Irak
Diyarındaki Masebezan’ın Fethi
Bizanslıların
Ebu Ubeydetî Humus'ta Kuşatmaları Ve Hz. Ömer'in Şam'a Gelişi
Amvas
Taunuyla İlgili Bazı Haberler
Halld
B. Velîd'în Kînnesrîndekî Görevinden De Azledilmesi
Ahvaz,
Menazîr Ve Nehri Tirîn'in Fethî
Tüster'in
Barış Yoluyla Îlk Fethi
Bahreyn
Taraflarındaki Fars Beldelerinde Yapılan Savaşlar
Tüsterin
İkinci Fethi Ve Hürmüzan'ın Esir Alınarak Hz. Ömer'e Gönderilmesi
Fadl
B. Abbas B. Abdülmuttallb
Hicri
Ondokuzuncu Senede Vefat Eden Şahsiyetler Übeyb. Ka'b
Hicretin
Yirminci Senesinde Vefat Eden Bazı Şahsiyetler Üseyd B. Hudayr
Üneys
B. Mersed B. Ebi Mersed El-Ganevî
Rasûlullah'ın
Müezzini Ve Ebu Bekir'in Azadlısı Bilal B. Ebi Rebah El-Habeşî
Celûla savaşı
tamamlandıktan sonra Hişam b. Utbe, Hz. Ömer'in emriyle orada ikamete devam
etti. Hz. Ömer, Sa'd'a gönderdiği mektubunda bunu emrediyordu. Ka'ka b. Amr da
yine aynı emir üzerine Hul-van'a gitti ki, burada bulunan Müslümanlara destek
olsun ve kaçan Kisra'yı da kovalasın. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi
Ka'ka, oraya gitti. Celûla'da savaşan düşmanların komutanı Mehran er-Razi'yi
yakalayıp öldürdü. Firuzan, kaçıp kurtuldu. Kisra'nın yanına vardığı zaman
Celûla'da meydana gelenleri, Farsların başına gelen felaketi ve onlardan 100
000 kişinin öldürüldüğünü haber verdi. O esnada Kisra da Hulvan'dan kaçıp Rey'e
gitti. Hulvan'da yerine naib olarak Hüsrev Şe-num adında bir komutanı bıraktı.
Ka'ka b. Amr, o komutanın üzerine gitti.Komutan onunla mübareze yaptı. Şehir
dışında yapılan mübareze neticesinde iki tarafta şiddetlice savaştılar. Sonra
Cenâb-ı Allah, Müslümanlara yardım edip Hulvan'm fethini nasip etti. Hüsrev
Şenum da yenilgiye uğradı.Ka'ka dönüp şehire girdi, şehri teslim aldı. Müslümanlar
da şehire girip bol miktarda ganimet ele geçirdiler ve çok sayıda kişiyi de
esir aldılar. Orada ikamete başladılar. Çevre yerlerde yaşayanları İslâm'a
davet ettikten ancak onlar bu daveti kabul etmedikten sonra cizye tarhettiler.
Sa'd'ın Medain'den kalkıp Kûfe'ye gidişine kadar Ka'ka orada kaldı. Sonra
kalkıp Kûfe'ye gitti. Nitekim bunu ileride inşa-allah açıkyacağız. [1]
Sa'd, Medain'i
fethettikten sonra Musulluların, Tikrit'te Antak adında bir kafirin çevresinde
topladıklarını haber aldı. Celûla'daki savaşın neticesini ve Farslılarm
Tikrit'te toplandıklarını, Musulluların neler yaptıklarını Hz. Ömer'e bir
mektupla bildirdi. Hz. Ömer'in, Celûla halkı ile ilgili olarak görüşlerini
bildirdiği mektubundan önceki sayfalarda bahsetmiştik. Hz. Ömer, bu defa
Tikrit'te Antak'ın emri altında toplanan Musul halkıyla ilgili görüşlerini
bildiren bir mektubu Sa'd'a gönderdi. Bu mektubunda onlara savaşmak için bir
ordu göndermesini, ordunun başına da Abdullah b. Mu'tem'i komutan yapmasını,
sağ kanada Haris b. Hassan ez Zühliy'yi, sol kanada Furat b. Hayyan
el-İclî'yi, öncü kuvvetlerin başına Rib'i b. el-Efkel el-Gazziy'yi, artçı
kuvvetlerin başına da Arfece b. Herseme'yi komutan yapmasını emretti. Abdullah
b. Mutem'i, 5000 kişilik ordusuyla Medain'den ayrılıp yola çıktı. Dört gün ve
dört gecelik bir yürüyüşten sonra Tikrit'e gelip komutan Antak'ın üzerine
vardı. Antak'ın emri altında Bizanslılardan, Şeharçelüerden, Hristiyan
Araplardan, îyadlılardan, Tağliblîlerden ve Nemrlilerden adamlar toplanmıştı.
Bunlar Tikrit'i savunmaya başlamışlardı. Abdullah b. Mutem ise şehri kırk
günlük bir kuşatma altına alarak bu süre içinde onlarla yirmidört kez çarpıştı.
Her çarpışma neticesinde mutlaka onları mağlub ediyor, topluluklarını yenilgiye
uğratıyor, yan taraflarını zayıflatıyordu. Bunun üzerine Bizanslılar, gemilere
binerek mallarını da yanlarına alarak oradan gitmeye karar verdiler. Abdullah
b. Mutem de orada bulunan bedevilere haber göndererek şehir halkına karşı kendisine
yardım etmeleri çağrısında bulundu. Haberciler, onların bu çağrıya olumlu
cevap verdikleri haberini getirdiler. Bunun üzerine Abdullah b. Mutem, onlara
şu ikinci haberi gönderdi:
"Eğer
söylediğiniz sözde doğruysamz, Allah'tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in
de Allah'ın Rasûlu olduğuna şahadet edin. Onun, Allah katından getirdiği ahkamı
kabul edin."
Giden haberciler,
onların Müslüman oldukları haberini getirdiler. Bunun üzerine Abdullah b.
Mutem, onlara bu defa şu haberi gönderdi:
"Eğer doğru
söylüyorsanız biz tekbir getirip geceleyin şehire hücum ettiğimizde
Bizanslılara karşı gemilerin kapılarını kapatın. Onların gemilere binmelerine
engel olun. Yakalayabil diklerinizi öldürün."
Bundan sonra Abdullah
ve arkadaşları işi sıkı tutup saldırıya geçtiler. Hep bir ağızdan tekbir
getirdiler. Şehire hücum ettiler. Öte taraftaki bedevilerde tekbir getirdiler.
Şehir halkı şaşkına döndü. Ve Dicle tarafındaki kapılardan çıkmaya başladılar.
Müslümanlar, İyadlı ,Nemir-li ve Tağliblilerden çok sayıda kişiyi öldürdüler.
Abdullah b. Mutem de arkadaşlarıyla birlikte diğer kapılardan şehire
girdiler.Halkı baştan sona öldürdüler.Ancak îyadh, Tağlibli ye Nemrli bedevilerden
Müslüman olanlar ölümden kurtuldular. Hz. Ömer mektubunda yazmıştı ki,
Müslümanlar Tikrit'e sahip olup düşmana galip oldukları zaman Rib'î b. Efkel'i,
Hısneyn diye bilmen Ninova ve Musul'a göndersinler. Rib'i, Hz. Ömer'in emri
üzerine yanma büyük bir müfrezeyi alarak Musul'a gitti. Bahadırlardan bir
topluluk ile Musullulardan bir grup ta onun beraberin dey diler. Musulluların
haberleri olmadan aniden oraya vardılar. Rib'i ve maiyetindeki müfrezeyi
görünce hemen barış çağrısına icabet ettiler. Rib'i, onları zımmi statüsüne
aldı. Onlar da boyun eğerek haraç ödediler. Sonra Rib'i ,Tikrit'ten elde
edilen ganimetleri askerlere taksim etti. Süvarilerin payı 3000 piyadelerin
payı ise 1000 dirhem oldu. Ganimetlerin beşte birini Furat b. Hayyan ile,
fetih müjdesini de Haris b. Hassan ile gönderdiler. Musul'da savaş komutasını
Rib'i b. Ef-kel üstlendi. Oradaki haracın toplanması işiyle de Arfece b.
Herseme görevlendirildi. [2]
Haşim b. Utbe, Celûla
savaşım tamamlayıp Medain'e döndüğü zaman Sa'd, Azin b. Hürmüzan'm
Farslılardan asker topladığını duydu. Bu durumu Hz. Ömer'e mektupla bildirip
fîkirini sordu. Hz. Ömer de gönderdiği cevabi mektubunda Azin b. Hürmüzan
üzerine bir ordu göndermesini, ordusunun başına da Dırar b. Hattab'ı komutan
yapmasını bildirdi. Bu emir üzerine Dırar, hazırlanan ordunun başında
Meda-in'den yola çıktı. Öncü birliklerin başında İbn Hüzeyl el-Esedî vardı.
Dı-rar'm oraya ulaşmasından Önce İbn Hüzeyl ulaşıp Azin'le karşılaştı. Farslı
askerlerin gücünü kırdı. Azin b. Hürmüzan'ı ve firavunlasmış arkadaşlarını
esir aldı. Emir verdi, huzurunda Azin b. Hürmüzan'm boynu vuruldu. Kaçan
Farslı askerleri takip ederek büyük bir şehir olan Masebezan'a ulaştı. Orayı
harple ele geçirdi. Masebezanhlar, dağ başlarına ve geçitlere kaçtılar. Onları
İslâm'a davet etti.Onlar da onun davetine icabet ettiler.Müslüman olmayanların
üzerine cizye tarhetti. Vali olarak orada ikamete başladı. Orada kalışı, Sa'd'm
Medain'den Kûfe'ye geçişine kadar devam etti. Nitekim bununla ilgili açıklama
ileride verilecektir. [3]
İbn Cerir ile
diğerleri dediler ki: Cezireliler, Ebu Ubeyde ve Halid'le savaşma hususunda
Humuslulara yardım etmişlerdi. Çünkü Herakli-yus, Kinnesrin'debulunuyordu.
Cezireliler, bundansonra Heyt şehrinde toplanmışlardı. Haşim,
Celûla'danMedain'edöndüğüzaman Sa'd,bu durumu Hz. Ömer'e bir mektubla bildirip
fikrini sordu. Hz. Ömer de ona yazdığı cevabi mektubunda Heyt üzerine birordu
gördermesini, ordunun başına Ömer b. Malik b. Utbeb. Nevfel b. Abdumenafı
komutan yapmasını emretti. Ömer b. Malik de beraberindeki Müslümanlarla
birlikte Heyt şehrine doğru yola çıktı. Şehre vardığı zaman halkın çevreye hendek
kazmış olduklarını gördü. Onları bir süre kuşatma altında tırt-tu.Ama birşey
elde edemedi, muzaffer olamadı. Kuşatmayı sürdürmesi içinyerine Haris b.
Yezid'i bırakarak bir grup arkadaşıyla birlikte oradan ayrılıp Karkisya'ya
gitti. Orayı kuvvet yoluyla ele geçirdi. Karkisya halkı da bunun üzerine İslâm
devletine cizye vermeye razı oldu. Ömer b. Malik, Heyt'teki kuşatma komutanına
şu mektubu yazdı: "Eğer barışa yanaşmazlarsa, hendeklerinin çevresine sen
de hendek kaz ve kendi tarafında kapılar yap. "Bu haberi alan Heytliler,
barışa razı oldular.
Hafiz ez-Zehebî dedi
ki: Hicretin onaltıncı senesinde Yermük savaşını tamamladıktan sonra Ebu
Ubeyde, Kinnesrin'e Amr b. As'ı gönderdi. O da Halepliler, Münbicliler ve
Antakyalılarla barış antlaşması yapti. Onların cizye ödemelerini karara
bağladı. Kinnesrin'e bağlı diğer beldeler ise kuvvet yoluyla fethedildiler.
Yine hicretin onaltmcı senesinde İyaz b. Ganem eliyle Suruç ve Urfa fethedildi.
îbn Kelbî'nin anlattığına göre yine bu senede öncü kuvvetlerinin başında Halid
b. Velid olmak üzere Ebu Ubeyde, ordusuyla birlikte Kudüs'ü kuşatma altına aldı.
Kudüslüler de Hz. Ömer'in gelmesi ve barışı bizzat onun kendisi ile yapma
şartıyla banşa talib oldular. Ebu Ubeyde de bu durumu Hz. Ömer'e bir mektupla
bildirdi. O da gelip Kudüslülerle barış antlaşması yaptı. Kudüs'te birkaç gün
kaldıktan sonra Medine'ye döndü.
Ben derim ki: Bu
hadise, hicretin onaltmcı senesinden önce vuku bulmuştur. Doğrusunu Allah
bilir.
Vakidî dedi ki: Hz.
Ömer, bu senede Rabaza'yı Müslümanların atları için koruluk haline getirdi. Bu
senede Ebu Mihcen es-Sakafi'yi Badi şehrine sürgün etti. Bu senede Abdullah b.
Ömer, Safiyye binti Ebi Ubeyd'le evlendi.
Ben derim ki:
Safiyye'nin babası Ebu Ubeyd, Cisr savaşında şehid edilen müfreze komutanıdır.
Yine Safiyye, daha sonraları Irak valiliği yapan Muhtar b. Ubeyd'in kız
kardeşidir. Safiyye, saliha bir kadındı. Kardeşi ise facir ve kafirdi.
Vakidi dedi ki:
Hicretin onaltmcı senesinde Hz. Ömer, insanlara haccettirdi. Medine'de yerine
naib olarak Zeyd b. Sabit'i bıraktı. Mekke'deki valisi Attab idi. Şam valisi
Ebu Ubeyde, Irak valisi Sa'd, Taif valisi Osman b. Ebu'l-As, Yemen valisi Yala
b. Ümeyye, Yemame ve Bahreyn valisi Alâ b. Hadremî, Umman valisi Huzeyfe b.
Mihsan,Basra valisi Muğire b. Şube, Musul valisi Rib'i b. Evfel ve Cezire
valisi de îyaz b. Ganem el-Eşarî idi.
Vakidi dedi ki: Hicri
onaltmcı senenin rebiyülevvel ayında Hz. Ömer tarih yazdı. Hicri tarihi ilk
yazan o oldu.
Ben derim ki: Bunun
sebebini de Hz. Ömer'in sireti adlı eserde anlattık. Şöyle ki: Bir adamın bir
başkasına yazdığı ve vadesi şaban ayı olan bir borç senedi Hz. Ömer'in eline
geçti. Senede bakınca vadenin şaban ayı olduğunu gördü ve şöyle sordu:
- Hangi şaban ayı? Bu
senenin mi, geçen senenin mi yoksa gelecek senenin mi şaban ayı?
Bundan sonra halkı
topladı ve şöyle dedi:
- İnsanlara öyle bir
tarih belirleyin ki, böylece borçlarının vadesini. bilsinler. Anlatıldığına
göre bazıları, Farslılarm hükümdarlarının tahta geçiş ve tahtan ayrılışları
göz önüne alınarak yaptıkları gibi bir tarih yapılmasını teklif ettiler. Buna
göre bir hükümdar vefat edince ondan sonra gelecek olan hükümdarın doğum tarihi
nazarı itibare alınacaktı. Bunu uygun görmediler. Bazıları da, "İskender
zamanından başlayan Rum tarihini kabul edelim." dediler. Bunu da uygun
görmediler. Bazıları Rasûlullah (s.a.v.)'m doğumunu, bazılarrysa bisetini
nazarı itibare alarak tarih konulmasını teklif ettiler. Hz. Ali ile başkaları,
Rasûlul-lah'm Mekke'den Medine'ye hicretinin esas alınmasını, bunun
Rasûlullah'm doğumuna ve bisetine göre daha açık ve net olacağını söylediler.
Hz.Ömer ile sahabeler, bunu uygun gördüler. Hz. Ömer, Rasûlullah'm hicretinden
itibaren başlayan bir tarih sistemi kurulmasını emretti ve yılbaşı olarak da
muharrem ayım belirledi. İmam Ma-lik'e göre hicri yılbaşı rebiyülevvel ayında
başlar. Çünkü bu ayda Rasûlullah Medine'ye gelmişti. Cumhur-u ulemaya göre ise
hicri yılbaşı muharrem ayı ile başlar. Ayların karışmaması için bu daha
sağlamdı. Çünkü muharrem ayı, Arabi ayların ilkidir.
Hicri onaltmcı senede
Rasûlullah'in oğlu İbrahim'in annesi Mariye vefat etti. Vakidî, İbn Cerir ve diğerlerinin
anlattıklarına göre Mariye, bu senenin muharrem ayında vefat etmiştir. Cenaze
namazını da Hz. Ömer kaldırmıştır. Hz. Ömer, onun cenaze namazını kılmaları
için halkı toplamıştı. Namazdan sonra Baki mezarlığına defnedildi. Allah ondan
razı olsun ve onu hoşnut kılsın. Bu kadının asıl adı Mariyetü'1-Kıbtıy-ye'dir.
Onu Rasûlullah (s.a.v.)'a İskenderiye valisi Cüreyc b. Müna hediye etmişti.
Ayrıca birçok hediye ve armağanları da Rasûlullah'a takdim etmiş, Rasûlullah da
kabul buyurmuştu. Mariye ile birlikte kız kardeşi Şirin de vardı. Rasûlullah
(s.a.v.), SirüVi Hassan b. Sabit'e hibe etmişti. Şirin, Hassan b. Sabit'e
Abdurrahman adında bir erkek çocuk doğurmuştu. Anlatıldığına göre Mukavkis,
Mariye ve Şirin ile birlikte iki cariye daha hediye etmiştir. Bu iki cariyenin
Mariye ile Sirin'in hizmetçileri olmaları muhtemeldur. Yine Mukavkis bunlarla
birlikte Me'bur adında buruk bir köleyi de Rasûlullah'a hediye etmişti.
Hediyeler arasında Düldül adlı doru bir katır da vardı. Bunlara ek olarak
İskenderiye imalatından ipekli bir elbise de Rasûlullah'a hediye edilmişti. Bu
hediyeler, hicretin sekizinci senesinde Rasûlullah (s.a.v.)'a gönderilmişti.
Mariye, Rasûlullah'tan hamile kalarak İbrahim'i doğurmuş, İbrahim yirmi ay
yaşamış ve babası Rasûlullah(s.a.v.)'m vefatından bir sene önce vefat etmişti.
Vefatından ötürü Rasûlullah (s.a.v.) üzülüp onun üzerine ağlamış ve şöyle
demişti:
"Göz yaşanyor,
kalp hüzünleniyor ve biz ancak Rabbimizin razı olacağı şeyi söylüyoruz. Ey
İbrahim, vefatın sebebiyle biz hüzünlenmekte-yiz." Bu hadiseyle ilgili
açıklama, hicretin onuncu senesi olayları cümlesinde verilmişti. Mariye,
saliha kadınlardan olup hayırlı ve güzel bir kadındı. Rasûlullah (s.a.v. )'m
yanında mutlu bir hayat sürmüş ve Rasûllah onu beğenmişti. Sureti güzel, huyu
güzel bir kadındı. Tatlıydı. Hz. İbrahim'in cariyesi Hacer'e benziyordu. Çünkü
ikisi de Mısır diyarından gelmişlerdi. Her birini bir Peygamber nikahına
almıştı. Allah'ın salatü selamları üzerlerine olsun. [4]
Bu senenin muharrem
ayında Sa'd b. Ebi Vakkas, Medain'den ayrılıp Kûfe'ye gitti. Çünkü sahabeler,
Medain şehrinin havasını beğenmemişlerdi. Onlar bu havadan rahatsız olmuş,
renkleri değişmiş ve vücutları zayıflamıştı. Medain'de kara sinek ve toz
çoktu. Sa'd, bu hususta Hz.Ömer'e bir mektup yazıp fikrini sordu. Hz. Ömer de
ona:"Âraplara ancak develerine uygun gelen yerler de yaşamak
münasibtir." diye yazdı. Bunun üzerine Sa'd, Müslümanlar için münasib bir
ikamet mahalli araştırıp bulmak üzere Hüzeyfe ile Selman b. Ziyad'ı
görevlendirip yola çıkardı. Bunlar Küfe toprağına geldiler. Orası, çakılllı ve
kırmızı kumlu bir yerdi. Orayı beğendiler. Orada üç kilise ve de kamıştan
yapılma evler gördüler. Kiliselerden birinin adı Deyri Hareke binti Numan,
diğerinin adı Deyri Ümmü Amr, üçüncüsünün adı da Deyri Silsile idi. Huzeyfe
ile Selman inip orada namaz kıldılar. Her biri şöyle dua etti:
"Ey göklerin ve
göklerin altında gölgelenen şeylerin Rabbı! Ey yeryüzünün ve yeryüzünün
üzerinde bulunan şeylerin RabbıîEy rüzgarların ve rüzgarlar tarafından
savrulan şeylerin Rabbı! Ey yıldızların ve düşenlerinin Rabbı! Ey denizlerin ve
denizler tarafından sürüklenen şeylerin Rabbı! Ey şeytanların ve şeytanlar
tarafından saptırılan kimselerin Rabbı! Ey kulübelerin ve kulübeler içinde
saklananların Rabbı! Şu Kûfe'yi bizim için bereketli ve uğurlu kıl. Burayı
daimi bir menzil
yap."
Namaz kılıp dualarını
tamamladıktan sonra ikisi de durumu Sa'd'a bildiren bir mektup yazıp
gönderdiler. Sa'd da Kûfe'yi şehir haline getirmelerini emretti. Kendisi de
hicri onyedihci senenin muharrem ayında oraya gitti. Orada ilk bina olarak bir
mescit inşa ettiler. Sa'd, uzak mesafelere ok atan bir adama emir verdi. O
adam da mescidin dört bir yanına ok attı. Okların düştüğü yerlerde halkın
evler yapmalarına müsaade etti. Halk da oralarda evler inşa ettiler. Sa'd,
mescidin mihrabı karşısında hükümet konağı ve beytü'1-mal binasını inşa
ettirdi. Yaptıkları ilk binalar kamıştandı. Ancak bu binalar aynı senede
yandılar. Durumu Hz. Ömer'e bildirdiklerinde o, israfa kaçmamaları ve haddi
aşmamaları şartıyla kerpiçten binalar yapmalarını emretti. Sa'd, emir ve
kabilelere haber gönderdi. Yanma geldiler, onları Kûfe'ye yerleştirdi. Sa'd,
Ebu Hiyac'ı insanları Kûfe'ye yerleştirmek ve orayı imar etmek vazifesiyle görevlendirdi.
