğu gibi Rasûlullah, şöyle buyurmuştur:
"Kisra öldükten sonra
başka bir Risra gelmeyecektir. Kayser öldükten sonra başka bir Kayser
gelmeyecektir. Nefsim kudret elinde bulunan Zat'a yemin ederim ki siz, Kayser
ile Kisra'nın hazinelerini Aziz ve Celil olan Allah yolunda
sarfedeceksiniz."
Rasûlullah (s.a.v.)'m bu
müjdesi, gördüğüm kadarıyla tamamen tahakkuk etmiştir. Ve haber verdiği şey
kesinlikle gerçeklecektir.Yani Kayserlerin hakimiyeti Şam'a asla giremecektir.
Çünkü Kayser kelimesi, Araplara göre bir cins ismidir ki, Bizans beldeleriyle
birlikte Şam'a sahip olan kimselere verilen bir addır. Şam'ın hakimiyeti Kayserlerin
eline asla geçmeyecektir. [10]
îbn Cerir dedi ki:
Hicretin onbeşinci senesinde Muaviye b. Ebu Süf-yan, Hz. Ömer'in emriyle vali
tayin edildi. Hz. Ömer, ona gönderdiği mektubunda şöyle diyordu:
"Seni Kisariye'ye
vali tayin ettim, oraya git ve onlara karşı Allah'tan yardım dile. "Lâ
havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim" sözünü çokça söyle. Allah
Rabbimizdir,güvencimizdir, mevlamızdır.O ne güzel mevla ve ne güzel yardımcıdır...."
Bu mektub üzerine Muaviye, Kisariye'ye gitti. Orayı kuşatma altına aldı.
Defalarca Kisariyeliler üzerine saldırdı, son saldırısında şiddetli bir
çarpışma cereyan etti. Muaviye, üzerlerine hücum etti, savaşı şiddetlendirdi.
Nihayet Cenâb-ı Allah, oranın fethini nasip etti. Kisariyeîilerden 80 000'e
yakın adam Öldürüldü. Savaş alanından kaçan yenik Kisariyelilerle birlikte
öldürülen kimselerin sayısı 100 000'i buldu. Muaviye, ganimetlerin beşte
birini ve Ki-sariye'nin fetih müjdesini mü'minlerin emin Hz. Ömer'e gönderdi.
Allah, ondan razı olsun.
Ibn Cerir dedi ki:
Hicretin onbeşinci senesinde Hz. Ömer, Amr b. As'a mektup yazarak Kudüs'e sefer
etmesini ve Kudüs valisiyle savaşmasını emir buyurdu. Amr b. As'da bu emir
üzerine yola çıktı. Remle mıntıkasında bir Bizans ordusuyla karşılaştı. Bunun
üzerine Ecnadeyn savaşı başladı. [11]
Amr b. As, ordusuyla
yola çıktı. Ordunun sağ cenahında oğlu Abdullah, sol cenahında Cüdane b. Temim
el-Malikî vardı. Cünade, Beni Malik b. Kinane kabüesindendi. Şurahbil b. Hasene
de vardı. Amr b. As, Ürdün'de Ebu Aver es-Sülemf yi komutan vekili olarak
bıraktı. Kendisi Remle'ye ulaştığında orada Artabon komutasında bir Bizans
askerî birliği gördü. Artabon, onların en dahîsi, en akıllısı, en uzak görüşlüsü
ve ince hesapları dahi yapmayı ihmal etmeyenlerinden biri idi. Hem Rem-le'de,
hem de Kudüs'te büyük birer ordu yerleştirmişti. Amr b. As, bu durumu Hz.
Ömer'e bildirmek üzere bir mektup gönderdi. Amr'ın mektubunu alan Hz.
Ömer:"Şimdi biz, Bizanslı Artabon'un üzerine Arapların Artabon'unu
göndermiş bulunuyoruz. Kimin bu işi başaracağına dikkat ediniz." dedi.
Amr b. As, Kudüslülerle savaşmaları için Alkame b. Hakim el-Firasî ile Mesruk
b. Bilal el-Akkfyi gönderdi. Ebu Eyyüb el-Malikf yi de Remle'ye gönderdi.
Remlede Bizanslıların komutanı Toza-rik bulunuyordu. Bunlar, Amr b. As ile
ordusunun Kudüs'e gitmelerine engel olmak için Remle'de bulunuyorlardı. Hz.
Ömer'in gönderdiği takviye birlikleri, Amr b. As'm yanına geldikçe o, bu
birliklerin bir kısmını Kudüs'e gidenlerin peşine, bir kısmını Remle'ye hücuma
geçen askerlerin peşine yolluyordu. Kendisi Ecnadeyn'de kalmaya devam etti.
Arta-bon'a gönderdiği elçilerden birşey anlayamadığı ve Artabon'un açıkları-nı
görmediği için bizzat kendisi elçi sıfatıyla Artabon'un yanma gitti. Yapmak
istediği şeyleri ona bildirdi. Onun cevabını dinledi. Huzurunda düşünmeye
başladı ve ne demek istediğini anladı. Artabon da kendi kendine şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki bu, Amr b. As'tır.Ya da Amr b. As'm görüşünden istifade
ettiği bir adamdır. Bunu öldürmekle Müslümanlara en büyük darbeyi vurmuş
olacağım." Kendi kendine böyle dedikten sonra bir muhafızı çağırdı.
Kulağına fısıldayarak Amr*ı öldürmesini emretti ve şöyle dedi:
- Falan yere git ve
bekle. Senin yanından geçtiği zaman bunu öldür!
Amr b. As durumu sezdi
ve Artabon'a şöyle dedi:
- Ey komutan! Doğrusu
ben senin söylediklerim dinledim. Sen de benim söylediklerimi dinledin. Ben,
Ömer'in bu valiye yardım etmek üzere göndermiş olduğu on kişiden birisiyim.
Şimdi dönüp onları da alıp geleyim. Onlar da senin bana sunduğun bu teklifleri
uygun görecek olurlarsa, emirimizin de askerlerin de uygun görecekleri
görüştür, demektir.
Bunun üzerine Artabon,
Amr b. As'a şöyle dedi:
- Evet, git onları da
bana getir.
Bundan sonra Artabon,
yanma bir adam çağırarak kulağına birşeyler fısıldadı ve sonunda şöyle dedi:
- Falan yerde
beklemekte olan muhafiza git ve onu geri çağır. Amr da yerinden kalktı ve
ordusunun yanına gitti. Artabon, daha sonra onun Amr b. As olduğunu anladı ve:
- Adam beni aldattı.
Allah'a yemin ederim ki o, Arapların en dahisi-dir, dedi.
Amr'm bu oyununu duyan
Hz. Ömer:"Allah, Amr'în hayrını versin." dedi. Amr, Artabon'u nerede
yakalayabileceğini bilmiş ve onunla karşılaşmış. Ecnadeyn'de aralarında Yermük
savaşını andıran bir savaş olmuştu. Öyle ki, her iki tarafın da verdiği ölü
sayısı oldukça fazlaydı. Sonra geride kalan ordular, Amr b.As'ın komutası
altında toplandılar. Kudüs valisinin zor durumda bıraktığı Müslüman askerler,
müstahkem mevki halindeki Kudüs şehrine giremediklerinden dönüp Amr b. As'm
yanma gelmişlerdi.. Artabon da Amr b As'a şöyle bir mektup göndermişti:
"Sen benim dostum
ve akranımsm. Benimle aynı değerde bir komutansın. Ben milletim içinde nasıl
yüksek bir komutansam, sen de milletin içinde öylesine yüksek bir komutansın.
Vallahi Ecnadeyn savaşından sonra Filistin'den başka bir yeri fethedemezsin.
Geri dön, aldanma. Aksi takdirde senden öncekilerin uğradıkları gibi sen de
hezimete uğrarsın."
Bunun üzerine Amr b.
As, Rumca bilen bir elçiyi Artabon'a şu bir mektupla birlikte göndererek
talimatı verdi:
- Git,onun
söylediklerini dinle, sonra yanıma gel ve durumu anlat. Amr'ın, bu mektubunda şunlar yazılıydı:
"Mektubun bana
geldi. Ben kavmimde nasıl bir komutansam sen de kavminde öyle bir komutansın.
Birşeyi gözden kaçırmışsın. Benim üstünlük derecemi tam takdir edememişsin. Bu
beldelerin fethinin sahibinin ben olduğumu zannetmişsin. Mektubum sana
ulaştığı zaman onu arkadaşlarının ve vezirlerinin huzurunda oku."
Artabon, kendisine
gelen bu mektubu yardımcılarının huzurunda okudu. Onlar da Artabon'a şöyle bir
soru sordular:
- Bu beldelerin
fethininin sahibinin bu adam olmadığını nerden biliyorsun?
Artabon:
- Çünkü bu beldeleri
fethedecek adamın adı üç harften ibarettir, diye cevap verdi. Elçi de Amr'ın
yanma dönüp durumunu anlattı.Amr da yardım isteyerek Hz. Ömer'e bir mektup
gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu:"Ben, çok zorlu bir savaş vermekteydim.
Son derece çetin bir düşmanla uğraşıyorum. Fethetmeye çalıştığım ülke sana
karşı peşinen küçülmüş bulunuyor. Ne dersin?" Mektup Hz. Ömer'e ulaşınca
o, Amr'ın bu sözü mutlaka bildiği şeyden dolayı söylediğini anladı. Bunun üzerine
kendisi Kudüs'ü fethetmek üzere Şam'a doğru sefere çıkmaya karar verdi. Nitekim
bununla ilgili detaylı açıklama ileride gelecektir. Seyf b. Ömer,üstadlarının
şöyle dediklerini nakletmiştir: Hz. ömer, Şam'a dört kez girdi. Birincisinde
Kudüs'ü fethederken ata binmişti. İkincisinde bir deve üzerindeydi. Üçüncüsünde
Ser' mıntıkasına varmış, sonra da Şam'da veba hastalığı zuhur ettiğinden geri
dönmüştü. Dördüncüsünde de bir merkebe binmiş olarak Şam'a girmişti. [12]
Ebü Cafer b. Cerir'in
anlattığına göre hicretin onbeşinci senesinde Ebu Ubeyde, Dımaşk'ın fethini
tamamladıktan sonra Kudüslülere bir mektup göndererek onları Allah'a imana ve
Isâm'a girmeye davet et-ti.Aksi takdirde cizye vermeleri gerektiğini, cizye
vermedikleri takdirde kendilerine karşı savaş ilan edileceğini bildirdi.
Kudüslüler, Ebu Ubeyde'nin bu çağrısına icabet etmediler. Bunun üzerine Ebu
Ubeyde, Şam'da Said b. Zeyd'i halef bıraktı. Ordusuyla birlikte Kudüs'e doğru
yola çıktı. Kudüs'ü kuşatma altına aldı. Şehir halkına baskı yaptı. Nihayet
onlar, emirü'l-mü'minin Ömer b. Hattab'm kendilerine gelmesi şartıyla barış
yapmaya razı olacaklarım bildirdiler.
