Muaviye'nin
Biyografisi Ve Menkıbeleri
Muaviye'nin
Zevceleri Ve Çocukları
Bu senede Malik b.
Abdullah, Suriye'ye gidip gaza yaptı. Vakidf nin ifadesine göre bu senede
Cünade b. Ebu Ümeyye, Rodos adasına girdi. Yine bu sene de Muaviye, Ubeydullah
b. Ziyad ile birlikte Şam'a gelen heyetten oğlu Yezid için bey'at aldı. Yine bu
senenin recep ayında Muaviye ölümle sonuçlanan hastalığa yakalandı. Nitekim
bunu ileride de açıkl ayağız.
Ibn Cerir'in
rivayetine göre Muaviye, ölümle sonuçlanan hastalığına yakalandığı zaman oğlu
Yezid'i yanına çağırdı ve ona şöyle dedi:
"Ey oğulcuğum!
Ben yükünü tutman için sana gerekli imkanları ve-adamları hazırladım. Herşeyi
senin emrine verdim.Güçlü adamları sana boyun eğdirdim. Arapların boynunu
senin Önünde uzattım. Onları sana itaat ettirdim. Kurmuş olduğum bu düzende
kimsenin seninle çekişmesinden korkmuyorum. Sadece dört kişi hariç. Onlar da
Ali'nin oğlu Hüseyin, Ömer'in oğlu Abudullah, Zübeyr'in oğlu Abdullah ve Ebu
Bekir'in oğlu Abdurrahman'dır."
Sahih rivayetlerde
anlattığına göre Hz. Ebu Bekr'in oğlu Abdurrah-man, Muaviye'nin vefatından iki
sene önce vefat etmiştir.
Muaviye, oğlu Yezid'e
nasihatim şöyle sürdürmüştü:"Ömer'in oğlu Abdullah'a gelince o, mutemet
bir kimse olup kendim ibadete vermiştir. Kendisinden başka kimse kalmadığı
zaman o sana bey'at eder. Hüseyin'e gelince Iraklılar, onun arkasmdadırlar.
Sana isyan ettirinceye kadar onu kışkırtırlar. Eğer isyan eder de onu mağlup
edersen onu affet. Çünkü onun Rasûlullah'a büyük bir yakınlığı ve akrabalığı
vardır. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'a gelince arkadaşları ne yaparsa o da
aynı şeyi yapar. O, kadınlardan ve eğlenceden başka birşey bilmez. Senin
karşında aslan gibi dikilecek, tilki gibi kurnazca hareket edecek, fırsat
bulursa üzerine atılacak olan kişi ise Zübeyr'in oğlu Abdullah'tır. Şayet
Abdullah sana bunu yapacak olursa ve sen de onu ele geçirirsen onu paramparça
et, elinden geldiği kadar da kavminin kanını akıtmamaya ça-hş."
Babasının hastalığı ve
ölümü sırasında Yezid'in orada hazır bulunmayıp av partisinde bulunduğu,
Muaviye'nin Dahhak b. Kays ile Mürre kabilesinden Müslim b. Ukbe'yi huzuruna
çağırtarak onlara bu mesajı oğlu yezid'e iletmelerini emrettiği söylenmiştir:
"Hicaz bölgesi halkını iyi gözet. Çünkü onlar senin aslındır. Irak halkına
da göz kulak ol. Herktin senden üzerlerindeki bir valiyi görevden almanı
isteseler bile bunu yap. Çünkü bir valiyi görevden almak, sana karşı yüz kılıç
çekilmesinden daha hayırlıdır. Şam halkına da dikkat et. Senin sırdaşların
onlar olsun.Sırlannı onlara söyle. Yardımcıların onlar olsun. Onların hukukuna
riayet et. Kureyşliler arasında sana zorluk çıkarmalarından korktuğum sadece
üç kişidir. Ali'nin oğlu Hüseyin, Ömer'in oğlu Abdullah ve Zübeyr'in oğlu
Abdullah (Burada Muaviye, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Ab-durrahman'dan söz
etmemiştir. Doğru olan rivayet de budur.). Ömer'in oğlu Abdullah kendini
ibadete vermiştir. Ali'nin oğlu Hüseyin zayıf bir adamdır. Umarım ki Allah,
babasının katilleri ve kardeşini yardımsız bırakanlarla uğraştığından ötürü onu
sana iliştirmez. Onun Rasûlullah'a büyük bir akrabalığı, yakınlığı ve büyük bir
hakkı vardır. Onu sana isyan ettirmedikçe Iraklıların onun peşini
bırakacaklarını sanmıyorum. Eğer isyan ederde sen onu ele geçirirsen bağışla.
Zübeyr'in oğlu Abdullah'a gelince o, hilekar ve dessastır. Onunla karşılaşırsan
ona vur, ancak seninle barışmak isterse o zaman vurma, barış isteğini kabul
et.Elinden geldiği kadar kavminin kanını akıtmaktan vaz-geç."
Muaviye, hicri
altmışıncı senenin receb ayının başında vefat etti. Hişam b. Kelbî böyle
demiştir. Bu ayın ortalarında vefat ettiğine dair zayıf bir rivayette vardır
ki, bu Vakidî'ye aittir. Bu senenin receb ayının yirmi ikisinde vefat etmiş
olduğuna dair Medainf nin bir rivayetide vardır. Ibn Cerir'in ifadesine göre
Muaviye hicri altmışıncı senenin receb ayında vefat etmiş ve bu hususta icma
yapılmıştır. Bağımsız yöneticiliği hicretin kırk birinci senesinin
cemaziyelevvel ayında başlamıştı. O zaman Edrec'de Hz.Ali'nin oğlu Hüseyin ona
bey'at etmişti. Böyle olunca da onun vefatına kadar bağımsız yöneticiliği
ondokuz yıl üç ay sürmüştür. Takriben Şam'daki yöneticiliği yirmi seneyi
bulmuştur. Başka ifadeler kullananlar da vardır. Vefat ederken yetmiş üç
yaşındaydı. Yetmiş beş yaşında, yetmiş sekiz yaşında, seksen yaşında olduğuna
dair rivayetler de vardır. Bu husustaki değişik ifadeleri biyografisinin sonunda
nakledeceğiz.
Ebu Seken Zekeriya b.
Yahya, Humeyd b. Münhib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
'Hind binti Utbe,
Fakih b. Muğire el-Mahzumfnin zevcesi idi.Kureyş delikanlılardandı. Onun bir
misafirhanesi vardı ki,insan îzin almaya gerek duymaksızın oraya girip
çıkarlardı. Bir gün misafirhane boştu, o esnada Fakih misafirhanede yan gelip
uzanmıştı. Hind istirahatı esnasında orada bulunuyordu. Sonra Fakih, bir iş
için ısafırhaneden dışarı çıkıp gitti. Misafirlerden biri içeriye girdi.
md'ın orada
bulunduğunu görünce kaçıp dışarı çıktı. Misafirhaneye dönmekte olan Hind'in
kocası Fakih de yabancının misafirhaneden çıkmakta olduğunu gördü. Hind'in
yanına gitti. Hind, uzanmış yatıyordu. Ayağıyla ona vurdu ve şöyle dedi:
- Az önce yanından
çıkan adam kimdi?
- Kimseyi görmedim,
uykudaydım. İşte şimdi sen beni uykudan uyandırdım.
- Haydi, babanın evine
git.
İnsanlar, bu hadiseyi
duyunca ileri geri konuşmaya başladılar. Babası da Hind'e şöyle dedi:
- Kızım, insanlar
senin hakkında fazlaca dedikodu yapıyorlar.Olayı sen bana anlat. Eğer kocan
senin hakkında doğru konuşuyorsa, o yabancıyı bir yolunu bulup öldürtürüm.
Böylece hakkındaki dedikodular sona erer. Eğer kocan iftira ediyorsa, onu
Yemen'deki bir kahine götürüp muhakeme ettiririm.Babasının böyle demesi
üzerine Hind, cahiliye döneminde yapılan yeminlerden birini ağzına alarak
kocasının yalan söyleyip kendisine iftira ettiğini söyledi.
Hind'in babası Utbe de
damadı Fakih'e şöyle dedi:
- Be adamlSen kızıma
büyük bir iftira attın .Ona büyük bir leke sürdün. Bu lekeyi su yıkamaz.
Araplar arasında bizi utandırıp küçük düşürdün. Eğer yakınım olmasaydın, seni
öldürürdüm. Ama seni Yemen'deki kahinlerden birine götürüp muhakeme
ettireceğim. Haydi benimle gel de Yemen'deki falan kahinin yanına gidelim.
Fakih, Beni Mahzum
kabilesinden bir grup yakını ile birlikte yola çıktı. Kayın pederi Utbe de
Abdumenaf kabilesinden bir toplulukla yola çıktı. Bunlar Hind'i de birkaç
kadınla birlikte yanlarına alıp yola çıktılar. Yemen yolunu tuttular, kahinin
beldesine yaklaştıklarında: "Yarın kahinin yanına varalım." dediler.
Hind, babasının ve etrafındaki adamların böyle konuştuklarını işitince yüzünün
rengi değişti. Durumu fenalaştı, ağlamaya başladı. Babası ona dedi ki:
"Ey kızcağızım, durumun kötüleşti. Çokça ağlıyorsun, yoksa bir kötülük mü
işledin ki sende bu durumu görüyorum. Eğer böyle bir suç işlemişsen keşke yola
çıkışımızı kimse duymadan bize anlatsaydm."
- Allah'a yemin ederim
ki ey babacığım, bendeki bu fena durum, işlediğim bir kötülükten dolayı
değildir. Ben suçsuzum, ama bende gördüğün bu fenalaşma ve üzüntünün sebebi
şudur: Biliyorum ki beni yanına götürdüğünüz kahin yamlabilen, bazen de doğru
söz söyleyen bir insandır. Korkarım ki benim hakkımda yanlış birşey söyler,
hata yapar. Bu da zamanın sonuna dek benim üzerimde bir utanç lekesi olur.
İnanamıyorum, belkide bu bana kötü bir damga vurur ve bu, Araplar arasında
benim için bir küfür sebebi olur.
- Korkma, ben, senin
hakkında konuşmadan önce onu imtihan edeceğim. Eğer imtihanda başarısız
olursa, senin hakkında konuşmasına firsat vermeyeceğim.
Bu konuşmadan sonra
Hind'in babası Utbe, topluluktan ayrılıp bir-tepenin arkasına gitti. Bir ata
binmişti. Tepenin arkasında atından indi. Islık çaldı. Atı erkeklik organım
uzattı, Bir buğday tanesini alıp organın deliğine yerleştirdi ve ucunu
sağlamca bir iple bağladı. Sonra yine ıslık çaldı. At organını geri çekti.
Bundan sonra Utbe, arkadaşlarının yanına döndü. Onlar, Utbe'nin def-i hacette
bulunmak için yanlarından uzaklaşmış olduğu kanısına vardılar. Sonra kahinin
yanma gittiler. Yanına vardıklarında kahin onlara ikramda bulundu. Onlar için
kurban kesti. Utbe, kahine şöyle dedi:
- Biz bir iş için
senin yanma gelmiş bulunuyoruz. Ancak senin için gizlediğim şeyi açıklamadan
işimiz hakkında konuşmana müsaade etmiyorum. Ben, senir açığa çıkarmanı
istediğim birşeyi gizledim. Söyle bakalım, o şey nedir?
- Erkeklik organı
ucunda bir bitki tanesi.
- Bunu daha da açıkla.
- Atının penisinin
deliğinde bir buğday tanesi.
- Doğru söyledin.
Senin için getirdiğimiz şeyi al, meselelerimizi açıkla, şu kadınların durumuna
bak.
Utbe, getirdiği
kadınları Hind'le birlikte kahinin arka tarafına oturtmuştu. Kahin, Hind'i
tanımıyordu.Sonra Utbe, kadınları birer birer kahinin yanına yaklaştırdı.
Elini kadınların omuzuna vuran kahin, suçsuz olduklarını birer birer söyleyip;
"Haydi kalk bakalım." diyordu. Sonunda Hind, kahinin yanma yaklaştı.
Kahin elini onun omuzuna vurdu ve şöyle dedi:
- Kalk bakalım.
İffetin sağlamdır. Kötülük yapmamışsın, zinakar değilsin. Sen Muaviye adında
bir hükümdar doğuracaksın.
Kahinin böyle
demesinden sonra Fakih kalkıp karısı Hind'in elini tuttu. Hind elini çekti ve
ona şöyle karşılık verdi:
- Benden uzak dur.
Allah'a yemin ederim ki artık seninle birlikte aynı yastığa baş koymayacağım ve
Allah'a yemin ederim ki, benden doğacak hükümdar, senden başka bir koca ile
evlenmemden sonra doğacaktır.
Bundan sonra Hind, Ebu
Süfyan b. Harb ile evlendi ve Muaviye'yi doğurdu. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre bu sözleri Hind'in babası Utbe, Fakih'e söylemiştir.
Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bilir. [1]
Muayiye'nin soy kütüğü
şöyledir: Muaviye b. Ebi Süfyan Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdimenaf
b. Kusayel-Kureşi el-Ümevi Ebu Abdurrahman, Mü'minlerin dayısıdır. Alemlerin
Rabbi'nin Rasû-lünün vahiy katibidir. Anası, Hind binti Utbe binti Rabia binti
Abdi-şems'dir. Muaviye, Mekke fethi esnasında Müslüman oldu. Rivayete göre
Muaviye şöyle demişti:"Ben Umretü'1-Kaza esnasında Müslüman oldum. Ancak
Müslümanlığımı babamdan gizledim. Sonra o, İslâm'a girdiğimi anlayınca bana
şöyle dedi:"İşte kardeşin Yezid, senden daha hayırlıdır, kendi milletinin
dininden ayrılmadı." Ama ben babamın böyle demesine aldırmadım.
Umretü'1-Kaza esnasında Rasûlullah (s.a.v.) Mekke'ye geldi, ben onu tasdik
etmiştim. Mekke fethi esnasında geldiğinde ben Müslümanlığımı açığa vurdum.
Rasûlullah'ın yanma gittim, o bana merhaba dedi, ben de onun yanında vahiy
katipliği yaptım.
Vakidî dedi ki:
Muaviye, Rasûlullah'la birlikte Hüneyn gazvesinde hazır bulundu. Rasûlullah,
ona 100 deve ve kırk okiye altın verdi. Bu altınları Bilal tarttı. Muaviye,
Yemame harbine katıldı. Bazılarının iddiasına göre Müseyleme'yi öldüren de odur.
îbn Asakir böyle demiştir. Belki de Müseyleme'yi öldüren kimseye yardımcı
olmuştur. Aslında Müseyleme'yi öldüren Vahşi idi. Ebu Dücane Simak b. Hareşe de
ona kılıç darbesini indirmişti. Muaviye'nin babası, Kureyş Önderi erindendi.
Bedir savaşından sonra yalnız başına liderlik yaptı. Müslüman olduktan sonra
İslâmiyet'i güzelce yaşadı. Çok önemli faaaliyetlerde bulundu. Yermük
savaşından önce ve sonra yararlı faaliyetlerde bulundu. Muaviye, Rasûlullah
(s.a.v.)'a sahabe oldu. Onun yanında vahiy katipliği yaptı. Ondan birçok hadis
rivayet etti. Rivayet ettiği hadislerin çoğu, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde,
sünen ve müsnedlerde yer almaktadır. Sahabe ve tabiilerden bir topluluk ta
ondan hadis rivayet etmiştir. Ebu Bekir b. Ebu'd-Dünya dedi ki:"Muaviye,
uzun boylu, beyaz tenli, yakışıklı bir kimse idi. Güldüğünde üst dudağı geriye
doğru katlanırdı. Muaviye kına yakardı."
Muhammed b. Yezid el-nEzdî,
Ebu Abdi Rabb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Muaviye'nin sakalını
sarıya boyadığını, tıpkı altın rengine büründüğünü gördüm."
Ebu Abdi Rabb'dan
başkası demiş ki:"Muaviye, uzun boylu, beyaz tenli, alnı düz bir kimse
idi. Saçı sakalı ağarmıştı. Saç ve sakalını kına ve inersin yaprağını andıran
bitki ile boyardı. Ömrünün son zamanlarında bunadı. Mantıkî olmayan sözler
söylemeye başladı. Yüzünü örter ve şöyle derdi:"Benim için afiyet duası
yapan kula Allah rahmet etsin. En güzel çağımda vuruldum. Eğer Yezid'e tutkun
olmasaydım doğru yolumu bulurdum." Muaviye, yumuşak huylu, ağır ve
insanlar arasında sözüne uyulan bir liderdi. Cömert, adaletli ve şehamet sahibi
bir kimse
Medainî, Salih b.
Keysan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Arapla-rın ileri görüşlü
adamlarından biri küçük yaşta iken Muaviye'yi görmüş ve onun için şöyle
demişti:"Öyle inanıyorum ki bu çocuk, kendi kavmine lider olacaktır."
Adamın böyle demesi üzerine de Hind şöyle demişti: Eğer sadece kendi kavmine
liderlik yapacaksa anası onu kaybetsin."
Şafii, Ebu Hüreyre'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Hind'i Mekke'de gördüm. Yüzü sanki ay
parçası idi. Arkasında olan bir adam da, oyun oynamakta olan bir çocukla
beraber oturmaktaydı. Adam geçti, Muaviye'ye baktı ve şöyle dedi: "Şu
çocuğun yaşadığı takdirde kavmine lider olacağını şimdiden görüyorum."
Adamın böyle demesi üzerine Hind de şöyle dedi:"Eğer sadece kavmine
liderlik edecekse, Allah onu şimdiden öldürsün." İşte sözünü etiğimiz
çocuk, Muaviye b. Ebu Süf-yan'dır."
Muhammed b. Sa'd, Ali
b. Muhammed b. Abdillah b. Ebi Seyf in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Günün birinde
Ebu Süfyan, küçük yaştaki Muaviye'ye baktı ve karısı Hind'e şöyle
dedi:"Doğrusu benim bu oğlum, başı büyük bir çocuktur ve kavmine lider
olmaya layıktır."
Kocası Ebu Süfyan'm
böyle demesi üzerine Hind de şöyle dedi:"Sa-dece kavmine mi liderlik
edecek? Eğer bütün Araplara liderlik yapmazsa şimdiden ölüp yok olsun!"
Hind, küçük yaştaki Muaviye'yi kucaklar ve şöyle derdi:
"Doğrusu benim
oğlum asildir, kerem sahibidir. Ailesi arasında sevimlidir, yumuşak huyludur.
Kötü huylu, kötü sözlü ve alçak değildir. Kendisinden utanç duyulan, sıkıntı
verici bir kimse de değildir. Kaya gibidir. Beni Fihir'dendir, onlara
liderdir. Kendisi hakkında beslenen umutlara muhalefet etmez. Hayal kırıklığına
uğratmaz."
Hz. Ömer, Ebu Süfyan
oğlu Yezid'i Şam'a vali tayin ettiği zaman Muaviye ona gitti. Ebu Süfyan da
Hind'e şöyle dedi:
- Nasıl, gördün mü?
