Hicretin
Otuzsekîzîncî Senesinde Vefat Eden '
Şahsiyetler Sehl B. Hanif
Hz.
Ebu Bekir Es-Sıddık'ın Oğlu Muhammed
Hicretin
Otuzdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Şahsiyetler Sa'd El-Kurazî
Mü'minlerîn
Emirî Hz. Ali'nin Öldürülmesi
Hz.
Alî'nin Eşlerî, Oğulları Ve Kızları
Müminlerin
Emirî Alî'nin Fazileti
Hz.
Alî'nin Fatımatü'z-Zehra (R.A.) İle Evlenmesi
Hz.
Alî'nin Fazîletîne Daîr Başka Bir Hadîs
Bu senede Muaviye, Amr
b. As'ı Mısır'a gönderdi. Amr, Mısır diyarını Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed'in elinden aldı. Muaviye, Mısır'a Amr b. As'ı vali olarak atadı. Daha
Önce Hz. Ali, oraya Kays b. Sa'd b. Ubade'yi vali olarak tayin etmişti. Kays,
orayı istila eden Muhammedb. Ebi Hüzeyfe'nin elinden kurtarmıştı. Hz. Osman,
kuşatma altına alındığı zaman Mısır valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebi Şerh idi.
Abdullah, orayı fethetmiş olan Amr b. As'ı Mısır'daki görevinden
uzaklaştırmıştı. Nitekim bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık.Sonra Hz. Ali,
Kays b.Sa'd'ı, Mısır valiliğinden azledip oraya Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed'i atamıştı. Ancak Kays'ı oradan azlettiğine de pişman olmuştu. Çünkü
Kays b.Sa'd, Muaviye'ye de Amr b. As'a da denk bir şahsiyetti. Hz. Ebu Bekir'in
oğlu Muhammed, oraya tayin edildiğinde Muaviye'ye ve Amr b. As'a denk bir
kuvvete sahip değildi. Kays b. Sa'd, Mısır valiliğinden az-ledildiğinde dönüp
Medine'ye gitti. Sonra Irak'ta bulunan Hz. Ali'nin yanına gitti. Onunla beraber
oldu. Muâviye, bu hususta şöyle diyordu:
«Allah'a yemin ederim
ki, Kays b.Sa'd, beni Ali'nin yanında bulunan 100.000 savaşçıdan daha çok
kızdıran bir şahsiyettir.»
Kays, Sıffm savaşında
Hz. Ali'nin safları arasında Muaviye'ye karşı savaştı. Hz. Ali, Sıffîn
savaşından sonra Mısırlıların yirmialtı yaşında genç bir vah oluşu yüzünden
Muhammed b. Ebu Bekir'i hafife aldıklarını ve otoritesini tanımadıklarını
duyunca Mısır valiliğine tekrar Kays b.Sa'd'ı atamaya karar verdi. Güvenlik
kuvvetlerini onun ya da Musul ve Nusaybin valisi olan Ester en-Nehaî'nin
uhdesine vermek istedi. Sıffîn savaşından sonra Hz. Ali, bu durumu Eşter'e bir
mektupla bildirdi. Onu yanma çağırttı. Sonra Mısır'a vali olarak atadı.
Muaviye, Mısır
valiliğine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in yerine Ester en-Nehaî'nin
atandığını duyunca çok öfkelendi. Çünkü o, Mısır'ı Hz.Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed'in elinden almaya tamahlanmış-tı. Ester en-Nehaî'nin akıllı ve bahadır
biri olması yüzünden Mısır'ı kendisine karşı koruyacağını biliyordu. Ester,
Mısır'a gitmek üzere yola çıkıp Kalzum'a ulaştığında haraç toplama görevlisi
Hansar, onu kaşla-dı. Hansar, Eşter'e yemek yedirdi ve bal şerbeti içirdi.
Ester de bu yüzden vefat etti. Muaviye, Amr b. As ve Şamlılar, bu hadiseyi
duyunca: «Allah'ın baldan askerleri vardır.» dediler.
"Tarih" adlı
eserinde İbn Cerir'in anlattığına göre Muaviye, Han-sar'a haber göndererek
Eşter'e tuzak kurmasını ve öldürmesini istemiş ve bunu yaptığı takdirde
kendisine bazı vaadlerde bulunmuştu. Bu yüzden Hansar, Eşter'i öldürmüştü.
Ancak bu anlatılanların doğruluğunda ihtilaf vardır. Şayet doğruluğunu var
sayarsak demek ki, Muaviye, Hz. Osman'ın katillerinden biri olduğu için Eşter'i
öldürmeyi caiz görmüştür.
Kısaca anlatmak
istediğimiz şudur ki; Muaviye ile Şamlılar, Ester en-Nehaî'nin ölümüne çok
sevindiler. Bundan haberdar olan Hz.Ali de bahadır ve yetenekli bir kimse
olduğundan ötürü Eşter'in Ölümüne üzüldü. Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'e de
mektup yazarak Mısır valiliğini devam ettirmesini emretti. Yalnız Muhammed'in
Mısır'daki otoritesi zayıflamıştı. Ayrıca Hz. Osman'ın Harbeta beldesinde bulunan
taraftarları da ona muhalefet bayrağını açmışlar ve güçlenmişlerdi. Hz. Ali,
Sıfîîn'den dönerken ve hakem hadisesi vuku bulurken Iraklılar, Şamlılarla
yaptıkları savaştan bozguna uğramış vaziyette geri dönerken bunlar iyiden
iyiye kuvvetlenmişlerdi. Şamlılar da Devmetü'l-CendePde iktidarın sarsılması esnasında
halifeliği Muaviye'ye teslim etmişler ve durumları kuvvetlenmişti. O esnada
Maviye, komutanları Amr b. As, Şurahbil b. Semt, Abdurrahman b. Halid b. Velid,
Dahhak b. Kays, Büsr b. Ebi Ertat, Ebu Aver es-Sülemî ve Hamza b.Sinan
el-Hemedanî ile diğerlerini toplantıya çağırmış; Mısır diyarına gitme hususunda
fikirlerini sormuş, onlar da olumlu cevap vererek: «Sen nereye gidersen biz de
seninle beraberiz.» demişlerdi. Fethettiği takdirde Mısır valiliğini Amr b.
As'a vereceğini Muaviye, bu toplantı akabinde açıklamış, Amr b.As da buna
sevinerek Muaviye'ye şöyle demişti:«Mısırhların üzerine savaştan anlayan
güvenilir bir adam komutasında askerler göndermem uygun gÖrüyorum.Çünkü
Mısır'da Hz.Osman'm taraftarları vardır. Göndereceğin orduya, muhaliflere karşı
yardıma olacaklardır.»
Muaviye de şöyle
dedi:«Oraya asker göndereceğimizi oradaki taraftarlarımıza haber verecek bir
adam göndermek istiyorum. Ayrıca oradaki muhaliflerimize de bir adam gönderip
de bu adamın onları barışa davet etmesini istiyorum. Ey Amr! Sen acelecilikle
temayüz etmiş ve bundan hayır görmüş bir kimsesin. Ben de ağır davranmakla
temayüz etmiş ve bundan hayır görmüş bir kimseyim. Ey Amr! Allah sana neyi
takdir ederse onu yap. Yemin ederim ki, sen ve Mısırlıların durumu aranızdaki
bir savaşla sona erecektir.»
Bundan sonra Muaviye,
Mısır diyarındaki Hz. Osman taraftarları-nının ve Hz. Ali'ye be/at
etmeyenlerin, onun gönderdiği valilerin emri altına girmeyenlerin reisleri olan
Muaviye b. Hadic es-Sekunî ile Mesle-me b. Muhalled el-Ensârf ye haber
göndererek ordusunun Mısır'a gelmek üzere olduğunu bildirdi. Mısır'daki Osman
taraftarlarının sayısı 10.000 civarında idi. Bu haberi Sebi adlı kölesiyle
Mısır'a ulaştırdı. Mektup, Mesleme ile Muaviye b. Hadic'e ulaşınca bunlar
sevindiler ve cevaplarını göndererek bundan mutluluk duyduklarını ve
göndereceği orduya yardımcı olacaklarım beyan ettiler. Bunun üzerine Muaviye de
6.000 kişilik bir orduyu Amr b. As komutasında Mısır'a gönderdi. Muaviye,
orduyu yola çıkardı. Amr b. As'la ve dal aş ti. Allah'tan kokmasını, takvalı
olmasını, merhametli olmasını, muhaliflerine süre tanımasını, aceleci
olmamasını, kendisiyle savaşanlarla savaşmasını, arkasını dönüp kaçanları
affetmesini, insanları barışa ve cemaata davet etmesini tavsiye etti. Ona:
«Eğer galib olursan yardımcıların senin yanında başkalarına göre ayrıcalıklı
olsunlar.» dedi.Amr b. As, Mısır'a hareket etti. Oraya vardığında Hz. Osman
taraftarları da onun askerlerine katıldılar. Amr, onları da komutası altına
alarak Hz. Ebu Bekir'in oğlu Mu-hammed'e şöyle bir mektup gönderdi:
«Şimdi sen buralardan
uzaklaş. Çünkü benim elimle öldürülmeni istemiyorum.Sana galip olma arzusunda
değilim. Şu beldelerde insanlar sana karşı toplanmışlar ve senin yönetimini
protesto edip sana uyduklarından ötürü pişman olmuşlardır. Zahir ile batın bir
araya geldiğinde seni yakalayıp öldürecek olan kimseye teslim edeceklerdir.
Buralardan çıkıp git. Doğrusu ben sana öğüt verenlerdenim vesselam.»
Amr b. As, bu mektubu
ile birlikte Muaviye'nin de kendisine yazmış olduğu mektubu Hz. Ebu Bekir'in
oğlu Muhammed'e gönderdi. Muaviye, mektubunda ona şöyle demekteydi:
«Taşkınlığın ve
haksızlığın sonucu, büyük bir vebaldir. Haksız yere kan akıtan kimse dünyada
intikamdan, ahirette azaplı bir sorumluluktan kurtulamaz. Doğrusu biz, Osman'a
karşı senden daha sert muhalefetti başka bir kimse bilmemekteyiz. Hani o
zamanlar, sen elindeki hançerinle onun bağırsaklarına ve şah damarlarına
vuruyordun ve senin bu yaptıklarından haberim olmadığım sanıyordun. Nihayet
geldin ve memleketime komşu bir diyara vali oldun. Oysa senin valilik yaptığın
diyarın ahalisinin büyük bir çoğunluğu benim taraftarlarım dır. Ve sana karşı
öyle bir ordu gönderdim ki, bu ordudaki askerler seninle cihad etmeyi Allah'a
yaklaşma'vesilesi saymaktadırlar. Her nerede olursan ol, Allah bu intikamı
senden mutlaka alacak ve seni kısasa tabi tutacaktır. Vesselam.»
Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhainmed, kendisine gönderilen bu iki mektubu dürüp Hz. Ali'ye gönderdi ve
Muaviye'nin emri üzerine Amr b. As'ın bir orduyla Mısır'a geldiğini bildirdi.
Sonra da: «Eğer Mısır diyarına ihtiyacın varsa, bana mal ve adam gönder
vesselam.» dedi. Hz. Ali de sabırlı olmasını, düşmanla savaşmasını ve kendisine
mal ve adam göndereceğini, elden geldiğince takviye birlikler göndereceğini
Muhammed'e bir mektupla bildirdi. Muhammed de Muaviye'ye cevabî mektubunu
gönderdi. Mektubunda çok ağır ifadeler vardı. Aynı seviyede bir mektubu Amr b.
As'a da gönderdi. Kendisi de kalkıp halka bir nutuk irad etti. Onları cihada ve
üzerlerine gelmekte olan Şamlılarla savaşmaya teşvik etti.
Amr b. As, kendi
ordusuyla ve Mısır'da ikamet etmekte olup kendisinin saflarına katılan Osman
taraftarlarıyla toplam olarak 10.000 kişilik bir askeri birlikle Mısır'a
geldi.
Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed de çağrısına icabet eden 2.000 Mısırlı süvariyle harekete geçti.
Ordusunun öncü kuvvetlerinin başına Kinane b. Bişr'i komutan olarak atadı.
Kinane, karşılaştığı Şamlılarla savaşıyor, onları mağlub edip Amr b.As'a
gönderiyordu. Amr b. As da Muhammed'e karşı Muaviye b.Hadic'i gönderdi. Muaviye
b. Hadic, arkadan gelip Muhammed'in askerlerine saldırdı. Şamlılarda önden
gelip saldırdılar. Böylece Muhammed'in ordusunu çembere aldılar. Bunun üzerine
Kinane, atından inip düşmanla savaştı. Savaşırken de şu ayet-i kerimeyi okudu:
«Hiçbir kimse,
Allah'ın izni olmadan ölmez.O,belli bir vakte bağlanmıştır.» (Al'i Imrân,
145.)
Kinane savaştı,
nihayet öldürüldü.Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in askerleri
dağılıp gittiler.Muhammed'in kendisi de oralardaki bir harabeye gidip sığındı.
Amr b.As, Mısır'ın Fustat kentine girdi. Muaviye b. Hadic, Muhammed'i aramaya
başladı. Yolda bir cemaata rastladı.Onlara: «Tanınmadığınız bir adam buradan
geçti mi?» diye sordu. Onlar: "Hayır." diye cevap verince aralarından
biri şöyle dedi:
«Ben şu harabede bir
adamın oturmakta olduğunu gördüm.» Muaviye b. Hadic de: «Ka'be'nin Rabbine
yemin ederim ki odur.» dedi. Harabeye gidip Muhammed'i dışarı çıkardılar.
Susuzluktan ölmek üzereydi. Kardeşi Abdurrahman b.Ebu Bekir, Amr b.As'a gitti.
Abdurrahman da onunla birlikte Mısır'a gelmişti. Amr b. As'a: «Kardeşimi
işkenceyle mi öldüreceksiniz?» diye çıkıştı. Amr b. As da Muaviye b.Hadic'e
haber göndererek Hz.Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i öldürmeden yanına getirmelerini
istedi. Ancak Muaviye b. Hadic, şöyle dedi: «Hayır vallahi olmaz. Onlar,
Kinane b. Bişr'i öldürsünler de ben Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i sağ
bırakayım! Bu olacak şey midir?» Hz.Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Hz. Osman'ı
öldürenlerdendi. Hz. Osman, onlardan su istemiş ancak vermemişlerdi.
Yakalandığında Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, içmek için su istemiş, ancak
Muaviye b. Hadic, şöyle karşılık vermişti: «Eğer ben sana bir damla su içirecek
olursam Allah bana ebediyete kadar su içirmesin. Çünkü siz Osman'ı içecek
sudan mahrum bırakmıştınız. Allah da ona saf bir içecek verdi.»
Ibn Cerir'le
başkalarının anlattıklarına göre Ebu Bekir'in oğlu Muhammed, Muaviye b. Hadic,
Amr b. As, Muaviye ve Hz. Osman'a tahkir edici sözler sarfedince Muaviye
b.Hadic, öfkelenerek onu öldürmüş, sonra cesedini eşek leşleri arasına atarak
yakmıştı. Hz. Aişe, bunu duyunca çok üzülmüş ve Muhanımed'in çocuklarım yanına
almıştı. Aralarında oğlu Kasım da vardı. Hz. Aişe, her namazdan sonra Muaviye
ve Amr b. As'a beddua etmeye başlamıştı.
Vakidî'nin anlattığına
göre Amr b.As, aralarında Ebu Aver es-Sülemî'nin de bulunduğu 4.000 kişilik bir
orduyla Mısır'a geldi. Müsen-na denen yerde Mısırlılarla karşılaştı. Şiddetli
bir şekilde savaştı. Nihayet Kinane b.Bişr b.Attab et-Tecib'i öldürüldü. O
esnada Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed kaçıp Cebele b.Mesruk adındaki bir
adamın yanında gizlendi. Cebele, Muaviye b. Hadic'e gidip Muhammed'in yanında
gizlenmekte olduğunu ihbar etti. Muaviye b. Hadic'in adamları da gelip
Muhammed'in gizlenmekte olduğu evi çembere aldılar. Muhammed çıkıp onlarla
çarpıştı. Nihayet öldürüldü. Bu hadise, hicri otuzsekizinci senenin safer
ayında vuku buldu. Muhammed öldürüldükten sonra Hz. Ali, Ester en-Nehai'yi
Mısır'a vali olarak gönderdi. Ancak Ester yolda iken vefat etti. Doğrusunu
Allah bilir.
Amr b.As, Mısır'daki
durumlarını, oradaki fethini, insanların ken- . dilerine itaat ettiklerini,
emirlerini dinlediklerini, cemaatın toplandığını ve kendilerine verilen emrin
yerine getirildiğini bildiren bir mektubu Muaviye'ye gönderdi.
Hişam b. Muhammed el-Kelbî'nin
anlatıltığına göre Muhammed b. Ebi Hüzeyfe b. Utbe de Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed'in öldürülmesinden sonra yakalanmıştı. Bu, Hz. Osman'a karşı asileri
kışkırtanlardan ve onu öldürmeleri için azmettirenlerdendi. Amr b. As, bunu
yakalayıp Muaviye'ye gönderdi. Kendisi hemen onu-öldürmek istemedi. Çünkü
Muaviye'nin dayısı oğluydu. Muaviye, onu Filistinde hapsetti, ancak hapisten
kaçıp gitti. Belka diyarında Abdullah b. Amr b. Zalam adında biri onu takibe
başladı. Muhammed, bir mağaraya gizlenmişti. Yabani eşekler gelip mağaraya
girmek istediklerinde Muhammed'i görünce ürküp kaçmışlardı. Orada ekin
biçenlerden birkaç kişi merkeplerinin kaçıştıklarını görünce bir tuhaflık
olduğunu sezmişler, mağaraya gidip baktıklarında Muhammed'in orada gizlenmekte
olduğunu görmüşlerdi. Bunlar gidip durumu Abdullah b. Amr b. Zalam'a
bildirdiler. Abdullah b. Amr, onu Muaviye'ye gönderdiği takdirde Muaviye'nin
onu affedeceğinden endişe etti. Kendisi onun boynunu vurdu.
İbn Kelbî de böyle
demiştir. Vakidî ile diğerlerinin anlattıklarına göre Muhammed b. Ebi Hüzeyfe,
hicretin otuzaltma senesinde öldürülmüştür. Nitekim biz de önceki sayfalarda
böyle demiştik. Doğrusunu Allah bilir.
İbrahim b.Hüseyin b.
Dizil kitabında der ki: Amr b.As, Müslümanlarm gizliliklerini Rumlara açıklayan
Mısırlı bir Kıptînin suçunu tesbit etmiş ve yaklaşık 13.000.000 dinar
tutarındaki malını ganimet saymıştı.
Ebu Mihnef, bazı
senetlere dayanarak şöyle demiştir: Hz. Ali, Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in
öldürüldüğünü ve Mısır'da cereyan eden hadiseleri, Amr b.As'ın orayı ele
geçirdiğini, Mısırlıların onun ve Muaviye'nin etrafında toplandıklarını
duyunca çevresindeki halka bir nutuk irad etti. Onları, cihada ve sabra teşvik
edip düşmanları olan Şamlılara, Mısırlılara karşı gazaya davet etti. Küfe ile
Hire arasındaki Cerea mıntıkasında buluşmalarım söyledi. Ertesi gün oraya
gitmek üzere yola çıktı. Nihayet gidip Cerea'ya konakladı. Fakat peşinden
gelen olmadı. Akşam olunca ahalinin eşrafına haber gönderip yanma çağırttı.
Yanma geldiklerinde hüzünlü ve umutsuzdu. Kalkıp onlara şöyle bir konuşma
yaptı:
«Bazı işleri kaza
buyuran ve bazı fiilleri takdir eden, beni sizinle imtihan eden ve kendilerine
emrettiğimde bana itaat etmeyen kimselerle beni simyan, davet ettiğimde
davetime icabet etmeyen kimselerle beni mihnete düşüren Allah'a hamdolsun.
Hayret ediyorum, Muaviye, bazı katı ve bayağı adamları davet ediyor, onlar onun
davetine icabet ediyorlar. Oysa Muaviye, onlara hiç bir bağışta bulunmuyor ve
yardımda etmiyor. Ama buna rağmen senede iki ya da üç kez dilediği yere gitme
hususunda ona icabet ediyorlar. Ben sizi davet ediyorum, sizler akıllı kimselersiniz,
bağışlara ve yardımlara mazhar kimselersiniz. Buna rağmen yanımdan ayrılıp
gidiyor, bana isyan ediyor ve bana karşı muhalefette bulunuyorsunuz. Bu ne
iştir?»
Malik b. Ka'b el-Evsî,
kalkıp insanları Hz. Ali'nin emrine uymaya, buyruklarını dinlemeye ve kendisine
itaatta bulunmaya davet etti. 2.000 kişi onun bu çağrısına icabet etti. Hz. Ali
de bu çağrıya icabet edenlerin başına Malik b. KaVı komutan yaptı. Bunlar beş
gün süreyle yol aldılar. Bu sırada Mısır'dan Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in
yanında yer almış olan bir grup gelerek Mısır'daki hadiseleri, Hz. Ebu Bekir'in
oğlu Muhammed'in nasıl Öldürüldüğünü, Amr b. As'm orayı nasıl ele geçirdiğini,
Hz. Ali'ye bildirdiler. Hz. Ali de Malik b. KaVa haber göndererek onu yoldan
geri çevirdi. Çünkü onların Mısır'a ulaşmadan önce Şamlıların kendilerine bir
tuzak kurmalarından korktu.
Iraklılar, Hz. Ali'ye
muhalefet etmeye başladılar. Emirlerine uymadılar. Yasaklarına riayet
etmediler. Ona baş kaldırdılar. Hükümlerine, sözlerine ve ve fiillerine
aldırış etmediler. Çünkü cahildiler. Akılları kıttı. Kaba ve katı kimselerdi.
Çokları facir ve günahkardı. Bunun üzerine Hz.Ali, Basra'daki valisi ibn
Abbas'a bir mektup göndererek Iraklılardan gördüğü muhalefet ve inadı şikayet
etti. tbn Abbas da ona bir teselli mektubu gönderdi. Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed'in öldürülmesinden ötürü taziyetlerini sundu, insanlardan gördüğü anlayışsızlığa
sabretmesini, kötülüklerine tahammül ^etmesini söyledi. Allah'ın sevabının
dünyadan daha hayırlı olacağını ona ifade etti. Bundan sonra İbn Abbas,
Basra'dan kalkıp Kûfe'de bulunan Hz. Ali'nin yanına gitti. Yerine de Ziyad'ı
vali vekili olarak bıraktı.
O esnada Muaviye,
Abdullah b. Amr el-Hadremî ile birlikte bir mektubu Basralılara göndererek
onları, Amr b.As'ın hakem olarak verdiği hükme uymaya davet etti, Abdullah b.
Amr el-Hadremî, Basra'ya geldiğinde Beni Temim kabilesinin yanına, konuk oldu.
Onu himaye etttiler. îbn Abbas'ın vekili olan Ziyad da ona karşı harekete
geçti. Ziyad, Abdullah b. Amr el-Hadremf ye karşı A'yun b. Dabia'yı bir
cemaatla birlikte gönderdi. Bunlar gidip savaştılar. A'yun b. Dabia öldürüldü.
Ziyad da îbn Abbas'm ayrılışından sonra Basra'da meydana gelen hadiseleri bir
mektupla Hz. Ali'ye bildirdi. O esnada Hz. Ali, Cariye b. Kudame et-Temimfyi
elli kişiyle birlikte kavmi olan Beni Temim kabilesine gönderdi. Onunla
birlikte onlara hitaben yazmış olduğu bir mektubu da göndermişti. Bunun üzerine
Beni Temim kabilesinin çoğu Abdullah b. Amr el-Hadremî'den vaz geçtiler. Onu
yardımsız bıraktılar. Cariye de üzerine yürüdü. Onu ve beraberindeki adamları,
bir evde kuşatma altına aldı. Beraberindeki adamlar, kırk veya yetmiş
kişiydiler. Cariye, onların suçlarını beyan edip mazeretlerini dinledikten,
onları uyarıp korkuttuktan sonra hareketlerinden vazgeçmemeleri üzerine onları
ateşle yaktı. [1]
İbn Cerir'in sahih bir
rivayette anlattığına göre Hz. Ali, hicretin otuzsekizinci senesinde Nehrevanlılarla
savaşmıştır. Hirrîs b. Raşid en-Naci, bu senede Hz. Ali'ye baş kaldırmıştı.
Hirris'in beraberinde kendi kavmi olan Beni Naciye kabilesinden 300 kişi
vardı. Hirris ve beraberindekiler, Kûfe'de Hz. Ali ile birlikteydiler. Hirris,
bir gün Hz. Ali'nin yanına gelip ona şöyle demişti:
- Ey Ali, vallahi
artık senin emrine itaat etmeyecek, arkanda namaz kılmayacağım. Yarın da
senden ayrılıp gideceğim.
- Anan seni kaybetsin.
Böyle yaptığın takdirde Rabbine asi olmuş, ahdini bozmuş olur ve sadece kendine
zarar vermiş olursun. Niçin böyle yapıyorsun?
- Çünkü sen kitabın
hükümleri hususunda başkasını hakem tayin ettin, iş ciddiyete gelince hakkı
tutmakta aciz kaldın.Zalim bir topluluğa meylettin. Ben, seni kınıyorum,
senden intikam alacağım. Hepimiz sana muhalifiz.
Bu konuşmadan sonra
Hirris, arkadaşlarının yanına dönüp onlarla birlikte Basra beldesine doğru
harekete geçti. Hz. Ali de peşlerine Makil b. Kays'ı, sonra da Halid b. Madan
et-Taî'yi gönderdi. Halid, dindar güçlü, kuvvetli ve salih bir kimseydi. Hz.
Ali, Halid b. Madan'ı yola çıkarırken MakiTin sözlerini dinlemesini ve ona
itaat etmesini emretti. Halid ve beraberindekiler, Makil'le buluşunca birleşip
tek bir ordu haline geldiler. Sonra Hirris ve arkadaşlarının peşine düştüler.
Aramaya başladılar. Ram Hürmüz dağlarına vardılar. Hirris ve adamlarına karşı
safa dizildiler. Makil b. Kays, birliğinin sağ cenahına Yezid b. Dabbfyî komutan
yaptı. Kendisi de beraberindeki Araplarla birlikte sağ cenahta durdu. Kendisine
tabi olan Kürtleri ve dağlıları da sol cenaha yerleştirdi. Makil b. Kays,
ilerleyip askerlerine hitaben şöyle bir nutuk irad etti-
«Ey Allah'ın kulları!