Ebu Ubeyde, durumu bir
mektupla Hz. Ömer'e bildirdi. Bu hususta onun fikrini sordu. Hz. Osman da
Kudüslülerin hakarete uğramaları, zelil olmaları ve burunlarının yere sürülmesi
için Hz. Ömer'in Kudüs'e gitmemesi tavsiyesinde bulundu. Hz. Ali ise,
aralarındaki kuşatma sebebiyle Müslümanlar üzerine çöken yükün hafiflemesi
için Hz. Ömer'in Kudüs'e gitmesi gerektiğini ifade etti. Hz. Ömer, Ali'nin
görüşünü uygun gördü, ordusuyla birlikte Kudüs'e doğru yola çıktı. Medine'de
vekil olarak Ebu Talib oğlu Ali'yi bıraktı. Abbas b. Abdülmuttalib öncü kuvvetlerin
başında yola çıktı. Hz. Ömer, Şam'a yaklaştığı zaman Ebu Ubeyde; Halid b. Velid
ve Yezid b. Ebu Süfyan gibi komutanların Önde gelenleriyle birlikte onu
karşılamaya çıktı. Ebu Ubeyde, bineğinden indi. Hz. Ömer de bineğinden indi.
Ebu Ubeyde, Hz. Ömer'in elini öpmeye yöneldi. Hz. Ömer de Ebu Ubeyde'nin
ayağını öpmeye yöneldi. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, öpmekten vazgeçti. Sonra
yoluna devam etti.
Kudüs'teki
Hristiyanlarla barış antlaşması yaptı. Onlardan üç güne kadar Bizanslıları
Kudüs'ten kovmalarını istedi. Sonra da içeri girdi. Rasûlullah (s.a.v.)'m İsrâ
gecesinde girdiği kapıdan Mescid-i Ak-sa'ya girdi. Anlatıldığına göre Mescid-i
Aksa'ya girerken telbiye getirmişti. Orada Davud Peygamberin mihrabında
tahiyyetül-mescid namazını kılmış ve girdiği günün ertesi gününde Müslümanlara
sabah namazını kıldırmıştı. Sabah namazının birinci rekatında Sâd sûresini
okumuş, secde ayetine geldiğinde secdeye kapanmış, Müslümanlar da onunla birlikte
secdeye kapanmışlardı. İkinci rekatta ise Beni İsrail (el-Isrâ) sûresini
okumuş, namazı tamamladıktan sonra, Peygamber Efendîmiz'in miraca çıkışı
esnasında ayağını bastığı kayanın yanına gelmişti. Kayanın yerini
KaTsül-AhbaıMan sormuş, o da mescidi arka tarafina alıp ilerlemesini
söylemişti. Bunun üzerine Hz. Ömer:
- Yahudilere benzedin,
demişti. Sonra Mescid-i Aksa'nm karşı tarafında bir mescid yapmıştı. Bu, bugün
bilinen Hz. Ömer Camii'dir. Hz. Ömer, daha sonra abasının eteğine kayanın
yanındaki toprakları alıp taşımıştı. Müslümanlar da onunla birlikte toprak
taşımışlardı. Kalan topraklan da Ürdünlülerin taşımasını emretmişti.
Bizanslılar, o kayayı çöplük haline getirmişlerdi. Çünkü orası Yahudilerin
kıblesiydi. Öyle ki bir kadın, âdet kanının bulaştığı kirli bezini çıkarıp bu
kayanın üzerine atıyordu. Hz. Ömer, kayayı şunun için temizlemişti: Yahudiler,
orayı çöplük haline getirmişlerdi. Orası, Yahudilerin haçları koydukları ve Hz.
İsa'nın mezarıdır düşüncesiyle üzerine pislik attıkları bir mezbelelik haline
gelmişti. Hristiyanların orada inşa ettikleri kiliseye de bu yüzden Kumame
kilisesi "çöplük kilisesi" denmişti.
Kudüs'te bulunan
Herakliyus'a Peygamberin mektubu ulaştığı zaman o, Hristiyanlara vaz ü
nasihatta bulunmuştu. Çünkü onlar, kayanın üzerim çöplük haline getirmişlerdi.
Herakliyus, Mescid-i Aksa'daki Dâvud Peygamber mihrabına gidip onlara şöyle
dedi:"îsrail oğulları, Zekeriyya oğlu Yahya'nın kanı için öldürüldükleri
gibi sizin de -bu mescidi tahkir etmenizden ötürü -bu çöplük uğruna savaşmanız
gerekir. Sizin bunu yapmanız en uygun olan bir davranış olacaktır." Böyle
dedikten sonra kayanın üzerindeki çöpleri atıp temizlemelerini emretti. Onlar
da bu temizlik faaliyetine başladılar. Üçte birini temizlemiş iken Müslümanlar
orayı fethettiler. Hz. Ömer de o çöplüğü oradan tamamıyla kaldırttı.
Seyf b. Ömer'e göre
Hz. Ömer, Medine'de Hz. Ali'yi halef bıraktıktan sonra çabucak Kudüs'e
varabilmek çin atma binip yola çıktı. Cabi-ye'ye vardığında inip mola verdi.
Orada beliğ ve uzun bir konuşma yapıp şöyle dedi: "Ey insanlar! İçinizi
düzeltin ki, dışınız da düzelsin. Ahireti-niz için çalışın M, bu çalışmanız
dünyanız için de yeterli olsun. Bilesiniz ki kişi ile Adem Peygamber arasında
hayatta bulunan bir baba yoktur. Yine kişi ile Allah arasındaki bağlarda
yumuşama ve gevşeme de söz konusu değildir. Kim Cennet yolunu istiyorsa
cemaata sarılsın. Çünkü şeytan tek kişiyle beraberdir. İki kişiden çok
uzaktadır. Herhangi bîriniz bir kadınla tenha yerde başbaşa bulunmasın. Çünkü
bu durumda üçüncüleri şeytan olur. İyiliklerinin kendisini memnun ettiği,
kötülüklerinin de kendisini üzdüğü kişi, mümindir.
Hz.Ömer, daha sonra
Cabiyelilerle barış antlaşması yaptı. Kudüs'e doğru yoluna devam etti. Daha
önce ordu komutanlarınız falan günde Cabiye'de kendisiyle buluşmalarını
bildiren mektuplar göndermişti. Onlar da aynı günde Cabiye'ye gelip onunla
birleştiler. Onunla ilk buluşanlar, Yezid b. Ebu Süfyan ile Ebu Ubeyde oldu.
Sonra Halid b. Velid, Müslüman atlılarla birlikte oraya geldi. Üzerlerinde ipek
elbiseler vardı. Hz. Ömer bundan dolayı onları taşlamak için üzerlerine doğru
gitti. Ancak onlar, üzerlerinde silah bulunduğunu ve savaşta buna ihtiyaç
duyduklarını söyleyerek mazeret beyanında bulundular. Hz. Ömer,on-ların bu
mazeret beyanları karşısında sustu. Yerlerine vekil bırakan bütün komutanlar
gelip Cabiye'de Hz. Ömer'le buluştular. Yalnız Amr b. As ile Şurahbil
gelemediler. Çünkü onlar, Ecnadeyn'de Artabon'la karşı karşıya bulunuyorlardı.
Hz. Ömer, Cabiye'de iken ellerinde çekilmiş kılıçları ile bir Bizans bölüğünün
geldiğini gördü. Müslümanlar, silahlarını alarak üzerlerine yürüdüler. Ancak
Hz. Ömer, Müslüman askerleri durdurup:
- Bunlar, eman isteyen
bir kavimdirler, dedi. Kendisi onların yanına gitti. Kudüs'ten gelip eman
dileyen ve mü'minlerin emiriyle barış yapmak isteyen askerler olduklarını
anladı. Çünkü onlar, kendisinin Medine'den Kudüs taraflarına gitmekte olduğunu
duymuşlardı. Hz.Ömer, isteklerini yerine getirdi. Onlara emanname ve
barış'antlaşmasını içeren bir yazı yazdı. Üzerlerine cizye tarhetti. Bazı
şartlar da ileri sürdü. Bu antlaşma metninin yazılmasında Halid b. Velid, Amr
b. As, Abdurrahman b. Avf ve Muaviye b. Ebu Süfyan şahit olarak bulundular.
Antlaşma metnini Muaviye yazmıştı. Bu antlaşma, hicretin on-beşinci senesinde
yapılmıştı. Daha sonra Hz. Ömer, Lüd halkı ve orada bulunan diğer kimseler için
emanname yazdı. Üzerlerine cizye tarhetti. Onlarda Kudüslülerle yapılan barış
gibi aynı maddeleri içeren bir barış antlaşması yaptılar. Artabon, Mısır
beldelerine kaçtı. Amr b. As'm, Mısır'ı fethetmesine kadar oralarda kaldı.
Daha sonra deniz sahilleri tarafına kaçtı. Müslümanlarla savaşan bazı
müfrezelerle birlikte bulunuyordu. Onu, Kays kabilesinden bir adam ele
geçirdi. Artabon, kendisini yakalayan adamın elini kesti, adam da onu öldürerek
hakkında şöyle bir şiiir söyledi:
"Rum Artabon'u bu
eli perişan ettiyse de Allah'a hamd olsun ki ondan çok yararlandım^
Rum Artabon'u onu
kopardıysa da ben de onun kemiklerini bu elle paramparça etmişimdir."
Remlelîler ve çevre
kasaba halklar ile barış antlaşması yaptıktan sonra Amr b. As ile Şurahbil b.
Hasene, Cabiye'ye geldiler. Mü'minlerin emiri Hattab oğlu Ömer'in atma binmiş
olduğunu gördüler. Yaiima yaklaştıklarında eğilip onun dizlerini öptüler.
Hz.Ömer de ikisini kucaklayıp bağrına bastı. Allah onlardan razı olsun. Sonra
Hz. Ömer, Ca-biye'den ayrılıp Kudüs'e doğru yola çıktı. Atı
topallamaya.başladı. Ona bir beygir getirdiler. Beygire bindi ama o da gürültü
ve sesler çıkarmaya başlayınca Hz. Ömer, inip yüzünü tokatladı ve:"Sana bu
şekilde kibirlenmeyi kimin öğrettiğini bilmiyorum." dedi. Sonra da
beygire hiç binmedi. Zaten daha önce de binmemişti. Böylelikle Kudüs ve
çevresinin fethi Hz. Ömer eliyle gerçekleştirilmiş oldu. Yalnız Ecnadeyn fethi
Amr b. As tarafından, Kisariye'nin fethi de Muaviye tarafından gerçekleştirilmişti.
Seyf b. Ömer'in bu konuda anlattıkları bundan ibarettir. Ancak diğer siyer
imamları ona muhalefet ederek Kudüs'ün hicri onaltmcı senede fethedilmiş
olduğunu söylemişlerdir.
Muhammed b. Aiz, Yezid
b. Ubeyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kudüs, hicretin onaltıncı
senesinde fethedildi. Bu senede Hz. Ömer Cabiye'ye geldi"
Ebu Zür'a ed-Dımaşkî,
Velid b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer
hicretin onyedinci senesinde Ser* yolundan geri geldi. Tekrar hicretin
onsekizinci senesinde geldi. Komutanlar onun yanında toplandılar. Topladıkları
malları ona teslim ettiler. O da bu ganimetleri dağıttı. Orduları tertipledi.
Şehirler kurdu. Tekrar Medine'ye döndü."
Yakup b. Süfyan dedi
ki:"Cabiye ve Kudüs, hicretin onaltmcı senesinde fethedildi. Ebu Ma'şer
dedi M: Amvas ve Cabiye, hicretin onaltmcı senesinde fethedildi, Sonra hicretin
onyedinci senesinde Ser1 beldesi fethedildi. Ardı sıra hicretin onsekizinci
senesinde kıtlık görüldü. Bu senede Amvas'ta veba salgını görüldü. Ve Amvas
diye bilinen belde bu senede fethedildi. Bu beldede baş gösteren veba,
hicretin onsekizinci senesinde yayıldı."
