Mus'ab
B. Zübeyr'in Biyografisi
Hicretin
Yetmîşbîrîncî Senesinde Vefat Eden Bazı Şahsiyetler
Rasûlullah
(S.A.V.)'In Azatlısı Sefine
Yezid
B. Esved El-Cüreşi Es-Sekûnî
Abdullah
B. Hazîm'in Biyografisi
Bu
Senede Vefat Eden Bazı Şahsiyetler
Mü'minlerin
Emirî Abdullah B. Zübeyrin Biyografisi
Bu
Senede Abdullah B. Zübeyr'in Yanısıra Vefat Eden Şahsiyetler
Abdullah
Sa'd B. Cüşem El-Ensârî
Abdullah
B. Ebi Hadred El-Eslemî
Zeyneb
Binti Ebi Selma El-Mahzumî
Bu senede Mus'ab b.
Zübeyr öldürüldü. Bu olayın gelişmesi şöyle olmuştur: Abdülmelik b. Mervan,
büyük bir ordu ile Şam'dan yola çıkarak Mus'ab b. Zübeyr'in üzerine yürüdü ve
iki ordu bu senede karşı karşıya geldi. Daha öncede iki taraf birbirleriyle
savaşmak için yola çıkıyorlardı, ancak araya kış, soğuk ve çamurlar giriyor ve
böylece iki taraf birbirleriyle savaşamıyordu. Her taraf kendi beldesine geri
dönüyordu. Bu sene Abdülmelik harekete geçti. Kendisi harekete geçmeden önce
birlikleri önden gönderdi. Gönderdiği bazı müfrezeler Basra'ya girdiler.
Basrahlan gizlice Abdülmelik'e yandaş olmaya davet ettiler. Bazıları bu davete
icabet etti.
Mus'ab da Hicaz'a
gitti, sonra dönüp Basra'ya girdi. Şehrin ileri gelenlerini kınadı, onlara
sövdü ve Abdülmelik'in adamlarının Basra'ya girmelerine imkan vermelerinden
dolayı onları ayıpladı ve onları teslim olup davetlerini kabul etmelerinden
dolayı azarlardı. Bazısının evlerini yıktı. Sonra Kûfe'ye yöneldi. Bu arada
Abdülmelik'in Şam ordusuyla üzerine gelmekte olduğu haberini aldı. Kendisi de karşı
harekete geçti. Abdülmelik, Mesken'e vardı. Önceden gönderdiği müfrezelerine ve
adamlarına icabet eden Mervanilere mektub yazdı. Çağrıda bulundu, onlar da bu
çağrıya icabet ettiler. Ancak kendilerini İsbahan'a yönetici tayin etmesini
şart koştular. Abdülmelik de bir grup oluşturan bu emirlere olumlu cevap
verdi.
Abdülmelik, ordusunun
öncü kuvvetlerinin başına kardeşi Mu-hammed b. Mervan'ı, sağ cenah
komutanlığına Abdullah b. Yezid b. Mu-aviye'yi, sol cenah komutanlığına Halid
b. Yezid b. Muaviye'yi tayin etti.
Mus'ab, yola çıkınca
Iraklılar ona karşı geldiler. Onu yalnız ve yardımsız bıraktılar. O da
yanındaki adamlarla bir durum muhakemesi yaptı. Adamlarının, düşmanlarına karşı
direnme diklerini gördü, kendini Ölüme attı. Canını bu işe vakfetti ve şöyle
dedi: "Iraklıların kendisine yardım ellerini uzatmayışları esnasında
Ubeydullah b. Ziyad'a boyun eğmeyen Hüseyin'i örnek alıyorum." Ayrıca
kendini teselli etmek için de şu şiiri okuyordu:
, "Haşimoğullarından tahtta bulunan o
ilkler, Örnek oldu şereflilere ve yol gösterdiler."
Abdülmelik'e bazı
adamları Şam'da ikamet etmesini ve Mus'ab'ın üzerine bir ordu göndermesini
tavsiye ettilerse de o, bu tavsiyelere kulak vermedi ve şöyle dedi:
"Belki de onun
üzerine göndereceğim ordunun komutanı yürekli olur ama görüssüz olur. Belki de
görüş sahibi olur ama yüreksiz olur, ama ben kendimi savaş taktiklerinden
anlayan ve aynı zamanda da inançlı olan bir kimse olarak görüyorum. Mus'ab'a
gelince o yürekli bir ailedendir. Babası daha yüreklidir, Kureyşlidir. Kardeşinin
de yürekli bir kimse olduğunu bilmeyen yoktur, kendisi de yüreklidir. Beraberinde
kendisine muhalif kimseler vardır, ama kendisi savaş taktiklerinden alamaz,
mütarekeden ve barıştan yanadır. Benim yanımda öğüt veren ve yapmak istediğim
şeyler hususunda bana muvafakat eden kimseler vardır."
Abdülmelik yola çıktı.
İki ordu karşı karşıya geldiklerinde Abdülmelik, Mus'ab'ın komutanlarına
mektublar göndererek onları kendi saflarına katılmaya davet etti ve onlara
idarede görev vermeye dair vaatlerde bulundu. İbrahim b. Ester, Mus'ab'm
yanına giderek ona mühürlü bir mektub verdi ve: "Bu mektub bana
Abdülmelik'ten geldi." dedi. Mektubu açınca Abdülmelik'in onu kendi
yanına çağırmakta olduğunu ve ona Irak valiliğini vaadettiğini gördü. Ester,
Musab'a da: "Ey emir, senin bütün komutanlarına böyle mektublar gelmiştir.
Eğer beni dinlersen ben onların boyunlarını vurayım." dedi. Mus'ab ta ona:
"Eğer böyle yaparsan öldürdüğün komutanların aşiretleri artık bana iyi davranmazlar."
diye cevap verdi. İbrahim de şöyle bir teklifte bulundu: "Öyleyse onları
kisranın beyaz köşküne gönder, onları orada hapset. Eğer muzaffer olursan
boyunlarını vurursun. Eğer mağlub olursan bunlar daha sonra o hapisten çıkıp
giderler." Mus'ab şöyle dedi: "Ey Ebu Nu-man, ben şimdi meşgulüm,
bununla uğraşacak durumda değilim. Allah, Ahnefe rahmet etsin. O, Iraklıların
hain olduklarım söyleyerek beni uyarmıştı. Sanki şimdiki durumumuzu o zamandan
görüyor gibiydi."
Sonra iki ordu
Mesken'e bağlı Deyri Caslik mıntıkasında karşı karşıya geldiler. Irak
ordusunun öncü kuvvetlerinin komutanı ve Mus'ab'm maiyyetinde bulunan İbrahim
b. Ester, Şam ordusunun öncü kuvvetlerinin komutanı Muhammed b. Mervan'a
saldırdı. Onu ve askerlerini bulundukları yerden geriye doğru püskürttü, ancak
Abdülme-lik, Muhammed b. Mervan'ın yerine Abdullah b. Yezid b. Muaviye'yi geçirdi.
O ve beraberindeki askerler, İbrahim b. Eşter'in askerlerinin üzerine
saldırdılar. Onlan ezdiler. İbn Ester öldürüldü. Allah, ona rahmet etsin ve onu
bağışlasın. Beraberinde bir grup komutan daha öldürüldü. Attab b. Verka,
Mus'ab'a bağlı süvari kuvvetlerinin başında bulunuyordu. O da kaçtı,
Abdülmelik b. Mervan'a sığındı. Mus'ab b. Zübeyr, ordusunun merkezinde
bulunmakta olup sancaktarları ayaklandırıyor, bahadır ve yiğitleri düşmanın
önüne çıkmaya teşvik ediyordu. Ancak hiç kimse harekete geçmiyordu. Mus'ab'da:
"Ey İbrahim! Ama bu gün benim için İbrahim artık yoktur." demeye
başladı. İş zorlaştı, savaş kızıştı. Adamlar birbirlerine yardım etmez oldular,
durum gerçekten sıkıntılı oldu. Musibet çoğaldı.
Medainî dedi ki:
Abdüîmelik, kardeşini Mus'ab'a göndererek ona eman verdiğini bildirdi. Fakat
Mus'ab, bu emanı kabul etmeyip şöyle dedi: "Benim gibi biri bu mekandan ya
galip ya da mağlub olarak ayrılır."
Dediler ki: Muhammed
b. Mervan, İsa b. Mus'ab'ı çağırarak ona şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu,
kendini öldürtme. Sana eman verildi." Mus'ab'ta oğlu İsa'ya: "Amcan
sana eman vermiştir, onun yanma git ve emanını kabul et." dedi. Fakat İsa,
bu emanı kabul etmeyip şöyle dedi: "Seni ölüme terkettiğimi Kureyş
kadınlarının dillerine dolamalarına fırsat vermeyeceğim." Babası tekrar
kendisine: "Ey oğulcuğum, yarış atlarından birine bin ve amcanın yanına
git. Iraklıların neler yaptıklarım ona anlat. Ben burada öldürüleceğim."
dedi. İsa da: "Allah'a yemin ederim ki, bundan sonra (ben hayatta kalıpta)
senin başına gelenleri başkalarına anlatacak değilim. Senin öldürülüşünü de
Kureyş kadınlarına haber verecek değilim. Ben ancak seninle beraber öldürüleceğim,
ama sen istersen atına bin ve bizi hep birlikte Basra'ya götür, onlar senden
yanadırlar." dedi. Mus'ab ta: "Allah'a yemin ederim ki,Ku-reyşli
kadınların benim cepheden kaçtığımı anlatmalarına fırsat vermeyeceğim. Haydi
sen öne geç, şehid ol ki ecrini Allah'tan bekleyeyim." dedi. Oğlu İsa öne
geçti, savaştı ve nihayet şehit edildi. Mus'ab ta hızlı hızlı ok atmaya
başladı. Aynı durumda olan Zaide b. Kudame ona baktı, ona saldırdı, bir darbe
vurdu. Vururken de: "Ey Muhtarın intikamı!" diyordu. Ubeydullah b.
Ziyad b. Zabyan et-Temimî adında biri, Mus'ab'a doğru gelip hücum etti. Onu
öldürdü, başını koparıp Abdülmelik b. Mervan'a götürdü. Abdülmelik secdeye
kapandı ve Mus'ab'm kesik başını getiren Ubeydullah'a 1000 dinar verdi.
Ubeydullah, bu parayı kabul etmeyip şöyle dedi: "Ben onu sana itaat etmek
için öldürmedim. Aksine ondan intikamımı aldım." Abdülmelik, daha önce
Ubeydullah'ı bir göreve atamıştı. Böyle demesi üzerine onu tahkir etti ve
görevden aldı. Dediler ki: Mus'ab'm kesik başı önüne konulduğu zaman
Abdülmelik şöyle dedi: "Ben ve Mus'ab eski arkadaşız. O, insanlar arasında
en çok sevdiğim kimsedir, ama şu hükümdarlık ve saltanat uğursuzdur."
Mus'ab'm adamları
etrafından dağılıp gittiğinde oğlu İsa babası Mus'ab'a şöyle bir teklifte
bulunmuştu: "Bir kaleye sığınsan da sonra Mühelleb b. Ebi Sufra ve benzeri
komutanlara mektubiar yazsan da se-\ıin yanına gelseler iyi olmaz mı? Durumunu
düzeltip toparlandığında artık rakiplerine karşı çıkabilirsin. Ama şimdi
durumun gerçekten fe-nalaşmış ve sen de zayıflamışsın."
Mus'ab, oğlu İsa'ya
cevap vermedi. Sonra Hz. Hüseyin'in başına gelenleri, onun şereflice nasıl
öldürülüşünü, teslim olmayışını, Iraklılardan vefa görmediğini, babasının ve
kardeşinin de aynı akıbete uğradıklarım anlattı. Biz de Iraklılardan vefa
görmedik, dedi. Sonra adamları dağılıp gittiler. Yanında az sayıda has adamları
kaldı. Hepsi Abdülmelik'in taranna geçtiler. Abdülmelik'in kendisi, Mus'ab'ı
çok severdi. Halifelikten önce onun dostuydu. Kardeşi Muhammed'e; "Git
Mus'ab'a eman ver." dedi. Muhammed gidip Mus'ab'a şöyle dedi:
"Ey Mus'ab!
Amcanoğlu senin canın, çocuğun, malın ve ailen için eman vermiştir, dilediğin
yere git. Eğer sana bundan başka bir muamele yapmak isterse yapabilir."
Mus'ab ta şu karşılığı
verdi: "Artık iş olacağına varmıştır. Benim gibi birisi bu cepheden ancak
ya galip ya da mağlub olarak ayrılıp gider.
Oğlu İsa, öne geçti ve
savaşmaya başladı. Muhammed b. Mervan, ona: "Ey kardeşimin oğlu, kendini
ölüme atma!" dedi. İsa da önceki kısımlarda naklettiğimiz sözleri
sarfetti. Sonra şehid edilinceye kadar savaştı. Allah ona rahmet etsin. Bundan
sonra ravi, onunla birlikte öldürülen kimselerin adlarını da sıralamıştır.
Nitekim bunu önceki sayfada da nakletmiştik.
Mus'ab'm kesik başı
Abdülmelik'in önüne konulduğunda ağladı ve şöyle dedi: "Kendisini çok sevdiğimden
Ötürü onun öldürülmesine dayanamıyorum, daha önce dostumdu, ama sonunda
aramıza kılıç girdi, lakin şu hükümdarlık uğursuzdur. Aramızda çok eskiye
dayanan sevgi ve saygı vardı. Kadınlar artık Mus'ab gibisini kimbilir ne zaman
doğururlar?"
Böyle dedikten sonra
Abdülmelik, Mus'ab'm oğlunun ve İbrahim b. Eşter'in Kûfe'ye yakın Mesken
mezarlığına defnedilmelerini emretti.
Medainî dedi ki:
Mus'ab b. Zübeyr, hicri yetmişbirinci senenin ce-maziyelevvel ajanın onüçünde
salı günü öldürüldü. Cumhur-u ulema bu görüştedirler.
Medainî'nin ifadesine
göre Mus'ab, hicri yetmişikinci senede öldürülmüştür, doğrusunu Allah bilir.
Dediler ki:
Abdülmelik, Mus'ab'ı öldürdükten sonra Kûfe'ye geçti. Nahile'de konakladı.
Kabilelerin reisleri ve Arapların önderleri ziyaretine geldiler. Onlara fasih
ve beliğ hutbeler irad etti. Güzel şiirlerle deliller ileri sürdü. Iraklılar,
ona bey'at ettiler. O da valiler atadı. Kûfe'ye Katan b. Abdullah el-Hirrî'yi
atadı. Katan, kırk gün valilik yaptıktan sonra Abdülmelik onu azletti, yerine
kendi kardeşi Bişr b. Mervan'ı tayin etti. Abdülmelik, bir gün Kûfe'de bir
konuşma yaptı. Konuşmasında şöyle dedi: "Eğer Abdullah b. Zübeyr, kendi
iddia ettiği gibi halife olsaydı ortaya çıkar ve kendi nefsine hüzün verir,
kuyruğunu da Harem'e çakmaz di."
Böyle dedikten sonra
sözünü şöyle sürdürdü: "Ben, kardeşim Bişr'i size vali tayin ettim.
İtaatkarlara iyi davranmasını, asilere de şiddetli olmasını emrettim. Emrini
dinleyin ve ona itaat edin."
Basralılar, Mus'ab b.
Zübeyr'in öldürülüşünü duyunca Ebban b. Osman b. Affan ile Ubeydullah b. Ebi
Bekre Basra'ya vali olma hususunda çekiştiler. Ebban, Ubeydullah'ı mağlub etti.
Basralılar da Ebban'a bey'at ettiler. Böylece Ebban, valilik hususunda çekişen
iki kişiden en üstün olan kişi oldu.
Bir Arabi dedi ki:
"Allah'a yemin ederim ki Ebban'm abasının bir gün omuzundan kaydığını
gördüm. Mervan ile Said b. As koşarak abasını tekrar onıuzuna
yerleştirdiler.''
Başka bir ravi dedi
ki: "Günün birinde Ebban ayağını uzattı. Muavi-ye ile Abdulllah b. Amir
koşarak ayağım düzelttiler." .
Abdülmelik, Halid b.
Abdullah b. Halid b. Üseydî'yi Basra'ya vali olarak gönderdi. O da gidip görevi
Ebban'dan teslim aldı. Yerine Ubeydullah b. Ebi Bekre'yi vekil bıraktı.
Ebban'ı da oradan azletti.
Dediler ki:
Abdülmelik, bol miktarda yemek yapılmasını emretti. Yemeği Kûfelilere kendi
sofrasında takdim etti. O gün tahtında yanıba-şında Amr b. Hirris'te
oturmaktaydı. Abdülmelik, ona şöyle dedi: "Bu yaşayışımız ne kadar güzel
ve lezzetli, fakat devam etse. Ancak biz de bizden Öncekilerin söylediğini
söylüyoruz:
"Ey Ümeym! Her
yeni eskimeye gidiyor, Herkes bir gün ne idiyse o olacaktır."
Yemeği bitirdikten
sonra Abdülmelik, Amr b. Hirris ile birlikte dolaşmaya başladı. Abdülmelik,
Amr'a: "Bu ev kimindir, burayı kim inşa etmiştir?" diye soruyor, Amr
da ona cevap veriyordu: Bunun üzerine Abdülmelik tekrar meclisine dönüp sırt
üstü uzandı ve şöyle dedi:
"Çalış, ama acele
etme, nasıl olsa öleceksin, Ey insan! Kendin için gayret et, Şimdi olan, geçti
mi, olmamış gibi olacak. Sonra olacak olan da hemen olmuş gibidir."
îbn Cerir dedi ki:
Abdülmelik, bu senede Şam'a döndü. Yine bu senede İbn Zübeyr, Medine valisi
Cabir b. Esved'i görevden azletti. Yerine Talha b. Abdullah b. Avf ı tayin
etti. Talha, onun tayin ettiği en son vali idi. Sonra Abdülmelik tarafından
atanan ve Hz. Osman'ın azatlısı olan Tarık b. Amr vali olarak Medine'ye geldi.
Bfu senede Abdullah b.
Zübeyr, insanlara haccettirdi, onun Irak'ta hükmü kalmamıştı.
Vâkidî dedi ki: Bu
senede Mısır valisi Abdülaziz b. Mervan, Hassan el-Anî'yr İfrikiye'ye gazveye
gönderdi. O da kalabalık bir ordu ile oraya sefer etti. Kartaca'yı fethetti,
oranın halkı Rum ve putperest idi.
Bu senede Yemame'de
ayaklanan Necdet el-Harurî öldürüldü.
Yine bu senede
Abdullah b. Sevr, Yemame'de isyan etti. [1]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Mus'ab b. Zübeyr b. Avvam b. lid b. Esed b. Abdiluzza b. Kusay b.
Kilab. Künyesi Ebu Abdı Kureşî'dir. Kendisine Ebu İsa el-Esedî de denirdi.
Anasının adı lurman b. Enifel-Kelbiye'dir.
Mus'ab,
sima bakımından insanların en çizeli, en, merdi idi. Hz. Ömer'den, babası
Zübeyr'den, S* d b. Ebi
Ve Ebu Said el-Hudri'den rivayetlerde
bulunmuştur. Hakem b. Uyeyne, Amr b. Dinar el-Cumahî ve İsmail b. Ebi Halid de
ondan rivayetlerde bulunmuşlardır.
Mus'ab, Muaviye'nin
yanına geldi. Ebu Hüreyre'nin meclisinde bulundu. Sima bakımından insanların
en güzeli idi. Zübeyr b. Bekkâr'ın anlattığına göre Mus'ab, Arefede vakfe
yapmakta iken Cemil ona bakıp şöyle dedi: "Burada öyle bir delikanlı var
ki, Besine'nin onu görmesini istemiyorum."
Sabi dedi ki:
"Minber üzerinde Mus'ab kadar yakışıklı ve güzel başka birini
görmedim." İsmail b. Halid te böyle demiştir. Hasan'm ifadesine göre o,
Basralıların en yakışıklısı idi.
Hatib Bağdadî dedi ki:
"Mus'ab, Irak'a kardeşini vali olarak tayin etti. Nihayet Abdülmelik, onu
Evana'ya yakın bir yer olan Mesken'de Dicle nehri kıyısındaki Deyr-i Caselik'te
öldürdü. Mezarı da şu ana kadar orada bilinmektedir."
Mus'ab'm, Muhtar b.
Ebi Ubeyd'i nasıl öldürdüğünü ve bir sabahta Muhtar'm adamlarından 7000 kişiyi
öldürdüğünü anlatmıştık.
Vakidî dedi ki:
Mus'ab, Muhtar'ı öldürünce Muhtar'm konaktaki adamları kendisinden eman
istediler. O da onlara eman verdi. Sonra yanlarına Abbad b. Husayn'ı gönderdi.
Onları zincirlere bağlı olarak konaktan çıkardı. Esirlerden biri şöyle dedi:
"Sizi bize galip kılan ve bizi esaretle imtihan eden Allah'a hamdolsun. Ey
İbn Zübeyr, affedeni Allah ta affeder. Cezalandıran kimse ise, misillemeden
emin olamaz. Biz sizinle aynı kıbleye yönelen dindaşlarınızız. Şimdi sen
iktidara geçtin. Bağışla ve bizi affet."
Mus'ab onlara acıdı ve
onları serbest bırakmak istedi. Ancak Abdur-rahman b. Muhammed b. Eş'as ile her
kabileden başka adamlar kalkıp "Bunlar bizim çocuklarımızı öldürdüler.
Aşiretlerimizi helak ettiler: Bizden birçoklarını yaraladılar. Bu durumda ya
bizi ya da bunları tercih et." dediler. Bunun üzerine Mus'ab ta esirlerin
öldürülmelerini emretti. Esirler de hep birlikte şöyle seslendiler:
"Bizi Öldürme,
bizi kendi ordunun Öncü kuvvetleri yaparak Abdülmelik b. Mervan'a karşı savaşa
sürükle. Eğer galip olursak zaten bu sizin istediğiniz birşeydir. Eğer
öldürülecek olursak onlardan bir topluluğu öldürmedikçe biz Ölmeyiz. Bunu da
istersiniz."
