Hülyanın Fethi 1

Tikrit Ve Musul'un Fethi 2

Irak Diyarındaki Masebezan’ın Fethi 3

Karkisya İle Heytin Fethî 3

Hicretin Onyedinci Senesi 5

Bizanslıların Ebu Ubeydetî Humus'ta Kuşatmaları Ve Hz. Ömer'in Şam'a Gelişi 6

Cezire'nin Fethi 7

Amvas Taunuyla İlgili Bazı Haberler. 9

Halld B. Velîd'în Kînnesrîndekî Görevinden De Azledilmesi 12

Ahvaz, Menazîr Ve Nehri Tirîn'in Fethî 15

Tüster'in Barış Yoluyla Îlk Fethi 16

Bahreyn Taraflarındaki Fars Beldelerinde Yapılan Savaşlar. 16

Tüsterin İkinci Fethi Ve Hürmüzan'ın Esir Alınarak Hz. Ömer'e Gönderilmesi 18

Sus Şehrinin Fethi 20

Hicri Onsekizinci Sene. 23

Haris B. Hişam.. 28

Şurahbîl B. Hasene. 28

Amîr B. Abdullah B. Cerrah. 29

Fadl B. Abbas B. Abdülmuttallb. 29

Muaz B. Cebel 30

Yezld B. Ebu Süfyan. 30

Ebu Cendel B. Süheyl 31

Hîcri Ondokuzuncu Sene. 31

Hicri Ondokuzuncu Senede Vefat Eden Şahsiyetler Übeyb. Ka'b. 32

Hattab(R.A.) 33

Savfan B. Muattal 33

Hicri Yirminci Senesi 33

Mısır'ın Fethi 34

Nîl Kıssası 37

Hicretin Yirminci Senesinde Vefat Eden Bazı Şahsiyetler Üseyd B. Hudayr. 39

Üneys B. Mersed B. Ebi Mersed El-Ganevî 40

Rasûlullah'ın Müezzini Ve Ebu Bekir'in Azadlısı Bilal B. Ebi Rebah El-Habeşî 40

Said B. Amir B. Huzeym.. 41

Îyazb.Gunm.. 41

Ebu Süfyan B. Haris. 41

 

Hülyanın Fethi

 

Celûla savaşı tamamlandıktan sonra Hişam b. Utbe, Hz. Ömer'in emriyle orada ikamete devam etti. Hz. Ömer, Sa'd'a gönderdiği mektu­bunda bunu emrediyordu. Ka'ka b. Amr da yine aynı emir üzerine Hul-van'a gitti ki, burada bulunan Müslümanlara destek olsun ve kaçan Kisra'yı da kovalasın. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Ka'ka, ora­ya gitti. Celûla'da savaşan düşmanların komutanı Mehran er-Razi'yi yakalayıp öldürdü. Firuzan, kaçıp kurtuldu. Kisra'nın yanına vardığı zaman Celûla'da meydana gelenleri, Farsların başına gelen felaketi ve onlardan 100 000 kişinin öldürüldüğünü haber verdi. O esnada Kisra da Hulvan'dan kaçıp Rey'e gitti. Hulvan'da yerine naib olarak Hüsrev Şe-num adında bir komutanı bıraktı. Ka'ka b. Amr, o komutanın üzerine gitti.Komutan onunla mübareze yaptı. Şehir dışında yapılan mübareze neticesinde iki tarafta şiddetlice savaştılar. Sonra Cenâb-ı Allah, Müs­lümanlara yardım edip Hulvan'm fethini nasip etti. Hüsrev Şenum da yenilgiye uğradı.Ka'ka dönüp şehire girdi, şehri teslim aldı. Müslüman­lar da şehire girip bol miktarda ganimet ele geçirdiler ve çok sayıda kişi­yi de esir aldılar. Orada ikamete başladılar. Çevre yerlerde yaşayanları İslâm'a davet ettikten ancak onlar bu daveti kabul etmedikten sonra cizye tarhettiler. Sa'd'ın Medain'den kalkıp Kûfe'ye gidişine kadar Ka'ka orada kaldı. Sonra kalkıp Kûfe'ye gitti. Nitekim bunu ileride inşa-allah açıkyacağız. [1]

 

Tikrit Ve Musul'un Fethi    

 

Sa'd, Medain'i fethettikten sonra Musulluların, Tikrit'te Antak adında bir kafirin çevresinde topladıklarını haber aldı. Celûla'daki sa­vaşın neticesini ve Farslılarm Tikrit'te toplandıklarını, Musulluların neler yaptıklarını Hz. Ömer'e bir mektupla bildirdi. Hz. Ömer'in, Celûla halkı ile ilgili olarak görüşlerini bildirdiği mektubundan önceki sayfa­larda bahsetmiştik. Hz. Ömer, bu defa Tikrit'te Antak'ın emri altında toplanan Musul halkıyla ilgili görüşlerini bildiren bir mektubu Sa'd'a gönderdi. Bu mektubunda onlara savaşmak için bir ordu göndermesini, ordunun başına da Abdullah b. Mu'tem'i komutan yapmasını, sağ kana­da Haris b. Hassan ez Zühliy'yi, sol kanada Furat b. Hayyan el-İclî'yi, öncü kuvvetlerin başına Rib'i b. el-Efkel el-Gazziy'yi, artçı kuvvetlerin başına da Arfece b. Herseme'yi komutan yapmasını emretti. Abdullah b. Mutem'i, 5000 kişilik ordusuyla Medain'den ayrılıp yola çıktı. Dört gün ve dört gecelik bir yürüyüşten sonra Tikrit'e gelip komutan Antak'ın üzerine vardı. Antak'ın emri altında Bizanslılardan, Şeharçelüerden, Hristiyan Araplardan, îyadlılardan, Tağliblîlerden ve Nemrlilerden adamlar toplanmıştı. Bunlar Tikrit'i savunmaya başlamışlardı. Abdul­lah b. Mutem ise şehri kırk günlük bir kuşatma altına alarak bu süre içinde onlarla yirmidört kez çarpıştı. Her çarpışma neticesinde mutlaka onları mağlub ediyor, topluluklarını yenilgiye uğratıyor, yan taraflarını zayıflatıyordu. Bunun üzerine Bizanslılar, gemilere binerek mallarını da yanlarına alarak oradan gitmeye karar verdiler. Abdullah b. Mutem de orada bulunan bedevilere haber göndererek şehir halkına karşı ken­disine yardım etmeleri çağrısında bulundu. Haberciler, onların bu çağ­rıya olumlu cevap verdikleri haberini getirdiler. Bunun üzerine Abdul­lah b. Mutem, onlara şu ikinci haberi gönderdi:

"Eğer söylediğiniz sözde doğruysamz, Allah'tan başka ilah bulun­madığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlu olduğuna şahadet edin. Onun, Allah katından getirdiği ahkamı kabul edin."

Giden haberciler, onların Müslüman oldukları haberini getirdiler. Bunun üzerine Abdullah b. Mutem, onlara bu defa şu haberi gönderdi:

"Eğer doğru söylüyorsanız biz tekbir getirip geceleyin şehire hücum ettiğimizde Bizanslılara karşı gemilerin kapılarını kapatın. Onların ge­milere binmelerine engel olun. Yakalayabil diklerinizi öldürün."

Bundan sonra Abdullah ve arkadaşları işi sıkı tutup saldırıya geçti­ler. Hep bir ağızdan tekbir getirdiler. Şehire hücum ettiler. Öte tarafta­ki bedevilerde tekbir getirdiler. Şehir halkı şaşkına döndü. Ve Dicle ta­rafındaki kapılardan çıkmaya başladılar. Müslümanlar, İyadlı ,Nemir-li ve Tağliblilerden çok sayıda kişiyi öldürdüler. Abdullah b. Mutem de arkadaşlarıyla birlikte diğer kapılardan şehire girdiler.Halkı baştan sona öldürdüler.Ancak îyadh, Tağlibli ye Nemrli bedevilerden Müslü­man olanlar ölümden kurtuldular. Hz. Ömer mektubunda yazmıştı ki, Müslümanlar Tikrit'e sahip olup düşmana galip oldukları zaman Rib'î b. Efkel'i, Hısneyn diye bilmen Ninova ve Musul'a göndersinler. Rib'i, Hz. Ömer'in emri üzerine yanma büyük bir müfrezeyi alarak Musul'a gitti. Bahadırlardan bir topluluk ile Musullulardan bir grup ta onun be­raberin dey diler. Musulluların haberleri olmadan aniden oraya vardı­lar. Rib'i ve maiyetindeki müfrezeyi görünce hemen barış çağrısına ica­bet ettiler. Rib'i, onları zımmi statüsüne aldı. Onlar da boyun eğerek ha­raç ödediler. Sonra Rib'i ,Tikrit'ten elde edilen ganimetleri askerlere taksim etti. Süvarilerin payı 3000 piyadelerin payı ise 1000 dirhem ol­du. Ganimetlerin beşte birini Furat b. Hayyan ile, fetih müjdesini de Haris b. Hassan ile gönderdiler. Musul'da savaş komutasını Rib'i b. Ef-kel üstlendi. Oradaki haracın toplanması işiyle de Arfece b. Herseme görevlendirildi. [2]

 

Irak Diyarındaki Masebezan’ın Fethi

 

Haşim b. Utbe, Celûla savaşım tamamlayıp Medain'e döndüğü za­man Sa'd, Azin b. Hürmüzan'm Farslılardan asker topladığını duydu. Bu durumu Hz. Ömer'e mektupla bildirip fîkirini sordu. Hz. Ömer de gönderdiği cevabi mektubunda Azin b. Hürmüzan üzerine bir ordu gön­dermesini, ordusunun başına da Dırar b. Hattab'ı komutan yapmasını bildirdi. Bu emir üzerine Dırar, hazırlanan ordunun başında Meda-in'den yola çıktı. Öncü birliklerin başında İbn Hüzeyl el-Esedî vardı. Dı-rar'm oraya ulaşmasından Önce İbn Hüzeyl ulaşıp Azin'le karşılaştı. Farslı askerlerin gücünü kırdı. Azin b. Hürmüzan'ı ve firavunlasmış ar­kadaşlarını esir aldı. Emir verdi, huzurunda Azin b. Hürmüzan'm boy­nu vuruldu. Kaçan Farslı askerleri takip ederek büyük bir şehir olan Masebezan'a ulaştı. Orayı harple ele geçirdi. Masebezanhlar, dağ başla­rına ve geçitlere kaçtılar. Onları İslâm'a davet etti.Onlar da onun dave­tine icabet ettiler.Müslüman olmayanların üzerine cizye tarhetti. Vali olarak orada ikamete başladı. Orada kalışı, Sa'd'm Medain'den Kûfe'ye geçişine kadar devam etti. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride veri­lecektir. [3]

 

Karkisya İle Heytin Fethî

 

İbn Cerir ile diğerleri dediler ki: Cezireliler, Ebu Ubeyde ve Halid'le savaşma hususunda Humuslulara yardım etmişlerdi. Çünkü Herakli-yus, Kinnesrin'debulunuyordu. Cezireliler, bundansonra Heyt şehrinde toplanmışlardı. Haşim, Celûla'danMedain'edöndüğüzaman Sa'd,bu du­rumu Hz. Ömer'e bir mektubla bildirip fikrini sordu. Hz. Ömer de ona yazdığı cevabi mektubunda Heyt üzerine birordu gördermesini, ordunun başına Ömer b. Malik b. Utbeb. Nevfel b. Abdumenafı komutan yapma­sını emretti. Ömer b. Malik de beraberindeki Müslümanlarla birlikte Heyt şehrine doğru yola çıktı. Şehre vardığı zaman halkın çevreye hen­dek kazmış olduklarını gördü. Onları bir süre kuşatma altında tırt-tu.Ama birşey elde edemedi, muzaffer olamadı. Kuşatmayı sürdürmesi içinyerine Haris b. Yezid'i bırakarak bir grup arkadaşıyla birlikte oradan ayrılıp Karkisya'ya gitti. Orayı kuvvet yoluyla ele geçirdi. Karkisya halkı da bunun üzerine İslâm devletine cizye vermeye razı oldu. Ömer b. Malik, Heyt'teki kuşatma komutanına şu mektubu yazdı: "Eğer barışa yanaş­mazlarsa, hendeklerinin çevresine sen de hendek kaz ve kendi tarafında kapılar yap. "Bu haberi alan Heytliler, barışa razı oldular.

Hafiz ez-Zehebî dedi ki: Hicretin onaltıncı senesinde Yermük sava­şını tamamladıktan sonra Ebu Ubeyde, Kinnesrin'e Amr b. As'ı gönder­di. O da Halepliler, Münbicliler ve Antakyalılarla barış antlaşması yapti. Onların cizye ödemelerini karara bağladı. Kinnesrin'e bağlı diğer bel­deler ise kuvvet yoluyla fethedildiler. Yine hicretin onaltmcı senesinde İyaz b. Ganem eliyle Suruç ve Urfa fethedildi. îbn Kelbî'nin anlattığına göre yine bu senede öncü kuvvetlerinin başında Halid b. Velid olmak üzere Ebu Ubeyde, ordusuyla birlikte Kudüs'ü kuşatma altına aldı. Ku­düslüler de Hz. Ömer'in gelmesi ve barışı bizzat onun kendisi ile yapma şartıyla banşa talib oldular. Ebu Ubeyde de bu durumu Hz. Ömer'e bir mektupla bildirdi. O da gelip Kudüslülerle barış antlaşması yaptı. Ku­düs'te birkaç gün kaldıktan sonra Medine'ye döndü.

Ben derim ki: Bu hadise, hicretin onaltmcı senesinden önce vuku bulmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Vakidî dedi ki: Hz. Ömer, bu senede Rabaza'yı Müslümanların atla­rı için koruluk haline getirdi. Bu senede Ebu Mihcen es-Sakafi'yi Badi şehrine sürgün etti. Bu senede Abdullah b. Ömer, Safiyye binti Ebi Ubeyd'le evlendi.

Ben derim ki: Safiyye'nin babası Ebu Ubeyd, Cisr savaşında şehid edilen müfreze komutanıdır. Yine Safiyye, daha sonraları Irak valiliği yapan Muhtar b. Ubeyd'in kız kardeşidir. Safiyye, saliha bir kadındı. Kardeşi ise facir ve kafirdi.

Vakidi dedi ki: Hicretin onaltmcı senesinde Hz. Ömer, insanlara haccettirdi. Medine'de yerine naib olarak Zeyd b. Sabit'i bıraktı. Mek­ke'deki valisi Attab idi. Şam valisi Ebu Ubeyde, Irak valisi Sa'd, Taif va­lisi Osman b. Ebu'l-As, Yemen valisi Yala b. Ümeyye, Yemame ve Bah­reyn valisi Alâ b. Hadremî, Umman valisi Huzeyfe b. Mihsan,Basra va­lisi Muğire b. Şube, Musul valisi Rib'i b. Evfel ve Cezire valisi de îyaz b. Ganem el-Eşarî idi.

Vakidi dedi ki: Hicri onaltmcı senenin rebiyülevvel ayında Hz. Ömer tarih yazdı. Hicri tarihi ilk yazan o oldu.

Ben derim ki: Bunun sebebini de Hz. Ömer'in sireti adlı eserde an­lattık. Şöyle ki: Bir adamın bir başkasına yazdığı ve vadesi şaban ayı olan bir borç senedi Hz. Ömer'in eline geçti. Senede bakınca vadenin şa­ban ayı olduğunu gördü ve şöyle sordu:

- Hangi şaban ayı? Bu senenin mi, geçen senenin mi yoksa gelecek senenin mi şaban ayı?

Bundan sonra halkı topladı ve şöyle dedi:

- İnsanlara öyle bir tarih belirleyin ki, böylece borçlarının vadesini. bilsinler. Anlatıldığına göre bazıları, Farslılarm hükümdarlarının tah­ta geçiş ve tahtan ayrılışları göz önüne alınarak yaptıkları gibi bir tarih yapılmasını teklif ettiler. Buna göre bir hükümdar vefat edince ondan sonra gelecek olan hükümdarın doğum tarihi nazarı itibare alınacaktı. Bunu uygun görmediler. Bazıları da, "İskender zamanından başlayan Rum tarihini kabul edelim." dediler. Bunu da uygun görmediler. Bazıları Rasûlullah (s.a.v.)'m doğumunu, bazılarrysa bisetini nazarı itibare alarak tarih konulmasını teklif ettiler. Hz. Ali ile başkaları, Rasûlul-lah'm Mekke'den Medine'ye hicretinin esas alınmasını, bunun Rasûlullah'm doğumuna ve bisetine göre daha açık ve net olacağını söy­lediler. Hz.Ömer ile sahabeler, bunu uygun gördüler. Hz. Ömer, Rasûlullah'm hicretinden itibaren başlayan bir tarih sistemi kurulma­sını emretti ve yılbaşı olarak da muharrem ayım belirledi. İmam Ma-lik'e göre hicri yılbaşı rebiyülevvel ayında başlar. Çünkü bu ayda Rasûlullah Medine'ye gelmişti. Cumhur-u ulemaya göre ise hicri yılbaşı muharrem ayı ile başlar. Ayların karışmaması için bu daha sağlamdı. Çünkü muharrem ayı, Arabi ayların ilkidir.

Hicri onaltmcı senede Rasûlullah'in oğlu İbrahim'in annesi Mariye vefat etti. Vakidî, İbn Cerir ve diğerlerinin anlattıklarına göre Mariye, bu senenin muharrem ayında vefat etmiştir. Cenaze namazını da Hz. Ömer kaldırmıştır. Hz. Ömer, onun cenaze namazını kılmaları için halkı toplamıştı. Namazdan sonra Baki mezarlığına defnedildi. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın. Bu kadının asıl adı Mariyetü'1-Kıbtıy-ye'dir. Onu Rasûlullah (s.a.v.)'a İskenderiye valisi Cüreyc b. Müna hedi­ye etmişti. Ayrıca birçok hediye ve armağanları da Rasûlullah'a takdim etmiş, Rasûlullah da kabul buyurmuştu. Mariye ile birlikte kız kardeşi Şirin de vardı. Rasûlullah (s.a.v.), SirüVi Hassan b. Sabit'e hibe etmişti. Şirin, Hassan b. Sabit'e Abdurrahman adında bir erkek çocuk doğur­muştu. Anlatıldığına göre Mukavkis, Mariye ve Şirin ile birlikte iki ca­riye daha hediye etmiştir. Bu iki cariyenin Mariye ile Sirin'in hizmetçi­leri olmaları muhtemeldur. Yine Mukavkis bunlarla birlikte Me'bur adında buruk bir köleyi de Rasûlullah'a hediye etmişti. Hediyeler ara­sında Düldül adlı doru bir katır da vardı. Bunlara ek olarak İskenderiye imalatından ipekli bir elbise de Rasûlullah'a hediye edilmişti. Bu hedi­yeler, hicretin sekizinci senesinde Rasûlullah (s.a.v.)'a gönderilmişti. Mariye, Rasûlullah'tan hamile kalarak İbrahim'i doğurmuş, İbrahim yirmi ay yaşamış ve babası Rasûlullah(s.a.v.)'m vefatından bir sene ön­ce vefat etmişti. Vefatından ötürü Rasûlullah (s.a.v.) üzülüp onun üzeri­ne ağlamış ve şöyle demişti:

"Göz yaşanyor, kalp hüzünleniyor ve biz ancak Rabbimizin razı ola­cağı şeyi söylüyoruz. Ey İbrahim, vefatın sebebiyle biz hüzünlenmekte-yiz." Bu hadiseyle ilgili açıklama, hicretin onuncu senesi olayları cümle­sinde verilmişti. Mariye, saliha kadınlardan olup hayırlı ve güzel bir ka­dındı. Rasûlullah (s.a.v. )'m yanında mutlu bir hayat sürmüş ve Rasûllah onu beğenmişti. Sureti güzel, huyu güzel bir kadındı. Tatlıydı. Hz. İbrahim'in cariyesi Hacer'e benziyordu. Çünkü ikisi de Mısır diya­rından gelmişlerdi. Her birini bir Peygamber nikahına almıştı. Allah'ın salatü selamları üzerlerine olsun. [4]

 

Hicretin Onyedinci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında Sa'd b. Ebi Vakkas, Medain'den ayrı­lıp Kûfe'ye gitti. Çünkü sahabeler, Medain şehrinin havasını beğenme­mişlerdi. Onlar bu havadan rahatsız olmuş, renkleri değişmiş ve vücut­ları zayıflamıştı. Medain'de kara sinek ve toz çoktu. Sa'd, bu hususta Hz.Ömer'e bir mektup yazıp fikrini sordu. Hz. Ömer de ona:"Âraplara ancak develerine uygun gelen yerler de yaşamak münasibtir." diye yaz­dı. Bunun üzerine Sa'd, Müslümanlar için münasib bir ikamet mahalli araştırıp bulmak üzere Hüzeyfe ile Selman b. Ziyad'ı görevlendirip yola çıkardı. Bunlar Küfe toprağına geldiler. Orası, çakılllı ve kırmızı kumlu bir yerdi. Orayı beğendiler. Orada üç kilise ve de kamıştan yapılma ev­ler gördüler. Kiliselerden birinin adı Deyri Hareke binti Numan, diğeri­nin adı Deyri Ümmü Amr, üçüncüsünün adı da Deyri Silsile idi. Huzeyfe ile Selman inip orada namaz kıldılar. Her biri şöyle dua etti:

"Ey göklerin ve göklerin altında gölgelenen şeylerin Rabbı! Ey yer­yüzünün ve yeryüzünün üzerinde bulunan şeylerin RabbıîEy rüzgarla­rın ve rüzgarlar tarafından savrulan şeylerin Rabbı! Ey yıldızların ve düşenlerinin Rabbı! Ey denizlerin ve denizler tarafından sürüklenen şeylerin Rabbı! Ey şeytanların ve şeytanlar tarafından saptırılan kim­selerin Rabbı! Ey kulübelerin ve kulübeler içinde saklananların Rabbı! Şu Kûfe'yi bizim için bereketli ve uğurlu kıl. Burayı daimi bir menzil

yap."

