Hakem
B. Amr B. Mecda' El-Gifarî
Ka'b
B. Malik El-Ensârî Es-Sülemî
Cüveyriye
Bîntî Harîs B. Ebi Dırar El-Huzaîye El-Müstalîkîye
Cafer
B. Ebi Süfyan B. Abdülmuttalîb.
Harise
B. Numan El-Ensârî En-Neccarî
Satd
B. Zeyd B. Amr B. Nüfeyl El-Kureşî
Abdullah
Enis B. Cüheni Ebu Yahya El-Medeni
Bu
Senede Vefat Eden Önde Gelen Şahsiyetler Halid B. Zeyd B. Küleyb
Abdullah
B. Muğaffel El-Müzenî
Ka'b
B. Ucre El-Ensârî Ebu Muhammed El-Medenî
Bu
Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetlerden Bazıları Üsame B. Zeyd B. Harise
El-Kelbî
Hüveytib
B. Abdîluzzâ El-Amîrî
Hicretin
Ellibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler Erkam B. Ebi'l-Erkam
Bunun, Amiriye kabilesinden
olduğu da söylenir. Bu kadın, kendini Rasûlullah (s.a.v.)'a hibe etmişti. Bir
kavle göre Rasûlullah, onu kabul etmiş, başka bir kavle göre ise onu kabul
etmemiştir. Kendisi de Rasûlullah'tan sonra, ölünceye kadar başka bir erkekle
evlenmiş değildir. Müşrikler kendisine su vermedikleri zaman gökten kendisine
bir kova su verilerek içirilmiş ve bunu gören müşrikler o esnada Müslüman
olmuşlardı. Asıl adı Gaziye'dir. Azile olduğu da söylenir. Sahih kavle göre
Beni Amir kabilesin dendir. îbn Cevzî'nin ifadesine göre hicretin ellinci
senesinde vefat etmiştir. [1]
Büyük sahabelerdendir.
Uhud gazvesinden sonra Müslüman olmuştur. İlk olarak Bir-i Maune gazvesine
katılmıştır. Rasûlullah (s.a.v.), Ümmü Habibe'yi kendisine nikahlaması ve Habeşistan'da
kalan Müslümanları getirmesi için onu Necaşi'ye göndermişti. Onun çok güzel
işleri ve övgüye layık faaliyetleri vardı. Allah ondan razı olsun. Muaviye'nin
halifeliği döneminde vefat etmiştir.
"el-Muntazam"
adlı kitabında Ebu'l-Ferec İbn Cevzî'nin anlattığına göre hicretin ellinci
senesinde Cübeyr b. Mut'im, Hassan b. Sabit, Hakem b. Amr el-Gifarî, Dıhye b.
Halife el-Kelbî, Akil b. Ebi Talib, Amr b. Ümeyye ed-Damrî, KaT) b. Malik,
Muğire b. Şube, Cüveyriye binti Haris, Safiye binti Hüyey ve Ümmü Şureyk
el-Ensârîye vefat etmişlerdir. Allah, tamamından razı olsun. [2]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Cübeyr b. Mut'im b. Adiy b. Nevfel b.Abdumenaf el-Kureşi en-Nevfelî.
Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Ebu Adiy el-Medenî künyesiyle künyelenmiş olduğuna
dair başka bir rivayet de vardır. Müşrik iken Bedir esirlerinin fidyelerini
ödemek üzere Rasûlullah'a gelen heyet arasında bulunuyordu. Rasûlullah
(s.a.v.), Tür sûresini okurken: "Onlar, yaratan olmaksızın mı
yaratıldılar. Yoksa yaratanlar kendileri midir?" ayet-i kerimesini
duyunca kalbine islâmiyet girdi. Sonra Hayber senesinde Müslüman oldu. Mekke
fethi esnasında Müslüman olduğuna dair başka bir rivayet varsa da doğru olan
rivayete göre o, Hayber senesinde Müslüman olmuştur. Kureyşlilerin Önde gelen
ve neseb ilmini en iyi bilen şahsiyetlerindendi. Neseb ilmini Ebu Bekir
es-Sıddık'tan Öğrenmişti. Meşhur kavle göre o, hicretin elli-sekizinci
senesinde vefat etmiştir. Ellidokuzuncu senesinde vefat ettiğine dair başka
bir rivayet de vardır. [3]
Bu
zat, İslâm şairidir. Sahih kavle göre hicretin elli dördüncü senesinde vefat
etmiştir. Nitekim bununla ilgili açıklama ileride de verilecektir. [4]
Rafı b. Amr'm
kardeşidir. Kendisine Hakem b. Akra da denilirdi. Büyük sahabelerdendi. Ehli
eşekleri yemekten menedici bir tek hadisi, Buharı nezdinde sabittir. Ziyad b.
Ebihi, onu Esel dağlarına doğru gazaya gönderdi. Çok miktarda ganimet eİde
etti. Ziyad, ona Muaviye adına bir mektup göndererek ganimetlerin içindeki
altın ve gümüşleri ayırıp Muaviye'nin beytü'l- malına göndermesini emretti,
ancak o, bu emri dinlemeyip şöyle dedi: "Allah'ın kitabı, mü'minlerin
emirinin mektubundan önde gelir. O, Peygamber (s.a.v.)'in şu hadisini duymamış
mıdır?: "Allah'a isyan olan yerde yaratığa itaat edilmez." Böyle
dedikten sonra ganimetleri insanlara dağıttı. Anlatıldığına göre bu yüzden
hapse atıldı ve bu senede vefat edinceye dek hapiste kaldı. Başka bir rivayete
göre ise o, hicretin elli birinci senesinde vefat etmiştir. Allah ona rahmet
etsin. [5]
Büyük sahabedir.
Yakışıklı idi. Bunun için Cebrail, çoğunlukla o-nun suretine bürünerek
Peygamber (s.a.v.)'e gelirdi. Peygamber {s.a.v.), onu elçi olarak Kayser'e
gönderdi. İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Ancak Bedir savaşında
hazır bulunmadı. Fakat sonraki savaşlara katıldı. Daha sonra Yermük savaşma
katıldı. Dımaşk'ın batısında Mürre denen yerde ikamet etti. Muaviye'nin
halifeliği döneminde vefat edinceye dek orada kaldı.
Bu senede Abdurrahman
b. Semüre b. Habib b. Abdiü'ş- Şems el-Kureşi Ebu Said el-Abşemî de vefat etti.
Bu zat, Mekke fethi esnasında Müslüman oldu. Bir rivayete göre Mu'te gazvesine
katılmıştır. Horasan illerine gazaya gitti. Sicistan, Kabil ve başka yerleri de
fethetti. Dı-maşk'ta bir evi vardı. Basra'da ikamet etti. Merv şehrinde ikamet
ettiğine dair başka bir rivayet de vardır. Muhammed b. Sa'd ile başkalarının
ifadesine göre o, hicretin ellinci senesinde Basra'da vefat etmiştir. Elli
birinci senede vefat ettiğine dair başka bir rivayet de vardır. Namazım Ziyad
kıldırdı. Geride birkaç erkek çocuk bıraktı. Cahiliye döneminde ai Abdülkilal
idi. Abdükelub olduğu da söylenir. Abdülka'be adını taşımış olduğuna dair
zayıf bir kavil de vardır. Müslüman olunca Rasûlullah (s.a.v.), ona
Abdurrahman adım verdi. Muaviye ile Hasan arasında elçilik yapan iki kişiden
biri oldu. Allah, ikisinden de razı olsun.
Bu senede Osman b.
Ebi'l-As es-Sakafî Ebu Abdillah et-Taifî vefat etti. Hem bu zatın, hem kardeşi
Hakem'in sahabiliği vardır. Sakif kabilesinin heyetiyle birlikte Rasûlullah
(s.a.v.)'a gelmiş, Rasûlullah (s.a.v.), onu Taife vali tayin etmişti.
Hz. Ebu Bekirle Hz.
Ömer, onu bu görevde bırakmışlardı. Uzun süre Taiflerin valiliğini yaptı,
nihayet hicretin ellinci senesinde vefat etti. Başka bir rivayete göre hicretin
ellibirinci senesinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [6]
Hz. Ali'nin
kardeşidir. Cafer'den on yaş büyüktür. Cafer ise, Hz. Ali'den on yaş büyüktür.
Nitekim Talib de Akil'den on yaş büyüktür, hepsi Müslüman olmuşlardı, ancak
Talib Müslüman olmamıştı. Akil, Hudeybiye'den önce Müslüman olmuş, Mu'te
savaşma katılmıştı. Ku-reyşliler arasında neseb ilmini en iyi bilen kimseydi.
Hicret edip mallarını Mekke'de bırakan yakınlarının mallarına mirasçı oldu.
Muaviye'nin halifeliği zamanında vefat etti.
Bu senede Amr b.
Hamkb. Kahin el-Huzaî vefat etti. Bu zat, Mekke fethinden önce Müslüman olmuş
ve hicret etmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, Veda haca
senesinde Müslüman olmuştur. Bir hadiste varid olduğuna göre Rasûlullah
(s.a.v.), Cenâb-ı Allah'ın onu gençliğinden yararlanma mazhariyetine nail
kılması için dua etmiştir, o da seksen sene yaşamış ve ömründe sakalında bir
tek beyaz kıl görülmemişti. Buna rağmen o, Hz. Osman'a hücum eden dört kişiden
biriydi. Bundan sonra Hz. Ali'nin taraftarlarından olmuş, onunla birlikte Cemel
ve Sıffîn savaşlarına katılmıştı. Hicr b. Adiy'e yardımcı olanlardan biri
olduğu için Ziyad onu takip etmiş, yakalatmak istemiş, ancak o, Musul'a kaçmıştı.
Muaviye, Musul valisine haber gönderip aramalarını emretmiş, onu arayıp
bulmuşlardı. Bir mağarada gizlendiğini gördüklerinde onu bir yılan sokmuş ve
ölmüştü. Musul valisi, kafasını kopararak Muaviye'ye göndermiş ve kafası
Şam'da ve diğer beldelerde dolaştı-nlmıştır. Halk arasında kesik başı
dolaştırılan ilk kişi, Amr b. Hamk olmuştur.
Sonra Muaviye, onun
kesik başını karısı Amine binti Şerid'e göndermişti. Amine zindandaydı. Kesik
baş onun kucağına atılmıştı. Karısı Amine, elini onun alnı üzerine indirmiş,
dudağım kapatmış ve şöyle demişti: Uzun süre onu benden gizlediniz, sonra ölü
olarak bana hediye ettiniz. Ne kendisi benden dargın ne de ben kendisinden
dargın olarak bana gelen bu hediyeye, hoş geldin diyorum. [7]
islâm şairidir.
İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman olmuş, Akabe bey'atmda hazır bulunmuştu.
Buharı ve Müslim'in sahihlerinde de sabit olduğu gibi Cenâb-ı Allah'ın, onun
tevbesini kabul edişiyle ilgili hadisten anlaşıldığı üzere o, Bedir gazvesine
katılmamıştır. Tebük gazvesine katılmayıp geride kalan üç kişiden biriydi.
Bunu tefsirimizde detaylı olarak anlatmıştık. Tebük gazvesinde de bunu
nakletmiştik. İbn Kelbî, onun Bedir savaşma katıldığını söylerken yanılmıştır
ve yine onun hicri kırk birinci seneden önce vefat ettiğini söylerken de yanılmıştır.
Ondan daha bilgili olan Vakidî'nin ifadesine göre KaT?, hicretin ellinci
senesinde vefat etmiştir. Kasım b. Adi/in ifadesine göre ise hicretin
ellibirinci senesinde vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun. [8]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Muğire b. Şube b. Ebi Amir b. Mes'ud Ebu İsa. Künyesi, Ebu Abdillah
es-Sakafî'dir. Urve b. Mes'ud es-Sakafi, Muğire'nin babasının amcasıdır.
Muğire, Arap dahilerinden ve ileri görüşlülerinden idi. Hendek savaşının
yapıldığı senede Sakif kabilesinden onüç kişiyi öldürdükten sonra Müslüman
oldu. Bunlar, Mukav-kis'in yanından döndüklerinde Muğire tarafından
öldürülmüşlerdi. Muğire, bunları öldürdükten sonra mallarını almıştı. Ancak
Urve b. Mesud, onların diyetlerini üstlenmiş ve ödemişti.
Hudeybiye'de hazır
bulundu. Barış yapıldığı günde de Rasûlullah (s.a.v.)'m yanıbaşmda kılıcını
çekmiş olarak duruyordu. Taiflilerin İslâm'a girmelerinden sonra Rasûlullah
(s.a.v.), onu ve Ebu Süfyan b.
Harb'ı oraya gönderdi
ve bu ikisi Lat putunu tahrip ettiler. O putu nasıl tahrip ettiklerim önceki
kısımlarda anlatmıştık.
Ebu Bekir es-Sıddık,
onu Bahreyn'e gönderdi. Yemame ve Yermük savaşlarına katıldı. O zaman gözlerini
kaybetti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre güneş tutulmuş iken güneşe
bakmış ve gözlerinin ferini yitirmişti. Kadisiye savaşma katıldı. Hz. Ömer, onu
birçok fetihlere gönderdi. Nitekim Hemedan ve Meysan'ı fethetti. Sa'd b. Ebi
Vakkas tarafından elçi olarak Rüstem'e gönderildi. Beliğ bir ifadeyle Rüstem'e
hitap etti. Hz. Ömer de onu Basra'ya vali tayin etti. Aleyhine zina şahitliği
yapıldığı, ancak bu suçu sabit görülmediği için Hz. Ömer, onu Basra valiliğinden
alıp Küfe valiliğine atadı. Hz. Osman da onu bir süre Küfe valiliğinde
bıraktı, sonra azletti. Bir kenara çekilip uzlet hayatı yaşadı. Hakem hadisesi
meydana geldiğinde Muaviye tarafına katıldı. Hz. Ali öldürülüpte Muaviye ile
Hasan barıştıklarında Kûfe'ye gitti. Muaviye, onu Küfe valiliğine atadı. Meşhur
kavle göre hicretin ellinci senesine kadar Küfe valiliğinde kaldı ve nihayet
aynı senede orada vefat etti.
Muhammed b. Sa'd ile
diğerleri bu görüştedirler. Hatib de insanların bu görüşte ittifak ettiklerim
söylemiştir. Hicretin ellinci senesinde yetmiş yaşında ramazan ayında Kûfe'de
vefat etmiştir. Elli sekizinci senede vefat ettiğine dair bir rivayet de
vardır. Otuz altıncı senede vefat ettiğine dair nakledilen rivayet tamamen
yanlıştır.
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: "Muğire, kumral saçlıydı. Alnı açıktı, dudakları geriye doğru çekikti,
ön dişleri kırıktı, kafası iriydi, kolları kalındı, omuzlarının arası genişti.
Kafasını ancak dört boynuz delebilirdi."
Şa*bî dedi ki: Kadılar
dörttür: Ebu Bekir, Ömer, Abdullah b. Mesud ve Ebu Musa el-Eş'arî. Dahiler de
dörttür: Muaviye, Amr b. As, Muğire b. Şube ve Ziyad b. Ebihi."
Zührî dedi ki:
"Fitne hususunda dahi olan kimseler beştir: Muaviye, Amr b. As, Muğire b.
Şube (bu uzlete çekilmiş, bir tarafta kendi başına yaşıyordu.), Kays b. Sa'd b.
Ubade ve Abdullah b. Budeyl b. Verka. Bu son ikisi Hz. Ali iJe beraberlerdi."
Ben de derim ki:
Şiiler derler ki: Korkuluk halinde olan ruhsuz cesetler beştir: Rasûlullah,
Ali, Fatrma, Hasan ve Hüseyin. Birbirine zıt olanlar da beş kişidir; Ebu Bekir,
Ömer, Muaviye, Amr b. As ve Muğire b. Şube.
Şa'bî dedi ki:
Muğire'nin şöyle dediğini işittim: "Beni hiç kimse yenemedi. Ancak bir
defasında bir delikanlı beni yendi. Şöyle ki: Ben bir kadınla evlenmek istedim.
Bu hususta o delikanlıya danıştım. Delikanlı bana dedi ki:
- "Ey emir! O
kadınla evlenmeni uygun görmüyorum.
- Niçin?
- Çünkü bir adamın o
kadını Öptüğünü gördüm.
Sonra duydum ki bana
böyle diyen delikanlı gidip o kadınla evlenmiş, kendisine dedim ki:
- Bir adamın o kadını
öptüğünü bana söyleyen sen değil misin?
- Evet! Ama o daha
küçük yaşta iken babasımn onu öptüğünü görmüştüm.
ŞaTrî dedi ki: Kabise
b. Cabir'in şöyle dediğini işittim: "Muğire b. Şube ile arkadaşlık ettim.
Eğer bir şehrin sekiz kapısı olsa, o kapılardan her birinden mutlaka bir hile
ile çıkılacak olsa, Muğire, o kapıların tamamından mutlaka birer hile yolu
bularak çıkar."
Ibn Vehb'in rivayetine
göre Muğire b. Şube şöyle demiştir: 'Tek kadınla evli olan bir erkeğin karısı
âdet gördüğü zaman kendisi de âdet görmüş gibi olur. Karısı hastalandığı zaman
o da karısıyla birlikte hastalanmış gibi olur. îki kadın sahibi erkekse,
alevlenmekte olan iki ateş arasındaki bir kimse gibidir. Ama dört kadınla evli
olan erkeğin gözü toktur ve aydındır." Muğire, dört kadını aynı anda
nikahlar ve onları aynı anda da boşardı. Abdullah b. Nafî es-Saiğ dedi ki:
"Muğire, üç yüz kadınla evlendi." Başkalarının ifadesine göre Muğire,
1000 kadınla evlenmiştir. 100 kadınla veya seksen kadınla evlenmiş olduğuna
dair rivayetler de vardır. [9]
Rasûlullah (s.a.v.), bu
kadını Müreysî (Beni Müstalik) gazvesinde esir aldı. Bu kadının babası,
Müstalik oğullan kabilesinin meliki idi. Cüveyriye, Müslüman oldu. Rasûlullah,
onu azad etti ve onunla evlendi. Müstalik oğullan gazvesi esnasında esir
alındığı için Cüveyriye, Sabit b. Kays b. Şemmas'm payına düşmüştü. Cüveyriye,
Sabit ile müka-teblik akdi yaptı. Mükateblik bedelini ödemesi hususunda
kendisine yardımda bulunması için Rasûlullah (s.a.v.)'a geldi. Rasûlullah
(s.a.v.), ona şöyle dedi:
- Bundan daha hayırlı
birşeyi sana söyîiyeyim mi?
- Nedir o şey ya
Rasûlallah?
- Seni satın alır,
azad eder ve seninle evlenirim. Rasûlullah (s.a.v.), onu Sabit b. Kays'tan
satın alıp azad etti ve
onunla evlendi. Bunun
üzerine Müslümanlar, ellerindeki Müstalik oğullan esirlerini, Rasûlullah'ın
hısımlandır diyerek serbest bıraktılar. 100 kadar aile böylece özgürlüklerine
kavuşmuş oldu. Bu hadise üzerine Hz. Aişe, şöyle demişti:
"Cüveyriye kadar
ailesine çok bereket sağlayan başka bir kadın
bilmiyorum "
Cüveyriye'nin asıl adı Berre idi. Rasûlullah (s.a.v.), ona Cüveyriye adını
verdi. Tatlı dilli bir kadındı. îbn Cevzi'nin ifadesine göre o hicretin
ellinci senesinde vefat etmiştir. Başkalarının ifadesine göre ise hicretin
altmışbeşinci senesinde vefat etmiştir. Vakidî ise, şöyle demiştir- Cüveyriye,
hicretin ellialtmcı senesinde vefat etmiştir. Allah, ondan razı olsun ve onu
hoşnud kılsın. Doğrusunu Allah bilir. [10]
Bu senede Hicr b. Adiy
b. Cebel b. Adiy b. Rebia b. Muaviye el-Ekber b. Haris b. Muaviye b. Sevr b.
Beziğ b. Kindi el-Kufi vefat etti. Kendisine Hicru'1-Hayr denilirdi. Arkadan
vuran adam anlamına gelen Edber oğlu Hicr de denilirdi. Çünkü babası Adiy,
savaşta arkasını dönüp kaçan bir adamı vurmuş bu sebeple ona arkadan vuran kişi
anlamına gelen Edber adı verilmişti. Hicr, Küfe halkının reislerinden olup
Kinde kabilesinden di.
İbn Asakir dedi ki:
Hz. Ali'yi, Amma^ı, Şurahil b. Mürre'yi (veya Şu-rahbil b. Mürre'yi)
dinlemiştir. Bunlardan hadis almıştır. Azadlısı Ebu Leyla da kendisinden
rivayette bulunmuştur. Ayrıca Abdurrahman b. Abbas ile Ebu'l-Bahteri et-Taî de
ondan hadis rivayet etmişlerdir. Azra kentini fetheden askerlerle birlikte
Şam'a gazaya gitti. Hz. Ali ile birlikte Sıffin savaşına komutan olarak
katıldı. Dımaşk'a bağlı kasabalardan Azra'ya da gazaya gittiğine dair bir
rivayet vardır. Orada üzerinde mes-cid bulunan mezarı meşhurdur. Sonra İbn
Asakir, bazı senetleri Hicr'e dayandırmış ve onun Hz. Ali ile diğer zatlardan
yaptığı rivayetlerden bazısına değinmiştir. Muhammed b. Sa'd, onu sahabelerin
dördüncü tabakası arasında zikretmiştir. Onun bir heyetle birlikte
Rasûlullah'a geldiğini kaydetmiştir. Sonra da onu Kûfeli tabiilerin başında
anmıştır. Hicr, tanınan sıka ravilerindendir. Hz. Ali'den başkasından birşey
rivayet etmiş değildir. îbn Asakir'in ifadesine göre o, Ammar ile Şurahil b.
