Hicretin Altmışyedînci Senesi 1

Ubeydullah B. Ztyad. 3

Mus'ab B. Zübeyr'in Muhtar B. Ebî Ubeyd'i Öldürmesi 7

Muhtar B. Ebî Ubeyd Es-Sâkafî 10

Fasıl 13

Hicretin Altmışsekizîncî Senesi 14

Bu Senede Vefat Eden Şahsiyetler. 16

Abdullah B. Abbas (R.A.) 16

Abdullah B. Abbas'ın Cebrail (A.S.)'İ Başka Bir Şekilde Görmesi 19

Fasıl 27

İbn Abbas (R.A.)In Eşkali 29

Ebu Şüreyh El-Hüzaî 30

Ebu Vakîd El-Leysî 30

Hicretin Altmışdokuzuncu Senesi 30

Amr B. Said El-Eşdak'ın Biyografisi 34

Hicretin Altmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Önemli Şahsiyetler. 36

Ebu'l-Esved Ed-Düelî 36

Hicretin Yetmişinci Senesi 37

Kabise B. Züeyb El-Hüzai El-Kelbî 38

Yezid B. Ziyad B. Rebia El-Himyerî 39

Beşirb.Nadr. 39

Malikb. Yuhamir. 39

 

Hicretin Altmışyedînci Senesi

 

Bu senede Ubeydullah b. Ziyad, İbrahim b. Ester en-Nehaî tarann-dan öldürüldü. Bu hadise şöyle cereyan etmişti: İbrahim b. Ester, hicri altmışatmcı senenin zilhicce ayının bitimine sekiz gün kala cumartesi günü Kûfe'den çıktı. Hicri atmışyedinci senenin girişinde İbn Ziyad'ı ya­kalayıp öldürmek amacıyla Musul'a doğru gitmekteydi. İkisi, Hazir de­nen yerde karşılaştılar. Hazir mıntıkası ile Musul arasında beş fersah­lık bir mesafe vardı. İbn Ester, o geceyi uykusuz geçirdi, uyuyamıyordu. Sabaha yakın kalktı, askerlerini mevzüendirdi. Birliklerini yerli yerin­ce yerleştirdi. Adamlarına ilk vaktinde sabah namazım kıldırdı, sonra bineğine bindi. İbn Ziyad'ın ordusuna doğru harekete geçti. Askerlerini yavaş yavaş sevkediyordu. Kendisi de piyadeler arasında yürüyordu. İbn Ziyad ve askerlerinin bulunduğu tepeye vardığında onlardan hiçbi­rinin hareket halinde olmadığını gördü. İbn Ziyad ve askerleri, bunları görünce telaşla atlarına ve silahlarına koştular. İbn Ester de atma bindi ve kabilelerin sancaktarlarının yanına gelerek onları İbn Ziyad'a karşı savaşmaya teşvik edip şöyle dedi: "Bu, Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızının oğ­lunun katilidir. Allah onu ayağınıza getirdi. Bu gün onu sizin elinize dü­şürdü. Ona saldırın. O, Firavun'un îsrailoğullarına yapmadığını Rasûlulullah'ın kızının oğluna yaptı. Hüseyin'in, çocukları ve kadınları ile birlikte Fırat suyundan su içmelerine engel oldu. Memleketine dön­mesine veya Yezid b. Muaviye'nin yanına gitmesine de izin vermedi. So­nunda onu öldürdü. Haydin bakalım, bundan öcünüzü alın. Onun kanı­nı mızraklarınıza ve kılıçlarınıza kana kana içirin. Bu, peygamberini­zin ailesine neler yaptı neler! İşte Allah, onu ayağınıza getirmiştir."

Buna benzer daha çok sözler söyledi. Daha sonra bineğinden inip sancağının altında durdu. Ibn Ziyad da atlısı ve piyadesiyle büyük bir orduyla birlikte gelmişti. Ordunun sağ cenahına Husayn b. Nümeyr'i, sol cenahına Umeyr b. Habbab es-Sülemf yi tayin etmişti. îbn Eşter'le karşı karşıya geldiğinde onu yarın adamlarıyla birlikte hezimete uğra­tacağını söyleyip tehdit etti. İbn Ziyad'ın süvarilerinin başında Şurah-bü b. el-Küa' vardı. Kendisi de piyadelerin başında olup onlarla beraber yürümekteydi. İki taraf karşı karşıya gelince Husayn b. Nümeyr, Iraklı­ların sol cenahına saldırıp onları hezimete uğrattı. Komutanları Ali b. Malik el-Cüşemî'yi öldürdü. Onun ölümünden sonra sancağı oğlu Mu-hammed b. Ali eline aldı. Oda öldürüldü. Sol cenah kırılmaya yüz tuttu. Ester de onlara: "Yanıma gelin, ey Allah'ın dininin muhafızları, ben Eş-ter'im!" diye seslenmeye başladı. Kendisini tanımaları için de başım aç­tı. Bunun üzerine gelip etrafına toplandılar, sonra Kûfelilerin sağ cena­hı Şamlıların sol cenahına saldırdı. Başka bir rivayette anlatıldığına gö­re Şamlıların sol cenahı hezimete uğradı ve İbn Eşter'in yanına doğru geriledi. Sonra İbn Ester, beraberindeki adamları ile birlikte saldırıya geçti. Sancaktarına da: "Sancağınla birlikte aralarına gir!" diye emir verdi.

İbn Ester, o gün şiddetlice savaştı. Kılıcım her kime vuruyorsa onu mutlaka yere düşürüp öldürüyordu. İki taraf arasında çok sayıda adam öldü. Anlatıldığına göre Şamlıların sol cenahı yerlerinde sebat ettiler. Önce mızraklarla, sonra da kılıçlarla şiddetlice savaştılar. Sonra İbn Ester, yeniden saldırıya geçti. Şamlılar, onun önünde hezimete uğradı­lar. Onları kuzuları öldürür gibi öldürmeye başladı. Kendisi ve berabe­rindeki bahadır arkadaşları ile birlikte onları kovaladı. Ubeydullah b. Ziyad yerinde sebat etti. Nihayet İbn Ester, gelip onun yanından geçer­ken kendisini tanımaksızın vurup öldürdü. Ama arkadaşlarına şöyle dedi: "Ölüler arasına gidip bakın, ben bir adama kılıcımla vurdum, ama ondan bana misk kokusu geldi. Kendisine kılıcımı vururken bir ayağı doğuya, diğer ayağı batıya uçtu. O, Hazir nehrinin kıyısında yalnız başı­na sancağın yanında durmaktaydı." Adamları gidip ölülerin arasına baktıklarında sözü edilen adamın Ubeydullah b. Ziyad olduğunu gördü­ler.

îbn Ester, ona bir darbe vurarak vücudunu ikiye ayırmıştı. Başım koparıp Kûfe'ye zafer müjdesi ile Muhtar'a gönderdiler. Bu savaşta Şamlıların komutanlarından Husayn b. Nümeyr ile Şurahbil b. Zi'l-Ki-la da öldürülmüştü. Kûfeliler, Şamlıları kovalamaya başladılar. Onlar­dan çok sayıda adam öldürdüler. Öldürülenlerden daha fazlası da suda boğulanlar oldu. Kûfeliler, Şamlıların ordugahmdaki mal ve atları ele geçirdiler.

Muhtar, haber gelmeden önce zaferi arkadaşlarına müjdelemişti.

Bilemiyoruz bu, onun tefaülü mü, yoksa tesadüf mü, yahut kehaneti mi idi?

Adamlarının iddialarına göre bu hususta kendisine vahiy gelmişti. Fakat bu iddianın aslı yoktur. Buna inanan veya böyle bir iddiada bulu­nanları tasdik eden kafir olur, ama o, savaşın Nusaybin'de olduğunu söylemişti. Böylece savaşın yerini söylerken hata etmişti. Aslında savaş Musul diyarında olmuştu. Zafer haberi geldiğinde Âmir eş-Şabî, bunu Muhtar'ın adamlarına bildirerek eleştiride bulunmuştu. Muhtar, müj­deyi almak için Kûfe'den yola çıkmış, Medain'e gelerek mescidin minbe­rine çıkmış, hutbe irad ederken kendisine zafer müjdesi gelmişti.

Şa'bî dedi ki: Muhtar'ın adamlarından birisi bana şöyle bir soru sor­du:

- Sen, Muhtar'ın bu haberi bize dün verdiğini işitmedin mi?

- O savaşın Cezire diyarında, Nusaybin'de cereyan ettiğini iddia etmişti, ancak o müjdeci, savaşın Musul diyarında Hazir mevkiinde ya­pıldığım söyledi.

- Allah'a yemin ederim ki ey Şa'bî; sen, acıklı azabı görmedikçe Muhtar'a inanmayacaksın.

Bundan sonra Muhtar Medain'den Kûfe'ye döndü.

Muhtar'ın zafer müjdesini almak için Kûfe'den ayrılışı esnasında daha önce Cubanetü's-Sebi ve Künase'de kendisiyle savaşanlardan ba­zı kimseler fırsatı ganimet bilerek Kûfe'den çıkıp Basra'da bulunan Mus'ab b. Zübeyr'in yanma gittiler. Bunlar arasında Şebes b. Rib'i de vardı. İbn Eşter'e gelince o, zafer müjdesini ve Ubeydullah b. Ziyad'm kesik başını Muhtar'a gönderdi. Nusaybin muhafızlığına da bir adamı­nı gönderdi. Kendisi o beldelerde ikamete devam etti. Musul'a vali gön­derdi. Sincar, Daran ve Cezire'deki diğer yerleri de ele geçirdi.

Ebu Ahmed el-Hakim dedi ki: Ubeydullah b. Ziyad, hicri atmışaltuı-cı senesinin aşura gününde öldürüldü. Doğrusu o, hicri altmışyedinci senede öldürülmüştür. İbn Ziyad'ı öldürdüğü için îbn Eşter'i öven Süra-ka b. Mirdas el-Barkî bir şiirinde şöyle demiştir:

"Mezhiçliler! En yiğitlerden biri geldi size,

Düşman üzerine atılır gider, korkusu yoktur.

Ey ibn Ziyad! İşte onunla karşı karşıya kal,

Keskin ve derine işleyen kılıcın tadım al,

İyiliklerini versin Allah o koruyucuların,

Çünkü onlar, Ubeydullah'tan yana içimizi soğuttular." [1]

 

Ubeydullah B. Ztyad

 

Ubeydullah b. Ziyad b. Ubeyd. İbn Ziyad b. Ebi Süfyan olarak da tanınır. Ona, Ziyad b. Ebihi veya îbn Sümeyye de denir. Babası Ziyad'd sonra Irak emirliğini yapmıştır.

îbn Main dedi ki: Ona, Ubeydullah b. Mercane denilirdi. Mercane, anasının adıdır. Başkalarının ifadesine göre Mercane, Mecûsi bir ka­dındı. Künyesi de Ebu Hafs idi. Ubeydullah, Yezid b. Muaviye'den sonra Şam'a yerleşti. Dimas yanında bir evi vardı. Kendisinden sonra bu ev, İbn Acla'nm evi diye tanındı. İbn Asakir'in, Ahmed b. Yunus ed-Dab-bf den naklettiğine göre Ubeydullah b. Ziyad, hicretin otuzdokuzuncu senesinde doğmuştur. Yine îbn Asakir'in ifadesine göre o, Muaviye'den, Sa'd b. Ebi Vakkas'tan ve Makul b. Yesar'dan hadis rivayet etmiştir. Ha­san Basri ile Ebu'l-Melih b. Üsame de ondan hadis rivayet etmişlerdir. Ebu Naim el-Fadl b. Dekin dedi ki: Anlatıldığına göre Ubeydullah b. Zi­yad, Hz. Hüseyin'i öldürdüğünde yirmisekiz yaşında idi.

Ben derim ki: Şu halde onun doğumu, hicretin otuzüçüncü senesin­de olmalıdır. Doğrusunu Allah bilir.

îbn Asakir'in rivayetine göre Muaviye, Ziyad'a: "Oğlun Ubeydul-lah'ı yanıma gönder." diye mektub yazmıştı. Ubeydullah yanına geldi­ğinde Muaviye, ona her ne sormuşsa o cevap vermişti. Nihayet Muavi­ye, ona şiir hakkındaki fikrini sorunca kendisinden tatminkar bir cevap alamamış ve ona: "Şiir öğrenmene engel ne vardı?" diye sormuş, oda şu cevabı vermişti:

- Ey mü'minlerin emiri! Kalbimde Rahman'm kelamı ile şeytanın kelamını bir arada bulundurmak istemedim, onun için şiir öğrenme­dim.

- Defol buradan, Allah'a yemin ederim ki, Sıffin savaşında cephe­den firar etmemi, İbn Atnabe'nin şu şiiri engellemişti:

"İffetim ve mihnetim ile Övgüyü pahalı bir bedelle satın alışım,

Mahrum etmeye karşı malımı vermişim ve nişanlı bahadıra karşı hamle yapışım,

O her coştukça ve ben her coştukça kendime: "Yerinde dur ki, övüle-sin ya dp ölüp kurtulasm," deyişim.

Ve do güzel eserleri koruyuşum, sağlıklı bir güçle kendimi savun­mam, işte bütün bunlar cepheden kaçmama engel oldular."

Bundan sonra Muaviye, Ubeydullah'ın babası Ziyad'a şu mektubu yazdı: "UbeyduUah'a şiir okut. Onu şiire doyur." Babası da ona bolca şiir okuttu. Öyleki kendisine okutulan şiirlerden hiçbirini unutmaz oldu. İşte bu dönemden sonra Ubeydullah'ın söylediği şiirlerden bm de şu ol­du:

"Kadınların oğlu Mervan bilecektir ki ben, İki süvari karşılaştığında onlardan en şiddetli darbeyi vuran ben olacağım,

Misafirler geldiğinde ve ben atımdan başka,

İkram edecek birşey bulamadığımda onlara atımı rahatça kesip ye-diririm."

Muaviye, günün birinde Basralılara İbn Ziyad'ı sordu. Onlar da: "O çok zariftir ama bilmece gibi konuşuyor." diye cevap verdiler. Muaviye de: "Bilmece gibi konuşması onun daha da zarif olmasını sağlamıyor mu?" diye karşılık verdi.

İbn Kuteybe ile diğerleri dediler ki: "Basralılar onun lahin yaptığım söylemekle bilmece gibi konuştuğunu kastedmişlerdi. Bu, onun hücce­tini daha da sağlam buluyordu." Nitekim şairin biri, bu hususta şöyle demiştir:

"Parlak bir mantık, bazen de lahin yapıyor, Sözlerin en iyisi lahinli olanıdır."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Basralılar, onun lahin yaptı­ğını yani fasih konuşmadığını söylemek istemişlerdi. Yine onun lahin yapmakla yalan söylediğini ifade etmek istemişlerdi, diyen bir rivayet­te vardır. Akla yatkın olan da budur. Doğrusunu Allah bilir. Muaviye, Ubeydullah'm rahat konuşmasını hoş karşılıyordu. Muaviye, ağdalı ko­nuşmaz, avurtlarını şişirmez ve kelimelerin üzerine bastıra bastıra te­laffuzda bulunmazdı. Yine bir rivayette anlatıldığına göre Basralılar, onun konuşmasında Acem aksam bulunduğunu söylemek istemişlerdi. Çünkü Ubeydullah'm annesi Mercane, Acem hükümdarlarından Yez-dücürd'ün veya başka birinin kızıydı. Konuşmasında Acemce kelimeler telaffuz ederdi.

Ubeydullah, bir gün Haricilerden birine: "Sen haruri misin?" diye sorarken haruri kelimesindeki "hâ" harfini "he" harfi olarak telaffuz et­mişti. Yine bir gün "men katelnâhü katelnâhü" cümlesini "men kâtelnâhü katelnâhü" şeklinde yani "kaf harfini "kâf" harfi olarak te­laffuz etmişti. Muaviye, onun böyle konuşmasının, zerafetini daha da fazlalaştırdığım ifade etmişti. Bu konuşmasıyla onun dayıları olan Acemlere çektiğini söylüyordu. Acemler, güzel politika ve iyi bir yöne­tim tarzına, aym zamanda güzel ahlaka sahip idiler.

Ziyad, hicretin elliüçüncü senesinde vefat edince Muaviye, Bas­ra'ya Semüre b. Cündeb'i vali olarak tayin etti. Bu zat, bir buçuk sene valilik yaptıktan sonra Muaviye tarafından azledildi. Yerine Abdullah b. Amr b. Gaylan b. Seleme vali olarak tayin edildi. O da altı ay valilik yaptıktan sonra Muaviye tarafından azledildi. Yerine hicretin ellibeşinci senesinde Ubeydullah b. Ziyad vali olarak tayin edildi. Yezid, hali­feliğe geçince Basra'ya ek olarak Kûfe'yi de Ubeydullah'm idaresine ver­di. Yezid'in emirliği zamanında Ubeydullah, Beyda sarayım inşa etti. Merbed yolu üzerinde Hamra sarayını da inşa etti. Kışım Hamra sara­yında, yazım da Beyda sarayında geçirmeye başladı. Anlatıldığına göre adamın birisi, Ubeydullah b. Ziyad'ın yanma gelip şöyle demiş:

- Allah emiri İslah etsin, karım vefat etti. Onun annesiyle evlen­mek istiyorum.

- Sen divandan ne kadar maaş alıyorsun?

- 700 dirhem maaş alıyorum.

- Ey köle! Şu adamın maaşından 400 dirhem kes. Ubeydullah, köleye bu emri verdikten sonra dönüp o adama şu ceva­bı vermişti:

- Fıkhı bu kadar az bilmenden ötürü sana 300 dirhem maaş yeter. Anlatıldığına göre Ummü Fecic ile kocası, Ubeydullah b. Ziyad'ın yanı­na muhakeme için gelmişlerdi. Ümmü Fecic, kocasından boşanmak is­tiyordu. Kocası Fecic, Ubeydullah b. Ziyad'a şöyle dedi:

- Allah emiri İslah etsin, erkeğin ömrünün ikinci yarısı en hayırlı zamanıdır, kadının ömrünün ikinci yarısı ise en şerli zamanıdır.

- Bu nasıl oluyor?

- Zira erkek yaşlanınca aklı sağlamlaşır, görüşü mükemmelleşir, cahilliği de sona erer. Kadın yaşlanınca ahlakı bozulur, aklı azalır, rah­mi kısırlaşır ve dili keskinleşir.

- Doğru söyledin, karının elinden tut ve evine dön.

Yahya b. Main dedi ki: Ubeydullah b. Ziyad, Safvan b. Muhriz'e 2000 dirhem verilmesini emretti. Parayı aldıktan sonra Safvan, bu pa­ralan çaldırdı ve: "Belki de bu daha hayırlı oldu." deyince karısı: "Böyle­si nasıl daha hayırlı olur?" diye çıkıştı. İbn Ziyad, bu durumdan haber­dar olunca Safvan'a 2000 dirhem daha verilmesini emretti. Bu parayı aldıktan sonra Safvan, çaldırmış olduğu önce 2000 dirhemi de buldu. Böylece parası 4000 dirhem oldu ve bu, tabii ki daha hayırlı oldu.

Kocası, Ubeydullah b. Ziyad'dan sonra Irak valilerinden birkaçı ile evlenen Hind binti Esma b, Harice'ye şöyle bir soru sordular:

- Kocalarından hangisi sence daha aziz ve daha üstündür.

- Beşir b. Mervan kadar karısına ikramda bulunan başka bir er­kek yoktur. Haccac b. Yusuf kadar kadınlara heybetli görünen başka bir erkek yoktur. Keşke kıyamet kopsaydı da Ubeydullah b. Ziyad'ı görsem, ona bakıpta konuşmasını dinleyerek gönlümü dinlendirebilsem."

Böyle diyerek mazeretini beyan etmiş ve daha sonra başka erkek­lerle de evlenmişti.

Osman b. Ebi Şeybe, İbrahim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Farz namazlarda Muavvizeteyn sûrelerini açıkça okuyan ilk kışı, ibn

Ziyad oldu."

Ben derim ki: Belki de Kûfe'de ilk olarak bu sûreleri açıkça okuyan o olmuştur. Çünkü îbn Mesud, bu sûreleri kendi mushafina yazmamıştı. Küfe fikıhçıları da rivayetlerini ve nakillerini İbn Mesud'un adamların­dan alıyorlardı. Doğrusunu Allah bilir.

Ubeydullah b. Ziyad, şer'an caiz olmayan şeylere karşı cesaretliydi ve bu gibi işleri pervasızca yapardı. Aslında bu gibi şeyleri yapmasına da gerek yoktu. Ebu Ya'lâ ile Müslim'in rivayetlerine göre Aiz b. Amr, Ubeydullah b. Ziyad'm yanma giderek ona şöyle demişti: "Ey oğulcu­ğum, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim: Yöneticilerin en şerlisi, zorba olanlarıdır. Sakın onlardan biri olmayasm."

