Abdurrahman B. Esasın İsyanı 1

Hicri Seksenbirinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 4

Büceyr B. Verka Es-Sarimî 4

Süveyd B. Gafle. 5

Abdullah B. Şeddad B. Had. 5

Hz. Ali'nin Oğlu Muhammed. 5

Hicretin Seksenıkınci Senesi 7

Deyrü'l-Cemacim Savaşı . 8

Hicretin Seksenikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 11

Mühelleb B. Ebi Süfra. 11

Esma B. Harice El-Fezari El-Kûfî 11

Muğire B. Mühelleb. 12

Haris B. Abdullah. 12

Muhammed B. Üsame. 12

Abdullah B. Ebi Talha B. Ebi'l-Esved. 12

Abdullah B. Ka'b B. Malik. 12

Affan B. Veheb. 12

Cemil B. Abdullah. 12

Ömer B. Ubeydullah. 15

Kümeyl B. Ziyad. 16

Zazan Ebu Amr El-Kindî 16

Küçük Ümmü Derda. 17

Hicretin Seksenüçüncü Senesi 17

Vasıt Şehrinin Kuruluşu. 21

Hicretin Seksenüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 21

Abdurrahman B. Cuhayre El-Holanî 21

Tarık B. Şihab. 21

Ubeydullah B. Adiy B. Hiyar. 22

Hicretin Seksendördüncü Senesi 23

Ebu Zür'a El-Cüzami El-Filistinî 23

Îmran B. Hattan El-Haricî 24

Abdurrahman B. Esas El-Kindî 24

Eyyüb B. Kirayye. 26

Ruh B. Zınba. 26

Hicretin Seksenbeşinci Senesi 27

Abdülaziz B. Mervan. 29

Abdülmelik'in, Önce Oğlu Velid İçin, Sonra Da Diğer Oğlu Süleyman İçin Veliahtlık Bey Atı Alması 33

Hicret'in Seksenaltıncı Senesi 34

Emevi Halîfelerinin Atası Abdülmelik B. Mervan. 35

 

Abdurrahman B. Esasın İsyanı     

 

Ebu Mihnef in ifadesine göre bu isyanın başlangıcı hicretin sek-senbirinci senesinde olmuştur. Vakidî'nin ifadesine göre ise hicretin seksenikinci senesinde olmuştur. İbn Cerir, bu isyan meselesini hic­retin seksenbirinci senesi olayları arasında anlattığından biz de ona uyarak bu senedeki olaylar arasında anlattık. Bu olayın sebebi şuy­du: Abdurrahman b. Eş'as, Haccac tarafından sevilmeyen bir adamdı. Abdurrahman da bunun farkındaydı. Bu nedenle Haccac'a karşı kötü niyet beslemekte, onun iktidardan düşmesini arzulamaktaydı. Hac­cac, onu önceki sayfalarda sözünü ettiğimiz ordunun başına komutan yapıp Türk hükümdarı Rutbil'in ülkesine girmesini emrettiğinde o, harekete geçti. Türk beldelerinden bazılarını ele geçirdi. Daha sonra adamlarına hareketlerini durdurmalarını ve bir sene sonrasına kadar hazırlık yapıp güçlenmelerini teklif etti. Bu düşüncesini ayrıca bir mektupla Haccac'a bildirdi. Haccac da yazdığı cevabî mektubunda onun bu konudaki görüşünü garipsediğini söyledi. Aklını zayıf buldu. Onu korkaklık ve savaştan kaçmakla ayıpladı. Derhal Rutbil'in ülke­sine girmesini emretti. Bu emrini ikinci ve üçüncü mektuplarıyla da te'yid etti. Yazdığı mektuplardan birinde ona şöyle hitab ediyordu:

«Ey hain, mürted ve korkunun kalbine yerleştiği adamın oğlu! Sana, düşman ülkesinin iç kısımlarına ilerlemene dair verdiğim emri yerine getir, aksi takdirde altından kalkamayacağın bir iş senin başı­na gelir.» Haccac, Abdurrahman b. Eş'as'a çok kızıyor ve onun hak­kında şöyle diyordu: «O; beyinsiz, ahmak ve hasut bir kimsedir. Ba­bası, mü'minlerin emiri Hz. Osman'ın giysilerini yağmalamış ve onu öldürmüştü. Ubeydullah b. Ziyad'ı da Müslim b. Ukayl'ın üstüne sal-dırtmış, nihayet onu öldürtmüştü. Dedesi Eş'as da İslâm'dan irtidat etmişti. Ben onu her gördüğümde mutlaka öldürmek istemişimdir.»

Haccac'm kendisine peşpeşe mektuplar göndermesi üzerine İbn Eş'as öfkelendi ve şöyle dedi: «Güçsüz, zayıf ve hakir bir kimse oldu­ğundan Ötürü askerlerimden veya hizmetçilerimden biri dahi olmaya layık olmayan böyle bir adam bana böyle bir mektubu nasıl yazar?

Babasının Sakif kabilesinden şu korkak adam olduğunu ve komutan Sebib'in karısı Gazale'nin önünden kaçtığını hatırlamıyor mu? Gaza­le Kûfe'ye girişinde Haccac'a ve askerlerine hamle yapmış, Haccac ve askerleri onun önünde bozguna uğrayıp kaçmışlardı.»

Bundan sonra Abdurrahman b. Eş'as, Iraklıların önde gelenlerini toplayarak onlara şöyle demişti: «Haccac, düşman beldelerinin iç kı­sımlarına doğru ilerlemenizi ısrarla istiyor. O beldelerdeki din kar­deşleriniz mahvoldular. İşte kış mevsimi ve soğuklar üzerinize geli­yor. Durumunuza bakın, bana gelince ben Haccac'a itaat etmeyece­ğim ve dün verdiğim bir kararı da bozmayacağım.»

Bundan sonra kalkıp askerlerine bir nutuk irad etti ve kendi gö­rüşünün hem kendisi hem de askerleri için en uygun görüş olduğunu bildirdi. Fethettikleri beldeleri onarıp ıslah etmelerini ve bu beldele­rin malları ve ürünleri ile güçleninceye kadar buralarda ikamet et­melerini ve kış mevsimi çıktıktan sonra harekete geçip düşman bel­desinin iç kısımlarına doğru ilerlemelerini ve ondan sonra şehir şehir memleketi fethetmelerini, nihayet başkentte Türk hükümdarı Rut-biVİ kuşatma altına almalarım istedi. Sonra Haccac'm kendisine, Rutbü üzerine acilen gitmelerini emrettiğine dair gönderdiği mektu­bunu okudu. Çevresindeki topluluk galeyana geldi ve: «Hayır, Allah'­ın düşmanı Haccac'a itaat etmeyecek, emrini dinlemeyeceğiz.» dedi­ler.

Ebu Mihnef, Mutarrif b. Amir b. Vaile el-Kinanî'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

Babam bu konuda ilk konuşan kişiydi. Şair ve hatib olup şöyle demişti: "Haccac'm bu görüşü ve bizimle ilgili durumu, şuna benzer: Bir adam, kendi kardeşine: «Köleni şu ata saldırt, eğer ölürse ne âlâ, kurtulursa da senin lehine olur.» demesi bizim şu andaki durumumu­za uymaktadır. Eğer siz Rutbil'e karşı muzaffer olursanız bu, Hac-cac'ın iktidarım daha da güçlendirir. Eğer ölürseniz zaten Haccac sizi sevmiyor ve sizi kendine düşman olarak görüyor. Allah'ın düşmanı Haccac'a olan bey'atınızdan vazgeçin (böyle derken Abdülmelik'in ha­linden bahsetmemişti). Emiriniz Abdurrahman b. Eş'as'a bey'at edin, şahid olun; Haccac'a olan bey'attan ilk vazgeçen benim."

Her taraftan insanlar, «Allah'ın düşmanı Haccac'a olan bey'atı­mızdan vazgeçtik.» diye sesslendiler. Hep birlikte Abdurrahman b. Eş'as'a yöneldiler. Haccac yerine ona bey'at ettiler. Abdülmelik b. Meryan'm halinden bahsetmediler.

ibn Eş'as, Rutbil'e haber saldı. Eğer Haccac'a karşı muzaffer olur­larsa Rutbil'den asla haraç almayacaklarını bildirerek onunla barış yaptı. Sonra beraberindeki askerlerle Sicistan'dan harekete geçerek Haccac ile savaşmaya ve Irak'ı ondan almaya gitti. Yolun yarısına vardıklarında askerler dediler ki: «Haccac'ı hal' etmemiz Abdülmelik b. Mervan'ı da hal'etmemiz demektir.» Böylece hem Haccac'ı hem de Abdülmelik b. Mervan'ı hal' ettiler. İbn Eş'as'a yeniden bey'at ettiler. O da Allah'ın kitabına, Rasûlünün sünnetine bağlı kalmak, sapıklık önderlerini hal'etmek, dinsizlerle cihad etmek şartıyla onlarla bey1 at­lastı. Onlar, "Evet" dedikçe o da onlarla bey'atlaşıyordu. Haccac, ken­disini ve Abdülmelik b. Mervan'ı hal' ettiklerini duyunca, Abdülmelik b. Mervan'a mektup yazarak bu durumu bildirdi ve İbn Eş'as üzerine acilen ordu göndermesini istedi. Kendisi de Basra'ya gelip konakladı. İbn Eş'as'ın durumundan Mühelleb de haberdar oldu. İbn Eş'as, ona bir mektup yazarak kendi saflarına katılmasını istedi ama o, bu çağ­rıyı kabul etmedi. İbn Eş'as'ın mektubunu Haccac'a gönderdi. Mühel-leb'in kendisi de İbn Eş'as'a şu cevabî mektubu gönderdi:

«Ey İbn Eş'as! Sen ayağını uzun bir üzengiye koydun. Muham-med (s.a.v.)'in ümmetinde kalmaya devam et, kendi durumuna bak, nefsini helak etme. Müslümanların kanlarının akmasına neden olma, cemaatı parçalama, bey'atı bozma. "İnsanların nefsime zarar verme­lerinden korkuyorum." diyorsan, aslında insanlardan çok, Allah'tan korkman gerekir. Kanların akıtılmasına neden olarak nefsini Allah'ın gazabına maruz bırakma. Haramları helal sayarak kendini İlahi aza­ba hedef yapma ve sana selam olsun.»

Mühelleb, Haccac'a şöyle bir mektup gönderdi:

«Iraklılar sana doğru geliyorlar, varacağı yere erişmeden hiçbir kimsenin geri çeviremeyeceği bir seli andırıyorlar âdeta. Iraklıların ilk çıkışlarında bir kızgınlıklarını, çocuklarına ve hanımlarına da öz­lemleri vardır. O bakımdan sen ailelerinin yanına gidinceye, çocukla­rının kokusunu alıncaya kadar onlara ilişme. Ailelerinin ve çocukları­nın yanındayken üzerlerine atıl. O takdirde Allah sana onlara karşı zafer verecektir.»

Haccac bu mektubu okuyunca şöyle dedi: «Allah ona şöyle yapsın, böyle yapsın, bu görüşüyle benim iyiliğimi gözetmedi. O, amcasını oğ­lunu korumak istiyor.»

Haccac'm mektubunu götüren ulak yanına ulaştığında Abdülme­lik korktu. Sonra tahtından indi. Halid b. Yezid b. Muaviye'ye haber salarak onu yanına çağırttı. Haccac'm mektubunu ona okuttu. O da Abdülmelik'e şöyle dedi:

«Ey mü'minlerin emiri! Eğer bu olay Horasan tarafında ise gizle. Sicistan tarafından ise gizleme.»

Daha sonra Abdülmelik Irak'a, Haccac'a takviye olarak gönder­mek üzere Şam'da asker toplamaya ve bu askerlerin İbn Eş'as ile sa­vaşmaya gitmek üzere hazırlanmaları için gerekli tedbirleri almaya başladı. Mühelleb'in kendisine bu hususta yaptığı tekliflere iltifat etmedi, oysa Mühelleb'in tavsiyelerinde öğütler ve samimi ifadeler var­dı. Haccac'm mektupları, bu sırada Abdülmelik'e peşpeşe geliyordu. İbn Eş'as'ın sabah ve akşam neler yaptıklarım, nereye konduğunu, nereden geldiğini, nereye gittiğini ve kimlerin ona daha çabuk geldik­lerini bildiriyordu. İnsanlar da her taraftan gelip İbn Eş'as'ın etrafın­da toplanmaya başladılar. Öyle ki, onun etrafında 33.000 süvari ve 120.000 piyade oluştu.

Haccac da Şam ordusuyla Basra'dan çıkıp İbn Eş'as'ın üstüne git­ti. Tüster'de mola vedi. Öncü kuvvetlerini Mutahhar b. Hüyey el-Ka'-bî komutasında gönderdi. Beraberinde Abdullah b. Zimmit adında başka bir komutan da vardı. Öncü kuvvetler, Dicle nehrine vardılar, orada İbn Eş'as'ın, Abdullah b. Eban el-Harisî komutasındaki 300 sü­varisi ile karşılaştılar. Bunlar, İbn Eş'as ordusunun öncü birliği idi­ler. Kurban bayramının birinci gününde Dicle ırmağı kıyısında karşı­laştılar. Haccac'ın Öncü birlikleri bozguna uğradı. İbn Eş'as'ın adam­ları, onlardan 1.500 kadar askeri öldürdüler. Ordugahlarındaki atla­rı, kumaşları ve diğer malları ele geçirdiler. Öncü birliğinin bozguna uğradığına dair haber Haccac'a ulaşınca o, hutbe irad etmekte idi, haberi alır almaz şöyle dedi: «Ey insanlar! Basra'ya dönün, orası as­kerler için daha münasip ve daha merhametli bir yerdir.» Askerler Basra'ya döndüler. İbn Eş'as'm atlıları, onları kovaladılar. Kaçan ve dışarıda kalan her kimi yakaladılarsa öldürdüler. Haccac da sağına soluna bakmadan kaçmaya devam etti. Nihayet Zaviye'ye vardı, ora­da ordugah kurdu ve şöyle demeye başladı: «Allah, Mühelleb'e hayır versin. O gerçekten de bu savaş taktiklerini biliyor. Bize uygun bir görüş beyan etmişti, ama biz onun görüşünü kabul etmemiştik.»

Haccac, orada ordusuna 150.000.000 dirhem sarfetti. Ordugahı­nın çevresine hendek kazdırdı. Iraklılar, gelip Basra'ya girdiler. Bas-ralılarla birleştiler. Onların çoluk çocuklarım kokladılar.

ibn Eş'as da Basra'ya girdi. Oradakilere bir nutuk irad etti ve Ab­dülmelik ile naibi Haccac b. Yusuf un görevden alınması hususunda onlarla sözleşip bey'atlaştı. İbn Eş'as, onlara: «Haccac, pek önemli de­ğildir. Gelin Abdülmelik'in üzerine gidelim. Onunla savaşalım.» dedi. Basra'daki fıkıhçı, kurra, yaşlı, ihtiyar herkes, Abdülmelik'in görev­den alınması hususunda İbn Eş'as'a muvafakat ettiler. Sonra İbn Eş'as, Basra'nın çevresinde hendek kazılmasını emretti, bu emir yeri­me getirildi. Bu olay, hicri seksenbirinci senenin zilhicce ayının so­nunda vuku buldu.

Vakidî ile Ebu Ma'şer'in anlattıklarına göre bu senede İshak b. İsa, insanlara haccettirdi. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh ve Yüce Allah daha iyi bilir.

Bu senede Abdülmelik'in emri üzerine Musa b. Nusayr, Endülüs beldelerine gazaya gitti. Birçok şehri fethetti, mamur arazileri ele ge­çirdi. Mağrib ülkesinin iç kısımlarına doğru ilerledi ve Atlas Okyanu­su kıyılarına ulaştı. Doğrusunu Allah bilir. [1]

 

Hicri Seksenbirinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Büceyr B. Verka Es-Sarimî

 

Horasan eşrafındandı. İbn Hazim'le savaşan ve onu öldüren ko­mutanlardandı. Bükeyr b. Vişah'ı da öldürdü. Sonra kendisi de bu se­nede öldürüldü. [2]

 

Süveyd B. Gafle

 

Süveyd b. Gafle b. Avsece b. Amir Ebu Ümeyye el-Cüfi el-Kûfî. Yermük savaşına katıldı. Bir sahabe cemaatından hadis rivayet etti. Muhadremîn'in büyüklerindendi. Peygamber (s.a.v.)'i görmüş olduğu da söylenir. Peygamber (s.a.v.)'le aynı senede doğdu. Onunla beraber namaz kıldı. Sahih rivayete göre o, Peygamber (s.a.v.)'i görmemiştir. Başka bir rivayete göre o, Peygamber Efendimiz'den iki sene sonra doğmuştur. 120 yıl yaşamıştır. Bir gün dahi herhangi birşeye yasla­narak veya dayanarak yürüdüğü görülmedi. Vefat ettiği hicri seksen-birinci senede bakire bir kadınla evlendi. Ebu Ubeyd ile başkaları da böyle demişlerdir. Onun hicri seksenikinci senede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [3]

 

Abdullah B. Şeddad B. Had

 

Abid, zahid ve âlim bir kimseydi. Güzel tavsiyeleri ve sözleri var­dır. Sahabelerden ve bir grup tabiiden birkaç hadis rivayet etmiştir. [4]

 

Hz. Ali'nin Oğlu Muhammed

 

Ebu'1-Kasım ve Ebu Abdillah künyeleri ile çağrılırdı. İbn Hanefiy-ye adıyla tanınmıştır. Annesi Sindli siyahi bir kadın olup Beni Hanife kabilesindendi, ama asıl adı Havle idi.

Muhammed, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında doğdu. Muaviye'-nin ve Abdülmelik b. Mervan'ın ziyaretlerine gitti. Muhammed, Ce-mel savaşında Mervan'ı yere yıktı, göğsü üzerine çıkıp oturdu. Onu öldürmek istedi. Ancak Mervan, ona: «Allah aşkına beni öldürme.» dedi. Boyun eğip alçaldı. Muhammed de onu serbest bıraktı.

Abdülmelik, yanma gelen Muhammed'e Abdülmelik ona bu olayı hatırlatmış, o da: «Ey müminlerin emiri, beni affet.» deyince Abdül­melik, onu affetmiş ve ona bol miktarda armağan vermişti.

Muhammed, Kureyş'in önderlerinden ve meşhur bahadırların-dandı. Namlı ve güçlü bir kişiydi. İbn Zübeyr'e bey'at edildiğinde Mu­hammed, ona bey'at etmedi. Aralarında büyük kavgalar cereyan etti. Öyle ki, îbn Zübeyr, onu ve aile efradım öldürmeye kasdetti. Nitekim bu hususu önceki sayfalarda anlatmıştık. İbn Zübeyr öldürülüp Ab­dülmelik idareye hakim olduğunda ve İbn Ömer de ona bey'at ettiğin­de, Muhammed ,b. Hanefiyye de Abdülmelik'e tabi oldu. Ona bey'at etti. Bu senede, (hicretin seksenbirinci senesinde) Medine'ye geldi ve orada vefat etti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise Muhammed, hicretin sekseninci ya da seksenbirinci senesinde Medine'de vefat etmiş, Baki mezarlığına defnedilmiş tir.

Rafiziler, onun Radva dağında bulunduğunu, hayatta olup rızık-landmhnakta olduğunu ve gelişini beklemekte olduklarını iddia eder­ler. Küseyyir Azze, bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:

«Bilesiniz ki imamlar Kureyş'tendir. Bunlar hak ehli yöneticiler­dir ve sayılan dörttür.

Biri Ali, diğer üçü de onun oğullarıdır ki,

Bunlar, Rasûlullah'm torunlarıdır. Bu hususta gizlilik yoktur.

Bir torun, imanlı ve iyiliksever bir kimseydi.

Diğer torunu, Kerbela kaybetti.

Üçüncü toruna gelince, önlerinde sancak bulunan atlılar dönme­dikçe gözler onu göremeyecektir.»

ibn Zübeyr, İbn Hanefiyye'yi öldürmeye kasdettiğinde, kendisine yardıma gelmeleri için Ebu Tüfeyl Vasile b. Eska ile Küfe1 deki taraf­tarlarına bir mektup gönderdi. O zaman Kûfe'de vali olarak Muhtar b. Ubeydullah bulunuyordu. îbn Zübeyr, İbn Hanefiyye'nin ve aile ef­radının yakılmaları için kapılarının önüne odun yığmıştı. İbn Hane­fiyye'nin mektubu, Kûfe'deki Muhtara ulaşınca -zaten Muhtar, onun halifeliğini kabul etmeleri için insanlara çağrıda bulunuyor ve onu Mehdi olarak adlandırıyordu- Ebu Abdillah el-Cedelî komutasında 4.000 kişilik bir takviye kuvvetini İbn Hanefîyye'ye gönderdi. Bu tak­viye birlik, Haşimileri, İbn Zübeyr'in elinden kurtardı. İbn Abbas da onlarla birlikte Mekke'den çıktı, gidip Taif te vefat etti. İbn Hanefiy­ye, kendi taraftarları arasında kaldı.

ibn Zübeyr, onun Mekke'den çıkmasını emretti. Bunun üzerine o da sayıları 7.000 kadar olan adamlarıyla birlikte Mekke'den çıkıp

Şam yoluna koyuldu. Eyle'ye ulaştığında Abdülmelik, ona şöyle bir mektup gönderdi: «Ya bana bey'at edersin, ya da toprağımdan çıkar­sın.» İbn Hanefiyye de: «Adamlarıma eman vermen şartıyla sana bey'at ederim.» diye bir mektup gönderdi. Abdülmelik, bu şartı kabul etti. İbn Hanefiyye de kalkıp, Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra adamlarına şöyle bir hutbe irad etti:

«Kanlarınızın akmasını Önleyen ve dininizi muhafaza eden Al­lah'a hamdolsun. Sizden her kim kendi şehrine ve güven duyacağı ye­ri gitmek istiyorsa gidebilir.»