Senin oğlun, benim oğlumun emri altına girdi?
- Eğer Arapların
süvarileri sarsılır ve sıkıntılı hal meydana gelirse 0 zaman benim oğlum
karşısında senin oğlunun durumunu anlarsın. Ebu Süfyan oğlu Yezid, on küsur
sene sonra vefat edip de ulak vefat hacrini kendisine getirdiğinde Hz. Ömer,
ulağı tekrar Şam'a göndererek ölen kardeşi Yezid'in yerine Muaviye'nin Şam
valisi tayin edildiğini bildirdi. Daha sonra da oğlu Yezid'in vefatı sebebiyle
Ebu Süfyan'a taziyet-lerini bildirdi. Ebu Süfyan da sordu:
- Ey mü'minlerin
emiri, Yezid'in yerine kimi vali tayin ettin? —Kardeşi Muaviye'yi tayin ettim.
—Ey mü'minlerin emiri, akrabalık bağlarını gözettin. Hind'de göndermiş olduğu
mektubunda Muaviye'ye şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki ey oğulcuğum!
Hind gibi bir kadının senin gibi bir evlat doğurması çok nadirdir. Bu adam (Hz.
Ömer), seni bu valilik görevine tayin etti. Sen de hoşuna giden ve gitmeyen
her hususta ona itaat et." Babası Ebu Süfyan da Muaviye'ye şöyle dedi;
"Ey oğulcuğum! Şu Muhacirler topluluğu bizi geçip geride bıraktılar.
Onların bizden önce İslâm'a girişleri derecelerini yükseltti. Allah ve Rasûlü
katında da onları kıdemli yaptı. İslâm'a geç girişimiz bizi geride bıraktı.
Onlar, lider ve önder oldular; biz ise, onlara tabi olduk. Seni önemli bir işe
tayin ettiler. Onlara muhalefet etme. Sen bir süreye kadar valilik yapacaksın.
Elinden geldiği kadar gayret sarfet. Eğer görevini hakkıyla ifa edersen bu
görevi senden sonrakilere miras olarak bırakırsın."
Muaviye, Hz. Ömer ve
Hz. Osman'ın halifelikleri döneminde Şam'da valilik görevim sürdürdü. Hicretin
yirmi yedinci senesinde Kıbrıs adasını fethetti. Hicretin altmışıncı senesine
yakın bir zamanda Müslümanları oraya yerleştirdi. Müslümanlar da onun zamanında
ve ondan sonraki dönemlerde Kıbrıs ta yaşadılar. Muaviye'nin zamanında Bizans
ve Frank topraklarında fetih ve cihad devam etti. Hz. Ali ile aralarındaki
savaşlar meydana gelince fetihlere son verildi. Ne o, ne de Hz. Ali o dönemde
fütuhat yapamadılar. Bizans hükümdarı onu korkutup sindirdikten sonra Şam
topraklarına göz dikti. Askerleri, Muaviye'nin topraklarına saldırdı. Hz. Ali
ile savaşmakta olduğunu görünce büyük askeri birliklerle Şam topraklarına
saldırdı. Oraya göz diktiğini gören Muaviye, ona şöyle bir mektup gönderdi:
"Ey mel'un!
Allah'a yemin ederim ki, eğer bu saldırılarına son verip-te ülkene geri
dönmezsen, amcamoğlu ile barışır ve seni bütün topraklarından kovarım. Bütün
genişliğine rağmen yeryüzünü sana zindan edip daraltırım."
Bunun üzerine Bizans
hükümdarı korktu.Geri çekildi ve barış için Muaviye'ye adam gönderdi. Hakem
olayından ve Muaviye'nin Hasan'la barışmasından sonra yönetim tamamen
Muaviye'nin eline geçti.Bütün halk, hicretin kırk dördüncü senesinde Muaviye'ye
bey'at etti. Nitekim bunu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Hicri kırk birinci
seneden Muaviye'nin vefat senesi olan hicri altmışıncı seneye kadar yönetim
müstakil olarak Muaviye'nin elinde kaldı. Düşman ülkelerine cihada gidildi.
Allah'ın kelimesi yüceltildi. Çevre ülkelerin hepsinden Muaviye'ye ganimetler
geliyordu. Müslümanlar, onun yönetiminde rahat ve adalet içinde barışık ve
afiyetli olarak yaşıyorlardı. Sahih-i Müslim'de İbn Ab-bas'tan rivayet
olunduğuna göre Ebu Süfyan, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle
demiştir:
- Ya Rasûlallah, bana
üç şeyi ver.
- Olur.
- Beni komutan yap ki,
daha önce Müslümanlarla savaştığım gibi
şimdi de kafirlerde
savaşayım.
- Olur.
- Muaviye'yi de
yanında katip yap.
- Olur.
Ebu Süfyan'm üçüncü
isteği de diğer kızı Azze'yi Rasûlullah'la ev-lendermekti. Bunu sağlamak için
de kızı ve Rasûlullah'm zevcesi Üm-mü Habibe'den yardım istedi. Ancak
Rasûlullah (s.a.v.), onun bu isteğine karşı:"Azze ile evlenmek bana helal
olmaz." dedi. Bu konuyu ayrı bir ciltte anlattık. İmamların bu husustaki
kavillerini ve bu evliliğin imkansızlık sebeplerini naklettik. Alllah'a
hamdolsun. Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'ın
yanında katiplik yapan vahiy katipîerindendi. İmam Ahmed, Müslim ve Hakim, İbn
Ab-bas'm şöyle dediğim rivayet etmişlerdi:"Ben diğer çocuklarla birlikte
oynamaktaydım. Bir de baktım ki Rasûlullah (s.a.v.) geliyor. Ben: "Mutlaka
benim için geliyor." dedim ve kapının arkasına gizlendim . Gelip bir iki
adım attı ve beni buldu. Sonra da: "Git bana Muaviye'yi çağır." dedi.
Muaviye, vahiy katipliği yapıyordu. Gidip onu çağırdım. Yemekte olduğunu
söylediler. Rasûlullah (s.a.v.)'a gelip Muaviye'nin yemek yemekte olduğunu
söyledim. O da: "Git onu çağır." dedi. ikinci kez gittim, onu çağırdım,
yemek yemekte olduğunu söylediler. Durumu Rasûlullah (s.a.v.)'a bildirdim.
Üçüncü kez gidip çağırdığımda yine aynı cevabı aldım, gelip durumu Rasûlullah
(s.a.v.)'a anlattığımda o, Muaviye için:"Allah onun karnını
doyurmasın." dedi. Gerçektende artık ondan sonra Muaviye'nin karnı doymadı.
Muaviye, hem
dünyasında hem ahiretinde Rasûlullah'ın bu duasından yararlandı. Dünyadaki
yararlanışı şöyledir: Muaviye, Şam'a vali olduğunda günde yedi kez yemek
yerdi. Kendisine içinde bol miktarda et ve soğan bulunan bir yemek tabağı
getirilir, o tabaktan yerdi, günde yedi kez et, tatlı ve bol miktarda da meyve
yerdi. Sonra da: 'Vallahi doymadım. Ancak yemekten yoruldum, usandım."
derdi. Bu nimet ve mideye bütün hükümdarlar rağbet e derler. Ahire tte bu
duadan yararlamşı-na gelinCe Müslim, bununla ilgili olarak Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle dediğini nakletmiştir:"Allah'ım, ben sadece bir beşerim,
herhangi bir kula sövmüş veya onu kırbaçlamış, veya ona haketmediği halde
beddua et-mıŞ isem bunu onun günahlarına keffaret yap ve kıyamet gününde sana yaklaşmasına
vesile kıl."
Müseyyeb b. Vadıh, îbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a
gelip şöyle dedi: "Ya Muhammedi Mu-aviye'ye selam söyle ve ona iyi davran.
Çünkü o, Allah'ın kitabım ve vahyini yazmak hususunda güvenilir bir kimsedir.
O, ne güzel güvenilir bir katiptir."
Hz. Ali ve Cabir b.
Abdullah'tan rivayete göre Rasûlullah (s.a.v.), Muaviye'yi yanma katip olarak
alma hususunda Cebrail'e danıştı. Cebrail de şöyle dedi: "Onu yanma katip
olarak al, çünkü o, güvenilir bir kimsedir."
Ebu'l- Kasım
et-Taberanî, Hz.Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah,
Ummü Habibe'nin evinde iken kapı vuruldu. Rasûlullah (s.a.v.): "Bak
bakalım kimmiş bu kapıyı vuran?" deyince: "Muavi-ye'dir."
dediler. Rasûlullah (s.a.v.)'da: "İçeri girmesine izin verin" dedi.
Muaviye kulağının arkasında bir kalem olduğu halde içeri girdi. Rasûlullah
(s.a.v.), ona şöyle dedi:
- Ey Muaviye, şu
kulağının arkasındaki kalem de ne? —Bu, Allah ve Rasûlü için hazırladığım bir
kalemdir. —Allah, peygamberinden sana hayır mükafat versin. Vallahi ben sadece
Allah'tan gelen bir vahiy üzerine seni yanıma katip yaptım. Yaptığım büyük
küçük her iş mutlaka ilahi vahye dayalıdır. Ne dersin Allah, sana bir gömlek
giydirirse (seni halife yaparsa) iyi olur mu ? Ümmü Habibe, kalkıp
Rasûlullah'ın önünde oturdu ve şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah,
Cenâb-ı Allah, Muaviye'ye gömlek mi giydirecek? —Evet, yalnız onda bazı şeyler
var.
- Allah'ım, ona
hidayet nasib et ve onu kötülüklerden uzak tut. .Dünya ve ahirette onu bağışla."
Ebu Hüreyre, Enes ve
Vasile b. Eska 'dan rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:"Güvenilir kimseler üçtür: Cebrail, ben ve Muaviye."
İbn Abbas'tan rivayet
olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu-yurmuştur:"Güvenilirleryedidir:Kalem,
Levh, İsrafil, Mikail, Cebrail, ben ve Muaviye:" Bu, önceki hadisten daha
münker ve senet bakımından da ondan daha zayıftır.
İmam Ahmed b. Hanbel,
İrbad b. Sariye es-Sülemî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.)ın ramazan ayında bizi sahura çağırdığını ve: "Mübarek yemeğe
gelin." dediğini, sonra da şöyle dua ettiğini işittim: "Allah'ım,
Muaviye'ye kitab ve hesabı öğret ve onu azaptan koru."
Bişr es-Sirrî"nin
rivayetine göre Rasûlullah, ona şu duayı da yap-mıştır:"Onu Cennet'e
koy." Eşheb, Mesleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın
biri, Muavjye'nin yemek yemekte olduğunu gördü ve Anır b. As'a şöyle dedi:
"Doğrusu şu senin amcanoğlu çok yemek yiyi-vor " Böyle diyen adama
cevaben Amr b. As şöyle dedi:"Ama ben sana Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle
dediğini işitmiş olduğumu söylüyorum: "Allah'ım Muaviye'ye kitabı öğret,
beldelerde onu hüküm sahibi yap ve onu azaptan koru."
Taberanî, Abdurrahman
b. Ebi Umeyre el-Müzenf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah
(s.a.v.)'m Muaviye için şöyle dediğini işittim:" Allah'ım, onu hidayete
eren ve hidayete ulaştıran bir kimse kıl, onu doğru yola eriştir. Onun
vasıtasıyla da insanları doğru yola eriştir."
Tirmizî, Ebu İdris
el-Holanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:Hz. Ömer, Ümeyr b. Sa'd'ı Şam
valiliğinden azledilip yerine Muaviye'yi vali olarak atağında insanlar dediler
ki: "Ömer, Ümeyr'i azletti, yerine Muaviye'yi atadı." Bunun üzerine
Hz. Ömer şöyle dedi:"Muaviye'den sadece iyilikle bahsedin. Zira ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın onun hakkında şöyle buyurduğunu işittim:"Allah'ım,
onun vasıtasıyla insanları hidayete erdir."
Bunu sadece Tirmizî
rivayet etmiştir. Garip bir hadis olduğunu söylemişlerdir. Amr b. Vakid ise,
zayıf bir hadis alduğunu ifade etmiştir. Bence bu hadis, Hz. Ömer'in
rivayetidir. Doğrusu şudur ki Hz. Ömer, onu vali olarak atama gerekçesini
açıklarken şöyle demiş tir ^'Muaviye'yi sadece hayırla anın." Bunu Hişam
b. Ammar'm şu rivayeti de takviye etmektedir: İbn Ebu Said bana dedi M: Babam,
Hz. Ömer'in Muaviye b. Ebi Süfyan'ı Şam'a vali olarak atadığını anlatıyordu.
İnsanlar o zaman demişlerdi ki: "Ömer, genç bir adamı vali olarak
atadı." Hz. Ömer de kendini şöyle savundu:"Siz, Muaviye'yi genç yaşta
vali olarak atamamdan ötürü beni suçluyorsunuz. Oysa ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m onun hakkında şöyle buyurduğunu işttim:"Allah'ım, onu doğru
yola eren ve doğru yola erdiren bir kimse yap. Onun vasıtasıyla insanları hidayete
ilet."
Taberanî, Abdullah b.
Büsr'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bir iş için Ebu
Bekir ile Ömer'e danıştı. Onlara: "Bana fikrinizi söyleyin." dedi.
Onlar da: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." dediler. Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) "Muaviye'yi çağırın." dedi. Ebu Bekir ile Ömer de
dediler ki: "Rasûlullah'tan ve Kureyşten olan bu iki adamda bu iş hakkında
sağlam hüküm verme yeteneği yok mudur ki, Rasûlullah (s.a.v.) Kureyş'ten bir
genci çağırttırıyor?" Ancak Rasûlullah (s.a.v.), ısrar edip: "Bana
Muaviye'yi çağırın." dedi. Muaviye çağrıldı. Gelip Rasûlullah'ın
huzurunda durduğunda Rasûlullah (s.a.v.), onun için cemaate şöyle tavsiyede
bulundu:"Muaviye'yi işinizde hazır bulundurun, onu kendinize şahit yapın.
Çünkü o, güçlü ve güvenilir bir künsedir."Bazı rivayetlerde şu ilave de
vardır."İşinizi ona yükleyin." Bu arada îbn Asakir, Muaviye'nin
fazilet ve üstünlüklerine dair birçok hadis rivayet etmiştir ki onları burada
zikretmedik. Sadece bu konudaki sahih ve hasen hadisleri nakletmekle yetindik.
Mevzu ve münker hadisleri kale almadık, tbn Asakir, Muaviye'nin fazileti ile
ilgili olarak İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Muaviye,
Müslüman oluşun-°dan itibaren Peygamber (s.a.v.)'e katiplik yaptı."
İrbad'dan rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.), Muaviye için şöyle dua
etmiştir: "Allah'ım, ona kitabı öğret."
İbn Ebu Ümeyre'den
rivayet olunduğuna göre Rasûlullah (s.a.v.), Muaviye için şöyle dua
etmiştir:" Allah'ım, onu hidayete eren ve erdiren bir kimse yap."
Buharî,
"Menakib" kitabında Muaviye b. Ebi Süfyan'dan bahsederken İbn Ebi
Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Muaviye, yanında İbn
Abbas'ın azatlısı bulunduğu halde yatsıdan sonra bir rekathk vitir namazı
kıldı. Azatlısı, İbn Abbas'ın yanma döndüğünde: "Muaviye, yatsıdan sonra
bir rekathk vitir namazı kıldı." deyince, îbn Abbas azatlısına şöyle
cevap verdi:"Onu bırak. Çünkü o, Rasûlullah (s.a.v.)'a saha-belik
yapmıştır."
İbn Ebi Meryem, îbn
Ebi Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas'a denildi
ki:"Mü'minlerin emiri Muaviye hakkında ne dersin? O sadece bir rekathk
vitir namazı kıldı?" İbn Abbas ta şu cevabı verdi: "İsabet
etmiştir.Çünkü o fakihtir."
Amr b. Abbas, Ebban
tarikiyle Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet et-miştir:"Siz ikindi
namazından sonra iki rekat namaz kılıyorsunuz.Biz, Rasûlullah (s.a.v.)'m
sahabesi idik. Onun bu iki rekatı kıldığını görmedik. Hatta o, ikindi
namazından sonra namaz kılınmasını yasaklardı."
Buharî, bu
rivayetinden sonra Hind binti Rabia'dan bahseder. Şöyle ki: Abdan, Hz.
Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Süfyan'm
karısı Hind binti Utbe, Rasûlulİah (s.a.v.)'m yanına gelip şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah,
yeryüzünde senin oba halkın kadar alçalmalarını istediğim başka bir oba halkı
yoktu.
- Nefsim kudret elinde
bulunan Allah'a yemin ederim ki öyleydi.
- Ya Rasûlallah, Ebu
Süfyan cimri bir adamdır. Geçimlerinden sorumlu olduğum çocuklarımız için onun
malından almamda bir sakınca varmıdır?
- Hayır, meşru ölçüde
almanda bir sakınca yoktur."
Rasûlullah (s.a.v.)'m
Hind'e hitaben: "Nefsim kudret elinde bulunan zata yemin ederim ki öyleydi."
derken Hind ve ailesi ile bütün kafirlerin küfür halinde alçalmalarım
istediğini kasdetmiştir. Onlar, Müslüman olduklarında Rasulllah (s.a.v.)
yücelmelerini istedi. Allah da onları yüceltti.
İmam. Ahmed b. Hanbel,
Amr b Yahya b. Said'in şöyle dediğim rivavet etmiştir: "Dedemin şöyle
dediğini işittim: Muaviye, Ebu Hürey-re'den sonra ibriği aldı ve Rasûlullah'ı
takip etti (o esnada Ebu Hüreyre rahatsız olduğu için ibriği götürememişti.). O
esnada Muaviye, Rasûlullah'a abdest aldırıyordu. Abdest suyunu ellerine
dökerken Rasûlullah (s.a.v.), başım bir veya iki kez kaldırıp Muaviye'ye şöyle
dedi-" Ey Muaviye, eğer bir yönetimin başına, geçersen Allah'tan kork ve
adaletli ol." Rasûl-ullah'm böyle demesi ile ilgili olarak Muaviye demiş
ki- "Ben Rasûlullah (s.a.v.)'m bana öyle demesinden sonra mutlaka yönetimle
imtihan edileceğime inanmıştım. Bu inancımı sürdürüyordum. Nihayet yönetim
başına geçmekle imtihan edildim."
Galip el-Kattan,
Hasan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Muaviye'nin hutbe îrad ederken şöyle
dediğini işittim:
«Bir gün abdest alması
için Rasûlullah (s.a.v.>'m eline su döktüm. Başını kaldırıp bana şöyle
dedi:"Sen, benden sonra ümmetimin başına geçeceksin, başlarına geçtiğin
zaman onların iyilik yapanlarının iyiliklerini kabul et. Kötülük yapanlarının
da kötülüklerini bağışla."
Rasûlullah'm bana
böyle demesinden sonra yönetime geçeceğimi ümid ettim.Bu ümidimi sürdümdüm.
Nihayet şu makama erdim.»
Beyhakî, Muaviye'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Vallahi beni halifeliğe geçmeye,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın: "Eğer hükümdar olursan iyi davran." sözü sevk
etmiştir."
