Hz. Osman'ın Öldürülmesi 1

Fasıl 8

Fasıl 9

Hz. Osman'ın Evsafı 11

Fasıl 11

Hz. Osman Îçîn Söylenen Mersiyelerden Bazıları 15

Fasıl 17

Hz. Osman'ın Fazileti İle İlgili Bazı Hadisler. 19

Sadece Hz. Osman'ın Faziletlerinden Bahseden Hadisler. 26

Hz. Osman'ın Faziletine Delalet Eden Bazı Örnekler. 33

Hz. Osman'ın Hutbelerinden Bazıları 35

Fasıl 36

Fasıl 37

Hz. Osman'ın Hanımları Ve Çocukları 39

Fasıl 40

Hz. Osman Zamanında Vefat Eden Ancak Vefat Tarihleri Kesin Olarak Bilinmeyen Bazı Şahsiyetler  40

Enes B. Muaz B. Enes B. Kays El-Ensarî En-Neccarî. 40

Evs B. Samit El-Ensârî. 40

Evs B. Havli El-Ensârî. 41

Hür B. Kays. 41

Meşhur Şair Hatîe. 41

Hübeyb B. Yesaf B. Utbe El-Ensarî. 41

Selman B. Rebia El-Bahîlî. 41

Abdullah B. Hüzafe B. Kays El-Kureşî Es-Sehmî. 42

Abdullah B. Süraka B. Mutemîr El-Adevî 42

Abdullah B. Kays B. Halld El-Ensârî 42

Abdurrahman B. Sehl B. Zeyd El-Ensarî Eı^Harîsî 42

Amr B. Süraka B. Mutemir El Adevî 43

Umeyr B. Sa'd El-Ensarî El-Evsî 43

Urve B. Hizam Ebtj Sald El-Adevî 43

Kutbe B. Âmir Ebu Zeyd El-Ensârî 43

Kays B. Mehdî B. Kays B. Salebe El-Ensari En-Neccarî 43

Lebid B. Rebia Ebu Ukayl El-Amirî 43

Müseyyeb B. Hüzn B. Ebî Vehb El-Mahzumî 44

Muaz B. Amr B. Cemuh El-Ensârî 44

Muhammed B. Cafer B. Ebi Talib El-Kureşî El-Haşimî 44

Mabed B. Abbas B. Abdîlmuttalib. 44

Muaykib B. Ebu Fatıma Ed-Devsî 44

Münkîz B. Amr El-Ensârî 45

Nuaym B. Mes'ud Ebu Seleme El-Gatafanî 45

 

Hz. Osman'ın Öldürülmesi

 

Halife b. Hayyat, Rebab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Osman, beni Eşter'e gönderdi. Eşter*i onun yanma çağırdım. Gelen Eşter'e, Hz. Osman şöyle sordu:

- İnsanlar benden ne istiyorlar?

- Şu üç şeyden birini istiyorlar.

- Nedir o üç şey?

- Ya halifelikten feragat eder, onlara: wîşte yönetim sizin olsun, di­lediğinizi seçin" dersin, yada kendilerine ceza verdiğin kimselerin sana misilleme yapmalarına imkan tanırsın. Eğer bunu yapmazsan burada toplanan halk seni Öldürecektir.

- Halifelikten feragat etmemi istiyorlar. Ben, Allah'ın bana giydir­diği bir gömleği üzerimden çıkaracak değilim. Onların bana misilleme yapmak isteyişlerine gelince Allah'a yemin ederim ki ,siz beni öldürür-seniz benden sonra birbirinizi asla sevemezsiniz ve hep bir araya gelip birlik oluşturamazsınız. Benden sonra düşmanlara karşı da birlikte sa­vaş amazsınız." Ravi diyor ki:

O esnada sinek gibi küçük bir adam gelip başını kapıdan içeri uzat­tı, sonra geri dönüp gitti. Ondan sonra Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, onüç kişiyle Hz. Osman'ın bulunduğu yere geldi. Sakalını tutup çekiş­tirdi. Çeneleri birbirine çarpılıp dişlerinden ses çıktı ve sonra şöyle dedi:

"Haydi Muaviye gelsin de seni kurtarsın, Ibn Amir gelsin de seni kurtarsın, askeri birliklerin gelip seni kurtarsın."

Onun böyle yapması üzerine Hz. Osman: "Ey kardeşimin oğlu, sa­kalımı bırak" dedi. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz. Osman'ı öldür­medi, ama orada duran bir adama işaret etti. Adam eline hançer alıp geldi, Hz. Osman'ın başını yaraladı. Bu rivayeti nakledenlerden Hasen, Rebab'a şöyle sorduğunu naklediyor:

- Peki sonra ne oldu?

- Sonra hep birlikte onu vurmaya başladılar, nihayet onu öldürdü­ler.»

Seyf b. Ömer et-Temimî, Hz. Osman'ın zevcesi Naile ile birlikte bu­lunan ve Üsame b. Zeyd'in azadlısı olan Hansan'm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, gelip Osman'ın sakalından tuttu ve salladı. Elindeki bir kamayı Hz. Osman'ın boğazına sürdü. O da:

- Yavaş ol ey kardeşimin oğlu! Allah'a yemin ederim ki sen, baba­nın tutmadığı bir sakalı tuttun, dedi.

Bunun üzerine Muhammed, utanarak dönüp gitti. Kapıda asilerle karşılaştı. Onları uzun süre engelleyip geri dönmelerini istedi. Ne varki onlar, Muhammed'i mağlup edip içeri girdiler. Muhammed'de çekip git­ti. Elinde uzun bir hurma dalı olan liderleri gelip Hz. Osman'ın yanı ba­şında durdu. Kafasına vurup yaraladı. Kafasından akan kan, mushafa damlayıp onu lekeledi. Sonra hep birlikte ona vurmaya başladılar. Bir adam gelip kılıcıyla Hz. Osman'ın göğsünü yaraladı. Hz. Osman'ın zev­cesi Naile binti Ferafise el-Kelbiye de kendini Hz. Osman'ın üzerine atıp şöyle dedi:

- Ey Şeybe'nin kızı! Mü'minlerin emiri öldürülecek te sen bakacak mısın?

Böyle dedikten sonra kılıcı eline aldı, ama asilerden olan o katil, Na-ile'nin elini kopardı. Asiler evdeki eşyaları yağmalamaya başladılar. Bir adam, başı mushafın üzerinde bulunan Hz. Osman'ın yanma gelip başını tekmeledi ve mushaftan uzaklaştırdı. Sonra da şöyle dedi:

"Bugünkü kadar güzel bir kafir yüzü görmedim ve yine bu günkü kadar kıymetli bir kafir yatağı görmedim." Ravinin anlattığına göre asi­ler Hz. Osman'ın evindeki herşeyi yağmalayıp götürdüler. Bardakları­na varıncaya kadar alıp götürmüşlerdi.»

Hafız İbn Asakir'in anlattığına göre Medineli Müslümanlar, Hz. Osman'ın evinden ayrılıp gittiklerinde ve yanında aile efradın başkası kalmadığında asiler duvarlara tırmandılar. Evini ateşe verip içeri gir­diler. Bunlar arasında sahabelerden ve sahabe oğullarından sadece Ebu Bekir'in oğlu Muhammed vardı. Asilerden bir kısmı, Muham-med'den Önce içeri girip Hz. Osmanı vurup bayıltmışlardı. Kadınlar çığ­lık atınca asiler korkup dışarı çıkmışlar. Bu defa da Ebu Bekir'in oğlu Muhammed onun öldürüldüğünü zannederek içeri girmişti. Onun ayıl­dığını görünce Muhammed, şöyle demişti:

- Sen hangi dindensin ey ahmak?

- İslâm dinindenim ve ben ahmak da değilim. Aksine ben, mü'min­lerin emiriyim.

- Allah'ın kitabını değiştirdin.

- Allah'ın kitabı ortadadır. Aramızda duruyor.

Bunun üzerine Muhammed ilerledi ve Hz. Osman'ın sakalını tutup şöyle dedi:

- Kıyamet gününde eğer: "Ey Rabbimiz! Biz yöneticilerimize ve bü­yüklerimize itaat etmiştik, fakat onlar bizi yoldan saptırdılar." dersek bu sözümüz kabul edilmeyecektir. Böyle diyerek onu odanın içinden ka­pıya doğru iteledi. Hz. Osman da ona şöyle dedi:

- Ey kardeşimin oğlu, senin baban benim sakalımı tutmazdı. Mısırlılardan Kindeli olup eşek lakabıyla tanınan ve Ebu Raman

künyesiyle çağrılan bir adam geldi. Katade, onun asıl adının Raman ol­duğunu söylerken başkaları onun asıl adının Ezrak Eşkar olduğunu söylemişlerdir. Adının Sudan B. Raman el-Muradî olduğuna dair bir ri­vayet de vardır. îbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre o, şöyle demiş­tir:

"Hz. Osman'ın katili Esved b. Himran'dır. Esved, ona bir mızrak fir-latmıştı. Sonra eline bir yalın kılıç almış, bu kılıcı Hz. Osman'ın göğsüne vurmuş ve onu öldürmüştü. Sonra kılıcının keskin tarannı Hz. Os­man'ın karnına dayamış, üzerine yüklenmiş ve onu öldürmüştü. Naile araya girmek istemiş. Fakat bu kılıç onun elini kesmişti. Allah ondan (Naile) razı olsun.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ebu Bekir'in oğlu Mu-hammed, elindeki bir hançeri Hz. Osman'ın kulağına dürtmüş ve han­çer onun boğazına değmişti. Sahih kavle göre Hz. Osman'ın katili, Mu-hammed'den başkasıdır. Muhammed, utanıp geri dönmüştü. Çünkü Hz. Osman, ona: "Sen, babanın saygı gösterdiği bir sakalı tutuyorsun." demiş. Muhammed de bundan utanıp yüzünü Örtmüş geri dönmüş ve Osman'ı öldürmek isteyenlere karşı koymuşsa da bu karşı koymasının bir yaran olmamıştır. Neticede Allah'ın takdir ettiği iş yerine getiril­mişti. Bu Levh-i Mahfuzda yazılı bir kaderdi.

îbn Asakir'den rivayet olunduğuna göre Kinane b. Bişr, Hz. Os­man'ın alnına demir bir çubukla vurmuş, Hz. Osman yüz üstü yere düş­müş, Suvdan b. Himran el-Muradî de bundan sonra gelip onu öldürmüş­tü. Amr b. Hamka gelince o da Hz. Osman'ın üzerine atılmış, göğsü üze­rine oturmuştu. O esnada Hz. Osman, son nefesini vermekteydi. Amr, ona dokuz darbe vurup: "Bu darbelerin üçü Allah için, altısı da kalbimde ona beslediğim kin içindir." demişti.

Taberanî, Hz. Osman'ın kılıççısının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ensâr'dan bir adam, Hz. Osman'ın -yanına girdi. Hz. Osman, ona:

- Geri dön ey kardeşimin oğlu, sen benim katilim değilsin. Beni öl­dürmeyeceksin, dedi. Adam da:

- Sen bunu nereden biliyorsun? diye sorunca Hz. Osman, ona şu ce­vabı verdi:

- Zira doğumunun yedinci gününde seni Peygamber (s.a.v.)'e getir­diler. O da senin damağına birşey sürdü ve senin için bereket duası yap­tı.

Sonra Ensâr'dan başka bir adam, Hz. Osman'ın yanına girdi. Hz. Osman, ona da aynı şeyleri söyledi. Onun ardı sura Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz. Osman'ın yanma girdi. Hz. Osman ona:

- Sen benim katilimsin, dedi. Muhammed de:

- Bunu nereden biliyorsun ey ihtiyar bunak? diye sorunca Hz. Os­man, ona şu cevabı verdi:

- Çünkü doğumunun yedinci gününde damağına birşeyler sürme­si ve senin için bereket duası yapması maksadıyla seni Rasûlullah (s.a.v.)'a getirdiler. Sen onun üzerine pislemiştin.

Hz. Osman'ın böyle demesi üzerine Muhammed, onun göğsünün üzerine sıçradı, sakalım tuttu ve elindeki hançerle kafasına vurdu.

Bu, gerçekten garip bir hadistir ve münkerlik içermektedir. Başka rivayetlerde anlatıldığına göre Hz. Osman'ın kafasından akan kanın ilk damlaları, Önünde bulunan Kur'ân-ı Kerimin şu ayeti üzerine düşmüş­tür:

"Onlara karşı sana Allah yetecektir. O, işitir ve bilir." (el-Bakara, 137.)

Rivayet olunduğuna göre asiler, Hz. Osman'ın yanına girdiklerinde o, Kur'ân-ı Kerim okumakta olup yukarıdaki ayete ulaşmıştır. Bu, doğ­ruluktan uzak bir rivayet değildir. Çünkü o, mushaf-ı şerifi önüne koy­muş olup okumaktaydı.

îbn Asakir'den rivayet olunduğuna göre Hz. Osman, vurulurken: "Bismillahi tevekkeltü alallahi" demiş, vücudundan kan damlayınca da: "Sübhanellahi'l Azim" demiştir.

îbn Cerir tarihinde der ki: Mısırlılar, Mısır valisine gönderilen mek­tubu ulağın üzerinde yakaladılar. Mektupta Mısırlı asilerin bir kısmı­nın öldürülmesi, bir kısmının asılması, bir kısmının ise el ve ayakları­nın kesilmesi emrediliyordu. Bu mektubu Mervan b. Hakem, Hz. Os­man'ın ağzından uydurup yazmıştı. Ve aşağıdaki şu ayet-i kerimeyi kendine dayanak edinmişti.

"Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozguncu­luğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayakları kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dün­yada bir rezilliktir. Onlara ahirette büyük azap vardır." (ei-Mâide, 33.)

Mervan'a göre Hz. Osman'a baş kaldıran bu asiler, yeryüzünde fe­sat çıkaran kimselerdendiler. Şüphesiz öyleydiler ama onun Hz. Osman adına ve bilgisi dışında mektup yazması, mührünü kullanması ve bu mektubu onun devesine bindirdiği bir kölesiyle göndermesi doğru değil­di. Hele Hz. Osman'la Mısırlılar arasında barış yapılmasından ve Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i Mısır'a vali tayin edeceğine söz verme­sinden sonra yapmaya hiç hakkı yoktur. Mısırlılar, aralarında yapılan anlaşmanın aksine bu mektubu Hz. Osman'ın kölesi üzerinde yakala­dıklarında bunu Hz. Osman'ın yazıp gönderdiğini zannettiler ve bunu büyük bir suç saydılar. İçlerinde daha önceden ona karşı besledikleri kin sebebiyle Medine'ye tekrar döndüler. Mektubu sahabelerin önde ge­lenlerine gösterdiler. Bu hususta başkaları da bu Mısırlı asilere yardım­cı oldu. Öyle ki, bazı sahabeler,bu mektubu Hz. Osman'ın yazıp gönder­diğini zannettiler. Durum Hz. Osman'a anlatıldığı zaman o sahabelerin Önde gelenleriyle Mısırlı asilerin bulunduğu bir topluluk huzurunda yüce Allah'a yemin ederek bu mektubu kendisinin yazmadığını ve yaz-' dırmadığım, bu hususta bilgisinin olmadığını söyledi. Gerçekten de o doğru sözlü iyi bir insandı. Asiler ona:

- îyi ama bu mektubun altında senin mührün var. Buna ne dersin? diye sorduklarında Hz. Osman:

- Kişinin yazısı taklid edilebilir, haberi olmadan mührü kullanıla­bilir, dedi.

- Fakat mektubu götüren senin kölendi ve devene binmişti, deme­leri üzerine Hz. Osman:

- Allah'a yemin ederim ki, benim bundan hiç haberim yoktu, diye kendini savundu.

- Eğer sen bu mektubu yazmışsan bize karşı hainlik yapmışsın. Eğer yazmamışsan ve başkaları senin adına yamışlarsa senin de bun­dan bilgin yoksa demek ki sen aciz kalmışsın. Senin gibi biri halifeliğe layık olamaz. Ya hainsin, ya da acizsin, dediler. Aslında bütün bu söyle­dikleri her türlü varsayıma karşı geçersizdi. Çünkü onun söz konusu mektubu yazmış olduğu var sayılırsa -ki hakikatte yazmamıştır- bunun ona bir zararı olmaz. Çünkü o İslâm ümmetinin menfaatini gözeterek kendisine başkaldıran asilerin gücünü kırmak ve onları ortadan yok et­mek istemiştir. Bunu bu şekilde uygun görmüştür.

Mektubun yazılmasından bilgisinin olmayışına gelince bu hususta ona nasıl acizlik îsnad edilebilir?

Kendisinin haberi olmadan kendisi adına mektup yazılmış, bunda onun acizliği söz konusu değildir. O, Rasûlullah gibi masum yani hiç ha­ta yapmayan bir kimse değildi. Aksine onun hata yapması da gafil kal­ması da kendisinden beklenilen normal durumlardır. Allah, ondan razı olsun.

Şu asi ve cahil başkaldıncılara gelince onlar hain ve zorba kimseler­di. Zalim ve iftiracı idiler. Bu yüzden kuşatmayı sıkıştırdılar. Ona baskı yaptılar. Kendisine yiyecek ve su getirilmesine engel oldular. Mescide çıkmasına müsaade vermediler. Ölümle tehdit ettiler. Bu sebepten Hz. Osman, onlara hitap etmek mecburiyetini hissetti. Kimse arsasını ver­mezken kendisi arsa satın alıp mescide katarak mescidi genişlettiğini söyledi. Suyu ,Müslümanlardan men edildiği halde Rume kuyusunu sa­tın alıp Müslümanlara vakfettiğini söyledi. Rasûlullah'ın şöyle buyur­duğunu işittiğini söyledi:

"Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahadet eden Müslüman bir kimsenin kanı ancak üç sebebten biri ile helal olur: Bir canı öldüren kimsenin kanı helal olur. Başından nikah geçip zina yapan kimsenin kanı helal olur. Cemaattan ayrılıp dinini terkeden kimsenin kanı helal olur."

Hz, Osman, kimseyi öldürmediğini, imana girdikten sonra irtidat etmediğini, ne cahiliye nede İslâmiyet döneminde zina yapmadığını, hatta Rasûlullah (s.a.v.)'la be/at yaptıktan sonra sağ elini tenasül or­ganına değdinnediğini anlattı. Sonra onların Allah'a, Rasûlüne ve ken­dilerinden olan emir sahiplerine itaat etmelerini sağlayacağı umuduy­la fazilet ve menkıbelerini anlattı. Ama onlar asiliklerini sürdürdüler. Düşmanlıktan vazgeçmediler. Onun yanındaki kimselerin dışarı çık­malarına engel oldular. İş zorlaştı. Hareket alanı daraldı. Hz. Osman'ın yanındaki su tükendi, Müslümanlardan imdat dileyip su istedi. Hz. Ali, bizzat bu iş için yardıma koştu. Bir kırba su alıp asi ve cahillerden küfür­ler işite işite suyu Hz. Osman'a ulaştırdı. Asiler, onun bineğini ürküttüler, kötü sözler söylediler. Hz. Ali, onları azarladı. Sonra onlara şöyle de­di:

"Allah'a yemin ederim ki Farslar ve Rumlar, sizin bu adama yaptı­ğınızı yapmazlar. Allah'a yemin ederim ki, onlar savaşta esir tutarlar ama esirlerine yedirip içirirler."

İsyancılar, Hz. Ali'nin Hz. Osman'a su götürme isteğini kabul etme­diler. O da öfkesinden başındaki sarığı çıkarıp ortaya fırlattı.

Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi ve mü'minlerin annesi Ümmü Habibe de katırına binip hizmetçileri ve maiyetindeki kimselerle birlikte Hz. Osman'ın evine geldiğinde isyancılar onu durdurup:

- Niçin buraya geldin? diye sormuşlar, o da şu cevabı vermişti:

- Osman'ın yanında Ümeyye oğullarının Öksüz ve dulları için vasi­yetler vardır. Ben bu vasiyetleri ona hatırlatmak istedim de geldim. İs­yancılar, onun bu gerekçesini yalanladılar. Ona şiddetle karşı koydu­lar. Hakaret ettiler. Katırının bağını kestiler. Neredeyse düşecek gibi oldu, ama kendini toparladı. Başkaları yardımına gelmeselerdi öldürü­lecek gibi idi. Bineğini tutup götürdüler. Gerçekten de büyük bir olay meydana gelmişti. Hz. Osman ile ailesinin içecek suyu kalmamıştı. An­cak geceleyin Amr b. Hazm ailesi, onlara gizlice su ulaştırdılar. Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz.

Bu hadise meydana geldiğinde insanlar, cidden bunu büyük bir mu­sibet sayarak evlerine kapandılar. Hac vakti geldi. Mü'minlerin annesi Hz. Aişe, bu senede hacca gitmek üzere yola çıktı. Kendisine:

- Medine'de kalman daha faydalı olur. Belki şu asiler senden çeki­nirler, denildiğinde o şu cevabı verdi:

- Kendilerine düşüncelerimi açıkladığım takdirde Ümmü Habi-be'ye yaptıkları gibi bana da eziyet etmelerinden korkanın.

Böyle dedikten sonra Hz. Aişe yola çıktı. Hz. Osman, bu senede ken­di yerine insanlara haccettirmesi için Abdullah b. Abbas'ı görevlendir­di. Abdullah b. Abbas, ona:

- Senin kapında durup seni savunmam hacdan daha faziletlidir, deyince Hz. Osman, onu zorlayıp hacca gönderdi. O da gidip bu görevi ifa etti.

