Fudale B.
Ubeyd El-Ensârî El-Evsî
Kuşem B. Abbas B. Abdülmuttalib
Bu Senede Vefat Eden Bazı Şahsiyetler
Hz. Ebu Bekir'in Oğlu Abdurrahman
Abdurrahmaısrin, Şam Arapları Hükümdarı Cudi'nîn Kızı
Leyla Île Olan Hikayesi
Yezid B. Rebia İle Zîyad'ın Oğulları Ubeydullah Ve
Abbad Arasında Geçen Kıssa
Bu Sene Vefat Eden Bazı Şahsiyetler
Kays B. Sa'd B. Ubade El-Hazrecî
İlk katıldığı savaş,
Uhud savaşıdır. Rıdvan be/atında hazır bulundu, Şam'a gitti. Muaviye'nin
zamanında Ebu Derda'dan sonra kadılığı üstlendi.
Ebu Ubeyde'nin
ifadesine göre hicretin elliüçüncü senesinde vefat etmiştir. Başkalarına göre
ise hicretin altmışyedinci senesinde vefat etmiştir. "El-Muntazam"
adlı eserinde İbn Cevzî dedi ki: "Fudale, hicretin ellibeşinci senesinde
vefat etmiştir." Doğrusunu Allah bilir. [1]
Bu zat, insanlar
arasında Rasûlullah (s.a.v.)'a en çok benzeyen kimse idi. Hz. Ali'nin
zamanında Medine naibliğini üstlendi. Semerkand'm fethine asker olarak katıldı
ve orada şehid edildi. [2]
Ensârfdir. Sülemi
kabilesindendir. Akabe bey'atma ve Bedir gazvesine katıldı. Bedir savaşında
Abbas b. Abdülmuttalib'i esir aldı. Sonraki gazvelerin tamamında Rasûlullah'la
birlikte savaştı. Ebu Hatim'Ie diğerlerinin ifadesine göre Kaİ3, hicretin
ellibeşinci senesinde vefat etmiştir. Başkaları dediler ki: "KaT), Bedir
savaşma katılan mücahidlerin en son vefat edenidir." [3]
Muaviye'nin zamanına
denk gelen bu senede Cünade b. Ebi Ümey-ye, Rum diyarına giderek kışı orada
geçirdi. Başka bir rivayete göre Rum diyarına giderek kışı orada gaza niyetiyle
geçiren kişi, Abdurrah-man b. Mesud'dur. Anlatıldığına göre bu senede Yezid b,
Semüre, deniz savaşma gitmiştir. Karada da îyad b. Haris gaza yapmıştır. Bu
senenin receb ayında Muaviye, umre yaptı, yine bu senede Velid b. Utbe b. Ebi
Süfyan, insanlara haccettirdi. Muaviye, bu senede Said b. Osman'ı Horasan
beldelerinin valiliğine tayin etti. Orada vali olarak bulunan Ubeydullah b.
Ziyad'ı azletti. Said, Horasan'a gidip Semerkand'a bağlı Suhud mevkiinde
Türklerle karşılaştı, onlardan çok kimseyi öldürdü, bu gazada yanında
Müslümanlardan bir topluluk vardı. Anlatıldığına göre bu topluluk arasında
Kuşem b. Abbas b. Abdülmuttalib de vardı.
İbn Cerir dedi ki: Hz.
Osman'ın oğlu Said, Muaviye'den kendisini Horasan'a vali olarak tayin etmesini
istemiş ve ancak Muaviye, Ubeydullah b. Ziyad'ın orada vali olduğunu söyleyince
Said, ona şöyle demişti:
"Vallahi senin
asla ulaşamayacağın bir noktaya gelmen için babam her türlü iyiliği yaptı ve
seni iyi bir mevkiye getirdi. Ancak sen onun başına gelen musibetten dolayı
teessürünü bildinnedin. Ardından da kimseyi ödüllendirmedin, tutup şu oğlunu
öne geçirdin. Ona Müslümanlardan bey'at aldın, oysa ki ben şahsen ondan çok
daha hayırlı olduğum gibi babam ve annem de onun babasından ve annesinden çok
daha hayırh-
Onun bu sözleri
üzerine Muaviye şöyle konuşmuştu: "Babanın başına gelen musibetten dolayı
seni ödüllendirmem gerekirdi. Ancak ben elde ettiğim bu mevkiden dolayı
teşekkür olarak babanın kanını talep ettim. Senin babanın onun babasından daha
hayırlı olduğu meselesine gelince; evet, vallahi baban benden daha hayırlı
idi. Ananın daha hayırlı olduğu meselesine gelince; hayır, vallahi Kureyş'ten
bir kadın, Kelb o-ğullanndan bir kadından çok daha hayırlıdır. Senin ondan daha
faziletli ve üstün olduğun meselesine gelince; senin gibi adamların Şam'a dolup
taşmasına pekte razı değilim."
Bu konuşma üzerine
Yezid, babasına: "Ey mü'minlerin emin! Sen, amcanın oğlunun işlerini
halletme konusunda herkesten daha çok hak sahibi olan bir kimsesin. O sana
serzenişte bulunmuştur. Senin de onun bu serzenişlerini gidermen gerekir."
demiş, bunun üzerine Muaviye, Said b. Osman'ı Horasan'ın harp işlerine tayin
etmiş. Said de Semer-kan'da gitmişti. Türklerden Sogd halkı ona karşı çıkmış ve
iki taraf savaşmıştı. Said, onları yenilgiye uğratıp şehirlerini de kuşatma
altına almıştı. Soğdlu Türkler, onunla barış yapmışlar ve eşraftan olan
kimselerin elli oğlunu ona rehin olarak vermişlerdi. Said, Tirmiz'de ikamet etmiş,
onlara birşey yapmamış, rehin edilen çocukları yanma alıp Medine'ye
getirmişti.
Muaviye, bu senede
insanların, oğlu Yezid'e veliaht olarak be/at etmeleri çağrısında bulundu.
Muaviye, Muğire b. Şube hayatta iken de daha önce bu işe niyetlenmişti. ŞaTrî
tarikiyle İbn Cerir'in rivayetine göre Muğire, daha önce Muaviye'nin yanına
giderek kendisini Küfe valiliğinden af etmesini istemiş, yaşlılığından ve
zayıflığından Ötürü Muaviye onu bu görevden affetmişti. Yerine Said b. As'ı,
Kûfe'ye vali olarak atamaya karar vermişti. Muğire, bunu duyunca pişman olur
gibi oldu. Kalkıp Muaviye'nin oğlu Yezid'in yanma gitti ve ona, babasından, kendisini
veliaht olarak ataması talebinde bulunmasını tavsiye etti. Yezid de bunu
babasından istedi, Muaviye ona: "Bunu sana kim söyledi?" diye sorunca
o, "Muğire teklif etti." diye cevap verdi. Muaviye, Muğire'nin bu
teklifinden hoşlandı ve onu tekrar Küfe valiliğine atadı. Ona, bu işiçin
çalışmasını emretti, bunun üzerine Muğire de bu işi başa çıkarmak için olanca
gayretini gösterdi. Muaviye, Ziyad'a bir mektub göndererek bu konudaki fikrini
sordu. Ancak Ziyad, Yezid'in oyuna ve ava meyilli olduğunu bildiği için bundan
hoşlanmadı. Muaviye, Ziyad'ı bu görüşünden vazgeçirmek için yanma samimi
arkadaşı olan Ubeyd b. Ka'b b. Numeyrfyi gönderdi. Ubeyd, önce Dımaşk'a gidip
Yezid'le görüştü. Ona Ziyad'dan bahsetti ve kendisine veliahtlık talebinde bulunmamasını
öğütledi.
Eğer bu işten
vazgeçerse, bu iş için çalışmasından daha hayırlı olacağını söyledi. Yezid de
bu talebinden vazgeçti. Babası ile görüşerek vazgeçtiğini bildirdi ve ikisi de
bu hususta o zaman anlaştılar, ancak bu senede Ziyad vefat edince, Muaviye işi
sonuçlandırmak için teşebbüse geçti. İnsanları Yezid'e veliaht olarak bey'ata
davet etti. Oğlu Yezid için bey'at akdetti ve bunu bütün beldelere birer
mektubla bildirdi, diğer beldelerdeki insanlar da veliaht Yezid'e bey'at
ettiler, ancak Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah,
Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, Zübeyr'in oğlu Abdullah ve Abbas'm oğlu Abdullah,
Yezid'e bey'at etmediler. Bu sırada Muaviye, umre için Mekke'ye gitti. Mekke
dönüşünde Medine'ye uğradığında o beş kişiden herbirini ayrı ayrı çağırıp
tehdit etti, bey'at etmediklerinden ötürü korkuttu. Bunlardan Mua-i karşı şiddetle karşı koyan ve sert
konuşan Abdurrahman b. Ebu Bekir oldu, en yumuşak cevap veren de Abdullah b.
Ömer oldu. Sonra bu beş kişi, minberin alt tarafında hazır beklemekte iken
Muaviye, minbere çıkıp bir hutbe okudu. Halk Yezid'e be/at ettiler. Bu beş
kişide orada oturmaktaydılar. Ne muvafakat ettiler, ne de muhalefette
bulundular. Çünkü Muaviye, onları tehdit edip korkutmuştu. Bundan sonra diğer
şehirlerde de Yezid'e bey'at edilmişti. Diğer ülkelerden heyetler, Ye-zid'in
yanına geldiler, gelenler arasında Ahnef b. Kays da vardı. Muaviye ona, gidip
Yezidle konuşmasını emretti. O da gidip Yezidle sohbet etti, konuştu. Sonra
Yezid'in yanından ayrıldığında Muaviye, Ahnefe şöyle dedi:
- Yeğenini nasıl
buldun?
- Yalan söylersek
Allah'tan korkarız, doğru söylersek de sizden korkarız. Sen, gecesinde,
gündüzünde, gizlisinde, açığında, girdisinde, çıktısında, Yezid'i bizden daha
iyi bilirsin. Benim ne demek istediğimi çok iyi anlarsın, bize düşen, emri
dinleyip itaat etmektir. Sana düşen de, ümmete nasihat etmektir."
Muaviye, Hz. Hasan'la
barış yaptığı zaman kendisinden sonra Hz. Hasan'ın veliaht olmasını
kararlaştırmıştı. Ancak Hz. Hasan, vefat e-dince Yezid'in durumu Muaviye
nezdinde kuvvetlendi ve Muaviye, onu veliahtlığa layık gördü, bu da babanın
evladına olan sevgisinden dolayı idi. Yezid'de dünyevi necabet ve asaleti
görüyordu. Özellikle hükümdar çocuklarının savaş taktiklerini bildiklerini, yönetimi
düzgünce yürütebileceklerini, idari görevleri layıkı veçhiyle ifa
edebileceklerini biliyordu. Bunu sahabelerden herhangi birinin hakkıyla yerine
getiremeyeceğini sanıyordu. Bu sebepledir ki Muaviye, Abdullah b. Ömer'e şöyle
demişti:
- Benden sonra
reayanın (halkın) başıboş koyunlar gibi yöneticisiz kalmasından korktuğum için
Yezid'i veliaht tayin ettim.
Ibn Ömer de ona şöyle
demişti:
Herkes Yezid'e bey'at
ettikten sonra ben de kendisine -organları kesik bir köle olsa bile- bey'at
ederim.
Yezid'i veliaht tayin
ettiğinden dolayı Said b. Osman b. Affan da Muaviye'yi kınamış ve Yezid'in
yerine kendisini veliaht tayin etmesini istemişti. Ona şöyle demişti:
- Babam seninle
ilgilendi. Nihayet şeref ve onurun doruk noktasına yükseldin ama kendi oğlunu
benden öne geçirdin, oysa ben şahsen ondan daha üstünüm, babam ve annem de onun
babasından ve annesinden daha üstündürler.
Muaviye, böyle diyen
Hz. Osman'ın oğlu Said'e şu karşılığı verdi:
- Babanın bana iyilik
ettiğini söylüyorsun. Bu, inkar edilmeyecek birşeydir. Babanın, Yezid'in
babasından daha üstün ve hayırlı olduğunu söylüyorsun, bu gerçektir. Senin
annen Kureyşf dir. Onun annesi Kelp kabilesindendir ve ondan da daha
hayırlıdır. Senin Yezid'den daha hayırlı ve üstün olmana gelince, Allah'a yemin
ederim ki, senin gibi adamlar, Dımaşk'ın Gota mıntıkasına dolup dolaşsalar bile
Yezid, benim nazarımda hepinizden daha sevimlidir.
Muaviye'nin bir gün
hutbe irad ederken şöyle dediğini önceki kısımlarda rivayet etmiştik:
"Allah'ım!
Yezid'i bu idari işe ehil gördüğüm için veliaht tayin etmiş olduğumu
biliyorsan, Yezid'in yönetime geçme işini başarıyla sonuçlandır. Eğer
kendisini sevdiğim için veliaht tayin ettiğimi biliyorsan, onun yönetime geçme
işini tamamlama."
Hafız İbn Asakir'in
anlattığına göre Muaviye, bir gece arkadaşlarıyla sohbeti derinleştirmiş.
Çocuğu asil doğacak bir kadın hakkında arkadaşlarıyla konuşmuş, arkadaşları da
çocuğu asil olacak bir kadının evsafını kendisine anlatmışlardı. Bunun üzerine
Muaviye şöyle demişti: "Bu nitelikte bir kadını tanımak isterdim."
Meclisinde oturan arkadaşlarından biri ona şöyle demişti:
- Ey mü'minlerin emin!
Sen bu nitelikte bir kadın buldun.
- Kimdir o?
- Kızımdır, ey
mü'minlerin emiri!
Bunun üzerine Muaviye,
o kızla evlendi. Bu evlilikten oğlu Yezid, asil, necip, zeki ve mahir bir insan
olarak doğdu. Muaviye, daha sonra başka bir kadınla evlendi. Bu kadın, onun
yanında itibar sahibi oldu. Ona başka bir erkek çocuk doğurdu. Bunun üzerine
Yezid'in annesi gözden düştü ve Muaviye'nin evinin bitişiğindeki bir eve
yerleşti. Muaviye, bir ara makamında diğer karısıyla oturmakta iken Yezid'in
annesine baktı. Kadın, oğlu Yezid'in saçlarım tarıyordu. Diğer kadın, Yezid'in
annesini kastederek şöyle dedi: "Allah, bu kadını ve saçım taradığı
çocuğunu kahretsin." Bunun üzerine Muaviye de ona şöyle dedi:
"Niçin böyle
söylüyorsun? Allah'a yemin ederim ki, onun oğlu, senin oğlundan daha asil ve
daha neciptir. İstersen bunu sana açıklarım." Böyle dedikten sonra
Muaviye, ikinci karısının oğlunu çağırdı, ona şöyle dedi:
"Şu anda
mü'minlerin emiri, senin her isteğini yerine getirmeye hazırdır, dile benden
ne dilersen.
- Senden isteğim şudur
ki, bana av köpekleri, atlar ve avcılar veresin, av partisine katılacak
arkadaşları bana veresin.
- Bu isteklerini
yerine getirmek üzere adamlarıma emir verdim. Bundan sonra Muaviye, Yezid'i
çağırdı ve ona diğer oğluna söylediklerinin aynısını söyledi. Yezid de şu
karşılığı verdi:
- Şu vakitte böyle bir
istekte bulunmaktan mü'minlerin emiri beni affetmez mi?
- Hayır, mutlaka
isteğini söylemelisin.
- Allah, mü'minlerin
emirinin ömrünü uzatsın. İsteğim, kendisinden sonra beni valiaht tayin
etmesidir. Zira öğrendiğime göre halka bir gün adaletle hükmetmek, 500 sene
süreyle ibadet etmek kadar sevaptır.
- Senin bu isteğini
yerine getirdim.
Böyle dedikten sonra
Muaviye, karısına şöyle dedi: "Yezid'i nasıl gördün?" Kadın da
Yezid'in kendi oğlundan daha üstün ve faziletli olduğunu kesin olarak anlamış
oldu. [4]
İbn
Cevzfnin.anlattığına göre bu sene de, yani hicretin elîialtına. senesinde Ümmü
Haram binti Milhan el-Ensârîye vefat etmiştir. Bu kadın, Ubade b. Ubade b.
Samit'in zevcesi idi. Alimlerin naklettikleri sahih kavillere göre bu kadın,
Hz. Osman'ın halifeliği zamanında hicretin yirmiyedinci senesinde vefat
etmiştir. Bu kadın, kocası ile birlikte Muaviye komutasında Kıbrıs'a girişte
katın tarafından yere atılıp ezilerek Ölmüş ve Kıbrıs'a demedilmiştir, tuhaf
olan şudur ki; îbn Cevzî, bu kadının biyografisinden bahsederken Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde yer alan bir hadisi nakletmiştir. Şöyle ki:
"Peygamber (s.a.v.), bu kadının evinde öğle uykusuna yatmış iken rüyasında
ümmetinden bir topluluğun hükümdarlar gibi denizin ortasına gaza için
gittiklerini görmüş ve rüyasını Ümmü Haram'a anlatınca o da Hz. Peygamber (s.a.v.)'den,
kendisinin de bu deniz gazasında giden topluluk arasında bulunması için dua
etmesini talep etmiş, Peygamber (s.a.v.) de ona bu şekilde dua etmişti. Sonra
tekrar uyumuş, aynı rüyayı görmüş. Kadın yine şöyle demişti: "Ya
Rasûlallah, beni de bu deniz gazasına giden topluluk arasına katması için
Allah'a dua et." Rasûlullah (s.a.v.) da ona: "Hayır, sen ilk gruba
dahilsin," demişti. Bunlar, Kıbrıs'ı fetheden topluluk idi ve bu kadın da
onlarla beraber hicretin yirmi yedinci senesinde Kıbrıs'a gitti. Hicretin yirmi
yedinci senesinde Muaviye'nin oğlu Yezid'le birlikte Rum beldelerine giden
ikinci grupta bulunmadı, o grupta da Ebu Eyyüb el-Ensârî vardı. Ö zat,
Kostantiniyye'de (İstanbul) vefat etti, mezarı Konstantiniyye surlarının
yakınındadır, bunu peygamberlik delilleri bölümünde de nakletmiştik. [5]
Bu senede Abdullah b.
Kays, Rum diyarına gazaya giderek kışı orada geçirdi.
Vakidî'nin ifadesine
göre bu senenin şevval ayında Muaviye, Medine valisi Mervan b. Hakem'i
görevden azlederek yerine Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan'ı vali tayin etti. Bu
senede insanlara haccettiren kişi de odur. Çünkü Medine valiliği, onun uhdesine
verilmişti. Bu senede Küfe valisi Dahhak b. Kays, Basra valisi Ubeydullah b.
Ziyad, Horasan valisi Said b. Osman'dı.
İbn Cevzî dedi ki: Bu
sene, Osman b. Hanif el-Ensârî el-Evsî vefat etti. Bu zat, Ubade üe Sehl b.
Hanifin kardeşidir. Hz. Ömer, onu Irak'taki Sevad haracım toplamak üzere
göndermiş ve onu Küfe valiliğine atamıştı. Talha ile Zübeyr, Hz. Aişe ile birlikte
oraya geldiklerinde o, emirliği onlara teslim etmeye yanaşmadığı için sakalı,
kaşları ve kirpikleri yolundu, ayrıca kendisine işkence yapıldı. Hz. Ali,
Kûfe'ye geldiğinde şehri ona teslim etti. O, şöyle dedi: "Ey mü'minlerin
emiri, senin yanından ayrılıp buraya geldiğimde sakallı idim ama şimdi seninle
sakalsız olarak buluşuyorum." Hz. Ali, onun bu deyişine gülümsedi ve:
"Senin bu halinin sevabı Allah katandadır." dedi. Bu zatın, gözleri
kör bir adamın Rasûlullah'a müracaat ederek gözlerinin aydınlığım kendisine
geri vermesi için Allah'a dua etmesini istemesi ve Rasûlullah'm da duası sayesinde
Allah'ın gözlerini ona geri vermesine dair rivayet ettiği bir hadis vardır.
Neseî tarafından da nakledilen bir hadisi vardır. Bu zatın, hicri elliyedinci senede
vefat ettiğim İbn Cevzfden başkası söylemiş değildir. Doğrusunu Allah bilir. [6]
Bu senede Malik b.
Abdullah el-Has'amî, Rum diyarına (Anadolu) gazaya gitti.
Vakidî dedi ki: Bu
senede Yezid b. Şecere, deniz gazasına gidip kışı orada geçirdi. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre Cünade b. Ebi Ümeyye, Rum illerine ve deniz
seferine gitti. Rum diyarında kışı geçiren kişinin Amr b. Yezid el-Cühenî
olduğu da söylenmiştir.
Ebu Maşer ile Vakidî
dediler ki: Bu senede Velid b. Utbe b. Ebi Süf-yan, insanlara haccettirdi. Bu
senede Muaviye, Abdurrahman b. Abdullah b. Osman b. Rabia es-Sakafî tbn Ümmii
Hakem'i Küfe valiliğine atadı. Ümmü Hakem, Muaviye'nin kızkardeşidir. Muaviye,
Küfe valisi Dahhak b. Kays'ı görevden azletti. İbn Ümmü Hakem, Kûfe'ye vali olarak
gittiğinde güvenlik kuvvetlerinin başına Zaide b. Kudame'yi atadı. îbn Ümmü
Hakem'in valiliği zamanında Hariciler baş kaldırdılar. Bu hadisede onların
reisleri Havyan b. Dahyan es-Sülemî idi. îbn Ümmü Hakem, onların üzerine bir
ordu gönderdi, bu ordu bütün Haricileri öldürdü, sonra İbn Ümmü Hakem
Kûfelilere kötülük yaptı. Yönetimi alt üst etti. Kûfeliler de onu aralarından
çıkarıp kovdular. O da dayısı Muaviye'nin yanma dönerek durumu ona anlattı.
Muaviye ona: "Seni Mısır'a vali olarak tayin edeceğim. Mısır senin için
daha hayırlıdır." dedi ve onu Mısır valiliğine atadı. Mısır'a gitti. Şehre
girmeden iki konak dışarıda Muaviye b. Hadic onu karşıladı ve kendisine:
"Dayın Muaviye'nin yanına dön, ömrüme yemin ederim ki, seni Mısır'a
sokmayacağız ki burada Kûfeli kardeşlerimize yaptığın gibi bize de kötülük
yapmaya-sm ve kötü bir idare tarzı sergileyemiyesin." dedi. Bunun üzerine
İbn Ümmü Hakem, Muaviye'nin yanma döndü. Muaviye b. Hadic te bir heyetle
birlikte onun peşi sıra yola çıkarak Muaviye'nin yanma geldi. Muaviye'nin
huzuruna gittiğinde Muaviye'nin kızkardeşi Ümmü Hakem'i de orada buldu. Bu
kadın, Kûfelilerin ve Mısırlıların kovduğu vali Ab-durrahman'm annesi idi.
Muaviye onu görünce: "Aferin aferin işte bu, Muaviye b. Hadic'tir."
dedi. Ümmü Hakem de: "Buna merhaba değil, bunun adını işitmek, kendisini
görmekten daha iyidir." dedi. Muaviye b. Hadic te şu karşılığı verdi:
"Yavaş ol bakalım ey Ümmü Hakem! Allah'a yemin ederim M, sen evlendin ama
şereflenmedin, çocuk doğurdun ama asil bir çocuk doğurmadın. Fasık oğlunun bize
vali olmasını istedin ki,
kardeşlerimiz
Küfelilere yaptığı kötülüğü bize de yapsın, ama Allah bu fırsatı ona
vermeyecektir, eğer o bize kötülük yapacak olursa, ona bir darbe vururuz. Senin
yanında oturmakta olan şu Muaviye bundan hoş-lanmasa bile bunu yaparız."
Muaviye de Ümmü Hakem'e dönerek "Yeter." dedi. [7]
Bu kıssayı
"el-Muntazam" adlı kitabında İbn Cevzî senediyle birlikte anlatır.