Karşınızdaki adamlara önce siz vurmayın. Onlar savaşa başlamadıkça siz
başlamayın. Gözlerinizi yumun. Konuşmalarınızı azaltın. Kendinizi vurmaya ve
mızraklamaya konsantre edin. Size bu vesileyle sevap verileceğini müjdeliyorum.
Çünkü sizler, dinden çıkan bir nrkayla, haraç vermeyen dağlılarla
savaşmaktasınız. Hırsızlar ve Kürtlerle savaşmaktasınız. Size saldırıldığmda
sizler de tek adam gibi hep birlikte şiddetlice saldırın.» Bundan sonra Makil,
bineğini iki defa hareket ettirdi. Üçüncüde düşmana karşı saldırıya geçti. Biz
de onunla birlikte topluca saldırdık. Allah'a yemin ederim ki o, dinden
çıkanlar karşımızda bir saat dahi dayanamadılar. Sonra kaçıp gittiler. Biz de o
ayak takımlarım ve Kürtleri öldürdük. Onlardan 300 civarında adam öldürmüştük.
Hirris de yenik düşüp kaçmış, israf mıntıkasına sığınmıştı. Orada kavminden
çok sayıda adam vardı. Adamları ona tabi oldular. Hz. Ali taraftarları, onu ve
adamlarım Sifu'l-Bahr'da Öldürdüler. Hirris'i Numan b. Sahban öldürdü. Bu
savaşta Hirris'le birlikte 170 kişi öldürüldü.
Şa'bî dedi ki: Hz.
Ali, Nehrevanlüarı öldürünce kavminden çok sayıda adamlar ona muhalefet
ettiler. Etrafındaki saflar çözüntüye uğradı. Beni Naciye kabilesi, ona
muhalefete başladı. îbn Hadremî, Basra'ya gitti. Dağlılar ahidlerini bozdular.
Haraç ödemekte olanlar haraç ödememeye başladılar. Oradaki vali Sehl b. Hanif
i Fars diyarından kovdular. Bunun üzerine ibn Abbas, Hz. Ali'ye Ziyad b.
Ebihi'yi oraya vali olarak ataması tavsiyesinde bulundu.Hz. Ali de Ziyad'i
oraya vali olarak atadı. Ziyad, hicretin otuzdokuzuncu senesinde büyük bir
toplulukla Fars diyarına vali olarak gitti. Onları zorladı ve nihayet onlar da
haraç ödemeye başladılar.
ibn Cerir ve diğerleri
dediler ki: Hicretin otuzsekizinci senesinde insanlara Mekke valisi Kuşem b.
Abbas haccettirdi. Kusem'in kardeşi Ubeydullah b. Abbas, Yemen valisi idi.Yine
bunların kardeşleri Abdullah da Basra valisi idi. Temman b. Abbas ise Medine
valisi idi. Horasan'da Halid b. Kurre el-Yerbuî vali idi. Başka bir rivayete
göre Horasan valisi Ibn Ebzi idi. Mısır diyarına gelince orası Muaviye'nin
hükmü altına girmişti. Muaviye, oraya Amr b. As'ı vali olarak atamıştı. [2]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Sehl b. Hanif b. Vahib b. Alim b. Salebe el-Ensari el-Evsî. Bedir
savaşına katıldı. Uhud savaşında sebat etti. Diğer gazvelerde de hazır
bulundu.Hz. Ali'nin arkadaşıydı. Onunla beraber bütün savaşlara iştirak etti.
Yalnız Cemel savaşında hazır bulunmadı. Çünkü o zaman Hz. Ali, onu Medine'de
vali olarak bırakmıştı. Sehl b. Hanif, hicri otuzsekizinci senede Kûfe'de vefat
etti. Cenaze namazını Hz.Ali kıldırdı. Namazında beş ya da altı tekbir aldı.
Sehl'in Bedir savaşma katılan sahabelerden olduğu söylenmiştir. [3]
Bu zat, Sehl b.
Beyda'nm kardeşidir. Bütün savaşlara iştirak etmiştir. Hicri otuzsekizinci
senenin ramazan ayında vefat etmiştir. Çoluk çocuğu yoktu. [4]
"er-Rûmî"
diye bilinir. Yemenlidir. Künyesi Ebu Yahya b. Kasid'dir. Babası veya amcası
Kisra'ya bağlı Eyle valisi idi. Bunların evleri Musul'da Dicle kıyısında idi.
Fırat kıyısında olduğu da söylenir. Rumlar, bunların beldelerine baskın yapmış
ve küçük yaşta Süheyb'i esir almışlardı. Bir süre Rumların yanında kalmış,
sonra Beni Kelb kabilesi onu satın almış, Mekke'ye götür, Abdullah b. Cüd'an
onu Beni Kelb kabilesinden satın alarak azad etmişti. Bir süre Mekke'de
kalmıştı.
Rasûlullah (s.a.v.)'m
biseti esnasında iman etti. İslâmiyet'in ilk zamanlarında aynı günde Ammar b.
Yasir'le birlikte Müslüman olmuştu. Kendilerinden önce otuz küsur adam da
İslâm'a girmişti. Süheyb, Allah yolunda işkence gören m üs ta zafl ardandı.
Rasûlullah (s.a.v.), hicret ettiğinde Süheyb, ondan birkaç gün sonra hicret
yolculuğuna çıkmış yolda iken müşriklerden bir topluluk onu yakalayarak
hicretten vaz geçirmek istemişlerdi. Süheyb, onların bu amaçlarını farkedince
okluğunu çıkararak içindeki okları önüne sermiş ve kendisini geri çevirmek
isteyenlere hitaben şöyle demişti:
«Allah'a yemin ederim
ki, benim sizden çok daha iyi ok atan bir ldmse olduğumu bilmektesmiz.Yine
Allah'a yemin ederim ki, önümdeki şu oklardan her biri ile sizlerden bir adamı
öldürmedikçe beni ele geçiremezsiniz. Oklarım tükendikten sonra kılıcımla size
karşı savaşır ve nihayet öldürülürüm. Eğer mal peşinde iseniz malımın yerini
size söylîye-yim. Benim malım falan yerde gömülüdür.» Malının gömülü olduğu yeri
söylemesinden sonra o müşrik topluluk, Süheyb'i bırakıp döndüler ve malını
gömülü olduğu yerden çıkarıp aldılar. Süheyb, Medine'ye ulaştığında Rasûlullah
(s.a.v.):«Ebu Yahya (yani Süheyb) alış verişinde kazançlı oldu.» dedi. Cenâb-ı
Allah da onun hakkında şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
«İnsanlar arasında,
Allah'ın rızasını kazanmak için canını verenler vardır. Allah kullarına karşı
şefkatlidir." (el-Bakara, 207.)
Süheyb, Bedir, Uhud ve
müteakip gazvelere katıldı. Ömer, vurulup da kendisinden sonraki halife seçimi
için altı kişilik şura meclisini teşkil ettiği zaman Süheyb, Hz. Osman halife
seçilinceye kadar namaz kıldırdı. Hz. Ömer'in cenaze namazını o kıldırdı.
Çünkü Hz. Ömer'in arkadaşıydı. Ne uzun ne de kısaydı. Kaşları bitişikti. Gür
saçlıydı. Dilinde aşırı derecede Acem aksanı vardı. Son derece dindar ve
faziletli bir şahsiyet olmakla birlikte şakacı, mizahçı ve neşeli bir
kimseydi. Rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), onu, gözlerinden biri
ağrıdığı halde taze bir salatalık yerken görünce şöyle demişti:
- Gözlerin ağrıdığı
halde taze salatalık mı yiyiyorsun?
- Ben bunu sağlam
gözümün tarafıyla yiyiyorum.
Rasûlullah (s.a.v.),
onun bu cevabı karşısında gülmüştü. Süheyb, hicri otuzsekizinci senede
Medine'de vefat etti. Hicri otuzdokuzuncu senede vefat ettiğine dair zayıf bir
rivayet de vardır. Vefat ederken yetmiş küsur yaşındaydı. [5]
Bu zat, Peygamber
Efendimiz'in sağlığında Veda haccı esnasında Harem'de bir ağaç altında doğdu.
Anası, Esma binti Umeys'tir. Hz. Ebu Bekir, can çekişirken Esma'nm kendisini
yıkamasını vasiyet etmiş, Esma da onu yıkamıştı. Esma'nın şiddeti sona erince
Hz. Ali onunla evlendi. Böylece Muhammed de Hz. Ali'nin kucağında büyüdü.
Halife olunca Hz. Ali, onu Kays b. Sa'd b.Ubade'den sonra Mısır'a vali olarak
atadı.Ni-tekim bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık. Hicri otuzsekizinci senede
Muaviye, Amr b. As'ı Mısır'a gönderdi. Amr da Mısır'ı Muhammed b. Ebi Bekir'in
elinden aldı ve Muhammed'i öldürdü. Bunu da önceki sayfalarda söylemiştik.
Öldürülürken Muhammed, otuz yaşından küçüktü. Allah, ona rahmet etsin ve ondan
razı olsun. [6]
Bu hanımın soy kütüğü
şöyledir: Esma binti Umeys b. Mabed b.Ha-ris el-Hasamiye. Mekke'de Müslüman
oldu. Kocası, Cafer b. Ebi Talible Habeşistan'a hicret etti. Yine onunla
birlikte Hayber'e gitti. Kocası Cafer'le evli iken Abdullah, Muhammed ve Avn
adında üç erkek çocuk doğurdu. Cafer, Mu'te'de öldürülünce Ebu Bekir es-Sıddık
onunla evlendi. Bu evlilikten de Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i doğurdu.
Muhammed, Mısır'a vali oldu. Hz. Ebu Bekir vefat edince Hz. Ali, Esma ile
evlendi. Bu evlilikten de Yahya ve Avn adında iki çocuk doğurdu. Esma, Meymu-ne
binti Haris'in kız kardeşidir. Meymune, Peygamber (s.a.v.) Efendi-miz'in
zevcelerin dendir. Meymune ile Esma, anadan taraf kardeştiler. Esma, aynı
şekilde Hz. Abbas'ın zevcesi Ümmü Fadl'm da ana bir kardeşidir. Esma'mn ana
bir dokuz kız kardeşi vardır. Yine Esma, Hz. Ab-bas'ın Emmare adındaki kız
çocuğunun annesi Selma binti Umeys'in de kız kardeşidir.[7]
Bu senede Muaviye, çok
sayıda askeri teçhiz ederek Hz.Ali'ye bağlı vilayetlere gönderdi. Zira Muaviye,
Amr b. As'm, Ebu Musa el-Eş'arî ile birlikte Hz. Ali'yi halifelikten azletme
hususunda ittifak ettikten sonra kendisini halifeliğe nasb etmesinden dolayı
halifeliğinin kritik aşamaya girdiğini gördü. İnancına göre itaat edilmesi
gereken halife kendisiydi. Ayrıca Iraklılardan teşekkül eden bazı orduların ve
askeri birliklerin birçok hususta kendisine itaat etmediklerini, emrine
uymadıklarım da gördü. Durum bu merkezde iken amacı olan halifelik ve otoriteyi
elde edemiyeceğini düşündü. Oysa halifeliğe kendisinin daha layık olduğu
iddiasmdaydı. Bu senede Muaviye'nin gönderdiği komutanlardan biri Numan b. Beşir'di.
Bunu 2000 süvariyle birlikte Aynu't-Temr'e gönderdi. Burada Hz. Ali'ye bağlı
1000 süvarinin komutanı Malik b. Ka*b el-Er-habi bulunuyordu. Bunlar,
Şamlıların gelmekte olduklarını duyunca dağıldılar. Malik b. KaVm etrannda
sadece 100 kişi kaldı. Malik, bu durumu Hz. Ali'ye bildiren bir mektup
gönderdi. Hz. Ali de insanlara, Malik b. KaTo'ın etrafında toplanmaları
çağrısında bulundu. Ancak onlar, bu çağrıya icabet etmekte ağır davrandılar.
Malik'in yanma gitmek için yapılan çağrıya kulak asmadılar. Bunun üzerine
Hz.AH, kalkıp onlara şöyle bir nutuk irad etti. «Ey Küfe halkı! Şamlıların
müfrezelerinden her bir müfrezenin üzerinize gelmekte olduğunu duyunca
evlerinize kapanıp kapılarınızı üzerinize kilitliyorsunuz. Tıpkı kelerin
deliğine; sırtlanın da inine girip kapanması gibi evlerinize kapanıyorsunuz.
Alda-nan kişi, vallahi sizin aldat ti ğınızdır. Sizden ayrılan kimse, aslan
payını kazanır ve zafer bulur. Çağrı esnasında hürlerden söz edilmez. Kurtuluş
anında da güvenilir kardeşler yoktur. İnnâ lillah ve innâ ileyhi ra-ciun.
(Doğrusu biz Allah'a aidiz ve biz ona dönücüleriz.) Sizden neyi görebildim ki?
Görmeyen körler, konuşmayan dilsizler, işitmeyen sağırlar! înnâ lillah ve innâ
ileyhi raciun!»
Numan b. Beşir, onlara
karşı saldırıya geçti, şiddetli bir şekilde savaştılar.Malik b.Ka'b'ın yanında
100 adam vardı. Kılıçlarının kınlarını kırıp savaşmaya başlamışlardı. Onlar, bu
halde iken Mihnef b. Süleym tarafından kendilerine elli kişilik bir takviye
kuvveti geldi. Bu takviye kuvvetin komutanı Mihnefin oğlu Abdurrahman'dı.
Şamlılar, bu takviye birliğinin geldiğini görünce büyük bir takviye birliğinin
geldiğini sanarak kaçıp gittiler. Malik b. Ka'b da onları kovalamaya başladı ve
onlardan üç kişiyi öldürdü. Diğerleri yollarına devam edip gittiler ve
amaçlarına eremediler.
Yine bu senede
Muaviye, Süfyan b. Avfı 6.000 kişilik bir birliğin başında Heyt şehrine baskın
yapmak üzere yola çıkardı. Heyt şehrinin işini tamamladıktan sonra Enbar'a ve
Medain'e gitmesini tenbihledi. Süfyan b. Avf yola çıktı. Heyt şehrine varınca
orada kimseyi göremedi. Sonra Enbar'a gitti. Orada Hz. Ali'ye bağlı 500
kişilik silahlı bir birlik vardı. Bunlar dağılıp gittiler. Geride sadece 100
kişi kaldı.Bunlar sayıca az olmakla birlikte yine de Süfyan b. Avf la
savaştılar. Sabredip dayandılar. Nihayet komutanları Eşres b. Hassan el-Belevî
öldürüldü. Öldürülürken yanında otuz kadar arkadaşı vardı. Süfyan b. Avf m
askerleri, En-bar'da ele geçirdikleri malları alıp Şam'a döndüler. Hz. Ali, bu
durumdan haberdar olunca bizzat yola çıktı. Nahile'ye gelip konakladı. Oradakiler
kendisine şöyle dediler: «Ey mü'minlerin emiri, bu işi senin yerine biz
yapalım.»
Hz.Ali: «Vallahi siz
ne benim işimi görebilirsiniz ne de kendi işinizi görebilirsiniz.» dedi ve
Şamlıların (Süfyan b. Avf birliğinin) peşine Sa'd b. Kays'ı gönderdi. Bu zat
yola çıktı, onları takibe başladı. Nihayet Heyt'e vardığı halde onları
yakalayamadı, geri döndü.
Bu senede Muaviye,
Abdullah b-. Mes'ad'a el-Fezarî'yi 1700 kişilik askeri bir birlikle Teyma'ya
gönderdi. Toplayacağı zekatları çöldeki be-devilere dağıtmasını, sonra Medine,
Mekke ve Hicaz'a gelmesini emretti. Abdullah b. Mes'ada da bu emir üzerine
Teyma'ya gitti. Etrannda çok sayıda adam toplandı. Hz. Ali, bu durumdan
haberdar olunca Müseyyeb b. Necibe el-Fezarî'yi 2000 kişilik bir askeri
birlikle oraya göndendi. Bu iki birlik Teyma'da karşılaştılar. Güneşin zevali
esnasında şiddetli bir şekilde savaştılar. Müseyyeb b. Necibe, İbn Mes'ada'ya
saldırdı. Ona üç darbe vurdu. Onu öldürmek istemiyordu. Aksine ona: «Kurtulmaya
bak, kurtulmaya bak!» diyordu. İbn Mes'ada da kendi kavminden bir grupla
oradaki bir kaleye sığındı. Geride kalan askerleri de kaçıp Şam'a gittiler.
Bedeviler de Müseyyeb b. Necibe'nin topladığı zekat develerini yağmalayıp
götürdüler .Müseyyeb b. Necibe, onları üç gün süreyle kuşatma altında tuttu.
Sonra kapıya odun atıp ateşe verdi. Kaledekiler ölmek üzere olduklarını
hissedince burçlardan aşağıya eğilip seslendiler. Kendilerinin de Müseyyeb'in
kavminden olduklarım söylediler. Bunun üzerine Müseyyeb, onlara acıyarak ateşi
söndürdü. Gece olunca da kale kapısını açtı, onlar da korkudan kaçıp Şam'a
gittiler.
Abdurrahman b. Şebib,
Müseyyeb b. Necibe'ye: «Yola revan ol, onları yakala.» dedi. Ancak Müseyyeb,
«Hayır, bu olmaz» deyince Abdurrahman :«Mü'minlerin emirine hile yaptın,
bunlarla antlaşma yaptın.» dedi.
Bu senede Muaviye,
Dahhak b. Kays'ı 3.000 kişi ile yola çıkardı. Hz. Ali'nin askerlerinin
bulunduğu yere saldırmasını emretti. Hz. Ali de buna karşılık olarak Hicr b.
Adiy'yi 4.000 kişilik bir askeri birlikle yola çıkardı. Kendilerine masraf
olarak kişi başına elli dirhem harçlık verdi. Bu iki askeri birlik, Tedmür'de
karşılaştılar. Dahhak'ın adamlarından oridokuz kişi, Hicr b. Adi/nin
adamlarından da iki kişi öldürüldü. Gece karanlığı çökünce bunlar dağılıp
gittiler. Dahhak da arkadaşlarıyla birlikte kaçıp Şam'a doğru gitti.
Bu senede Muaviye,
büyük bir ordunun başında yola çıktı. Dicle'ye kadar gitti. Sonra geri döndü.
Bu sene Ebu Talib oğlu
Ali (r.a.), Ziyad b. Ebihi'yi Fars diyarına vali olarak atadı. Farslılar, haraç
vermeye ve Hz. Ali'nin emrine itaata yanaşmamışlardı. Bunun sebebi de İbn
Hadremî ve arkadaşlarının Cariye b. Kudame tarafından bulundukları evde
yakılmalarıydı. Bu yüzden Farslılar, haraç vermemiş ve itaat dışına çıkmışlardı.
Nitekim bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık.
Cariye b. Kudame'nin
İbn Hadremî ile arkadaşlarını bulundukları evde yakması hadisesi ülkede
duyulunca birçok kimsenin kalplerinde Hz. Ali'ye karşı bir şüphe meydana geldi.
Ona karşı muhalefet saflarında yer aldılar ve bu beldelerin ahalisinin çoğu da
haraç vermeye yanaşmadılar. Özellikle Farslılar inatlaşarak valileri Sehl b.
Hanif i aralarından çıkarıp kovdular. Hz. Ali de Farslılann başına kimi vali
olarak atayacağı hususunda etrafındakilere danıştı. İbn Abbas ile Cariye b.
Kudame, Farsılarm başına vali olarak Ziyad b. Ebihi'yi atamasını tavsiye ettiler.
Onun sağlam görüşlü ve siyasetten anlayan bir kimse olduğunu söylemeleri
üzerine Hz. Ali: «Öyleyse Ziyad, Farslılann valisi olsun.» dedi ve onu Fars ve
Kirman şehirlerinin valiliğine atadı. Onu 4.000 süvari ile oraya gönderdi. O
da bu senede Fars ve Kirman vilayetlerine giderek ahaliyi itaat altına aldı.
Haraçlarını ve üzerlerindeki hakları ödediler. Tekrar itaat altına girip
buyrukları dinlemeye başladılar. Ziyad b. Ebihi de onları adalet ve emanetle
idare etti. Öyle ki, o beldelerin ahalisi: «Yumuşaklık ve idarecilikle
geleceğe dair ileri görüşlülük hususunda bu Arap (Ziyad) kadar Enuşirvan
Kisra'ya benzer başka birini göremedik.» demişlerdi. Onun adaleti, ilim ve
keskin görüşü sayesinde o bel-delerdeki huzursuzluklar giderildi. Düzen
sağlandı. Beytü'1-mal için sağlam bir kale edinildi. Orası Ziyad kalesi olarak
biliniyordu. Daha sonra Mansur Elişkeri oraya ordugah kurunca "Mansur kalesi"
denmeye başlandı.
Vakidî dedi ki: Bu
senede Ebu Talib oğlu Ali, Abdulllah b. Abbas'ı hac için Mekke'ye gönderdi.
Muaviye de Yezid b. Sahbere er-Ruhavf yi insanlara haccettirmesi için Mekke'ye
gönderdi. Bu ikisi Mekke'de karşılaştıklarında çekiştiler. Her biri diğerinin
hac emirliği yapmasına nza göstermedi. Neticede Şeybe b. Osman b. Ebu Talha
el-Hacibfnin hac emirliği yapması hususunda anlaşmaya vardılar. O da bu anlaşma
üzerine insanlara haccettirdi ve hac mevsimi boyunca onlara namaz kıldırdı.
Ebu Hasan el-Medainî
dedi ki; Hz. Ali'nin halifeliği süresince Abdullah b. Abbas, hac mevsiminde
Mekke'de hazır bulunmadı. Aslında Yezid b. Sahbere'nin hac emirliği hususunda
kendisiyle çekiştiği kişi Kuşem b. Abbas'tır. Bunlar, sonunda Şeybe b. Osman'ın
hac emirliği yapması hususunda anlaşmaya varmışlardı.
îbn Cerir dedi ki:
Hicretin otuzdokuzuncu senesinde Hz. Ali'nin şehirlerdeki valileri, otuz
sekizinci senedeki valileri idiler. Yalnız Ibn Abbas Basra'dan Kûfe'ye gitmiş,
yerine Basra'da Ziyad b. Ebihi'yi vekil bırakmıştı. Sonra Ziyad da hicretin
otuzdokuzuncu senesinde Fars ve Kirman valiliklerine atanmıştı ki, bunu Önceki
kısımlarda da nakletmiştik. [8]
Bu zat, Rasûlullah
(s.a.v.)'m zamanında Küba Mescidinin müezzinliğini yapıyordu.Hz. Ömer
halifeliğe geçince onu Mescid-i Nebevfnin müezzinliğine tayin etti. Bu kişi,
aslen Ammar b. Yasinin azadhsı idi. Bayram günlerinde Hz. Ebu Bekir'in, Hz.
Ömer ve Hz. Ali'nin önüne kurban etmeleri için keçiyi getiren kişi bu idi.
Müezzinlik, uzun süre bu zatın zürriyetinin uhdesinde kaldı. [9]
Bu zatın künyesi Ebu
Mesud'dur. Bedir savaşma katılmıştır. Yalnız Bedir suyunun başında durmuş,
savaşa iştirak etmemiştir. Sahih olan kavil budur. Akabe bey'atında hazır
bulunmuş olup sahabelerin önde gelen şahsiye derindendir. Hz. Ali, Sıfîîn ve
diğer yerlere giderken Kûfe'de yerine vekil olarak bu zatı bırakmıştır. [10]
îbn Cerir dedi ki: Bu
yıl içinde Muaviye, Amir b.Lüey kabilesinden olan Büsr b. Ertat'ı 3.000 kişilik
bir kuvvetle Hicaz'a doğru yola çıkardı. Ziyad b. Abdullah el Bekkarî,
Avane'nin bu hususta şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Muaviye, hakemlerin
hükmetmelerinden sonra Beni Amir b. Lüey kabilesinden olan Büsr b. Ertat'ı bir
askeri birlikte Şam'dan yola çıkardı. Bunlar, Medine'ye vardılar. Medine'de o
zaman Hz. Ali'ye bağlı Ebu Eyyüb valilik yapmaktaydı. Ebu Eyyüb, bunların
gelmeleri üzerine kaçıp Kûfe'de bulunan Hz. Ali'nin yanına vardı. Büsr de Medine'ye
girdi. Kimse onunla savaşmadı. Minbere çıkıp şöyle seslendi:
«Ey Dinar, ey Neccar,
ey Züreyk (Bunlar Ensâr ailelerinin büyüklerinin isimleri idi). Ey Ceddim ey
ceddim, dün sana burada be^at etmiştim. Fakat bugün sen neredesin?» (Böyle
demekle Hz. Osman'ı kasdet-mişti) Bu şekilde hitap ettikten sonra sözlerini
şöyle sürdürmüştü:
«Vallahi eğer Muaviye
bana tavsiyede bulunmuş olmasaydı, ben burada karşılaştığım çocukları dahi
öldürecektim.»
Böyle dedikten sonra
Medinelilerle bey'atlaştı ve Beni Seleme kabilesine haber göndererek şöyle
dedi:
«Vallahi bana Cabir
b.Abdullah'ı teslim etmediğiniz müddetçe can güvenliğiniz söz konusu değildir.
Ve sizin bey'atınızı de kabul etmeyeceğim.» Bunun üzerine Cabir b. Abdullah,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın hanımı Ümmü Seleme'nin yanma varıp şöyle demişti: «Bu
konuda ne düşünüyorsun? Böyle bir bey'atı yapmak gerçekten dalalettir. Fakat
öldürülmekten de korkuyorum.» Ümmü Seleme şöyle demişti: "Bence bey*at
et-, men uygun olur. Ben şahsen oğlum Ömer'e ve damadım îbn Zem'a'ya be/at
etmeleri için öğüt verdim.» Abdullah b. Zem'a, Ümmü Seleme'nin kızı Zeynep'in
kocası idi. Bunun üzerine Cabir gidip Büsr'e itaat etti, onunla bey'atlaştı.