Mus'ab, bu teklifi
kabul etmedi. Misafir kalkıp ona şöyle dedi:
"Ey Mus'ab,
Allah'tan kork, zira Aziz ve Celil olan Allah, Müslüman bir kimseyi herhangi
bir kimseyi öldürmüş olmaksızın katletmeni yasaklamıştır. "Kim bir
mü'mini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı Cehennem'dir. Allah,
ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır." {en-Nisâ, 93.)
Mus'ab, onu dinlemedi,
aksine tamamının boyunlarının vurulmasını emretti. Esirler 7000 kişi idi.
Sonra Mus'ab, İbn
Eşter'e mektub yazarak yanına gelmesini, davetine icabet etmesini istedi. Buna
karşılık ona Şam valiliğini ve süvarilerin komutanlığını va'detti. İbn Ester
de kalkıp Mus'ab'm yanma gitti.
Anlatıldığına göre
Mus'ab, Mekke'ye geldiğinde Abdullah b. Ömer'in yanma varmış ve ona şöyle
demiş: "Ey amca! İtaat dışına çıkan ve mağlub olup kaleye sığmmcaya kadar
savaşan sonra da eman isteyen, kendilerine eman verildikten sonra tekrar
savaşan bir kavmin durumunu sana soruyorum, bunlara ne yapılması
gerekir?" Abdullah b. Ömer: "Onlar kaç kişidirler?" diye sorunca
Mus'ab, 5000 kişi olduklarını söylemiş. İbn Ömer de teşbih getirmiş ve:
"înnâ lillah ve İnnâ îleyhi ra-ciun," dedikten sonra şöyle demiş:
"Bir adam, Zübeyr'in davar sürüsüne gelse ve bir sabah ta o davarlardan
5000 taneyi boğazlasa, sen o adamı israfçı ve aşın gitmiş saymaz mısm?"
Musab, evet, diye cevap verince İbn Ömer, ona şu karşılığı vermiş: "Sen
bunu davarlar hakkında aşırı , gitmek ve israf olarak kabul ediyorsun da tevbe
etmelerini ümid ettiğin insanlar hakkında aşırı gitmek ve israf olarak kabul
etmiyor musun? Ey kardeşimin oğlu, elinden geldiğince dünyada ateşin üzerine
soğuk su dök.w
Mus'ab, daha sonra
Muhtar'm kesik başını Mekke'de bulunan kardeşine göndermiş ve Irak'ta
otoritesini yerleştirmişti. Vilayetlere valilerini atamış, İbn Ester de onun
yanında yükselip itibar sahibi olmuş, onu elçiliğe tayin etmişti. Sonra kendisi
Mekke'de bulunan kardeşinin yanına gitmiş, icraatlarını ona anlatmış, o da
icraatlarını uygun görmüştü. Yalnız îbn Eşter'in görevini onaylamamış ve ona
şöyle demişti: "Eşter'i seveceğimi mi sanıyorsun? Bendeki bu yarayı açan
odur." Sonra Mus'ab'la birlikte gelen Iraklıları çağırmış ve onlara şöyle
demişti: "Allah'a yemin ederim ki sizden her iki adam yerine bir Şamlının
bana gelmesini çok isterdim." Böyle demesi üzerine Basra'daki cemaatın
kadısı Ebu Haciz el-Esedî ona şöyle demişti: "Ey mü'nıinlerin emiri,
bizimle sizin durumunuz, tıpkı A'şâmn şu beytinde anlattığına benzemektedir.
"Ben ona
enlemesine takıldım. O da benden başka bir erkeğin ayağına tatildi. Başka bir
erkek te ayağını ona taktı."
Ben de derim ki:
Aralarındaki durum, şu beyitte anlatıldığı gibidir:
"Biz Leyla ile
delirdik, Leyla ise başkaları ile delirdi. Başkası ise -kendisini istemediğimiz
halde- bizimle delirdi.
Ey mü'minlerin emiri,
biz sana gönül bağladık. Sen ise Şamlılara gönül bağladın. Ama Şamlılar da
gönüllerini Mervan'a bağlamışlardır,
Şimdi ne yapacağımızı
bilemiyoruz?"
Sabi dedi ki:
"Ben bundan daha güzel bir cevap işitmedim."
Başkası dedi ki:
İnsanlar arasında kadınları en çok Mus'ab severdi. Nitekim rivayet olunduğuna
göre aralarında İbn Ömer'in bulunduğu bir cemaatla birlikte Mus'ab b. Zübeyr,
hacer-i esvedin yanında toplanmışlar ve şöyle demişlerdi: "Her biriniz
kalksın ve Allah'tan dilekte bulunsun." İbn Ömer kalkıp Allah'tan
mağfiret dilemiş; Mus'ab ise Allah'tan, kendisini o zamandaki kadınların en
güzellerinden Sekine bin-ti Hüseyin ve Aişe binti Talha ile evlendirmesini,
ayrıca kendisine Irak valiliğini bahşetmesini dilemişti. Allah ta bunu
kendisine vermiş ve dileğini yerine getirmişti. Mus'ab, Aişe binti Taiha ile
evlenmiş ve ona 100 dinar mehir vermişti. Aişe, gerçekten göz aha bir güzelliğe
sahipti. Mu-sab'm kendisi de cidden yakışıklıydı, diğer zevceleri de güzel
idiler.
Asmaî, Ebu Zinad'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mus'ab, Urve,
İbn Zübeyr ve İbn Ömer hacer-i esvedin yanında toplandılar. Abdullah b.
Zübeyr, şöyle dedi: "Ey Rabbim, halifeliği bana ver."
Urve ise şöyle
demişti: "Ey Rabbim, bana Irak valiliğini ve Aişe binti Talha ile Sekine
binti Hüseyin'i ver."
Abdullah b. Ömer'e
gelince oda şöyle bir dilekte bulunmuştu: "Ey Rabbim, bana mağfiretini
bahşet."
Amir eş-Şabi dedi ki:
"Bir ara ben oturmakta iken Mus'ab b. Zübeyr çağırıp hükümet konağına
götürdü, perdeyi araladı. Perdenin gerisinde Aişe binti Talha'yı gördüm. Ondan
daha güzel bir kadın ve ondan daha güzel, göz alıcı bir manzaraya sahip başka
birini görmüş değildim. Mus'ab, bana: "Şu kadım tanıyor musun?" diye
sorunca ben, tanımadığımı söyledim. O da: "İşte bu, Aişe binti
Talha'dır." Sonra Aişe, evin ortasına geldi ve Mus'ab'a: "Beni
kendisine gösterdiğin bu adam kimdir?" diye sorunca Mus'ab: "Bu, Amir
eş-Şabi'dir." diye cevap verdi. Aişe de: "Ona birşeyler ihsan
et." dedi. Mus'ab ta bana 10 000 dirhem ihsan etti. Bu, sahip olduğum ilk
para oldu."
Hafız İbn Asakir'in
anlattığına göre Aişe binti Talha, bir defasında Mus'ab'a kızmış. Mus'ab ta
kendisine 400 000 dirhem vererek gönlünü almıştı. Aişe, o parayı kendisi ile
Mus'ab'ı barıştıran kadına vermişti.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Mus'ab'a meyveleri altından ve kıymetli mücevherlerden olan
yapma bir hurma ağacı hediye edilmişti. Bu ağacın değeri 2 000 000 dinardı.
Farslılardan elde edilen ganimetlerdendi. Mus'ab, bu ağacı Aişe binti Talha'ya
vermişti.
Mus'ab, insanların en
cömerdi ve en fazla bağışta bulunanı idi. Verdiğini çok görmezdi, verdiğinin
değeri çok olsa bile önemsemezdi. Güçlüye de zayıfa da bağışta bulunurdu.
Şerefliye de şerefsize de eşit mik-
tarda bağışta
bulunurdu. Kardeşi Abdullah b. Zübeyr ise, cimrilik yapardı.
"Tarih" adlı
eserinde Hatib Bağdadfnin rivayet ettiğine göre Mus'ab, bir defasında bir adama
kızmış ve onun boynunun vurulmasını emretmişti. Adam da kalkıp ona şöyle
demişti:
- Allah, emirin şanım
yüceltsin. Benim gibi bir adamın kıyamet gününde kalkıp senin şu güzel yakana
yapışması ve şu aydınlık saçan yüzünü tırmalaması, sonra da 'Ya Rab, Mus'ab'a
sor, beni niçin öldürdü?" demesi ne çirkin olur.
Adamın böyle demesi
üzerine Mus'ab, onu afîetmişti. Adam da şöyle karşılık vermişti:
- Allah, emirin şanını
yüceltsin. Hayatımda senin kadar rahat bir yaşamı bana hibe eden başka birini
görmedim.
Adamın böyle demesi
üzerine Mus'ab, ona 100 000 dinar verdi, adam da şöyle dedi:
- Şahid ol ki, bana
vermiş olduğun bu paranın yarısını îbn Kays er-Rakiyyat'a bahşettim. Çünkü o,
senin hakkında şöyle demiştir:
"Mus'ab, Allah
tarafından gönderilen bir ateş korudur.
Onun sayesinde
karanlıklar aydınlığa kavuştu.
Onun hükümdarlığı
rahmet hükümdarlığıdır. İnsanlara acır,
Onun hükümdarlığında
zorbalık ve kibir yoktur.
İdarede Allah'tan
korkar.
Tasası Allah'tan
korkmak olan kimse, kurtuluşa ermiştir."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre adam, ona şöyle demiştir:
- "Ey emir, bana
hayatımı bağışladın. Eğer yapabiliyorsan bu hayatımı refaha kavuştur."
Adamın böyle demesi
üzerine Mus'ab, ona 100 000 dinar verilmesini emretmişti.
İmam. Ahmed tvtianbel,
Ali b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Mus'ab, Arif
el-Ensârî'nin kendisi hakkında kötü sözler sarfettiği-ni duyunca ona öfkelendi.
O esnada Enes b. Malik, Mus'ab'm yanma gelip şöyle dedi: Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Ensâr'a iyi davranın. İyilik
yapanlarının iyiliklerini kabul edin, kötülük yapanlarının da kötülüklerini
affedin."
Enes'in bu hadisi
nakletmesi üzerine Mus'ab, kendini tahtından yere attı. Yanağım yerdeki
sergiye yapıştırıp şöyle dedi: "Rasûlullah (s.a.v.)'m emri baş göz
üstüne."
Mus'ab, tevazu ile
ilgili olarak şöyle demişti: "Adem oğlunun büyüklük taslamasına hayret
ediyorum. Oysaki kendisi, iki kezıdrai-kanalından geçmiştir." (Yani
babasının penis delicen sprem olarak geçmiş, annesinin de rahminden geçip
dünyaya gelmiştir.)
Muhammed b. Yezid
el~Müberred dedi ki: Kasım b. Muhammed'e Mus'ab'ı sordular. O da şöyle cevap
verdi: "Mus'ab, asaletli, reis, takvalı ve garip dostu idi."
Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Mus'ab, Muhtardı mağlub edip onun adamlarından 5000 (başka bir
rivayete göre 7000) kişiyi bir sabahta öldürmüş. Bundan sonra İbn Ömer'le
karşılaştığında İbn Ömer'e selam vermiş, ancak gözlerini kaybetmiş olan îbn
Ömer, onu tanımamış, kendini tanıttıktan sonra îbn Ömer onu tanımış ve şöyle
demişti:
- Tevhid ehli 5000
kişiyi bir sabahta öldüren sen misin?
- Mus'ab, onların
Muhtar'a bey'at ettiklerini söyleyerek mazeret beyanında bulununca îbn Ömer,
ona şu karşılığı vermişti:
- Onlar arasında bu
işe zorlanan veya cahil olan yok muydu ki kendisine süre tanınsın ve tevbe
etsin? Sen ne dersin, eğer bir adam Zü-beyr'in koyun sürüsüne gelipte aynı
günün sabahında o koyunlardan 5000 taneyi boğazlarsa, o adam aşırı gitmiş
sayılmaz mı?
- Evet, sayılır,
- O koyunlar Allah'a
ibadet etmezler. İnsan gibi Allah'ı tanımazlar. Sen tevhid inancı üzere olan
bu insanlarla onları nasıl bir tutarsın? Ey oğulcuğum, elinden geldiğince soğuk
sudan yararlan. Başka bir rivayete göre İbn Ömer, Mus'ab'a şöyle
demiştir"Elinden geldiği kadar yaşa bakalım." (Sonunda görürsün
gününü)"
Zübeyr b. Bekkar,
Kelbfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Günün birinde Abdülmelik b.
Mervan, meclisinde oturan adamlara şöyle bir soru sormuş:
- Arapların ve
Rumların en yiğidi kimdir?
- Şebib'tir. Başka
biri de:
- Kutri b. Fücac ve
falan filandır, diye cevap verince Abdülmelik şu karşılığı vermişti:
- İnsanların en
yiğidi, Sekine binti Hüseyin ile Aişe binti Talha'yı nikahına alan kişidir.
Anası, Hamid binti Abdillah b. Amir b. Kü-reyz'dir. Oğlu, Reyyan b. Enif b.
Kelbf dir. Arap banliyölerinin lideridir. Iraklılara beş yıl süreyle valilik
yapmış, milyonlarca dinarlara sahip olmuş. Ayrıca mal mülk elde etmiş,
sayılamayacak kadar binekler elde etmiştir. Bununla beraber insanlara eman
vermiştir. Bu kadar büyük bir servete ve hükümranlığa sahip bir kimse yine de
zahidane bir hayat yaşamış, küçük düşürülmüş bir halde öldürülmeyi tercih
etmiştir. Bütün bu servetinden ve hükümranlığından el çekerek kılıcıyla
düşmanın üzerine yürümüş, öldürülünceye kadar savaşmıştır. Tabii adamları
kendisinden yardım ellerini çektikten sonra hayatım kaybetmiştir. Sözünü
ettiğim bu yiğit, merhum Mus'ab b. Zübeyr'dir. O, bazen şurada bazen orada
köprüleri, kesen kimse gibi değildir. İşte böyle bir adam böylesine zahidane
bir hayat yaşadı."
Dediler ki: Mus'ab,
hicretin yetmişikinci senesinin cemaziyelevvel ayının ortasında perşembe günü
öldürüldü.
Zübeyr b. Bekkar, Ebu
Beşir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Mus'ab'm kesik başı,
Abdülmelik'in önüne bırakıldığında Abdülmelik şöyle dedi:
"Abs savaşında
bahadırları yere yıktı,
Öyle bir yiğit ki,
eşyalarını ve malını esirgemez,
Kendisine gelen maldan
ötürü de sevinmez,
Felaketler karşısında
huyunu bozup sabırsızlık göstermez.
Atlılar koştuğunda o
kendini gözetmez.
Kamış borusu gibi bir
dayı yoktur."
Mus'ab'm kesik başım
getiren adam, Abdülmelik'e şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri! Allah'a
yemin ederim ki, Mus'ab'ı görmeliydin. Elinde bazen mızrak, bazen da kılıç
vardı. Kılıçla boyunları uçuruyor, mızrakla vücutları deliyordu. Gözü ve gönlü
cesaretle doluydu, ama adamları kendisini yalnız bırakınca ve üzerine hücum
edenler de çoğalınca yalnız başına kaldı ve şu şiiri okumaya devam etti:
"Zorluklar
karşıma gelip dikilince, gözlerim kapanmadan ben kendimi yalanlarım.
Bu alçaklıktan ötürü
değil, aksine kendimi korumam içindir.
Güzel ahlaklar yanında
ben ırzımı korurum böylece,
Kötülüklere karşı ben
kötülüğü yedekte tutarım. Onları kötülükle gözetlerim,
Barışçılara da
topraktan daha yumuşak huyluyum."
Abdülmelik dedi ki:
Vallahi o, tıpkı kendini anlattığı gibidir ve doğru söylemiştir. İnsanlar
arasında en çok onu severim. Onunla dostluğum vardı, fakat şu hükümdarlık
uğursuzdur."
Yakub b. Süfyan, Said
b. Yezid'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Ubeydullah b. Ziyad b.
Zebyan, Mus'ab'ı Düceyl nehri kıyısında Deyr-i Caselik'te öldürdü. Orası
Mesken'e bağlı bir yerdi. Başını koparıp Abdülmelik'e götürdü. O,da şükür
secdesi yaptı. İbn Zebyan, alçak ve acımasız bir kimseydi. Fırsatı kollardı.
Şöyle derdi: Şükür secdesi yaptığı zaman keşke Abdülmelik'i öldürseydim. O
zaman ben Arapların dn hükümdarım öldürmüş olurdum." .
Yakup dedi ki:
Mus'ab'm öldürülmesi, hicretin yetmişinci senesinde oldu, doğrusunu Allah
bilir.
Zübeyr b. Bekkar'm
anlatüğma göre Mus'ab'm öldüruldugu gündeki yaşı hususunda üç kavil ileri
sürülmüştür. Bu kaillerden bmne göre o, otuzbeş yaşında iken öldürülmüştür.
İkinci görüşe göre kırk yaşında iken öldürülmüştür. Üçüncü kavle göre ise
kırkbeş yaşında iken öldürülmüştür. Doğrusunu Allah bilir.
Hatib Bağdadî'nin
rivayetine göre bu savaşta Mus'ab'ın yanında karısı Sekine binti Hüseyin'de
bulunuyordu. Mus'ab öldürülünce Sekine, onu cesetler arasında aradı. Nihayet
onu yanağındaki bir benden tanıdı: "Evet, bu Müslüman kadının kocası ne
güzeldir! Vallahi ben şair Arter'in dediklerini sana idrak ettiriyordum.
"Ganiye'nin
dostunu yerde yatmış halde bıraktım. Onun benzeri görülmemişti, kılıç darbesi
yememişti.
Ama uzun mızrak onun
cildini yarmıştı.
Âlicenâb ve şerefli
kişi kendini süngülere karşı koruyam;
Zübeyr dedi ki:
Abdullah b. Kays er-Rakiyat, Mus'ab b. Zübeyr'e şu ağı di yaktı:
"Mudarlılarda
hüzün ve zillet meydana getirdi,
Deyr-i Caselik'te
öldürülen kişi.
Bekir b. Vail, Allah
için iyilik yapmadı.
Sen de ey Temim
kabilesi, savaş gününde sadakat göstermedin. Eğer Bekir kabilesi çevresine göz
atsaydı,
Askeri birliklerini
salsaydı, savaşın sıcaklığı kalır ve devam ederdi.
Ama o kendini
kontrolden çıkardı. O kabileler içinde Mudarhlar yoktu. O savaşta âlicenâb bir
kimse de yoktu.
Allah, burada Kûfelüere
kınanma cezasını versin.
Ve alçak kimselerin
kınandığını onlara göstersin.
Baba bir kardeşimiz
arkada bizleri yardımsız bıraktılar,
Ama biz onlar arasında
samimi ve açık yürekliyiz.
Biz yok olsak, onlar
da bizden sonra yaşayamıyacaklardır.
Müslümanların
saygınlığı da yok olacaktır."
Ebu Hatim er-Razî,
Abdülmelik b. Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kûfe'deki
hükümet konağına gittim. Hz. Hüseyin'in kesik başının bir kalkan içinde
Ubeydullah b. Ziyad'm önüne bırakılmış olduğunu gördüm. Ubeydullah'ta tahtta
oturuyordu. Bir süre sonra aynı hükümet konağına gittim. Ubeydullah b. Ziyad'm
kesik başının bir kalkan içinde Muhtar in önünde durduğunu gördüm. Muhtar
tahtta oturuyordu. Bir süre sonra aynı hükümet konağına gittim. Muhtarın kesik
başı nın bir kalkan içinde Mus'ab b, Zübeyr'in önünde durduğunu gördüm.
Mus'ab'ta tahtta oturuyordu. Yine bundan bir süre sonra aynı hükümet konağına
gittim. Bu defa da Mus'ab'ın kesik başının bir kalkan içinde Abdülmelik b.
Mervan'm Önünde durduğunu gördüm. Abdülmelik b. Mervan tahtta oturuyordu."
Abdullah b. Kays
er-Rakiyat, Mus'ab için şu ağıdı yakmıştır:"Sulu ve susuz bütün bulutlar,
eklemleri çıplak bir cesedin Mesken'de yatmakta olduğuna dair ölüm haberini
verdiler.Canavarlar onun vücuduna saldırırlar. Evi de öyle bir yerdedir ki,
tavanları artık çöküp çürümüştür.
Arkadaşları onu ölü
halde bırakıp gittiler.
Saba ve şimal
rüzgarına terk ettiler." [2]
Mus'ab'ın Ukkaşe ve
İsa adındaki oğullan ve bir de Sekine adında bir kızı vardı. îsa, onunla
birlikte öldürülmüştü. Bunların anneleri, Fa-tıma binti Abdullah b. Saib'dir.
Mus'ab'ın, karısı Aişe binti Talha'dan doğma Abdullah ve Muhammed adında iki
oğlu daha vardı. Aişe binti Talha'nm annesi ise Ümmü Külsünı binti Ebubekir
es-Sıddık'tir. Mus'ab in diğer zevcelerinden Cafer, Mus'ab, Said, İsa el-Asgar
ve Mün-zir adında oğulları ve Sekine binti Hüseyin b. Ali b. Ebi Talip'ten
doğma rebab isminde de bir kızı vardı.
İbn Cerir dedi ki:
Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Mus'ab'm ölüm haberini dunca kalkıp insanlara şöyle
bir hutbe irad etti:
"Yaratmak da,
emretmek te yalnız kendisinin olan Allah'a hamde-derim. O, mülkü dilediğine
verir ve dilediği kimseden de çekip alır. Dile diğini aziz kılar, dilediğini de
zelil kılar. Haberiniz olsun ki Allah, haklı olan kimseyi tek başına bile olsa
zelil etmez. Şeytanı dost edinen kimseyi ise -isterse bütün insanlar onunla
birlikte olsunlar- aziz kılmaz.
