Fudale B. Ubeyd El-Ensârî El-Evsî 2

Kuşem B. Abbas B. Abdülmuttalib. 2

Ka'b B. Amr Ebu'l-Yüsr. 2

Hicretin Ellialtıncı Senesi 2

Ümmü Haram Bînti Milhan. 5

Hicretin Elliyedîncî Senesi 6

Hicretin Ellisekîzînct Senesi 6

Garip Bir Kıssa. 7

Bu Senede Vefat Eden Bazı Şahsiyetler. 8

Şeddad B. Evs B. Sabit 13

Abdullah B. Amîr. 14

Hz. Ebu Bekir'in Oğlu Abdurrahman. 14

Abdurrahmaısrin, Şam Arapları Hükümdarı Cudi'nîn Kızı Leyla Île Olan Hikayesi 16

Ubeydullah B. Abbas. 17

Mü'mînlerîn Annesi Hz. Aişe. 18

Hicretin Ellîdokuzuncu Senesi 22

Yezid B. Rebia İle Zîyad'ın Oğulları Ubeydullah Ve Abbad Arasında Geçen Kıssa. 23

Bu Sene Vefat Eden Bazı Şahsiyetler. 25

Şairhatie. 25

Abdullah B. Malik B. Kaşeb. 27

Kays B. Sa'd B. Ubade El-Hazrecî 28

Ma'kîl B. Yesar El-Müzenî 32

Ebu Hüreyre. 33


Fudale B. Ubeyd El-Ensârî El-Evsî

 

İlk katıldığı savaş, Uhud savaşıdır. Rıdvan be/atında hazır bulun­du, Şam'a gitti. Muaviye'nin zamanında Ebu Derda'dan sonra kadılığı üstlendi.

Ebu Ubeyde'nin ifadesine göre hicretin elliüçüncü senesinde vefat etmiştir. Başkalarına göre ise hicretin altmışyedinci senesinde vefat et­miştir. "El-Muntazam" adlı eserinde İbn Cevzî dedi ki: "Fudale, hicretin ellibeşinci senesinde vefat etmiştir." Doğrusunu Allah bilir. [1]

 

Kuşem B. Abbas B. Abdülmuttalib

 

Bu zat, insanlar arasında Rasûlullah (s.a.v.)'a en çok benzeyen kim­se idi. Hz. Ali'nin zamanında Medine naibliğini üstlendi. Semerkand'm fethine asker olarak katıldı ve orada şehid edildi. [2]

 

Ka'b B. Amr Ebu'l-Yüsr

 

Ensârfdir. Sülemi kabilesindendir. Akabe bey'atma ve Bedir gaz­vesine katıldı. Bedir savaşında Abbas b. Abdülmuttalib'i esir aldı. Son­raki gazvelerin tamamında Rasûlullah'la birlikte savaştı. Ebu Hatim'Ie diğerlerinin ifadesine göre Kaİ3, hicretin ellibeşinci senesinde vefat et­miştir. Başkaları dediler ki: "KaT), Bedir savaşma katılan mücahidlerin en son vefat edenidir." [3]

 

Hicretin Ellialtıncı Senesi

 

Muaviye'nin zamanına denk gelen bu senede Cünade b. Ebi Ümey-ye, Rum diyarına giderek kışı orada geçirdi. Başka bir rivayete göre Rum diyarına giderek kışı orada gaza niyetiyle geçiren kişi, Abdurrah-man b. Mesud'dur. Anlatıldığına göre bu senede Yezid b, Semüre, deniz savaşma gitmiştir. Karada da îyad b. Haris gaza yapmıştır. Bu senenin receb ayında Muaviye, umre yaptı, yine bu senede Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan, insanlara haccettirdi. Muaviye, bu senede Said b. Osman'ı Ho­rasan beldelerinin valiliğine tayin etti. Orada vali olarak bulunan Ubeydullah b. Ziyad'ı azletti. Said, Horasan'a gidip Semerkand'a bağlı Suhud mevkiinde Türklerle karşılaştı, onlardan çok kimseyi öldürdü, bu gazada yanında Müslümanlardan bir topluluk vardı. Anlatıldığına göre bu topluluk arasında Kuşem b. Abbas b. Abdülmuttalib de vardı.

İbn Cerir dedi ki: Hz. Osman'ın oğlu Said, Muaviye'den kendisini Horasan'a vali olarak tayin etmesini istemiş ve ancak Muaviye, Ubey­dullah b. Ziyad'ın orada vali olduğunu söyleyince Said, ona şöyle demiş­ti:

"Vallahi senin asla ulaşamayacağın bir noktaya gelmen için babam her türlü iyiliği yaptı ve seni iyi bir mevkiye getirdi. Ancak sen onun ba­şına gelen musibetten dolayı teessürünü bildinnedin. Ardından da kim­seyi ödüllendirmedin, tutup şu oğlunu öne geçirdin. Ona Müslümanlar­dan bey'at aldın, oysa ki ben şahsen ondan çok daha hayırlı olduğum gi­bi babam ve annem de onun babasından ve annesinden çok daha hayırh-

Onun bu sözleri üzerine Muaviye şöyle konuşmuştu: "Babanın başı­na gelen musibetten dolayı seni ödüllendirmem gerekirdi. Ancak ben el­de ettiğim bu mevkiden dolayı teşekkür olarak babanın kanını talep et­tim. Senin babanın onun babasından daha hayırlı olduğu meselesine ge­lince; evet, vallahi baban benden daha hayırlı idi. Ananın daha hayırlı olduğu meselesine gelince; hayır, vallahi Kureyş'ten bir kadın, Kelb o-ğullanndan bir kadından çok daha hayırlıdır. Senin ondan daha fazilet­li ve üstün olduğun meselesine gelince; senin gibi adamların Şam'a do­lup taşmasına pekte razı değilim."

Bu konuşma üzerine Yezid, babasına: "Ey mü'minlerin emin! Sen, amcanın oğlunun işlerini halletme konusunda herkesten daha çok hak sahibi olan bir kimsesin. O sana serzenişte bulunmuştur. Senin de onun bu serzenişlerini gidermen gerekir." demiş, bunun üzerine Muaviye, Said b. Osman'ı Horasan'ın harp işlerine tayin etmiş. Said de Semer-kan'da gitmişti. Türklerden Sogd halkı ona karşı çıkmış ve iki taraf sa­vaşmıştı. Said, onları yenilgiye uğratıp şehirlerini de kuşatma altına al­mıştı. Soğdlu Türkler, onunla barış yapmışlar ve eşraftan olan kimsele­rin elli oğlunu ona rehin olarak vermişlerdi. Said, Tirmiz'de ikamet et­miş, onlara birşey yapmamış, rehin edilen çocukları yanma alıp Medi­ne'ye getirmişti.

Muaviye, bu senede insanların, oğlu Yezid'e veliaht olarak be/at et­meleri çağrısında bulundu. Muaviye, Muğire b. Şube hayatta iken de daha önce bu işe niyetlenmişti. ŞaTrî tarikiyle İbn Cerir'in rivayetine gö­re Muğire, daha önce Muaviye'nin yanına giderek kendisini Küfe valili­ğinden af etmesini istemiş, yaşlılığından ve zayıflığından Ötürü Muavi­ye onu bu görevden affetmişti. Yerine Said b. As'ı, Kûfe'ye vali olarak atamaya karar vermişti. Muğire, bunu duyunca pişman olur gibi oldu. Kalkıp Muaviye'nin oğlu Yezid'in yanma gitti ve ona, babasından, ken­disini veliaht olarak ataması talebinde bulunmasını tavsiye etti. Yezid de bunu babasından istedi, Muaviye ona: "Bunu sana kim söyledi?" diye sorunca o, "Muğire teklif etti." diye cevap verdi. Muaviye, Muğire'nin bu teklifinden hoşlandı ve onu tekrar Küfe valiliğine atadı. Ona, bu işiçin çalışmasını emretti, bunun üzerine Muğire de bu işi başa çıkarmak için olanca gayretini gösterdi. Muaviye, Ziyad'a bir mektub göndererek bu konudaki fikrini sordu. Ancak Ziyad, Yezid'in oyuna ve ava meyilli oldu­ğunu bildiği için bundan hoşlanmadı. Muaviye, Ziyad'ı bu görüşünden vazgeçirmek için yanma samimi arkadaşı olan Ubeyd b. Ka'b b. Numeyrfyi gönderdi. Ubeyd, önce Dımaşk'a gidip Yezid'le görüştü. Ona Ziyad'dan bahsetti ve kendisine veliahtlık talebinde bulunmamasını öğütledi.

Eğer bu işten vazgeçerse, bu iş için çalışmasından daha hayırlı ola­cağını söyledi. Yezid de bu talebinden vazgeçti. Babası ile görüşerek vazgeçtiğini bildirdi ve ikisi de bu hususta o zaman anlaştılar, ancak bu senede Ziyad vefat edince, Muaviye işi sonuçlandırmak için teşebbüse geçti. İnsanları Yezid'e veliaht olarak bey'ata davet etti. Oğlu Yezid için bey'at akdetti ve bunu bütün beldelere birer mektubla bildirdi, diğer beldelerdeki insanlar da veliaht Yezid'e bey'at ettiler, ancak Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Hz. Ali'nin oğ­lu Hüseyin, Zübeyr'in oğlu Abdullah ve Abbas'm oğlu Abdullah, Yezid'e bey'at etmediler. Bu sırada Muaviye, umre için Mekke'ye gitti. Mekke dönüşünde Medine'ye uğradığında o beş kişiden herbirini ayrı ayrı çağı­rıp tehdit etti, bey'at etmediklerinden ötürü korkuttu. Bunlardan Mua-i         karşı şiddetle karşı koyan ve sert konuşan Abdurrahman b. Ebu Bekir oldu, en yumuşak cevap veren de Abdullah b. Ömer oldu. Sonra bu beş kişi, minberin alt tarafında hazır beklemekte iken Muaviye, minbe­re çıkıp bir hutbe okudu. Halk Yezid'e be/at ettiler. Bu beş kişide orada oturmaktaydılar. Ne muvafakat ettiler, ne de muhalefette bulundular. Çünkü Muaviye, onları tehdit edip korkutmuştu. Bundan sonra diğer şehirlerde de Yezid'e bey'at edilmişti. Diğer ülkelerden heyetler, Ye-zid'in yanına geldiler, gelenler arasında Ahnef b. Kays da vardı. Muavi­ye ona, gidip Yezidle konuşmasını emretti. O da gidip Yezidle sohbet et­ti, konuştu. Sonra Yezid'in yanından ayrıldığında Muaviye, Ahnefe şöyle dedi:

- Yeğenini nasıl buldun?

- Yalan söylersek Allah'tan korkarız, doğru söylersek de sizden korkarız. Sen, gecesinde, gündüzünde, gizlisinde, açığında, girdisinde, çıktısında, Yezid'i bizden daha iyi bilirsin. Benim ne demek istediğimi çok iyi anlarsın, bize düşen, emri dinleyip itaat etmektir. Sana düşen de, ümmete nasihat etmektir."

Muaviye, Hz. Hasan'la barış yaptığı zaman kendisinden sonra Hz. Hasan'ın veliaht olmasını kararlaştırmıştı. Ancak Hz. Hasan, vefat e-dince Yezid'in durumu Muaviye nezdinde kuvvetlendi ve Muaviye, onu veliahtlığa layık gördü, bu da babanın evladına olan sevgisinden dolayı idi. Yezid'de dünyevi necabet ve asaleti görüyordu. Özellikle hükümdar çocuklarının savaş taktiklerini bildiklerini, yönetimi düzgünce yürüte­bileceklerini, idari görevleri layıkı veçhiyle ifa edebileceklerini biliyor­du. Bunu sahabelerden herhangi birinin hakkıyla yerine getiremeyece­ğini sanıyordu. Bu sebepledir ki Muaviye, Abdullah b. Ömer'e şöyle de­mişti:

- Benden sonra reayanın (halkın) başıboş koyunlar gibi yöneticisiz kalmasından korktuğum için Yezid'i veliaht tayin ettim.

Ibn Ömer de ona şöyle demişti:

Herkes Yezid'e bey'at ettikten sonra ben de kendisine -organları ke­sik bir köle olsa bile- bey'at ederim.

Yezid'i veliaht tayin ettiğinden dolayı Said b. Osman b. Affan da Muaviye'yi kınamış ve Yezid'in yerine kendisini veliaht tayin etmesini istemişti. Ona şöyle demişti:

- Babam seninle ilgilendi. Nihayet şeref ve onurun doruk noktası­na yükseldin ama kendi oğlunu benden öne geçirdin, oysa ben şahsen ondan daha üstünüm, babam ve annem de onun babasından ve annesin­den daha üstündürler.

Muaviye, böyle diyen Hz. Osman'ın oğlu Said'e şu karşılığı verdi:

- Babanın bana iyilik ettiğini söylüyorsun. Bu, inkar edilmeyecek birşeydir. Babanın, Yezid'in babasından daha üstün ve hayırlı olduğu­nu söylüyorsun, bu gerçektir. Senin annen Kureyşf dir. Onun annesi Kelp kabilesindendir ve ondan da daha hayırlıdır. Senin Yezid'den daha hayırlı ve üstün olmana gelince, Allah'a yemin ederim ki, senin gibi adamlar, Dımaşk'ın Gota mıntıkasına dolup dolaşsalar bile Yezid, be­nim nazarımda hepinizden daha sevimlidir.

Muaviye'nin bir gün hutbe irad ederken şöyle dediğini önceki kısım­larda rivayet etmiştik:

"Allah'ım! Yezid'i bu idari işe ehil gördüğüm için veliaht tayin etmiş olduğumu biliyorsan, Yezid'in yönetime geçme işini başarıyla sonuçlan­dır. Eğer kendisini sevdiğim için veliaht tayin ettiğimi biliyorsan, onun yönetime geçme işini tamamlama."

Hafız İbn Asakir'in anlattığına göre Muaviye, bir gece arkadaşla­rıyla sohbeti derinleştirmiş. Çocuğu asil doğacak bir kadın hakkında ar­kadaşlarıyla konuşmuş, arkadaşları da çocuğu asil olacak bir kadının evsafını kendisine anlatmışlardı. Bunun üzerine Muaviye şöyle demiş­ti: "Bu nitelikte bir kadını tanımak isterdim." Meclisinde oturan arka­daşlarından biri ona şöyle demişti:

- Ey mü'minlerin emin! Sen bu nitelikte bir kadın buldun.

- Kimdir o?

- Kızımdır, ey mü'minlerin emiri!

Bunun üzerine Muaviye, o kızla evlendi. Bu evlilikten oğlu Yezid, asil, necip, zeki ve mahir bir insan olarak doğdu. Muaviye, daha sonra başka bir kadınla evlendi. Bu kadın, onun yanında itibar sahibi oldu. Ona başka bir erkek çocuk doğurdu. Bunun üzerine Yezid'in annesi göz­den düştü ve Muaviye'nin evinin bitişiğindeki bir eve yerleşti. Muaviye, bir ara makamında diğer karısıyla oturmakta iken Yezid'in annesine baktı. Kadın, oğlu Yezid'in saçlarım tarıyordu. Diğer kadın, Yezid'in an­nesini kastederek şöyle dedi: "Allah, bu kadını ve saçım taradığı çocuğu­nu kahretsin." Bunun üzerine Muaviye de ona şöyle dedi:

"Niçin böyle söylüyorsun? Allah'a yemin ederim ki, onun oğlu, senin oğlundan daha asil ve daha neciptir. İstersen bunu sana açıklarım." Böyle dedikten sonra Muaviye, ikinci karısının oğlunu çağırdı, ona şöyle dedi:

"Şu anda mü'minlerin emiri, senin her isteğini yerine getirmeye ha­zırdır, dile benden ne dilersen.

- Senden isteğim şudur ki, bana av köpekleri, atlar ve avcılar vere­sin, av partisine katılacak arkadaşları bana veresin.

- Bu isteklerini yerine getirmek üzere adamlarıma emir verdim. Bundan sonra Muaviye, Yezid'i çağırdı ve ona diğer oğluna söyle­diklerinin aynısını söyledi. Yezid de şu karşılığı verdi:

- Şu vakitte böyle bir istekte bulunmaktan mü'minlerin emiri beni affetmez mi?

- Hayır, mutlaka isteğini söylemelisin.

- Allah, mü'minlerin emirinin ömrünü uzatsın. İsteğim, kendisin­den sonra beni valiaht tayin etmesidir. Zira öğrendiğime göre halka bir gün adaletle hükmetmek, 500 sene süreyle ibadet etmek kadar sevap­tır.

- Senin bu isteğini yerine getirdim.

Böyle dedikten sonra Muaviye, karısına şöyle dedi: "Yezid'i nasıl gördün?" Kadın da Yezid'in kendi oğlundan daha üstün ve faziletli oldu­ğunu kesin olarak anlamış oldu. [4]

 

Ümmü Haram Bînti Milhan

 

İbn Cevzfnin.anlattığına göre bu sene de, yani hicretin elîialtına. se­nesinde Ümmü Haram binti Milhan el-Ensârîye vefat etmiştir. Bu ka­dın, Ubade b. Ubade b. Samit'in zevcesi idi. Alimlerin naklettikleri sa­hih kavillere göre bu kadın, Hz. Osman'ın halifeliği zamanında hicretin yirmiyedinci senesinde vefat etmiştir. Bu kadın, kocası ile birlikte Mua­viye komutasında Kıbrıs'a girişte katın tarafından yere atılıp ezilerek Ölmüş ve Kıbrıs'a demedilmiştir, tuhaf olan şudur ki; îbn Cevzî, bu kadı­nın biyografisinden bahsederken Buharî ve Müslim'in sahihlerinde yer alan bir hadisi nakletmiştir. Şöyle ki: "Peygamber (s.a.v.), bu kadının evinde öğle uykusuna yatmış iken rüyasında ümmetinden bir toplulu­ğun hükümdarlar gibi denizin ortasına gaza için gittiklerini görmüş ve rüyasını Ümmü Haram'a anlatınca o da Hz. Peygamber (s.a.v.)'den, kendisinin de bu deniz gazasında giden topluluk arasında bulunması için dua etmesini talep etmiş, Peygamber (s.a.v.) de ona bu şekilde dua etmişti. Sonra tekrar uyumuş, aynı rüyayı görmüş. Kadın yine şöyle de­mişti: "Ya Rasûlallah, beni de bu deniz gazasına giden topluluk arasına katması için Allah'a dua et." Rasûlullah (s.a.v.) da ona: "Hayır, sen ilk gruba dahilsin," demişti. Bunlar, Kıbrıs'ı fetheden topluluk idi ve bu ka­dın da onlarla beraber hicretin yirmi yedinci senesinde Kıbrıs'a gitti. Hicretin yirmi yedinci senesinde Muaviye'nin oğlu Yezid'le birlikte Rum beldelerine giden ikinci grupta bulunmadı, o grupta da Ebu Eyyüb el-Ensârî vardı. Ö zat, Kostantiniyye'de (İstanbul) vefat etti, mezarı Konstantiniyye surlarının yakınındadır, bunu peygamberlik delilleri bölümünde de nakletmiştik. [5]

 

Hicretin Elliyedîncî Senesi

 

Bu senede Abdullah b. Kays, Rum diyarına gazaya giderek kışı ora­da geçirdi.

Vakidî'nin ifadesine göre bu senenin şevval ayında Muaviye, Medi­ne valisi Mervan b. Hakem'i görevden azlederek yerine Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan'ı vali tayin etti. Bu senede insanlara haccettiren kişi de odur. Çünkü Medine valiliği, onun uhdesine verilmişti. Bu senede Küfe valisi Dahhak b. Kays, Basra valisi Ubeydullah b. Ziyad, Horasan valisi Said b. Osman'dı.

İbn Cevzî dedi ki: Bu sene, Osman b. Hanif el-Ensârî el-Evsî vefat etti. Bu zat, Ubade üe Sehl b. Hanifin kardeşidir. Hz. Ömer, onu Irak'ta­ki Sevad haracım toplamak üzere göndermiş ve onu Küfe valiliğine ata­mıştı. Talha ile Zübeyr, Hz. Aişe ile birlikte oraya geldiklerinde o, emir­liği onlara teslim etmeye yanaşmadığı için sakalı, kaşları ve kirpikleri yolundu, ayrıca kendisine işkence yapıldı. Hz. Ali, Kûfe'ye geldiğinde şehri ona teslim etti. O, şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri, senin yanın­dan ayrılıp buraya geldiğimde sakallı idim ama şimdi seninle sakalsız olarak buluşuyorum." Hz. Ali, onun bu deyişine gülümsedi ve: "Senin bu halinin sevabı Allah katandadır." dedi. Bu zatın, gözleri kör bir adamın Rasûlullah'a müracaat ederek gözlerinin aydınlığım kendisine geri ver­mesi için Allah'a dua etmesini istemesi ve Rasûlullah'm da duası saye­sinde Allah'ın gözlerini ona geri vermesine dair rivayet ettiği bir hadis vardır. Neseî tarafından da nakledilen bir hadisi vardır. Bu zatın, hicri elliyedinci senede vefat ettiğim İbn Cevzfden başkası söylemiş değildir. Doğrusunu Allah bilir. [6]

 

Hicretin Ellisekîzînct Senesi

 

Bu senede Malik b. Abdullah el-Has'amî, Rum diyarına (Anadolu) gazaya gitti.

Vakidî dedi ki: Bu senede Yezid b. Şecere, deniz gazasına gidip kışı orada geçirdi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Cünade b. Ebi Ümeyye, Rum illerine ve deniz seferine gitti. Rum diyarında kışı geçiren kişinin Amr b. Yezid el-Cühenî olduğu da söylenmiştir.

