Hz. Ali'nin
Yaşayışı, Vaazları, Hükümleri, Hutbeleri Ve Gönüllere Ulaşan Hikmetlerinden
Örnekler
Hz. Ali'nin Güzel Sözlerinden Bazıları
Hz. Ali'nin Oğlu Hasan'ın Halifeliği
Ebu Süfyan'ın Oğlu Muaviye Ve Hükümdarlığı
Ebu Süfyan Oğlu Muaviye'nin Fazileti
Bir Grup Haricinin Muaviye'ye Baş Kaldırması
Hicretin Kırkbîrîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler Rifaa B. Rafı
Abdurrahman, B. Halid B. Velîd
Hicretin Kırksekizînci Ve Kırkdokuzuncu Seneleri
Hicretin Kırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Abdu'l-Varis, Alâ'mn
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Ali, insanlara
bir hutbe irad ederek şöyle dedi: "Ey insanlar! Kendisinden başka ilah
bulunmamayan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin malınızdan az veya çok hiçbir
şey almış değilim. Sadece şu hariç." Böyle dedikten sonra gömleğinin
yeninden, içinde esans bulunan bir şişe çıkardı ve: "Dihkan, bunu bana
hediye etti." dedi. Sonra da beytü'l-mala giderek: "Şu şişeyi
alın." dedi ve şöyle bir şiir okudu:
"Bir zenbili olup
da her gün o zenbilin içinden bir hurma alıp yiyen kişi felah buldu."
Harmele, Abdullah b.
Ebi Rezin el-Gafikf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kurban bayramı
gününde Hz. Ali'nin yanma gittik. Bize kepekten yapılma bir bulamaç yemeği
verdi. Kendisine dedik ki:
- Allah seni ıslah
etsin. Şu Ördeği veya kazı bize takdim etseydin olmaz mıydı? Allah sana bol
mal vermiştir.
- Ey İbn Rezin, ben,
Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Halife'ye Allah
malından sadece iki tabak helal olur. Bu tabaklardan birinde kendisi ve ailesi
yemek yer, diğer tabağı da insanların önüne koyarak onlara yemek
yedirir."
Ebu Ubeyd, Antere'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Havar-nak'ta Hz. Ali'nin yanma gittim.
Üzerinde kadife bir elbise vardı. Soğuktan titriyordu. Ona dedim ki: "Ey
mü'minlerin emiri! Allah sana ve aile efradına beytü'l-maldan pay tahsis etmiş
olduğu halde sen soğuktan titriyorsun." O da bana şöyle cevap verdi:
Vallahi ben sizin malınızdan birşeyi alacak değilim. Şu üzerimdeki kadife
elbiseyi de evimden (veya Medine'den) çıkıp gelirken getirmiştim."
Ebu Nuaym, Süfyan-ı
Sevıfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali, kerpiç üstüne kerpiç
koymadı. Elbisesi de Medine'den bir torba içinde kendisine getirilirdi."
Yakub b. Süfyan, Mecma
b. Sem'a et-Teymî'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ebu Talib oğlu Ali,
kılıcını eline alarak pazara gitti ve şöyle dedi: Şu kılıcımı kim benden satın
alır? Eğer yanımda dört dirhem para bulunsaydi o parayla kendime bir izar satın
alır, kılıcımı da satmazdım.» Zübeyr b. Bekkar, Cafer'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: «Ali (r.a.), bir gömlek giydiği zaman elini yenine sokup uzatırdı.
Parmaklarını geçen kısmı kestirirdi ve: "Yenin yarmaklardan uzun olan
kısmının kesilmesi gerekir." derdi.»
Ebu Bekir b. Ayyaş,
İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, halife iken üç dirheme
bir gömlek satm aldı. Gömleğin kolu uzundu. Bu yüzden bilek kısmından fazla
olanı kestirdi ve şöyle dedi: "Allah'a hamd olsun ki bu, O'nun verdiği
övünülecek elbiselerdendir." "Zühd" adlı eserinde İmam Ahmed b.
Hanbel, Ebu Gusayn'm azad-lısı Hilal b. Hibban'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Hz. Ali'nin pamuklu
elbiseler satan bir adama gittiğini ve ona : "Senin yanında sünbülani bir
gömlek var mı?" diye sorduğunu gördüm. Adam da ona bir gömlek çıkarıp
verdi. Hz. Ali, gömleği giyince bacaklarının yarısına kadar uzandığını gördü.
Sağına ve soluna bakıp şöyle dedi: "Bunu çok güzel buluyorum, şu gömlek
kaçadır?"
Adam: "Dört
dirhemedir, ey mü'minlerin emiri" deyince Hz. Ali, iza-rının ucuna
bağladığı paraları çıkarıp dükkan sahibine verdi ve gömleği alıp gitti.»
Muharnmed b. Sa'd,
Cermuz'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali'yi hükümet konağından
çıkarken gördüm. Üzerinde Kıbti-lere mahsus bir elbise vardı. İzan,
bacaklarının yarısına kadar uzanıyordu. Bir de peştemal sarmıştı. Elinde
kırbacı vardı. Pazarda yürüyordu. İnsanlara Allah'a karşı takyalı olmalarım ve
güzel alış veriş yapmalarım emredip, şöyle diyordu: Ölçü ve tartıyı tam yapın,
eti şişirmeyin." "Zühd" adlı eserde Abdullah b. Mübarek şöyle
demiştir: Yezid b. Vehb el-Cühenî dedi ki: "Ebu Talib oğlu Ali, bir gün
yanımıza geldi. Üzerinde iki peştemal vardı. Birini izar diye üst tarafına,
diğerini de alt tarafına sarmıştı. Peştemalınm bir tarafını sarkıtmış, diğer
tarafım da üst tarafına atmıştı. İzarım yukarıya kaldırıp bir bez parçasıyla
bağlamıştı. Bir Arabi ona şöyle dedi:
- Ey adam! Şu elbiseyi
giy, sen ölecek veya öldürüleceksin.
- Ey Arabi! Beni
kibirden uzak tutması ve namazım ikin bana hayırlı olması, ayrıca mü'min
kimseler için de âdet olması maksadıyla bu elbiseleri giyiyorum."
Abd b. Hamid, Ebu
Matar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Mescitten çıktım. Bir de baktım ki
adamın biri, arkamdan bana şöyle sesleniyor:
- İzarım kaldır, böyle
yaparsan elbisen daha geç eskir ve senin için de daha takvah bir hal olur. Eğer
Müslümansan başını kaldır. Ben, o adamın peşine düştüm, üzerine bir izar
örtmüş, alt tarafına da bir peştemal sarmıştı. Elinde bir kırbaç vardı.
Badiyede yaşayan bir bedeviyi andiriyordu. "Bu adam Mm?" diye sordum.
Adamın biri bana: "Seni bu beldenin yabancısı olarak görüyürum."
deyince ben de ona: "Evet, ben Bas-ralıyım." dedim. Adam da bana :
"Bu, mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali'dir." dedi. Hz. Ali, bu
haliyle yoluna devam etti. Beni Ebu Muayt'm evine vardı. Beni Ebu Muayt deve
güdüyordu. Hz. Ali, onlara şöyle dedi: "Alış veriş yapın, satış esnasında
yemin etmeyin. Çünkü yemin, malın satılmasına yardımcı olur ama bereketi yok
eder." Sonra hurma satanların yanma gitti. Orada bir hizmetçinin
ağlamakta olduğunu gördü. Hizmetçi kadına şöyle sordu:
- Niçin ağlıyorsun?
- Şu adam bir dirheme
bana hurma sattı, efendim hurmayı kabul etmeyip geri vermemi istedi. Bu adam da
kabul etmek istemiyor.
Hz. Ali, hurmacıya
şöyle dedi:
- Hurmanı al,
cariyenin bir dirhemini de iade et. Çünkü onun alış veriş yapmaya yetkisi
yoktur.
Hurmacı da cariyeye
bir dirhemi iade etti. Ben, hurmacıya: "Şu adamı tamyor musun?" diye
sorunca hurmacı: "hayır" diye cevap verdi. Bunun üzerine ona:
"Bu, mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali'dir." dedim. Bunun üzerine
cariye, hurmalarım döktü. O da cariyeye bir dirhemini geri verdi. Hurmacı, daha
sonra Hz. Ali'ye şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, benden hoşnud olmanı istiyorum.
- İnsanlara haklarım
tam olarak verdiğin zaman senden hoşnud olurum.
Hz. Ali böyle dedikten
sonra yoluna devam etti, diğer hurmacılara uğrayıp şöyle dedi:
- Ey hurmacılar!
Düşkünlere yedirin ki, kazancınız fazlalaşsm. Hz. Ali böyle dedikten sonra,
beraberindeki Müslümanlarla birlikte yoluna devam etti, balıkçıların yanma
gitti. Onlara şöyle dedi:
- Şu pazarımızda su
üzerinde duran balıklar satılmasın. Böyle dedikten sonra pamuklu elbiseler
satan Fırat evine gitti. Yaşlı bir adama uğrayıp şöyle dedi:
- Ey ihtiyar, benimle
güzel bir alışveriş yap, bana üç dirheme güzel bir gömlek sat.
İhtiyar adam kendisini
tanıyınca Hz. Ali, ondan birşey satın almadı. Bir başkasına uğradı. O da
kendisim tanıyınca ondan da birşey almadı. Sonra genç bir adama uğradı. Ondan
üç dirheme güzel bir gömlek satın aldı. Gömleğin yeni, bileklerine kadar
uzanıyordu. Giyerken şöyle dedi: "İnsanlar arasında güzel görünebileceğim
ve ayıp yerlerimi Örtecek olan bir elbiseyi bana nasib eden Allah'a hamd
olsun."
Kendisine denildi ki:
- Ey mü'minlerin emiri!
Bu söylediğin şeyi kendiliğinden mi söylüyorsun, yoksa bunu Rasûlullah
(s.a.v.)'dan mı işittin?
- Hayır. Bu,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın bir elbise giyerken kendisinden duyduğum bir sözüdür.
Sonra Hz. Ali'ye
elbiseyi satan gencin babası geldiğinde kendisine dediler ki: "Ey falan,
senin oğlun bugün mü'minlerin emirine üç dirheme bir gömlek sattı."
Adam, oğluna:
"Keşke mü'minlerin emirinden iki dirhem alsaydın." dedi ve oğlundan
bir dirhemi alıp Hz. Ali'ye getirdi. Hz. Ali, Küfe mescidinin avlusunda Müslümanlarla
beraber oturmaktaydı. Gömleği satan çocuğun babası, ona: "Şu dirhemi
al" deyince Hz. Ali: "Bu neyin nesidir?" diye sordu. Adam da:
"Oğlumun sana sattığı gömleğin fiyatı iki dirhemdi. Onun için bir dirhemi
sana geri veriyorum." dedi. Hz. Ali de: "Oğlun bana rızasıyla sattı,
ben de rızamla satın aldım." diye karşılık verdi.»
Amr b. Şimr, Şa'bfnin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ebu Talib oğlu Ali,
kaybolan zırhım bir Hristiyanın yanında görünce davalaşıp hakkını almak için
onu kadı Şurayh'a götürdü. Hz. Ali gidip Şurayh'm yanma oturdu ve şöyle dedi:
"Ey Şurayh! Eğer hasmım Müslüman bir kimse olsaydı, ben mutlaka onun
yanında otururdum. Ama o bir Hristiyandır. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştu: "Sizlerle onlar (yani Hristiyanlar) bir yolda gitmekte
olursanız, onları sıkıştırın. Allah'ın onları küçülttüğü gibi sizde onları
küçültüp tahkir edin. Yalnız taşkınlık yapmayın." Bu zırh benim zırhımdır.
Bunu ben bu adama satmadığım gibi hibe de etmiş değilim. Kadı Şurayh,
Hristiyan adama şöyle dedi:
- Mü'minlerin emirinin
söylediklerine ne diyorsun?
- Zırh benim
zırhımdır. Mü'minlerin emirine ne oluyor ki benim yanımda yalan söylüyor?
Şurayh, Hz. Ali'ye
dönüp şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin emin,
senin bu hususta bir delilin var mı? Hz. Ali güldü ve şöyle dedi:
- Kadı Şurayh isabet
buyurdu. Ancak benim bir delilim yok.
Hz. Ali'nin böyle
demesi üzerine Kadı Şurayh, zırhın Hristiyana verilmesine hükmetti. Hristiyan
adam da zırhı alıp birkaç adım gittikten sonra geri dönüp şöyle dedi:
- Ben, verilen bu hükmün
peygamberlerin hükmü olduğuna şahid-lik ediyorum. Mü'minlerin emiri beni kendi
kadısına getiriyor. Kadı da onun aleyhinde hüküm veriyor. Ben, Allah'tan başka
ilah bulunmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet
ediyorum. Allah'a yemin ederim ki, ey mü'minlerin emiri, bu zırh senin
zırhındır. Sen Sıffin'e giderken askerlerinin peşi sıra yürüdüm ve bu zırh
senin siyah devenin üzerinden yere düştü.
Hz. Ali de ona:
- Madem Müslüman
oldun. Öyleyse zırh senin olsun, dedi ve onu bir ata bindirdi.
Şa'bî dedi ki: O
Hristiyanı gören biri bana dedi ki: Hz. Ali'nin zırhını kendisine verdiği o
Hristiyan, Nehrevan savaşında Haricilerle savaşıyordu.»
Said b. Ubeyd, Ca'de
b. Hübeyre'nin, Hz. Ali'ye gelip şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Ey mü'minlerin emiri!
Sana iki adam geliyor. Sen, onlardan birine kendi ailesinden ve malından daha
sevimlisin. Diğerine gelince o eğer güç yetirebilirse seni öldürür. Ama sen,
sana düşman olan kimsenin lehine ve seni seven adamın aleyhine hüküm
veriyorsun. Bu nasıl iştir?
Hz. Ali, böyle diyen
Ca'de b. Hübeyre'yi yumruklayıp iteledi ve ona
şöyle dedi:
- Eğer bu benim
yetkimde olan birşey olsaydı, senin isteğin doğrultusunda hüküm verirdim. Ama
bu, Allah'ın yetkisinde1 olan birşeydir.»
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
elbiseci Salih'in ninesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Ali'nin bir
dirheme hurma satın aldığım ve o hurmaları kendi yorganının (kılıfı) içine
koyup omuzladığını, bir adamın da kendisine şöyle dediğini gördüm:
- Ey mü'minlerin
emiri, bırak da senin yerine bu yükü biz taşıyalım, olmaz mı? Hz. Ali, ona
şöyle cevap verdi:
- Çoluk çocuğun
babası, onların yiyeceklerini taşımakla yükümlüdür.»
Ebu Haşim, Zazan'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali, halife iken sokaklarda yalnız
başına yürür, yolunu kaybedenlere yolunu gösterir, zayıfa yardım eder, satıcı
ve bakkallara uğrar, Kur'ân-ı Kerim'i onlara açıp okurdu:
"Bu ahiret
yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere
veririz." (el- Kasas, 83.) Sonra da şöyle derdi: Bu ayet-i kerime, adalet
ve tevazu sahibi yöneticilerle güç ve kudret sahibi diğer insanlar hakkında
nazil olmuştur."
Ubade b. Ziyad, Salih
b. Esved'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendisim gören bir adam
bana, Hz. Ali'yi bir merkebe binmiş ve iki ayağını birlikte merkebin bir
tarafına sarkıtmış olarak gördüğünü ve onun şöyle dediğim nakletti: Ben dünyayı
önemsemeyen kimseyim." Yahya b. Main, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "İnsanların dünyada en zahidi, Ebu Talib oğlu Ali'dir."
Hişam b. Hassan dedi ki: "Bir ara biz, Hasan-ı Basrî'nin yanında iken
Ezarika'dan bir adam gelip ona şöyle dedi:
- Ey Ebu Said! Ebu
Talib oğlu Ali hakkında ne dersin? Hasan-ı Basrî'nin şah damarları şişip
kızardı ve şöyle dedi:
- Allah, Ali'ye rahmet
etsin. O, Allah'ın bir oku idi ki, düşmanlarına isabet etmişti. O, ilim
mahallinde yüksek bir mertebede olup Rasû-lullah'a en yakın olan kimseydi. Bu
ümmetin en dindarı idi. Allah'ın malını çalmaz, O'nun emri hususunda gafil
olmazdı. Kur'ân'm hakkım verdi. Buyruklarım yerine getirdi. Onunla amel etti
ve onu öğrendi. Kur'ân'm parlak bahçesinde bulunup apaçık delillere sahipti.
îşte ey adam! Ebu Talib oğlu Ali böyleydi."
Hüseyin, Ammar'ın
şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Bir adam, Ebu Talib oğlu Ali'yi anlattı.
Onun hakkında yalan şeyler söyledi. Yerinden kalkmadan gözleri kör oldu."
Ebu Bekr b. Ebu Dünya,
Zazan Ebu Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam, Hz. Ali'ye
bir şeyler söyledi. Hz. Ali de ona şöyle dedi:
- Sen bana yalan
söyledin.
- Hayır, yalan
söylemedim.
- Eğer yalan
söylemişsen sana beddua ederim.
- Et bakalım.
Hz. Ali ona beddua
etti, yerinden kalkmadan gözü kör oldu." İbn Ebu Dünya, Ebu Mekin'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Ben
ve dayım Ebu Ümeyye,
Murad kabilesinin mahallesindeki bir inşaata
uğradık. Dayım bana
dedi ki:
- Şu inşaatı görüyor
musun?
- Evet.
- Burası yapılırken
Ali buradan geçiyordu. Duvardan üzerine bir kerpiç düşüp kendisini yaraladı. O
da bu inşaatın tamamlanmamasını Allah'tan diledi. Artık bu inşaatın üzerine bir
kerpiç dahi konulamadı.
Ben bu inşaatın
yanandan geçerken bakıyordum ki evlere benzemiyor."
îbn Ebu Dünya, Ebu
Beşir eş-Şeybanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Cemel savaşında
efendim (Ali) ile birlikte idim. O savaştaki kadar başka hiçbir savaşta yere
düşmüş çok sayıda el ve ayak görmedim. Ve-lid'in evine her uğradığımda mutlaka
Cemel savaşım yad etmişimdir. Hakem b. Uyeyne'nin bana anlattığına göre Hz.
Ali, Cemel savaşında kendisiyle savaşanlar için şöyle beddua etmiştir:
"Allah'ım, bunların ellerini ve ayaklarını al." [1]
İbn Ebu Dünya, Ebu
Erake'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Ali ile birlikte sabah namazım
kıldım. Sağma döndüğünde biraz durdu.
Üzerinde bir hüzün var gibiydi. Güneş doğup mescidin duvarından bir mızrak
boyu kadar yükseldiğinde iki rekat namaz kıldı.
Sonra ellerini çevirip
şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki ben Muham-med (s.a.v.)'in ashabını
gördüm. Ama bugün onları andıran hiçbir şey göremiyorum. Onlar fazlaca secdeye
vardıklarından yüzleri ve alınları tozlanmış olarak sabahlarlardı. Tıpkı
kendisine taziyette bulunulan kimse gibi üzgün dururlardı. Gecelerini Allah'a
secde edip kıyamda durarak ve Allah'ın kitabını okuyarak geçirirlerdi. Ayaklan
ve alınları fazlaca namaz kılmaktan yorulur ve gecelerini öylece geçirirlerdi.
Sabah olduğunda da Allah'ı zikrederler ve rüzgarlı bir günde ağaçlann yan yatışı
gibi yatarlardı. Gözlerinden yaşlar boşanır, Öyle ki elbiseleri ıslanır-dı.
Allah'a yemin ederim ki bugünkü halk geceyi gafletle geçiriyor."
Böyle dedikten sonra
kalktı ve o günden sonra gevşeyip güldüğü görülmedi, nihayet Allah düşmanı
fasık îbn Mülcem onu öldürdü.»
Vekî, Ebu Talib oğlu
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"İlim Öğrenin,
onunla hakikatleri tanıyın, onunla amel edin ki ilim erbabı olasınız, zira
sizden sonra öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda hakkın onda dokuzu inkar
edilecektir, O zamanda ancak Allah'a yö-nelip tevbe eden kimseler
kurtulacakdır. Onlar da hidayet rehberi imamlar ve ilim kandili kimselerdir.
Dikkat edin! Dünya
arkasını dönüp gitmek üzeredir, ahiret ise size doğru gelmektedir. Dünyanın da
ahiretin de oğulları vardır. Siz ahiret oğulları olun. Dünya oğullarından
olmayın.
Dikkat edin! Dünyada
zahid olan kimseler, yeryüzünü kendilerine sergi, toprağı döşek, suyu da koku
edindiler. Dikkat edin, ahirete özlem duyan kimseler şehvetlerden
sıyrılmışlardır. Ateşten korkan kimse,ha-ramlardan uzak durur. Cennet'i
istej'en kimse ise taatlara koşar. Dünyada zahid olan kimse musibetleri
önemsemez.
Dikkat edin! Allah'ın
nice kulları vardır ki, cennetlikleri Cennet'te ebedi olarak görmüşlerdir.
Cehennemlikleri de Cehennem ateşinde a-zaplanmış olarak görürler. Allah'ın bu
kullarının şerlerinden emin olunur. Kalpleri hüzünlüdür, nefisleri iffetlidir,
ihtiyaçları hafiftir. Uzun sürecek uhrevi bir rahatlık için dünyadaki sayılı
günlerde sabırlı olurlar. Geceleyin ise ayaklarım saf halinde dizip namaz
kılarlar, gözlerinden yanaklarının üzerine yaşlar akar. Cehennem ateşinden
azad'edil-mek için Allah'a yalvarıp yakarır ve yüksek sesle niyazda bulunurlar,
gündüz ise susuz kalırlar. Yumuşak huylu olup takvalı ve iyi kimseler olurlar,
okları andırırlar, dosdoğrudurlar, onlara bakan kimse hasta olduklarını sanır,
ama onlar hasta değildirler. Onların arasına karışıl-mıştır. Bu kavmin içine
büyük bir musibet girmiştir."
Esbağ b. Nebata dedi
M: Hz. Ali bir gün minbere çıkıp Allah'ı hamdü senada bulunup ölümden
bahsederek şöyle dedi:
"Ey Allah'ın
kulları, ölümden kurtuluş yoktur. Eğer ona karşı durursanız sizi yakalar,
ondan kaçsanız bile peşinizden gelip sizi tutar.
Kurtuluşa bakın,
kurtuluşa bakın, acele edip gidin, arkanızda sizi yakalamak isteyen mezar var.
Mezarın sizi sıkıştırmasından korkup tedbirinizi alın. Onun karanlığına ve
ıssızlığına karşı tedbir alıp sakının. Dikkat edin, mezar, Cehennem
çukurlarından bir çukur ya da Cennet bahçelerinden bir bahçedir. Dikkat edin,
mezar, hergün üç kez şöyle der: "Ben karanlık yurduyum, ben kurt yurduyum,
ben yalnızlık yurduyum." Dikkat edin, bunun gerisinde öyle bir gün
(kıyamet günü) vardır ki, o günde küçük çocuklar yaşlanır, yaşlı kimselerse
sarhoş olurlar. "Her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanları sarhoş gibi
görürsün, oysa sarhoş değildirler. Fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olmasındandır."
(ei-Hacc, 2.) "Dikkat edin! Bunun da ötesinde daha şiddetli olan birşey
vardır. O şeyin sıcaklığı şiddetlidir. Derinliği çok fazladır. Süsleri ve
tokmaklan demirdendir, suyu irindir, bekçisinin adı Malik'tir ki, Allah için
onda merhamet yoktur."
Hz. Ali, böyle
dedikten sonra ağladı, yanındaki Müslümanlar da ağladılar. Sonra kendisi şöyle
diyerek sözünü sürdürdü: "Dikkat edin, onunda gerisinde bir Cennet vardır
ki, genişliği göklerle yer genişliği kadardır. O, takva sahibi kimseler için
hazırlanmıştır. Allah bizi ve sizi takva sahibi kimselerden kılsın. Bizi ve
sizi elem verici azabdan korusun."
Vekî, Evfa b.
Dilhem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, bir hutbe irad edip şöyle
dedi:
"Dünya, arkasını
dönüp gitmek üzere olduğunu ilan etmekte ve sizinle vedalaşmaktadır. Ahiret
ise, size yönelip gelmekte ve neredeyse sizinle buluşmak üzeredir. Bu gün,
yanşa hazırlanma günü, yannsa ya-nş günüdür. Siz, gerisinde ecel bulunan günler
içindesiniz, her kim eceli gelmeden, emelle yaşadığı günlerinde kusurlu
davranırsa, yaptığı işler ziyanla sonuçlanır. Dikkat edin, korktuğunuzda nasıl
amel ediyorsanız ümit halinde de Allah için öyle amel edin. Dikkat edin, ben
Cennet gibi birşey görmüş değilim ki, onu taleb eden kimse gaflet içinde
uyumaktadır ve Cehennem gibi birşey de görmüş değilim ki, ondan kaçan kimse de
gaflet içinde uyur. Bir kimseye hakk yarar sağlamazsa, bâtıl ona zarar verir.
Bir kimse doğru yolda gitmezse, sapıklık onu eğri yola saptırır. Dikkat edin,
siz buradan göçmekle emrolundunuz, azık için alçaldımz. Dikkat edin, dünya
geniştir. İyi kötü herkes onun nimetlerini yer. Ahiret ise gerçek bir vaaddir.
Orada muktedir olan bir hükümdar, hüküm verecektir. Dikkat edin, şeytan sizi
fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder.
Allah ise, mağfiret ve
bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur. O, her şeyi bilir. Ey insanlar,
yaşarken iyilik yapın ki öldükten sonra muhafaza olunasınız. Zira Allah,
Cennet'ini kendisine itaat eden kimselere vaad etmiştir. Kendisine isyan
edenleri ise, ateşiyle tehdit etmiştir. O ateşin homurtusu asla dinmez. Ona
tutsak olan kimse kurtulamaz, orada bir tarafi kırılan kimsenin kırık yeri
düzelmez. Oranın harareti şiddetlidir, çok derindir, suyu irindir. Sizin için
en çok korktuğum şey, heva ve heveslerinize uyup uzun emel beslemenizdir. Heveslere
uymak, insanı hak yoldan saptmr, uzun emel ise, insana ahireti
unutturur."
Asım b. Damre'nin
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam, Hz. Ali'nin yanında dünyayı yerdi.
Hz. Ali, ona şöyle dedi:
"Dünya, kendisine
sadık olan kimse için bir sadakat yurdudur. Onu anlayan kimse için kurtuluş
yoludur. Orada azık edinmek isteyen kimse için azık ve zenginlik yurdudur.