Ubeydullah da Aiz'e şöyle demişti:

- Otur bakalım, sen sadece Rasûlullah'm ashabının elentisi ve tor-tususun,

- Onların elentisi ve tortusu var mıydı? Elenti ve tortu, ancak sa­habelerden sonra ve onlardan başkalarmdadır."

Birçok ravinin Hasan Basri'den rivayet ettiklerine göre Ubeydul­lah b. Ziyad, hastalığı sebebiyle ziyaretine gittiği Makil b. Yesar'm yanı­na vardığında Makil ona şöyle demişti: "Ben sana Rasûlullah'tan işitti­ğim bir hadisi nakledeceğim. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Allah bir adamı bir halkın başına yönetici tayin eder de o yönetici halkına zulmettiği halde ölürse, Allah Cennet'i ona mutlaka haram kı­lar."

Birçok ravinin anlattığına göre Makil vefat ettiği zaman cenaze na­mazını Ubeydullah b. Ziyad kıldırmış, ancak defni esnasında hazır bu­lunmamıştı. Uygun bir mazeret göstermeksizin ayrılıp konağına git­mişti. Cüretliliğinin örneklerinden biri de Hz. Hüseyin'i -bu uğurda öl­meyi de göze alarak- huzuruna getirtmek istemesiydi. Oysa onun Hz. Hüseyin'in talebine icabet etmesi gerekirdi. Hz. Hüseyin, ondan kendi­sini Yezid'in yanma göndermesini veya Mekke'ye yahut sınır kasabala­rından birine göndermesini istemişti. Şimr b. Zilcevşen, ona: "Hüseyin'i yanma getirtmen ve bundan sonra da onu dilediğin bir yere göndermen senin için daha akıllıca olur." diye tavsiyede bulunmuş, oda Hz. Hüse­yin'i huzuruna getirmesi yönünde yapmış olduğu tavsiyeye uymuş ve Hz. Hüseyin'in Yezid'in yanma gönderilmesine müsaade etmemiş ve kendi kafasına göre hüküm vermiş, helak olmuş, ziyana uğramış ve hüsrana maruz kalmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'ın kızının oğlu Hüseyin'in, murdar İbn Mercane'nin oğlunun huzuruna götürülmesi uygun değildi.

Muhammed b. Sa'd, Ubeydullah b. Ziyad'm mabeyincisinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Hüseyin'i öldürmesi zamanında Ubeydullah'la birlikte hükümet konağına girdim. Yüzünden ateş saçılıyordu. Yenini şöylece yüzüne kapadı ve: "Sakın bunu kimseye söyleme." dedi.

Şüreyk, Muğire'den naklederek Mercane'nin oğlu Ubeydullah b. Zi-yad'a şöyle dediğini söylemiştir: "Ey habis! Sen, Rasûlullah'm kızının oğlunu mu Öldürdün? Artık asla Cennefi görmeyeceksin."

Önceki kısımlarda anlattığımız gibi Yezid b. Muaviye vefat edince Mısırlılar, bir imam seçilinceye kadar Ubeydullah'a bey'at ettiler. Son­ra ona karşı ayaklanarak onu Mısır'dan kovdular. O da kalkıp Şam'a gitti ve Mervanla görüştü. Onunla bey'atlaştı. Bundan sonra kendi şah­sî için insanları bey'ata davet etti ve halifeliğe geçme sevdasına kapıldı. Dahhak b. Kays'a muhalefet etti. Sonra da onun üzerine yürüdü. Onu Şam'dan çıkarıp Mercürah'ta sevk etti. Sonra da insanları kendisine bey'at etmeye çağırma sevdasına kapıldı ve îbn Zübeyr'i hal'etti. Böyle­ce nizam çözüldü ve Mercirahit savaşı vuku buldu. Dahhak b. Kays ile beraberindekiler orada öldürüldüler. Mervan hilafete geçince Ubeydul­lah b. Ziyad'ı bir askeri birliğin başında Irak'a sevk etti. O da yolda Tev-vabin ordusu ve bu ordunun komutanı Süleyman b. Süred ile karşılaştı. Onları yenilgiye uğrattı, yoluna devam ederek ordusu ile birlikte Kûfe'ye gitti. Ancak yolda îbn Zübeyr taraftarı olan düşmanları Cezire-lilerle karşılaştı. Kûfe'ye gitmelerine onlar engel oldular. Sonra îbn Es­ter, 7000 kişilik ordusuyla onun karşısına çıktı. Ubeydullah b. Ziyad'ın askerleri kat kat fazlaydı, ama İbn Ester onu mağlub etti ve Musul'a beş konaklık mesafedeki Hazir nehri kıyısında onu feci bir şekilde öldürdü.

Ebu Ahmed el-Hakim dedi ki: Bu hadise aşura gününde vuku bul­du.

Ben derim ki: Aşura gününde Hz. Hüseyin Öldürüldü. Sonra İbn Es­ter de, Ubeydullah b. Ziyad'm, Husayn b. Nümeyr'in, Şurahbil b. Zi'l-Ki-la ve adamlarının önde gelenlerinden bir kısmının kesik başlarını Muh-tar'a gönderdi. Muhtar, buna çok sevindi.

Yakub b. Süfyan, Yezid b. Ebi Ziyad'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"îbn Mercane'nin, yani Ubeydullah b. Ziyad'ın ve arkadaşlarının kesik başları getirilipte Muhtar'm önüne bırakıldığında ince bir yılan gelip o kesik başların arasında dolaştı, sonra îbn Mercane'nin ağzından girip burnundan çıktı, tekrar burnundan girip ağzından çıktı. Diğer başların değil de sadece îbn Mercane'nin başını yakalayıp burnundan girip ağzından çıktı."

Tirmizî, bunu başka bir varyant ile Ammare b. Umeyr'den naklederek sövle der:

"Ubeydullah b. Ziyad ve arkadaşlarının kesik başları getirildiğinde bu kesik başlar Küfe mescidinin avlusuna dikildi. Ben de oraya vardı­ğımda cemaat şöyle diyordu: 'İşte geldi, işte geldi." Baktım ki bir yılan gelip o kesik başların arasında dolaştı, sonra Ubeydullah b. Zryad m bu-

run deliklerine girdi. Orada birazcık bekledikten sonra çıktı ve kaybo­lup gitti. Sonra tekrar: "işte geldi, işte geldi." dediklerinde yılan bu işi iki veya üç kez tekrarladı."

Ebu Süleyman b. Zeyd dedi ki: Hicretin altmışalltmcı senesinde Ubeydullah b. Ziyad ile Husayn b. Nümeyr, İbrahim b. Ester tarafindan. öldürüldü. İbrahim, bunların kesik başlarını Muhtar'a gönderdi. Muh­tar da Abdullah b. Zübeyr'e gönderdi. Bu kesik başlar, Mekke ve Medi­ne'de birer sırık başına takılıp yere dikildi. Ebu Ahmed'in rivayetine gö­re bu hadiseler hicri altmışaltına senenin aşura gününde vuku bulmuş­tur. İbn Cerir ile diğerlerinin naklettikleri meşhur rivayete göre bu ha­dise, hicretin altmışyedinci senesinde vuku bulmuştur. Ama kesik baş­ların bu senede İbn Zübeyr'e gönderilmiş olması imkansızdır. Çünkü bu senede Muhtar ile İbn Zübeyr arasındaki düşmanlık kuvvetlenmişti. Kısa bir süre sonra da İbn Zübeyr, Basra'dan Kûfe'ye giderek Muhtar'ı kuşatması ve onunla savaşması için kardeşi Mus'ab'a emir vermişti. Doğrusunu Allah bilir. [2]

 

Mus'ab B. Zübeyr'in Muhtar B. Ebî Ubeyd'i Öldürmesi

 

Abdullah b. Zübeyr, bu sene "Kubba" lakabıyla tanınan Basra valisi Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia el-Mahzumî'yi görevden azletti. Yerine kardeşi Mus'ab b. Zübeyr'i tayin etti ki, bu Muhtar'a denk ve emsal ol­sun. Ona karşı da bir reddiye sayılsın.

Mus'ab, Basra'ya girerken yüzünü peçeledi, minbere çıktı. Minbere çıktığında insanlar: "Vali, vali" dediler. Yüzündeki peçeyi açınca insan­lar onu tanıyıp kendisine yöneldiler. Kubba da gelip minberinin altında bir basamak aşağıda oturdu. Cemaat toplanınca Mus'ab, kalkıp onlara hutbe okumaya başladı. Önce kıssaları okumaya başladı. Nihayet şu ayet-i kerimeye geldi: "Firavun memleketin basma geçti ve halkını fır­kalara ayırdı." (ei-Kasas, 4.) Bu ayet-i kerimeyi okurken Şam'a ya da Kûfe'ye eliyle işaret etti. Sonra da şu âyet-i kerimeyi okudu:

"Biz, memlekette güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları ön­derler kılmak, onları varis yapmak, memlekete yerleştirmek istiyor­duk." (oi-Kasas, 5.} Bu ayet-i kerimeyi okurken de Hicaz'ı gösterdi ve şöyle dedi: "Ey Basra halkı! Siz emirlerinize lakablar takıyorsunuz. Ben de kendime Cezzar lakabım taktım."

İnsanlar onun etrafında toplandılar, gelişine sevindiler. Muhtar'a karşı ayaklanıp Muhtar tarafından bir kısmı ezilip öldürüldüğünde Küfe halkı hezimete uğramıştı. Hezimete uğrayınca Basra'ya yöneldi­ler. Oraya gitmek istediler. Sonra Muhtar, zafer müjdesini ve kesik baş­lan kendisine getirecek olan haberciyi karşılamak amacıyla Kûfe'den dışarı çıktığında düşmanları onun yokluğundan istifade ile ondan kaçmak için Basra'ya gittiler. Çünkü Muhtar, dini kıt bir kafirdi. Kendisine vahiy geldiğini iddia ediyordu. Arap asıllı olmayanları eşrafa tercih edi­yordu. İbrahim b. Ester, Ubeydullah b. Ziyad'ı öldürüp de o mıntıkalara hakim olduğunda bazı beldeleri, iklimleri, kasabaları eline geçirdi. Muhtar'ı horladı, küçük düşürdü. Mus'ab da o esnada Muhtar'a galip ol­mayı ümit etti. Muhammed b. Eş'as b. Kays'ı, Mühelleb b. Ebi Sufra'ya göndenn. Mühelleb, onların Horasan valisi idi. Mühelleb, bol miktarda armağanlar, çok sayıda adamlar, teçhizatlar ve büyük bir orduyla geldi, taşralılar, onun gelişine sevindiler. Mus'ab b. Zübeyr de bu sayede güç­lendi. Basralılar ve onlara tabi olan Kûfelilerle birlikte deniz yoluyla Kûfe'ye doğru yola çıktılar.

Mus'ab b. Zübeyr, öncü kuvvetlerinin başına Abbad b. Husayn'ı, sağ cenaha Ömer b. Ubeydullah b. Mameri, sol cenaha Mühelleb b. Ebi Suf-ra'yı komutan yaptı. Emirleri kendi kabilelerinin ve sancaklarının ba­şına koyup sıraya dizdi. Malik b. Mesma, Ahnef b. Kays, Ziyad b. Ömer, Kays b. Heysem ve diğer emirleri sıraya geçirdi. Muhtar da askerlerini toplayarak yola çıktı. Medar'a gelip ordugah kurdu. Öncü kuvvetlerinin başına Ebu Kamil eş-Şakirî'yi, sağ cenaha Abdullah b. Kamü'i, sol cena­ha Abdullah b. Vehb el-Cüşemî'yi, süvarilerin başına Vezir b. Abdullah es-Selülf yi, Arap asıllı olmayanların başına da Ebu Ömer adındaki mu­hafız komutanını komutan olarak tayin etti. Sonra askerlerine bir ko­nuşma yaptı. Onları düşmanlarına karşı harekete geçmeye teşvik etti. Öncü birlikleri harekete geçirdi. Kendisi de zafer müjdesi vererek arka­daşlarından bir kısmı ile bineklerine binerek yola çıktılar. Mus'ab, Küfe yakınlarına vardığında Muhtar'ın askeri birlikleri ile karşılaştı. Mus'ab'm süvarileri Muhtar'ın askeri birliğine saldırdı. Çok geçmeden Muhtar'ın askerleri kaçmaya başladılar. Emirlerinden bir topluluk öldürüldü. Kurcalarından ve Şiilerden de bir grup öldürüldü. Sonra bu hezimet ha­beri Muhtar'a ulaştı.

Vakidî dedi ki: Muhtar'ın öncü birlikleri yanına geldiğinde Mus'ab, Dicle ile Küfe arasındaki mesafeyi katetti. Muhtar, hükümet konağı için gerekli istihkam tedbirlerini almış, oraya Abdullah b. Şeddad'ı ve­kil bırakmıştı. Kendisi de beraberindeki adamlarla yola çıkmış, Haru-ra'ya gelip ordugah kurmuştu. Mus'ab'ın askerleri kendisine yaklaştı­ğında o, her kabileye bir lider tayin etmişti. Bekir b. Vail kabilesine Said b. Munkız'ı, Abdülkays kabilesine Malik b. Münzir'i, Aliye kabilesine Abdullah b. Ca'de'yi, Ezd kabüesine Müsafir b. Said'i, Beni Temim kabi­lesine Süleym b. Yezid el-Kindî'yi, Muhammed b. Eş'as kabilesine Saıd b. Malik'i lider olarak gönderdi. Kendisi de diğer arkadaşlarıyla birlikte orada durdu. Karşı tarafla geceye dek şiddetlice savaştı. Muhtarın adamlarından önde gelenler öldürüldüler. O gece Muhammed b. Eş as ile Umeyr b. Ali b. Ebi Talib öldürüldüler. Diğer arkadaşları da Muhtar'ın etrafından dağılıp gittiler. Kendisine: "Hükümet konağına git." dedilerse de o: "Allah'a yemin ederim ki, oraya geri dönmek gayesiyle oradan çıkmış değilim. Ama bu Allah'ın hükmüdür." diye karşılık verdi. Sonra hükümet konağına gittiler. İçeri girdi, Mus'ab ona geldi. Kabile­leri Kûfe'nin çeşitli mıntıkalarına dağıttı. Mahalleleri taksim etti ve ni­hayet hükümet konağına vardı. Muhtar'a gıda maddesi ve su verilmesi­ni yasakladı. Muhtar, ara sıra konaktan dışarı çıkıyor, Mus'ab taraftar­larıyla savaşıyor, sonra konağa geri dönüyordu. Kuşatma şiddetlenince adamlarına: "Kuşatma, gücümüzü daha da azaltıyor. Haydi inelim de geceye dek bunlarla savaşalım ve nihayet şereflice ölelim." dediyse de adamları gevşeklik gösterdiler. Ama o; "Vallahi ben düşmana teslim ol­mam." dedi. Sonra yıkanıp koku süründü, dışarı çıkıp beraberindeki adamlarla birlikte öldürülünceye kadar savaştı.

Anlatıldığına göre yakın adamlarından bir grup, hükümet konağı­na girmesini Muhtar'a tavsiye ettiler. O da yerilmiş ve hakarete uğra­mış bir halde hükümet konağına girdi. Az bir zaman sonra kaçınılmaz kader, darbesini ona vuracaktı. Mus'ab, onu hükümet konağında kuşat­ma altına aldı. Adamlarının tamamıda onunla birlikte kuşatma altına alınmıştı. Nihayet çok susadılar, susuzluk derecelerini ancak Allah bi­lir. Mus'ab, onların giriş ve çıkışlarını yasakladı. Bütün kurtuluş yollan kapatıldı. Aralarında akıllı, yumuşak huylu, doğru yolda olan bir kimse de yoktu. Sonra Muhtar düşünmeye ve başına gelen beladan kurtulma­ya bir yol bulmak için düşünce mekanizmasını çalıştırdı. Başına gelen bu kötü durumdan kurtulmak için yakınlarına, kölelerine ve adamları­na fikir sordu. Kader lisanı ve şeriat dili de ona şöyle sesleniyordu: "De ki: "Hak geldi; artık bâtıl ne yeniden başlar ne de geri gelir." (Sebe', 49.)

Kendisi ile ittifak eden ve dostluk kuran kimseler arasından çıkın­caya dek azmini biledi ve içinde bulunan şecaat kuvvetini harekete ge­çirdi. Atı üzerinde ölmek istiyordu ki, son nefesini at üzerinde versin. Hamiyyete gelip gazablanarak şecaat ve cesaretini harekete geçirerek dışarı çıktı. Ama yine de bir kurtuluş yolu göremiyordu. Beraberinde sa­dece ondokuz arkadaşı vardı. Belki de o, bu halinde yaşamaya devam et­seydi o ondokuz kişi ,Cehennem'deki görevli ondokuz zebaniden farksız olacaklardı. Hükümet konağından dışarı çıkarken kendisini serbest bı­rakmalarını ve Allah'ın yerinden dilediği bir yere gitmesine izin verme­lerini istedi, ancak Zübeyr'in askerleri onun mutlaka emirin hükmüne boyun eğmesini istediler.

Kısaca diyeceğimiz şudur ki; Muhtar, hükümet konağından çıkar çıkmaz Beni Hanife kabilesinden Abdullah b. Dücace'nin oğlu Tarfe ve Tarraf adında iki kardeş, ona doğru ilerlediler. Yanına gelip onu Kûfe'nin zeytinciler çarşısında öldürdüler. Başım koparıp Mus'ab b. Zü-beyr'e götürdüler. Mus'ab, hükümet konağına girmişti. Muhtar'ın kesik başını önüne bıraktılar. Tıpkı Ubeydullah b. Ziyad'ın kesik başının Muhtar'ın önüne bırakılması ve Hz. Hüseyin'in kesik başının Ubeydul­lah b. Ziyad'ın önüne bırakılması ve dahi Mus'ab'ın kesik başının da Ab-dülmelik b. Mervan'ın önüne konulacağı gibi. Muhtar'ın kesik başı önü­ne bırakıldığında Mus'ab, Tarfe ve Tarraf adındaki kardeşlere 30000 dirhem para mükafat verilmesini emretti.

Mus'ab, Muhtar'ın adamlarından bir topluluğu öldürdü, 500 kadar adam*111 da esir aldı. Boyunlarını aynı günde vurdurdu. Bu savaşta Mus'ab'ın adamlarından Muhammed b. Eş'as b. Kays da öldürülmüştü. Mus'ab, Muhtar'ın elinin kesilerek mescidin duvarına çivilenmesini emretti. Haccac'm Kûfe'ye gelişine kadar Muhtar'ın eli mescidin duva­rında asılı kaldı. Haccac, oraya geldiğinde duvardaki elin kime ait oldu­ğunu sordu. Muhtar'ın eli olduğunu söylediklerinde emir verdi, el ora­dan sökülüp götürüldü. Çünkü Muhtar, Haccac'm kabile sindendi. Sa-kif kabilesinden bir yalancı bir de katil kişinin geleceği, hadisi şerifle haber verilmişti. İşte yalancı, Muhtar'dı. Katil de Haccac'dı. Bu yüzden, Muhtar'ın öcünü İbn Zübeyr'den aldı. İbn Zübeyr'i öldürdü ve cesedini aylarca darağacında bıraktı.

Mus'ab b. Zübeyr, Muhtar'ın karısı Ümmü Sabit binti Semüre b. Cündüb'e Muhtar'ın durumunu sorduğunda Ümmü Sabit: "Ben, onun hakkında ancak sizin söylediklerinizi söyleyebilirim." demişti. Bunun üzerine o kendi haline bırakılmış, Muhtar'ın diğer karısı Amre binti Nu-man b. Beşir'i çağırtmış, ona: "Muhtar hakkında ne diyorsun?" diye so­runca Amre şu cevabı vermişti: "Allah ona rahmet etsin. O, Allah'ın sa-lih kullarından bir kuldu" Amre binti Numan'ın böyle demesi üzerine Mus'ab, onu zindana atmış ve kardeşi Abdullah b. Zübeyr'e de: "Bu ka­dın, Muhtar'ın peygamber olduğunu iddia ediyor." diye mektub yazmış, o da ona: "Öyleyse onu zindandan çıkarıp öldür!" diye cevabi mektub göndermişti. Bunun üzerine Mus'ab, Amre binti Numan'ı zindandan çı­karıp şehir dışına götürmüş ve ölünceye kadar ona darbeler vurmuştu. Bu olay hakkında Ömer.b. Ebi Remse el-Mahzumî, şöyle bir şiir söyle­miştir:

"Benim en çok şaştığım şey,

Beyaz tenli, hür, genç ve güzel bir kadının öldürülmesidir.

Evet, böyle günahsızca öldürüldü.

Allah, bu haksız yere öldürülenin mükafatını versin,

Ölmek ve öldürmek biz erkeklere düşer.

Namuslu kadınlara ise eteklerini korumak."

