Mus'ab
B. Zübeyr'in Muhtar B. Ebî Ubeyd'i Öldürmesi
Hicretin
Altmışsekizîncî Senesi
Bu
Senede Vefat Eden Şahsiyetler
Abdullah
B. Abbas'ın Cebrail (A.S.)'İ Başka Bir Şekilde Görmesi
Hicretin
Altmışdokuzuncu Senesi
Amr
B. Said El-Eşdak'ın Biyografisi
Hicretin
Altmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Önemli Şahsiyetler
Kabise
B. Züeyb El-Hüzai El-Kelbî
Yezid
B. Ziyad B. Rebia El-Himyerî
Bu senede Ubeydullah
b. Ziyad, İbrahim b. Ester en-Nehaî tarann-dan öldürüldü. Bu hadise şöyle
cereyan etmişti: İbrahim b. Ester, hicri altmışatmcı senenin zilhicce ayının
bitimine sekiz gün kala cumartesi günü Kûfe'den çıktı. Hicri atmışyedinci
senenin girişinde İbn Ziyad'ı yakalayıp öldürmek amacıyla Musul'a doğru
gitmekteydi. İkisi, Hazir denen yerde karşılaştılar. Hazir mıntıkası ile Musul
arasında beş fersahlık bir mesafe vardı. İbn Ester, o geceyi uykusuz geçirdi,
uyuyamıyordu. Sabaha yakın kalktı, askerlerini mevzüendirdi. Birliklerini yerli
yerince yerleştirdi. Adamlarına ilk vaktinde sabah namazım kıldırdı, sonra bineğine
bindi. İbn Ziyad'ın ordusuna doğru harekete geçti. Askerlerini yavaş yavaş
sevkediyordu. Kendisi de piyadeler arasında yürüyordu. İbn Ziyad ve
askerlerinin bulunduğu tepeye vardığında onlardan hiçbirinin hareket halinde
olmadığını gördü. İbn Ziyad ve askerleri, bunları görünce telaşla atlarına ve
silahlarına koştular. İbn Ester de atma bindi ve kabilelerin sancaktarlarının
yanına gelerek onları İbn Ziyad'a karşı savaşmaya teşvik edip şöyle dedi:
"Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızının oğlunun katilidir. Allah onu
ayağınıza getirdi. Bu gün onu sizin elinize düşürdü. Ona saldırın. O,
Firavun'un îsrailoğullarına yapmadığını Rasûlulullah'ın kızının oğluna yaptı.
Hüseyin'in, çocukları ve kadınları ile birlikte Fırat suyundan su içmelerine
engel oldu. Memleketine dönmesine veya Yezid b. Muaviye'nin yanına gitmesine
de izin vermedi. Sonunda onu öldürdü. Haydin bakalım, bundan öcünüzü alın.
Onun kanını mızraklarınıza ve kılıçlarınıza kana kana içirin. Bu, peygamberinizin
ailesine neler yaptı neler! İşte Allah, onu ayağınıza getirmiştir."
Buna benzer daha çok
sözler söyledi. Daha sonra bineğinden inip sancağının altında durdu. Ibn Ziyad
da atlısı ve piyadesiyle büyük bir orduyla birlikte gelmişti. Ordunun sağ
cenahına Husayn b. Nümeyr'i, sol cenahına Umeyr b. Habbab es-Sülemf yi tayin
etmişti. îbn Eşter'le karşı karşıya geldiğinde onu yarın adamlarıyla birlikte
hezimete uğratacağını söyleyip tehdit etti. İbn Ziyad'ın süvarilerinin başında
Şurah-bü b. el-Küa' vardı. Kendisi de piyadelerin başında olup onlarla beraber
yürümekteydi. İki taraf karşı karşıya gelince Husayn b. Nümeyr, Iraklıların
sol cenahına saldırıp onları hezimete uğrattı. Komutanları Ali b. Malik
el-Cüşemî'yi öldürdü. Onun ölümünden sonra sancağı oğlu Mu-hammed b. Ali eline
aldı. Oda öldürüldü. Sol cenah kırılmaya yüz tuttu. Ester de onlara:
"Yanıma gelin, ey Allah'ın dininin muhafızları, ben Eş-ter'im!" diye
seslenmeye başladı. Kendisini tanımaları için de başım açtı. Bunun üzerine
gelip etrafına toplandılar, sonra Kûfelilerin sağ cenahı Şamlıların sol
cenahına saldırdı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Şamlıların sol
cenahı hezimete uğradı ve İbn Eşter'in yanına doğru geriledi. Sonra İbn Ester,
beraberindeki adamları ile birlikte saldırıya geçti. Sancaktarına da:
"Sancağınla birlikte aralarına gir!" diye emir verdi.
İbn Ester, o gün
şiddetlice savaştı. Kılıcım her kime vuruyorsa onu mutlaka yere düşürüp
öldürüyordu. İki taraf arasında çok sayıda adam öldü. Anlatıldığına göre
Şamlıların sol cenahı yerlerinde sebat ettiler. Önce mızraklarla, sonra da
kılıçlarla şiddetlice savaştılar. Sonra İbn Ester, yeniden saldırıya geçti.
Şamlılar, onun önünde hezimete uğradılar. Onları kuzuları öldürür gibi
öldürmeye başladı. Kendisi ve beraberindeki bahadır arkadaşları ile birlikte
onları kovaladı. Ubeydullah b. Ziyad yerinde sebat etti. Nihayet İbn Ester,
gelip onun yanından geçerken kendisini tanımaksızın vurup öldürdü. Ama
arkadaşlarına şöyle dedi: "Ölüler arasına gidip bakın, ben bir adama
kılıcımla vurdum, ama ondan bana misk kokusu geldi. Kendisine kılıcımı vururken
bir ayağı doğuya, diğer ayağı batıya uçtu. O, Hazir nehrinin kıyısında yalnız
başına sancağın yanında durmaktaydı." Adamları gidip ölülerin arasına
baktıklarında sözü edilen adamın Ubeydullah b. Ziyad olduğunu gördüler.
îbn Ester, ona bir
darbe vurarak vücudunu ikiye ayırmıştı. Başım koparıp Kûfe'ye zafer müjdesi ile
Muhtar'a gönderdiler. Bu savaşta Şamlıların komutanlarından Husayn b. Nümeyr
ile Şurahbil b. Zi'l-Ki-la da öldürülmüştü. Kûfeliler, Şamlıları kovalamaya
başladılar. Onlardan çok sayıda adam öldürdüler. Öldürülenlerden daha fazlası
da suda boğulanlar oldu. Kûfeliler, Şamlıların ordugahmdaki mal ve atları ele
geçirdiler.
Muhtar, haber gelmeden
önce zaferi arkadaşlarına müjdelemişti.
Bilemiyoruz bu, onun
tefaülü mü, yoksa tesadüf mü, yahut kehaneti mi idi?
Adamlarının
iddialarına göre bu hususta kendisine vahiy gelmişti. Fakat bu iddianın aslı
yoktur. Buna inanan veya böyle bir iddiada bulunanları tasdik eden kafir olur,
ama o, savaşın Nusaybin'de olduğunu söylemişti. Böylece savaşın yerini
söylerken hata etmişti. Aslında savaş Musul diyarında olmuştu. Zafer haberi
geldiğinde Âmir eş-Şabî, bunu Muhtar'ın adamlarına bildirerek eleştiride
bulunmuştu. Muhtar, müjdeyi almak için Kûfe'den yola çıkmış, Medain'e gelerek
mescidin minberine çıkmış, hutbe irad ederken kendisine zafer müjdesi
gelmişti.
Şa'bî dedi ki:
Muhtar'ın adamlarından birisi bana şöyle bir soru sordu:
- Sen, Muhtar'ın bu
haberi bize dün verdiğini işitmedin mi?
- O savaşın Cezire
diyarında, Nusaybin'de cereyan ettiğini iddia etmişti, ancak o müjdeci, savaşın
Musul diyarında Hazir mevkiinde yapıldığım söyledi.
- Allah'a yemin ederim
ki ey Şa'bî; sen, acıklı azabı görmedikçe Muhtar'a inanmayacaksın.
Bundan sonra Muhtar
Medain'den Kûfe'ye döndü.
Muhtar'ın zafer müjdesini
almak için Kûfe'den ayrılışı esnasında daha önce Cubanetü's-Sebi ve Künase'de
kendisiyle savaşanlardan bazı kimseler fırsatı ganimet bilerek Kûfe'den çıkıp
Basra'da bulunan Mus'ab b. Zübeyr'in yanma gittiler. Bunlar arasında Şebes b.
Rib'i de vardı. İbn Eşter'e gelince o, zafer müjdesini ve Ubeydullah b. Ziyad'm
kesik başını Muhtar'a gönderdi. Nusaybin muhafızlığına da bir adamını
gönderdi. Kendisi o beldelerde ikamete devam etti. Musul'a vali gönderdi.
Sincar, Daran ve Cezire'deki diğer yerleri de ele geçirdi.
Ebu Ahmed el-Hakim
dedi ki: Ubeydullah b. Ziyad, hicri atmışaltuı-cı senesinin aşura gününde
öldürüldü. Doğrusu o, hicri altmışyedinci senede öldürülmüştür. İbn Ziyad'ı
öldürdüğü için îbn Eşter'i öven Süra-ka b. Mirdas el-Barkî bir şiirinde şöyle
demiştir:
"Mezhiçliler! En
yiğitlerden biri geldi size,
Düşman üzerine atılır
gider, korkusu yoktur.
Ey ibn Ziyad! İşte
onunla karşı karşıya kal,
Keskin ve derine
işleyen kılıcın tadım al,
İyiliklerini versin
Allah o koruyucuların,
Çünkü onlar, Ubeydullah'tan
yana içimizi soğuttular." [1]
Ubeydullah b. Ziyad b.
Ubeyd. İbn Ziyad b. Ebi Süfyan olarak da tanınır. Ona, Ziyad b. Ebihi veya îbn
Sümeyye de denir. Babası Ziyad'd sonra Irak emirliğini yapmıştır.
îbn Main dedi ki: Ona,
Ubeydullah b. Mercane denilirdi. Mercane, anasının adıdır. Başkalarının
ifadesine göre Mercane, Mecûsi bir kadındı. Künyesi de Ebu Hafs idi.
Ubeydullah, Yezid b. Muaviye'den sonra Şam'a yerleşti. Dimas yanında bir evi
vardı. Kendisinden sonra bu ev, İbn Acla'nm evi diye tanındı. İbn Asakir'in,
Ahmed b. Yunus ed-Dab-bf den naklettiğine göre Ubeydullah b. Ziyad, hicretin
otuzdokuzuncu senesinde doğmuştur. Yine îbn Asakir'in ifadesine göre o,
Muaviye'den, Sa'd b. Ebi Vakkas'tan ve Makul b. Yesar'dan hadis rivayet
etmiştir. Hasan Basri ile Ebu'l-Melih b. Üsame de ondan hadis rivayet
etmişlerdir. Ebu Naim el-Fadl b. Dekin dedi ki: Anlatıldığına göre Ubeydullah
b. Ziyad, Hz. Hüseyin'i öldürdüğünde yirmisekiz yaşında idi.
Ben derim ki: Şu halde
onun doğumu, hicretin otuzüçüncü senesinde olmalıdır. Doğrusunu Allah bilir.
îbn Asakir'in
rivayetine göre Muaviye, Ziyad'a: "Oğlun Ubeydul-lah'ı yanıma
gönder." diye mektub yazmıştı. Ubeydullah yanına geldiğinde Muaviye, ona
her ne sormuşsa o cevap vermişti. Nihayet Muaviye, ona şiir hakkındaki fikrini
sorunca kendisinden tatminkar bir cevap alamamış ve ona: "Şiir öğrenmene
engel ne vardı?" diye sormuş, oda şu cevabı vermişti:
- Ey mü'minlerin
emiri! Kalbimde Rahman'm kelamı ile şeytanın kelamını bir arada bulundurmak
istemedim, onun için şiir öğrenmedim.
- Defol buradan,
Allah'a yemin ederim ki, Sıffin savaşında cepheden firar etmemi, İbn
Atnabe'nin şu şiiri engellemişti:
"İffetim ve
mihnetim ile Övgüyü pahalı bir bedelle satın alışım,
Mahrum etmeye karşı
malımı vermişim ve nişanlı bahadıra karşı hamle yapışım,
O her coştukça ve ben
her coştukça kendime: "Yerinde dur ki, övüle-sin ya dp ölüp
kurtulasm," deyişim.
Ve do güzel eserleri
koruyuşum, sağlıklı bir güçle kendimi savunmam, işte bütün bunlar cepheden
kaçmama engel oldular."
Bundan sonra Muaviye,
Ubeydullah'ın babası Ziyad'a şu mektubu yazdı: "UbeyduUah'a şiir okut. Onu
şiire doyur." Babası da ona bolca şiir okuttu. Öyleki kendisine okutulan
şiirlerden hiçbirini unutmaz oldu. İşte bu dönemden sonra Ubeydullah'ın söylediği
şiirlerden bm de şu oldu:
"Kadınların oğlu
Mervan bilecektir ki ben, İki süvari karşılaştığında onlardan en şiddetli
darbeyi vuran ben olacağım,
Misafirler geldiğinde
ve ben atımdan başka,
İkram edecek birşey
bulamadığımda onlara atımı rahatça kesip ye-diririm."
Muaviye, günün birinde
Basralılara İbn Ziyad'ı sordu. Onlar da: "O çok zariftir ama bilmece gibi
konuşuyor." diye cevap verdiler. Muaviye de: "Bilmece gibi konuşması
onun daha da zarif olmasını sağlamıyor mu?" diye karşılık verdi.
İbn Kuteybe ile
diğerleri dediler ki: "Basralılar onun lahin yaptığım söylemekle bilmece
gibi konuştuğunu kastedmişlerdi. Bu, onun hüccetini daha da sağlam
buluyordu." Nitekim şairin biri, bu hususta şöyle demiştir:
"Parlak bir
mantık, bazen de lahin yapıyor, Sözlerin en iyisi lahinli olanıdır."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Basralılar, onun lahin yaptığını yani fasih konuşmadığını
söylemek istemişlerdi. Yine onun lahin yapmakla yalan söylediğini ifade etmek
istemişlerdi, diyen bir rivayette vardır. Akla yatkın olan da budur. Doğrusunu
Allah bilir. Muaviye, Ubeydullah'm rahat konuşmasını hoş karşılıyordu. Muaviye,
ağdalı konuşmaz, avurtlarını şişirmez ve kelimelerin üzerine bastıra bastıra
telaffuzda bulunmazdı. Yine bir rivayette anlatıldığına göre Basralılar, onun
konuşmasında Acem aksam bulunduğunu söylemek istemişlerdi. Çünkü Ubeydullah'm
annesi Mercane, Acem hükümdarlarından Yez-dücürd'ün veya başka birinin kızıydı.
Konuşmasında Acemce kelimeler telaffuz ederdi.
Ubeydullah, bir gün
Haricilerden birine: "Sen haruri misin?" diye sorarken haruri
kelimesindeki "hâ" harfini "he" harfi olarak telaffuz etmişti.
Yine bir gün "men katelnâhü katelnâhü" cümlesini "men kâtelnâhü
katelnâhü" şeklinde yani "kaf harfini "kâf" harfi olarak telaffuz
etmişti. Muaviye, onun böyle konuşmasının, zerafetini daha da fazlalaştırdığım
ifade etmişti. Bu konuşmasıyla onun dayıları olan Acemlere çektiğini
söylüyordu. Acemler, güzel politika ve iyi bir yönetim tarzına, aym zamanda
güzel ahlaka sahip idiler.
Ziyad, hicretin
elliüçüncü senesinde vefat edince Muaviye, Basra'ya Semüre b. Cündeb'i vali
olarak tayin etti. Bu zat, bir buçuk sene valilik yaptıktan sonra Muaviye
tarafından azledildi. Yerine Abdullah b. Amr b. Gaylan b. Seleme vali olarak
tayin edildi. O da altı ay valilik yaptıktan sonra Muaviye tarafından
azledildi. Yerine hicretin ellibeşinci senesinde Ubeydullah b. Ziyad vali
olarak tayin edildi. Yezid, halifeliğe geçince Basra'ya ek olarak Kûfe'yi de
Ubeydullah'm idaresine verdi. Yezid'in emirliği zamanında Ubeydullah, Beyda
sarayım inşa etti. Merbed yolu üzerinde Hamra sarayını da inşa etti. Kışım
Hamra sarayında, yazım da Beyda sarayında geçirmeye başladı. Anlatıldığına
göre adamın birisi, Ubeydullah b. Ziyad'ın yanma gelip şöyle demiş:
- Allah emiri İslah
etsin, karım vefat etti. Onun annesiyle evlenmek istiyorum.
- Sen divandan ne
kadar maaş alıyorsun?
- 700 dirhem maaş
alıyorum.
- Ey köle! Şu adamın
maaşından 400 dirhem kes. Ubeydullah, köleye bu emri verdikten sonra dönüp o
adama şu cevabı vermişti:
- Fıkhı bu kadar az
bilmenden ötürü sana 300 dirhem maaş yeter. Anlatıldığına göre Ummü Fecic ile
kocası, Ubeydullah b. Ziyad'ın yanına muhakeme için gelmişlerdi. Ümmü Fecic,
kocasından boşanmak istiyordu. Kocası Fecic, Ubeydullah b. Ziyad'a şöyle dedi:
- Allah emiri İslah
etsin, erkeğin ömrünün ikinci yarısı en hayırlı zamanıdır, kadının ömrünün
ikinci yarısı ise en şerli zamanıdır.
- Bu nasıl oluyor?
- Zira erkek
yaşlanınca aklı sağlamlaşır, görüşü mükemmelleşir, cahilliği de sona erer.
Kadın yaşlanınca ahlakı bozulur, aklı azalır, rahmi kısırlaşır ve dili
keskinleşir.
- Doğru söyledin,
karının elinden tut ve evine dön.
Yahya b. Main dedi ki:
Ubeydullah b. Ziyad, Safvan b. Muhriz'e 2000 dirhem verilmesini emretti. Parayı
aldıktan sonra Safvan, bu paralan çaldırdı ve: "Belki de bu daha hayırlı
oldu." deyince karısı: "Böylesi nasıl daha hayırlı olur?" diye
çıkıştı. İbn Ziyad, bu durumdan haberdar olunca Safvan'a 2000 dirhem daha
verilmesini emretti. Bu parayı aldıktan sonra Safvan, çaldırmış olduğu önce
2000 dirhemi de buldu. Böylece parası 4000 dirhem oldu ve bu, tabii ki daha
hayırlı oldu.
Kocası, Ubeydullah b.
Ziyad'dan sonra Irak valilerinden birkaçı ile evlenen Hind binti Esma b,
Harice'ye şöyle bir soru sordular:
- Kocalarından hangisi
sence daha aziz ve daha üstündür.
- Beşir b. Mervan
kadar karısına ikramda bulunan başka bir erkek yoktur. Haccac b. Yusuf kadar
kadınlara heybetli görünen başka bir erkek yoktur. Keşke kıyamet kopsaydı da
Ubeydullah b. Ziyad'ı görsem, ona bakıpta konuşmasını dinleyerek gönlümü
dinlendirebilsem."
Böyle diyerek
mazeretini beyan etmiş ve daha sonra başka erkeklerle de evlenmişti.
Osman b. Ebi Şeybe,
İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Farz namazlarda Muavvizeteyn
sûrelerini açıkça okuyan ilk kışı, ibn
Ziyad oldu."
Ben derim ki: Belki de
Kûfe'de ilk olarak bu sûreleri açıkça okuyan o olmuştur. Çünkü îbn Mesud, bu
sûreleri kendi mushafina yazmamıştı. Küfe fikıhçıları da rivayetlerini ve
nakillerini İbn Mesud'un adamlarından alıyorlardı. Doğrusunu Allah bilir.
Ubeydullah b. Ziyad,
şer'an caiz olmayan şeylere karşı cesaretliydi ve bu gibi işleri pervasızca
yapardı. Aslında bu gibi şeyleri yapmasına da gerek yoktu. Ebu Ya'lâ ile
Müslim'in rivayetlerine göre Aiz b. Amr, Ubeydullah b. Ziyad'm yanma giderek
ona şöyle demişti: "Ey oğulcuğum, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu işittim: Yöneticilerin en şerlisi, zorba olanlarıdır. Sakın
onlardan biri olmayasm."
Ubeydullah da Aiz'e
şöyle demişti:
- Otur bakalım, sen
sadece Rasûlullah'm ashabının elentisi ve tor-tususun,
- Onların elentisi ve
tortusu var mıydı? Elenti ve tortu, ancak sahabelerden sonra ve onlardan
başkalarmdadır."
