Hicretin Altmışıncı Senesi 1

Muaviye'nin Biyografisi Ve Menkıbeleri 4

Muaviye'nin Zevceleri Ve Çocukları 34

Safvanb. Muattal 35

Ebu Müslim El-Holanî 36

 

Hicretin Altmışıncı Senesi

 

Bu senede Malik b. Abdullah, Suriye'ye gidip gaza yaptı. Vakidf nin ifadesine göre bu senede Cünade b. Ebu Ümeyye, Rodos adasına girdi. Yine bu sene de Muaviye, Ubeydullah b. Ziyad ile birlikte Şam'a gelen heyetten oğlu Yezid için bey'at aldı. Yine bu senenin recep ayında Mua­viye ölümle sonuçlanan hastalığa yakalandı. Nitekim bunu ileride de açıkl ayağız.

Ibn Cerir'in rivayetine göre Muaviye, ölümle sonuçlanan hastalığı­na yakalandığı zaman oğlu Yezid'i yanına çağırdı ve ona şöyle dedi:

"Ey oğulcuğum! Ben yükünü tutman için sana gerekli imkanları ve-adamları hazırladım. Herşeyi senin emrine verdim.Güçlü adamları sa­na boyun eğdirdim. Arapların boynunu senin Önünde uzattım. Onları sana itaat ettirdim. Kurmuş olduğum bu düzende kimsenin seninle çe­kişmesinden korkmuyorum. Sadece dört kişi hariç. Onlar da Ali'nin oğ­lu Hüseyin, Ömer'in oğlu Abudullah, Zübeyr'in oğlu Abdullah ve Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'dır."

Sahih rivayetlerde anlattığına göre Hz. Ebu Bekr'in oğlu Abdurrah-man, Muaviye'nin vefatından iki sene önce vefat etmiştir.

Muaviye, oğlu Yezid'e nasihatim şöyle sürdürmüştü:"Ömer'in oğlu Abdullah'a gelince o, mutemet bir kimse olup kendim ibadete vermiştir. Kendisinden başka kimse kalmadığı zaman o sana bey'at eder. Hüse­yin'e gelince Iraklılar, onun arkasmdadırlar. Sana isyan ettirinceye ka­dar onu kışkırtırlar. Eğer isyan eder de onu mağlup edersen onu affet. Çünkü onun Rasûlullah'a büyük bir yakınlığı ve akrabalığı vardır. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'a gelince arkadaşları ne yaparsa o da aynı şeyi yapar. O, kadınlardan ve eğlenceden başka birşey bilmez. Senin karşında aslan gibi dikilecek, tilki gibi kurnazca hareket edecek, fırsat bulursa üzerine atılacak olan kişi ise Zübeyr'in oğlu Abdullah'tır. Şayet Abdullah sana bunu yapacak olursa ve sen de onu ele geçirirsen onu pa­ramparça et, elinden geldiği kadar da kavminin kanını akıtmamaya ça-hş."

Babasının hastalığı ve ölümü sırasında Yezid'in orada hazır bulun­mayıp av partisinde bulunduğu, Muaviye'nin Dahhak b. Kays ile Mürre kabilesinden Müslim b. Ukbe'yi huzuruna çağırtarak onlara bu mesajı oğlu yezid'e iletmelerini emrettiği söylenmiştir: "Hicaz bölgesi halkını iyi gözet. Çünkü onlar senin aslındır. Irak halkına da göz kulak ol. Her­ktin senden üzerlerindeki bir valiyi görevden almanı isteseler bile bunu yap. Çünkü bir valiyi görevden almak, sana karşı yüz kılıç çekilmesin­den daha hayırlıdır. Şam halkına da dikkat et. Senin sırdaşların onlar olsun.Sırlannı onlara söyle. Yardımcıların onlar olsun. Onların huku­kuna riayet et. Kureyşliler arasında sana zorluk çıkarmalarından kork­tuğum sadece üç kişidir. Ali'nin oğlu Hüseyin, Ömer'in oğlu Abdullah ve Zübeyr'in oğlu Abdullah (Burada Muaviye, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Ab-durrahman'dan söz etmemiştir. Doğru olan rivayet de budur.). Ömer'in oğlu Abdullah kendini ibadete vermiştir. Ali'nin oğlu Hüseyin zayıf bir adamdır. Umarım ki Allah, babasının katilleri ve kardeşini yardımsız bırakanlarla uğraştığından ötürü onu sana iliştirmez. Onun Rasûlullah'a büyük bir akrabalığı, yakınlığı ve büyük bir hakkı vardır. Onu sana isyan ettirmedikçe Iraklıların onun peşini bırakacaklarını sanmıyorum. Eğer isyan ederde sen onu ele geçirirsen bağışla. Zü­beyr'in oğlu Abdullah'a gelince o, hilekar ve dessastır. Onunla karşıla­şırsan ona vur, ancak seninle barışmak isterse o zaman vurma, barış is­teğini kabul et.Elinden geldiği kadar kavminin kanını akıtmaktan vaz-geç."

Muaviye, hicri altmışıncı senenin receb ayının başında vefat etti. Hişam b. Kelbî böyle demiştir. Bu ayın ortalarında vefat ettiğine dair zayıf bir rivayette vardır ki, bu Vakidî'ye aittir. Bu senenin receb ayının yirmi ikisinde vefat etmiş olduğuna dair Medainf nin bir rivayetide var­dır. Ibn Cerir'in ifadesine göre Muaviye hicri altmışıncı senenin receb ayında vefat etmiş ve bu hususta icma yapılmıştır. Bağımsız yöneticiliği hicretin kırk birinci senesinin cemaziyelevvel ayında başlamıştı. O za­man Edrec'de Hz.Ali'nin oğlu Hüseyin ona bey'at etmişti. Böyle olunca da onun vefatına kadar bağımsız yöneticiliği ondokuz yıl üç ay sürmüş­tür. Takriben Şam'daki yöneticiliği yirmi seneyi bulmuştur. Başka ifa­deler kullananlar da vardır. Vefat ederken yetmiş üç yaşındaydı. Yet­miş beş yaşında, yetmiş sekiz yaşında, seksen yaşında olduğuna dair ri­vayetler de vardır. Bu husustaki değişik ifadeleri biyografisinin sonun­da nakledeceğiz.

Ebu Seken Zekeriya b. Yahya, Humeyd b. Münhib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

'Hind binti Utbe, Fakih b. Muğire el-Mahzumfnin zevcesi idi.Kureyş delikanlılardandı. Onun bir misafirhanesi vardı ki,insan îzin almaya gerek duymaksızın oraya girip çıkarlardı. Bir gün misafirhane boştu, o esnada Fakih misafirhanede yan gelip uzanmıştı. Hind istirahatı esnasında orada bulunuyordu. Sonra Fakih, bir iş için ısafırhaneden dışarı çıkıp gitti. Misafirlerden biri içeriye girdi.

md'ın orada bulunduğunu görünce kaçıp dışarı çıktı. Misafirhaneye dönmekte olan Hind'in kocası Fakih de yabancının misafirhaneden çık­makta olduğunu gördü. Hind'in yanına gitti. Hind, uzanmış yatıyordu. Ayağıyla ona vurdu ve şöyle dedi:

- Az önce yanından çıkan adam kimdi?

- Kimseyi görmedim, uykudaydım. İşte şimdi sen beni uykudan uyandırdım.

- Haydi, babanın evine git.

İnsanlar, bu hadiseyi duyunca ileri geri konuşmaya başladılar. Ba­bası da Hind'e şöyle dedi:

- Kızım, insanlar senin hakkında fazlaca dedikodu yapıyorlar.Ola­yı sen bana anlat. Eğer kocan senin hakkında doğru konuşuyorsa, o ya­bancıyı bir yolunu bulup öldürtürüm. Böylece hakkındaki dedikodular sona erer. Eğer kocan iftira ediyorsa, onu Yemen'deki bir kahine götü­rüp muhakeme ettiririm.Babasının böyle demesi üzerine Hind, cahiliye döneminde yapılan yeminlerden birini ağzına alarak kocasının yalan söyleyip kendisine iftira ettiğini söyledi.

Hind'in babası Utbe de damadı Fakih'e şöyle dedi:

- Be adamlSen kızıma büyük bir iftira attın .Ona büyük bir leke sürdün. Bu lekeyi su yıkamaz. Araplar arasında bizi utandırıp küçük düşürdün. Eğer yakınım olmasaydın, seni öldürürdüm. Ama seni Ye­men'deki kahinlerden birine götürüp muhakeme ettireceğim. Haydi be­nimle gel de Yemen'deki falan kahinin yanına gidelim.

Fakih, Beni Mahzum kabilesinden bir grup yakını ile birlikte yola çıktı. Kayın pederi Utbe de Abdumenaf kabilesinden bir toplulukla yola çıktı. Bunlar Hind'i de birkaç kadınla birlikte yanlarına alıp yola çıktı­lar. Yemen yolunu tuttular, kahinin beldesine yaklaştıklarında: "Yarın kahinin yanına varalım." dediler. Hind, babasının ve etrafındaki adam­ların böyle konuştuklarını işitince yüzünün rengi değişti. Durumu fe­nalaştı, ağlamaya başladı. Babası ona dedi ki: "Ey kızcağızım, durumun kötüleşti. Çokça ağlıyorsun, yoksa bir kötülük mü işledin ki sende bu durumu görüyorum. Eğer böyle bir suç işlemişsen keşke yola çıkışımızı kimse duymadan bize anlatsaydm."

- Allah'a yemin ederim ki ey babacığım, bendeki bu fena durum, iş­lediğim bir kötülükten dolayı değildir. Ben suçsuzum, ama bende gördü­ğün bu fenalaşma ve üzüntünün sebebi şudur: Biliyorum ki beni yanına götürdüğünüz kahin yamlabilen, bazen de doğru söz söyleyen bir insan­dır. Korkarım ki benim hakkımda yanlış birşey söyler, hata yapar. Bu da zamanın sonuna dek benim üzerimde bir utanç lekesi olur. İnanamı­yorum, belkide bu bana kötü bir damga vurur ve bu, Araplar arasında benim için bir küfür sebebi olur.

- Korkma, ben, senin hakkında konuşmadan önce onu imtihan ede­ceğim. Eğer imtihanda başarısız olursa, senin hakkında konuşmasına firsat vermeyeceğim.

Bu konuşmadan sonra Hind'in babası Utbe, topluluktan ayrılıp bir-tepenin arkasına gitti. Bir ata binmişti. Tepenin arkasında atından in­di. Islık çaldı. Atı erkeklik organım uzattı, Bir buğday tanesini alıp or­ganın deliğine yerleştirdi ve ucunu sağlamca bir iple bağladı. Sonra yine ıslık çaldı. At organını geri çekti. Bundan sonra Utbe, arkadaşlarının yanına döndü. Onlar, Utbe'nin def-i hacette bulunmak için yanlarından uzaklaşmış olduğu kanısına vardılar. Sonra kahinin yanma gittiler. Ya­nına vardıklarında kahin onlara ikramda bulundu. Onlar için kurban kesti. Utbe, kahine şöyle dedi:

- Biz bir iş için senin yanma gelmiş bulunuyoruz. Ancak senin için gizlediğim şeyi açıklamadan işimiz hakkında konuşmana müsaade et­miyorum. Ben, senir açığa çıkarmanı istediğim birşeyi gizledim. Söyle bakalım, o şey nedir?

- Erkeklik organı ucunda bir bitki tanesi.

- Bunu daha da açıkla.

- Atının penisinin deliğinde bir buğday tanesi.

- Doğru söyledin. Senin için getirdiğimiz şeyi al, meselelerimizi açıkla, şu kadınların durumuna bak.

Utbe, getirdiği kadınları Hind'le birlikte kahinin arka tarafına oturtmuştu. Kahin, Hind'i tanımıyordu.Sonra Utbe, kadınları birer bi­rer kahinin yanına yaklaştırdı. Elini kadınların omuzuna vuran kahin, suçsuz olduklarını birer birer söyleyip; "Haydi kalk bakalım." diyordu. Sonunda Hind, kahinin yanma yaklaştı. Kahin elini onun omuzuna vur­du ve şöyle dedi:

- Kalk bakalım. İffetin sağlamdır. Kötülük yapmamışsın, zinakar değilsin. Sen Muaviye adında bir hükümdar doğuracaksın.

Kahinin böyle demesinden sonra Fakih kalkıp karısı Hind'in elini tuttu. Hind elini çekti ve ona şöyle karşılık verdi:

- Benden uzak dur. Allah'a yemin ederim ki artık seninle birlikte aynı yastığa baş koymayacağım ve Allah'a yemin ederim ki, benden do­ğacak hükümdar, senden başka bir koca ile evlenmemden sonra doğa­caktır.

Bundan sonra Hind, Ebu Süfyan b. Harb ile evlendi ve Muaviye'yi doğurdu. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu sözleri Hind'in baba­sı Utbe, Fakih'e söylemiştir. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bilir. [1]

 

Muaviye'nin Biyografisi Ve Menkıbeleri

 

Muayiye'nin soy kütüğü şöyledir: Muaviye b. Ebi Süfyan Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdimenaf b. Kusayel-Kureşi el-Ümevi Ebu Abdurrahman, Mü'minlerin dayısıdır. Alemlerin Rabbi'nin Rasû-lünün vahiy katibidir. Anası, Hind binti Utbe binti Rabia binti Abdi-şems'dir. Muaviye, Mekke fethi esnasında Müslüman oldu. Rivayete gö­re Muaviye şöyle demişti:"Ben Umretü'1-Kaza esnasında Müslüman ol­dum. Ancak Müslümanlığımı babamdan gizledim. Sonra o, İslâm'a gir­diğimi anlayınca bana şöyle dedi:"İşte kardeşin Yezid, senden daha ha­yırlıdır, kendi milletinin dininden ayrılmadı." Ama ben babamın böyle demesine aldırmadım. Umretü'1-Kaza esnasında Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'ye geldi, ben onu tasdik etmiştim. Mekke fethi esnasında geldi­ğinde ben Müslümanlığımı açığa vurdum. Rasûlullah'ın yanma gittim, o bana merhaba dedi, ben de onun yanında vahiy katipliği yaptım.

Vakidî dedi ki: Muaviye, Rasûlullah'la birlikte Hüneyn gazvesinde hazır bulundu. Rasûlullah, ona 100 deve ve kırk okiye altın verdi. Bu al­tınları Bilal tarttı. Muaviye, Yemame harbine katıldı. Bazılarının iddi­asına göre Müseyleme'yi öldüren de odur. îbn Asakir böyle demiştir. Belki de Müseyleme'yi öldüren kimseye yardımcı olmuştur. Aslında Müseyleme'yi öldüren Vahşi idi. Ebu Dücane Simak b. Hareşe de ona kı­lıç darbesini indirmişti. Muaviye'nin babası, Kureyş Önderi erindendi. Bedir savaşından sonra yalnız başına liderlik yaptı. Müslüman olduk­tan sonra İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Çok önemli faaaliyetlerde bulun­du. Yermük savaşından önce ve sonra yararlı faaliyetlerde bulundu. Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'a sahabe oldu. Onun yanında vahiy katipli­ği yaptı. Ondan birçok hadis rivayet etti. Rivayet ettiği hadislerin çoğu, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde, sünen ve müsnedlerde yer almakta­dır. Sahabe ve tabiilerden bir topluluk ta ondan hadis rivayet etmiştir. Ebu Bekir b. Ebu'd-Dünya dedi ki:"Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, yakışıklı bir kimse idi. Güldüğünde üst dudağı geriye doğru katlanırdı. Muaviye kına yakardı."

Muhammed b. Yezid el-nEzdî, Ebu Abdi Rabb'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:"Muaviye'nin sakalını sarıya boyadığını, tıpkı altın rengine büründüğünü gördüm."

Ebu Abdi Rabb'dan başkası demiş ki:"Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, alnı düz bir kimse idi. Saçı sakalı ağarmıştı. Saç ve sakalını kına ve inersin yaprağını andıran bitki ile boyardı. Ömrünün son zamanla­rında bunadı. Mantıkî olmayan sözler söylemeye başladı. Yüzünü örter ve şöyle derdi:"Benim için afiyet duası yapan kula Allah rahmet etsin. En güzel çağımda vuruldum. Eğer Yezid'e tutkun olmasaydım doğru yo­lumu bulurdum." Muaviye, yumuşak huylu, ağır ve insanlar arasında sözüne uyulan bir liderdi. Cömert, adaletli ve şehamet sahibi bir kimse

Medainî, Salih b. Keysan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Arapla-rın ileri görüşlü adamlarından biri küçük yaşta iken Muaviye'yi görmüş ve onun için şöyle demişti:"Öyle inanıyorum ki bu çocuk, kendi kavmine lider olacaktır." Adamın böyle demesi üzerine de Hind şöyle demişti: Eğer sadece kendi kavmine liderlik yapacaksa anası onu kaybetsin."

Şafii, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Hind'i Mek­ke'de gördüm. Yüzü sanki ay parçası idi. Arkasında olan bir adam da, oyun oynamakta olan bir çocukla beraber oturmaktaydı. Adam geçti, Muaviye'ye baktı ve şöyle dedi: "Şu çocuğun yaşadığı takdirde kavmine lider olacağını şimdiden görüyorum." Adamın böyle demesi üzerine Hind de şöyle dedi:"Eğer sadece kavmine liderlik edecekse, Allah onu şimdiden öldürsün." İşte sözünü etiğimiz çocuk, Muaviye b. Ebu Süf-yan'dır."

Muhammed b. Sa'd, Ali b. Muhammed b. Abdillah b. Ebi Seyf in şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

"Günün birinde Ebu Süfyan, küçük yaştaki Muaviye'ye baktı ve ka­rısı Hind'e şöyle dedi:"Doğrusu benim bu oğlum, başı büyük bir çocuk­tur ve kavmine lider olmaya layıktır."

Kocası Ebu Süfyan'm böyle demesi üzerine Hind de şöyle dedi:"Sa-dece kavmine mi liderlik edecek? Eğer bütün Araplara liderlik yapmaz­sa şimdiden ölüp yok olsun!" Hind, küçük yaştaki Muaviye'yi kucaklar ve şöyle derdi:

"Doğrusu benim oğlum asildir, kerem sahibidir. Ailesi arasında se­vimlidir, yumuşak huyludur. Kötü huylu, kötü sözlü ve alçak değildir. Kendisinden utanç duyulan, sıkıntı verici bir kimse de değildir. Kaya gi­bidir. Beni Fihir'dendir, onlara liderdir. Kendisi hakkında beslenen umutlara muhalefet etmez. Hayal kırıklığına uğratmaz."