İbn Asakir, Avf b.
Malik el-Eşcaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş-tir:"Bir ara ben, Yuhanna
kilisesinde uzanıp uyumuştum (o zaman burada namaz kılmıyordu.). Uykudan
uyandığımda Önümdem bir aslanın geçmekte olduğunu gördüm. Acele ile kalkıp
silahımı elime aldım, aslan bana dedi ki:
- Yavaş ol hele! Ben,
sahibine tebliğ etmen için sana bir mesaj getirdim.
- Seni kim gönderdi?
- Beni, Allah sana
gönderdi ki, Muaviye'ye selam söyleyesin ve onun cennetlik olduğunu kendine
bildiresin.
- Muaviye kimdir?
- Ebu Süfyan'm oğlu
Muaviye'dir."
Bu, çok gariptir.
- Muhammed b.Aiz,
Zührî'ni şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer, Cabiye'ye gelmişti.
Şurahbil'i görevden aldı.Amr b. As'ı Mısır'a gitmek üzere komutan tayin etti.
Şam'a da Ebu Ubeyde ile Yezid'i komutan olarak sevk etti.Sonra Ebu Ubeyde
vefat etti. Yerine îyad b. Ga-nem geçti. Yezid de vefat etti. Yerine Muaviye
geçti. Yezid'in vefatını Ebu Süfyan'a bildirerek taziyetini sunan Hz. Ömer, Ebu
Süfyan'a şöyle eledi;
" Oğlun Yezid'in ölümüne sabret.
- Yezid'in yerine kimi
tayin ettin?
- Muaviye'yi.
- Ey mü'minlerin
emiri, akrabalık bağlarını gözettin."
Muaviye ile Umeyr b.
Sa'd, Hz. Ömer'in vefatına kadar Şam'da kal-dılar.Allah onlardan razı
olsun.Muhammed b. îshak dedi ki: Ebu Ubey-de, Amvas taununda vefat etti. Yerine
Muaz geçti. Muaz da vefat edince yerine Ebu Süfyan oğlu Yezid geçti. O da vefat
edince yerine kardeşi Muaviye geçti. Muaviye'nin valiliğini Hz. Ömer onayladı
ve Amr b. A&\ da Filistin ile Ürdün'e vali olarak atadı. Muaviye'yi Şam,
Baalbek ve Belka'ya vali olarak tayin etti. Sa'd b.Amir b. Cüzeymf yi de
Humus'a vali olarak atadı. Sonra Şam'm tamamım Muaviye b. Ebi Süfyan'm idaresine
verdi. Hz.Osman halifeliğe geçtiğinde Muaviye'yi şam valiliğinde bıraktı.
İsmail b. Ümeyye dedi ki: Ömer, Muaviye'yi Şam vilayetinin tamamına vali olarak
atadı. Ona seksen dinar aylık bağladı. Doğrusu şu ki; Şam vilayetinin tamamının
valiliğini Muaviye'ye veren zat, Hz. Osman'dı. Hz. Ömer, onu Şam'ın bazı
kazalarına vali yapmıştı.
Kavinin biri der ki:
"Yezid'in ölümü sebebiyle-ki Yezid Hind'in oğlu değildi. -Ebu Süfyan'a
taziyetlerini bildiren Hind'e denildi ki: Yezid'in yerine Muaviye vali tayin
edildi. Bunun üzerine Hind, şöyle demişti:
- Muaviye, herhangi
bir kimseye halef olacak adam mıdır? Allah'a yemin ederim ki, eğer bütün
Araplar bir araya gelseler, sonra hep birlikte Muaviye'ye vursalar, o yine de
bir taraftan çıkış yolu bulup kurtulur." Başkaları dediler ki: Hz. Ömer'in
yanında Muaviye'den söz edildiğinde Hz, Ömer şöyle demişti:"Kureyş'in
delikanlısını ve liderlerinin oğlunu bırakın. O öfke anında gülen kimse içindir
ve ona ancak hoşnutlukla ulaşılabilir. Onun tepesinden vurulmaz, ancak ayak
altından vurulur." İbn Ebi'd-Dünya'dan gelen bir rivayete göre Hz. Ömer,
Şam'a geldiğinde Muaviye onu büyük bir kafile ile karşıladı. Hz. Ömer, ona
yaklaştığında şöyle dedi:
- Şu kafilenin sahibi
ve önderi sen misin?
- Evet, ey mü'minlerin
emiri.
- Senin durumun işte
budur. Ayrıca bana ulaşan haberlere göre ihtiyaç sahibi kimseler, senin
kapında uzun müddet bekliyorlarmış. Onları içeri almıyormussun, niçin böyle
yapıyorsun? Ben buradan, Hicaz beldesine yürümeni emrediyorum
- Ey mü'minlerin
emiri, düşman casuslarının çokça bulunduğu bir mıntıkada bulunuyoruz. Onlara
İslâmiyet'in ve Müslümanların onur ve üs tünlüğünü«göstermemiz ve bu sebeple
onları korkutmam gerekiyor. Ama yine de emredersen bunu yaparım. Verdiğin
emirleri yerine getirir, yasaklarından da uzak dururum.
- Ey Muaviye, senden
ne sordumsa beni mutlaka dişlerin mafsalları arasında bırakır gibi oldun. Eğer
söylediğin doğru ise, bu senin görü-
sündür. Eğer yanlışsa
bu senin yaptığın bir hile ve tuzaktır.
- Ey mü'minlerin
emiri, bana dilediğin emri ver.
- Sana ne emir
veririm, ne de seni herhangi birşeyden yasaklarım.
Orada hazır
bulunanlardan bir adam, Hz. Ömer'e şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, şu adam kendisini soktuğun çıkmazlardan
ne güzel çıkış yolu
bulunuyor?
- Böyle güzel çıkış
yolları bulduğu için meşakkatlere sürüyoruz.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye, Şam'a gelişi esnasında Hz. Ömer'i karşılarken
büyük bir kalabalıkla karşılamış, Abdur-rahman b. Avf ile birlikte Hz. Ömer bir
merkebe binmişler iken onları farkında olmaksızın geçip geride bırakmıştı.
Kendisine: "Mü'minlerin emirini geçtin, geride bıraktın" denildiğinde
geri dönmüş, Hz. Ömer'i görünce de bineğinden inip yaya yürümeye başlamış ve
yukarıda naklettiğimiz sözleri Hz. Ömer'e söylemişti. Bunun üzerine
Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer'e şöyle demişti:
- Ey mü'minlerin
emiri, bunu sürdüğün çıkmazlardan ne güzel çıkış yolu bulunuyor?
- İşte bu yüzden onu
meşakkatli işlere sürdük.
"Zühd" adlı
kitabta Abdullah b. Mübabek, Hz. Ömer'in azatlısı Es-lem'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir;"Muaviye bize geldi. O, çok parlak ve beyaz tenli idi.
İnsanların en beyazı ve en yakışıklısı idi. Ömer'le birlikte hacca gitti.
Ömer, onu seyrediyor ve onu beğeniyordu. Sonra parmağım Muaviye'nin sırtı
üzerine koyuyor, sonra da bir ayakkabı ipi gibi kaldırıyor ve şöyle diyordu:
- Ne mutlu, ne mutlu!
Şu halde biz, insanların en hayırhsıyız. Çünkü dünya ve ahiretin iyilikleri
bize bir arada verilmiştir.
- Ey mü'minlerin
emiri! Sana diyeceğim şu ki, biz güvercinlerin, bollukların ve şehvetlerin
diyarmdayız.
- Sana diyeceğim şu
ki, sen yiyeceklerin en güzeli ile kendi nefsini zevklendirip tatmin ediyorsun.
Ve güneş sırtına vuruncaya kadar uyuyorsun. Oysa ihtiyaç sahipleri kapının
gerisinde bekleşiyorlar.
- Ey mü'minlerin emiri
Uymam için bana emir ver. Zi Tuva mıntıkasına geldiğimizde Muaviye bir elbise
çıkarıp giydi. Hz. Ömer, o elbiseden esans kokusu saçılmakta olduğunu hissetti
ve şöyle dedi: Sizden bi-n nacca niyetleniyor ve yoksul olarak yola çıkıyor.
Allah'ın beldeleri pasında en saygın bir belde olan Mekke'ye geldiğinde iki
örtü çıkarıp ihram olarak onları üzerine geçiriyor. Sanki bu örtülere, esans
sürülmüşte öylece giymişsin değil mi?
ah /Ben miHetimin ve
aşiretimin yanına gelmek için bunları giydim. Allah'a yemin ederim ki, senin
bana eziyetin hem burada hem de Şam'da dokunmuştur. Allah biliyor ki ben, bu
konuda hayalı ve utangaç olmayı öğrenmi simdir.
Böyle dedikten sonra
Muaviye, o esans sürülmüş elbiseleri üzerinden çıkardı ve ihramlarım giydi.
Ebu Bekir b. Ebu'd-Dünya, Ebu Abdur-rahman el-Medenfnin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Ömer b. Hattab Muaviye'yi gördüğünde ona: "İşte bu
Arapların Kisrasıdır." derdi."
Amr b. Yahya b. Said
el-Ümevî, dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, yeşil bir
elbise giyinmiş olarak Hz. Ömer'in yanma gitti. Ashab ona baktı. Hz. Ömer, onun
yeşil elbise giyinmiş olduğunu görünce kırbacını alıp Muaviye'nin üzerine
yürüdü ve onu kırbaçlamaya başladı. Muaviye de: "Ey mü'minlerin emiri!
Allah'tan kork, bana zarar verme." deyince Ömer oturduğu yere döndü,
etrafındakiler de: "Ey mü'minlerin emiri, Muaviye'yi niçin dövdün? Oysa
kavimde onun gibisi yoktur." dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer, şu cevabı
verdi. 'Vallahi ben ondan sadece iyilik gördüm. Ondan sadece iyilik duydum.
Eğer onun hakkında bana başka şeyler söylenmiş olsaydı, zaten bu gördüğünüzden
daha başka davranırdım. Onu daha fazla kırbaçlardım. Ama ben onu bu halde
görünce üzerindeki kibir ve gururu kırmak istedim."
Ebu Davud, Ebu Meryem
el-Ezdî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'nin yanma gittim.
Beni görünce: "Ey falanın babası, seni görmek ne güzel!" dedi. Ben
de kendisine şöyle dedim: "Sana duyduğum bir hadisi nakledeyim. Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim: "Cenâb-ı Allah, bir kimseyi
Müslümanların idaresinin başına getirirde o kimse Müslümanların ihtiyaçlarına
alaka göstermez ve onları yoksullukları ile başbaşa bırakırsa, Cenâb-ı Allah
ta onun ihtiyacına alaka göstermez ve onu yoksulluğu ile başbaşa bırakır."
Bu hadisi duyduktan
sonra Muaviye, insanların ihtiyaçlarına alaka göstermesi ve gerekeni yapması
için bir adam görevlendirdi.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Miclez'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, halkın karşısına
çıkınca ona hürmeten ayağa kalktılar. O da şöyle dedi: Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın şöyle dediğini işittim:
"Bir kimse
insanların kendisine hürmeten ayağa kalkmalarından hoşlanırsa Cehennem'deki
yerini hazırlasın." Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir:
"Muaviye, îbn Amir ile İbn Zübeyr'in yanma gitti, îbn Amir, hürmeten ayağa
kalktı. Ama İbn Zübeyr kalkmadı. Bunun üzerine Muaviye, İbn Amir'e şöyle dedi:
Otur. Çünkü ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini işittim:
"Bir kimse,
kulların kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanırsa Cehennem'deki yerini
hazırlasın."
Ebu Davud, Muaviye'den
rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), kendisine şöyle demiştir:
"Sen insanların
ayıplarını araştırırsan onları ifsad edersin (veya onları ifsada
yaklaştırırsın.)." Bu sözü Muaviye,Rasûlullah'tan işitti. Allah, onu bu
sözle faydalandırdı. Yani Muaviye güzel bir yaşantı sürdü-
rüp bağışlayıcı oldu.
Güzelce affederdi, insanların ayıplarını örterdi. Allah ona rahmet etsin.
Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde Muaviye'den rivayet edildi ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Allah, bir kimsenin iyiliğini isterse, onu dinde fakih
kılar. Doğrusu veren Allah'tır. Ben paylaştırıyorum. Ümmetimden bir grup
sürekli hak üzerinde bulunacaklardır. Onları yardımsız bırakanların ve onlara
muhalefet edenlerin onlara bir za-" ran ulaşm ayacaktır. Onlar bu halde
hak üzere iken nihayet Allah'ın emri gelecektir."
Muaviye, bu hadisi
hutbesinde insanlara okudu. Sonra şöyle dedi: İşte Malik b. Yuhamir, Muaz'dan
rivayet ediyor ki, kendileri Şam'da iken Rasûlullah (s.a.v.) bu hadis ile
Şamlıları Iraklılara karşı savaşmaya teşvik etmiştir. Şamlılar, kendilerine
muhalefet edenlere karşı muzaffer olan gruptur.
Muaviye böyle demekle,
Iraklılara karşı savaş veren Şamlıların doğru yolda olduklarını isbatlamaya
çalışıyordu.
Leys b. Sa'd dedi ki:
"Muaviye, Ömer'in halifeliği zamanında hicri on dokuzuncu senede
Kayseriyye'yi fethetti." Başkaları dediler ki: Muaviye, yönetiminin
beşinci veya yedinci senesinde Kıbrıs'ı fethetti, hicretin yirmi sekizinci
senesinde Hz. Osman zamanında fethettiğini söyleyenler de vardır.
Muaviye, Şam'da vali
olduğu zamanlarda yani hicretin otuz ikinci senesinde İstanbul boğazına gaza
için gitti.
Hz. Osman, Şam'ın
bütün yönetimini ona (Muaviye) verdi. Aslında Şam'ın bütün yönetimini
Muaviye'ye veren zatın, Hz. Ömer olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır.
Doğrusu, ona Şam'ın bütün yönetimini veren Hz. Osman'dır. Muaviye, Ebu
Derda'dan sonra Fudale b. Ubeyd'i Şam kadılığına tayin etti. Hz. Osman'ın
şehadetinden sonra Hz. Ali ile Muaviye arasında ictihad farla meydana geldi. Bu
sebeple de -Önceki kısımlarda anlattığımız gibi- aralarında savaş oldu. Hz.
Ali'nin içtihadı doğru idi. Muaviye ise cumhur-u ulemâya göre yanlış ictihad
yapmıştı. Selef ve halef uleması, bu hususda ittifak etmişlerdir. Savaşan
Iraklıların da, Şamlıların da; yani Hz. Ali taraftarlarının da, Muaviye
taraflarının da Müslüman olduklarına sahih hadisler şahadet etmişlerdir, Nitekim
sahih bir hadiste şöyle denilmektedir:
"Müslümanlardan
hayırlı bir nrkaya karşı bir grup kimse dinden çıkarak isyan edecektir. O
asileri, bu iki gruptan Hakk'ka en yakın olan öldürecektir. Dinden çıkanlar
Haricilerdi. Onları, Hz. Ali ve arkadaşları öldürdüler. Sonra Hz. Ali de
öldürüldü ve hicretin kırk birinci senesinde Muaviye yönetime tek başına hakim
oldu. Muaviye, her sene iki kez Bizans'a gazaya giderdi. Yazın bir kez, kışın
da bir kez gaza ederdi.
Kavminden bir adama
emir verir, o adam da gidip insanlara hac ettirirdi. Kendisi de hicretin
ellinci senesinde hac ettirdi. Oğlu Yezid, hicretin ellibirinci senesinde
insanlara hac ettirdi. Kendisi daha sonra Bizans ülkesine büyük bir sahabe
topluluğu ile birlikte gazaya gitti, İstanbul'u kuşattı, bu gaza ile ilgili
olarak sahih bir hadiste şöyle denilmiştir:
"Kostantiniyye'ye
gazaya gidecek ilk ordunun askerleri bağışlanmıştır."
Vekî, Ebu Salih'i
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Çölde develerini şarkı söyleyerek süren bir
adam, Hz. Osman'ın öldürüleceğini şöyle ifade ediyordu:
"Osman'dan sonra
emir, Ali'dir. Zübeyr'de de beğenilecek bir halef-lik vardır."
Ka'b dedi ki:
"Osman'dan sonra halife, doru katırın sahibi Muavi-ye'dir."
Muaviye de ona şöyle
dedi: "Ey Ebu İshak, sen böyle diyorsun ama Ali, Zübeyr ve Muhammed
(s.a.v.)'ın diğer sahabeleri buradadırlar. Ben nasıl halife olabilirim."
Ka'b da ona şöyle cevap verdi: "Sen de Muhammed (s.a.v.)'m sahabesi ve
halifesisin."
Seyf, Beni Esed
kabilesinden bir adamın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Osman'ın
halifeliği zamanında çölde devesini gütmekte olan bir adam, şu şiiri
söylemişti:
"Osman'dan sonra
emir Ali'dir. Zübeyir'de de beğenilecek bir halef-lik vardır." Muaviye bu
şiiri duyduktan sonra halifeliğe hep ümitlendi."
Ka'b da dedi ki:
"Sen yalan söylüyorsun ey şair, aksine Osman'dan sonra halife, doru
katırın sahibi Muaviye'dir."
Muaviye, bu konuyu
Ka'b'la konuştu. Ka'b, ona şöyle dedi: "Evet, Osman'dan sonra emir sensin
ama vallahi sen benim bu sözümü yalanlamadıkça halifelik makamına
ulaşamayacaksın."
Bu söz, Muaviye'nin
kalbine tesir etti.
İbn Ebi Dünya, Ebu
Harun'dan rivayet etti ki, Hz. Ömer şöyle demiştir:
"Sakın benden
sonra ayrılığa düşmeyesiniz, eğer ayrılığa düşerseniz bilesiniz ki Muaviye
Şam'dadır ve bilesiniz ki siz görüşünüzü ona havale edersiniz, o zor
kullanarak başa geçecektir."
İbn Asakir, Amir
eş-Şabî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz, Ali, Siffin vak'asından önce
Cerir b. Abdullah el-Becelî'yi Muaviye'ye gönderdi. Hz. Ali, o zaman Şam'a
hücum etmeye niyetlenmiş, bunun için de asker toplamıştı. Muaviye'ye gönderdiği
mektubunda, Muaviye'nin kendisine bey'at etmesi gerektiğim, çünkü Muhacirlerle
Ensâr'm da kendisine bey'at etmiş olduğunu, şayet bey'at etmezse kendisine karşı
Allah'tan yardım dileyip savaşacağını ve Osman'ın katilleri hususunda fazlaca
konuştuğunu, kendisinin de diğer insanlar gibi bey'at etmesi gerektiğini,
sonra da halkı kendisine karşı hakem tayin etmesini, onu ve hakemleri Allah'ın
kitabına havale edeceğim uzun uzadıya anlatıyor-
Muaviye, bu mektubu
yanında bulunanlara okudu. Cerir de kalkıp söyle dedi: "Ey Muaviye! Ali'ye
itaat et, enirini dinle. Ona muhalefet etmekten ve inatçılıktan uzak dur.
