Hicretin Yetmişbirinci Senesi 1

Mus'ab B. Zübeyr'in Biyografisi 5

Fasıl 11

Hicretin Yetmîşbîrîncî Senesinde Vefat Eden Bazı Şahsiyetler. 11

İbrahim B. Ester. 11

Abdurrahman B. Gasile. 12

Ömer B. Seleme. 12

Rasûlullah (S.A.V.)'In Azatlısı Sefine. 12

Ömer B. Ahtab. 12

Yezid B. Esved El-Cüreşi Es-Sekûnî 13

Hîcretîn Yetmîşîkîncî Senesi 13

Abdullah B. Hazîm'in Biyografisi 15

Bu Senede Vefat Eden Bazı Şahsiyetler. 16

Ahnef B. Kays. 16

Bera' B. Azib. 18

Ubeyde Es-Selmanî El-Kadî 18

Atiyye B. Bîşr. 19

Ubeyde B. Nadîle. 19

Abdullah B. Kays Er-Rakiyyat 19

Abdullah B. Hammam.. 19

Hicretin Yetmişüçüncü Senesi 19

Mü'minlerin Emirî Abdullah B. Zübeyrin Biyografisi 23

Abdullah B. Safvan. 39

Abdullah B. Mutl 39

Avf B. Malik. 40

Hz. Ebu Bekir'in Kızı Esma. 40

Bu Senede Abdullah B. Zübeyr'in Yanısıra Vefat Eden Şahsiyetler. 41

Abdullah Sa'd B. Cüşem El-Ensârî 41

Abdullah B. Ebi Hadred El-Eslemî 42

Malîkb. Mesma. 42

Sabit B. Dahhak El-Ensârî 42

Zeyneb Binti Ebi Selma El-Mahzumî 42

Tevbe Binti Samme. 42

 

Hicretin Yetmişbirinci Senesi

 

Bu senede Mus'ab b. Zübeyr öldürüldü. Bu olayın gelişmesi şöyle ol­muştur: Abdülmelik b. Mervan, büyük bir ordu ile Şam'dan yola çıkarak Mus'ab b. Zübeyr'in üzerine yürüdü ve iki ordu bu senede karşı karşıya geldi. Daha öncede iki taraf birbirleriyle savaşmak için yola çıkıyorlar­dı, ancak araya kış, soğuk ve çamurlar giriyor ve böylece iki taraf birbir­leriyle savaşamıyordu. Her taraf kendi beldesine geri dönüyordu. Bu se­ne Abdülmelik harekete geçti. Kendisi harekete geçmeden önce birlikle­ri önden gönderdi. Gönderdiği bazı müfrezeler Basra'ya girdiler. Basrahlan gizlice Abdülmelik'e yandaş olmaya davet ettiler. Bazıları bu da­vete icabet etti.

Mus'ab da Hicaz'a gitti, sonra dönüp Basra'ya girdi. Şehrin ileri ge­lenlerini kınadı, onlara sövdü ve Abdülmelik'in adamlarının Basra'ya girmelerine imkan vermelerinden dolayı onları ayıpladı ve onları teslim olup davetlerini kabul etmelerinden dolayı azarlardı. Bazısının evlerini yıktı. Sonra Kûfe'ye yöneldi. Bu arada Abdülmelik'in Şam ordusuyla üzerine gelmekte olduğu haberini aldı. Kendisi de karşı harekete geçti. Abdülmelik, Mesken'e vardı. Önceden gönderdiği müfrezelerine ve adamlarına icabet eden Mervanilere mektub yazdı. Çağrıda bulundu, onlar da bu çağrıya icabet ettiler. Ancak kendilerini İsbahan'a yönetici tayin etmesini şart koştular. Abdülmelik de bir grup oluşturan bu emir­lere olumlu cevap verdi.

Abdülmelik, ordusunun öncü kuvvetlerinin başına kardeşi Mu-hammed b. Mervan'ı, sağ cenah komutanlığına Abdullah b. Yezid b. Mu-aviye'yi, sol cenah komutanlığına Halid b. Yezid b. Muaviye'yi tayin etti.

Mus'ab, yola çıkınca Iraklılar ona karşı geldiler. Onu yalnız ve yar­dımsız bıraktılar. O da yanındaki adamlarla bir durum muhakemesi yaptı. Adamlarının, düşmanlarına karşı direnme diklerini gördü, ken­dini Ölüme attı. Canını bu işe vakfetti ve şöyle dedi: "Iraklıların kendisi­ne yardım ellerini uzatmayışları esnasında Ubeydullah b. Ziyad'a bo­yun eğmeyen Hüseyin'i örnek alıyorum." Ayrıca kendini teselli etmek için de şu şiiri okuyordu:

,    "Haşimoğullarından tahtta bulunan o ilkler, Örnek oldu şereflilere ve yol gösterdiler."

Abdülmelik'e bazı adamları Şam'da ikamet etmesini ve Mus'ab'ın üzerine bir ordu göndermesini tavsiye ettilerse de o, bu tavsiyelere ku­lak vermedi ve şöyle dedi:

"Belki de onun üzerine göndereceğim ordunun komutanı yürekli olur ama görüssüz olur. Belki de görüş sahibi olur ama yüreksiz olur, ama ben kendimi savaş taktiklerinden anlayan ve aynı zamanda da inançlı olan bir kimse olarak görüyorum. Mus'ab'a gelince o yürekli bir ailedendir. Babası daha yüreklidir, Kureyşlidir. Kardeşinin de yürekli bir kimse olduğunu bilmeyen yoktur, kendisi de yüreklidir. Beraberin­de kendisine muhalif kimseler vardır, ama kendisi savaş taktiklerinden alamaz, mütarekeden ve barıştan yanadır. Benim yanımda öğüt veren ve yapmak istediğim şeyler hususunda bana muvafakat eden kimseler vardır."

Abdülmelik yola çıktı. İki ordu karşı karşıya geldiklerinde Abdül­melik, Mus'ab'ın komutanlarına mektublar göndererek onları kendi saflarına katılmaya davet etti ve onlara idarede görev vermeye dair va­atlerde bulundu. İbrahim b. Ester, Mus'ab'm yanına giderek ona mü­hürlü bir mektub verdi ve: "Bu mektub bana Abdülmelik'ten geldi." de­di. Mektubu açınca Abdülmelik'in onu kendi yanına çağırmakta oldu­ğunu ve ona Irak valiliğini vaadettiğini gördü. Ester, Musab'a da: "Ey emir, senin bütün komutanlarına böyle mektublar gelmiştir. Eğer beni dinlersen ben onların boyunlarını vurayım." dedi. Mus'ab ta ona: "Eğer böyle yaparsan öldürdüğün komutanların aşiretleri artık bana iyi dav­ranmazlar." diye cevap verdi. İbrahim de şöyle bir teklifte bulundu: "Öy­leyse onları kisranın beyaz köşküne gönder, onları orada hapset. Eğer muzaffer olursan boyunlarını vurursun. Eğer mağlub olursan bunlar daha sonra o hapisten çıkıp giderler." Mus'ab şöyle dedi: "Ey Ebu Nu-man, ben şimdi meşgulüm, bununla uğraşacak durumda değilim. Al­lah, Ahnefe rahmet etsin. O, Iraklıların hain olduklarım söyleyerek be­ni uyarmıştı. Sanki şimdiki durumumuzu o zamandan görüyor gibiydi."

Sonra iki ordu Mesken'e bağlı Deyri Caslik mıntıkasında karşı kar­şıya geldiler. Irak ordusunun öncü kuvvetlerinin komutanı ve Mus'ab'm maiyyetinde bulunan İbrahim b. Ester, Şam ordusunun öncü kuvvetlerinin komutanı Muhammed b. Mervan'a saldırdı. Onu ve as­kerlerini bulundukları yerden geriye doğru püskürttü, ancak Abdülme-lik, Muhammed b. Mervan'ın yerine Abdullah b. Yezid b. Muaviye'yi ge­çirdi. O ve beraberindeki askerler, İbrahim b. Eşter'in askerlerinin üze­rine saldırdılar. Onlan ezdiler. İbn Ester öldürüldü. Allah, ona rahmet etsin ve onu bağışlasın. Beraberinde bir grup komutan daha öldürüldü. Attab b. Verka, Mus'ab'a bağlı süvari kuvvetlerinin başında bulunuyor­du. O da kaçtı, Abdülmelik b. Mervan'a sığındı. Mus'ab b. Zübeyr, ordu­sunun merkezinde bulunmakta olup sancaktarları ayaklandırıyor, ba­hadır ve yiğitleri düşmanın önüne çıkmaya teşvik ediyordu. Ancak hiç kimse harekete geçmiyordu. Mus'ab'da: "Ey İbrahim! Ama bu gün be­nim için İbrahim artık yoktur." demeye başladı. İş zorlaştı, savaş kızıştı. Adamlar birbirlerine yardım etmez oldular, durum gerçekten sıkıntılı oldu. Musibet çoğaldı.

Medainî dedi ki: Abdüîmelik, kardeşini Mus'ab'a göndererek ona eman verdiğini bildirdi. Fakat Mus'ab, bu emanı kabul etmeyip şöyle dedi: "Benim gibi biri bu mekandan ya galip ya da mağlub olarak ayrı­lır."

Dediler ki: Muhammed b. Mervan, İsa b. Mus'ab'ı çağırarak ona şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu, kendini öldürtme. Sana eman verildi." Mus'ab'ta oğlu İsa'ya: "Amcan sana eman vermiştir, onun yanma git ve emanını kabul et." dedi. Fakat İsa, bu emanı kabul etmeyip şöyle dedi: "Seni ölüme terkettiğimi Kureyş kadınlarının dillerine dolamalarına fırsat vermeyeceğim." Babası tekrar kendisine: "Ey oğulcuğum, yarış atlarından birine bin ve amcanın yanına git. Iraklıların neler yaptıkla­rım ona anlat. Ben burada öldürüleceğim." dedi. İsa da: "Allah'a yemin ederim ki, bundan sonra (ben hayatta kalıpta) senin başına gelenleri başkalarına anlatacak değilim. Senin öldürülüşünü de Kureyş kadınlarına haber verecek değilim. Ben ancak seninle beraber öldürüle­ceğim, ama sen istersen atına bin ve bizi hep birlikte Basra'ya götür, on­lar senden yanadırlar." dedi. Mus'ab ta: "Allah'a yemin ederim ki,Ku-reyşli kadınların benim cepheden kaçtığımı anlatmalarına fırsat ver­meyeceğim. Haydi sen öne geç, şehid ol ki ecrini Allah'tan bekleyeyim." dedi. Oğlu İsa öne geçti, savaştı ve nihayet şehit edildi. Mus'ab ta hızlı hızlı ok atmaya başladı. Aynı durumda olan Zaide b. Kudame ona baktı, ona saldırdı, bir darbe vurdu. Vururken de: "Ey Muhtarın intikamı!" di­yordu. Ubeydullah b. Ziyad b. Zabyan et-Temimî adında biri, Mus'ab'a doğru gelip hücum etti. Onu öldürdü, başını koparıp Abdülmelik b. Mer­van'a götürdü. Abdülmelik secdeye kapandı ve Mus'ab'm kesik başını getiren Ubeydullah'a 1000 dinar verdi. Ubeydullah, bu parayı kabul et­meyip şöyle dedi: "Ben onu sana itaat etmek için öldürmedim. Aksine ondan intikamımı aldım." Abdülmelik, daha önce Ubeydullah'ı bir göre­ve atamıştı. Böyle demesi üzerine onu tahkir etti ve görevden aldı. Dedi­ler ki: Mus'ab'm kesik başı önüne konulduğu zaman Abdülmelik şöyle dedi: "Ben ve Mus'ab eski arkadaşız. O, insanlar arasında en çok sevdi­ğim kimsedir, ama şu hükümdarlık ve saltanat uğursuzdur."

Mus'ab'm adamları etrafından dağılıp gittiğinde oğlu İsa babası Mus'ab'a şöyle bir teklifte bulunmuştu: "Bir kaleye sığınsan da sonra Mühelleb b. Ebi Sufra ve benzeri komutanlara mektubiar yazsan da se-\ıin yanına gelseler iyi olmaz mı? Durumunu düzeltip toparlandığında artık rakiplerine karşı çıkabilirsin. Ama şimdi durumun gerçekten fe-nalaşmış ve sen de zayıflamışsın."

Mus'ab, oğlu İsa'ya cevap vermedi. Sonra Hz. Hüseyin'in başına ge­lenleri, onun şereflice nasıl öldürülüşünü, teslim olmayışını, Iraklılar­dan vefa görmediğini, babasının ve kardeşinin de aynı akıbete uğradık­larım anlattı. Biz de Iraklılardan vefa görmedik, dedi. Sonra adamları dağılıp gittiler. Yanında az sayıda has adamları kaldı. Hepsi Abdülme­lik'in taranna geçtiler. Abdülmelik'in kendisi, Mus'ab'ı çok severdi. Ha­lifelikten önce onun dostuydu. Kardeşi Muhammed'e; "Git Mus'ab'a eman ver." dedi. Muhammed gidip Mus'ab'a şöyle dedi:

"Ey Mus'ab! Amcanoğlu senin canın, çocuğun, malın ve ailen için eman vermiştir, dilediğin yere git. Eğer sana bundan başka bir muame­le yapmak isterse yapabilir."

Mus'ab ta şu karşılığı verdi: "Artık iş olacağına varmıştır. Benim gi­bi birisi bu cepheden ancak ya galip ya da mağlub olarak ayrılıp gider.

Oğlu İsa, öne geçti ve savaşmaya başladı. Muhammed b. Mervan, ona: "Ey kardeşimin oğlu, kendini ölüme atma!" dedi. İsa da önceki kı­sımlarda naklettiğimiz sözleri sarfetti. Sonra şehid edilinceye kadar sa­vaştı. Allah ona rahmet etsin. Bundan sonra ravi, onunla birlikte öldü­rülen kimselerin adlarını da sıralamıştır. Nitekim bunu önceki sayfada da nakletmiştik.

Mus'ab'm kesik başı Abdülmelik'in önüne konulduğunda ağladı ve şöyle dedi: "Kendisini çok sevdiğimden Ötürü onun öldürülmesine daya­namıyorum, daha önce dostumdu, ama sonunda aramıza kılıç girdi, la­kin şu hükümdarlık uğursuzdur. Aramızda çok eskiye dayanan sevgi ve saygı vardı. Kadınlar artık Mus'ab gibisini kimbilir ne zaman doğurur­lar?"

Böyle dedikten sonra Abdülmelik, Mus'ab'm oğlunun ve İbrahim b. Eşter'in Kûfe'ye yakın Mesken mezarlığına defnedilmelerini emretti.

Medainî dedi ki: Mus'ab b. Zübeyr, hicri yetmişbirinci senenin ce-maziyelevvel ajanın onüçünde salı günü öldürüldü. Cumhur-u ulema bu görüştedirler.

Medainî'nin ifadesine göre Mus'ab, hicri yetmişikinci senede öldü­rülmüştür, doğrusunu Allah bilir.

Dediler ki: Abdülmelik, Mus'ab'ı öldürdükten sonra Kûfe'ye geçti. Nahile'de konakladı. Kabilelerin reisleri ve Arapların önderleri ziyare­tine geldiler. Onlara fasih ve beliğ hutbeler irad etti. Güzel şiirlerle de­liller ileri sürdü. Iraklılar, ona bey'at ettiler. O da valiler atadı. Kûfe'ye Katan b. Abdullah el-Hirrî'yi atadı. Katan, kırk gün valilik yaptıktan sonra Abdülmelik onu azletti, yerine kendi kardeşi Bişr b. Mervan'ı ta­yin etti. Abdülmelik, bir gün Kûfe'de bir konuşma yaptı. Konuşmasında şöyle dedi: "Eğer Abdullah b. Zübeyr, kendi iddia ettiği gibi halife olsay­dı ortaya çıkar ve kendi nefsine hüzün verir, kuyruğunu da Harem'e çakmaz di."

Böyle dedikten sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Ben, kardeşim Bişr'i size vali tayin ettim. İtaatkarlara iyi davranmasını, asilere de şiddetli olmasını emrettim. Emrini dinleyin ve ona itaat edin."

Basralılar, Mus'ab b. Zübeyr'in öldürülüşünü duyunca Ebban b. Os­man b. Affan ile Ubeydullah b. Ebi Bekre Basra'ya vali olma hususunda çekiştiler. Ebban, Ubeydullah'ı mağlub etti. Basralılar da Ebban'a bey'at ettiler. Böylece Ebban, valilik hususunda çekişen iki kişiden en üstün olan kişi oldu.

Bir Arabi dedi ki: "Allah'a yemin ederim ki Ebban'm abasının bir gün omuzundan kaydığını gördüm. Mervan ile Said b. As koşarak abası­nı tekrar onıuzuna yerleştirdiler.''

Başka bir ravi dedi ki: "Günün birinde Ebban ayağını uzattı. Muavi-ye ile Abdulllah b. Amir koşarak ayağım düzelttiler."     .

Abdülmelik, Halid b. Abdullah b. Halid b. Üseydî'yi Basra'ya vali olarak gönderdi. O da gidip görevi Ebban'dan teslim aldı. Yerine Ubey­dullah b. Ebi Bekre'yi vekil bıraktı. Ebban'ı da oradan azletti.

Dediler ki: Abdülmelik, bol miktarda yemek yapılmasını emretti. Yemeği Kûfelilere kendi sofrasında takdim etti. O gün tahtında yanıba-şında Amr b. Hirris'te oturmaktaydı. Abdülmelik, ona şöyle dedi: "Bu yaşayışımız ne kadar güzel ve lezzetli, fakat devam etse. Ancak biz de bizden Öncekilerin söylediğini söylüyoruz:

"Ey Ümeym! Her yeni eskimeye gidiyor, Herkes bir gün ne idiyse o olacaktır."

Yemeği bitirdikten sonra Abdülmelik, Amr b. Hirris ile birlikte do­laşmaya başladı. Abdülmelik, Amr'a: "Bu ev kimindir, burayı kim inşa etmiştir?" diye soruyor, Amr da ona cevap veriyordu: Bunun üzerine Abdülmelik tekrar meclisine dönüp sırt üstü uzandı ve şöyle dedi:

"Çalış, ama acele etme, nasıl olsa öleceksin, Ey insan! Kendin için gayret et, Şimdi olan, geçti mi, olmamış gibi olacak. Sonra olacak olan da hemen olmuş gibidir."

îbn Cerir dedi ki: Abdülmelik, bu senede Şam'a döndü. Yine bu sene­de İbn Zübeyr, Medine valisi Cabir b. Esved'i görevden azletti. Yerine Talha b. Abdullah b. Avf ı tayin etti. Talha, onun tayin ettiği en son vali idi. Sonra Abdülmelik tarafından atanan ve Hz. Osman'ın azatlısı olan Tarık b. Amr vali olarak Medine'ye geldi.

Bfu senede Abdullah b. Zübeyr, insanlara haccettirdi, onun Irak'ta hükmü kalmamıştı.

Vâkidî dedi ki: Bu senede Mısır valisi Abdülaziz b. Mervan, Hassan el-Anî'yr İfrikiye'ye gazveye gönderdi. O da kalabalık bir ordu ile oraya sefer etti. Kartaca'yı fethetti, oranın halkı Rum ve putperest idi.

Bu senede Yemame'de ayaklanan Necdet el-Harurî öldürüldü.

Yine bu senede Abdullah b. Sevr, Yemame'de isyan etti. [1]

 

Mus'ab B. Zübeyr'in Biyografisi

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Mus'ab b. Zübeyr b. Avvam b. lid b. Esed b. Abdiluzza b. Kusay b. Kilab. Künyesi Ebu Abdı Kureşî'dir. Kendisine Ebu İsa el-Esedî de denirdi. Anasının adı lurman b. Enifel-Kelbiye'dir.

Mus'ab, sima bakımından insanların en çizeli, en, merdi idi. Hz. Ömer'den, babası Zübeyr'den, S* d b. Ebi

 Ve Ebu Said el-Hudri'den rivayetlerde bulunmuştur. Hakem b. Uyeyne, Amr b. Dinar el-Cumahî ve İsmail b. Ebi Halid de ondan rivayetlerde bulunmuşlardır.

Mus'ab, Muaviye'nin yanına geldi. Ebu Hüreyre'nin meclisinde bu­lundu. Sima bakımından insanların en güzeli idi. Zübeyr b. Bekkâr'ın anlattığına göre Mus'ab, Arefede vakfe yapmakta iken Cemil ona bakıp şöyle dedi: "Burada öyle bir delikanlı var ki, Besine'nin onu görmesini is­temiyorum."

Sabi dedi ki: "Minber üzerinde Mus'ab kadar yakışıklı ve güzel baş­ka birini görmedim." İsmail b. Halid te böyle demiştir. Hasan'm ifadesi­ne göre o, Basralıların en yakışıklısı idi.

Hatib Bağdadî dedi ki: "Mus'ab, Irak'a kardeşini vali olarak tayin etti. Nihayet Abdülmelik, onu Evana'ya yakın bir yer olan Mesken'de Dicle nehri kıyısındaki Deyr-i Caselik'te öldürdü. Mezarı da şu ana ka­dar orada bilinmektedir."

Mus'ab'm, Muhtar b. Ebi Ubeyd'i nasıl öldürdüğünü ve bir sabahta Muhtar'm adamlarından 7000 kişiyi öldürdüğünü anlatmıştık.

Vakidî dedi ki: Mus'ab, Muhtar'ı öldürünce Muhtar'm konaktaki adamları kendisinden eman istediler. O da onlara eman verdi. Sonra yanlarına Abbad b. Husayn'ı gönderdi. Onları zincirlere bağlı olarak ko­naktan çıkardı. Esirlerden biri şöyle dedi: "Sizi bize galip kılan ve bizi esaretle imtihan eden Allah'a hamdolsun. Ey İbn Zübeyr, affedeni Allah ta affeder. Cezalandıran kimse ise, misillemeden emin olamaz. Biz si­zinle aynı kıbleye yönelen dindaşlarınızız. Şimdi sen iktidara geçtin. Bağışla ve bizi affet."

