Hz. Ali'nin Yaşayışı, Vaazları, Hükümleri, Hutbeleri Ve Gönüllere Ulaşan Hikmetlerinden Örnekler  2

Hz. Ali'nin Güzel Sözlerinden Bazıları 6

Şaşılacak Garîp Bîrşey. 12

Hz. Ali'nin Oğlu Hasan'ın Halifeliği 16

Hicretîn Kırkbirinci Senesi 19

Emevıler Donemi 22

Ebu Süfyan'ın Oğlu Muaviye Ve Hükümdarlığı 22

Ebu Süfyan Oğlu Muaviye'nin Fazileti 23

Bir Grup Haricinin Muaviye'ye Baş Kaldırması 24

Hicretin Kırkbîrîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler Rifaa B. Rafı 25

Rükane B. Abdilaziz. 25

Safvan B. Ümeyye. 26

Osman B. Talha. 26

Amr B. Esved Es-Sekûnî 26

Atîke Bintî Zeyd. 27

Hicretî Kırkîkinci Senesi 27

Hicretin Kırküçüncü Senesi 28

Hicretin Kırkdördüncü Senesi 31

Hichetîn Kırkbeşinci Senesi 33

Hicretin Kırkaltıncı Senesi 35

Sürakab. Ka'b. 35

Abdurrahman, B. Halid B. Velîd. 36

Hicretin Kırkyedînci Senesi 36

Hicretin Kırksekizînci Ve Kırkdokuzuncu Seneleri 38

Hicretin Kırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 38

Hz. Alî'nin Oğlu Hasan. 38

Hicretin Ellîncı Senesi 52

Hüyey B. Ahtab'ın Kızı Safiye. 53


Hz. Ali'nin Yaşayışı, Vaazları, Hükümleri, Hutbeleri Ve Gönüllere Ulaşan Hikmetlerinden Örnekler

 

Abdu'l-Varis, Alâ'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ali, insanlara bir hutbe irad ederek şöyle dedi: "Ey insanlar! Kendisinden başka ilah bulunmamayan Allah'a yemin ederim ki, ben sizin malınızdan az veya çok hiçbir şey almış değilim. Sadece şu hariç." Böyle dedikten sonra gömleğinin yeninden, içinde esans bulunan bir şi­şe çıkardı ve: "Dihkan, bunu bana hediye etti." dedi. Sonra da beytü'l-mala giderek: "Şu şişeyi alın." dedi ve şöyle bir şiir okudu:

"Bir zenbili olup da her gün o zenbilin içinden bir hurma alıp yiyen kişi felah buldu."

Harmele, Abdullah b. Ebi Rezin el-Gafikf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kurban bayramı gününde Hz. Ali'nin yanma gittik. Bize kepekten yapılma bir bulamaç yemeği verdi. Kendisine dedik ki:

- Allah seni ıslah etsin. Şu Ördeği veya kazı bize takdim etseydin ol­maz mıydı? Allah sana bol mal vermiştir.

- Ey İbn Rezin, ben, Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işit­tim: "Halife'ye Allah malından sadece iki tabak helal olur. Bu tabaklar­dan birinde kendisi ve ailesi yemek yer, diğer tabağı da insanların önü­ne koyarak onlara yemek yedirir."

Ebu Ubeyd, Antere'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Havar-nak'ta Hz. Ali'nin yanma gittim. Üzerinde kadife bir elbise vardı. So­ğuktan titriyordu. Ona dedim ki: "Ey mü'minlerin emiri! Allah sana ve aile efradına beytü'l-maldan pay tahsis etmiş olduğu halde sen soğuk­tan titriyorsun." O da bana şöyle cevap verdi: Vallahi ben sizin malınız­dan birşeyi alacak değilim. Şu üzerimdeki kadife elbiseyi de evimden (veya Medine'den) çıkıp gelirken getirmiştim."

Ebu Nuaym, Süfyan-ı Sevıfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali, kerpiç üstüne kerpiç koymadı. Elbisesi de Medine'den bir torba için­de kendisine getirilirdi."

Yakub b. Süfyan, Mecma b. Sem'a et-Teymî'nm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Ebu Talib oğlu Ali, kılıcını eline alarak pazara gitti ve şöyle dedi: Şu kılıcımı kim benden satın alır? Eğer yanımda dört dirhem para bulunsaydi o parayla kendime bir izar satın alır, kılıcımı da satmazdım.» Zübeyr b. Bekkar, Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali (r.a.), bir gömlek giydiği zaman elini yenine sokup uzatırdı. Parmaklarını geçen kısmı kestirirdi ve: "Yenin yarmaklardan uzun olan kısmının kesilmesi gerekir." derdi.»

Ebu Bekir b. Ayyaş, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, halife iken üç dirheme bir gömlek satm aldı. Gömleğin kolu uzundu. Bu yüzden bilek kısmından fazla olanı kestirdi ve şöyle dedi: "Allah'a hamd olsun ki bu, O'nun verdiği övünülecek elbiselerdendir." "Zühd" adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Gusayn'm azad-lısı Hilal b. Hibban'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ali'nin pamuklu elbiseler satan bir adama gittiğini ve ona : "Se­nin yanında sünbülani bir gömlek var mı?" diye sorduğunu gördüm. Adam da ona bir gömlek çıkarıp verdi. Hz. Ali, gömleği giyince bacakla­rının yarısına kadar uzandığını gördü. Sağına ve soluna bakıp şöyle de­di: "Bunu çok güzel buluyorum, şu gömlek kaçadır?"

Adam: "Dört dirhemedir, ey mü'minlerin emiri" deyince Hz. Ali, iza-rının ucuna bağladığı paraları çıkarıp dükkan sahibine verdi ve gömleği alıp gitti.»

Muharnmed b. Sa'd, Cermuz'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali'yi hükümet konağından çıkarken gördüm. Üzerinde Kıbti-lere mahsus bir elbise vardı. İzan, bacaklarının yarısına kadar uzanı­yordu. Bir de peştemal sarmıştı. Elinde kırbacı vardı. Pazarda yürüyor­du. İnsanlara Allah'a karşı takyalı olmalarım ve güzel alış veriş yapma­larım emredip, şöyle diyordu: Ölçü ve tartıyı tam yapın, eti şişirmeyin." "Zühd" adlı eserde Abdullah b. Mübarek şöyle demiştir: Yezid b. Vehb el-Cühenî dedi ki: "Ebu Talib oğlu Ali, bir gün yanımıza geldi. Üze­rinde iki peştemal vardı. Birini izar diye üst tarafına, diğerini de alt ta­rafına sarmıştı. Peştemalınm bir tarafını sarkıtmış, diğer tarafım da üst tarafına atmıştı. İzarım yukarıya kaldırıp bir bez parçasıyla bağla­mıştı. Bir Arabi ona şöyle dedi:

- Ey adam! Şu elbiseyi giy, sen ölecek veya öldürüleceksin.

- Ey Arabi! Beni kibirden uzak tutması ve namazım ikin bana ha­yırlı olması, ayrıca mü'min kimseler için de âdet olması maksadıyla bu elbiseleri giyiyorum."

Abd b. Hamid, Ebu Matar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Mescitten çıktım. Bir de baktım ki adamın biri, arkamdan bana şöyle sesleniyor:

- İzarım kaldır, böyle yaparsan elbisen daha geç eskir ve senin için de daha takvah bir hal olur. Eğer Müslümansan başını kaldır. Ben, o adamın peşine düştüm, üzerine bir izar örtmüş, alt tarafına da bir peşte­mal sarmıştı. Elinde bir kırbaç vardı. Badiyede yaşayan bir bedeviyi andiriyordu. "Bu adam Mm?" diye sordum. Adamın biri bana: "Seni bu bel­denin yabancısı olarak görüyürum." deyince ben de ona: "Evet, ben Bas-ralıyım." dedim. Adam da bana : "Bu, mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali'dir." dedi. Hz. Ali, bu haliyle yoluna devam etti. Beni Ebu Muayt'm evine vardı. Beni Ebu Muayt deve güdüyordu. Hz. Ali, onlara şöyle dedi: "Alış veriş yapın, satış esnasında yemin etmeyin. Çünkü yemin, malın satılmasına yardımcı olur ama bereketi yok eder." Sonra hurma satan­ların yanma gitti. Orada bir hizmetçinin ağlamakta olduğunu gördü. Hizmetçi kadına şöyle sordu:

- Niçin ağlıyorsun?

- Şu adam bir dirheme bana hurma sattı, efendim hurmayı kabul etmeyip geri vermemi istedi. Bu adam da kabul etmek istemiyor.

Hz. Ali, hurmacıya şöyle dedi:

- Hurmanı al, cariyenin bir dirhemini de iade et. Çünkü onun alış veriş yapmaya yetkisi yoktur.

Hurmacı da cariyeye bir dirhemi iade etti. Ben, hurmacıya: "Şu ada­mı tamyor musun?" diye sorunca hurmacı: "hayır" diye cevap verdi. Bu­nun üzerine ona: "Bu, mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali'dir." dedim. Bunun üzerine cariye, hurmalarım döktü. O da cariyeye bir dirhemini geri verdi. Hurmacı, daha sonra Hz. Ali'ye şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, benden hoşnud olmanı istiyorum.

- İnsanlara haklarım tam olarak verdiğin zaman senden hoşnud olurum.

Hz. Ali böyle dedikten sonra yoluna devam etti, diğer hurmacılara uğrayıp şöyle dedi:

- Ey hurmacılar! Düşkünlere yedirin ki, kazancınız fazlalaşsm. Hz. Ali böyle dedikten sonra, beraberindeki Müslümanlarla birlik­te yoluna devam etti, balıkçıların yanma gitti. Onlara şöyle dedi:

- Şu pazarımızda su üzerinde duran balıklar satılmasın. Böyle dedikten sonra pamuklu elbiseler satan Fırat evine gitti. Yaş­lı bir adama uğrayıp şöyle dedi:

- Ey ihtiyar, benimle güzel bir alışveriş yap, bana üç dirheme güzel bir gömlek sat.

İhtiyar adam kendisini tanıyınca Hz. Ali, ondan birşey satın alma­dı. Bir başkasına uğradı. O da kendisim tanıyınca ondan da birşey alma­dı. Sonra genç bir adama uğradı. Ondan üç dirheme güzel bir gömlek sa­tın aldı. Gömleğin yeni, bileklerine kadar uzanıyordu. Giyerken şöyle dedi: "İnsanlar arasında güzel görünebileceğim ve ayıp yerlerimi Örte­cek olan bir elbiseyi bana nasib eden Allah'a hamd olsun."

Kendisine denildi ki:

- Ey mü'minlerin emiri! Bu söylediğin şeyi kendiliğinden mi söylü­yorsun, yoksa bunu Rasûlullah (s.a.v.)'dan mı işittin?

- Hayır. Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'ın bir elbise giyerken kendisinden duyduğum bir sözüdür.

Sonra Hz. Ali'ye elbiseyi satan gencin babası geldiğinde kendisine dediler ki: "Ey falan, senin oğlun bugün mü'minlerin emirine üç dirhe­me bir gömlek sattı."

Adam, oğluna: "Keşke mü'minlerin emirinden iki dirhem alsaydın." dedi ve oğlundan bir dirhemi alıp Hz. Ali'ye getirdi. Hz. Ali, Küfe mesci­dinin avlusunda Müslümanlarla beraber oturmaktaydı. Gömleği satan çocuğun babası, ona: "Şu dirhemi al" deyince Hz. Ali: "Bu neyin nesidir?" diye sordu. Adam da: "Oğlumun sana sattığı gömleğin fiyatı iki dirhem­di. Onun için bir dirhemi sana geri veriyorum." dedi. Hz. Ali de: "Oğlun bana rızasıyla sattı, ben de rızamla satın aldım." diye karşılık verdi.»

Amr b. Şimr, Şa'bfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ebu Talib oğlu Ali, kaybolan zırhım bir Hristiyanın yanında görün­ce davalaşıp hakkını almak için onu kadı Şurayh'a götürdü. Hz. Ali gi­dip Şurayh'm yanma oturdu ve şöyle dedi: "Ey Şurayh! Eğer hasmım Müslüman bir kimse olsaydı, ben mutlaka onun yanında otururdum. Ama o bir Hristiyandır. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: "Sizlerle onlar (yani Hristiyanlar) bir yolda gitmekte olursanız, onları sıkıştırın. Allah'ın onları küçülttüğü gibi sizde onları küçültüp tahkir edin. Yalnız taşkınlık yapmayın." Bu zırh benim zırhımdır. Bunu ben bu adama sat­madığım gibi hibe de etmiş değilim. Kadı Şurayh, Hristiyan adama şöy­le dedi:

- Mü'minlerin emirinin söylediklerine ne diyorsun?

- Zırh benim zırhımdır. Mü'minlerin emirine ne oluyor ki benim yanımda yalan söylüyor?

Şurayh, Hz. Ali'ye dönüp şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emin, senin bu hususta bir delilin var mı? Hz. Ali güldü ve şöyle dedi:

- Kadı Şurayh isabet buyurdu. Ancak benim bir delilim yok.

Hz. Ali'nin böyle demesi üzerine Kadı Şurayh, zırhın Hristiyana ve­rilmesine hükmetti. Hristiyan adam da zırhı alıp birkaç adım gittikten sonra geri dönüp şöyle dedi:

- Ben, verilen bu hükmün peygamberlerin hükmü olduğuna şahid-lik ediyorum. Mü'minlerin emiri beni kendi kadısına getiriyor. Kadı da onun aleyhinde hüküm veriyor. Ben, Allah'tan başka ilah bulunmadığı­na, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ediyorum. Allah'a yemin ederim ki, ey mü'minlerin emiri, bu zırh senin zırhındır. Sen Sıffin'e giderken askerlerinin peşi sıra yürüdüm ve bu zırh senin si­yah devenin üzerinden yere düştü.

Hz. Ali de ona:

- Madem Müslüman oldun. Öyleyse zırh senin olsun, dedi ve onu bir ata bindirdi.

Şa'bî dedi ki: O Hristiyanı gören biri bana dedi ki: Hz. Ali'nin zırhını kendisine verdiği o Hristiyan, Nehrevan savaşında Haricilerle savaşı­yordu.»

Said b. Ubeyd, Ca'de b. Hübeyre'nin, Hz. Ali'ye gelip şöyle dediğini

rivayet etmiştir:

«Ey mü'minlerin emiri! Sana iki adam geliyor. Sen, onlardan birine kendi ailesinden ve malından daha sevimlisin. Diğerine gelince o eğer güç yetirebilirse seni öldürür. Ama sen, sana düşman olan kimsenin le­hine ve seni seven adamın aleyhine hüküm veriyorsun. Bu nasıl iştir?

Hz. Ali, böyle diyen Ca'de b. Hübeyre'yi yumruklayıp iteledi ve ona

şöyle dedi:

- Eğer bu benim yetkimde olan birşey olsaydı, senin isteğin doğrul­tusunda hüküm verirdim. Ama bu, Allah'ın yetkisinde1 olan birşeydir.»

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, elbiseci Salih'in ninesinin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Hz. Ali'nin bir dirheme hurma satın aldığım ve o hurmaları kendi yorganının (kılıfı) içine koyup omuzladığını, bir adamın da kendisine şöyle dediğini gördüm:

- Ey mü'minlerin emiri, bırak da senin yerine bu yükü biz taşıya­lım, olmaz mı? Hz. Ali, ona şöyle cevap verdi:

- Çoluk çocuğun babası, onların yiyeceklerini taşımakla yükümlü­dür.»

Ebu Haşim, Zazan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali, halife iken sokaklarda yalnız başına yürür, yolunu kaybe­denlere yolunu gösterir, zayıfa yardım eder, satıcı ve bakkallara uğrar, Kur'ân-ı Kerim'i onlara açıp okurdu:

"Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu is­temeyen kimselere veririz." (el- Kasas, 83.) Sonra da şöyle derdi: Bu ayet-i kerime, adalet ve tevazu sahibi yöneticilerle güç ve kudret sahibi diğer insanlar hakkında nazil olmuştur."

Ubade b. Ziyad, Salih b. Esved'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kendisim gören bir adam bana, Hz. Ali'yi bir merkebe binmiş ve iki ayağını birlikte merkebin bir tarafına sarkıtmış olarak gördüğünü ve onun şöyle dediğim nakletti: Ben dünyayı önemsemeyen kimseyim." Yahya b. Main, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanların dünyada en zahidi, Ebu Talib oğlu Ali'dir." Hişam b. Hassan dedi ki: "Bir ara biz, Hasan-ı Basrî'nin yanında iken Ezarika'dan bir adam gelip ona şöyle dedi:

- Ey Ebu Said! Ebu Talib oğlu Ali hakkında ne dersin? Hasan-ı Basrî'nin şah damarları şişip kızardı ve şöyle dedi:

- Allah, Ali'ye rahmet etsin. O, Allah'ın bir oku idi ki, düşmanlarına isabet etmişti. O, ilim mahallinde yüksek bir mertebede olup Rasû-lullah'a en yakın olan kimseydi. Bu ümmetin en dindarı idi. Allah'ın ma­lını çalmaz, O'nun emri hususunda gafil olmazdı. Kur'ân'm hakkım ver­di. Buyruklarım yerine getirdi. Onunla amel etti ve onu öğrendi. Kur­'ân'm parlak bahçesinde bulunup apaçık delillere sahipti. îşte ey adam! Ebu Talib oğlu Ali böyleydi."

Hüseyin, Ammar'ın şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Bir adam, Ebu Talib oğlu Ali'yi anlattı. Onun hakkında yalan şeyler söyledi. Yerinden kalkmadan gözleri kör oldu."

Ebu Bekr b. Ebu Dünya, Zazan Ebu Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir adam, Hz. Ali'ye bir şeyler söyledi. Hz. Ali de ona şöyle de­di:

- Sen bana yalan söyledin.

- Hayır, yalan söylemedim.

- Eğer yalan söylemişsen sana beddua ederim.

- Et bakalım.

Hz. Ali ona beddua etti, yerinden kalkmadan gözü kör oldu." İbn Ebu Dünya, Ebu Mekin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben

ve dayım Ebu Ümeyye, Murad kabilesinin mahallesindeki bir inşaata

uğradık. Dayım bana dedi ki:

- Şu inşaatı görüyor musun?

- Evet.

- Burası yapılırken Ali buradan geçiyordu. Duvardan üzerine bir kerpiç düşüp kendisini yaraladı. O da bu inşaatın tamamlanmamasını Allah'tan diledi. Artık bu inşaatın üzerine bir kerpiç dahi konulamadı.

Ben bu inşaatın yanandan geçerken bakıyordum ki evlere benzemi­yor."

îbn Ebu Dünya, Ebu Beşir eş-Şeybanî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Cemel savaşında efendim (Ali) ile birlikte idim. O savaştaki kadar başka hiçbir savaşta yere düşmüş çok sayıda el ve ayak görmedim. Ve-lid'in evine her uğradığımda mutlaka Cemel savaşım yad etmişimdir. Hakem b. Uyeyne'nin bana anlattığına göre Hz. Ali, Cemel savaşında kendisiyle savaşanlar için şöyle beddua etmiştir: "Allah'ım, bunların el­lerini ve ayaklarını al." [1]

 

Hz. Ali'nin Güzel Sözlerinden Bazıları

 

İbn Ebu Dünya, Ebu Erake'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hz. Ali ile birlikte sabah namazım kıldım. Sağma döndüğünde bi­raz   durdu. Üzerinde bir hüzün var gibiydi. Güneş doğup mescidin du­varından bir mızrak boyu kadar yükseldiğinde iki rekat namaz kıldı.

Sonra ellerini çevirip şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki ben Muham-med (s.a.v.)'in ashabını gördüm. Ama bugün onları andıran hiçbir şey göremiyorum. Onlar fazlaca secdeye vardıklarından yüzleri ve alınları tozlanmış olarak sabahlarlardı. Tıpkı kendisine taziyette bulunulan kimse gibi üzgün dururlardı. Gecelerini Allah'a secde edip kıyamda du­rarak ve Allah'ın kitabını okuyarak geçirirlerdi. Ayaklan ve alınları faz­laca namaz kılmaktan yorulur ve gecelerini öylece geçirirlerdi. Sabah olduğunda da Allah'ı zikrederler ve rüzgarlı bir günde ağaçlann yan ya­tışı gibi yatarlardı. Gözlerinden yaşlar boşanır, Öyle ki elbiseleri ıslanır-dı. Allah'a yemin ederim ki bugünkü halk geceyi gafletle geçiriyor."

Böyle dedikten sonra kalktı ve o günden sonra gevşeyip güldüğü gö­rülmedi, nihayet Allah düşmanı fasık îbn Mülcem onu öldürdü.»

Vekî, Ebu Talib oğlu Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"İlim Öğrenin, onunla hakikatleri tanıyın, onunla amel edin ki ilim erbabı olasınız, zira sizden sonra öyle bir zaman gelecektir ki, o zaman­da hakkın onda dokuzu inkar edilecektir, O zamanda ancak Allah'a yö-nelip tevbe eden kimseler kurtulacakdır. Onlar da hidayet rehberi imamlar ve ilim kandili kimselerdir.

Dikkat edin! Dünya arkasını dönüp gitmek üzeredir, ahiret ise size doğru gelmektedir. Dünyanın da ahiretin de oğulları vardır. Siz ahiret oğulları olun. Dünya oğullarından olmayın.

Dikkat edin! Dünyada zahid olan kimseler, yeryüzünü kendilerine sergi, toprağı döşek, suyu da koku edindiler. Dikkat edin, ahirete özlem duyan kimseler şehvetlerden sıyrılmışlardır. Ateşten korkan kimse,ha-ramlardan uzak durur. Cennet'i istej'en kimse ise taatlara koşar. Dün­yada zahid olan kimse musibetleri önemsemez.

Dikkat edin! Allah'ın nice kulları vardır ki, cennetlikleri Cennet'te ebedi olarak görmüşlerdir. Cehennemlikleri de Cehennem ateşinde a-zaplanmış olarak görürler. Allah'ın bu kullarının şerlerinden emin olu­nur. Kalpleri hüzünlüdür, nefisleri iffetlidir, ihtiyaçları hafiftir. Uzun sürecek uhrevi bir rahatlık için dünyadaki sayılı günlerde sabırlı olur­lar. Geceleyin ise ayaklarım saf halinde dizip namaz kılarlar, gözlerin­den yanaklarının üzerine yaşlar akar. Cehennem ateşinden azad'edil-mek için Allah'a yalvarıp yakarır ve yüksek sesle niyazda bulunurlar, gündüz ise susuz kalırlar. Yumuşak huylu olup takvalı ve iyi kimseler olurlar, okları andırırlar, dosdoğrudurlar, onlara bakan kimse hasta ol­duklarını sanır, ama onlar hasta değildirler. Onların arasına karışıl-mıştır. Bu kavmin içine büyük bir musibet girmiştir."

Esbağ b. Nebata dedi M: Hz. Ali bir gün minbere çıkıp Allah'ı hamdü senada bulunup ölümden bahsederek şöyle dedi:

"Ey Allah'ın kulları, ölümden kurtuluş yoktur. Eğer ona karşı du­rursanız sizi yakalar, ondan kaçsanız bile peşinizden gelip sizi tutar.

Kurtuluşa bakın, kurtuluşa bakın, acele edip gidin, arkanızda sizi yaka­lamak isteyen mezar var. Mezarın sizi sıkıştırmasından korkup tedbiri­nizi alın. Onun karanlığına ve ıssızlığına karşı tedbir alıp sakının. Dik­kat edin, mezar, Cehennem çukurlarından bir çukur ya da Cennet bah­çelerinden bir bahçedir. Dikkat edin, mezar, hergün üç kez şöyle der: "Ben karanlık yurduyum, ben kurt yurduyum, ben yalnızlık yurdu­yum." Dikkat edin, bunun gerisinde öyle bir gün (kıyamet günü) vardır ki, o günde küçük çocuklar yaşlanır, yaşlı kimselerse sarhoş olurlar. "Her hamile kadın çocuğunu düşürür, insanları sarhoş gibi görürsün, oysa sarhoş değildirler. Fakat bu sadece Allah'ın azabının çetin olma­sındandır." (ei-Hacc, 2.) "Dikkat edin! Bunun da ötesinde daha şiddetli olan birşey vardır. O şeyin sıcaklığı şiddetlidir. Derinliği çok fazladır. Süsleri ve tokmaklan demirdendir, suyu irindir, bekçisinin adı Malik'tir ki, Al­lah için onda merhamet yoktur."

Hz. Ali, böyle dedikten sonra ağladı, yanındaki Müslümanlar da ağ­ladılar. Sonra kendisi şöyle diyerek sözünü sürdürdü: "Dikkat edin, onunda gerisinde bir Cennet vardır ki, genişliği göklerle yer genişliği kadardır. O, takva sahibi kimseler için hazırlanmıştır. Allah bizi ve sizi takva sahibi kimselerden kılsın. Bizi ve sizi elem verici azabdan koru­sun."

Vekî, Evfa b. Dilhem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, bir hutbe irad edip şöyle dedi:

"Dünya, arkasını dönüp gitmek üzere olduğunu ilan etmekte ve si­zinle vedalaşmaktadır. Ahiret ise, size yönelip gelmekte ve neredeyse sizinle buluşmak üzeredir. Bu gün, yanşa hazırlanma günü, yannsa ya-nş günüdür. Siz, gerisinde ecel bulunan günler içindesiniz, her kim eceli gelmeden, emelle yaşadığı günlerinde kusurlu davranırsa, yaptığı işler ziyanla sonuçlanır. Dikkat edin, korktuğunuzda nasıl amel ediyorsanız ümit halinde de Allah için öyle amel edin. Dikkat edin, ben Cennet gibi birşey görmüş değilim ki, onu taleb eden kimse gaflet içinde uyumakta­dır ve Cehennem gibi birşey de görmüş değilim ki, ondan kaçan kimse de gaflet içinde uyur. Bir kimseye hakk yarar sağlamazsa, bâtıl ona zarar verir. Bir kimse doğru yolda gitmezse, sapıklık onu eğri yola saptırır. Dikkat edin, siz buradan göçmekle emrolundunuz, azık için alçaldımz. Dikkat edin, dünya geniştir. İyi kötü herkes onun nimetlerini yer. Ahi­ret ise gerçek bir vaaddir. Orada muktedir olan bir hükümdar, hüküm verecektir. Dikkat edin, şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayasızlığı emreder.

