Muaviye Oğlu Yezid Ve Zamanında Cereyan Eden Olaylar. 1

Hüseyin B. Ali'nin Emirlik Talebi İle Mekke'den Çıkışı Ve Şehid Edilişi 5

Hz. Hüseyin'in Irak'a Gidişi 17

Hicretin Altmışbirinci Senesi 32

 

Muaviye Oğlu Yezid Ve Zamanında Cereyan Eden Olaylar

 

Babası Muaviye'nin hicri altmışıncı senede vefatından sonra Receb ayında halife olarak kendisine bey'at edildi. Yezfd, hicri yirmialtına se­nede doğmuştu. Kendisine bey'at edildiğinde yaşı otuzdört idi. Babası­nın atamış olduğu valileri görevlerinde bıraktı, onlardan hiçbirini azlet­medi. Bu da onun zekasını isbatlar.

Hişam b. Muhammed el-Kelbî, Ebu Mihnef Lut b. Yahya el-Küfi el-Ahbarî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yezid, hicri altmışıncı sene­nin receb ayı başında hilafete geçti. O dönemde Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan, Küfe valisi Numan b. Beşir, Basra valisi Abdullah b. Ziyad, Mekke valisi Amr b. Said b. As idi. Halifeliğe geçtiğinde Yezid'in yegane düşüncesi, veliahtlığını içlerine sindiremeyen ve bu yüzden Mu-aviye'ye itaat etmeyen kimselerle uğraşmaktı. Bu amaçla Medine valisi Velid b. Utbe'ye şu mealde bir mektub yazıp gönderdi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla

Mü'minlerin emiri Yezid'den Velid b. Utbe'ye. Muaviye, Allah'ın kullarından bir kul idi. Allah, ona ikramda bulundu, onu halifeliğe ge­çirdi. Ona imkanlar bahşedip üstünlükler verdi. O da bir süre yaşadı ve eceliyle Öldü. Allah, kendisine rahmet etsin. Övgüye layık olarak yaşa­dı. İyi, takvalı ve temiz bir insan olarak vefat etti. Vesselam."

Yezid ayrıca küçük bir sayfaya şu ibareyi de yazdırarak Medine va­lisine göndermişti: "Hüseyin, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyri yakala, bey'at etmelerini sağla. Aksi takdirde onları müsamahasız ve sert bir şekilde derdest et, hapse at ki bey'at etsinler vesselam."

Muaviye'nin ölüm haberini alan Medine valisi Velid, şok geçirdi, çok üzüldü. Mervan'a haber göndererek yanına çağırdı. Yezid'in mektubu­nu ona okudu ve yakalanmalarını istediği bu adamların durumu hak­anda fikrini sordu. Mervan da ona şu teklifte bulundu. "Muaviye'nin °iümünü Öğrenmelerinden önce bey'at için onlan çağırmanı teklif edi­yorum. Eğer bey1 ata yanaşmazlarsa boyunlarını vurursun."

Veüd, hemen Abdullah b. Amr b. Osman'ı Mescid-i Nebevfde bulu-

^ Hüseyin ile İbn Zübeyr'e gönderdi. Abdullah, onlara: "Emre uyun"

«eaı. Onlar da: "Haydi sen git, biz hemen valinin yanma geliyoruz." de-

Uer- Abdullah yanlarından ayrılınca Hüseyin, Abdullah b. Zübeyr'e:

"Öyle sanıyorum ki bunların azgınları (Muaviye) ölmüştür." dedi. İbn Zübeyr de: "Ben de senin dediğinden başka birşey olduğunu sanmıyo­rum." dedi. Sonra Hüseyin kalktı, arkadaşlarım da yanma alarak valili­ğe geldi. İçeriye girmek için izin istedi. Kendisine giriş izni verildi. Yal­nız başına içeri girdi. Arkadaşlarını kapı önüne oturttu ve onlara: "Sizi kuşkulandıran birşey duyarsanız hemen içeri girin." dedi. İçeri girip se­lam verdi ve oturdu. Mervan da valinin yanındaydı. Vali Velid b. Utbe ona Yezid'in mektubunu uzattı. Muaviye'nin vefatını bildirdi. Hüseyin de: "İnnâlillâh ve innâ ileyhi raciûn. Allah, Muaviye'ye rahmet etsin, ba­şınız sağolsun" dedi. Velid, onu Yezid'e bey'at etmeye çağırdı. Hüseyin ona şu karşılığı verdi:

- Benim gibi biri gizlice bey'at etmez ve benim gizlice yapacağım beratımı yeterli göreceğinizi de sanmıyorum. Ama insanlar toplandık­larında onlarla birlikte bizi de bey'ata davet edersin. Böylece hep birlik­te bey'at etmiş oluruz.

Velid huzursuzluk istemeyen bir kimse idi. Hüseyin'e dedi ki: "Şimdi Allah'ın adı üzere buradan çıkıp git. İnsanlar toplandığında yanımıza gelirsin."

Orada bulunan Mervan da Velid'e şöyle dedi: "Vallahi Hüseyin se­nin yanından be/atsız olarak ayrılıp giderse, seninle onun arasında çok savaşlar olacak ve ölümler çoğalacaktır. Sen onu hapset, dışarıya bırak­ma. Taki bey'at etsin. Yoksa ben onun boynunu vururum." Bu söz üzeri­nize Hüseyin, ayağa kalktı ve Mervan'a şöyle dedi: "Ey Zerka'nın oğlu, sen mi beni öldüreceksin? Vallahi yalan söyledin ve alçaldm." Böyle de­dikten sonra Hüseyin, valilikten ayrılıp evine gitti. Mervan, Velid'e şöy­le dedi:

- Vallahi artık Hüseyin'i göremezsin.

- Allah'a yemin ederim ki ey Mervan, ben, Hüseyin'i öldürdükten sonra dünya ve içindeki her şey benim olsa da hoşuma gitmez. Sübha-nallah, "bey'at etmiyorum." dediği için mi Hüseyin'i öldüreceğim? Al­lah'a yemin ederim ki Hüseyin'i öldüren adamın terazisi kıyamet gü­nünde hafif gelecektir, ben buna kesinlikle inanıyorum.

Velid, Abdullah b. Zübeyr'e de gelip bey'at etmesi için haber gönder­di. Ancak o gelmedi ve bir gün bir gece gecikti. Sonra Abdullah b. Zübeyr, arkadaşlarıyla birlikte kardeşi Cafer'i de yanma alarak Für' yoluyla Mekke'ye yöneldi. Velid, Abdullah b. Zübeyr'in peşine piyade ve süvari­ler gönderdiyse de onlar Abdullah'ı geri getiremediler. Cafer, kardeşi Abdullah'a yolda gitmekte iken Sabure el-Hanzelî'nin şu şiirini okudu:

"Her ana çocuğu bir akşam geceye vardıklarında arkalarında bir tek adamdan başka kimse kalmayacaktır."

Abdullah, bu şiiri okuyan kardeşi Cafer'e dedi ki:

- Sübhanalîah! Sen bu şiiri hangi maksatla okudun?

- Vallahi senin hoşuna gitmeyecek birşeyi kasdetmedim.

- Eğer dilinin üzerine öylece gelmiş ve kayıp gitmiş olsa bile ben bu şiirden hoşlanmadım."

Abdullah b. Zübeyr'in bu şiirden uğursuzluk sezdiğini söylemişler­dir.

Velid, Abdullah b. Zübeyrle meşgul olduğu için Hz. Hüseyin'le fazla

uğraşamadı. Ona her haber gönderişinde Hz. Hüseyin hele bekle göre­lim, dedi. Sonra aile efradını ve çocuklarını topladı. Bu senenin receb ayının ikinci gecesinde yani İbn Zübeyr'in çıkışından bir gece sonra Me­dine'den yola çıktı. Kardeşi Muhammed b. Hanefîye'den başka onun ka­filesine katılmayan olmadı. Muhammed b. Hanefiye ona şu öğüdü verdi:

"Vallahi ey kardeşim sen, yeryüzündeki insanlar arasında benim için en kıymetli olan bir kimsesin. Ben sana şu öğüdü veririm ki, şu şe­hirlerden hiç birine girme. Aksine, çöllerde ve kumsalda yaşa. İnsanla­ra haber gönder. Eğer sana bey'at ederlerse ve etrafında toplanırlarsa, o zaman şehire gir. Ama mutlaka şehirde kalacağım dersen o zaman Mekke'ye git. Orada hoşlandığın bir manzara ile karşılaşırsan ne alâ. Aksi takdirde kumsallara ve dağlara çık." Hz. Hüseyin kendisine bu öğüdü veren kardeşi Muhammed'e şöyle dedi: "Allah, sana hayır müka­fat versin, nasihat verdin ve şefkatli davrandın." Bundan sonra Hz. Hü­seyin, Mekke yoluna koyuldu. Mekke'de Abdullah b. Zübeyrle bir araya geldi.

Medine valisi Velid, Abdullah b. Ömer'e haber göndererek "Yezid'e bey'at et." dedi. Abdullah b. Ömer de: "Herkes bey'at ederse ben de bey'at ederim." deyince orada bulunan bir adam şöyle dedi: "Sen insan­ların ihtilafa düşmelerini, yok oluncaya kadar birbirlerini öldürmeleri­ni istiyorsun. Senden başkası da ortada kalmayınca sana bey'at etsinler öyle mi?" Abdullah b. Ömer: "Bu söylediklerinden hiçbirini sevmiyorum ama insanlar bey'at ederlerse, benden başka bey'at eden kalmazsa o za­man ben de Yezid'e bey'at ederim." dedi.

Vakidî dedi ki: "Muaviye'nin ölüm haberi geldiğinde Abdullah b. Ömer, Medine'de değildi. Aksine o, İbn Abbasla birlikte Mekke'de idi. ikisi birlikte Mekke'den gelmekte iken Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Zü­beyr onlarla karşılaştılar. Abdullah b. Ömer, Hüseyin ile Abdullah b. Zübeyr'e sordu:

- Geldiğiniz yerlerde ne haber var?

- Muaviye öldü, oğlu Yezid'e bey'at edildi.

- Allah'a karşı gelmekten sakının. Ondan korkun, Müslüman ce­maati tefrikaya düşürmeyin."

Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbasla birlikte Medine'ye geldi. Çe-Şitli vilayetlerin bey'atı geldiğinde Abdullah b. Ömer de diğer halkla bir-^t  Yezid'e bey'at etti.

Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Zübeyr, Mekke'ye geldiler. Orada Amr b. Said b. As'ın vali olduğunu gördüler. Ondan korkup: "Biz şu Beyt'e sı­ğınmaya geldik." dediler.

Bu senenin yani hicri altmışıncı senenin ramazan ayında Yezid b. Muaviye, Velid b. Utbe'yi - pasifliğinden dolayı- Medine valiliğinden az­letti. Medine valiliğini, Mekke valisi bulunan Amr b. Said b. As'ın uhde­sine verdi. Kendisi de ramazan ayında Medine'ye geldi. Zilkade ayında geldiği söylenir. Çok gururlu ve kibirli idi. Kardeşinin düşmanı olan Amr b. Zübeyr'i de kardeşi Abdullah b. Zübeyr*e musallat kıldı ki onunla savaşsın ve onu bütün imkanlarından mahrum bıraksın. Amr b. Said, Abdullah b. Zübeyr'le savaşmaları için Mekke'ye askeri birlikler gön­dermeye başladı.

Buharî ve Müslim'in sahihlerinde sabit olan bir rivayette anlatıldı­ğına göre Ebu Şüreyh el-Hüzaî Mekke'ye askeri birlikler göndermekte olan Amr b. Said'e şöyle demiştir:

"Ey vali! Bana izin ver de Rasûlullah (s.a.v.)'ın Mekke'yi fethedişi-nin ertesi gününde söylediği ve benim de kulaklarımla işitip kalbime yerleştirdiğim şu hadisi sana söyleyeyim: Rasûlullah (s.a.v.), Allah'a hanıdü senada bulunduktan sonra şöyle demişti: "Doğrusu Mekke, Al­lah'ın saygın kıldığı bir beldedir, insanlar orayı saygın kılmış değiller­dir. Ve benden önce Mekke'de savaşmak hiçbir kimseye helal kılınmış değildir ve benden sonra da hiçbir kimseye helal kılınacak değildir. Ba­na da ancak gündüzün bir vaktinde burada savaşmak helal kılınmıştır ve sonra Mekke, dünkü saygınlığına kavuşmuştur. Dünkü gibi saygın olmuştur, burada bulunanlar, bulunmayanlara bunu tebliğ etsinler." Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur: "Eğer herhangi bir kimse," Rasûlullah (s.a.v.), Mekke'de sa­vaştı." diyerek bunu bir ruhsat olarak ileri sürüp Mekke'de savaşmak isterse ona şöyle deyin: "Doğrusu Cenâb-ı Allah, bu hususta Rasûlüne izin verdi, size izin vermedi."

Hadisin ravisi Ebu Şüreyh'e dediler ki: "Bu hadisi kendisine naklet­tiğin Amr b. Said sana ne dedi?" Ebu Şüreyh şu cevabı vermişti: "Amr b. Said, bana dedi ki: "Ey Ebu Şüreyh! Biz bunu senden daha iyi biliyoruz. Doğrusu Harem, asi kimseyi, eli kanlı katili ve tahripçiyi barındırmaz." Vakidî dedi ki: Amr b. Said, Medine güvenlik kuvvetleri komutanlı­ğına Amr b. Zübeyr'i atadı. Amr da kardeşi Abdullah'ın arkadaşlarını ve onun fikirdaşlarım araştırdı. Onları yakalayıp öldürdü. Öyleki, vurdu­ğu adamlar arasında kardeşi Münzir b. Zübeyr de vardı. O, kardeşi Ab­dullah b. Zübeyr'i gümüş zincirlere bağlamış olarak yakalayıp halife Ye-zid'in huzuruna götürmek mecburiyetinde idi. Münzir b. Zübeyr, oğlu Muhammed b. Münzir, Abdurrahman b. Esved b. Abdi Yeğus, Osman b. Abdullah b. Hakim b. Hizam, Ubeyd b. Abdullah b. Zübeyr, Muhammed h Ammar b. Yasir ve diğerlerini vurdu. Bunları elli ile altmış arasında kırbaç darbeleri ile vurup incitti. Abdurrahman b. Osman et-Teymî ve Abdurrahman b. Amr b. Seni, birkaç kişi ile birlikte Mekke'den kaçtılar. Sonra Yezid, Abdullah b. Zübeyr'in yakalanması için Said'e kuvvetli bir muhtıra gönderdi. Bey'at etse bile mutlaka yanına gönderilmesini, altın veya gümüş bir bağa bağlanarak bornozunun altında saklanıp yanında getirilmesini ve mutlaka sesini duymak istediğini söyledi.

Abdullah b. Zübeyr, Haris b. Halit el-Mahzumî'nin Mekkelilerle na­maz kılmasını men etmişti. Abdullah, o zaman Amr b. Said tarafından Mekke'ye vali vekili olarak atanmıştı. O esnada Amr b. Said, Abdullah b Zübeyr'in yakalanması amacıyla Mekke'ye bir müfreze göndermeye karar verdi. Bu hususta Arar b. Zübeyr ile müşavere yaptı. Abdullah b. Zübeyr'le savaşması için Mekke'ye kimi göndermesinin uygun olacağı­nı sordu. Amr b. Zübeyr de ona: "Abdullah b. Zübeyr'i yola getirmek için benden daha uygun birini Mekke'ye gönderemezsin." dedi. Bunun üze­rine Amr b. Said, Amr b. Zübeyr'i müfrezenin başına komutan yaptı. Ön­cü kuvvetlerin başına Enis b. Amr el-Eslemf yi tayin etti. Müfreze 700

savaşçıdan ibaretti.

Vakidî dedi ki: Bunları bizzat Yezid b. Muaviye'nin kendisi tayin et­ti ve bu tayin emrini de Amr b. Said'e gönderdi. Enis, Cürf te ordugah kurdu. Mervan b. Hakem, Amr b. Said'e, Mekke'ye girip savaşmamasını tavsiye etti. îbn Zübeyr'i orada bırakmasını istedi, yakın zamanda şayet öldürülmese zaten kendisinin öleceğini ifade etti. Abdullah'ın kardeşi Amr b. Zübeyr de şöyle dedi: "Kim kabul etmese etmesin, Allah'a yemin ederim ki, Ka'be'nin içinde de olsa Abdullah'la savaşacağız"

Mervan: "Vallahi bu benim hoşuma gider." dedi. Enis yola çıktı. Amr b. Zübeyr de diğer askerlerle -M bunların sayısı 2000 idi- onun peşinden yola çıktı. Nihayet Ebtah'a gidip konakladı. Başka bir rivayete göre Ab­dullah'ın Safa'daki evinin yanında konakladı. Enis, Zi-Tuva'ya indi. Amr b. Zübeyr, insanlara namaz kıldırıyordu. Kardeşi Abdullah ta ar­kasında kılıyordu. Amr, kardeşine şu haberi gönderdi: "Halife Yezid'in yeminini yerine getir. Boynunda altın veya gümüş bir zincir olarak onun huzuruna git. İnsanların birbirini vurmalarına fırsat verme. Al­lah'tan kork. Sen haram bir beldedesin."

