Hicretin Otuzsekizinci Senesi 1

Fasıl 6

Hicretin Otuzsekîzîncî Senesinde Vefat Eden     ' Şahsiyetler Sehl B. Hanif 7

Sinvan B. Beydâ. 7

Süheyb B. Sinan B. Malik. 7

Hz. Ebu Bekir Es-Sıddık'ın Oğlu Muhammed. 8

Esma Bintî Umeys. 9

Hicretin Otuzdokuzuncu Senesi 9

Hicretin Otuzdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Şahsiyetler Sa'd El-Kurazî 11

Ukbe B. Amr B.' Sa'lebe. 12

Hicretin Kırkıncı Senesi 12

Mü'minlerîn Emirî Hz. Ali'nin Öldürülmesi 14

Hz. Alî'nin Eşlerî, Oğulları Ve Kızları 23

Müminlerin Emirî Alî'nin Fazileti 25

Kardeşlik Hadîsi 27

Hz. Alî'nin Fatımatü'z-Zehra (R.A.) İle Evlenmesi 34

Ğadîr-Î Hum Hadisi 39

Kuş Hadisi 42

Hz. Alî'nin Fazîletîne Daîr Başka Bir Hadîs. 43

 

Hicretin Otuzsekizinci Senesi

 

Bu senede Muaviye, Amr b. As'ı Mısır'a gönderdi. Amr, Mısır diyarı­nı Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in elinden aldı. Muaviye, Mısır'a Amr b. As'ı vali olarak atadı. Daha Önce Hz. Ali, oraya Kays b. Sa'd b. Ubade'yi vali olarak tayin etmişti. Kays, orayı istila eden Muhammedb. Ebi Hüzeyfe'nin elinden kurtarmıştı. Hz. Osman, kuşatma altına alın­dığı zaman Mısır valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh idi. Abdullah, orayı fethetmiş olan Amr b. As'ı Mısır'daki görevinden uzaklaştırmıştı. Nite­kim bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık.Sonra Hz. Ali, Kays b.Sa'd'ı, Mısır valiliğinden azledip oraya Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i atamıştı. Ancak Kays'ı oradan azlettiğine de pişman olmuştu. Çünkü Kays b.Sa'd, Muaviye'ye de Amr b. As'a da denk bir şahsiyetti. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, oraya tayin edildiğinde Muaviye'ye ve Amr b. As'a denk bir kuvvete sahip değildi. Kays b. Sa'd, Mısır valiliğinden az-ledildiğinde dönüp Medine'ye gitti. Sonra Irak'ta bulunan Hz. Ali'nin yanına gitti. Onunla beraber oldu. Muâviye, bu hususta şöyle diyordu:

«Allah'a yemin ederim ki, Kays b.Sa'd, beni Ali'nin yanında bulu­nan 100.000 savaşçıdan daha çok kızdıran bir şahsiyettir.»

Kays, Sıffm savaşında Hz. Ali'nin safları arasında Muaviye'ye karşı savaştı. Hz. Ali, Sıffîn savaşından sonra Mısırlıların yirmialtı yaşında genç bir vah oluşu yüzünden Muhammed b. Ebu Bekir'i hafife aldıkları­nı ve otoritesini tanımadıklarını duyunca Mısır valiliğine tekrar Kays b.Sa'd'ı atamaya karar verdi. Güvenlik kuvvetlerini onun ya da Musul ve Nusaybin valisi olan Ester en-Nehaî'nin uhdesine vermek istedi. Sıffîn savaşından sonra Hz. Ali, bu durumu Eşter'e bir mektupla bildir­di. Onu yanma çağırttı. Sonra Mısır'a vali olarak atadı.

Muaviye, Mısır valiliğine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in yeri­ne Ester en-Nehaî'nin atandığını duyunca çok öfkelendi. Çünkü o, Mı­sır'ı Hz.Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in elinden almaya tamahlanmış-tı. Ester en-Nehaî'nin akıllı ve bahadır biri olması yüzünden Mısır'ı kendisine karşı koruyacağını biliyordu. Ester, Mısır'a gitmek üzere yola çıkıp Kalzum'a ulaştığında haraç toplama görevlisi Hansar, onu kaşla-dı. Hansar, Eşter'e yemek yedirdi ve bal şerbeti içirdi. Ester de bu yüz­den vefat etti. Muaviye, Amr b. As ve Şamlılar, bu hadiseyi duyunca: «Allah'ın baldan askerleri vardır.» dediler.

"Tarih" adlı eserinde İbn Cerir'in anlattığına göre Muaviye, Han-sar'a haber göndererek Eşter'e tuzak kurmasını ve öldürmesini istemiş ve bunu yaptığı takdirde kendisine bazı vaadlerde bulunmuştu. Bu yüz­den Hansar, Eşter'i öldürmüştü. Ancak bu anlatılanların doğruluğun­da ihtilaf vardır. Şayet doğruluğunu var sayarsak demek ki, Muaviye, Hz. Osman'ın katillerinden biri olduğu için Eşter'i öldürmeyi caiz gör­müştür.

Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki; Muaviye ile Şamlılar, Ester en-Nehaî'nin ölümüne çok sevindiler. Bundan haberdar olan Hz.Ali de bahadır ve yetenekli bir kimse olduğundan ötürü Eşter'in Ölümüne üzüldü. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'e de mektup yazarak Mısır valiliğini devam ettirmesini emretti. Yalnız Muhammed'in Mısır'daki otoritesi zayıflamıştı. Ayrıca Hz. Osman'ın Harbeta beldesinde bulu­nan taraftarları da ona muhalefet bayrağını açmışlar ve güçlenmişler­di. Hz. Ali, Sıfîîn'den dönerken ve hakem hadisesi vuku bulurken Iraklı­lar, Şamlılarla yaptıkları savaştan bozguna uğramış vaziyette geri dö­nerken bunlar iyiden iyiye kuvvetlenmişlerdi. Şamlılar da Devmetü'l-CendePde iktidarın sarsılması esnasında halifeliği Muaviye'ye teslim etmişler ve durumları kuvvetlenmişti. O esnada Maviye, komutanları Amr b. As, Şurahbil b. Semt, Abdurrahman b. Halid b. Velid, Dahhak b. Kays, Büsr b. Ebi Ertat, Ebu Aver es-Sülemî ve Hamza b.Sinan el-Hemedanî ile diğerlerini toplantıya çağırmış; Mısır diyarına gitme hu­susunda fikirlerini sormuş, onlar da olumlu cevap vererek: «Sen nereye gidersen biz de seninle beraberiz.» demişlerdi. Fethettiği takdirde Mısır valiliğini Amr b. As'a vereceğini Muaviye, bu toplantı akabinde açıkla­mış, Amr b.As da buna sevinerek Muaviye'ye şöyle demişti:«Mısırhların üzerine savaştan anlayan güvenilir bir adam komutasında askerler göndermem uygun gÖrüyorum.Çünkü Mısır'da Hz.Osman'm taraftar­ları vardır. Göndereceğin orduya, muhaliflere karşı yardıma olacaklar­dır.»

Muaviye de şöyle dedi:«Oraya asker göndereceğimizi oradaki taraf­tarlarımıza haber verecek bir adam göndermek istiyorum. Ayrıca ora­daki muhaliflerimize de bir adam gönderip de bu adamın onları barışa davet etmesini istiyorum. Ey Amr! Sen acelecilikle temayüz etmiş ve bundan hayır görmüş bir kimsesin. Ben de ağır davranmakla temayüz etmiş ve bundan hayır görmüş bir kimseyim. Ey Amr! Allah sana neyi takdir ederse onu yap. Yemin ederim ki, sen ve Mısırlıların durumu ara­nızdaki bir savaşla sona erecektir.»

Bundan sonra Muaviye, Mısır diyarındaki Hz. Osman taraftarları-nının ve Hz. Ali'ye be/at etmeyenlerin, onun gönderdiği valilerin emri altına girmeyenlerin reisleri olan Muaviye b. Hadic es-Sekunî ile Mesle-me b. Muhalled el-Ensârf ye haber göndererek ordusunun Mısır'a gelmek üzere olduğunu bildirdi. Mısır'daki Osman taraftarlarının sayısı 10.000 civarında idi. Bu haberi Sebi adlı kölesiyle Mısır'a ulaştırdı. Mektup, Mesleme ile Muaviye b. Hadic'e ulaşınca bunlar sevindiler ve cevaplarını göndererek bundan mutluluk duyduklarını ve göndereceği orduya yardımcı olacaklarım beyan ettiler. Bunun üzerine Muaviye de 6.000 kişilik bir orduyu Amr b. As komutasında Mısır'a gönderdi. Mua­viye, orduyu yola çıkardı. Amr b. As'la ve dal aş ti. Allah'tan kokmasını, takvalı olmasını, merhametli olmasını, muhaliflerine süre tanımasını, aceleci olmamasını, kendisiyle savaşanlarla savaşmasını, arkasını dö­nüp kaçanları affetmesini, insanları barışa ve cemaata davet etmesini tavsiye etti. Ona: «Eğer galib olursan yardımcıların senin yanında baş­kalarına göre ayrıcalıklı olsunlar.» dedi.Amr b. As, Mısır'a hareket etti. Oraya vardığında Hz. Osman taraftarları da onun askerlerine katıldı­lar. Amr, onları da komutası altına alarak Hz. Ebu Bekir'in oğlu Mu-hammed'e şöyle bir mektup gönderdi:

«Şimdi sen buralardan uzaklaş. Çünkü benim elimle öldürülmeni istemiyorum.Sana galip olma arzusunda değilim. Şu beldelerde insan­lar sana karşı toplanmışlar ve senin yönetimini protesto edip sana uy­duklarından ötürü pişman olmuşlardır. Zahir ile batın bir araya geldi­ğinde seni yakalayıp öldürecek olan kimseye teslim edeceklerdir. Bura­lardan çıkıp git. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim vesselam.»

Amr b. As, bu mektubu ile birlikte Muaviye'nin de kendisine yazmış olduğu mektubu Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'e gönderdi. Muavi­ye, mektubunda ona şöyle demekteydi:

«Taşkınlığın ve haksızlığın sonucu, büyük bir vebaldir. Haksız yere kan akıtan kimse dünyada intikamdan, ahirette azaplı bir sorumluluk­tan kurtulamaz. Doğrusu biz, Osman'a karşı senden daha sert muhale­fetti başka bir kimse bilmemekteyiz. Hani o zamanlar, sen elindeki han­çerinle onun bağırsaklarına ve şah damarlarına vuruyordun ve senin bu yaptıklarından haberim olmadığım sanıyordun. Nihayet geldin ve memleketime komşu bir diyara vali oldun. Oysa senin valilik yaptığın diyarın ahalisinin büyük bir çoğunluğu benim taraftarlarım dır. Ve sa­na karşı öyle bir ordu gönderdim ki, bu ordudaki askerler seninle cihad etmeyi Allah'a yaklaşma'vesilesi saymaktadırlar. Her nerede olursan ol, Allah bu intikamı senden mutlaka alacak ve seni kısasa tabi tutacak­tır. Vesselam.»

Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhainmed, kendisine gönderilen bu iki mek­tubu dürüp Hz. Ali'ye gönderdi ve Muaviye'nin emri üzerine Amr b. As'ın bir orduyla Mısır'a geldiğini bildirdi. Sonra da: «Eğer Mısır diyarı­na ihtiyacın varsa, bana mal ve adam gönder vesselam.» dedi. Hz. Ali de sabırlı olmasını, düşmanla savaşmasını ve kendisine mal ve adam gön­dereceğini, elden geldiğince takviye birlikler göndereceğini Muhammed'e bir mektupla bildirdi. Muhammed de Muaviye'ye cevabî mektu­bunu gönderdi. Mektubunda çok ağır ifadeler vardı. Aynı seviyede bir mektubu Amr b. As'a da gönderdi. Kendisi de kalkıp halka bir nutuk irad etti. Onları cihada ve üzerlerine gelmekte olan Şamlılarla savaş­maya teşvik etti.

Amr b. As, kendi ordusuyla ve Mısır'da ikamet etmekte olup kendi­sinin saflarına katılan Osman taraftarlarıyla toplam olarak 10.000 ki­şilik bir askeri birlikle Mısır'a geldi.

Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed de çağrısına icabet eden 2.000 Mısırlı süvariyle harekete geçti. Ordusunun öncü kuvvetlerinin başına Kinane b. Bişr'i komutan olarak atadı. Kinane, karşılaştığı Şamlılarla savaşıyor, onları mağlub edip Amr b.As'a gönderiyordu. Amr b. As da Muhammed'e karşı Muaviye b.Hadic'i gönderdi. Muaviye b. Hadic, ar­kadan gelip Muhammed'in askerlerine saldırdı. Şamlılarda önden gelip saldırdılar. Böylece Muhammed'in ordusunu çembere aldılar. Bunun üzerine Kinane, atından inip düşmanla savaştı. Savaşırken de şu ayet-i kerimeyi okudu:

«Hiçbir kimse, Allah'ın izni olmadan ölmez.O,belli bir vakte bağlan­mıştır.» (Al'i Imrân, 145.)

Kinane savaştı, nihayet öldürüldü.Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in askerleri dağılıp gittiler.Muhammed'in kendisi de oralardaki bir harabeye gidip sığındı. Amr b.As, Mısır'ın Fustat kentine girdi. Muaviye b. Hadic, Muhammed'i aramaya başladı. Yolda bir cema­ata rastladı.Onlara: «Tanınmadığınız bir adam buradan geçti mi?» diye sordu. Onlar: "Hayır." diye cevap verince aralarından biri şöyle dedi:

«Ben şu harabede bir adamın oturmakta olduğunu gördüm.» Mua­viye b. Hadic de: «Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki odur.» dedi. Hara­beye gidip Muhammed'i dışarı çıkardılar. Susuzluktan ölmek üzereydi. Kardeşi Abdurrahman b.Ebu Bekir, Amr b.As'a gitti. Abdurrahman da onunla birlikte Mısır'a gelmişti. Amr b. As'a: «Kardeşimi işkenceyle mi öldüreceksiniz?» diye çıkıştı. Amr b. As da Muaviye b.Hadic'e haber gön­dererek Hz.Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i öldürmeden yanına getir­melerini istedi. Ancak Muaviye b. Hadic, şöyle dedi: «Hayır vallahi ol­maz. Onlar, Kinane b. Bişr'i öldürsünler de ben Ebu Bekir'in oğlu Mu­hammed'i sağ bırakayım! Bu olacak şey midir?» Hz.Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz. Osman'ı öldürenlerdendi. Hz. Osman, onlardan su is­temiş ancak vermemişlerdi. Yakalandığında Hz. Ebu Bekir'in oğlu Mu­hammed, içmek için su istemiş, ancak Muaviye b. Hadic, şöyle karşılık vermişti: «Eğer ben sana bir damla su içirecek olursam Allah bana ebe­diyete kadar su içirmesin. Çünkü siz Osman'ı içecek sudan mahrum bı­rakmıştınız. Allah da ona saf bir içecek verdi.»

Ibn Cerir'le başkalarının anlattıklarına göre Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Muaviye b. Hadic, Amr b. As, Muaviye ve Hz. Osman'a tahkir edici sözler sarfedince Muaviye b.Hadic, öfkelenerek onu öldürmüş, sonra cesedini eşek leşleri arasına atarak yakmıştı. Hz. Aişe, bunu du­yunca çok üzülmüş ve Muhanımed'in çocuklarım yanına almıştı. Arala­rında oğlu Kasım da vardı. Hz. Aişe, her namazdan sonra Muaviye ve Amr b. As'a beddua etmeye başlamıştı.

Vakidî'nin anlattığına göre Amr b.As, aralarında Ebu Aver es-Sülemî'nin de bulunduğu 4.000 kişilik bir orduyla Mısır'a geldi. Müsen-na denen yerde Mısırlılarla karşılaştı. Şiddetli bir şekilde savaştı. Niha­yet Kinane b.Bişr b.Attab et-Tecib'i öldürüldü. O esnada Hz. Ebu Be­kir'in oğlu Muhammed kaçıp Cebele b.Mesruk adındaki bir adamın ya­nında gizlendi. Cebele, Muaviye b. Hadic'e gidip Muhammed'in yanında gizlenmekte olduğunu ihbar etti. Muaviye b. Hadic'in adamları da gelip Muhammed'in gizlenmekte olduğu evi çembere aldılar. Muhammed çı­kıp onlarla çarpıştı. Nihayet öldürüldü. Bu hadise, hicri otuzsekizinci senenin safer ayında vuku buldu. Muhammed öldürüldükten sonra Hz. Ali, Ester en-Nehai'yi Mısır'a vali olarak gönderdi. Ancak Ester yolda iken vefat etti. Doğrusunu Allah bilir.

Amr b.As, Mısır'daki durumlarını, oradaki fethini, insanların ken- . dilerine itaat ettiklerini, emirlerini dinlediklerini, cemaatın toplandığı­nı ve kendilerine verilen emrin yerine getirildiğini bildiren bir mektubu Muaviye'ye gönderdi.

Hişam b. Muhammed el-Kelbî'nin anlatıltığına göre Muhammed b. Ebi Hüzeyfe b. Utbe de Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in öldürülme­sinden sonra yakalanmıştı. Bu, Hz. Osman'a karşı asileri kışkırtanlar­dan ve onu öldürmeleri için azmettirenlerdendi. Amr b. As, bunu yaka­layıp Muaviye'ye gönderdi. Kendisi hemen onu-öldürmek istemedi. Çünkü Muaviye'nin dayısı oğluydu. Muaviye, onu Filistinde hapsetti, ancak hapisten kaçıp gitti. Belka diyarında Abdullah b. Amr b. Zalam adında biri onu takibe başladı. Muhammed, bir mağaraya gizlenmişti. Yabani eşekler gelip mağaraya girmek istediklerinde Muhammed'i gö­rünce ürküp kaçmışlardı. Orada ekin biçenlerden birkaç kişi merkeple­rinin kaçıştıklarını görünce bir tuhaflık olduğunu sezmişler, mağaraya gidip baktıklarında Muhammed'in orada gizlenmekte olduğunu gör­müşlerdi. Bunlar gidip durumu Abdullah b. Amr b. Zalam'a bildirdiler. Abdullah b. Amr, onu Muaviye'ye gönderdiği takdirde Muaviye'nin onu affedeceğinden endişe etti. Kendisi onun boynunu vurdu.

İbn Kelbî de böyle demiştir. Vakidî ile diğerlerinin anlattıklarına göre Muhammed b. Ebi Hüzeyfe, hicretin otuzaltma senesinde öldürül­müştür. Nitekim biz de önceki sayfalarda böyle demiştik. Doğrusunu Allah bilir.

İbrahim b.Hüseyin b. Dizil kitabında der ki: Amr b.As, Müslümanlarm gizliliklerini Rumlara açıklayan Mısırlı bir Kıptînin suçunu tesbit etmiş ve yaklaşık 13.000.000 dinar tutarındaki malını ganimet saymış­tı.

Ebu Mihnef, bazı senetlere dayanarak şöyle demiştir: Hz. Ali, Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in öldürüldüğünü ve Mısır'da cereyan eden hadiseleri, Amr b.As'ın orayı ele geçirdiğini, Mısırlıların onun ve Muavi­ye'nin etrafında toplandıklarını duyunca çevresindeki halka bir nutuk irad etti. Onları, cihada ve sabra teşvik edip düşmanları olan Şamlılara, Mısırlılara karşı gazaya davet etti. Küfe ile Hire arasındaki Cerea mın­tıkasında buluşmalarım söyledi. Ertesi gün oraya gitmek üzere yola çık­tı. Nihayet gidip Cerea'ya konakladı. Fakat peşinden gelen olmadı. Ak­şam olunca ahalinin eşrafına haber gönderip yanma çağırttı. Yanma geldiklerinde hüzünlü ve umutsuzdu. Kalkıp onlara şöyle bir konuşma yaptı:

«Bazı işleri kaza buyuran ve bazı fiilleri takdir eden, beni sizinle im­tihan eden ve kendilerine emrettiğimde bana itaat etmeyen kimselerle beni simyan, davet ettiğimde davetime icabet etmeyen kimselerle beni mihnete düşüren Allah'a hamdolsun. Hayret ediyorum, Muaviye, bazı katı ve bayağı adamları davet ediyor, onlar onun davetine icabet ediyor­lar. Oysa Muaviye, onlara hiç bir bağışta bulunmuyor ve yardımda et­miyor. Ama buna rağmen senede iki ya da üç kez dilediği yere gitme hu­susunda ona icabet ediyorlar. Ben sizi davet ediyorum, sizler akıllı kim­selersiniz, bağışlara ve yardımlara mazhar kimselersiniz. Buna rağ­men yanımdan ayrılıp gidiyor, bana isyan ediyor ve bana karşı muhale­fette bulunuyorsunuz. Bu ne iştir?»

Malik b. Ka'b el-Evsî, kalkıp insanları Hz. Ali'nin emrine uymaya, buyruklarını dinlemeye ve kendisine itaatta bulunmaya davet etti. 2.000 kişi onun bu çağrısına icabet etti. Hz. Ali de bu çağrıya icabet edenlerin başına Malik b. KaVı komutan yaptı. Bunlar beş gün süreyle yol aldılar. Bu sırada Mısır'dan Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in ya­nında yer almış olan bir grup gelerek Mısır'daki hadiseleri, Hz. Ebu Be­kir'in oğlu Muhammed'in nasıl Öldürüldüğünü, Amr b. As'm orayı nasıl ele geçirdiğini, Hz. Ali'ye bildirdiler. Hz. Ali de Malik b. KaVa haber göndererek onu yoldan geri çevirdi. Çünkü onların Mısır'a ulaşmadan önce Şamlıların kendilerine bir tuzak kurmalarından korktu.

Iraklılar, Hz. Ali'ye muhalefet etmeye başladılar. Emirlerine uy­madılar. Yasaklarına riayet etmediler. Ona baş kaldırdılar. Hükümle­rine, sözlerine ve ve fiillerine aldırış etmediler. Çünkü cahildiler. Akıl­ları kıttı. Kaba ve katı kimselerdi. Çokları facir ve günahkardı. Bunun üzerine Hz.Ali, Basra'daki valisi ibn Abbas'a bir mektup göndererek Iraklılardan gördüğü muhalefet ve inadı şikayet etti. tbn Abbas da ona bir teselli mektubu gönderdi. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in öldürülmesinden ötürü taziyetlerini sundu, insanlardan gördüğü anla­yışsızlığa sabretmesini, kötülüklerine tahammül ^etmesini söyledi. Al­lah'ın sevabının dünyadan daha hayırlı olacağını ona ifade etti. Bundan sonra İbn Abbas, Basra'dan kalkıp Kûfe'de bulunan Hz. Ali'nin yanına gitti. Yerine de Ziyad'ı vali vekili olarak bıraktı.

O esnada Muaviye, Abdullah b. Amr el-Hadremî ile birlikte bir mek­tubu Basralılara göndererek onları, Amr b.As'ın hakem olarak verdiği hükme uymaya davet etti, Abdullah b. Amr el-Hadremî, Basra'ya geldi­ğinde Beni Temim kabilesinin yanına, konuk oldu. Onu himaye etttiler. îbn Abbas'ın vekili olan Ziyad da ona karşı harekete geçti. Ziyad, Abdul­lah b. Amr el-Hadremf ye karşı A'yun b. Dabia'yı bir cemaatla birlikte gönderdi. Bunlar gidip savaştılar. A'yun b. Dabia öldürüldü. Ziyad da îbn Abbas'm ayrılışından sonra Basra'da meydana gelen hadiseleri bir mektupla Hz. Ali'ye bildirdi. O esnada Hz. Ali, Cariye b. Kudame et-Temimfyi elli kişiyle birlikte kavmi olan Beni Temim kabilesine gön­derdi. Onunla birlikte onlara hitaben yazmış olduğu bir mektubu da göndermişti. Bunun üzerine Beni Temim kabilesinin çoğu Abdullah b. Amr el-Hadremî'den vaz geçtiler. Onu yardımsız bıraktılar. Cariye de üzerine yürüdü. Onu ve beraberindeki adamları, bir evde kuşatma altı­na aldı. Beraberindeki adamlar, kırk veya yetmiş kişiydiler. Cariye, on­ların suçlarını beyan edip mazeretlerini dinledikten, onları uyarıp kor­kuttuktan sonra hareketlerinden vazgeçmemeleri üzerine onları ateşle yaktı. [1]

 

Fasıl

 

İbn Cerir'in sahih bir rivayette anlattığına göre Hz. Ali, hicretin otuzsekizinci senesinde Nehrevanlılarla savaşmıştır. Hirrîs b. Raşid en-Naci, bu senede Hz. Ali'ye baş kaldırmıştı. Hirris'in beraberinde ken­di kavmi olan Beni Naciye kabilesinden 300 kişi vardı. Hirris ve berabe­rindekiler, Kûfe'de Hz. Ali ile birlikteydiler. Hirris, bir gün Hz. Ali'nin yanına gelip ona şöyle demişti:

- Ey Ali, vallahi artık senin emrine itaat etmeyecek, arkanda na­maz kılmayacağım. Yarın da senden ayrılıp gideceğim.

- Anan seni kaybetsin. Böyle yaptığın takdirde Rabbine asi olmuş, ahdini bozmuş olur ve sadece kendine zarar vermiş olursun. Niçin böyle yapıyorsun?

- Çünkü sen kitabın hükümleri hususunda başkasını hakem tayin ettin, iş ciddiyete gelince hakkı tutmakta aciz kaldın.Zalim bir toplulu­ğa meylettin. Ben, seni kınıyorum, senden intikam alacağım. Hepimiz sana muhalifiz.