Namaz kılıp dualarını tamamladıktan sonra ikisi de durumu Sa'd'a bildiren bir mektup yazıp gönderdiler. Sa'd da Kûfe'yi şehir haline getir­melerini emretti. Kendisi de hicri onyedihci senenin muharrem ayında oraya gitti. Orada ilk bina olarak bir mescit inşa ettiler. Sa'd, uzak me­safelere ok atan bir adama emir verdi. O adam da mescidin dört bir yanı­na ok attı. Okların düştüğü yerlerde halkın evler yapmalarına müsaade etti. Halk da oralarda evler inşa ettiler. Sa'd, mescidin mihrabı karşı­sında hükümet konağı ve beytü'1-mal binasını inşa ettirdi. Yaptıkları ilk binalar kamıştandı. Ancak bu binalar aynı senede yandılar. Durumu Hz. Ömer'e bildirdiklerinde o, israfa kaçmamaları ve haddi aşmamaları şartıyla kerpiçten binalar yapmalarını emretti. Sa'd, emir ve kabilelere haber gönderdi. Yanma geldiler, onları Kûfe'ye yerleştirdi. Sa'd, Ebu Hiyac'ı insanları Kûfe'ye yerleştirmek ve orayı imar etmek vazifesiyle görevlendirdi. Ana cadde için yirmi üç ziralık yer bırakmalarım, sokak­lar içinde yedi ziralık yer bırakmalarını emretti.

Sa'd'm kendisi için de çarşıya yakın bir yerde köşk yapıldı. İnsanla­rın yüksek sesle konuşmaları Sa'd'ı rahatsız etti. Kapısını kilitleyerek: "Sesinizi kısın." dedi. Onun bu sözünü duyan Hz. Ömer, Muhammed b. Mesleme'yi oraya gönderdi. Muhammed'e Kûfe'ye vardığı zaman çak­mağını çakıp odunları tutuşturmasını ve Sa'd'ın köşkünü yakmasını, sonra da hemen Medine'ye dönmesini emretti. Muhammed b. Mesleme Kûfe'ye varır varmaz Hz. Ömer'in emrini- yerine getirdikten sonra Sa'd'a da insanların yüzüne kapısını kilitlememesini, insanların içeriye girmelerine engel olacak bir nöbetçiyi kapısına bırakmamasını emretti. Sa'd da bu emre uydu. Muhammed b. Mesleme'ye biraz mal vermek iste­diyse de Muhammed, onun vermek istediği malı kabul etmedi. Sonra Medine'ye döndü. Sa'd da bundan sonra Kûfe'de üç buçuk sene valilik yaptı. Nihayet Hz.Ömer, onu bu görevinden aldı. Ancak o, acizliğinden veya hainliğinden ötürü görevden alınmış değildi. [5]

 

Bizanslıların Ebu Ubeydetî Humus'ta Kuşatmaları Ve Hz. Ömer'in Şam'a Gelişi

 

Bizanslılardan bir topluluk, Humus'ta Ebu Ubeyde'yi kuşatma altı­na almaya karar verdi. Cezirelilerden ve oradaki ahaliden asker yardı­mı istediler. Ebu Ubeyde'nin üzerine yürüdüler. Ebu Ubeyde de duru­mu Halid b. Velid'e bildirdi. Halid b. Velid de Kinnesrin'den kalkıp Hu-mus'a gelmek üzere yola çıktı. Durumu Hz. Ömer'e de bir mektupla bil­dirdi. Ebu Ubeyde, Bizanslılarla savaşmak veya Hz. Ömer'in bu husus­taki emri gelinceye kadar kaleye sığınıp beklemek hususunda Müslü­manlarla istişare yaptı. Hepsi de kaleye sığınıp emrin gelişini bekleme­sini tavsiye ettiler. Yalnız Halid b. Velid, bu tavsiyelere karşı çıkıp Bi­zanslılarla savaşmayı teklif etti. Ebu Ubeyde, Müslüman çoğunluğa uy­du, kaleye sığınıp beklemeye başladı. Bizanslılar da onu kuşatma altına aldılar.

Öte yandan Şam'a bağlı bütün beldeler kendi dertleriyle meşgul ol­dukları için Ebu Ubeyde'ye yardıma gelememişlerdi. Şayet kendi işleri­ni bırakıp Humus'a gelecek olsalardı, Şam bölgesindeki düzen alt üst olacaktı. Hz. Ömer de Sa'd'a mektup göndererek Ka'ka b. Amr komuta­sında bir birlik oluşturmasını ve mektubunu alır almaz bu birliği Hu­mus'ta kuşatma altında bulunan Ebu Ubeyde'ye yardıma göndermesini emretti. Ayrıca Ebu Ubeyde'yi kuşatma altına alan Bizanslılara yardım eden Cezirdiler üzerine de îyaz b. Ganem komutasında bir ordu gönder­mesini emretti. İki ordu da aynı zamanda Kûfe'den çıkıp yola çıktılar. Ka'ka komutasındaki ordu 4000 kişiden müteşekkildi. Bunlar kuşatma altında bulunan Ebu Ubeyde'ye yardım için Humus'a gidiyorlardı.

Hz. Ömer de bizzat Ebu Ubeyde'ye yardım etmek için Medine'den yola çıktı. Cabiye'ye kadar geldi. Ser7 beldesine kadar geldiği de söylen­miştir. İbn İshak böyle demiştir. Akla yatkın olan da budur. Doğrusunu Allah bilir. Humus'ta Bizanslılarla beraber bulunan Cezirdiler, İslâm ordusunun kendi beldelerine gitmekte olduğu haberini alınca Bizanslı­lardan ayrılıp beldelerine geri döndüler. Bizanslılar da Hz. Ömer'in Ebu Ubeyde'ye yardıma gelmekte olduğunu duyunca gerçekten güçlerini ve morallerini kaybettiler. Halid b. Velid, kaleden çıkıp Bizanslılarla sa­vaşması için Ebu Ubeyde'ye tavsiyede bulundp. Ebu Ubeyde de onun bu tavsiyesine uyup kaleden çıktı. Düşmanla savaştı. Allah ona fetih nasip etti. Zafer verdi. Bizanslılar, feci bir yenilgiye uğradılar.

Bu hadise, Hz. Ömer'in oraya gelişinden ve takviye birliklelerin ora­ya ulaşmasından üç gece önce olmuştu. Ebu Ubeyde de Cabiye'de bulu­nan Hz. Ömer'e fetih haberini gönderdi. Takviye birlikler de kendilerine bu fetihten ve zaferden üç gece sonra ulaşmışlardı. Bu durumu da Hz. Ömer'e bildiren Ebu Ubeyde, takviye birliklerini de kendileriyle birlik­te ganimetten pay sahibi kılıp kılmayacağım Hz. Ömer'e sordu. Gelen cevapta bu takviye birliklerinin de ganimetten pay almaları emr edil­mekteydi. Çünkü düşman, takviye birliklerinden korktuğu için morali­ni kaybetmiş ve geri çekilmişti. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, takviye bir­likleri de ganimetten pay sahibi kıldı. Hz. Ömer, şöyle demişti:"Allah, Kûfelilere hayır mükafat versin. Onlar hem kendi sınırlarım koruyor­lar, hem de diğer şehirlerin ahalisine yardım ediyorlar." [6]

 

Cezire'nin Fethi

 

İbn Cerir dedi ki:Hicretin onyedinci senesinde -Seyf b. Ömer'in ifa­desine göre-Cezire bölgesi fethedildi. İbn îshak dedi ki: Cezire bölgesi, hicretin ondokuzuncu senesinde fethedilmiştir. Cezire'ye Ebu Musa el-Eş'arî ve Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas'la birlikte îyaz b. Ganem gitmişti. Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, genç biri olduğu için komuta yetkisi yoktu. Beraberlerinde Osman b. Ebu'l-As da vardı. Bunlar Urfa'ya indiler. Ciz­ye Ödemeleri şartıyla Urfalılarla barış antlaşması yaptılar. Harranlılar da aym şartlarla banş antlaşması yaptılar. Sanra Ebu Musa el-Eş'arî, îyaz b. Ganem tarafından Nusaybin'e gönderildi. Ömer b. Sa'd'da da Re'sü'l-Ayn'a gönderildi. îyaz b. Ganem'in kendisi ise Dara'ya gitti. Bu beldeler fethedildi. Osman b. Ebu'l-As, îyaz b. Ganem tarafından Er-meniye'ye gönderildi. Orada ufak çapta da olsa bir savaş yapıldı. Bu sa­vaşta Savfan b. Muattal es-Sülemî şehid edildi. Sonra Osman b. Ebu'l-As, cizye ödemeleri şartıyla Ermeniye halkıyla barış antlaşması yaptı. Her ev halkı bir dinar verecekti.

Seyf b. Ömer, bir rivayetinde şöyle demiştir: Abdullah b. Abdullah b. Gassan yola çıkıp. Musul'a geldi. Sonra da yoluna devam ederek Nu­saybin'e ulaştı. Nusaybinliler, Rakkalılarla yapılan barış antlaşmasın­daki şartlar doğrultusunda onunla barış antlaşması yaptılar. O da Hris-tiyanların reislerini Hz. Ömer'e gönderdi. Cezire halkı Araplarmdan olan bu Hristiyan reisler, yanma vardıklarında Hz. Ömer, onlara: —Cizye ödeyin, dedi. Onlar da şu karşılığı verdiler:

- Bizi güven duyacağımız yerimize ulaştır. Allah'a yemin ederiz ki, eğer üzerimize cizye tarhedecek olursan biz Bizans topraklarına gire-riz.Vallahi eğer bizden cizye alacak olursan, Araplar arasında bizi rezil rüvay edersin.

- Siz kendi kendinizi rezil rüsvay ettiniz! Ümmetinize muhalefet ettiniz. Allah'a yemin ederim ki, küçülmüş ve alca im iş olarak cizye öde­yeceksiniz.Eğer Bizans topraklarına kaçarsanız, sizin hakkınızda bir yazı yazar, sonra da sizi esir alırım.

- Bizden birşeyler al, ama adını cizye koyma.

- Biz alacağımız şeye cizye deriz.Ama siz ona ne ad verirseniz ve­rin.

Bu konuşmalara şahid olan Hz. Ali şöyle dedi:

- Sa'd, bunlardan sadakayı kat kat alsa daha iyi olmaz mı? Hz. Ömer de:

- Olur, dedi. Hz. Ali'nin bu tavsiyesini dinledi. Ve onlar hakkında ileri sürülen bu tavsiyeye memnuniyetle razı oldu.

İbn Cerir dedi ki: Hicretin onyedinci senesinde Hz. Ömer, Şam'a gel­di. Muhammed b. İshak'm kavline göre Ser1 beldesine ulaşmıştı. Seyf b. Ömer ise, Cabiye'ye ulaştığım söylemiştir.

Ben derim ki: Meşhur kavle göre Hz. Ömer, bu gelişinde Ser' belde­sine ulaşmıştır. Ordu komutanları Ebu Ubeyde,Yezid b. Ebi Süfyan ve Halid b. Velid, onu Ser' de karşılaşmışlardı. Bunlar, Ser' beldesinden çıkmak üzereydiler. Şam'da veba salgını görüldüğü haberini verdiler. Hz.Ömer de bu hususta Muhacir ve Ensâr'a danıştı. Onlar, farklı görüş­ler ileri sürdüler. Kimisi:

- Sen bir iş için geldin, geri dönme, dedi. Kimisi: —Rasûlullah'm önde gelen ashabıyla birlikte bu veba salgınının bu­lunduğu yere gelmeni uygun görmüyoruz, dediler.

Anlatıldığına göre Hz. Ömer de ertesi sabah halkın oradan geri dön­mesini emretmişti. Ebu Ubeyde, ona:

- Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun? diye sorunca Hz. Ömer, şu ce­vabı vermişti:

- Evet, Allah'ın bir kaderinden başka bir kaderine kaçıyoruz. Sen iki yakalı bir vadiye insen, bir yakası yeşillikli ve otlak olsa, diğer yakası da kurak olsa sen atını otlak olan yerde otlatırsan Allah'ın kaderi ile otlatmış olursun. Kurak yerde otlatırsan da Allah'ın kaderiyle otlatmış olursun. Öyle değü mi? Ey Ebu Ubeyde! Keşke bu sözü senden başka biri söylemiş olsaydı."

İbn îshak, Sahih-i Buharî'de yer alan bir rivayetinde şöyle demiştir: Abdurrahman b. Avf, bazı işleriyle meşgul olduğu için o sırada ortada görünmüyordu. Gelince şöyle dedi: Bu hususta benim yanımda bir bilgi vardır. Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

"Bir kavmin toprağında veba olduğunu duyarsanız oraya gitmeyin. İçinde bulunduğunuz bir diyarda veba görülürse ondan kaçmak için o diyardan çıkıp gitmeyin." Bu hadis, kendisinin görüşüne uygun olduğu için Hz. Ömer Allah'a hamd etti ve yanındakilerle birlikte geri döndü. İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd b. Malik b. Ebi Vakkas, Hüzeyme b. Sabit ve Üsame b. Zeyd'in şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

Rasûlulllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:"Şu veba pisliktir. Azab kahntısı-dır. Sizden önceki bir kavim bununla azaplandırıldı. Veba bir diyarda görülür de siz orada iseniz ondan kaçmak için o diyardan çıkıp gitmeyin. Eğer bir diyarda veba görüldüğünü duyarsanız oraya girmeyin."

Seyf b. Ömer dedi ki: "Hicretin onyedinci senesinin muharrem ayın­da Şam'da veba görüldü. Sonra bu hastalık ortadan kalktı." Seyf, bu ve­banın Amvas taunu olduğuna inanmaktadır ki, o taun sebebiyle Müslü­manların önde gelen şahsiyetleri ve komutanları ölmüşlerdi. Ama du­rum, onun iddia ettiği gibi değildir. Çünkü Amvas taunu inşaallah ileri­de de açıklayacağımız gibi -bir sene sonra, yani hicretin onsekizinci se­nesinde ortaya çıkmıştı.

Seyf b. Ömer'in anlattığına göre emirü'l-mü'minin Ömer, beldeleri dolaşmak, komutanları ve tercih ettikleri hayırlı işleri kontrol etmek amacıyla Medine'den çıkıp dolaşmaya karar verdi. Ancak sahabeler, ona karşı çeşitli görüşler ileri sürdüler. Kimi önce Irak'a gitmesini, kimi de Şam'a gitmesini söyledi.Hz. Ömer de, Amvas taunu yüzünden vefat eden Müslümanların miraslarını taksim etmek amacıyla Önce Şam'a gitmeye karar verdi. Çünkü ölen Müslümanların miraslarını taksim et­mek, Şam'da problem haline gelmişti. Bunun için Şam'a gitmeye karar verdi. Bu da gösteriyor ki Hz. Ömer, Amvas taunundan yani bu hastalı­ğın görüldüğü hicri onsekizinci seneden sonra Şam'a gitmiştir. Demek ki bu gidişi, Ser' beldesine gidişinden başka bir gidiştir.Doğrusunu Al­lah bilir.

Seyf b. Ömer, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:"İnsanla­rın Şam'daki mirası zayi oldu. Önce oraya gidecek ve mirasları taksim edeceğim. Uygun gördüğüm sürece orda kalacağım. Sonra dönüp b^aşka beldelerde dolaşacak ve emrimi oralara yerleştireceğim."

Dediler ki: Hz. Ömer, hicri onaltıncı senede iki defa, onyedinci sene­de de iki defa olmak üzere toplam dört defa Şam'a gelmiştir. Ancak hicri

onyedinci senesindeki iki seferinden birincisinde Şam'a girmemiştir. Bu da bizim Seyf ten naklettiğimize göre Amvas tuanunun hicretin on­yedinci senesinde görüldüğünü zorunlu kılmaktadır. Ancak Muham-med b. îshak, Ebu Maşer ve başka birkaç tarihçi bu hususta ona muha­lefet ederek Amvas taununun hicri onsekizinci senede görüldüğüne kail olmuşlardır. İnşaallah ilerde de detaylı olarak anlatılacağı gibi bu has­talık yüzünden Ebu Ubeyde, Muaz, Yezid b. Ebu Süfyan ve diğer önde gelen şahsiyetler vefat etmişlerdir. [7]

 

Amvas Taunuyla İlgili Bazı Haberler

 

Bu hastalık sebebiyle Ebu Ubeyde, Muaz, Yezid b. Ebu Süfyan ve di­ğer önde gelen sahabelerle başka şahsiyetler vefat etmişlerdi.

Muhammed b. îshak, Tank b. Şihab el-Becelf nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Biz, Kûfe'de Ebu Musa'nın yanına gitmiştik.Sohbet ederken şun­ları söyledi:"Acele etmenizde bir sakınca yoktur. Çünkü bu evde bir kişi­ye hastalık isabet etmiş bulunuyor veya bu kasabayı bırakıp kırlara çı­kabilirsiniz. Geniş alanlara çıkıp gidilebilir. Allah, orada bu vebayı kal-dırıncaya kadar gezinebilirsiniz. Ben size hoş olmayan, sakınılması ge­reken şeyi haber vereceğim. Bir kişi eğer bu kasabada kalması halinde öleceğini zannederse veya burada kalıpda bu hastalığa yakalanan bir kimse buradan giderse yakala Tim ayacağını sanırsa işte bu güzel birşey değildir. Eğer Müslüman böyle bir kanaata sahip olmayacaksa onun bu kasabadan çıkmasında bir sakınca yoktur. Ben, Amvas taunu sırasında Şam'da Ebu Ubeyde'yle birlikte bulunuyordum. Hastalığın etrafı sardı­ğını Ömer duyunca Ebu Ubeyde'yi oradan çıkarabilmek için ona şöyle bir mektup yazdı.:

"Sana selam olsun. Şu anda sana ihtiyacım var. Bir konuda bizzat seninle karşılıklı olarak konuşmak istiyorum. Bu sebeple mektubu aldı­ğında elinden bırakmadan yola çık." Fakat Ebu Ubeyde Hz.Ömer'in maksadını anlayarak ona şu cevabı yazdı:"Ey mü'minlerin emiri!Senin bana niçin ihtiyacın olduğunu biliyorum. Ben, Müslüman askerler ara-sındayım. Kendimi onlara tercih edemem. Ben, Allah benimle onlar ba­kında emir ve hükmünü verip uygulayıncaya kadar onlardan aynlmak istemiyorum.Sen beni yanına çağırmaktan vazgeç," Hz. Ömer, mektu­bu okuyunca ağlamaya başladı. Çevresindekiler, kendisine:"Ey müzminlerin emiri! Ebu Ubeyde vefat mı etti yoksa?" diye sorunca Hz. Ömer: "Hayır, ama vefat etmiş sayılır." diye cevap verdi. Hz. Ömer, Ebu Ubeyde'ye Müslümanları alıp bu bölgeden uzaklaşmasını bildiren bir mektup yazınca Ebu Ubeyde,Ebu Musa'yı çağırarak ona şöyle demişti: "Müslümanlar için kalabilecekleri bir yer tesbit et."

Ebu Musa der ki: "Ben yola çıkmak üzere evime gittiğimde eşimin hastalığa yakalandığını gördüm. Ebu Ubeyde'ye dönüp kendisine: "Ye­min ederim ki ailemin başına bir iş geldi." deyince kendisi bana:"Yoksa eşin hastalığa mı yakalandı?" diye sordu. Ben de ona: "Evet" diye karşı­lık verdim. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, kendi devesinin hazırlanması­nı istedi ve devesinin yanına gitti. Fakat ayağını üzengiye yerleştirir yerleştirmez o da hastalığa yakalandı ve:"Allah'a yemin ederim ki, ben de bu hastalığa yakalandım." dedi. Daha sonra Cabiye'de konaklayınca-ya kadar yoluna devam etti.

Ebu Ubeyde Müslümanlar arasında şöyle konuşmuştu:

- Ey insanlar! Bu hastalık Rabbinizin rahmeti, Peygamberinizin duası ve sizden önceki salih kimselerin ölüm sebebidir. Ebu Ubeyde, bu hastalıktan kendisinin payının da> verilmesini Allah'tan dilemiştir. Da­ha sonra da kendisi bu hastalıktan vefat etti. Öleceği sırada yerine Mu-az b. Cebel'i tayin etmişti. Muaz b. Cebel ondan sonra kalkıp şu konuş­mayı yaptı:

- Ey insanlar! bu hastalık Rabbinizin rahmeti, peygamberinizin duası ye sizden önceki salih kimselerin de Ölüm sebebidir. Ben, Muaz ai­lesinin bu hastalıktan paylarının verilmesini Allah'tan dilerim.Daha sonra Muaz'm oğlu Abdurrahman bu hastalığa yakalanarak öldü. Ar­kasından ayağa kalkarak bu hastalıktan kendisine de pay verilmesini diledi. Avucunda vebanın izleri görülmeye başlandı. Kendisi avucunu öptü sonra da şöyle dedi: "Sendeki bu hastalığa karşılık dünyadaki hiç birşeyi tercih edip kabul edemem." Muaz da vefat edeceği sırada yerine Amr b. As'ı tayin etti. Amr b. As kalkıp halka şöyle bir nutuk irad etti:

- Ey insanlar! Doğrusu bu hastalık, bir kimsenin içine düşerse ateş gibi alevlenir. Siz dağlara çıkarak kendinizi bu hastalıktan korumaya bakın.

Dinyeciler arasında bulunan Ebu Vail el-Hüzelî de ona şöyle karşı­lık verdi:

- Yalan söylüyorsun. Vallahi ben, Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber bu­lundum Ve sen benim şu eşeğimden daha kötüsün.

Amr b. As, ona:

- Vallahi ben sana bu sözün dolayısıyla cevap vermeyeceğim. Al­lah'a yemin ederim ki, biz dağlarda ikamet edici değiliz, dedi. Sonra da dağa çıktı. insanlar da onunla birlikte çıkıp dağıldılar. Allah, onlardan taunu giderdi. Ömer b. Hattab, Amr b. As'm bu görüşünü haber alınca çirkin karşılamadı.

Ibn îshak der ki: Hz. Ömer, Ebu Ubeyde ile Yezid b. Ebu Süfyan'ın vefat ettikleri haberini duyunca Dımaşk ordularının üzerine Muavi-ye'yi komutan yaptı. Oranın haracının toplanmasını da onun uhdesine verdi. Şurahbil b. Hasene'yi de Ürdün ordusunun başına komutan yapıp oranın haracının toplanmasını da ona havale etti.