Ebu Mihnef dedi ki:
"Hz. Ömer, Şam'a geldiğinde oranın bahçelerini ve sularım gördü. Sonra
şehire, köşklerine, bostanlara baktı ve şu ayet-i kerimeyi okudu:
"Orada nice
bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip durdukları nimetler
bırakmışlardı. Bu böyledir, onları başka bir millete miras bıraktık."
(ed-Duhân, 25-28.)
Hz. Ömer, bu ayet-i
kerimeyi okuduktan sonra Nabiğa'nın şu şiirini de okudu:
"Bunlar, zamanın
iki gencidir ki gece ve gündüz, peşpeşe bunlara saldırırlar.
Bunlar, gayretle bir
kabileye saldırdıkları zaman onları çöktürür-ler ve o kabile musibetlere maruz
kalır."
ilk bakışta bu
sözlerden anlaşıldığına göre Hz. Ömer, Şam'a girmiştir. Ama gerçek böyle
değildir. Çünkü onun Şam mıntıkasına yaptığı üç seferde de şehire girdiğini
nakleden hiçbir tarihçi yoktur. İlk gelişi buydu. O, Cabiye'den Kudüs'e doğru
gitmişti. Nitekim Seyf b. Ömer'le diğerleri böyle derler. Doğrusunu Allah
bilir. Vakidfye gelince o der M: Şam başkanlarının rivayetine göre Hz. Ömer,
Şam'a iki kez girmiş, üçüncüde Ser'den -hicretin onyedinci senesinde- geri
dönmüştür. Onlar derler ki: Üçüncüde Dımaşk ve Humus şehrine girmiştir. Vakidî
bunu inkar eder.
Ben derim ki: Hz.
Ömer'in islâm'a girmesinden önce cahiliye devrinde Şam'a girişinden başka
ikinci bir kez Şam'a girdiği bilinmemektedir. Nitekim bunu onun siretinde
detaylı olarak anlatmışızdır. Yine rivayet ettiğimize göre Hz. Ömer, Kudüs'e
girdiği zaman Peygamber Efen-dimiz'in, üstüne basarak miraca çıktığı kayanın
yerini Kabu'1-Ah-bar'dan sormuş, o da Hz. Ömer'e şöyle cevap vermişti:
- Ey mü'minlerin emin!
Cehennem vadisinden itibaren şu kadar ve şu kadar sayıda zira ile ölç, vardığın
yer, kayanın yeridir.
Zira ile ölçtüler.
Kayayı orada buldular. Hristiyanlar, orayı çöplük haline getirmişlerdi. Nitekim
Yahudiler de Hz. İsa'nın benzeri olan kişinin çarmıha gerildiği yeri çöplük
haline getirmişlerdi. Benzeri adam haça gerildiği halde Yahudilerle
Hristiyanlar, o adamın Hz. İsa olduğu inancına kapılmışlardı. Ama bu inançları
asılsızdı. Nitekim bu hususta yanıldıklarını Cenâb-i Allah kesin bir ifadeyle
bildirmektedir. Demek istediğimiz şudur ki; Hristiyanlar, Hz. Peygamber'in
bisetinden 300 sene kadar Önce Kudüs'e hakim oldukları zaman Hz. İsa'nın
benzeri adamın çarmıha gerildiği yeri çöplük haline getiren Yahudilerden Öç almak
için temizlemişler, oraya Kral Kostantin'in annesi bir kilise inşa ettirmişti.
Kostantin, kendi adıyla bilinen Kostantiniyye şehrinin kurucusudur. Anası,
Heylane el-Harraniye el-Bundukaniye'dir. Bu kadın, oğluna emir vermiş, o da
Hs.İsa'nın doğduğu yerde Hristiyanlar için Beytu'l-Lahm'î inşa etmişti, kendisi
de asılsız iddiaya göre Hz.İsa'nın mezarının bulunduğu yerde mabet inşa
ettirmişti. Kendileri de Yahudilerin önceleri ve sonraları yaptıklarına karşı
öc almak amacıyla onların kıble mekanlarını çöplüğe dönüştürmüşlerdi. Hz. Ömer,
Kudüs'ü fethedip kayanın yerini keşfettiği zaman kayanın üzerindeki çöplerin
temizlenmesini emretmişti. Hatta denildiğine göre kendi abasıyla orayı silip
temizlemişti. Sonra da mescidi nereye kuracağını KaVa sormuş, onunla müşavere
yapmıştı. KaT) da mescidi kayanın arka tarafina inşa etmesini teklif etmiş, o
da Ka'b'm göğsüne vurarak:
- Ey Ümmü Ka*b'm oğlu,
sen böyle bir teklifte bulunmakla Yahudilere benzedin, demiş ve Mescid-i
Aksa'nın önünde bir mescid yapılmasını emretmişti.
İmam Ahmed b.
Hanbel'in rivayetine göre Hz. Ömer, Ka'bu'1-Ah-bar'a şöyle bir soru sormuş:
- Nerede namaz kılmamı
uygun görürsün?
- Eğer teklifimi kabul
edersen kayanın arkasında kılarsın. O zaman bütün Kudüs senin önüne düşer.
- Sen Yahudilere
benzedin ama ben Rasûlullah (s.a.v.)'m kıldığı yerde kılacağım. Böyle dedikten
sonra kıbleye yönelip namaz kaldı. Sonra gelip abasıyla o kayanın üzerindeki
çöpleri silip süpürdü. Onun temizlik yaptığını gören halk ta gelip orayı
temzlemişlediler.
Seyf b. Ömer, Salim'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Hz.Ömer, Şam'a geldiği
zaman Dımaşk Yahudilerinden bir adam onu karşıladı ve ona şöyle dedi:
"Selam sana ey
Faruk! Sen Kudüs'ün sahibisin. Allah'a yemin ederim ki, Allah, sana Kudüs'ün
fethini nasip etmedikçe geri dönmeyeceksin."
Ahmed b. Mervan
ed-Dineverî, Hz. Ömer'in azadhsı Eslem'in şöyle
dediğidini rivayet
etmiştir:
"Hz. Ömer,
Kureyşli ticaret kafilesiyle Şam'a gelmişti. Arkadaşları şehirden çıkacakları
esnada, bazı işlerini görmek için Hz.Ömer onlardan geride kalmıştı. Şehirde
dolaşmakta iken bir patrik onun ensesinden tutup çekmiş. Hz. Ömer, onunla
çekişmiş ve kendisini ondan kurtarmaya çalışmıştı. Ama bir türlü ona güç
yetirememişti. Patrik onu; içinde toprak,balta, çapa ve zenbil bulunan bir
odaya sokmuş ve ona: "Şunu şuradan şuraya taşı." demiş, kapıyı da
üzerine kilitleyerek geri dönmüştü. Sonra da öğleye kadar Hz. Ömer'in yanma
uğramamış, Hz. Ömer, olayının şurasında başından geçenleri şöyle
anlatıyor:"Oturup düşünmeye başladım. Patriğin bana dediklerinden
hiçbirini yapamadım. Yanıma geldiğinde:
- Neyin var, niçin
dediklerimi yapmadın? dedi ve başıma bir yumruk vurdu.
Ben de baltayı alıp
onu öldürdüm. Dışarı çıktım. Bir rahib. kilisesine uğradım. Akşamleyin yanında
biraz oturdum. Rahip bana dikkatle baktı. Beni kiliseye koydu, yedirip içirdi.
Armağan verdi. İyiden iyiye beni süzmeye başladı. Durumumu sordu, ben de:
- Arkadaşlarımı
kaybettim, dedim.
O da bana:
- Ama korkulu gözlerle
bakıyorsun, dedi. Tekrar beni dikkatle incelemeye başladı. Sonra da şöyle
dedi:
- Hristiyanlar,
kitaplarını en iyi bilen âlimlerinin ben olduğumu biliyorlar. Bizi şu
topraklarınızdan çıkaracak olun kişinin sen olduğunu görüyorum. Şu kilisemde
kalman için bana bir emanname yazar mısın?
- Olmayacak birşeyi
söylüyorsun, dedim. Ama rahib bunu benden ısrarla istedi. Nihayet ben de onun
isteği dorultusunda bir sayfa yazıp ona verdim. Ayrılacağım zaman bana bir
merkep verdi ve bana şöyle dedi:
- Şuna bin,
arkadaşlarının yanına vardığın zaman yalnız başına bunu bana gönder. Çünkü bu
hangi kiliseye uğrarsa ona değer verirler.
Ben de onun bana
dediğini yaptım.
Hz. Ömer, Kudüs'ü
fethetmek için geldiğinde Cabiye'de bulunan o rahip emannameyi yanma alıp Hz.
Ömer'in yanına geldi, Hz. Ömer de daha önce kendisine yazmış olduğu emannameyi
geçerli saydı. Yalnız, kilisesine uğrayacak Müslümanlara ikramda bulunmasını,
onlara ev sahipliği yapmasını ve yol göstermesini şart koştu."
Ebu Bekir b.
Ebi'd-Dünya, Ebu Galiye eş-Şamfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer, Kudüs
yoluna giderken Cabiye'ye siyah bir deve üzerinde geldi. Saçı dökük olduğu
için güneş altında kafası parlıyordu. Üzerinde sarık ve bornoz yoktu. Ayaklan
eğerin iki tarafında sallanıyordu. Minderi de imbicam yapısı yünlü bir
minderdi. Bineğine binerken bunu altına semer olarak koyardı. Yere inerken bunu
kendine döşek olarak kullanırdı. Heybesi lif astarlıydı. Bineğine binerken bunu
heybe olarak kullanır, yere inerken de bunu yastık olarak kullanırdı. Pamuklu
bir gömleği vardı. Eskimiş ve yan tarafları delinmişti. Hz. Ömer:
- Bana bu kavmin
reisini çağırın, dedi.Ona Celumes'i çağırdılar. Celumes'e:
- Şu gömleğimi yıkayın,
yırtıklarını dikin, bana bir elbise veya bir gömleği emanet olarak verin, dedi.
Ona keten bir gömlek getirdiler.
- Bu nedir? diye
sordu.
- Ketendir, dediler.
- Keten nedir? diye
sordu. Onlar da kendisine anlattılar. Gömleğini çıkanp verdi. Gömleğini
yıkayıp yamadılar. Kendisine getirip teslim ettiler. O da üzerindeki emanet
gömleği çıkarıp sahiplerine teslim etti. Kendi gömleğini giydi.
Celumes ona dedi ki:
- Sen, Arapların
hükümdarısın. Bu beldelerde deveye binmek senin için uygun olmaz. İstersen başka
bir bineğe bin. Beygire binmen, senin açından Bizanslıların gözünde daha
gösterişli olur.
Hz. Ömer şu cevabı
verdi:
- Biz, Allah'ın
islâmiyet'le yücelttiği bir milletiz. Allah'tan başka bir mabuda tapmayız.
Beygir getirildi. Üzerine eğersiz bir kadife serildi. Hz. Ömer de üzerine
bindi. Sonra:
- Şunu durdurun, şunu
durdurun. Bundan önce insanların şeytana bindiklerini görmemiştim, dedi.
Devesini getirdiler. O da devesine bindi.»