Mus'ab onlara acıdı ve onları serbest bırakmak istedi. Ancak Abdur-rahman b. Muhammed b. Eş'as ile her kabileden başka adamlar kalkıp "Bunlar bizim çocuklarımızı öldürdüler. Aşiretlerimizi helak ettiler: Bizden birçoklarını yaraladılar. Bu durumda ya bizi ya da bunları tercih et." dediler. Bunun üzerine Mus'ab ta esirlerin öldürülmelerini emretti. Esirler de hep birlikte şöyle seslendiler:

"Bizi Öldürme, bizi kendi ordunun Öncü kuvvetleri yaparak Abdül­melik b. Mervan'a karşı savaşa sürükle. Eğer galip olursak zaten bu si­zin istediğiniz birşeydir. Eğer öldürülecek olursak onlardan bir toplulu­ğu öldürmedikçe biz Ölmeyiz. Bunu da istersiniz."

Mus'ab, bu teklifi kabul etmedi. Misafir kalkıp ona şöyle dedi:

"Ey Mus'ab, Allah'tan kork, zira Aziz ve Celil olan Allah, Müslüman bir kimseyi herhangi bir kimseyi öldürmüş olmaksızın katletmeni ya­saklamıştır. "Kim bir mü'mini kasten öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı Cehennem'dir. Allah, ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır." {en-Nisâ, 93.)

Mus'ab, onu dinlemedi, aksine tamamının boyunlarının vurulmasını emretti. Esirler 7000 kişi idi.

Sonra Mus'ab, İbn Eşter'e mektub yazarak yanına gelmesini, dave­tine icabet etmesini istedi. Buna karşılık ona Şam valiliğini ve süvarile­rin komutanlığını va'detti. İbn Ester de kalkıp Mus'ab'm yanma gitti.

Anlatıldığına göre Mus'ab, Mekke'ye geldiğinde Abdullah b. Ömer'in yanma varmış ve ona şöyle demiş: "Ey amca! İtaat dışına çıkan ve mağlub olup kaleye sığmmcaya kadar savaşan sonra da eman iste­yen, kendilerine eman verildikten sonra tekrar savaşan bir kavmin du­rumunu sana soruyorum, bunlara ne yapılması gerekir?" Abdullah b. Ömer: "Onlar kaç kişidirler?" diye sorunca Mus'ab, 5000 kişi olduklarını söylemiş. İbn Ömer de teşbih getirmiş ve: "înnâ lillah ve İnnâ îleyhi ra-ciun," dedikten sonra şöyle demiş: "Bir adam, Zübeyr'in davar sürüsüne gelse ve bir sabah ta o davarlardan 5000 taneyi boğazlasa, sen o adamı israfçı ve aşın gitmiş saymaz mısm?" Musab, evet, diye cevap verince İbn Ömer, ona şu karşılığı vermiş: "Sen bunu davarlar hakkında aşırı , gitmek ve israf olarak kabul ediyorsun da tevbe etmelerini ümid ettiğin insanlar hakkında aşırı gitmek ve israf olarak kabul etmiyor musun? Ey kardeşimin oğlu, elinden geldiğince dünyada ateşin üzerine soğuk su dök.w

Mus'ab, daha sonra Muhtar'm kesik başını Mekke'de bulunan kar­deşine göndermiş ve Irak'ta otoritesini yerleştirmişti. Vilayetlere vali­lerini atamış, İbn Ester de onun yanında yükselip itibar sahibi olmuş, onu elçiliğe tayin etmişti. Sonra kendisi Mekke'de bulunan kardeşinin yanına gitmiş, icraatlarını ona anlatmış, o da icraatlarını uygun gör­müştü. Yalnız îbn Eşter'in görevini onaylamamış ve ona şöyle demişti: "Eşter'i seveceğimi mi sanıyorsun? Bendeki bu yarayı açan odur." Sonra Mus'ab'la birlikte gelen Iraklıları çağırmış ve onlara şöyle demişti: "Al­lah'a yemin ederim ki sizden her iki adam yerine bir Şamlının bana gel­mesini çok isterdim." Böyle demesi üzerine Basra'daki cemaatın kadısı Ebu Haciz el-Esedî ona şöyle demişti: "Ey mü'nıinlerin emiri, bizimle si­zin durumunuz, tıpkı A'şâmn şu beytinde anlattığına benzemektedir.

"Ben ona enlemesine takıldım. O da benden başka bir erkeğin aya­ğına tatildi. Başka bir erkek te ayağını ona taktı."

Ben de derim ki: Aralarındaki durum, şu beyitte anlatıldığı gibidir:

"Biz Leyla ile delirdik, Leyla ise başkaları ile delirdi. Başkası ise -kendisini istemediğimiz halde- bizimle delirdi.

Ey mü'minlerin emiri, biz sana gönül bağladık. Sen ise Şamlılara gönül bağladın. Ama Şamlılar da gönüllerini Mervan'a bağlamışlardır,

Şimdi ne yapacağımızı bilemiyoruz?"

Sabi dedi ki: "Ben bundan daha güzel bir cevap işitmedim."

Başkası dedi ki: İnsanlar arasında kadınları en çok Mus'ab severdi. Nitekim rivayet olunduğuna göre aralarında İbn Ömer'in bulunduğu bir cemaatla birlikte Mus'ab b. Zübeyr, hacer-i esvedin yanında toplan­mışlar ve şöyle demişlerdi: "Her biriniz kalksın ve Allah'tan dilekte bu­lunsun." İbn Ömer kalkıp Allah'tan mağfiret dilemiş; Mus'ab ise Al­lah'tan, kendisini o zamandaki kadınların en güzellerinden Sekine bin-ti Hüseyin ve Aişe binti Talha ile evlendirmesini, ayrıca kendisine Irak valiliğini bahşetmesini dilemişti. Allah ta bunu kendisine vermiş ve di­leğini yerine getirmişti. Mus'ab, Aişe binti Taiha ile evlenmiş ve ona 100 dinar mehir vermişti. Aişe, gerçekten göz aha bir güzelliğe sahipti. Mu-sab'm kendisi de cidden yakışıklıydı, diğer zevceleri de güzel idiler.

Asmaî, Ebu Zinad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mus'ab, Urve, İbn Zübeyr ve İbn Ömer hacer-i esvedin yanında top­landılar. Abdullah b. Zübeyr, şöyle dedi: "Ey Rabbim, halifeliği bana ver."

Urve ise şöyle demişti: "Ey Rabbim, bana Irak valiliğini ve Aişe binti Talha ile Sekine binti Hüseyin'i ver."

Abdullah b. Ömer'e gelince oda şöyle bir dilekte bulunmuştu: "Ey Rabbim, bana mağfiretini bahşet."

Amir eş-Şabi dedi ki: "Bir ara ben oturmakta iken Mus'ab b. Zübeyr çağırıp hükümet konağına götürdü, perdeyi araladı. Perdenin gerisinde Aişe binti Talha'yı gördüm. Ondan daha güzel bir kadın ve ondan daha güzel, göz alıcı bir manzaraya sahip başka birini görmüş değildim. Mus'ab, bana: "Şu kadım tanıyor musun?" diye sorunca ben, tanımadı­ğımı söyledim. O da: "İşte bu, Aişe binti Talha'dır." Sonra Aişe, evin or­tasına geldi ve Mus'ab'a: "Beni kendisine gösterdiğin bu adam kimdir?" diye sorunca Mus'ab: "Bu, Amir eş-Şabi'dir." diye cevap verdi. Aişe de: "Ona birşeyler ihsan et." dedi. Mus'ab ta bana 10 000 dirhem ihsan etti. Bu, sahip olduğum ilk para oldu."

Hafız İbn Asakir'in anlattığına göre Aişe binti Talha, bir defasında Mus'ab'a kızmış. Mus'ab ta kendisine 400 000 dirhem vererek gönlünü almıştı. Aişe, o parayı kendisi ile Mus'ab'ı barıştıran kadına vermişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mus'ab'a meyveleri altından ve kıymetli mücevherlerden olan yapma bir hurma ağacı hediye edil­mişti. Bu ağacın değeri 2 000 000 dinardı. Farslılardan elde edilen gani­metlerdendi. Mus'ab, bu ağacı Aişe binti Talha'ya vermişti.

Mus'ab, insanların en cömerdi ve en fazla bağışta bulunanı idi. Ver­diğini çok görmezdi, verdiğinin değeri çok olsa bile önemsemezdi. Güç­lüye de zayıfa da bağışta bulunurdu. Şerefliye de şerefsize de eşit mik-

tarda bağışta bulunurdu. Kardeşi Abdullah b. Zübeyr ise, cimrilik ya­pardı.

"Tarih" adlı eserinde Hatib Bağdadfnin rivayet ettiğine göre Mus'ab, bir defasında bir adama kızmış ve onun boynunun vurulmasını emretmişti. Adam da kalkıp ona şöyle demişti:

- Allah, emirin şanım yüceltsin. Benim gibi bir adamın kıyamet gününde kalkıp senin şu güzel yakana yapışması ve şu aydınlık saçan yüzünü tırmalaması, sonra da 'Ya Rab, Mus'ab'a sor, beni niçin öldür­dü?" demesi ne çirkin olur.

Adamın böyle demesi üzerine Mus'ab, onu afîetmişti. Adam da şöyle karşılık vermişti:

- Allah, emirin şanını yüceltsin. Hayatımda senin kadar rahat bir yaşamı bana hibe eden başka birini görmedim.

Adamın böyle demesi üzerine Mus'ab, ona 100 000 dinar verdi, adam da şöyle dedi:

- Şahid ol ki, bana vermiş olduğun bu paranın yarısını îbn Kays er-Rakiyyat'a bahşettim. Çünkü o, senin hakkında şöyle demiştir:

"Mus'ab, Allah tarafından gönderilen bir ateş korudur.

Onun sayesinde karanlıklar aydınlığa kavuştu.

Onun hükümdarlığı rahmet hükümdarlığıdır. İnsanlara acır,

Onun hükümdarlığında zorbalık ve kibir yoktur.

İdarede Allah'tan korkar.

Tasası Allah'tan korkmak olan kimse, kurtuluşa ermiştir."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre adam, ona şöyle demiştir:

- "Ey emir, bana hayatımı bağışladın. Eğer yapabiliyorsan bu ha­yatımı refaha kavuştur."

Adamın böyle demesi üzerine Mus'ab, ona 100 000 dinar verilmesini emretmişti.

İmam. Ahmed tvtianbel, Ali b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:          

"Mus'ab, Arif el-Ensârî'nin kendisi hakkında kötü sözler sarfettiği-ni duyunca ona öfkelendi. O esnada Enes b. Malik, Mus'ab'm yanma ge­lip şöyle dedi: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Ensâr'a iyi davranın. İyilik yapanlarının iyiliklerini kabul edin, kötü­lük yapanlarının da kötülüklerini affedin."

Enes'in bu hadisi nakletmesi üzerine Mus'ab, kendini tahtından ye­re attı. Yanağım yerdeki sergiye yapıştırıp şöyle dedi: "Rasûlullah (s.a.v.)'m emri baş göz üstüne."

Mus'ab, tevazu ile ilgili olarak şöyle demişti: "Adem oğlunun büyük­lük taslamasına hayret ediyorum. Oysaki kendisi, iki kezıdrai-kanalın­dan geçmiştir." (Yani babasının penis delicen sprem olarak geçmiş, annesinin de rahminden geçip dünyaya gelmiştir.)

Muhammed b. Yezid el~Müberred dedi ki: Kasım b. Muhammed'e Mus'ab'ı sordular. O da şöyle cevap verdi: "Mus'ab, asaletli, reis, takvalı ve garip dostu idi."

Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Mus'ab, Muhtardı mağlub edip onun adamlarından 5000 (başka bir rivayete göre 7000) kişiyi bir sabah­ta öldürmüş. Bundan sonra İbn Ömer'le karşılaştığında İbn Ömer'e se­lam vermiş, ancak gözlerini kaybetmiş olan îbn Ömer, onu tanımamış, kendini tanıttıktan sonra îbn Ömer onu tanımış ve şöyle demişti:

- Tevhid ehli 5000 kişiyi bir sabahta öldüren sen misin?

- Mus'ab, onların Muhtar'a bey'at ettiklerini söyleyerek mazeret beyanında bulununca îbn Ömer, ona şu karşılığı vermişti:

- Onlar arasında bu işe zorlanan veya cahil olan yok muydu ki ken­disine süre tanınsın ve tevbe etsin? Sen ne dersin, eğer bir adam Zü-beyr'in koyun sürüsüne gelipte aynı günün sabahında o koyunlardan 5000 taneyi boğazlarsa, o adam aşırı gitmiş sayılmaz mı?

- Evet, sayılır,

- O koyunlar Allah'a ibadet etmezler. İnsan gibi Allah'ı tanımaz­lar. Sen tevhid inancı üzere olan bu insanlarla onları nasıl bir tutarsın? Ey oğulcuğum, elinden geldiğince soğuk sudan yararlan. Başka bir riva­yete göre İbn Ömer, Mus'ab'a şöyle demiştir"Elinden geldiği kadar yaşa bakalım." (Sonunda görürsün gününü)"

Zübeyr b. Bekkar, Kelbfnin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Günün birinde Abdülmelik b. Mervan, meclisinde oturan adamlara şöyle bir so­ru sormuş:

- Arapların ve Rumların en yiğidi kimdir?

- Şebib'tir. Başka biri de:

- Kutri b. Fücac ve falan filandır, diye cevap verince Abdülmelik şu karşılığı vermişti:

- İnsanların en yiğidi, Sekine binti Hüseyin ile Aişe binti Talha'yı nikahına alan kişidir. Anası, Hamid binti Abdillah b. Amir b. Kü-reyz'dir. Oğlu, Reyyan b. Enif b. Kelbf dir. Arap banliyölerinin lideridir. Iraklılara beş yıl süreyle valilik yapmış, milyonlarca dinarlara sahip ol­muş. Ayrıca mal mülk elde etmiş, sayılamayacak kadar binekler elde et­miştir. Bununla beraber insanlara eman vermiştir. Bu kadar büyük bir servete ve hükümranlığa sahip bir kimse yine de zahidane bir hayat ya­şamış, küçük düşürülmüş bir halde öldürülmeyi tercih etmiştir. Bütün bu servetinden ve hükümranlığından el çekerek kılıcıyla düşmanın üzerine yürümüş, öldürülünceye kadar savaşmıştır. Tabii adamları kendisinden yardım ellerini çektikten sonra hayatım kaybetmiştir. Sö­zünü ettiğim bu yiğit, merhum Mus'ab b. Zübeyr'dir. O, bazen şurada bazen orada köprüleri, kesen kimse gibi değildir. İşte böyle bir adam böylesine zahidane bir hayat yaşadı."

Dediler ki: Mus'ab, hicretin yetmişikinci senesinin cemaziyelevvel ayının ortasında perşembe günü öldürüldü.

Zübeyr b. Bekkar, Ebu Beşir'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Mus'ab'm kesik başı, Abdülmelik'in önüne bırakıldığında Abdülmelik şöyle dedi:

"Abs savaşında bahadırları yere yıktı,

Öyle bir yiğit ki, eşyalarını ve malını esirgemez,

Kendisine gelen maldan ötürü de sevinmez,

Felaketler karşısında huyunu bozup sabırsızlık göstermez.

Atlılar koştuğunda o kendini gözetmez.

Kamış borusu gibi bir dayı yoktur."

Mus'ab'm kesik başım getiren adam, Abdülmelik'e şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri! Allah'a yemin ederim ki, Mus'ab'ı görmeliydin. Elin­de bazen mızrak, bazen da kılıç vardı. Kılıçla boyunları uçuruyor, mız­rakla vücutları deliyordu. Gözü ve gönlü cesaretle doluydu, ama adam­ları kendisini yalnız bırakınca ve üzerine hücum edenler de çoğalınca yalnız başına kaldı ve şu şiiri okumaya devam etti:

"Zorluklar karşıma gelip dikilince, gözlerim kapanmadan ben ken­dimi yalanlarım.

Bu alçaklıktan ötürü değil, aksine kendimi korumam içindir.

Güzel ahlaklar yanında ben ırzımı korurum böylece,

Kötülüklere karşı ben kötülüğü yedekte tutarım. Onları kötülükle gözetlerim,

Barışçılara da topraktan daha yumuşak huyluyum."

Abdülmelik dedi ki: Vallahi o, tıpkı kendini anlattığı gibidir ve doğ­ru söylemiştir. İnsanlar arasında en çok onu severim. Onunla dostlu­ğum vardı, fakat şu hükümdarlık uğursuzdur."

Yakub b. Süfyan, Said b. Yezid'in şöyle dediğim rivayet etmiştir: "Ubeydullah b. Ziyad b. Zebyan, Mus'ab'ı Düceyl nehri kıyısında Deyr-i Caselik'te öldürdü. Orası Mesken'e bağlı bir yerdi. Başını koparıp Ab­dülmelik'e götürdü. O,da şükür secdesi yaptı. İbn Zebyan, alçak ve acı­masız bir kimseydi. Fırsatı kollardı. Şöyle derdi: Şükür secdesi yaptığı zaman keşke Abdülmelik'i öldürseydim. O zaman ben Arapların dn hü­kümdarım öldürmüş olurdum."                                             .

Yakup dedi ki: Mus'ab'm öldürülmesi, hicretin yetmişinci sene­sinde oldu, doğrusunu Allah bilir.

Zübeyr b. Bekkar'm anlatüğma göre Mus'ab'm öldüruldugu günde­ki yaşı hususunda üç kavil ileri sürülmüştür. Bu kaillerden bmne göre o, otuzbeş yaşında iken öldürülmüştür. İkinci görüşe göre kırk yaşında iken öldürülmüştür. Üçüncü kavle göre ise kırkbeş yaşında iken öldü­rülmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Hatib Bağdadî'nin rivayetine göre bu savaşta Mus'ab'ın yanında karısı Sekine binti Hüseyin'de bulunuyordu. Mus'ab öldürülünce Seki­ne, onu cesetler arasında aradı. Nihayet onu yanağındaki bir benden ta­nıdı: "Evet, bu Müslüman kadının kocası ne güzeldir! Vallahi ben şair Arter'in dediklerini sana idrak ettiriyordum.

"Ganiye'nin dostunu yerde yatmış halde bıraktım. Onun benzeri gö­rülmemişti, kılıç darbesi yememişti.

Ama uzun mızrak onun cildini yarmıştı.

Âlicenâb ve şerefli kişi kendini süngülere karşı koruyam;

Zübeyr dedi ki: Abdullah b. Kays er-Rakiyat, Mus'ab b. Zübeyr'e şu ağı di yaktı:

"Mudarlılarda hüzün ve zillet meydana getirdi,

Deyr-i Caselik'te öldürülen kişi.

Bekir b. Vail, Allah için iyilik yapmadı.

Sen de ey Temim kabilesi, savaş gününde sadakat göstermedin. Eğer Bekir kabilesi çevresine göz atsaydı,

Askeri birliklerini salsaydı, savaşın sıcaklığı kalır ve devam ederdi.

Ama o kendini kontrolden çıkardı. O kabileler içinde Mudarhlar yoktu. O savaşta âlicenâb bir kimse de yoktu.

Allah, burada Kûfelüere kınanma cezasını versin.

Ve alçak kimselerin kınandığını onlara göstersin.

Baba bir kardeşimiz arkada bizleri yardımsız bıraktılar,

Ama biz onlar arasında samimi ve açık yürekliyiz.

Biz yok olsak, onlar da bizden sonra yaşayamıyacaklardır.

Müslümanların saygınlığı da yok olacaktır."

Ebu Hatim er-Razî, Abdülmelik b. Umeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kûfe'deki hükümet konağına gittim. Hz. Hüseyin'in kesik başının bir kalkan içinde Ubeydullah b. Ziyad'm önüne bırakılmış olduğunu gördüm. Ubeydullah'ta tahtta oturuyordu. Bir süre sonra aynı hükü­met konağına gittim. Ubeydullah b. Ziyad'm kesik başının bir kalkan içinde Muhtar in önünde durduğunu gördüm. Muhtar tahtta oturuyor­du. Bir süre sonra aynı hükümet konağına gittim. Muhtarın kesik başı nın bir kalkan içinde Mus'ab b, Zübeyr'in önünde durduğunu gördüm. Mus'ab'ta tahtta oturuyordu. Yine bundan bir süre sonra aynı hükümet konağına gittim. Bu defa da Mus'ab'ın kesik başının bir kalkan içinde Abdülmelik b. Mervan'm Önünde durduğunu gördüm. Abdülmelik b. Mervan tahtta oturuyordu."

Abdullah b. Kays er-Rakiyat, Mus'ab için şu ağıdı yakmıştır:"Sulu ve susuz bütün bulutlar, eklemleri çıplak bir cesedin Mesken'de yat­makta olduğuna dair ölüm haberini verdiler.Canavarlar onun vücudu­na saldırırlar. Evi de öyle bir yerdedir ki, tavanları artık çöküp çürü­müştür.

Arkadaşları onu ölü halde bırakıp gittiler.

Saba ve şimal rüzgarına terk ettiler." [2]

 

Fasıl

 

Mus'ab'ın Ukkaşe ve İsa adındaki oğullan ve bir de Sekine adında bir kızı vardı. îsa, onunla birlikte öldürülmüştü. Bunların anneleri, Fa-tıma binti Abdullah b. Saib'dir. Mus'ab'ın, karısı Aişe binti Talha'dan doğma Abdullah ve Muhammed adında iki oğlu daha vardı. Aişe binti Talha'nm annesi ise Ümmü Külsünı binti Ebubekir es-Sıddık'tir. Mus'ab in diğer zevcelerinden Cafer, Mus'ab, Said, İsa el-Asgar ve Mün-zir adında oğulları ve Sekine binti Hüseyin b. Ali b. Ebi Talip'ten doğma rebab isminde de bir kızı vardı.