Ebu Maşer ile Vakidî dediler ki: Bu senede Velid b. Utbe b. Ebi Süf-yan, insanlara haccettirdi. Bu senede Muaviye, Abdurrahman b. Abdul­lah b. Osman b. Rabia es-Sakafî tbn Ümmii Hakem'i Küfe valiliğine ata­dı. Ümmü Hakem, Muaviye'nin kızkardeşidir. Muaviye, Küfe valisi Dahhak b. Kays'ı görevden azletti. İbn Ümmü Hakem, Kûfe'ye vali ola­rak gittiğinde güvenlik kuvvetlerinin başına Zaide b. Kudame'yi atadı. îbn Ümmü Hakem'in valiliği zamanında Hariciler baş kaldırdılar. Bu hadisede onların reisleri Havyan b. Dahyan es-Sülemî idi. îbn Ümmü Hakem, onların üzerine bir ordu gönderdi, bu ordu bütün Haricileri öl­dürdü, sonra İbn Ümmü Hakem Kûfelilere kötülük yaptı. Yönetimi alt üst etti. Kûfeliler de onu aralarından çıkarıp kovdular. O da dayısı Mua­viye'nin yanma dönerek durumu ona anlattı. Muaviye ona: "Seni Mı­sır'a vali olarak tayin edeceğim. Mısır senin için daha hayırlıdır." dedi ve onu Mısır valiliğine atadı. Mısır'a gitti. Şehre girmeden iki konak dı­şarıda Muaviye b. Hadic onu karşıladı ve kendisine: "Dayın Muavi­ye'nin yanına dön, ömrüme yemin ederim ki, seni Mısır'a sokmayacağız ki burada Kûfeli kardeşlerimize yaptığın gibi bize de kötülük yapmaya-sm ve kötü bir idare tarzı sergileyemiyesin." dedi. Bunun üzerine İbn Ümmü Hakem, Muaviye'nin yanma döndü. Muaviye b. Hadic te bir he­yetle birlikte onun peşi sıra yola çıkarak Muaviye'nin yanma geldi. Mu­aviye'nin huzuruna gittiğinde Muaviye'nin kızkardeşi Ümmü Hakem'i de orada buldu. Bu kadın, Kûfelilerin ve Mısırlıların kovduğu vali Ab-durrahman'm annesi idi. Muaviye onu görünce: "Aferin aferin işte bu, Muaviye b. Hadic'tir." dedi. Ümmü Hakem de: "Buna merhaba değil, bu­nun adını işitmek, kendisini görmekten daha iyidir." dedi. Muaviye b. Hadic te şu karşılığı verdi: "Yavaş ol bakalım ey Ümmü Hakem! Allah'a yemin ederim M, sen evlendin ama şereflenmedin, çocuk doğurdun ama asil bir çocuk doğurmadın. Fasık oğlunun bize vali olmasını istedin ki,

kardeşlerimiz Küfelilere yaptığı kötülüğü bize de yapsın, ama Allah bu fırsatı ona vermeyecektir, eğer o bize kötülük yapacak olursa, ona bir darbe vururuz. Senin yanında oturmakta olan şu Muaviye bundan hoş-lanmasa bile bunu yaparız." Muaviye de Ümmü Hakem'e dönerek "Ye­ter." dedi. [7]

 

Garip Bir Kıssa

 

Bu kıssayı "el-Muntazam" adlı kitabında İbn Cevzî senediyle birlik­te anlatır. Şöyle ki: Beni Özre kabilesinden bir genç ile îbn Ümmü Ha­kem arasında bir kıssa cereyan etmişti. Bu kıssanın özeti şudur: Muavi­ye, bir gün sofrada iken Beni Özre kabilesinden bir genç gelip karşısına dikildi ve ona, zevcesi Suad'a olan iştiyakını anlatan bir şiir okudu. Mu-aviye; onu yanma oturtup başından geçenleri anlatmasını istedi. Genç te şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, ben amcam kızı ile evliydim, develerim ve koyunlarım vardı. Bunları ona harcadım, elimdeki malım azalmca.ba-bası benden yüz çevirdi ve beni Kûfe'deki valin İbn Ümmü Hakem'e şi­kayet etti. Küfe valisi, zevcemin güzelliğini duymuştu, beni zincire vu­rup hapse attı. Eşimi boşamam için bana baskı yaptı, ben de boşamak mecburiyetinde kaldım. Zevcemin iddeti tamamlanınca babası onu 10.000 dirhem karşılığı olarak Kûfe'deki valine verdi. Onunla evlendir­di, işte şimdi sana geldim. Ey mü'minlerin emiri, sen hüzünlenenlerin, darda kalanların, yandım diyenlerin imdadına koşarsın. Mahndan yok­sun bırakılanların dayanağısın, şimdi benim bu sıkıntıdan kurtulacak bir yolum yokmu? Böyle dedikten sonra ağladı ve şöyle dedi:

"Yüreğimde ateş vardır, ateş kıvılcımlanıyor. Vücudum bitkin düştü, rengim sarardı.

Gözlerim keder yaşlarını akıtıyor, bu yaşlar sağnak yağmurlar gibi­dir.

Aşkından ağlıyorum, bu halime tabip şaşıyor.

Büyük bir bela ile karşılaştım, buna dayanacak güç yoktur.

Gecem gece değil, gündüzüm de gündüz değil."

Muaviye, o gence acıdı ve Küfe valisi îbn Ümmü Hakem'e bir mek-tub yazarak bu davranışından dolayı onu ayıplayıp kınadı ve gencin ka­rısını itirazsız boşamasını emretti. Mektubu alan Küfe vahşi İbn Ümmü Hakem, derin bir ah çekip: "Keşke mü'minlerin emiri beni bu kadınla bir yıl başbaşa bıraksaydı da sonra boynumu kılıçla vursaydı." dedi ve kadı­nı boşamaya kendini zorladı ama buna güç yetiremedi. Nefsi de boşama isteğine icabet etmedi. Fakat ulak, Muaviye'nin azarlayıcı mektubunu ona teslim edince mektuptaki ifadeler kendisini o kadını boşamaya zor­ladı. O da çaresiz kadını boşadı, yolundan çıktı. Bir heyetle birlikte Mu-aviye'ye gönderdi, kadın gidip Muaviye'nin huzurunda durunca Muavi­ye, çok güzel bir manzara ile karşılaştı. Kadını konuşturunca onun çok fasih ve tatlı konuştuğunu gördü. İnsanların en güzeli ve en nazlısı ol­duğunu müşahede etti. Kocası ve aynı zamanda amcası oğlu olan o gen­ce şöyle dedi: "Ey bedevi! Sana daha güzel şeyler versem bu kadının yo­lundan çıkar mısın?" Genç şu karşılığı verdi: "Evet, başımı gövdemden ayırırsan bu kadının yolundan çıkarım." dedi. Sonra da şu şiiri söyledi:

"Beni yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş kimse gibi darb-ı me­sellere konu yapma.

Suad'ı, kendisine hayran olan üzüntü ve anma ile akşamlayıp aynı şekilde sabahlayan kederli kimseye geri ver.

Istıraplar beni bitkin düşürdü, yüreğim yanıyor, hem de ne yanma.

Allah'a yemin ederim ki, Suad'ın aşkım unutmayacağım, mezarım­da taşlar altında gövdem kayboluncaya dek onu aklımdan çıkarmaya­cağım.

Onun yolundan nasıl çekilebilirim ki, gönlüm ona tutkundur, kal­bim onsuz yapamıyor, sabredemiyor."

Muaviye dedi ki: "Kadına seçme hakkı verelim, ya seni ya da tbn Ümmü Hakem'i seçsin." Muaviye'nin böyle demesi üzerine Suad, şöyle dedi:

"Bunun her ne kadar işi kırığa gitmişse de,

Serveti azalmışsa da,

Benim nazarımda babamdan da, komşumdan da, dirhem ve dinar sahiplerinden de daha sevgilidir.

Kendisine ihanet edersem Cehennem ateşinin sıcaklığından korka­rım."

Muaviye güldü ve ona 10.000 dirhem para, binek ve sergi verilmesi­ni emretti, iddeti tamamlanınca da onu eski kocasına teslim edip onun­la evlendirdi.

Bu senede yani hicretin ellisekizinci senesinde Ubeydullahb. Ziyad ile Hariciler arasında çok hadiseler cereyan etti. Ubeydullah, onlardan çok sayıda adam Öldürdü, kalanları da hapsetti. O da babası gibi atılgan ve Hariciler hakkında kararlı bir kimse idi. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, elbetteki doğruyu daha iyi bilir. [8]

 

Bu Senede Vefat Eden Bazı Şahsiyetler

 

Bu senede Said b. As b. Ümeyye b. Abdü'ş-şems b. Abdumenaf el-Kureşi el-Umevî vefat etti. Onun babası Bedir savaşında kafir olarak öl­dürüldü. Onu, Hz. Ali öldürmüştü. Said, Hz. Osman'ın kucağında büyü­dü. Rasûlullah'm vefatı esnasında dokuz yaşında idi. Müslümanların Önde gelen şahsiyetlerinden ve meşhur cömert kişilerdendi. Dedesi Sa­id b. As Ebu Ecniha, Kureyş kabilesinde reisti. Ona taç sahibi anlamına gelen züttaç deniliyordu, çünkü o sarık sardığı zaman ona hürmeten o gün başkası sarık sarmazdı. Said, Hz. Ömer tarafından Sevad valiliğine atanmıştı. Hz. Osman da fasihliğinden ötürü onu Mushafları yazan gö­revliler arasına katmıştı, sakalı Rasûlullah'm sakalına çok benzerdi. Kur'ân'ı derleyip yazan ve talim eden on iki kişiden biri idi. Übey b. Ka*b ile Zeyd b. Zabit'te bu oniki kişi arasında idi. Hz. Osman, Velid b. Uk-be'yi azlettikten sonra Said'i Küfe valiliğine atadı. Said, Taberistan ve Cürcan'ı fethetti. Azerbaycanlılar, antlaşmayı bozunca Said, üzerlerine gitti ve orayı fethetti. Hz. Osman vefat edince fitneden uzaklaşıp bir kö­şeye çekildi. Cemel ve Sıffin savaşlarına katılmadı. Yönetim Muavi­ye'nin eline geçince yanma gitti. Muaviye onu kınadı. O da mazeretini beyan etti. Bu hususta uzun uzadıya ağır bir konuşma yaptı. Muaviye, onu iki kez Medine valiliğine atadı. İki kez de Mervan b. Hakem sebebiy­le onu bu görevden azletti. Bu zat, Peygamber (s.a.v.)'den, Ömer b. Hat-tab'tan, Osman'dan ve Aişe'den hadis rivayet etmiştir. Oğulları Amr b. Said el-Eşdak ile'Ebu Said, Salim b. Abdullah b. Ömer, Urve b. Zübeyr ve diğerleri de kendisinden hadis rivayet etmişlerdi. Onun, "Müsnet" ve Kütüb-ü Sitte'de hadisleri yoktur, güzel bir hayat tarzı vardı. İyi su* sak­lardı, çoğu kez arkadaşlarını cuma günleri toplar, onlara yemek yedirir ve elbise giydirirdi. Evlerine çeşitli hediyeler, armağanlar ve bol mik­tarda buğday gönderirdi. Keseleri doldurup mescitte ihtiyaç sahibi na­maz kılan kimselerin önüne bırakırdı.

îbn Asakir dedi ki: "Said'in Dımaşk'ta Dar-ı Naim denen bir evi ve Hammam-ı Naim denen bir hamamı vardı. Evi ile hamamı Dimas taraf-larındaydı, sonra Medine'ye döndü ve vefat edinceye kadar orada ika­met etti. Alicenâb, cömert ve övgüye layık bir kimse idi."

Ibn Asakir, onun şu hadislerini rivayet etmiştir:

Said b. As'tan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), şöyle bu­yurmuştur: "Sizin İslâmiyet dönemindeki seçkinleriniz, cahiliye döne­mindeki seçkinlerinizdir."

Said b. As'tan rivayet olunduğuna göre îbn Ömer, şöyle demiştir: Kadının biri, Rasûlullah (s.a.v.)'a bir hırka getirdi ve şöyle dedi: "Bu hırkayı Arapların en şereflisine vermeyi adadım." Rasûlullah (s.a.v.) 'da: "Öyle ise şu gence (Said b. As'a) ver, dedi. Bu sebeple o tür elbiselere Saidî elbiseleri denildi. Şair Fer ezdak da bu konuda şöyle bir şiir söyle­miştir.:

"Gece ve gündüz işin hedeften saptığı esnada, Kureyş'in önde gelen şahsiyetlerinin durnp Said'e baktıklarını görürsün, onlar sanki Said'te hilali görüyorlar."

Hz. Osman, Muğire'yi Küfe valiliğinden azledince oraya Sa'd b. Ebi Vakkas'ı vali olarak tayin etti. Onu da azledince yerine Velid b. Utbe'yi tayin etti. Onu da azledince yerine Said b. As'ı vali olarak tayin etti. Sa-id, orada bir süre vali olarak görev yaptı, ancak yaşantısı beğenilmedi. Onu sevmediler, sonra Malik b. Haris (Ester en-Nehaî), bir cemaatla Hz. Osman'ın yanına gitti. Hz. Osman'dan, Said'i Küfe valiliğinden az­letmesini :"itedi. Ancak Hz. Osman, onu bu görevden azletmedi. Said, Medine'de Hz. Osman'ın yanındaydı. Onu tekrar Kûfe'ye gönderdi. Es­ter, ondan önce Kûfe'ye giderek insanlara bir nutuk irad etti ve onları Said'in1 Kûfe'ye girmesine engel olmaya teşvik etti. Eşter'in kendisi de bir askeri birlikle yola çıkarak Azib denen mıntıkada Said'i karşıladı ve onu Kûfe'ye girmekten menetti. Said ise, Ra'sa'da konakladı.- Onlar ora­ya gidip kendisini Kûfe'ye girmekten menettiler, sıkıştırmaya devam ettiler. Nihayet onu, Hz. Osman'a geri gönderdiler. Ester, Ebu Musa el-Eş'arî'yi imamlığa ve sınır muhafızlığına, Hüzeyfe b. Yeman'ı da gani­met görevinin başına tayin etti. Kûfeliler de bunu onayladılar ve duru­mu Hz. Osman'a bildirdiler. O da bunu onayladı ve zahiren bu durum­dan memnun, olduğunu gösterdi. Ancak bu, Hz. Osman'ın yönetiminde­ki ilk gevşeme oldu. Said b. As, Hz. Osman'ın kuşatma altına alınışına kadar Medine'de ikamet etti. Onun konağında kaldı. Talha ile Zübeyir, Hz. Aişe ile birlikte Mekke'den çıkıp Hz. Osman'ın katillerim yakala­mak istediklerinde Said, onlarla birlikte oldu. Sonra Muğire b. Şube ve başkaları ile birlikte bu gruptan ayrılarak Taife gitti ve savaş sona erin­ceye kadar orada ikamet etti. Daha sonra Muaviye, hicretin kırkdoku-zuncu senesinde onu Medine valiliğine atadı. Mervan'ı valilikten azlet­ti. Said, yedi sene Medine valiliğini yaptıktan sonra Muaviye, Mervan'ı oraya tekrar vali olarak atadı.

Abdülmelik b. Umeyr, Kabise b. Cabir'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Ziyad, bir iş için beni Muaviye'ye gönderdi, işimi tamamladık­tan sonra dedim ki:

- Ey mü'minlerin emiri, senden sonra yönetim kimin eline geçecek­tir?

Muaviye bir süre sustu, sonra şöyle cevap verdi:

- Bu iş bir topluluğun arasında olacaktır. Ya Kureyş'in âlicenâb şahsiyeti Said b, As'm eline geçecektir ya Kureyş'in yiğidi, dahisi ve cö­merdi Abdullah b. Amir'in eline, ya Hasan b. Ali'nin eline geçecektir ki oda lider, efendi ve âlicenâb bir şahsiyettir. Yada Allah'ın dininde fakih olan ve kitabını okuyan, Allah'ın hudutları hususunda çok titiz olan Mervan b. Hakem'e geçecektir veya fıkhı iyi bilen Abdullah b. Ömer'in eline geçecektir, yahut şeriatı yırtıcı canavarlara göre hareket ettiren ve tilkiler gibi hile yapan Abdullah b. Zübeyr'in eline geçecektir."

Önceki kısımlarda da rivayet ettiğimiz gibi Said b. As, günün birin­de Medine sokaklarının birinden geçerken su istemiş ve kendisine bir evden su çıkarılıp verilmiş, verilen suyu içmişti. Bir müddet sonra ken­disine su veren adamın, evini satılığa çıkardığını görünce evini niçin sattığını sormuş, adam 4000 dinar borcu bulunduğu için satmak istedi­ğini söyleyince Said, o adamın alacaklısına haber gönderek: "Alacağın bana ait, ben sana ödeyeceğim." demiş. Ev sahibine haber göndererek: "Evini satma. Dilediğin gibi evinde otur." demişti.

Meclisinde oturan kurrâlardan biri yoksul düşmüş, şiddetli derece­de muhtaç olmuştu. Karısı kendisine şöyle demişti:

- Bizim valimizin çok cömert olduğu söyleniyor. Eğer durumunu kendisine anlatacak olursan, belki sana bir miktar bağışta bulunur.

- Yazıklar olsun sana, yüz suyumu döktürme.

Karısı ısrar edince adamcağız gidip vali Said b. As'm makamına gir­di, insanlar çevresinden dağılıp gittiklerinde o yoksul adam hala yerin­de oturuyordu. Said ona dedi ki:

- Öyle sanıyorum ki sen, bir ihtiyacın olduğu için oturmaya devam ediyorsun.

Adam sustu, Said, kölelerine:

- Buradan çıkın, diye emretti, sonra o muhtaca şöyle dedi:

- Şimdi ikimiz başbaşa kaldık, burada başka kimse yok. Adamcağız sustu, Said kandili söndürdü, sonra tekrar o yoksula

şöyle dedi:

- Allah, sana rahmet etsin yüzümü dahi göremiyorsun, artık ihti­yacını söyle.

- Allah, emiri ıslah etsin, biz yoksul düştük, iııriyacımız fazla dere­cede arttı, durumumu sana anlatmak istedim ama utandım.

- Sabah olunca vekilim olan falan adamın yanma git. Sabah olunca vekilin yanma gitti, vekil ona şöyle dedi:

- Vali, sana birşeyler vermemi emretti, git bu eşyaları seninle be­raber taşıyacak olan adamları getir.

- Eşyaları taşıyacak adamlarım yok.

Böyle dedikten sonra yoksul adam karısına gidip azarladı ve şöyle dedi:

- Yüz suyumu valinin huzurunda dökmeye beni zorladuı. O da ba­na birşeyler verilmesini emretti, ama o şeyleri taşıyacak adamlar gerek. Herhalde bana bir miktar un ve gıda maddesi verecek, eğer para verecek olsaydı, parayı taşımak için hamala gerek olmazdı ve bizzat bana verir­di.

Karısı da dedi ki:

- Sana vereceği şey ne olursa olsun mutlaka bize azık olacaktır, git al.

Adam vekilin yanına döndü. Vekil ona şöyle dedi:

- Eşyaları seninle beraber taşıyacak kimsen olmadığını valiye bil­dirdim. Oda şu üç Sudanlıyı eşyaları seninle beraber taşımaları için bu­raya gönderdi. Adam gitti, evine vardığında o üç Sudanlıdan her birinin başının üzerinde 10.000 dirhem olduğunu gördü. Sudanlı kölelere şöyle dedi:

- Başınızın üzerindeki eşyayı indirip gidin. Onlar da dediler ki:

- Vali, bizi de sana armağan etti. O, hizmetçilerle birlikte bir kim­seye hediye gönderecek olursa, mutlaka o hediyeyi taşıyan hizmetçiyi de o adama hibe eder, o yoksul adamın durumu iyileşti, sıkıntıdan kur­tuldu.

İbn Asakir'in anlattığına göre Ziyad b. Ebi Süfyan, Said b. As'a bir miktar mal ve hediyelerle bir de mektup gönderdi. Mektubunda kızı Ümmü Osman'ı Amine binti Cerir b. Abdullah el-Becelfden kendisi için istediğini yazmıştı. Bu hediyeler, mallar ve mektup Said b. As'a ulaşın­ca mektubu okudu. Sonra hediyeleri meclisinde oturan adamlara dağıt­tı ve nazik ifadeli bir mektup yazıp Ziyad'a gönderdi, mektup şöyleydi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla! yüce Allah buyurdu ki: "Ama insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder." vesse-

lam".

Önceki sayfalarda da rivayet ettiğimiz gibi Said, Hz. Ali ile Fatı-

ma'nın kızı ve daha önce Hz. Ömer'in zevcesi olan Ümmü Külsüm'le ev­lenme talebinde bulundu. Ümmü Külsüm, onun bu talebine muvafakat etti, bu hususta kardeşleri Hasan ile Hüseyin'e danıştı. Onlar bu evlili­ğe razı olmadılar. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu evliliğe Hü­seyin muvafakat etmedi, ancak Hasan muvafakat etti. Neticede Ümmü Külsüm evini hazırladı. Kanapeyi kurdu ve iki taraf nikah akdi için söz­leştiler. Ümmü Külsüm de Hz. Ömer'le olan evliliklerinden doğan oğlu Zeyd'e, kendisine vekaleten nikah akdini yapması için emir verdi. Said de Ümmü Külsüm'e mehir olarak 100.000 (başka bir rivayete göre 200.000) dinar gönderdi. Arkadaşları, yanında toplandılar M, nikah ak­di yapmaya gitsinler, o esnada Said: "Annem Fatıma'yı evden çıkarmak istemiyorum." dedi ve bu evlilikten vazgeçti, gönderdiği başlığı da Üm­mü Külsüm'e bıraktı.

İbn Main ile Abdülalâ b. Hammad dediler ki: "Arabinin biri, Said b. As'tan yardım istedi. Said, ona 500 dirhem verilmesini emretti. Hizmet­çi:

- 500 dirhem mi yoksa dinar mı vereyim? diye sorunca Said, şu ce­vabı verdi:

- Ben 500 dirhem vermeni emretmiştim, ama gönlünden kopan dinar ise sen ona 500 dinar ver.

Bu parayı alan Arabi, oturup ağlamaya başladı. Said, ona sordu:

- Niçin ağkyorsun> neyin var? Sana verdiğim malı almıyacak mı-

- Alacağım ama toprağın senin gibi bir kimsenin cesedini nasıl ye-yip çürüteceğini aklım almıyor, işte ona ağlıyorum."

Abdülhamid b. Cafer dedi ki: "Adamın biri, üzerine düşen dört diye­tin parasını toplamak için Medine'ye geldi. Halktan yardım talebinde bulunmaya başladı. Kendisine: "Hz. Ali'nin oğlu Hasan'a veya Abdullah b Cafer'e veya Said b. As'a veya Abdullah b. Abbas'a git." dediler. O da mescide gitti. Said b. As'm mescide girmekte olduğunu gördü. "Bu adam kimdir?" diye sorunca Said b. As olduğunu söylediler. O da Said'e yönel­di yanına gitti. Medine'ye geliş sebebini ona anlattı. Said de cevap ver­medi. Nihayet mescitten çıkıp evine gideceği zaman o Arabiye şöyle de­di:

- Seninle beraber mal taşıyacak birini de getir.

- Allah sana rahmet etsin, ben senden para istiyorum, hurma de­ğil-

- Biliyorum, seninle beraber mal taşıyacak birini getir

Adam, Said'in evine gitti. Said, ona 40.000 dinar verdi, o Arabi de paraları aldı. Başkalarına gidip dilenmeden Medine'den ayrılıp gitti."

Said b. As, oğluna şöyle demişti: "Ey oğulcuğum, Allah için iyilik yap, senden istenmeden sen ver. Bir adam yüzü kızarmış, âdeta kanı yü­züne sıçramış yada kendisine verip vermiyeceğini bilmediği için tered­düt içinde iken sana gelirse, vallahi sen ona malının tamamım versen bile onun bu haline denk bir iyilikte bulunmuş olamazsın. Benim mecli­simde oturacak olan kimseler üçtür: Biri, yaklaştığında kendisine mer­haba dediğim ve yer gösterdiğim kimsedir. Biri de, meclisimde oturdu­ğunda kendisine yerini genişlettiğim kimsedir. Biri de, konuştuğumda kendisine yöneldiğim ve dinlediğim kimsedir.

Oğlum, şerefli kimseyle şakalaşma, aksi takdirde sana kin besler, şerefsiz kimse ile de şakalaşma zira böyle yaparsan, onun nazarında kü­çülürsün, ya da o sana karşı cür'etlenir."

Said, bir hutbesinde şöyle dedi: "Bir kimseye Cenâb-ı Allah, güzel bir rızık ihsan ederse o kimse kendisine ihsan edilen rızıkla insanların en mutlusu olsun. Çünkü o, kendisine ihsan edilen o rızkı şu iki kimse­den birine bırakacaktır: Ya salih bir kimseye bırakacaktır ki, o salih kimse kendisi için yığılan mal sayesinde mutlu olur. Salih bir kimseye hiçbir mal az değildir. Veya kötü bir kimsedir. Kötü kimseye gelince ne kadar çok olursa olsun ona bırakılan mirastan hiçbirşey geride kalmaz, hepsini tüketip yok eder."

Ebu Muaviye dedi ki: "Ebu Osman (yani Said b. As), sözün İM ucunu bir araya getirmiştir."

Asmaî, Hakim b. Kays'tan rivayet ederek Said b. As'm şöyle dediği­ni nakletmiştir: "Cahil veya beyinsiz kimseyle konuşmaktan çekinirim. Kendi ihtiyacımı söylemekten utanırım."

Said b. As, Küfe valisi iken ibadetle fazla meşgul olan kadınlardan biri yanma geldi. Said, ona ikram ve ihsanda bulundu, kadın ona şöyle dedi:

"Allah, seni namerde muhtaç etmesin, şerefli kimselere karşı da lüt-funu devam ettirsin ve hep onları senin minnetin altında bıraksın. Şe­refli bir kimsenin elindeki bir nimeti Cenâb-ı Allah giderdiği zaman o ni­meti o şerefli kimseye geri vermek için seni sebep kılsın."

