Ümmü Şureyk El-Ensârîye. 1

Amr B. Ümeyye Ed-Damrî 2

Cübeyr B. Mut'im.. 2

Hassan B. Sabit 2

Hakem B. Amr B. Mecda' El-Gifarî 2

Dıhye B. Halîfe El-Kelbi 3

Akil B. Ebî Talîb. 3

Ka'b B. Malik El-Ensârî Es-Sülemî 4

Muğîre B. Şube. 4

Cüveyriye Bîntî Harîs B. Ebi Dırar El-Huzaîye El-Müstalîkîye. 6

Hicretin Ellîbîrîncî Senesi 6

Cerîr B. Abdillah El-Becelî 14

Cafer B. Ebi Süfyan B. Abdülmuttalîb. 15

Harise B. Numan El-Ensârî En-Neccarî 15

Satd B. Zeyd B. Amr B. Nüfeyl El-Kureşî 15

Abdullah Enis B. Cüheni Ebu Yahya El-Medeni 16

Ebu Bekre Naki B. Haris. 16

Meymune Bintî Haris. 17

Hicretin Ellîîkinci Senesi 17

Bu Senede Vefat Eden Önde Gelen Şahsiyetler Halid B. Zeyd B. Küleyb. 17

Ebu Musa El-Eş'arî 19

Abdullah B. Muğaffel El-Müzenî 20

İmran B. Husayn B. Ubeyd. 20

Ka'b B. Ucre El-Ensârî Ebu Muhammed El-Medenî 20

Muaviye B. Hadîc. 20

Hani B. Niyar Ebu El-Belevî 21

Hicretin Ellîüçüncü Senesi 21

Rüveyfî B. Sabit 22

Sa'sa'ab. Naciye. 23

Cebele B. Eyhem El-Gassanî 24

Hicretin Ellidördüncü Senesi 28

Bu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetlerden Bazıları Üsame B. Zeyd B. Harise El-Kelbî 29

Sevban B. Müceddid. 29

Cübeyrb. Müt'im.. 30

Haris B. Rib'i 30

Hüveytib B. Abdîluzzâ El-Amîrî 31

Mabed B. Yerbu B. Ankese. 33

Mürre B. Şurahil El-Hemedanî 33

Nuaymanb.Amr. 33

Sevde Bintî Zem'a. 33

Hicretin Ellîbeşînci Senesi 34

Hicretin Ellibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler Erkam B. Ebi'l-Erkam.. 34

Suhban B. Züfer B. İyas. 35

Sa'd B.Ebî Vakkas. 35

 

Ümmü Şureyk El-Ensârîye

 

Bunun, Amiriye kabilesinden olduğu da söylenir. Bu kadın, kendini Rasûlullah (s.a.v.)'a hibe etmişti. Bir kavle göre Rasûlullah, onu kabul etmiş, başka bir kavle göre ise onu kabul etmemiştir. Kendisi de Rasûlullah'tan sonra, ölünceye kadar başka bir erkekle evlenmiş değil­dir. Müşrikler kendisine su vermedikleri zaman gökten kendisine bir kova su verilerek içirilmiş ve bunu gören müşrikler o esnada Müslüman olmuşlardı. Asıl adı Gaziye'dir. Azile olduğu da söylenir. Sahih kavle gö­re Beni Amir kabilesin dendir. îbn Cevzî'nin ifadesine göre hicretin el­linci senesinde vefat etmiştir. [1]

 

Amr B. Ümeyye Ed-Damrî

 

Büyük sahabelerdendir. Uhud gazvesinden sonra Müslüman ol­muştur. İlk olarak Bir-i Maune gazvesine katılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.), Ümmü Habibe'yi kendisine nikahlaması ve Habeşistan'da ka­lan Müslümanları getirmesi için onu Necaşi'ye göndermişti. Onun çok güzel işleri ve övgüye layık faaliyetleri vardı. Allah ondan razı olsun. Muaviye'nin halifeliği döneminde vefat etmiştir.

"el-Muntazam" adlı kitabında Ebu'l-Ferec İbn Cevzî'nin anlattığına göre hicretin ellinci senesinde Cübeyr b. Mut'im, Hassan b. Sabit, Ha­kem b. Amr el-Gifarî, Dıhye b. Halife el-Kelbî, Akil b. Ebi Talib, Amr b. Ümeyye ed-Damrî, KaT) b. Malik, Muğire b. Şube, Cüveyriye binti Ha­ris, Safiye binti Hüyey ve Ümmü Şureyk el-Ensârîye vefat etmişlerdir. Allah, tamamından razı olsun. [2]

 

Cübeyr B. Mut'im

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Cübeyr b. Mut'im b. Adiy b. Nevfel b.Abdumenaf el-Kureşi en-Nevfelî. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Ebu Adiy el-Medenî künyesiyle künyelenmiş olduğuna dair başka bir riva­yet de vardır. Müşrik iken Bedir esirlerinin fidyelerini ödemek üzere Rasûlullah'a gelen heyet arasında bulunuyordu. Rasûlullah (s.a.v.), Tür sûresini okurken: "Onlar, yaratan olmaksızın mı yaratıldılar. Yok­sa yaratanlar kendileri midir?" ayet-i kerimesini duyunca kalbine islâ­miyet girdi. Sonra Hayber senesinde Müslüman oldu. Mekke fethi esna­sında Müslüman olduğuna dair başka bir rivayet varsa da doğru olan ri­vayete göre o, Hayber senesinde Müslüman olmuştur. Kureyşlilerin Ön­de gelen ve neseb ilmini en iyi bilen şahsiyetlerindendi. Neseb ilmini Ebu Bekir es-Sıddık'tan Öğrenmişti. Meşhur kavle göre o, hicretin elli-sekizinci senesinde vefat etmiştir. Ellidokuzuncu senesinde vefat etti­ğine dair başka bir rivayet de vardır. [3]

 

Hassan B. Sabit

 

Bu zat, İslâm şairidir. Sahih kavle göre hicretin elli dördüncü sene­sinde vefat etmiştir. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride de verile­cektir. [4]

 

Hakem B. Amr B. Mecda' El-Gifarî

 

Rafı b. Amr'm kardeşidir. Kendisine Hakem b. Akra da denilirdi. Büyük sahabelerdendi. Ehli eşekleri yemekten menedici bir tek hadisi, Buharı nezdinde sabittir. Ziyad b. Ebihi, onu Esel dağlarına doğru gaza­ya gönderdi. Çok miktarda ganimet eİde etti. Ziyad, ona Muaviye adına bir mektup göndererek ganimetlerin içindeki altın ve gümüşleri ayırıp Muaviye'nin beytü'l- malına göndermesini emretti, ancak o, bu emri dinlemeyip şöyle dedi: "Allah'ın kitabı, mü'minlerin emirinin mektu­bundan önde gelir. O, Peygamber (s.a.v.)'in şu hadisini duymamış mı­dır?: "Allah'a isyan olan yerde yaratığa itaat edilmez." Böyle dedikten sonra ganimetleri insanlara dağıttı. Anlatıldığına göre bu yüzden hapse atıldı ve bu senede vefat edinceye dek hapiste kaldı. Başka bir rivayete göre ise o, hicretin elli birinci senesinde vefat etmiştir. Allah ona rahmet etsin. [5]

 

Dıhye B. Halîfe El-Kelbi

 

Büyük sahabedir. Yakışıklı idi. Bunun için Cebrail, çoğunlukla o-nun suretine bürünerek Peygamber (s.a.v.)'e gelirdi. Peygamber {s.a.v.), onu elçi olarak Kayser'e gönderdi. İslâmiyet'in ilk zamanların­da Müslüman oldu. Ancak Bedir savaşında hazır bulunmadı. Fakat sonraki savaşlara katıldı. Daha sonra Yermük savaşma katıldı. Dımaşk'ın batısında Mürre denen yerde ikamet etti. Muaviye'nin halifeliği döne­minde vefat edinceye dek orada kaldı.

Bu senede Abdurrahman b. Semüre b. Habib b. Abdiü'ş- Şems el-Kureşi Ebu Said el-Abşemî de vefat etti. Bu zat, Mekke fethi esnasında Müslüman oldu. Bir rivayete göre Mu'te gazvesine katılmıştır. Horasan illerine gazaya gitti. Sicistan, Kabil ve başka yerleri de fethetti. Dı-maşk'ta bir evi vardı. Basra'da ikamet etti. Merv şehrinde ikamet ettiği­ne dair başka bir rivayet de vardır. Muhammed b. Sa'd ile başkalarının ifadesine göre o, hicretin ellinci senesinde Basra'da vefat etmiştir. Elli birinci senede vefat ettiğine dair başka bir rivayet de vardır. Namazım Ziyad kıldırdı. Geride birkaç erkek çocuk bıraktı. Cahiliye döneminde ai Abdülkilal idi. Abdükelub olduğu da söylenir. Abdülka'be adını taşı­mış olduğuna dair zayıf bir kavil de vardır. Müslüman olunca Rasû­lullah (s.a.v.), ona Abdurrahman adım verdi. Muaviye ile Hasan arasın­da elçilik yapan iki kişiden biri oldu. Allah, ikisinden de razı olsun.

Bu senede Osman b. Ebi'l-As es-Sakafî Ebu Abdillah et-Taifî vefat etti. Hem bu zatın, hem kardeşi Hakem'in sahabiliği vardır. Sakif kabi­lesinin heyetiyle birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'a gelmiş, Rasûlullah (s.a.v.), onu Taife vali tayin etmişti.

Hz. Ebu Bekirle Hz. Ömer, onu bu görevde bırakmışlardı. Uzun sü­re Taiflerin valiliğini yaptı, nihayet hicretin ellinci senesinde vefat etti. Başka bir rivayete göre hicretin ellibirinci senesinde vefat etmiştir. Al­lah ondan razı olsun. [6]

 

Akil B. Ebî Talîb

 

Hz. Ali'nin kardeşidir. Cafer'den on yaş büyüktür. Cafer ise, Hz. Ali'den on yaş büyüktür. Nitekim Talib de Akil'den on yaş büyüktür, hepsi Müslüman olmuşlardı, ancak Talib Müslüman olmamıştı. Akil, Hudeybiye'den önce Müslüman olmuş, Mu'te savaşma katılmıştı. Ku-reyşliler arasında neseb ilmini en iyi bilen kimseydi. Hicret edip malla­rını Mekke'de bırakan yakınlarının mallarına mirasçı oldu. Muavi­ye'nin halifeliği zamanında vefat etti.

Bu senede Amr b. Hamkb. Kahin el-Huzaî vefat etti. Bu zat, Mekke fethinden önce Müslüman olmuş ve hicret etmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, Veda haca senesinde Müslüman olmuştur. Bir ha­diste varid olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Cenâb-ı Allah'ın onu genç­liğinden yararlanma mazhariyetine nail kılması için dua etmiştir, o da seksen sene yaşamış ve ömründe sakalında bir tek beyaz kıl görülme­mişti. Buna rağmen o, Hz. Osman'a hücum eden dört kişiden biriydi. Bundan sonra Hz. Ali'nin taraftarlarından olmuş, onunla birlikte Cemel ve Sıffîn savaşlarına katılmıştı. Hicr b. Adiy'e yardımcı olanlardan biri olduğu için Ziyad onu takip etmiş, yakalatmak istemiş, ancak o, Mu­sul'a kaçmıştı. Muaviye, Musul valisine haber gönderip aramalarını emretmiş, onu arayıp bulmuşlardı. Bir mağarada gizlendiğini gördük­lerinde onu bir yılan sokmuş ve ölmüştü. Musul valisi, kafasını kopara­rak Muaviye'ye göndermiş ve kafası Şam'da ve diğer beldelerde dolaştı-nlmıştır. Halk arasında kesik başı dolaştırılan ilk kişi, Amr b. Hamk ol­muştur.

Sonra Muaviye, onun kesik başını karısı Amine binti Şerid'e gön­dermişti. Amine zindandaydı. Kesik baş onun kucağına atılmıştı. Karı­sı Amine, elini onun alnı üzerine indirmiş, dudağım kapatmış ve şöyle demişti: Uzun süre onu benden gizlediniz, sonra ölü olarak bana hediye ettiniz. Ne kendisi benden dargın ne de ben kendisinden dargın olarak bana gelen bu hediyeye, hoş geldin diyorum. [7]

 

Ka'b B. Malik El-Ensârî Es-Sülemî

 

islâm şairidir. İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman olmuş, Akabe bey'atmda hazır bulunmuştu. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde de sabit olduğu gibi Cenâb-ı Allah'ın, onun tevbesini kabul edişiyle ilgili hadisten anlaşıldığı üzere o, Bedir gazvesine katılmamıştır. Tebük gaz­vesine katılmayıp geride kalan üç kişiden biriydi. Bunu tefsirimizde de­taylı olarak anlatmıştık. Tebük gazvesinde de bunu nakletmiştik. İbn Kelbî, onun Bedir savaşma katıldığını söylerken yanılmıştır ve yine onun hicri kırk birinci seneden önce vefat ettiğini söylerken de yanıl­mıştır. Ondan daha bilgili olan Vakidî'nin ifadesine göre KaT?, hicretin ellinci senesinde vefat etmiştir. Kasım b. Adi/in ifadesine göre ise hic­retin ellibirinci senesinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [8]

 

Muğîre B. Şube

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Muğire b. Şube b. Ebi Amir b. Mes'ud Ebu İsa. Künyesi, Ebu Abdillah es-Sakafî'dir. Urve b. Mes'ud es-Sakafi, Muğire'nin babasının amcasıdır. Muğire, Arap dahilerinden ve ileri gö­rüşlülerinden idi. Hendek savaşının yapıldığı senede Sakif kabilesin­den onüç kişiyi öldürdükten sonra Müslüman oldu. Bunlar, Mukav-kis'in yanından döndüklerinde Muğire tarafından öldürülmüşlerdi. Muğire, bunları öldürdükten sonra mallarını almıştı. Ancak Urve b. Mesud, onların diyetlerini üstlenmiş ve ödemişti.

Hudeybiye'de hazır bulundu. Barış yapıldığı günde de Rasûlullah (s.a.v.)'m yanıbaşmda kılıcını çekmiş olarak duruyordu. Taiflilerin İslâm'a girmelerinden sonra Rasûlullah (s.a.v.), onu ve Ebu Süfyan b.

Harb'ı oraya gönderdi ve bu ikisi Lat putunu tahrip ettiler. O putu nasıl tahrip ettiklerim önceki kısımlarda anlatmıştık.

Ebu Bekir es-Sıddık, onu Bahreyn'e gönderdi. Yemame ve Yermük savaşlarına katıldı. O zaman gözlerini kaybetti. Başka bir rivayette an­latıldığına göre güneş tutulmuş iken güneşe bakmış ve gözlerinin ferini yitirmişti. Kadisiye savaşma katıldı. Hz. Ömer, onu birçok fetihlere gönderdi. Nitekim Hemedan ve Meysan'ı fethetti. Sa'd b. Ebi Vakkas ta­rafından elçi olarak Rüstem'e gönderildi. Beliğ bir ifadeyle Rüstem'e hi­tap etti. Hz. Ömer de onu Basra'ya vali tayin etti. Aleyhine zina şahitliği yapıldığı, ancak bu suçu sabit görülmediği için Hz. Ömer, onu Basra va­liliğinden alıp Küfe valiliğine atadı. Hz. Osman da onu bir süre Küfe va­liliğinde bıraktı, sonra azletti. Bir kenara çekilip uzlet hayatı yaşadı. Hakem hadisesi meydana geldiğinde Muaviye tarafına katıldı. Hz. Ali öldürülüpte Muaviye ile Hasan barıştıklarında Kûfe'ye gitti. Muaviye, onu Küfe valiliğine atadı. Meşhur kavle göre hicretin ellinci senesine kadar Küfe valiliğinde kaldı ve nihayet aynı senede orada vefat etti.

Muhammed b. Sa'd ile diğerleri bu görüştedirler. Hatib de insanla­rın bu görüşte ittifak ettiklerim söylemiştir. Hicretin ellinci senesinde yetmiş yaşında ramazan ayında Kûfe'de vefat etmiştir. Elli sekizinci se­nede vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Otuz altıncı senede vefat ettiğine dair nakledilen rivayet tamamen yanlıştır.

Muhammed b. Sa'd dedi ki: "Muğire, kumral saçlıydı. Alnı açıktı, dudakları geriye doğru çekikti, ön dişleri kırıktı, kafası iriydi, kolları kalındı, omuzlarının arası genişti. Kafasını ancak dört boynuz delebilir­di."

Şa*bî dedi ki: Kadılar dörttür: Ebu Bekir, Ömer, Abdullah b. Mesud ve Ebu Musa el-Eş'arî. Dahiler de dörttür: Muaviye, Amr b. As, Muğire b. Şube ve Ziyad b. Ebihi."

Zührî dedi ki: "Fitne hususunda dahi olan kimseler beştir: Muaviye, Amr b. As, Muğire b. Şube (bu uzlete çekilmiş, bir tarafta kendi başına yaşıyordu.), Kays b. Sa'd b. Ubade ve Abdullah b. Budeyl b. Verka. Bu son ikisi Hz. Ali iJe beraberlerdi."

Ben de derim ki: Şiiler derler ki: Korkuluk halinde olan ruhsuz ce­setler beştir: Rasûlullah, Ali, Fatrma, Hasan ve Hüseyin. Birbirine zıt olanlar da beş kişidir; Ebu Bekir, Ömer, Muaviye, Amr b. As ve Muğire b. Şube.

Şa'bî dedi ki: Muğire'nin şöyle dediğini işittim: "Beni hiç kimse ye­nemedi. Ancak bir defasında bir delikanlı beni yendi. Şöyle ki: Ben bir kadınla evlenmek istedim. Bu hususta o delikanlıya danıştım. Delikan­lı bana dedi ki:

- "Ey emir! O kadınla evlenmeni uygun görmüyorum.

- Niçin?

- Çünkü bir adamın o kadını Öptüğünü gördüm.

Sonra duydum ki bana böyle diyen delikanlı gidip o kadınla evlen­miş, kendisine dedim ki:

- Bir adamın o kadını öptüğünü bana söyleyen sen değil misin?

- Evet! Ama o daha küçük yaşta iken babasımn onu öptüğünü gör­müştüm.

ŞaTrî dedi ki: Kabise b. Cabir'in şöyle dediğini işittim: "Muğire b. Şu­be ile arkadaşlık ettim. Eğer bir şehrin sekiz kapısı olsa, o kapılardan her birinden mutlaka bir hile ile çıkılacak olsa, Muğire, o kapıların ta­mamından mutlaka birer hile yolu bularak çıkar."

Ibn Vehb'in rivayetine göre Muğire b. Şube şöyle demiştir: 'Tek kadınla evli olan bir erkeğin karısı âdet gördüğü zaman kendi­si de âdet görmüş gibi olur. Karısı hastalandığı zaman o da karısıyla bir­likte hastalanmış gibi olur. îki kadın sahibi erkekse, alevlenmekte olan iki ateş arasındaki bir kimse gibidir. Ama dört kadınla evli olan erkeğin gözü toktur ve aydındır." Muğire, dört kadını aynı anda nikahlar ve on­ları aynı anda da boşardı. Abdullah b. Nafî es-Saiğ dedi ki: "Muğire, üç yüz kadınla evlendi." Başkalarının ifadesine göre Muğire, 1000 kadınla evlenmiştir. 100 kadınla veya seksen kadınla evlenmiş olduğuna dair ri­vayetler de vardır. [9]

 

Cüveyriye Bîntî Harîs B. Ebi Dırar El-Huzaîye El-Müstalîkîye

 

Rasûlullah (s.a.v.), bu kadını Müreysî (Beni Müstalik) gazvesinde esir aldı. Bu kadının babası, Müstalik oğullan kabilesinin meliki idi. Cüveyriye, Müslüman oldu. Rasûlullah, onu azad etti ve onunla evlen­di. Müstalik oğullan gazvesi esnasında esir alındığı için Cüveyriye, Sa­bit b. Kays b. Şemmas'm payına düşmüştü. Cüveyriye, Sabit ile müka-teblik akdi yaptı. Mükateblik bedelini ödemesi hususunda kendisine yardımda bulunması için Rasûlullah (s.a.v.)'a geldi. Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Bundan daha hayırlı birşeyi sana söyîiyeyim mi?

- Nedir o şey ya Rasûlallah?

- Seni satın alır, azad eder ve seninle evlenirim. Rasûlullah (s.a.v.), onu Sabit b. Kays'tan satın alıp azad etti ve

onunla evlendi. Bunun üzerine Müslümanlar, ellerindeki Müstalik oğullan esirlerini, Rasûlullah'ın hısımlandır diyerek serbest bıraktı­lar. 100 kadar aile böylece özgürlüklerine kavuşmuş oldu. Bu hadise üzerine Hz. Aişe, şöyle demişti:

"Cüveyriye kadar ailesine çok bereket sağlayan başka bir kadın

bilmiyorum " Cüveyriye'nin asıl adı Berre idi. Rasûlullah (s.a.v.), ona Cüveyriye adını verdi. Tatlı dilli bir kadındı. îbn Cevzi'nin ifadesine gö­re o hicretin ellinci senesinde vefat etmiştir. Başkalarının ifadesine gö­re ise hicretin altmışbeşinci senesinde vefat etmiştir. Vakidî ise, şöyle demiştir- Cüveyriye, hicretin ellialtmcı senesinde vefat etmiştir. Allah, ondan razı olsun ve onu hoşnud kılsın. Doğrusunu Allah bilir. [10]

 

Hicretin Ellîbîrîncî Senesi

 

Bu senede Hicr b. Adiy b. Cebel b. Adiy b. Rebia b. Muaviye el-Ekber b. Haris b. Muaviye b. Sevr b. Beziğ b. Kindi el-Kufi vefat etti. Kendisine Hicru'1-Hayr denilirdi. Arkadan vuran adam anlamına gelen Edber oğ­lu Hicr de denilirdi. Çünkü babası Adiy, savaşta arkasını dönüp kaçan bir adamı vurmuş bu sebeple ona arkadan vuran kişi anlamına gelen Edber adı verilmişti. Hicr, Küfe halkının reislerinden olup Kinde kabi­lesinden di.