Büsr, Medine'de bazı
evleri yıktıktan sonra Mekke'ye gitmiş,orada bulunan Ebu Musa el-Eş'arî
öldürülmekten korkmuştu. Büsr, ona şöyle demişti: «Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın
arkadaşını öldürecek değilim.» Böyle dedikten sonra Ebu Musa'yı serbest
bırakmıştı. Ebu Musa, daha önce Yemenlilere bir mektup göndererek Muaviye
yanından bir süvari birliğinin bu taraftara gelmekte olduğunu ve onun
hakimiyetini kabul etmeyenleri öldüreceğini bildirmişti. Sonra Büsr, Yemen'e
gitti. Orada Abdullah b. Abbas, valilik yapmaktaydı. Büsr'ün gelmekte olduğunu
duyunca Hz. Ali de Yemen'e Abdullah b. Abdullah b. Meddan el-Havi'yi vali
olarak atadı. Büsr Yemen'e girince Abdullah'ı ve oğlunu öldürdü. Sonra
Ubeydullah b. Abbas'm yüküne rastladı. Yükünün içinde Ubey-dullah'ın
Abdurrahman ve Kuşem adında iki küçük oğlunu gördü. Onları da öldürdü.
Anlatıldığına göre Büsr, bu seferinde Hz. Ali taraftarlarından çok sayıda adam
öldürmüştür. Bu, meşhur bir haber olup megazi ve siyer âlimleri nezdinde de
bilinen bir husustur. Ancak benim nazarımda bu husus üzerinde düşünmek
gerekir, doğrusunu yüce Allah daha iyi bilir.»
Hz. Ali, bunu duyunca
Cariye b. Kudame es-Sa'dfyi 2000 kişilik bir kuvvetle ve arkasından Vehb b.
Mesud'u da 2000 kişilik başka bir kuvvetle Yemen'e gönderdi. Cariye, Necran'a
ulaştığında burada Hz. Osman'ın taraftarlarından bir grup adamı öldürdü. Bunu
duyan Büsr ve adamları Yemen'den kaçtılar. Cariye, Mekke'ye ulaşıncaya kadar
Büsr'ü takip etti. Oraya vardığında Müslümanlara: «Mü'minlerin emi-rine bey'at
edin.» diye seslenince Mekkeliler: «O ölmüş bulunmaktadır, niye bey'at edelim?»
şeklinde karşılık verdiler. Cariye:«Ali'nin arkadaşlarının bey'at ettiği
kimseye bey'at edeceksiniz.» deyince onlar da korkularından bey'at ettiler.
Cariye b. Kudame,
oradan Medine'ye gitmişti. O sırada Medine'de Müslümanlara namaz kıldıran Ebu
Hüreyre, Cariye'nin geldiğini işitince oradan kaçıp gitmişti. Cariye de;«Eğer
o kedi babasını görmüş olsaydım mutlaka boynunu vururdum.» demişti. Sonra
Medinelilere dönüp «Ali'nin oğlu Hasan'a bey'at etmişlerdi. Cariye, Medine'de
on gün kaldıktan sonra Kûfe'ye doğru yola çıkınca Ebu Hüreyre, geri gelip
Müslümanlara namaz kıldırmaya devam etmişti.
îbn Cerir dedi ki:
Hicretin kırkıncı senesinde AH ile Muaviye arasında savaşın durdurulması
hususunda karşılıklı yazışmalardan sonra ateşkes yapıldı. Irak hakimiyeti
Ali'ye, Şam hakimiyeti de Muaviye'ye bırakıldı. İkisinden biri diğerinin
ülkesine karşı saldırmazlık sözü vermişti. Sonra Ziyad İbn îshak'm ifadesine
göre Muaviye, Hz. Ali'ye şöyle bir mektup göndermiştir:
«Muhammed ümmeti
birbirini öldürdü. Irak sana, Şam da bana olsun.» Hz. Ali, bu teklifi kabul
etti. Her biri diğerine karşı saldırmamaya söz verdi. Ordular beldelerine
gittiler. Düzen bu şekilde sağlandı.
Ibn Cerir dedi ki: Bu
senede İbn Abbas, Basra'dan çıkıp Mekke'ye gitti. Siyer âlimlerinin çoğunun
ifadesine göre valiliği bıraktı. Diğer bazıları ise bunu kabul etmeyerek onun,
Ali ile Muaviye arasında sulh antlaşması yapılıncaya kadar Basra'da valiliğe
devam ettiğini söylemişlerdir. Hatta onun sulh antlaşması esnasında şahid
olarak bulunduğunu da ifade etmişlerdir.
îleriki sayfalarda da
anlatılacağı gibi bunu kesin bir ifadele söyleyenlerden biri de Ebu
Ubeyde'dir. İbn Cerir, daha sonra îbn Abbas'm Basra'dan çıkıp gidişinin sebebim
şöyle anlatır: îbn Abbas, bir gün Basra kadısı Ebu Esved ed-Düelf ye tahkir
edici sözler söylemiş. Ebu Esved de bu durumu Hz. Ali'ye şikayet etmiş ve îbn
Abbas'm kendisinin onurunu rencide ettiğini bildirmişti. Ayrıca beytü'I-mahn
mallarından bir-şeyler aldığını da ihbar etmişti. Bunun üzerine Hz. Ali,îbn
Abbas'a mektup göndererek bu durumundan ötürü onu kınamış ve sorumlu olduğunu
bildirmiştir. İbn Abbas da buna öfkelenerek Hz. Ali'ye şu mealde bir mektup
göndermişti:«Sen buraya dilediğin bir adamı vali olarak gönder. Ben buradan
göçeceğim vesselam.»
Böyle dedikten sonra
İbn Abbas, dayıları Beni Hilal kabilesiyle birlikte Mekke'ye gitti. Kays
kabilesinin tamamı da onlara uyarak Basra'dan ayrılıp Mekke'ye gittiler. îbn
Abbas, Basra'dan ayrılırken kendi valilik maaşıyla ganimet paylarından biriken
mallan beytül-maldan alıç götürdü. Yola çıktığı zaman başkaları da onun peşine
takıldılar. Beni Ganem kabilesi yetişip onları geri çevirmek istediler; bu
yüzden aralarında çarpışma meydana geldi. Sonra birbirlerinden el çektiler.
îbn Abbas da Mekke'ye girdi. [11]
Mü'minlerin emiri idi.
Allah, ondan razı olsun. İşleri sarpa sarmış, ordusu dağılmış, Iraklılar ona
muhalefet etmiş, onunla birlikte Şamlılara karşı savaşa gitmekten geri
durmuşlar, Şamlıların durumu kuvvetlenmiş, sağa sola saldırmışlar, halifeliğin
hakemlerin hükmü gereğince Muaviye'nin hakkı olduğunu iddia etmişlerdi. Çünkü
hakemler, Hz. Ali'yi hilafetten hal edip Amr b. As da Muaviye'yi halifeliğe
tayin edince artık Şamlılar, Muaviye'ye emir adım vermişlerdi. Şamlıların gücü
fazlalaştıkça Iraklıların otoritesi zayıflamıştı. Durum bu minval üzereyken
Iraklıların emiri Ebu Talib oğlu Ali, o zamanda yeryüzü sakinlerinin en
hayırlısı, en abidi, en zahidi, en âlimi ve Allah'tan en çok korkanı idi.
Bununla birlikte Iraklılar, onu yalnız bıraktılar. Etrafından çekildiler.
Öyleki Hz. Ali, yaşamaktan hoşlanmaz oldu. Ölümü arzulamaya başladı. Çünkü
fitneler çoğalmış, mihnetler ortaya çıkmıştı. Şu sözü çok söylemeye başlamıştı:
«Dünyanın en şaki adamı daha neyi bekliyor, niçin duruyor, niçin öldürmüyor
(beni)?» Sonra da şöyle diyordu: «Vallahi şurası kana boyanacaktır.» Bunu
derken eliyle, sakalından başına kadar olan kısmı gösteriyordu.
Beyhakî, Hz. Ali'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Habbeyi yaran,
canlıyı halkeden zata yemin ederim ki, sakalımla başım kana bulanacaktır. Artık
dünyanın en bedbaht adamı (olacak olan katil) daha neyi bekliyor (beni niçin
öldürmüyor)?»
Hz. Ali'nin böyle
demesi üzerine Abdullah b. Sebe, ona şöyle demişti:
- Allah'a yemin ederim
ki ey mü'minlerin emiri, eğer bir kimse senin bu dediğini yaparsa (yani seni
öldürürse), biz onun aşiretini mahvederiz.
- Allah aşkına
katilimden başkasını Öldürmeyin.
- Ey mü'minlerin
emiri, senden sonra kimi halife olarak bırakacaksın?
- Herhangi bir kimseyi
halife olarak bırakmayacağım. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m sizi bıraktığı gibi
bırakacağım.
- Bizi halifesiz
bırakarak huzuruna vardığın zaman Rabbine ne diyeceksin?
- Diyeceğim ki:
Allah'ım, uygun gördüğün sürece beni, Muhammed ümmetinin başında halife olarak
bıraktın. Sonra hayatıma son verdin. Ben de seni onların başında bırakıyorum.
Dilersen onları ıslah edersin,dilersen onları ifsad edersin.»
Ebu Davud et-Teyalisî,
Zeyd b. Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hariciler, Hz. Ali'ye
gelip şöyle dediler:
- Allah'tan kork, sen
öleceksin.
- Hayır, habbeyi yaran
ve canlıyı yaratan Allah'a yemin ederim ki ben, şuraya vurulacak ve kana
boyayacak bir darbe neticesinde öldürüleceğim. (Böyle derken eliyle sakalına
işaret etti.) Bu, verilen bir söz ve kesinleşen bir hükümdür. İftira eden
ziyana uğramıştır.»
Hafız Ebu Ya'lâ, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), bana dedi ki:
- Öncekilerin en
bedbahtı kimdir?
- Salih'in devesini
boğazlayan dır.
- Doğru söyledin. Ya
sonrakilerin en bedbahtı kimdir? -— Ya Rasûlallah, benim bu konuda bir bilgim
yok.
- Ahvaz'daki Kutri b.
Fücae'nin arkadaşları olan Ezarika'dan seni vuracak olan kimsedir.»
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Abdülmelik b. Mervan, Haccac b. Yusuf es-Sakafî'yi Mekke'yi kuşatmak
üzere Abdullah b. Zübeyr'in üzerine görderdi. Başkalarını değil de sadece
Abdullah b. Zübeyr'i kuşatma altına almak üzere Haccac'ı Mekke'ye
göndermesinin sebebi şuydu: Abdülmelik b. Mervan, Mus'ab'ı öldürüp Irak'ı
aldıktan sonra Şam'a dönmek istediği zaman insanları Abdullah b. Zübeyr'e karşı
Mekke'de savaşmak üzere davet ettiğinde kimse onun bu davetine icabet etmemiş,
Haccac kalkıp ona şöyle demişti:«Ey mü'minlerin emiri, bu işe ben varım.»
Böyle dedikten sonra Abdullah b. Zübeyr'i rüyada gördüğünü Abdülmelik'e
anlatmış ve şöyle demişti:«Ey mü'minlerin emiri, ben Abdullah b. Zübeyr'i
rüyamda gördüm ve onu yüzüyordum. Beni ona gönder. Onu ben öldüreceğim.»
Bunun üzerine
Abdülmelik b. Mervan, Haccac b.Yusuf es-Sakafî'yi Şamlılardan teşekkül
ettirdiği kalabalık bir orduyla Mekke'ye gönderdi. Beraberinde -kendisine
itaat ettikleri takdirde- Mekkeliler için bir emanname de gönderdi.
Dediler ki: Haccac,
hicri kırkıncı senenin cemaziyelevvel ayında Şam'ın Farslarından 2.000 kişilik
bir birlikle Mekke'ye doğru yola çıktı. Irak yolundan gitti. Medine'ye varmadan
Taife gidip konakladı. Heyetlerini Arefe'ye gönderdi. Abdullah b. Zübeyr de
süvarilerini o tarafa gönderdi. İki askeri birlik karşılaştıklarında îbn
Zübeyr'in süvarileri bozguna uğradılar. Sonra Haccac, Abdülmelik'e bir mektup
göndererek Harem'e girmek ve îbn Zübeyr'i kuşatma altına almak için izin
istedi.
Ayrıca, takviye
birlikler de istedi. Bunun üzerine Abdülmelik, Tarık b. Amr'a mektup yazarak
beraberindeki askerlerle birlikte gidip Haccac*a iltihak etmesini emretti.
Haccac da Taif ten hareket ederek Meymune kuyusunun yanına gidip konakladı. İbn
Zübeyr'i mescitte muhasara altına aldı.
Aynı yılın zilhicce
ayı girdiğinde Haccac, insanlara haccettirdi. Are-fe'de kendisi ve adamları
silahlı olarak vakfe yaptılar. Aynı şekilde silahlı olarak diğer meş'arlere
gittiler, tbn Zübeyr ise, bu senede kuşatma altında bulunduğundan hac etme
imkanı bulamadı. Aksine kurban bayramı gününde kurbanlarını boğazlamakla
yetindi. Onunla beraber olan birçok kimse de hac etme imkanını bulamadılar.
Aynı şekilde Haccac ve Tarık b. Amr'la bulunan kimselerin çoğu da Beyt'i tavaf
etme imkanım bulamadılar, ihramlarında kalmakta devam ettiler. Öyle ki, ikinci
tehellülü (ihramdan çıkışı) yapamadılar. Haccac ve arkadaşları, Hacun ile
Meymune kuyusu arasında bulunuyorlardı. înnâ lillah ve innâ ileyhi raciun
(doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz.).
İbn Cerir dedi ki:
«Hicretin kırkıncı senesinde Abdülmelik, Horasan emiri Abdullah b. Hazim'e bir
mektup gönderip onu, kendisine bey*ata davet etti. Bunu yaptığı takdirde Horasan'ı
yedi yıl süreyle kendisine ikta olarak vereceğini söyledi. Bu mektubu kendisine
götürdüğü zaman Abdullah b. Hazim, elçiye şöyle dedi:
«Seni sineklerin
babası mı gönderdi? Allah'a yemin ederim ki, eğer elçilerin Öldürülmeyeceğine
dair bir kural olmasaydı seni öldürürdüm. Ama sen getirdiğin şu mektubu ye.»
Elçi de Abdülmelik'in gönderdiği bu mektubu yedi.
Bunun üzerine
Abdülmelik, Abdullah b. Hazim'in MeiVdeki valisi Bükeyr b. Vişah'a bir mektup
gönderdi. Eğer Abdullah b. Hazim'i hal ederse kendisine Horasan valiliğini
vereceğini va'd etti. Bükeyr b. Vişah da bunun üzerine Abdullah b. Hazim'i hal
etti. îbn Hazim gelip Bü-keyr'ie savaştı ve bu savaşta îbn Hazim'i Veki b.
Ümeyre adında biri öldürdü. Ancak onu öldürürken Veki'e başkası da yardım
etmişti. Veki öldürürken İbn Hazim'in göğsü üzerine oturmuştu. îbn Hazim can
çekişiyordu. Kalkmak istedi, ama buna gücü yetmedi. Veki de ona kardeşi
Dü-veyle'nin intikamını aldığını söyledi. Çünkü Düveyle'yi îbn Hazim öldürmüştü.
Yerde yatmakta olan îbn Hazim, göğsünün üzerinde oturan Veki'in suratına
tükürdü. Veki: "Böyle bir durumda onun kadar çok tüküren birini
görmedim." demişti. Ebu Hüreyre, bu durumu anlatırken: "Vallahi bu
kahramanlığın ta kendisidir» diyordu. İbn Hazim, kendisini öldüren Veki'ye
şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana,
kardeşinin intikamım almak için mi beni Öldürüyorsun? Allah sana lanet etsin.
Kardeşinin kanına bedel olarak Mısır koçunu mu öldürüyorsun?»
- Hatip el-Bağdadî,
Cabir b. Semüre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'ye şöyle
sormuştu:
- İlk insanların en
bahtsızı kimdir?
- Salih'in devesini
boğazlayandır.
- Son insanların en
bahtsızı kimdir?
- Allah ve Rasûlü,
bunu daha iyi bilirler.
- Seni öldürecek olan
kimsedir.»
Beyhakî, Salebe
el-Hammanf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Minber üzerinde Hz.
Ali'nin şöyle dediğini işittim:
«Allah'a yemin ederim
ki; ümmi peygamber bana şöyle demiştir: Doğrusu bu ümmet benden sonra sana
hıyanet edecektir.»
Beyhakî dedi ki: Eğer
bu hadis sahih ise, muhtemeldir ki Doğrusunu Allah bilir, bununla; Hz. Ali'ye
karşı başkaldıran Haricilerin hiya-neti kastedilmiştir.»
A'meş, Züheyr b.
Erkam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Ali, cuma gününde bize hutbe irad
etti. Hutbesinde şöyle dedi: «Duyduğuma göre Büsr, Yemen'e girmiş. Allah'a
yemin ederim ki, bu Büsr ve etrafin-dakilerin sizleri yeneceklerini sanıyorum.
Sizi yenmelerinin sebebi de imamınıza isyan etmeniz, onlarınsa imamlarına itaat
etmeleridir. Sizin hıyanette bulunmanız, onlarınsa güvenilir olmalarıdır.
Sizin kendi diyarınızda fesat çıkarmanız, onlarınsa ıslah etmeleridir. Falanı
gönderdim, o hainlik etti. Falanı gönderdim, o da hainlik etti ve malı
Muavi-ye'ye gönderdi. Size bir mızrağı güvenerek verecek olsam, siz mutlaka
onun askısını alırsınız. Allah'ım, ben bunlardan bıktım. Bunlar da benden
bıktılar. Ben bunlardan hoşlanmaz oldum. Bunlar da benden hoşlanmaz oldular.
Allah'ım, beni bunlardan kurtar. Bunları da benden kurtar.» Hz. Ali, bize
hutbesini irad ettiği bu cumadan sonraki cumayı kılmadan öldürüldü. Allah kendisinden
razı olsun ve onu hoşnud kılsın.»
İbn Cerir ile birkaç
tarih âlimi dediler ki: Haricilerden üç kişi, bir araya geldiler. Bunlardan
birincisi, Abdurrahman b. Amr'dı. İbn Mül-cem el-Himyeri el-Kindî diye
tanınırdı. Mısır'ın Kinde kabilesinin Beni Hanife kolunun müttefikiydi. Esmer
tenli, güzel yüzlü, seyrek sakallı idi. Yüzünde secde izleri vardı.
Bu üç kişiden
ikincisi, Berk b. Abdullah et-Temimî idi. Üçüncü de Amr b. Bekr et-Temimî idi.
Bunlar bir araya gelip Nehrevanlı kardeşlerinin Hz. Ali tarafından
öldürülmesini yad ettiler. Onlara rahmet dileyip acıyarak şöyle dediler:
«Onlar gittikten sonra
biz ne diye yaşayacağız? Onlar, Allah yolunda kmayıcımn kınamasından
korkmuyorlardı. Kendimizi feda etsek de şu sapıklık önderlerinin üstlerine
gidip öldürsek ve ülkeyi onlardan kurtarıp kardeşlerimizin öcünü alsak iyi
olmaz mı?»
îbn Mülcem dedi ki:
«Bu iş için Ebu Taîib oğlu Ali'nin katlini ben üzerime alıyorum.»
Berk de:«Muaviye'yi
Öldürmek de benim işim olsun.» dedi. Amr b. Bekr ise: «Amr b.As'ı öldürmek de
benim görevim olsun» deyip sözleştiler. Her biri öldüreceğini söylediği adamı
öldürmedikçe veya bu uğurda ölmedikçe görevden geri dönmeyeceğine teminat
verdi. Kılıçlarım alıp zehirlediler ve ramazanın onyedisinde her biri
Öldüreceği adamı gidip beldesinde öldürmeye söz verdiler. îbn Mülcem, Kûfe'ye
gitti. Görevini orada bulunan Harici arkadaşlarından dahi bir sır gibi sakladı.
Bir gün onlar, Beni Rebah kabilesininin toplantı yerinde oturmakta ve Nehre-van
savaşında öldürülen adamlarını yad etmektelerken Katam binti Secine adında bir
kadın oraya geldi. Katam'ın babası ve kardeşi, Nehre-van savaşında Hz. Ali
tarafından öldürülmüştü. Katam, gerçekten güzelliği dillere destan olan bir
kadındı. Büyük camide uzlete çekilip kendini ibadete vermişti. îbn Mülcem, onu
görünce aklı başından gitti ve Kûfe'ye geliş sebebini unuttu. Onunla evlenme
talebinde bulundu. Ancak Katam, kendisine 3.000 dirhem vermesini, bir cariye
ve bir şarkıcı kadın temin etmesini, ayrıca Ebu Talib oğlu Ali'yi öldürmesini
Ibn Mül-cem'e şart koştu. İbn Mülcem de şöyle dedi:«Bu şartlarını yerine getiririm.
Vallahi ben buraya sadece Ali'yi öldürmek amacıyla geldim.» Evlenip gerdeğe
girdiler. Sonra Katam, îbn Mülcem'i Hz. Ali'yi Öldürmeye teşvik etmeye başladı.
Ayrıca kendi kabilesi olan Teymü'r-Rebab kabilesinden Verdan adında birini de
îbn Mülcem'e yardımcı olması için çağırdı. Abdurrahman b. Mülcem de Şebib b.
Necde el-Eşcai el-Haruri adında başka bir adamı da bu suikasta ortak etmek
istedi. Ve ona şöyle dedi:
- Dünya ve ahiret
şerefini kazanmak istemez misin?
- Neymiş bu şeref?
- Ali'yi öldürmektir.
- Anan seni kaybetsin!
Sen çok kötü birşeyi gündeme getiriyorsun. Bunu nasıl becereceksin?
- Onu Öldümek için
mescitte gizleneceğim. Sabah namazına çıktığı zaman üzerine atılacak ve onu öldüreceğiz.
Eğer bu işten başarıyla çıkar ve kurtulursak, gönlümüzü rahatlatmış ve de
Öcümüzü almış oluruz. Eğer bu yolda öldürülürsek Allah katındaki şeyler,
dünyadan daha hayırlıdır.
- Yazıklar olsun sana,
sen ne diyorsun? Eğer Öldüreceğimiz kişi ali'den başkası olsaydı, bu benim için
daha kolay olurdu. Ben onun îslâm'a ilk giren bir kimse olduğunu ve
Rasûlullah'm arkabalarından biri olduğunu bilmekteyim. Onu öldürmekle gönlümün
rahatlayacağını sanmıyorum.
- Sen onun Nehrevan
halkım öldürdüğünü bilmiyor musun?
- Evet biliyorum.
- İşte biz de onu,
öldürdüğü kardeşlerimizin kanına karşılık Öldürüyoruz.
Şebib, bu teklife
büyük bir zorlama ve ısrar neticesinde olumlu cevap verdi. Ramazan ayı girdi.
İbn Mülcem ramazanin onyedinci gecesi olan cuma gecesinde onlarla buluşmak
üzere sözleşti ve:«Bu gece, diğer arkadaşlarımın Muaviye ve Amr b.As'tan öc
alacakları bir gecedir kî, bunu kendi aramızda kararlaştırmıştık.» dedi. İbn
Mülcem, Verdan ve Şebib, kılıçlarım kuşanarak geldiler ve Hz. Ali'nin çıkacağı
kapının karşısına oturdular. Hz. Ali, kapıdan çıkıp insanları namaza
kalkmaları için uykudan «Namaza namaza» diye seslenerek uyandırmaya başlayınca
Şebib, kılıcım çekerek Hz. Ali'ye saldırdı. Ancak kılıcı kapının kenarına
takıldı. İbn Mülcem, gelip kılıcıyla Hz. Ali'nin başına bir darbe indirdi. Kanı
sakalının üzerine akmaya başladı. îbn Mülcem, onu vururken: «Ey Ali, hüküm
ancak Allah'ındır, senin değildir. Arkadaşlarının da değildir.» diyor ve şu
ayeti okuyordu:
«insanlar arasında,
Allah'ın rızasını kazanmak için canım verenler vardır. Allah kullarına karşı
şefkatlidir.» (el-Bakara, 207.)
Hz. Ali:«Katili
yakalayın!» diye seslendi. Verdan kaçtı. Hadramutlu bir adam koşup onu yakaladı
ve öldürdü. Şebib kaçıp kendini kurtardı. İnsanlar onu yakalayanı a dil ar. îbn
Mülcem, ise yakalandı. Hz. Ali, Ca'de b. Hübeyre b. Ebi Vehb'i öne geçirerek
insanlara sabah namazını kıldırttı. Hz. Ali'nin kendisi de evine götürüldü.
Abdurrahman b. Mülcem de yakalanarak eli kolu bağlı vaziyette Hz. Ali'nin
huzuruna götürüldü. Allah, onu kahretsin. Hz. Ali, ona şöyle sordu:
- Ey Allah'ın düşmanı!
Sana ihsanda ve iyilikte bulunmamış mıydım?
- Evet.
- Peki cinayeti
işlemene seni sürükleyen sebep nedir?
- Ben, kırk gün
durmadan kılıcımı biledim ve Allah'tan bu kılıcımla yaratıklarının en kötüsünü
öldürmesini diledim.
- Öyle sanıyorum ki,
bu kılıçla mutlaka sen öldürüleceksin ve yine sanıyorum ki sen, Allah'ın
yaratıklarının en şerlisisin.
Hz. Ali, îbn Mülcem'le
karşılıklı konuştuktan sonra yakınlarına şöyle dedi:«Eğer ölürsem bunu da öldürün.
Eğer yaşarsam, buna ne yapacağımı ben bilirim.»
Cündeb b. Abdullah
dedi ki:
- Ey mü'minlerin
emiri! Eğer sen ölürsen Hasan'a bey'at edelim mi?
- Bu hususta size ne
emir veririm, ne de sizi bundan men ederim. Siz işinizi daha iyi bilirsiniz.»
Hz. Ali, can
çekişirken "lâ ilahe illallah" sözünü çokça söylemeye başladı. Başka
birşey de söylemiyordu. Rivayete göre söylediği en son söz şu oldu:
«Kim zerre kadar
iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.»
(ez-ZUzâl, 7-s.)