İbn Cerir dedi ki: Abdullah b. Zübeyr, kardeşi Mus'ab'm ölüm habe­rini dunca kalkıp insanlara şöyle bir hutbe irad etti:

"Yaratmak da, emretmek te yalnız kendisinin olan Allah'a hamde-derim. O, mülkü dilediğine verir ve dilediği kimseden de çekip alır. Dile diğini aziz kılar, dilediğini de zelil kılar. Haberiniz olsun ki Allah, haklı olan kimseyi tek başına bile olsa zelil etmez. Şeytanı dost edinen kimse­yi ise -isterse bütün insanlar onunla birlikte olsunlar- aziz kılmaz.

Haberiniz olsun ki, Irak'tan bizi hem üzen hem de sevindiren bir ha­ber almış bulunuyoruz. Mus'ab'm öldürüldüğünü öğrendik. Allah ona rahmet etsin, bizi sevindiren, onun bu ölümünün şehitlik olduğunu bil-memizdir. Üzen şey ise^evilen birisinden ayrılan kimsenin bu ayrılık sırasında bu musibeti^karşı karşıya kaldığı zamanda hissettikleridir. Sağlam görüş sahibifkimse, güzel sabır gösteren ve teselli olandır. Mus'ab'm öldürülmesi musibetine maruz kalmışsam da daha önce ben Zübeyr'in de öldürülmesi musibetine maruz kalmışımdır.

Osman, nasıl musibetten kurtulamadıysa ben de kurtulamıyorum. Mus'ab'da Allah'ın kullarından bir kuldu. Benim yardımlarımdan bin idi. Bilesiniz ki Iraklılar, hain ve münafık kimselerdir. Mus'ab ı az bir paraya satıp düşmanına teslim ettiler. Mus'ab öldürülmüş de ne olmuş sanki? Allah'a yemin ederim ki, biz Ebul- As'm oğulları gibi yatakları­mızda ölmeyeceğiz. Andolsun, onlardan herhangi birisi, ne cahılıye savaşında ne de İslâm dönemindeki savaşlarda ölmüş değildir. Biz ancak yaralarıyla ve kılıçların gölgesi altında ölürüz. Haberiniz olsun ki dün­ya, hakimiyyeti asla yok olmayan, mülkünün sonu asla gelmeyen, en büyük Melik'in verdiği bir emanettir. Eğer bu emanet kendiliğinden ba­na doğru gelecek olursa, ben onu azgın ve şımarık bir kimse gibi elime almam. Beni bırakıp gidecek olursa da bunun için zelil ve hakir bir kim­senin ağlayışı gibi ağlamam. Size söyleyeceklerim bunlardan ibarettir. Kendim için de sizin için de Allah'tan mağfiret dilerim." [3]

 

Hicretin Yetmîşbîrîncî Senesinde Vefat Eden Bazı Şahsiyetler

 

İbrahim B. Ester

 

Bu zatın babası, Hz. Osman'a karşı ayaklanan ve onu öldürenler­dendi. İbrahim, yiğitliği ile nam salmış şerefli bir kimse idi. Önceki say­falarda da anlattığımız gibi İbrahim b. Ester, Ubeydullah b. Ziyad'ı Öl­düren kişidir. [4]

 

Abdurrahman B. Gasile

 

Künyesi Ebu Abdillah el-Muradi es-Sanabihf dir. Salih kimseler­dendi. Halife Abdülmelik b. Mervan onu tahtında yanma oturturdu. Âlim ve faziletli bir kimse idi. Dımaşk'ta vefat etti. [5]

 

Ömer B. Seleme

 

Mahzum kabilesindendir. Medinelidir. Peygamber (s.a.v.)'in besle-mesidir. Habeş diyarında doğmuştur. [6]

 

Rasûlullah (S.A.V.)'In Azatlısı Sefine

 

Künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Ümmü Seleme'nin kölesiydi. Üm-mü Seleme, onu azad etti. Ancak Rasûlullah'a hizmet etmesini ona şart koştu. O da şöyle dedi: "Sen beni azad etmesen bile ben yaşadığım müd­detçe Rasûlullah'a hizmet edeceğim."

Sefine, Rasûlullah'm ailesine dosttu, aralarında yaşardı.

Taberanî'nin rivayetine göre Sefine'ye, bu adı nereden aldığı sorul­duğunda şu cevabı vermiştir:

"Bu adı bana Rasûlullah verdi. Bir defasında ashabıyla birlikte yola çıktı. Eşyaları ağır geldi, taşıyamaz oldular. Rasûlullah (s.a.v.), bana dedi ki: "Abam yere ser," Ben abamı yere serdim. Eşyalarım abamın içine koydular, sonra Rasûlullah bana: "Haydi taşı bakalım, sen ancak bir sefinesin (gemisin)." dedi. Eğer o gün bana bir veya iki veya beş veya altı deve yükü yüklenseydi yine bana ağır gelmezdi."

Muhammed b. Münkedir, Sefîne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir defasında bir gemiye bindim. Deniz ortasında iken gemi parça­landı, ben de bir tahtaya yüklendim. O tahta parçası beni götürüp bir or­manlığa bıraktı. Ormanlıkta bir aslanla karşılaştım. Aslan yanıma gel­di, ben de ona: "Ey Ebu Haris! Ben, Rasûlullah'm azatlısı Sefîne'yim." dedim. Aslan, başını önüne eğdi ve beni yan tarafıyla da pençesiylede iteleye iteleye yola kadar götürdü. Sonra fısıldadı. Ben onun benimle vedalaştığını anladım."

Hammad b. Seleme, Sefine'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Fatıma'nm evine girdi. Evin bir köşesinde na­kışlı ve renkli bir perde gördü. Geri döndü, içeride durmadı. Hz. Fatıma da Ali'ye: Rasûlullah (s.a.v. )'a sor bakayım, niçin geri dönüp gitti?" diye sordu. Hz. Ali gidip, evden geri dönüş sebebini Rasûlullah (s.a.v.)'a sor­du. O da şu cevabı verdi: "Benim veya herhangi bir peygamberin süslü bir eve girmesi uygun olmaz." [7]

 

Ömer B. Ahtab

 

Künyesi Ebu Zeyd el-Ensârî el-A'rec'dir. Peygamber (s.a.v.)'le bir­likte onüç gazaya katıldı. [8]

 

Yezid B. Esved El-Cüreşi Es-Sekûnî

 

Abid, zalıid ve salih bir adamdı. Şam'ın Zeydin köyüne yerleşti. Çe­rin köyüne yerleştiğine dair başka bir rivayet de vardır. Şam'ın doğu ka­pısı dahilinde bir evi vardı. Sahabe olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Sahabelerden rivayetlerde bulunmuştur. Kıtlığa maruz kal­dıklarında Şamlılar onun yüzü suyu hürmetine yağmur yağması dile­ğinde bulunurlardı. Muaviye-^e Dahhak b. Kays da onun yüzü suyu hür­metine yağmur yağması dileğinde bulunmuşlardı. Muaviye, onu kendi­si ile birlikte minberde oturturdu. Muaviye ona: "Ey Yezid! Kalk, sen de dua et." dedikten sonra söylerine şöyle devam etti: "Allah'ım, biz, seçkin, hayırlı ve salih adamlarımızın yüzü suyu hürmetine yağmur yağdırma­nı diliyoruz."

Yezid, Allah'tan yağmur yağdırmasını diler ve yağmur yağardı. Na­mazlarını Dımaşk'taki büyük camide kılardı. Şam'daki büyük camide namaz kılmak üzere köyden karanlık gecede çıktığında ayağının baş parmağı aydınlık saçarak yolunu gösterirdi. Başka bir rivayette anlatıl­dığına göre camiye girişine kadar ayağının bütün parmakları  saçarak yolunu aydınlatırlardı. Dönüşünde de aynı şekilde ayak parmakları ışık saçar ve köye dönüşüne kadar yolunu aydınlatırlardı. Anlatıldığına göre o, Zeydin köyündeki bütün ağaçların yanında ikişer rekat namaz kılmıştır. Karanlık gecelerde ayağının baş parmağı ışık saçarak yolunu aydınlatır ve böylece Şam'daki büyük camide yatsı namazını kılmaya gider, aynı şekilde köyüne dönünceye kadar ayağının baş parmağı ışık saçarak yolunu aydınlatırdı. Bütün namazlarını Şam'daki büyük cami­de kılardı. Zeydin veya Çerin köyünde vefat etti ki bunlar, Şam'ın Guta mıntıkasına bağlıdır. Allah ona rahmet etsin. [9]

 

Hîcretîn Yetmîşîkîncî Senesi

 

Bu senede Mühelleb b. Ebi Sufra ile Haricilerden olan Ezarikahlar arasında Solak denen yerde büyük bir savaş meydana geldi. İki taraf se­kiz ay kadar bir süre karşı karşıya savaştılar. Aralarında anlatımı bu­rada uzun sürecek savaşlar cereyan etti. Bu esnada Mus'ab b. Zübeyr öl­dürüldü. Sonra Abdülmelik b. Mervan, Mühelleb b. Ebi Sufra'yı Ahvaz ve bağlı mıntıkalarda vali olarak bıraktı. Çabalarından ötürü ona teşek­kür etti ve çok övdü.

Sonra Abdülmelik'in hilafeti zamanında Ahvaz'da çok karışıklıklar meydana geldi. Halk, Haricileri kırıp geçirdi ve büyük bir bozguna uğ­rattı. Hariciler de çeşitli beldelere kaçıp gittiler. Komutan Halid b. Ab­dullah ile Davud b. Muhandem onları kovaladılar. Bu arada Abdülme­lik de kardeşi Bişr b. Mervan'a, haber göndererek bu iki komutana 4000 askeri takviye olarak göndermesini istedi. Bişr b. Mervan, bunlara At-tab b. Verka komutasında 4000 kişiden oluşan bir süvari birliği gönder­di. Bunlar, Haricileri darmadağın ettiler, ama ordu çok yoruldu, atları öldü, çoğu asker ailelerinin yanına yaya olarak döndü.

İbn Cerir dedi ki: Kays b. Salebe kabilesinden olan Ebu Fudeyk el-Harisî bu senede ayaklandı ve Bahreyn'i ele geçirdi. Necdet b. Amir el-Harisf yi öldürdü. Basra valisi Halid b. Abdullah, onun üzerine kardeşi Umeyye b. Abdullah'ı büyük bir orduyla gönderdi. Ümeyye, Ebu Fu-deyk'i hezimete uğrattı. Cariyesini alıp kendine ayırdı. Basra valisi Ha­lid, olup bitenleri Abdülmelik'e bir mektubla bildirdi. Böylece Halid, hem Ebu Fudeyk'le savaşmış hem de Kutri b. Fucae'nin adanılan olan Ezarika ile Ahvaz'da savaşmış oldu.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Abdülmelik b. Mervan, Abdullah b. Zü­beyr'i Mekke'de kuşatma altına alması için Haccac b. Yusuf es-Sakafî 'yi gönderdi. Başkalarının üzerine değilde sadece Abdullah b. Zübeyr'in üzerine göndermesinin sebebi şuydu: Abdülmelik b. Mervan, Mus'ab'ı öldürüp Irak'ı ele geçirdikten sonra Şam'a dönmek istediği zaman insanlara, Mekke'de bulunan Abdullah b. Zübeyr ile savaşmaları için çağ­rıda bulunduğunda kimse onun bu çağrısına icabet etmedi. Haccac kal­kıp: "Bu işe ben varım ey mü'minlerin emiri!" dedi. Ve güya görmüş ol­duğu bir rüyayı ona anlattı: "Ey mü'minlerin emiri ben rüyada gördüm ki Abdullah b. Zübeyr'i yakalamış ve derisini yüzmüşüm! Beni onun Üzerine gönder. Ben onu öldürürüm." Abdülmelik te onu, Şamlılardan teşkil ettiği bir ordunun başında Mekke'ye gönderdi. Onunla birlikte Mekkelilere -kendisine itaat ettikleri takdirde- bir eman yazısı gönder­di.

Dediler ki; Haccac hicretin yetmişikinci senesinin cemaziyelevvel ayında Şamlılardan oluşan 1000 süvarinin başında yola çıktı. Irak yo­lundan gitti. Medine'den geçmedi. Başka yoldan gidip Taife indi. Are-fe'ye heyetler gönderdi. İbn Zübeyr'in üzerine de süvarilerini sürdü. İki taraf karşı karşıya gelince İbn Zübeyr'in süvarilerini hezimete uğratı­yorlardı. Haccac'm süvarileri muzaffer oluyorlardı. Sonra Haccac, Ha-rem'e girip orada İbn Zübeyr'i kuşatma altına almak için Abdülme-lik'ten izin istedi. Onun gücünün kırıldığını, etrafındaki adamların çar­pışmadan usandıklarım, adamlarının çoğunun da dağıldığını bildirdi. Kendisine ayrıca takviye askerler göndermesini istedi. Abdülmelik, Ta­rık b. Amr'a mektup yazarak yanındaki askerlerle birlikte gidip Hac-cac'ın birliğine katılmasını emretti. Haccac da Taif ten hareket ederek Bir'i Meymune'ye vardı.

İbn Zübeyr'i Mescid-i Haram'da kuşatma altına aldı. Zilhicce ayı gi­rince de bu senede Haccac insanlara silahlı olarak haccettirdi. Kendisi ve adamları silahlı olarak Arefe'de vakfe yaptılar. Diğer bütün görevle­rini de aynı şekilde silahlı olarak ifa ettiler. îbn Zübeyr ise, muhasara altında olduğundan ötürü bu senede haccetme imkanını bulamadı. Ak­sine kurban bayramında kurbanlarını kesti. Onunla birlikte birçok kişi de hac etme imkanını bulamadılar. Haccac'la beraber bulunanlardan çok kimseler ve Tarık b. Amr'da tavaf etme imkanını bulamadılar, ih-ramh kaldılar. İkinci tahallülü (Şafii mezhebine göre ihramdan ikinci çıkışı) yapamadılar. Haccac ile adamları, Hacun ile Bir-i Meymune ara­sına konakladılar. înnâ liüah ve innâ iîeyhi raciun.

İbn Cerir dedi ki: Busenede Abdülmelik, Horasan valisi Abdullah b. Hazim'e mektub yazarak onu kendisine bey'ata davet etti ve bey'at et­mesi durumunda ona tlorasan'ı yedi yıl süreyle ikta' olarak vereceğim söyledi. Mektub, Abdullah b. Hazim'e ulaşınca Abdullah mektubu ken­disine getiren elçiye şöyle dedi: «Seni sineklerin babası mı gönderdi? Al­lah'a yemin ederim ki eğer; "Elçiler öldürülmez." diye bir kural ofsay­dı seni mutlaka öldürürdüm. Ama sen bu mektubu ye!» Elçi de mektubu yedi. Abdülmelik de İbn Hazim'in Merv'deki naibi Bükeyr b. Vışah a bir mektub göndererek, eğer Abdullah b. Hazim'i valilikten hal ederse kendişine Horasan valiliğini vereceğini vaadetti. O da gidip Abdullah b. Ha-zim'i görevden hal'etti. Abdullah b. Hazim, gelip onunla savaştı. Bu sa­vaşta Abdullah b. Hazim öldürüldü.

Onu, Veki b. Umeyre adında biri öldürdü, ama öldürürken ona baş­kası yardım etmişti. Veki kalkıp Abdullah b. Hasdm'in göğsü üzerine oturdu. Abdullah henüz öhnemişti. Can çekişiyordu, kalkmak istedi, kalkamadı. Veki şöyle demeye başladı: "Ey Düveyîe'nin intikamı!" Dü­veyle, Veki'nin Öldürülmüş kardeşinin adıydı. İbn Hazim, onu Öldür­müştü. Sonra İbn Hazim, göğsü üzerinde oturmakta olan Veki'nin sura­tına tükürdü. Veki dedi ki: "Can çekiştiği halde onun kadar çok tükü-rüklü başka bir kimse görmedim."

Ebu Hüreyre, bu durumu anlatırken: '^Vallahi bu, kahramanlığın tâ kendisidir." diyordu.

Abdullah b. Hazim, kendisini Öldüren Veki'ye şöyle diyordu: "Vay sana! Beni kardeşine karşılık mı öldürüyorsun? Allah sana lanet etsin. Çıfıt kardeşine karşılık Mısır koçunu mu öldürüyorsun? Senin kardeşin bir avuç toprağa (veya bir çekirdeğe) eş ve denk değildir."

Veki, Abdullah'ın başını kopardı. Bükeyr b. Vişah gelip Abdullah'ın başım almak istedi. Büceyr b. Verka, ona elindeki bir direkle engel ol­mak istedi ve onu bağladı. Sonra başı alıp Abdülmelik b. Mervan'a gön­derdi. Muzaffer olduğunu ona bir mektubla bildirdi. Abdülmelik b. Mer-van buna çok sevindi. Bükeyr b. Vişah'a bir mektub yazarak onu Hora­san naibliğinde bıraktığını bildirdi.

Bu senede Medine şehri İbn Zübeyr'in elinden alındı. Abdülmelik b. Mervan, oraya Haccac'a takviye olarak göndermiş olduğu Tarık b. Amr'ı vali olarak tayin etti. [10]

 

Abdullah B. Hazîm'in Biyografisi

 

Abdullah b. Hazini b. Esma es-Sülemi Ebu Salih el-Basrî. Horasan valisi idi. Namlı yiğitlerden ve çabası şükranla karşılanan süvariler­dendi. Hocamız Hafiz Ebu'l- Haccac el-Mizzî, "Tehzib" adlı eserinde şöy­le demiştir; Abdullah'ın Sahabe olduğu söylenir. Siyah sarıkla ilgili ola­rak Peygamber (s.a.v.yden hadis rivayet etmiştir. Bu rivayet, Ebu Da-vud, Tirmizî ve Neseî nezdinde sabittir. Ama onun adım vermemişler­dir. Said b. Osman er-Razî ile Said b. el-Ezrak da Abdullah b. Hazim'den rivayetlerde bulunmuşlardır. Ebu Beşir ed-Dolabf nin rivayetine göre Abdullah b. Hazim, hicretin yetmişbirinci senesinde öldürülmüştür. Hicretin seksenyedinci senesinde öldürüldüğüne dair zayıf bir rivayet de vardır, ancak bu rivayet muteber değildir.

Ebu'l-Hasan İbnü'1-Esir, "el-Gabe" adlı eserinde Abdullah b. Ha-zim'in Sahabelerden olduğunu söylemiştir. Şöyleki: Abdullah b. Hazim

b. Esma b. es-Salt b. Habib b. Harise b. Bilal b. Sımak b. Avf b. İmru'l-Kays b. Nehiyye b. Süleym b. Mansur Ebu Salih es-Sülemî. Horasan va­lisidir. Meşhur yiğitlerden ve namlı kahramanlardandır. Sa'd b. Ezrak ile Sa'd b. Osman, ondan hadis rivayet etmişlerdir, Sahabe olduğu söy­lenir. Serahs'ı fethetti. İbn Zübeyr fitnesi zamanında Horasan valisi idi. İlk olarak Yezid b. Muaviye ile Yezid'in oğlu Muaviye'nin ölümünden sonra hicretin altmışdördüncü senesinde Horasan'a vali olarak tayin edildi. Orada çok savaşlar yaptı, nihayet ünü böylece yayıldı. Onunla il­gili haberleri, "el-Kâmil fi't-Tarih" adlı eserde detaylı olarak nakletmi-şizdir. Hicretin yetmişbirinci senesinde Öldürüldü.

Hocamız bunu Dolabî'den bu şekilde nakletmiştir. Ben de bunu üs­tadımız Zehebî'nin "et-Tarih" adlı kitabında şu şekilde gördüm: "îbn Ce-rir'in kendi tarihinde anlattığına göre Abdullah b. Hazim, hicretin yet-mişikinci senesinde öldürülmüştür. Bazılarının anlattığına göre o, Ab­dullah b. Zübeyr'in öldürülmesinden sonra öldürülmüştür. Abdülmelik de İbn Zübeyr'in başını, Horasan'da bulunan İbn Hazim'e göndermiş ve onu kendisine itaata davet etmiş, itaat ettiği takdirde on yıl süreyle Ho­rasan'ın bütün gelirlerini kendisine vereceğini va'd etmişti. İbn Hazim ise, İbn Zübeyr'in kesik başını görünce artık Abdülmelik'e ebediyyen bey'at etmemeye yemin etti. Bir leğen getirilmesini emretti. İbn Zü­beyr'in kesik başını yıkayıp koku sürerek kefenledi ve onu Medine'deki ailesine gönderdi. Onu Horasan'da defnettiği de söylenir. Doğrusunu Allah bilir. Mektubu getiren elçiye de mektubu yedirip: "Eğer sen elçi ol­masaydın boynunu vururdum." demişti. Bazılarının ifadesine göre elle­rini ve ayaklarını kesmiş, boynunu vurmuştu." [11]

 

Bu Senede Vefat Eden Bazı Şahsiyetler

 

Ahnef B. Kays

 

Ebu Muaviye b. Husayn et-Temîmî es-Sa'di, Ebu Bahr el-Basrî. Sa'saab. Muaviye'nin kardeşinin oğludur. Ahnef, onun lakabıdır, asıl adı Dahhak'tır. Sahr olduğu da söylenir. Peygamber (s.a.v.)'in sağlığın­da Müslüman oldu, ancak onu göremedi. Bir hadiste anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), otun için dua etmiştir. Ahnef, lider, şerefli, emri din­lenen ve eman vereA bir kimse idi. Bilgili idi. İlmî konuşurdu. Çok yu­muşak huyluluğu dillere destandı. Kervanlar, onun yumuşak huylulu-ğunu yolda giderlerken birbirlerine anlatırlardı. Hz. Ömer, onun hak­kında: "İmanlı ve lisanı da bilgili bir kimsedir." demiştir. Hasan Basrı ise: "Kavimlerin şerefli ve ulu kişileri arasında onun kadar ustun vej fa­ziletli başka bir kimse görmedim." demiştir. Abdurrahman b. Abdullah

el-İclî, onun Basralı, tabii, güvenilir bir kimse olduğunu söylemiştir. Kavminin lideriydi. Bir gözünü kaybetmişti. Ayaklarının arasındaki mesafe genişti. Kısa boylu, dişleri noksan ve hareketsiz bir kimseydi. Tek miğferi vardı. Hz. Ömer, denemek için onu kavminden bir sene uzakta tuttu. Sonra: "Vallahi bu liderdir." demişti. Anlatıldığına göre o, Hz. Ömer'in huzurunda bir nutuk irad etmiş, Hz. Ömer onun konuşma­sını beğenmişti. Yine bir rivayette anlatıldığına göre o, çiçek hastalığı yüzünden bir gözünü kaybetmişti. Semerkand fethinde gözünü kaybet­miş olduğu da söylenir.