Mürre'den de rivayette bulunmuştur.
Ebu Ahmed el-Askerî
dedi ki: "Hadisçilerin çoğu, onun sahabe olduğuna dair ifadeleri sahih
görmemektedirler." Kadisiye savaşına katıldı. Azra kalesini fethetti.
Cemel ve Sıffin savaşlarına katıldı. Hicru'1-Hayr (Hicr b. Adiy) ile
Hicru'ş-Şeref (Hicr b. Yezid b. Seleme b. Mürre), Hz. Ali ile birlikte idiler.
Merzübanî dedi ki:
Rivayete göre Hicr b. Adiy, kardeşi Hani b. Adiy ile birlikte bir heyet
arasında Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma geldiler. Bu zat, insanların en
abidlerinden ve zahitlerindendi. Anasına çok iyi davranırdı. Çokça namaz kılar
ve oruç tutardı.
Ebu Maşer dedi ki:
"Hicr, abdesti bozulunca mutlaka abdestini yenilerdi. Her abdest alışında
da mutlaka iki rekat namaz kılardı."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu îshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Selman, Hicr'e dedi ki; "Ey
îbn Hicr! Eğer organların paramparça olsa bile sen imana ulaşamazsın."
Muğire b. Şube,
Kûfe'de vali iken hutbesinde Hz. Ali'den söz eder ve Hz. Osman'ı övdükten sonra
onun taraftarlarını da övüp Ali'yi yererdi. Hicr, buna kızar ve Muğire'yi
protesto ederdi. Ama Muğire, yumuşak huylu ve vakur bir kimse idi. Hicrin bu
protestosuna ses çıkarmaz, onu affeder ve başbaşa kaldıklarında ona öğüt
verirdi. Böyle yapmasının kötü sonucundan onu sakındırırdı. Çünkü sultana dil
uzatmanın vebalinin büyük olduğunu söylerdi, ancak Hicr, bu davranışmdan
vazgeçmezdi. Muğire'nin son günlerinde yine birgün Hicr kalkıp hutbe esnasında
Muğire'yi protesto etmiş, yüksek sesle onu kınamış ve maaş verirken kendisini
e'n sona bıraktığı için ayıplamıştı. Protesto ederken ayağa kalkmış, insanlar
da onunla birlikte ayaklanmışlar, onu tasdik etmiş ve Muğire'yi bu yaptığından
dolayı yermişlerdi. Muğire de namazdan sonra gidip hükümet konağına girmiş,
komutanların hepsi de onunla birlikte konağa gitmişler ve Hicri bu
davranışından dolayı cezalandırması gerektiğini söylemişlerdi. "Çicr,
böyle yapmakla insanların birliğini bozuyor ve emîre karşı ayaklanıyor,"
demişlerdi. Ancak Muğire,onu bağışlamış ve ona karşı yumuşak davranmıştı.
Yunus b. Ubeyd'in
anlattığına göre Muaviye, Muğire'ye bir mektup göndererek beytü'l-maldan
kendisine bir miktar para göndermesini emretmişti. Bunun üzerine Muğire de mal
ve para yüklü bir kervanı Muaviye'ye göndermek üzere yola çıkarmıştı. Hicr de
kervan'm karşısına çıkarak baştaki devenin yularını tutmuş ve: "Allah'a
yemin ederim ki, her hak sahibinin hakkı ödenmeden bu kervanı
bırakmayacağım." demişti. Sakif kabilesinin gençleri de Muğire'ye,
"Hicr'in kafasını koparıp sana getirelim mi?" demişler; Muğire ise:
"Ben Hicr'e böyle yapmam." demiş ve Hicr'i serbest bırakmıştı.
Muaviye, bu durumdan haberdar olunca Muğire'yi valilikten azletmiş, yerine
Ziyad'ı atamıştı. Sahih kavle göre ise Muaviye, Muğire'yi vefatına kadar
valilikten azletmiş değildir. Muğire b. Şube vefat edince ,Basra ile birlikte
Küfe şehri de Zi-yad'm uhdesine verilmişti. O esnada Hz. Ali'nin
taraftarlarından olan cemaatlar, Hicr'in etrafında toplanmışlar, onunla görüş
birliği etmişler, ona destek olmuşlar, Muaviye'ye sövmüşler, ondan uzak
olduklarını ifade etmişlerdi. Ziyad, Kûfe'de ilk hutbesini irad ederken
hutbesinin sonunda Hz. Osman'ın faziletlerini anmış, onu öldürenleri veya onu
öldürmeye yardım edenleri kınamış, bunun üzerine Muğire zamanında yaptığı gibi
Hicr yine kalkıp protestoda bulunmuş ve Muğire'ye söylediklerini aynen Ziyad'a
da söylemiş, ancak Ziyad, ona cevap vermemiş, ona ilişmemiş, kalkıp Basra'ya
gitmiş, Kûfe'de bir hadise meydana getirmemesi için Hicr'i de beraberinde
Basra'ya götürmek istemiş, ancak Hicr: "Ben hastayım." deyince Ziyad,
ona şöyle cevap vermişti:
"Allah'a yemin
ederim ki sen dinen, kalben ve aklen hastasın. Allah'a yemin ederim ki eğer
bir hadise meydana getirirsen, seni öldürmeye çalışacağım." Ziyad böyle
dedikten sonra Basra'ya gitti. Arkadan Hicr ile arkadaşlarının, Kûfe'de vali
vekili olan Amr b. Harise karşı protestoda bulunduklarını ve minber üzerinde
cuma günü onu taşladıklarını duymuş, bunun üzerin Ziyad ,kalkıp Kûfe'ye gelmiş
ve hükümet konağına geçtikten sonra çıkıp mescide giderek sündüsten bir cübbe
ve kırmızı ipekten bir şal giyinmiş olarak saçı başı dağınık vaziyette minbere
çıkmıştı. Hicr de öncekine nisbetle daha büyük bir kalabalıkla mescitte
oturmuştu. Çevresinde 3000'den fazla adam vardı. Hepsi de silahlı idi. Ziyad,
hutbe irad etmeye başladı. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Biliniz ki,
taşkınlığın ve asiliğin sonu vahimdir. Şunlar önce bana karşı emniyetli
davrandılar, şimdi de bana karşı cüretkâr oluyorlar. Allah'a yemin ederim ki,
eğer durumunuzu düzeltmezseniz anlayacağınız dilden size hitap eder ve gereken
cezayı veririm. Eğer Kûfe'yi, Hicr'den ve arkadaşlarından temizlemezsem ve onu
kendisinden sonrakiler için ibret haline getirmezsem ben bir hiçim. Ey Hicr,
senin ananı ağlatacağım. Akşam kurtlar sana saldıracaklardır. Şu deve çobanına
öğüt veriyorum. Eğer halini düzeltmezse, akşamleyin kurtlar sana saldıracaktır.
Mü'minlerin emirine şöyle ve şöyle davranmak mecburiyetindesiniz. Bu, onun
sizin üzerinizdeki bir hakkıdır." Ziyad böyle derken Hicr bir avuç çakıl
taşı alıp Ziyad'a fırlattı ve: "Yalan söylüyorsun. Allah'ın laneti senin
üzerine olsun." demiş, Ziyad da minberden inip namazı kıl-dırmıştı.
Namazdan sonra hükümet konağına gitmiş, Hîcr'i yanına çağırtmış ti.
Anlatıldığına göre
Ziyad, hutbeyi uzatıp namazı geciktirdiğinde Hicr ona: "Namaz
kılalım." diye seslenmiş, ancak Ziyad, hutbeye devam etmişti. Hicr namazın
vaktinin geçmesinden korktuğunda tekrar bir avuç çakıl taşı alıp Ziyad'a
fırlatmış ve: "Namaz kılalım." diye seslenmiş, cemaat da onunla
birlikte galeyana gelmişti. Ziyad, bu durumu görünce minberden inmiş ve namazı
küdırmıştı. Namazı kıldırdıktan sonra Hicr'in durumunu abartılı bir şekilde
Muaviye'ye bir mektupla bildirmişti. Muaviye de ona bir mektup göndererek:
"Hicr5! zincire vurarak yanıma gönder." demişti. Ziyad da emniyet
amiri Şedded b. Heysem'i Hicr'e göndermiş; Hicr'in yanında yardımcıları varken
emniyet amiri Şeddad, ona: "Emir seni istiyor." demiş, ancak Hicr,
Ziyad'm yanma gitmekten imtina etmiş, arkadaşları onu korumuşlardı. Bunun
üzerine emniyet amiri Ziyad'a giderek durumu bildirmiş, Ziyad da kabilelerden
adam toplayarak bunları emniyet amiriyle birlikte Hicr'e ve adamlarına karşı
göndermiş; iki taraf arasında taş ve sopalarla çarpışma meydana gelmiş,
emniyet amiri ve adamları onu ele geçirememişlerdi. Muhammed b. Eş'as, Hicr'e
üç günlük bir süre tanımış ve tekrar ona asker göndererek yakalamak istemiş,
karşılıklı çarpışma neticesinde Hicr*i yakalayıp Ziyad'm huzuruna
getirmişlerdi. Hicr'in adamları ve kendisine yardım edeceğini sandığı
taraftarları fayda vermemişlerdi. Huzura götürüldüğünde Ziyad, onu zincire
vurup zindana atmış, on gün zindanda kaldıktan sonra tekrar onu çıkarıp
Muaviye'ye göndermişti. Gönderirken yanında, onun halifeye sövdüğünü ve vali
ile savaştığına şahitlik yapacak bir cemaatı da göndermişti. Bu cemaat,
Hicr'in: "Halifelik, ancak Ebu Talib oğlu Ali ailesine layıktır."
dediğine şahitlik yapacaklardı. Hicr'in aleyhteki şahitleri şunlardı: Ebu
Bürde b. Ebi Musa, Vail b. Hicr, Amr b. Sa'd b. Ebi Vakkas, îshak, İsmail, Musa
b. Talha b. Ubeydullah, Münzir b. Zübeyr, Kesir b. Şihab, Sabit b. Rib'i ve
daha yetmiş kişi.
Kadı Şüreyh'in de Hicr
ve adamları aleyhinde şahitlik yaptığı söylenmiştir. Ancak o, bunu inkar edip:
"Ben, Ziyad'a Hicr'in çok oruç tutan, çok namaz kılan bir adam olduğunu
söyledim." demiştir. Sonra Ziyad, Hicr ve arkadaşlarını Vail b. Hacer ve
Kesir b. Şihab'la birlikte Şam'a gönderdi. Hicr b. Adiy b. Cebele el-Kindî ile
birlikte bir grup arkadaşı da vardı. Arkadaşlarının yirmi veya yirmidört kişi
olduğu söylenmiştir. Arkadaşlarından bazıları şunlardı: Erkam b. Abdillah
el-Kindî, Şerik b. Şeddad el-Hadremî, Sayfi b. Fuseyl, Kabise b. Dabia b.
Hannele el-Absî, Kerim b. Afif el-Has'amî, Asım b. Avf el-Becelî, Verka b.
Sümey el-Becelî, Küdam b. Hibban, Abdurrahman b. Hassan el-Uryan (Beni Temim
kabilesindendir.), Mahriz b. Şihab et-Temimî ve Abdullah b. Ha-viyye es-Sa'di
et-Temimî. Bunlar, Hicr ile birlikte Şam'a giden arkadaşlarıydı. Sonra Ziyad,
arkalarından iki kişi daha peşlerine taktı ki bunlar da Utbe b. Ahnes (Beni
Sa'd kabilesinden) ve Sa'd b. îmran el-Hemedanî idi. Böylece sayıları ondörde
tamamlanmış oldu. Anlatıldığına göre Hicr, Muaviye'nin huzuruna vardığında:
"Selam sana ey mü'minlerin emiri!" diye selam vermiş. Muaviye de ona
çok kızmış ve beraberindekilerle birlikte boynunun vurulmasını emretmiş.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye, bineğine binerek bunları Azra burcunda
karşılamıştır. Bir başka rivayette ise Muaviye, Seniyetü'l- Ukab denen tepenin
alt tarafındaki Azra'da kendilerini karşılamaları için bazı görevlileri
göndermiş ve görevliler onları Azra'da öldürmüştür. Muaviye, onları öldürmek
için şu üç kişiyi göndermişti: Hedbe b. Feyyaz el-Kudaî, Hudayr b. Abdillah
el-Kilabî ve Ebu Şerif el-Bedevî. Bu görevliler, Hicr ile arkadaşlarının yanma
geldiler. Hicr ve arkadaşları, gece boyunca namaz kıldılar. Sabah namazını
kıldıklarında Muaviye'nin adamları onları öldürdüler. Meşhur olan rivayet
budur, poğrusunu Allah bilir. Muhammed b. Sa'd'm anlattığına göre bunlar, önce
Muaviye'nin huzuruna varmışlar, ancak Muaviye bunları geri çevirmiş ve Azra'da
öldürtmüştür. Muaviye, bunlara nasıl bir muamele uygulayacağını etrafındaki
adamlarına sormuş, sonradan bunları Azra burcuna kadar götürmüş, yolda iken
bazı arkadaşları bunları öldürmesini, bazılarıysa çeşitli şehirlere sürgün
edip dağıtmasını tavsiye etmişler. Bunun üzerine, Muaviye bunlara nasıl bir
muamele uygulayacağı hususunda fikrini sormak için Ziyad'a başka bir mektub
göndermişti. Ziyad ise: "Eğer Irak hakimiyetim ele geçirmek istiyorsan
bunları öldürmen gerekir." diye teklifte bulunmuş, bunun üzerine Muaviye
de bunların öldürülmelerini emretmişti. Komutanlardan bazıları bunlardan bir
kısmının bağışlanmalarını istemişler, böylece altı kişinin hayatı Muaviye
tarafından bağışlanmış, geriye kalan altı kişi öldürülmüştü ki başlarında Hicr
b. Adiy vardı. Bir başkası da bu tavrından ve düşüncesinden vazgeçtiği için
Muaviye tarafından affedildi. Hz. Osman'a dil uzatan ve haksız şeyler söyleyip
Hz. Ali'yi öven birini de Muaviye, Ziyad'a gönderdi. Ziyad: "Bunu niçin
bana gönderiyorsun, aralarında daha kötüsü var." dedi. Adam, Ziyad'm
yanma vardığında Ziyad onu diri diri bir göle attı. Göle atılan bu adam Abdurrahman
b. Hassan el-Ferrî idi. Azra'da şu adamlar öldürülmüştü: Hicr b. Adiy, Şerik b.
Şeddad, Sayfi b. Fuseyl, Kabisa b. Dabia, Mahriz b. Şihab el-Münkarî ve Kudam
b. Hibban.
Bazıları bu adamların
arefede Mescidü'l- Kasb'da defnedilmiş olduğunu iddia ederler. Sahih rivayete
göre bunlar Azra'da defnedilmişler-dir. Anlatıldığına göre kendisini öldürmek
istedikleri zaman Hicr şöyle demiştir:
- Bırakın da abdest
alayım.
- Abdestini al
bakalım.
- Bırakın da iki rekat
namaz kılayım (namazı kıldı ve kısa kesti sonra şöyle dedi): Eğer ölümden
korktuğumu söylemeselerdi namazımı uzatırdım. Zaten bundan öncede çok namaz
kılmışımdır.
Namaz kılmasından
sonra infaz edildi. Kendisinin ve arkadaşlarının mezarları kazılmış, kefenleri
serilmişti. Cellat, üzerine geldiğinde Hicr'in eklemleri titremeye başladı.
Kendisine: "Ben korkak değilim demiştin." dediklerinde şu karşılığı
vermişti:
- Niye korkmıyayım!
Mezarımın kazılmış, kefenimin serilmiş, boynuma vurulacak kılıcın da kınından
sıyrılmış olduğunu görmekteyim.
Onun bu sözü bir
atasözü idi. Bundan sonra cellat, Ebu Şerif el-Bedevî yanına geldi. (Başka bir
rivayete göre ise celladı bir gözü kör olan bir adamdı) Cellat kendisine şöyle
dedi:
- Boynunu uzat.
- Kendimi öldürtmem
için sana yardımcı olacak değilim. Böyle dedikten sonra cellat vurup onu
öldürdü. Hicr, bağlı olduğu zincirlerle birlikte mezara defnedilmesini vasiyet
etmişti. Bu vasiyeti yerine getirildi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre
ölümünden sonra cenaze namazını kılmışlar ve onu yıkamışlardı.
Hz. Ali'nin oğlu Hasan
(r.a)'nın bu hususta şöyle dediği rivayet edilmiştir:
- Hicr'in bağlı olduğu
zincirler üzerindeyken mi namazını kıldılar?
Onu o haliyle mi
mezara gömdüler?
- Evet.
- Vallahi Hicr, onlara
karşı haklı olmuştur. Kuvvetli rivayetlere göre bu sözü söyleyen kişi, Hz.
Hüseyin'dir. Çünkü Hicr, hicretin ellibi-rinci senesinde veya zayıf bir
rivayete göre elliüçüncü senesinde öldürülmüştür. Öyle de olsa böyle de olsa
Hz. Hasan, ondan önce vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Evet Hicr'i
öldürdüler. Allah ona rahmet etsin ve onu bağışlasın.
Muaviye, Hicr ve
arkadaşlarını öldürdükten sonra mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin yanına gidip
perde arkasından ona selam verdiğinde Hz. Aişe, ona şöyle sormuştu:
- Ey Muaviye! Hicr ve
arkadaşlarını öldürdüğün zaman senin yumuşak huyluluğun neredeydi?
- Anacığım,
milletimden senin gibileri benden uzak kaldığı zaman ben yumuşak huyluluğumu
yitirdim. Anacığım, sana nasıl bir iyilikte
bulunabilirim?
- Sen bana karşı iyi
davranıyorsun zaten.
- Allah katında bu
benim için yeter. Yarın Aziz ve Celil olan Allah'ın huzurunda benimle Hicr
arasında bir muhakeme yapılacaktır."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ise Muaviye, Hz. Aişe'ye bu konuda şöyle demiştir:
"Hicr'i, aleyhinde şahidlik yapanlar öldürdüler."
îbn Cerir'in
rivayetine göre Muaviye, canboğaza geldiği zaman şöyle diyormuş: "Ey Hicr
b. Adiy, seninle aramızda uzun bir muhakeme olacaktır." Bu sözünü üç kez
tekrarlamıştı. Doğrusunu Allah bilir.
"Tabakat"
adlı eserde Muhammed b. Sa'd, şöyle demiştir: Bazı ilim erbabının
anlattıklarına göre Hicr, kardeşi Hani b. Adiy ile birlikte Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma gelmiştir. Hani, Hz. Ali'nin arkadaşlarından ve
taraftarlanndandı. Ziyad b. Ebi Süfyan, vali olarak Kûfe'ye geldiğinde Hicr b.
Adiy'yi yanma çağırttı ve ona şöyle dedi:
"Seni tanıdığımı
biliyorsun, ben ve baban Ali'yi severdik. Ama durum değişti. Allah aşkına
benim için kanından bir damla akıt ki, ben kanının tamamının dökülmüş olduğunu
varsayayım. Dilini tut, evine kapan, dışarlarda fazla dolaşma. Canının
istediği zaman gel şu tahtımda otur. Burası senin meclisin olsun. Bütün
ihtiyaçların tarafımdan karşılanacaktır. Beni, seni öldürmek mecburiyetinde
bırakma. Aceleci bir olduğunu biliyorum. Allah aşkına kendini koru. Bu sakat
davra-,nışlardan uzak dur. Şu beyinsizlerle alakanı kes. Korkarım ki, seni görüşünden
vazgeçilirler."
Hicr:
"söylediklerini anladım." dedi ve evine döndü. Ancak Şiiler yanına
gidip ona şöyle dediler:
- Vali sana ne
söyledi?
- Bana şöyle ve şöyle
dedi."
Ziyad, Basra'ya gitti.
Sonra Şiiler, sık sık yanma gidip Hicr'e: "Sen bizim şeyhimizsin."
diyorlardı. Mescide geldiğinde peşine takılıyor, onunla beraber geliyorlardı.
Ziyad tarafından Kûfe'de vali vekili olarak bırakılan Arar b. Harise, Hicr'e
haber göndererek şöyle dedi: "Etrafinda-ki bu topluluk nedir? Oysa sen
valiye söz vermiştin." Hicr de, yanına gelen elçiye şöyle dedi:
"Etranmdaki topluluk sizin yönetiminizi protesto ediyorlar, haydi dön
bakalım, arkadaki yollar senin için daha geniştir."