Hz. Ömer, Ebu Süfyan oğlu Yezid'i Şam'a vali tayin ettiği zaman Muaviye ona gitti. Ebu Süfyan da Hind'e şöyle dedi:

- Nasıl, gördün mü? Senin oğlun, benim oğlumun emri altına girdi?

- Eğer Arapların süvarileri sarsılır ve sıkıntılı hal meydana gelirse 0 zaman benim oğlum karşısında senin oğlunun durumunu anlarsın. Ebu Süfyan oğlu Yezid, on küsur sene sonra vefat edip de ulak vefat ha­crini kendisine getirdiğinde Hz. Ömer, ulağı tekrar Şam'a göndererek ölen kardeşi Yezid'in yerine Muaviye'nin Şam valisi tayin edildiğini bil­dirdi. Daha sonra da oğlu Yezid'in vefatı sebebiyle Ebu Süfyan'a taziyet-lerini bildirdi. Ebu Süfyan da sordu:

- Ey mü'minlerin emiri, Yezid'in yerine kimi vali tayin ettin? —Kardeşi Muaviye'yi tayin ettim. —Ey mü'minlerin emiri, akrabalık bağlarını gözettin. Hind'de göndermiş olduğu mektubunda Muaviye'ye şöyle dedi: "Al­lah'a yemin ederim ki ey oğulcuğum! Hind gibi bir kadının senin gibi bir evlat doğurması çok nadirdir. Bu adam (Hz. Ömer), seni bu valilik göre­vine tayin etti. Sen de hoşuna giden ve gitmeyen her hususta ona itaat et." Babası Ebu Süfyan da Muaviye'ye şöyle dedi; "Ey oğulcuğum! Şu Muhacirler topluluğu bizi geçip geride bıraktılar. Onların bizden önce İslâm'a girişleri derecelerini yükseltti. Allah ve Rasûlü katında da onla­rı kıdemli yaptı. İslâm'a geç girişimiz bizi geride bıraktı. Onlar, lider ve önder oldular; biz ise, onlara tabi olduk. Seni önemli bir işe tayin ettiler. Onlara muhalefet etme. Sen bir süreye kadar valilik yapacaksın. Elin­den geldiği kadar gayret sarfet. Eğer görevini hakkıyla ifa edersen bu görevi senden sonrakilere miras olarak bırakırsın."

Muaviye, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın halifelikleri döneminde Şam'da valilik görevim sürdürdü. Hicretin yirmi yedinci senesinde Kıb­rıs adasını fethetti. Hicretin altmışıncı senesine yakın bir zamanda Müslümanları oraya yerleştirdi. Müslümanlar da onun zamanında ve ondan sonraki dönemlerde Kıbrıs ta yaşadılar. Muaviye'nin zamanında Bizans ve Frank topraklarında fetih ve cihad devam etti. Hz. Ali ile ara­larındaki savaşlar meydana gelince fetihlere son verildi. Ne o, ne de Hz. Ali o dönemde fütuhat yapamadılar. Bizans hükümdarı onu korkutup sindirdikten sonra Şam topraklarına göz dikti. Askerleri, Muaviye'nin topraklarına saldırdı. Hz. Ali ile savaşmakta olduğunu görünce büyük askeri birliklerle Şam topraklarına saldırdı. Oraya göz diktiğini gören Muaviye, ona şöyle bir mektup gönderdi:

"Ey mel'un! Allah'a yemin ederim ki, eğer bu saldırılarına son verip-te ülkene geri dönmezsen, amcamoğlu ile barışır ve seni bütün toprakla­rından kovarım. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünü sana zindan edip daraltırım."

Bunun üzerine Bizans hükümdarı korktu.Geri çekildi ve barış için Muaviye'ye adam gönderdi. Hakem olayından ve Muaviye'nin Hasan'la barışmasından sonra yönetim tamamen Muaviye'nin eline geçti.Bütün halk, hicretin kırk dördüncü senesinde Muaviye'ye bey'at etti. Nitekim bunu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Hicri kırk birinci seneden Mua­viye'nin vefat senesi olan hicri altmışıncı seneye kadar yönetim müsta­kil olarak Muaviye'nin elinde kaldı. Düşman ülkelerine cihada gidildi. Allah'ın kelimesi yüceltildi. Çevre ülkelerin hepsinden Muaviye'ye ganimetler geliyordu. Müslümanlar, onun yönetiminde rahat ve adalet içinde barışık ve afiyetli olarak yaşıyorlardı. Sahih-i Müslim'de İbn Ab-bas'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle

demiştir:

- Ya Rasûlallah, bana üç şeyi ver.

- Olur.

- Beni komutan yap ki, daha önce Müslümanlarla savaştığım gibi

şimdi de kafirlerde savaşayım.

- Olur.

- Muaviye'yi de yanında katip yap.

- Olur.

Ebu Süfyan'm üçüncü isteği de diğer kızı Azze'yi Rasûlullah'la ev-lendermekti. Bunu sağlamak için de kızı ve Rasûlullah'm zevcesi Üm-mü Habibe'den yardım istedi. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), onun bu isteği­ne karşı:"Azze ile evlenmek bana helal olmaz." dedi. Bu konuyu ayrı bir ciltte anlattık. İmamların bu husustaki kavillerini ve bu evliliğin im­kansızlık sebeplerini naklettik. Alllah'a hamdolsun. Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanında katiplik yapan vahiy katipîerindendi. İmam Ahmed, Müslim ve Hakim, İbn Ab-bas'm şöyle dediğim rivayet etmişlerdi:"Ben diğer çocuklarla birlikte oynamaktaydım. Bir de baktım ki Rasûlullah (s.a.v.) geliyor. Ben: "Mut­laka benim için geliyor." dedim ve kapının arkasına gizlendim . Gelip bir iki adım attı ve beni buldu. Sonra da: "Git bana Muaviye'yi çağır." dedi. Muaviye, vahiy katipliği yapıyordu. Gidip onu çağırdım. Yemekte oldu­ğunu söylediler. Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip Muaviye'nin yemek yemekte olduğunu söyledim. O da: "Git onu çağır." dedi. ikinci kez gittim, onu ça­ğırdım, yemek yemekte olduğunu söylediler. Durumu Rasûlullah (s.a.v.)'a bildirdim. Üçüncü kez gidip çağırdığımda yine aynı cevabı al­dım, gelip durumu Rasûlullah (s.a.v.)'a anlattığımda o, Muaviye için:"Allah onun karnını doyurmasın." dedi. Gerçektende artık ondan sonra Muaviye'nin karnı doymadı.

Muaviye, hem dünyasında hem ahiretinde Rasûlullah'ın bu dua­sından yararlandı. Dünyadaki yararlanışı şöyledir: Muaviye, Şam'a va­li olduğunda günde yedi kez yemek yerdi. Kendisine içinde bol miktarda et ve soğan bulunan bir yemek tabağı getirilir, o tabaktan yerdi, günde yedi kez et, tatlı ve bol miktarda da meyve yerdi. Sonra da: 'Vallahi doy­madım. Ancak yemekten yoruldum, usandım." derdi. Bu nimet ve mide­ye bütün hükümdarlar rağbet e derler. Ahire tte bu duadan yararlamşı-na gelinCe Müslim, bununla ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle de­diğini nakletmiştir:"Allah'ım, ben sadece bir beşerim, herhangi bir kula sövmüş veya onu kırbaçlamış, veya ona haketmediği halde beddua et-mıŞ isem bunu onun günahlarına keffaret yap ve kıyamet gününde sana yaklaşmasına vesile kıl."

Müseyyeb b. Vadıh, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip şöyle dedi: "Ya Muhammedi Mu-aviye'ye selam söyle ve ona iyi davran. Çünkü o, Allah'ın kitabım ve vah­yini yazmak hususunda güvenilir bir kimsedir. O, ne güzel güvenilir bir katiptir."

Hz. Ali ve Cabir b. Abdullah'tan rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), Muaviye'yi yanma katip olarak alma hususunda Cebrail'e danıştı. Ceb­rail de şöyle dedi: "Onu yanma katip olarak al, çünkü o, güvenilir bir kimsedir."

Ebu'l- Kasım et-Taberanî, Hz.Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Rasûlullah, Ummü Habibe'nin evinde iken kapı vuruldu. Rasû­lullah (s.a.v.): "Bak bakalım kimmiş bu kapıyı vuran?" deyince: "Muavi-ye'dir." dediler. Rasûlullah (s.a.v.)'da: "İçeri girmesine izin verin" dedi. Muaviye kulağının arkasında bir kalem olduğu halde içeri girdi. Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle dedi:

- Ey Muaviye, şu kulağının arkasındaki kalem de ne? —Bu, Allah ve Rasûlü için hazırladığım bir kalemdir. —Allah, peygamberinden sana hayır mükafat versin. Vallahi ben sadece Allah'tan gelen bir vahiy üzerine seni yanıma katip yaptım. Yap­tığım büyük küçük her iş mutlaka ilahi vahye dayalıdır. Ne dersin Al­lah, sana bir gömlek giydirirse (seni halife yaparsa) iyi olur mu ? Ümmü Habibe, kalkıp Rasûlullah'ın önünde oturdu ve şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, Cenâb-ı Allah, Muaviye'ye gömlek mi giydirecek? —Evet, yalnız onda bazı şeyler var.

- Allah'ım, ona hidayet nasib et ve onu kötülüklerden uzak tut. .Dünya ve ahirette onu bağışla."

Ebu Hüreyre, Enes ve Vasile b. Eska 'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:"Güvenilir kimseler üçtür: Ceb­rail, ben ve Muaviye."

İbn Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu-yurmuştur:"Güvenilirleryedidir:Kalem, Levh, İsrafil, Mikail, Cebrail, ben ve Muaviye:" Bu, önceki hadisten daha münker ve senet bakımın­dan da ondan daha zayıftır.

İmam Ahmed b. Hanbel, İrbad b. Sariye es-Sülemî'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)ın ramazan ayında bizi sahura ça­ğırdığını ve: "Mübarek yemeğe gelin." dediğini, sonra da şöyle dua etti­ğini işittim: "Allah'ım, Muaviye'ye kitab ve hesabı öğret ve onu azaptan koru."

Bişr es-Sirrî"nin rivayetine göre Rasûlullah, ona şu duayı da yap-mıştır:"Onu Cennet'e koy." Eşheb, Mesleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın biri, Muavjye'nin yemek yemekte olduğunu gördü ve Anır b. As'a şöyle dedi: "Doğrusu şu senin amcanoğlu çok yemek yiyi-vor " Böyle diyen adama cevaben Amr b. As şöyle dedi:"Ama ben sana Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işitmiş olduğumu söylüyorum: "Al­lah'ım Muaviye'ye kitabı öğret, beldelerde onu hüküm sahibi yap ve onu azaptan koru."

Taberanî, Abdurrahman b. Ebi Umeyre el-Müzenf nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.)'m Muaviye için şöyle dediğini işittim:" Allah'ım, onu hidayete eren ve hidayete ulaştıran bir kimse kıl, onu doğru yola eriştir. Onun vasıtasıyla da insanları doğru yola eriştir."

Tirmizî, Ebu İdris el-Holanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:Hz. Ömer, Ümeyr b. Sa'd'ı Şam valiliğinden azledilip yerine Muaviye'yi vali olarak atağında insanlar dediler ki: "Ömer, Ümeyr'i azletti, yerine Mua­viye'yi atadı." Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:"Muaviye'den sadece iyilikle bahsedin. Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın onun hakkında şöyle buyurduğunu işittim:"Allah'ım, onun vasıtasıyla insanları hidayete er­dir."

Bunu sadece Tirmizî rivayet etmiştir. Garip bir hadis olduğunu söy­lemişlerdir. Amr b. Vakid ise, zayıf bir hadis alduğunu ifade etmiştir. Bence bu hadis, Hz. Ömer'in rivayetidir. Doğrusu şudur ki Hz. Ömer, onu vali olarak atama gerekçesini açıklarken şöyle demiş tir ^'Muavi­ye'yi sadece hayırla anın." Bunu Hişam b. Ammar'm şu rivayeti de tak­viye etmektedir: İbn Ebu Said bana dedi M: Babam, Hz. Ömer'in Muavi­ye b. Ebi Süfyan'ı Şam'a vali olarak atadığını anlatıyordu. İnsanlar o za­man demişlerdi ki: "Ömer, genç bir adamı vali olarak atadı." Hz. Ömer de kendini şöyle savundu:"Siz, Muaviye'yi genç yaşta vali olarak ata­mamdan ötürü beni suçluyorsunuz. Oysa ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m onun hakkında şöyle buyurduğunu işttim:"Allah'ım, onu doğru yola eren ve doğru yola erdiren bir kimse yap. Onun vasıtasıyla insanları hi­dayete ilet."

Taberanî, Abdullah b. Büsr'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir iş için Ebu Bekir ile Ömer'e danıştı. Onlara: "Ba­na fikrinizi söyleyin." dedi. Onlar da: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." de­diler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) "Muaviye'yi çağırın." dedi. Ebu Bekir ile Ömer de dediler ki: "Rasûlullah'tan ve Kureyşten olan bu iki adamda bu iş hakkında sağlam hüküm verme yeteneği yok mudur ki, Rasûlullah (s.a.v.) Kureyş'ten bir genci çağırttırıyor?" Ancak Rasû­lullah (s.a.v.), ısrar edip: "Bana Muaviye'yi çağırın." dedi. Muaviye çağ­rıldı. Gelip Rasûlullah'ın huzurunda durduğunda Rasûlullah (s.a.v.), onun için cemaate şöyle tavsiyede bulundu:"Muaviye'yi işinizde hazır bulundurun, onu kendinize şahit yapın. Çünkü o, güçlü ve güvenilir bir künsedir."Bazı rivayetlerde şu ilave de vardır."İşinizi ona yükleyin." Bu arada îbn Asakir, Muaviye'nin fazilet ve üstünlüklerine dair birçok hadis rivayet etmiştir ki onları burada zikretmedik. Sadece bu konudaki sahih ve hasen hadisleri nakletmekle yetindik. Mevzu ve münker hadis­leri kale almadık, tbn Asakir, Muaviye'nin fazileti ile ilgili olarak İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Muaviye, Müslüman oluşun-°dan itibaren Peygamber (s.a.v.)'e katiplik yaptı." İrbad'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.), Muaviye için şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, ona kitabı öğret."

İbn Ebu Ümeyre'den rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Muaviye için şöyle dua etmiştir:" Allah'ım, onu hidayete eren ve erdiren bir kimse yap."

Buharî, "Menakib" kitabında Muaviye b. Ebi Süfyan'dan bahseder­ken İbn Ebi Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Muaviye, ya­nında İbn Abbas'ın azatlısı bulunduğu halde yatsıdan sonra bir rekathk vitir namazı kıldı. Azatlısı, İbn Abbas'ın yanma döndüğünde: "Muaviye, yatsıdan sonra bir rekathk vitir namazı kıldı." deyince, îbn Abbas azat­lısına şöyle cevap verdi:"Onu bırak. Çünkü o, Rasûlullah (s.a.v.)'a saha-belik yapmıştır."

İbn Ebi Meryem, îbn Ebi Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "İbn Abbas'a denildi ki:"Mü'minlerin emiri Muaviye hakkında ne dersin? O sadece bir rekathk vitir namazı kıldı?" İbn Abbas ta şu cevabı verdi: "İsabet etmiştir.Çünkü o fakihtir."

Amr b. Abbas, Ebban tarikiyle Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet et-miştir:"Siz ikindi namazından sonra iki rekat namaz kılıyorsunuz.Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'m sahabesi idik. Onun bu iki rekatı kıldığını görme­dik. Hatta o, ikindi namazından sonra namaz kılınmasını yasaklardı."

Buharî, bu rivayetinden sonra Hind binti Rabia'dan bahseder. Şöy­le ki: Abdan, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Süfyan'm karısı Hind binti Utbe, Rasûlulİah (s.a.v.)'m yanına gelip şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, yeryüzünde senin oba halkın kadar alçalmalarını istediğim başka bir oba halkı yoktu.

- Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki öyleydi.

- Ya Rasûlallah, Ebu Süfyan cimri bir adamdır. Geçimlerinden so­rumlu olduğum çocuklarımız için onun malından almamda bir sakınca varmıdır?

- Hayır, meşru ölçüde almanda bir sakınca yoktur."

Rasûlullah (s.a.v.)'m Hind'e hitaben: "Nefsim kudret elinde bulu­nan zata yemin ederim ki öyleydi." derken Hind ve ailesi ile bütün kafir­lerin küfür halinde alçalmalarım istediğini kasdetmiştir. Onlar, Müs­lüman olduklarında Rasulllah (s.a.v.) yücelmelerini istedi. Allah da on­ları yüceltti.

İmam. Ahmed b. Hanbel, Amr b Yahya b. Said'in şöyle dediğim rivavet etmiştir: "Dedemin şöyle dediğini işittim: Muaviye, Ebu Hürey-re'den sonra ibriği aldı ve Rasûlullah'ı takip etti (o esnada Ebu Hüreyre rahatsız olduğu için ibriği götürememişti.). O esnada Muaviye, Rasûlullah'a abdest aldırıyordu. Abdest suyunu ellerine dökerken Rasûlullah (s.a.v.), başım bir veya iki kez kaldırıp Muaviye'ye şöyle de­di-" Ey Muaviye, eğer bir yönetimin başına, geçersen Allah'tan kork ve adaletli ol." Rasûl-ullah'm böyle demesi ile ilgili olarak Muaviye demiş ki- "Ben Rasûlullah (s.a.v.)'m bana öyle demesinden sonra mutlaka yö­netimle imtihan edileceğime inanmıştım. Bu inancımı sürdürüyordum. Nihayet yönetim başına geçmekle imtihan edildim."

Galip el-Kattan, Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Muavi­ye'nin hutbe îrad ederken şöyle dediğini işittim:

«Bir gün abdest alması için Rasûlullah (s.a.v.>'m eline su döktüm. Başını kaldırıp bana şöyle dedi:"Sen, benden sonra ümmetimin başına geçeceksin, başlarına geçtiğin zaman onların iyilik yapanlarının iyilik­lerini kabul et. Kötülük yapanlarının da kötülüklerini bağışla."

Rasûlullah'm bana böyle demesinden sonra yönetime geçeceğimi ümid ettim.Bu ümidimi sürdümdüm. Nihayet şu makama erdim.»

Beyhakî, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Vallahi beni halifeliğe geçmeye, Rasûlullah (s.a.v.)'ın: "Eğer hükümdar olursan iyi davran." sözü sevk etmiştir."

İbn Asakir, Avf b. Malik el-Eşcaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş-tir:"Bir ara ben, Yuhanna kilisesinde uzanıp uyumuştum (o zaman bu­rada namaz kılmıyordu.). Uykudan uyandığımda Önümdem bir aslanın geçmekte olduğunu gördüm. Acele ile kalkıp silahımı elime aldım, aslan bana dedi ki:

- Yavaş ol hele! Ben, sahibine tebliğ etmen için sana bir mesaj getir­dim.