Oraya Allah'ın vahyi inmiştir. Orada melekler namaz kılmıştır. Peygamberlerin
mescidi oradadır, velilerin ticaret yeri orasıdır. Orada, Allah'ın rahmet ve
Cennet'ini kazandılar. Dünya göçüp gitmekte ve sizden aynlmakta olduğunu ilan
ettiği halde artık onu kim yerer? Onun kötülükleri, sevinçlere kanşmıştır. Onun
belası ona olan yönelişe kanşmış, onun mihneti ona olan tutkuya bulaşmıştır.
Ey emellerle kendini avutan ve dünyayı yeren adam! Dünya seni ne zamandan beri
tuzağa düşürüp seni aldatmıştır? Atalanmn belaya çarpılıp düşmelerine mi
aldandın? Yoksa toprak altında yatan annelerinin ve ninelerinin mezarlarına mı
aldandın? Kendileri için şifa taleb edilen ve tabiblerden reçete yazmalan
istenilen kimselere nice zamanlar hasta bakıcılık yaptın, onlan teselli ettin,
ama senin tedavin onlara yarar sağlamadı. Ağlaman da onlara birşey
kazandırmadı."
Süfyan-ı Sevrî ile
A'meş, Ebu'l-Bahteri'nin şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Adamın
biri, Hz. Ali'ye geldi. Onu abartılı bir şekilde övdü. -Aslında o, Hz. Ali'ye
öfke duyuyordu- Hz. Ali, ona şöyle karşılık verdi: Ben senin dediğin gibi
değilim. Ben, senin kalbindeki şeyden daha üstünüm."
İbn Asakir'den rivayet
olunduğuna göre adamın biri, Hz. Ali'ye şöyle demiş:
- Allah sana sebat
versin.
Hz. Ali de ona şu
karşılığı vermiş:
- Senin göğsünün
üzerinde bana sebat versin."
İbn Ebu Dünya, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Emir, gökten yağmur damlalannın
inişi gibi iner, her nefis için Allah'ın yazdığı fazlalık veya noksanlık
vardır. Bu noksanlık veya fazlalık, onun canında veya aile etrafında veya
malında olur. Bir kimse, kendi nefsinde veya aile efradında veya malında
noksanlık, başkasında da hata görürse bu onun için fitne olmasın. Müslüman
kişi, dünyasını yaşamadığı takdirde onun yanında dünyadan bahsedildiğinde
huşulu davranır. İnsanların karaktersiz ve alçak olanları dünyaya aldanırlar.
Tıpkı bilgili perişan kimse gibi ki, ilk eleştirisinin yanında ganimet ve dünya
malı kazanacağını bekler. Borçlanm ve ihtiyaçlarım gidereceğini sanır, aynı
şekilde hainlikten uzak olan Müslüman kişi de iki güzellik arasındadır. Eğer
Allah'a dua ederse, Allah katındaki şeyler onun için daha hayırlıdır. Eğer
Allah, ona bir malı nasib ederse, bakarsın ki o, mal ve aile sahibi olmuştur.
Dindar ve soylu olmuştur. Ya da Cenâb-ı Allah, ona ahirette bazı şeyler
verecektir ki, ahiret onun için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Zenginlik ve
servet ikidir. Bunlardan dünya serveti ve zenginliği, mal ve takvadır. Ahiret
serveti ve zenginliği ise, kalıcı olan salih amellerdir. Allah, bu iki servet
ve zenginliği bazı kimselere bir arada verir."
Süfyan-ı Sevrî dedi
ki: "Bu gibi sözleri, Ali'den başka güzelce söyleyebilen başka bir kimse
yoktur."
Zebid el-Yamf den
rivayet olunduğuna göre Muhacir el-Amirî şöyle demiştir: "Ebu Talib oğlu
Ali, bir beldeye tayin ettiği bir valisine şöyle bir mektup yazıp gönderdi:
"İmdi sen uzun süre halkından ayrı durma, zira valilerin kendi halkları
ile aralarına perde çekmeleri, iki dağ arasındaki bir dar boğaz gibidir. Bu
durumda onlar, işlerden çok az haberdar olurlar. Araya engel kovmak, halkla
olan irtibatı koparır. Bu durumda onların büyükleri güçsüz olur, küçükleri
büyük olur. Güzelleri çirkin, çirkinleri de güzel olur. Hakla batıl birbirine
karışır. Zira vali bir beşerdir. İnsanların kendisinden gizledikleri işlerden
haberi olamaz. Halkın alnında yalana veya doğru olduklarını gösteren işaretler
yoktur ki, araya yumuşak bir perde koymakla haklara müdahale edilmesine engel
olamazsın. Sen, şu iki tipten birisin: Ya hakkı vermekte cimri davranan bir
kimsesin. O zaman vermen gereken hakkı ne diye vermeyip engelliyorsun?
Sergilemen gereken güzel huyu ne diye reayandan esirgiyorsun?
Ya da sen, cimrilik ve
engellemekle mübtelâ bir adamsın. Bu takdirde sahip olduğun nimetler, çabucak
elinden gider ve senden ümitlerini kestikleri takdirde insanlar hiçbir
ihtiyaçlarım sana söylemezler. Oysa insanların şikayet ve haksızlıkları dile
getirip adalet isteme gibi birçok ihtiyaçları vardır ki, bunları sana
söylemeleri gerekiyor. Sana bu anlattığım şeylerden yararlan, payına düşen
ibreti al ve inşaallah Rabbim seni doğru yola iletir."
Medainî dedi ki: Hz.
Ali, valilerinden birine şu mektubu göndermişti: "Yavaş ol bakalım. Öyle
görüyorum ki sen miadını doldurmak üzeresin. Aldanan kişinin hasrete duçar
olacağı bir yerde, sana yaptığın işleri anlatmış bulunuyorum. Tevbeyi zayi eden
ve zalim olan kimsenin bu yaptığı kötülüklerden geri dönmeyi temenni ettiği bir
makamda sana bunları anlatıyorum."
Hüşeym, Şa'bi'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Bekir, şiir söylerdi. Ömer, şiir
söylerdi. Ali, şiir söylerdi. Ama Ali ,bunlardan daha iyi bir şairdi."
Ebu Bekr b. Büreyd,
Ebu Ubeyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Muaviye, Ali'ye şöyle bir
mektup gönderdi: Ey Hasan'm babası! Benim birçok faziletlerim var. Benim babam
cahiliye döneminde liderdi. İslâmiyet döneminde de ben hükümdar oldum. Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m hısımı mü'minlerin dayısı ve vahiy katibiyim."
Hz. Ali de, Muaviye'ye
şöyle bir mektup gönderdi: "Ey ciğer yeyicisi-nin oğlu! Sen faziletlerinle
Ali'ye karşı övünüyor musun?"
Böyle dedikten sonra
azadhsma şöyle dedi: 'Yaz bakalım ey çocuk!"
"Peygamber
Muhammed, benim kardeşim ve kaympederinidir, şe-hidlerin efendisi Hamza da
amcamdır.
Sabah akşam meleklerle
birlikte uçan Cafer ise, anamın oğludur.
Muhammed'in kızı,
benim evimde ve benim zevcemdir. Onun canı benim canımla, onun kanı benim
kanımla birbirine karışmıştır. Muhammed'in iki torunu, Fatıma'dan doğmuş olup
benim çocuklarımdır. Hanginiz benim kadar ondan nasib almışsınız?
Küçücük bir çocuk olup
ergenlik çağına erdiğim zaman sizden önce İslâm'a girmiştim."
Muaviye, adamlarına
dedi ki: "Bu mektubu saklayın, Şamlılar okumasınlar. Okudukları takdirde
Ebu Talib oğlu Ali'nin tarafına yönelirler."
Zübeyr b. Bekkar ile
diğerleri, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)'m
yanında Hz. Ali'nin, şu şiiri okuduğunu işittim:
"Ben Mustafa'nın
kardeşiyim, soyumda şüphe yoktur. Onunla birlikte büyüdüm, onun iki torunu
benim çocuklarımdır.
Benim ve Rasûlullah'ın
dedesi aynıdır. Fatıma, zevcemdir. Bu sözümde yalan yoktur. İnsanların hepsi
sapıklık, şirk ve inkar şaşkınlığı içinde iken ben Muhammedi tasdik ettim.
Allah'a hamd edip
şükrediyorum ki O'nun ortağı yoktur.
O, kuluna iyilik yapar
ve sonsuza dek bakidir."
1.Ali bu
şiirini tamamladığı zaman Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve: "Doğru
söyledin ey Ali" dedi.
Bu rivayetin senedinde
münkerlik vardır ve şiirde de karışıklık var-
Harız îbn Asakir,
Esbağ b. Nebata'nın şöyle dediğini rivayet etmiş-«r: «Adamın biri, Hz. Ali'nin
yanma gelip şöyle dedi:
Ey mü'minlerin emin! Benim bir ihtiyacım var.
O ihtiyacımı sana tmeden önce Allah'a arzettim. Eğer bu ihtiyacımı giderirsen
Al- hamd eder, sana da teşekkür ederim. Eğer ihtiyacımı gidermezsen
Allah'a hamd eder ve
seni de mazur görürüm. Hz. Ali, o adama şöyle dedi:
- İhtiyacını yere yaz.
Zira ihtiyacını bana söylerken yüzündeki zilleti görmek istemiyorum.
Adam da ihtiyacını
yere: "Ben muhtacım." diye yazdı. Hz. Ali de ona:
- Sana bir elbise
vereceğim, dedi. Getirilen elbise, o adama teslim edildi. Adam da elbiseyi alıp
giydi, sonra şöyle dedi:
"Bana
güzellikleri çürüyecek bir elbise giydirdin.
Ben de sana güzel
övgülerden örülmüş bir elbise giydireceğim.
Eğer benim güzel
övgüme erişirsen, büyük bir üstünlüğe erişmiş olursun.
Sana söylediğim bu
övgüleri elbisene bedel saymak istemiyorum.
Güzel Övgü, sahibinin
anısını yaşatır. Tıpkı yağmur gibi, onun serpintileri dağları ve ovaları
diriltir.
Karşılaştığın bir
hayır hususunda zamana cimrilik yapma.
Zira her kul, işlediği
amelin karşılığını görecektir."
Hz. Ali, o adama:
- Sana birkaç dinar da
vereceğim, dedi ve yüz dinar getirip o adama verdi. Yanında duran Esbağ, ona
şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri! Hem elbise hem de yüz dinar mı veriyorsun bu adama?
- Evet. Zira ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "İnsanları hak ettikleri
konuma koyun." Bu adamın da benim yanımdaki konumu bunu gerektiriyor.»
Hatib el-Bağdadî, Hz.
Ali'nin şöyle bir şiir yazdığını söylemiştir:
"İnsanların
kalpleri sıkışıp geniş gönülleri daraldığı zaman, sıkıntılar kalbe yerleştiği
ve büyük felaketler gönülde yer yapıp mekan tuttuğu zaman,
Başa gelen sıkıntıyı
gidermenin yolunu görmediğin zaman,
Akıllı kimsenin bu
sıkıntıları gidermek için çare bulamadığı zaman, ümitsizliğe düştüğünde sana
imdat gelir.-
Onunla sana yakın ve
duana icabet eden zat, sana lütufta bulunur.
Hadiseler peşpeşe
sıralandığı ve son kerteye varıldığı zaman artık onun peşisıra yakın bir
genişlik gelecektir."
Ebu Bekir Muhammed b.
Yahya es-Solî, mü'minlerin emiri Ebu Ta-lib oğlu Ali için şöyle bir şiir
söylemiştir:
"Büyük hadise
karşısında sabret.
Şevkini güzel bir
sabırla tedavi et, sabırsızlanma.
Eğer bir gün sıkıntıya
düşersen de, uzun zaman içinde mutlaka genişliğe kavuşursun.
Rabb hakkında kötü zan
besleme, çünkü Cenâb-ı Allah, güzelliğe daha layıktır.
Sıkıntının peşi sıra
genişlik gelir.
Allah'ın sözü,
sözlerin en doğrusudur.
Eğer akıllar rızkı
çekip getirselerdi o zaman rızık, akıllı kimselerin yanında olurdu.
Nice mü'min var ki,
bir gün aç kalırlar.
Ama yakında, kokulu
Selsebil ırmağının suyundan kana kana içeceklerdir."
Dünya, noksanlıklardan
münezzeh olan Allah katında o kadar önemsizdir ki, kendi nezdinde kıymetli olan
mü'min kimseyi aç bırakır, kıymetsiz olan köpeği doyurur, kâfir kimse yeyip
içer, giyip güzel meta-lardan yararlanır, mü'min kimse ise aç ve çıplak kalır.
Bu da hakimler hakimi Allah'ın hikmetinin gereğidir.
Ali b. Cafer
el-Verrak, mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali için şöyle bir şiir
söylemiştir:
"Elbiselerin en
sağlamını giydiğin zaman bu elbise erkeklerin süsü olur. Giyen kimse bu
elbiseyle onurlanıp yükselir.
Elbise hususunda
mütevazi olmayı bırak. Bunu huşulu olmanın bir gereği sayma.
Zira Allah, içinde
gizlediğin şeyleri bilir.
Eğer sen günahkar bir
kulsan, elbisenin eski püskürüğü Allah katında derecem arttırmaz.
Sen Allah'tan korkup
haramlarından sakındığın takdirde elbisenin pahalı ve kıymetli oluşu sana zarar
vermez."
Bu da, şu hadis-i
şerifte anlatılan hususa tıpa tıp uymaktadır:
"Doğrusu Allah,
sizin suretlerinize ve elbiselerinize bakmaz. O, sadece sizin kalplerinize ve
amellerinize bakar."
Sevrî dedi ki:
"Dünyada zahittik, aba giymek ve kuru ekmek yemekle olmaz. Zahitlik, ancak
uzun emel sahibi olmamakla elde edilir."
Ebu'l-Abbas Muhammed
b. Yezid b. Abdi'l-Ekber el-Muberreu dedi ki: Hz. Ali'nin kılıcı üzerinde şu
ibare yazılı idi:
'insanların dünyaya
karşı tutku ve tedbirleri vardır. Hevesin amacında da akıl ve paçaları sıvama
vardır.
Rablerine itaat
ederlerse, akıl onları taatlerden alıkoyar ve sözünü ettiğimiz tutkudan ötürü
insanların yaşantılarının saflığı keder ve üzüntüyle karışmıştır.
Rızıklar taksim
edilirken akılları sayesinde kendilerine verilmiş değildir.
Lakin o rızıklar,
onlara takdir gereği ölçülü olarak verilmiştir.
Nice akıllı ve edip
kimse vardır ki, rızık ona bol verilmez.
Nice ahmak kimse de
vardır ki, taksirli olmakla birlikte dünyalığına kavuşmuştur.
Eğer rızık güç ve
kuvvetle elde edilseydi doğan ve şahinler, serçelerin rızıklarım alıp
uçururlardı."
Asmaî, Şa'bî'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
Ebu Talib oğlu Ali,
bir adamla arkadaşlık etmesini istemediği bir adama şöyle dedi:
"Cahil kimse ile
arkadaşlık etme, ondan sakın, nice cahil kimse vardır ki, kendisi ile
arkadaşlık eden yumuşak huylu kimsenin bu huyunu alıp götürür.
Kişi arkadaşıyla
ölçülür, arkadaşı kötü ise kendisi de kötüdür. Eşya da eşya ile ölçülür,
benzerlerine bakılır ve kıymeti takdir edilir. Karşılaştıkları esnada kalbden
kalbe bir yol vardır."
Amr b. Alâ, babasının
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, Fatı-ma'nm mezarı üzerinde durup şu
şiiri okudu:
"Ebu Erva'yı
andım, geceyi geçirdim, sanki ben geçmişte kalan kederleri geri çevirmeye
vekilim.
Her iki dostun bir
araya gelmesinin ayrılışı vardır.
Ölümden önceki bütün
vakitler azdır.
Benim dostları birer
birer arayışım, onları kaybedişim, dostluğun 4 devam etmeyeceğini gösteriyor.
Kendilerinden
ayrıldığım dostlarım benim hatıramı unutacak, dostluğumu aklından çıkarıp
hatırlamaz olacaktır.
Benden sonra da her
dostun bir dostu olacaktır.
Eğer bir gün ecelim
gelip hayattan koparsam,
Ardım sıra ağlayan
kadınların ağlayışları az sürecektir."
Şairin biri, Hz. Ali
için şu şiiri söylemiştir:
"Ölümlü olan
kimsenin alçak gönüllü olması gerekir. Kişiye dünyada kıt kanaat geçirebileceği
bir rızık yeterlidir. Kişinin anlatılamayacak derecede keder ve tutku sahibi
olmaması gerekir.
Rabbimizin yaptıkları
çok güzeldir.
Onun takdir ettiği
rızıklar elimizden kaçacak değildir.
Ey adam! Yakında sen,
konuşmaları sessizlik olan bir kavmin yanına göçüp gideceksin (ölülerin arasına
karışacaksın)"
Bu fasıl çok
uzayabilirdi, ancak biz, yeteri kadar şiirleri nakletmekle yetindik. Allah'a
hamd ve minnet olsun.
Hammad b. Seleme,
Eyyüb es-Sahtiyanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Bekir'i
seven, dini dimdik ayakta tutmuş olur. Ömer'i seven, yolu açıklamış olur.
Osman'ı seven, Allah'ın nuruyla aydınlanmış olur. Ali'yi seven, sağlam kulpa
tutunmuş olur. Rasûlullah'ın ashabı hakkında güzel söz söyleyen, münafıklıktan
uzak kalmış olur." [2]
İbn Ebi Hayseme,
Abdürrezzak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir defasında yanımızda
hiçbir kimse olmadığı bir sırada karşısında durduğum Mamer bana gülümseyince,
kendine:
- Neyin var? diye sordum.
O da şöyle cevap verdi:
- Kûfelilere
şaşıyorum. Sanki Küfe şehri, Ali'nin sevgisi üzerine kurulmuş. Onlardan
hangisiyle konuştuysam en ılımlıları bile Ali'yi Ebu Bekir ve Ömer'e üstün
tutuyor. Onlardan biri de Süfyan-ı Sevrî'dir.
- Sen Süfyan-ı Sevrfyi
gördün mü? (Bu soruyu sorarken onu görmesi büyük bir hadiseymiş gibi
sanıyordum.)
- O da ne ki: Eğer
adamın biri bana: "Ali, bana göre Ebu Bekir'le Ömer'den daha
üstündür," dese onu ayıplamam. Ebu Bekir'le Ömer'in faziletlerini sayıpta
Ali'nin onlardan üstün olduğunu söylerse, bunu yadırgamam. Eğer bir adam bana:
"Ömer,bana göre Ebu Bekir ile Ali'den üstündür." derse, onu da
azarlamam."
Abdürrezzak dedi ki:
îkimiz ıssız bir yerde oturmakta iken bunu Ve-ki b. Cerrah'a anlattım. O, benim
bu sözlerimi hayretle karşıladı. Süf-yan'm nasıl olur da böyle birşey dediğini
söyledi ve güldü. Sonra da şöyle dedi: "Süfyan, işi bu noktaya kadar
götürecek kimse değildir, ancak o bize açıklamadığı hususları Mamer'e
açıklamıştır."
Ben Süfyan'a şöyle
diyordum: "Ey Ebu Abdillah! Ali'yi, Ebu Bekir'le Ömer'e üstün tutarsak
buna ne dersin?" Süfyan, benim bu sorum karşısında bir süre susuyor,
sonra şöyle diyordu: Korkarım ki bu, Ebu Bekir'le Ömer'e dil uzatmak olur.
Onun için biz bu hususta susuyor, birşey söylemiyoruz."
Abdürrezzak dedi, ki:
İbn Tevmi yani Mamer'e gelince o dedi ki: Babamın şöyle dediğim işittim:
"Ebu Talib oğlu Ali'nin üstünlüğü yüz menkıbe iledir. Ayrıca onlara
menkıbeleri hususunda da ortak olmuştur. Ben, Osman'ı Ali'den daha çok
seviyorum."
Bu sözlerde karışıklık
vardır. Belki de Mamer, bunları birbirine karıştırmıştır. Çünkü Kûfelilerin
bazılarından nakledilen meşhur rivayetlerde anlatıldığına göre onlar, Ali'yi,
Osman'dan üstün görürlermiş. Ama Ebu Bekir ile Ömer'den asla üstün
görmezlermiş. Ebu Bekir'le Ömer'in diğer sahabelere üstünlüğünü, ancak geri
zekalı kimseler bilemez. Şu imamlara gelince onlar nasıl bilmesinler? Hatta
Eyyüb ve Dare Kutni gibi birçok âlim: "Ali'yi Osman'a üstün tutan kimse,
Muhacirlerle Ensâr'ı tahkir etmiş olur." demişlerdir. Bunlar, doğru, sahih
ve güzel sözlerdir.
Yakub b. Ebi Süfyan,
Ebu Salih el-Hanefî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Talib oğlu
Ali'nin Kur'ân'ı alıp başı üzerine koyduğunu gördüm. Öyle ki Mushafm
yapraklarının hışırtılarını işitiyordum. Sonra Ali şöyle dedi:
"Allah'ım, bunlar
Mushaf taki hükümleri ümmete tatbik etmeme engel oldular. Bari sen bu Mushaf
taki şeylerin sevabını bana ver. Allah'ım, ben bunları usandırdım, bunlar da
beni usandırdılar. Ben bunlara öfke duydum, bunlar da bana öfke duydular ve
beni huy ve karakterimin dışına sürüklediler. Bende görülmeyecek olan bir
ahlakı meydana getirdiler. Allah'ım, sen beni bunlardan daha hayırlı kimselerle
karşılaştır ve bunlara benden daha şerli bir kimseyi getir. Allah'ım, bunların
kalplerini tuzun suda eriyişi gibi eritip öldür." Hz. Ali, bu sözlerini
Kûfeliler hakkında sövlemişti.
İbn Ebi Dünya, Hz.
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu gece rüyamda Rasülullah
(s.a.v.)'ı gördüm. Kendisine şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah, senin
bu ümmetinden gördüğüm eğrilik ve husumet nedir?
- Onlara beddua et.
- Allah'ım, beni
bunlardan daha hayırlı kimselerle karşılaştır. Ve benden daha kötü bir kimseyi
bunların başlarına getir." Hz. Ali, bu rüyayı gördüğü gün evinden çıktı.
İbn Mülcem onu öldürdü."
"Kitabü'l-Kader"
adlı eserinde Ebu Davud, şöyle bir rivayette bulunmuştur: "Haricilerin
savaşı esnasında arkadaşları Hz. Ali'yi, her gece onar nöbetçi ile
koruyorlardı. Bu muhafızlar geceleyin mescidde silahlı olarak nöbet
tutarlardı. H7. Ali, onları görünce şöyle sordu:
- Burada niçin
oturuyorsunuz?
- Senin için nöbet
tutuyoruz ve seni koruyoruz.
- Sema ehline karşı mı
beni koruma altına alıyorsunuz? Yerde olacak şeyler önce semada
kararlaştırılır. Benim üzerimde Allah tarafından sağlam bir kalkan vardır. Her
insanın meleklerden bir muhafızı vardır. O insana, bir hayvan veya başka birşey
saldırmak istediği zaman melek, ona: "sakın, sakın" der. Ama kader
gelip çattığı zaman muhafız olan melek o insanın yanından uzaklaşır. (Başka
bir rivayette anlatıldığma göre Hz. Ali şöyle demiştir: Her insanı koruyan iki
melek vardır. Kader gelip çattığı zaman o muhafız melekler, onu bırakıp
giderler). Bir kul kendisinin başına gelecek olan şeyr~ mutlaka geleceğini ve
kaderinde yazılı olmayan bir şeyle de karşılaşmayacağını kesin olarak bilmedikçe
imanın tadını alamaz."
Hz. Ali, her gece
mescide girer ve orada namaz kılardı. Sabahında Öldürüleceği gece olduğu zaman
Hz. Ali, o gece biraz muzdarib olup rahatsızlandı. Aile efradım topladı,
onlarla görüştü. Sabah vakti mescide giderken kazlar onun yüzüne karşı
bağırıştılar. Halk, onları susturdu. Hz. Ali ise: "Bırakın bunları, bunlar
benim için ağıt döküyorlar." dedi. Mescide çıktığı zaman İbn Mülcem, onu
vurdu ve önceki sayfalarda anlattığımız hususlar meydana geldi. İnsanlar:
- Ey müminlerin emiri!
Murad kabilesinin bütün ferdlerini öldürelim mi? diye sorduklarında Hz. Ali,
şu cevabı verdi:
- Hayır, sadece İbn
Mülcem'i hapsedin ve tutukluluk halinde ona iyi davranın, eğer ölürsem onu
öldürün. Eğer yaşarsam, yaralara karşılıklı kısas vardır.
Bu hadise üzerine Hz.
Ali'nin kızı Ümmü Külsüm, şöyle demeye başladı: "Eyvah sabah namazına!
Kocam, mü'minlerin emiri Ömer sabah namazında öldürüldü, mü'minlerin emiri
babam Ali de sabah namazında vuruldu!"
Vurulduğu zaman Hz.
Ali'ye sordular:
- Senden sonraki
halifeyi belirlemiyecek misin?
- Hayır. Ben,
Rasûlullah'm sizi halifesiz bıraktığı gibi halifesiz bırakıyorum. Eğer Allah,
size hayır murad ederse, en hayırlınızı halife seçmekte sizi bir araya
getirecektir. Tıpkı Rasûlullah'tan sonra en hayırlınızı halife seçmekte bir
araya geldiğiniz gibi.
Bu da dünyadaki son
deminde Hz. Ali'nin, Ebu Bekir'in fazilet ve üstünlüğünü itiraf etmesi idi.
Tevatür yoluyla sabit
olduğuna göre Hz. Ali, halifeliği zamanında Kûfe'de emirlik sarayında şöyle bir
nutuk irad etmiştir:
"Ey insanlar!
Peygamberlerden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir'dir, sonra Ömer'dir.
Eğer üçüncünün adım belirlemek isteseydim belirlerdim."
Rivayete göre Hz. Ali,
bu hutbesini irad edip minberden inerken de Şöyle- demiştir: "Ömer'den
sonra bu ümmetin en hayırlısı Osman'dır, sonra yine Osman'dır."
Hz. Ali, vefat ettiği
zaman aile efradı onu yıkayıp defnettiler. Namazını oğlu Hasan kıldırdı ve
dört tekbir aldı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre dörtten fazla tekbir
almıştır. Hz. Ali, Kûfe'de Darü'l-Hüafe'ye defne dil mistir. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre Küfe camimin kıblesinde bulunan Âl-i Ca'de b.