İsmail b. Muhammed
es-Seffar, Tarık b. Şihab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer, Şam'a
geldiği zaman bir nehirden geçmesi gerekti. Devesinden indi. Çizmelerini
çıkarıp eline aldı. Devesiyle birlikte suya girdi ve karşı tarafa geçti. Ebu
Ubeyde, ona dedi ki:
- Sen bu gün bu
diyarda yapılmaması gereken bir iş yaptın. Şöyle ve şöyle yaptın. Hz. Ömer, Ebu
Ubeyde'nin göğsüne vurup şöyle dedi: —Bu sözü senden başkası söyleseydi ey Ebu
Ubeyde, ona yapacağımı bilirdim. Siz daha önceleri insanların en zelili, en
hakiri ve en azı idiniz. Allah sizi İslâmiyet'le onurlandırdı. Siz
İslâmiyet'ten başka bir vasıtayla onur ararsanız Allah sizi alçaltır."
îbn Cerir dedi ki:Bu
senede, (hicretin onbeşinci senesinde) Müslümanlarla Farslılar arasında Seyf
b. Ömer'in görüşüne göre birkaç savaş meydana geldi. îbn îshak ile Vakidî dediler
ki: Bu ancak hicretin onal-tıncı senesinde vuku buldu.Böyle dedikten sonra îbn
Cerir, Farshlarla Müslümanlar arasında cereyan eden birçok savaştan
bahsetmiştir. Bu savaşlar, Hz. Ömer'in, Sa'd b. Ebi Vakkas'a Medain'e gitmesini
emrettiği zamanda cereyan etmişti. Medain'e gitmesini, kadınları ve çoluk çocuğu
Akik mıntıkasında birçok süvari nezaretinde bırakmasını da emretmişti. Sa'd,
Kadisiye savaşını tamamladıktan sonra ordusunun öncü birliklerinin başında
Zühre b. Haviye'yi gönderdi. Sonra Zühre'nin ar-^ kasından kendisine birer
birer kamutanlan gönderdi. Halid b. Urfuta, yerine kendi naibi olarak Haşim b.
Utbe b. Ebi Vakkas'ı bıraktı. Kendisi ordusuyla birlikte hareket etti. Halid'i
bu ordunun artçı birliklerinin başına kam utan yapmıştı.Bunlar büyük bir süvari
birliği ve çok miktarda silahla yola çıktılar. Zaman da, bu senenin şevval
ayıran bitimine birkaç gün kala idi. Kûfe'ye indiler. Kendilerinden önce
Zühre, Medain tarafına gitti. Orada Yasbuhri ile karşılaştı. Bu komutanın emri
altında Farslılarm büyük bir ordusu vardı. Ancak Zühre, onları yenilgiye uğrattı.
Farslılar, geri dönüp
Babil'e gittiler. Orada büyük bir orduları vardı. Bunlar da Kadisiye savaşında
yenilgiye uğramışlardı. Başlarına Fi-ruzan'ı komutan yapmışlardı. Zühre, Sa'd'a
yenik Farslılarm Babü'de toplandıkları haberini verdi. Bunun üzerine Sa'd ile
Firuzan karşılaştılar. Sa'd, onları abanın ucunun rüzgar önünde kıvrılmasından
daha çabuk bir şekilde yendi. Onlar da yenilgiye uğrayınca iki gruba
ayrıldılar. Bir grup Medain'e gitti. Diğer grup Nihavend'e gitti. Sa'd, Babü'de
birkaç gün kaldı. Sonra Medain'e doğru yola çıktı. Bunlar başka bir Fars
askeri birliğiyle karşılaştılar. İki taraf şiddetlice savaştılar. Farslılarm
komutanı Şehriyar ortaya çıkıp mübareze için adam istedi. Müslümanlardan Nail
el-Areci Ebu Nübate adında Beni Temim kabilesinden bahadır bir adam onun
karşısına çıktı. Bir saat mızraklaştılar. Sonra mızraklarını atıp kılıçlarını
çektiler ve kılıçla birbirlerine saldırdılar. Sonra birbirlerini kucakladılar.
İkisi de atlarından yere düştü. Şehriyar, Ebu Nübate'nin göğsü üzerine düştü.
Hançerini çekti. Onu boğazlamak istedi. Ancak parmağı Ebu Nübate'nin ağzına
takıldı. Ebu Nübate, onunparmağını katır kıtır kopardı. O da kendi canının
derdine düştü. Böyle olunca da Ebu Nübate, onun hançerini alıp boğazını kesti.
Atını, bileziklerini ve üzerindeki eşyalarını aldı. Şehriyar'ın adamları da
geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Yenilgiye uğradılar. Sa'd, Naile yemin
verdirdi ki, Şehriyar'ın üzerinden aldığı bileziklerini ve silahını takınıp
atma savaş esnasında binsin. O da bu yemini yerine getirdi.
Dediler ki: Ebu
Nübate, Irakta Kusa mıntıkasında surlara ilk tırmanan Müslüman oldu. Hz.
ibrahim'in Küsa'da saklandığı yeri ziyaret etti. Allah'ın salatü selamı İbrahim
ve diğer Peygamberlerin üzerine olsun. Bundan sonra da Ebu Nübate, şu ayeti
okudu:
"İnsanlar
arasında günleri bazen lehe, bazen aleyhe döndürür dururuz." (Âl-i Imrân,
140.) [13]
Dediler ki: Sonra
Sa'd, Zühre'yi önden gönderdi. Zühre Küsa'dan Nehreşir'e doğru harekete geçti.
Öncü birliklerin başında yer aldı. Karşısına Eare komutanlarından Şirzaz
çıktı, Sabat halkı için barış yapılmasını, cizye ödenmesini teklif etti.
Zühre, onun bu teklifini Sa'd'a iletti. Sa'd da kabul etti. Sonra Sa'd, ordusuyla
birlikteMazlam Sabat'a gitti. Orada Kisra'nın Boran adı verilen çok sayıda
askeri birliklerini gördüBoran birlikleri hergün:"Biz yaşadığımız sürece
Fars hakimiyeti sona ermeyecektir." diye yemin ediyorlardı.
Beraberlerinde Kîsra'nın Mukarrat adlı büyük bir arslanı vardı. Onu
Müslümanların yoluna bırakmışlardı. Gelen geçen Müslümanları yakalayıp
parçalaması için âdeta nöbetçi gibi yola dikilmişti. Sa'd'ın kardeşi oğlu Haşim
b. Utbe, bu arslana saldırdı Aislanı öldürdü. İnsanlarda onu seyrediyorlardı. O
gün Haşim kılıcına Metin adını venli. Sa'cTm ayaklarını öptü. Haşim, Farslılann
üzerine hücum etti. Onları bulundukları yerden ricat etme mecburiyetinde
bıraktı. Yenilgiye uğrattı. Bu esnada o, Cenâb-ı Allah'ın şu ayetini okuyordu:
"Siz daha önce, sonunuzun
gelmeyeceğine yemin etmemişmiydiniz?" (Ibrâhîm, U.)
Gece olunca
Müslümanlar yola çıktılar. Nehşehir'e gelip mola verdiler. Her durduklarında
baştan sona -Sa'd da dahil olmak üzere- hepsi tekbir getiriyorlardı.
Nehşehir'de iki ay süreyle ikamet ettiler. Üçüncü aya da girdiler. Böylece
hicretin onbeşinci senesi sona ermiş oldu.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Hz. Ömer, insanlara haccettirdi. Hac esnasında Mekke'deki valisi Attab
b. Üseyd, Şam'daki valisi Ebu Ubey-de, Küfe ve Irak'taki valisi Sa'd, Taif teki
valisi Ya'lâ b. Ümeyye, Bahreyn ve Yemame'deki valisi Osman b. Ebu'l As, Umman
valisi ise Hüzeyfe b. Mihsan idi. [14]
Sa'd b. Ubade
el-Ensari el-Hazrecî.
Sa'd b. Ubeyd Numan
Ebu Zeyd el-Ensari el-Evsî:
Bu zat, Kadisiye'de
şehid edildi. Anlatıldığına göre bu, Rasûlullah zamanında Kur'ân'ı toplayan
dört kurradan biri olan Ebu Zeyd'dir. Diğerleri ise bunu inkar etmişlerdir.
Yine denildiğine göre bu zat, Ümeyr b. Sa'd adındaki zahid Humus valisinin
babasıdır. Muhammed b. Sa'd, bu zatın Kadisiye'de vefat ettiğini ve bu savaşın
da hicretin onaltma senesinde yapılmış olduğunu söylemiştir. Doğrusunu Allah
bilir.
Süheyl b. Amr: Hicri
onbeşinci senede vefat edenlerden biri de Süheyl b. Amr b. Abdu'ş-Şems b.
Abdud b. Nasr b. Hisl b. Amir b. Lüey Ebu Yezid el-Amirfdir. Bu zat, Kureyş
hatiplerinden ve eşrafından olup Mekke fethi gününde Müslüman olmuş,
İslâmiyet'i güzelce yaşamıştır. Müsamahakar, cömert ve fesahat sahibi bir adam
olup çokça namaz kılar, oruç tutar, sadaka verir, Kur'ân okur ve fazlaca
ağlardı. Anlatıldığına göre o, fazlaca namaz kılıp oruç tuttuğu için rengi
sararmış, bitkin düşmüştü. Hudeybiye barışında şükranla karşılanacak bir çaba
sarfet-mişti. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiği zaman Mekke'de halkı islâm'da sebat
ettirecek büyük bir nutuk irad etti. Onun Mekke'de irad ettiği bu nutku, Hz.
Ebu Bekir'in Medine'de irad ettiği nutkuna yakın anlamlı idi. Sonra bir
toplulukla birlikte cihad için Şam'a gitti. Yermük savaşına katıldı. Bu
savaşta bir bölüğün başmda komutanlık yaptığı ve şehid edildiği söylenir.
Vakidî ile Şafiî'nin dediklerine göre bu zat, Amvas vebasından ötürü vefat
etmiştir.
Amir b. Malik: Hicri
onbeşinci senede vefat edenlerden biri de Amir b. Malik b. Üheyb ez-Zührî'dir.
Bu zat, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın kardeşidir. Habeşistan'a hicret etmiştir. Ebu
Ubeyde'nin Şam'daki orduların komutanlığına tayin edildiğini ve Halid'in bu
görevden azledildiğini bildiren Hz. Ömer'in mektubunu getiren ulak da budur.
Yermük savaşında şehid edilmiştir.
Abdullah b. Süfyan b.
Abdü'1-Esed Mahzunu: sahabelerindendir. Amcası Ebu Seleme b. Abdü'l-Esed'le
birlikte Habeşistan'a hicret etmiştir. Amr b. Dinar, ondan munkati olarak
hadis rivayet etmiştir. Çünkü o Yermük savaşında şehid edilmiştir.
Abdurrahman b. Avvam:
Bu zat, Zübeyr b. Avvam'm kardeşi olup müşrik olarak Bedir savaşına katılmış,
Müslümanlarla savaşmıştı. Bir kavle göre Yermük savaşında şehid edilmiştir.
Utbe b. Gazvan: Bir
kavle göre bu da Yermük savaşında şehid edilmiştir.
îkrime b. Ebi Cehil:
Bir kavle göre bu, Yermük savaşında şehid edilmistir.
Amr b. Ümmü Mektum:
Kadisiye savaşında
şehid edildi. Medine'ye döndüğü de söylenir.
Amr b. Tüfeyl b. Amr:
Amir b. Ebi
Rebia:
Firas b. Nadr b.
Haris;
Anlatıldığına göre bu zat,
Yermük savaşında şehid edilmiştir.