Adamları, onu bırakıp kendi beldelerine döndüler. Öyle ki, yanın­da sadece 700 kişi kaldı. O da umre ihramına girdi. Kurbanlıklarını işaretledi ve Mekke'ye doğru yöneldi. Harem'e girmek istediğinde İbn Zübeyr, ona atlılarını gönderdi. Harem'e girmesini menettirdi. İbn Hanefiyye de: «Biz savaşmak için gelmedik, bırak da umremizi ta-mamlıyahm. Sonra memleketinden çıkıp gidelim.» diye haber gönder­di, ama İbn Zübeyr, onun bu isteğini kabul etmedi. Yanında işaretle­diği kurbanlık develer vardı. Umreyi yapamadan Medine'ye döndü. Haccac'm Mekke'ye gelip İbn Zübeyr'i Öldürmesine kadar Medine'de ihramlı kaldı. O süre zarfında İbn Hanefiyye ihramını üzerinden çı­karmadı. Haccac, İbn Zübeyr'i öldürüp Mekke'den Irak'a gittiğinde İbn Hanefiyye de kalkıp Mekke'ye gitti ve birkaç sene sonra umresini tamamlamış oldu. Medine'de ihramlı kaldığı uzun seneler zarfinda ihramını çıkarmadığı için üzerinden bitler dökülüyordu. Umresini ta­mamladıktan sonra tekrar Medine'ye döndü ve vefat edinceye kadar orada kaldı.

Bir rivayete göre Haccac, İbn Zübeyr'i öldürdükten sonra İbn Ha­nefiyye'ye: «Allah'ın düşmanı İbn Zübeyr öldürüldü. Artık bey'at et.» diye haber gönderdi. İbn Hanefiyye de: «Herkes bey'at ettikten sonra ben bey'at ederim.» dedi. Haccac da: «Eğer bey'at etmezsen vallahi se­ni öldürürüm.» diye tehditte bulununca İbn Hanefiyye şu cevabı ver­di:

«Cenâb-ı Allah, her gün Levh-i Mahfuz'a 360 kez bakar. Her bakı­şında 360 hüküm verir. Umarım ki, o hükümlerden birini de benim lehimde verir ve beni senden kurtarır.»

Haccac, ibn Hanefiyye'nin bu cevabını bir mektupla Abdülmelik'e gönderdi. Abdülmelik de İbn Hanefiyye'nin bu cevabını beğenip tak­dir etti. Haccac'a: «Muhammed İbn Hanefiyye'nin muhalefet adamı olmadığını biliyoruz. Ona yumuşak davran. O bilahare sana gelecek ve bey'at edecektir.» diye mektup yazdı. Ayrıca Abdülmelik, kendisine karşı koyamayacağı büyük ordularla gelip savaşacağı tehdidinde bu­lunan Bizans hükümdarına da Muhammed b. Hanefiyye'nin Haccac'a gönderdiği ve yukarıda naklettiğimiz cevabını taklid ederek cevabî

bir mektup gönderdi. Bizans hükümdarı, bu cevabî mektubu okuyun­ca: «Bu, Abdülmelik'in sözü değildir. Bu söz, ancak peygamber aile­sinden çıkmıştır.» dedi.

Halk, Abdülmelik'e hep birlikte bey'at edince ibn Ömer, ibn Ha-nefiyve'ye: «Artık yapacak birşey kalmadı. Sen de bey'at et.» dedi. O da bey'at ettiğini bir mektupla Abdülmelik'e bildirdi. Daha sonra da

ziyaretine gitti.                           

İbn Hanefiyye, hicretin seksenbırmcı senesinde altmışbeş yaşın­da iken Medine'de muharrem ayında vefat etti. Her biri ayrı bir karı­sından doğan şu çocukları vardı: Abdullah, Hamza, Ali, Cafer el-Ek-ber  Hasan, İbrahim, Kasım, Abdurrahman, Cafer el-Asgar, Avn ve

Rukiyye.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Onun taraftarları, vefat etmediğini id­dia ederler. Şair Seyyid, onun hakkında şöyle bir şiir söylemiştir:

«Baka... Vasiye de ki: Canım sana feda olsun,

Şu Radva dağında ikametini uzattın.

Seni veli bilen, sana halife ve imam adım veren toplumumuza ar­tık zarar verdin.

Aralarında altmış sene yaşadığın yeryüzü halkı artık sana dön­düler.

İbn Havle (Muhammed b. Hanefiyye) ölüm şerbetini tatmadı.

Toprak onun kemiklerini örtmedi.

Radva boğazında ağaçlıklı bir yerde kaldı.

Melekler onunla sohbet ederler.

Onun doğru sözleri vardır.

Meclisinde değerli ve şerefli kimselerle konuşur.

Allah, bizi hidayete erdirdi, siz onun tamamlamasını bekleyendir işi sakladınız.

Onun nuru tamamdır. Onun hidayet rehberi Mehdi'dir.

Nihayet onun sancaklarının düzenli bir şekilde peşpeşe gelmekte olduklarını göreceksiniz.»

Aralarında Hasan b. Muhammed el-Askerî'nin de bulunduğu baş­ka bir grup gibi, Rafızilerden bir grup da onun imamlığını iddia et­mekte olup ahir zamanda ortaya çıkmasını beklemektedirler. Bunla­rın iddiasına göre Muhammed b. Hanefiyye, Samarra'daki yeraltı mağarasından yeryüzüne çıkacaktır. Bu, onların hurafelerinden, saç­malıklarından, cahilliklerinden, sapıklık ve b atıllıkların dan bir ör­nektir. Yeri gelince bunu inşaallah daha teferruatlı bir şekilde anla­tacağız. [5]

 

Hicretin Seksenıkınci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında İbn Eş'as ile Haccac arasında Zavi­ye savaşı meydana geldi. Bu, Iraklıların Şamlılara karşı ilk zaferi ol­du. Bundan bir gün sonra Süfyan b. Ebred adındaki Şamlı komutan­lardan biri, İbn Eş'as'm sağ cenahına saldırdı. Orayı bozguna uğrattı ve İbn Eş'as'ın adamlarından birçok abid adamı öldürdü. Bunun üze­rine Haccac diz üstü çömeldikten sonra Allah'a secde etti. Kılıcını te­mizledi. Mus'ab b. Zübeyr'in ölümüne acıdı ve: «Ne kadar da âlicenâb bir adammış, kendini tuttu, nihayet ölüme attı.» dedi. İbn Eş'as'm öl­dürülen adamları arasında Ebu Tüfeyl b. Amir b. Vasile el-Leysî de vardı. Adamları firar ettiklerinde İbn Eş'as, yanında kalan ve kendi­sine tabi olan Basralılarla birlikte geri döndü. Kûfe'ye girdi. Basralı-lar, Abdurrahman b. Ayyaş b. Rebia b. Haris b. Abdülmuttalib'e yö­neldiler. Ona bey'at ettiler. Haccac, beş gece boyunda şiddetlice çar­pıştı. Sonra dönüp İbn Eş'as'a ulaştı. Basralılardan bir grup da ona tabi oldu. Haccac, Basra'da Eyyüb b. Hakem b. Ebi Ukayl'i naib ola­rak bıraktı. İbn Eş'as Kûfe'ye girdi. Kûfeliler, Haccac ile Abdülmelik b. Mervan'ın görevden alınması hususunda ona bey'at ettiler. Öyle ki, İbn Eş'as'a tabi olan insanların sayısı bir çığ gibi çoğaldı.

Vakidî dedi ki: Haccac'ın ve İbn Eş'as'm orduları Zaviye'de karşı karşıya geldiklerinde Haccac'ın askerleri, peşpeşe hamleler yaptılar. Bu sırada İbn Eş'as'm ordusunda, başlarında Cebele b. Zahr'm da bu­lunduğu bir âlimler grubu: «Ey İnsanlar, sizlerden herhangi birinizin cepheden firar etmesi kadar çirkin bir durum yoktur. Dininiz ve dün­yanız uğrunda savaşın.» diye seslendiler. Said b. Cübeyr de buna ben­zer sözler söyledi.

Şa'bî de şöyle dedi: «Zalimlikleri, zayıfları horlamaları ve namazı öldürmeleri nedeniyle onlarla savaşın!» Sonra âlimler grubu, Hac­cac'ın ordusuna şiddetli bir hamle yaptılar. Haccac'ın askerleri kork­tular ve geri döndüler. Âlimler grubunun başında Cebele b. Zahr var­dı. Fakat o düşüp öldü. Bu durum onları sarstı. Bunun üzerine Hac­cac'ın askerleri, âlimler grubuna şöyle seslendiler: «Ey Allah'ın düş­manları! Sizin azgınınızı öldürdük!»

Daha sonra Haccac ordusunun süvari komutam Süfyan b. Ebred, Ibn Eş'as ordusunun Ebred b. Mürre et-Temimî komutasındaki sol cenahına hamle yaptı. Haccac'm askerleri bu hamleyi başaramadılar. Uzun süre savaşamadan bozguna uğradılar. İnsanlar, onların bu du­rumlarını kınadılar. îbn Eş'as ordusunun sol cenah komutanı Ebred, cepheden firar etmeyen kahraman bir askerdi. Onun korktuğunu sanmışlardı. O da karşı tarafın saflarını bozguna uğrattı. İnsanlar birbirlerine girdiler. İbn Eş'as, adamlarını savaşa teşvik ediyordu.

Onların kendisini desteklediğini görünce kendisine tabi olan kimsele­ri yanına alarak Kûfe'ye gitti. Kûfeliler, ona bey'at ettiler. Sonra hicri seksenikinci senenin şaban ayında Deyrü'l-Cemacim savaşı oldu. [6]

 

Deyrü'l-Cemacim Savaşı .

 

Vakidî dedi ki: İbn Eş'as, Kûfe'ye yöneldiğinde halk şehirden çı­kıp onu karşıladı, etrafım çevreledi. O da onların Önü sıra şehire gir­di Yalnız Haccac'm naibi Matar b. Naciye uğruna onunla savaşmak isteyen küçük bir grup direndi. Fakat ona birşey yapamadılar. Şehire girişim engelleyemediler. İbn Eş'as ve adamları, hükümet konağına yöneldiler. İbn Eş'as oraya varınca hükümet konağının balkonlarına merdiven diktirdi, içeri girdi. Matar b. Naciye'yi aşağı indirdi. Onu öldürmek isteyince Matar: «Beni hayatta bırak, ben senin atlıların­dan daha iyiyim.» dedi. îbn Eş'as onu hapsetti, sonra huzuruna çağır­dı ve serbest bıraktı. Matar da ona bey'at etti. Böylece Küfe yönetimi tamamen îbn Eş'as'm eline geçmiş oldu. Basralılardan gelenler de onun maiyetine katıldılar. Ona gelenler arasında Abdurrahman b. Abbas b. Rebia b. Abdülmuttalib de vardı. Her taraftan askerler top­landı, silahlı adamlar temin edildi. Sınırlar muhafaza altına alındı. Yollara ve geçitlere askerler konuldu. Sonra Haccac, beraberindeki Şamlı askerlerle Basra'dan karayoluyla harekete geçti. Kadisiye ile Azip arasına geldiğinde İbn Eş'as, büyük bir süvari birliği ile Abdur­rahman b. Abbas'ı ona karşı gönderdi. Abdurrahman b. Abbas komu­tasındaki süvariler, Haccac'ın Kadisiye'ye girmesine engel oldular. Bunun üzerine Haccac, yoluna devam etti. Deyrkare'ye vardı, orada konakladı. İbn Eş'as da beraberindeki Basralı ve Kûfeli askerlerle yo­la çıktı. Nihayet gidip Deyrü'l-Cemacim'de konakladı. Yanında çok sayıda asker vardı. Adamları arasında abid, nasik ve salih birçok kimse de vardı. Bundan sonra Haccac şöyle diyordu: «Allah, Ibn Eş'-as'ı kahretsin. O, benim Deyrkare'ye ordugah kurduğumu görmedi mi ki, o esnada kendisi kuşları uçuruyordu ve o esnada kendisi de Dey­rü'l-Cemacim'e ordugah kurdu.»

İbn Eş'as'm yanında maaşh 1.000 savaşçı toplanmıştı. Onlarla beraber 1.000 de köle vardı. O esnada Haccac'a da Şam'dan birçok takviye kuvvetler geldi. Her iki taraf kendi ordugahlarının çevresine hendek kazdırdılar ki, düşman tarafı onlara ulaşamasın. Bundan ay­rı olarak iki taraftan da her gün bazı kimseler karşı karşıya gelip gö­ğüs göğüse şiddetlice savaşıyorlardı. Öyle ki, askerlerin reislerinden Kureyşli ve diğer kabilelere mensup bazı adamlar öldürüldüler. Bu durum uzun süre devam etti. Şura ehli komutanlar, Abdülmelik b. Mervan'ın yanında toplanarak ona şöyle dediler: «Eğer Haccac'ı görevden alman Iraklıları memnun edecekse bunu yap. Zira Haccac'ı görevden alman, onlarla savaşmandan ve kanlarını akıtmandan daha kolaydır.»

Bunun üzerine Abdülnıelik, kardeşi Muhammed b. Mervan ile oğ­lu Abdullah'ı yanına çağırdı. Bu ikisinin beraberinde çok sayıda as­ker vardı. Bunlarla birlikte Iraklılara şu mealde bir mektup gönder­di: «Eğer Haccac'ı görevden almam sizi benden memnun kılacaksa bi­lin ki, onu görevden azlettim ve Şamlılara verdiğim kadar size de ma­aş vereceğim. İbn Eş'as da kendisine bir belde seçsin, ben ve o yaşadı­ğımız sürece orada vali olsun. Irak valiliğine de Muhammed b. Mer-van'ı tayin edeyim. Ama Iraklılar bu teklifimi kabul etmezlerse, Hac-cac eski görevinin başında kalacak ve savaş komutanlığına da baka­caktır. Muhammed b. Mervan ile Abdullah b. Abdülmelik de Hac-cac'ın emri altında olup ona itaat eden kimselerdir. Savaşta ve diğer hususlarda onun görüşü dışına çıkmazlar.»

Haccac, Abdülmelik'in, kendisini razı oldukları takdirde azledece­ğine dair Iraklılara gönderdiği mektuptan haberdar olunca çok üzül­dü ve bu durum onun ağrına gitti. Mesele, onun gözünde gerçekten büyüdü, bunun üzerine Abdülmelik'e şöyle bir mektup yazdı: «Ey mü'minlerin emiri! Allah'a yemin ederim ki, Iraklıları memnun et­mek amacıyla beni görevden alacak olursan çok geçmeden onlar sana muhalefet edecekler, senin üzerine yürüyecekler ve sana karşı daha da cüretleneceklerdir. Ester en-Nehaî komutasında Iraklıların Hz. Osman'a karşı nasıl hücuma geçtiklerini görmedin ve işitmedin mi? Hz. Osman, onlara: "Ne istiyorsunuz?" diye sorduğunda onlar: "Said b. As'ı azletmeni istiyoruz." diye cevap vermişlerdi. Hz. Osman, Said b. As'ı görevden azledince aradan bir yıl geçmeden Iraklılar, onun üzerine hücuma geçtiler ve onu öldürdüler. Bu böyle olmadı mı? De­mire karşı ancak demirle karşı konulur ve başarı ancak böyle elde edilir. Sahib olduğun görüş hususunda Allah yardımcın olsun vesse­lam.»

Abdülmelik, görüşünden vazgeçmedi. Iraklılara mezkur teklifi iletmekte ısrar etti. Bunun üzerine Abdullah ile Muhammed kalkıp Iraklıların tarafına gittiler ve Abdullah, onlara şöyle seslendi:

«Ey Iraklılar! Ben, mü'minlerin emiri Abdülmelik b. Mervan'ın oğlu Abdullah'ım! Babam size şu ve şu tekliflerde bulunuyor.» Babası Abdülmelik'in tekliflerini onlara nakletti.

Muhammed b. Mervan da kalkıp onlara şöyle seslendi: «Ben, mü'minlerin emiri ve kardeşim Abdülmelik'in söze gönderdiği elçisi­yim. Size şu ve şu tekliflerde bulunuyor.»

Iraklılar da: «Yarın sabah bu teklifleri kendi aramızda görüşece­ğiz ve kararımızı yarın akşam size bildireceğiz.» diye cevap verdiler.

Sonra yerlerine döndüler. Bütün komutanlar, İbn Eş'as'm meclisinde toplandılar. İbn Eş'as, kalkıp onlara bir nutuk irad etti ve Abdülme­lik'in Haccac'ı azletme yolundaki teklifini kabul etmeleri için çağrıda bulundu. Bağışların ve maaşların verilmesini, Muhammed b. Mer­van'ın da Haccac'ın yerine Irak'a vali olarak atanacağı teklifini kabul etmelerini istedi. Ancak her taraftan insanlar, bu tekliflere karşı çık­tılar ve: «Vallahi biz bunları kabul etmeyiz. Biz onlardan sayı ve teç­hizat bakımından üstünüz. Onlar, sıkıntılı bir duruma düşmüşlerdir. Onlar bizleri kendilerine hakem tayin ediyorlar ve bize boyun eğip alçalıyorlar. Vallahi biz, onların bu tekliflerini asla kabul etmeyece­ğiz » dediler, sonra Abdülmelik ile naibi Haccac'ı görevden alma hu­susundaki bey'atlarmı ikinci bir kez yenilediler ve bu hususta hepsi ittifak ettiler.

Iraklıların bu haberi, Abdülmelik'in oğlu Abdullah ile Abdülme­lik'in kardeşi Muhammed'e ulaşınca, ikisi gidip Haccac'a şöyle dedi­ler: «Artık Iraklılara ne yapmak gerektiğini sen bilirsin. Biz senin emrin ve itaatindeyiz. Nitekim mü'minlerin emiri de bize böyle emir vermişti.»

Abdullah ile amcası Muhammed, Haccac'ın huzuruna vardıkla­rında ona komutanlık selamım verdiler. O da bu şekilde onların sela­mına karşılık verdi. Haccac, savaş idaresini ve tedbirini üstlendi. Ni­tekim daha önce de bu görevi yürütmekteydi. O esnada her iki taraf savaşmak üzere ilerlediler. Haccac, ordusunun sağ cenahına Abdur-rahman b. Süleyman'ı, sol cenahına Ammare b. Temim el-L'ahmî'yi, süvari birliğinin başına Süfyan b. Ebred'i, piyade birliğinin başına da Abdurrahman b. Habib el-Hakemî'yi komutan olarak tayin etti.

İbn Eş'as da kendi ordusunun sağ cenahına Haccac b. Harise el-Cüşemî'yi, sol cenahına Ebred b. Kurra et-Temimî'yi, süvarilerin ba­şına Abdurrahman b. Ayyaş b. Ebi Rebia'yı, piyadelerin başına Mu­hammed b. Sa'd b. Ebi Vakkas ez-Zührî'yi, âlimler grubunun başına da Cebele b. Zahr b. Kays el-Cufî'yi tayin etti. Âlimler grubunda Said b. Cübeyr, Amir eş-Şa'bî, Abdurrahman b. Ebi Leyla, bahadır bir adam olan yaşlı olduğu halde öldürücü bir güce sahip olan Kümeyi b. Ziyad, Ebu'l-Bahterî et-Taî ve diğerleri de Vardı. Bunlar, her gün sa­vaşıyorlardı. Iraklılara çeşitli mıntıkalardan erzak, yiyecek ve hay­van yemi geliyordu. Haccac'la beraber bulunan Şamlılara gelince on­lar, erzak sıkıntısı ve yiyecek kıtlığı çekiyorlardı. Etten tamamıyla yoksun kalmışlardı, et bulamıyorlardı. Bu süre zarfında tümüyle sa­vaş cereyan etti. Onlar bu haldeyken ve her gün ya da gün aşırı çar­pışmalar cereyan etmekte iken hicretin seksenikinci senesi sona erdi. Bu çarpışma günlerinin çoğunda Iraklılar, Şamlılara karşı üstünlük elde ediyorlardı. Haccac'ın adamlarından Ziyad b. Ganem de öldürülmüştü. 4.000 adamın komutanı Baştanı b. Maskala da askerlerinin kılıçlarının kınlarını kırmış ve onların kendilerini ölüme atmalarını istemişti. Bastam b. Maskala ve askerleri, İbn Eş'as'ın adamlarıydı­lar. [7]

 

Hicretin Seksenikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Mühelleb B. Ebi Süfra

 

Bu senede Mühelleb b. Ebi Süfra vefat etti. Bu Mühelleb b. Ebi Süfra, zalim Ebu Said el-Ezdî'dir. Basralıların önde gelen eşrafından, dahilerinden, cömert ve âlicenâb adamlarındandı. Mekke fethi sene­sinde doğdu. Amman ile Bahreyn arasında bir yerde kavmi ile yaşar­dı, kavmi İslâm'dan irtidat etti. İkrime b. Ebi Cehil onlarla savaştı ve onlara karşı muzaffer oldu. Aralarında bulûğa ermemiş bir delikanlı olan İbn Mühelleb'in de bulunduğu bir grubu Hz. Ebu Bekir'e gönder­di. Mühelleb, daha sonra Basra'ya yerleşti. Muaviye zamanında hic­retin kırkdördüncü senesinde Hindistan'a gazaya gitti. Hicretin alt-mışsekizinci senesinde İbn Zübeyr tarafından Cezire valiliğine atan­dı. Daha sonra Haccac devletinin ilk zamanlarında Haricilerle savaş­tı. Bir savaşta onlardan 4.800 adam öldürdü. Böylece Haccac'ın ya­nında itibar ve makamı yükseldi. Faziletli, cesaretli, cömert bir adam olup övülmeyi severdi. Güzel sözleri vardı. Bunlardan biri şudur:

«Cömertlik, ne güzel bir huydur. Şerefli kimsenin ayıplarını ör­ter. Alçak kimsenin hafifliğine eklenir. İçinde zühd olunan şeyi sevdi­rir.»