İnsanlar arasına fitne düşürme ki bu yüzden insanlar birbirlerine kılıçla
saldırmasınlar."
Muaviye, Şamlıların
görüşünü alması için kendisine süre tanıma sini istedi. Aradan bir süre
geçtikten sonra Muaviye, tellalı vasıtası ile duyuru yaptırdı ve insanların
namaz için toplanmaların ilan ettirdi. İnsanlar camide toplandığında
Muaviye'nin minbere çıkıp şöyle bir hutbe
irâd etti:
"İslâmiyet için
rükünleri destek kılan Allah'a hamd olsun. îman için şeriatleri burhan kılan
Allah'a hamd olsun. İmanın kandili sünnet te, mukaddes yerlerde yanmakta ve
aydınlık saçmaktadır ki orasını Cenâb-ı Allah, Peygamber ve salih kulları için
mahal kılmıştır ve yine Cenâb-ı Allah, o mukaddes diyara Şamlıları
yerleştirmiş, orasını bir diyar olarak onlara seçmiştir. Orası da Şamlılardan
memnundur. Çünkü Cenâb-ı Allah, gizli ilminde biliyordu ki Şamlılar, kendisine
itaat edecekler ve bu hususta velilerine iyi davranacaklardır. Onun emirlerini
yerine getirecekler, dinini ve yasaklarını koruyacaklardır. Sonra Cenâb-ı
Allah, bunları bu ümmet için bir mizan kıldı. Hayır işlerinde onları ulu
kimseler yaptı. Cenâb-ı Allah, bunlar vasıtası ile ahdi bozanları ahdi
bozmaktan caydırır. Yine bunlar vasıtası ile mü'minlerin kalbleri-ni birbirine
ısındırır, onları bir araya getirir, Müslümanların dağılan düzenini toparlaması
ve bozulan işlerini düzeltmesi için Allah'ın yardımını diliyoruz. Müslümanlar,
daha önce birbirlerine yakın olup kalbleri birbirine ısınmış iken araları
açıldı. Allah'ım! Uyuyanı uyandıran, fitneyi ayaklandıran, güvendeki kimseye
ürküntü veren, kanlarımızı akıtmak ve yollarımızı korkulu hale getirmek isteyen
kimselere karşı bize yardım et. Allah biliyor ki, biz onlara acı çektirmek,
azab vermek, onların gizli hallerini açığa çıkarmak, ırzlarını payimal etmek
istemiyoruz. Yalnız şu var ki, Cenâb-ı Allah, bize bir ikram ve üstünlük
elbisesi Jpydirmiştr*. Biz seslerin yankısı devam ettiği, kırağılar yere
damladığı, hidayet yolu bilindiği sürece bu şeref ve onur elbisesini
üzerimizden çıkamayacağız ve yine biliyoruz ki onları bize muhalefete
sürükleyen Şey, bizi çekemeyip kıskanmaları ve taşkınlıklarıdır. Onlara karşı
Allah'ın yardımım "diliyoruz.
Ey insanlar! Siz de
biliyorsunuz ki ben mü'minlerin emiri, Hattab °ğlu Ömer tarafından buraya tayin
edilmiş bir valiyim. Yine mu minle-fin emiri Osman tarafından buraya tayin
edilmiş bir valiyim. Ben ona k^rşı sizden bir kimseyi kışkırtmış değilim. Ben
Osman'ın dostu ve amcası oğluyum. Velisiyim. Yüce Allah kitabında buyuruyor
ki: "Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki tanımışızdır."
(ei-Isrâ, 33.)
Siz, Osman'ın haksız
yere öldürüldüğünü elbette ki biliyorsunuz. Ben, onun öldürülmesi hususundaki
düşüncelerinizi bana bildirmenizi istiyorum."
Şamlılar da hep
birlikte: "Osman'ın öcününün alınmasını istiyoruz." dediler.
Muaviye'nin çağrısına icabet edip ona bey'atlerini sundular, bu uğurda
canlarını ve mallarım feda edeceklerini, ya Osman'ın öcünü alacaklarını, ya da
bu hususta canlarım vereceklerini bildirip teminat verdiler.
Cerir, Muaviye'ye
Şamlıların bey'at ettiğini görünce bundan hem korktu, hem de takdir etti.
Muaviye, Cerir'e dedi ki: "Eğer Ali beni Şam ve Mısır valiliklerine tayin
ederse, kendisinden sonra başkasına bey'at etmemem şartıyla kendisine bey'at
ederim." Cerir de ona dedi ki: "Dilediğin şeyleri mektubla Ali'ye
bildir. Ben de seninle beraber yazayım." Mektub yazıldı. Hz. Ali'ye
ulaştı. Hz. Ali mektubu alıp okuyunca şöyle dedi: "Bu bir hiledir. Muğire
b. Şube de ben Medine'de iken Muaviye'yi Şam'a vali olarak atamamı istemişti.
Ancak ben onun bu isteğini kabul etmedim. "Saptıranları, hiçbir işte asla
yardımcı edinmedim." (el-Kehb,51.)
Bundan sonra Hz. Ali,
yanma gelmesi için Cerir'e mektub gönderdi. Cerir gelmedi. Bir de baktı ki,
askerler karşısında toplanmışlar. Ordu teşkil edilmiş.
Muaviye, Hz. Osman'ın
öldürülmesi esnasında uzlete çekilip Filistin'e yerleşen ve Hz. Osman
tarafından Mısır valiliğinden azledilmiş olan Amr b. As'a mektub yazdı. Bazı
işlerde fikrini almak üzere yanına gelmesini istedi, Amr b. As ta Muaviye'nin
yanına geldi. Konuştular, fikir teatisinde bulundular. Netice de Ali'ye karşı
savaşmaya karar verdiler.
Şam ve Mısır
valiliklerini kendisine vermesi için Ali'ye mektub yazan Muaviye'nin Lu
mektubu ile ilgili olarak Ukbe b. Ebi Muayt, Muaviye'yi kınayıcı, azarlayıcı
ve taşlayıcı şöyle bir şiir söylemişti:
"Ey Muaviye! Şam
senin Şam'ındır. Şam'a sarıl, yılanları yanma sokma.
Ali, senin cevabım
bekliyor. Ona perçemleri ağartıcı bir savaş armağan et.
Ona savaşla saldır,
mızraklarını fırlat.
Pazuları güçsüz ve
bitkin düşmüş bir adam olma.
Aksi takdirde barış
yap, çünkü güvenlikte -savaş istemiyen kimseler için- rahat vardır. Ey
Muaviye, o zaman sen bunu tercih et.
Ey Harb'in oğlu
Muaviye! Ümit üzere yazmış olduğun mektup var ya, o senin başına belalar
getirecektir.
O mektubunda Ali'den
bazı şeyler istemişsin ki, bunları elde edemezsin.
Şayet elde edebilsen
bile birkaç geceden fazla senin elinde kalmaz. Ondan sonra uzun ve kalıcı bir
zafer bulamazsın, fazla kuruntu ve
ümit besleme.
Ali gibisini hile ile
aldatsan ve birşeyleri yıkacak olursan dahi Ali senden önce o harabeyi inşa
edip onarır.
Şayet bir kez
pençesini sana geçirirse,
Ey Hind'in oğlu! Seni
paramparça edip yarar."
Birkaç yoldan gelen
bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Müslim el-Holanî, bir cemaatle birlikte
Muaviye'nin yanma gitmiş. Bu cemaat, Muaviye'ye şöyle sormuştu:
- Sen Ali ile çekişiyorsun,
sen onun emsali misin?
- Allah'a yemin ederim
ki, ben de onun benden daha hayırlı ve daha
üstün olduğunu
biliyorum. Halifeliğe benden daha layıktır ama sizler de bilmiyor musunuz ki
Osman haksız yere öldürülmüştür. Ben Osman'ın amcası oğluyum. Onun öcünü almak
istiyorum. Onun öcünü almak, benim görevim değil midir? Siz Ali'ye deyin ki;
Osman'ın katillerini bana teslim etsin, ben de halifeliği ona teslim edeyim.
Bu heyet dönüp Ali'nin
yanma gitti, bu hususta onunla konuştu. Ancak Ali, Osman'ın katillerinden
herhangi birini onlara teslim etmedi. Bunun üzerine Şamlılar, Ali'ye karşı
savaşmak için Muaviye'nin yanında yer aldılar ve fikir birliği ettiler.
Amr b. Şimr, Amir
eş-Şabî ve Ebu Cafer el-Bakır'm şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
"Ali, bir adamı
Şam'a gönderdi. Bu adam, Hz. Ali'nin Iraklılarla birlikte Şamlılara karşı
savaşacağını onlara ihtar etti ki, Muaviye'ye olan itaatlerim kendisine
versinler. Adam, Muaviye'nin yanma vardığında Muaviye ilanat yaptırdı.
İnsanların camide toplanmalarım emretti. Onlar da toplandılar. Sonra Muaviye,
minbere çıkıp şöyle bir konuşma yaptı:
"Ali, Iraklılarla
güç birliği yaparak size karşı savaşmaya karar vermiştir. Bu hususta görüşünüz
nedir? " Muaviye'nin bu sorusu karşısında cemaattekilerin her biri hiçbir
şey konuşmaksızın elini göğsüne vurdu. Başlarını kaldırıp Muaviye'ye
bakmadılar. Bu arada Zülkile' kalkıp Şöyle dedi: "Ey mu minlerin emin!
Görüş senindir, sen neyi uygun görürsen onu emret. Biz de emrini yerine
getirelim." Bunun üzerine Muaviye şu duyuruyu yaptırdı:
"Garnizonunuza
gidin, üç gün içinde toplanın. Üç gün içinde garnizonuna gitmeyen kimsenin
kanı helal olur." Bu duyuru üzerine herkes bağlı olduğu askeri birliğe
katıldı. Hz. Ali'nin yanından gelmiş olan adam da dönüp Ali'nin yanına gitti ve
durumu ona anlattı. Hz. Ali de duyuru yaptırarak askerlerinin camide
toplanmalarını emretti. Onlar da camide toplandılar. Hz. Ali, minbere çıkıp
şöyle dedi:
"Muaviye, sizinle
savaşmak için asker toplamıştır. Bu husustaki görüşünüz nedir?" Cemaattekilerin
her biri birşey söyledi. Sözleri birbirine karıştı. Hz. Ali, onların ne
dediklerini anlayamadı ve: "Ciğer yeyicisi-nin oğlu Muaviye duruma hakim
oldu. Innâ lillah ve înnâ ileyhi raciun" diyerek minberden indi. Sonra da
hicretin otuzaltmcı senesindeki olaylar meyanında anlattığımız gibi iki taraf
arasında Sıfîîn savaşı cereyan etti.
Ebu Bekir b. Düreyd,
Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Saffin savaşında hezimete
uğradığımı düşünerek kaçmak üzere iken ayağımı üzengime koydum. Kaçmaya niyetlendim.
Ancak İbn Atna-be'nin şu şiiri beni kaçmaktan alıkoydu:
"İffetim ve belam
bana engel oldu. Övgüyü pahalı bir fiyata alışım ve nefsimi zorluklara
sürükleyişim, ayrıca göğsü nişanlı kahramanın başını vuruşum kaçmama mani
oldu.
Her koşuşumda nefsim bana,
'Terinde dur ki övülesin, ya da rahatını bulup ölesin." diyordu."
Beyhâkî, İmam Ahmed'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Halifeler şunlardır: Ebu Bekir, Ömer,
Osman ve Ali. Kendisine: "Ya Muaviye hakkında ne dersin?" demeleri
üzerine şu cevabı verdi: "Ali'nin zamanında halifeliğe Ali'den daha layık
bir kimse yoktu. Allah, Muaviye'ye rahmet etsin."
Ali b. el-Medinî dedi
ki: Süfyan b. Uyeyne'nin şöyle dediğini işittim: "Ali'nin halifelik için
kusur sayılabilecek bir özelliğini görmedim. Muaviye'nin de Ali ile halifelik
hususunda çekişmesine sebep olacak bir özelliğini görmedim.".
Şüreyk el-Kadiye
sordular:
- Muaviye, yumuşak
huylu muydu?
- Hakkı anlamayan, onu
hiçe sayan ve Ali ile savaşan adam yumuşak huylu değildir."
Süfyan-ı Sevrî, Said
b. Cübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas, Muaviye'den söz
etti. Onun arefe akşamı telbiye getirdiğini söyledi ve hakkında çok ağır sözler
sarfetti. Sonra dedi ki: "Muaviye, Ali'nin arefe akşamı telbiye
getirdiğini işitince kendisi o akşam telbiye getirmeye son verdi."
Ebu Bekir b. Ebu
Dünya, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah
(s.a.v.)'ı rüyada gördüm. Ebu Bekir ile Ömer de yanında oturmaktaydılar. Selam
verip yanlarına oturdum. Ben oturmakta iken Ali ile Muaviye getirildiler. Bir
odaya kapattılar, odanın kapısı üzerlerine kilitlendi. Ben de bu durumu
seyrediyordum. Çok geçmeden Ali: "Ka'be'nin Rabbine yemin ederim M, benim
lehimde hüküm verildi." diyerek dışarı çıktı. Aradan çok geçmeden Muaviye
de: "Ka'benin Rabbine yemin ederim ki ben bağışlandım." diyerek
dışarı çıktı."
îbn Asakir'in
rivayetine göre, "Ben Muaviye'ye öfke duyuyorum." diyen bir adama Ebu
Zür'a şöyle sordu:
- Niçin?
- Çünkü o, Ali ile
savaştı.
- Yazıklar olsun sana.
Muaviye'nin Rabbi merhametlidir. Muaviye'nin hasmı da âlicenâb bir hasımdır.
Bu ikisinin arasına girmek senin neyine? Allah ikisinden de razı olsun."
İmam Ahmed b.
Hanbel'e, Ali ile Muaviye arasında geçen hediseler sorulduğunda o, şu ayet-i
kerimeyi okudu:
"Onlar geçmiş
birer ümmettir. Kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da sizedir.
Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz." (el-Bakara, 141.)
Seleften birçok âlimde
kendilerine bu soru yöneltildiğinde yukarıdaki ayet-i kerimeyi okumuşlardır.
Evzaî dedi ki: Hasan
Basri'ye, Hz. Ali ile Hz. Osman arasında cereyan eden hadiseleri sorduklarında
Hasan Basri şöyle cevap verdi: Hz. Ali'nin İslâm'da sebkatı vardır. Hz.
Osman'ın da Hz. Ali'nin de Hz. Pey-gamber'e yakınlığı vardır. Biri iptilaya
uğradı, diğeri afiyet buldu."
Yine Hasan Basri'ye
Hz. Ali ile Muaviye arasında cereyan eden hadiseleri sorduklarında o, şöyle
cevap verdi:
- "Ali'nin de Hz.
Peygamber'e yakınlığı vardı, Muaviye'nin de. Ali'nin İslâm'da sebkati vardı,
Muaviye'nin sebkatı yoktu. İkisi de iptilaya uğradılar."
Külsüm b. Cevşen dedi
ki: "Nadr Ebu Ömer, Hasan Basri'ye şöyle bir soru sordu:
- Ebu Bekir mi daha
faziletli yoksa Ali mi?
- Sübhanallah, ikisi
eşit olamazlar. Ali'nin bazı hizmetleri olmuştur ki Ebu Bekir de o hizmetler
de onunla ortaktır. Ali'nin bazı hizmetleri olmuştur ki Ebu Bekir'in o
hizmetlerde ortaklığı yoktur, ama yine de Ebu Bekir, Ali'den daha faziletlidir.
- Ömer mi daha
faziletli yoksa Ali'mi?
- Ebu Bekir ile
Ali'nin durumu ne ise, Ömer ile Ali'nin durumu da aynıdır. Ömer, Ali'den daha
faziletlidir.
- Osman mı daha
faziletli yoksa Ali mi?
- Ebu Bekir ile
Ali'nin durumu ne ise, Osman ile Ali'nin durumu da aynıdır Osman, Ali'den daha
faziletlidir.
- Ali mi daha
faziletli yoksa Muaviye mi?
- Sübhanallah, ikisi
eşit olamazlar. Ali, Muaviye'den önce İslâm'a iştir. Muaviye, daha sonra
girmiştir. Ali'nin bazı hizmetleri olmuştur ki, Muaviye'nin o hizmetlerde
ortaklığı vardır, ama Ali, Muavi-ye'den daha faziletlidir."
Rivayet olunduğuna
göre Hasan Basri, şu dört şeyden ötürü Muavi-ye'ye hınçlı imiş: "Ali ile
savaştığı, Hicr b. Adiy1! öldürdüğü, Ziyad b. Ebi-hi'yi evlatlık edindiği ve
oğlu Yezid için veliahtlık bey"atı aldırdığı için."
Cerir b. Abdülhamid,
Muğire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali'nin ölüm haberi kendisine
ulaştığında Muaviye ağlamaya başladı. Karısı ona dedi ki:
- Daha önce kendisi
ile savaştığın halde şimdi onun ölümüne ağlıyor musun?
- Yazıklar olsun sana.
Sen insanların fazilet, fikıh ve ilim hususunda ne kaybettiklerini biliyor
musun?"
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Hz. Ali'nin Ölüm haberini duyan Muaviye'nin ağlaması
üzerine karısı kendisine şöyle demişti: "Dün kendisiyle savaşıyordun,
bugün onun ölümüne ağlıyorsun?"
Ben derim ki: Ali,
hicretin kırkıncı senesi ramazan ayında şehid edildi. Bu sebeple Leys b. Sa'd şöyle
demiştir: "Muaviye'ye Kudüs'te cemaat tarafından bey'at edildi, kendisi
hicretin kırkıncı senesinde Kûfe'ye girdi." Ama doğru olan, İbn İshak'ın
söylediği ve ulemanın üzerinde ittifak ettiği şu sözdür: "Hz. Ali'nin
ölüm haberi Şamlılara ulaştığı zaman Muaviye'ye Kudüs'te hicri kırkıncı senenin
ramazan ayında bey'at edildi. Ama o, Hz. Hasan'la barış yaptıktan sonra hicri
kırk birinci senenin rebiyülevvel ayında Kûfe'ye girdi ki, buna da cemaat
senesi denilir. Muaviye'nin, Hz. Hasan'la barış yaptığı yer, Edrec'dir. Başka
bir rivayette anlatıldığına göre Irak'ta Enbar şehri civarında barış yapmıştır.
Bu barıştan sonra Muaviye, hicretin altmışıncı senesinde vefat edinceye kadar
tek başına yönetime hakim oldu.
Bazılarının
anlattıklarına göre Muaviye'nin yüzüğünün üzerinde şu ibare yazılı imiş:
"Her amelin bir karşılığı vardır." Başka bir rivayette anlatıldığına
göre ise yüzüğünün üzerindeki yazı şu imiş: "Kuvvet ancak Allah
iledir."
Yakub b. Süfyan, Said
b. Süveyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Muaviye, Küfe
dışında Nahiîe'de bize cuma namazım kıldırdı. Sonra hutbesinde şöyle dedi:
"Namaz lalasınız, oruç tutasınız, hac edesiniz, zekat veresiniz diye
sizinle savaşmış değilim. Zaten sizin bu görevleri ifa ettiğinizi biliyordum.