Hz. Ali, oğullan Hasan
ve Hüseyin'e, takvah olmalarını, namaz kılmalarım, zekat vermelerini,
öfkelerini yutmalarını, dost ve akrabalarına ziyarette bulunmalarını, affedici
olmalarım, dinde fakih olmalarını, işlerinde sebatkar olmalarını, Kur'ân'a
bağlı olmalarım, komşularıyla iyi geçinmelerini, iyiliği emredici ve kötülüğü
nehyedici olmalarını, kardeşleri Muhammed b. Hanefiye'ye iyi davranmalarını
vasiyet etti. Ayrıca Muhammed b. Hanefiye'ye de, Hasan ve Hüseyin'e yaptığı
vasiyetin aynısını yaptı. Onlara karşı saygılı olmasını, onlara danışmadan
karar vermemesini vasiyet etti. Bütün bunları, vasiyetini yazdığı kağıda
kaydetti. Allah ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın. Vasiyetinin sureti
şöyledir:
«Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Bu, Ebu Talib oğlu Ali'nin vasiyetidir ki, o, Allah'tan başka
ilah bulunmadığına, O'nun ortaksız olduğuna, Muhammed'in de O'nun kulu ve
elçisi olduğuna şahadet eder. Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün
dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen
Allah'tır. Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbı Allah
içindir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Böyle emrolundum ve ben Müslümanların
ilkiyim.
Ey Hasan, ey bütün
oğullarım ve bu yazımın kendisine ulaştığı ey herkes; Allah'a karşı takvalı
olmanızı, ancak Müslüman olarak ölmenizi size vasiyet ediyorum. Hepiniz
topluca Allah'ın ipine sanlın, dağılmayın. Çünkü ben, Ebu'l-Kasım (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğunu işittim:«ln-sanlann arasını bulmak, onlan banştırmak,
namazdan da oruçtan da daha faziletlidir.» Akrabalanmza bakın. Namazınızı kılın
ki, Allah hesabınızı kolaylaştırsm. Yetimlere haksızlık etmekten sakının.
Onlan dinlememezlik etmeyin. Huzurunuzda onlara haksızlık edilmesin.
Komşulannıza haksızlık etmeyin. Çünkü onlar, peygamberinizin size emanetidir.
Onlar hakkında o kadar vasiyette bulundu ki, biz onlan bize mirasçı kılacağını
sanmıştık. Kur'ân'm emirleri dışına çıkmayın. Sizden başkalan sizden önce
Kur'ân'la amel etmesin. Önce siz amel edin.
Namazınıza dikkat
edin. Çünkü o, dininizin direğidir. Rabbinizin Beyt'inden uzak durmayın. Issız
kalmasın. Hayatta bulunduğunuz sürece onu ziyaret edin. Eğer onu metruk
bırakırsanız, size rahmet nazarıyla bakılmaz. Ramazan ayına dikkat edin. Çünkü
o ayda tutulan oruç, Cehennem ateşine karşı bir kalkandır. Allah yolunda
mallannız ve can-lannızla cihad etmeye bakın. Zekat ödememezlik yapmayın. Çünkü
zekat, Rabbin öfkesini söndürür.
Peygamberinizin
ashabını da kollayın. Çünkü Rasûlullah (s.â.v.), onlara iyilik yapılmasını
vasiyet etmiştir. Yoksullara ve düşkünlere yardımcı olun, onları geçiminize
ortak edin. Köle ve cariyelerinize haksızlık etmeyin, zira Rasûlullah
(s.a.v.), en son olarak onlar hakkında şöyle demiştir: «ÎM zayıfı size vasiyet
ediyorum, kadmlannız ve sağ ellerinizin malik olduğu kimseler (yani kölelerle
cariyeler). Namaza, namaza dikkat edin. Ailah yolunda kınayıcınm kınaması sizi
korkutmasın. Allah, size kötülük yapmak ve size haksızlık yapmak isteyenlere
karşı sizin için yeterlidir, insanlara Allah'ın emrettiği şekilde güzel sözler
söyleyin. İyiliği emretmeyi ve kötülükten men etmeyi terketmeyin. Aksi
takdirde kötüleriniz işin başına geçerler. Sonra siz dua edersiniz, duanıza
icabet edilmez.
Mü'min kardeşlerinizle
bağlannızı koparmaym. Birbirinize iyilikte bulunun, birbirinize sırt
çevirmekten, aranızdaki ilişkileri kopanp tefrikalara düşmekten sakının. îyüik
ve takva üzere yardımlasın. Günah ve düşmanlık üzere yardıml aşmayın. Allah'a
karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah, azabı şiddetli olandır. Allah, sizi
ehl-i beytin şikayetinden muhafaza etsin. Peygamberiniz, onlan sizin üzerinize
bekçi kılmıştır. Sizi Allah'a emanet ediyor, size selam söylüyorum. Allah'ın
rahmeti üzerinize olsun.»
Bundan sonra Hz. Ali,
Mlâ ilahe illallah" kelimesi dışında başka birşey söylemedi. Nihayet
hicretin kırkıncı senesinin ramazan ayında vefat etti. Oğullan Hasan, Hüseyin
ile Abdullah b. Cafer onu yıkadılar. Namazını Hasan kıldırdı. Kıldınrken dokuz
tekbir getirdi.
İmam Ahmed b.Hanbel,
Ebu Yahya'nın şöyle dediğim rivayet etmiştir:
wîbn Mülcem, kendisini
vurduğunda Hz. Ali, yanındaki adamlara şöyle dedi: «Buna Rasûlullah (s.a.v.)'ın
kendisini Öldürmek isteyen adama yaptığını yapm.Çünkü Rasûlulullah (s.a.v.),
kendisini öldürmek isteyen adam hakkında: «Onu öldürün.Sonra yakın.»
demişti."
Rivayet olunduğuna
göre Hz. Ali'nin kızı Ümmü Külsüm, karşısında duran İbn Mülcem'e şöyle demiş:
- Yazıklar olsun sana!
Emirü'l-Mü'minin niçin vurdun?
- Ben sadace senin
babanı vurdum (böyle demekle Hz. Ali mn mü'minlerin emiri olmadığını söylemek
istemişti.).
- Sen ona bir zarar
vermiş olmadın.
- Niçin ağlıyorsun?
Vallahi ben ona öyle bir darbe vurdum ki, eğer bu darbem şehir halkınının
tamamına isabet etmiş olsaydı hepsi de Öleceklerdi. Vallahi ben şu kılıcımı
bir ay süreyle zehirledim. Ve bunu 1000 dirheme satın alıp 1000 dirheme de
zehirledim.»
Heysem b. Adiy dedi
ki: Becile kabilesinden bir adam, kavminin yaşhlanndan naklederek bana şöyle
dedi: Abdurrahman b.Mülcem, Teymü'r-Rebab kabilesinden çok güzel bir kadın olan
ve Haricilerle aynı görüşü paylaşan Katam adındaki bir kadını görünce ona aşık
oldu. Onunla evlenme talebinde bulununce Katam, ona şöyle dedi:«Bana 3000
dirhem, bir köle ve bir de şarkı söyleyen bir cariye vermedikçe seninle
evlenmem.» Ibn Mülcem de bu sayılan şeyleri ona vererek onunla evlendi. Gerdeğe
girince kadın, ona şöyle dedi: «Be adam, işte bekaretimi bozdun. Haydi çık da
Ali'yi öldür.» îbn Mülcem, silahını kuşanarak evden çıktı. Katam da onunla
birlikte çıktı. Mescitte Hz. Ali için bir kubbe yapılmıştı. Hz. Ali, sabah
namazı için dışarı çıkıp insanlara: «Haydi namaza, haydi namaza!» diye
seslendi. Abdurrahman b. Mülcem, kendisini takip ederek kılıcını Hz.Ali'nin
kafasına vurdu. îbn Cerir*in ifadesine göre şair îbn Miyas el-Muradî, bu
hususta şöyle demiştir:
«Cömert kimselerin
verdiği mehirlerin hiç birini, Katam'a verilen mehir kadar çok görmedim. Bu,
apaçık ve belirsiz olmayan bir mehirdi.
3000 dirhem, bir köle
ve bir de şarkıcı cariye.
Ayrıca Ali'nin
kemiklere işleyen keskin bir kılıçla öldürülmesi.
Ali'nin canından daha
pahalı bir mehir yoktur.
Ibn Mülcem'in Ali'yi
öldürmesinin yanında diğer öldürmeler hiç kalır.»
îbn Cerir, bu
beyitlerin îbn Şas el-Muradiye ait olduğunu söylemiş ve onların Hz. Ali'yi
öldürmeleriyle ilgili olarak şöyle demiştir:
«Biz, Hasan'm babası
ve iyiliğin sahibi Haydar'ı başından vurduk, kanlar aktı.
Onun mülkünü,
nizamından bir kılıç darbesiyle söküp attık. Yükselmiş ve zorbalaşmıştı.
Biz kavgada atılgan ve
cesur kimseler olup onurluyuz. Ölümün ölümle siperlenip örtündüğü zamanda
şecaatliyiz.»
Tabiiler devrinde son
Haricilerden biri olan ve Hz. Aişe'den Sahih-i Buharf de rivayette bulunan
abidlerden îmran b. Hattan, îbn Mülcem'i överek şöyle demiştir:
«Ey takvalı kimsenin
eliyle vurulan darbe!
îbn Mülcem, bu
darbesiyle Arş in sahibi katında hoşnutluğa ermeyi amaçlamıştı.
Ben onu bir gün anar
ve onun Allah katında yaratıkların arasında terazisi en ağır gelecek bir kimse
olarak sanıyorum.»
Muaviye'yi Öldürmekle
görevlendirilen Berk'e gelince o, aynı günde sabah namazına çıkan Muaviye'ye
saldırmış ve onu kılıçla vurmuştu. Başka bir rivayete göre ise zehirli bir
hançerle vurmuştu. Darbe, muavi-ye'nin uyluğuna isabet etmişti. Bu yüzden
uyluğu cer ah atlanmıştı. Kendisini vuran Harici Berk de yakalanıp
Öldürülmüştü. Öldürülmeden önce Muaviye'ye şöyle demişti:
- Beni bırak. Sana bir
müjde vereyim.
- Neymiş o müjde?
- Kardeşim bugün Ebu
Talib oğlu Ali'yi vurdu ve öldürdü.
- înşaallah onu
öldürememiş ve buna güç yetirememiştir.
- Hayır Öldürmüş ve bu
işi başarmıştır. Çünkü Ali'nin muhafızları yoktur.
Muaviye, kendisine
böyle diyen Berk'i dinlememiş ve emir verip öldürtmüştü. Tabib gelip
Muaviye'ye şöyle demişti;
- Yaran zehirlidir.
İstersen yaranı dağlıyayım. İstersen de yarandaki zehiri gidermesi için sana
bir şerbet içireyim ama şerbet içirdiğim takdirde neslin kesilir. Artık çocuğun
olmaz.
- Ateşle dağlamaya
dayanamam. Bundan sonra çocuğumun olmayacağına dair söylediğin söze gelince,
benim Yezid ve Abdullah adındaki çocuklarım benim için yeterlidir,
Tabib, ona bir şerbet
içirdi. Yarası iyileşti. Allah ondan razı olsun, îşte o zamandan itibaren büyük
camide Muaviye için bir mahfel yapıldı. Secde halinde bile muhafızları yanında
duruyorlardı. Bu hadiseden ötürü kendisi için camide mahfel yaptıran ilk kişi
Muaviye oldu.
Amr b. As'ı öldürmekle
görevli Amr b. Bekr'e gelince o, Amr'm namaza çıkmasını bekleyerek siperde
beklemişti. Ancak o gece Amr b. As, bağırsak sancısına yakalanmış, namaza
gitmemişti. Yerine Beni Amir b. Lüey kabilesinden vekili ve şurta komutanı
(polis müdürü) Harice b. Ebi Habibe namaza gitmek için dışarı çıktığında Harici
Amr b. Bekr, saldırıya geçerek Amr b. As zannıyla onu öldürmüştü. Harici Amr b.
Bekr yakalandığında: «Ben Amr'ı öldürmek istedim, ama Allah da Hari-ce'nin
öldürülmesini istedi.» dedi. Onu da öldürdüler. Allah onu kahretsin. Rivayete
göre bu sözü Amr b. As söylemiştir. Harici Amr b. Bekr, yakalanıp
getirildiğinde Amr b. As: «Bu nedir?» diye sonmuş. Onlar da:«Senin vekilini
öldürdü:» demişler. Bunun üzerine Amr, emir vererek katilin boynunu
vurdurmuştu.
Kısaca anlatmak istediğimiz
şudur ki Hz. Ali, vefat edince cenaze namazını oğlu Hasan kıldırdı ve namazında
dokuz tekbir aldı. Hz. Alı, Haricilerin mezarını açıp cesedini çıkarmalarından
korkulduğu için Kûfe'de darü'l-imareye (hükümet konağına) defnedildi. Meşhur
olan rivayet budur. Onun cerfazesinin devesine bindirilerek sakverildiği ve devenin
onu nereye götürdüğünün bilinmediğini söyleyen kimse hata etmiş ve bilmediği
bir iddiada bulunmuştur ki, bu iddiayi ne akıl ne de şeriat uygun görür.
Rafizilerin
cahillerinden çoğu, Hz. Ali'nin mezarının Necef şehitliğinde bulunduğuna
inanmaktadırlar ki, bunun ne delili ne de aslı vardır. Anlatıldığına göre
Necef şehitliğinde Hz. Ali'nin mezarı olarak bilinen mezar, Muğire b. Şube'ye
aittir. Hatib el-Bağdadî, Matar'dan rivayet ederek şöyle demiştir: "Eğer
Şiiler, Necef şehitliğinde saygı gösterdikleri mezarın kime ait olduğunu
bilseler onu taşlarlar. Çünkü o mezar, Muğire b. Şube'nin mezarıdır.»
Vakidî, îshak b.
Abdullah b. Ebi Ferve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ebu Cafer Muhammed b.
Ali el-Bakır'a sordum:
- Ali öldürülürken kaç yaşındaydı?
- Altmışüç yaşındaydı.
- Nereye defnedildi?
- Geceleyin Kûfe'de defnedildi. Defnedildiği
yer ise gizlendi. Cafer Sadık'tan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, öldürülürken
ellisekiz yaşındaymış. Başka bir rivayette anlatıldığına göre cenazesi
Kûfe'deki büyük caminin kible tarafına defnedilmiş tir. Vakidî de böyle
demiştir. Meşhur rivayete göre ise darü'l-imare'ye (hükümet konağına) defnedilmiş
tir.»
Hatib Bağdadinin, Ebu
Nuaym Fadl b. Dekin'den rivayet ettiğine göre Hz. Ali'nin cenazesini Hasan ile
Hüseyin alıp Medine'ye götürmüşler ve onu Baki kabristanında Hz. Fatıma'mn
mezarının yanına defnet-mişlerdir.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hasan ile Hüseyin, onun cenazesini bir deveye yüklemişler,
deve kaybolunca Tay kabilesi, üzerindeki yükün bir mal olduğunu sanarak deveyi
yakalamışlar yükteki şeyin bir sandık olduğunu, sandığın içindeki şeyin de bir
cenaze olduğunu görünce cenazeyi tanıyamadıkları için sandıkla birlikte defhetmişlerdi.
Mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Hatib bağdadî de böyle bir nakilde
bulunmuştur.
Hafız îbn Asakir,
Hz.Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali'yi Caide ailesinin evlerinden
bir hücreye defnettim.»
Abdülmelik b. Umeyr,
şöyle demiştir: «Halid b. Abdullah, oğlu Ye-zid'in evinin temelini kazarken
beyaz saçlı ve beyaz sakallı sanki dün defnedilmiş gibi bir ihtiyarın cesedini
bulup çıkardı. Onu yakmak istedi. Sonra Cenâb-ı Allah, onu bu düşünceden
vazgeçirdi. Bir aba getirilmesini istedi. Getirilen abaya o cenazeyi
sardı.Koku sürdü ve yine aynı yerde bıraktı. Orası, mescidin kıblesindeki
Babü'l-Verrakin hizasında idi. Her kim o evde ikamet etmeye başlarsa, mutlaka
ayrılıp başka yere göçerdi.»
Cafer b. Muhammed
es-Sadık şöyle dedi: «Ali'nin cenaze namazı geceleyin kılındı. Kûfe'ye
defnedildi. Mezarının yeri belirsiz hale getirildi. Ancak mezarı, kasrü'l-imare
(hükümet konağı) yanındaydı.»
îbn Kelbi dedi ki:
«Ali'nin defnedilmesi esnasında Hasan, Hüseyin, îbn Hanefi'ye, Abdullah b.
Cafer ve diğer aile efradı hazır bulundular. Onu, Küfe dışına defnettiler.
Haricilerin ve başkalarının cenazesine saldırmalarından korkulduğu için
mezarının yeri belirsiz hale getirildi.»
Hülasa Hz. Ali,
hicretin kırkıncı senesinin ramazan ayının onyedin-ci gecesinde cuma sabahı
seher vakti öldürüldü. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, rebiyülevvel
ayında öldürülmüştür. Ancak ramazan ayında öldürüldüğüne dair gelen rivayet,
daha sahih ve daha meşhurdur. Doğrusunu Allah bilir. Vefat ederken altmışbeş
yaşmdaydi. Alt-mışsekiz yaşında olduğuna dair bir başka rivayet de vardır.
Allah ondan razı olsun. Halifeliği dört yıl dokuz ay sürmüştür. Hz. Ali vefat
ettiğinde oğlu Hasan, îbn Mülcem'i yanma çağırttı. îbn Mülcem, ona şöyle dedi:
- Sana bir teklifte
bulunayım.
- Neymiş bu teklifin?
- Ka'be'nin Hatim
denen yerinde Ali ve Muaviye'yi öldürmek ya da bu uğurda ölmek için Allah'a söz
vermişim. Eğer beni bırakırsan Muavi-ye'ye giderim. Onu öldürmeye çalışırım.
Öldüremez ya da öldürür ve ben hayatta kalırsam, Allah'a yemin ederim ki, yanma
gelecek ve elimi senin eline koyacağım.
- Hayır vallahi olmaz.
Eninde sonunda Cehennem'i boylayacaksın.
Bundan sonra Hz.
Hasan, onu tutup öldürdü. Öldürdükten sonra insanlar, İbnMülcem'i alıp bir
tarlaya götürdüler ve yaktılar. Rivayet olunduğuna göre Abdullahb.Cafer, onun
elllerini ve ayaklarmı kesip gözlerine mü sürmüştü. Bununla birlikte îbn
Mülcem, îkra' sûresini baştan sona okuyordu. Sonra dilini kesmek üzere yanma
geldiklerinde dayanamayıp sabırsızlık gösterdi ve şöyle dedi:«Bir an daH
Allah'ı anmama durumuyla karşılaşmaktan korkarım.» Ama yine de dilini
kestiler. Sonra öldürüp bir zenbil içine koyarak yaktılar. Doğrusunu Allah
bilir.
îbn Cerir, Muhammed b.
Ömer'in şöyle dediğinin rivayet etmiştir: «Ali, cuma günü vuruldu. Hicretin
kırkıncı senesinin ramazan ayının bitimine onbir gece kala pazar günü vefat
etti. Vefat ederken altmışüç yaşındaydı. Vakidî dedi ki: Bizim nezdimizde
sabit olan rivayet de bulur. Doğrusunu Allah bilir.» [12]
îmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Ali'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Hasan, doğduğu zaman Rasûlullah
(s.a.v.) gelip: «Oğlumu bana gösterin. Ona ne ad koydunuz?» dedi. Ben de: «Ona,
Harb adını koydum.» dedim. Rasûlullah (s.a.v.): «Hayır, o Hasan'dır.» dedi.
Hüseyin doğduğunda da Rasûlullah (s.a.v.) gelip: «Oğlumu bana gösterin. Ona ne
ad koyudunuz? diye sordu. Ben de:«Ona Harb adını verdim.» dedim. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.):«Hayır, o Hüseyin'dir.» dedi. Üçüncü çocuk doğduğunda
Rasûlullah (s.a.v.) yine gelip: «Oğlumu bana gösterin. Ona ne ad koydunuz?»
diye sordu. Ben de: «Ona Harb adını verdim.» deyince o:«Hayır, o Muhsindir.»
dedi ve sonra da sözünü şöyle sürdürdü: «Ben, bu çocuklarına Harun'un
çocuklarının adını verdim: Şibr, Şebir ve Müşbir.»
Muhammed b. Sa'd, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ben, Harb adını seven
bir adamdım. Hasan doğduğunda ona Harb adını vermek istedim.»
Hz. Ali, bu rivayette
yukarıdaki ifadeleri nakletmiş, ancak üçüncü çocuğundan bahsetmemiştir. Bazı
hadislerde varid olduğuna göre Hz. Ali, oğlu Hasan'a Önce Hamza adını vermiş,
Hüseyin'e de önce Cafer adını vermiş, ancak Rasûlullah (s.a.v.), bu ikisinin
adlarını değiştirmiştir.
Hz. Ali'nin evlendiği
ilk eşi, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma'dır. Bunlar, Bedir gazvesinden sonra
gerdeğe girdiler. Bu evlilikten Hasan ve Hüseyin adında iki çocuk doğdu. Muhsin
adında bir erkek çocuğunun daha doğduğu ancak küçük yaşta iken öldüğü söylenir.
Ayrıca bu evlilikten büyük Zeynep ile Ümmü Külsüm de doğmuş ve Hz. Ömer -önceki
sayfalarda da anlattığımız gibi- Ümmü Külsüm'le evlenmişti. Hz. Ali,.
Rasûlullah (s.a.v.)'dan altı ay sonra vefat eden Hz.Fatıma'nm sağlığında başka
bir kadınla evlenmemiştir. Hz, Fatıma vefat edince, Hz. Ali ondan sonra birçok
kadınla evlendi. Bunlardan bir kısmı, Hz. Ali hayatta iken vefat ettiler. Bir
kısmını Hz. Ali boşamıştı. Hz. Ali, vefat ederken dört zevcesi hayattaydı.
Zevcelerinden biri,
Ümmü'l-Benin binti Haram b. Muhil b. Halid b. Rebia b. Ka'b b. Amir b.
Kilab'dır. Bu evlilikten Abbas, Cafer, Abdullah ve Osman adında dört erkek
çocuk doğdu. Bunlar, kardeşleri Hüseyin'le birlikte Kerbela'da öldürüldüler.
Bunlardan Abbas, dışında hiçbirinin zürriyeti devam etmemiştir.
Hz. Ali'nin
zevcelerinden biri de Leyla binti Mesud b. Halid b. Ma-lik'dir. Bu kadın, Beni
Temim kabilesindendir. Hz. Ali'ye Ubeydullah ve Ebu Bekir adında iki erkek
çocuk doğurdu. Hişam b. Kelbfnin ifadesine göre Ubeydullah ile Ebu Bekir de
Kerbela'da öldürülmüşlerdir. Vakidf nin ifadesine göre Ubeydullah'ı,
"Yevmu'd-dar" vak'asmda Muhtar b. Ebi Ubeyd öldürmüştür.
Hz. Ali'nin
zevcelerinden biri de Esma binti Umeys el-Has'ami-ye'dir. Bu kadm, ona Yahya
ile Muhammed el-Esğar'ı doğurmuştur. Kelbî, böyle demiştir. Vakidî'nin
ifadesine göre ise bu kadın, Hz. Ali'ye Yahya ve Avn adındaki çocukları
doğurmuştur.
Vakidî dedi ki:
Muhammed el-Asğar'm annesi, bir Ümmü Veled'dir. Bu kadın, Hz. Ali'nin
mülkiyetindeydi.
Hz. Ali'nin
zevcelerinden biri de Ümmü Habibe binti Zem'a b. Bahr b. Abd b. Alkame'dir. Bu
kadm, Halid b. Velid'in Beni Tağlib kabilesine Aynu't-Temir'de baskın yaptığı
zamanda ele geçirilen cariyelerdendir. Hz. Ali'ye Ömer ve Rukiye adındaki
çocukları doğurmuş olup otuzbeş sene ömür sürmüştü.
Hz.Ali'nin
zevcelerinden biri de Ümmü Said binti Urve b. Mesud b. Muğis b.Malik es-Sakafî'dir.
Bu kadın, Hz. Ali'ye Ümmü'l-Hasen ile Ramletü'l-Kübra'yı doğurmuştur.
Hz. Ali'nin
zevcelerinden biri de İbnetü îmru'l- Kays b. Adiy b. Evs b. Cabir b. Ka'b b.
Alim b. Kelb el-Kelbiye'dir. Bu da Hz. Ali'ye, Cariye adındaki kız çocuğunu
doğurmuştur. Cariye adındaki kızı, küçük yaşta iken Hz.Ali ile birlikte mescide
gidermiş. Kendisine: «Dayıların kimlerdir?» diye sorulduğunda, o da Beni Kelb
kabilesini kastederek «Vuh vuh» diye karşılık verirmiş.
Hz. Ali'nin
zevcelerinden biri de Umame binti Ebi'l-As b. er-Rebi b. Abdişems b. Abdimenaf
b. Kusay'dır. Ümame'nin annesi, Rasûlullah'm kızı Zeyneb'tir. Rasûlullah
(s.a.v.)'m namaz kılarken omuzuna aldığı çocuk budur. Kalktığı zaman omuzuna
alır, secdeye gittiği zaman da yere biralardı. Ümame,Hz. Ali'ye Muhammed
el-Evsat'ı (ortanca Muham-med'i) doğurdu.
Muhammed el-Ekber
(büyük Muhammed)'e gelince, bu Muhammed b. Hanefiye'dir. Bu Muhammed'in anası
Hanefiye'nin asıl adı, Havle binti Cafer b. Kays b. Mesleme b. Ubeyd b. Salebe
b. Yerbu b. Salebe b. Düel b. Hanife b. Lüceym b. Sa^ b. Ali b. Bekr b.
Van'dır. Bunu, Hz. Ebu Bekir'in zamanında irtidat hadiseleri esnasındaki
savaşlarda Halid b. Velid, Beni Hanife kabilesinden esir almış ve Hz.Ali'nin
payına düşmüştü. Hz. Ali'ye de işte bu büyük Muhammed'i doğurmuştur. Şiilerden
bazıları bu Muhammed'in masum bir imam olduğunu iddia etmektedirler. Bu zat,
Müslümanların büyüklerin den dir. Ancak ne kendisi ne de babası masum
değildirler. Hatta babası Ali'den önceki raşid halifeler de masumiyeti vacip
kimseler değildirler. Doğrusunu Allah bilir.