Birçok ravinin Hasan
Basri'den rivayet ettiklerine göre Ubeydullah b. Ziyad, hastalığı sebebiyle
ziyaretine gittiği Makil b. Yesar'm yanına vardığında Makil ona şöyle demişti:
"Ben sana Rasûlullah'tan işittiğim bir hadisi nakledeceğim. Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah bir adamı
bir halkın başına yönetici tayin eder de o yönetici halkına zulmettiği halde
ölürse, Allah Cennet'i ona mutlaka haram kılar."
Birçok ravinin
anlattığına göre Makil vefat ettiği zaman cenaze namazını Ubeydullah b. Ziyad
kıldırmış, ancak defni esnasında hazır bulunmamıştı. Uygun bir mazeret
göstermeksizin ayrılıp konağına gitmişti. Cüretliliğinin örneklerinden biri de
Hz. Hüseyin'i -bu uğurda ölmeyi de göze alarak- huzuruna getirtmek
istemesiydi. Oysa onun Hz. Hüseyin'in talebine icabet etmesi gerekirdi. Hz.
Hüseyin, ondan kendisini Yezid'in yanma göndermesini veya Mekke'ye yahut sınır
kasabalarından birine göndermesini istemişti. Şimr b. Zilcevşen, ona:
"Hüseyin'i yanma getirtmen ve bundan sonra da onu dilediğin bir yere
göndermen senin için daha akıllıca olur." diye tavsiyede bulunmuş, oda Hz.
Hüseyin'i huzuruna getirmesi yönünde yapmış olduğu tavsiyeye uymuş ve Hz.
Hüseyin'in Yezid'in yanma gönderilmesine müsaade etmemiş ve kendi kafasına göre
hüküm vermiş, helak olmuş, ziyana uğramış ve hüsrana maruz kalmıştı. Rasûlullah
(s.a.v.)'ın kızının oğlu Hüseyin'in, murdar İbn Mercane'nin oğlunun huzuruna
götürülmesi uygun değildi.
Muhammed b. Sa'd,
Ubeydullah b. Ziyad'm mabeyincisinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüseyin'i
öldürmesi zamanında Ubeydullah'la birlikte hükümet konağına girdim. Yüzünden
ateş saçılıyordu. Yenini şöylece yüzüne kapadı ve: "Sakın bunu kimseye
söyleme." dedi.
Şüreyk, Muğire'den
naklederek Mercane'nin oğlu Ubeydullah b. Zi-yad'a şöyle dediğini söylemiştir:
"Ey habis! Sen, Rasûlullah'm kızının oğlunu mu Öldürdün? Artık asla
Cennefi görmeyeceksin."
Önceki kısımlarda
anlattığımız gibi Yezid b. Muaviye vefat edince Mısırlılar, bir imam
seçilinceye kadar Ubeydullah'a bey'at ettiler. Sonra ona karşı ayaklanarak onu
Mısır'dan kovdular. O da kalkıp Şam'a gitti ve Mervanla görüştü. Onunla
bey'atlaştı. Bundan sonra kendi şahsî için insanları bey'ata davet etti ve
halifeliğe geçme sevdasına kapıldı. Dahhak b. Kays'a muhalefet etti. Sonra da
onun üzerine yürüdü. Onu Şam'dan çıkarıp Mercürah'ta sevk etti. Sonra da
insanları kendisine bey'at etmeye çağırma sevdasına kapıldı ve îbn Zübeyr'i
hal'etti. Böylece nizam çözüldü ve Mercirahit savaşı vuku buldu. Dahhak b.
Kays ile beraberindekiler orada öldürüldüler. Mervan hilafete geçince Ubeydullah
b. Ziyad'ı bir askeri birliğin başında Irak'a sevk etti. O da yolda Tev-vabin
ordusu ve bu ordunun komutanı Süleyman b. Süred ile karşılaştı. Onları
yenilgiye uğrattı, yoluna devam ederek ordusu ile birlikte Kûfe'ye gitti. Ancak
yolda îbn Zübeyr taraftarı olan düşmanları Cezire-lilerle karşılaştı. Kûfe'ye
gitmelerine onlar engel oldular. Sonra îbn Ester, 7000 kişilik ordusuyla onun
karşısına çıktı. Ubeydullah b. Ziyad'ın askerleri kat kat fazlaydı, ama İbn
Ester onu mağlub etti ve Musul'a beş konaklık mesafedeki Hazir nehri kıyısında
onu feci bir şekilde öldürdü.
Ebu Ahmed el-Hakim
dedi ki: Bu hadise aşura gününde vuku buldu.
Ben derim ki: Aşura
gününde Hz. Hüseyin Öldürüldü. Sonra İbn Ester de, Ubeydullah b. Ziyad'm,
Husayn b. Nümeyr'in, Şurahbil b. Zi'l-Ki-la ve adamlarının önde gelenlerinden
bir kısmının kesik başlarını Muh-tar'a gönderdi. Muhtar, buna çok sevindi.
Yakub b. Süfyan, Yezid
b. Ebi Ziyad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"îbn Mercane'nin,
yani Ubeydullah b. Ziyad'ın ve arkadaşlarının kesik başları getirilipte
Muhtar'm önüne bırakıldığında ince bir yılan gelip o kesik başların arasında
dolaştı, sonra îbn Mercane'nin ağzından girip burnundan çıktı, tekrar burnundan
girip ağzından çıktı. Diğer başların değil de sadece îbn Mercane'nin başını
yakalayıp burnundan girip ağzından çıktı."
Tirmizî, bunu başka
bir varyant ile Ammare b. Umeyr'den naklederek sövle der:
"Ubeydullah b.
Ziyad ve arkadaşlarının kesik başları getirildiğinde bu kesik başlar Küfe
mescidinin avlusuna dikildi. Ben de oraya vardığımda cemaat şöyle diyordu:
'İşte geldi, işte geldi." Baktım ki bir yılan gelip o kesik başların
arasında dolaştı, sonra Ubeydullah b. Zryad m bu-
run deliklerine girdi.
Orada birazcık bekledikten sonra çıktı ve kaybolup gitti. Sonra tekrar:
"işte geldi, işte geldi." dediklerinde yılan bu işi iki veya üç kez
tekrarladı."
Ebu Süleyman b. Zeyd
dedi ki: Hicretin altmışalltmcı senesinde Ubeydullah b. Ziyad ile Husayn b.
Nümeyr, İbrahim b. Ester tarafindan. öldürüldü. İbrahim, bunların kesik
başlarını Muhtar'a gönderdi. Muhtar da Abdullah b. Zübeyr'e gönderdi. Bu kesik
başlar, Mekke ve Medine'de birer sırık başına takılıp yere dikildi. Ebu
Ahmed'in rivayetine göre bu hadiseler hicri altmışaltına senenin aşura gününde
vuku bulmuştur. İbn Cerir ile diğerlerinin naklettikleri meşhur rivayete göre
bu hadise, hicretin altmışyedinci senesinde vuku bulmuştur. Ama kesik başların
bu senede İbn Zübeyr'e gönderilmiş olması imkansızdır. Çünkü bu senede Muhtar
ile İbn Zübeyr arasındaki düşmanlık kuvvetlenmişti. Kısa bir süre sonra da İbn
Zübeyr, Basra'dan Kûfe'ye giderek Muhtar'ı kuşatması ve onunla savaşması için
kardeşi Mus'ab'a emir vermişti. Doğrusunu Allah bilir. [2]
Abdullah b. Zübeyr, bu
sene "Kubba" lakabıyla tanınan Basra valisi Haris b. Abdullah b. Ebi
Rebia el-Mahzumî'yi görevden azletti. Yerine kardeşi Mus'ab b. Zübeyr'i tayin
etti ki, bu Muhtar'a denk ve emsal olsun. Ona karşı da bir reddiye sayılsın.
Mus'ab, Basra'ya
girerken yüzünü peçeledi, minbere çıktı. Minbere çıktığında insanlar:
"Vali, vali" dediler. Yüzündeki peçeyi açınca insanlar onu tanıyıp
kendisine yöneldiler. Kubba da gelip minberinin altında bir basamak aşağıda
oturdu. Cemaat toplanınca Mus'ab, kalkıp onlara hutbe okumaya başladı. Önce
kıssaları okumaya başladı. Nihayet şu ayet-i kerimeye geldi: "Firavun
memleketin basma geçti ve halkını fırkalara ayırdı." (ei-Kasas, 4.) Bu
ayet-i kerimeyi okurken Şam'a ya da Kûfe'ye eliyle işaret etti. Sonra da şu
âyet-i kerimeyi okudu:
"Biz, memlekette
güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları varis
yapmak, memlekete yerleştirmek istiyorduk." (oi-Kasas, 5.} Bu ayet-i
kerimeyi okurken de Hicaz'ı gösterdi ve şöyle dedi: "Ey Basra halkı! Siz
emirlerinize lakablar takıyorsunuz. Ben de kendime Cezzar lakabım taktım."
İnsanlar onun
etrafında toplandılar, gelişine sevindiler. Muhtar'a karşı ayaklanıp Muhtar
tarafından bir kısmı ezilip öldürüldüğünde Küfe halkı hezimete uğramıştı.
Hezimete uğrayınca Basra'ya yöneldiler. Oraya gitmek istediler. Sonra Muhtar,
zafer müjdesini ve kesik başlan kendisine getirecek olan haberciyi karşılamak
amacıyla Kûfe'den dışarı çıktığında düşmanları onun yokluğundan istifade ile
ondan kaçmak için Basra'ya gittiler. Çünkü Muhtar, dini kıt bir kafirdi.
Kendisine vahiy geldiğini iddia ediyordu. Arap asıllı olmayanları eşrafa tercih
ediyordu. İbrahim b. Ester, Ubeydullah b. Ziyad'ı öldürüp de o mıntıkalara
hakim olduğunda bazı beldeleri, iklimleri, kasabaları eline geçirdi. Muhtar'ı
horladı, küçük düşürdü. Mus'ab da o esnada Muhtar'a galip olmayı ümit etti.
Muhammed b. Eş'as b. Kays'ı, Mühelleb b. Ebi Sufra'ya göndenn. Mühelleb,
onların Horasan valisi idi. Mühelleb, bol miktarda armağanlar, çok sayıda
adamlar, teçhizatlar ve büyük bir orduyla geldi, taşralılar, onun gelişine
sevindiler. Mus'ab b. Zübeyr de bu sayede güçlendi. Basralılar ve onlara tabi
olan Kûfelilerle birlikte deniz yoluyla Kûfe'ye doğru yola çıktılar.
Mus'ab b. Zübeyr, öncü
kuvvetlerinin başına Abbad b. Husayn'ı, sağ cenaha Ömer b. Ubeydullah b.
Mameri, sol cenaha Mühelleb b. Ebi Suf-ra'yı komutan yaptı. Emirleri kendi
kabilelerinin ve sancaklarının başına koyup sıraya dizdi. Malik b. Mesma,
Ahnef b. Kays, Ziyad b. Ömer, Kays b. Heysem ve diğer emirleri sıraya geçirdi.
Muhtar da askerlerini toplayarak yola çıktı. Medar'a gelip ordugah kurdu. Öncü
kuvvetlerinin başına Ebu Kamil eş-Şakirî'yi, sağ cenaha Abdullah b. Kamü'i, sol
cenaha Abdullah b. Vehb el-Cüşemî'yi, süvarilerin başına Vezir b. Abdullah
es-Selülf yi, Arap asıllı olmayanların başına da Ebu Ömer adındaki muhafız
komutanını komutan olarak tayin etti. Sonra askerlerine bir konuşma yaptı.
Onları düşmanlarına karşı harekete geçmeye teşvik etti. Öncü birlikleri
harekete geçirdi. Kendisi de zafer müjdesi vererek arkadaşlarından bir kısmı
ile bineklerine binerek yola çıktılar. Mus'ab, Küfe yakınlarına vardığında
Muhtar'ın askeri birlikleri ile karşılaştı. Mus'ab'm süvarileri Muhtar'ın
askeri birliğine saldırdı. Çok geçmeden Muhtar'ın askerleri kaçmaya başladılar.
Emirlerinden bir topluluk öldürüldü. Kurcalarından ve Şiilerden de bir grup
öldürüldü. Sonra bu hezimet haberi Muhtar'a ulaştı.
Vakidî dedi ki:
Muhtar'ın öncü birlikleri yanına geldiğinde Mus'ab, Dicle ile Küfe arasındaki
mesafeyi katetti. Muhtar, hükümet konağı için gerekli istihkam tedbirlerini
almış, oraya Abdullah b. Şeddad'ı vekil bırakmıştı. Kendisi de beraberindeki
adamlarla yola çıkmış, Haru-ra'ya gelip ordugah kurmuştu. Mus'ab'ın askerleri
kendisine yaklaştığında o, her kabileye bir lider tayin etmişti. Bekir b. Vail
kabilesine Said b. Munkız'ı, Abdülkays kabilesine Malik b. Münzir'i, Aliye
kabilesine Abdullah b. Ca'de'yi, Ezd kabüesine Müsafir b. Said'i, Beni Temim
kabilesine Süleym b. Yezid el-Kindî'yi, Muhammed b. Eş'as kabilesine Saıd b.
Malik'i lider olarak gönderdi. Kendisi de diğer arkadaşlarıyla birlikte orada
durdu. Karşı tarafla geceye dek şiddetlice savaştı. Muhtarın adamlarından önde
gelenler öldürüldüler. O gece Muhammed b. Eş as ile Umeyr b. Ali b. Ebi Talib
öldürüldüler. Diğer arkadaşları da Muhtar'ın etrafından dağılıp gittiler.
Kendisine: "Hükümet konağına git." dedilerse de o: "Allah'a
yemin ederim ki, oraya geri dönmek gayesiyle oradan çıkmış değilim. Ama bu
Allah'ın hükmüdür." diye karşılık verdi. Sonra hükümet konağına gittiler.
İçeri girdi, Mus'ab ona geldi. Kabileleri Kûfe'nin çeşitli mıntıkalarına
dağıttı. Mahalleleri taksim etti ve nihayet hükümet konağına vardı. Muhtar'a
gıda maddesi ve su verilmesini yasakladı. Muhtar, ara sıra konaktan dışarı
çıkıyor, Mus'ab taraftarlarıyla savaşıyor, sonra konağa geri dönüyordu.
Kuşatma şiddetlenince adamlarına: "Kuşatma, gücümüzü daha da azaltıyor.
Haydi inelim de geceye dek bunlarla savaşalım ve nihayet şereflice
ölelim." dediyse de adamları gevşeklik gösterdiler. Ama o; "Vallahi
ben düşmana teslim olmam." dedi. Sonra yıkanıp koku süründü, dışarı çıkıp
beraberindeki adamlarla birlikte öldürülünceye kadar savaştı.
Anlatıldığına göre
yakın adamlarından bir grup, hükümet konağına girmesini Muhtar'a tavsiye
ettiler. O da yerilmiş ve hakarete uğramış bir halde hükümet konağına girdi.
Az bir zaman sonra kaçınılmaz kader, darbesini ona vuracaktı. Mus'ab, onu
hükümet konağında kuşatma altına aldı. Adamlarının tamamıda onunla birlikte
kuşatma altına alınmıştı. Nihayet çok susadılar, susuzluk derecelerini ancak
Allah bilir. Mus'ab, onların giriş ve çıkışlarını yasakladı. Bütün kurtuluş
yollan kapatıldı. Aralarında akıllı, yumuşak huylu, doğru yolda olan bir kimse
de yoktu. Sonra Muhtar düşünmeye ve başına gelen beladan kurtulmaya bir yol
bulmak için düşünce mekanizmasını çalıştırdı. Başına gelen bu kötü durumdan
kurtulmak için yakınlarına, kölelerine ve adamlarına fikir sordu. Kader lisanı
ve şeriat dili de ona şöyle sesleniyordu: "De ki: "Hak geldi; artık
bâtıl ne yeniden başlar ne de geri gelir." (Sebe', 49.)
Kendisi ile ittifak
eden ve dostluk kuran kimseler arasından çıkıncaya dek azmini biledi ve içinde
bulunan şecaat kuvvetini harekete geçirdi. Atı üzerinde ölmek istiyordu ki,
son nefesini at üzerinde versin. Hamiyyete gelip gazablanarak şecaat ve
cesaretini harekete geçirerek dışarı çıktı. Ama yine de bir kurtuluş yolu
göremiyordu. Beraberinde sadece ondokuz arkadaşı vardı. Belki de o, bu halinde
yaşamaya devam etseydi o ondokuz kişi ,Cehennem'deki görevli ondokuz zebaniden
farksız olacaklardı. Hükümet konağından dışarı çıkarken kendisini serbest bırakmalarını
ve Allah'ın yerinden dilediği bir yere gitmesine izin vermelerini istedi,
ancak Zübeyr'in askerleri onun mutlaka emirin hükmüne boyun eğmesini istediler.
Kısaca diyeceğimiz
şudur ki; Muhtar, hükümet konağından çıkar çıkmaz Beni Hanife kabilesinden
Abdullah b. Dücace'nin oğlu Tarfe ve Tarraf adında iki kardeş, ona doğru
ilerlediler. Yanına gelip onu Kûfe'nin zeytinciler çarşısında öldürdüler. Başım
koparıp Mus'ab b. Zü-beyr'e götürdüler. Mus'ab, hükümet konağına girmişti.
Muhtar'ın kesik başını önüne bıraktılar. Tıpkı Ubeydullah b. Ziyad'ın kesik
başının Muhtar'ın önüne bırakılması ve Hz. Hüseyin'in kesik başının Ubeydullah
b. Ziyad'ın önüne bırakılması ve dahi Mus'ab'ın kesik başının da Ab-dülmelik b.
Mervan'ın önüne konulacağı gibi. Muhtar'ın kesik başı önüne bırakıldığında
Mus'ab, Tarfe ve Tarraf adındaki kardeşlere 30000 dirhem para mükafat
verilmesini emretti.
Mus'ab, Muhtar'ın
adamlarından bir topluluğu öldürdü, 500 kadar adam*111 da esir aldı.
Boyunlarını aynı günde vurdurdu. Bu savaşta Mus'ab'ın adamlarından Muhammed b.
Eş'as b. Kays da öldürülmüştü. Mus'ab, Muhtar'ın elinin kesilerek mescidin
duvarına çivilenmesini emretti. Haccac'm Kûfe'ye gelişine kadar Muhtar'ın eli
mescidin duvarında asılı kaldı. Haccac, oraya geldiğinde duvardaki elin kime
ait olduğunu sordu. Muhtar'ın eli olduğunu söylediklerinde emir verdi, el oradan
sökülüp götürüldü. Çünkü Muhtar, Haccac'm kabile sindendi. Sa-kif kabilesinden
bir yalancı bir de katil kişinin geleceği, hadisi şerifle haber verilmişti.
İşte yalancı, Muhtar'dı. Katil de Haccac'dı. Bu yüzden, Muhtar'ın öcünü İbn Zübeyr'den
aldı. İbn Zübeyr'i öldürdü ve cesedini aylarca darağacında bıraktı.
Mus'ab b. Zübeyr,
Muhtar'ın karısı Ümmü Sabit binti Semüre b. Cündüb'e Muhtar'ın durumunu
sorduğunda Ümmü Sabit: "Ben, onun hakkında ancak sizin söylediklerinizi
söyleyebilirim." demişti. Bunun üzerine o kendi haline bırakılmış,
Muhtar'ın diğer karısı Amre binti Nu-man b. Beşir'i çağırtmış, ona:
"Muhtar hakkında ne diyorsun?" diye sorunca Amre şu cevabı vermişti:
"Allah ona rahmet etsin. O, Allah'ın sa-lih kullarından bir kuldu"
Amre binti Numan'ın böyle demesi üzerine Mus'ab, onu zindana atmış ve kardeşi
Abdullah b. Zübeyr'e de: "Bu kadın, Muhtar'ın peygamber olduğunu iddia
ediyor." diye mektub yazmış, o da ona: "Öyleyse onu zindandan çıkarıp
öldür!" diye cevabi mektub göndermişti. Bunun üzerine Mus'ab, Amre binti
Numan'ı zindandan çıkarıp şehir dışına götürmüş ve ölünceye kadar ona darbeler
vurmuştu. Bu olay hakkında Ömer.b. Ebi Remse el-Mahzumî, şöyle bir şiir söylemiştir:
"Benim en çok
şaştığım şey,
Beyaz tenli, hür, genç
ve güzel bir kadının öldürülmesidir.
Evet, böyle günahsızca
öldürüldü.
Allah, bu haksız yere
öldürülenin mükafatını versin,
Ölmek ve öldürmek biz
erkeklere düşer.
Namuslu kadınlara ise
eteklerini korumak."
Ebu Mihnef, Muhammed
b. Yusuftın şöyle dediğini rivayet etmiş-
tir:
"Mus'ab b.
Zübeyr, Abdullah b. Ömer b. Hattab'a rastlamış, ona selam vermişti. İbn Ömer,
ona şöyle bir soru sormuştu:
- Sen kimsin?