Allah ise, mağfiret ve bol nimet vadeder. Allah'ın lütfü boldur. O, her şeyi bilir. Ey insanlar, yaşarken iyilik yapın ki öldükten sonra mu­hafaza olunasınız. Zira Allah, Cennet'ini kendisine itaat eden kimselere vaad etmiştir. Kendisine isyan edenleri ise, ateşiyle tehdit etmiştir. O ateşin homurtusu asla dinmez. Ona tutsak olan kimse kurtulamaz, ora­da bir tarafi kırılan kimsenin kırık yeri düzelmez. Oranın harareti şid­detlidir, çok derindir, suyu irindir. Sizin için en çok korktuğum şey, heva ve heveslerinize uyup uzun emel beslemenizdir. Heveslere uymak, in­sanı hak yoldan saptmr, uzun emel ise, insana ahireti unutturur."

Asım b. Damre'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bir adam, Hz. Ali'nin yanında dünyayı yerdi. Hz. Ali, ona şöyle dedi:

"Dünya, kendisine sadık olan kimse için bir sadakat yurdudur. Onu anlayan kimse için kurtuluş yoludur. Orada azık edinmek isteyen kim­se için azık ve zenginlik yurdudur. Oraya Allah'ın vahyi inmiştir. Orada melekler namaz kılmıştır. Peygamberlerin mescidi oradadır, velilerin ticaret yeri orasıdır. Orada, Allah'ın rahmet ve Cennet'ini kazandılar. Dünya göçüp gitmekte ve sizden aynlmakta olduğunu ilan ettiği halde artık onu kim yerer? Onun kötülükleri, sevinçlere kanşmıştır. Onun be­lası ona olan yönelişe kanşmış, onun mihneti ona olan tutkuya bulaş­mıştır. Ey emellerle kendini avutan ve dünyayı yeren adam! Dünya seni ne zamandan beri tuzağa düşürüp seni aldatmıştır? Atalanmn belaya çarpılıp düşmelerine mi aldandın? Yoksa toprak altında yatan anneleri­nin ve ninelerinin mezarlarına mı aldandın? Kendileri için şifa taleb edilen ve tabiblerden reçete yazmalan istenilen kimselere nice zaman­lar hasta bakıcılık yaptın, onlan teselli ettin, ama senin tedavin onlara yarar sağlamadı. Ağlaman da onlara birşey kazandırmadı."

Süfyan-ı Sevrî ile A'meş, Ebu'l-Bahteri'nin şöyle dediğini rivayet et­mişlerdir: "Adamın biri, Hz. Ali'ye geldi. Onu abartılı bir şekilde övdü. -Aslında o, Hz. Ali'ye öfke duyuyordu- Hz. Ali, ona şöyle karşılık verdi: Ben senin dediğin gibi değilim. Ben, senin kalbindeki şeyden daha üstü­nüm."

İbn Asakir'den rivayet olunduğuna göre adamın biri, Hz. Ali'ye şöy­le demiş:

- Allah sana sebat versin.

Hz. Ali de ona şu karşılığı vermiş:

- Senin göğsünün üzerinde bana sebat versin."

İbn Ebu Dünya, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Emir, gökten yağmur damlalannın inişi gibi iner, her nefis için Al­lah'ın yazdığı fazlalık veya noksanlık vardır. Bu noksanlık veya fazla­lık, onun canında veya aile etrafında veya malında olur. Bir kimse, ken­di nefsinde veya aile efradında veya malında noksanlık, başkasında da hata görürse bu onun için fitne olmasın. Müslüman kişi, dünyasını ya­şamadığı takdirde onun yanında dünyadan bahsedildiğinde huşulu davranır. İnsanların karaktersiz ve alçak olanları dünyaya aldanırlar. Tıpkı bilgili perişan kimse gibi ki, ilk eleştirisinin yanında ganimet ve dünya malı kazanacağını bekler. Borçlanm ve ihtiyaçlarım gidereceğini sanır, aynı şekilde hainlikten uzak olan Müslüman kişi de iki güzellik arasındadır. Eğer Allah'a dua ederse, Allah katındaki şeyler onun için daha hayırlıdır. Eğer Allah, ona bir malı nasib ederse, bakarsın ki o, mal ve aile sahibi olmuştur. Dindar ve soylu olmuştur. Ya da Cenâb-ı Allah, ona ahirette bazı şeyler verecektir ki, ahiret onun için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Zenginlik ve servet ikidir. Bunlardan dünya serveti ve zenginliği, mal ve takvadır. Ahiret serveti ve zenginliği ise, kalıcı olan salih amellerdir. Allah, bu iki servet ve zenginliği bazı kimselere bir ara­da verir."

Süfyan-ı Sevrî dedi ki: "Bu gibi sözleri, Ali'den başka güzelce söyle­yebilen başka bir kimse yoktur."

Zebid el-Yamf den rivayet olunduğuna göre Muhacir el-Amirî şöyle demiştir: "Ebu Talib oğlu Ali, bir beldeye tayin ettiği bir valisine şöyle bir mektup yazıp gönderdi: "İmdi sen uzun süre halkından ayrı durma, zira valilerin kendi halkları ile aralarına perde çekmeleri, iki dağ ara­sındaki bir dar boğaz gibidir. Bu durumda onlar, işlerden çok az haber­dar olurlar. Araya engel kovmak, halkla olan irtibatı koparır. Bu du­rumda onların büyükleri güçsüz olur, küçükleri büyük olur. Güzelleri çirkin, çirkinleri de güzel olur. Hakla batıl birbirine karışır. Zira vali bir beşerdir. İnsanların kendisinden gizledikleri işlerden haberi olamaz. Halkın alnında yalana veya doğru olduklarını gösteren işaretler yoktur ki, araya yumuşak bir perde koymakla haklara müdahale edilmesine engel olamazsın. Sen, şu iki tipten birisin: Ya hakkı vermekte cimri dav­ranan bir kimsesin. O zaman vermen gereken hakkı ne diye vermeyip engelliyorsun? Sergilemen gereken güzel huyu ne diye reayandan esir­giyorsun?

Ya da sen, cimrilik ve engellemekle mübtelâ bir adamsın. Bu takdir­de sahip olduğun nimetler, çabucak elinden gider ve senden ümitlerini kestikleri takdirde insanlar hiçbir ihtiyaçlarım sana söylemezler. Oysa insanların şikayet ve haksızlıkları dile getirip adalet isteme gibi birçok ihtiyaçları vardır ki, bunları sana söylemeleri gerekiyor. Sana bu anlat­tığım şeylerden yararlan, payına düşen ibreti al ve inşaallah Rabbim se­ni doğru yola iletir."

Medainî dedi ki: Hz. Ali, valilerinden birine şu mektubu göndermiş­ti: "Yavaş ol bakalım. Öyle görüyorum ki sen miadını doldurmak üzere­sin. Aldanan kişinin hasrete duçar olacağı bir yerde, sana yaptığın işleri anlatmış bulunuyorum. Tevbeyi zayi eden ve zalim olan kimsenin bu yaptığı kötülüklerden geri dönmeyi temenni ettiği bir makamda sana bunları anlatıyorum."

Hüşeym, Şa'bi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Bekir, şiir söylerdi. Ömer, şiir söylerdi. Ali, şiir söylerdi. Ama Ali ,bunlardan daha iyi bir şairdi."

Ebu Bekr b. Büreyd, Ebu Ubeyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Muaviye, Ali'ye şöyle bir mektup gönderdi: Ey Hasan'm babası! Benim birçok faziletlerim var. Benim babam cahiliye döneminde liderdi. İslâ­miyet döneminde de ben hükümdar oldum. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m hısımı mü'minlerin dayısı ve vahiy katibiyim."

Hz. Ali de, Muaviye'ye şöyle bir mektup gönderdi: "Ey ciğer yeyicisi-nin oğlu! Sen faziletlerinle Ali'ye karşı övünüyor musun?"

Böyle dedikten sonra azadhsma şöyle dedi: 'Yaz bakalım ey çocuk!"

"Peygamber Muhammed, benim kardeşim ve kaympederinidir, şe-hidlerin efendisi Hamza da amcamdır.

Sabah akşam meleklerle birlikte uçan Cafer ise, anamın oğludur.

Muhammed'in kızı, benim evimde ve benim zevcemdir. Onun canı benim canımla, onun kanı benim kanımla birbirine karışmıştır. Mu­hammed'in iki torunu, Fatıma'dan doğmuş olup benim çocuklarımdır. Hanginiz benim kadar ondan nasib almışsınız?

Küçücük bir çocuk olup ergenlik çağına erdiğim zaman sizden önce İslâm'a girmiştim."

Muaviye, adamlarına dedi ki: "Bu mektubu saklayın, Şamlılar oku­masınlar. Okudukları takdirde Ebu Talib oğlu Ali'nin tarafına yönelir­ler."

Zübeyr b. Bekkar ile diğerleri, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında Hz. Ali'nin, şu şiiri okuduğunu işit­tim:

"Ben Mustafa'nın kardeşiyim, soyumda şüphe yoktur. Onunla bir­likte büyüdüm, onun iki torunu benim çocuklarımdır.

Benim ve Rasûlullah'ın dedesi aynıdır. Fatıma, zevcemdir. Bu sö­zümde yalan yoktur. İnsanların hepsi sapıklık, şirk ve inkar şaşkınlığı içinde iken ben Muhammedi tasdik ettim.

Allah'a hamd edip şükrediyorum ki O'nun ortağı yoktur.

O, kuluna iyilik yapar ve sonsuza dek bakidir."

1.Ali bu şiirini tamamladığı zaman Rasûlullah (s.a.v.) gülümsedi ve: "Doğru söyledin ey Ali" dedi.

Bu rivayetin senedinde münkerlik vardır ve şiirde de karışıklık var-

Harız îbn Asakir, Esbağ b. Nebata'nın şöyle dediğini rivayet etmiş-«r: «Adamın biri, Hz. Ali'nin yanma gelip şöyle dedi:

 Ey mü'minlerin emin! Benim bir ihtiyacım var. O ihtiyacımı sana tmeden önce Allah'a arzettim. Eğer bu ihtiyacımı giderirsen Al- hamd eder, sana da teşekkür ederim. Eğer ihtiyacımı gidermezsen

Allah'a hamd eder ve seni de mazur görürüm. Hz. Ali, o adama şöyle dedi:

- İhtiyacını yere yaz. Zira ihtiyacını bana söylerken yüzündeki zil­leti görmek istemiyorum.

Adam da ihtiyacını yere: "Ben muhtacım." diye yazdı. Hz. Ali de ona:

- Sana bir elbise vereceğim, dedi. Getirilen elbise, o adama teslim edildi. Adam da elbiseyi alıp giydi, sonra şöyle dedi:

"Bana güzellikleri çürüyecek bir elbise giydirdin.

Ben de sana güzel övgülerden örülmüş bir elbise giydireceğim.

Eğer benim güzel övgüme erişirsen, büyük bir üstünlüğe erişmiş olursun.

Sana söylediğim bu övgüleri elbisene bedel saymak istemiyorum.

Güzel Övgü, sahibinin anısını yaşatır. Tıpkı yağmur gibi, onun ser­pintileri dağları ve ovaları diriltir.

Karşılaştığın bir hayır hususunda zamana cimrilik yapma.

Zira her kul, işlediği amelin karşılığını görecektir."

Hz. Ali, o adama:

- Sana birkaç dinar da vereceğim, dedi ve yüz dinar getirip o ada­ma verdi. Yanında duran Esbağ, ona şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri! Hem elbise hem de yüz dinar mı veriyor­sun bu adama?

- Evet. Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "İnsanları hak ettikleri konuma koyun." Bu adamın da benim yanımda­ki konumu bunu gerektiriyor.»

Hatib el-Bağdadî, Hz. Ali'nin şöyle bir şiir yazdığını söylemiştir:

"İnsanların kalpleri sıkışıp geniş gönülleri daraldığı zaman, sıkın­tılar kalbe yerleştiği ve büyük felaketler gönülde yer yapıp mekan tut­tuğu zaman,

Başa gelen sıkıntıyı gidermenin yolunu görmediğin zaman,

Akıllı kimsenin bu sıkıntıları gidermek için çare bulamadığı za­man, ümitsizliğe düştüğünde sana imdat gelir.-

Onunla sana yakın ve duana icabet eden zat, sana lütufta bulunur.

Hadiseler peşpeşe sıralandığı ve son kerteye varıldığı zaman artık onun peşisıra yakın bir genişlik gelecektir."

Ebu Bekir Muhammed b. Yahya es-Solî, mü'minlerin emiri Ebu Ta-lib oğlu Ali için şöyle bir şiir söylemiştir:

"Büyük hadise karşısında sabret.

Şevkini güzel bir sabırla tedavi et, sabırsızlanma.

Eğer bir gün sıkıntıya düşersen de, uzun zaman içinde mutlaka ge­nişliğe kavuşursun.

Rabb hakkında kötü zan besleme, çünkü Cenâb-ı Allah, güzelliğe daha layıktır.

Sıkıntının peşi sıra genişlik gelir.

Allah'ın sözü, sözlerin en doğrusudur.

Eğer akıllar rızkı çekip getirselerdi o zaman rızık, akıllı kimselerin yanında olurdu.

Nice mü'min var ki, bir gün aç kalırlar.

Ama yakında, kokulu Selsebil ırmağının suyundan kana kana içe­ceklerdir."

Dünya, noksanlıklardan münezzeh olan Allah katında o kadar önemsizdir ki, kendi nezdinde kıymetli olan mü'min kimseyi aç bırakır, kıymetsiz olan köpeği doyurur, kâfir kimse yeyip içer, giyip güzel meta-lardan yararlanır, mü'min kimse ise aç ve çıplak kalır. Bu da hakimler hakimi Allah'ın hikmetinin gereğidir.

Ali b. Cafer el-Verrak, mü'minlerin emiri Ebu Talib oğlu Ali için şöy­le bir şiir söylemiştir:

"Elbiselerin en sağlamını giydiğin zaman bu elbise erkeklerin süsü olur. Giyen kimse bu elbiseyle onurlanıp yükselir.

Elbise hususunda mütevazi olmayı bırak. Bunu huşulu olmanın bir gereği sayma.

Zira Allah, içinde gizlediğin şeyleri bilir.

Eğer sen günahkar bir kulsan, elbisenin eski püskürüğü Allah ka­tında derecem arttırmaz.

Sen Allah'tan korkup haramlarından sakındığın takdirde elbisenin pahalı ve kıymetli oluşu sana zarar vermez."

Bu da, şu hadis-i şerifte anlatılan hususa tıpa tıp uymaktadır:

"Doğrusu Allah, sizin suretlerinize ve elbiselerinize bakmaz. O, sa­dece sizin kalplerinize ve amellerinize bakar."

Sevrî dedi ki: "Dünyada zahittik, aba giymek ve kuru ekmek yemek­le olmaz. Zahitlik, ancak uzun emel sahibi olmamakla elde edilir."

Ebu'l-Abbas Muhammed b. Yezid b. Abdi'l-Ekber el-Muberreu dedi ki: Hz. Ali'nin kılıcı üzerinde şu ibare yazılı idi:

'insanların dünyaya karşı tutku ve tedbirleri vardır. Hevesin ama­cında da akıl ve paçaları sıvama vardır.

Rablerine itaat ederlerse, akıl onları taatlerden alıkoyar ve sözünü ettiğimiz tutkudan ötürü insanların yaşantılarının saflığı keder ve üzüntüyle karışmıştır.

Rızıklar taksim edilirken akılları sayesinde kendilerine verilmiş değildir.

Lakin o rızıklar, onlara takdir gereği ölçülü olarak verilmiştir.

Nice akıllı ve edip kimse vardır ki, rızık ona bol verilmez.

Nice ahmak kimse de vardır ki, taksirli olmakla birlikte dünyalığı­na kavuşmuştur.

Eğer rızık güç ve kuvvetle elde edilseydi doğan ve şahinler, serçele­rin rızıklarım alıp uçururlardı."

Asmaî, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Ebu Talib oğlu Ali, bir adamla arkadaşlık etmesini istemediği bir adama şöyle dedi:

"Cahil kimse ile arkadaşlık etme, ondan sakın, nice cahil kimse var­dır ki, kendisi ile arkadaşlık eden yumuşak huylu kimsenin bu huyunu alıp götürür.

Kişi arkadaşıyla ölçülür, arkadaşı kötü ise kendisi de kötüdür. Eşya da eşya ile ölçülür, benzerlerine bakılır ve kıymeti takdir edilir. Karşı­laştıkları esnada kalbden kalbe bir yol vardır."

Amr b. Alâ, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, Fatı-ma'nm mezarı üzerinde durup şu şiiri okudu:

"Ebu Erva'yı andım, geceyi geçirdim, sanki ben geçmişte kalan ke­derleri geri çevirmeye vekilim.

Her iki dostun bir araya gelmesinin ayrılışı vardır.

Ölümden önceki bütün vakitler azdır.

Benim dostları birer birer arayışım, onları kaybedişim, dostluğun 4 devam etmeyeceğini gösteriyor.

Kendilerinden ayrıldığım dostlarım benim hatıramı unutacak, dostluğumu aklından çıkarıp hatırlamaz olacaktır.

Benden sonra da her dostun bir dostu olacaktır.

Eğer bir gün ecelim gelip hayattan koparsam,

Ardım sıra ağlayan kadınların ağlayışları az sürecektir."

Şairin biri, Hz. Ali için şu şiiri söylemiştir:

"Ölümlü olan kimsenin alçak gönüllü olması gerekir. Kişiye dünyada kıt kanaat geçirebileceği bir rızık yeterlidir. Kişinin anlatılamayacak derecede keder ve tutku sahibi olmaması gerekir.

Rabbimizin yaptıkları çok güzeldir.

Onun takdir ettiği rızıklar elimizden kaçacak değildir.

Ey adam! Yakında sen, konuşmaları sessizlik olan bir kavmin yanına göçüp gideceksin (ölülerin arasına karışacaksın)"

Bu fasıl çok uzayabilirdi, ancak biz, yeteri kadar şiirleri nakletmek­le yetindik. Allah'a hamd ve minnet olsun.

Hammad b. Seleme, Eyyüb es-Sahtiyanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Bekir'i seven, dini dimdik ayakta tutmuş olur. Ömer'i seven, yolu açıklamış olur. Osman'ı seven, Allah'ın nuruyla aydınlanmış olur. Ali'yi seven, sağlam kulpa tutunmuş olur. Rasûlullah'ın ashabı hakkın­da güzel söz söyleyen, münafıklıktan uzak kalmış olur." [2]

 

Şaşılacak Garîp Bîrşey

 

İbn Ebi Hayseme, Abdürrezzak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir defasında yanımızda hiçbir kimse olmadığı bir sırada karşısında durduğum Mamer bana gülümseyince, kendine:

- Neyin var? diye sordum. O da şöyle cevap verdi:

- Kûfelilere şaşıyorum. Sanki Küfe şehri, Ali'nin sevgisi üzerine kurulmuş. Onlardan hangisiyle konuştuysam en ılımlıları bile Ali'yi Ebu Bekir ve Ömer'e üstün tutuyor. Onlardan biri de Süfyan-ı Sevrî'dir.

- Sen Süfyan-ı Sevrfyi gördün mü? (Bu soruyu sorarken onu gör­mesi büyük bir hadiseymiş gibi sanıyordum.)

- O da ne ki: Eğer adamın biri bana: "Ali, bana göre Ebu Bekir'le Ömer'den daha üstündür," dese onu ayıplamam. Ebu Bekir'le Ömer'in faziletlerini sayıpta Ali'nin onlardan üstün olduğunu söylerse, bunu ya­dırgamam. Eğer bir adam bana: "Ömer,bana göre Ebu Bekir ile Ali'den üstündür." derse, onu da azarlamam."

Abdürrezzak dedi ki: îkimiz ıssız bir yerde oturmakta iken bunu Ve-ki b. Cerrah'a anlattım. O, benim bu sözlerimi hayretle karşıladı. Süf-yan'm nasıl olur da böyle birşey dediğini söyledi ve güldü. Sonra da şöyle dedi: "Süfyan, işi bu noktaya kadar götürecek kimse değildir, ancak o bi­ze açıklamadığı hususları Mamer'e açıklamıştır."

Ben Süfyan'a şöyle diyordum: "Ey Ebu Abdillah! Ali'yi, Ebu Bekir'le Ömer'e üstün tutarsak buna ne dersin?" Süfyan, benim bu sorum karşı­sında bir süre susuyor, sonra şöyle diyordu: Korkarım ki bu, Ebu Be­kir'le Ömer'e dil uzatmak olur. Onun için biz bu hususta susuyor, birşey söylemiyoruz."

Abdürrezzak dedi, ki: İbn Tevmi yani Mamer'e gelince o dedi ki: Ba­bamın şöyle dediğim işittim: "Ebu Talib oğlu Ali'nin üstünlüğü yüz menkıbe iledir. Ayrıca onlara menkıbeleri hususunda da ortak olmuş­tur. Ben, Osman'ı Ali'den daha çok seviyorum."

Bu sözlerde karışıklık vardır. Belki de Mamer, bunları birbirine karıştırmıştır. Çünkü Kûfelilerin bazılarından nakledilen meşhur riva­yetlerde anlatıldığına göre onlar, Ali'yi, Osman'dan üstün görürlermiş. Ama Ebu Bekir ile Ömer'den asla üstün görmezlermiş. Ebu Bekir'le Ömer'in diğer sahabelere üstünlüğünü, ancak geri zekalı kimseler bile­mez. Şu imamlara gelince onlar nasıl bilmesinler? Hatta Eyyüb ve Dare Kutni gibi birçok âlim: "Ali'yi Osman'a üstün tutan kimse, Muhacirlerle Ensâr'ı tahkir etmiş olur." demişlerdir. Bunlar, doğru, sahih ve güzel sözlerdir.

Yakub b. Ebi Süfyan, Ebu Salih el-Hanefî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Talib oğlu Ali'nin Kur'ân'ı alıp başı üzerine koyduğunu gör­düm. Öyle ki Mushafm yapraklarının hışırtılarını işitiyordum. Sonra Ali şöyle dedi:

"Allah'ım, bunlar Mushaf taki hükümleri ümmete tatbik etmeme engel oldular. Bari sen bu Mushaf taki şeylerin sevabını bana ver. Al­lah'ım, ben bunları usandırdım, bunlar da beni usandırdılar. Ben bunla­ra öfke duydum, bunlar da bana öfke duydular ve beni huy ve karakteri­min dışına sürüklediler. Bende görülmeyecek olan bir ahlakı meydana getirdiler. Allah'ım, sen beni bunlardan daha hayırlı kimselerle karşı­laştır ve bunlara benden daha şerli bir kimseyi getir. Allah'ım, bunların kalplerini tuzun suda eriyişi gibi eritip öldür." Hz. Ali, bu sözlerini Kûfeliler hakkında sövlemişti.

İbn Ebi Dünya, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu gece rüyamda Rasülullah (s.a.v.)'ı gördüm. Kendisine şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, senin bu ümmetinden gördüğüm eğrilik ve husu­met nedir?

- Onlara beddua et.

- Allah'ım, beni bunlardan daha hayırlı kimselerle karşılaştır. Ve benden daha kötü bir kimseyi bunların başlarına getir." Hz. Ali, bu rü­yayı gördüğü gün evinden çıktı. İbn Mülcem onu öldürdü."

"Kitabü'l-Kader" adlı eserinde Ebu Davud, şöyle bir rivayette bu­lunmuştur: "Haricilerin savaşı esnasında arkadaşları Hz. Ali'yi, her ge­ce onar nöbetçi ile koruyorlardı. Bu muhafızlar geceleyin mescidde si­lahlı olarak nöbet tutarlardı. H7. Ali, onları görünce şöyle sordu:

- Burada niçin oturuyorsunuz?

- Senin için nöbet tutuyoruz ve seni koruyoruz.

- Sema ehline karşı mı beni koruma altına alıyorsunuz? Yerde ola­cak şeyler önce semada kararlaştırılır. Benim üzerimde Allah tarafın­dan sağlam bir kalkan vardır. Her insanın meleklerden bir muhafızı vardır. O insana, bir hayvan veya başka birşey saldırmak istediği za­man melek, ona: "sakın, sakın" der. Ama kader gelip çattığı zaman mu­hafız olan melek o insanın yanından uzaklaşır. (Başka bir rivayette anlatıldığma göre Hz. Ali şöyle demiştir: Her insanı koruyan iki melek var­dır. Kader gelip çattığı zaman o muhafız melekler, onu bırakıp giderler). Bir kul kendisinin başına gelecek olan şeyr~ mutlaka geleceğini ve ka­derinde yazılı olmayan bir şeyle de karşılaşmayacağını kesin olarak bil­medikçe imanın tadını alamaz."

Hz. Ali, her gece mescide girer ve orada namaz kılardı. Sabahında Öldürüleceği gece olduğu zaman Hz. Ali, o gece biraz muzdarib olup ra­hatsızlandı. Aile efradım topladı, onlarla görüştü. Sabah vakti mescide giderken kazlar onun yüzüne karşı bağırıştılar. Halk, onları susturdu. Hz. Ali ise: "Bırakın bunları, bunlar benim için ağıt döküyorlar." dedi. Mescide çıktığı zaman İbn Mülcem, onu vurdu ve önceki sayfalarda an­lattığımız hususlar meydana geldi. İnsanlar:

- Ey müminlerin emiri! Murad kabilesinin bütün ferdlerini öldü­relim mi? diye sorduklarında Hz. Ali, şu cevabı verdi:

- Hayır, sadece İbn Mülcem'i hapsedin ve tutukluluk halinde ona iyi davranın, eğer ölürsem onu öldürün. Eğer yaşarsam, yaralara karşı­lıklı kısas vardır.

Bu hadise üzerine Hz. Ali'nin kızı Ümmü Külsüm, şöyle demeye başladı: "Eyvah sabah namazına! Kocam, mü'minlerin emiri Ömer sa­bah namazında öldürüldü, mü'minlerin emiri babam Ali de sabah na­mazında vuruldu!"

Vurulduğu zaman Hz. Ali'ye sordular:

- Senden sonraki halifeyi belirlemiyecek misin?

- Hayır. Ben, Rasûlullah'm sizi halifesiz bıraktığı gibi halifesiz bı­rakıyorum. Eğer Allah, size hayır murad ederse, en hayırlınızı halife seçmekte sizi bir araya getirecektir. Tıpkı Rasûlullah'tan sonra en ha­yırlınızı halife seçmekte bir araya geldiğiniz gibi.

Bu da dünyadaki son deminde Hz. Ali'nin, Ebu Bekir'in fazilet ve üs­tünlüğünü itiraf etmesi idi.

Tevatür yoluyla sabit olduğuna göre Hz. Ali, halifeliği zamanında Kûfe'de emirlik sarayında şöyle bir nutuk irad etmiştir:

"Ey insanlar! Peygamberlerden sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir'dir, sonra Ömer'dir. Eğer üçüncünün adım belirlemek isteseydim belirlerdim."