İbn Asakir dedi ki: Hz. Ali'yi, Amma^ı, Şurahil b. Mürre'yi (veya Şu-rahbil b. Mürre'yi) dinlemiştir. Bunlardan hadis almıştır. Azadlısı Ebu Leyla da kendisinden rivayette bulunmuştur. Ayrıca Abdurrahman b. Abbas ile Ebu'l-Bahteri et-Taî de ondan hadis rivayet etmişlerdir. Azra kentini fetheden askerlerle birlikte Şam'a gazaya gitti. Hz. Ali ile birlik­te Sıffin savaşına komutan olarak katıldı. Dımaşk'a bağlı kasabalardan Azra'ya da gazaya gittiğine dair bir rivayet vardır. Orada üzerinde mes-cid bulunan mezarı meşhurdur. Sonra İbn Asakir, bazı senetleri Hicr'e dayandırmış ve onun Hz. Ali ile diğer zatlardan yaptığı rivayetlerden bazısına değinmiştir. Muhammed b. Sa'd, onu sahabelerin dördüncü ta­bakası arasında zikretmiştir. Onun bir heyetle birlikte Rasûlullah'a geldiğini kaydetmiştir. Sonra da onu Kûfeli tabiilerin başında anmıştır. Hicr, tanınan sıka ravilerindendir. Hz. Ali'den başkasından birşey riva­yet etmiş değildir. îbn Asakir'in ifadesine göre o, Ammar ile Şurahil b. Mürre'den de rivayette bulunmuştur.

Ebu Ahmed el-Askerî dedi ki: "Hadisçilerin çoğu, onun sahabe oldu­ğuna dair ifadeleri sahih görmemektedirler." Kadisiye savaşına katıldı. Azra kalesini fethetti. Cemel ve Sıffin savaşlarına katıldı. Hicru'1-Hayr (Hicr b. Adiy) ile Hicru'ş-Şeref (Hicr b. Yezid b. Seleme b. Mürre), Hz. Ali ile birlikte idiler.

Merzübanî dedi ki: Rivayete göre Hicr b. Adiy, kardeşi Hani b. Adiy ile birlikte bir heyet arasında Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler. Bu zat, insanların en abidlerinden ve zahitlerindendi. Anasına çok iyi dav­ranırdı. Çokça namaz kılar ve oruç tutardı.

Ebu Maşer dedi ki: "Hicr, abdesti bozulunca mutlaka abdestini ye­nilerdi. Her abdest alışında da mutlaka iki rekat namaz kılardı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Selman, Hicr'e dedi ki; "Ey îbn Hicr! Eğer organların paramparça ol­sa bile sen imana ulaşamazsın."

Muğire b. Şube, Kûfe'de vali iken hutbesinde Hz. Ali'den söz eder ve Hz. Osman'ı övdükten sonra onun taraftarlarını da övüp Ali'yi yererdi. Hicr, buna kızar ve Muğire'yi protesto ederdi. Ama Muğire, yumuşak huylu ve vakur bir kimse idi. Hicrin bu protestosuna ses çıkarmaz, onu affeder ve başbaşa kaldıklarında ona öğüt verirdi. Böyle yapmasının kö­tü sonucundan onu sakındırırdı. Çünkü sultana dil uzatmanın vebali­nin büyük olduğunu söylerdi, ancak Hicr, bu davranışmdan vazgeçmez­di. Muğire'nin son günlerinde yine birgün Hicr kalkıp hutbe esnasında Muğire'yi protesto etmiş, yüksek sesle onu kınamış ve maaş verirken kendisini e'n sona bıraktığı için ayıplamıştı. Protesto ederken ayağa kalkmış, insanlar da onunla birlikte ayaklanmışlar, onu tasdik etmiş ve Muğire'yi bu yaptığından dolayı yermişlerdi. Muğire de namazdan son­ra gidip hükümet konağına girmiş, komutanların hepsi de onunla bir­likte konağa gitmişler ve Hicri bu davranışından dolayı cezalandırması gerektiğini söylemişlerdi. "Çicr, böyle yapmakla insanların birliğini bo­zuyor ve emîre karşı ayaklanıyor," demişlerdi. Ancak Muğire,onu bağış­lamış ve ona karşı yumuşak davranmıştı.

Yunus b. Ubeyd'in anlattığına göre Muaviye, Muğire'ye bir mektup göndererek beytü'l-maldan kendisine bir miktar para göndermesini emretmişti. Bunun üzerine Muğire de mal ve para yüklü bir kervanı Muaviye'ye göndermek üzere yola çıkarmıştı. Hicr de kervan'm karşısı­na çıkarak baştaki devenin yularını tutmuş ve: "Allah'a yemin ederim ki, her hak sahibinin hakkı ödenmeden bu kervanı bırakmayacağım." demişti. Sakif kabilesinin gençleri de Muğire'ye, "Hicr'in kafasını kopa­rıp sana getirelim mi?" demişler; Muğire ise: "Ben Hicr'e böyle yap­mam." demiş ve Hicr'i serbest bırakmıştı. Muaviye, bu durumdan ha­berdar olunca Muğire'yi valilikten azletmiş, yerine Ziyad'ı atamıştı. Sa­hih kavle göre ise Muaviye, Muğire'yi vefatına kadar valilikten azletmiş değildir. Muğire b. Şube vefat edince ,Basra ile birlikte Küfe şehri de Zi-yad'm uhdesine verilmişti. O esnada Hz. Ali'nin taraftarlarından olan cemaatlar, Hicr'in etrafında toplanmışlar, onunla görüş birliği etmiş­ler, ona destek olmuşlar, Muaviye'ye sövmüşler, ondan uzak oldukları­nı ifade etmişlerdi. Ziyad, Kûfe'de ilk hutbesini irad ederken hutbesinin sonunda Hz. Osman'ın faziletlerini anmış, onu öldürenleri veya onu öl­dürmeye yardım edenleri kınamış, bunun üzerine Muğire zamanında yaptığı gibi Hicr yine kalkıp protestoda bulunmuş ve Muğire'ye söyle­diklerini aynen Ziyad'a da söylemiş, ancak Ziyad, ona cevap vermemiş, ona ilişmemiş, kalkıp Basra'ya gitmiş, Kûfe'de bir hadise meydana ge­tirmemesi için Hicr'i de beraberinde Basra'ya götürmek istemiş, ancak Hicr: "Ben hastayım." deyince Ziyad, ona şöyle cevap vermişti:

"Allah'a yemin ederim ki sen dinen, kalben ve aklen hastasın. Al­lah'a yemin ederim ki eğer bir hadise meydana getirirsen, seni öldürme­ye çalışacağım." Ziyad böyle dedikten sonra Basra'ya gitti. Arkadan Hicr ile arkadaşlarının, Kûfe'de vali vekili olan Amr b. Harise karşı pro­testoda bulunduklarını ve minber üzerinde cuma günü onu taşladıkla­rını duymuş, bunun üzerin Ziyad ,kalkıp Kûfe'ye gelmiş ve hükümet ko­nağına geçtikten sonra çıkıp mescide giderek sündüsten bir cübbe ve kırmızı ipekten bir şal giyinmiş olarak saçı başı dağınık vaziyette min­bere çıkmıştı. Hicr de öncekine nisbetle daha büyük bir kalabalıkla mes­citte oturmuştu. Çevresinde 3000'den fazla adam vardı. Hepsi de silahlı idi. Ziyad, hutbe irad etmeye başladı. Allah'a hamdü senada bulunduk­tan sonra şöyle dedi:

"Biliniz ki, taşkınlığın ve asiliğin sonu vahimdir. Şunlar önce bana karşı emniyetli davrandılar, şimdi de bana karşı cüretkâr oluyorlar. Al­lah'a yemin ederim ki, eğer durumunuzu düzeltmezseniz anlayacağınız dilden size hitap eder ve gereken cezayı veririm. Eğer Kûfe'yi, Hicr'den ve arkadaşlarından temizlemezsem ve onu kendisinden sonrakiler için ibret haline getirmezsem ben bir hiçim. Ey Hicr, senin ananı ağlataca­ğım. Akşam kurtlar sana saldıracaklardır. Şu deve çobanına öğüt veri­yorum. Eğer halini düzeltmezse, akşamleyin kurtlar sana saldıracak­tır. Mü'minlerin emirine şöyle ve şöyle davranmak mecburiyetindesi­niz. Bu, onun sizin üzerinizdeki bir hakkıdır." Ziyad böyle derken Hicr bir avuç çakıl taşı alıp Ziyad'a fırlattı ve: "Yalan söylüyorsun. Allah'ın laneti senin üzerine olsun." demiş, Ziyad da minberden inip namazı kıl-dırmıştı. Namazdan sonra hükümet konağına gitmiş, Hîcr'i yanına ça­ğırtmış ti.

Anlatıldığına göre Ziyad, hutbeyi uzatıp namazı geciktirdiğinde Hicr ona: "Namaz kılalım." diye seslenmiş, ancak Ziyad, hutbeye devam etmişti. Hicr namazın vaktinin geçmesinden korktuğunda tekrar bir avuç çakıl taşı alıp Ziyad'a fırlatmış ve: "Namaz kılalım." diye seslen­miş, cemaat da onunla birlikte galeyana gelmişti. Ziyad, bu durumu gö­rünce minberden inmiş ve namazı küdırmıştı. Namazı kıldırdıktan son­ra Hicr'in durumunu abartılı bir şekilde Muaviye'ye bir mektupla bil­dirmişti. Muaviye de ona bir mektup göndererek: "Hicr5! zincire vurarak yanıma gönder." demişti. Ziyad da emniyet amiri Şedded b. Heysem'i Hicr'e göndermiş; Hicr'in yanında yardımcıları varken emniyet amiri Şeddad, ona: "Emir seni istiyor." demiş, ancak Hicr, Ziyad'm yanma git­mekten imtina etmiş, arkadaşları onu korumuşlardı. Bunun üzerine emniyet amiri Ziyad'a giderek durumu bildirmiş, Ziyad da kabilelerden adam toplayarak bunları emniyet amiriyle birlikte Hicr'e ve adamları­na karşı göndermiş; iki taraf arasında taş ve sopalarla çarpışma meyda­na gelmiş, emniyet amiri ve adamları onu ele geçirememişlerdi. Muhammed b. Eş'as, Hicr'e üç günlük bir süre tanımış ve tekrar ona asker göndererek yakalamak istemiş, karşılıklı çarpışma neticesinde Hicr*i yakalayıp Ziyad'm huzuruna getirmişlerdi. Hicr'in adamları ve kendi­sine yardım edeceğini sandığı taraftarları fayda vermemişlerdi. Huzu­ra götürüldüğünde Ziyad, onu zincire vurup zindana atmış, on gün zin­danda kaldıktan sonra tekrar onu çıkarıp Muaviye'ye göndermişti. Gönderirken yanında, onun halifeye sövdüğünü ve vali ile savaştığına şahitlik yapacak bir cemaatı da göndermişti. Bu cemaat, Hicr'in: "Hali­felik, ancak Ebu Talib oğlu Ali ailesine layıktır." dediğine şahitlik yapa­caklardı. Hicr'in aleyhteki şahitleri şunlardı: Ebu Bürde b. Ebi Musa, Vail b. Hicr, Amr b. Sa'd b. Ebi Vakkas, îshak, İsmail, Musa b. Talha b. Ubeydullah, Münzir b. Zübeyr, Kesir b. Şihab, Sabit b. Rib'i ve daha yet­miş kişi.

Kadı Şüreyh'in de Hicr ve adamları aleyhinde şahitlik yaptığı söy­lenmiştir. Ancak o, bunu inkar edip: "Ben, Ziyad'a Hicr'in çok oruç tu­tan, çok namaz kılan bir adam olduğunu söyledim." demiştir. Sonra Zi­yad, Hicr ve arkadaşlarını Vail b. Hacer ve Kesir b. Şihab'la birlikte Şam'a gönderdi. Hicr b. Adiy b. Cebele el-Kindî ile birlikte bir grup arka­daşı da vardı. Arkadaşlarının yirmi veya yirmidört kişi olduğu söylen­miştir. Arkadaşlarından bazıları şunlardı: Erkam b. Abdillah el-Kindî, Şerik b. Şeddad el-Hadremî, Sayfi b. Fuseyl, Kabise b. Dabia b. Hannele el-Absî, Kerim b. Afif el-Has'amî, Asım b. Avf el-Becelî, Verka b. Sümey el-Becelî, Küdam b. Hibban, Abdurrahman b. Hassan el-Uryan (Beni Temim kabilesindendir.), Mahriz b. Şihab et-Temimî ve Abdullah b. Ha-viyye es-Sa'di et-Temimî. Bunlar, Hicr ile birlikte Şam'a giden arkadaş­larıydı. Sonra Ziyad, arkalarından iki kişi daha peşlerine taktı ki bunlar da Utbe b. Ahnes (Beni Sa'd kabilesinden) ve Sa'd b. îmran el-Hemedanî idi. Böylece sayıları ondörde tamamlanmış oldu. Anlatıldığına göre Hicr, Muaviye'nin huzuruna vardığında: "Selam sana ey mü'minlerin emiri!" diye selam vermiş. Muaviye de ona çok kızmış ve beraberindeki­lerle birlikte boynunun vurulmasını emretmiş.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, bineğine binerek bunları Azra burcunda karşılamıştır. Bir başka rivayette ise Muaviye, Seniyetü'l- Ukab denen tepenin alt tarafındaki Azra'da kendilerini kar­şılamaları için bazı görevlileri göndermiş ve görevliler onları Azra'da öl­dürmüştür. Muaviye, onları öldürmek için şu üç kişiyi göndermişti: Hedbe b. Feyyaz el-Kudaî, Hudayr b. Abdillah el-Kilabî ve Ebu Şerif el-Bedevî. Bu görevliler, Hicr ile arkadaşlarının yanma geldiler. Hicr ve arkadaşları, gece boyunca namaz kıldılar. Sabah namazını kıldıkların­da Muaviye'nin adamları onları öldürdüler. Meşhur olan rivayet budur, poğrusunu Allah bilir. Muhammed b. Sa'd'm anlattığına göre bunlar, önce Muaviye'nin huzuruna varmışlar, ancak Muaviye bunları geri çevirmiş ve Azra'da öldürtmüştür. Muaviye, bunlara nasıl bir muamele uygulayacağını etrafındaki adamlarına sormuş, sonradan bunları Azra burcuna kadar götürmüş, yolda iken bazı arkadaşları bunları öldürme­sini, bazılarıysa çeşitli şehirlere sürgün edip dağıtmasını tavsiye etmiş­ler. Bunun üzerine, Muaviye bunlara nasıl bir muamele uygulayacağı hususunda fikrini sormak için Ziyad'a başka bir mektub göndermişti. Ziyad ise: "Eğer Irak hakimiyetim ele geçirmek istiyorsan bunları öl­dürmen gerekir." diye teklifte bulunmuş, bunun üzerine Muaviye de bunların öldürülmelerini emretmişti. Komutanlardan bazıları bunlar­dan bir kısmının bağışlanmalarını istemişler, böylece altı kişinin haya­tı Muaviye tarafından bağışlanmış, geriye kalan altı kişi öldürülmüştü ki başlarında Hicr b. Adiy vardı. Bir başkası da bu tavrından ve düşün­cesinden vazgeçtiği için Muaviye tarafından affedildi. Hz. Osman'a dil uzatan ve haksız şeyler söyleyip Hz. Ali'yi öven birini de Muaviye, Zi­yad'a gönderdi. Ziyad: "Bunu niçin bana gönderiyorsun, aralarında da­ha kötüsü var." dedi. Adam, Ziyad'm yanma vardığında Ziyad onu diri diri bir göle attı. Göle atılan bu adam Abdurrahman b. Hassan el-Ferrî idi. Azra'da şu adamlar öldürülmüştü: Hicr b. Adiy, Şerik b. Şeddad, Sayfi b. Fuseyl, Kabisa b. Dabia, Mahriz b. Şihab el-Münkarî ve Kudam b. Hibban.

Bazıları bu adamların arefede Mescidü'l- Kasb'da defnedilmiş oldu­ğunu iddia ederler. Sahih rivayete göre bunlar Azra'da defnedilmişler-dir. Anlatıldığına göre kendisini öldürmek istedikleri zaman Hicr şöyle demiştir:

- Bırakın da abdest alayım.

- Abdestini al bakalım.

- Bırakın da iki rekat namaz kılayım (namazı kıldı ve kısa kesti sonra şöyle dedi): Eğer ölümden korktuğumu söylemeselerdi namazımı uzatırdım. Zaten bundan öncede çok namaz kılmışımdır.

Namaz kılmasından sonra infaz edildi. Kendisinin ve arkadaşları­nın mezarları kazılmış, kefenleri serilmişti. Cellat, üzerine geldiğinde Hicr'in eklemleri titremeye başladı. Kendisine: "Ben korkak değilim de­miştin." dediklerinde şu karşılığı vermişti:

- Niye korkmıyayım! Mezarımın kazılmış, kefenimin serilmiş, boynuma vurulacak kılıcın da kınından sıyrılmış olduğunu görmekte­yim.

Onun bu sözü bir atasözü idi. Bundan sonra cellat, Ebu Şerif el-Bedevî yanına geldi. (Başka bir rivayete göre ise celladı bir gözü kör olan bir adamdı) Cellat kendisine şöyle dedi:

- Boynunu uzat.

- Kendimi öldürtmem için sana yardımcı olacak değilim. Böyle dedikten sonra cellat vurup onu öldürdü. Hicr, bağlı olduğu zincirlerle birlikte mezara defnedilmesini vasiyet etmişti. Bu vasiyeti yerine getirildi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ölümünden sonra cenaze namazını kılmışlar ve onu yıkamışlardı.

Hz. Ali'nin oğlu Hasan (r.a)'nın bu hususta şöyle dediği rivayet edil­miştir:

- Hicr'in bağlı olduğu zincirler üzerindeyken mi namazını kıldılar?

Onu o haliyle mi mezara gömdüler?

- Evet.

- Vallahi Hicr, onlara karşı haklı olmuştur. Kuvvetli rivayetlere göre bu sözü söyleyen kişi, Hz. Hüseyin'dir. Çünkü Hicr, hicretin ellibi-rinci senesinde veya zayıf bir rivayete göre elliüçüncü senesinde öldü­rülmüştür. Öyle de olsa böyle de olsa Hz. Hasan, ondan önce vefat etmiş­tir. Doğrusunu Allah bilir. Evet Hicr'i öldürdüler. Allah ona rahmet et­sin ve onu bağışlasın.

Muaviye, Hicr ve arkadaşlarını öldürdükten sonra mü'minlerin an­nesi Hz. Aişe'nin yanına gidip perde arkasından ona selam verdiğinde Hz. Aişe, ona şöyle sormuştu:

- Ey Muaviye! Hicr ve arkadaşlarını öldürdüğün zaman senin yu­muşak huyluluğun neredeydi?

- Anacığım, milletimden senin gibileri benden uzak kaldığı zaman ben yumuşak huyluluğumu yitirdim. Anacığım, sana nasıl bir iyilikte

bulunabilirim?

- Sen bana karşı iyi davranıyorsun zaten.

- Allah katında bu benim için yeter. Yarın Aziz ve Celil olan Al­lah'ın huzurunda benimle Hicr arasında bir muhakeme yapılacaktır."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise Muaviye, Hz. Aişe'ye bu konuda şöyle demiştir: "Hicr'i, aleyhinde şahidlik yapanlar öldürdüler."

îbn Cerir'in rivayetine göre Muaviye, canboğaza geldiği zaman şöy­le diyormuş: "Ey Hicr b. Adiy, seninle aramızda uzun bir muhakeme ola­caktır." Bu sözünü üç kez tekrarlamıştı. Doğrusunu Allah bilir.

"Tabakat" adlı eserde Muhammed b. Sa'd, şöyle demiştir: Bazı ilim erbabının anlattıklarına göre Hicr, kardeşi Hani b. Adiy ile birlikte Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gelmiştir. Hani, Hz. Ali'nin arkadaşların­dan ve taraftarlanndandı. Ziyad b. Ebi Süfyan, vali olarak Kûfe'ye gel­diğinde Hicr b. Adiy'yi yanma çağırttı ve ona şöyle dedi:

"Seni tanıdığımı biliyorsun, ben ve baban Ali'yi severdik. Ama du­rum değişti. Allah aşkına benim için kanından bir damla akıt ki, ben ka­nının tamamının dökülmüş olduğunu varsayayım. Dilini tut, evine ka­pan, dışarlarda fazla dolaşma. Canının istediği zaman gel şu tahtımda otur. Burası senin meclisin olsun. Bütün ihtiyaçların tarafımdan karşı­lanacaktır. Beni, seni öldürmek mecburiyetinde bırakma. Aceleci bir olduğunu biliyorum. Allah aşkına kendini koru. Bu sakat davra-,nışlardan uzak dur. Şu beyinsizlerle alakanı kes. Korkarım ki, seni gö­rüşünden vazgeçilirler."