Hz. Osman'ın evinin çevresindeki kuşatma devam etti. Nihayet teş­rik günleri de gelip geçti. Bir kısım insanlar hacdan döndüler. İnsanla­rın selamette oldukları haber verildi. Asilere de hacca gitmiş olan kim­selerin Medine'ye dönmek üzere olup kendilerini mü'minlerin emirinin çevresinden kovup uzaklaştıracaklarına dair haber verildi. Ayrıca Mu-aviye'nin Habib b. Mesleme komutasında bir orduyu, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in de Muaviye b. Hadic komutasında başka bir orduyu, Kûfelilerin de Ka'ka b. Amr komutasında bir orduyu asilere karşı Medi­ne'ye gönderdikleri haberi geldi. Bu haberleri alan asiler kuşatmayı sıklaştırdılar. îşi azıttılar.

insanların çoğunun hacda bulunmaları ve Medine'deki insanların sayılarının azlığını fırsat bilerek Hz. Osman'ın evini çembere aldılar. Kuşatmayı daralttılar, kapışım yaktılar. Amr b. Hazm ve diğer komşu­larının duvarlarından tırmanarak Hz. Osman'ın evine girmeye çabala­dılar. İnsanlar, Hz. Osman'ı olanca güçleriyle savundular. Kapısının önünde şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Mübareze yaptılar. Çarpış­malar cereyan etti. Çarpışırken Recez bahrinden şiirler okudular, Ebu Hüreyre de çarpışırken: "Bu günde çarpışma güzel oldu." diyordu. Hz. Osman'ın evinde bulunanlardan bazıları öldürülürken, o facir ve asiler­den de bazıları öldürüldüler. Abdullah b. Zübeyr çok yara aldı. Hz. Ali'nin oğlu Hasan, Mervan b. Hakem ve diğerleri de yaralandılar. Mer-van b. Hakem'in boyun damarlarından biri kesildi, ölünceye kadar boy­nu eğri olarak yaşadı. Ziyad b. Nuaym el-Fihrî, Muğire b. Ahnes b. Şu-rayk ve Niyar b. Abdullah el-Eslemî gibi Hz. Osman'ın arkadaşlarının belli başlıları bu çarpışmalarda hazır bulundular.

Anlatıldığına göre Hz. Osman'ın bu arkadaşları hezimete uğradı­lar. Sonra geri döndüler. Hz. Osman, bu durumu görünce ısrarla insan­lara evlerine geri dönmelerini söyledi. Onlar da geri dönüp gittiler. Ya­nında aile efradından başka kimse kalmamıştı. Asiler kapıdan içeri gir­diler. Duvarlardan tırmanıp avluya atlayanlar da oldu. Hz. Osman, na­maza durdu. Tâ-Hâ sûresini okumaya başladı. Hızlı Kur'ân okuyan bir kimseydi. Tâ-Hâ sûresini insanlar kavgada iken okudu. Kapı yanmış, kapı yanındaki odanın tavanı da yanmıştı. Yangının beytül-mala sıçra­masından korktular. Bundan sonra Hz. Osman, namazını tamamla­mış, oturmuş ,mushafı önüne koymuş ve şu ayeti okumaya başlamıştı:

"İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size karşı bir ordu top­ladılar. Onlardan korkun." dediler. Bu, onların imanım artırdı da: "Al­lah bize yeter, o ne güzel Vekildir." dediler. (Âi-i îmrsn, 173.)

Hz. Osman'ın yanma giren ilk adam, kendisine kara ölüm denen kimse idi. Hz. Osman'ın bağızmı şiddetle sıktı. Hz. Osman, bayıldı ve nefesi boğazında titremeye başladı. Kara ölüm, onu bu halde görünce öl­düğünü zannederek bıraktı. Sonra Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, içeri girdi. Sakalını tutup salladı ve sonra dışarı çıktı. Arkasından bir başkası içeri girdi, elinde kılıcı vardı. Hz. Osman'a vurdu. Hz. Osman, elini kılıca karşı siper yaptı, eli kesildi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre eli koptu. Ancak Hz. Osman, eline kılıçla vurulduğu zaman: "Valla­hi bu, Kur'ân'm Mufassal sûresini yazan ilk eldir." demişti. Vücudun­dan akan kanın ilk damlası önünde bulunan mushafin şu ayetinin üze­rine düşmüştü:

"Onlara karşı sana Allah yetecektir." Daha sonra kılıcını çekmiş bir adam içeri girdi. Hz. Osman'ın zevcesi Naile, onun karşısına dikildi.

Adamın kılıcının tuttu. Fakat adam kılıcını onun elinden çekince Nai-le'nin parmakları kesildi. Bundan sonra o adam kılıcım keskin tarafını Hz. Osman'ın karnına dayayıp bastırdı.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Gafiki b. Harb, Hz. Ebu Be­kir'in oğlu Muhammed'den sonra Hz. Osman'ın üzerine hücum etti. Elindeki bir demirle ona vurdu. Önünde duran mushafi tekmeledi. Mushaf dönüp Hz. Osman'ın önünde durdu. Vücudundan akan kanlar­dan mushafin üzerine döküldü. Daha sonra Sudan b. Himran, kılıcıyla Hz. Osmanın üzerine geldi. Naile, ona engel olmaya çalıştı. Parmakları kesildi. Arkasını dönüp giderken Sudan, Naile'nin arkasına eliyle vur­du ve: "Arkası çok büyük" dedi. Sonra vurup Hz. Osman'ı öldürdü. Hz. Osman'ın kölesi de gelip Sudan'ı öldürdü. Katere adında bir başkası da gelrp bu köleyi öldürdü.

İbn Cerir'in anlatdığına göre bu asi ve katiller, Hz. Osman'ı öldür­dükten sonra başını koparmak istediklerinde kadınlar çığlık atıp yüzle­rine tokat vurmuşlardı. Bu kadınlar arasında Hz. Osman'ın zevceleri Naile ile Ümmü Benin ve kızları vardı. Kadınların çığlık atıp yüzlerini tokatlamaları üzerine tbn Adis: "Bırakın bırakın" demiş ve asiler de Hz. Osman'ın başım koparmaktan vaz geçmişlerdi. Sonra bu günahkar ve asiler, Hz. Osman'ın evindeki eşyaları yağmalamışlar ve aralarından biri : "Onu öldürmek bize helal olurda malı mı helal olmaz, diye bağır­mıştı. Evdeki eşyayı yağmaladıktan sonra dışarı çıkmışlar. Kapıyı, Hz.Osman'm ve beraberindeki iki maktulün üzerine kilitlenmişlerdi. Dışarı çıkıp evin sahanlığına vardıklarında Hz. Osman'ın kölesi, Kate-re'nin üzerine sıçrayıp onu öldürmüştü. Gördükleri her şeyi alıp götürü­yorlardı. Hatta Kelsum et-Tecibî, Naile'nin entarisini dahi almış götür­müştü. Hz. Osman'ın bir kölesi de Kelsum'u vurup öldürmüştü. Ama bu köle de başkası tarafından öldürülmüştü. Sonra Medineliler: "Ey ahali! Beytü'1-mala koşun. Bu asiler sizden önce beytü'1-mah ele geçirmesin­ler." diye birbirlerine seslendiler. Beytül-mahn bekçileri de bunu işitin­ce: "Ey millet! Beytü'1-malı kurtarın. Çünkü bu kimseler, doğru konuş­madılar. Amaçları iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak değil­miş, iddia ettikleri şeylerin ash yokmuş, bunlar sadece mal ve dünyalık için ayaklanmışlardır" diye seslendiler. Fakat Medineliler, bunlara karşı dayanamadılar. Yenildiler, asiler gelip beytü'l-maldaki herşeyi alıp götürdüler. O zaman beytü'l-malda gerçekten çok şey vardı. [1]

 

Fasıl

 

Bu büyük hadise ve çirkin olay meydana geldiğinde insanlar, çare­siz kaldılar. Bunun büyük bir musibet olduğunu anladılar. O cahil asile­rin çoğu da yaptıklarına pişman oldular. Kendilerinin Hz. Musa zama-

nmda puta tapan ve Allah tarafından Kur'ân-ı Kerim'de anlatılan za­limlere benzediklerini gördüler. Ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah, o buza­ğıya tapanlardan şöyle söz ediyordu:

"Elleri böğründe, çaresiz kalıp kendilerinin sapıtmış olduklarını görünce:

"Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, and olsun ki mah­voluruz" dediler." (ei-AVaf, 149.)

Medine'den çıkmış olan Zübeyr?e Hz. Osman'ın öldürülüş haberi ulaşınca: "İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun" dedi, sonra Hz. Osman'a rah­met diledi. Öldürenlerin pişman olduklarını duyuncada: "Kahrolsun­lar" dedi ve şu ayeti okudu:

"Çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak bir tek çığlığı bekler­ler. O zaman, artık ne vasiyet edebilirler, ne de ailelerine dönebilirler." (Yasin, 49-50.)

Hz. Ali de, Hz. Osman'ın öldürülüş haberini duyunca ona rahmet di­ledi. Ve katillerin pişman olduklarını duyunca da şu ayeti okudu: "İki yüzlülerin durumu insana: "İnkar etw deyip, insan da inkar edince: "Doğrusu ben senden uzağım; âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korka­rım." diyen şeytanın durumu gibidir. (el-Haşr, ıe.)

Sa'd b. Ebi Vakkas Hz. Osman'ın öldürülüşünü duyunca ona mağfi­ret ve rahmet dileyip katilleri hakkında şu ayeti okudu. "Ey Muham-med! "Size, amelce en çok kayıpta bulunanları haber verelim mi?" de. Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir, Oysa onlar, güzel iş yaptık­larını sanıyorlardı." (ei-Kehf, 103-104.)

Bu ayeti okuduktan sonra Sa'd: "Allah'ım, katilleri pişman et. Sonra azap ile yakala." dedi.

Seleften bazıları Allah adına yemin ederek Hz. Osman'ı öldürenle­rin tamamının öldürüldüklerini söylemişlerdir.

Katillerin tamamının öldürülmeleri gerekirdi. Bunun bazı sebeple­ri vardı. Bu sebeplerden biri, Sa'd'ın yaptığı duadır ki, bu dua müstecab olmuştu. Nitekim bu sahih hadiste de sabittir. Bazılarının anlattıkları­na göre katillerden her biri delirdikten sonra öldürülmüştür.

Vakidî dedi ki: Hz. Osman'ın katili Kinane b. Bişr b. Attab et-Tecibî idi. Manzur b. Seyyar el-Ferazî'nin karısı şöyle diyordu: "Biz, hac için yola çıktık. Osman'ın Öldürüldüğünden haberimiz yoktu. Merc mıntı­kasına geldiğimizde geceleyin bir adamın şöyle bir şarkı okuduğunu işittik: "Haberiniz olsun, insanların en hayırlısı üç günden sonra Mı­sır'dan gelen Tecibi tarafından öldürülecektir."

Hacdan dönen kimseler, Medine'ye vardıklarında Osman'ın öldü­rüldüğünü gördüler. Bunun üzerine insanlar, Ebu Talib oğlu Ali'ye be/at ettiler. Hz. Osman'ın ölüm haberi Rasûlullah (s.a.v.)'m hacdan dönen zevcelerine yolda ulaştığında onlar. Mekke'ye tekrar döndüler.

Orada dört ay kadar kaldılar. Nitekim bu husus ileride de anlatılacak­tır. [2]

 

Fasıl

 

Meşhur rivayeti göre Hz. Osman'ın, evinde kuşatma altında tutul­ması kırk gün kadar sürmüştür. Başka bir rivayete göre ise kırk kusur gün sürmüştür. Sadî'nin ifadesine göre onun kuşatma altında tutulma­sı, yinniiki gece sürmüştür. Sonra cuma günü öldürmüştür ki, bu hu­susta ihtilaf yoktur.

Seyf b. Ömer, üstadlarından naklederek şöyle demiştir: "Hz. Os­man, cuma günün son saatinde öldürüldü." Mus'ab b. Umeyr ile diğerle­ri de bu hususta kesin ifade kullanarak Hz. Osman'ın cuma gününün son saatinde Öldürüldüğünü ifade etmişlerdir. Başkalarının ifadesine göre gündüz kuşluk vaktinde öldürülmüştür ki, bu akla daha yatkındır. Yani Hz. Osman, zilhicce ayının onsekizinci gecesinde öldürülmüştür ki, meşhur rivayet te budur. Teşrik günlerinde öldürülmüş olduğuna dair zayıf bir rivayet vardır.

Zührî'nin ifadesine göre Hz. Osman, teşrik günlerinde öldürülmüş­tür. Bazıları onun zilhicce ayının üçüncü gününde cuma gününde öldü­rüldüğünü söylemişlerdir. Kurban bayramının birinci gününde öldü­rülmüş olduğuna dair zayıf bir rivayet te vardır.

Hz. Osman'ın halifeliği oniki seneden oniki güneksik bir süre devam etmiştir. Çünkü ona hicretin yirmidördüncü senesinin muharrem ayının başında bey5at edilmişti. Öldürülürken sekseniki yaşını geçmişti.

Salih b. Keysan'm ifadesine göre Hz. Osman, sekseniki yaşında öl­dürülmüştür ki, meşhur olan rivayet te budur. Seksendört yaşında öl­dürüldüğüne dair zayıf bir rivayette vardır. Katade'nin ifadesine göre Hz. Osman seksensekiz yada doksan yaşında öldürülmüştür. Kata­de'nin ifadesine göre Hz. Osman, yetmişbeş yaşında öldürülmüştür ki, bu cidde gariptir. Seyf b. Ömer'den nakledilen bir rivayet daha vardır ki, bu daha gariptir. Buna göre Hz. Osman, altmışüç yaşında öldürülmüş­tür. Allah ondan razı olsun.

Hz. Osman'ın mezarına gelince, onun Baki doğusundaki Haşşi Kev-keb'e defnedildiği hususunda ihtilaf yoktur. Emeviler zamanında me­zarının üzerine büyük bir kubbe yapılmıştır ki, bu kubbe günümüze ka­dar varlığını sürdürmüştür.

İmam Malik dedi ki: "Duyduğuma göre Osman, Haşşı Kevkeb'de bu­lunan mezarının yerine uğradığında: Buraya salih bir adam defnedile­cektir, demiştir."

İbn CerirHn anlattığına göre Hz. Osman, öldürüldükten sonra cena­zesi üç gün bekletilmiş, sonra defnedilmiştir.

Ben derim ki: insanlar, Hz. Ali'ye bey'at yapmakla meşgul oldukları için cenazesi bekletilmişti. Bey'at işi tamamladıktan sonra Hz. Os­man'ın cenazesi defnedildi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre cena­zesi iki gece bekletilmiş, sonra defnedümiştir. Bir başka rivayette anla­tıldığına göre cenazesi aynı gece defnedilmiştîr. Defnedilişi akşam na­mazı ile yatsı arasında gizlice yapılmıştır. Çünkü asilerden korkuluyor­du. Bir rivayette anlatıldığına göre onun defnedilmesi için asilerin bazı reislerinden izin alınmıştır.

Onu, sahabelerden az sayıda birkaç kişi alıp mezarına götürüp def-netmişlerdi ki, bu sahabelerden bazıları şunlardı: Hakim b. Hizam, Hü-veylid b. Abdil Uzza, Ebu Cehm b. Hüzeyfe, Niyar b. Mükrim el-Eslemî, Cübeyr b. Mu'tim, Zeyd b. Sabit, Ka*b b. Malik, Talha, Zübeyr ve Ebu Ta-lib oğlu AH. Ayrıca Hz. Osman'ın bazı arkadaşlarıyla hanımları da cena­ze merasiminde hazır bulunmuşlardı. Hanımlarından Naile ile Ümmü Benin binti Utbe b. Husayn ve bazı çocuklar bu nerasime katılmışlardı. Vakidî ile Seyf b. Ömer et-Temimf den nakledilen bir rivayette anla­tıldığına göre cenazesini yıkadıktan ve kefenledikten sonra bir kapı üze­rine koyup mezarlığa götürmüşlerdir. Bazıları onun yıkanmadığını ve kefenlenmediğini iddia etmişlerdir ki, sahih olan birinci rivayettir. Cena­ze namazını Cübeyr b. Mu'tim kaldırmıştı. Zübeyr b. Avvam veya Hakim b. Hizam veya Mervan b. Hakem veya Misver b. Mahreme'nin kıldırmış olduğuna dair rivayetler de vardır. Bazı asiler cenazesine saldırmışlar, onu taşlamak ve tabutundan yere atmak istemişlerdi Deyri Sin'deki Ya­hudi mezarlığına defn edilmesini istemişlerdi. Nihayet Hz. Ali, bazı adamları onlara göndererek onları bu teşebbüsten vazgeçirtmişti. Cena­zesini Hakim b. Hizam taşımıştı. Mervan b. Hakem'in veya Misver b. Mahreme'nin veya Ebu Cehm b. Hüzeyfe'nin veya Niyar b. Mükrin'in ve­ya Cübeyr b. Mut'im'in taşımış olduğuna dair rivayetler vardır.

Vakidî'nin anlattığına göre cenaze musallaya konulduğunda bazı Ensâr, Osman'ın cenaze namazının kılınmaması gerektiğini söylemiş­ler. Ebu Cehm b. Hüzeyfe de: "Onu, üzerine namaz kılnıaksizm defne­din. Çünkü onun namazını Allah ve melekleri kılmışlardır." demişlerdi. Sonra bazıları Hz. Osman'ın Baki mezarlığına defnedilmemesini, onu duvarın gerisine defiı etmek gerektiğini söylediler ye onu Baki mezarlı­ğının doğusunda bulunan bazı hurma ağaçlarının altına defnettiler.

Vakidî'nin rivayetine göre Hz. Osman'ın cenazesi, namaz için mu­sallaya konulduğunda Umeyr b. Dabi onun üzerine atılmış ve kaburga kemiklerinden birini kırıp: "Dabi kabilesinde bir adamı hapse attın ve ölünceye kadar onu hapiste tuttun." demişti.

Daha sonra Haccac, Umeyr b. Dabi'yi öldürmüştü. Buharı, "Tarih** adlı eserinde Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, KaT^e'yi tevaf ediyordum. Bir adamın: Allah'ım, beni bağışla ama bağışlayacağını da sanmıyorum" dediğini işittim, ona:

- Ey Allah'ın kulu, senin dediğin gibi diyen başka bir adam görme­dim ve işitmedim, deyince adam şöyle cevap verdi:

- Ben, imkan bulursam Osman'ın yüzünü tokatlayacağıma dair Allah'a söz vermiştim. Osman'ın evde musalla üzerine konulduğunda insanlar gelip namazını kılmaya başladılar. Ben de namazını kılacak-mışım gibi içeri girdim. Boş bir yer gördüm. O esnada yüzünün ve saka­lının üzerindeki örtüyü kaldırıp yüzünü tokatladım ama sağ elim kuru­du.

Ibn Şirin: "O adamın elinin bir ağaç parçası gibi kurumuş olduğunu

gördüm" demiştir.»

Daha sonra evde öldürülen Hz. Osman'ın, Sabih ve Necih adlı köle­lerinin cenazeleri çıkarıldı. Bunlar da Haşşı Kevkeb denen yerde Hz. Osman'ın yanı başına defnedildiler. Bir rivayette anlatıldığına göre asi­ler, bunların defn edilmelerine imkan vermemişlerdir. Hatta cenazele­rini ayaklarından tutup yerde sürüyerek döşeme taşlarının üzerine at­mışlar, köpekler onların cesetlerini yemişlerdi. Muaviye, emirliği za­manında Osman'ın mezarına itina göstermiş, mezarı ile Baki mezarlığı arasına duvar çekmiş ve insanlara Ölülerini Hz. Osman'ın mezarının çevresine defnetmelerini emretmişti. Böylece mezar Müslümanların mezarlarıyla birleşsin. [3]

 

Hz. Osman'ın Evsafı

 

Hz. Osman, güzel yüzlü, ince tenli, büyük sakallı, orta boylu, iri mafsalh bir kimse olup omuzlarının arasındaki mesafe genişti. Gür saç­lı, güzel ağızlı olup esmer tenliydi. Bir rivayette anlatıldığına göre yü­zünde çiçek hastalığından izler vardı. Allah ondan razı olsun.

Zührî'den rivayet olunduğuna göre Hz. Osman, güzel yüzlü, güzel ağızlı, orta boylu ve ayak araları geniş bir kimse idi. Saçma ve sakalına safran sürerdi. Dişlerini altın telle bağlamıştı. Bileklerine kıldan örme

şeyler geçirmişti.

Vakidî, Abdullah b. Utbe'nin oğlu Ubeydullah'm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Hz. Osman, vefat ettiği zaman hazine darının yanında üç buçuk milyon dirhem ve yüz bin dinar vardı. Bütün bu paralar yağmalanıp gö­türüldü. Rabaza'da 1000 devesi vardı. Eriş kuyusu, Hayber hurmalığı ve Vadi'l-Kura'da da 200.000 dinarı vardı. Rume kuyusu da ona aitti. Bu kuyuyu Peygamber (s.a.v.) hayatta iken satın almış ve Allah yolunda vakfetmişti. [4]

 

Fasıl

 

A'meş, Hüzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Fitnelerin ilki, Osman'ın öldürülmesidir. Sonuncusu da Deccal'ın fitnesidir."

Hafiz b. Asakir, Hüzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Fitnelerin ilki, Osman'ın Öldürülmesidir. Sonuncusu da Deccel'in ortaya çıkmasıdır. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bir kişinin kalbinde Osman'ın öldürülmesinden dolayı bir miskal ağırlığınca sevinç varsa, o kişi Deccal'a yetişirse kendisine tabi olmadan ölmeyecektir. Eğer hayatta kavuşmazsa mezarında da olsa Deccal'a iman edecektir."