Seyf b. Ömer, üstadlarının şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Am-vas taunu İM kez görüldü. Daha önce böyle bir hastalık görülmemişti ve uzun süre devam etti. İnsanlardan çoğu bu hastalık yüzünden vefat etti. Hatta düşmanlar bunu fırsat bilerek islâm diyarına saldırmaya niyet­lendiler. Müslümanlar da bu sebeple korkuya kapıldılar.

Ben derim ki: işte bu yüzden Hz.Ömer, bu hastalıktan sonra Şam'a gelip vefat edenlerin miraslarını taksim etti. Çünkü bu mirasları tak­sim etme işi komutanlara zor gelmişti. Onun, Şam'a gelişi sebebiyle hal­kın gönlü hoş olmuştu ve bu sebeple de düşmanlar, islâm diyarına sal­dırma niyetinden vaz geçmişlerdi. Hamd ve minnet Allah'adır.

Seyf b. Ömer, Hz.Ömer'in hicri onyedinci sene sonunda Amvas tau­nundan sonra Şam'a gelişini anlattıktan sonra şöyle demiştir: "Hz. Ömer, hicri onyedinci senenin zilhicce ayında Şam'dan Medine'ye dön­mek istediği zaman kalkıp insanlara hutbe irad etti. Hutbesinde Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

- Ben, başınıza idareci olarak tayin edildim. Allah'ın sizin yöneti­minizle ilgili olarak bana verdiği görevleri inşallah yerine getirmişim-dir. Ganimetlerinizi, evlerinizi ve gazvelerinizi aranızda yaydık. Yanı­mızda bulunan şeyi size ulaştırdık. Sizin için ordular tertipledik. Yük­selme yollarınızı hazırladık. Uğruna savaştığınız Şam'ınızı ve ulaşabil­diğiniz kadar ganimetlerinizi genişlettik. Yiyeceklerinizi belirledik. Si­ze maaş, erzak ve ganimet verilmesini emrettik.Yapılması gereken bir­şeyi bileniniz varsa bunu bize bildirsin ki, inşaallah o işi yapalım. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir." Hutbe iradından sonra namaz vakti gel­mişti. Cemaat ona:

- Ey mü'minlerin emiri! Bilal'e emir versen de ezan okusa, dediler. O da Bilal'e emir verdi. Bilal, kalkıp ezan okudu. Peygamber (s.a.v.)'ın zamanında Bilal'ın ezan okuduğunu gören herkes sakallarını ıslatınca-ya kadar ağladı. Hz. Ömer, onlardan daha çok ağladı. Peygamberin za­manına yetişmiş olmayanlar da sahabelerin ağladıklarından ve Rasûlullah'm hatırasını yad ettiklerinden ötürü ağladılar.

Ibn Cerir, hicri onyedinci senede Hz. Ömer'in, hamama gidip vücu­duna beyaz çiçek sürdükten sonra şarapla yoğurulmuş aspur sürünen Halid b. Velid'e kmayıcı bir mektup gönderdiğini ve mektubunda şunla­rı yazdığını rivayet etmiştir: "Allah, şarabın gizlisini de açığını da ha­ram kılmıştır. Bu sebeple onu vücudunuza sürmeyin.Elinizi ona değdir-meyin. Çünkü o necistir. Eğer bunu yapmışsanız bir daha yapmayın." Halid de Hz. Ömer'e şu cevabi mektubu yazıp gönderdi: "Biz, şarabı öl­dürdük. O yıkayıcı bir su haline geldi. Şaraptan başka birşey oldu." Hz. Ömer de ona şöyle bir mektup gönderdi:

"Öyle sanıyorum ki, Muğire ailesi cefa ile mübtela olmuştur. Allah, sizi cefa üzerine öldürmesin." Bunun üzerine Halid, bu şekilde hamama gidip sözü edilen bitkileri vücuduna sürmeye son verdi.

Seyf b. Ömer dedi ki: Hicri onyedinci senede Basralılara da taun isa­bet etti.Bu yüzden çok sayıda insan öldü. Allah onlara rahmet etsin ve hepsinden razı olsun. Dediler ki: Haris b. Hişam, aile efradından yetmiş kişiyle Şam'a geldi ve onlardan ancak dört kişi geri dönebildi. Muhacir b. Halid, bu olayla ilgili olarak şöyle bir şiir söylemiştir:

"Şam'a inip yerleşen orada kalır.

Şam, eğer bizi yok etmezse bile sıkıntıya düşürür.-

Beni Rayta kabilesinden bıyığı kırkılmamış yirmi kahraman genç yok oldu.

Onların amcazadelerinden de bir o kadarı yok oldu.

Şaşan kimse, işte böyle bir duruma şaşar.

Darbe ve hastalık onların ölümü oldu.

Katip, bizim için kadere bunu yazdı." [8]

 

Halld B. Velîd'în Kînnesrîndekî Görevinden De Azledilmesi

 

Ibn Cerir dedi ki: Hicretin onyedinci senesinde Haîid b. Velid ile lyaz b. Ganem, Bizanslıların üzerine gidip saldırıda bulundular. Onlar­dan pek çok ganimet ele geçirdiler ve çok sayıda da esir aldılar. Halid, Bizanslılarla yazın yaptığı savaştan birçok ganimet elde ederek geri döndü, insanlar da gidip ondan birşeyler istediler. Yanma gidenlerden biri de Eş'as b. Kays'tı. Halid, ona 10 000 dirhem vermişti. Hz. Ömer, onun bu yaptığından haberdar olunca Ebu Ubeyde'ye bir mektup gön­dermişti. Mektubunda; Halid'i huzura celbetmesini, başındaki sarığı çözmesini, üzerindeki bornozunu çıkarmasını, onu sarığıyla bağlaması­nı ve bu 10 000 dirhemi nereden getirdiğini sormasını, eğer bu parayı kendi malından vermişse bunun akılsızca bir tasarruf ve israf olduğunu bildirmesini, eğer düşmanla yazın yaptığı savaştan elde ettiği ganimet­ten vermiş ise bunun bir hainlik olduğunu söylemesini, sonra onu göre­vinden azletmesini emretmişti.

Ebu Ubeyde, Halid'i çağırttı. Kendisi minbere çıktı. Halid'i de min­berin karşısına ayakta durdurdu. Hz. Ömer'in mektubunu getiren ulak ve Bilal ayağa kalktılar. Bilal, Hz. Ömer'in mektupta yazdığı hususları ve emirleri yerine getirdi. Ebu Ubeyde, susmuş konuşmuyordu. Bu emir yerine getirildikten sonra Ebu Ubeyde, minberden indi. Gidip Ha-lid'den kendi isteği dışında meydana gelen bu hadiseden ötürü özür di­ledi. Halid, onun bu özrünü kabul etti. Onun bunu kasıtlı olarak yapma­dığını anladı. Sonra Kinnesrin'e gitti. Oradaki ahaliye nutuk irad etti. Onlarla vedalaştı. Sonra ailesiyle birlikte Humus'a gitti. Oradaki halka da nutuk irad edip vedalaştı ve Medine'ye gitti. Halid, huzuruna vardı­ğında Hz. Ömer, ona şairin şu sözünü okudu: "Öyle şeyler yaptın ki, hiç kimse senin bu yaptıklarını yapmamıştır. Kavimlerin yaptığını Allah yapar." Hz. Ömer, bu bolluğun nereden geldiğini ve Eş'as b, Kays'a ar­mağan olarak verdiği 10 000 dirhemi nereden bulduğunu sordu. Halid de ganimetlerden ve payına düşen maldan bunu verdiğini ifade etti. Hz. Ömer de ona: "60 000 dirhemden fazlası senin olsun."dedi. sonra Ha-lid'in mallarını ve eşyalarını takdir edip değerlerini belirledi. 20 000 dir­hemi alıp sonra da Halid'e şöyle dedi:"Allah'a yemin ederim ki sen, be­nim yanımda çok kıymetlisin. Ben seni çok severim. Bu günden sonra benim için hiçbirşey yapma."

Seyf b. Ömer, Adiy b. Sehl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ömer, şehirlere şu mektubu gönderdi: Ben kendisinden kızdı­ğımdan veya bir hainlik yaptığından ötürü Halid'i görevden almış deği­lim. Ancak insanlar onu alabildiğine gözlerinde büyütüp fitneye düş­müşlerdi. Her şeyi yapanın o olduğunu zannetmişlerdi. Ancak ben her işin başının Allah olduğunu bilmelerini istediğim için onu görevden al­dım." Hz. Ömer, yanına gelen Halid'e de mektubunda yazdığı hususları anlatmıştı.

Vakidî dedi ki: Hicretin onyedinci senesinin receb ayında Hz. Ömer umre yaptı. Mescid-i Haram'ı onarıp bazı kısımlarının yenilenmesini emretti. Bu işle de Mahreme b. Nevfel, Ezher b. Abdi Avf, Hüveytib b. Abdul-Uzza ve Said b. Yerbu'yu görevlendirdi. Ayrıca Harem'in yerinin işaretlerinin yenilenmesini de emretmişti. Yoldan geçerken su sahibi olan kimseler de Mekke ile Medine arasında konak yerleri yapmak ko­nusunda izin istemişler, oda bunlara izin vermekle beraber yolcuların gölge ve su konusunda kendilerinden öncelikle hak sahibi olmalarını şart koşmuştu.Yine bu yıl içersinde Hz. Ömer, Ali b. Ebi Talib'in kızı Ümmü Külsüm ile evlenmişti. Ümmü Külsüm, Rasûlullah (s.a.v.)'ın kı­zı olan Fatıma'nm kızıdır. Ümmü Külsüm ile Hz.Ömer zilkade ayında gerdeğe girdiler. Hz. Ömer'in sireti ve müsnedinde onun bu evliliğini anlatmış ve Ümmü Külsüm'e 40 000 dirhem mehir verdiğini söylemiş­tik. Hz. Ömer, Rasûlullah'm aşağıda nakledeceğimiz bir hadisinden ötürü Ümmü Külsümle evlenmiştir. Hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet gününde bütün sebep ve nesepler kesilir. Yalnız benim se­bep ve nesebim kesilmez."

Vakidf nin anlattığına göre hicretin onyedinci senesinde Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşarf yi Basra'ya vali tayin etmişti. Ve ona Muğire b. Şu-be'yi kendisine göndermesi için emir vermişti. Muğire b. Şube aleyhin­de Ebu Bekre, Şibl b. Mabed el-Becelî, Nafi b. Ubeyd ile Ziyad şahidlik yapmışlardı. Muğire'nin görevden almış sebebi şuydu:Ümmü Cemil binti Efkam adında Beni Amir b. Sa'saa kabilesinden bir kadın dul kal­mıştı. Bu kadın, komutanların ve eşrafin kadınlarının yanma girip çı­kardı. Basra valisi Muğire'nin evi Ebu Bekre'nin evinin karşısındaydı, îki evin arasında yol vardı. Ebu Bekre'nin evinde Muğire'nin evine ba­kan bir pencere vardı. Muğire ile Ebu Bekre arasında düşmanlık vardı, Ebu Bekre evinde birkaç arkadaşıyla oturup sohbet etmekte iken rüz­gar pencereyi açtı. Ebu Bekre kalkıp pencereyi kapatmak istediği za­man Muğire'nin penceresinin açık olduğunu, onun bir kadının göğsü üzerinde ve ayakları arasında olup cinsel ilişkide bulunduğunu gör­dü. Arkadaşlarına:

- Gelin, valinizin Ümmü Cemil adındaki kadınla zina yapmakta ol­duğunu görün! dedi. Arkadaşları da kalkıp pencereden baktıklarında vali Muğire'nin o kadınla cinsel ilişkide bulunduğunu gördüler ve Ebu Bekre'ye:

- Bu kadının Ümmü Cemil olduğunu nereden biliyorsun? diye sor­dular. Çünkü Muğire ile altındaki kadının başları öbür taraftaydı. Ebu Bekre, arkadaşlarına:

- Biraz durun, dedi. Vali ile altındaki kadın cinsel ilişkilerini ta­mamladıktan sonra kadın ayağa kalktı. Ebu Bekre, arkadaşlarına:

- işte bakın! Bu, Ümmü Cemil'dir, dedi. Arkadaşları baktılar ve ka­dının Ümmü Cemil olduğu kanısına vardılar. Muğire, gusledip evden çıktı ve cemaata namaz kıldırmak istediği zaman Ebu Bekre onun mih­raba geçmesine engel oldu. Durumu Hz. Ömer'e bir mektupla bildirdi­ler. Hz. Ömer de Muğire'yi görevden azledip yerine Ebu Musa el-Eşarfyi Basra'ya vali tayin etti. Muğire, Ebu Musa'nın postaya geldiği­ni görünce:

- Allah'a yemin ederim ki Ebu Musa, ne ticaret ne de ziyaret için gelmiştir. O, vali olarak gelmiştir, dedi. Sonra Ebu Musa, toplantı halin­deki Basralıların yanına vardı. Mugire'ye de Hz. Ömer'in mektubunu teslim etti. Mektubta kısaca şunlar yazılıydı:

- Senin hakkında çok önemli birşey duydum. Ebu Musa'yı vali ola­rak gönderdim. Elinde ne varsa ona teslim et. Ve hemen yanıma gel." Hz. Ömer, ayrıca Basrahlara da şu mealde bir mektup göndermişti:

- Ben, size Ebu Musa'yı vali olarak gönderdim ki, zayıf olanınızın güçlü olanınızdaki hakkını alıp sahibine teslim etsin. Sizin için gani­metler toplasın, sonra da bu gamimetleri size paylaştırsın."

Muğire, Ebu Musa'ya Taifli Akile ismindeki bir cariyeyi hediye etti. Ve:"Bunu gönül rızasıyla sana verdim." dedi. Bu cariye uzun boylu idi.

Muğire ve aleyhindeki şahitleri Ebu Bekre, Nafi b. Kelde, Ziyad b. Ümeyye ve Şibl b. Mabed el-Becelî Medine'ye Hz. Ömer'in yanma vardı­lar. Muğire Hz. Ömer'e:

- Şu kullara bir sorun. Beni nasıl gördüler? Benim yüzüm mü onlara dönüktü yoksa arkam mı? Kadım nasıl gördüler ve nasıl tanıdılar? Eğer onlar beni önümden gördülerse ben hasıl oldu da örtünmedim? Be­ni arkadan gördülerse kendi evimde ve hanımımın üzerinde iken bana bakmayı kendileri için nasıl helal saydılar? Allah'a yemin ederim, ben hanımımdan başkası ile cinsel ilişkide bulunmuş değilim, dedi.

Onun hanımı Ümmü Cemil b. Efkam'a oldukça benziyordu. Hz. Ömer, önce Ebu Bekre'nin şahitliğine başvurdu. Ebu Bekre, Muğire'nin aleyhinde şahadette bulunarak şöyle dedi:

- Ben, Muğire'yi Ümmü Cemil'in ayakları arasında gördüm. Ve onunla cinsel temasta bulunuyordu. Penisini onun tenasül organına sürme milinin sürmedanlığa girip çıkışı gibi koyup çıkarıyordu.

Sonra Hz.Ömer, Ebu Bekre'ye şöyle sordu:

- Sen Muğire ile o kadını nasıl gördün?

- Arkadan gördüm.

- Peki o kadının başım iyice görebildin mi ve nasıl gördün?

- Ayaklarımın üzerinde yükselerek, boynumu da uzatarak gör­düm.

Sonra Hz. Ömer, Şibl b. Mabed'i çağırdı.O da aynı şekilde şahidlik

yaptı. Hz. Ömer, ona sordu:

- Sen bu ikisini önden mi gördün, yoksa arkadan mı gördün?

- Önden gördüm.

Nafi de, Ebu Bekre gibi şahidlik etti. Ancak Ziyad, onlar gibi ifade

vermedi. İfadesinde şöyle dedi:

- Muğire'yi bir kadının bacakları arasında oturur vaziyette gör-düm.Kmalı iki ayak gördüm. Bu ayaklar çırpmıyordu. Sonra iki çıplak kalça gördüm. Şiddetli bir soluma ve hırıltı işittim.

- Penisin tenasül organına milin sürmedanlığa girişi gibi girip çık­tığını gördün mü?

- Hayır.

- Mugire'nin cinsel ilişkide bulunduğu kadını iyi tanırmısm?

- Hayal meyal hatırlayabiliyorum.

- Sen bir kenarda dur.

Rivayet olunduğuna göre Hz. Ömer (r. a.), Ziyad'm bu şekilde ifade vermesi esnasında tekbir getirdi.Sonra o üç şahidin yalancılık ve iftira cezasıyla cezalandırılmalarını emretti. Bu emri verirken de şu ayeti o-

kudu:

'İşte bunlar şahid getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır."(en-Nûr, 13.)

Bunun üzerine Muğire'."Bunların bana yaptıklarına karşı sen de benim yüreğimi soğut ve bunlardan intikamımı al." dediyse de Hz. Ömer, ona: "Sus, Allah seni sustursun. Allah'a yemin ederim ki, eğer şa­hitlik tamamlanmış olsaydı seni kendi taşlarınla recmederek taşlayaçaktım." diye payladı. [9]

 

Ahvaz, Menazîr Ve Nehri Tirîn'in Fethî

 

îbn Cerir, ismi geçen yerlerin hicri onyedinci senede fethedilmiş ol­duklarını söylemiştir. Ancak bu yerlerin hicri onaltmcı senede fethedil­miş olduklarına dair başka bir rivayet de vardır. Seyf b. Ömer tarikiyle, şeyhlerinin şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Hürmüzan, yukarıda sö­zü edilen yerlere hükmediyordu. O, Kadisiye savaşından kaçan Farsh-lardandı. Ebu Musa, Basra'dan, Utbe b. Gazvan da Kûfe'den birer ordu hazırladılar ki, Hürmüzanla savaşsınlar. Neticede Cenâb-x Allah, Müs­lümanları ona karşı muzaffer kıldı, onun hakimiyetindeki topraklar­dan Dicle ile Düceyl arasındaki kısımları ele geçirdiler. Ondan diledik­leri miktarda ganimet elde ettiler. Ve askerlerinden de dilediklerini öl­dürdüler. Sonra Hürmüzan, kendi hükmünde bulunan toprakların geri kalan kısımlarını hakimiyeti altında bırakmaları için Müslüman ko­mutanlarla barış antlaşması yapma talebinde bulundu.Müslümanlar da bu hususta Utbe b. Gazvan'la müşavere yaptılar. O da müşavere ne­ticesinde Hürmüzan'la barış antlaşması yaptı.

Elde edilen ganimetlerin beşte birini ve fetih müjdesini Hz. Ömer'e gönderdi. Hz. Ömer'e bu ganimetleri ve fetih müjdesini aralarında Ah-nef b. Kays'm da bulunduğu bir heyetle göndermişti. Hz. Ömer, Ahnefi beğenip takdir etmiş ve ikramda bulunmuştu. Ayrıca Utbe b. Gazvan'la istişarede bulunmasını, görüşünden yararlanmasını emretmişti. Bila­hare Hürmüzan barış antlaşmasına riayet etmedi. Antlaşmayı bozdu ve bir grup Kürtten yardım istedi. Ama nefsi onu aldatmıştı. Şeytan, onun bu yaptıklarım kendisine güzel göstermişti. Fakat neticede Müs­lümanlar, onun üzerine yürüdüler. Ona karşı muzaffer oldular. Çok sa­yıda askerlerini ve adamlarını öldürdüler. Elindeki beldelerden Tüs-ter'e kadar olan kısımları ele geçirdiler. Hürmüzan ise, kaçıp Tüster ka­lesine sığındı. Müslümanlar, bu durumu Hz. Ömer'e bildirdiler. Saha­belerden Esved b. Seri bu hususta şöyle bir şiir söyledi:

"Ömrüme yemin olsun ki babamızın oğulları kaybetmediler. Aksine itaaat edenler arasında koruyup muhafaza ettiler. Rablerine itaat ettiler.

Ama Rablerinin emrini zayi edenler arasında bir kavim Rablerine isyan etti.

Onlar mecusilerdir. Kitap onları küfürden ve kötülükten men etme­di.

Onlar da öyle bir hücuma maruz kaldılar ki, başlarını içlerine çek­mek durumunda kaldılar.

Hürmüzan, hızlı koşun bir at üzerinde cepheden kaçtı ki onun atı­nın ardı sıra başka atlar da kaçıp gittiler.                             

istemeyerek köprü savaşının sabahında bahar çiçekleri açıldığı bir esnada Ehvaz mıntıkasını terkedip gitti.

Yine sahabelerden Harkus b. Züheyr es-Sadî de bu fetihle ilgili ola­rak şöyle bir şiir söylemişti:

"Her köşesinde azık ve zahireler bulunan beldelere sahip olan Hür-müzan'ı yendik.

Oraların karaları ve denizleri aynıdır, çünkü oraların her tarafı ba­kirdir.

O beldelerin sert ve katı toprakları vardı.

İki tarafında devamlı dolup taşan nehirler vardır." [10]

 

Tüster'in Barış Yoluyla Îlk Fethi

 

İbn Cerir, Tüster'in hicretin onyedinci senesinde fethedildiğini söy­lemiştir. Hicretin onaltmcı senesinde fethedildiğini söyleyenler olduğu gibi ondokuzuncu senesinde fethedildiğini söyleyenler de vardır. Har­kus b. Züheyr, Suk-u Ehvaz ı fethettikten, sonra önünden kaçıp firar eden Hürmüzan'ı takib etmek üzere Cüz' b. Muaviye'yi görevlendirdi. Çünkü Hz. Ömer'in bu konudaki emrini havi bir mektubu vardı. Cüz de Hürmüzan'ı kovalayarak Ram-ı Hürmüz'e vardı. Hürmüzan, kendi bel­desindeki kaleye sığındı. Cüz, onu ele geçirmekten aciz kaldı.Çevredeki arazileri ve beldeleri ele geçirdi. Oraların halkları üzerine cizye tarhet-ti. Birçok yerleri mamur etti. Harap ve terkedilmiş arazilere kanallar açtırarak su ulaştırdı. Oraları son derece mamur ve müreffeh bir hale getirdi.