Said'in kız ve erkek olmak üzere toplam on çocuğu vardı. Zevcelerin­den biri, Mervan b. Hakem'in kızkardeşi Ümmül- Benin binti Hakem b. Ebi'1-As'tı. Said, vefat edeceği zaman çocuklarını topladı ve onlara şöyle dedi: "Arkadaşlarım sadece benim yüzümü görmekten mahrum kala­caklar, onlara hayatta iken nasıl davrandıysam, siz de öyle davranın. Aradaki dostluk bağlarım koparmayın. Onlara yaptığım iyilikleri sür­dürün, ihtiyaçlarım giderin. Kişi ihtiyacını gidermek için birisinden bir talepte bulunduğu zaman vücudu sarsılır, eklemleri tiril tiril titrer ve reddedilmekten korkar. Allah'a yemin ederim ki, sizi ihtiyacını gidere­cek kimseler olarak gören bir adamın kendi yatağında kıvranması, sizin ona vereceğiniz yardımdan ve bahş edeceğiniz ikramdan sizin için daha büyük bir minnettir."

Böyle dedikten sonra Said, çocuklarına daha birçok vasiyetlerde bu­lundu. Mesela, borçlarım ödemelerini, verdiği sözleri yerine getirmele­rini, kız çocuklarını denkleri olan kimselerden başkalarıyla evlendir­memelerini, büyüklerini başlarına lider yapmalarını vasiyet etti. Bu vasiyetlerinin yerine getirileceğini de oğlu Amr b. Said el-Eşdak tekef­fül etti. Said vefat edince oğlu Amr, onu Baki mezarlığına defnetti. Son­ra da Muaviye'nin yanma gitti. Muaviye'ye üzüntüsünü bildirdi. Mua-viye de üzüldüğünü bildirip hüzünlendi. "înna lillah ve inna aleyhi raci-un" ayetini okuyup şöyle dedi:

- Babanın borcu var mıydı?

- Evet.                                               

- Ne kadardır?

- 300.000 dirhemdir (başka bir rivayette anlatıldığına göre borcu 3.000 dirhemmiş.).

- O borçları ben ödeyeceğim.

- Ey mü'minlerin emiri, babam bana borcunu kendi arazisinin pa­rasıyla ödememi vasiyet etti.

Amr'ın böyle demesi üzerine Muaviye, ondan bu borcu karşılayacak kadar arazi satın aldı. Amr, Muaviye'den bu paralarla birlikte kendisini jyledine'ye göndermesini istedi. Yola çıkan Amr, babasının borçlarını ödemeye başladı ve alacaklı kimse kalmadı. Alacaklılar arasında, üze­rinde 20.000 rakamı yazılı bir deri parçasını elinde tutan bir genç vardı. Amr ona dedi ki:

- Sen bu parayı nasıl babamdan hak ettin?

- Baban birgün yalnız başına yürüyordu, evine gidinceye kadar kendisiyle beraber yürümek istedim. Bana: "Bir deri parçası getir." de­di. Ben de kasaplara gidip şu deri parçasını alıp ona götürdüm. Üzerine su 20.000 rakamını yazdı. Ancak o gün yanında para bulunmadığını söyleyerek benden özür diledi. Amr, o gence 20.000 dirhemi ve fazlasını

verdi.

Rivayete göre Muaviye, Said'in oğlu Amr'a şöyle demiş:

- Senin gibi bir evladı geride bırakan kimse ölmüş sayılmaz. Allah, Ebu Osman'a (babana) rahmet etsin, gerçekten de yaşça benden küçük ama rütbece benden büyük olan bir kimse vefat etti. Bir kimsenin önü sıra arkadaşları çekip gider ve kendisi kardeşsiz, arkadaşsız, yalnız ba­şına kalırsa demek ki o da gidecektir.

Said b. As'm vefatı, hicri ellisekizinci senede vuku buldu. Elliyedin-ci senede veya ellidokuzuncu senede vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Bazılarının ifadesine göre Said'in vefatı, Abdullah b. Amir'den bir hafta önce olmuştur. [9]

 

Şeddad B. Evs B. Sabit

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Şeddad b. Evs b. Sabit b. Münzir b. Ha­ram Ebu Yala el-Ensarî el-Hazrecî. Kadri yüce bir sahabe idi. Hassan b. Sabit'in kardeşidir. îbn Mendeh'in, Musa b. Ukbe'den naklettiğine göre bu zat, Bedir gazvesine katılmıştır. Ancak îbn Mendeh, bu ifadenin yan- -hş olduğunu söylemiştir. Şeddad b. Evs, çok ibadet eden bir kimse idi. Yatağına uzandığında kıvrılıp durur, sağa sola döner, yılan gibi bükü­lür ve: "Allah'ım, ateşin korkusu beni huzursuz etti." der. Sonra kalkıp namaza dururdu."

Ubade b. Samit dedi ki: "Şeddad, kendisine ilim ve yumuşak huylu-luk verilen kimselerdendi." Şeddad, Filistine gidip Kudüs'e yerleşti ve hicretin elli sekizinci senesinde yetmişbeş yaşındayken vefat etti. Hic­retin altmışdördüncü veya kırkbirinci senesinde vefat ettiğine dair ri­vayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [10]

 

Abdullah B. Amîr

 

Bu zaün soy kütüğü şöyledir: Abdullah b. Amir b. Küreyb b. Rabia b. Habib b. Abdü'ş-şems b. Abdumenaf b. Kusay el-Kureyşi el-Abşemî. Hz.Osman'ın dayısı oğludur. Rasûlullah, hayatta iken dünyaya gelmiştir. Rasûlullah (s.a.v.), bebek iken Abdullah'ın ağzına tükürmüş, Abdullah. da Rasûlullah'm tükürüğünü yutmaya başlamıştı. Rasûlullah da: "Bu su aletidir." demişti. Bunun içindir ki Abdullah, her nereye elini vurur­sa oradan su çıkardı. Şerefli, övgüye layık, sağlam karekterli bir adam­dı. Hz, Osman, Ebu Musa'dan sonra onu Basra valiliğine tayin etti. Os­man b. Ebu'l As'tan sonra da Fars iline vali olarak tayin etti. O zaman yaşı yirmi beşti. Horasan'ın tamamını fethetti. Fars illerinin çevresi Si-cistan, Kirman ve Gazne illerini fethetti. Zamanında krallar kralı Şe-hinşah Yezdücürd'ü öldürdü, sonra da hac için ihrama girdi. Bazılarının ifadelerine göre umre için ihrama girmişti. İhrama, bulunduğu belde­lerde girmiş ve bunu Allah'a şükür için yapmıştı. Bu zat, Medinelilere bol miktarda mal dağıtmıştı. Basra'da ilk olarak ibrişim giyen kimse idi. Doğrusunu, noksanlıklardan münezeh olan yüce Allah daha iyi bi­lir. Arefede ilk olarak havuz yapan, oraya tatlı su akıtan kimse Abdul­lah'tır. Hz. Osman'ın öldürülüşüne kadar Basra valiliğinde kaldı. Bey-tü'1-maldaki malları aldı. Talha ile Zübeyir onunla karşılaştılar. O da onlarla birlikte Cemel savaşma katıldı. Sonra Dımaşk'a gitti. Sıran sa­vaşma katıldığına dair herhangi bir kayıt yoktur. Ancak Muaviye, Ha­sanla barış yaptıktan sonra Abdullah'ı Basra valiliğine tayin etmiştir. Abdullah, bu senede Arafat'taki arazisinde vefat etmiştir. Vasiyetini Abdullah b. Zübeyr'e yapmıştır. Rivayet ettiği bir hadis vardır. Onunla ilgili olarak kitaplarda herhangi birşey yoktur. Mus'ab ez-Zübeyr, Ab­dullah b. Amr'dan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Malı uğruna öldürülen kimse şehiddir."

Muaviye, Abdullah b. Amir'i kendi kızı Hind ile evlendirdi. Hind, güzel bir kadındı. Kocası Abdullah'ı çok sevdiği için bizzat ona hizmet ederdi. Abdullah, bir gün aynaya baktı, sakalının ağardığını gördü. Ka­rısının yüzünü parlak görünce onu boşadı. Babası Muaviye'ye de gönde-rek kızını, Mushaf yaprağı gibi yüzü parlak bir gençle evlendirmesini is­tedi. Abdullah, hicretin ellisekizinci senesinde vefat etti. Ellidokuzuncu senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. [11]

 

Hz. Ebu Bekir'in Oğlu Abdurrahman

 

Zübeyr b. Bekkar'm ifadesine göre Abdurrahman, Hz. Ebu Bekir'in en büyük oğludur. Şakacı idi, mizahı severdi, anasının adı Ümmü Ru-man'dı. Ümmü Ruman, Hz. Aişe'nin de annesidir. Böyle olunca Abdur­rahman, Hz. Aişe'nin öz kardeşi olmaktadır. Abdurrahman, Bedir ve Uhud savaşlarında müşriklerin saflarında yer alarak Müslümanlarla savaştı. Babası Ebu Bekir'i öldürmek istedi. Ebu Bekir, onu öldürmeye kastedince Rasûlullah (s.a.v.) ona: "Ey Ebu Bekir, vücudunla bizi yararlandır."[12] dedi. Abdurrahman, bundan sonra barış döneminde Müslü­man oldu. Mekke fethinden önce hicret etti. Rasûlullah (s.a.v.), her sene Hayber ürünlerinden ona kırk yük mal verirdi. Abdurrahman, Müslü­manların önderlerindendi. Rasûlullah (s.a.v.), başını Hz. Aişe'nin göğ­süne dayamış olarak vefat edeceği esnada Abdurrahman, onun odasına girmişti. Abdurrahman'm elinde o esnada bir misvak vardı. Rasû­lullah'm gözü o misvaka takılınca Hz. Aişe, misvakı Abdurrahman'm elinden alıp ucunu kesti, düzeltti, sonra Rasûlullah (s.a.v.)'a verdi. Rasûlullah da çok güzel bir şekilde ağzım misvakladı. Sonra: "Allah'ım, beni Refik-i A'lâya götür." dedi ve ruhunu teslim etti. Vefat edişinden sonra Hz. Aişe de şöyle dedi: "Allah, benim tükürüğümle onunkini bir­leştirdi. Başı göğsümle gerdanım arasında iken evimde vefat etti. O gü­nümde kimseye haksızlık etmedim."

Abdurrahman, Yemame fethine katıldı ve o günde yedi kişiyi öldür­dü. Muhkem b. Tufeyl'i öldüren odur. Muhkem, yalancı peygamber Mü-seyleme'nin dava arkadaşı idi. Muhkem, bir duvarın gediğinde dur­makta iken Abdurrahman, ona bir ok attı. Muhkem yere düştü. Müslü­manlar, o gedikten içeri girdiler, Müseyleme'yi yakalayıp Öldürdüler.

Abdurrahman, Şam fethine de katıldı. Müslümanlardan saygı gö­rüyordu. Şam Araplarınm hükümdarı Cudi'nin kızı Leyla, Hz. Ömer'in emri üzerine Halid b. Velid tarafından Abdurrahman'a hediye edildi. Bununla ilgili açıklama ileride gelecektir. Abdürrezzak, Said b. Müsey-yeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdurrahman b. Ebi Bekir ki, onun yalan söylediği görülmüş değildir." Bana şöyle bir olay anlattı: Muaviye'nin oğlu Yezid'e bey'at için Medine'ye emir geldiğinde Mer-van'a şöyle dedim: "Vallahi siz bu işi Heraklius'un ve Kisra'nm bey'aü-na döndürdünüz, yani hükümdarlığı babadan oğula aktarıyorsunuz." Mervan da bana şöyle dedi: "Sus, sen o kimsesin ki, senin hakkında Al­lah şu ayeti indirmiştir:

"Annesine babasına: "Öf ikinizden; beni tekrar diriltümekle mi teh­dit ediyorsunuz?" diyen kimseye?" (el-Ahkâf, 17.)

Hz. Aişe de bu olay üzerine şöyle demişti: "Allah, bizim ailemiz hak­kında Kur'ân ayeti indirmiş değildir. Ancak benim suçsuzluğuma dair ayet indirmiştir."

Rivayete göre Mervan'ı kınayan ve azarlayan bir haber göndermiş, ve bu haberde, Mervan'ı ve babasını yeren sözler varmış. Hz. Aişe'nin böyle birşey yaptığı doğru değildir, bu rivayet sahih değildir.

Zübeyr b. Bekkar, Abdülaziz ez-Zührî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Muaviye, Yezid b. Muaviye'ye bey'at etmeye yanaşmamasın­dan ve itiraz etmesinden sonra Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'a 100.000 dirhem para göndermişti. Ancak Âbdurrahman bu parayı red­detmiş ve almaya yanaşmayıp: "Dünya için dinimi mi satacağım?" diye­rek, çıkıp Mekke'ye gitmiş ve orada vefat etmiştir."

Ebu'z-Zür'â ed-Dımaşkî, Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Âbdurrahman b. Ebi Bekir, uyku halinde iken vefat etti." Hz. Aişe de onun için köleler azad etti. Mekke'ye altı mil veya oniki mil mesafedeki Habşi mıntıkasında vefat etti. Cenazesi omuzlar üzerinde taşındı ve Mekke'nin üst tarafina defnedildi. Hz. Aişe, Mekke'ye geldiğinde meza­rını ziyaret edip şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, seni görmüş olsay­dım, senin için ağlamayacaktım. Eğer yanında olsaydım öldüğün yer­den seni başka yere taşıyıp defne tmezdim." Böyle dedikten sonra Hz. Aişe, Mütemmim b. Nüveyre'nin kardeşi Malik hakkında söylemiş ol­duğu şu şiiri, kardeşi Âbdurrahman için okudu:

"Bir zaman Cezime'deki iki arkadaş gibi beraber olduk. Öyle ki bun­lar hiç ayrılmayacaklar denildi.

Ben ve Malik, birbirimizden ayrıldığımızda birleşmemiz uzun sür­düğü halde sanki bir gece dahi bir arada olmamış gibi olduk."

îbn Sa'd'm rivayetine göre bir defasında îbn Ömer, Abdurrah-man'ın mezarı üzerine bir çadır kurulduğunu görmüş. Bunu vefatından sonra Hz. Aişe oraya kurdurmuştu. İbn Ömer, bu çadırın sökülmesini emretmiş ve: "Abdurrahman'ı sadece ameli gölgelendirir." demişti. Ta­rih âlimlerinin çoğuna göre Âbdurrahman, hicretin ellisekizinci sene­sinde vefat etmiştir. Vakidî, katibi Muhammed b. Sa'd, Ebu Ubeyd ve di­ğer bazı tarihçilerin ifadelerine göre Âbdurrahman, hicretin elliüçüncü senesinde vefat etmiştir. Hicri ellidördüncü senede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [13]

 

Abdurrahmaısrin, Şam Arapları Hükümdarı Cudi'nîn Kızı Leyla Île Olan Hikayesi

 

Zübeyr b. Bekkar, Dahhak el-Hizamfnin şöyle dediği rivayet etmiş­tir: Cahiliyeti zamanında Âbdurrahman b. Ebi Bekir, ticaret için Şam'a geldi. Orada Cudi'nin kızı Leyla'yı hurma lifinden örülmüş bir sergi üze­rinde gördü. Leyla'nın çevresinde hizmetçileri vardı. Âbdurrahman onu çok beğendi.

İbn Asakir'in ifadesine göre Âbdurrahman, Leyla'yı Busra şehrinde gördü ve onun için şu şiiri söyledi:

"Leyla'yı andım, ama arada Semave gölü var.

Bana ve Cudi'nin kızı Leyla'ya ne olmuş, o, nerden bana gelecek. Onun gönlü Harisidir, Basra'ya inanır veya gönüllere konaklar.

Ben ona, ölüp çürüdükten sonra kavuşabilirim.

Belki de insanlar seneye hac ettikten sonra ona kavuşabilirim."

Hz. Ömer, ordusunu Şam'a gönderdiği zaman komutana şu talima­tı verdi: "Cudi'nin kızı Leyla'yı ele geçirirsen, onu Ebu Bekir'in oğlu Ab-durrahman'a ver." Komutan Leyla'yı ele geçirdi ve Abdurrahman'a tes­lim etti. Âbdurrahman, onu beğendi ve zevce edindi. Diğer zevcelerin­den üstün tuttu. Nihayet zevceleri, bundan rahatsız olarak Leyla'yı Hz. Aişe'ye şikayet ettiler. Hz. Aişe de bu tercihinden dolayı Abdurrahman'ı kınadı ve şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki sanki Leyla'nın dişleri ile nar tanelerini emer gibi oluyorum." Bir süre sonra Leyla'nın dişleri ağ­rıyıp döküldü, yüzü çirkinleşti. Âbdurrahman, ondan hoşlanmadı ve ona eziyet etmeye başladı. Bunun üzerine Leyla da Abdurrahman'ı, Hz. Aişe'ye şikayet etti. Hz. Aişe, Abdurrahman'a şöyle dedi: "Ey Âbdurrah­man, önceleri Leyla'yı çok sevdin ve aşırı gittin. Şimdi de ona kızıyorsun ve onu sevmemekte aşın gidiyorsun, ya ona insaflı ol veya onu ailesine gönder."

Zübeyrî, Hişam'm babası Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hattab oğlu Ömer, Şam'ı fethettiği zaman Cudi kızı Leyla'yı Ebu Be­kir'in oğlu Abdurrahman'a hediye etti. Leyla, Dımaşk çevresindeki Arapların hükümdarının kızıydı." Doğrusunu Allah bilir. [14]

 

Ubeydullah B. Abbas

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ubeydullah b. Abbas b. Abdülmutta-lib el-Kureyşi el-Haşimî. Peygamber (s.a.v.)'m amcasının oğluydu. Kar­deşi Abdullah'tan bir yaş küçüktü. Anası, Ümmü'1-Fadl Lübabe binti Haris el-Hilaliye'dir. Ubeydullah, kerem sahibi, mert, yakışıklı, enda­mı güzel bir kimseydi, güzellikte babası Abbas'a benzerdi. Önceki kı­sımlarda rivayet ettiğimiz gibi Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah'ı, Ubeydul-lah'ı ve Kesir'i saf halinde yanyana dizer, sonra onlara: "Hanginiz önce bana gelirse, ona şunu ve şunu vereceğim." der, onlar da koşarak gelir, Rasûlullah (s.a.v.)'ın sırtına ve göğsüne otururlar. Rasûlullah (s.a.v.) da onları kucaklayıp Öperdi.

Hz. Ali, halifeliği zamanında Ubeydullah'ı Yemen valiliğine atadı. Ukeydullah, hicretin otuz altıncı ve otuz yedinci senelerinde insanlara hac ettirdi. Hicretin otuz sekizinci senesi olunca Ubeydullah ile Muavi-ye tarafından hac emin olarak gönderilen Yezid b. Semüre er-Ruhavî arasında çıktı. Sonra ikisi, Şeybe b. Osman el-Hacbî'nin hac emirliği yapması hususunda anlaştılar. Bunun üzerine Şeybe, o senede insanla­ra hac ettirdi. Muaviye, daha sonra iktidan ele geçirince Büsr b. Ertat,

Ubeydullah'a musallat oldu, onun iki çocuğunu öldürdü. Bunun üzerine Yemen'de bazı çarpışmalar cereyan etti ki, bunların bir kısmını önceki sayfalarda anlatmıştık. Ubeydullah ile kardeşi Abdullah, Medine'ye ge­lir. Abdullah, Medinelilere ilim ziyafeti çeker, Ubeydullah da onlara cö­mertlikte bulunurdu.

Rivayet olunduğuna göre Ubeydullah, kölesi ile birlikte bir seferde bedevilerden bir adamın çadırına uğrayıp konuk olmuş. Bedevi, onu gö­rünce izzet ve ikramda bulunup saygı göstermişti. Güzelliğini ve şekli­nin nıünasipliğini görünce karısına:

- Ey kadın, şu misafirimize ikram edecek neyin var? diye sormuş, karısı da:

- Yanımızda sadece şu koyun var. Kızım, bu koyunun sütü ile bes­lenmektedir, demişti. Bunun üzerine bedevi:

- Şu koyunu mutlaka kesmemiz gerekir, demiş, karısı da:

- Kız çocuğunu açlıktan öldürecekmisin? diye sorunca, bedevi şu cevabı vermişti:

- Kız çocuğun ölse bile şu koyunu keseceğim.

Böyle dedikten sonra bedevi, bıçağı alıp koyunu kesmiş, derisini yüzmüştü. Koyunu keserken şu şiiri söylemişti:

"Ey komşum, çocuğu uyandırma, eğer uyandırırsan koyunun kesil­mesine ağlar. Bıçakta elimden düşüp gider"

Kestiken sonra koyunu pişirip hazırlamış, Ubeydullah ile kölesinin önüne koyup onlara yedirmişti. Ancak Ubeydullah, koyunu keserken bedevi adam ile karısı arasında geçen konuşmaları duymuştu. Evden ayrılacağı zaman kölesine şöyle demişti:

- Yanında ne kadar para var?

- 500 dinar var, nafakamdan arttı.

- O 500 dinarı şu bedeviye ver.

- Subhanallah! Ona 500 dinar mı vereceksin? O sana ancak değeri 500 dirhem olan bir koyun kesti.

- Yazıklar olsun sana. Allah'a yemin ederim ki, o bizden daha cö­mert ve kerem sahibidir. Ben ona malımın sadece bir kısmını veriyo­rum, oysa o bütün varlığını bize ikram etti. Kendini ve çocuğunu aç bı­rakma pahasına da olsa koyunu kesip bize ikram etti."

Bu olaydan haberdar olan Muaviye, şöyle demişti: "Allah, Ubeydul-lah'm hayrını versin. O, hangi yumurtadan çıkmış ve hangi rahime gir­miştir?" Yani onun anası ve babası kimdir, biliyor musunuz?

Halife b. Hayyat'm ifadesine göre Ubeydullah, hicretin elli sekizinci senesinde vefat etmiştir. Başkalarına göre o, Muaviye'nin oğlu Yezid döneminde vefat etmiştir. Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam dedi ki: Ubeydullan hicretin seksen yedinci senesinde vefat etti, vefatı Medine'de oldu. Vemen'de vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Peygamberimiz ,        )'den rivayet ettiği bir hadis vardır: imam Ahmed b. Hanbel,

Ubeydullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Umeysa (veya Rumeysa) kocasını şikayet için Rasûlullah (s.a.v.) 'in vanma geldi. Kocasının kendisiyle cinsel ilişkide bulunmadığını iddia etti az sonra kocası geldi. Karısının yalan söylediğini ileri sürdü. Böyle söylemekle kendisinden ayrılıp ilk kocasına dönmek istediğini iddia et­ti Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.), Umeysa'ya şöyle dedi: "Başka bir erkek senin balçığını tatmadıkça ilk kocana dönemezsin." [15]

 

Mü'mînlerîn Annesi Hz. Aişe

 

Hz. Aişe, Ebu Bekir Sıddık'm kızı ve Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi-dir. Rasûlullah'm zevceleri arasında en çok sevdiği Hz. Aişe idi. Onun suçsuzluğu, yedi kat gökten bildirilmişti. Anası, Ümmü Ruman binti Âmir b. Üveymir el-Kinaniye'dir. Hz. Aişe'nin künyesi, Ümmü Abdul­lah'tır. Rivayete göre ona bu künyeyi Rasûlullah (s.a.v.) takmıştır. Ab­dullah'ın annesi diye künyelenmesinin sebebi, kız kardeşinin oğlu Ab­dullah b. Zübeyr'dir. Başka bir rivayete göre Hz. Aişe, Rasûlullah'tan bir düşük yapmış, buna da Abdullah adını vermiştir. Rasûlullah, ondan başka bakire bir kadınla evlenmiş değildir. Ondan başka herhangi bir karısının yatağında iken kendisine vahiy nazil olmuş değildir. Zevceleri arasında ondan daha çok sevdiği bir kadın yoktu. Hz. Hatice'nin vefa­tından sonra Mekke'de onunla evlendi, bir melek onu ipek örtü içerisin­de Rasûlullah (s.a,v.)'a iki yada üç kez getirerek: "îşte zevcen budur." de­mişti. Bundan sonra Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Aişe'yi anlatmıştı. Şöyleki: "Örtüyü kaldırdığımda seni gördüm ve dedim ki: Eğer bu Allah'tansa Allah bu işi başa çıkaracaktır."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Aişe'yi, babası Ebu Bekir'den is­tedi. Babası da şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Aişe sana helal olur mu?