Ana cadde için yirmi üç ziralık yer bırakmalarım, sokaklar içinde yedi ziralık
yer bırakmalarını emretti.
Sa'd'm kendisi için de
çarşıya yakın bir yerde köşk yapıldı. İnsanların yüksek sesle konuşmaları
Sa'd'ı rahatsız etti. Kapısını kilitleyerek: "Sesinizi kısın." dedi.
Onun bu sözünü duyan Hz. Ömer, Muhammed b. Mesleme'yi oraya gönderdi.
Muhammed'e Kûfe'ye vardığı zaman çakmağını çakıp odunları tutuşturmasını ve
Sa'd'ın köşkünü yakmasını, sonra da hemen Medine'ye dönmesini emretti. Muhammed
b. Mesleme Kûfe'ye varır varmaz Hz. Ömer'in emrini- yerine getirdikten sonra
Sa'd'a da insanların yüzüne kapısını kilitlememesini, insanların içeriye
girmelerine engel olacak bir nöbetçiyi kapısına bırakmamasını emretti. Sa'd da
bu emre uydu. Muhammed b. Mesleme'ye biraz mal vermek istediyse de Muhammed,
onun vermek istediği malı kabul etmedi. Sonra Medine'ye döndü. Sa'd da bundan
sonra Kûfe'de üç buçuk sene valilik yaptı. Nihayet Hz.Ömer, onu bu görevinden
aldı. Ancak o, acizliğinden veya hainliğinden ötürü görevden alınmış değildi. [5]
Bizanslılardan bir
topluluk, Humus'ta Ebu Ubeyde'yi kuşatma altına almaya karar verdi.
Cezirelilerden ve oradaki ahaliden asker yardımı istediler. Ebu Ubeyde'nin
üzerine yürüdüler. Ebu Ubeyde de durumu Halid b. Velid'e bildirdi. Halid b.
Velid de Kinnesrin'den kalkıp Hu-mus'a gelmek üzere yola çıktı. Durumu Hz.
Ömer'e de bir mektupla bildirdi. Ebu Ubeyde, Bizanslılarla savaşmak veya Hz.
Ömer'in bu husustaki emri gelinceye kadar kaleye sığınıp beklemek hususunda
Müslümanlarla istişare yaptı. Hepsi de kaleye sığınıp emrin gelişini beklemesini
tavsiye ettiler. Yalnız Halid b. Velid, bu tavsiyelere karşı çıkıp Bizanslılarla
savaşmayı teklif etti. Ebu Ubeyde, Müslüman çoğunluğa uydu, kaleye sığınıp
beklemeye başladı. Bizanslılar da onu kuşatma altına aldılar.
Öte yandan Şam'a bağlı
bütün beldeler kendi dertleriyle meşgul oldukları için Ebu Ubeyde'ye yardıma
gelememişlerdi. Şayet kendi işlerini bırakıp Humus'a gelecek olsalardı, Şam
bölgesindeki düzen alt üst olacaktı. Hz. Ömer de Sa'd'a mektup göndererek Ka'ka
b. Amr komutasında bir birlik oluşturmasını ve mektubunu alır almaz bu birliği
Humus'ta kuşatma altında bulunan Ebu Ubeyde'ye yardıma göndermesini emretti.
Ayrıca Ebu Ubeyde'yi kuşatma altına alan Bizanslılara yardım eden Cezirdiler
üzerine de îyaz b. Ganem komutasında bir ordu göndermesini emretti. İki ordu
da aynı zamanda Kûfe'den çıkıp yola çıktılar. Ka'ka komutasındaki ordu 4000
kişiden müteşekkildi. Bunlar kuşatma altında bulunan Ebu Ubeyde'ye yardım için
Humus'a gidiyorlardı.
Hz. Ömer de bizzat Ebu
Ubeyde'ye yardım etmek için Medine'den yola çıktı. Cabiye'ye kadar geldi. Ser7
beldesine kadar geldiği de söylenmiştir. İbn İshak böyle demiştir. Akla yatkın
olan da budur. Doğrusunu Allah bilir. Humus'ta Bizanslılarla beraber bulunan
Cezirdiler, İslâm ordusunun kendi beldelerine gitmekte olduğu haberini alınca
Bizanslılardan ayrılıp beldelerine geri döndüler. Bizanslılar da Hz. Ömer'in
Ebu Ubeyde'ye yardıma gelmekte olduğunu duyunca gerçekten güçlerini ve
morallerini kaybettiler. Halid b. Velid, kaleden çıkıp Bizanslılarla savaşması
için Ebu Ubeyde'ye tavsiyede bulundp. Ebu Ubeyde de onun bu tavsiyesine uyup
kaleden çıktı. Düşmanla savaştı. Allah ona fetih nasip etti. Zafer verdi.
Bizanslılar, feci bir yenilgiye uğradılar.
Bu hadise, Hz. Ömer'in
oraya gelişinden ve takviye birliklelerin oraya ulaşmasından üç gece önce
olmuştu. Ebu Ubeyde de Cabiye'de bulunan Hz. Ömer'e fetih haberini gönderdi.
Takviye birlikler de kendilerine bu fetihten ve zaferden üç gece sonra
ulaşmışlardı. Bu durumu da Hz. Ömer'e bildiren Ebu Ubeyde, takviye birliklerini
de kendileriyle birlikte ganimetten pay sahibi kılıp kılmayacağım Hz. Ömer'e
sordu. Gelen cevapta bu takviye birliklerinin de ganimetten pay almaları emr
edilmekteydi. Çünkü düşman, takviye birliklerinden korktuğu için moralini
kaybetmiş ve geri çekilmişti. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, takviye birlikleri de
ganimetten pay sahibi kıldı. Hz. Ömer, şöyle demişti:"Allah, Kûfelilere
hayır mükafat versin. Onlar hem kendi sınırlarım koruyorlar, hem de diğer
şehirlerin ahalisine yardım ediyorlar." [6]
İbn Cerir dedi
ki:Hicretin onyedinci senesinde -Seyf b. Ömer'in ifadesine göre-Cezire bölgesi
fethedildi. İbn îshak dedi ki: Cezire bölgesi, hicretin ondokuzuncu senesinde
fethedilmiştir. Cezire'ye Ebu Musa el-Eş'arî ve Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas'la
birlikte îyaz b. Ganem gitmişti. Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas, genç biri olduğu
için komuta yetkisi yoktu. Beraberlerinde Osman b. Ebu'l-As da vardı. Bunlar
Urfa'ya indiler. Cizye Ödemeleri şartıyla Urfalılarla barış antlaşması
yaptılar. Harranlılar da aym şartlarla banş antlaşması yaptılar. Sanra Ebu Musa
el-Eş'arî, îyaz b. Ganem tarafından Nusaybin'e gönderildi. Ömer b. Sa'd'da da
Re'sü'l-Ayn'a gönderildi. îyaz b. Ganem'in kendisi ise Dara'ya gitti. Bu
beldeler fethedildi. Osman b. Ebu'l-As, îyaz b. Ganem tarafından Er-meniye'ye
gönderildi. Orada ufak çapta da olsa bir savaş yapıldı. Bu savaşta Savfan b.
Muattal es-Sülemî şehid edildi. Sonra Osman b. Ebu'l-As, cizye ödemeleri
şartıyla Ermeniye halkıyla barış antlaşması yaptı. Her ev halkı bir dinar
verecekti.
Seyf b. Ömer, bir
rivayetinde şöyle demiştir: Abdullah b. Abdullah b. Gassan yola çıkıp. Musul'a
geldi. Sonra da yoluna devam ederek Nusaybin'e ulaştı. Nusaybinliler,
Rakkalılarla yapılan barış antlaşmasındaki şartlar doğrultusunda onunla barış
antlaşması yaptılar. O da Hris-tiyanların reislerini Hz. Ömer'e gönderdi.
Cezire halkı Araplarmdan olan bu Hristiyan reisler, yanma vardıklarında Hz.
Ömer, onlara: —Cizye ödeyin, dedi. Onlar da şu karşılığı verdiler:
- Bizi güven
duyacağımız yerimize ulaştır. Allah'a yemin ederiz ki, eğer üzerimize cizye
tarhedecek olursan biz Bizans topraklarına gire-riz.Vallahi eğer bizden cizye
alacak olursan, Araplar arasında bizi rezil rüvay edersin.
- Siz kendi kendinizi
rezil rüsvay ettiniz! Ümmetinize muhalefet ettiniz. Allah'a yemin ederim ki,
küçülmüş ve alca im iş olarak cizye ödeyeceksiniz.Eğer Bizans topraklarına
kaçarsanız, sizin hakkınızda bir yazı yazar, sonra da sizi esir alırım.
- Bizden birşeyler al,
ama adını cizye koyma.
- Biz alacağımız şeye
cizye deriz.Ama siz ona ne ad verirseniz verin.
Bu konuşmalara şahid
olan Hz. Ali şöyle dedi:
- Sa'd, bunlardan
sadakayı kat kat alsa daha iyi olmaz mı? Hz. Ömer de:
- Olur, dedi. Hz.
Ali'nin bu tavsiyesini dinledi. Ve onlar hakkında ileri sürülen bu tavsiyeye
memnuniyetle razı oldu.
İbn Cerir dedi ki:
Hicretin onyedinci senesinde Hz. Ömer, Şam'a geldi. Muhammed b. İshak'm
kavline göre Ser1 beldesine ulaşmıştı. Seyf b. Ömer ise, Cabiye'ye ulaştığım
söylemiştir.
Ben derim ki: Meşhur
kavle göre Hz. Ömer, bu gelişinde Ser' beldesine ulaşmıştır. Ordu komutanları
Ebu Ubeyde,Yezid b. Ebi Süfyan ve Halid b. Velid, onu Ser' de karşılaşmışlardı.
Bunlar, Ser' beldesinden çıkmak üzereydiler. Şam'da veba salgını görüldüğü
haberini verdiler. Hz.Ömer de bu hususta Muhacir ve Ensâr'a danıştı. Onlar,
farklı görüşler ileri sürdüler. Kimisi:
- Sen bir iş için
geldin, geri dönme, dedi. Kimisi: —Rasûlullah'm önde gelen ashabıyla birlikte
bu veba salgınının bulunduğu yere gelmeni uygun görmüyoruz, dediler.
Anlatıldığına göre Hz.
Ömer de ertesi sabah halkın oradan geri dönmesini emretmişti. Ebu Ubeyde, ona:
- Allah'ın kaderinden
mi kaçıyorsun? diye sorunca Hz. Ömer, şu cevabı vermişti:
- Evet, Allah'ın bir
kaderinden başka bir kaderine kaçıyoruz. Sen iki yakalı bir vadiye insen, bir
yakası yeşillikli ve otlak olsa, diğer yakası da kurak olsa sen atını otlak
olan yerde otlatırsan Allah'ın kaderi ile otlatmış olursun. Kurak yerde
otlatırsan da Allah'ın kaderiyle otlatmış olursun. Öyle değü mi? Ey Ebu Ubeyde!
Keşke bu sözü senden başka biri söylemiş olsaydı."
İbn îshak, Sahih-i
Buharî'de yer alan bir rivayetinde şöyle demiştir: Abdurrahman b. Avf, bazı
işleriyle meşgul olduğu için o sırada ortada görünmüyordu. Gelince şöyle dedi:
Bu hususta benim yanımda bir bilgi vardır. Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
buyurduğunu işittim:
"Bir kavmin
toprağında veba olduğunu duyarsanız oraya gitmeyin. İçinde bulunduğunuz bir
diyarda veba görülürse ondan kaçmak için o diyardan çıkıp gitmeyin." Bu
hadis, kendisinin görüşüne uygun olduğu için Hz. Ömer Allah'a hamd etti ve
yanındakilerle birlikte geri döndü. İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd b. Malik b. Ebi
Vakkas, Hüzeyme b. Sabit ve Üsame b. Zeyd'in şöyle dediklerini rivayet
etmiştir:
Rasûlulllah (s.a.v.)
şöyle buyurdu:"Şu veba pisliktir. Azab kahntısı-dır. Sizden önceki bir
kavim bununla azaplandırıldı. Veba bir diyarda görülür de siz orada iseniz
ondan kaçmak için o diyardan çıkıp gitmeyin. Eğer bir diyarda veba görüldüğünü
duyarsanız oraya girmeyin."
Seyf b. Ömer dedi ki:
"Hicretin onyedinci senesinin muharrem ayında Şam'da veba görüldü. Sonra
bu hastalık ortadan kalktı." Seyf, bu vebanın Amvas taunu olduğuna inanmaktadır
ki, o taun sebebiyle Müslümanların önde gelen şahsiyetleri ve komutanları
ölmüşlerdi. Ama durum, onun iddia ettiği gibi değildir. Çünkü Amvas taunu
inşaallah ileride de açıklayacağımız gibi -bir sene sonra, yani hicretin
onsekizinci senesinde ortaya çıkmıştı.
Seyf b. Ömer'in
anlattığına göre emirü'l-mü'minin Ömer, beldeleri dolaşmak, komutanları ve
tercih ettikleri hayırlı işleri kontrol etmek amacıyla Medine'den çıkıp
dolaşmaya karar verdi. Ancak sahabeler, ona karşı çeşitli görüşler ileri sürdüler.
Kimi önce Irak'a gitmesini, kimi de Şam'a gitmesini söyledi.Hz. Ömer de, Amvas
taunu yüzünden vefat eden Müslümanların miraslarını taksim etmek amacıyla Önce
Şam'a gitmeye karar verdi. Çünkü ölen Müslümanların miraslarını taksim etmek,
Şam'da problem haline gelmişti. Bunun için Şam'a gitmeye karar verdi. Bu da
gösteriyor ki Hz. Ömer, Amvas taunundan yani bu hastalığın görüldüğü hicri
onsekizinci seneden sonra Şam'a gitmiştir. Demek ki bu gidişi, Ser' beldesine
gidişinden başka bir gidiştir.Doğrusunu Allah bilir.
Seyf b. Ömer, Hz.
Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:"İnsanların Şam'daki mirası zayi
oldu. Önce oraya gidecek ve mirasları taksim edeceğim. Uygun gördüğüm sürece orda
kalacağım. Sonra dönüp b^aşka beldelerde dolaşacak ve emrimi oralara
yerleştireceğim."
Dediler ki: Hz. Ömer,
hicri onaltıncı senede iki defa, onyedinci senede de iki defa olmak üzere
toplam dört defa Şam'a gelmiştir. Ancak hicri
onyedinci senesindeki
iki seferinden birincisinde Şam'a girmemiştir. Bu da bizim Seyf ten
naklettiğimize göre Amvas tuanunun hicretin onyedinci senesinde görüldüğünü
zorunlu kılmaktadır. Ancak Muham-med b. îshak, Ebu Maşer ve başka birkaç
tarihçi bu hususta ona muhalefet ederek Amvas taununun hicri onsekizinci
senede görüldüğüne kail olmuşlardır. İnşaallah ilerde de detaylı olarak
anlatılacağı gibi bu hastalık yüzünden Ebu Ubeyde, Muaz, Yezid b. Ebu Süfyan
ve diğer önde gelen şahsiyetler vefat etmişlerdir. [7]
Bu hastalık sebebiyle
Ebu Ubeyde, Muaz, Yezid b. Ebu Süfyan ve diğer önde gelen sahabelerle başka
şahsiyetler vefat etmişlerdi.
Muhammed b. îshak,
Tank b. Şihab el-Becelf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Biz, Kûfe'de Ebu
Musa'nın yanına gitmiştik.Sohbet ederken şunları söyledi:"Acele etmenizde
bir sakınca yoktur. Çünkü bu evde bir kişiye hastalık isabet etmiş bulunuyor
veya bu kasabayı bırakıp kırlara çıkabilirsiniz. Geniş alanlara çıkıp
gidilebilir. Allah, orada bu vebayı kal-dırıncaya kadar gezinebilirsiniz. Ben
size hoş olmayan, sakınılması gereken şeyi haber vereceğim. Bir kişi eğer bu
kasabada kalması halinde öleceğini zannederse veya burada kalıpda bu hastalığa
yakalanan bir kimse buradan giderse yakala Tim ayacağını sanırsa işte bu güzel
birşey değildir. Eğer Müslüman böyle bir kanaata sahip olmayacaksa onun bu
kasabadan çıkmasında bir sakınca yoktur. Ben, Amvas taunu sırasında Şam'da Ebu
Ubeyde'yle birlikte bulunuyordum. Hastalığın etrafı sardığını Ömer duyunca Ebu
Ubeyde'yi oradan çıkarabilmek için ona şöyle bir mektup yazdı.:
"Sana selam
olsun. Şu anda sana ihtiyacım var. Bir konuda bizzat seninle karşılıklı olarak
konuşmak istiyorum. Bu sebeple mektubu aldığında elinden bırakmadan yola
çık." Fakat Ebu Ubeyde Hz.Ömer'in maksadını anlayarak ona şu cevabı
yazdı:"Ey mü'minlerin emiri!Senin bana niçin ihtiyacın olduğunu biliyorum.
Ben, Müslüman askerler ara-sındayım. Kendimi onlara tercih edemem. Ben, Allah
benimle onlar bakında emir ve hükmünü verip uygulayıncaya kadar onlardan
aynlmak istemiyorum.Sen beni yanına çağırmaktan vazgeç," Hz. Ömer, mektubu
okuyunca ağlamaya başladı. Çevresindekiler, kendisine:"Ey müzminlerin
emiri! Ebu Ubeyde vefat mı etti yoksa?" diye sorunca Hz. Ömer:
"Hayır, ama vefat etmiş sayılır." diye cevap verdi. Hz. Ömer, Ebu
Ubeyde'ye Müslümanları alıp bu bölgeden uzaklaşmasını bildiren bir mektup
yazınca Ebu Ubeyde,Ebu Musa'yı çağırarak ona şöyle demişti: "Müslümanlar
için kalabilecekleri bir yer tesbit et."
Ebu Musa der ki:
"Ben yola çıkmak üzere evime gittiğimde eşimin hastalığa yakalandığını
gördüm. Ebu Ubeyde'ye dönüp kendisine: "Yemin ederim ki ailemin başına
bir iş geldi." deyince kendisi bana:"Yoksa eşin hastalığa mı
yakalandı?" diye sordu. Ben de ona: "Evet" diye karşılık
verdim. Bunun üzerine Ebu Ubeyde, kendi devesinin hazırlanmasını istedi ve
devesinin yanına gitti. Fakat ayağını üzengiye yerleştirir yerleştirmez o da
hastalığa yakalandı ve:"Allah'a yemin ederim ki, ben de bu hastalığa
yakalandım." dedi. Daha sonra Cabiye'de konaklayınca-ya kadar yoluna devam
etti.
Ebu Ubeyde Müslümanlar
arasında şöyle konuşmuştu:
- Ey insanlar! Bu
hastalık Rabbinizin rahmeti, Peygamberinizin duası ve sizden önceki salih
kimselerin ölüm sebebidir. Ebu Ubeyde, bu hastalıktan kendisinin payının da>
verilmesini Allah'tan dilemiştir. Daha sonra da kendisi bu hastalıktan vefat
etti. Öleceği sırada yerine Mu-az b. Cebel'i tayin etmişti. Muaz b. Cebel ondan
sonra kalkıp şu konuşmayı yaptı:
- Ey insanlar! bu
hastalık Rabbinizin rahmeti, peygamberinizin duası ye sizden önceki salih
kimselerin de Ölüm sebebidir. Ben, Muaz ailesinin bu hastalıktan paylarının
verilmesini Allah'tan dilerim.Daha sonra Muaz'm oğlu Abdurrahman bu hastalığa
yakalanarak öldü. Arkasından ayağa kalkarak bu hastalıktan kendisine de pay verilmesini
diledi. Avucunda vebanın izleri görülmeye başlandı. Kendisi avucunu öptü sonra
da şöyle dedi: "Sendeki bu hastalığa karşılık dünyadaki hiç birşeyi tercih
edip kabul edemem." Muaz da vefat edeceği sırada yerine Amr b. As'ı tayin
etti. Amr b. As kalkıp halka şöyle bir nutuk irad etti:
- Ey insanlar! Doğrusu
bu hastalık, bir kimsenin içine düşerse ateş gibi alevlenir. Siz dağlara
çıkarak kendinizi bu hastalıktan korumaya bakın.
Dinyeciler arasında
bulunan Ebu Vail el-Hüzelî de ona şöyle karşılık verdi:
- Yalan söylüyorsun.
Vallahi ben, Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber bulundum Ve sen benim şu eşeğimden
daha kötüsün.
Amr b. As, ona:
- Vallahi ben sana bu
sözün dolayısıyla cevap vermeyeceğim. Allah'a yemin ederim ki, biz dağlarda
ikamet edici değiliz, dedi. Sonra da dağa çıktı. insanlar da onunla birlikte
çıkıp dağıldılar. Allah, onlardan taunu giderdi. Ömer b. Hattab, Amr b. As'm bu
görüşünü haber alınca çirkin karşılamadı.
Ibn îshak der ki: Hz.
Ömer, Ebu Ubeyde ile Yezid b. Ebu Süfyan'ın vefat ettikleri haberini duyunca
Dımaşk ordularının üzerine Muavi-ye'yi komutan yaptı. Oranın haracının
toplanmasını da onun uhdesine verdi. Şurahbil b. Hasene'yi de Ürdün ordusunun
başına komutan yapıp oranın haracının toplanmasını da ona havale etti.
Seyf b. Ömer, üstadlarının
şöyle dediklerini rivayet etmiştir: Am-vas taunu İM kez görüldü. Daha önce
böyle bir hastalık görülmemişti ve uzun süre devam etti. İnsanlardan çoğu bu
hastalık yüzünden vefat etti. Hatta düşmanlar bunu fırsat bilerek islâm
diyarına saldırmaya niyetlendiler. Müslümanlar da bu sebeple korkuya
kapıldılar.