Yakub b. Süfyan dedi ki: "Ahnef, cömert ve yumuşak huyluydu. Sa­lih bir adamdı. Cahiliye devrinde yaşadı. Sonra Müslüman oldu. Ondan Hz. Peygamber'e bahsedilince Rasûlullah onun için mağfiret diledi."

Ahnef, güvenilir, sika ravilerden olup az hadis rivayet etmiştir. Ge­celeyin çok namaz kılardı. Kandili yakar, namaza durur, sabaha dek ağ­lardı. Parmağını kandilin üzerine tutup yakar ve: "Hisset ey Ahnef! Se­ni bu hale sürükleyen nedir? Seni bu hale sürükleyen nedir? Eğer sen şu kandilin ateşine dayanamazsan, yarın büyük ateşe nasıl dayanacak­sın?" derdi.

Kendisine: "Yaratılış bakımından en alt seviyede olduğun halde kavmin seni nasıl lider yaptı?" diye sorulduğunda şu cevabı vermişti: "Kavmim su içmemi ayıplasaydı su dahi içmezdim."

Ahnef, Siffin savaşında Hz. Ali ordusundaki komutanlardandı. Se­nelik 400.000 dinar vermeleri şartıyla Belh halkıyla barış antlaşması yaptı. Meşhur ve kıymeti bilinen savaşları vardır. Horasanlılardan çok sayıda adam Öldürmüştü. Aralarında geçen savaşta onları mağlub et­mişti. Hakim'in ifadesine göre Merv-i Rûz'u fetheden kişi, Ahnef b. Kays'tır. O savaşta, Hasan ve îbn Şirin de onun ordusunda idiler. Se­merkand ve diğer beldeleri fetheden de odur. Hicretin altmışyedinci se­nesinde vefat ettiği söylenir. Başka bir senede vefat ettiği de söylenmiş­tir. Vefat ederken yetmiş yaşındaydı. Daha da yaşlı olduğu söylenmiş­tir.

Yumuşak huyluluğu kendisine sorulduğunda Ahnef b. Kays, şöyle cevap vermişti: "Yumuşak huyluluk, sabretmekle birlikte boyun eğ­mektir."

insanlar onun yumuşak huyluluğunu takdir ettiklerinde kendisi şu cevabı verirdi: "Vallahi ben de sizin kadar öfke duyuyorum, ama ben çok sabırlıyım. Yumuşak huyluluğun bana adamlardan daha çok yardım ettiğini gördüm." Ahnef b. Kays, yumuşak huyluluğun ve liderliğin zir­vesine çıkmıştı.

Vecizelerinden bazıları şunlardı:

"Sidik deliğinden iki kez geçen bir insanın nasıl büyüklük tasladığı­na şaşıyorum.

Yaptığın iyilikleri, unutturarak dirilt.

Şu adamların yapılarına davet edilmeksizin asla gelmiş değilim. Yine beni aralarına zorla saklamadıkları takdirde iki kişinin de arasına girmiş değilim."

Ahnef e sordular:

- Kavmine nasıl lider oldun?

- Beni ilgilendirmeyen şeylere karışmadım. Sen ise seni ilgilendir­meyen işime karışıyorsun.

Adamın birisi, Ahnef e çok ağır sözler sarfettikten sonra ona şöyle dedi:

- Allah'a yemin ederim ki ey Ahnef, eğer bana bir söz söylersen karşılığında on söz işitirsin!

- Eğer sen bana on söz söylesen karşılığında benden bir tek söz da­hi işitemezsin."

Dua ederken Ahnef şöyle derdi: "Allah'ım, eğer beni azaplandıracak olursan ben azaba müstehakım. Eğer beni bağışlayacak olsan, sen ba­ğışlamaya ehilsin."

Ziyad b. Ebihî, onu yakınında tutar, meclisinde oturturdu. Ziyad ve­fat edip te yerine oğlu Ubeydullah geçtiğinde Ahnef e ilgi göstermedi. Mertebesi biraz gerilerde ve aşağılarda kaldı. Iraklıların reisleriyle bir­likte Muaviye'nin yanma geldiğinde herkes rütbesine ve mertebesine göre Muaviye'nin yanma girdi. Ahnef, içeriye en son girenlerdendi. Mu-aviye, onu görünce saygı ve tazim gösterdi. Onu yanma yakın yere oturt­tu. Kendisiyle aynı halının üstüne oturdu. Sonra heyetteki diğer adam­lardan ayrı olarak Ahnef e yönelip onunla konuşmaya başladı. Mecliste­ki misafirler îbn Ziyad'ı övmeye başladıklarında Ahnef susuyordu. Mu-avîye, ona sordu:

- Neyin var, niçin konuşmuyorsun?

- Eğer konuşacak olursam, bunların söylediklerinden ayrı şeyler söylerim. Bunlara muhalefet ederim.

Ahnefin böyle demesi üzerine Muaviye, Irak heyetine şöyle dedi:

- Şahit olun ben, İbn Ziyad'ı Irak valiliğinden azlettim, kendinize

bir vali arayın.

Böyle dedikten sonra Muaviye, vali seçmeleri için onlara üç günlük süre verdi. Fakat onlar aralarında çok ihtilaf edip, anlaşmazlığa düştü­ler. Bundan sonra o heyeUfkilerden hiç biri Ubeydullah b. Ziyad'ı an­madı ve valilik yapmasını/da taleb etmedi. Bu esnada Ahnef, onlardan herhangi biriyle tek kelime dahi konuşmadı. Uç günden sonra tekrar Muaviye'nin yanma gelip toplandüdarında çok şeyler söylediler, gurul­tu oldu, sesler yükseldi. Ahnef ise susuyordu, Muaviye ye ona şöyle de­di:

- Konuş bakalım ey Ahnef.

- Eğer Irak'a kendi aile efradından birini vali olarak tayin etmek istiyorsan, aile efradın arasında Ubeydullah b. Ziyad gibi yetenekli biri yoktur. O, akıllı ve tedbirli bir kimsedir. Hiç kimse onun yerini doldura-maz. Ama aile efradından başka birini tayin etmek istiyorsan, o zaman sen akrabalarını daha iyi bilirsin.

Ahnef in böyle demesi üzerine Muaviye, Ubeydullah b. Ziyad'ı tek­rar Irak valiliğine atadı. Sonra başbaşa görüşürken Ubeydullah'a şöyle dedi: "Sen, Ahnef gibi birinin kadrini nasıl bilemezsin? O sustuğu halde seni valilikten azletti. Sonra yine valiliğe tayin etti." Bundan sonra Ah­nef b. Kays'm Ubeydullah b. Ziyad yanında mertebesi cidden yükseldi,"

Ahnef b. Kays, Kûfe'de vefat etti. Cenaze namazını Mus'ab b. Zü-beyr kıldırdı. Mus'ab, onun cenazesi ile birlikte mezarlığa kadar gitti.

Vakidfnin anlattığına göre Ahnef, Muaviye'nin yanma gelmiş, onun, oğlu Yezid'e kızdığını görünce aralarını -yaptığı bir konuşmayla-düzeltmişti. Muaviye de öfkesi dindiği için oğlu Yezid'e bol miktarda pa­ra ve çok kumaş göndermişti. Yezid bunların yarısını Ahnef e vermişti. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [12]

 

Bera' B. Azib

 

Bera' b. Azib b. Haris b. Adiy b. Mecdaa b. Harise b. Haris b. Hazrec b. Amr b. Malik b. Evs el-Ensari el-Harisi el-Evsî. Kadri yüce bir Saha­bedir. Babası da Sahabe idi. Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok sayıda hadis ri­vayet etmiştir. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğerlerinden de hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden ve bazı Sahabelerden de ondan rivayetler­de bulunanlar olmuştur. Onun, Mus'ab b. Zübeyr Irak valisi iken Kûfe'de vefat ettiği söylenmiştir. [13]

 

Ubeyde Es-Selmanî El-Kadî

 

Ubeyde b. Amr. Ubeyde b. Kays b. Amr es-Selmani el-Muradi Ebu Amr el-Kûft olduğu da söylenir. Selman, Murat kabilesinin bir batındır. Ubeyde, Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında Müslüman oldu. îbn Mesud, Ali ve îbn Zübeyr'den hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden bir cemaat da ondan hadis rivayet etmiştir. Şabi'nin ifadesine göre Ubeyde, kadılık hususunda Şüreyh'e denkti.

îbn Nümeyr dedi ki: Şüreyh, bir meseleyi çözemeyînce onu Ubey-de'ye sorardı. Ubeyde'nin verdiği cevaba uyardı.

Çok kimseler, Ubeyde es-Selmanî'yi övmüşlerdir. Hicretin yetmiş-ikinci senesinde vefat etti. yetmişüçüncü senede, yetmişdördüncü sene­de vefat ettiğine dair zayıf rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Hicretin yetmişikinci senesinde Mus'ab b. Zübeyr'in de öldürüldüğü söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Bu senede Abdullah b. Saib b Sayfı el-Mahzumî de vefat etmiştir. Sahabe idi, hadis rivayet etmi«ti Bazı hadisleri Übey b. KaVa okumuştu. Mücahid ve diğerleri de ona ha­dis okumuşlardır. [14]

 

Atiyye B. Bîşr

 

Mazinlidir, Sahabedir. Hadis rivayet etmiştir. [15]

 

Ubeyde B. Nadîle

 

Ebu Muaviye künyesi ile çağrılırdı. Fücae kabile sindendir. Kûf-elidir, iyilik, hayır ve salahla tanınmıştı. Bu senede Kûfe'de vefat etmiş­ti. [16]

 

Abdullah B. Kays Er-Rakiyyat

 

Kureyşlidir. Amiri kabileşindendir. Şairlerdendir. Mus'ab'ı ve îbn Cafer'i medhetmiştir. [17]

 

Abdullah B. Hammam

 

Künyesi Ebu Abdirrahman'dır. Şairdir, Selül kabilesindendir. Şu şiiriyle de Ümeyye oğulllarını hicvetmiş tir:

"Biz düşük çocuğu içtik. Ümeyye oğullarının kanlarını içince kan­madık.

Eğer onlar Remleyi veya Hindi getirselerdi, mü'minlerin emirine bey'at ederdik."

Yukarıda biyografisinden bahsettiğimiz Ubeyde es-Selmani el-Kadî, tek gözlü idi. însanlan fitneye düşüren îbn Mesud'un adamlarm-dandı. Kûfe'de vefat etti. [18]

 

Hicretin Yetmişüçüncü Senesi

 

Bu senede Abdullah b. Zübeyr (r.a.), Haccac b. Yusuf es-Sakafi adın­daki katil tarafından öldürüldü. Allah, o katili kahretsin ve rezil etsin.

Vakidî, Beni Esed'in azatlısı Nafî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "İbn Zübeyr, hicretin yetmişikinci senesinin zilhicce ayı başında ku­şatma altına alındı. Hicretin yetmişüçüncü senesinin cemaziyelevvel ayının on'unda öldürüldü. Böylece Haccac, onu beş ay on yedi gece sü­reyle kuşatma altında tutmuş oldu. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Haccac, insanlara bu senede haccettirdi. İbn Ömer de hacdaydı. Ab-dülmelik, Haccac'a mektub yazarak hac menasiki hususunda îbn Ömer'e uymasını emretti. Bu husus, Buharı ve Müslim'in sahihlerinde vardır."

Bu sene başlarken Şamlılar, Mekkelileri kuşatma altına alma va-ziyyetinde idiler. Haccac, Mekke üzerinde mancınıkları dikmişti ki, Mekkelileri kuşatma altına alsın ve onlar da çıkıp eman diliyerek Ab-dülmelik'e bey'atlannı arzetsinler. Habeşlüer, Haccac'la beraberdiler. Mancınıklarla Mekke'yi taşlıyarak çok sayıda adam öldürdüler. Hac-cac'ın elinde beş mancınık bulunuyordu. Mekke'nin üzerine her taraf­tan devamlı mancınık atışları yapıyordu. Mekkelilere azık ve suyu ver­mez oldu. Onlar da Zemzem suyu içiyorlardı. Mancınıklarla atılan taş­lar, Ka'be'ye düşüyordu. Haccac, adamlarına şöyle sesleniyordu: "Ey Şamlılar"'! Sakın itaat edenlere ilişmeyin. Allah'tan korkun."

Şamlı askerler, İbn Zübeyr'in üzerine hücum ediyorlardı. Hatta an­latıldığına göre bu şiddetli hengamede onu yakalamışlardı. îbn Zübeyr de yanında hiç kimse olmadığı halde bunların üzerine hücum ediyor, ni­hayet onları Beni Şeybe kapısından geri çıkarıyordu. Bunlar ona tekrar saldırıyorlar. O da bu saldırıya karşılık veriyordu. Bu karşılıklı saldırı­lar defalarca tekrarlandı. O gün Şamlılardan çok sayıda adam öldürül­dü. İbn Zübeyr: işte ben İbn Havari'yim." diyordu. Bir rivayette anlatıl­dığına göre adamları İbn Zübeyr'e: "Şunlarla barış hususunda konuş­mayacak mısın?" demiş, ibn Zübeyr'de adamlarına şu cevabı vermişti: "Allah'a yemin ederim ki, şunlar eğer siz, Kabe'nin içinde görseler bile hepinizi boğazlarlar. Vallahi ben ebediyyen bunlardan barış istemiye-ceğim."

Birçoklarının anlattıklarına göre Şamlılar, Mekke'ye mancınıkla taş attıkları esnada yıldırımlar ve şimşekler çaktı. Öyle ki yıldırımların sesleri mancınıkların seslerini bastırdı. Bir şimşek çakıp Şamlılara isa­bet ederek onlardan om'ki kişiyi öldürdü. Bunun üzerine Şamlıların mo­rali bozuldu. Kuşatmaya devam etmek istemediler. Ama Haccac, de­vamlı olarak onlan cesaretlendiriyor ve şöyle diyordu:

"Ben bu beldelerin durumunu bilirim. Bu şimşekler Tihame'den gelmektedir. Size isabet ettiği kadar düşmanlarınıza da isabet edecek­tir."

Ertesi sabah yine şimşek çaktı ve îbn Zübeyr'in adamlarından çok sayıda askeri öldürdü. Haccac da bunun üzerine şöyle demeye başladı: "Size dememişmiydim ki şimşekler size isabet ettiği kadar düşmanları­nıza da isabet edecektir. Siz itaat üzresiniz onlarsa, muhalefettedirler."

Şamlılar, mancınıkla taş atarlarken şu şiirleri okuyorlardı: "Medi­ne yakınındaki kaymaklı Fenikeyi şu mescidin direklerini fırlatacağız." O esnada bir şimşek çaktı, mancımğa çarptı ve yaktı. Şamlılar, mancı­nıkla taş atmayı durdurdular. Kuşatmadan geri çekilecek oldular. Bu­nun üzerine Haccac, onlara seslenerek şöyle dedi:

"Yazıklar olsun size! Bilmez misiniz ki sizden önceki kavimlere ateş iner ve kabul edilen kurbanlarım yerdi? Eğer sizin bu ameliniz makbul olmasaydı, ateş inmez ve mancınığı yakmazdı." Haccac'm bu konuşma­sı üzerine Şamlılar tekrar muhasaraya devam ettiler. Mekkeliler, artık peyderpey Haccac'm yanına giderek eman istemeye başladılar ve bunu devam ettirdiler. İbn Zübeyr'i yalnız bıraktılar. Öyle ki, onun 10.000'e yakın adamı kendisinden ayrılıp Hacac'm yanına gittiler. Haccac da on­lara eman verdi. îbn Zübeyr'in adamları gerçekten azaldı. Öyle ki, Ab­dullah b. Zübeyr'in oğulları Hamza ile Hubeyb'de çıkıp Haccac'm yanma gittiler. Kendi şahısları için Haccac'dan eman istediler. Haccac, onlara da eman verdi. O esnada Abdullah b. Zübeyr, annesinin yanma giderek insanların kendisini yardımsız bırakmalarından şikayet etti. Oğulları ve aile efradı da dahil olmak üzere adamlarının kendisini terk ederek Haccac'm yanma gittiklerini, yanında çok az sayıda adam kaldığım, bir saatlik dahi dayanacak güçlerinin kalmadığını anlattı. Dilediği kadar kendisine dünyalık verileceğini bildirdi ve görüşünü sordu:

"Ey oğulcuğum, sen kendini daha iyi bilirsin. Hak yolda olduğunu, hakka davet ettiğini biliyorsan, buna sabret. Adamların da zaten bu yol­da öldürüldüler. Boynunu düşmana teslim etme ki, Umeyye oğullarının çocukları senin kesik ba^nı oyuncak etmesinler. Ama bütün bu işlen dünyalık elde etmek için yaptığım biliyorsan, o halde sen ne kotu bir kulsun. Hem kendini mahvettin, hem de kendinle birlikte öldürülen kimseleri mahvettin. Eğer sen hak yolda isen, dimni ne diye gevşetiyor­sun? Zaten sen dünyada ne zamana kadar yaşayabileceksin? Bu durumda öldürülmek daha güzeldir."

Annesinin böyle konuşması üzerine Abdullah b. Zübeyr, annesine yaklaştı, başını öpüp şöyle dedi:

"Anacığım, vallahi ben de böyle düşünüyordum. Ben dünyaya mey­letmedim. Dünyada yaşamayı gönülden arzulamadım, ben düşmana karşı sırf Allah rızası için kızarak O'nun yasakları çiğnendiğinden dola­yı öfkelenerek ayaklandım. Ben sadece senin görüşünü öğrenmek iste­dim. Sen basiretime basiret kattın. Bak anneciğim, ben bu gün öldürü­leceğim, sakın üzüntün şiddetlenmesin. Allah'ın emrine teslim ol, senin oğlun kasıtlı olarak kötülük işlemiş değildir. Çirkin şeyleri asla yapma­mıştır. Allah'ın hükmüne karşı cüretkar olmamıştır.

Verdiği emana hıyanet etmemiştir. Bir Müslümana veya Zimmi'ye kasden zulmetmemişimdir. Bir valinin zulüm yaptığını duyduğum tak­dirde ona asla rıza göstermemiş, aksine onu kmamışımdır. Valileri Rab-bimin rızasına tercih etmemişimdir. Allah'ım, ben bu sözleri kendimi temize çıkarmak için söylemiyorum. Allah'ım, sen beni benden ve baş­kalarından daha iyi bilirsin, sırf annemi avutmak ve teselli etmek için böyle söyledim."

Annesi de şöyle dedi: "Allah'tan ümidim şudur ki, senin ölümüne karşı güzel bir teselli bulayım. Belki sen benden önce öldürülürsün. Bel­ki de ben senden önce öldürülürüm, ben kendim dışarı çıkıp bakacağım ve senin akibetini seyredeceğim."

Abdullah ta annesine şöyle dedi: "Allah sana hayır mükafat versin. Ey anneciğim, artık duanı benden eksik etme."

Annesi de şöyle dedi: "Ben, bâtıl yolda öldürülen kimseler için de du­amı eksik etmeyeceğim. Oysa sen hak yolda öldürülüyorsun. Allah'ım, şu kıyamın uzunluğuna, şu ağıda ve Mekke ile Medine çöllerindeki su­suzluğa merhamet et. Abdullah'a, babası ve benim sebebimle iyilik et, ihsanda bulun. Allah'ım! Ben onu, kendisi hakkında vermiş olduğun emrine teslim ettim. Senin verdiğin hükme razı oldum. Abdullah b. Zü-beyr'in öldürülmesine karşılık olarak bana sabredenlerin ve şükreden-lerin sevabını ver." Bu konuşmadan sonra annesi, Abdullah'ı tutup ve­dalaşmak için kucakladı. Ahir ömründe gözlerini kaybetmişti. Kucak­ladığında Abdullah'ın demirden bir zırh giyinmiş olduğunu gördü ve şöyle dedi:

- Ey oğulcuğum, biz şehadet istediğimiz halde, bu zırhları giymek te ne oluyor?

- Anacığım, ben sırf senin kalbini teskin etmek ve gönlünü hoş tut­mak için bu zırhları giydim.

- Hayır ey oğulcuğum, bunları çıkar.

Abdullah b. Zübeyr de zırhlan çıkarıp diğer elbiselerini giydi. Elbi­selerini iple üzerine bağladı, annesi de şöyle diyordu:

- Paçalarını sıva.

Abdullah, elbisesinin etek kısmını sağlamca bağladı ki öldürüldüğü takdirde avret mahalleri görünmesin. O esnada annesi de ona babası Zübeyr'i, dedesi Ebu Bekir es-Sıddık'ı, ninesi Safiye binti Abdülmutta-Hb'i, teyzesi ve Rasûlullah'ın zevcesi Hz. Aişe'yi ona hatırlatıyor, şehid olarak öldürüldüğü takdirde onların yanma gitme ümidini kendisine aşıhyor(^u- Sonra Abdullah, anasının yanından çıkıp gitti. Bu, onun an­nesiyle son görüşmesi oldu. Allah, ondan da annesinden de babasından da annesinin babasından da razı olsun.

Dediler ki: Abdullah b. Zübeyr, Mescid-i Haram'm kapısından çı­karken orada beşyüz süvari ve piyade vardı. Üzerlerine saldırdı ve onla­rı sağa sola dağıttı. Hiç kimse karşısında duramadı. O şöyle diyordu:

"Ölüm günümü bilirsem sabrederim.

Hür kişi de zaten bunu bilir.

Ancak bildiği halde bilmezlikten gelen var."