Abdullah ta kardeşi Amr'a: "Seninle mescidin yanında buluşalım." dedi. Abdullah b. Zübeyr, Abdullah b. Safvan b. Ümeyye'yeyi bir müfre­ze ile gönderdi. Bunlar Amr b. Enis el-Eslemî ile savaştılar. Enis'i ağır kir yenilgiye uğrattılar. Arkadaşları, Amr b. Zübeyr'in etrafından dağı-£P gittiler. Amr da İbn Alkame'nin evine kaçtı. Onu, kardeşi Ubeyde b. Zübeyr himayesine aldı. Kardeşi Abdullah b. Zübeyr, onu ayıplayıp kı­nayarak: "Boynunda insanların hukuku bulunan bir kimseyi mi hima­yene alıyorsun?" dedi. Sonra onun Medine'de dövdüğü adamları yanına alarak -Münzir b. Zübeyr ile oğlu Haris- onu vurdu. Bu ikisi Amr'dan haklarını almak ve ona kısas tatbik etmek istemediler. Abdullah b. Zü­beyr de kardeşi Amr b. Zübeyr'i Arim'le birlikte hapse attı. Bu hapse Arim hapishanesi denildi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Amr b. Zübeyr, kırbaç altında can verdi. Doğrusunu Allah bilir. [1]

 

Hüseyin B. Ali'nin Emirlik Talebi İle Mekke'den Çıkışı Ve Şehid Edilişi

 

Önce onun biyografisinden, daha sonra da menkibe ve faziletlerin­den bahsederek konuyu detaylı olarak ele alacağım.

Hz. Hüseyin'in soy kütüğü şöyledir: Hüseyin b. Ah" b. Ebi Talib b. Ab-dülmuttalib b. Haşim Ebu Abdullah el Kuraşi el- Haşimî. Kerbela'da şe­hit düşmüş olup Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatımatü'z-Zehra'dan doğan torunudur. Onun dünyadaki kokulu çiçeğidir. Hz. Hüseyin, kardeşi Ha-san'dan sonra doğmuştur. Hasan, hicretin üçüncü senesinde doğmuş­tur. Bazıları dediler ki: "Hüseyin ile Hasan'm doğumları arasında anne­lerinin sadece bir temizlik dönemi ve hamilelik dönemi vardır. Hüseyin, hicri dördüncü senenin şaban ayının beşinci gecesinde doğmuştur."

Katade dedi ki: Hüseyin, hicri altıncı senenin beşinci ayının ortala­rında doğmuştur. Hicri altmışbirinci senenin muharrem ayının aşure giinü olan cuma gününde öldürülmüştür. Öldürülürken elli dört buçuk yaşında idi. Allah ondan razı olsun."

Rivayet olunduğuna göre Hüseyin doğduğunda Peygamber (s.a.v.), onun damağına birşeyler sürmüş, ağzına tükürmüş, onun için hayır du­ada bulunmuş ve ona Hüseyin adını takmıştır. Oysa daha önce babası Ali, ona Harb adım (başka bir rivayete göre Cafer adını) takmıştı. Anla­tıldığına göre babası ona doğumunun yedinci gününde isim vermiş ve onun için akika kurbanı kesmiştir.

Rivayete göre Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: "Baş ile göğüs kısmı ara­sında Hasan, Rasûlullah (s.a.v.)'e çok benzerdi. Bundan aşağı kısımlar­da da Hüseyin, Rasûlullah'a çok benzerdi."

Zübeyr b. Bekkar, Muhammed b. Dahhak el-Hizamfnin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir: "Hasan'm yüzü Rasûlullah'm yüzüne benzerdi. Hüseyin'in bedeni de Rasûlullah'm bedenine benzerdi."

Muhammed b. Şirin ile kızkardeşi Hafsa, Enes'in şöyle dediğini ri­vayet etmişlerdir. Ben, İbn Ziyad'ın yanındaydım. Hüseyin'in başı geti­rildi. Elindeki bir değneği Hüseyin'in burnuna değdirdi ve: "Bunun ka­dar güzel birini görmedim." dedi. Ben de kendisine dedim ki: "Bu, ehl-i °eyt arasında Rasûlullah'a en çok benzeyen kimseydi."

Süfyan dedi ki: Ubeydullah b. Ziyad'a dedim ki:

- Hüseyin'i gördün mü?

- Evet, saçı ve sakalı simsiyahtı. Sadece çenesinin ön kısmındaki birkaç tel siyah değildi, bilemiyorum, bunları kasıtlı olarak mı kına ile boyamıştı, yoksa Rasûlullah'a benzemek için mi Öyle bırakmıştı. Belki de o tellerden başka ağarmış tel yoktu." İbn Cüreyc, Ömer b. Ata'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in vücuduna, dövme yaptırdığını gördüm, o zaman o altmış yaşındaydı, saçı ve sakalı simsiyahtı."

Şimdi de iki zayıf yol ile rivayet edilen şu hadise gelelim: Fatıma, Ölümle sonuçlanan hastalığında Rasûlullah (s.a.v.)'dan, oğulları Hasan ile Hüseyin için bir bağışta bulunmasını istedi. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle buyurdu: "Hasan'a heybet ve liderliğimi veriyorum. Hüseyin'e de cesaret ve cömertliğimi veriyorum." Ancak bu hadis sahih değildir. Mu­teber hadis kitablarmda buna rastlanmamıştır. Hüseyin, Peygamber (s.a.v.)'m zamanında beş sene kadar yaşamıştır. Kendisinden hadisler rivayet edilmiştir. Müslim b. Haccac, onun Peygamber (s.a.v.)'i görmüş olduğunu söylemiştir. Salih b. Ahmed b. Hanbel ise, babası İmam Ah-med'in Hz. Hasan hakkında: "O güvenilir bir tabii idi." dediğini rivayet etmiştir. Ancak bu garip bir rivayettir. Hele Hz. Hüseyin'in tabii oldu­ğunu söylemek hayli gariptir.

İleriki bölümlerde Rasûlullah (s.a.v.)'m Hasan ile Hüseyin'e kıymet göstermiş olduğunu, onlara sevgi ve şefkatini izhar etmiş olduğunu an­latacağız. Kısaca anlatmak istediğimiz şudur ki Hüseyin, Rasûlullah (s.a.v.)'la aynı zamanda yaşamış, vefatına kadar onun yanında bulunup sahabesi olmuştur. Rasûlullah (s.a.v.), vefat ederken ondan razı idi ama o küçük yaştaydı. Sonra Ebu Bekir, halifeliğe geçtiğinde Hüseyin'e ik­ramda bulunup saygı gösterdi. Ömer ile Osmanda ona ikramda bulu­nup saygı gösterdiler. Hz. Hüseyin, babası ile beraber oldu. Ondan ha­dis rivayet etti. Bütün gazalarında, Cemel ve Sıfnn savaşlarında onunla beraber oldu. Saygı gören, ağır başlı bir kimse idi. Şehid edilişine kadar babasına itaatkar oldu. Halifelik, Hz. Hasan'a intikal edip te o Muaviye ile barışmak istediğinde bundan çok rahatsız oldu. Bu iş onun ağrına gitti. Kardeşi Hasan'm bu konudaki görüşünü tasvib etmedi. Aksine onu Şamlılarla savaşmaya kışkırttı. Kardeşi Hasan, ona şöyle dedi: "Vallahi seni bir eve hapsetmek, kapıyı üzerine kilitlemek istedim ki, Şamlılarla şu işi bitirdikten sonra seni serbest bırakayım."

Hüseyin, kardeşinin bu görüşte olduğunu anlayınca sustu ve teslim oldu.

Halifelik yalnız başına Muaviye'nin eline geçtiğinde Hüseyin, kar­deşi Hasan'la birlikte Muaviye'nin yanına giderdi. Muaviye, onlara faz­lasıyla ikramda bulunur ve: "Hoşgeldiniz, safa geldiniz." derdi. Onlara bolca bağışta bulunurdu. Bir gün onlara 200.000 dirhem vermişti. Ve­rirken de: "Alın, işte ben Hind'in oğluyum. Allah'a yemin ederim ki, benden önce hiç kimse size bu kadar para vermediği gibi benden sonra da hiç kimse vermeyecektir." dedi. Hz. Hüseyin de şu karşılığı verdi: "Al­lah'a yemin ederim ki, sen de şimdiye kadar bizden daha faziletli kimse­ye bağışta bulunmadığın gibi bundan sonra da bizden daha faziletli kimseye bağışta bulunamayacaksın."

Hz. Hasan vefat edince Hz. Hüseyin, her sene Muaviye'nin yanma gelir, Muaviye ona bağışta bulunur ve ikram ederdi. Hicretin ellibirinci senesinde Muaviye'nin oğlu Yezid'in Kostantiniyye'ye tertiplediği gaza­da askerler arasında Hz. Hüseyinde bulundu. Muaviye'nin sağlığında Yezid'in veliahtlığı için bey'at alındığında Hüseyin ona bey'ata yanaş­mayanlardandı. Bu hususta Abdullah b. Zübeyr, Abdurrahman b. Ebu Bekir, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas'la birlikte hareket etti. Sonra Abdurrahman b. Ebu Bekir, bu görüşte iken vefat etti. Hicretin altmışıncı senesinde Muaviye vefat edip Yezid'e halifelik için bey'at edildiğinde Abdullah b. Ömer ile Abdullah b. Abbas bey'at ettiler, ancak Hüseyin ile Abdullah b. Zübeyr muhalefete devam ettiler. Medine'den kaçıp Mekke'ye gittiler ve orada ikamet ettiler. İnsanlar gelip Hüse­yin'in etrafında toplandılar. Onun meclisine devam ettiler. Sözlerini dinlediler.

Muaviye'nin vefat ettiğini ve Yezid'in halifeliğe geçtiğini duydukla­rında insanlar onun etrafında yer aldılar. Abdullah b. Zübeyr'e gelince o, Ka'be yanındaki musallasına devam etti. Bu arada diğer insanlarla birlikte Hüseyin'in yanma gelmeye başladı. Hz. Hüseyin, hayatta iken içindeki duyguları dışa vurmaya ve hareket etmeye imkan bulamadı. Çünkü insanların Hz. Hüseyin'e daha fazla saygı gösterdiklerini ve ken­disinden öncelikli olduğunu kabul ettiklerini biliyordu. Yalnız şu var ki müfrezeler onun için Mekke'ye gönderiliyordu. Ama Cenâb-ı Allah -ön­ce anlattığımız gibi- o müfrezelere karşı Abdullah b. Zübeyr'i muzaffer kıldı. Mekke'ye gelen birlikler mağlup olarak geri çekildiler. Abdullah b. Zübeyr de kendisini mahvetmek isteyen Yezidilere karşı kuvvetlendi. Kardeşi Anır b. Zübeyr'i vurup hapse attı. Ona misillimede bulundu ve onu tekdir etti. O esnada Abdullah b. Zübeyr İn Hicaz'da namı yüceldi, ünü yayıldı. Bütün bunlara rağmen insanlar nezdinde itibarı Hüse­yin'in ki kadar olamadı. Şanı çok fazla bir şekilde yükselmedi, aksine in­sanlar Hüseyin'e meylediyorlardı. Çünkü o büyük liderdi. Rasûlullah (s.a.v.)in kızı Fatıma'nm oğluydu. Yeryüzünde ona denk ve ona müsavi olacak kimse yoktu, ama Yezidî devleti, olanca gücüyle ona düşmanlık ediyordu.

^Muaviye'nin öldüğünü, yerine Yezid'in geçtiğini ve Hüseyin'in Ye-zıd'e bey'at etmekten kaçarak Mekke'ye gittiğini duydukları zaman faklılardan Hz. Hüseyin'e çok sayıda mektup geldi. Onu Irak'a davet ediyorlardı. Ona ilk olarak gelenler, Abdullah b. Seb el-Hemedanî ile Abdullah b. Val idi. Bunlar beraberlerinde bir mektup da getirdiler. Mektupta Muaviye'nin ölümü sebebiyle onu tebrik ediyor ve onu selam­lıyorlardı. Bu senenin, yani hicri altmışıncı senenin ramazanın yirmi­sinde Hz. Hüseyin'e geldiler. Iraklılar, bunlardan sonra Kays b. Meşher es-Sudaî, Abdurrahman b. Abdullah b. Kevva el-Erhabî ve Ammare b. Abdullah es-Selulî gibi adamları da gönderdiler. Bunlarla beraber 150 kadar mektupda Hz. Hüseyin'e gönderdiler. Daha sonra da Hani b. Ha­ni es-Sübeyî, Sait b. Abdullah el-Hanefiyî de gönderdiler. Bunlarla be­raber gönderdikleri mektupta Hz. Hüseyin'in çabucak Irak'a gelmesini istiyorlardı. Şis b. Rib'i, Haccar b. Ebcar, Yezid b. Haris b. Ruveym, Amr b. Haccac ez-Zebidî ve Muhammed b. Amr b. Yahya et-Temimî'de Hz. Hüseyin'e şu mealda bir mektup gönderdiler:

"Şimdi bahçeler yeşermiş, meyveler olgunlaşmış ve ölçekler ağızla-' rina kadar dolmuştur. İstersen senin için hazırlanmış olan ordunun ba-> şma geçmeye gel. Sana selam olsun." Heyetler ve elçilerin hepsi mek­tuplarıyla birlikte gelip Hz. Hüseyin'in yanında toplandılar. Onu Yezid b. Muaviye'nin yerine kendisine bey'at etmelerini kabul etmesi için teş­vik ediyor ve öne sürüyorlardı. Mektuplarında Muaviye'nin ölümüne sevindiklerini yazıp ona sövüyor ve devletinin aleyhinde konuşuyorlar­dı. Şimdiye kadar kimseye bey'at etmediklerini, başlarına geçmesi için kendisinin Irak'a gelişini beklediklerini anlatıyorlardı. O esnada Hz. Hüseyin, amcası oğlu Müslim b. Ukayl b. Ebi Talib'i, -durumu araştırıp belirlemesi için- Irak'a gönderdi. Durumun anlatılanlar gibi sağlam ve muhkem olduğunu tesbit ederse, çoluk çocuğu ve yakınlarıyla yola çıkıp Irak'a gelmesi için kendisine haber göndermesini emretti ki gidip Kûfe'de düşmanlarıyla savaşsın, onları mağlup etsin. Hz. Hüseyin, am-casıoğlu Müslim'i Irak'a gönderirken onunla birlikte bir de mektup gön­derdi. Müslim, Mekke'den çıkıp yola koyulduktan sonra Medine'ye uğ­radı. Oradan da iki kılavuz aldı, bunlar onu metruk yollardan geçirdi­ler. Bu kılavuzlardan biri, Batn-ı Habit denen yerdeki boğaza geldikle­rinde şiddetli susuzluktan öldü. Yolu şaşırdılar. Müslim b. Ukayl, bunu uğursuzluk saydı. Orada beklemeye başladı. İkinci kılavuzda ölünce durumu bir mektupla Hz. Hüseyin'e bildirdi. Onun fikrini sordu. Hz. Hüseyin de Irak'a gitmesini kesin bir ifadeyle emretti. Gidip Kûfelilerle görüşmesini ve durumlarını öğrenmesini buyurdu.

Müslim b. Ukayl, Kûfe'ye girdiğinde Müslim b. Avsece el-Esedî'nin yanına konuk oldu. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Muhtar b. Ebi Ubeyd es-Sakafî'nin evine konuk olmuştur. Doğrusunu Allah bilir. Kûfeliler, Müslim'in gelişini duyunca bir birlerine, bu haberi yaydılar, gelip Hz. Hüseyin adına ona bey'at ettiler. Irak'a geldiği takdirde ona canlarıyla, mallarıyla yardım edeceklerine dair yemin ettiler. Böylece Hz. Hüseyin adına Müslim'e bey'at edenlerin sayısı 12.000 kişiyi buldu.

Bu sayı gittikçe fazlalaştı. Nihayet 18.000'e vardı. Müslim de Irak'a gel­mesi için Hz. Hüseyin'e bir mektup gönderdi. Mektubunda onun için bey'atm yapıldığını ve işlerin düzene girdiğini anlattı. Mektubu alan Hz. Hüseyin, Küfe'ye gitmek üzere Mekke'den ayrıldı. Nitekim bunu ileride de anlatacağız.

Hz. Hüseyin taraftarlarının Kufe'de çoğaldığına dair haber, Küfe valisi Numan b. Beşir'e bir adam tarafından iletildi ama o bu haberle il­gilenmedi. Bu durumu önemsemedi. Fakat insanlara bir konuşma ya­parak onları ayrılıktan ve fitneden menetti. Birbirlerine ısınmalarını ve sünnete sarılmalarım tavsiye etti ve: "Benimle savaşmayanla savaş­mayacağım, bana saldırmayana saldırmayacağım, sizi zanla itham et­meyeceğim, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki eğer imamınızdan ayrılır, onunla yaptığınız be/atı bozarsanız kılıcı­mın kabzası elimde bulunduğu sürece sizinle savaşırım." dedi. Abdul­lah b. Müslim b. Şube el-Hadremî adındaki bir adam kalkıp ona şöyle dedi: "Bu yönetim işi ancak zor kullanılarak yürütülebilir. Ey vah, senin tuttuğun yol güçsüzlerin yoludur." Adamın bu itirazına karşı vali Nu­man şöyle cevap verdi:

"Allah'a itaat hususunda güçsüz kimselerden olmak, benim için Al­lah'a isyan hususunda güçlü kimselerden olmaktan daha hoştur." Böyle dedikten sonra minberden indi. Fakat ona itiraz eden adam durumu bir mektupla Yezid'e bildirdi. Ammare b. Ukbe ile Amr b. Sa'd b. Ebi Vak-kas ta birer mektup yazarak durumu Yezid'e bildirdiler. Yezid, bu du­rumdan haberdar olunca Numan'ı Küfe valiliğinden azletti. Küfe vila­yetini Basra valisi Ubeydullah b. Ziyad'm uhdesine verdi. Bunu da azat­lısı Sercu'nun tavsiyesi üzerine yaptı. Yezid, bazı işlerde ona fikir sorar­dı. Sercun ona dedi ki:

- Eğer hayatta olsaydı Muaviye'nin bu konudaki tavsiyesini kabul eder miydin?