Rivayete göre Hz. Ali, bu hutbesini irad edip minberden inerken de Şöyle- demiştir: "Ömer'den sonra bu ümmetin en hayırlısı Osman'dır, sonra yine Osman'dır."

Hz. Ali, vefat ettiği zaman aile efradı onu yıkayıp defnettiler. Nama­zını oğlu Hasan kıldırdı ve dört tekbir aldı. Başka bir rivayette anlatıldı­ğına göre dörtten fazla tekbir almıştır. Hz. Ali, Kûfe'de Darü'l-Hüafe'ye defne dil mistir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Küfe camimin kıblesinde bulunan Âl-i Ca'de b. Hübeyre'nin evindeki bir odaya defnedilmiştir ki, bu odada Babü'l-Verraki'nin hizasmdadır. Başka bir riva­yette anlatıldığına göre Hz. Ali, Küfe dışında defnedilmiş tir. Künaseye defnedildiğine veya çöle defnedildiğine dair rivayetler de vardır.

Şerik el-Kadi ile Ebu Nuaym Fadl b. Dekin dediler ki: "Hz. Ali'nin mübarek cesedini oğlu Hasan, Muaviye ile barış yaptıktan sonra Kûfe'den nakledip Medine'ye götürmüş ve orada Rasûlullah'm kızı Fa-tıma'nın mezarının yanına Baki mezarlığına defnetmiş tir."

İsa b. Dab dedi ki: "Hz. Ali'nin mübarek cesedini bir sandukaya ko­yup deveye yükleyerek götürdüler. Onu Tayy kabilesinin bulunduğu beldeden götürürlerken cesedi taşımakta olan deveyi kaybettiler. Tayy kabilesi, devenin üzerindeki sanduka içinde mal olduğunu zannederek yakaladılar. Sandukayı açtıklarında içinde bir ceset bulunduğunu gör­dükleri zaman onu kendi beldelerine defnettiler ve mezarı da şimdiye kadar bilinmemektedir."

Meşhur rivayete göre -Hz. Ali'nin mezarı, Abdülmelik b. îmran'm da anlattığı gibi şimdiye dek Küfe'de bulunmaktadır. Yine Abdülmelik b. îmran'm ifadesine göre halife Hişam zamanında Emevilerin valisi Ha-lid b. Abdullah el-Kasrî, bazı binalar inşa etmek için bir takım evleri yıktığı zaman yıktığı yerlerdeki evlerden birinde bir mezar görmüş, me­zarı açıp baktığında içinde saçı sakalı ağarmış bir ceset görmüş ve bu ce­sedin de Hz. Ali'ye ait olduğunu anlayınca yakmak istemiş, halk ona: "Ey emir! Emeviler senden bütün bu kötülükleri yapmam istemiyorlar, niçin böyle yapıyorsun?" deyince o da Hz. Ali'nin cesedini bir çuhaya sa­rarak oraya yeniden defnetmişti. Anlatıldığına göre Hz. Ali'nin cesedi oradan alınıp başka yere götürülünceye kadar mezarının bulunduğu evde kimse oturamamıştır. îbn Asakir, böyle bir rivayette bulunmuş­tur.

Sonra Hz. Ali'nin oğlu Hasan, Abdurrahman b. Mülcem'i zindandan çıkarıp yamna getirmişti. İnsanlar onu, yakmak için odun ve neft geti­rip oraya yığmışlardı: Hz. Ali'nin çocukları onlara: "Bırakın da biz bun­dan Öcümüzü alalım." demişlerdi. Bunun üzerine îbn Mülcem'in elleri ve ayakları kesilmiş, buna rağmen asla sabırsızlık göstermemişti. Bu haliyle de Allah'ı zikretmeye ara vermemişti. Gözlerine mil çekildi, yine Allah'ı zikrediyor ve îkra sûresini baştan sona okuyordu. Okurken de gözlerinden yanaklarına yaşlar akıyordu. Sonra dilini koparmak istedi­ler. Ancak o zaman şiddetli şekilde sızlanmaya ve sabırsızlık gösterme­ye başladı. Bunun sebebini kendisine sorduklarında şu cevabı verdi: "Dünyada bir an bile Allah'ı zikretmeksizin boş durmaktan korkarım." Böyle dediği esnada öldürüldü ve ateşle yakıldı. Allah onu kahretsin.

Muhammed b. Sa'd dedi ki: "îbn Mülcem, esmer tenli, güzel yüzlü, parlak şimali bir adamdı, saçları kulak yumuşaklarına kadar uzanıyor­du. Alnında secde izi vardı."

Âlimler dediler ki: İbn Mülcem'in öldürülmesi için Hz. Ali'nin oğlu Abbas'ın buluğa ermesine kadar beklenilmedi. Çünkü o, babasının Öl­dürüldüğü gün küçük idi.

Dediler ki: Hz. Ali'nin oğlu Abbas'm buluğa ermesine kadar bekle­nilmedi, çünkü îbn Mülcem kısas olarak değil de savaş suçlusu olararak öldürüldü. Doğrusunu Allah bilir.

Hz. Ali, hicri kırkıncı senenin ramazan ayının onyedinci gününde "cuma günü" vuruldu. Bu hususta ihtilaf yoktur. Bazıları onun vuruldu­ğu gün öldüğünü, bazıları ise ramazanın on dokuzuncu günü "pazar gü­nü" Öldüğünü söylemişlerdir.

Fellas dedi ki: Hz. Ali, ramazanın yirmibirinci gecesinde vuruldu ve yirmi dördüncü gecesinde vefat etti. Vefat ederken elli küsur veya elli sekiz yaşındaydı. Bazıları ise altmışüç yaşında iken vefat ettiğini söyle­mişlerdir. Meşhur olan rivayet de budur. Muhammed b. Hanefi'ye, Ebu Cafer el-Bakır, Ebu îshak es-Sebü ve Ebu Bekir b. îyas bu görüştedirler. Bazıları ise, Hz. Ali'nin altmışdört yaşında ya da altmışüç yaşında iken • vefat ettiğini söylemişlerdir. Ebu Cafer el-Bakır ise, altmışbeş yaşında iken vefat ettiğini söylemiştir.

Hz. Ali'nin halifeliği dört sene dokuz ay sürmüştür. Bazları ise, hali­feliğinin dört sene sekiz ay ve yirmiüç gün sürdüğünü söylemişlerdir. Allah ondan razı olsun.

Cerir, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, karısı Fahite binti Kurta ile birlikte bir yaz gününde uyumakta iken Hz. Ali'nin ölüm haberini aldı. Yatağından kalkıp oturdu ve: "înnâ lillahi ve innâ ileyhi raciun." dedi. Ağlamaya başladı. Karısı Fahite, ona şöyle de­di:

- Bak hele şuna sen! Dün Ali ile savaşıyordun, bugün ise onun ölü­mü için ağlıyorsun.

- Yazıklar olsun sana! Ben, Ali'nin kaybedilen hilmine, ilmine, fa­ziletine, İslâm'a bizden önce girişine ve hayırlı bir kimse olduğuna ağlı­yorum."

"Şeytanın Hileleri" adlı kitabında İbn Ebu Dünya şöyle dedi: "Mua-viye'nin komutanlarından Şamlı birisi, bir gece oğluna öfkelendi, onu evinden kovdu. Oğlu da evden çıktı, ama nereye gideceğini bilemediği için kapının önünde oturdu. Bir müddet uyudu, sonra uyandığında ka­pılarım, yabani ve siyah bir kedinin tırmalamakta olduğunu gördü, içe­rideki evcil kedileri kapıya geldiğinde yabani kedi, içeridekine şöyle de­di:                                                                                  

- Yazıklar olsun sana, kapıyı aç hele.                    

- Açamam.                                                              

- Yazıklar olsun sana! Yiyebileceğim birşey getir bana. Aç ve yor­gunum, şimdi Kûfe'den geliyorum. Bu gece orada büyük bir hadise meydana geldi. Ebu Talib oğlu Ali öldürüldü.

- Vallahi evde her ne varsa hepsinin üzerine sahiplerim Besmele çekip Allah'ın adını anonslardır. Sadece üzerinde et pişirilen bir şiş var. O şiş üzerinde sahibini et pişirir.

- O şişi bana getir.

İçerideki kedi o şişi getirip kapıda duran yabani kediye verdi. Yaba­ni kedi de şişi yalamaya başladı. Böylece ihtiyacını giderip geri döndü. Bu manzarayı dışarıda kapı önünde oturmakta olan ev sahibinin oğlu görüyor ve kediler arasında geçen konuşmayı işitiyordu. Kalkıp kapıyı vurdu. Babası kapıya geldi ve:

- Kim o? diye sordu, oğlu da şu cevabı verdi:

- Kapıyı aç.

- Yazıklar olsun sana! Neyin var?

- Kapıyı aç.

Babası kapıyı açtı, oğlu içeri girdi ve gördüğü şeyi babasına anlattı. Babası da ona şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, yoksa bu gördüğün bir rüya mıydı?

- Hayır, vallahi.

- Yazıklar olsun sana, yoksa benden sonra delirdin mi sen?

- Hayır vallahi. Durum, tıpkı sana anlattığım gibidir. Şimdi sen Muaviye/nin yanına git ve sana söylediklerimi, ona da anlat ve bu sözü­mü muhafaza et.

Ba.ba evden çıkıp Muaviye'nin konağına gitti. İçeri girmek için izin istedi, izin verildi. îçeri girdi. Durumu oğlunun anlattığı şekilde Muavi-ye'ye anlattı. Onlar da bunun tarihini belirlediler ve postanın gelmesini beklediler. Posta geldiğinde durumun, anlatıldığı gibi cereyan ettiğini anladılar."

Ebu'l-Kasım, Amr b. Esamm'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'e şöyle dedim:

- Şiiler, kıyamet gününden önce Ali'nin tekrar dünyaya geleceğini iddia ediyorlar.

- Yalan söylüyorlar. Bunlar aslında Ali'nin taraftarı değildirler. Eğer onun kıyametten önce dünyaya yeniden geleceğini bilseydik, onun zevcelerini başkalarıyla evlendirmez, malım da paylaştırmaz dik." [3]

 

Hz. Ali'nin Oğlu Hasan'ın Halifeliği

 

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Hz. Ali (r.a), îbn Mülcem ta­rafından vurulduğunda Müslümanlar, Hz. Ali'ye şöyle dediler:

- Ey mü'minlerin emiri, yerine bir halife tayin et.

- Hayır ben, Rasûlullah (s.a.y.)'ın sizi halifesiz bıraktığı gibi halife­siz bırakacağım. Eğer Allah, size hayır murad ederse, Rasûlullah't an sonra en hayırlınızı halife seçme hususunda ittifak ettiğiniz gibi benden sonra da en hayırlınızı halife seçmekte ittifak edersiniz.

Hz. Ali, vefat edince oğlu Hasan namazını kıldırdı. Çünkü o, Ali'nin en büyük oğlu idi. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi sahih kavle gö­re Hz. Ali, Kûfe'de emirlik köşküne defnedilmiştir. Hz. Ali'nin defin işi tamamlandığı zaman Hz. Hasan'a ilk olarak Kays b. Sa'd b. Ubade gelip: "Elini uzat, Allah'ın kitabı ve peygamberinin sünneti üzerine seninle be/atlaşayım." dedi. Hz. Hasan sustu. Kays, onunla bey'atlaştı. Sonra da halk gelip Hasanla bey'atlaştı. Bu bey'atlaşma, Hz. Ali'nin vefat etti­ği günde olmuştu. Hz. Ali, bir kavle göre vurulduğu gün vefat etmiştir ki, o gün hicri kırkıncı senenin ramazan ayının onyedinci günü olan cu­ma günü idi. Başka bir rivayete göre ise, vuruluşundan iki gün sonra ve­fat etmiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali, ramazanın son on gününde vefat etmiştir. Hz. Hasan'm halifeliğe geçtiği gün Kays b. Sa'd, Azerbeycan valisi idi. Kays'm eli altında 40.000 savaşçı vardı. Bunlar, Hz. Ali'ye ölüm üzerine bey'at etmişlerdi. Ali vefat edince Kays b. Sa'd, Şamlılarla savaşmak üzere harekete geçmesi için Hz. Hasan'a ısrar etti. Hz. Hasanda Kays'ı Azerbeycan valiliğinden azledip yerine Ubeydullah b. Abbas'ı atadı. Hasan, kimse ile savaşmak istemiyordu. Ancak etrafındakiler zorlayarak onu bu görüşünden vazgeçirdiler ve benzeri duyulmamış büyük bir ordu teşkil ettiler. Hasan, bu ordunun 12.000 kişilik öncü kuvvetlerinin basma Kays b. Sa'd b. Ubade'yi komu­tan olarak tayin etti. Kendisi de diğer askerlerle onun peşi sıra Şam'a doğru harekete geçti ki, Muaviye ve Şamlılarla savaşsın. Medain'e uğ­radığında orada mola verdi. Öncü kuvvetler ilerlediler, kendisi Medain dışında ordugah kurmuş iken biri: "Dikkat edin! Kays b. Sa'd b. Ubade öldürüldü!" diye bağırdı. İnsanlar ayaklandılar. Birbirlerinin eşyaları­nı yağmaladılar, hatta Hasan'm taht-ı revanim da yağmalamışlardi. Nihayet onlar, Hz. Hasan'ın üzerinde oturmakta olduğu sergisini de elinden zorla almak istediler. Kendisi bineğine binerken biri onu ya-rayladı. Hareket edemeyecek hale geldi. Hasan, onlara çok kızdı. Bine­ğine binip gitti ve Medain'deki beyaz köşke girip konakladı, yaralı hal­deydi. Onun Medain'deki valisi, Sa'd b. Mesud Sakafi idi. Sa'd, Cisr sa­vaşının komutanı Ebu Ubeyd'in kardeşi idi. Askerler köşke yerleştikle­ri zaman Muhtar b. Ebi Ubeyd (Allah onu kahretsin.), amcası Sa'd b. Mes'ud'a dedi ki:

- Şeref ve servet sahibi olmak istemez misin?

- Neymiş bu şeref ve servet?

- Ali'nin oğlu Hasan'ı yakalayıp zincire vuracak ve Muaviye'ye göndereceksin.

- Allah sizi kahretsin ve teklifinizi de kahretsin. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızı Fatıma'nın oğluna ihanet mi edeceğim?

Hasan, askerlerinin etrafından dağılıp gittilerini görünce onlara öf­kelendi ve Şamlılara doğru gitmekte iken Muaviye'ye bir mektup gön­dererek barış pazarlığında bulunmayı teklif etti. Muaviye de ona Abdul­lah b. Amir ile Abdurrahman b. Semüre'yi gönderdi. Bunlar, Kûfe'ye ge­lip Hz. Hasan'a istediği malları verdiler. Hz. Hasan da Kûfe'deki beytül maldan 5.000.000 dirhem alacağına dair bir şart ileri sürdü ve ayrıca Dâr Ebcerd'in haracının kendisine verilmesini ve kendisinin duyacağı şekilde Ali'ye sövülmem e sini şart koştu. Eğer bu şartlarına uyulursa, halifelikten vaz geçeceğini ve idareyi Muaviye'ye bırakacağını, böylece Müslümanların kanlarının akıtılmasını önleyeceğini söyledi. Bu şart­lar üzerinde barış antlaşması yaptılar ve yönetim bütünüyle Muavi­ye'nin eline geçmiş oldu. Bunun detayları ileriki sayfalarda verilecek­tir. Hz. Hasan'm bu girişimine kardeşi Hüseyin razı olmadı. Hasan'ı kı­nadı. Aslında Hasan'm yaptığı doğruydu. Nitekim bunun delilini de ya­kında anlatacağız.

Hasan, öncü kuvvetlerinin komutanı Kays b. Sa'd'a haber göndere­rek Muaviye'ye itaat etmesini ve emrini dinlemesini emretti. Ancak Kays b. Sa'd, bunu kabule yanaşmadı, hem kendisinin hem de Muavi­ye'nin emri dışına çıkarak kendisine uyan adamlarıyla birlikte bir tara­fa çekildi. Sonra dönüp Muaviye'ye yakın bir zamanda bey'at etti. Nite­kim bunu da ileriki sayfalarda anlatacağız.

Meşhur rivayete göre Hasan, hicretin kırkıncı senesinde Muavi­ye'ye bey'at etmiştir. Bu yüzden bu seneye Amü'l-Cemaa (cemaat sene­si) denilmiştir. Zira bu senede yönetim bütünüyle Muaviye'nin elinde toplanmıştı.

İbn Cerir ile diğer siyer âlimleri nezdinde meşhur olan görüşe göre halifeliğin Muaviye'ye devredilişi, hicretin kırkbirinci senesinin başın­da cereyan etmiştir. Nitekim Allah izin verirse, bunu da ileride açıkla­yacağız.  ;

Bu sene de (hicri kırkbirinci) Muğire b. Şube, insanlara hacc ettir­miştir. İbn Cerir'in, İsmail b. Raşid'den naklettiğine göre Muğire b. Şu­be, Muaviye'nin adına bir mektup uydurup yazarak güya insanlara hac emiri olarak o senede kendisi tayin edilmiş. Bunu öğrenen Utbe b. Ebu Süfyan da kardeşi Muaviye'den hac emirliğini kendisine verdiğine dair. bir mektup aldı ve hemen Mekke'ye geldi. Fakat Muğire, ondan çabuk davranarak zilhicce ayının sekizinci gününde işi Utbe'den önce tamam­lamak için insanlara vakfe yaptırdı.

İbn Cerir'in bu nakli kabul edilemez ve Muğire'nin böyle bir hare­kette bulunmuş olduğuna inanılamaz. Allah ondan razı olsun. Fakat bunun batıl bir rivayet olduğu bilinsin diye biz bunu burada dikkatleri­nize arzettik. Çünkü sahabeler, böyle bir davranışta bulunmayacak ka­dar kadri yüce kimselerdirler. Bu, Şiilerin bir uydurmasıdır.

îbn Cerir dedi ki: Bu sene Hz. Ali vefat edince Kudüs'te Muaviye'ye bey'at edildi. Şamlılar da emirü'l mü'minin sıfatıyla Muaviye'ye bey'at ettiler. Çünkü artık onların nezdinde de çekişine sebebi kalmamıştı. O esnada Iraklılar, Şamlılara karşı savunmak için Hz. Hasan'ı ayaklan­dırdılar. Ancak bu çabaları sonuç vermedi. Onların bu başarısızlıkları­nın sebebi, faklı görüşlere sahip olmaları ve emirlerine muhalefette bu­lunmaları idi. Eğer bilselerdi, Allah'ın kendilerine bir nimet olarak ver­diği şeyin kadrini bilirler ve Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma'nın oğlu Hasan'a bey'at ederlerdi ki o, Müslümanların efendisi, sahabelerin bil­ginlerinden, yumuşak huylularından ve görüş sahibi şahsiyetlerinden biri idi. Hz. Hasan'm Raşid halifelerden biri olduğunu, bu kitabın pey­gamberlik delilleri bölümünde Rasûlullah (s.a.v.)'m azadhsı Sefme'den naklettiğimiz şu rivayet isbatlamaktadır:

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Benden sonra halifelik otuz sene­dir, ondan sonra hükümdarlık olacaktır."

Otuz senelik süre, Hz. Ali'nin oğlu Hasan'm halifeliği ile tamamlan­mıştır. O, hicri kırkbirinci senenin rebiyülevvel ayında Muaviye'nin le­hine olmak üzere halifelikten feragat etmiştir. Böylece Rasûlullah'ın vefatından sonraki otuz sene tamamlanmış oldu. Rasûlullah (s.a.v.), hicri onbirinci senenin rebiyülevvel ayında vefat etmişti. Bu da Pey­gamber (s.a.v.)'in nübüvvetinin delillerinden biridir. Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Hasan'm Muaviye lehine halifelikten feragatta bulunuşu­nu övmüş ve bu fani dünyayı bırakıp kalıcı ahirete rağbet edişi sebebiyle onu methetmiştir ki, o da bu ümmetin kanının akıtılmasına engel ol­muştu. Halifelikten vaz geçmiş, hükümdarlığı Muaviye'nin eline bırak­mıştı ki, Müslümanların idaresi tek emirin elinde toplansın. Rasûlullah (s.a.v.), işte bu yüzden Hz. Hasan'ı övmüştü. Ebu Bekre es-Sakafi, Rasûlullah (s.a.v.)'m minbere çıkıp Hasan b. Ali'yi yan tarafına alarak h cemaata gah Hasan'a bakıp şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ey insanlar, benim şu oğlum efendidir. Allah, bunun vasıtasıyla Müslüman­lardan iki büyük cemaatın arasım bulacak ve onları barıştıracaktır." Bu hadisi, Buharı rivayet etmiştir. [4]

 

Hicretîn Kırkbirinci Senesi

 

İbn Cerir dedi ki: Bu sene Ali'nin oğlu Hasan, yönetimi Muaviye b. Ebi Süfyan'a teslim etti.

îbn Cerir, daha sonra Zührf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Irak­lılar, Ali'nin oğlu Hasan'a bey*at ettikleri zaman Hasan, onlara karşı şu şartı koştu: "Emrimi dinleyecek ve bana itaat edeceksiniz. Benimle ba­rışık olanlarla barışık olacak, benimle savaşanlarla savaşacaksınız."

Iraklılar ondan kuşkuya kapılarak: "Şu adamınıza ne oluyor?" dedi­ler ve kısa süre sonra onu eleştirip muhalefet ettiler ve kızdırdılar. O da onlara daha çok kızdı ve onlardan koptu. O esnada onların kendisinden ayrılıp dağıldıklarını ve kendisine muhalefet ettiklerini anladı. Kendisi de barış için Muaviye'ye bir mektup gönderdi ki, iki tara fin isteklerine uygun bir barış antlaşması yapsınlar.

Kitabu's-sulh adlı bölümde Buharı, Ebu Musa'nın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: «Hasan'm şöyle dediğini işittim: "Allah'a yemin ederim ki, Ali'nin oğlu Hasan, Muaviye'nin karşısına dağlar misali askeri bir­liklerle çıktı."

Amr b. As da şöyle dedi: "Ben böyle büyük askeri birlikler görüyo­rum ki, akranlarını öldürmedikçe geri dönmeyeceklerdir. Allah'a ye­min ederim ki, iki taraftan en hayırlı adam olan Muaviye de şöyle dedi: "Şunlar bunları, bunlar da şunları öldürürlerse, insanların işini benim için kimler idare edecek? Onların zayıflarını, benim için kimler koruya­cak. Onların kadınlarını, benim için kimler himaye edecek?"

Böyle dedikten sonra Muaviye, Hasan'a Kureyş'in Beni Abdüş-şems kolundan Abdurrahman b. Semüre ile Abdullah b. Amir'i gönderdi ve onlara şu talimatı verdi:

"Şu adama gidin, ona tekliflerde bulunun. Ona bazı şeyleri söyleyin ve ondan bazı taleplerde bulunun." Bu ikisi Hasan'm yanma gittiler, onunla konuştular. Ona bazı şeyleri teklif ettiler ve bazı isteklerde bu­lundular. Hasan da onlara şöyle dedi:

- Biz Abdülmuttalib oğullarıyız. Şu malı elde etmişiz ve bu ümmet, kanı içinde fesada bulanmıştır.

- Muaviye sana şu ve şu tekliflerde bulunuyor, senden talepte bu­lunuyor ve seninle barışmak istiyor.

- Bunu bana kim garanti eder?

- Biz garanti ederiz.

Hasan, onlardan hangi talepte bulunduysa onlar: "Biz bunu sana garanti ederiz." dediler ve bunun üzerine Hasan, Muaviye ile barış ant­laşması yaptı.»

Ebu Bekre şöyle rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ı minber üze­rinde gördüm. Ali'nin oğlu Hasan da yan tarafta duruyordu. Rasûlullah, bazen cemaata, bazen da Hasan'a bakıyor ve şöyle diyordu:

"Benim şu oğlum efendidir. Umarım ki Cenâb-ı Allah, bunun vası­tasıyla Müslümanlardan iki büyük cemaati barıştırır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Bekre'nin şöyle dediğim rivayet etmiş­tir:

"Peygamber (s.a.v.), bir gün bizimle sohbet ediyordu. Ali'nin oğlu Hasan da onun kucağında idi. Peygamber (s.a.v.), ashabına dönüp on­larla konuşuyor, sonra Hasan'a dönüyor, onu öpüyor, sonra da şöyle di­yordu: "Doğrusu şu oğlum efendidir. Eğer yaşarsa, Müslümanlardan iki grubu barıştıracaktır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Bekre'nin oğlu Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'a yemin ederim ki, Ali'nin oğlu Hasan'm hilafeti döneminde bir fincan kadar kan dahi akmış değildir."

Ebu Yala, Said b. Ebi Said el-Medenî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Ebu Hüreyre ile birlikteydik. Ali'nin.oğlu Hasan gelip bize selam verdi. Ebu Hüreyre de ona: "Ve aleykesselam ya seyyidi" diye karşılık verdi. Sonra da şöyle dedi: "Ben Rasûlullah (s.a.v.)'m Hasan hakkında: "Doğrusu o Seyyid (efendİ)'dir." dediğini işittim."

Ebu Hasen Ali b. el-Medinî dedi ki: "Hasan, hicretin kırkbirinci se­nesinin rebiyülevvel ayının beşinci gününde yönetimi Muaviye'ye tes­lim etti." Başkalarıysa onun rebiyülahir ayında yönetimi Muaviye'ye teslim ettiğini söylemişlerdir. Cemaziyelevvel ayının başında teslim et­tiğine dair rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Yine Ebu'l Hasen Ali b. el Medinî diyor ki: İşte o zaman Muaviye, Küfe şehrine girdi ve bey'attan sonra insanlara bir hutbe irad etti."

İbn Cerir'in anlattığına göre Amr b. As, Muaviye'ye şöyle bir teklif-de bulundu: Ali'nin oğlu Hasan'a emir ver de insanlara hutbe irad etsin ve senin lehine yönetimden feragat ettiğini bildirsin."

Muaviye de Hasan'a bu emri verdi. Hasan da kalkıp insanlara bir hutbe irad etti ve Allah'a hamdü senada bulunup Rasûlullah'a salatü selamda bulunduktan sonra hutbesinde şöyle dedi:

- Ey insanlar! Doğrusu Cenâb-ı Allah, öncekilerimiz vasıtasıyla sizleri hidayete iletmiştir ve sonradan gelenlerimiz vasıtasıyla da kan­larımızın akıtılmasını önlemiştir. Bu yönetim işinin bir müddeti vardır. Dünya dönerlidir. Doğrusu yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)'e şöyle buvurmuştur: " Bilmem! Belki bu gecikme sizi denemeK ve bir süreye ka­dar geçindirmek içindir." Böyle dediği zaman, Muaviye ona öfkelendi ve oturmasını emretti. Kendisine Hasan'ı konuşturmasını teklif eden Amr b. As'ı da bu yüzden kınadı ve bu Öfke onun içinde kalmaya devam etti. Doğrusunu Allah bilir.