Ama başınıza emir olmak için sizinle savaştım ve Allah bu emirliği de -hoşunuza
gitmemekle birlikte- bana verdi."
Muhammed b. Sa'd,
Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, yönetime geçtikten
sonra iki sene boyunca Hz. Ömer gibi adaletle hükmetti. Bu yönetimi hiç bozmadı.
Ancak daha sonra Hz. Ömer'in yönetim tarzından uzaklaştı."
Naim b. Hammad, Süfyan
b. el-Leyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kûfe'den Medine'ye geldiği
zaman Ali'nin oğlu Hasan'a: "Ey mü'minleri alçaltan!" dedim, oda bana
şöyle karşılık verdi:
"Böyle deme,
çünkü ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu İşittim: "Günler ve
geceler geçmeyecek ki, sonunda Muaviye hükümdar olacak." Bundan dolayı ben
Allah'ın emrinin mutlaka yerine geleceğini bildim ve benimle Muaviye arasında Müslüman
kanı akıtılmasını istemedim."
Mücahid, Haris
el-Aver'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ali, Sıffin
savaşından döndükten sonra şöyle dedi: "Ey insanlar! Muaviye'nin
emirliğinden hoşlanmam azlık etmeyin. Çünkü siz onu kaybederseniz, insanların
kafalarının karpuz gibi omuzlarından yere düştüklerini göreceksiniz."
İbn Asakir, Esved b.
Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Aişe'ye dedim ki:
- Başıboş adamlardan
birinin halifelik hususunda Rasûlullah'm ashabı ile çekişmesine şaşmıyor musun?
- Bunda şaşılacak ne
var? Halifelik, Allah'ın verdiği bir hükümdarlıktır. Bunu iyi adama da verir
kötü adama da verir. Firavun, Mısır halkına 400 sene hükmetti. Diğer kafirler
de böylece insanlara hükmetmişlerdir."
Zührî, Kasım b.
Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Muaviye, hac için Medine'ye
geldiğinde Hz. Aişe'nin yanına gitti, başbaşa konuştular. Yanlarında sadece Hz.
Aişe'nin azadlısı Zekvan (Ebu Amr) vardı. Hz. Aişe, Muaviye'ye şöyle dedi:
"Kardeşim Muhammed'i öldürdüğünden dolayı seni öldürecek bir adamı
gizlememden ve gizlediğim o adamın seni öldürmesi ihtimalinden korkmadın
mı?"
Muaviye, ona:
"Doğru söylüyorsun." dedi. Muaviye, konuşmasını tamamladıktan sonra
Hz. Aişe, şahadet getirdi, sonra Cenâb-ı Allah'ın, , peygamberi ile göndermiş
olduğu hak din ve hidayetten, peygamberden sonraki halifelerin gidişatlarından
bahsetti, Muaviye'yi adaletli olmaya ve kendisinden önceki halifelerle
peygamberin yolundan gitmeye teşvik etti. O kadar konuştu ki, Muaviye için
mazeret bırakmadı, sözünü tamamladıktan sonra Muaviye ona şöyle dedi:
"Vallahi sen bilgin bir kadınsın. Rasûlullah'm emri ile amel ediyorsun,
nasihat veriyor, şefkat gösteriyorsun, öğütlerin de tesirli ve beliğdir. Hayra
teşvik ettin, hayrı emrettin, sadece bizim için faydalı olan şeyleri bize emrettin
ve sen, itaat edilmeye layıksın." Hz. Aişe ile Muaviye çok konuştular.
Muaviye, kalkacağı zaman Zekvan'a yaslandı ve Hz. Aişe hakkında şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah hariç, Aişe kadar belağatli bir ha-üp
duymadım." w. Muhammed b. Sa'd,
Alkame b. Ebi Alkame'nin annesinin şöyle dedii rivayet etmiştir:
"Ebu Süfyan oğlu
Muaviye, Medine'ye geldiğinde Hz. Aişe'ye şu haberi gönderdi: "Bana
Rasûlullah (s.a.v.)'m elbisesi ile sakalından bir tel gönder." Hz. Aişe de
bu emanetleri benimle ona gönderdi. Ben de Muavi-ye'nin yanına götürdüm,
elbiseyi alıp giydi, sonra Rasûlullah (s.a.v.)'m sakalını aldı, su
getirilmesini emretti, getirilen su ile sakal-ı şerifi yıkadı, bu suyun bir
kısmını içti, bir kısmını da vücuduna serpti.» Asmaî, Şabî'nin şöyle dediğim
rivayet etmiştir: «Muaviye, cemaat senesinde (yani yönetimi tek başına ele
geçirdiği senede) Medine'ye geldi. Kureyş'in önde gelen şahsiyetleri, onu
karşılayıp şöyle dediler: "Zaferini teyid eden ve durumunu yücelten
Allah'a hamd olsun." Muaviye, Medine'ye girinceye kadar onlara cevap vermedi.
Mescid-i Nebeviye yöneldi, içeri girdi, minbere çıktı. Allah'a hamd ü senada
bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Doğrusu, Allah'a
yemin ederim ki, yönetimin başına geçtiğim zaman sizin bu durumuma sevinmediğinizi
biliyordum. Ben kalbinizdeki duygulardan haberdarını. Ancak şu kılıcımı
kullanarak yönetime ansızın geçtim ve tahtı ele geçirdim. Ben kendimi Ebu
Bekir gibi davranmaya zorladım ama bunu yapamayacağımı anladım. Ömer gibi
olmak istedim, nefsimin bundan kaçtığım gördüm, bunu yapamayacağımı anladım.
Osman'ın yolundan gitmeye gayret gösterdim, nefsim bunu da yapamadı. Ebu
Bekir, Ömer ve Osman gibileri nerede? Onların yaptıklarını kim yapabilir!
Heyhat, onlardan sonra hiç kimse onların fazilet ve üstünlüğüne ulaşamaz.
Allah'ın rahmet ve hoşnutluğu onların üzerine olsun. Yalnız ben kendimi, hem
benim hem de sizin için yararlı olacak bir yola şevkettim. Herkes için bu yolda
güzelce yemek ve güzelce içmek vardır. Gidişat dürüst olup itaat güzel olunca,
herkes halinden memnun olacaktır. Eğer beni en hayırlınız olarak görmeseniz de
ben sizin en ha-. yırhnızım. Allah'a yemin ederim ki, kılıcı olmayana kılıç
çekmeyeceğim. Bildiklerinizden her kim bana karşı ileriye çıkarsa, ben onu
kulak ardı ederim. Bütün haklarınızı yerine getirmediğimi gördüğünüzde, yerine
getirmiş olduğum haklarınızın bir kısmından ötürü benden memnun olun. Çünkü
hak, yumurta içindeki yavru gibidir. Sel geldiğinde her şeyi silip yok eder.
Ama su az miktarda geldiğinde ihtiyacı karşılar, fitneden sakmm. Fitnekariığa
yönelmeyin. Çünkü fitnekarhk geçimi ve hayatı bozar. Nimeti bulandırır. Ümmetin
kökünün kazınmasına sebep olur. Allah'ın beni ve sizi bağışlamasını
diliyorum."
Muaviye, bu nutkunu
irad ettikten sonra minberden indi.» Öyle anlaşılıyor ki, Muaviye, bu nutkunu
hicretin kırk dördüncü senesinde veya ellinci senesinde irâd etmiştir. Cemaat
senesinde irad etmiş değildir.
Leys, Ulvan b. Salih
b. Keysan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, yönetimi müstakil
olarak ele geçirdikten sonra ilk haccı için Medine'ye geldiğinde Hasan ile
Hüseyin ve Kureyş eşrafından bazı kimseler onu karşıladılar. O, Osman b.
AfTan'm evine yöneldi, kapıya yaklaştığında Hz. Osman'ın kızı Aişe bir çığlık
attı. Babası için yüksek sesle ağladı. Muaviye, yanındakilere: "Evlerinize
gidin. Benim bu evde görülecek bir işim var." dedi. Etrafındakiler
dağılıp gittiler. O da Hz. Osman'ın evine girdi ve kızı Aişe'yi teskin etti.
Bundan sonra yüksek sesle ağlamamasını emredip şöyle dedi: Ey kardeşimin kızı, insanlar
yönetimlerini bizim elimize verdiler, biz de onlara altında öfke gizli olan yumuşak
huyluluğu gösterdik. Onlarda buna karşılık altında kin saklı olan bir itaati
bize gösterdiler. Bu itaatleri karşılığında biz onlara yumuşak huyluluğumuzu
sattık, onlar da bu yumuşak huyluluğumuza karşılık olarak itaatlerini bize
sattılar. Eğer onlara bizden satın aldıkları şeyden başkasını verecek olursak,
hakkımızı bize vermede cimrilik yaparlar. Biz de onların haklarını hor görüp
küçümseriz. Her insanla birlikte taraftarları vardır. O insan, kendi
taraftarlarının mekanını görür. Eğer ahdimizi bozarsak, onlar da ahitlerini
bozarlar. Sonra bilemeyiz; durum bizim lehimize mi olur, yoksa aleyhimize mi
olur? Mü'minle-rin emiri Osman'ın kızı olman, benim için Müslümanların
cariyelerinden biri olmandan daha sevimlidir. Babandan sonra ben senin için ne
güzel bir halefim. Ben de senin baban sayılırım."
İbn Adiy, Ebu Said'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Muaviye'yi minberim üzerinde gördüğünüzde onu öldürün."
Bu hadis kesinlikle
yalandır. Eğer sahih olsaydı sahabeler onu minber üzerinde gördüklerinde hemen
öldürürlerdi. Çünkü onlar, Allah yolunda kendilerini kınayanların kınamalarına
aldırış etmezlerdi. Mua-viye'nin halifeliği zamanında birçok sahabe vardı.
Üsame, Sa'd, Cabir, îbn Ömer, Zeyd b. Sabit, Seleme b. Muhalled, Ebu Said, Rafi
b. Hadic, Ebu Ümame ve Enes b. Malik gibi daha adlarım saymadığımız birçok iyi
ve kıymetli insanlar da vardı. Bunlar hidayet kandilleri, ilim kapıları idiler.
Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulü esnasında hazırdılar. İslâmiyet'in ilk zamanlarında
yaşamışlardı. Başkalarının bilmedikleri İslâmî.bilgilerden haberdar idiler.
Kur'ân'ın tevilini Rasûlullah (s.a.v.)'dan öğrenmişlerdi. Ayrıca Muaviye'nin
zamanında bazı tabiiler de vardı. Bunlar, Rasûllah'a ve sahabelere Allah'ın
nasib ettiği kadarıyla güzelce uyan kimseler idiler. Bunlardan bazılarının
adları şöyledir: Misver b. Mahreme, Abdurrahman b. Esved, Saib b. Müseyyeb ve
Abdullah b. Muhayriz. Bunlara benzer daha başka şahsiyetler de vardı ki bunlar
Rasûlullah (s.a.v. )'ın ümmetinden olup onun yolunda yaşayan cemaatten idiler.
Ebu Zür'a, Said b.
Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Osman öldürüldüğünde kimse
gazaya gitmiyordu. Nihayet Muaviye, yönetimi müstakil olarak ele alınca Bizans
diyarına on altı gazve yaptı.
Birliklerden biri
yazın Bizans'a gidip kışı orada geçiriyor, sonra geri dönüyor, ardı sıra bir
başka birlik Bizans'a gönderiliyordu. Muaviye'nin gaza için Bizans'a gönderdiği
askeri birliklerden birinde oğlu Yezid de vardı. Yezid'in beraberinde bazı
sahabeler de vardı. Bunlar boğazı geçtiler. Kostantiniyyelilerle şehrin
kapısında savaştılar. Sonra Şam'a döndüler. Muaviye'nin oğlu Yezid?e yaptığı
en son vasiyyet şu olmuştu: "Bi-zans'm boğazını sık!"
îbn Vehb, Zührî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, halifeliği döneminde insanlara
iki kez hac ettirdi. Onun halifeliği yirmi seneden bir ay eksik idi."
Ebu Bekir b. Ayyaş
dedi ki: "Muaviye, hicretin kırk dördüncü ve ellinci senelerinde
insanlara hac ettirdi." Başkalarının ifadesine göre Muaviye, hicretin elli
birinci senesinde insanlara hac ettirmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Leys b. Sa'd, Sa'd b.
Ebi Vakkas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Osman'dan sonra kapının
sahibi (Muaviye) kadar bu işin hakkını veren başka bir kimse görmedim."
Abdürrezzak, Misver b.
Mahreme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'nin yanına gittim,
içeri girip selam verdiğimde bana şöyle dedi:
- Ey Misver,
darbelerin imamlara ne yaptı?
- Bunları konuşmayı
bırak, sana geliş sebebimizi anlatayım da bize iyilikte bulun.
- Sen, içindekini bana
söylüyorsun.
- Ayıplanacak neyim
varsa hepsini anlattın.
- Sen suçlardan ve
günahlardan kurtulamazsın. Affedihnediği takdirde seni helak edecek bir günahın
yokmu? Bundan korkmaz mısın?
- Evet benim öyle
suçlarım ve günahların var ki, eğer sen bağışlamazsan helak olurum.
- Benden bağışlama
umudunu kuvvetlendiren neyin var? Allah'a yemin ederim ki, halkın durumunu
düzeltmek, hadleri tatbik etmek, insanları barıştırmak, Allah yolunda cihad
etmek gibi sayılarını ancak Allah'ın bileceği ve bizim sayamayacağımız büyük
işler olmasaydı, senin sayamayacağın kadar çok günah ve ayıplarımız olurdu. Ama
ben öyle bir din üzereyim ki Allah, o dinde iyilikleri kabul eder, kötülükleri
bağışlar. Vallahi ben bu yoldayım. Allah'la başkasını mukayese edipte
başkasını tercih edecek değilim. Sadece Allah'ı başka şeylere ve başka
varlıklara tercih ederim.
Misver diyor ki:
"Muaviye'nin bu sözlerini dinledikten sonra düşündüm ve onun beni mağlub
ettiğini anladım."
Daha sonraları Misver,
kendisi ile Muaviye arasından geçen bu konuşmayı yad ettiği zaman Muaviye'ye
hayır dua ederdi.
İbn Düreyd,
Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ey insanlar! Ben sizin en
hayırlınız değilim, sizin aranızda mutlaka Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr
ve benzeri çok faziletli ve benden daha hayırlı kimseler vardır. Ama öyle
umuyorum ki yöneticilikte ben size daha faydalı olacağım. Düşmanlarınızı geri
püskürtmede daha güçlü olacağım. Size sütü daha bol akıttıracağım (gelirinizi
artıraca-
ğımj.
Hişam, Yunus b.
Halbes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cuma ffünü Şam camiinin
minberinde Muaviye'nin şöyle bir hutbe irad ettiğini işittim:
«Ey insanlar,
sözlerimi iyi anlayın, siz benden daha çok dünya ve ahiret işlerini anlayan bir
kimse bulamazsınız. Yüzlerinizi dosdoğru tutun kıbleye doğru yönelin,
saflarınızı namazda düzgün tutun. Aksi takdirde Allah kalbleriniz arasına
muhalefet koyar, beyinsizlerinizin ellerinden tutun (onları kötülükten men edin),
aksi takdirde Allah düşmanlarınızı size musallat kılar. Düşmanlarınızla size
azabın en kötüsünü tattırır. Sadaka verin, hiç kimse: "Ben yoksulum da
sadaka veremiyorum." demesin. Aslında az varlıklı kimsenin vereceği
sadaka, zenginin vereceği sadakadan daha faziletlidir. İffetli kimselere
iftirada bulunmaktan sakının. Kişi (doğruluk derecesini araştırmadan) duydum
ki bana şöyle bir haber ulaştı ki, demesin. Sizden biri Hz. Nuh zamanındaki
bir kadına bile iftira edecek olsa, kıyamet gününde bunun hesabı ondan
sorulacaktır.»
Ebu Davud et-Teyalisî,
Muhammed b. Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, Rasûlullah
(s.a.v.)'dan hadis naklederken kimse onu yalancılıkla itham etmezdi."
Ebu'l-Kasım el Beğavî,
Ebu Kubeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, her gün
Ebu'1-Ceyş adındaki bir adamı şehrin çeşitli meclislerine gönderir ve o gün
bir çocuğun doğup doğmadığını veya misafir bir heyetin gelip gelmediğini tesbit
ettirirdi. Eğer bir çocuk doğmuş veya bir misafir gelmiş ise ona gerekli
erzakın verilmesi için divana talimat verirdi."
Başkaları dediler ki:
Muaviye, alçak gönüllü idi. Elinde, çocukların ellerinde bulunan ve paçavradan
ibaret olan bir kırbaç vardı, insanlara bununla vururdu."
Hişam b. Ammar,
Meysere b. Halbes'in oğlu Yunus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Muaviye'yi Şam pazarında gördüm. Terkisine, yakası yamalı bir gömlek
giyen hizmetçisini de bindirmişti. Bu halde Şam pazarlarında
dolaşıyordu."
.. A'meş, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Eğer Muaviye'yi görseydiniz bu Mehdi'dir, derdiniz."
Hüseyin, İbn Amr'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'den daha lider şahsiyetli bir
kimse görmedim." Kendisine dedim ki:
- Ömer de mi onun
kadar lider şahsiyetli değildi?
- Ömer, ondan daha
hayırlı idi, ama Muaviye, Ömer'den daha lider şahsiyetli idi."
Ebu Süfyan el-Hirî,
Avam b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah
(s.a.v.)'dan sonra Muaviye kadar karizması olan bir lider görmedim."
Dediler ki:
- Ebu Bekir de mi onun
kadar karizmatik değildi?
- Ebu Bekir, Ömer ve
Osman ondan daha hayırlı idiler, ama o daha karizmatik idi/'
Abdürrezzak, tbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye kadar hükümdarlığa
layık başka kimse görmedim."
Hanbel b. Ishak,
Muaviye'nin: "Ben hükümdarların ilkiyim." dediğini rivayet etmiştir.
İbn Ebi Hayseme, tbn
Şevzeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben hükümdarların ilki,
halifelerin de sonuncusuyum."
Ben derim ki: Sünnete
göre Muaviye'ye halife değil de hükümdar demek gerekir. Çünkü bu hususta
Sefme'nin rivayet ettiği şöyle bir hadis vardır:
"Halifelik benden
sonra otuz senedir. Ondan sonra ısına bir hükümdarlık olacaktır."
Abdülmelik b. Mervan,
bir gün Muaviye'den bahsederken şöyle dedi: "Muaviye kadar yumuşak huylu,
tahammüllü ve kerem sahibi bir kimse görmedim."
Kabise b. Cabir dedi
ki: "Muaviye kadar yumuşak huylu, onun kadar liderlik sıfatına sahip,
onun kadar tahammüllü, merhametli, onun kadar kolayca çıkış yolu bulan, onun
kadar iyilik yapmaya müsait bir kimse görmedim."