- Seni kim gönderdi?

- Beni, Allah sana gönderdi ki, Muaviye'ye selam söyleyesin ve onun cennetlik olduğunu kendine bildiresin.

- Muaviye kimdir?

- Ebu Süfyan'm oğlu Muaviye'dir."

Bu, çok gariptir.

- Muhammed b.Aiz, Zührî'ni şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Cabiye'ye gelmişti. Şurahbil'i görevden aldı.Amr b. As'ı Mısır'a gitmek üzere komutan tayin etti. Şam'a da Ebu Ubeyde ile Yezid'i ko­mutan olarak sevk etti.Sonra Ebu Ubeyde vefat etti. Yerine îyad b. Ga-nem geçti. Yezid de vefat etti. Yerine Muaviye geçti. Yezid'in vefatını Ebu Süfyan'a bildirerek taziyetini sunan Hz. Ömer, Ebu Süfyan'a şöyle eledi;

"   Oğlun Yezid'in ölümüne sabret.

- Yezid'in yerine kimi tayin ettin?

- Muaviye'yi.

- Ey mü'minlerin emiri, akrabalık bağlarını gözettin."

Muaviye ile Umeyr b. Sa'd, Hz. Ömer'in vefatına kadar Şam'da kal-dılar.Allah onlardan razı olsun.Muhammed b. îshak dedi ki: Ebu Ubey-de, Amvas taununda vefat etti. Yerine Muaz geçti. Muaz da vefat edince yerine Ebu Süfyan oğlu Yezid geçti. O da vefat edince yerine kardeşi Muaviye geçti. Muaviye'nin valiliğini Hz. Ömer onayladı ve Amr b. A&\ da Filistin ile Ürdün'e vali olarak atadı. Muaviye'yi Şam, Baalbek ve Belka'ya vali olarak tayin etti. Sa'd b.Amir b. Cüzeymf yi de Humus'a vali olarak atadı. Sonra Şam'm tamamım Muaviye b. Ebi Süfyan'm ida­resine verdi. Hz.Osman halifeliğe geçtiğinde Muaviye'yi şam valiliğin­de bıraktı. İsmail b. Ümeyye dedi ki: Ömer, Muaviye'yi Şam vilayetinin tamamına vali olarak atadı. Ona seksen dinar aylık bağladı. Doğrusu şu ki; Şam vilayetinin tamamının valiliğini Muaviye'ye veren zat, Hz. Os­man'dı. Hz. Ömer, onu Şam'ın bazı kazalarına vali yapmıştı.

Kavinin biri der ki: "Yezid'in ölümü sebebiyle-ki Yezid Hind'in oğlu değildi. -Ebu Süfyan'a taziyetlerini bildiren Hind'e denildi ki: Yezid'in yerine Muaviye vali tayin edildi. Bunun üzerine Hind, şöyle demişti:

- Muaviye, herhangi bir kimseye halef olacak adam mıdır? Allah'a yemin ederim ki, eğer bütün Araplar bir araya gelseler, sonra hep birlik­te Muaviye'ye vursalar, o yine de bir taraftan çıkış yolu bulup kurtulur." Başkaları dediler ki: Hz. Ömer'in yanında Muaviye'den söz edildiğinde Hz, Ömer şöyle demişti:"Kureyş'in delikanlısını ve liderlerinin oğlunu bırakın. O öfke anında gülen kimse içindir ve ona ancak hoşnutlukla ulaşılabilir. Onun tepesinden vurulmaz, ancak ayak altından vurulur." İbn Ebi'd-Dünya'dan gelen bir rivayete göre Hz. Ömer, Şam'a geldiğinde Muaviye onu büyük bir kafile ile karşıladı. Hz. Ömer, ona yaklaştığında şöyle dedi:

- Şu kafilenin sahibi ve önderi sen misin?

- Evet, ey mü'minlerin emiri.

- Senin durumun işte budur. Ayrıca bana ulaşan haberlere göre ih­tiyaç sahibi kimseler, senin kapında uzun müddet bekliyorlarmış. On­ları içeri almıyormussun, niçin böyle yapıyorsun? Ben buradan, Hicaz beldesine yürümeni emrediyorum

- Ey mü'minlerin emiri, düşman casuslarının çokça bulunduğu bir mıntıkada bulunuyoruz. Onlara İslâmiyet'in ve Müslümanların onur ve üs tünlüğünü«göstermemiz ve bu sebeple onları korkutmam gereki­yor. Ama yine de emredersen bunu yaparım. Verdiğin emirleri yerine getirir, yasaklarından da uzak dururum.

- Ey Muaviye, senden ne sordumsa beni mutlaka dişlerin mafsalla­rı arasında bırakır gibi oldun. Eğer söylediğin doğru ise, bu senin görü-

sündür. Eğer yanlışsa bu senin yaptığın bir hile ve tuzaktır.

- Ey mü'minlerin emiri, bana dilediğin emri ver.

- Sana ne emir veririm, ne de seni herhangi birşeyden yasaklarım.

Orada hazır bulunanlardan bir adam, Hz. Ömer'e şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, şu adam kendisini soktuğun çıkmazlardan

ne güzel çıkış yolu bulunuyor?

- Böyle güzel çıkış yolları bulduğu için meşakkatlere sürüyoruz.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, Şam'a gelişi esna­sında Hz. Ömer'i karşılarken büyük bir kalabalıkla karşılamış, Abdur-rahman b. Avf ile birlikte Hz. Ömer bir merkebe binmişler iken onları farkında olmaksızın geçip geride bırakmıştı. Kendisine: "Mü'minlerin emirini geçtin, geride bıraktın" denildiğinde geri dönmüş, Hz. Ömer'i görünce de bineğinden inip yaya yürümeye başlamış ve yukarıda nak­lettiğimiz sözleri Hz. Ömer'e söylemişti. Bunun üzerine Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer'e şöyle demişti:

- Ey mü'minlerin emiri, bunu sürdüğün çıkmazlardan ne güzel çı­kış yolu bulunuyor?

- İşte bu yüzden onu meşakkatli işlere sürdük.

"Zühd" adlı kitabta Abdullah b. Mübabek, Hz. Ömer'in azatlısı Es-lem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir;"Muaviye bize geldi. O, çok parlak ve beyaz tenli idi. İnsanların en beyazı ve en yakışıklısı idi. Ömer'le bir­likte hacca gitti. Ömer, onu seyrediyor ve onu beğeniyordu. Sonra par­mağım Muaviye'nin sırtı üzerine koyuyor, sonra da bir ayakkabı ipi gibi kaldırıyor ve şöyle diyordu:

- Ne mutlu, ne mutlu! Şu halde biz, insanların en hayırhsıyız. Çün­kü dünya ve ahiretin iyilikleri bize bir arada verilmiştir.

- Ey mü'minlerin emiri! Sana diyeceğim şu ki, biz güvercinlerin, bollukların ve şehvetlerin diyarmdayız.

- Sana diyeceğim şu ki, sen yiyeceklerin en güzeli ile kendi nefsini zevklendirip tatmin ediyorsun. Ve güneş sırtına vuruncaya kadar uyu­yorsun. Oysa ihtiyaç sahipleri kapının gerisinde bekleşiyorlar.

- Ey mü'minlerin emiri Uymam için bana emir ver. Zi Tuva mıntı­kasına geldiğimizde Muaviye bir elbise çıkarıp giydi. Hz. Ömer, o elbise­den esans kokusu saçılmakta olduğunu hissetti ve şöyle dedi: Sizden bi-n nacca niyetleniyor ve yoksul olarak yola çıkıyor. Allah'ın beldeleri pasında en saygın bir belde olan Mekke'ye geldiğinde iki örtü çıkarıp ihram olarak onları üzerine geçiriyor. Sanki bu örtülere, esans sürül­müşte öylece giymişsin değil mi?

ah /Ben miHetimin ve aşiretimin yanına gelmek için bunları giydim. Allah'a yemin ederim ki, senin bana eziyetin hem burada hem de Şam'da dokunmuştur. Allah biliyor ki ben, bu konuda hayalı ve utangaç olmayı öğrenmi simdir.

Böyle dedikten sonra Muaviye, o esans sürülmüş elbiseleri üzerin­den çıkardı ve ihramlarım giydi. Ebu Bekir b. Ebu'd-Dünya, Ebu Abdur-rahman el-Medenfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ömer b. Hattab Muaviye'yi gördüğünde ona: "İşte bu Arapların Kisrasıdır." derdi."

Amr b. Yahya b. Said el-Ümevî, dedesinin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Muaviye, yeşil bir elbise giyinmiş olarak Hz. Ömer'in yanma gitti. Ashab ona baktı. Hz. Ömer, onun yeşil elbise giyinmiş olduğunu görünce kırbacını alıp Muaviye'nin üzerine yürüdü ve onu kırbaçlama­ya başladı. Muaviye de: "Ey mü'minlerin emiri! Allah'tan kork, bana za­rar verme." deyince Ömer oturduğu yere döndü, etrafındakiler de: "Ey mü'minlerin emiri, Muaviye'yi niçin dövdün? Oysa kavimde onun gibisi yoktur." dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer, şu cevabı verdi. 'Vallahi ben ondan sadece iyilik gördüm. Ondan sadece iyilik duydum. Eğer onun hakkında bana başka şeyler söylenmiş olsaydı, zaten bu gördüğünüz­den daha başka davranırdım. Onu daha fazla kırbaçlardım. Ama ben onu bu halde görünce üzerindeki kibir ve gururu kırmak istedim."

Ebu Davud, Ebu Meryem el-Ezdî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'nin yanma gittim. Beni görünce: "Ey falanın babası, seni gör­mek ne güzel!" dedi. Ben de kendisine şöyle dedim: "Sana duyduğum bir hadisi nakledeyim. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim: "Cenâb-ı Allah, bir kimseyi Müslümanların idaresinin başına getirirde o kimse Müslümanların ihtiyaçlarına alaka göstermez ve onları yoksul­lukları ile başbaşa bırakırsa, Cenâb-ı Allah ta onun ihtiyacına alaka göstermez ve onu yoksulluğu ile başbaşa bırakır."

Bu hadisi duyduktan sonra Muaviye, insanların ihtiyaçlarına alaka göstermesi ve gerekeni yapması için bir adam görevlendirdi.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Miclez'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Muaviye, halkın karşısına çıkınca ona hürmeten ayağa kalktılar. O da şöyle dedi: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle dediğini işittim:

"Bir kimse insanların kendisine hürmeten ayağa kalkmalarından hoşlanırsa Cehennem'deki yerini hazırlasın." Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir: "Muaviye, îbn Amir ile İbn Zübeyr'in yanma gitti, îbn Amir, hürmeten ayağa kalktı. Ama İbn Zübeyr kalkmadı. Bunun üzerine Muaviye, İbn Amir'e şöyle dedi: Otur. Çünkü ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:

"Bir kimse, kulların kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanırsa Cehennem'deki yerini hazırlasın."

Ebu Davud, Muaviye'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), kendisi­ne şöyle demiştir:

"Sen insanların ayıplarını araştırırsan onları ifsad edersin (veya on­ları ifsada yaklaştırırsın.)." Bu sözü Muaviye,Rasûlullah'tan işitti. Al­lah, onu bu sözle faydalandırdı. Yani Muaviye güzel bir yaşantı sürdü-

rüp bağışlayıcı oldu. Güzelce affederdi, insanların ayıplarını örterdi. Allah ona rahmet etsin.

Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Muaviye'den rivayet edildi ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah, bir kimsenin iyiliğini is­terse, onu dinde fakih kılar. Doğrusu veren Allah'tır. Ben paylaştırıyo­rum. Ümmetimden bir grup sürekli hak üzerinde bulunacaklardır. On­ları yardımsız bırakanların ve onlara muhalefet edenlerin onlara bir za-" ran ulaşm ayacaktır. Onlar bu halde hak üzere iken nihayet Allah'ın emri gelecektir."

Muaviye, bu hadisi hutbesinde insanlara okudu. Sonra şöyle dedi: İşte Malik b. Yuhamir, Muaz'dan rivayet ediyor ki, kendileri Şam'da iken Rasûlullah (s.a.v.) bu hadis ile Şamlıları Iraklılara karşı savaşma­ya teşvik etmiştir. Şamlılar, kendilerine muhalefet edenlere karşı mu­zaffer olan gruptur.

Muaviye böyle demekle, Iraklılara karşı savaş veren Şamlıların doğru yolda olduklarını isbatlamaya çalışıyordu.

Leys b. Sa'd dedi ki: "Muaviye, Ömer'in halifeliği zamanında hicri on dokuzuncu senede Kayseriyye'yi fethetti." Başkaları dediler ki: Muavi­ye, yönetiminin beşinci veya yedinci senesinde Kıbrıs'ı fethetti, hicretin yirmi sekizinci senesinde Hz. Osman zamanında fethettiğini söyleyen­ler de vardır.

Muaviye, Şam'da vali olduğu zamanlarda yani hicretin otuz ikinci senesinde İstanbul boğazına gaza için gitti.

Hz. Osman, Şam'ın bütün yönetimini ona (Muaviye) verdi. Aslında Şam'ın bütün yönetimini Muaviye'ye veren zatın, Hz. Ömer olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusu, ona Şam'ın bütün yönetimini veren Hz. Osman'dır. Muaviye, Ebu Derda'dan sonra Fudale b. Ubeyd'i Şam kadılığına tayin etti. Hz. Osman'ın şehadetinden sonra Hz. Ali ile Muaviye arasında ictihad farla meydana geldi. Bu sebeple de -Önceki kı­sımlarda anlattığımız gibi- aralarında savaş oldu. Hz. Ali'nin içtihadı doğru idi. Muaviye ise cumhur-u ulemâya göre yanlış ictihad yapmıştı. Selef ve halef uleması, bu hususda ittifak etmişlerdir. Savaşan Iraklıla­rın da, Şamlıların da; yani Hz. Ali taraftarlarının da, Muaviye tarafları­nın da Müslüman olduklarına sahih hadisler şahadet etmişlerdir, Nite­kim sahih bir hadiste şöyle denilmektedir:

"Müslümanlardan hayırlı bir nrkaya karşı bir grup kimse dinden çı­karak isyan edecektir. O asileri, bu iki gruptan Hakk'ka en yakın olan öldürecektir. Dinden çıkanlar Haricilerdi. Onları, Hz. Ali ve arkadaşla­rı öldürdüler. Sonra Hz. Ali de öldürüldü ve hicretin kırk birinci senesin­de Muaviye yönetime tek başına hakim oldu. Muaviye, her sene iki kez Bizans'a gazaya giderdi. Yazın bir kez, kışın da bir kez gaza ederdi.

Kavminden bir adama emir verir, o adam da gidip insanlara hac ettirirdi. Kendisi de hicretin ellinci senesinde hac ettirdi. Oğlu Yezid, hic­retin ellibirinci senesinde insanlara hac ettirdi. Kendisi daha sonra Bi­zans ülkesine büyük bir sahabe topluluğu ile birlikte gazaya gitti, İstan­bul'u kuşattı, bu gaza ile ilgili olarak sahih bir hadiste şöyle denilmiştir:

"Kostantiniyye'ye gazaya gidecek ilk ordunun askerleri bağışlan­mıştır."

Vekî, Ebu Salih'i şöyle dediğini rivayet etmiştir: Çölde develerini şarkı söyleyerek süren bir adam, Hz. Osman'ın öldürüleceğini şöyle ifa­de ediyordu:

"Osman'dan sonra emir, Ali'dir. Zübeyr'de de beğenilecek bir halef-lik vardır."

Ka'b dedi ki: "Osman'dan sonra halife, doru katırın sahibi Muavi-ye'dir."

Muaviye de ona şöyle dedi: "Ey Ebu İshak, sen böyle diyorsun ama Ali, Zübeyr ve Muhammed (s.a.v.)'ın diğer sahabeleri buradadırlar. Ben nasıl halife olabilirim." Ka'b da ona şöyle cevap verdi: "Sen de Muham­med (s.a.v.)'m sahabesi ve halifesisin."

Seyf, Beni Esed kabilesinden bir adamın şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Osman'ın halifeliği zamanında çölde devesini gütmekte olan bir adam, şu şiiri söylemişti:

"Osman'dan sonra emir Ali'dir. Zübeyir'de de beğenilecek bir halef-lik vardır." Muaviye bu şiiri duyduktan sonra halifeliğe hep ümitlendi."

Ka'b da dedi ki: "Sen yalan söylüyorsun ey şair, aksine Osman'dan sonra halife, doru katırın sahibi Muaviye'dir."

Muaviye, bu konuyu Ka'b'la konuştu. Ka'b, ona şöyle dedi: "Evet, Osman'dan sonra emir sensin ama vallahi sen benim bu sözümü yalan­lamadıkça halifelik makamına ulaşamayacaksın."

Bu söz, Muaviye'nin kalbine tesir etti.

İbn Ebi Dünya, Ebu Harun'dan rivayet etti ki, Hz. Ömer şöyle de­miştir:

"Sakın benden sonra ayrılığa düşmeyesiniz, eğer ayrılığa düşerse­niz bilesiniz ki Muaviye Şam'dadır ve bilesiniz ki siz görüşünüzü ona ha­vale edersiniz, o zor kullanarak başa geçecektir."

İbn Asakir, Amir eş-Şabî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz, Ali, Siffin vak'asından önce Cerir b. Abdullah el-Becelî'yi Muaviye'ye gön­derdi. Hz. Ali, o zaman Şam'a hücum etmeye niyetlenmiş, bunun için de asker toplamıştı. Muaviye'ye gönderdiği mektubunda, Muaviye'nin kendisine bey'at etmesi gerektiğim, çünkü Muhacirlerle Ensâr'm da kendisine bey'at etmiş olduğunu, şayet bey'at etmezse kendisine karşı Allah'tan yardım dileyip savaşacağını ve Osman'ın katilleri hususunda fazlaca konuştuğunu, kendisinin de diğer insanlar gibi bey'at etmesi ge­rektiğini, sonra da halkı kendisine karşı hakem tayin etmesini, onu ve hakemleri Allah'ın kitabına havale edeceğim uzun uzadıya anlatıyor-

Muaviye, bu mektubu yanında bulunanlara okudu. Cerir de kalkıp söyle dedi: "Ey Muaviye! Ali'ye itaat et, enirini dinle. Ona muhalefet et­mekten ve inatçılıktan uzak dur. İnsanlar arasına fitne düşürme ki bu yüzden insanlar birbirlerine kılıçla saldırmasınlar."