Bu konuşmadan sonra Hirris, arkadaşlarının yanına dönüp onlarla birlikte Basra beldesine doğru harekete geçti. Hz. Ali de peşlerine Makil b. Kays'ı, sonra da Halid b. Madan et-Taî'yi gönderdi. Halid, dindar güçlü, kuvvetli ve salih bir kimseydi. Hz. Ali, Halid b. Madan'ı yola çıka­rırken MakiTin sözlerini dinlemesini ve ona itaat etmesini emretti. Ha­lid ve beraberindekiler, Makil'le buluşunca birleşip tek bir ordu haline geldiler. Sonra Hirris ve arkadaşlarının peşine düştüler. Aramaya baş­ladılar. Ram Hürmüz dağlarına vardılar. Hirris ve adamlarına karşı sa­fa dizildiler. Makil b. Kays, birliğinin sağ cenahına Yezid b. Dabbfyî ko­mutan yaptı. Kendisi de beraberindeki Araplarla birlikte sağ cenahta durdu. Kendisine tabi olan Kürtleri ve dağlıları da sol cenaha yerleştir­di. Makil b. Kays, ilerleyip askerlerine hitaben şöyle bir nutuk irad etti-

«Ey Allah'ın kulları! Karşınızdaki adamlara önce siz vurmayın. On­lar savaşa başlamadıkça siz başlamayın. Gözlerinizi yumun. Konuşma­larınızı azaltın. Kendinizi vurmaya ve mızraklamaya konsantre edin. Size bu vesileyle sevap verileceğini müjdeliyorum. Çünkü sizler, dinden çıkan bir nrkayla, haraç vermeyen dağlılarla savaşmaktasınız. Hırsız­lar ve Kürtlerle savaşmaktasınız. Size saldırıldığmda sizler de tek adam gibi hep birlikte şiddetlice saldırın.» Bundan sonra Makil, bineği­ni iki defa hareket ettirdi. Üçüncüde düşmana karşı saldırıya geçti. Biz de onunla birlikte topluca saldırdık. Allah'a yemin ederim ki o, dinden çıkanlar karşımızda bir saat dahi dayanamadılar. Sonra kaçıp gittiler. Biz de o ayak takımlarım ve Kürtleri öldürdük. Onlardan 300 civarında adam öldürmüştük. Hirris de yenik düşüp kaçmış, israf mıntıkasına sı­ğınmıştı. Orada kavminden çok sayıda adam vardı. Adamları ona tabi oldular. Hz. Ali taraftarları, onu ve adamlarım Sifu'l-Bahr'da Öldürdü­ler. Hirris'i Numan b. Sahban öldürdü. Bu savaşta Hirris'le birlikte 170 kişi öldürüldü.

Şa'bî dedi ki: Hz. Ali, Nehrevanlüarı öldürünce kavminden çok sayı­da adamlar ona muhalefet ettiler. Etrafındaki saflar çözüntüye uğradı. Beni Naciye kabilesi, ona muhalefete başladı. îbn Hadremî, Basra'ya gitti. Dağlılar ahidlerini bozdular. Haraç ödemekte olanlar haraç öde­memeye başladılar. Oradaki vali Sehl b. Hanif i Fars diyarından kovdu­lar. Bunun üzerine ibn Abbas, Hz. Ali'ye Ziyad b. Ebihi'yi oraya vali ola­rak ataması tavsiyesinde bulundu.Hz. Ali de Ziyad'i oraya vali olarak atadı. Ziyad, hicretin otuzdokuzuncu senesinde büyük bir toplulukla Fars diyarına vali olarak gitti. Onları zorladı ve nihayet onlar da haraç ödemeye başladılar.

ibn Cerir ve diğerleri dediler ki: Hicretin otuzsekizinci senesinde in­sanlara Mekke valisi Kuşem b. Abbas haccettirdi. Kusem'in kardeşi Ubeydullah b. Abbas, Yemen valisi idi.Yine bunların kardeşleri Abdul­lah da Basra valisi idi. Temman b. Abbas ise Medine valisi idi. Hora­san'da Halid b. Kurre el-Yerbuî vali idi. Başka bir rivayete göre Horasan valisi Ibn Ebzi idi. Mısır diyarına gelince orası Muaviye'nin hükmü altı­na girmişti. Muaviye, oraya Amr b. As'ı vali olarak atamıştı. [2]

 

Hicretin Otuzsekîzîncî Senesinde Vefat Eden     ' Şahsiyetler Sehl B. Hanif

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Sehl b. Hanif b. Vahib b. Alim b. Salebe el-Ensari el-Evsî. Bedir savaşına katıldı. Uhud savaşında sebat etti. Di­ğer gazvelerde de hazır bulundu.Hz. Ali'nin arkadaşıydı. Onunla bera­ber bütün savaşlara iştirak etti. Yalnız Cemel savaşında hazır bulun­madı. Çünkü o zaman Hz. Ali, onu Medine'de vali olarak bırakmıştı. Sehl b. Hanif, hicri otuzsekizinci senede Kûfe'de vefat etti. Cenaze na­mazını Hz.Ali kıldırdı. Namazında beş ya da altı tekbir aldı. Sehl'in Be­dir savaşma katılan sahabelerden olduğu söylenmiştir. [3]

 

Sinvan B. Beydâ

 

Bu zat, Sehl b. Beyda'nm kardeşidir. Bütün savaşlara iştirak etmiş­tir. Hicri otuzsekizinci senenin ramazan ayında vefat etmiştir. Çoluk çocuğu yoktu. [4]

 

Süheyb B. Sinan B. Malik

 

"er-Rûmî" diye bilinir. Yemenlidir. Künyesi Ebu Yahya b. Kasid'dir. Babası veya amcası Kisra'ya bağlı Eyle valisi idi. Bunların evleri Mu­sul'da Dicle kıyısında idi. Fırat kıyısında olduğu da söylenir. Rumlar, bunların beldelerine baskın yapmış ve küçük yaşta Süheyb'i esir almış­lardı. Bir süre Rumların yanında kalmış, sonra Beni Kelb kabilesi onu satın almış, Mekke'ye götür, Abdullah b. Cüd'an onu Beni Kelb kabile­sinden satın alarak azad etmişti. Bir süre Mekke'de kalmıştı.

Rasûlullah (s.a.v.)'m biseti esnasında iman etti. İslâmiyet'in ilk za­manlarında aynı günde Ammar b. Yasir'le birlikte Müslüman olmuştu. Kendilerinden önce otuz küsur adam da İslâm'a girmişti. Süheyb, Allah yolunda işkence gören m üs ta zafl ardandı. Rasûlullah (s.a.v.), hicret et­tiğinde Süheyb, ondan birkaç gün sonra hicret yolculuğuna çıkmış yolda iken müşriklerden bir topluluk onu yakalayarak hicretten vaz geçirmek istemişlerdi. Süheyb, onların bu amaçlarını farkedince okluğunu çıka­rarak içindeki okları önüne sermiş ve kendisini geri çevirmek isteyenle­re hitaben şöyle demişti:

«Allah'a yemin ederim ki, benim sizden çok daha iyi ok atan bir ldmse olduğumu bilmektesmiz.Yine Allah'a yemin ederim ki, önümdeki şu oklardan her biri ile sizlerden bir adamı öldürmedikçe beni ele geçire­mezsiniz. Oklarım tükendikten sonra kılıcımla size karşı savaşır ve ni­hayet öldürülürüm. Eğer mal peşinde iseniz malımın yerini size söylîye-yim. Benim malım falan yerde gömülüdür.» Malının gömülü olduğu yeri söylemesinden sonra o müşrik topluluk, Süheyb'i bırakıp döndüler ve malını gömülü olduğu yerden çıkarıp aldılar. Süheyb, Medine'ye ulaştı­ğında Rasûlullah (s.a.v.):«Ebu Yahya (yani Süheyb) alış verişinde ka­zançlı oldu.» dedi. Cenâb-ı Allah da onun hakkında şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

«İnsanlar arasında, Allah'ın rızasını kazanmak için canını verenler vardır. Allah kullarına karşı şefkatlidir." (el-Bakara, 207.)

Süheyb, Bedir, Uhud ve müteakip gazvelere katıldı. Ömer, vurulup da kendisinden sonraki halife seçimi için altı kişilik şura meclisini teş­kil ettiği zaman Süheyb, Hz. Osman halife seçilinceye kadar namaz kıl­dırdı. Hz. Ömer'in cenaze namazını o kıldırdı. Çünkü Hz. Ömer'in arka­daşıydı. Ne uzun ne de kısaydı. Kaşları bitişikti. Gür saçlıydı. Dilinde aşırı derecede Acem aksanı vardı. Son derece dindar ve faziletli bir şah­siyet olmakla birlikte şakacı, mizahçı ve neşeli bir kimseydi. Rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), onu, gözlerinden biri ağrıdığı hal­de taze bir salatalık yerken görünce şöyle demişti:

- Gözlerin ağrıdığı halde taze salatalık mı yiyiyorsun?

- Ben bunu sağlam gözümün tarafıyla yiyiyorum.

Rasûlullah (s.a.v.), onun bu cevabı karşısında gülmüştü. Süheyb, hicri otuzsekizinci senede Medine'de vefat etti. Hicri otuzdokuzuncu se­nede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Vefat ederken yetmiş küsur yaşındaydı. [5]

 

Hz. Ebu Bekir Es-Sıddık'ın Oğlu Muhammed

 

Bu zat, Peygamber Efendimiz'in sağlığında Veda haccı esnasında Harem'de bir ağaç altında doğdu. Anası, Esma binti Umeys'tir. Hz. Ebu Bekir, can çekişirken Esma'nm kendisini yıkamasını vasiyet etmiş, Es­ma da onu yıkamıştı. Esma'nın şiddeti sona erince Hz. Ali onunla evlen­di. Böylece Muhammed de Hz. Ali'nin kucağında büyüdü. Halife olunca Hz. Ali, onu Kays b. Sa'd b.Ubade'den sonra Mısır'a vali olarak atadı.Ni-tekim bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık. Hicri otuzsekizinci sene­de Muaviye, Amr b. As'ı Mısır'a gönderdi. Amr da Mısır'ı Muhammed b. Ebi Bekir'in elinden aldı ve Muhammed'i öldürdü. Bunu da önceki say­falarda söylemiştik. Öldürülürken Muhammed, otuz yaşından küçük­tü. Allah, ona rahmet etsin ve ondan razı olsun. [6]

 

Esma Bintî Umeys

 

Bu hanımın soy kütüğü şöyledir: Esma binti Umeys b. Mabed b.Ha-ris el-Hasamiye. Mekke'de Müslüman oldu. Kocası, Cafer b. Ebi Talible Habeşistan'a hicret etti. Yine onunla birlikte Hayber'e gitti. Kocası Ca­fer'le evli iken Abdullah, Muhammed ve Avn adında üç erkek çocuk do­ğurdu. Cafer, Mu'te'de öldürülünce Ebu Bekir es-Sıddık onunla evlendi. Bu evlilikten de Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i doğurdu. Muhammed, Mısır'a vali oldu. Hz. Ebu Bekir vefat edince Hz. Ali, Esma ile evlendi. Bu evlilikten de Yahya ve Avn adında iki çocuk doğurdu. Esma, Meymu-ne binti Haris'in kız kardeşidir. Meymune, Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz'in zevcelerin dendir. Meymune ile Esma, anadan taraf kardeştiler. Esma, aynı şekilde Hz. Abbas'ın zevcesi Ümmü Fadl'm da ana bir karde­şidir. Esma'mn ana bir dokuz kız kardeşi vardır. Yine Esma, Hz. Ab-bas'ın Emmare adındaki kız çocuğunun annesi Selma binti Umeys'in de kız kardeşidir.[7]

 

Hicretin Otuzdokuzuncu Senesi

 

Bu senede Muaviye, çok sayıda askeri teçhiz ederek Hz.Ali'ye bağlı vilayetlere gönderdi. Zira Muaviye, Amr b. As'm, Ebu Musa el-Eş'arî ile birlikte Hz. Ali'yi halifelikten azletme hususunda ittifak ettikten sonra kendisini halifeliğe nasb etmesinden dolayı halifeliğinin kritik aşama­ya girdiğini gördü. İnancına göre itaat edilmesi gereken halife kendisiy­di. Ayrıca Iraklılardan teşekkül eden bazı orduların ve askeri birliklerin birçok hususta kendisine itaat etmediklerini, emrine uymadıklarım da gördü. Durum bu merkezde iken amacı olan halifelik ve otoriteyi elde edemiyeceğini düşündü. Oysa halifeliğe kendisinin daha layık olduğu iddiasmdaydı. Bu senede Muaviye'nin gönderdiği komutanlardan biri Numan b. Beşir'di. Bunu 2000 süvariyle birlikte Aynu't-Temr'e gönder­di. Burada Hz. Ali'ye bağlı 1000 süvarinin komutanı Malik b. Ka*b el-Er-habi bulunuyordu. Bunlar, Şamlıların gelmekte olduklarını duyunca dağıldılar. Malik b. KaVm etrannda sadece 100 kişi kaldı. Malik, bu du­rumu Hz. Ali'ye bildiren bir mektup gönderdi. Hz. Ali de insanlara, Ma­lik b. KaTo'ın etrafında toplanmaları çağrısında bulundu. Ancak onlar, bu çağrıya icabet etmekte ağır davrandılar. Malik'in yanma gitmek için yapılan çağrıya kulak asmadılar. Bunun üzerine Hz.AH, kalkıp onlara şöyle bir nutuk irad etti. «Ey Küfe halkı! Şamlıların müfrezelerinden her bir müfrezenin üzerinize gelmekte olduğunu duyunca evlerinize ka­panıp kapılarınızı üzerinize kilitliyorsunuz. Tıpkı kelerin deliğine; sırt­lanın da inine girip kapanması gibi evlerinize kapanıyorsunuz. Alda-nan kişi, vallahi sizin aldat ti ğınızdır. Sizden ayrılan kimse, aslan payı­nı kazanır ve zafer bulur. Çağrı esnasında hürlerden söz edilmez. Kur­tuluş anında da güvenilir kardeşler yoktur. İnnâ lillah ve innâ ileyhi ra-ciun. (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve biz ona dönücüleriz.) Sizden neyi gö­rebildim ki? Görmeyen körler, konuşmayan dilsizler, işitmeyen sağır­lar! înnâ lillah ve innâ ileyhi raciun!»

Numan b. Beşir, onlara karşı saldırıya geçti, şiddetli bir şekilde sa­vaştılar.Malik b.Ka'b'ın yanında 100 adam vardı. Kılıçlarının kınlarını kırıp savaşmaya başlamışlardı. Onlar, bu halde iken Mihnef b. Süleym tarafından kendilerine elli kişilik bir takviye kuvveti geldi. Bu takviye kuvvetin komutanı Mihnefin oğlu Abdurrahman'dı. Şamlılar, bu takvi­ye birliğinin geldiğini görünce büyük bir takviye birliğinin geldiğini sanarak kaçıp gittiler. Malik b. Ka'b da onları kovalamaya başladı ve on­lardan üç kişiyi öldürdü. Diğerleri yollarına devam edip gittiler ve amaçlarına eremediler.

Yine bu senede Muaviye, Süfyan b. Avfı 6.000 kişilik bir birliğin ba­şında Heyt şehrine baskın yapmak üzere yola çıkardı. Heyt şehrinin işi­ni tamamladıktan sonra Enbar'a ve Medain'e gitmesini tenbihledi. Süf­yan b. Avf yola çıktı. Heyt şehrine varınca orada kimseyi göremedi. Son­ra Enbar'a gitti. Orada Hz. Ali'ye bağlı 500 kişilik silahlı bir birlik vardı. Bunlar dağılıp gittiler. Geride sadece 100 kişi kaldı.Bunlar sayıca az ol­makla birlikte yine de Süfyan b. Avf la savaştılar. Sabredip dayandılar. Nihayet komutanları Eşres b. Hassan el-Belevî öldürüldü. Öldürülür­ken yanında otuz kadar arkadaşı vardı. Süfyan b. Avf m askerleri, En-bar'da ele geçirdikleri malları alıp Şam'a döndüler. Hz. Ali, bu durum­dan haberdar olunca bizzat yola çıktı. Nahile'ye gelip konakladı. Orada­kiler kendisine şöyle dediler: «Ey mü'minlerin emiri, bu işi senin yerine biz yapalım.»

Hz.Ali: «Vallahi siz ne benim işimi görebilirsiniz ne de kendi işinizi görebilirsiniz.» dedi ve Şamlıların (Süfyan b. Avf birliğinin) peşine Sa'd b. Kays'ı gönderdi. Bu zat yola çıktı, onları takibe başladı. Nihayet Heyt'e vardığı halde onları yakalayamadı, geri döndü.

Bu senede Muaviye, Abdullah b-. Mes'ad'a el-Fezarî'yi 1700 kişilik askeri bir birlikle Teyma'ya gönderdi. Toplayacağı zekatları çöldeki be-devilere dağıtmasını, sonra Medine, Mekke ve Hicaz'a gelmesini emret­ti. Abdullah b. Mes'ada da bu emir üzerine Teyma'ya gitti. Etrannda çok sayıda adam toplandı. Hz. Ali, bu durumdan haberdar olunca Müseyyeb b. Necibe el-Fezarî'yi 2000 kişilik bir askeri birlikle oraya göndendi. Bu iki birlik Teyma'da karşılaştılar. Güneşin zevali esnasında şiddetli bir şekilde savaştılar. Müseyyeb b. Necibe, İbn Mes'ada'ya saldırdı. Ona üç darbe vurdu. Onu öldürmek istemiyordu. Aksine ona: «Kurtulmaya bak, kurtulmaya bak!» diyordu. İbn Mes'ada da kendi kavminden bir grupla oradaki bir kaleye sığındı. Geride kalan askerleri de kaçıp Şam'a gittiler. Bedeviler de Müseyyeb b. Necibe'nin topladığı zekat develerini yağmalayıp götürdüler .Müseyyeb b. Necibe, onları üç gün süreyle ku­şatma altında tuttu. Sonra kapıya odun atıp ateşe verdi. Kaledekiler öl­mek üzere olduklarını hissedince burçlardan aşağıya eğilip seslendiler. Kendilerinin de Müseyyeb'in kavminden olduklarım söylediler. Bunun üzerine Müseyyeb, onlara acıyarak ateşi söndürdü. Gece olunca da kale kapısını açtı, onlar da korkudan kaçıp Şam'a gittiler.

Abdurrahman b. Şebib, Müseyyeb b. Necibe'ye: «Yola revan ol, onla­rı yakala.» dedi. Ancak Müseyyeb, «Hayır, bu olmaz» deyince Abdurrah­man :«Mü'minlerin emirine hile yaptın, bunlarla antlaşma yaptın.» de­di.

Bu senede Muaviye, Dahhak b. Kays'ı 3.000 kişi ile yola çıkardı. Hz. Ali'nin askerlerinin bulunduğu yere saldırmasını emretti. Hz. Ali de bu­na karşılık olarak Hicr b. Adiy'yi 4.000 kişilik bir askeri birlikle yola çı­kardı. Kendilerine masraf olarak kişi başına elli dirhem harçlık verdi. Bu iki askeri birlik, Tedmür'de karşılaştılar. Dahhak'ın adamlarından oridokuz kişi, Hicr b. Adi/nin adamlarından da iki kişi öldürüldü. Gece karanlığı çökünce bunlar dağılıp gittiler. Dahhak da arkadaşlarıyla bir­likte kaçıp Şam'a doğru gitti.

Bu senede Muaviye, büyük bir ordunun başında yola çıktı. Dicle'ye kadar gitti. Sonra geri döndü.

Bu sene Ebu Talib oğlu Ali (r.a.), Ziyad b. Ebihi'yi Fars diyarına vali olarak atadı. Farslılar, haraç vermeye ve Hz. Ali'nin emrine itaata ya­naşmamışlardı. Bunun sebebi de İbn Hadremî ve arkadaşlarının Cari­ye b. Kudame tarafından bulundukları evde yakılmalarıydı. Bu yüzden Farslılar, haraç vermemiş ve itaat dışına çıkmışlardı. Nitekim bunu ön­ceki sayfalarda da anlatmıştık.

Cariye b. Kudame'nin İbn Hadremî ile arkadaşlarını bulundukları evde yakması hadisesi ülkede duyulunca birçok kimsenin kalplerinde Hz. Ali'ye karşı bir şüphe meydana geldi. Ona karşı muhalefet safların­da yer aldılar ve bu beldelerin ahalisinin çoğu da haraç vermeye yanaş­madılar. Özellikle Farslılar inatlaşarak valileri Sehl b. Hanif i araların­dan çıkarıp kovdular. Hz. Ali de Farslılann başına kimi vali olarak ata­yacağı hususunda etrafındakilere danıştı. İbn Abbas ile Cariye b. Kuda­me, Farsılarm başına vali olarak Ziyad b. Ebihi'yi atamasını tavsiye et­tiler. Onun sağlam görüşlü ve siyasetten anlayan bir kimse olduğunu söylemeleri üzerine Hz. Ali: «Öyleyse Ziyad, Farslılann valisi olsun.» dedi ve onu Fars ve Kirman şehirlerinin valiliğine atadı. Onu 4.000 sü­vari ile oraya gönderdi. O da bu senede Fars ve Kirman vilayetlerine gi­derek ahaliyi itaat altına aldı. Haraçlarını ve üzerlerindeki hakları öde­diler. Tekrar itaat altına girip buyrukları dinlemeye başladılar. Ziyad b. Ebihi de onları adalet ve emanetle idare etti. Öyle ki, o beldelerin ahali­si: «Yumuşaklık ve idarecilikle geleceğe dair ileri görüşlülük hususun­da bu Arap (Ziyad) kadar Enuşirvan Kisra'ya benzer başka birini göre­medik.» demişlerdi. Onun adaleti, ilim ve keskin görüşü sayesinde o bel-delerdeki huzursuzluklar giderildi. Düzen sağlandı. Beytü'1-mal için sağlam bir kale edinildi. Orası Ziyad kalesi olarak biliniyordu. Daha sonra Mansur Elişkeri oraya ordugah kurunca "Mansur kalesi" denme­ye başlandı.

Vakidî dedi ki: Bu senede Ebu Talib oğlu Ali, Abdulllah b. Abbas'ı hac için Mekke'ye gönderdi. Muaviye de Yezid b. Sahbere er-Ruhavf yi insanlara haccettirmesi için Mekke'ye gönderdi. Bu ikisi Mekke'de kar­şılaştıklarında çekiştiler. Her biri diğerinin hac emirliği yapmasına nza göstermedi. Neticede Şeybe b. Osman b. Ebu Talha el-Hacibfnin hac emirliği yapması hususunda anlaşmaya vardılar. O da bu anlaşma üze­rine insanlara haccettirdi ve hac mevsimi boyunca onlara namaz kıldır­dı.

Ebu Hasan el-Medainî dedi ki; Hz. Ali'nin halifeliği süresince Ab­dullah b. Abbas, hac mevsiminde Mekke'de hazır bulunmadı. Aslında Yezid b. Sahbere'nin hac emirliği hususunda kendisiyle çekiştiği kişi Kuşem b. Abbas'tır. Bunlar, sonunda Şeybe b. Osman'ın hac emirliği yapması hususunda anlaşmaya varmışlardı.

îbn Cerir dedi ki: Hicretin otuzdokuzuncu senesinde Hz. Ali'nin şe­hirlerdeki valileri, otuz sekizinci senedeki valileri idiler. Yalnız Ibn Ab­bas Basra'dan Kûfe'ye gitmiş, yerine Basra'da Ziyad b. Ebihi'yi vekil bı­rakmıştı. Sonra Ziyad da hicretin otuzdokuzuncu senesinde Fars ve Kir­man valiliklerine atanmıştı ki, bunu Önceki kısımlarda da nakletmiş­tik. [8]

 

Hicretin Otuzdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Şahsiyetler Sa'd El-Kurazî

 

Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'m zamanında Küba Mescidinin müezzin­liğini yapıyordu.Hz. Ömer halifeliğe geçince onu Mescid-i Nebevfnin müezzinliğine tayin etti. Bu kişi, aslen Ammar b. Yasinin azadhsı idi. Bayram günlerinde Hz. Ebu Bekir'in, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin önüne kurban etmeleri için keçiyi getiren kişi bu idi. Müezzinlik, uzun süre bu zatın zürriyetinin uhdesinde kaldı. [9]

 

Ukbe B. Amr B.' Sa'lebe

 

Bu zatın künyesi Ebu Mesud'dur. Bedir savaşma katılmıştır. Yal­nız Bedir suyunun başında durmuş, savaşa iştirak etmemiştir. Sahih olan kavil budur. Akabe bey'atında hazır bulunmuş olup sahabelerin önde gelen şahsiye derindendir. Hz. Ali, Sıfîîn ve diğer yerlere giderken Kûfe'de yerine vekil olarak bu zatı bırakmıştır. [10]

 

Hicretin Kırkıncı Senesi

 

îbn Cerir dedi ki: Bu yıl içinde Muaviye, Amir b.Lüey kabilesinden olan Büsr b. Ertat'ı 3.000 kişilik bir kuvvetle Hicaz'a doğru yola çıkardı. Ziyad b. Abdullah el Bekkarî, Avane'nin bu hususta şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Muaviye, hakemlerin hükmetmelerinden sonra Beni Amir b. Lüey kabilesinden olan Büsr b. Ertat'ı bir askeri birlikte Şam'dan yola çıkar­dı. Bunlar, Medine'ye vardılar. Medine'de o zaman Hz. Ali'ye bağlı Ebu Eyyüb valilik yapmaktaydı. Ebu Eyyüb, bunların gelmeleri üzerine ka­çıp Kûfe'de bulunan Hz. Ali'nin yanına vardı. Büsr de Medine'ye girdi. Kimse onunla savaşmadı. Minbere çıkıp şöyle seslendi:

«Ey Dinar, ey Neccar, ey Züreyk (Bunlar Ensâr ailelerinin büyükle­rinin isimleri idi). Ey Ceddim ey ceddim, dün sana burada be^at etmiş­tim. Fakat bugün sen neredesin?» (Böyle demekle Hz. Osman'ı kasdet-mişti) Bu şekilde hitap ettikten sonra sözlerini şöyle sürdürmüştü:

«Vallahi eğer Muaviye bana tavsiyede bulunmuş olmasaydı, ben burada karşılaştığım çocukları dahi öldürecektim.»