- Kardeşin oğlu Mus'ab
b. Zübeyr'im.
- Evet, sen aynı günde
kıble ehlinden 7000 kişinin katili olacaksın öyle mi? Dilediğin kadar yaşa,
nihayet sen böyle yapacaksın.
- Ama onlar inkarcı ve
büyücülerdir.
- Allah'a yemin ederim
ki, onların yerine babanın mirasından bir koyun öldürsen bile bu dahi senin
için bir israf olur." [3]
Muhtar b. Ebi Ubeyd b.
Mesud b. Amr b. Umeyr b. Avf b. Afre b. Umeyre b. Avf b. Sakif es-Sakafî.
Babası, Peygamber (s.a.v.)'ın sağlığında Müslüman oldu. Ama onu göremedi. Bu
sebeple insanların çoğu onun adını sahabeler arasında anmamışlardır. Onu sadece
"el-İsabe" adlı eserinde İbnu'1-Esir, sahabelerin adları arasında
zikretmiştir. Hz. Ömer, hicretin onüçüncü senesinde Farslılarla savaşması için
büyük bir ordunun başında onu komutan olarak göndermişti. O savaşta onunla
birlikte 4000 kadar Müslüman da şehit edilmişti. Nitekim bunu önceki
kısımlarda da anlatmıştık. O savaşa, Köprü savaşı denir. Bu köprü, Dicle nehri
üzerindeki bir köprüydü. Bugün ona, Ebu Ubeyd köprüsü denmektedir. Ebu Ubeyd'in
Safiye adında bir kızı vardı. Bu kız, saliha ve abide kadınlardandı. Abdullah
b. Ömer b. Hattab'm zevcesi idi. Abdullah, onu çok sever ve ikramda bulunurdu.
Kardeşi Muhtar'a gelince bu, önceleri Hz. Ali'ye karşı çok düşmanca duygular
beslerdi. Amcasının yanında Medain'de bulunurdu. Amcası Medain valisi idi. Hz.
Ali'nin oğlu Hüseyin oraya vardığında Şam'a doğru gitmekteyken Iraklılar, onu
yalnız ve yardımsız bıraktılar.
Hz. Hüseyin, babasının
öldürülmesinden sonra Muaviye'yle savaşmak için Şam'a gidiyordu. Iraklıların
kendisine ihanet ettiklerini hissedince az sayıdaki askerleri ile Medain'e
kaçtı. Muhtar da amcasına: "Hüseyin'i yakalasan da Muaviye'ye göndersen.
Böylece ömrünün sonuna kadar onun yanında itibar sahibi olursun." demiş,
amcası ona: "Ey yeğenim, bana ne kötü bir tavsiyede bulunuyorsun."
diyerek karşı çıkmıştı. Bu yüzden Şiiler de Muhtar'a hep öfke duyuyorlardı.
Nihayet Müslim b. Ukayl b. Ebi Talib, Iraklılar tarafîndan öldürüldü. Muhtar da
Kûfe'deki emirlerdendi. Onun zor durumda olduğunu görünce: "Yardım
edeceğim" demiş; Ibn Ziyad da bundan haberdar olunca Ona yüz kırbaç vurmuş
ve sonra da onu hapse atmıştı. Muhtar, hapse atıldıktan sonra eniştesi Abdullah
b. Ömer, Muaviye'nin oğlu Yezid'e mektup yazarak ricada bulunmuş, o da İbn
Ziyad'a emir göndererek Muhtar5! hapisten sahvermesini ve bir abaya büründürerek
Hicaz'a göndermesini emretmişti. O da böyle yaptı.
Muhtar, Mekke'de tbn
Zübeyr'in yanma gitti. Şamlılar tarafından kuşatıldığında onunla omuz omuza
onlara karşı savaştı. Sonra Muhtar, Iraklıların kendisi hakkında kötü sözler
söylediklerini işitti. îbn Zü-beyr'i bırakıp Irak'a gitti. Giderken de İbn
Zübeyr'den kendisi için Küfe valisi İbn Muti'ya bir mektub yazmasını rica etti.
O da yazdı, kalkıp Irak'a gitti. Görünüşte İbn Zübeyr'i övüyor ama gizlice ona
sövüyordu. Muhammed b. Hanefıyye'yi övüyor, ona bey'at için insanlara çağrıda
bulunuyordu. Bu tutumunu devam ettirdi. Nihayet Şiilik yolunu tutarak ve Hz.
Hüseyin'in öcünün alınmasını istiyor görünerek, Kûfe'ye hakim oldu. Bu sebeple
de Şiilerden birçok grup gelip onun etrafında toplandı. İbn Zübeyr tarafından
atanmış olan valiyi oradan çıkardı. Muhtar, oraya otoritesini yerleştirdi.
Sonra îbn Zübeyr'e bir mektub yazarak özür diledi ve İbn Muti'nin Emevilere
dalkavukluk yaptığını ihbar etti. Bu yüzden Kûfe'den kovulduğunu söyledi.
Kendisinin de Kûfelilerle birlikte İbn Zübeyr'in itaatmda olduğunu söyledi. İbn
Zübeyr, onun bu sözlerini tasdik etti. Çünkü Muhtar, cuma günlerinde minber
üzerinde insanları İbn Zübeyr'e bey'ata davet ediyordu. Zahiren de ona itaatkar
görünüyordu.
Bu arada Muhtar, Hz.
Hüseyin'in katillerini ve Kerbela savaşına katılan İbn Ziyad'm. askerlerini
araştırmaya ve takib etmeye başladı. Onlardan çoğunu öldürdü. Ele başlarının
kellerini kopardı. Mesela, Hz. Hüseyin'i öldüren ordunun Emin Ömer b. Sa'd b.
Ebi Vakkas'm, Hz. Hüseyin'i öldürme işini deruhte eden 1000 kişilik grubun
komutanı Şimr b. Zilcevşen'in, Sinan b. Ebi Enes'in, Havla b. Yezid
el-Esbahî'nin kellelerini kopardı. Takibata devam etti. Nihayet intikam kılıcı
İbrahim b. Eşter'i, 20 000 kişilik bir askeri birliğin başına komutan yaparak
îbn Ziyad'm üzerine gönderdi. îbn Ziyad bu karşılaşmada İbrahim b. Eşter'in
askerlerinden kat kat fazla sayıda askere sahipti. Askerleri 60000 veya başka
bir rivayete göre 80000 kişi idi. İbn Ester, neticede İbn Ziyad'ı öldürdü.
Askerlerini kırıp geçirdi. Ordugahmdaki malları yağmaladı. Sonra da îbn
Ziyad'm ve arkadaşlarının kellelerini zafer müjdesi ile birlikte Muhtar'a
gönderdi. Muhtar buna çok sevindi. Sonra Muhtar da İbn Ziyad'm, Husayn b.
Nümeyr'in ve beraberlerindeki arkadaşlarının kellelerini Mekke'ye, îbn
Zübeyr'e gönderdi. îbn Zübeyr'in emri üzerine bu kelleler Hacun boğazına
dikildi.
Bu başlar, Medine'ye
de dikilmişlerdi. Artık Muhtar, hükümdar olma sevdasına kapılmıştı. Bundan
sonra düşmanlarının kalmadığına, hükümdarlıkta kendisi ile çekişecek bir
kimsenin ortaya çıkamayacağına kanaat getirmişti. îbn Zübeyr, onun hilekar,
dessas ve kotu yolda bir kimse olduğunu anlayınca kardeşi Mus'ab'! Irak'a vah
olarak gönderdi.
Mus'ab Basra'ya gitti.
Asker topladı. Muhtar'm sevinci tamamlanamadı. Nihayet Mus'ab b. Zübeyr, çok
büyük bir ordu ile Basra'dan Küfe üzerine yürüdü. Muhtar'ı yakalayıp öldürdü.
Başını kopardı ve elinin de mescidin duvarına çivilenmesini emretti. Kesik
başının özel bir ulakla kardeşi Abdullah b. Zübeyr'e gönderilmesini emretti.
Kesik başı götüren adam, yatsı vaktinden sonra Mekke'ye vardı. Abdullah b.
Zübeyr'in nafile namaz kılmakta olduğunu gördü. Abdullah, seher vaktine dek
namazını sürdürdü. Gelen ulağa dönüp bakmadı. Fecre yakın bir zamanda ulağa
dönüp: "Niçin geldin?" diye sorunca ulak, mektubu ona verdi, mektubu
okudu. Sonra ulak: "Ey mü'minlerin emiri! Yanımda Muhtar'm kesik başı
var." deyince Abdullah; "Onu mescidin kapısına bırak." dedi.
Ulak, kesik başı götürüp mescidin kapısına bıraktıktan sonra tekrar
Abdullah'ın yanına döndü ve: "Ey mü'minlerin emiri! Bana armağan
verilmeyecek mi?" diye sorunca Abdullah şu cevabı verdi: "Armağanın,
getirmiş olduğun kesik baştır. Onu tekrar yanma alıp Irak'a götür."
Muhtar'm devleti hiç
kurulmamış gibi yıkılıp gitti. Diğer devletler de böyledir. Müslümanlar, onun
devletinin yıkılıp gitmesine sevindiler. Çünkü o, samimi değildi. Aksine yalana
biriydi. Kendisine Cebrail vasıtasıyla vahiy geldiğini iddia ediyordu.
îmam Ahnıed b. Hanbel,
Rufaa el-Kabbanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:"Muhtar'm yanına
gittim, bana bir yastık verdi ve şöyle dedi: "Eğer kardeşim Cebrail şu
yastığın üzerinde durmuş olmasaydı, bunu da sana verirdim." Boynunu
vurmak istedim ama Amr b. Humk'un Rasülullah'tan nakletmiş olduğu şu hadisi
hatırladım: "Bir mü'min, başka bir mü'mine kanım (ve canım) güvenipte
emanet eder de onu öldürürse ben o katilden uzağım."
îmam Ahmed b. Hanbel,
Rufaa b. Şeddad'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Muhtar'ın
yanıbaşmda duruyordum. Yalancı olduğunu anlayınca kılıcımı çekip boynunu vurmak
istedim, ama Amr b. Humk'un bana anlattığı şu hadisi hatırladım: "Bir
kimse canını bir başkasına emanet eder de o kişi onu öldürürse, kıyamet gününde
ona hainlik bayrağı verilir."
Neseî ile İbn Mace de,
Abdülmelik b. Umeyr'den rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur:
"Bir kimse bir
canı başkasına güvenip emanet eder de o kimse onu öldürürse -öldürdüğü kimse
kafir olsa bile- ben katilden uzağım." Ibn Ömer'e şöyle bir soru soruldu:
- Muhtar, kendisine
vahiy geldiğini iddia ediyor.
- Doğru söylüyor.
Çünkü yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Doğrusu
şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına vah-
yederler
(fısıldarlar)." (ei-En'âm, 121.)
Ibn Ebi Hatim,
İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Muhtar'ın yanma
gittim. Bana ikramda bulundu ve beni yanına konuk etti. Geceleyin benimle
sohbet etti. Yatağımın hazırlanmasını emretti, bana: "Çık, insanlarla
konuş." dedi. Ben de çıktını, adamın biri gelip bana şöyle sordu:
- Vahiy hakkında ne diyorsun?
- Vahiy iki türlüdür.
Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Muhammedi Biz bu Kur'ân'ı vahyederek sana en
güzel kıssaları anlatıyoruz." (Yûsuf, 3.) «Aldatmak için birbirlerine
cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman
yaptık." (ei-En'âm, 112.) Ben böyle deyince beni yakalamak istediler. Ben
de kendilerine: "Size ne oluyor? Niçin böyle yapıyorsunuz? Ben size fetva
veriyorum ve misafirinizin!." dedim. Beni bıraktılar."
İkrime böyle demekle
Muhtar'ın kendisine vahiy geldiğine dair sözlerinin yalan olduğunu ifade etmek
istemiştir.
Taberanî, Enise binti
Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Babam Zeyd, Muhtar b.
Ebi Ubeyd'in yanma gitti. Ona şöyle dedi: "Ey Ebu Amir, keşke Cebrail ve
Mikail'in burada bulunduklarını gör-seydin!" Bunun üzerine babam Zeyd, ona
şöyle karşılık verdi: Hüsrana uğradın, helak oldun. Sen, Allah katında o kadar
düşüksün ki, sana vahiy gelecek değildir. Sen yalan söylüyorsun. Allah'a ve
Rasûlüne karşı iftirada bulunuyorsun."
İmam Ahmed b. Hanbel, İbn
Avf es-Sıddık en-Naci'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Haccac b. Yusuf,
oğlu Abdullah b. Zübeyr'i öldürdükten sonra Esma binti Ebu Bekir es-Sıddık'in
yanma gitti ve ona şöyle dedi: "Senin oğlun şu Beyt'te dinden çıktı.
Allah, ona elem verici bir azabı tattırdı ve ona şöyle şöyle azap
çektirdi."
Esma da ona şu
karşılığı verdi: "Yalan söylüyorsun. Abdullah b. Zübeyr, ebeveynine iyi
davranan, gündüzleri oruç tutan, geceleri de namaz kılan bir kimseydi. Allah'a
yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.) bize şu haberi vermiştir: "Sakif
kabilesinden iki yalancı çıkacaktır. Sonraki, öncekinden daha şerlidir ve o
katildir."
Beyhakî, bu hadisi, bu
kitabın peygamberlik delilleri bölümünde nakletmiştir. Âlimlerin anlattıklarına
göre Sakif kabilesinin yalancısı Muhtar b. Ubeyd'dir. O, zahiren Şii
görünüyordu. Kahinliği de içinde saklıyordu. Yakın adamlarına da kendisine
vahiy geldiğini gizlice söylüyordu. Peygamberlik iddiasında bulunup
bulunmadığını bilemiyorum. Kendisi için bir kürsü konulmuştu. Adamlar, o kürsünün
etrafin-da çember oluşturuyor ve ona saygı gösteriyorlardı. Kürsü, ipekli
şallarla örtülüydü. Katırlar üzerinde taşınırdı. Onu, Israılogullarının
Kur'ân'da sözü edilen
tabutuna benzetiyorlardı. Şüphesiz ki Muhtar, sapık ve saptıran bir kimse idi.
Onun vasıtası ile diğer zalim kavimlerden intikam alındıktan sonra ölümüyle
Allah, Müslümanları ondan kurtarıp rahata kavuşturdu. Nitekim yüce Allah, bir
ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
"Zalimlerin bir
kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat
ederiz." (el-En'âm, 129.)
Sakif kabilesinin
içindeki katile gelince o, çok adam Öldüren ve Ab-dülmelik b. Mervan tarafından
tayin edilen Irak valisi Haccac b. Yusuf es-Sakafı'dir. O, Irak'ı Mus'ab b.
Zübeyr'in elinden almıştı. Bununla ilgili açıklama yakında gelecektir.
Vakidî'nin anlattığına
göre Muhtar, îbn Zübeyr'e muvafık olduğunu açıklamaya ve böyle bir tutum
sergilemeye devam etti ve nihayet hicretin altmışyedinci senesinin başında
Mus'ab b. Zübeyr Basra'ya geldi. İşte o zaman Muhtar, Abdullah b. Zübeyr'e
muhalefetini açığa vurdu. Mus'ab ta onun üzerine yürüdü ve onunla savaştı.
Muhtar'm enirinde 20 000 kadar asker vardı. Muhtar, önce Mus'ab'a bir hamle
yaptı. Onu hezimete uğrattı, ama Muhtar'm adamları sebat göstermediler. Nihayet
onun yanından ayrılıp Mus'ab'm saflarına katıldılar. Kendisindeki kahinlik ve
yalancılığından ötürü ondan intikam aldılar. Muhtar, bu durumu görünce dönüp
hükümet konağına girdi. Mus'ab, onu dört ay süreyle konakta kuşatma altında
tuttu. Sonra hicretin altmışyedinci senesinin ramazan ayının ondördünde onu
altmışyedi yaşındayken Öldürdü. [4]
Mus'ab b. Zübeyr,
Kûfe'de otoritesini kurduktan sonra yanma gelmesi için İbrahim b. Eşter'e
haber gönderdi. Öte yandan Abdülmelik b. Mervan da yanma gelmesi için İbrahim
b. Eşter'e haber göndermişti.. İbrahim bu durumda ne yapacağım şaşırdı.
Hangisinin yanma gideceği hususunda arkadaşlarıyla istişare yaptı. Sonra hep
birlikte memleketleri olan Kûfe'ye Mus'ab b. Zübeyr'in yanma gitmek hususunda
görüş birliği yaptılar. Bunun üzerine İbrahim b. Ester, Mus'ab b. Zübeyr'in
yanma geldi. Mus'ab, ona ikramda bulundu ve çok saygı gösterdi. Mus'ab,
Mühelleb b. Ebi Sufra'yı Musul, Cezire, Azerbaycan ve Ermeni-ye'ye gönderdi.
Kendisi de şehirden ayrılırken Basra'da Ubeydullah b. Abdullah b. Mamer'i
bıraktı, gidip Kûfe'de ikamet etti. Bu sene sona ermeden kardeşi Abdullah b.
Zübeyr, onu Basra valiliğinden azletti. Basra'ya oğlu Hamza b. Abdullah b.
Zübeyr'i vali olarak tayin etti. Hamza şecaatli, cömert ve halk arasına karışan
bir kimse idi. Bazen o kadar ikramda bulunur ve bol miktarda armağan verirdi
ki, yanında hiç mal bırakmazdı. Bazen de hiçbir şey vermez ve emsali görülmemiş
cimrilik yapardı. Hafifliği, aceleciliği ve uçarılığı görüldü. Bu durumunu
Ahnef b. Kays, Abdullah b. Zübeyr'e bildirdi. Abdullah'ta onu valilikten
azletti! Basra'ya Kûfe'yi de ekleyerek tekrar kardeşi Mus'ab'ı vali olarak
atadı. Görevden azledilen Hamza b. Abdullah b. Zübeyr, beytü'l-inaldan çok
miktarda para alarak Basra'dan çıkıp gitti.
Malik b. Mesma, onun
yolunu keserek: "Vergilerimizi yanma alıp gitmene müsaade etmeyiz."
deyince Ubeydullah b. Mamer, bu mallara ve paralara kefil oldu. O zaman Malik
b. Mesma, Hamza'nın gitmesine müsaade etti. Hamza, Basra'dan ayrılınca
Mekke'deki babasının yanına gitmedi. Aksine Medine'ye gitti. Basra'dan
getirdiği malları bazı adamlara emanet olarak bıraktı. Hepsi, emaneti inkar
ettiler. Sadece ehl-i kitaptan bir adam inkar etmedi ve emaneti kendisine iade
etti. Hamza'nın bu yaptığını Abdullah b. Zübeyr duyunca: "Allah onu kahretsin.
Ben, onunla Mervan oğullarına karşı övünmek ve iftihar etmek istedim, ancak o,
buna imkan vermedi, geri tepti." dedi.
Ebu Mihnef in
anlattığına göre Hamza b. Abdullah b. Zübeyr, Basra'da tam bir yıl valilik
yaptı, doğrusunu Allah bilir.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede insanlara Abdullah b. Zübeyr haccettirdi. Kûfe'deki valisi, kardeşi
Mus'ab'tı. Basra valisi ise oğlu Hamza idi. Başka bir rivayete göre ise Basra
valiliğini de tekrar kardeşi Mus'ab'ın uhdesine vermişti. Horasan ve bağlı
mmtıkalardaki valisi ise Abdullah b. Hazm es-Sülemî idi. Doğrusunu
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.
Bu senede vefat eden
önde gelen şahsiyetler arasında Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehm de
vardı. Ebu Cehm, sahih hadiste sözü edilen înbicaniye'nin sahibidir. Yine bu
senede çok sayıda adam öldürüldü. Bunların adlarını burada zikretmek geniş yer
tutacaktır. Bunun için adlarını zikretmekten vazgeçtik. [5]
Bu senede Abdullah b.
Zübeyr, kardeşi Mus'ab'ı tekrar Basra valiliğine tayin etti. Mus'ab ta
Basra'ya gidip orada ikamet etti. Kûfe'de yerine vekil olarak Haris b.
Abdullah b. Ebi Rebia el-Mahzumî (Kubba'ı)yi bıraktı. Abdullah b, Zübeyr,
Medine valiliğine de Cabir b. Esved ez-Zührî*yi atadı. Medine valisi olan
Abdurrahman b. Eş'as'ı -Said b. Mü-seyyeb'e altmış kırbaç vurduğundan dolayı-
görevden azletti. Abdurrahman b. Eş'as, îbn Zübeyr'e bey'at etmesini isteyince
Said be/at etmemiş, bu sebeple de Abdurrahman onu kırbaçlamıştı. Bunun üzerine
Abdullah b. Zübeyr de Abdurrahman'ı valilikten azletmişti.