Haberiniz olsun ki,
Irak'tan bizi hem üzen hem de sevindiren bir haber almış bulunuyoruz. Mus'ab'm
öldürüldüğünü öğrendik. Allah ona rahmet etsin, bizi sevindiren, onun bu
ölümünün şehitlik olduğunu bil-memizdir. Üzen şey ise^evilen birisinden ayrılan
kimsenin bu ayrılık sırasında bu musibeti^karşı karşıya kaldığı zamanda
hissettikleridir. Sağlam görüş sahibifkimse, güzel sabır gösteren ve teselli
olandır. Mus'ab'm öldürülmesi musibetine maruz kalmışsam da daha önce ben
Zübeyr'in de öldürülmesi musibetine maruz kalmışımdır.
Osman, nasıl
musibetten kurtulamadıysa ben de kurtulamıyorum. Mus'ab'da Allah'ın kullarından
bir kuldu. Benim yardımlarımdan bin idi. Bilesiniz ki Iraklılar, hain ve
münafık kimselerdir. Mus'ab ı az bir paraya satıp düşmanına teslim ettiler.
Mus'ab öldürülmüş de ne olmuş sanki? Allah'a yemin ederim ki, biz Ebul- As'm
oğulları gibi yataklarımızda ölmeyeceğiz. Andolsun, onlardan herhangi birisi,
ne cahılıye savaşında ne de İslâm dönemindeki savaşlarda ölmüş değildir. Biz
ancak yaralarıyla ve kılıçların gölgesi altında ölürüz. Haberiniz olsun ki dünya,
hakimiyyeti asla yok olmayan, mülkünün sonu asla gelmeyen, en büyük Melik'in
verdiği bir emanettir. Eğer bu emanet kendiliğinden bana doğru gelecek olursa,
ben onu azgın ve şımarık bir kimse gibi elime almam. Beni bırakıp gidecek
olursa da bunun için zelil ve hakir bir kimsenin ağlayışı gibi ağlamam. Size
söyleyeceklerim bunlardan ibarettir. Kendim için de sizin için de Allah'tan
mağfiret dilerim." [3]
Bu zatın babası, Hz.
Osman'a karşı ayaklanan ve onu öldürenlerdendi. İbrahim, yiğitliği ile nam
salmış şerefli bir kimse idi. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi İbrahim
b. Ester, Ubeydullah b. Ziyad'ı Öldüren kişidir. [4]
Künyesi Ebu Abdillah
el-Muradi es-Sanabihf dir. Salih kimselerdendi. Halife Abdülmelik b. Mervan
onu tahtında yanma oturturdu. Âlim ve faziletli bir kimse idi. Dımaşk'ta vefat
etti. [5]
Mahzum
kabilesindendir. Medinelidir. Peygamber (s.a.v.)'in besle-mesidir. Habeş
diyarında doğmuştur. [6]
Künyesi Ebu
Abdurrahman'dır. Ümmü Seleme'nin kölesiydi. Üm-mü Seleme, onu azad etti. Ancak
Rasûlullah'a hizmet etmesini ona şart koştu. O da şöyle dedi: "Sen beni
azad etmesen bile ben yaşadığım müddetçe Rasûlullah'a hizmet edeceğim."
Sefine, Rasûlullah'm
ailesine dosttu, aralarında yaşardı.
Taberanî'nin
rivayetine göre Sefine'ye, bu adı nereden aldığı sorulduğunda şu cevabı
vermiştir:
"Bu adı bana
Rasûlullah verdi. Bir defasında ashabıyla birlikte yola çıktı. Eşyaları ağır
geldi, taşıyamaz oldular. Rasûlullah (s.a.v.), bana dedi ki: "Abam yere
ser," Ben abamı yere serdim. Eşyalarım abamın içine koydular, sonra
Rasûlullah bana: "Haydi taşı bakalım, sen ancak bir sefinesin
(gemisin)." dedi. Eğer o gün bana bir veya iki veya beş veya altı deve
yükü yüklenseydi yine bana ağır gelmezdi."
Muhammed b. Münkedir,
Sefîne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir defasında bir gemiye
bindim. Deniz ortasında iken gemi parçalandı, ben de bir tahtaya yüklendim. O
tahta parçası beni götürüp bir ormanlığa bıraktı. Ormanlıkta bir aslanla
karşılaştım. Aslan yanıma geldi, ben de ona: "Ey Ebu Haris! Ben,
Rasûlullah'm azatlısı Sefîne'yim." dedim. Aslan, başını önüne eğdi ve beni
yan tarafıyla da pençesiylede iteleye iteleye yola kadar götürdü. Sonra
fısıldadı. Ben onun benimle vedalaştığını anladım."
Hammad b. Seleme,
Sefine'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hz.
Fatıma'nm evine girdi. Evin bir köşesinde nakışlı ve renkli bir perde gördü.
Geri döndü, içeride durmadı. Hz. Fatıma da Ali'ye: Rasûlullah (s.a.v. )'a sor
bakayım, niçin geri dönüp gitti?" diye sordu. Hz. Ali gidip, evden geri
dönüş sebebini Rasûlullah (s.a.v.)'a sordu. O da şu cevabı verdi: "Benim
veya herhangi bir peygamberin süslü bir eve girmesi uygun olmaz." [7]
Künyesi Ebu Zeyd
el-Ensârî el-A'rec'dir. Peygamber (s.a.v.)'le birlikte onüç gazaya katıldı. [8]
Abid, zalıid ve salih
bir adamdı. Şam'ın Zeydin köyüne yerleşti. Çerin köyüne yerleştiğine dair
başka bir rivayet de vardır. Şam'ın doğu kapısı dahilinde bir evi vardı.
Sahabe olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Sahabelerden rivayetlerde
bulunmuştur. Kıtlığa maruz kaldıklarında Şamlılar onun yüzü suyu hürmetine
yağmur yağması dileğinde bulunurlardı. Muaviye-^e Dahhak b. Kays da onun yüzü
suyu hürmetine yağmur yağması dileğinde bulunmuşlardı. Muaviye, onu kendisi
ile birlikte minberde oturturdu. Muaviye ona: "Ey Yezid! Kalk, sen de dua
et." dedikten sonra söylerine şöyle devam etti: "Allah'ım, biz,
seçkin, hayırlı ve salih adamlarımızın yüzü suyu hürmetine yağmur yağdırmanı
diliyoruz."
Yezid, Allah'tan
yağmur yağdırmasını diler ve yağmur yağardı. Namazlarını Dımaşk'taki büyük
camide kılardı. Şam'daki büyük camide namaz kılmak üzere köyden karanlık gecede
çıktığında ayağının baş parmağı aydınlık saçarak yolunu gösterirdi. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre camiye girişine kadar ayağının bütün parmakları saçarak yolunu aydınlatırlardı. Dönüşünde de
aynı şekilde ayak parmakları ışık saçar ve köye dönüşüne kadar yolunu aydınlatırlardı.
Anlatıldığına göre o, Zeydin köyündeki bütün ağaçların yanında ikişer rekat
namaz kılmıştır. Karanlık gecelerde ayağının baş parmağı ışık saçarak yolunu
aydınlatır ve böylece Şam'daki büyük camide yatsı namazını kılmaya gider, aynı
şekilde köyüne dönünceye kadar ayağının baş parmağı ışık saçarak yolunu
aydınlatırdı. Bütün namazlarını Şam'daki büyük camide kılardı. Zeydin veya
Çerin köyünde vefat etti ki bunlar, Şam'ın Guta mıntıkasına bağlıdır. Allah ona
rahmet etsin. [9]
Bu senede Mühelleb b.
Ebi Sufra ile Haricilerden olan Ezarikahlar arasında Solak denen yerde büyük
bir savaş meydana geldi. İki taraf sekiz ay kadar bir süre karşı karşıya
savaştılar. Aralarında anlatımı burada uzun sürecek savaşlar cereyan etti. Bu
esnada Mus'ab b. Zübeyr öldürüldü. Sonra Abdülmelik b. Mervan, Mühelleb b. Ebi
Sufra'yı Ahvaz ve bağlı mıntıkalarda vali olarak bıraktı. Çabalarından ötürü
ona teşekkür etti ve çok övdü.
Sonra Abdülmelik'in
hilafeti zamanında Ahvaz'da çok karışıklıklar meydana geldi. Halk, Haricileri
kırıp geçirdi ve büyük bir bozguna uğrattı. Hariciler de çeşitli beldelere
kaçıp gittiler. Komutan Halid b. Abdullah ile Davud b. Muhandem onları
kovaladılar. Bu arada Abdülmelik de kardeşi Bişr b. Mervan'a, haber göndererek
bu iki komutana 4000 askeri takviye olarak göndermesini istedi. Bişr b. Mervan,
bunlara At-tab b. Verka komutasında 4000 kişiden oluşan bir süvari birliği
gönderdi. Bunlar, Haricileri darmadağın ettiler, ama ordu çok yoruldu, atları
öldü, çoğu asker ailelerinin yanına yaya olarak döndü.
İbn Cerir dedi ki:
Kays b. Salebe kabilesinden olan Ebu Fudeyk el-Harisî bu senede ayaklandı ve
Bahreyn'i ele geçirdi. Necdet b. Amir el-Harisf yi öldürdü. Basra valisi Halid
b. Abdullah, onun üzerine kardeşi Umeyye b. Abdullah'ı büyük bir orduyla
gönderdi. Ümeyye, Ebu Fu-deyk'i hezimete uğrattı. Cariyesini alıp kendine
ayırdı. Basra valisi Halid, olup bitenleri Abdülmelik'e bir mektubla bildirdi.
Böylece Halid, hem Ebu Fudeyk'le savaşmış hem de Kutri b. Fucae'nin adanılan
olan Ezarika ile Ahvaz'da savaşmış oldu.
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Abdülmelik b. Mervan, Abdullah b. Zübeyr'i Mekke'de kuşatma altına
alması için Haccac b. Yusuf es-Sakafî 'yi gönderdi. Başkalarının üzerine
değilde sadece Abdullah b. Zübeyr'in üzerine göndermesinin sebebi şuydu:
Abdülmelik b. Mervan, Mus'ab'ı öldürüp Irak'ı ele geçirdikten sonra Şam'a
dönmek istediği zaman insanlara, Mekke'de bulunan Abdullah b. Zübeyr ile
savaşmaları için çağrıda bulunduğunda kimse onun bu çağrısına icabet etmedi.
Haccac kalkıp: "Bu işe ben varım ey mü'minlerin emiri!" dedi. Ve
güya görmüş olduğu bir rüyayı ona anlattı: "Ey mü'minlerin emiri ben
rüyada gördüm ki Abdullah b. Zübeyr'i yakalamış ve derisini yüzmüşüm! Beni onun
Üzerine gönder. Ben onu öldürürüm." Abdülmelik te onu, Şamlılardan teşkil
ettiği bir ordunun başında Mekke'ye gönderdi. Onunla birlikte Mekkelilere
-kendisine itaat ettikleri takdirde- bir eman yazısı gönderdi.
Dediler ki; Haccac
hicretin yetmişikinci senesinin cemaziyelevvel ayında Şamlılardan oluşan 1000
süvarinin başında yola çıktı. Irak yolundan gitti. Medine'den geçmedi. Başka
yoldan gidip Taife indi. Are-fe'ye heyetler gönderdi. İbn Zübeyr'in üzerine de
süvarilerini sürdü. İki taraf karşı karşıya gelince İbn Zübeyr'in süvarilerini
hezimete uğratıyorlardı. Haccac'm süvarileri muzaffer oluyorlardı. Sonra
Haccac, Ha-rem'e girip orada İbn Zübeyr'i kuşatma altına almak için
Abdülme-lik'ten izin istedi. Onun gücünün kırıldığını, etrafındaki adamların
çarpışmadan usandıklarım, adamlarının çoğunun da dağıldığını bildirdi.
Kendisine ayrıca takviye askerler göndermesini istedi. Abdülmelik, Tarık b.
Amr'a mektup yazarak yanındaki askerlerle birlikte gidip Hac-cac'ın birliğine
katılmasını emretti. Haccac da Taif ten hareket ederek Bir'i Meymune'ye vardı.
İbn Zübeyr'i Mescid-i
Haram'da kuşatma altına aldı. Zilhicce ayı girince de bu senede Haccac
insanlara silahlı olarak haccettirdi. Kendisi ve adamları silahlı olarak
Arefe'de vakfe yaptılar. Diğer bütün görevlerini de aynı şekilde silahlı
olarak ifa ettiler. îbn Zübeyr ise, muhasara altında olduğundan ötürü bu senede
haccetme imkanını bulamadı. Aksine kurban bayramında kurbanlarını kesti.
Onunla birlikte birçok kişi de hac etme imkanını bulamadılar. Haccac'la beraber
bulunanlardan çok kimseler ve Tarık b. Amr'da tavaf etme imkanını bulamadılar,
ih-ramh kaldılar. İkinci tahallülü (Şafii mezhebine göre ihramdan ikinci
çıkışı) yapamadılar. Haccac ile adamları, Hacun ile Bir-i Meymune arasına
konakladılar. înnâ liüah ve innâ iîeyhi raciun.
İbn Cerir dedi ki:
Busenede Abdülmelik, Horasan valisi Abdullah b. Hazim'e mektub yazarak onu
kendisine bey'ata davet etti ve bey'at etmesi durumunda ona tlorasan'ı yedi
yıl süreyle ikta' olarak vereceğim söyledi. Mektub, Abdullah b. Hazim'e
ulaşınca Abdullah mektubu kendisine getiren elçiye şöyle dedi: «Seni
sineklerin babası mı gönderdi? Allah'a yemin ederim ki eğer; "Elçiler
öldürülmez." diye bir kural ofsaydı seni mutlaka öldürürdüm. Ama sen bu
mektubu ye!» Elçi de mektubu yedi. Abdülmelik de İbn Hazim'in Merv'deki naibi
Bükeyr b. Vışah a bir mektub göndererek, eğer Abdullah b. Hazim'i valilikten
hal ederse kendişine Horasan valiliğini vereceğini vaadetti. O da gidip
Abdullah b. Ha-zim'i görevden hal'etti. Abdullah b. Hazim, gelip onunla
savaştı. Bu savaşta Abdullah b. Hazim öldürüldü.
Onu, Veki b. Umeyre
adında biri öldürdü, ama öldürürken ona başkası yardım etmişti. Veki kalkıp
Abdullah b. Hasdm'in göğsü üzerine oturdu. Abdullah henüz öhnemişti. Can
çekişiyordu, kalkmak istedi, kalkamadı. Veki şöyle demeye başladı: "Ey
Düveyîe'nin intikamı!" Düveyle, Veki'nin Öldürülmüş kardeşinin adıydı.
İbn Hazim, onu Öldürmüştü. Sonra İbn Hazim, göğsü üzerinde oturmakta olan
Veki'nin suratına tükürdü. Veki dedi ki: "Can çekiştiği halde onun kadar
çok tükü-rüklü başka bir kimse görmedim."
Ebu Hüreyre, bu durumu
anlatırken: '^Vallahi bu, kahramanlığın tâ kendisidir." diyordu.
Abdullah b. Hazim,
kendisini Öldüren Veki'ye şöyle diyordu: "Vay sana! Beni kardeşine
karşılık mı öldürüyorsun? Allah sana lanet etsin. Çıfıt kardeşine karşılık
Mısır koçunu mu öldürüyorsun? Senin kardeşin bir avuç toprağa (veya bir
çekirdeğe) eş ve denk değildir."
Veki, Abdullah'ın
başını kopardı. Bükeyr b. Vişah gelip Abdullah'ın başım almak istedi. Büceyr b.
Verka, ona elindeki bir direkle engel olmak istedi ve onu bağladı. Sonra başı
alıp Abdülmelik b. Mervan'a gönderdi. Muzaffer olduğunu ona bir mektubla
bildirdi. Abdülmelik b. Mer-van buna çok sevindi. Bükeyr b. Vişah'a bir mektub
yazarak onu Horasan naibliğinde bıraktığını bildirdi.
Bu senede Medine şehri
İbn Zübeyr'in elinden alındı. Abdülmelik b. Mervan, oraya Haccac'a takviye
olarak göndermiş olduğu Tarık b. Amr'ı vali olarak tayin etti. [10]
Abdullah b. Hazini b.
Esma es-Sülemi Ebu Salih el-Basrî. Horasan valisi idi. Namlı yiğitlerden ve
çabası şükranla karşılanan süvarilerdendi. Hocamız Hafiz Ebu'l- Haccac
el-Mizzî, "Tehzib" adlı eserinde şöyle demiştir; Abdullah'ın Sahabe
olduğu söylenir. Siyah sarıkla ilgili olarak Peygamber (s.a.v.yden hadis
rivayet etmiştir. Bu rivayet, Ebu Da-vud, Tirmizî ve Neseî nezdinde sabittir.
Ama onun adım vermemişlerdir. Said b. Osman er-Razî ile Said b. el-Ezrak da
Abdullah b. Hazim'den rivayetlerde bulunmuşlardır. Ebu Beşir ed-Dolabf nin
rivayetine göre Abdullah b. Hazim, hicretin yetmişbirinci senesinde
öldürülmüştür. Hicretin seksenyedinci senesinde öldürüldüğüne dair zayıf bir
rivayet de vardır, ancak bu rivayet muteber değildir.
Ebu'l-Hasan
İbnü'1-Esir, "el-Gabe" adlı eserinde Abdullah b. Ha-zim'in
Sahabelerden olduğunu söylemiştir. Şöyleki: Abdullah b. Hazim
b. Esma b. es-Salt b.
Habib b. Harise b. Bilal b. Sımak b. Avf b. İmru'l-Kays b. Nehiyye b. Süleym b.
Mansur Ebu Salih es-Sülemî. Horasan valisidir. Meşhur yiğitlerden ve namlı
kahramanlardandır. Sa'd b. Ezrak ile Sa'd b. Osman, ondan hadis rivayet
etmişlerdir, Sahabe olduğu söylenir. Serahs'ı fethetti. İbn Zübeyr fitnesi
zamanında Horasan valisi idi. İlk olarak Yezid b. Muaviye ile Yezid'in oğlu
Muaviye'nin ölümünden sonra hicretin altmışdördüncü senesinde Horasan'a vali
olarak tayin edildi. Orada çok savaşlar yaptı, nihayet ünü böylece yayıldı.
Onunla ilgili haberleri, "el-Kâmil fi't-Tarih" adlı eserde detaylı
olarak nakletmi-şizdir. Hicretin yetmişbirinci senesinde Öldürüldü.
Hocamız bunu
Dolabî'den bu şekilde nakletmiştir. Ben de bunu üstadımız Zehebî'nin
"et-Tarih" adlı kitabında şu şekilde gördüm: "îbn Ce-rir'in
kendi tarihinde anlattığına göre Abdullah b. Hazim, hicretin yet-mişikinci
senesinde öldürülmüştür. Bazılarının anlattığına göre o, Abdullah b. Zübeyr'in
öldürülmesinden sonra öldürülmüştür. Abdülmelik de İbn Zübeyr'in başını,
Horasan'da bulunan İbn Hazim'e göndermiş ve onu kendisine itaata davet etmiş,
itaat ettiği takdirde on yıl süreyle Horasan'ın bütün gelirlerini kendisine
vereceğini va'd etmişti. İbn Hazim ise, İbn Zübeyr'in kesik başını görünce
artık Abdülmelik'e ebediyyen bey'at etmemeye yemin etti. Bir leğen
getirilmesini emretti. İbn Zübeyr'in kesik başını yıkayıp koku sürerek
kefenledi ve onu Medine'deki ailesine gönderdi. Onu Horasan'da defnettiği de
söylenir. Doğrusunu Allah bilir. Mektubu getiren elçiye de mektubu yedirip:
"Eğer sen elçi olmasaydın boynunu vururdum." demişti. Bazılarının
ifadesine göre ellerini ve ayaklarını kesmiş, boynunu vurmuştu." [11]
Ebu Muaviye b. Husayn
et-Temîmî es-Sa'di, Ebu Bahr el-Basrî. Sa'saab. Muaviye'nin kardeşinin oğludur.
Ahnef, onun lakabıdır, asıl adı Dahhak'tır. Sahr olduğu da söylenir. Peygamber
(s.a.v.)'in sağlığında Müslüman oldu, ancak onu göremedi. Bir hadiste
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), otun için dua etmiştir. Ahnef, lider,
şerefli, emri dinlenen ve eman vereA bir kimse idi. Bilgili idi. İlmî
konuşurdu. Çok yumuşak huyluluğu dillere destandı. Kervanlar, onun yumuşak
huylulu-ğunu yolda giderlerken birbirlerine anlatırlardı. Hz. Ömer, onun hakkında:
"İmanlı ve lisanı da bilgili bir kimsedir." demiştir. Hasan Basrı
ise: "Kavimlerin şerefli ve ulu kişileri arasında onun kadar ustun vej faziletli
başka bir kimse görmedim." demiştir. Abdurrahman b. Abdullah
el-İclî, onun Basralı,
tabii, güvenilir bir kimse olduğunu söylemiştir. Kavminin lideriydi. Bir gözünü
kaybetmişti. Ayaklarının arasındaki mesafe genişti. Kısa boylu, dişleri noksan
ve hareketsiz bir kimseydi. Tek miğferi vardı. Hz. Ömer, denemek için onu
kavminden bir sene uzakta tuttu. Sonra: "Vallahi bu liderdir."
demişti. Anlatıldığına göre o, Hz. Ömer'in huzurunda bir nutuk irad etmiş, Hz.
Ömer onun konuşmasını beğenmişti. Yine bir rivayette anlatıldığına göre o,
çiçek hastalığı yüzünden bir gözünü kaybetmişti. Semerkand fethinde gözünü
kaybetmiş olduğu da söylenir.
Yakub b. Süfyan dedi
ki: "Ahnef, cömert ve yumuşak huyluydu. Salih bir adamdı. Cahiliye
devrinde yaşadı. Sonra Müslüman oldu. Ondan Hz. Peygamber'e bahsedilince Rasûlullah
onun için mağfiret diledi."