Böyle dedikten sonra Medinelilerle bey'atlaştı ve Beni Seleme kabi­lesine haber göndererek şöyle dedi:

«Vallahi bana Cabir b.Abdullah'ı teslim etmediğiniz müddetçe can güvenliğiniz söz konusu değildir. Ve sizin bey'atınızı de kabul etmeyece­ğim.» Bunun üzerine Cabir b. Abdullah, Rasûlullah (s.a.v.)'ın hanımı Ümmü Seleme'nin yanma varıp şöyle demişti: «Bu konuda ne düşünü­yorsun? Böyle bir bey'atı yapmak gerçekten dalalettir. Fakat öldürül­mekten de korkuyorum.» Ümmü Seleme şöyle demişti: "Bence bey*at et-, men uygun olur. Ben şahsen oğlum Ömer'e ve damadım îbn Zem'a'ya be/at etmeleri için öğüt verdim.» Abdullah b. Zem'a, Ümmü Seleme'nin kızı Zeynep'in kocası idi. Bunun üzerine Cabir gidip Büsr'e itaat etti, onunla bey'atlaştı.

Büsr, Medine'de bazı evleri yıktıktan sonra Mekke'ye gitmiş,orada bulunan Ebu Musa el-Eş'arî öldürülmekten korkmuştu. Büsr, ona şöyle demişti: «Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın arkadaşını öldürecek değilim.» Böyle dedikten sonra Ebu Musa'yı serbest bırakmıştı. Ebu Musa, daha önce Yemenlilere bir mektup göndererek Muaviye yanından bir süvari birliğinin bu taraftara gelmekte olduğunu ve onun hakimiyetini kabul etmeyenleri öldüreceğini bildirmişti. Sonra Büsr, Yemen'e gitti. Orada Abdullah b. Abbas, valilik yapmaktaydı. Büsr'ün gelmekte olduğunu duyunca Hz. Ali de Yemen'e Abdullah b. Abdullah b. Meddan el-Havi'yi vali olarak atadı. Büsr Yemen'e girince Abdullah'ı ve oğlunu öldürdü. Sonra Ubeydullah b. Abbas'm yüküne rastladı. Yükünün içinde Ubey-dullah'ın Abdurrahman ve Kuşem adında iki küçük oğlunu gördü. Onla­rı da öldürdü. Anlatıldığına göre Büsr, bu seferinde Hz. Ali taraftarla­rından çok sayıda adam öldürmüştür. Bu, meşhur bir haber olup megazi ve siyer âlimleri nezdinde de bilinen bir husustur. Ancak benim naza­rımda bu husus üzerinde düşünmek gerekir, doğrusunu yüce Allah da­ha iyi bilir.»

Hz. Ali, bunu duyunca Cariye b. Kudame es-Sa'dfyi 2000 kişilik bir kuvvetle ve arkasından Vehb b. Mesud'u da 2000 kişilik başka bir kuv­vetle Yemen'e gönderdi. Cariye, Necran'a ulaştığında burada Hz. Os­man'ın taraftarlarından bir grup adamı öldürdü. Bunu duyan Büsr ve adamları Yemen'den kaçtılar. Cariye, Mekke'ye ulaşıncaya kadar Büsr'ü takip etti. Oraya vardığında Müslümanlara: «Mü'minlerin emi-rine bey'at edin.» diye seslenince Mekkeliler: «O ölmüş bulunmaktadır, niye bey'at edelim?» şeklinde karşılık verdiler. Cariye:«Ali'nin arkadaş­larının bey'at ettiği kimseye bey'at edeceksiniz.» deyince onlar da kor­kularından bey'at ettiler.

Cariye b. Kudame, oradan Medine'ye gitmişti. O sırada Medine'de Müslümanlara namaz kıldıran Ebu Hüreyre, Cariye'nin geldiğini işi­tince oradan kaçıp gitmişti. Cariye de;«Eğer o kedi babasını görmüş ol­saydım mutlaka boynunu vururdum.» demişti. Sonra Medinelilere dö­nüp «Ali'nin oğlu Hasan'a bey'at etmişlerdi. Cariye, Medine'de on gün kaldıktan sonra Kûfe'ye doğru yola çıkınca Ebu Hüreyre, geri gelip Müslümanlara namaz kıldırmaya devam etmişti.

îbn Cerir dedi ki: Hicretin kırkıncı senesinde AH ile Muaviye arasın­da savaşın durdurulması hususunda karşılıklı yazışmalardan sonra ateşkes yapıldı. Irak hakimiyeti Ali'ye, Şam hakimiyeti de Muaviye'ye bırakıldı. İkisinden biri diğerinin ülkesine karşı saldırmazlık sözü ver­mişti. Sonra Ziyad İbn îshak'm ifadesine göre Muaviye, Hz. Ali'ye şöyle bir mektup göndermiştir:

«Muhammed ümmeti birbirini öldürdü. Irak sana, Şam da bana ol­sun.» Hz. Ali, bu teklifi kabul etti. Her biri diğerine karşı saldırmamaya söz verdi. Ordular beldelerine gittiler. Düzen bu şekilde sağlandı.

Ibn Cerir dedi ki: Bu senede İbn Abbas, Basra'dan çıkıp Mekke'ye gitti. Siyer âlimlerinin çoğunun ifadesine göre valiliği bıraktı. Diğer ba­zıları ise bunu kabul etmeyerek onun, Ali ile Muaviye arasında sulh ant­laşması yapılıncaya kadar Basra'da valiliğe devam ettiğini söylemişler­dir. Hatta onun sulh antlaşması esnasında şahid olarak bulunduğunu da ifade etmişlerdir.

îleriki sayfalarda da anlatılacağı gibi bunu kesin bir ifadele söyle­yenlerden biri de Ebu Ubeyde'dir. İbn Cerir, daha sonra îbn Abbas'm Basra'dan çıkıp gidişinin sebebim şöyle anlatır: îbn Abbas, bir gün Bas­ra kadısı Ebu Esved ed-Düelf ye tahkir edici sözler söylemiş. Ebu Esved de bu durumu Hz. Ali'ye şikayet etmiş ve îbn Abbas'm kendisinin onu­runu rencide ettiğini bildirmişti. Ayrıca beytü'I-mahn mallarından bir-şeyler aldığını da ihbar etmişti. Bunun üzerine Hz. Ali,îbn Abbas'a mektup göndererek bu durumundan ötürü onu kınamış ve sorumlu ol­duğunu bildirmiştir. İbn Abbas da buna öfkelenerek Hz. Ali'ye şu meal­de bir mektup göndermişti:«Sen buraya dilediğin bir adamı vali olarak gönder. Ben buradan göçeceğim vesselam.»

Böyle dedikten sonra İbn Abbas, dayıları Beni Hilal kabilesiyle bir­likte Mekke'ye gitti. Kays kabilesinin tamamı da onlara uyarak Bas­ra'dan ayrılıp Mekke'ye gittiler. îbn Abbas, Basra'dan ayrılırken kendi valilik maaşıyla ganimet paylarından biriken mallan beytül-maldan alıç götürdü. Yola çıktığı zaman başkaları da onun peşine takıldılar. Be­ni Ganem kabilesi yetişip onları geri çevirmek istediler; bu yüzden ara­larında çarpışma meydana geldi. Sonra birbirlerinden el çektiler. îbn Abbas da Mekke'ye girdi. [11]

 

Mü'minlerîn Emirî Hz. Ali'nin Öldürülmesi

 

Mü'minlerin emiri idi. Allah, ondan razı olsun. İşleri sarpa sarmış, ordusu dağılmış, Iraklılar ona muhalefet etmiş, onunla birlikte Şamlı­lara karşı savaşa gitmekten geri durmuşlar, Şamlıların durumu kuv­vetlenmiş, sağa sola saldırmışlar, halifeliğin hakemlerin hükmü gere­ğince Muaviye'nin hakkı olduğunu iddia etmişlerdi. Çünkü hakemler, Hz. Ali'yi hilafetten hal edip Amr b. As da Muaviye'yi halifeliğe tayin edince artık Şamlılar, Muaviye'ye emir adım vermişlerdi. Şamlıların gücü fazlalaştıkça Iraklıların otoritesi zayıflamıştı. Durum bu minval üzereyken Iraklıların emiri Ebu Talib oğlu Ali, o zamanda yeryüzü sa­kinlerinin en hayırlısı, en abidi, en zahidi, en âlimi ve Allah'tan en çok korkanı idi. Bununla birlikte Iraklılar, onu yalnız bıraktılar. Etrafın­dan çekildiler. Öyleki Hz. Ali, yaşamaktan hoşlanmaz oldu. Ölümü ar­zulamaya başladı. Çünkü fitneler çoğalmış, mihnetler ortaya çıkmıştı. Şu sözü çok söylemeye başlamıştı: «Dünyanın en şaki adamı daha neyi bekliyor, niçin duruyor, niçin öldürmüyor (beni)?» Sonra da şöyle diyor­du: «Vallahi şurası kana boyanacaktır.» Bunu derken eliyle, sakalından başına kadar olan kısmı gösteriyordu.

Beyhakî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Habbeyi yaran, canlıyı halkeden zata yemin ederim ki, sakalımla başım kana bulanacaktır. Artık dünyanın en bedbaht adamı (olacak olan katil) daha neyi bekliyor (beni niçin öldürmüyor)?»

Hz. Ali'nin böyle demesi üzerine Abdullah b. Sebe, ona şöyle demiş­ti:

- Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emiri, eğer bir kimse se­nin bu dediğini yaparsa (yani seni öldürürse), biz onun aşiretini mahve­deriz.

- Allah aşkına katilimden başkasını Öldürmeyin.

- Ey mü'minlerin emiri, senden sonra kimi halife olarak bıraka­caksın?

- Herhangi bir kimseyi halife olarak bırakmayacağım. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m sizi bıraktığı gibi bırakacağım.

- Bizi halifesiz bırakarak huzuruna vardığın zaman Rabbine ne di­yeceksin?

- Diyeceğim ki: Allah'ım, uygun gördüğün sürece beni, Muhammed ümmetinin başında halife olarak bıraktın. Sonra hayatıma son ver­din. Ben de seni onların başında bırakıyorum. Dilersen onları ıslah edersin,dilersen onları ifsad edersin.»

Ebu Davud et-Teyalisî, Zeyd b. Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Hariciler, Hz. Ali'ye gelip şöyle dediler:

- Allah'tan kork, sen öleceksin.

- Hayır, habbeyi yaran ve canlıyı yaratan Allah'a yemin ederim ki ben, şuraya vurulacak ve kana boyayacak bir darbe neticesinde öldürü­leceğim. (Böyle derken eliyle sakalına işaret etti.) Bu, verilen bir söz ve kesinleşen bir hükümdür. İftira eden ziyana uğramıştır.»

Hafız Ebu Ya'lâ, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), bana dedi ki:

- Öncekilerin en bedbahtı kimdir?

- Salih'in devesini boğazlayan dır.

- Doğru söyledin. Ya sonrakilerin en bedbahtı kimdir? -— Ya Rasûlallah, benim bu konuda bir bilgim yok.

- Ahvaz'daki Kutri b. Fücae'nin arkadaşları olan Ezarika'dan seni vuracak olan kimsedir.»

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Abdülmelik b. Mervan, Haccac b. Yusuf es-Sakafî'yi Mekke'yi kuşatmak üzere Abdullah b. Zübeyr'in üzerine görderdi. Başkalarını değil de sadece Abdullah b. Zübeyr'i kuşatma altı­na almak üzere Haccac'ı Mekke'ye göndermesinin sebebi şuydu: Abdül­melik b. Mervan, Mus'ab'ı öldürüp Irak'ı aldıktan sonra Şam'a dönmek istediği zaman insanları Abdullah b. Zübeyr'e karşı Mekke'de savaş­mak üzere davet ettiğinde kimse onun bu davetine icabet etmemiş, Hac­cac kalkıp ona şöyle demişti:«Ey mü'minlerin emiri, bu işe ben varım.» Böyle dedikten sonra Abdullah b. Zübeyr'i rüyada gördüğünü Abdülme­lik'e anlatmış ve şöyle demişti:«Ey mü'minlerin emiri, ben Abdullah b. Zübeyr'i rüyamda gördüm ve onu yüzüyordum. Beni ona gönder. Onu ben öldüreceğim.»

Bunun üzerine Abdülmelik b. Mervan, Haccac b.Yusuf es-Sakafî'yi Şamlılardan teşekkül ettirdiği kalabalık bir orduyla Mekke'ye gönder­di. Beraberinde -kendisine itaat ettikleri takdirde- Mekkeliler için bir emanname de gönderdi.

Dediler ki: Haccac, hicri kırkıncı senenin cemaziyelevvel ayında Şam'ın Farslarından 2.000 kişilik bir birlikle Mekke'ye doğru yola çıktı. Irak yolundan gitti. Medine'ye varmadan Taife gidip konakladı. Heyet­lerini Arefe'ye gönderdi. Abdullah b. Zübeyr de süvarilerini o tarafa gönderdi. İki askeri birlik karşılaştıklarında îbn Zübeyr'in süvarileri bozguna uğradılar. Sonra Haccac, Abdülmelik'e bir mektup göndererek Harem'e girmek ve îbn Zübeyr'i kuşatma altına almak için izin istedi.

Ayrıca, takviye birlikler de istedi. Bunun üzerine Abdülmelik, Tarık b. Amr'a mektup yazarak beraberindeki askerlerle birlikte gidip Haccac*a iltihak etmesini emretti. Haccac da Taif ten hareket ederek Meymune kuyusunun yanına gidip konakladı. İbn Zübeyr'i mescitte muhasara al­tına aldı.

Aynı yılın zilhicce ayı girdiğinde Haccac, insanlara haccettirdi. Are-fe'de kendisi ve adamları silahlı olarak vakfe yaptılar. Aynı şekilde si­lahlı olarak diğer meş'arlere gittiler, tbn Zübeyr ise, bu senede kuşatma altında bulunduğundan hac etme imkanı bulamadı. Aksine kurban bayramı gününde kurbanlarını boğazlamakla yetindi. Onunla beraber olan birçok kimse de hac etme imkanını bulamadılar. Aynı şekilde Hac­cac ve Tarık b. Amr'la bulunan kimselerin çoğu da Beyt'i tavaf etme im­kanım bulamadılar, ihramlarında kalmakta devam ettiler. Öyle ki, ikinci tehellülü (ihramdan çıkışı) yapamadılar. Haccac ve arkadaşları, Hacun ile Meymune kuyusu arasında bulunuyorlardı. înnâ lillah ve innâ ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz.).

İbn Cerir dedi ki: «Hicretin kırkıncı senesinde Abdülmelik, Horasan emiri Abdullah b. Hazim'e bir mektup gönderip onu, kendisine bey*ata davet etti. Bunu yaptığı takdirde Horasan'ı yedi yıl süreyle kendisine ikta olarak vereceğini söyledi. Bu mektubu kendisine götürdüğü zaman Abdullah b. Hazim, elçiye şöyle dedi:

«Seni sineklerin babası mı gönderdi? Allah'a yemin ederim ki, eğer elçilerin Öldürülmeyeceğine dair bir kural olmasaydı seni öldürürdüm. Ama sen getirdiğin şu mektubu ye.» Elçi de Abdülmelik'in gönderdiği bu mektubu yedi.

Bunun üzerine Abdülmelik, Abdullah b. Hazim'in MeiVdeki valisi Bükeyr b. Vişah'a bir mektup gönderdi. Eğer Abdullah b. Hazim'i hal ederse kendisine Horasan valiliğini vereceğini va'd etti. Bükeyr b. Vişah da bunun üzerine Abdullah b. Hazim'i hal etti. îbn Hazim gelip Bü-keyr'ie savaştı ve bu savaşta îbn Hazim'i Veki b. Ümeyre adında biri öl­dürdü. Ancak onu öldürürken Veki'e başkası da yardım etmişti. Veki öl­dürürken İbn Hazim'in göğsü üzerine oturmuştu. îbn Hazim can çekişi­yordu. Kalkmak istedi, ama buna gücü yetmedi. Veki de ona kardeşi Dü-veyle'nin intikamını aldığını söyledi. Çünkü Düveyle'yi îbn Hazim öl­dürmüştü. Yerde yatmakta olan îbn Hazim, göğsünün üzerinde oturan Veki'in suratına tükürdü. Veki: "Böyle bir durumda onun kadar çok tü­küren birini görmedim." demişti. Ebu Hüreyre, bu durumu anlatırken: "Vallahi bu kahramanlığın ta kendisidir» diyordu. İbn Hazim, kendisini öldüren Veki'ye şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, kardeşinin intikamım almak için mi beni Öl­dürüyorsun? Allah sana lanet etsin. Kardeşinin kanına bedel olarak Mı­sır koçunu mu öldürüyorsun?»

- Hatip el-Bağdadî, Cabir b. Semüre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'ye şöyle sormuştu:

- İlk insanların en bahtsızı kimdir?

- Salih'in devesini boğazlayandır.

- Son insanların en bahtsızı kimdir?

- Allah ve Rasûlü, bunu daha iyi bilirler.

- Seni öldürecek olan kimsedir.»

Beyhakî, Salebe el-Hammanf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Minber üzerinde Hz. Ali'nin şöyle dediğini işittim:

«Allah'a yemin ederim ki; ümmi peygamber bana şöyle demiştir: Doğrusu bu ümmet benden sonra sana hıyanet edecektir.»

Beyhakî dedi ki: Eğer bu hadis sahih ise, muhtemeldir ki Doğrusu­nu Allah bilir, bununla; Hz. Ali'ye karşı başkaldıran Haricilerin hiya-neti kastedilmiştir.»

A'meş, Züheyr b. Erkam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Ali, cuma gününde bize hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle dedi: «Duyduğuma göre Büsr, Yemen'e girmiş. Allah'a yemin ederim ki, bu Büsr ve etrafin-dakilerin sizleri yeneceklerini sanıyorum. Sizi yenmelerinin sebebi de imamınıza isyan etmeniz, onlarınsa imamlarına itaat etmeleridir. Si­zin hıyanette bulunmanız, onlarınsa güvenilir olmalarıdır. Sizin kendi diyarınızda fesat çıkarmanız, onlarınsa ıslah etmeleridir. Falanı gön­derdim, o hainlik etti. Falanı gönderdim, o da hainlik etti ve malı Muavi-ye'ye gönderdi. Size bir mızrağı güvenerek verecek olsam, siz mutlaka onun askısını alırsınız. Allah'ım, ben bunlardan bıktım. Bunlar da ben­den bıktılar. Ben bunlardan hoşlanmaz oldum. Bunlar da benden hoş­lanmaz oldular. Allah'ım, beni bunlardan kurtar. Bunları da benden kurtar.» Hz. Ali, bize hutbesini irad ettiği bu cumadan sonraki cumayı kılmadan öldürüldü. Allah kendisinden razı olsun ve onu hoşnud kıl­sın.»

İbn Cerir ile birkaç tarih âlimi dediler ki: Haricilerden üç kişi, bir araya geldiler. Bunlardan birincisi, Abdurrahman b. Amr'dı. İbn Mül-cem el-Himyeri el-Kindî diye tanınırdı. Mısır'ın Kinde kabilesinin Beni Hanife kolunun müttefikiydi. Esmer tenli, güzel yüzlü, seyrek sakallı idi. Yüzünde secde izleri vardı.

Bu üç kişiden ikincisi, Berk b. Abdullah et-Temimî idi. Üçüncü de Amr b. Bekr et-Temimî idi. Bunlar bir araya gelip Nehrevanlı kardeşle­rinin Hz. Ali tarafından öldürülmesini yad ettiler. Onlara rahmet dile­yip acıyarak şöyle dediler:

«Onlar gittikten sonra biz ne diye yaşayacağız? Onlar, Allah yolun­da kmayıcımn kınamasından korkmuyorlardı. Kendimizi feda etsek de şu sapıklık önderlerinin üstlerine gidip öldürsek ve ülkeyi onlardan kurtarıp kardeşlerimizin öcünü alsak iyi olmaz mı?»

îbn Mülcem dedi ki: «Bu iş için Ebu Taîib oğlu Ali'nin katlini ben üzerime alıyorum.»

Berk de:«Muaviye'yi Öldürmek de benim işim olsun.» dedi. Amr b. Bekr ise: «Amr b.As'ı öldürmek de benim görevim olsun» deyip sözleşti­ler. Her biri öldüreceğini söylediği adamı öldürmedikçe veya bu uğurda ölmedikçe görevden geri dönmeyeceğine teminat verdi. Kılıçlarım alıp zehirlediler ve ramazanın onyedisinde her biri Öldüreceği adamı gidip beldesinde öldürmeye söz verdiler. îbn Mülcem, Kûfe'ye gitti. Görevini orada bulunan Harici arkadaşlarından dahi bir sır gibi sakladı. Bir gün onlar, Beni Rebah kabilesininin toplantı yerinde oturmakta ve Nehre-van savaşında öldürülen adamlarını yad etmektelerken Katam binti Secine adında bir kadın oraya geldi. Katam'ın babası ve kardeşi, Nehre-van savaşında Hz. Ali tarafından öldürülmüştü. Katam, gerçekten gü­zelliği dillere destan olan bir kadındı. Büyük camide uzlete çekilip ken­dini ibadete vermişti. îbn Mülcem, onu görünce aklı başından gitti ve Kûfe'ye geliş sebebini unuttu. Onunla evlenme talebinde bulundu. An­cak Katam, kendisine 3.000 dirhem vermesini, bir cariye ve bir şarkıcı kadın temin etmesini, ayrıca Ebu Talib oğlu Ali'yi öldürmesini Ibn Mül-cem'e şart koştu. İbn Mülcem de şöyle dedi:«Bu şartlarını yerine getiri­rim. Vallahi ben buraya sadece Ali'yi öldürmek amacıyla geldim.» Evle­nip gerdeğe girdiler. Sonra Katam, îbn Mülcem'i Hz. Ali'yi Öldürmeye teşvik etmeye başladı. Ayrıca kendi kabilesi olan Teymü'r-Rebab kabi­lesinden Verdan adında birini de îbn Mülcem'e yardımcı olması için ça­ğırdı. Abdurrahman b. Mülcem de Şebib b. Necde el-Eşcai el-Haruri adında başka bir adamı da bu suikasta ortak etmek istedi. Ve ona şöyle dedi:

- Dünya ve ahiret şerefini kazanmak istemez misin?

- Neymiş bu şeref?

- Ali'yi öldürmektir.

- Anan seni kaybetsin! Sen çok kötü birşeyi gündeme getiriyorsun. Bunu nasıl becereceksin?

- Onu Öldümek için mescitte gizleneceğim. Sabah namazına çıktığı zaman üzerine atılacak ve onu öldüreceğiz. Eğer bu işten başarıyla çı­kar ve kurtulursak, gönlümüzü rahatlatmış ve de Öcümüzü almış olu­ruz. Eğer bu yolda öldürülürsek Allah katındaki şeyler, dünyadan daha hayırlıdır.

- Yazıklar olsun sana, sen ne diyorsun? Eğer Öldüreceğimiz kişi ali'den başkası olsaydı, bu benim için daha kolay olurdu. Ben onun îslâm'a ilk giren bir kimse olduğunu ve Rasûlullah'm arkabalarından biri olduğunu bilmekteyim. Onu öldürmekle gönlümün rahatlayacağını sanmıyorum.

- Sen onun Nehrevan halkım öldürdüğünü bilmiyor musun?

- Evet biliyorum.

- İşte biz de onu, öldürdüğü kardeşlerimizin kanına karşılık Öldü­rüyoruz.

Şebib, bu teklife büyük bir zorlama ve ısrar neticesinde olumlu ce­vap verdi. Ramazan ayı girdi. İbn Mülcem ramazanin onyedinci gecesi olan cuma gecesinde onlarla buluşmak üzere sözleşti ve:«Bu gece, diğer arkadaşlarımın Muaviye ve Amr b.As'tan öc alacakları bir gecedir kî, bunu kendi aramızda kararlaştırmıştık.» dedi. İbn Mülcem, Verdan ve Şebib, kılıçlarım kuşanarak geldiler ve Hz. Ali'nin çıkacağı kapının kar­şısına oturdular. Hz. Ali, kapıdan çıkıp insanları namaza kalkmaları için uykudan «Namaza namaza» diye seslenerek uyandırmaya başla­yınca Şebib, kılıcım çekerek Hz. Ali'ye saldırdı. Ancak kılıcı kapının ke­narına takıldı. İbn Mülcem, gelip kılıcıyla Hz. Ali'nin başına bir darbe indirdi. Kanı sakalının üzerine akmaya başladı. îbn Mülcem, onu vu­rurken: «Ey Ali, hüküm ancak Allah'ındır, senin değildir. Arkadaşları­nın da değildir.» diyor ve şu ayeti okuyordu:

«insanlar arasında, Allah'ın rızasını kazanmak için canım verenler vardır. Allah kullarına karşı şefkatlidir.» (el-Bakara, 207.)

Hz. Ali:«Katili yakalayın!» diye seslendi. Verdan kaçtı. Hadramutlu bir adam koşup onu yakaladı ve öldürdü. Şebib kaçıp kendini kurtardı. İnsanlar onu yakalayanı a dil ar. îbn Mülcem, ise yakalandı. Hz. Ali, Ca'de b. Hübeyre b. Ebi Vehb'i öne geçirerek insanlara sabah namazını kıldırttı. Hz. Ali'nin kendisi de evine götürüldü. Abdurrahman b. Mül­cem de yakalanarak eli kolu bağlı vaziyette Hz. Ali'nin huzuruna götü­rüldü. Allah, onu kahretsin. Hz. Ali, ona şöyle sordu:

- Ey Allah'ın düşmanı! Sana ihsanda ve iyilikte bulunmamış mıy­dım?

- Evet.