Şöyle ki: Beni Özre kabilesinden bir genç ile îbn Ümmü Hakem arasında bir
kıssa cereyan etmişti. Bu kıssanın özeti şudur: Muaviye, bir gün sofrada iken
Beni Özre kabilesinden bir genç gelip karşısına dikildi ve ona, zevcesi Suad'a
olan iştiyakını anlatan bir şiir okudu. Mu-aviye; onu yanma oturtup başından
geçenleri anlatmasını istedi. Genç te şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, ben amcam kızı ile evliydim, develerim ve koyunlarım vardı. Bunları ona
harcadım, elimdeki malım azalmca.ba-bası benden yüz çevirdi ve beni Kûfe'deki
valin İbn Ümmü Hakem'e şikayet etti. Küfe valisi, zevcemin güzelliğini
duymuştu, beni zincire vurup hapse attı. Eşimi boşamam için bana baskı yaptı,
ben de boşamak mecburiyetinde kaldım. Zevcemin iddeti tamamlanınca babası onu
10.000 dirhem karşılığı olarak Kûfe'deki valine verdi. Onunla evlendirdi, işte
şimdi sana geldim. Ey mü'minlerin emiri, sen hüzünlenenlerin, darda kalanların,
yandım diyenlerin imdadına koşarsın. Mahndan yoksun bırakılanların
dayanağısın, şimdi benim bu sıkıntıdan kurtulacak bir yolum yokmu? Böyle dedikten
sonra ağladı ve şöyle dedi:
"Yüreğimde ateş
vardır, ateş kıvılcımlanıyor. Vücudum bitkin düştü, rengim sarardı.
Gözlerim keder
yaşlarını akıtıyor, bu yaşlar sağnak yağmurlar gibidir.
Aşkından ağlıyorum, bu
halime tabip şaşıyor.
Büyük bir bela ile
karşılaştım, buna dayanacak güç yoktur.
Gecem gece değil,
gündüzüm de gündüz değil."
Muaviye, o gence acıdı
ve Küfe valisi îbn Ümmü Hakem'e bir mek-tub yazarak bu davranışından dolayı onu
ayıplayıp kınadı ve gencin karısını itirazsız boşamasını emretti. Mektubu alan
Küfe vahşi İbn Ümmü Hakem, derin bir ah çekip: "Keşke mü'minlerin emiri
beni bu kadınla bir yıl başbaşa bıraksaydı da sonra boynumu kılıçla
vursaydı." dedi ve kadını boşamaya kendini zorladı ama buna güç
yetiremedi. Nefsi de boşama isteğine icabet etmedi. Fakat ulak, Muaviye'nin
azarlayıcı mektubunu ona teslim edince mektuptaki ifadeler kendisini o kadını
boşamaya zorladı. O da çaresiz kadını boşadı, yolundan çıktı. Bir heyetle
birlikte Mu-aviye'ye gönderdi, kadın gidip Muaviye'nin huzurunda durunca Muaviye,
çok güzel bir manzara ile karşılaştı. Kadını konuşturunca onun çok fasih ve
tatlı konuştuğunu gördü. İnsanların en güzeli ve en nazlısı olduğunu müşahede
etti. Kocası ve aynı zamanda amcası oğlu olan o gence şöyle dedi: "Ey
bedevi! Sana daha güzel şeyler versem bu kadının yolundan çıkar mısın?"
Genç şu karşılığı verdi: "Evet, başımı gövdemden ayırırsan bu kadının
yolundan çıkarım." dedi. Sonra da şu şiiri söyledi:
"Beni yağmurdan
kaçarken doluya tutulmuş kimse gibi darb-ı mesellere konu yapma.
Suad'ı, kendisine
hayran olan üzüntü ve anma ile akşamlayıp aynı şekilde sabahlayan kederli
kimseye geri ver.
Istıraplar beni bitkin
düşürdü, yüreğim yanıyor, hem de ne yanma.
Allah'a yemin ederim
ki, Suad'ın aşkım unutmayacağım, mezarımda taşlar altında gövdem kayboluncaya
dek onu aklımdan çıkarmayacağım.
Onun yolundan nasıl
çekilebilirim ki, gönlüm ona tutkundur, kalbim onsuz yapamıyor,
sabredemiyor."
Muaviye dedi ki:
"Kadına seçme hakkı verelim, ya seni ya da tbn Ümmü Hakem'i seçsin."
Muaviye'nin böyle demesi üzerine Suad, şöyle dedi:
"Bunun her ne
kadar işi kırığa gitmişse de,
Serveti azalmışsa da,
Benim nazarımda
babamdan da, komşumdan da, dirhem ve dinar sahiplerinden de daha sevgilidir.
Kendisine ihanet
edersem Cehennem ateşinin sıcaklığından korkarım."
Muaviye güldü ve ona
10.000 dirhem para, binek ve sergi verilmesini emretti, iddeti tamamlanınca da
onu eski kocasına teslim edip onunla evlendirdi.
Bu senede yani
hicretin ellisekizinci senesinde Ubeydullahb. Ziyad ile Hariciler arasında çok
hadiseler cereyan etti. Ubeydullah, onlardan çok sayıda adam Öldürdü, kalanları
da hapsetti. O da babası gibi atılgan ve Hariciler hakkında kararlı bir kimse
idi. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, elbetteki doğruyu daha iyi
bilir. [8]
Bu senede Said b. As
b. Ümeyye b. Abdü'ş-şems b. Abdumenaf el-Kureşi el-Umevî vefat etti. Onun
babası Bedir savaşında kafir olarak öldürüldü. Onu, Hz. Ali öldürmüştü. Said,
Hz. Osman'ın kucağında büyüdü. Rasûlullah'm vefatı esnasında dokuz yaşında
idi. Müslümanların Önde gelen şahsiyetlerinden ve meşhur cömert kişilerdendi.
Dedesi Said b. As Ebu Ecniha, Kureyş kabilesinde reisti. Ona taç sahibi
anlamına gelen züttaç deniliyordu, çünkü o sarık sardığı zaman ona hürmeten o
gün başkası sarık sarmazdı. Said, Hz. Ömer tarafından Sevad valiliğine
atanmıştı. Hz. Osman da fasihliğinden ötürü onu Mushafları yazan görevliler
arasına katmıştı, sakalı Rasûlullah'm sakalına çok benzerdi. Kur'ân'ı derleyip
yazan ve talim eden on iki kişiden biri idi. Übey b. Ka*b ile Zeyd b. Zabit'te
bu oniki kişi arasında idi. Hz. Osman, Velid b. Uk-be'yi azlettikten sonra
Said'i Küfe valiliğine atadı. Said, Taberistan ve Cürcan'ı fethetti.
Azerbaycanlılar, antlaşmayı bozunca Said, üzerlerine gitti ve orayı fethetti.
Hz. Osman vefat edince fitneden uzaklaşıp bir köşeye çekildi. Cemel ve Sıffin
savaşlarına katılmadı. Yönetim Muaviye'nin eline geçince yanma gitti. Muaviye
onu kınadı. O da mazeretini beyan etti. Bu hususta uzun uzadıya ağır bir
konuşma yaptı. Muaviye, onu iki kez Medine valiliğine atadı. İki kez de Mervan
b. Hakem sebebiyle onu bu görevden azletti. Bu zat, Peygamber (s.a.v.)'den,
Ömer b. Hat-tab'tan, Osman'dan ve Aişe'den hadis rivayet etmiştir. Oğulları Amr
b. Said el-Eşdak ile'Ebu Said, Salim b. Abdullah b. Ömer, Urve b. Zübeyr ve
diğerleri de kendisinden hadis rivayet etmişlerdi. Onun, "Müsnet" ve
Kütüb-ü Sitte'de hadisleri yoktur, güzel bir hayat tarzı vardı. İyi su* saklardı,
çoğu kez arkadaşlarını cuma günleri toplar, onlara yemek yedirir ve elbise
giydirirdi. Evlerine çeşitli hediyeler, armağanlar ve bol miktarda buğday
gönderirdi. Keseleri doldurup mescitte ihtiyaç sahibi namaz kılan kimselerin
önüne bırakırdı.
îbn Asakir dedi ki:
"Said'in Dımaşk'ta Dar-ı Naim denen bir evi ve Hammam-ı Naim denen bir
hamamı vardı. Evi ile hamamı Dimas taraf-larındaydı, sonra Medine'ye döndü ve
vefat edinceye kadar orada ikamet etti. Alicenâb, cömert ve övgüye layık bir
kimse idi."
Ibn Asakir, onun şu
hadislerini rivayet etmiştir:
Said b. As'tan rivayet
olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Sizin İslâmiyet
dönemindeki seçkinleriniz, cahiliye dönemindeki seçkinlerinizdir."
Said b. As'tan rivayet
olunduğuna göre îbn Ömer, şöyle demiştir: Kadının biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a
bir hırka getirdi ve şöyle dedi: "Bu hırkayı Arapların en şereflisine
vermeyi adadım." Rasûlullah (s.a.v.) 'da: "Öyle ise şu gence (Said b.
As'a) ver, dedi. Bu sebeple o tür elbiselere Saidî elbiseleri denildi. Şair Fer
ezdak da bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir.:
"Gece ve gündüz
işin hedeften saptığı esnada, Kureyş'in önde gelen şahsiyetlerinin durnp Said'e
baktıklarını görürsün, onlar sanki Said'te hilali görüyorlar."
Hz. Osman, Muğire'yi
Küfe valiliğinden azledince oraya Sa'd b. Ebi Vakkas'ı vali olarak tayin etti.
Onu da azledince yerine Velid b. Utbe'yi tayin etti. Onu da azledince yerine
Said b. As'ı vali olarak tayin etti. Sa-id, orada bir süre vali olarak görev
yaptı, ancak yaşantısı beğenilmedi. Onu sevmediler, sonra Malik b. Haris (Ester
en-Nehaî), bir cemaatla Hz. Osman'ın yanına gitti. Hz. Osman'dan, Said'i Küfe
valiliğinden azletmesini :"itedi. Ancak Hz. Osman, onu bu görevden
azletmedi. Said, Medine'de Hz. Osman'ın yanındaydı. Onu tekrar Kûfe'ye
gönderdi. Ester, ondan önce Kûfe'ye giderek insanlara bir nutuk irad etti ve
onları Said'in1 Kûfe'ye girmesine engel olmaya teşvik etti. Eşter'in kendisi de
bir askeri birlikle yola çıkarak Azib denen mıntıkada Said'i karşıladı ve onu
Kûfe'ye girmekten menetti. Said ise, Ra'sa'da konakladı.- Onlar oraya gidip kendisini
Kûfe'ye girmekten menettiler, sıkıştırmaya devam ettiler. Nihayet onu, Hz.
Osman'a geri gönderdiler. Ester, Ebu Musa el-Eş'arî'yi imamlığa ve sınır
muhafızlığına, Hüzeyfe b. Yeman'ı da ganimet görevinin başına tayin etti.
Kûfeliler de bunu onayladılar ve durumu Hz. Osman'a bildirdiler. O da bunu
onayladı ve zahiren bu durumdan memnun, olduğunu gösterdi. Ancak bu, Hz.
Osman'ın yönetimindeki ilk gevşeme oldu. Said b. As, Hz. Osman'ın kuşatma
altına alınışına kadar Medine'de ikamet etti. Onun konağında kaldı. Talha ile
Zübeyir, Hz. Aişe ile birlikte Mekke'den çıkıp Hz. Osman'ın katillerim yakalamak
istediklerinde Said, onlarla birlikte oldu. Sonra Muğire b. Şube ve başkaları
ile birlikte bu gruptan ayrılarak Taife gitti ve savaş sona erinceye kadar
orada ikamet etti. Daha sonra Muaviye, hicretin kırkdoku-zuncu senesinde onu
Medine valiliğine atadı. Mervan'ı valilikten azletti. Said, yedi sene Medine
valiliğini yaptıktan sonra Muaviye, Mervan'ı oraya tekrar vali olarak atadı.
Abdülmelik b. Umeyr, Kabise
b. Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ziyad, bir iş için beni
Muaviye'ye gönderdi, işimi tamamladıktan sonra dedim ki:
- Ey mü'minlerin
emiri, senden sonra yönetim kimin eline geçecektir?
Muaviye bir süre
sustu, sonra şöyle cevap verdi:
- Bu iş bir topluluğun
arasında olacaktır. Ya Kureyş'in âlicenâb şahsiyeti Said b, As'm eline
geçecektir ya Kureyş'in yiğidi, dahisi ve cömerdi Abdullah b. Amir'in eline,
ya Hasan b. Ali'nin eline geçecektir ki oda lider, efendi ve âlicenâb bir
şahsiyettir. Yada Allah'ın dininde fakih olan ve kitabını okuyan, Allah'ın
hudutları hususunda çok titiz olan Mervan b. Hakem'e geçecektir veya fıkhı iyi
bilen Abdullah b. Ömer'in eline geçecektir, yahut şeriatı yırtıcı canavarlara
göre hareket ettiren ve tilkiler gibi hile yapan Abdullah b. Zübeyr'in eline
geçecektir."
Önceki kısımlarda da
rivayet ettiğimiz gibi Said b. As, günün birinde Medine sokaklarının birinden
geçerken su istemiş ve kendisine bir evden su çıkarılıp verilmiş, verilen suyu
içmişti. Bir müddet sonra kendisine su veren adamın, evini satılığa
çıkardığını görünce evini niçin sattığını sormuş, adam 4000 dinar borcu
bulunduğu için satmak istediğini söyleyince Said, o adamın alacaklısına haber
gönderek: "Alacağın bana ait, ben sana ödeyeceğim." demiş. Ev
sahibine haber göndererek: "Evini satma. Dilediğin gibi evinde otur."
demişti.
Meclisinde oturan
kurrâlardan biri yoksul düşmüş, şiddetli derecede muhtaç olmuştu. Karısı
kendisine şöyle demişti:
- Bizim valimizin çok
cömert olduğu söyleniyor. Eğer durumunu kendisine anlatacak olursan, belki sana
bir miktar bağışta bulunur.
- Yazıklar olsun sana,
yüz suyumu döktürme.
Karısı ısrar edince
adamcağız gidip vali Said b. As'm makamına girdi, insanlar çevresinden dağılıp
gittiklerinde o yoksul adam hala yerinde oturuyordu. Said ona dedi ki:
- Öyle sanıyorum ki
sen, bir ihtiyacın olduğu için oturmaya devam ediyorsun.
Adam sustu, Said,
kölelerine:
- Buradan çıkın, diye
emretti, sonra o muhtaca şöyle dedi:
- Şimdi ikimiz başbaşa
kaldık, burada başka kimse yok. Adamcağız sustu, Said kandili söndürdü, sonra
tekrar o yoksula
şöyle dedi:
- Allah, sana rahmet
etsin yüzümü dahi göremiyorsun, artık ihtiyacını söyle.
- Allah, emiri ıslah
etsin, biz yoksul düştük, iııriyacımız fazla derecede arttı, durumumu sana
anlatmak istedim ama utandım.
- Sabah olunca vekilim
olan falan adamın yanma git. Sabah olunca vekilin yanma gitti, vekil ona şöyle
dedi:
- Vali, sana birşeyler
vermemi emretti, git bu eşyaları seninle beraber taşıyacak olan adamları
getir.
- Eşyaları taşıyacak adamlarım
yok.
Böyle dedikten sonra
yoksul adam karısına gidip azarladı ve şöyle dedi:
- Yüz suyumu valinin
huzurunda dökmeye beni zorladuı. O da bana birşeyler verilmesini emretti, ama
o şeyleri taşıyacak adamlar gerek. Herhalde bana bir miktar un ve gıda maddesi
verecek, eğer para verecek olsaydı, parayı taşımak için hamala gerek olmazdı ve
bizzat bana verirdi.
Karısı da dedi ki:
- Sana vereceği şey ne
olursa olsun mutlaka bize azık olacaktır, git al.
Adam vekilin yanına
döndü. Vekil ona şöyle dedi:
- Eşyaları seninle
beraber taşıyacak kimsen olmadığını valiye bildirdim. Oda şu üç Sudanlıyı
eşyaları seninle beraber taşımaları için buraya gönderdi. Adam gitti, evine
vardığında o üç Sudanlıdan her birinin başının üzerinde 10.000 dirhem olduğunu
gördü. Sudanlı kölelere şöyle dedi:
- Başınızın üzerindeki
eşyayı indirip gidin. Onlar da dediler ki:
- Vali, bizi de sana
armağan etti. O, hizmetçilerle birlikte bir kimseye hediye gönderecek olursa,
mutlaka o hediyeyi taşıyan hizmetçiyi de o adama hibe eder, o yoksul adamın
durumu iyileşti, sıkıntıdan kurtuldu.
İbn Asakir'in
anlattığına göre Ziyad b. Ebi Süfyan, Said b. As'a bir miktar mal ve
hediyelerle bir de mektup gönderdi. Mektubunda kızı Ümmü Osman'ı Amine binti
Cerir b. Abdullah el-Becelfden kendisi için istediğini yazmıştı. Bu hediyeler,
mallar ve mektup Said b. As'a ulaşınca mektubu okudu. Sonra hediyeleri
meclisinde oturan adamlara dağıttı ve nazik ifadeli bir mektup yazıp Ziyad'a
gönderdi, mektup şöyleydi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla! yüce Allah
buyurdu ki: "Ama insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder."
vesse-
lam".
Önceki sayfalarda da
rivayet ettiğimiz gibi Said, Hz. Ali ile Fatı-
ma'nın kızı ve daha
önce Hz. Ömer'in zevcesi olan Ümmü Külsüm'le evlenme talebinde bulundu. Ümmü
Külsüm, onun bu talebine muvafakat etti, bu hususta kardeşleri Hasan ile
Hüseyin'e danıştı. Onlar bu evliliğe razı olmadılar. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre bu evliliğe Hüseyin muvafakat etmedi, ancak Hasan muvafakat
etti. Neticede Ümmü Külsüm evini hazırladı. Kanapeyi kurdu ve iki taraf nikah
akdi için sözleştiler. Ümmü Külsüm de Hz. Ömer'le olan evliliklerinden doğan
oğlu Zeyd'e, kendisine vekaleten nikah akdini yapması için emir verdi. Said de
Ümmü Külsüm'e mehir olarak 100.000 (başka bir rivayete göre 200.000) dinar
gönderdi. Arkadaşları, yanında toplandılar M, nikah akdi yapmaya gitsinler, o
esnada Said: "Annem Fatıma'yı evden çıkarmak istemiyorum." dedi ve bu
evlilikten vazgeçti, gönderdiği başlığı da Ümmü Külsüm'e bıraktı.
İbn Main ile Abdülalâ
b. Hammad dediler ki: "Arabinin biri, Said b. As'tan yardım istedi. Said,
ona 500 dirhem verilmesini emretti. Hizmetçi:
- 500 dirhem mi yoksa
dinar mı vereyim? diye sorunca Said, şu cevabı verdi:
- Ben 500 dirhem
vermeni emretmiştim, ama gönlünden kopan dinar ise sen ona 500 dinar ver.
Bu parayı alan Arabi,
oturup ağlamaya başladı. Said, ona sordu:
- Niçin ağkyorsun>
neyin var? Sana verdiğim malı almıyacak mı-
- Alacağım ama
toprağın senin gibi bir kimsenin cesedini nasıl ye-yip çürüteceğini aklım almıyor,
işte ona ağlıyorum."
Abdülhamid b. Cafer
dedi ki: "Adamın biri, üzerine düşen dört diyetin parasını toplamak için
Medine'ye geldi. Halktan yardım talebinde bulunmaya başladı. Kendisine:
"Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a veya Abdullah b Cafer'e veya Said b. As'a veya
Abdullah b. Abbas'a git." dediler. O da mescide gitti. Said b. As'm
mescide girmekte olduğunu gördü. "Bu adam kimdir?" diye sorunca Said
b. As olduğunu söylediler. O da Said'e yöneldi yanına gitti. Medine'ye geliş
sebebini ona anlattı. Said de cevap vermedi. Nihayet mescitten çıkıp evine
gideceği zaman o Arabiye şöyle dedi:
- Seninle beraber mal
taşıyacak birini de getir.
- Allah sana rahmet
etsin, ben senden para istiyorum, hurma değil-
- Biliyorum, seninle
beraber mal taşıyacak birini getir
Adam, Said'in evine
gitti. Said, ona 40.000 dinar verdi, o Arabi de paraları aldı. Başkalarına
gidip dilenmeden Medine'den ayrılıp gitti."
Said b. As, oğluna
şöyle demişti: "Ey oğulcuğum, Allah için iyilik yap, senden istenmeden sen
ver. Bir adam yüzü kızarmış, âdeta kanı yüzüne sıçramış yada kendisine verip
vermiyeceğini bilmediği için tereddüt içinde iken sana gelirse, vallahi sen
ona malının tamamım versen bile onun bu haline denk bir iyilikte bulunmuş
olamazsın. Benim meclisimde oturacak olan kimseler üçtür: Biri, yaklaştığında
kendisine merhaba dediğim ve yer gösterdiğim kimsedir. Biri de, meclisimde
oturduğunda kendisine yerini genişlettiğim kimsedir. Biri de, konuştuğumda
kendisine yöneldiğim ve dinlediğim kimsedir.
Oğlum, şerefli
kimseyle şakalaşma, aksi takdirde sana kin besler, şerefsiz kimse ile de
şakalaşma zira böyle yaparsan, onun nazarında küçülürsün, ya da o sana karşı
cür'etlenir."
Said, bir hutbesinde
şöyle dedi: "Bir kimseye Cenâb-ı Allah, güzel bir rızık ihsan ederse o
kimse kendisine ihsan edilen rızıkla insanların en mutlusu olsun. Çünkü o,
kendisine ihsan edilen o rızkı şu iki kimseden birine bırakacaktır: Ya salih
bir kimseye bırakacaktır ki, o salih kimse kendisi için yığılan mal sayesinde
mutlu olur. Salih bir kimseye hiçbir mal az değildir. Veya kötü bir kimsedir.
Kötü kimseye gelince ne kadar çok olursa olsun ona bırakılan mirastan hiçbirşey
geride kalmaz, hepsini tüketip yok eder."
Ebu Muaviye dedi ki:
"Ebu Osman (yani Said b. As), sözün İM ucunu bir araya getirmiştir."
Asmaî, Hakim b.
Kays'tan rivayet ederek Said b. As'm şöyle dediğini nakletmiştir: "Cahil
veya beyinsiz kimseyle konuşmaktan çekinirim. Kendi ihtiyacımı söylemekten
utanırım."
Said b. As, Küfe
valisi iken ibadetle fazla meşgul olan kadınlardan biri yanma geldi. Said, ona
ikram ve ihsanda bulundu, kadın ona şöyle dedi:
"Allah, seni
namerde muhtaç etmesin, şerefli kimselere karşı da lüt-funu devam ettirsin ve
hep onları senin minnetin altında bıraksın. Şerefli bir kimsenin elindeki bir
nimeti Cenâb-ı Allah giderdiği zaman o nimeti o şerefli kimseye geri vermek
için seni sebep kılsın."
Said'in kız ve erkek
olmak üzere toplam on çocuğu vardı. Zevcelerinden biri, Mervan b. Hakem'in
kızkardeşi Ümmül- Benin binti Hakem b. Ebi'1-As'tı. Said, vefat edeceği zaman
çocuklarını topladı ve onlara şöyle dedi: "Arkadaşlarım sadece benim
yüzümü görmekten mahrum kalacaklar, onlara hayatta iken nasıl davrandıysam,
siz de öyle davranın. Aradaki dostluk bağlarım koparmayın. Onlara yaptığım
iyilikleri sürdürün, ihtiyaçlarım giderin. Kişi ihtiyacını gidermek için
birisinden bir talepte bulunduğu zaman vücudu sarsılır, eklemleri tiril tiril
titrer ve reddedilmekten korkar. Allah'a yemin ederim ki, sizi ihtiyacını
giderecek kimseler olarak gören bir adamın kendi yatağında kıvranması, sizin
ona vereceğiniz yardımdan ve bahş edeceğiniz ikramdan sizin için daha büyük bir
minnettir."