Ebu Mihnef, Muhammed b. Yusuftın şöyle dediğini rivayet etmiş-

tir:

"Mus'ab b. Zübeyr, Abdullah b. Ömer b. Hattab'a rastlamış, ona se­lam vermişti. İbn Ömer, ona şöyle bir soru sormuştu:

- Sen kimsin?

- Kardeşin oğlu Mus'ab b. Zübeyr'im.

- Evet, sen aynı günde kıble ehlinden 7000 kişinin katili olacaksın öyle mi? Dilediğin kadar yaşa, nihayet sen böyle yapacaksın.

- Ama onlar inkarcı ve büyücülerdir.

- Allah'a yemin ederim ki, onların yerine babanın mirasından bir koyun öldürsen bile bu dahi senin için bir israf olur." [3]

 

Muhtar B. Ebî Ubeyd Es-Sâkafî

 

Muhtar b. Ebi Ubeyd b. Mesud b. Amr b. Umeyr b. Avf b. Afre b. Umeyre b. Avf b. Sakif es-Sakafî. Babası, Peygamber (s.a.v.)'ın sağlığın­da Müslüman oldu. Ama onu göremedi. Bu sebeple insanların çoğu onun adını sahabeler arasında anmamışlardır. Onu sadece "el-İsabe" adlı eserinde İbnu'1-Esir, sahabelerin adları arasında zikretmiştir. Hz. Ömer, hicretin onüçüncü senesinde Farslılarla savaşması için büyük bir ordunun başında onu komutan olarak göndermişti. O savaşta onun­la birlikte 4000 kadar Müslüman da şehit edilmişti. Nitekim bunu önce­ki kısımlarda da anlatmıştık. O savaşa, Köprü savaşı denir. Bu köprü, Dicle nehri üzerindeki bir köprüydü. Bugün ona, Ebu Ubeyd köprüsü denmektedir. Ebu Ubeyd'in Safiye adında bir kızı vardı. Bu kız, saliha ve abide kadınlardandı. Abdullah b. Ömer b. Hattab'm zevcesi idi. Ab­dullah, onu çok sever ve ikramda bulunurdu. Kardeşi Muhtar'a gelince bu, önceleri Hz. Ali'ye karşı çok düşmanca duygular beslerdi. Amcasının yanında Medain'de bulunurdu. Amcası Medain valisi idi. Hz. Ali'nin oğ­lu Hüseyin oraya vardığında Şam'a doğru gitmekteyken Iraklılar, onu yalnız ve yardımsız bıraktılar.

Hz. Hüseyin, babasının öldürülmesinden sonra Muaviye'yle savaş­mak için Şam'a gidiyordu. Iraklıların kendisine ihanet ettiklerini hisse­dince az sayıdaki askerleri ile Medain'e kaçtı. Muhtar da amcasına: "Hüseyin'i yakalasan da Muaviye'ye göndersen. Böylece ömrünün so­nuna kadar onun yanında itibar sahibi olursun." demiş, amcası ona: "Ey yeğenim, bana ne kötü bir tavsiyede bulunuyorsun." diyerek karşı çık­mıştı. Bu yüzden Şiiler de Muhtar'a hep öfke duyuyorlardı. Nihayet Müslim b. Ukayl b. Ebi Talib, Iraklılar tarafîndan öldürüldü. Muhtar da Kûfe'deki emirlerdendi. Onun zor durumda olduğunu görünce: "Yardım edeceğim" demiş; Ibn Ziyad da bundan haberdar olunca Ona yüz kırbaç vurmuş ve sonra da onu hapse atmıştı. Muhtar, hapse atıldıktan sonra eniştesi Abdullah b. Ömer, Muaviye'nin oğlu Yezid'e mektup yazarak ri­cada bulunmuş, o da İbn Ziyad'a emir göndererek Muhtar5! hapisten sahvermesini ve bir abaya büründürerek Hicaz'a göndermesini emret­mişti. O da böyle yaptı.

Muhtar, Mekke'de tbn Zübeyr'in yanma gitti. Şamlılar tarafından kuşatıldığında onunla omuz omuza onlara karşı savaştı. Sonra Muhtar, Iraklıların kendisi hakkında kötü sözler söylediklerini işitti. îbn Zü-beyr'i bırakıp Irak'a gitti. Giderken de İbn Zübeyr'den kendisi için Küfe valisi İbn Muti'ya bir mektub yazmasını rica etti. O da yazdı, kalkıp Irak'a gitti. Görünüşte İbn Zübeyr'i övüyor ama gizlice ona sövüyordu. Muhammed b. Hanefıyye'yi övüyor, ona bey'at için insanlara çağrıda bulunuyordu. Bu tutumunu devam ettirdi. Nihayet Şiilik yolunu tuta­rak ve Hz. Hüseyin'in öcünün alınmasını istiyor görünerek, Kûfe'ye ha­kim oldu. Bu sebeple de Şiilerden birçok grup gelip onun etrafında top­landı. İbn Zübeyr tarafından atanmış olan valiyi oradan çıkardı. Muh­tar, oraya otoritesini yerleştirdi. Sonra îbn Zübeyr'e bir mektub yazarak özür diledi ve İbn Muti'nin Emevilere dalkavukluk yaptığını ihbar etti. Bu yüzden Kûfe'den kovulduğunu söyledi. Kendisinin de Kûfelilerle birlikte İbn Zübeyr'in itaatmda olduğunu söyledi. İbn Zübeyr, onun bu sözlerini tasdik etti. Çünkü Muhtar, cuma günlerinde minber üzerinde insanları İbn Zübeyr'e bey'ata davet ediyordu. Zahiren de ona itaatkar

görünüyordu.

Bu arada Muhtar, Hz. Hüseyin'in katillerini ve Kerbela savaşına katılan İbn Ziyad'm. askerlerini araştırmaya ve takib etmeye başladı. Onlardan çoğunu öldürdü. Ele başlarının kellerini kopardı. Mesela, Hz. Hüseyin'i öldüren ordunun Emin Ömer b. Sa'd b. Ebi Vakkas'm, Hz. Hüseyin'i öldürme işini deruhte eden 1000 kişilik grubun komutanı Şimr b. Zilcevşen'in, Sinan b. Ebi Enes'in, Havla b. Yezid el-Esbahî'nin kellelerini kopardı. Takibata devam etti. Nihayet intikam kılıcı İbra­him b. Eşter'i, 20 000 kişilik bir askeri birliğin başına komutan yaparak îbn Ziyad'm üzerine gönderdi. îbn Ziyad bu karşılaşmada İbrahim b. Eşter'in askerlerinden kat kat fazla sayıda askere sahipti. Askerleri 60000 veya başka bir rivayete göre 80000 kişi idi. İbn Ester, neticede İbn Ziyad'ı öldürdü. Askerlerini kırıp geçirdi. Ordugahmdaki malları yağ­maladı. Sonra da îbn Ziyad'm ve arkadaşlarının kellelerini zafer müjde­si ile birlikte Muhtar'a gönderdi. Muhtar buna çok sevindi. Sonra Muh­tar da İbn Ziyad'm, Husayn b. Nümeyr'in ve beraberlerindeki arkadaş­larının kellelerini Mekke'ye, îbn Zübeyr'e gönderdi. îbn Zübeyr'in emri üzerine bu kelleler Hacun boğazına dikildi.

Bu başlar, Medine'ye de dikilmişlerdi. Artık Muhtar, hükümdar ol­ma sevdasına kapılmıştı. Bundan sonra düşmanlarının kalmadığına, hükümdarlıkta kendisi ile çekişecek bir kimsenin ortaya çıkamayacağı­na kanaat getirmişti. îbn Zübeyr, onun hilekar, dessas ve kotu yolda bir kimse olduğunu anlayınca kardeşi Mus'ab'! Irak'a vah olarak gönderdi.

Mus'ab Basra'ya gitti. Asker topladı. Muhtar'm sevinci tamamlanama­dı. Nihayet Mus'ab b. Zübeyr, çok büyük bir ordu ile Basra'dan Küfe üze­rine yürüdü. Muhtar'ı yakalayıp öldürdü. Başını kopardı ve elinin de mescidin duvarına çivilenmesini emretti. Kesik başının özel bir ulakla kardeşi Abdullah b. Zübeyr'e gönderilmesini emretti. Kesik başı götü­ren adam, yatsı vaktinden sonra Mekke'ye vardı. Abdullah b. Zübeyr'in nafile namaz kılmakta olduğunu gördü. Abdullah, seher vaktine dek namazını sürdürdü. Gelen ulağa dönüp bakmadı. Fecre yakın bir za­manda ulağa dönüp: "Niçin geldin?" diye sorunca ulak, mektubu ona verdi, mektubu okudu. Sonra ulak: "Ey mü'minlerin emiri! Yanımda Muhtar'm kesik başı var." deyince Abdullah; "Onu mescidin kapısına bı­rak." dedi. Ulak, kesik başı götürüp mescidin kapısına bıraktıktan son­ra tekrar Abdullah'ın yanına döndü ve: "Ey mü'minlerin emiri! Bana ar­mağan verilmeyecek mi?" diye sorunca Abdullah şu cevabı verdi: "Ar­mağanın, getirmiş olduğun kesik baştır. Onu tekrar yanma alıp Irak'a götür."

Muhtar'm devleti hiç kurulmamış gibi yıkılıp gitti. Diğer devletler de böyledir. Müslümanlar, onun devletinin yıkılıp gitmesine sevindiler. Çünkü o, samimi değildi. Aksine yalana biriydi. Kendisine Cebrail vası­tasıyla vahiy geldiğini iddia ediyordu.

îmam Ahnıed b. Hanbel, Rufaa el-Kabbanî'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:"Muhtar'm yanına gittim, bana bir yastık verdi ve şöyle de­di: "Eğer kardeşim Cebrail şu yastığın üzerinde durmuş olmasaydı, bu­nu da sana verirdim." Boynunu vurmak istedim ama Amr b. Humk'un Rasülullah'tan nakletmiş olduğu şu hadisi hatırladım: "Bir mü'min, başka bir mü'mine kanım (ve canım) güvenipte emanet eder de onu öl­dürürse ben o katilden uzağım."

îmam Ahmed b. Hanbel, Rufaa b. Şeddad'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Muhtar'ın yanıbaşmda duruyordum. Yalancı olduğunu anlayınca kılıcımı çekip boynunu vurmak istedim, ama Amr b. Humk'un bana an­lattığı şu hadisi hatırladım: "Bir kimse canını bir başkasına emanet eder de o kişi onu öldürürse, kıyamet gününde ona hainlik bayrağı veri­lir."

Neseî ile İbn Mace de, Abdülmelik b. Umeyr'den rivayet ettiler ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bir kimse bir canı başkasına güvenip emanet eder de o kimse onu öldürürse -öldürdüğü kimse kafir olsa bile- ben katilden uzağım." Ibn Ömer'e şöyle bir soru soruldu:

- Muhtar, kendisine vahiy geldiğini iddia ediyor.

- Doğru söylüyor. Çünkü yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle bu­yurmuştur: "Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına vah-

yederler (fısıldarlar)." (ei-En'âm, 121.)

Ibn Ebi Hatim, İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Muhtar'ın yanma gittim. Bana ikramda bulundu ve beni yanına konuk etti. Geceleyin benimle sohbet etti. Yatağımın hazırlanmasını emretti, bana: "Çık, insanlarla konuş." dedi. Ben de çıktını, adamın biri gelip bana şöyle sordu:

- Vahiy hakkında ne diyorsun?

- Vahiy iki türlüdür. Yüce Allah buyurdu ki: "Ey Muhammedi Biz bu Kur'ân'ı vahyederek sana en güzel kıssaları anlatıyoruz." (Yûsuf, 3.) «Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanla­rını her peygambere düşman yaptık." (ei-En'âm, 112.) Ben böyle deyince be­ni yakalamak istediler. Ben de kendilerine: "Size ne oluyor? Niçin böyle yapıyorsunuz? Ben size fetva veriyorum ve misafirinizin!." dedim. Beni bıraktılar."

İkrime böyle demekle Muhtar'ın kendisine vahiy geldiğine dair söz­lerinin yalan olduğunu ifade etmek istemiştir.

Taberanî, Enise binti Zeyd b. Erkam'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Babam Zeyd, Muhtar b. Ebi Ubeyd'in yanma gitti. Ona şöyle dedi: "Ey Ebu Amir, keşke Cebrail ve Mikail'in burada bulunduklarını gör-seydin!" Bunun üzerine babam Zeyd, ona şöyle karşılık verdi: Hüsrana uğradın, helak oldun. Sen, Allah katında o kadar düşüksün ki, sana va­hiy gelecek değildir. Sen yalan söylüyorsun. Allah'a ve Rasûlüne karşı iftirada bulunuyorsun."

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Avf es-Sıddık en-Naci'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

"Haccac b. Yusuf, oğlu Abdullah b. Zübeyr'i öldürdükten sonra Es­ma binti Ebu Bekir es-Sıddık'in yanma gitti ve ona şöyle dedi: "Senin oğ­lun şu Beyt'te dinden çıktı. Allah, ona elem verici bir azabı tattırdı ve ona şöyle şöyle azap çektirdi."

Esma da ona şu karşılığı verdi: "Yalan söylüyorsun. Abdullah b. Zü­beyr, ebeveynine iyi davranan, gündüzleri oruç tutan, geceleri de namaz kılan bir kimseydi. Allah'a yemin ederim ki, Rasûlullah (s.a.v.) bize şu haberi vermiştir: "Sakif kabilesinden iki yalancı çıkacaktır. Sonraki, öncekinden daha şerlidir ve o katildir."

Beyhakî, bu hadisi, bu kitabın peygamberlik delilleri bölümünde nakletmiştir. Âlimlerin anlattıklarına göre Sakif kabilesinin yalancısı Muhtar b. Ubeyd'dir. O, zahiren Şii görünüyordu. Kahinliği de içinde saklıyordu. Yakın adamlarına da kendisine vahiy geldiğini gizlice söy­lüyordu. Peygamberlik iddiasında bulunup bulunmadığını bilemiyo­rum. Kendisi için bir kürsü konulmuştu. Adamlar, o kürsünün etrafin-da çember oluşturuyor ve ona saygı gösteriyorlardı. Kürsü, ipekli şallar­la örtülüydü. Katırlar üzerinde taşınırdı. Onu, Israılogullarının

Kur'ân'da sözü edilen tabutuna benzetiyorlardı. Şüphesiz ki Muhtar, sapık ve saptıran bir kimse idi. Onun vasıtası ile diğer zalim kavimler­den intikam alındıktan sonra ölümüyle Allah, Müslümanları ondan kurtarıp rahata kavuşturdu. Nitekim yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

"Zalimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer bir kısmına böylece musallat ederiz." (el-En'âm, 129.)

Sakif kabilesinin içindeki katile gelince o, çok adam Öldüren ve Ab-dülmelik b. Mervan tarafından tayin edilen Irak valisi Haccac b. Yusuf es-Sakafı'dir. O, Irak'ı Mus'ab b. Zübeyr'in elinden almıştı. Bununla il­gili açıklama yakında gelecektir.

Vakidî'nin anlattığına göre Muhtar, îbn Zübeyr'e muvafık olduğu­nu açıklamaya ve böyle bir tutum sergilemeye devam etti ve nihayet hic­retin altmışyedinci senesinin başında Mus'ab b. Zübeyr Basra'ya geldi. İşte o zaman Muhtar, Abdullah b. Zübeyr'e muhalefetini açığa vurdu. Mus'ab ta onun üzerine yürüdü ve onunla savaştı. Muhtar'm enirinde 20 000 kadar asker vardı. Muhtar, önce Mus'ab'a bir hamle yaptı. Onu hezimete uğrattı, ama Muhtar'm adamları sebat göstermediler. Niha­yet onun yanından ayrılıp Mus'ab'm saflarına katıldılar. Kendisindeki kahinlik ve yalancılığından ötürü ondan intikam aldılar. Muhtar, bu durumu görünce dönüp hükümet konağına girdi. Mus'ab, onu dört ay süreyle konakta kuşatma altında tuttu. Sonra hicretin altmışyedinci senesinin ramazan ayının ondördünde onu altmışyedi yaşındayken Öl­dürdü. [4]

 

Fasıl

 

Mus'ab b. Zübeyr, Kûfe'de otoritesini kurduktan sonra yanma gel­mesi için İbrahim b. Eşter'e haber gönderdi. Öte yandan Abdülmelik b. Mervan da yanma gelmesi için İbrahim b. Eşter'e haber göndermişti.. İbrahim bu durumda ne yapacağım şaşırdı. Hangisinin yanma gideceği hususunda arkadaşlarıyla istişare yaptı. Sonra hep birlikte memleket­leri olan Kûfe'ye Mus'ab b. Zübeyr'in yanma gitmek hususunda görüş birliği yaptılar. Bunun üzerine İbrahim b. Ester, Mus'ab b. Zübeyr'in yanma geldi. Mus'ab, ona ikramda bulundu ve çok saygı gösterdi. Mus'ab, Mühelleb b. Ebi Sufra'yı Musul, Cezire, Azerbaycan ve Ermeni-ye'ye gönderdi. Kendisi de şehirden ayrılırken Basra'da Ubeydullah b. Abdullah b. Mamer'i bıraktı, gidip Kûfe'de ikamet etti. Bu sene sona er­meden kardeşi Abdullah b. Zübeyr, onu Basra valiliğinden azletti. Bas­ra'ya oğlu Hamza b. Abdullah b. Zübeyr'i vali olarak tayin etti. Hamza şecaatli, cömert ve halk arasına karışan bir kimse idi. Bazen o kadar ik­ramda bulunur ve bol miktarda armağan verirdi ki, yanında hiç mal bırakmazdı. Bazen de hiçbir şey vermez ve emsali görülmemiş cimrilik ya­pardı. Hafifliği, aceleciliği ve uçarılığı görüldü. Bu durumunu Ahnef b. Kays, Abdullah b. Zübeyr'e bildirdi. Abdullah'ta onu valilikten azletti! Basra'ya Kûfe'yi de ekleyerek tekrar kardeşi Mus'ab'ı vali olarak atadı. Görevden azledilen Hamza b. Abdullah b. Zübeyr, beytü'l-inaldan çok miktarda para alarak Basra'dan çıkıp gitti.

Malik b. Mesma, onun yolunu keserek: "Vergilerimizi yanma alıp gitmene müsaade etmeyiz." deyince Ubeydullah b. Mamer, bu mallara ve paralara kefil oldu. O zaman Malik b. Mesma, Hamza'nın gitmesine müsaade etti. Hamza, Basra'dan ayrılınca Mekke'deki babasının yanı­na gitmedi. Aksine Medine'ye gitti. Basra'dan getirdiği malları bazı adamlara emanet olarak bıraktı. Hepsi, emaneti inkar ettiler. Sadece ehl-i kitaptan bir adam inkar etmedi ve emaneti kendisine iade etti. Hamza'nın bu yaptığını Abdullah b. Zübeyr duyunca: "Allah onu kah­retsin. Ben, onunla Mervan oğullarına karşı övünmek ve iftihar etmek istedim, ancak o, buna imkan vermedi, geri tepti." dedi.

Ebu Mihnef in anlattığına göre Hamza b. Abdullah b. Zübeyr, Bas­ra'da tam bir yıl valilik yaptı, doğrusunu Allah bilir.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede insanlara Abdullah b. Zübeyr haccettir­di. Kûfe'deki valisi, kardeşi Mus'ab'tı. Basra valisi ise oğlu Hamza idi. Başka bir rivayete göre ise Basra valiliğini de tekrar kardeşi Mus'ab'ın uhdesine vermişti. Horasan ve bağlı mmtıkalardaki valisi ise Abdullah b. Hazm es-Sülemî idi. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yü­ce Allah daha iyi bilir.

Bu senede vefat eden önde gelen şahsiyetler arasında Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehm de vardı. Ebu Cehm, sahih hadiste sözü edi­len înbicaniye'nin sahibidir. Yine bu senede çok sayıda adam öldürüldü. Bunların adlarını burada zikretmek geniş yer tutacaktır. Bunun için adlarını zikretmekten vazgeçtik. [5]

 

Hicretin Altmışsekizîncî Senesi

 

Bu senede Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Mus'ab'ı tekrar Basra valili­ğine tayin etti. Mus'ab ta Basra'ya gidip orada ikamet etti. Kûfe'de yeri­ne vekil olarak Haris b. Abdullah b. Ebi Rebia el-Mahzumî (Kubba'ı)yi bıraktı. Abdullah b, Zübeyr, Medine valiliğine de Cabir b. Esved ez-Zührî*yi atadı. Medine valisi olan Abdurrahman b. Eş'as'ı -Said b. Mü-seyyeb'e altmış kırbaç vurduğundan dolayı- görevden azletti. Abdur­rahman b. Eş'as, îbn Zübeyr'e bey'at etmesini isteyince Said be/at et­memiş, bu sebeple de Abdurrahman onu kırbaçlamıştı. Bunun üzerine Abdullah b. Zübeyr de Abdurrahman'ı valilikten azletmişti.