"Cami' adlı eserinde Tirmizfnin konuyla alakalı olarak rivayet etti­ği hadis şöyledir:

«Mahmud b. Gaylan, Yusuf b. Sa'd'm şöyle dediğini bize nakletti: Adamın biri, Muaviye ile bey'atlaşmasmdan sonra Ali'nin oğlu Ha­san'a kalkıp şöyle dedi:

- Mü'minlerin yüzünü kararttın (veya ey mü'minlerin yüzünü ka­rartan adam!)

Hasan da ona şöyle karşılık verdi:

- Beni kınama. Allah sana rahmet etsin. Peygamber (s.a.v.), rüya­sında Ümeyye oğullarının kendisinin minberi üzerine çıktıklarını gör­müş, bundan hoşlanmamıştı. Bu rüyası yüzünden şu ayet-i kerimeler nazil olmuştu:

"Ey Muhammed! Doğrusu sana Cennet'teki Kevser nehrini vermi­şizdir."

"Doğrusu biz, Kur'ân'ı Kadir gecesinde indirimsizdir. Kadir gecesi­nin ne olduğunu bilir misin? Kadir gecesi 1000 aydan daha hayırlıdır."(Kadir, 1-4.)

Yani ey Muhammed! Senden sonra Ümeyye oğulları bin ay süreyle hüküm süreceklerdir.»

Fadl dedi ki: Ümeyye oğullarının hakimiyet süresini hesapladık, tam tamına 1000 ay olduğunu tesbit ettik.

Tiraıizî, bunun garip bir hadis olduğunu ifade etmiştir. Hatta bu hadis cidden münkerdir. Tefsirimizde bunun münkerliğini yeterince açıkladık.

Hafız Ebu Bekir Hatib el-Bağdadî, Ebu'l-Arifin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Hasan'm ordusunun 12.000 kişiden teşekkül eden öncü birlikleri içinde Mesken'de bulunuyorduk. Şamlılarla savaşmak için ölüm sözü vermiştik. Başımızda da Ebu'1-Gamr Taha ismindeki komutan bulunu­yordu. Hasan'm, Muaviye ile barıştığına dair haber bize ulaştığında öf­keden sanki belimiz kırılmış gibi olmuştu. Hasan, Kûfe'ye geldiğinde bizden Ebu Amir Said b. en-Netel isminde bir adam, ona şöyle dedi:

- Selam sana ey mü'minleri alçaltan kişi. Hasan, ona şöyle karşılık verdi:

- Böyle deme ey Amir! Ben mü'minleri alçaltan kişi değilim. Aksi­ne ben onların hükümdarlık uğruna öldürülmelerini istemedim."

Muaviye, bizim beldelerimizi teslim alıp Küfe şehrine girdiğindeorada bir hutbe irad etti. Diğer belde ve şehirlerde de onun emri altına girildi. Arap dahilerinden biri olan Kays b. Sa'd-da önce ona muhalefet etmeye karar vermişken sonra dönüp ona bey'at etti. O senede Muavi-ye'ye ittifakla bey'at edilmiş oldu.

Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin, diğer kardeşleri ve amcaları, oğlu Ab­dullah b. Cafer'le birlikte Irak diyarından göçüp peygamber şehri Medi­ne'ye gittiler. O şehrin sakinlerine salâtü selâmların en üstünü olsun. Hz. Hasan, her bir mahalleden geçtiğinde mahalle sakinleri onu, yöneti­mi Muaviye lehine bırakmasından ötürü kınayıp azarlıyorlardı. Aslın­da o, yaptığı bu işte haklı olup Övgüye layık bir davranış örneği sergile­mişti. Bu yaptığından ötürü de kalbinde herhangi bir sıkıntı ve sorum­luluk hissetmiyordu. Kendini kınamıyor ve pişmanlık hissetmiyordu. Aksine o, yaptığı bu işe razı olmuş, bununla sevinmişti. Her ne kadar bazı akraba ve taraftarları bunu hoş karşılamamışlarsa da o, bundan memnundu. Bu eleştiriler ondan sonra da devam etti, günümüze kadar geldi. Aslında o, böyle yapmakla sünnete tabi olmuş ve Peygamber Efendimiz'in methine mazhar olmuştu. Çünkü o, böyle yapmakla üm­metin kanının akıtılmasını önlemişti. Nitekim bu hareketim önceden sezen Rasûlullah (s.a.v.), onu bu davranışı sebebiyle önceden övmüştü. Bununla ilgili sahih hadis, önceki sayfalarda nakledilmişti. Allah'a hamd ve minnet olsun.

Hz. Hasan'm fazilet ve üstünlükleri, onun vefat bahsinde anlatıla­caktır. Allah ondan razı olsun, onu hoşnud kılsın. Makamını da Firdevs Cennet'i yapsın ki, öyle de yapmıştır.

Muhammed b. Sa'd, Ebu Rezin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu Hasan, cuma gününde bize hutbe irad, etti. İbrâhîm sûre­sini minber üzerinde okudu ve sonuna vardı."

İbn Asakir'in rivayetine göre Hasan, her gece Kehf sûresini yazılı bir levha üzerinde okur, o levhayı elinde tutarak eşlerinin odalarına gi­dip dolaşır, uyumadan önce sûreyi yatağında tamamlardı. Allah ondan razı olsun. [5]

                                   

Emevıler Donemi

 

Ebu Süfyan'ın Oğlu Muaviye Ve Hükümdarlığı

 

Önceki sayfalarda nakledilen bir hadiste de ifade edildiği gibi Pey­gamber (s.a.v.)'in vefatından sonra halifelik otuz sene müddetle sür­müş, ondan sonra ise yönetim, hükümdarların eline geçmiştir. Hz. Ha-san'm halifeliği ile bu otuz senelik süre tamamlanmıştır.

Muaviye dönemi, hükümdarlık zamanının başlangıcıdır. O, İslâm hükümdarlarının ilki ve en hayırhsıdır.

Taberanî, Muaz b. Cebel ile Ebu Ubeyde'den rivayet etti ki, Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu şu yönetim işi, rahmet ve peygamberlikle başladı. Sonra rahmet ve halifelik olacaktır. Sonra da ısırıcı bir hükümdarlık olacak, ondan sonra ise büyüklenme, haddi aşma, zorbalık ve yeryüzünde fesat olacaktır. O zorba hükümdarlar, ipeği, tenasül organlarını (haram yol­da kullanmayı) ve içkiyi helal sayacaklar, bunun üzerine rızıklanacak-lar, yardım görecekler. Allah'ın huzuruna varıncaya kadar da bu böyle devam edemktir." Bunun senedi sağlamdır. Bu kitabın, peygamberlik delilleri böl utnünde İsmail b. İbrahim tariki ile gelen bir rivayette anla-.tıldığına göre Muaviye şöyle demiştir: Allah'a yemin ederim ki, beni ha­life olmaya sevk eden tek sebep, Rasûlullah (s.a.v.)'m bana söylemiş ol­duğu şu sözüdür: "Ey Muaviye, eğer yönetimin başına geçersen iyilik yap."

Amr b. Yahya, dedesi Said b. As'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Muaviye, ibriği aldı. Rasûlullah'm arkasından yürüdü. Rasûlullah (s.a.v.), ona bakıp şöyle dedi: Ey Muaviye, eğer yönetimin başına geçer­sen Allah'a karşı takvalı ol ve adil davran."

Muaviye, bu hadisle ilgili olarak dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'m bana söylediği bu sözü düşünerek artık mutlaka bir yönetimin başına geçme imtihanına maruz kalacağımı zannediyordum."

Raşid b. Sa'd, Muaviye'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), ona Şöyle demiştir: "Eğer sen insanların gizliliklerini araştırırsan, onları if-sad edip bozarsın."

Ebu Derda, bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: "Bu, Muaviye'nin Rasûlullah'tan işittiği ve Allah'ın kendisini onunla yararlandırdığı bir sözdür."

Beyhakî, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: ''Halifelik Medine'de, Hükümdarlık ise Şam'dadır." Bu cidden garip bir hadistir.

Ebu İdris, Ebu Derda'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir ara uyurken şöyle bir rüya gördüm. Kitabın başımın altından alınıp götürüldüğünü görür gibi oldum. Onu gözlerimle takip ettim. Kitap alınıp Şam'a götürüldü. Fitne koptuğu zaman iman Şam'dadır."

Yakub b. Süfyan, Ömer b. Hattab'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Başımın altından nurdan bir direğin çıktığını, o parlak direğin gi­dip Şam'a yerleştiğini gördüm."

Abdürrezzak, Abdullah b. Safvan'dan rivayet etti ki, adamın biri Sıffin savaşında: "Allah'ım, Şamlılara lanet et." deyince Hz. Ali, ona şu karşılığı vermiştir: "Şamlılara küfretme, çünkü orada abdallar vardır. Çünkü orada abdallar vardır. Çünkü orada abdallar vardır." [6]

 

Ebu Süfyan Oğlu Muaviye'nin Fazileti

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Muaviye b. Ebi Süfyan Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdü'ş-şems b. Abdumenaf b. Kusay Ebu Abdirrahman el-Kureşi el-Ümevî. Mü'minlerin dayısıdır. Alemlerin Rabbı tarafından gelen vahyin katibidir. O, babası (Ebu Süfyan) ve anası Hind Binti Utbe b. Rebia b. Abdü'ş-şems 'le birlikte Mekke fethi gününde Müslüman ol­muştur. Rivayete göre Muaviye şöyle demiştir: "Ben Umretü'1-Kaza gü­nünde Müslüman oldum ama babamdan korktuğum için Müslümanlı-. ğımı Mekke fethi gününe kadar gizledim."

Babası, cahiliye döneminde Kureyş kabilesinin liderlerindendi. Be­dir savaşından sonra da Kureyş'in liderliği ona verildi. O, bu Kureyş'in savaş komutanıydı. Emrine itaat edilen zengin bir reisti. Müslüman ol­duğu zaman şöyle demişti:

- Ya Rasûlallah, bana emir ver de daha önce Müslümanlarla sa­vaştığım gibi kafirlerle de savaşayım.

- Olur.

- Muaviye'yi yanında katip yap.

- Olur.

Aralarında bu konuşma geçtikten sonra Ebu Süfyan, kızı Azze'yi Rasûlullah'la evlendirmek istedi. Bu evliliğin gerçekleşmesi için Ra-sûlullah'ın nikahında bulunan kızkardeşi Ümmü Habibe'den de yar­dım istedi. Ancak bu evlilik gerçekleşmedi. Rasûlullah (s.a.v.), Ümmü Habibe ile evli olduğu için Azze ile evlenmenin kendisine helal olmaya­cağını açıkladı.

Biz bu hadisi birçok yerde anlattık. Bu konuda müstakil bir eser tas­nif ettik. Hamd ve minnet Allah'adır.

Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki, Muaviye, diğer vahiy katip-leriyle birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'a vahiy katipliği yapıyordu. Allah hepsinden razı olsun.

Şam fethedildiği zaman Hz. Ömer, Muaviye'yi kardeşi Yezid'den sonra Şam valiliğine tayin etti. Hz. Osman da kendi halifeliği dönemin­de Muaviye'yi, Şam valiliğinde bıraktı ve yönetimine diğer bazı beldele­ri de ekledi. Şam'da yeşil kubbeyi inşa edip içinde kırk sene ikamet eden kişi Muaviye'dir. Hafız ibn Asakir, böyle demiştir.

Hz. Ali hilafete geçince, Osman'ı öldürme işine karışmış olan komu­tanlarından çoğu kendisine Muaviye'yi Şam valiliğinden azledip yerine Sehl b. Hanift, atamasını teklif ettiler. Hz. Ali de bu teklifler üzerine Muaviye'yi Şam valiliğinden azletti. Ancak bu azl işi gerçekleşmedi. Şamlılardan büyük bir grup, Muaviye'nin etrafında birleştiler. Hz. Ali'ye karşı savundular. Kendisi de şöyle dedi: "Osman'ın katillerini ba­na teslim etmedikçe Ali'ye bey'at etmeyeceğim. Çünkü Osman, mazlum olarak öldürülmüştür. Oysa şu ayet-i kerimede Cenâb-ı Allah, şöyle bu­yurmaktadır:

"Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır." (el-Isrâ, 33.)

Taberanî, İbn Abbas'm bu hususta şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'nin bu ayete dayanarak yönetime geçtiğine olan kesin inancı­mı hala sürdürmekteyim."

Muaviye, Osman'ın katillerini kendisine teslim etmedikçe Ali'ye bey'at etmeye yanaşmayınca önceki sayfalarda anlatmış olduğumuz Sıffin savaşı meydana geldi. Sonra yönetimin kime verileceği hususun­daki karar hakemlere bırakıldı. Amr b. As ile Ebu Musa'nın hakemlik yapmaları sonucunda yönetimi Muaviye ele geçirdi. Şamlılar güçlendi­ler, Muaviye'nin otoritesi kuvvetlendi. Hz. Ali'nin adamları arasında ise anlaşmazlık sürüp gitti. Nihayet İbn Mülcem onu öldürdü. O esnada Iraklılar da Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a bey'at ettiler. Şamlılarsa, Muavi-ye'ye bey'at ettiler. Bundan sonra Hz. Hasan, Irak ordusu ile birlikte (ama kendi iradesi dışında) yola çıktı. Muaviye de Şamlılarla birlikte yola çıktı. İki ordu karşı karşıya gelince bazı kimseler aralarında barış yapmak için çaba sarfettiler. Sonuç olarak Hasan, kendini halifelikten hal edip yönetimi, Muaviye'ye teslim etti. Bu teslim ve tesellüm işi, hicri kırkbirinci senenin rebiyülevvel ayında yapıldı. Bunun üzerine Muavi­ye, Küfe şehrine gitti. Kendisine bey'at edilmesinden sonra insanlara tesirli bir hutbe irad etti. Doğuda ve batıda, uzakta ve yakında her yerde hükümdarlık onun eline geçti. Otoritesi sağlamlaştı. O seneye, cemaat senesi denildi. Çünkü ayrılık ve parçalanmadan sonra yönetim tek emi-rin elinde toplandı. Muaviye, Şam kadılığına Fudale b. Ubeyd'i tayin etti. Ondan sonra İdris el-Holanfyi tayin etti. Güvenlik kuvvetinin başına Kays b. Hamza'yı tayin etti.

Katibi ve sekreteri, Serhun b. Mansur er-Rumî idi. Anlatıldığına gö­re kendisi için muhafız tutan ve mektupları bağlayıp mühürleyen ilk hükümdar, Muaviye olmuştur. Yine ilk hadiseler, onun devletinde mey­dana gelmiştir. Allah ondan razı olsun. [7]

 

Bir Grup Haricinin Muaviye'ye Baş Kaldırması

 

Muaviye, Kûfe'ye girip de Hasan ailesiyle birlikte oradan çıkıp Hi­caz'a yöneldiğinde 500 kadar Harici: "İçinde şüphe bulunmayan bir du­rum başımıza geldi. Haydi, Muaviye'ye karşı cihada gidelim." deyip ha­rekete geçtiler. Yola çıktılar. Kûfe'ye yaklaştılar. Başlarında Ferve b. Nevfel vardı. Muaviye, bunlara karşı Şamlılardan bir süvari birliği gön­derdi. Bunlar Şamlıları kovdular. Muaviye ise, kovulanlara: "Yaptığı­nız kötülükten vaz geçmedikçe benim yanımda size eman yok." dedi. Bunlar da Haricilere karşı çıktılar. Üzerlerine gelen bu birliğe karşı Ha­riciler şöyle dediler: "Yazıklar olsun size, istediğiniz nedir? Muaviye, hem bizim hem de sizin düşmanınız değil midir? Bırakın da onunla sa­vaşalım, eğer onu vurursak, sizi ondan kurtarmış oluruz. Ama biz vuru-lursak siz bizden kurtulmuş olursunuz."

Üzerlerine gelenler: "Hayır, Allah'a yemin ederiz ki, mutlaka sizin­le savaşacağız." deyince Hariciler onlara şöyle karşılık verdiler: "Allah, Nehrevanlı kardeşlerimize rahmet etsin, onlar sizden daha bilgiliydiler ey Kûfeliler!" Neticede iki taraf savaştı. Kûfeliler, Haricileri hezimete uğratıp püskürttü.

Muaviye, Kûfe'ye Abdullah b. Amr b. As'ı vali olarak tayin etmek is­tedi. Ancak Muğire b. Şube, ona şöyle dedi:

- Bunu Kûfe'ye tayin ediyorsun, babasını da Mısır'a tayin ediyor­sun, sen de aslanın iki çenesi arasında kalacaksın. Olur mu böyle şey?

Muğire böyle diyerek Muaviye'yi bu atama kararından vaz geçirdi. Muaviye de, Muğire'yi Kûfe'ye vali olarak atadı.

Amr b. As, Muaviye ile görüştü ve ona şöyle dedi:

- Muğire'yi haraç toplama işinin başına mı getiriyorsun? Keşke bu işe başka birini tayin etseydin.

Amr'm böyle demesi üzerine Muaviye, Muğire b. Şube'yi haraç top­lama işinden aldı ve namaz kıldırmakla görevlendirdi. Muğire de bu yüzden Amr'a şöyle dedi:

- Mü'minlerin emirine Abdullah b. Amr'ı tayin etmesi hususunda tavsiyede bulunan sen değil misin?

- Evet benim.

- İşte böylece ödeşmiş olduk."

Bu sene, yani hicretin kırkbirinci senesinde Himran b. Ebban, Bas­ra'da ayaklandı, orayı ele geçirdi. Yönetimin başına geçti. Muaviye de onu ve beraberindekileri öldürmek için oraya bir askeri birlik gönderdi. Ebu Bekir es-Sakafi, Muaviye'ye giderek onu affedip bağışlamasını rica etti. Muaviye de Himran b. Ebban ve beraberindeki adamları affedip sa­lıverdi. Basra'ya Büsr b. Ertat'ı vali olarak atadı. Onu, Ziyad'm çocukla­rına musallat kıldı ki onları öldürsün. Bunun sebebi de şuydu: Muaviye, o çocukların babası Ziyad'a, yanma gelmesi için bir mektup göndermiş, ancak Ziyad işi ağırdan alıp, gecikmişti. Büsr de Ziyad'a şöyle bir mek­tup göndermişti: "Eğer mü'minlerin emiri Muaviye'nin yanma hemen gitmezsen çocuklarını öldürürüm." Bu durumu Ebu Bekre, bir mektup­la Muaviye'ye bildirdi. Muaviye de Ebu Bekre'ye şöyle dedi:

- Bu hususta bize söyleyeceğin bir söz var mıdır?

- Evet, ey mü'minlerin emiri! Sana derim ki, kendi nefsine ve rea­yana dikkat et. Salih amel işle, çünkü sen büyük bir görev üstlenmişsin. O görev de Allah'ın yaratıkları üzerindeki hilafet görevidir. Allah'a kar­şı takvalı ol, O'nun buyruklarına karşı gelmekten sakın. Çünkü senin, ilerisine geçemeyeceğin bir ecelin vardır. Arkanda da seni yakalamak isteyen Azrail vardır. Ecelin yaklaşmak üzeredir. Arkandaki Azrail de seni yakalamak üzeredir. Ecelin gelip çattığında sen bir zatın huzuruna varacaksın. O da içinde bulunduğun durumu sana soracaktır. O, bu du­rumları elbetteki senden daha iyi bilmektedir. Ancak seni hesaba çekip tevkif etmek için sana sorular soracaktır. Sen hiçbirşeyi Allah'ın rıza ve hoşnutluğuna tercih etme.

Muaviye, bu senenin sonunda Basra'ya Abdullah b. Amir'i vali ola­rak atadı. Aslında Muaviye, oraya Utbe b. Ebi Süfyan'ı atamak istemiş­ti, ancak Abdullah b. Amir, ona şöyle demişti: "Benim Basra'da malla­rım ve emanetlerim var. Eğer beni oraya vali olarak tayin etmezsen mahvolurum." Böyle demesi üzerine Muaviye, onu Basra'ya vali olarak atadı. Böylece onun isteğini yerine getirmiş oldu.

Ebu Maşer dedi ki: Bu senede Utbe b. Ebi Süfyan, insanlara hac et­tirdi. Vakidî'nin ifadesine göre ise bu senede insanlara hac ettiren kişi, Anbese b. Ebi Süfyan'dır, doğrusunu Allah bilir. [8]

 

Hicretin Kırkbîrîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler Rifaa B. Rafı

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Rifaa b. Rafi b. Malik b. Aclan. Akabe be/atında hazır bulundu. Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katıl­dı. [9]

 

Rükane B. Abdilaziz

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Rükane b. Abdilaziz b. Hişam b. Ab-dülmuttalib el-Kureşî. Rasûlullah (s.a.v.), bununla güreşmiş ve yere yıkmıştı, çok güçlü bir adamdı. Peygamberlik delilleri bölümünde de an­lattığımız gibi Rasûlullah (s.a.v.)'m bunu yenmesi mucizedir. Bu zat, Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Daha Önce Mekke'de Müslü­man olduğuna dair bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [10]

 

Safvan B. Ümeyye

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: SafVan b. Ümeyye b. Halef b. Vehb b. Huzafe b. Vehb el-Kureşî. Reislerdendir. Önceki kısımda da anlatıldığı gibi Mekke fethi senesinde bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'dan kaçmış, sonra gelip Müslüman olmuş ve İslâmiyet'ini güzelce yaşamıştır. Kendisi için eman alan kişi, Umeyr b. Vehb el Cumahf dir. Umeyr, cahiliye dönemin­de bunun arkadaşı ve dostuydu. Bunu da önceki sayfalarda anlatmıştık. Umeyr, Safvan'ı ikindi namazı vaktinde getirmiş, onun için eman dile­miş, Rasûlullah (s.a.v.) da ona dört ay süreli bir eman vermişti. Ondan emanet olarak zırhlar, silahlar ve bir miktar da mal almıştı. Safvan, müşrik iken Hüneyn savaşma katılmıştı, sonra Müslüman olmuş ve kalbine iman girmişti. Cahiliyet döneminin önderlerinden olduğu gibi İslâmiyet döneminde de Müslümanların önderlerinden olmuştu. Vakidfnin ifadesine göre o, Müslüman olduktan sonra da Mekke'de ika­mete devam etmiş, nihayet Muaviye'nin hilafetinin ilk zamanında ora­da vefat etmiştir. [11]

 

Osman B. Talha

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Osman b. Talha b. Ebi Talha b. Abdi-luzza b. Abdiddar el-Abderî el-Hucbî. Osman, Halid b. Velid ve Amr b. Asla birlikte Mekke fethinden önce hicri sekizinci sene başında Müslü­man olmuştur. Vakidî, onun İslâm'a giriş hikayesine dair uzun bir hadi­si, kendisinden rivayet etmiştir. Mekke fethi esnasında Kabe'nin anah­tarım Rasûlullah bu zattan almıştır. Sonra şu ayet-i kerimeyi okuyarak anahtarı yine kendisine iade etmişti: "Hiç şüphesiz Allah size, emanet­leri ehline teslim etmenizi emreder." (en-Nisâ, 58.)

Rasûlullah (s.a.v.), bu ayeti okuyup anahtarı kendisine teslim eder­ken şöyle demiştir: "Ey Osman, öteden beri bu anahtar sende kaldığı gi­bi şimdi de artık ebediyete kadar sende kalmak üzere al. Bunu bir za­limden başka hiç kimse, senin elinden çekip almasın." Hz. Ali, Kabe'nin anahtarını Rasûlullah'tan istemiş ancak Rasûlullah ona vermemişti.

Vakidî dedi ki: Osman, Rasûlullah'm sağlığında Medine'ye gelip yerleşmişti. Rasûlullah, vefat edince gidip Mekke'ye yerleşti. Muavi­ye'nin hilafetinin ilk zamanında vefat edinceye kadar Mekke'de ikame­tine devam etti. [12]

 

Amr B. Esved Es-Sekûnî

 

Abid ve zahid kimselerdendi. 200 dirhem değerinde bir elbisesi var­dı. Geceleyin namaz kılmaya kalktığında bu elbisesini giyerdi. Mescide gitmek üzere evinden çıkarken kibirli olmaktan korktuğu için sağ elini sol elinin üzerine koyardı. Bu zat, Muaz'dan, Ubade b. Samit'ten, îrbad b. Sariye'den ve diğerlerinden rivayette bulunmuştur.

"Zühd" adlı eserinde İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Ömer'in şöyle de­diğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'ın davranışlarına bakmak­tan hoşlanan kimse, Amr b. Esved'in davranışlarına baksın." [13]

 

Atîke Bintî Zeyd

 

Bu hanımın soy kütüğü şöyledir: Atike binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl b. Abdiluzza. Aşere-i Mübeşşere'den Said b. Zeyd'in kızkardeşidir. Müslü­man olmuş, hicret etmişti. Kadınların güzellerinden ve çokça ibadet edenlerdendi. Ubeydullah b. Ebi Bekir, onunla evlendi. Ubeydullah, ona çok tutkun oldu. Taif gazvesinde öldürüldüğü zaman Atike, kocası Ubeydullah'tan sonra başka bir erkekle evlenmemeye yemin etti. Am­cası oğlu Ömer b. Hattab, ona haber gönderip evlenmek istediğini bil­dirdi ve onunla evlendi. Hz. Ömer öldürüldükten sonra Zübeyr b. Av-vam, Atike'yle evlendi. Zübeyr de Vadi's- Siba'da Öldürülünce Ebu Talib oğlu Ali kendisiyle evlenmek istediğini ona bildirdi. Fakat Atike: "Kor­karım ki sen de öldürülürsün!" dedi ve Ali ile evlenmeye yanaşmadı. Eğer Ali ile evlenmiş olsaydı o da öldürülecek ve Atike dul kalacaktı. Ev-lenmeksizin yalnız başına yaşadı, nihayet hicretin kırkbirinci senesin­de Muaviye'nin halifeliğinin ilk zamanlarında vefat etti. Allah ona rah­met etsin. [14]

 

Hicretî Kırkîkinci Senesi

 

Bu senede Müslümanlar, Lân ve Rum illerine gazaya gittiler. Onla­rın komutanlarını ve emirlerini öldürdüler, çok sayıda adamlarını kat­lettiler. Ganimet elde edip salimen geri döndüler. Bu senede Muaviye, Mervan b. Hakem'i Medine valiliğine tayin etti. Mekke'de vali olarak Halid b. As b. Hişam bulunuyordu. Küfe valisi Muğire b. Şube idi. Küfe kadısı Şureyh el-Kadı idi. Basra valisi Abdullah b. Âmir'di. Horasan va­lisi Abdullah b. Amir'den önce Kays b. Heysem'di.