Hz.Ali'nin çeşitli
zevcelerinden çok sayıda çocukları vardı. O vefat ederken dört zevce ve ondokuz
cariyeyi geride bıraktı. Allah, ondan razı olsun. Onun şu çocuklarının
annelerinin adı bilinmemektedir: Ummü Hani, Meymune, küçük Zeynep, büyük Remle,
küçük Ümmü Külsüm, Fatıma, Ümame, Hatice, Ümmül-Kiram, Ümmü Cafer, Ümmü Seleme
ve Cümane.
İbn Cerir dedi ki: Hz.
Ali'nin toplam olarak ondört oğlu ve onyedi kızı vardı.
Vakidî dedi ki: Hz.
Ali'nin soyu Hasan,Hüseyin, Muhammed b. Ha-nefîye, Abbas b. Kilabiye ve Ömer b.
Tağlibiye vasıtasıyla devam etmiştir. Allah hepsinden razı olsun.
îbn Cerir, Halid b.
Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Ali'nin öldürüldüğü günde oğlu
Hasan'ın kalkıp insanlara bir hutbe irad ettiğini ve hutbesinde şöyle dediğini
işittim: «Bu gece öyle bir adamı öldürdünüz ki, onun Öldürülmüş olduğu bu
gecede Kur'ân nazil olmuş, Meryem oğlu İsa göğe kaldırılmış, Musa peygamberin
hadimi Yuşa b. Nun öldürülmüştür. Öldürdüğünüz bu adam (Hz. Ali) var ya kendisinden
öncekilerden hiçbir kimse onu geçemediği gibi kendisinden sonrakiler de onun
mertebesine ulaşamıyacaklardır. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.),
onu bir müfrezede gönderdiği zaman Cebrail sağ yanında, Mikail de sol yanında
bulunurlardı. Vallahi o vefat ederken beklenmedik bir felaket için yedekte
bıraktığı 800 veya 900 dirhem veya dinar dışında başka birşey bırakmamıştır.»
Bu cidden garip bir
rivayet olup münkerlik içermektedir. Doğrusunu Allah bilir.
imam Ahmed b.Hanbel,
Hz. Ali'nin oğlu Hasan'ın şöyle dediğini ri-. vayet etmiştir:
«Dün bir adam (Hz.
Ali), aramızdan ayrıldı. Öncekiler ilim hususunda onu geçemediler. Sonrakiler
de ona ulaşamayacaklardır. Rasûlullah, bayrağı ona vererek gazaya gönderirdi.
Cebral sağ yanında, Mikail de sol yanında bulunurlardı. Fetih kendisine
müyesser olmadıkça gazadan geri dönmezdi.»
Ebu îshak, yukarıdaki
rivayete şunu da eklemiştir:«Bir hizmetçi satın almak için bir tarafta
bıraktığı 700 dirhemden başka bir miras bırakmadı.»
imam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, kendimi Rasûlullah
(s.a.v.)'la beraber gördüm. Ve açlıktan dolayı karnımın üzerine taş
bağlıyordum. Oysa bu gün verdiğim sadakanın miktarı 40.000'e varmaktadır.»
Esved, Şureyk'in bu
hususta şöyle dediğim rivayet etmiştir:«Benim verdiğim sadakanın miktarı 40.000
dinara varmaktadır.» [13]
Hz. Ali, Cennet'Ie
müjdelenen on sahabe arasında Rasûlullah (s.a.v.)'m en yakın akrabasıdır. O,
Ebu Talib'in oğludur. Ebu Talib'in asıl adı, Şeybe'dir. Şeybe,Haşim'in oğludur.
Haşim'in asıl adı, Amr b. Abdumenaf dır. Abdumenafm asıl adı, Muğire b.
Kusa/dır. Kusay'yın asıl adı da Zeyd b. Kilab b. Mürre b. KaTD b. Lüey b. Gaüb
b. Fihr b. Malik b. Nadr b. Kinane b. Huzeyme b. Mürdrike b. İlyas b. Mudar b.
Nizar b. Maad b. Adnan'dır. Hz. Ali'nin künyesi Ebal-Hasan'dır. Kureyş kabilesinin
Haşimi kolundandı. Rasûlullah (s.a.v.)'ın amcası oğludur. Anasının adı, Fatıma
binti Esed b. Haşim b. Abdumenaf dır.
Zübeyr b. Bekkar'm
ifadesine göre Hz. Ali'nin anası Fatıma, Haşimî olarak doğan ilk Haşimî
kadındı. Müslüman olmuş ve hicret etmiştir. Hz. Ali'nin.babası, Rasûlullah
(s.a.v.)'m merhametli öz amcası Ebu Ta-lib'tir. Ebu Talib'in asıl adı,
Abdumenaf tır. İmam Ahmed ile birçok ne-seb âlimi ve tarihçi böyle demişlerdir.
Rafizilerin iddiasına göre ise Ebu Talib'in asıl adı, îmran'dır ve şu ayetle
kastedilen kişi, Ebu Talib'tir:
«Allah, Adem'i, Nuh'u,
İbrahim ailesini, îmran ailesini -birbirinin soyundan olarak- âlemlere tercih
etti.» (Ân Imrân, 33.)
Rafiziler, bu iddiayı
ileri sürmekle çok hata etmişlerdir. Bu iftirayı ortaya sürmeden önce Kur'ân'ı
düşünmemişlerdir. Çünkü bu iddiaları, Cenâb-ı Allah'ın mezkur ayetteki muradına
ters düşmektedir. Zira bu ayet-i kerime'den sonraki ayette şöyle denilmektedir:
«İmran'm karısı: «Ya
Rabbi! Karnımda olanı, sadece sana hizmet etmek üzere adadım.» demişti.» (Ân
ImrSn, 35.) Bu ayet-i kerimede îmran'm kızı Meryem'in doğumundan
bahsedilmektedir. Allah'ın selamı onun üzerine olsun. Bu, açıkça anlaşılan bir
husustur. Allah'a hamd olsun.
Ebu Talib, Rasûlullah
(s.a.v.)'a çok sevgi beslerdi. Bu, tabii bir sevgiydi. Ancak vefat edinceye
kadar Rasûlullah (s.a.v.)'a iman etmedi. Sa-hih-i Buharî'de de sabit olduğu
üzere eski dininde kalarak vefat etti. Ebu Talib, vefat etmek üzereyken
Rasûlullah (s.a.v.), ona: «lâ ilahe illallah» demesini arzetmiş, ancak orada
bulunan Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye şöyle diyerek engel olmuşlardı:
«Ey Ebu Talib! Abdülmut-talib'in dininden vaz mı geçiyorsun?» Son nefesini
verirken Ebu Talib'in ağzından «Abdülmuttalib'in dini üzerine ....» sözleri
çıkmış ve "lâ ilahe illallah" demeye yanaşmamıştı. Rasûlullah da onun
yanından ayrılırken: «Yasaklanmadığım sürece senin için mağfiret dileyeceğim.»
demiş ve hakkında şu ayet-i kerime nazil olmuştu:
«Ey Muhammed! Sen,
sevdiğini doğru yola eriş tireme zsin, ama Allah dilediğini doğru yola
eriştirir. Doğru yola girecekleri en iyi O bilir.»(el-Kasas, 56.)
Sonra Medine'de de şu
ayet-i kerime nazil olmuştu: «Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba
bile olsalar, puta tapalar için mağfiret dilemek peygambere ve mü'minlere yaraşmaz.
İbrahim'in, babası için mağfiret dilemesi, sadece ona verdiği bir sözden ötürü
idi. Allah'ın düşmanı olduğunu anlayınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok
içli ve yumuşak huylu idi.» (et-Tevbe, 113-114.)
Biz bu konuyu biset
bahsinin başında anlatmış ve Rafizilerin Ebu Talib'in Müslüman olduğuna dair
iddialarının yanlışlığına ve sarih naslara aykırı ve delilsiz bir iftira
olduğuna dikkat çekmiştik.
Hz. Ali'ye gelince o,
meşhur kavle göre buluğa ermeden islâmiyet'in ilk günlerinde Müslüman olmuştu.
Anlatıldığna göre o, çocuklardan ilk Müslüman olandır. Nitekim Hatice de
kadınlardan ilk Müslüman olandır. Ebu Beki- es-Sıddîk da hür erkeklerden ilk
Müslüman olandır. Zeyd b. Harise de kölelerden ilk Müslüman olandır.
Tirmizî, Enes b.
Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
pazartesi günü peygamberlikle görevlendirildi. Ali de salı günü namaz kıldı.»
Seleme b. Küheyl, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kendisine hiç kimse
ibadet etmeden önce yedi sene Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Allah'a ibadet
ettim.» Bu, asla sahih olmayan bir rivayettir, yalandır.
Süfyan-ı Sevrî, Hz.
Ali'nin:«Ben Müslüman olanların ilkiyim.» dediğini rivayet etmiştir. Ancak bu
da zayıftır. Sahih değildir. Çünkü bu hadisin rivayet senedinde adı geçen
Habbe, zayıf ravilerdendir.
Süveyd b.Said,Muaze
el-Adeviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Basra minberi
üzerinde Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini işi-tim:«En büyük sıddık benim.
Ebu Bekir, iman etmeden önce ben iman ettim. O Müslüman olmadan önce ben
Müslüman oldum.» Bu da sahih değildir. Buharı, böyle demiştir. Bir rivayette
sabit olduğuna göre Hz. Ali, Küfe minberi üzerinde şöyle demiştir:
«Ey insanlar!
Peygamberinden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir'dir. Sonra da Ömer'dir.
Eğer isteseydim ondan sonraki en hayırlı üçüncü şahsın da adını verebilirdim.»
Bu rivayet, Ebu Bekir'le Ömer'in faziletleri bahsinde geçmişti. Allah, onlardan
razı olsun ve onları hoşnut kılsın.
İmamAhmed b. Hanbel,
İbn Abbas'mşöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haticeden sonra
Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte ilk namaz kılan (veya ilk Müslüman olan),
EbuTalib oğlu Ali'dir.»
Tirmizî, Zeyd b. Erkam
ile Ebu Eyyüb el-Ensâifnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali, insanlardan yedi
sene önce namaz kıldı.» Bu, hiçbir cihetten sahih değildir.
Tirmizî ile Neseî,
Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
«İlk Müslüman olan
Ali'dir.» Tirmizî, bunun hasen ve sahih bir hadis olduğunu söylemiştir. Hz.
Ali, Rasûlullah'm vefatına kadar yanında bulunmuştur. Rasûlullah vefat ederken
ondan memnundu. Hz. Ali, onunla birlikte bütün gazvelerde hazır bulundu. Çok
yararlılıklar gösterdi. Savaş esnasında önemli roller üstlendi. Nitekim bunu
sirette açıklamıştık. Burada tekrarlamaya gerek yoktur. Gerçekten Bedir savaşında,
Uhud savaşında, Ahzab (Hendek) savaşında, Hayber savaşmda ve diğer savaşlarda
büyük yararlılıkları görülmüştü. Rasûlullah (s.a.v.), Tebük savaşma giderken
onu Medine'de ailesinin koruyucusu olarak bırakırken şöyle demişti:«Ey Ali!
Musa nezdinde Harun'un mertebesi gibi benim nezdimde bir mertebeye sahip
olmaya razı olmaz mısın? Yalnız şu var ki, benden sonra peygamber
gelmeyecektir.»
Hz. Ali'nin Peygamber
(s.a.v.)'in kızı Fatıma'yla evlendiğini ve Bedir savaşından sonra gerdeğe
girdiklerini anlatmıştık. Bu konuyu da burada tekrarlamaya ihtiyaç yoktur.
Rasûlullah (s.a.v.),
Veda haccı dönüşünde Mekke ile Medine arasında Gadir-i Hum denen yerde cemaata
bir hutbe irad etmiş ve zilhiccenin onikinci gününde irad etmiş olduğu bu
hutbesinde şöyle demişti: «Ben kimin dostu isem Ali'de onun dostudur.» Başka
rivayetlerde anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.), o hutbesinde şöyle
demiştir: «Allah'ım! Ali'ye dostluk edene dost ol. Ona düşmanlık edene düşman
ol.Ona yardım edene yardım et. Onu yardımsız bırakanı yardımsız bırak.»
Hz.Ali hakkında bu
hutbenin irad edilmesi ve onun fazileti hususunda insanların uyarılmasının
sebebi, İbn îshak'm anlattığına göre şöyledir: Rasûlullah (s.a.v.), Ali'yi
Halid b. Velidle Yemen'e emir olarak göndermişti. Dönüşünde Mekke'de Veda haca
esnasında Rasûlullah (s.a.v.)'la bulunmuştu. Ancak hakkında çok dedikodular
yapılmıştı. Kendisinin çabucak Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip görüşmek için
ordusunu geride bıraktığı esnada vekilinin askerlere giydirdiği elbiselerin
farkına varıp da geri alması yüzünden hakkında ileri geri konuşulmuş ve dedikodu
yapılmıştı. Rasûlullah (s.a.v.) Veda haccmı tamamladıktan sonra Ali'ye yapılan
asılsız isnadlardan onu arındırmak istedi. Bu sebeple mezkur hutbesini irad
etti.
Rafıziler, bu hutbenin
irad edildiği günü bayram kabul etmişlerdir. Hicretin 4001ü yılları hududunda
Büveyhiler zamanında Bağdat'ta bu günün yıl dönümünde davullar çalınarak
şenlikler tertiplenilmiş. Nitekim yeri gelince bu hususu da inşaallah
anlatacağız. Bu günden yirmi gün sonra dükkanların kapılarına bornozlar asılır,
saman ve küller sav-rulur, çoluk çocuk ve kadınlar şehir sokaklarında Hz.
Hüseyin'in ölümü sebebiyle ağıt yakarlar. Bunu, aşure gününün sabahında onun
öldürülmesiyle ilgili olarak uydurulmuş bir mısra okuyarak yaparlar. Biz onun
nasıl öldürüldüğünü gerçeklere dayanarak açıklığa kavuşturacağız.
Emevilerden bazıları,
Ebu Türab adım aldığından dolayı Hz. Ali'yi ayıplamaktadırlar. Oysa bu adı ona,
Rasûlullah (s.a.v.) takmıştır. Buharî ve [Müslim'in sahihlerinde Sehl
b.Sa'd'dan nakledildiğine göre Hz. Ali, eşi Fatıma'ya kızarak evden çıkıp
mescide gitmiş ve uyumuştu. Rasûlullah (s.a.v.)'da gelip onu o halde görmüştü.
Vücuduna toprak bulaşmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), onun vücudundaki toprakları
silkeleyerek: «Kalk, otur bakalım ey Ebu Türab.» demişti. [14]
Hakim, Ebu Ümame'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
insanları kardeş kıldığı zaman kendisi ile Ali arasında da kardeşlik tesis
etti.»
Bence bu hadisin
şahinliği üzerinde düşünmek gerekir.
Enes ve Ömer'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Ali'ye hitaben:«Sen dünyada ve
ahirette benim kardeşimsin.» demiştir. Ancak bu hadislerin ve benzerlerinin
senetleri zayıftır ve bunlar bir delil sayılmamaktadırlar. Doğrusunu Allah
bilir.
Birkaç yolla gelen bir
rivayette anlatıldığına göre Hz.Ali, şöyle demiştir:
«Ben, Allah'ın
kuluyum. Rasûlünün kardeşiyim.» Bu sözü benden sonra herhangi bir kimse
söylerse mutlaka o yalancıdır.»
Tirmizî, îbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
ashabı arasında kardeşlik tesis etti. Ali de gözleri yaşararak oraya geldi ve
şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah,
ashabın arasında kardeşlik tesis ettin. Benimle herhangi bir kimse arasında ise
kardeşlik tesis etmedin.
- Sen dünyada ve
ahirette benim kardeşimsin.»
Bu, hasen ve garip bir
hadistir. Hz. Ali, Bedir savaşma katıldı. Rasûlullah (s.a.v.),Hz. Ömer'e bir
vesile ile şöyle demişti:«Ne biliyorsun. Belki de Cenâb-ı Allah, Bedir savaşma
katılan kimselere bakmış ve onlara: «Dilediğinizi yapın. Ben sizi
bağışlamışımdır.» demiştir.»
Bedir savaşında Hz.
Ali, düşmanın önde gelen bahadırlarıyla mü-bareze yaptı. Ve o günde büyük
yararlılığı görüldü. Henüz yirmi yaşında bir genç olduğu halde Rasûlullah
(s.a.v.), bayrağı ona verdi.
Hakem, îbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bütün savaşlarda
Muhacirlerin bayrağı Ali'nin elindeydi.» Said b. Müseyyeb ile Katade de böyle
demişlerdir.
Hayseme b. Süleyman
et-Trablusi el-Hafız, Cabir b. Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Sahabeler dediler ki:
- Ya Rasûlallah,
kıyamet gününde senin sancağını kim taşıyacaktır?
- Kıyamet gününde
sancağımı kim taşıyabilir?
Onu dünyada taşıyandan
başkası taşıyamaz. O da Ebu Talib oğlu Ali'dir.»
Bu rivayetin senedi
zayıftır.
Hasan b. Arefe, Ebu
Cafer Muhammed b. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bedir günü gökten bir
sesin geldiğini duyduk. Sesin görünmez sahibi şöyle diyordu: Zülfikardan başka
kılıç yoktur. Ali'den başka da yiğit yoktur.»
Hafız îbn Asakir dedi
ki: «Zülfikar kılıcı, Bedir savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'a hibe edildi. Daha
sonra o da bunu Ali'ye hibe etti.» Zübeyr b. Bekar, Mamer b. Müsenna'nın şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Bedir savaşında
müşriklerin sancaktarı Talha b. Ebi Talha idi. Ebu Talib oğlu Ali onu öldürdü.
Bu hadiseyle ilgili olarak Haccac b.Ulat es-Sülemî şöyle bir şiir söyledi:
«Allah için ey
savaşında günah işleyen kişi.Yani bol vergilere maz-har olan Fatıma'mn oğlu
Ali!
Elin çabuk davrandı,
darbeyi vurdu. Böylece Tuleyha, alnı üzere yere düşüp yattı.
Kahramanca ve şiddetli
bir şekilde saldırdın.
Onları hak ile ortaya
çıkardın.
O zaman bağışa mazhar
olanlar bile hakir oluyorlardı.
Kılıcın birinci kez
kana bulandıktan sonra tekrar bulandı.
Peş peşe adam öldürdün.»
Hz. Ali, Rıdvan
be/atına da katıldı. Yüce Allah, bu bey'atla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
«Ey Muhammed! Allah
inananlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnud
olmuştur.» (el-Fetih, 19.)
Rasûlullah (s.a.v.) da
bu bey'ata katılanlar hakkında şöyle buyurmuştur: «Ağaç altında bey'atlaşanl
ardan hiç kimse ateşe girmeyecektir.»
Buharî ve Müslim'in
sahihleri ile diğer hadis kitaplarında sabit olduğuna göre Hayber savaşında
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Yarın bayrağı Allah ve Rasûlünü
seven, Allah ve Rasûlünün de kendisini sevdiği bir adama vereceğim. O,
cepheden kaçan değildir. Allah, onun vasıtasıyla fethi müyesser
kılacaktır." İnsanlar o geceyi, "Bayrak yarın kime verilecek"
diye kendi aralarında tartışarak geçerdiler. Öyle ki, Hz. Ömer:«Emirliği o gün
dışında başka bir günde elde etmek istemiş değilim.» demişti. Sabah olunca
Rasûlullah (s.a.v.), bayrağı Ali'ye verdi ve*Cenâb-ı Allah da fethi onun
vastasıyla müyesser kıldı. Bayrağı teslim etmeden önce Rasûlullah (s.a.v.),
gözü ağrımakta olan Ali'yi yanına çağırmış, gözüne üflemiş ve gözleri şifa
bulmuştu.»
Muhammed b.îshak,
Seleme b.Amr b. Ekva'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir es-Sıddık'ı bayrağı ile Hayber kalelerinden birine gönderdi.
Savaştı, geri döndü.Fetih müyesser olmamıştı. Yorulmuştu. Rasûlullah (s.a.v.),
ondan sonra Hattab oğlu Ömer'i gönderdi. O da savaştı, sonra geri döndü. Fetih
müyesser olmamıştı. Yorulmuştu. Bunun üzerine RasûluUah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu:«Yarm
bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir kimseye
vereceğim. Allah, onun vasıtasıla fethi müyesser kılacaktır. O, cepheden
kaçacak değildir.»
RasûluUah (s.a.v.),
gözleri ağrıyan Ali'yi yanına çağırdı. Ali geldi. Rasûlullah, onun gözlerine
üfledi. Sonra:«Şu bayrağı al ve git. Allah, senin vasıtanla fethi müyesser
kılıncaya kadar savaşa devam et.» dedi. Ali, bayrağı alıp koşarak gitti. Biz de
peşi sıra gidiyorduk. Nihayet bayrağı kale altındaki bir taş kümesinin üzerine
dikiverdi. Yukarıdan bir Yahudi başını uzatıp baktı ve ona şöyle sordu:
- Sen kimsin?
- Ebu Talib oğlu
Ali'yim.
- Tevrat'ı Musa'ya
indiren Allah'a yemin ederim ki mağlub olduk. Ali, fetih tamamlanmadan geri
dönmedi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Büreyde b. Hasib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hayber'i kuşattık.
Ebu Bekir, bayrağı aldı. Savaştı. Fetih nasib olmadan geri döndü. Ertesi gün
bayrağı Ömer alıp cepheye gitti. Savaştı. Fetih nasib olmadan geri döndü. O gün
insanlar çok yorulup bitkin düşmüşlerdi. Rasûlullah, o zaman şöyle dedi:
"Yarın bayrağı Allah ve Rasûlünce sevilen, Allah ve Rasûlünü seven bir
adama vereceğim. O, fethi tamamlamadan cepheden dönmeyecektir.»
Biz de yarın fetih
gerçekleşecek deyip gönül huzuru ve rahatlığı içinde geceyi geçirdik. Sabah
olunca Rasûlullah (s.a.v.), sabah namazını kıldı. Sonra kalkıp bayrağın
getirilmesini istedi. İnsanlar saf halinde dizilmişlerdi. Ali'yi çağırdı.
Ali'nin gözleri ağrıyordu. Rasûlullah, onun gözlerine üfledi. Bayrağı ona
verdi. Ali de gidip savaştı ve fetih müyesser oldu. Ben de bayrağı
Rasûlullah'm kime vereceğini görmek için ayaklarımın üstüne dikilerek boynumu
uzatıp bakanlar arasındaydım.»
Ebu Ya'lâ, İbn
Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: «Bayrağı
yarın Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlü tarafından sevilen bir adama
vereceğim. Ali nerede?»
Dediler ki: «Buğday
öğütüyor» Buyurdu ki:« Onlardan hiçbiri buğday öğütmeye razı olmaz.» Nihayet
Ali, Rasûlullah'm yanma geldi. Rasûlullah bayrağı ona verdi. Gidip savaştı ve
Hüyey b. Ahtab'ın kızı Safiye'yi getirdi.» Bu garip bir rivayettir.
imam Ahmed b. Hanbel,
Amr b. Meymun'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, tbn Abbas'm yanında
oturmaktaydım .Yanma dokuz kişilik bir heyet geldi. Ona şöyle dediler:«Ey îbn
Abbas! Ya sen kalkıp bizimle gel, ya da yanındaki adamları uzaklaştır da baş
başa görüşelim.)»
îbn Abbas:«Hayır, ben
sizinle gelirim.» dedi. O zaman îbn Abbas'ın gözleri henüz âmâ olmamıştı.
Gittiler, konuşmaya başladılar. Ne dediklerini bilmiyoruz. Yalnız İbn Abbas,
dönüp geldiğinde elbisesini silkeliyor ve şöyle diyordu: «Öf bunlardan,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın hakkında şöyle buyurduğu bir adamın aleyhinde
konuştular: "Ben bir adamı cepheye göndereceğim. Allah, onu ebediyyen
rüsvay kılmayacaktır. O, Allah ve Rasûlünü sever." Rasûlullah böyle
dedikten sonra orada bulunanlar ayakları üstüne dikilip başlarım öne uzatarak
baktılar. Rasûlullah (s.a.v.) da o esnada: «Ali nerede?» diye sormuş, orada
bulunanlar Ali'nin değirmende buğday öğütmekte olduğunu söyleyince Rasûlullah
(s.a.v.):«Sizden hiç kimse buğday Öğütecek durumda değildir.» dedi Sonra
Ali geldi. Gözleri ağrıyordu. Hemen
hemen görmemekteydi. Rasûlullah (s.a.v.), onun gözlerine üfledi, sonra bayrağı
üç kez salladı ve Ali'ye verdi. Ali de gidip savaştı ve Hüyey b. Ahtab'ın kızı
Safiye'yi getirdi. Rasûlullah (s.a.v.), daha sonra falan adamı tevbe sûresi
ile (Mekke'ye) gönderdi. Arkasından Ali'yi de gönderdi. Ali, sûreyi o adamdan
aldı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ali ile ligili olarak şöyle buyurdu: «Tevbe
sûresini Mekke'ye ancak benden olan ve benim de kendisinden olduğum bir adam
götürmelidir.» Sonra Rasûlullah (s.a.v.), amcası oğullarına şöyle
dedi:«Hanginiz dünya ve ahirette benimle dost olur?» Hiç kimse cevap vermedi.
Ali de orada Rasûlullah'm yanında oturmaktaydı. Kalkıp şu cevabı verdi:«Ben
dünya ve ahirette sana dost olurum.» Rasûlullah (s.a.v.), onu yerinde bıraktı.
Sonra oradaki adamlara dönüp şöyle sordu:«Hanginiz dünya ve ahirette bana dost
olur?» Kimse cevap vermedi. Ali: « Ben, dünya ve ahirette sana dost olurum.»
dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), ona hitaben: «Sen dünyada da ahirette
de benim dostumsun.» dedi. Hatice'den sonra ilk Müslüman kişi, Ali oldu.
Rasûlullah (s.a.v.), elbisesinin ucunu kaldırıp Ali'nin, Fatıma'nın, Hasan ve
Hüseyin'in üzerine koyup şu ayet-i kerimeyi okudu:
«Ey peygamberin ev
halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister.»
(ei-Ahzâb, 33.)
Hicret esnasında Hz.
Ali, kendini Rasûlullah (s.a.v.)'a feda etti. Onun elbisesini giydi, sonra
yatağına yattı. Müşrikler, Peygamber (s.a.v.)İ öldürmek istiyorlardı. O esnada
Ebu Bekir geldi. Ali, Hz. Pey-gamber'in yatağında uyumaktaydı. Ebu Bekir, onun
peygamber olduğunu zannederek: «Ey Allah'ın peygamberi!» diye seslendi. Ali,
ona şöyle karşılık verdi: «Allah'ın peygamberi, Meymune kuyusuna doğru gitti.