Bir başka sözü de şudur: «Kişideki iki huy çok hoşuma gider. Şöy­le ki: Aklının dilinden daha fazla olmasını görmek çok hoşuma gider. Ama dilinin aklından daha fazla olmasını görmek istemem.»

Mühelleb, bu sene yetmişaltı yaşında Merviruz'da gaza yaparken vefat etti. Allah ona rahmet etsin. On çocuğu vardı: Yezid, Ziyad, Mu-faddal, Müdrik, Habib, Muğire, Kabise, Muhammed, Hind ve Fatma.

Mühelleb, bu senenin zilhicce ayında vefat etti. Yürekli ve baha­dır kimselerdendi. Övgüye layık çok hareketleri vardı. Türkler, Azari-ka ve diğer Harici grublanyla meşhur gazaları olmuştu. Kendisinden sonra Horasan valiliğine Yezid b. Mühelleb'i teklif etmiş, Haccac ve Abdühnelik b. Mervan da onun bu teklifini kabul etmişlerdi. [8]

 

Esma B. Harice El-Fezari El-Kûfî

 

Övgüye layık, cömert bir adamdı. Anlatıldığına göre o, günün birinde kapısının önünde bir gencin oturmakta olduğunu görmüş, gen­ce kapı önünde niçin oturduğunu sorunca genç: «Anlatamayacağım bir ihtiyacım var, onun için burada oturuyorum.» demiş; Esma, ısrar edince genç adam, ihtiyacını şöyle anlatmıştı: «Buraya bir cariyenin girdiğini gördüm. Onun kadar güzel başka bir kadın görmüş değilim, kalbim ona tutuldu.»

Esma, gencin elinden tuttu. Onu içeri aldı, içerideki bütün cariye­leri ona gösterdi. Genç, aşık olduğu cariyeyi görünce: «İşte budur!» dedi. Esma da gence: «Dışarı çık ve kapı Önünde oturduğun ilk yere otur beni bekle.» dedi. Genç, dışarı çıktı. Tekrar kapı önünde, eski yerine oturdu. Bir süre sonra Esma, cariye ile birlikte kapı önüne çık­tı. Cariyeye çeşitli giysiler giydirmiş ve türlü zinetler takmıştı. Gence şöyle dedi: «içerideyken bana gösterdiğin anda bu cariyeyi sana ver­mek isterdim. Ancak cariye benim değildi. Kız kardeşimindi, o da cimridir. Bu cariyeyi vermek istemiyordu. Ben de senin için 3.000 dir­heme bunu ondan satın aldım ve bu elbiseleri giydirdim. Üzerindeki elbise ve zinetlerle birlikte cariye artık senindir.» Genç de cariyeyi alıp götürdü.

 

Muğire B. Mühelleb

 

Muğire b. Mühelleb b. Ebi Süfra, cömert bir kimseydi, övülürdü. Cesaretliydi. Meşhur birçok hadiseleri olmuştur. [9]

 

Haris B. Abdullah

 

Haris b. Abdullah b. Rebia el-Mahzumî. Kubba lakabıyla tanınır­dı, îbn Zübeyr tarafından Basra valiliğine tayin edildi. [10]

 

Muhammed B. Üsame

 

Sahabe oğullarının en faziletlilerinden ve en akıllılarmdandı. Me­dine'de vefat etti. Baki mezarlığına defnedildi. [11]

 

Abdullah B. Ebi Talha B. Ebi'l-Esved

 

Fakih İshak'm babasıdır. Kardeşinin vefat gecesinde annesi Üm-mü Süleym, ona hamile kalmıştı. Bunun üzerine sabahleyin babası Ebu Talha gidip durumu Peygamber (s.a.v.)'e anlatmış, o da ona şöyle demişti: «Bu gece gerdeğe girdiğinizde Allah size bereket nasib etsin.»

Abdullah doğunca, Peygamber (s.a.v.), eliyle onun ağzına hurma sürdü. [12]

 

Abdullah B. Ka'b B. Malik

 

Ka'b, vefat ettiği zaman bu ona güdücülük yapmıştı. Hadis riva­yetleri vardır. Hicretin seksenikinci senesinde Medine'de vefat etti. [13]

 

Affan B. Veheb

 

Affan b. Veheb Ebu Eymen el-Holanî el-Mısrî. Hadis rivayet eden sahabelerdendir. Mağrib ülkesine gazaya gitmiş, Mısır'a yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. [14]

 

Cemil B. Abdullah

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Cemil b. Abdullah b. Muammer b. Sabah b. Zibyan b. Hazen b. Rebia b. Haram b. Dabbe b. Ubeyd b. Ke­sir b. Özre b. Sa'd b. Hüzeym b. Zeyd b. Leys b. Serhed b. Eşlem b. el-Haf b. Kudae. Künyesi, Ebu Amr eş-Şair'dir. Besine'nin kocasıdır. Be­sine, başlangıçta kendisine talip olan kocası ile evlenmek istememiş­ti. O da Besine için gazeller yazmış ve bu gazelleri ile meşhur olmuş­tu. Arap aşıklarmdandı. Vâdi'l-Kurâ'da vefat etmiştir. İffetli, utan­gaç, dindar bir şairdir.

Zamanındaki şairlerin en fesahatlılarındandır. Küseyir Azze, on­dan şiirler rivayet etmiştir. O da Hedbe b. Hasrem ve Hatie tariki ile Züheyr b. Ebi Selma'dan ve Züheyr'in oğlu Ka'b'dan şiirler nakletmiş-tir. Küseyyir Azze'nin ifadesine göre Cemil b. Abdullah, Arap şairleri­nin en güzelidir. Cemil b. Abdullah'ın şiirlerinden bazı örnekler suna­cağız:

«Bana anlattığınıza göre Teyma, Leyla'nın menzilidir. Yaz mevsimi geldiğinde Leyla orada kalır. İşte şu yaz ayları da bizden uzaklaştı. Uzaklık için Leyla'ya bazı sözler atarsın.»

«Ey Besine, sana o kadar tutuldum ki,

Eğer aşkından ötürü güvercinlerin bana ağlamasını isteseydim, ağlarlardı.

Aradaki dedikoducular, sana olan aşkımı artırdılar.

Senden vazgeçmemin gerektiğini söyleyenlerin çokluğu ise, sana olan aşkımı devam ettirdi.

Bizi birbirimizden ayıran uzaklık beni avutmadı.

Bir araya gelişimizin uzun sürmesi de bizi birbirimizle konuştur­madı.

Ey tükürüğü tatlı olan Besine,

Seni görmediğim zaman susuyorum, boğazım kuruyor. Korkarım ki, sana olan ihtiyacım giderilmeden, Ölümle ansızın karşılaşırım.»

«Ben gıyabınızda aleyhinizde konuşmam,

İyiliğim varsa ve bunu biliyorsan, anlatman hoşuma gider.»

«Ey Besine, senin bana verdiğin söz,

Yağmur yağdırmayan bir buluttan çıkan şimşek gibidir.» .

Cemil b. Abdullah'a ait olup ayrıca Amr b. Ebi Rebia'ya da ait ol­duğu söylenen bir şiir de şudur:

«Senin kabileni aramaya devam ettim ki, onlara tabi olayım, Nihayet sende bana Hevdec kabilesinin beslemesini "gönderdin. Onun evine gizlice girmek için yaklaştım, Nihayet gizlice bir gedikten içeri girdim.»

«Besine dedi ki: Kardeşimin yaşamına, babamın nimetine yemin

ederim ki,

Eğer evden çıkmazsan kabileyi uyandırırım.

Elini başıma uzattı ki, dokunarak kına yakılı yerleri bilsin. Ama saçlarımı tutmasın.

Ailesinden gizlice evden çıktığında gülümsedi.

Ben de onun yemininin zorlayıcı olmadığını anladım.

Saçlarından tutarak dudaklarını öptüm,

Kar gibi soğuk tükürüğünü tattım.»

Küseyyir Azze dedi ki: Besine'nin aşığı Cemil ile karşılaştım, ba­na dedi ki:

- Nereden geliyorsun?

- Şu sevgilinin yanından geliyorum.

- Nereye gidiyorsun?

- Şu sevgilinin (yani Azze'nin) yanına gidiyorum.

- Sana yemin veriyorum ki, Besine'nin yanına döndüğünde be­nim için ondan bir randevu al. Çünkü yaz başından beri onu görmüş değilim. En son onunla Vadi'l-Kurâ'da görüşmüştüm. O zaman o, an­nesiyle birlikte çamaşır yıkıyordu. Gün batınıma kadar sohbet etmiş­tik.» '

Küseyyir dedi ki: Ben de döndüm. Besine'nin evinin önünde deve­mi çöktürdüm. Besine'nin babası bana sordu:

- Niçin geri döndün ey kardeşimin oğlu?

- Bazı beyitler söylemiştim. Şimdi onları sana da okumak için döndüm.

- Neymiş bakalım o beyitlerin?

Ben de beyitleri ona okumaya başladım. Besine de perde arkasın­da beyitlerimi dinliyordu:

«Ona dedim ki, ey Azze; arkadaşım beni sana gönderdi.

Ben elçiyim, elçi kendisine güvenilen bir vekildir,

Aramızda kalacak şekilde onunla görüşmek üzere bir randevu ver.

Ne yapmam gerektiğini de bana söyle.

Son olarak Vadi'd-dum'un aşağısında seninle karşılaştığımda ça­maşır yıkanıyordu.»

Gece olunca Besine, görüşme yeri olarak belirlediği mekana geldi. Cemil de geldi, ben de yanlarındaydım. O geceden daha güzel ve hoş sohbetli başka bir gece görmedim. Meclis dağıldığında aşıklardan hangisinin, diğerinin gönlünde kendisi için beslenen duyguları daha iyi anladığını bilemedim.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Abbas b. Sehl es-Saidî, ölmek üzere o-lan Cemal b. Abdullah'ın yanına gitti. Cemil, ona şöyle sordu:

- Asla içki içmemiş, zina etmemiş, hırsızlık yapmamış, kimseyi öldürmemiş olup Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahadet getiren bir adam hakkında sen ne dersin?

- Öyle sanıyorum ki, böyle bir adam kurtulmuştur. Cennetlik ola-cağını umarım. Sözünü ettiğin bu adam kimdir?

- Benim.

- Allah Allah! Yirmi seneden beri senin hep kadınlarla gençlik hayatı yaşadığını sanıyorum.

- Eğer böyle yapmış isem, Muhammed (s.a.v.)'in şefaatine nail ol­mayayım! Ben ahiret günlerinin ilkinde ve dünya günlerinin sonunda bulunuyorum. Eğer haram yolla bir kadına elimi dokundurmuş sam, Muhammed (s.a.v.) bana şefaat etmesin.

Abbas b. Sehl diyor ki: Biz oradan ayrılmadan Cemil b. Abdullah vefat etti.»

Ben derim ki: Cemil b. Abdullah, Mısır'da vefat etti. Çünkü o, Ab-dülaziz b. Mervan'm yanına gelmiş. Abdülaziz, ona ikramda bulun­muş ve onun Besine'yi ne kadar sevdiğini sorunca, «Onu şiddetli bir sevgiyle seviyorum.» diye cevap vermişti. Abdülaziz, ondan bazı şiir ve methiyeler okumasını istemiş, o da okumuş ve kendisi ile Besine'yi buluşturup bir araya getirmesini istemişti. Ancak hicretin seksenikinci senesinde ölüm tez davranarak bu buluşmaya firsat vermemişti. Allah ona rahmet etsin.

Asmaî'nin bir adamdan naklen anlattığına göre Cemil, adamın birisine şöyle bir soru sormuş:

- Şu mektubumu Besine'nin kabilesine ulaştırır mısın? Eğer bu­nu yaparsan yanımda ne varsa senin olsun.

- Olur, yaparım.

- Ben öldüğüm zaman şu dişi deveme bin, şu elbisemi giyin ve şu

beyitlerimi oku:

«Ey Besine; kalk, ağlayıp feryad-ü figan et.

Diğer bütün dostlarını bırak da sadece bir dostuna ağla.»

Adam, Besine'nin kabilesine ulaştığında Cemil'in kendisine oku­masını vasiyyet ettiği beyitleri okumaya başladı. Besine, evden çıktı. O adama doğru ilerledi. Cennet'te dolaşan bir dolunay gibiydi. Abası içinde salınarak geliyordu. Adama şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana! Eğer doğru söylüyorsan beni öldürdün. E-ğer yalan söylüyorsan beni rezil rüsvay ettin.

- Hayır, vallahi doğru söylüyorum. İşte üzerimdeki şu elbise Ce­mil'in elbisesidir. Sırtına bindiğim şu deve de onun devesidir.

Besine, işin gerçek olduğunu anlayınca Cemil'e üzüldüğünü be­yan etti ve ona şu âğıdı yaktı:

«Ey Cemil, senden sonra artık yaşamak bana hoş değildir. Seni yitirdikten sonra yaşamakta artık hayır yoktur.»

Besine, böyle dedikten sonra o saatte öldü.

Adam diyor ki: «O günden sonra Besine kadar çok ağlayan bir er­kek veya kadın görmedim.»

Ibn Asakir'in rivayetine göre Cemil b. Abdullah'a Şam'da iken şöyle denilmiş: Keşke şiiri bıraksan ve Kur'ân'ı ezberlesen. Enes b. Malik, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu bana nakletmiştir: «Doğrusu, şiirin bir kısmı hikmettir.» [15]

 

Ömer B. Ubeydullah

 

Ömer b. Ubeydullah b. Muammer b. Osman Ebu Hafs el-Kureşi et-Temimî. Cömert ve şerefli bir kimse olup hatırı sayılır komutanlar­dandı. Onun vasıtasıyla birçok beldeler fethedildi. İbn Zübeyr tarafın­dan Basra'ya tayin edilmiş bir vali idi. Abdullah b. Hazim'le birlikte Kabil'i de fethetti. Kutri b. Fücae'yi öldüren odur. İbn Ömer'den, Cabir'den, Atâ b. Ebi Rebah'tan, İbn Avn'dan hadis rivayet etti. Abdül-melik'in ziyaretine geldi. Hicretin seksenikinci senesinde Dımışk'ta vefat etti. Medainî böyle demiştir.

Anlatıldığına göre adamın birisi, güzel Kur'ân okuyan, güzel şiir okuyan, daha başka güzel şeyler yapan bir cariye satın aldı. Bu cari­yeyi çok sevdi. Ancak bütün malını vererek bu cariyeyi satın alabildi. Sonunda iflas etti. Cariyeden başka bir malı kalmadı. Cariye, ona de­di ki: «İflas ettiğini görüyorum. Eğer beni satsan ve paramla yarar-lansan durumun düzelir.» Bunun üzerine adam, o cariyeyi Basra vali­si Ömer b. Ubeydullah'a 100.000 dirheme sattı. Parayı aldığında sat­tığına pişman oldu. Cariyenin kendisi de satıldığına pişman oldu. Kendisini Ömer b. Ubeydullah'a satan efendisine şu beyitlerle tarizde bulundu:

«Aldığın para sana mübarek olsun, Benim avucumda sadece tefekkürüm kaldı. Yaşam sıkıntısında bulunan nefsime diyorum ki: İster çok mala sahib ol, ister az mala sahib ol. İşte karışıklık orta­ya çıktı.

Eğer bu işten kurtulmanın bir çaresini bulamıyorsan, O zaman sabretmek gerekir. Sen de sabret ey nefsim!»

Kendisini satan efendisi de cariyeye şöyle cevap verdi:

«Eğer zaman beni senden ayırıp çökertmeseydi,

Ölümden başka bizi birbirimizden ayıran birşey olmazdı. Ama sen sabret.

Senden ayrıldığımdan ötürü acılı bir üzüntüye maruz kaldım.

Bu üzüntüyle, uzun uzadıya düşünen bir kalb ile fisıldaşıyorum.

Sana selam olsun, artık aramızda ziyaretleşme ve buluşma.

Ancak Ömer b. Ubeydullah isterse olacaktır, başka da olmaya­caktır.»

Ömer b. Ubeydullah, bunların karşılıklı olarak okudukları şiirleri işitince gençlik günlerindeki aşklarını hatırladı ve: «Vallahi sevgilile­ri birbirinden asla ayırmayacağım.» dedi. Sonra cariyenin efendisine hem 100.000 dirhemi, hem de cariyeyi verdi. Çünkü ikisinin ayrılık­tan ötürü acı çektiklerini görmüştü. Adam da hem cariyeyi, hem pa­rayı alıp oradan gitti.

Sözünü ettiğimiz bu Ömer b. Ubeydullah b. Muammer, Şam'da veba salgınından öldü. Namazını Abdülmelik b. Mervan kıldırdı. Ce­nazesini teşyi etti. Defni esnasında hazif bulundu, ölümünden sonra da onu övdü.

Ömer b. Ubeydullah'm Talha adında bir oğlu vardı. Talha da Ku-

reyş'in önderlerindendi. Fatma binti Kasım b. Muhammed b. Cafer'le evlendi. Fatınıa için 40.000 dinar mehir verdi. Bu evlilikten İbrahim ve Remle doğdu. Remle, İsmail b. Ali b. Abdullah b. Abbas'la evlendi. Remle'ye 100.000 dinar mehir verildi. Allah onlara rahmet etsin. [16]

 

Kümeyl B. Ziyad

 

Kümeyi b. Ziyad b. Nüheyk b. Haysem en-Nehai el-Kûiî. Hz. Ömer'den, Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den, İbn Mesud ve Ebu Hürey-re'den hadis rivayet etti. Hz. AH ile birlikte Sıffin savaşma katıldı. Öl­dürücü, cesur, kahraman, zühd ve ibadet sahibi bir kimseydi. Haccac, onu bu senede Öldürdü. 100 yıl yaşadı. Haccac, onu önünde tutup öl­dürdü. Haccac'm ondan intikam almasının sebebi şuydu: Kümeyi, kendisini tokatlamış olduğundan ötürü Hz. Osman'dan kısas talebin­de bulunmuş, ancak Hz. Osman, ona bu imkanı tanıyınca Kümeyi onu affetmişti. Bu sebepten dolayıdır ki Haccac, Kümeyl'e şöyle de­mişti: «Senin gibi biri mü'minlerin emirinden nasıl olur da kısas tale­binde bulunur?» Böyle dedikten sonra emir vermiş ve boynunu vur-

durmuştu.

Dediler ki: O esnada Haccac, Hz. Ali'nin aleyhinde konuşmuş ama Kümeyi, Hz. Ali'ye salat getirmiş ve rahmet dilemişti. Haccac da ona şöyle demişti: «Allah'a yemin ederim ki, senin Ali'ye olan sevgin­den daha çok ona öfke duyan birini senin üzerine göndereceğim.» Böy­le dedikten sonra Haccac, ona Humuslulardan İbn Edhem'i gönderdi. Ebu Cehm b. Kinane'yi de gönderdiği söylenir. Haccac'm gönderdiği adam, Kümeyl'in boynunu vurdu.

Tabiilerden birçok cemaatlar Kümeyl'den rivayetlerde bulunmuş­lardır. Onun, Hz. Ali'den rivayet ettiği meşhur eserin baş tarafı şöyle­dir:

«Kalbler kaptırlar, bu kapların en hayırlısı, bilinçli olanlarıdır.»

Bu eseri, sika hafızlardan bir topluluk rivayet etmiştir. Bunda öğütler ve güzel sözler vardır. Sahibinden Allah razı olsun. [17]

 

Zazan Ebu Amr El-Kindî

 

Tabiilerdendir, önceleri sarhoş edici şeyleri içer, saz çalardı, ama Cenâb-ı Allah ona, Abdullah b. Mesud vasıtasıyla tevbe nasib etti. Al­lah'a ve hakka yöneldi. Allah'tan çok korkardı. Öyle ki, namazda bir ağaç parçasını andırırdı.