Hicr: "söylediklerini anladım." dedi ve evine döndü. Ancak Şiiler ya­nına gidip ona şöyle dediler:

- Vali sana ne söyledi?

- Bana şöyle ve şöyle dedi."

Ziyad, Basra'ya gitti. Sonra Şiiler, sık sık yanma gidip Hicr'e: "Sen bizim şeyhimizsin." diyorlardı. Mescide geldiğinde peşine takılıyor, onunla beraber geliyorlardı. Ziyad tarafından Kûfe'de vali vekili olarak bırakılan Arar b. Harise, Hicr'e haber göndererek şöyle dedi: "Etrafinda-ki bu topluluk nedir? Oysa sen valiye söz vermiştin." Hicr de, yanına ge­len elçiye şöyle dedi: "Etranmdaki topluluk sizin yönetiminizi protesto ediyorlar, haydi dön bakalım, arkadaki yollar senin için daha geniştir."

Amr b. Harise, bu durumu vali Ziyad'a bir mektupla bildirdi. Mek-, tubunda şöyle dedi: "Eğer Kûfe'ye ihtiyacın varsa acele gel." Ziyad da acilen Kûfe'ye geldi. Kûfe'ye girişinde Adiy b. Hatem, Cerir b. Abdullah el-Becelî, Halid b. Arfate ile bazı Küfe eşrafinı Hicr b. Adi/e gönderdi ki onu, etrafındaki topluluktan ayrılma hususunda uyarsmlar. Bu heyet, Hicr'in yanına vardığında ona ikazlarda bulundu. Onunla bu konularda konuştular, ancak Hicr onlara bir cevap vermedi, aksine, hizmetçisine: *T)eveyi yemledin mi?" diyordu. Devesi, evin içinde bir yere bağlanmıştı. Heyette bulunan Adiy b. Hatem de ona şöyle dedi: "Sen deli misin? Biz seninle konuşuyoruz. Sense hizmetçiye deveyi yemleyip yemlemediğini soruyorsun?" Böyle dedikten sonra Adiy b. Hatem, arkadaşlarına şöyle dedi: "Şu bahtsız ve perişan adamın bu kadar zayıf düşeceğini sanmı­yordum." Böyle dedikten sonra kalkıp gittiler, durumun bir kısmını Zi­yad'a bildirdiler, bir kısmını da gizlediler ve Hicr'in iyi bir insan olduğu­nu söyleyip Ziyad'dan onun için merhamet dilediler, ancak Ziyad onla­rın bu dileklerini kabul etmedi. Aksine Hicr'in üzerine emniyet kuvvet­lerini gönderip yakalattı. Onu ve arkadaşlarını huzuruna getirtti. Hicr'e şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, neler yapıyorsun sen?

- Ben Muaviye'ye yaptığım bey'atıma bağlıyım.

Bunun üzerine Ziyad, Kûfelilerden yetmiş kişiyi toplayarak onlara "Hicr ve arkadaşları aleyhindeki şahitliklerinizi yazın." dedi, onlar da şahitliklerini yazdılar. Bundan sonra Ziyad, Hicr ve arkadaşlarım Mu­aviye'ye gönderdi.

Hz. Aişe, bu durumdan haberdar olunca Abdurrahman b. Haris b. Hişam'ı Muaviye'ye göndererek Hicr ve arkadaşlarının salıverilmeleri­ni istedi.

Hicr ve arkadaşları, Muaviye'nin huzuruna girdiklerinde Muaviye, Ziyad'm kendisine göndermiş olduğu mektubu okudu ve görevlilere:

"Bunları Azra'ya çıkarın ve orada Öldürün." diye emir verdi. Görevliler de Hicr ve arkadaşlarını Azra'ya götürerek onlardan yedi kişiyi öldür­düler. Sonra Muaviye'nin elçisi gelerek serbest bırakılmalarını söyledi. Fakat o esnada Hicr ve arkadaşlarından yedi kişi öldürülmüş olduğu için yedi kişi serbest bırakılabildi. Fakat Hicr, öldürülen ilk yedi kişi arasındaydı. Öldürüleceği zaman Hicr, öldürülmeden önce iki rekat na­maz kılmak istediğini söyledi, iki rekat namaz kıldı ve bu namazını uzattı. Namazım tamamladıktan sonra: "Bu, kıldığım en kısa iki rekat­tır." dedi, serbest bırakılmalarını isteyen Hz. Aişe'nin elçisi geldiğinde iş işten geçmişti.

Muaviye, hacca gittiğinde Hz. Aişe ona şöyle dedi:

- Hicr'i öldürdüğün zaman yumuşak huyluluğun nereye gitmişti?

- Halkımdan senin gibilerini yitirdiğim için yumuşak huyluluğu-mu da yitirdim."

Rivayete göre Abdurrahman b. Haris, Muaviye'ye şöyle sormuş:

- Hicr b. Edber'i mi öldürdün?

- Onu öldürmek, onun yerine toptan 100.000 kişiyi öldürmekten daha iyidir.

İbn Cerir ile başkalarının anlattıklarına göre Hicr b. Adiy ile arka­daşları, Hz. Osman'm aleyhinde konuşurlar, ona haksız sözler sarfeder-ler, komutanları eleştirirler, onları acelece protesto ederler, bu hususta aşırı giderler, Hz. Ali'nin tarafını tutarlar, dinde müsamahasız olurlar­dı. Rivayete göre Hicr, zincire vurulup Kûfe'den Şam'a götürülürken yolda ağlamakta olan kızları tarafından karşılandı. Onlara dönüp şöyle dedi:

"Size yediren ve giydiren Allah'tır. Benden sonra da sizin için O var­dır. Siz Allah'a karşı takvalı olmaya ve O'na ibadet etmeye bakın. Ben bu gidişimde ya öldürüleceğim ki, bu benim için şehitliktir ya da ikram görmüş olarak size döneceğim. Benden sonra sizin idarenize bakacak olan Allah'tır." Böyle dedikten sonra arkadaşlarıyla birlikte zincire bağ­lı olarak yola devam etti. Anlatıldığına göre o, bağlı olduğu zincirleriyle birlikte mezara defnedilmesini vasiyet etmiş, bu vasiyeti yerine getiril­mişti. Ama cenaze namazı kılınmış ve kıbleye yönelik olarak defnedil-mişti. Allah, onlara rahmet etsin ve onları bağışlasın.

Şiilerden bir kadın -ki bu, Hind binti Zeyd b. Mahreme el-Ensârî'ye ya da Hicr'in kız kardeşi Hind'tir. Doğrusunu Allah bilir- Hicr için şöyle bir mersiye okumuştur:

"Yüksel bakalım ey parlak ay,

Bak bakalım hele Hicr'in yürüdüğünü görebilecek misin? O, emirin de dediği gibi kendisini öldürmesi için Muaviye b. Harb'a gidiyor.Muaviye'nin arkadaşları arasında en kötü bir kimse vezirliğini yap­maktadır.

Keşke Hicr, deve gibi boğazlanmayıp da bir gün normal ölümle öl­seydi.

Hicr'den sonra zorbalar despotluk yaptılar.

Havarnak ve sedir köşkleri, zorbalar için rahat bir mekan oldu.

Bütün beldeler, Muaviye'nin emri altına girdi. Sanki oraya yağmur damlası düşüp de canlanmış değildir.

O beldeler ölmüştür.

Ey Hicr b. Adiy, sevinç ve esenlik içinde olasın.

Senin için korkuyorum. Şam'da zarif ve yaşlı bir kimse olan Adiy, helake sürüklendiği takdirde vehamet vardır.

Eğer sen mahvolup öldürülürsen, bütün dünyadaki milletlerin lide­ri de mahva ve helake sürüklenir. Öldükten sonra ilahın sana cennetle­ri, nimetleri ve hurileri vereceğine razı olurlar."

İbn Asakir'in anlattığına göre Hicr b. Adiy için çok mersiyeler söy­lenmiştir.

Yakub b. Süfyan, Ebu Esved'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mu-aviye, Hz. Aişe'nin yanma gitti. Hz. Aişe ona şöyle sordu:

- Azra'dakileri niçin öldürdün. Hicr ve arkadaşlarını neden öldür­dün?

- Ey mü'minlerin annesi! Onları öldürmekte milletin yararını; on­ları hayatta bırakmakta da milletin fesadım gördüm. Onun için öldür­düm.

- Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Azra'da bazı kimseler öldürülecektir. Onların öldürülmeleri sebebiyle Allah ve sema halkı gazaplanacaktır."

Bunun senedi zayıf ve münkatidir.

Yakub b. Süfyan, Abdullah b. Rezin el-Gafikf nin şöyle dediğini rir vayet etmiştir: Hz. Ali'nin şöyle dediğini işittim:

"Ey Irak halkı! Sizden yedi kişi Azra'da öldürülecektir. Bunlar as-hab-ı Uhdud gibidir (İslâm'dan önceki dönemlerde zorba bir hükümdar tarafından hendeklere atılıp yakılan mü'minler gibidirler.}. Hicr ve ar­kadaşları öldürülecektir."

îmam Ahmed b. Hanbel, Nafi'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbn Ömer, çarşıda iken Hicr'in ölüm haberini duyunca sarığını çözüp kalktı ve kendini tutamayıp ağladı."

İmam Ahmed K Hanbel, Abdullah b. Ebi Melike'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, Medine'ye geldiğinde Hz. Aişe'nin yanına vardı. Hz. Aişe, ona şöyle bir soru sordu:

- Hicr'i öldürdün mü?

- Ey mü'minlerin annesi! Ben, hayatta bırakıldığı takdirde insan­ları fesada sürükleyecek bir adamın öldürülmesini, hayatta bırakılma­sından daha hayırlı bulduğum ve bunu da insanların yararına saydığım için öldürdüm."

Hanımad b. Seleme, Mervan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye ile birlikte mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin yanına gittik. Hz. Aişe, Muaviye'ye dedi ki:

- Ey Muaviye! Hicr'i ve arkadaşlarını öldürdün ve yapacağını da yaptın. Bir adamı senin peşine takıp seni öldürtmemden korkmuyor musun?

- Hayır! Ben beytü'1-emandayım. Zira Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

"İman, öldürmeye karşıdır. Mü'min kimse öldürülmez." Ey mü'min­lerin annesi, bütün bunları bir tarafa bırakalım. Bana bir emrin var mı? Giderebileceğim bir ihtiyacın varsa söyle.

- Hayır, hiçbir ihtiyacım yok.

- Öyleyse beni ve Hicr'i bırak da Aziz ve Celil olan Rabbimizin hu-zuruna çıkalım, orada onunla hesaplaşalım."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Aişe, bu hususta Muaviye ile tartışmış ve artık yanıma gelme, demiştir. Muaviye de, onun gönlü­nü almaya çalışmış, tekrar yanına gitmiş, Hz. Aişe, Hicr'i öldürmesi yü­zünden onu kınamış, Muaviye de bu husustaki gerekçelerini anlatmaya devam etmiş. Hz. Aişe de ileri sürdüğü gerekçeleri kabul etmiştir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Aişe, bu yüzden Muavi-ye'yi tehdit edip şöyle demiştir: "Eğer beyinsizlerimiz bize galib olmasa­lardı, benimle Muaviye arasında Hicr'i öldürmesi sebebiyle epey işler olurdu." Ancak Muaviye mazeretini beyan edince Hz. Aişe, onun bu hu­sustaki mazeretim uygun bulmuştu.

ibn Cevzî'nin "Muntazam" adlı eserde anlattığına göıe bu senede, ya­ni hicretin ellibirinci senesinde önde gelen şahsiyetlerden vefat edenler şunlardır: Cerir b. Abdillah el-Beoelî, Cafer b. Ebi Süfyan b. Haris, Harise b. Numan, Hicrb. Adiy, Saidb. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Abdullahb. Enis ve Ebu Bekre Nüfey b. Haris es-Saltafî. Allah hepsinden razı olsun.[11]

 

Cerîr B. Abdillah El-Becelî

 

Mâide sûresinin nazil oluşundan sonra İslâm'a girdi. Hicretin onuncu senesinin ramazan ayında Müslüman oldu. Rasûlullah (s.a.v.), hutbe irad ederken yanma geldi. O esnada Rasûlullah (s.a.v.), hutbesin­de şöyle buyuruyordu: "Şu yoldan size Yemen'in en hayırlı adamı gelecektır. Onun yüzünde melek simasından bir nebze vardır." İçeri girdi­mde insanlar ona baktılar. Tıpkı Rasûlullah'm anlattığı ve tasvir ettiği şekilde olduğunu gördüler. Bu durumu kendisine anlattılar. O da yüce Allah'a hamd etti.

Rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), onu yanına oturttuğunda üzerine oturması için kendi abasını yere sermiş ve şöyle demişti: "Bir kavmin ulu kişisi size geldiğinde ona ikramda bulunun."

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Ziyad, Hakem b. Amr ve Rebi b. Ziyad el-Harisf nin ölümünden sonra Horasan'a vali olarak tayin edildi. O da Belh şehrini sulh yoluyla ele geçirdi. Ahnef in kendileriyle barış yapma­sından sonra dahi Belhliler şehrin kapılarını kilitlemişler ve Müslü­manların oraya girmelerine engel olmuşlardı. Ziyad, ayrıca Kuhistan'ı zor kullanarak ele geçirmişti. Orada Türkler vardı, onlarla savaştı, hep­sini öldürdü, sadece Türk Turhan kaldı. İlerde de anlatılacağı gibi onu Kuteybe b. Müslim öldürmüştür.

Bu senede Rebi, Maveraünnehr'e gidip savaştı, ganimet elde ederek salimen geri döndü. Ondan önce Hakem b. Amr, Maveraünnehr'i geç­miş, nehir suyundan ilk içen de Hakem'in bir kölesi olmuş, bu köle hem kendisi içmiş, hem de efendisine içirmişti. Hakem de o sudan abdest alıp namaz kılmış, iki rekat namaz kıldıktan sonra geri dönmüştü. Ancak Rebi, Maveraünnehr'e gidip savaşınca ganimet elde ederek salimen ge­ri dönmüştü.

Ebu Maşer ile Vakidf nin ifadesine göre bu senede Yezid b. Muaviye, insanlara hac ettirmiştir.

Rasûlullah (s.a.v.), cahiliye döneminde Devs kabilesinin saygı gös­terip taptığı bir put olan Zi'1-Hülasa putunu yıkmak üzere Cerir'i görev­lendirdi. Ancak Cerir, at üzerinde duramazdı. Rasûlullah (s.a.v.), mü­barek elini onun göğsüne vurup: "Allah'ım, Cerir'e sebat ver ve onu hi­dayete ermiş, hidayete erdiren bir kimse kıl." diye dua etmişti. Bundan sonra Cerir, Zi'1-Hülasa'ya gidip yıkmıştı. Buharı ve Müslim'in sahihle­rinde anlatıldığına göre Cerir şöyle demiştir: "Ben Müslüman olduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), yanına gitmeme hiçbir zaman engel çıkarma­dı ve beni her gördüğünde de mutlaka gülümserdi."

Hz. Ömer, şöyle demiştir: "Cerir, bu ümmetin Yusuf udur."

Abdülmelik b. Umeyr de şöyle demiştir: "Cerir'i gördüğümde yüzü sanki bir ay parçasıydı." Şa*bî şöyle demiştir: "Cerir ve bir cemat, Hz. Ömer'le birlikte Kabe'de idi. Hz. Ömer, onlardan birinde bir koku hisse­ti ve şöyle dedi: "Kendisinden koku gelen şu adam kalktığında abdest al­sın, diyorum."

Cerir de dedi ki: "Hepimiz mi kalkıp abdest alalım ey mü'minlerin emiri!"

Hz. Ömer, onun bu sorusuna şöyle cevap verdi: "Sen hem cahiliye döneminde hem de islâmiyet döneminde ne güzel bir lider ve efendi bir kişisin." Cerir, Hz. Osman'a bağlı Hemedan valisi idi. Anlatıldığına göre orada iken gözünü kaybetmiştir. Hz. Osman öldürüldüğü zaman Ali'den de Muaviye'den de uzak durdu. Hicretin ellibirinci senesinde Se-rat'da vefat edinceye kadar Cezire'de yaşadı. Vakidî böyle demiştir. Hic­retin ellidördüncü senesinde veya ellialtmca senesinde vefat ettiğine da­ir rivayetler de vardır. [12]

 

Cafer B. Ebi Süfyan B. Abdülmuttalîb

 

Mekke ile Medine arasında fetih senesinde Müslümanlar, kendile­rini karşıladıkları zaman babası ile birlikte Müslüman oldu. Babası olan Ebu Süfyan'm isteklerini geri çevirdiklerinde babası şöyle demişti: "Eğer Muhammed, benim isteğimi kabul etmezse, şu çocuğumun elini tutup bilinmez bir yere giderim. Başımı alır buralardan uzaklaşırım." Böyle dediğini Rasûlullah (s.a.v.) duyunca ona acıdı ve isteğini kabul edip islâm'a girmelerine izin verdi. Böylece Cafer ve babası Ebu Süfyan, islâm'a girdiler. Daha önce ise Ebu Süfyan, Rasûlullah (s.a.v.)'a çok ezi­yet etmişti. Cafer, bundan sonra Hüneyn gazvesine katılmış ve o günde cephede sebat edenlerden olmuştu. Allah kendisinden de babası Ebu Süfyan'dan da razı olsun. [13]

Harise B. Numan El-Ensârî En-Neccarî

 

Bedir, Uhud ve Hendek savaşları ile diğer savaşlara katıldı. Saha­belerin üstün şahsiyetlerindendi. Rivayete göre o, Cebrail'i Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Mekaid de Hayber savaşından sonra sohbet ederler­ken görmüştür. Yine o, Beni Kurayza savaşında Cebrail'i sahabelerden Dıhye'nin suretinde görmüştür. Sahih hadiste sabit olduğuna göre Ra­sûlullah (s.a.v.), Harise'nin Cennet'te Kur'ân okuyuşunu işitmiştir.

Muhammed b. Sa'd, Muhammed b. Osman'ın babasının şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: "Harise b. Numan, gözlerini kaybetti. Namazga­hından evinin kapısına bir ip bağladı. Bir yoksul ve düşkün onun yanına geldiğinde yanındaki hurmalardan alıp ona verir, sonra da namazga-hıyla evinin kapısı arasındaki ipe tutunurdu. Böylece hurmayı düşkün ve yoksul kimsenin eline bizzat koyardı. Aile efradı, kendisine: "Bırak da senin yerine biz bu işi yapalım." derler, ancak o, onların bu teklifini kabul etmeyip şöyle derdi: Ben Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu­nu işittim: Düşkün kimseye bizzat elinle yardım etmen, kötü ölümle öl­meye karşı seni korur." [14]

 

Satd B. Zeyd B. Amr B. Nüfeyl El-Kureşî

 

Cennet'le müjdelenen on sahabeden biridir. Hz. Ömer'in amcası oğludur. Kızkardeşı de Hz. Ömer'in zevcesi Atike'dir. Hz. Ömer'in kızkar-deşi Fatıma da, Said'in zevcesidir. Said, zevcesiyle birlikte Hz. Ömer­'den önce Müslüman olmuş ve hicret etmişti. Sahabelerin önde gelen şahsiyetlerindendi. Urve, Zührî, Musa b. Ukbe, Muhammed b. îshak, Vakidî ve diğerlerinin ifadesine göre Said, Bedir gazvesine katılmamış­tır. Zira o esnada Rasûlullah (s.a.v.) onu, Talha b. Ubeydullah'la birlikte Kureyş'in haberlerini araştırmak üzere göreve göndermişti. Bunlar, Bedir savaşı sonuna kadar görev ifa etmişlerdi. Bedir sonunda geri dön­müşlerdi. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), onlara da Bedir gazvesinden elde edilen ganimetlerden pay vermiş, onların da Bedir savaşına katılmış gi­bi sevap kazandıklarını ifade etmişti.

Hz. Ömer, kendisine olan yakınlığı yüzünden iltimas yaptığı öne sü­rülmesin diye onu şura meclisine katmamıştı. Yoksa o, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Cennet'le müjdelediği on sahabeden biriydi. Nitekim bu hu­susta müteaddid sahih hadis varid olmuştur. Hz. Ömer, onu kendisin­den sonra veliahd olarak da tayin etmemişti. O bu halde kalmış ve niha­yet Kûfe'de vefat etmiştir. Medine'de vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Sahih olan da budur.

Fellas ile diğerleri dediler ki: Said., hicretin elli birinci senesinde ve­fat etmiştir. Elliikinci senede vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Said, uzun boylu, saçı gür bir adamdı. Vefat ettiğinde onu Sa'd yıka­mıştı. Vefat ettiği Akik mıntıkasından adamların omuzları üzerinde Medine'ye getirilmişti. Vefat ederken yetmiş küsur yaşındaydı. [15]

 

Abdullah Enis B. Cüheni Ebu Yahya El-Medeni

 

Büyük sahabelerdendir. Akabe bey'atma katılmış, ancak Bedir sa­vaşma katılmamıştı. Bedir savaşından sonraki savaşlara katılmıştı. Muaz'la birlikte Ensâr'ın cahiliye devrinde tapmakta oldukları putları kırmışlardı. Sahih-i Buharf de onun rivayet ettiği bir hadiste anlatıldı­ğına göre Kadir gecesi, ramazanın yirmiüçüncü gecesidir.