Amr b. Harise, bu
durumu vali Ziyad'a bir mektupla bildirdi. Mek-, tubunda şöyle dedi: "Eğer
Kûfe'ye ihtiyacın varsa acele gel." Ziyad da acilen Kûfe'ye geldi. Kûfe'ye
girişinde Adiy b. Hatem, Cerir b. Abdullah el-Becelî, Halid b. Arfate ile bazı
Küfe eşrafinı Hicr b. Adi/e gönderdi ki onu, etrafındaki topluluktan ayrılma
hususunda uyarsmlar. Bu heyet, Hicr'in yanına vardığında ona ikazlarda bulundu.
Onunla bu konularda konuştular, ancak Hicr onlara bir cevap vermedi, aksine,
hizmetçisine: *T)eveyi yemledin mi?" diyordu. Devesi, evin içinde bir yere
bağlanmıştı. Heyette bulunan Adiy b. Hatem de ona şöyle dedi: "Sen deli
misin? Biz seninle konuşuyoruz. Sense hizmetçiye deveyi yemleyip yemlemediğini
soruyorsun?" Böyle dedikten sonra Adiy b. Hatem, arkadaşlarına şöyle dedi:
"Şu bahtsız ve perişan adamın bu kadar zayıf düşeceğini sanmıyordum."
Böyle dedikten sonra kalkıp gittiler, durumun bir kısmını Ziyad'a bildirdiler,
bir kısmını da gizlediler ve Hicr'in iyi bir insan olduğunu söyleyip Ziyad'dan
onun için merhamet dilediler, ancak Ziyad onların bu dileklerini kabul etmedi.
Aksine Hicr'in üzerine emniyet kuvvetlerini gönderip yakalattı. Onu ve
arkadaşlarını huzuruna getirtti. Hicr'e şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana,
neler yapıyorsun sen?
- Ben Muaviye'ye
yaptığım bey'atıma bağlıyım.
Bunun üzerine Ziyad,
Kûfelilerden yetmiş kişiyi toplayarak onlara "Hicr ve arkadaşları
aleyhindeki şahitliklerinizi yazın." dedi, onlar da şahitliklerini
yazdılar. Bundan sonra Ziyad, Hicr ve arkadaşlarım Muaviye'ye gönderdi.
Hz. Aişe, bu durumdan
haberdar olunca Abdurrahman b. Haris b. Hişam'ı Muaviye'ye göndererek Hicr ve
arkadaşlarının salıverilmelerini istedi.
Hicr ve arkadaşları,
Muaviye'nin huzuruna girdiklerinde Muaviye, Ziyad'm kendisine göndermiş olduğu
mektubu okudu ve görevlilere:
"Bunları Azra'ya
çıkarın ve orada Öldürün." diye emir verdi. Görevliler de Hicr ve
arkadaşlarını Azra'ya götürerek onlardan yedi kişiyi öldürdüler. Sonra
Muaviye'nin elçisi gelerek serbest bırakılmalarını söyledi. Fakat o esnada Hicr
ve arkadaşlarından yedi kişi öldürülmüş olduğu için yedi kişi serbest
bırakılabildi. Fakat Hicr, öldürülen ilk yedi kişi arasındaydı. Öldürüleceği
zaman Hicr, öldürülmeden önce iki rekat namaz kılmak istediğini söyledi, iki
rekat namaz kıldı ve bu namazını uzattı. Namazım tamamladıktan sonra: "Bu,
kıldığım en kısa iki rekattır." dedi, serbest bırakılmalarını isteyen Hz.
Aişe'nin elçisi geldiğinde iş işten geçmişti.
Muaviye, hacca
gittiğinde Hz. Aişe ona şöyle dedi:
- Hicr'i öldürdüğün
zaman yumuşak huyluluğun nereye gitmişti?
- Halkımdan senin gibilerini
yitirdiğim için yumuşak huyluluğu-mu da yitirdim."
Rivayete göre
Abdurrahman b. Haris, Muaviye'ye şöyle sormuş:
- Hicr b. Edber'i mi
öldürdün?
- Onu öldürmek, onun
yerine toptan 100.000 kişiyi öldürmekten daha iyidir.
İbn Cerir ile
başkalarının anlattıklarına göre Hicr b. Adiy ile arkadaşları, Hz. Osman'm
aleyhinde konuşurlar, ona haksız sözler sarfeder-ler, komutanları eleştirirler,
onları acelece protesto ederler, bu hususta aşırı giderler, Hz. Ali'nin
tarafını tutarlar, dinde müsamahasız olurlardı. Rivayete göre Hicr, zincire
vurulup Kûfe'den Şam'a götürülürken yolda ağlamakta olan kızları tarafından
karşılandı. Onlara dönüp şöyle dedi:
"Size yediren ve
giydiren Allah'tır. Benden sonra da sizin için O vardır. Siz Allah'a karşı
takvalı olmaya ve O'na ibadet etmeye bakın. Ben bu gidişimde ya öldürüleceğim
ki, bu benim için şehitliktir ya da ikram görmüş olarak size döneceğim. Benden
sonra sizin idarenize bakacak olan Allah'tır." Böyle dedikten sonra
arkadaşlarıyla birlikte zincire bağlı olarak yola devam etti. Anlatıldığına
göre o, bağlı olduğu zincirleriyle birlikte mezara defnedilmesini vasiyet
etmiş, bu vasiyeti yerine getirilmişti. Ama cenaze namazı kılınmış ve kıbleye
yönelik olarak defnedil-mişti. Allah, onlara rahmet etsin ve onları bağışlasın.
Şiilerden bir kadın
-ki bu, Hind binti Zeyd b. Mahreme el-Ensârî'ye ya da Hicr'in kız kardeşi
Hind'tir. Doğrusunu Allah bilir- Hicr için şöyle bir mersiye okumuştur:
"Yüksel bakalım
ey parlak ay,
Bak bakalım hele
Hicr'in yürüdüğünü görebilecek misin? O, emirin de dediği gibi kendisini
öldürmesi için Muaviye b. Harb'a gidiyor.Muaviye'nin arkadaşları arasında en
kötü bir kimse vezirliğini yapmaktadır.
Keşke Hicr, deve gibi
boğazlanmayıp da bir gün normal ölümle ölseydi.
Hicr'den sonra
zorbalar despotluk yaptılar.
Havarnak ve sedir
köşkleri, zorbalar için rahat bir mekan oldu.
Bütün beldeler,
Muaviye'nin emri altına girdi. Sanki oraya yağmur damlası düşüp de canlanmış
değildir.
O beldeler ölmüştür.
Ey Hicr b. Adiy,
sevinç ve esenlik içinde olasın.
Senin için korkuyorum.
Şam'da zarif ve yaşlı bir kimse olan Adiy, helake sürüklendiği takdirde vehamet
vardır.
Eğer sen mahvolup
öldürülürsen, bütün dünyadaki milletlerin lideri de mahva ve helake
sürüklenir. Öldükten sonra ilahın sana cennetleri, nimetleri ve hurileri
vereceğine razı olurlar."
İbn Asakir'in
anlattığına göre Hicr b. Adiy için çok mersiyeler söylenmiştir.
Yakub b. Süfyan, Ebu
Esved'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mu-aviye, Hz. Aişe'nin yanma
gitti. Hz. Aişe ona şöyle sordu:
- Azra'dakileri niçin
öldürdün. Hicr ve arkadaşlarını neden öldürdün?
- Ey mü'minlerin
annesi! Onları öldürmekte milletin yararını; onları hayatta bırakmakta da
milletin fesadım gördüm. Onun için öldürdüm.
- Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Azra'da bazı kimseler
öldürülecektir. Onların öldürülmeleri sebebiyle Allah ve sema halkı
gazaplanacaktır."
Bunun senedi zayıf ve
münkatidir.
Yakub b. Süfyan,
Abdullah b. Rezin el-Gafikf nin şöyle dediğini rir vayet etmiştir: Hz. Ali'nin
şöyle dediğini işittim:
"Ey Irak halkı!
Sizden yedi kişi Azra'da öldürülecektir. Bunlar as-hab-ı Uhdud gibidir
(İslâm'dan önceki dönemlerde zorba bir hükümdar tarafından hendeklere atılıp
yakılan mü'minler gibidirler.}. Hicr ve arkadaşları öldürülecektir."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Nafi'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbn Ömer, çarşıda iken Hicr'in ölüm
haberini duyunca sarığını çözüp kalktı ve kendini tutamayıp ağladı."
İmam Ahmed K Hanbel,
Abdullah b. Ebi Melike'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye,
Medine'ye geldiğinde Hz. Aişe'nin yanına vardı. Hz. Aişe, ona şöyle bir soru
sordu:
- Hicr'i öldürdün mü?
- Ey mü'minlerin
annesi! Ben, hayatta bırakıldığı takdirde insanları fesada sürükleyecek bir
adamın öldürülmesini, hayatta bırakılmasından daha hayırlı bulduğum ve bunu da
insanların yararına saydığım için öldürdüm."
Hanımad b. Seleme,
Mervan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye ile birlikte
mü'minlerin annesi Hz. Aişe'nin yanına gittik. Hz. Aişe, Muaviye'ye dedi ki:
- Ey Muaviye! Hicr'i
ve arkadaşlarını öldürdün ve yapacağını da yaptın. Bir adamı senin peşine takıp
seni öldürtmemden korkmuyor musun?
- Hayır! Ben
beytü'1-emandayım. Zira Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:
"İman, öldürmeye
karşıdır. Mü'min kimse öldürülmez." Ey mü'minlerin annesi, bütün bunları
bir tarafa bırakalım. Bana bir emrin var mı? Giderebileceğim bir ihtiyacın
varsa söyle.
- Hayır, hiçbir
ihtiyacım yok.
- Öyleyse beni ve
Hicr'i bırak da Aziz ve Celil olan Rabbimizin hu-zuruna çıkalım, orada onunla
hesaplaşalım."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hz. Aişe, bu hususta Muaviye ile tartışmış ve artık yanıma
gelme, demiştir. Muaviye de, onun gönlünü almaya çalışmış, tekrar yanına
gitmiş, Hz. Aişe, Hicr'i öldürmesi yüzünden onu kınamış, Muaviye de bu
husustaki gerekçelerini anlatmaya devam etmiş. Hz. Aişe de ileri sürdüğü
gerekçeleri kabul etmiştir.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hz. Aişe, bu yüzden Muavi-ye'yi tehdit edip şöyle demiştir:
"Eğer beyinsizlerimiz bize galib olmasalardı, benimle Muaviye arasında
Hicr'i öldürmesi sebebiyle epey işler olurdu." Ancak Muaviye mazeretini
beyan edince Hz. Aişe, onun bu husustaki mazeretim uygun bulmuştu.
ibn Cevzî'nin
"Muntazam" adlı eserde anlattığına göıe bu senede, yani hicretin
ellibirinci senesinde önde gelen şahsiyetlerden vefat edenler şunlardır: Cerir
b. Abdillah el-Beoelî, Cafer b. Ebi Süfyan b. Haris, Harise b. Numan, Hicrb.
Adiy, Saidb. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Abdullahb. Enis ve Ebu Bekre Nüfey b. Haris
es-Saltafî. Allah hepsinden razı olsun.[11]
Mâide sûresinin nazil
oluşundan sonra İslâm'a girdi. Hicretin onuncu senesinin ramazan ayında
Müslüman oldu. Rasûlullah (s.a.v.), hutbe irad ederken yanma geldi. O esnada
Rasûlullah (s.a.v.), hutbesinde şöyle buyuruyordu: "Şu yoldan size Yemen'in
en hayırlı adamı gelecektır. Onun yüzünde melek simasından bir nebze
vardır." İçeri girdimde insanlar ona baktılar. Tıpkı Rasûlullah'm
anlattığı ve tasvir ettiği şekilde olduğunu gördüler. Bu durumu kendisine
anlattılar. O da yüce Allah'a hamd etti.
Rivayete göre
Rasûlullah (s.a.v.), onu yanına oturttuğunda üzerine oturması için kendi
abasını yere sermiş ve şöyle demişti: "Bir kavmin ulu kişisi size
geldiğinde ona ikramda bulunun."
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Ziyad, Hakem b. Amr ve Rebi b. Ziyad el-Harisf nin ölümünden sonra
Horasan'a vali olarak tayin edildi. O da Belh şehrini sulh yoluyla ele geçirdi.
Ahnef in kendileriyle barış yapmasından sonra dahi Belhliler şehrin kapılarını
kilitlemişler ve Müslümanların oraya girmelerine engel olmuşlardı. Ziyad,
ayrıca Kuhistan'ı zor kullanarak ele geçirmişti. Orada Türkler vardı, onlarla
savaştı, hepsini öldürdü, sadece Türk Turhan kaldı. İlerde de anlatılacağı
gibi onu Kuteybe b. Müslim öldürmüştür.
Bu senede Rebi,
Maveraünnehr'e gidip savaştı, ganimet elde ederek salimen geri döndü. Ondan
önce Hakem b. Amr, Maveraünnehr'i geçmiş, nehir suyundan ilk içen de Hakem'in
bir kölesi olmuş, bu köle hem kendisi içmiş, hem de efendisine içirmişti. Hakem
de o sudan abdest alıp namaz kılmış, iki rekat namaz kıldıktan sonra geri dönmüştü.
Ancak Rebi, Maveraünnehr'e gidip savaşınca ganimet elde ederek salimen geri
dönmüştü.
Ebu Maşer ile Vakidf
nin ifadesine göre bu senede Yezid b. Muaviye, insanlara hac ettirmiştir.
Rasûlullah (s.a.v.),
cahiliye döneminde Devs kabilesinin saygı gösterip taptığı bir put olan
Zi'1-Hülasa putunu yıkmak üzere Cerir'i görevlendirdi. Ancak Cerir, at
üzerinde duramazdı. Rasûlullah (s.a.v.), mübarek elini onun göğsüne vurup:
"Allah'ım, Cerir'e sebat ver ve onu hidayete ermiş, hidayete erdiren bir
kimse kıl." diye dua etmişti. Bundan sonra Cerir, Zi'1-Hülasa'ya gidip
yıkmıştı. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde anlatıldığına göre Cerir şöyle
demiştir: "Ben Müslüman olduktan sonra Rasûlullah (s.a.v.), yanına gitmeme
hiçbir zaman engel çıkarmadı ve beni her gördüğünde de mutlaka
gülümserdi."
Hz. Ömer, şöyle
demiştir: "Cerir, bu ümmetin Yusuf udur."
Abdülmelik b. Umeyr de
şöyle demiştir: "Cerir'i gördüğümde yüzü sanki bir ay parçasıydı."
Şa*bî şöyle demiştir: "Cerir ve bir cemat, Hz. Ömer'le birlikte Kabe'de
idi. Hz. Ömer, onlardan birinde bir koku hisseti ve şöyle dedi:
"Kendisinden koku gelen şu adam kalktığında abdest alsın, diyorum."
Cerir de dedi ki:
"Hepimiz mi kalkıp abdest alalım ey mü'minlerin emiri!"
Hz. Ömer, onun bu
sorusuna şöyle cevap verdi: "Sen hem cahiliye döneminde hem de islâmiyet
döneminde ne güzel bir lider ve efendi bir kişisin." Cerir, Hz. Osman'a
bağlı Hemedan valisi idi. Anlatıldığına göre orada iken gözünü kaybetmiştir.
Hz. Osman öldürüldüğü zaman Ali'den de Muaviye'den de uzak durdu. Hicretin
ellibirinci senesinde Se-rat'da vefat edinceye kadar Cezire'de yaşadı. Vakidî
böyle demiştir. Hicretin ellidördüncü senesinde veya ellialtmca senesinde
vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. [12]
Mekke ile Medine
arasında fetih senesinde Müslümanlar, kendilerini karşıladıkları zaman babası
ile birlikte Müslüman oldu. Babası olan Ebu Süfyan'm isteklerini geri
çevirdiklerinde babası şöyle demişti: "Eğer Muhammed, benim isteğimi kabul
etmezse, şu çocuğumun elini tutup bilinmez bir yere giderim. Başımı alır
buralardan uzaklaşırım." Böyle dediğini Rasûlullah (s.a.v.) duyunca ona
acıdı ve isteğini kabul edip islâm'a girmelerine izin verdi. Böylece Cafer ve
babası Ebu Süfyan, islâm'a girdiler. Daha önce ise Ebu Süfyan, Rasûlullah
(s.a.v.)'a çok eziyet etmişti. Cafer, bundan sonra Hüneyn gazvesine katılmış
ve o günde cephede sebat edenlerden olmuştu. Allah kendisinden de babası Ebu
Süfyan'dan da razı olsun. [13]
Bedir, Uhud ve Hendek
savaşları ile diğer savaşlara katıldı. Sahabelerin üstün şahsiyetlerindendi.
Rivayete göre o, Cebrail'i Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte Mekaid de Hayber
savaşından sonra sohbet ederlerken görmüştür. Yine o, Beni Kurayza savaşında
Cebrail'i sahabelerden Dıhye'nin suretinde görmüştür. Sahih hadiste sabit
olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Harise'nin Cennet'te Kur'ân okuyuşunu
işitmiştir.
Muhammed b. Sa'd,
Muhammed b. Osman'ın babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Harise
b. Numan, gözlerini kaybetti. Namazgahından evinin kapısına bir ip bağladı.
Bir yoksul ve düşkün onun yanına geldiğinde yanındaki hurmalardan alıp ona
verir, sonra da namazga-hıyla evinin kapısı arasındaki ipe tutunurdu. Böylece
hurmayı düşkün ve yoksul kimsenin eline bizzat koyardı. Aile efradı, kendisine:
"Bırak da senin yerine biz bu işi yapalım." derler, ancak o, onların
bu teklifini kabul etmeyip şöyle derdi: Ben Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu işittim: Düşkün kimseye bizzat elinle yardım etmen, kötü ölümle ölmeye
karşı seni korur." [14]
Cennet'le müjdelenen
on sahabeden biridir. Hz. Ömer'in amcası oğludur. Kızkardeşı de Hz. Ömer'in
zevcesi Atike'dir. Hz. Ömer'in kızkar-deşi Fatıma da, Said'in zevcesidir. Said,
zevcesiyle birlikte Hz. Ömer'den önce Müslüman olmuş ve hicret etmişti.
Sahabelerin önde gelen şahsiyetlerindendi. Urve, Zührî, Musa b. Ukbe, Muhammed
b. îshak, Vakidî ve diğerlerinin ifadesine göre Said, Bedir gazvesine
katılmamıştır. Zira o esnada Rasûlullah (s.a.v.) onu, Talha b. Ubeydullah'la
birlikte Kureyş'in haberlerini araştırmak üzere göreve göndermişti. Bunlar,
Bedir savaşı sonuna kadar görev ifa etmişlerdi. Bedir sonunda geri dönmüşlerdi.
Ancak Rasûlullah (s.a.v.), onlara da Bedir gazvesinden elde edilen ganimetlerden
pay vermiş, onların da Bedir savaşına katılmış gibi sevap kazandıklarını ifade
etmişti.
Hz. Ömer, kendisine
olan yakınlığı yüzünden iltimas yaptığı öne sürülmesin diye onu şura meclisine
katmamıştı. Yoksa o, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Cennet'le müjdelediği on sahabeden
biriydi. Nitekim bu hususta müteaddid sahih hadis varid olmuştur. Hz. Ömer,
onu kendisinden sonra veliahd olarak da tayin etmemişti. O bu halde kalmış ve
nihayet Kûfe'de vefat etmiştir. Medine'de vefat ettiğine dair bir rivayet de
vardır. Sahih olan da budur.
Fellas ile diğerleri
dediler ki: Said., hicretin elli birinci senesinde vefat etmiştir. Elliikinci
senede vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Said, uzun boylu, saçı
gür bir adamdı. Vefat ettiğinde onu Sa'd yıkamıştı. Vefat ettiği Akik
mıntıkasından adamların omuzları üzerinde Medine'ye getirilmişti. Vefat ederken
yetmiş küsur yaşındaydı. [15]
Büyük sahabelerdendir.
Akabe bey'atma katılmış, ancak Bedir savaşma katılmamıştı. Bedir savaşından
sonraki savaşlara katılmıştı. Muaz'la birlikte Ensâr'ın cahiliye devrinde
tapmakta oldukları putları kırmışlardı. Sahih-i Buharf de onun rivayet ettiği
bir hadiste anlatıldığına göre Kadir gecesi, ramazanın yirmiüçüncü gecesidir.
Rasûlullah (s.a.v.),
onu Halid b. Süfyan el-Hüzelî'nin üzerine göndermiş. O da Urene'de Halid'i
öldürmüştü. Rasûlullah (s.a.v.), değneğini ona vermiş ve: "Bu, kıyamet
gününde benimle senin arandaki bir işaret olsun." demişti. Abdullah da vasiyet
etmiş ve vasiyyeti gereğince vefat ettikten sonra değneği kefenine konularak
kendisi ile birlikte mezarına defnedilmiş ti.
İbn Cevzfnin ifadesine
göre Abdullah, hicretin ellibirinci senesinde vefat etmiştir. Başkalarının
anlattığına göre hicretin ellidördüncü senesinde vefat etmiştir. Ellisekizinci
senede vefat ettiğine dair başka bir rivayet te vardır.[16]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Ebu Bekre Naki b. Haris b. Kelde b. Amr b. İlâç b. Ebi Seleme
es-Sakafi. Kadri yüce, büyük bir sahabedir. Asıl adının Mesruh olduğu söylenir.