- Evet.

- Ben senin kardeşin değil miyim?

- Evet, ama islâm da kardeşimsin. Aişe, bana helaldir.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Aişe ile evlendi. Aişe, onun ya­nında adet görme çağına geldi. Bunu "es-Sire" bölümünün başında an­latmıştık. Bu hadise, yani Rasûlullah'm Aişe ile evlenmesi, hicretten iki sene önce olmuştu. Bir sene önce olduğuna dair rivayetler de vardır. Ni­kah akdi esnasında Hz. Aişe, altı yaşındaydı. Dokuz yaşma girdiğinde Bedir savaşından sonra Resulullah (s.a.v.), hicretin ikinci senesinin Şevval ayında onunla gerdeğe girdi ve onu çok sevdi, iftiracılar ona bühtan sürüp yalan söyledikleri zaman bu hadise Cenâb-ı Allah'ın çok ağrı­na gitti. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, zamanla onun suçsuzluğuna dair on Kur'ân ayeti indirdi. Bunu önceki kısımlarda detaylı olarak anlat­mıştık. Müreysi gazvesi esnasında onunla ilgili olarak nazil olan ayet ve hadisleri şerh etmiş, bunu tefsirimizde ikna edici bir şekilde açıklamış­tık. Hamd ve minnet Allah'adır. Hz. Aişe'nin suçsuzluğunun Kur'ân ayetleri ile bildirilmesinden sonra ona iftira edenlerin kafir olacakları­na dair âlimlerin icması vardır. Peygamberimizin diğer zevcelerine ifti­ra atanların kafir olup olmayacakları hususunda âlimler ihtilafa düşe­rek iki görüş ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerin en doğru olanına göre di­ğer zevcelere iftira sürenler de kafir olurlar. Çünkü iftiraya uğrayan, Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesidir. Hz. Aişe'ye iftira atıldığı zaman Cenâb-ı Allah gazaba gelmişti. Çünkü o, Rasulûllah (s.a.v.)'m zevcesi idi. De­mek ki Hz. Aişe ile peygamberin zevceleri bu hususta eşittirler. Hz. Ai­şe'nin ayrıcalıklarından biri de şu idi ki, Rasûlullah (s.a.v.), gece sırala­ması hususunda ona iki gece ayırmıştı. Bu gecelerden biri, Sevde'nin payı idiki Şevde, Rasûlullah'm gözüne girmek için hakkını Hz. Aişe' ye devretmişti. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken Hz. Aişe'nin sırasında, onun odasında, başı onun göğsü ile gerdanı arasında iken vefat etti.

Peygamber (s.a.v.), dünyadan ayrılışının son deminde ve ahirette intikalinin ilk anında iken Cenâb-ı Allah, onun tükürüğüyle Hz. Ai­şe'nin tükürüğünü birleştirdi ve Peygamber Efendimiz vefat edince Hz. Aişe'nin odasına defnedildi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Hz. Aişe'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ölüm bana kolay geliyor. Çünkü Cennet'te Aişe'nin avucunun beyazlığını gördüm." Bu da Peygamber Efendimiz'in Hz. Aişe'ye olan büyük sevgisini gösteriyor. Cennet'te Aişe'nin avucu­nun beyazlığım görmekle rahatladığını söylüyor.

Hz. Aişe'nin özelliklerinden biri de onun, Peygamber (s.a.v.)'m zev­celeri arasında en fazla bilgi sahibi hatta mutlak surette bütün kadınla­rın en bilgilisi olmasıdır. Zührî dedi ki: Hz. Peygamberin zevcelerinin il­mi ile diğer bütün kadınların ilmi toplansa, Aişe'nin ilmi bunlarınkin-den daha üstün olur."Ata b. Ebi Rebah dedi ki: "Aişe, insanların en faki-hi ve en âlimi idi, genel olarak insanların en iyi görüşlüsüydü."

Urve dedi ki: "Aişe'den daha iyi fikıh, tıp ve şiir bilen başka bir kim­se görmedim. Ebu Hüreyre dışında onun kadar Rasûlullah'tan çok riva­yette bulunan başka bir kadın ve erkek mevcut değildir. Allah ondan ra­zı olsun."

Ebu Musa el-Eş'arî dedi ki: "Muhammed'in ashabından bir hadisi anlamakta güçlük çeken biri yanımıza gelip de o hadisi Aişe'ye sorduğu­muzda mutlaka o hadisle ilgili olarak onun yanında bilgi bulurduk."

Ebu Duha, Mesruk'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:" Muhammed'in büyük sahabelerinin, Hz. Aişe'ye feraizi sorduklarını gördüm." "Dininizin yarısını şu Hümeyra'dan (Aişe'den) alın", mealinde nak­ledilen ve birçok fıkıhçı ile usul âliminin aldandığı hadise gelince, bu­nun aslı yoktur. Islâmî kaynaklarda böyle birşey sabit değildir. Ben bu­nu şeyhimiz Ebu Haccac el-Mizzî'ye sorduğumda: "Bunun aslı yoktur." dedi. Sonra Hz. Aişe'nin talebesinden Amre binti Talha kadar başka bil­gin kadın mevcut değildir. Mü'minlerin annesi Aişe, sahabelerin ara­sında sadece kendisinin bildiği bazı meselelerle şöhret bulmuştu. Yine bazı seçme meseleler onun yanında vardı ki, bunların hilafına bir nevi teville ilgili haberler varid olmuştur. Birçok imam derlemeler yapmış­lardır. Mesela Sabi dedi M: Mesruk, Aişe'den hadis rivayet ettiği zaman şöyle derdi: "Sıddık'm kızı Sıddıka ve Rasûlullah (s.a.v.)'m sevgilisi, ye­di kat gökten suçsuzluğu ilan edilen Aişe bana dedi ki:"

Sahih-i Buharî'den rivayet olunduğuna göre Amr b. As, şöyle demiş­tir:

"Dedim ki:

- Ya Rasûlallah, insanlar arasında en çok kimi seversin?

- Aişe'yi severim.

- Ya erkeklerden en çok kimi seversin?

- Aişe'nin babasını severim."

Yine Sahih-i Buharı ile Ebu Musa'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Erkeklerden birçok kimse ol­gunluğa ermiştir, ama kadınlara gelince onlardan sadece İmran kızı Meryem, Hüveylid kızı Hatice ve Firavn'm zevcesi Asiye olgunluğa er­mişlerdir. Aişe'nin diğer kadınlara nisbetle üstünlüğü, tiridin diğer ye­meklere nisbetle üstünlüğü kadardır." Âlimlerden, Hz. Aişe'nin Hz. Ha­tice'den üstün olduğu görüşünde olan birçok kimse, bu hadisi delil ola­rak ileri sürerek kendi görüşlerini takviye etmişlerdir. Çünkü bu hadis­te anılan üç kadın ile diğerlerinin adları dahil olmuştur. Bunu Buharf nin rivayet ettiği hadis de teyid etmektedir. Şöyle ki: ismail b. Halil, Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hatice'nin kızkardeşi Hüveylid kızı Hale, Rasûlullah (s.a.vjm ya­nma gelmek için izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.), onun sesini Hatice'nin sesine benzeterek heyecanlandı ve: "Allah'ım, bu Hale'dir." dedi. Ben de, onun bu hareketini yadırgayıp kıskandım ve şöyle dedim: "Kureyş'in avurtları kızarmış ve ilk zamanlarda ölüp gitmiş yaşlı bir kadınını (Ha-pce yi) ne de çok anıyorsun! Oysa Allah, onun yerine sana ondan daha m bir kadın vermiştir (ki o da benim)."

- Başka bir rivayette ise Rasûlullah (s.a.v.)'ın Aişe'ye şu cevabı verdi-S kaydedilmektedir: "Andolsun ki Allah, bana Hatice'den daha hayırlı £ir kadını vermiş değildir." Ancak bu rivayetin senedi sahih değildir. ız> Hz. Hatice'nin vefatından bahsederken bunu uzun uzadıya anlatmıştık. Yine o bölümde Hz. Hatice'nin, Hz. Aişe'ye üstün olduğunu ileri sürenlerin delillerini de nakletmiştik. O delili burada tekrarlamaya ge­rek yoktur.

Buharı, Aişe'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) günün birinde Aişe'ye şöyle demiştir:

"Ey Aişe! îşte Cebrail burada olup sana selam söylüyor." Aişe diyor ki:Ben de şöyle cevap verdim:"Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun ey Allah'ın Rasûlü. Benim görmediğimi görüyorsun."

Sahih-i Buharf de sabit olan bir rivayette anlatıldığına göre insan­lar, Rasûlullah (s.a.v.)'a, Aişe'nin yanında bulunduğu günde hediye ve-rirlermiş. Aişe'nin yanma hangi günde gideceğini araştırırlar, o günde ona hediyelerini takdim ederlermiş. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)-'m zevceleri Ümmü Seleme'nin yanma gidip toplandılar ve ona şöyle de­diler: ''Rasûlullah (s.a.v.)'a de ki; kendisi hangi zevcesinin yanında olur­sa olsun insanlara, kendisine her zaman ve her yerde hediye verebile­ceklerini anlatsın."

Ümmü Seleme diyor M: "Rasûlullah (s.a.v.), yanıma geldiğinde bu­nu kendisine söyledim. Ancak o benim bu sözümü dinlemedi."

Kadınlar yine Ümmü Seleme'ye aynı şeyi söylediler. Ümmü Sele­me, bu dileğini Rasûlullah'a tekrar arzetti, ancak o yine dinlemedi. Tek­rar Rasûlullah yanına geldiğinde Ümmü Seleme aynı şeyi söyleyince Rasûlullah (s.a.v.), ona şu karşılığı verdi:

"Ey Ümmü Seleme! Aişe hakkında bana eziyet etme. Allah'a yemin ederim ki, Aişe dışında sizlerden herhangi birinizin yatağında bulundu­ğum zaman bana vahiy nazil olmuş değildir."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.)'m zevceleri, Hz. Fatıma'ya haber gönderip dileklerini ona ilettiler, o da gidip Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi:

- Zevcelerin Ebu Bekir'in kızı Aişe konusunu dile getirerek, kendi­leri hakkında adil davranmalarım diliyorlar.

- Ey kızcağızım! Benim sevdiğimi sen sevmez misin?

- Evet severim.

- Sen de şu Aişe'yi sev."

Sonra Rasûlullah'm zevceleri, Zeynep binti Caljş'ı Rasûlullah'a gönderdiler. O da gidip onunla görüştü. Yanında Aişe de vardı. Zeynep, konuşmaya başladı ve Aişe'ye dil uzattı, Aişe de kendini savundu ve onu cevap veremez hale getirdi. O esnada Rasûlullah (s.a.v.), Aişe'ye baktı: "İşte bu, Ebu Bekir'in kızıdır." dedi.

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Ammar, Cemel savaşı esna­sında insanları Talha ile Zübeyr'e karşı savaşmaya davet etmek üzere geldiğinde Hz. Ali'nin oğlu Hasan'la birlikte Küfe camimin minberine çıkıp nutuk irad etmeye başladı. O esnada adamın birinin Hz. Aişe'ye tahkir edici sözler sarfettiğini işitince Ammar, ona şu karşılığı verdi: «Sus; tard edilmiş, yerilmiş olarak sesini kes! Allah'a yemin ederim ki Aişe, dünyada ve ahirette Rasûlullah (s.a.v. )'m zevcesidir ama Cenâb-ı Allah, kendisine mi yoksa ona mı itaat ettiğinizi tesbit etmek için sizi imtihan etti."

îmam Ahmed b. Hanbel, Aişe'nin kapıcısı Zekvan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Abbas, Aişe ile görüşmek için izin isteme­ye geldi. Ben de içeri girdiğimde Aişe'nin başucunda kardeşi Abdurrah-man'ın oğlu Abdullah duruyordu. îbn Abbas'm içeri girmek için izin is­tediğini söyledim. Yeğeni Abdullah, onun üzerine kapanarak: "Aişe ölü­yor, Abdullah b. Abbas ise onunla görüşmek için izin istiyor öyle mi!" de­di. Aişe de: "İbn Abbas'ı bırak da gelsin." dedi. Kapıda duran îbn Abbas şöyle dedi: "Ey anacığım! Doğrusu Ibn Abbas, senin salih oğullanndan-dır. Sana selam veriyor ve seninle ve dalaşıyor." Bunun üzerine Aişe ba­na: "İstersen izin ver de gelsin. Ben de İbn Abbas'ı içeri aldım. îbn Ab­bas, içeri girip oturunca şöyle dedi:

- Sana müjdeler olsun ey anacığım.

- Ne müjdesi?

- Muhammed ve dostlarla buluşman için sadece ruhun bedenden çıkması gibi bir engel kalmıştır. Sen Rasûlullah (s.a.v.)'ın zevceleri ara­sında en çok sevdiği kadınsın. Rasûlullah (s.a.v,) da iyi ve temizden baş­ka birşeyi sevmezdi. Ebva gazvesi gecesinde gerdanlığın düşmüştü. Rasûlullah (s.a.v.) ve insanlar sabahladıklarında yanlarında su yoktu. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, teyemmüm ayetini inzal buyurdu. Bu da senin sebebinle olmuştu. Bu ruhsatı Cenâb-ı Allah, bu ümmete senin se­bebinle indirdi. Allah, senin suçsuzluğunu yedi kat göğün üzerinden bil­dirdi. Bu suçsuzluğunu bildiren ayetleri ruhu'1-emin getirmişti. Bu

ayetler, Allah'ın mescidîerinin tamamında gece ve gündüz okunmakta­dır.

^ Ey İbn Abbas, beni rahat bırak, nefsim kudret elinde bulunan Al­lah'a yemin ederim ki, ben unutulmuş, hatırlanmaz biri olmayı çok is­terdim."

Hz. Aişe'nin fazilet ve menkıbelerine dair pek çok hadis vardır. O bu senede (hicretin ellisekizinci senesinde) vefat etti. Bir sene önce vefat ettiğine dair bir rivayet bulunduğu gibi, bir sene sonra vefat ettiğine daır  ır fiyayette bulunmaktadır. Meşhur kavle göre hicretin ellikesizinci senesinin ramazan ayında vefat etmiştir. Şevval ayında vefat ettiğine aır zayıf bir görüş yardır. En meşhur kavle göre hicretin ellisekizinci -

senesinin ramazan ayının on yedinci gecesinde, (salı) vefat etmiştir. Ba-

mezarlığına gece defnedilmesini vasiyet etmiştir. Namazım, vitir naazından sonra Ebu Hüreyre kıldırmıştır. Mezarına beş kişi inmiş ve işini tamamlamıştır. O beş kişi şunlardı: Zübeyr b. Avvam ile kızkardeşi Esma'mn oğulları Abdullah ile Urve, kardeşi Ebu Bekir oğlu Muhammed'in oğulları Kasım ile Abdullah ve Ebu Bekir'in oğlu Abdur-rahman'm oğlu Abdullah. Vefat ederken Hz. Aişe altmış yedi yaşınday­dı. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken Hz. Aişe, on sekiz yaşında idi. Hic­ret senesinde Hz. Aişe'nin yaşı sekiz veya dokuz idi. Doğrusunu Allah bilir. Allah, ondan, onun babasından ve bütün sahabelerden razı olsun. [16]

 

Hicretin Ellîdokuzuncu Senesi

 

Vakidfnin ifadesine göre bu senede Amr b. Mürre el-Cuhenî, Rum diyarına karayoluyla gidip gaza yapmak üzere kışı orada geçirdi. O se­nede Rum diyarına deniz yoluyla gidip gazve yapılmış değildir. Başka­larının ifadelerine göre bu senede Cünade b. Ebi Ümeyye, deniz seferine gidip gaza yapmıştır. Yine bu senede Muaviye, Ibn Ümmü Hakem'i kötü yönetimi yüzünden Küfe valiliğinden azletmiş, yerine Numan b. Beşir'i vali olarak atamıştır. Yine bu senede Muaviye, Abdurrahman b. Osman b. Affan'ı görevden almıştır. Ubeydullah, Basra valiliğine atanmış, kar­deşi Abdurrahman da Horasan valiliğine tayin edilmişti. Abbad b. Zi­yad ise, Sicistan valiliğine atanmıştı. Abdurrahman, Yezid'in zamanı­na kadar Horasan valiliğini sürdürmüştü. Hz. Hüseyin'in öldürülme­sinden sonra Abdurrahman, Yezid'in yanına gitmiş, Yezid ona şöyle sor­muştu:

- Ne kadar mal getirdin?

- 20 000 000.

- İstersen seninle hesaplaşırız. İstersen de bu malı sana verir ve se­ni valilikten azlederiz. Yalnız Abdullah b. Cafer'e 500 000 b. dirhem ver­meni şart koşuyorum.

- Bu malı bana bırak. Abdullah b. Cafer'e gelince, ona dediğin ka­darın iki mislini vereyim.

Yezid, Abdurrahman'ı valilikten azletti, yerine başkasını atadı. Ab­durrahman b. Ziyad da, Abdullah b. Cafer'e 1 000 000 dirhem gönderdi' ve: "500 000 dirhem mü'minlerin emirinden, 500 000 dirhem de benden­dir." dedi.

Bu sene Ubeydullah b. Ziyad, Basra ve Irak eşrafıyla birlikte Mua-yıye'nin yanma geldi. Ubeyduîlah, eşrafın mertebelerine göre sırayla içeri girmeleri için izin aldı. Son olarak Ahnef b. Kays'ı Muaviye'nin hu­zuruna aldı. Ubeydullah, Ahnef e saygı göstermezdi, ancak Muaviye, Ahnef i görünce ona hoşgeldin dedi, saygı gösterdi, ikramda bulundu ve tahtında yanında oturttu, mertebesini yükseltti. Sonra gelen misafirler konuşmaya başladılar. Ubeydullah'ı övdüler, Ahnef ise susuyordu Mu­avi     ona sordu:

Ey Ebu Bahr, neyin var, niçin konuşmuyorsun?

- Eğer konuşacak olursam halkın söylediklerinin aksine konuşurum.

- Öyle ise ey heyet, yanımdan çıkıp gidin. Ben, Ubeydullah'ı valili­ğinizden azlettim. Beğeneceğiniz bir vali arayın. Günlerce beklediler. Emevilerin eşrafından herbirine ayrı ayrı gidip vali olmasını istediler. Ancak hiç kimse valiliği kabul etmedi. Sonra Muaviye, onları toplayıp: "Kimi seçtiniz?" diye sordu. Onlar da anlaşmazlığa düştüler, Ahnef yine susuyordu. Muaviye ona şöyle sordu:

- Neyin var, niçin konuşmuyorsun?

- Ey mü'minlerin emiri, eğer kendi aşiretinden başka birini vali ta­yin edeceksen, görüş senindir, sen bilirsin.

- Öyle ise Ubeydullah'ı yine size vali olarak atadım."

İbn Cerir'in rivayetine göre Ahnef, Muaviye'ye şöyle demişti:

- Ey mü'minlerin emiri! Eğer kendi aşiretinden birini bize vali ta­yin edeceksen o zaman biz, Ubeydullah b. Ziyad'a başka birini denk tut­mayız. Ubeydullah'tan iyisi yoktur. Eğer aşiretin dışında başka birini vali tayin edeceksen o zaman bekle de biz kararımızı verelim.

- Öyle ise Ubeydullah'ı yine size vali olarak atadım." Bundan sonra Muaviye, Ahnefi Ubeydullah'a tavsiye etti. Ona iyi

davranmasını söyledi. Ahnef hakkındaki düşüncesini ve ondan uzak duruşunu beğenmedi. Bundan sonra Ahnef, Ubeydullah'm has adamı oldu. Fitne koptuğu zaman Ubeydullah'a, Ahnef b. Kays'tan başka vefa gösteren biri görülmedi. Doğrusunu Allah bilir. [17]

 

Yezid B. Rebia İle Zîyad'ın Oğulları Ubeydullah Ve Abbad Arasında Geçen Kıssa

 

îbn Cerir'in, Ebu Ubeyde Mamer b. Müsenna ile diğerlerinden nak­lettiğine göre Yezid b. Rebia şairdi. Sicistan'da Abbad b. Ziyad'la bera­ber bulunuyordu. Ancak Türklerle savaştığı için onunla ilgilenmedi. O esnada halkın hayvan yemi azalmış, sıkıntı baş göstermişti. Bunun üze­rine Yezid b. Rebia b. Müferiğ, bir şiir söyleyerek Abbad b. Ziyad'ı yerdi:

"Keşke şu sakallar ot olsaydı da onu, Müslümanların atlarına yem olarak yedirseydik."

Abbad b. Ziyad'm, hayli uzun bir sakalı vardı. Bunun için orada bu­lunanlar Abbad b. Ziyad'a, Yezid b. Rebia'nın söylediği bu şiirle kendisi­ni kasdettiğini söylemişlerdir. Abbad b. Ziyad, onu yakalamak isteyince kaçmış ve onu bir kaside ile hicvetmişti. Onun hakkında söylediği şiirin bir kısmı şöyleydi:

"Harb'm oğlu Muaviye estiğinde sen kendi yandaşlarına haber ver, dağılanlar.

Annenin Ebu Süfyanla yatmadığım isbatlamak için şahitler bul.

O annen ki, örtüsünü başından sıyırıp atmıştı.

Ancak bu iş son derece karışıktı.

Ve bunun sonucunda korku ve endişeler vardı.

Muaviye b. Harb'e şunu bildirin:

Yemen'den gönderilmiş bir mektup vardır.

"Senin baban yoktur." diye söylense mi kızarsın?

Yoksa baban zina eden bir adamdır, dense mi razı olursun?

Haberin olsun ki senin Ziyad'a olan akrabalığın, filin merkebin oğ­luyla olan akrabalığı gibidir."

Abbad b. Ziyad, bu durumu bir mektupla kardeşi Ubeydullah'a bil­dirdi. Ubeydullah, bu beyitleri alarak Muaviye'nin yanına gitti, beyitle­ri ona okudu. Yezid b. Rebia b. Müferiğ'i öldürmek için ondan izin istedi, ancak Muaviye: "Onu öldürme, onu cezalandır, işi öldürmeye kadar gö­türme." dedi. Ubeydullah, Basra'ya döndüğünde Yezid'i huzura çağırt­tı. Ancak Yezid, Ubeydullah b. Ziyad'm kayınpederi Münzir b. Carud'a sığınmıştı. Münzir'in kızı Bahriye, Ubeydullah'm zevcesiydi. Münzir, Yezid'i himayesine alıp evinde barındırmıştı ve Ubeydullah'a gidip se­lam vermişti. Ancak Ubeydullah, arkadan muhafızlarını Münzir'in evi­ne göndermiş, Yezid'i yakalatıp huzuruna getirmişti. Bu manzarayı gö­ren Münzir: "Onu himayeme aldım." deyince, Ubeydullah şöyle dedi:

"Yezid seni ve babanı övüyor, sen bu durumu beğeniyorsun ama be­ni ve babamı yeriyor, sonra da onu bana karşı himayene alıyorsun." Böy­le dedikten sonra Ubeydullah, emir verdi, Yezid'e müshil içirtti. Onu se­merli bir eşeğe bindirerek altına pisler vaziyette çarşıda dolaştırdı. Altı­na pisliyordu, halk onu seyrediyordu. Bundan sonra Ubeydullah, emir verdi, onu Sicistan'a kardeşi Abbad'm yanma sürgün etti. Yezid b. Re­bia b. Müferriğ, bu sebeple Ubeydullah b. Ziyad'a şöyle dedi:

"Senin bana yaptığını su yıkar, temizler. Ama benim yaptığım ke­miklere işler ve oradan hiçbir zaman silinmez."