Yine bu senede Bizans hükümdarı Kostantin b. Kostantin kendi beldesinde öldü. Ezarika vak'ası da bu senede vuku buldu. Bu hadisenin gelişmesi şöyle olmuştu:

Mus'ab, Fars valisi Mühelleb b. Ebi Sufra'yı görevden azletti. Çün­kü o, Farslılara eziyet ediyordu. Bu defa onu Cezire'ye vali olarak atadı. Mühelleb, Ezarika'yı eziyor, onlara haksızlık ediyordu. Sonra Fars vila­yetine Ömer b. Ubeydullah b. Mamer'i vali olarak atadı. Farslılar da Ömer b. Ubeydullah'a karşı ayaklandılar. Ömer b. Ubeydullah, onlarla savaştı. Onları kırıp geçirdi. Farslılar, emirleri Zübeyr b. Me'curla bir­likteydiler. Ömer b. Ubeydullah'm önünden kaçıp Istahra gittiler. Ömer, onları kovaladı. Onlardan çok sayıda adam öldürdü. Onlar da onun oğlunu öldürdüler. Sonra Ömer, onları tekrar bozguna uğrattı ve yendi. Onlar İsfahan taraflarınca kaçtılar, orada güçlendiler. Sayıları ve teçhizatları arttı. Basra'ya doğru harekete geçtiler. Bazı Fars illerin­den geçtiler. Ömer b. Ubeydullah b. Mamer'i arka taraflarında bıraktı­lar.

Mus'ab, onların gelişini duyunca etrafına adamlar topladı. Bunları kendi hallerine bırakıp memleketlerinden geçmelerine ses çıkarmadı­ğından ötürü Ömer b. Ubeydullah'ı kınadı. Ömer de bunları takibe çık­mıştı. Hariciler, önlerinde Mus'ab'm, arka taraflarında da Ömer b. Ubeydullah'm bulunduğunu haber alınca Medain'e yöneldiler. Kadın­ları ve çocukları öldürmeye, gebe kadınların karınlarım yarmaya, hiç kimsenin yapmadığı kötülükleri yapmaya başladılar. Küfe valisi Haris b. Ebi Rebia, Kûfelilerden önde gelen şahsiyetleri -bunlar arasında îbn Ester ile Şebes b. Rib'i'de bulunuyordu- yanına alarak Haricilerin üzeri-

ne yürüdü. Serat köprüsüne vardıklarında Hariciler, bunların köprüyü geçmelerine engel oldular, köprüyü yıktılar. Emir, köprünün onarılma­sını emretti. Karşı tarafa geçilince Hariciler, önünden kaçışmaya başla­dılar. Abdurrahman b. Mihnef te 6000 askerle onları kovalamaya başla­dı. Onlar da Kûfe'den geçerek İsfahan'a doğru ilerlediler. Bunun üzeri­ne Abdurrahman b. Mihnef, onlardan vazgeçti ve savaşmadı. Sonra tek­rar dönüp Attab b. Verka'yı bir ay süreyle Ciya şehrinde kuşatma altına aldılar. Halkı zor duruma soktular. Ciyalılar da kalelerinden inip onlar­la savaştılar. Onları bozguna uğrattılar. Komutanları Zübeyr b. Me-cur'ü öldürdüler. Ordugahlarmdaki malları da ganimet olarak ele geçir­diler. Bozguna uğrayan Hariciler, başlarına Fıtri b. Fücae'yi emir yaptı­lar, sonra da Ahvaz iline doğru yola çıktılar.

Mus'ab b. Zübeyr, Musul'da bulunan Mühelleb b. Ebi Sufra'ya Hari­cilerle savaşmak üzere harekete geçmesini bir mektubla emretti. Her­kesten çok Mühelleb, Haricilerle savaşmasını bilirdi. Mus'ab, Harici­lerle savaşmak üzere Musul'dan ayrılıp yola çıkan Mühelleb'in yerine vali olarak İbrahim b. Eşteki gönderdi. Mühelleb, Musul'dan ayrılıp Ah-vaz'a doğru yola çıktı. Oraya varınca sekiz ay süreyle Haricilerle misli görülmemiş bir savaş yaptı.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Şam illerinde şiddetli bir kıtlık görüldü. İnsanlar zayıf düştüler, erzak ve gıdaları azaldığı için savaşamaz oldu­lar.

Bu senede Ubeydullah b. Hür de öldürüldü. Bununla ilgili haber şöyledir: Ubeydullah, yürekli, cesaretli bir adamdı. Onun vasıtası ile durumlar, günler ve fikirler değişirdi. Öyleki onun varlığı yüzünden, Ümeyye oğullarından ve Zübeyr ailesinden kimseye itaat edilmez oldu. Şöyle ki: O, Irak'taki Küfe valisine veya başka bir valiye gider, valinin hazinesindeki bütün paraları zorla alır ve valiye bir berat yazıp bırakır­dı. Sonra da çekip gider ve aldığı paraları kendi adamlarına sarfederdi Halifeler ve valiler, onun üzerine ordular gönderirlerdi, fakat sayıları azda olsa çok da olsa o orduları kırıp geçirir ve püskürtürdü. Öyle ki Mus'ab b. Zübeyr ve onun Irak'taki valileri, ondan korkmaya başladılar.

Ubeydull&h b. Hür, daha sonra Abdülmelik b. Mervan'm yanma git­ti. Abdülmelik, ona ikramda bulundu ve onu on askerle uğurladı. Ona: "Kûfe'ye gir ve Kûfelilere, orduların kısa zamanda acilen üzerlerine ge­leceğini söyle." dedi.

Sonra da Abdülmelik, gizlice Kûfe'deki dostlarına haber gönderdi. Böylece onun durumunu açıkladı ve Küfe valisi Haris b. Abdullah'a da durumu bildirdi. O'da Ubeydullah'm üzerine asker gönderdi ve onu bu­lunduğu yerde öldürdüler. Başını koparıp Kûfe'ye, sonra Basra ya gö­türdüler. Böylece insanlar ondan kurtuldular.

îbn Cerir dedi ki: Bu sene Arefe vakfesinde dört sancak görüldü.

Bunlardan her biri diğerinden bağımsızdı. Biri Muhammed b. Hanefiy-ye ve adamlarının, biri Necdet el-Harurî ve adamlarının, biri Ümeyye oğullarının, biri de Abdullah b. Zübeyr'in sancağıydı. Sancağını ilk ola­rak Arefe'ye diken kişi Muhammed b. Hanefiyye oldu. Sonra Necdet, sonra Ümeyye oğulları, sonra da İbn Zübeyr dikti, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr'in sancağı altında bekliyordu, ama ondan sonra ha­reket etti. İbn Ömer, böyle yapmakla cahiliye devrindeki hareketleri andırdı. Bu senede insanlar, birbirlerine ilişmediler, aralarında savaş vuku bulmadı.

Bu senede Abdullah b. Zübeyr'in Medine valisi Cabir b. Esved b. Avf ez-Zührî, Basra ve Küfe valisi de kardeşi Mus'ab idi. Şam ve Mısır vali­likleri de Abdülmelik b. Mervan'm uhdesindeydi. [6]

 

Bu Senede Vefat Eden Şahsiyetler

 

Abdullah b. Yezid el-Evsî. Bu zat, Hudeybiye gazvesine katılmıştı.

Abdurrahman b. Esved b. Abdiyağus.

Abdurrahnıan b. Zeyd b. Hattab el-Adevî. Bu, Hz. Ömer'in kardeşi­nin oğludur. Peygamber (s.a.v.)'ın sağlığına kavuşmuştur. Yetmiş yaş­larında Medine'de vefat etmiştir.

Abdurrahman b. Hassan b. Sabit el-Ensârî.

Adiy b. Hatim b. Abdillah b. Sa'd b. İmriu'1-Kays. Kadri yüce bir sa­habedir. Kûfe'de yaşamış, sonra Komisya'ya gidip ikamete devam et­mişti.

Zeyd b. Erkanı b. Zeyd. Bu da kadri yüce bir sahabe idi.

Bu senede vefat edenlerden biri de Kur'ân tercümanı Abdullah b. Abbas'tı. Şimdi bu büyük sahabenin biyografisini verelim. [7]

 

Abdullah B. Abbas (R.A.)

 

Soy kötüğü şöyledir: Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdumenaf b. Kusay Ebu'l-Abbas el-Haşimî. Rasûlullah (s.a.v.)'m amcası oğludur. Bu ümmetin âlimidir. Allah'ın kitabının müfessiri ve tercümanıdır. Kendisine derya gibi derin âlim anlamına gelen "Hibr" ve "Bahr" denilirdi. Rasûlullah (s.a.v.)'dan ve sahabeler topluluğundan çok şeyler rivayet etmiştir. Bazı sahabeler ve tabiilerden de bir cemaat ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. İlminin genişliği, anlayışının çok­luğu, aklının olgunluğu, üstünlüğünün erişilemez oluşu ve asaleti sebe­biyle başka sahabelerin yaşantılarında rastlanmayan bazı özellikleri vardır. Ayrıca onların rivayet edemedikleri bazı şeyleri rivayet etmiş­tir. Allah, ondan razı olsun ve onu hoşnut kılsın.

Anasının adı Ümmü Fadl Lübabe binti Haris el-Hilaliye'dir. Anası, mü'minlerin annesi Meymune binti Haris'in kız kardeşidir.

Abdullah b. Abbas, Abbasi halifelerinin atasıdır. Annesi Ümmü Fadl'dan doğan on erkek kardeşten biridir. Kardeşlerinin en küçüğü­dür. İleride de anlatılacağı gibi kardeşlerinin her biri, diğerinden uzak bir beldede vefat etmiştir.

Müslim b. Halid en-Zenci el-Mekkî, İbn Abbas'ın şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), Şibi Ebi Talib'te boykot altında bulunduğu za­man, babam, Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gelip ona şöyle dedi:

- Ya Muhammed, öyle sanıyorum ki karım Ümmü Fadl hamile kal­mıştır.

- Umarım ki Allah onun doğuracağı çocukla gözlerinizi aydın kılar. Annem beni doğurduğunda beni bir beze sararak kundaklayıp

Rasûlullah'a götürmüşler. Rasûlullah da tükürüğünü benim ağzıma sürmüş."

Mücahit de dedi ki: "Rasûlullah (s.a.v.)'m, Abdullah b. Abbas'tan başka bir kimsenin ağzına kendi tükürüğünü sürdüğünü bilmiyoruz."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abbas, karısının hamile oldu­ğunu Rasûlullah'a bildirdiğinde Rasûlullah, ona şu cevabı vermiştir: "Umarım ki Cenâb-ı Allah, doğacak bir erkek çocuk vesilesi ile yüzümü­zü ağartır."

Rasûlullah'ın böyle demesinden sonra Abdullah b. Abbas doğdu.

Amr b. Dinar dedi ki: "Abdullah b. Abbas, hicret senesinde doğdu."

Vakidî, îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben, hicretten üç sene önce doğdum. O zaman biz Şibi Ebi Talib'te boykot altındaydık. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ederken ben onüç yaşın­daydım."

Vakidî dedi ki: İşin bu kadarında ilim ehli arasında ihtilaf yoktur.

Vakidî'nin ileri sürdüğü delillere göre İbn Abbas, Veda haccı sene­sinde bulûğa ermiştir.

Sahih-i Buhari'de îbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), vefat ettiğinde ben sünnetli bir çocuktum." Mekke-liler bulûğa ermeden erkek çocuklarını sünnet ettirmezlerdi.

Şube, Hişam ve İbn Avane, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet et­mişlerdir:

"Rasûlullah (s.a.v.), vefat ederken ben on yaşında bir çocuk olup sünnetli idim." Hişam, İbn Abbas'ın bu rivayetteki sözlerine ek olarak şunları da söylediğini nakletmiştir:

- Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m zamanında muhkemleri de topladım.

- Muhkem nedir?

- Mufassal âyetlerdir

- Ebu Davud et-Teyalisî, İbn Abbas'ın şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde ben onbeş yaşında olup sünnetliy­dim."

Malik, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben bir merkebe binmiş olarak Mina'da namaz kıldırmakta olan Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına gittim, o zaman bulûğa ermiştim. Rasûlullah ile kıble ciheti arasında bir duvar yoktu. Saflardan birinin önünden geçtim. Son­ra merkebimden inip onu yayılmaya bıraktım. Ben de safa girdim. Bu hareketimi hiç kimse yadırgamadı."

Sahih-i Buharf de rivayet olunduğuna göre İbn Abbas şöyle demiş­tir: "Ben ve annem müstazaflardandık, annem müstazaf kadınlardan­dı, ben de müstazaf çocuklardandım."

İbn Abbas, babası ile birlikte Mekke fethinden önce Medine'ye hic­ret etmiştir. Bunlar, Cühfe'de Rasûlullah (s.a.v.)'la karşılaşmışlardı. O zaman Peygamber (s.a.v.), Mekke fethine gelmekteydi. İbn Abbas, Mek­ke fethinde hazır bulundu. Hicretin sekizinci senesinde de Hüneyn ve Taif savaşlarına katıldı. Başka bir rivayete göre bu savaşlar, hicretin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Hicri onuncu senede de Veda haccına katıldı. Peygamber (s.a.v.)'m yanında durdu. Ondan ayrılmadı, ondan birşeyler öğrendi. Sözlerini zihnine yerleştirdi. Fiillerini de, du­rumlarını da kafasına koydu, sahabelerden çok miktarda bilgiler edin­di. Kendisinin keskin bir zekası ve derin bir anlayışı vardı. Belagat ve fesahat sahibi olup yakışıklı ve güzel huyluydu. Asaletli ve iyi konuşan bir kimseydi. Rasûlullah (s.a.v.), onun için şöyle dua etmişti: "Allah'ım, ona Kur'ân'm tevilini öğret ve onu dinde fakih kıl."

Zübeyr b. Bekkar, Zeyd b. Eslem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Ömer, Abdullah b. Abbas'a dua eder, onu kendine yakın tutar ve onun için şöyle derdi: Ben, günün birinde Rasûlullah (s.a.v.)in sana dua ettiğini, başına elini sürdüğünü ve ağzına tükürdüğünü gördüm. Senin için şöyle dua etti: "Allah'ım, bunu dinde fakih kıl ve buna tevili öğret."

Bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), onun için şu du­ayı da yapmıştır: "Allah'ını, onda bereket meydana getir, ondan bereketi yay."

Hammad b. Seleme, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Teyzem Meynıune'nin evinde geceledim. Peygamber (s.a.v.) için yıkan­ma suyu koydum. Peygamber (s.a.v.): "Bunu kim koydu?" diye sordu­ğunda: "Abdullah b. Abbas koydu." dediler. O da şöyle dua etti: Allah'ım, ona tevili öğret ve onu dinde fakih kıl.»

İmam Ahnıed b. Hanbel, ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Gecenin sonunda Rasûlullah (s.a.v.)'m yanma gittim. Arkasında namaz kıldım, elimi tuttu, beni yanma doğru çekti. Nihayet beni kendi­si ile aynı hizaya getirdi. Kendisi namaza yönelince ben tekrar geri çe­kildim, namazım kıldı. Namazını tamamladıktan sonra bana şöyle dedi;

- Seni kendi hizama getirdiğim halde niçin geri çekildin?

- Ya Rasûlallah, sen Allah'ın Rasûlüsün. Sana onur ve üstünlük

verilmiştir. Herhangi bir kimsenin seninle aynı hizada namaz kılması

uygun olur mu?

Benim böyle cevap vermem hoşuna gitti, ilim ve anlayışımı artır­ması iÇin Allah'a dua etti. Sonra uyuduğunu gördüm, horlamasını işit­tim. Bir süre sonra Bilal geldi ve: "Ya Rasûlallah, namaz vakti geldi." dedi. O da abdestini yenilemeden kalkıp namaz kıldı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Rasûlullah (s.a.v.) helaya gitti, abdest alması için su koydum, hela­dan çıktığında: "Bu suyu kim koydu?" diye sordu. "İbn Abbas koydu." de­nilince: "Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve ona tevili öğret." diye dua etti.»

Sevrî, Ebu Cehdem Musa b. Salim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas, Cebrail'i gördü ve hikmet sahibi (başka bir rivayete göre ise ilim sahibi) olması için Rasûlullah (s.a.v.), ona iki kez dua etti."

Darekutnî, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cebrail'i iki kez gördüm. Rasûlullah ta hikmet sahibi olmam için bana Üd kez dua

etti."

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Rasûlullah (s.a.v.), beni kucakladı ve: "Allah'ım, buna hikmeti öğ­ret." dedi.»

Yine İmam Ahmed b. Hanbel, ibn Abbas'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Rasûlullah (s.a.v.), beni kucakladı ve: "Allah'ım, buna kitabı öğ­ret." dedi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s a.v.), onun için şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, îbn Abbas'a hikmet ver ve ona tevili öğret."

Mü'minlerin emiri Mehdi, Abdullah b. Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), onun için şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, ona kitabı öğret ve onu dinde fakih kıl."

İmam Ahmed b. Hanbel, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Babamla beraber Rasûlullah (s.a.v.)'m yanmdaydık. Yanında, ken­disiyle fısıldaşmakta olan bir adam da vardı. Peygamber (s.a.v.), babam Abbas'tan sanki yüz çeviriyordu. Yanından çıktığımızda babam bana dedi ki:

- Öyle sanıyorum ki, amcan oğlu (Rasûlullah) benden yüz çeviri­yordu, öyle değil mi?                                                                   

- Onun yanında kendisiyle fısıldaşmakta olan bir adam varaı.

- Onun yanında başka kimse var mıydı?

- Evet.

Bunun üzerine Abbas, tekrar Peygamber (s.a.v.)'m yanına döndü ve ona şöyle bir soru sordu:

- Ya Rasûlallah, az önce senin yanında bizden başka herhangi bir kimse var mıydı? Çünkü Abdullah, bana, senin yanında oturup seninle fisıldaşmakta olan bir adam bulunduğunu söyledi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) bana şöyle sordu:

- Ey Abdullah, sen o adamı gördün mü?

- Evet!

- O Cebrail (a.s.) idi. Ama artık sen gözlerini kaybedeceksin." [8]

 

Abdullah B. Abbas'ın Cebrail (A.S.)'İ Başka Bir Şekilde Görmesi

 

Kuteybe, Musa b. Meysere'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abbas, bir iş için oğlu Abdullah'ı Rasûlullah (s.a.v.)'ın yanma gön­derdi. Abdullah gittiğinde Rasûlullah'm yanında bir adam bulunduğu­nu görünce o adamın orada bulunması yüzünden konuşmadan geri dön­dü. Bir süre sonra Abbas, Rasûlullah (s.a.v.)'la karşılaştı. Abbas, ona şöyle dedi:

- Ya Rasûlallah, oğlum Abdullah'ı sana gönderdim, senin yanında bir adam var, diye seninle konuşamadan gerisin geri dönmüş.

- Ey amca, o adamın kim olduğunu biliyor musun?

- Hayır.

- O Cebrail (a.s.)'di. Senin oğlun Abdullah, gözlerini kaybetmeden ölmeyecektir ve kendisine ilim verilecektir."

Abdullah b. Abbas'm fazilet ve üstünlüklerine dair çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bunların bir kısmı gerçekten münkerdir, bunları zikretmedik. Bizi ikna edecek yeterli miktarda hadis rivayet ettik. Beyhakî, îbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde Ensâr'dan bir adama şöyle de­dim:

- Var mısın Rasûlullah'm ashabına gidelim, onlara hadis soralım. Çünkü bugün Rasûlullah'm çok sayıda ashabı bir araya gelmiştir."

Adam bana dedi ki:

- Hayret ediyorum sana Ey İbn Abbas! Rasûlullah'm ashabı ara­sında o kadar büyük şahsiyetler var ki, bu gün insanların sana ihtiyaç duyacaklarım mı sanıyorsun?"

Adam böyle dedi ve beni bırakıp gitti. Ben de gidip Rasûlullah'uı as­habına hadis sormaya başladım. Bir adamdan bana hadis gelmişse o adamın kapısına gidiyordum. Adam öğle uykusuna yatmış iken ben de abamı onun kapısına dayıyor ve beklemeye başlıyordum. Rüzgarlar üzerime toprakları savuruyordu. Nihayet adam dışarı çıkıyor ve bana şöyle diyordu: "Ey Rasûlullah'm amcası oğlu, niçin geldin? Haber gön-derseydin, ben sana gelirdim." Ben de ona şöyle diyordum: "Hayır! Be­nim sana gelmem daha uygundur." Böyle diyor ve ona hadisi soruyor­dum. Kendisine teklifte bulunduğum o Ensârî adam uzun bir süre yaşadı. Nihayet beni, etrafımda insanların toplanmış ve bana sorular sormakta olduklarını gördü. Benim için o zaman şöyle dedi: Şu adam "benden daha akıllıdır."

Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, îbn Abbas'm şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Rasûlullah'm ilminin büyük bir çoğunluğunu şu Ensâr kabilesin­de gördüm. Onlardan bu ilmi öğrenmek için kapılarına gidiyor ve öğle vakti yapmam gereken istirahati kapılarında geçiriyordum. Eğer iste­seydim kendilerine haber gönderirdim. Onlar da yanıma gelirlerdi. Ama ben bunu kendi gönül rızamla yapıyor, kapılarına gidiyor ve ilim öğreniyordum."

Muhammed b. Sa'd, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah'm Muhacir ve Ensâr'dan olan büyük sahabelerinin yanın­dan ayrılmıyor, onlara Rasûlullah'm savaşlarını ve bu hususta nazil olan Kur'ân ayetlerini soruyordum. Onlardan hangisine gidersem mut­laka o, gidişimden ötürü seviniyordu. Çünkü ben, Rasûlullah'm yakı­nıydım. Übey b. KaVa bir gün Medine'de nazil olan Kur'ân ayetlerini sordum. O, derin ilim sahibi kimselerden biriydi, bana şu cevabı verdi: Onyedi sûre Medine'de nazil oldu. Gerisi Mekke'de nazil oldu."

İmam Ahmed b. Hanbel, Mamer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas'm sahip olduğu ilmin büyük bir kısmı şu üç kişiden kendisi­ne geçmiştir: Ömer, Ali ve Übey b. Ka'b."

Tavus, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben bir mesele hakkında Rasûlullah'm ashabından otuz kişiye soru sorardım."

Muğire, Şabi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

İbn Abbas'a şöyle bir soru sordular:

- Bu ilmi nasıl elde ettin?

- Soran bir dil ve anlayan bir kalb sayesinde elde ettim." Rivayetlerde sabit olduğuna göre Hz. Ömer, îbn Abbas'ı sahabele­rin yaşlı ve âlimleri ile aynı mecliste oturtur ve şöyle dermiş: "Abdullah b. Abbas, ne güzel bir Kur'ân tercümanıdır."

Abdullah b. Abbas geldiğinde Ömer (r.a.) şöyle demiş: "Yaşlıların genci, soran dilin ve anlayan kalbin sahibi geldi."

Sahih hadiste sabit olduğuna göre Hz. Ömer, Nasr sûresinin tefsiri­ni sahabelere sorduğunda bazı sahabeler susmuşlar, bazıları onu tat­min edici olmayan cevaplar vermişlerdi. Sonra kendisi bu surenin tetsı-rini îbn Abbas'a sormuş, İbn Abbas ta şu cevabı vermişti: fcvet, bu sure Rasûlullah'm vefat haberini veriyor." İbn Abbas'ın böyle cevap vermesi üzerine Hz. Ömer de şöyle demişti: "Ben de bu sûreden senin anladığını anlıyorum." Böyle yapmakla Hz. Ömer, İbn Abbas'm kadrinin yüceliği­ni, ilim ve anlayıştaki büyük mertebesini sahabeler nezdinde tesbit et­mek istemişti. Başka bir defasında Hz. Ömer, İbn Abbas'a Kadir gecesi­nin ne zaman olduğunu sormuş, oda istinbatta bulunarak bu gecenin ramazanın son on gecesinin yedincisinde, yani yirmiyedisinde olduğu­nu söylemiş. Hz. Ömer de bu cevabı güzel karşılamıştı. Nitekim bunu tefsirimizde de anlattık.

Hasan b. Arefe, Hz. Ömer'in îbn Abbas'a şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Sen bizim öğrenemediğimiz bir ilmi öğrendin."

Evzaî, Hz. Ömer'in Ibn Abbas'a şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sen yüz bakımından en merdimiz, akıl bakımından en güzelimiz ve Aziz ve Celil olan Allah'ın kitabını en iyi anlayanımız oldun."

Mücahid, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Babam bana dedi ki: Ömer, seni kendine yakın tutuyor ve seni sahabelerin büyükle­riyle aynı mecliste oturtuyor. Benden şu üç nasihati al ve aklına koy. Onun sırrım ifşa etme. Onun yanında hiç kimsenin gıybetini yapma ve senin yalan söylediğini hiç görmesin."

Şa'bî diyor ki: Ben, bu nasihatlaria ilgili olarak îbn Abbas'a dedim ki:

"Bu nasihatlardan her biri başka nasihatların 1000 tanesinden da­ha hayırlıdır. Hatta diğer nasihatların 10000 tanesinden daha hayırlı­dır."

Vakidî, Ata b. Yesar'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hz. Ömer ile Hz. Osman, îbn Abbas'ı çağırırlardı. O da Bedir ehli ile birlikte giderdi. O, Hz. Ömer ile Hz. Osman'ın zamanında fetva verirdi. Vefatına kadar da fetva verdi."

Ben derim ki: "Abdullah b. Abbas, hicretin yirmiyedinci senesinde îbn Ebi Şerh ile birlikte îfrikiye fethinde hazır bulundu."

Zührî, Ali b. Hüseyin'den rivayet etti ki, Hz. Hüseyin şöyle demiştir: "Babam Ali, Cemel savaşında îbn Abbas'a baktı. Onun iki saf arasında yürümekte olduğunu görünce şöyle dedi: Allah, îbn Abbas gibi amcası oğlu olan bir kimsenin gözünü aydınlattı."

İbn Abbas, Hz. Ali ile birlikte Cemel ve Siffin savaşma katıldı. O sı­rada sol cenah komutam idi. Yine Hz. Ali ile birlikte Hariciler savaşma katıldı. Muaviye'yi Şam'a vali olarak ataması için Hz. Ali'ye tavsiyede bulunanlardandı. İlk etapta onu azletmemesini tavsiye etmiş ve Hz. Ali'ye şöyle demişti: "Onu azletmek istiyorsan, bir ay kadar vali olarak çalıştır. Sonra da uzun bir süre görevden azlet." Ancak Hz. Ali-, bunu ka­bul etmemiş, onunla mücadele etmek (vazifeden almak) istemişti ve ne­ticede de, önceki kısımlarda anlattığımız olaylar cereyan etmişti. İki ta­raf hakem tayin etme hususunda pazarlığa giriştiklerinde îbn Abbas,

Hz. Ali'den kendisini hakem tayin etmesini istemişti ki, Amr b. As'a denk olsun. Ancak Mezhiç kabilesi ile Yemenliler, Hz. AH tarafından Ebu Musa el-Eşarf den başkasının hakem tayin edilmesine razı olma­mışlardı. Neticede hakemler arasında önceki kısımlarda anlattığımız olaylar meydana gelmişti.

Hz. Ali, İbn Abbas'ı Basra'ya vali tayin etti. Bazı senelerde İbn Ab­bas insanlara haccettirdi. Arefe'de onlara hutbeler irad etti. Hutbele­rinde onlara el-Bakara sûresini (başka bir rivayete göre ise en-Nûr sûresini) tefsir etti. Dinleyicilerinden biri şöyle dedi: "Kur'ân'ı öyle bir tefsir etti ki, bu tefsiri Rumlar, Türkler ve Deylemliler işittikleri takdir­de Müslüman olsunlar."

Kendilerine iyiyi ve kötüyü öğretmeleri için Basra'da insanların ba­şına arifleri atayan ilk kişi o oldu. Arefe gecesinde minbere çıktı. Basra-lıları çevresine topladı. Onlara Kur'ân âyetlerini tefsir etti. İkindiden sonra başlayıp güneşin batışına kadar onlara va'zu nasihatte bulundu. Sonra minberden inip onlara akşam namazını kıldırdı.

Kendisinden sonra âlimler, böyle yapmanın uygun olup olmadığı hususunda ihtilafa düştüler. Kimi bunu mekruh görüp: "Bu bir bid'at-tır. Rasûlullah ve ashabından hiçbiri böyle yapmadı. Sadece îbn Abbas böyle yaptı." dedi. Kimi de bunu müstehab karşıladı. Çünkü böyle yap­makla Allah zikredilmekte ve hacıların yaptıkları gibi yapılmaktadır. Bu, onlara bir muvafakattir, dedi.

îbn Abbas, bazı kararlarından dolayı Ali'yi eleştirir, Hz. Ali de bu hususta onunla tartışırdı. Nitekim îmam Ahmed b. Hanbel, îkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ali, İslâm'dan dönmelerinden dolayı bazı kimseleri ateşle yaktı. Bu haberi duyan îbn Abbas şöyle dedi' «Ben olsaydım onları ateşle yak­mazdım. Zira Rasûlullah (s.a.v.): "Allah'ın azabı ile azaplandırmaym." demiştir. Ben olsaydım, Rasûlullah (s.a.v.)'ın: "Her kim dinini değişti­rirse onları öldürün." demesinden ötürü onları öldürürdüm" Ibn Ab­bas'm böyle dediğini duyan Hz. Ali de şöyle demişti: Yazıklar olsun îbn Abbas'a, o, teferruata dalıyor.»

Hz. Ali, ona karşı direniyordu. îbn Abbas, Mut'a nikahının mubah olduğunu ve hükmünün devam ettiğini, ehlî eşeklerin etlerinin helal ol­duğunu söylüyordu. Hz. Ali de ona şöyle karşılık veriyordu: "Sen taşlan bir adamsın. Zira Rasûlullah (s.a.v.), Hayber savaşında Mut'a nikahını ve ehlî eşeklerin etlerini yemeyi yasakladı."

Bu hadis, Buharî ve Müslim'in sahihlerinde ve diğer hadis kıtabla-nnda mevcuttur. Ancak çeşitli lafızlarla rivayet edilmiştir. Bu rivayeti­miz en güzel lafızla rivayet edilendir. Doğrusunu noksanlıklardan mü­nezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.               

Beyhakî, Ebu Nasır b. Ebi Rebia'nın şöyle dediğim rivayet etmiştir:

"Sa'saa b. Suhan, Basra'dan Ali'nin yanına geldi. Hz. Ali, ona İbn Ab-bas'ı sordu. İbn Abbas'ı Basra'ya vali olarak tayin etmişti. Sa'saa ona şu cevabı verdi:

"Ey mü'minlerin emiri! îbn Abbas, üç şeyi tutmuş üç şeyi de bırak­mıştır. Konuştuğunda adamların kalblerini elinde tutar, konuşuldu­ğunda güzelce dinlediği için de adamların kalblerini tutar. Kendisine muhalefet edildiğinde iki şeyden en kolay olanı tercih eder. Böylece adamların kalblerini elinde tutar. Münakaşayı ve karaktersiz kimse ile tartışmayı terkeder. Özür dilemeyi gerektirecek bir işi de yapmaz." Vakidî, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas kadar anlayışı hazır, aklı sağlam, ilmi çok, yumuşak huyluluğu geniş olan başka bir kimse görmedim. Bazı müşkülleri çöz­mesi için Ömer'in onu yanma çağırdığını gördüm. Sonra Ömer, ona şöy­le dedi: "îşte şimdi problem senin yanına gelmiştir: îbn Abbas'ın buldu­ğu çözüme Hz. Ömer de uyardı. Çevresinde Bedir savaşma katılmış Mu­hacir ve Ensâr'dan o kadar çok adam varken yine de îbn Abbas'ın görü­şüne başvururdu."

A'meş, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer îbn Abbas, bizim yaşımıza erseydi bizden hiç kimse onunla muaşerette bulunamazdı. İbn Abbas, ne kadar güzel bir Kur'ân tercü­manı idi."

Rivayete göre İbn Ömer, onun hakkında şöyle demiştir: "İbn Abbas, Cenâb-ı Allah'ın, Muhammed (s.a.v.)'e indirdiği Kur'ân'ı insanlar ara­sında en iyi bilen kimseydi."

Muhammed b. Sa'd, İbn Abbas'ın ölüm haberini duyduğu zaman Cabir b. Abdullah'ın ellerini birbirine vurarak şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Bu gün insanların en âlimi ve en yumuşak huylusu vefat etti. Bu ümmete bir musibet indi."

Muhammed b. Sa'd, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, vefat ettiği zaman Rafi b. Hadic şöyle dedi: Bu gün ilim hususunda doğu ile batı arasında kendisi­ne ihtiyaç duyulan bir kimse vefat atti."

Vakidî, îkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas'ın ve­fatı zamanında Muaviye'nin şöyle dediğini işittim: Vallahi bugün ölen­lerin de yaşayanların da en fakihi ve en bilgilisi öldü."

İbn Asakir, îbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmişti: "Barış yapıl­dığı zaman Muaviye'nin yanma gittim. Bu, onunla ilk karşılaşmam ol­du. Yanında bazı kimseler vardı. Bana şöyle dedi:

- Merhaba ey ibn Abbas. Kendisiyle benim aramda fitne cereyan edipte senin kadar benden uzak durmasına üzüldüğüm ve bana yaklaş­masına sevindiğim başka bir kimse yok. Ali'yi öldüren Allah'a hamd ol­sun.

Ben de ona şu karşılığı verdim:

- Yargısı hususunda Allah kınanmaz. Bu sözünden daha başka bir söz söyle ki bundan güzel olsun. Amcam oğlundan ötürü beni affetmeni ve amcam oğlundan ötürü de seni affetmeyi istiyorum.

- Senin dediğin gibi olsun."

îbn Abbas, insanlara hac ettirirken Aişe (r.anha) ile Ümmü Seleme: "O insanlar arasında hac menasikini en iyi bilen kimsedir, dediler.

İbn Mübarek, Şabi'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: «Zeyd b. Sabit bineğine bindi, ibn Abbas, onun üzengisini tuttu. Zeyd de; "Böyle yapma ey Rasûlullah'ın amcası oğlu." dedi. îbn Abbas, ona: "Âlimlerimize böyle saygı göstermekle emrolunduk." diye karşılık verdi. Zeyd, ona: "Ellerin nerede?" diye sorunca ibn Abbas ellerini çıkardı. Zeyd de onun ellerini öptü ve: "Peygamberimiz'in aile efradına böyle saygı göstermekle emro­lunduk" dedi.»

Vakidî, Said b, Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Ab­bas, insanların en bilgilisi idi. "

Abdurrahman b. Ebu Zinad, Ubeydullah b. Utbe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"îbn Abbas, bazı özelliklere sahip olma hususunda insanları geride bıraktı. İnsanların bilmediklerini bildi, görüşüne ihtiyaç duyuldu. Fı­kıh açısında onun fikrine muhtaç olundu. Yumuşak huyluluğuna her­kes muhtaçtı. Soylu ve asil bir kimseydi. Herkesten çok o Peygamber (s.a.v.)'m hadislerini bilirdi. Ebu Bekir ve Osman'ın yargılarından ha­berdardı. Görüşü fıkha çok uygundu. Şiiri en iyi bilen oydu. Arapçadan en çok anlayan oydu. Kur'ân tefsirini, hesabı ve feraiz ilmini onun kadar bilen yoktu. Maziyi ve tarihi en çok o bilirdi. Kendisine ihtiyaç duyuldu­ğu zaman onun kadar keskin görüş ileri süren başka bir kimse yoktu. Bir gün meclis kurar, meclisinde fıkıhtan başka birşey konuşulmazdı. Bir gün meclis kurar, meclisinde tevilden başka birşey konuşulmazdı. Bir gün meclis kurar, meclisinde meğâziden başka birşey konuşulmaz­dı. Bir gün meclis kurar, meclisinde şiirden başka birşeyden bahsedil­mezdi. Bir gün meclis kurar, meclisinde Arapların savaşlarından başka birşeyden bahsedilmezdi. Onun kadar kendisine itaat edilen ve mecli­sinde huşu ile dinlenilen başka bir âlim görmedim. Onun kadar kendisi­ne soru sorulan ve soru sahibinin de kendisinden ilim elde ettiği başka bir kimse görmedim. Bazen onun okuduğu kasideleri hıfzederdim. Oku­duğu kasidenin beyitleri otuzu bulurdu."

Hişam b. Urve, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas gibisini asla görmedim."

Ata da şöyle demiştir: "İbn Abbas'ın meclisi kadar saygı dolu bir meclis görmedim. Onun meclisi kadar fıkıhtan çok bahsedilen başka bir meclis görmedim. Onun meclisi kadar ulu ve heybetli bir meclis görmedim. Kur'ân ashabı meclisinde kendisine sorular yönetiyorlardı. Arapça ile ilgilenen ilim sahipleri ona sorular yöneltiyorlardı. Şiirle ilgi­lenenler de ona sorular yöneltiyorlardı. Hepsi de geniş bir ilim vadisin­de kana kana ilim suyu içiyorlardı."

Vakidî, Tavus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, yük­sek hurma ağaçlarının küçücük vadilerin üzerine çıkışı gibi ilim husu­sunda insanları geride bırakmıştı."

Leys b. Ebi Süleym dedi ki: "Tavus'a şöyle bir soru yönelttim:

- sahabelerin büyüklerini bırakıp ta şu çocuğu (Îbn Abbas'ı) ne di­ye ayrılmaz bir arkadaş edindin?

Tavus bana şu cevabı verdi:

- Yetmiş sahabe gördüm. Bunlar bir hususta tartışmaya başladık­larında eninde sonunda îbn Abbas'm sözüne uyarlardı. Ondan daha iyi fıkıh bilen birini görmedim. Ona muhalefet eden bir kimse mutlaka so­nunda onun görüşüne uyardı."

Ali b. el-Medinî, Yahya b. Main, Ebu Nuaym ve diğerleri, Müca-hid'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "İbn Abbas gibisini asla görme­dim. Öldüğü gün o, bu ümmetin derin âlimi idi."

Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, bu ümmetin ilim sahipleri arasında en uzun boylu, en asil ve en bilgili kimsesi idi."

Amr b. Dinar da îbn Abbas hakkında şöyle demiştir: "İbn Abbas'm meclisi kadar bütün hayır ve iyilikleri toplayan başka bir meclis görme­dim. Onun meclisi helal, haram, Kur'ân tefsiri, Arapça ilmi, şiir ve ye­meği ihtiva ederdi."

Mücahid dedi ki: "îbn Abbas kadar fasih konuşan başka bir kimse görmedim."

Muhammed b. Sa'd, Süleym b. Ahdar'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Hakem b. Edip, arefe gününde şu mescitte ilk olarak cuma na­mazını kimin kıldırdığını sorması için Süleyman et-Teymî'yi Hasan Basri'ye gönderdi. Süleyman, ona: "Arefe gününde şu mecliste ilk ola­rak cuma namazını kim kıldırdı?" diye sorunca Hasan, şu cevabı verdi: ibn Abbas kıldırdı, hadiste derin ve ilmi çok bir kimse idi. Minbere çıkar, el-Bakara sûresini okur ve ayet ayet tefsir ederdi."

Bu hadise, Hasan Basri'den başka bir yolla da rivayet edilmiştir.

Abdullah b. Müslim b. Kuteybe et-Dineverî, Hasan Basri'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, Basra'da iyiyi ve kötüyü insanlara tanıtmaları için ilk olarak arif tayin eden kimsedir. Minbere çıkar, el-Bakara ve Al-i îmrân sûrelerini okur, bu sûreleri harf harf tefsir ederdi."

Yunus b. Bükeyr, Ebu Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas'ın meclisini gördüm. Eğer bütün Kureyşliler, o meclis sebebiyle övünseler, buna hakları vardır. İnsanların onun kapısında toplandıklanm ve yolu kapattıklarını gördüm. Kimse o yoldan gidip gelemiyordu. Ben yanma girdim ve insanların kapıda beklediklerini haber verdim! Bana: "Benim için abdest suyu getir." dedi. Getirdiğim su ile abdest alıp oturdu ve: "Dışarı çık. Dışarıda bekleyenlere de ki: Her kim Kur'ân'dan, Kur'ân harflerinden, Kur'ân'ın manasından sormak istiyorsa içeri gel­sin." dedi. Ben de dışarı çıkıp gerekli duyuruyu yaptım. îçeriye girdiler. Evi ve bütün odaları doldurdular. Ona her ne sordularsa fazlasıyla onla­rı bilgilendirdi. Sonra da onlara: "Siz çıkın diğer kardeşleriniz gelsin­ler." dedi. Onlar da dışarı çıktılar. Sonra bana şu talimatı verdi: "Dışarı çık. Dışarda bekleyenlere de ki: "Helâldan, haramdan ve fıkıhtan sor­mak isteyen varsa içeri gelsinler." Dışarı çıktım. Onlara gerekli duyuru­yu yaptım, içeri girdiler. Evin bütün odalarını doldurdular. Ona her ne sordularsa fazlasıyla onları bilgilendirdi. Sonra onlara: "Dışarı çıkın ki, diğer kardeşleriniz gelsinler." dedi. Onlar da çıktılar. Sonra bana şu ta­limatı verdi: "Dışarı çık ve de ki: Feraizden ve benzeri meselelerden sor­mak isteyen varsa içeri gelsin." Dışarı çıktım ve onlara gerekli duyuru­yu yaptım. îçeri girdiler, evin bütün odalarını doldurdular. Ona her ne sordularsa onları fazlasıyla bilgilendirdi. Sonra onlara: "Dışarı çıkın ki, diğer kardeşleriniz gelsinler." dedi. Onlar da dışarı çıktılar. Sonra bana şu talimatı verdi: "Dışarı çık ve de ki: Arapçadan, şiirden ve bilinmez ke­limelerden sormak isteyen varsa içeri gelsin." Dışarı çıktım ve onlara gerekli duyuruyu yaptım. İçeri girdiler, evin bütün odalarını doldurdu­lar. Ona her ne sordularsa onları fazlasıyla bilgilendirdi, sonra onlara; "Dışarı çıkın ki, diğer kardeşleriniz gelsinler" dedi. Onlar da çıkıp gitti­ler.