Hübeyre'nin evindeki bir odaya defnedilmiştir ki, bu odada Babü'l-Verraki'nin
hizasmdadır. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali, Küfe dışında
defnedilmiş tir. Künaseye defnedildiğine veya çöle defnedildiğine dair
rivayetler de vardır.
Şerik el-Kadi ile Ebu
Nuaym Fadl b. Dekin dediler ki: "Hz. Ali'nin mübarek cesedini oğlu Hasan,
Muaviye ile barış yaptıktan sonra Kûfe'den nakledip Medine'ye götürmüş ve orada
Rasûlullah'm kızı Fa-tıma'nın mezarının yanına Baki mezarlığına defnetmiş
tir."
İsa b. Dab dedi ki:
"Hz. Ali'nin mübarek cesedini bir sandukaya koyup deveye yükleyerek
götürdüler. Onu Tayy kabilesinin bulunduğu beldeden götürürlerken cesedi
taşımakta olan deveyi kaybettiler. Tayy kabilesi, devenin üzerindeki sanduka
içinde mal olduğunu zannederek yakaladılar. Sandukayı açtıklarında içinde bir
ceset bulunduğunu gördükleri zaman onu kendi beldelerine defnettiler ve mezarı
da şimdiye kadar bilinmemektedir."
Meşhur rivayete göre
-Hz. Ali'nin mezarı, Abdülmelik b. îmran'm da anlattığı gibi şimdiye dek
Küfe'de bulunmaktadır. Yine Abdülmelik b. îmran'm ifadesine göre halife Hişam
zamanında Emevilerin valisi Ha-lid b. Abdullah el-Kasrî, bazı binalar inşa
etmek için bir takım evleri yıktığı zaman yıktığı yerlerdeki evlerden birinde
bir mezar görmüş, mezarı açıp baktığında içinde saçı sakalı ağarmış bir ceset
görmüş ve bu cesedin de Hz. Ali'ye ait olduğunu anlayınca yakmak istemiş, halk
ona: "Ey emir! Emeviler senden bütün bu kötülükleri yapmam istemiyorlar,
niçin böyle yapıyorsun?" deyince o da Hz. Ali'nin cesedini bir çuhaya sararak
oraya yeniden defnetmişti. Anlatıldığına göre Hz. Ali'nin cesedi oradan alınıp
başka yere götürülünceye kadar mezarının bulunduğu evde kimse oturamamıştır.
îbn Asakir, böyle bir rivayette bulunmuştur.
Sonra Hz. Ali'nin oğlu
Hasan, Abdurrahman b. Mülcem'i zindandan çıkarıp yamna getirmişti. İnsanlar
onu, yakmak için odun ve neft getirip oraya yığmışlardı: Hz. Ali'nin çocukları
onlara: "Bırakın da biz bundan Öcümüzü alalım." demişlerdi. Bunun
üzerine îbn Mülcem'in elleri ve ayakları kesilmiş, buna rağmen asla sabırsızlık
göstermemişti. Bu haliyle de Allah'ı zikretmeye ara vermemişti. Gözlerine mil
çekildi, yine Allah'ı zikrediyor ve îkra sûresini baştan sona okuyordu. Okurken
de gözlerinden yanaklarına yaşlar akıyordu. Sonra dilini koparmak istediler.
Ancak o zaman şiddetli şekilde sızlanmaya ve sabırsızlık göstermeye başladı. Bunun
sebebini kendisine sorduklarında şu cevabı verdi: "Dünyada bir an bile
Allah'ı zikretmeksizin boş durmaktan korkarım." Böyle dediği esnada
öldürüldü ve ateşle yakıldı. Allah onu kahretsin.
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: "îbn Mülcem, esmer tenli, güzel yüzlü, parlak şimali bir adamdı,
saçları kulak yumuşaklarına kadar uzanıyordu. Alnında secde izi vardı."
Âlimler dediler ki:
İbn Mülcem'in öldürülmesi için Hz. Ali'nin oğlu Abbas'ın buluğa ermesine kadar
beklenilmedi. Çünkü o, babasının Öldürüldüğü gün küçük idi.
Dediler ki: Hz.
Ali'nin oğlu Abbas'm buluğa ermesine kadar beklenilmedi, çünkü îbn Mülcem
kısas olarak değil de savaş suçlusu olararak öldürüldü. Doğrusunu Allah bilir.
Hz. Ali, hicri
kırkıncı senenin ramazan ayının onyedinci gününde "cuma günü" vuruldu.
Bu hususta ihtilaf yoktur. Bazıları onun vurulduğu gün öldüğünü, bazıları ise
ramazanın on dokuzuncu günü "pazar günü" Öldüğünü söylemişlerdir.
Fellas dedi ki: Hz.
Ali, ramazanın yirmibirinci gecesinde vuruldu ve yirmi dördüncü gecesinde vefat
etti. Vefat ederken elli küsur veya elli sekiz yaşındaydı. Bazıları ise
altmışüç yaşında iken vefat ettiğini söylemişlerdir. Meşhur olan rivayet de
budur. Muhammed b. Hanefi'ye, Ebu Cafer el-Bakır, Ebu îshak es-Sebü ve Ebu
Bekir b. îyas bu görüştedirler. Bazıları ise, Hz. Ali'nin altmışdört yaşında ya
da altmışüç yaşında iken • vefat ettiğini söylemişlerdir. Ebu Cafer el-Bakır
ise, altmışbeş yaşında iken vefat ettiğini söylemiştir.
Hz. Ali'nin halifeliği
dört sene dokuz ay sürmüştür. Bazları ise, halifeliğinin dört sene sekiz ay ve
yirmiüç gün sürdüğünü söylemişlerdir. Allah ondan razı olsun.
Cerir, Muğire'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, karısı Fahite binti Kurta ile
birlikte bir yaz gününde uyumakta iken Hz. Ali'nin ölüm haberini aldı. Yatağından
kalkıp oturdu ve: "înnâ lillahi ve innâ ileyhi raciun." dedi.
Ağlamaya başladı. Karısı Fahite, ona şöyle dedi:
- Bak hele şuna sen!
Dün Ali ile savaşıyordun, bugün ise onun ölümü için ağlıyorsun.
- Yazıklar olsun sana!
Ben, Ali'nin kaybedilen hilmine, ilmine, faziletine, İslâm'a bizden önce
girişine ve hayırlı bir kimse olduğuna ağlıyorum."
"Şeytanın
Hileleri" adlı kitabında İbn Ebu Dünya şöyle dedi: "Mua-viye'nin
komutanlarından Şamlı birisi, bir gece oğluna öfkelendi, onu evinden kovdu.
Oğlu da evden çıktı, ama nereye gideceğini bilemediği için kapının önünde
oturdu. Bir müddet uyudu, sonra uyandığında kapılarım, yabani ve siyah bir
kedinin tırmalamakta olduğunu gördü, içerideki evcil kedileri kapıya
geldiğinde yabani kedi, içeridekine şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana,
kapıyı aç hele.
- Açamam.
- Yazıklar olsun sana!
Yiyebileceğim birşey getir bana. Aç ve yorgunum, şimdi Kûfe'den geliyorum. Bu
gece orada büyük bir hadise meydana geldi. Ebu Talib oğlu Ali öldürüldü.
- Vallahi evde her ne
varsa hepsinin üzerine sahiplerim Besmele çekip Allah'ın adını anonslardır.
Sadece üzerinde et pişirilen bir şiş var. O şiş üzerinde sahibini et pişirir.
- O şişi bana getir.
İçerideki kedi o şişi
getirip kapıda duran yabani kediye verdi. Yabani kedi de şişi yalamaya
başladı. Böylece ihtiyacını giderip geri döndü. Bu manzarayı dışarıda kapı
önünde oturmakta olan ev sahibinin oğlu görüyor ve kediler arasında geçen
konuşmayı işitiyordu. Kalkıp kapıyı vurdu. Babası kapıya geldi ve:
- Kim o? diye sordu,
oğlu da şu cevabı verdi:
- Kapıyı aç.
- Yazıklar olsun sana!
Neyin var?
- Kapıyı aç.
Babası kapıyı açtı,
oğlu içeri girdi ve gördüğü şeyi babasına anlattı. Babası da ona şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana,
yoksa bu gördüğün bir rüya mıydı?
- Hayır, vallahi.
- Yazıklar olsun sana,
yoksa benden sonra delirdin mi sen?
- Hayır vallahi.
Durum, tıpkı sana anlattığım gibidir. Şimdi sen Muaviye/nin yanına git ve sana
söylediklerimi, ona da anlat ve bu sözümü muhafaza et.
Ba.ba evden çıkıp
Muaviye'nin konağına gitti. İçeri girmek için izin istedi, izin verildi. îçeri
girdi. Durumu oğlunun anlattığı şekilde Muavi-ye'ye anlattı. Onlar da bunun
tarihini belirlediler ve postanın gelmesini beklediler. Posta geldiğinde
durumun, anlatıldığı gibi cereyan ettiğini anladılar."
Ebu'l-Kasım, Amr b.
Esamm'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hz. Ali'nin oğlu
Hüseyin'e şöyle dedim:
- Şiiler, kıyamet
gününden önce Ali'nin tekrar dünyaya geleceğini iddia ediyorlar.
- Yalan söylüyorlar.
Bunlar aslında Ali'nin taraftarı değildirler. Eğer onun kıyametten önce dünyaya
yeniden geleceğini bilseydik, onun zevcelerini başkalarıyla evlendirmez, malım
da paylaştırmaz dik." [3]
Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Hz. Ali (r.a), îbn Mülcem tarafından vurulduğunda
Müslümanlar, Hz. Ali'ye şöyle dediler:
- Ey mü'minlerin
emiri, yerine bir halife tayin et.
- Hayır ben,
Rasûlullah (s.a.y.)'ın sizi halifesiz bıraktığı gibi halifesiz bırakacağım.
Eğer Allah, size hayır murad ederse, Rasûlullah't an sonra en hayırlınızı
halife seçme hususunda ittifak ettiğiniz gibi benden sonra da en hayırlınızı
halife seçmekte ittifak edersiniz.
Hz. Ali, vefat edince
oğlu Hasan namazını kıldırdı. Çünkü o, Ali'nin en büyük oğlu idi. Önceki
sayfalarda da anlattığımız gibi sahih kavle göre Hz. Ali, Kûfe'de emirlik
köşküne defnedilmiştir. Hz. Ali'nin defin işi tamamlandığı zaman Hz. Hasan'a
ilk olarak Kays b. Sa'd b. Ubade gelip: "Elini uzat, Allah'ın kitabı ve
peygamberinin sünneti üzerine seninle be/atlaşayım." dedi. Hz. Hasan
sustu. Kays, onunla bey'atlaştı. Sonra da halk gelip Hasanla bey'atlaştı. Bu
bey'atlaşma, Hz. Ali'nin vefat ettiği günde olmuştu. Hz. Ali, bir kavle göre
vurulduğu gün vefat etmiştir ki, o gün hicri kırkıncı senenin ramazan ayının
onyedinci günü olan cuma günü idi. Başka bir rivayete göre ise, vuruluşundan
iki gün sonra vefat etmiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali,
ramazanın son on gününde vefat etmiştir. Hz. Hasan'm halifeliğe geçtiği gün
Kays b. Sa'd, Azerbeycan valisi idi. Kays'm eli altında 40.000 savaşçı vardı.
Bunlar, Hz. Ali'ye ölüm üzerine bey'at etmişlerdi. Ali vefat edince Kays b. Sa'd,
Şamlılarla savaşmak üzere harekete geçmesi için Hz. Hasan'a ısrar etti. Hz.
Hasanda Kays'ı Azerbeycan valiliğinden azledip yerine Ubeydullah b. Abbas'ı
atadı. Hasan, kimse ile savaşmak istemiyordu. Ancak etrafındakiler zorlayarak
onu bu görüşünden vazgeçirdiler ve benzeri duyulmamış büyük bir ordu teşkil
ettiler. Hasan, bu ordunun 12.000 kişilik öncü kuvvetlerinin basma Kays b. Sa'd
b. Ubade'yi komutan olarak tayin etti. Kendisi de diğer askerlerle onun peşi
sıra Şam'a doğru harekete geçti ki, Muaviye ve Şamlılarla savaşsın. Medain'e uğradığında
orada mola verdi. Öncü kuvvetler ilerlediler, kendisi Medain dışında ordugah
kurmuş iken biri: "Dikkat edin! Kays b. Sa'd b. Ubade öldürüldü!"
diye bağırdı. İnsanlar ayaklandılar. Birbirlerinin eşyalarını yağmaladılar,
hatta Hasan'm taht-ı revanim da yağmalamışlardi. Nihayet onlar, Hz. Hasan'ın
üzerinde oturmakta olduğu sergisini de elinden zorla almak istediler. Kendisi
bineğine binerken biri onu ya-rayladı. Hareket edemeyecek hale geldi. Hasan,
onlara çok kızdı. Bineğine binip gitti ve Medain'deki beyaz köşke girip
konakladı, yaralı haldeydi. Onun Medain'deki valisi, Sa'd b. Mesud Sakafi idi.
Sa'd, Cisr savaşının komutanı Ebu Ubeyd'in kardeşi idi. Askerler köşke
yerleştikleri zaman Muhtar b. Ebi Ubeyd (Allah onu kahretsin.), amcası Sa'd b.
Mes'ud'a dedi ki:
- Şeref ve servet
sahibi olmak istemez misin?
- Neymiş bu şeref ve
servet?
- Ali'nin oğlu Hasan'ı
yakalayıp zincire vuracak ve Muaviye'ye göndereceksin.
- Allah sizi kahretsin
ve teklifinizi de kahretsin. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızı Fatıma'nın oğluna
ihanet mi edeceğim?
Hasan, askerlerinin
etrafından dağılıp gittilerini görünce onlara öfkelendi ve Şamlılara doğru
gitmekte iken Muaviye'ye bir mektup göndererek barış pazarlığında bulunmayı
teklif etti. Muaviye de ona Abdullah b. Amir ile Abdurrahman b. Semüre'yi
gönderdi. Bunlar, Kûfe'ye gelip Hz. Hasan'a istediği malları verdiler. Hz.
Hasan da Kûfe'deki beytül maldan 5.000.000 dirhem alacağına dair bir şart ileri
sürdü ve ayrıca Dâr Ebcerd'in haracının kendisine verilmesini ve kendisinin
duyacağı şekilde Ali'ye sövülmem e sini şart koştu. Eğer bu şartlarına
uyulursa, halifelikten vaz geçeceğini ve idareyi Muaviye'ye bırakacağını,
böylece Müslümanların kanlarının akıtılmasını önleyeceğini söyledi. Bu şartlar
üzerinde barış antlaşması yaptılar ve yönetim bütünüyle Muaviye'nin eline
geçmiş oldu. Bunun detayları ileriki sayfalarda verilecektir. Hz. Hasan'm bu
girişimine kardeşi Hüseyin razı olmadı. Hasan'ı kınadı. Aslında Hasan'm
yaptığı doğruydu. Nitekim bunun delilini de yakında anlatacağız.
Hasan, öncü
kuvvetlerinin komutanı Kays b. Sa'd'a haber göndererek Muaviye'ye itaat
etmesini ve emrini dinlemesini emretti. Ancak Kays b. Sa'd, bunu kabule
yanaşmadı, hem kendisinin hem de Muaviye'nin emri dışına çıkarak kendisine
uyan adamlarıyla birlikte bir tarafa çekildi. Sonra dönüp Muaviye'ye yakın bir
zamanda bey'at etti. Nitekim bunu da ileriki sayfalarda anlatacağız.
Meşhur rivayete göre
Hasan, hicretin kırkıncı senesinde Muaviye'ye bey'at etmiştir. Bu yüzden bu
seneye Amü'l-Cemaa (cemaat senesi) denilmiştir. Zira bu senede yönetim
bütünüyle Muaviye'nin elinde toplanmıştı.
İbn Cerir ile diğer
siyer âlimleri nezdinde meşhur olan görüşe göre halifeliğin Muaviye'ye
devredilişi, hicretin kırkbirinci senesinin başında cereyan etmiştir. Nitekim
Allah izin verirse, bunu da ileride açıklayacağız. ;
Bu sene de (hicri
kırkbirinci) Muğire b. Şube, insanlara hacc ettirmiştir. İbn Cerir'in, İsmail
b. Raşid'den naklettiğine göre Muğire b. Şube, Muaviye'nin adına bir mektup
uydurup yazarak güya insanlara hac emiri olarak o senede kendisi tayin edilmiş.
Bunu öğrenen Utbe b. Ebu Süfyan da kardeşi Muaviye'den hac emirliğini kendisine
verdiğine dair. bir mektup aldı ve hemen Mekke'ye geldi. Fakat Muğire, ondan çabuk
davranarak zilhicce ayının sekizinci gününde işi Utbe'den önce tamamlamak için
insanlara vakfe yaptırdı.
İbn Cerir'in bu nakli
kabul edilemez ve Muğire'nin böyle bir harekette bulunmuş olduğuna inanılamaz.
Allah ondan razı olsun. Fakat bunun batıl bir rivayet olduğu bilinsin diye biz
bunu burada dikkatlerinize arzettik. Çünkü sahabeler, böyle bir davranışta
bulunmayacak kadar kadri yüce kimselerdirler. Bu, Şiilerin bir uydurmasıdır.
îbn Cerir dedi ki: Bu
sene Hz. Ali vefat edince Kudüs'te Muaviye'ye bey'at edildi. Şamlılar da
emirü'l mü'minin sıfatıyla Muaviye'ye bey'at ettiler. Çünkü artık onların
nezdinde de çekişine sebebi kalmamıştı. O esnada Iraklılar, Şamlılara karşı
savunmak için Hz. Hasan'ı ayaklandırdılar. Ancak bu çabaları sonuç vermedi. Onların
bu başarısızlıklarının sebebi, faklı görüşlere sahip olmaları ve emirlerine
muhalefette bulunmaları idi. Eğer bilselerdi, Allah'ın kendilerine bir nimet
olarak verdiği şeyin kadrini bilirler ve Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma'nın
oğlu Hasan'a bey'at ederlerdi ki o, Müslümanların efendisi, sahabelerin bilginlerinden,
yumuşak huylularından ve görüş sahibi şahsiyetlerinden biri idi. Hz. Hasan'm
Raşid halifelerden biri olduğunu, bu kitabın peygamberlik delilleri bölümünde
Rasûlullah (s.a.v.)'m azadhsı Sefme'den naklettiğimiz şu rivayet
isbatlamaktadır:
Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Benden sonra halifelik otuz senedir, ondan sonra hükümdarlık
olacaktır."
Otuz senelik süre, Hz.
Ali'nin oğlu Hasan'm halifeliği ile tamamlanmıştır. O, hicri kırkbirinci
senenin rebiyülevvel ayında Muaviye'nin lehine olmak üzere halifelikten
feragat etmiştir. Böylece Rasûlullah'ın vefatından sonraki otuz sene
tamamlanmış oldu. Rasûlullah (s.a.v.), hicri onbirinci senenin rebiyülevvel
ayında vefat etmişti. Bu da Peygamber (s.a.v.)'in nübüvvetinin delillerinden
biridir. Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Hasan'm Muaviye lehine halifelikten feragatta
bulunuşunu övmüş ve bu fani dünyayı bırakıp kalıcı ahirete rağbet edişi
sebebiyle onu methetmiştir ki, o da bu ümmetin kanının akıtılmasına engel olmuştu.
Halifelikten vaz geçmiş, hükümdarlığı Muaviye'nin eline bırakmıştı ki,
Müslümanların idaresi tek emirin elinde toplansın. Rasûlullah (s.a.v.), işte bu
yüzden Hz. Hasan'ı övmüştü. Ebu Bekre es-Sakafi, Rasûlullah (s.a.v.)'m minbere
çıkıp Hasan b. Ali'yi yan tarafına alarak h cemaata gah Hasan'a bakıp şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Ey insanlar, benim şu oğlum efendidir. Allah, bunun
vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük cemaatın arasım bulacak ve onları
barıştıracaktır." Bu hadisi, Buharı rivayet etmiştir. [4]
İbn Cerir dedi ki: Bu
sene Ali'nin oğlu Hasan, yönetimi Muaviye b. Ebi Süfyan'a teslim etti.
îbn Cerir, daha sonra
Zührf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Iraklılar, Ali'nin oğlu Hasan'a
bey*at ettikleri zaman Hasan, onlara karşı şu şartı koştu: "Emrimi
dinleyecek ve bana itaat edeceksiniz. Benimle barışık olanlarla barışık
olacak, benimle savaşanlarla savaşacaksınız."
Iraklılar ondan
kuşkuya kapılarak: "Şu adamınıza ne oluyor?" dediler ve kısa süre
sonra onu eleştirip muhalefet ettiler ve kızdırdılar. O da onlara daha çok
kızdı ve onlardan koptu. O esnada onların kendisinden ayrılıp dağıldıklarını ve
kendisine muhalefet ettiklerini anladı. Kendisi de barış için Muaviye'ye bir
mektup gönderdi ki, iki tara fin isteklerine uygun bir barış antlaşması
yapsınlar.
Kitabu's-sulh adlı
bölümde Buharı, Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hasan'm şöyle
dediğini işittim: "Allah'a yemin ederim ki, Ali'nin oğlu Hasan,
Muaviye'nin karşısına dağlar misali askeri birliklerle çıktı."
Amr b. As da şöyle
dedi: "Ben böyle büyük askeri birlikler görüyorum ki, akranlarını
öldürmedikçe geri dönmeyeceklerdir. Allah'a yemin ederim ki, iki taraftan en
hayırlı adam olan Muaviye de şöyle dedi: "Şunlar bunları, bunlar da
şunları öldürürlerse, insanların işini benim için kimler idare edecek? Onların
zayıflarını, benim için kimler koruyacak. Onların kadınlarını, benim için
kimler himaye edecek?"
Böyle dedikten sonra
Muaviye, Hasan'a Kureyş'in Beni Abdüş-şems kolundan Abdurrahman b. Semüre ile
Abdullah b. Amir'i gönderdi ve onlara şu talimatı verdi:
"Şu adama gidin,
ona tekliflerde bulunun. Ona bazı şeyleri söyleyin ve ondan bazı taleplerde
bulunun." Bu ikisi Hasan'm yanma gittiler, onunla konuştular. Ona bazı
şeyleri teklif ettiler ve bazı isteklerde bulundular. Hasan da onlara şöyle
dedi:
- Biz Abdülmuttalib
oğullarıyız. Şu malı elde etmişiz ve bu ümmet, kanı içinde fesada bulanmıştır.
- Muaviye sana şu ve
şu tekliflerde bulunuyor, senden talepte bulunuyor ve seninle barışmak
istiyor.
- Bunu bana kim
garanti eder?
- Biz garanti ederiz.
Hasan, onlardan hangi
talepte bulunduysa onlar: "Biz bunu sana garanti ederiz." dediler ve
bunun üzerine Hasan, Muaviye ile barış antlaşması yaptı.»
Ebu Bekre şöyle
rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ı minber üzerinde gördüm. Ali'nin oğlu
Hasan da yan tarafta duruyordu. Rasûlullah, bazen cemaata, bazen da Hasan'a
bakıyor ve şöyle diyordu:
"Benim şu oğlum
efendidir. Umarım ki Cenâb-ı Allah, bunun vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük
cemaati barıştırır."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Bekre'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), bir gün bizimle sohbet ediyordu. Ali'nin oğlu Hasan da onun kucağında
idi. Peygamber (s.a.v.), ashabına dönüp onlarla konuşuyor, sonra Hasan'a
dönüyor, onu öpüyor, sonra da şöyle diyordu: "Doğrusu şu oğlum efendidir.
Eğer yaşarsa, Müslümanlardan iki grubu barıştıracaktır."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Bekre'nin oğlu Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'a yemin
ederim ki, Ali'nin oğlu Hasan'm hilafeti döneminde bir fincan kadar kan dahi
akmış değildir."
Ebu Yala, Said b. Ebi
Said el-Medenî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Hüreyre ile
birlikteydik. Ali'nin.oğlu Hasan gelip bize selam verdi. Ebu Hüreyre de ona:
"Ve aleykesselam ya seyyidi" diye karşılık verdi. Sonra da şöyle
dedi: "Ben Rasûlullah (s.a.v.)'m Hasan hakkında: "Doğrusu o Seyyid
(efendİ)'dir." dediğini işittim."
Ebu Hasen Ali b.
el-Medinî dedi ki: "Hasan, hicretin kırkbirinci senesinin rebiyülevvel
ayının beşinci gününde yönetimi Muaviye'ye teslim etti." Başkalarıysa
onun rebiyülahir ayında yönetimi Muaviye'ye teslim ettiğini söylemişlerdir.
Cemaziyelevvel ayının başında teslim ettiğine dair rivayet de vardır.
Doğrusunu Allah bilir. Yine Ebu'l Hasen Ali b. el Medinî diyor ki: İşte o zaman
Muaviye, Küfe şehrine girdi ve bey'attan sonra insanlara bir hutbe irad
etti."
İbn Cerir'in
anlattığına göre Amr b. As, Muaviye'ye şöyle bir teklif-de bulundu: Ali'nin
oğlu Hasan'a emir ver de insanlara hutbe irad etsin ve senin lehine yönetimden
feragat ettiğini bildirsin."
Muaviye de Hasan'a bu
emri verdi. Hasan da kalkıp insanlara bir hutbe irad etti ve Allah'a hamdü
senada bulunup Rasûlullah'a salatü selamda bulunduktan sonra hutbesinde şöyle
dedi:
- Ey insanlar! Doğrusu
Cenâb-ı Allah, öncekilerimiz vasıtasıyla sizleri hidayete iletmiştir ve
sonradan gelenlerimiz vasıtasıyla da kanlarımızın akıtılmasını önlemiştir. Bu
yönetim işinin bir müddeti vardır. Dünya dönerlidir. Doğrusu yüce Allah,
Peygamber (s.a.v.)'e şöyle buvurmuştur: " Bilmem! Belki bu gecikme sizi
denemeK ve bir süreye kadar geçindirmek içindir." Böyle dediği zaman,
Muaviye ona öfkelendi ve oturmasını emretti. Kendisine Hasan'ı konuşturmasını
teklif eden Amr b. As'ı da bu yüzden kınadı ve bu Öfke onun içinde kalmaya
devam etti. Doğrusunu Allah bilir.