Rasûlullah (s.a.v.), onu Halid b. Süfyan el-Hüzelî'nin üzerine gön­dermiş. O da Urene'de Halid'i öldürmüştü. Rasûlullah (s.a.v.), değneği­ni ona vermiş ve: "Bu, kıyamet gününde benimle senin arandaki bir işa­ret olsun." demişti. Abdullah da vasiyet etmiş ve vasiyyeti gereğince ve­fat ettikten sonra değneği kefenine konularak kendisi ile birlikte meza­rına defnedilmiş ti.

İbn Cevzfnin ifadesine göre Abdullah, hicretin ellibirinci senesinde vefat etmiştir. Başkalarının anlattığına göre hicretin ellidördüncü se­nesinde vefat etmiştir. Ellisekizinci senede vefat ettiğine dair başka bir rivayet te vardır.[16]

 

Ebu Bekre Naki B. Haris

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ebu Bekre Naki b. Haris b. Kelde b. Amr b. İlâç b. Ebi Seleme es-Sakafi. Kadri yüce, büyük bir sahabedir. Asıl adının Mesruh olduğu söylenir. Kendisine Ebu Bekre denmesinin sebebi, Taif savaşmda bir makaraya takılan ipe bağlanarak sarkıtıldığı için kendisine makara ile sarkıtılan adam anlamına gelen Ebu Bekre denilmiştir. Rasûlullah (s.a.v.), Taif savaşında onu ve Müslümanlara gelip katılan bütün köleleri azad etmişti. Ebu Bekre'nin anası Sümeyye Ümmü Ziyad'dır. Sümeyye, kardeşi Ziyad'la birlikte Muğire'nin zina-karhğına şahidlik etmişlerdi. Beraberinde Sehl b. Mabed ile Nefi b. Ha­ris de şahidlik etmişti. Ancak Ziyad, şahidlik yaparken dili sürçmüş ve bunun üzerine Hz. Ömer geride kalan üç şahidi iftira haddine çarptır­mıştı. Sonra da tevbe etmelerini istemiş, onlar da tevbe etmişlerdi. Yal­nız Ebu Bekre, şahidliğinde ısrar etmiş, Muğire de: "Ey mü'minlerin emiri, bırakta şu köleden öcümü alayım." demiş, ancak Hz. Ömer, onu azarlayarak şöyle demişti: "Sus! Eğer şahidlik tamam olsaydı, seni taş­larınla recm ederdim."

Ebu Bekre, o şahidlerin en hayırlısıydı. Fitneden uzak duranlar­dandı, hicretin ellibirinci senesinde vefat etti. Başka bir rivayete göre ellinci senede vefat etmiştir. Elliikinci senede vefat ettiğine dair bir ri­vayet de vardır. Vefatında namazım Ebu Berze el-Eslemî kıldırmıştı. Rasûlullah (s.a.v.) onu, Ebu Berze ile kardeş ilan etmişti. [17]

 

Meymune Bintî Haris

 

Bu senede mü'minlerin annesi Meymune binti Haris el-Hilalî'ye de vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.), hicretin yedinci senesinde Umretü'1-Kazâ esnasında onunla evlenmişti. Meymune'nin kız kardeşi Ümmü Fadl Lübabe binti Haris'in oğlu olan îbn Abbas'm ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), ihramda iken Meymune ile evlenmiştir. Sahih-i Müslim'de sa­hih olan bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) ile Meymune ihramda değilken evlenmişlerdir. Tirmizî'nin rivayetine göre Ebu Rafi -Rasûlullah ile Meymune arasında elçilik yapan kişi-, Rasûlullah ile Meymune'nin ihramda değilken evlendiklerini söylemiştir. Meymu­ne'nin asıl adı Berre'dir. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), ona Meymune adını takmıştı. Rasûlullah (s.a.v.), Mekke ile Medine arasında bir yer olan Şe­rifte onunla gerdeğe girmişti. Yine Meymune, hicretin elliikinci sene­sinde aynı yerde vefat etti. Elliüçüncü senede veya elli altına senede ve­fat ettiğine dair rivayetler varsa da meşhur rivayete göre o, ellibirincı senede vefat etmiştir. Vefat ettiğinde cenaze namazım kaz kardeşinin oğlu Abdullah b. Abbas kıldırmıştır. Allah onlardan razı olsun. [18]

 

Hicretin Ellîîkinci Senesi

 

Süfyan b. Avf el-Ezdî, bu senede Rum illerine gazaya gitti. Kışı ora­da geçirdi ve orada da vefat etti. Kendisinden sonra ordu komutanlığına Abdullah b. Mes'ada el-Fezarî'yi tayin etti. Başka bir rivayette anlatıl­dığına göre bu senede Rum illerine gazaya giden ordunun komutanı Büsr b. Ebi Ertat olup Süfyan b. Avf onun maiyetinde imiş.

Bu senede insanlara Medine valisi Said b. As, hac cettirdi. Ebu Ma-şer ile Vakidî ve diğerleri böyle demişlerdir. Yaz mevsiminde de Mu-hammed b. Abdullah es-Sakafi gazaya gitmiştir. Bu senedeki valiler Ön­ceki senede valilik yapanların aynılarıdır. [19]

 

Bu Senede Vefat Eden Önde Gelen Şahsiyetler Halid B. Zeyd B. Küleyb

 

Hazreç kabilesinden olan bu zatın künyesi, Ebu Eyyüb el-Ensâ-rfdir. Bedir gazvesine, Akabe bey'atına ve diğer gazvelere katılmıştır.

Hz. Ali ile birlikte Haruriye savaşma da katılmıştır. Rasûhıllah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde onun evinde misafir olmuş, Mescid-i Nebevfyi ve çevresindeki meskenleri inşa edinceye kadar bir ay sureyle onun evinde kalmıştır. Mescid-i Nebevî ve çevresindeki meskenlerin in­şaatı tamamlandıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), Halid b. Zeyd'in evin­den ayrılıp kendi evine taşınmıştı. Ebu Eyyüb, Rasûlullah (s.a.v.)'ı evi­nin alt katma konuk etmiş, ancak kendisi üstte oturmaktan sıkılmış ve Rasûlullah (s.a.v.)'dan yukarı kata taşınmasını taleb etmiş, kendisi de annesiyle birlikte aşağı ineceğini söylemiş, Rasûlullah da onun bu iste­ğine olumlu karşılık vermişti.

İbn Abbas'tan yaptığımız bir rivayette anlatıldığına göre kendisi Basra valisi iken Ebu Eyyüb oraya gelmiş, kendisi evinden çıkmış ve Ebu Eyyüb'ü konuk olarak evine yerleştirmişti. Ebu Eyyüb oradan ayrı­lacağı zaman İbn Abbas, evindeki bütün eşyaları ona vermiş, ayrıca he­diye ve armağanlarla birlikte çok sayıda hizmetçi, kırk köle ve 40.000 dirhem para vermişti. Bunu da, Ebu Eyyüb'ün hicret esnasında Rasû-lullah'ı kendi evinde misafir etmiş olmasından dolayı yapmıştı. O bu hu-. susta en büyük şerefe sahipti. Zevcesi Ümmü Eyyüb, kendisine: "însanlarm Aişe hakkında söylediklerini duymuyor musun?" diye sorduğunda o, Hz. Aişe'ye yapılan şeyin iftiradan başka birşey olmadığını söyleye­rek: "Yoksa ey Ümmü Eyyüb, bu işi sen mi yaptın?" demiş. Karısı da: "Hayır vallahi ben yapmadım." deyince kendisi: "Vallahi Aişe, senden daha hayırlıdır." diye cevap vermişti. Bunun üzerine yüce Allah da şu ayet-i kerimeyi inzal buyurmuştu:

"Onu işittiğiniz zaman, erkek-kadın mü'minlerin kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da: "Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez

iniydi?" (en-NÛr, 12.)

Ebu Eyyüb el-Ensârî, Kostantiniyye (İstanbul) surları yakınların­da bu senede (H. 52) vefat etmiştir. Bu seneden bir sene önce veya bir se­ne sonra vefat ettiğine dair zayıf rivayetler de vardır. Kendisi o esnada Yezid b. Muaviye ordusunda bulunuyordu. Vasiyyetini ona yapmış, bu yüzden de vefat ettiği zaman cenaze namazım Yezid b. Muaviye kıldır­mış ti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Asım'dan rivayet etti ki, Mekkeli bir adam şöyle demiştir: Ebu Eyyüb'ün gazaya gittiği zaman ordu komuta­nı Yezid b. Muaviye idi. Vefat edeceği zaman Yezid onun yanma gitti. Yezid'e şöyle dedi: "Ben ölürsem insanlara benden selam söyleyin ve Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işitmiş olduğumu onlara ha­ber verin:

"Bir kimse Allah'a hiç birşeyi ortak koşmaksızm Ölürse Allah, onu Cennet'e koyar."

Şimdi siz hemen harekete geçin ve elden geldiğince beni Rum illeri­nin derinlerine götürün," Ebu Eyyüb vefat edince insanlar onun cenaze­sini Rum illerinin ileri noktalarına götürdüler.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Zibyan'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Ebu Eyyüb, Yezid b. Muaviye ordusuyla gazaya gitti. Onlara şöyle dedi: "Ben ölürsem beni düşman diyarına götürün ve beni düşmanla karşılaştığınız yerde ayaklarınızın altındaki yere defnedin. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Bir kimse Allah'a bir­şeyi ortak koşmaksızm ölürse Cennet'e girer."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Sereme'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Ebu Eyyüb el-Ensârî can çekişirken şöyle dedi: Ben sizden birşe­yi gizlemiştim. O şey de, Rasûlullah (s.a.v.)'dan duymuş olduğum şu sözdür:

"Eğer siz günah işlemeseydiniz Allah günah işleyen bir kavmi yara­tır (onlar günah işler), Allah da onları bağışlardı."

Bence bu ve bundan önceki hadisi Yezid b. Muaviye, aşırı derecede­ki ümitkarlığa yorumlamış ve bu sebeple kendisi için hoş karşılanma­yan birçok fiiller işlemiştir ki, bunları ileride onun biyografisinden bah­sederken anlatacağız. Doğrusunu yüce Allah daha iyi bilir.

Vakidî dedi ki: Ebu Eyyüb, hicretin elliikinci senesinde Rum diya­rında vefat etti. Kostantiniye'de defnedildi. Mezarı oradadır. Rumlar, kıtlığa maruz kaldıkları zaman onun yüzü suyu hürmetine yağmur yağ­dırmasını Allah'tan dilerler.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Eyyüb'ün mezarı Kos-tantiniye surlarmdadır, mezarının üzerinde bir türbe ve mescid vardır. Ona gayet derecede saygı gösterirler.

Ebu Zür'a ed-Dımaşkî'nin ifadesine göre Ebu Eyyüb, hicri ellibeşin-ci senede vefat etmiştir. Ama elliikinci senede vefat ettiğine dair rivayet daha doğrudur. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Bekir b. Hellad, Ebu Eyyüb el-Ensârf den rivayet etti ki, Pey­gamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"İki adam mescide yönelip giderler, orada namaz kılarlar. Bunlar­dan biri namazı tamamlayıp döndüğünde namazı diğerininkinden da­ha ağırdır (Daha fazla sevaba vesile olur). Diğeri ise namazı kılıp döndü­ğünde onun kılmış olduğu namaz zerre ağırlığına denk gelmez. Tabi bu, Öncekinin Allah'ın haramlarına karşı sakıngan olması ve hayır işleme­ye hızla gitmeye tutkun olması durumunda böyle olur."

Ebu Eyyüb'ten rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), kendi­sine veciz birşeyi öğretmesini isteyen bir adama cevaben şöyle demiştir:

"Namaz kıldığın zaman vedalaşırcasma namazı kıl. Özür dilemene sebep olacak bir sözü de söyleme. İnsanların ellerinde bulunan şeylere sahip olmaktan ümidini kes." [20]

 

Ebu Musa El-Eş'arî

 

Hicretin elliikinci senesinde Ebu Musa Abdullah b. Kays b. Süleym b. Hidar b. Harb b. Amir b. Ğazz b. Bekr b. Amir b. Azr b. Vail b. Naciye b. Cemahir b. Eş'ar el-Eş'arî vefat etmiştir. Bu zat, kendi beldesinde Müs­lüman olmuş, Cafer ve arkadaşlarıyla birlikte Hayber senesinde Medi­ne'ye gelmişti. Muhammed b. İshak'm ifadesine göre bu zat, önce Mek­ke'ye hicret etmiş, sonra da Yemen'e hicret etmiştir. Ancak bu rivayet meşhur değildir. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Musa'yı Muaz'la birlikte Ye­men'e vali olarak atamıştı. Hz. Ömer de onu Basra valiliğine atamıştı. Ebu Musa el-Eş'arî, Tüster şehrini fethetmiş, Şam'a bağlı Cabiye'de Hz. Ömer'in irad ettiği hutbeyi dinlemişti. Hz. Osman da kendi zamanında onu Kûfe'ye vali olarak atamıştı. Ebu Musa, Ali ile Muaviye arasında hakemlik yapan iki kişiden biridir. Hakemler bir araya geldiğinde Amr b. As, Ebu Musa'ya hile yapmıştı. Ebu Musa, sahabelerin kurra ve tikıh-çılanndandı. Sahabeler arasında kendi zamanında sesi en güzel olan ki­şiydi. Ebu Osman en-Nehdî, bu hususta şöyle demiştir:

"Ebu Musa'nın sesi kadar güzel bir zil, ud ve zurna sesi işitmiş değilim. Sahih hadiste sabit olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), bu hususta şöyle buyurmuştur: "Buna (Ebu Musa'ya), Davud ailesinin zurnaların­dan bir zurna verilmiştir."

Hz. Ömer, Ebu Musa'ya: "Ey Ebu Musa, bize Rabbimizi hatırlat." der, O da onlara Kur'ân-ı Kerîm okur, onlar da dinlerlerdi.

Şa'bî dedi ki: Hz. Ömer vasiyetinde "Atadığım valilerden hiçbiri, bir seneden fazla görevde bırakılmasın. Sadece Ebu Musa dört yıl süreyle görevde bırakılsın." diye yazmıştı.

"El-Muntazam" adlı eserde îbn Cevzî'nin ifadesine göre Ebu Musa, hicretin elli ikinci senesinde vefat etmiştir. Bu, bazılarının da görüşü­dür. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Musa, elli birinci senede vefat etmiştir^ elli dördüncü senede vefat ettiğine dair bir kavil de var­dır. Başka senelerde vefat ettiğine dair zayıf rivayetler de vardır. Doğ­rusunu Allah bilir.

insanlar, hakem olayından sonra uzlete çekildikleri zaman Ebu Musa, Mekke'de vefat etti. Başka bir rivayete göre ise o, Kûfe'ye iki mil­lik mesafedeki Sevbe mıntıkasında vefat etmiştir. Kısa boylu, nahif be­denli ve sakalsız bir kimseydi. Allah ondan razı olsun. [21]

 

Abdullah B. Muğaffel El-Müzenî

 

Bu zat, binek bulamayıp savaşa katılamadığı için ağlayan sahabe­lerdendir. Hz. Ömer tarafından insanlara dini hükümleri öğretmeleri amacıyla Basra'ya gönderilen on kişiden biridir. Fethedildiği zaman Tüster'e giren ilk Müslümandır. Buharî'nin sahih bir rivayetine göre Müsedded, Abdullah b. Muğaffel'in hicri elli yedinci senede vefat ettiği­ni söylemiştir. İbn Abdi'1-Berr ise, onun hicri altmışına senede vefat et­tiğini söylemiştir. Başkaları onun hicri altmışbirinci senede vefat ettiği­ni söylemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Muğaffel rüyasında kıyame­tin koptuğunu ve bir mekanın bulunduğunu, o mekana ulaşan kimsenin kurtuluşa erdiğini görünce kendisi de oraya ulaşmaya çabalamış, ken­disine: "Yanında dünya malı olduğu halde sen kurtuluş mekanına ulaş­maya mı çalışıyorsun?" denilmiş, kendisi de uykudan uyanınca içinde bol miktarda altın bulunan bir zenbilinin yanına gitmiş, sabah olmadan o zenbil'deki altınları düşkünlere, muhtaçlara ve yakınlarına dağıtmış­tır. Allah kendisinden razı olsun. [22]

 

İmran B. Husayn B. Ubeyd

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: înıran b. Husayn b. Ubeyd b. Halef  ecid el-Huzaî. Ebu Hüreyre'yle birlikte Hayber senesinde Müslüman olmuş, gazvelere katılmıştır, sahabelerin önde gelen şahsiyetle-rindendir. Abdullah b. Amir, onu Basra kadılığına tayin etmiş, orada kadılık yapmış, sonra görevden affını dileyince Abdullah onu bu göre­vinden affetmişti. Bu senede vefat edinceye kadar Basra'da ikamet et­mişti. Hasan ile İbn Şirin el-Basrî, onun hakkında şöyle demişlerdir: "Basra'ya ondan daha hayırlı bir süvari gelmedi. Melekler, ona selam verirlerdi. Vücudunun bir yerini tedavi maksadıyla dağladığında me­leklerin selamı ondan kesildi. Sonra ölümüne kısa bir süre kala tekrar melekler ona gelip selam vermeye başladılar." Allah ondan ve babasın­dan razı olsun. [23]

 

Ka'b B. Ucre El-Ensârî Ebu Muhammed El-Medenî

 

Kıymetli bir sahabedir. Onun hakkında hacla ilgili olarak fidye aye­ti nazil olmuştur. Bu senede vefat etmiştir. Bu seneden bir sene önce yetmiş beş veya yetmiş yedi yaşındayken vefat ettiğini söyleyenler de vardır. [24]

 

Muaviye B. Hadîc

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Muaviye b. Cefne b. Hadic b. Cefne b. Katire el-Rindi el-Holani el-Mısrî. Birçok kimsenin kavline göre göre bu şahıs sahabedir. İbn Hibban ise, bunun tabiilerden olduğunu söylemiş­tir. Sıka ravilerdendir. Ama birinci görüş sahihtir. Yani sahabedir. Mı­sır'ın fethine katılmıştır. İskenderiye fethi için Hz. Ömer'e gelmişti. Ab­dullah b. Sa'd b. Ebi Serh'le birlikte Berberiler savaşma katılmıştı. Q sa­vaşta gözünü yitirmişti. Mağrib ülkelerinde birçok savaşlara katılmış ve komutanlık yapmıştı. Hz. Ali'nin halifeliği döneminde Mısır'da Hz. Osman taraftarlığım yapmıştı. Hz. Ali'ye hiç bey'at etmemişti. Muaviye b. Ebi Süfyan, Mısır'ı ele geçirdiğinde ona ikramda bulunmuş, Abdullah b. Amr b. As'tan sonra onu Mısır'a vali olarak atamıştı. Abdullah,babası Arar b. As'tan sonra, Mısır'da iki sene valilik yapmış, sonra Muaviye onu görevden azlederek yerine bu zatı, yani Muaviye b. Hadic'i atamıştı. Muaviye, bu senede vefat edinceye kadar Mısır'da kalmıştı. [25]

 

Hani B. Niyar Ebu El-Belevî

 

Bu zat, oğlak ve diğer kurbanları kesip parçalamakta ün yapmış bir kimseydi. Akabe bey*atma, Bedir gazvesine ve diğer gazveler katılmıştı. Mekke fethi gününde Beni Harise kabilesinin bayraktarlığını yapmıştı. Allah ondan razı olsun. [26]

 

Hicretin Ellîüçüncü Senesi

 

Bu senede Abdurrahman b. Ümmü Hakem, Rum illerine gazaya git­ti ve kışı orada geçirdi. Yine bu senede Müslümanlar, Cüdane b. Ebi Ümeyye komutasında Rodos'a giderek orayı fethetmişler ve Müslü­manlardan bir grup orada ikamete başlamışlardı, ki kafirlere karşı son derece katı davranmışlardı. Denizde yollarını kesiyor, onlara güçlükler çıkarıyorlardı. Muaviye, bu gruba bol miktarda erzak ve bağış gönderi­yordu. Bunlar, Franklara karşı son derece tedbirli idiler. Rodos'taki bir kalede gecelerini geçiriyorlar di. Orada çeşitli ihtiyaçlarım karşılaya­cak malları, binekleri ve teçhizatları vardı. Denizde gözcüleri vardı. Düşman yaklaştığında bunu kendilerine haber veriyorlardı. Bu durum, Yezidin, babası Muaviye'den sonra tahta geçişine kadar devam etti. Ye-zid tahta geçince bunları Rodos adasından başka yere gönderdi. Müslü­manların bu adada çok miktarda malları ve büyük meblağda ziraatleri vardı.

Bu senede Medine valisi Said b. As, insanlara hac cettirdi. Ebu Ma-şer ile Vakidî böyle demişlerdir.

Bu senede Cebele b. Eyhem el-Gassanî vefat etti. Bu zatın biyografi­si sonraki bölümde gelecektir.