İbn Zübeyr'in, Harem kapılarını bekleyen adamlarının sayısı azal­mıştı. Humustular Ka'be karşısındaki kapıyı, Şamlılar Beni Şeybe ka­pısını, Ürdünlüler Safa kapısını, Filistinliler Beni Cumah kapısını, Kinnesrinliler de Beni Sehm kapısını kuşatma altına almışlardı. Her kapıda bir komutan ve o beldelerin ahalisi vardı. Haccac ve Tarık b. Amr da Abtah tarafında idiler. îbn Zübeyr, hangi kapıdan çıkarsa çıksın mutlaka o kapıda bekleyen topluluğu darmadağın ediyordu. Zırhını giy­memişti. Kapılan tutanları kovalayıp Abtah'a kadar sürdü. Sonra şöyle ünledi: "Eğer benim karşımda duran bir kişi olsaydı ben hakkından ge­lirdim."

İbn Safvan ile Şamlılar da: "Evet vallahi o, 1000 adama bedeldir." diyorlardı. Mancınık taşları gelip Abdullah b. Zübeyr'in elbisesine deği­yor, ama o, bundan rahatsız olmuyordu. Kuşatmacılara karşı çıkıyor, onlarla kükremiş asrlan gibi savaşıyordu. Nihayet insanlar, onun cesa­ret ve kahramanlığından ötürü şaşkına döndüler. Bu senenin cemaziye-levvel ayının onyedisinde salı gecesinde İbn Zübeyr geceyi namaz kıla­rak geçirdi. Sonra oturdu ve kılıcının kabzasına dayandı. Bir süre uyku­ya daldı. Sonra fecirle birlikte uyandı ve: "Ey Sa'd, ezan oku." dedîvMa-kam-ı ibrahim yanında ezan okundu. İbn Zübeyr, abdest aldı. Sonra iki. rekat sabah namazının sünnetini kıldı. İkamet edildiğinde kalkıp sa­bah namazının farzım kıldı, sonra Kalem sûresini harf harf okudu. Na­mazını tamamladıktan sonra selam verip Allah'a hamd-ü senada bu­lundu ve şöyle dedi: "Yüzlerinizi açın ki size bakayım-" Cemaat yüzleri­ni açtı, miğferlerini giymişlerdi, onları savaşa ve sabra teşvik etti. bonhıipıım pttiler. Muhasaracıları Hara kalkıp hücuma geçti, adamları aa nucum encun'a kadar kovaladılar. O esnada bir kiremit parçası gelip yüzüne isa­bet etti. Sarsıldı, yaralandı. Kanın sıcaklığının yüzünde akmakta oldu­ğunu hissedince şu şiiri okudu:

"Topuklarınız üzerinde yaralarınız kanamamalıdır Aksine ayaklarınızın ön kısmından kan damlamalıdır."

Sonra yere düştü. Düşmanları süratle gelip onu öldürdüler. Allah, ondan razı olsun. Gidip Haccac'a haber verdiler. O da secdeye kapandı. Allah onu kahretsin. Sonra Haccac ve Tank b. Amr, kalkıp Abdullah b. Zübeyr'in cesedinin yanma gelip durdular. Tank şöyle dedi:

"Kadınlar bundan daha erkek birini doğurmadı."

Haccac: "Sen mü'minlerin emirine itaat etmeyip muhalefet eden bir kimseyi mi övüyorsun?" deyince Tarık şu cevabı verdi:

"Evet. O mazurdur, çünkü biz onu kuşattık. Ama o bir kalede veya hendekte veya bir sığınıkta değildi ki, bizden intikam alsın. Aksine o, her yerde ve her durumda bizden üstündür."

Tarık'ın böyle söylediğini duyan Abdülmelik, onu dövdü.

Haccac'ın biyografisinden bahsederken İbn Asakir, onun îbn Zü-beyr'i öldürmesinden sonra Mekke'nin, İbn Zübeyr'e ağlamak maksa­dıyla büyük bir sarsıntı geçirdiğini rivayet etmiştir. Allah, Abdullah İbn Zübeyr'e rahmet etsin. Mekke'nin sarsılmasından sonra Haccac, bir nu­tuk irad ederek şöyle dedi:

"Ey insanlar! Doğrusu Abdullah b. Zübeyr, bu ümmetin hayırlı ve seçkin adamlarmdandı. Ancak halifeliğe rağbet etti, halifelik hususun­da hilafete layık olan kimselerle çekişti. Harem'de dinden çıktı. Bu se­beple Allah, ona elem verici azabını tattırdı. Doğrusu Adem, Allah ka­tında Abdullah b. Zübeyr'den daha kıymetli ve üstün bir kimse olup Cennet'te yaşamaktaydı. Cennet, Mekke'den daha şereflidir ama Adem, Allah'ın emrine muhalefet edip yasaklı ağacın meyvesinden ye-yince Cenâb-ı Allah, onu Cennet'ten çıkardı. Haydi kalkın namazınızı kılın. Allah size rahmet etsin."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Haccac, Mekkelilere hitaben şöyle demiştir:

Ey Mekkeliler, siz Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesini çok büyük bir olay sayıyorsunuz. Doğrusu Abdullah b. Zübeyr, bu ümmetin seçkin ve hayırlı kimselerindendi. Ancak dünyaya rağbet etti. Halifelik husu­sunda hilafete ehil kimselerle çekişti. Allah'a itaatin dışına çıktı ve Al­lah'ın Harem'inde dinden çıktı. Eğer Mekke, ilahi takdiri engelleyecek bir mekan olsaydı, Adem'in Cennet'ten kovulmasına engel olurdu. Oysa Allah, Adem'i kendi eliyle yaratmış, ruhundan ona üflemiş ve melekleri ona secde ettirmişti. Ayrıca bütün eşyanın adlarını ona öğretmişti.

Adem^O'na isyan edince onu Cennet'ten çıkardı ve yeryüzüne indirdi. Oysa Âdem, Allah katında Abdullah b. Zübeyr'den daha üstündür. Ab­dullah b. Zübeyr, Allah'ın kitabım değiştirdi."

Bu konuşmasından sonra Abdullah b. Ömer, Haccac'a şöyle dedi: "Sana, yalan söylüyorsun, demek isteseydim derdim. Allah'a yemin ederim İd Abdullah b. Zübeyr, Allah'ın kitabını değiştirmedi. Aksine o, Allah'ın kitabını uyguluyor, namaz kılıp oruç tutuyor ve hak ile amel ediyordu."

Haccac, daha sonra olup bitenleri bir mektupla Abdülmelik'e bildir­di. Abdullah b. Zübeyr'in kesik başını, Abdullah b. Safvan ve Ammare b. Hazm'm kesik başlarıyla birlikte Abdülmelik'e gönderdi. Bu kesik baş­ları götüren adamlara, Medine'den geçtikleri esnada başları şehrin be­lirli bir yerine dikmelerini, sonra alıp Şam'a götürmelerini emretti. Adamlar da bu emri yerine getirdiler. Haccac, kesik başları Ezd kabile­sinden bir adamla gönderdi. Kesik başları götüren adama Abdülmelik 500 dinar verdi. Sonra bir makas getirilmesini emretti. Getirilen ma­kasla kendi perçeminden ve çocuklarının perçemlerinden biraz kesti. Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesine sevindiğinden Ötürü böyle yap­mıştı. Allah müstahaklarını versin.

Haccac ise, Abdullah b. Zübeyr'in cesedinin getirilmesini emretti. Getirilen cesedi Hacun yanında Menkese tepesine astı, orada asılı kal­dı. Nihayet Abdullah b. Ömer, oradan geçince asılı cesede hitaben şöyle dedi: "Allah sana rahmet etsin. Ey Ebu Hubeyb. Vallahi sen çok oruç tu­tar ve çok namaz kılardın." Böyle dedikten sonra orada bulunanlara şöyle seslendi: "Artık bu darağacına binen süvarinin indirilmesi vakti gelmedi mi?" Haccac, bunun üzerine emir göndererek Abdullah b. Zü­beyr'in cesedinin darağaandan indirilmesini söyledi ve cesed indirilip oraya defnedildi, Haccac, Mekke'ye girdi. Mekkelilerden Abdülmelik b. Mervan adına bey'at oldı. Haccac, orada halkın o senede haccını ifa edi­şine kadar ikamet etti. Haccac, Mekke, Yemame ve Yemen valisi idi. [19]

 

Mü'minlerin Emirî Abdullah B. Zübeyrin Biyografisi                   

 

Abdullah b. Zübeyr b. Avvam b. HüveyHd b. Esed b. Abdiluzza b. Kü-" say b. Kilab Ebu Bekir (kendine Ebu Hubeyb de denilirdi) el-Kureşı el-Esedl Hicretten sonra Medine'de Muhacirlerin doğan ilk çocuğu o oklu. Annesi, Hz. Ebu Bekir'in kızı ve iki kuşaklı lakabıyla tanınan Esma dır. Annesi, onu karnında taşımakta iken hicret etmiş, sonra onu Küba da Medine'ye ilk gelişi esnasında doğurmuştu. Başka bir rivayette anlatıl­dığına göre annesi onu hicretin ikinci senesinin şevval ayında dogurmuştur. Vakidî, Mus'ab ez-Zübeyr ve diğerleri böyle demişlerdir. Ama doğru olan, ilk rivayettir. Çünkü İmam Ahmed b. Hanbel, Hişam'ın ba­basının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Esma, Abdullah'ı karnında taşımakta iken Mekke'de şöyle dedi: "Ben, hicret yolculuğuna çıktım, doğum vakti yaklaşmıştı. Medine'ye gittim Küba'ya indiğimde onu doğurdum. Sonra onu alıp Rasûlullah (s.a.v.)'°. götürdüm. Rasûlullah (s.a.v.), onu alıp kucağına koydu. Sonra hurma getirilmesini emretti. Bir hurma tanesini alıp ağzında çiğnedi. Sonra Abdullah'ın ağzına tükürdü."Abdullah'ın karnına giren ilk şey, Rasûlullah (s.a.v.)'ın tükrüğü oldu. Sonra Rasûlullah (s.a.v.), onun ağzı­na birşeyler sürdü. Onun için duâ etti ve mübarek olmasını diledi.

Abdullah, islâm tarihinde doğan ilk îslâm çocuğudur. O, kadri yüce bir Sahabe idi. Peygamber (s.a.v.)'den, babasından, Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan ve diğer şahıslardan hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden bir cemaat da ondan hadis rivayet etmiştir. Cemel savaşına küçük yaşta babasıyla birlikte katıldı. Hz. Ömer'in Cabiye'de verdiği hutbeyi dinledi ve o hutbeyi olanca uzunluğuyla rivayet etti. Bu rivayeti çeşitli yollarla bize ulaşmıştır. Kostantiniyye savaşı için Dımaşk'a geldi. Sonra başka bir kez yine Dımaşk'a geldi. Yezid b. Muaviye zamanında Yezid'in oğlu Muaviye vefat ettiğinde kendisine hilafet bey'atı yapıldı. Hicaz, Yemen, Irak, Mısır, Horasan ve diğer Şam beldelerine hükmetti. Sadece Dı­maşk'a hükmedemedi. Hicretin altmış dördüncü senesinde kendisine bey'at tamamlandı. İnsanlar, onun zamanında hayır ve refah içinde ya­şadılar.

Hişam, babasımn şöyle dediğini rivayet etmiştir: Esma, Abdullah'ı karnında taşımakta iken hicret için Mekke'den Medine 'ye doğru yola çıktı. Küba'ya geldiğinde onu doğurdu. Alıp Rasûlullah'a götürdü. Rasûlullah ta onun çenesine birşeyler sürdü ve ona Abdullah adını ve­rip kendisi için hayır duada bulundu. Müslümanlar, onun doğumu sebe­biyle sevindiler. Çünkü Yahudiler güya Muhacirlere büyü yaptıklarını ve Medine'de Muhacirlerin çocuklarının doğmayacağını iddia etmişler­di. Abdullah b. Zübeyr doğunca Müslümanlar tekbir aldılar.

Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesi esnasında Şamlı askerlerin tekbir aldıklarını duyduğunda şöyle demişti: " Vallahi Abdullah'ın doğumu esnasında tekbir alan kimseler, onun öldürülmesi esnasında tekbir alan şu kimselerden daha hayırlı idiler."

Doğduğu esnada Abdullah'ın kulağına Ebu Bekir es-Sıddık ezan okudu. Hz. Ebu Bekr'üı bir beze sarılmış olarak onu Kabe'nin etrafında döndürdüğünü söyleyenler hata etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. Medine'de doğduğu zaman Hz. Ebu Bekir, onu Medine'de dolaştırmıştı ki, Yahudilerin iddia ettikleri gibi Müslümanların Medine'de çocukları­nın doğmayacağına dair söylentinin asılsız olduğu anlaşılsın.

Abdullah'ın şakakları (sakalları) seyrekti. Yaşı altmış'a varıncaya dek sakalları sı ki aşmamıştı. Zübeyr b. Bekkar, Abdullah b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.), aralarında Abdullah b. Cafer, Abdullah b. Zü­beyr ve Ömer b. Seleme'nin de bulunduğu bazı gençler hakkında konuş­tu. Yanında bulunanlar: "Yâ Rasûlallah, bunların da bey'atını kabul et­sen ve bereketin bunlara dokunsa bunlar için bir hatıra olur." dediler. Onlar, bu gençleri Rasûlullah'm yanma getirdiler. Geldikten sonra geri çekilmek istediler. Yalnız Abdullah b. Zübeyr ileri atıldı. Rasûlullah (s.a.v.)'da onun bu hareketine gülümsedi ve şöyle dedi: "Bu, babasının oğludur," Böyle dedikten sonra onunla bey'atlaştı."

Birden fazla rivayette anlatıldığına göre Abdullah b. Zübeyr, Pey­gamber (s.a.v.)'ın kanından biraz içmiştir. Peygamber (s.a.v.), bir leğen­de kendine kupa vurdurdu. Kupaları Abdullah b. Zübeyr'e verdi ki götü­rüp içindeki kanları döksün. Ama Abdullah, o kanları içti. Rasûlullah ta ona şöyle dedi: "Yemin çözme dışında ateş sana dokunmayacaktır. Sen­den vay insanların haline! İnsanlardan da vay senin haline!"

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), kendi vü­cuduna kupa vurdurduktan sonra kupaları Abdullah'a vererek şöyle demişti: "Ey Abdullah, şu kanı alıp götür ve kimsenin seni görmeyeceği bir yere dök." Abdullah, kan dolu kupaları alıp Rasûlullah'm yanından uzaklaştıktan sonra içti. Döndüğünde Rasûlullah (s.a.v.), ona: "Kam ne yaptın?" diye sorunca şu cevabı verdi: "Onunla ilim ve imanımı artır­mak ve Rasûlullah'm cesedinden bir parçanın cesedime girmesini sağ­lamak maksadıyla içtim. Rasûlullah'm cesedinden olan bir parçayı yere dökmektense vücuduma aktarmam daha uygun olur." Abdullah'ın bu cevabına Rasûlullah (s.av.): "Sana müjdeler olsun, ateş artık ebediyyen sana dokunmayacaktır. Senden insanların vay haline ve insanlardan da senin vay haline!"

Muhammed b. Sa'd, Nofa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben Allah'ın yeryüzüne indirilmiş kitabında gördüm ki İbn Zü­beyr, halifelerin en bahadırıdır."

Hammad b. Zeyd, Sabit el-Benanî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş-

"Makam-ı İbrahim'in arkasında namaz kılmakta iken Abdullah b. Zübeyr'in yanından geçtim. O, orada namaz kılarken hareket etmeyerr dikili bir ağaç gibi idi."

A'meş, Yahya b. Vessab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Abdullah b. Zübeyr, secdeye vardığında serçeler gebp sırtına ko­narlardı. Serçeler konup kalkar ve tekrar konarlardı. Ama sen onu bir duvar temeli gibi görürdün, hiç hareket etmezdi."

Başkasının ifadesine göre Abdullah b. Zübeyr, sabaha dek kıyamda durur, başka bir gece sabaha dek rükûda durur. Başka bir gecede de sa­baha dek secdede dururdu. Bazıları dediler ki: "Abdullah b. Zübeyr, bir gün rükûa vardı. Rükûda el-Bakara, Âl-i İmrân, en-Nisâ ve el-Mâide sûrelerini okudu ve başını kaldırmadan kıraata devam etti."

Abdürrezzak, Atâ'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Abdullah b. Zübeyr'i namaz kılarken gördüğümde onu yere çakıl­mış bir kütük gibi görürdüm."

imam Ahmed b. Hanbel dedi ki: "Abdürrezzak, namazı îbn Cü-reyc'ten öğrendi. îbn Cüreyc te Atâ'dan öğrendi. Atâ ise îbn Zübeyr'den öğrendi. îbn Zübeyr'e gelince o, Hz. Ebu Bekir'den öğrendi. Hz. Ebu Be­kir de Rasûlullah (s.a.v.)'dan öğrendi."

Humeydî, îbn Münkedir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir;

"Namaz kılarken îbn Zübeyr'i görseydin, rüzgarın kendisini hışır­dattığı bir ağaç dalı sanırdı. O halde iken mancınık taşları onun yalan­larına düşüyordu, ama onlara hiç aldırmıyor ve önemsemiyordu."

Adamın birisi, Ömer b. Abdülaziz'e şöyle diyordu: "Mancınıkla atı­lan taşlardan biri, mescidin şerefesine düştü. Şerefenin bir kısmı kopup uçtu ve İbn Zübeyr'in çenesi ile boğazı arasından geçti. Ama İbn Zübeyr yerinden kalkmadı ve yüzünde de herhangi bir olay olmamış gibi bir hal vardı." Adamın böyle demesi üzerine Ömer b. Abdülaziz, şöyle cevap verdi: "Lâ ilahe illallah. Senin anlattığın geldi."

Ömer b. Abdülaziz, günün birinde İbn Ebi Melike'ye şöyle dedi: "Bi­ze Abdullah b. Zübeyr'i anlat." İbn Ebi Melike de şöyle dedi:

"Onun cildi kadar et üzerine geçirilmiş başka güzel bir cilt görme­dim. Onun eti kadar sinirlere bindirilmiş başka güzel bir et görmedim. Onun sinirleri kadar kemikler üzerine oturtulmuş başka düzenli sinir­ler görmedim. Onun nefsi kadar iki kaburga kemiği arasına yerleştiril­miş başka sağlam bir nefis görmedim. Bir defasında mancınıkla atılan tuğla parçası gelip onun göğsü ile çenesi arasından geçti. Allah'a yemin ederim ki, o bundan korkmadı ve kıraatini da kesmedi. Rükû vakti gel­meden de rükûa kapanmadı. Namaza başlarken dünya ile alakasını ke­serdi. Rükûa vardığında gelip sırtına konabilecek kadar sükunet içinde olurdu. Secdeye kapandığında da sanki yere atılmış bir kumaş parçası gibi olurdu."

Ebu'l-Kasım el-Beğavî, Mansur b. Zazan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Kendisini gören bir adamın bana anlattığına göre îbn Zübeyr, na­mazına devam eder ve namaza başlarken dünyadan soyutlanırmış. İbn Zübeyr iyi namaz kılanlardandı."

İbn Abbas'a, İbn Zübeyr'i sordular. O da şu cevabı verdi: "O, Allah'ın kitabını okurdu. Rasûlullah'm sünnetine uyardı. Allah rızası için sıcak günlerde -Allah'tan korktuğu için- oruç tutardı. O'na gönülden ibadet ederdi. Rasûlullah (s.a.v.) havarisi Zübeyr'in oğlu idi. Annesi Ebu Bekir es-Sıddık'm kızı Esma idi. Teyzesi, Rasûlullah'm sevgilisi Ebu Bekir'in kızı ve sevgilisi Hz. Aişe idi. Aişe, Rasûlullah (s.a.v.)'m zevcesi idi. Onun hakkın: ancak Cenâb-ı Allah'ın kör ettiği kimse takdir edemez."

Rivayet olunduğuna göre îbn Zübeyr, bir gün namaz kılıyordu. Ta­vandan bir yılan düştü, yılanı alıp oğlu Haşim'in beline bağladı. Orada bulunan kadınlar feryad ettiler. Aile fertleri korktular ve o yılanı ve öl­dürdüler. Çocuk ta kurtuldu. Bütün bu olup bitenler yapılırken îbn Zü­beyr, namazına devam ediyordu. Asla dönüp bakmadı ve olup bitenler­den haberdar olmadı. Nihayet selamını verdi.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Muhammed b. Dahhak el-Huzamî, Abdül-melik b. Abdülaziz ve sayılarını veremiyeceğim kadar birçok arkadaşı­mız bize dedi ki: "Abdullah b. Zübeyr, haftayı hep oruçlu geçirirdi. Peş-peşe oruç tutardı. Cuma gecesi oruç tutar, diğer cumaya kadar iftar et­mezdi. Medine'de oruca başlar, Mekke'ye gidinceye kadar orucunu boz­mazdı. Mekke'de oruç tutar, Medine'ye gidinceye kadar orucunu boz­mazdı. İftarını açarken ilk olarak deve sütü, yağ ve sabir bitkisi yerdi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre deve sütü, onu günahtan korur­du. Yağ ise, susuzluğunu giderirdi. Sabir bitkisi de barsaklarım açardı.

İbn Main, İbn Ebi Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İbn Zübeyr, yedi gün üst üste oruç tutar, sekizinci günde hepimizden daha aç ve susuz kalırdı."

Adamın birisi dedi ki: "İbn Zübeyr, ramazanda sadece bir defa ye­mek yerdi. O da ramazanın ortasına denk gelirdi."

Halid b. Ebi îmran dedi ki: "îbn Zübeyr, bir ayda sadece üç gün oruç tutmazdı. Kırk sene müddetle elbisesini sırtından çıkarmadı."

Leys, Mücahid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hiç kimse, İbn Zü­beyr kadar ibadet edemezdi. Allah, ondan razı olsun. Bir defasında Ka'be'yi sel bastı. Ka'be sular altında kaldı. îbn Zübeyr, yüzerek tavaf etti."

Adamın birisi dedi ki: "îbn Zübeyr, ibadet, şecaat ve fesahat husu­sunda tartışılmaz bir adamdı. Bu hususlarda en üstün kişi oydu."