Adamm biri dedi ki:
Bir adam, Muaviye'ye kötü sözler sarfetti. Muaviye'ye denildi ki:
"Şunun hakkından
gelsene!" Muaviye de şöyle cevap verdi: "Halkımdan bir kimsenin suçu
yüzünden yumuşak huyluluğu bırakıp Öfkelenmekten Allah'tan utanırım."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre adamın biri, Muaviye'ye: "Ey mü'minlerin emiri, ne
kadar yumuşak huylusun." demiş. Muaviye, ona şu cevabı vermişti:
"Herhangi bir kimsenin günahının, benim yumuşak huyluluğumdan daha büyük
olmasından utanırım."
Asmaî, Sevrî'den
rivayet etti ki, Muaviye şöyle demiştir: "Bir günahın benim afîimdan daha
büyük olmasından, bir cahilliğin benim yumusak huyîuluğumdan daha büyük
olmasından, muhafaza etme huyumun, bir ayıp ve gizliliği örtemeyecek kadar
küçük olmasından utamnm.
Şabî ile Asmaî dediler
ki: "Ebu Cehm adındaki bir adamla Muaviye arasında karşılıklı konuşma
cereyan etti. Ebu Cehm, Muaviye'ye kin kusucu bir konuşma sarfetti. Muaviye,
başını önüne eğdi, sonra başını kaldırıp şöyle dedi: "Ey Ebu Cehm, sultana
hakaret etmekten uzak dur. Çünkü sultan çocuklar gibi öfkelenir, aslan gibi
yakalar. Onun biraz öfkesi birçok insanı mağlub eder." Böyle dedikten
sonra Muaviye, adamlarına Ebu Cehm'e bir miktar mal vermelerini emretti, bunun
üzerine Ebu Cehm de Muaviye'yi överek şöyle dedi:
"Babamıza
yaklaşır gibi Muaviye'nin yanma yaklaşırız. Ona iki halini haber vermek için
sağını solunu dokunuruz. Ama ondan cömertlik ve yumuşaklık görürüz."
A'meş dedi ki: Hz.
Ali'nin oğlu Hasan, Muaviye ile birlikte dolaşıyordu. Muaviye, onun önünde
yürüyordu, Hasan dedi ki:
"Şu Muaviye'nin
uylukları, Hind'in uyluklarına ne kadar benziyor." Muaviye dönüp ona şöyle
dedi: "Ama Ebu Süfyan, Hind'in uyluklarını çok beğeniyordu."
Muaviye'nin
kızkardeşinin oğlu Abdurrahman b. Ümmü'l-Hakem, Muaviye'ye: "Falan adam
bana sövüyor." dedi. Muaviye de ona şu karşılığı verdi: "Başını eğ,
o da geçip gider ve senden vazgeçer." dedi.
İbn Arabî dedi ki:
"Adamın biri, Muaviye'ye: "Senden daha pasaklı birini görmedim."
deyince Muaviye, ona şu karşılığı verdi: "Evet, hiç kimse bu haliyle
adamlarla karşı karşıya gelemez."
Ebu Amr b. Alâ,
Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cömertçe davranmak benim
için kırmızı tüylü davarlara sahib olmaktan daha hoştur."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye, şöyle demiştir: "Yumuşak huylu davranmak,
benim için muzaffer olmaktan daha hoştur."
Bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye, şöyle demiştir: "Ey Umey-ye oğulları!
Kureyşlilerle karşılaştığınızda yumuşak huyluluk göstererek onlardan ayrılın.
Allah'a yemin ederim ki ben, cahilliye döneminde bir adamla karşılaştığımda o
bana elinden geldiğince söverdi. Ben de elimden geldiğince ona yumuşak huyla
mukabele ederdim. Ben geri döner giderdim. O da bana dost olurdu. Yardımını
istediğimde bana yardım ederdi. Düşmanıma karşı saldırıya geçtiğimde o da benimle
beraber saldırıya geçerdi. Yumuşak huyluluk, şerefli kimsenin şerefini azaltmaz.
Onu daha da âlicenâb kılar. Yumuşak huyjuluğun afeti zillettir, fişinin yumuşak
huyluluğu cahilliğini, sabrı da şehvetini alt etmedikçe iyi bir görüş sahibi
olamaz. Kişi bu mertebeye ancak yumuşak huylulu-& kuvveti ile ulaşabilir."
Abdullah b. Zübeyr
dedi ki: "Allah, Hind'in oğlunun (Muaviye'nin) hayrını versin, biz ondan
ayrıldığımızda aslan ondan daha cesur değildi. Aslanın pençesi onunkinden daha
güçlü değildi, ama o yine de bize ilişmezdi. Biz ona hile yapardık ama
yeryüzünde kendisinden daha dahi ve hile yapabilecek başka bir kimse yoktu.
Yine de bize hile ile mukabelede bulunmazdı. Allah'a yemin ederim ki, şu Ebu
Kubeys dağında bir taş bulunduğu sürece biz Muaviye'den yararlanmayı çok
isterdik."
Adamın biri Muaviye'ye
şöyle bir soru sordu:
"İnsanların en
kabiliyetli lideri kimdir?
- İnsanların
kendisinden birşey istenildiği zaman - en cömert olanıdır. Meclislerde en
güzel ahlaklı olanıdır. Kendisine karşı cahilce davranışlarda bulunulduğunda
en yumuşak huylu olanıdır."
Ebu Ubeyde Mamer b.
Müsenna dedi ki: Muaviye, şu beyitlerdeki nasihatlara çok uyardı:
"Beyinsizce adam
öldürmek, yumuşak huyluluk kadar iyi değildir.
Zira yumuşak huylu
kimse, beyinsizi cehalletten geri çevirebilir.
Öfke dolu olsan bile
kimseye karşı beyinsizlik ve cahillik yapma.
Çünkü kötülük, kınanma
sebebidir.
Bir suç işlediği zaman
kardeşinle alakanı kesme,
Zira âlicenab kişi,
kötülüğü bağışlar."
"el-Ahkamu's-Sultaniyye"
adlı kitabında Kadi Maverdî dedi ki: "Muaviye'nin yanına birkaç hırsız
getirildi, ellerini kesti, sonunda bir tanesi kaldı. O da şöyle bir şiir okudu:
"Ey mü'minlerin
emiri, sağ elimin kesilmemesi için senin affına sığınıyorum, elimi çirkin bir
hale sokma.
Eğer suçu örtülürse
elim güzel kalır. Bu güzel eli çirkin bir ayıpla yok etme, hoş olan dünyada
hayır kalmaz, eğer sol elim sağ elimden ayrı kalırsa."
Hırsızın bu şiiri
okuması üzerine Muaviye ona:
- Peki sana ne
yapalım? Oysa arkadaşlarının elini kestik, dedi. Hırsızın annesi de şu
karşılığı verdi:
"Ey mü'minlerin
emiri, oğlumun elini kesmenıekle günah işlemiş olacaksın ama bu günahını da
tevbe ettiğin diğer günahların arasına kat." Bunun üzerine Muaviye,
hırsızı serbest bıraktı. Bu, İslâm tarihinde uygulanmayan ilk had oldu."
Rivayete göre ibn
Abbas şöyle demiştir: "Muaviye'nin insanları nasıl mağlub ettiğini
anladım. Şöyleki: Onlar uçtukları zaman Muaviye düşerdi. Muaviye düştüğü zaman
da onlar uçardı."
Başka bir ravinin
anlattığına göre Muaviye, valisi Ziyad'a şu mealde bir mektub yazıp
göndermişti: "İnsanlara tek düze yumuşak bir politika ile hükmetmek uygun
olmaz. Aksi halde şımarırlar. Aynı şekilde insanlara tek düze şiddet politikası
ile hükmetmek de uygun olmaz. O takdirde insanlar tehlikeli durumlara düşerler.
Ama sen katı ve sert ol. Ben de yumuşak huylu ve merhametli olayım ki bir kimse
korkuya kapıldığı zaman sığınabilecek bir kapı bulsun."
Ebu Misher, Said b.
Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, mü'minlerin annesi
Aişe'nin 80.000 dinar borcunu Ödedi. Ayrıca onun insanlara yaptığı bağışlardan
ötürü üzerine terettüp eden borçları da karşıladı."
Hişam'm babası Urve
şöyle demiştir: "Muaviye, mü'minlerin annesi Aişe'ye 100.000 dinar
gönderdi. O da aynı günde bu parayı yoksullara dağıttı, geriye bir dirhem dahi
kalmadı. Hizmetçisi, Aişe'ye dedi ki:
- Bu paradan bizim
için bir dirhem ayırsaydın da onunla et alsaydık ve iftarını onunla açsaydın
olmaz mıydı?
- Eğer bana
hatırlatsaydın yapardım."
Ata dedi ki:
"Muaviye, Mekke'de bulunan Hz. Aişe'ye 100.000 dirhem değerinde bir kuşak
gönderdi. O da bunu kabul etti."
Zeyd b. Habbab,
Abdullah b. Büreyde'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Hz. Ali'nin oğlu
Hasan, Muaviye'nin yanına geldi. Muaviye, ona: "Sana benden önce kimsenin
vermediği bir armağan vereceğim." dedi ve ona 400.000 dirhem verdi. Hz.
Hasan ile Hüseyin, başka bir kez Muaviye'nin yanma geldiklerinde Muaviye,
onlara hemen 200.000 dirhem verdi ve kendilerine: "Benden önce size bu
kadar para veren kimse olmamıştır." dedi. Hz. Hüseyin de: "Sen de
şimdiye kadar bizden daha faziletli bir kimseye bu kadar para vermiş
değildin." dedi.»
İbn Ebu Dünya,
Muğire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali'nin oğlu Hasan ile
Abdullah b. Cafer, Muaviye'ye haber gönderek ondan mal istediler. Muaviye de
onlara (veya her birine) 100.000 dirhem gönderdi. Hz. Ali, bunu duyunca onlara:
"Utanmıyor musunuz? Adamın gözüne sabah akşam vuruyoruz, sonra da ondan
mal istiyorsunuz? "deyince onlarda dediler ki: "Sen bizi mahrum
bıraktın. Ama o bize cömertlik yaptı."'
Asmaî'den rivayete
göre Hz. Hasan ile Abdullah b. Zübeyr, Muaviye'nin yanma geldiler. Muaviye,
Hz. Hasana: "Ey Rasûlullah'ın oğlu, hoş geldin safa geldin/' dedi ve sonra
ona 300.000 dirhem para verilmesini emretti. Abdullah b. Zübeyr'e de: "Ey
Rasûlullah'ın halası oğlu, hoş geldin safa geldin." dedi ve ona da 100.000
dirhem para verilmesini emretti.
Ebu Merven el-Mervanî
dedi ki: "Muaviye, Ali'nin oğlu Hasan'a 100.000 dirhem gönderdi. O da bu
parayı kendi meclisinde bulunan on kişiye dağıttı, her birine onbin dirhem
düştü."
Mervan, Abdullah b.
Cafer'e de 100.000 dirhem gönderdi. Karısı Patıma, bu parayı Abdullah'tan hibe
olarak istedi. O da bu parayı ona verdi.
Mervan b. Hakem'e de
100.000 dirhem gönderdi. Ö, bu paranın 50.000'ini yoksullara dağıttı.
50.000'inde kendine ayırdı.
Hz. Ömer'in oğluna da
100.000 dirhem gönderdi. O, bu paranın 90.000'ini dağıttı 10.000'ni de kendine
ayırdı. Muaviye, onun iktisatlı olduğunu ve iktisadı sevdiğini söyledi.
Abdullah b. Zübeyr'e
de 100.000 dirhem gönderdi. Abdullah, parayı getiren adama: "Bu parayı
niçin gece değil de gündüz getirdin?" dedi. Sonra bu parayı yanında
alıkoydu, hiç kimseye birşey vermedi. Muaviye, onun cimri ve hilekar olduğunu,
sanki kuyruğunu kaldırıp ipini kesen biri olduğunu söyledi."
Ibn Dab dedi ki:
"Muaviye'nin her sene Abdullah b. Cafer'e 1.000.000 dirhem vermesi
gerekiyordu. Bu parayı Ona öder, ayrıca yüz ihtiyacını da giderirdi. Bir
defasında Abdullah b. Cafer, Muaviye'nin yanma gelmiş, Muaviye, ona parasını
vermiş ve ihtiyaçlarını gidermişti. Sadece bir ihtiyacı kalmıştı. O esnada
Sicista'nın Isbağhandı gelip Mua-viye'den kendisini o beldelere hükümdür
yapmasını istedi. Bu isteğini yerine getirmesi durumunda kendi malından
1.000.000 vereceğini vaad etti. Şahitlerin ve emirlerin huzurunda dolaştı,
hepside Abdullah b. Cafer'e gitmesini tavsiye ettiler. Vali, Abdullah b.
Cafer'in yanma yöneldi. Abdullah ta bu hususta Muaviye ile konuştu. İhtiyacını
tamamladı, böylece yüz ihtiyacı giderilmiş oldu. Katibe emir verdi ve valinin
Sicis-tan'a hükümdar olmasına dair kararnameyi yazdırdı. Abdullah bu kararnameyi
alıp valiye götürdü. Vali, ona temenna secdesinde bulunarak 1.000.000 dirhem
verdi. Abdullah, ona dedi ki: "Sen Allah'a secde et ve malım da evine
götür. Biz öyle bir ailedeniz ki, iyiliği para karşılığında yapmayız."
Muaviye, bu durumdan
haberdar olunca şöyle dedi: "Keşke bu sözü oğlum Yezid söylemiş olsaydı.
Eğer o böyle demiş olsaydı bu, Irak haracını elde etmemden daha hoşuma
giderdi. Şu Haşimil.er, cömertliği hiçbir zaman elden bırakmıyacaklar."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye, her sene Abdullah b. Cafer'e 1.000.000 dirhem
verirmiş, bir ara Abdullah'ın 500.000 dirhem kadar borcu oldu. Alacaklılar
kendisini sıkıştırdılar. Onlardan süre istedi ki, gidip Muaviye'den maaşlarının
bir kısmını avans olarak alıp gelsin ve kendilerine ödesin, Bu amaçla yola
çıktı. Muaviye'nin yanma gitti. Muaviye ona sordu:
- Ey Abdullah b.
Cafer, buraya geliş sebebin nedir?
- Alacaklılarım beni
sıkıştırdılar.
- Borcun ne kadar?
- 500.000 dirhem.
Muaviye, Abdullah'ın
borcunu ödedi. Ve ona şöyle dedi: "Bu 500.000 airhemlik borcunu ödedim,
ayrıca zamanı gelince gelip 1.000.000 dirhem maaşını da tam olarak
alacaksıın."
tbn Said, Muaviye'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ali'nin oğlu Hasan'a hayret ediyorum. Bir
yudum Yemen balını Rume kuyusunun suyu ile içti ve ruhunu teslim etti."
Sonra da tbn Abbas'a şöyle dedi: "Allah seni üzmesin ve hüzünlendirmesin.
Ali'nin oğlu Hasan için kederlenme." Ibn Abbas ta ona şöyle cevap verdi:
"Allah, mü'minlerin emiri Muaviye'yi hayatta bıraktığı sürece beni üzmez
ve kederlendirmez." İbn Abbas'ın böyle demesi üzerine Muaviye, ona
1.000.000 dirhem para ve ayrıca bir miktar da eşya verdi, ona: "Bunları al
ve ailene dağıt." dedi.»
Ebu'l- Hasen
el-Medainî, Seleme b. Muharib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Muaviye'ye
şöyle bir soru soruldu:
- Siz mi daha
şereflisiniz yoksa Haşimoğullan mı?
- Bizde eşraf daha
çoktur, ama onlar daha şereflidirler. Onlarda öyle şerefli bir kimse vardır ki
Abdumeraf oğullarında onun dengi yoktur. Haşim gibisi yoktur. Haşim, vefat
edince biz sayıca ve eşrafça daha çok olduk, ama onlarda Abdülmuttalib vardı ki
bizde onun dengi ve benzeri yoktu. O vefat edince sayımız daha arttı,
eşrafımız daha çoğaldı ama onlarda öyle bir kimse vardı ki onun gibisi bizde
yoktu. O göz doyurucuydu. Sonunda dediler ki: "Bizden bir peygamber
vardır." Peygamber geldi, onun gibisini ne öncekiler, ne sonrakiler
duymuş ve görmüşlerdi. O peygamber, Hz. Muhammed (s.a.v.)'di. «Bu fazilete ve
bu şerefe başka kim ulaşabilir?»
Ibn Ebi Hayseme, İbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Amr b. As,
gördüğü bir rüyayı Muaviye'ye şöyle anlattı: "Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı
rüyamda gördüm. Halifelikleri döneminde yaptıkları işlerin hesabı kendilerine
soruluyordu. Seni de gördüm. Döneminde yaptığın işlerin hesabını iki kişi
soruyordu."
Muaviye, kendisine bu
rüyayı anlatan Amr b. As'a dedi ki: "Peki rüyanda daha neler gördün,
sonra Mısır dinarlarını mı gördün?"
Ibn Düreyd, Utbi'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Amr b. As, Muaviye'nin yanma girdi. Bazı
sahabelerin vefatı sebebiyle ona bir tazi-yet mektubu gelmişti. Muaviye mektubu
okuyunca înnâlillah ve innâ jleyhi raciun "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve
O'na dönücüleriz." dedi. Amr b. As ta ona şöyle dedi: "iyi insanlar
ölüyorlar, sense hayatta kalıyorsun. Ulûm senin üzerinden atlayıp geçiyor, sen
Ölmüyorsun."
Muaviye, ona şu cevabı
verdi:
"Sen hayatta iken
ölmemi mi umuyorsun. Şunu bil ki, sen ölmeden ben ölecek değilim."
İbn Semmak,
Muaviye'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Herkesi razı edebilirim ancak
nimeti çekemeyenleri razı edemem. Nimeti kıskanan kimseleri ancak nimetin
ortadan kalkması memnun eder."
Zührî, Muaviye'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mürüvvet dört şeydedir: İslâm'da iffetli
olmak, malı helal yapmak, kardeşlerin hukukunu korumak, komşunun hakkına
riayet etmek."
Ebu Bekir el-Huzelî
dedi ki: Muaviye şiir söylerdi. Halifeliğe geçince ailesi ona: "Zirveye
ulaştın, amacını elde ettin ama artık şiiri ne yapacaksın?" dedi. O da
bir gün dinlenirken şöyle bir şiir okudu:
"Sefahetimi
noktaladım. Yumuşak huyluluğumu dinlendirdim, tahammülüm sebebiyle kendime
itirazım vardır.
Şundan ki ben, insanı
hasta kılan siyah göz, ihtiyacını gidermeye beni çağırdığı zaman çağrısına
icabet ederim."
Muğire, Şabî'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Oturarak hutbe irad eden ilk adam Muaviye'dir.
Muaviye, göbeği yağ bağladığı ve karnı büyüdüğü zaman oturarak hutbe irad
etmişti."
Yine Muğire,
İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cuma gününde ilk olarak oturarak
hutbe irad eden kişi Muaviye'dir."