Ebu Salih dedi ki: Eğer Kureyşlilerin tamamı bu hadise sebebiyle övünecek olurlarsa buna haklan vardır. Çünkü ben bu durumu başka hiçbir kimsede görmedim.»

Tavus ile Meymun b. Mehran dediler ki: "îbn Ömer'den daha takya-h ve îbn Abbas'tan daha fakih bir kimse görmedik. Ancak îbn Abbas, îbn Ömer'den daha iyi fıkıh bilirdi."

Şüreyh el-Kadî, Mesruk'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Ab­bas'ı gördüğümde o insanların en yakışıklı sidir, derdim. Hitapta bulun­duğumda insanların en fesahatlisidir, derdim. Konuştuğunda insanla­rın en bilgilisidir, derdim."

Yakub b. Süfyan, İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas ile Ali kıyaslanacak olursa îbn Abbas, Kur'ân'ı ondan daha iyi bi­lirdi. Ali de bilinmeyen müphemleri ondan daha iyi bilirdi."

îshak b. Raheveyh dedi ki: "Bu böyledir. Çünkü İbn Abbas, Aliden tefsir öğrendi. Ayrıca Hz. Ebu Bekir'den, Ömer'den, Osman dan, Ubey b. Ka'b'dan ve diğer büyük sahabelerden de bilgiler edindi. Rasulullah (s.a.v.), Cenâb-ı Allah'tan ona kitabı öğretmesi için dua ve niyazda bulunmuştu."

Ebu Muaviye, Ebu Vail Şakik b. Seleme'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas,hac mevsiminde insanlara hutbe irad etti. el-Baka-ra sûresini okumaya ve tefsir etmeye başladı. Ben de: "Bu adam gibi gü­zel konuşan ve iyi açıklayan bir kimse görmedim. Eğer bunu Farslar ve Bizanslar dinleselerdi, mutlaka Müslüman olurlardı." demeye başla­dım.»

Ebu Bekir b. Ayyaş, Ebu Vaü'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "îbn Abbas, Hz. Osman'ın şehid edildiği senede insanlara hac ettirdi. Onlara en-Nûr sûresini okudu."

Belki de el-Bakara sûresini, Hz. Ali zamanında yaptığı hacda oku­muştur. en-Nur sûresini de Hz. Osman'ın şehid edildiği senedeki hac-cmda okumuştur. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Abbas'm şöyle dediğini önceki kısımlarda rivayet etmiştik: "Ben, te'vilini öğrenmekte oldukları ilimde derinleşelerdenim."

Mücahid dedi ki: "Kur'ân'ı, İbn Abbas'm huzurunda baştan sona iki kez okudum. Her âyetin başında duruyor ve âyetin manasını ona soru­yordum"

Yine rivayete göre îbn Abbas şöyle demiştir: "Kur'ân'daki dört keli­menin ne manaya geldiğini bilemiyorum. Bu kelimeler şunlardır :

Kuran'm tamamını bitiyorum sadece şu dört kelimeyi bilmiyorum."

İbn Vehb, Ubeydullah b. Ebi Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Abbas'a bir soru sorulduğunda eğer o sorunun cevabı Allah'ın kita­bında mevcutsa cevabı verirdi. Eğer Allah'ın kitabında mevcut olmayıp sünnette mevcutsa, sünnete göre cevabı verirdi. Eğer sünnette de ceva­bı yoksa Ebu Bekir veya Ömer, o sorunun cevabını vermişse, onların bu konudaki cevaplarını naklederdi. Onların da bu hususta söyledikleri birşey yoksa o zaman kendi reyi ile ictihad ederdi."

Yakub b. Süfyan, Abdullah b. Büreyde'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Adamın biri, İbn Abbas'a sövdü. İbn Abbas, ona şöyle karşılık verdi: "Sen bana sövdün. Oysa bende üç güzellik var. Ben Allah'ın kita­bındaki ayetlerden birini okuduğum zaman o âyetten ne öğrendiysem bütün insanların da aynı şeyi öğrenmelerini isterim.

Ben adaletle hükmeden bir Müslüman hakimi hüküm verirken din­lediğimde sevinir ve insanları onun hükmüne uymaya davet ederim. Belki de o konuda ben muhakeme edilmeyeceğim.

Yine meralarda otlayacak bir devem bulunmadığı halde Müslü­manların topraklarına yağmur yağdığını duyduğumda çok sevinirim."

îbn Ebi Melik dedi ki: Medine'den Mekke'ye kadar İbn Abbas'la yol­culuk ettim. İki rekat namaz kılıyordu. Mola verdiğinde gece yarısında kalkıp namaz kılar, Kur'ân'ı ağır ağır, harf harf okurdu. Çok hıçkırır ve ağlardı. Şu ayeti okuduğunu da işittim: "Ölüm sarhoşluğu gerçekten ge­lir. Ey insan, işte bu senin öteden beri korkup kaçtığın şeydir." (eî-Kaf, 19.)

Esmaî, Şuayb b. Dirhem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Fazlaca ağlayıp gözyaşı dökmekten İbn Abbas'm yanaklarında çürük ayakkabı bağı gibi bir iz meydana gelmişti."

Başkaları dediler ki: "İbn Abbas, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardı. Ben oruçluyken amellerimin Allah'a arzedilmesini isterim,

derdi."

Haşim, Yusuf b. Mehran'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bizans hükümdarı Muaviye'ye bir mektub gönderdi. Mektubunda şu soruları soruyordu:

Yüce Allah'ın en çok sevdiği kelam hangisidir?

Kullar arasında Allah katında en kıymetli kişi kimdir?

Kadınlar arasında Allah katında en kıymetli kadın kimdir?

Ana rahmine girmeyen dört varlık kimlerdir ve hangileridir?

Sahibini seyyar bir şekilde dolaştıran mezar hangisidir?

Üzerine güneşin bir defa doğduğu yer neresidir?

Gök kuşağı nedir?

Muaviye, bu sorulan îbn Abbas'a gönderdi. İbn Abbas ta ona şu cevabî mektubu gönderdi:

"Allah'ın en çok sevdiği kelam şudur: "Sübhanallahi velhamdulilla-hi ve lâ ilahe illallahü vallahü ekber velâ havle velâ kuvvete illa billah"

Kullar arasında en kıymetli şahıs, Adem (a.s.)'dir. Allah, onu eliyle yarattı ve ona kendi ruhundan üfledi, melekleri ona secde ettirdi. Ona herşeyin adını öğretti.

Kadınlar arasında Allah katında en kıymetli kadın, İmran kızı Mer­yem'dir.

Ana rahmine girmeyen dört varlık şunlardır: Adem, Havva, Mu­sa'nın asası ve İsmail'e fidye olarak gönderilen İbrahim peygamberin koçu.

Başka bir rivayette bunlara Salih (a.s.)'in devesi de eklenmiştir. ^

Sahibini seyyar bir şekilde dolaştıran mezar ise, Yunus peygamberi yutan balıktır.

Güneşin üzerine bir defa doğmuş olduğu yer, Musa peygamberin ve İsrailoğullannın geçmeleri için denizin açılıp geçit verdiği yoldur.

Gökkuşağı ise yeryüzü sakinlerinin boğulmaya karşı aldıkları bir emandır. Bu, gökte açılan bir kapıdır."

Bizans hükümdarı bu cevapları okuyunca çok beğendi ve: -Vallahi bu Muaviye'nin sözü değildir ve onun tarafından verilen bir cevap ta değildir. Bu, ancak Peygamber (s.a.v.)'m ehl-i beytinden birinin verdiği

bir cevaptır." dedi.»                                     

Bu sorularla ilgili olarak birçok rivayet nakleddnnştır, ancak bun-

ların bazısında ihtilaf vardır. Doğrusunu Allah bilir. [9]

 

Fasıl

 

îbn Abbas, kuşatma altındaki Hz. Osman'ın emri üzerine Meretin otuzbeşinci senesinde hac emirliğini üstlendi. O, hac emirliğini ifa eder­ken Hz. Osman öldürüldü. îbn Abbas, Hz. Ali ile birlikte Cemel savaşma katıldı. Sıffin savaşında Hz. Ali ordusunun sol cenah komutanı idi. Ha­ricilerle yapılan savaşa katıldı. Hz. Ali tarafından Basra valiliğine atan­dı. Basra'dan ayrıldığı zamanlarda yerine namaz kıldırması için Ebu Esved ed-Düelfyi, haraç işlerini yürütmesi için de Ziyad b. Ebi Süfyan'ı vekil olarak bırakırdı. Basralılar, onu severlerdi. Onlara fıkıh öğretir, cahillerini bilgilendirir, suçlularına öğüt verir, yoksullarına mal bahşe­derdi. Hz. Ali'nin vefatına kadar Basra valiliğini yürüttü.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre, Hz.Ali ölmeden önce onu Basra valiliğinden azletmiştir. Sonra kendisi kalkıp Muaviye'nin yanı­na gitmiş, Muaviye ona ikramda bulunmuş, onu yakınları arasına kat­mış, saygı ve hürmet göstermişti. Çözümü zor meseleleri ona sorar, îbn Abbas ta hemen cevap verirdi. Muaviye ona: "îbn Abbas'tan daha hazır cevap bir kimse görmedim." derdi. Hz. Hasan in ölüm haberine dair mektub geldiği zaman İbn Abbas, Muaviye'nin yanında bulunuyordu. Muaviye, ona güzelce taziyetlerini sundu. İbn Abbas ta ona güzel cevap verdi. Nitekim bunu Önceki kısımlarda da anlatmıştık. Muaviye, oğlu Yezid'i de İbn Abbas'a göndermiş, Yezid gidip onun önünde oturmuş ve ona fasih ve veciz ifadelerle taziyetlerini sunmuştu. İbn Abbas ta bun­dan ötürü ona teşekkür etmişti.

Muaviye vefat edipte Hz. Hüseyin, Irak'a gitmeye niyetlindiğinde îbn Abbas onu bu hareketinden menetmişti. Gözlerini ömrünün son za­manlarında yitirmiş olan îbn Abbas, Hz. Hüseyin'i yolundan alıkoymak için eteğine tutunmak istemiş, ancak Hz. Hüseyin bunu kabul etmemiş­ti. Neticede Hz. Hüseyin'in ölüm haberini duyunca çok üzülmüş ve evi­ne kapanıp şöyle demişti:

"Ey dil! Hayırlı şey söyleki kazançlı olasın, şerli sözleri söyleme ki selamette kalasın. Eğer böyle yapmazsan pişman olursun."

Cündeb adlı bir adam onun yanma gitmiş ve: "Bana tavsiyede bu­lun." demiş, tbn Abbas ta ona şöyle demişti: "Allah'ı birlemeni ve Allah için çalışmanı, namaz kılıp zekat vermeni sana tavsiye ederim. Böyle yaptıktan sonra yapacağın her iyilik ve hayırlı iş kabul edilir, Allah'a arzedilir. Ey Cündeb, zaman geçtikçe ölüme daha da yaklaşmaktasın. Namazı kılarken vedalaşır gibi kıl. Dünyada garip bir yolcuymuşsun gi­bi davran. Çünkü sen, eninde sonunda mezar sakinlerinden olacaksın. Günahlarından ötürü ağlayıp tevbe et. Dünya senin ayakkabı bağından daha kıymetsiz olsun. Kendim dünyadan ayrılmış ve Allah'ın adaletine yönelmiş gibi kabul et. Geride bıraktığın şeylerden yararlanamazsın. Sana ancak amelin fayda verir."

Bazılarının anlattıklarına göre İbn Abbas, doru attan daha kıymetli kelimelerle tavsiyede bulunarak şöyle demiştir: 'Yersiz biçimde seni il­gilendirmeyen şeyleri söyleme. Beyinsizlerle tartışma, yumuşak huylu­larla da tartışma. Çünkü yumuşak huylu kimse seni mağlub eder. Be­yinsiz kimse ise, sana hakarette bulunur. Kardeşini gıyabında anarken seni11 gıyabında seni nasıl anmalarım istiyorsan sende öyle an. Yaptığı iyiliklerin mükafatım göreceğini ve işlediği suçların cezasını göreceğini bilen kimse gibi amel et." Yanında bulunan bir adam da ona şöyle dedi: "Ey îbn Abbas! Bu sözün 10.000'den daha hayırlıdır." İbn Abbas ta ona şu karşılığı verdi: "Bu sözlerimin her bir kelimesi 10.000'den daha ha­yırlıdır."

îbn Abbas dedi ki: "İyiliğin tamamlanması onu acele yapmak, çok büyük bir iyilikte bulunulduğunu belirtmemek ve gizlice yapmaktır. Yani kişiye bağışını çabucak vermelisin ve onu verdiğin kimsenin naza­rında da küçücük birşeymiş gibi göstermelisin. Ayrıca verirken de in­sanlardan gizli olarak vermeli ve açığa vurmamalısm. Açığa vurduğun zaman gösteriş kapısını açmış ve yardım ettiğin kimsenin kalbini kır­mış olursun. Onu, insanlardan utanacak hale getirirsin."

Yine îbn Abbas dedi ki: "İnsanlar arasında benim için en kıymetli olan şahıs odur ki, meclisimde bulunur, yüzüne sinek konmasını önleye-bilsem önlerim. Beni, ihtiyaçlarını karşılamaya ehil bir kimse olarak görüp yamma gelen kimsenin mükafatını ancak Aziz ve Celil olan Allah verir.

Bana önce kendisi selam veren veya bir meclise vardığımda bana yer veren veya oturduğu yerden benim için kalkan veya susadığım za­man bana bir yudum su veren veya gıyabımda gıybetimi yapmayıp hak­kımı muhafaza eden bir kimsenin mükafatını ancak Aziz ve Celil olan yüce Allah verir."

îbn Abbas, gözlerinden birini kaybetti. Bedeni zayıfladı. Diğer gö­zünü de kaybedince tekrar eskisi gibi şişmanladı. Bunun sebebim ken­disine sorduklarında şöyle cevap verdi: "Gözlerimden birini kaybetti­ğimde diğerini de kaybetmekten korktuğum için zayıfladım. Ama ikinci gözümü de kaybedince artık kalbim rahatladı ve tekrar eskisi gibi şiş­manladım."                                                                                  . ,.

Ebul Kasım el-Beğavî, İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir, «îbn Abbas'm gözlerine su indi. Tabip ona dedi ki: «Gözlerindeki *>u suyu çıkarırız, ancak yedi gün süreyle namaz kılamayacaksm uoKtorun Du sözü üzerine îbn Abbas şöyle cevap verdi: «Hay*! Kjlabı di*J^Lde na­mazı terkeden kimse, AUah'm huzuruna vardanda Allah ona gazab eder."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre tabib ona şöyle demiştir: "Şu suyu gözlerinden çıkarırız ancak beş gün süreyle ya bir dal üzerinde ve­ya sırt üstü namaz kılarsın." Tabibin bu sözü üzerine îbn Abbas, şöyle dedi: "Hayır vallahi bir tek rekatı dahi o şekilde kılmam. Bir kimse ka­sıtlı olarak namazlardan birini terkederse, Allah'ın huzuruna vardığın­da Allah ona gazab eder."

Gözlerini kaybettiği zaman îbn Abbas şu şiiri okumuştu:

"Allah gözlerimdeki aydınlığı alsa da, Dilimde ve kulağımda gözlerimin nuru kalır. Kalbim zekidir, aklım bozulmamıştır, Dilim kılıç gibi keskindir."

Abdullah b. Zübeyr ile Abdülmelik b. Mervan arasında anlaşmazlık çıktığında İbn Abbas ile Muhammed b. el-Hanefiyye, toplumdan ayrılıp uzlete çekildiler. Abdullah b. Zübeyr, kendisine bey'at etmeleri için on­lara çağrıda bulundu. Ama onlar bu çağrıya icabet etmeyip her biri ona: "Sana ne bey'at ederiz ne de muhalefet" dediler. Abdullah b. Zübeyr, on­ların üzerine yürüdü. Onları öldürmek istedi, onlar da Ebu Tufeyl Amir b. Vail'e haber göndererek kendilerine yardımcı olmasmı istediler. O da Iraklılar arasındaki taraftarlarından yardım istedi. Bunun üzerine 4000 kişi onlara yardım için Mekke'ye geldiler. Hep birlikte tekbir aldı­lar. Abdullah b. Zübeyr'in üzerine hücum ettiler. O da kaçıp Kabe'ye sı­ğındı ve Ka'be'nin örtüsüne tutunarak: "Ben, Allah'a sığınıyorum." de­di. Bunun üzerine onlarda Abdullah b. Zübeyr'den vazgeçtiler. Sonra İbn Abbas ile İbn Hanefıyye'nin yanma gittiler. Abdullah b. Zübeyr de onların evlerinin etrafına odun yığdı ki onları yaksın. Bunun üzerine ikisi evlerinden çıkıp Taife gittiler. İbn Abbas, iki sene orada ikamet et­ti, hiç kimseye bey'at etmedi. Bunu önceki kısımlarda da anlatmıştık.

Hicretin altmış sekizinci senesinde îbn Abbas, Taifte vefat etti. Ce­naze namazını Muhammed b. Hanefîyye kıldırdı. Defnetmek için onu mezarına koyduklarında misli görülmemiş beyaz bir kuş geldi. Kefeni içine girdi ve onunla birlikte defnedildi.

Affan dedi ki: İbn Abbas'm ilim ve amelini rivayet ediyorlardı. Me­zara konulduğunda görünmeyen ve tanınmayan bir kimse şu aşağıdaki ayet-i kerimeyi okudu. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu ayeti onun mezarından işitmişlerdir:

"Ey huzur içinde olan can! O, senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey can! iyi kullarımın arasına gir. Cennet'ime gir." (el-Fecr, 27-30.)

İbn Abbas'ın vefatı ile ilgili olarak söylenecek sözler bunlardır, birçok imam bu sözleri tashih etmişlerdir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre İbn Abbas, hicretin altmışü-çüncü senesinde vefat etmiştir. Hicretin altmışyedinci senesinde, alt-mışyedinci senesinde, yetmişinci senesinde, yetmişüçüncü senesin-de,vefat ettiğine dair bazı rivayetler de vardır. Ama esah olan kavle göre o, hicretin altmış sekizinci senesinde vefat etmiştir. Diğer kavillerin hepsi garip, merdud ve şazdır. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. Vefat ederken yetmişiki yaşındaydı, yet-rnişbü* veya yetmişdort yaşında olduğuna dair rivayetler de vardır. Ama yetmişiki yaşındayken vefat ettiğine dair nakledilen kavil daha sahih­tir. Doğrusunu Allah bilir. [10]

 

İbn Abbas (R.A.)In Eşkali

 

İri cüsseli idi. Oturduğunda iki kişinin yerini tutardı. Yakışıklı ve güzel şimali idi. Saçı, başı üzerinde toplanmıştı. Perçemi ağarmış, şa­kaklarına beyaz teller karışmıştı. Ağaran saçlarını kına ile boyardı. Si­yah renge boyadığı da söylenir. Güzel elbiseler giyerdi. Çok koku sürii-nürdü. Öyle ki o, yoldan geçtiğinde kadınlar: "Bu îbn Abbas'tır veya misk sürünmüş bir adamdır." derlerdi. Endamı düzgündü, beyaz tenliy­di, uzun boyluydu. Güzel konuşurdu. Gözlerini kaybettiğinde rengi bi­raz sarardı. Abbas'm on oğlu vardı. Oğullarının adları şöyledir: Fadl, Abdullah, Ubeydullah, Mabed, Kuşem, Abdurrahman, Kesir, Haris, Avn ve Temmam. Temmam, kardeşlerin en küçüğü idi. Bu sebeple ba­bası Onu omuzuna alır ve şöyle derdi:

"Temmam ile oğullarımın sayısı onu buldu. Ey Rabbim, bunları salih ve iyi insanlar kıl. Bunları erkek yap ve semerelerini fazlalaştır."

Fadl, Ecnadeyn'de şehit düştü. Abdullah' Taifte, Ubeydullah Ye-men'de, Mabet ile Abdurrahman Tunus'ta, Kuşem ile Kesir Yenbu'da vefat ettiler. Kusem'in Semerkant'ta vefat ettiği de söylenir.