- Evet.

- Öyleyse şu tavsiyemi kabul et.Kûfe'yi Ubeydullah b. Ziyad'dan daha iyi yönetecek bir vali yoktur.

Sercun'un bu tavsiyesi üzerine Yezid, Ubeydullah b. Ziyad'ı Küfe va­liliğine tayin etti, ancak ona kızgındı. Daha Önce onu Basra valiliğinden azletmek isterken bu defa onu hem Basra hem Küfe valiliğine tayin etti. öü da Allah'ın onun hakkında ve başkaları hakkındaki iradesinin bir eseriydi.

Sonra Yezid, bu durumu bir mektupla Ubeydullah b. Ziyad'a yazdı. Şöyle ki:

"Küfeye geldiğinde Müslim b. Ukayl'i ara, eğer ele geçirebilirsen otlu öldür, ya da sürgüne gönder."

Yezid bu mektubu Müslim b. Amr el-Bahilî ile Ubeydullah'a gönderdi, o da Basra'dan kalkıp Küfeye gitti. Şehre girerken yüzüne siyah bir sarığını sardı, kendini tanınmaz hale getirdi. Kûfe'deki insan grupları­nın Önünden geçerken mutlaka onlara "selamün aleyküm" diyor, onlar da kendisini Rasûlullah'm torunu Hüseyin sararak "ve aleykümüsse-lam hoşgeldin." diye karşılık veriyorlardı. Hz. Hüseyin'in gelişini bekle­mekte olan insanlar, onun etrafında toplandılar. Kendisi, onyedi süvari ile Kûfe'ye girmişti. Yezid'in taraftarlarından Müslim, b. Amir, topla­nan kalabalığa: "Yol verin geri çekilin bu, vali Ubeydullah b. Ziyad'dır." deyince Kufeliler, gelenin Hz. Hüseyin değilde vali Ubeydullah olduğu­nu anladılar ve üzerlerine şiddetli bir hüzün ve keder çöktü. Ubeydul­lah, Kûfe'deki durumu tahkik ettirdi, kendisi valilik konağına yerleşti. İdareye hakim olduktan sonra Ebu Ruhm adındaki bir adamını Müslim b. Ukayl'in yanma gönderdi, ona ayrıca 3000 dirhem para verdi. Ebu Ruhm'-a Humus taraflarından Hz. Hüseyin'e bey'at maksadıyla geldiği süsünü kendine vermesini emretti. Ebu Ruhm da Müslim b. Ukayl'in bulunduğu yeri araştırdı ve buldu. Müslim b. Ukayl, Hani b. Urve'nin evinde kalıyordu, içeri girdi. Müslim'e bey'at etti, günlerce yanında kal­dı, durumunu iyiden iyiye öğrendi. Getirdiği 3000 dirhemi de Müslim'in emri üzerine Ebu Sümame el-Amirî'ye verdi. Ebu Sümame, getirilen pa­raları Müslim b. Ukayl adına teslim alıyor, bu paralarla silah satın alı­yordu. Ebu Sümame Arap kahramanlarındandı. Ebu Ruhm oradan ay­rılıp Ubeydulîah'm konağına döndü, durumu ona anlattı.

Müslim b. Ukayl, Hani b. Urve'nin evinden ayrılıp Hani b, Humeyd b. Urve el-Muradf nin evine geçti. Sonrada Şerik b. Aver'in evine geçti. Bunlar, Kûfe'nin önde gelen şahsiyetlerin dendiler. Hani b. Urve, Ubey­dullah b. Ziyad'm kendisim ziyarete geleceği haberini aldı, bu durumu Hani b. Humeyd'e bildirdi ve şöyle haber gönderdi: "Müslim b. UkayPı evime gönder. Ubeydullah b. Ziyad ziyaretime gelecek, evime gelir gel­mez Müslim onu öldürsün." Bu haberi Şerik ile göndermişti. Şerik, Müslim'e şu tenbihatı yaptı: "Sen Hani b. Urve'nin evinde pusuya yat, bir yere saklan. Ubeydullah oturduktan sonra ben su isteyeceğim. Bu, benim sana işaretim olacaktır. Su istediğim zaman ortaya çık ve Ubey-dullah'ı öldür."

Ubeydullah, Hani b. Urve'nin evine gelip de minderin üzerine otur­duğunda Hani de onun yanında oturdu, hizmet için Mehran adındaki bir kölesi orda duruyordu. Bir süre konuşup sohbet ettiler, sonra Şerik: "Bana biraz su verin." dedi. Bu, Şerik'in Müslim'e, ortaya çıkıp Ubey-dullah'ı öldürmesi için verdiği bir işaretti. Ancak Müslim, Ubeydullah'ı öldürmekten çekindi. Bir cariye su testisini alıp getirdi. Müslim'in pu­suda yattığım görünce utandı ve geri döndü. Cariye üç kez su getirdi. Her üçünde de geri götürdü. Sonra Şerik şöyle dedi: "Canımı kayb etme pahasına da olsa bana biraz su içirin. Siz suyu benden esirgiyor musunuz?" O zaman Ubeydulîah'm kölesi Mehran, bir suikast tertibi bulun-du&unu anladı, efendisi Ubeydullah'a işaret etti, hemen kalkıp gittiler „ rik te Ubeydullah'a: "Ey vali, sana biraz tavsiyede bulunmak istiyo-m " dedi ancak Ubeydullah: "Daha sonra yine geleceğim." dedi ve kö­lesi ile birlikte çıkıp gitti. Kölesi onu bineğine bindirip yola koydu ve çr "Bunlar seni öldürmek istediler." deyince Ubeydullah şöyle dedi: "Sen ne diyorsun! Ben onlara merhametle muamele ediyorum, onlar ne diye beni öldürmek istesinler?"

Serik de Müslim'e: "Ubeydullah'ı niçin öldürmedin?" diye sorunca Müslim şu cevabı verdi: "Rasûlullah (s.a.v.)'m şu hadisini duydum: "îman hainliğin zıddıdır. Mü'min kimse haince öldürülmez."

Ben de Ubeydullah'ı senin evinde Öldürmek istemedim." Şerik dedi ki- Eğer onu öldürseydin, onun yerinde hükümet konağında sen otura­caktın ve Basra vilayetinin yönetimi de sana bağlanacaktı. Eğer onu öl­dürseydin, bir zalim ve günahkar kimseyi öldürmüş olacaktın."

Bu hadiseden üç gün sonra Şerik vefat etti.

Ubeydullah b. Ziyad, vilayet konağının kapısına yüzü peçeli olarak geldiğinde Numan b. Beşir, onun Hüseyin olduğunu zannetti. Konağın kapısını kilitledi ve: "Emaneti sana teslim edecek değilim." dedi. Ubey­dullah da ona: "Açamaz olasıca kapıyı aç." dedi. O da gelenin Hz. Hüse­yin olduğunu zannettiği için kapıyı açtı, ancak gelenin Ubeydullah ol­duğunu anladığında eli ayağı titredi. Ubeydullah, hükümet konağına girdi ve şu duyurunun yapılmasını emretti: "İnsanlar namaz için cami­ye gelip toplansınlar." İnsanlar bu duyuru üzerine gelip camide toplan­dılar. Ubeydullah, minbere çıkıp Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Mü'minlerin emiri, beni sizin yönetiminizin başına geçirdi. Sınırı­nızı ve ganimetinizi korumakla görevlendirdi. Haksızlığa uğrayanınıza adaletle yardım etmemi, yoksul kalanınıza mal vermemi, emirleri din­leyip itaat edeninize iyilikte bulunmamı, isyan eden ve karşı gelenlere karşı şiddetle muamelede bulunmamı emretti. Ben de onun emirlerim" size tatbik edecek ve buyruğunu uygulayacağım." Böyle dedikten sonra minberden indi. Halkın önde gelenlerine ve temsilcilerine yanlarındaki yalana, ihtüafçı, asi kimselerin adlarını bildirmelerini emretti. Bu emri yerine getirmeyen önder ve temsilcilerin asılacağını, ya da sürgüne gön­derileceğini bildirdi. Ayrıca divandan alacağı maaşın da kesileceğim söyledi. Hani de önde gelen büyük emirlerdendi. Gelişinden beri Ubey­dulîah'm yanma gelmemiş, onu selamlamamış ti. Hastalandığını iddia ediyordu. Ubeydullah, onu hatırladı ve şöyle dedi: "Hani'nin nesi var, niçin diğer emirlerle birlikte buraya gelmedi?" "Ey vali, o hastadır." de­diler. Ubeydullah: "Duyduğuma göre o evinin kapısı önünde oturuyor-^      Artık iyileşmiş." dedi.

Bazılarının anlattıklarına göre Ubeydullah, onu -evinde Müslim b. Ukayl bulunduğu halde- Şerik b. Aver'den önce ziyaret etmiştir. Ubey-dullah'ı öldürmek istemişlerdi, ancak- evinde olduğundan ötürü- Hani onlara bu imkanı vermemişti. Emirler, Hani b. Urve'nin yanına gelmiş­ler, zorlayarak onu Ubeydullah b. Ziyad'm yanına götürmüşlerdi. Ubey­dullah da Kadi Şureyh'e dönüp şu şiiri okumuştu:

"Ben onun yaşamasını istiyorken o benim ölümümü istiyor, Senin yardımcın, dostların olan Murad kabilesindendir."

Yani bu kabilenin dostluğuna güven olmaz.

Hani, Ubeydullah'a selam verdiğinde Ubeydullah ona: "Ey Hani, Müslim b. Ukayl nerede?" diye sordu. O da: "Bilmiyorum." diye cevap verdi. O esnada Ubeydullah'm, Temim kabilesinden olan azatlı kölesi ayağa kalktı. Bu köle daha önce güya Humus'tan be/at için geldiğini id­dia ederek Müslim b. Hani'nin yanma giden ve onun emri ile Ebu Süma-me'ye 3000 dirhem para veren kişiydi. Ubeydullah, bu köleyi göstererek Hani'ye sordu: "Şunu tanıyor musun?" Hani, köleyi görünce cevap vere­mez oldu, şaşırdı ve şöyle dedi: "Evet, Allah emiri İslah etsin. Vallahi bu adamı ben evime davet etmedim, kendisi'geldi, zorla içeri girdi, ben de geri çeviremedim." Ubeydullah: "Müslim b. Ukayl'i bana getir." dediyse de Hani: "Vallahi o, ayağımın altında olsa bile ayağımı kaldırıp onu or­taya çıkarmam." diye cevap verdi. Ubeydullah, Hani'yi yanına yaklaş­tırmaları için adamlarına emir verdi. Hani'yi onun önüne getirdiler, o da yüzüne bir mızrakla vurdu, kaşını yardı, burnunu kırdı. Hani de orda duran bir muhafızın kılıcına elini uzattı, ancak eline vurarak buna en­gel oldular. Ubeydullah ona: "Allah, senin kanını bana helal etti. Çünkü sen Harürîsin." dedi. Daha sonra emir verdi, onu hükümet konağının bi­tişiğindeki yere hapsettiler. Hani'nin akrabaları olan Beni Mezhiç kabi-lesindeki adamlar, Amir b. Haccac'la birlikte hükümet konağına geldi­ler. Onun öldürüldüğünü zannederek kapıda durdular. Ubeydullah, on­ların bağırıp çağırmalarını duyunca yanında bulunan Kadı Şureyh'e, dışarıya çıkıp onlara şöyle demesini emretti: "Emir, adamınızı sadece Müslim b. Ukayl hakkında sorguya çekmek için yanında alıkoymuş­tur."

Kadı Şureyh, dışarı çıkıp Hani'nin akrabalarına şöyle dedi: "Adamı­nız hayattadır, sultanınız onu dövmüştür, ama öldürmemiştir. Bura­dan çekip gidin, aksi takdirde hem canınızdan olursunuz, hem de Hani ölür." Bunu duyan Beni Mezhiç kabilesinin adamları oradan ayrılıp ev­lerine döndüler.

Müslim b. Ukayl, bu haberi duyunca bineğine bindi ve parolası olan: "Ey Mansur öldür!" şeklinde seslendi. Kufelüerden 4000 kişi onun etrada toplandılar. Beraberinde Muhtar b. Ebi Ubeyd de vardı. Yanında

1 bir sancağı vardı. Abdullah b. Nevfel b. Haris'in elinde de kırmızı ki' bir sancak vardı. Müslim b. Ukayl, etrafında toplanan adamlar  sol cenah şeklinde mevzilendirdi. Kendisi de bu askeri birliğin yerleşti. Ubeydullah'm yanma gitti. Ubeydullah, Hani ile il- T larak insanlarla konuşuyor, onları ihtilaftan sakındırıyordu. Bu ıf *   sması esnasında minberinin alt tarafinda halkın önde gelen eşrafi

mirleri vardı. O minber üzerinde konuşmakta iken gözcüler gelip:

T slim b. Ukayl geldi." dediler. Ubeydullah, oradan hemen ayrıldı, be-

berindekilerle birlikte hükümet konağına girdi. Kapıyı üzerlerine ki-Ttlediler Müslim b. Ukayl, hükümet konağının kapısına vardığında as­kerleri ile birlikte orada durdu. Ubeydullah'm komutanları köşkün bal­konundan dışarıya baktılar ve Müslim b. Ukayl'in yanında bulunan kendi kabilelerine mensup adamlara Müslim'in etrafından dağılmaları 'cin işaret ettiler, onları korkutup tehdit ettiler. Ubeydullah da yanında bulunan bazı komutanları konaktan dışarı çıkardı. Bineklerine binerek Küfe halkını Müslim b. Ukayl'in etrafından dağıtmakla görevlendirdi. Onlar da bu görevi yerine getirdiler. Bunların sakındırması neticesinde öyle bir manzara ile karşılaşıldı ki, kadın, oğluna veya kardeşine gelip: "Haydi eve dön, halk seni burada bulunmaktan men ediyor" diyordu. Erkek de gelip oğluna veya kardeşine: "Dün Şam askerleriyle beraber­din, bugün buraya geldin. Müslim'in yanında yer aldın. Şimdi Şamlılara karşı ne yapacaksın, söyle bakalım." diyordu. Böylece insanlar, Müslim b. Ukayl'i yalnız bıraktılar. Geri çekildiler, onunla olan bağlarım kopar­dılar. Öyle ki Müslim'in yamnda sadece 500 kişi kaldı. Daha da azaldı, geriye 300 kişi kaldı. Daha da azaldı, geriye otuz kişi kaldı. Müslim b. Ukayl, bunlarla birlikte akşam namazım kıldı. Kinde kapısına yöneldi, oradan da ancak on kişiyle dışarı çıktı. Bunlar da onu bırakıp geri dön­düler. Müslim, yalnız başına kaldı. Yol gösterecek bir kılavuzu, arka­daşlık edecek bir dostu veya onu evinde barındıracak bir adamı yoktu. Yalnız başına gitti. Karanlıklara karıştı, yolda nereye gideceğini bile­mez halde mütereddit bir şekilde yürüyordu. Bir kapıya geldi, kapı önünde durup bineğinden indi. Kapıya vurdu. Bir kadın dışarı çıktı. Ka­dının adı Tava idi. Eş'as b. Kays'm cariyesi idi. Ona bir çocuk doğurmuş­tu. Daha önce de Bilal b. Üseyd'in yanında iken bir erkek çocuk doğur­muştu. Oğlu diğer insanlarla birlikte çıkmıştı. Anası kapıda durmuş, °nun gelmesini bekliyordu. Müslim b. Ukayl, bu kadına: "Bana biraz su ver." dedi. Kadın da ona su verdi. Sonra içeri girdi. Tekrar çıktığında Müslim kapıda duruyordu. Ona: "Su içmedin mi?" diye sorunca Müslim: "içtim." dedi. Bu defa kadın şöyle karşılık verdi: "Haydi evine dön. Allah

aa afiyet versin. Kapımda beklemen uygun olmaz. Ben sana bunu re- görmüyorum ve bu senin için iyi de olmaz." Kadının böyle karşılık vermesi üzerine Müslim b. Ukayl ayağa kalktı ve şöyle dedi:

- Ey Allah'ın cariyesi! Bu şehirde benim ne evim ne de aşiretim var İleride karşılığını sana vermem kaydıyla bugün bana iyilikte bulunmaz mısın?

- Ey Allah'ın kulu, nedir istediğin?

- Ben Müslim b. Ukayl'ım. Şu millet beni yalanladı ve beni aldattı.

- Sen Müslim misin?

- Evet.

- Öyle ise içeri gir.

Kadın onu içeri aldı, oturma odasından başka bir odaya yerleştirdi. Yatak serdi, akşam yemeği ikram etti, ancak o yemek yemedi. Çok geç­meden kadının oğlu geldi. Anasının, Müslim'in bulunduğu odaya sık sık girip çıktığını gördü, durumun ne olduğunu sordu. Annesi de: "Ey oğul­cuğum, bırak bu soru sormayı" deyince oğlu ısrar etti ancak annesi kim­selere birşey söylememesi için ondan söz aldıktan sonra ona Müslim'in durumunu haber verdi.