Sen ona yetiş.» Ebu Bekir, hemen o tarafa gitti. Hz. Peygamberce yetişti.
Onunla birlikte mağaraya girip saklandı. Müşrikler, Peygamber (s.a.v.)
zannederek Ali'yi taşlamaya başladılar. O bundan acı duyuyordu. Kafasını
yorganın altına koymuş, sabaha kadar öylece kalmıştı. Sabah olunca yorganı
üzerinden atıp dışarı çıktığında müşrikler ona şöyle dediler:«Sen yüksek
mertebeli biri değilsin.Biz senin arkadaşını taşlıyorduk. O bundan acı
duymuyor, sızlanmıyordu. Oysa sen attığımız taşlardan acı duyup sızlanıyorsun.
Biz bunu yadırgadık.»
Rasûlullah (s.a.v.)
Tebük gazvesi için yola çıktı. Hz. Ali, ona:
- Ben de seninle
beraber geleyim mi? diye sorduğunda Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi:
- Hayır gelme, cevabını
verdi. Bunun üzerine Ali ağladı Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi:
- Sen, Musa nezdinde
Harun'un işgal ettiği mevki gibi bir mevkiyi benim yanımda işgal etmeye razı
olmaz mısın? Şu kadar ki, sen bir peygamber değilsin. Ama ben mutlaka bu
sefere gideceğim ve sen de benim halifem olacaksın.»
Bir defasmde
Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye şöyle demişti: «Sen, benim dostumsun. Benden sonra
da bütün mü'minlerin dostusun.»
Rasûlullah (s.a.v.),
mescitteki kapıların tamamını kapatmıştı. Yalnız Hz. Ali'nin kapısını açık
bırakmıştı. Ali, mescidin yan tarafında bulunan kendi kapısından mescide
gelirdi. Bu onun yoluydu, başka da yolu yoktu.
- Onun hakkında
Rasûlullah, şöyle buyurdu: «Ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur.» Cenâb-ı
Allah, Kur'ân-ı Kerim'de bize vermiş olduğu bir haberde; Rıdvan be/atma
katılan kimselerden razı ve hoşnud~ olduğunu bildirmiş ve onların kalplarindeki
şeyi bilmiştir. Bunu bildirdikten sonra Cenâb-ı Allah, onlara daha sonra
kızdığına dair bir beyanda bulunmuş mudur? (Hayır, bulunmamıştır.)
Hz. Ömer, Mekkeli
müşriklere Müslümanların gazaya çıkacağı haberini bir mektupla bildiren Hatip
b. Ebi Belta'yı kastederek «Ya Rasûlallah, izin ver de şu münafığın boynunu
vurayım.» dediği zaman Peygamber (s.a.v.), şöyle demiştir: «Ne biliyorsun? Belki
de Allah, Bedir savaşma katılmış olan Müslümanların durumuna vakıf olmuş ve
onlara şöyle demiştir: Dilediğinizi yapın, ben sizi bağışlamışım.»
"Tarih" adlı
eserinde Buharı, îmran b. Husayn'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.),
Hayber savaşında şöyle buyurmuştur:
«Bayrağı Allah ve
Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir adama vereceğim.» Böyle
dedikten sonra Rasûlullah, haber gönderip Ali'yi yanına çağırttı. Ali geldi,
gözleri ağrıyordu. Rasûlullah (s.a.v.), onun gözlerine üfledi ve bayrağı ona
verdi. Hz. Ali de yüzünü çevirmedi ve artık gözlerinden şikayetçi olmadı.»
- İmam Ahmed b.
Hanbel, Ebu Said el-Hudrfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
bayrağı alıp salladı ve şöyle buyurdu: «Bunu kim hakkıyla alır? Falan adam
gelip: «Ben alırım» dedi. Rasûlullah (s.a.v.), ona: «Geç» dedi. Sonra başka bir
adam gelip: «Ben alırım» dedi.
Rasûlullah (s.a.v.),
ona da "Geç" dedi. Sonra şöyle buyurdu:
«Muhammed'in yüzünü
şerefli kılan Allah'a yemin ederim ki, bu bayrağı cepheden firar etmeyen bir
adama vereceğim.» Ali geldi, bayrağı alıp cepheye koştu, niyahet Cenâb-ı
Allah, ona Hayber ve Fedek kalelerinin fethini nasib etti. O da oraların
hurmalarını ve kavrulmuş etlerini getirdi.»
îmam Ahmed b. Hanbel,
Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Babam yazın
kışlık elbise giyen, kışın da yazlık elbise giyen Ali ile birlikte yolda
gitmekteydi. Babama bunu Ali'ye sormasını söylediler. O da niçin böyle
yaptığını sorunca Ali, şu cevabı verdi:
«Rasûlullah (s.a.v.),
arkamdan haber gönderdi. O zaman gözlerim ağrıyordu. Hayber savaşmdaydık.
Kendisine: «Ya Rasûlallah, gözlerim ağrıyor» dedim. Gözlerime üfledi ve şöyle
dua etti: «Allah'ım, Ali'deki sıcaklık ve soğukluğu gider.» Ben de o günden
beri vücudumda ne soğukluk ne de sıcaklık hissetmiyorum. O savaşta Rasûlullah
(s.a.v.), beni kastederek şöyle demişti: «Bayrağı Allah ve Rasûlünü seven,
Allah ve Rasûlüncede sevilen, cepheden firar etmeyen bir adama vereceğim.»
Rasûlullah (s.a,v.)"m sahabeleri, ayakları üzerinde dikilip boyunlarını
ileriye doğru uzatarak bayrağın kime verileceğini araştırdılar. O esnada
Rasûlullah (s.a.v.), bayrağı bana verdi.»
Ebu Ya'lâ, Hz. Ali'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûîullah (s.a.v.)'m
Hayber savaşında başımı meshedip gözlerime üflemesinden ve bayrağı bana
vermesinden sonra gözlerim artık hiç ağrımadı. Başım da ağrımadı.»
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde, Sa'd b. Ebi Vakkas'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah
(s.a.v.), Hz. Ali'ye şöyle demiştir:
«Musa nezdinde
Harun'un işgal ettiği mertebe gibi bir mertebeyi benim nezdimde de işgal
etmeye razı olmaz mısın? Şu kadar var ki, benden sonra peygamber
gelmeyecektir.»
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ebu Süfyan oğlu
Muaviye, bana şöyle bir soru sordu:
- Ebu Turab'a (Ali'ye)
sövmene engel olan şey nedir?
- Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m söylediği şu üç şeyi hatırladığım için Ali'ye sövmüyorum. Onun
bahşettiği bu üç şeyden birine sahip olmak, benim için kırmızı tüylü davarlara
sahip olmaktan daha hoştur. Zira ben, bir gazaya giderken aile efradının
işlerini idare etmesi için kendi yerine vekil bıraktığı Ali'nin Rasûlullah
(s.a.v.)'a şöyle dediğini işittim:
- Ya Rasûlallah, beni
geride kadınlar ve çocuklarla mı bırakcak-sm?
- Sen, Musa nezdinde
Harun'un sahip olduğu makam gibi bir makama benim nezdimde sahip olmaya razı
değil misin? Yalnız şu var ki, benden sonra peygamber gelmeyecektir.» Hayber
savaşında da Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim;«Bayrağı Allah ve
Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir adama vereceğim.» Ben de
ayaklarım üstüne dikilip boynumu ileriye doğru uzattım ve bayrağı kime
vereceğine baktım. O esnada Rasûlullah s.a.v.); «Bana Ali'yi çağırın.» diye
emir verdi. Ali, onun yamna getirildi. Ali'nin gözleri ağrımaktaydı.
Rasûlullah (s.a.v.), onun gözlerine üfledi ve bayrağı ona teslim etti. Cenâb-ı
Allah da fethi onun vasıtasıyla müyesser kıldı.
«Ey Muhammedi De ki:
«Gelin, oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve
kendinizi çağıralım. Sonra lanetleşe-lim de Allah'ın lanetinin yalancılara
olmasını dileyelim.» (âi-i Imrân, eı.)
Bu ayet-i kerime nazil
olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ali'yi, Faü-ma'yı, Hasan ve Hüseyin'i
çağırdı. Sonra: «Allah'ım, işte bunlar benim aile efradımdır.» dedi.»
Hasan b. Arfe el-Abdî,
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Muaviye, hacca geldi.
Sa'd b. Ebi Vakkas da onun yanma uğradı. Ali'den söz edildi. Sa'd, şöyle dedi:
«Üç şey vardır ki, bunlardan birine sahip olmam, dünyaya ve içindekilere sahip
olmamdan daha çok hoşuma gider. Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu işittim:
«Ben kimin dostu isem
Ali de onun dostudur.» Yine Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
işittim:«Bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de sevilen bir
adama yarın vereceğim.» Rasûlullah (s.a.v.)'ın Hz. Ali'ye hitaben şöyle
buyurduğunu da işittim:
«Musa nezdinde
Harun'un sahip olduğu bir makam gibi, sen de benim yanımda bir makama
sahipsin. Şu kadar var ki, benden sonra bir peygamber gelecek değildir.»
Ebu Zura ed-Dımışkî,
Abdullah b. Ebi Necih'in babasından naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Muaviye, hacca
geldiği zaman Sa'd b. Ebi Vakkas'ın elini tuttu ve ona şöyle dedi:
- Ey Ebu İshak, şu
savaş bizi yordu. Haccımıza engel oldu. Öyle ki, haccın bazı sünnetlerini
unutacak duruma geldik. Tavafta bize rehberlik et de seninle birlikte
tavafımızı ifa edelim.»
Tavaf sona erdikten
sonra Muaviye, Sa'd'ı Darü'n-Nedve'ye götürdü. Onu, kendi kanepesi üzerinde
yanında oturttu. Sonra Ebu Talib oğlu Ali'den bahsetti. Onun aleyhinde
konuştu. Sa'd, Muaviye'ye şöyle dedi:
«Beni evine soktun ve
kanepenin üzerinde oturttun. Sonra da Ali'nin aleninde konuşmaya başlayıp ona
sövdün. Allah'a yemin ederim ki, Ali'nin sahip olduğu özelliklerinden üç tanesi
var ki, bunlardan birine sahip olmak benim için güneşin üzerine doğduğu
şeylerin tümüne sahip olmaktan daha hoştur. Keşke Tebük gazvesine gittiği
esnada Rasûlullah, şu sözü bana da söylemiş olsaydı: «Ey Ali! Harun'un Musa
nezdinde sahip olduğu makam gibi bir makama benim nezdinde sahip olmak, hoşuna
gitmez mi? Şu kadar var ki, benden sonra bîr peygamber gelecek değildir.» Evet,
Rasûlullah (s.a.v.)'m bahsettiği bu makama sahip olmak benim için, güneşin
üzerine doğduğu şeylerin tümüne sahip olmaktan daha sevimlidir. Yine Hayber
savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'m Ali hakkında söylediği şu söz, bana söylenmiş
olsaydı, güneşin üzerine doğduğu şeylerin tamamına sahip olmaktan daha çok
hoşuma giderdi: «Yarın bayrağı Allah ve Rasûlünü seven, Allah ve Rasûlünce de
sevilen bir adama vereceğim. Cenâb-ı Allah, fethi o adam vasıtasıyla müyesser
kılacaktır. O adam, cepheden kaçan biri değildir.»
Keşke Ali gibi
Rasûlullah'ın damadı olsaydım da kızı bana çocuk do-ğursaydı. Kızının
doğuracağı çocuk benim için, güneşin üzerine doğduğu şeylerin tamamına sahip
olmaktan daha kıymetliydi. Artık bu günden sonra senin yamna gelmeyeceğim.»
Böyle dedikten sonra Sa'd b. Ebi Vakkas, yakasını silkeleyerek Muaviye'nin
yanından çıkıp gitti.»
imam Ahmed b. Hanbel,
babası Sa'd'dan naklen Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali, Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte Medine dışına çıktı. Veda tepesi yakınma geldiklerinde Ali
ağlayıp şöyle dedi:
- Beni cepheden geri
kalanlarla birlikte geride mi bırakıyorsun?
- Harun'un Musa
nezdinde sahip olduğu makam gibi bir makama benim nezdimde sahip olmaya razı
değil misin? Yalnız peygamberlik bundan müstesnadır.»
Ebu Ya'lâ, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki; Hz. Ömer şöyle demiştir: «Ebu Talip oğlu Ali'ye üç
özellik verildi. Bu özelliklerinden birine sahip olmak, benim için kırmızı
tüylü davarlara sahip olmaktan daha hoştur.» "O özellikler nelerdir ey
mü'minlerin emin?" diye sorduklarında Hz. Ömer, şu açıkmalayı yapmıştı:
«Ali'nin, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma ile evlenmesi. Onun Rasûlullah
(s.a.v.)'la birlikte Mescid-i Nebevf de ikamet etmesi ve o mescitte
Rasûlullah'a helal olan şeylerin Ali'ye helal olması. Hayber savaşında bayrağın
Ali'ye verilmesi.»
tmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Biz, Rasûlullah
(s.a.v.) zamanında şöyle derdik: İnsanların en hayırlısı Ebu Bekir'dir, sonra
Ömer'dir.Ebu Talib oğlu Ali'ye de üç şey verilmiştir: Bu üç şeyin bana
verilmesi benim için kırmızı tüylü davarlara sahip olmaktan daha hoştur.»
Abdullah b. Ömer, bu üç şeyden bahsederken her birini ayrı ayrı açıklamıştır. [15]
Süfyan-ı Sevrî, Hz.
Ali'nin Küfe minberi üzerinde şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah
(s.a.v.)'dan kızı Fatıma ile evlenme talebinde bulunmak istedim. Ancak herhagi
bir mala sahip olmadığımı hatırladım. Sonra akrabalık ilişkilerimizi düşünerek
gidip Rasûlullah (s.a.v.)'a böyle bir talebte bulundum. Rasûlullah (s.a.v.),
bana şöyle sordu:
- Yanında birşey var
mı?
- Hayır.
- Falan günde sana
vermiş olduğum Hutemi zırhın nerede?
- Yanımda.
- Onu bana ver.
Zırhı kendisine verdim
ve beni kızıyla evlendirdi. Gerdek gecesi Fa-tıma'nın yanına gideceğim zaman
bana: «Ben yanımza gelinceye kadar bir şey yapmayın.» dedi.
Yanımıza geldi.
Üzerimizde bir kadife veya başka bir örtü vardı. Onu görünce acelece yerimizden
kalkmak istedik. Bize:«Yerinizde durun» dedi. Sonra bir bardak su
getirilmesini istedi. Getirilen suyun üzerine dua okudu. Sonra suyu benimle
Fatıma'nın üzerine serpti. Ben ona şöyle bir soru sordum:
- Ya Rasûlallah, beni
mi, yoksa Fatıma'yımı daha çok seviyorsun?
- Onu senden daha çok
seviyorum. Ancak sen benim nazarımda ondan daha kıymetlisin.»
Neseî, Büreyde'nin bu
hadiseyi daha detaylı bir şekilde anlattığını rivayet etmiştir. Bu rivayette
anlatıldığına göre Hz. Ali, Sa'd'dan bir koç, Ensâr'dan birkaç kişiden de
birkaç ölçek Mısır ödünç alarak Fatıma için düğün yemeği yapmıştır. Rasûlulîah
(s.a.v.) da Fatıma ile Ali'nin üzerine su serptikten sonra ikisi için dua etmiş
ve:«AUah'ım, bunların zifaflarını kendileri için mübarek kıl.» demiştir.
Muhammed b. Kesir, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali, Fatıma'yı
istediği zaman Rasûlullah (s.a.v.), kızma giderek şöyle demişti: «Kızım, amcan
oğlu Ali seninle evlenmek istiyor. Buna ne dersin?»
"Babasının bu
sorusu karşısında Fatıma ağlamış, sonra şöyle de-mişti:«Ey babacığım öyle
görülüyor ki, sen beni Kureyş'in yoksuluna vererek küçültüyorsun. Öyle değil
mi?» Fatıma'nın böyle demesi karşısında Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu:
«Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, göklerden bu
hususta Allah bana izin verinceye kadar bu evlilik hakkında birşey
söylemeyeceğim.»
Babasının böyle demesi
üzerine Fatıma: «Allah ve Rasûİünün razı olduğu şeye ben de razı oldum.»
demişti ve Fatıma'nın da kabul etmesinden sonra Rasûlullah (s.a.v.), oradan
kalkıp gitmiş Müslümanlar da bu iş için toplanmışlar, Rasûlullah Ali'ye şöyle
demişti: «Ey Ali! Evlenme talebine dair okunması gereken hutbeyi sen kendin
oku.» Peygamber Efendimiz'in bu emri üzerine Ali kalkıp hutbeyi okumuştu:
«Ölümsüz olan Allah'a hamd olsun. İşte Allah Rasûlü Muhammed, kızı Faü-ma'yı
dört yüz dirhem tutarındaki mehir karşılığında benimle evlendir-miştir. Onun
dediğini duyun ve şahid olun.»
Orada bulunan cemaat
da şöyle sormuştu:
- Ya Rasûlallah, bu
hususta ne buyuruyorsun? Rasûlullah da: «Şahid olun ki, kızımı Ali ile
evlendirdim.» dedi.
Veki, Şâbfden rivayet
etti ki, Hz. Ali, şöyle demiştir:
«Bizim bir koç
postundan başka bir sergimiz yoktu.Bir tarafında uyurduk, bir tarafında da
Fatıma hamur yoğururdu.»
Mücahid, Şâbî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«O koç postununun
üzerinde gündüz devemize yem verirdik. Devemize ondan başka yem torbası
yapacak bir şeyimiz yoktu.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Zeyd b. Erkam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah'ın birkaç
sahabesinin Mescid-i Nebevfye açılan kapıları vardı. Bir gün Rasûlullah
(s.a.v.): «Ali'nin kapısı dışındaki şu kapılan kapatın.» dedi. Ancak bazı
kimseler, bu konuda dedikoduya başladılar. Rasûlullah (s.a.v.), bunun üzerine
kalkıp Allah'a hamdü senada bulundu ve şöyle buyurdu:
«Ben, Ali'nin
kapısının dışındaki diğer kapıların kapatılmasını emrettim. Bazılarınız bu
hususta dedikodu yaptılar. Allah'a yemin ederim ki ben, bana verilen emir
dışında bir kapı kapatmış veya bir kapı açmış değilim. Ancak bana bir emir
verildi. Ben de o emre uydum.»
Sa'd b. Ebi Vakkas'tan
rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), mescidin içine açılan kapıların
tamamım kapatmış, yalnız Ali'nin kapışım açık bırakmıştı. Bu yüzden bazı kimseler
dedikodu yapınca kendisi şöyle buyurmuştu:
«O kapıyı ben açık
bırakmadım. Ancak Allah açık bıraktı.»
Bu rivayet, Sahih-i
Buharî'de yer alan şu rivayete ters düşmemektedir. Şöyle ki: Rasûlullah
(s.a.v.), ölüm hastalığında iken caddeden Mescid-i Nebevfye'ye açılan kapıların
tamamının kapatılmasını, yalnız Ebu Bekir es-Sıddık'ın kapısının açık
bırakılmasını emretmişti. Daha önce de Rasûlullah (s.a.v.), hayatta iken
önceki kapı meselesi husu-susda Ali'nin kapısının açık bırakılmasını
emretmişti. Çünkü Fatı-ma'nın kendi evinden babasımn evine geçebilmesi için o
kapıdan geçmeye ihtiyacı vardı. Rasûlullah (s.a.v.), ona acıdığından Ali'nin
kapısının açık bırakılmasını emretmişti. Ama vefatından sonra bu gerekçe
ortadan kalkmış, sadece namaz kıldırmak maksadıyla Ebu Bekir'in mescide
gelebilmesi için onun kapısının açık bırakılmasına ihtiyaç duyulmuştu. Çünkü
Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından sonra halife Ebu Bekir olacaktı ve onun
halifeliğine bu da bir nevi işaretti.
Tirmizî, Ebu Said'den
rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye hitaben şöyle demiştir:
«Ey Ali, benden ve
senden başka hiçbir kimseye mescitte cünüp olmak helal olmaz.»
Ali b. Münzir dedi ki:
Ben, Dırar b. Sard'a bu hadisin ne anlama geldiğini sorduğumda o bana şöyle
dedi: «Yani ey Ali, benden ve senden başka bir kimsenin cünüp olarak bu
mescitten çıkması helal olmaz.»
Tirmizî, bu hadisin
hasen ve garip olduğunu söylemiştir.
İbn Asakir, Ümmü
Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ölüm hastalığında
Peygamber (s.a.v.), evinden çıktı, mescidin avlusuna geldi. Orada yüksek sesle
şöyle dedi: «Muhammed ve eşleri ile Ali ve Muhammed'in kızı Fatıma dışında âdet
halindeki bir kadının veya cünüp bir kimsenin mescide girmesi helal olmaz.
Dikkat edin. Size isimleri açıkladım ki sapmayasınız.»
Bu hadisin rivayet
senedinde gariplik vardır ve zayıftır.
Hakim, Büreyde
b.Hasib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
. , «Ali ile birlikte gaza için Yemen'e gittim.Ali'den biraz hakaret gördüm.
Medine'ye döndüğümde Ali'nin bana yaptıklarını Rasûlullah'a anlattım. Onu biraz
yerdim. Rasûlullah (s.a.v.)'m yüzünün renginin değiştiğini gördüm. Bana şöyle
dedi:
- Ey Büreyde, ben
mü'minlere kendi nefislerinden daha yalan değil miyim?
- Evet Öylesin ya
Rasûlallah.
- Ben kimin dostu
isem, Ali de onun dostudur.»
imam Ahmed b.Hanbel,
Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Yemen'e iki askeri birlik gönderdi. Bu birliklerden birinin başında EbuTalib
oğlu Ali, diğerinin başında da Halid b. Velid vardı. Rasûlullah (s.a.v.),
bunları gönderirken kendilerine şu talimatı vermişti: «İkiniz Yemen'de bir
araya geldiğinizde komutan Ali'dir. Ayrıldığınız zaman da herkes kendi askeri
birliğinin komutanı olacaktır.»
Nihayet Yemen'e
vardık. Yemenlilerden Beni Zeyd kabilesiyle karşılaştık. Savaştık. Biz
Müslümanlar, Yemenli müşrikleri mağlub ettik. Savaşçılarını öldürdük, çoluk
çocuklarını esir aldık. Ali, esir alınan kadınlardan birini kendi şahsına
ayırdı.Halid b. Velid de beni Rasûlullah'a göndererek Ali'nin böyle yaptığını
ihbar etmemi istedi. Rasûlullah (sa.v.)'ın yanına vardığımda Halid'in
mektubunu kendisine verdim. Mektup okundu.
Rasûlullah(s.a.v.)'m öfkelendiğini yüzünden anladım ve şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah, ben
Yemen'den dönen bir adamım. Sen beni bir komutanla Yemen'e göndermiş ve ona
itaat etmemi emretmiştin.Şimdi ben onun sana gönderdiği mesajı tebliğ ettim.
- Ali'nin aleyhinde
konuşma. O, bendendir. Ben de ondanım. Benden sonra sizin veliniz odur.»
Bu lafız münkerdir. Bu
hadisin ravileri arasında adı geçen Eclah, Şiidir. Böyle biri müfred olarak bir
rivayette bulunduğunda rivayeti kabul edilmez. Ancak kendisinden daha zayıf
bir kimse bu hususta Ec-lah'a tabi olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. Çünkü bu
konudaki nakiller arasında mahfuz olan rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah
(s.a.v.), şöyle buyurmuştur: «Ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
ganimetlerin beşte birini teslim alması için Ali'yi Halid b.Valid'e gönderdi.
Ali, orada sabahladığı zaman (cariyelerden biri ile cinsel ilişkide bulunduğu
için yıkanmıştı ve) başından su damlamakta idi. Halid b. Velid, bu durumu
görünce bana:
- Ey Büreyde, şu
adamın yapıtğını görüyor musun?
Ben de Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanına döndüğümde Ali'nin orada yaptığı şeyi kendisine haber
verdim.
Ben, Ali'ye
kızıyordum. Rasûlulah (s.a.v.), bana dedi ki:
- Ey Büreyde, sen
Ali'ye kızıyor musun?
- Evet.
- Ona kızma, onu sev.
Çünkü onun, ganimetlerin beşte biri içinde bundan (bu cariyeden) daha fazla
hakkı var.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali'ye kızdığım kadar
başka hiç kimseye kızmıyordum. Kureyşli-lerden bir adam da Ali'ye kızıyordu.Ben
o adamı sırf Ali'ye kızdığı için seviyordum. İşte o adam, bir süvari birliğinin
başında bir sefere gönderildi. Ben de onun maiyetindeydim.Sırf Ali'ye kızdığı
için maiyetinde yer almıştım.Seferimizde birkaç cariyeyi esir almış ve
ganimetler elde etmiştik. Rasûlullah (s.a.v.)'a elde ettiğimiz ganimetlerin
beşte birini gelip teslim alacak bir adamı göndermesi için bir mektup
gönderdik. Rasûlullah (s.a.v.) da bu iş için bize Ali'yi gönderdi. Esir
almanlar arasında çok güzel bir cariye vardı. Ganimetler beşe bölündü. Beşte
biri taksim edilip Ali'ye teslim edildi. Sabah olduğunda Ali odasından dışarı
çıkarken saçından su damlıyordu. Kendisine:
- Ey Hasan'm babası,
bu ne haldir? diye sorduğumuzda şöyle cevap verdi:
- Esirler arasındaki
cariyeyi görmüyor musunuz? Ben onları taksim ettim. O, beşte birlik pay
arasına düştü, sonra o, Peygamber (s.a.v.)'in ailesinin hakkı oldu. Sonra da
benim payıma düştü. Ben de onunla cinsel ilişkide bulundum.
Ali'ye kızan o adam
(komutanım olan Halid b. Velid), bu durumu Allah'ın peygamberine bildirmek
için bir mektup yazdı. Ben, komutanıma:
- Bu mektubu benimle
Peygamber (s.a.v.)'e gönderir misin? dedim. O da beni bu durumun bir nevi
tasdikcisi olarak mektupla birlikte Rasûlullah (s.a- v.)'a gönderdi. Mektubu
götürdüğümde okumaya başladım. Mektubun sahibini kastederek: «Doğru söylüyor.»
diyordum. Rasûlullah (s.a.v.), elimi tuttu ve mektubu da alıp şöyle dedi:
- Ali'ye kızıyor
musun?