Beni Mahzum'un azatlısı Müslim b. Hammad el-Mekkî dedi ki: "Ab­bas ve Ümmü Fadl'ın çocukları kadar aynı evde doğan ve hepsi de şerefli olup ancak mezarları birbirinden çok uzak olan başka kimseler görme­dim." Böyle dedikten sonra Müslim b. Hammad, Abbas'm çocuklarının mezarlarının yerlerini söylemiştir, ancak Fadl'ın Medine'de, Ubeydui-lah'm da Şam'da vefat ettiğini söylemiştir.

Abdullah b. Abbas, 1000 dirhem değerinde elbise giyerdi, unun ad-bas ve Ali adında oğulları vardı. Ali fazlaca namaz kandan çok secde eden kişi anlamına gelen "Seccad" lakabıyla çagnbrdu Yeryüzünde Ku-

reyşlilerin en yakışıklısıydı. Anlatıldığına göre o, her gün 1000 rekat na­maz kılarmış. Başka bir rivayette ifade edildiğine göre o, her gün ve her gecede şartlarına tam riayet ederek 1000 rekat namaz kılarmış. Sözü edilen bu Ali, Abbasi halifelerinin atasıdır. İleride de anlatılacağı gibi onun çocukları Abbasi halifeleri olmuştur.

Abdullah b. Abbas'ın Muhammed, Fadl ve Abdullah adında oğulları da vardı ki, bunların anneleri Züra binti Mesrah b. Madi Kerib'dir. Ab­dullah b. Abbas'ın ümmü veledinden (çocuk doğuran bir cariyesinden) doğan Esma adında bir kızı da vardır.

Abdullah b. Abbas'ın İkrime, Küreyb, Ebu Mabet, Şube, Dakik, Ebu Amre ve Ebu Ubeyd adında azatlıları da vardı.

Abdullah b. Abbas, 1670 hadis rivayet etmiştir. Doğrusunu noksan­lıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [11]

 

Ebu Şüreyh El-Hüzaî

 

Hicretin altmışsekizinci senesinde Ebu Şüreyh el-Hüzaî el-Adevi el-KaTaî vefat etti. Bu zatın asıl adı hususunda ihtilaf edilmiştir. Doğru görüşe göre asıl adı Hüveylid b. Amr'dır. Mekke fethi senesinde Müslü­man oldu. Beraberinde Beni Ka*b kabilesinin üç sancağından biri vardı.

Muhammed b. Sa'd, bu zatın hicretin altmışsekizinci senesinde ve­fat ettiğini söylemiştir ve hadisleri bulunduğunu da nakletmiş tir. [12]

 

Ebu Vakîd El-Leysî

 

Yine bu senede Ebu Vakid el-Leysî vefat etti. Bu, kadri yüce bir sa­habe idi. Onun da adı hususunda ihtilaf edilmiştir. Bedir gazvesine ka­tılıp katılmadığına dair muhtelif rivayetler vardır. Vakidfnin ifadesine göre bu zat, hicretin altmışsekizinci senesinde altmışbeş yaşında vefat etmiştir. Bunun bu senede vefat ettiğini başkaları da söylemişlerdir. Bazısının iddiasına göre bu zat, yetmiş sene yaşamış ve Mekke'de bir se­neden fazla ikamet ettikten sonra vefat edip Muhacir mezarlığına def-nedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [13]

 

Hicretin Altmışdokuzuncu Senesi

 

Bu senede Amr b. Said el-Eşdak el-Ümevî öldürüldü. Onu Abdülme-lik b. Mervan öldürdü. Öldürmesinin sebebi de şuydu: Bu senenin ba­şında Abdülmelik, ordulanyla birlikte Züfer b. Haris el-Kilabî'yi kuşat­ma altına almak üzere Karkisya'ya doğru yola çıktı. Züfer b. Haris, Mer-vani ordusuna karşı Süleyman b. Süred'e yardım etmiş ve Aynü'1-verde'de onlarla savaşmıştı. Abdülmelik, bu işi bitirdikten sonra Mus'ab b. Zübeyr'in üzerine yürümeye karar vermişti. Yola çıkınca yerine Şam'da Amr b. Said el-Eşdak'ı vekil bıraktı. Amr da orada kaleye çekildi. Kendi­ni koruma altına aldı. Beytü'l-maldaki paraları aldı.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Amr b. Said el-Eşdak, Abdül­melik b. Mervanla birlikte yola çıkmıştı. Ancak yoldayken bir kısım as­kerlerle birlikte geceleyin Şam'a geri dönmüştü. Yanında Humeyd b. Hirris b. Bahdel el-Kelbî ve Züheyr b. Ebred el-Kelbî vardı. Bunlar Şam'a vardılar. Şam'da Abdülmelik'in vekili olarak Abdurrahman b. Ünamü'l-Hakem vardı. Abdurrahman, bunların gelişini duyunca şehiri bırakıp kaçtı. Amr b. Said el-Eşdak ta şehire girerek bütün hazinelere el koydu. Halka nutuk irad ederek onlara adaletle muamele edeceğini, on­lara bol bağışta bulunacağını vaadetti ve onları güzelce Övdü. Abdülme­lik, Amr b. Said'in bu yaptıklarını duyunca .hemen Şam'a döndü. Amr b. Said'in kaleye çekildiğini, kale üzerine perdeler ve örtüler astığını gör­dü. Amr b. Said, müstahkem bir kale olan Şam'daki Rumi kalesine yer­leşmişti. Abdülmelik, onu kuşatma altına aldı. Aralarında onaltı gün süreyle çarpışma oldu. Sonra ateşkes üzerine antlaştılar. Yalnız ateş­kesin ve barışın şartlarından biri, Abdülmelik'ten sonra Amr b. Said'in veliaht olmasıydı. Abdülmelik tarafından atanan valiler aynı zamanda Amr b. Said'in valileri olacaktı. İkisi aralarında bir eman yazısı yazdı­lar. Ateşkes ve barış perşembe günü akşamı olmuştu.

Bundan sonra Abdülmelik Şam'a giderek normal şekilde hükümet konağına girdi. Amr b. Said el-Eşdak'a da şu mesajı gönderdi: "Beytü'l-maldan aldığın paraları halka geri ver." Amr b. Said ise: "Bu paralar se­nin değildir, bu şehir de senin değildir. Buradan çek git." diye haber gön­derdi. Pazartesi olunca Abdülmelik, Amr b. Said'e haber göndererek hü­kümet konağına gelmesini emretti. Abdülmelik'in elçisi geldiğinde Amr'ın yanında Abdullah b. Yezid b. Muaviye de vardı. Abdullah, Amr'ın kızı Ümmü Musa binti Eşdak'm kocasıydı. Amr, Abdülmelik'in yanına gidip gitmeme hususunda Abdullah b. Yezid'e danıştı. O da fikri­ni şöyle açıkladı: "Ey Ebu Said, Allah'a yemin ederim ki, seni gözümden ve kulağımdan daha çok seviyorum. Bence Abdülmelik'in yanına gitme­lisin. Zira Kabu'l-Ahbar'ın karısının oğlu Tebi el-Himyerî şöyle demişti: "İsrailoğullarımn büyüklerinden biri Şam'ın kapılarını kilitleyecek ve çok geçmeden öldürülecektir."

Amr da şu cevabı verdi: "Vallahi ben uykuda olsam bile Zerka'nın oğlunun beni uyandırmasından korkmam. O bana karşı gelecek cürete sahip değildir. Kaldı ki, dün rüyamda Osman b. Affan'm, bana kendi gömleğini giydirdiğini gördüm."                                       

Bu konuşmadan sonra Anırb. Said, Abdülmelik'in elçisine şöyle de­di: «Abdülmelike selam söyle ve ona de ki, akşamleyin mşaallah yanına geleceğim."

Akşam olunca Amr b. Said, zırhını giydi, kılıcını kuşandı, ayağa kalktı. Ancak ayağı yerdeki sergiye takıldı. Karısı ve yanında bulunan yakınları kendisine: "Abdülmelik'in yanına gitmemen gerekir." dediler­se de o, onların uyarılarına iltifat etmedi ve yüz kadar kölesi ile yoluna devam etti. Abdülmelik te Mervanlı (kendi soyundan)lara emir vermiş, hepsini yanında toplantıya çağırmıştı. Gelip yanında toplanmışlardı. Amr b. Said kapıya vardığında Abdülmelik, içeri girmesini ve yanındaki adamların kapı girişinde bir kısmının hapsedilmesi için adamlarına emir verdi. Amr b. Said, konaktan içeri girdi. Nihayet Abdülmelik'in bu­lunduğu köşke vardı. Oraya vardığında yanında sadece bir kölesi kal­mıştı. Etrafa göz attı, irili ufaklı bütün Mervanilerin, Abdülmelik'in ya­nında toplanmış olduklarını gördü. İşin kötü olduğunu farketti. Yanın­daki köleye dönüp gizlice: "Haydi ne duruyorsun kardeşim, Yahya'ya git ve yanıma gelmesini söyle." diye fısıldadı. Ancak köle onun bu sözlerini anlamadı, fakat "başüstüne" dedi. Amr b. Said onun anlamadığını gö­rünce sözlerini tekrarladı. Köle yine anlamadı ve "Başüstüne" deyince Amr, ona şöyle dedi: "Vay sana! Haydi yanımdan defol git. Allah'ın ate­şinde yan."

Abdülmelik'in yanında Hassan b. Malik b. Bahdel ve Kabise b. Zü-eyb de vardı. Abdülmelik, yanından ayrılmaları için onlara izin verdi. Bunlar dışarı çıkınca köşkün kapıları kilitlendi. Amr b. Said de, Abdül-melik'e yaklaştı. Abdülmelik, onu tahtına oturttu. Sonra onunla uzun uzadıya konuşmaya başladı. Bir süre sonra Abdülmelik, hizmetçisine: "Ey çocuk! Kılıcı şundan al." diye emir verdi. Amr da: "İnnâ lillah ey mü'minlerin emiri!" diye itiraz etti. Abdülmelik, ona şöyle dedi: "Kılıcını kuşanmış olarak mı benimle konuşmak istiyorsun?" Köle, kılıcı Amr'dan aldı. Sonra ikisi bir süre daha konuştular. Abdülmelik, ona şöyle dedi:

- Ey Ebu Ümeyye!

- Buyur ey mü'minlerin emiri.

- Sen bana itaatsizlik etmeye başladığında kendi kendime şöyle yemin ettim: "Şayet gözüm sana doya doya bakacak olursa ve seni elime geçirirsem prangaya vurduracağım."

Bunun üzerine orada bulunan Mervan oğulları şöyle sordular:

- Sonra onu serbest mi bırakacaksın ey mü'minlerin emiri?

- Tabii, ben bununla Ebu Ümeyye'ye ne yaparım ki?

Bu defa Mervan oğulları, Amr'a şöyle dediler: "Mü'minlerin emiri-nin yeminini yerine getir." Amr da şöyle karşılık verdi: "Allah, senin ye­minini yerine getirmiş olsun, ey mü'minlerin emiri."

Bunun üzerine Abdülmelik, döşeğinin altında bulunan prangaları çıkardı ve: "Hey köle, kalk ona bu prangayı vur!" dedi. Köle kalkıp Amr'ı prangaya vurduktan sonra Amr şunları söyledi: "Ey mü'minlerin emiri! Sana Allah'ı hatırlatıyorum ve beni bu şekilde herkesin önüne çıkart­manı istiyorum." Abdülmelik, ona şöyle cevap verdi: "Ey Ebu Ümeyye, Ölüme yaklaşmışkende mi bana tuzak kurmayı düşünüyorsun? Allah'a yemin ederim ki, seni bu şekilde prangaya vurulmuş olarak herkesin önüne çıkartacak değiliz."

Daha sonra Abdülmelik, onu öyle bir itti ki, Amr'ın*ağzı tahta çarptı ve ön dişleri kırıldı. Bunun üzerine Amr şöyle dedi: "Ey mü'minlerin ecıiri, Allah'ı hatırlamam istiyorum. Bir kemiğim kırılmış bulunuyor, bundan daha kötü birşey yapmaya kalkma."

Abdülmelik, ona şu karşılığı verdi: "Allah'a yemin ederimki, sana bundan daha fazla birşey yapmadığım takdirde bunu yanıma bırakaca­ğına ve Kureyş'in durumunu düzelteceğine inansaydım seni serbest bı­rakırdım. Fakat herhangi bir beldede ikimizin durumunda iki kişi bir araya gelmişse kesinlikle biri diğerini çıkarmıştır."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abdülmelik, ona şöyle demiş­tir: "Ey Amr, bilmezmisin ki iki damızlık hayvan aynı tuzakta bir araya gelmez."

Amr, Öldürüleceğini kesin olarak anlayınca ona: "Şimdi de sözünde durmamak mı ey İbn Zerka?" dedi. Ona çok ağır ve çirkin sözler sarfetti. Bu arada müezzin, ikindi ezanını okumaya başladı. Abdülmelik, namaz kılmak üzere yerinden kalktı. Kardeşi Abdülaziz b. Mervan'a da Amr'ı öldürmesini emretti. Abdülmelik namaz kılmak üzere dışarı çıktı. Ab­dülaziz kalkıp kılıcı eline aldı. Amr, ona şöyle dedi: "Sana Allah'ı hatır­latıyorum ve aramızdaki akrabalık dolayısıyla beni öldürme işini üzeri­ne almamanı istiyorum. Beni akrabalık itibarıyla senden uzak biri Öl­dürsün." Bunun üzerine Abdülaziz kılıcını bıraktı ve yerine oturdu. Ab­dülmelik alelacele bir namaz kıldırdı. Herkes içeri girdi ve kapılar ka­patıldı. Abdülmelik çıkarken halk, beraberinde Amr'm olmadığını gör­müştü. Bu, Yahya b. Said'e bildirilince Yahya Amr'a ait bir azatlı köle ve pek çok arkadaşı ile birlikte geldi. Bunlar Abdülmelik'in kapısında: "Ey Ebu Ümeyye! Bize sesini duyur!" diye bağırmaya başladılar.

Yahya'nın adamlarından biri Abdülmelik'in oğlu Velid'in başına kı­lıçla vurdu ve başım yaraladı. Divan sahibi İbrahim b. Adiy, Velid'i bir odaya koyup sakladı. Mescitte büyük bir karışıklık meydana geldi, gü­rültü patırtı çıktı. Abdülmelik döndüğünde kardeşinin Amr'ı öldürme­diğini gördü. Onu kınadı, ona ve annesine sövdü, çünkü Abdülazız'le Abdülmelik'in anneleri aynı değildi. Abdülaziz, Abdülmelik'e: "Amr, bana Allah'ı hatırlattı, akrabalık bağından bahsetti. Beni öldürmeme­sini diledi." dedi. Abdülmelik b. Mervan, onun amcasının oğluydu, bon-ra Abdülmelik, kölesine: "Ey çocuk bana mızrağımı getir, diye emir ver­di. Getirilen mızrağı eline alıp salladı. Amr'a vurdu ama tesir etmedi, tekrar vurdu yine tesir etmedi. Eliyle Amr'm pazusuna vurdu, zırh gi­yinmiş olduğunu gördü ve gülüp şöyle sordu:

- Zırh mı giymişsin? Hazırlıklı gelmişsin.

Daha sonra Abdülmelik, eline bu işler için hazırlanmış özel kılıcı al­dı ve Amr'm yere yatırılmasını emretti. Abdülmelik, onun göğsü üzerine oturup şu beyti okuyarak kafasını kesti:

"Ey Amr! Vazgeçmezsen eğer bana hakaretten ve beni küçük düşür­mekten,

Cesedinin: "Bana su verin" diyeceği yerde seni öldürürüm."

Anlatıldığına göre Abdülmelik, Amr'ı boğazladıktan sonra saç ör­güsü gibi şiddetli bir şekilde titremeye ve sarsılmaya başladı. Öyle ki, yerinden kalkamaz oldu. Onu, Amr'm göğsünden kaldırıp tahtına gö­türdüler, tahtına oturduğu esnada o şöyle diyordu: "Daha önce Amr gibi dünya ve ahiret sahibi bir kimseyi görmedim."

Amr'm kesik başını Abdurrahman b. Ümmü'l-Hakem'e verdiler. O da başı alıp halkın arasına fırlattı. Abdülaziz b. Mervan da elinde para dolu bir tabakla dışarı çıktı ve bu tabaktaki paraları halkın üzerine sa­vurdu. İnsanlar parayı kapmaya başladılar. Anlatıldığına göre bundan sonra kendisi de halkın arasından sıyrılıp beytü'1-mala gitmiştir.

Denildiğine göre Amr b. Said'i, Abdülmelik'in kölelerinden Ebu Zu-ayzia, Abdülmelik'in namaza gitmesinden sonra Öldürmüştür, doğru­sunu Allah bilir.

Amr b. Said'in kardeşi Yahya b. Said, kardeşinin ve beraberindeki adamların öldürülmelerinden sonra hükümet konağına kendi adamla­rıyla birlikte girdi. Mervaniler onlara karşı koydular ve savaşmaya baş­ladılar, îki taraftan da çok sayıda adam yaralandı. Yahya b. Said de ba­şına bir taş isabet ettiği için kendi canının derdine düşmüş, savaşama-mıştı. Sonra Abdülmelik b. Mervan, büyük camiye gidip minbere çıkmış ve cemaata şöyle hitab etmişti: "Yazıklar olsun size, Velid nerede? Al­lah'a yemin ederim ki, onu öldürmüşlerse mutlaka onun Öcünü alırım."

İbrahim b. Adiy el-Kinani gelip: "İşte Velid yanımda, yaralı, ama ya­rası ağır değildir." dedi. Sonra Abdülmelik, Yahya b. Said'in öldürülme­sini emretti, ancak kardeşi Abdülaziz b. Mervan araya girip onun için şefaatta bulundu. Abdülmelik'in, öldürülmelerini emrettiği başka bir­çok kimsenin de affedilmesini rica etti. Abdülmelik, kardeşi Abdüla-ziz'in ricasını kabul etti. Yahya'nın bir ay süreyle hapsedilmesini emret­ti. Bir ay süreyle hapiste tutuldu. Sonra Abdülmelik, onu ve Amr b. Sa­id'in oğullarıyla ailelerim Irak'a sürgün etti. Bunlar gidip Mus'ab b. Zü-beyr'in yanma vardılar. Mus'ab ta bunlara çeşitli ihsan ve ikramlarda bulundu.

îbn Zübeyr'in öldürülmesinden sonra bütün cemaat, Abdülmelik'in etrafında toplanınca Amr b. Said'in çocukları, Abdülmelik'in yanma geldiler. Abdülmelik neredeyse onları öldürecekti, ama onlardan bazı­ları güzel ve yumuşak ifadeler kullanınca Abdülmelik onlara acımaya ve onlara karşı şiddetli bir merhamet duygusu hissetmeye başladı ve şöyle dedi: "Babanız beni, birbirimizi öldürmemiz gibi bir durumla karşı karşıya bıraktı. Ben de kendim ölmektense onu öldürmeyi tercih ettim. Size gelince, ben size ne diye yakınlık duymayayım ve ne diye akrabalı-ğnaızm hakkını vermeyeyim?" Böyle dedikten sonra onlara güzel arma­ğanlar verdi ve onları kendine yakın kıldı.

Ayrıca Amr b. Said'in karısına da haber göndererek: "Amr'a yazmış olduğum eman mektubunu bana gönder" dedi. Amr'm karısı da şu ceva­bı verdi: "Ben onu Anır'la beraber mezara gömdüm ki, Amr o mektubu kıyamet gününde Allah'a arzederek seninle muhakeme olsun."

Mervan b. Hakem, oğlu Abdülmelik'ten sonra Amr b. Said'e veliaht olacağım vadetmişti. Amr da bu söze güvenerek veliahtlığa ümitlenmiş ve bu sebeple kendini güçlü sanmıştı. Abdülmelik ise, küçük yaşlardan beri ona şiddetle öfke duyuyordu ve büyüyünce de ona bu hainliği yaptı.

îbn Cerir dedi ki: Halid b. Yezid b. Muaviye, günün birinde Abdül-melik'e şöyle demişti: Ben Amr'ı nasıl tuzağa düşürüp öldürdüğüne ha­la şaşıyorum." Abdülmelik te ona şu cümlelerle cevap vermişti:

"Korkusu gitsin diye yakınlaştırdım onu kendime, Sonra da üzerine kararlı ve sağlam atılayım diye, Dinim için gazaba gelerek ve dinimi korumak için yaptım. Hiç kötülük işleyenle iyinin yolunu tutan bir olur mu?"

Halife b. Hayyat dedi ki: Bu şiir, Dabbi b. Ebi Rafi'ye aittir. Ancak Abdülmelik bunu okumuştur.