Muaviye, Şamlıların görüşünü alması için kendisine süre tanıma si­ni istedi. Aradan bir süre geçtikten sonra Muaviye, tellalı vasıtası ile du­yuru yaptırdı ve insanların namaz için toplanmaların ilan ettirdi. İn­sanlar camide toplandığında Muaviye'nin minbere çıkıp şöyle bir hutbe

irâd etti:

"İslâmiyet için rükünleri destek kılan Allah'a hamd olsun. îman için şeriatleri burhan kılan Allah'a hamd olsun. İmanın kandili sünnet te, mukaddes yerlerde yanmakta ve aydınlık saçmaktadır ki orasını Cenâb-ı Allah, Peygamber ve salih kulları için mahal kılmıştır ve yine Cenâb-ı Allah, o mukaddes diyara Şamlıları yerleştirmiş, orasını bir di­yar olarak onlara seçmiştir. Orası da Şamlılardan memnundur. Çünkü Cenâb-ı Allah, gizli ilminde biliyordu ki Şamlılar, kendisine itaat ede­cekler ve bu hususta velilerine iyi davranacaklardır. Onun emirlerini yerine getirecekler, dinini ve yasaklarını koruyacaklardır. Sonra Ce­nâb-ı Allah, bunları bu ümmet için bir mizan kıldı. Hayır işlerinde onla­rı ulu kimseler yaptı. Cenâb-ı Allah, bunlar vasıtası ile ahdi bozanları ahdi bozmaktan caydırır. Yine bunlar vasıtası ile mü'minlerin kalbleri-ni birbirine ısındırır, onları bir araya getirir, Müslümanların dağılan düzenini toparlaması ve bozulan işlerini düzeltmesi için Allah'ın yardı­mını diliyoruz. Müslümanlar, daha önce birbirlerine yakın olup kalbleri birbirine ısınmış iken araları açıldı. Allah'ım! Uyuyanı uyandıran, fit­neyi ayaklandıran, güvendeki kimseye ürküntü veren, kanlarımızı akıtmak ve yollarımızı korkulu hale getirmek isteyen kimselere karşı bize yardım et. Allah biliyor ki, biz onlara acı çektirmek, azab vermek, onların gizli hallerini açığa çıkarmak, ırzlarını payimal etmek istemiyo­ruz. Yalnız şu var ki, Cenâb-ı Allah, bize bir ikram ve üstünlük elbisesi Jpydirmiştr*. Biz seslerin yankısı devam ettiği, kırağılar yere damladı­ğı, hidayet yolu bilindiği sürece bu şeref ve onur elbisesini üzerimizden çıkamayacağız ve yine biliyoruz ki onları bize muhalefete sürükleyen Şey, bizi çekemeyip kıskanmaları ve taşkınlıklarıdır. Onlara karşı Al­lah'ın yardımım "diliyoruz.

Ey insanlar! Siz de biliyorsunuz ki ben mü'minlerin emiri, Hattab °ğlu Ömer tarafından buraya tayin edilmiş bir valiyim. Yine mu minle-fin emiri Osman tarafından buraya tayin edilmiş bir valiyim. Ben ona k^rşı sizden bir kimseyi kışkırtmış değilim. Ben Osman'ın dostu ve am­cası oğluyum. Velisiyim. Yüce Allah kitabında buyuruyor ki: "Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır." (ei-Isrâ, 33.)

Siz, Osman'ın haksız yere öldürüldüğünü elbette ki biliyorsunuz. Ben, onun öldürülmesi hususundaki düşüncelerinizi bana bildirmenizi istiyorum."

Şamlılar da hep birlikte: "Osman'ın öcününün alınmasını istiyo­ruz." dediler. Muaviye'nin çağrısına icabet edip ona bey'atlerini sundu­lar, bu uğurda canlarını ve mallarım feda edeceklerini, ya Osman'ın öcünü alacaklarını, ya da bu hususta canlarım vereceklerini bildirip te­minat verdiler.

Cerir, Muaviye'ye Şamlıların bey'at ettiğini görünce bundan hem korktu, hem de takdir etti. Muaviye, Cerir'e dedi ki: "Eğer Ali beni Şam ve Mısır valiliklerine tayin ederse, kendisinden sonra başkasına bey'at etmemem şartıyla kendisine bey'at ederim." Cerir de ona dedi ki: "Dile­diğin şeyleri mektubla Ali'ye bildir. Ben de seninle beraber yazayım." Mektub yazıldı. Hz. Ali'ye ulaştı. Hz. Ali mektubu alıp okuyunca şöyle dedi: "Bu bir hiledir. Muğire b. Şube de ben Medine'de iken Muaviye'yi Şam'a vali olarak atamamı istemişti. Ancak ben onun bu isteğini kabul etmedim. "Saptıranları, hiçbir işte asla yardımcı edinmedim." (el-Kehb,51.)

Bundan sonra Hz. Ali, yanma gelmesi için Cerir'e mektub gönderdi. Cerir gelmedi. Bir de baktı ki, askerler karşısında toplanmışlar. Ordu teşkil edilmiş.

Muaviye, Hz. Osman'ın öldürülmesi esnasında uzlete çekilip Filis­tin'e yerleşen ve Hz. Osman tarafından Mısır valiliğinden azledilmiş olan Amr b. As'a mektub yazdı. Bazı işlerde fikrini almak üzere yanına gelmesini istedi, Amr b. As ta Muaviye'nin yanına geldi. Konuştular, fi­kir teatisinde bulundular. Netice de Ali'ye karşı savaşmaya karar ver­diler.

Şam ve Mısır valiliklerini kendisine vermesi için Ali'ye mektub ya­zan Muaviye'nin Lu mektubu ile ilgili olarak Ukbe b. Ebi Muayt, Muavi­ye'yi kınayıcı, azarlayıcı ve taşlayıcı şöyle bir şiir söylemişti:

"Ey Muaviye! Şam senin Şam'ındır. Şam'a sarıl, yılanları yanma sokma.

Ali, senin cevabım bekliyor. Ona perçemleri ağartıcı bir savaş arma­ğan et.

Ona savaşla saldır, mızraklarını fırlat.

Pazuları güçsüz ve bitkin düşmüş bir adam olma.

Aksi takdirde barış yap, çünkü güvenlikte -savaş istemiyen kimse­ler için- rahat vardır. Ey Muaviye, o zaman sen bunu tercih et.

Ey Harb'in oğlu Muaviye! Ümit üzere yazmış olduğun mektup var ya, o senin başına belalar getirecektir.

O mektubunda Ali'den bazı şeyler istemişsin ki, bunları elde ede­mezsin.

Şayet elde edebilsen bile birkaç geceden fazla senin elinde kalmaz. Ondan sonra uzun ve kalıcı bir zafer bulamazsın, fazla kuruntu ve

ümit besleme.

Ali gibisini hile ile aldatsan ve birşeyleri yıkacak olursan dahi Ali senden önce o harabeyi inşa edip onarır.

Şayet bir kez pençesini sana geçirirse,

Ey Hind'in oğlu! Seni paramparça edip yarar."

Birkaç yoldan gelen bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Müslim el-Holanî, bir cemaatle birlikte Muaviye'nin yanma gitmiş. Bu cemaat, Muaviye'ye şöyle sormuştu:

- Sen Ali ile çekişiyorsun, sen onun emsali misin?

- Allah'a yemin ederim ki, ben de onun benden daha hayırlı ve daha

üstün olduğunu biliyorum. Halifeliğe benden daha layıktır ama sizler de bilmiyor musunuz ki Osman haksız yere öldürülmüştür. Ben Os­man'ın amcası oğluyum. Onun öcünü almak istiyorum. Onun öcünü al­mak, benim görevim değil midir? Siz Ali'ye deyin ki; Osman'ın katilleri­ni bana teslim etsin, ben de halifeliği ona teslim edeyim.

Bu heyet dönüp Ali'nin yanma gitti, bu hususta onunla konuştu. An­cak Ali, Osman'ın katillerinden herhangi birini onlara teslim etmedi. Bunun üzerine Şamlılar, Ali'ye karşı savaşmak için Muaviye'nin yanın­da yer aldılar ve fikir birliği ettiler.

Amr b. Şimr, Amir eş-Şabî ve Ebu Cafer el-Bakır'm şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

"Ali, bir adamı Şam'a gönderdi. Bu adam, Hz. Ali'nin Iraklılarla bir­likte Şamlılara karşı savaşacağını onlara ihtar etti ki, Muaviye'ye olan itaatlerim kendisine versinler. Adam, Muaviye'nin yanma vardığında Muaviye ilanat yaptırdı. İnsanların camide toplanmalarım emretti. Onlar da toplandılar. Sonra Muaviye, minbere çıkıp şöyle bir konuşma yaptı:

"Ali, Iraklılarla güç birliği yaparak size karşı savaşmaya karar ver­miştir. Bu hususta görüşünüz nedir? " Muaviye'nin bu sorusu karşısın­da cemaattekilerin her biri hiçbir şey konuşmaksızın elini göğsüne vur­du. Başlarını kaldırıp Muaviye'ye bakmadılar. Bu arada Zülkile' kalkıp Şöyle dedi: "Ey mu minlerin emin! Görüş senindir, sen neyi uygun gö­rürsen onu emret. Biz de emrini yerine getirelim." Bunun üzerine Mua­viye şu duyuruyu yaptırdı:

"Garnizonunuza gidin, üç gün içinde toplanın. Üç gün içinde garni­zonuna gitmeyen kimsenin kanı helal olur." Bu duyuru üzerine herkes bağlı olduğu askeri birliğe katıldı. Hz. Ali'nin yanından gelmiş olan adam da dönüp Ali'nin yanına gitti ve durumu ona anlattı. Hz. Ali de du­yuru yaptırarak askerlerinin camide toplanmalarını emretti. Onlar da camide toplandılar. Hz. Ali, minbere çıkıp şöyle dedi:

"Muaviye, sizinle savaşmak için asker toplamıştır. Bu husustaki gö­rüşünüz nedir?" Cemaattekilerin her biri birşey söyledi. Sözleri birbiri­ne karıştı. Hz. Ali, onların ne dediklerini anlayamadı ve: "Ciğer yeyicisi-nin oğlu Muaviye duruma hakim oldu. Innâ lillah ve înnâ ileyhi raciun" diyerek minberden indi. Sonra da hicretin otuzaltmcı senesindeki olay­lar meyanında anlattığımız gibi iki taraf arasında Sıfîîn savaşı cereyan etti.

Ebu Bekir b. Düreyd, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Saffin savaşında hezimete uğradığımı düşünerek kaçmak üzere iken ayağımı üzengime koydum. Kaçmaya niyetlendim. Ancak İbn Atna-be'nin şu şiiri beni kaçmaktan alıkoydu:

"İffetim ve belam bana engel oldu. Övgüyü pahalı bir fiyata alışım ve nefsimi zorluklara sürükleyişim, ayrıca göğsü nişanlı kahramanın ba­şını vuruşum kaçmama mani oldu.

Her koşuşumda nefsim bana, 'Terinde dur ki övülesin, ya da rahatı­nı bulup ölesin." diyordu."

Beyhâkî, İmam Ahmed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Halifeler şunlardır: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali. Kendisine: "Ya Muaviye hakkında ne dersin?" demeleri üzerine şu cevabı verdi: "Ali'nin zama­nında halifeliğe Ali'den daha layık bir kimse yoktu. Allah, Muaviye'ye rahmet etsin."

Ali b. el-Medinî dedi ki: Süfyan b. Uyeyne'nin şöyle dediğini işittim: "Ali'nin halifelik için kusur sayılabilecek bir özelliğini görmedim. Mua­viye'nin de Ali ile halifelik hususunda çekişmesine sebep olacak bir özel­liğini görmedim.".

Şüreyk el-Kadiye sordular:

- Muaviye, yumuşak huylu muydu?

- Hakkı anlamayan, onu hiçe sayan ve Ali ile savaşan adam yumu­şak huylu değildir."

Süfyan-ı Sevrî, Said b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas, Muaviye'den söz etti. Onun arefe akşamı telbiye getirdiğini söyledi ve hakkında çok ağır sözler sarfetti. Sonra dedi ki: "Muaviye, Ali'nin arefe akşamı telbiye getirdiğini işitince kendisi o akşam telbiye getirmeye son verdi."

Ebu Bekir b. Ebu Dünya, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gördüm. Ebu Bekir ile Ömer de yanında oturmaktaydılar. Selam verip yanlarına oturdum. Ben otur­makta iken Ali ile Muaviye getirildiler. Bir odaya kapattılar, odanın ka­pısı üzerlerine kilitlendi. Ben de bu durumu seyrediyordum. Çok geçmeden Ali: "Ka'be'nin Rabbine yemin ederim M, benim lehimde hüküm ve­rildi." diyerek dışarı çıktı. Aradan çok geçmeden Muaviye de: "Ka'benin Rabbine yemin ederim ki ben bağışlandım." diyerek dışarı çıktı."

îbn Asakir'in rivayetine göre, "Ben Muaviye'ye öfke duyuyorum." diyen bir adama Ebu Zür'a şöyle sordu:

- Niçin?

- Çünkü o, Ali ile savaştı.

- Yazıklar olsun sana. Muaviye'nin Rabbi merhametlidir. Muavi­ye'nin hasmı da âlicenâb bir hasımdır. Bu ikisinin arasına girmek senin neyine? Allah ikisinden de razı olsun."

İmam Ahmed b. Hanbel'e, Ali ile Muaviye arasında geçen hediseler sorulduğunda o, şu ayet-i kerimeyi okudu:

"Onlar geçmiş birer ümmettir. Kazandıkları kendilerine, sizin ka­zandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değil­siniz." (el-Bakara, 141.)

Seleften birçok âlimde kendilerine bu soru yöneltildiğinde yukarı­daki ayet-i kerimeyi okumuşlardır.

Evzaî dedi ki: Hasan Basri'ye, Hz. Ali ile Hz. Osman arasında cere­yan eden hadiseleri sorduklarında Hasan Basri şöyle cevap verdi: Hz. Ali'nin İslâm'da sebkatı vardır. Hz. Osman'ın da Hz. Ali'nin de Hz. Pey-gamber'e yakınlığı vardır. Biri iptilaya uğradı, diğeri afiyet buldu."

Yine Hasan Basri'ye Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden ha­diseleri sorduklarında o, şöyle cevap verdi:

- "Ali'nin de Hz. Peygamber'e yakınlığı vardı, Muaviye'nin de. Ali'nin İslâm'da sebkati vardı, Muaviye'nin sebkatı yoktu. İkisi de ipti­laya uğradılar."

Külsüm b. Cevşen dedi ki: "Nadr Ebu Ömer, Hasan Basri'ye şöyle bir soru sordu:

- Ebu Bekir mi daha faziletli yoksa Ali mi?

- Sübhanallah, ikisi eşit olamazlar. Ali'nin bazı hizmetleri olmuş­tur ki Ebu Bekir de o hizmetler de onunla ortaktır. Ali'nin bazı hizmetle­ri olmuştur ki Ebu Bekir'in o hizmetlerde ortaklığı yoktur, ama yine de Ebu Bekir, Ali'den daha faziletlidir.

- Ömer mi daha faziletli yoksa Ali'mi?

- Ebu Bekir ile Ali'nin durumu ne ise, Ömer ile Ali'nin durumu da aynıdır. Ömer, Ali'den daha faziletlidir.

- Osman mı daha faziletli yoksa Ali mi?

- Ebu Bekir ile Ali'nin durumu ne ise, Osman ile Ali'nin durumu da aynıdır Osman, Ali'den daha faziletlidir.

- Ali mi daha faziletli yoksa Muaviye mi?

- Sübhanallah, ikisi eşit olamazlar. Ali, Muaviye'den önce İslâm'a iştir. Muaviye, daha sonra girmiştir. Ali'nin bazı hizmetleri olmuştur ki, Muaviye'nin o hizmetlerde ortaklığı vardır, ama Ali, Muavi-ye'den daha faziletlidir."

Rivayet olunduğuna göre Hasan Basri, şu dört şeyden ötürü Muavi-ye'ye hınçlı imiş: "Ali ile savaştığı, Hicr b. Adiy1! öldürdüğü, Ziyad b. Ebi-hi'yi evlatlık edindiği ve oğlu Yezid için veliahtlık bey"atı aldırdığı için."

Cerir b. Abdülhamid, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin ölüm haberi kendisine ulaştığında Muaviye ağlamaya başladı. Karısı ona dedi ki:

- Daha önce kendisi ile savaştığın halde şimdi onun ölümüne ağlı­yor musun?

- Yazıklar olsun sana. Sen insanların fazilet, fikıh ve ilim hususun­da ne kaybettiklerini biliyor musun?"

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali'nin Ölüm haberini du­yan Muaviye'nin ağlaması üzerine karısı kendisine şöyle demişti: "Dün kendisiyle savaşıyordun, bugün onun ölümüne ağlıyorsun?"

Ben derim ki: Ali, hicretin kırkıncı senesi ramazan ayında şehid edildi. Bu sebeple Leys b. Sa'd şöyle demiştir: "Muaviye'ye Kudüs'te ce­maat tarafından bey'at edildi, kendisi hicretin kırkıncı senesinde Kûfe'ye girdi." Ama doğru olan, İbn İshak'ın söylediği ve ulemanın üze­rinde ittifak ettiği şu sözdür: "Hz. Ali'nin ölüm haberi Şamlılara ulaştığı zaman Muaviye'ye Kudüs'te hicri kırkıncı senenin ramazan ayında bey'at edildi. Ama o, Hz. Hasan'la barış yaptıktan sonra hicri kırk birin­ci senenin rebiyülevvel ayında Kûfe'ye girdi ki, buna da cemaat senesi denilir. Muaviye'nin, Hz. Hasan'la barış yaptığı yer, Edrec'dir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Irak'ta Enbar şehri civarında barış yap­mıştır. Bu barıştan sonra Muaviye, hicretin altmışıncı senesinde vefat edinceye kadar tek başına yönetime hakim oldu.

Bazılarının anlattıklarına göre Muaviye'nin yüzüğünün üzerinde şu ibare yazılı imiş: "Her amelin bir karşılığı vardır." Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise yüzüğünün üzerindeki yazı şu imiş: "Kuvvet an­cak Allah iledir."

Yakub b. Süfyan, Said b. Süveyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Muaviye, Küfe dışında Nahiîe'de bize cuma namazım kıldırdı. Son­ra hutbesinde şöyle dedi: "Namaz lalasınız, oruç tutasınız, hac edesiniz, zekat veresiniz diye sizinle savaşmış değilim. Zaten sizin bu görevleri ifa ettiğinizi biliyordum. Ama başınıza emir olmak için sizinle savaştım ve Allah bu emirliği de -hoşunuza gitmemekle birlikte- bana verdi."