Böyle dedikten sonra
Said, çocuklarına daha birçok vasiyetlerde bulundu. Mesela, borçlarım
ödemelerini, verdiği sözleri yerine getirmelerini, kız çocuklarını denkleri
olan kimselerden başkalarıyla evlendirmemelerini, büyüklerini başlarına lider
yapmalarını vasiyet etti. Bu vasiyetlerinin yerine getirileceğini de oğlu Amr
b. Said el-Eşdak tekeffül etti. Said vefat edince oğlu Amr, onu Baki
mezarlığına defnetti. Sonra da Muaviye'nin yanma gitti. Muaviye'ye üzüntüsünü
bildirdi. Mua-viye de üzüldüğünü bildirip hüzünlendi. "înna lillah ve inna
aleyhi raci-un" ayetini okuyup şöyle dedi:
- Babanın borcu var
mıydı?
- Evet.
- Ne kadardır?
- 300.000 dirhemdir
(başka bir rivayette anlatıldığına göre borcu 3.000 dirhemmiş.).
- O borçları ben
ödeyeceğim.
- Ey mü'minlerin
emiri, babam bana borcunu kendi arazisinin parasıyla ödememi vasiyet etti.
Amr'ın böyle demesi
üzerine Muaviye, ondan bu borcu karşılayacak kadar arazi satın aldı. Amr,
Muaviye'den bu paralarla birlikte kendisini jyledine'ye göndermesini istedi.
Yola çıkan Amr, babasının borçlarını ödemeye başladı ve alacaklı kimse kalmadı.
Alacaklılar arasında, üzerinde 20.000 rakamı yazılı bir deri parçasını elinde
tutan bir genç vardı. Amr ona dedi ki:
- Sen bu parayı nasıl
babamdan hak ettin?
- Baban birgün yalnız
başına yürüyordu, evine gidinceye kadar kendisiyle beraber yürümek istedim.
Bana: "Bir deri parçası getir." dedi. Ben de kasaplara gidip şu deri
parçasını alıp ona götürdüm. Üzerine su 20.000 rakamını yazdı. Ancak o gün
yanında para bulunmadığını söyleyerek benden özür diledi. Amr, o gence 20.000
dirhemi ve fazlasını
verdi.
Rivayete göre Muaviye,
Said'in oğlu Amr'a şöyle demiş:
- Senin gibi bir
evladı geride bırakan kimse ölmüş sayılmaz. Allah, Ebu Osman'a (babana) rahmet
etsin, gerçekten de yaşça benden küçük ama rütbece benden büyük olan bir kimse
vefat etti. Bir kimsenin önü sıra arkadaşları çekip gider ve kendisi kardeşsiz,
arkadaşsız, yalnız başına kalırsa demek ki o da gidecektir.
Said b. As'm vefatı,
hicri ellisekizinci senede vuku buldu. Elliyedin-ci senede veya ellidokuzuncu
senede vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Bazılarının ifadesine göre Said'in
vefatı, Abdullah b. Amir'den bir hafta önce olmuştur. [9]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Şeddad b. Evs b. Sabit b. Münzir b. Haram Ebu Yala el-Ensarî
el-Hazrecî. Kadri yüce bir sahabe idi. Hassan b. Sabit'in kardeşidir. îbn
Mendeh'in, Musa b. Ukbe'den naklettiğine göre bu zat, Bedir gazvesine
katılmıştır. Ancak îbn Mendeh, bu ifadenin yan- -hş olduğunu söylemiştir.
Şeddad b. Evs, çok ibadet eden bir kimse idi. Yatağına uzandığında kıvrılıp
durur, sağa sola döner, yılan gibi bükülür ve: "Allah'ım, ateşin korkusu
beni huzursuz etti." der. Sonra kalkıp namaza dururdu."
Ubade b. Samit dedi
ki: "Şeddad, kendisine ilim ve yumuşak huylu-luk verilen
kimselerdendi." Şeddad, Filistine gidip Kudüs'e yerleşti ve hicretin elli
sekizinci senesinde yetmişbeş yaşındayken vefat etti. Hicretin altmışdördüncü
veya kırkbirinci senesinde vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. Doğrusunu
Allah bilir. [10]
Bu zaün soy kütüğü
şöyledir: Abdullah b. Amir b. Küreyb b. Rabia b. Habib b. Abdü'ş-şems b.
Abdumenaf b. Kusay el-Kureyşi el-Abşemî. Hz.Osman'ın dayısı oğludur.
Rasûlullah, hayatta iken dünyaya gelmiştir. Rasûlullah (s.a.v.), bebek iken
Abdullah'ın ağzına tükürmüş, Abdullah. da Rasûlullah'm tükürüğünü yutmaya
başlamıştı. Rasûlullah da: "Bu su aletidir." demişti. Bunun içindir
ki Abdullah, her nereye elini vurursa oradan su çıkardı. Şerefli, övgüye
layık, sağlam karekterli bir adamdı. Hz, Osman, Ebu Musa'dan sonra onu Basra
valiliğine tayin etti. Osman b. Ebu'l As'tan sonra da Fars iline vali olarak
tayin etti. O zaman yaşı yirmi beşti. Horasan'ın tamamını fethetti. Fars
illerinin çevresi Si-cistan, Kirman ve Gazne illerini fethetti. Zamanında
krallar kralı Şe-hinşah Yezdücürd'ü öldürdü, sonra da hac için ihrama girdi.
Bazılarının ifadelerine göre umre için ihrama girmişti. İhrama, bulunduğu beldelerde
girmiş ve bunu Allah'a şükür için yapmıştı. Bu zat, Medinelilere bol miktarda
mal dağıtmıştı. Basra'da ilk olarak ibrişim giyen kimse idi. Doğrusunu,
noksanlıklardan münezeh olan yüce Allah daha iyi bilir. Arefede ilk olarak
havuz yapan, oraya tatlı su akıtan kimse Abdullah'tır. Hz. Osman'ın
öldürülüşüne kadar Basra valiliğinde kaldı. Bey-tü'1-maldaki malları aldı.
Talha ile Zübeyir onunla karşılaştılar. O da onlarla birlikte Cemel savaşma
katıldı. Sonra Dımaşk'a gitti. Sıran savaşma katıldığına dair herhangi bir
kayıt yoktur. Ancak Muaviye, Hasanla barış yaptıktan sonra Abdullah'ı Basra
valiliğine tayin etmiştir. Abdullah, bu senede Arafat'taki arazisinde vefat
etmiştir. Vasiyetini Abdullah b. Zübeyr'e yapmıştır. Rivayet ettiği bir hadis
vardır. Onunla ilgili olarak kitaplarda herhangi birşey yoktur. Mus'ab
ez-Zübeyr, Abdullah b. Amr'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Malı uğruna
öldürülen kimse şehiddir."
Muaviye, Abdullah b.
Amir'i kendi kızı Hind ile evlendirdi. Hind, güzel bir kadındı. Kocası
Abdullah'ı çok sevdiği için bizzat ona hizmet ederdi. Abdullah, bir gün aynaya
baktı, sakalının ağardığını gördü. Karısının yüzünü parlak görünce onu boşadı.
Babası Muaviye'ye de gönde-rek kızını, Mushaf yaprağı gibi yüzü parlak bir
gençle evlendirmesini istedi. Abdullah, hicretin ellisekizinci senesinde vefat
etti. Ellidokuzuncu senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. [11]
Zübeyr b. Bekkar'm
ifadesine göre Abdurrahman, Hz. Ebu Bekir'in en büyük oğludur. Şakacı idi,
mizahı severdi, anasının adı Ümmü Ru-man'dı. Ümmü Ruman, Hz. Aişe'nin de
annesidir. Böyle olunca Abdurrahman, Hz. Aişe'nin öz kardeşi olmaktadır.
Abdurrahman, Bedir ve Uhud savaşlarında müşriklerin saflarında yer alarak
Müslümanlarla savaştı. Babası Ebu Bekir'i öldürmek istedi. Ebu Bekir, onu
öldürmeye kastedince Rasûlullah (s.a.v.) ona: "Ey Ebu Bekir, vücudunla
bizi yararlandır."[12]
dedi. Abdurrahman, bundan sonra barış döneminde Müslüman oldu. Mekke fethinden
önce hicret etti. Rasûlullah (s.a.v.), her sene Hayber ürünlerinden ona kırk
yük mal verirdi. Abdurrahman, Müslümanların önderlerindendi. Rasûlullah
(s.a.v.), başını Hz. Aişe'nin göğsüne dayamış olarak vefat edeceği esnada
Abdurrahman, onun odasına girmişti. Abdurrahman'm elinde o esnada bir misvak
vardı. Rasûlullah'm gözü o misvaka takılınca Hz. Aişe, misvakı Abdurrahman'm
elinden alıp ucunu kesti, düzeltti, sonra Rasûlullah (s.a.v.)'a verdi.
Rasûlullah da çok güzel bir şekilde ağzım misvakladı. Sonra: "Allah'ım,
beni Refik-i A'lâya götür." dedi ve ruhunu teslim etti. Vefat edişinden
sonra Hz. Aişe de şöyle dedi: "Allah, benim tükürüğümle onunkini birleştirdi.
Başı göğsümle gerdanım arasında iken evimde vefat etti. O günümde kimseye
haksızlık etmedim."
Abdurrahman, Yemame
fethine katıldı ve o günde yedi kişiyi öldürdü. Muhkem b. Tufeyl'i öldüren
odur. Muhkem, yalancı peygamber Mü-seyleme'nin dava arkadaşı idi. Muhkem, bir
duvarın gediğinde durmakta iken Abdurrahman, ona bir ok attı. Muhkem yere
düştü. Müslümanlar, o gedikten içeri girdiler, Müseyleme'yi yakalayıp
Öldürdüler.
Abdurrahman, Şam
fethine de katıldı. Müslümanlardan saygı görüyordu. Şam Araplarınm hükümdarı
Cudi'nin kızı Leyla, Hz. Ömer'in emri üzerine Halid b. Velid tarafından
Abdurrahman'a hediye edildi. Bununla ilgili açıklama ileride gelecektir.
Abdürrezzak, Said b. Müsey-yeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdurrahman b. Ebi Bekir ki, onun yalan söylediği görülmüş
değildir." Bana şöyle bir olay anlattı: Muaviye'nin oğlu Yezid'e bey'at
için Medine'ye emir geldiğinde Mer-van'a şöyle dedim: "Vallahi siz bu işi
Heraklius'un ve Kisra'nm bey'aü-na döndürdünüz, yani hükümdarlığı babadan oğula
aktarıyorsunuz." Mervan da bana şöyle dedi: "Sus, sen o kimsesin ki,
senin hakkında Allah şu ayeti indirmiştir:
"Annesine
babasına: "Öf ikinizden; beni tekrar diriltümekle mi tehdit
ediyorsunuz?" diyen kimseye?" (el-Ahkâf, 17.)
Hz. Aişe de bu olay
üzerine şöyle demişti: "Allah, bizim ailemiz hakkında Kur'ân ayeti
indirmiş değildir. Ancak benim suçsuzluğuma dair ayet indirmiştir."
Rivayete göre Mervan'ı
kınayan ve azarlayan bir haber göndermiş, ve bu haberde, Mervan'ı ve babasını
yeren sözler varmış. Hz. Aişe'nin böyle birşey yaptığı doğru değildir, bu
rivayet sahih değildir.
Zübeyr b. Bekkar,
Abdülaziz ez-Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, Yezid
b. Muaviye'ye bey'at etmeye yanaşmamasından ve itiraz etmesinden sonra Hz. Ebu
Bekir'in oğlu Abdurrahman'a 100.000 dirhem para göndermişti. Ancak Âbdurrahman
bu parayı reddetmiş ve almaya yanaşmayıp: "Dünya için dinimi mi
satacağım?" diyerek, çıkıp Mekke'ye gitmiş ve orada vefat etmiştir."
Ebu'z-Zür'â
ed-Dımaşkî, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Âbdurrahman b. Ebi
Bekir, uyku halinde iken vefat etti." Hz. Aişe de onun için köleler azad
etti. Mekke'ye altı mil veya oniki mil mesafedeki Habşi mıntıkasında vefat
etti. Cenazesi omuzlar üzerinde taşındı ve Mekke'nin üst tarafina defnedildi.
Hz. Aişe, Mekke'ye geldiğinde mezarını ziyaret edip şöyle dedi: "Allah'a
yemin ederim ki, seni görmüş olsaydım, senin için ağlamayacaktım. Eğer yanında
olsaydım öldüğün yerden seni başka yere taşıyıp defne tmezdim." Böyle
dedikten sonra Hz. Aişe, Mütemmim b. Nüveyre'nin kardeşi Malik hakkında
söylemiş olduğu şu şiiri, kardeşi Âbdurrahman için okudu:
"Bir zaman
Cezime'deki iki arkadaş gibi beraber olduk. Öyle ki bunlar hiç ayrılmayacaklar
denildi.
Ben ve Malik,
birbirimizden ayrıldığımızda birleşmemiz uzun sürdüğü halde sanki bir gece
dahi bir arada olmamış gibi olduk."
îbn Sa'd'm rivayetine
göre bir defasında îbn Ömer, Abdurrah-man'ın mezarı üzerine bir çadır
kurulduğunu görmüş. Bunu vefatından sonra Hz. Aişe oraya kurdurmuştu. İbn Ömer,
bu çadırın sökülmesini emretmiş ve: "Abdurrahman'ı sadece ameli
gölgelendirir." demişti. Tarih âlimlerinin çoğuna göre Âbdurrahman,
hicretin ellisekizinci senesinde vefat etmiştir. Vakidî, katibi Muhammed b.
Sa'd, Ebu Ubeyd ve diğer bazı tarihçilerin ifadelerine göre Âbdurrahman,
hicretin elliüçüncü senesinde vefat etmiştir. Hicri ellidördüncü senede vefat
ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [13]
Zübeyr b. Bekkar,
Dahhak el-Hizamfnin şöyle dediği rivayet etmiştir: Cahiliyeti zamanında
Âbdurrahman b. Ebi Bekir, ticaret için Şam'a geldi. Orada Cudi'nin kızı
Leyla'yı hurma lifinden örülmüş bir sergi üzerinde gördü. Leyla'nın çevresinde
hizmetçileri vardı. Âbdurrahman onu çok beğendi.
İbn Asakir'in
ifadesine göre Âbdurrahman, Leyla'yı Busra şehrinde gördü ve onun için şu şiiri
söyledi:
"Leyla'yı andım,
ama arada Semave gölü var.
Bana ve Cudi'nin kızı
Leyla'ya ne olmuş, o, nerden bana gelecek. Onun gönlü Harisidir, Basra'ya
inanır veya gönüllere konaklar.
Ben ona, ölüp
çürüdükten sonra kavuşabilirim.
Belki de insanlar
seneye hac ettikten sonra ona kavuşabilirim."
Hz. Ömer, ordusunu
Şam'a gönderdiği zaman komutana şu talimatı verdi: "Cudi'nin kızı
Leyla'yı ele geçirirsen, onu Ebu Bekir'in oğlu Ab-durrahman'a ver."
Komutan Leyla'yı ele geçirdi ve Abdurrahman'a teslim etti. Âbdurrahman, onu
beğendi ve zevce edindi. Diğer zevcelerinden üstün tuttu. Nihayet zevceleri,
bundan rahatsız olarak Leyla'yı Hz. Aişe'ye şikayet ettiler. Hz. Aişe de bu
tercihinden dolayı Abdurrahman'ı kınadı ve şöyle dedi: "Allah'a yemin
ederim ki sanki Leyla'nın dişleri ile nar tanelerini emer gibi oluyorum."
Bir süre sonra Leyla'nın dişleri ağrıyıp döküldü, yüzü çirkinleşti.
Âbdurrahman, ondan hoşlanmadı ve ona eziyet etmeye başladı. Bunun üzerine Leyla
da Abdurrahman'ı, Hz. Aişe'ye şikayet etti. Hz. Aişe, Abdurrahman'a şöyle dedi:
"Ey Âbdurrahman, önceleri Leyla'yı çok sevdin ve aşırı gittin. Şimdi de
ona kızıyorsun ve onu sevmemekte aşın gidiyorsun, ya ona insaflı ol veya onu
ailesine gönder."
Zübeyrî, Hişam'm
babası Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hattab oğlu Ömer, Şam'ı
fethettiği zaman Cudi kızı Leyla'yı Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'a hediye
etti. Leyla, Dımaşk çevresindeki Arapların hükümdarının kızıydı."
Doğrusunu Allah bilir. [14]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Ubeydullah b. Abbas b. Abdülmutta-lib el-Kureyşi el-Haşimî. Peygamber
(s.a.v.)'m amcasının oğluydu. Kardeşi Abdullah'tan bir yaş küçüktü. Anası,
Ümmü'1-Fadl Lübabe binti Haris el-Hilaliye'dir. Ubeydullah, kerem sahibi, mert,
yakışıklı, endamı güzel bir kimseydi, güzellikte babası Abbas'a benzerdi.
Önceki kısımlarda rivayet ettiğimiz gibi Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah'ı,
Ubeydul-lah'ı ve Kesir'i saf halinde yanyana dizer, sonra onlara:
"Hanginiz önce bana gelirse, ona şunu ve şunu vereceğim." der, onlar
da koşarak gelir, Rasûlullah (s.a.v.)'ın sırtına ve göğsüne otururlar.
Rasûlullah (s.a.v.) da onları kucaklayıp Öperdi.
Hz. Ali, halifeliği
zamanında Ubeydullah'ı Yemen valiliğine atadı. Ukeydullah, hicretin otuz
altıncı ve otuz yedinci senelerinde insanlara hac ettirdi. Hicretin otuz
sekizinci senesi olunca Ubeydullah ile Muavi-ye tarafından hac emin olarak
gönderilen Yezid b. Semüre er-Ruhavî arasında çıktı. Sonra ikisi, Şeybe b.
Osman el-Hacbî'nin hac emirliği yapması hususunda anlaştılar. Bunun üzerine
Şeybe, o senede insanlara hac ettirdi. Muaviye, daha sonra iktidan ele
geçirince Büsr b. Ertat,
Ubeydullah'a musallat
oldu, onun iki çocuğunu öldürdü. Bunun üzerine Yemen'de bazı çarpışmalar
cereyan etti ki, bunların bir kısmını önceki sayfalarda anlatmıştık. Ubeydullah
ile kardeşi Abdullah, Medine'ye gelir. Abdullah, Medinelilere ilim ziyafeti
çeker, Ubeydullah da onlara cömertlikte bulunurdu.
Rivayet olunduğuna
göre Ubeydullah, kölesi ile birlikte bir seferde bedevilerden bir adamın
çadırına uğrayıp konuk olmuş. Bedevi, onu görünce izzet ve ikramda bulunup
saygı göstermişti. Güzelliğini ve şeklinin nıünasipliğini görünce karısına:
- Ey kadın, şu
misafirimize ikram edecek neyin var? diye sormuş, karısı da:
- Yanımızda sadece şu
koyun var. Kızım, bu koyunun sütü ile beslenmektedir, demişti. Bunun üzerine
bedevi:
- Şu koyunu mutlaka
kesmemiz gerekir, demiş, karısı da:
- Kız çocuğunu
açlıktan öldürecekmisin? diye sorunca, bedevi şu cevabı vermişti:
- Kız çocuğun ölse
bile şu koyunu keseceğim.
Böyle dedikten sonra
bedevi, bıçağı alıp koyunu kesmiş, derisini yüzmüştü. Koyunu keserken şu şiiri
söylemişti:
"Ey komşum,
çocuğu uyandırma, eğer uyandırırsan koyunun kesilmesine ağlar. Bıçakta elimden
düşüp gider"
Kestiken sonra koyunu
pişirip hazırlamış, Ubeydullah ile kölesinin önüne koyup onlara yedirmişti.
Ancak Ubeydullah, koyunu keserken bedevi adam ile karısı arasında geçen
konuşmaları duymuştu. Evden ayrılacağı zaman kölesine şöyle demişti:
- Yanında ne kadar
para var?
- 500 dinar var,
nafakamdan arttı.
- O 500 dinarı şu
bedeviye ver.
- Subhanallah! Ona 500
dinar mı vereceksin? O sana ancak değeri 500 dirhem olan bir koyun kesti.
- Yazıklar olsun sana.
Allah'a yemin ederim ki, o bizden daha cömert ve kerem sahibidir. Ben ona
malımın sadece bir kısmını veriyorum, oysa o bütün varlığını bize ikram etti.
Kendini ve çocuğunu aç bırakma pahasına da olsa koyunu kesip bize ikram
etti."
Bu olaydan haberdar
olan Muaviye, şöyle demişti: "Allah, Ubeydul-lah'm hayrını versin. O,
hangi yumurtadan çıkmış ve hangi rahime girmiştir?" Yani onun anası ve
babası kimdir, biliyor musunuz?
Halife b. Hayyat'm
ifadesine göre Ubeydullah, hicretin elli sekizinci senesinde vefat etmiştir.
Başkalarına göre o, Muaviye'nin oğlu Yezid döneminde vefat etmiştir. Ebu Ubeyd
Kasım b. Sellam dedi ki: Ubeydullan hicretin seksen yedinci senesinde vefat
etti, vefatı Medine'de oldu. Vemen'de vefat ettiğine dair bir rivayet de
vardır. Peygamberimiz , )'den
rivayet ettiği bir hadis vardır: imam Ahmed b. Hanbel,
Ubeydullah b. Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Umeysa (veya Rumeysa)
kocasını şikayet için Rasûlullah (s.a.v.) 'in vanma geldi. Kocasının kendisiyle
cinsel ilişkide bulunmadığını iddia etti az sonra kocası geldi. Karısının yalan
söylediğini ileri sürdü. Böyle söylemekle kendisinden ayrılıp ilk kocasına
dönmek istediğini iddia etti Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.), Umeysa'ya
şöyle dedi: "Başka bir erkek senin balçığını tatmadıkça ilk kocana
dönemezsin." [15]
Hz. Aişe, Ebu Bekir
Sıddık'm kızı ve Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi-dir. Rasûlullah'm zevceleri
arasında en çok sevdiği Hz. Aişe idi. Onun suçsuzluğu, yedi kat gökten
bildirilmişti. Anası, Ümmü Ruman binti Âmir b. Üveymir el-Kinaniye'dir. Hz.
Aişe'nin künyesi, Ümmü Abdullah'tır. Rivayete göre ona bu künyeyi Rasûlullah
(s.a.v.) takmıştır. Abdullah'ın annesi diye künyelenmesinin sebebi, kız
kardeşinin oğlu Abdullah b. Zübeyr'dir. Başka bir rivayete göre Hz. Aişe,
Rasûlullah'tan bir düşük yapmış, buna da Abdullah adını vermiştir. Rasûlullah,
ondan başka bakire bir kadınla evlenmiş değildir. Ondan başka herhangi bir karısının
yatağında iken kendisine vahiy nazil olmuş değildir. Zevceleri arasında ondan
daha çok sevdiği bir kadın yoktu. Hz. Hatice'nin vefatından sonra Mekke'de
onunla evlendi, bir melek onu ipek örtü içerisinde Rasûlullah (s.a,v.)'a iki
yada üç kez getirerek: "îşte zevcen budur." demişti. Bundan sonra
Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Aişe'yi anlatmıştı. Şöyleki: "Örtüyü
kaldırdığımda seni gördüm ve dedim ki: Eğer bu Allah'tansa Allah bu işi başa
çıkaracaktır."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) Aişe'yi, babası Ebu Bekir'den istedi. Babası da şöyle
dedi:
- Ya Rasûlallah, Aişe
sana helal olur mu?
- Evet.
- Ben senin kardeşin
değil miyim?