Hz. Osman, onu mushafların nüshalarım çoğaltan heyete dahil et­mişti. Bu heyette Zeyd b. Sabit, Said b. As ve Abdurrahman b. %ris b. Hişam da vardı.

Said b. Müseyyeb'in anlattığına göre Abdullah b. Zübeyr, İslâm'ın meşhur hatiplerin dendi. Onunla beraber Muaviye ve oğlu, Said b. As ve bunun oğlu meşhur hatiplerdendi.

Abdülvahid el-Eymen dedi ki: "ibn Zübeyr'in sırtında Yemenin Aden kentinde imal edilen bir aba gördüm. Bu abayı giyinmiş olarak na­maz kılıyordu. Sesi çok yüksekti. Hutbe irad ederken sesi, Ebu Kubeys ve Zerura dağları arasında yankılanırdı. Esmer tenliydi, nahif vücutluydu. Çok uzun değildi, alnında secde izi vardı. Çok ibadet ederdi, gay­retli ve şehametliydi. Fesahat sahibi olup çok oruç tutar ve çok namaz kılardı. Güçlüydü, onurluydu. Şerefli bir nefsi ve yüksek himmeti vardı Sakalı seyrekti, yüzünde çok az tüy vardı. Saçları başının tepesinde yı-ğılmıştı, sarı sakallıydı."

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Abdullah b. Zübeyr, İbn Ebi Şerh ile birlikte Berberi savaşma katılmıştı. Berberiler 120.000 kişi idi­ler. Onlarla savaşan Müslümanlar ise, sadece 20.000 kişi idiler. Berbe-rileri her taraftan çembere aldılar. Abdullah b. Zübeyr, düşmana de­vamlı tuzak kuruyordu. Nihayet otuz süvari ile harekete geçti. Berber hükümdarının üstüne gitti. Hükümdar, askerlerin gerisinde yalnız ba­şına durmaktaydı. Cariyeleri onu devekuşunun tüyleri ile gölgeliyor­lardı. Abdullah gidip hükümdarın yanma yaklaştı. Orada bulunanlar onun hükümdara bir mesaj getirdiğini sanıyorlardı. Fakat hükümdar, kendisini vuracağını anlayınca dönüp kaçmaya başladı. Abdullah onu kovaladı, yakalayıp öldürdü. Başını kesip bir mızrağa geçirdi, tekbir al­dı. Onunla birlikte Müslümanlar da tekbir aldılar. Berberilere hücum edip onları hezimete uğratarak Önlerine kattılar. Onlardan çok sayıda adam öldürüp bol miktarda ganimet ele geçirdiler. İbn Ebi Şerh müjde­sini İbn Zübeyr'le Hz. Osman'a gönderdi. Halife Osman, zafer haberini Ondan dinledi. Olup bitenleri Hz. Osman'a anlattı. Hz. Osman da ona: "Eğer yapabiliyorsan bu anlattıklarını minber üzerinde halka anlat, de­yince o da: "Olur" dedi ve minbere çıkıp insanlara nutuk irad etti. Berbe­ri savaşım bütün detaylarına inerek anlattı.

Abdullah b. Zübeyr dedi ki: "Minberde nutuk irad ederken yan tara­fıma dönüp baktığımda cemaat arasında babam Zübeyr'i de gördüm. Onun yüzünü görünce titremeye ve sözlerimi karıştırmaya başladım. Onun heybeti kalbime tesir etti. Babam gözleriyle bana işaret ederek beni cesaretlendirdi. Ben de onu görmeden önceki konuşmama devam ettim. Minberden inince babam bana şöyle dedi: Oğlum, senin konuş­mam dinlerken sanki Ebu Bekir es-Sıddık'm hutbesini dinliyor gibi ol­dum."

Ahmed b. Ebi'l-Havaî, Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ibn Zübeyr, mehtaplı bir gecede bineğine binerek yola çıktı. Te-bük'e vardı. Orada bineğinden indi. Yan tarafına baktığında binek üze­rinde saçı sakah ağarmış yaşlı bir adam gördü. Ona saldırdı, adamı uzaklaştırdı. Ibn Zübeyr, tekrar bineğine binip yola devam etti, ama yaşlı adam ona şöyle seslendi:

"Allah'a yemin ederim ki Ey İbn Zübeyr! Eğer bu gecede benden se­nin kalbine bir tüy girecek olursa seni fesada götürür."

İbn Zübeyr de ona şu karşılığı verdi:

"Ey lanetli adam! Senden mi benim kalbime birşey girecek?" Abdullah b. Mübarek, Abdullah b. Zübeyr'in oğlu AnuVin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

"Abdullah b. Zübeyr, Kureyşli bir kervanla umreden dönüşü esna­sında Yenasib'e vardıklarında bir ağacın yanında bir adam gördüler. İbn Züheyr,o adama yaklaştı. Yanına vardığında adam ona ilgi göster­medi, îbh Zübeyr, selam verdi. Adam selamını alçak bir sesle aldı. îbn Zübeyr, bineğinden indi, adamın üzerine gitti. Ama adam yerinden kı­mıldamadı. Ona: "Gölgeden uzaklaş." dedi. Adam istemiyerek bir tarafa çekildi. Oturup adamın elini tuttu ve ona kim olduğunu sordu. Adam da cinlerden biri olduğunu söyledi. Adam sözünü tekrarlayınca îbn Zü­beyr'in vücudundaki tüyler diken diken oldu. Adamı tutup çekti ve ona: "Sen cinlerdensin ve bu şekilde mi karşıma çıkıyorsun?" dedi. Adam, se­fil bir haldeydi, kırıldı. İbn Zübeyr, onu kovdu ve ona: "Sen yeryüzü sa­kinlerinden olduğun halde nasıl bu şekilde karşıma çıkarsın?" dedi. Adam koşarak gitti. İbn Zübeyr de arkadaşlarının yanına döndü. Arka­daşları ona sordular:

- Az önce yanındaki adam nereye gitti?

- Cinlerdendi, kaçıp gitti.

İbn Zübeyr'in bu cevabı üzerine oradaki arkadaşları bineklerinden yere düştüler. Onları alıp bineklerine bindirdi ve bineklerinin sırtına ip­le bağladı. Bu halde onları hacca götürdü. Henüz ayılmamışlardı. Olup bitenleri anlamamışlardı."

Süfyan b. Uyeyne, İbn Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gece Mescid-i Haram'a gittim. Bazı kadınların Kabe'yi tavaf et­tiklerini gördüm. Çok hoşuma gittiler. Tavaflarını tamamladıktan son­ra oradan ayrılıp gittiler. Ben de kendilerine takbe başladım. Nerede ikamet ettiklerini öğrenmek istedim. Mekke'den çıkıp gittiler. Nihayet Akabe'ye vardılar. Aşağılara inip bir harabeye girdiler, ben de peşleri sı­ra o harabeye girdim. İçeride bazı yaşlı adamların oturmakta oldukları­nı gördüm. Bana: "Ey İbn Zübeyr, buraya niçin geldin?" diye sordular. Ben de: "Ta^e hurma yemek istedim." diye cevap verdim. O zaman Mek­ke'de taze burma yoktu. Bana bir miktar taze hurma getirdiler. Sonra bana: "Artan hurmaları da yanma al ve götür." dediler. Artan taze hur­maları alıp evime götürdüm. Bir zenbile koydum. Zenbili de yandığa yerleştirdim. Sonra uyumak üzere başımı yastığa koydum. Uyku-Ue uyanıklık arasında bir halde iken evde bir gürültü duydum. Birbirleri­ne: «Hurmaları nereye koymuş?" diye soruyorlardı. Sonra: bandığa koymuş." dediler. Sandığı açtıklarında hurmaları zenbılde gorouler. Zenbili açmak istediler, aralarından bin: Bunun üzerineBeşme e çek­miş." dedt Zenbili alıp içindeki hurma ile birlikte götürdüler Onlar ev­de iken nasıl oldu da üzerlerine atılmadım diye çok üzülüyorum.

Kuşatma altında bulunduğu sıralarda Hz. Osman'ı savunanlardan biri de Abdullah b. Zübeyr'di. O zaman Abdullah b. Zübeyr, on küsur ya­ra almıştı.

Cemel savaşında piyadelerin başında idi. O zaman da ondokuz yara aldı. Cemel savaşında Malik b. Haris b. Eşter'le göğüs göğüse çarpıştı. Birbirlerini yenemediler. Ester, İbn Zübeyr'i yere yıktı, ama öldüreme-di. Aksine İbn Zübeyr, kalkıp onu kucakladı ve: "Beni ve Malik'i öldü­rün, Malik'i de benimle beraber öldürün." diye yüksek sesle bağırdı. Onun bu sözü darb-ımesel haline geldi. Sonra ikisi birbirlerinden ayrıl­dılar. Ester, onu yenemedi. Bir rivayette anlatıldığına göre Cemel sava­şında Abdullah b. Zübeyr, kırk küsur yara aldı. Ölüler arasında bulun­du, can çekişmekteydi. Hz. Aişe onun öldürülmediğine dair müjdeyi ge­tirecek olan adama 10.000 dirhem ödül verileceğini ilan etmişti. Öldü­rülmediğini duyunca Allah'a şükür secdesi yaptı. Hz. Aişe, onu çok se­verdi. Çünkü kız kardeşinin oğluydu. Onun nezdinde çok kıymetliydi.

Urve'den rivayet olunduğuna göre Hz. Aişe, Rasûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'den sonra Abdullah b. Zübeyr kadar başkasını sevmemişti. "Babam ile Aişe'nin, İbn Zübeyr'e yaptıkları kadar başka bir kimseye hayır duada bulunduklarını görmedim." demişti.

Zübeyr b. Bekkar, Abdullah b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Beni Ca'de kabilesinin şairi Nabiğa bütün dilleri susturdu. Kimse ona karşı şiir okuyamazdı. Bu zat, bir gün Abdullah b. Zübeyr'in yanına Mescid-i Haram'a gitti ve şu beyitleri okudu:

"Sen halifeliğe geçince davranışlarınla bize Ebu Bekir, Ömer ve Os­man'ı hatırlattın. Senin sayende yoksullar rahata kavuştular.

Hak hususunda insanlara eşit davrandm. Onlar da eşit hale geldi­ler."

Rengi siyah ve karanlık olan kişi sabah aydınlığı gibi beyazlaştı.

Ebu Leyla (yani ben) sana geldi. Gece karanlıklarını ve öldürücü çölleri aşarak sana geldi ki,

O çöllerden sana gelene eman veresin,

Gecelerin peşpeşe gelmesi ve zaman ona ihanet etmiştir."

İbn Zübeyr de Nabiğa'ya şu cevabı verdi: "Sakin ol, ey Ebu Leyla. Şi­ir, bizim nezdimizde senin mektuplarının en basitidir. Senin anlattıkla­rına gelince bunlar, Zübeyr ailesinindir. Onların affetmesine gelince, Esed oğulları kabilesi bunu senden ve Teym kabilesinden alıkoyuyor, ama Allah malında senin iki hakkın vardır. Rasûlullah'ı gördün ve bir de ganimetler hususunda Müslümanlara ortak oldun." Böyle dedikten sonra Abdullah b. Zübeyr, Nabiğa'mn elini tuttu ve onu eyvan ahırına götürdü. Ona yedişer genç deve ile birlikte başka erkek deve ve at verdi.

Yük yük buğday, hurma ve elbiseler bahşetti. Nahiğada acele ediyor ve hurmaları atıştırmaya başlıyordu. îbn Zübeyr, ona şöyle dedi: "Vay Ebu Leyla'nın haline! O, bitkin düşmüştür." Nahiğa da ona şöyle dedi: "Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

"Kureyşliler, idarenin başına geçerlerse adaletli olurlar. Kendile­rinden merhamet dilenirse merhamet ederler. Konuşurlarsa doğru söy­lerler. İyilik vaad ederlerse, vaadlerini yerine getirirler."

Muhammed b. Mervan, Süleyman el-Mahzumf nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bir gün Muaviye, insanların kendi yanına gelmesine izni verdi. İn­sanlar, yanma girdiler, tahtına oturdu. İnsanlar etrafında meclis kur­dular. Etrafa göz attı ve şöyle dedi: "Bana, eski Arap şairlerine ait üç be­yit okuyun ki bu beyitler bütün Arap şairlerinin söylediklerini içersin. Ey Ebu Hubeyb (Abdullah b. Zübeyr) sen oku."

Ebu Hubeyb te şöyle cevap verdi: "Evet, ey mü'minlerin emin, oku­rum. Ama her beyit için 100.000 dirhem isterim." Muaviye: "Eğer değer-se veririm. Sen serbestsin. Eğer söylediğin beyitler o kadar kıymetli olursa, istediğin sana tam olarak verilecektir."

Ebu Hubeyb ona, Efveh el-Ezdf nin şu beyitlerini okudu:

"Kuşaklar boyunca insanları sınadım. İnsanlar arasında hilekar-dan ve insana kızgınlık duyandan başkasını görmedim.

Musibetler zamanında erkeklerin düşmanlığından daha tesirli ve daha hileli bir darbe görmedim.

Bütün eşyanın acılığını tattım, ama dilenmekten ve istemekten da­ha acı birşey görmedim."

Ebu Hubeyb bu beyitleri okurken Muaviye: "Doğru söylemiş." diye karşılık veriyordu. Sonra Ebu Hubeyb'e daha da, "Oku" dedi. Ebu Hu­beyb te: "Beyitler burada sona erdi." Sonra Muaviye, otuz köle getiril­mesini emretti. Kölelerin her birinin boynunda içinde 10.000 dirhem bulunan birer kese vardı. Bunlar İbn Zübeyr'e verildi. İbn Zübeyr de on­ları alıp evine götürdü."

İbn Ebu'd-Dünya, Cüveyriye b. Esma'nm şöyle dediğini rivayet et-

r "Muaviye, hac ettiği zaman insanlar onu karşıladılar, ibn Zübeyr,

biraz gecikti, sonra geldi. Muaviye başını traş etmişti. Traşlı başını gö­rünce Muaviye'ye şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emin, başın ne kadar da büyük." Muaviye de ona şöyle dedi: "Kendini kolla, başımdan bir yılan çıkıpta seni öldürmesin."

Muaviye, Arefe'den indiğinde İbn Zübeyr de onunla beraber ve onun elini tutmuş olarak tavaf etti, sonra da onu Kuaykian'dakı evine davet etti. Muaviye onunla birlikte evine gitti. Evinden çıktıklannda ibn Zu-beyr, ona şöyle dedi:

"Ey mü'minlerin emin! insanlar diyorlar ki, mü'minlerin emiri Mu­aviye, İbn Zübeyr'in evine geldi. Bunu niçin yaptı acaba? Hayır vallahi bana 100.000 dirhem vermeden seni bırakmayacağım."

Muaviye, ona 100.000 dirhem verdi. Mervan da gelip ona şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emiri, senin gibisini görme­dim. Sana bir adam geldi. Divanı, beytul-malı, beytul-hilafeyi ve falan­ca evi adlandırdı. Sen de ona 100.000 dirhem verdin. Bu nasıl iştir?"

Muaviye, Mervan'a şu cevabı verdi: "Vay sana! Ben, İbn Zübeyr'e başka ne yapmalıydım?"

İbn Ebu'd Dünya, Ali b. Mücahid b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"İbn Zübeyr, Muaviye'den birşey istedi, ancak Muaviye istediğini kendisine vermedi. İbn Zübeyr de ona şöyle dedi:

"Vallahi bilemiyorum, ne diye şu binalara bağlanmışım. Senin ırzı­na sövmüyorum. Soyuna darbe vurmuyorum. Ancak ön taraftan ve arka taraftan sarığımı bir zira kadar sarkıtıyorum. Bunu da Şamlıların yolu­na yapıyorum. Ebu Bekir es-Sıddık ile Ömer'in hayat tarzlarını hatırlı­yorum. İnsanlar beni görünce bu kimdir? diye soruyorlar. Onlara be­nim, Rasûlullah'ın havarisinin oğlu ve Ebu Bekir es-Sıddık'ın kızının oğlu olduğumu söylüyorlar. Muaviye de ona; "Bu şeref sana yeter." dedi. Sonra da "İhtiyacın ne ise al." dedi.»

Asmaî, Said b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Abdullah b. Zübeyr, Muaviye'nin yanına gitti. Muaviye, orada bu­lunan küçük bir oğluna Abdullah'ı tokatlamasını emretti. Muaviye'nin oğlu da Abdullah'a öyle bir tokat vurdu ki tokatın şiddetinden Abdul­lah'ın başı dönüp bayıldı. Abdullah b. Zübeyr ayılmca çocuğa; 'Tanıma yaklaş." dedi. Çocuk yaklaştı. Abdullah: "Muaviye'yi tokatla." deyince çocuk: "Hayır, yapamam." dedi. Abdullah ta "Niçin?" diye sorunca çocuk şöyle cevap verdi: "Çünkü o, benim babamdır." Abdullah b. Zübeyr de elini kaldırıp çocuğa öyle bir tokat vurdu ki, çocuk topaç gibi dönmeye başladı. Muaviye de ona, "Kendisine şer'i cezaları tatbik etmek caiz ol­mayan küçük bir çocuğa böyle tokat mı atıyorsun?" diye sorunca Abdul­lah b. Zübeyr, şu cevabı verdi: Vallahi bu çocuk kendisi için neyin zararlı neyin yararlı olduğunu biliyor. Ben kendisini güzelce terbiye etmek is­tedim.»

Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed el-Medainî, Abdullah b. Ebu Be­kir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Abdulllah b. Zübeyr, Şam'a gitmekte olan Muaviye'ye kavuştu. Onun binek üzerinde uyumakta olduğunu gördü. Muaviye'ye şöyle de­di:

- Yanında olduğum halde nasıl uyuklarsm? Seni öldürmemden korkmuyor musun?

- Sen hükümdarları öldürenlerden değilsin. Her kuş ancak kendi gücü nispetinde avlanır.

- Babamın sancağı altında Ebu Talib oğlu Ali'nin yanına gittim. Sen onun kim olduğunu biliyorsun.

- Mutlaka sizi sol eliyle öldürmüş olması gerekirdi.

- Ama bu, Osman'a yardım içindi, sonra o yardımın karşılığı da gö­rülmedi.

- Bu, Osman'a yardım için değil, Ali'ye duyulan öfke içindi.

- Biz sana bir söz verdik. Hayatta kaldığımız sürece bu söze bağlı kalacağız. Senden sonra da bu bilinecektir.

- Vallahi sen bana zarar veremezsin. Ben sana birşeyler olmasın­dan korkuyorum. Öyle sanıyorum ki, sen tuzakta çırpınmaktasın ve se­ni öyle bir iple bağlamışım ki, düğümünü sıkı yapmışım ve o tuzağın içinde sen beni hatırlamaktasın.

- Keşke bu durumdan kurtaracak Abdurrahman'ın babası olsaydı, keşke ben de onunla beraber olsaydım. Vallahi ben seni, yavaş yavaş bu durumdan kurtaracağım ve çabucak bırakmayacağım. Şu anda sen, ne kötü bir arkadaşsın."

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Muaviye vefat edip Yezid b. Muaviye için Medine'de bey'at alınması emri geldiğinde Abdullah b. Zü­beyr ile Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, bu be/ata yanaşmadılar. Medine'den ayrılıp Mekke'ye gittiler ve orada ikamet ettiler. Sonra Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, Mekke'den çıkıp Irak'a gitti ve önceki sayfalarda anlatılan du­rumlarla karşılaştı. Abdullah b. Zübeyr, yalnız başına Mekke'de kalıp reis ve lider oldu. Bu sebeple de îbn Abbas şöyle bir şiir okumuştu:

"Ey Mameradaki kuşî

Ortam sana kaldı, dilediğin kadar yumurtla ve öt.

Yine dilediğin kadar gagala."

Bu şiirdeki "kuş" kelimesi ile Abdullah b. Zübeyr'i kastediyordu.

Bu rivayette anlatıldığına göre Muaviye oğlu Ye-'id, Abdullah b. Zü­beyr'e şu mealde bir mektub göndermişti: "Sana gümüş bir zincir, altm bir kelepçe ve gümüş bir pranga gönderdim ve sana yemin verdim ki, ya­nıma gelesin. Bu yeminimin gereğini yap, ayrılık çıkarma."

Abdullah b. Zübeyr, Yezid'in bu mektubunu okuduktan sonra yere attı ve şöyle dedi:

"Ben haktan başkasına yumuşamam.

Çiğneyen kimsenin dişinin geçebileceği kadar taşm yumuşamasını

isterim."

Yezid b. Muaviye'nin vefatından ve kısa bir süre sonra da Yezid'in oğlu Muaviye'nin vefatından sonra gerçekten Abdullah b. Zübeyr'in durumu kuvvetlendi. Bütün islâm beldelerinde kendisine halife olarak bey'at edildi. Şam ve mıntıkalarında Dahhak b. Kays ona bey'at etti, ama bu hususta Mervan b. Hakem ona karşı çıktı. Şam ve Mısır'ı Abdul­lah b. Zübeyr'in valilerinin elinden aldı. Sonra Irak'a birlikler gönderdi. Mervan öldü. Ondan sonra oğlu Abdülmelik tahta geçti. Abdülmelik, Irak'ta Mus'ab b. Zübeyr'i öldürdü ve Irak'ı ele geçirdi. Sonra Haccac'a emir göndererek yedi aya yakın bir süre Mekke'de Abdullah b. Zübeyr'i kuşatma altına almasını istedi. Haccac da Mekke'yi kuşatma altına al­dı. Nihayet hicretin yetmişüçüncü senesinin cemaziyelevvel ayının on-yedisinde salı günü Abdullah b. Zübeyr'e galip oldu.