Müslim de sabaha dek konuşmadı. Suskun vaziyette yatağında kal­dı. Ubeydullah b. Ziyad'a gelince o da hükümet konağından indi. Bera­berindeki emir ve eşrafla birlikte yatsı namazının vakti geçmiş olduğu halde mescide gitti. Orada yanındakilere yatsı namazım kıldırdı. Ko­nuşma yaptı. Müslim b. Ukayl'ı yakalamalarını emretti. Onları bu işe teşvik etti, her kimin evinde yakalanırsa Müslim'i barındıran adamın kanının mubah olduğunu, onu getiren kimseye de mükafat olarak Müs­lim'in diyetinin verileceğini söyledi. Muhafızlardan ve güvenlik kuvvet­lerinden onu yakalamalarını istedi. Onları bu işe teşvik etti. Görevi sav­saklamaları halinde onları ağır cezalarla tehdit etti.

Sabahleyin o ihtiyar kadının oğlu hemen kalkıp Abdurrahman b. Muhammed b. Eş'as'ın yanma gitti. Müslim'in evlerinde saklı olduğunu bildirdi, Abdurrahman da gidip bu haberi Ubeydullah b. Ziyad'm yanın­da bulunan babası Muhammed b. Eş'as'a gizlice bildirdi. Ubeydullah: "Ey Muhammed, oğlunun sana gizlice verdiği haber nedir?" diye sorun­ca Muhammed durumu ona anlattı. O da elindeki kırbacın ucuyla Mu­hammed b. Eş'as'a vurarak: "Haydi kalk ve Müslim'i hemen şimdi bana getir." diye emir verdi. Ubeydullah b. Ziyad, güvenlik kuvvetlerinin ko­mutanı Ömer b. Hirris el -Mahzumf yi bu işle görevlendirdi. Yanına Ab­durrahman ile Muhammed b.Eş'as'ı kattı. Ayrıca emrine yetmiş seksen süvariyi de verdi. Müslim, aniden içinde bulunduğu evin çevresinin Ubeydullah'm adamları tarafından kuşatıldığını gördü. Ubeydullah'm adamları içeri girdiler. Müslim, kılıcını eline alıp onları üç kez evden dı­şarı çıkardı. Üst ve alt dudakları yaralandı, sonra Ubeydullah'm adam­ları onu taşlamaya ve ateşle tutuşturdukları ağaç parçalarını içinde bu­lunduğu eve atmaya başladılar. Müslim, zor durumdaydı. Kılıcını eline alıp dışarı çıktı, onlarla savaşmaya başladı. Abdurrahman, ona eman verdi, himayesine aldı. Bir katır getirerek onu katıra bindirdiler. Kılıcı­nı elinden aldılar. Artık Müslim, savunmasız durumdaydı. Bu duruma telince ağlamaya başladı ve öldürüleceğini anladı. Hayatından ümidini kesip' "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz." dedi. Çevresinde bulunanlardan biri de ona şöyle dedi:

- Senin istediğin şeyleri isteyen birinin bu duruma düşmesi halin­de ağlamaması gerekir.

- Vallahi ben kendi canımın korkusundan dolayı ağlamıyorum.

Aksine ben Hüseyin'e ve onun aile efradına ağlıyorum, o buraya sizin yanınıza gelmek üzere dün ya da bugün Mekke'den yola çıkmıştır.

Böyle dedikten sonra Müslim, Muhammed b. Eş'as'a dönüp şöyle de­di:

- Eğer yapabiliyorsan benim adıma Hüseyin'e haber gönderde geri

dönsün, buraya gelmesin.

Muhammed b. Eş'as da Hüseyin'e haber göndererek Kûfe'ye gelme­den geri dönmesini söyledi. Ancak gönderdiği elçi, bu haberi doğru ilet­medi ve: "İlahın takdiri mutlaka yerine gelecektir." dedi.

Anlatıldığına göre Müslim b. Ukayl, hükümet konağının kapısına geldiğinde orada tanıdığı ve onların da kendisini tanıdığı bazı sahabe çocuklarından olan emirlerle karşılaştı. Bunlar, Ubeydullah b. Ziyad'm makamına girip izni verilmesi için kapıda bekliyorlardı. Müslim'in de yüzü kanlar içinde olup ağır yaralıydı. Son derece susamıştı, orada bir testi soğuk su gördü. İçmek için elini uzatmak isteyince orada bulunan­lardan biri: "Vallahi sen Cehennem'in sımsıcak suyunu içmedikçe bun­dan içemezsin." dedi. Müslim de ona şu karşılığı verdi: "Yazıklar olsun sana ey Nahüe'nin oğlu! Aslında Cehennem'in sımsıcak suyunu içmeye ve Cehennem ateşinde ebedi kalmaya sen daha layıksın." Böyle dedik­ten sonra yorgun, bitkin ve sussuz olduğundan oturup sırtım duvara da­yadı.

Ummare b. Ukbe b. Ebi Muayt, azatlısını evine gönderdi, azatlı gi­dip mendil ve bir bardakla birlikte testiyi getirdi. Testiden bardağa su doldurup Müslim'e verdi. Müslim içti, ancak ağzından çok miktarda kan aktığından o suyu rahatlıkla içemedi çünkü, ağzından akan kanlar suyun üzerine doluyordu. İki veya üç kez bunu tekrarladı, ancak suyun <mbİr miktannı içti, kalan su dişleriyle birlikte döküldü ve o şöyle dedi: Benim için taksim ettiği rızıktan bir içimlik su bırakmış olan Allah'a «amd olsun." Suyu içtikten sonra Ubeydullah b. Ziyad'm huzuruna gö­türüldü. Huzurda durduğunda Ubeydullah'a selam vermedi. Muhanz: Emire selam vermeyecek misin?" deyince Müslim şu karşılığı verdi:

- Hayır! Eğer beni öldürmek istiyorsa benim ona selam vermeye ih­tiyacım yok, eğer beni öldürmek istemiyorsa ona çok selam vereceğim.

Ubeydullah b. Ziyad da ona dönüp şöyle dedi:

- Ey İbn Akil! Sen buraya geldiğinde insanlar birlik ve beraberlik içindeydiler, sen onları birbirlerine düşürdün. Bölüp parçaladın. Bir­birlerini Öldürmeye kast ettirdin.

- Hayır, ben bunun için buraya gelmiş değilim. Aksine Mısırlıların iddiasına göre senin baban bunların seçkinlerini öldürmüş, kanlarını akıtmış ve kisralarla kayserler gibi bunlara muamele etmiştir. Biz bu­rada adaletle emretmek ve kitabın hükmüne insanları davet etmek için geldik.

- Ey fasık, sen kim bu işleri yapmak kim? Medine'de iken sen içki içiyordun, bunları daha önce niye yapmadın?

- Ben mi içki içiyormuşum? Allah'a yemin ederim ki, Allah da senin doğru söylemediğini ve bilgisizce konuştuğunu ve bu ithamlara benden çok senin müstahak olduğunu biliyor. Ben, senin anlattığın gibi biri de­ğilim. Benden çok sen Müslümanların kanını yaladın. Allah'ın haram kıldığı canları aldın. Kısasa kısas olmaksızın haksız yere insanları can­larından ettin. Öfke ve zanna dayanarak insanları öldürdün. Bunu ya­parken de hiçbirşey yapmıyormuş, sanki oyun oynayıp eğleniyormuş gi­bi bir tutum içindeydin.

- Ey fasık, senin nefsin sana, Allah'ın ulaşmana engel kıldığı bir hedefe ulaşma kuruntusunu veriyor, elde etmek istediğin şeye layık ola­nı görmemişsin.

- Elde etmek istediğim şeye layık olan kimdir ey Ziyad'm oğlu?

- Mü'minlerin emiri Yezid'dir.

- Her halükarda Allah'a hamd olsun, bizimle sizin aranızda verdiği hükmünden dolayı Allah'tan hoşnutuz.

- Öyle sanıyorum ki bu yönetim işinde bir hakkinizin ve payınızın bulunduğuna inanıyorsunuz.

- Hayır, Allah'a yemin ederim ki bu zan değildir. Kesin bir inançtır.

- İslâm tarihinde hiç kimsenin öldürülmediği bir ölümle seni öldür-mezsem Allah benim canımı alsın.

- Evet, doğrusu sen İslâm'da olmayan birşeyi yapabilecek bir kim­sesin. Kendi yazarlarınızdan ve cahillerinizden öğrendiğiniz kötü bir yaşam tarzım, çirkin bir işkenceyi ve fena bir öldürüş şeklini elbetteki tatbik edeceğini biliyorum.

Müslim'in böyle demesi üzerine Ubeydullah b. Ziyad, ona, Hz. Hüse­yin'e ve Hz. Ali'ye sövmeye başladı. Müslim de susmuş, ona cevap vermi­yordu. Bundan sonra Ubeydullah b. Ziyad, Müslim b. Akil'e şöyle dedi:

- Ben seni öldüreceğim.

- Böyle mi?

- Evet.

- Bırakta yakınlarımdan birine bir vasiyette bulunayım.

- Yap bakalım vasiyetini.

Müslim, etrafında bulunan adamlara baktı, aralarında Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas vardı. Ona şöyle dedi:

- Ey Ömer! Seninle aramızda akrabalık vardır. Sana bir işim düş­tü Kalk benimle şu konağın köşesine kadar gel ki sırrımı orada sana

söyliyeyim."

Ömer, kalkmak istemedi. Ama Ibn Ziyad, izin verdikten sonra kalk­tı ve Müslim'le birlikte konağın köşesine kadar yürüdü. Müslim, ona

şöyle dedi:

"Benim Kûfe'de 700 dirhem borcum var. Borcumu öde ve beni öldür­melerinden sonra da cesedimi İbn Ziyad'dan sana bağışlamasını iste, ce­sedimi al ve defnet. Hüseyin'e de benim adıma haber gönder ki, ben da­ha Önce insanların onunla birlikte olduğunu yazmıştım. Ancak şimdi buraya gelmesini uygun görmüyorum."

Ömer kalktı ve Müslim'in söylediklerini îbn Ziyad'a arzetti. îbn Zi­yad da bunu normal karşıladı ve şöyle dedi:

"Eğer Hüseyin üzerimize gelmezse, biz ona saldırmayız, ama bizim­le savaşmak isterse biz ondan geri durmayız." Böyle dedikten sonra İbn Ziyad emir verdi. Müslim b. Ukayl'i köşkün en üst noktasına çıkarttı. O esnada Müslim, tekbir ve tehlil getiriyor, teşbihte bulunuyor, mağfiret diliyor, Allah'ın meleklerine salavat getiriyor ve: "Allah'ım, bizi aldatan ve bizi yardımsız bırakan millet ile bizim aramızda sen hüküm ver." di­yordu. O'nun böyle demesinden sonra Bükeyr b. Himran adında bir adam, onun boynunu vurdu. Başını konağın avlusuna fırlattı, sonra da gövdesini attı. Bundan sonra İbn Ziyad, Hani b. Urve el-Mezhicî'nin boynunun vurulmasını emretti, onun boynuda Künasa mevkiinde ki koyun pazarında vuruldu. Bu olayla ilgili olarak bir şair şöyle bir kaside yazdı:

"Ölümün ne olduğunu bilmiyorsan, pazardaki Hani'ye ve Ibn Akil'e bak.

Onlara imamın emri isabet etti, ikisi de efsane oldular.

Yollardan ge?en herkesin diline düştüler.

Biri yüzü kılıçla paramparça edilmiş bir kahramandır.

Diğeri de sarayın üstünden ölü olarak yere düşmüştür.

Bir ceset görürsün ki Ölüm, onun rengim değiştirmiştir.

Vücudundan kan sızıyor, her tarafa akıp gidiyor.

Kardeşiniz için ayaklanmadığınız takdirde aza kanaat eden kimse­ler olun."

Sonra İbn ziyad, Müslim ve Hani ile birlikte başkalarım da öldürdü. üsli    ile Hani'nin başlarını Şam'da bulunan Muaviye oğlu Yezıd  e gönderdi. Ayrıca Yezid'e onların yaptıklarını anlatan bir mektup da gönderdi.

Ubeydullah, Basra'dan çıkmadan birgün önce Basralılara beliğ bir konuşma yaptı. Bu konuşmasında onlara çeşitli öğütler verdi. İhtilaf­tan, fitneden ve bölünmekten onları sakındırıp uyardı.

Ebu Osman en-Nendî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Hüse­yin, Selman adlı azatlısı ile Basralılara şu mealde bir mektup gönder­mişti: "îmdi Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'i kendi yaratıkları için seçti. Ona peygamberlik vererek ikramda bulundu. Risaleti ile onu seç­kin kıldı. Sonra vefat ettirip yanma aldı. Muhammed (s.a.v.) de Allah'ın kullarına öğüt verdi, risaleti tebliğ etti. Biz de onun yakınları, aile efradı ve varisleriyiz. İnsanlar arasında ona ve makamına en yakın olanlarız. Bu sebeple de milletimiz bizi tercih etti. Biz hoşnud olduk, ayrılıktan ve bölünmekten hoşlanmadık, afiyeti istedik. Biz de biliyoruz ki, bu maka­mı elimizden alanlara nisbetle biz bu makama daha layıkız. İnsanlar iyi davrandılar, hallerim düzelttiler, hakkı araştırdılar. Allah, onlara mer­hamet etti, onları ve bizi bağışlasın. Size bu mektubu gönderdim. Sizi Allah'ın kitabına ve peygamberinin sünnetine davet ediyorum. Çünkü sünnet öldürülmüştür. Bid'at cani an diri İmiş tır. Sözüme kulak verin, emrimi dinleyin. Eğer sözüme kulak verip emrimi dinlerseniz, sizi doğ­ru yola iletirim. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun."

Bence Hüseyin'in bu sözleri söylemiş olduğu hususunda şüphe var­dır. Öyle anlaşılıyor ki yukarıdaki ifadelere bazı Şii raviler tarafından ilaveler yapılmıştır. Bu mektubu okuyan eşraftan herkes mektubu ve içeriğini gizledi. Sadece Münzir b. Carut gizlemedi. O, bunun İbn Ziyad tarafından düzenlenen bir tuzak olduğunu sandı ve mektubu ona götür­dü. Mektubu Hüseyin'den getiren elçinin peşine de adam taktı ve boy­nunu vurdurdu. Ubeydullah b. Ziyad da minbere çıkıp Allah'a hamdu senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki; ben zorluklara yanaşmam, tehditlere de aldırış etmem. Bana düşmanlık edenlerden öc alırım. Benimle savaşan­lara ben fırlatılan bir mızrağım ve ben Kare kabilesi gibi kendisine ok atanlara karşı insaflı davranırım. Ey Basrahlar! Mü'minlerin emin be­ni Küfe valiliğine tayin etmiştir. Ben yarın oraya gideceğim, yerime Os­man b. Ziyad b. Ebi Süfyan'ı üzerinize halef bıraktım. İhtilaf çıkarmak­tan ve düzensizlikten sizi sakındırırım. Kendisinden başka ilah bulun­mayan Allah'a yemin ederim ki, aranızdan herhangi bir kimsenin ihti­laf çıkardığını duyarsam onu, önderim ve dostunu dahi öldürürüm. En küçük suça en ağır cezayı veririm. Böylece işleri yoluna koyarım. Sakın, aranızda düzensizlik yapan ve itaatsızlığa yeltenen kimse olmasın. Ben Ziyad'ın oğluyum. Çakıl taşlarına basan kimseler arasında babama en çok benzeyen benim. Dayılarıma ve amcalarıma da kimse benzeyemez."

Böyle dedikten sonra İbn Ziyad, Müslim b. Anar ve el-Bahilî ile bir­likte Basra'dan çıkıp Küfe yoluna koyuldu.

Ebu Mihnef, Avn b. Cuhayfe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Müslim b. Ukayl, hicri altmışına senenin zilhicce ayının sekizinde salı günü Kûfe'den çıktı. Aynı senenin zilhice ayının dokuzunda çarşamba günü öldürüldü. Yani vefatı arefe gününde oldu. O zaman Hz. Hüseyin, Irak diyarına gelmek üzere Mekke'den çıkmıştı. Yola çıkışının ikinci gü­nüydü. Hz. Hüseyin, bu senenin receb ayının bitimine iki gece kala pa­zar günü Medine'den yola çıktı ve şaban ayının üçüncü gününde cuma gecesi Mekke'ye girdi. Şaban ayının kalan kısmı ile ramazan, şevval ve zilkade aylarını Mekke'de ikametle geçirdi. Zilhiccenin sekizinde tervi-ye gününde -ki o gün salıya rastlamaktaydı- Mekke'den çıktı."

İbn Cerir'in rivayetine göre Müslim b. Ukayl ağladığı zaman Ubey­dullah b. Abbas es-Sülenıî, ona şöyle demişti:

- Senin istediğin şeyleri isteyen bir adam bu duruma düştüğü tak­tirde ağlamaz.

- Vallahi ben kendi canımın korkusundan ağlıyor değilim. Ölümü­me de ağlamıyorum. Bir an bile korkmuş değilim. Ama ben Kufe'ye gel­mek üzere olan yakınlarıma ağlıyorum. Hüseyin'e ve onun ailesine ağlı­yorum.