Muhammed b. Sa'd, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mua­viye, yönetime geçtikten sonra iki sene boyunca Hz. Ömer gibi adaletle hükmetti. Bu yönetimi hiç bozmadı. Ancak daha sonra Hz. Ömer'in yö­netim tarzından uzaklaştı."

Naim b. Hammad, Süfyan b. el-Leyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kûfe'den Medine'ye geldiği zaman Ali'nin oğlu Hasan'a: "Ey mü'minleri alçaltan!" dedim, oda bana şöyle karşılık verdi:

"Böyle deme, çünkü ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu İşittim: "Günler ve geceler geçmeyecek ki, sonunda Muaviye hükümdar olacak." Bundan dolayı ben Allah'ın emrinin mutlaka yerine geleceğini bildim ve benimle Muaviye arasında Müslüman kanı akıtılmasını iste­medim."

Mücahid, Haris el-Aver'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ali, Sıffin savaşından döndükten sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Muaviye'nin emirliğinden hoşlanmam azlık etmeyin. Çünkü siz onu kaybederseniz, insanların kafalarının karpuz gibi omuz­larından yere düştüklerini göreceksiniz."

İbn Asakir, Esved b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Aişe'ye dedim ki:

- Başıboş adamlardan birinin halifelik hususunda Rasûlullah'm ashabı ile çekişmesine şaşmıyor musun?

- Bunda şaşılacak ne var? Halifelik, Allah'ın verdiği bir hükümdar­lıktır. Bunu iyi adama da verir kötü adama da verir. Firavun, Mısır hal­kına 400 sene hükmetti. Diğer kafirler de böylece insanlara hükmetmiş­lerdir."

Zührî, Kasım b. Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Mua­viye, hac için Medine'ye geldiğinde Hz. Aişe'nin yanına gitti, başbaşa konuştular. Yanlarında sadece Hz. Aişe'nin azadlısı Zekvan (Ebu Amr) vardı. Hz. Aişe, Muaviye'ye şöyle dedi: "Kardeşim Muhammed'i öldür­düğünden dolayı seni öldürecek bir adamı gizlememden ve gizlediğim o adamın seni öldürmesi ihtimalinden korkmadın mı?"

Muaviye, ona: "Doğru söylüyorsun." dedi. Muaviye, konuşmasını tamamladıktan sonra Hz. Aişe, şahadet getirdi, sonra Cenâb-ı Allah'ın, , peygamberi ile göndermiş olduğu hak din ve hidayetten, peygamberden sonraki halifelerin gidişatlarından bahsetti, Muaviye'yi adaletli olma­ya ve kendisinden önceki halifelerle peygamberin yolundan gitmeye teşvik etti. O kadar konuştu ki, Muaviye için mazeret bırakmadı, sözü­nü tamamladıktan sonra Muaviye ona şöyle dedi: "Vallahi sen bilgin bir kadınsın. Rasûlullah'm emri ile amel ediyorsun, nasihat veriyor, şefkat gösteriyorsun, öğütlerin de tesirli ve beliğdir. Hayra teşvik ettin, hayrı emrettin, sadece bizim için faydalı olan şeyleri bize emrettin ve sen, ita­at edilmeye layıksın." Hz. Aişe ile Muaviye çok konuştular. Muaviye, kalkacağı zaman Zekvan'a yaslandı ve Hz. Aişe hakkında şöyle dedi: Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah hariç, Aişe kadar belağatli bir ha-üp duymadım." w.   Muhammed b. Sa'd, Alkame b. Ebi Alkame'nin annesinin şöyle dedii rivayet etmiştir:

"Ebu Süfyan oğlu Muaviye, Medine'ye geldiğinde Hz. Aişe'ye şu ha­beri gönderdi: "Bana Rasûlullah (s.a.v.)'m elbisesi ile sakalından bir tel gönder." Hz. Aişe de bu emanetleri benimle ona gönderdi. Ben de Muavi-ye'nin yanına götürdüm, elbiseyi alıp giydi, sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m sakalını aldı, su getirilmesini emretti, getirilen su ile sakal-ı şerifi yıka­dı, bu suyun bir kısmını içti, bir kısmını da vücuduna serpti.» Asmaî, Şabî'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Muaviye, cemaat senesinde (yani yönetimi tek başına ele geçirdiği senede) Medine'ye geldi. Kureyş'in önde gelen şahsiyetleri, onu karşıla­yıp şöyle dediler: "Zaferini teyid eden ve durumunu yücelten Allah'a hamd olsun." Muaviye, Medine'ye girinceye kadar onlara cevap verme­di. Mescid-i Nebeviye yöneldi, içeri girdi, minbere çıktı. Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Doğrusu, Allah'a yemin ederim ki, yönetimin başına geçtiğim za­man sizin bu durumuma sevinmediğinizi biliyordum. Ben kalbinizdeki duygulardan haberdarını. Ancak şu kılıcımı kullanarak yönetime ansı­zın geçtim ve tahtı ele geçirdim. Ben kendimi Ebu Bekir gibi davranma­ya zorladım ama bunu yapamayacağımı anladım. Ömer gibi olmak iste­dim, nefsimin bundan kaçtığım gördüm, bunu yapamayacağımı anla­dım. Osman'ın yolundan gitmeye gayret gösterdim, nefsim bunu da ya­pamadı. Ebu Bekir, Ömer ve Osman gibileri nerede? Onların yaptıkları­nı kim yapabilir! Heyhat, onlardan sonra hiç kimse onların fazilet ve üs­tünlüğüne ulaşamaz. Allah'ın rahmet ve hoşnutluğu onların üzerine ol­sun. Yalnız ben kendimi, hem benim hem de sizin için yararlı olacak bir yola şevkettim. Herkes için bu yolda güzelce yemek ve güzelce içmek vardır. Gidişat dürüst olup itaat güzel olunca, herkes halinden memnun olacaktır. Eğer beni en hayırlınız olarak görmeseniz de ben sizin en ha-. yırhnızım. Allah'a yemin ederim ki, kılıcı olmayana kılıç çekmeyece­ğim. Bildiklerinizden her kim bana karşı ileriye çıkarsa, ben onu kulak ardı ederim. Bütün haklarınızı yerine getirmediğimi gördüğünüzde, ye­rine getirmiş olduğum haklarınızın bir kısmından ötürü benden mem­nun olun. Çünkü hak, yumurta içindeki yavru gibidir. Sel geldiğinde her şeyi silip yok eder. Ama su az miktarda geldiğinde ihtiyacı karşılar, fitneden sakmm. Fitnekariığa yönelmeyin. Çünkü fitnekarhk geçimi ve hayatı bozar. Nimeti bulandırır. Ümmetin kökünün kazınmasına sebep olur. Allah'ın beni ve sizi bağışlamasını diliyorum."

Muaviye, bu nutkunu irad ettikten sonra minberden indi.» Öyle anlaşılıyor ki, Muaviye, bu nutkunu hicretin kırk dördüncü se­nesinde veya ellinci senesinde irâd etmiştir. Cemaat senesinde irad et­miş değildir.

Leys, Ulvan b. Salih b. Keysan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, yönetimi müstakil olarak ele geçirdikten sonra ilk haccı için Medine'ye geldiğinde Hasan ile Hüseyin ve Kureyş eşrafından bazı kim­seler onu karşıladılar. O, Osman b. AfTan'm evine yöneldi, kapıya yak­laştığında Hz. Osman'ın kızı Aişe bir çığlık attı. Babası için yüksek sesle ağladı. Muaviye, yanındakilere: "Evlerinize gidin. Benim bu evde görü­lecek bir işim var." dedi. Etrafındakiler dağılıp gittiler. O da Hz. Os­man'ın evine girdi ve kızı Aişe'yi teskin etti. Bundan sonra yüksek sesle ağlamamasını emredip şöyle dedi: Ey kardeşimin kızı, insanlar yöne­timlerini bizim elimize verdiler, biz de onlara altında öfke gizli olan yu­muşak huyluluğu gösterdik. Onlarda buna karşılık altında kin saklı olan bir itaati bize gösterdiler. Bu itaatleri karşılığında biz onlara yu­muşak huyluluğumuzu sattık, onlar da bu yumuşak huyluluğumuza karşılık olarak itaatlerini bize sattılar. Eğer onlara bizden satın aldıkla­rı şeyden başkasını verecek olursak, hakkımızı bize vermede cimrilik yaparlar. Biz de onların haklarını hor görüp küçümseriz. Her insanla birlikte taraftarları vardır. O insan, kendi taraftarlarının mekanını gö­rür. Eğer ahdimizi bozarsak, onlar da ahitlerini bozarlar. Sonra bileme­yiz; durum bizim lehimize mi olur, yoksa aleyhimize mi olur? Mü'minle-rin emiri Osman'ın kızı olman, benim için Müslümanların cariyelerin­den biri olmandan daha sevimlidir. Babandan sonra ben senin için ne güzel bir halefim. Ben de senin baban sayılırım."

İbn Adiy, Ebu Said'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Muaviye'yi minberim üzerinde gördüğünüzde onu öldürün."

Bu hadis kesinlikle yalandır. Eğer sahih olsaydı sahabeler onu min­ber üzerinde gördüklerinde hemen öldürürlerdi. Çünkü onlar, Allah yo­lunda kendilerini kınayanların kınamalarına aldırış etmezlerdi. Mua-viye'nin halifeliği zamanında birçok sahabe vardı. Üsame, Sa'd, Cabir, îbn Ömer, Zeyd b. Sabit, Seleme b. Muhalled, Ebu Said, Rafi b. Hadic, Ebu Ümame ve Enes b. Malik gibi daha adlarım saymadığımız birçok iyi ve kıymetli insanlar da vardı. Bunlar hidayet kandilleri, ilim kapıları idiler. Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulü esnasında hazırdılar. İslâmiyet'in ilk zamanlarında yaşamışlardı. Başkalarının bilmedikleri İslâmî.bilgiler­den haberdar idiler. Kur'ân'ın tevilini Rasûlullah (s.a.v.)'dan öğrenmiş­lerdi. Ayrıca Muaviye'nin zamanında bazı tabiiler de vardı. Bunlar, Rasûllah'a ve sahabelere Allah'ın nasib ettiği kadarıyla güzelce uyan kimseler idiler. Bunlardan bazılarının adları şöyledir: Misver b. Mahre­me, Abdurrahman b. Esved, Saib b. Müseyyeb ve Abdullah b. Muhayriz. Bunlara benzer daha başka şahsiyetler de vardı ki bunlar Rasûlullah (s.a.v. )'ın ümmetinden olup onun yolunda yaşayan cemaatten idiler.

Ebu Zür'a, Said b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Osman öldürüldüğünde kimse gazaya gitmiyordu. Nihayet Muaviye, yönetimi müstakil olarak ele alınca Bizans diyarına on altı gazve yaptı.

Birliklerden biri yazın Bizans'a gidip kışı orada geçiriyor, sonra geri dö­nüyor, ardı sıra bir başka birlik Bizans'a gönderiliyordu. Muaviye'nin gaza için Bizans'a gönderdiği askeri birliklerden birinde oğlu Yezid de vardı. Yezid'in beraberinde bazı sahabeler de vardı. Bunlar boğazı geçti­ler. Kostantiniyyelilerle şehrin kapısında savaştılar. Sonra Şam'a dön­düler. Muaviye'nin oğlu Yezid?e yaptığı en son vasiyyet şu olmuştu: "Bi-zans'm boğazını sık!"

îbn Vehb, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, hali­feliği döneminde insanlara iki kez hac ettirdi. Onun halifeliği yirmi se­neden bir ay eksik idi."

Ebu Bekir b. Ayyaş dedi ki: "Muaviye, hicretin kırk dördüncü ve el­linci senelerinde insanlara hac ettirdi." Başkalarının ifadesine göre Muaviye, hicretin elli birinci senesinde insanlara hac ettirmiştir. Doğ­rusunu Allah bilir.

Leys b. Sa'd, Sa'd b. Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Osman'dan sonra kapının sahibi (Muaviye) kadar bu işin hakkını veren başka bir kimse görmedim."

Abdürrezzak, Misver b. Mahreme'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Muaviye'nin yanına gittim, içeri girip selam verdiğimde bana şöyle dedi:

- Ey Misver, darbelerin imamlara ne yaptı?

- Bunları konuşmayı bırak, sana geliş sebebimizi anlatayım da bi­ze iyilikte bulun.

- Sen, içindekini bana söylüyorsun.

- Ayıplanacak neyim varsa hepsini anlattın.

- Sen suçlardan ve günahlardan kurtulamazsın. Affedihnediği takdirde seni helak edecek bir günahın yokmu? Bundan korkmaz mı­sın?

- Evet benim öyle suçlarım ve günahların var ki, eğer sen bağışla­mazsan helak olurum.

- Benden bağışlama umudunu kuvvetlendiren neyin var? Allah'a yemin ederim ki, halkın durumunu düzeltmek, hadleri tatbik etmek, in­sanları barıştırmak, Allah yolunda cihad etmek gibi sayılarını ancak Al­lah'ın bileceği ve bizim sayamayacağımız büyük işler olmasaydı, senin sayamayacağın kadar çok günah ve ayıplarımız olurdu. Ama ben öyle bir din üzereyim ki Allah, o dinde iyilikleri kabul eder, kötülükleri ba­ğışlar. Vallahi ben bu yoldayım. Allah'la başkasını mukayese edipte başkasını tercih edecek değilim. Sadece Allah'ı başka şeylere ve başka varlıklara tercih ederim.

Misver diyor ki: "Muaviye'nin bu sözlerini dinledikten sonra düşün­düm ve onun beni mağlub ettiğini anladım."

Daha sonraları Misver, kendisi ile Muaviye arasından geçen bu konuşmayı yad ettiği zaman Muaviye'ye hayır dua ederdi.

İbn Düreyd, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ey insanlar! Ben sizin en hayırlınız değilim, sizin aranızda mutla­ka Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr ve benzeri çok faziletli ve benden daha hayırlı kimseler vardır. Ama öyle umuyorum ki yöneticilikte ben size daha faydalı olacağım. Düşmanlarınızı geri püskürtmede daha güçlü olacağım. Size sütü daha bol akıttıracağım (gelirinizi artıraca-

ğımj.

Hişam, Yunus b. Halbes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cuma ffünü Şam camiinin minberinde Muaviye'nin şöyle bir hutbe irad ettiği­ni işittim:

«Ey insanlar, sözlerimi iyi anlayın, siz benden daha çok dünya ve ahiret işlerini anlayan bir kimse bulamazsınız. Yüzlerinizi dosdoğru tu­tun kıbleye doğru yönelin, saflarınızı namazda düzgün tutun. Aksi tak­dirde Allah kalbleriniz arasına muhalefet koyar, beyinsizlerinizin elle­rinden tutun (onları kötülükten men edin), aksi takdirde Allah düşman­larınızı size musallat kılar. Düşmanlarınızla size azabın en kötüsünü tattırır. Sadaka verin, hiç kimse: "Ben yoksulum da sadaka veremiyo­rum." demesin. Aslında az varlıklı kimsenin vereceği sadaka, zenginin vereceği sadakadan daha faziletlidir. İffetli kimselere iftirada bulun­maktan sakının. Kişi (doğruluk derecesini araştırmadan) duydum ki bana şöyle bir haber ulaştı ki, demesin. Sizden biri Hz. Nuh zamanında­ki bir kadına bile iftira edecek olsa, kıyamet gününde bunun hesabı on­dan sorulacaktır.»

Ebu Davud et-Teyalisî, Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'dan hadis naklederken kimse onu yalancılıkla itham etmezdi."

Ebu'l-Kasım el Beğavî, Ebu Kubeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Muaviye, her gün Ebu'1-Ceyş adındaki bir adamı şehrin çeşitli mec­lislerine gönderir ve o gün bir çocuğun doğup doğmadığını veya misafir bir heyetin gelip gelmediğini tesbit ettirirdi. Eğer bir çocuk doğmuş ve­ya bir misafir gelmiş ise ona gerekli erzakın verilmesi için divana tali­mat verirdi."

Başkaları dediler ki: Muaviye, alçak gönüllü idi. Elinde, çocukların ellerinde bulunan ve paçavradan ibaret olan bir kırbaç vardı, insanlara bununla vururdu."

Hişam b. Ammar, Meysere b. Halbes'in oğlu Yunus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'yi Şam pazarında gördüm. Terkisine, yakası yamalı bir gömlek giyen hizmetçisini de bindirmişti. Bu halde Şam pa­zarlarında dolaşıyordu."

..  A'meş, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer Muaviye'yi görseydiniz bu Mehdi'dir, derdiniz."

Hüseyin, İbn Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'den daha lider şahsiyetli bir kimse görmedim." Kendisine dedim ki:

- Ömer de mi onun kadar lider şahsiyetli değildi?

- Ömer, ondan daha hayırlı idi, ama Muaviye, Ömer'den daha lider şahsiyetli idi."

Ebu Süfyan el-Hirî, Avam b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Rasûlullah (s.a.v.)'dan sonra Muaviye kadar karizması olan bir li­der görmedim."

Dediler ki:

- Ebu Bekir de mi onun kadar karizmatik değildi?

- Ebu Bekir, Ömer ve Osman ondan daha hayırlı idiler, ama o daha karizmatik idi/'

Abdürrezzak, tbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muavi­ye kadar hükümdarlığa layık başka kimse görmedim."

Hanbel b. Ishak, Muaviye'nin: "Ben hükümdarların ilkiyim." dedi­ğini rivayet etmiştir.

İbn Ebi Hayseme, tbn Şevzeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben hükümdarların ilki, halifelerin de sonuncusuyum."

Ben derim ki: Sünnete göre Muaviye'ye halife değil de hükümdar demek gerekir. Çünkü bu hususta Sefme'nin rivayet ettiği şöyle bir ha­dis vardır:

"Halifelik benden sonra otuz senedir. Ondan sonra ısına bir hü­kümdarlık olacaktır."

Abdülmelik b. Mervan, bir gün Muaviye'den bahsederken şöyle de­di: "Muaviye kadar yumuşak huylu, tahammüllü ve kerem sahibi bir kimse görmedim."

Kabise b. Cabir dedi ki: "Muaviye kadar yumuşak huylu, onun ka­dar liderlik sıfatına sahip, onun kadar tahammüllü, merhametli, onun kadar kolayca çıkış yolu bulan, onun kadar iyilik yapmaya müsait bir kimse görmedim."