Bu senede Rebi b. Ziyad el-Harisî vefat etti. Bu zatın sahabe olup ol­madığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Rebi, Ziyadin Horasan'daki valisi idi. Hicr b. Adiyi hatırladığında ona acımış, üzülmüş ve sonra da şöyle demişti: "Vallahi Araplar, onun için ayaklansalardı o hapsedilip de öl-dürülmezdi. Ancak Araplar, onun bu haline razı oldular ve alçaldılar." Cuma günü olunca minber üzerinde Allah'a dua ederek vefat ettirilme­sini diledi ve ertesi cumaya kadar yaşamadı. Yerine oğlu Abdullah b. Rebi'i vali olarak atadı. Ziyad da bu atamayı onayladı. Bundan iki ay sonra da kendisi vefat etti. Bunların yerine Horasan'a Halid b. Abdullah el-Hanefi geçti. Ziyad, bu yönetim değişiklikliğini de onayladı. [27]

 

Rüveyfî B. Sabit

 

Kadri yüce bir sahabe olup Mısır fethine katılmıştır. Mağrib ülkesi­nin fethi hususunda büyük yararlılıkları olmuştu. Mısır valisi Mesleme *>• Muhalled'in kaymakamı olarak Berka şehrinde vefat etmişti.

Bu sene, Ziyad b. Ebi Süfyan da vefat etti. Kendisine Ziyad b. Ebihi, Ziyad b. Sümeyye de denilirdi. Sümeyye, onun annesinin adıdır. Ziyad, bu senenin ramazan ayında çarpılmış olarak öldü. Bunun sebebi de şuy­du: Ziyad, Muaviye'ye bir mektup yazarak şöyle demişti: "Ben sol elimle Irak'ı senin için ele geçirdim. Ama sağ elim boştur. Durumumu göz önünde bulundur." Böyle demekle o, Hicaz mıntıkasının da kendisine verilmesini istemişti. Hicazlılar, bu mektuptan haberdar olunca Abdul­lah b. Ömer'e giderek Ziyad'm bu isteğini bildirdiler ve şikayetçi oldu­lar. Ziyad'ın başlarına vali olarak atanması halinde, Iraklılara zulmet­tiği gibi kendilerine de zulmedeceğinden korktular. İbn Ömer, kalkıp kıbleye yöneldi. Ziyad'a beddua etti. O, bu yüzden çok sıkıntıya düştü. Kadı Şureyh'e giderek elini kestirmek istediğini söyledi ve bu hususta düşüncesini sorunca Şureyh, ona şöyle dedi: "Elini kestirmeni uygun görmüyorum, eğer kısa bir süre sonra ecelin gelecek olursa eli kesik ola­rak Allah'ın huzuruna çıkmış olursun. Onun huzuruna çıkmaktan korktuğun için elini kesmiş olursun. Ama daha uzun süre yaşayacak isen insanlar arasında eli kesik olarak dolaşırsın. Bu sebeple çocukların da utanır." Şureyh, böyle diyerek Ziyad'ı, elini kesmekten men etti. Zi­yad'm yanından çıktığında insanlardan bazıları elini kestirmesinden men ettiği için Şureyh'i kınadılar ve: "Bıraksaydm da elini kesseydi." dediler. Bunun üzerine Şureyh şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.): "Kendisi­ne danışılan kişi güvenilir kişidir." dedi.

Anlatıldığına göre eli çarpılan Ziyad şöyle demişti: 'Taun bir yatak­ta olduğu halde ben hasıl uyurum." Böyle deyip elini kestirmeye karar vermişti. Ancak demirler ve dağlama aletleri getirildiğinde korkmuş ve elini kestirmekten vazgeçmişti. Anlatıldığına göre içinde hissettiği ha­raretten kurtarılması ve tedavi edilmesi için yanına 150 tabib getirmiş­ti. Bunlardan üçü, Kisra b. Hürmüz'ün tabibleriydiler. Ancak kaçınıl­maz kaderi ve kesin ilahi hükmü savmaya güç yetiremeyip aciz kaldı­lar. Bu yüzden Ziyad da bu senenin yani hicri elliüçüncü senenin rama­zan ayının üçüncü gününde öldü. Ziyad, beş yıl süreyle Irak valiliği yap­mıştı. Ölünce Küfe dışındaki Sevbe mıntıkasında defnedilmişti. Ölme­den önce Kûfe'den çıkıp Hicaz'a vali olarak gitmek istemiş, bu sebeple yola çıkmış, ancak Kûfe'ye yakın bir yer olan Sevbe'de ölmüştü. Ölüm haberini duyan Abdullah b. Ömer de demişti: "Haydi güle güle ey Sü­meyye 'nin oğlu! Ne dünya sana kaldı, ne de ahireti elde edebildin."

Ebu Bekir b. Ebu Dünya, Abdurrahman b. Saib el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ziyad, Kûfelileri topladı. Mescid, mescidin av­lusu, hükümet konağı insanlarla dolup taştı, onları toplanmasının se­bebi, Hz. Ali'ye bir haksızlık yapmış olmadığını onlara açıklamak içindi. O esnada ben bir ara uykuya dalar gibi oldum. Uzun boyunlu deveyi an­dıran, gür saçlı, dudakları aşağıya sarkık bir yaratık gördüm. Ona:

- Sen nesin?diye sordum, o da şöyle cevap verdi:

- Eleştiriciler uzun boyunludurlar. Ben şu köşkün sahibine gönde­rildim.

Ben de ürküntü içinde ayıldım ve arkadaşlarıma:

- Benim gördüğümü siz de gördünüz mü? diye sordum. Onlar:

- Hayır, deyince durumu kendilerine anlattım. O esnada köşkten

bir adam dışarı çıkıp bizlere şöyle seslendi:

- Vali bey buradan çekip gitmenizi, şu anda meşgul olduğunu, size

hitap edemeyeceğini söylüyor.

Sonra da valinin çarpılmış olduğunu gördük.

îbn Ebu Dünya'nın rivayetine göre Ziyad, Kûfe'ye vali olarak atan­dığında şehrin en abid kişisinin kim olduğunu sormuş, ona Ebu Muğire el-Himyerî adındaki bir adamı tarif etmişler, o da Ebu Muğire'nin yanı­na gitmiş ve ona şöyle demiş:

- Evinden dışarı çıkma, sana dilediğin kadar mal vereyim.

- Dünyanın mülkünü de bana versen cemaatle namaz kılmak ama­cıyla evden mutlaka dışarı çıkacağım.

- Cemaate devam et, ama hiç kimseye birşey söyleme.

- İyiliği emretmekten, kötülüğü men etmekten vaz geçemem. Bunun üzerine Ziyad, emir vererek Ebu Muğire el-Himyeifnm boy­nunu vurdurttu.

Ziyad vefat edeceği zaman oğlu kendisine şöyle dedi:

- Babacığım, senin için elbise hazırladım, defnedeceğim.

- Ey oğulcuğum! Bana ölüm yaklaşmıştır. Ölüm elbisesi, benim için senin bu elbiselerinden daha hayırlı da olabilir, daha çabuk bir yağ­malanma da olabilir. Bu, garip bir ifadedir. [28]

 

Sa'sa'ab. Naciye

 

Bu sahabenin soy kütüğü şöyledir: Sa'sa'a b. Naciye b. Affan b. Mu-hammed b. Süfyan b. Mücaşi b. Darim. Hem cahiliye döneminde, hem de İslâmiyet döneminde lider bir kişiydi. Anlatıldığına göre o, cahiliye dö­neminde doksan altı, 360 ya da 400 kız çocuğunun diri diri toprağa gö­mülmesine engel olmuştur. Müslüman olduğu zaman Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demişti: "Bu yaptığının sevabı sana verilmiştir. Çün­kü Allah, İslâm'a girmen için sana lütufta bulunmuştur."

Rivayete göre Sa'sa'a'mn diri diri toprağa gömülmekten kurtardığı ilk kızın hikayesi şöyledir: Sa'sa'a'mn iki devesi kaçıp kaybolmuşlardı. Onları aramaya çıkmıştı. Şimdi de hikayeyi kendisinden dinleyelim: "Geceleyin yolda gitmekte iken bazen ışık veren, bazen da işiği görün­mez olan bir ateş gördüm. Ateşe doğru yöneldim, ama bir türlü yolunu bulamadım, şöyle dua ettim: "Allah'ım, eğer beni şu ateşe ulaştırırsan ateşin sahibinde bir zulüm ve haksızlık gördüğüm takdirde o zulüm ve haksızlığı gidermeye söz veriyorum." Böyle dua ettikten sonra yürüme­ye devam ettim, nihayet ateşin bulunduğu yere vardım. Ateşin yanı ba­şında ateşi tutuşturmakta olan yaşlı bir adam, bir de yanında toplanmış birkaç kişi vardı. Onlara hitaben: "Siz necisiniz?" diye sordum. Onlar da: "Şu kadın üç günden beri bizi burada yolumuzdan etti, alıkoydu. Sancı çekiyor, ama bir türlü doğuramıyor." dediler. Ev sahibi ihtiyar adam da bana şöyle sordu:

- Senin işin nedir?

- Kaybolmuş iki devemi arıyorum.

- Onları ben buldum. Develerin, develerimizin arasındadır. Bineğimden indim, yanlarına oturdum. Oturur oturmaz kadınlar:

"Kadın doğurdu." dediler. Yaşlı adam da şöyle cevap verdi:

- Eğer doğan çocuk erkekse haydi bakalım yolumuza devam ede­lim. Eğer kız ise sakın onun sesini bana işittirmeyin. Ben de ihtiyar ada­ma şöyle dedim:

- Çocuğunu niçin öldüreceksin? Oysa onun rızkını Allah veriyor.

- Kız çocuğuna ihtiyacım yok.

- Çocuğunu öldürme, onun fidyesini ben sana ödeyeyim, ancak kızı yanında bırakayım. Senin yanında büyüsün.

- Ne kadar fidye vereceksin?

- Senin yanında bulunan develerimden birini sana vereceğim.

- Hayır.

- Öyleyse ikise de senin olsun.

- Hayır, ancak şu bindiğin deveni de bana verirsen olur. Çünkü bu deveni genç ve rengi güzel bir deve olarak görmekteyim.

- Tamam, öyle olsun. Ancak beni evime ulaştırman şartıyla bu de­vemi de sana veriyorum.

- Olur.

Yanlarından ayrılıp çıktığımda bu yaptığımın Allah tarafından ba­na lütfedilen bir nimet olduğunu gördüm ve her nerede diri diri gömüle­cek bir kız görürsem mutlaka onun fidyesini ödeyeceğime Allah'a söz verdim, islâmiyet gelinceye dek, ben doksanaltı kız çocuğunu diri diri toprağa gömülmekten kurtarmış oldum. Zaten bunun haram olduğunu Kur'ân-ı Kerîm ayeti de bildirdi." [29]

 

Cebele B. Eyhem El-Gassanî

 

Arap Hristiyanlarmın hükümdarı idi. Soy kütüğü şöyledir: Cebele b. Eyhem b. Cebele b. Haris b. Ebi Şimr. Ebu Şimr'in asıl adı Münzir b. Haris'tir. Münzir de iki küpeli Mariye'nin oğludur. Babası Salebe b. Amr b. Cefhe'dir. Cefne'nin asıl adı ise, KsJb Ebu Amir b. Harise b. îmru'1-Kays'tır. Mariye ise, Erkam b. Salebe b. Amr b. Cefne'nin kızıdır. Cebele'nin soy kütüğü hakkında başka rivayetlerde bulunanlar da var­dır. Cebele'nin künyesi, Ebu Münzir el-Gassanî el-Cefnf dir. Gassan hü­kümdarı idi. Gassanlılar, Heraklius zamanındaki Arap Hristiyanlarıy-dılar. Gassanlılar, Evs ve Hazredi bütün Ensârîlerin amcazadeleridir­ler. Cebele, Gassanlıların son hükümdarıydı. Rasûlullah (s.a.v.), îslâm-'a davet ederek ona Şüca b. Vehb'le birlikte bir mektup göndermişti. Bu­nun üzerine Cebele Müslüman olmuş, Müslüman olduğunu bir mektup­la Rasûlullah (s.a.v.)'a arzetmişti. İbn Asakir'in ifadesine göre ise Ce-bel'e asla Müslüman olmamıştı. Vakidî ile Said b. Abdülaziz de bunu açıkça ifade etmişlerdir. Ancak Vakidî şöyle demiştir: "Hz. Ömer zama­nında Cebel'e Rumlarla birlikte Yermük savaşma katılmıştı. Daha son­ra Hz. Ömer'in zamanında Müslüman olmuştu."

Şam'da iken Cebele, Müzeyneli bir adamın abasına basmış, Müzey-neli adam da onu tokatlamıştı. Cebele'nin adamları, Müzeyneli adamı tutup Ebu Ubeyde'ye götürdüler ve:

- Bu adam Cebele'yi tokatladı, dediler. Ebu Ubeyde de:

- Cebele de onu tokatlasın, dedi. Adamları şöyle karşılık verdiler:

- Yani bu adam Cebele'yi tokatladığı için öldürülmeyecek mi?

- Hayır.

- Eli kesilmeyecek mi?

- Hayır. Cenâb-ı Allah, ancak kısasa kısası emretmiştir. Cebele, bu olay üzerine şöyle dedi:

- Benim kendi yüzümü, Medine taraftarlarından gelen vn Müzey­neli adamın yüzüne denk tutacağımı mı sanıyorsunuz? Bu ne kötü bir dindir.

Böyle dedikten sonra tekrar Hristiyanlığa geçti ve ailesiyle birlikte Şam'dan ayrılıp Bizans'a gitti. Hz. Ömer, bunu duyunca çok üzüldü ve Hassan da kendisine şöyle dedi: "Dostun Cebele İslâm'dan irtidat etti." Hz. Ömer: "İnna lülah ve inna ileyhi raciun" dedi. Sonra Hassan, Cebe­le'nin niçin İslâm'dan irtidat ettiğini sordu. Hz. Ömer: şöyle cevap verdi:

- Müzeyneli bir adam onu tokatladığı için İslâm'dan irtidat etti.

- iyi ki tokatlamış, onun müstahakıdır.

Hassan'm böyle demesi üzerine Hz. Ömer, kalkıp Hassan'a bir kır­baç vurmuştu."

Ibn Kelbî ile diğerlerinin rivayetlerine göre Hz. Ömer, Cebele'nin Müslüman olduğunu duyunca sevinmiş, sonra onu görmek için Medi­ne'ye davet etmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise Cebele'nin kendisi Medine'ye gelip Hz. Ömer'i ziyaret etmek için izin istemiş, Hz. Ömer ona izin vermiş. Cebele de kavminden 150 veya 500 süvari ile bir­likte Medine yoluna koyulmuştu. Hz. Ömer de ,Medine'den birkaç ko­nak ötede ona hediyelerini takdim ettirip kendisini karşılatmıştı. Cebele'nin Medine'ye girişi önemli bir gün olmuştu. Şehre girdiğinde atları­nın boyunlarına altın ve gümüşten gerdanlıklar takmış, kendisi de başı­na inci ve cehverlerle işlenmiş murassa bir tac koymuştu. Tacında nine­si Mariye'nin küpeleri de vardı. Kadınıyla erkeğiyle bütün Medine halkı ona bakmak için evlerinden dışarı çıkmışlardı. Cebele, Hz. Ömer'e se­lam verdiğinde Hz. Ömer selamım almış, ona hoş geldin demiş, yanına oturtmuştu. Cebele, bu senede Hz. Ömer'le birlikte haccetmişti. Ka'be'yi tavaf ederken Fezare oğulları kabilesinden bir adam, onun ih­ramına basmış, ihramı çözülmüştü. Bu yüzden Cebele de elini kaldırıp ihramına basan adamı yumruklamış ve burnunu ezmişti. Bazılarına göre adamın gözünü çıkarmıştı. Fezareli adam, Cebele'yi Hz. Ömer'e şi­kayet etmişti, şikayete giderken beraberinde kabilesinden birçok ada­mı da götürmüştü. Bunun üzerine Hz. Ömer, Cebele'yi huzura çağırmış, Cebele gelip suçunu itiraf etmişti. Hz. Ömer de ona kısas tatbik edeceği­ni söyleyince Cebele şöyle itirazda bulunmuştu:

- Nasıl olur? Ben bir hükümdarım. Hasmım ise halktan bir adam?

- İslâmiyet, seninle onu eşit kılmıştır. Sen, takva dışında başka hiçbir cihetten ona üstün olamazsın.

- Ben, İslâm'a girdiğim takdirde cahiliye döneminden daha çok yüksek bir makama ulaşabileceğimi sanıyordum.

- Bırak bunları, eğer adamı razı etmezsen onun için sana kısas tat­bik edeceğim.

- Öyleyse ben de Hristiyanlığa dönerim.

- Hristiyanlığa dönersen, boynunu vururum. Cebele, kendisine had tatbik edileceğini görünce:

- Bu gece düşüneceğim, bana mühlet tanı, dedi ve Hz. Ömer'in ya­nından ayrılıp gitti. Gece karanlığı bastırınca kavmi ve kendisine uyan kimselerle birlikte harekete geçti, önce Şam'a, sonra Bizans'a gitti. He-raklius'un yanına, Kostantiniye şehrine vardı. Heraklius, onu hoş kar­şıladı ve ona birçok şehirleri ikta olarak verdi. Ayrıca bol miktarda er­zak da verdi. Güzel hediyeler takdim etti ve onu geceleri sohbet mecli­sinde bulunmak üzere yanında tuttu. Uzun süre Heraklius'un yanında kaldı.

Hz. Ömer, daha sonra Heraklius'a Cüsame b. Müsahik el-Kinanî adındaki biri ile bir mektup gönderdi. Hz. Ömer'in mektubu Heraklius'a ulaştığında, Heraklius, mektubu getiren elçiye şöyle dedi:

- Amcan oğlu Cebele ile görüştün mü?

- Hayır.

- Git onunla görüş.

Elçi Cüsame b. Müsahik, gidip Cebele ile görüştü, onun refah ve dünya serveti içinde zevku safa sürdüğünü, güzel elbiseler giyindiğini, güzel yataklarda yattığım, konforlu bir mecliste oturduğunu, rahat olduğunu; çevresinde cariyeler, güzel hizmetçiler, şarkıcı kadınlar bulun­duğunu; nefis yiyecekler ve leziz içecekler yiyip içtiğini, İslâm diyarına karşılık küfür diyarında kaldığını görmüştü. Onu İslâm'a dönüp tekrar Şam'a gelmeye çağırdı, ancak Cebele şöyle dedi:

- Ben mürted olduktan sonra nasıl Şam'a geri döner, nasıl tekrar Müslüman olurum. Bu mümkün müdür?

- Evet mümkündür. Çünkü Eş'as b. Kays, İslâm'dan irtidat etti. Müslümanlarla savaştı. Tekrar hakka döndüğünde Ebu Bekir, onun islâm'a girmesini kabul etti ve kız kardeşi Ümmü Ferve'yi onunla ev­lendirdi.

Ancak Cebele, bu sözlere aldırış etmeyip kendini yemeye, içmeye verdi. Elçi Cüsame b. Musahik'a içki ikram etti, ancak Cüsame içmedi. Cebele'nin kendisi çok mimarda içki içti, nihayet sarhoş oldu, sonra ya­nındaki şarkıcı cariyelere ;mir verdi onlar da ud çalarak şair Hassan'm şu şiirini ona okudular. Şair Hassan, şiirinde Gassanlı amcazadelerini övüyordu. Şiir, Cebele'nin babasıyla ilgiliydi:

"İlk zamanlarda Şam'da birgün kendilerine nedimelik yaptığım, iç­ki sofralarında bulunduğum topluluğun Allah hayrım versin.

Onlar Cefne evladı idiler. Dedelerinin mezarının çevresinde oturu­yorlardı. Faziletli, âlicenâb İbn Mariye'nin mezarı çevresinde duruyor­lardı.

Parlak gülün suyundan içiyorlardı.

Serin bir su ki, Selsebil ırmağından gelen suyu andırıyordu.

Parlak yüzlü, âlicenâb ve soylu kimseler idiler. Birinci kaliteden olan şahin burunlu idiler. Köpekleri havlayıncaya kadar gece yarılarını buldular.

Kendilerine yönelen gece karanlığını hesaba katmıyor ve sormu­yorlardı."

^ Cariyelerin bu şarkıları Cebele'nin hoşuna gitti. Sonra elçi Cüsa-me'ye şöyle dedi: "Bu, Hassan b. Sabit el-Ensârf nin biz ve mülkümüz hakkında söylediği bir şiirdir. Sahi Hassan ne durumda?" Ben do dedim ki: "Ben gelirken o yaşlı, âmâ bir adamdı." Bundan sonra Cebele, yanın­daki şarkıcı cariyelere: "Beni neşelendirin." dedi. Onlar da yine Has­san'm bir şarkısını okumaya başladılar:

lermük'ün üst taraftarıyla Samman arasındaki Muğan mevkiin-

e diyar kimler için ıssız kaldı? Belamis ve Seka köyleri, alçalan köşkler

Çındır. Durun ey Casım! Safer vadileri, kabilelerin ve cariye çocuklanaçlarım karşılar. Şu köşeleri ulu aziz diyarlar, insanlarla dolup atıktan sonra çoraklaşıp değişti.

116

Mesih, şu kilisede dua etti. Keşiş ve Ruhbanlar burada dua ettiler.

Bu da zaman içinde Cefhe oğullarının ihtiyacını karşıladı, ancak za­manların peş peşe gelip geçmesi bunu yok etti.