Ben derim ki: işte bu
yüzden Hz.Ömer, bu hastalıktan sonra Şam'a gelip vefat edenlerin miraslarını
taksim etti. Çünkü bu mirasları taksim etme işi komutanlara zor gelmişti.
Onun, Şam'a gelişi sebebiyle halkın gönlü hoş olmuştu ve bu sebeple de
düşmanlar, islâm diyarına saldırma niyetinden vaz geçmişlerdi. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Seyf b. Ömer,
Hz.Ömer'in hicri onyedinci sene sonunda Amvas taunundan sonra Şam'a gelişini
anlattıktan sonra şöyle demiştir: "Hz. Ömer, hicri onyedinci senenin
zilhicce ayında Şam'dan Medine'ye dönmek istediği zaman kalkıp insanlara hutbe
irad etti. Hutbesinde Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
- Ben, başınıza
idareci olarak tayin edildim. Allah'ın sizin yönetiminizle ilgili olarak bana
verdiği görevleri inşallah yerine getirmişim-dir. Ganimetlerinizi, evlerinizi
ve gazvelerinizi aranızda yaydık. Yanımızda bulunan şeyi size ulaştırdık.
Sizin için ordular tertipledik. Yükselme yollarınızı hazırladık. Uğruna
savaştığınız Şam'ınızı ve ulaşabildiğiniz kadar ganimetlerinizi genişlettik.
Yiyeceklerinizi belirledik. Size maaş, erzak ve ganimet verilmesini
emrettik.Yapılması gereken birşeyi bileniniz varsa bunu bize bildirsin ki,
inşaallah o işi yapalım. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir." Hutbe
iradından sonra namaz vakti gelmişti. Cemaat ona:
- Ey mü'minlerin
emiri! Bilal'e emir versen de ezan okusa, dediler. O da Bilal'e emir verdi.
Bilal, kalkıp ezan okudu. Peygamber (s.a.v.)'ın zamanında Bilal'ın ezan
okuduğunu gören herkes sakallarını ıslatınca-ya kadar ağladı. Hz. Ömer,
onlardan daha çok ağladı. Peygamberin zamanına yetişmiş olmayanlar da
sahabelerin ağladıklarından ve Rasûlullah'm hatırasını yad ettiklerinden ötürü
ağladılar.
Ibn Cerir, hicri onyedinci
senede Hz. Ömer'in, hamama gidip vücuduna beyaz çiçek sürdükten sonra şarapla
yoğurulmuş aspur sürünen Halid b. Velid'e kmayıcı bir mektup gönderdiğini ve
mektubunda şunları yazdığını rivayet etmiştir: "Allah, şarabın gizlisini
de açığını da haram kılmıştır. Bu sebeple onu vücudunuza sürmeyin.Elinizi ona
değdir-meyin. Çünkü o necistir. Eğer bunu yapmışsanız bir daha yapmayın."
Halid de Hz. Ömer'e şu cevabi mektubu yazıp gönderdi: "Biz, şarabı öldürdük.
O yıkayıcı bir su haline geldi. Şaraptan başka birşey oldu." Hz. Ömer de
ona şöyle bir mektup gönderdi:
"Öyle sanıyorum
ki, Muğire ailesi cefa ile mübtela olmuştur. Allah, sizi cefa üzerine
öldürmesin." Bunun üzerine Halid, bu şekilde hamama gidip sözü edilen
bitkileri vücuduna sürmeye son verdi.
Seyf b. Ömer dedi ki:
Hicri onyedinci senede Basralılara da taun isabet etti.Bu yüzden çok sayıda
insan öldü. Allah onlara rahmet etsin ve hepsinden razı olsun. Dediler ki:
Haris b. Hişam, aile efradından yetmiş kişiyle Şam'a geldi ve onlardan ancak
dört kişi geri dönebildi. Muhacir b. Halid, bu olayla ilgili olarak şöyle bir
şiir söylemiştir:
"Şam'a inip
yerleşen orada kalır.
Şam, eğer bizi yok
etmezse bile sıkıntıya düşürür.-
Beni Rayta
kabilesinden bıyığı kırkılmamış yirmi kahraman genç yok oldu.
Onların amcazadelerinden
de bir o kadarı yok oldu.
Şaşan kimse, işte
böyle bir duruma şaşar.
Darbe ve hastalık
onların ölümü oldu.
Katip, bizim için
kadere bunu yazdı." [8]
Ibn Cerir dedi ki:
Hicretin onyedinci senesinde Haîid b. Velid ile lyaz b. Ganem, Bizanslıların
üzerine gidip saldırıda bulundular. Onlardan pek çok ganimet ele geçirdiler ve
çok sayıda da esir aldılar. Halid, Bizanslılarla yazın yaptığı savaştan birçok
ganimet elde ederek geri döndü, insanlar da gidip ondan birşeyler istediler.
Yanma gidenlerden biri de Eş'as b. Kays'tı. Halid, ona 10 000 dirhem vermişti.
Hz. Ömer, onun bu yaptığından haberdar olunca Ebu Ubeyde'ye bir mektup göndermişti.
Mektubunda; Halid'i huzura celbetmesini, başındaki sarığı çözmesini, üzerindeki
bornozunu çıkarmasını, onu sarığıyla bağlamasını ve bu 10 000 dirhemi nereden
getirdiğini sormasını, eğer bu parayı kendi malından vermişse bunun akılsızca
bir tasarruf ve israf olduğunu bildirmesini, eğer düşmanla yazın yaptığı
savaştan elde ettiği ganimetten vermiş ise bunun bir hainlik olduğunu
söylemesini, sonra onu görevinden azletmesini emretmişti.
Ebu Ubeyde, Halid'i
çağırttı. Kendisi minbere çıktı. Halid'i de minberin karşısına ayakta
durdurdu. Hz. Ömer'in mektubunu getiren ulak ve Bilal ayağa kalktılar. Bilal,
Hz. Ömer'in mektupta yazdığı hususları ve emirleri yerine getirdi. Ebu Ubeyde,
susmuş konuşmuyordu. Bu emir yerine getirildikten sonra Ebu Ubeyde, minberden
indi. Gidip Ha-lid'den kendi isteği dışında meydana gelen bu hadiseden ötürü
özür diledi. Halid, onun bu özrünü kabul etti. Onun bunu kasıtlı olarak yapmadığını
anladı. Sonra Kinnesrin'e gitti. Oradaki ahaliye nutuk irad etti. Onlarla
vedalaştı. Sonra ailesiyle birlikte Humus'a gitti. Oradaki halka da nutuk irad
edip vedalaştı ve Medine'ye gitti. Halid, huzuruna vardığında Hz. Ömer, ona
şairin şu sözünü okudu: "Öyle şeyler yaptın ki, hiç kimse senin bu
yaptıklarını yapmamıştır. Kavimlerin yaptığını Allah yapar." Hz. Ömer, bu
bolluğun nereden geldiğini ve Eş'as b, Kays'a armağan olarak verdiği 10 000
dirhemi nereden bulduğunu sordu. Halid de ganimetlerden ve payına düşen maldan
bunu verdiğini ifade etti. Hz. Ömer de ona: "60 000 dirhemden fazlası
senin olsun."dedi. sonra Ha-lid'in mallarını ve eşyalarını takdir edip
değerlerini belirledi. 20 000 dirhemi alıp sonra da Halid'e şöyle
dedi:"Allah'a yemin ederim ki sen, benim yanımda çok kıymetlisin. Ben
seni çok severim. Bu günden sonra benim için hiçbirşey yapma."
Seyf b. Ömer, Adiy b.
Sehl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer,
şehirlere şu mektubu gönderdi: Ben kendisinden kızdığımdan veya bir hainlik
yaptığından ötürü Halid'i görevden almış değilim. Ancak insanlar onu
alabildiğine gözlerinde büyütüp fitneye düşmüşlerdi. Her şeyi yapanın o olduğunu
zannetmişlerdi. Ancak ben her işin başının Allah olduğunu bilmelerini istediğim
için onu görevden aldım." Hz. Ömer, yanına gelen Halid'e de mektubunda
yazdığı hususları anlatmıştı.
Vakidî dedi ki:
Hicretin onyedinci senesinin receb ayında Hz. Ömer umre yaptı. Mescid-i Haram'ı
onarıp bazı kısımlarının yenilenmesini emretti. Bu işle de Mahreme b. Nevfel,
Ezher b. Abdi Avf, Hüveytib b. Abdul-Uzza ve Said b. Yerbu'yu görevlendirdi.
Ayrıca Harem'in yerinin işaretlerinin yenilenmesini de emretmişti. Yoldan geçerken
su sahibi olan kimseler de Mekke ile Medine arasında konak yerleri yapmak konusunda
izin istemişler, oda bunlara izin vermekle beraber yolcuların gölge ve su
konusunda kendilerinden öncelikle hak sahibi olmalarını şart koşmuştu.Yine bu
yıl içersinde Hz. Ömer, Ali b. Ebi Talib'in kızı Ümmü Külsüm ile evlenmişti.
Ümmü Külsüm, Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızı olan Fatıma'nm kızıdır. Ümmü Külsüm
ile Hz.Ömer zilkade ayında gerdeğe girdiler. Hz. Ömer'in sireti ve müsnedinde
onun bu evliliğini anlatmış ve Ümmü Külsüm'e 40 000 dirhem mehir verdiğini
söylemiştik. Hz. Ömer, Rasûlullah'm aşağıda nakledeceğimiz bir hadisinden
ötürü Ümmü Külsümle evlenmiştir. Hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Kıyamet gününde
bütün sebep ve nesepler kesilir. Yalnız benim sebep ve nesebim kesilmez."
Vakidf nin anlattığına
göre hicretin onyedinci senesinde Hz. Ömer, Ebu Musa el-Eşarf yi Basra'ya vali
tayin etmişti. Ve ona Muğire b. Şu-be'yi kendisine göndermesi için emir
vermişti. Muğire b. Şube aleyhinde Ebu Bekre, Şibl b. Mabed el-Becelî, Nafi b.
Ubeyd ile Ziyad şahidlik yapmışlardı. Muğire'nin görevden almış sebebi
şuydu:Ümmü Cemil binti Efkam adında Beni Amir b. Sa'saa kabilesinden bir kadın
dul kalmıştı. Bu kadın, komutanların ve eşrafin kadınlarının yanma girip çıkardı.
Basra valisi Muğire'nin evi Ebu Bekre'nin evinin karşısındaydı, îki evin
arasında yol vardı. Ebu Bekre'nin evinde Muğire'nin evine bakan bir pencere
vardı. Muğire ile Ebu Bekre arasında düşmanlık vardı, Ebu Bekre evinde birkaç
arkadaşıyla oturup sohbet etmekte iken rüzgar pencereyi açtı. Ebu Bekre kalkıp
pencereyi kapatmak istediği zaman Muğire'nin penceresinin açık olduğunu, onun
bir kadının göğsü üzerinde ve ayakları arasında olup cinsel ilişkide
bulunduğunu gördü. Arkadaşlarına:
- Gelin, valinizin
Ümmü Cemil adındaki kadınla zina yapmakta olduğunu görün! dedi. Arkadaşları da
kalkıp pencereden baktıklarında vali Muğire'nin o kadınla cinsel ilişkide
bulunduğunu gördüler ve Ebu Bekre'ye:
- Bu kadının Ümmü
Cemil olduğunu nereden biliyorsun? diye sordular. Çünkü Muğire ile altındaki
kadının başları öbür taraftaydı. Ebu Bekre, arkadaşlarına:
- Biraz durun, dedi.
Vali ile altındaki kadın cinsel ilişkilerini tamamladıktan sonra kadın ayağa
kalktı. Ebu Bekre, arkadaşlarına:
- işte bakın! Bu, Ümmü
Cemil'dir, dedi. Arkadaşları baktılar ve kadının Ümmü Cemil olduğu kanısına
vardılar. Muğire, gusledip evden çıktı ve cemaata namaz kıldırmak istediği
zaman Ebu Bekre onun mihraba geçmesine engel oldu. Durumu Hz. Ömer'e bir
mektupla bildirdiler. Hz. Ömer de Muğire'yi görevden azledip yerine Ebu Musa
el-Eşarfyi Basra'ya vali tayin etti. Muğire, Ebu Musa'nın postaya geldiğini
görünce:
- Allah'a yemin ederim
ki Ebu Musa, ne ticaret ne de ziyaret için gelmiştir. O, vali olarak gelmiştir,
dedi. Sonra Ebu Musa, toplantı halindeki Basralıların yanına vardı. Mugire'ye
de Hz. Ömer'in mektubunu teslim etti. Mektubta kısaca şunlar yazılıydı:
- Senin hakkında çok
önemli birşey duydum. Ebu Musa'yı vali olarak gönderdim. Elinde ne varsa ona
teslim et. Ve hemen yanıma gel." Hz. Ömer, ayrıca Basrahlara da şu mealde
bir mektup göndermişti:
- Ben, size Ebu
Musa'yı vali olarak gönderdim ki, zayıf olanınızın güçlü olanınızdaki hakkını
alıp sahibine teslim etsin. Sizin için ganimetler toplasın, sonra da bu
gamimetleri size paylaştırsın."
Muğire, Ebu Musa'ya
Taifli Akile ismindeki bir cariyeyi hediye etti. Ve:"Bunu gönül rızasıyla
sana verdim." dedi. Bu cariye uzun boylu idi.
Muğire ve aleyhindeki
şahitleri Ebu Bekre, Nafi b. Kelde, Ziyad b. Ümeyye ve Şibl b. Mabed el-Becelî
Medine'ye Hz. Ömer'in yanma vardılar. Muğire Hz. Ömer'e:
- Şu kullara bir
sorun. Beni nasıl gördüler? Benim yüzüm mü onlara dönüktü yoksa arkam mı? Kadım
nasıl gördüler ve nasıl tanıdılar? Eğer onlar beni önümden gördülerse ben hasıl
oldu da örtünmedim? Beni arkadan gördülerse kendi evimde ve hanımımın üzerinde
iken bana bakmayı kendileri için nasıl helal saydılar? Allah'a yemin ederim,
ben hanımımdan başkası ile cinsel ilişkide bulunmuş değilim, dedi.
Onun hanımı Ümmü Cemil
b. Efkam'a oldukça benziyordu. Hz. Ömer, önce Ebu Bekre'nin şahitliğine
başvurdu. Ebu Bekre, Muğire'nin aleyhinde şahadette bulunarak şöyle dedi:
- Ben, Muğire'yi Ümmü
Cemil'in ayakları arasında gördüm. Ve onunla cinsel temasta bulunuyordu.
Penisini onun tenasül organına sürme milinin sürmedanlığa girip çıkışı gibi
koyup çıkarıyordu.
Sonra Hz.Ömer, Ebu
Bekre'ye şöyle sordu:
- Sen Muğire ile o
kadını nasıl gördün?
- Arkadan gördüm.
- Peki o kadının başım
iyice görebildin mi ve nasıl gördün?
- Ayaklarımın üzerinde
yükselerek, boynumu da uzatarak gördüm.
Sonra Hz. Ömer, Şibl
b. Mabed'i çağırdı.O da aynı şekilde şahidlik
yaptı. Hz. Ömer, ona
sordu:
- Sen bu ikisini önden
mi gördün, yoksa arkadan mı gördün?
- Önden gördüm.
Nafi de, Ebu Bekre
gibi şahidlik etti. Ancak Ziyad, onlar gibi ifade
vermedi. İfadesinde
şöyle dedi:
- Muğire'yi bir
kadının bacakları arasında oturur vaziyette gör-düm.Kmalı iki ayak gördüm. Bu
ayaklar çırpmıyordu. Sonra iki çıplak kalça gördüm. Şiddetli bir soluma ve
hırıltı işittim.
- Penisin tenasül
organına milin sürmedanlığa girişi gibi girip çıktığını gördün mü?
- Hayır.
- Mugire'nin cinsel
ilişkide bulunduğu kadını iyi tanırmısm?
- Hayal meyal
hatırlayabiliyorum.
- Sen bir kenarda dur.
Rivayet olunduğuna
göre Hz. Ömer (r. a.), Ziyad'm bu şekilde ifade vermesi esnasında tekbir
getirdi.Sonra o üç şahidin yalancılık ve iftira cezasıyla cezalandırılmalarını
emretti. Bu emri verirken de şu ayeti o-
kudu:
'İşte bunlar şahid
getirmedikçe Allah katında yalancı olanlardır."(en-Nûr, 13.)
Bunun üzerine
Muğire'."Bunların bana yaptıklarına karşı sen de benim yüreğimi soğut ve
bunlardan intikamımı al." dediyse de Hz. Ömer, ona: "Sus, Allah seni
sustursun. Allah'a yemin ederim ki, eğer şahitlik tamamlanmış olsaydı seni
kendi taşlarınla recmederek taşlayaçaktım." diye payladı. [9]
îbn Cerir, ismi geçen
yerlerin hicri onyedinci senede fethedilmiş olduklarını söylemiştir. Ancak bu
yerlerin hicri onaltmcı senede fethedilmiş olduklarına dair başka bir rivayet
de vardır. Seyf b. Ömer tarikiyle, şeyhlerinin şöyle dedikleri rivayet
edilmiştir: Hürmüzan, yukarıda sözü edilen yerlere hükmediyordu. O, Kadisiye
savaşından kaçan Farsh-lardandı. Ebu Musa, Basra'dan, Utbe b. Gazvan da
Kûfe'den birer ordu hazırladılar ki, Hürmüzanla savaşsınlar. Neticede Cenâb-x
Allah, Müslümanları ona karşı muzaffer kıldı, onun hakimiyetindeki topraklardan
Dicle ile Düceyl arasındaki kısımları ele geçirdiler. Ondan diledikleri
miktarda ganimet elde ettiler. Ve askerlerinden de dilediklerini öldürdüler.
Sonra Hürmüzan, kendi hükmünde bulunan toprakların geri kalan kısımlarını
hakimiyeti altında bırakmaları için Müslüman komutanlarla barış antlaşması
yapma talebinde bulundu.Müslümanlar da bu hususta Utbe b. Gazvan'la müşavere
yaptılar. O da müşavere neticesinde Hürmüzan'la barış antlaşması yaptı.
Elde edilen
ganimetlerin beşte birini ve fetih müjdesini Hz. Ömer'e gönderdi. Hz. Ömer'e bu
ganimetleri ve fetih müjdesini aralarında Ah-nef b. Kays'm da bulunduğu bir
heyetle göndermişti. Hz. Ömer, Ahnefi beğenip takdir etmiş ve ikramda
bulunmuştu. Ayrıca Utbe b. Gazvan'la istişarede bulunmasını, görüşünden
yararlanmasını emretmişti. Bilahare Hürmüzan barış antlaşmasına riayet etmedi.
Antlaşmayı bozdu ve bir grup Kürtten yardım istedi. Ama nefsi onu aldatmıştı.
Şeytan, onun bu yaptıklarım kendisine güzel göstermişti. Fakat neticede Müslümanlar,
onun üzerine yürüdüler. Ona karşı muzaffer oldular. Çok sayıda askerlerini ve
adamlarını öldürdüler. Elindeki beldelerden Tüs-ter'e kadar olan kısımları ele
geçirdiler. Hürmüzan ise, kaçıp Tüster kalesine sığındı. Müslümanlar, bu
durumu Hz. Ömer'e bildirdiler. Sahabelerden Esved b. Seri bu hususta şöyle bir
şiir söyledi:
"Ömrüme yemin
olsun ki babamızın oğulları kaybetmediler. Aksine itaaat edenler arasında
koruyup muhafaza ettiler. Rablerine itaat ettiler.
Ama Rablerinin emrini
zayi edenler arasında bir kavim Rablerine isyan etti.
Onlar mecusilerdir.
Kitap onları küfürden ve kötülükten men etmedi.
Onlar da öyle bir
hücuma maruz kaldılar ki, başlarını içlerine çekmek durumunda kaldılar.
Hürmüzan, hızlı koşun
bir at üzerinde cepheden kaçtı ki onun atının ardı sıra başka atlar da kaçıp
gittiler.
istemeyerek köprü
savaşının sabahında bahar çiçekleri açıldığı bir esnada Ehvaz mıntıkasını
terkedip gitti.
Yine sahabelerden
Harkus b. Züheyr es-Sadî de bu fetihle ilgili olarak şöyle bir şiir
söylemişti:
"Her köşesinde
azık ve zahireler bulunan beldelere sahip olan Hür-müzan'ı yendik.
Oraların karaları ve
denizleri aynıdır, çünkü oraların her tarafı bakirdir.
O beldelerin sert ve
katı toprakları vardı.
İki tarafında devamlı
dolup taşan nehirler vardır." [10]
İbn Cerir, Tüster'in
hicretin onyedinci senesinde fethedildiğini söylemiştir. Hicretin onaltmcı
senesinde fethedildiğini söyleyenler olduğu gibi ondokuzuncu senesinde
fethedildiğini söyleyenler de vardır. Harkus b. Züheyr, Suk-u Ehvaz ı
fethettikten, sonra önünden kaçıp firar eden Hürmüzan'ı takib etmek üzere Cüz'
b. Muaviye'yi görevlendirdi. Çünkü Hz. Ömer'in bu konudaki emrini havi bir
mektubu vardı. Cüz de Hürmüzan'ı kovalayarak Ram-ı Hürmüz'e vardı. Hürmüzan,
kendi beldesindeki kaleye sığındı. Cüz, onu ele geçirmekten aciz
kaldı.Çevredeki arazileri ve beldeleri ele geçirdi. Oraların halkları üzerine
cizye tarhet-ti. Birçok yerleri mamur etti. Harap ve terkedilmiş arazilere
kanallar açtırarak su ulaştırdı. Oraları son derece mamur ve müreffeh bir hale
getirdi.
Öte yandan Hürmüzan,
Müslümanlarla komşu olma durumunda kaldığından beldelerinin kendisine dar
geldiğini gördü. Bunun üzerine Cüz b. Muaviye'den barış talebinde bulundu. O da
bu hususta Harkus'a ne yapılması gerektiğini içeren bir mektup gönderdi. Harkus
da Utbe b. Gazvan'a mektup yazdı. Utbe de bu husustaki fikrini öğrenmek ve direktifini
almak üzere Hz. Ömer'e bir mektup yazdı. Hz. Ömer'in, Ram-ı Hürmüz, Tüster,
Cünd-u Sabur ve Medain şehirlerinin verilmesi şartıyla barış antlaşması
yapılmasına dair emrini içeren mektubu geldi. Neticede Hz. Ömer'in emrine uygun
olarak barış antlaşması yapıldı. [11]
Hz. Ebu Bekir'in
halifeliği zamanında Bahreyn'de vali olarak Alâ b. Hadremî bulunuyordu. Hz.