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, Hüzeyfe b. Yeman'ın şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Allah'ım, eğer Affan oğlu Osman'ın öldürülmesi hayırlıysa benim bu hayırda bir payım yok. Eğer şerli ise ise ben bu serden uzağım. Al­lah'a yemin ederim ki, eğer onun öldürülmesi hayır olsaydı bu hayır sa­yesinde insanlar süt sağıp içerlerdi. Eğer Osman'ın öldürülmesi şer ise -ki öyledir- bu şer sebebiyle kan akıtılacak ve emilecektir." Buharî, bunu sahihinde nakletmiştir.

Muhammed b. Aiz dedi ki: Ölüm döşeğinde yatmakta olana Hüzeyfe b. Yeman'ın yanında bir dostu vardı. Bu dostu, Hüzeyfe'nin karışma giz­lice bir şeyler fisıldıyordu. Hüzeyfe, gözlerini açıp onlara ne fisıldaştık-larını sordu. Onlar da "Hayır" diye cevap verdiler. Hüzeyfe:

- Benden gizli bir şey konuşuyorsunuz ki hayır değildir, diye karşı­lık verince adam:

- Osman'ın öldürülmesinden bahsediyoruz, dedi. Bunun üzerine Hüzeyfe: "İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun" deyip sözünü şöyle sürdür- _ dü: "Allah'ım, doğrusu ben bu işten uzağım. Eğer bu işe katılanlar için Osman'ın öldürülmesi hayırlı ise -ki öyle değildir- ben bundan uzağım. Eğer bu işe katılanlar için Osman'ın öldürülmesi şer ise -kî öyledir- Ben bundan uzağım. Ey Osman, bugün kalpler değişti. Fitneleri benden uzakta tutan Allah'a hamd olsun ki bu fitnelerin komutanları ve önder­leri kaba, haşin ve günahkar kimselerdir.

Hasanb. Urfe, Ebu Musa el-Eş'arfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer Osman'ın öldürülmesi bir hidayet olsaydı, Muhammed üm­meti bu hidayet sayesinde süt sağıp içerdi. Ama onun Öldürülmesi sa­pıklık oldu ve bu yüzden Muhammed Ümmeti kan sağdı."

Muhammed b. Sa'd, Zehdem el-Cürmi'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: îbn Abbas hutbe irad edip şöyle dedi: "Eğer insanlar, Osman'ın kanını talep etmez ve onun kan davasını gütmezlerse, gökten üzerlerine taş yağar.»                                               

A'meş, Sabit b. Ubeyd b. Ebi Cafer el-Ensârfnin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Osman öldürüldüğü zaman mescitte oturmakta olan Ali'nin yanı­na vardım. Başına siyah bir sarık sarmıştı. Ona: "Osman Öldürüldü." dedim. O da: "Onu Öldürenler zamanın sonuna dek kahrolsunlar." diye karşılık verdi.»

Ebu'l-Kasım el-Begavî, İbn Ebi Leyla'nın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Mescidin kapısında ya da zeytin yağı sıkılan yerdeki taşların ya­nında Hz. Ali'nin sesini yükselterek şöyle dediğini işittim." Allah'ım, Osman'ın öldürülmesi ile alakam olmadığını sana arz ediyorum. Ben bu işten uzağım.»

Ebu Aliye'den rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, öldürülmesinden sonra Hz. Osman'ın evine gelmiş, cenazesinin üzerine kapanıp ağlama­ya başlamıştı. Öyle ki, orada bulunanlar onun da Osman'ın peşine takı­lıp gideceğini (öleceğini) zannettiler.

Sevrî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Osman'ın öldürüldüğü gün Ali şöyle dedi: "Vallahi ben öldürme­dim, öldürülmesini de emr etmedim. Ama mağlup edildim."

Habib b. Ebu Aliye, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ali dedi ki: "İnsanlar isterlerse Makam-ı İbrahim'in yanında Al­lah'a yemin ederim ki, Osman'ı öldürmedim ve öldürülmesini de emret­medim. Asileri bu işten men ettim ama onlar bana karşı geldiler. Emri­mi dinlemediler, derim."

Muhammed b. Yunus el-Kedimî, Kays b. Abbad'ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Cemal savaşında Ali'nin şöyle dediğini işittim: "Allah'ım, Os­man'ın öldürülmesiyle ilgim olmadığını sana arz ediyorum.. Ben bu iş­ten uzağım. Osman'ın öldürüldüğü gün aklım başımdan gitti. Kendimi ayıpladım. İnsanlar bey*at için bana geldiklerinde ben şöyle dedim: Ye­min ederim ki ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m: "Ben, meleklerin kendisinden utandıkları bir adamdan utanırım." dediği adamın katilleri olan kim­selerle bey'atlaşmaktan utanırım. Ben cenazesi yerde olup henüz def-nedilmemişken Osman'dan sonra insanların be/atlarını kabul etmek­ten Allah'a karşı utanırım." Ben, böyle dedikten sonra be/at için gelen­ler geri dönüp gittiler. Osman defnedildikten sonra insanlar tekrar ge­lip benimle be/atlaşmak istediler. Ben de dedim ki: "Allah'ım , daha önce yaptığım şeyden ötürü senden korkuyorum." Bundan sonra bana bir azim geldi. Ve cemaatle bey'atlaştım. Bana emirül-mü'minin diye hitap ettikleri zaman kalbim param paça oldu. Bundan nefret etti­ğim için sustum."

Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ın öldürülmesiyle alakası olmadığına dair beyanları, çeşitli rivayetlerle nakledilmiştir ki, Hafız Ebu'l-Kasım b. Asakir, bu rivayetleri toplamış ve buna itina göstermiştir. Hz. Ali, hut­belerinde ve diğer konuşmalarında Hz. Osman'ı kendisinin öldürmedi­ğine, öldürülmesini emretmediğine, bu komploya karışmadığına ve bu­na rıza göstermediğine, aksine asileri bundan sakındırdığına, ama sa­kındırmasına kulak vermediklerine yemin etmiştir. Bu ifadeleri, kesin­lik ifade eden yollarla bize hadis imamları tarafından nakledilmiştir. Hamd ve minnet Allah'adır. Yine birkaç yolla rivayet olunduğuna göre Hz. Ali'nin şöyle dediği sabittir: ''Ben ve Osman, Cenâb-ı Allah'ın hakla­rında şöyle buyurduğu kimselerden olmayı ümid ediyorum:

"Biz, onların gönüllerinde olan kini çıkardık, artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir." (el-Hicr, 47.)

Yine Hz. Ali'den gelen birkaç rivayette sabit olduğuna göre o, bu ko­nuyla ilgili olarak şu ayeti kerimeyi okumuştur:

"İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakı­nıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir so­rumluluk yoktur. Allah iyi davrananları sever." (ei-Mâide, 93.)

Bir rivayette sabit olduğuna göre Hz. Ali şöyle demiştir: "Osman (r.a.), bizim en hayırlımızdı. Dostluk ve akrabalık bağlarını en fazla go-zetenimizdi. En hayırlımızdı. En temizimizdi. Aziz ve Celil olan Rabbe karşı en takvalı olammızdı."

Yakup b. Süfyan, Umeyr b. Radf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali, hutbe okudu. Hariciler ve asiler, onun hutbesini engellemeye çalıştılar. Sözünü kesmek mecburiyetinde kaldı. Minberden inip şöyle dedi:

"Benimle Osman'ın misali; biri kırmızı, biri beyaz biri de siyah olan üç sığıra benzer. Bunlar bir ormanda bir arslanla beraberdiler. Arslan bu sığırlardan birini yemek istediği zaman diğer iki sığır ona engel olu­yorlardı. Bir ara arslân, siyah ve kırmızı sığıra dedi ki:

- Şu beyaz sığır, şu ormanda bizi rezil rüsvay etti. Bırakın da onu yiyeyim! Siyah sığırla kırmızı sığır arslana müsaade ettiler. Arslan da beyaz sığırı yedi.

Sonra arslan, siyah ve kırmızı sığırdan birini yemek istediği zaman diğer sığır ona engel oldu. Bunun üzerine arslan kırmızı sığıra dedi ki:

- Şu siyah sığır var ya doğrusu o, şu ormanda bizi rezil rüsvay etti. Bak ben ve sen'aynı renkteniz. Aramıza girme de siyah sığırı yiyeyim. Kırmızı sığır aradan çekildi. Arslan da siyah sığırı yedi. Sonra dönüp kırmızı sığıra:

- Doğrusu seni de yiyeceğim, deyince, kırmızı sığır, dedi ki:

- Bırak da üç çığlık atayım.

- At bakalım

- Dikkat et ki ben, beyaz sığırı yediğin gün sana karşı ona yardım etmiş olsaydım, üçümüzü de yiyemezdin.

Bu misali anlattıktan sonra Ali, şöyle dedi: "Doğrusu Osman'ın öl­dürüldüğü gün gevşek davrandım. Eğer ona yardım etmiş olsaydım, za­yıf düşmezdim." Hz. Ali, bu sözünü üç kez tekrarladı.

İbn Asakir, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Osman zamanında bir kadın beytü'l-mal'a gelir, çuvalım dol­durur ve: "Allah'ım, bu malın yerini doldur. Allah'ım malın yerine başka bir mal koy" derdi.»

Hz. Osman, Öldürüldüğü zaman Hassan b. Sabit şöyle dedi:

"Değiştir, dediniz. Bunun yerine size fazla değil de eksik verildi ve alevler gibi tutuşan bir savaş verildi.

Köle, cariye ve altın yerine size eski püskü elbiseler verildi. Çünkü siz intikam aldınız1."

Beni Saide'nin kardeşi olup Bedir gazvesine katılan ve Hz. Os­man'ın yanında yer alanlardan biri olan Ebu Hamid, Hz. Osman'ın öl­dürülmesi zamanında şöyle demiştir: ''Vallahi biz, Osman'ın öldürül­mesini istemedik. Onun öldürüleceğini de sanmıyorduk. İşin bu kadar kızışacağım sanmıyorduk. Allah'ını, ben, bu, şu ve şu işi yapmamaya (hanımla cinsel ilişkide bulunmamaya) ve gülmemeye yemin ettim."

Muhammed b. Sa'd, Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben kendimi, Ömer'i ve kızkardeşini İslâm üzere sağlam bir ze­minde biliyorum. Eğer Affan'm oğlu Osman'a bu yaptıklarınızı bir kim­se protesto edecek olursa bu, yapılması gereken bir iştir."

Muhammed b. Aiz, Abdurrahnıan b. Cübeyr'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Abdullah b. Selam, bir adamın bir başkasına şöyle dediğini işitti: "Affan oğlu Osman öldürüldü. Ama onun hakkında iki keçi daha boy-nuzlaşmadı" îbn Selam da adamın bu sözüne şöyle karşılık verdi:

"Evet, doğru söyledin. Osman'ın öldürülmesi hususunda sığırlarla keçiler boynuzlaşmadılar. Ama bu hususta adamlar silahla birbirine gi-reşeçeklerdir. Allah'a yemin ederim ki, bu hususta henüz doğmamış olup babalarının bellerinde duran kavimlerle savaşacağız."

Leys, Tavus'tan naklederek îbn Selam'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Kıyamet gününde Osman, kendisini öldürenler ve bu hususta kendisine yardım etmeyen kimselerle davalasaçaktır,"

Ebu Abdillah el-Muhamilî, Ebu Bekre'nin şöyle dediğim rivayet et­miştir:

« Osman'ın öldürülme hareketine katılmaktansa gökten yere düş-.   meyi tercih ederim.»

Ebu Ya'lâ, Ebu Meryem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben Kûfe'de bulunuyordum.Ali'nin oğlu Hasan, kalkıp bir hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle dedi;

"Ey insanlar! dün gece hayret verici bir rüya gördüm. Kutlu ve yüce Allah ,Arş'm üzerindeydi. Rasûlullah (s.a.v.) gelip Arş-ı Alâ'nın direkle­rinden birinin yanında durdu. Ebu Bekir de gelip elini Rasûlullah (s.a.v.)'m omuzu üzerine koydu. Sonra Ömer de gelip elini Rasûlullah (s.a.v.)'ın diğer omuzu üzerine koydu. Bunlardan sonra Osman, kesik başı elinde olarak geldi ve şöyle dedi:

- Ya Rab, beni niçin öldürdüklerini kullarına sor. Bundan sonra gökteki iki oluktan yere kan akmaya başladı.

Hz. Hasan'm böyle konuşması üzerine orada bulunan kimseler ,Hz. Ali'ye şöyle sordular:

- Hasan neler anlatıyor, görmüyor musun?

- O, gördüğünü anlatıyor.

Ebu Ya'lâ, Hz. Ali'nin oğlu Hasan'm şöyle dediğini rivayet eÛniştir: Ben gördüğüm bir rüyadan sonra artık savaşacak değilim. Arş-ı Alâ'yı gördüm. Rasûlullah (s.a.v.), Arş-ı Alâ'ya tutunmuştu. Ebu Bekir de gelip elini Rasûlullah (s.a.v.)in omuzu üzerine koydu. Ömer de gelip elini onun diğer omuzu üzerine koydu. Osman da elini Ömer'in omuzu üzerine koymuştu. Arkalarından bir kanın aktığını gördüm. Bu nedir? diye sordum." "Osman'ın kanıdır. Allah, bu kanın davasını güdüyor." dediler.

Müslim b. İbrahim, Zeyd b. Sovhan'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Hz. Osman ,öldürüldüğü zaman kalpler birbirlerinden kaçıp nef­ret ettiler. Nefsim ,kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, bir­birinden kaçıp nefret eden bu kalpler kıyamet gününe kadar birbirleri­ne ısmmayacaklardır."

Muhammed b. Şirin, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kaptan suyu enıercesine Osman'ı emdiniz. Sonra onu öldürdünüz. Öyle mi?"

Haıife b. Hayyat, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sizin kırbaçlanmanıza kızdım, Osman'ın kılıçla vurmasına kızma­dım. Onu o kadar ayıplayıp kınadınız ki, günahsız hale getirdiniz. Suç­suz hale getirdiniz. Sonra onu öldürdünüz."

Ebu Muaviye, Mesruk'tan rivayet etti ki, Osman öldürüldüğü za­man Hz. Aişe şöyle demiştir: "Onu kirden arınmış bir elbise haline getirdiniz. Sonra öldürdünüz. Sonra onu getirip koç boğazlar gibi boğazladı­nız, öyle değil mi?"

Yaninda duran Mesruk, Hz. Aişe'ye şöyle karşılık verdi:

- Bu senin işindir. Sen insanlara mektuplar yazarak ona baş kal­dırmalarım istedin.

- Mü'minlerin kendisine iman ettiği kafirlerin kendisini inkar etti­ği, Allah'a yemin ederim ki ben, şu meclise gelip oturuncaya kadar her­hangi bir kimseye bu hususta beyaz kağıt üzerine siyah yazı yazmış, mektup göndermiş değilim."

A'meş dedi ki: "Halk, Hz. Aişe'nin adına asilere bu hususta mektup göndermiş olduğunu düşünüyordu."

Bu ve benzeri ifadelerden de anlaşılacağı gibi asiler ve Hariciler -Al­lah onları kahretsin- sahabeler adına beldelere ve şehirlere mektuplar yazarak insanları Hz. Osman'la savaşmaya teşvik etmiş, kışkırtmışlar­dır. Nitekim bununla ilgili açıklamayı önceki sayfalarda vermiştik. Hamd ve minnet Allah'adır.

Ebu Davud et-Teyalisî, Talk b. Hassan'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hz. Osman öldürüldü. Biz, Muhammed (s.a.v.)'in sahabeleri arası­na dağıldık. Gidip onlara Osman'ın öldürülmesi hakkındaki fikirlerini sorduk. Hz. Aişe'nin bu hususta şöyle dediğini işittim: "Osman, haksız yere öldürüldü. Allah onun katillerine lanet etsin."

Muhammed b. Abdillah el-Ensarî, Enes'in şöyle dediğim rivayet et­miştir:

«Hz. Osman'ın öldürüldüğünü duyunca Ümmü Süleym şöyle dedi: "Allah ona rahmet etsin. Fakat insanlar, Osman'dan sonra sadece kan sağacaklardır."

Bu konuda tabii imamlarının çok sözleri vardır. O sözleri burada nakledersek konu uzayacaktır. Mesela, Hz. Osman'ı öldürmekten dö­nen heyeti gördüğü zaman Ebu Müslim el-Holanî, onlara şöyle demiştir: "Siz Semud kavmi gibsiniz. Veya günahınız onlarınkinden daha büyük­tür. Siz Semud kavminin beldelerine uğramadınız mı?

- Evet.

- Sizin de onlar gibi olduğunuza şahadet ederim.

Zira Allah'ın halifesi, Allah'ın Semud kavmine gönderdiği devesin­den elbette ki daha kıymetlidir."

İbn Aliye, Hasan Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Eğer Osman'ın öldürülmesi bir hidayet olsa -M öyle değildir- bu sa­yede Muhammed ümmeti süt sağacaktı. Ama onun öldürülmesi hidayet değil, aksine sapıklıktır. Bu yüzden Muhammed ümmeti kan sağdı.

" Ebu Cafer el-Bakır şöyle demiştir: "Osman, haksız yere öldürül­dü." [5]

 

Hz. Osman Îçîn Söylenen Mersiyelerden Bazıları

 

Mücalid, Şa'bfnin şöyle dediğini nakletmiştir: Osman için söylenen mersiyeler arasında KaT) b. Malik'inki kadar güzel bir mersiye duymuş değilim:

"Elini savaştan çekti, sonra kapışım üzerine kilitledi. Allah'ın, du­rumlardan habersiz olmadığına inandı. Hane halkına şöyle dedi: "Asi­lerle savaşmayın."

Allah, savaşmayan herkesi affetsin. Nasılmış? Birbirlerine sıkı bağlarla bağlı olmalarından sonra koptular. Allah, aralarına düşman­lık ve kin döktü.

Osman'dan sonra görmedin mi ki, hayır ve iyilik, halkın arasından deve kuşu sürüleri gibi çekilip gitti."

Seyf b. Ömer, bu beyitlerin Ebu Muğire Ahnes b. Şureyk'e ait oldu­ğunu söylemiştir.

Yine Seyf b. Ömer'in rivayetine göre Hassan b. Sabit de şöyle bir mersiye okumuştur:

"Din kardeşimden ne istediniz? Allah'ın ely, o kuru cilt üzerinde mü­barek oldu.

Allah'ın dostunu, evinin içinde öldürdünüz. Doğru olmayan haksız bir iş yaptınız.

Aranızda Allah'ın zimmetine riayet etmediniz mi? Muhammed'in ahdine vefa göstermediniz mi ki böyle yaptınız?

Osman sizin aranızda bela ve mihnet geçirmiş, doğru sözlü bir kim­se değil miydi? Her türlü hadisede en vefakarınız değil miydi?

Doğru yolda ve doğru sözlü olan Osman'ı öldürmek üzere sözleşen kimselerin elleri güç bulmasın ve muzaffer olmasın."

Ibn Cerir'in rivayetine göre Hassan b. Sabit, Hz. Osman'ın Ölümü için şu mersiyeyi de okumuştur:

"Her kim katışıksız bir Ölümü görmekten hoşlanıyorsa, arslanlar yatağı olan Osman'ın evine gelsin. Osman'ın boğazında bal vardı. Ama yanaklarının üzerine tokat vurdular. Onun beyazlığı bedenlerimizi ziynetlendirmişti. Alnında siyah ve beyaz saç telleri bulunan, Ve secde izinden dolayı parlayan,

Geceleri tesbihat yapıp Kur'ân okuyarak, Vaktini geçiren Osman'ı kuşluk vakti öldürdüler.         . Anam ve çocukları size feda olsun. Sıkıntılı zamanlarda sabretmek bazen fayda verir. Biz, yurdumuzdan ayrılıp Şam diyarına gelmeye razı olduk. Emire ve buradaki kardeşlerimize razı olduk. Ben -onlar hazır da olsalar gaipte de olsalar- hayatta olduğum ve Hassan adını taşıdığım sürece onlardanım. Yakın zamanda onların yurtlarında,

"Allahu ekber ey Osman'ın intikamı" denildiğini işiteceksiniz. Keşke kuşlar bana Ali ile Osman'ın, Durumunun ne olduğunu haber verseler."

Hassan, Hz. Osman için yazdığı başka bir mersiyesinde de şöyle de­mişti:

İbn Ervan'm evi Osman'sız gecelediğinde,

Kapılardan biri yere düşmüş, diğeri yıkılıp yanmıştı.

Örfe muhalefet eden taşkın kimse orada aradığını bulurdu.

Şeref ve asalet o evdeydi. Ey insanlar! İçinizdekini açığa vurun.

Doğruyu söyleyin. Allah katında doğru ile yalan aynı değildir"

Ferazdak da şöyle bir mersiye söylemişti:

"Halifelik, Medinelilerin elinden çıkıp gitti,

Onları terk etti. Çünkü onlar, hidayetten başka bir yola koyuldular.

Halifelik layık olduğu kimselere,

Yani halifeliğe varis olan kimselerin yanma gitti;

Onların eline geçti. Zira Cenâb-ı Allah,

Onların Osman'a karşı haksızlık ettiklerini gördü.

Onun kanını haksız yere masiyet için akıttılar.