Tac sahibinin yanında meclis ve mekanın vardır. Sağlam hak bura­da bana gösterilmiştir.

Anaları ağlasın! Ben de onların analarını Haris el-Holanî'ye çök­tükleri günde ağlattım. îş açığa çıkmak üzeredir. Çocuklar, mercandan yapılan taçların tanelerini çabucak ipe geçirip diziyorlar."

Sonra Cebele şöyle dedi: "Bu şiir de îbn Feria'nm (yani Hassan b. Sabit'in) biz, bizim mülkümüz, evlerimiz ve Dımaşk'a bağlı Guta taraf­larındaki diyarımız hakkında söylediği bir şiirdir." Bundan sonra Cebe­le uzun uzadıya sustu, sonra da cariyelerine: "Beni ağlatın." dedi. Onlar da udlarını bırakıp başlarını önlerine eğerek şöyle bir şiir okudular:

"Bir tokatın utancı yüzünden şerjfli kimseler Hristiyan oldular. Eğer sabretselerdi, bunda onlar için zarar olmazdı

O esnada inat ve gurur beni çevreledi. Ben de sağlara gözü, kör göze değiştim.

Keşke anam beni doğurmasaydı ve keşke Ömer'in bana yaptığı tav­siyeye uysaydım.

Keşke çölde deve gütseydim.

Rabia ya da Mudar oğulları kabilesinde esir olsaydım.

Şam'da en düşük bir geçimle geçinebilseydim.

Gözlerimi ve kulaklarımı kaybetmiş olarak kendi milletimin ara­sında yaşasaydım.

Onların bağlı oldukları şeriata bağlı kalsaydım.

Büyük bir dal, bakarsın ki sayılamayacak derecede mal ve servet ol­muştur."

Cebele bu şarkıyı dinledikten sonra elini yüzüne kapatıp, ağlamaya başladı. Öyle ki göz yaşları sakalını ıslattı. Ben de onunla birlikte ağla­dım. Sonra 500 Bizans altım getirilmesini emretti. Getirdiler, altınları bana verdi ve: "Bunları Hassan b. Sabit'e ulaştır", dedi. 500 altın daha getirilmesini emretti, altınlar getirildi. "Bunlar da senin." dedi. Ben ona şöyle dedim: "Benim bu altınlara ihtiyacım yok. Ayrıca senden hiçbirşey almayı kabul etmem. Çünkü sen İslâm'dan irtidat etmişsin."

Anlatıldığına göre elçiye vermek istediği ikinci 500 altını da Has-san'm 500 altınına eklemiş, böylece Hassan b. Sabit'e 1000 Bizans altını göndermiştir ve elçiye de Hattab oğlu Ömer'e ve diğer Müslümanlara benden selam söyle, demişti.

Elçi Cüsame diyor ki: Hz. Ömer'in yanma vardığımda Cebele'nin durumunu ona anlattım. Hz. Ömer, bana şöyle sordu:

- Sen onun içki içtiğini gördün mü?

- Evet.

- Allah, onu rahmetinden uzaklaştirsin. O, dünyayı ahirete değiş­tiriyor, bu ticareti de karlı bir ticaret olmamıştır. Hassan'a ne gönderdi?

- 500 Bizans altım gönderdi.

Hz. Ömer, Hassan'ı çağırdı ve Cebele'nin gönderdiği altınları ona teslim etti. Hassan da altınları teslim alıp şöyle bir şiir okudu:

"Topluluklardan geriye kalan Cefhe oğulları, ataları kınayarak ik­ram etmediler.

Şam'da iken dahi beni unutmadı. Hayır o, Bizans'ta Hristiyan oldu.

Bol miktarda bağış verir ve verdiği kimseyi de görmez. Ancak mah­rum kimseye verilen bağış gibi bağış verir.

Birgün ona gittim. Meclisinde beni yakınında oturttu. İçti ve bana da kötü içkiden doyasıya içirdi."

Sonra hicretin elliüçüncü senesinde Muaviye, Abdullah b. Mes'ade el-Fezarî'yi Bizans hükümdarına elçi olarak gönderdi. Abdullah da, Ce­bele b. Eyhem'le görüştü. Onun dünyevi saadet içinde, mal ve mülk sahi­bi bir kimse olduğunu, etrafında hizmetçilerle cariyeler bulunduğunu, bol miktarda at ve altına sahip olduğunu gördü. Cebele, ona şöyle dedi: "Muaviye'nin, menzillerimizin bulunduğu Besine arazisini ve Dı-maşk'm Gutasma bağlı yirmi köyü bana ve grubuma ikta olarak verece­ğini, bize güzel armağanlar sunacağını bilsem Şam'a geri gelirim."

Abdullah b. Mes'ade de gidip Muaviye'ye Cebele'nin bu sözünü nak­letti. Muaviye de: "Olur, bu istediklerini kendisine veririm." dedi ve bu hususta bir mektup yazarak Cebele'ye teslim etmesi için ulağına verdi. Ancak ulak ona ulaşamadan Cebele bu sene içinde vefat etti. Allah, onu kahretsin. Bu haberleri "el-Muntazam" adlı eserde Şeyh Ebu'l Ferec îbn Cevzî anlatmış ve onun hicri elliüçüncü senede öldüğüne dair tarih dü­şürmüştür.

Hafız Ibr Asakir de tarihinde, Cebele'nin biyografisini uzun uzadı­ya güzel bir şekilde anlatmış, biyografisinin sonunda da şöyle demiştir: Bana ulaşan bir habere göre Cebele, Muaviye'nin halifeliği döneminde Kum diyarında hicretin kırkıncı senesinden sonra ölmüştür." [30]

 

Hicretin Ellidördüncü Senesi

 

Bu senede Muhammed b. Malik, kışı Rum diyarında geçirdi. Maan b. Yezid es-Sülemî de yazın gazaya gitti.

Bu sene Muaviye, Said b. As'ı Medine valiliğinden aldı, yerine Mer­van b. Hakem'i tayin etti. Mervan'a da Said b. As'ın Medine'deki evini yıkmasını ve Hicaz'daki mallarını tasfiye etmesini bildiren bir mektup gönderdi. Bu mektubu alan Mervan, yıkmak üzere Said'in evine gitti. Said, ona şöyle dedi:

- Evimi yıkmamalısm.

- Mü'minlerin emiri, yıkmam için bana mektup gönderdi. Eğer sen vali iken evimi yıkman için sana mektup göndermiş olsaydı, sen de evi­mi yıkardın. Bunun üzerine Said, kalkıp Medine valiliği zamanında Muaviye tarafından kendisine Mervan'm evini yıkıp mallarını tasfiye etmesini istediğine dair göndermiş olduğu mektubu çıkarıp gösterdi. Ancak kendisinin Muaviye'ye karşı çıkarak Mervan'ı savunduğunu ve Muaviye'yi bu fikrinden v az geçirdiğini söyledi. Mervan, Said'in elinde­ki mektubu görünce evini yıkmaktan vazgeçti ve Muaviye'ye karşı onu savundu, Muaviye bu fikrinden vazgeçti. Said'in evinde kalmasına ve mallarım elinde tutmasına razı oldu. Bu senede Muaviye, Basra valisi Semüre b. Cündüb'ü görevinden aldı. Onu, Basra'ya Ziyad tayin etmiş, Muaviye de onun Basra valiliğini onaylamış, böylece Basra'da altı ay daha valilik yapmıştı. Basra valiliğinden azledilen Semüre'nin yerine Abdullah b. Amr b. Gaylan atanmıştı.

İbn Cerir ile başkalarının Semüre'den rivayet ettiklerine göre Mua­viye, kendisini valilikten azlettiği zaman Semüre şöyle demiştir: "Allah, Muaviye'ye lanet etsin. Eğer Muaviye'ye itaat ettiğim kadar Allah'a ita­at etmiş olsaydım, Allah beni ebediyyen azaplandırmazdı." Ancak onun böyle dediğine dair rivayet sahih değildir.

Muaviye, Abdullah b. Halid b. Üseyd'i, Küfe valiliğinde bıraktı. Ab­dullah'ı Kûfe'ye vali olarak tayin eden kişi, Ziyad idi. Muaviye de onun bu tayinini onaylamış, böylece Abdullah, Küfe valiliğinde kalmıştı.

Bu sene, Ubeydullah b. Ziyad, Muaviye'nin yanına gelmiş, Muaviye ona ikramda bulunmuş ve babası Ziyad tarafından beldelere tayin edi­len valilerin durumunu sormuş, o da durumlarım anlatmıştı. Sonra Muaviye, Ubeydullah b. Ziyad'ı yirmibeş yaşında iken Horasan valiliğine atadı. O da oraların arazisini ele geçirmek üzere gitti. Nehri aşıp Bu­hara dağlarına kadar uzandı. Ramis ve Beykend'in yarısını fethetti. Ra-mis ile Beykent, Buhara'nın kazaları idiler. Orada Türklerle karşılaştı. Onlarla şiddetli bir şekilde savaştı. Onları feci şekilde bozguna uğrattı. Öyle ki Müslümanlar, oranın hükümdarının karısını, iki ayakkabısını giyemeden kaçmak zorunda bıraktılar. Kadın, tek ayakkabısını giydi, diğerini bırakıp kaçtı. Müslümanlar onu yakaladılar, üzerindeki mü­cevherleri alıp ganimet edindiler. Bu mücevherleri 200.000 dirhem de­ğerinde idi. Ayrıca çok miktarda ganimet de elde ettiler. Ubeydullah, iki sene Horasan'da kaldı. Bu senede, yani hicretin elli dördüncü senesinde Medine valisi Mervan b. Hakem, insanlara haccettirdi. Kûfe'de vali ola­rak Abdullah b. Halid b. Üseyd bulunuyordu. Başka bir rivayete göre ise Küfe valisi, Dahhak b. Kays idi. Basra'da vah" olarak Abdullah b. Gaylan bulunuyordu. [31]

 

Bu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetlerden Bazıları Üsame B. Zeyd B. Harise El-Kelbî

 

Bu zatın künyesi, Ebu Muhammed el-Medenî'dir. Rasûlullah'm az-adlısıdır. Onun azadlısının oğludur. Rasûlullah'm sevgilisidir, sevgili­sinin oğludur. Anasının adı, Bereke Ümmü Eymen'dir. Bu kadın Rasûl-ullah (s.a.v.)'m hem mürebbiyesi, hem de azathsıdır. Üsame, babası Zeyd'in öldürülmesinden sonra Rasûlullah (s.a.v.) tarafından komutan tayin edildi. Bazı kimseler onun komutanlığım eleştirdiklerinde Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Siz Üsame'nin komutanlığım eleştiriyor­sunuz, daha önce babasının komutanlığım da tenkid etmiştiniz. Allah'a yemin ederim ki o, komutanlığa çok layıktır ve o, babasından sonra in­sanlar arasında en çok sevdiğim kimsedir."

Sahih-i Buharî'de sahih olan bir hadiste anlatıldığına göre Rasû­lullah (s.a.v.), Hasan'ı bir dizine, Üsame'yi de diğer dizine oturtur ve şöyle dermiş: '* Allah'ım, ben bunları seviyorum, sen de bunları sev."

Üsame'nin fazilet ve üstünlükleri çoktur. Kendisi ondokuz yaşında iken Rasûlullah (s.a.v.) vefat etmişti. Hz. Ömer, kendisiyle karşılaştı­ğında ona: "Selam sana ey komutan!" dermiş. Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr'in sahih rivayetine göre Üsame, hicretin ellidördüncü senesinde vefat etmiştir. Başkalarının ifadelerine göre ellisekiz ya da ellidoku-zuncu senede vefat etmiştir. Hz. Osman'ın şahadetinden sonra vefat et­tiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [32]

 

Sevban B. Müceddid

 

Rasûlullah (s.a.v.)'m azadlılanndandır. Biyografisini Rasûlullah (s.a.v.)'ın az adlıların dan ve hizmetçilerinden bahsederken anlatmıştık. Arap asıllıdır. Esir edilmişti. Rasûlullah (s.a.v.), onu satın alıp özgürlü­ğüne kavuşturdu. Sefer ve hazar halinde Rasûlullah'ın yanından ayrıl­madı. Rasûlullah vefat edince Remle'de ikamete başladı, sonra Hu-mus'a göçtü. Orada kendine bir ev yaptırdı ve sahih kavle ^öre bu sene­de vefat edinceye kadar orada kaldı. Hicretin kırk dördüncü senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet varsa da bu yanlıştır. Mısır'da vefat ettiği­ne dair bir rivayet de ardır. Ama sahih olan rivayete göre o ,Humus'ta vefat etmiştir.

 

Cübeyrb. Müt'im

 

Önceki kısımlarda anlatıldığına göre bu zat, hicretin ellinci sene­sinde vefat etmiştir. [33]

 

Haris B. Rib'i

 

Bu zatın künyesi, Ebu Katade el-Ensârf dir. Vakidî'nin ifadesine göre asıl adı Numan b. Rib'i'dir. Başkaları ise adının, Amr b. Rib'i oldu­ğunu söylemişlerdir. Seleme oğullan kabilesinden olup Medinelidir. İslâm cengaveridir, Uhud gazvesine ve müteakip gazvelere katılmıştır. Zi-Kared gazvesinde büyük yararlılıkları görülmüştür. Nitekim onun bu üstün kahramanlığını, mezkur gazveden bahsederken anlatmıştık. Rasûlullah (s.a.v.), o gazvede şöyle buyurmuştu: "Bugün bizim süvarile­rimizin en iyisi ve hayırlısı Ebu Katade'dir. Piyadelerimizin en iyisi ve hayırlısı da Seleme b. Ekva'dır." Ebu Ahmed el-Hakim'in ifadesine göre bu zat, Bedir gazvesine katılmıştır. Ama bu kesin olarak bilinmemekte­dir.

Ebu Said el-Hudrî dedi ki: Benden daha hayırlı bir zat olan Ebu Ka­tade el-Ensârî, Rasûlullah (s.a.v.)'m Ammar'a şöyle dediğini nakletti: "Ey Ammar! Seni azgın bir topluluk öldürecektir." Vakidî ile birkaç kişi daha dediler ki: Ebu Katade (Haris b. Rib'i), hicretin ellidördüncü sene­sinde yetmiş yaşında iken Medine'de vefat etti.

Heysem b. Adiy ile birkaç kişi daha onun Kûfe'de hicretin otuz seki­zinci senesinde vefat ettiğini söylemişlerdir. Cenaze namazını Hz. Ali kıldırmış tır. Ancak bu rivayet gariptir.

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Hakim b. Hizam b. Hüveylid b. Esed b. Abdiluzzâ b. Kusay b. Kilab el-Kureşi el-Esedi Ebu Halid el-Mekkî. Anası, Fahite binti Züheyr b. Haris b. Esed b. Abdiluzzâ'dır. Halası, Ha­tice binti Hüveylid'dir. Malum olduğu üzere Hatice, Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesidir ve oğlu İbrahim'den başka diğer bütün çocukları­nın anasıdır. Hakim b. Hizam'ı annesi Fil vak'asmdan onüç sene önce Ka'be'nin içinde doğurmuştu. Bu da şöyle olmuştu: Annesi ziyaret için Ka'be'nin içine girmiş, o esnada doğum sancısına yakalanmıştı ve onu bir post üzerinde doğurmuştu. Hakim b. Hizzam, Rasûlullah (s.a.v.)'ı çok severdi. Haşim oğullarıyla Muttalib oğulları ŞiTbi Ebi Talib'te boy­kot altında tutulduklarında kendileriyle alış veriş yapılmadığı, kız alı­nıp verilmediğinde Hakim, Şam'dan geîen kervanlardan bir deveyi sa­tın alır ve getirip Şi'bi Ebi Talib'in girişinde tekmelerdi. Böylece deve üzerindeki gıda maddeleri ve giyeceklerle o mahalleye girerdi. Hakim, bunu Rasûlullah (s.a.v.) ile halası Hatice binti Hüveylid'e ikram olsun diye yapardı. Hakim, Zeyd b. Harise'yi köle iken satın almış ve halası Hatice'ye satmıştı. Hatice de onu Rasûlüllah'a hibe etmiş, Rasûlullah da onu azad etmişti. Hakim, Zi Yezen'in cübbesini satın alıp Rasûlüllah'a hediye etmiş, Rasûlullah, o cübbeyi giyince Hakim: "O cüb-be içinde Rasûlullah'tan daha güzel birini görmedim," demişti. Buna rağmen o, çocuklarıyla birlikte ancak Mekke fethi gününde Müslüman olmuştu.

Buharı ile diğerleri dediler ki: "Hakim, cahiliye döneminde altmış sene, İslâmiyet döneminde de altmış sene yaşadı." Kureyşlilerin liderle­rinden, âlicenâb şahsiyetlerinden ve neseb ilmini iyi bilenlerindendi. Çok sadaka'verir, çok iyilik yapar, çok köle azad ederdi. Müslüman oldu­ğunda da bunu Rasûlüllah'a sormuş, Rasûlullah da ona şöyle cevap ver­mişti: "Hayırlı bir durum üzere iken Müslüman oldun."

Hakim, Bedir savaşma müşriklerin safin da katılmış ve havuz başı­na gelip su alacağı zaman Hz. Hamza onu öldürmek üzere iken elinden kaçıp kurtulmuştu. Bu yüzden yemin edeceği zaman: "Hayır, beni Bedir gününde kurtaran Allah'a yemin ederim ki," diye yemin ederdi. Rasû­lullah (s.a.v.), Merrü'z-Zehran'da ordusuyla birlikte olup Mekke fethine gitmek üzere iken Hakim b. Hizam ile Ebu Süfyan, haberleri araştır­mak üzere yola çıkmışlar, Hz. Abbas, kendileriyle karşılaşmış ve Ebu Süfyan için Rasûlullah'tan eman almıştı. Ebu Süfyan, o gece gönülsüz olarak Müslüman olmuştu. Ertesi sabah Hakim de Müslüman olmuş, Rasûlullah'tan ilgi ve şefkat görmüştü. Rasûlullah (s.a.v.), ona 100 deve vermiş, Hakim yine isteyince Rasûlullah yine vermiş, yine isteyince yi­ne vermiş, sonra ona şöyle demişti: "Ey Hakim! Doğrusu şu mal tatlı ve yeşildir. Cömertlikle (kendisine verilerek) bu malı elde eden kimseye, bu malda bereket vardır. Ama gönlü zorlayıp sıkıştırmakla elde eden kimse için bu malda bereket yoktur. O zaman bu malı elde eden kişi ye-yip te doymayan kimse gibi olur." Bunun üzerine Hakim şöyle dedi: "Se­ni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki artık sen­den sonra hiç kimseden mal almayacağım." Gerçekten de Rasû-lullah'tan sonra hiç kimseden mal almadı. Hz. Ebu Bekir, ona mal ver­mek isterdi ama kabul etmezdi. Kimseden mal almadığına bütün Müs­lümanlar şahitlik ederlerdi. Buna rağmen yine de insanların en zengini idi. Zübeyr vefat ettiği zaman Hakim'e 100.000 dinar borçlu idi. Ha-kim'in, İslama girişi esnasında Rifade ve Darü'n-Nedve görevleri uhde­sinde bulunuyordu. Daha sonra bunları 100.000 dinara (başka bir riva­yete göre ise 40.000 dinara) Muaviye'ye sattı. İbn Zübeyr, ona dedi ki:

- Sen bunları satmakla Kureyşlilerin şerefini sattın.

- Ey yeğenim, şerefler gitti. Takvadan başka şeref yoktur. Yeğe­nim! Ben bunu cahiliye döneminde bir tulum içkiye satın almıştım ve bunu şimdi Cennet'te bir ev elde etme karşılığında satıyorum. Şimdi se­ni şahit ederim ki, bunları Allah yolunda vermişim. Darü'n-Nedve, Ku-reyşliler zamanında bir nevi adalet sarayı idi. Oraya yaşı kırkı bulma­yan hiç kimse giremezdi. Ancak Hakim b. Hizam, yirmibeş yaşında iken oraya üye olarak girdi:

Zübeyr b. Bekkar'ın anlattığına göre Hakim, bir sene hacca gitti. Hacda, üzeri semerli 100 deve ve 1000 koyun kurban etti. Arafe'de ya­nında 100 cariye vardı ki her birinin boynunda gümüşten tasmalar var­dı ve bu tasmalar üzerinde de şu ibare yazılıydı: "Bunlar, Hakim b. Hi­zam tarafından Allah rızası için azad edilmişlerdir." Hakim, onları azad etti ve o davarlarının tamamını da kurban etti. Allah kendisinden razı olsun. Hicretin ellidördüncü senesinde vefat etti. Sahih rivayette böyle anlatılmaktadır. Başkalarının ifadesine göre 120 yaşında, başka bir se­nede vefat etmiştir. [34]

 

Hüveytib B. Abdîluzzâ El-Amîrî

 

Kadri yüce sahabelerdendir. Mekke fethi senesinde Müslüman ol­muştur, uzun bir ömür geçirmiştir. Hz. Ömer, onu, haremin duvarlarını ve işaret sütunlarını yenileyen grubun arasına katmıştır. Bu zat, Bedir savaşına müşriklerin safında katılmıştı. O gün yerle gök arasında me­lekleri görmüştü. Hudeybiye sulhüne katılmış ve barışın gerçekleştiril­mesi için çaba sarfetmişti. Umretü'1-Kazâ yapıldığı zaman Süheyl ile birlikte gelip Rasûlullah (s.a.v.)'a, Mekke'den çıkmasını söylemişlerdi. Hüveytib, Bilal'e demişti ki: Güneş batmadan Mekke'de adamlarınız­dan bir kişi dahi kalmayacaktır.