- Evet.
- Ona kızma. Şayet onu
seviyorsan sevgini fazlalaştır. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin
ederim ki, Ali ailesinin ganimetlerin beşte birindeki payı, o cariyeden daha
fazladır.
Rasûlullah (s.a.v.)'ın
bana böyle demesinden sonra Ali'den daha çok sevdiğim bîr kimse olmamıştır.»
imam Ahmed b. Hanbel,
İmran b. Husayn'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
gazaya bir müfreze (birlik) gönderdi. Müfrezenin komutanlığına da Ebu Talib
oğlu Ali'yi atadı. Ali, bu seferde bir hadise yaptı. O müfreze içinde yer alan
sahabelerinden dört kişi, Ali'nin bu yaptığını RasûluUah'a anlatacaklarına dair
söz birliği yaptılar. Biz de bu seferden döndüğümüzde önce Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma gidip selam verdik. Ali'nin sefer esnasında yaptığı hadiseyi
ihbar etmeye söz vermiş olan o dört kişi de Rasûlullah'ın yanma geldi. Onlardan
birisi kalkıp şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah
(s.a.v.), Ali şöyle ve şöyle yaptı. Rasûlullah, o adamdan yüzünü çevirdi. Sonra
ikinci adam kalkıp şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, Ali
şöyle ve şöyle yaptı.
- Rasûlullah (s.a.v.),
ondan da yüz çevirdi. Sonra üçüncü adam kalkıp şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, Ali
şöyle ve şöyle yaptı. Dördüncüleri kalkıp şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah! Ali
şöyle ve şöyle yaptı.
Rasûlullah (s.a.v.),
yüzü değişmiş olarak o dördüncü adama dönüp şöyle dedi:
«Ali'yi bırakın.
Ali'yi bırakın. Ali'yi bırakın. Çünkü Ali, bendendir. Ben de ondanım. Benden
sonra o, her mü'minin velisidir.»
imam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«insanlar, Ali'yi
şikayet ettiler. Rasûlullah (s.a.v.) da aramızdaydı. Kalkıp şöyle bir nutuk
irad etti:
- Ey insanlar, Ali'yi
şikayet etmeyin. Allah'a yemin ederim ki o, Allah'ın zatı hususunda (veya
Allah yolunda) en atak olan kimsedir.»
Hafız el-Beyhakî, Ebu
Said'in şöyle dediğim rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Talib oğlu Ali'yi Yemen'e gönderdi. Ben de onunla birlikte Yemen'e gidenler
arasında bulunuyordum. Zekat develeri getirildiğinde Ali'den, o develere
binerek kendi develerimizi dinlendirmek istediğimizi kendisine bildirdik.
Çünkü develerimizin bitkin düştüklerini görmüştük. Ancak Ali, bu isteğimizi
kabul etmeyip: «Sizin bu develerdeki payınız, ancak diğer Müslümanların payı
kadardır. Daha fazla bir hakkınız yoktur.» dedi.
Ali, Yemen'deki işini
tamamlayıp dönerken başımıza birini emir tayin etti. Ali'nin kendisi acele
edip hacca gitti. Haccını tamamladığı zaman Peygamber (s.a.v.),
ona:«Arkadaşiarının yanma dön, onları da getir.» dedi. Biz daha önce Ali'ye
ilettiğimiz isteğimizi bu defa başımıza emir tayin edilen adama ilettik. O, bu
istediğimizi yerine getirdi. Ali, dönüp geldiği zaman zekat develerine
binilmiş olduğunu onların sırtların-daki izlerden anladı. Yerine vekil
bıraktığı adamı, bu hareketinden dolayı kınayıp ayıpladı. Ben de eğer
Medine'ye döner, RasûluUah'a uğrar-sam Ali'nin bize yaptığı hakaret ve
baskıları kendisine anlatacağımı söyledim. Medine'ye geldiğimizde Rasûlullah
(s.a.v.)'a uğradım. Söylemeye yemin ettiğim şeyi ona söylemek istiyordum. Ebu
Bekir'e rastladım. O, Rasûlullah'ın yanından çıkmakta idi. Beni görünce durdu.
Bana «Merhaba» dedi, hal-hatır sordu, ben de kendisinden hal hatır sordum.Bana:
- Ne zaman geldin?
diye sondu.
Ben de:
- Dün geldim, diye
cevap verdim.
Benimle birlikte
Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma döndü ve ona:
- Ya Rasûlallah, işte
Sa'd b. Malik b. Şehid gelmiştir, yanına girmek için izin istiyor, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.)
da:
- içeri girmesine izin
ver, dedi.
içeri girip Rasûlullah
(s.a.vja saygı gösterip selam verdim. O da selamımı aldı. Benim ve ailemin
durumunu sordu. Ancak hal hatır sorma işini gizli yaptı. Ben de kendisine dedim
ki: «Ya Rasûlallah, Ali'den çok cefa çektik, iyi arkadaşlık etmedi. Bizi
sıkıştırdı.» Ali'nin bize yaptıklarım birer birer saymaya başladım. Sözümün
ortasına geldiğimde Rasûlullah (s.a.v.) -yakınında oturduğum için- uyluğuma
vurdu ve şöyle deyip sözümü kesti:
«Ey Sa'd b. Malik b.
Şehid, kardeşin Ali hakkında söylemekte olduğun sözlerinin bir kısmını kes.
Allah'a yemin ederim ki, Ali'nin Allah yolunda bir asker olduğunu
bilmekteyim.»
Rasûlullah (s.a.v.)'ın
böyle demesi üzerine ben kendi kendime şöyle dedim: «Ey Sa'd b. Malik, anan
seni kaybetsin. Bu günden itibaren artık Ali'nin hoşuna gitmeyecek durumlara
girmeyeceğim, artık onun hoşuna gitmeyecek şeyleri kesinlikle söylediğimi
bilmiyorum. Vallahi onu artık ne gizli, ne de açıkça kötü sözlerle
anmayacağım.»
Yunus b. Bükeyr,
Hudeybiye ashabından olan Anar b. Şaş el-Eslemfnin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Rasûlullah
(s.a.v.)'ın Yemen'e gönderdiği süvarilerle birlikte Ali'nin yanında yer aldım.
Ali, bana biraz hakaret etti. Ona kırıldım. Medine'ye döndüğümde bir gün bir
mecliste oturmakta olan Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma yöneldim..Rasûlullah, bana-bakınca
gidip yanma oturdum. Şöyle buyurdu: «Ey Amr, Allah'a yemin ederim ki, sen bana
eziyet ettin.»
Dedim ki: «İnnâ lillah
ve innâ ileyhi raciun. Rasûlullah'a eziyet etmekten Allah'a ve İslâm'a
sığınırım.» Benim böyle demem üzerine Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurdu:«Kim
Ali'ye eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur.»
Seyf b. Ömer de
Abdullah b. Said vasıtasıyla Eban b. Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
şöyle buyurdu: «Her kim bir Müslümana eziyet ederse bana eziyet etmiş olur,
bana eziyet eden kimse de Allah'a eziyet etmiş olur.»
Ebu Ya'lâ, Sa'd b. Ebi
Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mescidde ben ve iki
adam oturmaktaydık. Ali'nin aleyhinde konuştuk. Rasûlullah (s.a.v.), öfke ile
bize yöneldi. Ben de onun öfkelenmesinden Allah'a sığındım. Rasûlullah
(s.a.v.), bize şöyle dedi:
«Benimle sizin
aranızda ne olmuş? Kim Ali'ye eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur.» [16]
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Tufeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali, Küfe mescidinin
avlusunda insanları topladı. Sonra onlara şöyle dedi:
- Her Müslümanın
Gadir-i Hum gününde Rasûlullah'tan duyduğu şeyler için Allah aşkına şahitlik
etmesini rica ediyorum. Orada bulunan insanlardan bir çoğu ayağa kalktılar ve
Rasûlullah (s.a.v.)'ın Gadir-i Hum'da Ali'nin elini tutup insanlara şöyle
dediğine şahitlik ettiler: «Benim mü'minlere canlarından daha yakın olduğumu
biliyor musunuz?»
Gadir-i Hum'da bulunan
Müslümanlarda: «Evet ya Rasûlallah» dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: «Ben, kimin dostu isem şu Ali de onun dostudur. Allah'ım,
Ali'ye dostluk edene dost ol, Ali'ye düşmanlık edene de düşman ol.» Bu konuşma
üzerine ben oradan ayrıldım. İçimde bir şüphe duymaya başladım. Zeyd b. Erkam'a
rastladım. Ona şöyle dedim: «Biliyor musun, Ali şöyle ve şöyle diyor.»
Zeyd: «Sen bunu inkar
mi ediyorsun? Rasûlullah (s.a.v.)'m Ali için böyle dediğini ben de işittim»
dedi.»
Ebu Bekir eş-Şafiî,
Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın: «Ben kimin dostuysam Ali de nun dostudur. Allah'ım, Ali'ye
dostluk edene dost ol. Ona düşmanlık edene de düşman ol.» dediğine şahitlik
yapmaları için insanlardan rica ettiler. Ben de aralarında idim.»
Ebu Ya'lâ ile Abdullah
b. Ahmed, Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
«Küfe mescidinin
avlusunda Ali'nin insanlardan şu ricada bulunduğunu gördüm:
- Gadir-i Hum gününde
Rasûlullah'm: «Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur» dediğini kim
duymuşsa, Allah aşkına burada şahid-lik etsin.
Hz. Ali'nin bu ricası
üzerine Bedir savaşma katılmış oniki kişi kalkıp şahitlik ettiler. Hatta
onlardan birine baktım. Üzerinde bir şalvar vardı. Onlar dediler ki:
- Gadir-i Hum gününde
Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğuna şahid olduk: «Ben mü'minlere kendi
canlarından daha yakın değil miyim? Benim zevcelerim de onların anneleridir.
Öyle değil mi?»
- Evet öyledir ya
Rasûlallah, denilince, şöyle buyurmuştu: «İşte ben kimin dostuysam Ali de onun
dostudur. Allah'ım, Ali'ye dost olana dost ol, ona düşman olana da düşman ol.»
Başka bir rivayette de Abdur-ranman b. Ebi Leyla, bu şahitlikte bulunarak şöyle
demiştir: «Oniki kişi ayağa kalkıp şöyle dediler:
- Evet ey Ali, o zaman
Rasûlullah (s.a.v.), senin elini tutarak şöyle demişti: «Allah'ım, Ali'ye dost
olana dost ol, ona düşman olana düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onu
yardımsız bırakanı da yardımsız bırak.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Rebah b. Hars'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Birkaç kişi, Küfe
mescidinin avlusunda duran Hz. Ali'nin yanma gelerek şöyle dediler:
- Selam sana ey
Mevlamız. Hz. Ali, onlara şöyle sordu:
- Siz Arap bir
kavimsiniz, nasıl sizin mevlanız olabilirim?
- Ğadir-i Hum gününde
Rasülullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işi tik:
«Ben kimin mevlası
isem şu Ali de onun mevlasıdır. O adamlar oradan ayrılıp gittiklerinde ben de
peşlerine takıldım. Onların kim oldğu-nu sorduğumda dediler ki: «Biz Ensâr'dan
bir topluluğuz.» Aralarında Ebu Eyyüb el-Ensârî de vardı. »
Ebu Bekir b. Ebi
Şeybe, Rebah b. Hars'ın şöyle dediğini rivayet.et-miştir:-
«Kûfe mescidinin
avlusunda oturmakta ve Ali ile sohbet etmekte iken üzerinde yolculuk izleri
bulunan bir adam gelip Hz. Ali'ye hitaben: «Selam sana ey Mevlam» dedi. O
adamın kim olduğunu Hz. Ali'ye sorduklarında Ebu Eyyüb olduğunu söyledi. Ebu
Eyyüb, şöyle dedi:
- Ben, Rasülullah
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:«Ben kimin mevlası isem Ali de onun
mevlasıdır.»
imam Ahmed b. Hanbel,
Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasülullah
(s.a.v.)'la birlikte Vadi Hum denen bir vadide mola verdik. Namaz kılmamızı
emretti. Namazı öğle sıcaklığında kıldık. Bize bir hutbe irad etti. Hutbe irad
ederken kendisi için güneşin hararetinden korunması amacıyla semûr ağacının
üzerine bir örtü örtülerek bir gölgelik yapıldı. Hutbesinde bize şöyle dedi:
- Bilmez misiniz ki
(veya şahidlik etmez misiniz ki) ben her mü'min kimseye kendi canından daha
yakınım?
- Evet öyledir ya
Rasûlallah.
- Ben, kimin mevlası
isem Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım, Ali'ye düşmanlık edene düşman ol, ona
dostluk gösterene de dost ol.»
Maruf b. Harbud,
Hüzeyfe b.Üseyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasülullah (s.a.v.),
Veda haca dönüşünde ashabını Batha'daki birbirine yakın ağaçların çevresinde
mola vermekten menetti. Sonra onlara haber gönderdi. Onlar da o ağaçların altında
namaz kıldılar. Sonra Rasülullah (s.a.v.) kalkıp ashabına şöyle dedi:
- Ey insanlar! Hmi her
şeye nüfuz eden ve kendisi de her şeyden haberdar olan Allah, bana haber verdi
ki: Her peygamber, mutlaka kendisinden önceki peygamberin yarı ömrü kadar yaşayacaktır.
Zannederim ki yakında ben Rabbimin huzuruna davet edileceğim. Ben de bu davete
icabet edeceğim. Benden sorulacak, sizden de sorulacak. Siz ne diyeceksiniz?
- Senin risaleti
tebliğ ettiğine, nasihat verdiğine, çaba sarfettiğine şahitlik edeceğiz. Allah
sana hayır mükafat versin,
- Allah'tan başka ilah
bulunmadığına, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna, Allah'ın
Cennet'inin hak olduğuna, ateşinin hak olduğuna, kıyamet saatinin kuşkusuz
geleceğine ve Allah'ın mezarda-kileri dirilteceğine şahitlik etmez misiniz?
- Evet, buna da
şahitlik ederiz.
- Allah'ım şahid ol.
Ey insanlar, doğrusu Allah benim mevlamdır. Bende mü'minlerin mevlasıyım ve
onlara canlarından daha yakınım. Ben kimin mevlası isem, şu (Ali) de onun
mevlasıdır. Allah'ım, Ali'ye dostluk gösterene dost ol. Ona düşmanlık edene de
düşman ol. Ey insanlar, ben sizin elçinizim. Sizler, genişliği Basra ile San'a
arasındaki mesafeden daha uzun olan bir havuzun başına geleceksiniz. O havuzda
yıldızlar sayısınca kaplar vardır. îki de gümüş bardak vardır .Yanıma geldiğinizde
aranızda bıraktığım iki kıymetli şeyi soracağım. Siz benden sonra onlara nasıl
davrandığınıza dikkat edin. O kıymetli şeylerin en büyüğü, Allah'ın kitabıdır.
Bir tarafı Allah'ın elinde bir tarafı da sizin elinizdedir. Ona sanlın ki,
sapmayasmız. Onun hükümlerini değiştir-meyesiniz. Size bıraktığım iki kiymetli
şeyden ikincisi de benim aile ef-radımdır. Zira ilmi her şeye nüfuz eden ve her
şeyden haberdar olan Allah, bana bildirdi ki, bu iki kıymetli şey sizin havuz
yanma gelişinize kadar birbirinden ayrılmayacaklardır.»
Abdürrezzak, Bera b.
Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasülullah
(s.a.v.)'la birlikte yola çıktık.
Ğadir-i Hum mevkiine
vardığımızda mola verdik. O esnada bir ün-leyici toplanmamız için çağrıda
bulundu. Toplandığımızda Rasülullah (s.a.v.), bize şöyle dedi:
- Ben size canınızdan
daha yakın değil miyim?
- Evet ya Rasûlallah.
- Ben size
annelerinizden daha yakın değil miyim?
- Evet ya Rasûlallah.
- Ben size babalarınızdan dah yakın değil miyim?
- Evet ya Rasûlallah.
- Öyle değilmiyim,
öyle değilmiyim, öyle değil miyim?
- Evet ya Rasûlallah.
- Ben kimin dostuysam
Ali de onun dostudur. Allah'ım, Ali'ye dost olana dost ol, ona düşmanlık edene
düşman ol.
Hattab oğlu Ömer de
Rasülullah (s.a.v.)'ın bu konuşmasından sonra Ali'ye şöyle dedi:
- Tebrik ederim seni
ey Ebu Talib'in oğlu Ali! Bu gün sen bütün mü'minlerin velisi ve dostu oldun.»
Hafiz Ebu Bekir Hatib
el-Bağdadî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Her kim zilhicce
ayının onsekizinci gününden oruç tutarsa ona altmış ay oruç tutmuşçasma sevap
yazılır. O gün Gadir-i Hum günüdür. O günde Peygamber (s.a.v.)> Ebu Talib
oğlu Ali'nin elini tutmuş ve sahabelere şöyle demiştir:
- Ben mü'minlerin
velisi değil miyim?
- Evet ya Rasûlallah.
- Ben kimin dostu
isem, Ali de onun dostudur. Rasûlullah (s.a.v.)'m bu konuşmasından sonra Hattab
oğlu Ömer, Ali'ye şöyle dedi:
- Ey Ebu Talib'in
oğlu, sana ne mutlu! Bu gün sen hem benim hem de her Müslümanın mevlası oldun.»
Bu hadise üzerine
Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu: «Bu gün size dininizi ikmal
ettim.» (ei-Mâide, 3.)
Her kim receb ayının
yirmiyedinci gününde oruç tutarsa ona altmış ay oruç tutmuşcasma sevap yazılır.
Çünkü o gün Cebrail'in risaleti indirdiği ilk gündür.»
Ben derim ki: Bu
rivayette birkaç bakımdan münkerlik vardır. Zira yukardaki ayet-i kerimenin bu
günde nazil olduğu söylenmektedir. Oysa mezkur ayet-i kerime, Buharı ve
Müslim'in sahihlerinde de Hattab oğlu Ömer'den rivayet olunduğu gibi arefe
gününde nazil olmuştur. Ayrıca adını zikrettiklerimizin dışında bir diğer
sahabe topluluğundan da: «Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.»
hadisi rivayet edilmiştir. Ancak bu hadisin senedinin mezkur sahabelere
ulaştığı hususunda zayıflık vardır. [17]
Bu hadis hakkında bazı
âlimler eserler tasnif etmişlerdi. Bunun çeşitli rivayet yolları vardır. Ancak
bu rivayet yollarının tamamı üzerinde tartışmaya açık hususlar vardır. Biz,
burada önce bu hadisi ele almak istiyoruz:
Tirmizî, Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
yanında bir kuş vardı. Peygamber (s.a.v.), o kuşla ilgili olarak şöyle dedi:
«Allah'ım, mahrukatın arasında en çok sevdiğin kimseyi bana gönder de benimle
birlikte şu kuşun etinden yesin» Peygamber böyle dedikten sonra Hz. Ali geldi
ve kuşu onunla beraber yedi.»
Tirmizî, bu hadisin
garib olduğunu söylemiştir. Ebu Yala, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: «Rasûlullah'a ekmeğiyle birlikte kızartılmış bir keklik hediye edildi.
Rasûlullah (s.a.v.) da: «Allah'ım, yaratıklarından en çok sevdiğin bir kimseyi
bana gönder de benimle birlikte bu yemeği yesin.» diye dua etti. Hz. Aişe de:
«Allah'ım, bu yemeği Rasûlullahla birlikte yemesini babama nasip et.» dedi. Hafsa da: «Allah'ım, bu yemeği
Rasûlullah'la birlikte yemeyi babama nasip et.» dedi. Ben de: «Allah'ım, bu
yemeği Rasûlullahla birlikte yemeği Sa'd b. Ubade'ye nasip et.» dedim. Kapının vurulduğunu
işittim. Kapıyı vuran adama: «Rasûlullah meşguldür, işine git.» dedim. Tekrar
kapının vurulduğunu işittim, dışarı çıktığımda kapıda duran adamın Ali olduğunu
gördüm. Kendisine Rasûlullah (s.a.v.)'ın meşgul olduğunu gidip sonra gelmesini
söyledim ve içeri girdim. Tekrar kapının vurulduğunu işittim. Ali selam verdi.
Rasûlullah (s.a.v.), bir sesin geldiğini duydu ve: «Bak bakalım hele kapıyı
vuran kimmiş?» dedi. Dışarı çıktım, kapıda duranın Ali olduğunu gördüm.
Rasûlullah'a dönüp kapıda duranın Ali olduğunu söyledim. Rasûlullah (s.a.v.)
da:«îçeri girmesine izin ver.» dedi. Ben de izin verdim. Ali içeri girdi. Rasûlullah
(s.a.v.) da: «Allah'ım, ona dost olana dost ol.» dedi.
Ebu Ya'lâ, Süddf nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanında bir kuş vardı. «Allah'ım, yaratıklarından en çok sevdiğin kimseyi bana
gönder de benimle birlikte kuşun etini yesin.» dedi. Ebu Bekir geldi.
Rasûlullah, onu geri çevirdi. Ömer geldi, onu da geri çevirdi. Osman geldi. Onu
da geri çevirdi. Sonra Ali geldi, ona izin verdi.»
Ebu'l-Kasım b. Ukbe,
Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
kızartılmış bir kuş hediye edildi.Yemeği önüne koydu. Sonra şöyle dedi:
«Allah'ım, yaratıklarından en çok sevdiğin kimseyi bana gönder de benimle
birlikte bu yemekten yesin.» Ali gelip, kapıyı vurdu. «Kim o?» diye sordum.
«Ben Ali'yim» dedi. Ben de kendisine Rasûlullah (s.a.v.)'m meşgul olduğunu
söyledim. Kapıyı üç kez vurdu. Dördüncü kez ayağıyla kapıya vurup içeri girdi.
Peygamber (s.a.v.), kendisine: «Niçin geciktin?» diye sordu. Ali de şöyle cevap
verdi:«Üç kez geldim. Ama Enes, içeri girmeme engel oldu.» Peygamber (s.a.v.)
bana: «Niçin böyle yaptın?» diye sorunca ona şöyle cevap verdim:«Bu yemeği
kendi akrabalarımdan bir adamın seninle birlikte yemesini arzuladığım için
böyle yaptım.»
Ebu'l-Kasım el-Beğavî
ile Ebu Ya'lâ el-Musilî, Rasûlullah'ın azadlı-sı Sefine'nin şöyle dediğini
rivayet etmişlerdir:
«Ensâr'dan bir kadın
Rasûlullah (s.a.v.)'a iki ekmek parçası arasında kızartılmış iki kuş hediye
etti. Evde de benden ve Enes'ten başka kimse yoktu. Rasûlullah (s.a.v.) gel di.
Yemeğinin getirilmesini emretti. Ben de kendisine: «Ya Rasûlallah, Ensâr'dan
bir kadın sana bir hediye getirdi.» dedim ve o iki kuşu kendisine takdim ettim.
Rasûlullah (s.a.v.) da: «Allah'ım, yaratıkların arasında sana ve Rasûlüne en
çok sevgili olan bir kimseyi bana gönder.» diye dua etti. Ebu Talib oğlu Ali
geldi. Kapıyı gizlice vurdu. Ben de:
- Kim o? diye sordum.
- Hasan'm babasıyım,
dedi. Sonra kapıyı vurdu. Sesini yükseltti. Rasûlullah (s.a.v.):
- Kim kapıyı vuruyor?
diye sordu. Ben de:
- Ebu Talib oğlu
Ali'dir, diye cevap verdim. Rasûlullah (s.a.v.):
- Kapıyı ona aç, dedi.
Kapıyı açtım, îçeri
girdi. Rasûlullah (s.a.v.), onunla birlikte o iki kuşu yedi.»
Ebu Muhammed Yahya b.
Muhammed b.Said, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'e
kızartılmış bir kuş getirildi. Peygamber (s.a.v.) de: «Allah'ım, Allah ve
Rasûlünü seven bir adamı bana gönder.» diye dua etti. Ali geldi. Peygamber
(s.a.v.)de:«Allah'ım, benim de en çok sevdiğim kimseyi bana gönder» diyerek
duasını tamamladı.»
Abbad b. Yakub, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
toy denen bir kuş hediye edildi. Kızartılmış olan bu kuş sofraya konularak
Rasûhıllah'a takdim edildi. Enes b. Malik de Rasûlullah (s.a.v.)'m
kapıcılığını yapmaktaydı. Sofra önüne konulduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.),
ellerini göğe kaldırarak şöyle dua etti: «Allah'ım, yaratıkların arasında en
çok sevdiğin kimseyi bana gönder de bu kuşu benimle beraber yesin.» Ben yanına
gittim. îçeri girmek için izin istedim. Enes onun meşgul olduğunu söyledi.Ben
de geri döndüm.Sonra Rasûlullah (s.a.v.), duasını tekrarladı. Üçüncü kez
tekrarladığında ben yine gidip yanma girdim.Rasûlullah (s.a.v.), beni görünce:
«Allah'ım, yaratıkların arasında benim de en çok sevdiğim kimseyi bana gönder.»
diyerek duasını tamamladı. Ben de onunla birlikte o kuşu yedim. Yemeği yedikten
sonra oradan ayrıldığımda Enes, bana şöyle dedi: «Ey Hasan'm babası, benim
için mağfiret dile. Sana karşı bir suç işledim. Benim yanımda da bir müjde
vardır.» Enes böyle dedikten sonra Peygamber (s.a.v.)'den duyduğu müjdeyi bana
anlattı. Bende Allah'a hamdettim. Onun için mağfiret diledim. O da memnun oldu.
Bana verdiği müjde, bana karşı işlediği suçu ortadan kaldırmış oldu.» [18]
Ebu Bekir eş-Şafıî, Cabir
b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)la
birlikte Ensâr'dan bir kadının İsraf adındaki hurmalığına gittik. Kadın,
Rasûlullah (s.a.v.) için küçük bir hurma ağacının altına su serptikten sonra
bir yaygı serdi. Rasûlullah (s.a.v.) da o esnada şöyle dedi: «Şimdi size
cennetliklerden bir adam gelecektir.» Ebu Bekir geldi. Rasûlullah, sonra tekrar
şöyle dedi: «Şimdi size cennetliklerden bir adam gelecektir.» Böyle demesinden
sonra Ömer geldi. Sonra yine şöyle dedi:«Şimdi size cennetliklerden bir adam
gelecektir.»