Ömer, halifeliğe geçince Alâ'yı bu görevden aldı. Kudame b. Maz'un'u Bahreyn'e
vali olarak atadı.Daha sonra Alâ b. Hadremî'yi yemden oraya vali olarak atadı.
Alâ b. Hadremî, Sa'd b. Ebi Vakkas'la yarışıyordu. Sa'd'm Kadisiye'yi fethedip
Kisra'yı diyarından uzaklaştırdığı ve Irak Sevadına sınır olan yerleri
fethettiğinde elde ettiği ganimetler, Alâ b. Hadremfnin Bahreyn taraflarından
getirdiği ganimetten daha fazlaydı. Bu yüzden Alâ b. Hadremî, Sa'd b. Vakkas'm
Fars ülkesinde kazandığı zafer gibi bir zafer elde etmek istedi. Alâ, halkı
Farslara karşı savaşa çağırınca halk onun bu çağrısını kabul etmişti. Alâ,
onları birkaç ayrı bölük yapmıştı. Bunlardan birinin başına Carud b. Mualla'yı,
diğerinin başma.Suvar b. Hemman'ı, bir diğerinin başına da Hüleyd b. Münzir b.
Selva'yı komutan yapmıştı. Ayrıca Hüleyd'i de bütün orduların komutanı olarak
görevlendirmiş ve onları deniz yoluyla Hz. Ömer'in izni olmadan Fars ülkesine
götürmüştü. Hz. Ömer, bu durumdan memnun değildi. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) ile
Ebu Bekir, denizde savaşmayı yasaklamışlardı. Alâ'mn askerleri, Fars
bölgesinin Is-tahr denen yerinden karaya çıkmışlardı. Farslılar, onlarla
gemilerinin arasına girmişlerdi. Hüleyd b. Münzir kalkıp askerlere şöyle bir
nutuk irad etmişti:
- Ey insanlar! Şu
Farslılar böyle yaparak sizinle savaşmak istiyorlar. Zaten siz bunlarla
savaşmak için gelmişsiniz. Allah'tan yardım dileyin ve bunlarla savaşın. Çünkü
bu yerler ve gemiler, galib olanın eline geçecektir. Namaz kılıp sabrederek
yardım dileyin. Gerçekten namaz, huşu sahipleri dışında kalanlar için çok büyük
bir iştir."
Askerler, onun bu
çağrısına icabet ettiler. Öğle namazım kıldılar. Sonra düşmana hucüm edip Tavus
denen yerde şiddetlice savaştılar. Hüleyd ise, kendi askerlerine piyade olarak
çarpışmalarım emretti. Onlar da bineklerinden inip sabırlı bir şekilde
savaştılar. Sonra muzaffer olup Farslıları öldürdüler. Daha önce misli görülmemiş
bir şekilde çok sayıda asker öldürdüler. Sonra da Basra'ya gitmek üzere oradan
çıktılar. Gemileri batırıldığından denizden gitme imkanını bulamadılar.
Farslılar yollarını kapatarak karargah kurmuş ve kendilerini savunmaya
başlamışlardı.
Hz.Ömer, Alâ b.
Hadremî'nin bu yaptıklarım duyunca çok öfkelenmiş, ona haber göndererek
görevden almış ve tehdit etmişti. En ağır emri vererek şöyle
demişti:"Sa'd b. Ebi Vakkas'm yanına git, onun emri altına gir."
Bu emri alan Alâ, Sa'd
b. Ebi Vakkas'm yanma gidip emri altına girmişti. Öte yandan Hz. Ömer, Utbe b.
Gazvan'a şu mealde bir mektup göndermişti: "Alâ b. Hadremî askerleriyle
birlikte Farslıların üzerine gitmiş, bu hususta bana isyan etmiştir. Emrimi
dinlememiştir. Farslılar da onların yollarını kesmişlerdir. Öyle inanıyorum
ki, onun böyle yapmasını Allah da dilememişti. Şimdi onların muzaffer
olmamalarından, mağlub olmalarından ve ok yağmuruna tutulmalarından korkuyorum.
Askerlerini toplayarak onların yanına git ve tamamen kırılıp yok olmadan önce
onları kendi yanına al."
Utbe de beraberindeki
Müslümanlara bu hususta çağrıda bulundu ve Hz.Ömer'in kendisine bununla ilgili
olarak gönderdiği mektubu okudu. Bahadır komutanlardan teşekkül eden bir
topluluk onun bu emrine ve çağrışma uydu. Bu bahadır komutanlardan bazılarının
adlan şöyledir: Haşim b. Ebi Vakkas, Asım b. Amr, Arfece b. Herseme, Hüzeyfe
b. Mihsan ve Ahnef b. Kays. Bunların Önderliğinde 12 000 kişilik bir ordu
teşekkül etti. Ordunun başkomutanı da Ebu Sebre b. Ebi Ruhm idi. Bunlar,
atlardan daha süratli giden katırlara binerek yola çıktılar. Deniz kıyısından
gittiler. Alâ'mn komutasındaki Müslümanlarla Farsh-lar arasında cereyan eden
savaşın mevkiine yani Tavus'a varıncaya kadar kimseyle karşılaşmadılar. Oraya
vardıklarında Hüleyd b. Münzir ile beraberindeki Müslümanların düşman
tarafından çembere alındıklarını gördüler. Düşmanlar her taraftan onlara
saldırmaktaydılar. Savaşmaktan başka çare kalmamıştı. Müslümanların çok
ihtiyaç duydukları bir zamanda bu takviye birlik kendilerine ulaşmıştı. Bunlar
hemen müşriklerle çarpışmaya başladılar. Ebu Sebre, müşriklerden çok sayıda
adam öldürdü. Onları âdeta kırıp geçirdi. Çok miktarda ganimet elde etti.
Hüleyd'i ve beraberindeki Müslümanları müşriklerin elinden kurtardı. Böylece
Müslümanlar ve İslâmiyet güçlendi. Şirk alçaltıldı. Allah'a hamd ve mimet
olsun. Daha sonra Müslümanlar, Basra'da bulunan Utbe b. Gazvan'm yanma
döndüler.
Utbe, o tarafların
fethini tamamladıktan sonra hacca gitmek için Hz.Ömer'den izin istedi. Hz.Ömer
izin verince hacca gitti. Basra'da yerine Ebu Sebre b. Ebi Rühm'u halef
bıraktı. Hac mevsiminde Hz. Ömer'le buluştu. Kendisini görevden affetmesini
istedi ancak Hz. Ömer, onun bu isteğini yerine getirmedi. Ve görevinin başına
dönmesi için ona yemin verdi. Utbe, Aziz ve Celil olan Allah'a dua etti. Hac
dönüşünde Batn-ı Nahle denen yerde vefat etti. Hz.Ömer, onun vefatına üzüldü
ve onu hayırla yad edip övdü. Yerine Basra'ya Muğire b. Şube'yi vali olarak
atadı. Muğire zamanın da herhangi bir hadise meydana gelmedi. Aslında o
görevde iken görev mahallinin selamet içinde obuası Allah tarafından ona nasip
edilmişti. Sonra Ebu Bekre'nin iddiasına göre bir kadınla cinsel ilişkide
bulunduğu sebebiyle şikayet edildi. Ve önceki sayfalarda anlattığımız olay
cereyan etti. Sonra Hz.Ömer, Muğire'yi görevden alıp Basra'ya Ebu Musa
el-Eş'arî'yi vali olarak tayin etti. Allah tümünden razı olsun. [12]
îbn Cerir dedi ki:
Seyf b. Ömer et-Temimfnin rivayetine göre bu hadise, hicretin onyedinci
senesinde vuku bulmuştur. Hadisenin vuku sebebi de şuydu: Yezdücürd, Farslılan
her zaman Müslümanlarla savaşa teşvik ediyor ve Arapların kendi beldelerini ele
geçirmelerinden, üzerlerine hücum etmelerinden ve kalelerinde iken üzerlerine
saldırmalarından dolayı da onları kınıyordu. Bu sebeple Ahvaz ve Fars halkına
mektuplar yazdı. Onlar da bunun üzerine harekete geçtiler. Müslümanlarla
savaşmaya söz verdiler. Basra'ya yöneleceklerine dair taahhütte bulundular. Bu
haber Hz.Omer'e ulaşınca Kûfe'de bulunan Sa'd'a şu mealde bir mektup gönderdi:
"Numan b.
Mukrin'le birlikte Ahvaz üzerine büyük bir ordu gönder ve elini çabuk tut. Bu
ordu, Hürmüzan'm karşısına geçsin."
Bu mektubunda Basra'ya
gönderilecek ordunun safları arasında önde gelen kahraman komutanların da
bulunmalarını emretmiş ve isimlerini şöyle sıralamıştı: Cerir b. Abdullah
el-Becelî, Cerir b. Abdullah el-Himyerî, Numan b. Mukrin ve Abdullah b.
Zu's-Sehmeyn.
Ayrıca Hz. Ömer,
Basra'da bulunan Ebu Musa'ya da bir mektup göndererek Ahvaz'a büyük bir ordu
göndermesini, ordunun başına Süheyl b. Adiy'yi komutan yapmasını, Süheyl'le
birlikte Bera b. Malik, Asım b. Amr, Meczee b. Sevr, Ksüb b. Sevr, Arfece b.
Herseme, Hüzeyfe b. Mihsan, Abdurrahman b. Sehl ve Husayn b. Mabed'in de bulunmasını
emretti. Küfe ve Basra'da yönetimin Ebu Sebre b. Ebi Rubm'un elinde bulunmasını
ve kendisine gelecek takviye birliklere de onun komuta etmesini buyurdu.
Dediler ki: Numan b.
Mukrin, Küfe ordusuyla birlikte yola çıktı. Basralıları geçerek onları geride
bıraktı. Kendisi Hürmüzan'ın bulunduğu Ram Hürmüz'e ulaştı. Orada Hürmüzan
askerleriyle birlikte onun karşısına çıktı. Hürmüzan, daha Önce Müslümanlarla
yapmış olduğu barış antlaşmasının şartlarını çiğnemişti. Basralıların gelmesinden
önce kendisi Numan b. Mukrin ve askerlerini mağlup etme arzusuna kapıldı ve
Farslılarm kendisine yardıma geleceklerini ümid etti. Numan b. Mukrin,
Erbil'de onunla çatışmaya girdi. İki taraf şiddetlice savaştılar. Hürmüzan,
yenilgiye uğrayıp Tüster'e kaçtı. Ram Hürmüz'ü bıraktı. Numan, orayı teslim
aldı. Oradaki azıkları, silah ve teçhizatı ele geçirdi. Basralılar, Kûfelilerin
Hünnüzan'a yaptıklarını, onun Ram Hürmüz'den kaçıp Tüster'e sığındığını duyunca
oraya doğru yola çıktılar. Kûfeliler de onların arkasından gelerek onlarla
birlikte orayı kuşatma altına aldılar.
Basra ve Küfe
birliklerinin başındaki komutan Ebu Sebre idi. Bunlar, Hürmüzan'ın Tüster'de
çok sayıda asker yığdığını gördüler. Bu durumu Hz. Ömer'e mektupla bildirerek
kendilerine takviye birlikler göndermesi talebinde bulundular. Hz.Ömer de
bunun üzerine Ebu Musa'ya bir mektup göndererek Tüste^i kuşatan Ebu Sebre
komutasındaki orduya yardıma gitmesini emretti. Bunun üzerine Basra valisi
olan Ebu Musa harekete geçti ve takviye birlik olarak Tüster*deki ordunun yardımına
gitti. Ebu Sebre ise, Kûfelilerin ve Basralıların komutanı olarak görevine
devam etti. Onları aylarca kuşatma altında tuttu. İki taraftan da çok sayıda
adam öldürüldü. O gün Enes b. Malik'in kardeşi Bera b. Malik, mübarezede karsısına
çıkan lOO'den fazla kişiyi öldürdü. Ka*b b. Sevr, Meczee b. Sevr, Ebu Yemame ve
diğer Basralılar da böyle üstün kahramanlıklar gösterdiler. Kûfeliler de bu
şekilde üstün yararlılıklar gösterdiler. Habib b. Kurre, Rib'i b. Amir, Amir b.
Abdü'l-Esved gibi bahadırlar düşmandan 100'den fazla düellocuyu Öldürdüler. Bu
çarpışmalar günlerce devam etti. Nihayet çarpışmanın sonunda Müslümanlar,
davetine icabet edilen bir kişi olan Bera b. Malik'e:
- Ey Bera, Rabbine
yemin ver de bu düşmanı hezimete uğratsın, dediler. Bera da:
- Allah'ım, onları
karşımızda bozguna uğrat ve beni şehid düşür, diye dua etti. Müslümanlar
düşmanı hezimete uğrattılar. Nihayet onları hendeklerine girmek mecburiyetinde
bıraktılar. Üzerlerine hücum ettiler. Müşrikler şehre kaçıp kaleye sığındılar.
Beldeleri onlara dar gelmişti. Şehir halkından bir adam, Ebu Musa'dan eman
diledi. Ebu Musa, ona eman verdi. Gönderdiği mesajda, Müslümanlara şehire
nereden girebileceklerini ifade ediyordu. Bu yer, suyun şehire giriş yerindeki
geçitti. Komutanlar ve askerler, eman dileyen bu adamın talebini uygun
gördüler. Bazı bahadırlar ve yiğit askerler, bu çağrıya uyup suyun geçit yerine
geldiler. Ördekler gibi geceleyin sudan geçip şehre gidiler. Şehre ilk giren
Abdullah b. Mugaffel el-Müzenf ydi. İçeriye geçen bu Müslüman askerler kale
kapılarını açtılar. Müslümanlar, tekbir getirerek şehre girdiler. Şehre girme
işi fecrin doğuşundan güneşin yükselişine kadar tamamlanmıştı.
O gün sabah namazım
Buharf nin Enes b. Malik'ten rivayet ettiğine göre ancak güneşin doğuşundan
sonra kılabilmişlerdi. Bu hususta Enes şöyle demiştir:" Tüster fethinde
hazır bulundum, şehire giriş sabah namazı vaktinde oldu. İnsanlar fetih işiyle
meşgul olduklarından sabah namazını ancak güneşin doğuşundan sonra
kılabildiler. O namazı kılmak, kızıl tüylü davarlara sahip olmaktan çok daha
hoşuma giderdi."
Buharı, namazı savaş
mazereti sebebiyle ertelemenin caiz olduğu görüşüne kail olan Mekhul ve Evzafye
karşı bu delili ileri sürerek muhalefet etmiştir. Yine Buharî, bu görüşünü teyid
etmek amacıyla Hendek muharebesi esnasında Hz. Peygamber'in söylediği şu
hadisini de delili olarak iler sürmüştür:
"Bizi ikindi
namazını kılmaktan alıkoydular. Allah, onların mezarlarını ve evlerini ateşle
doldursun."
Buharı, bu görüşüne
üçüncü delil olarak Hz. Peygamberdin Beni Ku-rayza'ya giderken söylemiş olduğu
şu hadisini de ileri sürmüştür:
"Sizden her
biriniz ikindi namazını Beni Kurayza yurdunda kılsın." Peygamber
Efendimiz'in bu buyruğu üzerine sahabelerden bazısı, ikindi namazım güneşin
batışından sonraya ertelemişlerdi. Bu ertelemeliri sebebiyle de Peygamber
Efendimiz onları azarlamamış ti. Mekke fethinden bahsederken bu konuyu
açıklamıştık. Kısaca demek istediğimiz şudur ki, şehir fethedildiği zaman
Hürmüzan kaleye sığındı. Müslüman yiğitler ve bahadırlar, onu kovalayarak
kalenin belli bir yerinde sıkıştırdılar. Ya o ölecekti, ya da onu sıkıştıran
Müslümanlar öleceklerdi. Bu arada Hürmüzan, Bera b. Malik ile Meczee b. Sevifyi
Öldürdükten sonra Müslümanlara dedi ki:
- Okluğumda 100 ok
var. Her kim bana yaklaşırsa mutlaka ona bir ok atıp öldürürüm. Ve attığım her
ok mutlaka sizden bir adama isabet edecektir. Ben sizden 100 kişiyi öldürdükten
sonra beni esir alsanız bile size ne faydası olur?
- Ne istiyorsun?
- Bana eman verin,
size teslim olayım. Beni, Hattab oğlu Ömer'e gönderin. O, benim hakkımda hüküm
versin. Müslümanlar onun bu isteğini kabul ettiler. O da yayım ve okunu
bıraktı. Müslümanlar onu esir aldılar. Sıkıca bağlayıp Hz.Ömer'e gönderdiler.
Sonra da şehirdeki malları ve eşyaları teslim aldılar. Beşte birini Hz.Ömer'e
gönderdiler. Beşte dördünü de her süvariye 3000 dirhem, her piyadeye 1000
dirhem olmak üzere aralarında paylaştırdılar. [13]
Ebu Sebre, yanında Ebu
Musa el-Eşarî ve Numan b. Mukrin de olmak üzere ordusuyla yola çıktı.
Hürmüzan'ı da yanlarına almışlardı. Farshlardan hezimete uğrayanları kovalamaya
başladılar. Nihayet Sus şehrine vardılar. Orayı kuşatma altına aldılar. Ebu
Sebre, bu durumu Hz. Ömer'e mektupla bildirdi. Gelen cevabi mektupta Hz.Ömer,
Ebu Musa'nın Basra'ya dönmesini ve sahabelerden Zer b; Abdullah b. Küleyb
el-Akimf nin Cündü Sabura doğru harekete geçmesini emrediyordu. Sonra Ebu
Sebre, ganimetlerin beşte birini ve Hürmüzan'ı aralarında Enes b. Malik'le
Ahnef b. Kays'ın da bulunduğu bir heyetle Hz.Ömer'e yolladı. Bu heyet,
Hürmüzanla birlikte Medine'ye yaklaştığında onun altın işlemeli ipek
elbiselerini, yakutlarla süslenmiş tacını, altın ve her türlü ziynet eşyasını
Hz. Ömer ve Müslümanlar görsünler diye kendisine giydirmişlerdi. Heyet
Medine'ye girince Hz. Ömer'i yerinde aramış ama nerede olduğunu sorunca
onlara: Küfeden gelen bir heyetle görüşmek üzere mescide gitmiş, denilmesi
üzerine oraya gittiler. Hz. Ömer'i mescidde bornozu üzerine yaslanmış halde
uzanmış gördüler. Hz.Ömer, gelen heyeti karşılamak amacıyla bunu giyinmişti.
Heyet gittikten sonra onu yastık gibi yapıp uyumuştu. Elinde kamçısı olduğu
halde uykudayken yanına vardılar. Hürmüzan:
- Ömer nerede? diye
sorunca ona:
- İşte Ömer bu., diye
cevap verdiler. Bu sefer Hürmüzan:
- Peki, onun bekçileri
ve perdedarlan nerede? diye sorunca kendisine:
- Onun ne bekçileri,
ne perdedarlan, ne de katipleri vardır, dediler. Bu sefer Hürmüzan:
- O zaman bunun
peygamber olması gerekiyor, demiş. Yanındakiler de:
- Peygamber değil ama Peygamberler
gibi davranıyor, diye cevap vermişlerdi.
Hz. Ömer,
çevresindekilerin gürültüleriyle uyanmış, kalkıp oturmuş, daha sonra
Hürmüzan'a dikkatle bakınca: *
- Yoksa bu Hürmüzan
mı? diye sormuş, oradakiler de:
- Evet, diye cevap
vermişlerdi. Bu defa Hürmüzan'ı iyiden iyiye süzmüş, üzerindeki ziynet eşyasına
dikkatle bakmış, daha sonra da: "Cehennem ateşinden Allah'a sığınır ve
ondan yardım dilerim. Bunu ve benzerlerini İslâmiyet'le zelil kılan Allah'a
hamd olsun. Ey Müslümanlar topluluğu, şu dine sarılın ve Peygamberimizin
yolundan yürüyün, dünya sizi şımartmasın. Çünkü dünya çok gaddardır."
demişti.
Orada bulunanlar: . _
- Ey mü'minlerin
emiri, bu Ahvaz hükümdarıdır. Bununla konuş, dedilerse de Hz. Ömer:
- Hayır, üzerindeki
ziynetleri tamamen çıkarmadıkça kendisiyle konuşmayacağım, dedi. Bunun üzerine
Hz. Ömer'in emrini yerine getirdiler, üzerindeki zinetleri Hürmüzan'dan
çıkardılar ve ona kalın dokunmuş bir elbise giydirdiler. Hz.Ömer, ona sordu:
- Ey Hürmüzan! Sen
antlaşmayı bozmanın ve Allah'ın emirlerine karşı gelmenin sonunun ne olduğunu
gördün mü?
- Ey Ömer! Cahiliye
döneminde Allah bizleri başbaşa bırakmış, sonunda biz sizi yenmiştik, ama
şimdi siz bizi yendiniz.
- Peki peşpeşe
antlaşmanı bozarken neye dayanıyordun?
- Bunu sana anlatmadan
önce beni öldürmenden korkuyorum.