Böyle dedikten sonra Müslim b. Ukayl, Muhammed b. Eş'as'a dönüp şöyle dedi:

- Ey Abdullah, benim bir dileğim var, ama vallahi bu dileğimi yeri­ne getiremiyeceğini sanıyorum. Bir iyilik yapamaz mısın, şöyle ki: Be­nim adıma bir adamı Hüseyin'e gönder. Onun bugün veya yarın ailesi ile birlikte yola çıktığını veya çıkacağım sanıyorum. Zaten telaşım da bun­dan dolayıdır. Göndereceğin adam, Hüseyin'e desin ki: "Müslim b. Ukayl, beni sana gönderdi. O, Kûfelilerin elinde esirdir. Sabaha veya akşama kalıp kalamıyacağını bilemiyor, öldürülecektir ve senin ailenle birlikte geri dönmeni istiyor. Kûfeliler, seni aldatmasınlar. Kûfeliler se­nin babanın arkadaşları ve adamlarıdır ki, baban ölerek veya öldürüle­rek onlardan kurtulmak istiyordu. Kûfeliler, sana da bana da selam söylediler, ben görüşü yalan olan biri değilim."

Muhammed b. Eş'as, Müslim b. Ukayl'a dedi ki: "Vallahi bunu yapa­cağım ve İbn Ziyad'a da, sana eman verdiğimi bildireceğim."

Ebu Mihnef dedi ki: Muhammed b. Eş'as, Beni Malik b. Sümame ka­bilesinden şair bir kişi olan îyas b. Abbas et-Taî'yi çağırdı ve ona şu tali­matı verdi: "Hemen yola çık, Hüseyin'i bul ve ona şu mektubu ulaştır."

Mektupta Müslim b. Ukayl'in söylediklerini yazmıştı. Muhammed b. Eş'as, elçi olarak gönderdiği îyas b. Abbas'a bir binek verdi. Ayrıca ço-Iu£una, çocuğuna, evine bakmayı da tekeffül etti. îyas yola çıktı. Zübale fevkimde Hz. Hüseyin'le karşılaştı. Zübale, Kûfe'ye dört gecelik mesafedeki bir yerdir. Durumu Hz. Hüseyin'e anlattı. Mektubu ona teslim et­ti. Hz. Hüseyin de: "Allah'ın takdir buyurduğu herşey yolumuza gele­cektir. O zaman biz Cenâb-ı Allah'tan kendimiz için yardım dileriz. Ön­derlerimizin bozukluğuna karşıda O'nun yardımını dileriz." dedi. Müs­lim b. Ukayl, Küfe hükümet konağının kapısına vardı. Orada su içmek istedi. Müslim b. Amir el-Bahilî ona: "Görüyor musun, bu su ne kadar da soğuk! Allah'a yemin ederim ki, sen Cehennem ateşinde sımsıcak suyu tatmadıkça bu soğuk suyu asla tadamayacaksın!" dedi. Müslim b Ukayl da ona sordu:

- Yazıklar olsun sana! Sen kimsin?

- Ben o adamım ki, sen inkar ettiğin zaman ben hakla tanıdım. Sen hile yaptığın zaman ben imamıma öğüt verdim. Sen isyan ettiğin zaman ben imamıma itaat edip emrini dinledim. Ben Müslim b. Amir el-Bahilî, yim!

- Vay sana! Ne kadar katı ve kaba bir adamsın? Ey Nahile'nin oğlu! Allah'a yemin ederim ki, benden çok sen Cehennem ateşine ve Cehen-nem'in sımsıcak suyunu içmeye layıksın!" [2]

 

Hz. Hüseyin'in Irak'a Gidişi

 

Iraklılardan, Hz. Hüseyin'e peşpeşe mektuplar ve elçiler geldiği sı­rada Müslim b. Ukayl'in mektubu da geldi. Müslim mektubunda Hz. Hüseyin'in, ailesi ile birlikte Irak'a gelmesini yazıyordu. Bu arada Müs­lim b. Ukayl, Irak'ta öldürüldü. Ancak Hz. Hüseyin'in bundan haberi yoktu. O, Irak'a gitmeye karar vermişti. Müslim'in öldürülmesinden bu­gün önce -ki Müslim, arefe günü öldürülmüştü- terviye gününde Mek­ke'den yola çıktı. Onun çıkışını duyan halk ona acıdı. Başına felaket gel­mesinden korktu. Gelip onu yola çıkmaktan sakındırdılar. Onu seven­ler ve görüş sahibi olan kimseler, Irak'a gitmemesi için tavsiyelerde bu­lundular. Mekke'de kalmasını istediler. Babasının ve kardeşi Hasan'ın başına gelen olayları hatırlattılar.

Süfyan b. Uyeyne, îbn Abbas'm şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Ali'nin oğlu Hüseyin, Mekke'den çıkıp Irak'a gitme hususunda bana danıştı. Ben de kendisine şöyle dedim: "Eğer insanlar, beni ve seni kü-çümsemeselerdi ben elimi senin başına geçirir ve gitmene engel olur­dum." Ama Hüseyin'in bana verdiği cevap şu oldu: "Falan yerde öldürül­mek, Mekke'de öldürülmekten daha çok hoşuma gider." İşte bu sözü be­ni avutuyor."

Ebu Mihnef, Ukbe b. Seman'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüseyin, Irak'a gitmeye karar verdiği zaman îbn Abbas yanına gi­dip ona şöyle dedi:

- Ey amca oğlu, insanlar senin Irak'a gideceğini kendi aralarında konuşuyorlar. Söyle bakalım, sen oraya gidip ne yapacaksın?

- Bugün veya yarın oraya gitmeye karar verdim.

- Onlar, emirlerini öldürüp düşmanlarını kovduktan, ülkelerini hakimiyetleri altına aldıktan sonra seni çağırırlarsa oraya git, ama emirleri başlarında durup hayatta ise onları kahır ve zulümle yönet­mekte olup görevlileri de vergilerini toplamakta ise, buna rağmen seni çağırmışlarsa, demek ki fîtne ve savaş için seni çağırmışlardır. Korka-run ki, insanları sana saldırtmak ve onların sana karşı olan eğilimlerini ters yöne çevirmek için seni çağırmışlardır. Böyle olunca onlar, insanlar arasında sana karşı en şiddetli düşmanlar olurlar.

- Ben bu hususta Allah'tan hayır dileyeceğim, istihareye yatacak

ve neticeye bakacağım.

Bu karşılıklı konuşmalardan sonra İbn Abbas, Hüseyin'in yanın­dan çıktı. Ondan sonra îbn Zübeyr, Hüseyin'in yanına gidip şöyle dedi:

- Muhacirlerin evlatları olarak bu işe onlardan daha layık olduğu­muz halde işin peşini ne diye bunlar lehine bıraktığımızı bilemiyorum. Ne yapmak istediğini bana anlatır mısın?

- Kendi kendime Kûfe'ye gitmeye karar verdim. Orada taraftarla­rım ve ileri gelenler bana bu konuda mektup yazmış bulunuyorlar. Al­lah'tan hayırlısını diliyorum.

- Şayet benim de senin gibi taraftarlarım olsaydı, oraya gitmekten hiçbir şekilde vazgeçmezdim.

İbn Zübeyr, ayrılıp gittikten sonra Hüseyin şöyle dedi: "îbn Zübeyr de biliyor ki, ben burada bulunduğum sürece yönetimde kendisi söz hakkına sahip olamayacak ve insanlar benden başkasına yönelmeye-cek ve başkasını bana denk tutmayacaklardır. Bu yüzden Mekke'yi ken­disine bırakmam için buradan çıkıp gitmemden hoşlanıyor."

Akşam ya da ertesi sabah olduğu zaman îbn Abbas, tekrar Hz. Hü­seyin'in yanına gelip şöyle dedi:

- Ey amca oğlu! Sabretmek istiyorum ama edemiyorum. Korkarım ki, Irak'a gittiğin takdirde orada öldürüleceksin. Çünkü Iraklılar, hain bir millettir. Onlara aldanma. Iraklılar, düşmanlarını kovuncaya ka­dar sen bu şehirde kal. Sonra yanlarına git. Bunu da yapmayacaksan Yemen'e doğru yola çık. Orada kaleler ve dağlar arasında boğazlar var­dır. Babanında orada taraftarları vardır. Yemen'e gidersen insanlar­dan çekilmiş, uzlette kalmış olursun. Oradan Irak'a mektuplar yaz, pro­pagandacılarını oraya gönder. Böyle yaptığın takdirde istediğin amaca ulaşacağını umuyorum.

- Ey amca oğlu! Allah'a yemin ederim ki, bana öğüt verdiğini ve be­nim için endişe ettiğini anlıyorum, ama Irak'a gitmeye karar verdim.

- Eğer mutlaka gideceksen bari çocuklarını ve kadınlarım götür­me. Allah'a yemin ederim ki, seninde Osman gibi çocuklarının, ya da kadınlarmm gözü önünde öldürülmenden korkuyorum. Hicaz'ı kendisine bırakmandan ötürü İbn Zübeyr'in gözleri aydın olsun. Kendisinden baş­ka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, eğer seni saçından ve al­nından yakaladığım ve herkes etrafımızda toplamncaya kadar seni bu şekilde tuttuğum takdirde bana itaat ederek kalacağını bilseydim, bu­nu gerçekten yapar ve seni yola çıkmaktan men ederdim.

Bu karşılıklı konuşmalardan sonra Ibn Abbas, Hüseyin'in yanın­dan ayrıldı. İbn Zübeyr'e rastladı. Ona: "Ey Ibn Zübeyrî Gözün aydın ol­sun" dedi, sonrada şu şiiri okudu:

"Ey kalabalıktaki kuş, artık etraf boş.

Dilediğin kadar yumurtla ve öt.

Canın çektikçede etrafı gagala.

Bugün avın öldürülmüştür, sana müjdeler olsun."

Bu şiiri okuduktan sonra İbn Abbas: "İşte Hüseyin, Irak'a gidiyor ve Hicaz'ı sana bırakıyor." dedi.

Şabfden rivayet olunduğuna göre İbn Ömer, Mekke'de iken Hüse­yin'in Irak'a doğru yola çıktığım duymuş ve peşine düşerek üçgünlük mesafede ona ulaşmış ve kendisine şöyle sormuştu:

- Ne yapmak istiyorsun, nereye gidiyorsun?

- Irak'a gidiyorum.

Hüseyin'in yanında mektuplar ve sayfalar vardı. İbn Ömer'e göste­rerek şöyle dedi:

- İşte Iraklıların mektupları ve bey'atları.

- Onlara gitme!

Ancak Hüseyin, mutlaka gideceğini söyleyince îbn Ömer şöyle dedi:

- Ben sana bir hadis nakledeceğim, şöyle ki: Cebrail, Peygamber (s.a.v.)'e geldi, onu dünya ve ahiretten birini seçmekte serbest bıraktı. O da dünyayı istemedi, ahireti seçti. Sen de Rasûlullah (s.a.v.)'m bir par-çasısın. Vallahi kıyamete kadar sizden hiçbir kimse, dünya makamları­nın başına geçmeyecektir ve Allah sizin için daha hayırlı olan bir sebep­ten dolayı dünya makamlarını sizden uzaklaştırmıştır.

Hz. Hüseyin, mutlaka Irak'a gideceğini söyledi. Bunun üzerine İbn Ömer, onu bağrına basıp ağladı ve şöyle dedi:

- Seni, öldürülmekten Allah'a emanet ediyorum. Allah, seni ölüm­den korusun.

Yahya b. Main, Abdullah b. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüseyin, kaderini çabuklaştırdı. Vallahi ben ona yetişseydim onu Mekke'den bırakmazdım. O, beni mağlup etmedikçe Mekke'den çıka­mazdı. Bu iş, Haşimilerle açıldı ve yine Haşimilerle kapanacaktır. Bir Haşinimin hükümdar olduğunu görürsen, bilki zaman artık sona ermistir."

Ben derim ki: Ibn Ömer'in rivayet ettiği bu hadis ortada olduğuna göre Fatimilerin, Haşimî olduklarına dair iddialarının asılsız olduğu anlaşılmaktadır. Onlar, birçok imamın da dediği gibi Hz. Fatıma'mn ev­ladı değildirler. Nitekim bunu yeri geldiğinde de inşaallah anlatacağız.

Yakup b. Süfyan, Bişr b. Galib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"îbn Zübeyr, Hz. Hüseyn'e şöyle dedi:

- Nereye gidiyorsun? Babanı öldüren, kardeşini mızraklayan bir

millete mi gidiyorsun?

- Falan yere gidip orada öldürülmek, benim için Mekke'de öldürül­mekten daha iyidir."

Zübeyr b. Bekkar, Hz; Hüseyin'in Abdullah b. Zübeyr'e şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Bana bağlı olduklarına ve benimle beraber olacaklarına talakları ve kölelerinin azatlığı üzerine yemin eden 40. 000 Iraklının be/atı gel­miştir.

- Babanı öldüren ve kardeşini kovan bir kavmin yanına mı gidiyor­sun?"

Bazılarının ifadesine göre Hz. Hüseyin'e bu sözleri söyleyen kişi İbn Abbas'tır.

İnsanlar, Yezid için Muaviye'ye bey'at ettiklerinde Hz. Hüseyin'e bey'at edilmiş değildi. Kûfeliler, Muaviye'nin hilafeti zamanında- yan­larına gelmesi için Hz. Hüseyin'e mektup gönderiyor ve onu davet edi­yorlardı, ancak o, Kûfelilerin davetine icabet etmiyordu. Kûfelilerden bir grup, Muhammed b. Hanefiye'nin yanma giderek yanlarına gelmesi için talepte bulundular. Ancak o, Kûfelilerin bu talebini yerine getirme­di, gidip durumu Hz. Hüseyin'e anlattı. Hz. Hüseyin de ona şöyle dedi:

"Bunlar bizi vasıta edinerek dünya servetini elde etmek ve varlıkla­rını bizim sayemizde uzun süre devam ettirmek, aynıca hem bizim hem de insanların kanlarını akıtmak istiyorlar."

Hz. Hüseyin, kederlendi, tasalandı, düşüncelere daldı, gah Kûfe'ye gitmek istiyor, gah onlardan uzak kalmak istiyordu.

Ebu Said el-Hudrî, onun yanma gelip şöyle dedi:

"Ey Abdullah'ın babası! Ben sana öğüt veriyorum. Senin için endişe ediyorum. Duyduğuma göre Kûfe'deki bazı taraftarlarınız yanlarına gitmen için sana mektuplar yazıp davette bulunuyorlar. Sakın onlara gitmeyesin. Çünkü babanın Kûfe'de iken şöyle dediğini işittim: "Vallahi a Kûfelilerden bıktım, usandım, onlara kızdım. Onlar da benden bı-

usandılar ve bana kızdılar. Onlarda asla vefa yoktur, onlar sayesin-kazanç sağlayan kişi, kazanç getirmeyen kumar okuyla kazanç sağ-aak isteyen kimse gibidir. Allah'a yemin ederim ki, onların herhangi r işe niyet ve azimleri yoktur, kılıca karşıda sabır göstermezler."

Müseyyeb b. Utbe el-Fezarî, Hz. Hasan'ın vefatından sonra birkaç kişi ile Hz. Hüseyin'in yanma geldi. Bunlar onu, Muaviye'yi görevden hal etmeye davet ettiler ve şöyle dediler:

- Biz senin ve kardeşinin görüşünü biliyoruz.

- Savaştan geri durmayı sevdiği için Cenâb-ı Allah'ın kardeşime mükafat vereceğini ümit ediyorum. Bana da zalimlere karşı cihadı sev­me niyetine sahip olduğumdan ötürü Cenâb-ı Allah'ın mükafat verece­ğini ümit ediyorum.

Mervan, Muaviye'ye Hüseyin hakkında şöyle bir mektup gönder­mişti: "Korkarım ki Hüseyin, fitne çıkarmak için pusuya yatmıştır ve öyle sanıyorum ki onunla uzun uzadıya uğraşacaksınız." Bunun üzeri­ne Muaviye de, Hüseyin'e şöyle bir mektup gönderdi:

"Allah adına söz verip ahdu peyman eden kimsenin vefakarlık gös­termesi gerekir. Duyduğuma göre Kûfeliierden bir topluluk, seni ihtilaf çıkarmaya davet etmiş. Daha önce de denendiği gibi Iraklılar, babana ve kardeşine karşı baş kaldırıp, düzeni bozmuşlardı. Allah'tan kork, ah­de vefa göster, verdiğin sözü hatırla. Sen ne zaman bana karşı hile ya­parsan, ben de sana karşı hile yaparım."

Hz. Hüseyin ise, Muaviye'ye şöyle bir mektup gönderdi:

"Mektubunu aldım. Hakkımda sana anlatılan şeylerle ilgim yok. Ben o şeylerden başkasına layıkım. İyiliklere ancak Allah yol gösterir. Ben seninle savaşmak ve sana karşı muhalefette bulunmak istemedim. Seninle cihadı terk ettiğimden dolayı Allah katında artık mazeretin ola­cağım da sanmıyorum. Senin yönetim başında bulunmandan daha bü­yük bir fitenin bu ümmetin başına geleceğini de sanmıyorum."

Muaviye: "Bizim, Hüseyin'e tesirimiz sadece şer olmuştur." dedi ve ona kendisi hakkında duyduğu bazı haberlerden dolayı şu mektubu yaz­dı: "Öyle sanıyorum ki, senin başında bir şiddet vardır. Keşke sana gel­seydim de başındaki bu şiddet ve serkeşliği giderip seni bağışlamış ol­saydım."