- Evet, ama islâm da
kardeşimsin. Aişe, bana helaldir.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Aişe ile evlendi. Aişe, onun yanında adet görme çağına
geldi. Bunu "es-Sire" bölümünün başında anlatmıştık. Bu hadise, yani
Rasûlullah'm Aişe ile evlenmesi, hicretten iki sene önce olmuştu. Bir sene önce
olduğuna dair rivayetler de vardır. Nikah akdi esnasında Hz. Aişe, altı
yaşındaydı. Dokuz yaşma girdiğinde Bedir savaşından sonra Resulullah (s.a.v.),
hicretin ikinci senesinin Şevval ayında onunla gerdeğe girdi ve onu çok sevdi,
iftiracılar ona bühtan sürüp yalan söyledikleri zaman bu hadise Cenâb-ı
Allah'ın çok ağrına gitti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, zamanla onun
suçsuzluğuna dair on Kur'ân ayeti indirdi. Bunu önceki kısımlarda detaylı
olarak anlatmıştık. Müreysi gazvesi esnasında onunla ilgili olarak nazil olan
ayet ve hadisleri şerh etmiş, bunu tefsirimizde ikna edici bir şekilde açıklamıştık.
Hamd ve minnet Allah'adır. Hz. Aişe'nin suçsuzluğunun Kur'ân ayetleri ile
bildirilmesinden sonra ona iftira edenlerin kafir olacaklarına dair âlimlerin
icması vardır. Peygamberimizin diğer zevcelerine iftira atanların kafir olup
olmayacakları hususunda âlimler ihtilafa düşerek iki görüş ileri sürmüşlerdir.
Bu görüşlerin en doğru olanına göre diğer zevcelere iftira sürenler de kafir
olurlar. Çünkü iftiraya uğrayan, Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesidir. Hz. Aişe'ye
iftira atıldığı zaman Cenâb-ı Allah gazaba gelmişti. Çünkü o, Rasulûllah
(s.a.v.)'m zevcesi idi. Demek ki Hz. Aişe ile peygamberin zevceleri bu hususta
eşittirler. Hz. Aişe'nin ayrıcalıklarından biri de şu idi ki, Rasûlullah
(s.a.v.), gece sıralaması hususunda ona iki gece ayırmıştı. Bu gecelerden
biri, Sevde'nin payı idiki Şevde, Rasûlullah'm gözüne girmek için hakkını Hz.
Aişe' ye devretmişti. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken Hz. Aişe'nin sırasında,
onun odasında, başı onun göğsü ile gerdanı arasında iken vefat etti.
Peygamber (s.a.v.),
dünyadan ayrılışının son deminde ve ahirette intikalinin ilk anında iken
Cenâb-ı Allah, onun tükürüğüyle Hz. Aişe'nin tükürüğünü birleştirdi ve
Peygamber Efendimiz vefat edince Hz. Aişe'nin odasına defnedildi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ölüm
bana kolay geliyor. Çünkü Cennet'te Aişe'nin avucunun beyazlığını gördüm."
Bu da Peygamber Efendimiz'in Hz. Aişe'ye olan büyük sevgisini gösteriyor.
Cennet'te Aişe'nin avucunun beyazlığım görmekle rahatladığını söylüyor.
Hz. Aişe'nin
özelliklerinden biri de onun, Peygamber (s.a.v.)'m zevceleri arasında en fazla
bilgi sahibi hatta mutlak surette bütün kadınların en bilgilisi olmasıdır.
Zührî dedi ki: Hz. Peygamberin zevcelerinin ilmi ile diğer bütün kadınların
ilmi toplansa, Aişe'nin ilmi bunlarınkin-den daha üstün olur."Ata b. Ebi
Rebah dedi ki: "Aişe, insanların en faki-hi ve en âlimi idi, genel olarak
insanların en iyi görüşlüsüydü."
Urve dedi ki:
"Aişe'den daha iyi fikıh, tıp ve şiir bilen başka bir kimse görmedim. Ebu
Hüreyre dışında onun kadar Rasûlullah'tan çok rivayette bulunan başka bir
kadın ve erkek mevcut değildir. Allah ondan razı olsun."
Ebu Musa el-Eş'arî
dedi ki: "Muhammed'in ashabından bir hadisi anlamakta güçlük çeken biri
yanımıza gelip de o hadisi Aişe'ye sorduğumuzda mutlaka o hadisle ilgili
olarak onun yanında bilgi bulurduk."
Ebu Duha, Mesruk'un
şöyle dediğini rivayet etmiştir:" Muhammed'in büyük sahabelerinin, Hz.
Aişe'ye feraizi sorduklarını gördüm." "Dininizin yarısını şu Hümeyra'dan
(Aişe'den) alın", mealinde nakledilen ve birçok fıkıhçı ile usul âliminin
aldandığı hadise gelince, bunun aslı yoktur. Islâmî kaynaklarda böyle birşey
sabit değildir. Ben bunu şeyhimiz Ebu Haccac el-Mizzî'ye sorduğumda:
"Bunun aslı yoktur." dedi. Sonra Hz. Aişe'nin talebesinden Amre binti
Talha kadar başka bilgin kadın mevcut değildir. Mü'minlerin annesi Aişe,
sahabelerin arasında sadece kendisinin bildiği bazı meselelerle şöhret
bulmuştu. Yine bazı seçme meseleler onun yanında vardı ki, bunların hilafına
bir nevi teville ilgili haberler varid olmuştur. Birçok imam derlemeler yapmışlardır.
Mesela Sabi dedi M: Mesruk, Aişe'den hadis rivayet ettiği zaman şöyle derdi:
"Sıddık'm kızı Sıddıka ve Rasûlullah (s.a.v.)'m sevgilisi, yedi kat
gökten suçsuzluğu ilan edilen Aişe bana dedi ki:"
Sahih-i Buharî'den
rivayet olunduğuna göre Amr b. As, şöyle demiştir:
"Dedim ki:
- Ya Rasûlallah,
insanlar arasında en çok kimi seversin?
- Aişe'yi severim.
- Ya erkeklerden en
çok kimi seversin?
- Aişe'nin babasını
severim."
Yine Sahih-i Buharı
ile Ebu Musa'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Erkeklerden birçok kimse olgunluğa ermiştir, ama kadınlara gelince
onlardan sadece İmran kızı Meryem, Hüveylid kızı Hatice ve Firavn'm zevcesi
Asiye olgunluğa ermişlerdir. Aişe'nin diğer kadınlara nisbetle üstünlüğü,
tiridin diğer yemeklere nisbetle üstünlüğü kadardır." Âlimlerden, Hz.
Aişe'nin Hz. Hatice'den üstün olduğu görüşünde olan birçok kimse, bu hadisi
delil olarak ileri sürerek kendi görüşlerini takviye etmişlerdir. Çünkü bu
hadiste anılan üç kadın ile diğerlerinin adları dahil olmuştur. Bunu Buharf
nin rivayet ettiği hadis de teyid etmektedir. Şöyle ki: ismail b. Halil,
Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hatice'nin
kızkardeşi Hüveylid kızı Hale, Rasûlullah (s.a.vjm yanma gelmek için izin
istedi. Rasûlullah (s.a.v.), onun sesini Hatice'nin sesine benzeterek
heyecanlandı ve: "Allah'ım, bu Hale'dir." dedi. Ben de, onun bu
hareketini yadırgayıp kıskandım ve şöyle dedim: "Kureyş'in avurtları
kızarmış ve ilk zamanlarda ölüp gitmiş yaşlı bir kadınını (Ha-pce yi) ne de çok
anıyorsun! Oysa Allah, onun yerine sana ondan daha m bir kadın vermiştir (ki o
da benim)."
- Başka bir rivayette
ise Rasûlullah (s.a.v.)'ın Aişe'ye şu cevabı verdi-S kaydedilmektedir:
"Andolsun ki Allah, bana Hatice'den daha hayırlı £ir kadını vermiş
değildir." Ancak bu rivayetin senedi sahih değildir. ız> Hz. Hatice'nin
vefatından bahsederken bunu uzun uzadıya anlatmıştık. Yine o bölümde Hz.
Hatice'nin, Hz. Aişe'ye üstün olduğunu ileri sürenlerin delillerini de
nakletmiştik. O delili burada tekrarlamaya gerek yoktur.
Buharı, Aişe'den
rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) günün birinde Aişe'ye şöyle demiştir:
"Ey Aişe! îşte
Cebrail burada olup sana selam söylüyor." Aişe diyor ki:Ben de şöyle cevap
verdim:"Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun ey
Allah'ın Rasûlü. Benim görmediğimi görüyorsun."
Sahih-i Buharf de
sabit olan bir rivayette anlatıldığına göre insanlar, Rasûlullah (s.a.v.)'a,
Aişe'nin yanında bulunduğu günde hediye ve-rirlermiş. Aişe'nin yanma hangi
günde gideceğini araştırırlar, o günde ona hediyelerini takdim ederlermiş.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)-'m zevceleri Ümmü Seleme'nin yanma gidip
toplandılar ve ona şöyle dediler: ''Rasûlullah (s.a.v.)'a de ki; kendisi hangi
zevcesinin yanında olursa olsun insanlara, kendisine her zaman ve her yerde
hediye verebileceklerini anlatsın."
Ümmü Seleme diyor M:
"Rasûlullah (s.a.v.), yanıma geldiğinde bunu kendisine söyledim. Ancak o
benim bu sözümü dinlemedi."
Kadınlar yine Ümmü
Seleme'ye aynı şeyi söylediler. Ümmü Seleme, bu dileğini Rasûlullah'a tekrar
arzetti, ancak o yine dinlemedi. Tekrar Rasûlullah yanına geldiğinde Ümmü
Seleme aynı şeyi söyleyince Rasûlullah (s.a.v.), ona şu karşılığı verdi:
"Ey Ümmü Seleme!
Aişe hakkında bana eziyet etme. Allah'a yemin ederim ki, Aişe dışında sizlerden
herhangi birinizin yatağında bulunduğum zaman bana vahiy nazil olmuş
değildir."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.)'m zevceleri, Hz. Fatıma'ya haber gönderip dileklerini ona
ilettiler, o da gidip Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:
- Zevcelerin Ebu
Bekir'in kızı Aişe konusunu dile getirerek, kendileri hakkında adil
davranmalarım diliyorlar.
- Ey kızcağızım! Benim
sevdiğimi sen sevmez misin?
- Evet severim.
- Sen de şu Aişe'yi
sev."
Sonra Rasûlullah'm
zevceleri, Zeynep binti Caljş'ı Rasûlullah'a gönderdiler. O da gidip onunla
görüştü. Yanında Aişe de vardı. Zeynep, konuşmaya başladı ve Aişe'ye dil
uzattı, Aişe de kendini savundu ve onu cevap veremez hale getirdi. O esnada
Rasûlullah (s.a.v.), Aişe'ye baktı: "İşte bu, Ebu Bekir'in kızıdır."
dedi.
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Ammar, Cemel savaşı esnasında insanları Talha ile Zübeyr'e
karşı savaşmaya davet etmek üzere geldiğinde Hz. Ali'nin oğlu Hasan'la birlikte
Küfe camimin minberine çıkıp nutuk irad etmeye başladı. O esnada adamın birinin
Hz. Aişe'ye tahkir edici sözler sarfettiğini işitince Ammar, ona şu karşılığı
verdi: «Sus; tard edilmiş, yerilmiş olarak sesini kes! Allah'a yemin ederim ki
Aişe, dünyada ve ahirette Rasûlullah (s.a.v. )'m zevcesidir ama Cenâb-ı Allah,
kendisine mi yoksa ona mı itaat ettiğinizi tesbit etmek için sizi imtihan
etti."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Aişe'nin kapıcısı Zekvan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b.
Abbas, Aişe ile görüşmek için izin istemeye geldi. Ben de içeri girdiğimde
Aişe'nin başucunda kardeşi Abdurrah-man'ın oğlu Abdullah duruyordu. îbn Abbas'm
içeri girmek için izin istediğini söyledim. Yeğeni Abdullah, onun üzerine
kapanarak: "Aişe ölüyor, Abdullah b. Abbas ise onunla görüşmek için izin
istiyor öyle mi!" dedi. Aişe de: "İbn Abbas'ı bırak da gelsin."
dedi. Kapıda duran îbn Abbas şöyle dedi: "Ey anacığım! Doğrusu Ibn Abbas,
senin salih oğullanndan-dır. Sana selam veriyor ve seninle ve dalaşıyor."
Bunun üzerine Aişe bana: "İstersen izin ver de gelsin. Ben de İbn Abbas'ı
içeri aldım. îbn Abbas, içeri girip oturunca şöyle dedi:
- Sana müjdeler olsun
ey anacığım.
- Ne müjdesi?
- Muhammed ve
dostlarla buluşman için sadece ruhun bedenden çıkması gibi bir engel kalmıştır.
Sen Rasûlullah (s.a.v.)'ın zevceleri arasında en çok sevdiği kadınsın.
Rasûlullah (s.a.v,) da iyi ve temizden başka birşeyi sevmezdi. Ebva gazvesi
gecesinde gerdanlığın düşmüştü. Rasûlullah (s.a.v.) ve insanlar
sabahladıklarında yanlarında su yoktu. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, teyemmüm
ayetini inzal buyurdu. Bu da senin sebebinle olmuştu. Bu ruhsatı Cenâb-ı Allah,
bu ümmete senin sebebinle indirdi. Allah, senin suçsuzluğunu yedi kat göğün
üzerinden bildirdi. Bu suçsuzluğunu bildiren ayetleri ruhu'1-emin getirmişti.
Bu
ayetler, Allah'ın
mescidîerinin tamamında gece ve gündüz okunmaktadır.
^ Ey İbn Abbas, beni
rahat bırak, nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben
unutulmuş, hatırlanmaz biri olmayı çok isterdim."
Hz. Aişe'nin fazilet
ve menkıbelerine dair pek çok hadis vardır. O bu senede (hicretin ellisekizinci
senesinde) vefat etti. Bir sene önce vefat ettiğine dair bir rivayet bulunduğu
gibi, bir sene sonra vefat ettiğine daır
ır fiyayette bulunmaktadır. Meşhur kavle göre hicretin ellikesizinci senesinin
ramazan ayında vefat etmiştir. Şevval ayında vefat ettiğine aır zayıf bir görüş
yardır. En meşhur kavle göre hicretin ellisekizinci -
senesinin ramazan
ayının on yedinci gecesinde, (salı) vefat etmiştir. Ba-
mezarlığına gece
defnedilmesini vasiyet etmiştir. Namazım, vitir naazından sonra Ebu Hüreyre
kıldırmıştır. Mezarına beş kişi inmiş ve işini tamamlamıştır. O beş kişi
şunlardı: Zübeyr b. Avvam ile kızkardeşi Esma'mn oğulları Abdullah ile Urve,
kardeşi Ebu Bekir oğlu Muhammed'in oğulları Kasım ile Abdullah ve Ebu Bekir'in
oğlu Abdur-rahman'm oğlu Abdullah. Vefat ederken Hz. Aişe altmış yedi yaşındaydı.
Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken Hz. Aişe, on sekiz yaşında idi. Hicret
senesinde Hz. Aişe'nin yaşı sekiz veya dokuz idi. Doğrusunu Allah bilir. Allah,
ondan, onun babasından ve bütün sahabelerden razı olsun. [16]
Vakidfnin ifadesine
göre bu senede Amr b. Mürre el-Cuhenî, Rum diyarına karayoluyla gidip gaza
yapmak üzere kışı orada geçirdi. O senede Rum diyarına deniz yoluyla gidip
gazve yapılmış değildir. Başkalarının ifadelerine göre bu senede Cünade b. Ebi
Ümeyye, deniz seferine gidip gaza yapmıştır. Yine bu senede Muaviye, Ibn Ümmü
Hakem'i kötü yönetimi yüzünden Küfe valiliğinden azletmiş, yerine Numan b.
Beşir'i vali olarak atamıştır. Yine bu senede Muaviye, Abdurrahman b. Osman b.
Affan'ı görevden almıştır. Ubeydullah, Basra valiliğine atanmış, kardeşi
Abdurrahman da Horasan valiliğine tayin edilmişti. Abbad b. Ziyad ise,
Sicistan valiliğine atanmıştı. Abdurrahman, Yezid'in zamanına kadar Horasan
valiliğini sürdürmüştü. Hz. Hüseyin'in öldürülmesinden sonra Abdurrahman,
Yezid'in yanına gitmiş, Yezid ona şöyle sormuştu:
- Ne kadar mal
getirdin?
- 20 000 000.
- İstersen seninle
hesaplaşırız. İstersen de bu malı sana verir ve seni valilikten azlederiz.
Yalnız Abdullah b. Cafer'e 500 000 b. dirhem vermeni şart koşuyorum.
- Bu malı bana bırak.
Abdullah b. Cafer'e gelince, ona dediğin kadarın iki mislini vereyim.
Yezid, Abdurrahman'ı valilikten
azletti, yerine başkasını atadı. Abdurrahman b. Ziyad da, Abdullah b. Cafer'e
1 000 000 dirhem gönderdi' ve: "500 000 dirhem mü'minlerin emirinden, 500
000 dirhem de bendendir." dedi.
Bu sene Ubeydullah b.
Ziyad, Basra ve Irak eşrafıyla birlikte Mua-yıye'nin yanma geldi. Ubeyduîlah,
eşrafın mertebelerine göre sırayla içeri girmeleri için izin aldı. Son olarak
Ahnef b. Kays'ı Muaviye'nin huzuruna aldı. Ubeydullah, Ahnef e saygı
göstermezdi, ancak Muaviye, Ahnef i görünce ona hoşgeldin dedi, saygı gösterdi,
ikramda bulundu ve tahtında yanında oturttu, mertebesini yükseltti. Sonra gelen
misafirler konuşmaya başladılar. Ubeydullah'ı övdüler, Ahnef ise susuyordu Muavi ona sordu:
Ey Ebu Bahr, neyin
var, niçin konuşmuyorsun?
- Eğer konuşacak olursam
halkın söylediklerinin aksine konuşurum.
- Öyle ise ey heyet,
yanımdan çıkıp gidin. Ben, Ubeydullah'ı valiliğinizden azlettim. Beğeneceğiniz
bir vali arayın. Günlerce beklediler. Emevilerin eşrafından herbirine ayrı ayrı
gidip vali olmasını istediler. Ancak hiç kimse valiliği kabul etmedi. Sonra
Muaviye, onları toplayıp: "Kimi seçtiniz?" diye sordu. Onlar da
anlaşmazlığa düştüler, Ahnef yine susuyordu. Muaviye ona şöyle sordu:
- Neyin var, niçin
konuşmuyorsun?
- Ey mü'minlerin
emiri, eğer kendi aşiretinden başka birini vali tayin edeceksen, görüş
senindir, sen bilirsin.
- Öyle ise
Ubeydullah'ı yine size vali olarak atadım."
İbn Cerir'in
rivayetine göre Ahnef, Muaviye'ye şöyle demişti:
- Ey mü'minlerin
emiri! Eğer kendi aşiretinden birini bize vali tayin edeceksen o zaman biz,
Ubeydullah b. Ziyad'a başka birini denk tutmayız. Ubeydullah'tan iyisi yoktur.
Eğer aşiretin dışında başka birini vali tayin edeceksen o zaman bekle de biz
kararımızı verelim.
- Öyle ise
Ubeydullah'ı yine size vali olarak atadım." Bundan sonra Muaviye, Ahnefi
Ubeydullah'a tavsiye etti. Ona iyi
davranmasını söyledi.
Ahnef hakkındaki düşüncesini ve ondan uzak duruşunu beğenmedi. Bundan sonra
Ahnef, Ubeydullah'm has adamı oldu. Fitne koptuğu zaman Ubeydullah'a, Ahnef b.
Kays'tan başka vefa gösteren biri görülmedi. Doğrusunu Allah bilir. [17]
îbn Cerir'in, Ebu
Ubeyde Mamer b. Müsenna ile diğerlerinden naklettiğine göre Yezid b. Rebia
şairdi. Sicistan'da Abbad b. Ziyad'la beraber bulunuyordu. Ancak Türklerle
savaştığı için onunla ilgilenmedi. O esnada halkın hayvan yemi azalmış, sıkıntı
baş göstermişti. Bunun üzerine Yezid b. Rebia b. Müferiğ, bir şiir söyleyerek
Abbad b. Ziyad'ı yerdi:
"Keşke şu
sakallar ot olsaydı da onu, Müslümanların atlarına yem olarak
yedirseydik."
Abbad b. Ziyad'm,
hayli uzun bir sakalı vardı. Bunun için orada bulunanlar Abbad b. Ziyad'a,
Yezid b. Rebia'nın söylediği bu şiirle kendisini kasdettiğini söylemişlerdir.
Abbad b. Ziyad, onu yakalamak isteyince kaçmış ve onu bir kaside ile
hicvetmişti. Onun hakkında söylediği şiirin bir kısmı şöyleydi:
"Harb'm oğlu
Muaviye estiğinde sen kendi yandaşlarına haber ver, dağılanlar.
Annenin Ebu Süfyanla
yatmadığım isbatlamak için şahitler bul.
O annen ki, örtüsünü
başından sıyırıp atmıştı.
Ancak bu iş son derece
karışıktı.
Ve bunun sonucunda
korku ve endişeler vardı.
Muaviye b. Harb'e şunu
bildirin:
Yemen'den gönderilmiş
bir mektup vardır.
"Senin baban
yoktur." diye söylense mi kızarsın?
Yoksa baban zina eden
bir adamdır, dense mi razı olursun?
Haberin olsun ki senin
Ziyad'a olan akrabalığın, filin merkebin oğluyla olan akrabalığı
gibidir."
Abbad b. Ziyad, bu
durumu bir mektupla kardeşi Ubeydullah'a bildirdi. Ubeydullah, bu beyitleri
alarak Muaviye'nin yanına gitti, beyitleri ona okudu. Yezid b. Rebia b.
Müferiğ'i öldürmek için ondan izin istedi, ancak Muaviye: "Onu öldürme,
onu cezalandır, işi öldürmeye kadar götürme." dedi. Ubeydullah, Basra'ya
döndüğünde Yezid'i huzura çağırttı. Ancak Yezid, Ubeydullah b. Ziyad'm
kayınpederi Münzir b. Carud'a sığınmıştı. Münzir'in kızı Bahriye, Ubeydullah'm
zevcesiydi. Münzir, Yezid'i himayesine alıp evinde barındırmıştı ve
Ubeydullah'a gidip selam vermişti. Ancak Ubeydullah, arkadan muhafızlarını
Münzir'in evine göndermiş, Yezid'i yakalatıp huzuruna getirmişti. Bu manzarayı
gören Münzir: "Onu himayeme aldım." deyince, Ubeydullah şöyle dedi:
"Yezid seni ve
babanı övüyor, sen bu durumu beğeniyorsun ama beni ve babamı yeriyor, sonra da
onu bana karşı himayene alıyorsun." Böyle dedikten sonra Ubeydullah, emir
verdi, Yezid'e müshil içirtti. Onu semerli bir eşeğe bindirerek altına pisler
vaziyette çarşıda dolaştırdı. Altına pisliyordu, halk onu seyrediyordu. Bundan
sonra Ubeydullah, emir verdi, onu Sicistan'a kardeşi Abbad'm yanma sürgün etti.
Yezid b. Rebia b. Müferriğ, bu sebeple Ubeydullah b. Ziyad'a şöyle dedi:
"Senin bana
yaptığını su yıkar, temizler. Ama benim yaptığım kemiklere işler ve oradan
hiçbir zaman silinmez."
Ubeydullah, Yezid b.
Rebia b. Müferriğ'in Sicistan'a sürgün edilmesini emrettiği zaman Yemenliler,
bu hususta Muaviye ile konuştular. Ubeydullah'm, Yenid'i kardeşi Abbad'm yanma
göndererek onu öldürtmek istediğini anlattılar. Bunun üzerine Muaviye, Yezid
b. Rebia b. Mü-ferriğ'e haber gönderek huzuruna çağırttı. Yezid, onun huzuruna
varınca ağlamaya ve Ubeydullah b. Ziyad'm kendisine yaptıklarını şikayet
etmeye başladı. Muaviye de ona şöyle dedi: "Sen onu hicvettin. Sen, şöyle
ve şöyle diyen adam değil misin?" Yezid de böyle birşey demediğini
söyleyip inkar etti. Bu sözleri söyleyenin, Mervan'm kardeşi Abdurrah-man b.