Ubeydullah, Yezid b. Rebia b. Müferriğ'in Sicistan'a sürgün edilme­sini emrettiği zaman Yemenliler, bu hususta Muaviye ile konuştular. Ubeydullah'm, Yenid'i kardeşi Abbad'm yanma göndererek onu öldürt­mek istediğini anlattılar. Bunun üzerine Muaviye, Yezid b. Rebia b. Mü-ferriğ'e haber gönderek huzuruna çağırttı. Yezid, onun huzuruna varın­ca ağlamaya ve Ubeydullah b. Ziyad'm kendisine yaptıklarını şikayet etmeye başladı. Muaviye de ona şöyle dedi: "Sen onu hicvettin. Sen, şöy­le ve şöyle diyen adam değil misin?" Yezid de böyle birşey demediğini söyleyip inkar etti. Bu sözleri söyleyenin, Mervan'm kardeşi Abdurrah-man b. Hakem olduğunu iddia etti ve: "Onlar, bu sözleri bana isnad etinek istediler." dedi. Muaviye de Abdurrahman b. Hakem'e kızdı ve Ubeydullah b. Ziyad affedinceye kadar maaşını kesmeye karar verdi. Yezid b. Rebia b. Müferriğ de yolda gelirken bineğine hitaben söylemiş olduğu şu şiiri Muaviye'nin huzurunda okudu:

"Çüş! Abbad artık sana hükmedemez, sen kurtuldun ve serbest ola­rak yolunda gidiyorsun.

Ömrüme yemin olsun ki, Muaviye gibi bir önder seni çukura düş­mekten kurtardı. O, halkın sağlam ipidir.

Bana bahşettiği güzel nimetlerden dolayı şükredeceğim.

Benim gibi biri de nimet sahiplerine karşı teşekkür etmeye layık­tır."

Muaviye, Yezid'e şöyle dedi:

- Her ne kadar bizi hicvettinse de biz sana eziyet dokunduracak de­ğiliz, bunun için sana ilişmeyeceğiz.

- Ey mü'minlerin emiri, beni kullandılar, bir Müslümanın bir Müs-lümana suçsuz yere yapmayacağı şeyleri bana yaptılar.

- Sen şöyle ve şöyle diyen adam değil misin? Ama suçunu bağışla­dık. Bize iyi muamelede bulunsaydm, bu durumlarla karşılaşmazdın. Şimdi sen hitap edeceğin adamlara .dikkat et. Herkes hicve tahammül edemez. Muamele edeceğin kimseye güzellikle muamele et. Nereye git­mek istiyorsan söyle, seni oraya gönderelim.

Yezid de Musul'u tercih etti. Muaviye, onu Musul'a gönderdi. Daha sonra Basra'ya gidip ikamet etmek için Ubeydullah'tan izin istedi. Ubeydullah da ona bu izni verdi. Bundan sonra Abdurrahman, Ubey-dullah'm yanına gidip gönlünü aldı. Ubeydullah, onu affetti. Abdurrah­man da şu şiiri ona okudu:

"Sen Harb'm oğullarına katılmış birisin,

Bana iki kızımdan bile daha çok sevimlisin,

Ben seni yalnızca kardeş, amca ve amcaoğlu olarak görüyorum.

Ancak sen beni nasıl görüyorsun?"

Ubeydullah da ona: "Vallahi ben seni kötü bir şair olarak görüyo­rum." demiş, sonra onu affetmiş ve kestiği maaşını yeniden ödemeye başlamıştı.

Ebu Maşer ile Vakidî dediler ki: Bu senede (hicretin ellidokuzuncu senesinde) Osman b. Muhammed b. Ebi Süfyan insanlara hacc ettirdi. Bu senede Medine valisi, Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan'dı. Küfe valisi Nu-man b. Beşir'di. Kûfe'nin kadısı Şureyh'ti. Basra valisi Ubeydullah b. Zi­yad idi. Sicistan valisi Abbad b. Ziyad'dı. Kirman valisi Şerik b. Aver el-

Harisi idi- Daha önce oranın valisi Ubeydullah b. Ziyad idi. [18]

 

Bu Sene Vefat Eden Bazı Şahsiyetler

 

Ibn Cevzî dedi ki: Bu senede Üsame b. Zeyd vefat etti. Sahih kavle göre -önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi- Üsame, hicretin elli sekizinci senesinde vefat etmiştir. [19]

 

Şairhatie

 

Asıl adı Cervel b. Malik b. Cervel b. Malik b. Cüveyye b. Mahzum b. Malik b. Katia b. İsa b. Melike'dir. Kısa boylu olduğu için kendisine Ha-tie denilmiştir, şairdir. Cahiliye döneminde yaşamış ve Hz. Ebu Bekir'in zamanında Müslüman olmuştur. Çok hicvederdi, öyleki babasını, anne­sini, dayısını, amcasını, kendini ve karışım hicvetmiştir. Anasını hicve­den bir şiirinde şöyle demiştir:

"Uzak dur, benden uzak bir yerde otur. Allah âlemleri senden kur­tarsın ve rahata kavuştursun.

Sen kalbur musun, sana bir sır verdiğimde onu hemen elersin.

Konuşan kimseler için bir ocak mısın?

Ey acuze, Allah sana kötülük versin, oğullarından da sana işkence ulaştırsın."

Babasını, amcasını ve dayısını hicveden bir şiirinde de şöyle demiş­tir:

"Allah, seni kahretsin ve lanetlesin, sana hakkıyla lanet etsin ey ba­ba, ey amca ve dayı. Allah sizi de kahretsin.

Sen rüsvaylıklar yanında ne iyi bir ihtiyarsın, Sen yücelikler yanında da ne kötü bir ihtiyarsın."

Kendini yeren bir şiirinde de şöyle demiştir:

"Bugün dudaklarım kötü söz söylememe müsaade etmedi. Kötü söz­leri kime söyleyeceğimi bilmiyorum.

Kendimde Öyle bir surat görüyorum ki, Allah onun yaratılışım çir­kinle ştirmiştir.

Bu ne çirkin bir surattır. Bu suratı taşıyan adam da-ne çirkindir."

Halk onu mü'minlerin emiri Hattaboğlu Ömer'e şikayet etti. Müminlerin emiri, onu huzuruna çağırtıp hapsetti. Bu hapsin sebebi de şuydu: Zibrikan b. Bedir onu kendisini hicvettiği gerekçesiyle- Hz. Ömer'e şikayet etmişti. Zibrikan'ı şu şiiri ile hicv etmişti:

tyi ahlakı aramayı bırak, bunun için yola koyulma ve arama. Otur oturduğun yerde! Sen, sadece yiyen ve giyen bir kimsesin."

Hz. Ömer de Zibrikan'a şöyle demişti: "Seni hicvettiğini sanmıyo­rum, sen yiyen ve giyen bir kimse olmak istemez misin?" Zibrikan da: "Ey mü'minlerin emiri, bundan daha sert bir hiciv olamaz." demişti. Bu­nun üzerine Hz. Ömer, Hassan b. Sabit'e haber gönderip, yanına çağır­mış ve bu şiirin manasını ona sormuş. Hassan da şöyle demişti: "Ey mü'minlerin emiri! Hatie bu şiiri ile Zibrikan'ı hicv etmemiş, ancak onun yemekten başka birşey düşünmediğini, göbekli bir kimse olduğu­nu söylemek istemiştir." Bunun üzerine Hz. Ömer, şair Hatie'yi hapset­ti ve ona: "Ey habis! Müslümanların ırzına dil uzatmana engel olaca­ğım!" dedi. Sonra Amr b. As araya girerek Hz. Ömer'den onu affetmesini istedi. Hz. Ömer de artık kimseyi hicv etmemesi için ondan söz aldı. Tev-be etmesini istedi ve tevbe ettirip onu salıverdi. Başka bir rivayette an­latıldığına göre Hz. Ömer, onun dilini kesmek istemiş, ancak araya bazı şefaatçiler girmiş, nihayet Hz. Ömer'in serbest bırakmasını sağlamış­lardı.

Zübeyr b. Bekkar, Zeyd'in babası Eslem'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Hz. Ömer, Şair Hatie'nin hapisten çıkarılmasını emretti. Çün­kü onun için Amr b. As şefaatçi olmuştu. Başkaları da araya girmişlerdi. Hatie hapisten çıkarıldı, ben de orada hazır bulunuyordum. Hapisten çıkarken Hatie şu şiiri okumaya başladı:

"Zi Merah'ta ince tüylü küçük çocuklar için ne dersin, ey Ömer ora­da ne su vardır, ne de ağaç.

Karanlık dipsiz bir çukurda onlar için azık kazanmak amacıyla ken­dilerini terk edip gelmişim.

Merhamet et, insanların Rabbı seni doğru yola iletsin ey Ömer.

Sen o imamsın ki, kendi peygamberinden sonra gelmişsin, insanlar yasakların kilidini sana vermiştir.

O çocuklar sana geldiklerinde seni tercih etmezler ama, onların canları için senin nefsinde infial meydana gelir. Kumlukta meskenleri olan, vadileri arasında kaderin perdesi altında yaşayan küçücük çocuk­lara lütfet.

Canım sana feda olsun. Benimle onlar arasında vadinin genişliği vardır, öyle bir vadi ki ondan haber alınamaz"

Hatie: "Zi Merah'taki yavrular için ne dersin ey Ömer?" derken Hz. Ömer ağlamış, Amr b. As ta şöyle demişti: "Gök kubbe, Hatie'yi terk ettiİn için ağlayan adamdan (Ömer'den) daha adaletli birini altında bulun­durmamış, yerküre de, üzerinde taşımamıştır."

Anlatıldığına göre Hz. Ömer, insanları artık hicv etmemesi için Ha­tie'nin dilini kesmek üzere onu bir kürsünün üzerine oturtup bıçağı ge­tirtmişti. İnsanlar da: "Ey mü'minlerin emiri; Hatie, artık kimseyi hicv etmeyecektir." demiştiler ve ona: "Artık kimseyi hicv etmeyeceğim de.M diye işaret etmişlerdi. Hz. Ömer de: "Ancak böyle yaparsan kurtulur­sun." demiş, arkasını döndüğünde Hz. Ömer ona: "Ey Hatie, hicivden vazgeç." demiş, o da vaz geçmişti. Hz. Ömer de ona şöyle demişti: "Ey Hatie, seni Kureyş'ten bir gencin yanında görüyor gibi oluyorum. Sana bir yastık katlamış, bir yastığı da sermiştir, sen bize bir şarkı oku ey Ha­tie" Hz. Ömer böyle deyince, Hatie de insanların ırzlarına dokunan bir şarkı okumaya başlamıştı.

Ben, daha sonra Hatie'yi Hz. Ömer'in oğlu Ubeydullah'm yanında gördüm. Ona bir yastık katlamış, başka bir yastığı da sermişti. Ubey-dullah, ona: "Ey Hatie, bize şarkı oku." deyince o da bir şarkı okumaya başladı. Ben kendisine dedim ki: "Ey Hatie! Hz. Ömer'in sana şöyle ve şöyle dediği günü hatırlıyor musun?" Ben böyle deyince Hatie ürktü ve şöyle dedi: "Allah, Ömer'e rahmet etsin, eğer o hayatta olsaydı böyle ya­pamazdık." Bundan sonra Ubeydullah'a dönüp şöyle dedim: "Babanın şuna şöyle dediğini işittim, babanın sözünü ettiği o Kureyşli genç de sensin."

Zübeyr, Dahhak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Ha-tie'ye şöyle dedi:

- Şiir söylemeyi bırak.

- Bırakamam.

- Niçin?

- Şiir okumakla çoluk çocuğumun nafakasını temin ediyorum. Ay­rıca dilimin arzusunu da tatmin ediyorum.

- Öyle ise övmeyi ve yermeyi bırak.

- Övme ve yerme nasıldır ey mü'minlerin emiri?

- Falan oğulları falan oğullarından daha üstündür, demendir. Sen sadece öv, ama aşırı gitme.

- Ey mü'minlerin emiri, sen benden daha şairsin." Hatie'nin meşhur ve güzel övgülerinden biri de şudur:

"Onları az kınayın, babanızın babası yok olsun, ya da onların kapat­tığı yeri kapatın.

Onlar benim kavmimdir, eğer bina ederlerse güzel bina ederler. Söz verirlerse sözlerini yerine getirirler, akidlerine sağlamca bağlı kalırlar.

Nimet onlarda olursa karşılığını verirler.

Kendileri nimet verirlerse onu bulandırırlar ve gayret göstermez­ler."

Anlatıldığına göre şair Hatie, can çekişirken kendisine: "Vasiyetini yap" dediler. "Size vasiyetimi şiirle yapacağım." dedi, bir şiir okudu:

"Şiir zordur, merdiveni uzundur.

Onu bilmeyen kimse merdivenine çıktığı zaman,

Ayakları kayıp aşağıya düşer,

Hakkını veremeyen kimse şiir okuyamaz.

"Onu Arapça okumak isterse de Acemce okur, düzgün okumak ister ancak ifadeyi bozar."

"el-Muntazam" adlı eserde Ebu'l-Ferec İbn Cevzî dedi ki: Şair Hatie, hicretin elli dokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Abdullah b. Amir b. Küreyz de bu senede vefat etmiştir. [20]

 

Abdullah B. Malik B. Kaşeb

 

Bu zatın asıl adı, Cündeb b. Nadle b. Abdullah b. Rafi el-Ezdf dir. Künyesi, Ebu Muhammed'dir. Abdülmuttalib oğullarının müttefikidir. İbn Bahine diye bilinir. Annesinin adı, Bahine Binti Eret'tir. Eret'in adı da Haris b. Muttalib b. Abdumenaf tır. Abdullah b. Malik, İslâmiyet'in ilk zamanlarında Müslüman oldu. Rasûlullah'ın sahabeleri arasına ka­tıldı. Çokça ibadet eden, namaz kılan, oruç tutan bir kimseydi. Hemen hemen zamanının tamamını oruçlu geçirirdi. İbn Sa'd dedi ki: Abdullah b. Malik, Medine'ye otuz millik mesafede Batnu Rim'de ikamet ederdi. Mervan'm ikinci valiliği zamanında vefat etti. Mervan'm ikinci valiliği, hicretin kırk beşinci senesi ile elli sekizinci senesi arasında olmuştu. Tuhaftır ki İbn Cevzî, Muhammed b. Sa'd'm bu husustaki sözlerini nak­lediyor. Orada Abdullah b. Malik'in hicri elli dokuzuncu senede vefat et­tiğini söylüyor. Doğrusunu Allah bilir. [21]

 

Kays B. Sa'd B. Ubade El-Hazrecî

 

Babası gibi kadri yüce bir sahabedir. Buharı ve Müslim'in sahihle­rinde onun tarafından rivayet edilen bir hadis vardır ki bu hadis de, ce­nazeyi görünce onun hatırına ayağa kalkmayı emretmektedir. Yine bu zatın "Müsned"de aşura orucu ile ilgili bir hadisi ve Rasûlullah (s.a.v.)'m onların evlerinde yıkandığına dair bir hadisi ve diğer hadisleri vardır. Bu zat, on sene süreyle Rasûlullah (s.a.v.)'a hizmet etmiştir. Sa-hih-i Buharf de Enes b. Sabit'in şöyle dediği sabittir: " Rasûlullah (s.a.v.)'m nezdinde Kays b. Sa'd, valinin muhafız komutanı gibi idi."

Kays b. Sa'd, bazı gazalarda Rasûlullah (s.a.v.)'ın sancağını taşı­mıştır. Rasûlullah (s.a.v.), onu zekat toplamakla görevlendirmiştir.

Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı Muhacir ve Ensâr'dan 300 kişinin başında seriye komutanı olarak yola çıkardığında bu seriye-deki askerlere şiddetli bir yorgunluk çökmüş, hepsi bitkin düşüp acık­mışlar, Kays b. Sad da onlara dokuz deve kesip yedirmişti. Nihayet gidip deniz kıyısında büyük bir balık bulmuşlar, onun etini yemişler ve kıyıda bir ay ikamet edip o balığın eti ile beslenmişler, hatta şişmanlamışlardı.

Kays b. Sa'd, lider, efendi, sözüne itaat edilen, âlicenâb, Övgüye la­yık ve cesaretli bir kimseydi. Hz. Ali, onu Mısır valiliğine atadı. Dehası, taktik ve siyaseti ile Muaviye ve Amr b. As'a karşı direniyordu. Muavi-ye onunla uğraşmaya devam etti, nihayet Hz. Ali, onu Mısır valiliğin­den azletti. Yerine Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muhammed'i atadı. Ancak Mu­aviye, Muhammed'i hafife aldı, horlayıp küçümsedi, onunla uğraşmaya devam etti. Nihayet -önceki kısımlarda da anlattığımız gibi- Mısır'ı onun elinden aldı.

Kays b. Sa'd, Hz. Ali'nin yanında kaidu Onunla birlikte Siffin ve Nehrevan savaşlarına katıldı. Hz. Ali'nin şehadetine kadar yanından ayrılmadı. Hz. Ali şehid edilince, Medine'ye gitti. Yönetim, Muaviye'nin eline geçince arkadaşları gibi o da be/at etmek için Muaviye'nin yanına

gitti.

Abdürrezzak, İbn Uyeyne'nin bu konuda şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Kays b. Sa'd, Muaviye'nin yanma geldi. Muaviye, ona şöyle de­di:

- Ey Kays! Diğerleri ile birlikte sende mi bana karşı beratı engelli­yordun? Ama Allah'a yemin ederim ki, ben isterdim ki bugün benim hu­zuruma tırnaklarımdan biri senin vücuduna geçmiş ve sana işkence ve­rir bir vaziyette huzuruma geleydin.

- Allah'a yemin ederim ki, ben de bu makama gelmek ve sana emir­lik selamını vermek istemiyordum.

- Niçin? Sen Yahudi âlimlerinden bir âlimden başka biri değilsin.

- Ey Muaviye! Sen de cahiliye putlarından bir putsun. İstemeyerek İslâm'a girdin ve gönüllü olarak ta İslâm'dan çıktın.

- Allah'ım affet. Ey Kays, sen de bey'at için elini uzat.

- İstersen daha da söylerim, sen de daha fazla konuş."

Musa b. Ukbe dedi ki: 'Yaşlı kadının biri, Kays b. Sa'd'a şöyle dedi:

- Ey Kays! Evimdeki farelerin açlığım sana şikayet ediyorum.

- Bu ne güzel bir kinayedir! Şu kadının evini ekmek, et, yağ ve hur­ma ile doldurun."

Rivayete göre Kays b. Sa'd'm büyük bir yemek kabı vardı. Gittiği her yere kendisiyle birlikte o kab da dolu olarak götürülür ve ünleyicisi Şöyle bir duyuruda bulunurdu: "Et ve tiride gelin." Kays'tan önce babası ve dedesi de böyle yaparlarmış.

Urve b. Zübeyr dedi ki: Kays b. Sa'd, 90 000 dirheme bir arazisini Muaviye'ye sattı. Medine'ye geldi. Ünleyicisi şöyle bir duyuruda bulundu: "Borç para isteyen varsa buraya gelsin!" Kays, bu 90 000 dirhemin 50 000 başkalarına ödünç olarak verdi. Kalan kısmı da öylece sadaka olarak dağıttı. Bundan sonra da hastalandı. Ziyaretine çok az kimse gel­di. Karısı ve Hz. Ebu Bekir'in kız kardeşi Karibe Binti Ebi Atika: "Şu hastalığımda çok az kimsenin ziyaretime geldiğim görüyorum, belki de insanlardan alacağım olduğu için yanıma gelmek istemiyorlar," dedi ve borçlularına alacağını bağışladığına dair birer pusula gönderdi. Onlar­daki malını onlara bağışladı ve ünleyicisine şöyle bir duyuru yapmasam emretti:

"Kays b. Sa'd'a borçlu olan kimselerin borçları kendilerine helal edilmiştir." Bu duyurunun yapılmasından sonra akşama varmadan ge­len ziyaretçilerin çokluğundan Kays'm evinin kapısının eşiği kırıldı. Kays şöyle derdi: "Allah'ım, bana mal, hayır ve hasenat nasib et, doğru­su hayır ve hasenat ancak mal ile olur."

Süfyan-ı Sevrî dedi ki: "Adamın biri, Kays b. Sad'dan 30 000 dirhem borç aldı. Bir süre sonra borcunu ödemeye geldiğinde Kays, ona şöyle de­di: Biz bir kimseye birşey verdiğimizde verdiğimiz malı geri alan bir ka­vim değiliz."

Heysem b. Adiy dedi ki: "Ka'be'nin yanında üç kişi, zamanlarındaki en cömert adamın kim olduğu hususunda tartıştılar ve anlaşmazlığa düştüler. Bunlardan biri: "Zamanımızın en cömerdi, Abdullah b. Ca­fer'dir." dedi. Diğeri: "Kays b. Sa'd'dır." dedi. Üçüncüsü de: "Arabe (İra-be?) el-Evsf dir" dedi. Tartıştılar, sesleri ve gürültüleri Ka'be'nin her ta-ranndan duyulur oldu. Adamın biri, onlara şöyle dedi: "Sizden herbiri-niz, cömert olduğunu iddia ettiği adamın yanma gitsin, kendisine yapa­cağı bağışlara baksın ve sonra da kesin olarak hükmünü versin." Za­manlarında en cömert adamın Abdullah b. Cafer olduğunu söyleyen adam, Abdullah b. Cafer'in yanma gitti. Abdullah b. Cafer'in, tarlasına gitmek üzere ayağını bineğinin üzengisine koymuş ve harekete hazır vaziyette olduğunu gördü. Abdullah'a: "Ey Rasûlullah'ın amcası oğlu! Ben yolda kalmış bir kimseyim, bana yardım et." dedi. Abdullah da aya­ğını üzengiden çıkardı ve: "Ey adam, benim yerime sen gel, ayağını şu üzengiye koy, bineğime bin ve şu bineğim, yükü ile birlikte senin olsun. Heybedeki malda senindir, yalnız şu kılıç hakkında seni aldatmasınlar. Bu, Hz. Ali'nin kılıçlarmdandır." dedi.

Adam, arkadaşlarının yanma Abdullah'ın devesi ile döndü, muaz­zam bir deveydi. Heybeyi açıp baktıklarında içinde 4000 dinar ve ipek şalvar gördüler. Hz. Ali'nin kılıcına da çok kıymet biçtiler.

Zamanlarındaki en cömert adamın Kays b. Sa'd olduğunu söyleyen adam, kalkıp Kays'ın yanına gitti. Kays'm cariyesi gelen adama: "İhti­yacın nedir?" diye sorunca gelen adam: "Ben yolda kalmış bir kimse­yim." diye cevap verdi. Cariye de: "Öyleyse senin ihtiyacını karşılamak için Kays'ı uyandırmaya gerek yok. Çünkü ihtiyacını karşılamak kolay­dır. Al şu kese senin olsun, içinde 700 dinar var. Bu gün Kays'm evinde bundan başka mal ve para yok. Havuz başında develerimizin bulundu­ğu yere git, adamımızı gör, bir deve ve bir de köle al. Doğruca yoluna de­vam edip git." dedi. Kays, uykudan uyanınca cariye gelen adama yaptığı yardımı anlattı. Kays ta yaptığından ötürü teşekkür ederek cariyeyi azad etti ve: "Keşke beni uyandırsaydın da o adama ömrünün sonuna kadar yetecek mal verseydim. Ona verdiğin mal, ihtiyacım belki de tam olarak karşılamayabilir." dedi.

Arabe el-Evsî'nin cömert olduğunu iddia eden adam, Arabe'nin ya­nma gitti, onun iki kölesinin omuzlarına dayanarak namaz kılmak için evden çıkmakta olduğunu gördü. Arabe'nin gözleri görmüyordu, âmâ idi, yanına giden adam ona şöyle dedi:

- Ey Arabe!

- Evet, söyle bakalım.

- Yolcuyum, yolda kalmışım.

Arabe, elini iki köleden çekti. Sağ elini sol eline vurarak "Oh, oh, Al­lah'a yemin ederim ki, her sabaha vardığımda ve her akşama vardığım­da malımdan alakamı keserim. Şimdi sen şu iki köleyi al, senin olsun­lar." dedi. Adam da: "Hayır, ben bunu yapmam." deyince Arabe: "Eğer bunları almazsan ikisini azad ederim, şimdi ikisi de hür olurlar. Diler­sen sen al, azad et, dilersen köle olarak alıp çalıştır." dedi ve el yardımı ile duvarı aramaya başladı. Adam da köleleri alıp arkadaşlarının yanı­na döndü.