Hz. Ali'nin Nehrevan savaşında affettiği Hariciler, bu senede hare­kete geçtiler. Yaraları sarılmış, yeniden kuvvet kazanmışlardı. Hz. Ali'nin ölüm haberini duyunca onu öldüren sözcüleri şöyle dedi: "Allah, Ali'nin tepesi üzerine kılıcını vuran eli kesmesin." Hz. Ali'nin öldürül­mesinden ötürü Allah'a hamd etmeye başladılar. Sonra insanların kar­şısına çıkmaya karar verdiler. Anlayışlarına göre kendilerini iyiliği em­redip kötülükten men etme işine adadılar.

Bu senede Ziyad b. Ebihi, Muaviye'nin yanma geldi. Bu, bir sene ön­ce Ziyad kalesi diye bilinen kalesinde Muaviye'ye bey'at etmeye yanaş­mamıştı. Muaviye, kendisine şöyle bir mektup göndermişti:

"Seni kendini mahvetmene sürükleyen sebep nedir? Yanıma gel, Farslarm mallarından eline ne kadar geçtiğini, bu mallardan ne kadarı­nı sarfettiğini, elinde ne kadar kaldığını bana bildir ve kalan malları ba­na getir. O zaman güvende olursun. Dilersen yanımızda kalırsın, diler­sen güven içinde dilediğin yere gidersin." Bu mektubu alan Ziyad, Mua­viye'nin yanma gelmeye karar verdi. Onun geleceğini Muğire b. Şube duydu. Kendisinden önce Ziyad'ın Muaviye ile buluşmasından korktu ve hemen Şam'a doğru harekete geçti. Ancak Ziyad, ondan bir ay önce Şam'a vardı. Muaviye, Muğire'ye şöyle dedi:

- Bu nasıl iştir? Ziyad, senden bir aylık ötede idi, sen ise ondan bir ay sonra yanıma geliyorsun?

- Ey mü'minlerin emin. O daha fazla mal elde etme beklentisi için­dedir. Bense az malla yetiniyorum.

Muaviye, Ziyad'a ikramda bulundu, yanındaki malları teslim aldı ve sarfetmiş olduğu malların sarfını onayladı. [15]

 

Hicretin Kırküçüncü Senesi

 

Bu senede Büsr b. Ertat, Rum illerine gazaya gitti, ilerledi. Nihayet Kostantiniye (İstanbul) şehrine vardı. Vakidî'nin ifadesine göre Rum il­lerinde kışı geçirdi. Başka tarihçilerse bunu inkar ederek: "Hiçbir Müs­lüman komutan orada kışı geçirmiş değildir." dediler. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Mısır'da Amr b. As ile Muhammed b. Mesleme vefat ettiler.

Muaviye, Amr b. As'm vefatından sonra Mısır diyarına onun oğlu Abdullah'ı vali olarak atadı. Vakidfnin ifadesine göre Abdullah, Mı­sır'da iki yıl süreyle valilik yapmıştır.

Bu senede yani hicretin kırk üçüncü senesinde Haricilerle Küfe or­dusu arasında büyük bir savaş meydana geldi. Önceki sayfalarda da an­lattığımız gibi Hariciler, bu senede insanların karşısına çıkmaya ve ara­larına katılmaya karar vermişler. Müstevrid b. Alkame komutasında 300'e yakın adam toplamışlardı. Muğire b. Şube ise, Makil b. Kays ko­mutasında 3000 kişilik bir orduyu bunların üzerine gönderdi. Makil ha­rekete geçti. Öncü kuvvetlerinin başına Ebu Ruva'ı komutan yaptı. Ebu Ruva'm komutası altında Haricilerin sayısı kadar 300 asker vardı. Ebu Ruva', Mizar denen yerde onlarla karşılaştı, savaşa başladılar, Harici­ler bunları yendiler. Bunlar tekrar saldırdılar, Hariciler yine bunları hezimete uğrattılar, ancak bunlardan kimse ölmedi. Yerlerinde sebat ettiler. Komutanları Makil b. Kays'm gelişini beklediler. O da gün batı­mı esnasında oraya vardı. İnip arkadaşlarına namaz kıldırdı. Sonra Ebu Ruva'ı Övmeye başladı. Ebu Ruva, ona şöyle dedi:

"Ey komutan şu Haricilerin acaip saldırıları vardır, sen arkada dur. Süvarileri öne sür, önde onlar savaşsınlar."

Makil b. Kays: "Güzel bir görüş ortaya attın." dedi. Çok geçmeden Hariciler, Makil ve arkadaşlarına saldırdılar. Makil'in adamlarının ço­ğunluğu geri çekildi. O esnada Makil b. Kays atından indi ve: "Ey Müs­lümanlar topluluğu, yere inin, yere inin." dedi. Aralarında Ebu Ruva eş-Şakirî'nin de bulunduğu bahadır ve yiğitlerinden 200'e yakın süvari at­larından yere indiler. Müstevrid b. Alkame, arkadaşlarıyla birlikte mız­rak ve kılıçlarını kullanarak Haricilerin karşısına çıktılar. Askerlerin geride kalanları, bazı süvarileri yakaladılar, onları ayıplayıp kınadılar.

Cepheden kaçtıklarından onları yerdiler. Bunun üzerine askerler, be­raberindeki adamlarıyla birlikte Haricilerle şiddetlice savaşmakta olan Makil'in yanına döndüler. Gece boyunca askerler, Makil'in yanına geri geldiler. Makil, onları sağ ve sol cenahlara ayırarak saf halinde sı­raya koydu ve: "Sabah olup da onlara saldırıncaya kadar saflarınızdan ayrılmayın," dedi. Sabah olnca Hariciler, hezimete uğradılar ve geldik­leri yere geri döndüler. Makil de onları kovalamaya başladı. Önden Ebu Ruva'yı 600 kişilik bir grupla gönderdi. Ebu Ruva' komutasındaki as­kerler, .güneşin doğuşu esnasında Haricilerle karşılaştılar. Hariciler, onlara saldırdılar. Bir saat kadar göğüs göğüse savaştılar. Sonra Harici­ler, tek bir adam gibi hep birlikte saldırıya geçtiler. Ebu Ruva, berabe­rindeki adamlarıyla birlikte onlara karşı dayandı. Kaçan adamlarını kaçtıklarından ayıplayıp kınadı. Sabır göstermeye teşvik etti. Onlar da sabredip sebat gösterdiler. Nihayet Haricileri yerlerine geri gönderdi­ler.

Hariciler, bunu görünce Makil'in kendilerine hücum etmesinden korktular. Artık ölümle yüzyüze gelmişlerdi. Makil'in önünden kaçıp gittiler. Dicle'yi aştılar. Nehrişir diyarına indiler. Ebu Ruva, onları ko­valamaya devam etti. Makil b. Kays da gelip Ebu Ruva'a yetişti. Harici­ler, Medinetü'l-Atikaya ulaştılar. Medain valisi Şureyk b. Ubeyd onları takibe çıktı. Ebu Ruva' da beraberindeki öncü kuvvetlerle onları izledi. Bu senede yani hicretin kırk üçüncü senesinde Medine valisi Mervan b. Hakem, insanlara hacc ettirdi.

Hicri kırküçüncü senede vefat eden şahsiyetler arasında Amr b. As ile Muhammed b. Mesleme de vardır. Allah ikisinden de razı olsun. Amr b. As'ın soy kütüğü şöyledir:

Amr b. As b. Vail b. Hişam b. Sa'd b. Sehm b. Amr b. Hasis b. KaT) b. Lüey b. Galib el-Kureşi es-Sehmi Ebu Abdillah. Künyesinin Ebu Mu­hammed olduğu da söylenir. Cahiliye döneminde Kureyş reislerinden-di. Kureyşlilerin, Necaşi'ye, ülkesine hicret eden Müslümanları geri göndermesi için elçi olarak gönderdikleri kişi, Amr b. As'tır. Ancak Ne-caşi, adaletli bir kimse olduğundan onların bu isteklerine olumlu cevap vermemişti. Bu hususta Amr b. As'a öğüt de vermişti. Anlatıldığına göre Amr b. As, Necaşi'nin huzurunda Müslüman olmuştur. Sahih kavle gö­re Amr b. As, Mekke fethinden altı ay önce Halid b. Velid ve Osman b. Talha el-Abderî ile birlikte Müslüman olmuştur.

Amr b. As, îslâm komutanlanndandır. Zatü's-Selâsil gazvesinin komutanıdır. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ubeyde komutasında Ebu Bekir es-Sıddık ve Ömer el-Faruk'un da bulunduğu askeri bir birliği takviye olarak göndermişti. Rasûîullah (s.a.v.), onu Umman valiliğine atamıştı. O da Rasûlullah'ın hayatı boyunca Umman valiliğini sürdürdü. Ebu Be­kir es-Sıddık da halifeliği döneminde onu bu görevinde bırakmıştı.

Tirmizî, Ukbe b. Amir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar, Müslüman oldular. Amr b. As ise iman etti."

Tirmizî, Talha b. Ubeydullah'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Amr b. As, Kureyş kabilesinin salih insanlanndandır."

Başka bir hadiste de Peygamber (s.a.v,) şöyle buyurmuştur: "As'ın iki oğlu da mü'mindir." Diğer bir hadiste de şöyle Duyurulmuştur:

"Abdullah, Abdullah'ın babası ve anası ne güzel bir ailedir."

Bunu Amr b. As'ın faziletleri bahsinde rivayet etmişlerdir.

Ebu Bekir es-Sıddık, Amr b. As'ı ordu komutanlarıyla birlikte bir komutan olarak Şam'a gönderdi. Şam'daki savaşlara katıldı. Amr b. As'm doğru görüşleri, isabetli fikirleri, yararlılıkları ve mutlu halleri vardı. Sonra Hz. Ömer, onu Mısır'a gönderdi. Mısır'ı fethetti ve Hz. Ömer tarafından Mısır valiliğine atandı. Hz. Osman da onu halifeliği döneminde Mısır'da dört yıl bıraktıktan sonra önceki sayfalarda da an­lattığımız gibi görevden azletti, yerine Abdullah b. Sa'd Ebi Şerh'i vali olarak atadı. Bunun üzerine Amr b. As da çekilip Filistin'e yerleşti. Hz. Osman'a darıldı. Hz. Osman öldürüldüğü zaman Amr b. As kalkıp Mua-viye'nin yanma gitti, onunla birlikte Sıffin savaşma ve diğer savaşlara katıldı. Amr, Ali ile Muaviye arasındaki anlaşmazlığı çözümlemekle gö­revlendirilen iki hakemden biri idi.

Muaviye, Mısır'ı Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'in elinden al­dıktan sonra oraya vali olarak Amr b. As'ı tayin etti. Amr orada -meşhur rivayete göre- hicretin kırküçüncü senesinde vefat edinceye kadar vali olarak kaldı. Başka bir rivayete göre ise Amr b. As, hicretin kırk yedinci senesinde vefat etmiştir.

Kırksekizinci senede veya ellibirinci senede vefat ettiğine dair riva­yetler de vardır. Allah ona rahmet etsin.

Amr b. As, Arap dahilerinden ve bahadırlarından bir kimse olup keskin görüşlü bir insandı. Güzel darbı meselleri ve şiirleri vardır. Riva­yete göre o: "Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'dan 1000 darb-ı mesel ezberledim." demiştir. Şiirlerinden biri şudur:

"Kişi, sevdiği bir yiyeceği terk etmez ve yöneldiğinde sapan bir kalbi kötülükten menetmezse bir süre ondan ihtiyacını giderip kâm alır ve bir müddet terk eder, ama emsali anıldığında ağzı doldurur."

imam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman b. Şemmase'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Amr b. As, vefat edeceği zaman ağladı. Oğlu Abdullah, ona şöyle de­di:

- Niçin ağlıyorsun? Ölümden korktuğun için mi ağlıyorsun?

- Hayır, Allah'a yemin ederim ki, ölümden korktuğum için değil de ölümden sonraki hayattan korktuğum için ağlıyorum.

- İyi ama sen hep hayır üzere idin. Rasûlullah'm arkadaşıydın, Şam'ı fethettin.

- Sen, benim bu özelliklerimi sayıyorsun ama en üstün vasfımı söy­lemiyorsun ki o da şudur: Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahadet etmişimdir. Ben üç aşama geçirdim. Ben ancak bu üç aşama sonunda kendimi tamdım. Önce ben, Kureyşlilerin ilk kafirlerinden oldum, son­ra Rasûlullah (s.a.v.)'a bey'at ettikten sonra insanlar arasında ondan en çok utanan kişi oldum. Ondan utandığım için vefat edişine kadar ona gözlerimi kaldırıp tam olarak bakamadım. Herhangi bir itirazda da bu­lunamadım. Eğer bugün ben ölürsem insanlar şöyle diyeceklerdir: "Amr'a ne mutlu! O Müslüman oldu. Hayırlı bir hayat yaşadı ve bu hal­de iken Öldü, cennetlik olacağını ümid ediyoruz." İşte böyle diyecekler­dir.

Bundan sonra da iktidara karıştım. Diğer bazı işler yaptım. Bilemi­yorum. Bu sonraki işler benim lehimemidir, yoksa aleyhimemidir. Eğer ben ölürsem hiçbir kadın benim üzerime ağlamasın. Cenazemin arka­sından beni öven kimseler gelmesin. İzanım sıkı bağlayın, çünkü ben muhakeme edileceğim. Üzerime her cihetten toprak saçın. Benim sağ yanım, sol yanıma nisbetle toprağa daha layık değildir ve mezarıma tahta ya da taş koymayın. Üzerimi toprakla örttükten sonra, bir deve­nin boğazlanıp etlerinin birbirinden ayrılacağı bir süre kadar mezarı­mın yambaşmda oturun ki yalnızlık hissetmiyeyim. Böylece Aziz ve Ce-lil olan Rabbimin elçi meleklerine ne cevap vereceğimi bileyim."

Bir rivayette anlatıldığına göre Amr b. As, böyle dedikten sonra yü­zünü evin duvarına çevirip şöyle demeye başlamış: "Allah'ım, sen bize emir verdin, biz sana asi olduk. Sen bizi men ettin, biz bu men edişine al­dırmadık. Bizi ancak senin affın kurtarır."

Başka bir rivayette de şöyle denilmiştir: Amr, vefat edeceği zaman elini boynunun zincir vurulacak yerine koydu ve başını semaya kaldırıp şöyle dedi: "Allah'ım, ben güçlü değilim ki kendimi koruyayım, suçsuz değilim ki mazeretimi beyan edeyim. Protesto edici değilim, aksine mağfiret diliyorum, senden başka ilah yoktur." Vefat edinceye kadar bu sözlerini tekrarladı. Allah ondan razı olsun.

Hicri kırküçüncü senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Muham-med b. Mesleme el-Ensârî'dir. Bu zat, Mus'ab b. Ümeyr vasıtasıyla Müs­lüman oldu. Üseyd b. Hudayr ile Sa'd b. Muaz'dan önce İslâm'a girmiş­tir. Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Yalnız Tebük gazvesine katılmamıştır. Bu gazve esnasında Rasûlullah (s.a.v.), onu (bir rivayete göre) Medine'de kendi yerine kaymakam bırakmıştır. Baş­ka bir rivayete göre Karkaretü'1-Kidr (Küdr) gazvesinde Rasûlullah (s.a.v.) onu Medine'de halef bırakmıştır. Onun öldürdüğü kimselerden biri, Yahudi Ka'b b. Eşreftir. Bir rivayette anlatıldığına göre Muham-xneâ b. Mesleme, Hayber savaşında Yahudi Merhab'ı da öldürmüştür. Rasûlullah (s.a.v.), Muhammedb. Mesleme'yi onbeş müfrezeye komu­tan tayin etmiştir. Ancak o, Cemel, Sıffin ve diğer bazı savaşlarda taraf­sızlığını koruyarak bir kenara çekilmiştir. Tahtadan bir kılıç edinmiş­tir. Bir hadiste anlatıldığına göre böyle yapmasını Rasûlullah ona em­retmiş ve tahtadan kılıcını edindikten sonra Medine'den çıkıp Raba-za'ya gitmiştir.

Sahabelerin önde gelenlerindendi. Hz. Ömer'in kendi valilerine gönderdiği elçi idi. Hz. Ömer'in emri üzerine o valilerle bazı işleri ortak­laşa yapardı. Emin bir kimse olup büyük yararlılıkları olmuştu. Allah ondan razı olsun. Hz. Ömer, onu Cüheyne kabilesinin zekatlarını topla­makla görevlendirmişti. Zayıf bir kavle göre hicretin kırk altı veya kırk yedinci senesinde vefat etmiştir. Başka senelerde vefat ettiğine dair ri­vayetler de vardır. Vefat ederken yetmiş yaşını geçmişti. Geride on er­kek, altı da kız çocuk bırakmıştı. Uzun boylu, saçı dökük ve esmer tenli bir kimse idi. Allah ondan razı olsun.

Hicri kırküçüncü senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Yahudi bilginlerinden biri olan Abdullah b. Selam Ebu Yusuf el-İsrailî'dir. Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'m Medine'yi teşrifleri esnasında Müslüman ol­muştur. İslâm'a girişini şöyle anlatır:

"Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiği zaman insanlar akın akın ya­nına gittiler, gidenlerden biri de bendim. Onu gördüğümde yüzünün ya­lancı bir adamın yüzü olmadığını anladım. İlk olarak ondan duyduğum söz şu oldu:

- Ey insanlar! Selamı yaygınlaştırm, yemek yedirin, dost ve akra­baları ziyaret edin, böylece güvenle Cennet'e girin."

Onun İslâm'a girişini hicret bahsinin başında anlatmıştık. Rasû­lullah (s.a.v.)'ın, ona faydalı ve güzel sorular sorduğunu da bildirmiştik. Allah ondan razı olsun. O, Rasûlullah (s.a.v.) tarafından Cennetle müj­delenen kimselerdendir. Kesinlikle Cennet'e gireceği bildirilen şahsi­yetlerdendir. [16]

 

Hicretin Kırkdördüncü Senesi

 

Bu senede Halid b. Velid'in oğlu Abdurrahman, Müslümanlarla bir­likte Rum illerine gazaya gitti, kışı orada geçirdi.

Bu senede Büsr b. Ebu Ertat, denize gidip gaza yaptı.

Bu senede Muaviye, Basra valisi Abdullah b. Amir'i görevden aldı. Çünkü Basra'da karışıklık çıkmıştı. Abdullah ise, yumuşak huylu, ha­lim selim bir kimseydi. Anlatıldığına göre o, insanları kendine ısındır­mak istediği için hırsızların elini kesmiyordu. Abdullah b. Ebi Evfa (İbn Kevva adıyla tanınır) gidip onu Muaviye'ye şikayet etti. Muaviye de bu şikayet üzerine Abdullah b. Amir'i Basra valiliğinden azletti. Oraya, Hars b. Abdullah el-Ezdf yi vali olarak tayin etti.

Muaviye, Abdullah b. Amir'i yanına çağırdı. Abdullah da Şam'a Mu-aviye'nin yanına geldi. Muaviye, ona ikramda bulundu ve görevine iade etti, vedalaşırken Muaviye ona şöyle dedi: Ben senden üç şey isteyece­ğim. Sen de: "O şeyler senin olsun, ben Ümmü Hakim'in oğluyum." diye­ceksin. Şöyle ki:

- Uhdendeki valiliğimi bana iade edeceksin (istifa edeceksin) ama öfkelenmiyeceksin.

- Öyle yaptım.

- Arefe'deki malını bana hibe edeceksin.

- Hibe ettim.

- Mekke'deki evlerini de bana hibe edeceksin.

- Onları da sana hibe ettim.

- Akrabalığın gereğini yaptın.

- Ey mü'minlerin emiri, ben de senden üç şey isteyeceğim ve sen: "O şeyler senin olsun, ben Hind'in oğluyum." diyeceksin. Şöyle ki:

- Arefe'deki malımı bana geri vereceksin.

- Öyle yaptım.

- Bfeni bir vali veya emir tarafından hesaba çektirmeyeceksin.

- Öyle yapacağım.

- Kızın Hind'i bana zevce olarak vereceksin.

- Verdim."

Anlatıldığına göre Muaviye, Abdullah b. Amir'i ya bu üç şeyi almak ya da Basra valiliğini kabul etmek arasında muhayyer bırakmış, Abdul­lah da bu üç şeyi tercih edip Basra valiliğinden istifa etmiştir.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede, yani hicretin kırkdördüncü senesinde Muaviye, (babası belirsiz olan) Ziyad b. Ebihi'yi Ebu Süfyan'm oğlu ola­rak tescil etmişti. Bu tescili de şu şahitliğe dayandırmıştı: Adamın biri, cahiliye döneminde Ebu Süfyan'm, Ziyad'm annesi Sümeyye ile cinsel ilişkide bulunduğunu itiraf ettiğini ve bu ilişkiden Sümeyye'nin Ziyad'a gebe kaldığını ifade etmiş, bu hususta şahitlikte bulunmuştu. Muaviye, Ziyad'ı Ebu Süfyan'm oğlu olarak tescil edince artık Ziyad'a, Ebu Süf-yan oğlu Ziyad denildi. Hasan-ı Basrî ise, bu tescil işini makbul sayma­yıp şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurmuştur: '    "Çocuk yatağa aittir. Zina yapana ise recm cezası vardır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Ziyad, Ebu Süfyan'm oğlu olarak tescil edilince ben Ebu Bekre'ye uğ­radım ve ona şöyle dedim:

- Ne yaptınız siz? Ben, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini işitmiş-tim: Rasûlullah (s.a.v,)'ın şöyle buyurduğunu şu kulaklarımla işittim: "Bir kimse jslâmiyet döneminde babası olmayan bir kimseyi bilerek ba­bası olarak iddia ederse, Cennet ona haram olur."

Ebu Bekre: "Bunu ben de Rasûlullah'tan işittim." dedi.

Hicretin kırkdördüncü senesinde Muaviye, insanlara hacc ettirdi. Bu senede Muaviye, Şam'daki büyük camide kendisi için bir mahfel yaptırdı. Mervan da Medine'de kendi şahsı için mescitte bir mahfel yap­tırmıştı.

Bu senede mü'minlerin annesi Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan vefat etti. Ümmü Habibe'nin asıl adı Remle'dir. Muaviye'nin kız kardeşiydi, islâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Kocası Abdullah b. Cahş'la birlikte Habeşistan'a hicret etti. Ancak kocası orada Hristiyan-lığa döndü ve Ümmü Habibe kise Müslümanlıkta sebat etti. Habibe, Ümmü Habibe'nin Abdullah ile evliyken doğan en büyük çocuğudur. Bu çocuğunu Habeşistan'da doğurmuştu. Hicretten önce Mekke'de doğur­muş olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Ümmü Habibe'nin kocası Habeşistan'da öldü. Allah ona lanet etsin ve onu kahretsin. Kocasının ölümüyle dul kaldığında, Rasûlullah (s.a.v.), Amr b. Ümeyyeed-Dami-rî'yî Necaşi'yu gönderdi. Necaşi de Ümmü Habibe'yi Rasûlullah'la ev­lendirdi. Nikah akdini Halid b. Said b. As yaptı. Ümmü Habibe'nin meh-rini ise Necaşi, 400 dinar olarak kendi cebinden ödedi ve Ümmü Habi­be'yi hicretin yedinci senesinde Rasûlullah'a gönderdi. Mekke fethi se­nesinde sulhu yenilemek için babası Ebu Süfyan geldiğinde, Ümmü Ha­bibe'nin odasına girdi. Ancak Ümmü Habibe, Rasûlullah'm minderini babasının altından kaldırdı. Babası Ebu Süfyan, ona şöyle dedi:

- Kızım, sen bu minderi mi ba*na layık görmedin, yoksa beni mi bu mindere layık görmedin?

- Hayır bu^Rasûhıllah'm minderidir, sense müşrik bir adamsın.

- Allah'a yemin ederim ki ey kızım, benden sonra sen şerre uğramış kötüleşmişsin.

Ümmü Habibe, mü'minlerin annelerinin seyyidelerinden, hanım­larından, takvalı abide kadmlarmdandı. Allah ondan razı olsun.

Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ümmü Habibe, vefat edeceği zaman beni çağırıp şöyle dedi:

- Kumalar arasında cereyan eden bazı şeyler bizim de aramızda ce­reyan etmiş olabilir. Ben de ona dedim ki:

- Allah, beni ve seni bağışlasın. Bütün bu olup biten şeylerde ben hakkımdan vazgeçtim ve sana helal ettim.

- Beni memnun ettin. Allah da seni memnun etsin.

Böyle dedikten sonra Ümmü Seleme'ye de haber göndererek kendi­sinden helallik diledi. Ümmü Seleme de ona aynı şeyleri söyledi. [17]

 

Hichetîn Kırkbeşinci Senesi

 

Bu senede Muaviye, Basra valiliğine Haris b. Abdullah el-Ezdî'yi atadı. Dört ay sonra onu bu görevden azletti. Yerine Ziyad'ı tayin etti. Ziyad, Küfe şehrine gitti, o esnada orada Muğire b. Şube vali olarak bu­lunuyordu. Ziyad., kendisine Basra valiliğine dair fermanı getirmesi için Muaviye'nin elçisini Kûfe'de beklemek üzere orada ikamet etti. Mu­ğire ise, Ziyad'm Kûfe'ye vali olmak üzere geldiğini zannederek duru­munu Öğrenmesi için Ziyad'a, Vail b. Hicr'i gönderdi. Vail gidip Ziyad'îa görüştü, ancak ondan birşey öğrenemedi. Sonra ulak Kûfe'ye gelip Zi­yad'a ulaştı ve onun Basra'ya gitmesini bildirdi. Ziyad, Muaviye tarafın­dan ayrıca Horasan ve Sicistan valiliklerine de atandı. Bundan sonra Hind, Bahreyn ve Umman valilikleri de onun uhdesine verildi. Ziyad, hicri kırkbeşinci senenin cemaziyelevvel ayının başında Basra'ya girdi. Orada açıkça kötülük işlendiğini gördüğü için ilk hutbesinde şöyle dedi:

"Ey insanlar! Sanki sizler Cenâb-ı Allah'ın taat erbabına hazırla­dığı sevapları ve masiyet ehline hazırladığı azapları duymamışsınız. Siz, dünyanın, gözünü görmez hale soktuğu, şehvetlerin işitme duygu­sunu körelttiği, sonsuz olana geçici dünyayı tercih eden kimseler gibi mi olmak istiyorsunuz?"