Hakem olduğunu iddia etti ve: "Onlar, bu sözleri bana isnad etinek
istediler." dedi. Muaviye de Abdurrahman b. Hakem'e kızdı ve Ubeydullah b.
Ziyad affedinceye kadar maaşını kesmeye karar verdi. Yezid b. Rebia b. Müferriğ
de yolda gelirken bineğine hitaben söylemiş olduğu şu şiiri Muaviye'nin
huzurunda okudu:
"Çüş! Abbad artık
sana hükmedemez, sen kurtuldun ve serbest olarak yolunda gidiyorsun.
Ömrüme yemin olsun ki,
Muaviye gibi bir önder seni çukura düşmekten kurtardı. O, halkın sağlam
ipidir.
Bana bahşettiği güzel
nimetlerden dolayı şükredeceğim.
Benim gibi biri de
nimet sahiplerine karşı teşekkür etmeye layıktır."
Muaviye, Yezid'e şöyle
dedi:
- Her ne kadar bizi
hicvettinse de biz sana eziyet dokunduracak değiliz, bunun için sana
ilişmeyeceğiz.
- Ey mü'minlerin
emiri, beni kullandılar, bir Müslümanın bir Müs-lümana suçsuz yere yapmayacağı
şeyleri bana yaptılar.
- Sen şöyle ve şöyle
diyen adam değil misin? Ama suçunu bağışladık. Bize iyi muamelede bulunsaydm,
bu durumlarla karşılaşmazdın. Şimdi sen hitap edeceğin adamlara .dikkat et.
Herkes hicve tahammül edemez. Muamele edeceğin kimseye güzellikle muamele et.
Nereye gitmek istiyorsan söyle, seni oraya gönderelim.
Yezid de Musul'u
tercih etti. Muaviye, onu Musul'a gönderdi. Daha sonra Basra'ya gidip ikamet
etmek için Ubeydullah'tan izin istedi. Ubeydullah da ona bu izni verdi. Bundan
sonra Abdurrahman, Ubey-dullah'm yanına gidip gönlünü aldı. Ubeydullah, onu
affetti. Abdurrahman da şu şiiri ona okudu:
"Sen Harb'm
oğullarına katılmış birisin,
Bana iki kızımdan bile
daha çok sevimlisin,
Ben seni yalnızca
kardeş, amca ve amcaoğlu olarak görüyorum.
Ancak sen beni nasıl
görüyorsun?"
Ubeydullah da ona:
"Vallahi ben seni kötü bir şair olarak görüyorum." demiş, sonra onu
affetmiş ve kestiği maaşını yeniden ödemeye başlamıştı.
Ebu Maşer ile Vakidî
dediler ki: Bu senede (hicretin ellidokuzuncu senesinde) Osman b. Muhammed b.
Ebi Süfyan insanlara hacc ettirdi. Bu senede Medine valisi, Velid b. Utbe b.
Ebi Süfyan'dı. Küfe valisi Nu-man b. Beşir'di. Kûfe'nin kadısı Şureyh'ti. Basra
valisi Ubeydullah b. Ziyad idi. Sicistan valisi Abbad b. Ziyad'dı. Kirman
valisi Şerik b. Aver el-
Harisi idi- Daha önce
oranın valisi Ubeydullah b. Ziyad idi. [18]
Ibn Cevzî dedi ki: Bu
senede Üsame b. Zeyd vefat etti. Sahih kavle göre -önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi- Üsame, hicretin elli sekizinci senesinde vefat etmiştir. [19]
Asıl adı Cervel b.
Malik b. Cervel b. Malik b. Cüveyye b. Mahzum b. Malik b. Katia b. İsa b.
Melike'dir. Kısa boylu olduğu için kendisine Ha-tie denilmiştir, şairdir.
Cahiliye döneminde yaşamış ve Hz. Ebu Bekir'in zamanında Müslüman olmuştur. Çok
hicvederdi, öyleki babasını, annesini, dayısını, amcasını, kendini ve karışım
hicvetmiştir. Anasını hicveden bir şiirinde şöyle demiştir:
"Uzak dur, benden
uzak bir yerde otur. Allah âlemleri senden kurtarsın ve rahata kavuştursun.
Sen kalbur musun, sana
bir sır verdiğimde onu hemen elersin.
Konuşan kimseler için
bir ocak mısın?
Ey acuze, Allah sana
kötülük versin, oğullarından da sana işkence ulaştırsın."
Babasını, amcasını ve
dayısını hicveden bir şiirinde de şöyle demiştir:
"Allah, seni
kahretsin ve lanetlesin, sana hakkıyla lanet etsin ey baba, ey amca ve dayı.
Allah sizi de kahretsin.
Sen rüsvaylıklar
yanında ne iyi bir ihtiyarsın, Sen yücelikler yanında da ne kötü bir
ihtiyarsın."
Kendini yeren bir
şiirinde de şöyle demiştir:
"Bugün dudaklarım
kötü söz söylememe müsaade etmedi. Kötü sözleri kime söyleyeceğimi bilmiyorum.
Kendimde Öyle bir
surat görüyorum ki, Allah onun yaratılışım çirkinle ştirmiştir.
Bu ne çirkin bir
surattır. Bu suratı taşıyan adam da-ne çirkindir."
Halk onu mü'minlerin
emiri Hattaboğlu Ömer'e şikayet etti. Müminlerin emiri, onu huzuruna çağırtıp
hapsetti. Bu hapsin sebebi de şuydu: Zibrikan b. Bedir onu kendisini hicvettiği
gerekçesiyle- Hz. Ömer'e şikayet etmişti. Zibrikan'ı şu şiiri ile hicv etmişti:
tyi ahlakı aramayı
bırak, bunun için yola koyulma ve arama. Otur oturduğun yerde! Sen, sadece
yiyen ve giyen bir kimsesin."
Hz. Ömer de Zibrikan'a
şöyle demişti: "Seni hicvettiğini sanmıyorum, sen yiyen ve giyen bir
kimse olmak istemez misin?" Zibrikan da: "Ey mü'minlerin emiri,
bundan daha sert bir hiciv olamaz." demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer,
Hassan b. Sabit'e haber gönderip, yanına çağırmış ve bu şiirin manasını ona
sormuş. Hassan da şöyle demişti: "Ey mü'minlerin emiri! Hatie bu şiiri ile
Zibrikan'ı hicv etmemiş, ancak onun yemekten başka birşey düşünmediğini,
göbekli bir kimse olduğunu söylemek istemiştir." Bunun üzerine Hz. Ömer,
şair Hatie'yi hapsetti ve ona: "Ey habis! Müslümanların ırzına dil
uzatmana engel olacağım!" dedi. Sonra Amr b. As araya girerek Hz.
Ömer'den onu affetmesini istedi. Hz. Ömer de artık kimseyi hicv etmemesi için
ondan söz aldı. Tev-be etmesini istedi ve tevbe ettirip onu salıverdi. Başka
bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ömer, onun dilini kesmek istemiş, ancak
araya bazı şefaatçiler girmiş, nihayet Hz. Ömer'in serbest bırakmasını sağlamışlardı.
Zübeyr b. Bekkar,
Zeyd'in babası Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Şair
Hatie'nin hapisten çıkarılmasını emretti. Çünkü onun için Amr b. As şefaatçi
olmuştu. Başkaları da araya girmişlerdi. Hatie hapisten çıkarıldı, ben de orada
hazır bulunuyordum. Hapisten çıkarken Hatie şu şiiri okumaya başladı:
"Zi Merah'ta ince
tüylü küçük çocuklar için ne dersin, ey Ömer orada ne su vardır, ne de ağaç.
Karanlık dipsiz bir
çukurda onlar için azık kazanmak amacıyla kendilerini terk edip gelmişim.
Merhamet et,
insanların Rabbı seni doğru yola iletsin ey Ömer.
Sen o imamsın ki,
kendi peygamberinden sonra gelmişsin, insanlar yasakların kilidini sana
vermiştir.
O çocuklar sana
geldiklerinde seni tercih etmezler ama, onların canları için senin nefsinde
infial meydana gelir. Kumlukta meskenleri olan, vadileri arasında kaderin
perdesi altında yaşayan küçücük çocuklara lütfet.
Canım sana feda olsun.
Benimle onlar arasında vadinin genişliği vardır, öyle bir vadi ki ondan haber
alınamaz"
Hatie: "Zi
Merah'taki yavrular için ne dersin ey Ömer?" derken Hz. Ömer ağlamış, Amr
b. As ta şöyle demişti: "Gök kubbe, Hatie'yi terk ettiİn için ağlayan
adamdan (Ömer'den) daha adaletli birini altında bulundurmamış, yerküre de,
üzerinde taşımamıştır."
Anlatıldığına göre Hz.
Ömer, insanları artık hicv etmemesi için Hatie'nin dilini kesmek üzere onu bir
kürsünün üzerine oturtup bıçağı getirtmişti. İnsanlar da: "Ey mü'minlerin
emiri; Hatie, artık kimseyi hicv etmeyecektir." demiştiler ve ona:
"Artık kimseyi hicv etmeyeceğim de.M diye işaret etmişlerdi. Hz. Ömer de:
"Ancak böyle yaparsan kurtulursun." demiş, arkasını döndüğünde Hz.
Ömer ona: "Ey Hatie, hicivden vazgeç." demiş, o da vaz geçmişti. Hz.
Ömer de ona şöyle demişti: "Ey Hatie, seni Kureyş'ten bir gencin yanında
görüyor gibi oluyorum. Sana bir yastık katlamış, bir yastığı da sermiştir, sen
bize bir şarkı oku ey Hatie" Hz. Ömer böyle deyince, Hatie de insanların
ırzlarına dokunan bir şarkı okumaya başlamıştı.
Ben, daha sonra
Hatie'yi Hz. Ömer'in oğlu Ubeydullah'm yanında gördüm. Ona bir yastık katlamış,
başka bir yastığı da sermişti. Ubey-dullah, ona: "Ey Hatie, bize şarkı
oku." deyince o da bir şarkı okumaya başladı. Ben kendisine dedim ki:
"Ey Hatie! Hz. Ömer'in sana şöyle ve şöyle dediği günü hatırlıyor
musun?" Ben böyle deyince Hatie ürktü ve şöyle dedi: "Allah, Ömer'e
rahmet etsin, eğer o hayatta olsaydı böyle yapamazdık." Bundan sonra
Ubeydullah'a dönüp şöyle dedim: "Babanın şuna şöyle dediğini işittim,
babanın sözünü ettiği o Kureyşli genç de sensin."
Zübeyr, Dahhak'm şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Ha-tie'ye şöyle dedi:
- Şiir söylemeyi
bırak.
- Bırakamam.
- Niçin?
- Şiir okumakla çoluk
çocuğumun nafakasını temin ediyorum. Ayrıca dilimin arzusunu da tatmin
ediyorum.
- Öyle ise övmeyi ve
yermeyi bırak.
- Övme ve yerme
nasıldır ey mü'minlerin emiri?
- Falan oğulları falan
oğullarından daha üstündür, demendir. Sen sadece öv, ama aşırı gitme.
- Ey mü'minlerin
emiri, sen benden daha şairsin." Hatie'nin meşhur ve güzel övgülerinden
biri de şudur:
"Onları az
kınayın, babanızın babası yok olsun, ya da onların kapattığı yeri kapatın.
Onlar benim kavmimdir,
eğer bina ederlerse güzel bina ederler. Söz verirlerse sözlerini yerine
getirirler, akidlerine sağlamca bağlı kalırlar.
Nimet onlarda olursa
karşılığını verirler.
Kendileri nimet
verirlerse onu bulandırırlar ve gayret göstermezler."
Anlatıldığına göre
şair Hatie, can çekişirken kendisine: "Vasiyetini yap" dediler.
"Size vasiyetimi şiirle yapacağım." dedi, bir şiir okudu:
"Şiir zordur,
merdiveni uzundur.
Onu bilmeyen kimse
merdivenine çıktığı zaman,
Ayakları kayıp aşağıya
düşer,
Hakkını veremeyen
kimse şiir okuyamaz.
"Onu Arapça
okumak isterse de Acemce okur, düzgün okumak ister ancak ifadeyi bozar."
"el-Muntazam"
adlı eserde Ebu'l-Ferec İbn Cevzî dedi ki: Şair Hatie, hicretin elli dokuzuncu
senesinde vefat etmiştir. Abdullah b. Amir b. Küreyz de bu senede vefat
etmiştir. [20]
Bu zatın asıl adı,
Cündeb b. Nadle b. Abdullah b. Rafi el-Ezdf dir. Künyesi, Ebu Muhammed'dir.
Abdülmuttalib oğullarının müttefikidir. İbn Bahine diye bilinir. Annesinin adı,
Bahine Binti Eret'tir. Eret'in adı da Haris b. Muttalib b. Abdumenaf tır.
Abdullah b. Malik, İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Rasûlullah'ın
sahabeleri arasına katıldı. Çokça ibadet eden, namaz kılan, oruç tutan bir
kimseydi. Hemen hemen zamanının tamamını oruçlu geçirirdi. İbn Sa'd dedi ki:
Abdullah b. Malik, Medine'ye otuz millik mesafede Batnu Rim'de ikamet ederdi.
Mervan'm ikinci valiliği zamanında vefat etti. Mervan'm ikinci valiliği,
hicretin kırk beşinci senesi ile elli sekizinci senesi arasında olmuştu.
Tuhaftır ki İbn Cevzî, Muhammed b. Sa'd'm bu husustaki sözlerini naklediyor.
Orada Abdullah b. Malik'in hicri elli dokuzuncu senede vefat ettiğini söylüyor.
Doğrusunu Allah bilir. [21]
Babası gibi kadri yüce
bir sahabedir. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde onun tarafından rivayet edilen
bir hadis vardır ki bu hadis de, cenazeyi görünce onun hatırına ayağa kalkmayı
emretmektedir. Yine bu zatın "Müsned"de aşura orucu ile ilgili bir
hadisi ve Rasûlullah (s.a.v.)'m onların evlerinde yıkandığına dair bir hadisi
ve diğer hadisleri vardır. Bu zat, on sene süreyle Rasûlullah (s.a.v.)'a hizmet
etmiştir. Sa-hih-i Buharf de Enes b. Sabit'in şöyle dediği sabittir: "
Rasûlullah (s.a.v.)'m nezdinde Kays b. Sa'd, valinin muhafız komutanı gibi
idi."
Kays b. Sa'd, bazı
gazalarda Rasûlullah (s.a.v.)'ın sancağını taşımıştır. Rasûlullah (s.a.v.),
onu zekat toplamakla görevlendirmiştir.
Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı Muhacir ve Ensâr'dan 300 kişinin başında seriye komutanı
olarak yola çıkardığında bu seriye-deki askerlere şiddetli bir yorgunluk
çökmüş, hepsi bitkin düşüp acıkmışlar, Kays b. Sad da onlara dokuz deve kesip
yedirmişti. Nihayet gidip deniz kıyısında büyük bir balık bulmuşlar, onun etini
yemişler ve kıyıda bir ay ikamet edip o balığın eti ile beslenmişler, hatta
şişmanlamışlardı.
Kays b. Sa'd, lider,
efendi, sözüne itaat edilen, âlicenâb, Övgüye layık ve cesaretli bir kimseydi.
Hz. Ali, onu Mısır valiliğine atadı. Dehası, taktik ve siyaseti ile Muaviye ve
Amr b. As'a karşı direniyordu. Muavi-ye onunla uğraşmaya devam etti, nihayet
Hz. Ali, onu Mısır valiliğinden azletti. Yerine Hz. Ebu Bekir'in oğlu
Muhammed'i atadı. Ancak Muaviye, Muhammed'i hafife aldı, horlayıp küçümsedi,
onunla uğraşmaya devam etti. Nihayet -önceki kısımlarda da anlattığımız gibi-
Mısır'ı onun elinden aldı.
Kays b. Sa'd, Hz.
Ali'nin yanında kaidu Onunla birlikte Siffin ve Nehrevan savaşlarına katıldı.
Hz. Ali'nin şehadetine kadar yanından ayrılmadı. Hz. Ali şehid edilince,
Medine'ye gitti. Yönetim, Muaviye'nin eline geçince arkadaşları gibi o da be/at
etmek için Muaviye'nin yanına
gitti.
Abdürrezzak, İbn
Uyeyne'nin bu konuda şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kays b. Sa'd,
Muaviye'nin yanma geldi. Muaviye, ona şöyle dedi:
- Ey Kays! Diğerleri
ile birlikte sende mi bana karşı beratı engelliyordun? Ama Allah'a yemin
ederim ki, ben isterdim ki bugün benim huzuruma tırnaklarımdan biri senin
vücuduna geçmiş ve sana işkence verir bir vaziyette huzuruma geleydin.
- Allah'a yemin ederim
ki, ben de bu makama gelmek ve sana emirlik selamını vermek istemiyordum.
- Niçin? Sen Yahudi
âlimlerinden bir âlimden başka biri değilsin.
- Ey Muaviye! Sen de
cahiliye putlarından bir putsun. İstemeyerek İslâm'a girdin ve gönüllü olarak
ta İslâm'dan çıktın.
- Allah'ım affet. Ey
Kays, sen de bey'at için elini uzat.
- İstersen daha da
söylerim, sen de daha fazla konuş."
Musa b. Ukbe dedi ki:
'Yaşlı kadının biri, Kays b. Sa'd'a şöyle dedi:
- Ey Kays! Evimdeki
farelerin açlığım sana şikayet ediyorum.
- Bu ne güzel bir
kinayedir! Şu kadının evini ekmek, et, yağ ve hurma ile doldurun."
Rivayete göre Kays b.
Sa'd'm büyük bir yemek kabı vardı. Gittiği her yere kendisiyle birlikte o kab
da dolu olarak götürülür ve ünleyicisi Şöyle bir duyuruda bulunurdu: "Et
ve tiride gelin." Kays'tan önce babası ve dedesi de böyle yaparlarmış.
Urve b. Zübeyr dedi
ki: Kays b. Sa'd, 90 000 dirheme bir arazisini Muaviye'ye sattı. Medine'ye
geldi. Ünleyicisi şöyle bir duyuruda bulundu: "Borç para isteyen varsa
buraya gelsin!" Kays, bu 90 000 dirhemin 50 000 başkalarına ödünç olarak
verdi. Kalan kısmı da öylece sadaka olarak dağıttı. Bundan sonra da hastalandı.
Ziyaretine çok az kimse geldi. Karısı ve Hz. Ebu Bekir'in kız kardeşi Karibe
Binti Ebi Atika: "Şu hastalığımda çok az kimsenin ziyaretime geldiğim
görüyorum, belki de insanlardan alacağım olduğu için yanıma gelmek
istemiyorlar," dedi ve borçlularına alacağını bağışladığına dair birer pusula
gönderdi. Onlardaki malını onlara bağışladı ve ünleyicisine şöyle bir duyuru
yapmasam emretti:
"Kays b. Sa'd'a
borçlu olan kimselerin borçları kendilerine helal edilmiştir." Bu
duyurunun yapılmasından sonra akşama varmadan gelen ziyaretçilerin çokluğundan
Kays'm evinin kapısının eşiği kırıldı. Kays şöyle derdi: "Allah'ım, bana
mal, hayır ve hasenat nasib et, doğrusu hayır ve hasenat ancak mal ile
olur."
Süfyan-ı Sevrî dedi
ki: "Adamın biri, Kays b. Sad'dan 30 000 dirhem borç aldı. Bir süre sonra
borcunu ödemeye geldiğinde Kays, ona şöyle dedi: Biz bir kimseye birşey
verdiğimizde verdiğimiz malı geri alan bir kavim değiliz."
Heysem b. Adiy dedi
ki: "Ka'be'nin yanında üç kişi, zamanlarındaki en cömert adamın kim olduğu
hususunda tartıştılar ve anlaşmazlığa düştüler. Bunlardan biri:
"Zamanımızın en cömerdi, Abdullah b. Cafer'dir." dedi. Diğeri:
"Kays b. Sa'd'dır." dedi. Üçüncüsü de: "Arabe (İra-be?) el-Evsf
dir" dedi. Tartıştılar, sesleri ve gürültüleri Ka'be'nin her ta-ranndan
duyulur oldu. Adamın biri, onlara şöyle dedi: "Sizden herbiri-niz, cömert
olduğunu iddia ettiği adamın yanma gitsin, kendisine yapacağı bağışlara baksın
ve sonra da kesin olarak hükmünü versin." Zamanlarında en cömert adamın
Abdullah b. Cafer olduğunu söyleyen adam, Abdullah b. Cafer'in yanma gitti.
Abdullah b. Cafer'in, tarlasına gitmek üzere ayağını bineğinin üzengisine
koymuş ve harekete hazır vaziyette olduğunu gördü. Abdullah'a: "Ey
Rasûlullah'ın amcası oğlu! Ben yolda kalmış bir kimseyim, bana yardım et."
dedi. Abdullah da ayağını üzengiden çıkardı ve: "Ey adam, benim yerime
sen gel, ayağını şu üzengiye koy, bineğime bin ve şu bineğim, yükü ile birlikte
senin olsun. Heybedeki malda senindir, yalnız şu kılıç hakkında seni
aldatmasınlar. Bu, Hz. Ali'nin kılıçlarmdandır." dedi.
Adam, arkadaşlarının
yanma Abdullah'ın devesi ile döndü, muazzam bir deveydi. Heybeyi açıp
baktıklarında içinde 4000 dinar ve ipek şalvar gördüler. Hz. Ali'nin kılıcına
da çok kıymet biçtiler.
Zamanlarındaki en
cömert adamın Kays b. Sa'd olduğunu söyleyen adam, kalkıp Kays'ın yanına gitti.
Kays'm cariyesi gelen adama: "İhtiyacın nedir?" diye sorunca gelen
adam: "Ben yolda kalmış bir kimseyim." diye cevap verdi. Cariye de:
"Öyleyse senin ihtiyacını karşılamak için Kays'ı uyandırmaya gerek yok.
Çünkü ihtiyacını karşılamak kolaydır. Al şu kese senin olsun, içinde 700 dinar
var. Bu gün Kays'm evinde bundan başka mal ve para yok. Havuz başında
develerimizin bulunduğu yere git, adamımızı gör, bir deve ve bir de köle al.
Doğruca yoluna devam edip git." dedi. Kays, uykudan uyanınca cariye gelen
adama yaptığı yardımı anlattı. Kays ta yaptığından ötürü teşekkür ederek
cariyeyi azad etti ve: "Keşke beni uyandırsaydın da o adama ömrünün sonuna
kadar yetecek mal verseydim. Ona verdiğin mal, ihtiyacım belki de tam olarak
karşılamayabilir." dedi.
Arabe el-Evsî'nin
cömert olduğunu iddia eden adam, Arabe'nin yanma gitti, onun iki kölesinin
omuzlarına dayanarak namaz kılmak için evden çıkmakta olduğunu gördü. Arabe'nin
gözleri görmüyordu, âmâ idi, yanına giden adam ona şöyle dedi:
- Ey Arabe!
- Evet, söyle bakalım.
- Yolcuyum, yolda
kalmışım.
Arabe, elini iki
köleden çekti. Sağ elini sol eline vurarak "Oh, oh, Allah'a yemin ederim
ki, her sabaha vardığımda ve her akşama vardığımda malımdan alakamı keserim.
Şimdi sen şu iki köleyi al, senin olsunlar." dedi. Adam da: "Hayır,
ben bunu yapmam." deyince Arabe: "Eğer bunları almazsan ikisini azad
ederim, şimdi ikisi de hür olurlar. Dilersen sen al, azad et, dilersen köle
olarak alıp çalıştır." dedi ve el yardımı ile duvarı aramaya başladı. Adam
da köleleri alıp arkadaşlarının yanına döndü.
Bu hadise üzerine
insanlar, Abdullah b. Cafer'in bol miktarda mal vererek cömertlik yaptığını
söylediler ve bunun ondan beklenmeyen birşey olmadığını ifade ettiler. Yalnız
verdiği mal arasında en kıymetli şeyin Hz. Ali'nin kılıcı olduğunu söylediler.