Onlar hidayet bulmasınlar, bu taşkınlıklarından dolayı,

Onlar hangi kanı akıttılar, biliyorlar mı?"

Deve çobanı en-Nümeyrî de Hz, Osman için şu mersiyeyi söylemişti:

"Allah'a tevekkülde bulunan vefakar ve iyi huylu kimsenin, Yanma akşamleyin izinsiz olarak girdiler. O, Muhammed'in dostu ve doğru sözlü veziri idi. O, toprağa göçen üç hayırlı kimsenin (Rasûlullah, Ebu Bekir ve Ömer) dördüncüsü idi. [6]

 

Fasıl

 

Medine de büyük sahabelerden bir topluluk bulunduğu halde Hz. Osman nasıl öldürüldü? diye sorulacak olursa buna birkaç yönden ce­vap vermek mümkündür:

1- Sahabelerin çoğu hatta büyük çoğunluğu veya tamamı işin bu noktaya varacağını tahmin etmiyordu. Çünkü asi gruplar, bizzat Hz. Osman'ı öldürmeye kasdetmiyorlar, aksine ondan üç şeyden birini yap­masını istiyorlardı.

a- Halifelikten vazgeçmek.

b- Mervan b. Hakem'i kendilerine teslim etmek. c— Veya onu öldürmek.

İnsanlar, Hz. Osman'ın Mervan'ı onlara teslim edeceğini ümid edi­yorlardı. Yahut halifelikten vazgeçer ve bu büyük sıkıntıdan kurtulur, diyorlardı. Fakat Öldürüleceğini hiç kimse tahmin etmiyordu. Zaten asîler de işi bu dereceye vardırıp onu öldürme cesaretini gösteremiyor-lardı. Ama nihayet olanlar oldu. Doğrusunu Allah bilir.

2- Sahabeler, Hz. Osman'ı kuvvetle savundular ama isyan şiddet­lenince Hz. Osman, sahabelerin asilerle savaşmamalarını, kılıçlarını kınlarına sokmalarını emretti. Onlar da bu emri yerine getirdiler. Bun­dan sonra asiler, amaçlarına ulaşma imkanı buldular. Bununla birlikte yine hiç kimse, Hz. Osman'ın Öldürüleceğini sanmamıştı.

3- Medinelilerin çoğu hac dolayısıyla Mekke'ye gittiklerinden ve Medine'de nüfus azaldığından asiler bu fırsatı ganimet bildiler. Diğer şehirlerden de Hz. Osman için gönderilen takviye birlikler henüz Medi­ne'ye ulaşmamışlardı. Fakat gelmeleri yakındı. Asiler —Allah onları kahretsin— fırsatı ganimet bilip Hz. Osman'ı öldürdüler.

4- Asiler, 2000 kişi kadardılar. Belki de Medineliler de bu sayıda savaşçı yoktu. Çünkü insanların çoğu, diğer şehirlere ve sınırlara git­mişlerdi. Yine de sahabelerin büyük bir çoğunluğu bu fitne dışında kal­mış ve evlerine kapanmışlardı. Mescide gelen sahabeler de ancak kılıç­larını yanlarına alarak ve bellerine bağlayarak mescide geliyorlardı. Asiler, Hz. Osman'ın evini çembere almışlardı. Sahabeler bu asileri ora­dan uzaklaştırmak isteselerdi bile bunu yapamazlardı. Sahabelerin bü­yükleri, oğullarım Hz. Osman'ın evine gönderip onu savunmuşlardı ki diğer şehirlerdeki takviye birlikleri o esnada Medine'ye ulaşsınlar. Fa­kat beklenmedik bir anda asiler, Hz. Osman'ın evine girme imkanını buldular. Kapısını yaktılar, duvardan tırmanarak evinin içine girdiler ve onu Öldürdüler.

Bazı kimselerin anlattıkları gibi sahabelerin bir kısmının Hz. Os­man'ı asilere teslim etmiş oldukları ve onun öldürülmesine razı oldukla­rı haberi asılsızdır. Herhangi bir sahabenin, Hz. Osman'ın öldürülmesine rıza gösterdiğine dair haber sahih değildir. Aksine hepsi de bu hadi­seden dolayı öfkelenmişler ve katillere sövmüşlerdi. Ancak Ammar b. Yasir, Muhammed b. Ebu Bekir, Amr b. Hamk gibi bazı sahabeler, Hz. Osman'ın halifelikten vazgeçmesini arzulamışlardı.

İbn Asakir'in rivayetine göre Ömer b. Abdülaziz, Hz. Osman'ın gai­leli zamanında evinin yanında bulunan Sehm b. Haneş el-Ezdî'yi Deyr-i Sem'an'a çağırmış ve ona Hz. Osman'ın öldürülüşünü sormuş, o da özet­le şöyle demiştir: Abdullah b. Sebe'nin taraftarlarından olan Mısır heye­ti, Hz. Osman'ın yanına gelmişti. Hz. Osman, onlara çeşitli armağanlar vererek gönüllerini almış, onlar da geri dönmüşlerdi. Sonra aniden Me­dine'ye hücum etmişler, Hz. Osman'ın sabah ya da öğle namazına git­mek için evinden çıktığını görünce çakıl taşları ile ona saldırmışlardı. O da evine geri dönmüştü. Beraberinde Ebu Hüreyre, Zübeyr'in oğlu Ab­dullah, Talha, Mervan ve Muğire b. Ahnes'ten oluşan bir heyet vardı. Bu Mısırlı grup, Hz. Osman'ın evinin etrafında dolaşmaya başlamışlardı. Hz. Osman, ne yapacağım yanındaki heyete sormuş, heyettekilerden Abdullah b. Zübeyr, ona şu teklifte bulunmuştu:

"Ey mü'minlerin emin! Şu üç şeyden birini yapmanı teklif ediyo­rum:

a- Ya umre için ihrama girersin. Böylece kanımız onlara haram olur.

b- Ya da seninle birlikte Muaviye'nin yanına Şam'a gideriz.

c- Veya bu asi gruba karşı çıkar ve Cenâb-ı Allah'a bizimle onların arasında hükmünü verinceye kadar kılıçla savaşırız. Biz hak yoldayız, onlarsa batıl yoldadırlar."

Abdullah b. Zübeyr'in bu teklifine karşı Hz. Osman, şu cevabı verdi: "Bahsettiğin umre ihramına girsek bile bu asiler şimdi de ihram halinde de, ihramdan sonra da bizi sapık kimseler olarak görmektedirler ki, bu­nun bize bir faydası olmaz. Şam'a gitmemizi söylüyorsun. Oysa ben bu asiler arasından korkak bir kimse olarak çıkıp Şam'a gitmekten utanı­rım. Şamlılar, beni bu halde görmesinler. Kafirler de böyle yaptığımızı işitmesinler. Savaşmaya gelince, ben, Cenâb-ı Allah'ın karşısına benim sebebimle bir fincan kan akıtılmış olmaksızın çıkmayı istiyorum."

Sehl b. Haneş el-Ezdî, sözüne devamla şöyle diyor:

"Sonra Hz. Osman'la birlikte o gün sabah namazını kıldık. Namazı tamamladıktan sonra Osman, cemaata dönüp şöyle dedi:

«Ben bu gece Ebu Bekir'le Ömer'in yanıma gelip bana şöyle dedikle­rini gördüm: "Ey Osman, oruç tut, yarın bizim yanımızda iftarını aça­caksın." Şahid olun ben bugün oruç tuttum. Allah'a, ahiret gününe iman eden kimselerin, yanımdan salimen çıkmalarını ve kimseye ilişmeme­lerini rica ediyorum."

Biz de dedik ki:

- Ey mü'minlerin emiri! Eğer senin yanından çıkarsak onların bize saldırmayacaklarından emin değiliz. İzin ver de senin yanında buluna­lım. Seni ve aileni bu asilere karşı koruyalım." Bundan sonra Osman emir verdi. Evin kapıları açıldı. Mushaf-ı şerifin getirilmesini istedi. Getirilen mushafin üzerine kapandı. Yanında da zevceleri Naile binti Ferafîse ile Şeybenin kızı vardı. Yanına ilk giren kişi, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed oldu. Muhammed, onun sakalını tutup çekti. Hz. Os­man, ona hitaben şöyle dedi:

"Ey kardeşimin oğlu, sakalımı bırak. Allah'a yemin ederim ki, ba­ban bundan daha küçük bir haraketi bile bana yapmaktan çekinirdi."

Bunun üzerine Muhammed utandı. Evden çıkıp gitti. Asilere: "Os­man'ı sizin için uyardım." dedi. Hz. Osman da sakalından çekilen telleri toplayıp zevcelerinden birine verdi. Sonra Rumman b. Sevdan isminde kısa boylu siyahi bir adam içeri girdi. Elinde sivri bir demir vardı. Hz. Osman'a yönelip şöyle dedi:

- Ey bunak ihtiyar! Sen hangi dindensin?

- Ben bunak ihtiyar değilim. Aksine Affan oğlu Osman'ım. İbra­him'in dinindenim, hanif dinine mensub bir Müslümanım, müşrikler­den değilim.

- Yalan söylüyorsun.

Böyle dedikten sonra Rumman, elindeki sivri uçlu demir çubukla Hz. Osman'ın sağ yanağına vurdu, Hz. Osman da yere düştü ve Öldü. îri cüsseli olan zevcesi Naile gelip Osman'ı elbisesinin içine aldı. Üzerine kapandı, diğer zevcesi binti Şeyhe gelip Hz. Osman'ın açıkta kalan cese­dinin üzerine kapandı. O esnada yalın kılıç bir Mısırlı içeri girip şöyle dedi:"

Vallahi Osman'ın burnunu keseceğim. «Hz. Osman'ın zevcesi ona karşı koydu. Onunla çarpıştı. Nihayet Mısırlı adam, Hz. Osman'ın zev­cesinin gömleğini arkadan yırttı. Sırtına baktı. Bu durumda Hz. Os­man'ı ele geçiremeyince kılıcım, zevcesinin kulağının arkasına ve omu-zuna vurdu. Kadın, kılıcı eliyle tutunca parmakları kesildi. Hemen Hz. Osman'ın siyahi kölesine hitaben:

- Ey Rebah! Beni şu adama karşı koru, diye bağırdı.

Rebahta gelip Mısırlı saldırganı vurup Öldürdü. Aile efradı ortaya çıkıp kendilerini savunmak için asilerle savaştılar. Muğire b. Ahnes öl­dürüldü. Mervan yaralandı. Akşam olunca dedik ki: "Eğer Osman'ı bu halde sabaha kadar yalnız başına bırakırsak asiler gelip ona işkence ederler. Vücudunun organlarım keserler."

Böyle dedikten sonra gece cenazeyi alıp Baki-i Garkad'a götürdük. Gece karanlığı bizi asilere karşı korudu. Asilerden korkmuştuk. Nere­deyse onlardan ötürü korkup dağılacaktık. Fakat o esnada asiler tara­fından biri bize şöyle seslendi: "Korkmayın. İşinize devam edin. Biz, Osman'ın cenazesinde sizinle birlikte hazır bulunmak için geldik." Ebu Hubeyş'in ifadesine göre bu gelenler Allah'ın melekleriydiler. Hz. Os­man'ı defnettikten sonra aynı gece Şam'a doğru yola koyulup kaçtık. Vâdîl-Kurâ'da Habib b. Mesleme komutasında Hz. Osman'a yardıma gelen askeri birlikle karşılaştık. Hz. Osman'ın öldürüldüğünü ve defne­dildiğini onlara bildirdik.»

Ebu Ömer b. Abdi'1-Ber dedi ki: "Hz. Osman'ı Haşş-ı Kevkeb denen yere defnettiler, Hz. Osman, o araziyi satın almış ve Baki mezarlığına eklemişti. Seleften birine Hz. Osman'ın durumunu sormuşlar, o da gü­zel bir cevap vermişti: "Hz. Osman, iyilik severlerin emiridir. Facirler tarafından öldürülmüştür. Yardımsız bırakanlar tarafından yardımsız kalmıştır. Destekleyenlerin de yardımına mazhar olmuştur."

Şeyhimiz Ebu Adillah ez-Zehebî, Hz. Osman'ın biyografisini ve fazi­letlerini anlatırken şöyle demiştir: "Onu öldürenler veya asileri ona kar­şı kışkırtanlar, onu öldürterek kendisini Allah'ın affına ve rahmetine mazhar kılmışlardır. Onu yardımsız bırakanlara gelince, onlar da yar­dımsız kalıp terk edildiler. Ve sıkıntılı bir geçimle karşılaştılar. Hz. Os­man'dan sonra yönetim onun naibi olan Muaviye ile oğullarına geçti. Sonra da veziri Mervan'a ve onun sekiz çocuğuna intikal etti. Faziletli ve İslâm'a ilk girenlerden biri olmasına rağmen onun hayatım uzun gö­rüp ondan usandılar. Amcazadelerinden olanlar, onlara seksen küsur sene hükmettiler. Aslında hüküm yüce ve büyük olan Allah'ındır." [7]

 

Hz. Osman'ın Fazileti İle İlgili Bazı Hadisler

 

O, Osman b. Affan b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Abdi Şems b. Abdi Menaf b. Kusay b. Küab b. Mürre b. KaTa b. Lüey b. Galip b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Hüzeyme b. Müdrike b. îlyas b. Mudar b. Nizar b. Ma-ad b. Adnan Ebu Amr (ve Ebu Abdillah) el-Kureşi el-Ümevî'dir.

Mü'minlerin emiriydi. İki nur sahibi anlamına gelen "zinnureyn" unvanına sahipti. Hem Habeşistan'a hem de Medine'ye hicret etmişti. Rasûlullah (s.a.v.)'ın iki kızıyla evlenmişti. Anasının adı Erva binti Kü-reyz b. Rebia b. Abdi Şems idi. Erva'nın annesi de Ümmü Hakim (Bey-da) binti Abdülmüttalib'dir. Bu kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'ın halası idi. Hz. Osman, Cennetle müjdelenen on sahabeden ve Hz. Ömer'in vefatını müteakip halife seçimi için teşkil edilen şura meclisindeki altı üyeden ve sonunda diğerlerinin feragati ile halifeliğin uhdesine devredildiği üç kişiden biridir. Sonuçta bu üç kişi arasından kendisine halifelik veril­mişti ki, Ensâr ile Muhacir bu hususta icma etmişlerdi. Allah onlardan razı olsun. O, dört halifenin üçüncüsüdür. Hidayet önderi imamlardan­dır. O imamlar ki, kendilerine uymamız ve yollarından gitmemiz bize emredilmiştir.

Hz. Osman, İslâmiyet'in ilk günlerinde Hz. Ebu Bekir es-Sıddık va­sıtasıyla Müslüman oldu. Hafız İbn Asakir'in anlattığına göre onun İslâm'a giriş sebebi gerçekten hayret vericidir. İslâm'a girişini özetle şöyle anlatabiliriz:

Rasûlullah (s.a.v.)'m, kızı Rukiye'yi amcası oğlu Utbe b. Ebu Le-heb'le evlendireceğini duydu. Rukiye çok güzel bir kadındı. Bunu du­yunca Hz. Osman üzüldü. Çünkü bu durumda o, Rukiye ile evlenemiye-cekti. Üzüntülü bir şekilde evine döndü. Evde teyzesi Su'da binti Kü-reyz'i gördü. Su'da, kahine bir kadındı. Osman'a şöyle dedi:

- Müjdeler olsun. Yaşa sen! (bu sözü on kez tekrarladı) Sana hayır geldi. Sen kötülükten korundun.

Vallahi sen iffetli bir çiçekle evlendin. Sen şimdiye kadar evlenme­din, bakire bir kadınla evleniyorsun. Sen şerefli bir kimsenin kızını bul­dun. Sen namım sürdürecek bir iş yaptın."

Hz. Osman diyor ki: Ben, teyzemin bu sözlerini tuhaf karşıladım. Çünkü o, benden başkasıyla evlenecek bir kadının bana zevce olacağı müjdesini veriyordu. Ona şöyle dedim:

- Teyze, sen ne diyorsun?

- Osman, sana güzellik verilmiş, sana lisan verilmiştir. Şu pey­gamberlerle beraber delil ve burhan vardır. Din gününün sahibi ve hü­kümdar olan Allah, onu hakkıyla peygamber olarak göndermiştir. Ona Furkan ve Allah katından gönderilen kitap gelmiştir. Ona uy. Putlar se­ni aldatmasın.

- Sen, şehrimizde meydana gelmemiş bir şeyden bahsediyorsun.

- Muhammed, Abdullah'ın oğludur. Allah katmdan gönderilen bir elçidir. Allah tarafından indirilen kitabı getirmiştir. İnsanları, o kitapla Allah'a davet ediyor. Onun kandili ışık saçar. Dini kurtuluştur. Getirdi­ği şey, basan ve felahtır. Boynuzu da dürtücü ve kırıcıdır. Vadiler ona boyun eğdi. Artık bağırıp çağırmanın yaran yok. Kurbanlar verilse de, kılıçlar kınlanndan çekilse de, mızraklar fıriatılsa da, nara atmanın bir anlamı yok.

Hz. Osman diyor ki: "Ben düşüncelere dalarak yürümeye başladım. Yolda Ebu Bekir'le karşılaştım. Durumu ona anlattım. O da şöyle dedi.

- Yazıklar olsun sana ey Osman, sen akıllı bir adamsın. Gerçeği yanlıştan ayırd edebilirsin. Şu milletlerimizin tapmakta olduğu putlar nedir? Bunlar, sessiz ve sağır taşlar değil midir? İşitmezler, görmezler, zarar ve fayda veremezler. Böyle değil mi?

- Evet, dediğin doğrudur. Vallahi durum böyledir.

- Teyzen sana doğruyu söylemiştir. Şu Allah'ın elçisi Muhammed b. Abdullah var ya, Cenâb-ı Allah, onu peygamber olarak yaratıklarına göndermiştir. Yanma gelir misin?

Biz, gidip Rasûlullah (s.a.v.)'la görüştük. Rasûlullah, bana şöyle dedi:

- Ey Osman! Allah'a icabet et, hakkını ver. Ben, Allah'ın sana ve

yaratıklarına gönderdiği elçisiyim. Bundan sonra ben kendimi tutama­dım, hemen Müslüman oldum ve şahadet getirip Allah'tan başka ilah yoktur. O, birdir, ortaksızdır, dedim. Çok geçmeden de Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızı Rukiye ile evlendim."

Bu evlilikle ilgili olarak şöyle bir şiir söylenmiştir:

"İnsanın gördüğü en güzel eş Rukiye'dir. kocası da Osman'dır."

Su'da binti Küreyz de bu hususta şöyle bir şiir söylemişti:

"Allah, benim sözlerim sebebiyle Osman'ı hidayete iletti. Ona doğru yolu gösterdi.

Allah, insanı hakka iletir.

Osman da doğru görüşle Muhammed'e uydu. O doğruluktan şaşma­yan bir görüşe sahipti.

Hak peygamber olarak gönderilen Muhammed'de kızını onunla ev­lendirdi.

Osman'la Rukiye, ufukta güneşle birleşen dolunay gibi oldular.

Ey Haşimilerin oğlu Muhammed! Canım sana feda olsun.

Sen, Allah'ın emin kulusun. Yaratıklara peygamber olarak gönde­rilmişsin."

Hafız îbn Asakir, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Hz. Osman'ın İslâm'a girişinin ikinci günü sabahleyin Ebu Bekir, Osman b. Mazun, Ebu Ubeyd, Abdurrahman b. Avf, Ebu Seleme b. Abdi'1-Esed ve Erkam b. Ebi'l-Erkam'ı da Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma getirdi. Bunlarda Müslü­man oldular. Böylece Rasûlullah'm yanında otuzsekiz erkek müslüman toplanmış oldu. Hz. Osman, zevcesi Rukiyye ile birlikte Habeşistan'a hicret edenlerin ilki oldu. Sonra Mekke'ye döndü ve Medine'ye hicret et­ti. Bedir savaşı vuku bulduğunda o, Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızı Rukiy-ye'nin hasta bakıcılığını yapıyordu. Bu yüzden Medine'de kaldı. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), ona ganimetten pay ayırdı ve onun da gazilik sevabı­na nail olduğunu bildirdi. Bu sebeple Hz. Osman, Bedir savaşma katı­lan kimselerden sayılmıştır. Zevcesi vefat edince Rasûlullah (s.a.y.), di­ğer kızı Ümmü Külsüm'u Osman'a nikahladı. Bir süre sonra Ümmü Külsüm vefat edince Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: "Eğer yanımız­da başka kızımız olsaydı, onu da Osman'la evlendirir dik."

Hz. Osman, Uhud savaşma katıldı, ancak o gün cepheden kaçanlar­la birlikte kendisi de kaçtı. Fakat Cenâb-ı Allah, onlan affettiğini bildir­di. Hz. Osman, Hendek ve Hudeybiye'de hazır bulundu. Hudeybiye'de iken bey'at esnasında Rasûlullah (s.a.v.), ellerinden birini Osman'ın eli kabul ederek diğer eliyle onun adına bey'at yaptı. Hz. Osman, Hayber ve Umretü'l-Kazaya da katıldı. Mekke fethine, Hevazin, Taif ve Tebük gazvelerine katıldı. Zorluk ordusunu yani Tebük savaşma gidecek olan or­duyu teçhiz etti. Abdurrahman b. Habbab'dan nakledildiğine göre Hz. Osman, Tebük gazvesine gidecek orduya semerleriyle birlikte 300 deve vermişti. Abdurrahman b. Semüre'den nakledildiğine göre Hz. Osman, o gün 1000 dinar getirerek Rasûlullah (s.a.v.)'m eteğine boşaltmış, Rasûlullah (s.a.v.), da: "Bu günden sonra her ne yaparsa yapsın, hiçbir şey Osman'a zarar vermez." demişti. Bu sözünü de iki kez tekrarlamış­tır.