Sonra hükümet emirlerini tatbik etmeye başladı. Kılıcını çekip in­sanları büyük bir korku ve dehşete düşürdü. Neticede halk, açıkça işle­dikleri günahları terketti. Ziyad, otoritesini yerleştirirken bir sahabe-cemaatmdan yardım gördü. İmran b. Husayn'ı Basra kadılığına, Ha­kem b. Amr ei-Gifarî'yi Horasan Kaymakamlığına, Semüre b. Cündüb ile Abdurrahman b. Semüre ve Enes b. Malik'i de bazı görevlere atadı. Ziyad, sağlam görüşlü, akıllı, heybetli, dahi, konuşkan, fesahat ve bela­gat sahibi bir kimseydi.

Şa'bî dedi ki: "Güzel konuşan hangi konuşmacıyı dinlemişsem, onun -işi bozmasından korktuğum için- susmasını arzulanıışımdır. An­cak Ziyad, bunun dışındadır. Çünkü o, her ne kadar çok konuşsa da sö­zünü mutlaka güzel söyler."

Ziyad'm, Hz. Ömer nezdinde de itibarı vardı.

Bu senede Ziyad'm Horasan'daki kaymakamı Hakem b. Amr, Esel dağlarına doğru gazaya gitti. Ziyad'ın emri üzerine yaptığı bu gazada yöre halkından çoğunu öldürdü. Bol miktarda ganimet ele geçirdi. Ziyad, ona şöyle bir mektup gönderdi:

"Mü'minlerin emiri Muaviye'nin bana bir mektubu geldi. Bu mek­tubunda altın, gümüş bütün ganimetlerin taksim edilmeksizin topla­nıp beytü'1-mala gönderilmesini emrediyor." Hakem b. Amr da, Ziyad'a şu mektubu gönderdi: "Allah'ın kitabı, mü'minlerin emiri Muaviye'nin mektubundan önde gelir. Allah'a yemin ederim ki, eğer göklerle yer Al­lah'a karşı gelmekten sakınan bir rakibimizin üzerinde olsa, Allah o ra­kibimize bir çıkış yolu yaratır." Böyle dedikten sonra Hakem b. Amr, in­sanlara şu duyuruda bulundu: "Gelin ganimetlerinizi size taksim ede­yim." dedi ve ganimetleri askerlere taksim etti. Ziyad'a, Muaviye'nin emri üzerine kendisine göndermiş olduğu mektubu hususunda muha­lefet etti. Ganimetlerin beşte birini Allah ve Rasûlünün emri üzerine ayırıp beytü'1-mala gönderdi. Sonra da Rabbine: "Allah'ım, eğer senin nezdindeki şeyler benim için daha hayırlıysa beni vefat ettirip yanma al." diye dua etti ve Horasan'a bağlı Merv kentinde vefat etti. Allah on­dan razı olsun.

İbn Cerir dedi ki: Medine valisi Mervan b. Hakem, bu senede insan­lara hac ettirdi.

Bu senede vahiy katiplerinden Zeyd b. Sabit el-Ensârî vefat etti. Onun biyografisini "es-Sire" adlı kitabımızın son kısmında anlatmıştık. Hz. Osman'ın emri üzerine Şam'daki ana Mushafi yazan o zattır. Bu Mushafi güzel bir hatla yazmıştı. Gördüğüm kadarıyla Mushaf m hattı çok güzeldi.

Zeyd b. Sabit, insanlar arasında sivri zekalı bir kimseydi. İbranice okuyup yazmayı onbeş günde öğrenmişti.

Ebu'l-Hasen b. Berra şöyle demiştir: Zeyd b. Sabit, Farsçayı Kis-ra'mn elçisinden onsekiz günde öğrendi. Habeşçe, Rumca ve Kıptice'yi de Rasûlullah'm hizmetçisinden öğrendi. Vakidî dedi ki: Zeyd b. Sabit, onbeş yaşındayken ilk olarak Hendek gazvesine katıldı.

îmam Ahmed b. Hanbel ile Nesefnin rivayet ettikleri bir hadiste şöyle denilmektedir: "İnsanların feraizi en iyi bileni Zeyd b. Sabit'tir."

Hz. Ömer, onu kadılığa tayin etmişti.

Mesruk dedi ki: "Zeyd b. Sabit, derin ilim sahibi kimselerdendi."

Muhammed b. Amr, Ebu Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "ibn Abbas, Zeyd b. Sabit'in bineğinin üzengisini tuttu. Zeyd, ona şöyle dedi:

- Ey Rasûlullah'm amcası oğlu, uzaklaş. îbn Abbas ona şöyle karşı­lık verdi:

- Hayır! Biz, âlimlerimize ve büyüklerimize böyle hürmet ederiz." A'meş, Ubeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Zeyd b. Sabit, evin­de iken insanların en şakacısı idi. Ama insanlar araşma çıktığı zaman da en yerenlerindendi."

Muhammed b. Şirin dedi ki: "Zeyd b. Sabit, namaz kılmak üzere mescide gitti. Ancak cemaatın mescitten dönmekte olduğunu görünce onlardan gizlenip şöyle dedi: İnsanlardan utanmayan, Allah'tan da utanmaz."

Zeyd, hicretin kırkbeşinci senesinde vefat etti. Elli beşinci senesin­de vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Ama sahih olan rivayete göre kırkbeşinci senede vefat etmiştir. Vefat ederken yaşı altmışa ya­kındı. Cenaze namazım Mervan kıldırdı. Vefat ettiği zaman İbn Abbas, onun hakkında şöyle dedi: "Bugün büyük bir âlim vefat etti." Ebu Hü-reyre de şöyle dedi: "Bu ümmetin derin âlimi vefat etti."

Bu senede yetmiş yaşındaki Seleme b. Selame b. Vakş vefat etti. Bu zat, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştı, vefat ederken ço­luk çocuğu yoktu.

Bu senede Asım b. Adiy de vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.), Bedir'e gi­derken bunu Küba ve Aliye mahallesi halkının idaresini yürütmekle gö­revlendirip, halef bırakmıştı. Bu zat, Uhud gazvesine ve müteakip gaz­velere katıldı. 125 yaşındayken vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.), onu ve Malik b. Dahşem'i Dırar mescidim yıkmak üzere görevlendirmiş, bun­lar da gidip o mescidi yakmışlardı.

Bu senede Hz. Ömer'in kızı ve Rasûlullah'm zevcesi Hafsa vefat etti. Bu hanım, Rasûlullah'tan önce Hüneys b. Huzafe es-Sehmî ile evliydi. Hüneys'le birlikte Medine'ye hicret etmiş, Bedir gazvesinde kocası Hü­neys vefat etmişti. İddetini tamamladığı zaman babası onu, evlendir­mek üzere Osman'a arzetmişti. O zaman Hz. Osman'ın zevcesi ve Rasû­lullah'm kızı Rukiye vefat etmişti. Ancak Hz. Osman, Hafsa ile evlen­meye yanaşmadı. Bunun üzerine Hz. Ömer, onu Hz. Ebu Bekir'e arz et­ti. Ancak Hz. Ebu Bekir de bir cevap vermedi. Kısa bir süre sonra Rasûlullah (s.a.v.) Hafsa ile evlenmek istedi ve evlendi. Bunun üzerine Hz. Ömer, kızıyla evlenmediği için Hz. Ebu Bekir'e sitem etti. Hz. Ebu Bekir, ona şöyle dedi: "Hafsa'yı Rasûlullah anmıştı. Ben, Rasûlullah'm sırrını ifşa etmek istemedim. Eğer Rasûlullah onunla evlenmeyecek ol­saydı ben evlenirdim." Bir hadiste anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Hafsa'yı boşamış, sonra ona ricat etmişti. Başka bir rivayette anlatıldı­ğına göre Rasûlullah'm ona dönmesini Cebrail emretmiştir. Emreder­ken de Rasûlullah'a şöyle demiştir: "Hafsa oruç tutar, geceleri namaz kılar. O, senin Cennet'teki zevcendir." Cumhur-u ulemanın ittifakla be­lirttiğine göre Hafsa, hicretin kırkbeşinci senesi şaban ayında vefat et­miştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Osman zamanında ve­fat etmiştir. Ama birinci rivayet daha sahihtir. [18]

 

Hicretin Kırkaltıncı Senesi

 

Bu senede Müslümanlar, komutanları Abdurrahman b. Halid b. Velid'le birlikte Rum illerinde kışı geçirdiler. Başka bir rivayette anla­tıldığına göre bu Müslümanların komutam başka birisiydi. Doğrusunu Allah bilir. Bu senede Muaviye'nin kardeşi Utbe b. Ebu Şüfyan insanla­ra hacc ettirmiştir.

Bu senedeki valiler önceki senelerde adları geçen valilerdir.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de Salim b. Umeyr'dir. Bu zat, bir savaşa (Tebük) gitmek için binek bulamadıkla­rından ötürü ağlayan sahabelerdendir ki, Ku'rân-ı Kerim'de kendile­rinden bahsedilmiştir. Salim, Bedir gazvesine ve müteakip gazvelerin tamamına katılmıştır. [19]

 

Sürakab. Ka'b

 

Bu zat da Bedir gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Bu se­nede vefat etmiştir. [20]

 

Abdurrahman, B. Halid B. Velîd

 

Kureyş'in Manzum oğulları kulundandır. Tanınmış yiğitlerdendir. Babası gibi meşhur bahadırlardan ve kahramanlardandır. Şam belde­lerinde büyük ün yaptı. Öyle ki, Muaviye ondan korktu. Zehirlenerek öl­dürüldü. Allah ona rahmet etsin ve makamını âlî kılsın. İbn Mendeh ile Ebu Naim el-İsbahanî'nin ifadesine göre bu zat, Hz. Peygamberin za­manında yaşamıştır. İbn Asakir'in rivayetine göre bu zat, Peygamber Efendimiz'den, iki omuz arasına kupa (bardak) vurdurmaya dair bir ha­dis rivayet etmiştir. Buharı, bu hadisin mürsel olduğunu söylemiştir. Ka'b b. Cuayl, Abdurrahman'ı ve kardeşleri Muhacir ile Abdullah'ı öven bir kimseydi. Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Abdurrahman, Şamlılar arasın­da büyük itibar sahibi kıymetli bir kimse idi. Muaviye ile birlikte Sıffin savaşma katıldı.

İbn Sümey' dedi ki: Abdurrahman, Muaviye zamanında yazın savaş işlerini yürütürdü. Muaviye'yi korurdu. İbn Cerir, ile başkalarının an­lattıklarına göre Humus'taki zımmilerin reisi îbn Asal, ona zehirli bir

şerbet içirmiş ve Abdurrahman bu yüzden vefat etmiştir. Bazılarının id­diasına göre İbn Asal, Muaviye'nin emri üzerine Abdurrahman'a zehirli şerbet içirmiştir ki bu sahih değildir. Vefatından dolayı şairin biri onun için şöyle bir mersiye yazmıştır:

"Baban o kimsedir ki, harcı verdikleri zaman Rumların üzerine or­duları sürerdi. O bahadırdı.

Nice yiğit vardır ki, uzanıp uyuduktan sonra onu gemin çarpmasıy­la uyandırmışım. O uykuya dalmıştı.

Biri Halid'in safı, diğeri de Dımaşk'm bornozlu safı, karşı karşıya gelirse elbetteki bu iki asker safı birbirine eşit olamaz."

Anlatıldığına göre Abdurrahman b. Halid, Medine'ye geldiğinde Urve b. Zübeyr ona şöyle demiş: "İbn Asal ne yaptı?" Abdurrahman sus­muş, sonra Humus'a dönüp İbn Asal'dan öcünü alıp onu öldürmüştü. Sonra da Abdurrahman, Urve'ye şöyle demiş: "Seni ondan kurtardım ama îbn Cermuz ne yaptı? (İbn Cermuz, Urve'nin babası Zübeyr'i öldü­ren kişidir.)" Onun bu sorusu karşısında Urve susmuştu. Bir kavle göre Muhammed b. Mesleme'de orada bulunup susanlardandır.

Bu senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Herem b. Hibban el-Abdî'dir. Hz. Ömer'in valilerin dendi. Veysel Karanı ile buluştu. İnsan­ların akıllılarından ve bilginlerinden di. Anlatıldığına göre bu zat, vefat ettiği zaman bir bulut gelip mezarının üzerinde durmuş ve defnedildiği vakitte hemen mezarının üzerinde ot bitmişti. Doğrusunu Allah bilir. [21]

 

Hicretin Kırkyedînci Senesi

 

Müslümanlar, bu sene Bizans illerinde kışı geçirdiler.

Bu senede Muaviye, Abdullah b. Amr b. As'ı Mısır valiliğinden azle­dip yerine Muaviye b. Hadic'i atadı.

Bu senede insanlara Muaviye'nin kardeşi Utbe b. Ebu Süfyan hac­cettirdi. Başka bir rivayete göre ise hac ettiren kişi, Anbese b. Ebu Süf-yan'dır. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede vefat eden şahsiyetlerden biri de Kays b. Asım el-Minkarf dîr. Bu zat, hem cahiliye döneminde, hem islâmiyet döneminde insanların önde gelenlerindendi. Hem cahiliye döneminde, hem de İslâmiyet döneminde içkiyi kendine haram sayanlardandı. Bunun se­bebi de şuydu: Bir gün sarhoş olmuş ve mahremi olan kadınlardan biriy­le oynaşmış, kadın da ondan kaçıp gitmişti. Sabah olunca böyle yaptığı­nı kendisine anlatanlara şu şiirle karşılık vermişti:

"İçkinin insanı eksilttiğini, ayıpladığını gördüm. Onda çirkinlikler vardır ki, şerefli adamı rezil eder.

Allah'a yemin ederim ki, artık hayatım boyunca içki içmeyecek ve hastalandığımda da ondan şifa beklemeyeceğim."

Beni Temim kabilesinin heyetiyle birlikte Medine'ye gelip Müslü­man olmuştu. Bir hadiste Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında şöyle bu-yurmurmuştur: "Bu, göçebelerin efendisidir."

Kays, cömert, övgüye layık ve kerem sahibi bir kimseydi. Şairin biri, onun hakkında şöyle demişti:

"Kays'm ölümü, bir şahsın ölümü değildir. Aksine o bir kavmin bi-nasıdır ki yıkıldı."

Asmaî dedi ki: Amr b. Alâ ile Ebu Süfyan b. Alâ'm şöyle dediklerini işittim: Ahnef b. Kays'a dediler ki:

- Sen yumuşak huyluluğu, halim ve selimliği kimden öğrendin? O da şöyle cevap verdi:

- Kays b. Asım el-Minkarfden öğrendim. Fıkhi meselelerle düşün­celerini öğrenmek için fakihlere gidildiği gibi biz de hikmet ve bilgelik konusunda gidip onun görüş ve düşüncelerim sorardık. Bir gün evinin avlusunda abasına bürünmüş olarak oturmakta iken biz de yanında bulunuyorduk. Bir grup insan yanma geldi. Ellerinde bir ölü ve bir de eli kolu bağlı iki kimse vardı. Gelenler, ölüyü göstererek şöyle dediler:

- Şu ölü senin oğlundur, onu kardeşin oğlu öldürdü.

Kays, sözünü tamamlamadan yerinden kalkmadı. Sözünü tamam­ladıktan sonra mescidde bulunan diğer oğluna yönelip şöyle dedi:

- Amcan oğlunun elini ayağını çöz, kardeşini defnet, amcan oğlu­nun annesine de yüz deve götür. Çünkü o kadıncağız gariptir."

Anlatıldığına göre Kays b. Asım el-Minkarî, vefat edeceği zaman oğulları çevresinde oturdular -otuziki oğlu vardı- onlara şöyle dedi:

"Ey oğullarım! Büyük kardeşinizi başınıza lider yapın, böylece ba­banızın yerini doldurun, küçük kardeşinizi başınıza lider yapmayın. Aksi takdirde size denk olan kimseler, sizi tahkir ederler. Mal kazan­maya ve mal edinmeye bakın. Çünkü mal, kerem sahibi cömert kimse­nin hibe ettiği çok güzel bir varlıktır. Malı olan kimse, namerde muhtaç olmaz. İnsanlardan dilenmekten sakının. Zira dilencilik, kişinin en kö­tü kazanç yoludur. Ben öldükten sonra üzerime ağlamayın. Zira Rasû­lullah (s.a.v.)'m vefatından sonra üzerine ağlanmadı. Beni, Bekr b. Vail kabilesinin bildiği bir yere defnetmeyin. Zira cahiliye döneminde ben onlara düşmanlık ederdim."

Kays b. Asım el-Minkarî hakkında şairin biri şöyle demiştir:

"Allah'ın selamı sana olsun ey Kays b. Asım. Rahmet etmek dilediği sürece rahmeti de sana olsun. Kendine dost kıldığın kimseden bir lütuf olarak sana selam olsun. O selamın misli anıldığında ağız doldurur.

Kays'm ölümü bir kişinin Ölümü değildir. Aksine o bir kavmin binası idi İçi yıkıldı." [22]

 

Hicretin Kırksekizînci Ve Kırkdokuzuncu Seneleri

 

Kırksekizinci senede Ebu Abdirrahman el-Kulebî, komutasındaki Müslüman askerleri Antakya beldelerinde ikamet ettirerek kışı oralar­da geçirdiler. Yine bu senede Ukbe b. Amir, Mısırlılara karşı bir deniz savaşı yaptı.

Medine valisi Mervan b. Hakem, bu senede insanlara haccettirdi.

Kırkdokuzuncu senede Yezid b. Muaviye, Rum illerine gazaya gitti. Kostantiniye'ye ulaştı. Beraberinde sahabelerin önde gelen simaları da vardı. Nitekim îbn Ömer, îbn Abbas, îbn Zübeyr ve Ebu Eyyüb el-Ensârî bunlardandı. Sahih-i Buharf de sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kayser'in şehrine gazaya gidecek olan ilk askerler bağışlanmışlardır." Bu ordu da, Kayser'in şehrine giden ilk or­du idi. Bunlar, büyük bir yorgunluktan ve bitkinlikten sonra Kostan­tiniye'ye ulaşabilmişlerdi. Ebu Eyyüb Halid b. Zeyd el-Ensârî, bu sene­de Kostantiniye'de öldü. Başka bir rivayete göre ise o, bu savaşta değil de ileriki sayfalarda da anlatılacağı gibi bundan sonra hicretin ellibirin-ci, elliikinci yahut elliüçüncü senesinde vefat etmiştir.

Bu senede Muaviye, Mervan'ı Medine valiliğinden azletti yerine Sa-id b. As'ı atadı. Said de, Medine'ye Ebu Seleme b. Abdurrahman'ı kadı olarak atadı.

Bu senede Malik b. Hübeyre el-Firazî, Rum illerine gidip kışı orada geçirdi. Bu senede Fudale b. Ubeyd'in savaşı da oldu. O, gazveye gittiği yerde kışı geçirdi ve gittiği şehri fethedip çok miktarda ganimet elde et­ti. Bu senede Abdullah b. Kürz, yaz mevsiminde bir gaza yaptı.

Bu senede Kûfe'de veba salgını görüldü. Muğire b. Şube de bu sal­gından kaçarak Küfe dışına gitti. Salgın ortadan kalktıktan sonra Mu­ğire, Kûfe'ye döndü. Yine vebaya yakalanıp öldü. Sahih rivayetle anla­tıldığına göre Muğire, -ileriki sayfalarda da anlatılacağı gibi- hicretin ellinci senesinde vefat etmiştir.

Muaviye, bu senede Basra valisi Ziyad'm emrine Küfe şehrim de verdi. Böylece hem Basra, hem Küfe valiliğini bir arada yürüten ilk kişi Ziyad oldu. Ziyad, altı ay Basra'da, altı ay da Kûfe'de ikamet ediyordu. Kûfe'ye gidişinde yerine Basra'da Semûre b. Cündüb'ü vekil bırakıyor­du.

Bu senede Said b. As, insanlara haccettirdi. [23]

 

Hicretin Kırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hz. Alî'nin Oğlu Hasan

 

Hasan'm künyesi, Ebu Muhammed idi. Kureyşli ve Haşimî idi. Rasûlullah (s.a.v. )'ın torunu ve onun kızı Fatümatü'z-Zehra'nın çocuğu idi. Fatıma, Rasûlullah (s.a.v.)'m çiçeği idi ve insanlar arasında Hasan, Rasûlullah (s.a.v.)'a en çok benzeyen bir kimse idi. Hasan, hicretin üçüncü yılının ramazan ayının ortalarında doğdu. Rasûlullah (s.a.v.), kendi tükürüğünü onun ağzına sürdü ve ona Hasan adını verdi. Hasan, anne ve babasının en büyük çocuğu idi. Rasûlullah (s.a.v.), onu çok se­verdi. Küçük yaşta iken Rasûlullah (s.a.v.), onun dudağını öperdi. Ba­zen dilini emer, onu kucaklar, bağrına basıp kendisiyle oynardı. Bazen Rasûlullah (s.a.v.), namazda secde halinde iken Hasan gelip onun sırtı­na biner, Rasûlullah'ta onu sırtında tutmak için secdesini uzatırdı. Ba­zen Rasûlullah'la birlikte minbere çıkardı. Sahih bir hadiste sabit oldu­ğuna göre Rasûluîlah (s.a.v.), bir ara minber üzerinde hutbe irad etmekte iken Hasanla, Hüseyin'in kendisine dargın durduklarım gö­rünce minberden inip onları kucaklamış, yanına alıp minbere çıkarmış ve şöyle demişti: "Cenâb-ı Allah doğru söyledi: "Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandır." Ben bu ikisinin yürümekte olduklarını ve tökezlediklerini görünce kendimi tutamadım, yanlarına varmak için

minberden indim."

Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin'e hita­ben şöyle demişti: "Doğrusu siz, Allah'ın ruhundansmız. Siz saygı görüp

sevileceksiniz."

Sahih-i Buharî'de, Ukbe b. Haris'in şöyle dediği rivayet edilmekte­dir: Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından birkaç gece sonra Hz. Ebu Bekir, cemaata ikindi namazını kıldırdı. Sonra Ali ile birlikte mescidin dışına çıkıp yürümeye başladılar. Hasan'm diğer çocuklarla birlikte oynamak­ta olduğunu gören Hz. Ebu Bekir, onu alıp omuzuna koydu ve şöyle de­meye başladı: "Vay! Babam sana feda olsun ey peygambere benzeyen ço­cuk, sen Ali'ye benzemiyorsun."

Ali, Ebu Bekir'in böyle demesine güldü.

Süfyan-ı Sevrî, Ebu Cuhayfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben Peygamber (s,a.v.)'i gördüm. Ali'nin oğlu Hasan ona çok benzi­yordu."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Ebi Melike'nin şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

Hz. Fatıma, Ali'nin oğlu Hasan'ın hatırına namazını çabuk kılar ve şöyle derdi: "Vay babam! Sen Ali'ye değil de peygambere benziyorsun."

îmam Ahmed b. Hanbel, Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ha­san, baş ile göğüs arası kısımlarında Rasûlullah'a en çok benzeyendir. Hüseyin ise, bundan aşağı kısımda Rasûlullah'a en çok benzeyendir."

Ebu Davut et-Teyalisî, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yüzünden göbeğine kadar olan kısımda Hasan, Rasûlullah'a en çok benzeyendir. Hüseyin ise, bundan aşağı kısımda Rasûlullah'a en çok benzeyen kimsedir."

Rivayete göre îbn Abbas ile İbn Zübeyr, Ali'nin oğlu Hasan'ın Pey­gamber (s.a.v.)'e benzediğini söylemişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Üsame b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Peygamber (s.a.v.), beni alıp dizinin üzerine oturtur, Ali'nin oğlu Hasan'ı da alıp diğer dizinin üzerine oturtur, sonra da bizi bağrına basıp şöyle derdi: "Allah'ım, bunlara rahmet et. Çünkü ben de bunlara acı­maktayım." Başka bir rivayette anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.), onlar hakkında şöyle demiştir: "Allah'ım, ben bunları seviyorum, sen de bunları sev."

Şu'be, Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Peygam-ber'i Ali'nin oğlu Hasan'ı omuzuna almış olarak gördüm. O şöyle diyor­du: "Allah'ım, ben bunu seviyorum, sen de sev." Ali b. Cad'm, Bera'dan yaptığı bir rivayette ise şu fazlalık vardır; "Onu seveni de sev."

Tirmizî, bunun hasen ve sahih bir hadis olduğunu söylemiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Medine sokaklarından birinde Peygamber (s.a.v.)'le birlikte yürü­mekte idim, yönünü çevirdi, ben de onunla birlikte çevirdim. Gelip Fü-ma'nın evine vardı ve: "Minik, minik, minik!" diye seslendi. Ona cevap veren olmadı. İçeri girip oturdu, ben de onunla birlikte içeri girip otur­dum. Ali'nin oğlu Hasan yanımıza geldi. Ben, boynuna karanfilden bir gerdanlık takmak için annesinin onu geciktirdiğini zannettim. Hasan yanımıza gelince Rasûlullah (s.a.v.) ona sarıldı. O da Rasûlullah'a sarıl­dı. Sonra Rasûlullah şöyle üedi: "Ben bunu seviyorum, bunu seveni ben de severim." Bu sözünü üç kez tekrarladı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), elime dayanarak Beni Kaynuka çarşısına gitti. Beraberce orada dolaştık. Sonra döndü ve mescidde çömelip şöyle dedi:

- Minik nerede? Bana miniği çağırın.

Böyle dedikten sonra Hasan geldi. Koşup Rasûlullah'ın kucağına atıldı. Rasûlullah ta ağzını onun ağzına koyup şöyle dedi: "Allah'ım, ben bunu seviyorum. Bunu sen de sev. Bunu seveni de sev." Bu duasını üç kere tekrarladı. Ben de artık her ne zaman Hasan'ı görürsem mutlaka gözlerim yaşarırdı.»

Süfyan-ı Sevrî ile diğerleri, Ebu Hüreyre'den rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Hasan ile Hüseyin'i seven beni de sevmiş olur. Onlara öfke duyan kimse bana da Öfke duymuş olur."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), bir omuzunda Hasan, diğer omuzunda da Hü­seyin olmak üzere yanımıza geldi. Gelirken bazen Hasan'ı Öpüyor, ba­zen Hüseyn'i Öpüyordu. Bu halde iken yanımıza vardı. Adamın biri, ona şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, sen bunları çok seviyorsun.

Rasûlullah buyurdu ki:

- Bunları seven beni de sevmiş olur, bunlara Öfke duymuş olan ba­na da öfke duymuş olur."