Kendisine Ebu Bekre denmesinin sebebi, Taif savaşmda bir makaraya takılan ipe
bağlanarak sarkıtıldığı için kendisine makara ile sarkıtılan adam anlamına
gelen Ebu Bekre denilmiştir. Rasûlullah (s.a.v.), Taif savaşında onu ve
Müslümanlara gelip katılan bütün köleleri azad etmişti. Ebu Bekre'nin anası
Sümeyye Ümmü Ziyad'dır. Sümeyye, kardeşi Ziyad'la birlikte Muğire'nin
zina-karhğına şahidlik etmişlerdi. Beraberinde Sehl b. Mabed ile Nefi b. Haris
de şahidlik etmişti. Ancak Ziyad, şahidlik yaparken dili sürçmüş ve bunun
üzerine Hz. Ömer geride kalan üç şahidi iftira haddine çarptırmıştı. Sonra da
tevbe etmelerini istemiş, onlar da tevbe etmişlerdi. Yalnız Ebu Bekre,
şahidliğinde ısrar etmiş, Muğire de: "Ey mü'minlerin emiri, bırakta şu
köleden öcümü alayım." demiş, ancak Hz. Ömer, onu azarlayarak şöyle
demişti: "Sus! Eğer şahidlik tamam olsaydı, seni taşlarınla recm
ederdim."
Ebu Bekre, o
şahidlerin en hayırlısıydı. Fitneden uzak duranlardandı, hicretin ellibirinci
senesinde vefat etti. Başka bir rivayete göre ellinci senede vefat etmiştir.
Elliikinci senede vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Vefatında namazım
Ebu Berze el-Eslemî kıldırmıştı. Rasûlullah (s.a.v.) onu, Ebu Berze ile kardeş
ilan etmişti. [17]
Bu senede mü'minlerin
annesi Meymune binti Haris el-Hilalî'ye de vefat etti. Rasûlullah (s.a.v.),
hicretin yedinci senesinde Umretü'1-Kazâ esnasında onunla evlenmişti.
Meymune'nin kız kardeşi Ümmü Fadl Lübabe binti Haris'in oğlu olan îbn Abbas'm
ifadesine göre Rasûlullah (s.a.v.), ihramda iken Meymune ile evlenmiştir.
Sahih-i Müslim'de sahih olan bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah
(s.a.v.) ile Meymune ihramda değilken evlenmişlerdir. Tirmizî'nin rivayetine
göre Ebu Rafi -Rasûlullah ile Meymune arasında elçilik yapan kişi-, Rasûlullah
ile Meymune'nin ihramda değilken evlendiklerini söylemiştir. Meymune'nin asıl
adı Berre'dir. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), ona Meymune adını takmıştı.
Rasûlullah (s.a.v.), Mekke ile Medine arasında bir yer olan Şerifte onunla
gerdeğe girmişti. Yine Meymune, hicretin elliikinci senesinde aynı yerde vefat
etti. Elliüçüncü senede veya elli altına senede vefat ettiğine dair rivayetler
varsa da meşhur rivayete göre o, ellibirincı senede vefat etmiştir. Vefat
ettiğinde cenaze namazım kaz kardeşinin oğlu Abdullah b. Abbas kıldırmıştır.
Allah onlardan razı olsun. [18]
Süfyan b. Avf el-Ezdî,
bu senede Rum illerine gazaya gitti. Kışı orada geçirdi ve orada da vefat
etti. Kendisinden sonra ordu komutanlığına Abdullah b. Mes'ada el-Fezarî'yi
tayin etti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu senede Rum illerine
gazaya giden ordunun komutanı Büsr b. Ebi Ertat olup Süfyan b. Avf onun
maiyetinde imiş.
Bu senede insanlara
Medine valisi Said b. As, hac cettirdi. Ebu Ma-şer ile Vakidî ve diğerleri
böyle demişlerdir. Yaz mevsiminde de Mu-hammed b. Abdullah es-Sakafi gazaya
gitmiştir. Bu senedeki valiler Önceki senede valilik yapanların aynılarıdır. [19]
Hazreç kabilesinden
olan bu zatın künyesi, Ebu Eyyüb el-Ensâ-rfdir. Bedir gazvesine, Akabe
bey'atına ve diğer gazvelere katılmıştır.
Hz. Ali ile birlikte
Haruriye savaşma da katılmıştır. Rasûhıllah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde onun
evinde misafir olmuş, Mescid-i Nebevfyi ve çevresindeki meskenleri inşa
edinceye kadar bir ay sureyle onun evinde kalmıştır. Mescid-i Nebevî ve
çevresindeki meskenlerin inşaatı tamamlandıktan sonra Rasûlullah (s.a.v.),
Halid b. Zeyd'in evinden ayrılıp kendi evine taşınmıştı. Ebu Eyyüb, Rasûlullah
(s.a.v.)'ı evinin alt katma konuk etmiş, ancak kendisi üstte oturmaktan
sıkılmış ve Rasûlullah (s.a.v.)'dan yukarı kata taşınmasını taleb etmiş,
kendisi de annesiyle birlikte aşağı ineceğini söylemiş, Rasûlullah da onun bu
isteğine olumlu karşılık vermişti.
İbn Abbas'tan
yaptığımız bir rivayette anlatıldığına göre kendisi Basra valisi iken Ebu Eyyüb
oraya gelmiş, kendisi evinden çıkmış ve Ebu Eyyüb'ü konuk olarak evine
yerleştirmişti. Ebu Eyyüb oradan ayrılacağı zaman İbn Abbas, evindeki bütün
eşyaları ona vermiş, ayrıca hediye ve armağanlarla birlikte çok sayıda
hizmetçi, kırk köle ve 40.000 dirhem para vermişti. Bunu da, Ebu Eyyüb'ün
hicret esnasında Rasû-lullah'ı kendi evinde misafir etmiş olmasından dolayı
yapmıştı. O bu hu-. susta en büyük şerefe sahipti. Zevcesi Ümmü Eyyüb,
kendisine: "însanlarm Aişe hakkında söylediklerini duymuyor musun?"
diye sorduğunda o, Hz. Aişe'ye yapılan şeyin iftiradan başka birşey olmadığını
söyleyerek: "Yoksa ey Ümmü Eyyüb, bu işi sen mi yaptın?" demiş.
Karısı da: "Hayır vallahi ben yapmadım." deyince kendisi:
"Vallahi Aişe, senden daha hayırlıdır." diye cevap vermişti. Bunun
üzerine yüce Allah da şu ayet-i kerimeyi inzal buyurmuştu:
"Onu işittiğiniz
zaman, erkek-kadın mü'minlerin kendiliklerinden hüsnü zanda bulunup da:
"Bu apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez
iniydi?" (en-NÛr,
12.)
Ebu Eyyüb el-Ensârî,
Kostantiniyye (İstanbul) surları yakınlarında bu senede (H. 52) vefat
etmiştir. Bu seneden bir sene önce veya bir sene sonra vefat ettiğine dair
zayıf rivayetler de vardır. Kendisi o esnada Yezid b. Muaviye ordusunda
bulunuyordu. Vasiyyetini ona yapmış, bu yüzden de vefat ettiği zaman cenaze
namazım Yezid b. Muaviye kıldırmış ti.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Asım'dan rivayet etti ki, Mekkeli bir adam şöyle demiştir: Ebu Eyyüb'ün
gazaya gittiği zaman ordu komutanı Yezid b. Muaviye idi. Vefat edeceği zaman
Yezid onun yanma gitti. Yezid'e şöyle dedi: "Ben ölürsem insanlara benden
selam söyleyin ve Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işitmiş olduğumu
onlara haber verin:
"Bir kimse
Allah'a hiç birşeyi ortak koşmaksızm Ölürse Allah, onu Cennet'e koyar."
Şimdi siz hemen
harekete geçin ve elden geldiğince beni Rum illerinin derinlerine
götürün," Ebu Eyyüb vefat edince insanlar onun cenazesini Rum illerinin
ileri noktalarına götürdüler.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Zibyan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Eyyüb, Yezid b. Muaviye
ordusuyla gazaya gitti. Onlara şöyle dedi: "Ben ölürsem beni düşman
diyarına götürün ve beni düşmanla karşılaştığınız yerde ayaklarınızın altındaki
yere defnedin. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Bir
kimse Allah'a birşeyi ortak koşmaksızm ölürse Cennet'e girer."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Sereme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Eyyüb el-Ensârî can
çekişirken şöyle dedi: Ben sizden birşeyi gizlemiştim. O şey de, Rasûlullah
(s.a.v.)'dan duymuş olduğum şu sözdür:
"Eğer siz günah
işlemeseydiniz Allah günah işleyen bir kavmi yaratır (onlar günah işler), Allah
da onları bağışlardı."
Bence bu ve bundan
önceki hadisi Yezid b. Muaviye, aşırı derecedeki ümitkarlığa yorumlamış ve bu
sebeple kendisi için hoş karşılanmayan birçok fiiller işlemiştir ki, bunları
ileride onun biyografisinden bahsederken anlatacağız. Doğrusunu yüce Allah
daha iyi bilir.
Vakidî dedi ki: Ebu
Eyyüb, hicretin elliikinci senesinde Rum diyarında vefat etti. Kostantiniye'de
defnedildi. Mezarı oradadır. Rumlar, kıtlığa maruz kaldıkları zaman onun yüzü
suyu hürmetine yağmur yağdırmasını Allah'tan dilerler.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Ebu Eyyüb'ün mezarı Kos-tantiniye surlarmdadır, mezarının
üzerinde bir türbe ve mescid vardır. Ona gayet derecede saygı gösterirler.
Ebu Zür'a
ed-Dımaşkî'nin ifadesine göre Ebu Eyyüb, hicri ellibeşin-ci senede vefat
etmiştir. Ama elliikinci senede vefat ettiğine dair rivayet daha doğrudur.
Doğrusunu Allah bilir.
Ebu Bekir b. Hellad,
Ebu Eyyüb el-Ensârf den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"İki adam mescide
yönelip giderler, orada namaz kılarlar. Bunlardan biri namazı tamamlayıp
döndüğünde namazı diğerininkinden daha ağırdır (Daha fazla sevaba vesile
olur). Diğeri ise namazı kılıp döndüğünde onun kılmış olduğu namaz zerre
ağırlığına denk gelmez. Tabi bu, Öncekinin Allah'ın haramlarına karşı sakıngan
olması ve hayır işlemeye hızla gitmeye tutkun olması durumunda böyle
olur."
Ebu Eyyüb'ten rivayet
olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), kendisine veciz birşeyi öğretmesini
isteyen bir adama cevaben şöyle demiştir:
"Namaz kıldığın
zaman vedalaşırcasma namazı kıl. Özür dilemene sebep olacak bir sözü de
söyleme. İnsanların ellerinde bulunan şeylere sahip olmaktan ümidini kes." [20]
Hicretin elliikinci
senesinde Ebu Musa Abdullah b. Kays b. Süleym b. Hidar b. Harb b. Amir b. Ğazz
b. Bekr b. Amir b. Azr b. Vail b. Naciye b. Cemahir b. Eş'ar el-Eş'arî vefat
etmiştir. Bu zat, kendi beldesinde Müslüman olmuş, Cafer ve arkadaşlarıyla
birlikte Hayber senesinde Medine'ye gelmişti. Muhammed b. İshak'm ifadesine
göre bu zat, önce Mekke'ye hicret etmiş, sonra da Yemen'e hicret etmiştir.
Ancak bu rivayet meşhur değildir. Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Musa'yı Muaz'la
birlikte Yemen'e vali olarak atamıştı. Hz. Ömer de onu Basra valiliğine
atamıştı. Ebu Musa el-Eş'arî, Tüster şehrini fethetmiş, Şam'a bağlı Cabiye'de
Hz. Ömer'in irad ettiği hutbeyi dinlemişti. Hz. Osman da kendi zamanında onu
Kûfe'ye vali olarak atamıştı. Ebu Musa, Ali ile Muaviye arasında hakemlik yapan
iki kişiden biridir. Hakemler bir araya geldiğinde Amr b. As, Ebu Musa'ya hile
yapmıştı. Ebu Musa, sahabelerin kurra ve tikıh-çılanndandı. Sahabeler arasında
kendi zamanında sesi en güzel olan kişiydi. Ebu Osman en-Nehdî, bu hususta
şöyle demiştir:
"Ebu Musa'nın
sesi kadar güzel bir zil, ud ve zurna sesi işitmiş değilim. Sahih hadiste sabit
olduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), bu hususta şöyle buyurmuştur: "Buna
(Ebu Musa'ya), Davud ailesinin zurnalarından bir zurna verilmiştir."
Hz. Ömer, Ebu Musa'ya:
"Ey Ebu Musa, bize Rabbimizi hatırlat." der, O da onlara Kur'ân-ı
Kerîm okur, onlar da dinlerlerdi.
Şa'bî dedi ki: Hz.
Ömer vasiyetinde "Atadığım valilerden hiçbiri, bir seneden fazla görevde
bırakılmasın. Sadece Ebu Musa dört yıl süreyle görevde bırakılsın." diye
yazmıştı.
"El-Muntazam"
adlı eserde îbn Cevzî'nin ifadesine göre Ebu Musa, hicretin elli ikinci
senesinde vefat etmiştir. Bu, bazılarının da görüşüdür. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Ebu Musa, elli birinci senede vefat etmiştir^ elli dördüncü
senede vefat ettiğine dair bir kavil de vardır. Başka senelerde vefat ettiğine
dair zayıf rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir.
insanlar, hakem
olayından sonra uzlete çekildikleri zaman Ebu Musa, Mekke'de vefat etti. Başka
bir rivayete göre ise o, Kûfe'ye iki millik mesafedeki Sevbe mıntıkasında
vefat etmiştir. Kısa boylu, nahif bedenli ve sakalsız bir kimseydi. Allah
ondan razı olsun. [21]
Bu zat, binek
bulamayıp savaşa katılamadığı için ağlayan sahabelerdendir. Hz. Ömer
tarafından insanlara dini hükümleri öğretmeleri amacıyla Basra'ya gönderilen on
kişiden biridir. Fethedildiği zaman Tüster'e giren ilk Müslümandır. Buharî'nin
sahih bir rivayetine göre Müsedded, Abdullah b. Muğaffel'in hicri elli yedinci
senede vefat ettiğini söylemiştir. İbn Abdi'1-Berr ise, onun hicri altmışına
senede vefat ettiğini söylemiştir. Başkaları onun hicri altmışbirinci senede
vefat ettiğini söylemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
Rivayet olunduğuna
göre Abdullah b. Muğaffel rüyasında kıyametin koptuğunu ve bir mekanın
bulunduğunu, o mekana ulaşan kimsenin kurtuluşa erdiğini görünce kendisi de
oraya ulaşmaya çabalamış, kendisine: "Yanında dünya malı olduğu halde sen
kurtuluş mekanına ulaşmaya mı çalışıyorsun?" denilmiş, kendisi de uykudan
uyanınca içinde bol miktarda altın bulunan bir zenbilinin yanına gitmiş, sabah
olmadan o zenbil'deki altınları düşkünlere, muhtaçlara ve yakınlarına dağıtmıştır.
Allah kendisinden razı olsun. [22]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: înıran b. Husayn b. Ubeyd b. Halef
ecid el-Huzaî. Ebu Hüreyre'yle birlikte Hayber senesinde Müslüman olmuş,
gazvelere katılmıştır, sahabelerin önde gelen şahsiyetle-rindendir. Abdullah b.
Amir, onu Basra kadılığına tayin etmiş, orada kadılık yapmış, sonra görevden
affını dileyince Abdullah onu bu görevinden affetmişti. Bu senede vefat
edinceye kadar Basra'da ikamet etmişti. Hasan ile İbn Şirin el-Basrî, onun
hakkında şöyle demişlerdir: "Basra'ya ondan daha hayırlı bir süvari
gelmedi. Melekler, ona selam verirlerdi. Vücudunun bir yerini tedavi maksadıyla
dağladığında meleklerin selamı ondan kesildi. Sonra ölümüne kısa bir süre kala
tekrar melekler ona gelip selam vermeye başladılar." Allah ondan ve
babasından razı olsun. [23]
Kıymetli bir
sahabedir. Onun hakkında hacla ilgili olarak fidye ayeti nazil olmuştur. Bu
senede vefat etmiştir. Bu seneden bir sene önce yetmiş beş veya yetmiş yedi
yaşındayken vefat ettiğini söyleyenler de vardır. [24]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Muaviye b. Cefne b. Hadic b. Cefne b. Katire el-Rindi el-Holani
el-Mısrî. Birçok kimsenin kavline göre göre bu şahıs sahabedir. İbn Hibban ise,
bunun tabiilerden olduğunu söylemiştir. Sıka ravilerdendir. Ama birinci görüş
sahihtir. Yani sahabedir. Mısır'ın fethine katılmıştır. İskenderiye fethi için
Hz. Ömer'e gelmişti. Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'le birlikte Berberiler
savaşma katılmıştı. Q savaşta gözünü yitirmişti. Mağrib ülkelerinde birçok
savaşlara katılmış ve komutanlık yapmıştı. Hz. Ali'nin halifeliği döneminde
Mısır'da Hz. Osman taraftarlığım yapmıştı. Hz. Ali'ye hiç bey'at etmemişti.
Muaviye b. Ebi Süfyan, Mısır'ı ele geçirdiğinde ona ikramda bulunmuş, Abdullah
b. Amr b. As'tan sonra onu Mısır'a vali olarak atamıştı. Abdullah,babası Arar
b. As'tan sonra, Mısır'da iki sene valilik yapmış, sonra Muaviye onu görevden
azlederek yerine bu zatı, yani Muaviye b. Hadic'i atamıştı. Muaviye, bu senede
vefat edinceye kadar Mısır'da kalmıştı. [25]
Bu zat, oğlak ve diğer
kurbanları kesip parçalamakta ün yapmış bir kimseydi. Akabe bey*atma, Bedir
gazvesine ve diğer gazveler katılmıştı. Mekke fethi gününde Beni Harise
kabilesinin bayraktarlığını yapmıştı. Allah ondan razı olsun. [26]
Bu senede Abdurrahman
b. Ümmü Hakem, Rum illerine gazaya gitti ve kışı orada geçirdi. Yine bu senede
Müslümanlar, Cüdane b. Ebi Ümeyye komutasında Rodos'a giderek orayı
fethetmişler ve Müslümanlardan bir grup orada ikamete başlamışlardı, ki
kafirlere karşı son derece katı davranmışlardı. Denizde yollarını kesiyor, onlara
güçlükler çıkarıyorlardı. Muaviye, bu gruba bol miktarda erzak ve bağış gönderiyordu.
Bunlar, Franklara karşı son derece tedbirli idiler. Rodos'taki bir kalede
gecelerini geçiriyorlar di. Orada çeşitli ihtiyaçlarım karşılayacak malları,
binekleri ve teçhizatları vardı. Denizde gözcüleri vardı. Düşman yaklaştığında
bunu kendilerine haber veriyorlardı. Bu durum, Yezidin, babası Muaviye'den
sonra tahta geçişine kadar devam etti. Ye-zid tahta geçince bunları Rodos
adasından başka yere gönderdi. Müslümanların bu adada çok miktarda malları ve
büyük meblağda ziraatleri vardı.
Bu senede Medine
valisi Said b. As, insanlara hac cettirdi. Ebu Ma-şer ile Vakidî böyle
demişlerdir.
Bu senede Cebele b.
Eyhem el-Gassanî vefat etti. Bu zatın biyografisi sonraki bölümde gelecektir.
Bu senede Rebi b.
Ziyad el-Harisî vefat etti. Bu zatın sahabe olup olmadığı hususunda ihtilaf
edilmiştir. Rebi, Ziyadin Horasan'daki valisi idi. Hicr b. Adiyi hatırladığında
ona acımış, üzülmüş ve sonra da şöyle demişti: "Vallahi Araplar, onun için
ayaklansalardı o hapsedilip de öl-dürülmezdi. Ancak Araplar, onun bu haline
razı oldular ve alçaldılar." Cuma günü olunca minber üzerinde Allah'a dua
ederek vefat ettirilmesini diledi ve ertesi cumaya kadar yaşamadı. Yerine oğlu
Abdullah b. Rebi'i vali olarak atadı. Ziyad da bu atamayı onayladı. Bundan iki
ay sonra da kendisi vefat etti. Bunların yerine Horasan'a Halid b. Abdullah
el-Hanefi geçti. Ziyad, bu yönetim değişiklikliğini de onayladı. [27]
Kadri yüce bir sahabe
olup Mısır fethine katılmıştır. Mağrib ülkesinin fethi hususunda büyük
yararlılıkları olmuştu. Mısır valisi Mesleme *>• Muhalled'in kaymakamı
olarak Berka şehrinde vefat etmişti.
Bu sene, Ziyad b. Ebi
Süfyan da vefat etti. Kendisine Ziyad b. Ebihi, Ziyad b. Sümeyye de denilirdi.