Başım hurma ağacının
altında eğmiş durumda idi. Sonra şöyle dedi: «Allah'ım, dilersen gelecek olan o
cennetlik adamı Ali yaparsın.» Böyle dedikten sonra Ali geldi. Sonra Ensâr'dan
plan o kadın, Rasûlullah (s.a.v.)'a bir koyun kesti, ben de onu pişirdim.
Rasûlullah (s.a.v.) yedi. Biz de yedik. Öğle vakti olduğunda kalkıp namaz
laldı. Biz de kıldık, ne o abdest aldı, ne de biz aldık. İkindi vakti olduğunda
namaz kıldı, yine ne o abdest aldı, ne de biz aldık.»
Ebu Ya'lâ, İbn
Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Babamla birlikte Aişe'nin yanına
gittik. Ona Ali'yi sordum.Hz. Ai-şe dedi ki: Ali kadar Rasûlullah tarafından
çok sevilen başka bir adam görmedim. Ali'nin hanımı (Fatıma) kadar Rasûlullah
tarafindan çok sevilen başka bir kadın da görmedim.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Abdillah el-Becelf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ümmü Seleme'nin yanma
gittim. Bana dedi ki: —Aranızda yaşamakta iken Rasûlullah'a sövülür müydü?
—Allah korusun (veya sübhanallah), böyle birşey yapılabilir mi hiç? —Ben,
Rasûlullah (s.a.v.) in şöyle dediğini işittim: «Ali'ye söven bana sövmüş
olur.»
Ebu Ya'lâ, Ebu
Abdillah el Becelfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ümmü Seleme, bana şöyle
dedi:
- Rasûlullah
(s.a.v.)'a minber üzerindeyken sövülür müydü? —Bu nasıl olur?
- Şimdi Ali'ye ve onu
sevenlere sövülmüyor mu? Oysa ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ali'yi sevdiğine
şahitlik ederim.» Ümmü Seleme, Cabir ve Ebu Said'den rivayet olunduğuna göre
Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye şöyle demiştir:«Beni sevdiğini iddia edipde sana
öfke duyan kimse, beni sevdiğine dair ileri sürdüğü iddiada yalancıdır.» Ancak
bu rivayetlerin senedleri zayıftır, delil olarak ileri sürüle-mezler.
Abdürrezzak, Zer b.
Hubeyş'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali'nin şöyle dediğini işittim:
«Habbeyi yaran ve canlıyı yaratan Allah'a yemin ederim ki, Peygamber (s.a.v.),
bana şöyle demiştir: «Seni ancak mü'min kimse sever ve sana ancak münafık olan
kimse öfke duyar.»
/ îbn Ukbe, Abdullah
b. Mesud'dan rivayet etti M, Rasûlullah (s,a.v.), şöyle buyurmuştur: «Ali'ye
öfke duymakla birlikte bana ve getirdiğim şeye iman ettiğine dair iddiada
bulunan kimse yalancıdır, mü'min değildir»
Bu rivayet senediyle
birlikte uydurmadır. Sabit değildir, doğrusunu Allah bilir.
Hasan b. Arfe, Ammar
b.Yasir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
Ali'ye şöyle dediğini işittim: «Seni seven ve senin hakkında doğru söyleyen
kimseye ne mutlu. Sana öfke duyan ve senin hakkında yalan söyleyen kimsenin de
vay haline!» Bu mealde birçok hadis rivayet edilmiştir.
Abdürrezzak, ibn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), Ali'ye bakıp
şöyle dedi: «Sen dünyada efendisin, ahirette efendisin. Seni seven beni
sevmiştir. Senin sevgilin, Allah'ın sevgilisidir. Sana öfke duyan bana öfke
duymuştur. Seni sevmeyeni Allah da sevmez . Benden sonra sana öfke duyan
kimsenin vay haline.»
Haris b. Hasîre, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), beni çağırdı ve
şöyle dedi:«Sende Meryem oğlu İsa'dan bir örnek vardır. Yahudiler, ona öfke
duydular. Öyle ki, onun anasına iftirada bulundular. Onu Hrıstiyanlara
sevdirdiler. Öyle ki, Hrıstiyanlar da onu hak etmediği bir mertebeye
getirdiler.»
Dikkat edin, benden
dolayı iki zümre insan helak olacaktır. Bunlardan birisi, benim hakkımda
abartılı bir sevgi besleyip ifrata kaçar ve beni layık olmadığım bir mertebeye
yükseltmeye çalışır. Diğeri de bana öfke duyar, bana olan öfkesi yüzünden
iftira eder. Dikkat edin, ben peygamber değilim. Bana vahyedilmez. Ancak ben Allah'ın
kitabı ve peygamberinin sünnetiyle elimden geldiği kadarıyla amel ederim.
Size, Allah'ın taatine dair verdiğim emirler haktır. Hoşunuza giden ve gitmeyen
hususlarda bana itaat etmekle yükümlüsünüz.»
Yakub b. Süfyan, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ben, ateşin taksimcisiyün. Kıyamet
gününde şu sana, şu da bana diyeceğim.»
Ben derim ki: Avam
arasında yaygın olan yanlış bir kanat şudur ki, güya Hz. Ali, Cennet'te Kevser
havuzunun başında durup insanlara su dağıtacaktır. Bunun aslı yoktur. Sağlam
yollardan böyle bir rivayet gelmemiştir. Rivayetlerde sabit olduğuna göre
Kevser havuzunun başında insanlara su dağıtacak olan kişi,
Rasûlullah(s.a.v.)'dır.
Kıyamet gününde şu
dört kişiden başka hiçbir şahsın binek üzerinde gelmeyeceğine dair nakledeceğimiz
hadis de asılsızdır. Güya Rasûlullah (s.a.v.) Burak üzerinde, Salih peygamber
devesi üzerinde, Hamza da Abda adlı deve üzerinde, Ali de Cennet'in üzerinden
bir dere üzerinde gelecek ve tehlil getirerek sesini yükseltecektir.
Yine baza kimselerin
ağızlarında Ali adına yapılan yeminlerin de şeriatta yeri yoktur. "Ali
aşkına al", "Ali aşkına ver" ve benzeri şekillerde yeminler
ediyorlar ki bunlar rafizilerin uydurmalarıdır ve asılsız şeylerdir. Bu gibi
yeminler hiçbir cihetten sahih değildir. Hatta bunu alışkanlık haline getiren
kimselerin ölüm anında imanlarının gideceğinden korkulmaktadır. Allah'tan
başkasının adına yemin eden kimse, şirk koşmuş olur.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
bana uğradı. Ben rahatsızdım, şöyle diyordum: «Allah'ım, eğer ecelim gelmişse
artık beni (vefat ettirip) rahata kavuştur. Eğer ecelim gelmemişse şu
hastalığı üzerimden kaldır. Eğer bu bir musibetse bana sabır ver.» Daha da bazı
şeyler söyledim ve duamı tekrarladım. Rasûlullah (s.a.v.) da ayağıyla bana
vurup:
- Ne söyledin? diye
sordu.
Ben de söylediklerimi
tekrarlayınca kendisi: «Allah'ım, ona afiyet ver (veya şifaya kavuştur)» diye
dua etti. Artık ondan sonra hiç hastalanmadım.»
- Muhammed b. Müslim
b. Darih, Rasûlullah'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«İlmi hususunda
Adem'e; anlayışı hususunda Nuh'a, yumuşak huyluluğu bakımından İbrahim'e,
zahidliği hususunda Zekeriya oğlu Yahya'ya, kuvvetli olma bakımından Musa'ya
bakmak isteyen kimse EbuTalib oğlu Ali'ye baksın.»
Bu cidden münker bir
hadistir, s ene di sahih değildir.
Hz. Ali'nin hatırına,
güneşin battıktan sonra tekrar ufka döndürüldüğüne dair bir hadis te rivayet
edilmiştir. Biz bu hadisi bu kitabın peygamberlik delilleri bölümünde sened ve
lafızlarıyle nakletmiştik. Burada tekrarlamaya ihtiyaç yoktur.
Tirmizî, Cabir'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Taif savaşında
Rasûlullah (s.a.v.), Ali'yi çağırdı. Ona gizlice birşey-ler fısıldadı. Bazı
kimseler: «Rasûlullah (s.a.v.), amcasının oğlu ile uzun uzadıya fısıldaştı.»
deyince o, şöyle karşılık verdi: «Ben onunla ftsıldaş-madım, aksine Allah
onunla fısıldaştı. Ona sırlar verdi.»
Bu, hasen ve garip bir
hadistir. Bu hadiste Peygamber Efendimiz, "Allah onunla fısıldaştı"
demekle kendisinin onunla fisıldaşmasını ve sır vermesini Allah'ın emrettiğini
söylemek istemiştir.
Tirmizî, Ümmü
Atiyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
bir tarafa bir askeri birlik gönderdi. Aralarında Ali de vardı. Rasûlullah
(s.a.v.), onları gönderdikten sonra ellerini semaya kaldırarak şöyle dua etti:
«Allah'ım, Ali'yi bana göstermeden beni öldürme.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Zalim el-Mazinî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Muaviye, Kûfe'den
çıktığında yerine Muğire b. Şube'yi vekil bıraktı. Hatipler kalkıp Hz. Ali'nin
aleyhinde konuşmaya başladılar. Ben de Said b. Zeyd b. Ömer b. Nüfeyl'in
yanıbaşmda durmaktaydım. Said, bu duruma öfkelenip kalktı, elimden tutup
yürümeye başladı ve bana şöyle dedi:
«Kûfelilerden bir
adama lanet okunmasını emreden şu kendine yazık eden adamı görüyor musun? Oysa
ben onlardan dokuz kişinin cennetlik olduğuna şahitlik ederim. Onuncusuna da
şahitlik edersem günahkar olmam.»
Ben de Said'e şöyle
dedim:
- Nedir bu şahitlik
ettiğin şey?
- Rasûlullah (s.a.v.),
şöyle buyurmuştu: «Ey Hira, yerinde dur, senin üzerinde ancak bir peygamber
veya bir sıddık veya beş şehid vardır.»
- Kimlerdir onlar?
- Rasûlullah, Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr, Talha, Abdur-rahman b. Avf ve Sa'd b. Malik.
- Ya onuncuları
kimdir?
- Benim."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Veda haccında bulunan Habeşi b. Cünade es-Selulî'den rivayet etti ki,
Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: Ali bendendir, ben de ondamm, görevimi
ancak ben veya (benim yerime) Ali ifa eder.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Zeyd b. Besiğ'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir'i Berâe sûresi ile birlikte Mekkelile-re gönderdi. O seneden sonra
bir müşrikin hac edemiyeceğini, Beyt'in çıplak olarak tavaf edilemeyeceğini,
mü'min kimseden başkasının Cen-net'e giremeyeceğini, Rasûlullah (s.a.v)la
kendisi arasında belirli bir süreye kadar barış antlaşması bulunan kimselerin
bu antlaşmalarının belirlenen süre sonuna kadar geçerli olacağım, Allah ve
Rasûlünün müşriklerden uzak olduğunu bildirmesini Ebu Bekir'e emretti. Ebu Bekir
de bu emri alıp yola çıktı. Üç gün yol gittikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hz.
Ali'ye: «Hemen yola çık, Ebu Bekir'e ulaş, bu emirleri onun yerine sen tebliğ
et.» dedi. Bilahare Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma döndüğünde ağladı
ve: «Ya Rasûlallah, benim hakkımda birşey mi meydana geldi?» diye sorunca:
Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle verdi:
«Senin hakkında birşey
meydana gelmiş değildir. Ancak bu emirlerin şahsım tarafından veya ehl-i
beytimden bir adam tarafından tebliğ edilmesine dair bana bir emir geldi.»
Abdullah b. Ahmed b.
Hanbel, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Berâe sûresinden on
ayet nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'i çağırdı. Bu ayetleri
Mekkelüere okuması için Ebu Bekir'i bu ayetlerle Mekke'ye gönderdi. Sonra beni
çağırdı ve bana şöyle dedi:
«Ebu Bekir'e yetiş.
Onu bulduğun yerde yazıyı kendisinden al. Mek-kelilere götür ve onu onlara sen
oku.» Ben de yola çıktım. Cühfe'de Ebu Bekir'e ulaştım. Yazıyı kendisinden
aldım. Ebu Bekir, Medine'ye dönüp Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle sordu:
- Ya Rasûlallah, benim
hakkımda birşey mi nazil oldu?
- Hayır, yalnız
Cebrail bana gelip şöyle dedi: Sana verilen emri ya sen tebliğ et ya da
ailenden bir adam tebliğ etsin.»
Bu rivayette münkerlik
vardır. Çükü Ebu Bekir'in hemen Medine'ye döndüğü söylenmektedir. Oysa Ebu
Bekir, o sene geri dönmemiş, aksine o senede (yani hicretin dokuzuncu
senesinde) hac emirliği yapmıştır. O, Hz. Ali'yi bir cemaatla birlikte Mina
düzlüğüne göndermiş, kurban bayramı gününde ve teşrik günlerinde Berâe'yi
yüksek sesle ilan etmişlerdi. Biz bu hususu Ebu Bekir es-Sıddık'm haccı
meselesinde ve Berâe suresinin tefsirinin baş kısmında açıklamışızdır.
Cabir'den rivayet
olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.):« Ali'nin yüzüne bakmak ibadettir.» demiştir.
Ancak bu rivayetler sahih değildir. Bunların senetlerinde ya yalancı kimseler
ya da durumu belirsiz meçhul şahsiyetler ve Şiiler vardır.
Taberanî, Hz. Ali'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Şu ayet-i kerime, Rasûlullah (s.a.v.)'a nazil
olmuştu: «Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve namaz kılan, zekat
veren ve rükû eden mü'minlerdir.»(el- Mâide, 55.)
Bu ayet-i kerime
kendisine nazil olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), evinden çıkıp Mescid-i
Nebevî'ye girdi. O şurada insanların bir kısmı rükû halinde, bir kısmı kıyam
halinde namaz kılmaktaydılar. Bir dilenci gördü. Ona şöyle sordu:
- Ey dilenci, sana
birşey veren oldu mu?
- Hayır, ancak (Ali'yi
göstererek) şu rükû halindeki adam bana yüzüğünü verdi.»
Bu rivayet hiçbir
cihetten sahih değildir. Çünkü senedi zayıftır. Hz. Ali hakkında özel olarak
herhangi bir Kur'ân ayeti nazil olmuş değildir.
Bazıları şu aşağıda
sıraladığımız ayet-i kerimelerin Ali hakkında nazil olduğuna dair hadisler
nakletmektelerse de bunlardan hiçbiri sahih değildir. Onun hakkında nazil
olduğu ileri sürülen ayet-i kerimeler şunlardır:
«Sen ancak bir
uyarıcısın. Her milletin bir yol göstereni vardır.» (er-Ra'd, 7.)
«Onlar, içleri çektiği
halde yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler.» (el-Insan, 8.)
«Hacca gelenlere su
vermeyi, Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe inananla, Allah
yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz?» <et-Tevbe, 19)
«İşte Rableri hakkında
tartışmaya giren iki taraf.» (el-Hacc, 19.) Bu ayet-i kerimenin, Hz. Ali, Hz.
Hamza ve Ubeyde; kafirlerden de Utbe, Şeybe ve Velid b. Utbe hakkında nazil
olduğu, sahih hadisle sabittir.
İbn Abbas'ın:
«Ali hakkında nazil
olduğu kadar, başka bir kimse hakkında Kur'ân ayeti nazil olmuş değildir.» ve
«Ali hakkında 300 ayet nazil olmuştur.» gibi sözlerine gelince bunlardan
hiçbiri sahih değildir.
Ebu Said b. Arabî,
Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
mecsitte oturmaktaydı. Ashabı onun çevresini kuşatmışlardı. O esnada Ali gelip
selam verdi. Sonra durup oturacağı bir yer bulmak için baktı. Rasûlullah
(s.a.v.)'da Ali'ye kimin yer vereceğini görmek için ashabının yüzüne baktı.
Ebu Bekir, Rasûluîlah (s.a.v.)'m sağ yanında oturmaktaydı. Yerinden biraz geri
çekilerek: «Ey Hasan'm babası, şuraya buyur» dedi. Ali de Rasûlullah ile Ebu Bekir'in
arasına oturdu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'ın sevinç duyduğunu yüzünden
anladık. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir'e dönüp şöyle dedi:«Ey Ebu Bekir,
ancak fazilet sahibi kimselere üstün ikramda bulunulur.»
«Ali, beşeriyetin en
hayırhsıdır. Kim ona itaat etmezse kafir olur. Kim onun emirliğine razı olursa
şükretmiş olur» mealinde nakledilen hadise gelince, bu uydurmadır. Bunu uydurup
ortaya atanı Allah kahretsin.
Tirmizî, Hz. Ali'den
rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«Ben hikmetin eviyim,
Ali ise kapısıdır.»
Bu, garip bir
hadistir.
Süveyd b. Said, Hz.
Ali'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«Ben ilmin şehriyim
Ali ise kapısıdır, ilim elde etmek isteyen kimse, şehrin kapısına gelsin.»
İbn Adiy, İbn
Abbas'tan rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«İlim öğrenmek isteyen
kimse, Ali'nin pınarcığına gelsin.»
İbn Adiy, Abdullah b.
Amr'dan rivayet etti ki, hastalığı zamanında Rasûlullah (s.a.v.), şöyle
buyurmuştur:
«Bana kardeşimi çağırın.»
Ona Ebu Bekir'i çağırdılar. Rasûlullah, ondan yüz çevirdi. Sonra: «Bana
kardeşimi çağırın.» dedi. Ona Ömer'i çağırdılar. Ondan da yüz çevirdi. Sonra:
«Bana kardeşimi çağırın.» dedi. Osman'ı çağırdılar, ondan yüz çevirdi. Sonra:
«Bana kardeşimi çağırın.» dedi. Ona Ebu Talib oğlu Ali'yi çağırdılar. Gelen
Ali'yi bir örtü ile Örtüp üzerine eğildi. Ali yanından çıktığı zaman kendisine:
«Rasûlullah (s.a.v.) sana neler söyledi?» diye sorduklarında şu cevabı
verdi:«Bana ilimden bazı bablar öğretti ki, o bablardan her biri kapıya
açılır.» Bu, uydurmadır.
İbn Asakir,
Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
yanında oturmaktaydım. Ona Ali'yi sordular, şöyle buyurdu: «Hikmet, on kısma
bölündü. Dokuz kısım Ali'ye, bir kısmı da bütün insanlara verildi.»
Bu münker hatta
uydurma bir hadistir. Bunu uydurup ortaya koyan ve böyle bir iftirada bulunan
kimseyi Allah kahretsin.
Ebu Ya'lâ,
Ebu'l-Bahteri'den rivayet etti ki, Hz. Ali şöyle demiştir:
«Ben, genç yaşta iken
Rasûlullah (s.a.v.), beni Yemen'e gönderdi. Kadılık hususunda bilgim yoktu.
Elini göğsüme vurup şöyle dedi: «Allah, senin kalbine doğru yolu gösterecek ve
lisanına sebat verecektir.» Onun elini göğsüme vurmasından ve benim için böyle
dua yapmasından sonra artık iki kişi arasında hüküm verirken hiç şüpheye düşmedim»
Rivayete göre Hz.
Ömer, Hz. Ali hakkında şöyle demiş: «Ali, kadılığı en iyi bilenimizdir. Hüküm
verme hususunda en bilgili olanımızdır. Übey de Kur'ân'ı en iyi okuyanımızdır.»
Hz. Ömer:«Ebu Hasen'i
yani Ali'si bulunmayan bir problemle karşılaşmaktan Allah'a sığınırın.»
dermiş.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kendisine yemin
ettiğim Allah hakkı için Ebu Talib oğlu Ali, Rasûlullah (s.a.v.)'la en son
konuşan kimse olmuştur. Ona en yakın olan da oydu. Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'ı
hastalığı esnasında gün be gün ziyaret ederdik. O hep şöyle derdi:«Ali geldi
mi?» Ben, Ali'yi bir işi için gönderdiğini sanıyordum. Bilahare Ali geldiğinde
Rasûlullah (s.a.v.)'m onunla görülecek bir işi olduğunu sanarak odadan dışarı
çıkıp kapı önünde oturduk. Oturanlar arasında kapıya en yakın olan bendim. Ali,
Rasûlullah'm kulağına eğildi. Aynı günde de Rasûlullah (s.a.v.) vefat etti. Bu
durumda Rasûlullah (s.a.v.)la en son konuşan kişi Ali oldu.»
Ebu Ya'lâ, Cemi b.
Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Annemle teyzem, Hz.
Aişe'nin yanma gidip şöyle dediler.
- Ey mü'minlerin
annesi, bize Ali'yi anlat.
- Siz elini Rasûlullah
(s.a.v.)'m vücudunun üzerine koymuş olduğu esnada Rasûlullah(s.a.v.)'ın can verdiği
ve onun da elini yüzüne sürdüğü, sonra Rasûlullah'm defnedileceği yer
hususunda ihtilafa düşülünce: "Allah'ın en çok sevdiği yer, Rasûlullah'm
vefat ettiği yerdir" diyen bir adam hakkında bana daha ne soru
soruyorsunuz?
- Peki madem böyleydi
de ne diye Ali'ye karşı çıktın, onunla savaştın?
- Bu olup bitmiş
bırşeydır. Onunla savaşmamak için yerküre üzerindeki her şeyi fidye olarak
vermeyi çok isterdim.»
Bu, cidden münker bir
rivayettir. Sahih rivayetlerde buna ters düşen ve bunu çürüten ifadeler vardır.
Doğrusunu Allah bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
şöyle bir soru soruldu:
- Ya Rasûlallah, senin
vefatından sonra kimi emir yapalım?
- Eğer Ebu Bekir'i
emir yaparsanız, onu dünyada güvenilir ve za-hid bir kimse ve ahirete de
yönelen bir insan olarak bulursunuz. Eğer Ömer'i emir yaparsanız, onu güçlü ve
güvenilir, aynı zamanda Allah yolunda olarak bulursunuz. Eğer Ali'yi emir
yaparsanız -ki yapacağınızı sanmıyorum- onu hidayete ermiş, hidayete erdiren ve
sizi sırat-ı müstakime yönelten bir kimse olarak bulursunuz.»
Hakim Ebu Abdillah
en-Nisaburî, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cin heyetinin geldiği
gecede Peygamber (s.a.v.)'le birlikte idik. Peygamber (s.a.v..), derin bir
nefes aldı. Kendisine dedim ki:
- Ya Rasûlallah, neyin
var senin?
- Bana öleceğim
bildirildi.
- Öyleyse yerine bir
halife tayin et.
- Kimi tayin edeyim?
- Ebu Bekir'i tayin
et.
Ben böyle dedikten
sonra sustu. Sonra ara verdi.Tekrar derin bir nefes aldı. Kendisine dedim ki:
- Neyin var senin ya
Rasûlallah?
- Ey İbn Mesud,
Öleceğim bana haber verildi.
- Öyleyse yerine bir
halife tayin et.
- Kimi tayin edeyim?
- Ömer'i tayin et.
Ben böyle dedikten
sonra sustu. Bir süre geçtikten sonra tekrar derin nefes aldı. Kendisine dedim
ki:
- Neyin var senin ya
Rasûlallah?
- Ey İbn Mesud,
öleceğim bana haber verildi.
- Öyleyse yerine bir
halife tayin et.
- Kimi tayin edeyim?
- Ebu Talib oğlu
Ali'yi tayin et.
- Nefsim kudret elinde
bulunan zata yemin ederim ki, eğer ona itaat ederlerse hepsi topluca Cennet'e
gireceklerdir.»
Ebu Ya'lâ, Hz. Ali'den
rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«Allah, Ebu Bekir'e
rahmet etsin.O kızını benimle evlendirdi. Beni hicret diyarında götürdü, malını
vererek Bilal'ı hürriyetine kavuşturdu. Allah, Ömer'e rahmet etsin. O, hakkı
-acı da olsa- söyler.
Allah, Osman'a rahmet
etsin. Melekler, ondan utanırlar.
Allah, Ali'ye rahmet
etsin. Her nereye dönerse hak da onunla beraber döner.»
Ebu Ya'lâ, Ebu Said'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
işittim:
- Sizden bazıları
Kur'ân'm indirilmesi hususunda savaştığı gibi tevili hususunda da savaşacaktır.
Ebu Bekir dedi ki:
- Savaşacak olan o
kişi ben miyim ya Rasûlallah?
- Hayır. Ömer dedi ki:
- Savaşacak olan o
kişi ben miyim ya Rasûlullah?
- Hayır! Ama o kişi
ayakkabıyı diken kişidir.
Hz. Ali de o esnada
Rasûlullah'ın kendisine verdiği ayakkabısını dikmeyteydi.»
Biz bu hadisi, Hz.
Ali'nin Haricilerle yaptığı savaşı anlatırken nakletmiştik. Allah'a hamdolsun.
Yine o kısımlarda
naklettiğimiz gibi Hz. Ali, Zübeyr'e şöyle demişti: «Ey Zübeyr, Rasûlullah
(s.a.v.), senin haksız yere benimle savaşacağım sana söylemişti.»
Hz. Ali'nin, böyle
demesi üzerine Cemel savaşında Zübeyr, cepheden dönmüş ve dönerken de
Vadi's-Siba' denen vadide öldürülmüştü.
Hz. Ali'nin, Cemel ve
Sıffîn savaşlarmdaki sabrü sebatım, şecaat ve kahramanlığı, Nehrevan savaşında
da gösterdiği üstün kahramanlıkları ve Haricileri öldüren taraftarlarının
faziletine dair nakledilen hadisleri de önceki kısımlarda aktarmıştık.
Ebu Said el-Hudrî ile
Ebu Eyyüb el-Ensârf den de rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Hz.
Ali'ye, dinden çıkan Hariciler, zulümkar olan Şamlılar ve ahdi bozan Cemel
savaşındaki karşıtları ile savaşmasını emretmiştir. Ancak bu hadis de
zayıftır. [19]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/490-496.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/496-498.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/498.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/498.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/498-499.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/499.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/500.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/501-504.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/504.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/504.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/505-507.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/508-519.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/519-522.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/522-525.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/526-533.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/534-540.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/540-544.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/544-546.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 7/546-555.