Bütün bu durumlarda Hüveytib, İslâm'a girmeye niyetlenmiş, an­cak bu niyetinin tahakkukunu Cenâb-ı Allah engellemişti. Mekke fethi esnasında şiddetli bir korkuya kapılıp kaçmış, Ebu Zerr -cahiliye döne­minde iken onun dostu idi- onu yakalamış ve ona şöyle demişti:

- Ey Hüveytib, neyin var?

- Korkuyorum.

- Korkma. Rasûlullah, insanların en iyisidir. İnsanlar arasında akrabalık ve dostluğa çok önem verendir. Ben seni himayeme alıyorum, benimle beraber gel.

Hüveytib diyor ki: Ebu Zerr'le gittim. Beni Batha'ya götürdü. Rasûl-ullah'm huzuruna vardık. Yanında Ebu Bekir'le Ömer de vardı. Ebu Zerr, bana ona şöyle dememi öğretmişti:

- Ey peygamber! Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üze­rine olsun.

- Sen Hüveytib misin?

- Evet. Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve senin de Allah'ın el­çisi olduğuna şahadet ederim.

- Seni doğru yola ileten Allah'a hamd olsun.

Rasûlullah (s.a.v.), Müslüman oluşuma sevindi ve benden bir mik­tar borç istedi. Ben de ona kırk deveyi borç olarak verdim. Onunla birlik­te Hüneyn ve Taif gazalarına katıldım. Bana Hüneyn ganimetlerinden

yüz deve verdi."

Bundan sonra Hüveytib, Medine'ye geldi. Oraya yerleşti. Orada evi vardı. Mervan b. Hakem, Medine'ye vali olarak atandığı zaman Hüvey­tib Hakim b. Hizam ve Mahreme b. Nevfel yanma gittiler. Ona selam verdiler. Yanında oturup sohbete başladılar. Sonra dağılıp gittiler. Bir süre sonra Hüveytib başka bir günde Mervan'm yanma gitti. Mervan, ona kaç yaşında olduğunu sordu. O yaşını söyledi, Mervan ona şöyle de­di:

- Ey ihtiyar! Başından çok işler geçtikten sonra Müslüman oldun,

Müslümanlığa geç girdin.

- Yardımına baş vurulacak olan zat, yüce Allah'tır. Allah'a yemin ederim ki, ben defalarca Müslüman olmaya niyetlendim, ancak her de­fasında baban beni engelliyor ve bana: "Sen atalarının dinini ve şerefini bırakıp sonradan çıkma bir dine mi bağlanacak ve başkalarının uyruğu olan bir kimseye mi tabi olacaksın?" diyordu.

Mervan sustu ve Hüveytib'e sorduğu sorudan dolayı pişman oldu, sonra Hüveytib ona şöyle dedi:

- Müslüman olduğu zaman Osman'ın, senin babandan çektiğini de

sana söyliyeyim mi?

Mervan daha da hüzünlendi ve kederlendi. Hüveytib, Hz. Osman'ın defni esnasında hazır bulunanlardandı. Muaviye, ondan Mekke'deki evini 40.000 dinara satın aldı. Halk, evi çok pahalıya satın aldığını söy­leyince Muaviye şöyle dedi: "Beş çocuğu olan bir adam için bu çok para değildir."

Şafiî dedi ki: "Hüveytib, Müslümanlığı sağlam olan bir kimseydi. Cahiliye döneminde de Kureyşlilerin en çok kazanç sahibi olanı idi."

Vakidî dedi ki: "Hüveytib, cahiliye döneminde altmış sene, İslâ­miyet döneminde de altmış sene yaşadı. Hicretin elli dördüncü senesin­de 120 yaşında iken Medine'de vefat etti." Başkaları onun Şam'da vefat ettiğini söylemişlerdir. O, Buharı, Müslim ve Neseî tarafından nakledi­len bir hadis rivayet etmiştir. [35]

 

Mabed B. Yerbu B. Ankese

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Mabed b. Yerbu b. Ankese b. Amir b. Mahzum. Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Hüneyn gazvesine katıldı. Rasûlullah (s.a.v.), ona elli deve verdi. Asıl adı, "Sırm" idi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre asıl adı Asrem'dir. Rasûlullah, ona Ma­bed adını verdi. Hz, Ömer, tarafından Harem'in duvarlarını ve işaret taşlarım yenileyen kimseler araşma katılmıştı. Bundan sonra gözünü kaybetti. Hz. Ömer, teselli için yanma geldi, onu ziyaret etti.

Vakidî, Halife ve başkalarının anlattıklarına göre Mabed, hicretin ellidördüncü senesinde Medine'de vefat etmiştir. 120 yaşında iken Mek­ke'de vefat etmiştir. 120 yaşında iken Mekke'de vefat etmiş olduğuna dair bir rivayet de vardır. Daha büyük yaşta iken vefat etmiş olduğu da söylenir. [36]

 

Mürre B. Şurahil El-Hemedanî

 

Kendisine Mürretüttib ve Mürretülhayr da denilir. Her gün ve gece­de 1000 rekat namaz kılardı. Yaşlandığında ise bunu 400 rekata indirdi. O kadar çok secdeye varırdı ki, toprak onun alnında iz meydana getir­mişti. Vefat ettikten sonra onu rüyada görenler, nurani bir mekanda ol­duğunu görmüşler ve kendisine: "Evin nerededir?" diye sormuşlar, o da şöyle cevap vermişti: "Evim öyle bir yerdedir ki orada bulunanlar asla başka yere göçmezler ve ölmezler." [37]

Nuaymanb.Amr

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Nuayman b. Anır b. Rifa'a b. Harr. Be­dir gazvesine ve müteakib gazvelere katıldı. Anlatıldığına göre içki içti­ği için yakalanıp Rasûlulîah'ın huzuruna getirilmiş, adamın biri de ona: "Allah, buna lanet etsin, ne kadar da içki yüzünden yakalanıp getiriliyor." demiş, böyle diyen adama Rasûlullah, şöyle uyarıda bulunmuştu: "Ona lanet okuma. Çünkü o, Allah ve Rasûlünü seviyor." [38]

 

Sevde Bintî Zem'a

 

Kureyşli ve Amiriyelidir. Mü'minlerin annesidir. Rasûlullah (sav), Hatice'den sonra onunla evlendi. Daha önce Sekran b. Amr'm zevcesi idi. Sekran, Süheyl b. Amr'm kardeşidir. Şevde yaşlandığı za­man Rasûlullah (s.a.v.), onu boşamak istedi. Hatta boşadığı da söylenir. Ancak Şevde, Rasûlullah (s.a.v.)'dan kendisini zevceleri arasında bı­rakmasını istedi. Buna karşılık da günlük sırasını Hz. Aişe'ye bağışla­yacağını söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) da onun bu isteğim kabul etti. Cenâb-ı Allah da şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

"Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığmdan endi­şe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur." (cn-Nisâ, 128.)

Şevde, çok ibadet eden, zahide ve takvalı bir kadındı. Hz. Aişe, onun hakkında'şöyle demiştir: "Şevde kadar cildine sahip olmayı istediğim başka bir kadın yoktur. Ancak onda biraz hiddet vardır ve bu hiddetin­den de çabuk döner.'                                                    

İbn Çevzî'nin anlattığına göre Şevde, hicretin ellidördüncü senesin­de vefat etmiştir.

İbn Ebi Hayseme dedi ki: "Şevde, Hz. Ömer'in halifeliğinin son za­manlarında vefat etti." Doğrusunu Allah bilir.[39]

 

Hicretin Ellîbeşînci Senesi

 

Bu senede Muaviye, Abdullah b. Gaylan'ı Basra valiliğinden azle­dip yerine Abdullah b. Ziyad'ı atadı. Abdullah b. Gaylan'ın Basra valili­ğinden azledilmesinin sebebi şuydu: Abdullah, bir gün Basra mescidin­de Müslümanlara hitab ederken Dabbe oğullarından birisi, ona bir taş atmış, Abdullah da bu adamın elini kestirmişti. Dabbe oğulları, Abdul­lah'a gelip şöyle dediler: Bizim adamımız olabilir M, bir günah işlemiştir ve sen de onu cezalandırdın. Ancak bu durumun halifeye ulaşıp hepimi­ze dokunacak bir ceza vermesinden korkuyoruz. Bize, emire yazılmış bir mektup ver. Birimiz o mektubu alıp kendisine götürsün ve senin bir şüphe üzerine ve iyice araştırmadan bir adamın elini kestirdiğini kendi­sine iletsin."

Abdullah onlara bir mektup yazıp vermiş ve kendisi de bu yılın ba­şında Muaviye'ye gidince Dabbe oğullan, ellerindeki bu mektubu alıp adamlarının elinin haksız yere kesildiği konusunda Abdullah'ı Muavi­ye'ye şikayet etmişlerdi. Muaviye, Dabbe oğullarının elinde bu mektu­bu görünce şöyle demişti: 'Tayin ettiğim valilerime kısas uygulamama imkan yok. Fakat adamınızın diyetini beytü'l-maldan Ödeyebilirim." Sonra Abdullah'ı valiliğinden azlederek yerine Ubeydullah b. Ziyad'ı ta­yin etmişti. İbn Ziyad da Horasan'a Eşlem b. Zür'a el-Kilâbî'yi tayin et­miş, fakat Eşlem burada ne bir sefere çıkmış, ne de bir fetih yapabilmiş­ti. Basra kadılığını Zürare b. Evfa'ya vermiş, ancak sonra onu bu görev­den azlederek yerine İbn Ezine'yi tayin etmişti. Basra muhafız komu­tanlığına da Abdullah b. Husayn'ı tayin etmişti.

Bu senede Medine valisi Mervan b. Hakem, insanlara haccettirdi.

Yine bu senede Muaviye, Abdullah b. Halid b. Useyd'i Küfe valili­ğinden azletti. Yerine Dahhak b. Kays'ı tayin etti. [40]

 

Hicretin Ellibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler Erkam B. Ebi'l-Erkam

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Erkam b. Ebil-Erkam, Abdumenaf b. Esed b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum. İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Anlatıldığına göre o, ilk yedi Müslümanın yedincisidir. Evi Müslümanlar için bir sığmaktı. Rasûlullah (s.a.v.) ve diğer Müslü­manlar, Kureyş'ten kaçarak orada gizlenirlerdi. Safa tepesinin yanında bulunan bu ev, daha sonra Mehdi'nin mülkiyetine geçmiş, o da bu evi, zevcesi Hayzaran'a hibe etmişti. Hayzaran; Musa, Hadi ve Harun Re-şid'in anneleriydi. Hayzaran, bu evi yeniledi, onarıp güzelleştirdi. Böy­lece bu ev, Hayzara'nm evi diye tanındı. Sonra başkalarının eline geçti. Erkam, Bedir savaşına ve sonraki savaşlara katıldı. Hicretin elli be­şinci senesinde Medine'de vefat etti. Cenaze namazını vasiyeti gereğin­ce Sa'd b. Ebi Vakkas kıldırdı. Vefat ederken seksen küsur yaşındaydı. [41]

 

Suhban B. Züfer B. İyas

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Suhban-ı b. Züfer b. İyas b. Abdü'ş-şems b. Eceb el-Bahili el-Vailî. Fesahati dillere destandı. Fesahat sahibi bir kimse görüldüğünde Araplar: "Suhban-ı Vail'den daha fesahatli" derlerdi. Vail, Maad b. Malik b. Asar b. Sa'd b. Kays b. Gaylan b. Mudar b. Nizar'm oğlu idi. Bahile, Malik b. Asar'ın karısı idi. Oğlunun nesebi kendisine nisbet edilirdi. Bahile, Sa'b b. Sa'd el-Aşire'nin kızı idi.

İbn Asakir dedi ki: Suhban, Sahban'ı-Vail diye tanınır. Duyduğuma göre Muaviye'nin yanına gidip Muaviye ile konuşmuş, Muaviye ona şöy­le demiş:

- Sen şeyh misin?

- Evet, vallahi. Ben de başka şeyler de vardır.

İbn Cevzî, "Muntazam" adlı eserinde Suhban'ın nesebini bizim söy­lediğimiz şekilde nakletmiş, sonra da şöyle demiştir: Suhban'm fesahati dillere destandı. Bir gün Muaviye'nin yanma gitti. Muaviye'nin yanın­da kabilelerin hatibleri vardı. Onu gördüklerinde kendisinden aşağı de­recede olduklarını bildikleri için dışarı çıktılar. Suhban da şöyle dedi:

"Yemen kabileleri bilirler ki ben, "İmdi...." diye söze başladığım za­man onların en iyi hatibiyim."

Muaviye, kendisine şöyle dedi:

- Haydi bakalım, bize bir konuşma yap.

- Bana bir değnek verin. Onunla yanlışlıklarımı düzelteyim.

- Mü'minlerin emirinin huzurundasm, değneği ne yapacaksın?

- Musa (a.s.), Rabbine hitab ederken değneği elinde tutuyordu. O,

değneğiyle ne yapıyordu?

Böyle dedikten sonra konuşmaya başladı. Öğlenden ikindiye yakın  zamana kadar konuşmasını sürdürdü. Konuşurken ne öksürdü, ne  boğazını temizledi, hiç durmadı, bir kelimenin manasını açıklamak  yeniden söze başlamadı, nutkunu tamamladıktan sonra Muavi­ nin yanından çıktı. Daha da söyleyecekleri vardı. Muaviye:

- Haydin namaza! deyince Suhban, şöyle dedi:

- Namaz senin önündedir. Biz Allah'a hamd edip O'nu temcid etmi­yor muyduk? Va'z verip uyarmıyor muyduk? Hatırlatıp vad ve tehditleri sıralamıyor muyduk?

- Sen Arapların en hatibisin.

- Sadece Arapların mı? Hatta cinlerin ve insanların da en hatibi­yim.

- Sen gerçekten de öylesin. [42]

 

Sa'd B.Ebî Vakkas

 

Asıl adı Malik b. Üheyb b. Abdumenaf b. Zühre b. Kilab Ebu İshak el-Kureşi ez-Zührfdir. Cennet'le müjdelenen on sahabeden ve Hz. Ömer'in vefatı esnasında şura meclisine seçilen altı üyeden biridir. Rasûlullah, vefat ederken kendilerinden razı olduğu kimselerdendir, islâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman olmuştu. Müslüman olurken onyedi yaşındaydı. Sahih hadiste belirtildiğine göre o şöyle demiştir:

"Benim yaşımda İslâm'a giren başka hiç kimse yoktur. Yedi gün bekledim. Ben, İslâm'ın üçte biriyim. İslâm'a ilk giren yedi kişinin ye-dincisiyim." Sa'd, Küfe şehrini yücelten ve oradan Acemleri süren kim­sedir. Davetine icabet edilen bir kimseydi. Hicret etti. Bedir ve mütea­kip savaşlara katıldı. Allah yolunda ilk ok atan kimsedir. Yiğit bir süva­ri olup Rasûlullah'm komutanlarmdandı. Hz. Ebu Bekir'in hilafeti za­manında da kadri yüce büyük bir komutandı. Hz. Ömer'in hilafeti za­manında da öyleydi. Hz. Ömer, onu Küfe valiliğine atadı. Medaini fet­hetti. Celûla savaşım yönetti. Lider ve emrine uyulan bir kimseydi. Acizlik veya hıyaneti olmaksızın Kûfe'den azledildi. Ancak Hz. Ömer, bu hususta gözettiği bir maslahat sebebiyle onu Küfe valiliğinden azlet-miştir. Hz. Ömer, vefat ederken onu kendisinden sonraki halifeyi seçe­cek altı kişilik şura meclisi üyeliğine atadı. Hz. Ömer'den sonra Hz. Os­man da onu valiliğe atadı, sonra görevden aldı.

Humeydî, Anır b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sa'd b. Ebi Vakkas ile İbn Ömer, hakemler gününde Devmetü'l-Cendel'de ha­zır bulundular."

Sahih-i Müslim'de sabit olan bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd, develeri ile meşgul olarak bir tarafa çekilmiş, uzlet hayatı yaşamakta iken oğlu Ömer gelip kendisine şöyle demişti:

- Halk, emirlik konusunda birbiriyle çekişiyor, sense burada yal­nız başına yaşıyorsun?

- Ey oğulcuğum! Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Doğrusu Allah, zengin, gizlenen ve takvalı olan kulu sever,"

îbn Asakir dedi ki: İlim ehlinden bir kimsenin anlattığına göre

Sa'd'm kardeşinin oğlu Haşim b. Utbe b. Ebi Vakkas, amcası Sa'd'm ya­nına gelerek şöyle demişti:

- Ey amca! Şurada 100.000 kılıç sahibi kimseler duruyor. Bunlar

senin emirliğe layık olduğunu söylüyorlar.

- gen 100.000 kılıç sahibi insandan sadece bir tek kılıç istiyorum

ki o kılıçla mü'mine vurursam ona zarar vermesin; kafire vurursam da onu kesip öldürsün.

Abdürrezzak, Zekeriya b. Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd b. Ebi Vakkas, Muaviye'nin ziyaretine gitti.-Ramazan ayını onun yanında geçirdi. Namazım kasr (seferi namaz) ile kılıyor ve oruç tutmu­yordu."

Başkalarının anlattıklarına göre Sa'd, Muaviye'ye bey'at etmiş, on­dan her ne istemişse, Muaviye kendisine onu vermişti.

Ebu Yala, Kays b. Ebi Hazim'den rivayet etti ki; Sa'd b. Ebi Vakkas, şöyle demiştir: "Ben müşriklere ilk ok atan kimseyim ve Rasûlullah (s.a.v.) benden önce hiç kimseye: "Anam babam sana feda olsun" demiş değildir. Ben onun şöyle dediğini işittim: "At, anam babam sana feda ol-

sun.

İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Vallahi ben, Allah yolunda Arapların ilk ok atan adamıyım. Biz Rasûlullah (s.a.v.)la beraber gaza ediyor ve o esnada üzüm ağacının yaprağından ve Semüre ağacından başka yiyecek bulamıyorduk. Öyle ki bizden biri yiyeceğini koyun yemi gibi karıştırarak önüne koyuyordu. Sonra Esed oğulları, dinimi bırakıp İslâm'a girdiğim için beni kınamaya başladılar. Eğer ben İslâm'dan irtidat etseydim kayba uğrar, amelim de boşa gider ve hüsrana düşerdim."

İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.), bana hitaben: "Anam babam sana feda olsun" dedi."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demiştir: "At, sen güçlü bir gençsin."

Said dedi ki: "Sa'd, iyi ok atan bir kimseydi."

A'meş, Cabir b. Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah yolunda ilk ok atan kişi, Sa'd (r.a.)'dır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ın, Sa'd b. Ebi Vakkas'tan başkasına: "Anam babam sana feda olsun" dediğini işitmedim. Uhud gününde Rasûlullah 'm ona şöyle dediğini işittim: "Ey Sa'd! Ok at, anam babam sana feda ol­sun."

Abdürrezzak, Sa'd'm kızı Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben, o Muhacirin kızıyım ki, Rasûlullah (s.a.v.), ana ve babacını ona fe­da etmiştir."             

Vakidî, Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Uhud savaşında ok atıyordum, ama attığım okları bana tanımadığım beyaz tenli, güzel yüz­lü bir adam geri getiriyordu. Ancak daha sonra onun bir melek olduğu­nu anladım."

İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Uhud savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'ın sağında ve solunda beyaz elbise­ler giyinmiş, onu korumak için şiddetlice savaşan iki adam gördüm. Bunları ne daha önce görmüşlüğüm vardı, ne de daha sonra gördüm."

Vakidî, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bedir savaşında Rasûlullah (s.a.v.)'ı korumak amacıyla sağında ve solunda iki adam gördüm. Rasûlullah'm yüce Allah tarafından kendisine ihsan edilen zafer sebebiyle sevinerek gah sağmdakine, gah solundakine bak­tığını görüyordum."

Süfyan, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Be­dir savaşına Sa'd ve Ammar'la birlikte katıldım. Ganimetlerden pay al­dık. Sa'd iki esir getirdi. Ben ve Ammar birşey getiremedik."

A'nıeş, Alkame b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bedir savaşında Sa'd b. Ebi Vakkas'ı, at üzerinde piyadeye karşı savaşan bir savaşçı gibi savaşırken gördüm."

Malik, Hz, Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir gece uykuya daldıktan sonra uyandı, uykusu kaçtı, sonra şöyle dedi:

- Keşke bu gece salih bir adam bizi korumak için beklese. O esnada bir silah sesi duyduk. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:

- Kimdir bu adam?

- Ben, Sa'd b. Ebi Vakkas'ım. Seni bu gece korumak amacıyla bek­leyeceğim ya Rasûlallah. Rasûlullah (s.a.v.) da uykuya daldı, öyle ki ho­murtusunu işittim."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) Sa'd'a dua etti, sonra uykuya daldı."

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Amr b. As'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bu kapıdan ilk girecek adam cennetliklerdendir." Böyle dedikten sonra kapıdan ilk olarak Sa'd b. Ebi Vakkas içeri girdi."

Ebu Ya'lâ, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında oturuyorduk. Bir ara bize şöyle dedi: "Şu kapıdan ya­nınıza cennetlik bir adanı gelecektir." Orada bulunan bizler de o kapı­dan mutlaka Rasûlullah'm ehl-i beytinden birinin gelmesini temenni ettik. Sonra bir de baktık ki Sa'd b. Ebi Vakkas çıkageidi."