Ahnef, güvenilir, sika
ravilerden olup az hadis rivayet etmiştir. Geceleyin çok namaz kılardı.
Kandili yakar, namaza durur, sabaha dek ağlardı. Parmağını kandilin üzerine
tutup yakar ve: "Hisset ey Ahnef! Seni bu hale sürükleyen nedir? Seni bu
hale sürükleyen nedir? Eğer sen şu kandilin ateşine dayanamazsan, yarın büyük
ateşe nasıl dayanacaksın?" derdi.
Kendisine:
"Yaratılış bakımından en alt seviyede olduğun halde kavmin seni nasıl
lider yaptı?" diye sorulduğunda şu cevabı vermişti: "Kavmim su içmemi
ayıplasaydı su dahi içmezdim."
Ahnef, Siffin
savaşında Hz. Ali ordusundaki komutanlardandı. Senelik 400.000 dinar vermeleri
şartıyla Belh halkıyla barış antlaşması yaptı. Meşhur ve kıymeti bilinen
savaşları vardır. Horasanlılardan çok sayıda adam Öldürmüştü. Aralarında geçen
savaşta onları mağlub etmişti. Hakim'in ifadesine göre Merv-i Rûz'u fetheden
kişi, Ahnef b. Kays'tır. O savaşta, Hasan ve îbn Şirin de onun ordusunda
idiler. Semerkand ve diğer beldeleri fetheden de odur. Hicretin altmışyedinci
senesinde vefat ettiği söylenir. Başka bir senede vefat ettiği de söylenmiştir.
Vefat ederken yetmiş yaşındaydı. Daha da yaşlı olduğu söylenmiştir.
Yumuşak huyluluğu
kendisine sorulduğunda Ahnef b. Kays, şöyle cevap vermişti: "Yumuşak
huyluluk, sabretmekle birlikte boyun eğmektir."
insanlar onun yumuşak
huyluluğunu takdir ettiklerinde kendisi şu cevabı verirdi: "Vallahi ben de
sizin kadar öfke duyuyorum, ama ben çok sabırlıyım. Yumuşak huyluluğun bana
adamlardan daha çok yardım ettiğini gördüm." Ahnef b. Kays, yumuşak
huyluluğun ve liderliğin zirvesine çıkmıştı.
Vecizelerinden
bazıları şunlardı:
"Sidik deliğinden
iki kez geçen bir insanın nasıl büyüklük tasladığına şaşıyorum.
Yaptığın iyilikleri,
unutturarak dirilt.
Şu adamların
yapılarına davet edilmeksizin asla gelmiş değilim. Yine beni aralarına zorla
saklamadıkları takdirde iki kişinin de arasına girmiş değilim."
Ahnef e sordular:
- Kavmine nasıl lider
oldun?
- Beni ilgilendirmeyen
şeylere karışmadım. Sen ise seni ilgilendirmeyen işime karışıyorsun.
Adamın birisi, Ahnef e
çok ağır sözler sarfettikten sonra ona şöyle dedi:
- Allah'a yemin ederim
ki ey Ahnef, eğer bana bir söz söylersen karşılığında on söz işitirsin!
- Eğer sen bana on söz
söylesen karşılığında benden bir tek söz dahi işitemezsin."
Dua ederken Ahnef
şöyle derdi: "Allah'ım, eğer beni azaplandıracak olursan ben azaba
müstehakım. Eğer beni bağışlayacak olsan, sen bağışlamaya ehilsin."
Ziyad b. Ebihî, onu
yakınında tutar, meclisinde oturturdu. Ziyad vefat edip te yerine oğlu
Ubeydullah geçtiğinde Ahnef e ilgi göstermedi. Mertebesi biraz gerilerde ve
aşağılarda kaldı. Iraklıların reisleriyle birlikte Muaviye'nin yanma
geldiğinde herkes rütbesine ve mertebesine göre Muaviye'nin yanma girdi. Ahnef,
içeriye en son girenlerdendi. Mu-aviye, onu görünce saygı ve tazim gösterdi.
Onu yanma yakın yere oturttu. Kendisiyle aynı halının üstüne oturdu. Sonra
heyetteki diğer adamlardan ayrı olarak Ahnef e yönelip onunla konuşmaya
başladı. Meclisteki misafirler îbn Ziyad'ı övmeye başladıklarında Ahnef
susuyordu. Mu-avîye, ona sordu:
- Neyin var, niçin
konuşmuyorsun?
- Eğer konuşacak
olursam, bunların söylediklerinden ayrı şeyler söylerim. Bunlara muhalefet
ederim.
Ahnefin böyle demesi
üzerine Muaviye, Irak heyetine şöyle dedi:
- Şahit olun ben, İbn
Ziyad'ı Irak valiliğinden azlettim, kendinize
bir vali arayın.
Böyle dedikten sonra
Muaviye, vali seçmeleri için onlara üç günlük süre verdi. Fakat onlar
aralarında çok ihtilaf edip, anlaşmazlığa düştüler. Bundan sonra o heyeUfkilerden
hiç biri Ubeydullah b. Ziyad'ı anmadı ve valilik yapmasını/da taleb etmedi. Bu
esnada Ahnef, onlardan herhangi biriyle tek kelime dahi konuşmadı. Uç günden
sonra tekrar Muaviye'nin yanma gelip toplandüdarında çok şeyler söylediler,
gurultu oldu, sesler yükseldi. Ahnef ise susuyordu, Muaviye ye ona şöyle dedi:
- Konuş bakalım ey
Ahnef.
- Eğer Irak'a kendi
aile efradından birini vali olarak tayin etmek istiyorsan, aile efradın
arasında Ubeydullah b. Ziyad gibi yetenekli biri yoktur. O, akıllı ve tedbirli
bir kimsedir. Hiç kimse onun yerini doldura-maz. Ama aile efradından başka
birini tayin etmek istiyorsan, o zaman sen akrabalarını daha iyi bilirsin.
Ahnef in böyle demesi
üzerine Muaviye, Ubeydullah b. Ziyad'ı tekrar Irak valiliğine atadı. Sonra
başbaşa görüşürken Ubeydullah'a şöyle dedi: "Sen, Ahnef gibi birinin
kadrini nasıl bilemezsin? O sustuğu halde seni valilikten azletti. Sonra yine
valiliğe tayin etti." Bundan sonra Ahnef b. Kays'm Ubeydullah b. Ziyad
yanında mertebesi cidden yükseldi,"
Ahnef b. Kays, Kûfe'de
vefat etti. Cenaze namazını Mus'ab b. Zü-beyr kıldırdı. Mus'ab, onun cenazesi
ile birlikte mezarlığa kadar gitti.
Vakidfnin anlattığına
göre Ahnef, Muaviye'nin yanma gelmiş, onun, oğlu Yezid'e kızdığını görünce
aralarını -yaptığı bir konuşmayla-düzeltmişti. Muaviye de öfkesi dindiği için
oğlu Yezid'e bol miktarda para ve çok kumaş göndermişti. Yezid bunların
yarısını Ahnef e vermişti. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah
daha iyi bilir. [12]
Bera' b. Azib b. Haris
b. Adiy b. Mecdaa b. Harise b. Haris b. Hazrec b. Amr b. Malik b. Evs el-Ensari
el-Harisi el-Evsî. Kadri yüce bir Sahabedir. Babası da Sahabe idi. Rasûlullah
(s.a.v.)'dan çok sayıda hadis rivayet etmiştir. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve
diğerlerinden de hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden ve bazı Sahabelerden de
ondan rivayetlerde bulunanlar olmuştur. Onun, Mus'ab b. Zübeyr Irak valisi
iken Kûfe'de vefat ettiği söylenmiştir. [13]
Ubeyde b. Amr. Ubeyde
b. Kays b. Amr es-Selmani el-Muradi Ebu Amr el-Kûft olduğu da söylenir. Selman,
Murat kabilesinin bir batındır. Ubeyde, Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında
Müslüman oldu. îbn Mesud, Ali ve îbn Zübeyr'den hadis rivayet etmiştir.
Tabiilerden bir cemaat da ondan hadis rivayet etmiştir. Şabi'nin ifadesine göre
Ubeyde, kadılık hususunda Şüreyh'e denkti.
îbn Nümeyr dedi ki:
Şüreyh, bir meseleyi çözemeyînce onu Ubey-de'ye sorardı. Ubeyde'nin verdiği
cevaba uyardı.
Çok kimseler, Ubeyde
es-Selmanî'yi övmüşlerdir. Hicretin yetmiş-ikinci senesinde vefat etti.
yetmişüçüncü senede, yetmişdördüncü senede vefat ettiğine dair zayıf
rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Hicretin yetmişikinci
senesinde Mus'ab b. Zübeyr'in de öldürüldüğü söylenmiştir. Doğrusunu Allah
bilir. Bu senede Abdullah b. Saib b Sayfı el-Mahzumî de vefat etmiştir. Sahabe
idi, hadis rivayet etmi«ti Bazı hadisleri Übey b. KaVa okumuştu. Mücahid ve
diğerleri de ona hadis okumuşlardır. [14]
Mazinlidir, Sahabedir.
Hadis rivayet etmiştir. [15]
Ebu Muaviye künyesi
ile çağrılırdı. Fücae kabile sindendir. Kûf-elidir, iyilik, hayır ve salahla
tanınmıştı. Bu senede Kûfe'de vefat etmişti. [16]
Kureyşlidir. Amiri
kabileşindendir. Şairlerdendir. Mus'ab'ı ve îbn Cafer'i medhetmiştir. [17]
Künyesi Ebu
Abdirrahman'dır. Şairdir, Selül kabilesindendir. Şu şiiriyle de Ümeyye
oğulllarını hicvetmiş tir:
"Biz düşük çocuğu
içtik. Ümeyye oğullarının kanlarını içince kanmadık.
Eğer onlar Remleyi
veya Hindi getirselerdi, mü'minlerin emirine bey'at ederdik."
Yukarıda
biyografisinden bahsettiğimiz Ubeyde es-Selmani el-Kadî, tek gözlü idi.
însanlan fitneye düşüren îbn Mesud'un adamlarm-dandı. Kûfe'de vefat etti. [18]
Bu senede Abdullah b.
Zübeyr (r.a.), Haccac b. Yusuf es-Sakafi adındaki katil tarafından öldürüldü.
Allah, o katili kahretsin ve rezil etsin.
Vakidî, Beni Esed'in
azatlısı Nafî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Zübeyr, hicretin
yetmişikinci senesinin zilhicce ayı başında kuşatma altına alındı. Hicretin
yetmişüçüncü senesinin cemaziyelevvel ayının on'unda öldürüldü. Böylece Haccac,
onu beş ay on yedi gece süreyle kuşatma altında tutmuş oldu. Önceki kısımlarda
da anlattığımız gibi Haccac, insanlara bu senede haccettirdi. İbn Ömer de
hacdaydı. Ab-dülmelik, Haccac'a mektub yazarak hac menasiki hususunda îbn
Ömer'e uymasını emretti. Bu husus, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde
vardır."
Bu sene başlarken
Şamlılar, Mekkelileri kuşatma altına alma va-ziyyetinde idiler. Haccac, Mekke üzerinde
mancınıkları dikmişti ki, Mekkelileri kuşatma altına alsın ve onlar da çıkıp
eman diliyerek Ab-dülmelik'e bey'atlannı arzetsinler. Habeşlüer, Haccac'la
beraberdiler. Mancınıklarla Mekke'yi taşlıyarak çok sayıda adam öldürdüler.
Hac-cac'ın elinde beş mancınık bulunuyordu. Mekke'nin üzerine her taraftan
devamlı mancınık atışları yapıyordu. Mekkelilere azık ve suyu vermez oldu.
Onlar da Zemzem suyu içiyorlardı. Mancınıklarla atılan taşlar, Ka'be'ye
düşüyordu. Haccac, adamlarına şöyle sesleniyordu: "Ey Şamlılar"'!
Sakın itaat edenlere ilişmeyin. Allah'tan korkun."
Şamlı askerler, İbn
Zübeyr'in üzerine hücum ediyorlardı. Hatta anlatıldığına göre bu şiddetli
hengamede onu yakalamışlardı. îbn Zübeyr de yanında hiç kimse olmadığı halde
bunların üzerine hücum ediyor, nihayet onları Beni Şeybe kapısından geri
çıkarıyordu. Bunlar ona tekrar saldırıyorlar. O da bu saldırıya karşılık
veriyordu. Bu karşılıklı saldırılar defalarca tekrarlandı. O gün Şamlılardan
çok sayıda adam öldürüldü. İbn Zübeyr: işte ben İbn Havari'yim." diyordu.
Bir rivayette anlatıldığına göre adamları İbn Zübeyr'e: "Şunlarla barış
hususunda konuşmayacak mısın?" demiş, ibn Zübeyr'de adamlarına şu cevabı
vermişti: "Allah'a yemin ederim ki, şunlar eğer siz, Kabe'nin içinde
görseler bile hepinizi boğazlarlar. Vallahi ben ebediyyen bunlardan barış
istemiye-ceğim."
Birçoklarının
anlattıklarına göre Şamlılar, Mekke'ye mancınıkla taş attıkları esnada
yıldırımlar ve şimşekler çaktı. Öyle ki yıldırımların sesleri mancınıkların
seslerini bastırdı. Bir şimşek çakıp Şamlılara isabet ederek onlardan om'ki
kişiyi öldürdü. Bunun üzerine Şamlıların morali bozuldu. Kuşatmaya devam etmek
istemediler. Ama Haccac, devamlı olarak onlan cesaretlendiriyor ve şöyle
diyordu:
"Ben bu
beldelerin durumunu bilirim. Bu şimşekler Tihame'den gelmektedir. Size isabet
ettiği kadar düşmanlarınıza da isabet edecektir."
Ertesi sabah yine
şimşek çaktı ve îbn Zübeyr'in adamlarından çok sayıda askeri öldürdü. Haccac da
bunun üzerine şöyle demeye başladı: "Size dememişmiydim ki şimşekler size
isabet ettiği kadar düşmanlarınıza da isabet edecektir. Siz itaat üzresiniz
onlarsa, muhalefettedirler."
Şamlılar, mancınıkla
taş atarlarken şu şiirleri okuyorlardı: "Medine yakınındaki kaymaklı
Fenikeyi şu mescidin direklerini fırlatacağız." O esnada bir şimşek çaktı,
mancımğa çarptı ve yaktı. Şamlılar, mancınıkla taş atmayı durdurdular.
Kuşatmadan geri çekilecek oldular. Bunun üzerine Haccac, onlara seslenerek
şöyle dedi:
"Yazıklar olsun
size! Bilmez misiniz ki sizden önceki kavimlere ateş iner ve kabul edilen
kurbanlarım yerdi? Eğer sizin bu ameliniz makbul olmasaydı, ateş inmez ve
mancınığı yakmazdı." Haccac'm bu konuşması üzerine Şamlılar tekrar
muhasaraya devam ettiler. Mekkeliler, artık peyderpey Haccac'm yanına giderek
eman istemeye başladılar ve bunu devam ettirdiler. İbn Zübeyr'i yalnız
bıraktılar. Öyle ki, onun 10.000'e yakın adamı kendisinden ayrılıp Hacac'm
yanına gittiler. Haccac da onlara eman verdi. îbn Zübeyr'in adamları gerçekten
azaldı. Öyle ki, Abdullah b. Zübeyr'in oğulları Hamza ile Hubeyb'de çıkıp
Haccac'm yanma gittiler. Kendi şahısları için Haccac'dan eman istediler.
Haccac, onlara da eman verdi. O esnada Abdullah b. Zübeyr, annesinin yanma
giderek insanların kendisini yardımsız bırakmalarından şikayet etti. Oğulları
ve aile efradı da dahil olmak üzere adamlarının kendisini terk ederek Haccac'm
yanma gittiklerini, yanında çok az sayıda adam kaldığım, bir saatlik dahi
dayanacak güçlerinin kalmadığını anlattı. Dilediği kadar kendisine dünyalık
verileceğini bildirdi ve görüşünü sordu:
"Ey oğulcuğum,
sen kendini daha iyi bilirsin. Hak yolda olduğunu, hakka davet ettiğini
biliyorsan, buna sabret. Adamların da zaten bu yolda öldürüldüler. Boynunu
düşmana teslim etme ki, Umeyye oğullarının çocukları senin kesik ba^nı oyuncak
etmesinler. Ama bütün bu işlen dünyalık elde etmek için yaptığım biliyorsan, o
halde sen ne kotu bir kulsun. Hem kendini mahvettin, hem de kendinle birlikte
öldürülen kimseleri mahvettin. Eğer sen hak yolda isen, dimni ne diye
gevşetiyorsun? Zaten sen dünyada ne zamana kadar yaşayabileceksin? Bu durumda
öldürülmek daha güzeldir."
Annesinin böyle
konuşması üzerine Abdullah b. Zübeyr, annesine yaklaştı, başını öpüp şöyle
dedi:
"Anacığım,
vallahi ben de böyle düşünüyordum. Ben dünyaya meyletmedim. Dünyada yaşamayı
gönülden arzulamadım, ben düşmana karşı sırf Allah rızası için kızarak O'nun
yasakları çiğnendiğinden dolayı öfkelenerek ayaklandım. Ben sadece senin
görüşünü öğrenmek istedim. Sen basiretime basiret kattın. Bak anneciğim, ben
bu gün öldürüleceğim, sakın üzüntün şiddetlenmesin. Allah'ın emrine teslim ol,
senin oğlun kasıtlı olarak kötülük işlemiş değildir. Çirkin şeyleri asla yapmamıştır.
Allah'ın hükmüne karşı cüretkar olmamıştır.
Verdiği emana hıyanet
etmemiştir. Bir Müslümana veya Zimmi'ye kasden zulmetmemişimdir. Bir valinin
zulüm yaptığını duyduğum takdirde ona asla rıza göstermemiş, aksine onu
kmamışımdır. Valileri Rab-bimin rızasına tercih etmemişimdir. Allah'ım, ben bu
sözleri kendimi temize çıkarmak için söylemiyorum. Allah'ım, sen beni benden ve
başkalarından daha iyi bilirsin, sırf annemi avutmak ve teselli etmek için
böyle söyledim."
Annesi de şöyle dedi:
"Allah'tan ümidim şudur ki, senin ölümüne karşı güzel bir teselli bulayım.
Belki sen benden önce öldürülürsün. Belki de ben senden önce öldürülürüm, ben
kendim dışarı çıkıp bakacağım ve senin akibetini seyredeceğim."
Abdullah ta annesine
şöyle dedi: "Allah sana hayır mükafat versin. Ey anneciğim, artık duanı
benden eksik etme."
Annesi de şöyle dedi:
"Ben, bâtıl yolda öldürülen kimseler için de duamı eksik etmeyeceğim.
Oysa sen hak yolda öldürülüyorsun. Allah'ım, şu kıyamın uzunluğuna, şu ağıda ve
Mekke ile Medine çöllerindeki susuzluğa merhamet et. Abdullah'a, babası ve
benim sebebimle iyilik et, ihsanda bulun. Allah'ım! Ben onu, kendisi hakkında
vermiş olduğun emrine teslim ettim. Senin verdiğin hükme razı oldum. Abdullah
b. Zü-beyr'in öldürülmesine karşılık olarak bana sabredenlerin ve
şükreden-lerin sevabını ver." Bu konuşmadan sonra annesi, Abdullah'ı tutup
vedalaşmak için kucakladı. Ahir ömründe gözlerini kaybetmişti. Kucakladığında
Abdullah'ın demirden bir zırh giyinmiş olduğunu gördü ve şöyle dedi:
- Ey oğulcuğum, biz
şehadet istediğimiz halde, bu zırhları giymek te ne oluyor?
- Anacığım, ben sırf
senin kalbini teskin etmek ve gönlünü hoş tutmak için bu zırhları giydim.
- Hayır ey oğulcuğum,
bunları çıkar.
Abdullah b. Zübeyr de
zırhlan çıkarıp diğer elbiselerini giydi. Elbiselerini iple üzerine bağladı,
annesi de şöyle diyordu:
- Paçalarını sıva.
Abdullah, elbisesinin
etek kısmını sağlamca bağladı ki öldürüldüğü takdirde avret mahalleri
görünmesin. O esnada annesi de ona babası Zübeyr'i, dedesi Ebu Bekir
es-Sıddık'ı, ninesi Safiye binti Abdülmutta-Hb'i, teyzesi ve Rasûlullah'ın
zevcesi Hz. Aişe'yi ona hatırlatıyor, şehid olarak öldürüldüğü takdirde onların
yanma gitme ümidini kendisine aşıhyor(^u- Sonra Abdullah, anasının yanından
çıkıp gitti. Bu, onun annesiyle son görüşmesi oldu. Allah, ondan da annesinden
de babasından da annesinin babasından da razı olsun.
Dediler ki: Abdullah
b. Zübeyr, Mescid-i Haram'm kapısından çıkarken orada beşyüz süvari ve piyade
vardı. Üzerlerine saldırdı ve onları sağa sola dağıttı. Hiç kimse karşısında
duramadı. O şöyle diyordu:
"Ölüm günümü
bilirsem sabrederim.
Hür kişi de zaten bunu
bilir.
Ancak bildiği halde
bilmezlikten gelen var."
İbn Zübeyr'in, Harem
kapılarını bekleyen adamlarının sayısı azalmıştı. Humustular Ka'be
karşısındaki kapıyı, Şamlılar Beni Şeybe kapısını, Ürdünlüler Safa kapısını,
Filistinliler Beni Cumah kapısını, Kinnesrinliler de Beni Sehm kapısını kuşatma
altına almışlardı. Her kapıda bir komutan ve o beldelerin ahalisi vardı. Haccac
ve Tarık b. Amr da Abtah tarafında idiler. îbn Zübeyr, hangi kapıdan çıkarsa
çıksın mutlaka o kapıda bekleyen topluluğu darmadağın ediyordu. Zırhını giymemişti.