Kays b. Adiy b. Sa'd
b. Sehm:
Habeş muhaciri
erindendir. Yermük savaşında şehid edilmişti.
Kays b. Ebi Sa'saa:
Amr b. Zeyd b. Avf
el-Ensari el-Mazinî:
Akabe bey'atma ve
Bedir gazvesine katılmıştır. Yermük savaşında bölük komutanlarından biri olup
aynı savaşta şehid edildi. Kur'ân kıra-atıyla ilgili bir hadis rivayet
etmiştir. Şeyh Ebu Abudullah Ez-Zehebî dedi ki: Rivayet ettiği bu hadisten
anlaşıldığına göre Amr b. Zeyd, Rasûlullah zamanında Kur'ân'ı toplayanlardan biridir.
Nuseyr b. Haris b.
Alkame:
Nuseyr b. Haris b.
Alkame b. Kelde b. Abdi Menaf b. Abdi'd-Dar b. Kusay el-Kuraşi el-Abderî de bu
senede vefat etmiştir. Bu şahıs, Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Kureyş
âlimi erin dendi. Rasûlullah (s.a.v.), Hüneyn savaşında ona yüz deve verdi.
Ancak bu develeri almakta tereddüt etti. Ve:"Ben İslâm'a girmek için
rüşvet almam." dedi. Sonra da:"Vallahi bunu ben kendim istemedim ve
taleb etmedim. Bu , Rasûlulllah'm bir bağışıdır. " dedi ve develeri aldı.
İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Yermük savaşında şehid edildi.
Nevfel b. Haris b.
Abdül-Muttalib:
Hicretin onbeşinci
senesinde vefat edenlerden biri de Nevfel b. Haris b. Abdülmuttalib'tir. Bu
zat, Rasûlullah (s.a.v.)'m amcası oğludur. Abddülmuttalib oğullarından Müslüman
olanların en yaşlısı idi. Bedir gazvesinde esir edilenlerdendi. Abbas, onun
fidyesini ödemişti. Anlatıldığına göre bu zat, Hendek gazvesi esnasında hicret
etmiş, daha sonra Hudeybiye ve Mekke fethi gazvelerine katılmış, Hüneyn
savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'a 3000 mızrak vererek silah yardımında bulunmuş
ve aynı savaşta sebat etmiş ve hicretin onbeşinci senesinde vefat etmiştir.
Hicretin yirminci senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Bu zat,
Medine'de vefat etmiş, cenaze namazım Hz. Ömer kıldırmış, cenazesiyle birlikte
mezarlığa gitmiş ve Baki mezarlığına defnedilmiş ti. Faziletli ve büyük birkaç
evladını geride bırakmıştı.
Hişam b. As:
Hicretin onbeşinci
senesinde vefat eden şahsiyetleriden biri de Amr b. As'm kardeşi Hişam b.
As'tır. İbn Sa'd'ın anlattığına göre bu zat, Yermük savaşında şehid
edilmiştir. [15]
Bu sene başında Sa'd
b. Ebi Vakkas, Nehreşir şehrine inip konaklamıştı. Burası, Kisra'nın Dicle'nin
batı tarafındaki iki şehrinden biriydi. Sa'd, hicri onbeşinci senenin zilhicce
ayında buraya gelmişti. Ancak onaltıncı sene girdiği halde Sa'd burada
ikametine devam etmekteydi. Her tarafa müfreze ve süvariler göndermişti. Ancak
bunlar, hiçbir Fars askerini yakalayamamışlardı. Aksine bunlar 100 000 kadar
çiftçi toplayarak hapsetmişlerdi. Sa'd da bu çiftçilere ne gibi bir muamele
yapacağını sormak üzere Hz. Ömer'e mektup göndermişti. Hz. Ömer de Sa'd'a
cevabi mektubunda şöyle yazmıştı:
"Eğer bu
çiftçiler size karşı Farslılara yardım etmeyip kendi beldelerinde ikamet etmişlerse,
bu onlar için bir emandır. Kaçanlar varsa, onları yakaladığınız zaman
dilediğiniz gibi davranabilirsiniz!" Bu mektup üzerine Sa'd, çiftçileri
İslâm'a davet etti. Fakat onlar bu daveti kabul etmediler. Cizye vermeyi
kabullendiler. Bunun üzerine Sa'd, onları serbest bıraktı. Dicle'nin batı
tarafından Arap diyarına kadar yaşayan çiftçilerin tamamı, böylece cizye ve
haraç ödeme yükümlülüğü altına girdi.
Nehreşir şehri, Sa'd'a
karşı şiddetle direniyordu. Sa'd, onlara Sel-man-ı Farisfyi gönderdi. Selman,
onları Aziz ve Celil olan Allah'a imana veya cizye ödemeye yahut savaşmaya
davet etti. Onlar, savaşma ve isyan dışında hiçbir teklin kabul etmediler.
Mancınık ve Debbabeler diktiler. Sa'd da mancınık yapılmasını emretti Bü emir
üzerine yirmi mancınık yapıldı. Mancınıklar, Nehreşir şehrine karşı
dikildiler. Kuşatma şiddetlendi. Nehreşir halkı çıkıp savaşıyor, çarpışıyor ve
asla firar etmeyeceklerine yemin ediyorlardı. Ama Cenâb-ı Allah, onların bu yeminlerini
boşa çıkarıp yalanladı. Zühre b. Haviyye, bir mızrak darbesine maruz kaldıktan
sonra onları yenilgiye uğrattı. Kendisi mızrak darbesini aldıktan sonra
Farslardan çok sayıda adam öldürdü. Onlar da onun Önünden kaçıp beldelerine
sığındılar. Orada şiddetlice kuşatma altına alındılar. Şehir halkı mahsur
kaldıklarından köpek ve kedi yemeye başlamışlardı. Onlardan birisi, surlardan
Müslümanlara doğru eğilip şöyle seslenmişti:
- Hükümdar size diyor
ki: Bizimle Dicle'nin bizim tarafımızda olan kısmından dağlık bölgelerimize
kadar olan kısım bizim, tarafınızda olan dağlık bölgesi ise sizin olması
karşılığında barış yapar mısınız? Hala doymadınız mı? Allah karınlarınızı
doyurmasın."
Bunun üzerine Ebu
Mukarrin el-Esved b. Kutbe'yi yüce Allah, hiç bilmediği ve beraberinde
bulunmayan bir bilgi ile konuşturdu. Bunun üzerine gelmiş olan piyadeler geri
dönerek Kisra'nın sarayının bulunduğu doğu Medain'e geçtiler. Ebu Mukarrin ile
birlikte bulunanlar ona:
- Ey Ebu MüfezzizîSen
bu elçiye ne söyledin? diye sorunca Ebu Mukarrin:
- Muhammed'i Hak
Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, ne söylediğimi ben de
bilmiyorum, hayırlı olan şeyleri söylemiş olduğumu umarım, diye cevap verdi.
Neler söylediği
konusunda Sa'd ve diğer kimseler de kendisine soru sordularsa da Ebu Mukarrin,
ne söylediğini bilemedi. Bunun üzerine Sa'd Müslümanlar emir verdi. Onlarda
düşmanla çarpışmaya başladılar. Fakat şehirde hiç kimse görülmediği gibi eman
isteyen bir adamdan başka dışarıya çıkan da olmadı. Eman verdikleri bu kimse
onlara:
- Artık şehirde size
karşı koyabilecek hiç kimse kalmadı, diye haber verdi. Gerçekten şehire
girdiklerinde ne birşey buldular, ne de herhangi bir kimse ile karşılaştılar.
Herkesin şehirden kaçtığım gördüler. Bu hadise, hicretin onaltmcı senesinin
safer ayında vuku bulmuştu.Biz de eman isteyen adama ve yakalanan esirlerden
bazısına şehir halkının niçin kaçmış olduğunu sorduk. Bize şöyle cevap
verdiler:
- Kral size barış
teklifinde bulunmak üzere elçi gönderdi. Fakat bu adamınız (yani Ebu Mukarrin)
kendisine: "Efridun balı ile Kusa turuncunu birlikte yemedikçe aramızda
barış olmayacaktır, "diye cevap verdi. Bunun üzerine kralımız:
- Vay halimize!
Melekler bunların diliyle konuşuyor ve bunların adına bize cevap veriyor, dedi.
Müslüman askerlere
daha sonra oradan Medain'e geçmeleri emredildi. Onlar da gemilere binerek
Dicle nehrini geçtiler. Şehir oraya yakındı. Müslümanlar, Nehreşir'e
girdikleri zaman Medain'in beyaz köşkü olan hükümdarlık makamı göründü. Zaten
Rasûlullah (s.a.v.) da daha önce Allah'ın burayı ümmetine nasib edeceğini
haber vermişti. Vakit sabaha yakındı. Orayı Müslümanlardan ilk gören kişi Dırar
b. Hat-tab'dı.Görünce: "Allahu Ekber, Kisra'nın beyaz sarayı işte bu.
Allah ve Rasûlünün bize vâd ettiği şeydir." dedi. insanlar da ona
baktılar. Sabaha kadar sürekli tekbir getirdiler. [16]
Sa'd, Nehreşir'i
fethedip oraya yerleşti. Ama orada ne bir kimse, ne de ganimet olarak ele
geçirebilecek bir mal gördü. Aksine bütün halk, gemilere binerek Medain'e
geçmişti. Gemilerini de yanlarında tutmuşlardı. Sa'd, karşı tarafa geçmek için
gemi bulamadı. îş zorlaşmıştı. Dicle de kabarmış, suyu yükselmiş ve suyun
çokluğundan kıyıya köpükler atmıştı. Sa'd'ın aldığı habere göre Kisra
Yezdücürd, mal ve eşyayı alıp Me-dain'den Hulvan'a geçecekti. Eğer üç güne
kadar ona ulaşamazsa fırsat kaçmış olacaktı. Bunun üzerine Sa'd, Dicle
kıyısında Müslümanlara bir konuşma yaptı. Allah'a hamdü senada bulunduktan
sonra şöyle dedi:
- Sizin düşmanınız, şu
nehir ile kendini korumaktadır. Karşınızda bu nehir bulundukça düşmanınızın
yanına varamazsınız. Fakat onlar arzu edecek olurlarsa, gemileriyle yanınıza
gelip sizinle çarpışırlar. Diğer taraftan sizin arkadan geleceğinden
korktuğunuz henhangi bir tehlikeniz yok. Çünkü bu konuda sizden Önceki
savaşlara katılmış bulunanlar sizi endişeden kurtarmış ve onların
karakollarını çalışamaz hale getirmiş bulunuyor. Benim görüşüm odur ki ,dünya
sizleri tırpanlayıp gitmeden önce düşman ile cihad ediniz. Haberiniz olsun,
ben bu nehri aşıp onların yanına gitmeye karar vermiş bulunuyorum.
Askerlerin hepsi bir
ağızdan şöyle dediler:
- Allah, bize de sana
da doru bir karar verdirmiş bulunuyor. Haydi uygun gördüğünü yap.
Sa'd, bunun üzerine
onları karşı tarafa geçmeye teşvik ederek:
- Şimdi ilk olarak
kimler karşıya geçip nehrin o tarafım korumak ve böylelikle düşmanların,
askerlerimizin karşıya geçmelerini engellemek şeklindeki gayretlerini önlemek
ister? diye sorunca önce Asım b. Amr ve Zülbe's, güçlü kuvvetli 600 kişi ile
oraya çıktı. Sa'd, onların başına Asım'ı tayin etti. Asım, rahat yüzmelerini
sağlamak amacı ile atları erkek ve dişi olan altmış süvari seçti. Asım bir adam
ilerledi, ancak diğerleri nehre dalmaktan geri çekildiler. Bunun üzerine Asım,
onlara:
- Şu azıcık sudan mı
korkuyorsunuz?