Sümeyye, onun annesinin adıdır. Ziyad, bu senenin ramazan ayında çarpılmış
olarak öldü. Bunun sebebi de şuydu: Ziyad, Muaviye'ye bir mektup yazarak şöyle
demişti: "Ben sol elimle Irak'ı senin için ele geçirdim. Ama sağ elim
boştur. Durumumu göz önünde bulundur." Böyle demekle o, Hicaz mıntıkasının
da kendisine verilmesini istemişti. Hicazlılar, bu mektuptan haberdar olunca
Abdullah b. Ömer'e giderek Ziyad'm bu isteğini bildirdiler ve şikayetçi oldular.
Ziyad'ın başlarına vali olarak atanması halinde, Iraklılara zulmettiği gibi
kendilerine de zulmedeceğinden korktular. İbn Ömer, kalkıp kıbleye yöneldi.
Ziyad'a beddua etti. O, bu yüzden çok sıkıntıya düştü. Kadı Şureyh'e giderek
elini kestirmek istediğini söyledi ve bu hususta düşüncesini sorunca Şureyh,
ona şöyle dedi: "Elini kestirmeni uygun görmüyorum, eğer kısa bir süre
sonra ecelin gelecek olursa eli kesik olarak Allah'ın huzuruna çıkmış olursun.
Onun huzuruna çıkmaktan korktuğun için elini kesmiş olursun. Ama daha uzun süre
yaşayacak isen insanlar arasında eli kesik olarak dolaşırsın. Bu sebeple
çocukların da utanır." Şureyh, böyle diyerek Ziyad'ı, elini kesmekten men
etti. Ziyad'm yanından çıktığında insanlardan bazıları elini kestirmesinden
men ettiği için Şureyh'i kınadılar ve: "Bıraksaydm da elini
kesseydi." dediler. Bunun üzerine Şureyh şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.):
"Kendisine danışılan kişi güvenilir kişidir." dedi.
Anlatıldığına göre eli
çarpılan Ziyad şöyle demişti: 'Taun bir yatakta olduğu halde ben hasıl
uyurum." Böyle deyip elini kestirmeye karar vermişti. Ancak demirler ve
dağlama aletleri getirildiğinde korkmuş ve elini kestirmekten vazgeçmişti.
Anlatıldığına göre içinde hissettiği hararetten kurtarılması ve tedavi
edilmesi için yanına 150 tabib getirmişti. Bunlardan üçü, Kisra b. Hürmüz'ün
tabibleriydiler. Ancak kaçınılmaz kaderi ve kesin ilahi hükmü savmaya güç
yetiremeyip aciz kaldılar. Bu yüzden Ziyad da bu senenin yani hicri elliüçüncü
senenin ramazan ayının üçüncü gününde öldü. Ziyad, beş yıl süreyle Irak valiliği
yapmıştı. Ölünce Küfe dışındaki Sevbe mıntıkasında defnedilmişti. Ölmeden
önce Kûfe'den çıkıp Hicaz'a vali olarak gitmek istemiş, bu sebeple yola çıkmış,
ancak Kûfe'ye yakın bir yer olan Sevbe'de ölmüştü. Ölüm haberini duyan Abdullah
b. Ömer de demişti: "Haydi güle güle ey Sümeyye 'nin oğlu! Ne dünya sana
kaldı, ne de ahireti elde edebildin."
Ebu Bekir b. Ebu
Dünya, Abdurrahman b. Saib el-Ensârî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ziyad, Kûfelileri topladı. Mescid, mescidin avlusu, hükümet konağı insanlarla
dolup taştı, onları toplanmasının sebebi, Hz. Ali'ye bir haksızlık yapmış
olmadığını onlara açıklamak içindi. O esnada ben bir ara uykuya dalar gibi
oldum. Uzun boyunlu deveyi andıran, gür saçlı, dudakları aşağıya sarkık bir
yaratık gördüm. Ona:
- Sen nesin?diye
sordum, o da şöyle cevap verdi:
- Eleştiriciler uzun
boyunludurlar. Ben şu köşkün sahibine gönderildim.
Ben de ürküntü içinde
ayıldım ve arkadaşlarıma:
- Benim gördüğümü siz
de gördünüz mü? diye sordum. Onlar:
- Hayır, deyince
durumu kendilerine anlattım. O esnada köşkten
bir adam dışarı çıkıp
bizlere şöyle seslendi:
- Vali bey buradan
çekip gitmenizi, şu anda meşgul olduğunu, size
hitap edemeyeceğini
söylüyor.
Sonra da valinin
çarpılmış olduğunu gördük.
îbn Ebu Dünya'nın
rivayetine göre Ziyad, Kûfe'ye vali olarak atandığında şehrin en abid
kişisinin kim olduğunu sormuş, ona Ebu Muğire el-Himyerî adındaki bir adamı
tarif etmişler, o da Ebu Muğire'nin yanına gitmiş ve ona şöyle demiş:
- Evinden dışarı
çıkma, sana dilediğin kadar mal vereyim.
- Dünyanın mülkünü de
bana versen cemaatle namaz kılmak amacıyla evden mutlaka dışarı çıkacağım.
- Cemaate devam et,
ama hiç kimseye birşey söyleme.
- İyiliği emretmekten,
kötülüğü men etmekten vaz geçemem. Bunun üzerine Ziyad, emir vererek Ebu Muğire
el-Himyeifnm boynunu vurdurttu.
Ziyad vefat edeceği
zaman oğlu kendisine şöyle dedi:
- Babacığım, senin
için elbise hazırladım, defnedeceğim.
- Ey oğulcuğum! Bana
ölüm yaklaşmıştır. Ölüm elbisesi, benim için senin bu elbiselerinden daha
hayırlı da olabilir, daha çabuk bir yağmalanma da olabilir. Bu, garip bir
ifadedir. [28]
Bu sahabenin soy
kütüğü şöyledir: Sa'sa'a b. Naciye b. Affan b. Mu-hammed b. Süfyan b. Mücaşi b.
Darim. Hem cahiliye döneminde, hem de İslâmiyet döneminde lider bir kişiydi.
Anlatıldığına göre o, cahiliye döneminde doksan altı, 360 ya da 400 kız
çocuğunun diri diri toprağa gömülmesine engel olmuştur. Müslüman olduğu zaman
Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demişti: "Bu yaptığının sevabı sana
verilmiştir. Çünkü Allah, İslâm'a girmen için sana lütufta bulunmuştur."
Rivayete göre
Sa'sa'a'mn diri diri toprağa gömülmekten kurtardığı ilk kızın hikayesi
şöyledir: Sa'sa'a'mn iki devesi kaçıp kaybolmuşlardı. Onları aramaya çıkmıştı.
Şimdi de hikayeyi kendisinden dinleyelim: "Geceleyin yolda gitmekte iken
bazen ışık veren, bazen da işiği görünmez olan bir ateş gördüm. Ateşe doğru
yöneldim, ama bir türlü yolunu bulamadım, şöyle dua ettim: "Allah'ım, eğer
beni şu ateşe ulaştırırsan ateşin sahibinde bir zulüm ve haksızlık gördüğüm takdirde
o zulüm ve haksızlığı gidermeye söz veriyorum." Böyle dua ettikten sonra
yürümeye devam ettim, nihayet ateşin bulunduğu yere vardım. Ateşin yanı başında
ateşi tutuşturmakta olan yaşlı bir adam, bir de yanında toplanmış birkaç kişi
vardı. Onlara hitaben: "Siz necisiniz?" diye sordum. Onlar da:
"Şu kadın üç günden beri bizi burada yolumuzdan etti, alıkoydu. Sancı
çekiyor, ama bir türlü doğuramıyor." dediler. Ev sahibi ihtiyar adam da
bana şöyle sordu:
- Senin işin nedir?
- Kaybolmuş iki devemi
arıyorum.
- Onları ben buldum.
Develerin, develerimizin arasındadır. Bineğimden indim, yanlarına oturdum.
Oturur oturmaz kadınlar:
"Kadın
doğurdu." dediler. Yaşlı adam da şöyle cevap verdi:
- Eğer doğan çocuk
erkekse haydi bakalım yolumuza devam edelim. Eğer kız ise sakın onun sesini
bana işittirmeyin. Ben de ihtiyar adama şöyle dedim:
- Çocuğunu niçin
öldüreceksin? Oysa onun rızkını Allah veriyor.
- Kız çocuğuna
ihtiyacım yok.
- Çocuğunu öldürme,
onun fidyesini ben sana ödeyeyim, ancak kızı yanında bırakayım. Senin yanında
büyüsün.
- Ne kadar fidye
vereceksin?
- Senin yanında
bulunan develerimden birini sana vereceğim.
- Hayır.
- Öyleyse ikise de
senin olsun.
- Hayır, ancak şu
bindiğin deveni de bana verirsen olur. Çünkü bu deveni genç ve rengi güzel bir
deve olarak görmekteyim.
- Tamam, öyle olsun.
Ancak beni evime ulaştırman şartıyla bu devemi de sana veriyorum.
- Olur.
Yanlarından ayrılıp
çıktığımda bu yaptığımın Allah tarafından bana lütfedilen bir nimet olduğunu
gördüm ve her nerede diri diri gömülecek bir kız görürsem mutlaka onun
fidyesini ödeyeceğime Allah'a söz verdim, islâmiyet gelinceye dek, ben
doksanaltı kız çocuğunu diri diri toprağa gömülmekten kurtarmış oldum. Zaten
bunun haram olduğunu Kur'ân-ı Kerîm ayeti de bildirdi." [29]
Arap Hristiyanlarmın
hükümdarı idi. Soy kütüğü şöyledir: Cebele b. Eyhem b. Cebele b. Haris b. Ebi
Şimr. Ebu Şimr'in asıl adı Münzir b. Haris'tir. Münzir de iki küpeli Mariye'nin
oğludur. Babası Salebe b. Amr b. Cefhe'dir. Cefne'nin asıl adı ise, KsJb Ebu
Amir b. Harise b. îmru'1-Kays'tır. Mariye ise, Erkam b. Salebe b. Amr b.
Cefne'nin kızıdır. Cebele'nin soy kütüğü hakkında başka rivayetlerde bulunanlar
da vardır. Cebele'nin künyesi, Ebu Münzir el-Gassanî el-Cefnf dir. Gassan hükümdarı
idi. Gassanlılar, Heraklius zamanındaki Arap Hristiyanlarıy-dılar. Gassanlılar,
Evs ve Hazredi bütün Ensârîlerin amcazadeleridirler. Cebele, Gassanlıların son
hükümdarıydı. Rasûlullah (s.a.v.), îslâm-'a davet ederek ona Şüca b. Vehb'le
birlikte bir mektup göndermişti. Bunun üzerine Cebele Müslüman olmuş, Müslüman
olduğunu bir mektupla Rasûlullah (s.a.v.)'a arzetmişti. İbn Asakir'in
ifadesine göre ise Ce-bel'e asla Müslüman olmamıştı. Vakidî ile Said b.
Abdülaziz de bunu açıkça ifade etmişlerdir. Ancak Vakidî şöyle demiştir:
"Hz. Ömer zamanında Cebel'e Rumlarla birlikte Yermük savaşma katılmıştı.
Daha sonra Hz. Ömer'in zamanında Müslüman olmuştu."
Şam'da iken Cebele,
Müzeyneli bir adamın abasına basmış, Müzey-neli adam da onu tokatlamıştı.
Cebele'nin adamları, Müzeyneli adamı tutup Ebu Ubeyde'ye götürdüler ve:
- Bu adam Cebele'yi
tokatladı, dediler. Ebu Ubeyde de:
- Cebele de onu
tokatlasın, dedi. Adamları şöyle karşılık verdiler:
- Yani bu adam
Cebele'yi tokatladığı için öldürülmeyecek mi?
- Hayır.
- Eli kesilmeyecek mi?
- Hayır. Cenâb-ı
Allah, ancak kısasa kısası emretmiştir. Cebele, bu olay üzerine şöyle dedi:
- Benim kendi yüzümü,
Medine taraftarlarından gelen vn Müzeyneli adamın yüzüne denk tutacağımı mı
sanıyorsunuz? Bu ne kötü bir dindir.
Böyle dedikten sonra
tekrar Hristiyanlığa geçti ve ailesiyle birlikte Şam'dan ayrılıp Bizans'a
gitti. Hz. Ömer, bunu duyunca çok üzüldü ve Hassan da kendisine şöyle dedi:
"Dostun Cebele İslâm'dan irtidat etti." Hz. Ömer: "İnna lülah ve
inna ileyhi raciun" dedi. Sonra Hassan, Cebele'nin niçin İslâm'dan
irtidat ettiğini sordu. Hz. Ömer: şöyle cevap verdi:
- Müzeyneli bir adam
onu tokatladığı için İslâm'dan irtidat etti.
- iyi ki tokatlamış,
onun müstahakıdır.
Hassan'm böyle demesi
üzerine Hz. Ömer, kalkıp Hassan'a bir kırbaç vurmuştu."
Ibn Kelbî ile
diğerlerinin rivayetlerine göre Hz. Ömer, Cebele'nin Müslüman olduğunu duyunca
sevinmiş, sonra onu görmek için Medine'ye davet etmişti. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ise Cebele'nin kendisi Medine'ye gelip Hz. Ömer'i ziyaret
etmek için izin istemiş, Hz. Ömer ona izin vermiş. Cebele de kavminden 150 veya
500 süvari ile birlikte Medine yoluna koyulmuştu. Hz. Ömer de ,Medine'den
birkaç konak ötede ona hediyelerini takdim ettirip kendisini karşılatmıştı.
Cebele'nin Medine'ye girişi önemli bir gün olmuştu. Şehre girdiğinde atlarının
boyunlarına altın ve gümüşten gerdanlıklar takmış, kendisi de başına inci ve
cehverlerle işlenmiş murassa bir tac koymuştu. Tacında ninesi Mariye'nin
küpeleri de vardı. Kadınıyla erkeğiyle bütün Medine halkı ona bakmak için
evlerinden dışarı çıkmışlardı. Cebele, Hz. Ömer'e selam verdiğinde Hz. Ömer
selamım almış, ona hoş geldin demiş, yanına oturtmuştu. Cebele, bu senede Hz.
Ömer'le birlikte haccetmişti. Ka'be'yi tavaf ederken Fezare oğulları kabilesinden
bir adam, onun ihramına basmış, ihramı çözülmüştü. Bu yüzden Cebele de elini
kaldırıp ihramına basan adamı yumruklamış ve burnunu ezmişti. Bazılarına göre
adamın gözünü çıkarmıştı. Fezareli adam, Cebele'yi Hz. Ömer'e şikayet etmişti,
şikayete giderken beraberinde kabilesinden birçok adamı da götürmüştü. Bunun
üzerine Hz. Ömer, Cebele'yi huzura çağırmış, Cebele gelip suçunu itiraf
etmişti. Hz. Ömer de ona kısas tatbik edeceğini söyleyince Cebele şöyle
itirazda bulunmuştu:
- Nasıl olur? Ben bir
hükümdarım. Hasmım ise halktan bir adam?
- İslâmiyet, seninle
onu eşit kılmıştır. Sen, takva dışında başka hiçbir cihetten ona üstün
olamazsın.
- Ben, İslâm'a
girdiğim takdirde cahiliye döneminden daha çok yüksek bir makama
ulaşabileceğimi sanıyordum.
- Bırak bunları, eğer
adamı razı etmezsen onun için sana kısas tatbik edeceğim.
- Öyleyse ben de
Hristiyanlığa dönerim.
- Hristiyanlığa
dönersen, boynunu vururum. Cebele, kendisine had tatbik edileceğini görünce:
- Bu gece düşüneceğim,
bana mühlet tanı, dedi ve Hz. Ömer'in yanından ayrılıp gitti. Gece karanlığı
bastırınca kavmi ve kendisine uyan kimselerle birlikte harekete geçti, önce
Şam'a, sonra Bizans'a gitti. He-raklius'un yanına, Kostantiniye şehrine vardı.
Heraklius, onu hoş karşıladı ve ona birçok şehirleri ikta olarak verdi. Ayrıca
bol miktarda erzak da verdi. Güzel hediyeler takdim etti ve onu geceleri
sohbet meclisinde bulunmak üzere yanında tuttu. Uzun süre Heraklius'un yanında
kaldı.
Hz. Ömer, daha sonra
Heraklius'a Cüsame b. Müsahik el-Kinanî adındaki biri ile bir mektup gönderdi.
Hz. Ömer'in mektubu Heraklius'a ulaştığında, Heraklius, mektubu getiren elçiye
şöyle dedi:
- Amcan oğlu Cebele
ile görüştün mü?
- Hayır.
- Git onunla görüş.
Elçi Cüsame b.
Müsahik, gidip Cebele ile görüştü, onun refah ve dünya serveti içinde zevku
safa sürdüğünü, güzel elbiseler giyindiğini, güzel yataklarda yattığım,
konforlu bir mecliste oturduğunu, rahat olduğunu; çevresinde cariyeler, güzel
hizmetçiler, şarkıcı kadınlar bulunduğunu; nefis yiyecekler ve leziz içecekler
yiyip içtiğini, İslâm diyarına karşılık küfür diyarında kaldığını görmüştü. Onu
İslâm'a dönüp tekrar Şam'a gelmeye çağırdı, ancak Cebele şöyle dedi:
- Ben mürted olduktan
sonra nasıl Şam'a geri döner, nasıl tekrar Müslüman olurum. Bu mümkün müdür?
- Evet mümkündür.
Çünkü Eş'as b. Kays, İslâm'dan irtidat etti. Müslümanlarla savaştı. Tekrar
hakka döndüğünde Ebu Bekir, onun islâm'a girmesini kabul etti ve kız kardeşi
Ümmü Ferve'yi onunla evlendirdi.
Ancak Cebele, bu
sözlere aldırış etmeyip kendini yemeye, içmeye verdi. Elçi Cüsame b. Musahik'a
içki ikram etti, ancak Cüsame içmedi. Cebele'nin kendisi çok mimarda içki içti,
nihayet sarhoş oldu, sonra yanındaki şarkıcı cariyelere ;mir verdi onlar da ud
çalarak şair Hassan'm şu şiirini ona okudular. Şair Hassan, şiirinde Gassanlı
amcazadelerini övüyordu. Şiir, Cebele'nin babasıyla ilgiliydi:
"İlk zamanlarda
Şam'da birgün kendilerine nedimelik yaptığım, içki sofralarında bulunduğum
topluluğun Allah hayrım versin.
Onlar Cefne evladı
idiler. Dedelerinin mezarının çevresinde oturuyorlardı. Faziletli, âlicenâb
İbn Mariye'nin mezarı çevresinde duruyorlardı.
Parlak gülün suyundan
içiyorlardı.
Serin bir su ki,
Selsebil ırmağından gelen suyu andırıyordu.
Parlak yüzlü, âlicenâb
ve soylu kimseler idiler. Birinci kaliteden olan şahin burunlu idiler.
Köpekleri havlayıncaya kadar gece yarılarını buldular.
Kendilerine yönelen
gece karanlığını hesaba katmıyor ve sormuyorlardı."
^ Cariyelerin bu
şarkıları Cebele'nin hoşuna gitti. Sonra elçi Cüsa-me'ye şöyle dedi: "Bu,
Hassan b. Sabit el-Ensârf nin biz ve mülkümüz hakkında söylediği bir şiirdir.
Sahi Hassan ne durumda?" Ben do dedim ki: "Ben gelirken o yaşlı, âmâ
bir adamdı." Bundan sonra Cebele, yanındaki şarkıcı cariyelere:
"Beni neşelendirin." dedi. Onlar da yine Hassan'm bir şarkısını
okumaya başladılar:
lermük'ün üst
taraftarıyla Samman arasındaki Muğan mevkiin-
e diyar kimler için
ıssız kaldı? Belamis ve Seka köyleri, alçalan köşkler
Çındır. Durun ey
Casım! Safer vadileri, kabilelerin ve cariye çocuklanaçlarım karşılar. Şu
köşeleri ulu aziz diyarlar, insanlarla dolup atıktan sonra çoraklaşıp değişti.
116
Mesih, şu kilisede dua
etti. Keşiş ve Ruhbanlar burada dua ettiler.
Bu da zaman içinde
Cefhe oğullarının ihtiyacını karşıladı, ancak zamanların peş peşe gelip
geçmesi bunu yok etti.
Tac sahibinin yanında
meclis ve mekanın vardır. Sağlam hak burada bana gösterilmiştir.
Anaları ağlasın! Ben
de onların analarını Haris el-Holanî'ye çöktükleri günde ağlattım. îş açığa
çıkmak üzeredir. Çocuklar, mercandan yapılan taçların tanelerini çabucak ipe
geçirip diziyorlar."
Sonra Cebele şöyle
dedi: "Bu şiir de îbn Feria'nm (yani Hassan b. Sabit'in) biz, bizim
mülkümüz, evlerimiz ve Dımaşk'a bağlı Guta taraflarındaki diyarımız hakkında
söylediği bir şiirdir." Bundan sonra Cebele uzun uzadıya sustu, sonra da
cariyelerine: "Beni ağlatın." dedi. Onlar da udlarını bırakıp
başlarını önlerine eğerek şöyle bir şiir okudular:
"Bir tokatın
utancı yüzünden şerjfli kimseler Hristiyan oldular. Eğer sabretselerdi, bunda
onlar için zarar olmazdı
O esnada inat ve gurur
beni çevreledi. Ben de sağlara gözü, kör göze değiştim.