Adamm biri dedi ki: Bir adam, Muaviye'ye kötü sözler sarfetti. Mua­viye'ye denildi ki:

"Şunun hakkından gelsene!" Muaviye de şöyle cevap verdi: "Hal­kımdan bir kimsenin suçu yüzünden yumuşak huyluluğu bırakıp Öfke­lenmekten Allah'tan utanırım."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre adamın biri, Muaviye'ye: "Ey mü'minlerin emiri, ne kadar yumuşak huylusun." demiş. Muaviye, ona şu cevabı vermişti: "Herhangi bir kimsenin günahının, benim yumuşak huyluluğumdan daha büyük olmasından utanırım."

Asmaî, Sevrî'den rivayet etti ki, Muaviye şöyle demiştir: "Bir güna­hın benim afîimdan daha büyük olmasından, bir cahilliğin benim yumusak huyîuluğumdan daha büyük olmasından, muhafaza etme huyu­mun, bir ayıp ve gizliliği örtemeyecek kadar küçük olmasından utamnm.

Şabî ile Asmaî dediler ki: "Ebu Cehm adındaki bir adamla Muaviye arasında karşılıklı konuşma cereyan etti. Ebu Cehm, Muaviye'ye kin kusucu bir konuşma sarfetti. Muaviye, başını önüne eğdi, sonra başını kaldırıp şöyle dedi: "Ey Ebu Cehm, sultana hakaret etmekten uzak dur. Çünkü sultan çocuklar gibi öfkelenir, aslan gibi yakalar. Onun biraz öf­kesi birçok insanı mağlub eder." Böyle dedikten sonra Muaviye, adam­larına Ebu Cehm'e bir miktar mal vermelerini emretti, bunun üzerine Ebu Cehm de Muaviye'yi överek şöyle dedi:

"Babamıza yaklaşır gibi Muaviye'nin yanma yaklaşırız. Ona iki ha­lini haber vermek için sağını solunu dokunuruz. Ama ondan cömertlik ve yumuşaklık görürüz."

A'meş dedi ki: Hz. Ali'nin oğlu Hasan, Muaviye ile birlikte dolaşıyor­du. Muaviye, onun önünde yürüyordu, Hasan dedi ki:

"Şu Muaviye'nin uylukları, Hind'in uyluklarına ne kadar benziyor." Muaviye dönüp ona şöyle dedi: "Ama Ebu Süfyan, Hind'in uyluklarını çok beğeniyordu."

Muaviye'nin kızkardeşinin oğlu Abdurrahman b. Ümmü'l-Hakem, Muaviye'ye: "Falan adam bana sövüyor." dedi. Muaviye de ona şu karşı­lığı verdi: "Başını eğ, o da geçip gider ve senden vazgeçer." dedi.

İbn Arabî dedi ki: "Adamın biri, Muaviye'ye: "Senden daha pasaklı birini görmedim." deyince Muaviye, ona şu karşılığı verdi: "Evet, hiç kimse bu haliyle adamlarla karşı karşıya gelemez."

Ebu Amr b. Alâ, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cö­mertçe davranmak benim için kırmızı tüylü davarlara sahib olmaktan daha hoştur."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, şöyle demiştir: "Yu­muşak huylu davranmak, benim için muzaffer olmaktan daha hoştur."

Bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, şöyle demiştir: "Ey Umey-ye oğulları! Kureyşlilerle karşılaştığınızda yumuşak huyluluk göstere­rek onlardan ayrılın. Allah'a yemin ederim ki ben, cahilliye döneminde bir adamla karşılaştığımda o bana elinden geldiğince söverdi. Ben de elimden geldiğince ona yumuşak huyla mukabele ederdim. Ben geri dö­ner giderdim. O da bana dost olurdu. Yardımını istediğimde bana yar­dım ederdi. Düşmanıma karşı saldırıya geçtiğimde o da benimle beraber saldırıya geçerdi. Yumuşak huyluluk, şerefli kimsenin şerefini azalt­maz. Onu daha da âlicenâb kılar. Yumuşak huyjuluğun afeti zillettir, fişinin yumuşak huyluluğu cahilliğini, sabrı da şehvetini alt etmedikçe iyi bir görüş sahibi olamaz. Kişi bu mertebeye ancak yumuşak huylulu-&     kuvveti ile ulaşabilir."

Abdullah b. Zübeyr dedi ki: "Allah, Hind'in oğlunun (Muaviye'nin) hayrını versin, biz ondan ayrıldığımızda aslan ondan daha cesur değil­di. Aslanın pençesi onunkinden daha güçlü değildi, ama o yine de bize ilişmezdi. Biz ona hile yapardık ama yeryüzünde kendisinden daha dahi ve hile yapabilecek başka bir kimse yoktu. Yine de bize hile ile mukabe­lede bulunmazdı. Allah'a yemin ederim ki, şu Ebu Kubeys dağında bir taş bulunduğu sürece biz Muaviye'den yararlanmayı çok isterdik."

Adamın biri Muaviye'ye şöyle bir soru sordu:

"İnsanların en kabiliyetli lideri kimdir?

- İnsanların kendisinden birşey istenildiği zaman - en cömert ola­nıdır. Meclislerde en güzel ahlaklı olanıdır. Kendisine karşı cahilce dav­ranışlarda bulunulduğunda en yumuşak huylu olanıdır."

Ebu Ubeyde Mamer b. Müsenna dedi ki: Muaviye, şu beyitlerdeki nasihatlara çok uyardı:

"Beyinsizce adam öldürmek, yumuşak huyluluk kadar iyi değildir.

Zira yumuşak huylu kimse, beyinsizi cehalletten geri çevirebilir.

Öfke dolu olsan bile kimseye karşı beyinsizlik ve cahillik yapma.

Çünkü kötülük, kınanma sebebidir.

Bir suç işlediği zaman kardeşinle alakanı kesme,

Zira âlicenab kişi, kötülüğü bağışlar."

"el-Ahkamu's-Sultaniyye" adlı kitabında Kadi Maverdî dedi ki: "Muaviye'nin yanına birkaç hırsız getirildi, ellerini kesti, sonunda bir tanesi kaldı. O da şöyle bir şiir okudu:

"Ey mü'minlerin emiri, sağ elimin kesilmemesi için senin affına sığı­nıyorum, elimi çirkin bir hale sokma.

Eğer suçu örtülürse elim güzel kalır. Bu güzel eli çirkin bir ayıpla yok etme, hoş olan dünyada hayır kalmaz, eğer sol elim sağ elimden ayrı kalırsa."

Hırsızın bu şiiri okuması üzerine Muaviye ona:

- Peki sana ne yapalım? Oysa arkadaşlarının elini kestik, dedi. Hırsızın annesi de şu karşılığı verdi:

"Ey mü'minlerin emiri, oğlumun elini kesmenıekle günah işlemiş olacaksın ama bu günahını da tevbe ettiğin diğer günahların arasına kat." Bunun üzerine Muaviye, hırsızı serbest bıraktı. Bu, İslâm tarihin­de uygulanmayan ilk had oldu."

Rivayete göre ibn Abbas şöyle demiştir: "Muaviye'nin insanları na­sıl mağlub ettiğini anladım. Şöyleki: Onlar uçtukları zaman Muaviye düşerdi. Muaviye düştüğü zaman da onlar uçardı."

Başka bir ravinin anlattığına göre Muaviye, valisi Ziyad'a şu meal­de bir mektub yazıp göndermişti: "İnsanlara tek düze yumuşak bir poli­tika ile hükmetmek uygun olmaz. Aksi halde şımarırlar. Aynı şekilde insanlara tek düze şiddet politikası ile hükmetmek de uygun olmaz. O takdirde insanlar tehlikeli durumlara düşerler. Ama sen katı ve sert ol. Ben de yumuşak huylu ve merhametli olayım ki bir kimse korkuya ka­pıldığı zaman sığınabilecek bir kapı bulsun."

Ebu Misher, Said b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, mü'minlerin annesi Aişe'nin 80.000 dinar borcunu Ödedi. Ay­rıca onun insanlara yaptığı bağışlardan ötürü üzerine terettüp eden borçları da karşıladı."

Hişam'm babası Urve şöyle demiştir: "Muaviye, mü'minlerin annesi Aişe'ye 100.000 dinar gönderdi. O da aynı günde bu parayı yoksullara dağıttı, geriye bir dirhem dahi kalmadı. Hizmetçisi, Aişe'ye dedi ki:

- Bu paradan bizim için bir dirhem ayırsaydın da onunla et alsay­dık ve iftarını onunla açsaydın olmaz mıydı?

- Eğer bana hatırlatsaydın yapardım."

Ata dedi ki: "Muaviye, Mekke'de bulunan Hz. Aişe'ye 100.000 dir­hem değerinde bir kuşak gönderdi. O da bunu kabul etti."

Zeyd b. Habbab, Abdullah b. Büreyde'nin şöyle dediğim rivayet et­miştir: «Hz. Ali'nin oğlu Hasan, Muaviye'nin yanına geldi. Muaviye, ona: "Sana benden önce kimsenin vermediği bir armağan vereceğim." dedi ve ona 400.000 dirhem verdi. Hz. Hasan ile Hüseyin, başka bir kez Muaviye'nin yanma geldiklerinde Muaviye, onlara hemen 200.000 dir­hem verdi ve kendilerine: "Benden önce size bu kadar para veren kimse olmamıştır." dedi. Hz. Hüseyin de: "Sen de şimdiye kadar bizden daha faziletli bir kimseye bu kadar para vermiş değildin." dedi.»

İbn Ebu Dünya, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali'nin oğlu Hasan ile Abdullah b. Cafer, Muaviye'ye haber gönderek on­dan mal istediler. Muaviye de onlara (veya her birine) 100.000 dirhem gönderdi. Hz. Ali, bunu duyunca onlara: "Utanmıyor musunuz? Adamın gözüne sabah akşam vuruyoruz, sonra da ondan mal istiyorsunuz? "de­yince onlarda dediler ki: "Sen bizi mahrum bıraktın. Ama o bize cömert­lik yaptı."'

Asmaî'den rivayete göre Hz. Hasan ile Abdullah b. Zübeyr, Muavi­ye'nin yanma geldiler. Muaviye, Hz. Hasana: "Ey Rasûlullah'ın oğlu, hoş geldin safa geldin/' dedi ve sonra ona 300.000 dirhem para verilme­sini emretti. Abdullah b. Zübeyr'e de: "Ey Rasûlullah'ın halası oğlu, hoş geldin safa geldin." dedi ve ona da 100.000 dirhem para verilmesini em­retti.

Ebu Merven el-Mervanî dedi ki: "Muaviye, Ali'nin oğlu Hasan'a 100.000 dirhem gönderdi. O da bu parayı kendi meclisinde bulunan on kişiye dağıttı, her birine onbin dirhem düştü."

Mervan, Abdullah b. Cafer'e de 100.000 dirhem gönderdi. Karısı Pa­tıma, bu parayı Abdullah'tan hibe olarak istedi. O da bu parayı ona ver­di.

Mervan b. Hakem'e de 100.000 dirhem gönderdi. Ö, bu paranın 50.000'ini yoksullara dağıttı. 50.000'inde kendine ayırdı.

Hz. Ömer'in oğluna da 100.000 dirhem gönderdi. O, bu paranın 90.000'ini dağıttı 10.000'ni de kendine ayırdı. Muaviye, onun iktisatlı olduğunu ve iktisadı sevdiğini söyledi.

Abdullah b. Zübeyr'e de 100.000 dirhem gönderdi. Abdullah, parayı getiren adama: "Bu parayı niçin gece değil de gündüz getirdin?" dedi. Sonra bu parayı yanında alıkoydu, hiç kimseye birşey vermedi. Muavi­ye, onun cimri ve hilekar olduğunu, sanki kuyruğunu kaldırıp ipini ke­sen biri olduğunu söyledi."

Ibn Dab dedi ki: "Muaviye'nin her sene Abdullah b. Cafer'e 1.000.000 dirhem vermesi gerekiyordu. Bu parayı Ona öder, ayrıca yüz ihtiyacını da giderirdi. Bir defasında Abdullah b. Cafer, Muaviye'nin ya­nma gelmiş, Muaviye, ona parasını vermiş ve ihtiyaçlarını gidermişti. Sadece bir ihtiyacı kalmıştı. O esnada Sicista'nın Isbağhandı gelip Mua-viye'den kendisini o beldelere hükümdür yapmasını istedi. Bu isteğini yerine getirmesi durumunda kendi malından 1.000.000 vereceğini vaad etti. Şahitlerin ve emirlerin huzurunda dolaştı, hepside Abdullah b. Ca­fer'e gitmesini tavsiye ettiler. Vali, Abdullah b. Cafer'in yanma yöneldi. Abdullah ta bu hususta Muaviye ile konuştu. İhtiyacını tamamladı, böylece yüz ihtiyacı giderilmiş oldu. Katibe emir verdi ve valinin Sicis-tan'a hükümdar olmasına dair kararnameyi yazdırdı. Abdullah bu ka­rarnameyi alıp valiye götürdü. Vali, ona temenna secdesinde bulunarak 1.000.000 dirhem verdi. Abdullah, ona dedi ki: "Sen Allah'a secde et ve malım da evine götür. Biz öyle bir ailedeniz ki, iyiliği para karşılığında yapmayız."

Muaviye, bu durumdan haberdar olunca şöyle dedi: "Keşke bu sözü oğlum Yezid söylemiş olsaydı. Eğer o böyle demiş olsaydı bu, Irak hara­cını elde etmemden daha hoşuma giderdi. Şu Haşimil.er, cömertliği hiç­bir zaman elden bırakmıyacaklar."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, her sene Abdullah b. Cafer'e 1.000.000 dirhem verirmiş, bir ara Abdullah'ın 500.000 dir­hem kadar borcu oldu. Alacaklılar kendisini sıkıştırdılar. Onlardan sü­re istedi ki, gidip Muaviye'den maaşlarının bir kısmını avans olarak alıp gelsin ve kendilerine ödesin, Bu amaçla yola çıktı. Muaviye'nin ya­nma gitti. Muaviye ona sordu:

- Ey Abdullah b. Cafer, buraya geliş sebebin nedir?

- Alacaklılarım beni sıkıştırdılar.

- Borcun ne kadar?

- 500.000 dirhem.

Muaviye, Abdullah'ın borcunu ödedi. Ve ona şöyle dedi: "Bu 500.000 airhemlik borcunu ödedim, ayrıca zamanı gelince gelip 1.000.000 dir­hem maaşını da tam olarak alacaksıın."

tbn Said, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali'nin oğlu Hasan'a hayret ediyorum. Bir yudum Yemen balını Rume kuyusunun suyu ile içti ve ruhunu teslim etti." Sonra da tbn Abbas'a şöyle dedi: "Al­lah seni üzmesin ve hüzünlendirmesin. Ali'nin oğlu Hasan için keder­lenme." Ibn Abbas ta ona şöyle cevap verdi: "Allah, mü'minlerin emiri Muaviye'yi hayatta bıraktığı sürece beni üzmez ve kederlendirmez." İbn Abbas'ın böyle demesi üzerine Muaviye, ona 1.000.000 dirhem para ve ayrıca bir miktar da eşya verdi, ona: "Bunları al ve ailene dağıt." de­di.»

Ebu'l- Hasen el-Medainî, Seleme b. Muharib'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir: «Muaviye'ye şöyle bir soru soruldu:

- Siz mi daha şereflisiniz yoksa Haşimoğullan mı?

- Bizde eşraf daha çoktur, ama onlar daha şereflidirler. Onlarda öyle şerefli bir kimse vardır ki Abdumeraf oğullarında onun dengi yok­tur. Haşim gibisi yoktur. Haşim, vefat edince biz sayıca ve eşrafça daha çok olduk, ama onlarda Abdülmuttalib vardı ki bizde onun dengi ve ben­zeri yoktu. O vefat edince sayımız daha arttı, eşrafımız daha çoğaldı ama onlarda öyle bir kimse vardı ki onun gibisi bizde yoktu. O göz doyu­rucuydu. Sonunda dediler ki: "Bizden bir peygamber vardır." Peygam­ber geldi, onun gibisini ne öncekiler, ne sonrakiler duymuş ve görmüş­lerdi. O peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v.)'di. «Bu fazilete ve bu şerefe başka kim ulaşabilir?»

Ibn Ebi Hayseme, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Amr b. As, gördüğü bir rüyayı Muaviye'ye şöyle anlattı: "Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı rüyamda gördüm. Halifelikleri döneminde yaptıkları işlerin hesabı kendilerine soruluyordu. Seni de gördüm. Döneminde yaptığın işlerin hesabını iki kişi soruyordu."

Muaviye, kendisine bu rüyayı anlatan Amr b. As'a dedi ki: "Peki rü­yanda daha neler gördün, sonra Mısır dinarlarını mı gördün?"

Ibn Düreyd, Utbi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Amr b. As, Muaviye'nin yanma girdi. Bazı sahabelerin vefatı sebebiyle ona bir tazi-yet mektubu gelmişti. Muaviye mektubu okuyunca înnâlillah ve innâ jleyhi raciun "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz." dedi. Amr b. As ta ona şöyle dedi: "iyi insanlar ölüyorlar, sense hayatta kalıyorsun. Ulûm senin üzerinden atlayıp geçiyor, sen Ölmüyorsun."

Muaviye, ona şu cevabı verdi:

"Sen hayatta iken ölmemi mi umuyorsun. Şunu bil ki, sen ölmeden ben ölecek değilim."

İbn Semmak, Muaviye'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Herkesi razı edebilirim ancak nimeti çekemeyenleri razı edemem. Nimeti kıska­nan kimseleri ancak nimetin ortadan kalkması memnun eder."

Zührî, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mürüvvet dört şeydedir: İslâm'da iffetli olmak, malı helal yapmak, kardeşlerin huku­kunu korumak, komşunun hakkına riayet etmek."

Ebu Bekir el-Huzelî dedi ki: Muaviye şiir söylerdi. Halifeliğe geçince ailesi ona: "Zirveye ulaştın, amacını elde ettin ama artık şiiri ne yapa­caksın?" dedi. O da bir gün dinlenirken şöyle bir şiir okudu:

"Sefahetimi noktaladım. Yumuşak huyluluğumu dinlendirdim, ta­hammülüm sebebiyle kendime itirazım vardır.

Şundan ki ben, insanı hasta kılan siyah göz, ihtiyacını gidermeye beni çağırdığı zaman çağrısına icabet ederim."

Muğire, Şabî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Oturarak hutbe irad eden ilk adam Muaviye'dir. Muaviye, göbeği yağ bağladığı ve karnı büyüdüğü zaman oturarak hutbe irad etmişti."

Yine Muğire, İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cuma gü­nünde ilk olarak oturarak hutbe irad eden kişi Muaviye'dir."

Ebu'l-Melih, Meymun'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Minberde oturarak hutbe irad eden ilk hatip Muaviye'dir. Muaviye, oturarak hut­be irad etmek için cemaattan izin istemişti."