"Cami' adlı
eserinde Tirmizfnin konuyla alakalı olarak rivayet ettiği hadis şöyledir:
«Mahmud b. Gaylan,
Yusuf b. Sa'd'm şöyle dediğini bize nakletti: Adamın biri, Muaviye ile
bey'atlaşmasmdan sonra Ali'nin oğlu Hasan'a kalkıp şöyle dedi:
- Mü'minlerin yüzünü
kararttın (veya ey mü'minlerin yüzünü karartan adam!)
Hasan da ona şöyle
karşılık verdi:
- Beni kınama. Allah
sana rahmet etsin. Peygamber (s.a.v.), rüyasında Ümeyye oğullarının kendisinin
minberi üzerine çıktıklarını görmüş, bundan hoşlanmamıştı. Bu rüyası yüzünden
şu ayet-i kerimeler nazil olmuştu:
"Ey Muhammed!
Doğrusu sana Cennet'teki Kevser nehrini vermişizdir."
"Doğrusu biz,
Kur'ân'ı Kadir gecesinde indirimsizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir
misin? Kadir gecesi 1000 aydan daha hayırlıdır."(Kadir, 1-4.)
Yani ey Muhammed!
Senden sonra Ümeyye oğulları bin ay süreyle hüküm süreceklerdir.»
Fadl dedi ki: Ümeyye
oğullarının hakimiyet süresini hesapladık, tam tamına 1000 ay olduğunu tesbit
ettik.
Tiraıizî, bunun garip
bir hadis olduğunu ifade etmiştir. Hatta bu hadis cidden münkerdir.
Tefsirimizde bunun münkerliğini yeterince açıkladık.
Hafız Ebu Bekir Hatib
el-Bağdadî, Ebu'l-Arifin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hasan'm
ordusunun 12.000 kişiden teşekkül eden öncü birlikleri içinde Mesken'de
bulunuyorduk. Şamlılarla savaşmak için ölüm sözü vermiştik. Başımızda da
Ebu'1-Gamr Taha ismindeki komutan bulunuyordu. Hasan'm, Muaviye ile
barıştığına dair haber bize ulaştığında öfkeden sanki belimiz kırılmış gibi
olmuştu. Hasan, Kûfe'ye geldiğinde bizden Ebu Amir Said b. en-Netel isminde bir
adam, ona şöyle dedi:
- Selam sana ey
mü'minleri alçaltan kişi. Hasan, ona şöyle karşılık verdi:
- Böyle deme ey Amir!
Ben mü'minleri alçaltan kişi değilim. Aksine ben onların hükümdarlık uğruna
öldürülmelerini istemedim."
Muaviye, bizim
beldelerimizi teslim alıp Küfe şehrine girdiğindeorada bir hutbe irad etti.
Diğer belde ve şehirlerde de onun emri altına girildi. Arap dahilerinden biri
olan Kays b. Sa'd-da önce ona muhalefet etmeye karar vermişken sonra dönüp ona
bey'at etti. O senede Muavi-ye'ye ittifakla bey'at edilmiş oldu.
Hz. Hasan, kardeşi
Hüseyin, diğer kardeşleri ve amcaları, oğlu Abdullah b. Cafer'le birlikte Irak
diyarından göçüp peygamber şehri Medine'ye gittiler. O şehrin sakinlerine
salâtü selâmların en üstünü olsun. Hz. Hasan, her bir mahalleden geçtiğinde
mahalle sakinleri onu, yönetimi Muaviye lehine bırakmasından ötürü kınayıp
azarlıyorlardı. Aslında o, yaptığı bu işte haklı olup Övgüye layık bir davranış
örneği sergilemişti. Bu yaptığından ötürü de kalbinde herhangi bir sıkıntı ve
sorumluluk hissetmiyordu. Kendini kınamıyor ve pişmanlık hissetmiyordu. Aksine
o, yaptığı bu işe razı olmuş, bununla sevinmişti. Her ne kadar bazı akraba ve
taraftarları bunu hoş karşılamamışlarsa da o, bundan memnundu. Bu eleştiriler
ondan sonra da devam etti, günümüze kadar geldi. Aslında o, böyle yapmakla
sünnete tabi olmuş ve Peygamber Efendimiz'in methine mazhar olmuştu. Çünkü o,
böyle yapmakla ümmetin kanının akıtılmasını önlemişti. Nitekim bu hareketim
önceden sezen Rasûlullah (s.a.v.), onu bu davranışı sebebiyle önceden övmüştü.
Bununla ilgili sahih hadis, önceki sayfalarda nakledilmişti. Allah'a hamd ve
minnet olsun.
Hz. Hasan'm fazilet ve
üstünlükleri, onun vefat bahsinde anlatılacaktır. Allah ondan razı olsun, onu
hoşnud kılsın. Makamını da Firdevs Cennet'i yapsın ki, öyle de yapmıştır.
Muhammed b. Sa'd, Ebu
Rezin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu Hasan, cuma
gününde bize hutbe irad, etti. İbrâhîm sûresini minber üzerinde okudu ve
sonuna vardı."
İbn Asakir'in
rivayetine göre Hasan, her gece Kehf sûresini yazılı bir levha üzerinde okur, o
levhayı elinde tutarak eşlerinin odalarına gidip dolaşır, uyumadan önce sûreyi
yatağında tamamlardı. Allah ondan razı olsun. [5]
Önceki sayfalarda
nakledilen bir hadiste de ifade edildiği gibi Peygamber (s.a.v.)'in vefatından
sonra halifelik otuz sene müddetle sürmüş, ondan sonra ise yönetim,
hükümdarların eline geçmiştir. Hz. Ha-san'm halifeliği ile bu otuz senelik süre
tamamlanmıştır.
Muaviye dönemi,
hükümdarlık zamanının başlangıcıdır. O, İslâm hükümdarlarının ilki ve en
hayırhsıdır.
Taberanî, Muaz b.
Cebel ile Ebu Ubeyde'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Doğrusu şu
yönetim işi, rahmet ve peygamberlikle başladı. Sonra rahmet ve halifelik
olacaktır. Sonra da ısırıcı bir hükümdarlık olacak, ondan sonra ise büyüklenme,
haddi aşma, zorbalık ve yeryüzünde fesat olacaktır. O zorba hükümdarlar, ipeği,
tenasül organlarını (haram yolda kullanmayı) ve içkiyi helal sayacaklar, bunun
üzerine rızıklanacak-lar, yardım görecekler. Allah'ın huzuruna varıncaya kadar
da bu böyle devam edemktir." Bunun senedi sağlamdır. Bu kitabın,
peygamberlik delilleri böl utnünde İsmail b. İbrahim tariki ile gelen bir
rivayette anla-.tıldığına göre Muaviye şöyle demiştir: Allah'a yemin ederim ki,
beni halife olmaya sevk eden tek sebep, Rasûlullah (s.a.v.)'m bana söylemiş olduğu
şu sözüdür: "Ey Muaviye, eğer yönetimin başına geçersen iyilik yap."
Amr b. Yahya, dedesi
Said b. As'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Muaviye, ibriği
aldı. Rasûlullah'm arkasından yürüdü. Rasûlullah (s.a.v.), ona bakıp şöyle
dedi: Ey Muaviye, eğer yönetimin başına geçersen Allah'a karşı takvalı ol ve
adil davran."
Muaviye, bu hadisle
ilgili olarak dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'m bana söylediği bu sözü
düşünerek artık mutlaka bir yönetimin başına geçme imtihanına maruz kalacağımı
zannediyordum."
Raşid b. Sa'd,
Muaviye'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), ona Şöyle demiştir:
"Eğer sen insanların gizliliklerini araştırırsan, onları if-sad edip
bozarsın."
Ebu Derda, bu hadisle
ilgili olarak şöyle demiştir: "Bu, Muaviye'nin Rasûlullah'tan işittiği ve
Allah'ın kendisini onunla yararlandırdığı bir sözdür."
Beyhakî, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
''Halifelik Medine'de, Hükümdarlık ise Şam'dadır." Bu cidden garip bir
hadistir.
Ebu İdris, Ebu
Derda'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir ara
uyurken şöyle bir rüya gördüm. Kitabın başımın altından alınıp götürüldüğünü
görür gibi oldum. Onu gözlerimle takip ettim. Kitap alınıp Şam'a götürüldü.
Fitne koptuğu zaman iman Şam'dadır."
Yakub b. Süfyan, Ömer
b. Hattab'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
"Başımın altından
nurdan bir direğin çıktığını, o parlak direğin gidip Şam'a yerleştiğini
gördüm."
Abdürrezzak, Abdullah
b. Safvan'dan rivayet etti ki, adamın biri Sıffin savaşında: "Allah'ım,
Şamlılara lanet et." deyince Hz. Ali, ona şu karşılığı vermiştir:
"Şamlılara küfretme, çünkü orada abdallar vardır. Çünkü orada abdallar
vardır. Çünkü orada abdallar vardır." [6]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Muaviye b. Ebi Süfyan Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdü'ş-şems b.
Abdumenaf b. Kusay Ebu Abdirrahman el-Kureşi el-Ümevî. Mü'minlerin dayısıdır.
Alemlerin Rabbı tarafından gelen vahyin katibidir. O, babası (Ebu Süfyan) ve
anası Hind Binti Utbe b. Rebia b. Abdü'ş-şems 'le birlikte Mekke fethi gününde
Müslüman olmuştur. Rivayete göre Muaviye şöyle demiştir: "Ben
Umretü'1-Kaza gününde Müslüman oldum ama babamdan korktuğum için Müslümanlı-.
ğımı Mekke fethi gününe kadar gizledim."
Babası, cahiliye
döneminde Kureyş kabilesinin liderlerindendi. Bedir savaşından sonra da
Kureyş'in liderliği ona verildi. O, bu Kureyş'in savaş komutanıydı. Emrine
itaat edilen zengin bir reisti. Müslüman olduğu zaman şöyle demişti:
- Ya Rasûlallah, bana
emir ver de daha önce Müslümanlarla savaştığım gibi kafirlerle de savaşayım.
- Olur.
- Muaviye'yi yanında
katip yap.
- Olur.
Aralarında bu konuşma
geçtikten sonra Ebu Süfyan, kızı Azze'yi Rasûlullah'la evlendirmek istedi. Bu
evliliğin gerçekleşmesi için Ra-sûlullah'ın nikahında bulunan kızkardeşi Ümmü
Habibe'den de yardım istedi. Ancak bu evlilik gerçekleşmedi. Rasûlullah
(s.a.v.), Ümmü Habibe ile evli olduğu için Azze ile evlenmenin kendisine helal
olmayacağını açıkladı.
Biz bu hadisi birçok
yerde anlattık. Bu konuda müstakil bir eser tasnif ettik. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Kısaca anlatmak
istediğimiz şudur ki, Muaviye, diğer vahiy katip-leriyle birlikte Rasûlullah
(s.a.v.)'a vahiy katipliği yapıyordu. Allah hepsinden razı olsun.
Şam fethedildiği zaman
Hz. Ömer, Muaviye'yi kardeşi Yezid'den sonra Şam valiliğine tayin etti. Hz.
Osman da kendi halifeliği döneminde Muaviye'yi, Şam valiliğinde bıraktı ve
yönetimine diğer bazı beldeleri de ekledi. Şam'da yeşil kubbeyi inşa edip
içinde kırk sene ikamet eden kişi Muaviye'dir. Hafız ibn Asakir, böyle
demiştir.
Hz. Ali hilafete
geçince, Osman'ı öldürme işine karışmış olan komutanlarından çoğu kendisine
Muaviye'yi Şam valiliğinden azledip yerine Sehl b. Hanift, atamasını teklif
ettiler. Hz. Ali de bu teklifler üzerine Muaviye'yi Şam valiliğinden azletti.
Ancak bu azl işi gerçekleşmedi. Şamlılardan büyük bir grup, Muaviye'nin
etrafında birleştiler. Hz. Ali'ye karşı savundular. Kendisi de şöyle dedi:
"Osman'ın katillerini bana teslim etmedikçe Ali'ye bey'at etmeyeceğim.
Çünkü Osman, mazlum olarak öldürülmüştür. Oysa şu ayet-i kerimede Cenâb-ı
Allah, şöyle buyurmaktadır:
"Haksız yere
öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır." (el-Isrâ, 33.)
Taberanî, İbn Abbas'm
bu hususta şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'nin bu ayete
dayanarak yönetime geçtiğine olan kesin inancımı hala sürdürmekteyim."
Muaviye, Osman'ın
katillerini kendisine teslim etmedikçe Ali'ye bey'at etmeye yanaşmayınca önceki
sayfalarda anlatmış olduğumuz Sıffin savaşı meydana geldi. Sonra yönetimin kime
verileceği hususundaki karar hakemlere bırakıldı. Amr b. As ile Ebu Musa'nın
hakemlik yapmaları sonucunda yönetimi Muaviye ele geçirdi. Şamlılar güçlendiler,
Muaviye'nin otoritesi kuvvetlendi. Hz. Ali'nin adamları arasında ise
anlaşmazlık sürüp gitti. Nihayet İbn Mülcem onu öldürdü. O esnada Iraklılar da
Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a bey'at ettiler. Şamlılarsa, Muavi-ye'ye bey'at
ettiler. Bundan sonra Hz. Hasan, Irak ordusu ile birlikte (ama kendi iradesi
dışında) yola çıktı. Muaviye de Şamlılarla birlikte yola çıktı. İki ordu karşı
karşıya gelince bazı kimseler aralarında barış yapmak için çaba sarfettiler.
Sonuç olarak Hasan, kendini halifelikten hal edip yönetimi, Muaviye'ye teslim
etti. Bu teslim ve tesellüm işi, hicri kırkbirinci senenin rebiyülevvel ayında
yapıldı. Bunun üzerine Muaviye, Küfe şehrine gitti. Kendisine bey'at
edilmesinden sonra insanlara tesirli bir hutbe irad etti. Doğuda ve batıda,
uzakta ve yakında her yerde hükümdarlık onun eline geçti. Otoritesi
sağlamlaştı. O seneye, cemaat senesi denildi. Çünkü ayrılık ve parçalanmadan
sonra yönetim tek emi-rin elinde toplandı. Muaviye, Şam kadılığına Fudale b.
Ubeyd'i tayin etti. Ondan sonra İdris el-Holanfyi tayin etti. Güvenlik
kuvvetinin başına Kays b. Hamza'yı tayin etti.
Katibi ve sekreteri,
Serhun b. Mansur er-Rumî idi. Anlatıldığına göre kendisi için muhafız tutan ve
mektupları bağlayıp mühürleyen ilk hükümdar, Muaviye olmuştur. Yine ilk
hadiseler, onun devletinde meydana gelmiştir. Allah ondan razı olsun. [7]
Muaviye, Kûfe'ye girip
de Hasan ailesiyle birlikte oradan çıkıp Hicaz'a yöneldiğinde 500 kadar
Harici: "İçinde şüphe bulunmayan bir durum başımıza geldi. Haydi,
Muaviye'ye karşı cihada gidelim." deyip harekete geçtiler. Yola çıktılar.
Kûfe'ye yaklaştılar. Başlarında Ferve b. Nevfel vardı. Muaviye, bunlara karşı
Şamlılardan bir süvari birliği gönderdi. Bunlar Şamlıları kovdular. Muaviye
ise, kovulanlara: "Yaptığınız kötülükten vaz geçmedikçe benim yanımda
size eman yok." dedi. Bunlar da Haricilere karşı çıktılar. Üzerlerine
gelen bu birliğe karşı Hariciler şöyle dediler: "Yazıklar olsun size,
istediğiniz nedir? Muaviye, hem bizim hem de sizin düşmanınız değil midir?
Bırakın da onunla savaşalım, eğer onu vurursak, sizi ondan kurtarmış oluruz.
Ama biz vuru-lursak siz bizden kurtulmuş olursunuz."
Üzerlerine gelenler:
"Hayır, Allah'a yemin ederiz ki, mutlaka sizinle savaşacağız."
deyince Hariciler onlara şöyle karşılık verdiler: "Allah, Nehrevanlı
kardeşlerimize rahmet etsin, onlar sizden daha bilgiliydiler ey
Kûfeliler!" Neticede iki taraf savaştı. Kûfeliler, Haricileri hezimete
uğratıp püskürttü.
Muaviye, Kûfe'ye
Abdullah b. Amr b. As'ı vali olarak tayin etmek istedi. Ancak Muğire b. Şube,
ona şöyle dedi:
- Bunu Kûfe'ye tayin
ediyorsun, babasını da Mısır'a tayin ediyorsun, sen de aslanın iki çenesi
arasında kalacaksın. Olur mu böyle şey?
Muğire böyle diyerek
Muaviye'yi bu atama kararından vaz geçirdi. Muaviye de, Muğire'yi Kûfe'ye vali
olarak atadı.
Amr b. As, Muaviye ile
görüştü ve ona şöyle dedi:
- Muğire'yi haraç
toplama işinin başına mı getiriyorsun? Keşke bu işe başka birini tayin
etseydin.
Amr'm böyle demesi
üzerine Muaviye, Muğire b. Şube'yi haraç toplama işinden aldı ve namaz
kıldırmakla görevlendirdi. Muğire de bu yüzden Amr'a şöyle dedi:
- Mü'minlerin emirine
Abdullah b. Amr'ı tayin etmesi hususunda tavsiyede bulunan sen değil misin?
- Evet benim.
- İşte böylece ödeşmiş
olduk."
Bu sene, yani hicretin
kırkbirinci senesinde Himran b. Ebban, Basra'da ayaklandı, orayı ele geçirdi.
Yönetimin başına geçti. Muaviye de onu ve beraberindekileri öldürmek için oraya
bir askeri birlik gönderdi. Ebu Bekir es-Sakafi, Muaviye'ye giderek onu affedip
bağışlamasını rica etti. Muaviye de Himran b. Ebban ve beraberindeki adamları
affedip salıverdi. Basra'ya Büsr b. Ertat'ı vali olarak atadı. Onu, Ziyad'm
çocuklarına musallat kıldı ki onları öldürsün. Bunun sebebi de şuydu: Muaviye,
o çocukların babası Ziyad'a, yanma gelmesi için bir mektup göndermiş, ancak
Ziyad işi ağırdan alıp, gecikmişti. Büsr de Ziyad'a şöyle bir mektup
göndermişti: "Eğer mü'minlerin emiri Muaviye'nin yanma hemen gitmezsen
çocuklarını öldürürüm." Bu durumu Ebu Bekre, bir mektupla Muaviye'ye
bildirdi. Muaviye de Ebu Bekre'ye şöyle dedi:
- Bu hususta bize
söyleyeceğin bir söz var mıdır?
- Evet, ey mü'minlerin
emiri! Sana derim ki, kendi nefsine ve reayana dikkat et. Salih amel işle,
çünkü sen büyük bir görev üstlenmişsin. O görev de Allah'ın yaratıkları
üzerindeki hilafet görevidir. Allah'a karşı takvalı ol, O'nun buyruklarına
karşı gelmekten sakın. Çünkü senin, ilerisine geçemeyeceğin bir ecelin vardır.
Arkanda da seni yakalamak isteyen Azrail vardır. Ecelin yaklaşmak üzeredir.
Arkandaki Azrail de seni yakalamak üzeredir. Ecelin gelip çattığında sen bir
zatın huzuruna varacaksın. O da içinde bulunduğun durumu sana soracaktır. O, bu
durumları elbetteki senden daha iyi bilmektedir. Ancak seni hesaba çekip
tevkif etmek için sana sorular soracaktır. Sen hiçbirşeyi Allah'ın rıza ve
hoşnutluğuna tercih etme.
Muaviye, bu senenin
sonunda Basra'ya Abdullah b. Amir'i vali olarak atadı. Aslında Muaviye, oraya
Utbe b. Ebi Süfyan'ı atamak istemişti, ancak Abdullah b. Amir, ona şöyle
demişti: "Benim Basra'da mallarım ve emanetlerim var. Eğer beni oraya
vali olarak tayin etmezsen mahvolurum." Böyle demesi üzerine Muaviye, onu
Basra'ya vali olarak atadı. Böylece onun isteğini yerine getirmiş oldu.
Ebu Maşer dedi ki: Bu
senede Utbe b. Ebi Süfyan, insanlara hac ettirdi. Vakidî'nin ifadesine göre
ise bu senede insanlara hac ettiren kişi, Anbese b. Ebi Süfyan'dır, doğrusunu
Allah bilir. [8]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Rifaa b. Rafi b. Malik b. Aclan. Akabe be/atında hazır bulundu. Bedir
gazvesine ve müteakip gazvelere katıldı. [9]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Rükane b. Abdilaziz b. Hişam b. Ab-dülmuttalib el-Kureşî. Rasûlullah
(s.a.v.), bununla güreşmiş ve yere yıkmıştı, çok güçlü bir adamdı. Peygamberlik
delilleri bölümünde de anlattığımız gibi Rasûlullah (s.a.v.)'m bunu yenmesi
mucizedir. Bu zat, Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Daha Önce Mekke'de
Müslüman olduğuna dair bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [10]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: SafVan b. Ümeyye b. Halef b. Vehb b. Huzafe b. Vehb el-Kureşî.
Reislerdendir. Önceki kısımda da anlatıldığı gibi Mekke fethi senesinde bu zat,
Rasûlullah (s.a.v.)'dan kaçmış, sonra gelip Müslüman olmuş ve İslâmiyet'ini
güzelce yaşamıştır. Kendisi için eman alan kişi, Umeyr b. Vehb el Cumahf dir.
Umeyr, cahiliye döneminde bunun arkadaşı ve dostuydu. Bunu da önceki
sayfalarda anlatmıştık. Umeyr, Safvan'ı ikindi namazı vaktinde getirmiş, onun
için eman dilemiş, Rasûlullah (s.a.v.) da ona dört ay süreli bir eman
vermişti. Ondan emanet olarak zırhlar, silahlar ve bir miktar da mal almıştı.
Safvan, müşrik iken Hüneyn savaşma katılmıştı, sonra Müslüman olmuş ve kalbine
iman girmişti. Cahiliyet döneminin önderlerinden olduğu gibi İslâmiyet
döneminde de Müslümanların önderlerinden olmuştu. Vakidfnin ifadesine göre o,
Müslüman olduktan sonra da Mekke'de ikamete devam etmiş, nihayet Muaviye'nin
hilafetinin ilk zamanında orada vefat etmiştir. [11]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Osman b. Talha b. Ebi Talha b. Abdi-luzza b. Abdiddar el-Abderî
el-Hucbî. Osman, Halid b. Velid ve Amr b. Asla birlikte Mekke fethinden önce
hicri sekizinci sene başında Müslüman olmuştur. Vakidî, onun İslâm'a giriş
hikayesine dair uzun bir hadisi, kendisinden rivayet etmiştir. Mekke fethi
esnasında Kabe'nin anahtarım Rasûlullah bu zattan almıştır. Sonra şu ayet-i
kerimeyi okuyarak anahtarı yine kendisine iade etmişti: "Hiç şüphesiz
Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder." (en-Nisâ, 58.)
Rasûlullah (s.a.v.),
bu ayeti okuyup anahtarı kendisine teslim ederken şöyle demiştir: "Ey
Osman, öteden beri bu anahtar sende kaldığı gibi şimdi de artık ebediyete
kadar sende kalmak üzere al. Bunu bir zalimden başka hiç kimse, senin elinden
çekip almasın." Hz. Ali, Kabe'nin anahtarını Rasûlullah'tan istemiş ancak
Rasûlullah ona vermemişti.
Vakidî dedi ki: Osman,
Rasûlullah'm sağlığında Medine'ye gelip yerleşmişti. Rasûlullah, vefat edince
gidip Mekke'ye yerleşti. Muaviye'nin hilafetinin ilk zamanında vefat edinceye
kadar Mekke'de ikametine devam etti. [12]
Abid ve zahid kimselerdendi.
200 dirhem değerinde bir elbisesi vardı. Geceleyin namaz kılmaya kalktığında
bu elbisesini giyerdi. Mescide gitmek üzere evinden çıkarken kibirli olmaktan
korktuğu için sağ elini sol elinin üzerine koyardı. Bu zat, Muaz'dan, Ubade b.
Samit'ten, îrbad b. Sariye'den ve diğerlerinden rivayette bulunmuştur.
"Zühd" adlı
eserinde İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah (s.a.v.)'ın davranışlarına bakmaktan hoşlanan kimse, Amr b.
Esved'in davranışlarına baksın." [13]
Bu hanımın soy kütüğü
şöyledir: Atike binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdiluzza. Aşere-i Mübeşşere'den
Said b. Zeyd'in kızkardeşidir. Müslüman olmuş, hicret etmişti. Kadınların
güzellerinden ve çokça ibadet edenlerdendi. Ubeydullah b. Ebi Bekir, onunla
evlendi. Ubeydullah, ona çok tutkun oldu. Taif gazvesinde öldürüldüğü zaman
Atike, kocası Ubeydullah'tan sonra başka bir erkekle evlenmemeye yemin etti. Amcası
oğlu Ömer b. Hattab, ona haber gönderip evlenmek istediğini bildirdi ve onunla
evlendi. Hz. Ömer öldürüldükten sonra Zübeyr b. Av-vam, Atike'yle evlendi.
Zübeyr de Vadi's- Siba'da Öldürülünce Ebu Talib oğlu Ali kendisiyle evlenmek
istediğini ona bildirdi. Fakat Atike: "Korkarım ki sen de
öldürülürsün!" dedi ve Ali ile evlenmeye yanaşmadı. Eğer Ali ile evlenmiş
olsaydı o da öldürülecek ve Atike dul kalacaktı. Ev-lenmeksizin yalnız başına
yaşadı, nihayet hicretin kırkbirinci senesinde Muaviye'nin halifeliğinin ilk
zamanlarında vefat etti. Allah ona rahmet etsin. [14]
Bu senede Müslümanlar,
Lân ve Rum illerine gazaya gittiler. Onların komutanlarını ve emirlerini
öldürdüler, çok sayıda adamlarını katlettiler. Ganimet elde edip salimen geri
döndüler. Bu senede Muaviye, Mervan b. Hakem'i Medine valiliğine tayin etti.
Mekke'de vali olarak Halid b. As b. Hişam bulunuyordu. Küfe valisi Muğire b.
Şube idi. Küfe kadısı Şureyh el-Kadı idi. Basra valisi Abdullah b. Âmir'di.
Horasan valisi Abdullah b. Amir'den önce Kays b. Heysem'di.
Hz. Ali'nin Nehrevan
savaşında affettiği Hariciler, bu senede harekete geçtiler. Yaraları sarılmış,
yeniden kuvvet kazanmışlardı. Hz. Ali'nin ölüm haberini duyunca onu öldüren
sözcüleri şöyle dedi: "Allah, Ali'nin tepesi üzerine kılıcını vuran eli
kesmesin." Hz. Ali'nin öldürülmesinden ötürü Allah'a hamd etmeye
başladılar. Sonra insanların karşısına çıkmaya karar verdiler. Anlayışlarına
göre kendilerini iyiliği emredip kötülükten men etme işine adadılar.