Halife dedi ki: Hicretin seksenikinci senesinde İbn Mesud ile Hz.

Aişe'nin ashabından Zer b. Hubeyş vefat etti. Vefat ederken 110 ya­şındaydı. Ebu Ubeyd'in ifadesine göre bu zat, hicretin seksenbirinci senesinde vefat etmiştir. Cahiliye devrinde yedi sene yaşamış ve Pey­gamber (s.a.v.)'in sağlığında İslâm'a girmiştir. [18]

 

Küçük Ümmü Derda

 

Bu hatunun adı Hecime'dir. Cehime olduğu da söylenir. İbadet eden bilgili ve fakih bir kadındı. Erkekler, onun huzurunda Kur'ân okurlar ve Dımışk camimin şimal duvarının yanında fıkıh öğrenirler­di. Abdülmelik b. Mervan da halife iken bu hatunun fıkıh halkasına dahil olur, derslerini dinlerdi. Allah ondan razı olsun. [19]

 

Hicretin Seksenüçüncü Senesi

 

Bu senenin başlangıcında Haccac ordusu Deyrikare'de, İbn Eş'as ordusu da Deyrü'l-Cemacim'de duruyor ve iki taraf arasında her gün göğüs göğüse çarpışmalar devam ediyordu. Çoğu günlerde Iraklılar, Şamlılara galip oluyorlardı. Hatta İbn Eş'as'm adamları olan Iraklı­lar, Haccac'ın adanılan olan Şamlıları seksen küsur defa mağlub et­mişlerdi. Bununla beraber Haccac, yerinde sebat ediyor, sabır gösteri­yor ve bulunduğu yerden asla gerilemiyordu; aksine o, günlerden bir gün zafer kazandığında ordusuyla birlikte düşmanına doğru ilerliyor­du, savaş taktiğini biliyor, savaşma tecrübesine sahip bulunuyordu. İki tarafta durumlarım böyle devam ettirdiler. Nihayet Haccac, İbn Eş'as ordusundaki âlimler grubuna saldırılmasını emretti. Çünkü di­ğer askerler âlimlere tabi idiler. Âlimler, onları savaşa teşvik ediyor­lardı. Alimler, Haccac ordusunun saldırısına karşı sabır gösterip se­bat ettiler. Sonra Haccac ordusunun okçuları hep birlikte bu âlimler grubuna karşı saldırıya geçtiler, çok geçmeden âlimler grubundan epey adam öldürdüler. Sonra Haccac ordusu, İbn Eş'as'm ve berabe­rindeki askerlerin üzerine saldırdı. İbn Eş'as'm adamları bozguna uğ­rayıp her biri bir tarafa gittiler. İbn Eş'as'm kendisi de beraberinde bozguna uğramış az sayıda askeriyle birlikte Haccac ordusunun ö-nünden kaçtı. Haccac onu, Ammare b. Garem er-Rahmî komutasında­ki kalabalık bir askeri birlikle takip ettirdi. Ammare'nin beraberinde Muhammed b. Haccac da vardı. Ancak komuta, Ammare'de idi. Bun­lar, ölü ya da tutsak olarak ele geçirmek maksadıyla İbn Eş'as'ı taki­be başladılar. Beldeleri, mıntıkaları, köyleri, kasabaları aştılar. Onu kovaladılar. Nihayet o, Kirman'a kavuştu. Şamlılar, onu takip ettiler. Daha önce Iraklıların içinde oturmakta oldukları kasra vardılar. Kasrda İbn Eş'as'ın adamlarından Kûfeli birinin yazdığı şu yazıyı gördüler. İbn Eş'as'la birlikte kaçmış olan o Kûfeli adam, Ebu Halde el-îşkerî'nin şu şiirini kağıda yazmıştı:

«Ne esefler, ne ahlar ediyorum,

O karşılaştıklarımız, yaktı yüreği.

Dini de dünyalığı da bıraktık.

Hanımları, çocukları teslim ettik yad ellere,

Bizler dinine bağlı kimseler değildik ki,

Musibetlere karşı sabredebilelim.

Dünyalık peşinde kimseler de değildik ki,

Din için olmasa bile bari onları koruyalım.

Yurtlarımızı bıraktık aklı azgınlara,

Kara enbatına ve eşarilere.»                     /

Sonra îbn Eş'as, bozguna uğramış adamları ile birlikte Türk hü­kümdarı Rutbil'in ülkesine girdi. Rutbil, ona ikramda bulundu. Ya­nında konuk etti. Ona eman verdi. Saygı gösterdi.

Vakidî dedi ki: «İbn Eş'as, Rutbil'in ülkesine giderken daha önce Irak dönüşünde görevlendirdiği bir valisinin beldesine uğradı. Vali, ona ikramda bulundu. Hediyeler takdim etti ve onu konuk etti. Fakat vali bunu ona bir tuzak olsun diye yapmış ve ona şöyle demişti: "Şeh­rimize korunmak üzere gir ki, düşmanlarına karşı kendini koruyabi-îesin. Ama beraberindeki adamlardan herhangi birinin şehire girme­sine izin verme." İbn Eş'as, valinin bu teklifini kabul etti, ancak vali böyle yapmakla ona tuzak kurmuştu. Adamları kendisini şehire gir­mekten alıkoymak istedilerse de İbn Eş'as bunu kabul etmedi. Bunun üzerine adamları dağılıp gittiler. İbn Eş'as, şehire girince vali, onu yakalatıp demire vurdu. Böyle yapmakla Haccac'ın yanında itibar ka­zanmak istemişti.

Türk hükümdarı Rutbil ise, İbn Eş'as'ın gelişine sevinmiş ve memnun olmuştu. Ancak Best şehri valisinin kendisine böyle yaptığı­nı duyunca harekete geçti ve gelip orasını kaşattı. Valiye de şu mesajı iletti: "Allah'a yemin ederim ki, eğer ibn Eş'as'a eziyet edersen bura­dan ayrılıp gitmem. Sonunda seni tahtından indirir ve şehrindeki bü­tün adamlarını öldürürüm." Vali, Rutbil'in bu sözlerinden korktu, ibn Eş'as'ı ona gönderdi. Rutbil de İbn Eş'as'a ikramda bulundu. İbn Eş'as, Rutbil'e şöyle dedi:

- O vali, benim tayin ettiğim bir vali idi. Bana ihanet etti ve gör­düğün şeyleri yaptı. İzin ver de onu öldüreyim.

7 Ben ona eman verdim.»

ibn Eş'as'ın maiyetinde Abdurrahman b. Ayyaş b. Ebi Rebia b. Haris b. Abdülmuttalib de vardı. Rutbil'in ülkesinde bu zat, insanlara

namaz kıldırırdı. Sonra Haccac ordusundan kaçan ve bozguna uğra­mış olanlardan bazıları bir araya geldiler ve saflarına katılmak için İbn Eş'as'm yanına gitmek üzere yola çıktılar. Bunlar, 60.000'e yakın kişi idiler. Sicistan'a vardıklarında İbn Eş'as'ın Türk hükümdarı Rut-bil'in yanına gittiğini gördüler. Sicistan'ı istila ettiler. Vali Abdullah b. Amir en-Naar ile kardeşlerine ve akrabalarına işkence ettiler, Si­cistan'ı ve mallarını ele geçirerek İbn Eş'as'a şu mektubu gönderdiler:

«Yanımıza gel ki, seninle beraber olalım ve muhaliflerine karşı sana yardım edelim. Horasan beldelerini alalım. Çünkü Horasan'da bizden çok sayıda asker ve güç vardır. Allah, Haccac'ı veya Abdülme-lik'i helak edinceye kadar Horasan'da kalırız. Ondan sonra ne yapma­mız gerektiğini düşünürüz.»

İbn Eş'as, kalkıp onlara gitmek üzere yola çıktı. Horasan'a doğru az bir yol gittikten sonra Ubeydullah b. Semure ile birlikte Iraklılar­dan küçük bir grup ondan ayrıldı. İbn Eş'as, kalkıp onlara bir nutuk irad etti. İhanetlerini, savaştan kaçışlarını onlara hatırlattı ve: «Size ihtiyacım yoktur. Arkadaşım Rutbil'in yanına gidecek ve onun yanın­da kalacağım.» dedi. Sonra onlardan ayrılıp gitti. Bir grup ona uydu, ordunun büyük bir çoğunluğu ise geride kaldı. îbn Eş'as, onlardan ay­rılıp gittikten sonra Abdurrahman b. Ayyaş b. Ebi Rebia el-Haşimî'-ye bey'at ettiler. Onunla birlikte Horasan'a gittiler. Horasan valisi Yezid b. Mühelleb b. Ebi Süfra, onlara karşı çıktı ve ülkesine girmele­rini engelledi. Abdurrahman b. Ayyaş'a şu mealde bir mektup gönder­di: «Yer geniştir, hükümdarı olmayan bir yere git. Ben seninle savaş­mak istemiyorum. Eğer mal istiyorsan sana göndereyim.»

Abdurrahman b. Ayyaş da ona şu cevabı gönderdi: «Biz herhangi bir kimseyle savaşmaya gelmedik, aksine biz istirahat etmek ve atla­rımızı dinlendirmek için geldik. Sonra çekip gideceğiz. Teklif ettiğin şeylerden hiçbirine ihtiyacımız yoktur.»

Sonra Abdurrahman, Horasan'a bağlı çevre kentlerinden haraç almaya yöneldi. Yezid b. Mühelleb, kardeşi Mufaddal refakatında bü­yük bir ordu ile üzerine geldi. İki taraf karşı karşıya geldiklerinde kı­sa bir savaştan sanra Abdurrahman b. Ayyaş'ın askerleri bozguna uğ­radı. Yezid, onlardan çok sayıda adam öldürdü. Ordugahlarmdaki malları ele geçirdi. Aralarında Muhammed b. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın da bulunduğu esirleri Haccac'a gönderdi. Anlatıldığına göre Muham­med b. Sa'd, Yezid b. Mühelleb'e: «Babamın senin babana yaptığı dua hatırına beni serbest bırakmanı istiyorum.» deyince Yezid, onu ser­best bırakmıştır.

ibn Cerir dedi ki: Haccac, huzuruna getirilen esirlerin çoğunu öl­dürdü, pek azını affetti. Haccac, İbn Eş'as'a galip olduğu günde, in­sanlara şu duyuruyu yaptı: «Geri dönen güvendedir. Rey şehrinde Müslim b. Kuteybe'nin yanma giden de güvendedir.» Bunun üzerine İbn Eş'as'ın maiyetindeki adamların büyük bir çoğunluğu Müslim b. Kuteybe'nin yanına gitti. Haccac da onlara eman verdi. Müslim b. Kuteybe'nin yanına gitmeyenlere gelince Haccac, onların araştırılma­sını ve takib edilmesini emretti. Yakalattırdıklarından çoğunu öldürt­tü Öyle ki, öldürttüğü adamların sonuncusu da Said b. Cübeyr idi. Nitekim bununla ilgil açıklama ileride gelecektir.

Müslim b. Kuteybe'nin yanma gidip askerleri arasına katılanlar­dan biri de Şa'bî idi. Haccac, bir gün onu hatırlayıp sorunca, Müslim b Kuteybe'nin yanına gitmiş olduğunu söylediler. O da Müslim b. Ku-teybe'ye: «Şa'bî'yi bana gönder.» diye mektup yazdı.

Şa'bî, bu olayı şöyle anlatır: «Haccac'm huzuruna vardığımda ona emirlik selamı vererek şöyle dedim:

"Ey emir! Herkes bana Allah'ın doğru olarak bildiği şeyden başka türlü konuşarak özür beyan etmemi istedi. Fakat Allah'a yemin ede­rek söylüyorum ki, ben burada gerçekten başkasını söyleyecek deği­lim. Allah'a yemin ederim, bizler sana geldik. Sana karşı savaşıhnası-nı teşvik ettik ve bu konuda elimizden geleni yaptık. Bizler güçlü ol­duğumuz zaman bozgunculuk yapanlardan olmadığımız gibi en ufak bir kötülükten kaçman iyi kimseler de olmadık. Şimdi Allah, sana yardım etmiş, bize karşı zafer ihsan etmiş ve sana bizi ele geçirmek fırsatı vermiş bulunuyor. Eğer sen gücünü kullanırsan bu, günahları­mız sebebiyle olacaktır ve bizim ellerimizle yaptıklarımızın bir netice­sidir. Affedecek olursan bu, senin hoşgörülü oluşundandır. Artık bun­dan sonra delil senin lehine ve bizim aleyhimizedir."

Haccac, bana şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, senin bu söyle­diğin sözler, elindeki kılıcından bizim kanlarımız damlayıp da yanı­mıza girdiğinde: "Ben yapmadım, ben görmedim, ben hazır bulunma­dım." diyen kimselerin sözlerinden daha çok hoşumuza gider ey Şa'bî! Sen artık güven içindesin."

Böyle demesi üzerine ben dönüp çıktım. Azıcık yürüdükten sonra tekrar: "Buraya gel ey Şa'bî!" diye seslendi. Korkmaya başladım. Son­ra bana güven vermiş olduğuna dair sözlerini hatırladım ve rahatla­dım. Bana şöyle sordu:

"Ey Şa'bî, bizden sonra insanları nasıl gördün?"

Kendisine karşı isyan etmeden önce Haccac, benim yanımda kıy­metli bir kimseydi. Ona şöyle cevap verdim:

"Allah emiri ıslah etsin, senden sonra uykusuzluğu sürme diye gözlerimize çektik. Yataklarımız sertleşti. Böğürlerimiz iltihaplandı. Korku bizden ayrılmaz oldu. Gam ve keder bize tatlılaştı. İyi kardeş­leri kaybettim. Enıirin yerine geçecek bir halef de bulamadım."

Bu cevabım üzerine Haccac: "Gidebilirsin ey Şa'bî." dedi. Ben de oradan ayrılıp gittim.»

Beyhakî'nin rivayetine göre Haccac, Ölen bir kimsenin ardısıra hayatta kalan annesi, kocası ve kız kardeşinin mirastaki paylarını ve Hz. Ebu Bekir'in,*Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın, Hz. Ali'nin ve İbn Me-sud'un bu mesele hakkındaki ayrı ayrı kavillerini sormuş; Şa'bî de ay­nı anda onların bütün kavillerini nakletmiş, bu kaviller arasında Hz. Ali'nin kavlini güzel bulmuş, ancak Hz. Osman'ın kavli ile hü küm vermiş, bu sebeple de Haccac, onu serbest bırakmıştır.

Anlatıldığına göre Haccac, Yezid b. Mühelleb tarafından kendisi­ne gönderilen 5.000 esiri öldürtmüştür. Nitekim bunu daha önce de anlatmıştık.

Daha sonra Haccac Küfe'ye gitti. Şehre girdi. Her kiminle karşı-laştıysa mutlaka ona: «Kendi nefsin aleyhinde, kafir olduğuna şaha­det getir.» dedi. Her kim böyle dediyse onunla bey'atlaştı. Eğer bunu demezse onu öldürttü. Bu şekilde nefsinin kafirliğine şahadet getir­meye yanaşmayan çok sayıda adamı öldürttü. Huzuruna bir adam ge­tirildi. Haccac, ona: «Bu adamın salihliği ve dindarlığı nedeniyle ken­di nefsi aleyhinde kafirliğine şahitlik edeceğini sanmıyorum.» dedi ve kendisine hile yapmak istedi. Ancak adam ona şöyle dedi: «Nefsime karşı sen mi bana hile yapacaksın? Oysa ben yeryüzünün en kafiri­yim. Firavun'dan da, Haman'dan da, Nemrut'tan da daha kafirim.» Adamın bu cevabı üzerine Haccac güldü ve onu serbest bıraktı.

İbn Cerir'in anlattığına göre Hemedan A'şa'sı, Haccac'ın huzuru­na getirildi. A'şa, Haccac ile Abdülmelik b. Mervan'ı yeren ve İbn Eş'as ile adamlarım öven bir kaside yazmıştı. Haccac, ondan bu kasi­deyi okumasını istedi. O da uzun bir kaside okudu. Ancak bu kaside­sinde Abdülmelik hanedanını övüyordu. Şamlılar: «Ey emir, bu güzel yaptı.» dedilerse de Haccac: «Hayır, güzel yapmadı, o dalkavukluk ol­sun diye böyle bir kaside okudu.» dedi. Sonra ısrar edip diğer bir kasi­desini daha okumasını istedi. Diğer kasideyi okuyunca Haccac, ona gazablandı ve emir verdi. Emri üzerine onun huzurunda eli kolu bağlı olarak boynu vuruldu.

Bu Aşanın asıl adı, Abdurrahman b. Abdullah b. Haris Ebu'l-İs-bah el-Hemedani el-Kûfî'dir. Şair bir zat olup meşhur fasih ve beliğ­lerden biridir. Önceleri fazilet sahibi, abid bir kimseyken daha sonra­ları fazilet ve ibadeti bıraktı. Şiire yöneldi. Şairliğiyle tanındı. Humus valisi Numan b. Beşir'in ziyaretine gitmiş, onu övmüştü. Bu ziyareti neticesinde Numan'dan ve askerlerinden 40.000 dinar ödül kazanmış­tı.

Şa'bî'nin eniştesi idi. Şa'bî de onun eniştesi idi. İbn Eş'as'la birlik­te ayaklananlardandı. Önceki sayfada da anlattığımız gibi Haccac, onu öldürdü. Allah ona rahmet etsin.

Haccac, İbn Eş'as'ı takip ediyordu. Ona bir tuzak kurdu. İbn Eş'as'ı arkadan çevirecek bir askeri birlik şevketti. Sonra Haccac ile İbn Eş'as karşı karşıya geldiler. Haccac, beraberindeki askerleriyle birlikte ordugahını bırakıp kaçtı. İbn Eş'as da gelip onun ordugahın-daki eşyaları ele geçirdi ve geceyi orada geçirdi. Arkadaki müfreze ge­celeyin gelip silahlarım bırakmış olan İbn Eş'as ve adamlarının üzeri­ne aniden saldırdılar. Haccac da adamlarıyla dönerek bunları kuşat­ma altına aldı ve iki taraf şiddetlice savaştı. İbn Eş'as'ın adamların­dan çok sayıda asker öldürüldü, çok sayıda asker de Dicle ve Düceyl nehirlerinde boğuldu. Haccac, bunların ordugahına geldi, orada bul­duğu askeri öldürdü. Onlardan 4.000 kadar asker öldürdü, öldürdük­leri arasında reis ve ayandan da bir grup vardı. İbn Eş'as ordusunun tümünü eşyalarıyla birlikte ele geçirdi.

İbn Eş'as, 300 kadar adamıyla kaçtı ve gemiye binerek Düceyl ır­mağına açıldı, bineklerini kesti. Basra'ya vardı, oradan da Türk bel­delerine doğru yola çıktı. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Türk hükümdarı Rutbil'in ülkesine girdi.

Sonra Haccac, İbn Eş'as'ın adamlarını araştırdı. Yakaladıklarını birer ikişer öldürdü. Öyle ki, İbn Eş'as'ın adamlarından eli kolu bağlı 130.000 askeri öldürdüğü söylenir. Nadr b. Şümeyl, Hişam b. Hassan tarikiyle böyle demiştir.

Haccac'ın, İbn Eş'as adamlarından öldürdükleri arasında Mu-hamnıed b. Sa'd b. Ebi Vakkas ve seçkin liderlerden, salih âlimlerden de bir grup vardı. Onun Öldürdükleri askerlerin sonuncusu Said b. Cübeyr'di. Allah, onlara rahmet etsin ve onlardan razı olsun. [20]

 

Vasıt Şehrinin Kuruluşu

 

İbn Cerir dedi ki: Haccac, bu senede Vasıt şehrini kurdu. Bunun sebebi de şuydu: Haccac, eşeği üzerinde Dicle nehrini aşıp gelmekte olan bir rahibi gördü. Bu rahip, Vasıt şehrinin kurulacağı yere geldi­ğinde eşeği durdu ve idrarını yaptı. Rahip indi ve pislenen yeri kazı­yıp Dicle ırmağına attı. Haccac; «Bu rahibi bana getirin.» dedi. Rahibi getirdiklerinde ona sordu:

- Niçin böyle yaptın?

— Kitaplarımızda gördüğümüze göre yeryüzünde Allah'ı birleyen bir kişi bulunduğu müddetçe burada bir mescid kurulacaktır.

O esnada Haccac, oraya Vasıt şehrinin kurulmasına karar verdi. Orayı işaretledi ve orada bir mescit inşa etti.