Yine bu senede Bizans
hükümdarı Kostantin b. Kostantin kendi beldesinde öldü. Ezarika vak'ası da bu
senede vuku buldu. Bu hadisenin gelişmesi şöyle olmuştu:
Mus'ab, Fars valisi
Mühelleb b. Ebi Sufra'yı görevden azletti. Çünkü o, Farslılara eziyet
ediyordu. Bu defa onu Cezire'ye vali olarak atadı. Mühelleb, Ezarika'yı eziyor,
onlara haksızlık ediyordu. Sonra Fars vilayetine Ömer b. Ubeydullah b. Mamer'i
vali olarak atadı. Farslılar da Ömer b. Ubeydullah'a karşı ayaklandılar. Ömer
b. Ubeydullah, onlarla savaştı. Onları kırıp geçirdi. Farslılar, emirleri
Zübeyr b. Me'curla birlikteydiler. Ömer b. Ubeydullah'm önünden kaçıp Istahra
gittiler. Ömer, onları kovaladı. Onlardan çok sayıda adam öldürdü. Onlar da
onun oğlunu öldürdüler. Sonra Ömer, onları tekrar bozguna uğrattı ve yendi.
Onlar İsfahan taraflarınca kaçtılar, orada güçlendiler. Sayıları ve
teçhizatları arttı. Basra'ya doğru harekete geçtiler. Bazı Fars illerinden
geçtiler. Ömer b. Ubeydullah b. Mamer'i arka taraflarında bıraktılar.
Mus'ab, onların
gelişini duyunca etrafına adamlar topladı. Bunları kendi hallerine bırakıp
memleketlerinden geçmelerine ses çıkarmadığından ötürü Ömer b. Ubeydullah'ı
kınadı. Ömer de bunları takibe çıkmıştı. Hariciler, önlerinde Mus'ab'm, arka
taraflarında da Ömer b. Ubeydullah'm bulunduğunu haber alınca Medain'e
yöneldiler. Kadınları ve çocukları öldürmeye, gebe kadınların karınlarım
yarmaya, hiç kimsenin yapmadığı kötülükleri yapmaya başladılar. Küfe valisi
Haris b. Ebi Rebia, Kûfelilerden önde gelen şahsiyetleri -bunlar arasında îbn
Ester ile Şebes b. Rib'i'de bulunuyordu- yanına alarak Haricilerin üzeri-
ne yürüdü. Serat
köprüsüne vardıklarında Hariciler, bunların köprüyü geçmelerine engel oldular,
köprüyü yıktılar. Emir, köprünün onarılmasını emretti. Karşı tarafa geçilince
Hariciler, önünden kaçışmaya başladılar. Abdurrahman b. Mihnef te 6000 askerle
onları kovalamaya başladı. Onlar da Kûfe'den geçerek İsfahan'a doğru
ilerlediler. Bunun üzerine Abdurrahman b. Mihnef, onlardan vazgeçti ve
savaşmadı. Sonra tekrar dönüp Attab b. Verka'yı bir ay süreyle Ciya şehrinde
kuşatma altına aldılar. Halkı zor duruma soktular. Ciyalılar da kalelerinden
inip onlarla savaştılar. Onları bozguna uğrattılar. Komutanları Zübeyr b.
Me-cur'ü öldürdüler. Ordugahlarmdaki malları da ganimet olarak ele geçirdiler.
Bozguna uğrayan Hariciler, başlarına Fıtri b. Fücae'yi emir yaptılar, sonra da
Ahvaz iline doğru yola çıktılar.
Mus'ab b. Zübeyr,
Musul'da bulunan Mühelleb b. Ebi Sufra'ya Haricilerle savaşmak üzere harekete
geçmesini bir mektubla emretti. Herkesten çok Mühelleb, Haricilerle
savaşmasını bilirdi. Mus'ab, Haricilerle savaşmak üzere Musul'dan ayrılıp yola
çıkan Mühelleb'in yerine vali olarak İbrahim b. Eşteki gönderdi. Mühelleb,
Musul'dan ayrılıp Ah-vaz'a doğru yola çıktı. Oraya varınca sekiz ay süreyle
Haricilerle misli görülmemiş bir savaş yaptı.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Şam illerinde şiddetli bir kıtlık görüldü. İnsanlar zayıf düştüler,
erzak ve gıdaları azaldığı için savaşamaz oldular.
Bu senede Ubeydullah
b. Hür de öldürüldü. Bununla ilgili haber şöyledir: Ubeydullah, yürekli,
cesaretli bir adamdı. Onun vasıtası ile durumlar, günler ve fikirler değişirdi.
Öyleki onun varlığı yüzünden, Ümeyye oğullarından ve Zübeyr ailesinden kimseye
itaat edilmez oldu. Şöyle ki: O, Irak'taki Küfe valisine veya başka bir valiye
gider, valinin hazinesindeki bütün paraları zorla alır ve valiye bir berat
yazıp bırakırdı. Sonra da çekip gider ve aldığı paraları kendi adamlarına
sarfederdi Halifeler ve valiler, onun üzerine ordular gönderirlerdi, fakat
sayıları azda olsa çok da olsa o orduları kırıp geçirir ve püskürtürdü. Öyle ki
Mus'ab b. Zübeyr ve onun Irak'taki valileri, ondan korkmaya başladılar.
Ubeydull&h b. Hür,
daha sonra Abdülmelik b. Mervan'm yanma gitti. Abdülmelik, ona ikramda bulundu
ve onu on askerle uğurladı. Ona: "Kûfe'ye gir ve Kûfelilere, orduların
kısa zamanda acilen üzerlerine geleceğini söyle." dedi.
Sonra da Abdülmelik,
gizlice Kûfe'deki dostlarına haber gönderdi. Böylece onun durumunu açıkladı ve
Küfe valisi Haris b. Abdullah'a da durumu bildirdi. O'da Ubeydullah'm üzerine
asker gönderdi ve onu bulunduğu yerde öldürdüler. Başını koparıp Kûfe'ye,
sonra Basra ya götürdüler. Böylece insanlar ondan kurtuldular.
îbn Cerir dedi ki: Bu
sene Arefe vakfesinde dört sancak görüldü.
Bunlardan her biri
diğerinden bağımsızdı. Biri Muhammed b. Hanefiy-ye ve adamlarının, biri Necdet
el-Harurî ve adamlarının, biri Ümeyye oğullarının, biri de Abdullah b.
Zübeyr'in sancağıydı. Sancağını ilk olarak Arefe'ye diken kişi Muhammed b.
Hanefiyye oldu. Sonra Necdet, sonra Ümeyye oğulları, sonra da İbn Zübeyr dikti,
Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr'in sancağı altında bekliyordu, ama ondan
sonra hareket etti. İbn Ömer, böyle yapmakla cahiliye devrindeki hareketleri
andırdı. Bu senede insanlar, birbirlerine ilişmediler, aralarında savaş vuku
bulmadı.
Bu senede Abdullah b.
Zübeyr'in Medine valisi Cabir b. Esved b. Avf ez-Zührî, Basra ve Küfe valisi de
kardeşi Mus'ab idi. Şam ve Mısır valilikleri de Abdülmelik b. Mervan'm
uhdesindeydi. [6]
Abdullah b. Yezid
el-Evsî. Bu zat, Hudeybiye gazvesine katılmıştı.
Abdurrahman b. Esved
b. Abdiyağus.
Abdurrahnıan b. Zeyd
b. Hattab el-Adevî. Bu, Hz. Ömer'in kardeşinin oğludur. Peygamber (s.a.v.)'ın
sağlığına kavuşmuştur. Yetmiş yaşlarında Medine'de vefat etmiştir.
Abdurrahman b. Hassan
b. Sabit el-Ensârî.
Adiy b. Hatim b.
Abdillah b. Sa'd b. İmriu'1-Kays. Kadri yüce bir sahabedir. Kûfe'de yaşamış,
sonra Komisya'ya gidip ikamete devam etmişti.
Zeyd b. Erkanı b.
Zeyd. Bu da kadri yüce bir sahabe idi.
Bu senede vefat
edenlerden biri de Kur'ân tercümanı Abdullah b. Abbas'tı. Şimdi bu büyük
sahabenin biyografisini verelim. [7]
Soy kötüğü şöyledir: Abdullah
b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdumenaf b. Kusay Ebu'l-Abbas el-Haşimî.
Rasûlullah (s.a.v.)'m amcası oğludur. Bu ümmetin âlimidir. Allah'ın kitabının
müfessiri ve tercümanıdır. Kendisine derya gibi derin âlim anlamına gelen
"Hibr" ve "Bahr" denilirdi. Rasûlullah (s.a.v.)'dan ve
sahabeler topluluğundan çok şeyler rivayet etmiştir. Bazı sahabeler ve
tabiilerden de bir cemaat ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. İlminin genişliği,
anlayışının çokluğu, aklının olgunluğu, üstünlüğünün erişilemez oluşu ve
asaleti sebebiyle başka sahabelerin yaşantılarında rastlanmayan bazı
özellikleri vardır. Ayrıca onların rivayet edemedikleri bazı şeyleri rivayet
etmiştir. Allah, ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.
Anasının adı Ümmü Fadl
Lübabe binti Haris el-Hilaliye'dir. Anası, mü'minlerin annesi Meymune binti
Haris'in kız kardeşidir.
Abdullah b. Abbas,
Abbasi halifelerinin atasıdır. Annesi Ümmü Fadl'dan doğan on erkek kardeşten
biridir. Kardeşlerinin en küçüğüdür. İleride de anlatılacağı gibi kardeşlerinin
her biri, diğerinden uzak bir beldede vefat etmiştir.
Müslim b. Halid
en-Zenci el-Mekkî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), Şibi Ebi Talib'te boykot altında bulunduğu zaman, babam, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın yanma gelip ona şöyle dedi:
- Ya Muhammed, öyle
sanıyorum ki karım Ümmü Fadl hamile kalmıştır.
- Umarım ki Allah onun
doğuracağı çocukla gözlerinizi aydın kılar. Annem beni doğurduğunda beni bir
beze sararak kundaklayıp
Rasûlullah'a
götürmüşler. Rasûlullah da tükürüğünü benim ağzıma sürmüş."
Mücahit de dedi ki:
"Rasûlullah (s.a.v.)'m, Abdullah b. Abbas'tan başka bir kimsenin ağzına
kendi tükürüğünü sürdüğünü bilmiyoruz."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Abbas, karısının hamile olduğunu Rasûlullah'a bildirdiğinde
Rasûlullah, ona şu cevabı vermiştir: "Umarım ki Cenâb-ı Allah, doğacak bir
erkek çocuk vesilesi ile yüzümüzü ağartır."
Rasûlullah'ın böyle
demesinden sonra Abdullah b. Abbas doğdu.
Amr b. Dinar dedi ki:
"Abdullah b. Abbas, hicret senesinde doğdu."
Vakidî, îbn Abbas'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben, hicretten
üç sene önce doğdum. O zaman biz Şibi Ebi Talib'te boykot altındaydık.
Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken ben onüç yaşındaydım."
Vakidî dedi ki: İşin
bu kadarında ilim ehli arasında ihtilaf yoktur.
Vakidî'nin ileri
sürdüğü delillere göre İbn Abbas, Veda haccı senesinde bulûğa ermiştir.
Sahih-i Buhari'de îbn
Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), vefat
ettiğinde ben sünnetli bir çocuktum." Mekke-liler bulûğa ermeden erkek
çocuklarını sünnet ettirmezlerdi.
Şube, Hişam ve İbn
Avane, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), vefat ederken ben on yaşında bir çocuk olup sünnetli idim."
Hişam, İbn Abbas'ın bu rivayetteki sözlerine ek olarak şunları da söylediğini
nakletmiştir:
- Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m zamanında muhkemleri de topladım.
- Muhkem nedir?
- Mufassal âyetlerdir
- Ebu Davud
et-Teyalisî, İbn Abbas'ın şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.) vefat ettiğinde ben onbeş yaşında olup sünnetliydim."
Malik, İbn Abbas'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben bir merkebe binmiş olarak Mina'da
namaz kıldırmakta olan Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gittim, o zaman bulûğa
ermiştim. Rasûlullah ile kıble ciheti arasında bir duvar yoktu. Saflardan
birinin önünden geçtim. Sonra merkebimden inip onu yayılmaya bıraktım. Ben de
safa girdim. Bu hareketimi hiç kimse yadırgamadı."
Sahih-i Buharf de
rivayet olunduğuna göre İbn Abbas şöyle demiştir: "Ben ve annem
müstazaflardandık, annem müstazaf kadınlardandı, ben de müstazaf
çocuklardandım."
İbn Abbas, babası ile
birlikte Mekke fethinden önce Medine'ye hicret etmiştir. Bunlar, Cühfe'de
Rasûlullah (s.a.v.)'la karşılaşmışlardı. O zaman Peygamber (s.a.v.), Mekke
fethine gelmekteydi. İbn Abbas, Mekke fethinde hazır bulundu. Hicretin
sekizinci senesinde de Hüneyn ve Taif savaşlarına katıldı. Başka bir rivayete
göre bu savaşlar, hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Hicri onuncu
senede de Veda haccına katıldı. Peygamber (s.a.v.)'m yanında durdu. Ondan
ayrılmadı, ondan birşeyler öğrendi. Sözlerini zihnine yerleştirdi. Fiillerini
de, durumlarını da kafasına koydu, sahabelerden çok miktarda bilgiler edindi.
Kendisinin keskin bir zekası ve derin bir anlayışı vardı. Belagat ve fesahat
sahibi olup yakışıklı ve güzel huyluydu. Asaletli ve iyi konuşan bir kimseydi.
Rasûlullah (s.a.v.), onun için şöyle dua etmişti: "Allah'ım, ona Kur'ân'm
tevilini öğret ve onu dinde fakih kıl."
Zübeyr b. Bekkar, Zeyd
b. Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Ömer, Abdullah b.
Abbas'a dua eder, onu kendine yakın tutar ve onun için şöyle derdi: Ben, günün
birinde Rasûlullah (s.a.v.)in sana dua ettiğini, başına elini sürdüğünü ve
ağzına tükürdüğünü gördüm. Senin için şöyle dua etti: "Allah'ım, bunu
dinde fakih kıl ve buna tevili öğret."
Bir rivayette
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), onun için şu duayı da yapmıştır:
"Allah'ını, onda bereket meydana getir, ondan bereketi yay."
Hammad b. Seleme, İbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Teyzem Meynıune'nin evinde
geceledim. Peygamber (s.a.v.) için yıkanma suyu koydum. Peygamber (s.a.v.):
"Bunu kim koydu?" diye sorduğunda: "Abdullah b. Abbas
koydu." dediler. O da şöyle dua etti: Allah'ım, ona tevili öğret ve onu
dinde fakih kıl.»
İmam Ahnıed b. Hanbel,
ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Gecenin sonunda Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanma gittim. Arkasında namaz kıldım, elimi tuttu, beni yanma doğru
çekti. Nihayet beni kendisi ile aynı hizaya getirdi. Kendisi namaza yönelince
ben tekrar geri çekildim, namazım kıldı. Namazını tamamladıktan sonra bana
şöyle dedi;
- Seni kendi hizama
getirdiğim halde niçin geri çekildin?
- Ya Rasûlallah, sen
Allah'ın Rasûlüsün. Sana onur ve üstünlük
verilmiştir. Herhangi
bir kimsenin seninle aynı hizada namaz kılması
uygun olur mu?
Benim böyle cevap
vermem hoşuna gitti, ilim ve anlayışımı artırması iÇin Allah'a dua etti. Sonra
uyuduğunu gördüm, horlamasını işittim. Bir süre sonra Bilal geldi ve: "Ya
Rasûlallah, namaz vakti geldi." dedi. O da abdestini yenilemeden kalkıp
namaz kıldı.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)
helaya gitti, abdest alması için su koydum, heladan çıktığında: "Bu suyu
kim koydu?" diye sordu. "İbn Abbas koydu." denilince:
"Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve ona tevili öğret." diye dua etti.»
Sevrî, Ebu Cehdem Musa
b. Salim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas, Cebrail'i gördü
ve hikmet sahibi (başka bir rivayete göre ise ilim sahibi) olması için
Rasûlullah (s.a.v.), ona iki kez dua etti."
Darekutnî, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cebrail'i iki kez gördüm. Rasûlullah ta
hikmet sahibi olmam için bana Üd kez dua
etti."
İmam Ahmed b. Hanbel,
îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.), beni
kucakladı ve: "Allah'ım, buna hikmeti öğret." dedi.»
Yine İmam Ahmed b.
Hanbel, ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Rasûlullah (s.a.v.),
beni kucakladı ve: "Allah'ım, buna kitabı öğret." dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s a.v.), onun için şöyle dua
etmiştir: "Allah'ım, îbn Abbas'a hikmet ver ve ona tevili öğret."
Mü'minlerin emiri
Mehdi, Abdullah b. Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), onun için
şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, ona kitabı öğret ve onu dinde fakih
kıl."
İmam Ahmed b. Hanbel,
îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Babamla beraber Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanmdaydık. Yanında, kendisiyle fısıldaşmakta olan bir adam da
vardı. Peygamber (s.a.v.), babam Abbas'tan sanki yüz çeviriyordu. Yanından
çıktığımızda babam bana dedi ki:
- Öyle sanıyorum ki,
amcan oğlu (Rasûlullah) benden yüz çeviriyordu, öyle değil mi?
- Onun yanında
kendisiyle fısıldaşmakta olan bir adam varaı.
- Onun yanında başka
kimse var mıydı?
- Evet.
Bunun üzerine Abbas,
tekrar Peygamber (s.a.v.)'m yanına döndü ve ona şöyle bir soru sordu:
- Ya Rasûlallah, az
önce senin yanında bizden başka herhangi bir kimse var mıydı? Çünkü Abdullah,
bana, senin yanında oturup seninle fisıldaşmakta olan bir adam bulunduğunu
söyledi.
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle sordu:
- Ey Abdullah, sen o
adamı gördün mü?
- Evet!
- O Cebrail (a.s.)
idi. Ama artık sen gözlerini kaybedeceksin." [8]
Kuteybe, Musa b.
Meysere'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abbas, bir iş için oğlu
Abdullah'ı Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gönderdi. Abdullah gittiğinde
Rasûlullah'm yanında bir adam bulunduğunu görünce o adamın orada bulunması yüzünden
konuşmadan geri döndü. Bir süre sonra Abbas, Rasûlullah (s.a.v.)'la
karşılaştı. Abbas, ona şöyle dedi:
- Ya Rasûlallah, oğlum
Abdullah'ı sana gönderdim, senin yanında bir adam var, diye seninle konuşamadan
gerisin geri dönmüş.
- Ey amca, o adamın kim
olduğunu biliyor musun?
- Hayır.
- O Cebrail (a.s.)'di.
Senin oğlun Abdullah, gözlerini kaybetmeden ölmeyecektir ve kendisine ilim
verilecektir."
Abdullah b. Abbas'm
fazilet ve üstünlüklerine dair çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bunların
bir kısmı gerçekten münkerdir, bunları zikretmedik. Bizi ikna edecek yeterli
miktarda hadis rivayet ettik. Beyhakî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde Ensâr'dan bir adama şöyle
dedim:
- Var mısın
Rasûlullah'm ashabına gidelim, onlara hadis soralım. Çünkü bugün Rasûlullah'm
çok sayıda ashabı bir araya gelmiştir."
Adam bana dedi ki:
- Hayret ediyorum sana
Ey İbn Abbas! Rasûlullah'm ashabı arasında o kadar büyük şahsiyetler var ki,
bu gün insanların sana ihtiyaç duyacaklarım mı sanıyorsun?"
Adam böyle dedi ve
beni bırakıp gitti. Ben de gidip Rasûlullah'uı ashabına hadis sormaya
başladım. Bir adamdan bana hadis gelmişse o adamın kapısına gidiyordum. Adam
öğle uykusuna yatmış iken ben de abamı onun kapısına dayıyor ve beklemeye
başlıyordum. Rüzgarlar üzerime toprakları savuruyordu. Nihayet adam dışarı
çıkıyor ve bana şöyle diyordu: "Ey Rasûlullah'm amcası oğlu, niçin geldin?
Haber gön-derseydin, ben sana gelirdim." Ben de ona şöyle diyordum:
"Hayır! Benim sana gelmem daha uygundur." Böyle diyor ve ona hadisi
soruyordum. Kendisine teklifte bulunduğum o Ensârî adam uzun bir süre yaşadı.
Nihayet beni, etrafımda insanların toplanmış ve bana sorular sormakta
olduklarını gördü. Benim için o zaman şöyle dedi: Şu adam "benden daha akıllıdır."
Muhammed b. Abdullah
el-Ensârî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah'm
ilminin büyük bir çoğunluğunu şu Ensâr kabilesinde gördüm. Onlardan bu ilmi
öğrenmek için kapılarına gidiyor ve öğle vakti yapmam gereken istirahati kapılarında
geçiriyordum. Eğer isteseydim kendilerine haber gönderirdim. Onlar da yanıma
gelirlerdi. Ama ben bunu kendi gönül rızamla yapıyor, kapılarına gidiyor ve
ilim öğreniyordum."