Bu senede Ziyad b.
Ebihi, Muaviye'nin yanma geldi. Bu, bir sene önce Ziyad kalesi diye bilinen
kalesinde Muaviye'ye bey'at etmeye yanaşmamıştı. Muaviye, kendisine şöyle bir
mektup göndermişti:
"Seni kendini
mahvetmene sürükleyen sebep nedir? Yanıma gel, Farslarm mallarından eline ne
kadar geçtiğini, bu mallardan ne kadarını sarfettiğini, elinde ne kadar
kaldığını bana bildir ve kalan malları bana getir. O zaman güvende olursun.
Dilersen yanımızda kalırsın, dilersen güven içinde dilediğin yere
gidersin." Bu mektubu alan Ziyad, Muaviye'nin yanma gelmeye karar verdi.
Onun geleceğini Muğire b. Şube duydu. Kendisinden önce Ziyad'ın Muaviye ile
buluşmasından korktu ve hemen Şam'a doğru harekete geçti. Ancak Ziyad, ondan
bir ay önce Şam'a vardı. Muaviye, Muğire'ye şöyle dedi:
- Bu nasıl iştir?
Ziyad, senden bir aylık ötede idi, sen ise ondan bir ay sonra yanıma
geliyorsun?
- Ey mü'minlerin emin.
O daha fazla mal elde etme beklentisi içindedir. Bense az malla yetiniyorum.
Muaviye, Ziyad'a
ikramda bulundu, yanındaki malları teslim aldı ve sarfetmiş olduğu malların
sarfını onayladı. [15]
Bu senede Büsr b.
Ertat, Rum illerine gazaya gitti, ilerledi. Nihayet Kostantiniye (İstanbul)
şehrine vardı. Vakidî'nin ifadesine göre Rum illerinde kışı geçirdi. Başka
tarihçilerse bunu inkar ederek: "Hiçbir Müslüman komutan orada kışı
geçirmiş değildir." dediler. Doğrusunu Allah bilir.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Mısır'da Amr b. As ile Muhammed b. Mesleme vefat ettiler.
Muaviye, Amr b. As'm
vefatından sonra Mısır diyarına onun oğlu Abdullah'ı vali olarak atadı.
Vakidfnin ifadesine göre Abdullah, Mısır'da iki yıl süreyle valilik yapmıştır.
Bu senede yani
hicretin kırk üçüncü senesinde Haricilerle Küfe ordusu arasında büyük bir
savaş meydana geldi. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Hariciler, bu
senede insanların karşısına çıkmaya ve aralarına katılmaya karar vermişler.
Müstevrid b. Alkame komutasında 300'e yakın adam toplamışlardı. Muğire b. Şube
ise, Makil b. Kays komutasında 3000 kişilik bir orduyu bunların üzerine
gönderdi. Makil harekete geçti. Öncü kuvvetlerinin başına Ebu Ruva'ı komutan
yaptı. Ebu Ruva'm komutası altında Haricilerin sayısı kadar 300 asker vardı.
Ebu Ruva', Mizar denen yerde onlarla karşılaştı, savaşa başladılar, Hariciler
bunları yendiler. Bunlar tekrar saldırdılar, Hariciler yine bunları hezimete
uğrattılar, ancak bunlardan kimse ölmedi. Yerlerinde sebat ettiler. Komutanları
Makil b. Kays'm gelişini beklediler. O da gün batımı esnasında oraya vardı.
İnip arkadaşlarına namaz kıldırdı. Sonra Ebu Ruva'ı Övmeye başladı. Ebu Ruva,
ona şöyle dedi:
"Ey komutan şu
Haricilerin acaip saldırıları vardır, sen arkada dur. Süvarileri öne sür, önde
onlar savaşsınlar."
Makil b. Kays:
"Güzel bir görüş ortaya attın." dedi. Çok geçmeden Hariciler, Makil
ve arkadaşlarına saldırdılar. Makil'in adamlarının çoğunluğu geri çekildi. O
esnada Makil b. Kays atından indi ve: "Ey Müslümanlar topluluğu, yere
inin, yere inin." dedi. Aralarında Ebu Ruva eş-Şakirî'nin de bulunduğu
bahadır ve yiğitlerinden 200'e yakın süvari atlarından yere indiler. Müstevrid
b. Alkame, arkadaşlarıyla birlikte mızrak ve kılıçlarını kullanarak
Haricilerin karşısına çıktılar. Askerlerin geride kalanları, bazı süvarileri
yakaladılar, onları ayıplayıp kınadılar.
Cepheden
kaçtıklarından onları yerdiler. Bunun üzerine askerler, beraberindeki
adamlarıyla birlikte Haricilerle şiddetlice savaşmakta olan Makil'in yanına
döndüler. Gece boyunca askerler, Makil'in yanına geri geldiler. Makil, onları
sağ ve sol cenahlara ayırarak saf halinde sıraya koydu ve: "Sabah olup da
onlara saldırıncaya kadar saflarınızdan ayrılmayın," dedi. Sabah olnca
Hariciler, hezimete uğradılar ve geldikleri yere geri döndüler. Makil de
onları kovalamaya başladı. Önden Ebu Ruva'yı 600 kişilik bir grupla gönderdi.
Ebu Ruva' komutasındaki askerler, .güneşin doğuşu esnasında Haricilerle karşılaştılar.
Hariciler, onlara saldırdılar. Bir saat kadar göğüs göğüse savaştılar. Sonra
Hariciler, tek bir adam gibi hep birlikte saldırıya geçtiler. Ebu Ruva, beraberindeki
adamlarıyla birlikte onlara karşı dayandı. Kaçan adamlarını kaçtıklarından ayıplayıp
kınadı. Sabır göstermeye teşvik etti. Onlar da sabredip sebat gösterdiler.
Nihayet Haricileri yerlerine geri gönderdiler.
Hariciler, bunu
görünce Makil'in kendilerine hücum etmesinden korktular. Artık ölümle yüzyüze
gelmişlerdi. Makil'in önünden kaçıp gittiler. Dicle'yi aştılar. Nehrişir
diyarına indiler. Ebu Ruva, onları kovalamaya devam etti. Makil b. Kays da
gelip Ebu Ruva'a yetişti. Hariciler, Medinetü'l-Atikaya ulaştılar. Medain
valisi Şureyk b. Ubeyd onları takibe çıktı. Ebu Ruva' da beraberindeki öncü
kuvvetlerle onları izledi. Bu senede yani hicretin kırk üçüncü senesinde Medine
valisi Mervan b. Hakem, insanlara hacc ettirdi.
Hicri kırküçüncü
senede vefat eden şahsiyetler arasında Amr b. As ile Muhammed b. Mesleme de
vardır. Allah ikisinden de razı olsun. Amr b. As'ın soy kütüğü şöyledir:
Amr b. As b. Vail b.
Hişam b. Sa'd b. Sehm b. Amr b. Hasis b. KaT) b. Lüey b. Galib el-Kureşi
es-Sehmi Ebu Abdillah. Künyesinin Ebu Muhammed olduğu da söylenir. Cahiliye
döneminde Kureyş reislerinden-di. Kureyşlilerin, Necaşi'ye, ülkesine hicret
eden Müslümanları geri göndermesi için elçi olarak gönderdikleri kişi, Amr b.
As'tır. Ancak Ne-caşi, adaletli bir kimse olduğundan onların bu isteklerine
olumlu cevap vermemişti. Bu hususta Amr b. As'a öğüt de vermişti. Anlatıldığına
göre Amr b. As, Necaşi'nin huzurunda Müslüman olmuştur. Sahih kavle göre Amr
b. As, Mekke fethinden altı ay önce Halid b. Velid ve Osman b. Talha el-Abderî
ile birlikte Müslüman olmuştur.
Amr b. As, îslâm
komutanlanndandır. Zatü's-Selâsil gazvesinin komutanıdır. Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Ubeyde komutasında Ebu Bekir es-Sıddık ve Ömer el-Faruk'un da bulunduğu
askeri bir birliği takviye olarak göndermişti. Rasûîullah (s.a.v.), onu Umman
valiliğine atamıştı. O da Rasûlullah'ın hayatı boyunca Umman valiliğini
sürdürdü. Ebu Bekir es-Sıddık da halifeliği döneminde onu bu görevinde
bırakmıştı.
Tirmizî, Ukbe b.
Amir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar, Müslüman oldular. Amr b. As ise iman etti."
Tirmizî, Talha b.
Ubeydullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Amr b. As,
Kureyş kabilesinin salih insanlanndandır."
Başka bir hadiste de
Peygamber (s.a.v,) şöyle buyurmuştur: "As'ın iki oğlu da mü'mindir."
Diğer bir hadiste de şöyle Duyurulmuştur:
"Abdullah,
Abdullah'ın babası ve anası ne güzel bir ailedir."
Bunu Amr b. As'ın
faziletleri bahsinde rivayet etmişlerdir.
Ebu Bekir es-Sıddık,
Amr b. As'ı ordu komutanlarıyla birlikte bir komutan olarak Şam'a gönderdi.
Şam'daki savaşlara katıldı. Amr b. As'm doğru görüşleri, isabetli fikirleri,
yararlılıkları ve mutlu halleri vardı. Sonra Hz. Ömer, onu Mısır'a gönderdi.
Mısır'ı fethetti ve Hz. Ömer tarafından Mısır valiliğine atandı. Hz. Osman da
onu halifeliği döneminde Mısır'da dört yıl bıraktıktan sonra önceki sayfalarda
da anlattığımız gibi görevden azletti, yerine Abdullah b. Sa'd Ebi Şerh'i vali
olarak atadı. Bunun üzerine Amr b. As da çekilip Filistin'e yerleşti. Hz.
Osman'a darıldı. Hz. Osman öldürüldüğü zaman Amr b. As kalkıp Mua-viye'nin
yanma gitti, onunla birlikte Sıffin savaşma ve diğer savaşlara katıldı. Amr,
Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığı çözümlemekle görevlendirilen iki
hakemden biri idi.
Muaviye, Mısır'ı Hz.
Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in elinden aldıktan sonra oraya vali olarak Amr b.
As'ı tayin etti. Amr orada -meşhur rivayete göre- hicretin kırküçüncü senesinde
vefat edinceye kadar vali olarak kaldı. Başka bir rivayete göre ise Amr b. As,
hicretin kırk yedinci senesinde vefat etmiştir.
Kırksekizinci senede
veya ellibirinci senede vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. Allah ona
rahmet etsin.
Amr b. As, Arap
dahilerinden ve bahadırlarından bir kimse olup keskin görüşlü bir insandı.
Güzel darbı meselleri ve şiirleri vardır. Rivayete göre o: "Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'dan 1000 darb-ı mesel ezberledim." demiştir.
Şiirlerinden biri şudur:
"Kişi, sevdiği
bir yiyeceği terk etmez ve yöneldiğinde sapan bir kalbi kötülükten menetmezse
bir süre ondan ihtiyacını giderip kâm alır ve bir müddet terk eder, ama emsali
anıldığında ağzı doldurur."
imam Ahmed b. Hanbel,
Abdurrahman b. Şemmase'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Amr b. As, vefat
edeceği zaman ağladı. Oğlu Abdullah, ona şöyle dedi:
- Niçin ağlıyorsun?
Ölümden korktuğun için mi ağlıyorsun?
- Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, ölümden korktuğum için değil de ölümden sonraki hayattan korktuğum
için ağlıyorum.
- İyi ama sen hep
hayır üzere idin. Rasûlullah'm arkadaşıydın, Şam'ı fethettin.
- Sen, benim bu
özelliklerimi sayıyorsun ama en üstün vasfımı söylemiyorsun ki o da şudur: Allah'tan
başka ilah bulunmadığına şahadet etmişimdir. Ben üç aşama geçirdim. Ben ancak
bu üç aşama sonunda kendimi tamdım. Önce ben, Kureyşlilerin ilk kafirlerinden
oldum, sonra Rasûlullah (s.a.v.)'a bey'at ettikten sonra insanlar arasında
ondan en çok utanan kişi oldum. Ondan utandığım için vefat edişine kadar ona
gözlerimi kaldırıp tam olarak bakamadım. Herhangi bir itirazda da bulunamadım.
Eğer bugün ben ölürsem insanlar şöyle diyeceklerdir: "Amr'a ne mutlu! O
Müslüman oldu. Hayırlı bir hayat yaşadı ve bu halde iken Öldü, cennetlik
olacağını ümid ediyoruz." İşte böyle diyeceklerdir.
Bundan sonra da
iktidara karıştım. Diğer bazı işler yaptım. Bilemiyorum. Bu sonraki işler
benim lehimemidir, yoksa aleyhimemidir. Eğer ben ölürsem hiçbir kadın benim
üzerime ağlamasın. Cenazemin arkasından beni öven kimseler gelmesin. İzanım
sıkı bağlayın, çünkü ben muhakeme edileceğim. Üzerime her cihetten toprak
saçın. Benim sağ yanım, sol yanıma nisbetle toprağa daha layık değildir ve
mezarıma tahta ya da taş koymayın. Üzerimi toprakla örttükten sonra, bir devenin
boğazlanıp etlerinin birbirinden ayrılacağı bir süre kadar mezarımın yambaşmda
oturun ki yalnızlık hissetmiyeyim. Böylece Aziz ve Ce-lil olan Rabbimin elçi
meleklerine ne cevap vereceğimi bileyim."
Bir rivayette
anlatıldığına göre Amr b. As, böyle dedikten sonra yüzünü evin duvarına
çevirip şöyle demeye başlamış: "Allah'ım, sen bize emir verdin, biz sana
asi olduk. Sen bizi men ettin, biz bu men edişine aldırmadık. Bizi ancak senin
affın kurtarır."
Başka bir rivayette de
şöyle denilmiştir: Amr, vefat edeceği zaman elini boynunun zincir vurulacak
yerine koydu ve başını semaya kaldırıp şöyle dedi: "Allah'ım, ben güçlü
değilim ki kendimi koruyayım, suçsuz değilim ki mazeretimi beyan edeyim.
Protesto edici değilim, aksine mağfiret diliyorum, senden başka ilah
yoktur." Vefat edinceye kadar bu sözlerini tekrarladı. Allah ondan razı
olsun.
Hicri kırküçüncü
senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Muham-med b. Mesleme el-Ensârî'dir. Bu
zat, Mus'ab b. Ümeyr vasıtasıyla Müslüman oldu. Üseyd b. Hudayr ile Sa'd b.
Muaz'dan önce İslâm'a girmiştir. Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere
katılmıştır. Yalnız Tebük gazvesine katılmamıştır. Bu gazve esnasında
Rasûlullah (s.a.v.), onu (bir rivayete göre) Medine'de kendi yerine kaymakam
bırakmıştır. Başka bir rivayete göre Karkaretü'1-Kidr (Küdr) gazvesinde
Rasûlullah (s.a.v.) onu Medine'de halef bırakmıştır. Onun öldürdüğü kimselerden
biri, Yahudi Ka'b b. Eşreftir. Bir rivayette anlatıldığına göre Muham-xneâ b.
Mesleme, Hayber savaşında Yahudi Merhab'ı da öldürmüştür. Rasûlullah (s.a.v.),
Muhammedb. Mesleme'yi onbeş müfrezeye komutan tayin etmiştir. Ancak o, Cemel,
Sıffin ve diğer bazı savaşlarda tarafsızlığını koruyarak bir kenara
çekilmiştir. Tahtadan bir kılıç edinmiştir. Bir hadiste anlatıldığına göre
böyle yapmasını Rasûlullah ona emretmiş ve tahtadan kılıcını edindikten sonra
Medine'den çıkıp Raba-za'ya gitmiştir.
Sahabelerin önde
gelenlerindendi. Hz. Ömer'in kendi valilerine gönderdiği elçi idi. Hz. Ömer'in
emri üzerine o valilerle bazı işleri ortaklaşa yapardı. Emin bir kimse olup
büyük yararlılıkları olmuştu. Allah ondan razı olsun. Hz. Ömer, onu Cüheyne
kabilesinin zekatlarını toplamakla görevlendirmişti. Zayıf bir kavle göre
hicretin kırk altı veya kırk yedinci senesinde vefat etmiştir. Başka senelerde
vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. Vefat ederken yetmiş yaşını
geçmişti. Geride on erkek, altı da kız çocuk bırakmıştı. Uzun boylu, saçı
dökük ve esmer tenli bir kimse idi. Allah ondan razı olsun.
Hicri kırküçüncü
senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Yahudi bilginlerinden biri olan
Abdullah b. Selam Ebu Yusuf el-İsrailî'dir. Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'m
Medine'yi teşrifleri esnasında Müslüman olmuştur. İslâm'a girişini şöyle
anlatır:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman insanlar akın akın yanına gittiler,
gidenlerden biri de bendim. Onu gördüğümde yüzünün yalancı bir adamın yüzü
olmadığını anladım. İlk olarak ondan duyduğum söz şu oldu:
- Ey insanlar! Selamı
yaygınlaştırm, yemek yedirin, dost ve akrabaları ziyaret edin, böylece güvenle
Cennet'e girin."
Onun İslâm'a girişini
hicret bahsinin başında anlatmıştık. Rasûlullah (s.a.v.)'ın, ona faydalı ve
güzel sorular sorduğunu da bildirmiştik. Allah ondan razı olsun. O, Rasûlullah
(s.a.v.) tarafından Cennetle müjdelenen kimselerdendir. Kesinlikle Cennet'e
gireceği bildirilen şahsiyetlerdendir. [16]
Bu senede Halid b.
Velid'in oğlu Abdurrahman, Müslümanlarla birlikte Rum illerine gazaya gitti,
kışı orada geçirdi.
Bu senede Büsr b. Ebu
Ertat, denize gidip gaza yaptı.
Bu senede Muaviye,
Basra valisi Abdullah b. Amir'i görevden aldı. Çünkü Basra'da karışıklık
çıkmıştı. Abdullah ise, yumuşak huylu, halim selim bir kimseydi. Anlatıldığına
göre o, insanları kendine ısındırmak istediği için hırsızların elini
kesmiyordu. Abdullah b. Ebi Evfa (İbn Kevva adıyla tanınır) gidip onu
Muaviye'ye şikayet etti. Muaviye de bu şikayet üzerine Abdullah b. Amir'i Basra
valiliğinden azletti. Oraya, Hars b. Abdullah el-Ezdf yi vali olarak tayin
etti.
Muaviye, Abdullah b.
Amir'i yanına çağırdı. Abdullah da Şam'a Mu-aviye'nin yanına geldi. Muaviye,
ona ikramda bulundu ve görevine iade etti, vedalaşırken Muaviye ona şöyle dedi:
Ben senden üç şey isteyeceğim. Sen de: "O şeyler senin olsun, ben Ümmü
Hakim'in oğluyum." diyeceksin. Şöyle ki:
- Uhdendeki valiliğimi
bana iade edeceksin (istifa edeceksin) ama öfkelenmiyeceksin.
- Öyle yaptım.
- Arefe'deki malını
bana hibe edeceksin.
- Hibe ettim.
- Mekke'deki evlerini
de bana hibe edeceksin.
- Onları da sana hibe
ettim.
- Akrabalığın gereğini
yaptın.
- Ey mü'minlerin
emiri, ben de senden üç şey isteyeceğim ve sen: "O şeyler senin olsun, ben
Hind'in oğluyum." diyeceksin. Şöyle ki:
- Arefe'deki malımı
bana geri vereceksin.
- Öyle yaptım.
- Bfeni bir vali veya
emir tarafından hesaba çektirmeyeceksin.
- Öyle yapacağım.
- Kızın Hind'i bana
zevce olarak vereceksin.
- Verdim."
Anlatıldığına göre
Muaviye, Abdullah b. Amir'i ya bu üç şeyi almak ya da Basra valiliğini kabul
etmek arasında muhayyer bırakmış, Abdullah da bu üç şeyi tercih edip Basra
valiliğinden istifa etmiştir.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede, yani hicretin kırkdördüncü senesinde Muaviye, (babası belirsiz olan)
Ziyad b. Ebihi'yi Ebu Süfyan'm oğlu olarak tescil etmişti. Bu tescili de şu
şahitliğe dayandırmıştı: Adamın biri, cahiliye döneminde Ebu Süfyan'm, Ziyad'm
annesi Sümeyye ile cinsel ilişkide bulunduğunu itiraf ettiğini ve bu ilişkiden
Sümeyye'nin Ziyad'a gebe kaldığını ifade etmiş, bu hususta şahitlikte
bulunmuştu. Muaviye, Ziyad'ı Ebu Süfyan'm oğlu olarak tescil edince artık
Ziyad'a, Ebu Süf-yan oğlu Ziyad denildi. Hasan-ı Basrî ise, bu tescil işini
makbul saymayıp şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle
buyurmuştur: ' "Çocuk yatağa
aittir. Zina yapana ise recm cezası vardır."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ziyad, Ebu Süfyan'm oğlu olarak
tescil edilince ben Ebu Bekre'ye uğradım ve ona şöyle dedim:
- Ne yaptınız siz?
Ben, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini işitmiş-tim: Rasûlullah (s.a.v,)'ın
şöyle buyurduğunu şu kulaklarımla işittim: "Bir kimse jslâmiyet döneminde
babası olmayan bir kimseyi bilerek babası olarak iddia ederse, Cennet ona
haram olur."
Ebu Bekre: "Bunu
ben de Rasûlullah'tan işittim." dedi.
Hicretin kırkdördüncü
senesinde Muaviye, insanlara hacc ettirdi. Bu senede Muaviye, Şam'daki büyük
camide kendisi için bir mahfel yaptırdı. Mervan da Medine'de kendi şahsı için
mescitte bir mahfel yaptırmıştı.
Bu senede mü'minlerin
annesi Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan vefat etti. Ümmü Habibe'nin asıl adı
Remle'dir. Muaviye'nin kız kardeşiydi, islâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman
oldu. Kocası Abdullah b. Cahş'la birlikte Habeşistan'a hicret etti. Ancak
kocası orada Hristiyan-lığa döndü ve Ümmü Habibe kise Müslümanlıkta sebat etti.
Habibe, Ümmü Habibe'nin Abdullah ile evliyken doğan en büyük çocuğudur. Bu
çocuğunu Habeşistan'da doğurmuştu. Hicretten önce Mekke'de doğurmuş olduğuna
dair zayıf bir rivayet de vardır. Ümmü Habibe'nin kocası Habeşistan'da öldü.
Allah ona lanet etsin ve onu kahretsin. Kocasının ölümüyle dul kaldığında,
Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. Ümeyyeed-Dami-rî'yî Necaşi'yu gönderdi. Necaşi de
Ümmü Habibe'yi Rasûlullah'la evlendirdi. Nikah akdini Halid b. Said b. As
yaptı. Ümmü Habibe'nin meh-rini ise Necaşi, 400 dinar olarak kendi cebinden
ödedi ve Ümmü Habibe'yi hicretin yedinci senesinde Rasûlullah'a gönderdi.
Mekke fethi senesinde sulhu yenilemek için babası Ebu Süfyan geldiğinde, Ümmü
Habibe'nin odasına girdi. Ancak Ümmü Habibe, Rasûlullah'm minderini babasının
altından kaldırdı. Babası Ebu Süfyan, ona şöyle dedi:
- Kızım, sen bu
minderi mi ba*na layık görmedin, yoksa beni mi bu mindere layık görmedin?
- Hayır
bu^Rasûhıllah'm minderidir, sense müşrik bir adamsın.
- Allah'a yemin ederim
ki ey kızım, benden sonra sen şerre uğramış kötüleşmişsin.
Ümmü Habibe,
mü'minlerin annelerinin seyyidelerinden, hanımlarından, takvalı abide
kadmlarmdandı. Allah ondan razı olsun.
Muhammed b. Ömer
el-Vakidî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ümmü Habibe,
vefat edeceği zaman beni çağırıp şöyle dedi:
- Kumalar arasında
cereyan eden bazı şeyler bizim de aramızda cereyan etmiş olabilir. Ben de ona
dedim ki:
- Allah, beni ve seni
bağışlasın. Bütün bu olup biten şeylerde ben hakkımdan vazgeçtim ve sana helal
ettim.
- Beni memnun ettin.
Allah da seni memnun etsin.
Böyle dedikten sonra
Ümmü Seleme'ye de haber göndererek kendisinden helallik diledi. Ümmü Seleme de
ona aynı şeyleri söyledi. [17]
Bu senede Muaviye,
Basra valiliğine Haris b. Abdullah el-Ezdî'yi atadı. Dört ay sonra onu bu
görevden azletti. Yerine Ziyad'ı tayin etti. Ziyad, Küfe şehrine gitti, o
esnada orada Muğire b. Şube vali olarak bulunuyordu. Ziyad., kendisine Basra
valiliğine dair fermanı getirmesi için Muaviye'nin elçisini Kûfe'de beklemek üzere
orada ikamet etti. Muğire ise, Ziyad'm Kûfe'ye vali olmak üzere geldiğini
zannederek durumunu Öğrenmesi için Ziyad'a, Vail b. Hicr'i gönderdi. Vail
gidip Ziyad'îa görüştü, ancak ondan birşey öğrenemedi. Sonra ulak Kûfe'ye gelip
Ziyad'a ulaştı ve onun Basra'ya gitmesini bildirdi. Ziyad, Muaviye tarafından
ayrıca Horasan ve Sicistan valiliklerine de atandı. Bundan sonra Hind, Bahreyn
ve Umman valilikleri de onun uhdesine verildi. Ziyad, hicri kırkbeşinci senenin
cemaziyelevvel ayının başında Basra'ya girdi. Orada açıkça kötülük işlendiğini
gördüğü için ilk hutbesinde şöyle dedi:
"Ey insanlar!
Sanki sizler Cenâb-ı Allah'ın taat erbabına hazırladığı sevapları ve masiyet
ehline hazırladığı azapları duymamışsınız. Siz, dünyanın, gözünü görmez hale
soktuğu, şehvetlerin işitme duygusunu körelttiği, sonsuz olana geçici dünyayı
tercih eden kimseler gibi mi olmak istiyorsunuz?"
Sonra hükümet
emirlerini tatbik etmeye başladı. Kılıcını çekip insanları büyük bir korku ve
dehşete düşürdü. Neticede halk, açıkça işledikleri günahları terketti. Ziyad,
otoritesini yerleştirirken bir sahabe-cemaatmdan yardım gördü. İmran b.