Bu senede, (hicretin seksenüçüncü senesinde) Atâ b. Rafi, Sicil­ya'ya gazaya gitti.. [21]

 

Hicretin Seksenüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Abdurrahman B. Cuhayre El-Holanî

 

Mısırlıdır. Bir sahabe cemaatından hadis rivayet etmiştir. Mısır valisi Abdülaziz b. Mervan, onu hem kadılığa, hem kıssacılığa, hem de beytü'1-mal idareciliğine tayin etmişti. Yıllık maaşı 1.000 dinardı. Bu maaşından hiçbir şey artırıp biriktirmezdi. [22]

 

Tarık B. Şihab

 

Tarık b. Şihab b. Abdişems el-Ahmesî. Peygamber (s.a.v.)'i gören­lerdendir. Hz. Ebu Bekir es-Sıddık ve Hz. Ömer'in zamanlarında gaza yapmıştır. Kırk küsur gazaya katılmış ve hicretin seksenüçüncü sene­sinde Medine'de

vefat etmiştir. [23]

 

Ubeydullah B. Adiy B. Hiyar

 

Peygamber (s.a.v.)'in sağlığına yetişti. Abdullah b. Kays b. Mah-reme'nin de aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğundan hadis ri­vayet etti. Medine kadısıydı. Kureyş'in fakihlerinden ve âlimlerinden-di. Babası Adiy, Bedir savaşında kafir olarak öldürülmüştü.

Bu senede Mersed b. Abdillah Ebu'1-Hayr el-Yezenî de vefat etti.

Bu senede Eş'as'la birlikte olan kurra ve âlimlerden bir cemaat da vefat etti. Bunlardan bir kısmı kaçtı, bir kısmı savaşta Öldürüldü. Bir kısmı esir alındı, Haccac tarafından boyunları vuruldu. Bir kısmı da Haccac tarafından takip edildi ve nihayet yakalanıp öldürüldüler.

Halife b. Hayyat, bu meşhur şahsiyetlerden bazılarının adlarını şöyle sıralamıştır:

Müslim b. Yesar el-Müzenî,

Ebu Mirane el-İclî (öldürüldü),

Ukbe b. Abdulgaffar (öldürüldü),

Ukbe b. Vişah (öldürüldü),

Abdullah b. Halid el-Cehdemî (öldürüldü),

Ebu'l-Cevza el-Rib'î (öldürüldü),

Nadr b. Enes,

îmran (Ebu Hamza ed-Dabiî'nin babası),

Ebu'l-Minhal Seyyar b. Seleme er-Reyyahî,

Malik b. Dinar (Mürr b. Zübab el-Heddadî),                        

Ebu Necid el-Cehdemî,

Ebu Sebic el-Henaî,

Said b. Ebi'l-Hasan,

Said'in kardeşi Hasan-ı Basrî.

Eyyüb dedi ki: İbn Eş'as'a şöyle denildi: «Cemel savaşında insan­ların Hz. Aişe'nin mahfesi çevresinde savaşıp öldürüldükleri gibi se­nin de çevrende insanların savaşıp öldürülmelerini istiyorsan, Ha­sanı da kendinle birlikte cepheye götür.»

İnsanların kendisine böyle demesi üzerine o da Hasan'ı kendisiy­le birlikte cepheye götürdü.

Hicretin seksenüçüncü senesinde Haccac'la yapılan savaşta İbn Eş'as'm öldürülen meşhur adamlarından bazıları da şunlardır:

Kûfeli Said b. Cübeyr,

Abdurrahman b. Ebi Leyla,

Abdullah b. Şeddad,

Şa'bî,

Ebu Ubeyde b. Abdullah b. Mesud,

Marur b. Süveyd,

Muhammed b. Sa'd b. Ebi Vakkas,

Ebu'l-Bahterî,

Talha b. Masrif el-Yemamî,

Zebid b. Haris el-Yemamî,         ;

Atâ b. Saib.

Eyyüb dedi ki: İbn Eş'as'la birlikte savaşa katılıp da öldürülen adamlarından her biri, mutlaka öldürüleceği yerden kaçmak istedi. Onlardan kurtulan herkes, kendisini ölümden kurtaran Allah'a ham-detti.

Haccac'ın öldürdüğü meşhur şahsiyetlerden biri de Ebu Hac-ze'nin babası îmran b. İsam ed-Dabiî idi. Bu zat, Basralılarm âlimle­rinden salih ve abid bir kimseydi. Esir edilerek Haccac'ın huzuruna götürüldü. Haccac ona: «Seni serbest bırakmam için kendi kafirliğine şahadet et.» deyince o zat: «Vallahi, ben kendisine iman ettiğimden beri Allah'ı inkar etmedim.» diye cevap verdi. Haccac da emir vererek bu zatın boynunu vurdurdu.

Haccac'ın öldürttüğü meşhur şahsiyetlerden biri de Abdurrah­man b. Ebi Leyla'dır. Bu zat, sahabeler topluluğundan hadis rivayet etmiştir. Babası Ebu Leyla, sahabe idi. Abdurrahman, Kur'ân-ı Ke-nm'i Hz. Ali'den öğrendi. İbn Eş'as'la birlikte savaşa gitti. Yakalana­rak Haccac'ın huzuruna götürüldü. Onun önünde eli kolu bağlı vazi­yette öldürüldü. [24]

 

Hicretin Seksendördüncü Senesi

 

Vakidî dedi ki: Bu senede Abdullah b. Abdülmelik, Masisa'yı - hetti.

Muhammed b. Mervan, Ermeniye'ye gidip gaza yaptı. Onlardan çok sayıda adanı öldürdü. Kiliselerini camiye çevirdi. Kentlerine ve kasabalarına el koydu, bu seneye, "Yangın senesi" adı verildi.

Haccac, Fars illerine Muhammed b. Kasım es-Sakafî'yi vali tayin etti. Kürtleri öldürmesini ona emretti.

Abdülmelik, İskenderiye'ye İyaz b. Ganem el-Becinî'yi vali tayin etti. Orada geçen seneden beri vali olarak bulunan Abdülmelik b. Ebi'l-Kemud'u görevden aldı.

Musa b. Nusayr, Mağrib ülkesini fethetti. Orada fethettiği şehir­lerden biri de Urume şehri idi. Urumelilerin çoğunu öldürdü. 50.000'e yakın kişiyi esir aldı.

Haccac, İbn Eş'as'ın adamlarından bir grubu öldürdü. Öldürdüğü adamlardan bazılarının adları şöyledir:

Üyyüb b. Kirayye, fasih, beliğ ve vaiz bir kimse idi. Haccac'ın önünde eli kolu bağlı vaziyette Öldürüldü. Onu öldürdüğüne Haccac'­ın pişman olduğu da söylenir. Eyyüb b. Kirayye'nin soy kütüğü şöyle­dir: Eyyüb b. Zeyd b. Kays Ebu Süleyman el-Hilali İbn Kirayye diye tanırır.

Haccac'ın öldürdüğü îbn Eş'as taraftarlarından bazılarının adlan da şöyledir: Abdullah b. Haris b. Nevfel, Sa'd b. İyaz eş-Şeybanî, Ebu Guneynima el-Holanî. Bu zat sahabedir, hadis rivayet etmiştir. Hu-mus'a yerleşmiş ve 100 yaşma yaklaşmışken orada vefat etmiştir.

Abdullah b. Katade de Haccac tarafından öldürülen İbn Eş'as ta-raftarlarmdandı. Bunlardan başka daha birçok kimseleri de Haccac öldürtmüştü. Bunlardan vefat edenlerden bazılarının adları şöyledir: [25]

 

Ebu Zür'a El-Cüzami El-Filistinî

 

Ebu Zür'a el-Cüzami el-Filistinî. Şamlılar nezdinde mertebe sahi­bi bir kimse idi. Muaviye, ondan korktu. Ebu Zür'a bunu anlayınca ona: «Ey mü'minlerin emin! Kurduğun bir binayı yıkma, sevdiğin bir dostunu hüzünlendirme, yere yıktığın bir düşmanada yürek soğutma ve buna sevinme.» dedi. Muaviye de ona dokunmadı.

Bu senede vefat edenlerden biri de Utbe b. Münzir es-Sülenıî'dir. Kadri yüce bir sahabedir. Suffa ehlinden sayılırdı. [26]

 

Îmran B. Hattan El-Haricî

 

Imran b. Hattan el-Haricî. Bu, önceleri ehl-i sünnet ve'1-cemaat-tandı. Haricilerden çok güzel bir kadınla evlendi ve onu çok sevdi. Kendisi çirkindi. Karısını ehl-i sünnet ve'1-cemaat mezhebine çevir-

inek istedi. Ancak karısı bunu kabul etmeyince kendisi de karısıyla birlikte Haricilerin safları arasına katıldı. Dahi şairlerdendi. Hz. Ali'nin öldürülmesi ve onun katili hakkında şöyle bir şiir söylemişti:

«Takvalı kimseden gelen ey darbe! Bu darbeyi vuran kişi,

Darbesiyle Arş'm sahibi katında İlahi rızayı elde etmeyi amaçla­mıştır.

Ben bunu bir gün anar ve bu darbe sahibinin, Allah katında bü­tün yaratıklardan daha ağır terazili olduğunu hesaplanm.

Mezarları kuşların karnı olan bir kavim ne yücedir.

Onlar ki dinlerine azgınlık ve düşmanlığı kanştırmadılar.»

Sevrî, onun zahidlikle ilgili şu beyitlerini, ideal beyitler olarak gö­rür ve bunu çok beğenirdi:

«İnsanlann bedbaht ve şaki olanlan dünyadan usanmazlar. Kaldı ki onlar, dünyada aç ve çıplaktırlar. Her ne kadar o sevse de; ben dünyayı, Yaz bulutuna benzetirim. Kısa sürede dağılıp gider. Mola verip de kısa sürede ihtiyaçlarını giderip yollanna koyulan bir kervan gibidirler.

Onlar, alametleri belirgin ve geniş bir yola koyulmuşlardır.»

İmran b. Hattan, hicretin seksendördüncü senesinde vefat etti. Bâzı âlimler, onun Hz. Ali (r.a.)'nin öldürülmesi ile ilgili beyitlerine aynı kafiye ve vezinlerle şu beyitleri reddiye olarak söylemişlerdir:

«Şaki ve bedbaht bir kimseden gelen bir darbedir bu, O, bu darbesiyle Arş'm sahibi katında ziyana ulaşmayı amaçla­mıştır.

Ben onu bir gün anar ve onu Allah katında terazisi en düşük in­san olarak sanınm.»

Ruh b. Zinba' al-Cüzamî, Şamlıların komutanlarındandı. Abdül­melik, idarede ona danışırdı. [27]

 

Abdurrahman B. Esas El-Kindî

 

Abdurrahman b. Eş'as el-Kindî, bu senede öldürüldü. Bundan sonraki senede öldürüldüğü de söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Onun öldürülmesi şöyle vuku buldu: Haccac, Abdurrahman'ın sığındı­ğı Türk hükümdan Rutbil'e bir mektup yazdı. Mektubunda ona şöyle dedi: «Kendisinden başka ilah bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, eğer İbn Eş'as'ı bana göndermezsen senin ülkene 1.000.000 savaşçı gönderir ve ülkeni tahrib ederim.»

Rutbil, Haccac'ın tehdidinin ciddi olduğunu anlayınca bu hususta komutanlarından birine danıştı. Komutan da ona, İbn Eş'as'ı -ülkele­rini harab edip şehirlerinin çoğunu ele geçirmeden önce- Haccac'a tes­lim etmesini tavsiye etti. Rutbil de Haccac'a haber göndererek, on yıl süreyle kendisiyle savaşmamasını ve ona senelik olarak 100.000 dir­hem haraç vermeyi şart koştu. Haccac, onun bu şartını kabul etti. De­nildiğine göre Haccac, ona arazilerinin haracını yedi yıl süreyle ver­meyebileceği vaadinde bulundu. İşte o esnada Rutbil, İbn Eş'as'a iha­net etti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Haccac, ona: «Onu eli kolu bağlı vaziyette huzuruna al ve boynunu vur, başını da bana gönder.» diye emretmişti.

Diğer bir rivayete göre İbn Eş'as, o esnada şiddetli bir hastalığa yakalanmıştı. Can çekişirken Rutbil tarafından öldürülmüştür. Meş­hur rivayete göre İbn Eş'as ve otuz kadar yakım, Rutbil tarafından tutuklanarak zincirlere ve bukağılara vurulmuş, elçileri ile birlikte Haccac'a gönderilmişti. Bir süre yol aldıktan sonra Recih denen yere vardıklarında îbn Eş'as -zincire vurulu vaziyette- bir köşkün damına çıkmış, beraberinde kaçmasını Önleyecek bir bekçi de bulunduğu hal­de kendini köşkün damından aşağıya atmış, bekçisi de kendisi ile bir­likte yere düşmüş ve ikisi birlikte ölmüşlerdi. Elçi de gelip İbn Eş'as'm başını kesmiş, beraberindeki adamlarını öldürmüş ve kesik başlarını Haccac'a göndermişti. Haccac da İbn Eş'as'm. kesik başını Irak sokaklarında ve caddelerinde dolaştırmış, sonra Abdülmelik'e bildirmiş, o da kesik başı Şam'da dolaştırmış, sonra kardeşi ve Mısır valisi Abdülaziz'e göndermiş, o da bu kesik başı Mısır'da dolaştırmış-tı. Sonra Abdülaziz, bu kesik başı Mısır'da defnetmişti. İbn Eş'as'ın geride kalan cüssesi ise Recih'te defnedilmişti. Şairin birisi, bu husus­ta şöyle demiştir:

«Baş ile gövdenin defin yerleri ne kadar da birbirinden uzaktır. Baş Mısır'da, gövde ise Recih'tedir.»

İbn Cerir'in anlattığına göre İbn Eş'as, hicretin seksenbeşinci se­nesinde öldürülmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Sözünü ettiğimiz bu Abdurrahman, Ebu Muhammed b. Eş'as b. Kays'tır. Bazıları derler ki, bunun asıl adı, Abdurrahman b. Kays b. Muhammed b. Eş'as b. Kays el-Kindi el-Kûfî'dir. Ebu Davud ile Ne-seî, onun babası ve dedesi tarikiyle İbn Mesud'tan şu hadisi rivayet ettiğini nakletmişîerdir:

«Satıcı ile müşteri ihtilafa düştüklerinde eşya ortada duruyorsa söz satıcınındır ya da ikisi müşterek olurlar.»

Ebu Umeys de bu zattan hadis rivayet etmiştir. Başka bir riva­yette anlatıldığına göre Haccac, Abdurrahman'ı hicretin doksanıncı senesinden sonra öldürtmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Abdurrahman b. Eş'as, Kureyşlilerden olmadığı halde kendisine emirlik bey'atı yapanlara çok şaşıyorum. O, Kureyşli değil, Yemen'in Kinde şehrinden bir kimse idi. Sakife gününde sahabeler, emirliğin ancak Kureyşlilere özgü olacağı hususunda icma yapmışlardı. Hatta Ebu Bekir es-Sıddık, buna karşı çıkanlara bu husustaki hadisi delil olarak ileri sürmüştü. Ensârîler; "Bir emir kendilerinden, bir emir de Muhacirlerden olsun." diye teklifte bulunmuşlar; Hz. Ebu Bekir, bu teklifi de kabul etmemişti. Sonra bütün bunlarla birlikte Sa'd b. Uba-de -daha önce karşı çıktığı halde- görüşünden vazgeçmişti. Böyle ol­duğu halde nasıl olur da Kureyşli olmayan Kindeli bir adamın halife­liğine bey'at edilir? Emirliğine ve halifeliğine bey'at edilmiş ve sene­lerce Müslümanlara halifelik ve emirlik yapmış Kureyşli bir kimseyi görevden alıp, ehl-i hal ve'1-akdin üzerinde ittifak etmedikleri Kindeli Abdurrahman b. Eş'as'ın halifeliğine ve emirliğine nasıl bey'at eder­ler? Bu nasıl iştir? İşte bu büyük hata nedeniyle büyük çapta huzur­suzluklar ve kötülükler meydana geldi. Çok sayıda insan bu yüzden Öldürüldü. İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun. [28]

 

Eyyüb B. Kirayye

 

Kirayye, annesinin adıdır. Babası Yezid b. Kays b. Zürare b. Müs­lim en-Nemri el-Hilalî'dir. Eyyüb, okur yazar olmayan bir bedevi idi. Ancak fesahat, beyan ve belagatı dillere destandı. Haccac'a arkadaş­lık etti ve Abdülmelik'in ziyaretine gitti.

Haccac, onu İbn Eş'as'a elçi olarak gönderdi. îbn Eş'as, ona şöyle dedi: «Eğer kalkıp Haccac'ı görevden hal'ettiğini söylemezsen boynu­nu vururum.» O da kalktı, söyleneni yaptı ve İbn Eş'as'm yanında ikamete başladı.

Haccac, galib olduğunda onu huzuruna celbetti. Aralarında çok hadiseler ve kelam konusunda sözler cereyan etti. Neticede boynunun vurulmasını emretti, boynunu vurdurdu. Ancak böyle yaptığına da daha sonra pişman oldu. Fakat, pişmanlığın fayda vermeyeceği bir 'yerde pişman olmuştu. Nitekim bir atasözünde şöyle denilmiştir: «Vuslatın fayda vermediği bir zamanda vuslat cömertliğinde bulun­du.» [29]

 

Ruh B. Zınba

 

Ruh b. Zinba b. Selame el-Cüzamî Ebu Zür'a Ebu Zinba ed-Dı-mışkî de denilir. Evi, Şam'da Bizuriyyin (çekirdekçiler) tarafında ün­lü kahraman İbn Akab'ın evi yanındadır. Ruh, kadri yüce tabiilerden­di. Sahabe olan babasından, Temim ed-Darî'den, Ubade b. Samit'ten, Muaviye'den, Ka'bü'l-Ahbar'dan ve diğerlerinden hadis rivayet etmiş­tir. Aralarında Ubade b. Nesiy'in de bulunduğu bir cemaat da ondan hadis rivayet etmişlerdir.

Ruh, Abdülmelik'in veziri gibiydi. Ondan hemen hemen hiç ayrıl­mazdı. Mercürahit savaşında da Abdülmelik'in babası Mervan'la bir­likteydi. Yezid b. Muaviye, onu Filistin ordusuna komutan olarak ta­yin etti. Müslim b. Haccac'm iddiasına göre Ruh b. Zinba sahabedir. Ancak Müslim, bu kavlini teyid etmemiştir. Sahih kavle göre Ruh, sa­habe değil, tabiidir. Rivayete göre o hamamdan her çıkışında bir köle azat edermiş.

İbn Zeyd'in ifadesine göre bu zat, hicretin seksendördüncü sene­sinde Ürdün'de vefat etmiştir. Bazılarının iddialarına göre Hişam b. Abdülmelik'in zamanına kadar yaşamıştır. Bir defa haccetmiş tir. Mekke ve Medine arasında bir su başında mola vermiş, kendisine tür­lü yemekler hazırlanmış ve önüne konulmuştu, yemeği yerken su ara­yan bir çoban oraya gelmişti. Ruh, onu yemeğe davet etmiş, çoban ge­lip sofradaki yemeklerine bakınca: «Ben oruçluyum.» demiş; Ruh-da ona: «Böylesine uzun ve çok sıcak bir günde oruç mu tutuyorsun ey çoban?» diye sormuş; çoban da şu cevabı vermişti: «Senin yemeğin uğ­runa günlerimi boşa mı harcayacağım ve günlerimi boşa harcayarak aldanacak mıyım?»

Daha sonra çoban kendine başka bir yer aramaya başlamış, Ruh'u bırakıp oraya gidip oturmuştu. Bunun üzerine Ruh b. Zinba da şöyle demişti:

«Ey çoban, günlerini boşa harcamayıp cimrilik ettin, Oysa Ruh b. Zinba, bu günlerini boşa harcıyor.»

Böyle dedikten sonra uzun süre ağladı ve sofradaki yemeklerin kaldırılmasını istedi. Yemekleri kaldırıp götürdüler, kendisi de şöyle dedi: «Bakın bakalım hele, şu bedevilerden veya çobanlardan bu ye­mekleri yiyecek bir kimse yok mudur?» Böyle dedikten sonra mola ye­rinden kalkıp yola çıktı. Çoban, onun kalbini pençesine almış ve nef­sini tahkir etmişti. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. [30]

 

Hicretin Seksenbeşinci Senesi

 

İbn Cerir'in anlattığı gibi Abdurrahman b. Eş'as, bu senede öldü­rülmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede Haccac, Yezid b. Mühelleb'i Horasan valiliğinden aldı. Yerine kardeşi Mufaddal b. Mühelleb'i tayin etti. Bunun sebebi şuy­du: Haccac, bir defasında Abdülmelik'in ziyaretine gitmişti. Dönüşün­de kitab ehli, âlim ve yaşlı bir rahibin bulunduğu bir kiliseye uğrayıp ona şöyle sordu:

- Ey ihtiyar! Kitaplarınızda bizim ve sizin ne durumda olduğu­muzu bildiren birşeyler görüyor musun?

- Evet.

- Mü'minlerin emirinin evsafını nasıl görüyorsunuz?

- O, kel bir hükümdardır. Onun yolunda çalışan ölü

- Ondan sonra kim hükümdar olacaktır?

- Velid adında bir adam hükümdar olacaktır.

- Ondan sonra kim hükümdar olacaktır?

- Ondan sonra adı peygamber adı olan biri hükümdar olacaktır. Onunla insanlar, fetihlere ve bolluklara kavuşacaklardır.

- Onu bana tarif etsene.

- Onu sana anlattım işte.

- Benim akibetimin nice olacağını biliyor musun?

- Evet.

- Benden sonra Irak'a kim vali olacak?

- Yezid adında bir adam senden sonra Irak'a vali olacaktır.