Öte yandan Hürmüzan, Müslümanlarla komşu olma durumunda kaldığından beldelerinin kendisine dar geldiğini gördü. Bunun üzerine Cüz b. Muaviye'den barış talebinde bulundu. O da bu hususta Harkus'a ne yapılması gerektiğini içeren bir mektup gönderdi. Harkus da Utbe b. Gazvan'a mektup yazdı. Utbe de bu husustaki fikrini öğrenmek ve di­rektifini almak üzere Hz. Ömer'e bir mektup yazdı. Hz. Ömer'in, Ram-ı Hürmüz, Tüster, Cünd-u Sabur ve Medain şehirlerinin verilmesi şar­tıyla barış antlaşması yapılmasına dair emrini içeren mektubu geldi. Neticede Hz. Ömer'in emrine uygun olarak barış antlaşması yapıldı. [11]

 

Bahreyn Taraflarındaki Fars Beldelerinde Yapılan Savaşlar

 

Hz. Ebu Bekir'in halifeliği zamanında Bahreyn'de vali olarak Alâ b. Hadremî bulunuyordu. Hz. Ömer, halifeliğe geçince Alâ'yı bu görevden aldı. Kudame b. Maz'un'u Bahreyn'e vali olarak atadı.Daha sonra Alâ b. Hadremî'yi yemden oraya vali olarak atadı. Alâ b. Hadremî, Sa'd b. Ebi Vakkas'la yarışıyordu. Sa'd'm Kadisiye'yi fethedip Kisra'yı diyarından uzaklaştırdığı ve Irak Sevadına sınır olan yerleri fethettiğinde elde etti­ği ganimetler, Alâ b. Hadremfnin Bahreyn taraflarından getirdiği gani­metten daha fazlaydı. Bu yüzden Alâ b. Hadremî, Sa'd b. Vakkas'm Fars ülkesinde kazandığı zafer gibi bir zafer elde etmek istedi. Alâ, halkı Farslara karşı savaşa çağırınca halk onun bu çağrısını kabul etmişti. Alâ, onları birkaç ayrı bölük yapmıştı. Bunlardan birinin başına Carud b. Mualla'yı, diğerinin başma.Suvar b. Hemman'ı, bir diğerinin başına da Hüleyd b. Münzir b. Selva'yı komutan yapmıştı. Ayrıca Hüleyd'i de bütün orduların komutanı olarak görevlendirmiş ve onları deniz yoluy­la Hz. Ömer'in izni olmadan Fars ülkesine götürmüştü. Hz. Ömer, bu durumdan memnun değildi. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir, de­nizde savaşmayı yasaklamışlardı. Alâ'mn askerleri, Fars bölgesinin Is-tahr denen yerinden karaya çıkmışlardı. Farslılar, onlarla gemilerinin arasına girmişlerdi. Hüleyd b. Münzir kalkıp askerlere şöyle bir nutuk irad etmişti:

- Ey insanlar! Şu Farslılar böyle yaparak sizinle savaşmak istiyor­lar. Zaten siz bunlarla savaşmak için gelmişsiniz. Allah'tan yardım di­leyin ve bunlarla savaşın. Çünkü bu yerler ve gemiler, galib olanın eline geçecektir. Namaz kılıp sabrederek yardım dileyin. Gerçekten namaz, huşu sahipleri dışında kalanlar için çok büyük bir iştir."

Askerler, onun bu çağrısına icabet ettiler. Öğle namazım kıldılar. Sonra düşmana hucüm edip Tavus denen yerde şiddetlice savaştılar. Hüleyd ise, kendi askerlerine piyade olarak çarpışmalarım emretti. On­lar da bineklerinden inip sabırlı bir şekilde savaştılar. Sonra muzaffer olup Farslıları öldürdüler. Daha önce misli görülmemiş bir şekilde çok sayıda asker öldürdüler. Sonra da Basra'ya gitmek üzere oradan çıktı­lar. Gemileri batırıldığından denizden gitme imkanını bulamadılar. Farslılar yollarını kapatarak karargah kurmuş ve kendilerini savun­maya başlamışlardı.

Hz.Ömer, Alâ b. Hadremî'nin bu yaptıklarım duyunca çok öfkelen­miş, ona haber göndererek görevden almış ve tehdit etmişti. En ağır em­ri vererek şöyle demişti:"Sa'd b. Ebi Vakkas'm yanına git, onun emri al­tına gir."

Bu emri alan Alâ, Sa'd b. Ebi Vakkas'm yanma gidip emri altına gir­mişti. Öte yandan Hz. Ömer, Utbe b. Gazvan'a şu mealde bir mektup göndermişti: "Alâ b. Hadremî askerleriyle birlikte Farslıların üzerine gitmiş, bu hususta bana isyan etmiştir. Emrimi dinlememiştir. Farslı­lar da onların yollarını kesmişlerdir. Öyle inanıyorum ki, onun böyle yapmasını Allah da dilememişti. Şimdi onların muzaffer olmamaların­dan, mağlub olmalarından ve ok yağmuruna tutulmalarından korkuyo­rum. Askerlerini toplayarak onların yanına git ve tamamen kırılıp yok olmadan önce onları kendi yanına al."

Utbe de beraberindeki Müslümanlara bu hususta çağrıda bulundu ve Hz.Ömer'in kendisine bununla ilgili olarak gönderdiği mektubu oku­du. Bahadır komutanlardan teşekkül eden bir topluluk onun bu emrine ve çağrışma uydu. Bu bahadır komutanlardan bazılarının adlan şöyle­dir: Haşim b. Ebi Vakkas, Asım b. Amr, Arfece b. Herseme, Hüzeyfe b. Mihsan ve Ahnef b. Kays. Bunların Önderliğinde 12 000 kişilik bir ordu teşekkül etti. Ordunun başkomutanı da Ebu Sebre b. Ebi Ruhm idi. Bunlar, atlardan daha süratli giden katırlara binerek yola çıktılar. De­niz kıyısından gittiler. Alâ'mn komutasındaki Müslümanlarla Farsh-lar arasında cereyan eden savaşın mevkiine yani Tavus'a varıncaya ka­dar kimseyle karşılaşmadılar. Oraya vardıklarında Hüleyd b. Münzir ile beraberindeki Müslümanların düşman tarafından çembere alındık­larını gördüler. Düşmanlar her taraftan onlara saldırmaktaydılar. Sa­vaşmaktan başka çare kalmamıştı. Müslümanların çok ihtiyaç duy­dukları bir zamanda bu takviye birlik kendilerine ulaşmıştı. Bunlar he­men müşriklerle çarpışmaya başladılar. Ebu Sebre, müşriklerden çok sayıda adam öldürdü. Onları âdeta kırıp geçirdi. Çok miktarda ganimet elde etti. Hüleyd'i ve beraberindeki Müslümanları müşriklerin elinden kurtardı. Böylece Müslümanlar ve İslâmiyet güçlendi. Şirk alçaltıldı. Allah'a hamd ve mimet olsun. Daha sonra Müslümanlar, Basra'da bu­lunan Utbe b. Gazvan'm yanma döndüler.

Utbe, o tarafların fethini tamamladıktan sonra hacca gitmek için Hz.Ömer'den izin istedi. Hz.Ömer izin verince hacca gitti. Basra'da ye­rine Ebu Sebre b. Ebi Rühm'u halef bıraktı. Hac mevsiminde Hz. Ömer'le buluştu. Kendisini görevden affetmesini istedi ancak Hz. Ömer, onun bu isteğini yerine getirmedi. Ve görevinin başına dönmesi için ona yemin verdi. Utbe, Aziz ve Celil olan Allah'a dua etti. Hac dönü­şünde Batn-ı Nahle denen yerde vefat etti. Hz.Ömer, onun vefatına üzüldü ve onu hayırla yad edip övdü. Yerine Basra'ya Muğire b. Şube'yi vali olarak atadı. Muğire zamanın da herhangi bir hadise meydana gel­medi. Aslında o görevde iken görev mahallinin selamet içinde obuası Al­lah tarafından ona nasip edilmişti. Sonra Ebu Bekre'nin iddiasına göre bir kadınla cinsel ilişkide bulunduğu sebebiyle şikayet edildi. Ve önceki sayfalarda anlattığımız olay cereyan etti. Sonra Hz.Ömer, Muğire'yi gö­revden alıp Basra'ya Ebu Musa el-Eş'arî'yi vali olarak tayin etti. Allah tümünden razı olsun. [12]

 

Tüsterin İkinci Fethi Ve Hürmüzan'ın Esir Alınarak Hz. Ömer'e Gönderilmesi

 

îbn Cerir dedi ki: Seyf b. Ömer et-Temimfnin rivayetine göre bu ha­dise, hicretin onyedinci senesinde vuku bulmuştur. Hadisenin vuku se­bebi de şuydu: Yezdücürd, Farslılan her zaman Müslümanlarla savaşa teşvik ediyor ve Arapların kendi beldelerini ele geçirmelerinden, üzer­lerine hücum etmelerinden ve kalelerinde iken üzerlerine saldırmala­rından dolayı da onları kınıyordu. Bu sebeple Ahvaz ve Fars halkına mektuplar yazdı. Onlar da bunun üzerine harekete geçtiler. Müslü­manlarla savaşmaya söz verdiler. Basra'ya yöneleceklerine dair taah­hütte bulundular. Bu haber Hz.Omer'e ulaşınca Kûfe'de bulunan Sa'd'a şu mealde bir mektup gönderdi:

"Numan b. Mukrin'le birlikte Ahvaz üzerine büyük bir ordu gönder ve elini çabuk tut. Bu ordu, Hürmüzan'm karşısına geçsin."

Bu mektubunda Basra'ya gönderilecek ordunun safları arasında önde gelen kahraman komutanların da bulunmalarını emretmiş ve isimlerini şöyle sıralamıştı: Cerir b. Abdullah el-Becelî, Cerir b. Abdul­lah el-Himyerî, Numan b. Mukrin ve Abdullah b. Zu's-Sehmeyn.

Ayrıca Hz. Ömer, Basra'da bulunan Ebu Musa'ya da bir mektup göndererek Ahvaz'a büyük bir ordu göndermesini, ordunun başına Sü­heyl b. Adiy'yi komutan yapmasını, Süheyl'le birlikte Bera b. Malik, Asım b. Amr, Meczee b. Sevr, Ksüb b. Sevr, Arfece b. Herseme, Hüzeyfe b. Mihsan, Abdurrahman b. Sehl ve Husayn b. Mabed'in de bulunmasını emretti. Küfe ve Basra'da yönetimin Ebu Sebre b. Ebi Rubm'un elinde bulunmasını ve kendisine gelecek takviye birliklere de onun komuta et­mesini buyurdu.

Dediler ki: Numan b. Mukrin, Küfe ordusuyla birlikte yola çıktı. Basralıları geçerek onları geride bıraktı. Kendisi Hürmüzan'ın bulun­duğu Ram Hürmüz'e ulaştı. Orada Hürmüzan askerleriyle birlikte onun karşısına çıktı. Hürmüzan, daha Önce Müslümanlarla yapmış ol­duğu barış antlaşmasının şartlarını çiğnemişti. Basralıların gelmesin­den önce kendisi Numan b. Mukrin ve askerlerini mağlup etme arzusu­na kapıldı ve Farslılarm kendisine yardıma geleceklerini ümid etti. Nu­man b. Mukrin, Erbil'de onunla çatışmaya girdi. İki taraf şiddetlice sa­vaştılar. Hürmüzan, yenilgiye uğrayıp Tüster'e kaçtı. Ram Hürmüz'ü bıraktı. Numan, orayı teslim aldı. Oradaki azıkları, silah ve teçhizatı ele geçirdi. Basralılar, Kûfelilerin Hünnüzan'a yaptıklarını, onun Ram Hürmüz'den kaçıp Tüster'e sığındığını duyunca oraya doğru yola çıktı­lar. Kûfeliler de onların arkasından gelerek onlarla birlikte orayı kuşat­ma altına aldılar.

Basra ve Küfe birliklerinin başındaki komutan Ebu Sebre idi. Bunlar, Hürmüzan'ın Tüster'de çok sayıda asker yığdığını gördüler. Bu du­rumu Hz. Ömer'e mektupla bildirerek kendilerine takviye birlikler gön­dermesi talebinde bulundular. Hz.Ömer de bunun üzerine Ebu Musa'ya bir mektup göndererek Tüste^i kuşatan Ebu Sebre komutasındaki or­duya yardıma gitmesini emretti. Bunun üzerine Basra valisi olan Ebu Musa harekete geçti ve takviye birlik olarak Tüster*deki ordunun yardı­mına gitti. Ebu Sebre ise, Kûfelilerin ve Basralıların komutanı olarak görevine devam etti. Onları aylarca kuşatma altında tuttu. İki taraftan da çok sayıda adam öldürüldü. O gün Enes b. Malik'in kardeşi Bera b. Malik, mübarezede karsısına çıkan lOO'den fazla kişiyi öldürdü. Ka*b b. Sevr, Meczee b. Sevr, Ebu Yemame ve diğer Basralılar da böyle üstün kahramanlıklar gösterdiler. Kûfeliler de bu şekilde üstün yararlılıklar gösterdiler. Habib b. Kurre, Rib'i b. Amir, Amir b. Abdü'l-Esved gibi ba­hadırlar düşmandan 100'den fazla düellocuyu Öldürdüler. Bu çarpış­malar günlerce devam etti. Nihayet çarpışmanın sonunda Müslüman­lar, davetine icabet edilen bir kişi olan Bera b. Malik'e:

- Ey Bera, Rabbine yemin ver de bu düşmanı hezimete uğratsın, dediler. Bera da:

- Allah'ım, onları karşımızda bozguna uğrat ve beni şehid düşür, diye dua etti. Müslümanlar düşmanı hezimete uğrattılar. Nihayet onla­rı hendeklerine girmek mecburiyetinde bıraktılar. Üzerlerine hücum ettiler. Müşrikler şehre kaçıp kaleye sığındılar. Beldeleri onlara dar gel­mişti. Şehir halkından bir adam, Ebu Musa'dan eman diledi. Ebu Musa, ona eman verdi. Gönderdiği mesajda, Müslümanlara şehire nereden gi­rebileceklerini ifade ediyordu. Bu yer, suyun şehire giriş yerindeki ge­çitti. Komutanlar ve askerler, eman dileyen bu adamın talebini uygun gördüler. Bazı bahadırlar ve yiğit askerler, bu çağrıya uyup suyun geçit yerine geldiler. Ördekler gibi geceleyin sudan geçip şehre gidiler. Şehre ilk giren Abdullah b. Mugaffel el-Müzenf ydi. İçeriye geçen bu Müslü­man askerler kale kapılarını açtılar. Müslümanlar, tekbir getirerek şehre girdiler. Şehre girme işi fecrin doğuşundan güneşin yükselişine kadar tamamlanmıştı.

O gün sabah namazım Buharf nin Enes b. Malik'ten rivayet ettiğine göre ancak güneşin doğuşundan sonra kılabilmişlerdi. Bu hususta Enes şöyle demiştir:" Tüster fethinde hazır bulundum, şehire giriş sabah na­mazı vaktinde oldu. İnsanlar fetih işiyle meşgul olduklarından sabah namazını ancak güneşin doğuşundan sonra kılabildiler. O namazı kıl­mak, kızıl tüylü davarlara sahip olmaktan çok daha hoşuma giderdi."

Buharı, namazı savaş mazereti sebebiyle ertelemenin caiz olduğu görüşüne kail olan Mekhul ve Evzafye karşı bu delili ileri sürerek mu­halefet etmiştir. Yine Buharî, bu görüşünü teyid etmek amacıyla Hen­dek muharebesi esnasında Hz. Peygamber'in söylediği şu hadisini de delili olarak iler sürmüştür:

"Bizi ikindi namazını kılmaktan alıkoydular. Allah, onların mezar­larını ve evlerini ateşle doldursun."

Buharı, bu görüşüne üçüncü delil olarak Hz. Peygamberdin Beni Ku-rayza'ya giderken söylemiş olduğu şu hadisini de ileri sürmüştür:

"Sizden her biriniz ikindi namazını Beni Kurayza yurdunda kılsın." Peygamber Efendimiz'in bu buyruğu üzerine sahabelerden bazısı, ikin­di namazım güneşin batışından sonraya ertelemişlerdi. Bu ertelemeliri sebebiyle de Peygamber Efendimiz onları azarlamamış ti. Mekke fet­hinden bahsederken bu konuyu açıklamıştık. Kısaca demek istediğimiz şudur ki, şehir fethedildiği zaman Hürmüzan kaleye sığındı. Müslüman yiğitler ve bahadırlar, onu kovalayarak kalenin belli bir yerinde sıkış­tırdılar. Ya o ölecekti, ya da onu sıkıştıran Müslümanlar öleceklerdi. Bu arada Hürmüzan, Bera b. Malik ile Meczee b. Sevifyi Öldürdükten son­ra Müslümanlara dedi ki:

- Okluğumda 100 ok var. Her kim bana yaklaşırsa mutlaka ona bir ok atıp öldürürüm. Ve attığım her ok mutlaka sizden bir adama isabet edecektir. Ben sizden 100 kişiyi öldürdükten sonra beni esir alsanız bile size ne faydası olur?

- Ne istiyorsun?

- Bana eman verin, size teslim olayım. Beni, Hattab oğlu Ömer'e gönderin. O, benim hakkımda hüküm versin. Müslümanlar onun bu is­teğini kabul ettiler. O da yayım ve okunu bıraktı. Müslümanlar onu esir aldılar. Sıkıca bağlayıp Hz.Ömer'e gönderdiler. Sonra da şehirdeki mal­ları ve eşyaları teslim aldılar. Beşte birini Hz.Ömer'e gönderdiler. Beşte dördünü de her süvariye 3000 dirhem, her piyadeye 1000 dirhem olmak üzere aralarında paylaştırdılar. [13]

 

Sus Şehrinin Fethi

 

Ebu Sebre, yanında Ebu Musa el-Eşarî ve Numan b. Mukrin de ol­mak üzere ordusuyla yola çıktı. Hürmüzan'ı da yanlarına almışlardı. Farshlardan hezimete uğrayanları kovalamaya başladılar. Nihayet Sus şehrine vardılar. Orayı kuşatma altına aldılar. Ebu Sebre, bu duru­mu Hz. Ömer'e mektupla bildirdi. Gelen cevabi mektupta Hz.Ömer, Ebu Musa'nın Basra'ya dönmesini ve sahabelerden Zer b; Abdullah b. Küleyb el-Akimf nin Cündü Sabura doğru harekete geçmesini emredi­yordu. Sonra Ebu Sebre, ganimetlerin beşte birini ve Hürmüzan'ı arala­rında Enes b. Malik'le Ahnef b. Kays'ın da bulunduğu bir heyetle Hz.Ömer'e yolladı. Bu heyet, Hürmüzanla birlikte Medine'ye yaklaştı­ğında onun altın işlemeli ipek elbiselerini, yakutlarla süslenmiş tacını, altın ve her türlü ziynet eşyasını Hz. Ömer ve Müslümanlar görsünler diye kendisine giydirmişlerdi. Heyet Medine'ye girince Hz. Ömer'i ye­rinde aramış ama nerede olduğunu sorunca onlara: Küfeden gelen bir heyetle görüşmek üzere mescide gitmiş, denilmesi üzerine oraya gitti­ler. Hz. Ömer'i mescidde bornozu üzerine yaslanmış halde uzanmış gör­düler. Hz.Ömer, gelen heyeti karşılamak amacıyla bunu giyinmişti. He­yet gittikten sonra onu yastık gibi yapıp uyumuştu. Elinde kamçısı ol­duğu halde uykudayken yanına vardılar. Hürmüzan:

- Ömer nerede? diye sorunca ona:

- İşte Ömer bu., diye cevap verdiler. Bu sefer Hürmüzan:

- Peki, onun bekçileri ve perdedarlan nerede? diye sorunca kendi­sine:

- Onun ne bekçileri, ne perdedarlan, ne de katipleri vardır, dediler. Bu sefer Hürmüzan:

- O zaman bunun peygamber olması gerekiyor, demiş. Yanındaki­ler de:

- Peygamber değil ama Peygamberler gibi davranıyor, diye cevap vermişlerdi.

Hz. Ömer, çevresindekilerin gürültüleriyle uyanmış, kalkıp otur­muş, daha sonra Hürmüzan'a dikkatle bakınca: *

- Yoksa bu Hürmüzan mı? diye sormuş, oradakiler de:

- Evet, diye cevap vermişlerdi. Bu defa Hürmüzan'ı iyiden iyiye süzmüş, üzerindeki ziynet eşyasına dikkatle bakmış, daha sonra da: "Cehennem ateşinden Allah'a sığınır ve ondan yardım dilerim. Bunu ve benzerlerini İslâmiyet'le zelil kılan Allah'a hamd olsun. Ey Müslüman­lar topluluğu, şu dine sarılın ve Peygamberimizin yolundan yürüyün, dünya sizi şımartmasın. Çünkü dünya çok gaddardır." demişti.

Orada bulunanlar:                                      .    _

- Ey mü'minlerin emiri, bu Ahvaz hükümdarıdır. Bununla konuş, dedilerse de Hz. Ömer:

- Hayır, üzerindeki ziynetleri tamamen çıkarmadıkça kendisiyle konuşmayacağım, dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer'in emrini yerine getir­diler, üzerindeki zinetleri Hürmüzan'dan çıkardılar ve ona kalın do­kunmuş bir elbise giydirdiler. Hz.Ömer, ona sordu:

- Ey Hürmüzan! Sen antlaşmayı bozmanın ve Allah'ın emirlerine karşı gelmenin sonunun ne olduğunu gördün mü?

- Ey Ömer! Cahiliye döneminde Allah bizleri başbaşa bırakmış, so­nunda biz sizi yenmiştik, ama şimdi siz bizi yendiniz.

- Peki peşpeşe antlaşmanı bozarken neye dayanıyordun?

- Bunu sana anlatmadan önce beni öldürmenden korkuyorum.