Kays da cömert kimselerdendi, kendi bilgisi dışında cariyesi onun malını
vermiş, ne kadar bağışta bulunacağına cariyesi hükmetmişti. Kendisi de
uyandığında cariyesinin yaptığı bağışı güzel bulmuş ve bu iyi davranışından
Ötürü onu azad etmişti. İnsanlar bu üç kişiden en cömert şahsın Arabe el-Evsî
olduğuna karar verdiler. Çünkü o bu hadisede bütün malvarlığını bağışlamıştı.
Bu da: "Az veren candan, çok veren maldan" atasözünün bir ifadesiydi."
Süfyan-ı Sevrî, Amr b.
Ebi Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd b. Ubade, malını çocuklarına
paylaştırdı. Kendisi çıkıp Şam'a gitti ve orada vefat etti. Vefatından sonra da
bir çocuğu doğdu. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, Sa'd'ın oğlu Kays'a gidip şöyle
dediler: "Baban malını siz-tere paylaştırdı ama şu çocuğun ana karnında
olduğunu bilmiyordu. Siz bu^çocuğa da bir pay verin" Kays da şöyle
karşılık verdi: "Ben, babam Sa'd'ın yaptığı taksimat oranım değiştirecek
değilim, ama payımı şu çocuğa veriyorum."
îbn Ebi Hayseme, Mabed
b. Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kays b. Sa'd, sürekli olarak
işaret parmağını şöylece kaldırır (yani dua eder)di."
Hişam b. Ammar, Kays
b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir;
Rasûlullah (s.a.v.)'m:
"Hile ve desise ateştedir." dediğini duymuş olmasaydım, ben bu
ümmetin en hilekarı ve en desisecisi olurdum."
Zührî dedi ki:
"Fitne alevlendiği zaman Arapların dahileri şu beş kişidir: Muaviye, Amr
b. As, Muğire b. Şube, Kays b. Sa'd ve Abdullah b. Büdeyl.
Kays b. Sa'd ile
Abdullah b. Büdeyl, Hz. Ali ile beraber idiler. Muğire, Taif te uzlete
çekilmişti. Hakem olayından sonra Muaviye tarafına geçti."
Önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi Muhammed b. Ebi Hüzeyfe Mısır'da ayaklanıp yönetimi ele
geçirdi. Vali Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i oradan çıkarıp kovdu. Abdullah,
Hz. Osman'ın, Amr b. As'tan sonra Mısır'a tayin ettiği vali idi. Hz. Ali de
Abdullah'ı bir süre Mısır valiliğinde bırakmış, sonra onu azlederek yerine
Kays b. Sa'd'ı atamıştı. Kays b. Sa'd, vali olarak Mısır'a girince güzel bir
yönetim tarzı sergiledi, disiplini sağladı. Bu da hicretin otuz altıncı
senesinde olmuştu. Ancak Muaviye ile Amr b. As bu durumdan rahatsız oldular.
Kendisine mektup yazarak Ali'ye karşı kendilerinin yanında yer almasını
istediler. Ancak Kays, onların bu isteğine uymadı, zahirde onlarla iyi
geçindiğini insanlara gösterdi ama, aslında o Hz. Ali ile beraberdi. Ancak Hz.
Ali, bu durumdan haberdar olunca Kays'ı valilikten azletti. Mısır'a Ester
en-Nehaf yi vali olarak gönderdi. Ancak Ester de Mısır'a varmadan Rem-le'de
öldürüldü. Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muham-med'i Mısır'a
vali olarak atadı. Muhammed, Muaviye ve Amr'a göre kolay bir lokma idi, bunlar
uğraştılar, nihayet Mısır diyarını Muham-, med'in elinden aldılar. Muhammed
öldürüldü ve eşek leşleri arasında yakıldı. Sonra Kays Medine'ye gitti, oradan
da Irak'ta bulunan Hz. Ali'nin yanma gitti, onunla birlikte omuz omuza savaştı.
Nihayet Hz. Ali öldürülünce Kays, Hasan'la beraber oldu. Kays, Hasan ordusunun
Öncü kuvvetlerinin komutanı oldu. Hasan, Muaviye'ye be^at edince bu Kays'm
ağrına gitti. Bundan hoşlanmadı. Muaviye'ye itaata yanaşmadı. Sonra kalkıp
Medine'ye göçtü, daha sonra Ensâr'dan bir heyetle Mu-aviye'nin yanma geldi,
aralarında geçen ağır sözlerden ve azarlamalardan sonra Muaviye'ye bey'at
etti. Bundan sonra Muaviye, ona ikramda bulundu, onu ön saflara geçirdi.
Yanında itibar gösterdi. Kays, heyetlerle birlikte Muaviye'nin yanında iken
Bizans hükümdarından Muaviye'ye bir mektup geldi. Mektupta Muaviye'ye:
"Araplar arasında en uzun boylu adamın pantolonunu bana gönder." diye
yazıyordu. Muaviye de Kays'a: "Herhalde senin pantolonunu göndermemiz
gerekecek." dedi. Kays, gerçekten çok uzun boylu idi, en uzun boylu adamın
başı dahi onun göğsüne ulaşmıyordu. Kalkıp meclisin bir kenarına çekildi, sonra
pantolonunu çıkarıp Muaviye'nin önüne attı. Muaviye de ona "Evine gidip
sonra bu pantolonunu bize gönderseydin olmaz mıydı?" deyince, Kays ona
karşı şu şiiri okudu:
"Böyle yapmakla
insanların, bu pantolonun Kays'm pantolonu olduğunu bilmelerini heyet
huzurunda tesbit etmek istedim.'
Ki insanlar ve Semud
kabilesi; Kays kayboldu ve bu, gübre yiyenin pantolonudur, demesinler.
Ben, Yemen kabile
sindenim, liderim, zaten insanların bir kısmı lider, bir kısmı da tebaadır.
Benim gibilerle onlara
karşı tuzak kur, benim gibi kimseler onlara karşı çok sert ve şiddetlidir.
İnsanlar arasında
benim boyum çok uzundur.
Benim soyum, babam ve
atam, insanlar arasında beni üstün kıldı.
Şerefim beni onlara
karşı yüceltti. Ben diğer adamlara karşı çok yükseğim, uzun boyluyum."
Kays'm pantolonunu
eline alan Muaviye, meclisinde bulunan en uzun boylu adama bu pantolonu alıp
ucunu burnuna tutarak yere sarkıtmasını emretti. Adam alıp pantolonu burnunun
ucuna tuttu, yere sarkıtınca pantolonun ucu yere değdi.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye'ye Bizans hükümdarı ordusundan iki adam gönderdi.
Adamlardan birinin Bizanslıların en kuvvetlisi, diğerininde en uzun boylusu
olduğunu iddia ediyordu. Bunları gönderirken Muaviye'ye şu haberi de
göndermişti: "Milletine bak, milletin arasında bunlardan daha güçlü ve
daha uzun boylu bir kimse var m\? Eğer halkın arasında bunludan daha güçlü ve
daha uzun boylu biri varsa, sana şu kadar ve şu kadar esir, şu kadar ve şu
kadar da armağan göndereceğim. Eğer halkın arasında bunlardan daha güçlü ve
daha uzun boylu kimse yoksa, üç yıl süreyle benimle barış antlaşması yap."
Bizans hükümdarının
gönderdiği o iki kişi, Muaviye'nin yanına geldiklerinde o, etrafındaki
adamlara şöyle sordu:
- Şu Bizanslı adam kadar
kuvvetli bir kimse var mı? Yanında bulunanlar şu cevabı verdiler:
- Bunun kadar güçlü
olan, ya Muhammed b. Hanefiye'dir, ya da Abdullah b. Zübeyr'dir.
Hz. Ali'nin oğlu
Muhammed b. Hanefîye getirildi, halk toplandığı zaman Muaviye, yanma gelen
Muhammed b. Hanefiye'ye şöyle dedi:
- Seni buraya niçin
getirttiğimi biliyor musun?
- Hayır.
Muaviye, yanına gelen
Bizanslı adamın durumunu ve son derece güçlü olduğunu ona anlattı, o da gelen
Bizanslı adama dönüp şöyle dedi:
- İstersen sen yere
oturup elini bana uzat ya da ben yere oturayım ve elimi sana uzatayım. Hangimiz
yerde oturanı yerinden kaldırabilirse, onu mağlup etmiş olur, aksi takdirde
kendisi mağlup olur. Şimdi söyle bakalım, ben mi yere oturayım, yoksa sen mi
yere oturacaksın?
- Sen otur.
Muhammed b. Hanefîye
yere oturdu, elini Bizanslı adama uzattı. Bizanslı olanca gücü ile onu yerinden
kaldırmaya veya kımıldatmaya çabaladı, ama beceremedi. Bu işin çaresini
bulamadı ve mağlup oldu. Bizanslının beraberinde gelen diğer kimseler de
arkadaşlarının yenildiğini gördüler, sonra Muhammed b. Hanefİye ayağa kalkıp
Bizanslıya sen otur, dedi ve elini ona uzattı. Bizanslının elini tutar tutmaz
onu hemen yerden kaldırdı, hatta havaya kaldırdı, sonra yere bıraktı. Muaviye,
bu manzara karşısında çok sevindi.
Öte yandan Kays b.
Sa'd, meclisten kalkıp kenara çekildi. Sonra şalvarını indirip o uzun boylu
Bizanslıya verdi, o da şalvarı giyince uçkuru göğsüne kadar ulaştı. Şalvarın
paçaları da yere sürünüyordu. Bunu gören Bizanslı uzun adam yenildiğini itiraf
etti, hükümdarları da Muavi-ye'ye vad ettiği şeyleri (esirleri ve armağanları)
gönderdi.
Ensâr, şalvarım halkın
huzurunda soyduğu için Kays b. Sa'd'ı kınadığında Sa'd onlara Önceki sayfada
nakletmiş olduğumuz şiiri okuyarak kendini savundu. Bunu Bizanslıları susturmak
ve mağlup etmek için yaptığını söyledi.
Kümeydi, Amr b.
Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kays b. Sa'd, iri yarı, ama
küçük başlı bir adamdı, çenesinde seyrek bir sakalı vardı. Büyük bir merkebe
bindiği zaman dahi ayakları yerde sürünür-dü."
Vakidî, Halife b.
Hayyat ve diğerleri dediler ki: "Kays b. Sa'd, Mua-viye'nin hilafetinin
son zamanlarında Medine'de vefat etmiştir."
Ibn Cevzî, onun bu
senede (hicretin elli dokuzuncu senesinde) vefat ettiğini söylemiştir. Biz de
onun bu görüşüne katıldık. [22]
Kadri yüce bir
sahabedir, Hudeybiye'ye katıldı. Ağacın altında insanlarla bey'atleşirken,
ağaç dallarım -yüzüne değmesin diye-Rasûlullah'm başının üzerinden kaldırıp
tutuyordu. Bu bey'atten Kur'ân-ı Kerîmde şöyle bahsedilmektedir:
"Ey Muhammed!
Allah, inanlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki
hoşnut olmuştur." (ei-Fetih, ıs.)
Hz. Ömer, onu Basra
valiliğine atadı. Basra nehrini kazdı. Bu sebeple o nehire Ma'kil nehri
denilmiştir. Onun Basra'da bir evi vardı.
Hasan-ı Basrfnin
anlattığına göre ölümle neticelenen hastalığı esnasında Ubeydullah b. Ziyad,
Ma'kil b. Yesar'ın ziyaretine gitti. Ma'kil
ona şöyle dedi:
- Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'dan işittiğim bir hadisi sana nakledeceğim, eğer bu can çekişme
halinde bulunmasaydım bu hadisi sana nakle tmeyecektim. Rasûlullah (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğunu işittim:
"Cenâb-ı Allah,
bir kimseyi bir halkın başına yönetici tayin eder de o yönetici, halkını
nasihatla kuşatmazsa Cennet'in kokusunu duymaz. Oysa Cennet'in kokusu yüz
senelik yoldan duyulur."
Ma'kil b. Yesar, bu
senede, (hicri elli dokuzuncu senede) vefat edenlerdendir. [23]
Ebu Hüreyre'nin gerek
cahiliye gerekse îslâmî dönemdeki ismi hususunda ihtilaf edilmiştir. Babasının
adı hususunda da ihtilaf vardır. Bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür
ki, "Tekmil" adlı kitabımızda bu isimlerin çoğunu nakletmiştik. İbn
Asakir de bunu tarihinde nakleder. Meşhur rivayete göre Ebu Hüreyre'nin adı,
Abdurrahman b. Sahr'dır. Ezd kabilesinden sonra da Devs kabile sindendir. Başka
bir rivayette anlatıldığına göre cahiliye döneminde adı Abdüşems idi.
Abdi-nehim, Abdiganem olduğuna dair bazı zayıf kaviller de vardır. Ebul-Es-ved
künyesi ile çağrılırdı. Rasûlullah (s.a.v.), ona Abdullah adını taktı.
Abdurrahman adını taktığına dair bir rivayet de vardır. Rasûlullah (s.a.v.),
ona Ebu Hüreyre künyesini de taktı. Rivayete göre o şöyle demiştir:
"Yabani bir kedi gördüm, onun yavrularını yanıma aldım. Babam bana:
"Şu kucağındaki nedir?" diye sorunca ben de kedi yavrusu olduğunu
söyledim. Bunun üzerine babam bana: "Sen Ebu Hüreyre'sin." yani kedi
babasısın, dedi."
Sahih hadiste rivayet
olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), ona "Ebahirr" demiştir.
"Ebu Hüreyre" dediği de sabittir.
Muhammed b. Sa'd, îbn
Kelbî ve Taberanî dediler ki: Ebu Hüreyre'nin anasının adı, Meymune binti
Safıh b. Haris b. Ebi Sa'd b. Hibbe b. Sa'd b. Salebe idi. Bu kadın Müslüman
oldu ve Müslüman olarak vefat etti.
Ebu Hüreyre,
Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok güzel sözler ve hadisler nakletmiştir. sahabelerin
hafızlarındandı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Ub b. Ka'b, Üsame b. Zeyd, Nadre b.
Ebi Nadre, Fadıl b. Abbas, ve
mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den hadis rivayet etmiştir. İlim ehlinden birçok
kimse de ondan hadis rivayet etmişlerdir. "Tekmil" adlı eserimizde
bu rivayetleri alfabetik sıraya göre naklettik. Şeyhimiz, "Tenzih"
adlı eserinde bunu böyle anlatır.
Buharı dedi ki: 800
veya daha fazla sayıda sahabe ve tabiinden ilim adamı, Ebu Hüreyre'den hadis
rivayet etmişlerdir.
Amr b. Ali el-Fellas
dedi ki: "Ebu Hüreyre gelip Medine'ye yerleşti ve Hayber senesinde
Müslüman oldu."
Vakidî dedi ki:
"Ebu Hüreyre'nin Zül-Hüleyfe'de bir evi vardı." Başkalarının
anlattıklarına göre Ebu Hüreyre, esmer tenli ve omuzlarının arası geniş bir
kimse olup Ön dişleri birbirine bitişik bir kimse idi.
Ebu Davud et-Teyalisî,
Ebu Aliya'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Hüreyre,
Müslüman olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) ona: — Sen kimlerdensin? diye sorunca o,
Devs kabilesinden olduğunu söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) da elini alnının
üzerine koyarak şöyle dedi: "Devs kabilesinde hayırlı bir adam olduğunu
sanmıyordum."
Zührî, Ebu Hüreyre'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: " Rasûlullah (s.a.v.yia birlikte Hayber
gazvesine katıldım."
Abdürrezzak, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Müslümanlar savaşı
tamamladıktan sonra Hayber gününde ben geldim."
Yakub b. Süfyan, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)
(Hayber'e gitmek üzere) Medine'den çıktı ve Medine'ye vekil olarak Siba b.
Urfuta'yı bıraktı. Ben Medine'ye geldiğimde onlar gitmişlerdi. Sabah namazım
Siba'mn arkasında kıldım. Birinci rekatta Meryem sûresini, ikinci rekatta ise
Mütaffinn sûresini okudu. Mütaffifm sûresini okuyunca ben kendi kendime dedim
ki: Falan adamın babasının vay haline! Ezd diyarında bir adam alış veriş
yaparken iki ölçek kullanır. Bunlardan biri tam ölçektir ki, bununla bir mal
satın aldığında onu kullanır. Diğeri de eksik ölçektir ki, insanlara mal satarken
onu kullanır."
Sahih-i Buharî'de
sabit olan bir rivayette anlatıldığına göre sabahında Rasûlullah (s.a.v.)'la
buluşacağı gecede Ebu Hüreyre'nin bir kölesi kayıp olmuş, Ebu Hüreyre de bunun
üzerine şöyle bir şiir okumuştu:
"Bu gece ne uzun
ve meşakkatli bir gecedir.
Sanki bu küfür
diyarından dönüp gelen bir gecedir."
Ebu Hüreyre yanma
geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), ona: "İşte kölen budur." demiş, o,
kölesini görünce: "Bu, yüce Allah'ın rızası uğruna azad edilmiştir."
diye cevap verdi. Müslüman olduktan sonra Rasûlullah
(s a.v.)'m yanında kaldı. Hazar'da ve seferde
yanından asla ayrılmadı. Ondan hadis dinlemeye çok tutkun idi. Dini bilgileri
ondan öğrenmek için çok çaba harcıyordu. Karın tokluğuna onun yanında
kalıyordu.
Ebu Hüreyre, bir gün
ketenden bir gömlek giyinmiş olarak yürürken vere düşer gibi olmuş ve kendi
kendine şöyle demişti: "Ebu Hüreyre, keten gömlek giydiği halde yere
düşecek gibi oluyor. Ben minber ile hüc-re-i saadet arasında iken açlıktan
dolayı yere düşecek gibi olduğumu hissettim, yere düştüm, yanımdan geçen biri: "Bu
delirmiş" diyordu. Oysa ben delirmemiştim, açlıktan öyle yapıyordum.
Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, açlıktan dolayı
karnımı yere dayıyor ve yine açlıktan dolayı karnıma taş bağlıyordum.
Kendisinden daha iyi bildiğim halde bir ayeti başka bir adama okuyor ve
yanlışım olup olmadığım kendisine soruyordum. Böyle yapmakla da beni yanma alıp
evine götürmesini, bana birşeyler yedirmesini ümit ediyordum."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Yezid b. Abdurrahman b. Ezine es-Sahimi el-A'mâ'dan rivayet etti ki, Ebu
Hüreyre şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın yaratmış olduğu
mü'minlerden her kimse benim adımı işitir veya görürse mutlaka beni
sever." Ravi Yezid b. Abdurrahman diyor ki: Ben kendisine şöyle dedim:
- Bunun böyle olduğunu
nereden biliyorsun ey Ebu Hüreyre?
- Benim annem müşrike
bir kadındı. Ben onu İslâm'a davet ediyordum, ama o bu davetime icabet
etmiyordu. Yine günün birinde onu İslâm'a davet ettim. Rasûlullah hakkında
hoşuma gitmeyecek şeyleri söyledi, ben de ağlayarak Rasûlullah (s.a.v.)'ın
yanına gidip şöyle dedim:
- Ey Allah'ın Rasûlü!
Ben annemi İslâm'a davet ediyorum, ama o benim bu davetime icabet etmiyor.
Bugün yine onu davet ettim ve senin hakkında hoşuma gitmeyecek şeyler söyledi.
Allah'a dua et de Ebu Hüreyre'nin annesine hidayet nasib etsin.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dua etti: "Allah'ım, Ebu Hüreyre'nin annesine
hidayet nasib et." Rasûlullah'm bu duasından sonra koşarak yanından çıkıp
gittim. Rasûlullah'm duasını anneme müjdelemek istedim. Kapıya vardığımda
kapının kapalı olduğunu gördüm. İçeriden ayak sesleri duydum, annem bana dedi
ki: "Ey Ebu Hüreyre! Ger-Çek, senin dediğin gibiymiş." Sonra kapıyı
açtı, elbisesini giymişti. Başını Örtmek için aceleyle elini başörtüsüne
uzatıp şöyle dedi: "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in de
onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim." Bu sözü duyar duymaz hemen
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma döndüm, daha Önce üzüntüden ağlamıştım. Bu defa da
sevinçten ağlıyordum, ona şöyle dedim:
- Ya Rasûlallah, sana
müjdeler olsun. Allah, senin duana icabet etti. Ebu Hüreyre'nin annesine
hidayet nasib etti. Ya Rasûlallah, beni ve annemi, mü'min kullarına sevdirmesi
için Allah'a dua et.
Rasûlullah (s.a.v.) de
şöyle dua etti: "Allah'ım, Şu kulcağızını ve annesini mü'min kullarına
sevdir, onları da bunlara sevdir."
Cenâb-ı Allah'ın
yarattığı mü'min kullardan her kim benim adımı duyar, beni veya annemi görürse
mutlaka bizi sever." Bu hadis, peygamberlik delili erindendir. Zira Ebu
Hüreyre, bütün insanlara sevdi-rilmiştir. Cenâb-ı Allah, onun namını yaymıştır.
Cuma günlerinde hatip minberde iken her ülkede ve her camide cemaatın
huzurunda onun hutbe esnasında konuşulmamasına dair rivayet ettiği hadis
okunmaktadır. Bu da Allah'ın bir takdiridir. Böylelikle onun namı her tarafa
yayılmış olmaktadır. Bu, herşeyi bilen güçlü ve muktedir olan yüce Allah'ın
takdiridir, insanlar böylece onu severler. Allah ondan razı olsun.
Hişam b. Ammar, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ben sadece bir beşer
olan Muhammed'im. Bir beşerin öfkelenişi gibi ben de öfkelenirim. (Ey Rabbim),
ben senden bir söz almışım, o sözü mutlaka yerine getirmeni dilerim.
Müslümanlardan bir kimseye eziyet etmiş veya sövmüş veya kırbaçlamış isem o
adama yaptığım bu hakareti kıyamet gününde kendi katında o adam için sana yakın
olma vesilesi yap."
Ebu Hüreyre dedi ki:
"Rasûlullah (s.a.v.), günün birinde beni dövmek için kırbacım kaldırdı,
keşke vursaydı. Vurmuş olsaydı kızıl tüylü davarlara sahip olmaktan benim için
daha iyi olurdu. Bana vuracağı o darbe sebebi ile mü'min bir kimse olacağımı ve
Allah'a yaptığı duanın Allah tarafından kabul edileceğini ümid ederdim."
Ibn Ebi Zib, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Dedim ki:
- Ya Rasûlallah!
Senden çok hadis dinliyorum ama unutuyorum.
- Abanı yere ser.
Abamı yere serdim.
Sonra Rasûlullah (s.a.v.):
- Abanı topla, dedi.
Ben de abamı topladım. Ondan sonra artık hiçbir hadisi unutmadım."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdurrahman el-A'rec'den rivayet etti ki, Ebu Hüreyre şöyle demiştir:
"Siz, Ebu Hüreyre'nin çok hadis rivayet ettiğini iddia ediyorsunuz. Allah
sanidinidir ki, ben daha önceleri miskin bir adamdım. Karın tokluğuna
Rasûlullah (s.a.v.)'a arkadaşlık ediyor, yanında bulunuyordum. Muhacirler
pazarda alış verişle meşgul oluyorlardı. Ensâr da mallarının idaresiyle
uğraşıyorlardı. Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) meclisinde hazır bulundum. Şöyle
dedi:
- Sözümü
tamamlayıncaya kadar kim abasını yere serer, ben sözümü tamamladıktan sonra o
abasını toplar ve bundan sonra benden duyduğu hiçbir sözü unutmaz.
Rasûlüllah'm böyle
demesi üzerine abamı çıkarıp yere serdim. Konuşmasını tamamladıktan sonra
toplayıp kaldırdım. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ondan
sonra artık Rasûlul-lah'tan duyduğum hiçbir sözü unutmadım."