- Ben hayatta iken mi yoksa ben öldükten sonra mı böyle olacak?

- Bilemem.

- Yezid'in evsafını biliyor musun?

- Sadece bir defa ihanet edecektir. Başka da bilmiyorum. Haccac, kendisine başkaldıracak ve ihanet edecek adamın Yezid

b. Mühelleb olduğunu sandı. Yedi gün süre ile yol gitti. İhtiyar rahi­bin söylediklerinden korkmuştu. Sonra Abdülmelik'e mektup yazarak kendisini Irak valiliğinden affetmesini istemişti ki, kendisinin Abdül-nıelik nezdindeki itibar ve kıymetini öğrensin. Gelen cevabî mektupta Abdülmelik, onu istifasından ötürü kınayıp azarlıyor, ayıplıyor, göre­vim sürdürmesini ve sebat etmesini istiyordu. Haccac, daha sonra bir gün oturup düşünmeye başladı. Ubeyd b. Mevhib'i yanma çağırttı. Ubeyd geldiğinde Haccac, elindeki bir çubukla yere bir şeyler çiziyor­du. Başını kaldırıp Ubeyd'e şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana ey Ubeyd! Kitab ehli kimselerin anlattıkla­rına göre hakimiyetim altında bulunan şu topraklara Yezid adında kır adam hakim olacaktır. Ben Yezid b. Ebi Kebşe'yi, Yezid b. Husayn

b. Nümeyr'i, Yezid b. Dinar'ı düşündüm... Ancak onlar, burada değil­dirler. Burada Yezid b. Mühelleb'ten başkasi yoktur.

Ubeyd, ona şu cevabı verdi:

-  Onlar şereflendiler, vilayetleri ve hakimiyetleri büyüdü. Onlar, kadri yüce, güçlü ve itibarlı kimselerdirler. Bu rütbelerine de layıktır­lar, olsa olsa bunu Yezid b. Mühelleb yapar.

Haccac, Yezid b. Mühelleb'i görevden azletmeye kesir karar verdi. Abdülmelik'e bir mektup yazarak Yezid b. Mühelleb'i yerdi. Abdülme-lik'i onun ihanetinden korkuttu ve ehl-i kitabtaıı olan o yaşla rahibin söylediklerini nakletti. Ulağın getirdiği cevabî mektupta Abdülmelik, Haccac'a şöyle diyordu:

«Yezid hakkında çok konuştun artık. Horasan'ı idare edebilecek bir adamın adını ver ki, onu vali tayin edeyim.» Haccac da tercihini Mufaddal b. Mühelleb üzerinde kullandı. Abdülmelik de onu dokuz ay süreyle Horasan'a vali tayin etti. Bu süre zarfında Abs beldelerine ve diğer illere gaza yaptı, çok miktarda ganimet ele geçirdi. Şairler, onu medhettiler, sonra Mufaddal'ı azledip yerine Kuteybe b. Müslim'i vali olarak tayin etti.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Musa b. Abdullah b. Hazim, Tir-miz'de öldürüldü. Bu olay şöyle gelişti: Musa, babası Abdullah'ın öl­dürülmesinden sonra geride kalan adamları ile birlikte sığınacak bir şehir bulamadı. Her nereye yaklaşırsa mutlaka o şehrin hükümdarı karşısına çıkıyor ve onunla savaşıyordu. Bu hal devam etti, nihayet Tirmiz'e yakın bir yere gelip konakladı.

Tirmiz hükümdarı zayıftı, Musa b. Abdullah ile idare-i maslahat yaptı. Ona armağalar ve hediyeler gönderdi. Hatta onunla birlikte av partileri düzenledi. Sonra hükümdar, onun için bir ziyafet tertipledi. Ona: «100 adamınla yemeğe buyur.» diye haber gönderdi. Musa da as­kerlerinden iyi dövüşen 100 kişi ile birlikte davete gitti, şehire girdi. Ziyafet yerine vardı. Yemekten sonra Musa, hükümdarın konağında yan gelip uzandı ve: «Allah'a yemin ederim ki, bu konak benim evim veya mezarım oluncaya kadar buradan kalkmayacağım.» dedi. Ko­naktaki adamlar, ona saldırdılar, askerleri onu müdafaa ettiler. Son­ra onlarla Tirmizliler arasında savaş cereyan etti. Tirmizlilerden çok sayıda adam öldürüldü, geri kalanlar kaçıp gittiler. Musa da geri ka­lan askerlerini şehre çağırdı. Şehri istila etti, istihkam kurup şehri düşmanlara karşı korudu.

Hükümdar da şehirden kaçıp kardeşleri Türklere sığındı. Onlar­dan yardım istedi. Türkler, ona şöyle dediler: «100 kadar kişiyle seni beldenden çıkarıp kovan şu kavme karşı savaşacak güç bizde yoktur.» Sonra Tirmiz hükümdarı, başka bir grup Türk'ün yanına giderek on­lardan yardım istedi. Onlar da konuşmasını dinlemeleri için birkaç kişiyi Musa'nın yanma gönderdiler. Musa, onların gelişini duyduğun­da hava çok sıcaktı. Adamlarına ateş yakmalarım, kışlık elbiselerini giymelerini ve ısınır gibi yaparak ellerini ateşin üzerine yaklaştırma­larını emretti.

Türk elçiler gelip Musa'nın adamlarının sıcak yaz gününde neler yaptıklarım görünce: «Bu yaptığınız nedir?» diye sordular. Musa'nın adamları da: «Biz yazın üşür, kışın da sıcaklanırız.» diye cevap verdi­ler. Bunun üzerine Türkler, dönüp kendi kendilerine: «Bunlar insan değil, bilakis bunlar cindir.» dediler. Hükümdarlarının yanma dönüp gördükleri manzarayı anlattılar ve: «Biz bunlarla savaşanlayız.» dedi­ler.

Bunun üzerine Tirmiz hükümdarı gidip başka bir gruptan yar­dım diledi. Onlar da gelip Tirmiz'i kuşatma altına aldılar. Huzaî de gelip orayı kuşatma altına aldı. Huzaî, sabahleyin, Acemler de akşa­ma doğru savaşıyorlardı. Daha sonra Musa, geceleyin onlara bir bas­kın düzenleyerek çok sayıda adam öldürdü. Ömer el-Huzaî de bundan korktu ve Musa ile barış yaptı.

Ömer el-Huzaî, bir gün yanında hiç kimse yokken Musa'nın yanı­na girdi. Musa'nın yanında silah da göremiyordu. Ona öğüt verircesi­ne: «Allah emiri ıslah etsin, senin gibi bir adamın silahsız olması doğ­ru değil.» deyince Musa: «Yanımda silah vardır.» diye cevap verdi. Sonra yatağının ucunu kaldırdı. Kınında bir kılıç bulunduğunu gör­dü. Ömer, kılıcı alıp Musa'nın üzerine saldırarak öldürdü ve kaçıp gitti. Bundan sonra Musa b. Abdullah b. Hazim'in adamları da dağıl­dılar.

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Abdülmelik, kardeşi Abdülaziz b. Mervan'ı Mısır valiliğinden azletmeğe karar verdi. Bunu Ruh b. Zin-ba el-Cüzamî, yapılması gereken güzel bir iş olarak ona telkin etmiş­ti. O bu halde iken yanlarına geceleyin Kubeyse b. Züeyb geldi. Gece veya gündüz hangi saatte olursa olsun Kubeyse, Abdülmelik'in yanı­na serbestçe girerdi. Abdülmelik'e, kardeşi Abdülaziz'in ölümü nede­niyle taziyetlerini sundu. Abdülmelik de onu azletmeğe karar verdiği­ne pişman oldu.

Abdülmelik'i bu yönde bir karar vermeye iten sebep şuydu: O, kendisinden sonra oğulları Velid'in, ondan sonra Süleyman'ın, ondan sonra Yezid'in, ondan sonra da Hişam'ın veliaht olmalarını kararlaş­tırmıştı. Bunu kendisine Haccac telkin etmiş ve bir tertip olarak orta­ya koymuştu. Halife Mervan da sağlığında oğlu Abdülmelik'i, Abdül-melik'ten sonra da Abdülaziz'i veliaht tayin etmişti. Abdülmelik, Ab-dulaziz'i kendisinden sonra emirlikten tümüyle uzaklaştırmak ve e-mirliği kendi evladına ve torunlarına bırakmak, halifeliğin kendile­rinde kalmasını temin etmek istemişti. Doğrusunu Allah bilir. [31]

 

Abdülaziz B. Mervan

 

Abdülaziz b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ümeyye b. Abdişems Ebu'l-Asbağ el-Kureşi el-Ümevî. Medine'de doğdu. Babası Mervan'la birlikte Şam'a girdi. Kardeşi Abdülmelik'ven sonra babasının veliahtı olmuştu. Babası onu hicretin altmışbeşinci senesinde Mısır diyarına vali olarak atamıştı. Bu seneye kadar valiliği sürdürmüştü. Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Said b. Amr b. As'ın ölümünde hazır bulunmuştu. Abdülaziz'in Dımışk'ta bir evi vardı. Bu ev günümüzde "Sofilerin evi" olarak kullanılmaktadır ve Sümaysatiye hahkahı ola­rak bilinir. Bu ev, kendisinden sonra oğlu Ömer b. Abdülaziz'in eline geçmiş, ondan sonra da eî değiştirerek Sofiler hankahı haline gelmiş­tir.

Abdülaziz b. Mervan; babasından, Abdullah b. Zübeyr'den, Ukbe b. Amir'den ve Ebu Hüreyre'den hadis rivayet etmiştir.

Ahmed b. Hanbel'in "Müsned"inde ve Ebu Davud'un "Sünen"inde kendisinden rivayet olunan şöyle bir hadis vardır: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Erkekteki en kötü huy, aşın korkaklık ve şiddetli cimri­liktir.»

Oğlu Ömer ile Zührî, Ali b. Rebah ve bir cemaat da kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.

Muhammed b. Sa'd'ın ifadesine göre Abdülaziz b. Mervan, sika bir ravi olup az hadis rivayet etmiştir. Başkaları dediler ki: «Abdüla­ziz b. Mervan, kendi konuşmasında ve hadis okuyuşunda Arapçayı iyi telaffuz edemezdi, daha sonra Arapçayı öğrenip telaffuzunu sağlam-laştırıp güzelleştirdi. İnsanların en fasihlerinden biri oldu. Bunun se­bebi de şuydu:

Damadını kendisine şikayet etmek isteyen bir adam, Abdülaziz b. Mervan'm yanma geldi. Abdülaziz, ona damadının kim olduğunu sor­mak amacıyla: «Men hateneke» diye sordu. Halbuki böyle demiş ol­makla, «Seni kim sünnet etti?» demiş oldu. Adam da: «Herkesi sünnet eden adam beni de sünnet etti.» diye cevap verince Abdülaziz, katibi­ne: «Bu ne haldir, bu adam bana nasıl cevap veriyor?» diye sordu. Ka­tip ona: «Ey mü'minlerin emiri, senin ona: «Men hatenüke» "Damadın kimdir?" diye sorman gerekirdi.» dedi. Bunun üzerine Abdüiaziz de Arapçayı iyi öğrenmeden evinden dışarı çıkmamaya yemin etti. Bir hafta kadar evinde kalıp Arapçayı iyice öğrendikten sonra dışarı çık­tığında artık o, insanların en fasihlerinden ve Arapçayı en iyi bilenle­rinden biri haline gelmişti. Bundan sonra o, Arapçayı iyi konuşan kimselere bol armağan verir, Arapçayı iyi konuşamayan kimselerin bağışlarını ise azaltırdı. İnsanlar, onun zamanında Arapçayı öğren­meye koşuştular.

Abdülaziz, günün birinde bir adama şöyle dedi:

- Sen kimlerdensin?

- (Minbenu Abdüddar.) Abdüddar oğullarmdanım (Burada ada­mın "min beni" demesi gerekirken "min benu" diye telaffuz etmesi bir hata idi.) Bunun üzerine Abdülaziz, ona şöyle cevap verdi:

- Sen bu yanlışlığının karşılığım alacağın armağanda göreceksin! Adama, armağanım 100 dinar eksik verdi.

Ebu Ya'lâ el-Musılî, Ka'ka' b. Hakim'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Abdülaziz b. Mervan, Abdullah b. Ömer'e şöyle bir mektup gön­derdi:

«İhtiyacın varsa bana bildir.»

İbn Ömer de ona şu cevabî mektubu gönderdi:

«Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: «Yüksekteki el (veren el), alçakta­ki elden (alan elden) daha hayırlıdır. Sen önce geçimlerinden sorumlu olduğun kimselerin ihtiyacını karşılamaya başla.» Ben senden bir şey isteyecek değilim. Aziz ve Celil olan Allah'ın bana nasib ettiği bir rı-zık senin tarafından bana gönderilecek olursa, onu da geri çevir­mem.»

İbn Vehb, Süveyd b. Kays'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Abdülaziz b. Mervan, bana bir mektup ve 1.000 dinar vererek İbn Ömer'e göndermemi emretti. Ben de götürdüm ve o mektubu ken­disine teslim ettim. Mektubu okuyunca: «Paralar nerede?» diye sordu. Ben de: «Sabah olmadan paraları sana veremem.» dedim. O da: «Al­lah'a yemin ederim ki, 1.000 dinarı olduğu halde İbn Ömer bu geceyi geçiremez ve sabahı bekleyemez.» dedi ve mektubu bana geri verdi. Ben de gidip o paraları getirdim, kendisine teslim ettim. O, bu parala­rı yoksullara dağıttı. Allah ondan razı olsun.»

Rahmetli Abdülaziz'in güzel sözlerinden bazı örnekler sunmak is­tiyorum:

«Allah'ın kendisini rızıklandıracağma ve infak edeceği malın yeri­ni dolduracağına yakinen iman eden bir mü'minin, büyük sevap ve güzel övgü kazanmak için malını infak etmeyişine çok şaşıyorum.»

ibn Ömer, can çekişirken malını yanma getirtti, saymaya başladı. 300 ölçek altınlık malı bulunduğunu görünce şöyle dedi: «Allah'a ye­min ederim ki, bu malın Necid'te otlanan develerin kığı olmasını çok isterdim. Allah'a yemin ederim ki, ben kendisinden bahsedilmeyen bir varlık olmak isterdim veya şu akarsu olmak isterdim. Ya da Hicaz diyarında bir bitki olmak isterdim.» Vefat edeceği esnada yanında bu-Jinanlara: «Beni saracağınız kefenimi getirin.» dedi. Getirdiklerinde etene bakıp: «Öf senden ey dünya! Senin uzun zamanın, ne kadar da Kisa; çok malın ne kadar da az.» demeye başladı.

Yakub b. Süfyan, Leys b. Sa'd'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Abdülaziz, hicretin seksenaltmcı senesinin cemaziyelevvel ayı­nın onüçünde pazartesi gecesi vefat etti.»

İbn Asakir dedi ki: «Bu, Yakub b. Süfyan'm yanılgısıdır. Doğrusu Abdülaziz, hicretin seksenbeşinci senesinde vefat etmiştir. O, kardeşi Abdühnelik'ten önce vefat etmiştir. Abdülmelik, ondan bir sene sonra hicretin seksenaltmcı senesinde vefat etmiştir.»

Abdülaziz b. Mervan, emirlerin seçkinlerinden ve hayırhların-dandı. Kerem sahibi, cömert ve övgüye layık bir kimseydi. Raşid hali­felerden Ömer b. Abdülaziz'in babasıydı. Ömer de babası Abdülaziz'in ahlakıyla ahlaklanmış ve ayrıca birçok iyi hasletleri ondan fazla ola­rak kazanmıştı. Abdülaziz'in Ömer'den başka, Asım, Ebu Bekir, Sü­heyl ve Asbağ adında oğulları da vardı. Asbağ, babasından kısa bir süre önce vefat etmiş, bu nedenle babası onun ölümüne çok üzülmüş, ondan sonra hastalanarak vefat etmişti. Abdülaziz'in birkaç kızı da vardı. Ümmü Muhammed ve Süheyl, Ummü Osman, Ümmü Hakem, Ummü Benin. Bunlardan her biri Abdülaziz'in ayrı bir karısından doğmuştu. Onun bunlardan başka çocukları da vardı. Mısır'a bir ko­naklık mesafede kendi kurduğu şehirde vefat etti. Nil üzerinden Mı­sır'a götürüldü ve oraya defnedildi.

Abdülaziz, ölürken birkaç kadın, bol miktarda mal, binek, at, ka­tır, deve ve daha evsafı sayılamayacak şeyleri miras olarak bıraktı. Miras bıraktığı mallar arasında gümüşten ayrı olarak 300 ölçek altın da vardı. Bununla beraber o, çok cömert, kerem sahibi, bol miktarda armağan ve bağışlar veren bir kimseydi. İnsanlar arasında en çok ba­ğışta bulunan bir insandı. Allah, ona rahmet etsin.

İbn Cerir'in anlattığına göre Abdülmelik b. Mervan, Mısır diya­rında bulunan kardeşi Abdülaziz'e bir mektup yazarak veliahtlıktan kendi oğlu Velid lehine feragat etmesini ya da Velid'ten sonra veliaht­lığa razı olmasını rica etmişti. Velid'in kendi nazarında insanlar ara­sında en çok sevdiği ve en fazla kıymet verdiği bir kişi olduğunu ifade etmişti. Abdülaziz de ona şu cevabî mektubu göndermişti:

«Senin Velid'te gördüğün üstünlükleri ben de oğlum Ebu Bekir'de görmekteyim.»

Bunun üzerine Abdülmelik, ona emredici mahiyette bir mektup göndererek Mısır haracını kendisine göndermesini istedi. Abdülaziz, ona Mısır haracını kendisine göndermesini istedi. Abdülaziz, ona Mı­sır haracından hiçbir şey göndermiyordu. Başka vergileri de vermi­yordu. Mısır ülkesinin tümü, mağrib ülkesinin tümü ve diğer ülkeler hep Abdülaziz'e haraç ve vergi öderlerdi. Oralardan elde edilen gani­metlerde onun eline geçerdi. Abdülaziz, bu olay üzerine Abdülmelik'e şu cevabî mektubu gönderdi:

«Ky mü'minlerin emiri! Ben ve sen öyle bir yaşa vardık ki, senin ehl-i beytinden herhangi bir kimse bu yaşa varırsa, mutlaka ömrü ar­tık az kalmış demektir. Önce sen mi yoksa ben mi öleceğim? Bunu bi­lemiyorum. Ömrümün geri kalan kısmında beni kınamayıp rahat bı­rakmayı uygun görüyorsan bunu yap.»

Abdülmelik, kardeşinin bu mektubundan etkilendi. Ona acıdı ve su cevabı gönderdi: «Ömrüme yemin ederim ki, senin ömrünün geri kalan kısmında artık seni kınamayacağım ve rahatsız etmiyeceğim.»

Abdülmelik, oğlu Velid'e şöyle dedi: «Eğer emirliği Allah sana vermeyi murad etmişse, kullardan herhangi biri bunu senin elinden almaya güç yetiremez.»

Daha sonra oğlu Velid ile Süleyman'a şöyle dedi: «Ijiarem'den hiç uzaklaştınız mı?» Onlar; "Hayır" diye cevap verince o şöyle dedi: «Al-lahu Ekber. Ka'be'nin Rabbına yemin olsun ki, siz ona kavuştunuz.»

Kardeşi Abdülaziz'in veliahtlıktan feragat etmeye yanaşmaması ve oğlu Velid'in veliahtlığına bey'at etmemesi esnasında Abdülmelik, Abdülaziz'e beddua ederek: «Allah'ım, o benimle olan akrabalık bağı­nı kopardı. Sen de onu kopar.» demişti. Bu senede vefat eden Abdüla­ziz'in Ölüm haberi kendisine ulaştırılan Abdülmelik ve aile fertleri, onun için üzülüp ağladılar. Ancak Abdülmelik, oğulları Velid ile Sü­leyman'ın emirlik ümitlerinin tahakkukunu görünce de sevindi. Hac-cac da Abdülmelik'e bir heyet gönderdi. Velid'in veliahtlığının güzel bir fikir olduğunu söyledi ve bu fikri onun nazarında süsleyip güzel-leştirdi. Gönderdiği heyetin başkanı İmran b. Usam el-Userî idi. He­yet mensupları, Abdülmelik'in huzuruna girdiklerinde İmran kalkıp bir konuşma yaptı. Heyetteki diğer üyeler de konuştular. Abdülme­lik'e, Velid'in veliahtlığını teid etmesi için gerekli teşvikte bulundu­lar. İmran b. Usam da bu hususta şöyle bir şiir okudu:

«Ey mü'minlerin emiri, aramızdaki uzak mesafelerden sana se­lam ve tebriklerimizi sunuyoruz.

Oğulların hususunda yaptığım teklifime uygun cevap ver.

Benim cevabım onlarla ilgilidir. Onlar bizim düzenimizi ayakta tutarlar.

Eğer Velid'e itaat edilirse,

Ben de halifeliği ve idareyi ona bırakırım.

Senin gibi birinin kubbesinin çevresinde Kureyşliler dolanır.

insanlar, onun sayesinde bulutlardan su ve yağmur dilerler. '

Senin gibi biri öyle korunmuştur ki,

Boynundaki gerdanlık ve muskaları çıkarsa bile musibete uğra­maz.