- Hayır, bundan korkma, Hz.Ömer*in böyle cevap vermesi üzerine Hürmüzan su istedi. Kendisine oldukça kaba ve kalın bir bardakla su getirilince Hürmüzan:

- Ben susuzluktan ölecek olsam bile böyle bir kaptan şu içmem, de­di. Bu sefer onun beğenebileceği bir bardakla kendisine su getirildi. Su getirilince Hürmüzan şöyle dedi:

- Suyumu içerken öldürülmekten korkuyorum. Hz.Ömer'de ona şöyle dedi:

- Hayır, bu suyu içip bitirinceye kadar senin için korkulacak bir du­rum yok. Hürmüzan suyu alıp dökünce Hz. Ömer:

- Ona bir daha su getiriniz, susuzken onu öldürmeyiniz, diye emir vermiş, fakat Hürmüzan:

- Benim suya ihtiyacım yok. Ben suyu bahane ederek eman almak istemiştim, diye cevap verince Hz. Ömer, kendisine:

- Ben seni Öldüreceğim! Hürmüzan da:

- Sen bana eman vermiştin, demiş. Hz. Ömer:

- Sen yalan söylüyorsun, deyince Enes b. Malik:

- Ey mü'minlerin emiri! Doğru söylüyor, sen gerçekten ona eman verdin, demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer:

- Ey Enes, ben Meczee b. Sevr ile Bera b. Malik'i Öldüren birine na­sıl eman verebilirim? Allah'a yemin ederim, ya bana bir çıkış yolu göste­rirsin; yahut seni cezalandırırım, deyince Enes ona şöyle dedi:

- Sen ona: "Bana durumu anlatmcaya kadar korkacak bir durum yok ve bu suyu içinceye kadar da senin için korkulacak birşey yok." de­din. Hz. Ömer yanında bulunanlarda benzeri şeyleri söyleyince Hür-müzan'm üzerine giderek ona:

- Beni kandırdın, Allah'a yemin ederim ki sen Müslüman olmayın-caya kadar bunu kabul etmiyorum, demiş, o da Müslüman olmuştu. Bu­nun üzerine Hz.Ömer kendisine 2000 dirhem tahsis etmiş ve Medine'ye yerleştirmişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ömer'le Hürmüzan ara­sında Muğire b. Şube tercümanlık yapmıştı. Hz.Ömer, Muğire'ye:

- Nereli olduğunu sorun, demiş. Hürmüzan da Mihrican'li olduğu­nu söylemişti. Hz.Ömer:

- Kendi hüccetini söyle bakalım, deyince Hürmüzan:

- Diri sözümü, ölü sözünü mü söyleyeyim? diye sormuş, Hz. Ömer de:

- Diri sözünü söyle, deyince Hürmüzan:

- Sen bana eman vermiş oldun, dedi. Hz. Ömer:

- Sen bana hile yaptın ve Müslüman olmadığın takdirde bunu ka­bul etmeyeceğim, demişti. Bunun üzerine Hürmüzan Müslüman ol­muştu. Hz. Ömer, ona 2000 dirhem maaş tahsis etmişti. Sonra Zeyd gel­miş, o da Hz. Ömerle Hürmüzan arasında tercümanlık yapmıştı.

Ben derim ki: Müslüman olduktan sonra Hürmüzan islâmiyet'i gü­zelce yaşadı. Hz. Ömer'den ayrılmıyordu. Nihayet Hz. Ömer öldürülmüş, bazı kimseler onun ve Cüfeyne'nin Ebu Lü'lü ile işbirliği içinde ol­duğunu söyleyip onu suçlamışlardı. Bunun üzerine. Ubeydullah b. Ömer, Hürmüzan ile Cüfeyne'yi öldürmüştü. Bununla ilgili ayrıntılı açıklama ileride verilecektir. Bize ulaşan bir rivayete göre Ubeydullah, kılıcını çekip Hürmüzan'ı öldüreceği zaman o, "Lâ ilahe illallah" demiş­ti. Ubeydullah, Cüfeyne'nin alnına da haç işareti çizmişti.

Özetleyecek olursak deriz ki: Hz. Ömer Müslümanların Acem ille­rinde yayılmalarını men ediyordu. Çünkü Acemlerin onlara zarar ver­melerinden korkuyordu. Nihayet Ahnef b. Kays, ona Acem illerinde fe­tihleri genişletmelerinin menfaat gereği olduğunu ifade etmiş ve hü­kümdar Yezdücürd'ün devamlı surette Acemleri Müslümanlarla sava­şa kışkırttığını, eğer Müslümanlar Acemlerin kökünü kazımazlarsa, Acemlerin sürekli olarak İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşa arzulu olacaklarını bildirmişti. Hz. Ömer, onun bu görüşünü uygun görmüş ve tasvib etmişti. Müslümanların Acem illerinde fetihleri genişletmeleri­ne izin verdi. Bu sebeple Müslümanlar, birçok yeri daha fethettiler. Al­lah'a hamd olsun. İleride açıklanacağı gibi Acem illerindeki fetihlerin çoğu, hicretin onsekizinci senesinde gerçekleşti.

Tekrar Sus şehrinin ve Cündü Sabur'la Nihavend'in fethi konusuna dönelim. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Ebu Sebre, beraberindeki yüksek rütbeli komutanlarla birlikte Tüster'den Sus'a giderek orayı ku­şattı ve savaşa başladı. İki taraftan da çok sayıda adam öldürdü. Sus şehrinin bilginleri, İslâm askerlerinin bulunduğu yere doğru surlardan eğilip şöyle seslendiler:

- Ey Müslümanlar topluluğu, şu beldeyi kuşatma işinde kendinizi boşa yormayın. Geçmişlerimizin bize anlattıklarına göre burayı ancak ya Deccal yada aralarında Deccal'm bulunduğu bir millet fethedecektir. Ebu Musa el-Eş'arf nin askerleri arasında Safi b. Sayyad da bulunuyor­du. Ebu Musa onu, Sus şehrini kuşatanlar arasında göndermişti. Safi b. Sayyad, şehrin kapısına gelmiş, kapıyı ayağıyla tekmeleyince zincirler kopmuş, kilitler kırılmış, böylece Müslümanlar şehire girmiş ve orada buldukları düşmanları öldürmüşlerdi. Nihayet düşmanlar, eman dile­ğinde bulundular ve barış çağrısı yaptılar. Müslümanlar, onların bu çağrısına icabet ettiler. Sus şehrinin valisi Hürmüzan'm kardeşi Şehri-yar'dı. Neticede Müslümanlar, Sus'u aldılar. Orası yeryüzünün en eski şehirlerindendi. Hatta anlatıldığına göre orası yeryüzünde kurulan ilk şehirmiş, doğrusunu Allah bilir.

îbn Cerir'in anlattığına göre Müslümanlar, Sus şehrinde Danyal'm mezarını buldular. Ebu Musa, oraya geldikten ve Ebu Sebre'nin de Cün­dü Sabur'a gitmesinden sonra bu durumu bir mektupla Hz. Ömer'e bil­dirmiş; Hz. Ömer de yazdığı cevabi mektupta Danyal'm mezarım insan­lardan gizlemesini ve yerini belirsiz hale getirmesini emretmiş, Ebu Musa da bu emri yerine getirmiştir. Biz bu hususu, "Hz. Ömer'in Sireti" adlı eserde detaylı olarak anlatmışızdır. Allah'a hamd olsun.

İbn Cerir dedi ki: Bazıları dediler ki; Sus şehri ile Ram Hürmüz'ün fethi ve Hürmüzan'ın Tüster'den Hz. Ömer'e gönderilmesi, hicretin yir­minci senesinde olmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Hz.Ömer, bir mektup göndererek Numan b. Mukrin'in Nihavend'li-ler üzerine gitmesini emretmişti. O da bu emir üzerine Nihavend'e doğ­ru yola çıkmış, oraya varmadan önce yol üzerinde büyük bir şehir olan Mah şehrine uğramış, orayı fethettikten sonra Nihavend'e gidip orayı da fethetmişti. Allah'a hamd olsun.

Ben derim ki: îleride de açıklanacağı gibi Nihavend şehri, hicretin yirmibirinci senesinde fethedilmiştir. Bu, gerçekten büyük bir olay ve önemli bir fetihti. Zer b. Abdullah el-Fekimî de Cündü Sabur şehrini fet­hetmiş, o beldeleri Müslümanlara kazandırmıştı.

Şunu da belirtelim ki Yezdücürd, şehirden şehire geçmekte iken ni­hayet gidip İsfahan'da ikamete başladı. Önde gelen arkadaşlarından 300 kişiyi Siyah ismindeki bir adamın emrine vermiş, onlar da Müslü­manların önünden şehirden şehire kaçıp firar ediyorlardu. Nihayet Müslümanlar, Tüster ve İstahr şehirlerini fethedince Siyah, arkadaşla­rına şöyle dedi: "Şunlar bahtsızlık ve zilletten sonra eski hükümdarla­rın mekanlarına sahip oldular. Karşılaştıkları her orduyu kırıp geçtiler. Vallahi bu boşuna değildir." İslâmiyet ve İslâm'ın azameti, Siyah'm kalbine girmişti. Bu konuşmasından sonra arkadaşları ona tabi olacak­larını bildirdiler. Bu arada Ammar b. Yasir de onlara haber göndererek onları Allah'a imana davet etti. Onlar da Ebu Musa el-Eş'arî'ye haber göndererek Müslüman olduklarını bildirdiler. Ebu Musa da onların Müslüman olduklarım bir mektupla Hz. Ömer'e bildirdi. Hz. Ömer, on­lara 2000'er dirhem maaş bağlamasını emretti. Hatta bunlardan altı ki­şiye 2500'er dirhem bağlanması emrini vermişti. Bunlar İslâmiyet'i gü­zelce yaşadılar. Kavimleri olan Farslıları Müslümanların yenmesi hu­susunda büyük yararlılıkları oldu. Öyle ki bir gün İranlılar, müstahkem bir kalede kuşatma altına alınmış iken ve Müslümanlar, onların yanına giremezken bunlardan biri, geceleyin kale kapısına gelmiş, elbisesini kana bulamış, Farslılar onu görünce kendilerinden olduğu zarînına ka­pılmışlar, bu yüzden içeri alıp korumak için kale kapısını ona açmışlar, o da kapıcının üzerine saldırıp öldürmüş ve arkada duran diğer arka­daşları da hücuma geçerek o kaleyi fethedip orada bulunan Mecusileri öldürmüşlerdi. Buna benzer daha birçok hayret verici yararlılıkları gö­rülmüştü. Allah, dilediği kulunu dosdoğru yola iletir.

İbn Cerir'in anlattığına göre Hz. Ömer, Horasan ve Irak beldelerine İranlılarla savaşmak ve Fars illerindeki fetihleri -Ahnef b. Kays'm tav­siyesi üzerine- genişletmek amacıyla bayraklar ve sancaklar hazırladı.

Bu sebeple ileride de açıklayacağımız ve dikkatlerinizi çekeceğimiz gibi hicretin onsekizinci senesinde çok sayıda fetih gerçekleşti.

Hicretin onyedinci senesinde mü'minlerin emiri Hattab oğlu Ömer, insanlara hacc ettirdi. Daha sonra vilayetlere atadığı valilerin adlarını açıkladı. Bu valilerin adlarını önceki sayfalarda açıklamıştık. Yalnız Muğire b. Şube, Basra'daM valilik görevinden alınarak yerine Ebu Mu­sa el-Eş'arî atanmıştı.

Ben derim ki: Hicretin onyedinci senesinde bazı kimseler vefat etti­ler. Bunların daha önce vefat etmiş olduklarını söyleyenler de vardır. Bu vefat edenlerin adlarını açıklamıştık. Bunların hicretin onyedinci senesinde değilde daha sonra vefat etmiş olduklarını söyleyenler de ol­muştur. Yeri gelince bunlardan bahsedeceğiz. Doğrusunu Allah bilir. [14]

 

Hicri Onsekizinci Sene

 

Bilginlerden büyük bir kısmının da katıldığı meşhur görüşe göre Amvas taunu bu senede görülmüştür. Biz ise Seyf b. Ömer'le îbn Ce-rir'in görüşlerine tabi olarak bu taunun, hicri onyedinci senede görüldü­ğü kanaatindeyiz. Ancak bu senede taun sebebiyle vefat eden şahsiyet­lerin adlarını inşaallah ileriki sayfalarda nakledeceğiz.

îbn İshak ile Ebu Maşer dediler ki: Bu senede Amvas taunu ve kıtlık görüldü. Bu iki sebepten insanlar mahvoldular.

Ben derim ki: Bu senede Hicaz diyarının her tarafında umumi bir kıtlık görüldü. İnsanlar açlığa maruz kaldılar. Bununla ilgili geniş açık­lamayı "Hz. Ömer'in Sireti" adlı kitapta vermişizdir. Bu seneye "kül se­nesi" anlamına gelen "Remade senesi" denilmiştir. Çünkü yağmurun azlığından ötürü toprakların rengi değişmiş, âdeta küle dönmüşlerdi. Yine yağmurun azlığı sebebiyle rüzgarlar toprakları kül gibi savurma­ya başlamışlardı. Belki de bu iki sebepten ötürü bu seneye "kül senesi" anlamına gelen "Remade senesi" denilmiş olabilir. Doğrusunu Allah bi­lir.

Bu senede Hicaz diyarmdaki insanlar kıtlığa maruz kaldılar. Kabi­leler, Medine'ye akın akın geldiler. Hiçbirinin yanında azık kalmamıştı. Bunlar, Hz. Ömer'e başvurdular. Hz. Ömer de beytü'l-maldaki yiyecek ve malları onlara dağıttı. Beytü'l-malda da birşey kalmadı. Hz. Ömer, İnsanlar kıtlıktan kurtuluncaya kadar yağ ve yağlı şeyleri yememeye söz verdi. Bolluk zamanında süte ve yağa ekmek doğrayarak yerdi. Kıt­lık senesinde ise zeytinyağına ve sirkeye ekmek doğrayarak yemeye başladı. Zeytinyağını rahatlıkla yeyip hazmederdi, ama bununla bera­ber doymuyordu. Hz. Ömer'in rengi karardı, kilo kaybetti, öyleki zayıf­lıktan dolayı hastalanmasından korkuldu. İnsanların bu hali dokuz ay devam etti. Sonra yavaş yavaş bolluğa ve refaha kavuşuldu. İnsanlarda Medine'den ayrılıp yerlerine döndüler.

Şafii dedi ki: Bana ulaşan bir habere göre Araplardan bir adam, ka­bilelerin Medine'den ayrılıp yerlerine dönüşleri esnasında Hz. Ömer'e şöyle demişti:

"Kıtlık, senin üzerinden çekilip gitti. Çünkü sen hür bir kadının oğ­lusun." Yani insanlara iyilikte bulundun, onlara insafla davrandın ve ihsanda bulundun.

Bize ulaşan bir rivayete göre Hz. Ömer, kıtlık senesinde bir gece Medine'de şehri dolaşırken hiç kimsenin gülmediğini ve insanların es­kiden âdet haline getirdikleri gibi sohbet etmediklerini ve dilenen hiç­bir dilenciye rastlamadığını gördü. Bunun sebebim sorduğunda kendi­sine şöyle dediler: "Ey mü'minlerin emiri! Dilenciler dilendiler ama ken­dilerine birşey verilmeyince dilenmekten vazgeçtiler. İnsanlar, keder ve sıkıntı içindedirler. Onun için sohbet edip gülmüyorlar." Bunun üze­rine Hz.Ömer, Basra valisi Ebu Musa'ya ve Mısır valisi Amr b. As'a ayrı ayrı mektup yazarak Ümmet-i Muhammed'e yardım etmelerini istedi. Bu valilerden her biri buğday ve diğer yiyecekleri taşıyan büyük birer kafileyi Medine'ye gönderdiler. Amr b. As'm gönderdiği kafile deniz yo­luyla Cidde'ye vardı. Cidde'den Mekke'ye nitikal etti.

Ancak Amr b. As'm Mısır valiliğinin kıtlık senesinde yani hicretin onsekizinci senesinde olması, anlaşılması güç bir ifadedir. Çünkü Mı­sır, hicretin onsekizinci senesinde henüz fethedilmemiş ti. Şu halde ya kıtlık senesi hicretin onsekizinci senesinden sonradır veya Amr b. As'm Mısır valiliğinin kıtlık senesine rastladığını söylemek yanlıştır. Doğru­sunu Allah bilir.

Seyf b. Ömer'in, üstadlanndan naklen anlattığına göre Ebu Ubey-de, 4000 bineklik bir azık ve gıda kervanı ile Medine'ye gelmiş, Hz. Ömer, bu gıda maddelerinin Medine çevresindeki kabilelere dağıtılma­sını emretmişti. Bu işi tamamladıktan sonra Hz.Ömer, ona 4000 dir­hem verilmesini emretmiş, ancak Ebu Ubeyde bu parayı kabul etmek istememişti. Hz. Ömer ısrar edince kabul etmek mecburiyetinde kal­mıştı.

Seyf b.Ömer, Abdurrahman b. KaT> b. Malik'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Kıtlık, hicri onyedinci senenin sonu ile hicri onsekizinci senenin başında oldu. Medinelilerle Medine çevresindeki insanlar açlığa maruz kaldılar. Bu yüzden birçok insan öldü. Öyle ki vahşi hayvanlar, Medi­ne'ye gelip insanlara sığınıyorlardı. İnsanlar ve Hz. Ömer, bu durumda diğer şehirlerle ilişkileri kesilmiş, âdeta mahsur bir halde iken Bilal b. Haris el-Müzenî gelip Hz. Ömer'le görüşmek için izin istedi. Huzura ka­bul edilen Bilal b. Haris:

- Ben, Rasûlullah'm sana gönderdiği bir elçiyim. Rasûlullah, sana diyor ki: "Ben seninle sözleşmiş idim. Sen sözünde duran, ahitlerini ye­rine getiren bir kişisin." dedi. Hz. Ömer, ona:

- Sen bu rüyayı ne zaman gördün, diye sorunca adam: —Dün gece gördüm, diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, in­sanlara namaz için camide toplanmaları duyurusunu yaptırdı. Camide toplananlara iki rekat namaz kıldırdıktan sonra kalkıp onlara şöyle de­di:

- Siz, benden hoşunuza gitmeyecek birşey gördünüz mü?

Cemaat:

- Kesinlikle hayır. Ancak neden böyle soruyorsun? diye karşılık ve­rince Hz.Ömer, Bilal'ın rüyasını anlattı. Cemaat da:

- Bilal doğru söylüyor, Allah'tan yağmur yağdırmasını iste, sonra da Müslümanlardan yardım talebinde bulun, dediler.

Hz. Ömer de şöyle dedi:

- Allahu Ekber! Belanın süresi doldu. Kıtlık üzerimizden kalktı. Bir kavimden talepte bulunmalarına izin verilince mutlaka o eza ve be­la üzerlerinden kalkar.

Bundan sonra Hz.Ömer, valilere mektup yazarak Medine'ye ve çev­resindeki insanlara yardım etmelerini istedi. Bu mıntıkalarda yaşayan kimselerin açlıktan bitkin düştüklerini bildirdi. İnsanları da yağmur duasında bulunmak için şehir dışına çıkardı. Abbas b. Abdülmuttalib ile birlikte yaya olarak yağmur duasında bulunmak üzerer şehir dışına çıktılar. Hz. Ömer, bir hutbe okudu. Hutbesini kısa kesti. Sonra namaz kıldı.Namazım tamamlayınca diz üstü çöküp şöyle dua etti: "Allah'ım, yalnızca sana ibadet ediyor ve yalnızca senden yardım diliyoruz. Al­lah'ım, bizi bağışla, bize merhamet et ve bizden razı ol." Duadan sonra geri döndüler. Medine evlerine ulaşmadan yağmur yağmaya başladı. Her taraf âdeta sular altında kaldı.

Seyf b. Ömer, Asım b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Bir seferinde Müzeyne kabilesinden bir kadın eşine şöyle dedi:

- Helak olduk. Bize hiç olmazsa bir koyun kesiver, deyince kocası Bilal, ona:

- Bu koyunlarda yenecek birşey kalmadı ki, diye cevap verdiyse de hanımı ısrar edince o da kalkıp koyunu kesmek zorunda kaldı. Derisi­nin altında sade ve kırmızı renkli bir kemik görünce :

- Ah ya Muhammed! diye seslendi. Gece olunca rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördü. Rasûlullah (s.a.v.), onun yanına gelerek:

- Yağmurun yağacağını sana müjdeliyorum. Ömer'in yanına git, benden ona selam söyle ve kendisine:"Ben seninle sözleştim. Sen, sö­zünde duran ve ahitlerini yerine getiren bir kişisin. Aklını başına al ey Ömer, de." dedi. Bunun üzerine Bilal kalkıp Hz. Ömer'in bulunduğu eve gelerek kölesine:

- Rasûlullah (s.a.v.)'ın elçisinin içeri girmesi için izin iste, diye söy­ledi. Köle, Hz. Ömer'den izin alınca Bilal, Hz.Ömer'le görüşüp rüyasını anlatı. Bundan ürken Hz.Ömer, dışarı çıkıp halkın toplanması için ses­lenilmesin! emretti. Mescide gidip minbere çıktı ve şöyle dedi:

- Sizleri doğru yola ileten Allah aşkına soruyorum. Sizler bende ho­şunuza gitmeyecek birşey gördünüz mü?

Cemaat:

- Kesinlikle hayır, ancak neden böyle soruyorsun? diye karşılık ve­rince Hz. Ömer, onlara Bilai'in rüyasını anlattı. Herkes rüyanın ne de­mek olduğunu kavradığı halde Hz. Ömer kavrayamamıştı. Kendisine:

- Peygamber senin yağmur duasına çıkmakta geciktiğini söylemek istiyor. Bizi de alarak yağmur duasına çık, dediler. Bunun üzerine Hz.Ömer,157

gerekli ilanı yaptırarak Hz.Abbas'la birlikte yaya yürüyerek yağ­mur duasına çıktı. Hz.Ömer, bir hutbe okudu ve çok özlü bir konuşma yaptı. Namaz kıldıktan sonra dizleri üzerine kapanarak şöyle dua etti: "Allah'ım! Bize yardımcı olacak herkes yardım etmekten acze düştü. Biz gücümüz ve imkanlarımızla birşey yapamaz hale geldik, aciz kaldık. Sen olmayınca ne birşey yapabiliriz, ne de bir kudretimiz söz konusu­dur. Allah'ım, sen bize yağmur ihsan et. Kullara ve ülkelere hayat ver."