Keşke anam beni
doğurmasaydı ve keşke Ömer'in bana yaptığı tavsiyeye uysaydım.
Keşke çölde deve
gütseydim.
Rabia ya da Mudar
oğulları kabilesinde esir olsaydım.
Şam'da en düşük bir
geçimle geçinebilseydim.
Gözlerimi ve
kulaklarımı kaybetmiş olarak kendi milletimin arasında yaşasaydım.
Onların bağlı
oldukları şeriata bağlı kalsaydım.
Büyük bir dal,
bakarsın ki sayılamayacak derecede mal ve servet olmuştur."
Cebele bu şarkıyı dinledikten
sonra elini yüzüne kapatıp, ağlamaya başladı. Öyle ki göz yaşları sakalını
ıslattı. Ben de onunla birlikte ağladım. Sonra 500 Bizans altım getirilmesini
emretti. Getirdiler, altınları bana verdi ve: "Bunları Hassan b. Sabit'e
ulaştır", dedi. 500 altın daha getirilmesini emretti, altınlar getirildi.
"Bunlar da senin." dedi. Ben ona şöyle dedim: "Benim bu
altınlara ihtiyacım yok. Ayrıca senden hiçbirşey almayı kabul etmem. Çünkü sen
İslâm'dan irtidat etmişsin."
Anlatıldığına göre
elçiye vermek istediği ikinci 500 altını da Has-san'm 500 altınına eklemiş,
böylece Hassan b. Sabit'e 1000 Bizans altını göndermiştir ve elçiye de Hattab
oğlu Ömer'e ve diğer Müslümanlara benden selam söyle, demişti.
Elçi Cüsame diyor ki:
Hz. Ömer'in yanma vardığımda Cebele'nin durumunu ona anlattım. Hz. Ömer, bana
şöyle sordu:
- Sen onun içki
içtiğini gördün mü?
- Evet.
- Allah, onu
rahmetinden uzaklaştirsin. O, dünyayı ahirete değiştiriyor, bu ticareti de
karlı bir ticaret olmamıştır. Hassan'a ne gönderdi?
- 500 Bizans altım
gönderdi.
Hz. Ömer, Hassan'ı
çağırdı ve Cebele'nin gönderdiği altınları ona teslim etti. Hassan da altınları
teslim alıp şöyle bir şiir okudu:
"Topluluklardan
geriye kalan Cefhe oğulları, ataları kınayarak ikram etmediler.
Şam'da iken dahi beni
unutmadı. Hayır o, Bizans'ta Hristiyan oldu.
Bol miktarda bağış
verir ve verdiği kimseyi de görmez. Ancak mahrum kimseye verilen bağış gibi
bağış verir.
Birgün ona gittim.
Meclisinde beni yakınında oturttu. İçti ve bana da kötü içkiden doyasıya
içirdi."
Sonra hicretin
elliüçüncü senesinde Muaviye, Abdullah b. Mes'ade el-Fezarî'yi Bizans
hükümdarına elçi olarak gönderdi. Abdullah da, Cebele b. Eyhem'le görüştü.
Onun dünyevi saadet içinde, mal ve mülk sahibi bir kimse olduğunu, etrafında
hizmetçilerle cariyeler bulunduğunu, bol miktarda at ve altına sahip olduğunu
gördü. Cebele, ona şöyle dedi: "Muaviye'nin, menzillerimizin bulunduğu
Besine arazisini ve Dı-maşk'm Gutasma bağlı yirmi köyü bana ve grubuma ikta
olarak vereceğini, bize güzel armağanlar sunacağını bilsem Şam'a geri
gelirim."
Abdullah b. Mes'ade de
gidip Muaviye'ye Cebele'nin bu sözünü nakletti. Muaviye de: "Olur, bu
istediklerini kendisine veririm." dedi ve bu hususta bir mektup yazarak
Cebele'ye teslim etmesi için ulağına verdi. Ancak ulak ona ulaşamadan Cebele bu
sene içinde vefat etti. Allah, onu kahretsin. Bu haberleri
"el-Muntazam" adlı eserde Şeyh Ebu'l Ferec îbn Cevzî anlatmış ve onun
hicri elliüçüncü senede öldüğüne dair tarih düşürmüştür.
Hafız Ibr Asakir de
tarihinde, Cebele'nin biyografisini uzun uzadıya güzel bir şekilde anlatmış,
biyografisinin sonunda da şöyle demiştir: Bana ulaşan bir habere göre Cebele,
Muaviye'nin halifeliği döneminde Kum diyarında hicretin kırkıncı senesinden
sonra ölmüştür." [30]
Bu senede Muhammed b.
Malik, kışı Rum diyarında geçirdi. Maan b. Yezid es-Sülemî de yazın gazaya
gitti.
Bu sene Muaviye, Said
b. As'ı Medine valiliğinden aldı, yerine Mervan b. Hakem'i tayin etti.
Mervan'a da Said b. As'ın Medine'deki evini yıkmasını ve Hicaz'daki mallarını
tasfiye etmesini bildiren bir mektup gönderdi. Bu mektubu alan Mervan, yıkmak
üzere Said'in evine gitti. Said, ona şöyle dedi:
- Evimi yıkmamalısm.
- Mü'minlerin emiri,
yıkmam için bana mektup gönderdi. Eğer sen vali iken evimi yıkman için sana
mektup göndermiş olsaydı, sen de evimi yıkardın. Bunun üzerine Said, kalkıp
Medine valiliği zamanında Muaviye tarafından kendisine Mervan'm evini yıkıp
mallarını tasfiye etmesini istediğine dair göndermiş olduğu mektubu çıkarıp
gösterdi. Ancak kendisinin Muaviye'ye karşı çıkarak Mervan'ı savunduğunu ve
Muaviye'yi bu fikrinden v az geçirdiğini söyledi. Mervan, Said'in elindeki
mektubu görünce evini yıkmaktan vazgeçti ve Muaviye'ye karşı onu savundu,
Muaviye bu fikrinden vazgeçti. Said'in evinde kalmasına ve mallarım elinde
tutmasına razı oldu. Bu senede Muaviye, Basra valisi Semüre b. Cündüb'ü
görevinden aldı. Onu, Basra'ya Ziyad tayin etmiş, Muaviye de onun Basra
valiliğini onaylamış, böylece Basra'da altı ay daha valilik yapmıştı. Basra
valiliğinden azledilen Semüre'nin yerine Abdullah b. Amr b. Gaylan atanmıştı.
İbn Cerir ile
başkalarının Semüre'den rivayet ettiklerine göre Muaviye, kendisini valilikten
azlettiği zaman Semüre şöyle demiştir: "Allah, Muaviye'ye lanet etsin.
Eğer Muaviye'ye itaat ettiğim kadar Allah'a itaat etmiş olsaydım, Allah beni
ebediyyen azaplandırmazdı." Ancak onun böyle dediğine dair rivayet sahih
değildir.
Muaviye, Abdullah b.
Halid b. Üseyd'i, Küfe valiliğinde bıraktı. Abdullah'ı Kûfe'ye vali olarak
tayin eden kişi, Ziyad idi. Muaviye de onun bu tayinini onaylamış, böylece
Abdullah, Küfe valiliğinde kalmıştı.
Bu sene, Ubeydullah b.
Ziyad, Muaviye'nin yanına gelmiş, Muaviye ona ikramda bulunmuş ve babası Ziyad
tarafından beldelere tayin edilen valilerin durumunu sormuş, o da durumlarım
anlatmıştı. Sonra Muaviye, Ubeydullah b. Ziyad'ı yirmibeş yaşında iken Horasan
valiliğine atadı. O da oraların arazisini ele geçirmek üzere gitti. Nehri aşıp
Buhara dağlarına kadar uzandı. Ramis ve Beykend'in yarısını fethetti. Ra-mis
ile Beykent, Buhara'nın kazaları idiler. Orada Türklerle karşılaştı. Onlarla
şiddetli bir şekilde savaştı. Onları feci şekilde bozguna uğrattı. Öyle ki
Müslümanlar, oranın hükümdarının karısını, iki ayakkabısını giyemeden kaçmak
zorunda bıraktılar. Kadın, tek ayakkabısını giydi, diğerini bırakıp kaçtı.
Müslümanlar onu yakaladılar, üzerindeki mücevherleri alıp ganimet edindiler.
Bu mücevherleri 200.000 dirhem değerinde idi. Ayrıca çok miktarda ganimet de
elde ettiler. Ubeydullah, iki sene Horasan'da kaldı. Bu senede, yani hicretin
elli dördüncü senesinde Medine valisi Mervan b. Hakem, insanlara haccettirdi.
Kûfe'de vali olarak Abdullah b. Halid b. Üseyd bulunuyordu. Başka bir rivayete
göre ise Küfe valisi, Dahhak b. Kays idi. Basra'da vah" olarak Abdullah b.
Gaylan bulunuyordu. [31]
Bu zatın künyesi, Ebu
Muhammed el-Medenî'dir. Rasûlullah'm az-adlısıdır. Onun azadlısının oğludur.
Rasûlullah'm sevgilisidir, sevgilisinin oğludur. Anasının adı, Bereke Ümmü
Eymen'dir. Bu kadın Rasûl-ullah (s.a.v.)'m hem mürebbiyesi, hem de azathsıdır.
Üsame, babası Zeyd'in öldürülmesinden sonra Rasûlullah (s.a.v.) tarafından
komutan tayin edildi. Bazı kimseler onun komutanlığım eleştirdiklerinde Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: "Siz Üsame'nin komutanlığım eleştiriyorsunuz,
daha önce babasının komutanlığım da tenkid etmiştiniz. Allah'a yemin ederim ki
o, komutanlığa çok layıktır ve o, babasından sonra insanlar arasında en çok
sevdiğim kimsedir."
Sahih-i Buharî'de
sahih olan bir hadiste anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), Hasan'ı bir
dizine, Üsame'yi de diğer dizine oturtur ve şöyle dermiş: '* Allah'ım, ben
bunları seviyorum, sen de bunları sev."
Üsame'nin fazilet ve
üstünlükleri çoktur. Kendisi ondokuz yaşında iken Rasûlullah (s.a.v.) vefat
etmişti. Hz. Ömer, kendisiyle karşılaştığında ona: "Selam sana ey
komutan!" dermiş. Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr'in sahih rivayetine göre Üsame,
hicretin ellidördüncü senesinde vefat etmiştir. Başkalarının ifadelerine göre
ellisekiz ya da ellidoku-zuncu senede vefat etmiştir. Hz. Osman'ın şahadetinden
sonra vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [32]
Rasûlullah (s.a.v.)'m
azadlılanndandır. Biyografisini Rasûlullah (s.a.v.)'ın az adlıların dan ve
hizmetçilerinden bahsederken anlatmıştık. Arap asıllıdır. Esir edilmişti.
Rasûlullah (s.a.v.), onu satın alıp özgürlüğüne kavuşturdu. Sefer ve hazar
halinde Rasûlullah'ın yanından ayrılmadı. Rasûlullah vefat edince Remle'de ikamete
başladı, sonra Hu-mus'a göçtü. Orada kendine bir ev yaptırdı ve sahih kavle
^öre bu senede vefat edinceye kadar orada kaldı. Hicretin kırk dördüncü
senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet varsa da bu yanlıştır. Mısır'da vefat
ettiğine dair bir rivayet de ardır. Ama sahih olan rivayete göre o ,Humus'ta
vefat etmiştir.
Önceki kısımlarda
anlatıldığına göre bu zat, hicretin ellinci senesinde vefat etmiştir. [33]
Bu zatın künyesi, Ebu
Katade el-Ensârf dir. Vakidî'nin ifadesine göre asıl adı Numan b. Rib'i'dir.
Başkaları ise adının, Amr b. Rib'i olduğunu söylemişlerdir. Seleme oğullan
kabilesinden olup Medinelidir. İslâm cengaveridir, Uhud gazvesine ve müteakip
gazvelere katılmıştır. Zi-Kared gazvesinde büyük yararlılıkları görülmüştür.
Nitekim onun bu üstün kahramanlığını, mezkur gazveden bahsederken anlatmıştık.
Rasûlullah (s.a.v.), o gazvede şöyle buyurmuştu: "Bugün bizim süvarilerimizin
en iyisi ve hayırlısı Ebu Katade'dir. Piyadelerimizin en iyisi ve hayırlısı da
Seleme b. Ekva'dır." Ebu Ahmed el-Hakim'in ifadesine göre bu zat, Bedir
gazvesine katılmıştır. Ama bu kesin olarak bilinmemektedir.
Ebu Said el-Hudrî dedi
ki: Benden daha hayırlı bir zat olan Ebu Katade el-Ensârî, Rasûlullah
(s.a.v.)'m Ammar'a şöyle dediğini nakletti: "Ey Ammar! Seni azgın bir
topluluk öldürecektir." Vakidî ile birkaç kişi daha dediler ki: Ebu Katade
(Haris b. Rib'i), hicretin ellidördüncü senesinde yetmiş yaşında iken
Medine'de vefat etti.
Heysem b. Adiy ile
birkaç kişi daha onun Kûfe'de hicretin otuz sekizinci senesinde vefat ettiğini
söylemişlerdir. Cenaze namazını Hz. Ali kıldırmış tır. Ancak bu rivayet
gariptir.
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Hakim b. Hizam b. Hüveylid b. Esed b. Abdiluzzâ b. Kusay b. Kilab
el-Kureşi el-Esedi Ebu Halid el-Mekkî. Anası, Fahite binti Züheyr b. Haris b.
Esed b. Abdiluzzâ'dır. Halası, Hatice binti Hüveylid'dir. Malum olduğu üzere
Hatice, Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesidir ve oğlu İbrahim'den başka diğer bütün
çocuklarının anasıdır. Hakim b. Hizam'ı annesi Fil vak'asmdan onüç sene önce
Ka'be'nin içinde doğurmuştu. Bu da şöyle olmuştu: Annesi ziyaret için Ka'be'nin
içine girmiş, o esnada doğum sancısına yakalanmıştı ve onu bir post üzerinde
doğurmuştu. Hakim b. Hizzam, Rasûlullah (s.a.v.)'ı çok severdi. Haşim
oğullarıyla Muttalib oğulları ŞiTbi Ebi Talib'te boykot altında
tutulduklarında kendileriyle alış veriş yapılmadığı, kız alınıp verilmediğinde
Hakim, Şam'dan geîen kervanlardan bir deveyi satın alır ve getirip Şi'bi Ebi
Talib'in girişinde tekmelerdi. Böylece deve üzerindeki gıda maddeleri ve
giyeceklerle o mahalleye girerdi. Hakim, bunu Rasûlullah (s.a.v.) ile halası
Hatice binti Hüveylid'e ikram olsun diye yapardı. Hakim, Zeyd b. Harise'yi köle
iken satın almış ve halası Hatice'ye satmıştı. Hatice de onu Rasûlüllah'a hibe
etmiş, Rasûlullah da onu azad etmişti. Hakim, Zi Yezen'in cübbesini satın alıp
Rasûlüllah'a hediye etmiş, Rasûlullah, o cübbeyi giyince Hakim: "O cüb-be
içinde Rasûlullah'tan daha güzel birini görmedim," demişti. Buna rağmen o,
çocuklarıyla birlikte ancak Mekke fethi gününde Müslüman olmuştu.
Buharı ile diğerleri
dediler ki: "Hakim, cahiliye döneminde altmış sene, İslâmiyet döneminde de
altmış sene yaşadı." Kureyşlilerin liderlerinden, âlicenâb
şahsiyetlerinden ve neseb ilmini iyi bilenlerindendi. Çok sadaka'verir, çok
iyilik yapar, çok köle azad ederdi. Müslüman olduğunda da bunu Rasûlüllah'a
sormuş, Rasûlullah da ona şöyle cevap vermişti: "Hayırlı bir durum üzere
iken Müslüman oldun."
Hakim, Bedir savaşma
müşriklerin safin da katılmış ve havuz başına gelip su alacağı zaman Hz. Hamza
onu öldürmek üzere iken elinden kaçıp kurtulmuştu. Bu yüzden yemin edeceği
zaman: "Hayır, beni Bedir gününde kurtaran Allah'a yemin ederim ki,"
diye yemin ederdi. Rasûlullah (s.a.v.), Merrü'z-Zehran'da ordusuyla birlikte
olup Mekke fethine gitmek üzere iken Hakim b. Hizam ile Ebu Süfyan, haberleri
araştırmak üzere yola çıkmışlar, Hz. Abbas, kendileriyle karşılaşmış ve Ebu
Süfyan için Rasûlullah'tan eman almıştı. Ebu Süfyan, o gece gönülsüz olarak
Müslüman olmuştu. Ertesi sabah Hakim de Müslüman olmuş, Rasûlullah'tan ilgi ve
şefkat görmüştü. Rasûlullah (s.a.v.), ona 100 deve vermiş, Hakim yine isteyince
Rasûlullah yine vermiş, yine isteyince yine vermiş, sonra ona şöyle demişti:
"Ey Hakim! Doğrusu şu mal tatlı ve yeşildir. Cömertlikle (kendisine
verilerek) bu malı elde eden kimseye, bu malda bereket vardır. Ama gönlü
zorlayıp sıkıştırmakla elde eden kimse için bu malda bereket yoktur. O zaman bu
malı elde eden kişi ye-yip te doymayan kimse gibi olur." Bunun üzerine
Hakim şöyle dedi: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin
ederim ki artık senden sonra hiç kimseden mal almayacağım." Gerçekten de
Rasû-lullah'tan sonra hiç kimseden mal almadı. Hz. Ebu Bekir, ona mal vermek
isterdi ama kabul etmezdi. Kimseden mal almadığına bütün Müslümanlar şahitlik
ederlerdi. Buna rağmen yine de insanların en zengini idi. Zübeyr vefat ettiği
zaman Hakim'e 100.000 dinar borçlu idi. Ha-kim'in, İslama girişi esnasında
Rifade ve Darü'n-Nedve görevleri uhdesinde bulunuyordu. Daha sonra bunları
100.000 dinara (başka bir rivayete göre ise 40.000 dinara) Muaviye'ye sattı.
İbn Zübeyr, ona dedi ki:
- Sen bunları satmakla
Kureyşlilerin şerefini sattın.
- Ey yeğenim, şerefler
gitti. Takvadan başka şeref yoktur. Yeğenim! Ben bunu cahiliye döneminde bir
tulum içkiye satın almıştım ve bunu şimdi Cennet'te bir ev elde etme
karşılığında satıyorum. Şimdi seni şahit ederim ki, bunları Allah yolunda
vermişim. Darü'n-Nedve, Ku-reyşliler zamanında bir nevi adalet sarayı idi.
Oraya yaşı kırkı bulmayan hiç kimse giremezdi. Ancak Hakim b. Hizam, yirmibeş
yaşında iken oraya üye olarak girdi:
Zübeyr b. Bekkar'ın
anlattığına göre Hakim, bir sene hacca gitti. Hacda, üzeri semerli 100 deve ve
1000 koyun kurban etti. Arafe'de yanında 100 cariye vardı ki her birinin
boynunda gümüşten tasmalar vardı ve bu tasmalar üzerinde de şu ibare
yazılıydı: "Bunlar, Hakim b. Hizam tarafından Allah rızası için azad
edilmişlerdir." Hakim, onları azad etti ve o davarlarının tamamını da
kurban etti. Allah kendisinden razı olsun. Hicretin ellidördüncü senesinde
vefat etti. Sahih rivayette böyle anlatılmaktadır. Başkalarının ifadesine göre
120 yaşında, başka bir senede vefat etmiştir.
[34]
Kadri yüce
sahabelerdendir. Mekke fethi senesinde Müslüman olmuştur, uzun bir ömür
geçirmiştir. Hz. Ömer, onu, haremin duvarlarını ve işaret sütunlarını yenileyen
grubun arasına katmıştır. Bu zat, Bedir savaşına müşriklerin safında
katılmıştı. O gün yerle gök arasında melekleri görmüştü. Hudeybiye sulhüne
katılmış ve barışın gerçekleştirilmesi için çaba sarfetmişti. Umretü'1-Kazâ
yapıldığı zaman Süheyl ile birlikte gelip Rasûlullah (s.a.v.)'a, Mekke'den
çıkmasını söylemişlerdi. Hüveytib, Bilal'e demişti ki: Güneş batmadan Mekke'de
adamlarınızdan bir kişi dahi kalmayacaktır.
Bütün bu durumlarda
Hüveytib, İslâm'a girmeye niyetlenmiş, ancak bu niyetinin tahakkukunu Cenâb-ı
Allah engellemişti. Mekke fethi esnasında şiddetli bir korkuya kapılıp kaçmış,
Ebu Zerr -cahiliye döneminde iken onun dostu idi- onu yakalamış ve ona şöyle
demişti:
- Ey Hüveytib, neyin
var?
- Korkuyorum.
- Korkma. Rasûlullah,
insanların en iyisidir. İnsanlar arasında akrabalık ve dostluğa çok önem
verendir. Ben seni himayeme alıyorum, benimle beraber gel.
Hüveytib diyor ki: Ebu
Zerr'le gittim. Beni Batha'ya götürdü. Rasûl-ullah'm huzuruna vardık. Yanında
Ebu Bekir'le Ömer de vardı. Ebu Zerr, bana ona şöyle dememi öğretmişti:
- Ey peygamber!
Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun.
- Sen Hüveytib misin?
- Evet. Allah'tan
başka ilah bulunmadığına ve senin de Allah'ın elçisi olduğuna şahadet ederim.
- Seni doğru yola
ileten Allah'a hamd olsun.
Rasûlullah (s.a.v.),
Müslüman oluşuma sevindi ve benden bir miktar borç istedi. Ben de ona kırk
deveyi borç olarak verdim. Onunla birlikte Hüneyn ve Taif gazalarına katıldım.
Bana Hüneyn ganimetlerinden
yüz deve verdi."
Bundan sonra Hüveytib,
Medine'ye geldi. Oraya yerleşti. Orada evi vardı. Mervan b. Hakem, Medine'ye
vali olarak atandığı zaman Hüveytib Hakim b. Hizam ve Mahreme b. Nevfel yanma
gittiler. Ona selam verdiler. Yanında oturup sohbete başladılar. Sonra dağılıp
gittiler. Bir süre sonra Hüveytib başka bir günde Mervan'm yanma gitti. Mervan,
ona kaç yaşında olduğunu sordu. O yaşını söyledi, Mervan ona şöyle dedi:
- Ey ihtiyar! Başından
çok işler geçtikten sonra Müslüman oldun,
Müslümanlığa geç
girdin.
- Yardımına baş
vurulacak olan zat, yüce Allah'tır. Allah'a yemin ederim ki, ben defalarca
Müslüman olmaya niyetlendim, ancak her defasında baban beni engelliyor ve
bana: "Sen atalarının dinini ve şerefini bırakıp sonradan çıkma bir dine
mi bağlanacak ve başkalarının uyruğu olan bir kimseye mi tabi olacaksın?"
diyordu.
Mervan sustu ve
Hüveytib'e sorduğu sorudan dolayı pişman oldu, sonra Hüveytib ona şöyle dedi:
- Müslüman olduğu
zaman Osman'ın, senin babandan çektiğini de
sana söyliyeyim mi?
Mervan daha da
hüzünlendi ve kederlendi. Hüveytib, Hz. Osman'ın defni esnasında hazır
bulunanlardandı. Muaviye, ondan Mekke'deki evini 40.000 dinara satın aldı.
Halk, evi çok pahalıya satın aldığını söyleyince Muaviye şöyle dedi: "Beş
çocuğu olan bir adam için bu çok para değildir."
Şafiî dedi ki:
"Hüveytib, Müslümanlığı sağlam olan bir kimseydi. Cahiliye döneminde de
Kureyşlilerin en çok kazanç sahibi olanı idi."
Vakidî dedi ki:
"Hüveytib, cahiliye döneminde altmış sene, İslâmiyet döneminde de altmış
sene yaşadı. Hicretin elli dördüncü senesinde 120 yaşında iken Medine'de vefat
etti." Başkaları onun Şam'da vefat ettiğini söylemişlerdir. O, Buharı,
Müslim ve Neseî tarafından nakledilen bir hadis rivayet etmiştir. [35]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Mabed b. Yerbu b. Ankese b. Amir b. Mahzum. Mekke fethi senesinde
Müslüman oldu. Hüneyn gazvesine katıldı. Rasûlullah (s.a.v.), ona elli deve
verdi. Asıl adı, "Sırm" idi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre
asıl adı Asrem'dir. Rasûlullah, ona Mabed adını verdi. Hz, Ömer, tarafından
Harem'in duvarlarını ve işaret taşlarım yenileyen kimseler araşma katılmıştı.
Bundan sonra gözünü kaybetti. Hz. Ömer, teselli için yanma geldi, onu ziyaret
etti.
Vakidî, Halife ve
başkalarının anlattıklarına göre Mabed, hicretin ellidördüncü senesinde
Medine'de vefat etmiştir. 120 yaşında iken Mekke'de vefat etmiştir. 120
yaşında iken Mekke'de vefat etmiş olduğuna dair bir rivayet de vardır. Daha
büyük yaşta iken vefat etmiş olduğu da söylenir. [36]
Kendisine Mürretüttib
ve Mürretülhayr da denilir. Her gün ve gecede 1000 rekat namaz kılardı.
Yaşlandığında ise bunu 400 rekata indirdi. O kadar çok secdeye varırdı ki,
toprak onun alnında iz meydana getirmişti. Vefat ettikten sonra onu rüyada
görenler, nurani bir mekanda olduğunu görmüşler ve kendisine: "Evin
nerededir?" diye sormuşlar, o da şöyle cevap vermişti: "Evim öyle bir
yerdedir ki orada bulunanlar asla başka yere göçmezler ve ölmezler." [37]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Nuayman b. Anır b. Rifa'a b. Harr. Bedir gazvesine ve müteakib
gazvelere katıldı. Anlatıldığına göre içki içtiği için yakalanıp Rasûlulîah'ın
huzuruna getirilmiş, adamın biri de ona: "Allah, buna lanet etsin, ne
kadar da içki yüzünden yakalanıp getiriliyor." demiş, böyle diyen adama
Rasûlullah, şöyle uyarıda bulunmuştu: "Ona lanet okuma. Çünkü o, Allah ve
Rasûlünü seviyor." [38]
Kureyşli ve
Amiriyelidir. Mü'minlerin annesidir. Rasûlullah (sav), Hatice'den sonra onunla
evlendi. Daha önce Sekran b. Amr'm zevcesi idi. Sekran, Süheyl b. Amr'm
kardeşidir. Şevde yaşlandığı zaman Rasûlullah (s.a.v.), onu boşamak istedi.
Hatta boşadığı da söylenir. Ancak Şevde, Rasûlullah (s.a.v.)'dan kendisini
zevceleri arasında bırakmasını istedi. Buna karşılık da günlük sırasını Hz.
Aişe'ye bağışlayacağını söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) da onun bu isteğim kabul
etti. Cenâb-ı Allah da şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
"Eğer kadın,
kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığmdan endişe ederse, aralarında
anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur." (cn-Nisâ, 128.)
Şevde, çok ibadet
eden, zahide ve takvalı bir kadındı. Hz. Aişe, onun hakkında'şöyle demiştir:
"Şevde kadar cildine sahip olmayı istediğim başka bir kadın yoktur. Ancak
onda biraz hiddet vardır ve bu hiddetinden de çabuk döner.'
İbn Çevzî'nin
anlattığına göre Şevde, hicretin ellidördüncü senesinde vefat etmiştir.
İbn Ebi Hayseme dedi
ki: "Şevde, Hz. Ömer'in halifeliğinin son zamanlarında vefat etti."
Doğrusunu Allah bilir.[39]
Bu senede Muaviye,
Abdullah b. Gaylan'ı Basra valiliğinden azledip yerine Abdullah b. Ziyad'ı
atadı. Abdullah b. Gaylan'ın Basra valiliğinden azledilmesinin sebebi şuydu:
Abdullah, bir gün Basra mescidinde Müslümanlara hitab ederken Dabbe
oğullarından birisi, ona bir taş atmış, Abdullah da bu adamın elini
kestirmişti. Dabbe oğulları, Abdullah'a gelip şöyle dediler: Bizim adamımız
olabilir M, bir günah işlemiştir ve sen de onu cezalandırdın. Ancak bu durumun
halifeye ulaşıp hepimize dokunacak bir ceza vermesinden korkuyoruz. Bize,
emire yazılmış bir mektup ver. Birimiz o mektubu alıp kendisine götürsün ve
senin bir şüphe üzerine ve iyice araştırmadan bir adamın elini kestirdiğini
kendisine iletsin."
Abdullah onlara bir
mektup yazıp vermiş ve kendisi de bu yılın başında Muaviye'ye gidince Dabbe
oğullan, ellerindeki bu mektubu alıp adamlarının elinin haksız yere kesildiği
konusunda Abdullah'ı Muaviye'ye şikayet etmişlerdi. Muaviye, Dabbe oğullarının
elinde bu mektubu görünce şöyle demişti: 'Tayin ettiğim valilerime kısas
uygulamama imkan yok. Fakat adamınızın diyetini beytü'l-maldan
Ödeyebilirim." Sonra Abdullah'ı valiliğinden azlederek yerine Ubeydullah
b. Ziyad'ı tayin etmişti. İbn Ziyad da Horasan'a Eşlem b. Zür'a el-Kilâbî'yi
tayin etmiş, fakat Eşlem burada ne bir sefere çıkmış, ne de bir fetih
yapabilmişti. Basra kadılığını Zürare b. Evfa'ya vermiş, ancak sonra onu bu
görevden azlederek yerine İbn Ezine'yi tayin etmişti. Basra muhafız komutanlığına
da Abdullah b. Husayn'ı tayin etmişti.
Bu senede Medine
valisi Mervan b. Hakem, insanlara haccettirdi.
Yine bu senede
Muaviye, Abdullah b. Halid b. Useyd'i Küfe valiliğinden azletti. Yerine Dahhak
b. Kays'ı tayin etti. [40]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Erkam b. Ebil-Erkam, Abdumenaf b. Esed b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum.
İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Anlatıldığına göre o, ilk yedi
Müslümanın yedincisidir. Evi Müslümanlar için bir sığmaktı. Rasûlullah (s.a.v.)
ve diğer Müslümanlar, Kureyş'ten kaçarak orada gizlenirlerdi. Safa tepesinin
yanında bulunan bu ev, daha sonra Mehdi'nin mülkiyetine geçmiş, o da bu evi,
zevcesi Hayzaran'a hibe etmişti. Hayzaran; Musa, Hadi ve Harun Re-şid'in
anneleriydi. Hayzaran, bu evi yeniledi, onarıp güzelleştirdi. Böylece bu ev,
Hayzara'nm evi diye tanındı. Sonra başkalarının eline geçti. Erkam, Bedir
savaşına ve sonraki savaşlara katıldı. Hicretin elli beşinci senesinde
Medine'de vefat etti. Cenaze namazını vasiyeti gereğince Sa'd b. Ebi Vakkas
kıldırdı. Vefat ederken seksen küsur yaşındaydı. [41]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Suhban-ı b. Züfer b. İyas b. Abdü'ş-şems b. Eceb el-Bahili el-Vailî.
Fesahati dillere destandı. Fesahat sahibi bir kimse görüldüğünde Araplar:
"Suhban-ı Vail'den daha fesahatli" derlerdi. Vail, Maad b. Malik b.
Asar b. Sa'd b. Kays b. Gaylan b. Mudar b. Nizar'm oğlu idi. Bahile, Malik b.
Asar'ın karısı idi. Oğlunun nesebi kendisine nisbet edilirdi. Bahile, Sa'b b.
Sa'd el-Aşire'nin kızı idi.
İbn Asakir dedi ki:
Suhban, Sahban'ı-Vail diye tanınır. Duyduğuma göre Muaviye'nin yanına gidip
Muaviye ile konuşmuş, Muaviye ona şöyle demiş:
- Sen şeyh misin?
- Evet, vallahi. Ben
de başka şeyler de vardır.
İbn Cevzî,
"Muntazam" adlı eserinde Suhban'ın nesebini bizim söylediğimiz
şekilde nakletmiş, sonra da şöyle demiştir: Suhban'm fesahati dillere destandı.
Bir gün Muaviye'nin yanma gitti. Muaviye'nin yanında kabilelerin hatibleri
vardı. Onu gördüklerinde kendisinden aşağı derecede olduklarını bildikleri
için dışarı çıktılar. Suhban da şöyle dedi:
"Yemen kabileleri
bilirler ki ben, "İmdi...." diye söze başladığım zaman onların en
iyi hatibiyim."
Muaviye, kendisine
şöyle dedi:
- Haydi bakalım, bize
bir konuşma yap.
- Bana bir değnek
verin. Onunla yanlışlıklarımı düzelteyim.
- Mü'minlerin emirinin
huzurundasm, değneği ne yapacaksın?
- Musa (a.s.), Rabbine
hitab ederken değneği elinde tutuyordu. O,
değneğiyle ne
yapıyordu?
Böyle dedikten sonra
konuşmaya başladı. Öğlenden ikindiye yakın
zamana kadar konuşmasını sürdürdü. Konuşurken ne öksürdü, ne boğazını temizledi, hiç durmadı, bir
kelimenin manasını açıklamak yeniden
söze başlamadı, nutkunu tamamladıktan sonra Muavi nin yanından çıktı. Daha da
söyleyecekleri vardı. Muaviye:
- Haydin namaza!
deyince Suhban, şöyle dedi:
- Namaz senin
önündedir. Biz Allah'a hamd edip O'nu temcid etmiyor muyduk? Va'z verip
uyarmıyor muyduk? Hatırlatıp vad ve tehditleri sıralamıyor muyduk?
- Sen Arapların en
hatibisin.
- Sadece Arapların mı?
Hatta cinlerin ve insanların da en hatibiyim.
- Sen gerçekten de
öylesin. [42]
Asıl adı Malik b.
Üheyb b. Abdumenaf b. Zühre b. Kilab Ebu İshak el-Kureşi ez-Zührfdir. Cennet'le
müjdelenen on sahabeden ve Hz. Ömer'in vefatı esnasında şura meclisine seçilen
altı üyeden biridir. Rasûlullah, vefat ederken kendilerinden razı olduğu
kimselerdendir, islâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman olmuştu. Müslüman
olurken onyedi yaşındaydı. Sahih hadiste belirtildiğine göre o şöyle demiştir:
"Benim yaşımda
İslâm'a giren başka hiç kimse yoktur. Yedi gün bekledim. Ben, İslâm'ın üçte
biriyim. İslâm'a ilk giren yedi kişinin ye-dincisiyim." Sa'd, Küfe şehrini
yücelten ve oradan Acemleri süren kimsedir. Davetine icabet edilen bir
kimseydi. Hicret etti. Bedir ve müteakip savaşlara katıldı. Allah yolunda ilk
ok atan kimsedir. Yiğit bir süvari olup Rasûlullah'm komutanlarmdandı. Hz. Ebu
Bekir'in hilafeti zamanında da kadri yüce büyük bir komutandı. Hz. Ömer'in
hilafeti zamanında da öyleydi. Hz. Ömer, onu Küfe valiliğine atadı. Medaini
fethetti. Celûla savaşım yönetti. Lider ve emrine uyulan bir kimseydi. Acizlik
veya hıyaneti olmaksızın Kûfe'den azledildi. Ancak Hz. Ömer, bu hususta
gözettiği bir maslahat sebebiyle onu Küfe valiliğinden azlet-miştir. Hz. Ömer,
vefat ederken onu kendisinden sonraki halifeyi seçecek altı kişilik şura
meclisi üyeliğine atadı. Hz. Ömer'den sonra Hz. Osman da onu valiliğe atadı,
sonra görevden aldı.
Humeydî, Anır b.
Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sa'd b. Ebi Vakkas ile İbn
Ömer, hakemler gününde Devmetü'l-Cendel'de hazır bulundular."
Sahih-i Müslim'de
sabit olan bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd, develeri ile meşgul olarak
bir tarafa çekilmiş, uzlet hayatı yaşamakta iken oğlu Ömer gelip kendisine
şöyle demişti:
- Halk, emirlik
konusunda birbiriyle çekişiyor, sense burada yalnız başına yaşıyorsun?
- Ey oğulcuğum! Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Doğrusu Allah, zengin,
gizlenen ve takvalı olan kulu sever,"
îbn Asakir dedi ki:
İlim ehlinden bir kimsenin anlattığına göre
Sa'd'm kardeşinin oğlu
Haşim b. Utbe b. Ebi Vakkas, amcası Sa'd'm yanına gelerek şöyle demişti:
- Ey amca! Şurada
100.000 kılıç sahibi kimseler duruyor. Bunlar
senin emirliğe layık
olduğunu söylüyorlar.
- gen 100.000 kılıç
sahibi insandan sadece bir tek kılıç istiyorum
ki o kılıçla mü'mine
vurursam ona zarar vermesin; kafire vurursam da onu kesip öldürsün.
Abdürrezzak, Zekeriya
b. Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd b. Ebi Vakkas, Muaviye'nin
ziyaretine gitti.-Ramazan ayını onun yanında geçirdi. Namazım kasr (seferi
namaz) ile kılıyor ve oruç tutmuyordu."
Başkalarının
anlattıklarına göre Sa'd, Muaviye'ye bey'at etmiş, ondan her ne istemişse,
Muaviye kendisine onu vermişti.
Ebu Yala, Kays b. Ebi
Hazim'den rivayet etti ki; Sa'd b. Ebi Vakkas, şöyle demiştir: "Ben
müşriklere ilk ok atan kimseyim ve Rasûlullah (s.a.v.) benden önce hiç kimseye:
"Anam babam sana feda olsun" demiş değildir. Ben onun şöyle dediğini
işittim: "At, anam babam sana feda ol-
sun.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Vallahi ben, Allah
yolunda Arapların ilk ok atan adamıyım. Biz Rasûlullah (s.a.v.)la beraber gaza
ediyor ve o esnada üzüm ağacının yaprağından ve Semüre ağacından başka yiyecek
bulamıyorduk. Öyle ki bizden biri yiyeceğini koyun yemi gibi karıştırarak önüne
koyuyordu. Sonra Esed oğulları, dinimi bırakıp İslâm'a girdiğim için beni
kınamaya başladılar. Eğer ben İslâm'dan irtidat etseydim kayba uğrar, amelim de
boşa gider ve hüsrana düşerdim."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Uhud savaşında Rasûlullah
(s.a.v.), bana hitaben: "Anam babam sana feda olsun" dedi."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demiştir: "At, sen güçlü
bir gençsin."
Said dedi ki:
"Sa'd, iyi ok atan bir kimseydi."
A'meş, Cabir b.
Semüre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah yolunda ilk ok atan
kişi, Sa'd (r.a.)'dır."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ali b. Ebi Talib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ın,
Sa'd b. Ebi Vakkas'tan başkasına: "Anam babam sana feda olsun"
dediğini işitmedim. Uhud gününde Rasûlullah 'm ona şöyle dediğini işittim:
"Ey Sa'd! Ok at, anam babam sana feda olsun."
Abdürrezzak, Sa'd'm
kızı Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben, o Muhacirin kızıyım
ki, Rasûlullah (s.a.v.), ana ve babacını ona feda etmiştir."
Vakidî, Sa'd'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Uhud savaşında ok atıyordum, ama attığım
okları bana tanımadığım beyaz tenli, güzel yüzlü bir adam geri getiriyordu.
Ancak daha sonra onun bir melek olduğunu anladım."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Uhud savaşında Rasûlullah
(s.a.v.)'ın sağında ve solunda beyaz elbiseler giyinmiş, onu korumak için
şiddetlice savaşan iki adam gördüm. Bunları ne daha önce görmüşlüğüm vardı, ne
de daha sonra gördüm."
Vakidî, Sa'd b. Ebi
Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bedir savaşında Rasûlullah
(s.a.v.)'ı korumak amacıyla sağında ve solunda iki adam gördüm. Rasûlullah'm
yüce Allah tarafından kendisine ihsan edilen zafer sebebiyle sevinerek gah
sağmdakine, gah solundakine baktığını görüyordum."
Süfyan, Abdullah b.
Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bedir savaşına Sa'd ve
Ammar'la birlikte katıldım. Ganimetlerden pay aldık. Sa'd iki esir getirdi.
Ben ve Ammar birşey getiremedik."
A'nıeş, Alkame b.
Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bedir savaşında Sa'd b. Ebi
Vakkas'ı, at üzerinde piyadeye karşı savaşan bir savaşçı gibi savaşırken
gördüm."
Malik, Hz, Aişe'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir gece uykuya daldıktan
sonra uyandı, uykusu kaçtı, sonra şöyle dedi:
- Keşke bu gece salih
bir adam bizi korumak için beklese. O esnada bir silah sesi duyduk. Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle dedi:
- Kimdir bu adam?
- Ben, Sa'd b. Ebi
Vakkas'ım. Seni bu gece korumak amacıyla bekleyeceğim ya Rasûlallah.
Rasûlullah (s.a.v.) da uykuya daldı, öyle ki homurtusunu işittim."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) Sa'd'a dua etti, sonra uykuya
daldı."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Amr b. As'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Bu kapıdan ilk girecek adam cennetliklerdendir." Böyle
dedikten sonra kapıdan ilk olarak Sa'd b. Ebi Vakkas içeri girdi."
Ebu Ya'lâ, İbn Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında
oturuyorduk. Bir ara bize şöyle dedi: "Şu kapıdan yanınıza cennetlik bir
adanı gelecektir." Orada bulunan bizler de o kapıdan mutlaka Rasûlullah'm
ehl-i beytinden birinin gelmesini temenni ettik. Sonra bir de baktık ki Sa'd b.
Ebi Vakkas çıkageidi."
Harmele, Enes b.
Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında
oturmaktaydık. Bir ara bize şöyle dedi: "Şimdi yanınıza cennetliklerden
biri gelecektir." Bir de baktık ki, Sa'd b. Ebi Vakkas çıkageidi. Ertesi
gün Rasûlullah (s.a.v.), yine aynı şeyleri söyledi yine önceki günkü haliyle
Sa'd b. Ebi Vakkas çıkageidi. Bir sonraki gün Rasûlullah (s.a.v.), yine aynı
şeyleri söyledi, yine Sa'd b. Ebi Vakkas çıkageidi. Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp
yanımızdan gidince Abdullah b. Amr b. As öfke ile ayağa kalkarak şöyle dedi:
"Ben babama darıldım ve üç Sece eve gitmemeye yemin ettim. Ey Sa'd, şu
yeminimi çözebilmek için bu süre zarfinda istiyorum ki, senin evine gelip
kalayım."