Eğer bu hususta kardeşini tercih edersen,

Ben ve deden ona ithamda bulunma gücüne sahip değiliz.

Ama biz onun oğullarından, baba bir oğullardan çekiniyoruz.

Onlardan taraf biz zehir bulaşmasından korkuyoruz.

Hükümdarlığı onlara verecek olursan,

Bulutlardaki suyun çekilmesinden ve kuraklıktan korkuyoruz.

Yarın bu millet için sağacağın şey,

Yarından sonra senin oğullarının sağacakları şey,

Yoğunluk ve ağırlık olmasın bizlere.

Yemin ederim ki, eğer Usam beni aşacak olursa bu hususta,

Ben onu asla affetmem, mazeretini kabul etmem.

Eğer ben bir kardeşime iltimasta bulunacak olursam,

Onun vasıtası ile söz sahibi veya makam sahibi olmak isterim.

Oğullarımı oğullarına tercih etmesini ve onlara yönetimde pay vermesini isterim.

Ya da onun aleyhinde atıp tutarım.

Akrabaları arasında çatlaklık bulunan kimse olduğu zaman,

Hükümdarın, akrabaları arasındaki çatlaklığı en sonda kapatma­sı gerekir.»

Bu şiir, Abdülmelik'i heyecanlandırıp harekete geçirdi. Kardeşi Abdülaziz'e mektup yazarak oğlu Velid lehine veliahtlıktan feragat etmesini istedi. Ancak Abdülaziz, bu isteği kabul etmedi. Ama nok­sanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, Abdülaziz'in Abdülmelik'ten bir sene önce vefatını mukadder kıldı. Abdülaziz vefat edince Abdül-melik, oğulları Velid ile Süleyman'ın emirliğe geçmelerine yol açıldı­ğını gördü. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [32]

 

Abdülmelik'in, Önce Oğlu Velid İçin, Sonra Da Diğer Oğlu Süleyman İçin Veliahtlık Bey Atı Alması

 

Bu veliahtlık bey'atı, Abdülaziz b. Mervan'm vefatından sonra bu senede yapıldı. Önce Şam'da ona bey'at edildi. Sonra diğer beldelerde bey'at edildi. Ondan sonra da Süleyman'ın veliahtlığı için bey'at edil­di. Bey'at işi Medine'ye vardığında Said b. Müseyyeb, Abdülmelik ha­yatta iken başka bir kimseye bey1 ata yanaşmadı. Medine valisi Hişam b. ismail, bey'at etmesi için ona emir verdi. Bey'at etmeyince ona alt­mış kırbaç vurdurdu. Ayrıca ona kıldan örülme giysiler giydirerek merkebe bindirdi ve Medine sokaklarında ibret olsun diye dolaştırdı. Sonra emir vererek onu Seniyyetü'z-Zübabe'ye gönderdi. Burası na­mazgahtı. Müslümanlar orada namaz kılar ve istirahat ederlerdi. Bir süre sonra onu Medine'ye tekrar getirip zindana attılar. Said b. Mü­seyyeb de: «Allah'a yemin ederim ki, beni öldürmeyeceğinizi bilsey­dim bu elbiseyi giymezdim.» dedi. Medine valisi Hişam b. ismail, Ab-dülmelik'e mektup yazarak Said b. Müseyyeb'in bey'at etmeyip muha­lefette bulunduğunu bildirdi. Abdülmelik, yazdığı cevabî mektupta bu davranışından ötürü vali Hişam'ı kınayarak Said'i zindandan çıkar­masını emredip şöyle dedi: «Sıla-i rahim hususunda Said, bu yaptık­larından daha çok hak sahibidir. Biz, Said'in muhalefetçi ve huzur­suzluk çıkaran bir kimse olmadığını biliyoruz.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abdülmelik, Medine valisi Hişam'a şöyle demiştir: «Said'in bey'attan başka çaresi yoktur. Eğer bey'at etmezse boynunu vur ya da onu serbest bırak.»

Vakidî'nin anlattığına göre bey'at emri Medine'ye ulaştığında Sa­id b. Müseyyeb, bey'ata yanaşmadı. Medine valisi Cabir b. Esved b. Avf da ona altmış kırbaş vurdurdu ve zindana attırdı. Doğrusunu Al­lah bilir.

Ebu Mihnef, Ebu Ma'şer ve Vakidî dediler ki: «Hicretin seksenbe-şinci senesinde Medine valisi Hişam b. İsmail el-Mahzumî, insanlara haccettirdi. Haccac da o zaman Irak'ın ve doğu eyaletinin valisi idi.»

Şeyhimiz Hafız ez-Zehebî dedi ki: Bu sene de Medine emiri Eban b. Osman b. Affan vefat etti. Eban, Medine'nin on fakihinden biri idi.

Muhammed b. Sa'd dedi ki: Eban b. Osman, sika bir ravi olup ku­lağında biraz ağırlık vardı. Vücudunda çok miktarda alacalık vardı. Ölmeden önce felç oldu.

Bu senede vefat edenlerden biri de Abdullah b. Amir b. Rebia idi. Amr b. Hirris, Amr b. Seleme ve Vasile b. Eska' da bu sene de vefat ettiler. Vasile, Tebük gazvesine katıldı, sonra Şam'ın fethine katıldı ve oraya yerleşti. Orada Babüssagir'in kıblesindeki hapishanenin ya­nında mescidi vardı.

Ben derim ki: Vasile'nin mescidi, Timurlenk fitnesi zamanında yandı. Geride sadece izleri kaldı. Doğu kapısında bir su kanalı vardı.

Hicretin seksenbeşinci senesinde vefat eden şahsiyetlerden birisi de Halid b. Yezid b. Muaviye b. Ebi Süfyan Sahr b. Harb b. Ümeyye idi. Kureyşlilerin, çeşitli ilimlere sahip en bilgin kişisi idi. Tıpta da muhalefeti vardı. Kimyada söz sahibi idi. Bu ilmi, Meryaneş adında bir rahipten öğrenmişti. Halid, fasih, beliğ, şair ve babası gibi man­tıkçı bir adamdı. Bir gün Hakem b. Ebi'l-As'la birlikte Abdülmelik b. Mervan'm huzuruna girdi, oğlu Velid'in, kardeşi Abdullah b. Yezid'e hakaret etmesinden şikayetçi oldu. Abdülmelik de ona şu ayet-i keri­me ile cevap verdi:

«Doğrusu hükümdarlar bir şehre girdikleri zaman orasını bozar­lar. Onurlu kimselerini aşağılık yaparlar.» (en-Neml, 34.)

Halid ise, ona şu ayetle karşılık verdi:

«Bir şehri yok etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklarına yola gelmelerini emrederiz, ama onlar yoldan çıkarlar. Artık o şehir yok olmayı hakeder. Biz de onu yerle bir ederiz.» (eMsrâ, 16.)

Abdülmelik de dedi ki:

- Vallahi kardeşin Abdullah yanıma geldi. Onun Arapçayı düz­gün telaffuz etmediğini gördüm.

- Evet, Velid Arapçayı düzgün telaffuz edemez.

- Onun kardeşi Süleyman ise Arapça telaffuzunda hiç hata yap­mıyor.

- Ben de Abdullah'ın kardeşiyim, ama Arapçayı telaffuz ederken hata yapmıyorum.

Orada hazır bulunan Velid, Halid'e şöyle dedi:

- Sus, Allah'a yemin ederim ki, sen ne kervancılardan ne de in­sanları Arafat'tan Müzdelife'ye götürenlerden sayılmıyorsun.

- Ey mü'minlerin emiri, şunun söylediklerini duyuyor musunuz? Böyle dedikten sonra Halid, Velid'e dönüp şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana! Kervancılık Ebu Süfyan'a aitti. İnsanları Arafat'tan Müzdelife'ye götürme işi de dedem Utbe b. Rebia'ya aitti. Ama sen şöyle demeliydin: «Koyuncuklar, dağcıklar, Taif... Allah, Os­man'a rahmet etsin.» Eğer böyle deseydin doğru söylemiş olurdun. Çünkü Hakem, Taife sürgün edilmiş olup koyun otlatıyor ve kerem dağına sığınıyordu- Sonra hilafete geçtiği zaman Osman b. Affan, onu Medine'ye kabul etti.»

Bunun üzerine Velid ile babası sustular ve cevaba şaşmadılar. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bi­lir. [33]

 

Hicret'in Seksenaltıncı Senesi

 

Bu senede Haccac'ın Merv ve Horasan'daki naibi Kuteybe b. Müs­lim, Türklerin ve diğer kafirlerin birçok beldelerine gaza yaparak çok sayıda esir, mal, kale ve arazileri ganimet olarak ele geçirdi. Daha sonra ordusundan Önce kendisi döndü. Haccac, bir mektup yazarak ordusundan önce gelmiş olmasından ötürü onu kınayıp şöyle dedi: «Düşman illerine giderken ordunun önünde ol, dönüşte de gerisinde ol.» Yani dönüş esnasında ordunun geri tarafında bulun ki, düşman­lardan veya başkalarından herhangi bir kötülük orduya ulaşmasın. Bu güzel bir görüştür ve sünnet de bu yöndedir. Halid b. Bermek'in annesi olan Bermek'in karısı esireler arasındaydı. Kuteybe, bu cariye­yi kardeşi Abdullah b. Müslim'e verdi. Abdullah, onunla cinsel ilişki­de bulunup hamile bıraktı. Sonra Kuteybe, esirlere lütufta bulundu ve o kadını kardeşi Abdullah'tan gebe kalmış olduğu halde eski koca­sına geri verdi. Çocuğu da yanlarında idi. Müslüman oluşlarına kadar bu çocuk yanlarında kaldı. Müslüman olduklarında Abbasilerin za­manında çocuğu getirdiler.

Kuteybe, Horasan'a dönerken Bulgar reisleri büyük armağanlar­la ve altın anahtarla onu karşıladılar.

Hicretin seksenaltmcı senesinde Şam'da, Basra'da ve Vasit şeh­rinde bir veba salgını görüldü. Bu salgın önce kadınları yakaladığı için buna "Genç kızlar salgını" anlamına gelen "Taun el-fetayat" adı

verildi.

Mesleme b. Abdülmelik, Bizans'a gazaya gitti. Bolak ve Ahrem kalelerini fethederek çok sayıda esir ve mal ele geçirdi.

Abdülmelik, oğlu Abdullah'ı Mısır'a -kardeşi Abdülaziz'in vefatın­dan sonra- vali olarak gönderdi. Abdullah, cemaziyelahîr ayında, yir-miyedi yaşında iken Mısır'a vali olarak girdi.

Bu senede Bizans'ın Lori adındaki hükümdarı öldü. Allah ona rahmet etmesin. Haccac, Yezid b. Mühelleb'i hapsetti. Hişam b. İsma­il el-Mahzumî insanlara haccettirdi. Ebu Ümame el-Bahilî, Abdullah b. Ebi Evfa ve bir kavle göre de Abdullah b. Haris b. Cüz ez-Zebidî ve­fat ettiler. Abdullah b. Haris, Mısır fethine katıldı. Oraya yerleşti. O, Mısır'da vefat eden sahabelerin en sonuncusu idi.

Bu senenin şevval ayında mü'minlerin emiri vefat etti. [34]

 

Emevi Halîfelerinin Atası Abdülmelik B. Mervan

 

Abdülmelik b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ümeyye Ebu'l-Ve-lid el-Ümevî, mü'minlerin emiridir. Annesi, Aişe binti Muaviye b. Mu-gire b. Ebi'l-As b. Ümeyye'dir. Osman b. Affan'dan hadis dinledi. On yaşında iken babası ile birlikte Hz. Osman'ın muhasarası esnasında orada hazır bulundu. İnsanları hicretin kırkikinci senesinde Bizans'a gazaya götüren ilk komutan o oldu. Medinelilerin valisi idi. Onaltı ya­şında Medine'de valilik yaptı. Muaviye, onu oraya tayin etmişti. Fı-kıhçılann, âlimlerin, abidlerin, salihlerin meclislerine katılırdı. Baba­sından, Cabir'den, Ebu Said el-Hudrî'den, Ebu Hüreyre'den, İbn Ö-naer'den, Muaviye'den, Ümmü Seleme'den ve Hz. Aişe'nin azatlı cari­yesi Berire'den hadis rivayet etmiştir. Aralarında Halid b. Madan, Urve, Zührî, Amr b. Haris, Reca b. Hayve ve Cerir b. Osman'ın da bu­lunduğu bir cemaat, ondan hadis rivayet etmişlerdir.

Muhammed b. Sirin'den nakledildiğine göre Abdülmelik'in babası pk Y7an' °£lu Abdülmelik'i Kasım adıyla adlandırmış ve kendisi de kbu 1-Kasım künyesi ile çağrılmıştır. Sonra oğlunun adını değiştirmiş ve ona Abdülmelik adını vermiştir.

İbn Ebi Hayseme, Mus'ab b. Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Abdülmelik b. Mervan, İslâm tarihinde Abdülmelik adını alan ilk kişidir.»

İbn Ebi Hayseme dedi ki:. «İslâm tarihinde ilk olarak Ahmed adıy­la adlandırılan kişi, Halil b. Ahmed el-Aruzî'nin babasıdır.»

Abdülmelik b. Mervan'a, hicretin altmışbeşinci senesinde, babası­nın sağlığında ve İbn Zübeyr'in hilafeti zamanında veliahtlık bey'atı yapıldı. Yedi sene süreyle Şam ve Mısır'da vali olarak kaldı. İbn Zü-beyr de o zaman diğer beldelere hakimdi. Sonra Abdülmelik, diğer belde ve iklimleri de İbn Zübeyr'in öldürülmesini müteakiben hakimi­yeti altına aldı. Müstakil hükümdar olması, hicretin yetmişüçüncü senesinden itibaren başladı ve -önceki kısımlarda da anlattığımız gi­bi- bu seneye kadar devam etti. O ve Yezid b. Muaviye, hicretin yirmi-altıncı senesinde doğdular.

Abdülmelik, halife olmadan önce abid, zahid ve fakih kimseler­dendi. Mescide devam edip Kur'ân okuyanlardandı. Beyaz tenli, kaş­ları bitişik, gözleri iri ve şehla, burnu ince, yüzü güzel ve parlak, saçı ağarmış, orta boylu bir kimse olup kısaya daha yakındı. Dişleri altın­la birbirine bağlanmıştı. Ağzı açıktı. Bazen uykuya daldığında ağzı açılır ve ağzına sinek girerdi. Bu nedenle ona "Sinek babası" anlamı­na gelen "Ebu Zübab" künyesi takılmıştı. Saçına sakalına kına yak-mamıştı. Daha sonra yaktığı da söylenir.

Nafî dedi ki: «Medine'yi gördüm. Orada Abdülmelik b. Mervan'-dan daha gayretli, daha fakih ve Allah'ın kitabını daha çok okuyan başka bir genç hiç görmedim.»

A'meş, Ebu Zinad'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Medine fıkıhçıları dörttür: Said b. Müseyyeb, Urve, Kabise b. Zü-eyb ve Abdülmelik b. Mervan. Abdülmelik, emirliğe başlamadan önce fakihti.»

İbn Ömer'in de şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«insanlar, çocuk doğurdular, ama Mervan, çocuk değil de baba doğurdu.» (Yani halifelerin babasını doğurdu. İbn Ömer, bu sözü ile Abdülmelik'i kasdetmiştir.) İbn Ömer, bir gün Abdühnelik'i gördü. İn­sanların ihtilafından söz ediliyordu. Şöyle dedi: «Keşke insanlar, şu çocuk (Abdülmelik) üzerinde anlaşıp bir araya gelseler.»

Abdülmelik dedi ki: Büreyde b. Husayb ile aynı mecliste oturu­yorduk. Bir gün bana şöyle dedi: «Ey Abdülmelik, sende bazı meziyet­ler vardır ve bu ümmetin idaresinin başına geçmeye sen çok layıksın. Eğer idarenin başına geçersen kan akıtmaktan sakın. Zira ben, Rasû-lullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim:

«Kişi Cennet'in kapısına gelip oraya baktıktan sonra -bir Müslü-manın haksız yere bir fincan kanını akıtmış olduğundan ötürü- Cennet'in kapısından geri çevrilir.»

Abdülmelik emirliğe geçmeden önce, Muaviye ve Amr b. As onu Övmüşlerdi.

Said b. Davud ez-Zübeyrî, Yahya b. Said b. Davud ez-Zübeyrî'nin söyle dediğini rivayet etmiştir:

«Öğle ile ikindi arasında ilk olarak namaz kılan kişi Abdülmelik b Mervan oldu. Onunla beraber bazı gençler de namaz kıldılar.»

Said b. Müseyyeb dedi ki: «İbadet, çok namaz kılıp çok oruç tut­makla olmaz. İbadet, ancak Allah'ın emrinde düşünmek ve Allah'ın haramlarından sakınmakla olur.»

Şa'bî dedi ki: «Her kiminle bir mecliste oturduysam mutlaka ken­dimi ondan üstün gördüm. Ancak Abdülmelik b. Mervan hariç. Çün­kü onunla bir hadis üzerinde konuştuğumda onun benden daha bilgili olduğunu gördüm. Bir şiir üzerinde konuştuğumda yine benden daha bilgili olduğunu gördüm.»

Halife b. Hayyat'a göre Muaviye, hicretin ellinci senesinde Medi­ne valisi Mervan'a bir mektup göndererek oğlu Abdülmelik'i, Medine askeri birliği ile birlikte Muaviye b. Hadic komutasında mağrib ülke­sine göndermesini emretmiş; onun yeterliliğinden, o beldeler hakkın­da çok şey bildiğinden ve mücahedesinden bahsetmişti. Abdülmelik de Harre vak'ası meydana gelinceye kadar Medine'de ikamet etmeye devam etti. îbn Zübeyr, Hicaz beldesini istila edip oradaki Ümeyye oğullarını sürgün ettiği zaman Abdülmelik, babası Mervan'la birlikte Şam'a gitti. Şamlılar, babasına bey'at ettiklerinde dokuz ay emirlik yapmıştı. Babasından sonrası içinde Abdülmelik'in veliahtlığına bey-at edildi. Abdülmelik, hicretin altmışbeşinci senesinin ramazan ya da rebiyülevvel ayı başında müstakil hükümdar ve halife oldu. İbn Zü­beyr'in, hicri yetmişüçüncü senenin cemaziyelevvel ayında öldürülme­sinden sonra insanlar, Abdülmelik'in etrafında toplandılar. Onu hü­kümdar olarak kabul ettiler. Hükümdarlık ve halifeliği, hicretin sek-senaltıncı senesine kadar devam etti.

Saleb, İbn Arabi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdülmelik, halifeliğe geçtiği zaman kucağında mushaf vardı. Mushafı kapattı ve: Artık seninle birbirimizden ayrıldık." dedi.»

Ebu Tufeyl dedi ki: "Abdülmelik'e genişçe bir meclis yapıldı. Yine onun için bu meclisin üzerinde daha önce bir kubbe yapılmıştır. Kub­benin altına girdi ve şöyle dedi: "Haseme el-Ahvazî (Ömer b. Hattab), bunun kendisi için haram olduğu görüşündeydi."

Bir rivayette anlatıldığına göre o, kucağındaki mushafı yere bı­rakmış ve ona: "Bu, seninle son görüşmemizdir." demiştir.

Abdülmelik, kan akıtmakta çok cüretliydi. Akıllı, anlayışlı, zekalı ve dünya işlerini iyi bilip idare eden bir kimseydi. Dünya işlerini başkalarına havale etmezdi. Annesi, Aişe binti Muaviye b. Muğire b. Ebi'l-As'dır. Babası Muaviye'dir ki, Peygamber (s.a.v.)'in Uhud sava­şında amcası Hamza'nm burnunu kesmişti.

Said b. Abdülaziz dedi ki: «Abdülmelik, Mus'ab b. Zübeyr'le sa­vaşmak üzere Irak'a gittiğinde Yezid b. Esved el-Cüreşî de onunla birlikte gitti. Abdülmelik ile Mus'ab karşı karşıya geldiklerinde Yezid b. Esved şöyle dua etti: "Allah'ım, şu iki dağın arasına bir engel koy ki, birbirlerine ulaşamasınlar ve yönetimi en çok sevdiğine ver." Ab­dülmelik muzaffer oldu.»

Mus'ab, Abdülmelik'in en çok sevdiği, değer verdiği bir kimseydi. Onun, Mus'ab'ı öldürmesinin keyfiyetini önceki sayfalarda anlatmı­şız dır.

Abdülmelik'in halifeliğine bey'at edildiğinde Hz. Ömer'in oğlu Ab­dullah, ona şöyle bir mektup gönderdi: «Rahman ve Rahim olan Al­lah'ın adıyla. Ömer'in oğlu Abdullah'tan mu minlerin emiri Abdülme-lik'e. Sana selam olsun. Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a hamdederim.

İmdi sen bir çobansın. Her çoban da güttüğü sürüden sorumlu­dur. "Allah'tan başka tanrı yoktur. Geleceğinden şüphe olmayan kıya­met günü, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" {en-Nisâ, 87.) Evet, Allah'tan daha doğru sözlü kimse yoktur vesselam.»