- Peki cinayeti işlemene seni sürükleyen sebep nedir?

- Ben, kırk gün durmadan kılıcımı biledim ve Allah'tan bu kılıcım­la yaratıklarının en kötüsünü öldürmesini diledim.

- Öyle sanıyorum ki, bu kılıçla mutlaka sen öldürüleceksin ve yine sanıyorum ki sen, Allah'ın yaratıklarının en şerlisisin.

Hz. Ali, îbn Mülcem'le karşılıklı konuştuktan sonra yakınlarına şöyle dedi:«Eğer ölürsem bunu da öldürün. Eğer yaşarsam, buna ne ya­pacağımı ben bilirim.»

Cündeb b. Abdullah dedi ki:

- Ey mü'minlerin emiri! Eğer sen ölürsen Hasan'a bey'at edelim mi?

- Bu hususta size ne emir veririm, ne de sizi bundan men ederim. Siz işinizi daha iyi bilirsiniz.»

Hz. Ali, can çekişirken "lâ ilahe illallah" sözünü çokça söylemeye başladı. Başka birşey de söylemiyordu. Rivayete göre söylediği en son söz şu oldu:

«Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kö­tülük yapmışsa onu görür.» (ez-ZUzâl, 7-s.)

Hz. Ali, oğullan Hasan ve Hüseyin'e, takvah olmalarını, namaz kıl­malarım, zekat vermelerini, öfkelerini yutmalarını, dost ve akrabaları­na ziyarette bulunmalarını, affedici olmalarım, dinde fakih olmalarını, işlerinde sebatkar olmalarını, Kur'ân'a bağlı olmalarım, komşularıyla iyi geçinmelerini, iyiliği emredici ve kötülüğü nehyedici olmalarını, kardeşleri Muhammed b. Hanefiye'ye iyi davranmalarını vasiyet etti. Ayrıca Muhammed b. Hanefiye'ye de, Hasan ve Hüseyin'e yaptığı vasi­yetin aynısını yaptı. Onlara karşı saygılı olmasını, onlara danışmadan karar vermemesini vasiyet etti. Bütün bunları, vasiyetini yazdığı kağı­da kaydetti. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın. Vasiyetinin sureti şöyledir:

«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, Ebu Talib oğlu Ali'nin vasiyetidir ki, o, Allah'tan başka ilah bulunmadığına, O'nun ortaksız ol­duğuna, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet eder. Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah'tır. Nama­zım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbı Allah içindir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.

Ey Hasan, ey bütün oğullarım ve bu yazımın kendisine ulaştığı ey herkes; Allah'a karşı takvalı olmanızı, ancak Müslüman olarak ölmeni­zi size vasiyet ediyorum. Hepiniz topluca Allah'ın ipine sanlın, dağılma­yın. Çünkü ben, Ebu'l-Kasım (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:«ln-sanlann arasını bulmak, onlan banştırmak, namazdan da oruçtan da daha faziletlidir.» Akrabalanmza bakın. Namazınızı kılın ki, Allah he­sabınızı kolaylaştırsm. Yetimlere haksızlık etmekten sakının. Onlan dinlememezlik etmeyin. Huzurunuzda onlara haksızlık edilmesin. Komşulannıza haksızlık etmeyin. Çünkü onlar, peygamberinizin size emanetidir. Onlar hakkında o kadar vasiyette bulundu ki, biz onlan bi­ze mirasçı kılacağını sanmıştık. Kur'ân'm emirleri dışına çıkmayın. Siz­den başkalan sizden önce Kur'ân'la amel etmesin. Önce siz amel edin.

Namazınıza dikkat edin. Çünkü o, dininizin direğidir. Rabbinizin Beyt'inden uzak durmayın. Issız kalmasın. Hayatta bulunduğunuz sü­rece onu ziyaret edin. Eğer onu metruk bırakırsanız, size rahmet naza­rıyla bakılmaz. Ramazan ayına dikkat edin. Çünkü o ayda tutulan oruç, Cehennem ateşine karşı bir kalkandır. Allah yolunda mallannız ve can-lannızla cihad etmeye bakın. Zekat ödememezlik yapmayın. Çünkü ze­kat, Rabbin öfkesini söndürür.

Peygamberinizin ashabını da kollayın. Çünkü Rasûlullah (s.â.v.), onlara iyilik yapılmasını vasiyet etmiştir. Yoksullara ve düşkünlere yardımcı olun, onları geçiminize ortak edin. Köle ve cariyelerinize hak­sızlık etmeyin, zira Rasûlullah (s.a.v.), en son olarak onlar hakkında şöyle demiştir: «ÎM zayıfı size vasiyet ediyorum, kadmlannız ve sağ elle­rinizin malik olduğu kimseler (yani kölelerle cariyeler). Namaza, nama­za dikkat edin. Ailah yolunda kınayıcınm kınaması sizi korkutmasın. Allah, size kötülük yapmak ve size haksızlık yapmak isteyenlere karşı sizin için yeterlidir, insanlara Allah'ın emrettiği şekilde güzel sözler söyleyin. İyiliği emretmeyi ve kötülükten men etmeyi terketmeyin. Ak­si takdirde kötüleriniz işin başına geçerler. Sonra siz dua edersiniz, du­anıza icabet edilmez.

Mü'min kardeşlerinizle bağlannızı koparmaym. Birbirinize iyilik­te bulunun, birbirinize sırt çevirmekten, aranızdaki ilişkileri kopanp tefrikalara düşmekten sakının. îyüik ve takva üzere yardımlasın. Gü­nah ve düşmanlık üzere yardıml aşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakı­nın. Çünkü Allah, azabı şiddetli olandır. Allah, sizi ehl-i beytin şikaye­tinden muhafaza etsin. Peygamberiniz, onlan sizin üzerinize bekçi kıl­mıştır. Sizi Allah'a emanet ediyor, size selam söylüyorum. Allah'ın rah­meti üzerinize olsun.»

Bundan sonra Hz. Ali, Mlâ ilahe illallah" kelimesi dışında başka bir­şey söylemedi. Nihayet hicretin kırkıncı senesinin ramazan ayında ve­fat etti. Oğullan Hasan, Hüseyin ile Abdullah b. Cafer onu yıkadılar. Namazını Hasan kıldırdı. Kıldınrken dokuz tekbir getirdi.

İmam Ahmed b.Hanbel, Ebu Yahya'nın şöyle dediğim rivayet et­miştir:

wîbn Mülcem, kendisini vurduğunda Hz. Ali, yanındaki adamlara şöyle dedi: «Buna Rasûlullah (s.a.v.)'ın kendisini Öldürmek isteyen ada­ma yaptığını yapm.Çünkü Rasûlulullah (s.a.v.), kendisini öldürmek is­teyen adam hakkında: «Onu öldürün.Sonra yakın.» demişti."

Rivayet olunduğuna göre Hz. Ali'nin kızı Ümmü Külsüm, karşısın­da duran İbn Mülcem'e şöyle demiş:

- Yazıklar olsun sana! Emirü'l-Mü'minin niçin vurdun?   

- Ben sadace senin babanı vurdum (böyle demekle Hz. Ali mn mü'minlerin emiri olmadığını söylemek istemişti.).

- Sen ona bir zarar vermiş olmadın.

- Niçin ağlıyorsun? Vallahi ben ona öyle bir darbe vurdum ki, eğer bu darbem şehir halkınının tamamına isabet etmiş olsaydı hepsi de Öle­ceklerdi. Vallahi ben şu kılıcımı bir ay süreyle zehirledim. Ve bunu 1000 dirheme satın alıp 1000 dirheme de zehirledim.»

Heysem b. Adiy dedi ki: Becile kabilesinden bir adam, kavminin yaşhlanndan naklederek bana şöyle dedi: Abdurrahman b.Mülcem, Teymü'r-Rebab kabilesinden çok güzel bir kadın olan ve Haricilerle aynı görüşü paylaşan Katam adındaki bir kadını görünce ona aşık oldu. Onunla evlenme talebinde bulununce Katam, ona şöyle dedi:«Bana 3000 dirhem, bir köle ve bir de şarkı söyleyen bir cariye vermedikçe se­ninle evlenmem.» Ibn Mülcem de bu sayılan şeyleri ona vererek onunla evlendi. Gerdeğe girince kadın, ona şöyle dedi: «Be adam, işte bekareti­mi bozdun. Haydi çık da Ali'yi öldür.» îbn Mülcem, silahını kuşanarak evden çıktı. Katam da onunla birlikte çıktı. Mescitte Hz. Ali için bir kub­be yapılmıştı. Hz. Ali, sabah namazı için dışarı çıkıp insanlara: «Haydi namaza, haydi namaza!» diye seslendi. Abdurrahman b. Mülcem, ken­disini takip ederek kılıcını Hz.Ali'nin kafasına vurdu. îbn Cerir*in ifade­sine göre şair îbn Miyas el-Muradî, bu hususta şöyle demiştir:

«Cömert kimselerin verdiği mehirlerin hiç birini, Katam'a verilen mehir kadar çok görmedim. Bu, apaçık ve belirsiz olmayan bir mehirdi.

3000 dirhem, bir köle ve bir de şarkıcı cariye.

Ayrıca Ali'nin kemiklere işleyen keskin bir kılıçla öldürülmesi.

Ali'nin canından daha pahalı bir mehir yoktur.

Ibn Mülcem'in Ali'yi öldürmesinin yanında diğer öldürmeler hiç ka­lır.»

îbn Cerir, bu beyitlerin îbn Şas el-Muradiye ait olduğunu söylemiş ve onların Hz. Ali'yi öldürmeleriyle ilgili olarak şöyle demiştir:

«Biz, Hasan'm babası ve iyiliğin sahibi Haydar'ı başından vurduk, kanlar aktı.

Onun mülkünü, nizamından bir kılıç darbesiyle söküp attık. Yük­selmiş ve zorbalaşmıştı.

Biz kavgada atılgan ve cesur kimseler olup onurluyuz. Ölümün ölümle siperlenip örtündüğü zamanda şecaatliyiz.»

Tabiiler devrinde son Haricilerden biri olan ve Hz. Aişe'den Sahih-i Buharf de rivayette bulunan abidlerden îmran b. Hattan, îbn Mülcem'i överek şöyle demiştir:

«Ey takvalı kimsenin eliyle vurulan darbe!

îbn Mülcem, bu darbesiyle Arş in sahibi katında hoşnutluğa ermeyi amaçlamıştı.

Ben onu bir gün anar ve onun Allah katında yaratıkların arasında terazisi en ağır gelecek bir kimse olarak sanıyorum.»

Muaviye'yi Öldürmekle görevlendirilen Berk'e gelince o, aynı günde sabah namazına çıkan Muaviye'ye saldırmış ve onu kılıçla vurmuştu. Başka bir rivayete göre ise zehirli bir hançerle vurmuştu. Darbe, muavi-ye'nin uyluğuna isabet etmişti. Bu yüzden uyluğu cer ah atlanmıştı. Kendisini vuran Harici Berk de yakalanıp Öldürülmüştü. Öldürülme­den önce Muaviye'ye şöyle demişti:

- Beni bırak. Sana bir müjde vereyim.

- Neymiş o müjde?

- Kardeşim bugün Ebu Talib oğlu Ali'yi vurdu ve öldürdü.

- înşaallah onu öldürememiş ve buna güç yetirememiştir.

- Hayır Öldürmüş ve bu işi başarmıştır. Çünkü Ali'nin muhafızları yoktur.

Muaviye, kendisine böyle diyen Berk'i dinlememiş ve emir verip öl­dürtmüştü. Tabib gelip Muaviye'ye şöyle demişti;

- Yaran zehirlidir. İstersen yaranı dağlıyayım. İstersen de yaran­daki zehiri gidermesi için sana bir şerbet içireyim ama şerbet içirdiğim takdirde neslin kesilir. Artık çocuğun olmaz.

- Ateşle dağlamaya dayanamam. Bundan sonra çocuğumun olma­yacağına dair söylediğin söze gelince, benim Yezid ve Abdullah adında­ki çocuklarım benim için yeterlidir,

Tabib, ona bir şerbet içirdi. Yarası iyileşti. Allah ondan razı olsun, îşte o zamandan itibaren büyük camide Muaviye için bir mahfel yapıldı. Secde halinde bile muhafızları yanında duruyorlardı. Bu hadiseden ötürü kendisi için camide mahfel yaptıran ilk kişi Muaviye oldu.

Amr b. As'ı öldürmekle görevli Amr b. Bekr'e gelince o, Amr'm na­maza çıkmasını bekleyerek siperde beklemişti. Ancak o gece Amr b. As, bağırsak sancısına yakalanmış, namaza gitmemişti. Yerine Beni Amir b. Lüey kabilesinden vekili ve şurta komutanı (polis müdürü) Harice b. Ebi Habibe namaza gitmek için dışarı çıktığında Harici Amr b. Bekr, saldırıya geçerek Amr b. As zannıyla onu öldürmüştü. Harici Amr b. Bekr yakalandığında: «Ben Amr'ı öldürmek istedim, ama Allah da Hari-ce'nin öldürülmesini istedi.» dedi. Onu da öldürdüler. Allah onu kahret­sin. Rivayete göre bu sözü Amr b. As söylemiştir. Harici Amr b. Bekr, yakalanıp getirildiğinde Amr b. As: «Bu nedir?» diye sonmuş. Onlar da:«Senin vekilini öldürdü:» demişler. Bunun üzerine Amr, emir vere­rek katilin boynunu vurdurmuştu.

Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki Hz. Ali, vefat edince cenaze namazını oğlu Hasan kıldırdı ve namazında dokuz tekbir aldı. Hz. Alı, Haricilerin mezarını açıp cesedini çıkarmalarından korkulduğu için Kûfe'de darü'l-imareye (hükümet konağına) defnedildi. Meşhur olan ri­vayet budur. Onun cerfazesinin devesine bindirilerek sakverildiği ve de­venin onu nereye götürdüğünün bilinmediğini söyleyen kimse hata et­miş ve bilmediği bir iddiada bulunmuştur ki, bu iddiayi ne akıl ne de şeriat uygun görür.

Rafizilerin cahillerinden çoğu, Hz. Ali'nin mezarının Necef şehitli­ğinde bulunduğuna inanmaktadırlar ki, bunun ne delili ne de aslı var­dır. Anlatıldığına göre Necef şehitliğinde Hz. Ali'nin mezarı olarak bili­nen mezar, Muğire b. Şube'ye aittir. Hatib el-Bağdadî, Matar'dan riva­yet ederek şöyle demiştir: "Eğer Şiiler, Necef şehitliğinde saygı göster­dikleri mezarın kime ait olduğunu bilseler onu taşlarlar. Çünkü o me­zar, Muğire b. Şube'nin mezarıdır.»

Vakidî, îshak b. Abdullah b. Ebi Ferve'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Ebu Cafer Muhammed b. Ali el-Bakır'a sordum:

-  Ali öldürülürken kaç yaşındaydı?

-  Altmışüç yaşındaydı.

-  Nereye defnedildi?

-  Geceleyin Kûfe'de defnedildi. Defnedildiği yer ise gizlendi. Cafer Sadık'tan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, öldürülürken ellisekiz ya­şındaymış. Başka bir rivayette anlatıldığına göre cenazesi Kûfe'deki büyük caminin kible tarafına defnedilmiş tir. Vakidî de böyle demiştir. Meşhur rivayete göre ise darü'l-imare'ye (hükümet konağına) defnedil­miş tir.»

Hatib Bağdadinin, Ebu Nuaym Fadl b. Dekin'den rivayet ettiğine göre Hz. Ali'nin cenazesini Hasan ile Hüseyin alıp Medine'ye götürmüş­ler ve onu Baki kabristanında Hz. Fatıma'mn mezarının yanına defnet-mişlerdir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hasan ile Hüseyin, onun ce­nazesini bir deveye yüklemişler, deve kaybolunca Tay kabilesi, üzerin­deki yükün bir mal olduğunu sanarak deveyi yakalamışlar yükteki şe­yin bir sandık olduğunu, sandığın içindeki şeyin de bir cenaze olduğunu görünce cenazeyi tanıyamadıkları için sandıkla birlikte defhetmişlerdi. Mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Hatib bağdadî de böyle bir nakilde bulunmuştur.

Hafız îbn Asakir, Hz.Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali'yi Caide ailesinin evlerinden bir hücreye defnettim.»

Abdülmelik b. Umeyr, şöyle demiştir: «Halid b. Abdullah, oğlu Ye-zid'in evinin temelini kazarken beyaz saçlı ve beyaz sakallı sanki dün defnedilmiş gibi bir ihtiyarın cesedini bulup çıkardı. Onu yakmak iste­di. Sonra Cenâb-ı Allah, onu bu düşünceden vazgeçirdi. Bir aba getiril­mesini istedi. Getirilen abaya o cenazeyi sardı.Koku sürdü ve yine aynı yerde bıraktı. Orası, mescidin kıblesindeki Babü'l-Verrakin hizasında idi. Her kim o evde ikamet etmeye başlarsa, mutlaka ayrılıp başka yere göçerdi.»

Cafer b. Muhammed es-Sadık şöyle dedi: «Ali'nin cenaze namazı geceleyin kılındı. Kûfe'ye defnedildi. Mezarının yeri belirsiz hale getirildi. Ancak mezarı, kasrü'l-imare (hükümet konağı) yanındaydı.»

îbn Kelbi dedi ki: «Ali'nin defnedilmesi esnasında Hasan, Hüseyin, îbn Hanefi'ye, Abdullah b. Cafer ve diğer aile efradı hazır bulundular. Onu, Küfe dışına defnettiler. Haricilerin ve başkalarının cenazesine saldırmalarından korkulduğu için mezarının yeri belirsiz hale getiril­di.»

Hülasa Hz. Ali, hicretin kırkıncı senesinin ramazan ayının onyedin-ci gecesinde cuma sabahı seher vakti öldürüldü. Başka bir rivayette an­latıldığına göre o, rebiyülevvel ayında öldürülmüştür. Ancak ramazan ayında öldürüldüğüne dair gelen rivayet, daha sahih ve daha meşhur­dur. Doğrusunu Allah bilir. Vefat ederken altmışbeş yaşmdaydi. Alt-mışsekiz yaşında olduğuna dair bir başka rivayet de vardır. Allah ondan razı olsun. Halifeliği dört yıl dokuz ay sürmüştür. Hz. Ali vefat ettiğinde oğlu Hasan, îbn Mülcem'i yanma çağırttı. îbn Mülcem, ona şöyle dedi:

- Sana bir teklifte bulunayım.

- Neymiş bu teklifin?

- Ka'be'nin Hatim denen yerinde Ali ve Muaviye'yi öldürmek ya da bu uğurda ölmek için Allah'a söz vermişim. Eğer beni bırakırsan Muavi-ye'ye giderim. Onu öldürmeye çalışırım. Öldüremez ya da öldürür ve ben hayatta kalırsam, Allah'a yemin ederim ki, yanma gelecek ve elimi senin eline koyacağım.

- Hayır vallahi olmaz. Eninde sonunda Cehennem'i boylayacak­sın.

Bundan sonra Hz. Hasan, onu tutup öldürdü. Öldürdükten sonra in­sanlar, İbnMülcem'i alıp bir tarlaya götürdüler ve yaktılar. Rivayet olun­duğuna göre Abdullahb.Cafer, onun elllerini ve ayaklarmı kesip gözleri­ne mü sürmüştü. Bununla birlikte îbn Mülcem, îkra' sûresini baştan so­na okuyordu. Sonra dilini kesmek üzere yanma geldiklerinde dayana­mayıp sabırsızlık gösterdi ve şöyle dedi:«Bir an daH Allah'ı anmama du­rumuyla karşılaşmaktan korkarım.» Ama yine de dilini kestiler. Sonra öldürüp bir zenbil içine koyarak yaktılar. Doğrusunu Allah bilir.

îbn Cerir, Muhammed b. Ömer'in şöyle dediğinin rivayet etmiştir: «Ali, cuma günü vuruldu. Hicretin kırkıncı senesinin ramazan ayı­nın bitimine onbir gece kala pazar günü vefat etti. Vefat ederken altmı­şüç yaşındaydı. Vakidî dedi ki: Bizim nezdimizde sabit olan rivayet de bulur. Doğrusunu Allah bilir.» [12]

 

Hz. Alî'nin Eşlerî, Oğulları Ve Kızları

 

îmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Hasan, doğduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.) gelip: «Oğlumu bana gösterin. Ona ne ad koydunuz?» dedi. Ben de: «Ona, Harb adını koy­dum.» dedim. Rasûlullah (s.a.v.): «Hayır, o Hasan'dır.» dedi. Hüseyin doğduğunda da Rasûlullah (s.a.v.) gelip: «Oğlumu bana gösterin. Ona ne ad koyudunuz? diye sordu. Ben de:«Ona Harb adını verdim.» dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):«Hayır, o Hüseyin'dir.» dedi. Üçüncü çocuk doğduğunda Rasûlullah (s.a.v.) yine gelip: «Oğlumu bana göste­rin. Ona ne ad koydunuz?» diye sordu. Ben de: «Ona Harb adını ver­dim.» deyince o:«Hayır, o Muhsindir.» dedi ve sonra da sözünü şöyle sür­dürdü: «Ben, bu çocuklarına Harun'un çocuklarının adını verdim: Şibr, Şebir ve Müşbir.»

Muhammed b. Sa'd, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ben, Harb adını seven bir adamdım. Hasan doğduğunda ona Harb adını vermek istedim.»

Hz. Ali, bu rivayette yukarıdaki ifadeleri nakletmiş, ancak üçüncü çocuğundan bahsetmemiştir. Bazı hadislerde varid olduğuna göre Hz. Ali, oğlu Hasan'a Önce Hamza adını vermiş, Hüseyin'e de önce Cafer adı­nı vermiş, ancak Rasûlullah (s.a.v.), bu ikisinin adlarını değiştirmiştir.

Hz. Ali'nin evlendiği ilk eşi, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma'dır. Bunlar, Bedir gazvesinden sonra gerdeğe girdiler. Bu evlilikten Hasan ve Hüseyin adında iki çocuk doğdu. Muhsin adında bir erkek çocuğunun daha doğduğu ancak küçük yaşta iken öldüğü söylenir. Ayrıca bu evli­likten büyük Zeynep ile Ümmü Külsüm de doğmuş ve Hz. Ömer -önceki sayfalarda da anlattığımız gibi- Ümmü Külsüm'le evlenmişti. Hz. Ali,. Rasûlullah (s.a.v.)'dan altı ay sonra vefat eden Hz.Fatıma'nm sağlığın­da başka bir kadınla evlenmemiştir. Hz, Fatıma vefat edince, Hz. Ali on­dan sonra birçok kadınla evlendi. Bunlardan bir kısmı, Hz. Ali hayatta iken vefat ettiler. Bir kısmını Hz. Ali boşamıştı. Hz. Ali, vefat ederken dört zevcesi hayattaydı.

Zevcelerinden biri, Ümmü'l-Benin binti Haram b. Muhil b. Halid b. Rebia b. Ka'b b. Amir b. Kilab'dır. Bu evlilikten Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman adında dört erkek çocuk doğdu. Bunlar, kardeşleri Hüseyin'le birlikte Kerbela'da öldürüldüler. Bunlardan Abbas, dışında hiçbirinin zürriyeti devam etmemiştir.

Hz. Ali'nin zevcelerinden biri de Leyla binti Mesud b. Halid b. Ma-lik'dir. Bu kadın, Beni Temim kabilesindendir. Hz. Ali'ye Ubeydullah ve Ebu Bekir adında iki erkek çocuk doğurdu. Hişam b. Kelbfnin ifadesine göre Ubeydullah ile Ebu Bekir de Kerbela'da öldürülmüşlerdir. Vakidf nin ifadesine göre Ubeydullah'ı, "Yevmu'd-dar" vak'asmda Muh­tar b. Ebi Ubeyd öldürmüştür.

Hz. Ali'nin zevcelerinden biri de Esma binti Umeys el-Has'ami-ye'dir. Bu kadm, ona Yahya ile Muhammed el-Esğar'ı doğurmuştur. Kelbî, böyle demiştir. Vakidî'nin ifadesine göre ise bu kadın, Hz. Ali'ye Yahya ve Avn adındaki çocukları doğurmuştur.

Vakidî dedi ki: Muhammed el-Asğar'm annesi, bir Ümmü Veled'dir. Bu kadın, Hz. Ali'nin mülkiyetindeydi.

Hz. Ali'nin zevcelerinden biri de Ümmü Habibe binti Zem'a b. Bahr b. Abd b. Alkame'dir. Bu kadm, Halid b. Velid'in Beni Tağlib kabilesine Aynu't-Temir'de baskın yaptığı zamanda ele geçirilen cariyelerdendir. Hz. Ali'ye Ömer ve Rukiye adındaki çocukları doğurmuş olup otuzbeş sene ömür sürmüştü.

Hz.Ali'nin zevcelerinden biri de Ümmü Said binti Urve b. Mesud b. Muğis b.Malik es-Sakafî'dir. Bu kadın, Hz. Ali'ye Ümmü'l-Hasen ile Ramletü'l-Kübra'yı doğurmuştur.

Hz. Ali'nin zevcelerinden biri de İbnetü îmru'l- Kays b. Adiy b. Evs b. Cabir b. Ka'b b. Alim b. Kelb el-Kelbiye'dir. Bu da Hz. Ali'ye, Cariye adındaki kız çocuğunu doğurmuştur. Cariye adındaki kızı, küçük yaşta iken Hz.Ali ile birlikte mescide gidermiş. Kendisine: «Dayıların kimler­dir?» diye sorulduğunda, o da Beni Kelb kabilesini kastederek «Vuh vuh» diye karşılık verirmiş.