Abdullah b. Zübeyr, hicretin altmış dördüncü senesinde tahta geçti. Hakimiyeti süresince insanlara her sene hac ettirdi. Yine hakimiyeti zamanında Ka'be'yi inşa etti ve Ka'be'ye ipek örtü geçirdi. Daha Önceleri Ka'be'ye mendiller ve postlarla örtü yapılırdı. Abdullah b. Zübeyr, âlim, abid, heybetli, vakur bir kimse olup çokça oruç tutar ve namaz kılardı. Huşulu bir kimseydi, iyi bir yöneticiydi. Siyaseti iyi bilirdi. Ebu Naim el-İsbahanî, Ömer b. Kays'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Abdullah b. Zübeyr'in yüz kölesi vardı. Bu kölelerden her biri ayrı bir dilden konuşurdu ve Abdullah b. Zübeyr onlardan her biri ile kendi dilinden konuşurdu. Sen dünya işinde ona baktığın zaman, "Bu adam dünyayı bir an bile istemiş değildir." derdin.»

Sevrî, Ebu Duha'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr'in başında o kadar misk vardı ki, eğer o misk kokusu benim olsaydı benim için bir sermaye oluştururdu. Ka'be'ye çok koku sürerdi, öyle ki uzak mesafelerden bile bu koku hissedilirdi." İbn Mübarek, Tavus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdullah b. Zübeyr, karısı binti Hüseyin'in yanma gitti. Odada üç yatak gördü ve: "Bu yataklardan biri benim için, biri de karım bint Hü­seyin içindir, şu üçüncüsü de şeytan içindir. Bu yatağı dışarı çıkarın." dedi ve yatağı dışarı çıkardılar.»

Sevrî, Abdullah b. Müsavir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdullah b. Abbas'm, cimrilik sebebiyle Abdullah b. Zübeyr'i ayıp­ladığını ve şöyle dediğini işittim: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştu: Yanıbaşında komşusu aç iken tok yatan kimse mü'min değildir.»

imam Ahmed b. Hanbel, İbn Ebza'nın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Osman, kuşatma altına alındığında Abdullah b. Zübeyr ona şöyle dedi:

- Benim yanımda asil develer var. Onları senin için hazırlamışım -dır. Bunlara binip Mekke'ye gitsen ve senin yanına gelmek isteyen kim­seler gelip senin etrafında toplansalar daha iyi olmaz mı?

- Hayır! Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu işittim:

Kureyşten adı Abdullah olan bir koç dinden çıkacaktır. İnsanların gü­nahı onun üzerinedir.»

Bu hadis, tamamen münkerdir. Senedinde zayıflık vardır. Ravileri arasında adı geçen Yakub, Kumludur ve kendisinde Şiilik vardır. Böyle bir ravinin yalnız başına rivayet ettiği şey kabul edilmez. Bunun sahih olduğunu farzctsek bile hadiste adı geçen Abdullah, Abdullah b, Zübeyr değildir. Çünkü o, övgüye layık sıfatlara sahipti. Emirlik yapması da sırf Aziz ve Celil olan Allah'ın rızasını kazanmak içindi, Sonra o, Ye-zid'in oğlu Muaviye'nin ölümünden sonra imam olmuştur ve o, Mervan b. Hakem'den daha doğru yolda idi. Çünkü insanlar ona tabi olduktan sonra Mervan, yönetim hususunda onunla mücadele etmişti. Bütün beldelerde Abdullah b. Zübeyr'e bey'at edilmiş ve yönetim onun kontro­lü altında düzene girmişti. Doğrusunu Allah bilir.

îmanı Ahmed b. Hanbel, Said b. Amr'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Abdullah b. Omer,,> Hatim'de oturmakta olan Abdullah b. Zübeyr'in yanma gelerek ona şöyle dedi:

- Ey Zübeyr'in oğlu! Sakın Allah'ın Harem'inde dinden çıkmayın. Zira ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğuna şahid oldum: "Al­lah'ın Harem'ini helal kılacak ve kendisi sebebiyle başkalarının da helal kılacağı bir Kureyşli adam gelecektir. Eğer onun günahı ile cinlerin ve insanların tamamının günahı karşı karşıya getirilip tartılacak olursa onunki ağır gelir." Sakın ola ki o kişi sen olmayasm.

- Ey Ömer'in oğlu! Sen kitabları okudun. Peygamber (s.a.v.)'e Sa­habe oldun (niçin böyle diyorsun?)"

- Ben mücahid olarak Şam'a gideceğim, bu esnada böyle bir şaha­dette bulundum. Bunun refi galattır.»

Vekî, Selman-ı Farisî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Şu beyt, Zübeyr ailesinden bir adam vasıtasıyla yakılacaktır."

Ebu Bekir b. Ebu Hayseme, İbn Hanefıyye'nin şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

"Allah'ım, bana öğrettiğin şeyleri bildiğimi sen de biliyorsun ki, Ab­dullah b. Zübeyr, Mekke'den ancak öldürülmüş olarak çıkacaktır, kesik başı çarşı pazarda dolaştırılacaktır."

Zübeyr b. Bekkar, Hişam b. Urve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Küçük bir çocukken Abdullah b. Zübeyr'in söylediği ilk söz kıliç, kı­lıç, olmuştur. Kılıç kelimesini ağzından düşürmezdi. Babası Zübeyr, onun bu kelimeyi telaffuz ettiğini işitince şöyle dedi: "Allah'a yemin ede­rim ki, seninle şu kılıç arasında çeşitli savaşlar olacaktır." Abdullah b. Zübeyr'in nasıl öldürüldüğü önceki sayfalarda anlatılmıştır. Haccac, onu tepe üzerinde bir ağaç dalma asmıştı. Annesi gelip asılı cesedinin önünde durmuş, uzun uzadıya ona dua etmişti. Yanında dururken de

gözlerinden bir damla yaş dahi akmamıştı. Sonra oradan dönüp gitmiş­ti. Aynı şekilde Abdullah b. Ömer'de gelip asılı duran cesedin önünde durmuş, ona dua etmiş ve onu cidden çok övmüştü."

Vakidî, Esma'nın azatlısı Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: "Abdullah b. Zübeyr öldürülünce annesi gelip cesedinin yanına var­mış, binek üzerinde orada durmuştu. Abdullah'ın katili Haccac da adamlarıyla birlikte oradan geçerken o kadının kim olduğunu sormuş. Adamları kendisine, Abdullah b. Zübeyr'in annesi olduğunu söylemiş­lerdi. Bunun üzerine Haccac gelip Abdullah'ın annesinin yanında dur­muş ve ona şöyle demişti:

- Nasıl gördün mü? Allah, hakka yardım etti ve hakkı üstün kıldı.

- Bazen batıl da hakka ve hak sahiplerine galip olur, sen pislik için­desin. Abdullah ise Cennettedir.

- Senin oğlun şu Beyt'te dinden çıktı. Yüce Allah şöyle buyurmuş­tur: "Orada (Mescid-i Haram'da) zulm ile yanlış yola saptırmak isteye­ni, can yakıcı bir azaba uğratırız." (el-Hacc, 25.) İşte Cenâb-ı Allah ta senin oğluna can yakıcı azabı tattırdı.

- Sen yalan söylüyorsun. O, Medine'de İslâm tarihinde doğan ilk Müslüman çocuğudur. Onun doğumu sebebiyle Rasûlullah (s.a.v.) se­vindi ve eliyle onun ağzına birşeyler sürdü. O zaman Müslümanlar tek­bir almışlar ve sevinçlerinden ötürü Medine sarsılmıştı. Şimdi onun öl­dürülmesi sebebiyle de sen ve adamların sevindiniz. O zaman Abdul­lah'ın doğumuna sevinen kimseler, senden ve adamlarından daha ha­yırlı idiler. Ayrıca Abdullah, anne ve babasına iyi davranan, çok oruç tu­tan ve Allah'ın kitabının emirlerini yerine getiren, Allah'ın Harem'ine saygı gösteren bir kimseydi. Aziz ve Celil olan Allah'a asi olanlara öfke duyardı. Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğuna tanıklık ederim: "Sakif kabilesinden bir yalana bir de katil çıkacaktır. "Başka bir rivaye­te göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Sakif kabilesinden iki yalana çıkacaktır. Bunlardan sonuncusu, ilkinden daha şerli olacaktır ve o ka­tildir."

Haccac, cevap vermedi ve oradan ayrılıp döndü. Abdühnelik, bu du­rumdan haberdar olunca Haccac'a mektub yazarak Abdullah b. Zü­beyr'in annesi Esma ile bu şekilde konuşmasından dolayı onu kınadı ve ona şöyle dedi: Salih bir adamın kızı olan Esma'ya ne diye böyle hitab et­tin?"

"Sahih" adlı eserinde Müslim, Ebu Nevfel'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Abdullah b. Zübeyr'in cesedinin Hacun tepesinde asılı olarak dur­duğunu gördüm. Kureyşlüer ve diğer insanlar gelip onun yanında duru­yorlardı. Abdullah b. Ömer de oraya geldi ve cesedinin önünde durup şöyle dedi: "Selam sana Ey Ebu Hubeyb! Selam sana Ey Ebu Hubeyb!Selam sana Ey Ebu Hubeyb! Vallahi ben seni bu işe girişmekten menet-miştim. Vallahi ben seni bu işe girişmekten menetmiştim, vallahi ben seni bu işe girişmekten menetmiştim. Ama vallahi ben seni ancak çok oruç tutan, çok namaz kılan ve akrabalarını çok ziyaret eden bir kimse olarak bilmekteyim. Ama vallahi senin, en kötüsü olduğun bir ümmet, mutlaka en hayırlı bir ümmettir." Böyle dedikten sonra Abdullah b. Ömer, oradan uzaklaştı. Haccac, Abdullah b. Ömer'in gidip orada dur­duğunu ve böyle konuştuğunu duyunca adamlarını göndererek Abdul­lah b. Zübeyr'i, asılı durduğu ağaçtan indirtti ve Yahudi mezarlığına gömdürdü. Sonra annesi Esma binti Ebu Bekir'e haber gönderdi. Yanı­na davet etti. Esma, onun yanma gitmedi. Adamlarım tekrar göndere­rek Esma'ya şu mesajı iletti: "Ya yanıma gelirsin ya da saçlarından tuta­rak seni yanıma sürükleyip getirecek birini sana gönderirim." Esma yi­ne gitmedi ve şöyle dedi: 'Vallahi ben, Haccac'm yanma gitmeyeceğim tâki beni saçlarımdan tutup sürükleyecek birini bana göndersin."

Haccac da adamlarına: "Bana biraz zaman tanıyın" dedi. Ayakkabı­larını aldı. Sonra acele ile oradan ayrılıp gitti ve Esma'nın yanma vardı. Ona şöyle dedi:

- Nasıl, ne yaptığımı gördün mü?

- Gördüm ki sen, oğlum Abdullah'ın dünyasını harab ettin ve ken­di ahiretini de harab ettin. Duyduğuma göre sen ona: "Ey iki kuşaklının oğlu" diyormuşsun. Evet vallahi ben iki kuşak sahibi idim. Kuşaklardan birinin içine Ebu_ Bekir ile Rasûlullah'ın azıklarını koyup kendilerine götürüyordum. Diğer kuşağa gelince o da her kadının mutlaka beline bağlaması gereken bir kuşaktı. Rasûlullah (s.a.v.) bize: "Sakif kabile­sinde bir yalancı bir de katil vardır." diyordu, yalancıyı gördük. Katile gelince öyle sanıyorum ki o da sensin.

Esma'nın bu şekilde konuşmasından sonra Haccac, oradan ayrıldı ve artık Esma'nın yanına dönmedi. Ona cevap ta vermedi."

Vakidî'nin rivayetine göre Haccac, Abdullah b. Zübeyr'i, Hacun te­pesinde astırdıktan sonra Abdullah'ın annesi ona beddua etti ve Abdul­lah'ın defnedilmesini taleb etti, ancak Haccac bu talebi yerine getirme­di. Nihayet Haccac, bu hususta Abdülmelik'e bir mektub yazdı. Abdül-melik te gönderdiği cevabi mektubunda Abdullah îbn Zübeyr'jn defne­dilmesini emretti ve bunun üzerine Abdullah, Hacun'a defnedildi Anla­tıldığına göre Abdullah b. Zübeyr'in mezarından misk kokusu saçıhyor-

muş.

Haccac, Şam'dan 2000 süvari ile Mekke'ye gelmişti. Tarık b. Amr da 5000 kişi ile ona katılmıştı. Muhammed b. Sa'd ile diğerlerinin rivayet­lerine göre Haccac, Abdullah b. Zübeyr'i kuşatma altma almış ve e ra­fında 40 000 kişi toplanmıştı. Mescid-i Haram'* taşlamak için Ebu Ku-beys dağı üzerine mancınık kurmuştu. MskkeHlerden çıkıp yanına gelecek olanlara eman vermiş ve bunu onlara yüksek sesle şöyle duyurmuş­tu: "Biz sadece İbn Zübeyr ile savaşmaya geldik. O, şu üç şeyden birini yapmakta serbesttir. Ya buradan ayrılıp dilediği herhangi bir yere gide­cek veya zincirlere vurularak Şam'a gönderilecek, yahut öldürülünceye kadar savaşacaktır."

Abdullah b. Zübeyr'de annesine danıştı. Annesi üçüncü şıkkı kabul etmesini tavsiye etti. Rivayet olunduğuna göre annesi, bir kefen getiril­mesini istemiş, kefeni buhurlamış ve Abdullah'ı savaşmaya teşvik et­mişti. Abdullah ta bu niyetle evinden çıkmış, hicretin yetmişüçüncü se­nesinin cemaziyelevvel ayının onyedisinde salı günü şiddetli bir şekilde savaşmaya başlamıştı. Bir tuğla parçası gelerek kafasını yarmış ve o da yüzüstü yere düşmüştü. Sonra kalkmak istemiş ama kalkamamıştı. Sol dirseğine dayanmış ve üzerine gelenlere kılıçla vurmaya başlamıştı. Şamlılardan biri gelip bir kılıç darbesiyle Abdullah'ın ayağını kesmişti. Sonra hep birlikte onu öldürmüşler ve başım koparmışlardı. O, Hacun'a yakın bir yerde öldürülmüştü. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, Ka'be örtüsüne tutunmuş halde iken öldürülmüştü. Doğrusunu Allah bilir. Sonra Haccac, onu Hacun yanındaki Keda tepesine götürerek ora­da astırmıştı. Darağacmdan indirdikten sonra onu Yahudi mezarlığına gömmüştü. Müslim, böyle rivayet etmiştir. Başka bir rivayette anlatıl­dığına göre onu, asıldığı Hacııiı tepesine gömmüştür, doğrusunu Allah bilir.

Abdürrezzak, îbn Sirin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Muh-tar'm kesik başı getirildiğinde Abdullah b. Zübeyr şöyle dedi: Ka'bu'l-Ahbar'ın bize söylediklerinin hepsinin gerçekleştiğini gördüm, ancak Sakif kabilesinden bir adamın beni öldüreceğini söylemişti. Bu söz he­nüz gerçekleşmedi. İşte Sakif kabilesinden olan Muhtar'm kesik başı önümde duruyor."

îbn Şirin dedi ki; "Abdullah, Haccac'ın kendisi için fırsat kolladığı­nın farkında değildi."

Ben derim ki: Meşhur rivayete göre Abdullah b. Zübeyr, hicretin yetmişüçüncü senesinin cemaziyelevvel ayının onyedisinde sah günü öldürüldü. Başka bir rivayette anlatıldığına göre cemaziyelahir ayında öldürülmüştür. Malik ile diğerlerinden rivayet olunduğuna göre Abdul­lah b. Zübeyr, hicretin yetmişikinci senesinin başında Öldürülmüştür. Meşhur ve sahih olan rivayet, birinci rivayettir. Hicretin altmışdördün-cü senesinin receb ayının yedisinde Abdullah b. Zübeyr'e be/at edilmiş­ti. Hicretin birinci senesinin başında doğmuştu. Başka bir rivayette an­latıldığına göre hicretin ikinci senesinin şevval ayında doğmuştu. Yet­miş yaşım aştıktan sonra öldürülmüştü, doğrusunu Allah bilir.

Annesine gelince annesi, Abdullah'ın ölümünden sonra ancak yüz gün yaşadı. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre on gün, başka bir rivayette anlatıldığına göre beş gün yaşamıştır, ama yüz gün yaşadığına da­ir ilk rivayet, meşhur olan rivayettir. Annesinin biyografisi daha sonra anlatılacaktır. Allah, onun annesinden de, babasından da, kendisinden de razı olsun.

Abdullah b. Zübeyr'e ve kardeşi Mus'ab b. Zübeyr'e beliğ ve güzel bir çok ağıtlar yakılmıştı. Bunlardan biri de Muammer b. Ebi Muammer ez-Zühelfnin şu beyitleridir:

"Ben asla böyle biri değilim,

Ona bir öğütte bulunduğumda tesirli olamadım.

îbn Mervan'a da yaklaşmadım.

Mus'ab'm gözünü ağrıtacak birşeyle Mervan'ın oğluna yaklaşma-

dım.

Ama ben Allah rızası için Mus'ab'a öğüt verdim.

Nihayet hadiseler ona oklarını vurdular,

Allah'ım, o ne hedefini şaşırmaz bir oktu.

Eğer şu zaman Mus'ab'ı yere yıktıysa,

Abdullah ta darbelerden ötürü paramparça bir ceset haline geldiyse,

Bilinsin ki herkes ölüm şerbetini yudumlayacaktır.

Her ne kadar kaçmaya çabalasa da, korksa da."

Anlatıldığına göre Abdullah b. Zübeyr'in öldürülmesinden sonra annesi Esma, onun birbirinden kopmuş organlarını bir araya getirerek yıkamış, kokular sürmüş, sonra kefenleyip namazım kılmış ve onu alıp Medine'ye götürmüş, Safiyye binti Hüyey'yin evine defnetmişti. Sonra o ev, Peygamber mescidine katılmıştı. Böyle olunca Abdullah b. Zübeyr, Peygamber mescidinde Peygamber Efendimiz, Ebu Bekir ve Ömer'le birlikte defnedilmiş tir. Bunu birçok kimse böyle anlatmıştır, doğrusu­nu Allah bilir.

Taberanî, Abdullah b. Zübeyr'in oğlu Amir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Peygamber (s.a.v.), vücuduna kupa vurmuş, kanlı kupaları götü­rüp boşaltması için babama vermiş, ancak babam o kanı dökmeyip iç­mişti. Yanma döndüğünde Peygamber (s.a.v.), ona şöyle demişti:

- Ey Abdullah, kanı ne yaptın?                    

- İnsanların göremiyeceğini zannettiğim bir yere bıraktım.

- Belki de onu içtin?

- Evet.

- İçmeni sana kim emretti? İnsanlardan senin vay halme ve sen­den de insanların vay haline."                                             

Selman-i Farisî, bir defasında Peygamber (s.a.v.) m yanma gıttıgın-de Abdullah b. Zübeyr'in dehlizde durduğunu ve bir tastan bırşeyler ıçtiğini görmüştü. Sonra ikisi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanına girmişler Rasûlullah (s.a.v.), Abdullah'a şöyle sormuştu:

- Tası boşalttın mı?

- Evet.

Selman, Peygamber (s.a.v.)'e sordu:

- Boşalttığı şey neydi Ya Rasûlallah?

- Vücuduma kupa vurdurmuştum. Akan kanları götürüp bir yere dökmesini söylemiştim.

- Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki ya Rasûlallah, Abdullah verdiğin kanı içti!

- Ey Abdullah, içtin mi?

- Evet.

- Niçin?

- Rasûlullah (s.a.v.)'m kanının karnıma girmesini istedim. Onun

için içtim.

Rasûlullah {s.a.v.) da elini Abdullah b. Zübeyr'in başı üzerine koyup

şöyle dedi:

- İnsanlardan vay senin haline ve senden de insanların vay haline! Ancak Allah'ın bütün insanların Cehennem'e gireceğine dair yemini ye­rine gelsin diye ateş sana dokunacaktır. Bunun dışında hiç dokunmaya­caktır,

Yezid b. Muaviye, Abdullah b. Zübeyr'e altın kelepçe, gümüş zincir ve gümüş pranga gönderdiğinde mutlaka yanına gelmesi için kendisine yemin verdirmişti. İnsanlar da Abdullah b. Zübeyr'e: "Mü'minlerin emi-ri Yezid'in yeminim yerine getir, yanma git." deyince o şu cevabı verdi:

"Haktan başkasına yumuşamam. Başkaları, çiğneyen kimseye ta­şın yumuşayışı gibi yumuşamadıkça ben itaat etmem."

Bu şiiri okuduktan sonra da şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, onurumu kaybetmeksizin kılıç darbesiyle ölmek, benim için onurumu kaybetmiş halde kırbaç darbesini yemekten daha hoştur."

Böyle dedikten sonra insanları kendisine bey'ata davet etti ve Yezid b. Muaviye'ye muhalefetini açıkladı.

Taberanî'nin rivayetine göre Abdullah b. Zübeyr, annesinin yanma gidip ona şöyle demişti: "Doğrusu ölümde rahatlama vardır."

Annesi de yüz yaşına vardığı halde bir dişi dahi düşmemişti, gözleri bozulmamıştı. Oğluna şu karşılığı vermişti: "Senin için iki durumdan birini görmedikçe ölmek istemiyorum. Ya tahta geçersin. Böylece gö­züm aydınlanır, ya da öldürülürsün. Öldürülmene sabrettiğim için se­vabını Allah'tan beklerim." Bundan sonra Abdullah, annesinin yanın­dan çıktı. Çıkarken de şu şüri okudu:

"Sövgü olarak hayatımı kazanmak istemiyorum.

Ölüm korkusundan dolayı de barışa yanaşmam.'

Böyle dedikten sonra dönüp Zübeyr ailesine öğüt vermeye ve şöyle demeye başladı:

"Sizden her birinin kılıcı kendi yüzü gibi olsun. Kendini eliyle sa­vunsun, komutanı elleri olsun. Allah'a yemin ederim ki ben, etrafımda-ki ilk grupla savaşır durumda kaldım. Yaralar bana acı vermedi, aksine ilacm acısı bana dokundu."