"Hiçbir kimse,
Allah'ın izni olmadan ölmez. O, belli bir vakte bağlanmıştır." (Âl-i
îmrân, 145.)
Dedikten sonra atını
Dicle nehrine sürdü. Peşindeki askerler de onunla birlikte atlarını nehre
sürdüler. Bu altmış kişilik grup, ikiye ayrıldı, îkiye ayrılan bu gruplardan
birinin atları erkek, diğerinin ki ise dişi atlardı. Farshlar, bunların su
üzerinde yürüdükleririi görünce: "Bunlar deli bunlar deli!",
sonrada:"Vallahi siz insanlarla değil cinlerle savaşıyorsunuz!"
dediler ve atlarını suya sürdüler ki, Müslümanların ilk grubunu kıyıya
çıkmaktan men etsinler. Bunun üzerine Asım b. Amr, arkadaşlarına düşmana mızrak
yağmuru yağdırmalarını emretti. Onlar da Fars askerlerine böyle yaptılar.
Atlarının gözlerini çıkardılar. Müslümanların önünde kalan düşman askerleri
geri dönmek mecburiyetinde kaldılar. Böylece Farshlar, Müslüman askerlerin
atlarını kıyıya çıkmaktan men edemediler. Asım ile arkadaşları da düşman
asker-
lerini önlerine katıp
kovaladılar. Dicle'nin karşı kıyısına varıp orada durdular.
Öte yandan Asım'm 600
kişilik arkadaş grubu da arka tarafintaki kıyıda durmakta iken suya dalıp karşı
kıyıya ulaştılar. Arkadaşlarıyla birlikte omuz omuza düşmana karşı savaşmaya
başladılar. Nihayet Farslıları karşı yakadan kovdular. Onlar, ilk askeri
birliğe de, "müthiş adamlar birliği," adını verdiler. Bu birliğin
komutanı Asım b. Amr'dı. îkinci birliğe de, "sessiz adamlar birliği,"
adını verdiler. Bu birliğin komutanı da Ka'ka b. Amr'dı. Komutan Sa'd ile
diğer Müslümanlar, Asım ve Ka'ka komutasındaki süvarilerin düşmanlara ne
yapmakta olduklarını seyretmeye başladılar. Sa'd, Dicle'nin kıyısında
durmaktaydı. -. Müslüman süvarilerin Farshlara yaptıkları saldırıları ve
Farslıların müstahkem mevkilere çekildiklerini görünce geride kalan askerlerle
birlikte karşı kıyıya geçmek için nehre daldı. Bunu yaparken de askerlere,
şöyle demelerini emretti:
"Allah'tan yardım
diliyor, O'na tevekkül edip dayanıyoruz. Allah, bize yeter. O, ne güzel
vekildir. Yüce ve ulu Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve kuvvet
yoktur." Böyle dedikten sonra atım nehre sürdü. Arkasındaki askerler de onunla
birlikte atlarını nehre sürdüler. Hiç kimse geride kalmadı. Su üzerinde -sanki
yer üzerinde vuruyormuş gibi yürümeye başladılar. Kalabalık oldukları için
nehrin suları görünmez olmuştu. Yolda yürüyen kimseler gibi bunlar nehir
üzerinde yürürlerken konuşup sohbet ediyorlardı. Çünkü Allah, onlara sükun,
dinginlik, güven ve huzur vermişti. Onları muzaffer kılıp güçlendireceğini vaad
etmişti. Ayrıca komutanları Sa'd b. Ebi Vakkas da Cennet'le müjdelenen on
kişiden biriydi. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken ondan razı ve memnundu. Onun
için dua etmiş ve şöyle demişti:
"Allah'ım, onun
duasına icabet et. Attığı silahı hedefine ulaştır."
Kesin olan husus şudur
ki Sa'd, bu savaşta askerlerinin selamet ve zaferi için dua etmişti.
Askerlerini nehre sürmüş, Cenâb-ı Allah da onları koruyup hedefe ulaştırmıştı.
O esnada Müslümanlardan bir tek kişi dahi kaybolmamıştı. Yalnız Garkede
el-Barikî adındaki bir adam ,doru atinin üzerinden kaymış, Ka'ka b. Amr, onun
atının yularına yapışarak adamın elini tutmuş ve adamı atının üzerine tekrar
oturtmuştu. O, bahadır ve yiğit kimselerdendi. Ka'ka' için şöyle demişti:
"Kadınlar, Ka'ka b. Amr gibisini doğurmaktan aciz kaldılar. "
Müslümanlar, nehri geçerlerken hiçbir şeylerini kaybetmediler. Yalnız Malik b.
Amir adındaki adamıij. tahtadan yapılma bir kargısı nehire düşmüş, dalgaların
şiddetiyle sürüklenmişti. Bu kargının bağı eskimişti. Sahibi, Aziz ve Celil
olan Allah'a dua edip şöyle demişti:"
"Allah'ım,
arkadaşlarım arasında beni, eşyası kaybolup gitmiş bir kimse yapma." Bu
duayı yaptıktan sonra nehrin dalgası o kargıyı onların istediği tarafa getirdi.
Askerlerden biri de kargıyı alıp Malik b. Amir'e teslim etti. Nehiri geçmekte
olan askerlerden birinin atı yorulduğu zaman Cenâb-ı Allah, o zat için bir
tümsek meydana getirir, at da o tümseğe çıkıp dinlenmeye başlardı. Hatta
atlardan bazısı sudan geçmekteyken su onun yularına dahi ulaşmıyordu. Bu büyük
bir gün ve dehşetli bir hadiseydi. Muciz ve harika bir olaydı. Cenâb-ı Allah'ın
sahabeler için yaratmış olduğu Rasûlünün mucizesiydi ki böyle bir mucize o
beldelerde o güne dek görülmemişti. Başka yerlerde de böyle bir olay müşahede
edilmemişti. Yalnız önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Alâ b. Hadremf nin
izhar ettiği keramet bundan daha üstündü. Çünkü bu ordu ondan kat kat
fazlaydı.
Dediler ki: Selman-ı
Farisî de Sa'd b. Ebi Vakkas'la birlikte suda yürümekteydi. Sa'd şöyle
diyordu:
"Allah bize
yeter. O, ne güzel vekildir. Allah'a yemin ederim ki O, veli ve dostlarına
yardım edecektir. Dinini de güçlendirecektir. Düşmanlarını hezimete
uğratacaktır. Tabi eğer bu orduda iyilik ve hasenatı alt edecek bir taşkınlık
ve günah yoksa."Selman, Sa'd'a şöyle demişti:
"Doğrusu İslâm
dini yenidir. Allah'a yemin ederim ki karalar Müslümanlara nasıl itaat
etmişlerse, denizler de onlara itaat edeceklerdir. Selman'm nefsi kudret elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki ,Müslü-manlar bu nehire nasıl bölük bölük
girmişlerse, aynı şekilde karaya da bölük bölük çıkaracaklardır." -
Selman'm dediği gibi
Müslümanlardan hiçbiri boğulmadan ve hiçbir eşyalarını kaybetmeden selametle
karaya çıktılar.
Müslümanlar karaya
çıktıkları zaman atları yelelerini silkeleyip kurutmaya ve kişnemeye başladı.
Müslüman süvariler, Acemleri takip ederek Medain şehrine girdiler. Orada
kimseyi göremediler. Aksine Acemlerin yanısıra Kisra da aile efradını ve taşıya
bildikleri kadar mal, ve diğer eşyalarını alıp götürmüşlerdi. Götüremediklerini
de geride bırakmışlardı ki, bunların kiymeti takdir edilemez. Kisra'nın
hazinesinde 3.000.000.000.000 dinar vardı. Bu dinarlardan taşıyabildikleri kadarını
alıp götürmüşler, taşıyamadıklarını geride bırakmışlardı ki bu da yarıya
yakındı. Acemlerin peşi sıra Medain'e giren ilk Müslüman askeri birlik müthiş
adamlar birliği idi, ikinci birlik ise sessiz adamlar birliği idi. Müslümanlar,
Medain'e girince sokaklarda hiç kimseye rastlamadılar. Yalnız beyaz saraya
gitmeyi hedeflemişlerdi. Orada savaş yapılacaktı. Orası gerçekten müstahkem
bir mevki idi.
Sa'd, askerleriyle
geldiği zaman Beyaz Saraydakileri üç gün peşpe-şe Selman-ı Farisî'nin dili ile
islâm'a davet etti. Üçüncü gün olunca onlar saraydan inip dışarı çıktılar.
Sa'd, oraya girip yerleşti. Sarayı namazgah edindi, içeri girerken şu ayet-i
kerimeyi okudu.
"Orada nice
bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, eğlenip durdukları nimetler
bırakmışlardı. Bu böyledir, onları başka bir millete miras bıraktık."
(ed-Duhân, 25-28.)
Sa'd, daha sonra
sarayın ön tarafina doğru ilerledi, orada sekiz rekat fetih namazı kıldı. Seyf
b. Ömer'in rivayetine göre bu namazı tek selamla kıldı.
Bu senenin safer
ayında sarayda cuma namazını kıldırdı ki bu, Irak'ta kılınan ilk cuma namazı
oldu. Çünkü Sa'd, Irak'ta ikamete niyet etmişti. Ailelere haber gönderip onları
Medain'in evlerine yerleştirdi. Bu ikamet, onların Celûla, Tikrit ve Musul'u
fethetmelerine kadar devam etti. Sonra buradan kalkıp Kûfe'ye göçtüler.
Nitekim bununla ilgili açıklama ileride verilecektir. Bundan sonra Sa'd, Kisra
Yezdücürd'ün - peşine müfrezeler
gönderdi. Bir grup onların peşlerine düşüp yakaladı, onları öldürdü, kimini de
kovaladı. Onlardan çok miktarda malı ganimet olarak ele geçirdiler. En çokta
Kisra'nın elbiselerini, taç ve ziynetlerini ele geçirmek istemişlerdi. Sa'd,
oradaki mal, armağan ve eşyaları toplamaya başladı ki, bunları tasvir etmek,
çokluk ve kıymetini takdir etmek mümkün değildir. Önceki rivayetimizde de
anlattığımız gibi o sarayda alçıdan yapılma heykeller vardı. Sa'd, bu
heykellerden birine baktı. Heykel parmağıyla bir yeri gösteriyordu. Sa'd:
"Bu heykel doğru yere konulmamış." dedi ve heykelin parmağının
gösterdiği yeri araştırdılar. Orada ilk Kisraların malı olan büyük bir hazine
buldular. Hazineden bol miktarda mal, kıymetli armağan ve mücevherler
çıkardılar.