Ravi Enes diyor ki:
Abdullah b. Amr b. As, sonra olanları bize şöyle anlattı: Bir gece Sa'd'la
beraber kaldım. Şafak vaktine kadar geceleyin kalkıp herhangi bir namaz
kılmadı. Yalnız yatağında sağa sola dönerken Allah'ı zikredip tekbir alıyordu.
Fecre kadar böyle devam etti. Fecir doğup da namaz vakti girdiğinde abdestini
tam alıp namazım kıldı, sonra da oruç tutmaksızm sabahladı. Üç gece üç gün onu
böylece izledim. Bundan fazla birşey yapmıyordu.
Kendisinden hayırlı ve
iyi sözlerden başka birşey duymuyordum. Üç gece geçtikten sonra ben nerede ise
onun amellerini küçümser oldum. Kendisine dedim ki: "Bak ey Sa'd, aslında
ben babama dargın değilim, aramızda küskünlükte yok. Yalnız ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın meclisinde üç gün peşpeşe bize, "şu anda yanınıza
cennetliklerden biri gelecektir." dediğini işittim. Ondan sonra
olacakları takib ettim, her üçünde de sen yanımıza geldin. Senin cennetlik olduğunu
anladım, evine gelip ne gibi ameller işlediğini görmek istedim ki, senin
derecene ulaşabilmek için seni örnek edineyim. Ama görüyorum ki, sen çok amel
işlemiyorsun. Rasûlullah (s.a.v.)'m senin hakkında böyle söylemesine ve senin
bu dereceye ulaşmana sebep olan şey nedir?" Sa'd, bana şöyle cevap verdi:
"Şu gördüğünden başka birşeyim yok." Ben yanından ayrılacağım zaman
kapıya yöneldiğimde seslendi ve beni çağırıp şöyle dedi: "Bende,
gördüğünden başka birşey yok, yalnız ben içimde herhangi bir Müslü-mana karşı
kötü bir düşünce beslemem. Kimseye kötülük yapmaya da niyetlenmem ve kimse
hakkında kötü söz de söylemem" Kendisine dedim ki: "Seni bu dereceye
ulaştıran meziyet işte budur, ancak ben bunu yapamam."
"Sabah akşam,
Rabblerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları
kovma."
(el-En'âm, 52.)
Bu ayet-i kerime ile
ilgili olarak Sa'd'ın şöyle dediği Sahih-i Müslim'de rivayet edilmiştir:
"Bu ayet-i kerime, altı kişi hakkında nazil oldu. Ben ve İbn Mesud da
bunlardandık." Bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd, şöyle demiştir:
Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeyi benim hakkımda inzal buyurdu:
"Eğer ana, baba,
seni birşeyi körü körüne bana ortak koşman için zorlarlarsa, o zaman onlara
itaat etme." (ei-Ankebût, a.)
Bu ayetin nüzulü şöyle
olmuştur: Sa'd b. Ebi Vakkas, Müslüman
olunca annesi günlerce
yemek yememiş, su içmemişti. Sa'd da ona şöyle demişti: "Vallahi
biliyorsun ki, eğer senin yüz canın olsa ve bu canlarından her biri tek tek
vücudundan çıkıp gitse yine de dinimi bırakmam, ister ye, ister yeme." Bu
olay üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil olmuştur.
Sa'd b. Ebi Vakkas'm
Cennet'le müjdelenen on sahabeden biri olduğuna dair hadise gelince bu,
Sahih-i Buharf de Said b. Zeyd tarafından rivayet edilmiştir.
Hüşeym ile birkaç
kişi, Cabir'in şöyle dediğim rivayet etmişlerdir: Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında
oturuyorduk. O esnada Sa'd b. Ebi Vakkas geldi. Rasûlullah (s.a.v.), bize
şöyle dedi: "Bu benim dayımdır, bir adam bana dayısını göstersin."
dedi.
Taberanî, Cabir'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'la beraberdik, o esnada
Sa'd geldi. Rasûlullah (s.a.v.) da onu göstererek: "Bu benim
dayımdır." dedi.
Zührî, Sa'd b. Ebi
Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Veda haccı senesinde şiddetli
bir hastalığa yakalandım. Rasûlullah (s.a.v.), ziyaretime geldi. Kendisine
şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah, ben
mal sahibi bir kimseyim. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte
ikisini sadaka olarak vereyim mi?
- Hayır.
- Yarısını vereyim mi
Ya Rasûlallah?
- Hayır.
- Ya üçte birini
vereyim mi?
- Üçte biri. Üçte biri
de çoktur. Mirasçılarım senden sonra zengin bırakman, onları insanlara avuç
açan yoksul kimseler olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Allah rızasını
amaçlayarak verdiğin bir nafaka karşılığında mutlaka sevap kazanırsın. Hatta
bu amaçla karının ağzına koyduğun lokma karşılığında da sevap kazanırsın.
- Ya Rasûlallah,
arkadaşlarımdan geride mi kalacağım?
- Hayır, sen geride
kalmayacaksın. Allah rızasını amaçlayarak işlediğin bir amel karşılığında
derece ve yüksekliğin daha da artacaktır. Umarım ki geride kaldığın takdirde
bazı kimseler senden yararlanacak, bazı kimselerse zarar göreceklerdir.
Allah'ım! Ashabımın hicretini devam ettir. Onları gerisin geri döndürme. Asıl
acınacak olan kişi, Sa'd b. Havle'dir."
Rasûlullah (s.a.v.),
Sa'd b. Havle'nin Mekke'de ölümüne üzüldü.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Sa'd b. Ebi Vakkas'm yukarıdaki hadise ek olarak şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), mübarek elini alnıma koydu, yüzümü
sıvazladı, göğsümü ve karnımı ovaladı. Sonra da şöyle dedi: "Allah'ım,
Sa'd'a şifa ver ve hicretini tamamla." Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m mübarek
elinin serinliğini şu ana kadar ciğerimde hissetmekteyim."
İbn Vehb, Ali b.
Rebah'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), hastalanan
Sa'd'ı ziyaret etti ve şöyle dua etti:
"Allah'ım,
Sa'd'daki hastalığı gider, insanların ilahı, insanların meliki şifa veren
ancak sensin, senden başka şifa verecek yoktur. Allah'ın adıyla, sana eziyet
veren her şeyden, seni hasedden ve nazar değmesinden Allah'a sığındırıyorum.
Allah'ım, bunun kalbine ve bedenine sıhhat ver, hastalığını gider, duasına da
icabet et."
îbn Vehb, Bekir b.
Eşecc'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Amir b. Sa'd'a, Rasûlullah (s.a.v.)'m
Sa'd'a söylediği şu sözün manasını sordum: "Belki de senin burada kalmanla
bazı kimseler senden yararlanır, bazı kimseler de zarar görürler." Benim
bu soruma Amir şu cevabı verdi: "Sa'd, Irak'a vali olarak atandı, orada
irtidad eden bazı kimseleri öldürdü böylece onlara zarar vermiş oldu. Bazı
kimseler de Müseylemetü'l-Kezzab gibi hareket ettiler. Onlardan tevbe
etmelerini istedi. Onlarda tevbe ettiler. Böylece ondan yararlandılar."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Ümame'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v. )'ın yanında
oturuyorduk. Bize bazı şeyleri anlattı ve yüreğimizi inceltti. Bunun üzerine
Sa'd b. Ebi Vakkas, çokça ağladı ve keşke ölseydim." dedi. Rasûlullah
(s.a.v.) da onun bu sözüne şu karşılığı verdi: "Ey Sa'd, eğer sen Cennet
için yaratılmışsan, ömrünün uzaması (veya amelinin güzel olması) senin için
daha hayırlı olur."
Musa b. Ukbe, Sa'd b.
Ebi Vakkas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v,), onun hakkında şöyle dua
etmiştir: "Allah'ım, Sa'd'm okunu hedefine ulaştır, duasına icabet
et."
Siyar b. Beşir, Hz.
Ebu Bekir'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), Sa'd b. Ebi Vakkas için
şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Sa'd'm okunu hedefine ulaştır. Duasına
icabet et ve onu kullarına sevdir,"
Muhammed b. Aid
ed-Dımaşkî, Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ya Rasûlallah,
duama icabet etmesi için Allah'a yalvar.
- Allah, yiyeceği
helal olmayan kulun duasına icabet etmez.
- Ya Rasûlallah,
yiyeceğimin helal olması için Allah'a dua et. Rasûlullah da, yiyeceğinin helal
olması için Sa'd'a dua etti." Sa'd,
tarlasında b olduğu
bir başak için dahi çekingen davranır, onu ait olduğu yere götümp bırakırdı.
Sa'd, duasına icabet edilen bir kimseydi. Her ne zaman dua ederse, duasına
mutlaka icabet edilirdi. Bunun meşhur örneği Buharı ve Müslim'in sahihlerindeki
şu rivayettir: Cabir b. Sele-me'den rivayet olunduğuna göre Kûfeliler, Sa'd b.
Ebi Vakkas'ı bütün davranışları hususunda Hz. Ömer'e şikayet ettiler. Öyle ki:
"Sa'd, güzel namaz küdıramıyor." dediler. Sa'd da kendini savunmak
için şöyle dedi: "Ben, onlara Rasûlulullah'm namazından eksik bir namaz
kıldırıyor değilim. Namazların ilk iki rekatını uzun tutuyor, son iki rekatını
kısa tutuyorum."
Hz. Ömer ona: "Ey
Ebu îshak, biz de senin böyle yaptığım sanıyorduk." dedi. Sonra da Sa'd'm
durumunu araştırmak için Küfe mahallelerine müfettiş gönderdi. Bu müfettişler,
Kûfe'deki hangi mescide uğradı-larsa cemaat mutlaka Sa'd'ı Övdü. Bunlar nihayet
Beni Abs kabilesinin mescidine uğradılar, mescidde Ebu Sa'd'e Üsame b. Katade
adındaki bir adam kalkıp şöyle dedi:
"Sa'd, gazaya
gitmiyor, ganimetleri eşit olarak taksim etmiyor, halka adaletle
hükmetmiyor." Adamın böyle söylediğini duyan Sa'd, şöyle beddua etti:
"Allah'ım, eğer
bu kulun riya ve gösteriş olsun diye bu sözleri söyle-mişse ömrünü uzat,
yoksulluğunu devam ettir, gözünü kör et ve onu fitneye maruz bırak."
Ravi Cabir diyor ki:
Sa'd'm aleyhinde konuşan Ebu Sa'de'yi kaşları gözlerinin üstüne düşmüş, yolda
duran ve cariyeler ile kadınları çimdik-leyen yaşlı haliyle gördüm. Halk,
kendisini azarlıyordu ama o şöyle diyordu: "Ben, fitneye uğramış ve
Sa'd'm bedduasına uğramış yaşlı bir adamım."
Başka garip bir
rivayette anlatıldığına göre Ebu Sa'de, Muhtar b. Ebi Ubeyd'in fitnesine maruz
kalıp o fitne esnasında öldürülmüştür.
Taberanî, Said b.
Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd b. Ebi Vakkas'm, Zebra adında
bir cariyesi yeni bir gömlek giyinerek evden dışarı çıktı. Rüzgar elbisesini
savurdu, ayıp yerleri göründü. Hz. Ömer de onu kırbaçlayıp eteğini bağlattı.
Sonra Sa'd, onu korumak için gelince Hz. Ömer, Sa'd'ı da kırbaçladı. Sa'd, Hz.
Ömer'e beddua ederek geri dönünce Hz. Ömer, ona kırbacını verdi ve: "Sen
de bana misilleme yap, bana kısas tatbik et" dedi. Ancak Sa'd, Hz. Ömer'i
affetti.
Rivayet olunduğuna
göre Sa'd ile İbn Mesud arasında tartışma geçti. Sa'd, ona beddua etmek
isteyince İbn Mesud korktu ve hızla kaçıp gitti.
Süfyan b. Uyeyne dedi
ki: Kadisiye savaşında Sa'd komutandı, yaralanmıştı. Ancak fethin tamamlandığı
gün cephede bulunamadı. Bunun üzerine Becile kabilesinden bir adam şöyle bir
şiir okudu:
"Görmez misin ki,
Allah dinini yüceltti. Ama Sa'd, Kadisiye kapısında sığmaktadır. Dışarı
çıkmıyor.
Geri döndük, ama çok
kadın dul kaldı. Sa'd'm kadınları arasında ise dul kalan biri yoktur."
Sa'd: "Allah'ım,
bizi bunun elinden ve dilinden muhafaza et." diye beddua etti. Hedefini
şaşırmış bir ok gelip ona isabet etti, adamın iki eli birden kurudu. Sonra
Sa'd, ortaya çıkarak sırtındaki yaraları insanlara gösterdi ve kendini savundu.
Hüşeym, Mus'ab b.
Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Adamın biri, Hz. Ali'nin aleyhinde
konuştu. Sa'd, onu bu konuşmadan menetti ama adam konuşmasına devam etti. Sa'd:
"Sana beddua ederim." dedi, ama adam yine konuşmasına devam etti.
Sa'd,ona beddua etti. Bu sırada ürküp kaçmakta olan bir deve geldi, o adama
çarptı ve ayakları altına
alıp ezdi.
Amir b. Sa'd'dan gelen
başka bir rivayette anlatıldığına göre Sa'd b. Ebi Vakkas, bir topluluğun, bir
adamın üzerine çullanmış olduğunu gördü. Sa'd, başını iki kişinin arasından
sokarak alttaki adama baktı. Onun, Hz. Ali, Talha ve Zübeyr'e sövmekte olduğunu
gördü. Onu söv-mekten menetti, ama o sövmeye devam etti. Ona: "Sana beddua
ederim." dedi, ama adam: "Sanki peygambermişsin gibi beni tehdid
ediyorsun." deyince Sa'd, oradan ayrılıp gidip bir eve girdi, abdest alıp
iki rekat namaz kıldı. Sonra ellerini semaya kaldırıp şöyle beddua etti:
"Allah'ım, eğer biliyorsan ki, şu adam sana daha önce salih ameller
işlemiş olan kimselere sövmekte ise ve kendisi bu sövgüsü ile seni
gazablandır-mışsa bugün onu başkaları için bir ibret kıl."
O esnada bir buhti
devesi bir mahalleden koşarak geldi, hiç kimse onu geri çeviremiyordu. Geldi, o
kalabalığın içine girdi. İnsanlar sağa sola kaçışıp dağıldılar. Ali, Talha ve
Zübeyr'e söven adamı ayakları altına alıp ezdi ve öldürdü. Sonra ben, halkın
Sa'd'm peşine koşarak gittiklerini ve ona: "Ey Ebu îshak, Allah senin
duana icabet etti." dediklerini gördüm.
Ebu Bekir b.
Ebu'd-Dünya, Abdurrahman b. Avfm azadlısı Mi-na'nın şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Kadının biri,
Sa'd'a eğilip baktı. Sa'd, onu böyle yapmaktan menetti ama kadın bu hareketinden
vaz geçmedi. Sa'd, bir gün abdest almakta iken kadın ona gizlice baktı. Sa'd,
ona: "Yüzün çirkin olsun." dedi ve kadının yüzü ensesine
döndü."
Kesir en-Nevrî,
Abdullah b. Büdeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Sa'd,
Muaviye'nin yanma gidince Muaviye kendisine şöyle dedi:
- Niçin b:zim
saflarımızda bizimle beraber savaşmıyorsun?
- Karanlık bir
fırtınaya yakalandım, ah ah dedim, bineğimi çök-türdüm, o firtma uzaklaştı
sonra yolu öğrendim ve yürümeye başladım.
- Allah'ın kitabında
ah ah yoktur ama yüce Allah, şöyle buyurmuştur: "Eğer mü'minlerden iki
topluluk birbiriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine
saldırırsa, saldıranlarla Allah m buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız."
(ei-Hucurât, 9.) Allah a yemin ederim ki ben, adil kimseye karşı asi kimse ile
beraber olmadığım gibi
asi kimseye karşı da
adil kimseyle beraber olmadım.
- Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m kendisine: "Sen benim yanımda Harun'un Musa nezdindeki itibar
ve mertebesine sahipsin, ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir."
dediği bir kimseye karşı savaşacak değilim.
- Rasûlullah'm bu sözü
söylediğini seninle beraber başka duyan var mıdır?
- Falan, falan ve bir
de Ümmü Seleme duymuştur.
- Eğer ben bu sözü
Rasûlullah (s.a,v.)'ın kendisinden duymuş olsaydım, Ali ile savaşmazdım."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Sa'd ile Muaviye arasında geçen bu konuşma, Muaviye'nin
haccı esnasında Medine'de cereyan etmiştir ve bunların ikisi kalkıp Ümmü
Seleme'nin yanma gitmişler, bu hadisi Rasûlullah (s.a.v.)'dan duyup duymadığını
sormuşlar. O da Sa'd'ın duyduğu gibi bu hadisi Rasûlullah'tan bizzat duyduğunu
söylemiş, bunun üzerine Muaviye: "Eğer bundan önce bu hadisi duymuş olsaydım,
o ölünceye (ya da ben ölünceye) kadar Ali'ye hizmet ederdim, demiştir". Bu
rivayetin senedinde zayıflık vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Sa'd, Ali ile Halid b. Velid hakkında konuşan bir adamı
duyunca şöyle demiştir: "Aramızdaki şey dinimize ulaşmadı."
Muhammed b. Şirin dedi
ki: "Sa'd, bir gecede dokuz cariyeyi ziyaret edip onlarla ilişkide
bulundu, onuncusunun yanma vardığında uykuya daldı, ancak cariye onu
uyandırmaktan utandı."
Sad'ın, oğlu Mus'ab'a
söylediği güzel sözlerden biri şudur: "Ey oğulcuğum, birşeyi istediğin
zaman kanaatle iste, çünkü kanaati olmayan kimseyi mal zenginleştirmez."
Hammad b. Seleme,
Mus'ab b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Babam Sa'd, başı
kucağımda iken vefat etti, can çekişirken ağlıyor dum, bana sordu:
- Ey oğulcuğum, niçin
ağlıyorsun? Allah?a yemin ederim ki O, beni asla azaplandırmayacaktır ve ben
cennetliklerdenim. Doğrusu Allah, mi&ninlere iyilikleri ile mukabelede
bulunur, siz Allah için çalışın, kafirlere gelince onların iyilikleri
hafifletilir, iyilikleri tükenince de onlara şöyle der:
- Her amel eden kişi,
kendisi için amelde bulunduğu şahıstan amelinin sevabını istesin."
Zührî dedi İd: Sa'd,
can çekişirken eski bir cübbesinin getirilmesini istedi, cübbeyi getirdiler ve
şöyle dedi: "Beni bu cübbeye sarın ve öyle defnedin, çünkü Bedir gününde
bu cübbeyi giyinmiş olarak müşriklerle savaştım ve bu cübbeyi bugün için
sakladım."
Sa'd, Medine dışında
Akik mevkiinde vefat etti. Medine'ye erkeklerin omuzunda taşındı. Cenaze
namazını Mervan kıldırdı, mü'minlerin anneleri ile şöhretleri kalıcı olan salih
kadınlar da onun cenaze namazını kıldılar. Bakî mezarlığına defnedildi, birçok
kimsenin ittifak ettiği meşhur görüşe göre o, hicretin ellibeşinci senesinde
vefat etmiştir. Vefat ederken yaşı sekseni aşmıştı, sahih rivayete göre
böyledir.
Ali b. el-Medinî dedi
ki: "Sa'd, aşere-i mübeşşereden en son vefat eden kimsedir."
Başkaları dediler ki:
"Sa'd, Muhacirlerin en son vefat edenidir." Allah ondan da
diğerlerinden de razı olsun.
Heysem b. Adiy,
Sa'd'ın hicri ellinci senede vefat ettiğini söylemiştir. Ebu Maşer ile Ebu
Nuaym Muğis b. Muharrerin ifadesine göre Sa'd, hicretin ellisekizinci senesinde
vefat etmiştir. Muğis'in ifadesine göre bu senede Hz. Ali'nin oğlu Hasan, Hz.
Aişe ve Ümmü Seleme de vefat etmişlerdir ama sahih kavle göre Sa'd, hicretin
ellibeşinci senesinde vefat etmiştir. Kısa boylu, iri yan, iri elli, burun
kemeri geniş ve bedeni kıllı bir kimse idi, saçını ve sakalını siyaha boyardı,
vefat ettiğinde miras olarak 250000 dirhem bıraktı. [43]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/83.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/83.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/83-84.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/84.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/84.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/84-85.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/85-86.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/86.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/86-88.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/88-89.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/90-99.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/99-101.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/101.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/101.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/101-102.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/102.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/103.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/103.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/104.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/104-106.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/106-107.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/107.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/107-108.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/108.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/108.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/108.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/109.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/109-111.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/111-112.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/112-117.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/118-119.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/119.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/120.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/120.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/122-124.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/124.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/124.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/124-125.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/125
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/126.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/126-127.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/127-128.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/128-137.