Kapılan tutanları kovalayıp Abtah'a kadar sürdü. Sonra şöyle ünledi: "Eğer
benim karşımda duran bir kişi olsaydı ben hakkından gelirdim."
İbn Safvan ile
Şamlılar da: "Evet vallahi o, 1000 adama bedeldir." diyorlardı.
Mancınık taşları gelip Abdullah b. Zübeyr'in elbisesine değiyor, ama o, bundan
rahatsız olmuyordu. Kuşatmacılara karşı çıkıyor, onlarla kükremiş asrlan gibi
savaşıyordu. Nihayet insanlar, onun cesaret ve kahramanlığından ötürü şaşkına
döndüler. Bu senenin cemaziye-levvel ayının onyedisinde salı gecesinde İbn
Zübeyr geceyi namaz kılarak geçirdi. Sonra oturdu ve kılıcının kabzasına
dayandı. Bir süre uykuya daldı. Sonra fecirle birlikte uyandı ve: "Ey
Sa'd, ezan oku." dedîvMa-kam-ı ibrahim yanında ezan okundu. İbn Zübeyr,
abdest aldı. Sonra iki. rekat sabah namazının sünnetini kıldı. İkamet
edildiğinde kalkıp sabah namazının farzım kıldı, sonra Kalem sûresini harf
harf okudu. Namazını tamamladıktan sonra selam verip Allah'a hamd-ü senada bulundu
ve şöyle dedi: "Yüzlerinizi açın ki size bakayım-" Cemaat yüzlerini
açtı, miğferlerini giymişlerdi, onları savaşa ve sabra teşvik etti. bonhıipıım
pttiler. Muhasaracıları Hara kalkıp hücuma geçti, adamları aa nucum encun'a
kadar kovaladılar. O esnada bir kiremit parçası gelip yüzüne isabet etti.
Sarsıldı, yaralandı. Kanın sıcaklığının yüzünde akmakta olduğunu hissedince şu
şiiri okudu:
"Topuklarınız
üzerinde yaralarınız kanamamalıdır Aksine ayaklarınızın ön kısmından kan
damlamalıdır."
Sonra yere düştü.
Düşmanları süratle gelip onu öldürdüler. Allah, ondan razı olsun. Gidip
Haccac'a haber verdiler. O da secdeye kapandı. Allah onu kahretsin. Sonra
Haccac ve Tank b. Amr, kalkıp Abdullah b. Zübeyr'in cesedinin yanma gelip
durdular. Tank şöyle dedi:
"Kadınlar bundan
daha erkek birini doğurmadı."
Haccac: "Sen
mü'minlerin emirine itaat etmeyip muhalefet eden bir kimseyi mi
övüyorsun?" deyince Tarık şu cevabı verdi:
"Evet. O
mazurdur, çünkü biz onu kuşattık. Ama o bir kalede veya hendekte veya bir
sığınıkta değildi ki, bizden intikam alsın. Aksine o, her yerde ve her durumda
bizden üstündür."
Tarık'ın böyle
söylediğini duyan Abdülmelik, onu dövdü.
Haccac'ın
biyografisinden bahsederken İbn Asakir, onun îbn Zü-beyr'i öldürmesinden sonra
Mekke'nin, İbn Zübeyr'e ağlamak maksadıyla büyük bir sarsıntı geçirdiğini
rivayet etmiştir. Allah, Abdullah İbn Zübeyr'e rahmet etsin. Mekke'nin
sarsılmasından sonra Haccac, bir nutuk irad ederek şöyle dedi:
"Ey insanlar!
Doğrusu Abdullah b. Zübeyr, bu ümmetin hayırlı ve seçkin adamlarmdandı. Ancak halifeliğe
rağbet etti, halifelik hususunda hilafete layık olan kimselerle çekişti.
Harem'de dinden çıktı. Bu sebeple Allah, ona elem verici azabını tattırdı.
Doğrusu Adem, Allah katında Abdullah b. Zübeyr'den daha kıymetli ve üstün bir
kimse olup Cennet'te yaşamaktaydı. Cennet, Mekke'den daha şereflidir ama Adem,
Allah'ın emrine muhalefet edip yasaklı ağacın meyvesinden ye-yince Cenâb-ı
Allah, onu Cennet'ten çıkardı. Haydi kalkın namazınızı kılın. Allah size rahmet
etsin."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Haccac, Mekkelilere hitaben şöyle demiştir:
Ey Mekkeliler, siz
Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesini çok büyük bir olay sayıyorsunuz. Doğrusu
Abdullah b. Zübeyr, bu ümmetin seçkin ve hayırlı kimselerindendi. Ancak dünyaya
rağbet etti. Halifelik hususunda hilafete ehil kimselerle çekişti. Allah'a
itaatin dışına çıktı ve Allah'ın Harem'inde dinden çıktı. Eğer Mekke, ilahi
takdiri engelleyecek bir mekan olsaydı, Adem'in Cennet'ten kovulmasına engel
olurdu. Oysa Allah, Adem'i kendi eliyle yaratmış, ruhundan ona üflemiş ve
melekleri ona secde ettirmişti. Ayrıca bütün eşyanın adlarını ona öğretmişti.
Adem^O'na isyan edince
onu Cennet'ten çıkardı ve yeryüzüne indirdi. Oysa Âdem, Allah katında Abdullah
b. Zübeyr'den daha üstündür. Abdullah b. Zübeyr, Allah'ın kitabım
değiştirdi."
Bu konuşmasından sonra
Abdullah b. Ömer, Haccac'a şöyle dedi: "Sana, yalan söylüyorsun, demek
isteseydim derdim. Allah'a yemin ederim İd Abdullah b. Zübeyr, Allah'ın
kitabını değiştirmedi. Aksine o, Allah'ın kitabını uyguluyor, namaz kılıp oruç
tutuyor ve hak ile amel ediyordu."
Haccac, daha sonra
olup bitenleri bir mektupla Abdülmelik'e bildirdi. Abdullah b. Zübeyr'in kesik
başını, Abdullah b. Safvan ve Ammare b. Hazm'm kesik başlarıyla birlikte
Abdülmelik'e gönderdi. Bu kesik başları götüren adamlara, Medine'den
geçtikleri esnada başları şehrin belirli bir yerine dikmelerini, sonra alıp
Şam'a götürmelerini emretti. Adamlar da bu emri yerine getirdiler. Haccac,
kesik başları Ezd kabilesinden bir adamla gönderdi. Kesik başları götüren
adama Abdülmelik 500 dinar verdi. Sonra bir makas getirilmesini emretti.
Getirilen makasla kendi perçeminden ve çocuklarının perçemlerinden biraz
kesti. Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesine sevindiğinden Ötürü böyle yapmıştı.
Allah müstahaklarını versin.
Haccac ise, Abdullah
b. Zübeyr'in cesedinin getirilmesini emretti. Getirilen cesedi Hacun yanında
Menkese tepesine astı, orada asılı kaldı. Nihayet Abdullah b. Ömer, oradan
geçince asılı cesede hitaben şöyle dedi: "Allah sana rahmet etsin. Ey Ebu
Hubeyb. Vallahi sen çok oruç tutar ve çok namaz kılardın." Böyle dedikten
sonra orada bulunanlara şöyle seslendi: "Artık bu darağacına binen
süvarinin indirilmesi vakti gelmedi mi?" Haccac, bunun üzerine emir
göndererek Abdullah b. Zübeyr'in cesedinin darağaandan indirilmesini söyledi
ve cesed indirilip oraya defnedildi, Haccac, Mekke'ye girdi. Mekkelilerden
Abdülmelik b. Mervan adına bey'at oldı. Haccac, orada halkın o senede haccını
ifa edişine kadar ikamet etti. Haccac, Mekke, Yemame ve Yemen valisi idi. [19]
Abdullah b. Zübeyr b.
Avvam b. HüveyHd b. Esed b. Abdiluzza b. Kü-" say b. Kilab Ebu Bekir
(kendine Ebu Hubeyb de denilirdi) el-Kureşı el-Esedl Hicretten sonra Medine'de
Muhacirlerin doğan ilk çocuğu o oklu. Annesi, Hz. Ebu Bekir'in kızı ve iki
kuşaklı lakabıyla tanınan Esma dır. Annesi, onu karnında taşımakta iken hicret
etmiş, sonra onu Küba da Medine'ye ilk gelişi esnasında doğurmuştu. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre annesi onu hicretin ikinci senesinin şevval
ayında dogurmuştur. Vakidî, Mus'ab ez-Zübeyr ve diğerleri böyle demişlerdir.
Ama doğru olan, ilk rivayettir. Çünkü İmam Ahmed b. Hanbel, Hişam'ın babasının
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Esma, Abdullah'ı
karnında taşımakta iken Mekke'de şöyle dedi: "Ben, hicret yolculuğuna
çıktım, doğum vakti yaklaşmıştı. Medine'ye gittim Küba'ya indiğimde onu
doğurdum. Sonra onu alıp Rasûlullah (s.a.v.)'°. götürdüm. Rasûlullah (s.a.v.),
onu alıp kucağına koydu. Sonra hurma getirilmesini emretti. Bir hurma tanesini
alıp ağzında çiğnedi. Sonra Abdullah'ın ağzına tükürdü."Abdullah'ın
karnına giren ilk şey, Rasûlullah (s.a.v.)'ın tükrüğü oldu. Sonra Rasûlullah
(s.a.v.), onun ağzına birşeyler sürdü. Onun için duâ etti ve mübarek olmasını
diledi.
Abdullah, islâm
tarihinde doğan ilk îslâm çocuğudur. O, kadri yüce bir Sahabe idi. Peygamber
(s.a.v.)'den, babasından, Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan ve diğer şahıslardan
hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden bir cemaat da ondan hadis rivayet etmiştir.
Cemel savaşına küçük yaşta babasıyla birlikte katıldı. Hz. Ömer'in Cabiye'de
verdiği hutbeyi dinledi ve o hutbeyi olanca uzunluğuyla rivayet etti. Bu
rivayeti çeşitli yollarla bize ulaşmıştır. Kostantiniyye savaşı için Dımaşk'a
geldi. Sonra başka bir kez yine Dımaşk'a geldi. Yezid b. Muaviye zamanında
Yezid'in oğlu Muaviye vefat ettiğinde kendisine hilafet bey'atı yapıldı. Hicaz,
Yemen, Irak, Mısır, Horasan ve diğer Şam beldelerine hükmetti. Sadece Dımaşk'a
hükmedemedi. Hicretin altmış dördüncü senesinde kendisine bey'at tamamlandı.
İnsanlar, onun zamanında hayır ve refah içinde yaşadılar.
Hişam, babasımn şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Esma, Abdullah'ı karnında taşımakta iken hicret için
Mekke'den Medine 'ye doğru yola çıktı. Küba'ya geldiğinde onu doğurdu. Alıp
Rasûlullah'a götürdü. Rasûlullah ta onun çenesine birşeyler sürdü ve ona
Abdullah adını verip kendisi için hayır duada bulundu. Müslümanlar, onun
doğumu sebebiyle sevindiler. Çünkü Yahudiler güya Muhacirlere büyü
yaptıklarını ve Medine'de Muhacirlerin çocuklarının doğmayacağını iddia
etmişlerdi. Abdullah b. Zübeyr doğunca Müslümanlar tekbir aldılar.
Abdullah b. Ömer,
Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesi esnasında Şamlı askerlerin tekbir aldıklarını
duyduğunda şöyle demişti: " Vallahi Abdullah'ın doğumu esnasında tekbir
alan kimseler, onun öldürülmesi esnasında tekbir alan şu kimselerden daha
hayırlı idiler."
Doğduğu esnada
Abdullah'ın kulağına Ebu Bekir es-Sıddık ezan okudu. Hz. Ebu Bekr'üı bir beze
sarılmış olarak onu Kabe'nin etrafında döndürdüğünü söyleyenler hata
etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. Medine'de doğduğu zaman Hz. Ebu Bekir, onu
Medine'de dolaştırmıştı ki, Yahudilerin iddia ettikleri gibi Müslümanların
Medine'de çocuklarının doğmayacağına dair söylentinin asılsız olduğu anlaşılsın.
Abdullah'ın şakakları
(sakalları) seyrekti. Yaşı altmış'a varıncaya dek sakalları sı ki aşmamıştı.
Zübeyr b. Bekkar, Abdullah b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.), aralarında Abdullah b. Cafer, Abdullah b. Zübeyr ve Ömer b.
Seleme'nin de bulunduğu bazı gençler hakkında konuştu. Yanında bulunanlar:
"Yâ Rasûlallah, bunların da bey'atını kabul etsen ve bereketin bunlara
dokunsa bunlar için bir hatıra olur." dediler. Onlar, bu gençleri
Rasûlullah'm yanma getirdiler. Geldikten sonra geri çekilmek istediler. Yalnız
Abdullah b. Zübeyr ileri atıldı. Rasûlullah (s.a.v.)'da onun bu hareketine
gülümsedi ve şöyle dedi: "Bu, babasının oğludur," Böyle dedikten
sonra onunla bey'atlaştı."
Birden fazla rivayette
anlatıldığına göre Abdullah b. Zübeyr, Peygamber (s.a.v.)'ın kanından biraz
içmiştir. Peygamber (s.a.v.), bir leğende kendine kupa vurdurdu. Kupaları
Abdullah b. Zübeyr'e verdi ki götürüp içindeki kanları döksün. Ama Abdullah, o
kanları içti. Rasûlullah ta ona şöyle dedi: "Yemin çözme dışında ateş sana
dokunmayacaktır. Senden vay insanların haline! İnsanlardan da vay senin
haline!"
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), kendi vücuduna kupa vurdurduktan sonra
kupaları Abdullah'a vererek şöyle demişti: "Ey Abdullah, şu kanı alıp
götür ve kimsenin seni görmeyeceği bir yere dök." Abdullah, kan dolu
kupaları alıp Rasûlullah'm yanından uzaklaştıktan sonra içti. Döndüğünde
Rasûlullah (s.a.v.), ona: "Kam ne yaptın?" diye sorunca şu cevabı
verdi: "Onunla ilim ve imanımı artırmak ve Rasûlullah'm cesedinden bir
parçanın cesedime girmesini sağlamak maksadıyla içtim. Rasûlullah'm cesedinden
olan bir parçayı yere dökmektense vücuduma aktarmam daha uygun olur."
Abdullah'ın bu cevabına Rasûlullah (s.av.): "Sana müjdeler olsun, ateş
artık ebediyyen sana dokunmayacaktır. Senden insanların vay haline ve
insanlardan da senin vay haline!"
Muhammed b. Sa'd,
Nofa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben Allah'ın yeryüzüne
indirilmiş kitabında gördüm ki İbn Zübeyr, halifelerin en bahadırıdır."
Hammad
b. Zeyd, Sabit el-Benanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş-
"Makam-ı
İbrahim'in arkasında namaz kılmakta iken Abdullah b. Zübeyr'in yanından geçtim.
O, orada namaz kılarken hareket etmeyerr dikili bir ağaç gibi idi."
A'meş, Yahya b. Vessab'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdullah b.
Zübeyr, secdeye vardığında serçeler gebp sırtına konarlardı. Serçeler konup
kalkar ve tekrar konarlardı. Ama sen onu bir duvar temeli gibi görürdün, hiç
hareket etmezdi."
Başkasının ifadesine
göre Abdullah b. Zübeyr, sabaha dek kıyamda durur, başka bir gece sabaha dek
rükûda durur. Başka bir gecede de sabaha dek secdede dururdu. Bazıları dediler
ki: "Abdullah b. Zübeyr, bir gün rükûa vardı. Rükûda el-Bakara, Âl-i
İmrân, en-Nisâ ve el-Mâide sûrelerini okudu ve başını kaldırmadan kıraata devam
etti."
Abdürrezzak, Atâ'nın
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdullah b.
Zübeyr'i namaz kılarken gördüğümde onu yere çakılmış bir kütük gibi
görürdüm."
imam Ahmed b. Hanbel
dedi ki: "Abdürrezzak, namazı îbn Cü-reyc'ten öğrendi. îbn Cüreyc te
Atâ'dan öğrendi. Atâ ise îbn Zübeyr'den öğrendi. îbn Zübeyr'e gelince o, Hz.
Ebu Bekir'den öğrendi. Hz. Ebu Bekir de Rasûlullah (s.a.v.)'dan öğrendi."
Humeydî, îbn
Münkedir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir;
"Namaz kılarken
îbn Zübeyr'i görseydin, rüzgarın kendisini hışırdattığı bir ağaç dalı sanırdı.
O halde iken mancınık taşları onun yalanlarına düşüyordu, ama onlara hiç
aldırmıyor ve önemsemiyordu."
Adamın birisi, Ömer b.
Abdülaziz'e şöyle diyordu: "Mancınıkla atılan taşlardan biri, mescidin
şerefesine düştü. Şerefenin bir kısmı kopup uçtu ve İbn Zübeyr'in çenesi ile
boğazı arasından geçti. Ama İbn Zübeyr yerinden kalkmadı ve yüzünde de herhangi
bir olay olmamış gibi bir hal vardı." Adamın böyle demesi üzerine Ömer b.
Abdülaziz, şöyle cevap verdi: "Lâ ilahe illallah. Senin anlattığın
geldi."
Ömer b. Abdülaziz,
günün birinde İbn Ebi Melike'ye şöyle dedi: "Bize Abdullah b. Zübeyr'i
anlat." İbn Ebi Melike de şöyle dedi:
"Onun cildi kadar
et üzerine geçirilmiş başka güzel bir cilt görmedim. Onun eti kadar sinirlere
bindirilmiş başka güzel bir et görmedim. Onun sinirleri kadar kemikler üzerine
oturtulmuş başka düzenli sinirler görmedim. Onun nefsi kadar iki kaburga
kemiği arasına yerleştirilmiş başka sağlam bir nefis görmedim. Bir defasında
mancınıkla atılan tuğla parçası gelip onun göğsü ile çenesi arasından geçti.
Allah'a yemin ederim ki, o bundan korkmadı ve kıraatini da kesmedi. Rükû vakti
gelmeden de rükûa kapanmadı. Namaza başlarken dünya ile alakasını keserdi.
Rükûa vardığında gelip sırtına konabilecek kadar sükunet içinde olurdu. Secdeye
kapandığında da sanki yere atılmış bir kumaş parçası gibi olurdu."
Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
Mansur b. Zazan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Kendisini gören
bir adamın bana anlattığına göre îbn Zübeyr, namazına devam eder ve namaza
başlarken dünyadan soyutlanırmış. İbn Zübeyr iyi namaz kılanlardandı."
İbn Abbas'a, İbn
Zübeyr'i sordular. O da şu cevabı verdi: "O, Allah'ın kitabını okurdu.
Rasûlullah'm sünnetine uyardı. Allah rızası için sıcak günlerde -Allah'tan
korktuğu için- oruç tutardı. O'na gönülden ibadet ederdi. Rasûlullah (s.a.v.)
havarisi Zübeyr'in oğlu idi. Annesi Ebu Bekir es-Sıddık'm kızı Esma idi.
Teyzesi, Rasûlullah'm sevgilisi Ebu Bekir'in kızı ve sevgilisi Hz. Aişe idi. Aişe,
Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi idi. Onun hakkın: ancak Cenâb-ı Allah'ın kör
ettiği kimse takdir edemez."
Rivayet olunduğuna
göre îbn Zübeyr, bir gün namaz kılıyordu. Tavandan bir yılan düştü, yılanı
alıp oğlu Haşim'in beline bağladı. Orada bulunan kadınlar feryad ettiler. Aile
fertleri korktular ve o yılanı ve öldürdüler. Çocuk ta kurtuldu. Bütün bu olup
bitenler yapılırken îbn Zübeyr, namazına devam ediyordu. Asla dönüp bakmadı ve
olup bitenlerden haberdar olmadı. Nihayet selamını verdi.
Zübeyr b. Bekkar dedi
ki: Muhammed b. Dahhak el-Huzamî, Abdül-melik b. Abdülaziz ve sayılarını
veremiyeceğim kadar birçok arkadaşımız bize dedi ki: "Abdullah b. Zübeyr,
haftayı hep oruçlu geçirirdi. Peş-peşe oruç tutardı. Cuma gecesi oruç tutar,
diğer cumaya kadar iftar etmezdi. Medine'de oruca başlar, Mekke'ye gidinceye
kadar orucunu bozmazdı. Mekke'de oruç tutar, Medine'ye gidinceye kadar orucunu
bozmazdı. İftarını açarken ilk olarak deve sütü, yağ ve sabir bitkisi yerdi.
Başka bir rivayette anlatıldığına göre deve sütü, onu günahtan korurdu. Yağ
ise, susuzluğunu giderirdi. Sabir bitkisi de barsaklarım açardı.
İbn Main, İbn Ebi
Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Zübeyr, yedi gün üst
üste oruç tutar, sekizinci günde hepimizden daha aç ve susuz kalırdı."
Adamın birisi dedi ki:
"İbn Zübeyr, ramazanda sadece bir defa yemek yerdi. O da ramazanın
ortasına denk gelirdi."
Halid b. Ebi îmran
dedi ki: "îbn Zübeyr, bir ayda sadece üç gün oruç tutmazdı. Kırk sene
müddetle elbisesini sırtından çıkarmadı."
Leys, Mücahid'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Hiç kimse, İbn Zübeyr kadar ibadet edemezdi.
Allah, ondan razı olsun. Bir defasında Ka'be'yi sel bastı. Ka'be sular altında
kaldı. îbn Zübeyr, yüzerek tavaf etti."
Adamın birisi dedi ki:
"îbn Zübeyr, ibadet, şecaat ve fesahat hususunda tartışılmaz bir adamdı.
Bu hususlarda en üstün kişi oydu."
Hz. Osman, onu
mushafların nüshalarım çoğaltan heyete dahil etmişti. Bu heyette Zeyd b.
Sabit, Said b. As ve Abdurrahman b. %ris b. Hişam da vardı.