Anlatıldığına göre Muaviye, hasta yatağında can çekişirken oğlu Yezid'i çağırmış ve ona vasiyetini yaptıktan sonra şöyle demiştir:

"Rasûlullah'm kızı Fatıma'nın ve Ali'nin oğlu Hüseyin'e dikkat et, çünkü o, insanların ençok sevdiği bir kimsedir. Onunlu ilişkilerini dü­zelt, ona iyi davran ki seninle iyi geçinsin. Eğer herhangi bir kusur işle­yecek olursa umarım ki babasının öldürülmüş,,kardeşinin yardımsız bı­rakılmış olması sebebiyle ona acır ve ona mukabelede bulunmazsın."

Muaviye, hicretin altımışmcı senesinin receb ayının onbeşinci gece­sinde vefat etti. İnsanlar Yezid'e bey'at ettiler. Yezid de Abdullah b. Amir b. Üveys el-Amirî, Amir b. Lüey ile Medine valisi Velid b. Utbe b. Ebi Süfyan'a haber göndererek kendisine bey'at etmeleri için insanlara çağrıda bulunmasını ve bu işe Kureyş'in önde gelen şahsiyetleriyle başlamasını, herkesten önce Ali'nin oğlu Hüseyin'in bey'atını sağlamasını emretti. Babası ve mü'minlerin emiri Muaviye'nin kendisine, Hüse­yin'e yumuşak davranmasını ve onunla iyi geçinmesini emretmiş oldu­ğunu da bildirdi. Velid de gece yarısı Hüseyin'e ve Abdullah b. Zübeyr'e haber göndererek Muaviye'nin vefat etmiş olduğunu bildirdi ve gelip Yezid b. Muaviye'ye bey'at etmelerini istedi. Onlar da: "Sabahı bekleye­lim ve insanların ne yaptığını görelim." dediler. Hz. Hüseyin, o gece bi­neğine atlayıp İbn Zübeyr ile birlikte Medine'den ayrıldılar ve: "O, bizim tanıdığımız Yezid'dir. Vallahi onun azmi ve mürüvveti yoktur." dediler. Velid, Hz. Hüseyin'e çok kaba davrandı. Hz. Hüseyin, ona sövdü ve sarı­ğını başından tutup çekti. Velid de: "Biz Abdullah'ın babasında (Hüse­yin'de) öfkeden başka birşey meydana getiremedik." dedi. Mervan da ona: "Hüseyin'i Öldür." deyince Velid şöyle dedi: "Bunun kanı pahalıya mal olur. Abdumenaf kabilesi onu koruyor."

Anlatıldığına göre Hz. Hüseyin ile İbn Zübeyr, aynı gecede Medi­ne'den ayrılıp Mekke'ye gittiler. Sabah olunca insanlar Yezid'e bey'at için Velid'in yanma geldiler. Velid, Hüseyin ile İbn Zübeyr'i arattırdı, ama bulamadı.

Misver b. Mahreme dedi ki: Hüseyin ile İbn Zübeyr süratle yola çık­tılar, îbn Zübeyr, onu gözetliyordu. Mekke'den ayrılıp gitmesini ve şehri kendisine bırakmasını ümit ediyordu. Nihayet Mekke'ye vardılar. Hz. Hüseyin, Abbas'ın evine; İbn Zübeyr de Hicre indi. Maaflri elbisesi giy­di. İnsanları, Ümeyye oğullarına karşı kışkırtmaya başladı. Sabah ak­şam Hüseyin'in yanma gidiyor ve onun Irak'a gitmesini tavsiye ediyor, sonra da: "Iraklılar senin ve babanın taraftarlarıdırlar." diyordu. İbn Abbas ise, Hz. Hüseyin'i Irak'a gitmekten men ediyordu. Abdullah b, Muti de Hz. Hüseyin'e şöyle diyordu:

"Anam babam sana feda olsun. Hayatta kalarak bizi vücudunla ya­rarlandır. Irak'a gitme. Allah'a yemin ederim ki, eğer Iraklılar seni öl­dürecek olurlarsa, bizi köle ve hizmetçi edinirler."

Umre dönüşünde Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve İbn Ebi Rebia, Ebva mıntıkasında Hüseyin ile îbn Zübeyr'e rastladılar ve onla­ra şöyle dediler: "Allah aşkına Medine'ye geri dönün ve insanların uy­gun gördüğü şeyi siz de uygun görüp Yezid'e bey'at edin. Neticeyi bekle­yin. İnsanlar onun etrafında toplanırlarsa size bir zarar gelmez, eğer dağlarlarsa zaten sizin istediğiniz de budur."

ibn Ömer, Hüseyin'e şöyle dedi: "Mekke'den çıkıp Irak'a gitme. Zira Cenâb-ı Allah, Rasûlullah (s.a.v.)'ı dünya ve ahiretten birini seçmekle muhayyer kıldı. O, ahireti seçti, sen de onun bir parçasısm, dünyayı elde edemezsin." Böyle dedikten sonra İbn Ömer, Hz. Hüseyin'i bağrına ba­sıp ağladı ve onunla vedalaştı. îbn Ömer şöyle derdi: "Hüseyin, Mek­ke'den çıkma hususunda beni mağlup etti. Ömrüme yemin ederim o, babasında ve kardeşinde bir ibret görmeliydi. Babasının ve kardeşinin fit­neye maruz kaldıklarını, insanların onlara yardım ellerini uzatmayın-larım gördükten sonra hayatı boyunca hareket etmemesi ve insanların uygun gördüğü şeyi kendisinin de uygun görmesi yani Yezid'e bey'at et­mesi gerekirdi. Çünkü cemaata katılmakta ve cemaatla birlikte hare­ket etmekte hayır vardır."

İbn Abbas, Mekke'den çıkıp Irak'a gitmek üzere olan Hz. Hüseyin'e şöyle demişti:

- "Ey Fatıma'nm oğlu, nereye gidiyorsun?

- Irak'a taraftarlarımın yanma gidiyorum.

- Babanı öldürüp kardeşini mızraklayan Iraklıların, yanma git­meni hoş karşılamıyorum. Onlar, babanı ve kardeşini öfkeli ve kendile­rinden bıkmış halde bırakmışlardı. Allah aşkına nefsine mağrur olup aldanma."

Ebu Said el-Hudrî dedi ki: "Hüseyin, Mekke'den çıkıp gitme husu­sunda bizi mağlup etti. Bu hususta kendisine güç yetiremedik. Kendisi­ne dedim ki: Nefsine aldanmak hususunda Allah'tan kork, evine kapan ve imamına isyan etme."

Ebu Vakid el-Leysî dedi ki: Hüseyin'in Mekke'den Irak'a doğru yola çıktığım duydum. Peşine düştüm, Melel denen yerde ona ulaştım ve: "Allah aşkına Irak'a gitme." dedim. O, normal bir gidişle gitmiyordu. Kendini Öldürtmeye gidiyordu, fakat geri dönmeyeceğini söyledi."

Cabir b. Abdullah dedi ki: "Irak'a gitmemesi için Hüseyin'le konuş­tum. Ona dedim ki: "Allah'tan kork ve insanları birbirlerine kırdırma. Allah'a yemin ederim ki, bu yaptığın iş övgüye layık bir iş değildir." Fa­kat o benim tavsiyeme kulak asmadı.»

Said b. Müseyyeb dedi ki: Eğer Hüseyin Mekke'den çıkıp Irak'a git­meseydi, kendisi için daha hayırlı olurdu."

Ebu Seleme b. Abdurrahman dedi ki: "Hüseyin'in Iraklıları tanıma­sı (fitnelerini bilmesi) ve yanlarına gitmemesi gerekirdi. Ancak İbn Zü-beyr, onu bu hususta yüreklendirdi, ona cesaret verdi."

Misver b. Mahreme, Hüseyin'e şu mealde bir mektup gönderdi: «Sa­kın Iraklıların mektuplarına ve İbn Zübeyr'in: "Iraklıların yanına git, onlar sana yardım edecektir." demesine aldanma.»

İbn Abbas da Hüseyin'e şöyle demişti: "Harem'den ayrılma. Eğer Iraklıların sana ihtiyacı varsa, develerine binip senin yanma büyük bir kuvvetle geleceklerdir." Ama Allah ona hayır mükâfat versin. O benim bu sözüme aldırış etmeyip şöyle dedi: "Bu hususta istihare yapacağım ve Allah'tan hayır dileyeceğim."

Amre binti Abdirrahman da Hüseyin'e bir mektup yazdı. Mektu­bunda yapmak istediği şeyin büyük bir iş olduğunu, emire itaat etmesi ve cemaata sarılması gerektiğini anlattı. Bu tavsiyeye kulak vermeyip Irak'a gitmesi durumunda ölüme gideceğini ihtar ederek şöyle dedi: Hz. Aişe'nin, Rasûlullah (s.a.v.)'dan şöyle bir hadis duymuş olduğuna şaha­det ederim: "Hüseyin, Babil diyarında öldürülecektir."

Hüseyin, Amre binti Abdırrahman'm bu mektubunu okuyunca: "Şu halde öldürülmem gereken yere gitmem zorunlu hale geldi." dedi ve

Irak'a gitti.

Bekir b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam, Hz. Hüseyin'e gidip şöyle

"Ey amca oğlu! Iraklıların babana ve kardeşine yaptıklarını gördün. Sen ise onların yanma gitmek istiyorsun. Onlar, dünyanın kullarıdır­lar Sana yardım sözü verenler, seninle savaşacaklardır. Kendisine yar­dım etmeyi çok istediğin kimseler, seni yardımsız bırakacaklardır. Al­lah aşkma nefsine mağrur olup aldanma."

Hüseyin de Bekir'e şu cevabı verdi:

- Ey amca oğlu! Allah sana hayır mükafat versin. Allah'ın takdiri mutlaka yerine gelecektir.

- Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz. Hüseyin için Allah katından sabır diliyoruz."

Abdullah b. Cafer de, Hz. Hüseyin'e bir mektup göndererek onu Iraklılardan sakındırdı. Onlara karşı dikkatli olmasını istedi. Onların yanma gitmemesini söyledi. Hz. Hüseyin de cevaben şöyle bir mektup

gönderdi:

"Ben bir rüya gördüm. Rasûlullah'ın bana bir emir verdiğine şahit oldum. Bu emri yerine getireceğim. Ancak işin sonuna varmadan bu rü­yayı kimseye anlatacak değilim."

Haremeyn naibi Amr b. Said b. As da Hz. Hüseyin'e şöyle bir mektup gönderdi:

"Sana doğru yolu göstermesini ve yuvarlanmakta olduğun uçurum­dan seni geri çevirmesini Allah'tan diliyorum. Duyduğuma göre sen Irak'a gitmeye karar vermişsin. Ayrılık çıkarmaktan Allah'a sığınmanı istiyorum. Eğer korkmakta isen yanıma gel, ben sana eman veririm. Sa­na iyi davranırım. Aramızdaki bağların kopmamasına özen gösteri­rim."

Hz. Hüseyin de ona şu mektubu gönderdi: "Eğer göndermiş olduğun bu mektubunla bana iyilik yapmak ve aramızdaki bağların kopmaması­na özen göstermek istemiş isen, dünyada ve ahirette hayır ve iyilik gör. insanları Allah'a davet edip iyi işler yapan ve: "Ben Müslümanlarda-mm." diyen kimse ayrılık çıkarmış olmaz. Emanlann en iyisi ve hayırlı­sı, Allah'ın verdiği emandır. Dünyada Allah'tan korkmayan kimse, Al­lah'a iman etmiş olmaz. Biz, kıyamet gününde, katında bize emanı va-C1P kılacak bir korku ile dünyada Allah'tan korkuyoruz."

Anlatıldığına göre Yezid b. Muaviye, îbn Abbas'a bir mektup gondererek Hüseyin'in Medine'den ayrılıp Mekke'ye gittiğini haber vermiş ve mektubunda şöyle demişti: "Öyle sanıyorum ki Hüseyin'in yanma doğu­lulardan bazı kimseler gitmişler ve ona halifelik ümidini vermişlerdir. Sende bu hususta tecrübe ve haber vardır. Eğer böyle yapmış ise, akra­balık bağlarım koparmış olur. Sen ailenin yaşlısı ve işaretlisi kabul edi­len bir kimsesin, onu ayrılık çıkarmaktan men et." Ayrıca, İbn Abbas'a ve Mekke ile Medine'de bulunan Kureyşlilere şu beyitleri de yazmıştı:

"Ey süvari! Ey hızla giden güçlü deveye binen ve devesi süratli olan!

Kureyşlilere duyur ki, benimle onlar arasında mesafe uzaktır. Be­nimle Allah'ın Hüseyin'i arasında akrabalık bağları vardır. Beyt'in av­lusundaki bir yerde ilahın ahdini ve uyulması gereken sözü ona hatırla­tıyorum.

Kavminize, böbürlen memeyi anneniz vasıtası ile kazandırabildi-

nız.

Öyle bir anne ki, hayatıma yemin ederim, o iffetli, iyi ve yüksek şah­siyet sahibidir.

Onun faziletine hiç kimsenin fazileti ulaşamaz. O, Rasûlullah'm kı­zıdır. İnsanlann en hayırlısı da bilir ki, Fatıma'mn size kazandırdığı ve başkalarına kazandırdığı faziletler vardır.

Sizin, onun faziletinde payınız vardır.

Ben onun âlemini böyle sanıyorum.

Sanmak ta bazen doğru sonuca vardırır ve yolu gösterir. Bu iddiala­rınızdan bir gün kopacaksınız, öldürüleceksiniz. Akbabalarla yırtıcı kuşlar etlerinizi birbirlerine hediye edeceklerdir.

Ey milletimiz, savaşı -durmuş iken- alevlendirmeyin.

Bansın iplerine sanlın ve tutunun.

Sizden önceki nesiller de savaşı denediler.

Ümmetler onlan mahvettiler.

Milletinize acıyıp insaf edin.

Onlan perişan düşürüp mahvetmeyin.

Zira perişan düşen birçok kimsenin ayağı kayar."

İbn Abbas da ona şu cevabî mektubu gönderdi: "Öyle umarım ki Hü­seyin, senin hoşlanmadığın bir sebeple Medine'den çıkıp gitmiş değil­dir. Aranızı bulmak ve öfkeyi yatıştırmak maksadıyla her vesileyle ona öğüt vermekten vazgeçecek değilim."

Bundan sonra İbn Abbas, Hüseyin'in yanına gitti. Onunla uzun uza-dıya konuştu ve şöyle dedi:

"Yann heba olup gidecek ve helak olacaksın. Allah aşkına Irak'a git­me. Mutlaka gideceğim diyorsan bari hac mevsimini bekle. İnsanlarla görüş, onlann niyetlerini öğren, sonra görüşünü açığa vur."

İbn Abbas'm Hüseyin'le yaptığı bu görüşme, zilhice ayının onuncu günündeydi. Ne var ki Hüseyin, onun bu teklifine iltifat etmedi. Mutla­ka Irak'a gideceğini söyledi. İbn Abbas da ona şöyle dedi:

"Allah'a yemin ederim ki, yann Osman gibi sen de kadmlannm ve kızlannın önünde öldürüleceksin. Vallahi senin de Osman'ın akibetine uğramandan korkuyorum. Doğrusu bizler, Allah'a aidiz ve O'na dönü­cüleriz."

Hüseyin de ona şöyle dedi: "Ey Abbas'ın babası! Sen yaşlanmış bir ihtiyarsın." Hüseyin'in bu sözüne îbn Abbas, şöyle cevap verdi:

"Eğer bu durum benimle seni küçültecek olmasaydı, elimi senin ka­fana geçirir ve seni bu yolculuktan men ederdim. Eğer alacaklının, borç­lusunun yakasına sanlısı gibi senin yakana sanlmamm yararlı bir so­nuç vereceğini bilseydim bunu da yapardım. Ama bunun da seni bu yol­culuktan alıkoyacağını sanmıyorum." Hüseyin: "Falan yerde öldürül­mek, benim için Mekke'de öldürülmekten daha iyidir." deyince İbn Ab­bas ağlayarak şöyle dedi: "Ey İbn Zübeyr, gözün aydın." Bu, İbn Ab­bas'ın kendini avutması idi. Oradan çıkıp öfkeli bir vaziyette giderken kapıda îbn Zübeyr'e rasladı. Onu görünce şöyle dedi: "Ey İbn Zübeyr, is­tediğin oldu, gözün aydın olsun. İşte Abdullah'ın babası Hüseyin çıkıp gidiyor ve Hicazı sana bırakıyor." Böyle dedikten sonra İbn Abbas, şu şi­iri okudu:

"Ey kalabalıktaki kuş,    

Artık etraf boş, dilediğince yumurtla ve öt.

Canın çektikçe de etrafi gagala,

Senin avcın bugün öldürülmüştür. Sana müjdeler olsun."

Hz. Hüseyin, Medine'ye haber göndererek Abdülmuttalib oğulla-nndan bir kısmının gelmesini istedi. Bunlar; kadın, erkek, çocuk olmak üzere ondokuz kişi idiler. Hz. Hüseyin'in kardeşleri, kızlan ve zevceleri idi bunlar. Muhammed b. Hanife'ye de bunlara katıldı. Gelip Mekke'de Hüseyin'e ulaştı. Ancak Hz. Hüseyin'e bu gidişin uygun olmayacağını söyledi. Hüseyin, onun bu görüşünü kabul etmedi. Muhammed b. Hani-nye, çocuklarından hiç birini Irak'a gelmek üzere harekete geçirmedi. Hz. Hüseyin, bu yüzden Muhammed'e biraz danldı ve: "Çocuğunun öl­dürülmesinden korkarak yola çıkarmak istemiyorsun, öyle mi?" deyin­ce Muhammed: "Senin öldürülmeni, onlann da seninle beraber öldürül­eni istemiyorum. Benim buna ihtiyacım yok. Gerçi senin öldürülmen, onlann öldürülmesine nisbetle benim için daha büyük bir musibettir." «iye cevap verdi.