Husayn'ı Basra kadılığına, Hakem b. Amr ei-Gifarî'yi Horasan Kaymakamlığına,
Semüre b. Cündüb ile Abdurrahman b. Semüre ve Enes b. Malik'i de bazı görevlere
atadı. Ziyad, sağlam görüşlü, akıllı, heybetli, dahi, konuşkan, fesahat ve belagat
sahibi bir kimseydi.
Şa'bî dedi ki:
"Güzel konuşan hangi konuşmacıyı dinlemişsem, onun -işi bozmasından
korktuğum için- susmasını arzulanıışımdır. Ancak Ziyad, bunun dışındadır.
Çünkü o, her ne kadar çok konuşsa da sözünü mutlaka güzel söyler."
Ziyad'm, Hz. Ömer
nezdinde de itibarı vardı.
Bu senede Ziyad'm
Horasan'daki kaymakamı Hakem b. Amr, Esel dağlarına doğru gazaya gitti.
Ziyad'ın emri üzerine yaptığı bu gazada yöre halkından çoğunu öldürdü. Bol
miktarda ganimet ele geçirdi. Ziyad, ona şöyle bir mektup gönderdi:
"Mü'minlerin
emiri Muaviye'nin bana bir mektubu geldi. Bu mektubunda altın, gümüş bütün
ganimetlerin taksim edilmeksizin toplanıp beytü'1-mala gönderilmesini
emrediyor." Hakem b. Amr da, Ziyad'a şu mektubu gönderdi: "Allah'ın
kitabı, mü'minlerin emiri Muaviye'nin mektubundan önde gelir. Allah'a yemin
ederim ki, eğer göklerle yer Allah'a karşı gelmekten sakınan bir rakibimizin
üzerinde olsa, Allah o rakibimize bir çıkış yolu yaratır." Böyle dedikten
sonra Hakem b. Amr, insanlara şu duyuruda bulundu: "Gelin ganimetlerinizi
size taksim edeyim." dedi ve ganimetleri askerlere taksim etti. Ziyad'a,
Muaviye'nin emri üzerine kendisine göndermiş olduğu mektubu hususunda muhalefet
etti. Ganimetlerin beşte birini Allah ve Rasûlünün emri üzerine ayırıp
beytü'1-mala gönderdi. Sonra da Rabbine: "Allah'ım, eğer senin nezdindeki
şeyler benim için daha hayırlıysa beni vefat ettirip yanma al." diye dua
etti ve Horasan'a bağlı Merv kentinde vefat etti. Allah ondan razı olsun.
İbn Cerir dedi ki:
Medine valisi Mervan b. Hakem, bu senede insanlara hac ettirdi.
Bu senede vahiy
katiplerinden Zeyd b. Sabit el-Ensârî vefat etti. Onun biyografisini
"es-Sire" adlı kitabımızın son kısmında anlatmıştık. Hz. Osman'ın
emri üzerine Şam'daki ana Mushafi yazan o zattır. Bu Mushafi güzel bir hatla
yazmıştı. Gördüğüm kadarıyla Mushaf m hattı çok güzeldi.
Zeyd b. Sabit,
insanlar arasında sivri zekalı bir kimseydi. İbranice okuyup yazmayı onbeş
günde öğrenmişti.
Ebu'l-Hasen b. Berra
şöyle demiştir: Zeyd b. Sabit, Farsçayı Kis-ra'mn elçisinden onsekiz günde
öğrendi. Habeşçe, Rumca ve Kıptice'yi de Rasûlullah'm hizmetçisinden öğrendi.
Vakidî dedi ki: Zeyd b. Sabit, onbeş yaşındayken ilk olarak Hendek gazvesine
katıldı.
îmam Ahmed b. Hanbel
ile Nesefnin rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denilmektedir:
"İnsanların feraizi en iyi bileni Zeyd b. Sabit'tir."
Hz. Ömer, onu kadılığa
tayin etmişti.
Mesruk dedi ki:
"Zeyd b. Sabit, derin ilim sahibi kimselerdendi."
Muhammed b. Amr, Ebu
Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "ibn Abbas, Zeyd b. Sabit'in
bineğinin üzengisini tuttu. Zeyd, ona şöyle dedi:
- Ey Rasûlullah'm
amcası oğlu, uzaklaş. îbn Abbas ona şöyle karşılık verdi:
- Hayır! Biz,
âlimlerimize ve büyüklerimize böyle hürmet ederiz." A'meş, Ubeyd'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Zeyd b. Sabit, evinde iken insanların en
şakacısı idi. Ama insanlar araşma çıktığı zaman da en yerenlerindendi."
Muhammed b. Şirin dedi
ki: "Zeyd b. Sabit, namaz kılmak üzere mescide gitti. Ancak cemaatın
mescitten dönmekte olduğunu görünce onlardan gizlenip şöyle dedi: İnsanlardan
utanmayan, Allah'tan da utanmaz."
Zeyd, hicretin
kırkbeşinci senesinde vefat etti. Elli beşinci senesinde vefat ettiğine dair
zayıf bir rivayet de vardır. Ama sahih olan rivayete göre kırkbeşinci senede
vefat etmiştir. Vefat ederken yaşı altmışa yakındı. Cenaze namazım Mervan
kıldırdı. Vefat ettiği zaman İbn Abbas, onun hakkında şöyle dedi: "Bugün
büyük bir âlim vefat etti." Ebu Hü-reyre de şöyle dedi: "Bu ümmetin
derin âlimi vefat etti."
Bu senede yetmiş
yaşındaki Seleme b. Selame b. Vakş vefat etti. Bu zat, Bedir gazvesine ve
müteakip gazvelere katılmıştı, vefat ederken çoluk çocuğu yoktu.
Bu senede Asım b. Adiy
de vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e giderken bunu Küba ve Aliye
mahallesi halkının idaresini yürütmekle görevlendirip, halef bırakmıştı. Bu
zat, Uhud gazvesine ve müteakip gazvelere katıldı. 125 yaşındayken vefat etti.
Rasûlullah (s.a.v.), onu ve Malik b. Dahşem'i Dırar mescidim yıkmak üzere
görevlendirmiş, bunlar da gidip o mescidi yakmışlardı.
Bu senede Hz. Ömer'in
kızı ve Rasûlullah'm zevcesi Hafsa vefat etti. Bu hanım, Rasûlullah'tan önce
Hüneys b. Huzafe es-Sehmî ile evliydi. Hüneys'le birlikte Medine'ye hicret
etmiş, Bedir gazvesinde kocası Hüneys vefat etmişti. İddetini tamamladığı
zaman babası onu, evlendirmek üzere Osman'a arzetmişti. O zaman Hz. Osman'ın
zevcesi ve Rasûlullah'm kızı Rukiye vefat etmişti. Ancak Hz. Osman, Hafsa ile
evlenmeye yanaşmadı. Bunun üzerine Hz. Ömer, onu Hz. Ebu Bekir'e arz etti.
Ancak Hz. Ebu Bekir de bir cevap vermedi. Kısa bir süre sonra Rasûlullah
(s.a.v.) Hafsa ile evlenmek istedi ve evlendi. Bunun üzerine Hz. Ömer, kızıyla
evlenmediği için Hz. Ebu Bekir'e sitem etti. Hz. Ebu Bekir, ona şöyle dedi:
"Hafsa'yı Rasûlullah anmıştı. Ben, Rasûlullah'm sırrını ifşa etmek
istemedim. Eğer Rasûlullah onunla evlenmeyecek olsaydı ben evlenirdim."
Bir hadiste anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Hafsa'yı boşamış, sonra ona
ricat etmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah'm ona
dönmesini Cebrail emretmiştir. Emrederken de Rasûlullah'a şöyle demiştir:
"Hafsa oruç tutar, geceleri namaz kılar. O, senin Cennet'teki
zevcendir." Cumhur-u ulemanın ittifakla belirttiğine göre Hafsa, hicretin
kırkbeşinci senesi şaban ayında vefat etmiştir. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hz. Osman zamanında vefat etmiştir. Ama birinci rivayet
daha sahihtir. [18]
Bu senede Müslümanlar,
komutanları Abdurrahman b. Halid b. Velid'le birlikte Rum illerinde kışı
geçirdiler. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu Müslümanların komutam
başka birisiydi. Doğrusunu Allah bilir. Bu senede Muaviye'nin kardeşi Utbe b.
Ebu Şüfyan insanlara hacc ettirmiştir.
Bu senedeki valiler
önceki senelerde adları geçen valilerdir.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden biri de Salim b. Umeyr'dir. Bu zat, bir savaşa (Tebük)
gitmek için binek bulamadıklarından ötürü ağlayan sahabelerdendir ki, Ku'rân-ı
Kerim'de kendilerinden bahsedilmiştir. Salim, Bedir gazvesine ve müteakip
gazvelerin tamamına katılmıştır. [19]
Bu zat da Bedir
gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Bu senede vefat etmiştir. [20]
Kureyş'in Manzum
oğulları kulundandır. Tanınmış yiğitlerdendir. Babası gibi meşhur bahadırlardan
ve kahramanlardandır. Şam beldelerinde büyük ün yaptı. Öyle ki, Muaviye ondan
korktu. Zehirlenerek öldürüldü. Allah ona rahmet etsin ve makamını âlî kılsın.
İbn Mendeh ile Ebu Naim el-İsbahanî'nin ifadesine göre bu zat, Hz. Peygamberin
zamanında yaşamıştır. İbn Asakir'in rivayetine göre bu zat, Peygamber
Efendimiz'den, iki omuz arasına kupa (bardak) vurdurmaya dair bir hadis
rivayet etmiştir. Buharı, bu hadisin mürsel olduğunu söylemiştir. Ka'b b.
Cuayl, Abdurrahman'ı ve kardeşleri Muhacir ile Abdullah'ı öven bir kimseydi.
Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Abdurrahman, Şamlılar arasında büyük itibar sahibi
kıymetli bir kimse idi. Muaviye ile birlikte Sıffin savaşma katıldı.
İbn Sümey' dedi ki:
Abdurrahman, Muaviye zamanında yazın savaş işlerini yürütürdü. Muaviye'yi
korurdu. İbn Cerir, ile başkalarının anlattıklarına göre Humus'taki zımmilerin
reisi îbn Asal, ona zehirli bir
şerbet içirmiş ve
Abdurrahman bu yüzden vefat etmiştir. Bazılarının iddiasına göre İbn Asal,
Muaviye'nin emri üzerine Abdurrahman'a zehirli şerbet içirmiştir ki bu sahih
değildir. Vefatından dolayı şairin biri onun için şöyle bir mersiye yazmıştır:
"Baban o kimsedir
ki, harcı verdikleri zaman Rumların üzerine orduları sürerdi. O bahadırdı.
Nice yiğit vardır ki,
uzanıp uyuduktan sonra onu gemin çarpmasıyla uyandırmışım. O uykuya dalmıştı.
Biri Halid'in safı,
diğeri de Dımaşk'm bornozlu safı, karşı karşıya gelirse elbetteki bu iki asker
safı birbirine eşit olamaz."
Anlatıldığına göre
Abdurrahman b. Halid, Medine'ye geldiğinde Urve b. Zübeyr ona şöyle demiş:
"İbn Asal ne yaptı?" Abdurrahman susmuş, sonra Humus'a dönüp İbn
Asal'dan öcünü alıp onu öldürmüştü. Sonra da Abdurrahman, Urve'ye şöyle demiş:
"Seni ondan kurtardım ama îbn Cermuz ne yaptı? (İbn Cermuz, Urve'nin
babası Zübeyr'i öldüren kişidir.)" Onun bu sorusu karşısında Urve
susmuştu. Bir kavle göre Muhammed b. Mesleme'de orada bulunup susanlardandır.
Bu senede vefat eden
şahsiyetlerden biri de Herem b. Hibban el-Abdî'dir. Hz. Ömer'in valilerin
dendi. Veysel Karanı ile buluştu. İnsanların akıllılarından ve bilginlerinden
di. Anlatıldığına göre bu zat, vefat ettiği zaman bir bulut gelip mezarının
üzerinde durmuş ve defnedildiği vakitte hemen mezarının üzerinde ot bitmişti.
Doğrusunu Allah bilir. [21]
Müslümanlar, bu sene
Bizans illerinde kışı geçirdiler.
Bu senede Muaviye,
Abdullah b. Amr b. As'ı Mısır valiliğinden azledip yerine Muaviye b. Hadic'i
atadı.
Bu senede insanlara
Muaviye'nin kardeşi Utbe b. Ebu Süfyan haccettirdi. Başka bir rivayete göre
ise hac ettiren kişi, Anbese b. Ebu Süf-yan'dır. Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede vefat eden
şahsiyetlerden biri de Kays b. Asım el-Minkarf dîr. Bu zat, hem cahiliye
döneminde, hem islâmiyet döneminde insanların önde gelenlerindendi. Hem
cahiliye döneminde, hem de İslâmiyet döneminde içkiyi kendine haram
sayanlardandı. Bunun sebebi de şuydu: Bir gün sarhoş olmuş ve mahremi olan
kadınlardan biriyle oynaşmış, kadın da ondan kaçıp gitmişti. Sabah olunca
böyle yaptığını kendisine anlatanlara şu şiirle karşılık vermişti:
"İçkinin insanı
eksilttiğini, ayıpladığını gördüm. Onda çirkinlikler vardır ki, şerefli adamı
rezil eder.
Allah'a yemin ederim
ki, artık hayatım boyunca içki içmeyecek ve hastalandığımda da ondan şifa
beklemeyeceğim."
Beni Temim kabilesinin
heyetiyle birlikte Medine'ye gelip Müslüman olmuştu. Bir hadiste Rasûlullah
(s.a.v.), onun hakkında şöyle bu-yurmurmuştur: "Bu, göçebelerin
efendisidir."
Kays, cömert, övgüye
layık ve kerem sahibi bir kimseydi. Şairin biri, onun hakkında şöyle demişti:
"Kays'm ölümü,
bir şahsın ölümü değildir. Aksine o bir kavmin bi-nasıdır ki yıkıldı."
Asmaî dedi ki: Amr b.
Alâ ile Ebu Süfyan b. Alâ'm şöyle dediklerini işittim: Ahnef b. Kays'a dediler
ki:
- Sen yumuşak
huyluluğu, halim ve selimliği kimden öğrendin? O da şöyle cevap verdi:
- Kays b. Asım
el-Minkarfden öğrendim. Fıkhi meselelerle düşüncelerini öğrenmek için
fakihlere gidildiği gibi biz de hikmet ve bilgelik konusunda gidip onun görüş
ve düşüncelerim sorardık. Bir gün evinin avlusunda abasına bürünmüş olarak
oturmakta iken biz de yanında bulunuyorduk. Bir grup insan yanma geldi.
Ellerinde bir ölü ve bir de eli kolu bağlı iki kimse vardı. Gelenler, ölüyü
göstererek şöyle dediler:
- Şu ölü senin oğlundur,
onu kardeşin oğlu öldürdü.
Kays, sözünü
tamamlamadan yerinden kalkmadı. Sözünü tamamladıktan sonra mescidde bulunan
diğer oğluna yönelip şöyle dedi:
- Amcan oğlunun elini
ayağını çöz, kardeşini defnet, amcan oğlunun annesine de yüz deve götür. Çünkü
o kadıncağız gariptir."
Anlatıldığına göre
Kays b. Asım el-Minkarî, vefat edeceği zaman oğulları çevresinde oturdular
-otuziki oğlu vardı- onlara şöyle dedi:
"Ey oğullarım!
Büyük kardeşinizi başınıza lider yapın, böylece babanızın yerini doldurun,
küçük kardeşinizi başınıza lider yapmayın. Aksi takdirde size denk olan
kimseler, sizi tahkir ederler. Mal kazanmaya ve mal edinmeye bakın. Çünkü mal,
kerem sahibi cömert kimsenin hibe ettiği çok güzel bir varlıktır. Malı olan
kimse, namerde muhtaç olmaz. İnsanlardan dilenmekten sakının. Zira dilencilik,
kişinin en kötü kazanç yoludur. Ben öldükten sonra üzerime ağlamayın. Zira
Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından sonra üzerine ağlanmadı. Beni, Bekr b. Vail
kabilesinin bildiği bir yere defnetmeyin. Zira cahiliye döneminde ben onlara
düşmanlık ederdim."
Kays b. Asım
el-Minkarî hakkında şairin biri şöyle demiştir:
"Allah'ın selamı
sana olsun ey Kays b. Asım. Rahmet etmek dilediği sürece rahmeti de sana olsun.
Kendine dost kıldığın kimseden bir lütuf olarak sana selam olsun. O selamın
misli anıldığında ağız doldurur.
Kays'm ölümü bir
kişinin Ölümü değildir. Aksine o bir kavmin binası idi İçi yıkıldı." [22]
Kırksekizinci senede
Ebu Abdirrahman el-Kulebî, komutasındaki Müslüman askerleri Antakya
beldelerinde ikamet ettirerek kışı oralarda geçirdiler. Yine bu senede Ukbe b.
Amir, Mısırlılara karşı bir deniz savaşı yaptı.
Medine valisi Mervan
b. Hakem, bu senede insanlara haccettirdi.
Kırkdokuzuncu senede
Yezid b. Muaviye, Rum illerine gazaya gitti. Kostantiniye'ye ulaştı.
Beraberinde sahabelerin önde gelen simaları da vardı. Nitekim îbn Ömer, îbn
Abbas, îbn Zübeyr ve Ebu Eyyüb el-Ensârî bunlardandı. Sahih-i Buharf de sabit
olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kayser'in şehrine
gazaya gidecek olan ilk askerler bağışlanmışlardır." Bu ordu da, Kayser'in
şehrine giden ilk ordu idi. Bunlar, büyük bir yorgunluktan ve bitkinlikten
sonra Kostantiniye'ye ulaşabilmişlerdi. Ebu Eyyüb Halid b. Zeyd el-Ensârî, bu
senede Kostantiniye'de öldü. Başka bir rivayete göre ise o, bu savaşta değil
de ileriki sayfalarda da anlatılacağı gibi bundan sonra hicretin ellibirin-ci,
elliikinci yahut elliüçüncü senesinde vefat etmiştir.
Bu senede Muaviye,
Mervan'ı Medine valiliğinden azletti yerine Sa-id b. As'ı atadı. Said de,
Medine'ye Ebu Seleme b. Abdurrahman'ı kadı olarak atadı.
Bu senede Malik b.
Hübeyre el-Firazî, Rum illerine gidip kışı orada geçirdi. Bu senede Fudale b.
Ubeyd'in savaşı da oldu. O, gazveye gittiği yerde kışı geçirdi ve gittiği şehri
fethedip çok miktarda ganimet elde etti. Bu senede Abdullah b. Kürz, yaz
mevsiminde bir gaza yaptı.
Bu senede Kûfe'de veba
salgını görüldü. Muğire b. Şube de bu salgından kaçarak Küfe dışına gitti.
Salgın ortadan kalktıktan sonra Muğire, Kûfe'ye döndü. Yine vebaya yakalanıp
öldü. Sahih rivayetle anlatıldığına göre Muğire, -ileriki sayfalarda da
anlatılacağı gibi- hicretin ellinci senesinde vefat etmiştir.
Muaviye, bu senede
Basra valisi Ziyad'm emrine Küfe şehrim de verdi. Böylece hem Basra, hem Küfe
valiliğini bir arada yürüten ilk kişi Ziyad oldu. Ziyad, altı ay Basra'da, altı
ay da Kûfe'de ikamet ediyordu. Kûfe'ye gidişinde yerine Basra'da Semûre b.
Cündüb'ü vekil bırakıyordu.
Bu senede Said b. As,
insanlara haccettirdi. [23]
Hasan'm künyesi, Ebu
Muhammed idi. Kureyşli ve Haşimî idi. Rasûlullah (s.a.v. )'ın torunu ve onun
kızı Fatümatü'z-Zehra'nın çocuğu idi. Fatıma, Rasûlullah (s.a.v.)'m çiçeği idi
ve insanlar arasında Hasan, Rasûlullah (s.a.v.)'a en çok benzeyen bir kimse
idi. Hasan, hicretin üçüncü yılının ramazan ayının ortalarında doğdu.
Rasûlullah (s.a.v.), kendi tükürüğünü onun ağzına sürdü ve ona Hasan adını
verdi. Hasan, anne ve babasının en büyük çocuğu idi. Rasûlullah (s.a.v.), onu
çok severdi. Küçük yaşta iken Rasûlullah (s.a.v.), onun dudağını öperdi. Bazen
dilini emer, onu kucaklar, bağrına basıp kendisiyle oynardı. Bazen Rasûlullah
(s.a.v.), namazda secde halinde iken Hasan gelip onun sırtına biner,
Rasûlullah'ta onu sırtında tutmak için secdesini uzatırdı. Bazen Rasûlullah'la
birlikte minbere çıkardı. Sahih bir hadiste sabit olduğuna göre Rasûluîlah
(s.a.v.), bir ara minber üzerinde hutbe irad etmekte iken Hasanla, Hüseyin'in
kendisine dargın durduklarım görünce minberden inip onları kucaklamış, yanına
alıp minbere çıkarmış ve şöyle demişti: "Cenâb-ı Allah doğru söyledi:
"Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır." Ben bu ikisinin
yürümekte olduklarını ve tökezlediklerini görünce kendimi tutamadım, yanlarına
varmak için
minberden indim."
Böyle dedikten sonra
Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin'e hitaben şöyle demişti: "Doğrusu
siz, Allah'ın ruhundansmız. Siz saygı görüp
sevileceksiniz."
Sahih-i Buharî'de,
Ukbe b. Haris'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (s.a.v.)'m
vefatından birkaç gece sonra Hz. Ebu Bekir, cemaata ikindi namazını kıldırdı.
Sonra Ali ile birlikte mescidin dışına çıkıp yürümeye başladılar. Hasan'm diğer
çocuklarla birlikte oynamakta olduğunu gören Hz. Ebu Bekir, onu alıp omuzuna
koydu ve şöyle demeye başladı: "Vay! Babam sana feda olsun ey peygambere
benzeyen çocuk, sen Ali'ye benzemiyorsun."
Ali, Ebu Bekir'in
böyle demesine güldü.
Süfyan-ı Sevrî, Ebu
Cuhayfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben Peygamber
(s,a.v.)'i gördüm. Ali'nin oğlu Hasan ona çok benziyordu."
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Ebi Melike'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
Hz. Fatıma, Ali'nin
oğlu Hasan'ın hatırına namazını çabuk kılar ve şöyle derdi: "Vay babam!
Sen Ali'ye değil de peygambere benziyorsun."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan, baş ile göğüs arası
kısımlarında Rasûlullah'a en çok benzeyendir. Hüseyin ise, bundan aşağı kısımda
Rasûlullah'a en çok benzeyendir."
Ebu Davut et-Teyalisî,
Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yüzünden göbeğine kadar olan
kısımda Hasan, Rasûlullah'a en çok benzeyendir. Hüseyin ise, bundan aşağı
kısımda Rasûlullah'a en çok benzeyen kimsedir."
Rivayete göre îbn
Abbas ile İbn Zübeyr, Ali'nin oğlu Hasan'ın Peygamber (s.a.v.)'e benzediğini
söylemişlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), beni alıp dizinin üzerine oturtur, Ali'nin oğlu Hasan'ı da alıp diğer
dizinin üzerine oturtur, sonra da bizi bağrına basıp şöyle derdi:
"Allah'ım, bunlara rahmet et. Çünkü ben de bunlara acımaktayım."
Başka bir rivayette anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.), onlar hakkında şöyle
demiştir: "Allah'ım, ben bunları seviyorum, sen de bunları sev."
Şu'be, Bera b. Azib'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygam-ber'i Ali'nin oğlu Hasan'ı omuzuna
almış olarak gördüm. O şöyle diyordu: "Allah'ım, ben bunu seviyorum, sen
de sev." Ali b. Cad'm, Bera'dan yaptığı bir rivayette ise şu fazlalık
vardır; "Onu seveni de sev."
Tirmizî, bunun hasen
ve sahih bir hadis olduğunu söylemiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Medine sokaklarından
birinde Peygamber (s.a.v.)'le birlikte yürümekte idim, yönünü çevirdi, ben de
onunla birlikte çevirdim. Gelip Fü-ma'nın evine vardı ve: "Minik, minik,
minik!" diye seslendi. Ona cevap veren olmadı. İçeri girip oturdu, ben de
onunla birlikte içeri girip oturdum. Ali'nin oğlu Hasan yanımıza geldi. Ben,
boynuna karanfilden bir gerdanlık takmak için annesinin onu geciktirdiğini
zannettim. Hasan yanımıza gelince Rasûlullah (s.a.v.) ona sarıldı. O da
Rasûlullah'a sarıldı. Sonra Rasûlullah şöyle üedi: "Ben bunu seviyorum,
bunu seveni ben de severim." Bu sözünü üç kez tekrarladı.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
elime dayanarak Beni Kaynuka çarşısına gitti. Beraberce orada dolaştık. Sonra
döndü ve mescidde çömelip şöyle dedi:
- Minik nerede? Bana
miniği çağırın.
Böyle dedikten sonra
Hasan geldi. Koşup Rasûlullah'ın kucağına atıldı. Rasûlullah ta ağzını onun
ağzına koyup şöyle dedi: "Allah'ım, ben bunu seviyorum. Bunu sen de sev.
Bunu seveni de sev." Bu duasını üç kere tekrarladı. Ben de artık her ne
zaman Hasan'ı görürsem mutlaka gözlerim yaşarırdı.»
Süfyan-ı Sevrî ile
diğerleri, Ebu Hüreyre'den rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Hasan ile
Hüseyin'i seven beni de sevmiş olur. Onlara öfke duyan kimse bana da Öfke
duymuş olur."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), bir omuzunda Hasan, diğer omuzunda da Hüseyin olmak üzere yanımıza
geldi. Gelirken bazen Hasan'ı Öpüyor, bazen Hüseyn'i Öpüyordu. Bu halde iken
yanımıza vardı. Adamın biri, ona şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, sen
bunları çok seviyorsun.
Rasûlullah buyurdu ki:
- Bunları seven beni
de sevmiş olur, bunlara Öfke duymuş olan bana da öfke duymuş olur."
Ebu Bekir b. Ayyaş,
Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), namaz
kılarken secdeye vardığında Hasan ile Hüseyin gelip sırtına atlıyorlardı.
Cemaat onları böyle yapmaktan alıkoymak istediğinde Rasûlullah (s.a.v.),
namazını tamamlayıp selam verince cemaata hitaben şöyle dedi: "Bunlar,
benim oğullarımdır. Bunları seven beni de sevmiş olur."
Hz. Aişe ile Ümmü
Seleme'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin'i ve
bunların anne-babalarını kucaklayıp şöyle dedi: "Allah'ım, bunlar benim
ehl-i beytimdir. Bunlardan kötülüğü gider ve tertemiz yap."