Hz. Osman, Veda haccında Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte haccet-mişti. Hz. Osman, Ebu Bekir'le de arkadaşlık etmiş ve bu arkadaşlığı güzelce devam ettirmişti. Hz. Ebu Bekir de ondan razı olarak vefat et­mişti. Hz. Osman, Hz. Ömer'le de güzelce arkadaşlık etmiş ve Hz. Ömer de ondan razı olarak vefat etmişti. Ve kendisinden sonraki halife seçimi için teşkil edilen şura meclisine onu da üye tayin etmişti. İleri de de an­latılacağı gibi Hz. Osman, bu şura meslisindeki üyelerin en hayırlısı ol­muştur,                                                                  

Hz. Ömer'den sonra Hz. Osman, halifeliğe geçmiş ve Cenâb-ı Allah, onun vasıtasıyla birçok ülke ve şehrin İslâm topraklarına katılmasını nasip etmişti. Böylece İslâm memleketi genişlemiş, devletin sınırlan uzamıştı. Peygamberin risaleti de yeryüzünün doğularına ve batılarına kadar uzanmıştı. İnsanlara şu ayetlerin manaları gün gibi aşikar bir şe­kilde zuhur etmişti:

"Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan öncekileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğen­diği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir."(en-Nûr, 55.)

Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kıl­mak üzere, peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır, (et-Tevbe, 33.)

Rasûlullah (s.a.v.) da bir hadis-i şeriflerinde şu müjdeyi vermişti: "Kayser öldükten sonra başka kayser gelmeyecektir. Kisra öldük­ten sonra başka kisra gelmeyecektir. Nefsim kudret elinde bulunan za­ta yemin ederim ki, siz bu ikisinin hazinelerini Allah yolunda sarfede-ceksiniz,"

Bütün bu müjdeler tahakkuk etmiş ve gerçekleşmiştir. Hz. Osman zamanında bunların vukuu, mükemmel bir şekilde görülmüştür,

Hz. Osman'ın endamı güzel, yüzü güzel, ahlakı güzel ve yüksek idi. Çok utangaçtı. Cömertti. Ancak Allah yolunda akrabalarını ve aile efra­dını, gönüllerini İslâm'a ısındırmak amacıyla dünya malı hususunda tercih ederdi ki onları, fani dünyayı bırakıp ahireti tercih etmeye teşvik etsin. Nitekim Peygamber (s.a.v.) de Cenâb-ı Allah tarafından yüz üstü Cehennem'e atılmalarından korktuğu için bazı kimselere dünya malı verir, bazılarını ise kalplerindeki hidayet ve imanla başbaşa bırakır ve onlara dünya malı vermezdi. Ancak bu yüzden bazı kimseler, ona karşı çıkmışlardı. Nitekim ganimet taksimi hususunda bazı kimseleri tercih ettiği için bir takım asiler de Rasûlullah (s.a.v.)'ı eleştirmişlerdi. Buna dair bir örneği Hüneyn gazvesinin ganimetlerinin taksiminden bahse­derken önceki sayfalarda nakletmiştik.

Hz. Osman'ın fazilet ve üstünlüklerine dair birçok hadis nakledil­miştir. Bunlardan bir kısmım inşaallah sizlere aktaracağız. Güvenci­miz ve dayanağımız yüce Allah'tır. Ancak bu hadisler, iki kısma ayrıl­maktadır. Bunlardan bir kısmı, Hz. Osman'ın diğer kimselerle birlikte müşterek faziletlerine dairdir.

"Sahih" adlı eserinde Buharı, Katade'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Peygamber (s.a.v.); Ebu Bekir, Ömer ve Osman'la birlikte Uhud dağına çıktı. Dağ sarsıldı. Peygamber (s.a.v.), dağa hitaben şöyle buyur­du:

- Ey Uhud, sakin ol. (öyle sanıyorum ki Peygamber (s.a.v.) ayağıy­la dağa vurdu.) Senin üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki şehidden başkası yok.»

Tirmizî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ebu Talib oğlu Ali, Talha ve Zübeyr'le birlikte Hira dağındaydı. Kaya parçaları harekete geçti. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), dağa hatiben şöyle buyurdu:

- Sakin ol, kendine gel. Senin üzerinde bir peygamber veya bir sıd­dık veya bir şehidden başkası yok.»

Ebu Osman en-Nehdî, Ebu Musa el-Eş'arf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte bir bahçede idim. Kapıyı kapatmamı emretti. Bir adam gelip içeri girmek için izin istedi. Ben de ona sordum:

- Sen kimsin?                        

- Ebu Bekir'im. Rasûlullah (s.a.v.):

- İçeri girmesine izin ver ve onu Cennet'le müjdele, dedi. Sonra Ömer geldi. Onun için de:

- Ona, içeri girmesi için izin ver ve onu Cennet'le müjdele, dedi. Sonra Osman geldi. Onun için de:

- İçeri girmesi için ona izin ver ve karşüacağı bir bela mukabilinde onu Cennet'le müjdele, dedi.

Hz. Osman da: "Allah'ım, sabır ver (veya başka bir rivayete göre) Al­lah'ım, senin yardımını dilerim." diyerek içeri girdi.»

Asım'm rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.), bir yerde oturmuştu. Dizlerinin ikisi veya biri açılmıştı. Osman yanına girince Rasûlullah (s.a.v.) dizini örttü.

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Musa'dan nakledilen bir ri­vayette anlatıldığına göre Ebu Bekir'le Ömer, Rasûlullah (s.a.v.)'la bir­likte ayaklarını bir kuyunun içine sarkıtmışlardı. O esnada Hz. Osman da oraya gelmiş, ancak kuyunun kenarında onun için oturacak bir yer bulunmamıştı. Ravi diyor ki: Ben bunu, Rasûlullah'm, Ebu Bekir'in ve Ömer'in mezarlarının bir arada olmasına ve Osman'ın mezarının ayrı yerde olacağına yordum.

imam Ahmed b. Hanbel, Nafi b. Haris'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'la dışarı çıkıp dolaştık. Nihayet bir bahçeye gir­dik. Bana:

- Kapıyı tut, dedi.

Kendisi gidip bahçenin kuyusunun kenarına oturdu ve. ayaklarım kuyunun içine sarkıttı. O esnada kapı vuruldu. Ben:

- Kim o? diye sorunca kapıdaki adam:

- Ben Ebu Bekir'im, dedi. Ben de:

- Ya Rasûlallah, Ebu Bekir gelmiş, dedim. Rasûlullah (s.a.v.):

- Ebu Bekir içeri girdi. Kuyunun kenarına gelip Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında oturdu. O da ayaklarım kuyuya sarkıttı. Sonra kapı yine vurul­du. Ben:

- Kim o? diye sordum. Kapıdaki adam:

- Ben Ömer'im, deyince ben:

- Ya Rasûlallah, Ömer gelmiş, içeri girmek istiyor, dedim. Rasûlullah (s.a.v.):

- İçeri girmesine izin ver ve onu Cennet'le müjdele, dedi.

Ben de içeri girmesine izin verdim. Ömer gelip kuyunun kenarında Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında oturdu. O da ayaklarını kuyuya sarkıttı. Sonra kapı yine vuruldu. Ben:

- Kim o? diye sordum. Kapıdaki adam:

- Ben Osman'ım, dedi. Ben de:

- Ya Rasûlallah! İşte Osman da geldi, deyince Rasûlullah (s.a.v.):

- İçeri girmesine izin ver ve bela ile Cennet'e gireceğini müjdele, dedi.

Ben de içeri girmesine izin verdim ve onu Cennet'le müjdeledim. Oda gidip kuyunun yanında Rasûlullah (s.a.v.)'lA birlikte oturdu ve ayaklarını kuyuya sarkıttı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben, Rasûlullah (s.a.v.) ile beraberdim. Ebu Bekir geldi, içeri gir­mek için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- İçeri girmesine izin ver ve onu Cennet'le müjdele, dedi. Sonra Ömer geldi. Onun için de Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- İçeri girmesine izin ver ve onu Cennet'le müjdele, dedi. Sonra Osman geldi. Onun için de Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- İçeri girmesine izin ver de onu Cennet'le müjdele, dedi. Ben de Rasûlullah (s.a.v.)'a:

- Ya ben nerede olacağım? diye sordum. Rasûlullah (s.a.v.) bana:

- Sen, babanla berabersin, diye cevap verdi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe ile Hz. Osman'ın şöyle dediklerini nakletmiştir:

«Ebu Bekir, Peygamber (s.a.v.)'in yanına girmek için izin istedi. O esnada Peygamber (s.a.v.) de Hz. Aişe'nin hırkasını giymiş olarak yata­ğında uzanmıştı. Bu vaziyette Hz. Ebu Bekir'in içeri girmesine izin ver­di. Hz. Ebu Bekir de gidip ihtiyacını söyledi. İşini tamamladıktan sonra ayrılıp gitti. Ömer de gelip içeri girmek için izin istedi. Rasûlullah, bu vaziyette iken onun içeri girmesine izin verdi. Ömer de gelip işini ta­mamladıktan sonra ayrılıp gitti. O esnada Hz. Osman, gelip içeri gir­mek için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp yerine oturdu ve Hz. Ai-şe'ye:

- Elbiseni üzerine ört ve toparlan, dedi.

Bundan sonra Hz. Osman, içeri girdi, işini gördü ve ayrılıp gitti. Hz. Osman'ın gidişinden sonra Hz. Aişe dedi ki:

- Ya Rasûlallah! Görüyorum ki, Osman'dan çekindiğin kadar Ebu Bekir ve Ömer'den çekinmedin. Bunun sebebi nedir?

- Osman, utangaç bir adamdır. Bu halde içeri girmesine izin ver-seydim korkarım ki, o işini bana söyleyemez ve ihtiyacını gideremezdi.»

Leys'in ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Aişe'ye şöyle demiştir:

"Meleklerin kendisinden utandığı bir adamdan sen utanmaz mı­sın?" (Rasûlullah (s.a.v.), böyle demekle Hz. Osman'ı kasdetmişti).

İmam Ahmed b. Hanbel, mü'minlerin annesi Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), bacaklarından biri açılmış vaziyette oturmak­taydı. Ebu Bekir içeri girmek için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.), bu ha­liyle Ebu Bekir'in içeri girmesine izin verdi. Sonra Ömer geldi, izin iste­di. Ömer'e de bu haliyle izin verdi. Sonra Osman geldi, içeri girmek için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.) örtündükten sonra Osman'ın içeri girme­sine izin verdi. Bunlar kalkıp gittikten sonra ben dedim ki:

- Ya Rasûlallah! Ebu Bekir ve Ömer içeri girmek için izin istediler. Sen bu halinle onlara içeri girmeleri için izin verdin. Ancak Osman içen girmek için izin istediğinde örtündün, ondan sonra içeri girmesine izm verdin. Bunun sebebi nedir?

- Ey Aişe! Allah'a yemin ederim ki, meleklerin kendisinden utan­dıkları bir adamdan sen utanmaz mısın?»

Hafiz Ebu Bekir el-Bezzar, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah

(s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Meleklerin kendisinden utandıkları Osman b. Affan'dan biz utan­maz mıyız?"

Taberanî, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir ara Rasûlullah (s.a.v.), evinde oturmakta iken Aişe de onun ge­risinde bulunmaktaydı. O esnada Ebu Bekir gelip içeri girmek için izin istedi. İzin verilince içeri girdi. Sonra Ömer gelip izin istedi ve içeri gir­di. Ondan sonra Said b. Malik gelip içeri girmek için izin istedi. îzin veri­lince içeri girdi. Sonra Affan oğlu Osman gelip içeri girmek için izin iste­di. Rasûlullah (s.a.v.) da dizlerinden biri açık halde konuşmakta idi. Os­man içeri girmek için izin isteyince Rasûlullah (s.a.v.), elbisesini dizinin üzerine örttü ve zevcesine de:

- Yanımızdan uzaklaş, dedi. Osman içeri girdi, bir saat kadar ko­nuştular. Sonra çıkıp gittiler. Bundan sonra Hz. Aişe, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:

- Ey Allah'ın peygamberi, babam ve arkadaşları senin yanına gel­diler. Sen elbiseni dizinin üzerine örtmedin ve beni de yanından uzak-1 laştırmadın. Bunun sebebi ne idi?

- Meleklerin kendisinden utandıkları bir adamdan sen utanmaz mısın? Nefsim kudret elinde bulunan zat'a yemin ederim kî, melekler, Allah ve Rasûlünden utandıkları kadar Osman'dan da utanırlar. Eğer sen yakınımda oturur haldeyken Osman içeri girseydi, konuşmaz ve bu­radan çıkıp gidinceye kadar da başını kaldırmazdı.»

Ebu Mervan el-Kureşî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Osman utangaçtır, melekler de ondan utanırlar."

îmam Ahmed b. Hanbel, Enes'ten rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Ümmetimin en merhametlisi Ebu Bekir'dir. Allah'ın dini husu­sunda en katısı Ömer'dir. En utangacı Osman'dır. Helal ve haramı en iyi bileni Muaz b. Cebel'dir. Allah'ın kitabını en içli okuyanı Übey'dir. Fera-izi en iyi bileni Zeyd b. Sabittir. Her ümmetin emin bir kişisi vardır, bu ümmetin de emin kişisi Ebu Ubeyde b. Cerrah'tır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Bu gece rüyada salih bir adama gösterildi ki, Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'a tutunmuş; Ömer de Ebu Bekir'e tutunmuş, Osman da Ömer'e tutunmuştur."

Cabir diyor ki: "Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'in yanından kalkıp gittiği­mizde kendi aramızda şöyle konuştuk. Rasûlullah'm bahsettiği salih adam kendisidir, ama kendisiyle Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın birbirle­rine tutunduklarına dair söylediklerine gelince demek ki, bunlar, Al­lah'ın peygamberi ile gönderdiği bu işin (İslâmiyet'in) yöneticileridir­ler-".

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir.

«Bir sabah güneş doğduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: Bu gün fecirden önce rüyamda bana anahtarlar­la terazilerin verildiğini gördüm. Anahtarlar işte şunlardır: Terazilere gelince o da şöyle oldu. Ben terazinin bir kefesine konuldum, ümmetim de bir kefeye konuldu. Benim içinde bulunduğum kefe, diğerinden ağır geldi. Sonra Ebu Bekir getirildi. O da tartıldı. Ümmetimle aynı ağırlıkta olduğu görüldü. Sonra Ömer getirildi. O da tartıldı O da ümmetimle ay­nı ağırlıkta oldu. Sonra Osman getirildi, tartıldı. O da ümmetimle aynı ağırlıkta oldu, sonra da terazi kaldırıldı.»

Yakub b. Süfyan, Muaz b. Cebel'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Rüyamda gördüm ki, ben terazinin bir kefesine konulmuşum. Üm­metim de diğer kefeye konulmuş, tartıldık. Ve iki taraf eşit geldi. Sonra Ebu Bekir getirildi. O terazinin bir kefesine konuldu, ümmetim de diğer kefeye konuldu. Tartıldılar, iki taraf eşit geldi. Sonra Ömer getirilip te­razinin bir kefesine konuldu. Ümmetim diğer kefeye konuldu. Tartıldı­lar, iki taraf da eşit geldi."

Ebu Ya'lâ, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Medine mescidini inşa ederken bir taş getirip temele koydu. Ebu Bekir de bir taş getirip temele koydu. Ömer de bir taş getirip temele koydu. Sonra da Osman, bir taş getirip temele koydu. Bu­nu Rasûlullah (s.a.v.)'a sordular. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle cevap ver­di:

"Bunlar benden sonra halifelik emirleridirler." Bu hadis Peygam­ber (s.a.v.)'in Medine'ye ilk gelişi esnasında Mescid-i'Nebevî'yi inşa etti­ğine dair bölümde anlatılmıştır.

Peygamberlik delilleri bölümünde de Zührf den rivayet olunduğu­na göre Ebu Zerr, çakıl taşlarının Peygamber (s.a.v.)'in elinde, sonra Ebu Bekir'in, sonra Ömer'in, sonra Osman'ın ellerinde teşbih getirdik­lerini ifade etmiştir. Allah hepsinden razı olsun.

Bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), çakıl taşlarının bu zatların ellerinde teşbih getirmelerini kastederek: "işte bu peygam­berliğin halifeliğidir." demiştir.

İleriki sayfalarda da anlatılacağı gibi Sefine, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Halifelik benden sonra otuz sene olacak, sonra hükümdarlığa dö­nüşecektir."

Bu otuz senelik halifelik zarfında Osman'ın yönetimi on iki yıl sür­ümüştür. Bu hususta ulema-i âmilin arasında ihtilaf yoktur. Nitekim peygamberlerin efendisi de böyle haber vermiştir. Allah'ın salatü sela­mı onun, alie efradının ve bütün ashabının üzerine olsun.

Çeşitli yollardan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Osman'ın Cennet'le müjdelenen on sahabeden biri olduğunu ifade bu­yurmuştur.

Buharî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Biz, Peygamber (s.a.v.) zamanında Ebu Bekir'e hiç kimseyi denk tutmazdık. Sonra Ömer'e hiç kimseyi dent tutmazdık. Sonra Osman'a hiç kimseyi denk tutmazdık. Sonra Peygamber (s.a.v.)'in ashabını kendi hallerine bırakır, onlardan birini diğerine üstün saymazdık.»

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Biz, Rasûlullah (s.a.v.) ile ashabını çok sayardık: Ebu Bekir, Ömer Osman, sonra da susardık."

Hanz Ebu Bekir el-Bezzar, Salimin'in babasının şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Biz, Peygamber (s.a.v.) zamanında (halifelik hususunda) Ebu Be­kir, Ömer ve Osman'ı sayardık."

Taberanî, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Cennet ağaçlarının yaprakları üzerinde mutlaka şu ibare yazılıdır: Lâ ilahe illallah Muhammedün Rasûlullah, Ebu Bekir es-Sıd-dık, Ömer el-Faruk, Osman zin-Nureyn." Bu hadisin senedinde zayıflık vardır. Doğrusunu Allah bilir. [8]

 

Sadece Hz. Osman'ın Faziletlerinden Bahseden Hadisler

 

Buharî, Osman b. Mevhib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Mısırlı bir adam haccetmek için Mekke'ye geldiğinde orada meclis kurup oturmakta olan bir topluluk gördü.

- Bunlar kimdir? diye sorunca,

- Bunlar, Kureyşlilerdir, diye cevap verdiler. Mısırlı adam:

- Bunların şeyhi kimdir? diye sorunca,

- Abdullah b. Ömer'dir, dediler.

Bunun üzerine Mısırlı adam, îbn Ömer'e dönüp şöyle dedi:

- Ey îbn Ömer, sana birşey soracağım, bana cevabını ver: Sen, Osman'ın Uhud gününde savaştan kaçtığını biliyor muydun?

- Evet.

- Onun, Bedir gününde savaşa katılmadığını da biliyor muydun?

- Evet.

- Onun Rıdvan bey'atma katılmadığını da biliyor musun?

- Evet.

- AllahuEkber.

- Gel de bunların sebeplerini sana açıklıyayım: Uhud gününde onun savaştan kaçmış olduğunu söyledim. Ben, şahadet ederim ki, Cenâb-ı Allah, onun bu suçunu bağışlamış ve onu affetmiştir. Bedir sa­vaşma da katılmadığını söyledim. O zaman Osman, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızıyla evliydi. Ve karısı hastaydı. Rasûlullah (s.a.v.) ona: "Sen Bedir savaşına katılanların sevabına ortaksın. Ve onlarla eşit mik­tarda ganimet almayı hak ettin." dedi Rıdvan bey'atma katılmadığını söyledim. Eğer Mekke vadisinde Osman'dan daha güçlü bir adam olsay­dı, Rasûlullah (s.a.v.) onun yerine o adamı Mekke'ye gönderirdi. Ama böyle biri bulunmadığı için Rasûlullah (s.a.v.), Osman'ı görevli olarak Mekke'ye gönderdi. Osman, Mekke'ye gittikten sonra Rıdvan bey'atı yapıldı. Bey'at esnasında Peygamber (s.a.v.), sağ elini göstererek: "Bu, Osman'ın elidir" dedi ve sağ elini sol eline vurarak onun yerine bey'at yaptı. Ve: "İşte bu Osman'ın be/atıdır." dedi. Şimdi sen bununla (bu bil­gi ile) git.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Süfyan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdurrahman b. Avf, Velid b. Ukbe'ye rastladı. Velid, ona dedi ki:

- Bana ne olmuş ki, senin mü'minlerin emin Osman'a cefa ettiğini görüyorum?

- Sen Osman'a de ki: Ben Hüneyn gününde savaştan kaçmadım. Uhud gününde savaştan kaçmadım. Bedir savaşma katılanlardan geri­de kalmadım. Ömer'in yoluna da terk etmedim.