^ Iraklılar, Hüseyin'e elçiler ve mektuplar göndererek onu yanlanna Çağırdılar. Hüseyin de aile efradı ve altmış Kûfeli arkadaşı ile birlikte Iraklılara müteveccihen yola çıktı. Zühice ayının onuncu gününde (pa­zartesi günü) harekete geçti. Mervan da, tbn Ziyad'a şöyle bir mektup gönderdi:

"Ali'nin oğlu Hüseyin, sana doğru gelmektedir. O, Fatıma'nın oğlu Hüseyin'dir. Fatıma da Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızıdır. Allah'a yemin ede­rim ki, onu öldürüp ruhunu Allah'a teslim edecek bir kimse kesinlikle bize göre Hüseyin'den daha sevimli olamaz. Sakın ileride telafi edeme­yeceğin bir harekete girişme. Nefsini fevri bir harekette bulunmaya sevk etme. Bu hareketini halk asla unutmaz. Aksi takdirde onun ünü kı­yamete kadar devam eder vesselam."

Amr b. Said b. As da, İbn Ziyad'a şöyle bir mektup gönderdi:

"Hüseyin, sana doğru gelmektedir. Onun gibi biri ya azad edilir, ya da köle gibi esir alınır ve köle yapılır."

Zübeyr b. Bekkar'm rivayetine göre Yezid, İbn Ziyad'a şöyle bir mek­tup göndermiştir:

"Duyduğuma göre Hüseyin, Kûfe'ye gelmektedir. Diğer zamanlar­dan çok senin zamanın bu belaya maruz kaldı. Diğer beldeler arasında senin belden bu belaya maruz kaldı. Valiler arasında da sen bu belaya maruz kaldın. Hüseyin gibi biri ya azad edilir ya da köleler gibi esir alı­narak köle yapılır." İbn Ziyad, Hz. Hüseyin'i öldürdü ve başını Yezid'e gönderdi.

Ben derim ki: İleride de anlatılacağı gibi sahih rivayetlerde anlatıl­dığı üzere İbn Ziyad, Hüseyin'in başını Şam'a göndermemiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Yezid, İbn Ziyad'a şu mealde bir mektup göndermiştir:

"Duyduğuma göre Hüseyin, Irak taraflarına yönelmiştir. Yollara gözcüleri ve silahlı adamları yerleştir. Onu zan ve töhmet altında bıra­karak yakala, hapse at, ancak seninle savaşmayanlarla savaşma. Mey­dana gelen bütün hadiseleri bana mektupla bildir vesselam."

Zübeyr b. Bekkar, Muhammed b. Dahhak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hüseyin, Kûfe'ye gitmek üzere Mekke'den çıkmak istediğinde Mescid-i Haram'ın kapısına uğradı ve şöyle dedi:

"Sabah aydınlığında develer harekete geçirilip ürkütülmez ve Yezid de çağrılmaz.

O gün ki, ölüm korkusu haksız yere geldi.

Eğer hedefimden şaşarsam, ölüm beni gözlemektedir."

Ebu Mihnef, Abdullah b. Süleym ve Münzir b. Müşmail el-Esedf nin şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Hac için Kufe'den yola çıktık. Mek­ke'ye geldik. Terviye günü şehre girdik. Hz. Hüseyin ile İbn Zübeyr'in kuşluk vakti hacer-i esved ile Ka'be kapısı arasında ayakta konuşmakta olduklarını gördük. îbn Zübeyr, Hüseyin'e şöyle diyordu:

- Eğer Mekke'de kalmak istersen kal. Bu idareyi ele al. Biz de sana yardımcı olur, destek verir, sana öğüt verir, yöneticiliğini tanır ve sana bey'at ederiz.

- Babam bana demişti ki: Buranın bir koçu olacak ve bu koç, bura­nın saygınlığı zedelenerek öldürülecektir. İşte ben o koç olmak istemiyo­rum.

- İstersen yine burada kal, beni idarenin başına geçir. Yetki benim

elimde olsun. Sana da itaat edilir ve asla isyan edilmez.

- Ben bunu da istemiyorum.

Bu karşılıklı konuşmadan sonra ikisi seslerini alçaltarak duyama­yacağımız bir şekilde konuşmalarını sürdürdüler. Nihayet öğle vakti kılavuzların insanlarla birlikte Mina'ya yöneldiklerini gördük. Hüse­yin, Ka'be'yi tavaf etti. Safa ile Merve arasında sa'y yaptı, saçını kısalttı, ihramdan çıkarak umresini tamamladı. Sonra Kûfe'ye yöneldi. Biz de diğer insanlarla birlikte Mina'ya yöneldik."

Ebu Mihnef, Ukbe b. Sem'an'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hü­seyin, Mekke'den çıktığında Mekke valisi Amr b. Said'in elçileri onun karşısına çıktılar. Bu elçilerin başında da Amr'ın kardeşi Yahya b. Said vardı. Hüseyin'e: "Geri dön. Sen nereye gidiyorsun?" dediler, ama Hüse­yin onlara aldırış etmedi, yoluna devam etti. İki taraf itişip kakışmaya başladılar. Birbirlerine kırbaç ve sopalarla vurdular. Sonra Hüseyin ile arkadaşları onlara karşı şiddetlice savunmaya giriştiler. Bundan sonra Hüseyin, yoluna devam etti. Yahya b. Said, ona şöyle sesledi: "Ey Hüse­yin! Allah'tan korkmuyor musun? Cemaattan ayrılıyor, fikirleri ve gö­rüşleri bir olan ümmeti birbirinden ayırıyorsun."

Hüseyin de ona karşı şu ayet-i kerimeyi okuyup tevil etti: "Benim yaptığım bana, sizin yaptığınız sizedir. Siz benim yaptığımdan sorumlu değilsiniz. Ben de sizin yaptığınızdan sorumlu değilim."(Yûnus,4i.)

Bundan sonra Hz. Hüseyin, Ten'im'e uğradı. Orada bir kervanla karşılaştı. Bu kervanı Yemen valisi Büceyir b. Ziyad el-Himyerî, Ye-men'den Muaviye oğlu Yezid'e göndermekteydi. Kervanın yükü alaçeh-re bitkisi ile bol miktarda elbiselerdi. Hüseyin, bu kervanı ele geçirdi ve yola devam etti. Kervandaki deve sahiplerinden develerini Kûfe'ye ka­dar kiraladı, ücretlerini verdi."

Sonra Ebu Mihnef in anlattığına göre Ferazdak, yolda Hüseyin'le karşılaşmış, ona selam verip şöyle demişti:

Allah, dilediğini versin, arzunu yerine getirsin." w    Hz. Hüseyin, ona insanların durumlarım ve arkada neler olup bitti-Sinı sormuş, Ferazdak ta ona şu cevabı vermişti:

"insanların gönülleri seninle, kılıçları ise Emevilerle beraberdir. *ahı hüküm gökten iner. Allah dilediğini yapar."

Hz.Hüseyin de ona şu karşılığı verdi:

Doğru söyledin, bundan önce de bundan sonra da emir Allah'ın dır. Allah dilediğini yapar. Rabbimiz, hergün bir başka durumdadır. Eğer ilahi hüküm bizim arzumuza uygun olarak yere inerse, nimetle­rinden ötürü Allah'a hamd ederiz. Şükran edası hususunda yardımı is­tenilecek olan Allah'tır. Eğer ilahi hüküm bizim umduğumuzun aksine cereyan ederse, niyeti hak olan ve içinde takva bulunan kimse hiçbir şe­kilde haksızlık etmez." Bu karşılıklı konuşmadan sonra Hz. Hüseyin bineğini hareket ettirdi ve esselamualeykûm, dedi. Böylece Ferazdak'la birbirlerinden ayrıldılar.

Hişam b. Kelbî, Ferazdak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Annemi hacca götürmüştüm, onun hac günlerinde Harem'e girişi esnasında devesini gütmekte iken Hüseyin'in Mekke'den kılıçlı kalkan-lı bir vaziyette çıkmakta olduğunu gördüm. Sene, hicretin altmışıncı se-nesi idi. Ona dedim ki:

- Anam babam sana feda olsun ey Rasûlullah'm oğlu, niçin acele edip hacdan dönüyorsun?

- Eğer acele etmezsem yakalanırım. Sonra bana sordu:

- Sen kimlerdensin?

- Iraklılardan biriyim.

- İnsanların durumu nedir?

- Iraklı insanların gönülleri seninle, kılıçları ise Emevilerle bera­berdir."

Ferazdak diyor ki: Hüseyin'e bazı şeyleri ve hac menasikini sordum. O da bana gerekli cevaplan verdi, ancak onun Irak'ta yakalandığı zatül-cenb hastalığı yüzünden dilinin ağırlaşmış olduğunu gördüm. Sonra yo­luma devam ettim. Harenı'de bir çadır kurulmuş "olduğunu gördüm. Orada karşılaştığım kişi, Abdullah b. Amr b. As'tı. Bana bazı sorular sordu. Ben de yolda Hüseyin'le karşılaşmış olduğumu söyledim. Bana dedi ki:

"Niçin onun peşine takılmadın? Hüseyin'e ve adamlarına silah tesir etmez."                                                                                 

Ferazdak pişman oldu. Hüseyin'in arkasından gidip ona tabi olma­ya niyetlendi. Ancak Abdullah b. Amr'ın sözleri onun kalbine tesir etti. Sonra peygamberleri ve onların öldürülmelerini hatırladı. Bu da onu Hz. Hüseyin'in peşine düşmekten alıkoydu. Ancak daha sonra Hz. Hü­seyin'in öldürüldüğünü duyunca Abdullah b. Amr'ı lanetledi. Abdullah b. Amr şöyle diyordu:

"Allah'a yenin ederim ki bu iş tamamlanıp başarı ile sonuçlanmadık­ça ağaçlar yeşermez, hurmalar yetişmez, küçükler büyümez." Abdullah b. Amr'm: "Hüseyin'e ve arkadaşlarına silah tesir etmez." demekle onu Öldürecek silahın mevcud olmadığım kast etmişti. Başka bir rivayete göre o bu sözleri söylemekle, Ferazdak'la dalga geçmek istemişti.

Anlatıldığına göre Hz. Hüseyin, hiçbir tarafa yönelmeksizin yoluna devam etmiş ve nihayet Zat-ı Irk'a varıp konaklamıştı.

Ebu Mihnef, Haris b. Ka*b el-Valibîn'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir1 "Hüseyin ve etrafındakiler Mekke'den çıktıklarında Abdullah b. Ca­fer oğlu Avn ve Muhammed'le birlikte Hüseyin'e şöyle bir mektup gön­derdi:

"Senden, şu mektubumu okuduktan ve gereğini düşündükten sonra

Allah aşkına geri dönmeni istiyorum. Yönelmekte olduğun yerden, yani Kûfe'den sana bela gelmesinden, senin öldürülmenden ve ailenin kökü­nün kazınmasından korkuyorum. Eğer bugün sen öldürülecek olursan İslâm'ın nuru söner. Sen hidayete erenlerin bayrağı, mü'minlerin umu­dusun. Hareketinde acele etme. Ben, bu mektubun cevabını bekliyorum

vesselam."

Sonra Abdullah b. Cafer, Mekke valisi Amr b. Said'e giderek şöyle dedi: "Hüseyin'e bir mektup gönder ve ona eman verdiğini, ona iyi dav­ranacağını, dostluk bağlarına riayet edeceğini söyle, ona teminat ver. Geri dönmesini iste. Belki bu şekilde güven duyup Mekke'ye geri gelir."

Vali Amr, Abdullah'a şöyle dedi: "Benim adıma dilediğin şekilde bir mektup yaz, getir, altını mühürleyeyim." Abdullah b. Cafer de vali Amr b. Said'in adına dilediği şekilde bir mektup yazdı. Sonra mektubu Amr'a götürüp mühürleterek valiye şöyle dedi: "Benimle birlikte emanrm da gönder." Vali, Abdullah'la birlikte kardeşi Yahya'yı gönderdi. İkisi Mek­ke'den ayrılıp yola çıktılar, Hüseyin'in yanma vardılar, ona valinin mektubunu okudular, geri dönmesini istediler, ancak o geri dönmeye yanaşmadı ve şöyle dedi:

"Ben rüyada Rasûlullah (ş.a.v.)'ı gördüm. Bana bir işi yapmamı em­retti. Ben o işi yapmaya gidiyorum."

Gelenler ona sordular: "Gördüğün rüya neydi?" Hüseyin dedi ki: "Ben Aziz ve Celil olan Rabbimin huzuruna varıncaya kadar bu rüyayı kimseye anlatmayacağım."

Ebu Mihnef, Muhammed b. Kays'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hüseyin yoluna devam etti. Zi'r-Rumme vadisindeki Hacir mıntıkası­na vardı. Orada Kays b. Misher es-Seydavî'yi Kûfelilere şu mealdeki bir mektubuyla gönderdi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Ali oğlu Hüseyn'den, mü'min ve Müslüman kardeşlerine selam olsun. Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a hamd ederim. İmdi Müslim b. Ukayl'm mektu­bu bana geldi. Görüşünüzün güzelliğinden, hepinizin bize yardım etme­ce ve hakkımızı talep etmeye kararlı olduğunuzdan bahsediliyor. Işımı" ril* neticesini güzelleştirmesini ve bu gayretinizden ötürü size en büyük sevabı vermesini Allah'tan diliyorum. Zilhice ayının sekizinci gününde İtei     günü olan salı gününde) Mekke'den çıkıp yanınıza gelmek üze-

re yola çıktım. Elçim yanınıza vardığında işinizi gizleyin, işi ciddiyetle muhafaza edin. Ben inşallah bu günlerde yanınıza varacağım. Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi üzerinize olsun."

Müslim b. Ukayl'm mektubu, kendisi Öldürülmeden yirmi yedi gece önce Hz. Hüseyn'e ulaşmıştı. Mektubun özeti şöyleydi:

"Lider, halkına yalan söylemez. Bütün Küfe halkı seninle beraber­dir. Bu mektubumu okuduğun zaman yola çık, size selam olsun."

Kays b. Misher es-Seydavî, Hz. Hüseyin'in mektubunu alarak Kûfe'ye gitti. Kadisiye'ye vardığı zaman Husayn b. Nümeyr tarafından yakalanarak Ubeydullah b. Ziyad'ın yanına gönderildi. îbn Ziyad, ona şöyle dedi: "Hükümet konağının üstüne çık, yalancı oğlu yalana Ali oğ­lu Hüseyin'e söv."

Kays, hükümet konağının damına çıktı. Allah'a hamdü senada bu­lunduktan sonra şöyle dedi:

"Ey insanlar! Ali'nin oğlu Hüseyin, Allah'ın yaratıklarının en hayır-lısıdır. O, Rasûlullah (s.a.v.)'m kızı Fatıma'mn oğludur. Ben onun size gönderdiği elçisiyim. O Batm Zi'r-Rume'deki Hacir mıntıkasında iken yanından kalkıp buraya geldim. Siz onun çağrısına icabet edin, emrine itaat edip sözünü dinleyin."

Bu konuşmadan sonra Kays, Ubeydullah'a ve babası Ziyad'a lanet okudu. Ali ile Hüseyin için mağfiret diledi. İbn Ziyad, emir verdi, Kays'ı konağın damından yere fırlattılar. Vücudu paramparça oldu. Anlatıldı­ğına göre kemikleri de kırıldı. Yalnız vücudunda henüz can vardı, çırpı­nıyordu. Abdülmeîik b. Umeyr el-Becelî, kalkıp onu boğazladı ve: "As­lında ben onu azaptan kurtarıp rahatlatmak istedim." dedi. Anlatıldığı­na göre o, Abdülmeîik b. Umeyr'e benzeyen bir adamdı. Başka bir riva­yette anlatıldığına göre Hz. Hüseyin'in mektubunu Kûfelilere getiren kişi, Hz. Hüseyin'in süt kardeşi Abdullah b. Bakter'dir, Bu zat, hükü­met konağının damından aşağı fırlatılmıştır. Doğrusunu Allah bilir.

Sonra Hz. Hüseyin, Kûfe'ye doğru yoluna devam etti. Orada cereyan eden hadiselerden haberi yoktu. Araplardan hangi kabilenin su başına uğrarsa, mutlaka o kabiledeki insanlar ona tabi oluyorlardı.

Ebu Mihnef, Abdullah b. Süleym ile Münzir b. Müşmail el-Esedî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccımızı ifa ettikten sonra tek düşüncemiz Hüseyin'e kavuşmak idi, yolda ona ulaştık. O, Beni Esed kabilesinden bir adamın yanından geçmekteydi, onunla konuşmak ve bazı şeyleri ona sormak istedi. Ama bunu yapmadı. Sonra o adamın yanma gittik. İnsanların durumunu sorduk. O da şöyle cevap verdi: "Vallahi Müslim b. Ukayl ile Hani b. Ur-ve öldürülünceye kadar Kûfe'de idim. Bunlar öldürüldükten sonra pa­zarda ayaklarının yerde sürünmekte olduklarım görüp şehirden çık­tım."