Böyle dedikten sonra yanında Süfyan da bulunduğu halde Hac-cac'm adamlarına saldırdı. İlk olarak karşısına Esved çıktı. Ona bir kılıç darbesi vurdu ve ayağını kopardı. Esved ona: "Ah, ey zinakâr kadının oğlu!" deyince Abdullah b. Zübeyr, ona şu karşılığı verdi: "Defol ey Ham'ın oğlu! Esma, zinakar mıdır?" Sonra Haccac'ın adamlarını mes­citten dışarı çıkardı. Ancak mescidin damında Haccac'ın yardakçıların­dan bir grup vardı. Onlara tuğla fırlatıyorlardı. Tuğlalardan biri Abdul­lah'ın kafasına isabet etti, kafasım yardı. Kafası yarıldığı halde ayakta durdu ve şöyle dedi: "Eğer benim hasmım bir kişi olsaydı, ben onun hak­kından gelebilirdim." Sonra da şu şiiri okudu:

"Yaralarımızın kanı topuklarımıza akmıyor,

Kanlarımız ayak uçlarımıza akıyor bizim."

Abdullah, daha sonra yere yıkıldı. İki azatlı kölesi gelip üzerine ka­pandılar ve şöyle dediler: "Kul, Rabbini himaye ediyor ve ona sığmıyor." Burada kul kelimesiyle köle, Rabb kelimesiyle de efendi kastedilmiştir.

Sonra Haccac'ın adamları gelip Abdullah'ın başım kopardılar.

Taberanî, İshak b. Ebi İshak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abdullah b. Zübeyr'in Mescid-i Haram'da öldürülmesi esnasında ben de hazır bulunuyordum. O gün askerler mescidin kapısından içeri giriyorlardı. Her gelenin üzerine saldırıyor, nihayet onları mescidin dı­şına çıkarıyordu. O bu halde iken mescidin tavanından parçalar düşü­yor, bu parçalardan biri gelip onun başına isabet etti ve onu yere yıktı. Yere yıkılırken de şu beyitleri okuyordu:

"Esma! Esma! Benim için ağlama, Geride ancak asaletim ve dinim kaldı, Kesici bir parça ile gücüm ve kuvvetim azaldı.

Rivayet olunduğuna göre Abdullah'ın annesi Esma, darağacında duran oğlunun indirilmesi için Haccac'a şöyle demişti:

- Darağacında duran şu cesedin indirilmesi vakti gelmedi mı hala?

- Oğlun münafıktı.

- Vallahi münafik değildi. O çok namaz lalar, oruç tutar ve akraba­larını ziyaret ederdi.

- Git buradan ey ihtiyar kadın, sen bunaimşsm.

- Vallahi ben, Rasülullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittiğim­den bu yana bunamış değilim. O şöyle buyurmuştu: "Sakif kabilesinden, bir yalancı ve bir de katil çıkacaktır." Yalancıyı gördük, katile gelince o da sensin."

Mücahid dedi ki: Ibn Ömer'le beraberdim, tbn Zübeyr'in asılı duran cesedinin yanma gitti. Orada durdu ve ona rühmet okudu, sonra bana dönüp şöyle dedi: Ebu Bekir es-Sıddık'ın bana haber verdiğine göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse kötülük yaparsa kar­şılığım görür."

Süfyan, Ebu Müleyke'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Abdullah b. Abbas'ın yanında İbn Zübeyr'den bahsedildi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas şöyle dedi: İbn Zübeyr, İslâmiyet'te iffetli idi. Kur'ân okur, oruç tutar ve namaz kılardı. Babası Zübeyr'dir, annesi Es-ma'dır, dedesi Ebu Bekir'dir, halası Hatice'dir, ninesi Safıyye'dir, teyze­si Aişe'dir. Allah'a yemin ederim ki onun için ben, Ebu Bekir ve Ömer'e yapmadığım nefis muhasebesini yapacağım."

Taberanî, Muhammed b. Abdullah es-Sakafi'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"İbn Zübeyr'in hac mevsiminde terviyeden bir gün önce ihramlıy-ken irad ettiği bir hutbeyi dinledim. En güzel şekilde telbiye getirdiğini gördüm. Onun telbiyesi kadar güzel telbiye getireni asla görmemiştim. Telbiyeden sonra Allah'a hamdü senada bulundu ve şöyle dedi:

"Şimdi siz çeşitli ülkelerden Aziz ve Celil olan Allah'a misafir olarak geldiniz. Allah'ın da misafirlerine ikramda bulunması haktır. Siz, Allah katındaki şeyleri talep ediyorsanız bilin ki, Allah katındaki şeyleri talep eden kimse, asla ziyana uğramaz. Söylediklerinizi fiilinizle doğrulayın. Çünkü fiil söze sahiptir, niyetiniz dürüst olsun. Kalblerinizi temiz tu­tun, öncelikle şu günlerinizde Allah'a karşı gelmekten sakının ve bu günler, günahların affedildiği günlerdir. Siz ne ticaret, ne de dünya malı taleb etmek için buraya gelmiş değilsiniz."

Böyle dedikten sonra telbiye getirdi. Onunla birlikte insanlar da tel­biye getirdiler. O günkü kadar çok ağlayan kimse görmedim.»

Hasan b. Süfyan, Vehb b. Keysan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr'e şu öğütleri içeren bir mektub gönderildi:

"Takva sahibi kimselerin bazı alametleri vardır. Onlar, bu alamet­lerle tanınırlar ve bu alametleri onlar kendi nefislerinde de bilip tanır­lar. Sözü edilen alametler şunlardır: Konuşurken doğru konuşmak, emaneti sahibine teslim etmek, öfkeyi yutmak, belaya sabretmek, kaza­ya razı olmak, nimetlere şükretmek, Kur'ân'm hükmüne boyun eğmek.

Günler pazar yeri gibidir. Orada sarfedilen şeyler, insana tekrar başka yollarla geri döner. Eğer orada hak sarfediLmezse, tekrar sahibine döner ve hak sahipleri ona gider. Eğer orada bâtıl sarfedilmişse, o tekrar sahi­bine döner ve bâtıl ehli kimseler de o adamın yanına giderler."

Ebu Muaviye, Vehb b. Kuysa'mn şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Abdullah b. Zübeyr'in barış yaparken ne bir sultan otoritesinden kork­tuğu için, ne de ona yaltaklandığı için barış yaptığını görmedim. Şamlı­lar, bu gibi isnatlarda bulunarak Abdullah b. Zübeyr'i ayıplıyorlardı ve ona: "Ey iki kuşaklının oğlu" diyorlardı. Annesi Esma da Abdullah'a şöyle diyordu: "Ey oğulcuğum! Onlar seni benim iki kuşaklı olmamdan ötürü ayıplıyorlar. Aslında benim bir kuşağım vardı. Onu ikiye böldüm, birini Rasülullah (s.a.v.)'m Ebu Bekir'le birlikte Medine'ye hicret yolu­na çıktığı zaman sofrası yaptım, diğeriyle de kırbasının ağzını bağla­dım."

Kendisini, "İki kuşaklı kadının oğlu" diye ayıpladıkları zaman Ab­dullah b. Zübeyr şöyle diyordu: "Vallahi bu Öyle bir şikayettir ki, utancı senden zahir olmaktadır." Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.

Hicretin yetmişüçüncü senesinde Mekke'de Abdullah b. Zübeyr'le birlikte öldürülen diğer meşhur şahsiyetler ise şunlardır. [20]

 

Abdullah B. Safvan

 

Abdullah b. Safvan b. Ümeyye b. Halef el-Cumahi Ebu Safvan el-Mekkî. Babasının en büyük oğluydu. Peygamber (s.a.v.)in sağlığına ka­vuştu. Hz. Ömer'den ve bir sahabe topluluğundan hadis rivayet etti. Ta­biilerden de bir grup insan ondan hadis rivayet etmiştir. Şerefli, lider, efendi, emrine itaat edilen, yumuşak huylu ve eziyetlere tahammül eden bir kimseydi. Bir kimse, ona yönelipte birşey isterse eli boş dön­mezdi. Kurak bir yer bulunduğunu duyunca mutlaka gider, orada bir kuyu kazar veya bir sarnıç yapardı. Dar bir geçit bulunduğunu duyarsa mutlaka gide1-, oranın, geçilmesi kolay bir yol haline gelmesini sağlardı.

Anlatıldığına göre Mühelleb b. Ebi Sufra, Irak'tan Abdullah b. Zü­beyr'in yanma gelmişti. Görüşmeyeli çok olmuştu. O esnada Abdullah b. Safvan gelip şöyle dedi: "O günden beri seni meşgul eden şu adam kim­dir?"                                                                                  

Abdullah b. Zübeyr de ona şöyle cevap verdi: "Bu, Iraklı Arapların li­deridir " Bunun üzerine Abdullah b. Safvan: "O halde bunun Mühelleb olması gerekir." deyince Mühelleb te Abdullah b. Zübeyr'e şöyle sordu: "Ey müminlerin emin! Sana beni soran bu adam kimdir?" Abdullah b. Zübeyr "Bu, Mekke'de Kureyş'in lideri ve efendisidir." diye cevap verdi. Mühelleb- "Şu halde bu, Abdullah b. Safvan olmalı." dedi. Abdullah b.

Safvan, gerçekten cömert, alîcenâb bir kimseydi.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Muaviye hacca geldi. Halk onu karşıladı. İbn Safvan da onu karşılayanlar arasındaydı. Muaviye ile beraber yürü­yordu. Şamlılar: "Mü'minlerin emiri ile beraber yürümekte olan şU adam kimdir?" diye sordular. Mekke'ye varıldığında üzerlerindeki ko­yunlardan ötürü dağlar bembeyaz göründü. Abdullah b. Safvan, Muavi-ye'ye: "Ey mü'minlerin emiri, şu koyunları sana hibe ettim." dedi. Baktı­lar ki koyunlar 2000 tanedir. Şamlılar dediler ki:"Mü'minlerin emirinin amcası oğlundan daha cömert bir kimse görmedik."

Abdullah b. Safvan, Haccac tarafından kuşatma altına alındığı za­man Abdullah b. Zübeyr'le birlikte sabredip dayanan kimselerdendi. O esnada Abdullah b. Zübeyr, ona şöyle dedi: "Bana yapmış olduğun bey'attan seni affediyorum, dilediğin yere gidebilirsin." Bunun üzerine Abdullah b. Safvan, ona şöyle dedi: "Ben sadece dinim uğruna savaş­tım." Böyle dedikten sonra öldürülünceye kadar muhasara altında kal­maya tahammül etti. Hicretin yetmişüçüncü senesinde Ka'be'nin örtü­süne tutunmuş halde iken öldürüldü, Allah, ona rahmet etsin ve maka­mını yüceltsin. [21]

 

Abdullah B. Mutl

 

Abdullah b. Muti b. Esved b. Harise el-Kureşi el-Adevi el-Medenî. Rasûlulîah (s.a.v.)'m sağlığında doğdu. Rasûlullah (s.a.v.), onun ağzına birşeyler sürdü ve onun için bereket duası okudu. Abdullah, babası Mu­ti tarikiyle rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bu günden sonra artık hiçbir Kureyşîi kıyamet gününe kadar hap­sedilip öldürülmeyecektir."

Abdullah b. Muti'den de oğullan İbrahim ve Muhammed ile Sabi, İsa b. Talha b. Ubeydullah ve Muhammed b. Ebi Musa da hadis rivayet etmişlerdir.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Abdullah b. Muti, bahadırlık ve cesaret bakımından Kureyş'in büyük adamlanndandı. Amcam Mus'ab'm bana anlattığına göre o, Harre savaşında Kureyşlilerin emiri idi. Sonra Ab­dullah b. Zübeyr'le birlikte Mekke'de öldürüldü. Şu sözün sahibi odur:

"Harre savaşında firar eden benim. Şeyh, ancak bir defa kaçar ve kaçışım da hücumla telafi etmez." Allah, ona rahmet etsin. [22]

 

Avf B. Malik

 

Avf b. Malik b. Ebi Avf el-Eşcaî el-Gatafanî. Kadri yüce bir sahabe­dir. Halid b. Velid ve ondan önceki komutanlar maiyyetinde Mu'te sava­şma katıldı. Mekke fethine de katıldı. Mekke fethi esnasında kavminin sancaktan idi. Şam fethine de katıldı. Rasûlullah (s.a.v.)'dan birçok ha­dis rivayet etmiştir. Tabiilerden bir cemaat ve Ebu Hüreyre de ondan hadis rivayet etmişlerdir. Ancak Ebu Hüreyre'den önce vefat etmiştir. Vakidî, Halife b. Hayyat, Ebu Ubeyd ve diğer bazılan dediler ki: "Avf b. Malik, hicretin yetmişüçüncü senesinde Şam'da vefat etti. [23]

 

Hz. Ebu Bekir'in Kızı Esma

 

Abdullah b. Zübeyr'in annesidir. Kendisine iki kuşak sahibi denilir­di. Hicret zamanında kuşağını ikiye bölerek bir parçasıyla Peygamber (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir'in sofrasını Medine yolculuğuna çıkışları esna­sında bağlamıştı. Bundan ötürü kendisine iki kuşaklı unvanı verilmiş­ti. Annesinin adı Kayle idi. Başka bir rivayete göre ise annesinin adı Ku-beyle binti Abdiluzza'dır. Beni Amir b. Lüey kabilesindendir. Esma, îslâmiyyet'in ilk zamanlannda Mekke'de Müslüman oldu. Kocası Zü­beyr ile birlikte oğlu Abdullah'a hamile iken hicret etti. Abdullah'ı Me­dine'ye ilk gelişinde Küba'da doğurdu. Bundan sonra Zübeyr'e, Urve ve Münzir adındaki çocuklan doğurdu. Esma, Muhacirlerin en son vefat edenidir. O, kızkardeşi Aişe, babası Ebu Bekir es-Sıddık, dedesi Ebu Atik, oğlu Abdullah ve kocası Zübeyr sahabe idiler. Allah onlardan razı olsun.

Esma, oğlu ve kocasıyla birlikte Yermük savaşında hazır bulundu. Kızkardeşi Aişe'den on yaş daha büyüktü.

Bir rivayette anlatıldığına göre Haccac, oğlu Abdullah'ı öldürdük­ten sonra Esma'nm yanına gitmiş ve ona şöyle demişti:

- Ey anacığım! Mü'minlerin emiri bana, sana ilgi göstermemi tav­siye etti.

- Ben senin anan değilim aksine ben, Seniyye'de asılı duran Abdul­lah b. Zübeyr'in anasıyım ve sana ihtiyacım yok. Ancak ben Rasûlullah (s.a.v.)'dan duyduğum şu hadisi sana nakledeceğim: "Sakif kabilesin­den bir yalana ve bir de katil çıkacaktır." Yalancıyı gördük, katile gelin­ce bence o, mutlaka sensin."

- Ben münafıkların katiliyim.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abdullah b. Ömer, Haccac'la birlikte Esma'nm yanma gitmişti. O esnada Esma'mn oğlu Abdullah b. Zübeyr darağacma asılmıştı. Abdullah b. Ömer, Esma'ya şöyle demişti: "Şu ceset birşey değildir. Aslında ruhlar Allah kalandadırlar, sen Al­lah'a karşı takvalı ol ve sabret."                             

Esma da şöyle cevap vermişti: "Ne diye sabretmeyecekimşım. Zeke-riyya'nın oğlu Yahya'nın kesik başı, İsrail oğullarından^1 fahişeye he­diye edilmişti."                                             

Anlatıldın» göre Abdullah b. Zübeyr, «aldıktan sonra annesi Es-

ma cn-Â yıkayıp kokular sürmüş ve kefenlemiş, sonra da namazını kılıp defnetmişti. Oğlunun asılmasından birkaç gün sonra cemaziyelahir ayında kendisi de vefat etmişti.

Esma yaşlandığında kocası Zübeyr onu boşamıştı. Bir rivayette an­latıldığına göre Abdullah, Zübeyr'e: "Benim gibi bir kimsenin annesiyle cinsel ilişkide bulunulmaz." demiş ve Zübeyr'de onu boşamıştı.

Başka bir rivayette ifade edildiğine göre Esma, ilk kocası Zübeyr'le tartışmışlar, oğulları Abdullah gelip onları barıştırmak istemiş. Zübeyr de Esma'ya: "Eğer içeri girersen sen boşsun," demiş. Esma'da içeri gir­miş ve boşanmıştı. Doğrusunu Allah bilir.

Esma, bir asır yaşamış ve ömrünün sonunda gözlerini kaybetmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre gözleri sağlamdı, bir dişi dahi düşmemişti. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi hicretin yetmişü-çüncü senesinde oğlunun öldürülmesi zamanına kadar yaşamış, oğlu­nun öldürülmesinden beş gün sonra da kendisi vefat etmişti. On gün sonra, yirmi gün sonra, yirmi küsur gün sonra vefat ettiği de söylenir. Hatta oğlunun Öldürülmesinden yüz gün sonrasına kadar yaşadığı da söylenir. Meşhur olan rivayet de budur. Yüz yaşma vardığı halde bir dişi dahi düşmemiş ve bunamamıştı. Aklı sağlam kalmıştı. Peygamber (s.a.v.)'den hoş ve mübarek birçok hadisler rivayet etmişti. Allah, ondan razı olsun ve ona rahmet etsin.

İbn Cerir dedi ki: Hicretin yetmişüçüncü senesinde Abdülmelik, Halid b. Abdullah'ı Basra valiliğinden azletti ve Basra'yı kardeşi ve aynı zamanda Küfe valisi Bişr b. Mervan'm iradesine bıraktı. Bişr de Bas­ra'ya gitti ve Kûfe'de yerine Amr b. Hirris'i vekil bıraktı.

Bu senede Muhammed b. Mervan, yazın gazaya gitti. Rumları hezi­mete uğrattı. Bir rivayette anlatıldığına göre bu senede Osman b. Velid, Ermeniyye taraflarında Rumlarla savaşmıştır. Kendisinin askerleri 4000, Rumlannki ise 60 000 kişi idi. Osman b. Velid, onları hezimete uğ­rattı ve çoğu adamlarım öldürdü.

'Mekke, Yemen ve Yemame valisi olan Haccac, bu senede insanlara hacettirdi. Bu senede Küfe ve Basra valisi Bişr b. Mervan'dı. Küfe kadısı Şüryh b. Haris, Basra kadısı Hişam b. Hübeyre idi. Horasan valisi Bü-keyr b. Vişah idi. Yani bu zat, Abdullah b. Hazim'in naibi idi. Doğrusunu Allah bilir. [24]

 

Bu Senede Abdullah B. Zübeyr'in Yanısıra Vefat Eden Şahsiyetler

 

Abdullah Sa'd B. Cüşem El-Ensârî

 

Sahabe idi. Yermük savaşma katıldı, çokça ibadet eder ve gazaya giderdi. [25]

 

Abdullah B. Ebi Hadred El-Eslemî

 

Künyesi Ebu Muhammed idi. Sahabe idi. Peygamber (s.a.v.) Efen-dimiz'den hadis rivayet etmiştir. Medine'de vefat etmiştir. [26]

 

Malîkb. Mesma

 

Malik b. Mesma b. Gassan eî-Basrî. Çokça ibadet eder ve aşırı dere­cede zahidane bir hayat yaşardı. [27]

 

Sabit B. Dahhak El-Ensârî

 

Sahabe idi. Peygamber (s.a.v.)'den hadis rivayet etmiş, Medine'de vefat etmiştir. Kendisine Ebu Zeyd el-İşmalî denirdi. Hudeybiye'de Rıd­van ağacı altında Rasûlullah (s.a.v.)'a bey'at edenlerdendi.

Yahya b. Ebi Kesir, Ebu Kalabe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sabit b. Dahhak'ın bana anlattığına göre kendisi Hudeybiye'de Rıdvan ağacının altında Rasûlullah (s.a.v.)'a bey'at etmiş ve o esnada Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Bir kimse bir mü'mine küfür ifti­rasında bulunursa, onu Öldürmüş gibi olur." [28]

 

Zeyneb Binti Ebi Selma El-Mahzumî

 

Peygamber (s.a.v.)'in beslemesidir. (Rebibe). Annesi onu Habeşis­tan'da doğurdu. Peygamber (s.a.v.)'den hadis rivayet eden bir Sahabe­yedir.[29]

 

Tevbe Binti Samme

 

Kendisine Leyla'nın mecnunu denirdi. Tevbe, Beni Haris b. Ka'b ka­bilesine karşı saldırılarda bulunurdu. Leyla'yı gördü. Ona aşık oldu. Kara sevdaya yakalandı. Ona derin bir aşkla bağlandı. Onunla ilgili güçlü ve parlak birçok şiirler söyledi. Daha önce o şiirlerin benzerleri söylenmediği gibi daha sonra da söylenmedi. Çünkü onun şiirlerinde birçok mana ve hikmetler vardı. Bir defasında ona: "Seninle Ley1 ara­sında flört hadisesi ola>Tmu?" diye sorulduğunda şu cevabı verdi: "Eğer uçkurumu harama açmış isem, Muhammed (s.a.v.)m şefaatmdan yok­sun kalayım."                                                                   .

Leyla Abdülmelik b. Mervan'm huzuruna çıkarak kendisine yapı­lan bir haksızlığı şikayet etti. Abdülmelik, ona şöyle bir soru sordu:

- Tevbe senden ne gördü ki sana büyük bir aşkla tutuldu?

- Vallahi ey mü'minlern emiri, benimle Tevbe arasında asla flört ve fuhuş olmadı. Ancak Araplar aşık olur ve iffetlerini muhafaza edip aşık oldukları kimselere iffetle bağlanarak şiirler söylerler. Nefislerini alçaklıklara karşı korurlar.

Leyla'nın bu cevabı üzerine Abdülmelik, ona yapılan haksızlığı gi­derdi ve ona armağanlar verdi.

Tevbe, hicretin yetmişüçüncü senesinde vefat etti. Anlatıldığına gö­re vefatından sonra Leyla, onun mezarı başına gelerek ölünceye kadar ağlamıştır. Doğrusunu Allah bilir. [30]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/500-505.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/505-513.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/513-514.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/514.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/514.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/514.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/514-515.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/515.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/515-516.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/516-518.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/518-519.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/519.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/522.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/522-523.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/523.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/524-529.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/529-549.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/549-550.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/550.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/550-551.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/551-552.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/552-553.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 8/553-554.