Katade, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rama­zan ve kurban bayramında namaz için ilk olarak ezan okuyup ikamet getiren kişi Muaviye olmuştur."

Ebu Cafer el-Bakır dedi ki: "Mekke kapılan kilitsizdi. Mekkeye'ye kapı yaptıran ilk adam Muaviye'dir."

Ebu'l-Yeman, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Seneler geçti, hiçbir kafir kişi Müslüman kişiye mirasçı olamadı. Hiçbir Müslü­man kişi de kafir bir kişiye mirasçı olamadı. İlk olarak Müslümanı kafi­re mirasçı kılan Muaviye olmuştur. Ondan sonra Emevüer, bu yolda hü­küm vermişlerdir. Nihayet Ömer b. Abdülaziz hilafete geçti. O, sünnete döndü. Hişam, hilafete geçince Muaviye'nin hükmünü yeniledi. Ondan sonra gelen Emeviler de aynı şekilde hükmettiler. Seneler geçti, zimmi kimsenin diyeti, Müslüman kimsenin diyeti kadardı. İlk olarak zımni­nin diyetini Müslümamn diyetinin yarısına indiren Muaviye oldu, diye­tin yarısını da kendine aldı."

İbn Vehb, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Said b. Müsey-yeb-e Rasûlullah'ın ashabını sordum. O bana dedi ki: Dinle ey Zühri! Ebu Bekir, Ömer, Osman, ve Ali'yi severek bunların sevgisi üzerine vefat eden ve aşere-i mübeşşerenin Cennetlik olduğuna şahadet eden, ay­rıca Muaviye'ye de rahmet okuyan bir kimseyi hesaba çekmemesi Allah Üzerine bir haktır."

Said b. Yakub et-Talikanî, Abdullah b. Mübarek'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Muaviye'nin burnundaki bir toprak zerresi, Ömer b. Abdülaziz'den daha üstündür."

Muhammed b. Yahya b. Said dedi ki: İbn Mübarek'e Muaviye'yi sor­dular. O da şöyle cevap verdi: Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisi hakkında şöyle dediği bir adam için ne diyebilirim: "Allah kendisine hamd edeni işitir ve sonra da "Rabbena ve lekel hamd" diyeni de işitir." İbn Müba­rek'e yine soruldu: "Muaviye'mi daha faziletlidir yoksa Ömer b. Abdüla­ziz mi?" İbn Mübarek şu cevabı verdi: "Muaviye'nin burun deliklerinde-ki bir toprak zerresi, Ömer b. Abdülaziz'den daha hayırlı ve daha fazilet­lidir."

Başka bir rivayete göre İbn Mübarek, Muaviye'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Bizde mihnet vardır, kimin o mihnete öfke ile baktığım görürsek, onu sahabelere kötü söz söylemiş olmakla itham ederiz."

Muhammed b. Abdullah b. Anımar el-Musilî ve diğerleri dediler ki: "Muafi b. İmran'a şöyle bir soru sordular:

- Muaviye'mi yoksa Ömer b. Abdülaziz mi daha üstündür? Muafi, bu soruya öfkelendi ve soru sahibine şöyle cevap verdi:

- Sahabelerden birini tabiilerden biri gibi mi sayıyorsun? Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'m sahabesi, hısımı, katibi ve Allah'ın vahyi husu­sunda güvendiği bir sır kabitidir. Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Ashabımı ve hısımlarımı bana bırakın (onlara sataşma­yın), kim onlara söverse Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun."

Ebu Tevbe Rebi b. Nafı el-Halebî dedi ki: "Muaviye, Muhammed (s.a.v.)'ın ashabının perdesidir. Kişi perdeyi araladığı zaman ilerisine gitmeye cüret eder."

Meymunî, Ahmed b. Hanbel'in kendisine şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Ey Eba Hasen! Bir adamın sahabelerden kötü sözle bahsettiğini görürsen, onun Müslümanlığından şüphe et."

Fadl b. Zeyd dedi ki; "Muaviye ile Amr b. As'm hakkında kötü sözler sarfeden bir adamın Rafızi sayılıp sayılmayacağı Ebu Abdullah'a sorul­duğunda o şu cevabı verdi: Bu iki kişinin aleyhinde konuşmaya cüret eden adamın içinde mutlaka kötü bir düşünce vardır, sahabelerden her­hangi biri hakkında kötü sözler sarfeden adamın niyeti mutlaka kötü­dür."

İbn Mübarek, İbrahim b. Meysere'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­ti: "Ömer b. Abdülaziz'in Muaviye'ye şovenden başka bir kimseye vur­uğunu görmedim. Muaviye'ye söven adama birkaç kırbaç vurdu."

Seleften biri dedi ki: "Bir ara ben Şam'da bir dağ başında iken görün­mezlerden bir ses şöyle dedi:

"Ebu Bekir es-Sıddık'a öfke duyan kimse zındıktır. Ömer'e öfke du­yan kimse Cehennem'e defolup gitsin, Osman'a Öfke duyan kimsenin hasmı Rahman olan yüce Allah'tır. Ali'ye öfke duyan kimsenin hasmı Hz. Peygamber'dir. Muaviye'ye öfke duyan kimseyi zebaniler kızgın Ce­hennem ateşine sürüklerler. Onu Cehennem'in uçurumuna fırlatırlar."

Adamın biri dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gördüm, yanında Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Muaviye vardı. O esnada bir adam ora­ya geldi. Ömer dedi ki: "Bu adam bizim aleyhimizde konuşuyor."

Rasûlullah (s.a.v.), o adamı azarlayıp kovdu. Adam da şöyle dedi: "Ya Rasulallah, ben şunlardan herhangi birini kötü sözle anmadım, yalnız şu Muaviye hariç." Rasûlullah (s.a.v.) da o adama: "Yazıklar ol­sun sana! Muaviye benim ashabımdan değil midir?" dedi ve bu sözünü üç kez tekrarladı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), bir mızrak alıp Muaviye'ye verdi ve ona bu adamın, "Ensesine vur," dedi. Muaviye de Adamın ense­sine mızrakla vurdu. Ben de uykudan uyandım, sabah erken o adamın evine gittim. Adamın geleceyin boynuna görünmezlerden bir darbe vu­rulduğunu gördüm. Ölmüştü. O adam, Raşid el-Kindî idi."

îbn Asakir, Fudayl b. İyaz'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'Muavi­ye sahabelerdendir, büyük âlimlerdendir ama dünya sevgisi ile mübte-la oldu."

Utbî dedi ki: "Muaviye'ye: "Saçın ve sakalın çabuk ağardı." denildi. O da şöyle karşılık verdi: "Nasıl çabuk ağarmasın ki, sürekli olarak Araplardan bir adam başıma dikilir, bana bir söz asılar ve o sözün ceva­bını vermemi bekler. Eğer doğru cevap verirsem övülmem. Yanlış cevap verirsem o cevabım, ulaklarla ülkenin dört bir yanma ulaştırılır."

Şabî ile diğerleri dediler ki: "Muaviye, ömrünün son demlerinde bu­nadı, abuk sabuk konuşmaya başladı."

îbn Asakir, Muaviye'nin azadlısı buruk testisli Hadic'in biyografi­sinden bahsederken şöyle demiştir; "Muaviye, güzel ve beyaz tenli bir cariye satın aldı. Cariyeyi çıplak olarak huzuruna aldı. Elinde bir kırbaç vardı. Cariyenin tenasül organına kırbaçla işaret ederek "Şu tenasül or­ganı iyi birşey ama benim buna güç yetirecek bir penisim olsaydı iyi olurdu. Ama sen oğlum Yezid'e git." dedi. Sonra da: "Hayır! Bana Rabia b. Amir el-Cüreşfyi çağırın." Rabia b. Âmir fakih idi. Muaviye'nin huzu­runa geldiğinde Muaviye ona şöyle dedi: "Şu cariye çıplak olarak yanı­ma geldi. Onun vücudunu şöyle ve şöyle gördüm ama oğlum Yezid'e gön­dermek istedim, ne dersin?"

Rabia b. Amir "Böyle yapma ey mü'minlerin emin! Bu cariye, artık oğlun Yezid'e gidemez, gitmesi uygun olmaz." dedi. Muaviye de şöyle karşılık verdi: "Ne güzel bir görüş belirttin." Böyle dedikten sonra Muayiye, o cariyeyi Rasûlullah'ın kızı Fatıma'nın azatlısı Abdullah b. Mesa-de el-Fezarî'ye hibe etti. Abdullah, siyah tenli idi. Cariyeyi ona hibe ederken şöyle dedi: "Bununla evlen ki, çocukların beyaz tenli olsunlar." Bu da Muaviye'nin araştırmacı ve fıkhı bilen bir kimse olduğunu göste­riyor. Çünkü daha önce o cariyeye şehvetle bakmıştı. Onun hakkından gelemeyeceğini anlamıştı. Oğlu Yezid'e hibe etmek istedi ama şu nakle­deceğimiz ayet-i kerimenin yasağından dolayı oğlu Yezid'e hibe etme­nin sakıncalı olduğunu anlamıştı. "Babalarınızın evlendikleri kadınlar­la evlenmeyin." (cn-Nisâ, 22.) Muaviye'nin bu görüşüne Şamlı fakih Rabia b. Amir el-Cüreşî'de muvafakat etmiştir.

îbn Cerir'in rivayetine göre Amr b. As, Mısır heyetiyle birlikte Mua­viye'nin yanma gelmişti. Yolda iken arkadaşlarına şöyle demişti: "Mua­viye'nin yanma girdiğinizde ona hilafete özgü selam vermeyin. Çünkü o bundan hoşlanmıyor."

Amr ve heyeti, huzura girmek istediler. Muaviye, onları kabul etti. Muaviye, mabeyincisine şöyle talimat verdi: "Onları içeri al ama içeri alırken onlara sert davran ve onları korkut. Öyle sanıyorum ki Amr, yol­da iken onlara benim hakkımda küçültücü bazı şeyler söylemiştir." Ma­beyinci onları tahkir ederek içeri aldı. Heyetten biri içeri girerken Mua­viye'ye hitaben: "Selam sana ey Allah'ın Rasûlü!" dedi. Sonra huzurdan çıktıklarında Amr b. As, Muaviye'ye peygamberlik selamı veren adama çıkışarak şöyle dedi: "Allah sizi kahretsin, ben ona hilafete Özgü selam vermenizi yasaklamışken siz ona peygamberliğe has selam verdiniz."

Anlatıldığına göre adamın biri, evini inşa etmesi için Muaviye'den kendisine 12000 direk vermesini istemiş, Muaviye de ona şöyle demişti:

- Evin nerede?

- Basra'da.

- Ebadı ne kadar?           

- Boyu iki fersah, en iki fersah.

- Evim Basra'da deme. Basra benim evimde, de." Anlatıldığına göre adamın biri, oğluyda birlikte Muaviye'nin sofra­sına gelip oturdu. Oğlu yedi. Muaviye, onun oğlunu gözünün ucuyla sü­züyordu. Ancak babası, oğlunu aşın yemekten işaretle men ediyordu. Fakat oğlu bunu anlamıyordu. Dışarı çıktıklarında babası oğlunu azar­ladı ve bir daha da Muaviye'nin sofrasına götürmedi, müteakip gidişte Muaviye, adama sordu:

Senin o obur oğlun nerede?

- Rahatsızlandı.

- Onun oburca yeyişinin kendisini rahatsız edeceğini anlamıştım.

Rivayete göre Muaviye, bir aba giyinmiş olarak gelip huzurunda du­anve kendisi ile konuşan bir adama küçümseyici nazarla bakmaya a^amış, adam da ona şöyle demişti:

- Ey mü'minlerin emiri! Sen abaya hitab etmiyorsun, abanın için­deki adama hitab ediyorsun.

- İnsanların en faziletlisi odur ki, kendisine birşey verildiği zaman şükreder, belaya uğradığı zaman sabreder, öfkelendiği zaman öfkesini yutar. Güçlü olduğu zaman affeder, söz verdiği zaman sözünü yerine ge­tirir, kötülük yaptığında bağışlanma diler."

Medineli bir adam, Muaviye b. Ebi Süfyan'a şöyle bir mektub yazıp gönderdi: "Erkekler kendi çocuklarını doğurduklarında, pazuları bü­yük olan kimse muzdarip olduğunda ve hastalıklar onun vücuduna bu­laşmayı alışkanlık haline getirdiklerinde işte o hasadını yaptığımız ekin olur."

Muaviye, bu mektubu alıp okuyunca: "Bu adam öleceğimi bana ha­ber veriyor." dedi.

İbn Ebu Dünya, Sümame b. Külsüm'un şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Muaviye'nin en son irad ettiği hutbe şudur:

"Ey insanlar! Eken biçer, ben sizin idarenizin başına geçtim ama benden sonra benden daha hayırlı bir kimse sizin başınıza geçecek de­ğildir. Aksine benden sonra benden daha şerli bir kimse, sizin başınıza geçecektir. Nitekim benden önceki idareciniz de benden daha hayırlı idi. Ey Yezid, ecelim yaklaştığında beni akıllı bir kimseye yıkat. Çünkü akıllı kimselerin Allah katında mertebesi vardır, o kimse beni rahatça yıkasın ve yüksek sesle tekbir alsın, ondan sonra sandıktaki bir mendili (bohça) bulup çıkar, o mendilin içinde Rasûlullah (s.a.v.)'m bir elbisesi ve saçından tırnağından kestiği bazı parçalar vardır, o kesik parçalan burnumunun, ağzımın, kulağımın, gözümün üzerine koy. Rasûl-ullah'm elbisesini de kefenimle cildinimin arasına koy. Ey Yezid! Al­lah'ın ana baba hakkındaki vasiyetine riayet et. Beni kefenime sarıp mezarıma koyduğunuzda merhamet edicilerin en fazla merhamet ede­ni ile başbaşa bırakın."

Kavinin biri der ki: Muaviye can çekişirken şöyle bir şiir okudu:

"Hayatıma yemin ederim ki, ben bir süre yaşadım, keskin kılıçların tesiri ile dünya bana boyun eğdi.

Bana kızıl tüylü davarlar, otorite ve hakimiyet verildi.

Zorba hükümdarların hepsi bana teslim oldu.

Beni sevindiren şeyler, geçmiş zamanda kalan bir hüküm gibi oldu.

Keşke hükümdarlıkta bir an dahi kalmış olmasaydım.

Parlak yaşantının lezzetleri için uğraşmasaydım.

Eski püskü elbise içinde bir süre yaşamış bir insan olsaydım.

Nihayet mezarın darlığım ziyaret etseydim."

Muhammed b. Sa'd, Muhammed b. Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, tam can çekişine anında malından yarısının Bey-tü'l Mala verilmesini vasiyet etti. Böyle yapmakla sanki o malı helal yapmak istemişti. Çünkü Hz. Ömer, valilerini sıkı denetlerdi."

Anlatıldığına göre Muaviye, ömrünün son demlerinde soğuğa ta­hammül edemez olmuştu. Üşümemek için kaim elbiseler giyerdi. Bu da onu rahatsız ederdi. Sonra kuş tüyünden bir elbise yaptırdı. Bu da ona ağır gelmeğe başladı. Şöyle dedi: "Kahrolsun senin gibi bir diyara ey dünya. Sana kırk sene hükmettim. Bu kırk senenin yirmisinde emir ola­rak, yirmisinde de halife olarak sana hükmettim. Sonra da böyle oldum. Bu akıbete maruz kaldım. Dünya da onu seven de kahrolsun."

Muhammed b. Sa'd, Abdülmelik b. Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'nin hastalığı ağırlaştığında ve insanlar onun öldü­ğüne dair dedikoduları yaydıklarında kendi aile efradına: "Gözlerime sürme sürün, başıma da bolca yağ sürün." dedi. Onlar da bu emri yerine getirdiler. Başını ve yüzünü yağ içinde bıraktılar. Sonra onun için otu­racağı bir yer hazırlandı. "Beni birşeye yaslayın." dedi. Sonra da şu emri verdi: "insanların huzuruma girmelerine izin verin, huzuruma giren herkes ayakta selam versin, hiç kimse oturmasın." İnsanlar içeri girme­ye ve birer birer selam vermeye başladılar. Onu gözü sürmeli, başı ve yüzü yağlı olarak gören insanlardan bazı kimseler: "Müzminlerin emiri bu halde iken de insanların en sağlıklısı dır." dediler. Huzurdan çıkıp gitmelerinden sonra Muaviye, bu hususta şöyle dedi:

"Hastalığıma sevinenlere karşı dinç görünmekle zamanın tuzakla­rına karşı sarsılmadığımı göstermek istedim.

Ölüm, pençesini insanın vücuduna geçirecek olursa, Artık okuyup üflemenin faydasız olduğunu gördüm."

Muaviye, ömrünün son deminde bunadı ve aynı günde de vefat etti. Allah, ona rahmet etsin.

Musa b. Ukbe dedi ki: Ölüm, Muaviye'nin üzerine indiğinde Muavi­ye şöyle dedi: "Keşke Zi Tuvâ mıntıkasında yaşayan Kureyşli bir adam olsaydım ve şu emirlik işiyle uğraşmasaydım."

Ebu Saib el-Mahzurm dedi ki: Muaviye vefat edeceği zaman şairin Şu şiirini okudu:

"Ya Rab! İnceden inceye hesaba çekersen bu benim azabım olur, fa­kat azaba tahammülüm yok.

Affedersen ki zaten sen günahları kumlar kadar olan bir günahkarı affedicisin."

havinin biri dedi ki: "Muaviye, can çekişirken ailesi onu sağa sola çevirmeye başladı. O da onlara şöyle dedi: "Siz hangi ihtiyarı sağa sola çe­viriyorsunuz? Allah beni yarın ateşin azabından kurtaracaktır."

Muhammed b. Şirin dedi ki: "Muaviye, can çekişirken yanağım yere indirdi, sonra yüzünü çevirdi. Sonra diğer yanağını da yere dayadı. Ağ­layıp şöyle dedi: Allah'ım, sen kitabında diyorsun ki: «Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağış­lar." (en-Nisâ, 48.) Allah'ım, beni, affetmeyi ve bağışlamayı dilediğin kimse­ler araşma kat.»

Utbi, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Muaviye, vefat ede­ceği zaman şairin şu beytini terennüm etti:

"Bu Ölümdür, ölümden kurtuluş yoktur. Bizim korktuğumuz şey, ölümden sonradır ki daha korkunç ve daha fecidir."

Muaviye, bu şiiri okuduktan sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Al­lah'ım, hatamızı bağışla. Yumuşak huyluluğunla cahiliyyetimizi affet. Biz senden başkasının affını ummuyoruz. Senin bağışlaman sınırsız­dır. Hata ve günah işleyen kimsenin hatasından ve gühanmdan kaçıp kurtulabileceği bir yer yoktur. Sadece senin ulu dergahın vardır."