Muhammed b. Sa'd, İbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah'm Muhacir ve
Ensâr'dan olan büyük sahabelerinin yanından ayrılmıyor, onlara Rasûlullah'm
savaşlarını ve bu hususta nazil olan Kur'ân ayetlerini soruyordum. Onlardan
hangisine gidersem mutlaka o, gidişimden ötürü seviniyordu. Çünkü ben,
Rasûlullah'm yakınıydım. Übey b. KaVa bir gün Medine'de nazil olan Kur'ân
ayetlerini sordum. O, derin ilim sahibi kimselerden biriydi, bana şu cevabı
verdi: Onyedi sûre Medine'de nazil oldu. Gerisi Mekke'de nazil oldu."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Mamer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas'm sahip olduğu ilmin
büyük bir kısmı şu üç kişiden kendisine geçmiştir: Ömer, Ali ve Übey b.
Ka'b."
Tavus, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben bir mesele hakkında Rasûlullah'm
ashabından otuz kişiye soru sorardım."
Muğire, Şabi'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
İbn Abbas'a şöyle bir
soru sordular:
- Bu ilmi nasıl elde
ettin?
- Soran bir dil ve
anlayan bir kalb sayesinde elde ettim." Rivayetlerde sabit olduğuna göre
Hz. Ömer, îbn Abbas'ı sahabelerin yaşlı ve âlimleri ile aynı mecliste oturtur
ve şöyle dermiş: "Abdullah b. Abbas, ne güzel bir Kur'ân
tercümanıdır."
Abdullah b. Abbas
geldiğinde Ömer (r.a.) şöyle demiş: "Yaşlıların genci, soran dilin ve
anlayan kalbin sahibi geldi."
Sahih hadiste sabit
olduğuna göre Hz. Ömer, Nasr sûresinin tefsirini sahabelere sorduğunda bazı
sahabeler susmuşlar, bazıları onu tatmin edici olmayan cevaplar vermişlerdi.
Sonra kendisi bu surenin tetsı-rini îbn Abbas'a sormuş, İbn Abbas ta şu cevabı
vermişti: fcvet, bu sure Rasûlullah'm vefat haberini veriyor." İbn
Abbas'ın böyle cevap vermesi üzerine Hz. Ömer de şöyle demişti: "Ben de bu
sûreden senin anladığını anlıyorum." Böyle yapmakla Hz. Ömer, İbn Abbas'm
kadrinin yüceliğini, ilim ve anlayıştaki büyük mertebesini sahabeler nezdinde
tesbit etmek istemişti. Başka bir defasında Hz. Ömer, İbn Abbas'a Kadir gecesinin
ne zaman olduğunu sormuş, oda istinbatta bulunarak bu gecenin ramazanın son on
gecesinin yedincisinde, yani yirmiyedisinde olduğunu söylemiş. Hz. Ömer de bu
cevabı güzel karşılamıştı. Nitekim bunu tefsirimizde de anlattık.
Hasan b. Arefe, Hz.
Ömer'in îbn Abbas'a şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sen bizim
öğrenemediğimiz bir ilmi öğrendin."
Evzaî, Hz. Ömer'in Ibn
Abbas'a şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sen yüz bakımından en merdimiz,
akıl bakımından en güzelimiz ve Aziz ve Celil olan Allah'ın kitabını en iyi
anlayanımız oldun."
Mücahid, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Babam bana dedi ki: Ömer, seni kendine
yakın tutuyor ve seni sahabelerin büyükleriyle aynı mecliste oturtuyor. Benden
şu üç nasihati al ve aklına koy. Onun sırrım ifşa etme. Onun yanında hiç
kimsenin gıybetini yapma ve senin yalan söylediğini hiç görmesin."
Şa'bî diyor ki: Ben,
bu nasihatlaria ilgili olarak îbn Abbas'a dedim ki:
"Bu nasihatlardan
her biri başka nasihatların 1000 tanesinden daha hayırlıdır. Hatta diğer
nasihatların 10000 tanesinden daha hayırlıdır."
Vakidî, Ata b. Yesar'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer ile Hz. Osman, îbn Abbas'ı
çağırırlardı. O da Bedir ehli ile birlikte giderdi. O, Hz. Ömer ile Hz.
Osman'ın zamanında fetva verirdi. Vefatına kadar da fetva verdi."
Ben derim ki:
"Abdullah b. Abbas, hicretin yirmiyedinci senesinde îbn Ebi Şerh ile
birlikte îfrikiye fethinde hazır bulundu."
Zührî, Ali b.
Hüseyin'den rivayet etti ki, Hz. Hüseyin şöyle demiştir: "Babam Ali, Cemel
savaşında îbn Abbas'a baktı. Onun iki saf arasında yürümekte olduğunu görünce
şöyle dedi: Allah, îbn Abbas gibi amcası oğlu olan bir kimsenin gözünü
aydınlattı."
İbn Abbas, Hz. Ali ile
birlikte Cemel ve Siffin savaşma katıldı. O sırada sol cenah komutam idi. Yine
Hz. Ali ile birlikte Hariciler savaşma katıldı. Muaviye'yi Şam'a vali olarak
ataması için Hz. Ali'ye tavsiyede bulunanlardandı. İlk etapta onu azletmemesini
tavsiye etmiş ve Hz. Ali'ye şöyle demişti: "Onu azletmek istiyorsan, bir
ay kadar vali olarak çalıştır. Sonra da uzun bir süre görevden azlet."
Ancak Hz. Ali-, bunu kabul etmemiş, onunla mücadele etmek (vazifeden almak)
istemişti ve neticede de, önceki kısımlarda anlattığımız olaylar cereyan
etmişti. İki taraf hakem tayin etme hususunda pazarlığa giriştiklerinde îbn
Abbas,
Hz. Ali'den kendisini
hakem tayin etmesini istemişti ki, Amr b. As'a denk olsun. Ancak Mezhiç
kabilesi ile Yemenliler, Hz. AH tarafından Ebu Musa el-Eşarf den başkasının
hakem tayin edilmesine razı olmamışlardı. Neticede hakemler arasında önceki
kısımlarda anlattığımız olaylar meydana gelmişti.
Hz. Ali, İbn Abbas'ı
Basra'ya vali tayin etti. Bazı senelerde İbn Abbas insanlara haccettirdi.
Arefe'de onlara hutbeler irad etti. Hutbelerinde onlara el-Bakara sûresini
(başka bir rivayete göre ise en-Nûr sûresini) tefsir etti. Dinleyicilerinden
biri şöyle dedi: "Kur'ân'ı öyle bir tefsir etti ki, bu tefsiri Rumlar,
Türkler ve Deylemliler işittikleri takdirde Müslüman olsunlar."
Kendilerine iyiyi ve
kötüyü öğretmeleri için Basra'da insanların başına arifleri atayan ilk kişi o
oldu. Arefe gecesinde minbere çıktı. Basra-lıları çevresine topladı. Onlara
Kur'ân âyetlerini tefsir etti. İkindiden sonra başlayıp güneşin batışına kadar
onlara va'zu nasihatte bulundu. Sonra minberden inip onlara akşam namazını
kıldırdı.
Kendisinden sonra
âlimler, böyle yapmanın uygun olup olmadığı hususunda ihtilafa düştüler. Kimi
bunu mekruh görüp: "Bu bir bid'at-tır. Rasûlullah ve ashabından hiçbiri
böyle yapmadı. Sadece îbn Abbas böyle yaptı." dedi. Kimi de bunu müstehab
karşıladı. Çünkü böyle yapmakla Allah zikredilmekte ve hacıların yaptıkları
gibi yapılmaktadır. Bu, onlara bir muvafakattir, dedi.
îbn Abbas, bazı
kararlarından dolayı Ali'yi eleştirir, Hz. Ali de bu hususta onunla tartışırdı.
Nitekim îmam Ahmed b. Hanbel, îkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali, İslâm'dan
dönmelerinden dolayı bazı kimseleri ateşle yaktı. Bu haberi duyan îbn Abbas
şöyle dedi' «Ben olsaydım onları ateşle yakmazdım. Zira Rasûlullah (s.a.v.):
"Allah'ın azabı ile azaplandırmaym." demiştir. Ben olsaydım,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın: "Her kim dinini değiştirirse onları
öldürün." demesinden ötürü onları öldürürdüm" Ibn Abbas'm böyle
dediğini duyan Hz. Ali de şöyle demişti: Yazıklar olsun îbn Abbas'a, o,
teferruata dalıyor.»
Hz. Ali, ona karşı
direniyordu. îbn Abbas, Mut'a nikahının mubah olduğunu ve hükmünün devam
ettiğini, ehlî eşeklerin etlerinin helal olduğunu söylüyordu. Hz. Ali de ona
şöyle karşılık veriyordu: "Sen taşlan bir adamsın. Zira Rasûlullah
(s.a.v.), Hayber savaşında Mut'a nikahını ve ehlî eşeklerin etlerini yemeyi
yasakladı."
Bu hadis, Buharî ve
Müslim'in sahihlerinde ve diğer hadis kıtabla-nnda mevcuttur. Ancak çeşitli
lafızlarla rivayet edilmiştir. Bu rivayetimiz en güzel lafızla rivayet
edilendir. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi
bilir.
Beyhakî, Ebu Nasır b.
Ebi Rebia'nın şöyle dediğim rivayet etmiştir:
"Sa'saa b. Suhan,
Basra'dan Ali'nin yanına geldi. Hz. Ali, ona İbn Ab-bas'ı sordu. İbn Abbas'ı
Basra'ya vali olarak tayin etmişti. Sa'saa ona şu cevabı verdi:
"Ey mü'minlerin
emiri! îbn Abbas, üç şeyi tutmuş üç şeyi de bırakmıştır. Konuştuğunda
adamların kalblerini elinde tutar, konuşulduğunda güzelce dinlediği için de
adamların kalblerini tutar. Kendisine muhalefet edildiğinde iki şeyden en kolay
olanı tercih eder. Böylece adamların kalblerini elinde tutar. Münakaşayı ve
karaktersiz kimse ile tartışmayı terkeder. Özür dilemeyi gerektirecek bir işi
de yapmaz." Vakidî, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"îbn Abbas kadar anlayışı hazır, aklı sağlam, ilmi çok, yumuşak huyluluğu
geniş olan başka bir kimse görmedim. Bazı müşkülleri çözmesi için Ömer'in onu
yanma çağırdığını gördüm. Sonra Ömer, ona şöyle dedi: "îşte şimdi problem
senin yanına gelmiştir: îbn Abbas'ın bulduğu çözüme Hz. Ömer de uyardı.
Çevresinde Bedir savaşma katılmış Muhacir ve Ensâr'dan o kadar çok adam varken
yine de îbn Abbas'ın görüşüne başvururdu."
A'meş, Abdullah b. Mesud'un
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer îbn Abbas, bizim yaşımıza erseydi
bizden hiç kimse onunla muaşerette bulunamazdı. İbn Abbas, ne kadar güzel bir
Kur'ân tercümanı idi."
Rivayete göre İbn
Ömer, onun hakkında şöyle demiştir: "İbn Abbas, Cenâb-ı Allah'ın, Muhammed
(s.a.v.)'e indirdiği Kur'ân'ı insanlar arasında en iyi bilen kimseydi."
Muhammed b. Sa'd, İbn
Abbas'ın ölüm haberini duyduğu zaman Cabir b. Abdullah'ın ellerini birbirine
vurarak şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bu gün insanların en âlimi ve
en yumuşak huylusu vefat etti. Bu ümmete bir musibet indi."
Muhammed b. Sa'd, Ebu
Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn
Abbas, vefat ettiği zaman Rafi b. Hadic şöyle dedi: Bu gün ilim hususunda doğu
ile batı arasında kendisine ihtiyaç duyulan bir kimse vefat atti."
Vakidî, îkrime'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas'ın vefatı zamanında
Muaviye'nin şöyle dediğini işittim: Vallahi bugün ölenlerin de yaşayanların da
en fakihi ve en bilgilisi öldü."
İbn Asakir, îbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişti: "Barış yapıldığı zaman
Muaviye'nin yanma gittim. Bu, onunla ilk karşılaşmam oldu. Yanında bazı
kimseler vardı. Bana şöyle dedi:
- Merhaba ey ibn
Abbas. Kendisiyle benim aramda fitne cereyan edipte senin kadar benden uzak
durmasına üzüldüğüm ve bana yaklaşmasına sevindiğim başka bir kimse yok.
Ali'yi öldüren Allah'a hamd olsun.
Ben de ona şu
karşılığı verdim:
- Yargısı hususunda
Allah kınanmaz. Bu sözünden daha başka bir söz söyle ki bundan güzel olsun.
Amcam oğlundan ötürü beni affetmeni ve amcam oğlundan ötürü de seni affetmeyi
istiyorum.
- Senin dediğin gibi
olsun."
îbn Abbas, insanlara
hac ettirirken Aişe (r.anha) ile Ümmü Seleme: "O insanlar arasında hac
menasikini en iyi bilen kimsedir, dediler.
İbn Mübarek, Şabi'nin
şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Zeyd b. Sabit bineğine bindi, ibn Abbas, onun
üzengisini tuttu. Zeyd de; "Böyle yapma ey Rasûlullah'ın amcası
oğlu." dedi. îbn Abbas, ona: "Âlimlerimize böyle saygı göstermekle
emrolunduk." diye karşılık verdi. Zeyd, ona: "Ellerin nerede?"
diye sorunca ibn Abbas ellerini çıkardı. Zeyd de onun ellerini öptü ve:
"Peygamberimiz'in aile efradına böyle saygı göstermekle emrolunduk"
dedi.»
Vakidî, Said b,
Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, insanların en
bilgilisi idi. "
Abdurrahman b. Ebu
Zinad, Ubeydullah b. Utbe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"îbn Abbas, bazı
özelliklere sahip olma hususunda insanları geride bıraktı. İnsanların
bilmediklerini bildi, görüşüne ihtiyaç duyuldu. Fıkıh açısında onun fikrine
muhtaç olundu. Yumuşak huyluluğuna herkes muhtaçtı. Soylu ve asil bir
kimseydi. Herkesten çok o Peygamber (s.a.v.)'m hadislerini bilirdi. Ebu Bekir
ve Osman'ın yargılarından haberdardı. Görüşü fıkha çok uygundu. Şiiri en iyi
bilen oydu. Arapçadan en çok anlayan oydu. Kur'ân tefsirini, hesabı ve feraiz
ilmini onun kadar bilen yoktu. Maziyi ve tarihi en çok o bilirdi. Kendisine
ihtiyaç duyulduğu zaman onun kadar keskin görüş ileri süren başka bir kimse
yoktu. Bir gün meclis kurar, meclisinde fıkıhtan başka birşey konuşulmazdı. Bir
gün meclis kurar, meclisinde tevilden başka birşey konuşulmazdı. Bir gün meclis
kurar, meclisinde meğâziden başka birşey konuşulmazdı. Bir gün meclis kurar,
meclisinde şiirden başka birşeyden bahsedilmezdi. Bir gün meclis kurar,
meclisinde Arapların savaşlarından başka birşeyden bahsedilmezdi. Onun kadar
kendisine itaat edilen ve meclisinde huşu ile dinlenilen başka bir âlim
görmedim. Onun kadar kendisine soru sorulan ve soru sahibinin de kendisinden ilim
elde ettiği başka bir kimse görmedim. Bazen onun okuduğu kasideleri
hıfzederdim. Okuduğu kasidenin beyitleri otuzu bulurdu."
Hişam b. Urve,
babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas gibisini asla
görmedim."
Ata da şöyle demiştir:
"İbn Abbas'ın meclisi kadar saygı dolu bir meclis görmedim. Onun meclisi
kadar fıkıhtan çok bahsedilen başka bir meclis görmedim. Onun meclisi kadar ulu
ve heybetli bir meclis görmedim. Kur'ân ashabı meclisinde kendisine sorular
yönetiyorlardı. Arapça ile ilgilenen ilim sahipleri ona sorular
yöneltiyorlardı. Şiirle ilgilenenler de ona sorular yöneltiyorlardı. Hepsi de
geniş bir ilim vadisinde kana kana ilim suyu içiyorlardı."
Vakidî, Tavus'un şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, yüksek hurma ağaçlarının küçücük
vadilerin üzerine çıkışı gibi ilim hususunda insanları geride
bırakmıştı."
Leys b. Ebi Süleym
dedi ki: "Tavus'a şöyle bir soru yönelttim:
- sahabelerin
büyüklerini bırakıp ta şu çocuğu (Îbn Abbas'ı) ne diye ayrılmaz bir arkadaş
edindin?
Tavus bana şu cevabı
verdi:
- Yetmiş sahabe
gördüm. Bunlar bir hususta tartışmaya başladıklarında eninde sonunda îbn
Abbas'm sözüne uyarlardı. Ondan daha iyi fıkıh bilen birini görmedim. Ona
muhalefet eden bir kimse mutlaka sonunda onun görüşüne uyardı."
Ali b. el-Medinî,
Yahya b. Main, Ebu Nuaym ve diğerleri, Müca-hid'in şöyle dediğini rivayet
etmişlerdir: "İbn Abbas gibisini asla görmedim. Öldüğü gün o, bu ümmetin
derin âlimi idi."
Ebu Bekir b. Ebu
Şeybe, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, bu ümmetin
ilim sahipleri arasında en uzun boylu, en asil ve en bilgili kimsesi idi."
Amr b. Dinar da îbn
Abbas hakkında şöyle demiştir: "İbn Abbas'm meclisi kadar bütün hayır ve
iyilikleri toplayan başka bir meclis görmedim. Onun meclisi helal, haram, Kur'ân
tefsiri, Arapça ilmi, şiir ve yemeği ihtiva ederdi."
Mücahid dedi ki:
"îbn Abbas kadar fasih konuşan başka bir kimse görmedim."
Muhammed b. Sa'd,
Süleym b. Ahdar'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hakem b. Edip, arefe
gününde şu mescitte ilk olarak cuma namazını kimin kıldırdığını sorması için
Süleyman et-Teymî'yi Hasan Basri'ye gönderdi. Süleyman, ona: "Arefe
gününde şu mecliste ilk olarak cuma namazını kim kıldırdı?" diye sorunca
Hasan, şu cevabı verdi: ibn Abbas kıldırdı, hadiste derin ve ilmi çok bir kimse
idi. Minbere çıkar, el-Bakara sûresini okur ve ayet ayet tefsir ederdi."
Bu hadise, Hasan
Basri'den başka bir yolla da rivayet edilmiştir.
Abdullah b. Müslim b.
Kuteybe et-Dineverî, Hasan Basri'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn
Abbas, Basra'da iyiyi ve kötüyü insanlara tanıtmaları için ilk olarak arif
tayin eden kimsedir. Minbere çıkar, el-Bakara ve Al-i îmrân sûrelerini okur, bu
sûreleri harf harf tefsir ederdi."
Yunus b. Bükeyr, Ebu
Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas'ın meclisini gördüm.
Eğer bütün Kureyşliler, o meclis sebebiyle övünseler, buna hakları vardır.
İnsanların onun kapısında toplandıklanm ve yolu kapattıklarını gördüm. Kimse o
yoldan gidip gelemiyordu. Ben yanma girdim ve insanların kapıda beklediklerini
haber verdim! Bana: "Benim için abdest suyu getir." dedi. Getirdiğim
su ile abdest alıp oturdu ve: "Dışarı çık. Dışarıda bekleyenlere de ki:
Her kim Kur'ân'dan, Kur'ân harflerinden, Kur'ân'ın manasından sormak istiyorsa
içeri gelsin." dedi. Ben de dışarı çıkıp gerekli duyuruyu yaptım. îçeriye
girdiler. Evi ve bütün odaları doldurdular. Ona her ne sordularsa fazlasıyla
onları bilgilendirdi. Sonra da onlara: "Siz çıkın diğer kardeşleriniz
gelsinler." dedi. Onlar da dışarı çıktılar. Sonra bana şu talimatı verdi:
"Dışarı çık. Dışarda bekleyenlere de ki: "Helâldan, haramdan ve
fıkıhtan sormak isteyen varsa içeri gelsinler." Dışarı çıktım. Onlara
gerekli duyuruyu yaptım, içeri girdiler. Evin bütün odalarını doldurdular. Ona
her ne sordularsa fazlasıyla onları bilgilendirdi. Sonra onlara: "Dışarı
çıkın ki, diğer kardeşleriniz gelsinler." dedi. Onlar da çıktılar. Sonra
bana şu talimatı verdi: "Dışarı çık ve de ki: Feraizden ve benzeri
meselelerden sormak isteyen varsa içeri gelsin." Dışarı çıktım ve onlara
gerekli duyuruyu yaptım. îçeri girdiler, evin bütün odalarını doldurdular. Ona
her ne sordularsa onları fazlasıyla bilgilendirdi. Sonra onlara: "Dışarı
çıkın ki, diğer kardeşleriniz gelsinler." dedi. Onlar da dışarı çıktılar.