Velid, gidip bu sözleri Osman'a iletti. Osman da şu cevabı verdi:

- Ben, Hüneyn gününde savaştan kaçmadım. O, beni nasıl böyle bir suçla itham eder? Oysa Cenâb-ı Allah, beni affederek şöyle.buyur-muştur: «İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çı­karmak istemişti. Andolsun ki Allah, onları affetti." (Âi-i tmrân, 155.) O, be­nim Bedir savaşından geri kaldığımı, cepheye gitmediğimi söylüyor. O zaman ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Rukiyye'ye hasta bakıcılık yapı­yordum ve Rasûlullah (s.a.v.) o savaşta benim için de ganimetten pay ayırdı. Rasûlullah (s.a.v.)'ın o savaşta kendisine ganimet payı verdiği kimse savaşa katılmış demektir. Benim, Ömer'in yolunu terk ettiğim sözüne gelince, aslında ne ben ne de o, Ömer'in yolundan gitmeye güç yetiremeyiz. Onun tatbikatını yapamayız. Bu, Abdurrahman'ın kendi görüşüdür.»

Buharı, Ubeydullah b. Adiy b. Hıbbar'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Misver b. Mahreme ile Abdurrahman b. Esved b. Abd-i Yağus bana dediler ki:

- Osman'a gidip te kardeşi Velid hakkında konuşsan iyi olmaz mı? Çünkü insanlar, onun hakkında çokça dedikodu yaptılar.

Onların böyle demeleri üzerine ben de namaz için evinden çıkan Os­man'a yöneldim. Kendisine:

- Seninle bir işim var. Bu senin için bir nasihattir, dedim. O da:

- Ey adam, çekil git yanımdan. Senden Allah'a sığınırım, deyince, ~ bende dönüp arkadaşlarımın yanma gittim.

O esnada Osman'ın elçisi geldi. Ben de onun yanma gittim. Bana:

- Osman'a vereceğin nasihat neydi? diye sorunca ben ona şöyle ce­vap verdim:

Doğrusu Cenâb-ı Allah, Muhammed'i hak peygamber olarak gön­derdi. Ona kitabı indirdi. Ben de Allah'a ve Rasûlüne icabet edenlerden oldum. İki hicret sahibiyim. Rasûlullah (s.a.v.)la beraber bulundum. Onun hidayetini gördüm. İnsanlar, Velid hakkında çok şeyler söyledi­ler.

- Sen Rasûlullah (s.a.v.)'a ulaştın mı?

- Hayır, ama perdenin gerisindeki bakire kıza ulaştığı kadar bana da onun bilgisinden ulaştı. Bunun üzerine Hz. Osman, şöyle karşılık verdi:

- Doğrusu Cenâb-ı Allah, Muhammed'i hak peygamber olarak gön­derdi. Ben de Allah ve Rasûlünun çağrısına icabet edenlerden oldum. Muhammed'in getirdiği dine iman ettim. Senin de dediğin gibi hem Ha­beşistan'a hem de Medine'ye hicret ettim.

Rasûlullah (s.a.v.)'m sohbetinde bulundum. Onunla bey* ati aş tim. Allah'a yemin ederim ki, ona isyan etmedim. Ona hile yapmadım. Bu halimi, Aziz ve Celil olan Allah'ın onu vefat ettirişine kadar devam ettir­dim. Sonra Ebu Bekir geldi. O da Rasûlullah gibi bir yol takib etti. Sonra Ömer geldi. O da onun gibi bir yol takip etti. Sonra ben halife seçildim. Onların sahip oldukları yetkiyi kullanmaya benim de hakkım yok mu­dur?

- Evet, hakkın ve yetkin vardır.

- Peki şu kavimden bana naklettiğin sözler ve dedikodular ne olu­yor? Senin Velid hakkındaki sözlerine gelince, bilesin ki inşallah ben hakkı ona uygulayacağım.

Böyle dedikten sonra Osman, Ali'yi çağırdı. Ona, Velid'e seksen kır­baç vurmasını emretti. Ali de Velid'e seksen kırbaç vurdu.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Numan b. Beşir'den rivayet etti ki, Hz. Aişe şöyle demiştir.:

"Rasûlullah (s.a.v.), Osman b. Affan'a haber gönderip çağırttı. Os­man gelince Rasûlullah (s.a.v.) onu karşıladı. Rasûlullah (s.a.v.)'m onu karşıladığım görünce biz sırt sırta vermiş olduk. Ve en son kelimesini ona söylerken Rasûlullah (s.a.v.), Osman'ın omuzuna vurup şöyle dedi: "Ey Osman, umarım ki Cenâb-ı Allah, sana bir gömlek giydirecektir. Eğer münafıklar, o gömleği senin üzerinden çıkarmak isterlerse benim yanıma ulaşıncaya kadar o gömleği üzerinden çıkarma."

Rasûlullah (s.a.v.), ona söylediği bu sözünü üç kez tekrarladı.

Ravilerden Numan b. Beşir diyor ki: Ben, Hz. Aişe'ye şöyle dedim:

- Ey mü'minlerin annesi, sen niçin bu hadise riayet etmiyorsun?

- Vallahi bunu unuttum, hatırlamadım.

Numan b. Beşir sözünü şöyle sürdürüyor: Ben bu hadisi Ebu Süfyan oğlu Muaviye'ye anlattım. O tatmin olmadı. Nihayet mü'minlerin anne-sİ Aişe'ye mektup göndererek: "Böyle bir hadis varsa bunu yazıp bana gönder." dedi. Hz. Aişe de bu hadisi yazıp Muaviye'ye gönderdi." Ebu Sehle, Hz. Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), benden bir söz aldı. Ben de verdiğim bu söz için sabredip dayanıyorum."

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Rasûlullah (s.a.v.), başkasıyla konuşurken kulak verip dinleme­miştim. Bunu sadece bir kez yaptım. Osman öğle vakti. Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldi. Onun kadınlar konusunda geldiğini zannettim. Kıskançlık, beni onların konuşmalarına kulak vermeye şevketti. Pey­gamber (s.a.v.)in ona şöyle dediğini işittim: "Cenâb-ı Allah, sana bir gömlek giydirecektir. Ümmetim o gömleği senin üzerinden çıkarmak is­teyecektir, ama sen o gömleği üzerinden çıkarma. Ayaklananların iste-, dikleri her şeyi Osman'ın verdiğini ama üzerindeki halifelik gömleğini çıkarmadığım gördüğümde bunun, Rasûlullah (s.a.v.)'a verdiği bir söz­den dolayı olduğunu anladım."

Taberanî, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Osman'a dönüp şöyle buyurdu: Ey Osman, doğ­rusu Cenâb-ı Allah, sana bir gömlek giydirmiştir. İnsanlar, o gömleği senin üzerinden çıkarmak isteyeceklerdir, ama sen o gömleği üzerinden çıkarma. Allah'a yemin ederim ki, eğer onu üzerinden çıkaracak olur­san, deve iğne deliğinden geçinceye dek sen Cennet'i göremezsin." Bu hadisin ifadelerinde gariplik vardır. Doğrusunu Allah bilir. İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman'm kızı Fatıma'nm şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Annem bana dedi ki: Amcan beni Aişe'ye gönderdi ve ona şöyle de­memi emretti: Aişe'ye de ki: Oğullarından biri sana selam söylüyor ve

Osman b. Affan'm durumunu senden soruyor. Hz. Aişe, bana şöyle cevap verdi:

- Allah, Osman'a lanet edene lanet etsin. Yemin ederim ki Osman, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında oturmaktaydı. Rasûlullah (s.a.v.), sırtını bana dayanmıştı. Cebrail de ona Kur'ân'ı vahyediyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Osman'a hitaben:

- Yaz ey Osmancık, diye emretti. Cenâb-ı Allah, böyle bir mertebe­ye ancak kendisi ve Rasûlü nazarında yüksek değere sahip birini yük­seltir."

Bezzar, Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), bir fitneden bahsetti. Ebu Bekir:

- Ben, o fitne zamanında ulaşacak mıyım? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.):

- Hayır, diye cevap verdi. Ömer:

- Ya Rasûlallah, ya ben o fitne zamanına ulaşacak mıyım? diye sor­du.

- Hayır, diye cevap verdi. Osman:

- Ya Rasûlallah, ben o fitne zamanına ulaşcak mıyım? diye sorunca Rasûlullah (s.a.v.):

- Seninle imtihan edileceklerdir, diye karşılık verdi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, tbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir fitneden bahsetti ve Osman'ı kastederek: "O gün bu peçeli adam haksız yere öldürülecektir." dedi. Baktım ki sözünü ettiği peçeli adam Osman b. Affan'dır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hanife'den rivayet etti ki o, Hz. Os­man'ın kuşatma altında olduğu zamanda evine gitmiş ve Ebu Hürey-re'nin konuşmak için izin istediğini görmüş. Hz. Osman'da, konuşması için izin verince Ebu Hüreyre kalkıp Allah'a hamdü senada bulunduk­tan sonra şöyle demişti: Ben, Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu işittim:

"Doğrusu benden sonra siz fitne ve ihtilafa rastlayacaksınız."

Orada bulunanlardan biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a sordu:

- Ya Rasûlallah, o zaman kimin yanında yer almamızı emredersin? Rasûlullah (s.a.v.), bu soruyu soran adama şöyle buyurdu:

- Emin adamın ve arkadaşlarının yanında yer alın. (Rasûlullah (s.a.v.), böyle derken Osman'ı gösteriyordu.)"

İmam Ahmed b. Hanbel, Mürre el-Behzî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bir ara Medine yollarından birinde Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber yürümekteydik. Bize:

- Yeryüzünün her tarafında öküz boynuzunu andıran fitnelerin koptuğu zamanda ne yapacaksınız? diye sordu.

Orada bulunan arkadaşlarımız dediler ki:

- O zaman ne yapalım ya Rasûlallah? Rasûlullah (s.a.v.), buyurdu ki:

- Şu adama ve arkadaşlarına tabi olun.

Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m işaret ettiği adama doğru koştum. Yorul­dum, nihayet yanma vardığımda şu adamı mı kastediyorsun ya Rasûlallah? diye sordum. O da: "Evet budur" dedi. Gösterdiği adamın Osman b. Affan olduğunu gördüm."

Hammad b. Seleme, Abdullah b. Havale'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

'Yeryüzünün her tarafında fitne meydana geldiği zaman sen ne ya­pacak ve ne durumda bulunacaksın?

- Allah ve Rasûlü benim için neyi hayırlı görürlerse onu yapaca­ğım.

- Şu adama tabi ol. Çünkü o günde şu adam ve kendisine tabi olan­lar hak yolda olacaklardır. Bunun üzerine ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m gösterdiği  adamın  omuzunu  tutup  kendime  çevirdim.  Ve: Ya Rasûlullah, bu adamı mı. kastediyorsun? diye sordum. Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Evet, diye cevap verince gösterdiği adamın Osman b. Affan oldu­ğunu gördüm."

Harmele, îbn Havale'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Üç şey vardır ki, bunlardan kurtulan kimse kurtuluşa ermiştir: Ölümüm, Deccal'in ortaya çıkışı; sabırlı, hakkı ikame eden, hakkı veren halifenin öldürülmesi."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ka'b b. Ucre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir fitneden söz etti. Yakın zamanda o fitnenin ortaya çıkacağını ve çok büyük bir bela olacağım söyledi. Sonra oradan örtüler içinde yüzü peçeli bir adam geçti. Onu gören Rasûlullah (s.a.v.):

- İşte şu adam o günde hak yolda olacaktır, dedi. Ben de koşarak gidip o adamın pazusunu tuttum ve:

- Ya Rasûlallah, şu adamı mı kastediyorsun? diye sordum ve ada­mın Osman b. Affan olduğunu gördüm."

Ebu Sevr et-Temimî, Hz. Osman'ın kuşatma altında, bulunduğu za­man evinden halka hitaben yapmış olduğu konuşmasında şöyle dediği­ni nakletmiştir:

"Allah'a yemin ederim ki, ne cahiliye döneminde, ne İslâmiyet döne­minde gıybet yapmadım. Koğuculuk yapmadım. Zina yapmadım. Rasûlullah (s.a.v.)'a be/at ettiğimden beri sağ elimi tenasül organıma değdirme dim.»

Ebu Sevr et-Temimî'nin rivayetine göre Hz. Osman, her cuma günü bir köle azad edermiş, azad edecek köle bulamayınca ertesi cuma iki kö­le birden azad edermiş.

Hz. Osman'ın azadlısı Himran şöyle demiştir: "Müslüman olduğu günden beri Hz. Osman, her gün boy abdesti alırdı. Allah ondan razı ol­sun."

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Abdülmelik b. Mervan'dan rivayet etti ki, Osman'ın yanına gidip ona şöyle demiş:

- Sen, halkın imamısın. Gördüğün şu musibet başına gelmiştir. Sa­na üç teklifle bulunacağım. Bunlardan birini seç. Ya dışarı çık da şu asi­lerle savaş. Çünkü senin yanında güç, kuvvet ve teçhizat vardır. Sen hak yoldasın, onlar batıl yoldadırlar. Ya evin kapısından ayrı bir yerde bir delik aç da bineğine binip Mekke'ye git. Çünkü sen Mekke'de bulun­duğun sürece asiler senin kanım helal saymazlar. Ya da Şam'a yetiş. Şamlıların başında Muaviye vardır. Seni korur.

Muğire'nin bu tekliflerine karşı Hz. Osman, şu cevabı verdi;

- Evimden çıkıp asilerle savaşmamı teklif ediyorsun. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m ümmeti arasında kan akıtıcı olarak bıraktığı ilk halefi olmak istemiyorum.

Çıkıp Mekke'ye gitmemi teklif ediyorsun. Orada kanımı helal say­mayacaklarını söylüyorsun. Doğrusu Ben, Rasûlullah'm şöyle buyur­duğunu işittim: "Kureyş'ten bir adam Mekke'de lahide konacaktır. Alemin azabının yarısı onun üzerinde olacaktır." Ben böyle bir adanı ol­mayacağım.

Çıkıp Şam'a yetişmemi söylüyorsun. Başlarında Muaviye'nin bu­lunduğu Şam halkının beni koruyacağını ifade ediyorsun. Ben hicret di­yarım olan Medine'den ve Rasûlullah (s.a.v.)'ın komşuluğundan ayrılıp gitmeyeceğim."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Avn el-Ensârfnin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Hz. Osman, îbn Mesud'a şöyle dedi:

- Aleyhimde yapmış olduğun ve benim duyduğum konuşmalarına son verecek misin?

Hz. Osman'ın böyle demesi üzerine îbn Mesud, onrdan özür diledi. Hz. Osman da ona şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana. Ben işittim ve hıfzettim ki,

- İş senin işittiğin gibi değildir.

- Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Bir emir öldürülecektir. Bir suçsuz, suçtan teberri edecektir (kurtulacaktır). Maktul benim, Ömer değildir. Çünkü Ömer'i bir kişi öldürdü. Oysa benim üzerime top­luca geliyorlar."

Hz. Osman, öldürülmesinden yaklaşık dört sene Önce bu sözü îbn Mesud'a söylemiştir.

Abdullah b. Ahmed, Zeyd'in babası Eslem'in şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

"Kuşatma altında tutulduğu günlerden birinde Osman'ın, cenaze­ler yerinde bulunan asiler topluluğuna, evinin Makam-ı Cibril tarafın­daki penceresinden çıkıp şöyle hitap ettiğini işittim: O esnada bir taş atılsaydı yere düşmez, mutlaka bir adamın başına düşerdi. Çünkü ora­da büyük bir kalabalık vardı. Hz. Osman, onlara hitaben şöyle dedi:

- Ey insanlar, aranızda Talha var mı? Sustular. Hz. Osman, yine

sordu:

- Ey insanlar, aranızda Talha b. Ubeydullah var mı? İnsanlar sustular. Hz. Osman, yine sordu:

- Ey insanlar, aranızda Talha var mı?

Talha b. Ubeydullah, ayağa kalktı. Hz. Osman, ona sordu:

- Seni burada göremiyecek miyim? Oysa bir toplulukta senin yapa­cağım çağrıların üçüncüsünde bana icabet ettiğini görmemiştim. Mut­laka ilk çağrımda bana icabet eder ve yanıma gelirdin. Allah aşkına söy­le ey Talha! Hatırlıyor musun, bir gün ben, sen ve Rasûlullah (s.a.v.), fa­lanca yerdeydik. Yanımızda başka bir kimse yoktu. Öyle değil mi?

- Evet.

- Rasûlullah (s.a.v.), o zaman şöyle dememiş miydi: "Her peygam­berin mutlaka Cennet'te bir arkadaşı vardır. Osman b. Affan da Cen-net'teki arkadaşımdır."

- Evet. Allah için doğrudur."

Tirmizî, Talha b. Ubeydullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Her peygamberin bir arkadaşı vardır. Benim de Cennet'teki arka­daşım Osman'dır."

Tirmizî, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.)'in yanma -üzerine cenaze namazı kılması için bir adamın cenazesini getirdiler. Ne var ki Peygamber (s.a.v.), onun ce­naze namazını kılmadı. Denildi ki:

- Ya Rasûlallah, bundan önce herhangi bir kimsenin cenaze nama­zını kılmadığım görmedik.

- Evet, bu adam Osman'a buğzediyordu. Dolayısıyla Aziz ve Celıl olan Allah da adama buğz etti."

Bu, garib bir hadistir.

Hafız İbn Asakir, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), mescidin kapısında Osman b. Affan'la karşılaş­tı. Ona şöyle dedi:

- Ey Osman! İşte Cebrail bana haber veriyor ki Allah, Ümmü Külsüm'ü Rukiyye'nin mehri kadar bir mehirle sana zevce olarak vermiştir. Onunla beraber bulunduğun süre kadar Ümmü Külsüm'le de beraber bulunac aksın."

Bu, garip ve münker bir hadistir.

Zayıf bir senedle rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğumu rivayet etmiştir:

"Eğer kırk kızım olsaydı, onları sırasıyla bir bir, Osman'la evlendi-rirdim. Öyle ki, yanımda bir tek kızım kalmazdı."

Muhammed b. Said el-Umevî, Mühelleb b. Ebi Süfran'm şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabına sordum:

- Siz, Osman hakkında niçin, "O bizim fevkimizde ve bizden yük­sektir," dediniz?

- Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), öncekilerden ve sonrakilerden hiçbir adama ondan başkasına peygamberin kızını nikahlamadı."

İsmail b. Abdülmelik, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m koltuk altlan görününceye kadar Osman b. Affan'dan başkası için elini kaldırıp dua ettiğini görmedim." Mis'ar, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m gecenin başından, fecrin doğuşuna kadar el­lerini kaldırıp Osman için dua ederek şöyle dediğini gördüm: "Allah'ım, ben, Osman'dan razı oldum, sende ondan razı ol."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Os­man'a şöyle demiştir:

"Allah, senin önce işlediğin ve sonra işleyeceğin gizli ve açık günah­larını ve kıyamet gününe kadar işleyeceğin günahlarla şimdiye dek işle­diğin günahları affetsin."

İbn Adiy, Hüzeyfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), bir gazaya göndereceği ordunun teçhizi için yardım istemek amacıyla Osman'a haber gönderdi. Osman'da ona 10.000 dinar getirip önüne koydu. Rasûlulah (s.a.v.), o dinarları eline al­dı, evirip çevirdi ve Osman'a şöyle dua etti: "Ey Osman, gizli ve aşikar iş­lediğin ve kıyamet gününe kadar işleyeceğin günahlarım Allah bağışla­sın. Bundan sonra yapacağı işler (işleyeceği günahlar) Osman'a zarar vermez."

Leys b. Ebu Süleym şöyle dedi: Hurma ve yağdan yapılan habis ye­meğini ilk yapan kişi Osman oldu. Osman, bal ve yağı birbirine katıp ye­mek yaptı ve Ümmü Seleme'nin evinde bulunan Rasûlullah'a gönderdi. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), o esnada orada değildi.

Sonra geldiğinde yemeği önüne koydular.

- Bunu kim gönderdi? diye sorduğunda,

- Osman gönderdi, diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ellerini göğe kaldırıp şöyle dua etti: "Allah'ım! Osman, senin rızanı istiyor, sen de ondan razı ol."

Ebu Ya'lâ, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Osman'ı kucaklayıp: "Sen benim dünyada dos-tumsun, ahirette de dostumsun," dedi.»

Ebu Davud et-Teyalisî, Abdullah b. Havale'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Siz, cennetliklerin abasına bürünmüş insanlarla be/atlaşan bir adama hücum edeceksiniz." Biz, Osman b. Affan'a hücum ettik. Onun abaya bürünmüş olarak insanlarla bey'atlaştığını gördük." [9]

 

Hz. Osman'ın Faziletine Delalet Eden Bazı Örnekler

 

İbn Mesud dedi ki: Ömer vefat ettiği zaman en hayırlımıza be/at et­tik ve başka bir şeye de aldırış etmedik.

Asmaî, Osman b. Aifan'm oğlu Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Osman'ın yüzüğünde şu ibare yazılı idi: "Yaratıp tastamam bir su­rete büründüren zata iman ettim."

Muhammed b. Mübarek dedi ki: Bana ulaşan bir habere göre Os­man'ın yüzüğünde şu ibare yazılı imiş: "Osman, Azîm olan Allah'a iman

etti."

'Tarih" adlı eserinde Buharı, Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Kendisinden öç almaları zamanına kadar Osman'ın devrine yetiş­tim.

Onun zamanında hemen hemen her günde insanlar hayır ve bere­keti paylaşırlardı. İnsanlara:

- Ey Müslümanlar topluluğu! Gelin, size verilecek bağışları alın, denilir. Onlar da gelip bu bağışlan bol bol alırlardı. Sonra onlara:

- Gelin erzakınızı alın, denilir, onlar da gelip erzaklarını bol bol

alırlardı. Sonra onlara:

- Ey insanlar, yağ ve bal almaya gelin, denilirdi. Bağışlar devamlı surette üzerlerine akardı. Erzakları, etraflarında dolaşırdı. Düşman­lardan korunmuşlardı. Aralarındaki münasebetler güzeldi. Hayır bol­du. Hiçbir mü'min, diğer bir mü'minden korkmuyordu. Hangi mü'min, diğeri ile karşüaşsa, kardeşlik muamelesi görürdü. Birbiriyle ülfet eder biribirlerine nasihat verirler, birbirleriyle dostça geçinirlerdi. Ancak onlara denilmişti ki: "İlerde bazılarınız diğerlerine tercih edilecektir. Böyle birşey olunca siz sabredin."