Hz. Ali'nin zevcelerinden biri de Umame binti Ebi'l-As b. er-Rebi b. Abdişems b. Abdimenaf b. Kusay'dır. Ümame'nin annesi, Rasûlullah'm kızı Zeyneb'tir. Rasûlullah (s.a.v.)'m namaz kılarken omuzuna aldığı çocuk budur. Kalktığı zaman omuzuna alır, secdeye gittiği zaman da ye­re biralardı. Ümame,Hz. Ali'ye Muhammed el-Evsat'ı (ortanca Muham-med'i) doğurdu.

Muhammed el-Ekber (büyük Muhammed)'e gelince, bu Muham­med b. Hanefiye'dir. Bu Muhammed'in anası Hanefiye'nin asıl adı, Hav­le binti Cafer b. Kays b. Mesleme b. Ubeyd b. Salebe b. Yerbu b. Salebe b. Düel b. Hanife b. Lüceym b. Sa^ b. Ali b. Bekr b. Van'dır. Bunu, Hz. Ebu Bekir'in zamanında irtidat hadiseleri esnasındaki savaşlarda Halid b. Velid, Beni Hanife kabilesinden esir almış ve Hz.Ali'nin payına düş­müştü. Hz. Ali'ye de işte bu büyük Muhammed'i doğurmuştur. Şiilerden bazıları bu Muhammed'in masum bir imam olduğunu iddia etmektedir­ler. Bu zat, Müslümanların büyüklerin den dir. Ancak ne kendisi ne de babası masum değildirler. Hatta babası Ali'den önceki raşid halifeler de masumiyeti vacip kimseler değildirler. Doğrusunu Allah bilir.

Hz.Ali'nin çeşitli zevcelerinden çok sayıda çocukları vardı. O vefat ederken dört zevce ve ondokuz cariyeyi geride bıraktı. Allah, ondan razı olsun. Onun şu çocuklarının annelerinin adı bilinmemektedir: Ummü Hani, Meymune, küçük Zeynep, büyük Remle, küçük Ümmü Külsüm, Fatıma, Ümame, Hatice, Ümmül-Kiram, Ümmü Cafer, Ümmü Seleme ve Cümane.

İbn Cerir dedi ki: Hz. Ali'nin toplam olarak ondört oğlu ve onyedi kı­zı vardı.

Vakidî dedi ki: Hz. Ali'nin soyu Hasan,Hüseyin, Muhammed b. Ha-nefîye, Abbas b. Kilabiye ve Ömer b. Tağlibiye vasıtasıyla devam etmiş­tir. Allah hepsinden razı olsun.

îbn Cerir, Halid b. Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Ali'nin öldürüldüğü günde oğlu Hasan'ın kalkıp insanlara bir hutbe irad ettiğini ve hutbesinde şöyle dediğini işittim: «Bu gece öyle bir adamı öldürdünüz ki, onun Öldürülmüş olduğu bu gecede Kur'ân nazil olmuş, Meryem oğlu İsa göğe kaldırılmış, Musa peygamberin hadimi Yuşa b. Nun öldürülmüştür. Öldürdüğünüz bu adam (Hz. Ali) var ya kendisinden öncekilerden hiçbir kimse onu geçemediği gibi kendisin­den sonrakiler de onun mertebesine ulaşamıyacaklardır. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.), onu bir müfrezede gönderdiği zaman Ceb­rail sağ yanında, Mikail de sol yanında bulunurlardı. Vallahi o vefat ederken beklenmedik bir felaket için yedekte bıraktığı 800 veya 900 dir­hem veya dinar dışında başka birşey bırakmamıştır.»

Bu cidden garip bir rivayet olup münkerlik içermektedir. Doğrusu­nu Allah bilir.

imam Ahmed b.Hanbel, Hz. Ali'nin oğlu Hasan'ın şöyle dediğini ri-. vayet etmiştir:

«Dün bir adam (Hz. Ali), aramızdan ayrıldı. Öncekiler ilim husu­sunda onu geçemediler. Sonrakiler de ona ulaşamayacaklardır. Rasûlullah, bayrağı ona vererek gazaya gönderirdi. Cebral sağ yanında, Mikail de sol yanında bulunurlardı. Fetih kendisine müyesser olmadık­ça gazadan geri dönmezdi.»

Ebu îshak, yukarıdaki rivayete şunu da eklemiştir:«Bir hizmetçi satın almak için bir tarafta bıraktığı 700 dirhemden başka bir miras bı­rakmadı.»

imam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, kendimi Rasûlullah (s.a.v.)'la beraber gördüm. Ve açlıktan dolayı karnımın üzerine taş bağlıyordum. Oysa bu gün verdiğim sada­kanın miktarı 40.000'e varmaktadır.»

Esved, Şureyk'in bu hususta şöyle dediğim rivayet etmiştir:«Benim verdiğim sadakanın miktarı 40.000 dinara varmaktadır.» [13]

 

Müminlerin Emirî Alî'nin Fazileti

 

Hz. Ali, Cennet'Ie müjdelenen on sahabe arasında Rasûlullah (s.a.v.)'m en yakın akrabasıdır. O, Ebu Talib'in oğludur. Ebu Talib'in asıl adı, Şeybe'dir. Şeybe,Haşim'in oğludur. Haşim'in asıl adı, Amr b. Abdumenaf dır. Abdumenafm asıl adı, Muğire b. Kusa/dır. Kusay'yın asıl adı da Zeyd b. Kilab b. Mürre b. KaTD b. Lüey b. Gaüb b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Huzeyme b. Mürdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Maad b. Adnan'dır. Hz. Ali'nin künyesi Ebal-Hasan'dır. Kureyş kabile­sinin Haşimi kolundandı. Rasûlullah (s.a.v.)'ın amcası oğludur. Anası­nın adı, Fatıma binti Esed b. Haşim b. Abdumenaf dır.

Zübeyr b. Bekkar'm ifadesine göre Hz. Ali'nin anası Fatıma, Haşimî olarak doğan ilk Haşimî kadındı. Müslüman olmuş ve hicret etmiştir. Hz. Ali'nin.babası, Rasûlullah (s.a.v.)'m merhametli öz amcası Ebu Ta-lib'tir. Ebu Talib'in asıl adı, Abdumenaf tır. İmam Ahmed ile birçok ne-seb âlimi ve tarihçi böyle demişlerdir. Rafizilerin iddiasına göre ise Ebu Talib'in asıl adı, îmran'dır ve şu ayetle kastedilen kişi, Ebu Talib'tir:

«Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, îmran ailesini -birbirinin soyundan olarak- âlemlere tercih etti.» (Ân Imrân, 33.)

Rafiziler, bu iddiayı ileri sürmekle çok hata etmişlerdir. Bu iftirayı ortaya sürmeden önce Kur'ân'ı düşünmemişlerdir. Çünkü bu iddiaları, Cenâb-ı Allah'ın mezkur ayetteki muradına ters düşmektedir. Zira bu ayet-i kerime'den sonraki ayette şöyle denilmektedir:

«İmran'm karısı: «Ya Rabbi! Karnımda olanı, sadece sana hizmet et­mek üzere adadım.» demişti.» (Ân ImrSn, 35.) Bu ayet-i kerimede îmran'm kızı Meryem'in doğumundan bahsedilmektedir. Allah'ın selamı onun üzerine olsun. Bu, açıkça anlaşılan bir husustur. Allah'a hamd olsun.

Ebu Talib, Rasûlullah (s.a.v.)'a çok sevgi beslerdi. Bu, tabii bir sev­giydi. Ancak vefat edinceye kadar Rasûlullah (s.a.v.)'a iman etmedi. Sa-hih-i Buharî'de de sabit olduğu üzere eski dininde kalarak vefat etti. Ebu Talib, vefat etmek üzereyken Rasûlullah (s.a.v.), ona: «lâ ilahe illal­lah» demesini arzetmiş, ancak orada bulunan Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye şöyle diyerek engel olmuşlardı: «Ey Ebu Talib! Abdülmut-talib'in dininden vaz mı geçiyorsun?» Son nefesini verirken Ebu Talib'in ağzından «Abdülmuttalib'in dini üzerine ....» sözleri çıkmış ve "lâ ilahe illallah" demeye yanaşmamıştı. Rasûlullah da onun yanından ayrılır­ken: «Yasaklanmadığım sürece senin için mağfiret dileyeceğim.» demiş ve hakkında şu ayet-i kerime nazil olmuştu:

«Ey Muhammed! Sen, sevdiğini doğru yola eriş tireme zsin, ama Al­lah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.»(el-Kasas, 56.)

Sonra Medine'de de şu ayet-i kerime nazil olmuştu: «Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapalar için mağfiret dilemek peygambere ve mü'minlere yaraş­maz. İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü idi. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaş­tı. Doğrusu İbrahim, çok içli ve yumuşak huylu idi.» (et-Tevbe, 113-114.)

Biz bu konuyu biset bahsinin başında anlatmış ve Rafizilerin Ebu Talib'in Müslüman olduğuna dair iddialarının yanlışlığına ve sarih naslara aykırı ve delilsiz bir iftira olduğuna dikkat çekmiştik.

Hz. Ali'ye gelince o, meşhur kavle göre buluğa ermeden islâmiyet'in ilk günlerinde Müslüman olmuştu. Anlatıldığna göre o, çocuklardan ilk Müslüman olandır. Nitekim Hatice de kadınlardan ilk Müslüman olan­dır. Ebu Beki- es-Sıddîk da hür erkeklerden ilk Müslüman olandır. Zeyd b. Harise de kölelerden ilk Müslüman olandır.

Tirmizî, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), pazartesi günü peygamberlikle görevlendiril­di. Ali de salı günü namaz kıldı.»

Seleme b. Küheyl, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kendisine hiç kimse ibadet etmeden önce yedi sene Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Allah'a ibadet ettim.» Bu, asla sahih olmayan bir riva­yettir, yalandır.

Süfyan-ı Sevrî, Hz. Ali'nin:«Ben Müslüman olanların ilkiyim.» de­diğini rivayet etmiştir. Ancak bu da zayıftır. Sahih değildir. Çünkü bu hadisin rivayet senedinde adı geçen Habbe, zayıf ravilerdendir.

Süveyd b.Said,Muaze el-Adeviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Basra minberi üzerinde Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini işi-tim:«En büyük sıddık benim. Ebu Bekir, iman etmeden önce ben iman ettim. O Müslüman olmadan önce ben Müslüman oldum.» Bu da sahih değildir. Buharı, böyle demiştir. Bir rivayette sabit olduğuna göre Hz. Ali, Küfe minberi üzerinde şöyle demiştir:

«Ey insanlar! Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir'dir. Sonra da Ömer'dir. Eğer isteseydim ondan sonraki en hayırlı üçüncü şahsın da adını verebilirdim.» Bu rivayet, Ebu Bekir'le Ömer'in faziletleri bahsinde geçmişti. Allah, onlardan razı olsun ve onları hoş­nut kılsın.

İmamAhmed b. Hanbel, İbn Abbas'mşöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haticeden sonra Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte ilk namaz kılan (ve­ya ilk Müslüman olan), EbuTalib oğlu Ali'dir.»

Tirmizî, Zeyd b. Erkam ile Ebu Eyyüb el-Ensâifnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ali, insanlardan yedi sene önce namaz kıldı.» Bu, hiçbir cihetten sahih değildir.

Tirmizî ile Neseî, Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etmişler­dir:

«İlk Müslüman olan Ali'dir.» Tirmizî, bunun hasen ve sahih bir ha­dis olduğunu söylemiştir. Hz. Ali, Rasûlullah'm vefatına kadar yanında bulunmuştur. Rasûlullah vefat ederken ondan memnundu. Hz. Ali, onunla birlikte bütün gazvelerde hazır bulundu. Çok yararlılıklar gös­terdi. Savaş esnasında önemli roller üstlendi. Nitekim bunu sirette açıklamıştık. Burada tekrarlamaya gerek yoktur. Gerçekten Bedir sa­vaşında, Uhud savaşında, Ahzab (Hendek) savaşında, Hayber savaşmda ve diğer savaşlarda büyük yararlılıkları görülmüştü. Rasûlullah (s.a.v.), Tebük savaşma giderken onu Medine'de ailesinin koruyucusu olarak bırakırken şöyle demişti:«Ey Ali! Musa nezdinde Harun'un mer­tebesi gibi benim nezdimde bir mertebeye sahip olmaya razı olmaz mı­sın? Yalnız şu var ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.»

Hz. Ali'nin Peygamber (s.a.v.)'in kızı Fatıma'yla evlendiğini ve Be­dir savaşından sonra gerdeğe girdiklerini anlatmıştık. Bu konuyu da burada tekrarlamaya ihtiyaç yoktur.

Rasûlullah (s.a.v.), Veda haccı dönüşünde Mekke ile Medine arasın­da Gadir-i Hum denen yerde cemaata bir hutbe irad etmiş ve zilhiccenin onikinci gününde irad etmiş olduğu bu hutbesinde şöyle demişti: «Ben kimin dostu isem Ali'de onun dostudur.» Başka rivayetlerde anlatıldığı­na göre Peygamber (s.a.v.), o hutbesinde şöyle demiştir: «Allah'ım! Ali'ye dostluk edene dost ol. Ona düşmanlık edene düşman ol.Ona yar­dım edene yardım et. Onu yardımsız bırakanı yardımsız bırak.»

Hz.Ali hakkında bu hutbenin irad edilmesi ve onun fazileti husu­sunda insanların uyarılmasının sebebi, İbn îshak'm anlattığına göre şöyledir: Rasûlullah (s.a.v.), Ali'yi Halid b. Velidle Yemen'e emir olarak göndermişti. Dönüşünde Mekke'de Veda haca esnasında Rasûlullah (s.a.v.)'la bulunmuştu. Ancak hakkında çok dedikodular yapılmıştı. Kendisinin çabucak Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip görüşmek için ordusunu geride bıraktığı esnada vekilinin askerlere giydirdiği elbiselerin farkı­na varıp da geri alması yüzünden hakkında ileri geri konuşulmuş ve de­dikodu yapılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.) Veda haccmı tamamladıktan son­ra Ali'ye yapılan asılsız isnadlardan onu arındırmak istedi. Bu sebeple mezkur hutbesini irad etti.

Rafıziler, bu hutbenin irad edildiği günü bayram kabul etmişlerdir. Hicretin 4001ü yılları hududunda Büveyhiler zamanında Bağdat'ta bu günün yıl dönümünde davullar çalınarak şenlikler tertiplenilmiş. Nite­kim yeri gelince bu hususu da inşaallah anlatacağız. Bu günden yirmi gün sonra dükkanların kapılarına bornozlar asılır, saman ve küller sav-rulur, çoluk çocuk ve kadınlar şehir sokaklarında Hz. Hüseyin'in ölümü sebebiyle ağıt yakarlar. Bunu, aşure gününün sabahında onun öldürül­mesiyle ilgili olarak uydurulmuş bir mısra okuyarak yaparlar. Biz onun nasıl öldürüldüğünü gerçeklere dayanarak açıklığa kavuşturacağız.

Emevilerden bazıları, Ebu Türab adım aldığından dolayı Hz. Ali'yi ayıplamaktadırlar. Oysa bu adı ona, Rasûlullah (s.a.v.) takmıştır. Buharî ve [Müslim'in sahihlerinde Sehl b.Sa'd'dan nakledildiğine göre Hz. Ali, eşi Fatıma'ya kızarak evden çıkıp mescide gitmiş ve uyumuştu. Rasûlullah (s.a.v.)'da gelip onu o halde görmüştü. Vücuduna toprak bu­laşmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), onun vücudundaki toprakları silkeleyerek: «Kalk, otur bakalım ey Ebu Türab.» demişti. [14]

 

Kardeşlik Hadîsi

 

Hakim, Ebu Ümame'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), insanları kardeş kıldığı zaman kendisi ile Ali arasında da kardeşlik tesis etti.»

Bence bu hadisin şahinliği üzerinde düşünmek gerekir.

Enes ve Ömer'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'ye hitaben:«Sen dünyada ve ahirette benim kardeşimsin.» demiştir. Ancak bu hadislerin ve benzerlerinin senetleri zayıftır ve bunlar bir de­lil sayılmamaktadırlar. Doğrusunu Allah bilir.

Birkaç yolla gelen bir rivayette anlatıldığına göre Hz.Ali, şöyle de­miştir:

«Ben, Allah'ın kuluyum. Rasûlünün kardeşiyim.» Bu sözü benden sonra herhangi bir kimse söylerse mutlaka o yalancıdır.»

Tirmizî, îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), ashabı arasında kardeşlik tesis etti. Ali de göz­leri yaşararak oraya geldi ve şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, ashabın arasında kardeşlik tesis ettin. Benimle herhangi bir kimse arasında ise kardeşlik tesis etmedin.

- Sen dünyada ve ahirette benim kardeşimsin.»

Bu, hasen ve garip bir hadistir. Hz. Ali, Bedir savaşma katıldı. Rasûlullah (s.a.v.),Hz. Ömer'e bir vesile ile şöyle demişti:«Ne biliyor­sun. Belki de Cenâb-ı Allah, Bedir savaşma katılan kimselere bakmış ve onlara: «Dilediğinizi yapın. Ben sizi bağışlamışımdır.» demiştir.»

Bedir savaşında Hz. Ali, düşmanın önde gelen bahadırlarıyla mü-bareze yaptı. Ve o günde büyük yararlılığı görüldü. Henüz yirmi yaşın­da bir genç olduğu halde Rasûlullah (s.a.v.), bayrağı ona verdi.

Hakem, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bütün savaşlarda Muhacirlerin bayrağı Ali'nin elindeydi.» Said b. Müseyyeb ile Katade de böyle demişlerdir.

Hayseme b. Süleyman et-Trablusi el-Hafız, Cabir b. Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Sahabeler dediler ki:

- Ya Rasûlallah, kıyamet gününde senin sancağını kim taşıyacak­tır?

- Kıyamet gününde sancağımı kim taşıyabilir?

Onu dünyada taşıyandan başkası taşıyamaz. O da Ebu Talib oğlu Ali'dir.»

Bu rivayetin senedi zayıftır.

Hasan b. Arefe, Ebu Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Bedir günü gökten bir sesin geldiğini duyduk. Sesin görünmez sahibi şöyle diyordu: Zülfikardan başka kılıç yoktur. Ali'den başka da yiğit yoktur.»

Hafız îbn Asakir dedi ki: «Zülfikar kılıcı, Bedir savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'a hibe edildi. Daha sonra o da bunu Ali'ye hibe etti.» Zübeyr b. Bekar, Mamer b. Müsenna'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bedir savaşında müşriklerin sancaktarı Talha b. Ebi Talha idi. Ebu Talib oğlu Ali onu öldürdü. Bu hadiseyle ilgili olarak Haccac b.Ulat es-Sülemî şöyle bir şiir söyledi:

«Allah için ey savaşında günah işleyen kişi.Yani bol vergilere maz-har olan Fatıma'mn oğlu Ali!

Elin çabuk davrandı, darbeyi vurdu. Böylece Tuleyha, alnı üzere ye­re düşüp yattı.

Kahramanca ve şiddetli bir şekilde saldırdın.

Onları hak ile ortaya çıkardın.

O zaman bağışa mazhar olanlar bile hakir oluyorlardı.

Kılıcın birinci kez kana bulandıktan sonra tekrar bulandı.

Peş peşe adam öldürdün.»

Hz. Ali, Rıdvan be/atına da katıldı. Yüce Allah, bu bey'atla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

«Ey Muhammed! Allah inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnud olmuştur.» (el-Fetih, 19.)

Rasûlullah (s.a.v.) da bu bey'ata katılanlar hakkında şöyle buyur­muştur: «Ağaç altında bey'atlaşanl ardan hiç kimse ateşe girmeyecek­tir.»

Buharî ve Müslim'in sahihleri ile diğer hadis kitaplarında sabit ol­duğuna göre Hayber savaşında Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Yarın bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünün de kendi­sini sevdiği bir adama vereceğim. O, cepheden kaçan değildir. Allah, onun vasıtasıyla fethi müyesser kılacaktır." İnsanlar o geceyi, "Bayrak yarın kime verilecek" diye kendi aralarında tartışarak geçerdiler. Öyle ki, Hz. Ömer:«Emirliği o gün dışında başka bir günde elde etmek istemiş değilim.» demişti. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), bayrağı Ali'ye verdi ve*Cenâb-ı Allah da fethi onun vastasıyla müyesser kıldı. Bayrağı tes­lim etmeden önce Rasûlullah (s.a.v.), gözü ağrımakta olan Ali'yi yanına çağırmış, gözüne üflemiş ve gözleri şifa bulmuştu.»

Muhammed b.îshak, Seleme b.Amr b. Ekva'nın şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir es-Sıddık'ı bayrağı ile Hayber kale­lerinden birine gönderdi. Savaştı, geri döndü.Fetih müyesser olmamış­tı. Yorulmuştu. Rasûlullah (s.a.v.), ondan sonra Hattab oğlu Ömer'i gönderdi. O da savaştı, sonra geri döndü. Fetih müyesser olmamıştı. Yo­rulmuştu. Bunun üzerine RasûluUah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu:«Yarm bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir kim­seye vereceğim. Allah, onun vasıtasıla fethi müyesser kılacaktır. O, cep­heden kaçacak değildir.»

RasûluUah (s.a.v.), gözleri ağrıyan Ali'yi yanına çağırdı. Ali geldi. Rasûlullah, onun gözlerine üfledi. Sonra:«Şu bayrağı al ve git. Allah, se­nin vasıtanla fethi müyesser kılıncaya kadar savaşa devam et.» dedi. Ali, bayrağı alıp koşarak gitti. Biz de peşi sıra gidiyorduk. Nihayet bay­rağı kale altındaki bir taş kümesinin üzerine dikiverdi. Yukarıdan bir Yahudi başını uzatıp baktı ve ona şöyle sordu:

- Sen kimsin?

- Ebu Talib oğlu Ali'yim.

- Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah'a yemin ederim ki mağlub olduk. Ali, fetih tamamlanmadan geri dönmedi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Büreyde b. Hasib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hayber'i kuşattık. Ebu Bekir, bayrağı aldı. Savaştı. Fetih nasib ol­madan geri döndü. Ertesi gün bayrağı Ömer alıp cepheye gitti. Savaştı. Fetih nasib olmadan geri döndü. O gün insanlar çok yorulup bitkin düş­müşlerdi. Rasûlullah, o zaman şöyle dedi: "Yarın bayrağı Allah ve Rasûlünce sevilen, Allah ve Rasûlünü seven bir adama vereceğim. O, fethi tamamlamadan cepheden dönmeyecektir.»

Biz de yarın fetih gerçekleşecek deyip gönül huzuru ve rahatlığı içinde geceyi geçirdik. Sabah olunca Rasûlullah (s.a.v.), sabah namazını kıldı. Sonra kalkıp bayrağın getirilmesini istedi. İnsanlar saf halinde di­zilmişlerdi. Ali'yi çağırdı. Ali'nin gözleri ağrıyordu. Rasûlullah, onun gözlerine üfledi. Bayrağı ona verdi. Ali de gidip savaştı ve fetih müyes­ser oldu. Ben de bayrağı Rasûlullah'm kime vereceğini görmek için ayaklarımın üstüne dikilerek boynumu uzatıp bakanlar arasındaydım.»

Ebu Ya'lâ, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: «Bayrağı yarın Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlü tarafından sevilen bir adama vereceğim. Ali nerede?»

Dediler ki: «Buğday öğütüyor» Buyurdu ki:« Onlardan hiçbiri buğ­day öğütmeye razı olmaz.» Nihayet Ali, Rasûlullah'm yanma geldi. Rasûlullah bayrağı ona verdi. Gidip savaştı ve Hüyey b. Ahtab'ın kızı Safiye'yi getirdi.» Bu garip bir rivayettir.

imam Ahmed b. Hanbel, Amr b. Meymun'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, tbn Abbas'm yanında oturmaktaydım .Yanma dokuz ki­şilik bir heyet geldi. Ona şöyle dediler:«Ey îbn Abbas! Ya sen kalkıp bi­zimle gel, ya da yanındaki adamları uzaklaştır da baş başa görüşelim.)»

îbn Abbas:«Hayır, ben sizinle gelirim.» dedi. O zaman îbn Abbas'ın göz­leri henüz âmâ olmamıştı. Gittiler, konuşmaya başladılar. Ne dedikleri­ni bilmiyoruz. Yalnız İbn Abbas, dönüp geldiğinde elbisesini silkeliyor ve şöyle diyordu: «Öf bunlardan, Rasûlullah (s.a.v.)'ın hakkında şöyle buyurduğu bir adamın aleyhinde konuştular: "Ben bir adamı cepheye göndereceğim. Allah, onu ebediyyen rüsvay kılmayacaktır. O, Allah ve Rasûlünü sever." Rasûlullah böyle dedikten sonra orada bulunanlar ayakları üstüne dikilip başlarım öne uzatarak baktılar. Rasûlullah (s.a.v.) da o esnada: «Ali nerede?» diye sormuş, orada bulunanlar Ali'nin değirmende buğday öğütmekte olduğunu söyleyince Rasûlullah (s.a.v.):«Sizden hiç kimse buğday Öğütecek durumda değildir.» dedi Sonra Ali  geldi. Gözleri ağrıyordu. Hemen hemen görmemekteydi. Rasûlullah (s.a.v.), onun gözlerine üfledi, sonra bayrağı üç kez salladı ve Ali'ye verdi. Ali de gidip savaştı ve Hüyey b. Ahtab'ın kızı Safiye'yi getir­di. Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra falan adamı tevbe sûresi ile (Mek­ke'ye) gönderdi. Arkasından Ali'yi de gönderdi. Ali, sûreyi o adamdan aldı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ali ile ligili olarak şöyle buyurdu: «Tevbe sûresini Mekke'ye ancak benden olan ve benim de kendisinden olduğum bir adam götürmelidir.» Sonra Rasûlullah (s.a.v.), amcası oğullarına şöyle dedi:«Hanginiz dünya ve ahirette benimle dost olur?» Hiç kimse cevap vermedi. Ali de orada Rasûlullah'm yanında oturmaktaydı. Kal­kıp şu cevabı verdi:«Ben dünya ve ahirette sana dost olurum.» Rasûlullah (s.a.v.), onu yerinde bıraktı. Sonra oradaki adamlara dönüp şöyle sordu:«Hanginiz dünya ve ahirette bana dost olur?» Kimse cevap vermedi. Ali: « Ben, dünya ve ahirette sana dost olurum.» dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona hitaben: «Sen dünyada da ahirette de benim dostumsun.» dedi. Hatice'den sonra ilk Müslüman kişi, Ali oldu. Rasûlullah (s.a.v.), elbisesinin ucunu kaldırıp Ali'nin, Fatıma'nın, Ha­san ve Hüseyin'in üzerine koyup şu ayet-i kerimeyi okudu:

«Ey peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip si­zi tertemiz yapmak ister.» (ei-Ahzâb, 33.)