- Hayır, bundan
korkma, Hz.Ömer*in böyle cevap vermesi üzerine Hürmüzan su istedi. Kendisine
oldukça kaba ve kalın bir bardakla su getirilince Hürmüzan:
- Ben susuzluktan
ölecek olsam bile böyle bir kaptan şu içmem, dedi. Bu sefer onun
beğenebileceği bir bardakla kendisine su getirildi. Su getirilince Hürmüzan
şöyle dedi:
- Suyumu içerken
öldürülmekten korkuyorum. Hz.Ömer'de ona şöyle dedi:
- Hayır, bu suyu içip
bitirinceye kadar senin için korkulacak bir durum yok. Hürmüzan suyu alıp
dökünce Hz. Ömer:
- Ona bir daha su
getiriniz, susuzken onu öldürmeyiniz, diye emir vermiş, fakat Hürmüzan:
- Benim suya ihtiyacım
yok. Ben suyu bahane ederek eman almak istemiştim, diye cevap verince Hz. Ömer,
kendisine:
- Ben seni
Öldüreceğim! Hürmüzan da:
- Sen bana eman
vermiştin, demiş. Hz. Ömer:
- Sen yalan
söylüyorsun, deyince Enes b. Malik:
- Ey mü'minlerin
emiri! Doğru söylüyor, sen gerçekten ona eman verdin, demişti. Bunun üzerine
Hz. Ömer:
- Ey Enes, ben Meczee
b. Sevr ile Bera b. Malik'i Öldüren birine nasıl eman verebilirim? Allah'a
yemin ederim, ya bana bir çıkış yolu gösterirsin; yahut seni cezalandırırım,
deyince Enes ona şöyle dedi:
- Sen ona: "Bana
durumu anlatmcaya kadar korkacak bir durum yok ve bu suyu içinceye kadar da
senin için korkulacak birşey yok." dedin. Hz. Ömer yanında bulunanlarda
benzeri şeyleri söyleyince Hür-müzan'm üzerine giderek ona:
- Beni kandırdın,
Allah'a yemin ederim ki sen Müslüman olmayın-caya kadar bunu kabul etmiyorum,
demiş, o da Müslüman olmuştu. Bunun üzerine Hz.Ömer kendisine 2000 dirhem
tahsis etmiş ve Medine'ye yerleştirmişti.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hz. Ömer'le Hürmüzan arasında Muğire b. Şube tercümanlık
yapmıştı. Hz.Ömer, Muğire'ye:
- Nereli olduğunu
sorun, demiş. Hürmüzan da Mihrican'li olduğunu söylemişti. Hz.Ömer:
- Kendi hüccetini
söyle bakalım, deyince Hürmüzan:
- Diri sözümü, ölü
sözünü mü söyleyeyim? diye sormuş, Hz. Ömer de:
- Diri sözünü söyle,
deyince Hürmüzan:
- Sen bana eman vermiş
oldun, dedi. Hz. Ömer:
- Sen bana hile yaptın
ve Müslüman olmadığın takdirde bunu kabul etmeyeceğim, demişti. Bunun üzerine
Hürmüzan Müslüman olmuştu. Hz. Ömer, ona 2000 dirhem maaş tahsis etmişti.
Sonra Zeyd gelmiş, o da Hz. Ömerle Hürmüzan arasında tercümanlık yapmıştı.
Ben derim ki: Müslüman
olduktan sonra Hürmüzan islâmiyet'i güzelce yaşadı. Hz. Ömer'den ayrılmıyordu.
Nihayet Hz. Ömer öldürülmüş, bazı kimseler onun ve Cüfeyne'nin Ebu Lü'lü ile
işbirliği içinde olduğunu söyleyip onu suçlamışlardı. Bunun üzerine.
Ubeydullah b. Ömer, Hürmüzan ile Cüfeyne'yi öldürmüştü. Bununla ilgili
ayrıntılı açıklama ileride verilecektir. Bize ulaşan bir rivayete göre
Ubeydullah, kılıcını çekip Hürmüzan'ı öldüreceği zaman o, "Lâ ilahe
illallah" demişti. Ubeydullah, Cüfeyne'nin alnına da haç işareti
çizmişti.
Özetleyecek olursak
deriz ki: Hz. Ömer Müslümanların Acem illerinde yayılmalarını men ediyordu.
Çünkü Acemlerin onlara zarar vermelerinden korkuyordu. Nihayet Ahnef b. Kays,
ona Acem illerinde fetihleri genişletmelerinin menfaat gereği olduğunu ifade
etmiş ve hükümdar Yezdücürd'ün devamlı surette Acemleri Müslümanlarla savaşa
kışkırttığını, eğer Müslümanlar Acemlerin kökünü kazımazlarsa, Acemlerin
sürekli olarak İslâm'a ve Müslümanlara karşı savaşa arzulu olacaklarını
bildirmişti. Hz. Ömer, onun bu görüşünü uygun görmüş ve tasvib etmişti.
Müslümanların Acem illerinde fetihleri genişletmelerine izin verdi. Bu sebeple
Müslümanlar, birçok yeri daha fethettiler. Allah'a hamd olsun. İleride
açıklanacağı gibi Acem illerindeki fetihlerin çoğu, hicretin onsekizinci
senesinde gerçekleşti.
Tekrar Sus şehrinin ve
Cündü Sabur'la Nihavend'in fethi konusuna dönelim. Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Ebu Sebre, beraberindeki yüksek rütbeli komutanlarla birlikte
Tüster'den Sus'a giderek orayı kuşattı ve savaşa başladı. İki taraftan da çok
sayıda adam öldürdü. Sus şehrinin bilginleri, İslâm askerlerinin bulunduğu yere
doğru surlardan eğilip şöyle seslendiler:
- Ey Müslümanlar
topluluğu, şu beldeyi kuşatma işinde kendinizi boşa yormayın. Geçmişlerimizin
bize anlattıklarına göre burayı ancak ya Deccal yada aralarında Deccal'm
bulunduğu bir millet fethedecektir. Ebu Musa el-Eş'arf nin askerleri arasında
Safi b. Sayyad da bulunuyordu. Ebu Musa onu, Sus şehrini kuşatanlar arasında
göndermişti. Safi b. Sayyad, şehrin kapısına gelmiş, kapıyı ayağıyla
tekmeleyince zincirler kopmuş, kilitler kırılmış, böylece Müslümanlar şehire
girmiş ve orada buldukları düşmanları öldürmüşlerdi. Nihayet düşmanlar, eman
dileğinde bulundular ve barış çağrısı yaptılar. Müslümanlar, onların bu
çağrısına icabet ettiler. Sus şehrinin valisi Hürmüzan'm kardeşi Şehri-yar'dı.
Neticede Müslümanlar, Sus'u aldılar. Orası yeryüzünün en eski şehirlerindendi.
Hatta anlatıldığına göre orası yeryüzünde kurulan ilk şehirmiş, doğrusunu Allah
bilir.
îbn Cerir'in
anlattığına göre Müslümanlar, Sus şehrinde Danyal'm mezarını buldular. Ebu
Musa, oraya geldikten ve Ebu Sebre'nin de Cündü Sabur'a gitmesinden sonra bu
durumu bir mektupla Hz. Ömer'e bildirmiş; Hz. Ömer de yazdığı cevabi mektupta
Danyal'm mezarım insanlardan gizlemesini ve yerini belirsiz hale getirmesini
emretmiş, Ebu Musa da bu emri yerine getirmiştir. Biz bu hususu, "Hz.
Ömer'in Sireti" adlı eserde detaylı olarak anlatmışızdır. Allah'a hamd
olsun.
İbn Cerir dedi ki:
Bazıları dediler ki; Sus şehri ile Ram Hürmüz'ün fethi ve Hürmüzan'ın
Tüster'den Hz. Ömer'e gönderilmesi, hicretin yirminci senesinde olmuştur.
Doğrusunu Allah bilir.
Hz.Ömer, bir mektup
göndererek Numan b. Mukrin'in Nihavend'li-ler üzerine gitmesini emretmişti. O
da bu emir üzerine Nihavend'e doğru yola çıkmış, oraya varmadan önce yol
üzerinde büyük bir şehir olan Mah şehrine uğramış, orayı fethettikten sonra
Nihavend'e gidip orayı da fethetmişti. Allah'a hamd olsun.
Ben derim ki: îleride
de açıklanacağı gibi Nihavend şehri, hicretin yirmibirinci senesinde
fethedilmiştir. Bu, gerçekten büyük bir olay ve önemli bir fetihti. Zer b.
Abdullah el-Fekimî de Cündü Sabur şehrini fethetmiş, o beldeleri Müslümanlara
kazandırmıştı.
Şunu da belirtelim ki
Yezdücürd, şehirden şehire geçmekte iken nihayet gidip İsfahan'da ikamete
başladı. Önde gelen arkadaşlarından 300 kişiyi Siyah ismindeki bir adamın
emrine vermiş, onlar da Müslümanların önünden şehirden şehire kaçıp firar
ediyorlardu. Nihayet Müslümanlar, Tüster ve İstahr şehirlerini fethedince
Siyah, arkadaşlarına şöyle dedi: "Şunlar bahtsızlık ve zilletten sonra
eski hükümdarların mekanlarına sahip oldular. Karşılaştıkları her orduyu kırıp
geçtiler. Vallahi bu boşuna değildir." İslâmiyet ve İslâm'ın azameti,
Siyah'm kalbine girmişti. Bu konuşmasından sonra arkadaşları ona tabi olacaklarını
bildirdiler. Bu arada Ammar b. Yasir de onlara haber göndererek onları Allah'a
imana davet etti. Onlar da Ebu Musa el-Eş'arî'ye haber göndererek Müslüman olduklarını
bildirdiler. Ebu Musa da onların Müslüman olduklarım bir mektupla Hz. Ömer'e
bildirdi. Hz. Ömer, onlara 2000'er dirhem maaş bağlamasını emretti. Hatta
bunlardan altı kişiye 2500'er dirhem bağlanması emrini vermişti. Bunlar
İslâmiyet'i güzelce yaşadılar. Kavimleri olan Farslıları Müslümanların yenmesi
hususunda büyük yararlılıkları oldu. Öyle ki bir gün İranlılar, müstahkem bir
kalede kuşatma altına alınmış iken ve Müslümanlar, onların yanına giremezken
bunlardan biri, geceleyin kale kapısına gelmiş, elbisesini kana bulamış,
Farslılar onu görünce kendilerinden olduğu zarînına kapılmışlar, bu yüzden
içeri alıp korumak için kale kapısını ona açmışlar, o da kapıcının üzerine
saldırıp öldürmüş ve arkada duran diğer arkadaşları da hücuma geçerek o kaleyi
fethedip orada bulunan Mecusileri öldürmüşlerdi. Buna benzer daha birçok hayret
verici yararlılıkları görülmüştü. Allah, dilediği kulunu dosdoğru yola iletir.
İbn Cerir'in
anlattığına göre Hz. Ömer, Horasan ve Irak beldelerine İranlılarla savaşmak ve
Fars illerindeki fetihleri -Ahnef b. Kays'm tavsiyesi üzerine- genişletmek
amacıyla bayraklar ve sancaklar hazırladı.
Bu sebeple ileride de
açıklayacağımız ve dikkatlerinizi çekeceğimiz gibi hicretin onsekizinci
senesinde çok sayıda fetih gerçekleşti.
Hicretin onyedinci
senesinde mü'minlerin emiri Hattab oğlu Ömer, insanlara hacc ettirdi. Daha
sonra vilayetlere atadığı valilerin adlarını açıkladı. Bu valilerin adlarını
önceki sayfalarda açıklamıştık. Yalnız Muğire b. Şube, Basra'daM valilik
görevinden alınarak yerine Ebu Musa el-Eş'arî atanmıştı.
Ben derim ki: Hicretin
onyedinci senesinde bazı kimseler vefat ettiler. Bunların daha önce vefat
etmiş olduklarını söyleyenler de vardır. Bu vefat edenlerin adlarını
açıklamıştık. Bunların hicretin onyedinci senesinde değilde daha sonra vefat
etmiş olduklarını söyleyenler de olmuştur. Yeri gelince bunlardan
bahsedeceğiz. Doğrusunu Allah bilir. [14]
Bilginlerden büyük bir
kısmının da katıldığı meşhur görüşe göre Amvas taunu bu senede görülmüştür. Biz
ise Seyf b. Ömer'le îbn Ce-rir'in görüşlerine tabi olarak bu taunun, hicri
onyedinci senede görüldüğü kanaatindeyiz. Ancak bu senede taun sebebiyle vefat
eden şahsiyetlerin adlarını inşaallah ileriki sayfalarda nakledeceğiz.
îbn İshak ile Ebu
Maşer dediler ki: Bu senede Amvas taunu ve kıtlık görüldü. Bu iki sebepten
insanlar mahvoldular.
Ben derim ki: Bu
senede Hicaz diyarının her tarafında umumi bir kıtlık görüldü. İnsanlar açlığa
maruz kaldılar. Bununla ilgili geniş açıklamayı "Hz. Ömer'in Sireti"
adlı kitapta vermişizdir. Bu seneye "kül senesi" anlamına gelen
"Remade senesi" denilmiştir. Çünkü yağmurun azlığından ötürü
toprakların rengi değişmiş, âdeta küle dönmüşlerdi. Yine yağmurun azlığı
sebebiyle rüzgarlar toprakları kül gibi savurmaya başlamışlardı. Belki de bu
iki sebepten ötürü bu seneye "kül senesi" anlamına gelen "Remade
senesi" denilmiş olabilir. Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede Hicaz
diyarmdaki insanlar kıtlığa maruz kaldılar. Kabileler, Medine'ye akın akın
geldiler. Hiçbirinin yanında azık kalmamıştı. Bunlar, Hz. Ömer'e başvurdular.
Hz. Ömer de beytü'l-maldaki yiyecek ve malları onlara dağıttı. Beytü'l-malda da
birşey kalmadı. Hz. Ömer, İnsanlar kıtlıktan kurtuluncaya kadar yağ ve yağlı
şeyleri yememeye söz verdi. Bolluk zamanında süte ve yağa ekmek doğrayarak
yerdi. Kıtlık senesinde ise zeytinyağına ve sirkeye ekmek doğrayarak yemeye
başladı. Zeytinyağını rahatlıkla yeyip hazmederdi, ama bununla beraber
doymuyordu. Hz. Ömer'in rengi karardı, kilo kaybetti, öyleki zayıflıktan
dolayı hastalanmasından korkuldu. İnsanların bu hali dokuz ay devam etti. Sonra
yavaş yavaş bolluğa ve refaha kavuşuldu. İnsanlarda Medine'den ayrılıp
yerlerine döndüler.
Şafii dedi ki: Bana
ulaşan bir habere göre Araplardan bir adam, kabilelerin Medine'den ayrılıp
yerlerine dönüşleri esnasında Hz. Ömer'e şöyle demişti:
"Kıtlık, senin
üzerinden çekilip gitti. Çünkü sen hür bir kadının oğlusun." Yani
insanlara iyilikte bulundun, onlara insafla davrandın ve ihsanda bulundun.
Bize ulaşan bir
rivayete göre Hz. Ömer, kıtlık senesinde bir gece Medine'de şehri dolaşırken
hiç kimsenin gülmediğini ve insanların eskiden âdet haline getirdikleri gibi
sohbet etmediklerini ve dilenen hiçbir dilenciye rastlamadığını gördü. Bunun
sebebim sorduğunda kendisine şöyle dediler: "Ey mü'minlerin emiri!
Dilenciler dilendiler ama kendilerine birşey verilmeyince dilenmekten
vazgeçtiler. İnsanlar, keder ve sıkıntı içindedirler. Onun için sohbet edip
gülmüyorlar." Bunun üzerine Hz.Ömer, Basra valisi Ebu Musa'ya ve Mısır
valisi Amr b. As'a ayrı ayrı mektup yazarak Ümmet-i Muhammed'e yardım
etmelerini istedi. Bu valilerden her biri buğday ve diğer yiyecekleri taşıyan
büyük birer kafileyi Medine'ye gönderdiler. Amr b. As'm gönderdiği kafile deniz
yoluyla Cidde'ye vardı. Cidde'den Mekke'ye nitikal etti.
Ancak Amr b. As'm
Mısır valiliğinin kıtlık senesinde yani hicretin onsekizinci senesinde olması,
anlaşılması güç bir ifadedir. Çünkü Mısır, hicretin onsekizinci senesinde
henüz fethedilmemiş ti. Şu halde ya kıtlık senesi hicretin onsekizinci
senesinden sonradır veya Amr b. As'm Mısır valiliğinin kıtlık senesine
rastladığını söylemek yanlıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Seyf b. Ömer'in,
üstadlanndan naklen anlattığına göre Ebu Ubey-de, 4000 bineklik bir azık ve
gıda kervanı ile Medine'ye gelmiş, Hz. Ömer, bu gıda maddelerinin Medine
çevresindeki kabilelere dağıtılmasını emretmişti. Bu işi tamamladıktan sonra
Hz.Ömer, ona 4000 dirhem verilmesini emretmiş, ancak Ebu Ubeyde bu parayı
kabul etmek istememişti. Hz. Ömer ısrar edince kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı.
Seyf b.Ömer,
Abdurrahman b. KaT> b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kıtlık, hicri
onyedinci senenin sonu ile hicri onsekizinci senenin başında oldu.
Medinelilerle Medine çevresindeki insanlar açlığa maruz kaldılar. Bu yüzden
birçok insan öldü. Öyle ki vahşi hayvanlar, Medine'ye gelip insanlara
sığınıyorlardı. İnsanlar ve Hz. Ömer, bu durumda diğer şehirlerle ilişkileri
kesilmiş, âdeta mahsur bir halde iken Bilal b. Haris el-Müzenî gelip Hz.
Ömer'le görüşmek için izin istedi. Huzura kabul edilen Bilal b. Haris:
- Ben, Rasûlullah'm
sana gönderdiği bir elçiyim. Rasûlullah, sana diyor ki: "Ben seninle
sözleşmiş idim. Sen sözünde duran, ahitlerini yerine getiren bir
kişisin." dedi. Hz. Ömer, ona:
- Sen bu rüyayı ne zaman
gördün, diye sorunca adam: —Dün gece gördüm, diye cevap verdi. Bunun üzerine
Hz. Ömer, insanlara namaz için camide toplanmaları duyurusunu yaptırdı. Camide
toplananlara iki rekat namaz kıldırdıktan sonra kalkıp onlara şöyle dedi:
- Siz, benden hoşunuza
gitmeyecek birşey gördünüz mü?
Cemaat:
- Kesinlikle hayır.
Ancak neden böyle soruyorsun? diye karşılık verince Hz.Ömer, Bilal'ın rüyasını
anlattı. Cemaat da:
- Bilal doğru
söylüyor, Allah'tan yağmur yağdırmasını iste, sonra da Müslümanlardan yardım talebinde
bulun, dediler.
Hz. Ömer de şöyle
dedi:
- Allahu Ekber!
Belanın süresi doldu. Kıtlık üzerimizden kalktı. Bir kavimden talepte
bulunmalarına izin verilince mutlaka o eza ve bela üzerlerinden kalkar.
Bundan sonra Hz.Ömer,
valilere mektup yazarak Medine'ye ve çevresindeki insanlara yardım etmelerini
istedi. Bu mıntıkalarda yaşayan kimselerin açlıktan bitkin düştüklerini
bildirdi. İnsanları da yağmur duasında bulunmak için şehir dışına çıkardı.
Abbas b. Abdülmuttalib ile birlikte yaya olarak yağmur duasında bulunmak üzerer
şehir dışına çıktılar. Hz. Ömer, bir hutbe okudu. Hutbesini kısa kesti. Sonra
namaz kıldı.Namazım tamamlayınca diz üstü çöküp şöyle dua etti: "Allah'ım,
yalnızca sana ibadet ediyor ve yalnızca senden yardım diliyoruz. Allah'ım, bizi
bağışla, bize merhamet et ve bizden razı ol." Duadan sonra geri döndüler.
Medine evlerine ulaşmadan yağmur yağmaya başladı. Her taraf âdeta sular altında
kaldı.
Seyf b. Ömer, Asım b.
Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Bir seferinde Müzeyne
kabilesinden bir kadın eşine şöyle dedi:
- Helak olduk. Bize
hiç olmazsa bir koyun kesiver, deyince kocası Bilal, ona:
- Bu koyunlarda
yenecek birşey kalmadı ki, diye cevap verdiyse de hanımı ısrar edince o da
kalkıp koyunu kesmek zorunda kaldı. Derisinin altında sade ve kırmızı renkli
bir kemik görünce :
- Ah ya Muhammed! diye
seslendi. Gece olunca rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördü. Rasûlullah
(s.a.v.), onun yanına gelerek:
- Yağmurun yağacağını
sana müjdeliyorum. Ömer'in yanına git, benden ona selam söyle ve
kendisine:"Ben seninle sözleştim. Sen, sözünde duran ve ahitlerini yerine
getiren bir kişisin. Aklını başına al ey Ömer, de." dedi. Bunun üzerine
Bilal kalkıp Hz. Ömer'in bulunduğu eve gelerek kölesine:
- Rasûlullah
(s.a.v.)'ın elçisinin içeri girmesi için izin iste, diye söyledi. Köle, Hz.
Ömer'den izin alınca Bilal, Hz.Ömer'le görüşüp rüyasını anlatı. Bundan ürken
Hz.Ömer, dışarı çıkıp halkın toplanması için seslenilmesin! emretti. Mescide
gidip minbere çıktı ve şöyle dedi:
- Sizleri doğru yola
ileten Allah aşkına soruyorum. Sizler bende hoşunuza gitmeyecek birşey
gördünüz mü?
Cemaat:
- Kesinlikle hayır,
ancak neden böyle soruyorsun? diye karşılık verince Hz. Ömer, onlara Bilai'in
rüyasını anlattı. Herkes rüyanın ne demek olduğunu kavradığı halde Hz. Ömer
kavrayamamıştı. Kendisine:
- Peygamber senin
yağmur duasına çıkmakta geciktiğini söylemek istiyor. Bizi de alarak yağmur
duasına çık, dediler. Bunun üzerine Hz.Ömer,157
gerekli ilanı
yaptırarak Hz.Abbas'la birlikte yaya yürüyerek yağmur duasına çıktı. Hz.Ömer,
bir hutbe okudu ve çok özlü bir konuşma yaptı. Namaz kıldıktan sonra dizleri
üzerine kapanarak şöyle dua etti: "Allah'ım! Bize yardımcı olacak herkes
yardım etmekten acze düştü. Biz gücümüz ve imkanlarımızla birşey yapamaz hale
geldik, aciz kaldık. Sen olmayınca ne birşey yapabiliriz, ne de bir kudretimiz
söz konusudur. Allah'ım, sen bize yağmur ihsan et. Kullara ve ülkelere hayat
ver."