Eğer Müslümanlar, bu durumu gördüklerinde sabretselerdi, kendi­lerine verilecek bağışlar, erzak ve hayırlar bol bol yetecekti, ama onlar: "Hayır vallahi, biz bu duruma dayanamayız, sabredemeyiz" dediler. Allah'a yemin ederim ki, onlar ne amaçlarına ulaştılar, ne de selamette kaldılar. Aksine kılıç, İslâm ehline karşı kınından çekildi, ama bu kılıcı onlar kendi kendilerine çekmiş oldular. Yemin ederim ki bu kılıç, kıya­met gününe kadar onlara karşı çekilmiş vaziyette kalacaktır.»

Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Bir hutbesinde Hz. Osman'ın, güvercinlerin kesilmesini ve köpek­lerin öldürülmesini emrettiğini işittim. Bunun üzerine Medine halkı­nın bir kısmı güvercin edindiler ve kemankâre bulundurup bununla kuşlara taş attılar. Bunun araştırmasını yapması için Hz. Osman, bir adam görevlendirdi. O da kuşların kanatlarım kesti ve kemankereleri kırdı.»

Muhammed b. Sa'd dedi ki: «Muhammed b. Hilal'in annesi kuşatma altında bulunan Hz. Osman'ın yanma zaman zaman giderdi. Birgün bu kadın, Hz. Osman'ın yanına gitmeyince Hz. Osman'a dediler ki: O bu ge­ce bir çocuk doğurdu da onun için senin yanına gelemedi. Bunun üzerine Hz. Osman, ona elli dirhem ve sünbülani bir entari gönderdi. "Bu senin oğlunun bahşişi ve elbisesidir" dedi. Aradan bir sene geçince bu elli dir­hemi yüze çıkardı."

Zübeyr b. Ebi Bekir, İbn Said b. Yerbu b. Atike el-Mahzumf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir.

"Ben, çocuk yasta iken bir gün öğle vakti mescide doğru gittim, elimde bir kuş vardı. Onu mescitte uçuracaktım. Evimizle gideceğimiz yer arasında mescid vardı. Orada, yakışıklı bir ihtiyarın, başını bir ker­piç parçası üzerine koyup uyumakta olduğunu gördüm. Güzelliğini hay­ranlıkla seyretmeye başladım. Gözlerim açıp:

"Sen kimsin ey çocuk? diye sordu. Ben de kendimi tanıttım. Yakı­nında uyumakta olan bir çocuk vardı. Ona seslendi, çocuk onun sesini duymayınca bana:

- Onu çağır bakalım, dedi. Ben de gidip çocuğu o ihtiyar adamın ya­nma çağırdım. İhtiyar adam ona bir şeyler yapmasım emretti. Bana da:

- Otur bakalım, dedi. Çocuk gitti ve bir elbise ile 1000 dirhem para getirdi. İhtiyar adam, üzerimdeki elbisemi çıkardı ve getirilen yeni elbi­seyi bana giydirdi. O 1000 dirhemi de, bana giydirdiği yeni elbisenin ce­bine koydu. Ben de oradan ayrılıp, babamın yanma döndüm. Ve duru­mu ona anlattım. Babam:

- Ey oğulcuğum, bu iyilliği sana kim yaptı, biliyor musun? diye so­runca ben:

- Bilmiyorum, yalnız mescitte uyumakta olan bir adam vardı. Onun kadar güzel birini asla görmüş değilim, diye cevap verdim.

Bunun üzerine babam:

- O, mü'minlerin emiri Osman b. Affan'dır, dedi."

Abdürrezzak, Ebu Saib b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Adamın biri, Abdurrahman b. Osman et-Temimfye şöyle bir soru sordu:

- Talha b. Ubeydullah'm namazı mı yoksa Osman'ın namazı mı da­ha huşulu idi?

- Osman'ın namazı daha huşulu idi. Bir gece dedim ki: Şu Mina'dan dönüş gecesinde ben Makam-ı İbrahim'in yanında uyumaksızm bekleyeceğim, dedim. Ama uyku galebe çaldı, kalktığımda yanıbaşımda yüzü peçeli bir adamın bana taş attığını gördüm. Dönüp baktığımda onun Osman olduğunu gördüm. Beni kenara itti. Ben de kenara çekil­dim. Gelip Makam-ı İbrahim'in yanında namaza durdu. Kur'ân secdele­rine rastladıkça secde ediyordu. Namazı o kadar devam ettirdi ki niha­yet ben: "İşte fecir ezanı okunacak" dedim. Sonra o, namazım bir rekat vitir kılarak tamamladı, başka da namaz kılmadı ve çekip gitti."

Başka yollarla gelen rivayette anlatıldığına göre Hz. Osman, hacer-i esved yanında bir rekat namazda Kur'ân'ı hatmetmiştir. Bunu hac mevsiminde yapmıştır. Bu, onun âdetindendi. Allah ondan razı olsun.

"Geceleyin secde ederek ve ayakta durarak boyun büken, ahiretten çekinen, Rabbinin rahmetim dileyen kimse inkar eden kimse gibi olur

mu? (ez-Zümer, 9.)

İbn Ömer'den rivayet olunduğuna göre o, bu ayette sözü edilen zatın Osman b. Affan olduğunu söylemiştir.

"Biri, hiçbir şeye gücü yetmeyen bir dilsiz -ki efendisine yüktür. Ne­reye gönderse bir hayır çıkmaz- bu, doğru yolda olan ve adaletle emre­den kimse ile bir olabilir mi? (en-Nahi, 76.)

İbn Abbas, bu ayette sözü edilen adaletle emredici ve doğru yolda olan kimsenin Hz. Osman olduğunu söylemiştir. Şair Hassan, bir şiirin­de şöyle demiştir:

«Başının ön tarafında kır saçlar bulunan ve alnında secde izleri gö­rünen, gecelerini tesbihat ve Kur'an okumakla geçiren kimseyi (Os­man'ı) kurban ettiler.»

Süfyan b. Uyeyne, Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Os­man, "Eğer kalplerimiz temiz olsaydı, Rabbimizin kelamım okumaya doymazdık. Mushafa bakmaksızın bir günümün geçmesinden rahatsız olurum." diyordu. Osman vefat ettiği zaman çokça okuyup elinde tuttu­ğu için mushafı yıpranmıştı.»

Enes ve Muhammed b. Şirin dediler ki: Osman, kuşatma altına alındığı ve evine asiler tarafından hücum edildiği gün karısı, asilere şöyle dedi: "Onu ister öldürün, ister öldürmeyin, ama vallahi o gecesini bir rekat namazda Kur'ân'ı hatmederek ihya ederdi."

Birden fazla kişi dedi ki: Osman geceleyin namaz kılmak için yata­ğından çıktığı zaman abdest almak için kendisine yardım etsinler diye ailesinden herhangi bir kimseyi uykudan uyandırmazdı. Meğer onlardan birini uyanık görsün. O zaman ondan yardım isterdi. Zamanını hep oruçlu geçirirdi. Geceleyin uyandığında abdest almasına yardım etmesi için: "Niçin hizmetçilerden birini uyandırmıyorsun ki, sana yardım et­sin" diye kendisine serzenişte bulunurlardı. O da şu cevabı verirdi: "Ha­yır, gece onlarındır. Gece vakti onlar dinlenirler."

Hz. Osman, boy abdesti alırken peştemalini üzerinden çıkarmazdı. Kapısı kilitli bir odada yıkanırken bile peştemalini çıkarmazdı. Şiddetli derecede utangaç olduğundan sırtını dik tutamazdı. Allah, ondan razı olsun. [10]

 

Hz. Osman'ın Hutbelerinden Bazıları

 

Vakidî, İbrahim b. İsmail b. Abdurrahman b. Abdullah b. Ebi Rebia el-Mahzumî'nin, babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz, Osman'a bey'at edildiği zaman o, çıkıp insanlara hutbe irad et­ti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Ey insanlar, her zaman ilk bineğe binmek zordur. Bu günden sonra birçok günler gelecektir. Eğer yaşarsam bundan sonra size uygun şekil­de hutbeler irad edeceğim. Biz hatip kimseler değiliz. Ama Cenâb-ı Al­lah, hutbe irad etmeyi öğretecektir."

Hasan dedi ki: Hz. Osman, hutbe irad etti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Ey insanlar, Allah'la karşı gelmekten sakının. Zira Allah'a karşı takvalı olmak bir ganimettir. İnsanların en akıllısı, kendi nefsini alçal-tıp dizginleyendir. Ve ölüm sonrası için çalışandır. Mezar karanlığı için Allah'ın nurundan bir nur kazanandır. Kul, Allah'ın kendisini -dünya­da gözlü olduğu halde- ahirette kör olarak hasretmesinden korksun. Akıllı ve hikmet sahibi kimse özlü sözleri bulur. Ama sağır kimseye her taraftan seslenilir. Yine de birşey anlamaz. Bilesiniz ki, Allah'ın kendi­sinden yana olduğu kimse hiç birşeyden korkmaz. Ama Allah'ın kendi­sine karşı olduğu kimseye gelince o kimse bundan sonra artık ne ümid edebilir?"

Mücahid dedi ki: Bir hutbesinde Osman şöyle dedi:

"Ey Adem oğlu, canım almakla görevlendirilen ölüm meleği, seni bı­rakıp da başkalarına gidecek değildir. Sen dünyada olduğun sürece o se­ni takip edecektir. Bazen seni bırakıp başkalarına gittiğini sanırsın. Oy­sa sen tedbirli ol. Ölüme hazırlıklı ol. Gafil olma. Çünkü ölüm meleği, senden habersiz değildir. Ey Ademoğlu eğer sen kendini unutup da nef­sine karşı tedbirini almazsan başkaları senin için ve nefsine karşı tedbir almaz. Mutlaka Allah'ın huzuruna çıkacaksın. Kendi nefsin için gerekli tedbirleri al. Nefsini dizginleyecek tedbirleri başkasına havale etme vesselam."

Seyf b. Ömer, Bedir b. Osman'ın amcasının şöyle dediğini rivayet etmistir:

"Hz. Osman'ın cemaata irad ettiği en son hutbesi şu oldu: "Doğrusu Cenâb-ı Allah, dünyayı size verdi ki, dünya vesilesiyle ahireti taleb edesiniz. Yoksa dünyayı, dünyaya meyledesiniz diye size vermiş değildir. Çünkü dünya fanidir. Ahiret ise bakidir. Fani olan sizi şımartmasın ve baki olanı size unutturmasın. Baki olanı, fani olana ter­cih edin. Çünkü dünyanın sonu gelecektir. Dönüş Allah'adır. Allah'a karşı gelmekten sakının. O'na karşı takvalı olmak, sizi O'nun azabına karşı koruyan bir kalkandır ve O'na yakın olmanın aracıdır. Allah'ın gayretinden sakının. Cemaatinize sarılın. Fırkalara ayrılmayın "Al­lah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalplerinizin arasını uz-laştırdı da O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz." (Âl-i îmrân, 103.) [11]

 

Fasıl

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Musa b. Talha'nın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Müezzin namaz için ikamet ederken minber üzerinde Osman b. Af-fan'm cemaattan haberleri ve seferlerini sorduğunu işittim.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Kureyşlilerin azadlısı Ata b. Feruh'un şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Osman, bir adamdan bir arazi satın aldı. Adam, gelip parasını almadı. Gecikti. Hz. Osman bir gün onunla karşılaşınca ona şöyle sordu:

- Niçin gelip paranı almıyorsun.

- Sen, beni aldattın. Her kiminle karşılaşırsam herkes benim alda­tıldığımı söyleyip beni ayıpladı.

- Parayı gelip almana bu mu mani oluyor?

- Evet.

- Öyleyse ya arazini al, ya da gel paranı al.

Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurdu: "Satıcıyken de müşteriyken de öderken de tahsil ederken de kolaylık gösteren adamı Allah Cennet'e koyar."

îbn Cerir'in rivayetine göre Talha, namaz için mescide gelmekte olan Osman'la karşılaştı. Osman'a şöyle dedi:

"50.000 dinarın şu anda yammdadır. Başkalarına vermiştin, ama ben tahsil ettim. Birini gönder de kendisine teslim edeyim ki sana getir­sin.

Hz. Osman da ona:

- Mürüvvetinden ötürü o parayı sana bağışladık, dedi." Asmaî dedi ki: îbn Âmir, Katan b. Avf el-Hilalî'yi Kirman'a tayin et­ti. 4000 kişilik bir Müslüman ordusu oraya geldi. Fakat dere onların şehre girmelerine engel oldu. Katan, şehire girememekten korktu ve:

- Her kim karşı tarafa geçerse ona 1000 dirhemlik mükafat vardır, dedi.

Bunun üzerine askerler yüzmeye yeltendiler. Her kim karşı tarafa geçerse, Katan onun için:

- Mükafatını verin, diye emir veriyordu. Nihayet askerlerin tama­mı karşı tarafa geçmiş oldu ve Katan da onlara 4.000.000 dirhem tuta­rında mükafat verdi. İbn Amir, mükafatı almak istemedi. Durumu bir mektupla Hz. Osman'a bildirdi. Hz. Osman da cevabî mektupla bu mü­kafatı almasını söyledi. Ve bunu Allah yolunda Müslümanlara yapılan bir yardım olduğunu ifade etti. O günden itibaren mükafatlara Arapça-da karşı tarafa geçme anlamına gelen icaze kökünden türetilmiş bir ke­lime olan 'caiz'e adı verildi. Şair Kenanî de bu hususta şöyle bir şiir söy­ledi:

"Beni Hilal kabilesinden olan baba bir evlatlara benim ailem ve ma­lım feda olsun.

Onlar, Maad kabilesi içinde mükafat verme âdetini ihdas ettiler.

Bu, gecelerin sonunda bir âdet haline geldi.

Mızrakları okların terkibinden önce onsekiz taneden fazlaydı." [12]

 

Fasıl

 

Hz. Osman'ın büyük menkıbelerinden ve muazzam iyiliklerinden biri, onun Kur'ân'ı tek kıraat üzere toplaması ve mushafı -hayatının son iki senesinde- Cebrail'in Rasûhıllah'a ders verdiği şekilde yazmasıdır. Bunun sebebi de şuydu: Savaşlardan birinde samlılarla Iraklılar bir arada savaşmışlardı. Şamlılar, Kur'ân-ı Kerim'i Mikdad b. Esved'le Ebu Derda'm kıraatına göre okuyorlardı. Iraklılar ise Abdullah b. Me-sud'la Ebu Musa'nın kıraatına göre okuyorlardı. Kur'ân'ın, yedi kıraata göre okunmasının caiz olduğunu bilmeyenler, kendi kıraatlarmı başka­larının kıraatlenna üstün görmeye, başkalarının kıraatim hatalı say­maya, hatta onları tekfir etmeye başladılar. Bu da aralarında şiddetli bir anlaşmazlığa ve insanlar arasında kötü sözlerin teatisine yol açtı. Bunun üzerine Hüzeyfe kalkıp Hz. Osman'ın yanma giderek şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri! Yahudilerle Hristiyanlann kendi kitapla­rı üzerinde anlaşmazlığa düştükleri gibi bu ümmet de kendi aralarında anlaşmazlığa düşmeden tedbir al.

Böyle dedikten sonra Hüzeyfe, insanların Kur'an kıraati hususun­daki anlaşmazlıklarına örnekler verdi. Hz. Osman da sahabeleri topla­yıp onlarla istişare yaptı. Kur'ân'ın tek kıraate göre yazılmasını ve diğer beldelerdeki müslümanların bu kıraata göre Kur'ân'ı okumalarını uy­gun gördü. Böylece çekişme ve anlaşmazlıkların sona ereceğine kanaat getirdi. Hz. Ebu Bekir'in emri üzerine Zeyd b. Sabit tarafından toplanan Kur'ân ayetlerinden oluşan mushafm getirilmesini istedi. Bu mushaf, hayatı boyunca Hz. Ebu Bekir'in yanında, ondan sonra da Hz. Ömer'in yanında kalmıştı. Hz. Ömer'in vefatı üzerine bu mushaf mü'minlerin annesi Hafsa'nm eline geçmişti. Hz. Osman, bu mushafin getirilmesini istedi. Zeyd b. Sabit el-Ensârfye bunun aynısını yazmasını ve Said b. As el-Ümevî'nin de bu mushâfı Zeyd'e okuyup dikte ettirmesini emretti. Yazdırma ve yazma esnasında Abdullah b. Zübeyr el-Esedî ile Abdur-rahman b. Haris b. Hişam el-Mahzunıfnin hazır bulunmalarını buyur­du. Herhangi bir kelimede anlaşmazlığa düşecek olurlarsa o kelimeyi Kureyş lehçesiyle yazmalarım tenbihledi.

Neticede Şamlılar için bir mushaf, Mısırlılar için de ikinci bir mus­haf yazıldı. Basra'ya bir mushaf, Kûfe'ye bir mushaf, Mekke'ye bir mus­haf, Yemen'e de bir mushaf gönderdi. Medine'de bir mushaf bıraktı. Bu mushaflara imam mushafı (yani ana mushaf) denildi. Bunların hepsi hatta hiç birisi Osman'ın hattı ile değildi. Aksine bunlar Zeyd b. Sabit'in hattıyla yazılmışlardı. Hz. Osman'ın zamanında, halifeliği esnasında ve onun emri üzerine yazıldıkları için Osmanî mushaf adım aldılar. Ni­tekim Heraklıyus'un zamanında ve devletinde basıldıkları için Bi­zans'ın o dönemdeki dinarlarına da Heraklius dinarı denilmiştir. Vakidî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Osman (r.a), mushafları istinsah ettirdiği zaman yanma gidip ken­disine şöyle dedim:

- İsabet ettin, doğru olanı yaptın. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğuna şahid oldum: "Ümmetim arasmda en çok sevdiğim kimse­ler onlardır ki, benden sonra gelecekler, beni görmedikleri halde bana iman edecekler ve muallak kağıtta yazılı olana uyup amel edecekler­dir." Ben, peygamberin kastettiği kağıtların neler olduğunu mushafı görmeden anlamamıştım. Nihayet mushafı görünce peygamberin bunu kasdettiğini anladım.

Hz. Osman, benim bu sözümden memnun oldu. Ve bana 10.000 di­nar verilmesini emretti. Sonra da:

- Allah'a yemin ederim ki, peygamberin hadisini bizden asla sakla­madığını biliyorum, dedi.

Sonra kendisinin yazdırdığı mushafa aykırı şekilde yazılan ve hal­kın elinde bulunan diğer mushafları toplatıp yaktı ki, Müslümanlar arasında Kur'ân okuma hususunda herhangi bir anlaşmazlık ve ihtilaf meydana gelmesin."

Ebu Bekir b. Ebi Davud, mushafların yazılmasıyla ilgili olarak Sü-veyd b. Gafle'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Osman, mushafları yaktığı zaman Hz. Ali bana dedi ki: "Eğer Os­man böyle yapmasaydı, ben yapardım."

Beyhakî ile diğerleri, Süveyd b. Gafle'nin şöyle dediğini rivayet et­mişlerdir:

"Hz. Ali dedi ki:

- Ey insanlar! Osman hakkında ileri gitmekten sakının Siz, onun mushafları yaktığını söylüyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki o, mus­hafları Muhammed'in ashabından oluşan bir topluluğun huzurunda yakmıştır. Eğer onun uhdesine tevdi edilen halifelik bana tevdi edilmiş olsaydı, ben de onun yaptığı gibi yapardım."

Rivayet olunduğuna göre İbn Mesud, mushafı kendisinden alınıp yakıldığı için bunu yapanları kınamış ve mushafları yazan Zeyd b. Sa-bit'ten önce kendisinin Müslüman olduğunu söylemiş, arkadaşlarına da ellerinde bulunan mushafları saklamalarını emretmiş ve şu ayeti okumuştu. "Ganimetten kim gizlice çalarsa kıyamet günü, çaldığı o şey

İle gelir." (Âl-ilmrân, 161.)

Bunun üzerine Hz. Osman, bir mektup yazarak onu, sahabelere ic-maları hususunda tabi olmaya, söz birliği etmeye, anlaşmazlık çıkar­mamaya davet etti. O da bu davete icabet etti. Sahabelerin icmaına uy­du. Muhalefeti terketti. Allah, onlardan razı olsun.

Ebu İshak, Abdurrahman b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Abdullah b. Mesud, Mina mescidine girdi ve:

- Mü'minlerin emiri öğle namazını kaç rekat olarak kıldı? diye sor­du.

Orada hazır bulunanlar:

- Dört rekat olarak kıldı, dediler.

Bunun üzerine İbn Mesud da orada öğle namazını dört rekat olarak kıldı. Yanında bulunanlar kendisine:

- Sen bize Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir ve Ömer'in ikişer rekat olarak kıldıklarım söylemiyor muydun? diye sorunca o, şöyle cevap ver­di:

- Evet, şimdi de söylüyorum ama ihtilaf çıkarmaktan hoşlanmıyo­rum."