Hicret esnasında Hz. Ali, kendini Rasûlullah (s.a.v.)'a feda etti. Onun elbisesini giydi, sonra yatağına yattı. Müşrikler, Peygamber (s.a.v.)İ öldürmek istiyorlardı. O esnada Ebu Bekir geldi. Ali, Hz. Pey-gamber'in yatağında uyumaktaydı. Ebu Bekir, onun peygamber oldu­ğunu zannederek: «Ey Allah'ın peygamberi!» diye seslendi. Ali, ona şöy­le karşılık verdi: «Allah'ın peygamberi, Meymune kuyusuna doğru gitti. Sen ona yetiş.» Ebu Bekir, hemen o tarafa gitti. Hz. Peygamberce yetişti. Onunla birlikte mağaraya girip saklandı. Müşrikler, Peygamber (s.a.v.) zannederek Ali'yi taşlamaya başladılar. O bundan acı duyuyordu. Kafa­sını yorganın altına koymuş, sabaha kadar öylece kalmıştı. Sabah olun­ca yorganı üzerinden atıp dışarı çıktığında müşrikler ona şöyle dediler:«Sen yüksek mertebeli biri değilsin.Biz senin arkadaşını taşlıyor­duk. O bundan acı duymuyor, sızlanmıyordu. Oysa sen attığımız taşlar­dan acı duyup sızlanıyorsun. Biz bunu yadırgadık.»

Rasûlullah (s.a.v.) Tebük gazvesi için yola çıktı. Hz. Ali, ona:

- Ben de seninle beraber geleyim mi? diye sorduğunda Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Hayır gelme, cevabını verdi. Bunun üzerine Ali ağladı Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Sen, Musa nezdinde Harun'un işgal ettiği mevki gibi bir mevkiyi benim yanımda işgal etmeye razı olmaz mısın? Şu kadar ki, sen bir pey­gamber değilsin. Ama ben mutlaka bu sefere gideceğim ve sen de benim halifem olacaksın.»

Bir defasmde Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye şöyle demişti: «Sen, benim dostumsun. Benden sonra da bütün mü'minlerin dostusun.»

Rasûlullah (s.a.v.), mescitteki kapıların tamamını kapatmıştı. Yal­nız Hz. Ali'nin kapısını açık bırakmıştı. Ali, mescidin yan tarafında bu­lunan kendi kapısından mescide gelirdi. Bu onun yoluydu, başka da yo­lu yoktu.

- Onun hakkında Rasûlullah, şöyle buyurdu: «Ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur.» Cenâb-ı Allah, Kur'ân-ı Kerim'de bize vermiş ol­duğu bir haberde; Rıdvan be/atma katılan kimselerden razı ve hoşnud~ olduğunu bildirmiş ve onların kalplarindeki şeyi bilmiştir. Bunu bildir­dikten sonra Cenâb-ı Allah, onlara daha sonra kızdığına dair bir beyan­da bulunmuş mudur? (Hayır, bulunmamıştır.)

Hz. Ömer, Mekkeli müşriklere Müslümanların gazaya çıkacağı ha­berini bir mektupla bildiren Hatip b. Ebi Belta'yı kastederek «Ya Rasûlallah, izin ver de şu münafığın boynunu vurayım.» dediği zaman Peygamber (s.a.v.), şöyle demiştir: «Ne biliyorsun? Belki de Allah, Bedir savaşma katılmış olan Müslümanların durumuna vakıf olmuş ve onla­ra şöyle demiştir: Dilediğinizi yapın, ben sizi bağışlamışım.»

"Tarih" adlı eserinde Buharı, îmran b. Husayn'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Hayber savaşında şöyle buyurmuştur:

«Bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir adama vereceğim.» Böyle dedikten sonra Rasûlullah, haber gönde­rip Ali'yi yanına çağırttı. Ali geldi, gözleri ağrıyordu. Rasûlullah (s.a.v.), onun gözlerine üfledi ve bayrağı ona verdi. Hz. Ali de yüzünü çevirmedi ve artık gözlerinden şikayetçi olmadı.»

- İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrfnin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), bayrağı alıp salladı ve şöyle buyurdu: «Bunu kim hakkıyla alır? Falan adam gelip: «Ben alırım» dedi. Rasûlullah (s.a.v.), ona: «Geç» dedi. Sonra başka bir adam gelip: «Ben alırım» dedi.

Rasûlullah (s.a.v.), ona da "Geç" dedi. Sonra şöyle buyurdu:

«Muhammed'in yüzünü şerefli kılan Allah'a yemin ederim ki, bu bayrağı cepheden firar etmeyen bir adama vereceğim.» Ali geldi, bayra­ğı alıp cepheye koştu, niyahet Cenâb-ı Allah, ona Hayber ve Fedek kale­lerinin fethini nasib etti. O da oraların hurmalarını ve kavrulmuş etleri­ni getirdi.»

îmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Babam yazın kışlık elbise giyen, kışın da yazlık elbise giyen Ali ile birlikte yolda gitmekteydi. Babama bunu Ali'ye sormasını söylediler. O da niçin böyle yaptığını sorunca Ali, şu cevabı verdi:

«Rasûlullah (s.a.v.), arkamdan haber gönderdi. O zaman gözlerim ağrıyordu. Hayber savaşmdaydık. Kendisine: «Ya Rasûlallah, gözlerim ağrıyor» dedim. Gözlerime üfledi ve şöyle dua etti: «Allah'ım, Ali'deki sı­caklık ve soğukluğu gider.» Ben de o günden beri vücudumda ne soğuk­luk ne de sıcaklık hissetmiyorum. O savaşta Rasûlullah (s.a.v.), beni kastederek şöyle demişti: «Bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlüncede sevilen, cepheden firar etmeyen bir adama vereceğim.» Rasûlullah (s.a,v.)"m sahabeleri, ayakları üzerinde dikilip boyunlarını ileriye doğru uzatarak bayrağın kime verileceğini araştırdılar. O esna­da Rasûlullah (s.a.v.), bayrağı bana verdi.»

Ebu Ya'lâ, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûîullah (s.a.v.)'m Hayber savaşında başımı meshedip gözleri­me üflemesinden ve bayrağı bana vermesinden sonra gözlerim artık hiç ağrımadı. Başım da ağrımadı.»

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde, Sa'd b. Ebi Vakkas'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'ye şöyle demiştir:

«Musa nezdinde Harun'un işgal ettiği mertebe gibi bir mertebeyi be­nim nezdimde de işgal etmeye razı olmaz mısın? Şu kadar var ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.»

îmam Ahmed b. Hanbel, Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Ebu Süfyan oğlu Muaviye, bana şöyle bir soru sordu:

- Ebu Turab'a (Ali'ye) sövmene engel olan şey nedir?

- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m söylediği şu üç şeyi hatırladığım için Ali'ye sövmüyorum. Onun bahşettiği bu üç şeyden birine sahip olmak, benim için kırmızı tüylü davarlara sahip olmaktan daha hoştur. Zira ben, bir gazaya giderken aile efradının işlerini idare etmesi için kendi yerine vekil bıraktığı Ali'nin Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dediğini işittim:

- Ya Rasûlallah, beni geride kadınlar ve çocuklarla mı bırakcak-sm?

- Sen, Musa nezdinde Harun'un sahip olduğu makam gibi bir makama benim nezdimde sahip olmaya razı değil misin? Yalnız şu var ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.» Hayber savaşında da Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim;«Bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir adama vereceğim.» Ben de ayaklarım üstüne dikilip boynumu ileriye doğru uzattım ve bay­rağı kime vereceğine baktım. O esnada Rasûlullah s.a.v.); «Bana Ali'yi çağırın.» diye emir verdi. Ali, onun yamna getirildi. Ali'nin gözleri ağrı­maktaydı. Rasûlullah (s.a.v.), onun gözlerine üfledi ve bayrağı ona tes­lim etti. Cenâb-ı Allah da fethi onun vasıtasıyla müyesser kıldı.

«Ey Muhammedi De ki: «Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınları­mızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonra lanetleşe-lim de Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını dileyelim.» (âi-i Imrân, eı.)

Bu ayet-i kerime nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ali'yi, Faü-ma'yı, Hasan ve Hüseyin'i çağırdı. Sonra: «Allah'ım, işte bunlar benim aile efradımdır.» dedi.»

Hasan b. Arfe el-Abdî, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Muaviye, hacca geldi. Sa'd b. Ebi Vakkas da onun yanma uğradı. Ali'den söz edildi. Sa'd, şöyle dedi: «Üç şey vardır ki, bunlardan birine sahip olmam, dünyaya ve içindekilere sahip olmamdan daha çok hoşu­ma gider. Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim:

«Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur.» Yine Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim:«Bayrağı Allah ve Rasûlünü se­ven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir adama yarın vereceğim.» Rasûlullah (s.a.v.)'ın Hz. Ali'ye hitaben şöyle buyurduğunu da işittim:

«Musa nezdinde Harun'un sahip olduğu bir makam gibi, sen de be­nim yanımda bir makama sahipsin. Şu kadar var ki, benden sonra bir peygamber gelecek değildir.»

Ebu Zura ed-Dımışkî, Abdullah b. Ebi Necih'in babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Muaviye, hacca geldiği zaman Sa'd b. Ebi Vakkas'ın elini tuttu ve ona şöyle dedi:

- Ey Ebu İshak, şu savaş bizi yordu. Haccımıza engel oldu. Öyle ki, haccın bazı sünnetlerini unutacak duruma geldik. Tavafta bize rehber­lik et de seninle birlikte tavafımızı ifa edelim.»

Tavaf sona erdikten sonra Muaviye, Sa'd'ı Darü'n-Nedve'ye götür­dü. Onu, kendi kanepesi üzerinde yanında oturttu. Sonra Ebu Talib oğ­lu Ali'den bahsetti. Onun aleyhinde konuştu. Sa'd, Muaviye'ye şöyle de­di:

«Beni evine soktun ve kanepenin üzerinde oturttun. Sonra da Ali'nin aleninde konuşmaya başlayıp ona sövdün. Allah'a yemin ederim ki, Ali'nin sahip olduğu özelliklerinden üç tanesi var ki, bunlardan birine sahip olmak benim için güneşin üzerine doğduğu şeylerin tümüne sa­hip olmaktan daha hoştur. Keşke Tebük gazvesine gittiği esnada Rasûlullah, şu sözü bana da söylemiş olsaydı: «Ey Ali! Harun'un Musa nezdinde sahip olduğu makam gibi bir makama benim nezdinde sahip olmak, hoşuna gitmez mi? Şu kadar var ki, benden sonra bîr peygamber gelecek değildir.» Evet, Rasûlullah (s.a.v.)'m bahsettiği bu makama sa­hip olmak benim için, güneşin üzerine doğduğu şeylerin tümüne sahip olmaktan daha sevimlidir. Yine Hayber savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'m Ali hakkında söylediği şu söz, bana söylenmiş olsaydı, güneşin üzerine doğduğu şeylerin tamamına sahip olmaktan daha çok hoşuma giderdi: «Yarın bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir adama vereceğim. Cenâb-ı Allah, fethi o adam vasıtasıyla müyesser kılacaktır. O adam, cepheden kaçan biri değildir.»

Keşke Ali gibi Rasûlullah'ın damadı olsaydım da kızı bana çocuk do-ğursaydı. Kızının doğuracağı çocuk benim için, güneşin üzerine doğdu­ğu şeylerin tamamına sahip olmaktan daha kıymetliydi. Artık bu gün­den sonra senin yamna gelmeyeceğim.» Böyle dedikten sonra Sa'd b. Ebi Vakkas, yakasını silkeleyerek Muaviye'nin yanından çıkıp gitti.»

imam Ahmed b. Hanbel, babası Sa'd'dan naklen Aişe'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Medine dışına çıktı. Veda tepesi yakınma geldiklerinde Ali ağlayıp şöyle dedi:

- Beni cepheden geri kalanlarla birlikte geride mi bırakıyorsun?

- Harun'un Musa nezdinde sahip olduğu makam gibi bir makama benim nezdimde sahip olmaya razı değil misin? Yalnız peygamberlik bundan müstesnadır.»

Ebu Ya'lâ, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Hz. Ömer şöyle demiştir: «Ebu Talip oğlu Ali'ye üç özellik verildi. Bu özelliklerinden birine sahip olmak, benim için kırmızı tüylü davarlara sahip olmaktan daha hoş­tur.» "O özellikler nelerdir ey mü'minlerin emin?" diye sorduklarında Hz. Ömer, şu açıkmalayı yapmıştı: «Ali'nin, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma ile evlenmesi. Onun Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Mescid-i Nebevf de ikamet etmesi ve o mescitte Rasûlullah'a helal olan şeylerin Ali'ye helal olması. Hayber savaşında bayrağın Ali'ye verilmesi.»

tmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Biz, Rasûlullah (s.a.v.) zamanında şöyle derdik: İnsanların en ha­yırlısı Ebu Bekir'dir, sonra Ömer'dir.Ebu Talib oğlu Ali'ye de üç şey ve­rilmiştir: Bu üç şeyin bana verilmesi benim için kırmızı tüylü davarlara sahip olmaktan daha hoştur.» Abdullah b. Ömer, bu üç şeyden bahse­derken her birini ayrı ayrı açıklamıştır. [15]

 

Hz. Alî'nin Fatımatü'z-Zehra (R.A.) İle Evlenmesi

 

Süfyan-ı Sevrî, Hz. Ali'nin Küfe minberi üzerinde şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'dan kızı Fatıma ile evlenme talebinde bulun­mak istedim. Ancak herhagi bir mala sahip olmadığımı hatırladım. Son­ra akrabalık ilişkilerimizi düşünerek gidip Rasûlullah (s.a.v.)'a böyle bir talebte bulundum. Rasûlullah (s.a.v.), bana şöyle sordu:

- Yanında birşey var mı?

- Hayır.

- Falan günde sana vermiş olduğum Hutemi zırhın nerede?

- Yanımda.

- Onu bana ver.

Zırhı kendisine verdim ve beni kızıyla evlendirdi. Gerdek gecesi Fa-tıma'nın yanına gideceğim zaman bana: «Ben yanımza gelinceye kadar bir şey yapmayın.» dedi.

Yanımıza geldi. Üzerimizde bir kadife veya başka bir örtü vardı. Onu görünce acelece yerimizden kalkmak istedik. Bize:«Yerinizde du­run» dedi. Sonra bir bardak su getirilmesini istedi. Getirilen suyun üze­rine dua okudu. Sonra suyu benimle Fatıma'nın üzerine serpti. Ben ona şöyle bir soru sordum:

- Ya Rasûlallah, beni mi, yoksa Fatıma'yımı daha çok seviyorsun?

- Onu senden daha çok seviyorum. Ancak sen benim nazarımda ondan daha kıymetlisin.»

Neseî, Büreyde'nin bu hadiseyi daha detaylı bir şekilde anlattığını rivayet etmiştir. Bu rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali, Sa'd'dan bir koç, Ensâr'dan birkaç kişiden de birkaç ölçek Mısır ödünç alarak Fatı­ma için düğün yemeği yapmıştır. Rasûlulîah (s.a.v.) da Fatıma ile Ali'nin üzerine su serptikten sonra ikisi için dua etmiş ve:«AUah'ım, bunların zifaflarını kendileri için mübarek kıl.» demiştir.

Muhammed b. Kesir, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Ali, Fatıma'yı istediği zaman Rasûlullah (s.a.v.), kızma giderek şöyle demişti: «Kızım, amcan oğlu Ali seninle evlenmek istiyor. Buna ne dersin?»

"Babasının bu sorusu karşısında Fatıma ağlamış, sonra şöyle de-mişti:«Ey babacığım öyle görülüyor ki, sen beni Kureyş'in yoksuluna vererek küçültüyorsun. Öyle değil mi?» Fatıma'nın böyle demesi karşı­sında Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu: «Beni hak peygamber ola­rak gönderen Allah'a yemin ederim ki, göklerden bu hususta Allah bana izin verinceye kadar bu evlilik hakkında birşey söylemeyeceğim.»

Babasının böyle demesi üzerine Fatıma: «Allah ve Rasûİünün razı olduğu şeye ben de razı oldum.» demişti ve Fatıma'nın da kabul etme­sinden sonra Rasûlullah (s.a.v.), oradan kalkıp gitmiş Müslümanlar da bu iş için toplanmışlar, Rasûlullah Ali'ye şöyle demişti: «Ey Ali! Evlen­me talebine dair okunması gereken hutbeyi sen kendin oku.» Peygam­ber Efendimiz'in bu emri üzerine Ali kalkıp hutbeyi okumuştu: «Ölüm­süz olan Allah'a hamd olsun. İşte Allah Rasûlü Muhammed, kızı Faü-ma'yı dört yüz dirhem tutarındaki mehir karşılığında benimle evlendir-miştir. Onun dediğini duyun ve şahid olun.»

Orada bulunan cemaat da şöyle sormuştu:

- Ya Rasûlallah, bu hususta ne buyuruyorsun? Rasûlullah da: «Şa­hid olun ki, kızımı Ali ile evlendirdim.» dedi.

Veki, Şâbfden rivayet etti ki, Hz. Ali, şöyle demiştir:

«Bizim bir koç postundan başka bir sergimiz yoktu.Bir tarafında uyurduk, bir tarafında da Fatıma hamur yoğururdu.»

Mücahid, Şâbî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«O koç postununun üzerinde gündüz devemize yem verirdik. Deve­mize ondan başka yem torbası yapacak bir şeyimiz yoktu.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Zeyd b. Erkam'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah'ın birkaç sahabesinin Mescid-i Nebevfye açılan kapıla­rı vardı. Bir gün Rasûlullah (s.a.v.): «Ali'nin kapısı dışındaki şu kapılan kapatın.» dedi. Ancak bazı kimseler, bu konuda dedikoduya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.), bunun üzerine kalkıp Allah'a hamdü senada bulun­du ve şöyle buyurdu:

«Ben, Ali'nin kapısının dışındaki diğer kapıların kapatılmasını em­rettim. Bazılarınız bu hususta dedikodu yaptılar. Allah'a yemin ederim ki ben, bana verilen emir dışında bir kapı kapatmış veya bir kapı açmış değilim. Ancak bana bir emir verildi. Ben de o emre uydum.»

Sa'd b. Ebi Vakkas'tan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), mescidin içine açılan kapıların tamamım kapatmış, yalnız Ali'nin kapı­şım açık bırakmıştı. Bu yüzden bazı kimseler dedikodu yapınca kendisi şöyle buyurmuştu:

«O kapıyı ben açık bırakmadım. Ancak Allah açık bıraktı.»

Bu rivayet, Sahih-i Buharî'de yer alan şu rivayete ters düşmemek­tedir. Şöyle ki: Rasûlullah (s.a.v.), ölüm hastalığında iken caddeden Mescid-i Nebevfye'ye açılan kapıların tamamının kapatılmasını, yal­nız Ebu Bekir es-Sıddık'ın kapısının açık bırakılmasını emretmişti. Da­ha önce de Rasûlullah (s.a.v.), hayatta iken önceki kapı meselesi husu-susda Ali'nin kapısının açık bırakılmasını emretmişti. Çünkü Fatı-ma'nın kendi evinden babasımn evine geçebilmesi için o kapıdan geçme­ye ihtiyacı vardı. Rasûlullah (s.a.v.), ona acıdığından Ali'nin kapısının açık bırakılmasını emretmişti. Ama vefatından sonra bu gerekçe ortadan kalkmış, sadece namaz kıldırmak maksadıyla Ebu Bekir'in mesci­de gelebilmesi için onun kapısının açık bırakılmasına ihtiyaç duyul­muştu. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından sonra halife Ebu Bekir olacaktı ve onun halifeliğine bu da bir nevi işaretti.

Tirmizî, Ebu Said'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye hita­ben şöyle demiştir:

«Ey Ali, benden ve senden başka hiçbir kimseye mescitte cünüp ol­mak helal olmaz.»

Ali b. Münzir dedi ki: Ben, Dırar b. Sard'a bu hadisin ne anlama gel­diğini sorduğumda o bana şöyle dedi: «Yani ey Ali, benden ve senden başka bir kimsenin cünüp olarak bu mescitten çıkması helal olmaz.»

Tirmizî, bu hadisin hasen ve garip olduğunu söylemiştir.

İbn Asakir, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ölüm hastalığında Peygamber (s.a.v.), evinden çıktı, mescidin av­lusuna geldi. Orada yüksek sesle şöyle dedi: «Muhammed ve eşleri ile Ali ve Muhammed'in kızı Fatıma dışında âdet halindeki bir kadının ve­ya cünüp bir kimsenin mescide girmesi helal olmaz. Dikkat edin. Size isimleri açıkladım ki sapmayasınız.»

Bu hadisin rivayet senedinde gariplik vardır ve zayıftır.

Hakim, Büreyde b.Hasib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:    . , «Ali ile birlikte gaza için Yemen'e gittim.Ali'den biraz hakaret gör­düm. Medine'ye döndüğümde Ali'nin bana yaptıklarını Rasûlullah'a anlattım. Onu biraz yerdim. Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzünün renginin de­ğiştiğini gördüm. Bana şöyle dedi:

- Ey Büreyde, ben mü'minlere kendi nefislerinden daha yalan değil miyim?

- Evet Öylesin ya Rasûlallah.

- Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur.»

imam Ahmed b.Hanbel, Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Yemen'e iki askeri birlik gönderdi. Bu birlik­lerden birinin başında EbuTalib oğlu Ali, diğerinin başında da Halid b. Velid vardı. Rasûlullah (s.a.v.), bunları gönderirken kendilerine şu tali­matı vermişti: «İkiniz Yemen'de bir araya geldiğinizde komutan Ali'dir. Ayrıldığınız zaman da herkes kendi askeri birliğinin komutanı olacak­tır.»

Nihayet Yemen'e vardık. Yemenlilerden Beni Zeyd kabilesiyle kar­şılaştık. Savaştık. Biz Müslümanlar, Yemenli müşrikleri mağlub ettik. Savaşçılarını öldürdük, çoluk çocuklarını esir aldık. Ali, esir alınan ka­dınlardan birini kendi şahsına ayırdı.Halid b. Velid de beni Rasûl­ullah'a göndererek Ali'nin böyle yaptığını ihbar etmemi istedi. Rasûl­ullah (sa.v.)'ın yanına vardığımda Halid'in mektubunu kendisine verdim. Mektup okundu.  Rasûlullah(s.a.v.)'m öfkelendiğini  yüzünden an­ladım ve şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, ben Yemen'den dönen bir adamım. Sen beni bir ko­mutanla Yemen'e göndermiş ve ona itaat etmemi emretmiştin.Şimdi ben onun sana gönderdiği mesajı tebliğ ettim.

- Ali'nin aleyhinde konuşma. O, bendendir. Ben de ondanım. Ben­den sonra sizin veliniz odur.»

Bu lafız münkerdir. Bu hadisin ravileri arasında adı geçen Eclah, Şiidir. Böyle biri müfred olarak bir rivayette bulunduğunda rivayeti ka­bul edilmez. Ancak kendisinden daha zayıf bir kimse bu hususta Ec-lah'a tabi olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. Çünkü bu konudaki nakiller arasında mahfuz olan rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: «Ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Rasûlullah (s.a.v.), ganimetlerin beşte birini teslim alması için Ali'yi Halid b.Valid'e gönderdi. Ali, orada sabahladığı zaman (cariyeler­den biri ile cinsel ilişkide bulunduğu için yıkanmıştı ve) başından su damlamakta idi. Halid b. Velid, bu durumu görünce bana:

- Ey Büreyde, şu adamın yapıtğını görüyor musun?

Ben de Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına döndüğümde Ali'nin orada yap­tığı şeyi kendisine haber verdim.

Ben, Ali'ye kızıyordum. Rasûlulah (s.a.v.), bana dedi ki:

- Ey Büreyde, sen Ali'ye kızıyor musun?

- Evet.

- Ona kızma, onu sev. Çünkü onun, ganimetlerin beşte biri içinde bundan (bu cariyeden) daha fazla hakkı var.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Ali'ye kızdığım kadar başka hiç kimseye kızmıyordum. Kureyşli-lerden bir adam da Ali'ye kızıyordu.Ben o adamı sırf Ali'ye kızdığı için seviyordum. İşte o adam, bir süvari birliğinin başında bir sefere gönde­rildi. Ben de onun maiyetindeydim.Sırf Ali'ye kızdığı için maiyetinde yer almıştım.Seferimizde birkaç cariyeyi esir almış ve ganimetler elde etmiştik. Rasûlullah (s.a.v.)'a elde ettiğimiz ganimetlerin beşte birini gelip teslim alacak bir adamı göndermesi için bir mektup gönderdik. Rasûlullah (s.a.v.) da bu iş için bize Ali'yi gönderdi. Esir almanlar ara­sında çok güzel bir cariye vardı. Ganimetler beşe bölündü. Beşte biri taksim edilip Ali'ye teslim edildi. Sabah olduğunda Ali odasından dışarı çıkarken saçından su damlıyordu. Kendisine:

- Ey Hasan'm babası, bu ne haldir? diye sorduğumuzda şöyle cevap verdi:

- Esirler arasındaki cariyeyi görmüyor musunuz? Ben onları tak­sim ettim. O, beşte birlik pay arasına düştü, sonra o, Peygamber (s.a.v.)'in ailesinin hakkı oldu. Sonra da benim payıma düştü. Ben de onunla cinsel ilişkide bulundum.