Ebu'l-Melih, Meymun'un
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Minberde oturarak hutbe irad eden ilk
hatip Muaviye'dir. Muaviye, oturarak hutbe irad etmek için cemaattan izin
istemişti."
Katade, Said b.
Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ramazan ve kurban
bayramında namaz için ilk olarak ezan okuyup ikamet getiren kişi Muaviye
olmuştur."
Ebu Cafer el-Bakır
dedi ki: "Mekke kapılan kilitsizdi. Mekkeye'ye kapı yaptıran ilk adam
Muaviye'dir."
Ebu'l-Yeman, Zührî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Seneler geçti, hiçbir kafir kişi
Müslüman kişiye mirasçı olamadı. Hiçbir Müslüman kişi de kafir bir kişiye
mirasçı olamadı. İlk olarak Müslümanı kafire mirasçı kılan Muaviye olmuştur.
Ondan sonra Emevüer, bu yolda hüküm vermişlerdir. Nihayet Ömer b. Abdülaziz
hilafete geçti. O, sünnete döndü. Hişam, hilafete geçince Muaviye'nin hükmünü
yeniledi. Ondan sonra gelen Emeviler de aynı şekilde hükmettiler. Seneler
geçti, zimmi kimsenin diyeti, Müslüman kimsenin diyeti kadardı. İlk olarak
zımninin diyetini Müslümamn diyetinin yarısına indiren Muaviye oldu, diyetin
yarısını da kendine aldı."
İbn Vehb, Zührî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Said b. Müsey-yeb-e Rasûlullah'ın ashabını
sordum. O bana dedi ki: Dinle ey Zühri! Ebu Bekir, Ömer, Osman, ve Ali'yi
severek bunların sevgisi üzerine vefat eden ve aşere-i mübeşşerenin Cennetlik
olduğuna şahadet eden, ayrıca Muaviye'ye de rahmet okuyan bir kimseyi hesaba
çekmemesi Allah Üzerine bir haktır."
Said b. Yakub
et-Talikanî, Abdullah b. Mübarek'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Muaviye'nin burnundaki bir toprak zerresi, Ömer b. Abdülaziz'den daha
üstündür."
Muhammed b. Yahya b.
Said dedi ki: İbn Mübarek'e Muaviye'yi sordular. O da şöyle cevap verdi:
Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisi hakkında şöyle dediği bir adam için ne
diyebilirim: "Allah kendisine hamd edeni işitir ve sonra da "Rabbena
ve lekel hamd" diyeni de işitir." İbn Mübarek'e yine soruldu:
"Muaviye'mi daha faziletlidir yoksa Ömer b. Abdülaziz mi?" İbn
Mübarek şu cevabı verdi: "Muaviye'nin burun deliklerinde-ki bir toprak
zerresi, Ömer b. Abdülaziz'den daha hayırlı ve daha faziletlidir."
Başka bir rivayete
göre İbn Mübarek, Muaviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bizde
mihnet vardır, kimin o mihnete öfke ile baktığım görürsek, onu sahabelere kötü
söz söylemiş olmakla itham ederiz."
Muhammed b. Abdullah
b. Anımar el-Musilî ve diğerleri dediler ki: "Muafi b. İmran'a şöyle bir
soru sordular:
- Muaviye'mi yoksa
Ömer b. Abdülaziz mi daha üstündür? Muafi, bu soruya öfkelendi ve soru sahibine
şöyle cevap verdi:
- Sahabelerden birini
tabiilerden biri gibi mi sayıyorsun? Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'m sahabesi,
hısımı, katibi ve Allah'ın vahyi hususunda güvendiği bir sır kabitidir.
Rasûlullah (s.a.v.), bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Ashabımı ve
hısımlarımı bana bırakın (onlara sataşmayın), kim onlara söverse Allah'ın,
meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun."
Ebu Tevbe Rebi b. Nafı
el-Halebî dedi ki: "Muaviye, Muhammed (s.a.v.)'ın ashabının perdesidir.
Kişi perdeyi araladığı zaman ilerisine gitmeye cüret eder."
Meymunî, Ahmed b.
Hanbel'in kendisine şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ey Eba Hasen! Bir
adamın sahabelerden kötü sözle bahsettiğini görürsen, onun Müslümanlığından
şüphe et."
Fadl b. Zeyd dedi ki;
"Muaviye ile Amr b. As'm hakkında kötü sözler sarfeden bir adamın Rafızi
sayılıp sayılmayacağı Ebu Abdullah'a sorulduğunda o şu cevabı verdi: Bu iki
kişinin aleyhinde konuşmaya cüret eden adamın içinde mutlaka kötü bir düşünce
vardır, sahabelerden herhangi biri hakkında kötü sözler sarfeden adamın niyeti
mutlaka kötüdür."
İbn Mübarek, İbrahim
b. Meysere'nin şöyle dediğini rivayet etmişti: "Ömer b. Abdülaziz'in
Muaviye'ye şovenden başka bir kimseye vuruğunu görmedim. Muaviye'ye söven
adama birkaç kırbaç vurdu."
Seleften biri dedi ki:
"Bir ara ben Şam'da bir dağ başında iken görünmezlerden bir ses şöyle
dedi:
"Ebu Bekir
es-Sıddık'a öfke duyan kimse zındıktır. Ömer'e öfke duyan kimse Cehennem'e
defolup gitsin, Osman'a Öfke duyan kimsenin hasmı Rahman olan yüce Allah'tır.
Ali'ye öfke duyan kimsenin hasmı Hz. Peygamber'dir. Muaviye'ye öfke duyan
kimseyi zebaniler kızgın Cehennem ateşine sürüklerler. Onu Cehennem'in
uçurumuna fırlatırlar."
Adamın biri dedi ki:
"Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gördüm, yanında Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali
ve Muaviye vardı. O esnada bir adam oraya geldi. Ömer dedi ki: "Bu adam
bizim aleyhimizde konuşuyor."
Rasûlullah (s.a.v.), o
adamı azarlayıp kovdu. Adam da şöyle dedi: "Ya Rasulallah, ben şunlardan
herhangi birini kötü sözle anmadım, yalnız şu Muaviye hariç." Rasûlullah
(s.a.v.) da o adama: "Yazıklar olsun sana! Muaviye benim ashabımdan değil
midir?" dedi ve bu sözünü üç kez tekrarladı. Sonra Rasûlullah (s.a.v.),
bir mızrak alıp Muaviye'ye verdi ve ona bu adamın, "Ensesine vur,"
dedi. Muaviye de Adamın ensesine mızrakla vurdu. Ben de uykudan uyandım, sabah
erken o adamın evine gittim. Adamın geleceyin boynuna görünmezlerden bir darbe
vurulduğunu gördüm. Ölmüştü. O adam, Raşid el-Kindî idi."
îbn Asakir, Fudayl b.
İyaz'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: 'Muaviye sahabelerdendir, büyük
âlimlerdendir ama dünya sevgisi ile mübte-la oldu."
Utbî dedi ki:
"Muaviye'ye: "Saçın ve sakalın çabuk ağardı." denildi. O da
şöyle karşılık verdi: "Nasıl çabuk ağarmasın ki, sürekli olarak Araplardan
bir adam başıma dikilir, bana bir söz asılar ve o sözün cevabını vermemi
bekler. Eğer doğru cevap verirsem övülmem. Yanlış cevap verirsem o cevabım,
ulaklarla ülkenin dört bir yanma ulaştırılır."
Şabî ile diğerleri
dediler ki: "Muaviye, ömrünün son demlerinde bunadı, abuk sabuk konuşmaya
başladı."
îbn Asakir,
Muaviye'nin azadlısı buruk testisli Hadic'in biyografisinden bahsederken şöyle
demiştir; "Muaviye, güzel ve beyaz tenli bir cariye satın aldı. Cariyeyi
çıplak olarak huzuruna aldı. Elinde bir kırbaç vardı. Cariyenin tenasül
organına kırbaçla işaret ederek "Şu tenasül organı iyi birşey ama benim
buna güç yetirecek bir penisim olsaydı iyi olurdu. Ama sen oğlum Yezid'e
git." dedi. Sonra da: "Hayır! Bana Rabia b. Amir el-Cüreşfyi
çağırın." Rabia b. Âmir fakih idi. Muaviye'nin huzuruna geldiğinde
Muaviye ona şöyle dedi: "Şu cariye çıplak olarak yanıma geldi. Onun
vücudunu şöyle ve şöyle gördüm ama oğlum Yezid'e göndermek istedim, ne
dersin?"
Rabia b. Amir
"Böyle yapma ey mü'minlerin emin! Bu cariye, artık oğlun Yezid'e gidemez,
gitmesi uygun olmaz." dedi. Muaviye de şöyle karşılık verdi: "Ne
güzel bir görüş belirttin." Böyle dedikten sonra Muayiye, o cariyeyi
Rasûlullah'ın kızı Fatıma'nın azatlısı Abdullah b. Mesa-de el-Fezarî'ye hibe
etti. Abdullah, siyah tenli idi. Cariyeyi ona hibe ederken şöyle dedi:
"Bununla evlen ki, çocukların beyaz tenli olsunlar." Bu da
Muaviye'nin araştırmacı ve fıkhı bilen bir kimse olduğunu gösteriyor. Çünkü
daha önce o cariyeye şehvetle bakmıştı. Onun hakkından gelemeyeceğini
anlamıştı. Oğlu Yezid'e hibe etmek istedi ama şu nakledeceğimiz ayet-i
kerimenin yasağından dolayı oğlu Yezid'e hibe etmenin sakıncalı olduğunu
anlamıştı. "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin."
(cn-Nisâ, 22.) Muaviye'nin bu görüşüne Şamlı fakih Rabia b. Amir el-Cüreşî'de
muvafakat etmiştir.
îbn Cerir'in
rivayetine göre Amr b. As, Mısır heyetiyle birlikte Muaviye'nin yanma
gelmişti. Yolda iken arkadaşlarına şöyle demişti: "Muaviye'nin yanma
girdiğinizde ona hilafete özgü selam vermeyin. Çünkü o bundan
hoşlanmıyor."
Amr ve heyeti, huzura
girmek istediler. Muaviye, onları kabul etti. Muaviye, mabeyincisine şöyle
talimat verdi: "Onları içeri al ama içeri alırken onlara sert davran ve
onları korkut. Öyle sanıyorum ki Amr, yolda iken onlara benim hakkımda
küçültücü bazı şeyler söylemiştir." Mabeyinci onları tahkir ederek içeri
aldı. Heyetten biri içeri girerken Muaviye'ye hitaben: "Selam sana ey
Allah'ın Rasûlü!" dedi. Sonra huzurdan çıktıklarında Amr b. As, Muaviye'ye
peygamberlik selamı veren adama çıkışarak şöyle dedi: "Allah sizi
kahretsin, ben ona hilafete Özgü selam vermenizi yasaklamışken siz ona
peygamberliğe has selam verdiniz."
Anlatıldığına göre
adamın biri, evini inşa etmesi için Muaviye'den kendisine 12000 direk vermesini
istemiş, Muaviye de ona şöyle demişti:
- Evin nerede?
- Basra'da.
- Ebadı ne kadar?
- Boyu iki fersah, en
iki fersah.
- Evim Basra'da deme.
Basra benim evimde, de." Anlatıldığına göre adamın biri, oğluyda birlikte
Muaviye'nin sofrasına gelip oturdu. Oğlu yedi. Muaviye, onun oğlunu gözünün
ucuyla süzüyordu. Ancak babası, oğlunu aşın yemekten işaretle men ediyordu.
Fakat oğlu bunu anlamıyordu. Dışarı çıktıklarında babası oğlunu azarladı ve
bir daha da Muaviye'nin sofrasına götürmedi, müteakip gidişte Muaviye, adama
sordu:
Senin o obur oğlun
nerede?
- Rahatsızlandı.
- Onun oburca
yeyişinin kendisini rahatsız edeceğini anlamıştım.
Rivayete göre Muaviye,
bir aba giyinmiş olarak gelip huzurunda duanve kendisi ile konuşan bir adama
küçümseyici nazarla bakmaya a^amış, adam da ona şöyle demişti:
- Ey mü'minlerin
emiri! Sen abaya hitab etmiyorsun, abanın içindeki adama hitab ediyorsun.
- İnsanların en
faziletlisi odur ki, kendisine birşey verildiği zaman şükreder, belaya uğradığı
zaman sabreder, öfkelendiği zaman öfkesini yutar. Güçlü olduğu zaman affeder,
söz verdiği zaman sözünü yerine getirir, kötülük yaptığında bağışlanma
diler."
Medineli bir adam,
Muaviye b. Ebi Süfyan'a şöyle bir mektub yazıp gönderdi: "Erkekler kendi
çocuklarını doğurduklarında, pazuları büyük olan kimse muzdarip olduğunda ve
hastalıklar onun vücuduna bulaşmayı alışkanlık haline getirdiklerinde işte o
hasadını yaptığımız ekin olur."
Muaviye, bu mektubu
alıp okuyunca: "Bu adam öleceğimi bana haber veriyor." dedi.
İbn Ebu Dünya, Sümame
b. Külsüm'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Muaviye'nin en son irad ettiği
hutbe şudur:
"Ey insanlar!
Eken biçer, ben sizin idarenizin başına geçtim ama benden sonra benden daha
hayırlı bir kimse sizin başınıza geçecek değildir. Aksine benden sonra benden
daha şerli bir kimse, sizin başınıza geçecektir. Nitekim benden önceki
idareciniz de benden daha hayırlı idi. Ey Yezid, ecelim yaklaştığında beni
akıllı bir kimseye yıkat. Çünkü akıllı kimselerin Allah katında mertebesi
vardır, o kimse beni rahatça yıkasın ve yüksek sesle tekbir alsın, ondan sonra
sandıktaki bir mendili (bohça) bulup çıkar, o mendilin içinde Rasûlullah
(s.a.v.)'m bir elbisesi ve saçından tırnağından kestiği bazı parçalar vardır, o
kesik parçalan burnumunun, ağzımın, kulağımın, gözümün üzerine koy.
Rasûl-ullah'm elbisesini de kefenimle cildinimin arasına koy. Ey Yezid! Allah'ın
ana baba hakkındaki vasiyetine riayet et. Beni kefenime sarıp mezarıma
koyduğunuzda merhamet edicilerin en fazla merhamet edeni ile başbaşa bırakın."
Kavinin biri der ki:
Muaviye can çekişirken şöyle bir şiir okudu:
"Hayatıma yemin
ederim ki, ben bir süre yaşadım, keskin kılıçların tesiri ile dünya bana boyun
eğdi.
Bana kızıl tüylü
davarlar, otorite ve hakimiyet verildi.
Zorba hükümdarların
hepsi bana teslim oldu.
Beni sevindiren
şeyler, geçmiş zamanda kalan bir hüküm gibi oldu.
Keşke hükümdarlıkta
bir an dahi kalmış olmasaydım.
Parlak yaşantının
lezzetleri için uğraşmasaydım.
Eski püskü elbise
içinde bir süre yaşamış bir insan olsaydım.
Nihayet mezarın
darlığım ziyaret etseydim."
Muhammed b. Sa'd,
Muhammed b. Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye, tam can
çekişine anında malından yarısının Bey-tü'l Mala verilmesini vasiyet etti.
Böyle yapmakla sanki o malı helal yapmak istemişti. Çünkü Hz. Ömer, valilerini
sıkı denetlerdi."
Anlatıldığına göre
Muaviye, ömrünün son demlerinde soğuğa tahammül edemez olmuştu. Üşümemek için
kaim elbiseler giyerdi. Bu da onu rahatsız ederdi. Sonra kuş tüyünden bir
elbise yaptırdı. Bu da ona ağır gelmeğe başladı. Şöyle dedi: "Kahrolsun
senin gibi bir diyara ey dünya. Sana kırk sene hükmettim. Bu kırk senenin
yirmisinde emir olarak, yirmisinde de halife olarak sana hükmettim. Sonra da
böyle oldum. Bu akıbete maruz kaldım. Dünya da onu seven de kahrolsun."
Muhammed b. Sa'd,
Abdülmelik b. Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye'nin
hastalığı ağırlaştığında ve insanlar onun öldüğüne dair dedikoduları
yaydıklarında kendi aile efradına: "Gözlerime sürme sürün, başıma da bolca
yağ sürün." dedi. Onlar da bu emri yerine getirdiler. Başını ve yüzünü yağ
içinde bıraktılar. Sonra onun için oturacağı bir yer hazırlandı. "Beni
birşeye yaslayın." dedi. Sonra da şu emri verdi: "insanların huzuruma
girmelerine izin verin, huzuruma giren herkes ayakta selam versin, hiç kimse
oturmasın." İnsanlar içeri girmeye ve birer birer selam vermeye
başladılar. Onu gözü sürmeli, başı ve yüzü yağlı olarak gören insanlardan bazı
kimseler: "Müzminlerin emiri bu halde iken de insanların en sağlıklısı
dır." dediler. Huzurdan çıkıp gitmelerinden sonra Muaviye, bu hususta
şöyle dedi:
"Hastalığıma
sevinenlere karşı dinç görünmekle zamanın tuzaklarına karşı sarsılmadığımı
göstermek istedim.
Ölüm, pençesini
insanın vücuduna geçirecek olursa, Artık okuyup üflemenin faydasız olduğunu
gördüm."
Muaviye, ömrünün son
deminde bunadı ve aynı günde de vefat etti. Allah, ona rahmet etsin.
Musa b. Ukbe dedi ki:
Ölüm, Muaviye'nin üzerine indiğinde Muaviye şöyle dedi: "Keşke Zi Tuvâ
mıntıkasında yaşayan Kureyşli bir adam olsaydım ve şu emirlik işiyle uğraşmasaydım."
Ebu Saib el-Mahzurm
dedi ki: Muaviye vefat edeceği zaman şairin Şu şiirini okudu:
"Ya Rab! İnceden
inceye hesaba çekersen bu benim azabım olur, fakat azaba tahammülüm yok.
Affedersen ki zaten
sen günahları kumlar kadar olan bir günahkarı affedicisin."
havinin biri dedi ki:
"Muaviye, can çekişirken ailesi onu sağa sola çevirmeye başladı. O da
onlara şöyle dedi: "Siz hangi ihtiyarı sağa sola çeviriyorsunuz? Allah
beni yarın ateşin azabından kurtaracaktır."
Muhammed b. Şirin dedi
ki: "Muaviye, can çekişirken yanağım yere indirdi, sonra yüzünü çevirdi.
Sonra diğer yanağını da yere dayadı. Ağlayıp şöyle dedi: Allah'ım, sen
kitabında diyorsun ki: «Allah, kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz,
bundan başkasını dilediğine bağışlar." (en-Nisâ, 48.) Allah'ım, beni,
affetmeyi ve bağışlamayı dilediğin kimseler araşma kat.»
Utbi, babasının şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Muaviye, vefat edeceği zaman şairin şu beytini
terennüm etti:
"Bu Ölümdür,
ölümden kurtuluş yoktur. Bizim korktuğumuz şey, ölümden sonradır ki daha
korkunç ve daha fecidir."
Muaviye, bu şiiri
okuduktan sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Allah'ım, hatamızı bağışla.