Sahih bir rivayette anlatıldığına göre îbn Mesud, bu hususta şöyle demiştir: "Keşke dört rekat yerine kabul edilmiş iki rekat kılsaydım."

A'meş dedi ki: Vasıfta bulunan Muaviye b. Kurre, üstadlarmm şöy­le dediklerini bana nakletti: Osman, Mina'da öğle namazını dört rekat olarak kıldı. Bunu duyan İbn Mesud onu kınadı. Sonra arkadaşlarıyla birlikte yolculuğunda ikindi namazını dört rekat olarak kıldı. Kendisi­ne denildi ki:

- Osman'ı kınadın ama sen de dört rekat olarak kıldın. Niçin yap­tın?

îbn Mesud  şu cevabı verdi:

- Ben, muhalefetten hoşlanmıyorum." Başka bir rivayette ise

onun: "Muhalefet kötüdür." dediği nakledilmektedir.

îbn Mesud'un, Osman'a bu detayda uyduğu sabit olduğuna göre na­sıl olur da o, Kur'ân'm aslı hususunda Hz. Osman'a uymaz? İnsanların başka değil sadece kendisinin mushafı yazdırdığı kıraata göre Kur'ân okumalarını emretmesi hususunda Hz. Osman'a nasıl uymaz.

Zührî'den ve başkalarından nakledildiğine göre Osman, bedevile­rin namazın farzının iki rekat olduğuna inanmalarından korktuğu için dört rekat kılmıştır. Başka bir kavle göre ise o, Mekk'de evlendiği için mukim sayıldığından Mina'da namazı dört rekat olarak kılmıştır.

Ya'lâ ve diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Hz. Osman, Mi­na'da cemaata namazı dört rekat kıldırmış, sonra dönüp onlara şöyle

demiştir:

- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Bir adam, bir beldede evlenirse, o beldenin halkından sayılır." Ben de geldiğimden beri burada evlendiğim için namazı tamam kıldım." Bu sahih olmayan bir hadistir. Zira Rasûlullah (s.a.v.), Umretü'l-Kazada Meymune binti Haris'le evlendiği halde namazı orada tam kılmamıştır. Denilir ki, Hz. Osman, her nerede olursa olsun kendisi müminlerin emiri olarak bunu tevil etmiştir. Hz. Aişe de böyle tevil ederek namazı tam kılmıştır. An­cak bu tevilde tartışma götürür taraflar vardır. Zira Hz. Peygamber de her nerede olursa olsun Allah Rasûlüydü. Bununla birlikte o seferlerde namazı tam kılmamış, dört rekatlı namazları iki rekat olarak kılmıştır.

Hz. Osman, her sene hac mevsiminde valilerininde hacca gelmeleri­ni emrederdi. Reayaya da mektup göndererek şöyle derdi: "Herkim hak­sızlığa uğramışsa hacca gelsin de ben onun hakkını valisinden alayım." Osman, büyük sahabelerin çoğunun diledikleri beldelere gitmelerine izin vermişti. OysaHz. Ömer, savaşta dahi sahabelerin diledikleri yerle­re gitmelerine müsaade etmez ve: "Korkarım ki dünyayı görürsünüz. Dünyanın çocukları da sizi görürler." derdi. Sahabeler, Hz. Osman'ın za­manında Medine dışına çeşitli beldelere çıkıp gittiklerinde halk onların etrafında toplandı. Ve her beldenin ahalisi kendi beldelerindeki sahabe­nin Hz. Osman'dan sonra halifeliğe geçmesini istedi. Ve bu beldelerin halkları Hz. Osman'ın bir an önce ölmesini istediler ki, kendi adamları halifeliğe geçsin. Hz. Osman'ın hayatının uzunsürdüğünü görüp usandı­lar. Bazı beldelerin ahalisi tarafından bir takım hadiseler ortaya konul­du. Bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık. Doğrusu biz, Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Güç ve hikmet sahibi yüce Allah'ın güç ve kuvvetinden başka güç ve kuvvet yoktur. O, yüce ve uludur. [13]

 

Hz. Osman'ın Hanımları Ve Çocukları

 

Hz. Osman, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Rukiyye ile evlendi. Rukıyye ona, Abdullah adında bir çocuk doğurdu. Hz. Osman, Abdullah'ın baba­sı şeklinde künyelendi. Daha önce cahiliye devrinde ise Amr'm babası şeklinde künyelendi. Rukiyye vefat edince onun kardeşi Ümmü Küî-süm'le evlendi, Ümmü Külsüm vefat edince Hz. Osman Fahite binti Gazvan b. Cabir'le evlendi. Fahite, ona Ubeydullah el-Esğar'ı doğurdu. Hz. Osman, Ümmü Amr binti Cündeb b. Amr el-Ezdiye ile de evlendi. Ümmü Amr, ona Amr, Halid, Eban, Ömer ve Meryem adındaki çocukla­rı doğurdu.

Hz. Osman, Fatınıa binti Velid Abdi b. Şems el-Mahzumiye ile de ev­lendi. Fatıma, ona Velid ve Said adında iki çocuk doğurdu.

Hz. Osman, Ümmü'l-Benin binti Uyeyne binti Hısn el-Fezariye ile de evlendi. Ümmü Benin, ona Abdülmelik adında bir çocuk doğurdu. Ut-be'yi doğurduğu da söylenir.

Hz. Osman, Remle binti Şeybeb. Rebiab. Abdüşems b. Abdumenaf b. Kusay ile de evlendi. Remle, ona Aişe, Ümmü Eban ve Ümmü Amr'ı do­ğurdu. Hz. Osman, Naile binti Ferafîse b. Ahves b. Amr b. Salebe b. Hısn b. Danıdam b. Adiy b. Hayyanb. Kuleyb ile de evlendi. Naile, ona Meryem adında bir kız çocuk doğurdu. Anbese'yi de doğurduğu söylenir. Hz. Os­man, Naile, Remle, Ümmü Benin ve Fahite ile evliyken şehid edildi. An­latıldığına göre o, kuşatma altında iken Ümmü Benin'i boşamıştı, [14]

 

Fasıl

 

Bu kitabın peygamberlik delilleri bölümünde de geçtiği gibi İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti ki, RasûluUah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Kuşkusuz İslâm değirmeni otuzbeşinci senede, otuzaltı veya otuz-yedinci senede ters dönecektir. Eğer helak olursan, bu helak olanın yo­ludur. Eğer Müslümanlar için dinleri ayakta durursa yetmiş yıl daha durur."

Ömer dedi ki:

- Ya RasûluUah, geçmişteki müddetle mi yoksa geride kalan müd­detle mi bu değirmen dönecektir?

- Geride kalan müddetle."

Hadiste sözü edilen otuzbeş, otuzaltı veya otuzyedinci sene husu­sunda ravinin şüphesi vardır. Aslında otuzbeşinci senedir. Çünkü o se­nede mü'minlerin emiri Osman öldürülmüştür ki, sahih olan rivayet de budur. Otuzaltmcı senede öldürüldüğüne dair rivayetler de vardır. Ama sahih olan birinci rivayettir. O esnada çirkin hadiseler vuku buldu. Ama Cenâb-ı Allah, kendi güç ve kuvvetiyle Müslümanları korudu. Der­hal Ebu Talib oğlu Ali'ye bey'at edildi. İşler toparlandı. Düzen sağlandı. Ama sonra da Cemel ve Sıffm zamamnda bazı hadiseler cereyan etti ki,   .

inşallah bunları ilerde açıklayacağız. [15]

 

Hz. Osman Zamanında Vefat Eden Ancak Vefat Tarihleri Kesin Olarak Bilinmeyen Bazı Şahsiyetler

 

Enes B. Muaz B. Enes B. Kays El-Ensarî En-Neccarî.

 

Buna Üneys de denilir. Bu zat, bütün savaşlara katıldı. Allah kendi­sinden razı olsun. [16]

 

Evs B. Samit El-Ensârî.

 

Bu zat, Bedir savaşma katıldı. Aşağıda nakledeceğimiz ayet-i keri­mede sözü edilen kadının, yani Havle binti Salebe'nin kocasıdır.

"Ey Muhammed, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şika­yette bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Esasen Allah konuşma­nızı işitir. Doğrusu Allah işitendir, görendir." (el-Mücadele, ı.) [17]

 

Evs B. Havli El-Ensârî.

 

Bu zat, Beni Hubla kabile sin dendi. Bedir gazvesine katılmıştır. Ensâr'dan sadece bu zat, Peygamber Efendimiz'in cenazesini yıkama işinde hazır bulunmuş ve onun ailesiyle birlikte mezarına inmiştir." [18]

 

Hür B. Kays

 

Ensâr arasında liderdi. Ama cimriydi. Münafıklıkla itham edilmiş­tir. Rıdvan bey'atına katıldığı söylenmişse katılmamıştır. Devesinin ge­risine saklanmıştır ki, hakkında şu ayet-i kerime nazil olmuştur.

"Onlardan, "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyen vardır. Bi-linki, onlar zaten fitneye düşmüşlerdi." (et-Tevbe, 49.)

Denildiğine göre bu zat, tevbe etmiş ve münafıklıktan kopmuştur. Doğrusunu Allah bilir. [19]

 

Meşhur Şair Hatîe.

 

Adının Cervel olduğu ve Ebu Melike künyesiyle çağrıldığı söylenir. Beni Abs kabile sindendir. Cahiliye döneminde ve İslâmiyet'in ilk za­manlarında yaşamıştır. Çeşitli beldeleri dolaşır, insanların reislerim över, onların cömertlik duygularım sömürürdü. Bununla beraber onun cimri bir kimse olduğu anlatılır. Bir defasında yolculuğa çıkarken karı­sıyla vedalaşmış ve karısına şöyle demişti:

"Ben sefere çıktığımda sen seneleri say. Ayları saymayı bırak. Çünkü aylar kısadır."

Hicivci ve medihçiydi. Güzel şiiri vardır. Şiirlerinden biri, mü'min-lerin emiri Hattab oğlu Ömer'in huzurunda söylediği ve cömertliğini is­tediği şu şiiridir"

"Hayır işleyen kimsenin mükafatları bitmez. Allah ve insanlar arasında iyilik yok olup gitmez." [20]

 

Hübeyb B. Yesaf B. Utbe El-Ensarî.

 

Bu zat, Bedir gavzesine katılanlardan biridir. [21]

 

Selman B. Rebia El-Bahîlî.

 

Bunun sahabe olduğu söylenir. Namlı yiğit ve meşhur kahraman­lardandı. Hz. Ömer, onu Küfe kadılığına atamıştı. Hz. Osman zamanın­da Türklerle savaşmak için gönderilen bir orduya komutan olarak tayin edilmiş, Belencer'de öldürülmüştü. Mezarı oradadır. Türkler kîtlığa ve kuraklığa maruz kaldıklarında onun mezarını vesile kılarak Allah'tan yağmur dediler. [22]

 

Abdullah B. Hüzafe B. Kays El-Kureşî Es-Sehmî.

 

Kardeşi Kays ile birlikte Habeşistan'a hicret etti. Sahabelerin önde gelen şahsiyetlerin dendir. Başkalarıyla tartıştığı zaman babasından başka birinin oğlu olduğu iddia edilirdi. Bunun için o, Peygamber Efen-dimiz'e şöyle bir soru sormuştu:

- Ya Rasûlulian, benim babam kimdir? Rasûlullah (s.a.v.) da:

- Baban Huzafe'dir, diye cevap i vermişti.

Rasûlullah (s.a.v.), onu Kisra'ya elçi olarak gönderdi. Rasûlullah'm mektubunu Busra şehrinin büyüğüne teslim etti. Şehrin büyüğü de onu Herakliyus'a ulaştıracak birisiyle birlikte gönderdi. Nitekim bu hususu önceki sayfalarda anlatmıştık.

Bizanslılar, onu Ömer b. Hattab (r.a) zamanında seksen Müslü­manlar birlikte esir almıştı. Onu kafir olmaya zorlamışlar ama o, bunu kabul etmemişti. Hükümdar onu: "Başımı öp, seni ve beraberindeki Müslümanları sah vereyim" demiş, o da hükümdarın başını Öpünce hü­kümdar onları salıvermişti. Hz. Ömer'in yanına döndüğünde Hz. Ömer, ona: Bütün Müslümanların, senin başım öpmeleri gerekir." demiş, son­ra kalkıp kendisi de onun başını öpmüş, Hz. Ömer'den sonra diğerleri de onun başını öpmüşlerdi. [23]

 

Abdullah B. Süraka B. Mutemîr El-Adevî

 

Uhud gazvesine katılan sahabelerdendir. Zührî'nin ifadesine göre bu zat, Bedir gazvesinde hazır bulunmuştur. Doğcusunu Allah bilir. [24]

 

Abdullah B. Kays B. Halld El-Ensârî

 

Bu zat, Bedir gazvesine katılmıştır. [25]

 

Abdurrahman B. Sehl B. Zeyd El-Ensarî Eı^Harîsî

 

Uhud gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. İbn Abdilber'in ifadesine göre Bedir gazvesine katılmıştır. Hz. Ömer, onu Utbe b. Gaz-van'ın ölümünden sonra Basra'ya vali olarak atamıştır. Kendisini yılan soktuğu zaman Ammare b. Hazm üzerine dua okumuştur. îki nine Hz. Ebu Bekir'in yanma gelmiş, Hz. Ebu Bekir bu iki ninenin ölen torunları­nın miraslarının altıda birini torunun anne annesine vermiş, baba an­nesine vermemişti. Bunun üzerine işte bu zat yani Abdurrahman b. Sehl, Hz. Ebu Bekir'e itirazda bulunarak şöyle demişti: "Öldüğü takdir­de torunun kendisine mirasçı olamayacağı nineye miras payı verdin ama öldüğü takdirde torununun kendisine mirasçı olabileceği nineye miras payı vermedin. Sen bu ikisini mirasa ortak et." [26]

 

Amr B. Süraka B. Mutemir El Adevî

 

Abdullah b. Süraka'nın kardeşidir. Büyük Bedir gazvesine katılan­lardandır. Rivayet olunduğuna göre bu zat, bir defasında acıktığında aç­lığın şiddetinden karnına bir taş parçası bağlamış ve o gün akşama dek öylece yürümüştü. Akşamleyin Araplardan bir kavim, onu ve berabe­rindeki arkadaşlarını yemeğe davet etmişlerdi. Doyduğu zaman arka­daşlarına şöyle demişti: ''Ben iki ayağın karnı taşıdıklarını sanıyordum. Oysa gördüm ki, karın iki ayağı taşıyormuş." [27] .

 

Umeyr B. Sa'd El-Ensarî El-Evsî

 

Kadri yüce sahabelerdendir. İtibarlıdır. Çokça ibadet ettiği ve aşırı derecede zahid olduğu için kendisine nevi şahsına münhasır bir kişi de­nilirdi. Ebu Ubeyde'yle birlikte Şam'ın fethinde hazır bulundu. Hz. Ömer zamanında Humus ve Dımaşk valiliklerini yaptı. Hz. Osman, ha­life olunca onu valilikten azletti. Şam'ın tamamını Muaviye'nin yöneti­mine bıraktı. Bu zata dair çok haberler vardır. [28]

 

Urve B. Hizam Ebtj Sald El-Adevî

 

Bu zat şairdi. Amcası kızı Afra binti Muhacir'e aşıktı. Onun hakkın­da şiirler söylemiş ve ona olan aşkıyla şöhret bulmuştu. Ailesi Hicaz'dan Şam'a göçmüş, o da onlarla birlikte Şam'a gitmişti. Amcasına gidip kı­zıyla evlenme talebinde bulunmuş, ancak yoksul bir kimse olduğu için amcası kızını ona vermemişti. Diğer amcası oğluyla evlendirmişti. Bu aşkından dolayı Urve ölmüştü. O, "Mesariü'l-Uşşak" adlı kitapta adın­dan bahsedilenlerdendir. Bu aşkı için söylediği şiirlerden biri de şudur:

"O kadını ansızın gördüm. Şaştım, nutkum tutuldu, konuşamaz ol­dum.

Daha önceki görüşlerimden vazgeçtim. O kaybolduğu esnada daha önce söylemek istediklerimi unuttum." [29]

 

Kutbe B. Âmir Ebu Zeyd El-Ensârî

 

Akabe bey'atma ve Bedir gazvesine katılmıştır. [30]

 

Kays B. Mehdî B. Kays B. Salebe El-Ensari En-Neccarî

 

Sabah namazından önce iki rekat namaz kılınmasına dair rivayet ettiği bir hadis vardır. İbn Maküla'nın ifadesine göre bu zat, Bedir gaz­vesine katılmıştır. Mus'ab ez-Zübeyrî dedi ki: Bu zat, Yahya b. Said el-Ensârf nin dedesidir." Bazıları da dediler ki: Bu zat, Ebu Meryem Ab-du'1-Gaffar b. Kasım el-Kûfi'nin dedesidir. Doğrusunu Allah bilir. [31]

 

Lebid B. Rebia Ebu Ukayl El-Amirî

 

Meşhur şairdi. Sahih rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), bunun hak­kında şöyle buyurmuştur. "En doğru söz, şair Lebid'in söylediği şu söz­dür":

"Dikkat edin, Allah'tan başka her şey asılsızdır ve her nimet mutla­ka yok olacaktır."

Osman b. Mazun, bu şiire şu sözü de eklemiştir: "Cennet nimeti dı­şındaki her nimet yok olacaktır." denildiğine göre bu zat, hicretin kırk-birinci senesinde vefat etmişti. Doğrusunu Allah bilir. [32]

 

Müseyyeb B. Hüzn B. Ebî Vehb El-Mahzumî

 

Rıdvan bey'atına katılmıştır. Said b. Müseyyeb'in babasıdır ki, o da tabiilerin lideridir. [33]

 

Muaz B. Amr B. Cemuh El-Ensârî

 

Bedir gazvesine katılmıştır. Bu savaşta Ebu Cehil'i kılıcıyla vurup ayağını koparmıştır. îkrime b. Ebi Cehil de bu Muaz'a saldırmış, kılıcıy­la buna vurmuş ve kolunu omuzundan koparmıştır. Ama savaşın sonu­na kadar kolunu arkasından sürüyerek çArpışmaya devam etmiş ve şöyle demiştir: "Savaş sona erince ayağımı koluma bastırıp kopardım ve kolumu attım." Allah kendisinden razı olsun. Bu zat, daha sonra yaşa­mını sürdürmüş ve hicretin otuzbeşinci senesine kadar yaşadıktan son­ra vefat etmiştir. [34]

 

Muhammed B. Cafer B. Ebi Talib El-Kureşî El-Haşimî

 

Habeşistan'da doğmuştur. Medine'ye Hayber senesinde hicret et­miştir. Mu'te savaşında şehid edilmiştir. Bir bebek olarak Medine'ye ge­tirildiğinde Rasûlullah (s.a.v.), evlerine gelmiş ve annesi Esma binti Umeys'e: "Kardeşimin oğlunu bana getirin" demiş ve diğer kardeşleriy­le birlikte civciv gibi Rasûlullah'm yanma getirilmişler, Rasûlullah da ağlayıp kendilerini koklayarak öpmeye başlamış, anneleri de ağlamaya başlamıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'da annelerine hitaben: "Sen yoksul kal­malarından ötürü mü bunlar için ağlıyorsun? Oysa ben dünyada da ahi-rette de bunların velisiyim" demiş. Sonra da berbere emir verip saçları­nı traş ettirmişti. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Muhammed, Hz. Osman'ın zamanında genç yaşta vefat etmiştir. İbn Abdi'l-Berr'in ifadesine göre Muhammed, Tüster şehrinde vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [35]

 

Mabed B. Abbas B. Abdîlmuttalib

 

Rasûlullah (s.a.v.)'m amcasının oğludur. Genç yaşta Afrika'nın Mağrib şehrinde öldürülmüştür. [36]

 

Muaykib B. Ebu Fatıma Ed-Devsî

 

Peygamber (s.a.v.)'in mühürdarı idi. Hz. Osman'ın zamanında ve­fat ettiğini söyleyenler olduğu gibi daha önce vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Bazıları ise onun hicri kırkıncı senede vefat ettiğini söylemiş­lerdir. Doğrusunu Allah bilir. [37]

Münkîz B. Amr El-Ensârî

 

Beni Mazin b. Neccar kabilesin dendir. Başından yara almış, dili kopmuş, aklı zayıflamıştı. Çok alışveriş yapardı. Peygamber (s.a.v.), ona şu tavsiyede bulunmuştu: "Bir kimseyle alış veriş yaptığın zaman hile yok, dersin. Sonra da satın aldığın her eşya için üç gün süreyle mu­hayyersin."

Şafii dedi ki: "Bu hadis, satın alman her eşya için ister şart koşulsun ister koşulmasın, üç gün süreyle muhayyerlik hakkının sabit olduğunu belirlemekte dir." [38]

 

Nuaym B. Mes'ud Ebu Seleme El-Gatafanî

 

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi bu zat, Hendek savaşında Kurayza oğullarıyla diğer müşrik grubların arasına açmış, onları birbir­lerinden ayırmıştır. Bu hususta onun çok yararlıkları ve âdeta bayrak­tarlığı olmuştur.[39]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/301-309.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/309-311.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/311-313.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/313.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/313-319.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/320-321.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/322-325.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/325-334.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/334-343.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/343-346.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/346-347.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/347-348.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/348-351.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/351-352.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/352-353.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/353.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/353.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/353.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/353.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/353-354.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/354.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/354.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/354.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/355.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/355.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/355.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/355.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/355.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/356.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/356.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/356.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/356.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/356-357.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/357.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/357.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/357.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/357.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/3577-358.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/358.