Ebu Bekir b. Ayyaş, Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), namaz kılarken secdeye vardığında Hasan ile Hü­seyin gelip sırtına atlıyorlardı. Cemaat onları böyle yapmaktan alıkoy­mak istediğinde Rasûlullah (s.a.v.), namazını tamamlayıp selam verin­ce cemaata hitaben şöyle dedi: "Bunlar, benim oğullarımdır. Bunları se­ven beni de sevmiş olur."

Hz. Aişe ile Ümmü Seleme'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Hasan ile Hüseyin'i ve bunların anne-babalarını kucaklayıp şöyle dedi: "Allah'ım, bunlar benim ehl-i beytimdir. Bunlardan kötülü­ğü gider ve tertemiz yap."

Muhammed b. Sa'd, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Cennetlik gençlerin efendisine bakmaktan hoşlanan kimse, Ali'nin oğlu Hasan'a baksın."

Ali, Ebu Said ve Büreyde'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

"Hasan ile Hüseyin, cennetlik gençlerin efendileridir. Babaları ise kendilerinden daha hayırlıdır."

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Ya'lâ b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hasan ile Hüseyin, koşarak Rasûlullah'ın yanma geldiler. Biri di­ğerinden önce geldi. Rasûlullah, elini onun boğazının altına koyup, kol­tuğunun altına çekti, sonra diğeri geldi. Onu da aynı şekilde diğer kol­tuğunun altına çekti. Bir bunu, bir onu öpmeye başladı. Sonra da şöyle dedi: "Allah'ım, ben bunları seviyorum, sen de bunları sev." Sonra da bi­li.ze hitaben şöyle dedi: "Ey insanlar, doğrusu çocuk insanın cimrileşmesi­ne, korkaklasın asma ve cahille şmesine sebeptir."

Ebu Ya'lâ, Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), minberde hutbe irad etmekte idi. O esnada Ha­san ile Hüseyin, kırmızı renkli gömlekler giyinmiş olarak düşe kalka mescide geldiler. Rasûlullah (s.a.v.) da minberden inip onları kucağına alarak minbere çıkardı. Sonra, şöyle dedi:

- Cenâb-ı Allah, doğru buyurmuş. Doğrusu mallarınız ve çocukla­rınız bir imtihandır. Ben bu iki çocuğu görünce dayanamadım.    

Böyle dedikten sonra hutbesini okumaya devam etti." Abdullah b. Şeddad, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir; "Rasûlullah (s.a.v.), bize akşam veya yatsı namazını kıldırdı. Na­mazda secdeye vardığında secdesini uzattı. Selam verdiği zaman insan­lar bunun sebebini kendisine sorunca şu cevabı verdi: "Şu oğlum (yani Hasan) sırtıma bindi, onu hemen indirmek istemedim. İhtiyacını ta­mamlamasını istedim."

Tirmizî, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma vardım. Hasan ile Hüseyin sırtına binmişlerdi. O da el­leri ve ayakları üzerinde yürümekteydi. Hasan ile Hüseyin'e: "Bineği­niz ne güzel bir binektir." dedim. Rasûlullah da şöyle karşılık verdi: On­lar da ne güzel iki yüktür."

Ebu Ya'lâ, İbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hasan'ı omuzuna almış olarak evden dışarı çak­tı. Adamın biri, Hasan'a hitaben şöyle dedi:

- Ey çocuk! Bindiğin binek ne güzel bir binektir. Rasûlullah (s.a.v.) da böyle diyen o adama şu karşılığı verdi:

- O da ne güzel bir binicidir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

Ra&ûlullah (s.a.v.), Ali'ye, Hasan'a, Hüseyin'e ve Fatıma'ya bakıp şöyle dedi: "Ben sizinle savaşanın düşmanıyım, sizinle barış içinde ola­nın da barışığıyım."

Bakiye, Mikdam b. Madikerib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğim işittim:

"Hasan bendendir, Hüseyin ise Ali'dendir."

Bu rivayetin lafzında ve manasında münkerlik vardır.

İmam Ahmed b. Hanbel, Umeyr b. İshak'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: Ali'nin oğlu Hasan'la birlikteydim. Ebu Hüreyre'ye rastladık. Ebu Hüreyre, Hasan'a şöyle dedi: "Rasûlullah'm, senin vücudunda Öp­tüğü yeri bana göster de öpeyim." Hasan gömleğinin ucunu kaldırdı. Ebu Hüreyre de onun göbeğini öptü."

İmam Ahmed b. Hanbel, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'ı, Ali'nin oğlu Hasan'ın dilini (yada dudağını) emerken gördüm. Rasûlullah (s.a.v.)'m emdiği bir dil (ya da dudaklar), asla azab görmeyecektir."                                                    ı

İmam Ahmed b. Hanbel, Cabir b. Abdullah'tan rivayet etti ki, Ras­ûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Doğrusu benim şu oğlum (Hasan), efendi (ve lider) dir. Umarım ki Allah, bunun vasıtasıyla Müslümanlardan iki büyük cemaatı barıştıra­caktır."

Bu hadis, bu kitabın peygamberlik delilleri bölümünde geçmişti. Hz. Hasan'ın, Muaviye lehine hilafetten feragat etmesinden bahseder­ken de bu hadisi nakletmiştik Peygamber Efendimiz'in yukarıdaki ha­disi böylece tasdik edilip tahakkuk etmiş oldu. Hamd ve minnet Al­lah'adır.

Hz. Ebu Bekir, Hz. Hasan'a saygı gösterir, ikramda bulunur, onu sever ve: "Babam sana feda olsun." derdi. Hz. Ömer, de öyle yapardı. Vakidî'nin, İbrahim b. Haris et-Teymî'den rivayet ettiğine göre Hz. Ömer, sahabelere maaş bağlarken Hasan ile Hüseyin'e, Bedir savaşma katılan sahabelere bağlanan 5.000.000 dirhemlik maaşı bağlamıştı. Hz. Osman da aynı şekilde Hasan ile Hüseyin'e ikramda bulunur, onları severdi. Hz. Osman kuşatma altına alındığı zaman Hz. Hasan, kılıcını kuşanarak onun yamnda durmuş, onu savunmaya başlamıştı. Hz. Os­man da onun başına bir kötülük gelmesinden korktuğu için yemin vere­rek evine dönmesini taleb etmişti ki, Ali'nin gönlü rahatlasın.

Hz. Ali, oğlu Hasan'a aşırı derecede kıymet verir, ona saygı gösterir­di. Bir gün Ali, ona şöyle dedi:

- Ey oğulcuğum, bize bir hitabede bulun ki seni dinliyeyim.

- Sen karşımda dururken ben hutbe irad etmekten utanırım. Ali, Hasan'ın kendisini görmeyeceği bir yere gidip oturdu. Sonra

Hasan, kalkıp insanlara hutbe irad etti. Hz. Ali de onu dinliyordu. Ga­yet beliğ bir hutbe irad etti. Konuşması düzgündü. Hutbesini tamamla­dıktan sonra Ali şöyle demeye başladı: "Allah, birbirinin soyundan ola­rak bu aileyi âlemlere tercih etti. Allah işitendir, bilendir."

İbn Abbas, bineklerine bindikleri zaman Hasan ile Hüseyin'in üzengilerini tutar ve bunu kendisi için bir şeref sayardı. Hasan ile Hüse­yin, Kabe'yi tavaf ettikleri zaman insanlar onların etrafında izdiham ve sıkışıklık meydana getirdiklerinden onları âdeta paralıyorlardı. Allah, ikisinden de razı olsun ve onları hoşnud kılsın.

ibn Zübeyr şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, kadınlar Ali'nin oğ­lu Hasan gibisini doğuramazlar."

Hz. Hasan, sabah namazını Rasûlullah'm mescidinde kıldığı za­man namaz kıldığı yerde oturur ve güneş doğup yükselinceye kadar zik-nülah ile iştigal ederdi. İnsanların önde gelen şahsiyetleri gidip meclisinde otururlar, onun yanında sohbet ederlerdi. Bundan sonra Hasan kalkıp mü'minlerin annelerinin (Rasûlullah'ın zevcelerinin) yanlarına gider, onlara selam verirdi. Onlar da bazen kendisine hediyeler takdim ederlerdi. Sonra da evine dönerdi.

Müslümanların kanı ve canını korumak amacıyla Muaviye lehine hilafetten feragat ettiği zaman Muaviye, Hz. Hasan'a her sene arma­ğanlar gönderirdi. Bazen ona 400.000 dirhem armağan gönderdiği ol­muştur. Senelik maaşı da 100.000 dirhemdi. Bir sene maaş almaya gi­demedi. Armağan gönderme vakti gelmişti. Hz. Hasan, ihtiyaç içinde idi. O armağana çok ihtiyacı vardı. O, insanların en cömertlerindendi. Armağanını kendisine göndermesi için Muaviye'ye mektup yazmak is­tedi. Ancak o gece uykuya daldığında rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisine şöyle dediğini gördü: "Ey oğulcuğum! İhtiyacın için bir yaratı­ğa mektup mu yazıyorsun?" Böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.), okuması için ona bir dua Öğretmişti. Hz. Hasan da, Muaviye'ye yazmak istediği mektubu yazmadı. Nihayet Muaviye, onu hatırladı, araştırdı, gelmeyiş sebebini sordu. Sonra da adamlarına şu talimatı verdi: "Ona 200.000 dirhem gönderin. Belki de fakru zaruret içinde olduğundan ötü­rü yanımıza gelememiştir." Hz. Hasan istemeden Muaviye ona maaşını gönderdi.

Salih b. Ahmed dedi ki: Babamın şöyle dediğini işittim: "Ali'nin oğlu Hasan medenidir, güvenilirdir."

"Tarih" adlı eserinde îbn Asakir, onun hakkında şöyle denildiğini nakleder: "Hasan, malını üç kez Allah'la paylaştı (Yani malının yarısını Allah için verdi.) İki kez de malından sıyrılıp çıktı. Yirmibeş kez yaya olarak hacca gitti ve develeri de önünde yürümekteydiler."

Abbas b. Fadl, Ali'nin oğlu Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ka'be'sine yaya olarak gidip ziyaret etmemiş halde Rabbimin hu­zuruna çıkmaktan utanırım." Bu yüzden o, yirmi kez yaya olarak Medi­ne'ye gitti. Anlatıldığına göre o, hutbelerinden bazısında İbrahim sûre­sini okurmuş ve her gece uyumadan önce Kehf sûresini okurmuş, son derece cömert bir kimseymiş.

Muhammed b. Sirin'in ifadesine göre o, bir kişiye 100.000 dirhem armağan vermişti. Said b. Abdülaziz dedi ki: "Hasan, adamın birinin ya­nı başında, kendisine 10.000 dirhem vermesi için Allah'a dua ettiğini işitince kalkıp evine gitmiş ve böyle diyen adama o parayı göndermişti."

Anlatıldığına göre Hasan, elindeki ekmekten bir parçasını koparıp ağzına koyan, sonra bir parça daha koparıp yanındaki köpeğe yediren siyahi bir köleyi görünce ona niçin böyle yaptığım sormuş, köle de: "Ben kendisine yedirmeden bu köpeğin yanında ekmek yemekten utanırım." demiş. Hz. Hasan da: "Ben gidip dönünceye kadar buradan ayrılma." di­yerek kölenin efendisinin yanma gitmiş, köleyi ondan satın almış ve içinde bulunduğu bahçeyi de satın alıp köleyi azad etmişti. Sonra bahçe­yi ona vermişti. Bu ikram karşısında köle de şöyle demişti: "Ey efendim! Bu bahçeyi Allah rızası için bana hibe ettin, ben de onun rızası için hibe

ettim."

Hz. Hasan, çok kadınla evlenmişti. Her zaman mutlaka nikahında dört hür kadın bulunurdu. O çok boşayan bir adamdı, çok da mehir ve­rirdi. Anlatıldığına göre o, yetmiş kadınla evlenmiştir. İfadeye göre o bir günde iki kadın boşamıştır. Bu kadınlardan biri Beni Esed, diğeri de Be­ni Fezare kabilesindenmiş. Boşadığı bu kadınlardan her birine 10.000 dirhem para ve küpler dolusu bal göndermiş. Bu para ve balı kendisiyle gönderdiği köleye de şu talimatı vermişti: "Kadınlardan her birinin ne­ler söylediğine iyice kulak ver."

Para ve balı alan Fezariyeli kadın: "Allah, Hasan'a hayır mükafat versin." demiş, ona hayır duada bulunmuştu. Beni Esed kabilesinden olan kadınsa şöyle demişti: "Bu, kendisinden ayrıldığım sevgilimden bana gelen az bir eşyadır." Köle dönüp Hz. Hasan'a bu kadınların sözle­rini nakledince Hz. Hasan, Beni Esed kabilesinden olan kadına tekrar dönmüş ve Fezariyeli kadından alakasını kesmişti.

Hz. Ali, Küfe halkına: "Hasan'a kız vermeyin, çünkü o çok boşuyor." demiş. Ancak Kûfeliler, şu karşılığı vermişlerdi: "Allah'a yemin ederiz ki ey mü'minlerin emiri! Eğer hergün bizden kız istese; biz, dilediği kızı ona zevce olarak veririz. Biz böyle yapmakla Rasûlullah'a hısım olmak arzusu peşindeyiz."

Hz. Hasan, karısı Havle binti Manzur el-Fezarî (ya da Hind binti Süheyl) ile birlikte evin damı üzerinde yatmış, uykuya daldıktan sonra karısı kalkıp baş örtüsü ile Hz. Hasan'm ayağını kendi ayağındaki hal-hala bağlamıştı. Hasan uyandığında karısına, niçin böyle yaptığını sor­muş, karısı da şu cevabı vermişti: "Uykunun şiddetinden kalkıp dam üzerinde dolaşmandan ve aşağı düşmenden, bu sebeple de Arapların en uğursuz kızı olmaktan korktum." Karısının bu cevabı hoşuna gidince Hz. Hasan, onunla yedigün daha beraber kalmıştı.

Ebu Cafer el-Bakır dedi ki: Adamın biri, Hz. Hüseyin'e gidip bir ihti­yacı için yardrm istedi. Ancak Hz. Hüseyin, itikafta olduğu için yardım edemeyeceğini söyledi. Bunun üzerine o adam kalkıp Hz. Hasan'm yanı­na gitti, ondan yardım istedi. Hz. Hasan da gereken yardımı yapıp şöyle dedi: "Bir din kardeşimin ihtiyacım gidermem, bir ay boyunca itikafta bulunmamdan daha hoştur."

Hüseyin, İbn Sirin'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Hz. Hasan, ye­meğe çağırılmayan kimseleri yemeğine çağırırdı."

Ebu Cafer: "Hasan, yemeğe çağırılmayan kimseleri yemeğine çağı­rırdı." der.

Ebu Cafer, Hz. Ali'nin Kûfelilere şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ey Kûfeliler, Hasan'a kadın vermeyin. Çünkü o, çok kadın boşu-yor." Hemedanlılardan bir adam da kalkıp Hz. Ali'ye şöyle cevap verdi: "Vallahi biz onu evlendiririz, hoşuna giden kadını yanında tutar, hoşu­na gitmeyeni de boşar."

"Mekarimü'l-Ahlak" adlı kitapta Ebu Bekir el-Haraitî, Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hz. Ali'nin oğlu Hasan bir kadınla evlendi. Kadına yüz cariye gön­derdi, her cariye ile birlikte 1000 dirhem gönderdi."

Vakidî, Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu Hasan, çok kadın boşardı. Boşadığı her kadın da mutlaka onu severdi."

Cüveyriye b. Esma şöyle dedi: "Hasan vefat ettiği zaman Mervan ce­nazesinde ağladı. Hüseyin de Mervan'a şöyle dedi:

- Ona bunca çektirdikten sonra onun için ağlıyor musun? Mervan da dağı göstererek şöyle karşılık verdi:

- Evet, ben şu dağdan daha yumuşak huylu ve sessiz bir adama bunca eziyetler çektirmişim."

Muhammed b. Sa'd, Muhammed b. îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yanımda her kim konuşmuşsa mutlaka onun susmasını iste­mişimdir. Yalnız Ali'nin oğlu Hasan konuştukça onun daha da konuş­masını arzulamışımdır. Ondan bir kez dışında kötü söz duymuş değilim

0 da şöyle oldu: Hasan ile Amr b. Osman arasında kırgınlık vardı. Ha­san, ondan bahsederken şöyle demişti: "Ben onun için sadece burnu ye­re sürülsün, derim." İşte Hasan'dan duyduğum en kötü söz bu olmuş­tur."

Muhammed b. Sa'd, Rezin b. Sivar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan ile Mervan arasında husumet vardı. Mervan, ona ağır sözler

söylemeye başladı ama o susuyordu. Mervan, sağ eliyle sümkürünce

Hasan ona şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana! Bilmezmisin ki sağ el yüz içindir, sol el de te­nasül organı içindir. Öf sana.

Hz. Hasan'm bu sözü karşısında Mervan sustu." Ebu'l-Abbas, Muhammed b. Yezid el-Müberred dedi ki: "Ali'nin oğlu Hasan'a, Ebu Zerr'in şöyle dediği hatırlatıldı: "Fakirli­ği zenginlikten, hastalığı sıhhatlilikten daha çok severim." Bu söz karşı-nnda Hasan şöyle dedi: "Allah, Ebu Zerr'e rahmet etsin. Bana gelince

1 in şöyle derim: Bir kimse, Allah'ın kendisi için seçtiği güzel kadere te­vekkül ile dayanırsa artık o kimse, Allah'ın kendisi için takdir ettiği du­rumun dışında başka bir durumda bulunmayı temenni etmemelidir." Bu da ilâhi takdire rıza göstermeye vakıf olma hallerinden biridir ki, ilâhi kazayı tarifeden bir sözdür."

Ebu Bekir Muhammed b. Keysan el-Asam, Hasan'ın bir gün arkadaşlarına şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Size insanlar arasında gözüme en çok büyük görünen bir kardeşimi haber vereceğim. Onun gözümde büyümesinin temel sebebi, dünyanın onun gözüne küçük görünmesidir. O, kendi karnının hakimiyetini hiçe saymıştır. Bulamadığı şeyi arzulamaz, bulduğu zaman da daha çok bul­mak istemez. Kendi tenasül organının hakimiyeti dışına çıkmıştır. Ak­lını ve görüşünü hafife almaz, cahilliğinin hakimiyeti dışına çıkmıştır. Birşeyden mutlaka yarar sağlayacağına inanmazsa, elini o şeye uzata-maz. Attığı adımı da mutlaka iyilik yapmak için atar. Öfkelenmez, kim­seye kızmaz. Âlimlerle bir araya geldiğinde konuşmaktan çok dinleme­yi arzular. Konuşmasına engel olunursa da susmasına engel olunamaz. Zamanının çoğunu susarak geçirir. Konuştuğu zaman konuşmacılara aldırış etmez. Onları kendi hallerine bırakır. Davaya ortak olmaz, kar­şılıklı bahiste bulunmaz. Tartışmaya girmez, başkalarına karşı hüccet ileri sürmez. Ancak yapmadığını söyleyen, söylemediğini yapan bir ka­dıyı gördüğü zaman onunla tartışır. Bunu da faziletinden dolayı yapar, kardeşlerini unutmaz. Herhangi birşeyde kendim onlara tercih etmez. Bir kimseye ayıplanacak bir hususta ikramda bulunmaz. İki şeyle kar­şılaştığında hakka en yakın olanına bakar. Hevesine en yakın olanına ise muhalefet eder."

Ebu'l-Ferec b. Muafa b. Zekeriyya el-Harirî, Haris el-Aver'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ali, mürüvvet hususunda oğlu Hasan'a bazı sorular sordu:

- Ey oğulcuğum, doğruluk nedir?

- Babacığım, doğruluk, kötülüğü iyilikle savmaktır.

- Şeref nedir?

- İnsanlarla iyi geçinmek ve suçu üstlenmektir.

- Mürüvvet nedir?

- İffetli olmak ve kişinin malını İslah etmesidir.

- Alçaklık nedir?

- Az mala ilgiyle bakmak ve önemsiz denecek az miktardaki mâl ile dahi yardımı esirgemektir.

- Kınanmaya vesile olacak şey nedir?

- Kişinin kendi nefsini koruması ve ailesinin gizli hususlarını açı­ğa çıkarmasıdır.

- Cömertlik nedir?

- Darlık ve genişlik zamanında eli açık olmaktır.

- Cimrilik nedir?

- Elindeki malı harcamayı israf savman, harcadığını da telef etmiş olduğuna inanmandır.

- Kardeşlik nedir?

- Zorlukta ve rahatlıkta vefalı olmaktır.

- Korkaklık nedir?

- Dosta karşı cüretli olmak, düşmandan ise geri durmaktır.

- Ganimet nedir?                                                  :

- Takvalı olmaya rağbet göstermek ve dünyada zahid olmaktır.

- Hilim nedir?

- Öfkeyi yutmak ve nefse hakim olmaktır.

- Zenginlik nedir?

- Az da olsa Cenâb-ı Allah'ın insana verdiği kısmete razı olmaktır. Zira zenginlik, gönül zenginliğidir.

- Fakirlik nedir?

- Kişinin nefsinin her şeye arzu duymasıdır.

- Güçlülük nedir?

- Aşın bir kuvvete sahip olmak ve insanların en kuvvetlisini yen­mektir.

- Zillet nedir?

- Sözü yerine getirme anında korkup panik göstermektir. —Cür'et nedir?

- Akranlara muvafakat etmektir.

- Külfet nedir?

- Seni ilgilendirmeyen şeyleri söylemendir.

- Onur nedir?

- Vermen gerekeni vermendir ve suçluyu affetmendir.

- Akıl nedir?

- Muhafaza edilmesini istediğin her şeyi kalbin muhafaza etmesi­dir.

- Cehalet nedir?

- İmamına düşmanlık etmen ve ona laf çevirmendir.

- Övgü nedir?

- Güzel şeyleri yapmak, çirkin şeyleri terketmektir.

- Akıllılık nedir?

- Ağırbaşlı olmak ve yöneticilere şefkatli olmaktır. İnsanlara karşı kötü zan beslemekten kaçınmaktır.

- Şeref nedir?

- Kardeşlere uymak ve komşuları muhafaza etmektir.

- Beyinsizlik nedir?

- Alçaklara uymak, adi kimselerle arkadaş olmaktır.

- Gaflet nedir?

- Mescidi terk etmen ve fesatçıya itaat etmendir. '

- Mahrumiyet nedir?

- Sana sunulan payını almamandır.

- Efendi kimdir?

- Malda ahmaklık edip ırzını önemsemeyen kimsedir. Kendisine sövülür, ama cevap vermez. Aşiretinin işlerini yürütmek hususunda devamlı çalışır, yerinden ayrılmaz.

Bundan sonra Hz. Ali, Hasan'a şöyle dedi:

- Ey oğulcuğum! Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

"Cahillikten daha şiddetli bir fakirlik, akıldan daha faziletli bir mal, kendini beğenmişlikten daha şiddetli bir yalnızlık, istişareden daha gü­venli bir destek, tedbir gibi bir akıl, güzel ahlak gibi bir asalet, çekingen­lik gibi bir vera7, tefekkür gibi bir ibadet ve haya gibi bir iman yoktur. İmanın başı sabırdır. Konuşmanın afeti yalandır. İlmin afeti unutmak­tır. Yumuşak huyluluğun afeti sefihliktir. İbadetin afeti ara vermektir, şerefin afeti iddia ve tekebbürdür. Cesaretin afeti taşkınlıktır. Cömert­liğin afeti başa kakmaktır. Güzelliğin afeti gururluluktur. Sevmenin afeti övünmektir." Hz. Ali, daha sonra söyle dedi:

"Ey oğulcuğum! Gördüğün bir adamı asla küçümseme. Eğer senden yaşça büyükse onu baban say. Eğer yaşça emsalin ise, o senin kardeşin­dir. Eğer yaşça senden küçükse onu oğlun say."

İşte Hz. Ali, mürüvvetle ilgili olarak oğluna bu gibi sorulan sormuş ve yukandaki tavsiyelerde bulunmuştu."

Kadı Ebu'l-Ferec dedi ki: Bu haberdeki hikmetler ve bol faideler, dikkat edip ezberleyen kimse için yarar sağlayıcıdır. Nefsini bu gibi şey­lere uyup terbiye eden, süsleyen, tehzib eden kimseler için sayılamaya­cak derecede menfaatlar vardır. Mü'minlerin emiri Ali'nin rivayet ettiği ve peygamberden naklettiği hususlarda akıllı, bilgili, bilge kimseler için mutlaka hıfzedilip ezberlenmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken hususlar vardır. Bu tavsiyelere uyup kabul eden kimse şanslıdır. Bu yolda yürüyen kimseler mutluluğa ermiştir..

Asmaî, Utbî ve Medainî ile diğerlerinin anlattıklanna göre Muavi-ye de buna benzer sorulan Hz. Hasan'a sormuş, o da yukardakilere ben­zer cevaplar vermiştir.

Ali b. Abbas et-Taberanî dedi ki: Ali'nin oğlu Hasan'ın yüzüğünün üzerinde şöyle yazılı idi.

"Elden geldiğince ölmeden önce takvalı olmaya bak. Çünkü ey yiğit ve delikanlı kişi, ölüm mutlaka sana gelecektir. Sevinip kendinden geç­mişsin, gönül dostlannın, mezarlarda çürümüş olduklarını sanki gör­müyorsun."

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Hasan'ın, oğluna ve kardeşi oğluna şu tavsiyelerde bulunduğunu rivayet etmiştir: "İlim öğrenin. Bugün siz, milletin küçüklerisiniz ama yann büyükleri olacaksınız. Ezberleyeme-diğiniz hususlan yazın."

Muhammed b. Sa'd, Amr el-Asam'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Hasan'a dedim ki:

- Şu Şiiler, Hz. Ali'nin kıyamet gününden Önce dirilip geleceğini id­dia ediyorlar!

Hz. Hasan, bana şu cevabı verdi:

- Vallahi yalan söylüyorlar! Bunlar Şii değildirler. Eğer Ali'nin kı­yametten önce tekrar dünyaya geleceğim bilseydik, onun zevcelerini başkalarıyla evlendirmez ve malını da paylaşmazdık."

Abdullah b. Ahmed, Sefine'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Halifelik benden sonra otuz senedir." O esnada mecliste bir adam hazır bulunuyordu, şöyle dedi: "Bu otuz senenin altı ayı, Muaviye'nin halifeliğine dahil olmuştur. îşte bu aylar oradan gelmektedir ve Ali'nin oğlu Hasan'a bey'at edilmiştir. Ona 40.000 veya 42.000 kişi bey'at et­miştir."