Harmele, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûl­ullah (s.a.v.)'m yanında oturmaktaydık. Bir ara bize şöyle dedi: "Şimdi yanınıza cennetliklerden biri gelecektir." Bir de baktık ki, Sa'd b. Ebi Vakkas çıkageidi. Ertesi gün Rasûlullah (s.a.v.), yine aynı şeyleri söyle­di yine önceki günkü haliyle Sa'd b. Ebi Vakkas çıkageidi. Bir sonraki gün Rasûlullah (s.a.v.), yine aynı şeyleri söyledi, yine Sa'd b. Ebi Vakkas çıkageidi. Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp yanımızdan gidince Abdullah b. Amr b. As öfke ile ayağa kalkarak şöyle dedi: "Ben babama darıldım ve üç Sece eve gitmemeye yemin ettim. Ey Sa'd, şu yeminimi çözebilmek için bu süre zarfinda istiyorum ki, senin evine gelip kalayım."

Ravi Enes diyor ki: Abdullah b. Amr b. As, sonra olanları bize şöyle anlattı: Bir gece Sa'd'la beraber kaldım. Şafak vaktine kadar geceleyin kalkıp herhangi bir namaz kılmadı. Yalnız yatağında sağa sola döner­ken Allah'ı zikredip tekbir alıyordu. Fecre kadar böyle devam etti. Fecir doğup da namaz vakti girdiğinde abdestini tam alıp namazım kıldı, son­ra da oruç tutmaksızm sabahladı. Üç gece üç gün onu böylece izledim. Bundan fazla birşey yapmıyordu.

Kendisinden hayırlı ve iyi sözlerden başka birşey duymuyordum. Üç gece geçtikten sonra ben nerede ise onun amellerini küçümser ol­dum. Kendisine dedim ki: "Bak ey Sa'd, aslında ben babama dargın deği­lim, aramızda küskünlükte yok. Yalnız ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın mecli­sinde üç gün peşpeşe bize, "şu anda yanınıza cennetliklerden biri gele­cektir." dediğini işittim. Ondan sonra olacakları takib ettim, her üçünde de sen yanımıza geldin. Senin cennetlik olduğunu anladım, evine gelip ne gibi ameller işlediğini görmek istedim ki, senin derecene ulaşabilmek için seni örnek edineyim. Ama görüyorum ki, sen çok amel işlemiyor­sun. Rasûlullah (s.a.v.)'m senin hakkında böyle söylemesine ve senin bu dereceye ulaşmana sebep olan şey nedir?" Sa'd, bana şöyle cevap verdi: "Şu gördüğünden başka birşeyim yok." Ben yanından ayrılacağım za­man kapıya yöneldiğimde seslendi ve beni çağırıp şöyle dedi: "Bende, gördüğünden başka birşey yok, yalnız ben içimde herhangi bir Müslü-mana karşı kötü bir düşünce beslemem. Kimseye kötülük yapmaya da niyetlenmem ve kimse hakkında kötü söz de söylemem" Kendisine de­dim ki: "Seni bu dereceye ulaştıran meziyet işte budur, ancak ben bunu yapamam."

"Sabah akşam, Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları

kovma." (el-En'âm, 52.)

Bu ayet-i kerime ile ilgili olarak Sa'd'ın şöyle dediği Sahih-i Müs­lim'de rivayet edilmiştir: "Bu ayet-i kerime, altı kişi hakkında nazil ol­du. Ben ve İbn Mesud da bunlardandık." Bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd, şöyle demiştir: Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi benim hakkımda inzal buyurdu:

"Eğer ana, baba, seni birşeyi körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa, o zaman onlara itaat etme." (ei-Ankebût, a.)

Bu ayetin nüzulü şöyle olmuştur: Sa'd b. Ebi Vakkas, Müslüman

olunca annesi günlerce yemek yememiş, su içmemişti. Sa'd da ona şöyle demişti: "Vallahi biliyorsun ki, eğer senin yüz canın olsa ve bu canların­dan her biri tek tek vücudundan çıkıp gitse yine de dinimi bırakmam, is­ter ye, ister yeme." Bu olay üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil ol­muştur.

Sa'd b. Ebi Vakkas'm Cennet'le müjdelenen on sahabeden biri oldu­ğuna dair hadise gelince bu, Sahih-i Buharf de Said b. Zeyd tarafından rivayet edilmiştir.

Hüşeym ile birkaç kişi, Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında oturuyorduk. O esnada Sa'd b. Ebi Vak­kas geldi. Rasûlullah (s.a.v.), bize şöyle dedi: "Bu benim dayımdır, bir adam bana dayısını göstersin." dedi.

Taberanî, Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'la beraberdik, o esnada Sa'd geldi. Rasûlullah (s.a.v.) da onu gös­tererek: "Bu benim dayımdır." dedi.

Zührî, Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Veda haccı senesinde şiddetli bir hastalığa yakalandım. Rasûlullah (s.a.v.), ziyaretime geldi. Kendisine şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, ben mal sahibi bir kimseyim. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak vereyim mi?

- Hayır.

- Yarısını vereyim mi Ya Rasûlallah?

- Hayır.

- Ya üçte birini vereyim mi?

- Üçte biri. Üçte biri de çoktur. Mirasçılarım senden sonra zengin bırakman, onları insanlara avuç açan yoksul kimseler olarak bırak­mandan daha hayırlıdır. Allah rızasını amaçlayarak verdiğin bir nafa­ka karşılığında mutlaka sevap kazanırsın. Hatta bu amaçla karının ağ­zına koyduğun lokma karşılığında da sevap kazanırsın.

- Ya Rasûlallah, arkadaşlarımdan geride mi kalacağım?

- Hayır, sen geride kalmayacaksın. Allah rızasını amaçlayarak iş­lediğin bir amel karşılığında derece ve yüksekliğin daha da artacaktır. Umarım ki geride kaldığın takdirde bazı kimseler senden yararlana­cak, bazı kimselerse zarar göreceklerdir. Allah'ım! Ashabımın hicretini devam ettir. Onları gerisin geri döndürme. Asıl acınacak olan kişi, Sa'd b. Havle'dir."

Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Havle'nin Mekke'de ölümüne üzüldü.

İmam Ahmed b. Hanbel, Sa'd b. Ebi Vakkas'm yukarıdaki hadise ek olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), mübarek eli­ni alnıma koydu, yüzümü sıvazladı, göğsümü ve karnımı ovaladı. Sonra da şöyle dedi: "Allah'ım, Sa'd'a şifa ver ve hicretini tamamla." Ben, Ra­sûlullah (s.a.v.)'m mübarek elinin serinliğini şu ana kadar ciğerimde hissetmekteyim."

İbn Vehb, Ali b. Rebah'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasû­lullah (s.a.v.), hastalanan Sa'd'ı ziyaret etti ve şöyle dua etti:

"Allah'ım, Sa'd'daki hastalığı gider, insanların ilahı, insanların me­liki şifa veren ancak sensin, senden başka şifa verecek yoktur. Allah'ın adıyla, sana eziyet veren her şeyden, seni hasedden ve nazar değmesin­den Allah'a sığındırıyorum. Allah'ım, bunun kalbine ve bedenine sıhhat ver, hastalığını gider, duasına da icabet et."

îbn Vehb, Bekir b. Eşecc'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Amir b. Sa'd'a, Rasûlullah (s.a.v.)'m Sa'd'a söylediği şu sözün manasını sordum: "Belki de senin burada kalmanla bazı kimseler senden yararlanır, bazı kimseler de zarar görürler." Benim bu soruma Amir şu cevabı verdi: "Sa'd, Irak'a vali olarak atandı, orada irtidad eden bazı kimseleri öldür­dü böylece onlara zarar vermiş oldu. Bazı kimseler de Müseylemetü'l-Kezzab gibi hareket ettiler. Onlardan tevbe etmelerini istedi. Onlarda tevbe ettiler. Böylece ondan yararlandılar."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Ümame'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: Rasûlullah (s.a.v. )'ın yanında oturuyorduk. Bize bazı şeyleri an­lattı ve yüreğimizi inceltti. Bunun üzerine Sa'd b. Ebi Vakkas, çokça ağ­ladı ve keşke ölseydim." dedi. Rasûlullah (s.a.v.) da onun bu sözüne şu karşılığı verdi: "Ey Sa'd, eğer sen Cennet için yaratılmışsan, ömrünün uzaması (veya amelinin güzel olması) senin için daha hayırlı olur."

Musa b. Ukbe, Sa'd b. Ebi Vakkas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v,), onun hakkında şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Sa'd'm okunu he­define ulaştır, duasına icabet et."

Siyar b. Beşir, Hz. Ebu Bekir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Ebi Vakkas için şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Sa'd'm okunu he­define ulaştır. Duasına icabet et ve onu kullarına sevdir,"

Muhammed b. Aid ed-Dımaşkî, Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Ya Rasûlallah, duama icabet etmesi için Allah'a yalvar.

- Allah, yiyeceği helal olmayan kulun duasına icabet etmez.

- Ya Rasûlallah, yiyeceğimin helal olması için Allah'a dua et. Rasûlullah da, yiyeceğinin helal olması için Sa'd'a dua etti." Sa'd,

tarlasında b olduğu bir başak için dahi çekingen davranır, onu ait oldu­ğu yere götümp bırakırdı. Sa'd, duasına icabet edilen bir kimseydi. Her ne zaman dua ederse, duasına mutlaka icabet edilirdi. Bunun meşhur örneği Buharı ve Müslim'in sahihlerindeki şu rivayettir: Cabir b. Sele-me'den rivayet olunduğuna göre Kûfeliler, Sa'd b. Ebi Vakkas'ı bütün davranışları hususunda Hz. Ömer'e şikayet ettiler. Öyle ki: "Sa'd, güzel namaz küdıramıyor." dediler. Sa'd da kendini savunmak için şöyle dedi: "Ben, onlara Rasûlulullah'm namazından eksik bir namaz kıldırıyor değilim. Namazların ilk iki rekatını uzun tutuyor, son iki rekatını kısa tu­tuyorum."

Hz. Ömer ona: "Ey Ebu îshak, biz de senin böyle yaptığım sanıyor­duk." dedi. Sonra da Sa'd'm durumunu araştırmak için Küfe mahallele­rine müfettiş gönderdi. Bu müfettişler, Kûfe'deki hangi mescide uğradı-larsa cemaat mutlaka Sa'd'ı Övdü. Bunlar nihayet Beni Abs kabilesinin mescidine uğradılar, mescidde Ebu Sa'd'e Üsame b. Katade adındaki bir adam kalkıp şöyle dedi:

"Sa'd, gazaya gitmiyor, ganimetleri eşit olarak taksim etmiyor, hal­ka adaletle hükmetmiyor." Adamın böyle söylediğini duyan Sa'd, şöyle beddua etti:

"Allah'ım, eğer bu kulun riya ve gösteriş olsun diye bu sözleri söyle-mişse ömrünü uzat, yoksulluğunu devam ettir, gözünü kör et ve onu fit­neye maruz bırak."

Ravi Cabir diyor ki: Sa'd'm aleyhinde konuşan Ebu Sa'de'yi kaşları gözlerinin üstüne düşmüş, yolda duran ve cariyeler ile kadınları çimdik-leyen yaşlı haliyle gördüm. Halk, kendisini azarlıyordu ama o şöyle di­yordu: "Ben, fitneye uğramış ve Sa'd'm bedduasına uğramış yaşlı bir adamım."

Başka garip bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Sa'de, Muhtar b. Ebi Ubeyd'in fitnesine maruz kalıp o fitne esnasında öldürülmüştür.

Taberanî, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd b. Ebi Vakkas'm, Zebra adında bir cariyesi yeni bir gömlek giyinerek ev­den dışarı çıktı. Rüzgar elbisesini savurdu, ayıp yerleri göründü. Hz. Ömer de onu kırbaçlayıp eteğini bağlattı. Sonra Sa'd, onu korumak için gelince Hz. Ömer, Sa'd'ı da kırbaçladı. Sa'd, Hz. Ömer'e beddua ederek geri dönünce Hz. Ömer, ona kırbacını verdi ve: "Sen de bana misilleme yap, bana kısas tatbik et" dedi. Ancak Sa'd, Hz. Ömer'i affetti.

Rivayet olunduğuna göre Sa'd ile İbn Mesud arasında tartışma geç­ti. Sa'd, ona beddua etmek isteyince İbn Mesud korktu ve hızla kaçıp git­ti.

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Kadisiye savaşında Sa'd komutandı, yara­lanmıştı. Ancak fethin tamamlandığı gün cephede bulunamadı. Bunun üzerine Becile kabilesinden bir adam şöyle bir şiir okudu:

"Görmez misin ki, Allah dinini yüceltti. Ama Sa'd, Kadisiye kapısın­da sığmaktadır. Dışarı çıkmıyor.

Geri döndük, ama çok kadın dul kaldı. Sa'd'm kadınları arasında ise dul kalan biri yoktur."

Sa'd: "Allah'ım, bizi bunun elinden ve dilinden muhafaza et." diye beddua etti. Hedefini şaşırmış bir ok gelip ona isabet etti, adamın iki eli birden kurudu. Sonra Sa'd, ortaya çıkarak sırtındaki yaraları insanlara gösterdi ve kendini savundu.

Hüşeym, Mus'ab b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Adamın biri, Hz. Ali'nin aleyhinde konuştu. Sa'd, onu bu konuşmadan menetti ama adam konuşmasına devam etti. Sa'd: "Sana beddua ederim." dedi, ama adam yine konuşmasına devam etti. Sa'd,ona beddua etti. Bu sıra­da ürküp kaçmakta olan bir deve geldi, o adama çarptı ve ayakları altına

alıp ezdi.

Amir b. Sa'd'dan gelen başka bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd b. Ebi Vakkas, bir topluluğun, bir adamın üzerine çullanmış olduğunu gördü. Sa'd, başını iki kişinin arasından sokarak alttaki adama baktı. Onun, Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'e sövmekte olduğunu gördü. Onu söv-mekten menetti, ama o sövmeye devam etti. Ona: "Sana beddua ede­rim." dedi, ama adam: "Sanki peygambermişsin gibi beni tehdid ediyor­sun." deyince Sa'd, oradan ayrılıp gidip bir eve girdi, abdest alıp iki re­kat namaz kıldı. Sonra ellerini semaya kaldırıp şöyle beddua etti: "Al­lah'ım, eğer biliyorsan ki, şu adam sana daha önce salih ameller işlemiş olan kimselere sövmekte ise ve kendisi bu sövgüsü ile seni gazablandır-mışsa bugün onu başkaları için bir ibret kıl."

O esnada bir buhti devesi bir mahalleden koşarak geldi, hiç kimse onu geri çeviremiyordu. Geldi, o kalabalığın içine girdi. İnsanlar sağa sola kaçışıp dağıldılar. Ali, Talha ve Zübeyr'e söven adamı ayakları altı­na alıp ezdi ve öldürdü. Sonra ben, halkın Sa'd'm peşine koşarak gittik­lerini ve ona: "Ey Ebu îshak, Allah senin duana icabet etti." dediklerini gördüm.

Ebu Bekir b. Ebu'd-Dünya, Abdurrahman b. Avfm azadlısı Mi-na'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kadının biri, Sa'd'a eğilip baktı. Sa'd, onu böyle yapmaktan menet­ti ama kadın bu hareketinden vaz geçmedi. Sa'd, bir gün abdest almakta iken kadın ona gizlice baktı. Sa'd, ona: "Yüzün çirkin olsun." dedi ve ka­dının yüzü ensesine döndü."

Kesir en-Nevrî, Abdullah b. Büdeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Sa'd, Muaviye'nin yanma gidince Muaviye kendisine şöyle dedi:

- Niçin b:zim saflarımızda bizimle beraber savaşmıyorsun?

- Karanlık bir fırtınaya yakalandım, ah ah dedim, bineğimi çök-türdüm, o firtma uzaklaştı sonra yolu öğrendim ve yürümeye başladım.

- Allah'ın kitabında ah ah yoktur ama yüce Allah, şöyle buyurmuş­tur: "Eğer mü'minlerden iki topluluk birbiriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah m buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız." (ei-Hucurât, 9.) Allah a yemin ederim ki ben, adil kimseye karşı asi kimse ile beraber olmadığım gibi

asi kimseye karşı da adil kimseyle beraber olmadım.

- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisine: "Sen benim yanımda Ha­run'un Musa nezdindeki itibar ve mertebesine sahipsin, ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir." dediği bir kimseye karşı savaşacak değilim.

- Rasûlullah'm bu sözü söylediğini seninle beraber başka duyan var mıdır?

- Falan, falan ve bir de Ümmü Seleme duymuştur.

- Eğer ben bu sözü Rasûlullah (s.a,v.)'ın kendisinden duymuş ol­saydım, Ali ile savaşmazdım."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd ile Muaviye arasında ge­çen bu konuşma, Muaviye'nin haccı esnasında Medine'de cereyan et­miştir ve bunların ikisi kalkıp Ümmü Seleme'nin yanma gitmişler, bu hadisi Rasûlullah (s.a.v.)'dan duyup duymadığını sormuşlar. O da Sa'd'ın duyduğu gibi bu hadisi Rasûlullah'tan bizzat duyduğunu söyle­miş, bunun üzerine Muaviye: "Eğer bundan önce bu hadisi duymuş ol­saydım, o ölünceye (ya da ben ölünceye) kadar Ali'ye hizmet ederdim, demiştir". Bu rivayetin senedinde zayıflık vardır. Doğrusunu Allah bi­lir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd, Ali ile Halid b. Velid hakkında konuşan bir adamı duyunca şöyle demiştir: "Aramızdaki şey dinimize ulaşmadı."

Muhammed b. Şirin dedi ki: "Sa'd, bir gecede dokuz cariyeyi ziyaret edip onlarla ilişkide bulundu, onuncusunun yanma vardığında uykuya daldı, ancak cariye onu uyandırmaktan utandı."

Sad'ın, oğlu Mus'ab'a söylediği güzel sözlerden biri şudur: "Ey oğul­cuğum, birşeyi istediğin zaman kanaatle iste, çünkü kanaati olmayan kimseyi mal zenginleştirmez."

Hammad b. Seleme, Mus'ab b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Babam Sa'd, başı kucağımda iken vefat etti, can çekişirken ağlıyor dum, bana sordu:

- Ey oğulcuğum, niçin ağlıyorsun? Allah?a yemin ederim ki O, beni asla azaplandırmayacaktır ve ben cennetliklerdenim. Doğrusu Allah, mi&ninlere iyilikleri ile mukabelede bulunur, siz Allah için çalışın, ka­firlere gelince onların iyilikleri hafifletilir, iyilikleri tükenince de onlara şöyle der:

- Her amel eden kişi, kendisi için amelde bulunduğu şahıstan ame­linin sevabını istesin."

Zührî dedi İd: Sa'd, can çekişirken eski bir cübbesinin getirilmesini istedi, cübbeyi getirdiler ve şöyle dedi: "Beni bu cübbeye sarın ve öyle defnedin, çünkü Bedir gününde bu cübbeyi giyinmiş olarak müşriklerle savaştım ve bu cübbeyi bugün için sakladım."

Sa'd, Medine dışında Akik mevkiinde vefat etti. Medine'ye erkeklerin omuzunda taşındı. Cenaze namazını Mervan kıldırdı, mü'minlerin anneleri ile şöhretleri kalıcı olan salih kadınlar da onun cenaze namazı­nı kıldılar. Bakî mezarlığına defnedildi, birçok kimsenin ittifak ettiği meşhur görüşe göre o, hicretin ellibeşinci senesinde vefat etmiştir. Vefat ederken yaşı sekseni aşmıştı, sahih rivayete göre böyledir.

Ali b. el-Medinî dedi ki: "Sa'd, aşere-i mübeşşereden en son vefat eden kimsedir."

Başkaları dediler ki: "Sa'd, Muhacirlerin en son vefat edenidir." Al­lah ondan da diğerlerinden de razı olsun.

Heysem b. Adiy, Sa'd'ın hicri ellinci senede vefat ettiğini söylemiş­tir. Ebu Maşer ile Ebu Nuaym Muğis b. Muharrerin ifadesine göre Sa'd, hicretin ellisekizinci senesinde vefat etmiştir. Muğis'in ifadesine göre bu senede Hz. Ali'nin oğlu Hasan, Hz. Aişe ve Ümmü Seleme de vefat et­mişlerdir ama sahih kavle göre Sa'd, hicretin ellibeşinci senesinde vefat etmiştir. Kısa boylu, iri yan, iri elli, burun kemeri geniş ve bedeni kıllı bir kimse idi, saçını ve sakalını siyaha boyardı, vefat ettiğinde miras ola­rak 250000 dirhem bıraktı. [43]

 

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/83.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/83.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/83-84.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/84.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/84.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/84-85.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/85-86.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/86.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/86-88.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/88-89.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/90-99.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/99-101.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/101.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/101.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/101-102.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/102.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/103.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/103.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/104.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/104-106.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/106-107.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/107.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/107-108.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/108.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/108.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/108.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/109.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/109-111.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/111-112.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/112-117.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/118-119.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/119.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/120.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/120.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/122-124.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/124.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/124.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/124-125.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/125

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/126.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/126-127.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/127-128.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/128-137.