Bu hadise üzerine insanlar, Abdullah b. Cafer'in bol miktarda mal vererek cömertlik yaptığını söylediler ve bunun ondan beklenmeyen birşey olmadığını ifade ettiler. Yalnız verdiği mal arasında en kıymetli şeyin Hz. Ali'nin kılıcı olduğunu söylediler. Kays da cömert kimseler­dendi, kendi bilgisi dışında cariyesi onun malını vermiş, ne kadar bağış­ta bulunacağına cariyesi hükmetmişti. Kendisi de uyandığında cariye­sinin yaptığı bağışı güzel bulmuş ve bu iyi davranışından Ötürü onu azad etmişti. İnsanlar bu üç kişiden en cömert şahsın Arabe el-Evsî ol­duğuna karar verdiler. Çünkü o bu hadisede bütün malvarlığını bağış­lamıştı. Bu da: "Az veren candan, çok veren maldan" atasözünün bir ifa­desiydi."

Süfyan-ı Sevrî, Amr b. Ebi Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Sa'd b. Ubade, malını çocuklarına paylaştırdı. Kendisi çıkıp Şam'a gitti ve orada vefat etti. Vefatından sonra da bir çocuğu doğdu. Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer, Sa'd'ın oğlu Kays'a gidip şöyle dediler: "Baban malını siz-tere paylaştırdı ama şu çocuğun ana karnında olduğunu bilmiyordu. Siz bu^çocuğa da bir pay verin" Kays da şöyle karşılık verdi: "Ben, babam Sa'd'ın yaptığı taksimat oranım değiştirecek değilim, ama payımı şu çocuğa veriyorum."

îbn Ebi Hayseme, Mabed b. Halid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kays b. Sa'd, sürekli olarak işaret parmağını şöylece kaldırır (yani dua eder)di."

Hişam b. Ammar, Kays b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir;

Rasûlullah (s.a.v.)'m: "Hile ve desise ateştedir." dediğini duymuş ol­masaydım, ben bu ümmetin en hilekarı ve en desisecisi olurdum."

Zührî dedi ki: "Fitne alevlendiği zaman Arapların dahileri şu beş ki­şidir: Muaviye, Amr b. As, Muğire b. Şube, Kays b. Sa'd ve Abdullah b. Büdeyl.

Kays b. Sa'd ile Abdullah b. Büdeyl, Hz. Ali ile beraber idiler. Muği­re, Taif te uzlete çekilmişti. Hakem olayından sonra Muaviye tarafına geçti."

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Muhammed b. Ebi Hüzeyfe Mısır'da ayaklanıp yönetimi ele geçirdi. Vali Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i oradan çıkarıp kovdu. Abdullah, Hz. Osman'ın, Amr b. As'tan sonra Mısır'a tayin ettiği vali idi. Hz. Ali de Abdullah'ı bir süre Mısır va­liliğinde bırakmış, sonra onu azlederek yerine Kays b. Sa'd'ı atamıştı. Kays b. Sa'd, vali olarak Mısır'a girince güzel bir yönetim tarzı sergiledi, disiplini sağladı. Bu da hicretin otuz altıncı senesinde olmuştu. Ancak Muaviye ile Amr b. As bu durumdan rahatsız oldular. Kendisine mek­tup yazarak Ali'ye karşı kendilerinin yanında yer almasını istediler. Ancak Kays, onların bu isteğine uymadı, zahirde onlarla iyi geçindiğini insanlara gösterdi ama, aslında o Hz. Ali ile beraberdi. Ancak Hz. Ali, bu durumdan haberdar olunca Kays'ı valilikten azletti. Mısır'a Ester en-Nehaf yi vali olarak gönderdi. Ancak Ester de Mısır'a varmadan Rem-le'de öldürüldü. Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Muham-med'i Mısır'a vali olarak atadı. Muhammed, Muaviye ve Amr'a göre ko­lay bir lokma idi, bunlar uğraştılar, nihayet Mısır diyarını Muham-, med'in elinden aldılar. Muhammed öldürüldü ve eşek leşleri arasında yakıldı. Sonra Kays Medine'ye gitti, oradan da Irak'ta bulunan Hz. Ali'nin yanma gitti, onunla birlikte omuz omuza savaştı. Nihayet Hz. Ali öldürülünce Kays, Hasan'la beraber oldu. Kays, Hasan ordusunun Öncü kuvvetlerinin komutanı oldu. Hasan, Muaviye'ye be^at edince bu Kays'm ağrına gitti. Bundan hoşlanmadı. Muaviye'ye itaata yanaşma­dı. Sonra kalkıp Medine'ye göçtü, daha sonra Ensâr'dan bir heyetle Mu-aviye'nin yanma geldi, aralarında geçen ağır sözlerden ve azarlamalar­dan sonra Muaviye'ye bey'at etti. Bundan sonra Muaviye, ona ikramda bulundu, onu ön saflara geçirdi. Yanında itibar gösterdi. Kays, heyetler­le birlikte Muaviye'nin yanında iken Bizans hükümdarından Muavi­ye'ye bir mektup geldi. Mektupta Muaviye'ye: "Araplar arasında en uzun boylu adamın pantolonunu bana gönder." diye yazıyordu. Muaviye de Kays'a: "Herhalde senin pantolonunu göndermemiz gerekecek." dedi. Kays, gerçekten çok uzun boylu idi, en uzun boylu adamın başı da­hi onun göğsüne ulaşmıyordu. Kalkıp meclisin bir kenarına çekildi, son­ra pantolonunu çıkarıp Muaviye'nin önüne attı. Muaviye de ona "Evine gidip sonra bu pantolonunu bize gönderseydin olmaz mıydı?" deyince, Kays ona karşı şu şiiri okudu:

"Böyle yapmakla insanların, bu pantolonun Kays'm pantolonu ol­duğunu bilmelerini heyet huzurunda tesbit etmek istedim.'

Ki insanlar ve Semud kabilesi; Kays kayboldu ve bu, gübre yiyenin pantolonudur, demesinler.

Ben, Yemen kabile sindenim, liderim, zaten insanların bir kısmı li­der, bir kısmı da tebaadır.

Benim gibilerle onlara karşı tuzak kur, benim gibi kimseler onlara karşı çok sert ve şiddetlidir.

İnsanlar arasında benim boyum çok uzundur.

Benim soyum, babam ve atam, insanlar arasında beni üstün kıldı.

Şerefim beni onlara karşı yüceltti. Ben diğer adamlara karşı çok yükseğim, uzun boyluyum."

Kays'm pantolonunu eline alan Muaviye, meclisinde bulunan en uzun boylu adama bu pantolonu alıp ucunu burnuna tutarak yere sar­kıtmasını emretti. Adam alıp pantolonu burnunun ucuna tuttu, yere sarkıtınca pantolonun ucu yere değdi.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye'ye Bizans hüküm­darı ordusundan iki adam gönderdi. Adamlardan birinin Bizanslıların en kuvvetlisi, diğerininde en uzun boylusu olduğunu iddia ediyordu. Bunları gönderirken Muaviye'ye şu haberi de göndermişti: "Milletine bak, milletin arasında bunlardan daha güçlü ve daha uzun boylu bir kimse var m\? Eğer halkın arasında bunludan daha güçlü ve daha uzun boylu biri varsa, sana şu kadar ve şu kadar esir, şu kadar ve şu kadar da armağan göndereceğim. Eğer halkın arasında bunlardan daha güçlü ve daha uzun boylu kimse yoksa, üç yıl süreyle benimle barış antlaşması yap."

Bizans hükümdarının gönderdiği o iki kişi, Muaviye'nin yanına gel­diklerinde o, etrafındaki adamlara şöyle sordu:

- Şu Bizanslı adam kadar kuvvetli bir kimse var mı? Yanında bulunanlar şu cevabı verdiler:

- Bunun kadar güçlü olan, ya Muhammed b. Hanefiye'dir, ya da Abdullah b. Zübeyr'dir.

Hz. Ali'nin oğlu Muhammed b. Hanefîye getirildi, halk toplandığı zaman Muaviye, yanma gelen Muhammed b. Hanefiye'ye şöyle dedi:

- Seni buraya niçin getirttiğimi biliyor musun?

- Hayır.

Muaviye, yanına gelen Bizanslı adamın durumunu ve son derece güçlü olduğunu ona anlattı, o da gelen Bizanslı adama dönüp şöyle dedi:

- İstersen sen yere oturup elini bana uzat ya da ben yere oturayım ve elimi sana uzatayım. Hangimiz yerde oturanı yerinden kaldırabilir­se, onu mağlup etmiş olur, aksi takdirde kendisi mağlup olur. Şimdi söy­le bakalım, ben mi yere oturayım, yoksa sen mi yere oturacaksın?

- Sen otur.

Muhammed b. Hanefîye yere oturdu, elini Bizanslı adama uzattı. Bizanslı olanca gücü ile onu yerinden kaldırmaya veya kımıldatmaya çabaladı, ama beceremedi. Bu işin çaresini bulamadı ve mağlup oldu. Bizanslının beraberinde gelen diğer kimseler de arkadaşlarının yenil­diğini gördüler, sonra Muhammed b. Hanefİye ayağa kalkıp Bizanslıya sen otur, dedi ve elini ona uzattı. Bizanslının elini tutar tutmaz onu he­men yerden kaldırdı, hatta havaya kaldırdı, sonra yere bıraktı. Muavi­ye, bu manzara karşısında çok sevindi.

Öte yandan Kays b. Sa'd, meclisten kalkıp kenara çekildi. Sonra şal­varını indirip o uzun boylu Bizanslıya verdi, o da şalvarı giyince uçkuru göğsüne kadar ulaştı. Şalvarın paçaları da yere sürünüyordu. Bunu gö­ren Bizanslı uzun adam yenildiğini itiraf etti, hükümdarları da Muavi-ye'ye vad ettiği şeyleri (esirleri ve armağanları) gönderdi.

Ensâr, şalvarım halkın huzurunda soyduğu için Kays b. Sa'd'ı kına­dığında Sa'd onlara Önceki sayfada nakletmiş olduğumuz şiiri okuyarak kendini savundu. Bunu Bizanslıları susturmak ve mağlup etmek için yaptığını söyledi.

Kümeydi, Amr b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kays b. Sa'd, iri yarı, ama küçük başlı bir adamdı, çenesinde seyrek bir sakalı vardı. Büyük bir merkebe bindiği zaman dahi ayakları yerde sürünür-dü."

Vakidî, Halife b. Hayyat ve diğerleri dediler ki: "Kays b. Sa'd, Mua-viye'nin hilafetinin son zamanlarında Medine'de vefat etmiştir."

Ibn Cevzî, onun bu senede (hicretin elli dokuzuncu senesinde) vefat ettiğini söylemiştir. Biz de onun bu görüşüne katıldık. [22]

 

Ma'kîl B. Yesar El-Müzenî

 

Kadri yüce bir sahabedir, Hudeybiye'ye katıldı. Ağacın altında in­sanlarla bey'atleşirken, ağaç dallarım -yüzüne değmesin diye-Rasûlullah'm başının üzerinden kaldırıp tutuyordu. Bu bey'atten Kur'ân-ı Kerîmde şöyle bahsedilmektedir:

"Ey Muhammed! Allah, inanlardan, ağaç altında sana baş eğerek el verirlerken, and olsun ki hoşnut olmuştur." (ei-Fetih, ıs.)

Hz. Ömer, onu Basra valiliğine atadı. Basra nehrini kazdı. Bu se­beple o nehire Ma'kil nehri denilmiştir. Onun Basra'da bir evi vardı.

Hasan-ı Basrfnin anlattığına göre ölümle neticelenen hastalığı es­nasında Ubeydullah b. Ziyad, Ma'kil b. Yesar'ın ziyaretine gitti. Ma'kil

ona şöyle dedi:

- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'dan işittiğim bir hadisi sana nakledece­ğim, eğer bu can çekişme halinde bulunmasaydım bu hadisi sana nak­le tmeyecektim. Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

"Cenâb-ı Allah, bir kimseyi bir halkın başına yönetici tayin eder de o yönetici, halkını nasihatla kuşatmazsa Cennet'in kokusunu duymaz. Oysa Cennet'in kokusu yüz senelik yoldan duyulur."

Ma'kil b. Yesar, bu senede, (hicri elli dokuzuncu senede) vefat eden­lerdendir. [23]

 

Ebu Hüreyre

 

Ebu Hüreyre'nin gerek cahiliye gerekse îslâmî dönemdeki ismi hu­susunda ihtilaf edilmiştir. Babasının adı hususunda da ihtilaf vardır. Bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür ki, "Tekmil" adlı kitabı­mızda bu isimlerin çoğunu nakletmiştik. İbn Asakir de bunu tarihinde nakleder. Meşhur rivayete göre Ebu Hüreyre'nin adı, Abdurrahman b. Sahr'dır. Ezd kabilesinden sonra da Devs kabile sindendir. Başka bir ri­vayette anlatıldığına göre cahiliye döneminde adı Abdüşems idi. Abdi-nehim, Abdiganem olduğuna dair bazı zayıf kaviller de vardır. Ebul-Es-ved künyesi ile çağrılırdı. Rasûlullah (s.a.v.), ona Abdullah adını taktı. Abdurrahman adını taktığına dair bir rivayet de vardır. Rasûlullah (s.a.v.), ona Ebu Hüreyre künyesini de taktı. Rivayete göre o şöyle de­miştir: "Yabani bir kedi gördüm, onun yavrularını yanıma aldım. Ba­bam bana: "Şu kucağındaki nedir?" diye sorunca ben de kedi yavrusu ol­duğunu söyledim. Bunun üzerine babam bana: "Sen Ebu Hüreyre'sin." yani kedi babasısın, dedi."

Sahih hadiste rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), ona "Ebahirr" demiştir. "Ebu Hüreyre" dediği de sabittir.

Muhammed b. Sa'd, îbn Kelbî ve Taberanî dediler ki: Ebu Hürey­re'nin anasının adı, Meymune binti Safıh b. Haris b. Ebi Sa'd b. Hibbe b. Sa'd b. Salebe idi. Bu kadın Müslüman oldu ve Müslüman olarak vefat etti.

Ebu Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok güzel sözler ve hadisler nakletmiştir. sahabelerin hafızlarındandı. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Ub b. Ka'b, Üsame b. Zeyd, Nadre b. Ebi Nadre, Fadıl b. Abbas,  ve mü'minlerin annesi Hz. Aişe'den hadis rivayet etmiştir. İlim ehlinden birçok kimse de ondan hadis rivayet etmişlerdir. "Tek­mil" adlı eserimizde bu rivayetleri alfabetik sıraya göre naklettik. Şey­himiz, "Tenzih" adlı eserinde bunu böyle anlatır.

Buharı dedi ki: 800 veya daha fazla sayıda sahabe ve tabiinden ilim adamı, Ebu Hüreyre'den hadis rivayet etmişlerdir.

Amr b. Ali el-Fellas dedi ki: "Ebu Hüreyre gelip Medine'ye yerleşti ve Hayber senesinde Müslüman oldu."

Vakidî dedi ki: "Ebu Hüreyre'nin Zül-Hüleyfe'de bir evi vardı." Başkalarının anlattıklarına göre Ebu Hüreyre, esmer tenli ve omuzlarının arası geniş bir kimse olup Ön dişleri birbirine bitişik bir kimse idi.

Ebu Davud et-Teyalisî, Ebu Aliya'nm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Ebu Hüreyre, Müslüman olduğunda Rasûlullah (s.a.v.) ona: — Sen kimlerdensin? diye sorunca o, Devs kabilesinden olduğunu söyledi. Rasûlullah (s.a.v.) da elini alnının üzerine koyarak şöyle dedi: "Devs kabilesinde hayırlı bir adam olduğunu sanmıyordum."

Zührî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: " Rasûlullah (s.a.v.yia birlikte Hayber gazvesine katıldım."

Abdürrezzak, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Müslümanlar savaşı tamamladıktan sonra Hayber gününde ben gel­dim."

Yakub b. Süfyan, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) (Hayber'e gitmek üzere) Medine'den çıktı ve Medi­ne'ye vekil olarak Siba b. Urfuta'yı bıraktı. Ben Medine'ye geldiğimde onlar gitmişlerdi. Sabah namazım Siba'mn arkasında kıldım. Birinci rekatta Meryem sûresini, ikinci rekatta ise Mütaffinn sûresini okudu. Mütaffifm sûresini okuyunca ben kendi kendime dedim ki: Falan ada­mın babasının vay haline! Ezd diyarında bir adam alış veriş yaparken iki ölçek kullanır. Bunlardan biri tam ölçektir ki, bununla bir mal satın aldığında onu kullanır. Diğeri de eksik ölçektir ki, insanlara mal satar­ken onu kullanır."

Sahih-i Buharî'de sabit olan bir rivayette anlatıldığına göre saba­hında Rasûlullah (s.a.v.)'la buluşacağı gecede Ebu Hüreyre'nin bir köle­si kayıp olmuş, Ebu Hüreyre de bunun üzerine şöyle bir şiir okumuştu:

"Bu gece ne uzun ve meşakkatli bir gecedir.

Sanki bu küfür diyarından dönüp gelen bir gecedir."

Ebu Hüreyre yanma geldiğinde Rasûlullah (s.a.v.), ona: "İşte kölen budur." demiş, o, kölesini görünce: "Bu, yüce Allah'ın rızası uğruna azad edilmiştir." diye cevap verdi. Müslüman olduktan sonra Rasûlullah

 (s a.v.)'m yanında kaldı. Hazar'da ve seferde yanından asla ayrılmadı. Ondan hadis dinlemeye çok tutkun idi. Dini bilgileri ondan öğrenmek için çok çaba harcıyordu. Karın tokluğuna onun yanında kalıyordu.

Ebu Hüreyre, bir gün ketenden bir gömlek giyinmiş olarak yürür­ken vere düşer gibi olmuş ve kendi kendine şöyle demişti: "Ebu Hüreyre, keten gömlek giydiği halde yere düşecek gibi oluyor. Ben minber ile hüc-re-i saadet arasında iken açlıktan dolayı yere düşecek gibi olduğumu hissettim, yere düştüm, yanımdan geçen biri: "Bu delirmiş" diyordu. Oysa ben delirmemiştim, açlıktan öyle yapıyordum. Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, açlıktan dolayı karnımı yere dayıyor ve yine açlıktan dolayı karnıma taş bağlıyordum. Kendisinden daha iyi bildiğim halde bir ayeti başka bir adama okuyor ve yanlışım olup olmadığım kendisine soruyordum. Böyle yapmakla da beni yanma alıp evine götürmesini, bana birşeyler yedirmesini ümit ediyordum."

îmam Ahmed b. Hanbel, Yezid b. Abdurrahman b. Ezine es-Sahimi el-A'mâ'dan rivayet etti ki, Ebu Hüreyre şöyle demiştir: "Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın yaratmış olduğu mü'minlerden her kimse benim adı­mı işitir veya görürse mutlaka beni sever." Ravi Yezid b. Abdurrahman diyor ki: Ben kendisine şöyle dedim:

- Bunun böyle olduğunu nereden biliyorsun ey Ebu Hüreyre?

- Benim annem müşrike bir kadındı. Ben onu İslâm'a davet ediyor­dum, ama o bu davetime icabet etmiyordu. Yine günün birinde onu İslâm'a davet ettim. Rasûlullah hakkında hoşuma gitmeyecek şeyleri söyledi, ben de ağlayarak Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanına gidip şöyle de­dim:

- Ey Allah'ın Rasûlü! Ben annemi İslâm'a davet ediyorum, ama o benim bu davetime icabet etmiyor. Bugün yine onu davet ettim ve senin hakkında hoşuma gitmeyecek şeyler söyledi. Allah'a dua et de Ebu Hü­reyre'nin annesine hidayet nasib etsin.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dua etti: "Allah'ım, Ebu Hü­reyre'nin annesine hidayet nasib et." Rasûlullah'm bu duasından sonra koşarak yanından çıkıp gittim. Rasûlullah'm duasını anneme müjdele­mek istedim. Kapıya vardığımda kapının kapalı olduğunu gördüm. İçe­riden ayak sesleri duydum, annem bana dedi ki: "Ey Ebu Hüreyre! Ger-Çek, senin dediğin gibiymiş." Sonra kapıyı açtı, elbisesini giymişti. Başı­nı Örtmek için aceleyle elini başörtüsüne uzatıp şöyle dedi: "Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in de onun kulu ve elçisi oldu­ğuna şahadet ederim." Bu sözü duyar duymaz hemen Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma döndüm, daha Önce üzüntüden ağlamıştım. Bu defa da sevinçten ağlıyordum, ona şöyle dedim:

- Ya Rasûlallah, sana müjdeler olsun. Allah, senin duana icabet et­ti. Ebu Hüreyre'nin annesine hidayet nasib etti. Ya Rasûlallah, beni ve annemi, mü'min kullarına sevdirmesi için Allah'a dua et.

Rasûlullah (s.a.v.) de şöyle dua etti: "Allah'ım, Şu kulcağızını ve an­nesini mü'min kullarına sevdir, onları da bunlara sevdir."

Cenâb-ı Allah'ın yarattığı mü'min kullardan her kim benim adımı duyar, beni veya annemi görürse mutlaka bizi sever." Bu hadis, pey­gamberlik delili erindendir. Zira Ebu Hüreyre, bütün insanlara sevdi-rilmiştir. Cenâb-ı Allah, onun namını yaymıştır. Cuma günlerinde ha­tip minberde iken her ülkede ve her camide cemaatın huzurunda onun hutbe esnasında konuşulmamasına dair rivayet ettiği hadis okunmak­tadır. Bu da Allah'ın bir takdiridir. Böylelikle onun namı her tarafa ya­yılmış olmaktadır. Bu, herşeyi bilen güçlü ve muktedir olan yüce Al­lah'ın takdiridir, insanlar böylece onu severler. Allah ondan razı olsun.

Hişam b. Ammar, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben sadece bir beşer olan Muhammed'im. Bir beşerin öfkelenişi gi­bi ben de öfkelenirim. (Ey Rabbim), ben senden bir söz almışım, o sözü mutlaka yerine getirmeni dilerim. Müslümanlardan bir kimseye eziyet etmiş veya sövmüş veya kırbaçlamış isem o adama yaptığım bu hakareti kıyamet gününde kendi katında o adam için sana yakın olma vesilesi yap."

Ebu Hüreyre dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.), günün birinde beni döv­mek için kırbacım kaldırdı, keşke vursaydı. Vurmuş olsaydı kızıl tüylü davarlara sahip olmaktan benim için daha iyi olurdu. Bana vuracağı o darbe sebebi ile mü'min bir kimse olacağımı ve Allah'a yaptığı duanın Allah tarafından kabul edileceğini ümid ederdim."

Ibn Ebi Zib, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Dedim ki:

- Ya Rasûlallah! Senden çok hadis dinliyorum ama unutuyorum.

- Abanı yere ser.

Abamı yere serdim. Sonra Rasûlullah (s.a.v.):

- Abanı topla, dedi. Ben de abamı topladım. Ondan sonra artık hiç­bir hadisi unutmadım."

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdurrahman el-A'rec'den rivayet etti ki, Ebu Hüreyre şöyle demiştir: "Siz, Ebu Hüreyre'nin çok hadis rivayet et­tiğini iddia ediyorsunuz. Allah sanidinidir ki, ben daha önceleri miskin bir adamdım. Karın tokluğuna Rasûlullah (s.a.v.)'a arkadaşlık ediyor, yanında bulunuyordum. Muhacirler pazarda alış verişle meşgul oluyor­lardı. Ensâr da mallarının idaresiyle uğraşıyorlardı. Bir gün Rasûlullah (s.a.v.) meclisinde hazır bulundum. Şöyle dedi:

- Sözümü tamamlayıncaya kadar kim abasını yere serer, ben sözü­mü tamamladıktan sonra o abasını toplar ve bundan sonra benden duy­duğu hiçbir sözü unutmaz.