Böyle demesinden sonra biz Hz. Hüseyin'in yanma vardık. Adamın söylediklerini ona aktardık. O da: "Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dö­nücüleriz." mealindeki ayeti defalarca okumaya başladı. Biz de kendisi-e- "Allah aşkına kendini koru." dedik, ama o: "Bu iki kişi öldürüldükten sonra artık yaşamakta hayır yok." dedi. Biz ona: "Allah seni seçmiştir." dedik. Bazı arkadaşları da ona şöyle dediler:

"Vallahi sen Müslim b. Ukayl gibi değilsin. Eğer Kûfe'ye varırsan in­sanlar hemen senin etrafında toplanırlar."

Başkaları da dediler ki:

"Hüseyin'in arkadaşları, Müslim b. Ukayl'in öldürüldüğünü duy­duklarında Beni Ukayl b. Ebi Talib'ten olanlar hemen ayaklandılar ve Hüseyin'e şöyle dediler: "Hayır, vallahi öcümüzü almadan veya biz de kardeşimiz gibi ecel şerbetini tadmadan geri dönmeyeceğiz." Bunun üzerine Hz. Hüseyin yola devam etti. Zerud mıntıkasına vardığında mektubunu Kûfelilere götüren Kays b. Misher es-Seydavf nin de öldü­rüldüğünü duydu ve şöyle dedi:

- Taraftarlarımız bizi yalnız bıraktılar. Bize yardım ellerini uzat­madılar. Şimdi sizden geri dönmek isteyen varsa geri dönsün. Biz, geri döneni ayıplamayacağız ve kınamayacağız."

Hz. Hüseyin'in böyle demesi üzerine etrafındaki insanlar dağıldı­lar. Her biri bir tarafa gitti. Yalnız Mekke'den çıkarken beraberinde ge­len arkadaşları yanında kaldılar. Böyle yapmasının sebebi şuydu: Hü­seyin, bu bedevilerin düzenli ve itaatkar bir şehre gelmek için kendisine tabi olup peşine takıldıklarım anlamıştı. Durumu onlara açıklamadan kendisi ile yola çıkmalarını istememişti. Durumu onlara açıkladığı tak­dirde ancak ölüme dek kendisine yardım edecek olan kimselerin kendi­sine arkadaşlık edeceklerini kesinlikle anlamıştı. Seher vakti olunca genç adamlarına suyu bolca alıp biriktirmelerini emretti. Sonra hare­kete geçti, Batn-ı Akabe'ye gidip orada konakladı.»

Muhammed b. Sa'd, Hz. Hüseyin'le yüzyüze konuşan bir adamın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Çölde bazı çadırlar kurulmuş olduğunu gördüm. Bu çadırların ki­me ait olduklarım sorduğumda Hüseyin'e ait olduğunu söylediler. Yara­na vardığımda onun yanında yaşlı bir adam olduğunu, Kur'ân okuduğu­nu, okurken gözlerinden akan yaşların yanaklarının ve sakalının üzeri­ne indiğini gördüm. Kendisine dedim ki:

- Anam babam sana feda olsun ey Rasûlullah'ın kızının oğlu! Seni ıssız olan şu çöle ve bu beldelere getiren sebep nedir?

- İşte bunlar, Kûfelilerin bana gönderdikleri mektuplardır, ama öyle sanıyorum ki onlar beni öldüreceklerdir. Böyle yaparlarsa, Allah'ın bütün yasaklannı çiğnemiş olurlar. Bu yüzden de Cenâb-ı Allah, onları zelü kılacak bir kimseyi başlarına musallat edecektir. Öyle ki, onlar zelil olacaktır."

Ali b. Muhammed, Hüseyin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Al­lah'a yemin ederim ki, îsraüoğullannın cumartesi gününe tecavüz edip yasağı dinlemeyişleri gibi siz de benim hukukuma tecavüz edeceksiniz. Allah'a yemin ederim ki, bunlar içimdeki şu kanı çıkarmadıkça benden vazgeçmeyeceklerdir. Bunu da yaptıkları takdirde Cenâb-ı Allah, onla­ra öyle birini musallat kılacaktır ki, o kimse, onları alçaltacaktır."

Hz. Hüseyin, hicretin atmışbirinci senesinin muharrem ayının aşu­re gününde Ninova'da öldürüldü.

Yakup b. Süfyan, Şihab b. Hirraş'tan rivayet etti ki, onun kavmin­den olan bir adam şöyle demiştir; "İbn Ziyad'ın, Hz. Hüseyin üzerine gönderdiği askeri birliğin içindeydim. Bu askeri birlik, 4000 kişiden olu­şuyordu. Aslında bunlar, Deylemlilerle savaşa gideceklerdi. Fakat İbn Ziyad, bunları Hüseyin'le savaşmaya sevk etti. Hüseyin'i gördüm. Si­yah saçlı ve siyah sakallı idi. Ona: "Ey Abdullah'ın babası, sana selam olsun." dedim, O da selamı aldı. Yalnız biraz genzinden konuşuyordu.

Ebu Mihnef, Ebu Halid el-Kahilî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hüseyn'in süvarileri sabahladıklarında o ellerini semaya kaldırıp şöyle dua etti: Allah'ım, bütün sıkıntılarda güvencem sensin. Bütün zor­luklarda ümidim sensin. Başıma gelen bütün musibetlerde sana güven­dim, sana dayandım. Kalbimin zayıf kaldığı, gücümün az olduğu, dostu­mun yardım etmediği, düşmanınım bana karşı sevindiği birçok kederli zamanda sana müracaat ettim. Halimi sana arz ettim. Şikayetimi sana yaptım. Başkasından vazgeçip sana yöneldim, sen de sıkıntımı gider­din. Beni düzlüğe çıkardın ve bana yettin. Sen elimdeki bütün nimetle­rin sahibisin. Bütün iyilikler senden gelmiştir ve bütün gayelerin sonu da sensin."

Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Ebu Ma'şerden rivayet etti ki onun üs-tadlanndan biri şöyle demiştir:

"Kerbela'ya indikleri zaman Hüseyin sordu:                    :

- Bu yerin adı nedir?

- Kerbela'dır.

Kerb ve bela (sıkıntı ve bela)."

Ubeydullah b. Ziyad, Hüseyin ve adamlarıyla savaşması için Ömer b. Sa'd'ı gönderdi. Hüseyin, Ömer'e şöyle dedi:

"Ey Ömer! Bana üç şeyden birini yap: Ya bırak geri döneyim, eğer bunu yapmazsan beni Yezid'in yanma götür, onunla elele vereyim ve be­nim hakkımda dilediği şekilde hüküm versin. Eğer bunları yapmazsan beni Türklerin yanma götür, ölünceye kadar onlarla savaşayım."

Hz. Hüseyin, İbn Ziyad'a da bu haberi gönderdi. îbn Ziyad, onu Ye­zid'in yanma göndermeye niyetlendi, ancak Şimir b. Zilcevşen dedi ki: "Hayır! Hüseyin mutlaka senin vereceğin karara boyun eğmeli."

îbn Ziyad, bu kararını Hüseyin'e bildirdi, ancak Hz. Hüseyin: "Val­lahi senin dediğini yapmam." diye karşılık verdi. Ömer, Hüseyin'le sa­vaşmaya hemen girişmedi, işi ağırdan aldı. İbn Ziyad, Şimir b. Zilcev-şen'i Hüseyin'in karşısına gönderdi ve dedi ki:

"Eğer Ömer, ileriye geçerse sen de savaş. Aksi takdirde Ömer'i öldür ve onun yerine geç. Komutanlığı sana verdim."

Ömer'in komutasında Kûfelilerin önde gelen şahsiyetlerinden otu­za yakın adam vardı. Bunlar Ömer'e dediler ki: "Rasûlullah'm kızının oğlu, size üç şeyden birini yapmanızı teklif ediyor, ama siz bunlardan hiçbirini kabul etmiyorsunuz, bu olacak şey midir?" Böyle dedikten son­ra önde gelen bu şahsiyetler, Hz. Hüseyin'in safına geçtiler, onunla omuz omuza vererek İbn Ziyad'ın askerlerine karşı savaşmaya başladı­lar.

Ebu Zür'a, Husayn'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben, Hüse­yin'in öldürülmesi esnasında hayatta idim. Sa'd b. Ubeyde bana dedi ki: "Ben Hüseyin'i gördüm. Üzerinde bir cübbe vardı. Amr b. Halid et-Tahvî adında biri ona bir ok attı, okun, Hz. Hüseyin'in cübbesine takılmış ol­duğunu gördüm."

İbn Cerir, Hz. Husayn'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kûfeliler, Hüseyin'e: "Senin beraberinde 100.000 adam vardır." diye haber gön­derdiler. O da Kûfelilere Müslim b. Ukayl'ı gönderdi. Kûfeliler, Müslim'i öldürdüler. Hilal b. Yasef in bana anlattığına göre îbn Ziyad, insanlara Vakısa mıntıkası ile Şam ve Basra yollarını koruma altına almalarım, kimsenin girip çıkmasına müsaade etmemelerini emretti. Hz. Hüseyin de Kûfe'ye doğru geliyordu. Hiçbirşeyden haberi yoktu, Bedevilerin ya­nına vardı, onlara Kûfe'deki insanların durumlarını sordu. Onlar da: 'Vallahi bilemiyoruz, yalnız öyle sanıyoruz ki sen oraya girip çıkamaya­caksın." dediler. Hz. Hüseyin, Muaviye oğlu Yezid'e doğru gitmeye de­vam etti. Yezid'in süvarileri Kerbela'da onu durdurdular, bineğinden indi. Allah ve İslâm aşkına yolundan çekilmelerini istedi. îbn Ziyad ise, ona karşı Ömer b. Sa'd, Şimir b. Zilcevşen ve Hüseyin b, Nümeyr'i gön­derdi. Bunlardan Allah ve İslâm aşkına kendisini mü'minlerin emin Yezid'e götürmelerini istedi ki, gelip onunla elele versin ve konuşsun. Fakat bunlar ona: "Hayır mutlaka îbn Ziyad'ın hükmüne boyun eğecek­sin." diye karşılık verdiler. Bunlarla beraber Hür b. Yezid el-Hanzeli en-Nehşelî adında bir süvari de vardı. Bu zat, Hz. Hüseyin'in söylediklerini işitince bunlara şöyle dedi:

"Allah'tan korkmuyor musunuz? Bunların size yaptığı teklifleri ni-Çin kabul etmiyorsunuz? Vallahi eğer Türkler ve Deylemliler dahi size W teklifleri getirecek olsalardı, yine de bu teklifleri reddetmeniz size helal olmazdı." Fakat bunlar illa da İbn Ziyad'ın hükmüne boyun eğme­ci Hz. Hüseyin'den istediler ve bu isteklerinde ısrar ettiler. Bunun üzerine Hür, atının yüzüne bir şamar indirdi ve Hz. Hüseyin'in tarafina acelece geçti. Bunlar Hürr'ün kendileri ile savaşmak için geldiğini san­dılar. Fakat Hz. Hüseyin'e yaklaşınca kalkanını ters çevirdi ve onlara selam verdi. Sonra da dönüp İbn Ziyad'ın adamlarına hücum etti. On­lardan iki kişiye öldürdü, sonra da kendisi öldürüldü. Allah ona rahmet etsin.

Anlatıldığına göre Züheyr b. Kayn el-Becelî, hacca gitmiş olan bir adam olup Hz. Hüseyin'le karşılaşmış ve onunla birlikte hacdan dön­müştü. İbn Ebi Mahreme el-Muradî ile Amr b. Haccac ve Mean es-Sülemî de Hz. Hüseyin'in yanına gitmişlerdi. Hz. Hüseyin, bir cübbe gi­yinmiş olarak İbn Ziyad'ın elçileriyle konuşmaya başlamıştı. Onlarla konuştuğu zaman sözünü tamamladıktan sonra dönerken Beni Temim kabilesinden Amr et-Tahvî, bir mızrak atıp Hz. Hüseyin'in iki omuzu arasına isabet ettirdi. Ben de onun iki omuzu arasına isabet eden okun onun cübbesine takılmış olduğunu gördüm, Ubeyduîlah İbn Ziyad'ın as­kerleri, Hz. Hüseyin'in teklifini kabule yanaşmadıkları zaman Hz. Hü­seyin kendi adamlarının yanına döndü. Ben de onlara bakıyordum, sa­yıları yüze yakında. Aralarında Hz. Ali'nin beş evladı, Haşimilerden onaltı kişi, Beni Süleym kabilesinden bir adam, Beni Kinane kabilesin­den bir adam ve İbn Ziyad'm amcası oğlu vardı.

Husayn, Sa'd b. Ubeyde'nin, şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ömer b. Sa'd ile birlikte suda serinlemekte idik. O esnada adamın biri, Ömer'in yanına geldi. Ona gizlice birşeyler söyledi, sonra anladım ki ona şöyle demiş: "İbn Ziyad, sana Çüveyriye b. Bedir et-Temimî'yi gön­derdi. Eğer Hüseyin ve adamlarıyla savaşmayacak olursan senin boy­nunu vurmasını emretti." Bunun üzerine Ömer b. Sa'd atına atladı, sila­hının getirilmesini istedi. Silahını kuşandı, atı üzerinde iken adamları­nı toplayıp Hüseyin'e karşı gitti. Onunla savaştı, başını kesip îbn Zi-yad'a getirdi ve önüne bıraktı, o da elindeki değneğiyle Hz. Hüseyin'in burnuna vurarak: "Abdullah'ın babası (Hüseyin) yaşlanmış ve ihtiyar­lamış." dedi. Hz. Hüseyin'in kadınları, çocukları ve aile efradı getirildi. İbn Ziyad'ın onlara yaptığı en iyi şey; onlar için kenarda bir ev hazırlatıp onlara erzak vermesi, harçlık ve elbiselerinin verilmesini emretmesi ol­du. Onlardan Abdullah b. Cafer'in iki çocuğu kaçıp Tay kabilesinden bir adama sığındılar. Adam da boyunlarını vurarak kafalarım İbn Ziyad'ın yanma getirip bıraktı. îbn Ziyad da hemen harekete geçti ve onları vu­ran adamın boynunu vurdu, emir verdi, evini yıktırdı.

Muaviye b. Ebi Süfyan'ın bir azatlısı bana şunları söyledi: Hüse­yin'in başı kesilip Yezid'in yanına getirilip bırakıldığında ağladığını ve şöyle dediğini gördüm: "Eğer İbn Ziyad'la Hüseyin arasında yakınlık ve merhamet olsaydı, İbn Ziyad böyle yapmazdı."

Hz. Hüseyin öldürüldüğünde İbn Ziyad ve taraftarları, iki yada üç ay gördüler ki, güneşin doğduğu saatten itibaren evlerinin duvarları ka­na boyanmış gibi kınnızılaşıyordu ve bu hal güneşin epey yükselmesine kadar devam ediyordu.

Ebu Mihnef, İkrime'nin amcalarından birinin Hz. Hüseyin'e şöyle bir soru sorduğunu rivayet etmiştir:

"Ey Hüseyin, nereye gidiyorsun?

- Irak'a.

- Allah aşkına geri dön. Allah'a yemin ederim ki, Iraklılar arasında

seni savunacak, koruyacak ve seninle omuz omuza savaşacak bir tek adam dahi yoktur. Allah'a yemin ederim ki, sen sadece mızrakların ve kılıçların üzerine gelmektesin. Irak'a gelmen için sana haber gönderen­ler eğer savaş masrafını karşılar ve senin için gerekli eşyaları hazırlar da sonra sen yanlarına gelirsen, bu uygun bir görüş olur. Ama bu halde iken bu şekilde gelmeni uygun görmüyorum.

- Senin söylediklerinden habersiz değilim. Görüşünü anlamıyor

değilim, ama Allah'ın emrine karşı gelinmez. O'nun takdirini kimse geri çeviremez.

Böyle dedikten sonra Hz. Hüseyin, Kûfe'ye doğru yola çıktı. Halid b. As, bu hususta böyle bir beyit söylemiştir:

"Nice öğüt verenler var ki, insana hile yapar ve insanı uçuruma yu­varlar.

Kendisi uzaklarda olduğu halde hakkında kötü zan beslenen nice kimse var ki karşılaştığında sana öğüt verir."

Bu senede, (hicretin atmışına senesinde) Amr b. Said b. As insanla­ra hac ettirdi. Amr, Yezid tarafından Mekke ve Medine valiliklerine atanmıştı. Yezid, Velid b. Utbe'yi Medine valiliğinden azletmiş, yerine bu senenin ramazan ayında Amr b. Said b. As'ı atamıştı. Noksanlıklar­dan münezzeh olan yüce Allah doğruyu daha iyi bilir.[3]

 

Hicretin Altmışbirinci Senesi

 

Ali'nin oğlu Hüseyin, Küfe yolunda ilerlemekte, arkadaşları ve ya­kınlarıyla birlikte Mekke ve Irak arasında gitmekte iken altmışbirinci yıla girildi. Kendisi, Vakidî ile meşhur birkaç tarihçinin doğru kabul et­tiği rivayete göre bu senenin muharrem ayının onuncu gününde Öldü­rülmüştür. Bazılarının iddiasına göre ise bu senenin safer ayında öldü­rülmüştür. Ama muharrem ayının onunda öldürülmüş olduğuna dair nakledilen rivayet daha sahihtir. [4]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/245-250.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/251-266.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/266-285.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/286.