Hafiz Ebu Bekir
el-Beyhakî, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer,
zamanında Müslümanlar kıtlığa maruz kaldılar. Adamın biri, Peygamber
(s.a.v.)'m mezarının yanına gelip:
- Ya Rasûlallah!
Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan iste. Çünkü helak oldular,dedi.
Daha sonra Rasûlullah,
o adamın rüyasına girip şöyle dedi:
- Ömer'e git, ona
benden selam söyle ve kendilerine yağmur yağdırılacağım haber ver ve ona de
ki: "Ey Ömer, aklım basma al, aklını başına al"
Adam uykudan uyanınca
Hz.Ömer'e gidip rüyasını anlattı. Hz. Ömer de şöyle dedi: "Ya Rab, onlar
ancak benim aciz kaldığım şeyden döndüler."
Taberanî, Enes'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz.Ömer, AJ>bas b. Abdülmuttalib'le
birlikte yağmur duasına çıktı. Dua esnasmda şöyle dedi:
"Allah'ım,
peygamberimizin zamanında kıtlığa maruz kaldığımız zaman onu vesile ederek
senden yağmur istiyorduk. Şimdi de peygamberimizin amcasını sana vesile
edinerek yağmur istiyoruz."
Buharı, Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Müslümanlar kıtlığa maruz kaldıkları zaman
Hz. Ömer, Abbas b. Abdülmuttalib'i Allah'a vesile edinerek yağmur istiyor ve
şöyle diyordu: "Allah'ım, daha önce biz peygamberimizi sana vesile
edinerek senden yağmur istiyorduk, sen de bize yağmur yağdırıyordun. Şimdi de
peygamberimizin amcasını sana vesile ediniyoruz, bize yağmur yağdır." Bu
duadan sonra Cenâb-ı Allah, Müslümanlara yağmur yağdırdı;
Ebu Bekir b.
Ebu'd-Dünya, "Kitabü'l-Matar" ve "Davetine İcabet Edilenlerin
Kitabı" adh eserlerde Havvad b. Cübeyr'in şöyle dediğinj rivayet
etmiştir:
"Hz. Ömer, yağmur
duasına çıktı. Müslümanlara iki rekat namaz kıldırdıktan sonra şöyle dua etti:
"Allah'ım, senden
mağfiret diliyor ve yağmur yağdırmanı istiyoruz." Müslümanlar ve Hz.
Ömer, dua yerinden ayrılmadan yağmur yağdı. Öte yandan çöldeki bedeviler gelip
şöyle dediler:
- Ey mü'minlerin
emiri, bir ara falan saatte biz vadimizde iken üzerimizden bir bulut geçti.
Bulutun içinden şöyle bir sesin geldiğini duyduk. "Ey Ebu Hafs (Ömer),
sana yardım geldi. Ey Ebu Hafs, sana yardım geldi."
tbn Ebu'd-Dünya,
Şabi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ömer,
insanlar için yağmur duasına çıktı. Ama sadece istiğfarda bulundu. Sonra geri
döndü. Halk ona:
- Ey mü'minlerin
emiri, yağmur dileğinde bulunduğunu görmedik, deyince o şöyle cevap verdi:
- Yağmuru yüklenip
semadan yere indirecek şey ile yağmur talebinde bulundum. Böyle dedikten sonra
Hz.Ömer, yağmuru yere getirecek olan şeyin istiğfar olduğunu kastederek şu
ayetleri okudu:
"Rabbinizden
mağfiret dileyin ve O'na tevbe edin." (Hûd, 3.)
"Rabbinizden
bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur
indirsin."(Nüh, 10-12.)
İbn Cerir, Şabi'den
naklederek anlatıyor: Ebu Ubeyde'nin, aralarında Dırar ile Ebu Cendel b.
Şehrin de bulunduğu Müslümanlardan bir grup insanın içki içtiklerinden söz eden
mektubu Hz. Ömer'e bu yıl gelmişti. Ebu Ubeyde, mektubunda şöyle diyordu:
"Biz, bu adamlara
sorduğumuzda tevbe ettiler ve: "Bize seçim hakkı verildi, biz de seçimde
bulunduk." diye cevap verdiler (Yani içkiyi yasaklayan ayetin sonunda
Cenâb-ı Allah, Müslümanlara hitaben:"Artık bundan vazgeçersiniz değil mi?
diye sorarak güya onlara bir seçim hakkı vermiş ve onlar içki içmeye son
vermeyerek bu seçim hakkını kullandıklarını beyan etmişlerdi.). Daha sonra Ebu
Ubeyde:"Siz içki içmeye son vermeyecek misiniz?" diye sormuş, ama
içkinin yasakîığım kesin bir ifadeyle belirtmemişti. Hz. Ömer de Müslümanları
topladı. Onlar, bu içki içenlerin görüşleri hilafına icma ettiler. Ayet-i
kerimedeki: "Artık siz bundan vazgeçtiniz değil mi?" ifadesinin;
"Siz buna son verin." anlamına geldiğini ve içki içen bu kişilerin
seksen sopayla cezalandırılmasının gerektiği kararına varıp icma yaptılar.
Hatta ayeti bu şekilde tevil etmeyip içki içmeye devam eden kimselerin
öldürülmesi kararına vardılar.
Hz. Ömer de bu kararı
Ebu Ubeyde'ye bildiren bir mektup gönderdi ve mektubunda şu talimatı verdi:
"Onları çağır ve içkinin hükmünü onlara sor. Eğer helal olduğunu
söylerlerse onları öldür. Haram olduğunu söylerlerse -içki içtiklerinden ötürü-
onlara seksen değnek vurarak cezalandır."
Ebu Ubeyde, içki
içenleri çağırıp sordu. Onlar da içki içmenin haram olduğunu itiraf ettiler ve
yanlış tevilde bulunarak içki içmeye devam ettiklerine pişman oldular.
Kendilerine seksen değneklik içki içme haddi tatbik edildi. Ebu Ubeyde de bunu
bir mektupla Hz. Ömer'e bildirdi ve bu hususta Ebu Cendel'e mektup yazıp
durumu bildirmesini talep etti. Hz. Ömer de bu hususta Ebu Cendel'e şöyle bir
mektup yazıp gönderdi: "Ömer'den Ebu Cendel'e. Kuşkusuz Cenâb-ı Allah,
kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Ama bundan başka günahları dilediği
kimseye bağışlar. Tevbe et, başım kaldır. Ortaya çık, ümidini kesme, zira yüce
Allah, buyuruyor ki:
"De ki: Ey
kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden umudunuzu
kesmeyin. Doğrusu Allah, günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır,
merhametlidir." (ez-Zümer, 53.)
Hz.Ömer, halka şöyle
bir mektup gönderdi: "Kendi nefsinize bakın. Dinin hükümlerim değiştirmek
isteyenlere hep birlikte karşı koyun. Kimseyi ayıplamayın. Aksi takdirde
aranızda bela ve musibet yaygınlaşır."
Ebu Zehra el-Kuşeyrî
de bu konuda şöyle bir şiir söylemişti: "Görmez misin ki gelek
delikanlının ayağını kaydırıyor. Ölümü geri çevirmeye güç yetiremiyor.
Sabrettim. Sabırsızlık göstermedim. Kardeşlerim öldüğü halde. Ben hiç bir gün
içki bardağından ayrılacak değilim. Emirü'l mü'minin, içki bardağını yere
vurdu. İçkinin dostları ise salonların çevresinde ağlıyorlar."
Vakidî ile diğerleri
dediler ki: Hicretin onyedinci senesinin zilhicce ayında Hz.Ömer, Makam-ı
İbrahim'in yerini değiştirdi. Burası daha önce Ka*be'nin duvarına bitişik
vaziyette idi. Makam-ı İbrahim'in yanında namaz kılan kimseler, Ka'be'yi tavaf
edenler yüzünden namazlarını saşırmasmlar, diye Makam-ı İbrahim'i biraz geriye
doğru aldı. Allah'a hamd ve minnet olsun
Yine bu senede
Hz.Ömer, Şureyh'i Kûfe'ye, Ka'b b. Sur'u da Basra'ya kadı tayin etti. Yine bu
senede Hz.Ömer, insanlara hac ettirdi.
Rakka, Urfa ve Harran,
îyaz b. Ganem tarafından fethedildi, ayn ve el-Verde ise Ömer b. Sa'd b. Ebi
Vakkas tarafından fethedildi.
Şeyh Zehebî, tarihinde
şöyle der: Hicretin onyedinci senesinde Ebu Musa el-Eş'arî, Urfa ve Samsat'ı
zor kullanarak ele geçirdi. Bu sene başında Ebu Ubeyde, İyaz b. Ganem'i Cezire
taraflarına gönderdi. O da Ebu Musa ile karşılaştı, ikisi birlikte Harran ile
Husaybin'i ve Cezi-re'nin bazı yerlerini fethettiler. Kimi onların buraları zor
kullanarak fethettiklerini, kimi ise barış yoluyla fethettiklerini
söylemişlerdir. Yine bu senede îyaz b.Ganem, Musul'a giderek orayı ve
çevresini zor kullanarak fethetmiş tir. Bu senede Sa'd, Küfe camisim inşa
ettirdi.
Vakidî dedi ki: Hicretin
onyedinci senesinde Amvas taunu görüldü.
Bu hastalık yüzünden
25 000 kişi vefat etti.
Ben derim ki: Bu
hastalık, küçük bir belde olan Amvas'a nisbet edilir. Amvas, Kudüs ile Remle
arasında küçük bir şehirdir. Hastalık ilk olarak orada görüldüğü için Amvas
taunu denildi. Sonra hastalık Şam'da yayıldı. Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona
dönücüleriz.
Vakidî dedi ki: Amvas
taunu sebebiyle Şam'da 25 000 Müslüman vefat etti. Başkaları ise 30 000
Müslümanın vefat ettiğini söylemişlerdi. Burada bu Müslümanların önde gelen
şahsiyetlerinin adlarını sıralayacağız: [15]
Bu zat, Ebu Cehil'in
kardeşi olup Mekke fethi gününde Müslüman oldu. lider bir kimse oliıp İslâmiyet
döneminde de şerefliydi. Bir kavle göre hicretin onyedinci senesinde Şam'da
şehid oldu. Vefatından sonra Hz.Ömer, onun karısı Fatıma ile evlendi. [16]
Dört büyük komutandan
biridir. Filistin komutanıydı. Soy kütüğü şöyledir: Şurahbil b. Abdullah b.
Muta' b. Katan el-Kindî. Beni Zühre kabilesinin müttefikidir. Hasene, anasının
adıdır. Anasının adıyla tanındı, islâm'ın ilk zamanlarında Müslüman oldu.
Habeşistan'a hicret etti. Hz. Ebu Bekir, onu Şam'a gönderdi. Ordunun dörtte
birine komuta etti. Hz. Ömer zamanında da bu görevini sürdürdü. Hicretin
onsekizinci senesinde o, Ebu Ubeyde ve Ebu Malik el-Eş'arî aynı günde hastalanarak
vefat ettiler. Ibn Mace tarafından rivayet edilen iki hadisi vardır.
Hadislerden birisi, abdestle ilgilidir. Diğeri ise başka bir konuyla ilgilidir. [17]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: "Amir b. Abdullah b. Cerrah b. Hilal b. Uheyd b. Dabbe b. Haris
b. Fihr el-Kureşi. Ebu Ubeyde b.Cerrah el-Fihrî. Bu ümmetin emin ve güvenilir
adamıydı. Cennet le müjdelenen onsahabeden biridir. Aynı günde Müslüman olan
beş kişiden biridir. Kendisiyle beraber Osman b. Maz'un, Ubeyde b. Haris,
Abdurrahman b. Avf ve Ebu Seleme b. Abdi Esed aym günde Müslüman oldular, Hz.
Ebu Bekir vasıtasıyla, islâm'a girdiler. Hicret ettikleri zaman Rasûlullah
(s.a.v.), onu Sa'd b. Muaz'la kardeş yaptı. Başka bir rivayete göre ise
Muhammed b. Mesleme ile kardeş yapmıştır. Bu zat, Bedir gazvesine ve müteakip
gazvelere katıldı. Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında şöyle buyurdu:
"Doğrusu her
ümmetin emin bir kişisi vardır. Bu ümmetin emin kişisi ise Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır.
"Bu hadîs, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabittir. Yine Buharı ve
Müslimin sahihlerinde sabit olduğuna göre Hz. Ebu Bekir, Beni Saide
gölgeliğinde bey'at konusunu Ensâr'la görüşürken şöyle demiştir: "Ben
sizin için şu iki adamdan birine razı oldum. Bunlardan birine bey'at edin.
(Hz. Ebu Bekir böyle derken Hattab oğlu Ömer ile Ebu Ubeyde'yi
kasdetmişti.)" Hz. Ebu Bekir, onu Şam'daki ordunun dörtte birine komuta
etmekle görevlendirerek Şam'a göndermişti. Halid b. Velid'i, savaş ilmini
bildiğinden Irak'tan çağırarak Ebu Ubeyde'yle diğerlerine komutan yaptı.
Hz. Ömer halife olunca
Halid'i görevden aldı. Yerine Ebu Ubeyde b.Cerrah'ı atadı ve ona Halid'e
danışmasını emretti. Böylece Ebu Ubey-de'nin emanet ve güvenirliği ile Halid'in
şecaat ve kahramanlığı, islâm ümmeti yararına olarak bir araya gelmiş oldu. İbn
Asakir, Ebu Ubey-de'nin Şam'da emirü'l-ümera adını alan ilk kişi olduğunu
söylemiştir.
Ebu Ubeyde'nin uzun
boylu, nahif, elmacık kemikleri çıkık, yüzü etsiz, sakalı hafif, ön dişleri
kırık bir kimse olduğunu söylemişlerdi. Ön dişlerinin kırıklık sebebi şuydu:
Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanaklarına gömülen zırh halkalarını
çıkarırken onun acı duymasından korktuğu için o halkaları dişleriyle çekmek
mecburiyetinde kalmıştı. Bu sebeple dişleri düşmüştü. Ama bu dişlerinin
kırıklığından ötürü öyle bir güzel manzara meydana gelmişti ki, bu başkasında
görülemezdi. Amvas taunu senesinde vefat etti. Yani Amvas taunu hicretin onsekizinci
senesinde görülmüştür. Bu hastalık yüzünden o Fihl köyünde veya başka bir
rivayete göre ise Cabiye'de vefat etmiştir. Şam'da Akabe yakınlarında bu
asırlarda tanınıp şöhret bulan bir mezar görülmüştür ki Ebu Ubeyde'nin mezarı
olduğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir. Ebu Ubeyde vefat ettiği zaman ellisekiz
yaşındaydı. [18]
Yakışıklı, endamı
düzgün güzel bir üısandı.Veda haccında kurban .bayramının ilk günü Rasûlullah
(s.a.v.), onu bineğinin terkisine birdir-mişti. O zaman o, genç ve yakışıklı
bir adamdı. Şam fethinde hazır bulundu. Amvas taunu sebebiyle şehid oldu.
Muhammed b. Sa'd, Zübeyr b. Bekkar, Ebu Hatim ve Ibn Ruki bu görüştedirler ki
doğrusu da budur. Mercü's-Sifr savaşında şehid edildiğini söyleyenler de
vardır. Hicretin yirmisekizinci senesinde Yermük'te vefat ettiğini söyleyenler
de olmuştur. [19]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Muaz b. Gebel b. Amr b. Evs b. Abid b.Adiy b. Ka*b b. Amr b. Adiy b.
Ali b. Esed b. Saride b. Yezid b. Cüşem b. Hazrec el-Ensârî el- Hazrecî Ebu
Abdirrahman el-Medenî. Kadri yüce değerli bir sahabeydi.
Vakidî dedi ki: Muaz,
uzun boylu, saçı ve ağzı güzel, dişleri parlak bir adamdı. Çocuğu olmamıştı.
Başkalarının dediklerine göre onun, Ab-durrahman adında bir oğlu olmuştu.
Kendisiyle birlikte Yermük savaşma katılmıştı. Muaz, Akabe'de hazır bulundu.
İnsanlar hicret ettiği zaman Rasûlullah (s.a.v.), onunla Abdullah b. Mesud'u
kardeş kıldı.
Muhammed b. îshak'm
ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), onunla Cafer b. Ebi Talib'i kardeş
kılmıştır. Muaz, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katıldı.Peygamber
(s.a.v.) 'in zamanında Kur'ân'ı toplayan dört Hazreçliden biridir. Diğerleri
ise Übey b. Ka*b, Zeyd b. Sabit ve Ebu Zeyd Ömer b. Enes b. Malik'di.
Ebu Davud ile Neseî,
Muaz'dan rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle buyurmuştur: «Ey
Muaz! Allah'a yemin ederim M, seni seviyorum. Her namazdan sonra:
"Allah'ım! Seni anma, sana şükretme ve sana güzelce ibadet etme hususunda
bana yardım et." demeyi sakın ihmal etme.»
Ahmed Ibn Hanbel'in
"Müsned"i ile Neseî ve tbn Mace'nin sünenle-rinde Enes'ten rivayet
olunduğuna göre Muaz b. Cebel, sahabeler arasında helal ve haramı en iyi bilen
kimseydi. Rasûlullah (s.a.v.), onu Ye-men'e göndermiş, gönderirken de ona:
- Neyle hükmedeceksin?
diye sormuş, o da şu cevabı vermişti:
- Allah'ın kitabıyla.
Hz. Ebu Bekir de onu
Yemen'deki görevinde bırakmıştı. O, Yemende insanlara hayır ve iyiliği
Öğretiyordu. Sonra Şam'a göçtü. Ebu Ubey-de, Tauna yakalandığında onu yerine
halef kıldıktan sonra kendisi de bir sene sonra vefat edinceye kadar Şam'da
kaldı. Ömer b. Hattab onu Överek: "Doğrusu Muaz, âlimlerin önünde yüksek
bîr tepe üzerinde haş-redilecektir." derdi. Abdullah b. Mesud da:
"Biz Muaz'ı, İbrahim Halilul-lah'a benzetiyorduk." dedikten sonra
sözünü şöyle sürdürdü: "Doğrusu Muaz, Allah'a gönülden ibadet eden,
şirkten uzak bir kimse idi. Müşriklerden olmadı."
Muaz b. Cebel,
hicretin onsekizinci senesinde Şam'ın Gurinsan mıntıkasının doğusunda vefat
etti. Hicri ondokuzuncu senede vefat ettiğini söyleyenler olduğu gibi
onyedinci senede vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Meşhur kavle göre o,
vefat ederken otuz sekiz yaşındaymış. Başkaları ise daha başka bir yaşta vefat
ettiğini söylemiştir ki, doğrusunu Allah bilir. [20]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir. Yezid b. Ebu Süfyan Ebu Halid Sahr b. Harb b.Ümeye b. Abdi Şems b.
Abdi Menaf el-Kureşî el-Ümevî. Muavi-ye'nin kardeşiydi. Ondan daha yaşlı ve
daha faziletliydi. Ona Yezidü'l-Hayr denirdi. Mekke fethi senesinde Müslüman
oldu. Hüneyn gazvesine katıldı. Rasûlullah (s.a.v.), ona 100 deve ve kırk
okiye gümüş verdi. Hz.Ebu Bekir, onu Şam'daki ordunun dörtte birine komuta
etmek üzere oraya gönderdi. O, Şam'a ulaşan ilk komutan oldu. Hz.Ebu Bekir, onu
uğurlarken yanında yaya yürümüş ve ona bazı tavsiyelerde bulunmuştu. Onunla
birlikte Ebu Ubeyde, Amr b. As ve Şurahbil b. Hasene'yi de komutan olarak Şam'a
göndermişti. Bunlar, Şam'daki ordunun dört komutanı idiler. Dımaşk'ı
fethettikleri zaman o, küçük Cabiye kapısından şehire girmişti. Hz. Ebu Bekir,
Dımaşk'm komutanlığını ona vaad etmişti. Hz. Ömer halife olunca onu oraya
komutan yaptı, ve Ebu Bekir es-Sıddık'm ona verdiği sözü böylece kendisi yerine
getirmiş oldu. Yezid, oraya atanan ilk Müslüman vali ve komutan olmuştu.
Meşhur kavle göre o,
Amvas taunu yüzünden vefat etmiştir. Velid b. Müslim, onun Kisariye'yi
fethettikten sonra hicretin ondokuzuncu senesinde vefat ettiğini ileri
sürmüştür. Vefat ettiği zaman Şam'a kendi yerine kardeşi Muaviye'yî vekil
bıraktı. Hz. Ömer de Muaviye'nin Şam valiliğini onayladı. Allah onlardan razı
olsun. Yezid'le ilgili kitaplarda fazla bir bilgi yoktur. Ebu Abdullah
el-Eş'arî, Yezid'in şöyle bir hadisi rivayet ettiğini nakletmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.) buyurdu ki: Namaz kılıp da rükûunu ve secdesini tam olarak yerine
getirmeyen kimsenin durumu, sadece bir iki hurma yiyen aç kimse gibidir ki, bu
bir ve iki hurma ona pek bir fayda vermez[21]
Soy kütüğü şöyledir:
Ebu Cendel b. Süheyl b. Amr, Asıl adının As olduğu söylenmiştir. İslâmiyet'in
ilk dönemlerinde Müslüman olmuş ve Hudeybiye barışı gününde zircirlere bağlı
olarak zincirleri peşinde sürüyerek Müslümanların yanına gelmişti. Fakat
babası onu geri çevirmiş ve Mekke'ye geri dönmediği takdirde Müslümanlarla
barış yapmayacağını söylemişti. Bundan sonra Ebu Cendel, deniz kıyısındaki Sifu'l-Bahra
(Seyfu'1-Bahr) gidip Ebu Basir ile buluşmuş, sonrada Medine'ye hicret etmiş ve
Şam'ın fethinde hazır bulunmuştu. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi o
içkiyi haram kılan ayeti tevil etmiş, sonra bu yanlış tevilinden geri
dönmüştü. Amvas taunu sebebiyle vefat etti. Allah ona rahmet etsin ve ondan
razı olsun. Amvas taunu yüzünden vefat eden zatların isimlerini sıralamaya
devam ediyoruz-
Ebu Ubeyde b. Cerrah,
Amir b. Abdullah. Bu zatla ilgili açıklama önceki sayfalarda geçti. Ebu Malik
el-Eşârî. Bu zatm asıl adının yüzün den Kab b Asım olduğu söylenir. Gemideki
arkadaşlarıyla birlikte Hayber fethi senesinde Medine'ye hicret ederek
gelmişti. Hayber fet hmden sonraki gazvelere katılımştı. Amvas taunu yüzünden
o, Ebu Ubeyde ve Muaz b. Cebel aym günde vefat ettüer. Allah hepsinden ^ olsun[22]
Vakidî ile diğerleri
dediler ki: Bu senede Medain ve Celûla fethedildi. Ama meşhur görüşe göre
buraların fethi başka senelerde olmuştur.' Nitekim bununla ilgili açıklama
önceki sayfalarda verilmiştir.