Hafiz Ebu Bekir el-Beyhakî, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Hz. Ömer, zamanında Müslümanlar kıtlığa maruz kaldılar. Ada­mın biri, Peygamber (s.a.v.)'m mezarının yanına gelip:

- Ya Rasûlallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan iste. Çün­kü helak oldular,dedi.

Daha sonra Rasûlullah, o adamın rüyasına girip şöyle dedi:

- Ömer'e git, ona benden selam söyle ve kendilerine yağmur yağdı­rılacağım haber ver ve ona de ki: "Ey Ömer, aklım basma al, aklını başı­na al"

Adam uykudan uyanınca Hz.Ömer'e gidip rüyasını anlattı. Hz. Ömer de şöyle dedi: "Ya Rab, onlar ancak benim aciz kaldığım şeyden döndüler."

Taberanî, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz.Ömer, AJ>bas b. Abdülmuttalib'le birlikte yağmur duasına çıktı. Dua esnasmda şöyle dedi:

"Allah'ım, peygamberimizin zamanında kıtlığa maruz kaldığımız zaman onu vesile ederek senden yağmur istiyorduk. Şimdi de peygam­berimizin amcasını sana vesile edinerek yağmur istiyoruz."

Buharı, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Müslümanlar kıtlı­ğa maruz kaldıkları zaman Hz. Ömer, Abbas b. Abdülmuttalib'i Allah'a vesile edinerek yağmur istiyor ve şöyle diyordu: "Allah'ım, daha önce biz peygamberimizi sana vesile edinerek senden yağmur istiyorduk, sen de bize yağmur yağdırıyordun. Şimdi de peygamberimizin amcasını sana vesile ediniyoruz, bize yağmur yağdır." Bu duadan sonra Cenâb-ı Allah, Müslümanlara yağmur yağdırdı;

Ebu Bekir b. Ebu'd-Dünya, "Kitabü'l-Matar" ve "Davetine İcabet Edilenlerin Kitabı" adh eserlerde Havvad b. Cübeyr'in şöyle dediğinj ri­vayet etmiştir:

"Hz. Ömer, yağmur duasına çıktı. Müslümanlara iki rekat namaz kıldırdıktan sonra şöyle dua etti:

"Allah'ım, senden mağfiret diliyor ve yağmur yağdırmanı istiyo­ruz." Müslümanlar ve Hz. Ömer, dua yerinden ayrılmadan yağmur yağ­dı. Öte yandan çöldeki bedeviler gelip şöyle dediler:

- Ey mü'minlerin emiri, bir ara falan saatte biz vadimizde iken üze­rimizden bir bulut geçti. Bulutun içinden şöyle bir sesin geldiğini duy­duk. "Ey Ebu Hafs (Ömer), sana yardım geldi. Ey Ebu Hafs, sana yardım geldi."

tbn Ebu'd-Dünya, Şabi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ömer, insanlar için yağmur duasına çıktı. Ama sadece istiğfar­da bulundu. Sonra geri döndü. Halk ona:

- Ey mü'minlerin emiri, yağmur dileğinde bulunduğunu görmedik, deyince o şöyle cevap verdi:

- Yağmuru yüklenip semadan yere indirecek şey ile yağmur tale­binde bulundum. Böyle dedikten sonra Hz.Ömer, yağmuru yere getire­cek olan şeyin istiğfar olduğunu kastederek şu ayetleri okudu:

"Rabbinizden mağfiret dileyin ve O'na tevbe edin." (Hûd, 3.)

"Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Si­ze gökten bol bol yağmur indirsin."(Nüh, 10-12.)

İbn Cerir, Şabi'den naklederek anlatıyor: Ebu Ubeyde'nin, arala­rında Dırar ile Ebu Cendel b. Şehrin de bulunduğu Müslümanlardan bir grup insanın içki içtiklerinden söz eden mektubu Hz. Ömer'e bu yıl gelmişti. Ebu Ubeyde, mektubunda şöyle diyordu:

"Biz, bu adamlara sorduğumuzda tevbe ettiler ve: "Bize seçim hakkı verildi, biz de seçimde bulunduk." diye cevap verdiler (Yani içkiyi ya­saklayan ayetin sonunda Cenâb-ı Allah, Müslümanlara hitaben:"Artık bundan vazgeçersiniz değil mi? diye sorarak güya onlara bir seçim hak­kı vermiş ve onlar içki içmeye son vermeyerek bu seçim hakkını kullan­dıklarını beyan etmişlerdi.). Daha sonra Ebu Ubeyde:"Siz içki içmeye son vermeyecek misiniz?" diye sormuş, ama içkinin yasakîığım kesin bir ifadeyle belirtmemişti. Hz. Ömer de Müslümanları topladı. Onlar, bu iç­ki içenlerin görüşleri hilafına icma ettiler. Ayet-i kerimedeki: "Artık siz bundan vazgeçtiniz değil mi?" ifadesinin; "Siz buna son verin." anlamı­na geldiğini ve içki içen bu kişilerin seksen sopayla cezalandırılmasının gerektiği kararına varıp icma yaptılar. Hatta ayeti bu şekilde tevil et­meyip içki içmeye devam eden kimselerin öldürülmesi kararına vardı­lar.

Hz. Ömer de bu kararı Ebu Ubeyde'ye bildiren bir mektup gönderdi ve mektubunda şu talimatı verdi: "Onları çağır ve içkinin hükmünü on­lara sor. Eğer helal olduğunu söylerlerse onları öldür. Haram olduğunu söylerlerse -içki içtiklerinden ötürü- onlara seksen değnek vurarak ce­zalandır."

Ebu Ubeyde, içki içenleri çağırıp sordu. Onlar da içki içmenin ha­ram olduğunu itiraf ettiler ve yanlış tevilde bulunarak içki içmeye de­vam ettiklerine pişman oldular. Kendilerine seksen değneklik içki içme haddi tatbik edildi. Ebu Ubeyde de bunu bir mektupla Hz. Ömer'e bildir­di ve bu hususta Ebu Cendel'e mektup yazıp durumu bildirmesini talep etti. Hz. Ömer de bu hususta Ebu Cendel'e şöyle bir mektup yazıp gön­derdi: "Ömer'den Ebu Cendel'e. Kuşkusuz Cenâb-ı Allah, kendisine or­tak koşulmasını bağışlamaz. Ama bundan başka günahları dilediği kimseye bağışlar. Tevbe et, başım kaldır. Ortaya çık, ümidini kesme, zi­ra yüce Allah, buyuruyor ki:

"De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah, günahların hepsi­ni bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir." (ez-Zümer, 53.)

Hz.Ömer, halka şöyle bir mektup gönderdi: "Kendi nefsinize bakın. Dinin hükümlerim değiştirmek isteyenlere hep birlikte karşı koyun. Kimseyi ayıplamayın. Aksi takdirde aranızda bela ve musibet yaygınla­şır."

Ebu Zehra el-Kuşeyrî de bu konuda şöyle bir şiir söylemişti: "Görmez misin ki gelek delikanlının ayağını kaydırıyor. Ölümü geri çevirmeye güç yetiremiyor. Sabrettim. Sabırsızlık göstermedim. Kar­deşlerim öldüğü halde. Ben hiç bir gün içki bardağından ayrılacak deği­lim. Emirü'l mü'minin, içki bardağını yere vurdu. İçkinin dostları ise sa­lonların çevresinde ağlıyorlar."

Vakidî ile diğerleri dediler ki: Hicretin onyedinci senesinin zilhicce ayında Hz.Ömer, Makam-ı İbrahim'in yerini değiştirdi. Burası daha ön­ce Ka*be'nin duvarına bitişik vaziyette idi. Makam-ı İbrahim'in yanında namaz kılan kimseler, Ka'be'yi tavaf edenler yüzünden namazlarını saşırmasmlar, diye Makam-ı İbrahim'i biraz geriye doğru aldı. Allah'a hamd ve minnet olsun

Yine bu senede Hz.Ömer, Şureyh'i Kûfe'ye, Ka'b b. Sur'u da Bas­ra'ya kadı tayin etti. Yine bu senede Hz.Ömer, insanlara hac ettirdi.

Rakka, Urfa ve Harran, îyaz b. Ganem tarafından fethedildi, ayn ve el-Verde ise Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas tarafından fethedildi.

Şeyh Zehebî, tarihinde şöyle der: Hicretin onyedinci senesinde Ebu Musa el-Eş'arî, Urfa ve Samsat'ı zor kullanarak ele geçirdi. Bu sene ba­şında Ebu Ubeyde, İyaz b. Ganem'i Cezire taraflarına gönderdi. O da Ebu Musa ile karşılaştı, ikisi birlikte Harran ile Husaybin'i ve Cezi-re'nin bazı yerlerini fethettiler. Kimi onların buraları zor kullanarak fethettiklerini, kimi ise barış yoluyla fethettiklerini söylemişlerdir. Yi­ne bu senede îyaz b.Ganem, Musul'a giderek orayı ve çevresini zor kul­lanarak fethetmiş tir. Bu senede Sa'd, Küfe camisim inşa ettirdi.

Vakidî dedi ki: Hicretin onyedinci senesinde Amvas taunu görüldü.

Bu hastalık yüzünden 25 000 kişi vefat etti.

Ben derim ki: Bu hastalık, küçük bir belde olan Amvas'a nisbet edi­lir. Amvas, Kudüs ile Remle arasında küçük bir şehirdir. Hastalık ilk olarak orada görüldüğü için Amvas taunu denildi. Sonra hastalık Şam'da yayıldı. Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz.

Vakidî dedi ki: Amvas taunu sebebiyle Şam'da 25 000 Müslüman vefat etti. Başkaları ise 30 000 Müslümanın vefat ettiğini söylemişlerdi. Burada bu Müslümanların önde gelen şahsiyetlerinin adlarını sırala­yacağız: [15]

 

Haris B. Hişam

 

Bu zat, Ebu Cehil'in kardeşi olup Mekke fethi gününde Müslüman oldu. lider bir kimse oliıp İslâmiyet döneminde de şerefliydi. Bir kavle göre hicretin onyedinci senesinde Şam'da şehid oldu. Vefatından sonra Hz.Ömer, onun karısı Fatıma ile evlendi. [16]

 

Şurahbîl B. Hasene

 

Dört büyük komutandan biridir. Filistin komutanıydı. Soy kütüğü şöyledir: Şurahbil b. Abdullah b. Muta' b. Katan el-Kindî. Beni Zühre kabilesinin müttefikidir. Hasene, anasının adıdır. Anasının adıyla ta­nındı, islâm'ın ilk zamanlarında Müslüman oldu. Habeşistan'a hicret etti. Hz. Ebu Bekir, onu Şam'a gönderdi. Ordunun dörtte birine komuta etti. Hz. Ömer zamanında da bu görevini sürdürdü. Hicretin onsekizinci senesinde o, Ebu Ubeyde ve Ebu Malik el-Eş'arî aynı günde hastalana­rak vefat ettiler. Ibn Mace tarafından rivayet edilen iki hadisi vardır. Hadislerden birisi, abdestle ilgilidir. Diğeri ise başka bir konuyla ilgili­dir. [17]

 

Amîr B. Abdullah B. Cerrah

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: "Amir b. Abdullah b. Cerrah b. Hilal b. Uheyd b. Dabbe b. Haris b. Fihr el-Kureşi. Ebu Ubeyde b.Cerrah el-Fihrî. Bu ümmetin emin ve güvenilir adamıydı. Cennet le müjdelenen onsahabeden biridir. Aynı günde Müslüman olan beş kişiden biridir. Kendisiyle beraber Osman b. Maz'un, Ubeyde b. Haris, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Seleme b. Abdi Esed aym günde Müslüman oldular, Hz. Ebu Bekir vasıtasıyla, islâm'a girdiler. Hicret ettikleri zaman Rasûlullah (s.a.v.), onu Sa'd b. Muaz'la kardeş yaptı. Başka bir rivayete göre ise Muhammed b. Mesleme ile kardeş yapmıştır. Bu zat, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katıldı. Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında şöyle buyurdu:

"Doğrusu her ümmetin emin bir kişisi vardır. Bu ümmetin emin ki­şisi ise Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır. "Bu hadîs, Buharı ve Müslim'in sahih­lerinde sabittir. Yine Buharı ve Müslimin sahihlerinde sabit olduğuna göre Hz. Ebu Bekir, Beni Saide gölgeliğinde bey'at konusunu Ensâr'la görüşürken şöyle demiştir: "Ben sizin için şu iki adamdan birine razı ol­dum. Bunlardan birine bey'at edin. (Hz. Ebu Bekir böyle derken Hattab oğlu Ömer ile Ebu Ubeyde'yi kasdetmişti.)" Hz. Ebu Bekir, onu Şam'da­ki ordunun dörtte birine komuta etmekle görevlendirerek Şam'a gön­dermişti. Halid b. Velid'i, savaş ilmini bildiğinden Irak'tan çağırarak Ebu Ubeyde'yle diğerlerine komutan yaptı.

Hz. Ömer halife olunca Halid'i görevden aldı. Yerine Ebu Ubeyde b.Cerrah'ı atadı ve ona Halid'e danışmasını emretti. Böylece Ebu Ubey-de'nin emanet ve güvenirliği ile Halid'in şecaat ve kahramanlığı, islâm ümmeti yararına olarak bir araya gelmiş oldu. İbn Asakir, Ebu Ubey-de'nin Şam'da emirü'l-ümera adını alan ilk kişi olduğunu söylemiştir.

Ebu Ubeyde'nin uzun boylu, nahif, elmacık kemikleri çıkık, yüzü et­siz, sakalı hafif, ön dişleri kırık bir kimse olduğunu söylemişlerdi. Ön dişlerinin kırıklık sebebi şuydu: Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanaklarına gömülen zırh halkalarını çıkarırken onun acı duymasın­dan korktuğu için o halkaları dişleriyle çekmek mecburiyetinde kalmış­tı. Bu sebeple dişleri düşmüştü. Ama bu dişlerinin kırıklığından ötürü öyle bir güzel manzara meydana gelmişti ki, bu başkasında görülemez­di. Amvas taunu senesinde vefat etti. Yani Amvas taunu hicretin onse­kizinci senesinde görülmüştür. Bu hastalık yüzünden o Fihl köyünde veya başka bir rivayete göre ise Cabiye'de vefat etmiştir. Şam'da Akabe yakınlarında bu asırlarda tanınıp şöhret bulan bir mezar görülmüştür ki Ebu Ubeyde'nin mezarı olduğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir. Ebu Ubeyde vefat ettiği zaman ellisekiz yaşındaydı. [18]

 

Fadl B. Abbas B. Abdülmuttallb

 

Yakışıklı, endamı düzgün güzel bir üısandı.Veda haccında kurban .bayramının ilk günü Rasûlullah (s.a.v.), onu bineğinin terkisine birdir-mişti. O zaman o, genç ve yakışıklı bir adamdı. Şam fethinde hazır bu­lundu. Amvas taunu sebebiyle şehid oldu. Muhammed b. Sa'd, Zübeyr b. Bekkar, Ebu Hatim ve Ibn Ruki bu görüştedirler ki doğrusu da budur. Mercü's-Sifr savaşında şehid edildiğini söyleyenler de vardır. Hicretin yirmisekizinci senesinde Yermük'te vefat ettiğini söyleyenler de olmuş­tur. [19]

 

Muaz B. Cebel

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Muaz b. Gebel b. Amr b. Evs b. Abid b.Adiy b. Ka*b b. Amr b. Adiy b. Ali b. Esed b. Saride b. Yezid b. Cüşem b. Hazrec el-Ensârî el- Hazrecî Ebu Abdirrahman el-Medenî. Kadri yüce değerli bir sahabeydi.

Vakidî dedi ki: Muaz, uzun boylu, saçı ve ağzı güzel, dişleri parlak bir adamdı. Çocuğu olmamıştı. Başkalarının dediklerine göre onun, Ab-durrahman adında bir oğlu olmuştu. Kendisiyle birlikte Yermük sava­şma katılmıştı. Muaz, Akabe'de hazır bulundu. İnsanlar hicret ettiği za­man Rasûlullah (s.a.v.), onunla Abdullah b. Mesud'u kardeş kıldı.

Muhammed b. îshak'm ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), onunla Cafer b. Ebi Talib'i kardeş kılmıştır. Muaz, Bedir gazvesine ve mütea­kip gazvelere katıldı.Peygamber (s.a.v.) 'in zamanında Kur'ân'ı topla­yan dört Hazreçliden biridir. Diğerleri ise Übey b. Ka*b, Zeyd b. Sabit ve Ebu Zeyd Ömer b. Enes b. Malik'di.

Ebu Davud ile Neseî, Muaz'dan rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle buyurmuştur: «Ey Muaz! Allah'a yemin ederim M, seni seviyorum. Her namazdan sonra: "Allah'ım! Seni anma, sana şükretme ve sana güzelce ibadet etme hususunda bana yardım et." demeyi sakın ihmal etme.»

Ahmed Ibn Hanbel'in "Müsned"i ile Neseî ve tbn Mace'nin sünenle-rinde Enes'ten rivayet olunduğuna göre Muaz b. Cebel, sahabeler ara­sında helal ve haramı en iyi bilen kimseydi. Rasûlullah (s.a.v.), onu Ye-men'e göndermiş, gönderirken de ona:

- Neyle hükmedeceksin? diye sormuş, o da şu cevabı vermişti:

- Allah'ın kitabıyla.

Hz. Ebu Bekir de onu Yemen'deki görevinde bırakmıştı. O, Yemen­de insanlara hayır ve iyiliği Öğretiyordu. Sonra Şam'a göçtü. Ebu Ubey-de, Tauna yakalandığında onu yerine halef kıldıktan sonra kendisi de bir sene sonra vefat edinceye kadar Şam'da kaldı. Ömer b. Hattab onu Överek: "Doğrusu Muaz, âlimlerin önünde yüksek bîr tepe üzerinde haş-redilecektir." derdi. Abdullah b. Mesud da: "Biz Muaz'ı, İbrahim Halilul-lah'a benzetiyorduk." dedikten sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Doğrusu Muaz, Allah'a gönülden ibadet eden, şirkten uzak bir kimse idi. Müşrik­lerden olmadı."

Muaz b. Cebel, hicretin onsekizinci senesinde Şam'ın Gurinsan mıntıkasının doğusunda vefat etti. Hicri ondokuzuncu senede vefat et­tiğini söyleyenler olduğu gibi onyedinci senede vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Meşhur kavle göre o, vefat ederken otuz sekiz yaşındaymış. Başkaları ise daha başka bir yaşta vefat ettiğini söylemiştir ki, doğrusu­nu Allah bilir. [20]

 

Yezld B. Ebu Süfyan

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir. Yezid b. Ebu Süfyan Ebu Halid Sahr b. Harb b.Ümeye b. Abdi Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Ümevî. Muavi-ye'nin kardeşiydi. Ondan daha yaşlı ve daha faziletliydi. Ona Yezidü'l-Hayr denirdi. Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Hüneyn gazvesi­ne katıldı. Rasûlullah (s.a.v.), ona 100 deve ve kırk okiye gümüş verdi. Hz.Ebu Bekir, onu Şam'daki ordunun dörtte birine komuta etmek üzere oraya gönderdi. O, Şam'a ulaşan ilk komutan oldu. Hz.Ebu Bekir, onu uğurlarken yanında yaya yürümüş ve ona bazı tavsiyelerde bulunmuş­tu. Onunla birlikte Ebu Ubeyde, Amr b. As ve Şurahbil b. Hasene'yi de komutan olarak Şam'a göndermişti. Bunlar, Şam'daki ordunun dört ko­mutanı idiler. Dımaşk'ı fethettikleri zaman o, küçük Cabiye kapısından şehire girmişti. Hz. Ebu Bekir, Dımaşk'm komutanlığını ona vaad et­mişti. Hz. Ömer halife olunca onu oraya komutan yaptı, ve Ebu Bekir es-Sıddık'm ona verdiği sözü böylece kendisi yerine getirmiş oldu. Yezid, oraya atanan ilk Müslüman vali ve komutan olmuştu.

Meşhur kavle göre o, Amvas taunu yüzünden vefat etmiştir. Velid b. Müslim, onun Kisariye'yi fethettikten sonra hicretin ondokuzuncu se­nesinde vefat ettiğini ileri sürmüştür. Vefat ettiği zaman Şam'a kendi yerine kardeşi Muaviye'yî vekil bıraktı. Hz. Ömer de Muaviye'nin Şam valiliğini onayladı. Allah onlardan razı olsun. Yezid'le ilgili kitaplarda fazla bir bilgi yoktur. Ebu Abdullah el-Eş'arî, Yezid'in şöyle bir hadisi ri­vayet ettiğini nakletmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: Namaz kılıp da rükûunu ve secdesi­ni tam olarak yerine getirmeyen kimsenin durumu, sadece bir iki hur­ma yiyen aç kimse gibidir ki, bu bir ve iki hurma ona pek bir fayda vermez[21]

 

Ebu Cendel B. Süheyl

 

Soy kütüğü şöyledir: Ebu Cendel b. Süheyl b. Amr, Asıl adının As ol­duğu söylenmiştir. İslâmiyet'in ilk dönemlerinde Müslüman olmuş ve Hudeybiye barışı gününde zircirlere bağlı olarak zincirleri peşinde sü­rüyerek Müslümanların yanına gelmişti. Fakat babası onu geri çevir­miş ve Mekke'ye geri dönmediği takdirde Müslümanlarla barış yapma­yacağını söylemişti. Bundan sonra Ebu Cendel, deniz kıyısındaki Sifu'l-Bahra (Seyfu'1-Bahr) gidip Ebu Basir ile buluşmuş, sonrada Medine'ye hicret etmiş ve Şam'ın fethinde hazır bulunmuştu. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi o içkiyi haram kılan ayeti tevil etmiş, sonra bu yanlış te­vilinden geri dönmüştü. Amvas taunu sebebiyle vefat etti. Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun. Amvas taunu yüzünden vefat eden zatların isimlerini sıralamaya devam ediyoruz-

Ebu Ubeyde b. Cerrah, Amir b. Abdullah. Bu zatla ilgili açıklama önceki sayfalarda geçti. Ebu Malik el-Eşârî. Bu zatm asıl adının yüzün den Kab b Asım olduğu söylenir. Gemideki arkadaşlarıyla birlikte Hayber fethi senesinde Medine'ye hicret ederek gelmişti. Hayber fet hmden sonraki gazvelere katılımştı. Amvas taunu yüzünden o, Ebu Ubeyde ve Muaz b. Cebel aym günde vefat ettüer. Allah hepsinden ^ olsun[22]

 

Hîcri Ondokuzuncu Sene

 

Vakidî ile diğerleri dediler ki: Bu senede Medain ve Celûla fethedil­di. Ama meşhur görüşe göre buraların fethi başka senelerde olmuştur.' Nitekim bununla ilgili açıklama önceki sayfalarda verilmiştir.