Said b. Müseyyeb'in
anlattığına göre Abdullah b. Zübeyr, İslâm'ın meşhur hatiplerin dendi. Onunla
beraber Muaviye ve oğlu, Said b. As ve bunun oğlu meşhur hatiplerdendi.
Abdülvahid el-Eymen
dedi ki: "ibn Zübeyr'in sırtında Yemenin Aden kentinde imal edilen bir aba
gördüm. Bu abayı giyinmiş olarak namaz kılıyordu. Sesi çok yüksekti. Hutbe
irad ederken sesi, Ebu Kubeys ve Zerura dağları arasında yankılanırdı. Esmer
tenliydi, nahif vücutluydu. Çok uzun değildi, alnında secde izi vardı. Çok
ibadet ederdi, gayretli ve şehametliydi. Fesahat sahibi olup çok oruç tutar ve
çok namaz kılardı. Güçlüydü, onurluydu. Şerefli bir nefsi ve yüksek himmeti
vardı Sakalı seyrekti, yüzünde çok az tüy vardı. Saçları başının tepesinde
yı-ğılmıştı, sarı sakallıydı."
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Abdullah b. Zübeyr, İbn Ebi Şerh ile birlikte Berberi savaşma
katılmıştı. Berberiler 120.000 kişi idiler. Onlarla savaşan Müslümanlar ise,
sadece 20.000 kişi idiler. Berbe-rileri her taraftan çembere aldılar. Abdullah
b. Zübeyr, düşmana devamlı tuzak kuruyordu. Nihayet otuz süvari ile harekete
geçti. Berber hükümdarının üstüne gitti. Hükümdar, askerlerin gerisinde yalnız
başına durmaktaydı. Cariyeleri onu devekuşunun tüyleri ile gölgeliyorlardı.
Abdullah gidip hükümdarın yanma yaklaştı. Orada bulunanlar onun hükümdara bir
mesaj getirdiğini sanıyorlardı. Fakat hükümdar, kendisini vuracağını anlayınca
dönüp kaçmaya başladı. Abdullah onu kovaladı, yakalayıp öldürdü. Başını kesip
bir mızrağa geçirdi, tekbir aldı. Onunla birlikte Müslümanlar da tekbir
aldılar. Berberilere hücum edip onları hezimete uğratarak Önlerine kattılar.
Onlardan çok sayıda adam öldürüp bol miktarda ganimet ele geçirdiler. İbn Ebi
Şerh müjdesini İbn Zübeyr'le Hz. Osman'a gönderdi. Halife Osman, zafer
haberini Ondan dinledi. Olup bitenleri Hz. Osman'a anlattı. Hz. Osman da ona:
"Eğer yapabiliyorsan bu anlattıklarını minber üzerinde halka anlat, deyince
o da: "Olur" dedi ve minbere çıkıp insanlara nutuk irad etti. Berberi
savaşım bütün detaylarına inerek anlattı.
Abdullah b. Zübeyr
dedi ki: "Minberde nutuk irad ederken yan tarafıma dönüp baktığımda
cemaat arasında babam Zübeyr'i de gördüm. Onun yüzünü görünce titremeye ve
sözlerimi karıştırmaya başladım. Onun heybeti kalbime tesir etti. Babam
gözleriyle bana işaret ederek beni cesaretlendirdi. Ben de onu görmeden önceki
konuşmama devam ettim. Minberden inince babam bana şöyle dedi: Oğlum, senin
konuşmam dinlerken sanki Ebu Bekir es-Sıddık'm hutbesini dinliyor gibi oldum."
Ahmed b. Ebi'l-Havaî,
Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ibn Zübeyr,
mehtaplı bir gecede bineğine binerek yola çıktı. Te-bük'e vardı. Orada
bineğinden indi. Yan tarafına baktığında binek üzerinde saçı sakah ağarmış
yaşlı bir adam gördü. Ona saldırdı, adamı uzaklaştırdı. Ibn Zübeyr, tekrar
bineğine binip yola devam etti, ama yaşlı adam ona şöyle seslendi:
"Allah'a yemin
ederim ki Ey İbn Zübeyr! Eğer bu gecede benden senin kalbine bir tüy girecek
olursa seni fesada götürür."
İbn Zübeyr de ona şu
karşılığı verdi:
"Ey lanetli adam!
Senden mi benim kalbime birşey girecek?" Abdullah b. Mübarek, Abdullah b.
Zübeyr'in oğlu AnuVin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdullah b.
Zübeyr, Kureyşli bir kervanla umreden dönüşü esnasında Yenasib'e vardıklarında
bir ağacın yanında bir adam gördüler. İbn Züheyr,o adama yaklaştı. Yanına
vardığında adam ona ilgi göstermedi, îbh Zübeyr, selam verdi. Adam selamını
alçak bir sesle aldı. îbn Zübeyr, bineğinden indi, adamın üzerine gitti. Ama
adam yerinden kımıldamadı. Ona: "Gölgeden uzaklaş." dedi. Adam istemiyerek
bir tarafa çekildi. Oturup adamın elini tuttu ve ona kim olduğunu sordu. Adam
da cinlerden biri olduğunu söyledi. Adam sözünü tekrarlayınca îbn Zübeyr'in
vücudundaki tüyler diken diken oldu. Adamı tutup çekti ve ona: "Sen
cinlerdensin ve bu şekilde mi karşıma çıkıyorsun?" dedi. Adam, sefil bir
haldeydi, kırıldı. İbn Zübeyr, onu kovdu ve ona: "Sen yeryüzü sakinlerinden
olduğun halde nasıl bu şekilde karşıma çıkarsın?" dedi. Adam koşarak
gitti. İbn Zübeyr de arkadaşlarının yanına döndü. Arkadaşları ona sordular:
- Az önce yanındaki
adam nereye gitti?
- Cinlerdendi, kaçıp
gitti.
İbn Zübeyr'in bu
cevabı üzerine oradaki arkadaşları bineklerinden yere düştüler. Onları alıp
bineklerine bindirdi ve bineklerinin sırtına iple bağladı. Bu halde onları hacca
götürdü. Henüz ayılmamışlardı. Olup bitenleri anlamamışlardı."
Süfyan b. Uyeyne, İbn
Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gece Mescid-i Haram'a
gittim. Bazı kadınların Kabe'yi tavaf ettiklerini gördüm. Çok hoşuma gittiler.
Tavaflarını tamamladıktan sonra oradan ayrılıp gittiler. Ben de kendilerine
takbe başladım. Nerede ikamet ettiklerini öğrenmek istedim. Mekke'den çıkıp
gittiler. Nihayet Akabe'ye vardılar. Aşağılara inip bir harabeye girdiler, ben
de peşleri sıra o harabeye girdim. İçeride bazı yaşlı adamların oturmakta
olduklarını gördüm. Bana: "Ey İbn Zübeyr, buraya niçin geldin?" diye
sordular. Ben de: "Ta^e hurma yemek istedim." diye cevap verdim. O
zaman Mekke'de taze burma yoktu. Bana bir miktar taze hurma getirdiler. Sonra
bana: "Artan hurmaları da yanma al ve götür." dediler. Artan taze hurmaları
alıp evime götürdüm. Bir zenbile koydum. Zenbili de yandığa yerleştirdim. Sonra
uyumak üzere başımı yastığa koydum. Uyku-Ue uyanıklık arasında bir halde iken
evde bir gürültü duydum. Birbirlerine: «Hurmaları nereye koymuş?" diye
soruyorlardı. Sonra: bandığa koymuş." dediler. Sandığı açtıklarında
hurmaları zenbılde gorouler. Zenbili açmak istediler, aralarından bin: Bunun
üzerineBeşme e çekmiş." dedt Zenbili alıp içindeki hurma ile birlikte
götürdüler Onlar evde iken nasıl oldu da üzerlerine atılmadım diye çok
üzülüyorum.
Kuşatma altında
bulunduğu sıralarda Hz. Osman'ı savunanlardan biri de Abdullah b. Zübeyr'di. O
zaman Abdullah b. Zübeyr, on küsur yara almıştı.
Cemel savaşında
piyadelerin başında idi. O zaman da ondokuz yara aldı. Cemel savaşında Malik b.
Haris b. Eşter'le göğüs göğüse çarpıştı. Birbirlerini yenemediler. Ester, İbn
Zübeyr'i yere yıktı, ama öldüreme-di. Aksine İbn Zübeyr, kalkıp onu kucakladı
ve: "Beni ve Malik'i öldürün, Malik'i de benimle beraber öldürün."
diye yüksek sesle bağırdı. Onun bu sözü darb-ımesel haline geldi. Sonra ikisi
birbirlerinden ayrıldılar. Ester, onu yenemedi. Bir rivayette anlatıldığına
göre Cemel savaşında Abdullah b. Zübeyr, kırk küsur yara aldı. Ölüler arasında
bulundu, can çekişmekteydi. Hz. Aişe onun öldürülmediğine dair müjdeyi getirecek
olan adama 10.000 dirhem ödül verileceğini ilan etmişti. Öldürülmediğini
duyunca Allah'a şükür secdesi yaptı. Hz. Aişe, onu çok severdi. Çünkü kız kardeşinin
oğluydu. Onun nezdinde çok kıymetliydi.
Urve'den rivayet
olunduğuna göre Hz. Aişe, Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'den sonra Abdullah
b. Zübeyr kadar başkasını sevmemişti. "Babam ile Aişe'nin, İbn Zübeyr'e
yaptıkları kadar başka bir kimseye hayır duada bulunduklarını görmedim."
demişti.
Zübeyr b. Bekkar,
Abdullah b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Beni Ca'de
kabilesinin şairi Nabiğa bütün dilleri susturdu. Kimse ona karşı şiir
okuyamazdı. Bu zat, bir gün Abdullah b. Zübeyr'in yanına Mescid-i Haram'a gitti
ve şu beyitleri okudu:
"Sen halifeliğe
geçince davranışlarınla bize Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ı hatırlattın. Senin
sayende yoksullar rahata kavuştular.
Hak hususunda
insanlara eşit davrandm. Onlar da eşit hale geldiler."
Rengi siyah ve
karanlık olan kişi sabah aydınlığı gibi beyazlaştı.
Ebu Leyla (yani ben)
sana geldi. Gece karanlıklarını ve öldürücü çölleri aşarak sana geldi ki,
O çöllerden sana
gelene eman veresin,
Gecelerin peşpeşe
gelmesi ve zaman ona ihanet etmiştir."
İbn Zübeyr de
Nabiğa'ya şu cevabı verdi: "Sakin ol, ey Ebu Leyla. Şiir, bizim
nezdimizde senin mektuplarının en basitidir. Senin anlattıklarına gelince
bunlar, Zübeyr ailesinindir. Onların affetmesine gelince, Esed oğulları
kabilesi bunu senden ve Teym kabilesinden alıkoyuyor, ama Allah malında senin
iki hakkın vardır. Rasûlullah'ı gördün ve bir de ganimetler hususunda
Müslümanlara ortak oldun." Böyle dedikten sonra Abdullah b. Zübeyr,
Nabiğa'mn elini tuttu ve onu eyvan ahırına götürdü. Ona yedişer genç deve ile
birlikte başka erkek deve ve at verdi.
Yük yük buğday, hurma
ve elbiseler bahşetti. Nahiğada acele ediyor ve hurmaları atıştırmaya
başlıyordu. îbn Zübeyr, ona şöyle dedi: "Vay Ebu Leyla'nın haline! O,
bitkin düşmüştür." Nahiğa da ona şöyle dedi: "Ben, Rasûlullah
(s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:
"Kureyşliler,
idarenin başına geçerlerse adaletli olurlar. Kendilerinden merhamet dilenirse
merhamet ederler. Konuşurlarsa doğru söylerler. İyilik vaad ederlerse,
vaadlerini yerine getirirler."
Muhammed b. Mervan, Süleyman
el-Mahzumf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir gün Muaviye,
insanların kendi yanına gelmesine izni verdi. İnsanlar, yanma girdiler,
tahtına oturdu. İnsanlar etrafında meclis kurdular. Etrafa göz attı ve şöyle
dedi: "Bana, eski Arap şairlerine ait üç beyit okuyun ki bu beyitler
bütün Arap şairlerinin söylediklerini içersin. Ey Ebu Hubeyb (Abdullah b.
Zübeyr) sen oku."
Ebu Hubeyb te şöyle
cevap verdi: "Evet, ey mü'minlerin emin, okurum. Ama her beyit için
100.000 dirhem isterim." Muaviye: "Eğer değer-se veririm. Sen
serbestsin. Eğer söylediğin beyitler o kadar kıymetli olursa, istediğin sana
tam olarak verilecektir."
Ebu Hubeyb ona, Efveh
el-Ezdf nin şu beyitlerini okudu:
"Kuşaklar boyunca
insanları sınadım. İnsanlar arasında hilekar-dan ve insana kızgınlık duyandan
başkasını görmedim.
Musibetler zamanında
erkeklerin düşmanlığından daha tesirli ve daha hileli bir darbe görmedim.
Bütün eşyanın
acılığını tattım, ama dilenmekten ve istemekten daha acı birşey
görmedim."
Ebu Hubeyb bu
beyitleri okurken Muaviye: "Doğru söylemiş." diye karşılık veriyordu.
Sonra Ebu Hubeyb'e daha da, "Oku" dedi. Ebu Hubeyb te:
"Beyitler burada sona erdi." Sonra Muaviye, otuz köle getirilmesini
emretti. Kölelerin her birinin boynunda içinde 10.000 dirhem bulunan birer kese
vardı. Bunlar İbn Zübeyr'e verildi. İbn Zübeyr de onları alıp evine
götürdü."
İbn Ebu'd-Dünya,
Cüveyriye b. Esma'nm şöyle dediğini rivayet et-
r "Muaviye, hac
ettiği zaman insanlar onu karşıladılar, ibn Zübeyr,
biraz gecikti, sonra
geldi. Muaviye başını traş etmişti. Traşlı başını görünce Muaviye'ye şöyle
dedi: "Ey mü'minlerin emin, başın ne kadar da büyük." Muaviye de ona
şöyle dedi: "Kendini kolla, başımdan bir yılan çıkıpta seni
öldürmesin."
Muaviye, Arefe'den
indiğinde İbn Zübeyr de onunla beraber ve onun elini tutmuş olarak tavaf etti,
sonra da onu Kuaykian'dakı evine davet etti. Muaviye onunla birlikte evine
gitti. Evinden çıktıklannda ibn Zu-beyr, ona şöyle dedi:
"Ey mü'minlerin
emin! insanlar diyorlar ki, mü'minlerin emiri Muaviye, İbn Zübeyr'in evine
geldi. Bunu niçin yaptı acaba? Hayır vallahi bana 100.000 dirhem vermeden seni
bırakmayacağım."
Muaviye, ona 100.000
dirhem verdi. Mervan da gelip ona şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki ey
mü'minlerin emiri, senin gibisini görmedim. Sana bir adam geldi. Divanı,
beytul-malı, beytul-hilafeyi ve falanca evi adlandırdı. Sen de ona 100.000
dirhem verdin. Bu nasıl iştir?"
Muaviye, Mervan'a şu
cevabı verdi: "Vay sana! Ben, İbn Zübeyr'e başka ne yapmalıydım?"
İbn Ebu'd Dünya, Ali
b. Mücahid b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"İbn Zübeyr,
Muaviye'den birşey istedi, ancak Muaviye istediğini kendisine vermedi. İbn
Zübeyr de ona şöyle dedi:
"Vallahi
bilemiyorum, ne diye şu binalara bağlanmışım. Senin ırzına sövmüyorum. Soyuna
darbe vurmuyorum. Ancak ön taraftan ve arka taraftan sarığımı bir zira kadar
sarkıtıyorum. Bunu da Şamlıların yoluna yapıyorum. Ebu Bekir es-Sıddık ile
Ömer'in hayat tarzlarını hatırlıyorum. İnsanlar beni görünce bu kimdir? diye
soruyorlar. Onlara benim, Rasûlullah'ın havarisinin oğlu ve Ebu Bekir
es-Sıddık'ın kızının oğlu olduğumu söylüyorlar. Muaviye de ona; "Bu şeref
sana yeter." dedi. Sonra da "İhtiyacın ne ise al." dedi.»
Asmaî, Said b.
Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Abdullah b. Zübeyr,
Muaviye'nin yanına gitti. Muaviye, orada bulunan küçük bir oğluna Abdullah'ı
tokatlamasını emretti. Muaviye'nin oğlu da Abdullah'a öyle bir tokat vurdu ki
tokatın şiddetinden Abdullah'ın başı dönüp bayıldı. Abdullah b. Zübeyr ayılmca
çocuğa; 'Tanıma yaklaş." dedi. Çocuk yaklaştı. Abdullah: "Muaviye'yi
tokatla." deyince çocuk: "Hayır, yapamam." dedi. Abdullah ta
"Niçin?" diye sorunca çocuk şöyle cevap verdi: "Çünkü o, benim
babamdır." Abdullah b. Zübeyr de elini kaldırıp çocuğa öyle bir tokat
vurdu ki, çocuk topaç gibi dönmeye başladı. Muaviye de ona, "Kendisine
şer'i cezaları tatbik etmek caiz olmayan küçük bir çocuğa böyle tokat mı
atıyorsun?" diye sorunca Abdullah b. Zübeyr, şu cevabı verdi: Vallahi bu
çocuk kendisi için neyin zararlı neyin yararlı olduğunu biliyor. Ben kendisini
güzelce terbiye etmek istedim.»
Ebu'l-Hasen Ali b.
Muhammed el-Medainî, Abdullah b. Ebu Bekir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Abdulllah b. Zübeyr,
Şam'a gitmekte olan Muaviye'ye kavuştu. Onun binek üzerinde uyumakta olduğunu
gördü. Muaviye'ye şöyle dedi:
- Yanında olduğum
halde nasıl uyuklarsm? Seni öldürmemden korkmuyor musun?
- Sen hükümdarları
öldürenlerden değilsin. Her kuş ancak kendi gücü nispetinde avlanır.
- Babamın sancağı
altında Ebu Talib oğlu Ali'nin yanına gittim. Sen onun kim olduğunu biliyorsun.
- Mutlaka sizi sol
eliyle öldürmüş olması gerekirdi.
- Ama bu, Osman'a
yardım içindi, sonra o yardımın karşılığı da görülmedi.
- Bu, Osman'a yardım
için değil, Ali'ye duyulan öfke içindi.
- Biz sana bir söz
verdik. Hayatta kaldığımız sürece bu söze bağlı kalacağız. Senden sonra da bu
bilinecektir.
- Vallahi sen bana
zarar veremezsin. Ben sana birşeyler olmasından korkuyorum. Öyle sanıyorum ki,
sen tuzakta çırpınmaktasın ve seni öyle bir iple bağlamışım ki, düğümünü sıkı
yapmışım ve o tuzağın içinde sen beni hatırlamaktasın.
- Keşke bu durumdan
kurtaracak Abdurrahman'ın babası olsaydı, keşke ben de onunla beraber olsaydım.
Vallahi ben seni, yavaş yavaş bu durumdan kurtaracağım ve çabucak
bırakmayacağım. Şu anda sen, ne kötü bir arkadaşsın."
Önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi Muaviye vefat edip Yezid b. Muaviye için Medine'de bey'at
alınması emri geldiğinde Abdullah b. Zübeyr ile Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, bu
be/ata yanaşmadılar. Medine'den ayrılıp Mekke'ye gittiler ve orada ikamet
ettiler. Sonra Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, Mekke'den çıkıp Irak'a gitti ve önceki
sayfalarda anlatılan durumlarla karşılaştı. Abdullah b. Zübeyr, yalnız başına
Mekke'de kalıp reis ve lider oldu. Bu sebeple de îbn Abbas şöyle bir şiir
okumuştu:
"Ey Mameradaki
kuşî
Ortam sana kaldı,
dilediğin kadar yumurtla ve öt.
Yine dilediğin kadar
gagala."
Bu şiirdeki
"kuş" kelimesi ile Abdullah b. Zübeyr'i kastediyordu.
Bu rivayette
anlatıldığına göre Muaviye oğlu Ye-'id, Abdullah b. Zübeyr'e şu mealde bir
mektub göndermişti: "Sana gümüş bir zincir, altm bir kelepçe ve gümüş bir
pranga gönderdim ve sana yemin verdim ki, yanıma gelesin. Bu yeminimin
gereğini yap, ayrılık çıkarma."
Abdullah b. Zübeyr,
Yezid'in bu mektubunu okuduktan sonra yere attı ve şöyle dedi:
"Ben haktan
başkasına yumuşamam.
Çiğneyen kimsenin
dişinin geçebileceği kadar taşm yumuşamasını
isterim."
Yezid b. Muaviye'nin
vefatından ve kısa bir süre sonra da Yezid'in oğlu Muaviye'nin vefatından sonra
gerçekten Abdullah b. Zübeyr'in durumu kuvvetlendi. Bütün islâm beldelerinde
kendisine halife olarak bey'at edildi. Şam ve mıntıkalarında Dahhak b. Kays ona
bey'at etti, ama bu hususta Mervan b. Hakem ona karşı çıktı. Şam ve Mısır'ı
Abdullah b. Zübeyr'in valilerinin elinden aldı. Sonra Irak'a birlikler
gönderdi. Mervan öldü. Ondan sonra oğlu Abdülmelik tahta geçti. Abdülmelik,
Irak'ta Mus'ab b. Zübeyr'i öldürdü ve Irak'ı ele geçirdi. Sonra Haccac'a emir
göndererek yedi aya yakın bir süre Mekke'de Abdullah b. Zübeyr'i kuşatma altına
almasını istedi. Haccac da Mekke'yi kuşatma altına aldı. Nihayet hicretin
yetmişüçüncü senesinin cemaziyelevvel ayının on-yedisinde salı günü Abdullah b.
Zübeyr'e galip oldu.