Ali'ye kızan o adam (komutanım olan Halid b. Velid), bu durumu Al­lah'ın peygamberine bildirmek için bir mektup yazdı. Ben, komutanı­ma:

- Bu mektubu benimle Peygamber (s.a.v.)'e gönderir misin? dedim. O da beni bu durumun bir nevi tasdikcisi olarak mektupla birlikte Rasûlullah (s.a- v.)'a gönderdi. Mektubu götürdüğümde okumaya baş­ladım. Mektubun sahibini kastederek: «Doğru söylüyor.» diyordum. Rasûlullah (s.a.v.), elimi tuttu ve mektubu da alıp şöyle dedi:

- Ali'ye kızıyor musun?

- Evet.

- Ona kızma. Şayet onu seviyorsan sevgini fazlalaştır. Nefsim kud­ret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Ali ailesinin ganimetlerin beşte birindeki payı, o cariyeden daha fazladır.

Rasûlullah (s.a.v.)'ın bana böyle demesinden sonra Ali'den daha çok sevdiğim bîr kimse olmamıştır.»

imam Ahmed b. Hanbel, İmran b. Husayn'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), gazaya bir müfreze (birlik) gönderdi. Müfreze­nin komutanlığına da Ebu Talib oğlu Ali'yi atadı. Ali, bu seferde bir ha­dise yaptı. O müfreze içinde yer alan sahabelerinden dört kişi, Ali'nin bu yaptığını RasûluUah'a anlatacaklarına dair söz birliği yaptılar. Biz de bu seferden döndüğümüzde önce Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gidip se­lam verdik. Ali'nin sefer esnasında yaptığı hadiseyi ihbar etmeye söz vermiş olan o dört kişi de Rasûlullah'ın yanma geldi. Onlardan birisi kalkıp şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah (s.a.v.), Ali şöyle ve şöyle yaptı. Rasûlullah, o adamdan yüzünü çevirdi. Sonra ikinci adam kalkıp şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Ali şöyle ve şöyle yaptı.

- Rasûlullah (s.a.v.), ondan da yüz çevirdi. Sonra üçüncü adam kal­kıp şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Ali şöyle ve şöyle yaptı. Dördüncüleri kalkıp şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah! Ali şöyle ve şöyle yaptı.

Rasûlullah (s.a.v.), yüzü değişmiş olarak o dördüncü adama dönüp şöyle dedi:

«Ali'yi bırakın. Ali'yi bırakın. Ali'yi bırakın. Çünkü Ali, bendendir. Ben de ondanım. Benden sonra o, her mü'minin velisidir.»

imam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«insanlar, Ali'yi şikayet ettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da aramızdaydı. Kalkıp şöyle bir nutuk irad etti:

- Ey insanlar, Ali'yi şikayet etmeyin. Allah'a yemin ederim ki o, Al­lah'ın zatı hususunda (veya Allah yolunda) en atak olan kimsedir.»

Hafız el-Beyhakî, Ebu Said'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Talib oğlu Ali'yi Yemen'e gönderdi. Ben de onunla birlikte Yemen'e gidenler arasında bulunuyordum. Zekat deve­leri getirildiğinde Ali'den, o develere binerek kendi develerimizi dinlen­dirmek istediğimizi kendisine bildirdik. Çünkü develerimizin bitkin düştüklerini görmüştük. Ancak Ali, bu isteğimizi kabul etmeyip: «Sizin bu develerdeki payınız, ancak diğer Müslümanların payı kadardır. Da­ha fazla bir hakkınız yoktur.» dedi.

Ali, Yemen'deki işini tamamlayıp dönerken başımıza birini emir ta­yin etti. Ali'nin kendisi acele edip hacca gitti. Haccını tamamladığı za­man Peygamber (s.a.v.), ona:«Arkadaşiarının yanma dön, onları da ge­tir.» dedi. Biz daha önce Ali'ye ilettiğimiz isteğimizi bu defa başımıza emir tayin edilen adama ilettik. O, bu istediğimizi yerine getirdi. Ali, dö­nüp geldiği zaman zekat develerine binilmiş olduğunu onların sırtların-daki izlerden anladı. Yerine vekil bıraktığı adamı, bu hareketinden do­layı kınayıp ayıpladı. Ben de eğer Medine'ye döner, RasûluUah'a uğrar-sam Ali'nin bize yaptığı hakaret ve baskıları kendisine anlatacağımı söyledim. Medine'ye geldiğimizde Rasûlullah (s.a.v.)'a uğradım. Söyle­meye yemin ettiğim şeyi ona söylemek istiyordum. Ebu Bekir'e rastla­dım. O, Rasûlullah'ın yanından çıkmakta idi. Beni görünce durdu. Bana «Merhaba» dedi, hal-hatır sordu, ben de kendisinden hal hatır sor­dum.Bana:

- Ne zaman geldin? diye sondu.

Ben de:

- Dün geldim, diye cevap verdim.

Benimle birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma döndü ve ona:

- Ya Rasûlallah, işte Sa'd b. Malik b. Şehid gelmiştir, yanına gir­mek için izin istiyor, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) da:

- içeri girmesine izin ver, dedi.

içeri girip Rasûlullah (s.a.vja saygı gösterip selam verdim. O da se­lamımı aldı. Benim ve ailemin durumunu sordu. Ancak hal hatır sorma işini gizli yaptı. Ben de kendisine dedim ki: «Ya Rasûlallah, Ali'den çok cefa çektik, iyi arkadaşlık etmedi. Bizi sıkıştırdı.» Ali'nin bize yaptıkla­rım birer birer saymaya başladım. Sözümün ortasına geldiğimde Rasûlullah (s.a.v.) -yakınında oturduğum için- uyluğuma vurdu ve şöy­le deyip sözümü kesti:

«Ey Sa'd b. Malik b. Şehid, kardeşin Ali hakkında söylemekte olduğun sözlerinin bir kısmını kes. Allah'a yemin ederim ki, Ali'nin Allah yo­lunda bir asker olduğunu bilmekteyim.»

Rasûlullah (s.a.v.)'ın böyle demesi üzerine ben kendi kendime şöyle dedim: «Ey Sa'd b. Malik, anan seni kaybetsin. Bu günden itibaren artık Ali'nin hoşuna gitmeyecek durumlara girmeyeceğim, artık onun hoşu­na gitmeyecek şeyleri kesinlikle söylediğimi bilmiyorum. Vallahi onu artık ne gizli, ne de açıkça kötü sözlerle anmayacağım.»

Yunus b. Bükeyr, Hudeybiye ashabından olan Anar b. Şaş el-Eslemfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ın Yemen'e gönderdiği süvarilerle birlikte Ali'nin yanında yer aldım. Ali, bana biraz hakaret etti. Ona kırıldım. Medine'ye döndüğümde bir gün bir mecliste oturmakta olan Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma yöneldim..Rasûlullah, bana-bakınca gidip yanma otur­dum. Şöyle buyurdu: «Ey Amr, Allah'a yemin ederim ki, sen bana eziyet ettin.»

Dedim ki: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciun. Rasûlullah'a eziyet et­mekten Allah'a ve İslâm'a sığınırım.» Benim böyle demem üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:«Kim Ali'ye eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur.»

Seyf b. Ömer de Abdullah b. Said vasıtasıyla Eban b. Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu: «Her kim bir Müslümana eziyet ederse bana eziyet etmiş olur, bana eziyet eden kimse de Allah'a eziyet etmiş olur.»

Ebu Ya'lâ, Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Mescidde ben ve iki adam oturmaktaydık. Ali'nin aleyhinde konuş­tuk. Rasûlullah (s.a.v.), öfke ile bize yöneldi. Ben de onun öfkelenmesin­den Allah'a sığındım. Rasûlullah (s.a.v.), bize şöyle dedi:

«Benimle sizin aranızda ne olmuş? Kim Ali'ye eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur.» [16]

 

Ğadîr-Î Hum Hadisi

 

îmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Tufeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Ali, Küfe mescidinin avlusunda insanları topladı. Sonra onlara şöyle dedi:

- Her Müslümanın Gadir-i Hum gününde Rasûlullah'tan duyduğu şeyler için Allah aşkına şahitlik etmesini rica ediyorum. Orada bulunan insanlardan bir çoğu ayağa kalktılar ve Rasûlullah (s.a.v.)'ın Gadir-i Hum'da Ali'nin elini tutup insanlara şöyle dediğine şahitlik ettiler: «Be­nim mü'minlere canlarından daha yakın olduğumu biliyor musunuz?»

Gadir-i Hum'da bulunan Müslümanlarda: «Evet ya Rasûlallah» de­diler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: «Ben, kimin dos­tu isem şu Ali de onun dostudur. Allah'ım, Ali'ye dostluk edene dost ol, Ali'ye düşmanlık edene de düşman ol.» Bu konuşma üzerine ben oradan ayrıldım. İçimde bir şüphe duymaya başladım. Zeyd b. Erkam'a rastla­dım. Ona şöyle dedim: «Biliyor musun, Ali şöyle ve şöyle diyor.»

Zeyd: «Sen bunu inkar mi ediyorsun? Rasûlullah (s.a.v.)'m Ali için böyle dediğini ben de işittim» dedi.»

Ebu Bekir eş-Şafiî, Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'ın: «Ben kimin dostuysam Ali de nun dos­tudur. Allah'ım, Ali'ye dostluk edene dost ol. Ona düşmanlık edene de düşman ol.» dediğine şahitlik yapmaları için insanlardan rica ettiler. Ben de aralarında idim.»

Ebu Ya'lâ ile Abdullah b. Ahmed, Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

«Küfe mescidinin avlusunda Ali'nin insanlardan şu ricada bulun­duğunu gördüm:

- Gadir-i Hum gününde Rasûlullah'm: «Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur» dediğini kim duymuşsa, Allah aşkına burada şahid-lik etsin.

Hz. Ali'nin bu ricası üzerine Bedir savaşma katılmış oniki kişi kal­kıp şahitlik ettiler. Hatta onlardan birine baktım. Üzerinde bir şalvar vardı. Onlar dediler ki:

- Gadir-i Hum gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğuna şahid olduk: «Ben mü'minlere kendi canlarından daha yakın değil mi­yim? Benim zevcelerim de onların anneleridir. Öyle değil mi?»

- Evet öyledir ya Rasûlallah, denilince, şöyle buyurmuştu: «İşte ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur. Allah'ım, Ali'ye dost olana dost ol, ona düşman olana da düşman ol.» Başka bir rivayette de Abdur-ranman b. Ebi Leyla, bu şahitlikte bulunarak şöyle demiştir: «Oniki kişi ayağa kalkıp şöyle dediler:

- Evet ey Ali, o zaman Rasûlullah (s.a.v.), senin elini tutarak şöyle demişti: «Allah'ım, Ali'ye dost olana dost ol, ona düşman olana düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onu yardımsız bırakanı da yardımsız bı­rak.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Rebah b. Hars'm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Birkaç kişi, Küfe mescidinin avlusunda duran Hz. Ali'nin yanma gelerek şöyle dediler:

- Selam sana ey Mevlamız. Hz. Ali, onlara şöyle sordu:

- Siz Arap bir kavimsiniz, nasıl sizin mevlanız olabilirim?

- Ğadir-i Hum gününde Rasülullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işi tik:

«Ben kimin mevlası isem şu Ali de onun mevlasıdır. O adamlar ora­dan ayrılıp gittiklerinde ben de peşlerine takıldım. Onların kim oldğu-nu sorduğumda dediler ki: «Biz Ensâr'dan bir topluluğuz.» Aralarında Ebu Eyyüb el-Ensârî de vardı. »

Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, Rebah b. Hars'ın şöyle dediğini rivayet.et-miştir:-

«Kûfe mescidinin avlusunda oturmakta ve Ali ile sohbet etmekte iken üzerinde yolculuk izleri bulunan bir adam gelip Hz. Ali'ye hitaben: «Selam sana ey Mevlam» dedi. O adamın kim olduğunu Hz. Ali'ye sor­duklarında Ebu Eyyüb olduğunu söyledi. Ebu Eyyüb, şöyle dedi:

- Ben, Rasülullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:«Ben ki­min mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.»

imam Ahmed b. Hanbel, Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasülullah (s.a.v.)'la birlikte Vadi Hum denen bir vadide mola ver­dik. Namaz kılmamızı emretti. Namazı öğle sıcaklığında kıldık. Bize bir hutbe irad etti. Hutbe irad ederken kendisi için güneşin hararetinden korunması amacıyla semûr ağacının üzerine bir örtü örtülerek bir göl­gelik yapıldı. Hutbesinde bize şöyle dedi:

- Bilmez misiniz ki (veya şahidlik etmez misiniz ki) ben her mü'min kimseye kendi canından daha yakınım?

- Evet öyledir ya Rasûlallah.

- Ben, kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, Ali'ye düşmanlık edene düşman ol, ona dostluk gösterene de dost ol.»

Maruf b. Harbud, Hüzeyfe b.Üseyd'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Rasülullah (s.a.v.), Veda haca dönüşünde ashabını Batha'daki bir­birine yakın ağaçların çevresinde mola vermekten menetti. Sonra onla­ra haber gönderdi. Onlar da o ağaçların altında namaz kıldılar. Sonra Rasülullah (s.a.v.) kalkıp ashabına şöyle dedi:

- Ey insanlar! Hmi her şeye nüfuz eden ve kendisi de her şeyden ha­berdar olan Allah, bana haber verdi ki: Her peygamber, mutlaka kendi­sinden önceki peygamberin yarı ömrü kadar yaşayacaktır. Zannederim ki yakında ben Rabbimin huzuruna davet edileceğim. Ben de bu davete icabet edeceğim. Benden sorulacak, sizden de sorulacak. Siz ne diyecek­siniz?

- Senin risaleti tebliğ ettiğine, nasihat verdiğine, çaba sarfettiğine şahitlik edeceğiz. Allah sana hayır mükafat versin,

- Allah'tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in de onun ku­lu ve elçisi olduğuna, Allah'ın Cennet'inin hak olduğuna, ateşinin hak olduğuna, kıyamet saatinin kuşkusuz geleceğine ve Allah'ın mezarda-kileri dirilteceğine şahitlik etmez misiniz?

- Evet, buna da şahitlik ederiz.

- Allah'ım şahid ol. Ey insanlar, doğrusu Allah benim mevlamdır. Bende mü'minlerin mevlasıyım ve onlara canlarından daha yakınım. Ben kimin mevlası isem, şu (Ali) de onun mevlasıdır. Allah'ım, Ali'ye dostluk gösterene dost ol. Ona düşmanlık edene de düşman ol. Ey insan­lar, ben sizin elçinizim. Sizler, genişliği Basra ile San'a arasındaki me­safeden daha uzun olan bir havuzun başına geleceksiniz. O havuzda yıl­dızlar sayısınca kaplar vardır. îki de gümüş bardak vardır .Yanıma gel­diğinizde aranızda bıraktığım iki kıymetli şeyi soracağım. Siz benden sonra onlara nasıl davrandığınıza dikkat edin. O kıymetli şeylerin en büyüğü, Allah'ın kitabıdır. Bir tarafı Allah'ın elinde bir tarafı da sizin elinizdedir. Ona sanlın ki, sapmayasmız. Onun hükümlerini değiştir-meyesiniz. Size bıraktığım iki kiymetli şeyden ikincisi de benim aile ef-radımdır. Zira ilmi her şeye nüfuz eden ve her şeyden haberdar olan Al­lah, bana bildirdi ki, bu iki kıymetli şey sizin havuz yanma gelişinize ka­dar birbirinden ayrılmayacaklardır.»

Abdürrezzak, Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasülullah (s.a.v.)'la birlikte yola çıktık.

Ğadir-i Hum mevkiine vardığımızda mola verdik. O esnada bir ün-leyici toplanmamız için çağrıda bulundu. Toplandığımızda Rasülullah (s.a.v.), bize şöyle dedi:

- Ben size canınızdan daha yakın değil miyim?

- Evet ya Rasûlallah.

- Ben size annelerinizden daha yakın değil miyim?

-  Evet ya Rasûlallah.

-  Ben size babalarınızdan dah yakın değil miyim?

- Evet ya Rasûlallah.

- Öyle değilmiyim, öyle değilmiyim, öyle değil miyim?

- Evet ya Rasûlallah.

- Ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur. Allah'ım, Ali'ye dost olana dost ol, ona düşmanlık edene düşman ol.

Hattab oğlu Ömer de Rasülullah (s.a.v.)'ın bu konuşmasından son­ra Ali'ye şöyle dedi:

- Tebrik ederim seni ey Ebu Talib'in oğlu Ali! Bu gün sen bütün mü'minlerin velisi ve dostu oldun.»

Hafiz Ebu Bekir Hatib el-Bağdadî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Her kim zilhicce ayının onsekizinci gününden oruç tutarsa ona alt­mış ay oruç tutmuşçasma sevap yazılır. O gün Gadir-i Hum günüdür. O günde Peygamber (s.a.v.)> Ebu Talib oğlu Ali'nin elini tutmuş ve sahabelere şöyle demiştir:

- Ben mü'minlerin velisi değil miyim?

- Evet ya Rasûlallah.

- Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur. Rasûlullah (s.a.v.)'m bu konuşmasından sonra Hattab oğlu Ömer, Ali'ye şöyle dedi:

- Ey Ebu Talib'in oğlu, sana ne mutlu! Bu gün sen hem benim hem de her Müslümanın mevlası oldun.»

Bu hadise üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu: «Bu gün size dininizi ikmal ettim.» (ei-Mâide, 3.)

Her kim receb ayının yirmiyedinci gününde oruç tutarsa ona altmış ay oruç tutmuşcasma sevap yazılır. Çünkü o gün Cebrail'in risaleti in­dirdiği ilk gündür.»

Ben derim ki: Bu rivayette birkaç bakımdan münkerlik vardır. Zira yukardaki ayet-i kerimenin bu günde nazil olduğu söylenmektedir. Oy­sa mezkur ayet-i kerime, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde de Hattab oğlu Ömer'den rivayet olunduğu gibi arefe gününde nazil olmuştur. Ay­rıca adını zikrettiklerimizin dışında bir diğer sahabe topluluğundan da: «Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.» hadisi rivayet edil­miştir. Ancak bu hadisin senedinin mezkur sahabelere ulaştığı husu­sunda zayıflık vardır. [17]

 

Kuş Hadisi

 

Bu hadis hakkında bazı âlimler eserler tasnif etmişlerdi. Bunun çe­şitli rivayet yolları vardır. Ancak bu rivayet yollarının tamamı üzerinde tartışmaya açık hususlar vardır. Biz, burada önce bu hadisi ele almak istiyoruz:

Tirmizî, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in yanında bir kuş vardı. Peygamber (s.a.v.), o kuşla ilgili olarak şöyle dedi: «Allah'ım, mahrukatın arasında en çok sevdiğin kimseyi bana gönder de benimle birlikte şu kuşun etinden ye­sin» Peygamber böyle dedikten sonra Hz. Ali geldi ve kuşu onunla bera­ber yedi.»

Tirmizî, bu hadisin garib olduğunu söylemiştir. Ebu Yala, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah'a ekmeğiyle birlikte kızartılmış bir keklik hediye edil­di. Rasûlullah (s.a.v.) da: «Allah'ım, yaratıklarından en çok sevdiğin bir kimseyi bana gönder de benimle birlikte bu yemeği yesin.» diye dua etti. Hz. Aişe de: «Allah'ım, bu yemeği Rasûlullahla birlikte yemesini baba­ma nasip et.»  dedi. Hafsa da: «Allah'ım, bu yemeği Rasûlullah'la birlik­te yemeyi babama nasip et.» dedi. Ben de: «Allah'ım, bu yemeği Rasûlullahla birlikte yemeği Sa'd b. Ubade'ye nasip et.» dedim. Kapının vurulduğunu işittim. Kapıyı vuran adama: «Rasûlullah meşguldür, işi­ne git.» dedim. Tekrar kapının vurulduğunu işittim, dışarı çıktığımda kapıda duran adamın Ali olduğunu gördüm. Kendisine Rasûlullah (s.a.v.)'ın meşgul olduğunu gidip sonra gelmesini söyledim ve içeri gir­dim. Tekrar kapının vurulduğunu işittim. Ali selam verdi. Rasûlullah (s.a.v.), bir sesin geldiğini duydu ve: «Bak bakalım hele kapıyı vuran kimmiş?» dedi. Dışarı çıktım, kapıda duranın Ali olduğunu gördüm. Rasûlullah'a dönüp kapıda duranın Ali olduğunu söyledim. Rasûlullah (s.a.v.) da:«îçeri girmesine izin ver.» dedi. Ben de izin verdim. Ali içeri girdi. Rasûlullah (s.a.v.) da: «Allah'ım, ona dost olana dost ol.» dedi.

Ebu Ya'lâ, Süddf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında bir kuş vardı. «Allah'ım, yaratıkla­rından en çok sevdiğin kimseyi bana gönder de benimle birlikte kuşun etini yesin.» dedi. Ebu Bekir geldi. Rasûlullah, onu geri çevirdi. Ömer geldi, onu da geri çevirdi. Osman geldi. Onu da geri çevirdi. Sonra Ali geldi, ona izin verdi.»

Ebu'l-Kasım b. Ukbe, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a kızartılmış bir kuş hediye edildi.Yemeği önü­ne koydu. Sonra şöyle dedi: «Allah'ım, yaratıklarından en çok sevdiğin kimseyi bana gönder de benimle birlikte bu yemekten yesin.» Ali gelip, kapıyı vurdu. «Kim o?» diye sordum. «Ben Ali'yim» dedi. Ben de kendisi­ne Rasûlullah (s.a.v.)'m meşgul olduğunu söyledim. Kapıyı üç kez vur­du. Dördüncü kez ayağıyla kapıya vurup içeri girdi. Peygamber (s.a.v.), kendisine: «Niçin geciktin?» diye sordu. Ali de şöyle cevap verdi:«Üç kez geldim. Ama Enes, içeri girmeme engel oldu.» Peygamber (s.a.v.) bana: «Niçin böyle yaptın?» diye sorunca ona şöyle cevap verdim:«Bu yemeği kendi akrabalarımdan bir adamın seninle birlikte yemesini arzuladı­ğım için böyle yaptım.»

Ebu'l-Kasım el-Beğavî ile Ebu Ya'lâ el-Musilî, Rasûlullah'ın azadlı-sı Sefine'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

«Ensâr'dan bir kadın Rasûlullah (s.a.v.)'a iki ekmek parçası arasın­da kızartılmış iki kuş hediye etti. Evde de benden ve Enes'ten başka kimse yoktu. Rasûlullah (s.a.v.) gel di. Yemeğinin getirilmesini emretti. Ben de kendisine: «Ya Rasûlallah, Ensâr'dan bir kadın sana bir hediye getirdi.» dedim ve o iki kuşu kendisine takdim ettim. Rasûlullah (s.a.v.) da: «Allah'ım, yaratıkların arasında sana ve Rasûlüne en çok sevgili olan bir kimseyi bana gönder.» diye dua etti. Ebu Talib oğlu Ali geldi. Kapıyı gizlice vurdu. Ben de:

- Kim o? diye sordum.

- Hasan'm babasıyım, dedi. Sonra kapıyı vurdu. Sesini yükseltti. Rasûlullah (s.a.v.):

- Kim kapıyı vuruyor? diye sordu. Ben de:

- Ebu Talib oğlu Ali'dir, diye cevap verdim. Rasûlullah (s.a.v.):

- Kapıyı ona aç, dedi.

Kapıyı açtım, îçeri girdi. Rasûlullah (s.a.v.), onunla birlikte o iki ku­şu yedi.»

Ebu Muhammed Yahya b. Muhammed b.Said, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'e kızartılmış bir kuş getirildi. Peygamber (s.a.v.) de: «Allah'ım, Allah ve Rasûlünü seven bir adamı bana gönder.» diye dua etti. Ali geldi. Peygamber (s.a.v.)de:«Allah'ım, benim de en çok sevdiğim kimseyi bana gönder» diyerek duasını tamamladı.»

Abbad b. Yakub, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a toy denen bir kuş hediye edildi. Kızartılmış olan bu kuş sofraya konularak Rasûhıllah'a takdim edildi. Enes b. Ma­lik de Rasûlullah (s.a.v.)'m kapıcılığını yapmaktaydı. Sofra önüne ko­nulduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), ellerini göğe kaldırarak şöyle dua etti: «Allah'ım, yaratıkların arasında en çok sevdiğin kimseyi bana gön­der de bu kuşu benimle beraber yesin.» Ben yanına gittim. îçeri girmek için izin istedim. Enes onun meşgul olduğunu söyledi.Ben de geri dön­düm.Sonra Rasûlullah (s.a.v.), duasını tekrarladı. Üçüncü kez tekrar­ladığında ben yine gidip yanma girdim.Rasûlullah (s.a.v.), beni görün­ce: «Allah'ım, yaratıkların arasında benim de en çok sevdiğim kimseyi bana gönder.» diyerek duasını tamamladı. Ben de onunla birlikte o kuşu yedim. Yemeği yedikten sonra oradan ayrıldığımda Enes, bana şöyle de­di: «Ey Hasan'm babası, benim için mağfiret dile. Sana karşı bir suç işle­dim. Benim yanımda da bir müjde vardır.» Enes böyle dedikten sonra Peygamber (s.a.v.)'den duyduğu müjdeyi bana anlattı. Bende Allah'a hamdettim. Onun için mağfiret diledim. O da memnun oldu. Bana ver­diği müjde, bana karşı işlediği suçu ortadan kaldırmış oldu.» [18]

 

Hz. Alî'nin Fazîletîne Daîr Başka Bir Hadîs

 

Ebu Bekir eş-Şafıî, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)la birlikte Ensâr'dan bir kadının İsraf adındaki hurmalığına gittik. Kadın, Rasûlullah (s.a.v.) için küçük bir hurma ağa­cının altına su serptikten sonra bir yaygı serdi. Rasûlullah (s.a.v.) da o esnada şöyle dedi: «Şimdi size cennetliklerden bir adam gelecektir.» Ebu Bekir geldi. Rasûlullah, sonra tekrar şöyle dedi: «Şimdi size cennet­liklerden bir adam gelecektir.» Böyle demesinden sonra Ömer geldi. Sonra yine şöyle dedi:«Şimdi size cennetliklerden bir adam gelecektir.»