İbn Düreyd, Şabi'den rivayet etti ki, Abdülmelik şöyle demiştir: "Amr b. Said'i gözlerden akan kandan daha çok seviyordum. Ama Al­lah'a yemin ederim ki iki erkek deve, dişi develer arasında birlikte bulu­namaz. Mutlaka bunlardan biri, diğerini ağıldan dışarı çıkarır. Ben size ancak Beni Yerbu'nun kardeşinin şu şiirini okuyabilirim:

"Bana iyilik yapana iyilikle mukabelede bulunurum, İyilikle mukabelede bulunana bağışta bulunurum, Bana kötülük yapana kötülükle mukabelede bulunurum,    ^ Tıpkı ayakkabının ayakkabıya karşı aynı hizada oluşu gibi.

Halife b. Hayyat dedi ki: Ebu'l-Yakzan, Amr b- Said'i öldürmesi yü­zünden Abdülmelik'e şu şiiri okudu:

"Sen sağol, felç olma, düşmanına zarar verdin. Öyle bir yemin ettin ki, Amr b. Said'in beynini akıttı. Mervan oğullarını asaletsiz gördün,

Katıdırlar, insanlara zarar verirler, hücum edici ve ağır hareketli­dirler.

O Mervan'a isyan edenin oğludur.

Öyle bir aileye dayanır kî, hoştur ve ataları vardır."

Vakidî dedi ki: Abdülmelik, Amr b. Said el-Eşdak'ı Hicretin altmış-dokuzuncu senesinde Batnan dönüşünde Şam'da kuşatma altına aldı. Sonra onu hicretin yetmişinci senesinde öldürdü, doğrusunu Allah bi­lir." [14]

 

Amr B. Said El-Eşdak'ın Biyografisi

 

Anırb. Saidb. As b. Ümeyye b. Abdu'ş-Şems Ebu Ümeyye el-Kureşi el-Ümevî, Eşdak lakabıyla tanınır. Anlatıldığına göre Peygamber (s.a.v.)'i görmüş ve onun şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Hiçbir baba oğluna güzel edepten daba güzel birşey vermiş değil­dir."

Amr, köle azad etme hususunda da bir hadis rivayet etmiştir. O, Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den ve Hz. Aişe'den hadis rivayet et­miştir. Oğulları Ümeyye, Said ve Musa ile başkaları da kendisinden ha­dis rivayet etmişlerdir. Muaviye, onu Medine'ye vali tayin etmişti. Aynı şekilde Yezid de babası Muaviye'den sonra onu Medine valiliğinde bı­rakmıştı. Nitekim bunu önceki kısımlarda anlatmıştık. Amr b. Said, Müslümanların önde gelen şahsiyyetlerindendi. Meşhur cömertlerden ve âlicenâb kimselerdendi. Bol miktarda para verir, ağır yükleri üstle­nirdi. Kardeşleri arasında babaları sadece kendisine vasiyyetini yap­mıştı. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi babası da meşhur cömert­lerden ve asil önderlerden bir kimseydi.

Amr b. Said, şöyle demiştir: "Bulûğa erdiğim günden beri hiçbir kimseye sövmedim. Benden birşey isteme niyetinde olan bir kimseyi de benden dilenmek mecburiyetinde bırakmadan ben kendisine ikramda bulundum. Onun bana yönelmesi, benim ona bağışta bulunmamdan da­ha önemlidir ve ben onun minneti altında olurum."

Said b. Müseyyeb dedi ki: Cahiliyye döneminde insanların hatiple­ri, Esved b. Abdülmuttalib ile Süheyl b. Amr idi. İslâmiyet döneminde de insanların hatipleri; Muaviye ile oğlu, Said b. As ile oğlu Amr b. Said ve Abdullah b. Zübeyr idi."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benim minberim üzerinde Ümeyye oğullarının zorbalarından bir zorba kişinin burnundan kan gelecek ve burun kanı akıp gidecektir."

Adamın birinin bana anlattığına göre Amr b. Said b. As, Rasûlullah (s.a.v.)'ın minberi üzerindeyken burnu kanamış ve kanı akıp gitmiştir, îbn Zübeyr'le savaşması için Yezid b. Muaviye zamanında Harre vak'a-sından sonra Mekke'ye birlikler gönderen kişi de odur. Ancak Ebu Şüreyh el-Huzaî, onu bu hareketten menetmiş ve Mekke'nin saygınlığı­na dair Rasûlullah (s.a.v.)'dan duyduğu bir hadisi ona nakletmiş, o da şu cevabı vermişti: "Ey Şüreyh! Biz bu hadisi senden daha iyi biliyoruz. Şu­nu bil ki, Harem, asileri ve katil kaçakları, ayrıca cizye vermeyip kaçan kimseleri barındırmaz."

Mervan, insanları kendisine bey'ata davet ettikten ve Şam yöneti­mine hakim olduktan sonra Mısır'a gitti. Amr b. Said de onunla birlikte idi. Mısır'ı fethetti. Artır'a, oğlu Abdülmelik'ten sonra kendisinin veliaht olacağına dair söz verdi. Bundan önce de Şam valiliğini de ona vaadetti. Ancak Mervan güçlenince bu vaadinden caydı. Oğlu Abdülmelik'ten sonra veliaht olan Amr'ı veliahtlıktan hal'etti. Yerine Abdülaziz'i veli­aht tayin etti. Bu da Amr'ı olumsuz etkiledi ve nihayet önceki sayfalarda anlattığımız savaşlar meydana geldi. Amr, Şam'a girdi. Orada müstah­kem kaleye sığındı. Şamlılar da ona icabet ettiler ancak Abdülmelik, onu kuşatma altına aldı ve ona sureten bir emanname yazarak onu kaleden indirdi, sonra da önceki sayfalarda da anlattığımız gibi onu öldürdü.

Bu hadise, çoğu tarihçiye göre hicretin altmış dokuzuncu senesinde cereyan etmiştir. Vakidî ile Ebu Said b. Yusuf bu, hadisenin hicri yetmi­şinci senede cereyan ettiğini beyan etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. Tuhaftır ki Hişam b. Muhammed el-Kelbî şöyle bir hadise anlatmıştır: Adamın biri, Amr'm isyan etmesinden ve Öldürülmesinden bir süre önce Şam surları üzerinde gaibten şöyle bir sesin geldiğini rüyasında işitmişti:

"Ey millet! Beyinsizlik ve gevşekliği bırakın, zaafa düşmüş günah­kara ve çürümüş görüşe aldırmayın,

İbn Said'e bakın ki o, ayakları üzerinde durmaktayken yüzüstü ve karın üstü yere düşüp kapaklandı.

Kalenin kendisini ölümden kurtaracağını sandı ve kaleye sığındı.

Ama ölüm onu kalede de ziyaret etti."

Rüyayı gören adam gelip Abdülmelik'e rüyasını anlatmış, Abdül­melik te ona şöyle demişti:

- Bu rüyayı kimseye anlattın mı?

- Hayır.

- Öyleyse bunu ayaklarının altına koy ve Bundan sonra Amr, Abdülmelik'e isyan etti. Abdülmelik b. Mervan da onu öldürdü.

Anlatıldığına göre Abdülmelik, onu kuşatma altına alınca kendisi­ne şu mesajı yollamıştı: "Sana Allah aşkma ve akrabalık hürmetine rica ediyorum ki, evinin durumunu ve onların ittifaklarını bozma. Sen böyle yapmakla İbn Zübeyr'i bize karşı güçlendireceksin. Daha önceki bey'atma dön, tekrar itaat et. Allah adına sana söz veriyorum ki, kesin bir imanla yemin ediyorum ki, benden sonra veliahdım olacaksın."

Böyle diyerek ve ona bu hususta bir de yazı gönderdi. Amr, onun bu tuzağına düştü. Ona inandı. Şam kapılarını açtı. Abdülmelik, şehre gir­di ve önceki sayfalarda da anlattığımız gibi onu öldürdü. [15]

 

Hicretin Altmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Önemli Şahsiyetler

 

Ebu'l-Esved Ed-Düelî

 

Ed-Dilî olduğu da söylenir. Küfe kadısı idi. Kadri yüce bir tabii idi, adı, Zalim b. Amr b. Süfyan b. Cendel b. Yamûr b. Celis b. Adiy b. ed-Düel b. Bekr Ebu'l-Esved idi. Nahiv ilmi, bu zata nisbet edilir. Anlatıldığına göre bu ilim hususunda konuşan ilk kişi kendisidir. O, bu ilmi mü'minle-rin emin Ebu Talib oğlu Ali'den almıştır. Bu zatın asıl adı hususunda ih­tilaf edilerek çeşitli kaviller ileri sürülmüştür. Meşhur kavle göre asıl adı Zalim b. Amr'dır. Bunun tersi olduğu da söylenir. VaHdî'nin ifadesi­ne göre asıl adı Uveymir b. Zuveylim'dir. Peygamber (s.a.v.)'ın sağlığın­da Müslüman oldu. Ancak onu göremedi. Cemel savaşma katıldı ve Ubeydullah b. Ziyad'ın valiliği zamanında vefat etti.

Yahya b. Main ile' Ahmed b. Abdullah el-îclî dediler ki: "Bu zat, sika ravilerdendir. Nahiv ilminden konuşan ilk kişidir."

İbn Main ile diğerlerinin ifadesine göre, hicretin altmışdokuzuncu senesinde veba salgınında ölmüştür. İbn Hallikan dedi ki: "Bu zat, Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği zamanında vefat etmiştir. Carif teki ve­ba salgının başlangıcı, hicretin altmışdokuzuncu senesinde idi."

Ben derim ki: Bu, cidden gariptir.

ibn Hallikan ile diğerleri dediler ki: "Ebu'l-Esved'e nahiv ilmini ilk öğreten kişi, Ebu Talib oğlu Alidir. Hz. Ali, ona cümlenin, isim, fiil ve harften teşekkül ettiğini anlatmıştır. Sonra Ebu Esved de onun yolunu takib etmiş ve bu esaslar üzerine çeşitli detaylar meydana getirmiştir. Bu ilme bu sebeple nahiv ilmi denilmiştir. Ebu'l-Esved'i nahiv ilmini ge­liştirmeye iten sebep, insanların dillerinin değişmesi ve Ziyad'ın valiliği zamanında Irak'ta insanların, sözlerine lahnin girmesi idi.

Ebu'l-Esved, çocuklarının terbiyecisi idi. Adamın birisi, bir gün Ziyad'ın yanma gidip: "Babamız öldü ve geride çocuklar bıraktı." demiş Ziyad da ona, Arap kelamım öğrenmeleri için insanlara bir sistem ha­zırlamasını emretmişti. Anlatıldığına göre Ebu'l-Esved ilk olarak teac-cüb sigasmı (fiil çekimlerinden biri) vaz'etmiştir. Çünkü gecenin birin­de kızı ona: "Ey babacığım, sema ne güzeldir!" demiş. Ebu'l-Esved ona: 'Yıldızlarım mı soruyorsun?" deyince kızı şöyle cevap vermişti: "Ben yıl­dızların hangisinin daha güzel olduğunu sormak istemedim, ben sadece göğün ne kadar güzel olduğunu ifade etmek istedim." Bunun üzerine Ebu'l-Esved, kızma şöyle demiştir: Öyle ise şöyle de: "Mâ ahsene's-se-müü" yani sema (gök) ne kadar da güzel."

îbn Hallikan, Ebu'l-Esved'in cimri olduğunu söylemiştir.

Ebu'l-Esved şöyle derdi: "Düşkünlere mallarımız hususunda itaat ettik, ama biz onlar gibiyiz."

Ebu'l-Esved, bir gece düşkün bir kimseye akşam yemeği vermiş, sonra onu zincire vurarak yanında gecelemiş ve o gece dışarı çıkmasına engel olmuştu ki, dilencilik yaparak Müslümanları rahatsız etmesin. Düşkün kimse ona: "Yemeğimi yedirdin, beni serbest bırak." deyince Ebu'l-Esved, şu cevabı vermişti: "Bu gece Müslümanları senden kurta­rıp rahata ermeleri için sana yemek yedirdim."

Sabah olunca da adamı serbest bırakmıştı. Ebu'l-Esved'in güzel bir şiiri de vardır.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Abdullah b. Zübeyr insanlara haccettir­di. Haricinin birisi, Mina'da tahkim olayı aleyhinde açıkça konuştu ve hücre yanında öldürüldü.

Önceki senenin valileri, bu senede görevleri başında idiler.

Bu/senede Cabir b. Semüre b. Cünade vefat etti. Sahabe idi. Hadis -rivayet etmişti. Babası da sahabe idi. O da hadis rivayet etmişti. Ca-bir'in hicri altmışaltına senede vefat ettiğine dair başka bir rivayet te vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede Esma binti Yezid b. Seken el-Ensârîye de vefat etti. Bu kadın, Peygamber (s.a.v.)'e bey'at etti. Yermük savaşında zifafa girdiği gecede çadırının direği ile dokuz Rumu öldürdü. Şam'da ikamet etti ve vefat edince de Babü's-Sağire defnedildi.

Bu senede Hassan b. Malik te vefat etti. Bu zatın künyesi, Ebu Sü­leyman el-Bahdelf dir. Halifeliğe geçince Mervan'a bey'at etti ve hicre­tin altmışdokuzuncu senesinde de vefat etti. Doğrusunu noksanlıklar­dan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [16]

 

Hicretin Yetmişinci Senesi

 

8u senede Bizanslılar harekete geçtiler. Şam'daki Müslümanlara saldırdılar. Mervanilerle Abdullah b. Zübeyr arasındaki çekişmelerden yararlanarak Müslümanları ezdiler. Abdülmelik de Şam'ı kaybetme korkusuyla her cuma 1000 dinar vermek şartıyla Bizans hükümdarı ile barış yaptı.

Bu senede Mısır'da veba salgım baş gösterdi. Abdülaziz b. Mervan Mısır'ın doğu tarafına (Şarkıyya) geçti. Kahire'ye bir konak mesafedeki Hulvan'da konakladı. Orayı kendine ikametgah edindi ve orayı Rıpti-lerden (Mısırın yerli halkı) 10 000 dinara satın alarak orada bir hükü­met konağı ve cami inşa etti, askerlerini de oraya yerleştirdi.

Bu senede Mus'ab b. Zübeyr, yanma bol miktarda mal alarak Bas­ra'dan Mekke'ye doğru yola çıktı. Herkese bağışta bulundu. Hicaz'daki kabile reislerine bol miktarda mal verdi.

Bu senede .vefat eden meşhur şahsiyetlerden birisi de Asım b. Ömer b. Hattab el-Kureşi el-Adevfdir. Annesinin adı Cemile binte Sabit b. Ebu'l-Eflah'tır. Asım, Rasûlullah (s.a.v.) hayatta iken dünyaya geldi. Babasından sadece şu hadisi rivayet etti: "Gece şu taraftan gelmeye başlayınca."

Oğulları Hafs ile Abdullah ve bir de Urve b. Zübeyr kendisinden ha­dis rivayet etmişlerdir. Babası, annesini boşamıştı. Ninesi Şemus binti Ebi Amir de boşanan annesini yanma alarak Ebu Bekir es-Sıddik'in ya­nına götürdü ve ona: "Kokusu ve letateti ona senden daha sevimlidir." dedi.

Hz. Ömer, Asım'ı halifeliği zamanında evlendirince ona bir ay sü­reyle beytü'1-maldan nafaka verdi. Sonra bu nafakayı kesti ve kendi ma­lından ona sermaye vererek ticaret yapmasını ve böylece ailesinin geçi­mini sağlamasını emretti.

Birden fazla ravinin anlattığına göre Asım ile Hz. Hasan ve Hz. Hü­seyin arasında bir arazi hususunda anlaşmazlık vardı. Asım, Hz. Ha-san'ın bu konuda öfkelendiğini anlayınca: "Arazi senin olsun." dedi. Hz. Hasan da ona: "Hayır, hayır senin olsun." İkisi de araziyi terkettiler. Ar­tık ona dokunmadılar. Bunların çocuklarından hiçbiri de o araziye el at­madı. Sonra insanlar her bir yanından o araziden almaya başladılar.

Asım; lider, ağırbaşlı, âlicenâb ve faziletli bir kimseydi. Vakidf nin ifa desine göre hicretin yetmişinci senesinde Medine'de vefat etmiştir. [17]

 

Kabise B. Züeyb El-Hüzai El-Kelbî

 

nın

Künyesi Ebu'l-Alâ'dır. Tabiilerin büyüklerin dendir. Muaviye'ni süt kardeşidir. Medinelilerin fakihlerinden ve salih adamlanndandı Şam'a göçtü, bilgili ve yazar bir kimse idi.

Meşhur rivayete göre bu zat, Hicaz badiyesindendir. Anlatıldığına göre bu, Hz. Hüseyin'in süt kardeşidir. Habbab kızı Buna ile evlendi. Sonra onu boşadı. Boşaymca da ona olan aşkından dolayı başını alıp çöl­lere düştü ve çölde yaşamaya başladı. Buna için şiirler okudu ve bedeni zayıf düştü. Durumu fenalaşmca İbn Ebi Atik ona gitti. Onu alıp Abdul­lah b. Cafer'in yanına götürdü ve ona şöyle dedi: "Anam babam sana fe­da olsun, sana bir işim düştü. Benimle gel" Böylece kalkıp yola çıktılar. Yanlarına Kureyş'in önde gelen şahsiyetlerinden dört kişiyi de aldılar ama nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Nihayet İbn Ebi Atik, onları Kays'm eski karısı Büna'nm yeni kocasının evine götürdü. Kapıyı vur­dular. Büna'mn kocası dışarı çıkınca karşısında Kureyş'in önde gelen şahsiyetlerini gördü. Onlara şöyle dedi:

- Allah, beni size kurban etsin, hayrola niçin geldiniz?

- İbn Ebi Atik'in bir işi düştü sana.

- Şahit olun onun işi görülecektir. Hükmü geçerli olacaktır. Gelenler, îbn Ebi Atik'a:

- Haydi işini söyle bakalım, dediler. İbn Ebi Atik te şu karşılığı ver­di;          

- Şahit olun ki, bu adamın karısı Buna boştur. Abdullah b. Cafer de, İbn Ebi Atik'e şöyle dedi:

- Allah seni kahretsin, bizi bu iş için mi buraya getirdin Büna'nm yeni kocası da şöyle dedi:

- Karımı size feda ettim, karım artık boştur, bu adam da onun ko­cası olsun. Müslüman bir erkeğin aşk yüzünden ölmesindense bu kadı­nın benden başka biriyle evlenmesi elbette ki daha hayırlı olacaktır. Al­lah'a yemin ederim ki, bu kadın eşyalarını alıp eski kocası Kays'm evine göçmedikçe ben buradan ayrılmayacağını.

Kadın da eşyalarını topladı ve eski kocası Kays b. Züreyh'in evine taşındı. Bir süre lüks ve refah içinde rahatça yaşadılar. Allah onlara rahmet etsin. , [18]

 

Yezid B. Ziyad B. Rebia El-Himyerî

 

Şairdi, çok şiirleri ve hicivleri vardı. Ubeydullah b. Ziyad, babası Zi-yad'ı hicvettiğinden dolayı onu öldürmek istemişti. Ancak Muaviye, onu Öldürmesine engel olmuş ve: "Yezid'i te'dib et" demişti. Ubeydullah ta ona müshil ilacı içirerek bir merkebe bindirmiş ve sokaklarda-dolaştırmıştı. Merkeb üzerinde sokaklarda dolaşırken de altına pisli­yordu. Bu halde iken şöyle diyordu:

"Benim pisliğimi su yıkayıp temizler,

Şiirim ise babanın çürümüş kemiklerine işler!" [19]

 

Beşirb.Nadr

 

Mısır kadısı idi. Yıllık maaşı 1000 dinardı. Mısır'da vefat etti. Vefa­tından sonra yerine Abdurrahman b. Hamza el-Holanî geçti. Doğrusu­nu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [20]

 

Malikb. Yuhamir                     

 

Malik b. Yuhamir es-Sekseki el-îlhanî, Humusludur. Kadri yüce bir tabiidir. Sahabe olduğu da söylenir. Doğrusunu Allah bilir. Buharı, Mu­aviye tarikiyle Malik b. Yuhamir'in Muaz b. Cebel'den naklen şöyle de­diğini rivayet etmiştir: "Hak üzere olan taife, Şam'da olacaktır."

Bu rivayet, büyüklerin, küçüklerden yaptığı rivayettir, ancak bu zatın sahabe olduğu söylenir. Ama sahih kavle göre sahabe değil, tabii­dir. Muaz b. Cebel (r.a.)'in en has adamlarındandı. Birden fazla ravinin anlattığına göre Malik, hicretin yetmişinci senesinde vefat etmiştir, yetmişikinci senede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğ­rusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [21]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/450-452.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/452-458.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/458-462

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/462-466.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/466-467.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/468-470.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/470.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/470-474.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/474-484.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/484-487.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/487-488.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/488.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/488.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/488-494.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/494-496.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/496-497.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/498-499.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/499.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500.