Abdullah b. Zübeyr,
hicretin altmış dördüncü senesinde tahta geçti. Hakimiyeti süresince insanlara
her sene hac ettirdi. Yine hakimiyeti zamanında Ka'be'yi inşa etti ve Ka'be'ye
ipek örtü geçirdi. Daha Önceleri Ka'be'ye mendiller ve postlarla örtü
yapılırdı. Abdullah b. Zübeyr, âlim, abid, heybetli, vakur bir kimse olup çokça
oruç tutar ve namaz kılardı. Huşulu bir kimseydi, iyi bir yöneticiydi. Siyaseti
iyi bilirdi. Ebu Naim el-İsbahanî, Ömer b. Kays'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Abdullah b. Zübeyr'in
yüz kölesi vardı. Bu kölelerden her biri ayrı bir dilden konuşurdu ve Abdullah
b. Zübeyr onlardan her biri ile kendi dilinden konuşurdu. Sen dünya işinde ona
baktığın zaman, "Bu adam dünyayı bir an bile istemiş değildir."
derdin.»
Sevrî, Ebu Duha'nm
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr'in başında o kadar
misk vardı ki, eğer o misk kokusu benim olsaydı benim için bir sermaye
oluştururdu. Ka'be'ye çok koku sürerdi, öyle ki uzak mesafelerden bile bu koku
hissedilirdi." İbn Mübarek, Tavus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Abdullah b. Zübeyr, karısı binti Hüseyin'in yanma gitti. Odada üç yatak gördü
ve: "Bu yataklardan biri benim için, biri de karım bint Hüseyin içindir,
şu üçüncüsü de şeytan içindir. Bu yatağı dışarı çıkarın." dedi ve yatağı
dışarı çıkardılar.»
Sevrî, Abdullah b.
Müsavir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdullah b. Abbas'm, cimrilik
sebebiyle Abdullah b. Zübeyr'i ayıpladığını ve şöyle dediğini işittim:
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: Yanıbaşında komşusu aç iken tok yatan
kimse mü'min değildir.»
imam Ahmed b. Hanbel,
İbn Ebza'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Osman, kuşatma altına
alındığında Abdullah b. Zübeyr ona şöyle dedi:
- Benim yanımda asil
develer var. Onları senin için hazırlamışım -dır. Bunlara binip Mekke'ye gitsen
ve senin yanına gelmek isteyen kimseler gelip senin etrafında toplansalar daha
iyi olmaz mı?
- Hayır! Zira ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim:
Kureyşten adı Abdullah
olan bir koç dinden çıkacaktır. İnsanların günahı onun üzerinedir.»
Bu hadis, tamamen
münkerdir. Senedinde zayıflık vardır. Ravileri arasında adı geçen Yakub, Kumludur
ve kendisinde Şiilik vardır. Böyle bir ravinin yalnız başına rivayet ettiği şey
kabul edilmez. Bunun sahih olduğunu farzctsek bile hadiste adı geçen Abdullah,
Abdullah b, Zübeyr değildir. Çünkü o, övgüye layık sıfatlara sahipti. Emirlik
yapması da sırf Aziz ve Celil olan Allah'ın rızasını kazanmak içindi, Sonra o,
Ye-zid'in oğlu Muaviye'nin ölümünden sonra imam olmuştur ve o, Mervan b.
Hakem'den daha doğru yolda idi. Çünkü insanlar ona tabi olduktan sonra Mervan,
yönetim hususunda onunla mücadele etmişti. Bütün beldelerde Abdullah b.
Zübeyr'e bey'at edilmiş ve yönetim onun kontrolü altında düzene girmişti.
Doğrusunu Allah bilir.
îmanı Ahmed b. Hanbel,
Said b. Amr'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Abdullah b.
Omer,,> Hatim'de oturmakta olan Abdullah b. Zübeyr'in yanma gelerek ona
şöyle dedi:
- Ey Zübeyr'in oğlu!
Sakın Allah'ın Harem'inde dinden çıkmayın. Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m
şöyle buyurduğuna şahid oldum: "Allah'ın Harem'ini helal kılacak ve
kendisi sebebiyle başkalarının da helal kılacağı bir Kureyşli adam gelecektir.
Eğer onun günahı ile cinlerin ve insanların tamamının günahı karşı karşıya
getirilip tartılacak olursa onunki ağır gelir." Sakın ola ki o kişi sen
olmayasm.
- Ey Ömer'in oğlu! Sen
kitabları okudun. Peygamber (s.a.v.)'e Sahabe oldun (niçin böyle
diyorsun?)"
- Ben mücahid olarak
Şam'a gideceğim, bu esnada böyle bir şahadette bulundum. Bunun refi galattır.»
Vekî, Selman-ı
Farisî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Şu beyt, Zübeyr
ailesinden bir adam vasıtasıyla yakılacaktır."
Ebu Bekir b. Ebu
Hayseme, İbn Hanefıyye'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
"Allah'ım, bana
öğrettiğin şeyleri bildiğimi sen de biliyorsun ki, Abdullah b. Zübeyr,
Mekke'den ancak öldürülmüş olarak çıkacaktır, kesik başı çarşı pazarda
dolaştırılacaktır."
Zübeyr b. Bekkar,
Hişam b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Küçük bir çocukken
Abdullah b. Zübeyr'in söylediği ilk söz kıliç, kılıç, olmuştur. Kılıç
kelimesini ağzından düşürmezdi. Babası Zübeyr, onun bu kelimeyi telaffuz
ettiğini işitince şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, seninle şu kılıç
arasında çeşitli savaşlar olacaktır." Abdullah b. Zübeyr'in nasıl
öldürüldüğü önceki sayfalarda anlatılmıştır. Haccac, onu tepe üzerinde bir ağaç
dalma asmıştı. Annesi gelip asılı cesedinin önünde durmuş, uzun uzadıya ona dua
etmişti. Yanında dururken de
gözlerinden bir damla
yaş dahi akmamıştı. Sonra oradan dönüp gitmişti. Aynı şekilde Abdullah b.
Ömer'de gelip asılı duran cesedin önünde durmuş, ona dua etmiş ve onu cidden
çok övmüştü."
Vakidî, Esma'nın
azatlısı Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr
öldürülünce annesi gelip cesedinin yanına varmış, binek üzerinde orada
durmuştu. Abdullah'ın katili Haccac da adamlarıyla birlikte oradan geçerken o
kadının kim olduğunu sormuş. Adamları kendisine, Abdullah b. Zübeyr'in annesi
olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine Haccac gelip Abdullah'ın annesinin
yanında durmuş ve ona şöyle demişti:
- Nasıl gördün mü?
Allah, hakka yardım etti ve hakkı üstün kıldı.
- Bazen batıl da hakka
ve hak sahiplerine galip olur, sen pislik içindesin. Abdullah ise Cennettedir.
- Senin oğlun şu
Beyt'te dinden çıktı. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Orada (Mescid-i
Haram'da) zulm ile yanlış yola saptırmak isteyeni, can yakıcı bir azaba
uğratırız." (el-Hacc, 25.) İşte Cenâb-ı Allah ta senin oğluna can yakıcı
azabı tattırdı.
- Sen yalan
söylüyorsun. O, Medine'de İslâm tarihinde doğan ilk Müslüman çocuğudur. Onun
doğumu sebebiyle Rasûlullah (s.a.v.) sevindi ve eliyle onun ağzına birşeyler
sürdü. O zaman Müslümanlar tekbir almışlar ve sevinçlerinden ötürü Medine
sarsılmıştı. Şimdi onun öldürülmesi sebebiyle de sen ve adamların sevindiniz.
O zaman Abdullah'ın doğumuna sevinen kimseler, senden ve adamlarından daha hayırlı
idiler. Ayrıca Abdullah, anne ve babasına iyi davranan, çok oruç tutan ve
Allah'ın kitabının emirlerini yerine getiren, Allah'ın Harem'ine saygı gösteren
bir kimseydi. Aziz ve Celil olan Allah'a asi olanlara öfke duyardı. Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğuna tanıklık ederim: "Sakif kabilesinden
bir yalana bir de katil çıkacaktır. "Başka bir rivayete göre Rasûlullah
şöyle buyurmuştur: "Sakif kabilesinden iki yalana çıkacaktır. Bunlardan
sonuncusu, ilkinden daha şerli olacaktır ve o katildir."
Haccac, cevap vermedi
ve oradan ayrılıp döndü. Abdühnelik, bu durumdan haberdar olunca Haccac'a
mektub yazarak Abdullah b. Zübeyr'in annesi Esma ile bu şekilde konuşmasından
dolayı onu kınadı ve ona şöyle dedi: Salih bir adamın kızı olan Esma'ya ne diye
böyle hitab ettin?"
"Sahih" adlı
eserinde Müslim, Ebu Nevfel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdullah b.
Zübeyr'in cesedinin Hacun tepesinde asılı olarak durduğunu gördüm. Kureyşlüer
ve diğer insanlar gelip onun yanında duruyorlardı. Abdullah b. Ömer de oraya
geldi ve cesedinin önünde durup şöyle dedi: "Selam sana Ey Ebu Hubeyb!
Selam sana Ey Ebu Hubeyb!Selam sana Ey Ebu Hubeyb! Vallahi ben seni bu işe
girişmekten menet-miştim. Vallahi ben seni bu işe girişmekten menetmiştim,
vallahi ben seni bu işe girişmekten menetmiştim. Ama vallahi ben seni ancak çok
oruç tutan, çok namaz kılan ve akrabalarını çok ziyaret eden bir kimse olarak
bilmekteyim. Ama vallahi senin, en kötüsü olduğun bir ümmet, mutlaka en hayırlı
bir ümmettir." Böyle dedikten sonra Abdullah b. Ömer, oradan uzaklaştı.
Haccac, Abdullah b. Ömer'in gidip orada durduğunu ve böyle konuştuğunu duyunca
adamlarını göndererek Abdullah b. Zübeyr'i, asılı durduğu ağaçtan indirtti ve
Yahudi mezarlığına gömdürdü. Sonra annesi Esma binti Ebu Bekir'e haber
gönderdi. Yanına davet etti. Esma, onun yanma gitmedi. Adamlarım tekrar
göndererek Esma'ya şu mesajı iletti: "Ya yanıma gelirsin ya da
saçlarından tutarak seni yanıma sürükleyip getirecek birini sana
gönderirim." Esma yine gitmedi ve şöyle dedi: 'Vallahi ben, Haccac'm
yanma gitmeyeceğim tâki beni saçlarımdan tutup sürükleyecek birini bana
göndersin."
Haccac da adamlarına:
"Bana biraz zaman tanıyın" dedi. Ayakkabılarını aldı. Sonra acele
ile oradan ayrılıp gitti ve Esma'nın yanma vardı. Ona şöyle dedi:
- Nasıl, ne yaptığımı
gördün mü?
- Gördüm ki sen, oğlum
Abdullah'ın dünyasını harab ettin ve kendi ahiretini de harab ettin. Duyduğuma
göre sen ona: "Ey iki kuşaklının oğlu" diyormuşsun. Evet vallahi ben
iki kuşak sahibi idim. Kuşaklardan birinin içine Ebu_ Bekir ile Rasûlullah'ın
azıklarını koyup kendilerine götürüyordum. Diğer kuşağa gelince o da her
kadının mutlaka beline bağlaması gereken bir kuşaktı. Rasûlullah (s.a.v.) bize:
"Sakif kabilesinde bir yalancı bir de katil vardır." diyordu,
yalancıyı gördük. Katile gelince öyle sanıyorum ki o da sensin.
Esma'nın bu şekilde
konuşmasından sonra Haccac, oradan ayrıldı ve artık Esma'nın yanına dönmedi.
Ona cevap ta vermedi."
Vakidî'nin rivayetine
göre Haccac, Abdullah b. Zübeyr'i, Hacun tepesinde astırdıktan sonra
Abdullah'ın annesi ona beddua etti ve Abdullah'ın defnedilmesini taleb etti,
ancak Haccac bu talebi yerine getirmedi. Nihayet Haccac, bu hususta
Abdülmelik'e bir mektub yazdı. Abdül-melik te gönderdiği cevabi mektubunda
Abdullah îbn Zübeyr'jn defnedilmesini emretti ve bunun üzerine Abdullah,
Hacun'a defnedildi Anlatıldığına göre Abdullah b. Zübeyr'in mezarından misk
kokusu saçıhyor-
muş.
Haccac, Şam'dan 2000
süvari ile Mekke'ye gelmişti. Tarık b. Amr da 5000 kişi ile ona katılmıştı.
Muhammed b. Sa'd ile diğerlerinin rivayetlerine göre Haccac, Abdullah b.
Zübeyr'i kuşatma altma almış ve e rafında 40 000 kişi toplanmıştı. Mescid-i
Haram'* taşlamak için Ebu Ku-beys dağı üzerine mancınık kurmuştu. MskkeHlerden
çıkıp yanına gelecek olanlara eman vermiş ve bunu onlara yüksek sesle şöyle duyurmuştu:
"Biz sadece İbn Zübeyr ile savaşmaya geldik. O, şu üç şeyden birini
yapmakta serbesttir. Ya buradan ayrılıp dilediği herhangi bir yere gidecek
veya zincirlere vurularak Şam'a gönderilecek, yahut öldürülünceye kadar
savaşacaktır."
Abdullah b. Zübeyr'de
annesine danıştı. Annesi üçüncü şıkkı kabul etmesini tavsiye etti. Rivayet
olunduğuna göre annesi, bir kefen getirilmesini istemiş, kefeni buhurlamış ve
Abdullah'ı savaşmaya teşvik etmişti. Abdullah ta bu niyetle evinden çıkmış,
hicretin yetmişüçüncü senesinin cemaziyelevvel ayının onyedisinde salı günü
şiddetli bir şekilde savaşmaya başlamıştı. Bir tuğla parçası gelerek kafasını
yarmış ve o da yüzüstü yere düşmüştü. Sonra kalkmak istemiş ama kalkamamıştı.
Sol dirseğine dayanmış ve üzerine gelenlere kılıçla vurmaya başlamıştı.
Şamlılardan biri gelip bir kılıç darbesiyle Abdullah'ın ayağını kesmişti. Sonra
hep birlikte onu öldürmüşler ve başım koparmışlardı. O, Hacun'a yakın bir yerde
öldürülmüştü. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, Ka'be örtüsüne tutunmuş
halde iken öldürülmüştü. Doğrusunu Allah bilir. Sonra Haccac, onu Hacun
yanındaki Keda tepesine götürerek orada astırmıştı. Darağacmdan indirdikten
sonra onu Yahudi mezarlığına gömmüştü. Müslim, böyle rivayet etmiştir. Başka
bir rivayette anlatıldığına göre onu, asıldığı Hacııiı tepesine gömmüştür,
doğrusunu Allah bilir.
Abdürrezzak, îbn
Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muh-tar'm kesik başı
getirildiğinde Abdullah b. Zübeyr şöyle dedi: Ka'bu'l-Ahbar'ın bize
söylediklerinin hepsinin gerçekleştiğini gördüm, ancak Sakif kabilesinden bir
adamın beni öldüreceğini söylemişti. Bu söz henüz gerçekleşmedi. İşte Sakif
kabilesinden olan Muhtar'm kesik başı önümde duruyor."
îbn Şirin dedi ki;
"Abdullah, Haccac'ın kendisi için fırsat kolladığının farkında
değildi."
Ben derim ki: Meşhur
rivayete göre Abdullah b. Zübeyr, hicretin yetmişüçüncü senesinin
cemaziyelevvel ayının onyedisinde sah günü öldürüldü. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre cemaziyelahir ayında öldürülmüştür. Malik ile diğerlerinden
rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Zübeyr, hicretin yetmişikinci senesinin
başında Öldürülmüştür. Meşhur ve sahih olan rivayet, birinci rivayettir.
Hicretin altmışdördün-cü senesinin receb ayının yedisinde Abdullah b. Zübeyr'e
be/at edilmişti. Hicretin birinci senesinin başında doğmuştu. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre hicretin ikinci senesinin şevval ayında doğmuştu.
Yetmiş yaşım aştıktan sonra öldürülmüştü, doğrusunu Allah bilir.
Annesine gelince
annesi, Abdullah'ın ölümünden sonra ancak yüz gün yaşadı. Zayıf bir rivayette
anlatıldığına göre on gün, başka bir rivayette anlatıldığına göre beş gün
yaşamıştır, ama yüz gün yaşadığına dair ilk rivayet, meşhur olan rivayettir.
Annesinin biyografisi daha sonra anlatılacaktır. Allah, onun annesinden de,
babasından da, kendisinden de razı olsun.
Abdullah b. Zübeyr'e
ve kardeşi Mus'ab b. Zübeyr'e beliğ ve güzel bir çok ağıtlar yakılmıştı.
Bunlardan biri de Muammer b. Ebi Muammer ez-Zühelfnin şu beyitleridir:
"Ben asla böyle
biri değilim,
Ona bir öğütte
bulunduğumda tesirli olamadım.
îbn Mervan'a da
yaklaşmadım.
Mus'ab'm gözünü
ağrıtacak birşeyle Mervan'ın oğluna yaklaşma-
dım.
Ama ben Allah rızası
için Mus'ab'a öğüt verdim.
Nihayet hadiseler ona
oklarını vurdular,
Allah'ım, o ne
hedefini şaşırmaz bir oktu.
Eğer şu zaman Mus'ab'ı
yere yıktıysa,
Abdullah ta
darbelerden ötürü paramparça bir ceset haline geldiyse,
Bilinsin ki herkes
ölüm şerbetini yudumlayacaktır.
Her ne kadar kaçmaya
çabalasa da, korksa da."
Anlatıldığına göre
Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesinden sonra annesi Esma, onun birbirinden
kopmuş organlarını bir araya getirerek yıkamış, kokular sürmüş, sonra
kefenleyip namazım kılmış ve onu alıp Medine'ye götürmüş, Safiyye binti
Hüyey'yin evine defnetmişti. Sonra o ev, Peygamber mescidine katılmıştı. Böyle
olunca Abdullah b. Zübeyr, Peygamber mescidinde Peygamber Efendimiz, Ebu Bekir
ve Ömer'le birlikte defnedilmiş tir. Bunu birçok kimse böyle anlatmıştır,
doğrusunu Allah bilir.
Taberanî, Abdullah b.
Zübeyr'in oğlu Amir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber
(s.a.v.), vücuduna kupa vurmuş, kanlı kupaları götürüp boşaltması için babama
vermiş, ancak babam o kanı dökmeyip içmişti. Yanma döndüğünde Peygamber
(s.a.v.), ona şöyle demişti:
- Ey Abdullah, kanı ne
yaptın?
- İnsanların
göremiyeceğini zannettiğim bir yere bıraktım.
- Belki de onu içtin?
- Evet.
- İçmeni sana kim
emretti? İnsanlardan senin vay halme ve senden de insanların vay
haline."
Selman-i Farisî, bir
defasında Peygamber (s.a.v.) m yanma gıttıgın-de Abdullah b. Zübeyr'in dehlizde
durduğunu ve bir tastan bırşeyler ıçtiğini görmüştü. Sonra ikisi Rasûlullah
(s.a.v.)'m yanına girmişler Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah'a şöyle sormuştu:
- Tası boşalttın mı?
- Evet.
Selman, Peygamber
(s.a.v.)'e sordu:
- Boşalttığı şey neydi
Ya Rasûlallah?
- Vücuduma kupa
vurdurmuştum. Akan kanları götürüp bir yere dökmesini söylemiştim.
- Seni hak peygamber
olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ya Rasûlallah, Abdullah verdiğin kanı
içti!
- Ey Abdullah, içtin
mi?
- Evet.
- Niçin?
- Rasûlullah
(s.a.v.)'m kanının karnıma girmesini istedim. Onun
için içtim.
Rasûlullah {s.a.v.) da
elini Abdullah b. Zübeyr'in başı üzerine koyup
şöyle dedi:
- İnsanlardan vay
senin haline ve senden de insanların vay haline! Ancak Allah'ın bütün
insanların Cehennem'e gireceğine dair yemini yerine gelsin diye ateş sana
dokunacaktır. Bunun dışında hiç dokunmayacaktır,
Yezid b. Muaviye,
Abdullah b. Zübeyr'e altın kelepçe, gümüş zincir ve gümüş pranga gönderdiğinde
mutlaka yanına gelmesi için kendisine yemin verdirmişti. İnsanlar da Abdullah
b. Zübeyr'e: "Mü'minlerin emi-ri Yezid'in yeminim yerine getir, yanma
git." deyince o şu cevabı verdi:
"Haktan başkasına
yumuşamam. Başkaları, çiğneyen kimseye taşın yumuşayışı gibi yumuşamadıkça ben
itaat etmem."
Bu şiiri okuduktan
sonra da şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, onurumu kaybetmeksizin
kılıç darbesiyle ölmek, benim için onurumu kaybetmiş halde kırbaç darbesini
yemekten daha hoştur."
Böyle dedikten sonra
insanları kendisine bey'ata davet etti ve Yezid b. Muaviye'ye muhalefetini
açıkladı.
Taberanî'nin
rivayetine göre Abdullah b. Zübeyr, annesinin yanma gidip ona şöyle demişti:
"Doğrusu ölümde rahatlama vardır."
Annesi de yüz yaşına
vardığı halde bir dişi dahi düşmemişti, gözleri bozulmamıştı. Oğluna şu
karşılığı vermişti: "Senin için iki durumdan birini görmedikçe ölmek
istemiyorum. Ya tahta geçersin. Böylece gözüm aydınlanır, ya da öldürülürsün.
Öldürülmene sabrettiğim için sevabını Allah'tan beklerim." Bundan sonra
Abdullah, annesinin yanından çıktı. Çıkarken de şu şüri okudu:
"Sövgü olarak
hayatımı kazanmak istemiyorum.
Ölüm korkusundan
dolayı de barışa yanaşmam.'
Böyle dedikten sonra
dönüp Zübeyr ailesine öğüt vermeye ve şöyle demeye başladı:
"Sizden her birinin
kılıcı kendi yüzü gibi olsun. Kendini eliyle savunsun, komutanı elleri olsun.
Allah'a yemin ederim ki ben, etrafımda-ki ilk grupla savaşır durumda kaldım.
Yaralar bana acı vermedi, aksine ilacm acısı bana dokundu."