Salih b. Ahmed dedi ki: Babamın şöyle dediğini işittim: "Hasan'a 90.000 kişi bey'at etti. O, halifelikten çekildi. Muaviye ile barış yaptı. Onun döneminde bir fincan kan dahi akmadı."

îbn Ebi Heyseme, Vehb'in babası Cerir'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Ali öldürüldüğü zaman Kûfelüer, onun oğlu Hasan'a bey'at etti­ler. Ona itaat edip babasından daha çok sevdiler."

İbn Ebi Heyseme, İbn Şevzeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ali Öldürüldüğü zaman Hasan, Iraklıların başında cepheye gitti. Muaviye de Şamlıların başında cepheye gitti. İki taraf karşı karşıya gel­diler. Hasan savaşmak istemedi. Muaviye ile bey'atlaştı. Yalnız kendi­sinden sonra oğlu Ali'nin veliahd kılınmasını şart koştu. Bu barış yü­zünden taraftarları Hz. Hasan'ı eleştirerek: "Vay mü'minlerin başına gelen utanca!" dediler, Hz. Hasan da onlara şu karşılığı verdi: "Utanıla­cak hale düşmek, Cehennem'e düşmekten daha iyidir."

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, Abbas'm babası Hişam'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali öldürüldüğü zaman insanlar onun oğlu Hasan'a bey'at ettiler. O da yedi ay onbir gün süreyle halifelik yaptı."

Abbas'tan başkaları dediler ki: "Kûfeliler, Hasan'a bey'at ettiler. Muaviye'ye de Kudüs'te Şamlılar, Ali'nin öldürülmesinden sonra bey'at ettiler. Bu genel bey'at, hicri kırkıncı senenin sonunda cuma günü Bey-t-i Makdis'te yapıldı. Sonra Kûfe'ye bağlı Mesken denen yerde Hasan, hicri kırkbirinci senede Muaviye ile buluştu. Bunlar barış antlaşması yaptılar. Hasan, Muaviye'ye bey'at etti."

Başkalarının ifadesine göre ikisinin barış yapmaları ve Muavi­ye'nin Kûfe'ye girmesi, hicri kırkbirinci senenin rebiyülevvel ayında ol­muştur. Bunun tafsilatını önceki sayfalarda vermiş olduğumuz için bu­rada tekrarlamaya gerek görülmemiştir.

Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki, Hasan, Kûfe'deki beytü'l-malda bulunan paraları ve eşyaları almak şartı ile Muaviye ile barış

antlaşması yaptı. Muaviye de bu şarta uydu. Beytü'1-mah açtıklarında orada 5.000.000 dirhem (başka bir rivayete göre ise 7.000.000 dirhem) buldular. Ayrıca Hasan, haracın kendisine verilmesini şart koştu, Bir rivayete göre ise Dar Ebcerd'in haracının her sene kendisine verilmesi şartını koşmuştu. Ancak Dar Ebcerd halkı, haracı Hasan'a vermeye ya­naşmadılar. Buna bedel olarak Muaviye, Hasan'a her sene 6.000.000 dirhem para vermeyi taahhüd etti. Hicretin kırkdokuzuncu senesinde vefat edinceye dek Hz. Hasan, Muaviye'nin yanına her gelişinde bu pa­raya ek olarak Muaviye'den bazı armağan ve hediyeler de alırdı.

Muhammed b. Sa'd, Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Muaviye, Kûfe'ye girip de Hasan onunla be/atlaştığı zaman ta­raftarları, Muaviye'ye şöyle dediler:

"Ali'nin oğlu Hasan'a, bir hutbe irad etmesini emret. Çünkü o genç­tir, bu işin hakkını veremez. Olaki hutbe irad ederken dili sürçer, böyle­ce insanların gönlündeki yerini kaybeder, değerini yitirir."

Muaviye de Hasan'a, hutbe irad etmesini emretti. Hasan, minbere çıkıp hutbe irad etmeye başladı. Hutbesinde şöyle dedi: "Ey insanlar! Eğer Cablak ile Cabers arasında benden ve kardeşimden başka dedesi peygamber olan bir adamı arayacak olursanız boşuna yorulmayın, bu­lamazsınız. Biz Muaviye'ye bey'at ettik. Müslümanların kanının akıtıl­masını önlemeyi, akıtmaktan daha hayırlı gördük. Allah'a yemin ede­rim ki bilemiyorum, belki bu sizin için bir imtihan ve belirli bir zamana kadar geçinip gitmektir." Böyle derken Muaviye'ye işaret etti. Muaviye bundan ötürü öfkelendi ve Hasan'a:

- Sen böyle yapmakla neyi kasdettin? diye sordu. Hasan da:

- Vallahi Cenâb-ı Allah, bundan neyi kasdetmişse ben de bunu kasdettim, dedi. Muaviye, hutbe için minbere çıktı ve Hasan'dan sonra kendisi de bir konuşma yaptı.

Başkalarının rivayetine göre önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Muaviye, bu tavsiyelerinden ötürü kendi adamlarını kınamıştır."

Muhammed b. Sa'd, Nüfeyr el-Hadremî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu Hasan'a dedim ki:

- İnsanlar senin halifelik peşinde olduğunu iddia ediyorlar. Sen buna ne dersin?

- Arapların liderleri, benim elimdedirler. Benim barışık olduğum kimseyle barışıktırlar. Benimle savaşan kimseyle savaşırlar. Ben, Al­lah rızası için halifelikten feragat ettim. Sonra Hicazılardan halifelik ıçm ikinci bir ayaklanma mı isteyeceğim."

Muhammed b. Sa'd, Zeyd b. Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın biri, Medine'de bulunan Hasan'm yanına gitti. Hasan'm elinde bir mektup vardı. Adam sordu:

- Bu nedir?

- Muaviye'nin oğlu beni bu mektubuyla tehdit ediyor.

- Sen ona karşı insaflı davranmıştın.

- Evet ama ben kıyamet gününde 70.000 veya 80.000 veyahut daha fazla veya daha az sayıdaki kimsenin boyunlarındaki damarlardan kan fışkırarak huzuru ilahiye gelmelerinden ve bu dünyada kanlarının ne sebeple akıtıldığını Allah'tan sormalarından korkuyorum. Onun için bunlara insaflı davrandım."

Asmaî, İmran b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ali'nin oğlu Hasan, rüyasında alnında "Kulhuvallahu ehad" ayeti­nin yazılı olduğunu görmüş, bu yüzden sevinmişti. Said b. Müseyyeb, bu durumdan haberdar olunca şöyle demişti: "Eğer Hasan bu rüyayı gör­müşse, demek ki eceli çok yakındır." Gerçekten de bu rüyayı gördükten birkaç gün sonra vefat etti."

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, Umeyr b. îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben ve başka bir Kureyşli adam, Hasan'ın yanına gittik. Biraz son­ra kalkıp dışarı çıktı, tekrar döndü ve şöyle dedi: "Az önce ciğerimden bir parçayı dışarı attım ve o parçayı şu çöple evirip çevirdim. Defalarca ba­na zehir içirildi, ama bu defaki kadar şiddetli bir zehir içirilmiş değildi." Böyle dedikten sonra da yanımdaki arkadaşıma da şöyle dedi:

- Benden birşey isteyemeyeceğin bir zaman gelmeden önce şimdi benden iste.

- Senden birey istediğim yok. Allah sana afiyet versin.

Böyle dedikten sonra Hasan'ın yanından çıkıp gittik. Ertesi gün ya­nma tekrar gitmek istediğimizde çarşıdan geçerken onun yere düşmüş vaziyette olduğunu gördük. Kardeşi Hüseyin, gelip yanıbaşmda oturdu ve şöyle sordu:

- Ey kardeşim! Sana bu kötülüğü yapan kim?

- Sen onu öldürmek mi istiyorsun?

- Evet.

- Eğer bu kötülüğü bana yaptığını zannettiğin kişi, benim düşün­düğüm kimse ise biliyorum ki, Allah benim intikamımı alma hususunda senden daha güçlüdür (Allah daha güçlü, daha cezalandırıcıdır.). Eğer o zannettiğim kimse değilse o zaman benim yüzümden suçsuz bir adamı öldürmeni istemem."

Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Ümmü Bekr Binti Misver'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan'a defalarca zehir içirildi, her defasın­da da ölümden kurtuldu. Ancak vefatına sebep olan son defadaki zehir içirilişinde o zehir onun ciğerine karışmıştı. Vefat edince Haşimilerin kadınları bir ay müddetle ona ağıt yaktılar."

Vakidî dedi ki: Hz. Aişe'nin ifadesine göre Haşimilerin kadınları Hasan için bir sene boyunca yas tuttular."

Yine Vakidî, Hasan'ın oğlu Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Ali'nin oğlu Hasan, çok kadınla evlenmişti ve evlendiği kadınlar onun yanında çok az süreyle kalırlardı. Evlendiği bütün kadınlar, mut­laka onu severler ve onu başkalarından kıskanırlardı. Anlatıldığına gö­re ona zehir içirilmiş, ama ölümden kurtulmuştu. Tekrar içirilmiş, yine ölümden kurtulmuştu. Sonuncu kez içirildiğinde vefat etmişti. Can çe­kişirken yanma gelen tabib onun içtiği zehirin, bağırsaklarını parçala­dığını söylemişti. Bunun üzerine Hüseyin, Hasan'a dedi ki:

- Ey Muhammed'in babası, sana bu zehiri içireni bana söyle?

- Niçin ey kardeşim?

- Onu öldüreceğim. Vallahi seni defnetmeden önce onu öldürece­ğim. Ya ona güç yetiremem ya da yanma ulaşamayacağım bir yerde olur. Bunun dışında o neredeyse öldüreceğim.

- Ey kardeşim, bu dünya geçici ve fani birkaç geceden ibarettir. Bı­rak da onunla Allah'ın huzurunda hesaplaşayım." Böyle dedi ve kendi­sine zehir içiren kimsenin adını söylemedi.

Bazı kimselerin şöyle dediklerini duymuşum:

"Muaviye, Hasan'a zehir içirmeleri için bazı hizmetçilerine ödül va­de tmiş."

Muhammed b. Sa'd, Ümmü Musa'nın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Ca'de binti Eş'av b. Kays, Hasan'a zehir içirdi. Hasan da bu yüzden hastalandı. Kırk gün süreyle altına bir leğen konuluyor, o leğen çıkarıl­dıktan sonra bir başka leğen getirilip konuluyordu."

Muaviye'nin oğlu Yezid, Hasan'ın hanımı Ca'de binti Eş'as'a haber göndererek: "Hasan'ı zehirle, o öldükten sonra ben seninle evlenirim." demiş ve Ca'de de onun bu isteğini yerine getirmişti.

Hasan öldükten sonra Ca'de, Yezid'e haber göndererek kendisiyle evlenmesini istemiş, ancak Yezid şu karşılığı vermişti: "Vallahi biz seni Hasan'a layık görmemiştik, kendimize mi layık göreceğiz?" Bence bu sa­hih bir rivayet değildir. Hele Yezid'in babası Muaviye'nin, böyle birşey yapması hiç mi hiç düşünülemez.

Hasan'm, Ca'de tarafından zehirlenmesiyle ilgili olarak Kesir Nemre şöyle bir şiir söylemiştir:

"Ey Ca'de! Hasan'a ağla, ağlamaktan usanma.

Ona gerçek bir ağlayışla ağla, ağlayışın sahte olmasın.

Evine onun gibisini koyamazsın artık, insanlar arasında ne pabuç­lu, ne yalm ayaklı hiç kimseyi ona benzer göremezsin.

O adamı kasdediyorum ki, ailesi onu öyle bir zamana teslim ettiler ki, o zaman kuraktır.

O zamandan ürün isteniliyor ama ürün vermiyor.

Ateşi yakıldığı ve tutuşturulduğu zaman Hasan'm benzersiz asaleti o ateşin alevlerini yükseltir ki, o ateşi, ayakları zincire bağlı perişan halli bir kimse görmesin, ya da ehil olmaya lâyık olmayan kavmin bir ferdi görmesin.

Ey oğulcuğum! Eti haşlıyorsun, haşlandığında o eti yiyecek bir kim­se yok."

Süfyan b, Uyeyne, Rakabe b. Maskala'nm şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Hasan can çekişirken: "Beni evin avlusuna çıkarın ki, göklerin melekûtuna bakayım." dedi. Yatağını avluya çıkardılar, başını semaya dikip şöyle dedi: "Allah'ım, ben kendi nefsimi senin yanında sayıyorum, nefisler arasında benim nefsim bana çok kıymetlidir."

Allah, ona o kadar lütuf ve ikramda bulunmuştu ki o, kendini Allah katında sayıyordu."

Abdurrahman b. Mehdi dedi ki: Süfyan-ı Sevrî hastalanıp, hastalığı ağırlaştığı zaman tahammülsüzlük gösterdi, merhum İbn Abdülaziz onu ziyarete gitti ve ona şöyle dedi:

"Ey Ebu Abdillah! Bu ne tahammülsüzlüktür? Oysa sen altmış sene müddetle kendisine ibadet ettiğin, kendisi için oruç tuttuğun, namaz kıldığın, hac ettiğin bir Rabbin huzuruna varıyorsun. Daha niye taham­mülsüzlük gösteriyorsun." Onun bu sözü karşısında Süfyan-ı Sevrî, ra­hatladı ve kendine geldi."

Ebu Nuaym dedi ki: "Hz. Hasan'm hastalığı şiddetlendiği zaman ta­hammülsüzlük gösterdi, yanına bir adam gelip şöyle dedi:

- Ey Muhammed'in babası! Bu ne tahammülsüzlük? Oysa ruhun cesedinden ayrılıyor ve sen baban Ali ile anan Fatıma'nm yanına, deden Hz. Peygamber ile, ninen Hatice'nin, amcaların Hamza ile Cafer'in; da­yıların Kasım, Tayyib, Mutahhar ve İbrahim'in, teyzelerin Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Zeyneb'in yanma gidiyorsun.

Adamın bu sözü karşısında Hz. Hasan rahatladı. Başka bir rivayet­te anlatıldığına göre Hz. Hasan'a bu sözleri söyleyen kimse Hüseyin'dir. Böyle diyen o adama veya Hz. Hüseyin'e cevaben Hasan şöyle demişti:

- Ey kardeşim, ben Allah'ın bir emrinden çıkıp, başka bir emrine giriyorum, ama böylesi bir emri görmüş değilim. Allah'ın bazı yaratıkla­rından ayrılıp başka yaratıklarının yanına gidiyorum ki, böylesi yara­tıkları da asla görmüş değilim.

Onun bu cevabı karşısında Hüseyin ağlamıştı. Allah ikisinden de razı olsun."

Vakidî, Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hasan vefat ettiği gün nerede ise Hüseyin ile Mervan b. Hakem arasında fitne çıkacaktı. Hz. Hasan, kardeşi Hüseyin'e Rasûlullah'm yanına defnedil­mesi için vasiyette bulunmuştu ama oraya defnedilmesi hususunda bir direniş ve fitne ile karşılaşılacak olursa Bakî mezarlığına defnedilmesi­ni tavsiye etmişti. Ancak o zaman Muaviye tarafından azledilmiş olan ve Muaviye'nin gönlünü kazanmak isteyen Mervan, Hasan'ın Rasûlullah'm yanına defne dilmesine itiraz etmiş, bunu kabul etmemiş­ti. Mervan, Haşimoğullarmm sürekli düşmanı idi, bu düşmanlığı ölü­müne kadar sürdürmüştü. Ben o gün Hz. Hüseyin'e şöyle dedim:

"Ey Abdullah'ın babası! Allah'tan kork. Fitneye sebebiyet verme. Kardeşin Hasan, senin böyle yapmana razı olmadı, senonu annesininya-nma Bakî mezarlığına defnet." Ben böyle dedim. O da bu dediğimeuydu."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ölmeden önce Hasan, öldüğü takdirde Rasûlullah'm yanma defnedilmesi için izin istemek maksadıy­la Hz. Aişe'ye haber göndermiş. Hz. Aişe de ona bu hususta izin vermiş­ti. Ancak Hz. Hasan vefat ettiği zaman Hz. Hüseyin silahım kuşanmış, ona karşı Ümeyye oğulları da silahlanmışlar ve: "Hasan'm, Rasûlul­lah'm yanına defnedilmesine müsaade etmeyiz. Osman, Bakî mezarlı­ğına defnedilsin de Hasan, Rasûlullah'm yanma defnedilsin, olur mu böyle şey?" demişlerdi. İnsanlar, fitne çıkmasından korktuğu için Sa'd b. Ebi Vakkas, Ebu Hüreyre, Cabir ve İbn Ömer, Hz. Hüseyin'e savaş­mamasını tavsiye ettiler. Oda bu tavsiyeye uyarak kardeşi Hasan'ı, an­nesi Fatıma'nm mezarının yakınında ki Bakî mezarlığına defnetti. Al­lah ondan razı olsun.

Süfyan-ı Sevrî, Ebu Hazım'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hasan vefat ettiği gün Hüseyin, Said b. As'ı öne çıkardı. O da Hz. Hasan'm cenaze namazını kıldırdı. "Eğer sünnet olmasaydı Said'i öne geçirmezdim." dedi.»

Muhammed b. İshak, Beni Sa'd Beklin azadlısı Müsavir'in şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Hasan öldüğü gün Ebu Hüreyre'nin Rasû­lullah'm mescidinde kalkıp yüksek sesle şöyle dediğini gördüm:

"Ey insanlar! Rasûlullah'm sevgilisi öldü. Bugün ona ağlayın." İn­sanlar, Hasan'm cenaze merasimine katıldılar. Kalabalık o kadar fazla idi ki, izdihamdan Bakî mezarlığına sığamadılar, kadınlar ve erkekler yedi gün süreyle ona ağladılar, Haşimilerin kadınları, bir ay müddetle ona ağıt yaktılar. Yine Haşimi kadınları, onun için bir sene süreyle yas tuttular."

Yakub b. Süfyan, Cafer b. Muhammed'in babası Muhammed'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali, ellisekiz yaşında öldürüldü, oğlu Hasan da ellisekiz yaşında öldürüldü. Hüseyin de aynı yaşta öldürüldü. Allah hepsinden razı olsun."

Şube, Ebu Bekir b. Hafs'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sa'd ile Ali'nin oğlu Hasan, Muaviye'nin emirliğinin onuncu senesinde vefat et­tiler."

Âliye, babası Muhammed'den naklen Cafer'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir: "Hasan kırkyedi yaşında iken vefat etti." Birçok kimseler­de böyle demişlerdir. Sahih olan rivayet budur. Meşhur kavle göre Ha­san, hicretin kırkdokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Nitekim biz de böyle dedik. Başkaları ise onun hicri ellinci senede vefat ettiğini söyle­mişlerdir. Ellibirinci senede veya ellisekizinci senede vefat ettiğini söy­leyen zayıf rivayetler de vardır. [24]

 

Hicretin Ellîncı Senesi

 

Bir görüşe göre bu sene Ebu Musa el-Eş'arî vefat etmiştir. Sahih kavle göre ise Ebu Musa, hicretin elliikinci senesinde vefat etmiştir, Ni­tekim bu konu ileride de anlatılacaktır. Bu senede Muaviye, insanlara haccettirdi, bir kavle göre ise Muaviye'nin oğlu Yezid haccettirdi.

Bu sene Medine valisi Said b. As idi. Küfe, Basra, Meşrik, Sicistan, Fars, Sind ve Hind illerinin valisi Ziyad idi. Bu senede Beni Nehşel kabi­lesi, şair Ferazdak'ı Ziyad'a şikayet ettiler, Ferazdak, da Ziyad'dan ka­çıp Medine'ye gitti. Ferazdak, bir kasidesinde Ziyad'ı aşın derecede hic­vetmiş. Bu sebeple Ziyad'dan kaçıp Medine'ye gitmişti. Oranın valisi Said b. As'a sığınmış, bu konuda şiirler söylemişti. Ziyad'm vefatına ka­dar Mekke ile Medine arasında dolaşmış, Ziyad vefat edince tekrar bel­desine dönmüştü.

Vakidî'nin rivayetine göre Muaviye, Hz. Peygamber minberini Me­dine'den Şam'a götürmek istemiş ve Peygamber Efendimiz'in hutbe irad ederken elinde tuttuğu değneği almak istemiş, nihayet Ebu Hürey-re ile Cabir b. Abdullah ona şöyle demişlerdi: "Ey mü'minlerin emiri, böyle yapma. Allah'tan kork. Rasûlullah'm yerleştirdiği bir minberi bu­radan alıp götürmen uygun olmaz. Onun hutbe irad ederken elinde tut­tuğu değneği Medine dışına çıkarman doğru değildir." Muaviye de onla­rın bu uyarısı üzerine bu niyetinden vazgeçti. Ancak minbere altı basa­mak ekledi ve bu hususta gerekçesini de insanlara açıkladı.

Vakidî'nin rivayetine göre halifeliğe geçen Abdülmelik b. Mervan da kendi döneminde yine aynı şeyleri yapmak istemiş, ancak kendisine "Muaviye de böyle yapmak istemişti, ancak bundan vazgeçmişti." denil­diğinde o aldırış etmemiş, minberi yerinden sökmeye çalışırken güneş tutulmuş, bu yüzden o da bu niyetinden vazgeçmişti.

Abdülmelik'in oğlu Velid de hacca geldiğinde yine aynı şeyleri yap­mak isteyince ona şöyle denilmişti: "Muaviye ile baban da böyle yapmak istemişler, ancak sonra bu niyetlerinden vazgeçmişlerdi." Said b. Mü-seyyeb, bu hususta Ömer b. Abdülaziz ile konuşmuş ve Velid'in bu niye­tinden vazgeçmesini kendisine öğütlemesini istemiş, yapılan nasihat-lar neticesinde Velid de bu kararından vazgeçmişti. Sonra Süleyman hac ettiği zaman Ömer b. Abdülaziz, Velid'in minberi ve Rasûlullah'm değneğini alıp Şam'a götürmek istediğini ona haber vermiş; Said b. Müseyyeb'in onu bu işten men ettiğini anlatmış, bunun üzerine Süleyman şöyle demişti:

"Abdülmelik'in ve Velid'in böyle yapmış olduklarının bana anlatıl­masından rahatsız oluyorum. Bizim böyle yapmamız gerekmez. Dün­yayı ele geçirdik. İşte dünya elimizdedir. Biz, İslâm'ın bayraklarından bir bayrağı ele geçirmek istiyoruz ki, insanlar gelip onu ziyaret etsinler ve o bayrağı bizden sonrakilere aktaralım. Aslında Velid ile Abdülme­lik'in böyle yapmaları uygun değildi. Allah onlara rahmet etsin."

Bu senede yani hicretin ellinci senesinde Muaviye, Muaviye b. Ha-dic'i Mısır valiliğinden azletti, oraya Kuzey Afrika valisi Mesleme b. Muhalled'i tayin etti.

Bu senede Ukbe b. Nafî el-Fihrî, Muaviye'nin emri üzerine Tunus ülkesini fethetti. Kayravan'a kadar uzandı. Kayravan'da yırtıcı hay­vanların, yılanların, ejderhaların yaşadığı sık ağaçlı bir orman vardı. Ukbe, Allah'a dua etti, orada yırtıcı hayvanlar kalmadı. Öyle ki, o hay­vanlar yavrularını alarak o ormandan göçüp gittiler. Yılanlar da delik­lerinden kaçıp gittiler. Berberilerden çoğu Müslüman oldu. İşte orada Kayravan şehri kuruldu.

Bu senede Büsr b. Ertat ile Süfyan b. Avf, Rum illerine gazaya gitti­ler. Yine bu senede Fudale b. Ubeyd denize açılıp gaza yaptı.

Bu senede Midlac b. Amr es-Sülemî adındaki büyük sahabe vefat et­ti. Bu zat, Rasûlullah'la birlikte bütün gazalara katılmıştı. Sahabeler arasında bunun adının anıldığını görmüş değilim. [25]

 

Hüyey B. Ahtab'ın Kızı Safiye

 

Bu hanımın soy kütüğü şöyledir: Safiye binti Hüyey b. Ahtab b. Şu­be b. Salebe b. Abd b. Ka*b b. Hazrec b. Ebi Habib b. Hadr b. Nahham b. Nahun. Mü'minlerin annesidir. Yani Rasûlullah'ın zevcesidir. Nadir oğulları kabilesinden olup Harun (a.s.)'un neslindendir. Babası ve am­cası oğlu Ahtab ile birlikte Medine'de idi. Rasûlullah (s.a.v.), Nadir oğul­larım Medine'den sürgün edince bunlar Hayber'e gittiler. Babası Beni Kurayza savaşında öldürüldü. Rasûlullah (s.a.v.), Hayber'i fethettiğin­de bu hanım esirler arasında bulunuyordu. Dıhye b. Halife el-Kelbf nin payına düştü. Safîye'nin güzelliği ve hükümdar kızı olduğu Rasûl-ullah'a anlatıldığında Rasûlullah, onu kendine ayırdı ve bedelini Dıh-ye'ye ödedi. Safiye de Müslüman oldu. Rasûlullah da onu azad edip ken­dine eş olarak aldı. Sahba denen yere varıldığında onunla gerdeğe girdi. Safîye'nin saçını tarayan kadın, Ümmü Süleym idi. Safîye, daha önce amcası oğlu Kinane b. Ebi Hukayk'm zevcesi idi. Savaşta öldürüldüğün­de Safîye dul kaldı. Rasûlullah (s.a.v.), Safîye'nin yanağında tokat izi gördü. Ona:

- Bu nedir? diye sorunca Safîye şöyle cevap verdi:

- Rüyamda ayın Medine tarafından çıkıp geldiğini ve kucağıma düştüğünü gördüm. Bu rüyamı amcam oğluna (kocama) anlattığımda o beni tokatladı ve: "Sen Medine hükümdarıyla evlenmek mi istiyorsun?" dedi. İşte bu iz, o tokattan kalmadır.

Safîye, ibadet, takva, zahidlik, iyilik ve sadaka verme bakımından kadınların lideri ve hanımefendi siydi. Allah, ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın.

Vakidf nin ifadesine göre Safiye, hicretin ellinci senesinde vefat et­miştir. Başkalarının ifadesine göre ise hicretin otuz altıncı senesinde vefat etmiştir. Ama sahih olan, Vakidî'nin ifadesidir. [26]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/9-14.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/14-23.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/23-28.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/29-32.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/33-36.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/39-40.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/40-42.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/42-43.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/43.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/44.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/44.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/44-45.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/45.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/45.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/46.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/47-51.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/52-54.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/55-57.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/58.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/58.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/58-59.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/60-61.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/62-63.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/63-80.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/81-82.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/82-83.