Müslümanlar, oradaki
bütün eşyayı ellerine geçirdiler. Dünya'da o hazine kadar kıymetli başka bir
hazine yoktu. Eşyalar arasında Kisra'nın nefis mücevherlerle süslenmiş tacı da
vardı ki, gözleri kamaştın-yordu.Aynı şekilde kemeri, kılıcı, bilezikleri,
ceketi ve sarayının halıları da o hazinedeydi. Sarayın her kenarı altmış zira
idi. Kare vaziyette idi. Halısı da o büyüklükte idi. Halı, altın, inci ve
kıymetli mücevherle dokunmuştu. Bütün Kisraların suretleri o halıya
işlenmişti. Fars beldeleri, nehirleri, kaleleri, iklimleri, hazineleri, ekin
ve ağaçları evsafi hep o halıya işlenmişti. Kisra, hükümdarlık tahtına oturduğu
ve tacının altına girdiği zaman tacı taht hizasında üst tarafa altın
zincirlerle asılmıştı.- çok ağır olduğu için başına koyamıyordu. Böyle olunca
da o, tahtın üzerine oturuyor ve kafasını tacın alt kısmına getiriyordu.
Kafasını tacın altına getirdiği sırada bir perde ile kendini örtüyordu. Tahtın
üzerine oturup kafasını tacın alt hizasına getirdiği zaman perde çekiliyor,
huzurundaki komutanlar ve emirler secdeye kapanıyorlardı. Kisra'nın hazinesinde
altın kemerler, bilezikler, kılıçlar ve mücevherlerle süslü ceketi de vardı.
Tahtına oturduğu zaman
hah üzerine harita gibi işlenmiş beldelere bakar, oradaki valilerine o
beldelerin durumlarını, herhangi bir olayın meydana gelip gelmediğini sorar di.
Huzurundaki yetkililer de onun bu sorularını cevaplandırırlardı. İşte Kisra,
her zaman memleket ahvalini
önünde harita gibi
işlenmiş halıya bakarak sorardı. Memleket işlerini ihmal etmezdi. Ülkesinin
durumunu kendisine hatırlatmak için böyle harita gibi bir halıyı onun huzuruna
sermişlerdi. Memleket idaresi hususunda bu güzel bir düzenleme idi. Cenâb-ı
Allah'ın takdiri gelince Acemiştan üzerindeki Kisraların hakimiyeti sona erdi.
Müslümanlar, o diyarları o hükümdarların ellerinden zorla aldılar.
Hakimiyetlerine son verdiler. Hamd ve minnet Allah'adır.
Sa'd b. Ebi Vakkas,
toplanan ganimetlerin muhafazası için Amr b. Mukrin'i görevlendirdi. İlk ele
geçirilen ganimetler,Beyaz Saray'da ve Kisra'nın evleriyle diğer Medain
evlerinde elde edildi. Ayrıca Zühre b. Haviyye komutasındaki müfrezeler de bazı
ganimetler ele geçirmişlerdi. Zühre b. Haviyye, Farslılara yetişip onlardan
kılıç zoruyla bir katırı yüküyle birlikte ele geçirmiş ve , "Bunda
muhakkak birşeyler var." diyerek ganimet muhafızına teslim etmişti.
Teslim ederken katırın üzerinde iki küfe bulunduğunu gördüler. Küfelere
baktıklarında içinde Kisra'nın elbiseleri, zinetleri ve tahta otururken
takındığı eşyaları vardı. Başka bir katır üzerinde de tacı vardı. Müfrezeler
bunları ganimet olarak Farslılardan almışlardı.
Müfrezelerin, kaçan
Farslılardan ele geçirdikleri bol miktarda mallar olmuştu.Bunlar arasında en
çok da Kisra'nın ev eşyaları ile diğer nefis emtiaları vardı. Farsblar, ağır
olduğu için Kisra'nın halılarını ve çok olduğu için bütün mallarını da alıp
götürememişlerdi. Çünkü Müslümanlar, Farshların bazı evlerine gelip
baktıklarında içerisinin tabandan tavana kadar altın ve gümüş kaplarla dolu
olduğunu görüyorlardı. Kafur denen kokuyu gördüklerinde onu tuz sanıyorlardı.
Hatta bazı Müslümanlar kafuru hamura, tuz niyetine katmışlardı. Ama sonra onun
acı olduğunu görünce tuz olmadığını anlamışlardı. Özetle çok miktarda ganimet
ele geçirilmişti. Sa'd, ganimetlerin beşte birini ayırmaya başladı. Beşte
dördü Selman-ı Farisî vasıtasıyla mücahitlere paylaştırdı. Her süvariye 12 000
dinarlık pay düştü. Zaten mücahitlerin hepsi süvariydiler. Bazılarının
beraberinde deve de vardı.
Sa'd, Hz. Ömer ve
Medine'deki Müslümanlar görüp hayrete düşmeleri için Kisra'nın elbiseleri ile
halısının beşte dörtlük payını da hibe etmelerini askerlerden istedi.
Askerler, Sa'd'm bu teklifini gönül rızasıyla kabul ettiler. Sa'd da Kisra'nın
elbiseleriyle Beşir b. Hasasiye ile birlikte Hz. Ömer'e gönderdi. Fetih
müjdesini Beşir'den önce Huleys b. Fulan el-Esedî, Hz. Ömer'e ulaştırmıştı. Bize
gelen bir rivayete, göre Hz. Ömer, bu nesnelere baktığı zaman çok beğenmiş ve
kıymetli nesneler olduklarını anladığından; "Bu nesneleri bize gönderen
kimseler gerçekten güvenilir kimselerdir." demişti. Hz. Ali de ona şöyle
karşılık vermişti:
- Sen iffetli oldun.
Dolayısıyla halkın da iffetli oldu.Eğer sen bolca yeyip içseydin, halkın da
yeyip içerlerdi.
Bundan sonra Hz. Ömer,
bu eşyayı Müslümanlara paylaştırdı. Hz. Ali'ye de halının bir parçası düşmüştü.
O da bunu 20 000 dinara satmıştı. Seyfb. Ömer'in anlattığına göre Ömer b.
Hattab, İsra'nın elbiselerini bir korkuluğa giydirmiş ve onu karşısına dikmişti
Jd insanlar, o elbise ve ziynetlerdeki şaşkınlık verici azameti görsünler, o
elbise ve ziynetlerde-ki fani dünya hayatının çiçeklerini ve parlaklığını
seyretsinler.
Bize ulaşan başka bir
rivayete göre ise Hz. Ömer, Kisra'nın elbiselerini Beni Müdlic kabilesinin
emiri Süraka b. Malik b. Cu'şum'a giydir-miştir. Allah ondan razı olsun. Bu
kitabın Peygamberlik delilleri bölümünde Hanz Ebu Bekir el-Beyhaki Ebu Said
Ibn Arabi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hasen'den
rivayet olunduğuna göre Ömer b. Hattab'a Kisra'nın kürkü getirilmiş, o da bu
kürkü önüne koymuştu. Yanında bulunanlar arasında Süraka b. Malik b. Cu'şum da
vardı. Hz. Ömer, Kisra b. Hürmüz'ün alta bileziklerim Süraka'ya vermiş, o da
bunları kollarına takmış, omuzlarına kadar kollarım doldurmuştu. Bunları
Süraka'mn elinde görünce Hz. Ömer, şöyle demişti: "Hürmüz'ün
bileziklerini Beni Müdlic kabilesinden Süraka b. Malik b. Cu'şum'un kollarına
taktıran Allah'a hamd olsun."
Şafiiden rivayet
olunduğuna göre o şöyle demiştir: "Hz. Ömer, bu bilezikleri Süraka'mn
kollarına takmıştı. Zira Rasûlullah, Süraka'mn kollarına bakarken şöyle
demişti: "Ey Süraka! Kisra'nın bileziklerini kollarına takmış olduğunu
görür gibi oluyorum. "Yine Şafii demiş ki: Hz. Ömer, Kisra'nın
bileziklerini Süraka'nın kollarına takarken ona: "Alla-hu Ekber"
demiş o da "Allahu Ekber" deyince Hz. Ömer, şöyle demişti:
"Kisra b. Hürmüz'ün bileziklerim" kollarından çıkarıp Beni Müdlic
kabilesinden Arabi Süraka b. Malik'in kollarına takan Allah'a hamd
olsun."
Heysem b. Adiy, Kasım
b. Muhammed b. Bekr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kadisiye
savaşında Sa'd b. Ebi Vakkas, Hz. Ömer'e Kisra'nm ceketini, kılıcını,
kemerini, altın bileziklerini, şalvarını, gömleğini, tacım ve mestlerini
gönderdi. Hz. Ömer de yanında bulunanlara baktı. Aralarında en cüsseli kişinin
Süraka b. Malik b. Cu'şum olduğunu gördü. Ona:
- Ey Süraka, kalk da
şunları giy bakalım, dedi. Süraka:
- Ben o eşyalara
tamahlandım. Kalkıp giydim, dedi, Süraka bunları giydikten sonra Hz. Ömer,
ona:
- Arkam dön bakalım,
dedi. O da döndü. Daha sonra Hz. Ömer, Süraka'ya tekrar:
Yüzünü bize çevir ,
dedi. O da yüzünü Hz. Ömer'e çevirdi. Sonra Hz.Ömer şöyle dedi:
- Ne mutlu. Ne mutlu.
Beni Müdlic kabilesinden bir Arabinin sırtmda Kisra'nın ceketi, ayağında onun
şalvarı, elinde onun kılıcı, belinde onun kemeri, başında onun tacı,
ayaklarında onun mestleri var! Ey Süraka b. Malik! Kisra'mn ve Kisra ailesenin
eşyaları senin üzerinde olsa, bu senin için ve kavmin için bir şeref vesilesi
olur. Sen bunları üzerinden çıkar.
Böyle deyince Süraka
üzerindeki o eşyaları tekrar çıkardı. Sonra
Hz. Ömer şöyle dedi:
- Allah'ım, sen bu
süslü şeyleri Rasûlünden men ettin. Oysa onu benden daha çok seviyordun. O,
senin nazarında benden daha kıymetliydi. Sen süslü eşyaları Ebu Bekir'den de
men ettin. Oysa onu da benden çok seviyordun. O da senin nazarında benden daha
kıymetliydi. Ama yinede bu süslü eşyaları bana vermiş olmandan sana sığınırım."
Böyle dedikten sonra
Ömer ağladı. O kadar çok ağladı ki, yanında bulunanlar kendisine acıdılar. Daha
sonra Hz. Ömer, Abdurranman b.
Avf a şöyle dedi:
- Ey Abdurrahman! Sana
yemin veriyorum, bu eşyaları sat, sonra da akşama varmadan paralarını muhtaçlara
dağıt."
Seyf b. Ömer et-Temimî
dedi ki: Ömer, o kıymetli elbise ve mücevherlere sahip olduğu zaman Kisra'nm
kılıcı ona getirildi. O kılıçla birlikte birkaç kılıç daha vardı ki, bu
kılıçlardan biri Kisra'nm Hire'deki naibi Numan b. Münzir'e aitti. Hz. Ömer, bu
eşyaların getirilişi esnasında şöyle demişti:
"Kisra'mn
kılıcını kendisine zarar veren ama fayda vermeyen bir hale getiren Allah'a hamd
olsun. Doğrusu bu kılıçları bana getirip teslim eden kimseler, güvenilir ve
emanet sahibi kimselerdir. Şüphesiz Kisra, kendisine verilen dünyalıkla
ahiretinden oldu. Dünya ile meşgul oldu. Karısının kocası (kendisi) veya
kızının kocası için mal topladı, ama kendi şahsı için ahirette yararlı olacak
birşey yapmadı. Eğer kendi şahsı için ahirette yararlı olacak bir iş yapsaydı
ve fazla malları da yerli yerince sarfetseydi, bu onun için mutlaka faydalı
olurdu."