Muhammed b. Sa'd, Cabir
b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Cennetlik
gençlerin efendisine bakmaktan hoşlanan kimse, Ali'nin oğlu Hasan'a
baksın."
Ali, Ebu Said ve
Büreyde'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
"Hasan ile
Hüseyin, cennetlik gençlerin efendileridir. Babaları ise kendilerinden daha
hayırlıdır."
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
Ya'lâ b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hasan ile
Hüseyin, koşarak Rasûlullah'ın yanma geldiler. Biri diğerinden önce geldi.
Rasûlullah, elini onun boğazının altına koyup, koltuğunun altına çekti, sonra
diğeri geldi. Onu da aynı şekilde diğer koltuğunun altına çekti. Bir bunu, bir
onu öpmeye başladı. Sonra da şöyle dedi: "Allah'ım, ben bunları seviyorum,
sen de bunları sev." Sonra da bili.ze hitaben şöyle dedi: "Ey
insanlar, doğrusu çocuk insanın cimrileşmesine, korkaklasın asma ve cahille
şmesine sebeptir."
Ebu Ya'lâ, Büreyde'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), minberde hutbe irad
etmekte idi. O esnada Hasan ile Hüseyin, kırmızı renkli gömlekler giyinmiş
olarak düşe kalka mescide geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) da minberden inip
onları kucağına alarak minbere çıkardı. Sonra, şöyle dedi:
- Cenâb-ı Allah, doğru
buyurmuş. Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır. Ben bu iki çocuğu
görünce dayanamadım.
Böyle dedikten sonra
hutbesini okumaya devam etti." Abdullah b. Şeddad, babasının şöyle
dediğini rivayet etmiştir; "Rasûlullah (s.a.v.), bize akşam veya yatsı
namazını kıldırdı. Namazda secdeye vardığında secdesini uzattı. Selam verdiği
zaman insanlar bunun sebebini kendisine sorunca şu cevabı verdi: "Şu
oğlum (yani Hasan) sırtıma bindi, onu hemen indirmek istemedim. İhtiyacını tamamlamasını
istedim."
Tirmizî, Cabir'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardım.
Hasan ile Hüseyin sırtına binmişlerdi. O da elleri ve ayakları üzerinde
yürümekteydi. Hasan ile Hüseyin'e: "Bineğiniz ne güzel bir
binektir." dedim. Rasûlullah da şöyle karşılık verdi: Onlar da ne güzel
iki yüktür."
Ebu Ya'lâ, İbn Abbas'm
şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hasan'ı omuzuna
almış olarak evden dışarı çaktı. Adamın biri, Hasan'a hitaben şöyle dedi:
- Ey çocuk! Bindiğin
binek ne güzel bir binektir. Rasûlullah (s.a.v.) da böyle diyen o adama şu
karşılığı verdi:
- O da ne güzel bir
binicidir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ra&ûlullah
(s.a.v.), Ali'ye, Hasan'a, Hüseyin'e ve Fatıma'ya bakıp şöyle dedi: "Ben
sizinle savaşanın düşmanıyım, sizinle barış içinde olanın da
barışığıyım."
Bakiye, Mikdam b.
Madikerib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
dediğim işittim:
"Hasan bendendir,
Hüseyin ise Ali'dendir."
Bu rivayetin lafzında
ve manasında münkerlik vardır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Umeyr b. İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ali'nin oğlu Hasan'la
birlikteydim. Ebu Hüreyre'ye rastladık. Ebu Hüreyre, Hasan'a şöyle dedi:
"Rasûlullah'm, senin vücudunda Öptüğü yeri bana göster de öpeyim."
Hasan gömleğinin ucunu kaldırdı. Ebu Hüreyre de onun göbeğini öptü."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'ı,
Ali'nin oğlu Hasan'ın dilini (yada dudağını) emerken gördüm. Rasûlullah
(s.a.v.)'m emdiği bir dil (ya da dudaklar), asla azab görmeyecektir."
ı
İmam Ahmed b. Hanbel,
Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu benim şu
oğlum (Hasan), efendi (ve lider) dir. Umarım ki Allah, bunun vasıtasıyla
Müslümanlardan iki büyük cemaatı barıştıracaktır."
Bu hadis, bu kitabın
peygamberlik delilleri bölümünde geçmişti. Hz. Hasan'ın, Muaviye lehine
hilafetten feragat etmesinden bahsederken de bu hadisi nakletmiştik Peygamber
Efendimiz'in yukarıdaki hadisi böylece tasdik edilip tahakkuk etmiş oldu. Hamd
ve minnet Allah'adır.
Hz. Ebu Bekir, Hz.
Hasan'a saygı gösterir, ikramda bulunur, onu sever ve: "Babam sana feda
olsun." derdi. Hz. Ömer, de öyle yapardı. Vakidî'nin, İbrahim b. Haris
et-Teymî'den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer, sahabelere maaş bağlarken Hasan
ile Hüseyin'e, Bedir savaşma katılan sahabelere bağlanan 5.000.000 dirhemlik
maaşı bağlamıştı. Hz. Osman da aynı şekilde Hasan ile Hüseyin'e ikramda
bulunur, onları severdi. Hz. Osman kuşatma altına alındığı zaman Hz. Hasan,
kılıcını kuşanarak onun yamnda durmuş, onu savunmaya başlamıştı. Hz. Osman da
onun başına bir kötülük gelmesinden korktuğu için yemin vererek evine
dönmesini taleb etmişti ki, Ali'nin gönlü rahatlasın.
Hz. Ali, oğlu Hasan'a
aşırı derecede kıymet verir, ona saygı gösterirdi. Bir gün Ali, ona şöyle
dedi:
- Ey oğulcuğum, bize
bir hitabede bulun ki seni dinliyeyim.
- Sen karşımda
dururken ben hutbe irad etmekten utanırım. Ali, Hasan'ın kendisini görmeyeceği
bir yere gidip oturdu. Sonra
Hasan, kalkıp
insanlara hutbe irad etti. Hz. Ali de onu dinliyordu. Gayet beliğ bir hutbe
irad etti. Konuşması düzgündü. Hutbesini tamamladıktan sonra Ali şöyle demeye
başladı: "Allah, birbirinin soyundan olarak bu aileyi âlemlere tercih
etti. Allah işitendir, bilendir."
İbn Abbas, bineklerine
bindikleri zaman Hasan ile Hüseyin'in üzengilerini tutar ve bunu kendisi için
bir şeref sayardı. Hasan ile Hüseyin, Kabe'yi tavaf ettikleri zaman insanlar
onların etrafında izdiham ve sıkışıklık meydana getirdiklerinden onları âdeta
paralıyorlardı. Allah, ikisinden de razı olsun ve onları hoşnud kılsın.
ibn Zübeyr şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki, kadınlar Ali'nin oğlu Hasan gibisini
doğuramazlar."
Hz. Hasan, sabah
namazını Rasûlullah'm mescidinde kıldığı zaman namaz kıldığı yerde oturur ve
güneş doğup yükselinceye kadar zik-nülah ile iştigal ederdi. İnsanların önde
gelen şahsiyetleri gidip meclisinde otururlar, onun yanında sohbet ederlerdi.
Bundan sonra Hasan kalkıp mü'minlerin annelerinin (Rasûlullah'ın zevcelerinin)
yanlarına gider, onlara selam verirdi. Onlar da bazen kendisine hediyeler
takdim ederlerdi. Sonra da evine dönerdi.
Müslümanların kanı ve
canını korumak amacıyla Muaviye lehine hilafetten feragat ettiği zaman Muaviye,
Hz. Hasan'a her sene armağanlar gönderirdi. Bazen ona 400.000 dirhem armağan
gönderdiği olmuştur. Senelik maaşı da 100.000 dirhemdi. Bir sene maaş almaya
gidemedi. Armağan gönderme vakti gelmişti. Hz. Hasan, ihtiyaç içinde idi. O
armağana çok ihtiyacı vardı. O, insanların en cömertlerindendi. Armağanını
kendisine göndermesi için Muaviye'ye mektup yazmak istedi. Ancak o gece uykuya
daldığında rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisine şöyle dediğini gördü:
"Ey oğulcuğum! İhtiyacın için bir yaratığa mektup mu yazıyorsun?"
Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), okuması için ona bir dua Öğretmişti.
Hz. Hasan da, Muaviye'ye yazmak istediği mektubu yazmadı. Nihayet Muaviye, onu
hatırladı, araştırdı, gelmeyiş sebebini sordu. Sonra da adamlarına şu talimatı
verdi: "Ona 200.000 dirhem gönderin. Belki de fakru zaruret içinde
olduğundan ötürü yanımıza gelememiştir." Hz. Hasan istemeden Muaviye ona
maaşını gönderdi.
Salih b. Ahmed dedi
ki: Babamın şöyle dediğini işittim: "Ali'nin oğlu Hasan medenidir,
güvenilirdir."
"Tarih" adlı
eserinde îbn Asakir, onun hakkında şöyle denildiğini nakleder: "Hasan,
malını üç kez Allah'la paylaştı (Yani malının yarısını Allah için verdi.) İki
kez de malından sıyrılıp çıktı. Yirmibeş kez yaya olarak hacca gitti ve
develeri de önünde yürümekteydiler."
Abbas b. Fadl, Ali'nin
oğlu Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ka'be'sine yaya
olarak gidip ziyaret etmemiş halde Rabbimin huzuruna çıkmaktan utanırım."
Bu yüzden o, yirmi kez yaya olarak Medine'ye gitti. Anlatıldığına göre o,
hutbelerinden bazısında İbrahim sûresini okurmuş ve her gece uyumadan önce
Kehf sûresini okurmuş, son derece cömert bir kimseymiş.
Muhammed b. Sirin'in
ifadesine göre o, bir kişiye 100.000 dirhem armağan vermişti. Said b. Abdülaziz
dedi ki: "Hasan, adamın birinin yanı başında, kendisine 10.000 dirhem
vermesi için Allah'a dua ettiğini işitince kalkıp evine gitmiş ve böyle diyen
adama o parayı göndermişti."
Anlatıldığına göre
Hasan, elindeki ekmekten bir parçasını koparıp ağzına koyan, sonra bir parça
daha koparıp yanındaki köpeğe yediren siyahi bir köleyi görünce ona niçin böyle
yaptığım sormuş, köle de: "Ben kendisine yedirmeden bu köpeğin yanında
ekmek yemekten utanırım." demiş. Hz. Hasan da: "Ben gidip dönünceye
kadar buradan ayrılma." diyerek kölenin efendisinin yanma gitmiş, köleyi
ondan satın almış ve içinde bulunduğu bahçeyi de satın alıp köleyi azad
etmişti. Sonra bahçeyi ona vermişti. Bu ikram karşısında köle de şöyle
demişti: "Ey efendim! Bu bahçeyi Allah rızası için bana hibe ettin, ben de
onun rızası için hibe
ettim."
Hz. Hasan, çok kadınla
evlenmişti. Her zaman mutlaka nikahında dört hür kadın bulunurdu. O çok boşayan
bir adamdı, çok da mehir verirdi. Anlatıldığına göre o, yetmiş kadınla
evlenmiştir. İfadeye göre o bir günde iki kadın boşamıştır. Bu kadınlardan biri
Beni Esed, diğeri de Beni Fezare kabilesindenmiş. Boşadığı bu kadınlardan her
birine 10.000 dirhem para ve küpler dolusu bal göndermiş. Bu para ve balı
kendisiyle gönderdiği köleye de şu talimatı vermişti: "Kadınlardan her
birinin neler söylediğine iyice kulak ver."
Para ve balı alan
Fezariyeli kadın: "Allah, Hasan'a hayır mükafat versin." demiş, ona
hayır duada bulunmuştu. Beni Esed kabilesinden olan kadınsa şöyle demişti:
"Bu, kendisinden ayrıldığım sevgilimden bana gelen az bir eşyadır."
Köle dönüp Hz. Hasan'a bu kadınların sözlerini nakledince Hz. Hasan, Beni Esed
kabilesinden olan kadına tekrar dönmüş ve Fezariyeli kadından alakasını
kesmişti.
Hz. Ali, Küfe halkına:
"Hasan'a kız vermeyin, çünkü o çok boşuyor." demiş. Ancak Kûfeliler,
şu karşılığı vermişlerdi: "Allah'a yemin ederiz ki ey mü'minlerin emiri!
Eğer hergün bizden kız istese; biz, dilediği kızı ona zevce olarak veririz. Biz
böyle yapmakla Rasûlullah'a hısım olmak arzusu peşindeyiz."
Hz. Hasan, karısı
Havle binti Manzur el-Fezarî (ya da Hind binti Süheyl) ile birlikte evin damı
üzerinde yatmış, uykuya daldıktan sonra karısı kalkıp baş örtüsü ile Hz.
Hasan'm ayağını kendi ayağındaki hal-hala bağlamıştı. Hasan uyandığında
karısına, niçin böyle yaptığını sormuş, karısı da şu cevabı vermişti:
"Uykunun şiddetinden kalkıp dam üzerinde dolaşmandan ve aşağı düşmenden,
bu sebeple de Arapların en uğursuz kızı olmaktan korktum." Karısının bu
cevabı hoşuna gidince Hz. Hasan, onunla yedigün daha beraber kalmıştı.
Ebu Cafer el-Bakır
dedi ki: Adamın biri, Hz. Hüseyin'e gidip bir ihtiyacı için yardrm istedi.
Ancak Hz. Hüseyin, itikafta olduğu için yardım edemeyeceğini söyledi. Bunun
üzerine o adam kalkıp Hz. Hasan'm yanına gitti, ondan yardım istedi. Hz. Hasan
da gereken yardımı yapıp şöyle dedi: "Bir din kardeşimin ihtiyacım
gidermem, bir ay boyunca itikafta bulunmamdan daha hoştur."
Hüseyin, İbn Sirin'in
şöyle dediğim rivayet etmiştir: Hz. Hasan, yemeğe çağırılmayan kimseleri
yemeğine çağırırdı."
Ebu Cafer:
"Hasan, yemeğe çağırılmayan kimseleri yemeğine çağırırdı." der.
Ebu Cafer, Hz. Ali'nin
Kûfelilere şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ey Kûfeliler,
Hasan'a kadın vermeyin. Çünkü o, çok kadın boşu-yor." Hemedanlılardan bir
adam da kalkıp Hz. Ali'ye şöyle cevap verdi: "Vallahi biz onu evlendiririz,
hoşuna giden kadını yanında tutar, hoşuna gitmeyeni de boşar."
"Mekarimü'l-Ahlak"
adlı kitapta Ebu Bekir el-Haraitî, Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Hz. Ali'nin oğlu
Hasan bir kadınla evlendi. Kadına yüz cariye gönderdi, her cariye ile birlikte
1000 dirhem gönderdi."
Vakidî, Hz. Ali'nin
oğlu Hüseyin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu Hasan, çok
kadın boşardı. Boşadığı her kadın da mutlaka onu severdi."
Cüveyriye b. Esma
şöyle dedi: "Hasan vefat ettiği zaman Mervan cenazesinde ağladı. Hüseyin
de Mervan'a şöyle dedi:
- Ona bunca
çektirdikten sonra onun için ağlıyor musun? Mervan da dağı göstererek şöyle
karşılık verdi:
- Evet, ben şu dağdan
daha yumuşak huylu ve sessiz bir adama bunca eziyetler çektirmişim."
Muhammed b. Sa'd,
Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yanımda her kim
konuşmuşsa mutlaka onun susmasını istemişimdir. Yalnız Ali'nin oğlu Hasan
konuştukça onun daha da konuşmasını arzulamışımdır. Ondan bir kez dışında kötü
söz duymuş değilim
0 da şöyle oldu: Hasan
ile Amr b. Osman arasında kırgınlık vardı. Hasan, ondan bahsederken şöyle
demişti: "Ben onun için sadece burnu yere sürülsün, derim." İşte
Hasan'dan duyduğum en kötü söz bu olmuştur."
Muhammed b. Sa'd,
Rezin b. Sivar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan ile Mervan
arasında husumet vardı. Mervan, ona ağır sözler
söylemeye başladı ama
o susuyordu. Mervan, sağ eliyle sümkürünce
Hasan ona şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana!
Bilmezmisin ki sağ el yüz içindir, sol el de tenasül organı içindir. Öf sana.
Hz. Hasan'm bu sözü
karşısında Mervan sustu." Ebu'l-Abbas, Muhammed b. Yezid el-Müberred dedi
ki: "Ali'nin oğlu Hasan'a, Ebu Zerr'in şöyle dediği hatırlatıldı:
"Fakirliği zenginlikten, hastalığı sıhhatlilikten daha çok severim."
Bu söz karşı-nnda Hasan şöyle dedi: "Allah, Ebu Zerr'e rahmet etsin. Bana
gelince
1 in şöyle derim: Bir
kimse, Allah'ın kendisi için seçtiği güzel kadere tevekkül ile dayanırsa artık
o kimse, Allah'ın kendisi için takdir ettiği durumun dışında başka bir durumda
bulunmayı temenni etmemelidir." Bu da ilâhi takdire rıza göstermeye vakıf
olma hallerinden biridir ki, ilâhi kazayı tarifeden bir sözdür."
Ebu Bekir Muhammed b.
Keysan el-Asam, Hasan'ın bir gün arkadaşlarına şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Size insanlar
arasında gözüme en çok büyük görünen bir kardeşimi haber vereceğim. Onun
gözümde büyümesinin temel sebebi, dünyanın onun gözüne küçük görünmesidir. O,
kendi karnının hakimiyetini hiçe saymıştır. Bulamadığı şeyi arzulamaz, bulduğu
zaman da daha çok bulmak istemez. Kendi tenasül organının hakimiyeti dışına
çıkmıştır. Aklını ve görüşünü hafife almaz, cahilliğinin hakimiyeti dışına
çıkmıştır. Birşeyden mutlaka yarar sağlayacağına inanmazsa, elini o şeye
uzata-maz. Attığı adımı da mutlaka iyilik yapmak için atar. Öfkelenmez, kimseye
kızmaz. Âlimlerle bir araya geldiğinde konuşmaktan çok dinlemeyi arzular.
Konuşmasına engel olunursa da susmasına engel olunamaz. Zamanının çoğunu
susarak geçirir. Konuştuğu zaman konuşmacılara aldırış etmez. Onları kendi
hallerine bırakır. Davaya ortak olmaz, karşılıklı bahiste bulunmaz. Tartışmaya
girmez, başkalarına karşı hüccet ileri sürmez. Ancak yapmadığını söyleyen,
söylemediğini yapan bir kadıyı gördüğü zaman onunla tartışır. Bunu da
faziletinden dolayı yapar, kardeşlerini unutmaz. Herhangi birşeyde kendim
onlara tercih etmez. Bir kimseye ayıplanacak bir hususta ikramda bulunmaz. İki
şeyle karşılaştığında hakka en yakın olanına bakar. Hevesine en yakın olanına
ise muhalefet eder."
Ebu'l-Ferec b. Muafa
b. Zekeriyya el-Harirî, Haris el-Aver'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ali, mürüvvet
hususunda oğlu Hasan'a bazı sorular sordu:
- Ey oğulcuğum,
doğruluk nedir?
- Babacığım, doğruluk,
kötülüğü iyilikle savmaktır.
- Şeref nedir?
- İnsanlarla iyi
geçinmek ve suçu üstlenmektir.
- Mürüvvet nedir?
- İffetli olmak ve
kişinin malını İslah etmesidir.
- Alçaklık nedir?
- Az mala ilgiyle
bakmak ve önemsiz denecek az miktardaki mâl ile dahi yardımı esirgemektir.
- Kınanmaya vesile
olacak şey nedir?
- Kişinin kendi
nefsini koruması ve ailesinin gizli hususlarını açığa çıkarmasıdır.
- Cömertlik nedir?
- Darlık ve genişlik
zamanında eli açık olmaktır.
- Cimrilik nedir?
- Elindeki malı
harcamayı israf savman, harcadığını da telef etmiş olduğuna inanmandır.
- Kardeşlik nedir?
- Zorlukta ve
rahatlıkta vefalı olmaktır.
- Korkaklık nedir?
- Dosta karşı cüretli
olmak, düşmandan ise geri durmaktır.
- Ganimet nedir?
:
- Takvalı olmaya
rağbet göstermek ve dünyada zahid olmaktır.
- Hilim nedir?
- Öfkeyi yutmak ve
nefse hakim olmaktır.
- Zenginlik nedir?
- Az da olsa Cenâb-ı
Allah'ın insana verdiği kısmete razı olmaktır. Zira zenginlik, gönül
zenginliğidir.
- Fakirlik nedir?
- Kişinin nefsinin her
şeye arzu duymasıdır.
- Güçlülük nedir?
- Aşın bir kuvvete
sahip olmak ve insanların en kuvvetlisini yenmektir.
- Zillet nedir?
- Sözü yerine getirme
anında korkup panik göstermektir. —Cür'et nedir?
- Akranlara muvafakat
etmektir.
- Külfet nedir?
- Seni ilgilendirmeyen
şeyleri söylemendir.
- Onur nedir?
- Vermen gerekeni
vermendir ve suçluyu affetmendir.
- Akıl nedir?
- Muhafaza edilmesini
istediğin her şeyi kalbin muhafaza etmesidir.
- Cehalet nedir?
- İmamına düşmanlık
etmen ve ona laf çevirmendir.
- Övgü nedir?
- Güzel şeyleri
yapmak, çirkin şeyleri terketmektir.
- Akıllılık nedir?
- Ağırbaşlı olmak ve
yöneticilere şefkatli olmaktır. İnsanlara karşı kötü zan beslemekten
kaçınmaktır.
- Şeref nedir?
- Kardeşlere uymak ve
komşuları muhafaza etmektir.
- Beyinsizlik nedir?
- Alçaklara uymak, adi
kimselerle arkadaş olmaktır.
- Gaflet nedir?
- Mescidi terk etmen
ve fesatçıya itaat etmendir. '
- Mahrumiyet nedir?
- Sana sunulan payını
almamandır.
- Efendi kimdir?
- Malda ahmaklık edip
ırzını önemsemeyen kimsedir. Kendisine sövülür, ama cevap vermez. Aşiretinin işlerini
yürütmek hususunda devamlı çalışır, yerinden ayrılmaz.
Bundan sonra Hz. Ali,
Hasan'a şöyle dedi:
- Ey oğulcuğum! Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:
"Cahillikten daha
şiddetli bir fakirlik, akıldan daha faziletli bir mal, kendini beğenmişlikten
daha şiddetli bir yalnızlık, istişareden daha güvenli bir destek, tedbir gibi
bir akıl, güzel ahlak gibi bir asalet, çekingenlik gibi bir vera7, tefekkür
gibi bir ibadet ve haya gibi bir iman yoktur. İmanın başı sabırdır. Konuşmanın
afeti yalandır. İlmin afeti unutmaktır. Yumuşak huyluluğun afeti sefihliktir.
İbadetin afeti ara vermektir, şerefin afeti iddia ve tekebbürdür. Cesaretin
afeti taşkınlıktır. Cömertliğin afeti başa kakmaktır. Güzelliğin afeti
gururluluktur. Sevmenin afeti övünmektir." Hz. Ali, daha sonra söyle dedi:
"Ey oğulcuğum!
Gördüğün bir adamı asla küçümseme. Eğer senden yaşça büyükse onu baban say.
Eğer yaşça emsalin ise, o senin kardeşindir. Eğer yaşça senden küçükse onu
oğlun say."
İşte Hz. Ali,
mürüvvetle ilgili olarak oğluna bu gibi sorulan sormuş ve yukandaki
tavsiyelerde bulunmuştu."
Kadı Ebu'l-Ferec dedi
ki: Bu haberdeki hikmetler ve bol faideler, dikkat edip ezberleyen kimse için
yarar sağlayıcıdır. Nefsini bu gibi şeylere uyup terbiye eden, süsleyen,
tehzib eden kimseler için sayılamayacak derecede menfaatlar vardır.
Mü'minlerin emiri Ali'nin rivayet ettiği ve peygamberden naklettiği hususlarda
akıllı, bilgili, bilge kimseler için mutlaka hıfzedilip ezberlenmesi ve
üzerinde düşünülmesi gereken hususlar vardır. Bu tavsiyelere uyup kabul eden
kimse şanslıdır. Bu yolda yürüyen kimseler mutluluğa ermiştir..
Asmaî, Utbî ve Medainî
ile diğerlerinin anlattıklanna göre Muavi-ye de buna benzer sorulan Hz. Hasan'a
sormuş, o da yukardakilere benzer cevaplar vermiştir.
Ali b. Abbas
et-Taberanî dedi ki: Ali'nin oğlu Hasan'ın yüzüğünün üzerinde şöyle yazılı idi.
"Elden geldiğince
ölmeden önce takvalı olmaya bak. Çünkü ey yiğit ve delikanlı kişi, ölüm mutlaka
sana gelecektir. Sevinip kendinden geçmişsin, gönül dostlannın, mezarlarda
çürümüş olduklarını sanki görmüyorsun."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Hasan'ın, oğluna ve kardeşi oğluna şu tavsiyelerde bulunduğunu rivayet
etmiştir: "İlim öğrenin. Bugün siz, milletin küçüklerisiniz ama yann
büyükleri olacaksınız. Ezberleyeme-diğiniz hususlan yazın."
Muhammed b. Sa'd, Amr
el-Asam'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Hasan'a dedim ki:
- Şu Şiiler, Hz.
Ali'nin kıyamet gününden Önce dirilip geleceğini iddia ediyorlar!
Hz. Hasan, bana şu
cevabı verdi:
- Vallahi yalan
söylüyorlar! Bunlar Şii değildirler. Eğer Ali'nin kıyametten önce tekrar
dünyaya geleceğim bilseydik, onun zevcelerini başkalarıyla evlendirmez ve
malını da paylaşmazdık."
Abdullah b. Ahmed,
Sefine'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Halifelik benden
sonra otuz senedir." O esnada mecliste bir adam hazır bulunuyordu, şöyle
dedi: "Bu otuz senenin altı ayı, Muaviye'nin halifeliğine dahil olmuştur.
îşte bu aylar oradan gelmektedir ve Ali'nin oğlu Hasan'a bey'at edilmiştir. Ona
40.000 veya 42.000 kişi bey'at etmiştir."
Salih b. Ahmed dedi
ki: Babamın şöyle dediğini işittim: "Hasan'a 90.000 kişi bey'at etti. O,
halifelikten çekildi. Muaviye ile barış yaptı. Onun döneminde bir fincan kan
dahi akmadı."