Sonra bana şu talimatı verdi: "Dışarı çık ve de ki: Arapçadan, şiirden ve
bilinmez kelimelerden sormak isteyen varsa içeri gelsin." Dışarı çıktım
ve onlara gerekli duyuruyu yaptım. İçeri girdiler, evin bütün odalarını
doldurdular. Ona her ne sordularsa onları fazlasıyla bilgilendirdi, sonra
onlara; "Dışarı çıkın ki, diğer kardeşleriniz gelsinler" dedi. Onlar
da çıkıp gittiler.
Ebu Salih dedi ki:
Eğer Kureyşlilerin tamamı bu hadise sebebiyle övünecek olurlarsa buna haklan
vardır. Çünkü ben bu durumu başka hiçbir kimsede görmedim.»
Tavus ile Meymun b.
Mehran dediler ki: "îbn Ömer'den daha takya-h ve îbn Abbas'tan daha fakih
bir kimse görmedik. Ancak îbn Abbas, îbn Ömer'den daha iyi fıkıh bilirdi."
Şüreyh el-Kadî,
Mesruk'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas'ı gördüğümde o
insanların en yakışıklı sidir, derdim. Hitapta bulunduğumda insanların en
fesahatlisidir, derdim. Konuştuğunda insanların en bilgilisidir, derdim."
Yakub b. Süfyan,
İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas ile Ali
kıyaslanacak olursa îbn Abbas, Kur'ân'ı ondan daha iyi bilirdi. Ali de
bilinmeyen müphemleri ondan daha iyi bilirdi."
îshak b. Raheveyh dedi
ki: "Bu böyledir. Çünkü İbn Abbas, Aliden tefsir öğrendi. Ayrıca Hz. Ebu
Bekir'den, Ömer'den, Osman dan, Ubey b. Ka'b'dan ve diğer büyük sahabelerden de
bilgiler edindi. Rasulullah (s.a.v.), Cenâb-ı Allah'tan ona kitabı öğretmesi
için dua ve niyazda bulunmuştu."
Ebu Muaviye, Ebu Vail
Şakik b. Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas,hac
mevsiminde insanlara hutbe irad etti. el-Baka-ra sûresini okumaya ve tefsir
etmeye başladı. Ben de: "Bu adam gibi güzel konuşan ve iyi açıklayan bir
kimse görmedim. Eğer bunu Farslar ve Bizanslar dinleselerdi, mutlaka Müslüman
olurlardı." demeye başladım.»
Ebu Bekir b. Ayyaş,
Ebu Vaü'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, Hz. Osman'ın şehid
edildiği senede insanlara hac ettirdi. Onlara en-Nûr sûresini okudu."
Belki de el-Bakara
sûresini, Hz. Ali zamanında yaptığı hacda okumuştur. en-Nur sûresini de Hz.
Osman'ın şehid edildiği senedeki hac-cmda okumuştur. Doğrusunu Allah bilir.
İbn Abbas'm şöyle
dediğini önceki kısımlarda rivayet etmiştik: "Ben, te'vilini öğrenmekte
oldukları ilimde derinleşelerdenim."
Mücahid dedi ki:
"Kur'ân'ı, İbn Abbas'm huzurunda baştan sona iki kez okudum. Her âyetin
başında duruyor ve âyetin manasını ona soruyordum"
Yine rivayete göre îbn
Abbas şöyle demiştir: "Kur'ân'daki dört kelimenin ne manaya geldiğini
bilemiyorum. Bu kelimeler şunlardır :
Kuran'm tamamını
bitiyorum sadece şu dört kelimeyi bilmiyorum."
İbn Vehb, Ubeydullah
b. Ebi Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas'a bir soru
sorulduğunda eğer o sorunun cevabı Allah'ın kitabında mevcutsa cevabı verirdi.
Eğer Allah'ın kitabında mevcut olmayıp sünnette mevcutsa, sünnete göre cevabı
verirdi. Eğer sünnette de cevabı yoksa Ebu Bekir veya Ömer, o sorunun cevabını
vermişse, onların bu konudaki cevaplarını naklederdi. Onların da bu hususta
söyledikleri birşey yoksa o zaman kendi reyi ile ictihad ederdi."
Yakub b. Süfyan,
Abdullah b. Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Adamın biri,
İbn Abbas'a sövdü. İbn Abbas, ona şöyle karşılık verdi: "Sen bana sövdün.
Oysa bende üç güzellik var. Ben Allah'ın kitabındaki ayetlerden birini
okuduğum zaman o âyetten ne öğrendiysem bütün insanların da aynı şeyi öğrenmelerini
isterim.
Ben adaletle hükmeden
bir Müslüman hakimi hüküm verirken dinlediğimde sevinir ve insanları onun
hükmüne uymaya davet ederim. Belki de o konuda ben muhakeme edilmeyeceğim.
Yine meralarda
otlayacak bir devem bulunmadığı halde Müslümanların topraklarına yağmur
yağdığını duyduğumda çok sevinirim."
îbn Ebi Melik dedi ki:
Medine'den Mekke'ye kadar İbn Abbas'la yolculuk ettim. İki rekat namaz
kılıyordu. Mola verdiğinde gece yarısında kalkıp namaz kılar, Kur'ân'ı ağır
ağır, harf harf okurdu. Çok hıçkırır ve ağlardı. Şu ayeti okuduğunu da işittim:
"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir. Ey insan, işte bu senin öteden beri
korkup kaçtığın şeydir." (eî-Kaf, 19.)
Esmaî, Şuayb b.
Dirhem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Fazlaca ağlayıp gözyaşı
dökmekten İbn Abbas'm yanaklarında çürük ayakkabı bağı gibi bir iz meydana
gelmişti."
Başkaları dediler ki:
"İbn Abbas, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardı. Ben oruçluyken
amellerimin Allah'a arzedilmesini isterim,
derdi."
Haşim, Yusuf b.
Mehran'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bizans hükümdarı
Muaviye'ye bir mektub gönderdi. Mektubunda şu soruları soruyordu:
Yüce Allah'ın en çok
sevdiği kelam hangisidir?
Kullar arasında Allah
katında en kıymetli kişi kimdir?
Kadınlar arasında
Allah katında en kıymetli kadın kimdir?
Ana rahmine girmeyen
dört varlık kimlerdir ve hangileridir?
Sahibini seyyar bir
şekilde dolaştıran mezar hangisidir?
Üzerine güneşin bir
defa doğduğu yer neresidir?
Gök kuşağı nedir?
Muaviye, bu sorulan
îbn Abbas'a gönderdi. İbn Abbas ta ona şu cevabî mektubu gönderdi:
"Allah'ın en çok
sevdiği kelam şudur: "Sübhanallahi velhamdulilla-hi ve lâ ilahe illallahü
vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illa billah"
Kullar arasında en
kıymetli şahıs, Adem (a.s.)'dir. Allah, onu eliyle yarattı ve ona kendi
ruhundan üfledi, melekleri ona secde ettirdi. Ona herşeyin adını öğretti.
Kadınlar arasında
Allah katında en kıymetli kadın, İmran kızı Meryem'dir.
Ana rahmine girmeyen
dört varlık şunlardır: Adem, Havva, Musa'nın asası ve İsmail'e fidye olarak
gönderilen İbrahim peygamberin koçu.
Başka bir rivayette
bunlara Salih (a.s.)'in devesi de eklenmiştir. ^
Sahibini seyyar bir
şekilde dolaştıran mezar ise, Yunus peygamberi yutan balıktır.
Güneşin üzerine bir
defa doğmuş olduğu yer, Musa peygamberin ve İsrailoğullannın geçmeleri için
denizin açılıp geçit verdiği yoldur.
Gökkuşağı ise yeryüzü
sakinlerinin boğulmaya karşı aldıkları bir emandır. Bu, gökte açılan bir
kapıdır."
Bizans hükümdarı bu
cevapları okuyunca çok beğendi ve: -Vallahi bu Muaviye'nin sözü değildir ve
onun tarafından verilen bir cevap ta değildir. Bu, ancak Peygamber (s.a.v.)'m
ehl-i beytinden birinin verdiği
bir cevaptır."
dedi.»
Bu sorularla ilgili
olarak birçok rivayet nakleddnnştır, ancak bun-
ların bazısında
ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir. [9]
îbn Abbas, kuşatma
altındaki Hz. Osman'ın emri üzerine Meretin otuzbeşinci senesinde hac
emirliğini üstlendi. O, hac emirliğini ifa ederken Hz. Osman öldürüldü. îbn
Abbas, Hz. Ali ile birlikte Cemel savaşma katıldı. Sıffin savaşında Hz. Ali
ordusunun sol cenah komutanı idi. Haricilerle yapılan savaşa katıldı. Hz. Ali
tarafından Basra valiliğine atandı. Basra'dan ayrıldığı zamanlarda yerine
namaz kıldırması için Ebu Esved ed-Düelfyi, haraç işlerini yürütmesi için de
Ziyad b. Ebi Süfyan'ı vekil olarak bırakırdı. Basralılar, onu severlerdi.
Onlara fıkıh öğretir, cahillerini bilgilendirir, suçlularına öğüt verir,
yoksullarına mal bahşederdi. Hz. Ali'nin vefatına kadar Basra valiliğini
yürüttü.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre, Hz.Ali ölmeden önce onu Basra valiliğinden azletmiştir.
Sonra kendisi kalkıp Muaviye'nin yanına gitmiş, Muaviye ona ikramda bulunmuş,
onu yakınları arasına katmış, saygı ve hürmet göstermişti. Çözümü zor
meseleleri ona sorar, îbn Abbas ta hemen cevap verirdi. Muaviye ona: "îbn
Abbas'tan daha hazır cevap bir kimse görmedim." derdi. Hz. Hasan in ölüm
haberine dair mektub geldiği zaman İbn Abbas, Muaviye'nin yanında bulunuyordu.
Muaviye, ona güzelce taziyetlerini sundu. İbn Abbas ta ona güzel cevap verdi.
Nitekim bunu Önceki kısımlarda da anlatmıştık. Muaviye, oğlu Yezid'i de İbn
Abbas'a göndermiş, Yezid gidip onun önünde oturmuş ve ona fasih ve veciz
ifadelerle taziyetlerini sunmuştu. İbn Abbas ta bundan ötürü ona teşekkür
etmişti.
Muaviye vefat edipte
Hz. Hüseyin, Irak'a gitmeye niyetlindiğinde îbn Abbas onu bu hareketinden
menetmişti. Gözlerini ömrünün son zamanlarında yitirmiş olan îbn Abbas, Hz.
Hüseyin'i yolundan alıkoymak için eteğine tutunmak istemiş, ancak Hz. Hüseyin
bunu kabul etmemişti. Neticede Hz. Hüseyin'in ölüm haberini duyunca çok
üzülmüş ve evine kapanıp şöyle demişti:
"Ey dil! Hayırlı
şey söyleki kazançlı olasın, şerli sözleri söyleme ki selamette kalasın. Eğer
böyle yapmazsan pişman olursun."
Cündeb adlı bir adam
onun yanma gitmiş ve: "Bana tavsiyede bulun." demiş, tbn Abbas ta
ona şöyle demişti: "Allah'ı birlemeni ve Allah için çalışmanı, namaz kılıp
zekat vermeni sana tavsiye ederim. Böyle yaptıktan sonra yapacağın her iyilik
ve hayırlı iş kabul edilir, Allah'a arzedilir. Ey Cündeb, zaman geçtikçe ölüme
daha da yaklaşmaktasın. Namazı kılarken vedalaşır gibi kıl. Dünyada garip bir
yolcuymuşsun gibi davran. Çünkü sen, eninde sonunda mezar sakinlerinden
olacaksın. Günahlarından ötürü ağlayıp tevbe et. Dünya senin ayakkabı bağından daha
kıymetsiz olsun. Kendim dünyadan ayrılmış ve Allah'ın adaletine yönelmiş gibi
kabul et. Geride bıraktığın şeylerden yararlanamazsın. Sana ancak amelin fayda
verir."
Bazılarının
anlattıklarına göre İbn Abbas, doru attan daha kıymetli kelimelerle tavsiyede
bulunarak şöyle demiştir: 'Yersiz biçimde seni ilgilendirmeyen şeyleri
söyleme. Beyinsizlerle tartışma, yumuşak huylularla da tartışma. Çünkü yumuşak
huylu kimse seni mağlub eder. Beyinsiz kimse ise, sana hakarette bulunur. Kardeşini
gıyabında anarken seni11 gıyabında seni nasıl anmalarım istiyorsan sende öyle
an. Yaptığı iyiliklerin mükafatım göreceğini ve işlediği suçların cezasını
göreceğini bilen kimse gibi amel et." Yanında bulunan bir adam da ona
şöyle dedi: "Ey îbn Abbas! Bu sözün 10.000'den daha hayırlıdır." İbn
Abbas ta ona şu karşılığı verdi: "Bu sözlerimin her bir kelimesi
10.000'den daha hayırlıdır."
îbn Abbas dedi ki:
"İyiliğin tamamlanması onu acele yapmak, çok büyük bir iyilikte
bulunulduğunu belirtmemek ve gizlice yapmaktır. Yani kişiye bağışını çabucak
vermelisin ve onu verdiğin kimsenin nazarında da küçücük birşeymiş gibi
göstermelisin. Ayrıca verirken de insanlardan gizli olarak vermeli ve açığa
vurmamalısm. Açığa vurduğun zaman gösteriş kapısını açmış ve yardım ettiğin
kimsenin kalbini kırmış olursun. Onu, insanlardan utanacak hale
getirirsin."
Yine îbn Abbas dedi
ki: "İnsanlar arasında benim için en kıymetli olan şahıs odur ki,
meclisimde bulunur, yüzüne sinek konmasını önleye-bilsem önlerim. Beni,
ihtiyaçlarını karşılamaya ehil bir kimse olarak görüp yamma gelen kimsenin
mükafatını ancak Aziz ve Celil olan Allah verir.
Bana önce kendisi
selam veren veya bir meclise vardığımda bana yer veren veya oturduğu yerden
benim için kalkan veya susadığım zaman bana bir yudum su veren veya gıyabımda
gıybetimi yapmayıp hakkımı muhafaza eden bir kimsenin mükafatını ancak Aziz ve
Celil olan yüce Allah verir."
îbn Abbas, gözlerinden
birini kaybetti. Bedeni zayıfladı. Diğer gözünü de kaybedince tekrar eskisi
gibi şişmanladı. Bunun sebebim kendisine sorduklarında şöyle cevap verdi:
"Gözlerimden birini kaybettiğimde diğerini de kaybetmekten korktuğum için
zayıfladım. Ama ikinci gözümü de kaybedince artık kalbim rahatladı ve tekrar
eskisi gibi şişmanladım."
.
,.
Ebul Kasım el-Beğavî,
İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir, «îbn Abbas'm gözlerine su indi.
Tabip ona dedi ki: «Gözlerindeki *>u suyu çıkarırız, ancak yedi gün süreyle
namaz kılamayacaksm uoKtorun Du sözü üzerine îbn Abbas şöyle cevap verdi:
«Hay*! Kjlabı di*J^Lde namazı terkeden kimse, AUah'm huzuruna vardanda Allah
ona gazab eder."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre tabib ona şöyle demiştir: "Şu suyu gözlerinden
çıkarırız ancak beş gün süreyle ya bir dal üzerinde veya sırt üstü namaz
kılarsın." Tabibin bu sözü üzerine îbn Abbas, şöyle dedi: "Hayır
vallahi bir tek rekatı dahi o şekilde kılmam. Bir kimse kasıtlı olarak
namazlardan birini terkederse, Allah'ın huzuruna vardığında Allah ona gazab
eder."
Gözlerini kaybettiği
zaman îbn Abbas şu şiiri okumuştu:
"Allah
gözlerimdeki aydınlığı alsa da, Dilimde ve kulağımda gözlerimin nuru kalır.
Kalbim zekidir, aklım bozulmamıştır, Dilim kılıç gibi keskindir."
Abdullah b. Zübeyr ile
Abdülmelik b. Mervan arasında anlaşmazlık çıktığında İbn Abbas ile Muhammed b.
el-Hanefiyye, toplumdan ayrılıp uzlete çekildiler. Abdullah b. Zübeyr,
kendisine bey'at etmeleri için onlara çağrıda bulundu. Ama onlar bu çağrıya
icabet etmeyip her biri ona: "Sana ne bey'at ederiz ne de muhalefet"
dediler. Abdullah b. Zübeyr, onların üzerine yürüdü. Onları öldürmek istedi,
onlar da Ebu Tufeyl Amir b. Vail'e haber göndererek kendilerine yardımcı
olmasmı istediler. O da Iraklılar arasındaki taraftarlarından yardım istedi.
Bunun üzerine 4000 kişi onlara yardım için Mekke'ye geldiler. Hep birlikte
tekbir aldılar. Abdullah b. Zübeyr'in üzerine hücum ettiler. O da kaçıp
Kabe'ye sığındı ve Ka'be'nin örtüsüne tutunarak: "Ben, Allah'a
sığınıyorum." dedi. Bunun üzerine onlarda Abdullah b. Zübeyr'den
vazgeçtiler. Sonra İbn Abbas ile İbn Hanefıyye'nin yanma gittiler. Abdullah b.
Zübeyr de onların evlerinin etrafına odun yığdı ki onları yaksın. Bunun üzerine
ikisi evlerinden çıkıp Taife gittiler. İbn Abbas, iki sene orada ikamet etti,
hiç kimseye bey'at etmedi. Bunu önceki kısımlarda da anlatmıştık.
Hicretin altmış
sekizinci senesinde îbn Abbas, Taifte vefat etti. Cenaze namazını Muhammed b.
Hanefîyye kıldırdı. Defnetmek için onu mezarına koyduklarında misli görülmemiş
beyaz bir kuş geldi. Kefeni içine girdi ve onunla birlikte defnedildi.
Affan dedi ki: İbn
Abbas'm ilim ve amelini rivayet ediyorlardı. Mezara konulduğunda görünmeyen ve
tanınmayan bir kimse şu aşağıdaki ayet-i kerimeyi okudu. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre bu ayeti onun mezarından işitmişlerdir:
"Ey huzur içinde
olan can! O, senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey can! iyi
kullarımın arasına gir. Cennet'ime gir." (el-Fecr, 27-30.)
İbn Abbas'ın vefatı
ile ilgili olarak söylenecek sözler bunlardır, birçok imam bu sözleri tashih
etmişlerdir.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre İbn Abbas, hicretin altmışü-çüncü senesinde vefat etmiştir.
Hicretin altmışyedinci senesinde, alt-mışyedinci senesinde, yetmişinci
senesinde, yetmişüçüncü senesin-de,vefat ettiğine dair bazı rivayetler de
vardır. Ama esah olan kavle göre o, hicretin altmış sekizinci senesinde vefat
etmiştir. Diğer kavillerin hepsi garip, merdud ve şazdır. Doğrusunu
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. Vefat ederken
yetmişiki yaşındaydı, yet-rnişbü* veya yetmişdort yaşında olduğuna dair
rivayetler de vardır. Ama yetmişiki yaşındayken vefat ettiğine dair nakledilen
kavil daha sahihtir. Doğrusunu Allah bilir. [10]
İri cüsseli idi.
Oturduğunda iki kişinin yerini tutardı. Yakışıklı ve güzel şimali idi. Saçı,
başı üzerinde toplanmıştı. Perçemi ağarmış, şakaklarına beyaz teller
karışmıştı. Ağaran saçlarını kına ile boyardı. Siyah renge boyadığı da
söylenir. Güzel elbiseler giyerdi. Çok koku sürii-nürdü. Öyle ki o, yoldan
geçtiğinde kadınlar: "Bu îbn Abbas'tır veya misk sürünmüş bir
adamdır." derlerdi. Endamı düzgündü, beyaz tenliydi, uzun boyluydu. Güzel
konuşurdu. Gözlerini kaybettiğinde rengi biraz sarardı. Abbas'm on oğlu vardı.
Oğullarının adları şöyledir: Fadl, Abdullah, Ubeydullah, Mabed, Kuşem,
Abdurrahman, Kesir, Haris, Avn ve Temmam. Temmam, kardeşlerin en küçüğü idi. Bu
sebeple babası Onu omuzuna alır ve şöyle derdi:
"Temmam ile
oğullarımın sayısı onu buldu. Ey Rabbim, bunları salih ve iyi insanlar kıl.
Bunları erkek yap ve semerelerini fazlalaştır."