Rasûlüllah'm böyle demesi üzerine abamı çıkarıp yere serdim. Ko­nuşmasını tamamladıktan sonra toplayıp kaldırdım. Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ondan sonra artık Rasûlul-lah'tan duyduğum hiçbir sözü unutmadım."

Anlatıldığına göre bu hadis, Rasûlüllah'm o esnada yaptığı konuş­mayla ilgilidir. Yani Ebu Hüi'eyre, Rasûlullah'ın o esnada yaptığı ko­nuşmadaki kelimelerden hiçbirim unutmamıştır. Ama başka zaman­larda ve yerlerde yapmış olduğu konuşmalardan Ebu Hüreyre'nin unuttuğu olmuştur. Nitekim bu husus, sahih rivayetlerde de açıkça an­latılmaktadır. Çünkü Ebu Hüreyre: "Hastalıkların (kendiliklerinden) bulaşmaları ve uğursuzlukları yoktur." ile "Sakın sağlıklı deveyi, hasta devenin yanına getirmeyiniz." hadislerini unutmuştur. Başka bir riva­yete göre ise Rasûlullah (s.a.v.)'m mezkur duası, Ebu Hüreyre'nin bü­tün hadisleri rivayet edişiyle ilgilidir. Doğrusunu Allah bilir.

Deravurdi, Said el-Makberî'den rivayet etti ki, Ebu Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle demiştir:

'Ya Rasûlallah, kıyamet gününde insanlar arasında senin şefaatin sebebi ile en mutlu olacaklar kimlerdir?

- Ey Ebu Hüreyre, bu soruyu senden önce başkasının sormayacağı­nı anlamıştım. Çünkü sen insanlara çok tutkulusun. Onlar üzerine tit­rersin. Kıyamet gününde benim şefaatim sebebi ile en fazla mutlu ola­cak kimse, gönülden ve ihlasla lâilahe illallah diyendir."

İbn Ebi Zib, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.)'dan iki kap hıfzettim, bunlardan birisini insan­lar arasına saçtım, diğerine gelince eğer onu da saçsaydım şu boğazım kesilirdi."

Ebu Hüreyre'nin açıklamadığı kap, fitneler ve savaşlarla ilgili kap­tı. İnsanlar arasında meydana gelen çarpışma ve mücadeleler kabı idi. İleride meydana gelecek anlaşmazlık, ihtilaf ve kavgalar kabı idi. Eğer onu zamanından önce açıklayacak olsaydı, insanların çoğu onu hemen yalanlayacaktı, onun nakledeceği gerçek haberi reddedeceklerdi. Nite­kim kendisi de demişti ki: "Eğer sizin imamınızı öldüreceğinizi, kılıçlar­la birbirinizi vuracağınızı önceden söylemiş olsaydım beni tasdik et­mezdiniz." Batıl bid'at ve fasid amel sahibi birçok gruplar ve taifeler, bu hadise dayanmışlardır. Yaptıkları kötülükleri, çıkardıkları kargaşalık­ları da Ebu Hüreyre'nin açıklamadığı o söz kabına dayandırmışlardır. Kendilerinin de, tuttukları yolda Ebu Hüreyre'nin açıklamadığı söz ka­bı içinde olduğuna inanmışlardır. Batıl yolda olan herkes -sözleri çelişik olmakla birlikte- bunu iddia etmektedir. Hepsi de yalan söylüyorlar. Ebu Hüreyre, bunu açıklamadığına göre ondan sonra kimin bu konuda bılŞİsi olabilir? İçinde fitneler, savaşlar, kavgalar bulunan söz kabına gelince Ebu Hüreyre ve diğer sahabeler, onu sonraları açıklamışlardır ki, bunu "el-Fiten ve Mealim" adlı kitapta anlattık.

Hamraad b. Zeyd, Mervan b. Hakem'in katibi Ebu Zuayzia'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir; Mervan, Ebu Hüreyre'yi yanına çağırdı ve onu tahtın arkasına oturttu. Mervan sormaya başladı, bende yazıyordum. Sene başına kadar böylece devam ettik. Sonra onu çağırdı ve onu perde­nin arkasına oturttu. Şu yazdıklarımı ona sormaya başladı, o da bu yazı­lanları ne fazlalaştırdı ne de eksiltti, ne iler" aldı, ne de geri aldı.

Ebu Bekir b. Ayyaş ve diğerleri, Ebu Salih'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Ebu Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)'ın sahabelerinin en faziletli ve en üstünü olmadığı halde onların arasında hafızası en sağlam olandı."

Rebi, Şafii'nin bu hususta şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hü­reyre, kendi zamanındaki hadis ravileri arasında hafızası en sağlam olan kimse idi."

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Mekhul'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlar bir gece Muaviye'nin kubbelerinden birinin altında toplanıp bir araya geldiler. ElAi Hüreyre kalkıp onlara sabaha dek Rasûlullah'tan hadisler rivayet etti."

Süfyan b. Uyeyne, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah'm sahabeleri arasında benden daha çok hadis rivayet eden kimse yoktur. Ancak Abdullah b. Ömer müstesnadır. O yazardı, ben yazmazdım."

Ebu Zur'a ed-Dımaşkî, Saib b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Ömer b. Hattab'ın, Ebu Hüreyre'ye şöyle dediğini işittim: "Ya Rasûlullah'dan hadis rivayetini terk edeceksin ya da seni Devs diyarına sürerim."

Ömer b. Hattab, Ka'bül-Ahbar'a da şöyle demişti: "Önceki kavimler hakkındaki hadisleri rivayet etmeyi terk et, yoksa seni maymunlar di­yarına sürerim."

Hz. Ömer, bazı kimselerin hadis uydurmalarından korktuğu veya hadisi yerine göre nakletmediği ve ruhsatlarla ilgili hadisleri naklettik­lerinden endişe ettiği için böyle bir tedbir almıştı. Bir adam çok hadis ri­vayet edince bazı hata ve yanlışlıklar yapabilir. Bunu duyan kimseler de o yanlışlıklan başkalarına aktarabilirler. Fakat daha sonra gelen ri­vayetlerden anlaşıldığına göre Hz. Ömer, hadis rivayet etmesi için bila­hare Ebu Hüreyre'ye izin vermiştir.

Müsedded, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: " Be­nim hadis rivayet ettiğimi duyan Ömer bana haber gönderdi. Yanma gittim. Bana şöyle bir soru sordu:

- Falan günde falan adamın evinde Rasûlullah (s.a.v.)'la birlikte iken sen de yanımızda miydin?

- Evet, bunu biliyorum, ama niçin soruyorsun?

- Niçin sorduğumu sen söyle.

- Rasûlullah (s.a.v.) o gün şöyle buyurmuştu: "Kim kasıtlı olarak

bana yalan isnad ederse, ateşteki yerini hazırlasın."

- Eh madem böyle, git, o zaman hadis rivayet et."

imam Ahmed b. Hanbel, Asım'ın babası, Küleyb'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Ebu Hüreyre'nin hadis rivayet ederken söze şöyle başla­dığını işittim: Allah'ın, sözü doğru ve sözü tasdik edilmiş Rasûlü dedi ki: Her kim kasıtlı olarak bana yalan isnad ederse, ateşteki yerini hazırla­sın."

İbn Vehb, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben öyle

hadisler rivayet ediyorum ki, eğer bunları Ömer'in zamanında söylemiş olsaydım veya onun yanında nakletmiş olsaydım Ömer benim başımı yarardı."

Salih b. Ebul-Ahdar, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Ömer vefat edinceye kadar biz: "Rasûlullah (s.a.v.) dedi İd" diyemi-yorduk.»

Muhammed b. Yahya ez-Zühelî, Zührî'den rivayet etti ki; Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'dan mamulün bih(kendileri ile amel edilen) olanlar dışındaki hadisleri az rivayet edin." Sonra Ebu Hüreyre şöyle diyordu: Ömer hayatta iken bu hadisleri size nakledebilir miydim? Vallahi eğer o hayatta iken ben bu hadisleri size nakledecek olsaydım, kesin olarak biliyorum ki sırtım kırbaçlanır di."

Hz. Ömer, Müslümanlara şöyle dedi: "Kurân'la meşgul olun. Çünkü Kur'ân Allah kelamıdır." Bu sebepledir ki Hz. Ömer, Ebu Musa'yı Irak'a gönderirken ona şöyle demiştir: "Sen öyle bir milletin yanma gidiyorsun ki, onların mescitlerinde arı vızıltısı gibi Kur'ân okuma sesleri duyulur. Onları kendi hallerine bırak. Kur'ân okusunlar, onları hadislerle meş­gul etme. Bu hususta ben de sana yardımcı olurum."

îmam Ahmed b. Hanbel, îbn Ömer'in şöyle dediğim rivayet etmiş­tir: Ebu Hüreyre'nin yanma uğradım. Peygamber (s.a.v.)'den şöyle bir hadis nakletti: "Bir kimse bir cenazenin peşine gidip namazını kılarsa, onun için bir kırat sevap vardır. Defni esnasında hazır bulunursa iki kı­rat sevap vardır. Bir kırat, Uhud dağından daha büyüktür." Ben de Ebu Hüreyre'ye dedim ki: "Ey Ebu Hirr! Dikkat et, sen Rasûlullah'tan nasıl bir hadis rivayet ediyorsun?" Ebu Hüreyre kalkıp beni Aişe'nin yamna götürdü. Ona şöyle dedi: "Ey mü'minlerin annesi! Allah aşkına söyle. Sen, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işitmedin mi: "Bir kimse bir cenazenin arkasından gider, onun namazını kılarsa onun için bir kı­rat sevap vardır. Eğer defni esnasında hazır bulunursa onun için iki kı­rat sevap vardır." Hz. Aişe: "Allah için evet, duydum." dedi. Bunun üze­rine Ebu Hüreyre de şöyle dedi: "Vadide ağaç dikmek veya pazarda alış veriş etmek beni Rasûlullah'm yanından alıp götürmedi. Ben Rasûlullah'tan sadece bana öğreteceği bir kelime veya bana yedireceği bir lokma istiyordum."

Ben de kendisine dedim ki: "Ey Ebu Hirr, sen bizden daha çok Rasûlullah'm yanında bulunuyordun ve onun hadisini de bizden daha iyi bilirsin."

Vakidî, Abdullah'ın babası Nafi'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre'nin cenazesinde İbn Ömer'le beraberdim. O, cenazenin önünde yürüyor ve ona çok rahmet okuyor, sonra da şöyle diyordu: "Ebu Hüreyre, Rasûlullah (s.a.v.)'dan hadis hıfz edip Müslümanlara nakle­den kimselerdendi."

Rivayet olunduğuna göre Hz. Aişe, Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadislerin çoğunu tevil etmiş, bir kısmında da yanılgı bulunduğunu ifa­de etmiştir. Sahih rivayette anlatıldığına göre Hz. Aişe, Ebu Hürey­re'nin aynı anda birçok hadis rivayet etmesinden ötürü Ebu Hüreyre'yi kınamıştır.

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Hz. Aişe'nin Ebu Hüreyre'ye şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ey Ebu Hüreyre! Sen Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok hadis rivayet edi­yorsun.

- Vallahi ben onun yanında sürekli bulunuyordum. Sürme çek­mek, kına yakmak gibi işler beni ondan alıkoymuyordu. Sen benim riva­yet ettiğim hadisleri çok görüyorsun. Bu, senin sürme çekmek ve kına yakmakla meşgul olduğundandır.

- Olabilir."

Ebu Ya'lâ, Ebu Rafı'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kureyşli bir adam, gösterişli bir elbisesi ile Ebu Hüreyre'nin yanına geldi. Ona şöyle dedi:

- Ey Ebu Hüreyre! Sen Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok hadis rivayet ediyorsun. Benim şu elbisem hakkında ondan birşey duymuşluğun var mıdır?

- Vallahi siz bize eziyet ediyorsunuz. Eğer Cenâb-ı Allah'ın ehli ki­taptan almış olduğu: "Onu insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeye­ceksiniz." şeklinde bir ahdi olmasaydı, ben size birşey söylemez ve hadis nakletmezdim. Ebu'l-Kasım (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Siz­den önceki milletlerden bir adam bir ara kendi elbisesi içinde salınarak gururla yürümükte iken Cenâb-ı Allah, onu aniden yere batırdı. O, yere batmaya kıyamete dek devam edecektir." Allah'a yemin ederim ki, bil­miyorum, belki de o adam senin kavmindendir."

Muhammed b. Sa'd, Velid b. Rebah'm şöyle söylediğini rivayet et­miştir: "Ebu Hüreyre'nin Mervan'a şöyle dediğini işittim: "Sen vali de­ğilsin. Vali senden başkasıdır. Sen bu işe karışma (Hz. Hasan'ı Rasû-lullah'ın yanında defnetmek istedikleri zaman Mervan, men etmek is-

temişti). Seni ilgilendirmeyen işlere müdahale ediyorsun, böyle yap­makla da burada bulunmayan Muaviye'yi hoşnud etmek istiyorsun." Bu konuşması üzerine Mervan, öfke ile Ebu Hüreyre'ye dönüp şöyle de­di- "Ey Ebu Hüreyre, insanlar, senin Rasûlullah'tan çok hadis rivayet ettiğini söylüyorlar. Oysa sen, Rasûiullah'ın vefatına az bir zaman kala Medine'ye gelmiştin." Ebu Hüreyre de Mervan'a şöyle cevap verdi:

"Evet, hicretin yedinci senesinde Hayber vak'ası esnasında Medi­ne'ye geldim. Rasûlullah, o zaman Hayber'deydi. Otuz yaşını geçmiş­tim, yanında kaldım. Vefat edinceye kadar yanından ayrılmadım. Zev­celerinin odalarına onunla beraber gidip dolaşıyor, ona hizmet ediyor­dum. Vallahi o zaman ben yoksul bir kimseydim, onun arkasında na­maz kılıyor, onunla beraber hac ediyor, onunla birlikte gazaya gidiyor­dum. Allah'a yemin ederim ki, insanlar arasında onun hadisini en çok bilen ben oldum. Evet, vallahi bazı kimseler, benden önce ona arkadaş oldular. Sohbetinde bulundular. Ona hicret ettiler. Kureyş'ten ve Ensâr'dan olup da benden daha kıdemli kimseler vardır ama onlar be­nim Rasûiullah'ın yanında kaldığımı hep bilirler. Onun hadisini ben­den sorarlar, soranlar arasında Ömer, Osman, Ah, Talha ve Zübeyr de vardır. Allah'a yemin ederim M, Medine'de onun söylediği hadislerin ta­mamı benden saklı değildir. Allah Rasûlünün sevdiği herkesi tanırım. Rasûlullah yanında mertebesi ve itibarı bulunan herkesi, onun bütün arkadaşlarını bilirim. Ebu Bekir, onun mağaradaki arkadaşı idi. Rasûiullah'ın ondan başka arkadaşı da vardı. Ancak o diğer arkadaşı, Medine'de yanında ikamet etmesin diye sürgün etmişti (Ebu Hürey­re'nin kasdettiği sürgünlük adam, Merva'nm babası Hakem b. As'tı.). Ebu Abdilmelik bunu ve benzeri kimseleri bana soruyor, bu hususta be­nim yanımda da söylenecek çok söz ve kapsamlı bilgiler bulunuyor."

Allah'a yemin ederim ki bundan sonra Mervan, Ebu Hüreyre'den çekinmeye, onun cevabından ve şahsiyetinden korkmaya başladı.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Hüreyre, kendisiyle tar­tışan Mervan'a şöyle demiştir: "Ben kendi irademle gönüllü olarak Müs­lüman oldum ve hicret ettim. Rasûlullah'ı da çok sevdim. Siz Darü'n-Nedve sahibi olup davet mahalli idiniz, ama davetçiyi diyarından, Rasûlullah (s.a.v.)'ı beldesinden sürdünüz. Ona ve ashabına eziyet etti­niz. Siz benden sonra Müslüman oldunuz, sıkıştığınızda İslâm'a girdi-nız-" Mervan, Ebu Hüreyre ile konuştuğuna pişman oldu. Artık ona kar-Şi tedbirli oldu. Ondan sakınmaya başladı."

*°n Hayseme, Urve b. Zübeyr'in şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Baban Zübeyr bana dedi ki:

- Şu Yemenliyi (Ebu Hüreyre'yi) yanıma yaklaştır. O, Rasûlullah ^s-a.v.)'dan çok hadis rivayet ediyor.

Ben de Ebu Hüreyre'yi babamın yanına yaklaştırdım. Ebu Hüreyre,

hadis rivayet etmeye başladı. Babam da:

- Doğru söyledi, yalan söyledi, doğru söyledi, yalan söyledi, demeye başladı.

Ben de dedim ki:

- Babacığım, şu: "Doğru söyledi, yalan söyledi." demenin anlamı ne?

- Oğlum, eğer bu hadisleri Rasûlullah (s.a.v.)'dan duymuş ise be­nim bunda bir şüphem yok. Ama bunlardan bazısını yerli yerince ifade ediyor ve yerine oturtuyor. Bir kısmını da yerine oturtamıyor."

Ali b. el-Medinî, Ebu Yüsr b. Ebi Amir'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Ben, Talha b. Ubeydullah'ın yanında idim. O esnada adamın bi­ri gelip ona şöyle dedi:

- Ey Ebu Muhammed! Vallahi bilemiyoruz. Şu Yemenli (Ebu Hü­reyre), Rasûlullah'ı sizden daha mı iyi biliyor, yoksa duymadığı şeyleri mi Rasulullah'a isnad ediyor veya Rasûlullah'ın söylemediklerini mi söylüyor?

Talha, o adama şöyle cevap verdi:

- Vallahi bizim duymadıklarımızı onun Rasûlullah'tan duyduğu­nu, bizim bilmediklerimizi onun bildiğini bilmekteyiz. Çünkü biz zen­gin bir kavimdik. Bizim evlerimiz ve ayalimiz vardı. Gündüzün iki ucunda yani sabah ve akşam Rasûlullah'a gelir, sonra evlerimize döner­dik ama Ebu Hüreyre yoksul bir kimseydi. Mal ve ailesi yoktu, o hep Rasûlullah'ın yanında bulunuyordu. Rasûlullahla beraber dolaşırdı, böyle olunca da bizim bilmediğimizi Ebu Hüreyre'nin bildiği, bizim duy­madığımızı Ebu Hüreyre'nin duyduğu hususunda şüphemiz kalma­maktadır."

Şube, Eş'as'm babası Selim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Eyyüb'ün, Ebu Hüreyre'den hadis rivayet ettiğini işittim. Bunun üzeri­ne Ebu Eyyüb'e dediler kî:

- Sen, Rasûlullah'ın sahabesisin. Ama yine de Ebu Hüreyre'den hadis rivayet ediyorsun. Olacak şey mi bu?

- Ebu Hüreyre, bizim duymadığımızı duymuştur. Benim ondan hadis rivayet etmem, kendisinden duymadığım şeyi Rasûlullah'tan ri­vayet etmemden daha çok hoşuma gider."

Müslim b. Haccac, Bişr b. Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'tan korkun, hadis hususunda dikkatli olun, iyi ezberleyin. Al­lah'a yemin ederim ki, Ebu Hüreyre ile aynı mecliste otururduk, o bize Rasûlullah'tan ve Ka'bu'l-Ahbar'dan rivayetlerde bulunur, sonra da kal­kıp giderdi. Ama o mecliste bulunanlardan birinin, Rasûlullah'a ait bir hadisi, Ka'bu'l-Ahbar'a aitmiş gibi ezberlediğini, Kab'a ait bir sözü de Rasûlullah'ın hadisiymiş gibi ezberlediğini gördüm. Onun için Allah'tan korkun ve hadis hususunda çok dikkatli olun. Hadisi iyi ezberleyin."

Yezid b. Harun, Şube'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hü­reyre, Ka'b'dan ve Rasûlullah'tan duyduğu sözleri birbirinden ayırd et-menıeksizin rivayet ederdi. Bunları birbirine karıştırırdı." Şube, bu­nunla, Ebu Hüreyre'nin rivayet etmiş olduğu "Cünüb olarak sabahla­yan kimsenin orucu yoktur." hadisine işarette bulunmuştur. Bu hadis tahkik edildiği zaman Ebu Hüreyre şöyle savunma yapmıştır: "Bunu bi­ze haber veren bir kişi bana nakletti, ben bunu bizzat Rasûlullah'tan işitmedim."

Şureyk, Muğire tariki ile ibrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bizim ashabımız (arkadaşlarımız), Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği ha­dislere itibar etmezlerdi."

Sevrî, İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bizim ashabımız, Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği hadislerde birşeyler görürlerdi ve bu se­beple onun rivayet ettiği hadislerin hepsini delil olarak ele almazlar, ancak Cennet veya Cehennem'in evsafını bildiren veya salih bir amel iş­lemeye teşvik eden veya Kur'ân'ın bildirdiği bir kötülükten men eden bir hadis olursa onu kabul ederlerdi."

îbn Asakir, bu sözlerle ilgili olarak Ebu Hüreyre'yi müdafaa etmiş ve İbrahim en-Nehaf nin yukarda söylediği sözleri reddetmiştir. Ancak bazı Kûfeliler de İbrahim en-Nehaf nin sözünü teyid etmişlerdir. Ancak cumhur onlara muhaliftir.

Ebu Hüreyre'nin, sadakat, diyanet, ibadet, zahidlik, salih amel ve hadis hıfzı hususunda Önemli derecede payı vardı. Hammad b. Zieyd, Ebu Osman en-Nehdî'nin bu konuda şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu, Hüreyre'nin kendisi gecenin üçte birinde, karısı gecenin ikinci üçte birinde, kızı da üçüncü üçte birinde ibadet ederlerdi. Biri nöbetini tamamlayınca diğerini uyandırdı. Ö da nöbetini tamamlayınca üçüncü­sünü uyandırırdı. Böylece geceyi sabaha dek evlerinde ibadetle geçirir­lerdi."

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan bir rivayette Ebu Hü­reyre şöyle demiştir: "Dostum Rasûlullah (s.a.v.), bana her aydan üç gün oruç tutmayı, iki rek'at kuşluk namazı kılmayı ve uyumadan önce vitr namazı kılmayı vasiyet etti."

İbn Cüreyc, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben geceyi üç dilime ayırırım. Bir dilimini Kur'ân okumaya, bir di­limini uyumaya, bir dilimini de Rasûlullah'ın hadisini okuyup tekrarla­maya tahsis ederim."

Muhammed b. Sa'd, Ebu Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Hüreyre'nin yatak odasında bir mescidi, evinde bir mescidi, oda­sında bir mescidi ve evinin kapısında bir mescidi vardı. Evden çıkarken *>u naescidlerin tamamında namaz kılardı. Eve girerkende bu mescidle-

 tamamında namaz kılardı. "

tkrime dedi ki:"Ebu Hüreyre, her gece 12 000 teşbih yapardı ve: "Di­yetim, kadar teşbih ederim." derdi."

Hüşeym, Meymun b. Ebi Meysere'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Ey Hüreyre hergün iki çığlık atardı. Günün başlagıcmda ilk çığlığı atarak şöyle derdi:

- Gece geçip gitti, gündüz geldi. Firavun ailesi ateşe arzedildi. Ak­şam olunca da şöyle derdi;

- Gündüz gitti, gece geldi. Firavun ailesi ateşe arzedildi.

Onun bu çığlını duyan herkes ateşten Allah'a sığınırdı."

Abdullah b.Mübarek, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

" Facir ve günahkar kimseye verilen nimete imrenme. Çünkü onun arkasında onu yakalamak isteyen Cehennem vardır. Onun ateşi ne za­man sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız."

İbn Luhey'a.Ebu Yunus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hü­reyre, bir gün insanlara namaz kıldırdı. Selam verdikten sonra sesini yükselterek şöyle dedi:" Dini dosdoğru ayakta tutan ve karın tokluğuna ayaklarını dik tutubilmek için yetecek miktarda yemek karşılığında Gazvan'ın kızma ücretli bir işçi olduktan sonra Ebu Hüreyre'yi imam yapan Allah'a hamd olsun."