Anlatıldığına göre bu
hadis, Rasûlüllah'm o esnada yaptığı konuşmayla ilgilidir. Yani Ebu Hüi'eyre,
Rasûlullah'ın o esnada yaptığı konuşmadaki kelimelerden hiçbirim unutmamıştır.
Ama başka zamanlarda ve yerlerde yapmış olduğu konuşmalardan Ebu Hüreyre'nin
unuttuğu olmuştur. Nitekim bu husus, sahih rivayetlerde de açıkça anlatılmaktadır.
Çünkü Ebu Hüreyre: "Hastalıkların (kendiliklerinden) bulaşmaları ve
uğursuzlukları yoktur." ile "Sakın sağlıklı deveyi, hasta devenin
yanına getirmeyiniz." hadislerini unutmuştur. Başka bir rivayete göre ise
Rasûlullah (s.a.v.)'m mezkur duası, Ebu Hüreyre'nin bütün hadisleri rivayet
edişiyle ilgilidir. Doğrusunu Allah bilir.
Deravurdi, Said
el-Makberî'den rivayet etti ki, Ebu Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle
demiştir:
'Ya Rasûlallah,
kıyamet gününde insanlar arasında senin şefaatin sebebi ile en mutlu olacaklar
kimlerdir?
- Ey Ebu Hüreyre, bu
soruyu senden önce başkasının sormayacağını anlamıştım. Çünkü sen insanlara
çok tutkulusun. Onlar üzerine titrersin. Kıyamet gününde benim şefaatim sebebi
ile en fazla mutlu olacak kimse, gönülden ve ihlasla lâilahe illallah
diyendir."
İbn Ebi Zib, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.)'dan iki kap hıfzettim, bunlardan birisini insanlar arasına saçtım,
diğerine gelince eğer onu da saçsaydım şu boğazım kesilirdi."
Ebu Hüreyre'nin
açıklamadığı kap, fitneler ve savaşlarla ilgili kaptı. İnsanlar arasında
meydana gelen çarpışma ve mücadeleler kabı idi. İleride meydana gelecek
anlaşmazlık, ihtilaf ve kavgalar kabı idi. Eğer onu zamanından önce açıklayacak
olsaydı, insanların çoğu onu hemen yalanlayacaktı, onun nakledeceği gerçek
haberi reddedeceklerdi. Nitekim kendisi de demişti ki: "Eğer sizin
imamınızı öldüreceğinizi, kılıçlarla birbirinizi vuracağınızı önceden söylemiş
olsaydım beni tasdik etmezdiniz." Batıl bid'at ve fasid amel sahibi
birçok gruplar ve taifeler, bu hadise dayanmışlardır. Yaptıkları kötülükleri,
çıkardıkları kargaşalıkları da Ebu Hüreyre'nin açıklamadığı o söz kabına dayandırmışlardır.
Kendilerinin de, tuttukları yolda Ebu Hüreyre'nin açıklamadığı söz kabı içinde
olduğuna inanmışlardır. Batıl yolda olan herkes -sözleri çelişik olmakla
birlikte- bunu iddia etmektedir. Hepsi de yalan söylüyorlar. Ebu Hüreyre, bunu
açıklamadığına göre ondan sonra kimin bu konuda bılŞİsi olabilir? İçinde
fitneler, savaşlar, kavgalar bulunan söz kabına gelince Ebu Hüreyre ve diğer
sahabeler, onu sonraları açıklamışlardır ki, bunu "el-Fiten ve
Mealim" adlı kitapta anlattık.
Hamraad b. Zeyd, Mervan
b. Hakem'in katibi Ebu Zuayzia'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir; Mervan, Ebu
Hüreyre'yi yanına çağırdı ve onu tahtın arkasına oturttu. Mervan sormaya
başladı, bende yazıyordum. Sene başına kadar böylece devam ettik. Sonra onu
çağırdı ve onu perdenin arkasına oturttu. Şu yazdıklarımı ona sormaya başladı,
o da bu yazılanları ne fazlalaştırdı ne de eksiltti, ne iler" aldı, ne de
geri aldı.
Ebu Bekir b. Ayyaş ve
diğerleri, Ebu Salih'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Ebu Hüreyre,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın sahabelerinin en faziletli ve en üstünü olmadığı halde
onların arasında hafızası en sağlam olandı."
Rebi, Şafii'nin bu
hususta şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre, kendi zamanındaki
hadis ravileri arasında hafızası en sağlam olan kimse idi."
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
Mekhul'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlar bir gece Muaviye'nin
kubbelerinden birinin altında toplanıp bir araya geldiler. ElAi Hüreyre kalkıp
onlara sabaha dek Rasûlullah'tan hadisler rivayet etti."
Süfyan b. Uyeyne, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah'm
sahabeleri arasında benden daha çok hadis rivayet eden kimse yoktur. Ancak
Abdullah b. Ömer müstesnadır. O yazardı, ben yazmazdım."
Ebu Zur'a ed-Dımaşkî,
Saib b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ömer b. Hattab'ın, Ebu
Hüreyre'ye şöyle dediğini işittim: "Ya Rasûlullah'dan hadis rivayetini
terk edeceksin ya da seni Devs diyarına sürerim."
Ömer b. Hattab,
Ka'bül-Ahbar'a da şöyle demişti: "Önceki kavimler hakkındaki hadisleri
rivayet etmeyi terk et, yoksa seni maymunlar diyarına sürerim."
Hz. Ömer, bazı
kimselerin hadis uydurmalarından korktuğu veya hadisi yerine göre nakletmediği
ve ruhsatlarla ilgili hadisleri naklettiklerinden endişe ettiği için böyle bir
tedbir almıştı. Bir adam çok hadis rivayet edince bazı hata ve yanlışlıklar
yapabilir. Bunu duyan kimseler de o yanlışlıklan başkalarına aktarabilirler.
Fakat daha sonra gelen rivayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Ömer, hadis
rivayet etmesi için bilahare Ebu Hüreyre'ye izin vermiştir.
Müsedded, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: " Benim hadis rivayet
ettiğimi duyan Ömer bana haber gönderdi. Yanma gittim. Bana şöyle bir soru
sordu:
- Falan günde falan
adamın evinde Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte iken sen de yanımızda miydin?
- Evet, bunu
biliyorum, ama niçin soruyorsun?
- Niçin sorduğumu sen
söyle.
- Rasûlullah (s.a.v.)
o gün şöyle buyurmuştu: "Kim kasıtlı olarak
bana yalan isnad
ederse, ateşteki yerini hazırlasın."
- Eh madem böyle, git,
o zaman hadis rivayet et."
imam Ahmed b. Hanbel,
Asım'ın babası, Küleyb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu
Hüreyre'nin hadis rivayet ederken söze şöyle başladığını işittim: Allah'ın,
sözü doğru ve sözü tasdik edilmiş Rasûlü dedi ki: Her kim kasıtlı olarak bana
yalan isnad ederse, ateşteki yerini hazırlasın."
İbn Vehb, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben öyle
hadisler rivayet
ediyorum ki, eğer bunları Ömer'in zamanında söylemiş olsaydım veya onun yanında
nakletmiş olsaydım Ömer benim başımı yarardı."
Salih b. Ebul-Ahdar,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer vefat edinceye kadar
biz: "Rasûlullah (s.a.v.) dedi İd" diyemi-yorduk.»
Muhammed b. Yahya
ez-Zühelî, Zührî'den rivayet etti ki; Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rasûlullah
(s.a.v.)'dan mamulün bih(kendileri ile amel edilen) olanlar dışındaki hadisleri
az rivayet edin." Sonra Ebu Hüreyre şöyle diyordu: Ömer hayatta iken bu
hadisleri size nakledebilir miydim? Vallahi eğer o hayatta iken ben bu
hadisleri size nakledecek olsaydım, kesin olarak biliyorum ki sırtım
kırbaçlanır di."
Hz. Ömer, Müslümanlara
şöyle dedi: "Kurân'la meşgul olun. Çünkü Kur'ân Allah kelamıdır." Bu
sebepledir ki Hz. Ömer, Ebu Musa'yı Irak'a gönderirken ona şöyle demiştir:
"Sen öyle bir milletin yanma gidiyorsun ki, onların mescitlerinde arı
vızıltısı gibi Kur'ân okuma sesleri duyulur. Onları kendi hallerine bırak.
Kur'ân okusunlar, onları hadislerle meşgul etme. Bu hususta ben de sana
yardımcı olurum."
îmam Ahmed b. Hanbel,
îbn Ömer'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: Ebu Hüreyre'nin yanma uğradım.
Peygamber (s.a.v.)'den şöyle bir hadis nakletti: "Bir kimse bir cenazenin
peşine gidip namazını kılarsa, onun için bir kırat sevap vardır. Defni
esnasında hazır bulunursa iki kırat sevap vardır. Bir kırat, Uhud dağından
daha büyüktür." Ben de Ebu Hüreyre'ye dedim ki: "Ey Ebu Hirr! Dikkat
et, sen Rasûlullah'tan nasıl bir hadis rivayet ediyorsun?" Ebu Hüreyre
kalkıp beni Aişe'nin yamna götürdü. Ona şöyle dedi: "Ey mü'minlerin
annesi! Allah aşkına söyle. Sen, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu
işitmedin mi: "Bir kimse bir cenazenin arkasından gider, onun namazını
kılarsa onun için bir kırat sevap vardır. Eğer defni esnasında hazır bulunursa
onun için iki kırat sevap vardır." Hz. Aişe: "Allah için evet,
duydum." dedi. Bunun üzerine Ebu Hüreyre de şöyle dedi: "Vadide ağaç
dikmek veya pazarda alış veriş etmek beni Rasûlullah'm yanından alıp götürmedi.
Ben Rasûlullah'tan sadece bana öğreteceği bir kelime veya bana yedireceği bir
lokma istiyordum."
Ben de kendisine dedim
ki: "Ey Ebu Hirr, sen bizden daha çok Rasûlullah'm yanında bulunuyordun ve
onun hadisini de bizden daha iyi bilirsin."
Vakidî, Abdullah'ın
babası Nafi'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre'nin
cenazesinde İbn Ömer'le beraberdim. O, cenazenin önünde yürüyor ve ona çok rahmet
okuyor, sonra da şöyle diyordu: "Ebu Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)'dan
hadis hıfz edip Müslümanlara nakleden kimselerdendi."
Rivayet olunduğuna
göre Hz. Aişe, Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadislerin çoğunu tevil etmiş,
bir kısmında da yanılgı bulunduğunu ifade etmiştir. Sahih rivayette
anlatıldığına göre Hz. Aişe, Ebu Hüreyre'nin aynı anda birçok hadis rivayet
etmesinden ötürü Ebu Hüreyre'yi kınamıştır.
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
Hz. Aişe'nin Ebu Hüreyre'ye şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ey Ebu Hüreyre!
Sen Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok hadis rivayet ediyorsun.
- Vallahi ben onun
yanında sürekli bulunuyordum. Sürme çekmek, kına yakmak gibi işler beni ondan
alıkoymuyordu. Sen benim rivayet ettiğim hadisleri çok görüyorsun. Bu, senin
sürme çekmek ve kına yakmakla meşgul olduğundandır.
- Olabilir."
Ebu Ya'lâ, Ebu Rafı'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kureyşli bir adam, gösterişli bir
elbisesi ile Ebu Hüreyre'nin yanına geldi. Ona şöyle dedi:
- Ey Ebu Hüreyre! Sen
Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok hadis rivayet ediyorsun. Benim şu elbisem hakkında
ondan birşey duymuşluğun var mıdır?
- Vallahi siz bize
eziyet ediyorsunuz. Eğer Cenâb-ı Allah'ın ehli kitaptan almış olduğu:
"Onu insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz." şeklinde
bir ahdi olmasaydı, ben size birşey söylemez ve hadis nakletmezdim. Ebu'l-Kasım
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Sizden önceki milletlerden bir
adam bir ara kendi elbisesi içinde salınarak gururla yürümükte iken Cenâb-ı
Allah, onu aniden yere batırdı. O, yere batmaya kıyamete dek devam
edecektir." Allah'a yemin ederim ki, bilmiyorum, belki de o adam senin
kavmindendir."
Muhammed b. Sa'd,
Velid b. Rebah'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre'nin
Mervan'a şöyle dediğini işittim: "Sen vali değilsin. Vali senden
başkasıdır. Sen bu işe karışma (Hz. Hasan'ı Rasû-lullah'ın yanında defnetmek
istedikleri zaman Mervan, men etmek is-
temişti). Seni
ilgilendirmeyen işlere müdahale ediyorsun, böyle yapmakla da burada bulunmayan
Muaviye'yi hoşnud etmek istiyorsun." Bu konuşması üzerine Mervan, öfke ile
Ebu Hüreyre'ye dönüp şöyle dedi- "Ey Ebu Hüreyre, insanlar, senin
Rasûlullah'tan çok hadis rivayet ettiğini söylüyorlar. Oysa sen, Rasûiullah'ın
vefatına az bir zaman kala Medine'ye gelmiştin." Ebu Hüreyre de Mervan'a şöyle
cevap verdi:
"Evet, hicretin
yedinci senesinde Hayber vak'ası esnasında Medine'ye geldim. Rasûlullah, o
zaman Hayber'deydi. Otuz yaşını geçmiştim, yanında kaldım. Vefat edinceye
kadar yanından ayrılmadım. Zevcelerinin odalarına onunla beraber gidip
dolaşıyor, ona hizmet ediyordum. Vallahi o zaman ben yoksul bir kimseydim,
onun arkasında namaz kılıyor, onunla beraber hac ediyor, onunla birlikte
gazaya gidiyordum. Allah'a yemin ederim ki, insanlar arasında onun hadisini en
çok bilen ben oldum. Evet, vallahi bazı kimseler, benden önce ona arkadaş
oldular. Sohbetinde bulundular. Ona hicret ettiler. Kureyş'ten ve Ensâr'dan
olup da benden daha kıdemli kimseler vardır ama onlar benim Rasûiullah'ın
yanında kaldığımı hep bilirler. Onun hadisini benden sorarlar, soranlar
arasında Ömer, Osman, Ah, Talha ve Zübeyr de vardır. Allah'a yemin ederim M,
Medine'de onun söylediği hadislerin tamamı benden saklı değildir. Allah
Rasûlünün sevdiği herkesi tanırım. Rasûlullah yanında mertebesi ve itibarı
bulunan herkesi, onun bütün arkadaşlarını bilirim. Ebu Bekir, onun mağaradaki
arkadaşı idi. Rasûiullah'ın ondan başka arkadaşı da vardı. Ancak o diğer
arkadaşı, Medine'de yanında ikamet etmesin diye sürgün etmişti (Ebu Hüreyre'nin
kasdettiği sürgünlük adam, Merva'nm babası Hakem b. As'tı.). Ebu Abdilmelik
bunu ve benzeri kimseleri bana soruyor, bu hususta benim yanımda da söylenecek
çok söz ve kapsamlı bilgiler bulunuyor."
Allah'a yemin ederim
ki bundan sonra Mervan, Ebu Hüreyre'den çekinmeye, onun cevabından ve şahsiyetinden
korkmaya başladı.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Ebu Hüreyre, kendisiyle tartışan Mervan'a şöyle demiştir:
"Ben kendi irademle gönüllü olarak Müslüman oldum ve hicret ettim.
Rasûlullah'ı da çok sevdim. Siz Darü'n-Nedve sahibi olup davet mahalli idiniz,
ama davetçiyi diyarından, Rasûlullah (s.a.v.)'ı beldesinden sürdünüz. Ona ve
ashabına eziyet ettiniz. Siz benden sonra Müslüman oldunuz, sıkıştığınızda
İslâm'a girdi-nız-" Mervan, Ebu Hüreyre ile konuştuğuna pişman oldu. Artık
ona kar-Şi tedbirli oldu. Ondan sakınmaya başladı."
*°n Hayseme, Urve b.
Zübeyr'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Baban Zübeyr bana dedi ki:
- Şu Yemenliyi (Ebu
Hüreyre'yi) yanıma yaklaştır. O, Rasûlullah ^s-a.v.)'dan çok hadis rivayet
ediyor.
Ben de Ebu Hüreyre'yi
babamın yanına yaklaştırdım. Ebu Hüreyre,
hadis rivayet etmeye
başladı. Babam da:
- Doğru söyledi, yalan
söyledi, doğru söyledi, yalan söyledi, demeye başladı.
Ben de dedim ki:
- Babacığım, şu:
"Doğru söyledi, yalan söyledi." demenin anlamı ne?
- Oğlum, eğer bu
hadisleri Rasûlullah (s.a.v.)'dan duymuş ise benim bunda bir şüphem yok. Ama
bunlardan bazısını yerli yerince ifade ediyor ve yerine oturtuyor. Bir kısmını
da yerine oturtamıyor."
Ali b. el-Medinî, Ebu
Yüsr b. Ebi Amir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben, Talha b.
Ubeydullah'ın yanında idim. O esnada adamın biri gelip ona şöyle dedi:
- Ey Ebu Muhammed!
Vallahi bilemiyoruz. Şu Yemenli (Ebu Hüreyre), Rasûlullah'ı sizden daha mı iyi
biliyor, yoksa duymadığı şeyleri mi Rasulullah'a isnad ediyor veya
Rasûlullah'ın söylemediklerini mi söylüyor?
Talha, o adama şöyle
cevap verdi:
- Vallahi bizim
duymadıklarımızı onun Rasûlullah'tan duyduğunu, bizim bilmediklerimizi onun
bildiğini bilmekteyiz. Çünkü biz zengin bir kavimdik. Bizim evlerimiz ve ayalimiz
vardı. Gündüzün iki ucunda yani sabah ve akşam Rasûlullah'a gelir, sonra
evlerimize dönerdik ama Ebu Hüreyre yoksul bir kimseydi. Mal ve ailesi yoktu,
o hep Rasûlullah'ın yanında bulunuyordu. Rasûlullahla beraber dolaşırdı, böyle
olunca da bizim bilmediğimizi Ebu Hüreyre'nin bildiği, bizim duymadığımızı Ebu
Hüreyre'nin duyduğu hususunda şüphemiz kalmamaktadır."
Şube, Eş'as'm babası
Selim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Eyyüb'ün, Ebu Hüreyre'den
hadis rivayet ettiğini işittim. Bunun üzerine Ebu Eyyüb'e dediler kî:
- Sen, Rasûlullah'ın
sahabesisin. Ama yine de Ebu Hüreyre'den hadis rivayet ediyorsun. Olacak şey mi
bu?
- Ebu Hüreyre, bizim
duymadığımızı duymuştur. Benim ondan hadis rivayet etmem, kendisinden
duymadığım şeyi Rasûlullah'tan rivayet etmemden daha çok hoşuma gider."
Müslim b. Haccac, Bişr
b. Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'tan korkun, hadis
hususunda dikkatli olun, iyi ezberleyin. Allah'a yemin ederim ki, Ebu Hüreyre
ile aynı mecliste otururduk, o bize Rasûlullah'tan ve Ka'bu'l-Ahbar'dan
rivayetlerde bulunur, sonra da kalkıp giderdi. Ama o mecliste bulunanlardan
birinin, Rasûlullah'a ait bir hadisi, Ka'bu'l-Ahbar'a aitmiş gibi
ezberlediğini, Kab'a ait bir sözü de Rasûlullah'ın hadisiymiş gibi
ezberlediğini gördüm. Onun için Allah'tan korkun ve hadis hususunda çok
dikkatli olun. Hadisi iyi ezberleyin."
Yezid b. Harun,
Şube'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre, Ka'b'dan ve
Rasûlullah'tan duyduğu sözleri birbirinden ayırd et-menıeksizin rivayet ederdi.
Bunları birbirine karıştırırdı." Şube, bununla, Ebu Hüreyre'nin rivayet
etmiş olduğu "Cünüb olarak sabahlayan kimsenin orucu yoktur."
hadisine işarette bulunmuştur. Bu hadis tahkik edildiği zaman Ebu Hüreyre şöyle
savunma yapmıştır: "Bunu bize haber veren bir kişi bana nakletti, ben
bunu bizzat Rasûlullah'tan işitmedim."
Şureyk, Muğire tariki
ile ibrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bizim ashabımız
(arkadaşlarımız), Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadislere itibar
etmezlerdi."
Sevrî, İbrahim'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Bizim ashabımız, Ebu Hüreyre'nin rivayet
ettiği hadislerde birşeyler görürlerdi ve bu sebeple onun rivayet ettiği
hadislerin hepsini delil olarak ele almazlar, ancak Cennet veya Cehennem'in
evsafını bildiren veya salih bir amel işlemeye teşvik eden veya Kur'ân'ın
bildirdiği bir kötülükten men eden bir hadis olursa onu kabul ederlerdi."
îbn Asakir, bu
sözlerle ilgili olarak Ebu Hüreyre'yi müdafaa etmiş ve İbrahim en-Nehaf nin
yukarda söylediği sözleri reddetmiştir. Ancak bazı Kûfeliler de İbrahim
en-Nehaf nin sözünü teyid etmişlerdir. Ancak cumhur onlara muhaliftir.
Ebu Hüreyre'nin,
sadakat, diyanet, ibadet, zahidlik, salih amel ve hadis hıfzı hususunda Önemli
derecede payı vardı. Hammad b. Zieyd, Ebu Osman en-Nehdî'nin bu konuda şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu, Hüreyre'nin
kendisi gecenin üçte birinde, karısı gecenin ikinci üçte birinde, kızı da
üçüncü üçte birinde ibadet ederlerdi. Biri nöbetini tamamlayınca diğerini
uyandırdı. Ö da nöbetini tamamlayınca üçüncüsünü uyandırırdı. Böylece geceyi
sabaha dek evlerinde ibadetle geçirirlerdi."
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde sabit olan bir rivayette Ebu Hüreyre şöyle demiştir: "Dostum
Rasûlullah (s.a.v.), bana her aydan üç gün oruç tutmayı, iki rek'at kuşluk
namazı kılmayı ve uyumadan önce vitr namazı kılmayı vasiyet etti."
İbn Cüreyc, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben geceyi üç
dilime ayırırım. Bir dilimini Kur'ân okumaya, bir dilimini uyumaya, bir
dilimini de Rasûlullah'ın hadisini okuyup tekrarlamaya tahsis ederim."
Muhammed b. Sa'd, Ebu
Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Hüreyre'nin yatak odasında bir
mescidi, evinde bir mescidi, odasında bir mescidi ve evinin kapısında bir
mescidi vardı. Evden çıkarken *>u naescidlerin tamamında namaz kılardı. Eve
girerkende bu mescidle-
tamamında namaz kılardı. "
tkrime dedi
ki:"Ebu Hüreyre, her gece 12 000 teşbih yapardı ve: "Diyetim, kadar
teşbih ederim." derdi."
Hüşeym, Meymun b. Ebi
Meysere'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ey Hüreyre
hergün iki çığlık atardı. Günün başlagıcmda ilk çığlığı atarak şöyle derdi:
- Gece geçip gitti,
gündüz geldi. Firavun ailesi ateşe arzedildi. Akşam olunca da şöyle derdi;
- Gündüz gitti, gece
geldi. Firavun ailesi ateşe arzedildi.
Onun bu çığlını duyan
herkes ateşten Allah'a sığınırdı."
Abdullah b.Mübarek,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
" Facir ve
günahkar kimseye verilen nimete imrenme. Çünkü onun arkasında onu yakalamak
isteyen Cehennem vardır. Onun ateşi ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini
artırırız."
İbn Luhey'a.Ebu
Yunus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre, bir gün insanlara
namaz kıldırdı. Selam verdikten sonra sesini yükselterek şöyle dedi:" Dini
dosdoğru ayakta tutan ve karın tokluğuna ayaklarını dik tutubilmek için yetecek
miktarda yemek karşılığında Gazvan'ın kızma ücretli bir işçi olduktan sonra Ebu
Hüreyre'yi imam yapan Allah'a hamd olsun."