Ebu Amr b. Alâ da Muaviye'nin böyle dediğini ve bu duasından son­ra vefat ettiğini söylemiştir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, böyle dua ettikten sonra bayılmış, sonra ayılınca aile efradına şöyle demiştir:

"Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü yüce Allah, kendisine kar­şı gelmekten sakınanı Cehennem azabından korur. Kendisine karşı gel­mekten sakınmayanı Cehennem azabından korumaz." Böyle dedikten sonra vefat etti. Allah, ona rahmet etsin.

Ebu Mihnef, Abdülmelik b. Nevfel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye vefat edince Dahhak b. Kays minbere çıktı. İnsanlara - Mua­viye'nin kefeninden tutarak -hutbe irad etti. Allah'a hamdü senada bu­lunduktan sonra şöyle dedi: "Muaviye, Arapların koruyucusu suru, yar­dımcısı ve uğurlarına çaba sarfedeni idi. Allah, onun vasıtasıyla fitneyi yok etti. Onu kullarına hükümdar yaptı. Onun vasıtasıyla beldelerin fethini müyesser kıldı. Bilesiniz ki, Muaviye vefat etmiştir. İşte kefeni de şudur. Biz onu bu kefene sararak mezarına koyacağız. Onunla ameli­ni başbaşa bırakacağız. Sonra da kıyamete dek, berzahın korkunç âle­minde yaşayacaktır. Sizden her kim onun cenaze namazını kılmak isti­yorsa, hemen gelip hazır olsun."

Böyle dedikten sonra Dahhak, minberden indi ve ulağı, Muavi­ye'nin oğlu Yezid'e gönderdi ki, babasının ölüm haberini kendisine ilet­sin ve Şam'a gelmeye onu teşvik etsin.

Muaviye'nin hicri altmışına senenin Receb ayında Şam'da vefat et­tiği hususunda ihtilaf yoktur. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, hicri altmışıncı senenin receb ayının bitimine sekiz gece kala perşembe gecesi vefat etmiştir. İbn İshak ile bazıları böyle demişlerdir. Aynı senenin receb ayının beşinci gecesinde vefat ettiğini söyleyenler de vardır. Leys, bu görüştedir. Sa'd b. İbrahim ise, receb ayının başında ve­fat ettiğini söylemiştir. Muhammed b. îshak ile Şafii'nin ifadesine göre Muaviye'nin cenaze namazını oğlu Yezid kıldırmıştır.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisine giydirdiği bir elbiseye sarılıp kefenlenmesini vasi­yet etmiştir. Rasûlullah'ın kendisine giydirdiği elbiseyi ölümü için sak­lamıştı. Ayrıca Rasûlullah'ın saçından ve tırnaklarından kestiği parça­larının kendi ağzına, burnuna, göz ve kulaklarına da konulmasını vasi­yet etmişti.

Dediler ki: Muaviye vefat ederken Yezid hazır değildi. Başka yer­deydi. Cenaze namazını Öğle namazından sonra Dımaşk mescidinde Dahhak b. Kays kıldırdı. Sonra defnedildi. Bir rivayete göre hükümet konağına, başka bir rivayete göre ise -ki cumhur-u ulemâ bu görüştedir-Babü's-Sağir mezarlığına defnedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Vefat ederken yaşı yetmiş sekizdi. Seksen yaşını aştığı da söylenir ki, meşhur olan rivayet te budur. Doğrusunu Allah bilir.

Sonra Dahhak b. Kays, askeri bir birlikle yola çıkarak Yezid b. Mua-viye'yi karşılamaya gitti. Yezid, o zaman Havarin'de bulunuyordu. Se-niyyetü'l-ukab'a vardıklarında Yezid'in eşyalarını taşıyan bineklerle karşılaştılar. Yezid de buhtî bir deveye binmişti. Hüzünlü olduğu açıkça görülüyordu. İnsanlar ona emirlik selamını verdiler ve babasının ölü­mü sebebiyle ona taziyetlerini sundular. O da alçak bir sesle onlara ce­vap veriyordu. Herkes susmuştu. Onunla sadece Dahhak b. Kays konu­şuyordu. Turna kapısına vardılar. İnsanlar onun bu kapıdan şehre gire­ceğini sandılar, ama o bu kapıyı geçti, nihayet Şam'ın doğu kapışma var­dı. Buradan içeri gireceğini söylediler. Çünkü burası Halid'in kapısı idi. Buradan da içeri girmedi. Nihayet Babü's-Sağire vardı. İnsanlar, baba­sının mezarına gideceğini sandılar. Babü's-Sağire vardıklarında bine­ğinden indi, yaya olarak babasının mezarına gitti. Babasının defninden sonra cenaze namazını kıldı, sonra döndü. Mezarlıktan çıkarken halife­lere mahsus bineğe bindi. Sonra şehire girdi. İnsanların toplanmalarım emretti. Hükümet konağına girip yıkandı. Güzel elbiseler giyindi. Son­ra çıkıp insanlara mü'minlerin emiri sıfatıyla ilk hutbesini irad etti. Al­lah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Ey insanlar! Muaviye, Allah'ın kullarından bir kuldu. Allah, ona nimet bahşetti, yaşattı. Sonra yanına aldı. O kendisinden öncekilerden daha aşağı derecede idi. Kendisinden sonrakilerdense daha hayırlı idi. °nu Aziz ve Celil olan Allah'a karşı tezkiye etmiyorum. Allah, onun du­dunu daha iyi bilir. Eğer onu affederse kendi rahmetiyle affeder. Eger onu azaplandırırsa günahı sebebiyle azaplandırır. Ben, ondan sonra idarenin başına geçtim, maksadımı elde etmek uğruna üzülmem Kusurdan Ötürü de kendimi mazur görmem. Allah birşeyi dilerse o şey olur.

Muaviye,, sizi deniz gazasına gönderirdi. Ben Müslümanlardan her­hangi birini deniz seferine sevketmeyeceğim. Muaviye, sizi kışın Bizans diyarına gönderip gaza ettirirdi. Ben herhangi bir kimseyi kışın Bizans diyarına gönderecek değilim. Muaviye, size maaşlarınızı üçer taksit ha­linde verirdi. Ben peşin olarak vereceğim."

Bu konuşmasını bitirdikten sonra insanlar onun yanından ayrılıp gittiklerinde herhangi bir kimseyi ondan daha üstün görmüyorlardı.

Muhammed b. Abdullah b. Abdilhakem, Şafiî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir: "Muaviye, hastalandığı zaman oğlu Yezid'e haber gön­derdi. Haberci Yezid'in yanma vardığında Yezid bineğine binerek yola çıktı ve şu şiiri okudu:

"Postacı bana çabucak bir mektub getirdi, kalbim onun mektubun­dan kederle doldu.

Ona: "Yazıklar olsun sana! Mektubunda ne var ki?" dedik.

"Halife hasta ve rahatsız olarak akşamı etti." dedi.

Ondan sonra kalabalığımızla yola çıktık.

Hıza aldırış etmeden ok gibi daldık.

Yeryüzü sallanıyordu bizimle veya neredeyse sallanacaktı.

Sanki direklerinden biri kopmuş olan çadır gibi idi.

Kendisi bir yarın kenarında duran kişinin,

Hayatının anahtarları düşecek demektir.

Oraya vardığınızda kapı kapalıydı.

Remle'nin feryadı yüreği parçalıyordu.

Kederden sonra kalbim bir parça yerine geldi.

Ruhum da kederle dolmuştu.

Hind'in oğlunu göm, artık şerefle onun peşinden,

Zaten o şerefle beraberdi. İkisi de birlikte öldüler.

Beyazdı, güzeldi, yüzü suyu hürmetine yağmur yağması istenirdi.

Kiminle şeref yarışma girişirse, onu mutlaka yenerdi.

Onun yardığı şeyi insanlar yamayamadı, bütün gayretlerini sarfet-selerde.

Onun yamadığını ise yarıp parçalayamazlardı."

Şafii dedi ki: '"Yezid, bu son iki beyti A'şâ'dan çalmıştır. Yezid baba­sının ölümünden sonra Şam'a girdi. Babası ona vasiyette bulunmuştu."

İbn İshak ile birkaç kişi de böyle demiştir. Ancak cumhur-u ulemaya göre Yezid, babasının vefatından sonra gelmiştir. Mezarı üzerinde in­sanlara cenaze namazını kıldırmış tır. Nitekim bunu önceki kısımlardada anlatmıştık, doğrusunu Allah bilir.

Ebu'l- Verd el-Anberî, Muaviye için şöyle bir mersiye okumuştu: Al­lah ondan razı olsun:

"Haberiniz olsun! Harb oğlu Muaviye'nin ölüm haberini haram ay­da (receb ayında) hillin ölüm habercileri bildirdiler.

Kadın haberciler, her yolda ve her yerde onun ölüm haberini verip ağıt döktüler. Şiddetli anlardaki oklar gibi eğilip ölümünü duyurdular.

îşte yıldızlar da sessiz sedasız gelerek gayretli Muaviye üzerine ağıt döktüler."

Eymen b. Harimde Muaviye için şöyle bir ağıt yaktı:

"Hadiseler Harb ailesinin kadınlarını, başı kaldıracak bir sürede

vurdular.

Bu felaket onların saçlarını ağarttı, beyaz yüzlerini kararttı.

Eğer sen Hind ile Remlenin yanaklarını tokatlardan ağlayışlarını görsen yaralı bir feryatçının ağlayışı gibi ağlarsın ki felek ona eşsiz bir tokat vurmuştur." [2]

 

Muaviye'nin Zevceleri Ve Çocukları

 

Muaviye'nin, Abdurrahman adında bir oğlu vardı ki, Muaviye, onun adıyla künyelenirdi. Abdullah, adında bir oğlu da vardı. Ancak bu, aklı zayıf bir kimse idi. Abdurrahman ile Abdullah'ın anneleri Fahite binti Kurza b. Amr b. Nevfel b. Abdumenaf idi. Bu kadından sonra Muaviye, bunun kızkardeşi Kinve binti Kurza ile evlendi. Muaviye, Kıbrıs'ı fethe­derken bu kadın da beraberinde idi. Muaviye, Naile binti Ammare el-Kelbiye ile de evlendi. O kadını çok beğendi. Meysun binti Bahdele dedi ki: "İçeri gir ve amcan kızına bak." Meysun, içeri girdi. Dışarı çıktığında Muaviye, ona Naîle'nin durumunu sordu. Meysun da şöyle cevap verdi: "Naile, mükemmel bir güzelliğe sahiptir. Ancak onun göbeğinin altında bir ben gördüm. Anladığım şu ki, göbeğinin altında ben bulunan bu ka­dın kocasını öldürür ve kocası, başını onun kucağına yaslamış iken ölür." Meysun'un böyle demesi üzerine Muaviye, Naile'yi boşadı. Daha sonra da Habib b. Seleme gidip Naile ile evlendi. Habib'ten sonra da Nu-man b. Beşir, Naile ile evlendi. Numan öldürüldü ve başı Naile'nin kuca­ğında iken canını verdi.

Muaviye'nin en tanınmış oğlu Yezid'dir. Yezid'in annesi Meysun nti Bahdel b. Enif b. Dülce b. Künafe el-Kelbfdir. Bu kadın, Muavi­e'in diğer karısı Naile'nin yanma gitmiş ve onun göbeğinin altında bir  olduğunu Muaviye'ye anlatmıştı. Akıllı, güzel, lider pozisyonunda olan bilgili ve dindar bir kadındı. Bir gün Muaviye, buruk testisli hiz­metçisi ile onun yanına gitmiş, ancak o hizmetçiyi görünce örtünerek: "Bu adamı niçin beraberinde getiriyorsun?" demiş, bunun üzerine Mua­viye: "O hadımdır, ona güvenebilirsin" demiş, o da: "Onun testislerinin burulmuş olması, Allah'ın ona haram kıldığı şeyi helal yapmaz." diye­rek ona karşı örtünmüştü. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mey-sun adındaki bu kadın, Muaviye'ye şöyle demiştir: "Senin ona işkence yaparak hadım etmen, Allah'ın ona haram kıldığı şeyi helal yapmaz. Yani ona görünemem."

Bu sebepledir ki Cenâb-ı Allah, bu kadına mükafat olarak oğlu Ye-zid'i Muaviye'den sonra hükümdarlığa geçirmiştir.

Ibn Cerir'in anlattığına göre Meysun adındaki bu kadın, Muavi­ye'ye Emetü Rabbi'l-Meşarik adında bir kız çocuk doğurmuştur. Ancak bu kız, küçük yaşta vefat etmiştir. Ayrıca ikinci kız olarakta Remle'yi doğurmuş ve Hz. Osman'ın oğlu Amr, Remle ilk evlenmiştir. Remle'nin evi, Samda Ruman sokağı karşısındaki Akabetüssemek yanında idi. Meysun'un kendi adıyla tanınan meşhur bir değirmeni vardı ve bu de­ğirmen günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

Muaviye'nin Huıd adında bir kızı daha vardı ki, Abdullah b. Amir bu kızla evlenmiştir. Abdullah, Şam camii yanındaki Hadra'da gerdeğe girdiğinde Hind ile cinsel ilişkiye girmek istemiş, ancak Hind ona müsa­ade etmemiş ve şiddetle karşı koymuştu. Abdullah'da onu dövmüş, Hind yüksek sesle bağırıp çağırmıştı. Cariyeler onun sesini işitince fer-yadü figan etmeye, yüksek sesle bağırıp çağırmaya başladılar. Muavi­ye, seslerini duyunca yanlarına gitti. Olup bitenleri sordu. Onlar da: "Hanımefendimizin yüksek sesle çığlık attığını duyduk." dediler. Mua­viye, gerdek odasına girince damadı Abdullah'ın attığı dayağın tesiri ile kızı Hind'in ağlamakta olduğunu gördü. Damadı Abdullah b. AnuYe de­di ki: "Yazıklar olsun sana! Böylesi bir kadın, böylesi bir gecede dövülür mü hiç! Haydi çık buradan!" Damadı Abdullah odadan dışarı çıktı. Mua­viye, kızı ile başbaşa kaldığında ona şöyle dedi:

"Ey kızcağızım! Bu, Allah'ın sana helal kıldığı koçandır. Sen, şairin şu sözünü işitmedin mi?:

"Beyaz tenli ve çok utangaç kadınlardandır, haram yolla ona yaklaş­mak çok zordur. Helal yolla yaklaşmaya gelince o itaatkardır."

Böyle dedikten sonra Muaviye, kızının odasından dışarı çıktı ve dı­şarıdaki damadı Abdullah'a: ifHaydi içeri gir. Onu yumuşattım ve teskin ettim. Onu seninle cinsel ilişkiye hazır hale getirelim." dedi. Damadı Ab­dullah, içeri girdiğinde karısının yumuşamış olduğunu gördü. Onunla cinsel ilişkide bulundu. Allah onlara rahmet etsin.

Hz. Ömer tarafından atanmış olan Ebu'd-Derda, Muaviye zamanın­da da Şam'da kadılık yapıyordu. Bu zat vefat edeceği zaman yerine FuA 1e b Ubeyd'i kadı olarak ataması için Muaviye'ye tavsiyede bulundu.

7 manla Fudale de vefat edince Muaviye onun yerine kadı olarak Ebu tdris el-Holanî'yi atadı.

M  avive'nin muhafız kıtasının başında azatlılardan Muhtar adın­la"   komutan bulunuyordu. Bu komutanın adının Malik olduğu da Künyesi Ebu'l-Muharib idi. Himyerlilerden bir azatlı idi. Mu-

Vz kıtası teşkil eden ilk hükümdar Muaviye olmuştur. a Vfuaviye'nin mabeyincisi, azatlılarından Sa'd adında biri idi. Muaviye'nin güvenlik kuvvetlerinin komutanı Kays b. Hamza, on-

A     sonra Zemil b. Amr el-Özrî, ondan sonra da Dahhak b. Kays El-Fihrî

İslerini konuştuğu kimse de Sercun b. Mansur er-Rumî idi. İlk defa Divanu'l-Hatem edinen hükümdar Muaviye oldu. Mektupları mühür­lendi. [3]

 

Safvanb. Muattal

 

Hicretin altmışıncı senesinde vefat ettiği söylenen şahsiyetlerden biri de Safvan b. Muattal b. Rahasa b. Müemmil b. Huzai Ebu Amr'dir. Bu zat, ilk olarak Müreysi gazvesine katılmıştı. Bu gazvede artçı kuv­vetler arasında bulunuyordu Hz. Aişe'ye iftirada bulunanlar, Hz. Ai-şe'nin bununla ilişkide bulunduğunu iddia etmişlerdi, ancak Cenâb-ı Allah, bu zatı da Hz. Aişe'yi de temize çıkardı, suçsuz olduklarını ilan et­ti. Müslümanların önde gelen şahsiyetlerindendi, uykusu ağır bir kim­se idi. Çoğu kez uyandığında güneş doğmuş olurdu, uyanamazdı. Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demişti: "Uyandığında namaz kıl." Safvan, şehid olarak Öldürüldü. [4]

 

Ebu Müslim El-Holanî

 

Asü adı Abd b. Süved el-Holanf dir. Yemen'in Holan beldesindendir. Esved el-Ansî adındaki yalancı peygamber onu, peygamberliğine inan­maya çağırdı ve ona şöyle dedi:

- Benim, Allah Rasûlü olduğuma şahadet eder misin?

- Ben, Muhammed'in Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim. Böyle cevap vermesi üzerine Esved el-Ansî, onun için ateş yaktırdı

ve onu ateşe attı. Ne var ki ateş ona zarar vermedi. Allah, onu ateşten korudu. Ebu Müslim, bu bakımdan İbrahim Halil peygambere benze­mektedir.

Sonra hicret etti. Rasûlullah (s.a.v.)'m vefat etmiş olduğunu gördü. Hz- Ebu Bekir'in yanına gitti. Hz. Ebu Bekir onu kendisi ile Örneğin arasına oturtu. Ömer, onun için şöyle dedi: "Muhammed ümmetinde Ibrahim Halil peygamber gibi ateşten kurtarılan bir insanı görmeden beni öldürmeyen Allah'a hamdolsun." Böyle dedikten sonra Ebu Müslim'in alnından öptü. Ebu Müslim'in birçok harika halleri ve mükaşefeleri vardı. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, onun bu hallerini daha iyi bilir.

Anlatıldığına göre hicri altmışıncı senede Numan b. Beşir de vefat etmiştir. Kuvvetli rivayete göre o bu seneden sonra vefat etmiştir. Yüce Allah dilerse bunu ilerde de açıklayacağız. [5]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/198-201.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/202-241.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/241-243.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/243.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/243-244.