Böyle dedikten sonra
yanında Süfyan da bulunduğu halde Hac-cac'm adamlarına saldırdı. İlk olarak
karşısına Esved çıktı. Ona bir kılıç darbesi vurdu ve ayağını kopardı. Esved
ona: "Ah, ey zinakâr kadının oğlu!" deyince Abdullah b. Zübeyr, ona
şu karşılığı verdi: "Defol ey Ham'ın oğlu! Esma, zinakar mıdır?"
Sonra Haccac'ın adamlarını mescitten dışarı çıkardı. Ancak mescidin damında
Haccac'ın yardakçılarından bir grup vardı. Onlara tuğla fırlatıyorlardı.
Tuğlalardan biri Abdullah'ın kafasına isabet etti, kafasım yardı. Kafası
yarıldığı halde ayakta durdu ve şöyle dedi: "Eğer benim hasmım bir kişi
olsaydı, ben onun hakkından gelebilirdim." Sonra da şu şiiri okudu:
"Yaralarımızın
kanı topuklarımıza akmıyor,
Kanlarımız ayak
uçlarımıza akıyor bizim."
Abdullah, daha sonra
yere yıkıldı. İki azatlı kölesi gelip üzerine kapandılar ve şöyle dediler:
"Kul, Rabbini himaye ediyor ve ona sığmıyor." Burada kul kelimesiyle
köle, Rabb kelimesiyle de efendi kastedilmiştir.
Sonra Haccac'ın
adamları gelip Abdullah'ın başım kopardılar.
Taberanî, İshak b. Ebi
İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abdullah b. Zübeyr'in Mescid-i
Haram'da öldürülmesi esnasında ben de hazır bulunuyordum. O gün askerler
mescidin kapısından içeri giriyorlardı. Her gelenin üzerine saldırıyor, nihayet
onları mescidin dışına çıkarıyordu. O bu halde iken mescidin tavanından
parçalar düşüyor, bu parçalardan biri gelip onun başına isabet etti ve onu
yere yıktı. Yere yıkılırken de şu beyitleri okuyordu:
"Esma! Esma!
Benim için ağlama, Geride ancak asaletim ve dinim kaldı, Kesici bir parça ile
gücüm ve kuvvetim azaldı.
Rivayet olunduğuna
göre Abdullah'ın annesi Esma, darağacında duran oğlunun indirilmesi için
Haccac'a şöyle demişti:
- Darağacında duran şu
cesedin indirilmesi vakti gelmedi mı hala?
- Oğlun münafıktı.
- Vallahi münafik
değildi. O çok namaz lalar, oruç tutar ve akrabalarını ziyaret ederdi.
- Git buradan ey
ihtiyar kadın, sen bunaimşsm.
- Vallahi ben,
Rasülullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittiğimden bu yana bunamış değilim.
O şöyle buyurmuştu: "Sakif kabilesinden, bir yalancı ve bir de katil
çıkacaktır." Yalancıyı gördük, katile gelince o da sensin."
Mücahid dedi ki: Ibn
Ömer'le beraberdim, tbn Zübeyr'in asılı duran cesedinin yanma gitti. Orada
durdu ve ona rühmet okudu, sonra bana dönüp şöyle dedi: Ebu Bekir es-Sıddık'ın bana
haber verdiğine göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse
kötülük yaparsa karşılığım görür."
Süfyan, Ebu
Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Abdullah b.
Abbas'ın yanında İbn Zübeyr'den bahsedildi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas
şöyle dedi: İbn Zübeyr, İslâmiyet'te iffetli idi. Kur'ân okur, oruç tutar ve
namaz kılardı. Babası Zübeyr'dir, annesi Es-ma'dır, dedesi Ebu Bekir'dir,
halası Hatice'dir, ninesi Safıyye'dir, teyzesi Aişe'dir. Allah'a yemin ederim
ki onun için ben, Ebu Bekir ve Ömer'e yapmadığım nefis muhasebesini
yapacağım."
Taberanî, Muhammed b.
Abdullah es-Sakafi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"İbn Zübeyr'in
hac mevsiminde terviyeden bir gün önce ihramlıy-ken irad ettiği bir hutbeyi
dinledim. En güzel şekilde telbiye getirdiğini gördüm. Onun telbiyesi kadar
güzel telbiye getireni asla görmemiştim. Telbiyeden sonra Allah'a hamdü senada
bulundu ve şöyle dedi:
"Şimdi siz
çeşitli ülkelerden Aziz ve Celil olan Allah'a misafir olarak geldiniz. Allah'ın
da misafirlerine ikramda bulunması haktır. Siz, Allah katındaki şeyleri talep
ediyorsanız bilin ki, Allah katındaki şeyleri talep eden kimse, asla ziyana
uğramaz. Söylediklerinizi fiilinizle doğrulayın. Çünkü fiil söze sahiptir,
niyetiniz dürüst olsun. Kalblerinizi temiz tutun, öncelikle şu günlerinizde
Allah'a karşı gelmekten sakının ve bu günler, günahların affedildiği günlerdir.
Siz ne ticaret, ne de dünya malı taleb etmek için buraya gelmiş
değilsiniz."
Böyle dedikten sonra
telbiye getirdi. Onunla birlikte insanlar da telbiye getirdiler. O günkü kadar
çok ağlayan kimse görmedim.»
Hasan b. Süfyan, Vehb
b. Keysan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr'e şu
öğütleri içeren bir mektub gönderildi:
"Takva sahibi
kimselerin bazı alametleri vardır. Onlar, bu alametlerle tanınırlar ve bu
alametleri onlar kendi nefislerinde de bilip tanırlar. Sözü edilen alametler
şunlardır: Konuşurken doğru konuşmak, emaneti sahibine teslim etmek, öfkeyi
yutmak, belaya sabretmek, kazaya razı olmak, nimetlere şükretmek, Kur'ân'm
hükmüne boyun eğmek.
Günler pazar yeri
gibidir. Orada sarfedilen şeyler, insana tekrar başka yollarla geri döner. Eğer
orada hak sarfediLmezse, tekrar sahibine döner ve hak sahipleri ona gider. Eğer
orada bâtıl sarfedilmişse, o tekrar sahibine döner ve bâtıl ehli kimseler de o
adamın yanına giderler."
Ebu Muaviye, Vehb b.
Kuysa'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr'in barış
yaparken ne bir sultan otoritesinden korktuğu için, ne de ona yaltaklandığı
için barış yaptığını görmedim. Şamlılar, bu gibi isnatlarda bulunarak Abdullah
b. Zübeyr'i ayıplıyorlardı ve ona: "Ey iki kuşaklının oğlu"
diyorlardı. Annesi Esma da Abdullah'a şöyle diyordu: "Ey oğulcuğum! Onlar
seni benim iki kuşaklı olmamdan ötürü ayıplıyorlar. Aslında benim bir kuşağım vardı.
Onu ikiye böldüm, birini Rasülullah (s.a.v.)'m Ebu Bekir'le birlikte Medine'ye
hicret yoluna çıktığı zaman sofrası yaptım, diğeriyle de kırbasının ağzını
bağladım."
Kendisini, "İki
kuşaklı kadının oğlu" diye ayıpladıkları zaman Abdullah b. Zübeyr şöyle
diyordu: "Vallahi bu Öyle bir şikayettir ki, utancı senden zahir
olmaktadır." Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi
bilir.
Hicretin yetmişüçüncü
senesinde Mekke'de Abdullah b. Zübeyr'le birlikte öldürülen diğer meşhur
şahsiyetler ise şunlardır. [20]
Abdullah b. Safvan b.
Ümeyye b. Halef el-Cumahi Ebu Safvan el-Mekkî. Babasının en büyük oğluydu.
Peygamber (s.a.v.)in sağlığına kavuştu. Hz. Ömer'den ve bir sahabe
topluluğundan hadis rivayet etti. Tabiilerden de bir grup insan ondan hadis
rivayet etmiştir. Şerefli, lider, efendi, emrine itaat edilen, yumuşak huylu ve
eziyetlere tahammül eden bir kimseydi. Bir kimse, ona yönelipte birşey isterse
eli boş dönmezdi. Kurak bir yer bulunduğunu duyunca mutlaka gider, orada bir
kuyu kazar veya bir sarnıç yapardı. Dar bir geçit bulunduğunu duyarsa mutlaka
gide1-, oranın, geçilmesi kolay bir yol haline gelmesini sağlardı.
Anlatıldığına göre
Mühelleb b. Ebi Sufra, Irak'tan Abdullah b. Zübeyr'in yanma gelmişti.
Görüşmeyeli çok olmuştu. O esnada Abdullah b. Safvan gelip şöyle dedi: "O
günden beri seni meşgul eden şu adam kimdir?"
Abdullah b. Zübeyr de
ona şöyle cevap verdi: "Bu, Iraklı Arapların lideridir " Bunun
üzerine Abdullah b. Safvan: "O halde bunun Mühelleb olması gerekir."
deyince Mühelleb te Abdullah b. Zübeyr'e şöyle sordu: "Ey müminlerin emin!
Sana beni soran bu adam kimdir?" Abdullah b. Zübeyr "Bu, Mekke'de
Kureyş'in lideri ve efendisidir." diye cevap verdi. Mühelleb- "Şu
halde bu, Abdullah b. Safvan olmalı." dedi. Abdullah b.
Safvan, gerçekten
cömert, alîcenâb bir kimseydi.
Zübeyr b. Bekkar dedi
ki: Muaviye hacca geldi. Halk onu karşıladı. İbn Safvan da onu karşılayanlar
arasındaydı. Muaviye ile beraber yürüyordu. Şamlılar: "Mü'minlerin emiri
ile beraber yürümekte olan şU adam kimdir?" diye sordular. Mekke'ye
varıldığında üzerlerindeki koyunlardan ötürü dağlar bembeyaz göründü. Abdullah
b. Safvan, Muavi-ye'ye: "Ey mü'minlerin emiri, şu koyunları sana hibe
ettim." dedi. Baktılar ki koyunlar 2000 tanedir. Şamlılar dediler ki:"Mü'minlerin
emirinin amcası oğlundan daha cömert bir kimse görmedik."
Abdullah b. Safvan,
Haccac tarafından kuşatma altına alındığı zaman Abdullah b. Zübeyr'le birlikte
sabredip dayanan kimselerdendi. O esnada Abdullah b. Zübeyr, ona şöyle dedi:
"Bana yapmış olduğun bey'attan seni affediyorum, dilediğin yere
gidebilirsin." Bunun üzerine Abdullah b. Safvan, ona şöyle dedi: "Ben
sadece dinim uğruna savaştım." Böyle dedikten sonra öldürülünceye kadar
muhasara altında kalmaya tahammül etti. Hicretin yetmişüçüncü senesinde
Ka'be'nin örtüsüne tutunmuş halde iken öldürüldü, Allah, ona rahmet etsin ve
makamını yüceltsin. [21]
Abdullah b. Muti b.
Esved b. Harise el-Kureşi el-Adevi el-Medenî. Rasûlulîah (s.a.v.)'m sağlığında
doğdu. Rasûlullah (s.a.v.), onun ağzına birşeyler sürdü ve onun için bereket
duası okudu. Abdullah, babası Muti tarikiyle rivayet etti ki, Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bu günden sonra
artık hiçbir Kureyşîi kıyamet gününe kadar hapsedilip öldürülmeyecektir."
Abdullah b. Muti'den
de oğullan İbrahim ve Muhammed ile Sabi, İsa b. Talha b. Ubeydullah ve Muhammed
b. Ebi Musa da hadis rivayet etmişlerdir.
Zübeyr b. Bekkar dedi
ki: Abdullah b. Muti, bahadırlık ve cesaret bakımından Kureyş'in büyük
adamlanndandı. Amcam Mus'ab'm bana anlattığına göre o, Harre savaşında
Kureyşlilerin emiri idi. Sonra Abdullah b. Zübeyr'le birlikte Mekke'de
öldürüldü. Şu sözün sahibi odur:
"Harre savaşında
firar eden benim. Şeyh, ancak bir defa kaçar ve kaçışım da hücumla telafi
etmez." Allah, ona rahmet etsin. [22]
Avf b. Malik b. Ebi
Avf el-Eşcaî el-Gatafanî. Kadri yüce bir sahabedir. Halid b. Velid ve ondan
önceki komutanlar maiyyetinde Mu'te savaşma katıldı. Mekke fethine de katıldı.
Mekke fethi esnasında kavminin sancaktan idi. Şam fethine de katıldı.
Rasûlullah (s.a.v.)'dan birçok hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden bir cemaat
ve Ebu Hüreyre de ondan hadis rivayet etmişlerdir. Ancak Ebu Hüreyre'den önce
vefat etmiştir. Vakidî, Halife b. Hayyat, Ebu Ubeyd ve diğer bazılan dediler
ki: "Avf b. Malik, hicretin yetmişüçüncü senesinde Şam'da vefat etti. [23]
Abdullah b. Zübeyr'in
annesidir. Kendisine iki kuşak sahibi denilirdi. Hicret zamanında kuşağını
ikiye bölerek bir parçasıyla Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir'in sofrasını
Medine yolculuğuna çıkışları esnasında bağlamıştı. Bundan ötürü kendisine iki
kuşaklı unvanı verilmişti. Annesinin adı Kayle idi. Başka bir rivayete göre
ise annesinin adı Ku-beyle binti Abdiluzza'dır. Beni Amir b. Lüey
kabilesindendir. Esma, îslâmiyyet'in ilk zamanlannda Mekke'de Müslüman oldu.
Kocası Zübeyr ile birlikte oğlu Abdullah'a hamile iken hicret etti. Abdullah'ı
Medine'ye ilk gelişinde Küba'da doğurdu. Bundan sonra Zübeyr'e, Urve ve Münzir
adındaki çocuklan doğurdu. Esma, Muhacirlerin en son vefat edenidir. O,
kızkardeşi Aişe, babası Ebu Bekir es-Sıddık, dedesi Ebu Atik, oğlu Abdullah ve
kocası Zübeyr sahabe idiler. Allah onlardan razı olsun.
Esma, oğlu ve
kocasıyla birlikte Yermük savaşında hazır bulundu. Kızkardeşi Aişe'den on yaş
daha büyüktü.
Bir rivayette
anlatıldığına göre Haccac, oğlu Abdullah'ı öldürdükten sonra Esma'nm yanına
gitmiş ve ona şöyle demişti:
- Ey anacığım!
Mü'minlerin emiri bana, sana ilgi göstermemi tavsiye etti.
- Ben senin anan
değilim aksine ben, Seniyye'de asılı duran Abdullah b. Zübeyr'in anasıyım ve
sana ihtiyacım yok. Ancak ben Rasûlullah (s.a.v.)'dan duyduğum şu hadisi sana
nakledeceğim: "Sakif kabilesinden bir yalana ve bir de katil
çıkacaktır." Yalancıyı gördük, katile gelince bence o, mutlaka
sensin."
- Ben münafıkların
katiliyim.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Abdullah b. Ömer, Haccac'la birlikte Esma'nm yanma gitmişti.
O esnada Esma'mn oğlu Abdullah b. Zübeyr darağacma asılmıştı. Abdullah b. Ömer,
Esma'ya şöyle demişti: "Şu ceset birşey değildir. Aslında ruhlar Allah
kalandadırlar, sen Allah'a karşı takvalı ol ve sabret."
Esma da şöyle cevap
vermişti: "Ne diye sabretmeyecekimşım. Zeke-riyya'nın oğlu Yahya'nın kesik
başı, İsrail oğullarından^1 fahişeye hediye edilmişti."
Anlatıldın» göre
Abdullah b. Zübeyr, «aldıktan sonra annesi Es-
ma cn-Â yıkayıp
kokular sürmüş ve kefenlemiş, sonra da namazını kılıp defnetmişti. Oğlunun
asılmasından birkaç gün sonra cemaziyelahir ayında kendisi de vefat etmişti.
Esma yaşlandığında
kocası Zübeyr onu boşamıştı. Bir rivayette anlatıldığına göre Abdullah,
Zübeyr'e: "Benim gibi bir kimsenin annesiyle cinsel ilişkide
bulunulmaz." demiş ve Zübeyr'de onu boşamıştı.
Başka bir rivayette
ifade edildiğine göre Esma, ilk kocası Zübeyr'le tartışmışlar, oğulları
Abdullah gelip onları barıştırmak istemiş. Zübeyr de Esma'ya: "Eğer içeri
girersen sen boşsun," demiş. Esma'da içeri girmiş ve boşanmıştı.
Doğrusunu Allah bilir.
Esma, bir asır yaşamış
ve ömrünün sonunda gözlerini kaybetmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına
göre gözleri sağlamdı, bir dişi dahi düşmemişti. Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi hicretin yetmişü-çüncü senesinde oğlunun öldürülmesi zamanına
kadar yaşamış, oğlunun öldürülmesinden beş gün sonra da kendisi vefat etmişti.
On gün sonra, yirmi gün sonra, yirmi küsur gün sonra vefat ettiği de söylenir.
Hatta oğlunun Öldürülmesinden yüz gün sonrasına kadar yaşadığı da söylenir.
Meşhur olan rivayet de budur. Yüz yaşma vardığı halde bir dişi dahi düşmemiş ve
bunamamıştı. Aklı sağlam kalmıştı. Peygamber (s.a.v.)'den hoş ve mübarek birçok
hadisler rivayet etmişti. Allah, ondan razı olsun ve ona rahmet etsin.
İbn Cerir dedi ki:
Hicretin yetmişüçüncü senesinde Abdülmelik, Halid b. Abdullah'ı Basra
valiliğinden azletti ve Basra'yı kardeşi ve aynı zamanda Küfe valisi Bişr b.
Mervan'm iradesine bıraktı. Bişr de Basra'ya gitti ve Kûfe'de yerine Amr b.
Hirris'i vekil bıraktı.
Bu senede Muhammed b.
Mervan, yazın gazaya gitti. Rumları hezimete uğrattı. Bir rivayette
anlatıldığına göre bu senede Osman b. Velid, Ermeniyye taraflarında Rumlarla
savaşmıştır. Kendisinin askerleri 4000, Rumlannki ise 60 000 kişi idi. Osman b.
Velid, onları hezimete uğrattı ve çoğu adamlarım öldürdü.
'Mekke, Yemen ve
Yemame valisi olan Haccac, bu senede insanlara hacettirdi. Bu senede Küfe ve
Basra valisi Bişr b. Mervan'dı. Küfe kadısı Şüryh b. Haris, Basra kadısı Hişam
b. Hübeyre idi. Horasan valisi Bü-keyr b. Vişah idi. Yani bu zat, Abdullah b.
Hazim'in naibi idi. Doğrusunu Allah bilir. [24]
Sahabe idi. Yermük savaşma
katıldı, çokça ibadet eder ve gazaya giderdi. [25]
Künyesi Ebu Muhammed
idi. Sahabe idi. Peygamber (s.a.v.) Efen-dimiz'den hadis rivayet etmiştir.
Medine'de vefat etmiştir. [26]
Malik b. Mesma b.
Gassan eî-Basrî. Çokça ibadet eder ve aşırı derecede zahidane bir hayat
yaşardı. [27]
Sahabe idi. Peygamber
(s.a.v.)'den hadis rivayet etmiş, Medine'de vefat etmiştir. Kendisine Ebu Zeyd
el-İşmalî denirdi. Hudeybiye'de Rıdvan ağacı altında Rasûlullah (s.a.v.)'a
bey'at edenlerdendi.
Yahya b. Ebi Kesir,
Ebu Kalabe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sabit b. Dahhak'ın bana
anlattığına göre kendisi Hudeybiye'de Rıdvan ağacının altında Rasûlullah
(s.a.v.)'a bey'at etmiş ve o esnada Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Bir
kimse bir mü'mine küfür iftirasında bulunursa, onu Öldürmüş gibi olur." [28]
Peygamber (s.a.v.)'in
beslemesidir. (Rebibe). Annesi onu Habeşistan'da doğurdu. Peygamber
(s.a.v.)'den hadis rivayet eden bir Sahabeyedir.[29]
Kendisine Leyla'nın
mecnunu denirdi. Tevbe, Beni Haris b. Ka'b kabilesine karşı saldırılarda
bulunurdu. Leyla'yı gördü. Ona aşık oldu. Kara sevdaya yakalandı. Ona derin bir
aşkla bağlandı. Onunla ilgili güçlü ve parlak birçok şiirler söyledi. Daha önce
o şiirlerin benzerleri söylenmediği gibi daha sonra da söylenmedi. Çünkü onun
şiirlerinde birçok mana ve hikmetler vardı. Bir defasında ona: "Seninle
Ley1 arasında flört hadisesi ola>Tmu?" diye sorulduğunda şu cevabı
verdi: "Eğer uçkurumu harama açmış isem, Muhammed (s.a.v.)m şefaatmdan yoksun
kalayım."
.
Leyla Abdülmelik b.
Mervan'm huzuruna çıkarak kendisine yapılan bir haksızlığı şikayet etti.
Abdülmelik, ona şöyle bir soru sordu:
- Tevbe senden ne
gördü ki sana büyük bir aşkla tutuldu?
- Vallahi ey
mü'minlern emiri, benimle Tevbe arasında asla flört ve fuhuş olmadı. Ancak
Araplar aşık olur ve iffetlerini muhafaza edip aşık oldukları kimselere iffetle
bağlanarak şiirler söylerler. Nefislerini alçaklıklara karşı korurlar.
Leyla'nın bu cevabı
üzerine Abdülmelik, ona yapılan haksızlığı giderdi ve ona armağanlar verdi.
Tevbe, hicretin
yetmişüçüncü senesinde vefat etti. Anlatıldığına göre vefatından sonra Leyla,
onun mezarı başına gelerek ölünceye kadar ağlamıştır. Doğrusunu Allah bilir. [30]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500-505.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/505-513.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/513-514.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/514.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
8/514.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/514.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/514-515.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/515.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/515-516.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/516-518.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/518-519.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/519.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/522.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/522-523.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/524-529.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/529-549.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/549-550.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/550.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/550-551.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/551-552.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/552-553.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553-554.