İbrahim b. îshak
el-Harbî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Öksüz olarak
büyüdüm, yoksul olarak hicret ettim. Karın tokluğuna ve ayaklarımı
yürütebilecek kadar çorba karşılığında Gazvan'ın kızına ücretli bir hizmetkar
oldum. Onlar, bineklerine bindiklerinde peşleri sıra yürürdüm. Onlar,
bineklerinden indiklerinde de onlar için odun toplardım. Dini dimdik ayakta
tutan ve Ebu Hüreyre'yi imam yapan Allah'a hamd olsun. Ey Müslümanlar, Allah'a
yemin ederim ki, benim onlara yaptığım hizmetkarlık kuru bir ekmek parçası ve
karanlık tozlu gecede bir tas çorba karşılığında idi. Sonra Allah, Gazvan'ın
kızını bana zevce olarak verdi. Onlar, bineklere bindiklerinde ben de
biniyordum. Onlar, hizmet gördüklerinde ben de hizmet görüyordum. Onlar, binekten
indiklerinde ben de iniyordum."
İbrahim b. Yakup
el-Cürcanî, Ebu Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre
ile Ebu Zerr dediler ki:"Bir ilim babını öğrenmek bizim için 1000 rekat
nafile namaz kılmaktan daha hoştur. Kendisi ile amel ettiğimiz veya etmediğimiz
bir ilim babım öğrenmek, bizim için yüz rekat nafile namaz kılmaktan daha
hoştur. Biz, Rasûluîlah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işttik:
"Bir ilim
talebesi, ilim tahsili halinde iken ölürse şehit olur."
Birçok kişinin
rivayetine göre Ebu Hüreyre, secdeye kapanarak zina yapmaktan veya kafir
olmaktan veya büyük günah işlemekten Allah'a sığınırmış, kendisine:
- gen bu durumlardan
korkuyor musun? diye sorulduğunda şu cevabı vermiş:
- iblis hayatta olduğu
surece ben kendimi güvende hıssedemem.
Kalpleri çeviren
Allah, onları dilediği gibi çevirir, dilediği şekle sokar, ben nasıl güvende
olabilirim. Kızı kendisine demişti ki:
- Babacığım, başka
kızlar beni ayıplayarak şöyle diyorlar: Baban sana niçin altın takı takmıyor?
- Ey kızcağızım, sen
onlara de ki: "Benim babam, Cehennem alevinin sıcaklığından
korkuyor."
Ebu Hüreyre diyor ki:
"Ömer b. Hattattın yanına gittim. Onu ayakta bekledim. O namazdan sonra
tesbihatla uğraşıyordu, bekledim. Tes-bihatı tamamladıktan sonra yanma
yaklaştım,ona dedim ki:
- Bana Allah'ın
kitabından birkaç âyet okut (böyle demekle ben, onun bana yemek yedirmesini
istiyordum. Başka bir amacım yoktu.)"
Bana, Al-i îmrân
sûresinden birkaç ayet okuttu. Evine varınca içeri girdi. Beni kapıda bıraktı.
Ben de herhalde elbiselerini çıkaracak, ailesine benim için yemek
hazırlamalarım emredecek diye düşündüm. Ama birşey hazırlamalarını emredecek
diye bekledikten sonra kalkıp yürümeye başladım. Yolda Rasûluîlah (s.a.v.)
benimle karşılaştı, konuştu ve dedi ki:
- Ey Ebu Hüreyre, bu
gece senin ağzından çok şiddetli bir koku geliyor.
- Evet ya Rasûlallah,
ben oruçluydum, ama henüz iftar edemedim. İftar için yiyecek birşey de
bulumadım.
- Benimle gel.
Kendisiyle birlikte yürümeye başladım, evine vardık. Siyahı bir cariyesini
çağırdı. Ona şu emri verdi:
- Bize o yemek tabağım
getir. Cariye bir yemek tabağı getirdi. Tabakta yağ ve süt bulaşığı vardı.Biraz
arpa ekmeği kırıntısı vardı, yenilmişti. Kenarında azıcık birşeyler kalmıştı.
Besmele çekip yemeğe başladım. Doyuncaya kadar yedim."
Taberanî, Ebu
Hüreyre'nin kendi kızma şöyle dediğini rivayet et-miştir:"Altm takı
takınma. Çünkü ben, Cehennem ateşinin sıcaklığının sana zarar vermesinden
korkarım."
^ İmam b. Hanbel, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiş-hr:"Şu süprüntüler (şehvetler ve
yediğiniz şeyler) dünyanızı ve ahireti-nizi mahveder."
Taberanî, İbn Sirin'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ömer, kendisine valilik vermek için Ebu
Hüreyre'yi yanma çağırdı, ancak Ebu Hüreyre valilik yapmak istemedi. Hz. Ömer,
ona şöyle dedi:
- Sen valilik
yapmaktan hoşlanmıyormusun? Oysa senden daha
hayırlı kimseler de
valilik ve yöneticilik yapmışlardır.
- Kim?
- Yusuf (a.s.)
- Yusuf (a.s)
peygamberdir. Peygamber oğludur. Ben ise Ümey-me'nin oğlu Ebu Hüreyre'yim. Üç
ve ikiden korkarım.
- Üç ve iki diyeceğine
beş desen olmaz mı?
- îlimsiz konuşmaktan
,akılsızca hüküm vermekten, bu sebeple de sırtıma kırbaç vurulmasından, malımın
elimden alınmasından ve ırzıma sövülmesinden korkarım."
Said b. Ebi Hind, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) kendisine şöyle demiştir:
"Arkadaşlarının istediği şu ganimetlerden isteme. Bunun için benden
talepte bulunma.
- Ya Rasûlallah, ben
Allah'ın sana Öğrettiği şeylerden bana öğretmeni istiyorum. Ben böyle dedikten
sonra Rasûlullah (s.a.v.) sırtındaki örtüyü çıkarıp yere benimle kendi arasına
serdi. Ben de sanki o sergi üzerinde yürümekte olan bir karıncayı takip eder
gibi pür dikkat kesildim. Rasûlullah (s.a.v.) konuşmaya başladı,sözünü
bitirdi. Sonra da:
- Şu yerdeki sergiyi
topla, dedi. Ben de artık Rasûlullah (s.a.v.) 'in bana söylediği sözlerden bir
harfi dahi unutmaz oldum."
Ebu Osman en-Nehdf den
rivayet edildiğine göre kendisi:
Ebu Hüreyre'ye demiş
ki:
- Sen nasıl oruç
tutuyorsun?
- Ayın başında üç gün
oruç tutarım, ama başıma bir hadise gelir de tutamazsam, o ayın sevabını
kazanırım.
Hammad b. Seleme Ebu
Osman en-Nehdfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre, bir
yolculuğa çıkmıştı. Beraberinde bir topluluk ta vardı. Bunlar mola
verdiklerinde sofrayı kurdular. Kendileri ile birlikte yemek yemesi için Ebu
Hüreyre'ye teklifte bulundular, ancak o,1 oruçlu olduğunu söyledi. Onlar yemeğe
başladılar. Yemeğin sonuna gelindiğinde Ebu Hüreyre gelip yemeğe başladı.
Arkadaşları yemeğe gelmesi için Ebu Hüreyre'ye göndermiş oldukları
habercilerine bakmaya başladılar. Haberci de onlara şöyle dedi:
- Görüyorum ki bana
bakıyorsunuz. Vallahi Ebu Hüreyre bana oruçlu olduğunu söylemişti.
Bunun üzerine Ebu
Hüreyre'de arkadaşlarına şöyle dedi:
- Arkadaş doğru
söyledi, ancak ben Rasûlullah (s.ı\v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim: "Ay
boyunca oruç tutmak sabır orucudur. Her aydan üç gün oruç tutmaksa, bütün
zamanı oruçlu geçirmiş kadar fazilet ve sevap getirir." Ben de ay başında
üç gün oruç tuttum ve Allah'ın ruhsat vermesi sebebiyle orucumu açtım. Aziz ve
Celil olan Allah'ın sevabı kat kat vermesi sebebiyle de oruç tuttum."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Mütevekkil'in şöyle dediğini rivayet
trniştir:"Ebu
Hüreyre ile arkadaşları oruç tuttuklarında mescitte otu-6 rlar ve: "Biz
orucumuzu temizliyoruz." derlerdi." rJ İmam Ahmed b. Hanbel, Ferkad es-Sabhfnin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Ebu Hüreyre, Beyt'i tavaf ediyor ve şöyle
diyordu:
"Vay şu karnımın
elinden! Onu doyurursam beni rahatsız eder. Aç bırakırsam beni
zayıflatır."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et-İştir-"Ben hergün Aziz ve Celil
olan Allah'tan 12 000 kez mağfiret dilemi
nm. Bu da benim
diyetim miktanncadır.'
îmam Ahmed b.
Hanbel'in oğlu Abdullah'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Hüreyre'nin 12 000
düğümlü bir ipi varmış.Uyumadan önce bu düğümler sayısınca teşbih çekermiş.
Başka bir rivayette anlattığına göre ise o ipinin üzerinde 2 000 düğüm varmış,
Uykuya varmadan o düğümler sayısınca teşbih çekermiş. Bu ikinci rivayet,
öncekine nisbetle daha doğrudur.
Ebu Hüreyre, can
çekişirken ağladı. Kendisine niçin ağladığını sorduklarında şu cevabı verdi:
Şu dünyamza ağlamıyorum. Ama ben, seferimin uzunluğuna, azığımın azlığına
ağlıyorum. Ben, Cennet'e giden yokuşta ve Cehennem'e giden uçurumda
bulunuyorum. Hangisine götürüleceğimi bilemiyorum."
Kuteybe b. Said, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mescidlerinizi yaldızlayıp
Mushaflarımzı süslediğiniz zaman harap oldunuz demektir."
Taberanî, Mamer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana ulaşan bir habere göre Ebu Hüreyre'nin
önünden bir cenaze geçtiği zaman yanında bulunan kimselere şöyle dermiş:
"Gelin biz de gidelim, çünkü biz de bunun gideceği yere gideceğiz. Ölüm,
tesirli bir vaazdır. Hızlı bir düşünmedir. Öndeki gidiyor, arkadaki kalıyor
ama bunu düşünemiyor."
Hafiz Ebu Bekir b.
Malik, Ebu Yezid el-Medinî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu
Hüreyre,Rasûlullah (s.a.v.)'ın minberine çıktı. Ancak onun durduğu basamağın
bir aşağısında durdu ve şöyle dedi:
"Yaklaşmakta olun
bir serden Ötürü Arapların vay haline. Çocukların onlara emirlik yapmalarından
ötürü Arapların vay haline. Bu çocuk emirler, onlar arasında hevesleri
doğrultusunda hüküm verirler ve öfkelenerek adam öldürürler."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Benim on beş tane
meyvem vardı. Beş tanesi ile iftarımı açtım.Beş
^esi üe sahur yaptım,
beş tanesini de ikinci günün iftarına bıraktım."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Mütevekkil'in şöyle dediğini rivayet
e«mştir: "Ebu
Hüreyre'nin zenci bir cariyesi vardı. Düzgün çalışmadığından Ebu Hüreyre'yi
Öfkelendirdi. Ebu Hüreyre bir gün kırbacını kaldırdı. Cariyeyi dövmek istedi.
Sonra şöyle dedi:
- Eğer kıyamet gününde
kısas olmasaydı şu kırbacı vücuduna vuracaktım, ama seni, bedelim bana tam
olarak ödeyecek birine satacağım. Zaten onun vereceği bedele de çok ihtiyacım
var. Haydi git bakalım sen, Aziz ve Celil olan Allah rızası için hür ve
serbestin."
Hammad b. Seleme, Ebu
Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre hastalandı,
ziyaretine gittim." Allah'ım, Ebu Hüreyre'ye şifa ver" diye dua
ettim.Ebu Hüreyre ise:"Allah'ım, Ebu Hüreyre'yi tekrar hayata
döndürme." diye <Jua ettti. Sonra da bana şöyle dedi:
"Ey Ebu Seleme,
yakında insanlar Öyle bir devre ulaşacaklar ki, onlardan birine ölüm, kızıl
altından daha sevimli olacaktır."
Ata, Ebu Hüreyre'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Altı şeyi
görürseniz o zaman eğer ruhunuz elinizde ise ruhunuzu salıverin (yani ölümünüz
elinizde ise ölün). Bunun içindir ki ben ölmek istiyorum. O zamana ulaşmaktan
korkuyorum. Beyinsizler yönetici olurlarsa,hüküm para ile satılırsa, can
güvenliği kalmaz ise, dostluk ve akrabalık bağları koparsa, güvenlik
görevlileri çoğalırsa ve Kur'ân'ı müzik malzemesi yapan bir zümre meydana
çıkarsa, o zaman ölümünüz elinizde ise ölün."
Ibn Vehb, Salebe b.
Malik el-Kurazf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre, Mervan
b. Hakem tarafından tayin edilmiş bir yönetici iken iki bağ odun sırtında
taşıyarak pazara gitti. Pazar girişinde: "Emire yol verin ey İbn Ebi
Malik!" diye seslendi. Ben de kendisine ^Allah sana rahmet etsin. Yeter
artık, bu kadarı da fazla." dedim.Ama o yine -odun bağı sırtında olduğu
halde-:"Emire yol verin!" dedi.
Ebu Hüreyre'nin birçok
faziletleri, üstünlük ve menkibeleri ile güzel sözleri, öğüt ve nasihatları
vardır. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Hayber senesinde Müslüman
olmuş,Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında ikamete başlamıştır. Onun yanından hiç
ayrılmamıştır. Sadece Rasûlullah (s.a.v.)'m onu Ala b. Hadremî ile birlikte
Bahreyn'e gönderişi esnasında Rasûlullah'm yanından geçici bir süre için
ayrılmıştı. Rasûlullah(s.a.v.), Ala b. Hadremfye, Ebu Hüreyre'ye iyi bakmasını,
onu gözetmesini tavsiye etmişti. Ala da onu yanında müezzin yapmıştı. Ebu
Hüreyre, Ala'ya şöyle dedi:"Ey emir, benden önce amin deme."
Hz. Ömer, hilafeti
zamanında onu yönetici yapmıştı. Diğer valilerle birlikte ona da yöneticilik
vermişti.
Abdürrezzak, İbn
Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Ebu Hüreyre'yi
Bahreyn'e vali olarak gönderdi. O da dönüşünde 10 000 dirhem getirdi. Hz. Ömer,
ona şöyle çıkıştı:
- Ey Allah'ın ve
kitabının düşmanı olan adam, sen şu malları kazanmayı mı tercih ettin?
- Ben, Allah'ın ve
kitabının düşmanı değilim, ama Allah'a ve kitabına düşman olanların
düşmanıyım.
- O halde bu malları
nereden getirdin?
- Atım doğurdu, kölem
çalışıp kazandı. Bir de maaşlarımdan biriktirdim.
Durumu araştırdılar ve
Ebu Hüreyre'nin ifadesinin doğruluğunu tesbit ettiler. Bundan sonra Hz. Ömer,
onu valiliğe tayin etmek istediği zaman o kabul etmedi. Hz.Ömer de ona şöyle
dedi:
- Yöneticilik
yapmaktan hoşlanmıyorsun, oysa bu işi senden daha hayırlı olun kimseler taleb
etmiştir.
- Kim?
- Yusuf(a.s.)
- Yusuf (a.s.),
peygamber oğlu peygamberdir. Bense Ümeyme'nin oğlu Ebu Hüreyre'yim. Üç ve
ikiden korkarım.
- Üç ve iki diyeceğine
beş desen olmaz mı?
- Ben ilimsiz
konuşmaktan, akılsızca hüküm vermekten ve bu yüzden sırtıma kırbaç vurulmasından,
malımın elimden alınmasından ve ırzıma sövülmesinden korkarım."
Başkalarının
anlattıklarına göre Hz.Ömer, ilk valiliğinde Ebu Hüreyre'ye 12 000 dirhem para
cezasına vermişti. Bu sebepten Ebu Hüreyre, ikinci valilik teklifinde görev
kabul etmemişti.
Abdürrezzak, Muhammed
b. Ziyad'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, Ebu Hüreyre'yi
Medine'de vali olarak görevlendirdi. Ancak ona kızınca görevden aldı. Yerine
Mervan b.Hakem'i vali olarak atadı. Ebu Hüreyre, Mervan'm yanma girmek istediğinde
kapıcılar engel oluyorlardı. Mervan azledilip Ebu Hüreyre yeniden valiliğe
atandığında kapıcısına şu talimatı verdi:"Yanıma gelip görüşmek isteyen
olursa asla geri çevirme. Sadece Mervan'ı geri çevir. Onu benimle görüştürme."
Mervan valiliğe geldiğinde kapıcı onun göğsüne bir yumruk vurdu. İçeri
girmesine engel oldu. Ancak büyük bir zorlukla içeriye girebildi. Girince de:
"Kapıcın seninle görüşmemize engel olmak istedi." dedi. Ebu Hüreyre
de ona: "İnsanlar arasında bu duruma kızmaması gereken biri varsa o da sen
olmalısın." dedi.Doğrusu şu ki, Ebu Hüreyre'yi Medine valiliğine tayin
ettirmek isteyen kimse Mervan'm kendisi idi.Ancak bunu Muaviye'nin/izni ile
yapmıştı. Doğrusunu Allah bilir.
Hammad b. Seleme, Ebu
Rafı'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mervan, bazen Ebu Hüreyere'yi
Medine'ye vali vekili olarak tayin ederdi. O da merkebe biner, sokalarda
dolaşır ve karşılaştığı adama: 'Yol ver emir geliyor." derdi. Emir
kelimesiyle kendisini kastederdi, bazen de bedevi oyunu oynamakta olan
çocukların yanına geceleyin uğrar. Onlar farkında değillerken kendini aralarına
atar, deliler gibi ayaklarını birbirine vurur, böylece çocukları güldürmek
isterdi. Çocuklar da paniğe kapılarak sağa sola gülüşerek kaçışırlardı."
Ebu Rafi dedi ki:
"Ebu Hüreyre, beni bazen akşam yemeğine çağırı-rır ve: "Eti parçalama
işini bana bırak." derdi.Ben de yemeğe bakar-dım.Yaptığı yemeğin zeytin
yağından yapılma tirit olduğunu görürdüm."
İbn Vehb, Salebe b.
Ebi Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Hüreyre,
Medine valisi Mervan'ın vekili olduğu sıralarda bir gün odun bağına omuzuna
vurmuş olarak pazara geldi ve bana hitaben: "Ey İbn Ebi Malik, valiye yol
ver." dedi. Ben de kendisine: "Allah seni ıslah etsin, bu ne
haldir." dedim, o odun bağı sırtında olduğu halde yine: "Valiye yol
ver." dedi.Mervan'ın katibi Ebu Zuayzia dedi ki: Mervan, Ebu Hüreyre'ye
100 dinar gönderdi. Ertesi gün ona haber salarak: "Ben bu parayı
yanlışlıkla sana gönderdim. Aslında başkasına göndermek istemiştim, parayı
geri ver." dedi.
Ebu Hüreyre de şu
karşılığı verdi: "Ben, göndermiş olduğun parayı sarfettim,aybaşında bu
parayı aylığımdan kes." Ebu Hüreyre, Mervan tarafından kendisine
gönderilen o paraları sadaka olarak dağıtmıştı. Mervan böyle yapmakla onu
denemek istemişti.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Yahya b. Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye,
Ebu Hüreyre'ye mal verdiği zaman susardı. Vermediği zaman konuşurdu."
Birden fazla ravinin
rivayetine göre gencin biri, Ebu Hüreyre'ye gelip şöyle demişti:
"Ey Ebu Hüreyre,
ben oruçlu olarak sabahladım.Sabahleyin babamın yanına gidip oturdum. Bana et
ve ekmek getirdi, ben de oruçlu olduğumu unutarak yemeği yedim, durumum nedir?
- O, Allah'ın sana
yedirdiği bir yemektir. Bunun oruca bir zararı olmaz.
- Sonra ailemin yanma
gittim. Bana deve sütü getirdiler, oruçlu olduğumu unutarak o sütü içtim,
durumum nedir?
- Sonra uy udum, uy
andığım da su içtim(veya oruçlu olduğumu unutarak karımda cinsel ilişkide
bulundum) durumum nedir?
- Ey kardeşimin oğlu!
Sen orucunun dışına çıkmış olmadın (orucun bozulmadı."
Birden fazla ravinin
rivayetlerinde anlatıldığına göre Ebu Hüreyre bir cenaze gördüğü zaman şöyle
dermiş:"Siz gidin. Biz de peşiniz sıra geleceğiz."
Yine birden fazla
ravinin rivayetlerinde anlatıldığına göre Ebu Hüreyre, öleceği esnada ağlamış,
kendisine sormuşlar:
- Niçin ağlıyorsun?
- Azığımın azlığına ve
tarlanın çoraklığına ağlıyorum. Ben yokuş aşağı inmekteyim.Ya Cennet'e yada
Cehennem'e gideceğim. Bu ikisinden hangisine gideceğimi bilemiyorum.
Malik, Said b.Said
el-Makberî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Vefat edeceği esnada
Mervan, Ebu Hüreyre'nin yanma uğradı ve ona: "Ey Ebu Hüreyre, Allah sana
şifa ihsan etsin." dedi. Ebu Hüreyre de şu karşılığı verdi:"Allah'ım,
ben senin huzuruna varmak istiyorum, sen de benimle buluşmayı iste."
Mervan, oradan ayrılıp
gittikten sonra Ashabu'1-Kutn mıntıkasına varır varmaz Ebu Hüreyre vefat etti.
Yakup b. Süfyan, Ebu
Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'ım, beni hicretin
altmışıncı senesine ulaştırma." Ebu Hüreyre, ya hicretin altmışına
senesinde ya da ondan bir sene önce vefat etti. Vakidî, Ebu Hüreyre'nin hicri
elli dokuzuncu senesinde ve yetmiş sekiz yaşında vefat ettiğini söylemiştir.
Yine Vakidfnin ifadesine göre aynı sene Ramazan ayında vefat eden Hz.Aişe'nin
cenaze namazı ile yine aynı senenin şevval ayında vefat eden Ümmü Seleme'nin
de cenaze namazını Ebu Hüreyre kıldırmış tır. Bu iki peygamber zevcesinden
sonra da Ebu Hüreyre'nin kendisi aynı yıl vefat etmiştir. Vakidî, her ne kadar
böyle dese de doğrusu Ümmü Seleme, Ebu Hüreyre'den sonra vefat etmiştir.
Birden fazla ravinin rivayetlerine göre Ebu Hüreyre hicretin elli dokuzuncu
senesinde vefat etmiş olduğuna dair rivayetlerde vardır. Meşhur kavle göre
hicri ellidokuzuncu senede vefat etmiştir. Cenaze namazım Velid b. Utbe b. Ebu
Süfyan ( Medine valisi) kıldırmıştı, cenaze namazım kılan topluluk arasında İbn
Ömer, Ebu Said ve diğer bazı sahabeler de vardı. Cenaze namazı, ikindi
namazından sonra kılınmıştı. Akik mevkiindeki evinde vefat etmişti. Oradan
alınarak Medine'ye getirilmiş ve orada cenaze namazı kılındıktan sonra Baki
mezarlığına def-nedilmişti. Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun. Medine
valisi Velid b. Utbe, Ebu Hüreyre'nin vefatım Muaviye'ye bir mektupla bildirdi.
Muaviye'de cevabi mektubunda şöyle demişti:"Ebu Hüreyre'nin varislerini
gözet, onlara ihsanda bulun, onlara 10 000 dirhem harca, onlarla güzel bir
komşu ol, onlara iyilikte bulun.Çünkü Ebu Hüreyre, Hz. Osman'a yardım
edenlerdendi, kuşatma altında bulunduğu sırada onunla birlikle evinde kalmıştı.
Allah onlara rahmet etsin." [24]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/137.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/137.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/137.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/138-142.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/142.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/143.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/144-145.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/145-146.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/146-153.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/153.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/153-154.
[12] Hz. Ebu Bekir'in bir parçası olan oğlunun Müslüman
olup islâm'a hizmet edeceğine işaret edilmektedir.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/154-156.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/156-157.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/157-159.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/159-164.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/165-166.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/166-169.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/169.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/169-172.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/172.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/172-178.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/178-179.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/179-197.