Fadl, Ecnadeyn'de
şehit düştü. Abdullah' Taifte, Ubeydullah Ye-men'de, Mabet ile Abdurrahman
Tunus'ta, Kuşem ile Kesir Yenbu'da vefat ettiler. Kusem'in Semerkant'ta vefat
ettiği de söylenir.
Beni Mahzum'un
azatlısı Müslim b. Hammad el-Mekkî dedi ki: "Abbas ve Ümmü Fadl'ın
çocukları kadar aynı evde doğan ve hepsi de şerefli olup ancak mezarları
birbirinden çok uzak olan başka kimseler görmedim." Böyle dedikten sonra
Müslim b. Hammad, Abbas'm çocuklarının mezarlarının yerlerini söylemiştir,
ancak Fadl'ın Medine'de, Ubeydui-lah'm da Şam'da vefat ettiğini söylemiştir.
Abdullah b. Abbas,
1000 dirhem değerinde elbise giyerdi, unun ad-bas ve Ali adında oğulları vardı.
Ali fazlaca namaz kandan çok secde eden kişi anlamına gelen "Seccad"
lakabıyla çagnbrdu Yeryüzünde Ku-
reyşlilerin en
yakışıklısıydı. Anlatıldığına göre o, her gün 1000 rekat namaz kılarmış. Başka
bir rivayette ifade edildiğine göre o, her gün ve her gecede şartlarına tam
riayet ederek 1000 rekat namaz kılarmış. Sözü edilen bu Ali, Abbasi
halifelerinin atasıdır. İleride de anlatılacağı gibi onun çocukları Abbasi
halifeleri olmuştur.
Abdullah b. Abbas'ın
Muhammed, Fadl ve Abdullah adında oğulları da vardı ki, bunların anneleri Züra
binti Mesrah b. Madi Kerib'dir. Abdullah b. Abbas'ın ümmü veledinden (çocuk
doğuran bir cariyesinden) doğan Esma adında bir kızı da vardır.
Abdullah b. Abbas'ın
İkrime, Küreyb, Ebu Mabet, Şube, Dakik, Ebu Amre ve Ebu Ubeyd adında azatlıları
da vardı.
Abdullah b. Abbas,
1670 hadis rivayet etmiştir. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce
Allah daha iyi bilir. [11]
Hicretin
altmışsekizinci senesinde Ebu Şüreyh el-Hüzaî el-Adevi el-KaTaî vefat etti. Bu
zatın asıl adı hususunda ihtilaf edilmiştir. Doğru görüşe göre asıl adı
Hüveylid b. Amr'dır. Mekke fethi senesinde Müslüman oldu. Beraberinde Beni
Ka*b kabilesinin üç sancağından biri vardı.
Muhammed b. Sa'd, bu
zatın hicretin altmışsekizinci senesinde vefat ettiğini söylemiştir ve hadisleri
bulunduğunu da nakletmiş tir. [12]
Yine bu senede Ebu
Vakid el-Leysî vefat etti. Bu, kadri yüce bir sahabe idi. Onun da adı
hususunda ihtilaf edilmiştir. Bedir gazvesine katılıp katılmadığına dair
muhtelif rivayetler vardır. Vakidfnin ifadesine göre bu zat, hicretin
altmışsekizinci senesinde altmışbeş yaşında vefat etmiştir. Bunun bu senede
vefat ettiğini başkaları da söylemişlerdir. Bazısının iddiasına göre bu zat,
yetmiş sene yaşamış ve Mekke'de bir seneden fazla ikamet ettikten sonra vefat
edip Muhacir mezarlığına def-nedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [13]
Bu senede Amr b. Said
el-Eşdak el-Ümevî öldürüldü. Onu Abdülme-lik b. Mervan öldürdü. Öldürmesinin
sebebi de şuydu: Bu senenin başında Abdülmelik, ordulanyla birlikte Züfer b.
Haris el-Kilabî'yi kuşatma altına almak üzere Karkisya'ya doğru yola çıktı.
Züfer b. Haris, Mer-vani ordusuna karşı Süleyman b. Süred'e yardım etmiş ve
Aynü'1-verde'de onlarla savaşmıştı. Abdülmelik, bu işi bitirdikten sonra Mus'ab
b. Zübeyr'in üzerine yürümeye karar vermişti. Yola çıkınca yerine Şam'da Amr b.
Said el-Eşdak'ı vekil bıraktı. Amr da orada kaleye çekildi. Kendini koruma
altına aldı. Beytü'l-maldaki paraları aldı.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Amr b. Said el-Eşdak, Abdülmelik b. Mervanla birlikte yola
çıkmıştı. Ancak yoldayken bir kısım askerlerle birlikte geceleyin Şam'a geri
dönmüştü. Yanında Humeyd b. Hirris b. Bahdel el-Kelbî ve Züheyr b. Ebred
el-Kelbî vardı. Bunlar Şam'a vardılar. Şam'da Abdülmelik'in vekili olarak
Abdurrahman b. Ünamü'l-Hakem vardı. Abdurrahman, bunların gelişini duyunca
şehiri bırakıp kaçtı. Amr b. Said el-Eşdak ta şehire girerek bütün hazinelere
el koydu. Halka nutuk irad ederek onlara adaletle muamele edeceğini, onlara
bol bağışta bulunacağını vaadetti ve onları güzelce Övdü. Abdülmelik, Amr b.
Said'in bu yaptıklarını duyunca .hemen Şam'a döndü. Amr b. Said'in kaleye
çekildiğini, kale üzerine perdeler ve örtüler astığını gördü. Amr b. Said,
müstahkem bir kale olan Şam'daki Rumi kalesine yerleşmişti. Abdülmelik, onu
kuşatma altına aldı. Aralarında onaltı gün süreyle çarpışma oldu. Sonra ateşkes
üzerine antlaştılar. Yalnız ateşkesin ve barışın şartlarından biri,
Abdülmelik'ten sonra Amr b. Said'in veliaht olmasıydı. Abdülmelik tarafından
atanan valiler aynı zamanda Amr b. Said'in valileri olacaktı. İkisi aralarında
bir eman yazısı yazdılar. Ateşkes ve barış perşembe günü akşamı olmuştu.
Bundan sonra
Abdülmelik Şam'a giderek normal şekilde hükümet konağına girdi. Amr b. Said
el-Eşdak'a da şu mesajı gönderdi: "Beytü'l-maldan aldığın paraları halka
geri ver." Amr b. Said ise: "Bu paralar senin değildir, bu şehir de
senin değildir. Buradan çek git." diye haber gönderdi. Pazartesi olunca
Abdülmelik, Amr b. Said'e haber göndererek hükümet konağına gelmesini emretti.
Abdülmelik'in elçisi geldiğinde Amr'ın yanında Abdullah b. Yezid b. Muaviye de
vardı. Abdullah, Amr'ın kızı Ümmü Musa binti Eşdak'm kocasıydı. Amr,
Abdülmelik'in yanına gidip gitmeme hususunda Abdullah b. Yezid'e danıştı. O da
fikrini şöyle açıkladı: "Ey Ebu Said, Allah'a yemin ederim ki, seni
gözümden ve kulağımdan daha çok seviyorum. Bence Abdülmelik'in yanına gitmelisin.
Zira Kabu'l-Ahbar'ın karısının oğlu Tebi el-Himyerî şöyle demişti:
"İsrailoğullarımn büyüklerinden biri Şam'ın kapılarını kilitleyecek ve çok
geçmeden öldürülecektir."
Amr da şu cevabı
verdi: "Vallahi ben uykuda olsam bile Zerka'nın oğlunun beni
uyandırmasından korkmam. O bana karşı gelecek cürete sahip değildir. Kaldı ki,
dün rüyamda Osman b. Affan'm, bana kendi gömleğini giydirdiğini
gördüm."
Bu konuşmadan sonra
Anırb. Said, Abdülmelik'in elçisine şöyle dedi: «Abdülmelike selam söyle ve
ona de ki, akşamleyin mşaallah yanına geleceğim."
Akşam olunca Amr b. Said,
zırhını giydi, kılıcını kuşandı, ayağa kalktı. Ancak ayağı yerdeki sergiye
takıldı. Karısı ve yanında bulunan yakınları kendisine: "Abdülmelik'in
yanına gitmemen gerekir." dedilerse de o, onların uyarılarına iltifat
etmedi ve yüz kadar kölesi ile yoluna devam etti. Abdülmelik te Mervanlı (kendi
soyundan)lara emir vermiş, hepsini yanında toplantıya çağırmıştı. Gelip yanında
toplanmışlardı. Amr b. Said kapıya vardığında Abdülmelik, içeri girmesini ve
yanındaki adamların kapı girişinde bir kısmının hapsedilmesi için adamlarına
emir verdi. Amr b. Said, konaktan içeri girdi. Nihayet Abdülmelik'in bulunduğu
köşke vardı. Oraya vardığında yanında sadece bir kölesi kalmıştı. Etrafa göz
attı, irili ufaklı bütün Mervanilerin, Abdülmelik'in yanında toplanmış olduklarını
gördü. İşin kötü olduğunu farketti. Yanındaki köleye dönüp gizlice:
"Haydi ne duruyorsun kardeşim, Yahya'ya git ve yanıma gelmesini
söyle." diye fısıldadı. Ancak köle onun bu sözlerini anlamadı, fakat
"başüstüne" dedi. Amr b. Said onun anlamadığını görünce sözlerini
tekrarladı. Köle yine anlamadı ve "Başüstüne" deyince Amr, ona şöyle
dedi: "Vay sana! Haydi yanımdan defol git. Allah'ın ateşinde yan."
Abdülmelik'in yanında
Hassan b. Malik b. Bahdel ve Kabise b. Zü-eyb de vardı. Abdülmelik, yanından
ayrılmaları için onlara izin verdi. Bunlar dışarı çıkınca köşkün kapıları
kilitlendi. Amr b. Said de, Abdül-melik'e yaklaştı. Abdülmelik, onu tahtına
oturttu. Sonra onunla uzun uzadıya konuşmaya başladı. Bir süre sonra
Abdülmelik, hizmetçisine: "Ey çocuk! Kılıcı şundan al." diye emir
verdi. Amr da: "İnnâ lillah ey mü'minlerin emiri!" diye itiraz etti.
Abdülmelik, ona şöyle dedi: "Kılıcını kuşanmış olarak mı benimle konuşmak
istiyorsun?" Köle, kılıcı Amr'dan aldı. Sonra ikisi bir süre daha
konuştular. Abdülmelik, ona şöyle dedi:
- Ey Ebu Ümeyye!
- Buyur ey mü'minlerin
emiri.
- Sen bana itaatsizlik
etmeye başladığında kendi kendime şöyle yemin ettim: "Şayet gözüm sana
doya doya bakacak olursa ve seni elime geçirirsem prangaya vurduracağım."
Bunun üzerine orada
bulunan Mervan oğulları şöyle sordular:
- Sonra onu serbest mi
bırakacaksın ey mü'minlerin emiri?
- Tabii, ben bununla
Ebu Ümeyye'ye ne yaparım ki?
Bu defa Mervan
oğulları, Amr'a şöyle dediler: "Mü'minlerin emiri-nin yeminini yerine
getir." Amr da şöyle karşılık verdi: "Allah, senin yeminini yerine
getirmiş olsun, ey mü'minlerin emiri."
Bunun üzerine
Abdülmelik, döşeğinin altında bulunan prangaları çıkardı ve: "Hey köle,
kalk ona bu prangayı vur!" dedi. Köle kalkıp Amr'ı prangaya vurduktan
sonra Amr şunları söyledi: "Ey mü'minlerin emiri! Sana Allah'ı
hatırlatıyorum ve beni bu şekilde herkesin önüne çıkartmanı istiyorum."
Abdülmelik, ona şöyle cevap verdi: "Ey Ebu Ümeyye, Ölüme yaklaşmışkende mi
bana tuzak kurmayı düşünüyorsun? Allah'a yemin ederim ki, seni bu şekilde
prangaya vurulmuş olarak herkesin önüne çıkartacak değiliz."
Daha sonra Abdülmelik,
onu öyle bir itti ki, Amr'ın*ağzı tahta çarptı ve ön dişleri kırıldı. Bunun
üzerine Amr şöyle dedi: "Ey mü'minlerin ecıiri, Allah'ı hatırlamam
istiyorum. Bir kemiğim kırılmış bulunuyor, bundan daha kötü birşey yapmaya
kalkma."
Abdülmelik, ona şu
karşılığı verdi: "Allah'a yemin ederimki, sana bundan daha fazla birşey
yapmadığım takdirde bunu yanıma bırakacağına ve Kureyş'in durumunu
düzelteceğine inansaydım seni serbest bırakırdım. Fakat herhangi bir beldede
ikimizin durumunda iki kişi bir araya gelmişse kesinlikle biri diğerini
çıkarmıştır."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Abdülmelik, ona şöyle demiştir: "Ey Amr, bilmezmisin
ki iki damızlık hayvan aynı tuzakta bir araya gelmez."
Amr, Öldürüleceğini
kesin olarak anlayınca ona: "Şimdi de sözünde durmamak mı ey İbn
Zerka?" dedi. Ona çok ağır ve çirkin sözler sarfetti. Bu arada müezzin,
ikindi ezanını okumaya başladı. Abdülmelik, namaz kılmak üzere yerinden kalktı.
Kardeşi Abdülaziz b. Mervan'a da Amr'ı öldürmesini emretti. Abdülmelik namaz
kılmak üzere dışarı çıktı. Abdülaziz kalkıp kılıcı eline aldı. Amr, ona şöyle
dedi: "Sana Allah'ı hatırlatıyorum ve aramızdaki akrabalık dolayısıyla
beni öldürme işini üzerine almamanı istiyorum. Beni akrabalık itibarıyla
senden uzak biri Öldürsün." Bunun üzerine Abdülaziz kılıcını bıraktı ve
yerine oturdu. Abdülmelik alelacele bir namaz kıldırdı. Herkes içeri girdi ve
kapılar kapatıldı. Abdülmelik çıkarken halk, beraberinde Amr'm olmadığını görmüştü.
Bu, Yahya b. Said'e bildirilince Yahya Amr'a ait bir azatlı köle ve pek çok
arkadaşı ile birlikte geldi. Bunlar Abdülmelik'in kapısında: "Ey Ebu
Ümeyye! Bize sesini duyur!" diye bağırmaya başladılar.
Yahya'nın adamlarından
biri Abdülmelik'in oğlu Velid'in başına kılıçla vurdu ve başım yaraladı. Divan
sahibi İbrahim b. Adiy, Velid'i bir odaya koyup sakladı. Mescitte büyük bir
karışıklık meydana geldi, gürültü patırtı çıktı. Abdülmelik döndüğünde
kardeşinin Amr'ı öldürmediğini gördü. Onu kınadı, ona ve annesine sövdü, çünkü
Abdülazız'le Abdülmelik'in anneleri aynı değildi. Abdülaziz, Abdülmelik'e:
"Amr, bana Allah'ı hatırlattı, akrabalık bağından bahsetti. Beni öldürmemesini
diledi." dedi. Abdülmelik b. Mervan, onun amcasının oğluydu, bon-ra
Abdülmelik, kölesine: "Ey çocuk bana mızrağımı getir, diye emir verdi.
Getirilen mızrağı eline alıp salladı. Amr'a vurdu ama tesir etmedi, tekrar
vurdu yine tesir etmedi. Eliyle Amr'm pazusuna vurdu, zırh giyinmiş olduğunu
gördü ve gülüp şöyle sordu:
- Zırh mı giymişsin?
Hazırlıklı gelmişsin.
Daha sonra Abdülmelik,
eline bu işler için hazırlanmış özel kılıcı aldı ve Amr'm yere yatırılmasını
emretti. Abdülmelik, onun göğsü üzerine oturup şu beyti okuyarak kafasını
kesti:
"Ey Amr!
Vazgeçmezsen eğer bana hakaretten ve beni küçük düşürmekten,
Cesedinin: "Bana
su verin" diyeceği yerde seni öldürürüm."
Anlatıldığına göre
Abdülmelik, Amr'ı boğazladıktan sonra saç örgüsü gibi şiddetli bir şekilde
titremeye ve sarsılmaya başladı. Öyle ki, yerinden kalkamaz oldu. Onu, Amr'm
göğsünden kaldırıp tahtına götürdüler, tahtına oturduğu esnada o şöyle
diyordu: "Daha önce Amr gibi dünya ve ahiret sahibi bir kimseyi
görmedim."
Amr'm kesik başını
Abdurrahman b. Ümmü'l-Hakem'e verdiler. O da başı alıp halkın arasına fırlattı.
Abdülaziz b. Mervan da elinde para dolu bir tabakla dışarı çıktı ve bu
tabaktaki paraları halkın üzerine savurdu. İnsanlar parayı kapmaya başladılar.
Anlatıldığına göre bundan sonra kendisi de halkın arasından sıyrılıp beytü'1-mala
gitmiştir.
Denildiğine göre Amr
b. Said'i, Abdülmelik'in kölelerinden Ebu Zu-ayzia, Abdülmelik'in namaza
gitmesinden sonra Öldürmüştür, doğrusunu Allah bilir.
Amr b. Said'in kardeşi
Yahya b. Said, kardeşinin ve beraberindeki adamların öldürülmelerinden sonra
hükümet konağına kendi adamlarıyla birlikte girdi. Mervaniler onlara karşı
koydular ve savaşmaya başladılar, îki taraftan da çok sayıda adam yaralandı.
Yahya b. Said de başına bir taş isabet ettiği için kendi canının derdine
düşmüş, savaşama-mıştı. Sonra Abdülmelik b. Mervan, büyük camiye gidip minbere
çıkmış ve cemaata şöyle hitab etmişti: "Yazıklar olsun size, Velid nerede?
Allah'a yemin ederim ki, onu öldürmüşlerse mutlaka onun Öcünü alırım."
İbrahim b. Adiy
el-Kinani gelip: "İşte Velid yanımda, yaralı, ama yarası ağır
değildir." dedi. Sonra Abdülmelik, Yahya b. Said'in öldürülmesini
emretti, ancak kardeşi Abdülaziz b. Mervan araya girip onun için şefaatta
bulundu. Abdülmelik'in, öldürülmelerini emrettiği başka birçok kimsenin de
affedilmesini rica etti. Abdülmelik, kardeşi Abdüla-ziz'in ricasını kabul etti.
Yahya'nın bir ay süreyle hapsedilmesini emretti. Bir ay süreyle hapiste
tutuldu. Sonra Abdülmelik, onu ve Amr b. Said'in oğullarıyla ailelerim Irak'a
sürgün etti. Bunlar gidip Mus'ab b. Zü-beyr'in yanma vardılar. Mus'ab ta
bunlara çeşitli ihsan ve ikramlarda bulundu.
îbn Zübeyr'in
öldürülmesinden sonra bütün cemaat, Abdülmelik'in etrafında toplanınca Amr b.
Said'in çocukları, Abdülmelik'in yanma geldiler. Abdülmelik neredeyse onları öldürecekti,
ama onlardan bazıları güzel ve yumuşak ifadeler kullanınca Abdülmelik onlara
acımaya ve onlara karşı şiddetli bir merhamet duygusu hissetmeye başladı ve
şöyle dedi: "Babanız beni, birbirimizi öldürmemiz gibi bir durumla karşı
karşıya bıraktı. Ben de kendim ölmektense onu öldürmeyi tercih ettim. Size
gelince, ben size ne diye yakınlık duymayayım ve ne diye akrabalı-ğnaızm
hakkını vermeyeyim?" Böyle dedikten sonra onlara güzel armağanlar verdi
ve onları kendine yakın kıldı.
Ayrıca Amr b. Said'in
karısına da haber göndererek: "Amr'a yazmış olduğum eman mektubunu bana
gönder" dedi. Amr'm karısı da şu cevabı verdi: "Ben onu Anır'la
beraber mezara gömdüm ki, Amr o mektubu kıyamet gününde Allah'a arzederek
seninle muhakeme olsun."
Mervan b. Hakem, oğlu
Abdülmelik'ten sonra Amr b. Said'e veliaht olacağım vadetmişti. Amr da bu söze
güvenerek veliahtlığa ümitlenmiş ve bu sebeple kendini güçlü sanmıştı.
Abdülmelik ise, küçük yaşlardan beri ona şiddetle öfke duyuyordu ve büyüyünce
de ona bu hainliği yaptı.
îbn Cerir dedi ki:
Halid b. Yezid b. Muaviye, günün birinde Abdül-melik'e şöyle demişti: Ben Amr'ı
nasıl tuzağa düşürüp öldürdüğüne hala şaşıyorum." Abdülmelik te ona şu
cümlelerle cevap vermişti:
"Korkusu gitsin
diye yakınlaştırdım onu kendime, Sonra da üzerine kararlı ve sağlam atılayım
diye, Dinim için gazaba gelerek ve dinimi korumak için yaptım. Hiç kötülük
işleyenle iyinin yolunu tutan bir olur mu?"