Muhammed b. Ishak dedi
ki: Cezire, Urfa, Harran, Resu'1-Ayn ve Nusaybin bu senede fethedildi. Ama
başkaları buraların hicri ondoku-zuncu senede değil de başka senelerde
fethedildiklerini söylemişlerdir. Ebu Ma'şer, Halife ve îbn Kelbî dediler ki:
Kisariye, hicretin yirminci senesinde fethedildi. O zaman oranı emiri de
Muaviye Vakidî dedi ki: Başkasının ifadesine göre Kisariye'nin emiri Yezid b.
Ebi Süfyan'dı. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Muaviye, Kisariye'yi
bundan iki sene önce fethetmiştir.
Muhammed b. îshak dedi
ki: Filistin'e bağlı Kisariye, hicretin yirminci senesinde fethedildi.
Herakliyus, oradan kaçtı ve yine aynı senede Mısır fethedildi. Seyf b. Ömer'e
göre Kisariye ile Mısır'ın fethi, hicretin onaltmcı senesinde gerçekleşmiştir.
tbn Cerir dedi ki:
Kisariye'nin fethiyle ilgili açıklama önceki sayfalarda verilmiştir. Mısır'ın
fethi ise ileride de anlatacağım gibi hicretin yirminci senesinde
gerçekleşmiştir. Vakidî dedi ki: Hicretin onduku-zuncu senesinde bir gece Harre
de bir yangın görülür. Hz. Ömer, adamlarıyla birlikte oraya gitmek istedi.
Sonra Müslümanların sadaka vermelerini emretti. Bunun üzerine yangın söndü.
Allah'a hamd olsun.
Anlatıldığına göre
hicretin ondokuzuncu senesinde Ermeniye savaşı yapıldı. O zaman oranın
komutanı Osman b. Ebi'l-As'tı. Bu savaşta Savfanb. Muattal b. Rahasa es-Sülemi
ez-Zekvanî vuruldu. O, o zaman komutanlardan biri idi. Rasûlullah (s.a.v.),
Savfan hakkında şöyle buyurmuştu. "Onun hakkında hayır ve iyilikten başka
birşey bilmiyorum." Münafıklar onun adını da ilk hadisesine
karıştırmışlardı. Ancak Allah, onu ve mü'minlerin annesi ve Rasûlullah
(s.a.v.)'m zevcesi Ai-şe'yi, bu dedikodulardan arındırıp suçsuz olduklarını
ortaya koydu. Anlatıldığına göre Savfan, epey bir süre bekar kalmıştı. Bu
yüzden: 'Vallahi ben hiçbir kadının uçkurunu çözmedim." demişti. Bu
hadiseden sonra evlenmişti. Çok uykucu bir adamdı. Çoğu kez sabah namazına
uya-namazdı. Bu namazı vaktinde kılmazdı. Nitekim bu hususta Ebu Davud'un
süneninde ve diğer hadis kitaplarında açıklamalar vardır. O, şair bir adamdı.
Sonra Allah yolunda şehidlik mertebesini kazandı. Erme-niye savaşında şehid
edildiğini söyleyenler olduğu gibi Cezire'deki savaşta şehid edildiğini
söyleyenler de olmuştur. Samsat'ta öldüğünü söyleyenler de vardır. Bu
husustaki açıklamaların bir kısmı, önceki sayfalarda verilmiştir.
Hicretin ondokuzuncu
senesinde Tikrit şehri fethedildi. Sahih kavle göre Tikrit'in fethi bu seneden
Önce gerçekleşmiştir. Tikrit'in fethi esnasında Bizanslılar, Abdullah b.
Huzafe'yi esir almışlardı. Hicretin ondokuzuncu senesinin zilhicce ayında Irak
topraklarında bir savaş vuku buldu ki, bu savaşta Mecusilerin komutanı Şehrek
Öldürüldü. O zaman Müslümanların komutanı Hakem b. Ebi'l-As'tı. Allah ondan
razı olsun.
İbn Cerir dedi ki:
Hicretin ondokuzuncu senesinde Hz.Ömer, Müslümanlara hacc ettirdi. Onun o
senedeki vali ve kadılarının adları önceki sayfalarda verilmiştir. Doğrusunu
Allah bilir, [23]
Bu zat, kurraların
Önderiydi. Soy kütüğü şöyledir: Übey b. Ka'b b. Kays b. Ubeyd b. Zeyd b.
Muaviye b. Amr b. Malik b. Neccar Ebul-Mün-zir ve Ebu'l-Tüfeyl el-Ensârî
en-Neccarî. Kurraların önde geleniydi. Akabe bey'atmda, Bedir gazvesinde ve
müteakip gazvelerde hazır bulundu. Efendi ve kadri yüce bir kimseydi.
Rasûlûllah (s.a.v.)'ın sağlığında Kur'ân'ı toplayan dört Harcreçli kurradan
biriydi. O, bir gün Hz, Ömer'e şöyle demişti: "Ben, Kur'ân'ı taze haliyle,
Cebrail'in kendisinden aldığı zattan aldım."
Enes'ten rivayet
edilen bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimin en iyi
Kur'ân okuyanı Übey b. KaVdır." Sahih bir hadiste rivayet olunduğuna göre
Rasûlûllah (s.a.v.), Übey*ye şöyle demiştir:
- Cenâb-ı Allah, sana
Kur'an okuma mı bana emretti.
- Allah, benim adımı
sana bildirdi mi?
- Evet.
Bunun üzerine Übey'yin
gözleri yaşarmıştı. Bu hususu, el-Beyyine sûresinin şu ayetini tefsir ederken
açıklamıştık:
"Kitap ehlinden
ve putperestlerden olan inkarcılar, kendilerine apaçık bir belge gelene kadar
dinlerinden vazgeçecek değillerdi." (ei-Bey-
yine, 1.)
Heysem b. Adiy,
Übey'in hicri ondokuzuncu senede vefat ettiğini, Yahya b. Main ise onyedinci
veya yirminci senede vefat ettiğini söylemiştir. Vakidî ise birkaç kişiden
nakilde bulunarak onun yirmiikinci senede vefat ettiğini söylemiştir. Ebu
Ubeyd, İbn Nümeyr ve bir topluluk da bu görüştedirler. Fellas ile Halife, onun
Hz. Osman'ın hilafeti zamanında vefat ettiğini söylemişlerdir. Allah ondan
razı olsun. [24]
Hicretin odokuzuncu
senesinde Muhcirlerden Utbe b. Gazvan'm azadlısı Hattab da vefat etmiştir. Bu
zat, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. İslâmiyet'in ilk
döneminde Müslüman olan sahabelerdendir. Vefat ettiği zaman cenaze namazını
Hz.Ömer kıldırmıştı. [25]
Bu senede vefat
edenlerden biri de bir kavle göre Savfan b. Muat-tal'dır. Bununla ilgili
açıklama, önceki sayfalarda verilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [26]
Muhammed b. İshak,
Mısır'ın bu senede fethedildiğini söylemiştir. Vakidî, bu senede Mısır ve
İskenderiye'nin fethedildiğini söylemiş-tir.Ebu Ma'şer, Mısır'ın yirminci
senede fethedildiğini, İskenderiye'nin ise yirmibeşind senede fethedildiğini
söylemiştir. Seyf b. Ömer, Mısır ve İskenderiye'nin hicri onaltıncı senenin
rebiyülevvel ayında fethedil-diklerini ifade etmiştir. Ebu Hasan b. Esir de
"el-Kâmil fi't-Tarih" adlı eserinde kıtlık senesinde Amr b. As'ın
Mısır'dan Medine'ye gıda maddesi gönderdiğini anlatırken bu görüşü
benimsediğini ifade etmiştir. Ancak Ebu Hasan b. Esir, bu görüşü benimsemekte
mazurdur. Doğrusunu Allah bilir. Bir grup siyer âliminin kavillerine göre iki
senelik veya başka bir rivayete göre bir buçuk senelik bir kuşatmadan sonra
Tüster şehri de hicri yirminci senede fethedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [27]
Şam'ın feth
tamamlandıktan sonra Hz. Ömer, Amr b. As'ı Mısır'a gönderdi. Seyf b. Ömer'in
ifadesine göre Hz. Ömer, Kudüs'ü fethettikten sonra onu Mısır'a göndermiştir.
Gönderdikten sonra arkasından Zü-beyr b. Avvam'ı Bişr b. Ertat, Harice b.
Hüzafe ve Ümeyr b. Vehb el-Cumanı ile birlikte Mısır'a gönderdi. Bunlar,
Mısır'ın kapısı önünde toplandılar. Mısır baş piskoposu Ebu Meryem'le piskopos
Ebu Meryam, Sebat ehli kimselerle birlikte bunları karşıladılar. İskenderiyye
valisi Mukavkıs, beldelerini Müslümanlara karşı korumak amacıyla baş piskoposu
Müslümanlara karşı göndermişti. İki taraf karşı karşıya gelince Amr b. As,
onlara: "Acele etmeyin, size geliş sebebimizi anlatalım." dedi ki,
Ebu Meryem ile Ebu Meryam kendisine karşı konuşmaya çıksınlar. İkisi meydana
çıktılar. Amr b. As, onlara şöyle dedi:
"Siz ikiniz bu
beldelerin rahiplerisiniz. Beni dinleyin. Doğrusu Cenâb-ı Allah, Muhammed
(s.a.v.)'i hak dinle gönderdi. Hak dine bağlı olmasını ona emretti. O da bize
bu emri verdi ve bize verdiği emirlerin tamamını başkalarına tebliğ etmemizi de
bize görev olarak yükledi. Sonra o, bu dünyadan göçüp gitti ve bizi apaçık bir
dinle başbaşa bıraktı. O, insanlara mazeret bırakmayacak şekilde hakkı tebliğ
etmemizi bize emretmişti. Biz, sizi İslâm'a girmeye davet ediyoruz. Bu
davetimize icabet eden kimseler de bizimle aynı duruma girer, davetimize icabet
etmeyen kimselere cizye ödemelerini teklif ederiz. Cizye ödemeleri durumunda
onları korumamız altına alırız. Peygamberimiz (s.a.v.), ülkenizi
fethedeceğimizi bize bildirmişti. Aramızdaki akrabalık sebebiyle sizi muhafaza
etmemizi bize tavsiye etmişti. Eğer siz bu davetimize icabet ederseniz
zimmetimiz altına girersiniz. Ayrıca halifemiz de Kıptîlere iyi davranmamızı
bize tavsiye etti. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Kıptîlere iyi davranmamızı bize
vasiyet etmiştir. Zira Kıptilerle akrabalık ve zimmet bağlarımız vardır:
Piskoposlar dediler
ki:
- Bu, oldukça uzak bir
akrabalıktır. Böyle bir akrabalığın haklarına ancak peygamberler riayet
edebilir. Hacer, bizim tanınmış ve şerefli bir mensubumuzdu. Hükümdarımızın
kızıydı. Menef halkındandı. Me-neflilerin hükümdarı Fe'dil'di. Aynüşşemsliler
onlara saldırdılar. Onları öldürüp mallarını yağmaladılar. Hükümdarları ve
halkları yerlerinden sürgün edildiler. Bu sebeple Hacer, İbrahim peygamberin
eline geçti. İbrahim peygambere: "Merhaba, ehlen ve sehlen"
deriz.Yalnız senin yanına gelip geri dönünceye kadar bize eman ver."
Bunun üzerine Amr,
onlara şöyle dedi:
- Benim gibi birisi
kolay aldatılamaz, fakat ben, durumu incelemeniz için size üç gün süre
tanıyorum. Durumu inceleyip düşünün, kavminizle müşavere yapın. Aksi takdirde
sizinle savaşırım.
- Bize biraz daha süre
tanı.
Amr, üç günlük süreyi
dört güne çıkardı. "Bize biraz daha süre tanı." demeleri üzerine Amr,
süreyi beş güne çıkardı. Onlar da Mukavkıs'm yanına gittiler. Artabon,
Müslümanların bu davetine icabet etmeye yanaşmadı ve Müslümanlara karşı
koyulmasını söyledi. Sonra Mısırlılara hitaben şöyle dedi:
- Biz, sizi savunmak
için gücümüzün sonuna kadar çalışacağız ve Müslümanlar karşısında
gerilemeyeceğiz.
Artabon, Müslümanlara
gece baskını yapılmasını teklif etti. Ancak Mısırlılardan bir topluluk şöyle
dedi:"Kisra ve Kayserle savaşıp onları öldüren ve ülkelerini ele geçiren
bir milletle ne diye savaşıyorsunuz?
Artabon, ise
Müslümanlara gece baskını yapılması görüşünde ısrar etti. Bu baskım yaptılar,
ama birşey elde edemediler.Aksine aralarında Artabon'un da bulunduğu çok sayıda
adamları öldürüldü. Müslümanlar, sürenin dördüncü gününde Mısır'ın Aynüşsems
şehrini kuşatma altına aldılar. Zübeyr, şehrin surları üzerine çıktı. Şehir
halkı bunun farkına varınca diğer kapıdan çıkarak Amr b. As'ın yanına
vardılar. Onunla barış antlaşması yaptılar. Zübeyr, şehri bir baştan bir başa
yarıp geçti ve diğer kapıdan çıkarak Amr b. As'ın yanına vardı. Barış
antlaşmasını imzalayıp onayladılar.Amr b.As da şehir halkına şöyle bir emanname
yazdı:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Bu Amr b. As'ın, Mısırlılara canları, mallan, dinleri,
kiliseleri, haçları, karaları ve denizleri hususunda verdiği bir emandır. Buna
birşey eklenmeyeceği gibi bundan bir-şey de eksilmeyecektir. Nube halkı
bunlarla aynı topraklar üzerinde yaşamayacaktır. Mısırlılar, barış antlaşması
üzerinde ittifak ederlerse cizye vereceklerdir. Nehirlerinin kabarması bu noktada
bulunduğu sürece onlar 50 000 000 dirhem vereceklerdir ki, bu da onları koruma
hakkıdır. Eğer onlardan bir kimse, bu antlaşmanın hükümlerine riayet etmeyecek
olursa bu kadar cezayı o üstlenir. Aksi takdirde o bizim zimmetimiz dışında
kalır. Eğer nehirlerinin kabarması eksilir de karalar ortaya çıkarsa, yine bu
kadar yükü üzerlerinden kalkar. Bizanslılardan ve Nubelilerden her kim
Mısırlılarla yapılan bu antlaşma kapsamına girerse, o da aynı haklara sahip
olur ve aynı yükümlülüklere tabi olur. Her kim de bu antlaşmanın kapsamına
girmeye yanaşmaz ve buralardan gitme hakkım seçerse o güvendedir, güven
duyacağı bir yere gidinceye veya ülkemiz sınırları dışına çıkıncaya kadar ona
ilişilmeşecektir. Onlar da Mısırlılarla aynı ölçüde vergi ödeme yükümlülüğü
altına gireceklerdir. Onlar da üçte bir vergiye tabidirler. Bu antlaşma
metninde yazılı konular, Allah ve Rasûlü ile mü'minlerin emiri halifenin ve
nıü'minlerin ahdidir, zimmetidir. Bu antlaşma hükümlerine uyan Nube halkının
da direkt olarak şu kadar ve şu kadar miktarda mal yardımında bulunmaları,
bize karşı savaşmamaları, şu kadar miktarda at vermeleri gerekir ki,
kendierinin ticaretlerine, ithalat ve ihracatlarına karışılmasın." Bu
antlaşma metninin yazılmasında Zübeyr ve oğulları Abdullah ile Muhammed, şahid
sıfatıyla hazır bulundular. Verdan ile Hader de bu antlaşmanın katipliğini
yaptılar.
Bütün Mısır halkı, bu
antlaşma kapsamına girerek barışı kabul etti. Mısır süvarileri ile Amr b. As
Fustat'a gidip toplandılar. Ebu Meryem ile Ebü Meryam gelip Amr b. As'la
görüştüler. Çarpışmadan sonra ele geçirilen esirlerin serbest bırakılmasını
istediler. Amr, esirleri onlara geri vermeyi kabul etmedi ve onların huzurundan
kovulmalarını emretti. Bu durum, Hz. Ömer'e bildirilince o, Mısırlılara eman
verilen beş günlük süre içinde ele geçirilen esirlerin Mısırlılara geri
verilmesini emretti. Ayrıca Müslümanlarla savaşmayan kimselerden yakalanan
esirlerin de salıverilmesini emretti. Ama Müslümanlarla savaşırken yakalanan
esirlerin geri verilmemesini buyurdu. Denildiğine göre Hz. Ömer, Müslümanların
elinde bulunan esirlerin islâm'a girmek veya ailelerine geri dönmek arasında
serbest bırakılmasını, İslâmiyet'i seçenlerin Mısırlılara geri verilmemesini,
ailelerine dönmek isteyenlerin ise salıverilmelerini, ancak kendilerinden cizye
alınmasını emretti. Ama Mısırlılardan ele geçirilip de İslâm beldelerine
dağılan ve Haremey'ne ulaşan esirlerin geri verilemiyeceğini, bu hususta
Mısırlılarla herhangi bir antlaşma yapılmamasını, çünkü yapılacak böyle bir
antlaşma hükümlerinin yerine getirilemiyeceğini bildirdi. Amr b. As,
mü'minlerin emiri Hz. Ömer'in bu emirleri doğrultusunda hareket etti. Esirleri
topladı. Onları serbest bıraktı. Kimi İslâmiyet'i tercih etti. Kimi de kendi
dinine döndü. Böylece aralarında barış antlaşması yapıldı.
Daha sonra Amr b. As,
İskenderiye üzerine askeri bir birlik gönderdi. İskenderiye valisi Mukavkıs,
daha önce kendi beldesinin ve Mısır'ın haracını Bizans hükümdarına ödüyordu.
Ülkesi, Amr b. As tarafından kuşatma altına alınınca o din ve devlet adamları
ile devlet erkanını topladı. Onlara şöyle dedi:
- Şu Araplar, Kisra ve
Kayseri mağlup ettiler. Onları yönetimlerinin başından uzaklaştırdılar. Bizim
bunlara karşı koyacak gücümüz yok. Bence en uygun görüş, bunlara cizye
ödememizdir.
Böyle dedikten sonra
Mukavkıs, Amr b.As'a şöyle bir mesaj gönderdi: "Ben daha önce sizden daha
fazla düşman olduğum Parslara ve Rumlara haraç ödüyordum.....w Bundan sonra
Mukavkıs, cizye ödeme şartıyla Amr b.As'la barış antlaşması yaptı. Amr da
fetih müjdesini ve ganimetlerin beşte birini Hz. Ömer'e gönderdi. Seyf b.
Ömer'in anlattığına göre Amr b. As, Mukavkıs'la karşılaştığı zaman
Müslümanlardan çoğu cepheden firar ettiler. Amr, onları savaşmaya ve cepheden
sebat etmeye teşvik etti. Sonra da Yemenlilerden bir adam ona:
- Biz taştan ve
demirden yaratılmış değiliz, diye karşı çıktı.
Amr ona:
- Sus, sen bir
köpeksin, diyerek onu payladı.
Bunun üzerine o adam
da:
- Öyleyse sen de
köpeklerin komutanısın, dedi.
Ancak Amr ona aldırış
etmedi. Yüzünü çevirdi. Sonra Rasululah (s.a.v.)'ın ashabım toplantıya çağırdı.
Ashab toplanınca Amr, onlara:
- İlerleyin. Allah,
sizin vasıtanızla Müslümanlara yardım edecektir. Zafer ihsan edecektir, dedi.
Onlar da düşmana
saldırdılar. Cenâb-ı Allah, onlara fetih nasip etti.
Seyf b. Ömer dedi ki:
Mısır, hicretin onaltıncı senesinin rebiyülevvel ayında fethedildi. İslâm
hakimiyeti oraya yerleşti. Allah'a hamd ve minnet olsun.
Başkalarının
dediklerine göre ise Mısır, hicretin yirminci senesinde, İskenderiye şehri
yirmibeşinci senesinde üç aylık bir kuşatmadan sonra zorla ele geçirilmiştir.
Bazıları ise, İskenderiye'nin 12 000 dinar karşılığında barış yoluyla ele
geçirildiğini söylemişlerdir.
Anlatıldığına göre
Mukavkıs, Amr b. As'tan, önce barış yapmalarını istemiş ancak Amr, bu isteğini
kabul etmemiş ve ona:
- En büyük hükümdarıma
Herakliyus'a ne yaptığımızı biliyor sunuz? demiş ti. Mukavkıs da kendi
arkadaşlarına dönüp:
- Doğru söylüyor.
Bunlar, Herakliyus'a böyle yaptıklarına göre bizim teslim olmamız haydi haydi
gerekli olur, demişti. Sonra da şartları önceki kısımlarda anlatılan barış
antlaşmasını yaptılar.
Başkalarının
anlattıklarına göre Amr ile Zübeyr, Aynüşşems'e gidip orayı kuşatma altına
aldılar. Amr, Ebrehe b. Sabah'ı Ferema üzerine, Avf b. Malik'i de iskenderiye
üzerine yolladı. Bunlar gittikleri şehirlerin halkına:
- Eğer kaleden inip
teslim olursanız size eman veririz, dediler. Ancak bu şehirlerin halkları,
Aynüşşemslilerin akibetini beklediler. Ay-nüşşemsliler barış yapınca bunlar da
barış yaptılar. Avf b. Malik, iskenderiye halkına şöyle demişti:
- Şehriniz ne güzel?