Muhammed b. Ishak dedi ki: Cezire, Urfa, Harran, Resu'1-Ayn ve Nusaybin bu senede fethedildi. Ama başkaları buraların hicri ondoku-zuncu senede değil de başka senelerde fethedildiklerini söylemişlerdir. Ebu Ma'şer, Halife ve îbn Kelbî dediler ki: Kisariye, hicretin yirminci se­nesinde fethedildi. O zaman oranı emiri de Muaviye Vakidî dedi ki: Baş­kasının ifadesine göre Kisariye'nin emiri Yezid b. Ebi Süfyan'dı. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Muaviye, Kisariye'yi bundan iki sene önce fethetmiştir.

Muhammed b. îshak dedi ki: Filistin'e bağlı Kisariye, hicretin yir­minci senesinde fethedildi. Herakliyus, oradan kaçtı ve yine aynı sene­de Mısır fethedildi. Seyf b. Ömer'e göre Kisariye ile Mısır'ın fethi, hicre­tin onaltmcı senesinde gerçekleşmiştir.

tbn Cerir dedi ki: Kisariye'nin fethiyle ilgili açıklama önceki sayfa­larda verilmiştir. Mısır'ın fethi ise ileride de anlatacağım gibi hicretin yirminci senesinde gerçekleşmiştir. Vakidî dedi ki: Hicretin onduku-zuncu senesinde bir gece Harre de bir yangın görülür. Hz. Ömer, adam­larıyla birlikte oraya gitmek istedi. Sonra Müslümanların sadaka ver­melerini emretti. Bunun üzerine yangın söndü. Allah'a hamd olsun.

Anlatıldığına göre hicretin ondokuzuncu senesinde Ermeniye sa­vaşı yapıldı. O zaman oranın komutanı Osman b. Ebi'l-As'tı. Bu savaşta Savfanb. Muattal b. Rahasa es-Sülemi ez-Zekvanî vuruldu. O, o zaman komutanlardan biri idi. Rasûlullah (s.a.v.), Savfan hakkında şöyle bu­yurmuştu. "Onun hakkında hayır ve iyilikten başka birşey bilmiyo­rum." Münafıklar onun adını da ilk hadisesine karıştırmışlardı. Ancak Allah, onu ve mü'minlerin annesi ve Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi Ai-şe'yi, bu dedikodulardan arındırıp suçsuz olduklarını ortaya koydu. An­latıldığına göre Savfan, epey bir süre bekar kalmıştı. Bu yüzden: 'Valla­hi ben hiçbir kadının uçkurunu çözmedim." demişti. Bu hadiseden son­ra evlenmişti. Çok uykucu bir adamdı. Çoğu kez sabah namazına uya-namazdı. Bu namazı vaktinde kılmazdı. Nitekim bu hususta Ebu Da­vud'un süneninde ve diğer hadis kitaplarında açıklamalar vardır. O, şair bir adamdı. Sonra Allah yolunda şehidlik mertebesini kazandı. Erme-niye savaşında şehid edildiğini söyleyenler olduğu gibi Cezire'deki sa­vaşta şehid edildiğini söyleyenler de olmuştur. Samsat'ta öldüğünü söy­leyenler de vardır. Bu husustaki açıklamaların bir kısmı, önceki sayfa­larda verilmiştir.

Hicretin ondokuzuncu senesinde Tikrit şehri fethedildi. Sahih kav­le göre Tikrit'in fethi bu seneden Önce gerçekleşmiştir. Tikrit'in fethi es­nasında Bizanslılar, Abdullah b. Huzafe'yi esir almışlardı. Hicretin on­dokuzuncu senesinin zilhicce ayında Irak topraklarında bir savaş vuku buldu ki, bu savaşta Mecusilerin komutanı Şehrek Öldürüldü. O zaman Müslümanların komutanı Hakem b. Ebi'l-As'tı. Allah ondan razı olsun.

İbn Cerir dedi ki: Hicretin ondokuzuncu senesinde Hz.Ömer, Müs­lümanlara hacc ettirdi. Onun o senedeki vali ve kadılarının adları önce­ki sayfalarda verilmiştir. Doğrusunu Allah bilir, [23]

 

Hicri Ondokuzuncu Senede Vefat Eden Şahsiyetler Übeyb. Ka'b

 

Bu zat, kurraların Önderiydi. Soy kütüğü şöyledir: Übey b. Ka'b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd b. Muaviye b. Amr b. Malik b. Neccar Ebul-Mün-zir ve Ebu'l-Tüfeyl el-Ensârî en-Neccarî. Kurraların önde geleniydi. Akabe bey'atmda, Bedir gazvesinde ve müteakip gazvelerde hazır bu­lundu. Efendi ve kadri yüce bir kimseydi. Rasûlûllah (s.a.v.)'ın sağlığın­da Kur'ân'ı toplayan dört Harcreçli kurradan biriydi. O, bir gün Hz, Ömer'e şöyle demişti: "Ben, Kur'ân'ı taze haliyle, Cebrail'in kendisin­den aldığı zattan aldım."

Enes'ten rivayet edilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur­muştur:

"Ümmetimin en iyi Kur'ân okuyanı Übey b. KaVdır." Sahih bir hadiste rivayet olunduğuna göre Rasûlûllah (s.a.v.), Übey*ye şöyle demiştir:

- Cenâb-ı Allah, sana Kur'an okuma mı bana emretti.

- Allah, benim adımı sana bildirdi mi?

- Evet.

Bunun üzerine Übey'yin gözleri yaşarmıştı. Bu hususu, el-Beyyine sûresinin şu ayetini tefsir ederken açıklamıştık:

"Kitap ehlinden ve putperestlerden olan inkarcılar, kendilerine apaçık bir belge gelene kadar dinlerinden vazgeçecek değillerdi." (ei-Bey-

yine, 1.)

Heysem b. Adiy, Übey'in hicri ondokuzuncu senede vefat ettiğini, Yahya b. Main ise onyedinci veya yirminci senede vefat ettiğini söyle­miştir. Vakidî ise birkaç kişiden nakilde bulunarak onun yirmiikinci se­nede vefat ettiğini söylemiştir. Ebu Ubeyd, İbn Nümeyr ve bir topluluk da bu görüştedirler. Fellas ile Halife, onun Hz. Osman'ın hilafeti zama­nında vefat ettiğini söylemişlerdir. Allah ondan razı olsun. [24]

 

Hattab(R.A.)

 

Hicretin odokuzuncu senesinde Muhcirlerden Utbe b. Gazvan'm azadlısı Hattab da vefat etmiştir. Bu zat, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. İslâmiyet'in ilk döneminde Müslüman olan saha­belerdendir. Vefat ettiği zaman cenaze namazını Hz.Ömer kıldırmıştı. [25]

 

Savfan B. Muattal

 

Bu senede vefat edenlerden biri de bir kavle göre Savfan b. Muat-tal'dır. Bununla ilgili açıklama, önceki sayfalarda verilmiştir. Doğrusu­nu Allah bilir. [26]

 

Hicri Yirminci Senesi

 

Muhammed b. İshak, Mısır'ın bu senede fethedildiğini söylemiştir. Vakidî, bu senede Mısır ve İskenderiye'nin fethedildiğini söylemiş-tir.Ebu Ma'şer, Mısır'ın yirminci senede fethedildiğini, İskenderiye'nin ise yirmibeşind senede fethedildiğini söylemiştir. Seyf b. Ömer, Mısır ve İskenderiye'nin hicri onaltıncı senenin rebiyülevvel ayında fethedil-diklerini ifade etmiştir. Ebu Hasan b. Esir de "el-Kâmil fi't-Tarih" adlı eserinde kıtlık senesinde Amr b. As'ın Mısır'dan Medine'ye gıda madde­si gönderdiğini anlatırken bu görüşü benimsediğini ifade etmiştir. An­cak Ebu Hasan b. Esir, bu görüşü benimsemekte mazurdur. Doğrusunu Allah bilir. Bir grup siyer âliminin kavillerine göre iki senelik veya baş­ka bir rivayete göre bir buçuk senelik bir kuşatmadan sonra Tüster şeh­ri de hicri yirminci senede fethedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [27]

 

Mısır'ın Fethi

 

Şam'ın feth tamamlandıktan sonra Hz. Ömer, Amr b. As'ı Mısır'a gönderdi. Seyf b. Ömer'in ifadesine göre Hz. Ömer, Kudüs'ü fethettikten sonra onu Mısır'a göndermiştir. Gönderdikten sonra arkasından Zü-beyr b. Avvam'ı Bişr b. Ertat, Harice b. Hüzafe ve Ümeyr b. Vehb el-Cumanı ile birlikte Mısır'a gönderdi. Bunlar, Mısır'ın kapısı önünde toplandılar. Mısır baş piskoposu Ebu Meryem'le piskopos Ebu Meryam, Sebat ehli kimselerle birlikte bunları karşıladılar. İskenderiyye valisi Mukavkıs, beldelerini Müslümanlara karşı korumak amacıyla baş pis­koposu Müslümanlara karşı göndermişti. İki taraf karşı karşıya gelince Amr b. As, onlara: "Acele etmeyin, size geliş sebebimizi anlatalım." dedi ki, Ebu Meryem ile Ebu Meryam kendisine karşı konuşmaya çıksınlar. İkisi meydana çıktılar. Amr b. As, onlara şöyle dedi:

"Siz ikiniz bu beldelerin rahiplerisiniz. Beni dinleyin. Doğrusu Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'i hak dinle gönderdi. Hak dine bağlı olmasını ona emretti. O da bize bu emri verdi ve bize verdiği emirlerin tamamını başkalarına tebliğ etmemizi de bize görev olarak yükledi. Sonra o, bu dünyadan göçüp gitti ve bizi apaçık bir dinle başbaşa bıraktı. O, insanlara mazeret bırakmayacak şekilde hakkı tebliğ etmemizi bize emretmişti. Biz, sizi İslâm'a girmeye davet ediyoruz. Bu davetimize icabet eden kimseler de bizimle aynı duruma girer, davetimize icabet etme­yen kimselere cizye ödemelerini teklif ederiz. Cizye ödemeleri duru­munda onları korumamız altına alırız. Peygamberimiz (s.a.v.), ülkenizi fethedeceğimizi bize bildirmişti. Aramızdaki akrabalık sebebiyle sizi muhafaza etmemizi bize tavsiye etmişti. Eğer siz bu davetimize icabet ederseniz zimmetimiz altına girersiniz. Ayrıca halifemiz de Kıptîlere iyi davranmamızı bize tavsiye etti. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Kıptîlere iyi davranmamızı bize vasiyet etmiştir. Zira Kıptilerle akrabalık ve zim­met bağlarımız vardır:

Piskoposlar dediler ki:

- Bu, oldukça uzak bir akrabalıktır. Böyle bir akrabalığın hakları­na ancak peygamberler riayet edebilir. Hacer, bizim tanınmış ve şerefli bir mensubumuzdu. Hükümdarımızın kızıydı. Menef halkındandı. Me-neflilerin hükümdarı Fe'dil'di. Aynüşşemsliler onlara saldırdılar. Onla­rı öldürüp mallarını yağmaladılar. Hükümdarları ve halkları yerlerin­den sürgün edildiler. Bu sebeple Hacer, İbrahim peygamberin eline geç­ti. İbrahim peygambere: "Merhaba, ehlen ve sehlen" deriz.Yalnız senin yanına gelip geri dönünceye kadar bize eman ver."

Bunun üzerine Amr, onlara şöyle dedi:

- Benim gibi birisi kolay aldatılamaz, fakat ben, durumu inceleme­niz için size üç gün süre tanıyorum. Durumu inceleyip düşünün, kavmi­nizle müşavere yapın. Aksi takdirde sizinle savaşırım.

- Bize biraz daha süre tanı.

Amr, üç günlük süreyi dört güne çıkardı. "Bize biraz daha süre tanı." demeleri üzerine Amr, süreyi beş güne çıkardı. Onlar da Mukavkıs'm yanına gittiler. Artabon, Müslümanların bu davetine icabet etmeye ya­naşmadı ve Müslümanlara karşı koyulmasını söyledi. Sonra Mısırlıla­ra hitaben şöyle dedi:

- Biz, sizi savunmak için gücümüzün sonuna kadar çalışacağız ve Müslümanlar karşısında gerilemeyeceğiz.

Artabon, Müslümanlara gece baskını yapılmasını teklif etti. Ancak Mısırlılardan bir topluluk şöyle dedi:"Kisra ve Kayserle savaşıp onları öldüren ve ülkelerini ele geçiren bir milletle ne diye savaşıyorsunuz?

Artabon, ise Müslümanlara gece baskını yapılması görüşünde ısrar etti. Bu baskım yaptılar, ama birşey elde edemediler.Aksine aralarında Artabon'un da bulunduğu çok sayıda adamları öldürüldü. Müslüman­lar, sürenin dördüncü gününde Mısır'ın Aynüşsems şehrini kuşatma al­tına aldılar. Zübeyr, şehrin surları üzerine çıktı. Şehir halkı bunun far­kına varınca diğer kapıdan çıkarak Amr b. As'ın yanına vardılar. Onun­la barış antlaşması yaptılar. Zübeyr, şehri bir baştan bir başa yarıp geçti ve diğer kapıdan çıkarak Amr b. As'ın yanına vardı. Barış antlaşmasını imzalayıp onayladılar.Amr b.As da şehir halkına şöyle bir emanname yazdı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu Amr b. As'ın, Mısırlıla­ra canları, mallan, dinleri, kiliseleri, haçları, karaları ve denizleri husu­sunda verdiği bir emandır. Buna birşey eklenmeyeceği gibi bundan bir-şey de eksilmeyecektir. Nube halkı bunlarla aynı topraklar üzerinde ya­şamayacaktır. Mısırlılar, barış antlaşması üzerinde ittifak ederlerse cizye vereceklerdir. Nehirlerinin kabarması bu noktada bulunduğu sü­rece onlar 50 000 000 dirhem vereceklerdir ki, bu da onları koruma hak­kıdır. Eğer onlardan bir kimse, bu antlaşmanın hükümlerine riayet et­meyecek olursa bu kadar cezayı o üstlenir. Aksi takdirde o bizim zimme­timiz dışında kalır. Eğer nehirlerinin kabarması eksilir de karalar orta­ya çıkarsa, yine bu kadar yükü üzerlerinden kalkar. Bizanslılardan ve Nubelilerden her kim Mısırlılarla yapılan bu antlaşma kapsamına gi­rerse, o da aynı haklara sahip olur ve aynı yükümlülüklere tabi olur. Her kim de bu antlaşmanın kapsamına girmeye yanaşmaz ve buralar­dan gitme hakkım seçerse o güvendedir, güven duyacağı bir yere gidin­ceye veya ülkemiz sınırları dışına çıkıncaya kadar ona ilişilmeşecektir. Onlar da Mısırlılarla aynı ölçüde vergi ödeme yükümlülüğü altına gire­ceklerdir. Onlar da üçte bir vergiye tabidirler. Bu antlaşma metninde yazılı konular, Allah ve Rasûlü ile mü'minlerin emiri halifenin ve nıü'minlerin ahdidir, zimmetidir. Bu antlaşma hükümlerine uyan Nu­be halkının da direkt olarak şu kadar ve şu kadar miktarda mal yardı­mında bulunmaları, bize karşı savaşmamaları, şu kadar miktarda at vermeleri gerekir ki, kendierinin ticaretlerine, ithalat ve ihracatlarına karışılmasın." Bu antlaşma metninin yazılmasında Zübeyr ve oğulları Abdullah ile Muhammed, şahid sıfatıyla hazır bulundular. Verdan ile Hader de bu antlaşmanın katipliğini yaptılar.

Bütün Mısır halkı, bu antlaşma kapsamına girerek barışı kabul et­ti. Mısır süvarileri ile Amr b. As Fustat'a gidip toplandılar. Ebu Meryem ile Ebü Meryam gelip Amr b. As'la görüştüler. Çarpışmadan sonra ele geçirilen esirlerin serbest bırakılmasını istediler. Amr, esirleri onlara geri vermeyi kabul etmedi ve onların huzurundan kovulmalarını emret­ti. Bu durum, Hz. Ömer'e bildirilince o, Mısırlılara eman verilen beş günlük süre içinde ele geçirilen esirlerin Mısırlılara geri verilmesini emretti. Ayrıca Müslümanlarla savaşmayan kimselerden yakalanan esirlerin de salıverilmesini emretti. Ama Müslümanlarla savaşırken yakalanan esirlerin geri verilmemesini buyurdu. Denildiğine göre Hz. Ömer, Müslümanların elinde bulunan esirlerin islâm'a girmek veya ai­lelerine geri dönmek arasında serbest bırakılmasını, İslâmiyet'i seçen­lerin Mısırlılara geri verilmemesini, ailelerine dönmek isteyenlerin ise salıverilmelerini, ancak kendilerinden cizye alınmasını emretti. Ama Mısırlılardan ele geçirilip de İslâm beldelerine dağılan ve Haremey'ne ulaşan esirlerin geri verilemiyeceğini, bu hususta Mısırlılarla herhangi bir antlaşma yapılmamasını, çünkü yapılacak böyle bir antlaşma hü­kümlerinin yerine getirilemiyeceğini bildirdi. Amr b. As, mü'minlerin emiri Hz. Ömer'in bu emirleri doğrultusunda hareket etti. Esirleri top­ladı. Onları serbest bıraktı. Kimi İslâmiyet'i tercih etti. Kimi de kendi dinine döndü. Böylece aralarında barış antlaşması yapıldı.

Daha sonra Amr b. As, İskenderiye üzerine askeri bir birlik gönder­di. İskenderiye valisi Mukavkıs, daha önce kendi beldesinin ve Mısır'ın haracını Bizans hükümdarına ödüyordu. Ülkesi, Amr b. As tarafından kuşatma altına alınınca o din ve devlet adamları ile devlet erkanını top­ladı. Onlara şöyle dedi:

- Şu Araplar, Kisra ve Kayseri mağlup ettiler. Onları yönetimleri­nin başından uzaklaştırdılar. Bizim bunlara karşı koyacak gücümüz yok. Bence en uygun görüş, bunlara cizye ödememizdir.

Böyle dedikten sonra Mukavkıs, Amr b.As'a şöyle bir mesaj gönder­di: "Ben daha önce sizden daha fazla düşman olduğum Parslara ve Rum­lara haraç ödüyordum.....w Bundan sonra Mukavkıs, cizye ödeme şartıy­la Amr b.As'la barış antlaşması yaptı. Amr da fetih müjdesini ve gani­metlerin beşte birini Hz. Ömer'e gönderdi. Seyf b. Ömer'in anlattığına göre Amr b. As, Mukavkıs'la karşılaştığı zaman Müslümanlardan çoğu cepheden firar ettiler. Amr, onları savaşmaya ve cepheden sebat etmeye teşvik etti. Sonra da Yemenlilerden bir adam ona:

- Biz taştan ve demirden yaratılmış değiliz, diye karşı çıktı.

Amr ona:

- Sus, sen bir köpeksin, diyerek onu payladı.

Bunun üzerine o adam da:

- Öyleyse sen de köpeklerin komutanısın, dedi.

Ancak Amr ona aldırış etmedi. Yüzünü çevirdi. Sonra Rasululah (s.a.v.)'ın ashabım toplantıya çağırdı. Ashab toplanınca Amr, onlara:

- İlerleyin. Allah, sizin vasıtanızla Müslümanlara yardım edecek­tir. Zafer ihsan edecektir, dedi.

Onlar da düşmana saldırdılar. Cenâb-ı Allah, onlara fetih nasip et­ti.

Seyf b. Ömer dedi ki: Mısır, hicretin onaltıncı senesinin rebiyülevvel ayında fethedildi. İslâm hakimiyeti oraya yerleşti. Allah'a hamd ve min­net olsun.

Başkalarının dediklerine göre ise Mısır, hicretin yirminci senesin­de, İskenderiye şehri yirmibeşinci senesinde üç aylık bir kuşatmadan sonra zorla ele geçirilmiştir. Bazıları ise, İskenderiye'nin 12 000 dinar karşılığında barış yoluyla ele geçirildiğini söylemişlerdir.

Anlatıldığına göre Mukavkıs, Amr b. As'tan, önce barış yapmalarını istemiş ancak Amr, bu isteğini kabul etmemiş ve ona:

- En büyük hükümdarıma Herakliyus'a ne yaptığımızı biliyor su­nuz? demiş ti. Mukavkıs da kendi arkadaşlarına dönüp:

- Doğru söylüyor. Bunlar, Herakliyus'a böyle yaptıklarına göre bi­zim teslim olmamız haydi haydi gerekli olur, demişti. Sonra da şartları önceki kısımlarda anlatılan barış antlaşmasını yaptılar.

Başkalarının anlattıklarına göre Amr ile Zübeyr, Aynüşşems'e gi­dip orayı kuşatma altına aldılar. Amr, Ebrehe b. Sabah'ı Ferema üzeri­ne, Avf b. Malik'i de iskenderiye üzerine yolladı. Bunlar gittikleri şehir­lerin halkına:

- Eğer kaleden inip teslim olursanız size eman veririz, dediler. An­cak bu şehirlerin halkları, Aynüşşemslilerin akibetini beklediler. Ay-nüşşemsliler barış yapınca bunlar da barış yaptılar. Avf b. Malik, isken­deriye halkına şöyle demişti:

- Şehriniz ne güzel?