Halife b. Hayyat dedi
ki: Bu şiir, Dabbi b. Ebi Rafi'ye aittir. Ancak Abdülmelik bunu okumuştur.
İbn Düreyd, Şabi'den
rivayet etti ki, Abdülmelik şöyle demiştir: "Amr b. Said'i gözlerden akan
kandan daha çok seviyordum. Ama Allah'a yemin ederim ki iki erkek deve, dişi
develer arasında birlikte bulunamaz. Mutlaka bunlardan biri, diğerini ağıldan
dışarı çıkarır. Ben size ancak Beni Yerbu'nun kardeşinin şu şiirini
okuyabilirim:
"Bana iyilik
yapana iyilikle mukabelede bulunurum, İyilikle mukabelede bulunana bağışta
bulunurum, Bana kötülük yapana kötülükle mukabelede bulunurum, ^ Tıpkı ayakkabının ayakkabıya karşı aynı
hizada oluşu gibi.
Halife b. Hayyat dedi
ki: Ebu'l-Yakzan, Amr b- Said'i öldürmesi yüzünden Abdülmelik'e şu şiiri
okudu:
"Sen sağol, felç
olma, düşmanına zarar verdin. Öyle bir yemin ettin ki, Amr b. Said'in beynini
akıttı. Mervan oğullarını asaletsiz gördün,
Katıdırlar, insanlara
zarar verirler, hücum edici ve ağır hareketlidirler.
O Mervan'a isyan
edenin oğludur.
Öyle bir aileye
dayanır kî, hoştur ve ataları vardır."
Vakidî dedi ki:
Abdülmelik, Amr b. Said el-Eşdak'ı Hicretin altmış-dokuzuncu senesinde Batnan
dönüşünde Şam'da kuşatma altına aldı. Sonra onu hicretin yetmişinci senesinde
öldürdü, doğrusunu Allah bilir." [14]
Anırb. Saidb. As b.
Ümeyye b. Abdu'ş-Şems Ebu Ümeyye el-Kureşi el-Ümevî, Eşdak lakabıyla tanınır.
Anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.)'i görmüş ve onun şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Hiçbir baba
oğluna güzel edepten daba güzel birşey vermiş değildir."
Amr, köle azad etme
hususunda da bir hadis rivayet etmiştir. O, Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan, Hz.
Ali'den ve Hz. Aişe'den hadis rivayet etmiştir. Oğulları Ümeyye, Said ve Musa
ile başkaları da kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Muaviye, onu Medine'ye
vali tayin etmişti. Aynı şekilde Yezid de babası Muaviye'den sonra onu Medine valiliğinde
bırakmıştı. Nitekim bunu önceki kısımlarda anlatmıştık. Amr b. Said,
Müslümanların önde gelen şahsiyyetlerindendi. Meşhur cömertlerden ve âlicenâb
kimselerdendi. Bol miktarda para verir, ağır yükleri üstlenirdi. Kardeşleri
arasında babaları sadece kendisine vasiyyetini yapmıştı. Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi babası da meşhur cömertlerden ve asil önderlerden bir
kimseydi.
Amr b. Said, şöyle
demiştir: "Bulûğa erdiğim günden beri hiçbir kimseye sövmedim. Benden
birşey isteme niyetinde olan bir kimseyi de benden dilenmek mecburiyetinde
bırakmadan ben kendisine ikramda bulundum. Onun bana yönelmesi, benim ona
bağışta bulunmamdan daha önemlidir ve ben onun minneti altında olurum."
Said b. Müseyyeb dedi
ki: Cahiliyye döneminde insanların hatipleri, Esved b. Abdülmuttalib ile
Süheyl b. Amr idi. İslâmiyet döneminde de insanların hatipleri; Muaviye ile
oğlu, Said b. As ile oğlu Amr b. Said ve Abdullah b. Zübeyr idi."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Benim minberim
üzerinde Ümeyye oğullarının zorbalarından bir zorba kişinin burnundan kan
gelecek ve burun kanı akıp gidecektir."
Adamın birinin bana
anlattığına göre Amr b. Said b. As, Rasûlullah (s.a.v.)'ın minberi üzerindeyken
burnu kanamış ve kanı akıp gitmiştir, îbn Zübeyr'le savaşması için Yezid b.
Muaviye zamanında Harre vak'a-sından sonra Mekke'ye birlikler gönderen kişi de
odur. Ancak Ebu Şüreyh el-Huzaî, onu bu hareketten menetmiş ve Mekke'nin
saygınlığına dair Rasûlullah (s.a.v.)'dan duyduğu bir hadisi ona nakletmiş, o
da şu cevabı vermişti: "Ey Şüreyh! Biz bu hadisi senden daha iyi
biliyoruz. Şunu bil ki, Harem, asileri ve katil kaçakları, ayrıca cizye
vermeyip kaçan kimseleri barındırmaz."
Mervan, insanları
kendisine bey'ata davet ettikten ve Şam yönetimine hakim olduktan sonra
Mısır'a gitti. Amr b. Said de onunla birlikte idi. Mısır'ı fethetti. Artır'a,
oğlu Abdülmelik'ten sonra kendisinin veliaht olacağına dair söz verdi. Bundan
önce de Şam valiliğini de ona vaadetti. Ancak Mervan güçlenince bu vaadinden
caydı. Oğlu Abdülmelik'ten sonra veliaht olan Amr'ı veliahtlıktan hal'etti.
Yerine Abdülaziz'i veliaht tayin etti. Bu da Amr'ı olumsuz etkiledi ve nihayet
önceki sayfalarda anlattığımız savaşlar meydana geldi. Amr, Şam'a girdi. Orada
müstahkem kaleye sığındı. Şamlılar da ona icabet ettiler ancak Abdülmelik, onu
kuşatma altına aldı ve ona sureten bir emanname yazarak onu kaleden indirdi,
sonra da önceki sayfalarda da anlattığımız gibi onu öldürdü.
Bu hadise, çoğu
tarihçiye göre hicretin altmış dokuzuncu senesinde cereyan etmiştir. Vakidî ile
Ebu Said b. Yusuf bu, hadisenin hicri yetmişinci senede cereyan ettiğini beyan
etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. Tuhaftır ki Hişam b. Muhammed el-Kelbî
şöyle bir hadise anlatmıştır: Adamın biri, Amr'm isyan etmesinden ve
Öldürülmesinden bir süre önce Şam surları üzerinde gaibten şöyle bir sesin
geldiğini rüyasında işitmişti:
"Ey millet!
Beyinsizlik ve gevşekliği bırakın, zaafa düşmüş günahkara ve çürümüş görüşe
aldırmayın,
İbn Said'e bakın ki o,
ayakları üzerinde durmaktayken yüzüstü ve karın üstü yere düşüp kapaklandı.
Kalenin kendisini
ölümden kurtaracağını sandı ve kaleye sığındı.
Ama ölüm onu kalede de
ziyaret etti."
Rüyayı gören adam
gelip Abdülmelik'e rüyasını anlatmış, Abdülmelik te ona şöyle demişti:
- Bu rüyayı kimseye
anlattın mı?
- Hayır.
- Öyleyse bunu
ayaklarının altına koy ve Bundan sonra Amr, Abdülmelik'e isyan etti. Abdülmelik
b. Mervan da onu öldürdü.
Anlatıldığına göre
Abdülmelik, onu kuşatma altına alınca kendisine şu mesajı yollamıştı:
"Sana Allah aşkma ve akrabalık hürmetine rica ediyorum ki, evinin durumunu
ve onların ittifaklarını bozma. Sen böyle yapmakla İbn Zübeyr'i bize karşı
güçlendireceksin. Daha önceki bey'atma dön, tekrar itaat et. Allah adına sana söz
veriyorum ki, kesin bir imanla yemin ediyorum ki, benden sonra veliahdım
olacaksın."
Böyle diyerek ve ona
bu hususta bir de yazı gönderdi. Amr, onun bu tuzağına düştü. Ona inandı. Şam
kapılarını açtı. Abdülmelik, şehre girdi ve önceki sayfalarda da anlattığımız
gibi onu öldürdü. [15]
Ed-Dilî olduğu da
söylenir. Küfe kadısı idi. Kadri yüce bir tabii idi, adı, Zalim b. Amr b.
Süfyan b. Cendel b. Yamûr b. Celis b. Adiy b. ed-Düel b. Bekr Ebu'l-Esved idi.
Nahiv ilmi, bu zata nisbet edilir. Anlatıldığına göre bu ilim hususunda konuşan
ilk kişi kendisidir. O, bu ilmi mü'minle-rin emin Ebu Talib oğlu Ali'den
almıştır. Bu zatın asıl adı hususunda ihtilaf edilerek çeşitli kaviller ileri
sürülmüştür. Meşhur kavle göre asıl adı Zalim b. Amr'dır. Bunun tersi olduğu da
söylenir. VaHdî'nin ifadesine göre asıl adı Uveymir b. Zuveylim'dir. Peygamber
(s.a.v.)'ın sağlığında Müslüman oldu. Ancak onu göremedi. Cemel savaşma
katıldı ve Ubeydullah b. Ziyad'ın valiliği zamanında vefat etti.
Yahya b. Main ile'
Ahmed b. Abdullah el-îclî dediler ki: "Bu zat, sika ravilerdendir. Nahiv
ilminden konuşan ilk kişidir."
İbn Main ile
diğerlerinin ifadesine göre, hicretin altmışdokuzuncu senesinde veba salgınında
ölmüştür. İbn Hallikan dedi ki: "Bu zat, Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği
zamanında vefat etmiştir. Carif teki veba salgının başlangıcı, hicretin
altmışdokuzuncu senesinde idi."
Ben derim ki: Bu,
cidden gariptir.
ibn Hallikan ile
diğerleri dediler ki: "Ebu'l-Esved'e nahiv ilmini ilk öğreten kişi, Ebu
Talib oğlu Alidir. Hz. Ali, ona cümlenin, isim, fiil ve harften teşekkül
ettiğini anlatmıştır. Sonra Ebu Esved de onun yolunu takib etmiş ve bu esaslar
üzerine çeşitli detaylar meydana getirmiştir. Bu ilme bu sebeple nahiv ilmi
denilmiştir. Ebu'l-Esved'i nahiv ilmini geliştirmeye iten sebep, insanların
dillerinin değişmesi ve Ziyad'ın valiliği zamanında Irak'ta insanların,
sözlerine lahnin girmesi idi.
Ebu'l-Esved,
çocuklarının terbiyecisi idi. Adamın birisi, bir gün Ziyad'ın yanma gidip:
"Babamız öldü ve geride çocuklar bıraktı." demiş Ziyad da ona, Arap
kelamım öğrenmeleri için insanlara bir sistem hazırlamasını emretmişti.
Anlatıldığına göre Ebu'l-Esved ilk olarak teac-cüb sigasmı (fiil çekimlerinden
biri) vaz'etmiştir. Çünkü gecenin birinde kızı ona: "Ey babacığım, sema
ne güzeldir!" demiş. Ebu'l-Esved ona: 'Yıldızlarım mı soruyorsun?"
deyince kızı şöyle cevap vermişti: "Ben yıldızların hangisinin daha güzel
olduğunu sormak istemedim, ben sadece göğün ne kadar güzel olduğunu ifade etmek
istedim." Bunun üzerine Ebu'l-Esved, kızma şöyle demiştir: Öyle ise şöyle
de: "Mâ ahsene's-se-müü" yani sema (gök) ne kadar da güzel."
îbn Hallikan,
Ebu'l-Esved'in cimri olduğunu söylemiştir.
Ebu'l-Esved şöyle
derdi: "Düşkünlere mallarımız hususunda itaat ettik, ama biz onlar
gibiyiz."
Ebu'l-Esved, bir gece
düşkün bir kimseye akşam yemeği vermiş, sonra onu zincire vurarak yanında
gecelemiş ve o gece dışarı çıkmasına engel olmuştu ki, dilencilik yaparak
Müslümanları rahatsız etmesin. Düşkün kimse ona: "Yemeğimi yedirdin, beni
serbest bırak." deyince Ebu'l-Esved, şu cevabı vermişti: "Bu gece
Müslümanları senden kurtarıp rahata ermeleri için sana yemek yedirdim."
Sabah olunca da adamı
serbest bırakmıştı. Ebu'l-Esved'in güzel bir şiiri de vardır.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Abdullah b. Zübeyr insanlara haccettirdi. Haricinin birisi, Mina'da
tahkim olayı aleyhinde açıkça konuştu ve hücre yanında öldürüldü.
Önceki senenin
valileri, bu senede görevleri başında idiler.
Bu/senede Cabir b.
Semüre b. Cünade vefat etti. Sahabe idi. Hadis -rivayet etmişti. Babası da
sahabe idi. O da hadis rivayet etmişti. Ca-bir'in hicri altmışaltına senede
vefat ettiğine dair başka bir rivayet te vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede Esma binti Yezid
b. Seken el-Ensârîye de vefat etti. Bu kadın, Peygamber (s.a.v.)'e bey'at etti.
Yermük savaşında zifafa girdiği gecede çadırının direği ile dokuz Rumu öldürdü.
Şam'da ikamet etti ve vefat edince de Babü's-Sağire defnedildi.
Bu senede Hassan b.
Malik te vefat etti. Bu zatın künyesi, Ebu Süleyman el-Bahdelf dir. Halifeliğe
geçince Mervan'a bey'at etti ve hicretin altmışdokuzuncu senesinde de vefat
etti. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [16]
8u senede Bizanslılar
harekete geçtiler. Şam'daki Müslümanlara saldırdılar. Mervanilerle Abdullah b.
Zübeyr arasındaki çekişmelerden yararlanarak Müslümanları ezdiler. Abdülmelik
de Şam'ı kaybetme korkusuyla her cuma 1000 dinar vermek şartıyla Bizans hükümdarı
ile barış yaptı.
Bu senede Mısır'da
veba salgım baş gösterdi. Abdülaziz b. Mervan Mısır'ın doğu tarafına (Şarkıyya)
geçti. Kahire'ye bir konak mesafedeki Hulvan'da konakladı. Orayı kendine
ikametgah edindi ve orayı Rıpti-lerden (Mısırın yerli halkı) 10 000 dinara
satın alarak orada bir hükümet konağı ve cami inşa etti, askerlerini de oraya
yerleştirdi.
Bu senede Mus'ab b.
Zübeyr, yanma bol miktarda mal alarak Basra'dan Mekke'ye doğru yola çıktı.
Herkese bağışta bulundu. Hicaz'daki kabile reislerine bol miktarda mal verdi.
Bu senede .vefat eden
meşhur şahsiyetlerden birisi de Asım b. Ömer b. Hattab el-Kureşi el-Adevfdir.
Annesinin adı Cemile binte Sabit b. Ebu'l-Eflah'tır. Asım, Rasûlullah (s.a.v.)
hayatta iken dünyaya geldi. Babasından sadece şu hadisi rivayet etti:
"Gece şu taraftan gelmeye başlayınca."
Oğulları Hafs ile
Abdullah ve bir de Urve b. Zübeyr kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.
Babası, annesini boşamıştı. Ninesi Şemus binti Ebi Amir de boşanan annesini
yanma alarak Ebu Bekir es-Sıddik'in yanına götürdü ve ona: "Kokusu ve
letateti ona senden daha sevimlidir." dedi.
Hz. Ömer, Asım'ı
halifeliği zamanında evlendirince ona bir ay süreyle beytü'1-maldan nafaka
verdi. Sonra bu nafakayı kesti ve kendi malından ona sermaye vererek ticaret
yapmasını ve böylece ailesinin geçimini sağlamasını emretti.
Birden fazla ravinin
anlattığına göre Asım ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin arasında bir arazi
hususunda anlaşmazlık vardı. Asım, Hz. Ha-san'ın bu konuda öfkelendiğini
anlayınca: "Arazi senin olsun." dedi. Hz. Hasan da ona: "Hayır,
hayır senin olsun." İkisi de araziyi terkettiler. Artık ona dokunmadılar.
Bunların çocuklarından hiçbiri de o araziye el atmadı. Sonra insanlar her bir
yanından o araziden almaya başladılar.
Asım; lider,
ağırbaşlı, âlicenâb ve faziletli bir kimseydi. Vakidf nin ifa desine göre
hicretin yetmişinci senesinde Medine'de vefat etmiştir. [17]
nın
Künyesi Ebu'l-Alâ'dır.
Tabiilerin büyüklerin dendir. Muaviye'ni süt kardeşidir. Medinelilerin
fakihlerinden ve salih adamlanndandı Şam'a göçtü, bilgili ve yazar bir kimse
idi.
Meşhur rivayete göre
bu zat, Hicaz badiyesindendir. Anlatıldığına göre bu, Hz. Hüseyin'in süt
kardeşidir. Habbab kızı Buna ile evlendi. Sonra onu boşadı. Boşaymca da ona
olan aşkından dolayı başını alıp çöllere düştü ve çölde yaşamaya başladı. Buna
için şiirler okudu ve bedeni zayıf düştü. Durumu fenalaşmca İbn Ebi Atik ona
gitti. Onu alıp Abdullah b. Cafer'in yanına götürdü ve ona şöyle dedi:
"Anam babam sana feda olsun, sana bir işim düştü. Benimle gel"
Böylece kalkıp yola çıktılar. Yanlarına Kureyş'in önde gelen şahsiyetlerinden
dört kişiyi de aldılar ama nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Nihayet İbn Ebi
Atik, onları Kays'm eski karısı Büna'nm yeni kocasının evine götürdü. Kapıyı
vurdular. Büna'mn kocası dışarı çıkınca karşısında Kureyş'in önde gelen
şahsiyetlerini gördü. Onlara şöyle dedi:
- Allah, beni size
kurban etsin, hayrola niçin geldiniz?
- İbn Ebi Atik'in bir
işi düştü sana.
- Şahit olun onun işi
görülecektir. Hükmü geçerli olacaktır. Gelenler, îbn Ebi Atik'a:
- Haydi işini söyle
bakalım, dediler. İbn Ebi Atik te şu karşılığı verdi;
- Şahit olun ki, bu
adamın karısı Buna boştur. Abdullah b. Cafer de, İbn Ebi Atik'e şöyle dedi:
- Allah seni
kahretsin, bizi bu iş için mi buraya getirdin Büna'nm yeni kocası da şöyle
dedi:
- Karımı size feda
ettim, karım artık boştur, bu adam da onun kocası olsun. Müslüman bir erkeğin
aşk yüzünden ölmesindense bu kadının benden başka biriyle evlenmesi elbette ki
daha hayırlı olacaktır. Allah'a yemin ederim ki, bu kadın eşyalarını alıp eski
kocası Kays'm evine göçmedikçe ben buradan ayrılmayacağını.
Kadın da eşyalarını
topladı ve eski kocası Kays b. Züreyh'in evine taşındı. Bir süre lüks ve refah
içinde rahatça yaşadılar. Allah onlara rahmet etsin. , [18]
Şairdi, çok şiirleri
ve hicivleri vardı. Ubeydullah b. Ziyad, babası Zi-yad'ı hicvettiğinden dolayı
onu öldürmek istemişti. Ancak Muaviye, onu Öldürmesine engel olmuş ve:
"Yezid'i te'dib et" demişti. Ubeydullah ta ona müshil ilacı içirerek
bir merkebe bindirmiş ve sokaklarda-dolaştırmıştı. Merkeb üzerinde sokaklarda
dolaşırken de altına pisliyordu. Bu halde iken şöyle diyordu:
"Benim pisliğimi
su yıkayıp temizler,
Şiirim ise babanın
çürümüş kemiklerine işler!" [19]
Mısır kadısı idi.
Yıllık maaşı 1000 dinardı. Mısır'da vefat etti. Vefatından sonra yerine
Abdurrahman b. Hamza el-Holanî geçti. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan
yüce Allah daha iyi bilir. [20]
Malik b. Yuhamir
es-Sekseki el-îlhanî, Humusludur. Kadri yüce bir tabiidir. Sahabe olduğu da
söylenir. Doğrusunu Allah bilir. Buharı, Muaviye tarikiyle Malik b. Yuhamir'in
Muaz b. Cebel'den naklen şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hak üzere olan
taife, Şam'da olacaktır."
Bu rivayet,
büyüklerin, küçüklerden yaptığı rivayettir, ancak bu zatın sahabe olduğu
söylenir. Ama sahih kavle göre sahabe değil, tabiidir. Muaz b. Cebel (r.a.)'in
en has adamlarındandı. Birden fazla ravinin anlattığına göre Malik, hicretin
yetmişinci senesinde vefat etmiştir, yetmişikinci senede vefat ettiğine dair
zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce
Allah daha iyi bilir. [21]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/450-452.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/452-458.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/458-462
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/462-466.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/466-467.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/468-470.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/470.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/470-474.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/474-484.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/484-487.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/487-488.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/488.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/488.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/488-494.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/494-496.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/496-497.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/498-499.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/499.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500.