- Güzeldir. Çünkü
iskender burayı kurarken şöyle demişti: "Öyle bir şehir kuracağım ki,
Allah'a muhtaç olacak ama insanlara asla ihtiyacı olmayacaktır." Bu
sebeple bu şehir güzel olarak kalmıştır. Ebrehe de Ferema halkına şöyle
demişti:
- Şehriniz ne çirkin
bir şehir?
- Iskenderin kardeşi
Ferema, bu şehri kurarken şöyle demişti: "Öyle bir şehir kuracağım ki,
Allah'a ihtiyacı olmayacak ama insanlara hep olacaktır." Bu yüzden bu
şehrin binaları hep çöker. Manzarası da çirkin olur.
Seyf b.Ömer'in
anlattığına göre Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh, Mısır'a vali olarak atanınca
onların haraçlarına şunu da ekledi: "Mısırlılar, her sene Müslümanlara
hediye olarak bir miktar köle vereceklerdir. Müslümanlar da buna karşılık
onlara yiyecek ve giyecek vereceklerdir." Osman b. Affan da, Abdullah'ın
Mısır valiliğini onayladı. Ve daha sonra onu bazı işlerle görevlendirdi. Ömer
b. Abdülaziz de kendisinden önceki halifelerin kararlarına uyarak Abdullah'ın
Mısır valiliğini onaylayıp görevini sürdürmesini kabul etti.
Ben derim ki: Mısır
diyarına Fustat denilmesinin sebebi, Amr b. As'm çadırım bu günkü Mısır yerine
kurmuş olmasından ve insanların o çadırın çevresinde binalar kurmasından
ötürüdür. Çadır kelimesinin Arapça karşılığı Fustat'tır. Eski Mısır, Amr b.
As'm zamanından günümüze kadar terkedilmiştir. Sonra o çadır kaldırılmış,
yerine Amr b. As'a nisbet edilen bir cami inşa edilmiştir.
Müslümanlar, Mısır
fethinden sonra Nube üzerine gittiler. Orada yapılan savaşta çok yaralar
aldılar. Çok gözlerde yaralanıp kör oldu. Çünkü Nubeliler, iyi ok atıyorlardı.
Attıkları okları gözlere isabet ettiriyorlardı. Bu yüzden onlara gözlere atan
ordu adı verildi. Cenâb-ı Allah, bundan sonra Nube'nin fethini Müslümanlara
nasip etti. Hamd ve minnet ona olsun. Mısır ülkesinin fethinin şekli hususunda
ihtilaf edilmiştir. Kimi İskenderiye dışında bütün Mısır ülkesinin sulh
yoluyla fethe-dildiğini söylemiştir ki, bu Yezid b. Ebi Habib'in kavlidir.Kimi
de Mısır'ın şiddet yoluyla ele geçirildiği söylemiştir ki bu, Ibn Ömer'le bir
cemaatin kavlidir.
Rivayet olunduğuna
göre Amr b. As, halka nutuk irad ederek şöyle demişti:"Ben şu yerimde
otururken Kıptîlerden herhangi birinin benim nezdimde bir ahdi yoktur. Dilersem
söylerim, dilersim satarım, dilersem ganimetlerinin beşte birini alırım. Ancak
Tablus halkı bundan müstesnadır .Onlara verdiğimiz bir ahid vardır ki, o ahdin
gereğini yerine getireceğiz." [28]
Mısır fethedildiği
zaman halk Acem aylarından bü'ne ayı girdiği zaman Amr b.As'm yanma giderek
ona şöyle dediler:
- Ey komutan, şu Nil
nehrimizin bir âdeti vardır. Bu âdete uymadığımız takdirde suyu akmaz.
- Nedir o âdet?
- Her sene şu ayın
oniMnci gecesi olunca biz bakire bir kız bulur ve o kızın ebeveynini razı
ederiz. Razı edince de o bakire kıza elbise ve ziynetler giydiririz. Sonrada
onu bu haliyle Nil'e atarız. Böylece Nil'in suları akmaya başlar.
- Bu, islâmiyet'te
olmayan birşeydir. Doğrusu İslâmiyet, kendinden önceki şeyleri yıkar.
Bü'ne, ebib ve mesra
ayları geçti ama Nil nehri az veya çok hiç akmadı. Öyleki Mısırlılar, oradan
göç etmeye niyetlendiler. Amr b. As da bu durumu Hz. Ömer'e bir mektupla
bildirdi. Hz. Ömer, ona şu cevabi mektubu gönderdi: "Yaptığın işdoğrudur.
Yalnız ben sana mektubumun içinde bir pusula gönderiyorum. Bu pusulayı Nil
nehrine at." Mektup, Amr b. As'a gelince açtı ve içindeki pusulayı aldı.
Baktığında pusula üzerinde şu ifadeler yazılıydı: "Allah'ın kulu ve
müzminlerin emiri Ömer'den Mısır halkının Nil'ine. Şayet sen, daha önce
kendiliğinden akıyorduysan şimdi hiç akma. Sana ihtiyacımız yok. Ama bir ve
kahredici güce sahip olan Allah'ın emriyle akıyorduysan -ki seni akıtan da
O'dur- yüce Allah'tan dileriz ki, seni akıtsın." Amr b. As, bu pusulayı
Nil'e atınca cumartesi sabahı halk gördüler ki; Cenâb-ı Allah, Nil'i bir gecede
onaltı zira yükselterek akıtmış. Böylece yüce Allah, Mısırlıları Nil'in o
âdetin den kurtarmıştı. Ve bu hal bu güne kadar da devam etmekte olup herhangi
bir pürüzle karşılaşılmamaktadır.
Seyf b. Ömer dedi ki:
Bu senenin zilkade ayında (ona göre bu hadise onaltmcı hicri yılda cereyan
etmiştir.) Amr b. As, silahlı adamları Mısır'm sınırlarına yerleştirdi.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede yani hicretin yirminci senesinde Ebu Bahriye Abdullah b. Kays el-Abdî,
Rum diyarına gidip savaştı. O, anlatıldığına göre Rum diyarına giden ilk
kişidir. Salimen dönmüş ve bol miktarda ganimet ele geçirmişti. Başka bir
rivayete göre oraya giden ilk Müslüman savaşçı, Meysere b. Mesruk el-Absî'dir.
Vakidî dedi ki:
Hicretin yirminci senesinde Hz.Ömer, Bahreyn valisi Kudame b. Maz'un'u
görevden azletmiş ve ona içki içme cezasını tatbik etmişti. Onun yerine
Bahreyn ve Yemame valiliklerine Ebu Hürey-re ed-Devsi'yi atamıştı. Yine bu
senede Kûfeliler, valileri Sa'd'm bütün davranışlarından şikayetçi oldular.
Öyle ki: "Namazını güzelce kılmıyor." dahi dediler. Bunun üzerine
Hz. Ömer, onu görevden azletti. Yerine Kûfe'ye Abdullah b. Abdullah b. Utban'ı
vali olarak atadı. Bu zat, Sa'd'm naibi idi. Başka bir rivayete göre Hz.Ömer,
Küfe valiliğine Amr b. Yasir'i atamıştır.
imam Ahmed b.Hanbel,
Cabir b. Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Küfe halkı,
Sa'd'ı Hz. Ömer'e şikayet ederek: "O güzelce namaz kıldırmıyor."
dediler. Hz. Ömer de bir adam gönderip Sa'd'ı getirtti:
- Ey Ebu İshak! Bu
adamlar senin namaz kılmayı bilmediğini iddia ediyorlar. Sen ne yapıyorsun ki?
diye sordu.
Sa'd:
- Vallahi ben onlara
Rasûlullah (s.a.v.)'ın namazına benzer namaz kıldırıp ondan hiçbir şey
eksiltmez dim. Öğlen ile ikindiyi kıldırırken ilk iki rekatda çok dururum, son
iki rekattı hafif tutarım, dedi.
Hz. Ömer:
- Senin hakkındaki
zannımız da buydu zaten, dedikten sonra durumu araştırmak için bir ya da
birkaç kişiyi onunla birlikte Kûfe'ye gönderdi. Gönderilen kişiler, Küfe
ahalisinden Sa'd'm durumunu sordular. Bütün mescidleri dolaştılar. Oralarda
Sa'd'ı hep hayırla andılar. Ancak Ebu Sa'de Katade b. Üsame adında birisi
kalkıp soruşturmacılara şöyle dedi:
- Madem bize and
verdiniz, o halde söyliyelim: Sa'd, askerin başına geçip savaşmaz. Mal
paylaştırırken eşitliği gözetmez. Hüküm verirken adaletli davranmaz.
Bunun üzerine Sa'd
dedi ki:
- Madem böyle
söyledin. Ben de senin aleyhine üç beddua da bulunacağım, dinle:" İlahi,
senin bu kulun yalancı ise, bu sözü riya ve şöhret olsun diye ayağa kalkıp
söylediyse, ömrünü uzat, fakirliğini devamlı kıl ve kendisini fitnelere uğrat.
"Sa'd'ın bedduası
o adama isabet etti. Yaşlılıktan kaşları gözlerinin üzerine sarkmış olduğu
halde yolda rastladığı kızlara sataşır, onları çimdiklerdi. Niçin böyle yaptığı
kendisine sorulunca şöyle cevap verirdi:
- Yaşlı bir adamım.
Sa'd'm bedduasına uğrayıp fitneye düştüm.
Hz. Ömer, vasiyetinde
Sa'd'ı altı kişi arasında zikretmiş ve onun hakkında şöyle demişti:" Eğer
Sa'd'm başına bir iş gelirse zaten gelmiştir. Aksi takdirde eğer hayatta ise hanginiz
valiliğe geçerse onun yardımını istesin. Ondan istifade etsin. Çünkü ben, onu
acizliğinden veya hainliğinden ötürü görevinden almadım".
Bu senede yani
hicretin yirminci senesinde Hz. Ömer, Hayber Ya-hudilerini Ezriat'a ve diğer
yerlere sürgün etti. Yine bu senede Hz. Ömer, Necran Yahudilerini de Kûfe'ye
sürgün etti. Hayber, Vadi'1-Ku-ra'yı ve Necran'ı, Müslümanlar arasında taksim
etti. Hz. Ömer, bu senede divanları tertipledi. Başka bir kavle göre ise o
divanları bu seneden önce tertiplemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Ömer, bu senede
Alkame b. Mücezzer b. el-Mudlicî'yi deniz yoluyla Habeşistan'a gönderdi. O ve
beraberindeki adamlar boğuldular. Bunun üzerine Hz. Ömer, artık deniz yoluyla
asker sevketmemeye yemin etti. Ebu Ma'şer, bu konuda Vakidî'ye muhalefet
ederek Habeşistan gazvesinin hicrî otuzbirinci senede yani Hz. Osman'ın
halifeliği zamanında yapılmış olduğunu iddia etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Vakidî dedi ki: Bu
senede Hz. Ömer, Fatıma binti Velid b. Utbe ile evlendi. Fatıma, taun sebebiyle
vefat eden Haris b. Hişam'm dul karısı idi. Fatıma, Halid b. Velid'in
kızkardeşiydi. Hicretin yirminci senesinde Hilal, Dımaşk'ta vefat etti. Üseyd
b. Hudayr ise bu senenin şaban aym-da vefat etti. Yine bu senede Zeynep binti
Cahş vefat etti ki, bu Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra ahirete irtihal
eden ilk zevcesi olmuştu. Allah ondan razı alsun.
Bu senede Bizans
imparatoru Herakliyus ölmüş, yerine Kostantin geçmişti. Hz. Ömer bu senede
insanlara hac ettirmişti. [29]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Üseyd b. Hudayr b. Simak el-Ensârî el-Eşhelî el-Evsî Ebu Yahya. Akabe
gecesinde Ensâr temsilcilerinden-di. Babası Buas savaşında Evs kabilesinin
reisi idi. Buas savaşı, hicretten altı sene önce yapılmıştı. Hudayr'a,
Hudayru'l-Ketaib, yani askeri birliklerin Hudayr'ı denirdi. Anlatıldığına göre
o, Mus'ab b. Ümeyr vasıtasıyla Müslüman olmuştur. Hicret ettiği zaman
Rasûlullah (s.a.v.), onunla Zeyd b. Harise'yi kardeş kılmıştı. Bu zat, Bedir
gazvesinde hazır bulunmamıştı. Tirmizfnin sahih gördüğü ve Ebu Hüreyre'den
rivayet ettiği bir hadiste RasûluUah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ebu
Bekir, ne güzel bir adamdır. Ömer, ne güzel bir adamdır. Üseyd b. Hudayr, ne güzel
bir adamdır." Üseyd b. Hudayr, Hz. Ömer'le birlikte Şam'a gelmişti. Hz.
Aişe, onu, Sa'd b. Muaz'ı ve Abbad b. Bişr'i övmüştü. Allah onlardan razı
olsun.
İbn Bükeyr'in
anlattığına göre Üseyd, hicretin yirminci senesinde Medine'de vefat etmiştir.
Hz. Ömer, onun cenaze namazını kılmış ve Baki mezarlığına defnetmiş tir. Vakidî
ile Ebu Ubeyd ve bir cemaat, onun hicri yirminci senede vefat ettiğini
söylemişlerdir. [30]
Bu zatın kendisi,
babası ve dedesi sahabe idiler. Üneys, Hüneyn savaşında Rasûlullah (s.a.v.)
hesabına casusluk yapmıştı. Anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), bir zina
hadisesinde ona şu emri vermişti: "Ey Üneys, sabahleyin şu kadına git.
Eğer suçunu itiraf ederse, onu recm et." Sahih kavle göre Rasûlullah (s.a.v.)'m
kendisine bu emri verdiği Üneys, bu Üneys'ten başkasıdır.Üneys'in fitneyle
ilgili rivayet ettiği bir hadis vardır. İbrahim b. Münzir'in ifadesine göre o,
hicretin yirminci senesinin rebiyülevvel ayında vefat etmiştir. [31]
Ona, Bilal b. Hammame
de denir. Hammame, onun anasının adıydı. Bilal, İslâmiyet'in ilk zamanlarında
Müslüman oldu. Allah yolunda işkence gördü. Ama sabretti. Ebu Bekir es-Sıddık,
onu satın alıp azad et-ti.Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katıldı. Ebu
Bekir, onu azad ettiği zaman Hz. Ömer şöyle demişti: "Ebu Bekir,
efendimizdir. Efendimizi de azad etmiştir."
Medine'de ezan meşru
kılındığı zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m huzurunda ezan okuyanlar; Bilal ile İbn
Ümmü Mektum idi. Bunlar, Müezzinliği nöbetleşe yaparlardı. Bazen Bilal ezan
okur, Bazen de İbn Ümmü Mektum okurdu. Bilal'ın sesi güzel ve iyi idi.
Fesahatlı bir kimse idi." "Bilal'ın sini, Allah katında sindir."
şeklindeki rivayetin aslı yoktur. Mekke fethi gününde Ka'be'nin damına çıkıp
ezan okudu. Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince ezan okumayı bıraktı. Ancak
hilafeti günlerinde Ebu Bekir es-Sıddık için de ezan okumuştur. Bu rivayet
sahih değildir. Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından sonra cihad için gitti. Bilâl,
Cabiye'ye gelen Hz. Ömer'in huzurunda öğle namazı için hutbeden sonra ezan
okudu. Onun okuyuşu üzerine cemaat ağlayıp inlemeye başladı. Başka bir rivayete
göre ise o sırada Bilal, Medine'yi ziyaret etmiş, ezan okumuş, insanlar da
onun sesini duyunca şiddetlice ağlamaya başlamışlardı. Zaten böyle yapmaları
da gerekirdi. Allah, onlardan razı olsun.
Sahih hadiste sabit
olduğuna göre Rasûlullah(s.a.v.), Bilal'e şöyle demiştir; "Cennet'e
girdim. Senin ayakkabılarının sesini işittim. Söyle bakalım, seni bu mertebeye
ulaştıracağını ümid ettiğin en hayırlı amelin nedir?" Rasûlullah
(s.a.v.)'m bu sorusu üzerine Bilal:"Her abdest aldığımda mutlaka iki
rekat namaz kılmışımdır." diye cevap vermiş. Rasûlullah (s.a.v.):
"İşte senin o yüksek mertebeye ulaşman bu sebepledir." diye karşılık
vermişti. Başka bir rivayete göre ise Bilal, Rasûlullah (s.a.v.)'ın mezkur
sorusunu şöyle cevaplamıştır:
"Abdestim her ne
zaman bozulduysa mutlaka abdest aldım ve her ne zaman abdest aldıysam da
mutlaka iki rekat namaz kılma gereğini duydum."
Anlatıldığına göre
Bilal, çok esmer tenli, uzun boylu, nahiv vücutlu, saçı çok ama şakaklarında az
tüy bulunan bir adamdı.
tbn Bekir dedi ki:
Bilal, hicretin onsekizinci senesinde Amvas taunu sebebiyle Şam'da vefat etti.
Muhammed b. İshak ile başkalarımda onun hicri yirminci senede vefat ettiğini
söylemişlerdir.
Vakidî dedi ki: Bilal,
altmış küsur yaşmda vefat edip Dımaşk'm Ba-bu's-Sağir mevkiinde defnedildi.
Başkaları onun Dariya'da vefat ettiğini ve Bab-ı Keysan'da defnedildiğini
söylemişlerdir. Dariya'da defnedildiğini söyleyenler de vardır. Onun Halep'te
vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Ama ilk rivayet sahihtir. Doğrusunu
Allah bilir. [32]
Beni Cumah kabilesinin
eşrafindandır. Hayber fethinde hazır bulunmuştur. Zahid ve abid kimselerdendi.
Hz. Ömer tarafından Hu-mus'a, Ebu Ubeyde'den sonra emir olarak tayin edildi.
Ağır yaralandığı haberini duyan Hz.Ömer, ona 1000 dinar göndermiş, ancak o, bu
paraların tamamını sadaka olarak dağıtmış ve karışma şöyle demişti: "Bu
paraları bizim için ticaret yapacak birine verdik."Böyle demekle bu paraları
Allah rızası için vererek sevap kazandığını kasd etmişti. Allah, ondan razı
olsun.
Halife dedi ki:
Kisariye'yi bu zat ile Muaviye birlikte fethettiler. O zaman rier ikisi de
maiyetlerindeki askerlerin komutanı idiler. [33]
Ebu Sa'd el-Fihrî, ilk
Muhacirlerdendir. Bedir gazvesine ve müteakip savaşlara katıldı. Müsamahakar,
cömert ve bahadır bir kimseydi.
Cezire'yi fetheden
odur. Bizans yollarını ilk kat eden, oralara gazaya giden odur. Ebu Ubeyde,
onu kendisinden sonra Şam'a vali olarak atamasını Hz. Ömer'den istemiş,
Hz.Ömer de onun bu isteğini kabul etmişti. Bu vesile ile o, altmış yaşında
hicretin yirminci senesinde vefat edinceye kadar Şam valiliği yapmıştı. [34]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Ebu Süfyan b. Haris b.Abdülmuttalib . Rasûlullah (s.a.v.)'m amcasının
oğludur. Adının Muğire olduğu söylenir. Mekke fethi senesinde Müslüman oldu.
Gerçekten islâmiyet'i güzelce yaşadı. Daha önceleri o, Rasûhıllah'a,
islâmiyet'e ve Müslümanlara çok katı bir düşmandı. Iktidarh bir şairdi,
islâmiyet'i ve Müslümanları hicvederdi. Hassan b. Sabit, onun Rasûlullah'a
karşı bir hicviyesini şöyle cevaplamıştı:
"Dikkat edin! Ebu
süfyan'a benden haber salın ki, gizlilik yok olmuştur..
Sen Muhammed'i yerdin,
ben de bu yergine cevap verdim. Bu sebeple Allah katında benim için sevap
vardır. Sen dengi olmadığın halde onu yeriyor musun? İkinizden kötü olanınız,
iyi olanınıza kurban olsun."
Ebu Süfyan b. Haris'le
Abdullah b. Ebi Ümeyye, Müslüman olmak için yanma gelip kendisiyle görüşmek
istediklerinde Rasûlullah, onlara izin vermemişti. Nihayet Ümmü Seleme, kardeşi
Abdullah b. Ebi Ümeyye için tavasutta bulununca Rasûllullah (s.a.v.), onun
Müslüman olmasına izin vermişti. Ebu Süfyan b. Haris bunu duyunca:"Vallahi
eğer Rasûlullah, benim Müslüman olmama izin vermezse, ben de şu küçücük
çocuğumun elim tutar, bununla birlikte bilinmeyen bir yerlere gider,
kaybolurum." demişti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şefkate gelerek
onun İslâm'a girmesine izin vermişti. Hüneyn savaşında o, Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanında sebat etmiş ve katırının yularını tutup beklemişti. Rivayet olunduğuna
göre Rasûlullah (s.a.v.), onu çok sevmiş ve onun cennetlik olduğuna şahadet
etmiştir. Hatta kendisine: "Ham-za'nın halefi olmanı umarım."
demişti. Vefatı zamanında Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir mersiye dizmişti:
"Uykum kaçtı,
gecem geçmez oldu.
Musibetzedenin gecesi
uzun olur.
Ağlamak beni mutlu
etti. Çünkü az sayıda Müslüman musibete uğradı.
Bizim musibetimiz çok
büyük oldu.
Rasûlün vefat ettiği
günün akşamında vahyi ve Kur'ân nüzulünü kaybetik.
Daha önce Cebrail,
sabah akşam vahy getirirdi."
Anlatıldığına göre Ebu
Süfyan, hac etmiş. Sacını tıraş ettirirken berber onun başındaki bir beni
kesmiş, bu yüzden hastalanmış ve Medine'ye dönüşünden sonra vefat etmişti. Hz.
Ömer, onun cenaze namazının laldırmıştı. Anlatıldığına göre kardeşi Nevfel,
onun vefatından dört ay önce vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [35]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/119.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/119-120.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/121.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/121-123.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/124-125.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/125-126.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/126-129.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/129-132.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/132-136.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/136-137.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/137.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/137-139.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/140-142.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/142-147.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/148-154.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/154.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/154.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/154-155.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/155.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/156.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/157.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/157-158.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/159-160.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/160-161.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/161.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/161.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/162.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/162-167.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/167-169.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/169-170.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/170.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/170-171.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/171.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/171-172.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/172-173.