İbrahim b. îshak el-Harbî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Öksüz olarak büyüdüm, yoksul olarak hicret ettim. Karın tokluğu­na ve ayaklarımı yürütebilecek kadar çorba karşılığında Gazvan'ın kı­zına ücretli bir hizmetkar oldum. Onlar, bineklerine bindiklerinde peş­leri sıra yürürdüm. Onlar, bineklerinden indiklerinde de onlar için odun toplardım. Dini dimdik ayakta tutan ve Ebu Hüreyre'yi imam yapan Al­lah'a hamd olsun. Ey Müslümanlar, Allah'a yemin ederim ki, benim on­lara yaptığım hizmetkarlık kuru bir ekmek parçası ve karanlık tozlu ge­cede bir tas çorba karşılığında idi. Sonra Allah, Gazvan'ın kızını bana zevce olarak verdi. Onlar, bineklere bindiklerinde ben de biniyordum. Onlar, hizmet gördüklerinde ben de hizmet görüyordum. Onlar, binek­ten indiklerinde ben de iniyordum."

İbrahim b. Yakup el-Cürcanî, Ebu Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile Ebu Zerr dediler ki:"Bir ilim babını öğrenmek bizim için 1000 rekat nafile namaz kılmaktan daha hoştur. Kendisi ile amel ettiğimiz veya etmediğimiz bir ilim babım öğrenmek, bizim için yüz rekat nafile namaz kılmaktan daha hoştur. Biz, Rasûluîlah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işttik:

"Bir ilim talebesi, ilim tahsili halinde iken ölürse şehit olur."

Birçok kişinin rivayetine göre Ebu Hüreyre, secdeye kapanarak zina yapmaktan veya kafir olmaktan veya büyük günah işlemekten Al­lah'a sığınırmış, kendisine:

- gen bu durumlardan korkuyor musun? diye sorulduğunda şu cevabı vermiş:         

- iblis hayatta olduğu surece ben kendimi güvende hıssedemem.

Kalpleri çeviren Allah, onları dilediği gibi çevirir, dilediği şekle sokar, ben nasıl güvende olabilirim. Kızı kendisine demişti ki:

- Babacığım, başka kızlar beni ayıplayarak şöyle diyorlar: Baban sana niçin altın takı takmıyor?

- Ey kızcağızım, sen onlara de ki: "Benim babam, Cehennem alevi­nin sıcaklığından korkuyor."

Ebu Hüreyre diyor ki: "Ömer b. Hattattın yanına gittim. Onu ayak­ta bekledim. O namazdan sonra tesbihatla uğraşıyordu, bekledim. Tes-bihatı tamamladıktan sonra yanma yaklaştım,ona dedim ki:

- Bana Allah'ın kitabından birkaç âyet okut (böyle demekle ben, onun bana yemek yedirmesini istiyordum. Başka bir amacım yoktu.)"

Bana, Al-i îmrân sûresinden birkaç ayet okuttu. Evine varınca içeri girdi. Beni kapıda bıraktı. Ben de herhalde elbiselerini çıkaracak, aile­sine benim için yemek hazırlamalarım emredecek diye düşündüm. Ama birşey hazırlamalarını emredecek diye bekledikten sonra kalkıp yürü­meye başladım. Yolda Rasûluîlah (s.a.v.) benimle karşılaştı, konuştu ve dedi ki:

- Ey Ebu Hüreyre, bu gece senin ağzından çok şiddetli bir koku geli­yor.

- Evet ya Rasûlallah, ben oruçluydum, ama henüz iftar edemedim. İftar için yiyecek birşey de bulumadım.

- Benimle gel. Kendisiyle birlikte yürümeye başladım, evine var­dık. Siyahı bir cariyesini çağırdı. Ona şu emri verdi:

- Bize o yemek tabağım getir. Cariye bir yemek tabağı getirdi. Ta­bakta yağ ve süt bulaşığı vardı.Biraz arpa ekmeği kırıntısı vardı, yenil­mişti. Kenarında azıcık birşeyler kalmıştı. Besmele çekip yemeğe başla­dım. Doyuncaya kadar yedim."

Taberanî, Ebu Hüreyre'nin kendi kızma şöyle dediğini rivayet et-miştir:"Altm takı takınma. Çünkü ben, Cehennem ateşinin sıcaklığının sana zarar vermesinden korkarım."

^ İmam b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiş-hr:"Şu süprüntüler (şehvetler ve yediğiniz şeyler) dünyanızı ve ahireti-nizi mahveder."

Taberanî, İbn Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ömer, kendisine valilik vermek için Ebu Hüreyre'yi yanma çağırdı, ancak Ebu Hüreyre valilik yapmak istemedi. Hz. Ömer, ona şöyle dedi:

- Sen valilik yapmaktan hoşlanmıyormusun? Oysa senden daha

hayırlı kimseler de valilik ve yöneticilik yapmışlardır.

- Kim?

- Yusuf (a.s.)

- Yusuf (a.s) peygamberdir. Peygamber oğludur. Ben ise Ümey-me'nin oğlu Ebu Hüreyre'yim. Üç ve ikiden korkarım.

- Üç ve iki diyeceğine beş desen olmaz mı?

- îlimsiz konuşmaktan ,akılsızca hüküm vermekten, bu sebeple de sırtıma kırbaç vurulmasından, malımın elimden alınmasından ve ırzı­ma sövülmesinden korkarım."

Said b. Ebi Hind, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) kendisine şöyle demiştir: "Arkadaşlarının istediği şu ganimetlerden is­teme. Bunun için benden talepte bulunma.

- Ya Rasûlallah, ben Allah'ın sana Öğrettiği şeylerden bana öğret­meni istiyorum. Ben böyle dedikten sonra Rasûlullah (s.a.v.) sırtındaki örtüyü çıkarıp yere benimle kendi arasına serdi. Ben de sanki o sergi üzerinde yürümekte olan bir karıncayı takip eder gibi pür dikkat kesil­dim. Rasûlullah (s.a.v.) konuşmaya başladı,sözünü bitirdi. Sonra da:

- Şu yerdeki sergiyi topla, dedi. Ben de artık Rasûlullah (s.a.v.) 'in bana söylediği sözlerden bir harfi dahi unutmaz oldum."

Ebu Osman en-Nehdf den rivayet edildiğine göre kendisi:

Ebu Hüreyre'ye demiş ki:

- Sen nasıl oruç tutuyorsun?

- Ayın başında üç gün oruç tutarım, ama başıma bir hadise gelir de tutamazsam, o ayın sevabını kazanırım.

Hammad b. Seleme Ebu Osman en-Nehdfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre, bir yolculuğa çıkmıştı. Beraberinde bir toplu­luk ta vardı. Bunlar mola verdiklerinde sofrayı kurdular. Kendileri ile birlikte yemek yemesi için Ebu Hüreyre'ye teklifte bulundular, ancak o,1 oruçlu olduğunu söyledi. Onlar yemeğe başladılar. Yemeğin sonuna ge­lindiğinde Ebu Hüreyre gelip yemeğe başladı. Arkadaşları yemeğe gel­mesi için Ebu Hüreyre'ye göndermiş oldukları habercilerine bakmaya başladılar. Haberci de onlara şöyle dedi:

- Görüyorum ki bana bakıyorsunuz. Vallahi Ebu Hüreyre bana oruçlu olduğunu söylemişti.

Bunun üzerine Ebu Hüreyre'de arkadaşlarına şöyle dedi:

- Arkadaş doğru söyledi, ancak ben Rasûlullah (s.ı\v.)'ın şöyle bu­yurduğunu işittim: "Ay boyunca oruç tutmak sabır orucudur. Her aydan üç gün oruç tutmaksa, bütün zamanı oruçlu geçirmiş kadar fazilet ve se­vap getirir." Ben de ay başında üç gün oruç tuttum ve Allah'ın ruhsat vermesi sebebiyle orucumu açtım. Aziz ve Celil olan Allah'ın sevabı kat kat vermesi sebebiyle de oruç tuttum."

îmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Mütevekkil'in şöyle dediğini rivayet

trniştir:"Ebu Hüreyre ile arkadaşları oruç tuttuklarında mescitte otu-6 rlar ve: "Biz orucumuzu temizliyoruz." derlerdi." rJ   İmam Ahmed b. Hanbel, Ferkad es-Sabhfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Ebu Hüreyre, Beyt'i tavaf ediyor ve şöyle diyordu:

"Vay şu karnımın elinden! Onu doyurursam beni rahatsız eder. Aç bırakırsam beni zayıflatır."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et-İştir-"Ben hergün Aziz ve Celil olan Allah'tan 12 000 kez mağfiret dilemi

nm. Bu da benim diyetim miktanncadır.'

îmam Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Hüreyre'nin 12 000 düğümlü bir ipi varmış.Uyumadan önce bu düğümler sayısınca teşbih çekermiş. Başka bir rivayette anlattığına göre ise o ipinin üzerinde 2 000 düğüm varmış, Uykuya varmadan o dü­ğümler sayısınca teşbih çekermiş. Bu ikinci rivayet, öncekine nisbetle daha doğrudur.

Ebu Hüreyre, can çekişirken ağladı. Kendisine niçin ağladığını sor­duklarında şu cevabı verdi: Şu dünyamza ağlamıyorum. Ama ben, sefe­rimin uzunluğuna, azığımın azlığına ağlıyorum. Ben, Cennet'e giden yokuşta ve Cehennem'e giden uçurumda bulunuyorum. Hangisine gö­türüleceğimi bilemiyorum."

Kuteybe b. Said, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mescidlerinizi yaldızlayıp Mushaflarımzı süslediğiniz zaman harap oldunuz demektir."

Taberanî, Mamer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bana ulaşan bir habere göre Ebu Hüreyre'nin önünden bir cenaze geçtiği zaman yanın­da bulunan kimselere şöyle dermiş: "Gelin biz de gidelim, çünkü biz de bunun gideceği yere gideceğiz. Ölüm, tesirli bir vaazdır. Hızlı bir düşün­medir. Öndeki gidiyor, arkadaki kalıyor ama bunu düşünemiyor."

Hafiz Ebu Bekir b. Malik, Ebu Yezid el-Medinî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Ebu Hüreyre,Rasûlullah (s.a.v.)'ın minberine çıktı. Ancak onun durduğu basamağın bir aşağısında durdu ve şöyle dedi:

"Yaklaşmakta olun bir serden Ötürü Arapların vay haline. Çocukla­rın onlara emirlik yapmalarından ötürü Arapların vay haline. Bu çocuk emirler, onlar arasında hevesleri doğrultusunda hüküm verirler ve öf­kelenerek adam öldürürler."

îmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

Benim on beş tane meyvem vardı. Beş tanesi ile iftarımı açtım.Beş

^esi üe sahur yaptım, beş tanesini de ikinci günün iftarına bıraktım."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Mütevekkil'in şöyle dediğini rivayet

e«mştir: "Ebu Hüreyre'nin zenci bir cariyesi vardı. Düzgün çalışmadığından Ebu Hüreyre'yi Öfkelendirdi. Ebu Hüreyre bir gün kırbacını kal­dırdı. Cariyeyi dövmek istedi. Sonra şöyle dedi:

- Eğer kıyamet gününde kısas olmasaydı şu kırbacı vücuduna vu­racaktım, ama seni, bedelim bana tam olarak ödeyecek birine sataca­ğım. Zaten onun vereceği bedele de çok ihtiyacım var. Haydi git bakalım sen, Aziz ve Celil olan Allah rızası için hür ve serbestin."

Hammad b. Seleme, Ebu Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre hastalandı, ziyaretine gittim." Allah'ım, Ebu Hüreyre'ye şifa ver" diye dua ettim.Ebu Hüreyre ise:"Allah'ım, Ebu Hüreyre'yi tek­rar hayata döndürme." diye <Jua ettti. Sonra da bana şöyle dedi:

"Ey Ebu Seleme, yakında insanlar Öyle bir devre ulaşacaklar ki, on­lardan birine ölüm, kızıl altından daha sevimli olacaktır."

Ata, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Altı şeyi görürseniz o zaman eğer ruhunuz elinizde ise ruhunuzu salıverin (yani ölümünüz elinizde ise ölün). Bunun içindir ki ben ölmek istiyorum. O zamana ulaşmaktan korkuyorum. Beyinsizler yönetici olurlarsa,hüküm para ile satılırsa, can güvenliği kalmaz ise, dostluk ve akrabalık bağları koparsa, güvenlik görevlileri çoğalırsa ve Kur'ân'ı müzik malzemesi yapan bir zümre meydana çıkarsa, o zaman ölümü­nüz elinizde ise ölün."

Ibn Vehb, Salebe b. Malik el-Kurazf nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Ebu Hüreyre, Mervan b. Hakem tarafından tayin edilmiş bir yö­netici iken iki bağ odun sırtında taşıyarak pazara gitti. Pazar girişinde: "Emire yol verin ey İbn Ebi Malik!" diye seslendi. Ben de kendisine ^Al­lah sana rahmet etsin. Yeter artık, bu kadarı da fazla." dedim.Ama o yi­ne -odun bağı sırtında olduğu halde-:"Emire yol verin!" dedi.

Ebu Hüreyre'nin birçok faziletleri, üstünlük ve menkibeleri ile gü­zel sözleri, öğüt ve nasihatları vardır. Önceki kısımlarda da anlattığı­mız gibi Hayber senesinde Müslüman olmuş,Rasûlullah (s.a.v.)'m ya­nında ikamete başlamıştır. Onun yanından hiç ayrılmamıştır. Sadece Rasûlullah (s.a.v.)'m onu Ala b. Hadremî ile birlikte Bahreyn'e gönderi­şi esnasında Rasûlullah'm yanından geçici bir süre için ayrılmıştı. Rasûlullah(s.a.v.), Ala b. Hadremfye, Ebu Hüreyre'ye iyi bakmasını, onu gözetmesini tavsiye etmişti. Ala da onu yanında müezzin yapmıştı. Ebu Hüreyre, Ala'ya şöyle dedi:"Ey emir, benden önce amin deme."

Hz. Ömer, hilafeti zamanında onu yönetici yapmıştı. Diğer valilerle birlikte ona da yöneticilik vermişti.

Abdürrezzak, İbn Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Ebu Hüreyre'yi Bahreyn'e vali olarak gönderdi. O da dönüşünde 10 000 dirhem getirdi. Hz. Ömer, ona şöyle çıkıştı:

- Ey Allah'ın ve kitabının düşmanı olan adam, sen şu malları ka­zanmayı mı tercih ettin?

- Ben, Allah'ın ve kitabının düşmanı değilim, ama Allah'a ve kita­bına düşman olanların düşmanıyım.

- O halde bu malları nereden getirdin?

- Atım doğurdu, kölem çalışıp kazandı. Bir de maaşlarımdan birik­tirdim.

Durumu araştırdılar ve Ebu Hüreyre'nin ifadesinin doğruluğunu tesbit ettiler. Bundan sonra Hz. Ömer, onu valiliğe tayin etmek istediği zaman o kabul etmedi. Hz.Ömer de ona şöyle dedi:

- Yöneticilik yapmaktan hoşlanmıyorsun, oysa bu işi senden daha hayırlı olun kimseler taleb etmiştir.

- Kim?

- Yusuf(a.s.)

- Yusuf (a.s.), peygamber oğlu peygamberdir. Bense Ümeyme'nin oğlu Ebu Hüreyre'yim. Üç ve ikiden korkarım.

- Üç ve iki diyeceğine beş desen olmaz mı?

- Ben ilimsiz konuşmaktan, akılsızca hüküm vermekten ve bu yüz­den sırtıma kırbaç vurulmasından, malımın elimden alınmasından ve ırzıma sövülmesinden korkarım."

Başkalarının anlattıklarına göre Hz.Ömer, ilk valiliğinde Ebu Hü­reyre'ye 12 000 dirhem para cezasına vermişti. Bu sebepten Ebu Hürey­re, ikinci valilik teklifinde görev kabul etmemişti.

Abdürrezzak, Muhammed b. Ziyad'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Muaviye, Ebu Hüreyre'yi Medine'de vali olarak görevlendirdi. An­cak ona kızınca görevden aldı. Yerine Mervan b.Hakem'i vali olarak ata­dı. Ebu Hüreyre, Mervan'm yanma girmek istediğinde kapıcılar engel oluyorlardı. Mervan azledilip Ebu Hüreyre yeniden valiliğe atandığın­da kapıcısına şu talimatı verdi:"Yanıma gelip görüşmek isteyen olursa asla geri çevirme. Sadece Mervan'ı geri çevir. Onu benimle görüştür­me." Mervan valiliğe geldiğinde kapıcı onun göğsüne bir yumruk vurdu. İçeri girmesine engel oldu. Ancak büyük bir zorlukla içeriye girebildi. Girince de: "Kapıcın seninle görüşmemize engel olmak istedi." dedi. Ebu Hüreyre de ona: "İnsanlar arasında bu duruma kızmaması gereken biri varsa o da sen olmalısın." dedi.Doğrusu şu ki, Ebu Hüreyre'yi Medine valiliğine tayin ettirmek isteyen kimse Mervan'm kendisi idi.Ancak bu­nu Muaviye'nin/izni ile yapmıştı. Doğrusunu Allah bilir.

Hammad b. Seleme, Ebu Rafı'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mervan, bazen Ebu Hüreyere'yi Medine'ye vali vekili olarak tayin ederdi. O da merkebe biner, sokalarda dolaşır ve karşılaştığı adama: 'Yol ver emir geliyor." derdi. Emir kelimesiyle kendisini kastederdi, ba­zen de bedevi oyunu oynamakta olan çocukların yanına geceleyin uğrar. Onlar farkında değillerken kendini aralarına atar, deliler gibi ayakları­nı birbirine vurur, böylece çocukları güldürmek isterdi. Çocuklar da paniğe kapılarak sağa sola gülüşerek kaçışırlardı."

Ebu Rafi dedi ki: "Ebu Hüreyre, beni bazen akşam yemeğine çağırı-rır ve: "Eti parçalama işini bana bırak." derdi.Ben de yemeğe bakar-dım.Yaptığı yemeğin zeytin yağından yapılma tirit olduğunu görür­düm."

İbn Vehb, Salebe b. Ebi Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Hüreyre, Medine valisi Mervan'ın vekili olduğu sıralarda bir gün odun bağına omuzuna vurmuş olarak pazara geldi ve bana hitaben: "Ey İbn Ebi Malik, valiye yol ver." dedi. Ben de kendisine: "Allah seni ıs­lah etsin, bu ne haldir." dedim, o odun bağı sırtında olduğu halde yine: "Valiye yol ver." dedi.Mervan'ın katibi Ebu Zuayzia dedi ki: Mervan, Ebu Hüreyre'ye 100 dinar gönderdi. Ertesi gün ona haber salarak: "Ben bu parayı yanlışlıkla sana gönderdim. Aslında başkasına göndermek is­temiştim, parayı geri ver." dedi.

Ebu Hüreyre de şu karşılığı verdi: "Ben, göndermiş olduğun parayı sarfettim,aybaşında bu parayı aylığımdan kes." Ebu Hüreyre, Mervan tarafından kendisine gönderilen o paraları sadaka olarak dağıtmıştı. Mervan böyle yapmakla onu denemek istemişti.

İmam Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Said b. Müseyyeb'in şöyle dediği­ni rivayet etmiştir: "Muaviye, Ebu Hüreyre'ye mal verdiği zaman susar­dı. Vermediği zaman konuşurdu."

Birden fazla ravinin rivayetine göre gencin biri, Ebu Hüreyre'ye ge­lip şöyle demişti:

"Ey Ebu Hüreyre, ben oruçlu olarak sabahladım.Sabahleyin baba­mın yanına gidip oturdum. Bana et ve ekmek getirdi, ben de oruçlu oldu­ğumu unutarak yemeği yedim, durumum nedir?

- O, Allah'ın sana yedirdiği bir yemektir. Bunun oruca bir zararı ol­maz.

- Sonra ailemin yanma gittim. Bana deve sütü getirdiler, oruçlu ol­duğumu unutarak o sütü içtim, durumum nedir?

- Sonra uy udum, uy andığım da su içtim(veya oruçlu olduğumu unutarak karımda cinsel ilişkide bulundum) durumum nedir?

- Ey kardeşimin oğlu! Sen orucunun dışına çıkmış olmadın (orucun bozulmadı."

Birden fazla ravinin rivayetlerinde anlatıldığına göre Ebu Hüreyre bir cenaze gördüğü zaman şöyle dermiş:"Siz gidin. Biz de peşiniz sıra ge­leceğiz."

Yine birden fazla ravinin rivayetlerinde anlatıldığına göre Ebu Hü­reyre, öleceği esnada ağlamış, kendisine sormuşlar:

- Niçin ağlıyorsun?

- Azığımın azlığına ve tarlanın çoraklığına ağlıyorum. Ben yokuş aşağı inmekteyim.Ya Cennet'e yada Cehennem'e gideceğim. Bu ikisinden hangisine gideceğimi bilemiyorum.

Malik, Said b.Said el-Makberî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Vefat edeceği esnada Mervan, Ebu Hüreyre'nin yanma uğradı ve ona: "Ey Ebu Hüreyre, Allah sana şifa ihsan etsin." dedi. Ebu Hüreyre de şu karşılığı verdi:"Allah'ım, ben senin huzuruna varmak istiyorum, sen de benimle buluşmayı iste."

Mervan, oradan ayrılıp gittikten sonra Ashabu'1-Kutn mıntıkasına varır varmaz Ebu Hüreyre vefat etti.

Yakup b. Süfyan, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Allah'ım, beni hicretin altmışıncı senesine ulaştırma." Ebu Hürey­re, ya hicretin altmışına senesinde ya da ondan bir sene önce vefat etti. Vakidî, Ebu Hüreyre'nin hicri elli dokuzuncu senesinde ve yetmiş sekiz yaşında vefat ettiğini söylemiştir. Yine Vakidfnin ifadesine göre aynı sene Ramazan ayında vefat eden Hz.Aişe'nin cenaze namazı ile yine ay­nı senenin şevval ayında vefat eden Ümmü Seleme'nin de cenaze nama­zını Ebu Hüreyre kıldırmış tır. Bu iki peygamber zevcesinden sonra da Ebu Hüreyre'nin kendisi aynı yıl vefat etmiştir. Vakidî, her ne kadar böyle dese de doğrusu Ümmü Seleme, Ebu Hüreyre'den sonra vefat et­miştir. Birden fazla ravinin rivayetlerine göre Ebu Hüreyre hicretin elli dokuzuncu senesinde vefat etmiş olduğuna dair rivayetlerde vardır. Meşhur kavle göre hicri ellidokuzuncu senede vefat etmiştir. Cenaze na­mazım Velid b. Utbe b. Ebu Süfyan ( Medine valisi) kıldırmıştı, cenaze namazım kılan topluluk arasında İbn Ömer, Ebu Said ve diğer bazı sa­habeler de vardı. Cenaze namazı, ikindi namazından sonra kılınmıştı. Akik mevkiindeki evinde vefat etmişti. Oradan alınarak Medine'ye ge­tirilmiş ve orada cenaze namazı kılındıktan sonra Baki mezarlığına def-nedilmişti. Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun. Medine valisi Velid b. Utbe, Ebu Hüreyre'nin vefatım Muaviye'ye bir mektupla bildir­di. Muaviye'de cevabi mektubunda şöyle demişti:"Ebu Hüreyre'nin va­rislerini gözet, onlara ihsanda bulun, onlara 10 000 dirhem harca, on­larla güzel bir komşu ol, onlara iyilikte bulun.Çünkü Ebu Hüreyre, Hz. Osman'a yardım edenlerdendi, kuşatma altında bulunduğu sırada onunla birlikle evinde kalmıştı. Allah onlara rahmet etsin." [24]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/137.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/137.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/137.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/138-142.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/142.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/143.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/144-145.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/145-146.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/146-153.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/153.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/153-154.

[12] Hz. Ebu Bekir'in bir parçası olan oğlunun Müslüman olup islâm'a hizmet edeceğine işaret edilmektedir.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/154-156.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/156-157.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/157-159.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/159-164.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/165-166.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/166-169.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/169.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/169-172.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/172.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/172-178.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/178-179.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/179-197.