Başım hurma ağacının altında eğmiş durumda idi. Sonra şöyle dedi: «Allah'ım, dilersen gelecek olan o cennetlik adamı Ali yaparsın.» Böyle dedikten sonra Ali geldi. Sonra Ensâr'dan plan o kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a bir koyun kesti, ben de onu pişirdim. Rasûlullah (s.a.v.) yedi. Biz de yedik. Öğle vakti olduğunda kalkıp namaz laldı. Biz de kıldık, ne o abdest aldı, ne de biz aldık. İkindi vakti olduğunda namaz kıldı, yine ne o abdest aldı, ne de biz aldık.»

Ebu Ya'lâ, İbn Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Babamla birlikte Aişe'nin yanına gittik. Ona Ali'yi sordum.Hz. Ai-şe dedi ki: Ali kadar Rasûlullah tarafından çok sevilen başka bir adam görmedim. Ali'nin hanımı (Fatıma) kadar Rasûlullah tarafindan çok se­vilen başka bir kadın da görmedim.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Abdillah el-Becelf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ümmü Seleme'nin yanma gittim. Bana dedi ki: —Aranızda yaşamakta iken Rasûlullah'a sövülür müydü? —Allah korusun (veya sübhanallah), böyle birşey yapılabilir mi hiç? —Ben, Rasûlullah (s.a.v.) in şöyle dediğini işittim: «Ali'ye söven ba­na sövmüş olur.»

Ebu Ya'lâ, Ebu Abdillah el Becelfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ümmü Seleme, bana şöyle dedi:

- Rasûlullah (s.a.v.)'a minber üzerindeyken sövülür müydü? —Bu nasıl olur?

- Şimdi Ali'ye ve onu sevenlere sövülmüyor mu? Oysa ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ali'yi sevdiğine şahitlik ederim.» Ümmü Seleme, Cabir ve Ebu Said'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye şöyle demiştir:«Beni sevdiğini iddia edipde sa­na öfke duyan kimse, beni sevdiğine dair ileri sürdüğü iddiada yalancı­dır.» Ancak bu rivayetlerin senedleri zayıftır, delil olarak ileri sürüle-mezler.

Abdürrezzak, Zer b. Hubeyş'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali'nin şöyle dediğini işittim: «Habbeyi yaran ve canlıyı yaratan Al­lah'a yemin ederim ki, Peygamber (s.a.v.), bana şöyle demiştir: «Seni ancak mü'min kimse sever ve sana ancak münafık olan kimse öfke du­yar.»

/ îbn Ukbe, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etti M, Rasûlullah (s,a.v.), şöyle buyurmuştur: «Ali'ye öfke duymakla birlikte bana ve getirdiğim şeye iman ettiğine dair iddiada bulunan kimse yalancıdır, mü'min de­ğildir»

Bu rivayet senediyle birlikte uydurmadır. Sabit değildir, doğrusu­nu Allah bilir.

Hasan b. Arfe, Ammar b.Yasir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in Ali'ye şöyle dediğini işittim: «Seni seven ve senin hakkında doğru söyleyen kimseye ne mutlu. Sana öfke duyan ve senin hakkında yalan söyleyen kimsenin de vay ha­line!» Bu mealde birçok hadis rivayet edilmiştir.

Abdürrezzak, ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye bakıp şöyle dedi: «Sen dünyada efendi­sin, ahirette efendisin. Seni seven beni sevmiştir. Senin sevgilin, Al­lah'ın sevgilisidir. Sana öfke duyan bana öfke duymuştur. Seni sevme­yeni Allah da sevmez . Benden sonra sana öfke duyan kimsenin vay hali­ne.»

Haris b. Hasîre, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), beni çağırdı ve şöyle dedi:«Sende Meryem oğlu İsa'dan bir örnek vardır. Yahudiler, ona öfke duydular. Öyle ki, onun anasına iftirada bulundular. Onu Hrıstiyanlara sevdirdiler. Öyle ki, Hrıstiyanlar da onu hak etmediği bir mertebeye getirdiler.»

Dikkat edin, benden dolayı iki zümre insan helak olacaktır. Bunlar­dan birisi, benim hakkımda abartılı bir sevgi besleyip ifrata kaçar ve be­ni layık olmadığım bir mertebeye yükseltmeye çalışır. Diğeri de bana öf­ke duyar, bana olan öfkesi yüzünden iftira eder. Dikkat edin, ben pey­gamber değilim. Bana vahyedilmez. Ancak ben Allah'ın kitabı ve pey­gamberinin sünnetiyle elimden geldiği kadarıyla amel ederim. Size, Al­lah'ın taatine dair verdiğim emirler haktır. Hoşunuza giden ve gitme­yen hususlarda bana itaat etmekle yükümlüsünüz.»

Yakub b. Süfyan, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, ateşin taksimcisiyün. Kıyamet gününde şu sana, şu da bana diyeceğim.»

Ben derim ki: Avam arasında yaygın olan yanlış bir kanat şudur ki, güya Hz. Ali, Cennet'te Kevser havuzunun başında durup insanlara su dağıtacaktır. Bunun aslı yoktur. Sağlam yollardan böyle bir rivayet gel­memiştir. Rivayetlerde sabit olduğuna göre Kevser havuzunun başında insanlara su dağıtacak olan kişi, Rasûlullah(s.a.v.)'dır.

Kıyamet gününde şu dört kişiden başka hiçbir şahsın binek üzerin­de gelmeyeceğine dair nakledeceğimiz hadis de asılsızdır. Güya Rasûlullah (s.a.v.) Burak üzerinde, Salih peygamber devesi üzerinde, Hamza da Abda adlı deve üzerinde, Ali de Cennet'in üzerinden bir dere üzerinde gelecek ve tehlil getirerek sesini yükseltecektir.

Yine baza kimselerin ağızlarında Ali adına yapılan yeminlerin de şe­riatta yeri yoktur. "Ali aşkına al", "Ali aşkına ver" ve benzeri şekillerde yeminler ediyorlar ki bunlar rafizilerin uydurmalarıdır ve asılsız şey­lerdir. Bu gibi yeminler hiçbir cihetten sahih değildir. Hatta bunu alış­kanlık haline getiren kimselerin ölüm anında imanlarının gideceğin­den korkulmaktadır. Allah'tan başkasının adına yemin eden kimse, şirk koşmuş olur.

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), bana uğradı. Ben rahatsızdım, şöyle diyordum: «Allah'ım, eğer ecelim gelmişse artık beni (vefat ettirip) rahata kavuş­tur. Eğer ecelim gelmemişse şu hastalığı üzerimden kaldır. Eğer bu bir musibetse bana sabır ver.» Daha da bazı şeyler söyledim ve duamı tek­rarladım. Rasûlullah (s.a.v.) da ayağıyla bana vurup:

- Ne söyledin? diye sordu.

Ben de söylediklerimi tekrarlayınca kendisi: «Allah'ım, ona afiyet ver (veya şifaya kavuştur)» diye dua etti. Artık ondan sonra hiç hasta­lanmadım.»

- Muhammed b. Müslim b. Darih, Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«İlmi hususunda Adem'e; anlayışı hususunda Nuh'a, yumuşak huyluluğu bakımından İbrahim'e, zahidliği hususunda Zekeriya oğlu Yahya'ya, kuvvetli olma bakımından Musa'ya bakmak isteyen kimse EbuTalib oğlu Ali'ye baksın.»

Bu cidden münker bir hadistir, s ene di sahih değildir.

Hz. Ali'nin hatırına, güneşin battıktan sonra tekrar ufka döndürül­düğüne dair bir hadis te rivayet edilmiştir. Biz bu hadisi bu kitabın pey­gamberlik delilleri bölümünde sened ve lafızlarıyle nakletmiştik. Bura­da tekrarlamaya ihtiyaç yoktur.

Tirmizî, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Taif savaşında Rasûlullah (s.a.v.), Ali'yi çağırdı. Ona gizlice birşey-ler fısıldadı. Bazı kimseler: «Rasûlullah (s.a.v.), amcasının oğlu ile uzun uzadıya fısıldaştı.» deyince o, şöyle karşılık verdi: «Ben onunla ftsıldaş-madım, aksine Allah onunla fısıldaştı. Ona sırlar verdi.»

Bu, hasen ve garip bir hadistir. Bu hadiste Peygamber Efendimiz, "Allah onunla fısıldaştı" demekle kendisinin onunla fisıldaşmasını ve sır vermesini Allah'ın emrettiğini söylemek istemiştir.

Tirmizî, Ümmü Atiyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), bir tarafa bir askeri birlik gönderdi. Aralarında Ali de vardı. Rasûlullah (s.a.v.), onları gönderdikten sonra ellerini se­maya kaldırarak şöyle dua etti: «Allah'ım, Ali'yi bana göstermeden beni öldürme.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Zalim el-Mazinî'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Muaviye, Kûfe'den çıktığında yerine Muğire b. Şube'yi vekil bırak­tı. Hatipler kalkıp Hz. Ali'nin aleyhinde konuşmaya başladılar. Ben de Said b. Zeyd b. Ömer b. Nüfeyl'in yanıbaşmda durmaktaydım. Said, bu duruma öfkelenip kalktı, elimden tutup yürümeye başladı ve bana şöyle dedi:

«Kûfelilerden bir adama lanet okunmasını emreden şu kendine ya­zık eden adamı görüyor musun? Oysa ben onlardan dokuz kişinin cen­netlik olduğuna şahitlik ederim. Onuncusuna da şahitlik edersem gü­nahkar olmam.»

Ben de Said'e şöyle dedim:

- Nedir bu şahitlik ettiğin şey?

- Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu: «Ey Hira, yerinde dur, se­nin üzerinde ancak bir peygamber veya bir sıddık veya beş şehid var­dır.»

- Kimlerdir onlar?

- Rasûlullah, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Talha, Abdur-rahman b. Avf ve Sa'd b. Malik.

- Ya onuncuları kimdir?

- Benim."

İmam Ahmed b. Hanbel, Veda haccında bulunan Habeşi b. Cünade es-Selulî'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: Ali bendendir, ben de ondamm, görevimi ancak ben veya (benim yerime) Ali ifa eder.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Zeyd b. Besiğ'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'i Berâe sûresi ile birlikte Mekkelile-re gönderdi. O seneden sonra bir müşrikin hac edemiyeceğini, Beyt'in çıplak olarak tavaf edilemeyeceğini, mü'min kimseden başkasının Cen-net'e giremeyeceğini, Rasûlullah (s.a.v)la kendisi arasında belirli bir süreye kadar barış antlaşması bulunan kimselerin bu antlaşmalarının belirlenen süre sonuna kadar geçerli olacağım, Allah ve Rasûlünün müşriklerden uzak olduğunu bildirmesini Ebu Bekir'e emretti. Ebu Be­kir de bu emri alıp yola çıktı. Üç gün yol gittikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'ye: «Hemen yola çık, Ebu Bekir'e ulaş, bu emirleri onun yerine sen tebliğ et.» dedi. Bilahare Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'ın ya­nma döndüğünde ağladı ve: «Ya Rasûlallah, benim hakkımda birşey mi meydana geldi?» diye sorunca: Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle verdi:

«Senin hakkında birşey meydana gelmiş değildir. Ancak bu emirle­rin şahsım tarafından veya ehl-i beytimden bir adam tarafından tebliğ edilmesine dair bana bir emir geldi.»

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Berâe sûresinden on ayet nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'i çağırdı. Bu ayetleri Mekkelüere okuması için Ebu Bekir'i bu ayetlerle Mekke'ye gönderdi. Sonra beni çağırdı ve bana şöyle dedi:

«Ebu Bekir'e yetiş. Onu bulduğun yerde yazıyı kendisinden al. Mek-kelilere götür ve onu onlara sen oku.» Ben de yola çıktım. Cühfe'de Ebu Bekir'e ulaştım. Yazıyı kendisinden aldım. Ebu Bekir, Medine'ye dönüp Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle sordu:

- Ya Rasûlallah, benim hakkımda birşey mi nazil oldu?

- Hayır, yalnız Cebrail bana gelip şöyle dedi: Sana verilen emri ya sen tebliğ et ya da ailenden bir adam tebliğ etsin.»

Bu rivayette münkerlik vardır. Çükü Ebu Bekir'in hemen Medi­ne'ye döndüğü söylenmektedir. Oysa Ebu Bekir, o sene geri dönmemiş, aksine o senede (yani hicretin dokuzuncu senesinde) hac emirliği yap­mıştır. O, Hz. Ali'yi bir cemaatla birlikte Mina düzlüğüne göndermiş, kurban bayramı gününde ve teşrik günlerinde Berâe'yi yüksek sesle ilan etmişlerdi. Biz bu hususu Ebu Bekir es-Sıddık'm haccı meselesinde ve Berâe suresinin tefsirinin baş kısmında açıklamışızdır.

Cabir'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.):« Ali'nin yü­züne bakmak ibadettir.» demiştir. Ancak bu rivayetler sahih değildir. Bunların senetlerinde ya yalancı kimseler ya da durumu belirsiz meç­hul şahsiyetler ve Şiiler vardır.

Taberanî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Şu ayet-i kerime, Rasûlullah (s.a.v.)'a nazil olmuştu: «Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, ze­kat veren ve rükû eden mü'minlerdir.»(el- Mâide, 55.)

Bu ayet-i kerime kendisine nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), evinden çıkıp Mescid-i Nebevî'ye girdi. O şurada insanların bir kısmı rükû halinde, bir kısmı kıyam halinde namaz kılmaktaydılar. Bir dilen­ci gördü. Ona şöyle sordu:

- Ey dilenci, sana birşey veren oldu mu?

- Hayır, ancak (Ali'yi göstererek) şu rükû halindeki adam bana yü­züğünü verdi.»

Bu rivayet hiçbir cihetten sahih değildir. Çünkü senedi zayıftır. Hz. Ali hakkında özel olarak herhangi bir Kur'ân ayeti nazil olmuş değildir.

Bazıları şu aşağıda sıraladığımız ayet-i kerimelerin Ali hakkında nazil olduğuna dair hadisler nakletmektelerse de bunlardan hiçbiri sa­hih değildir. Onun hakkında nazil olduğu ileri sürülen ayet-i kerimeler şunlardır:

«Sen ancak bir uyarıcısın. Her milletin bir yol göstereni vardır.» (er-Ra'd, 7.)

«Onlar, içleri çektiği halde yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler.» (el-Insan, 8.)

«Hacca gelenlere su vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe inananla, Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttu­nuz?» <et-Tevbe, 19)

«İşte Rableri hakkında tartışmaya giren iki taraf.» (el-Hacc, 19.) Bu ayet-i kerimenin, Hz. Ali, Hz. Hamza ve Ubeyde; kafirlerden de Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe hakkında nazil olduğu, sahih hadisle sabit­tir.

İbn Abbas'ın:

«Ali hakkında nazil olduğu kadar, başka bir kimse hakkında Kur'ân ayeti nazil olmuş değildir.» ve «Ali hakkında 300 ayet nazil olmuştur.» gibi sözlerine gelince bunlardan hiçbiri sahih değildir.

Ebu Said b. Arabî, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), mecsitte oturmaktaydı. Ashabı onun çevresini kuşatmışlardı. O esnada Ali gelip selam verdi. Sonra durup oturacağı bir yer bulmak için baktı. Rasûlullah (s.a.v.)'da Ali'ye kimin yer verece­ğini görmek için ashabının yüzüne baktı. Ebu Bekir, Rasûluîlah (s.a.v.)'m sağ yanında oturmaktaydı. Yerinden biraz geri çekilerek: «Ey Hasan'm babası, şuraya buyur» dedi. Ali de Rasûlullah ile Ebu Bekir'in arasına oturdu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'ın sevinç duyduğunu yüzünden anladık. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'e dönüp şöyle dedi:«Ey Ebu Bekir, ancak fazilet sahibi kimselere üstün ikramda bulu­nulur.»

«Ali, beşeriyetin en hayırhsıdır. Kim ona itaat etmezse kafir olur. Kim onun emirliğine razı olursa şükretmiş olur» mealinde nakledilen hadise gelince, bu uydurmadır. Bunu uydurup ortaya atanı Allah kah­retsin.

Tirmizî, Hz. Ali'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyur­muştur:

«Ben hikmetin eviyim, Ali ise kapısıdır.»

Bu, garip bir hadistir.

Süveyd b. Said, Hz. Ali'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

«Ben ilmin şehriyim Ali ise kapısıdır, ilim elde etmek isteyen kimse, şehrin kapısına gelsin.»

İbn Adiy, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.), şöyle bu­yurmuştur:

«İlim öğrenmek isteyen kimse, Ali'nin pınarcığına gelsin.»

İbn Adiy, Abdullah b. Amr'dan rivayet etti ki, hastalığı zamanında Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

«Bana kardeşimi çağırın.» Ona Ebu Bekir'i çağırdılar. Rasûlullah, ondan yüz çevirdi. Sonra: «Bana kardeşimi çağırın.» dedi. Ona Ömer'i çağırdılar. Ondan da yüz çevirdi. Sonra: «Bana kardeşimi çağırın.» dedi. Osman'ı çağırdılar, ondan yüz çevirdi. Sonra: «Bana kardeşimi çağırın.» dedi. Ona Ebu Talib oğlu Ali'yi çağırdılar. Gelen Ali'yi bir örtü ile Örtüp üzerine eğildi. Ali yanından çıktığı zaman kendisine: «Rasûlullah (s.a.v.) sana neler söyledi?» diye sorduklarında şu cevabı verdi:«Bana ilimden bazı bablar öğretti ki, o bablardan her biri kapıya açılır.» Bu, uy­durmadır.

İbn Asakir, Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in yanında oturmaktaydım. Ona Ali'yi sordu­lar, şöyle buyurdu: «Hikmet, on kısma bölündü. Dokuz kısım Ali'ye, bir kısmı da bütün insanlara verildi.»

Bu münker hatta uydurma bir hadistir. Bunu uydurup ortaya ko­yan ve böyle bir iftirada bulunan kimseyi Allah kahretsin.

Ebu Ya'lâ, Ebu'l-Bahteri'den rivayet etti ki, Hz. Ali şöyle demiştir:

«Ben, genç yaşta iken Rasûlullah (s.a.v.), beni Yemen'e gönderdi. Kadılık hususunda bilgim yoktu. Elini göğsüme vurup şöyle dedi: «Al­lah, senin kalbine doğru yolu gösterecek ve lisanına sebat verecektir.» Onun elini göğsüme vurmasından ve benim için böyle dua yapmasın­dan sonra artık iki kişi arasında hüküm verirken hiç şüpheye düşme­dim»

Rivayete göre Hz. Ömer, Hz. Ali hakkında şöyle demiş: «Ali, kadılığı en iyi bilenimizdir. Hüküm verme hususunda en bilgili olanımızdır. Übey de Kur'ân'ı en iyi okuyanımızdır.»

Hz. Ömer:«Ebu Hasen'i yani Ali'si bulunmayan bir problemle karşı­laşmaktan Allah'a sığınırın.» dermiş.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kendisine yemin ettiğim Allah hakkı için Ebu Talib oğlu Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'la en son konuşan kimse olmuştur. Ona en yakın olan da oydu. Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'ı hastalığı esnasında gün be gün zi­yaret ederdik. O hep şöyle derdi:«Ali geldi mi?» Ben, Ali'yi bir işi için gön­derdiğini sanıyordum. Bilahare Ali geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.)'m onunla görülecek bir işi olduğunu sanarak odadan dışarı çıkıp kapı önünde oturduk. Oturanlar arasında kapıya en yakın olan bendim. Ali, Rasûlullah'm kulağına eğildi. Aynı günde de Rasûlullah (s.a.v.) vefat et­ti. Bu durumda Rasûlullah (s.a.v.)la en son konuşan kişi Ali oldu.»

Ebu Ya'lâ, Cemi b. Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Annemle teyzem, Hz. Aişe'nin yanma gidip şöyle dediler.

- Ey mü'minlerin annesi, bize Ali'yi anlat.

- Siz elini Rasûlullah (s.a.v.)'m vücudunun üzerine koymuş olduğu esnada Rasûlullah(s.a.v.)'ın can verdiği ve onun da elini yüzüne sürdü­ğü, sonra Rasûlullah'm defnedileceği yer hususunda ihtilafa düşülün­ce: "Allah'ın en çok sevdiği yer, Rasûlullah'm vefat ettiği yerdir" diyen bir adam hakkında bana daha ne soru soruyorsunuz?

- Peki madem böyleydi de ne diye Ali'ye karşı çıktın, onunla savaş­tın?

- Bu olup bitmiş bırşeydır. Onunla savaşmamak için yerküre üze­rindeki her şeyi fidye olarak vermeyi çok isterdim.»

Bu, cidden münker bir rivayettir. Sahih rivayetlerde buna ters düşen ve bunu çürüten ifadeler vardır. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle bir soru soruldu:

- Ya Rasûlallah, senin vefatından sonra kimi emir yapalım?

- Eğer Ebu Bekir'i emir yaparsanız, onu dünyada güvenilir ve za-hid bir kimse ve ahirete de yönelen bir insan olarak bulursunuz. Eğer Ömer'i emir yaparsanız, onu güçlü ve güvenilir, aynı zamanda Allah yo­lunda olarak bulursunuz. Eğer Ali'yi emir yaparsanız -ki yapacağınızı sanmıyorum- onu hidayete ermiş, hidayete erdiren ve sizi sırat-ı müsta­kime yönelten bir kimse olarak bulursunuz.»

Hakim Ebu Abdillah en-Nisaburî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Cin heyetinin geldiği gecede Peygamber (s.a.v.)'le birlikte idik. Peygamber (s.a.v..), derin bir nefes aldı. Kendisine dedim ki:

- Ya Rasûlallah, neyin var senin?

- Bana öleceğim bildirildi.

- Öyleyse yerine bir halife tayin et.

- Kimi tayin edeyim?

- Ebu Bekir'i tayin et.

Ben böyle dedikten sonra sustu. Sonra ara verdi.Tekrar derin bir nefes aldı. Kendisine dedim ki:

- Neyin var senin ya Rasûlallah?

- Ey İbn Mesud, Öleceğim bana haber verildi.

- Öyleyse yerine bir halife tayin et.

- Kimi tayin edeyim?

- Ömer'i tayin et.

Ben böyle dedikten sonra sustu. Bir süre geçtikten sonra tekrar de­rin nefes aldı. Kendisine dedim ki:

- Neyin var senin ya Rasûlallah?

- Ey İbn Mesud, öleceğim bana haber verildi.

- Öyleyse yerine bir halife tayin et.

- Kimi tayin edeyim?

- Ebu Talib oğlu Ali'yi tayin et.

- Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki, eğer ona ita­at ederlerse hepsi topluca Cennet'e gireceklerdir.»

Ebu Ya'lâ, Hz. Ali'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle bu­yurmuştur:

«Allah, Ebu Bekir'e rahmet etsin.O kızını benimle evlendirdi. Beni hicret diyarında götürdü, malını vererek Bilal'ı hürriyetine kavuştur­du. Allah, Ömer'e rahmet etsin. O, hakkı -acı da olsa- söyler.

Allah, Osman'a rahmet etsin. Melekler, ondan utanırlar.

Allah, Ali'ye rahmet etsin. Her nereye dönerse hak da onunla beraber döner.»

Ebu Ya'lâ, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim:

- Sizden bazıları Kur'ân'm indirilmesi hususunda savaştığı gibi tevili hususunda da savaşacaktır.

Ebu Bekir dedi ki:

- Savaşacak olan o kişi ben miyim ya Rasûlallah?

- Hayır. Ömer dedi ki:

- Savaşacak olan o kişi ben miyim ya Rasûlullah?

- Hayır! Ama o kişi ayakkabıyı diken kişidir.

Hz. Ali de o esnada Rasûlullah'ın kendisine verdiği ayakkabısını dikmeyteydi.»

Biz bu hadisi, Hz. Ali'nin Haricilerle yaptığı savaşı anlatırken nak­letmiştik. Allah'a hamdolsun.

Yine o kısımlarda naklettiğimiz gibi Hz. Ali, Zübeyr'e şöyle demişti: «Ey Zübeyr, Rasûlullah (s.a.v.), senin haksız yere benimle savaşacağım sana söylemişti.»

Hz. Ali'nin, böyle demesi üzerine Cemel savaşında Zübeyr, cephe­den dönmüş ve dönerken de Vadi's-Siba' denen vadide öldürülmüştü.

Hz. Ali'nin, Cemel ve Sıffîn savaşlarmdaki sabrü sebatım, şecaat ve kahramanlığı, Nehrevan savaşında da gösterdiği üstün kahramanlık­ları ve Haricileri öldüren taraftarlarının faziletine dair nakledilen ha­disleri de önceki kısımlarda aktarmıştık.

Ebu Said el-Hudrî ile Ebu Eyyüb el-Ensârf den de rivayet olunduğu­na göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'ye, dinden çıkan Hariciler, zulümkar olan Şamlılar ve ahdi bozan Cemel savaşındaki karşıtları ile savaşması­nı emretmiştir. Ancak bu hadis de zayıftır. [19]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/490-496.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/496-498.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/498.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/498.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/498-499.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/499.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/500.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/501-504.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/504.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/504.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/505-507.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/508-519.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/519-522.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/522-525.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/526-533.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/534-540.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/540-544.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/544-546.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/546-555.