- Güzeldir. Çünkü iskender burayı kurarken şöyle demişti: "Öyle bir şehir kuracağım ki, Allah'a muhtaç olacak ama insanlara asla ihti­yacı olmayacaktır." Bu sebeple bu şehir güzel olarak kalmıştır. Ebrehe de Ferema halkına şöyle demişti:

- Şehriniz ne çirkin bir şehir?

- Iskenderin kardeşi Ferema, bu şehri kurarken şöyle demişti: "Öy­le bir şehir kuracağım ki, Allah'a ihtiyacı olmayacak ama insanlara hep olacaktır." Bu yüzden bu şehrin binaları hep çöker. Manzarası da çirkin olur.

Seyf b.Ömer'in anlattığına göre Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, Mısır'a vali olarak atanınca onların haraçlarına şunu da ekledi: "Mısırlılar, her sene Müslümanlara hediye olarak bir miktar köle vereceklerdir. Müslü­manlar da buna karşılık onlara yiyecek ve giyecek vereceklerdir." Os­man b. Affan da, Abdullah'ın Mısır valiliğini onayladı. Ve daha sonra onu bazı işlerle görevlendirdi. Ömer b. Abdülaziz de kendisinden önceki halifelerin kararlarına uyarak Abdullah'ın Mısır valiliğini onaylayıp görevini sürdürmesini kabul etti.

Ben derim ki: Mısır diyarına Fustat denilmesinin sebebi, Amr b. As'm çadırım bu günkü Mısır yerine kurmuş olmasından ve insanların o çadırın çevresinde binalar kurmasından ötürüdür. Çadır kelimesinin Arapça karşılığı Fustat'tır. Eski Mısır, Amr b. As'm zamanından günü­müze kadar terkedilmiştir. Sonra o çadır kaldırılmış, yerine Amr b. As'a nisbet edilen bir cami inşa edilmiştir.

Müslümanlar, Mısır fethinden sonra Nube üzerine gittiler. Orada yapılan savaşta çok yaralar aldılar. Çok gözlerde yaralanıp kör oldu. Çünkü Nubeliler, iyi ok atıyorlardı. Attıkları okları gözlere isabet ettiri­yorlardı. Bu yüzden onlara gözlere atan ordu adı verildi. Cenâb-ı Allah, bundan sonra Nube'nin fethini Müslümanlara nasip etti. Hamd ve minnet ona olsun. Mısır ülkesinin fethinin şekli hususunda ihtilaf edilmiş­tir. Kimi İskenderiye dışında bütün Mısır ülkesinin sulh yoluyla fethe-dildiğini söylemiştir ki, bu Yezid b. Ebi Habib'in kavlidir.Kimi de Mı­sır'ın şiddet yoluyla ele geçirildiği söylemiştir ki bu, Ibn Ömer'le bir ce­maatin kavlidir.

Rivayet olunduğuna göre Amr b. As, halka nutuk irad ederek şöyle demişti:"Ben şu yerimde otururken Kıptîlerden herhangi birinin benim nezdimde bir ahdi yoktur. Dilersem söylerim, dilersim satarım, diler­sem ganimetlerinin beşte birini alırım. Ancak Tablus halkı bundan müstesnadır .Onlara verdiğimiz bir ahid vardır ki, o ahdin gereğini yeri­ne getireceğiz." [28]

 

Nîl Kıssası

 

Mısır fethedildiği zaman halk Acem aylarından bü'ne ayı girdiği za­man Amr b.As'm yanma giderek ona şöyle dediler:

- Ey komutan, şu Nil nehrimizin bir âdeti vardır. Bu âdete uymadı­ğımız takdirde suyu akmaz.

- Nedir o âdet?

- Her sene şu ayın oniMnci gecesi olunca biz bakire bir kız bulur ve o kızın ebeveynini razı ederiz. Razı edince de o bakire kıza elbise ve ziy­netler giydiririz. Sonrada onu bu haliyle Nil'e atarız. Böylece Nil'in sula­rı akmaya başlar.

- Bu, islâmiyet'te olmayan birşeydir. Doğrusu İslâmiyet, kendin­den önceki şeyleri yıkar.

Bü'ne, ebib ve mesra ayları geçti ama Nil nehri az veya çok hiç ak­madı. Öyleki Mısırlılar, oradan göç etmeye niyetlendiler. Amr b. As da bu durumu Hz. Ömer'e bir mektupla bildirdi. Hz. Ömer, ona şu cevabi mektubu gönderdi: "Yaptığın işdoğrudur. Yalnız ben sana mektubu­mun içinde bir pusula gönderiyorum. Bu pusulayı Nil nehrine at." Mek­tup, Amr b. As'a gelince açtı ve içindeki pusulayı aldı. Baktığında pusu­la üzerinde şu ifadeler yazılıydı: "Allah'ın kulu ve müzminlerin emiri Ömer'den Mısır halkının Nil'ine. Şayet sen, daha önce kendiliğinden akıyorduysan şimdi hiç akma. Sana ihtiyacımız yok. Ama bir ve kahre­dici güce sahip olan Allah'ın emriyle akıyorduysan -ki seni akıtan da O'dur- yüce Allah'tan dileriz ki, seni akıtsın." Amr b. As, bu pusulayı Nil'e atınca cumartesi sabahı halk gördüler ki; Cenâb-ı Allah, Nil'i bir gecede onaltı zira yükselterek akıtmış. Böylece yüce Allah, Mısırlıları Nil'in o âdetin den kurtarmıştı. Ve bu hal bu güne kadar da devam et­mekte olup herhangi bir pürüzle karşılaşılmamaktadır.

Seyf b. Ömer dedi ki: Bu senenin zilkade ayında (ona göre bu hadise onaltmcı hicri yılda cereyan etmiştir.) Amr b. As, silahlı adamları Mısır'm sınırlarına yerleştirdi.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede yani hicretin yirminci senesinde Ebu Bahriye Abdullah b. Kays el-Abdî, Rum diyarına gidip savaştı. O, anla­tıldığına göre Rum diyarına giden ilk kişidir. Salimen dönmüş ve bol miktarda ganimet ele geçirmişti. Başka bir rivayete göre oraya giden ilk Müslüman savaşçı, Meysere b. Mesruk el-Absî'dir.

Vakidî dedi ki: Hicretin yirminci senesinde Hz.Ömer, Bahreyn vali­si Kudame b. Maz'un'u görevden azletmiş ve ona içki içme cezasını tat­bik etmişti. Onun yerine Bahreyn ve Yemame valiliklerine Ebu Hürey-re ed-Devsi'yi atamıştı. Yine bu senede Kûfeliler, valileri Sa'd'm bütün davranışlarından şikayetçi oldular. Öyle ki: "Namazını güzelce kılmı­yor." dahi dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer, onu görevden azletti. Yeri­ne Kûfe'ye Abdullah b. Abdullah b. Utban'ı vali olarak atadı. Bu zat, Sa'd'm naibi idi. Başka bir rivayete göre Hz.Ömer, Küfe valiliğine Amr b. Yasir'i atamıştır.

imam Ahmed b.Hanbel, Cabir b. Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Küfe halkı, Sa'd'ı Hz. Ömer'e şikayet ederek: "O güzelce namaz kıl­dırmıyor." dediler. Hz. Ömer de bir adam gönderip Sa'd'ı getirtti:

- Ey Ebu İshak! Bu adamlar senin namaz kılmayı bilmediğini iddia ediyorlar. Sen ne yapıyorsun ki? diye sordu.

Sa'd:

- Vallahi ben onlara Rasûlullah (s.a.v.)'ın namazına benzer namaz kıldırıp ondan hiçbir şey eksiltmez dim. Öğlen ile ikindiyi kıldırırken ilk iki rekatda çok dururum, son iki rekattı hafif tutarım, dedi.

Hz. Ömer:

- Senin hakkındaki zannımız da buydu zaten, dedikten sonra du­rumu araştırmak için bir ya da birkaç kişiyi onunla birlikte Kûfe'ye gön­derdi. Gönderilen kişiler, Küfe ahalisinden Sa'd'm durumunu sordular. Bütün mescidleri dolaştılar. Oralarda Sa'd'ı hep hayırla andılar. Ancak Ebu Sa'de Katade b. Üsame adında birisi kalkıp soruşturmacılara şöyle dedi:

- Madem bize and verdiniz, o halde söyliyelim: Sa'd, askerin başına geçip savaşmaz. Mal paylaştırırken eşitliği gözetmez. Hüküm verirken adaletli davranmaz.

Bunun üzerine Sa'd dedi ki:

- Madem böyle söyledin. Ben de senin aleyhine üç beddua da bulu­nacağım, dinle:" İlahi, senin bu kulun yalancı ise, bu sözü riya ve şöhret olsun diye ayağa kalkıp söylediyse, ömrünü uzat, fakirliğini devamlı kıl ve kendisini fitnelere uğrat.

"Sa'd'ın bedduası o adama isabet etti. Yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu halde yolda rastladığı kızlara sataşır, onları çimdiklerdi. Niçin böyle yaptığı kendisine sorulunca şöyle cevap verir­di:

- Yaşlı bir adamım. Sa'd'm bedduasına uğrayıp fitneye düştüm.

Hz. Ömer, vasiyetinde Sa'd'ı altı kişi arasında zikretmiş ve onun hakkında şöyle demişti:" Eğer Sa'd'm başına bir iş gelirse zaten gelmiş­tir. Aksi takdirde eğer hayatta ise hanginiz valiliğe geçerse onun yardı­mını istesin. Ondan istifade etsin. Çünkü ben, onu acizliğinden veya ha­inliğinden ötürü görevinden almadım".

Bu senede yani hicretin yirminci senesinde Hz. Ömer, Hayber Ya-hudilerini Ezriat'a ve diğer yerlere sürgün etti. Yine bu senede Hz. Ömer, Necran Yahudilerini de Kûfe'ye sürgün etti. Hayber, Vadi'1-Ku-ra'yı ve Necran'ı, Müslümanlar arasında taksim etti. Hz. Ömer, bu se­nede divanları tertipledi. Başka bir kavle göre ise o divanları bu seneden önce tertiplemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Hz. Ömer, bu senede Alkame b. Mücezzer b. el-Mudlicî'yi deniz yo­luyla Habeşistan'a gönderdi. O ve beraberindeki adamlar boğuldular. Bunun üzerine Hz. Ömer, artık deniz yoluyla asker sevketmemeye ye­min etti. Ebu Ma'şer, bu konuda Vakidî'ye muhalefet ederek Habeşistan gazvesinin hicrî otuzbirinci senede yani Hz. Osman'ın halifeliği zama­nında yapılmış olduğunu iddia etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Vakidî dedi ki: Bu senede Hz. Ömer, Fatıma binti Velid b. Utbe ile evlendi. Fatıma, taun sebebiyle vefat eden Haris b. Hişam'm dul karısı idi. Fatıma, Halid b. Velid'in kızkardeşiydi. Hicretin yirminci senesinde Hilal, Dımaşk'ta vefat etti. Üseyd b. Hudayr ise bu senenin şaban aym-da vefat etti. Yine bu senede Zeynep binti Cahş vefat etti ki, bu Peygam­ber Efendimiz'in vefatından sonra ahirete irtihal eden ilk zevcesi ol­muştu. Allah ondan razı alsun.

Bu senede Bizans imparatoru Herakliyus ölmüş, yerine Kostantin geçmişti. Hz. Ömer bu senede insanlara hac ettirmişti. [29]

 

Hicretin Yirminci Senesinde Vefat Eden Bazı Şahsiyetler Üseyd B. Hudayr

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Üseyd b. Hudayr b. Simak el-Ensârî el-Eşhelî el-Evsî Ebu Yahya. Akabe gecesinde Ensâr temsilcilerinden-di. Babası Buas savaşında Evs kabilesinin reisi idi. Buas savaşı, hicret­ten altı sene önce yapılmıştı. Hudayr'a, Hudayru'l-Ketaib, yani askeri birliklerin Hudayr'ı denirdi. Anlatıldığına göre o, Mus'ab b. Ümeyr va­sıtasıyla Müslüman olmuştur. Hicret ettiği zaman Rasûlullah (s.a.v.), onunla Zeyd b. Harise'yi kardeş kılmıştı. Bu zat, Bedir gazvesinde hazır bulunmamıştı. Tirmizfnin sahih gördüğü ve Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği bir hadiste RasûluUah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ebu Bekir, ne güzel bir adamdır. Ömer, ne güzel bir adamdır. Üseyd b. Hudayr, ne gü­zel bir adamdır." Üseyd b. Hudayr, Hz. Ömer'le birlikte Şam'a gelmişti. Hz. Aişe, onu, Sa'd b. Muaz'ı ve Abbad b. Bişr'i övmüştü. Allah onlardan razı olsun.

İbn Bükeyr'in anlattığına göre Üseyd, hicretin yirminci senesinde Medine'de vefat etmiştir. Hz. Ömer, onun cenaze namazını kılmış ve Baki mezarlığına defnetmiş tir. Vakidî ile Ebu Ubeyd ve bir cemaat, onun hicri yirminci senede vefat ettiğini söylemişlerdir. [30]

 

Üneys B. Mersed B. Ebi Mersed El-Ganevî

 

Bu zatın kendisi, babası ve dedesi sahabe idiler. Üneys, Hüneyn sa­vaşında Rasûlullah (s.a.v.) hesabına casusluk yapmıştı. Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), bir zina hadisesinde ona şu emri vermişti: "Ey Üneys, sabahleyin şu kadına git. Eğer suçunu itiraf ederse, onu recm et." Sahih kavle göre Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisine bu emri verdiği Üneys, bu Üneys'ten başkasıdır.Üneys'in fitneyle ilgili rivayet ettiği bir hadis vardır. İbrahim b. Münzir'in ifadesine göre o, hicretin yirminci se­nesinin rebiyülevvel ayında vefat etmiştir. [31]

 

Rasûlullah'ın Müezzini Ve Ebu Bekir'in Azadlısı Bilal B. Ebi Rebah El-Habeşî

 

Ona, Bilal b. Hammame de denir. Hammame, onun anasının adıydı. Bilal, İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Allah yolunda iş­kence gördü. Ama sabretti. Ebu Bekir es-Sıddık, onu satın alıp azad et-ti.Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katıldı. Ebu Bekir, onu azad ettiği zaman Hz. Ömer şöyle demişti: "Ebu Bekir, efendimizdir. Efendi­mizi de azad etmiştir."

Medine'de ezan meşru kılındığı zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m huzu­runda ezan okuyanlar; Bilal ile İbn Ümmü Mektum idi. Bunlar, Müez­zinliği nöbetleşe yaparlardı. Bazen Bilal ezan okur, Bazen de İbn Ümmü Mektum okurdu. Bilal'ın sesi güzel ve iyi idi. Fesahatlı bir kimse idi." "Bilal'ın sini, Allah katında sindir." şeklindeki rivayetin aslı yoktur. Mekke fethi gününde Ka'be'nin damına çıkıp ezan okudu. Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince ezan okumayı bıraktı. Ancak hilafeti günlerinde Ebu Bekir es-Sıddık için de ezan okumuştur. Bu rivayet sahih değildir. Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından sonra cihad için gitti. Bilâl, Cabiye'ye gelen Hz. Ömer'in huzurunda öğle namazı için hutbeden sonra ezan okudu. Onun okuyuşu üzerine cemaat ağlayıp inlemeye başladı. Başka bir rivayete göre ise o sırada Bilal, Medine'yi ziyaret etmiş, ezan oku­muş, insanlar da onun sesini duyunca şiddetlice ağlamaya başlamışlar­dı. Zaten böyle yapmaları da gerekirdi. Allah, onlardan razı olsun.

Sahih hadiste sabit olduğuna göre Rasûlullah(s.a.v.), Bilal'e şöyle demiştir; "Cennet'e girdim. Senin ayakkabılarının sesini işittim. Söyle bakalım, seni bu mertebeye ulaştıracağını ümid ettiğin en hayırlı ame­lin nedir?" Rasûlullah (s.a.v.)'m bu sorusu üzerine Bilal:"Her abdest al­dığımda mutlaka iki rekat namaz kılmışımdır." diye cevap vermiş. Rasûlullah (s.a.v.): "İşte senin o yüksek mertebeye ulaşman bu sebeple­dir." diye karşılık vermişti. Başka bir rivayete göre ise Bilal, Rasûlullah (s.a.v.)'ın mezkur sorusunu şöyle cevaplamıştır:

"Abdestim her ne zaman bozulduysa mutlaka abdest aldım ve her ne zaman abdest aldıysam da mutlaka iki rekat namaz kılma gereğini duydum."

Anlatıldığına göre Bilal, çok esmer tenli, uzun boylu, nahiv vücutlu, saçı çok ama şakaklarında az tüy bulunan bir adamdı.

tbn Bekir dedi ki: Bilal, hicretin onsekizinci senesinde Amvas taunu sebebiyle Şam'da vefat etti. Muhammed b. İshak ile başkalarımda onun hicri yirminci senede vefat ettiğini söylemişlerdir.

Vakidî dedi ki: Bilal, altmış küsur yaşmda vefat edip Dımaşk'm Ba-bu's-Sağir mevkiinde defnedildi. Başkaları onun Dariya'da vefat ettiği­ni ve Bab-ı Keysan'da defnedildiğini söylemişlerdir. Dariya'da defnedil­diğini söyleyenler de vardır. Onun Halep'te vefat ettiğine dair bir riva­yet de vardır. Ama ilk rivayet sahihtir. Doğrusunu Allah bilir. [32]

 

Said B. Amir B. Huzeym

 

Beni Cumah kabilesinin eşrafindandır. Hayber fethinde hazır bu­lunmuştur. Zahid ve abid kimselerdendi. Hz. Ömer tarafından Hu-mus'a, Ebu Ubeyde'den sonra emir olarak tayin edildi. Ağır yaralandığı haberini duyan Hz.Ömer, ona 1000 dinar göndermiş, ancak o, bu para­ların tamamını sadaka olarak dağıtmış ve karışma şöyle demişti: "Bu paraları bizim için ticaret yapacak birine verdik."Böyle demekle bu pa­raları Allah rızası için vererek sevap kazandığını kasd etmişti. Allah, ondan razı olsun.

Halife dedi ki: Kisariye'yi bu zat ile Muaviye birlikte fethettiler. O zaman rier ikisi de maiyetlerindeki askerlerin komutanı idiler. [33]

 

Îyazb.Gunm

 

Ebu Sa'd el-Fihrî, ilk Muhacirlerdendir. Bedir gazvesine ve mütea­kip savaşlara katıldı. Müsamahakar, cömert ve bahadır bir kimseydi.

Cezire'yi fetheden odur. Bizans yollarını ilk kat eden, oralara gazaya gi­den odur. Ebu Ubeyde, onu kendisinden sonra Şam'a vali olarak atama­sını Hz. Ömer'den istemiş, Hz.Ömer de onun bu isteğini kabul etmişti. Bu vesile ile o, altmış yaşında hicretin yirminci senesinde vefat edinceye kadar Şam valiliği yapmıştı. [34]

 

Ebu Süfyan B. Haris

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ebu Süfyan b. Haris b.Abdülmuttalib . Rasûlullah (s.a.v.)'m amcasının oğludur. Adının Muğire olduğu söyle­nir. Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Gerçekten islâmiyet'i gü­zelce yaşadı. Daha önceleri o, Rasûhıllah'a, islâmiyet'e ve Müslümanla­ra çok katı bir düşmandı. Iktidarh bir şairdi, islâmiyet'i ve Müslüman­ları hicvederdi. Hassan b. Sabit, onun Rasûlullah'a karşı bir hicviyesini şöyle cevaplamıştı:

"Dikkat edin! Ebu süfyan'a benden haber salın ki, gizlilik yok ol­muştur..

Sen Muhammed'i yerdin, ben de bu yergine cevap verdim. Bu sebeple Allah katında benim için sevap vardır. Sen dengi olmadığın halde onu yeriyor musun? İkinizden kötü olanınız, iyi olanınıza kurban olsun."

Ebu Süfyan b. Haris'le Abdullah b. Ebi Ümeyye, Müslüman olmak için yanma gelip kendisiyle görüşmek istediklerinde Rasûlullah, onlara izin vermemişti. Nihayet Ümmü Seleme, kardeşi Abdullah b. Ebi Ümeyye için tavasutta bulununca Rasûllullah (s.a.v.), onun Müslüman olmasına izin vermişti. Ebu Süfyan b. Haris bunu duyunca:"Vallahi eğer Rasûlullah, benim Müslüman olmama izin vermezse, ben de şu kü­çücük çocuğumun elim tutar, bununla birlikte bilinmeyen bir yerlere gi­der, kaybolurum." demişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şefkate gelerek onun İslâm'a girmesine izin vermişti. Hüneyn savaşında o, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında sebat etmiş ve katırının yularını tutup beklemişti. Rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), onu çok sevmiş ve onun cennetlik olduğuna şahadet etmiştir. Hatta kendisine: "Ham-za'nın halefi olmanı umarım." demişti. Vefatı zamanında Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir mersiye dizmişti:

"Uykum kaçtı, gecem geçmez oldu.

Musibetzedenin gecesi uzun olur.                            

Ağlamak beni mutlu etti. Çünkü az sayıda Müslüman musibete uğ­radı.

Bizim musibetimiz çok büyük oldu.

Rasûlün vefat ettiği günün akşamında vahyi ve Kur'ân nüzulünü kaybetik.

Daha önce Cebrail, sabah akşam vahy getirirdi."

Anlatıldığına göre Ebu Süfyan, hac etmiş. Sacını tıraş ettirirken berber onun başındaki bir beni kesmiş, bu yüzden hastalanmış ve Medi­ne'ye dönüşünden sonra vefat etmişti. Hz. Ömer, onun cenaze namazı­nın laldırmıştı. Anlatıldığına göre kardeşi Nevfel, onun vefatından dört ay önce vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [35]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/119.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/119-120.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/121.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/121-123.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/124-125.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/125-126.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/126-129.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/129-132.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/132-136.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/136-137.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/137.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/137-139.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/140-142.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/142-147.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/148-154.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/154.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/154.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/154-155.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/155.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/156.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/157.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/157-158.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/159-160.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/160-161.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/161.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/161.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/162.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/162-167.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/167-169.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/169-170.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/170.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/170-171.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/171.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/171-172.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/172-173.