Müslümanlardan Ebu
Necid Nafi b. Esved bu hususta şöyle bir şiir söylemiştir:
"Medain'e su gibi
süvari akıttık. Oranın nehri de karası gibi boyun eğdi. Kisra denen adamın
hazinelerini zaptettik. Onlar geri kaçıp Ölmek üzereydiler." [17]
Kisra Yezdücürd b.
Şehriyar, Medain'den kaçıp Hulvan'a giderken yolda asker ve yardımcı adamlar
toplamaya başladı. Çevredeki belde-
lerden çok miktarda
asker ve süvari toplandı. Bunların başına Mehran'ı komutan yaptı. Kendisi
Hulvan'a doğru yoluna devam etti. Topladığı askerleri kendisiyle Müslümanlar
arasına, Celûla mıntıkasına yerleştirdi. Bunlar çevrelerine derin hendekler
kazdılar. Çok sayıda asker, bol miktarda teçhizat ve aletle burada kendilerini
koruyarak ikamete başladılar. Sa'd da durumu Hz. Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer,
ona yazdığı cevabi mektubunda kendisinin Medain'de kalmasını, kardeşinin oğlu
Ha-şim b. Utbe'yi ise Kisra üzerine göndereceği askeri birliğin başına komutan
yapmasını, öncü kuvvetlerin başına Ka'ka b. Amr'ı, sağ cenaha Sa'd b. Malik'i,
artçı kuvvetlerin başına da Amr b. Mürre el-Cuhenfyi komutan yapmasını emretti.
Sa'd, bu emirleri yerine getirdi. Kardeşi oğluyla birlikte 12 000'e yakın askerden
oluşan büyük bir orduyu gönderdi.
Hicretin onbeşinci
senesinin safer ayında Medain savaşının tamamlanmasından sonra yola çıkarılan
bu orduda Müslümanların liderleri, muhacirlerle Ensâr'ın Önde gelen
şahsiyetleri ve Arap kabilelerinin reisleri vardı. Bunlar harekete geçtiler.
Celûla'daki Mecusilerin yanma vardılar.Ancak Mecusiler, çevrelerine Hendek
kazmışlardı. Ha-şim b. Utbe, onları kuşatma altına aldı. Onlar, beldelerinden
her zaman savaş için çıkıyor, misli görülmemiş ve duyulmamış şiddette savaşıyorlardı.
Kisra, onları takviye kuvvetleri olarak gönderiyordu. Sa'd da kardeşinin
oğluna takviye kuvvetler gönderiyordu. Bu takviye birlikler peşpeşe
gidiyorlardı.Savaş kızıştı. Muharebe alevi şiddetlendi. Haşim kalkıp askerlere
defalarca nutuk irad etti. Onları savaşmaya ve Allah'a tevekkülde bulunmaya
teşvik etti. Öte yandan Farslılar da Arapları baştan sona yok etmedikçe
cepheden kaçmayacaklarına ateş üzerine yemin ettiler. Savaşın son gününde sabah
cephe kurup şiddetli bir şekilde ve olanca güçleriyle savaştılar. Öyle ki iki
tarafin da okları ve mızrakları tükendi.Kıhçları ve nacakları ellerine ahp
savaşmaya başladılar. Öğle namazınınm vakti geldi. Müslümanlar, namazlarını
imaen kıldılar. Bu arada Mecusilerin askeri birliği çekilip yerine bir başka
birlik geldi. Ka'ka b. Amr da kalkıp Müslüman askerlere:
- Ey Müslümanlar,
gördüğünüz manzara sizi korkuttu mu yoksa? diye sordu. Onlar da:
- Evet, biz aciz ve
zayıf durumdayız. Onlarsa rahat içindedirler, dediler. Bunun üzerine Ka'ka,
onlara şöyle dedi:
- Hayır, aksine biz
onlara saldıracak ve onları ele geçirme gayreti içine gireceğiz ki, Allah
aramızda hüküm versin. Şimdi siz tek bir adamın saldırısı gibi onların üzerine
saldırın ki aralarına karışalım.
Ka'ka, bu
konuşmasından sonra İranlılara saldırdı, peşinden Müslüman askerler de onlara
saldırdılar. Ka'ka, gerçekten kuvvetli bir saldırıda bulunmuş, Farslıların
bahadır ve yiğitlerinin topluluklarının
arasına girmişti.
Nihayet hendeğin kapısına ulaştı. Ancak gecenin karanlığı da bastırmıştı. Diğer
bahadırlar, ortada dolaşmaya başlamışlardı. Karanlığın bastırması yüzünden
savaşa ara vermek durumunda kalmışlardı. Bu bahadırlar yüzünden Tuleyha
el-Esedî, Amr b. Madike-rib ez-Zehebî, Kays b. Mekşuh ve Hicr b. Adiy de vardı.
Ancak bunlar gece karanlığında Ka'ka'nın neler yaptığını bilmiyorlardı.
Farkında olmamışlardı. Yalnız bir ara Kaka'mn münadisi şöyle seslenmişti:
- Ey Müslümanlar,
neredesiniz! İşte komutanınız Farslıların hendeğinin kapısında duruyor!
Mecusiler bu sesi duyunca kaçmaya başladılar, yanına vardıklarında onun hendek
kapısını, ele geçirmiş olduğunu gördüler. Farslılar da her bir yana kaçışmaya
başladılar. Müslümanlarsa, onları yakalamaya ve her köşe başımda tutmaya
başladılar. Orada Farslılardan 100 000 kişiyi öldürdüler. Öyleki her taraf
onların ce-setleriyle dolmuştu. Cesetler yeri örtüp kaplamıştı. Bu nedenle bu
savaşa (Kaplayıcı ve örtücü anlamına gelen) Celûla savaşı denildi. Müslümanlar
da mal, silah, altın ve gümüşü ganimet olarak ele geçirdiler. Haşim b. Utbe,
Ka'ka b. Amr'ı kaçan Farslı askerlerin ve Kisra'mn peşine taktı. Ka'ka, onları
kovaladı ve öldürdü. Firuzan ise, kaçıp kurtuldu. Ka'ka, çok miktarda esir ele
geçirdi. Bunları Haşim b. Utbe'ye gönderdi. Bu savaşta da Müslümanlar çok
sayıda binek ele geçirdiler. Sonra Haşim, ganimetleri ve malları amcası Sa'd
b. Ebi Vakkas'a yolladı. Sa'd, bu takviye birlikte çalışan askerlere ganimet
verdi. Sonra da kalan ganimetleri mücahitlere taksim etti.
Sabi dedi ki: Celûla
savaşında elde edilen mallar, 30 000 000 dinar değerindeydi. Bunların beşte
biri, 6 000 000 dinar değerindeydi. Diğerleri dediler ki: Celûla savaşında her
süvariye Medain savaşında elde edilen miktardaki ganimet kadar yani 12 000'er
dinarlık pay düşmüştü. Her süvariye 9000 dinar ve dokuz binek pay düştüğünü
söyleyenler de olmuştur. Bu savaşta elde edilen ganimetleri toplayıp
Müslümanlara dağıtma işini Selman-ı Farisî (r.a.) üstlenmişti. Sonra Sa'd, mal
köle ve bineklerden oluşan ganimetlerin beşte birlik kısmını Ziyad b. Ebi
Süf-yan, Kudai b. Amr ve Ebu Mukrin el Esved'le gönderdi. Bunlar, Hz. Ömer'in
yanma vardıklarında o, Ziyad b. Ebi Süfyan'dan savaşın ne şekilde cereyan
etmiş olduğunu sordu.Fesahat sahibi olan Ziyad, savaşın keyfiyetini ona güzelce
anlattı. Onun bu anlatımım Hz. Ömer, takdir etmiş ve beğenmişti. Bu anlatımını
Müslümanların da dinlemesini arzu etmiş ve Ziyad'a şöyle demişti:
- Bana anlattığın gibi
Müslümanlara da hitab ederek anlatabilir -misin?
- Evet, ey mü'minlerin
emin, bunu yapabilirim. Çünkü yeryüzünde senin kadar kendisinden çekindiğim
başka bir kimse yoktur. Sana anlattıktan sonra bunu başkalarına nasıl
anlatamam?
Ziyad, böyle dedikten
sonra kalkıp Müslüman topluluğa Celûla savasinin keyfiyetini, kaç kişi
öldürdüklerini, ne kadar ganimet elde ettiklerini beliğ ifadelerle anlattı.
Hz: Ömer de:
- Bu, gerçekten
fesahat sahibi bir hatiptir, dedi.
Ziyad da:
- Askerlerimiz
yaptıkları işlerle dilimizi çözdüler, diye karşılık verdi.Sonra Hz. Ömer,
bunların getirmiş oldukları malların bir odaya kapatılmadan muhtaçlara
dağıtılacağına yemin etti. Abdullah b. Er-kam ile Abdurrahman b. Avf, bu
malları geceleyin beklediler. Sabah olunca Hz. Ömer, namazı kıldıktan ve güneş
doğduktan sonra ganimetlerin bulunduğu yere geldi. Üzerlerindeki örtünün
açılmasını emretti. Örtü açılınca yakutlara, zebercetlere, sarı altınlara,
bembeyaz gümüşlere bakıp ağladı. Abdurrahman b. Avf, ona:
- Ey mü'minlerin
emiri, niçin ağlıyorsun? Allah'a yemin ederim ki bu, şükredilmesi gereken bir
durumdur, deyince Hz. Ömer şöyle karşılık verdi:
- Allah'a yemin ederim
ki, ben bunun için ağlamadım. Yine Allah'a yeminederim ki, Allah, bu malları
bir millete verirse o millet mutlaka birbirlerini çekememeye ve birbirlerine
öfke duymaya başlarlar. Birbirlerini çekememeye başladılar mı Allah, azabını
onların arasına mutlaka bırakır.
Böyle dedikten sonra
Kadisiye ganimetlerini paylaştırdığı gibi bu ganimetleri de paylaştırdı.
Seyf b. Ömer,
üstadlarımn şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Celûla savaşı,
hicri onaltmcı senenin zilkade ayında yapıldı. Bu savaşla Medain'in fethi arasında
dokuz aylık bir zaman vardır. Haşim b. Utbe Celûla savaşıyla ilgili olarak şu
şiiri söylemiştir:
"Celûla savaşı,
Rüstem savaşı, Küfe savaşı, muharrem ayında yapılan savaş ve aralarında bazı
zamanların fasıla olarak bulunduğu diğer savaşlar.
Şakaklarımı
ağarttılar, işte yaşlandım.
Şakaklarım Mekke'nin
beyaz çiçekleri gibi ağardılar."
Ebu Nüceyd'de Celûla
savaşıyla ilgili olarak şu şiiri söylemiştir:
"Celûla savaşında
birliklerimiz asık suratlı arslanlar gibiydiler. Farslılarm topluluklarını
darmadağın ettim. Onları hezimete uğrattım. Murdar Mecusilerin cesetleri helak
olsun. Firuzan onlara bir yudum içirerek kaçırdı.
Mehran da başların
koparüdığı günde karşıma çıktı ki onu ele geçirmek istedim.
Onlar, ölüm için bir
diyarda ikamet ettiler.
Rüzgarlar, mezar
topraklarını üzerlerine saçtılar." [18]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/65-74.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/74-83.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/83.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/83.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/83-84.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/84.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/84-88.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
7/89.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/89-90.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/90-92.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/92.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/93-95.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/96-104.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/104.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/105-106.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/107-108.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/108-115.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/115-118.