îbn Ebi Heyseme,
Vehb'in babası Cerir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali öldürüldüğü
zaman Kûfelüer, onun oğlu Hasan'a bey'at ettiler. Ona itaat edip babasından
daha çok sevdiler."
İbn Ebi Heyseme, İbn
Şevzeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ali Öldürüldüğü
zaman Hasan, Iraklıların başında cepheye gitti. Muaviye de Şamlıların başında
cepheye gitti. İki taraf karşı karşıya geldiler. Hasan savaşmak istemedi.
Muaviye ile bey'atlaştı. Yalnız kendisinden sonra oğlu Ali'nin veliahd
kılınmasını şart koştu. Bu barış yüzünden taraftarları Hz. Hasan'ı eleştirerek:
"Vay mü'minlerin başına gelen utanca!" dediler, Hz. Hasan da onlara
şu karşılığı verdi: "Utanılacak hale düşmek, Cehennem'e düşmekten daha
iyidir."
Ebu Bekir b.
Ebi'd-Dünya, Abbas'm babası Hişam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali
öldürüldüğü zaman insanlar onun oğlu Hasan'a bey'at ettiler. O da yedi ay onbir
gün süreyle halifelik yaptı."
Abbas'tan başkaları
dediler ki: "Kûfeliler, Hasan'a bey'at ettiler. Muaviye'ye de Kudüs'te
Şamlılar, Ali'nin öldürülmesinden sonra bey'at ettiler. Bu genel bey'at, hicri
kırkıncı senenin sonunda cuma günü Bey-t-i Makdis'te yapıldı. Sonra Kûfe'ye
bağlı Mesken denen yerde Hasan, hicri kırkbirinci senede Muaviye ile buluştu.
Bunlar barış antlaşması yaptılar. Hasan, Muaviye'ye bey'at etti."
Başkalarının ifadesine
göre ikisinin barış yapmaları ve Muaviye'nin Kûfe'ye girmesi, hicri
kırkbirinci senenin rebiyülevvel ayında olmuştur. Bunun tafsilatını önceki
sayfalarda vermiş olduğumuz için burada tekrarlamaya gerek görülmemiştir.
Kısaca anlatmak
istediğimiz şudur ki, Hasan, Kûfe'deki beytü'l-malda bulunan paraları ve
eşyaları almak şartı ile Muaviye ile barış
antlaşması yaptı.
Muaviye de bu şarta uydu. Beytü'1-mah açtıklarında orada 5.000.000 dirhem
(başka bir rivayete göre ise 7.000.000 dirhem) buldular. Ayrıca Hasan, haracın
kendisine verilmesini şart koştu, Bir rivayete göre ise Dar Ebcerd'in haracının
her sene kendisine verilmesi şartını koşmuştu. Ancak Dar Ebcerd halkı, haracı
Hasan'a vermeye yanaşmadılar. Buna bedel olarak Muaviye, Hasan'a her sene
6.000.000 dirhem para vermeyi taahhüd etti. Hicretin kırkdokuzuncu senesinde
vefat edinceye dek Hz. Hasan, Muaviye'nin yanına her gelişinde bu paraya ek
olarak Muaviye'den bazı armağan ve hediyeler de alırdı.
Muhammed b. Sa'd,
Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, Kûfe'ye
girip de Hasan onunla be/atlaştığı zaman taraftarları, Muaviye'ye şöyle
dediler:
"Ali'nin oğlu
Hasan'a, bir hutbe irad etmesini emret. Çünkü o gençtir, bu işin hakkını
veremez. Olaki hutbe irad ederken dili sürçer, böylece insanların gönlündeki
yerini kaybeder, değerini yitirir."
Muaviye de Hasan'a,
hutbe irad etmesini emretti. Hasan, minbere çıkıp hutbe irad etmeye başladı.
Hutbesinde şöyle dedi: "Ey insanlar! Eğer Cablak ile Cabers arasında
benden ve kardeşimden başka dedesi peygamber olan bir adamı arayacak olursanız
boşuna yorulmayın, bulamazsınız. Biz Muaviye'ye bey'at ettik. Müslümanların
kanının akıtılmasını önlemeyi, akıtmaktan daha hayırlı gördük. Allah'a yemin
ederim ki bilemiyorum, belki bu sizin için bir imtihan ve belirli bir zamana
kadar geçinip gitmektir." Böyle derken Muaviye'ye işaret etti. Muaviye
bundan ötürü öfkelendi ve Hasan'a:
- Sen böyle yapmakla
neyi kasdettin? diye sordu. Hasan da:
- Vallahi Cenâb-ı
Allah, bundan neyi kasdetmişse ben de bunu kasdettim, dedi. Muaviye, hutbe için
minbere çıktı ve Hasan'dan sonra kendisi de bir konuşma yaptı.
Başkalarının
rivayetine göre önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Muaviye, bu
tavsiyelerinden ötürü kendi adamlarını kınamıştır."
Muhammed b. Sa'd,
Nüfeyr el-Hadremî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu
Hasan'a dedim ki:
- İnsanlar senin
halifelik peşinde olduğunu iddia ediyorlar. Sen buna ne dersin?
- Arapların liderleri,
benim elimdedirler. Benim barışık olduğum kimseyle barışıktırlar. Benimle savaşan
kimseyle savaşırlar. Ben, Allah rızası için halifelikten feragat ettim. Sonra
Hicazılardan halifelik ıçm ikinci bir ayaklanma mı isteyeceğim."
Muhammed b. Sa'd, Zeyd
b. Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın biri, Medine'de
bulunan Hasan'm yanına gitti. Hasan'm elinde bir mektup vardı. Adam sordu:
- Bu nedir?
- Muaviye'nin oğlu
beni bu mektubuyla tehdit ediyor.
- Sen ona karşı
insaflı davranmıştın.
- Evet ama ben kıyamet
gününde 70.000 veya 80.000 veyahut daha fazla veya daha az sayıdaki kimsenin
boyunlarındaki damarlardan kan fışkırarak huzuru ilahiye gelmelerinden ve bu
dünyada kanlarının ne sebeple akıtıldığını Allah'tan sormalarından korkuyorum.
Onun için bunlara insaflı davrandım."
Asmaî, İmran b.
Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ali'nin oğlu
Hasan, rüyasında alnında "Kulhuvallahu ehad" ayetinin yazılı
olduğunu görmüş, bu yüzden sevinmişti. Said b. Müseyyeb, bu durumdan haberdar
olunca şöyle demişti: "Eğer Hasan bu rüyayı görmüşse, demek ki eceli çok
yakındır." Gerçekten de bu rüyayı gördükten birkaç gün sonra vefat
etti."
Ebu Bekir b.
Ebi'd-Dünya, Umeyr b. îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben ve başka bir
Kureyşli adam, Hasan'ın yanına gittik. Biraz sonra kalkıp dışarı çıktı, tekrar
döndü ve şöyle dedi: "Az önce ciğerimden bir parçayı dışarı attım ve o
parçayı şu çöple evirip çevirdim. Defalarca bana zehir içirildi, ama bu defaki
kadar şiddetli bir zehir içirilmiş değildi." Böyle dedikten sonra da
yanımdaki arkadaşıma da şöyle dedi:
- Benden birşey
isteyemeyeceğin bir zaman gelmeden önce şimdi benden iste.
- Senden birey
istediğim yok. Allah sana afiyet versin.
Böyle dedikten sonra
Hasan'ın yanından çıkıp gittik. Ertesi gün yanma tekrar gitmek istediğimizde
çarşıdan geçerken onun yere düşmüş vaziyette olduğunu gördük. Kardeşi Hüseyin,
gelip yanıbaşmda oturdu ve şöyle sordu:
- Ey kardeşim! Sana bu
kötülüğü yapan kim?
- Sen onu öldürmek mi
istiyorsun?
- Evet.
- Eğer bu kötülüğü
bana yaptığını zannettiğin kişi, benim düşündüğüm kimse ise biliyorum ki,
Allah benim intikamımı alma hususunda senden daha güçlüdür (Allah daha güçlü,
daha cezalandırıcıdır.). Eğer o zannettiğim kimse değilse o zaman benim
yüzümden suçsuz bir adamı öldürmeni istemem."
Muhammed b. Ömer
el-Vakidî, Ümmü Bekr Binti Misver'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hasan'a defalarca zehir içirildi, her defasında da ölümden kurtuldu.
Ancak vefatına sebep olan son defadaki zehir içirilişinde o zehir onun ciğerine
karışmıştı. Vefat edince Haşimilerin kadınları bir ay müddetle ona ağıt
yaktılar."
Vakidî dedi ki: Hz.
Aişe'nin ifadesine göre Haşimilerin kadınları Hasan için bir sene boyunca yas
tuttular."
Yine Vakidî, Hasan'ın
oğlu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu Hasan,
çok kadınla evlenmişti ve evlendiği kadınlar onun yanında çok az süreyle
kalırlardı. Evlendiği bütün kadınlar, mutlaka onu severler ve onu
başkalarından kıskanırlardı. Anlatıldığına göre ona zehir içirilmiş, ama
ölümden kurtulmuştu. Tekrar içirilmiş, yine ölümden kurtulmuştu. Sonuncu kez
içirildiğinde vefat etmişti. Can çekişirken yanma gelen tabib onun içtiği
zehirin, bağırsaklarını parçaladığını söylemişti. Bunun üzerine Hüseyin,
Hasan'a dedi ki:
- Ey Muhammed'in
babası, sana bu zehiri içireni bana söyle?
- Niçin ey kardeşim?
- Onu öldüreceğim.
Vallahi seni defnetmeden önce onu öldüreceğim. Ya ona güç yetiremem ya da
yanma ulaşamayacağım bir yerde olur. Bunun dışında o neredeyse öldüreceğim.
- Ey kardeşim, bu
dünya geçici ve fani birkaç geceden ibarettir. Bırak da onunla Allah'ın
huzurunda hesaplaşayım." Böyle dedi ve kendisine zehir içiren kimsenin
adını söylemedi.
Bazı kimselerin şöyle
dediklerini duymuşum:
"Muaviye, Hasan'a
zehir içirmeleri için bazı hizmetçilerine ödül vade tmiş."
Muhammed b. Sa'd, Ümmü
Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ca'de binti Eş'av b. Kays, Hasan'a
zehir içirdi. Hasan da bu yüzden hastalandı. Kırk gün süreyle altına bir leğen
konuluyor, o leğen çıkarıldıktan sonra bir başka leğen getirilip
konuluyordu."
Muaviye'nin oğlu
Yezid, Hasan'ın hanımı Ca'de binti Eş'as'a haber göndererek: "Hasan'ı
zehirle, o öldükten sonra ben seninle evlenirim." demiş ve Ca'de de onun
bu isteğini yerine getirmişti.
Hasan öldükten sonra
Ca'de, Yezid'e haber göndererek kendisiyle evlenmesini istemiş, ancak Yezid şu
karşılığı vermişti: "Vallahi biz seni Hasan'a layık görmemiştik, kendimize
mi layık göreceğiz?" Bence bu sahih bir rivayet değildir. Hele Yezid'in
babası Muaviye'nin, böyle birşey yapması hiç mi hiç düşünülemez.
Hasan'm, Ca'de
tarafından zehirlenmesiyle ilgili olarak Kesir Nemre şöyle bir şiir
söylemiştir:
"Ey Ca'de!
Hasan'a ağla, ağlamaktan usanma.
Ona gerçek bir
ağlayışla ağla, ağlayışın sahte olmasın.
Evine onun gibisini
koyamazsın artık, insanlar arasında ne pabuçlu, ne yalm ayaklı hiç kimseyi ona
benzer göremezsin.
O adamı kasdediyorum
ki, ailesi onu öyle bir zamana teslim ettiler ki, o zaman kuraktır.
O zamandan ürün
isteniliyor ama ürün vermiyor.
Ateşi yakıldığı ve
tutuşturulduğu zaman Hasan'm benzersiz asaleti o ateşin alevlerini yükseltir
ki, o ateşi, ayakları zincire bağlı perişan halli bir kimse görmesin, ya da
ehil olmaya lâyık olmayan kavmin bir ferdi görmesin.
Ey oğulcuğum! Eti
haşlıyorsun, haşlandığında o eti yiyecek bir kimse yok."
Süfyan b, Uyeyne,
Rakabe b. Maskala'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hasan can
çekişirken: "Beni evin avlusuna çıkarın ki, göklerin melekûtuna
bakayım." dedi. Yatağını avluya çıkardılar, başını semaya dikip şöyle
dedi: "Allah'ım, ben kendi nefsimi senin yanında sayıyorum, nefisler
arasında benim nefsim bana çok kıymetlidir."
Allah, ona o kadar
lütuf ve ikramda bulunmuştu ki o, kendini Allah katında sayıyordu."
Abdurrahman b. Mehdi
dedi ki: Süfyan-ı Sevrî hastalanıp, hastalığı ağırlaştığı zaman tahammülsüzlük
gösterdi, merhum İbn Abdülaziz onu ziyarete gitti ve ona şöyle dedi:
"Ey Ebu Abdillah!
Bu ne tahammülsüzlüktür? Oysa sen altmış sene müddetle kendisine ibadet
ettiğin, kendisi için oruç tuttuğun, namaz kıldığın, hac ettiğin bir Rabbin
huzuruna varıyorsun. Daha niye tahammülsüzlük gösteriyorsun." Onun bu
sözü karşısında Süfyan-ı Sevrî, rahatladı ve kendine geldi."
Ebu Nuaym dedi ki:
"Hz. Hasan'm hastalığı şiddetlendiği zaman tahammülsüzlük gösterdi,
yanına bir adam gelip şöyle dedi:
- Ey Muhammed'in
babası! Bu ne tahammülsüzlük? Oysa ruhun cesedinden ayrılıyor ve sen baban Ali
ile anan Fatıma'nm yanına, deden Hz. Peygamber ile, ninen Hatice'nin, amcaların
Hamza ile Cafer'in; dayıların Kasım, Tayyib, Mutahhar ve İbrahim'in,
teyzelerin Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Zeyneb'in yanma gidiyorsun.
Adamın bu sözü
karşısında Hz. Hasan rahatladı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz.
Hasan'a bu sözleri söyleyen kimse Hüseyin'dir. Böyle diyen o adama veya Hz.
Hüseyin'e cevaben Hasan şöyle demişti:
- Ey kardeşim, ben
Allah'ın bir emrinden çıkıp, başka bir emrine giriyorum, ama böylesi bir emri
görmüş değilim. Allah'ın bazı yaratıklarından ayrılıp başka yaratıklarının
yanına gidiyorum ki, böylesi yaratıkları da asla görmüş değilim.
Onun bu cevabı
karşısında Hüseyin ağlamıştı. Allah ikisinden de razı olsun."
Vakidî, Cabir b.
Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan vefat ettiği gün
nerede ise Hüseyin ile Mervan b. Hakem arasında fitne çıkacaktı. Hz. Hasan,
kardeşi Hüseyin'e Rasûlullah'm yanına defnedilmesi için vasiyette bulunmuştu
ama oraya defnedilmesi hususunda bir direniş ve fitne ile karşılaşılacak olursa
Bakî mezarlığına defnedilmesini tavsiye etmişti. Ancak o zaman Muaviye
tarafından azledilmiş olan ve Muaviye'nin gönlünü kazanmak isteyen Mervan,
Hasan'ın Rasûlullah'm yanına defne dilmesine itiraz etmiş, bunu kabul etmemişti.
Mervan, Haşimoğullarmm sürekli düşmanı idi, bu düşmanlığı ölümüne kadar
sürdürmüştü. Ben o gün Hz. Hüseyin'e şöyle dedim:
"Ey Abdullah'ın
babası! Allah'tan kork. Fitneye sebebiyet verme. Kardeşin Hasan, senin böyle
yapmana razı olmadı, senonu annesininya-nma Bakî mezarlığına defnet." Ben
böyle dedim. O da bu dediğimeuydu."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ölmeden önce Hasan, öldüğü takdirde Rasûlullah'm yanma
defnedilmesi için izin istemek maksadıyla Hz. Aişe'ye haber göndermiş. Hz.
Aişe de ona bu hususta izin vermişti. Ancak Hz. Hasan vefat ettiği zaman Hz.
Hüseyin silahım kuşanmış, ona karşı Ümeyye oğulları da silahlanmışlar ve:
"Hasan'm, Rasûlullah'm yanına defnedilmesine müsaade etmeyiz. Osman, Bakî
mezarlığına defnedilsin de Hasan, Rasûlullah'm yanma defnedilsin, olur mu
böyle şey?" demişlerdi. İnsanlar, fitne çıkmasından korktuğu için Sa'd b.
Ebi Vakkas, Ebu Hüreyre, Cabir ve İbn Ömer, Hz. Hüseyin'e savaşmamasını
tavsiye ettiler. Oda bu tavsiyeye uyarak kardeşi Hasan'ı, annesi Fatıma'nm
mezarının yakınında ki Bakî mezarlığına defnetti. Allah ondan razı olsun.
Süfyan-ı Sevrî, Ebu
Hazım'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hasan vefat ettiği
gün Hüseyin, Said b. As'ı öne çıkardı. O da Hz. Hasan'm cenaze namazını
kıldırdı. "Eğer sünnet olmasaydı Said'i öne geçirmezdim." dedi.»
Muhammed b. İshak,
Beni Sa'd Beklin azadlısı Müsavir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hasan
öldüğü gün Ebu Hüreyre'nin Rasûlullah'm mescidinde kalkıp yüksek sesle şöyle
dediğini gördüm:
"Ey insanlar!
Rasûlullah'm sevgilisi öldü. Bugün ona ağlayın." İnsanlar, Hasan'm cenaze
merasimine katıldılar. Kalabalık o kadar fazla idi ki, izdihamdan Bakî
mezarlığına sığamadılar, kadınlar ve erkekler yedi gün süreyle ona ağladılar,
Haşimilerin kadınları, bir ay müddetle ona ağıt yaktılar. Yine Haşimi
kadınları, onun için bir sene süreyle yas tuttular."
Yakub b. Süfyan, Cafer
b. Muhammed'in babası Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz.
Ali, ellisekiz yaşında öldürüldü, oğlu Hasan da ellisekiz yaşında öldürüldü.
Hüseyin de aynı yaşta öldürüldü. Allah hepsinden razı olsun."
Şube, Ebu Bekir b.
Hafs'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sa'd ile Ali'nin oğlu Hasan,
Muaviye'nin emirliğinin onuncu senesinde vefat ettiler."
Âliye, babası
Muhammed'den naklen Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan
kırkyedi yaşında iken vefat etti." Birçok kimselerde böyle demişlerdir.
Sahih olan rivayet budur. Meşhur kavle göre Hasan, hicretin kırkdokuzuncu
senesinde vefat etmiştir. Nitekim biz de böyle dedik. Başkaları ise onun hicri
ellinci senede vefat ettiğini söylemişlerdir. Ellibirinci senede veya
ellisekizinci senede vefat ettiğini söyleyen zayıf rivayetler de vardır. [24]
Bir görüşe göre bu
sene Ebu Musa el-Eş'arî vefat etmiştir. Sahih kavle göre ise Ebu Musa, hicretin
elliikinci senesinde vefat etmiştir, Nitekim bu konu ileride de
anlatılacaktır. Bu senede Muaviye, insanlara haccettirdi, bir kavle göre ise
Muaviye'nin oğlu Yezid haccettirdi.
Bu sene Medine valisi
Said b. As idi. Küfe, Basra, Meşrik, Sicistan, Fars, Sind ve Hind illerinin
valisi Ziyad idi. Bu senede Beni Nehşel kabilesi, şair Ferazdak'ı Ziyad'a
şikayet ettiler, Ferazdak, da Ziyad'dan kaçıp Medine'ye gitti. Ferazdak, bir
kasidesinde Ziyad'ı aşın derecede hicvetmiş. Bu sebeple Ziyad'dan kaçıp Medine'ye
gitmişti. Oranın valisi Said b. As'a sığınmış, bu konuda şiirler söylemişti.
Ziyad'm vefatına kadar Mekke ile Medine arasında dolaşmış, Ziyad vefat edince
tekrar beldesine dönmüştü.
Vakidî'nin rivayetine
göre Muaviye, Hz. Peygamber minberini Medine'den Şam'a götürmek istemiş ve
Peygamber Efendimiz'in hutbe irad ederken elinde tuttuğu değneği almak istemiş,
nihayet Ebu Hürey-re ile Cabir b. Abdullah ona şöyle demişlerdi: "Ey
mü'minlerin emiri, böyle yapma. Allah'tan kork. Rasûlullah'm yerleştirdiği bir
minberi buradan alıp götürmen uygun olmaz. Onun hutbe irad ederken elinde tuttuğu
değneği Medine dışına çıkarman doğru değildir." Muaviye de onların bu
uyarısı üzerine bu niyetinden vazgeçti. Ancak minbere altı basamak ekledi ve
bu hususta gerekçesini de insanlara açıkladı.
Vakidî'nin rivayetine
göre halifeliğe geçen Abdülmelik b. Mervan da kendi döneminde yine aynı şeyleri
yapmak istemiş, ancak kendisine "Muaviye de böyle yapmak istemişti, ancak
bundan vazgeçmişti." denildiğinde o aldırış etmemiş, minberi yerinden
sökmeye çalışırken güneş tutulmuş, bu yüzden o da bu niyetinden vazgeçmişti.
Abdülmelik'in oğlu
Velid de hacca geldiğinde yine aynı şeyleri yapmak isteyince ona şöyle
denilmişti: "Muaviye ile baban da böyle yapmak istemişler, ancak sonra bu
niyetlerinden vazgeçmişlerdi." Said b. Mü-seyyeb, bu hususta Ömer b.
Abdülaziz ile konuşmuş ve Velid'in bu niyetinden vazgeçmesini kendisine
öğütlemesini istemiş, yapılan nasihat-lar neticesinde Velid de bu kararından
vazgeçmişti. Sonra Süleyman hac ettiği zaman Ömer b. Abdülaziz, Velid'in
minberi ve Rasûlullah'm değneğini alıp Şam'a götürmek istediğini ona haber
vermiş; Said b. Müseyyeb'in onu bu işten men ettiğini anlatmış, bunun üzerine
Süleyman şöyle demişti:
"Abdülmelik'in ve
Velid'in böyle yapmış olduklarının bana anlatılmasından rahatsız oluyorum.
Bizim böyle yapmamız gerekmez. Dünyayı ele geçirdik. İşte dünya elimizdedir.
Biz, İslâm'ın bayraklarından bir bayrağı ele geçirmek istiyoruz ki, insanlar
gelip onu ziyaret etsinler ve o bayrağı bizden sonrakilere aktaralım. Aslında
Velid ile Abdülmelik'in böyle yapmaları uygun değildi. Allah onlara rahmet
etsin."
Bu senede yani
hicretin ellinci senesinde Muaviye, Muaviye b. Ha-dic'i Mısır valiliğinden
azletti, oraya Kuzey Afrika valisi Mesleme b. Muhalled'i tayin etti.
Bu senede Ukbe b. Nafî
el-Fihrî, Muaviye'nin emri üzerine Tunus ülkesini fethetti. Kayravan'a kadar
uzandı. Kayravan'da yırtıcı hayvanların, yılanların, ejderhaların yaşadığı sık
ağaçlı bir orman vardı. Ukbe, Allah'a dua etti, orada yırtıcı hayvanlar
kalmadı. Öyle ki, o hayvanlar yavrularını alarak o ormandan göçüp gittiler.
Yılanlar da deliklerinden kaçıp gittiler. Berberilerden çoğu Müslüman oldu.
İşte orada Kayravan şehri kuruldu.
Bu senede Büsr b.
Ertat ile Süfyan b. Avf, Rum illerine gazaya gittiler. Yine bu senede Fudale
b. Ubeyd denize açılıp gaza yaptı.
Bu senede Midlac b.
Amr es-Sülemî adındaki büyük sahabe vefat etti. Bu zat, Rasûlullah'la birlikte
bütün gazalara katılmıştı. Sahabeler arasında bunun adının anıldığını görmüş
değilim. [25]
Bu hanımın soy kütüğü
şöyledir: Safiye binti Hüyey b. Ahtab b. Şube b. Salebe b. Abd b. Ka*b b.
Hazrec b. Ebi Habib b. Hadr b. Nahham b. Nahun. Mü'minlerin annesidir. Yani
Rasûlullah'ın zevcesidir. Nadir oğulları kabilesinden olup Harun (a.s.)'un
neslindendir. Babası ve amcası oğlu Ahtab ile birlikte Medine'de idi.
Rasûlullah (s.a.v.), Nadir oğullarım Medine'den sürgün edince bunlar Hayber'e
gittiler. Babası Beni Kurayza savaşında öldürüldü. Rasûlullah (s.a.v.),
Hayber'i fethettiğinde bu hanım esirler arasında bulunuyordu. Dıhye b. Halife
el-Kelbf nin payına düştü. Safîye'nin güzelliği ve hükümdar kızı olduğu
Rasûl-ullah'a anlatıldığında Rasûlullah, onu kendine ayırdı ve bedelini
Dıh-ye'ye ödedi. Safiye de Müslüman oldu. Rasûlullah da onu azad edip kendine
eş olarak aldı. Sahba denen yere varıldığında onunla gerdeğe girdi. Safîye'nin
saçını tarayan kadın, Ümmü Süleym idi. Safîye, daha önce amcası oğlu Kinane b.
Ebi Hukayk'm zevcesi idi. Savaşta öldürüldüğünde Safîye dul kaldı. Rasûlullah
(s.a.v.), Safîye'nin yanağında tokat izi gördü. Ona:
- Bu nedir? diye
sorunca Safîye şöyle cevap verdi:
- Rüyamda ayın Medine
tarafından çıkıp geldiğini ve kucağıma düştüğünü gördüm. Bu rüyamı amcam oğluna
(kocama) anlattığımda o beni tokatladı ve: "Sen Medine hükümdarıyla
evlenmek mi istiyorsun?" dedi. İşte bu iz, o tokattan kalmadır.
Safîye, ibadet, takva,
zahidlik, iyilik ve sadaka verme bakımından kadınların lideri ve hanımefendi
siydi. Allah, ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın.
Vakidf nin ifadesine
göre Safiye, hicretin ellinci senesinde vefat etmiştir. Başkalarının ifadesine
göre ise hicretin otuz altıncı senesinde vefat etmiştir. Ama sahih olan,
Vakidî'nin ifadesidir. [26]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/9-14.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/14-23.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/23-28.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/29-32.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/33-36.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/39-40.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/40-42.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/42-43.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/43.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/44.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/44.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/44-45.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/45.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/45.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/46.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/47-51.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/52-54.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/55-57.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/58.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/58.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/58-59.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/60-61.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/62-63.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/63-80.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/81-82.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/82-83.