Yumuşak huyluluğunla cahiliyyetimizi affet. Biz senden başkasının affını
ummuyoruz. Senin bağışlaman sınırsızdır. Hata ve günah işleyen kimsenin
hatasından ve gühanmdan kaçıp kurtulabileceği bir yer yoktur. Sadece senin ulu
dergahın vardır."
Ebu Amr b. Alâ da
Muaviye'nin böyle dediğini ve bu duasından sonra vefat ettiğini söylemiştir.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye, böyle dua ettikten sonra bayılmış, sonra ayılınca
aile efradına şöyle demiştir:
"Allah'a karşı
gelmekten sakının. Çünkü yüce Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanı
Cehennem azabından korur. Kendisine karşı gelmekten sakınmayanı Cehennem
azabından korumaz." Böyle dedikten sonra vefat etti. Allah, ona rahmet
etsin.
Ebu Mihnef, Abdülmelik
b. Nevfel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye vefat edince Dahhak
b. Kays minbere çıktı. İnsanlara - Muaviye'nin kefeninden tutarak -hutbe irad
etti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: "Muaviye,
Arapların koruyucusu suru, yardımcısı ve uğurlarına çaba sarfedeni idi. Allah,
onun vasıtasıyla fitneyi yok etti. Onu kullarına hükümdar yaptı. Onun
vasıtasıyla beldelerin fethini müyesser kıldı. Bilesiniz ki, Muaviye vefat
etmiştir. İşte kefeni de şudur. Biz onu bu kefene sararak mezarına koyacağız.
Onunla amelini başbaşa bırakacağız. Sonra da kıyamete dek, berzahın korkunç
âleminde yaşayacaktır. Sizden her kim onun cenaze namazını kılmak istiyorsa,
hemen gelip hazır olsun."
Böyle dedikten sonra
Dahhak, minberden indi ve ulağı, Muaviye'nin oğlu Yezid'e gönderdi ki,
babasının ölüm haberini kendisine iletsin ve Şam'a gelmeye onu teşvik etsin.
Muaviye'nin hicri
altmışına senenin Receb ayında Şam'da vefat ettiği hususunda ihtilaf yoktur.
Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muaviye, hicri altmışıncı senenin receb
ayının bitimine sekiz gece kala perşembe gecesi vefat etmiştir. İbn İshak ile
bazıları böyle demişlerdir. Aynı senenin receb ayının beşinci gecesinde vefat
ettiğini söyleyenler de vardır. Leys, bu görüştedir. Sa'd b. İbrahim ise, receb
ayının başında vefat ettiğini söylemiştir. Muhammed b. îshak ile Şafii'nin
ifadesine göre Muaviye'nin cenaze namazını oğlu Yezid kıldırmıştır.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Muaviye, Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisine giydirdiği bir
elbiseye sarılıp kefenlenmesini vasiyet etmiştir. Rasûlullah'ın kendisine
giydirdiği elbiseyi ölümü için saklamıştı. Ayrıca Rasûlullah'ın saçından ve
tırnaklarından kestiği parçalarının kendi ağzına, burnuna, göz ve kulaklarına
da konulmasını vasiyet etmişti.
Dediler ki: Muaviye
vefat ederken Yezid hazır değildi. Başka yerdeydi. Cenaze namazını Öğle
namazından sonra Dımaşk mescidinde Dahhak b. Kays kıldırdı. Sonra defnedildi.
Bir rivayete göre hükümet konağına, başka bir rivayete göre ise -ki cumhur-u
ulemâ bu görüştedir-Babü's-Sağir mezarlığına defnedilmiştir. Doğrusunu Allah
bilir. Vefat ederken yaşı yetmiş sekizdi. Seksen yaşını aştığı da söylenir ki,
meşhur olan rivayet te budur. Doğrusunu Allah bilir.
Sonra Dahhak b. Kays,
askeri bir birlikle yola çıkarak Yezid b. Mua-viye'yi karşılamaya gitti. Yezid,
o zaman Havarin'de bulunuyordu. Se-niyyetü'l-ukab'a vardıklarında Yezid'in
eşyalarını taşıyan bineklerle karşılaştılar. Yezid de buhtî bir deveye
binmişti. Hüzünlü olduğu açıkça görülüyordu. İnsanlar ona emirlik selamını
verdiler ve babasının ölümü sebebiyle ona taziyetlerini sundular. O da alçak
bir sesle onlara cevap veriyordu. Herkes susmuştu. Onunla sadece Dahhak b.
Kays konuşuyordu. Turna kapısına vardılar. İnsanlar onun bu kapıdan şehre gireceğini
sandılar, ama o bu kapıyı geçti, nihayet Şam'ın doğu kapışma vardı. Buradan
içeri gireceğini söylediler. Çünkü burası Halid'in kapısı idi. Buradan da içeri
girmedi. Nihayet Babü's-Sağire vardı. İnsanlar, babasının mezarına gideceğini
sandılar. Babü's-Sağire vardıklarında bineğinden indi, yaya olarak babasının
mezarına gitti. Babasının defninden sonra cenaze namazını kıldı, sonra döndü.
Mezarlıktan çıkarken halifelere mahsus bineğe bindi. Sonra şehire girdi.
İnsanların toplanmalarım emretti. Hükümet konağına girip yıkandı. Güzel
elbiseler giyindi. Sonra çıkıp insanlara mü'minlerin emiri sıfatıyla ilk
hutbesini irad etti. Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Ey insanlar!
Muaviye, Allah'ın kullarından bir kuldu. Allah, ona nimet bahşetti, yaşattı.
Sonra yanına aldı. O kendisinden öncekilerden daha aşağı derecede idi.
Kendisinden sonrakilerdense daha hayırlı idi. °nu Aziz ve Celil olan Allah'a
karşı tezkiye etmiyorum. Allah, onun dudunu daha iyi bilir. Eğer onu affederse
kendi rahmetiyle affeder. Eger onu azaplandırırsa günahı sebebiyle
azaplandırır. Ben, ondan sonra idarenin başına geçtim, maksadımı elde etmek
uğruna üzülmem Kusurdan Ötürü de kendimi mazur görmem. Allah birşeyi dilerse o
şey olur.
Muaviye,, sizi deniz
gazasına gönderirdi. Ben Müslümanlardan herhangi birini deniz seferine
sevketmeyeceğim. Muaviye, sizi kışın Bizans diyarına gönderip gaza ettirirdi.
Ben herhangi bir kimseyi kışın Bizans diyarına gönderecek değilim. Muaviye,
size maaşlarınızı üçer taksit halinde verirdi. Ben peşin olarak
vereceğim."
Bu konuşmasını
bitirdikten sonra insanlar onun yanından ayrılıp gittiklerinde herhangi bir
kimseyi ondan daha üstün görmüyorlardı.
Muhammed b. Abdullah
b. Abdilhakem, Şafiî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muaviye,
hastalandığı zaman oğlu Yezid'e haber gönderdi. Haberci Yezid'in yanma
vardığında Yezid bineğine binerek yola çıktı ve şu şiiri okudu:
"Postacı bana
çabucak bir mektub getirdi, kalbim onun mektubundan kederle doldu.
Ona: "Yazıklar
olsun sana! Mektubunda ne var ki?" dedik.
"Halife hasta ve
rahatsız olarak akşamı etti." dedi.
Ondan sonra
kalabalığımızla yola çıktık.
Hıza aldırış etmeden
ok gibi daldık.
Yeryüzü sallanıyordu
bizimle veya neredeyse sallanacaktı.
Sanki direklerinden
biri kopmuş olan çadır gibi idi.
Kendisi bir yarın
kenarında duran kişinin,
Hayatının anahtarları
düşecek demektir.
Oraya vardığınızda
kapı kapalıydı.
Remle'nin feryadı
yüreği parçalıyordu.
Kederden sonra kalbim
bir parça yerine geldi.
Ruhum da kederle
dolmuştu.
Hind'in oğlunu göm,
artık şerefle onun peşinden,
Zaten o şerefle
beraberdi. İkisi de birlikte öldüler.
Beyazdı, güzeldi, yüzü
suyu hürmetine yağmur yağması istenirdi.
Kiminle şeref yarışma
girişirse, onu mutlaka yenerdi.
Onun yardığı şeyi
insanlar yamayamadı, bütün gayretlerini sarfet-selerde.
Onun yamadığını ise
yarıp parçalayamazlardı."
Şafii dedi ki:
'"Yezid, bu son iki beyti A'şâ'dan çalmıştır. Yezid babasının ölümünden
sonra Şam'a girdi. Babası ona vasiyette bulunmuştu."
İbn İshak ile birkaç
kişi de böyle demiştir. Ancak cumhur-u ulemaya göre Yezid, babasının vefatından
sonra gelmiştir. Mezarı üzerinde insanlara cenaze namazını kıldırmış tır.
Nitekim bunu önceki kısımlardada anlatmıştık, doğrusunu Allah bilir.
Ebu'l- Verd el-Anberî,
Muaviye için şöyle bir mersiye okumuştu: Allah ondan razı olsun:
"Haberiniz olsun!
Harb oğlu Muaviye'nin ölüm haberini haram ayda (receb ayında) hillin ölüm
habercileri bildirdiler.
Kadın haberciler, her
yolda ve her yerde onun ölüm haberini verip ağıt döktüler. Şiddetli anlardaki
oklar gibi eğilip ölümünü duyurdular.
îşte yıldızlar da
sessiz sedasız gelerek gayretli Muaviye üzerine ağıt döktüler."
Eymen b. Harimde
Muaviye için şöyle bir ağıt yaktı:
"Hadiseler Harb
ailesinin kadınlarını, başı kaldıracak bir sürede
vurdular.
Bu felaket onların
saçlarını ağarttı, beyaz yüzlerini kararttı.
Eğer sen Hind ile
Remlenin yanaklarını tokatlardan ağlayışlarını görsen yaralı bir feryatçının
ağlayışı gibi ağlarsın ki felek ona eşsiz bir tokat vurmuştur." [2]
Muaviye'nin,
Abdurrahman adında bir oğlu vardı ki, Muaviye, onun adıyla künyelenirdi.
Abdullah, adında bir oğlu da vardı. Ancak bu, aklı zayıf bir kimse idi.
Abdurrahman ile Abdullah'ın anneleri Fahite binti Kurza b. Amr b. Nevfel b.
Abdumenaf idi. Bu kadından sonra Muaviye, bunun kızkardeşi Kinve binti Kurza
ile evlendi. Muaviye, Kıbrıs'ı fethederken bu kadın da beraberinde idi.
Muaviye, Naile binti Ammare el-Kelbiye ile de evlendi. O kadını çok beğendi.
Meysun binti Bahdele dedi ki: "İçeri gir ve amcan kızına bak."
Meysun, içeri girdi. Dışarı çıktığında Muaviye, ona Naîle'nin durumunu sordu.
Meysun da şöyle cevap verdi: "Naile, mükemmel bir güzelliğe sahiptir.
Ancak onun göbeğinin altında bir ben gördüm. Anladığım şu ki, göbeğinin altında
ben bulunan bu kadın kocasını öldürür ve kocası, başını onun kucağına yaslamış
iken ölür." Meysun'un böyle demesi üzerine Muaviye, Naile'yi boşadı. Daha
sonra da Habib b. Seleme gidip Naile ile evlendi. Habib'ten sonra da Nu-man b.
Beşir, Naile ile evlendi. Numan öldürüldü ve başı Naile'nin kucağında iken
canını verdi.
Muaviye'nin en
tanınmış oğlu Yezid'dir. Yezid'in annesi Meysun nti Bahdel b. Enif b. Dülce b.
Künafe el-Kelbfdir. Bu kadın, Muavie'in diğer karısı Naile'nin yanma gitmiş ve
onun göbeğinin altında bir olduğunu
Muaviye'ye anlatmıştı. Akıllı, güzel, lider pozisyonunda olan bilgili ve dindar
bir kadındı. Bir gün Muaviye, buruk testisli hizmetçisi ile onun yanına
gitmiş, ancak o hizmetçiyi görünce örtünerek: "Bu adamı niçin beraberinde
getiriyorsun?" demiş, bunun üzerine Muaviye: "O hadımdır, ona
güvenebilirsin" demiş, o da: "Onun testislerinin burulmuş olması,
Allah'ın ona haram kıldığı şeyi helal yapmaz." diyerek ona karşı
örtünmüştü. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mey-sun adındaki bu kadın,
Muaviye'ye şöyle demiştir: "Senin ona işkence yaparak hadım etmen,
Allah'ın ona haram kıldığı şeyi helal yapmaz. Yani ona görünemem."
Bu sebepledir ki
Cenâb-ı Allah, bu kadına mükafat olarak oğlu Ye-zid'i Muaviye'den sonra
hükümdarlığa geçirmiştir.
Ibn Cerir'in
anlattığına göre Meysun adındaki bu kadın, Muaviye'ye Emetü Rabbi'l-Meşarik
adında bir kız çocuk doğurmuştur. Ancak bu kız, küçük yaşta vefat etmiştir.
Ayrıca ikinci kız olarakta Remle'yi doğurmuş ve Hz. Osman'ın oğlu Amr, Remle
ilk evlenmiştir. Remle'nin evi, Samda Ruman sokağı karşısındaki Akabetüssemek
yanında idi. Meysun'un kendi adıyla tanınan meşhur bir değirmeni vardı ve bu değirmen
günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Muaviye'nin Huıd
adında bir kızı daha vardı ki, Abdullah b. Amir bu kızla evlenmiştir. Abdullah,
Şam camii yanındaki Hadra'da gerdeğe girdiğinde Hind ile cinsel ilişkiye girmek
istemiş, ancak Hind ona müsaade etmemiş ve şiddetle karşı koymuştu.
Abdullah'da onu dövmüş, Hind yüksek sesle bağırıp çağırmıştı. Cariyeler onun
sesini işitince fer-yadü figan etmeye, yüksek sesle bağırıp çağırmaya
başladılar. Muaviye, seslerini duyunca yanlarına gitti. Olup bitenleri sordu.
Onlar da: "Hanımefendimizin yüksek sesle çığlık attığını duyduk."
dediler. Muaviye, gerdek odasına girince damadı Abdullah'ın attığı dayağın
tesiri ile kızı Hind'in ağlamakta olduğunu gördü. Damadı Abdullah b. AnuYe dedi
ki: "Yazıklar olsun sana! Böylesi bir kadın, böylesi bir gecede dövülür mü
hiç! Haydi çık buradan!" Damadı Abdullah odadan dışarı çıktı. Muaviye,
kızı ile başbaşa kaldığında ona şöyle dedi:
"Ey kızcağızım!
Bu, Allah'ın sana helal kıldığı koçandır. Sen, şairin şu sözünü işitmedin mi?:
"Beyaz tenli ve
çok utangaç kadınlardandır, haram yolla ona yaklaşmak çok zordur. Helal yolla
yaklaşmaya gelince o itaatkardır."
Böyle dedikten sonra
Muaviye, kızının odasından dışarı çıktı ve dışarıdaki damadı Abdullah'a:
ifHaydi içeri gir. Onu yumuşattım ve teskin ettim. Onu seninle cinsel ilişkiye
hazır hale getirelim." dedi. Damadı Abdullah, içeri girdiğinde karısının
yumuşamış olduğunu gördü. Onunla cinsel ilişkide bulundu. Allah onlara rahmet
etsin.
Hz. Ömer tarafından
atanmış olan Ebu'd-Derda, Muaviye zamanında da Şam'da kadılık yapıyordu. Bu
zat vefat edeceği zaman yerine FuA 1e b Ubeyd'i kadı olarak ataması için
Muaviye'ye tavsiyede bulundu.
7 manla Fudale de
vefat edince Muaviye onun yerine kadı olarak Ebu tdris el-Holanî'yi atadı.
M avive'nin muhafız kıtasının başında
azatlılardan Muhtar adınla"
komutan bulunuyordu. Bu komutanın adının Malik olduğu da Künyesi
Ebu'l-Muharib idi. Himyerlilerden bir azatlı idi. Mu-
Vz kıtası teşkil eden
ilk hükümdar Muaviye olmuştur. a Vfuaviye'nin mabeyincisi, azatlılarından Sa'd
adında biri idi. Muaviye'nin güvenlik kuvvetlerinin komutanı Kays b. Hamza, on-
A sonra Zemil b. Amr el-Özrî, ondan sonra da
Dahhak b. Kays El-Fihrî
İslerini konuştuğu
kimse de Sercun b. Mansur er-Rumî idi. İlk defa Divanu'l-Hatem edinen hükümdar
Muaviye oldu. Mektupları mühürlendi. [3]
Hicretin altmışıncı
senesinde vefat ettiği söylenen şahsiyetlerden biri de Safvan b. Muattal b.
Rahasa b. Müemmil b. Huzai Ebu Amr'dir. Bu zat, ilk olarak Müreysi gazvesine
katılmıştı. Bu gazvede artçı kuvvetler arasında bulunuyordu Hz. Aişe'ye
iftirada bulunanlar, Hz. Ai-şe'nin bununla ilişkide bulunduğunu iddia
etmişlerdi, ancak Cenâb-ı Allah, bu zatı da Hz. Aişe'yi de temize çıkardı,
suçsuz olduklarını ilan etti. Müslümanların önde gelen şahsiyetlerindendi,
uykusu ağır bir kimse idi. Çoğu kez uyandığında güneş doğmuş olurdu,
uyanamazdı. Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demişti: "Uyandığında namaz
kıl." Safvan, şehid olarak Öldürüldü. [4]
Asü adı Abd b. Süved
el-Holanf dir. Yemen'in Holan beldesindendir. Esved el-Ansî adındaki yalancı
peygamber onu, peygamberliğine inanmaya çağırdı ve ona şöyle dedi:
- Benim, Allah Rasûlü
olduğuma şahadet eder misin?
- Ben, Muhammed'in
Allah Rasûlü olduğuna şahadet ederim. Böyle cevap vermesi üzerine Esved
el-Ansî, onun için ateş yaktırdı
ve onu ateşe attı. Ne
var ki ateş ona zarar vermedi. Allah, onu ateşten korudu. Ebu Müslim, bu
bakımdan İbrahim Halil peygambere benzemektedir.
Sonra hicret etti.
Rasûlullah (s.a.v.)'m vefat etmiş olduğunu gördü. Hz- Ebu Bekir'in yanına
gitti. Hz. Ebu Bekir onu kendisi ile Örneğin arasına oturtu. Ömer, onun için
şöyle dedi: "Muhammed ümmetinde Ibrahim Halil peygamber gibi ateşten
kurtarılan bir insanı görmeden beni öldürmeyen Allah'a hamdolsun." Böyle
dedikten sonra Ebu Müslim'in alnından öptü. Ebu Müslim'in birçok harika halleri
ve mükaşefeleri vardı. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, onun bu
hallerini daha iyi bilir.
Anlatıldığına göre
hicri altmışıncı senede Numan b. Beşir de vefat etmiştir. Kuvvetli rivayete
göre o bu seneden sonra vefat etmiştir. Yüce Allah dilerse bunu ilerde de
açıklayacağız. [5]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/198-201.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/202-241.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/241-243.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/243.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/243-244.