Abdullah b. Ömer, bu mektubunu Abdülmelik'e selamla gönder­mişti. Mektubu açıp baktıklarında kendi adım, mü'minlerin emirinin adından önce yazmıştı. Sonra onun Muaviye'ye göndermiş olduğu mektuplara da baktılar. Ona da aynı şekilde yazmış olduğunu göndü­ler ve bunun, o zamandan beri alışageldiği bir âdet olduğu kanaatına vardılar.

Vakidî, Übey b. Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdülmelik b. Mervan'ın şöyle dediğini işittim: Ey Medine halkı! Şu yönetime sahip olması gereken en liyakatli insan, benim. Şu doğu tarafından bizim üzerimize hadisler aktı. Biz bunları bilmiyoruz. Bunlardan sadece Kur'ân kıraatim biliyoruz. Mazlum imam Hz. Os­man'ın size gönderdiği mushafmız içindeki hükümlere bağlı kaim. Yi­ne merhum ve mazlum imamınız Hz. Osman'ın sizler için derlediği farizalara sarılın. O, bu farizaları ve mushafi derleyip toparlama hu­susunda Zeyd b. Sabit'e danışmıştı. O, ne güzel bir danışmandı. O, islâm içindi. Allah, ona rahmet etsin. Mazlum ve merhum imamınız Hz. Osman ile Zeyd b. Sabit'in hükümlerine göre hüküm verin. Onla­rın uygun görmedikleri şeylerden uzak durun.»

Ibn Cüreyc, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdülmelik, İbn Zübeyr'in Öldürülmesinden iki sene sonra hicretin yetmişbeşinci senesinde bize haccettirdi. Haccettirirken de bize bir hutbe irad etti. Hutbesinde şunları söyledi: İmdi benden önce bazı halifeler vardı. Mal yerler, işleri başkalarına havale ederlerdi. Allah'a vemin ederim ki, ben bu ümmetin hastalıklarını ancak kılıçla tedavi edeceğim. Ben Osman gibi zayıf, Muaviye gibi idare-i maslatçı ve Ye-İd b. Muaviye gibi eksik ve rezil bir halife değilim. Ey insanlar, biz­ler sizin para cezalarınızı affettik. Yalnız bu cezaların savaşa katıl­mama ya da minber üstüne atlama suçu nedeniyle verilmiş olanları hariç..- Onları affetmiyeceğiz. İşte Amr b. Said, hak onundur. Onun akrabalığı ve oğlu vardır. O, başıyla isyan etti, biz de kılıcımızla ona cevap verdik. Onun boynundan çıkardığım pranga yanımdadır. Al­lah'a söz verdim ki, ben bu prangayı bir kimsenin boynuna takarsam, o bunu çok güçlükle çıkarabilir. Sözlerimi burada bulunanlar, bulun­mayanlara ulaştırsınlar.»

Asnıaî'nin rivayetine göre Abdülmelik b. Mervan, genç bir deveye binmişti. Deveyi güden adam da şöyle bir şiir okumuştu:

"Ey gördüğüm dişi deve, Yürürken ovalardan git, Yazıklar olsun sana, üzerindeki adamın kim olduğunu biliyor

musun?

O, Allah'ın halifesidir ki, sana binmiştir.

Seni kayırdığı gibi başka bir deveyi kayırmış değildir."

Abdülmelik, güdücünün böyle dediğini işitince ona: "Ey adam, sa­na 10.000 dirhem verilmesini emrettim." dedi.

Asmaî dedi ki: Abdülmelik bir nutuk irad etti. Sözünü kısa kesip şöyle dedi: "Dil, insan vücudunun bir parçasıdır. Biz sözü kısa kesip susuyoruz. Saçmalayarak konuşmuyoruz. Biz söz ümerasıyız. Sözün damarları bizim içimize yerleşmiş, dalları da üzerimize sarkmıştır. Bizim bu makamımızdan sonra başka makam da vardır. Bizim bu susmamızdan sonra da sözler ve konuşmalar vardır. Bu gününüzden sonra da günler vardır. İşte o günler, detaylı konuşma ve doğru sözle­rin yeri olacaktır."

Asmaî dedi ki: "Abdülmelik'e şöyle denildi:

- Saç ve sakalın çabuk ağarmış?

- Nasıl ağarmasın ki. Çünkü ben her cuma aklımı insanlara bir veya iki kez arzediyorum."

Asmaî1 den başka biri de şöyle dedi: "Abdülmelik'e denildi ki:

- Saçm sakalın çabuk ağarmış?

- Sen benim minbere çıkıp hutbe irad etiğimi ve hutbe irad eder­ken yanlış telaffuzda bulunmaktan ne kadar korktuğumu unutuyorsun herhalde."

Adamın birisi, Abdülmelik'in yanında konuşurken bir hata yaptı. Yanlış konuştu. Cümlesinden, "bin" kelimesini düşürdü. Abdülmelik ona: "Bin kelimesini ekle." dedi. Adam da: "Bini sen ekle (Yani bana 1.000 dirhem ver.)." dedi.

Zührî dedi ki: Abdülmelik'in irad ettiği bir hutbede şöyle dediğini işittim:

"İlim hızla kabzedilip götürülecektir. Yanında ilim bulunan kim­se, onu pahahlaştırmaksızm ve ondan uzaklaşmaksızın insanlara a-çıklasın."

İbn Ebi'd-Dünya'mn rivayetine göre Abdülmelik, yolculuğunda kendisiyle birlikte seyahat eden kimselere, bir ağaç gördüğü zaman şöyle dermiş: "Şu gördüğünüz ağacın yanma varıncaya kadar bize teş­bih getirin. Şu gördüğünüz taşın yanına varıncaya kadar tekbir geti­rin."

Beyhakî'nin rivayetine göre Abdülmelik, necasetli bir kuyuya bir para düşürdü. Ancak onüç dinara bir işçi kiralayarak o parayı ku­yudan çıkardı. Ona: "Şu para için bu kadar masrafa değer mi?" diye sorulduğunda o şu cevabı vermişti: "Kuyuya düşürdüğüm o paranın üzerinde Aziz ve Celil olan Allah'ın adı yazılıydı."

Birden fazla ravinin anlattıklarına göre Abdülmelik, halk arasın­da hüküm vermek üzere mecliste oturduğu zaman yanıbaşmda kılıçlı muhafızlar ve cellatlar dikilip dururlar, o da şu şiiri okur veya şu şiiri okumaları için başkalarına emir verirdi: da,

"Heva ve heves sebeplerine ulaşıldığında,

Dinleyici, konuşana kulak verdiğinde,

İnsanlar, kendi akıllarını beğenerek birbirleriyle boğuştukların-

Biz ayırıcı ve adil hükümle hükmederiz. Batılı hak yapmayız, hakkı bırakıp batıl konuşmayız. Akıllarımızın ve beyinlerimizin bozulmasından korkarız. Hakkı cahille birlikte bilmemekten de korkarız."

A'meş'in rivayetine göre Enes b. Malik, Abdülmelik'e bir mektup yazarak Haccac'ı şikayet etmiş ve mektubunda ona şunları söylemiş­ti:

«Eğer bir adam Meryem oğlu İsa'ya hizmet etmiş veya onu gör­müş veya onunla arkadaşlık etmiş olsaydı da Hristiyanlar o adamı ta-nisalar veya onun yerini bilselerdi, hükümdarları dahil hepsi yola çı­kıp onun yanına giderlerdi. O adam da Hristiyanların gönüllerinde büyük bir yer tutan ve kadri bilinen bir kimse olurdu.

Eğer bir adam, Musa'ya hizmet etmiş veya onu görmüş olsaydı da Yahudiler o adamı tanısalardı, ona ellerinden geldiğince iyilik yapar, sever ve başka türlü ikramlarda bulunurlardı.

Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m hizmetkarı ve arkadaşıyım. Onu gör­düm. Onunla beraber yemek yedim. Onunla beraber girdim, onunla beraber çıktım. Onunla beraber düşmanlarıyla cihad ettim. Haccac, bana zarar verdi ve bana şu, şu kötülükleri yaptı.»

Abdülmelik'in bu mektubu okurken ağladığını ve çok öfkelendiği­ni, yanında bulunan bir adam bana anlattı. Sonra Abdülmelik, Hac-cac'a çok ağır ifadeler içeren bir mektup yazıp gönderdi. Mektup Hac-cac'ın eline ulaşınca açıp okudu. Rengi değişti. Sonra mektubu getire­ne: "Haydi gidelim de Enes'in gönlünü alalını." dedi.

Ebu Bekir b. Düreyd dedi ki: İbn Eş'as'm zamanında Abdülmelik, Haccac'a şöyle bir mektup yazıp gönderdi:

"Sen, Allah'ın sayesinde çok yüceldin, ona ait şeylere de çok muh­taçsın. Bir mahluk olarak çok alçaksın ve mahlukların ihtiyaç duy­dukları şeylere de çok muhtaçsın. Allah'ın yardımıyla güçlendiğine göre onun için de affet. Sen, ancak onunla yücelirsin ve sonunda da ona dönersin."

Adamın biri dedi ki: «Bir adam, Abdülmelik'in yanına gitti ve onunla yalnız görüşmek istedi. Abdülmelik, meclisindeki adamlarına, dışarı çıkmalarını emretti. Mecliste kimse kalmayınca Abdülmelik, kendisiyle konuşmak isteyen adama şöyle dedi: "Konuşurken üç şeye dikkat et: Beni övmekten sakın. Çünkü ben kendimi senden daha iyi biliyorum. Bana yalan söylemekten de sakın. Çünkü yalancının görü­şü yoktur. Halktan bir kimseyi bana jurnallemekten de sakın. Çünkü onlar, benim onlara yapacağım zulüm ve haksızlığa nisbetle af ve adaletime daha yakındırlar. İstersen bu üç şeyden sakın. Eğer sakın-mayacaksan seni konuşmama hakkına sahip kılayım." Adam: "Ko­nuşmama izin ver." dedi. Abdülmelik de izin verdi.»

Başka ülkelerden yanma elçiler geldiklerinde Abdülmelik, elçile­re şöyle derdi: «Beni şu dört şeyden affet ve dilediğini söyle: Beni aşırı şekilde övme. Sormadığım şeye cevap verme. Bana yalan söyleme. Be­ni halkıma karşı kışkırtma, çünkü onlar benim şefkatime ve adaleti­me daha muhtaçtırlar.»

Asmaî, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İsyancılardan bir adamı Abdülmek'in huzuruna getirdiler. Abdülmelik: "Şunun boy­nunu vurun." deyince adam şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri! Bana bu cezayı vermemen gerekirdi." Abdülmelik: "Cezan ne olmalıydı?" di­ye sorunca adam şöyle cevap verdi: "Allah'a yemin ederim ki, sırf sa­na zararım ulaşmasın diye başkasıyla birlikte isyan haraketine katıl­dım ve senin yanında yer almadım. Çünkü ben uğursuz bir adamını, her kimin maiyetinde bulunduysam mutaka o adam mağlup oldu, he­zimete uğradı. Benim iddiamın doğruluğu da ortaya çıkmış ve sence anlaşılmıştır. Ben senin yanında yer alıp sana samimi davranan ve öğüt veren 100.000 kişiden daha hayırlıyım. Çünkü ben falanla birlik­teydim; o adam kırıldı, hezimete uğradı, adamları dağıldı, falanla da birlikteydim; o da öldürüldü. Falan adamla birlikteydim, o da hezime­te uğradı." Böyle diyerek çok sayıda komutanlardan bahsetti. Bunun üzerine Abdülmelik güldü ve onu serbest bıraktı.» Aldülmelik'e sordular:

- Hangi adam daha faziletlidir?

- Yüksek makamda bulunduğu halde tevazu gösteren, muktedir olduğu halde zahidlik yapan, güçlü olduğu halde başkasını mağlup et­mek istemeyen kimsedir.

Abdülmelik şöyle demişti: "Denemeden önce kişi rahatlamaz. De­nemeden önce rahatlamak akılsızlıktır."

«Malın en hayırlısı, hamdi ifade ettirip yergiyi defedendir. Sizden biri: "Önce nafakalarından sorumlu olduğu kişilere nafaka ver." de­mesin. Çünkü herkes Allah'ın iyalıdır. Nafakaları Allah'a aittir.»

Ancak bu söz, hadisteki ifadeden başka bir manaya yorulmahdır.

Medainî dedi ki: Abdülmelik, çocuklarının mürebbisi İsmail b. Ubeydullah b. Ebi'l-Muhacir'e şöyle dedi: "Onlara Kur'ân'ı öğrettiğin gibi doğru sözlülüğü de öğret. Onları sefil kimselerden uzak tut. Çün­kü sefiller, hayra rağbet hususunda insanların en düşük ve en kötü durumunda olanlarıdır, edepleri de çok azdır. Maiyetimdeki hizmetçi­lerden uzak tut. Onlar, çocuklarımın huylarını bozarlar. Saçlarını kı­sa kestir ki, çocuklarımın boyunları kahnlaşsın. Onlara et yedir ki, kuvvetlensinler. Şiir öğret ki, şereflensin ve güçlensinler. Dişlerini enlemesine fırçalamalarım onlara emret. Suyu emerek içsinler. Nefes almaksızın bir defada içmesinler. Onları dövmen gerekirse edeple ve gizlice döv. Etraftakilerden kimse bunun farkına varmasın. Aksi tak­dirde çocuklarımı tahrik ederler."

Heysem b. Adiy dedi ki: «Abdülmelik, bir gün insanların yanına girmeleri için özel bir izin verdi. Üstü başı yırtık pırtık, yaşlı bir adam da onun huzuruna girdi. Muhafızlar o adama aldırış etmemiş­lerdi. Yaşlı adam Abdühnelik'in önüne bir sayfa bıraktı ve çıktı. Nere­ye gittiği de bilinmedi. Sayfada şunlar yazılıydı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

Ey insan! Allah, seni kendisi ile kulları arasına koymuştur. "O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevese uyma, yoksa seni Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu, Allah'ın yolunda sapanlara, on­lara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin azab vardır." (Sâd, 26.)

"Bunlar, büyük bir günde tekrar dirileceklerini sanmıyorlar mı?

O gün insanlar âlemlerin Rabbı huzurunda dururlar." (ei-Mutaffifîn, 4 6.)

"Bu, insanların toplanacağı gündür; bu, görülecek bir gündür. Biz, o günü, ancak belli bir süreye kadar geciktiririz." (Hûd, 103-104.) Şu içinde bulunduğun gün eğer senden başkasına baki olsaydı, zaten bu gün sana ulaşmazdı.

"İşte, haksızlıklarına karşılık çökmüş bulunan evleri!" (en-Neml, 52.)

Ünleyicinin şöyle ünleyeceği günden seni sakındırıyorum: "Zul­medenleri, onlarla işbirliği edenleri derleyin." (es-Saffât, 22.)

"Bilin ki Allah'ın laneti haksızlık yapanlaradır." (Hûd, 18.)"

Abdülmelik, sayfadaki yazıları okuyunca yüzünün rengi değişti. Haremindeki odasına girdi. Yüzündeki üzüntü günlerce devam etti.»

Zer b. Hubeyş, Abdülmelik'e bir mektup gönderdi. Mektubunun sonunda şöyle diyordu:

«...Ey müminlerin emiri! Görünürdeki sağlık ve sıhhatine güve­nip de uzun süre hayatta baki kalmaya tamahlanma ve ümid etme. Sen kendi nefsini daha iyi bilirsin. Öncekilerin söylediği şu sözü ha­tırla:

"Adamların çocukları doğup dünyaya geldiğinde, yaşlılıktan ötü­rü cesetleri yıpranıp çürüdüğünde,

Hastalıklar onların vücutlarına gelmeyi alışkanlık haline getirdi-ğiklerinde,

Artık onlar, hasat mevsimi yaklaşmış ekinlerdir."

Abdülmelik, mektubu okuyunca çokça ağlayarak: "Zer, doğru söy­lemiş, ama bize bundan başka bir ifade ile yazmış olsaydı, daha yu­muşak olurdu." dedi.»

Abdülnıelik, arkadaşlarından bir grubun Hz. Ömer'in hayatından ve yaşam tarzından bahsettiklerini işitince şöyle dedi: "Ömer'den söz etmenizi yasaklıyorum. Çünkü o, emirler için bir acı idi. Halk içinde bir mefsedet idi."

İbrahim b. Hişam, Yahya el-Kabbanî'nin dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Abdülmelik, Şam mescidinin geri kısmında Ümmü Derda'nın meclisine otururdu. Ümmü Derda, ona şöyle dedi:

- Duydum ki, sen bunca ibadetten sonra üzüm suyu içmişsin.

- Evet, vallahi kan da içtim."

Bir süre sonra Abdülmelik'in bir iş görmek üzere bir yere gönder­diği kölesi dönüp yanına geldi. Abdülmelik, geciken köleye: "Niye ge­ciktin? Allah sana lanet etsin?" diye sorunca Ümmü Derda da, Abdül-melik'i uyararak şöyle dedi:

- Ey müminlerin emiri, böyle yapma. Çünkü ben, Ebu Derda'nın Şöyle dediğini işittim: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle dediğini duy­dum: "Çok lanet eden kimse Cennete giremez."

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, Hüseyin b. Abdurrahman'ın şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Abdülmelik b. Mervan'ın şöyle dediğini Said b. Müseyyeb'e nak­lettiler: "Öyle bir hale geldim ki, işlediğim iyiliklerden ötürü sevinmi­yorum, işlediğim kötülüklerden ötürü de üzülmüyorum." Bunun üze­rine Said: "İşte şimdi onun kalbi tam olarak ölmüştür." dedi.»

Asmaî, dedesinin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Bir gün Abdül-melik, beliğ bir hutbe irad etti. Sonra hutbesini kesti ve şiddetle ağla­maya başladı. Sonra da şöyle dedi: "Ey Rabbim, benim günahlarım büyüktür. Senin affının az bir kısmı dahi benim büyük günahlarım­dan daha büyüktür. Allah'ım, affının azlığı ile günahlarımın büyüklü­ğünü yok et."

Bu sözü kendisine naklettiklerinde Hasan-ı Basrî ağladı ve şöyle dedi. "Eğer altın yaldızla yazılması gereken bir söz varsa o da budur."

Bir gün sofrası kurulduğunda Abdülmelik, mabeyincisine şöyle dedi:

-  Halid b. Abdullah b. Halid b. Üseyd'e izin verin, o da gelsin benimle yesin.

- Ey mü'minlerin emiri, o vefat etti.

- Onun babası Abdullah b. Halid b. Üseyd'e izin verin, gelsin be­nimle birlikte yesin.

- O da vefat etti.

- Halid b. Yezid b. Muaviye'ye izin verin, gelsin benimle yemek yesin.

- O da vefat etti.

Daha birçok adamların adım söyledi. Bunların hepsi de ölmüştü. O bunu bizden önce biliyordu. Öldükleri söylenince sofranın kaldırıl­masını emretti ve şöyle demeye başladı:

"Akranlarım ve arkadaşlarım gittiler, onların günleri sona erdi. Ben onlardan sonraya kaldım, ama ben de ebedi kalıcı değilim."

Abdülmelik, can çekişirken oğlu Velid yanma gitti, ağladı. Abdül­melik, ona şöyle dedi: "Bu ne? Cariyeler gibi mi ağlıyorsun? Ben ölür­sem paçalarını sıva. İşe koyul. Peştemalım sıkı bağla. Kaplan postu giy. işleri ehline havale et. Yapılması gereken işi geciktirme. Kureyş-lilerden de sakın.

Ey Velid, seni üzerlerine halef bıraktığım halkın hukukuna ria­yet et. Onlara zulmetmekten kork ve Allah'tan sakın, vasiyetimi mu­hafaza et. Kardeşim Muaviye'ye göz kulak ol. Onunla olan yakınlığı devam ettir. Aramızdaki kardeşlik hukukumuza helal getirme. Kar­deşim Muhammed'e de göz kulak ol. Onu Cezireye vali olarak tâyin et ve oradaki görevinden azletme. Amcamız oğlu Ali b. Abbas'a da göz kulak ol. O kendini bizim dostluğumuza vermiş ve hep bize samimi davranıp Öğüt vermiştir. Onunla neseb bağımız olduğundan bizde hakkı vardır. Onunla olan akrabalık bağımıza zarar verme. Normal ilişkimizi devam ettir. Hakkını takdir et. Hacac b. Yusuf a da göz ku­lak ol. Ona ikramda bulun. Bu beldeleri senin için hazırlayan, düş­manları ezen, hükümdarlığı elimize bırakan, Haricileri darmadağın eden kişi odur. Kardeşlerinle aranızdaki birliği bozmayın, aynı anne­nin çocukları gibi olun. Savaşta hür olun. İyilik için aydınlatıcı fener­ler olun. Doğrusu savaş, insanın ölümünü Önce getirmez; Yapılan iyi­lik, sahibinin namını pekiştirir. Gönülleri sevgi ile ona meylettirir. Dilleri de yad-ı cemil ile ona itaat ettirir. Şu şiirin sahibine Allah iyi­lik versin:

"İşler derlenip toparlandığında kırıp ezerek çürütücü şey onlara darbe vurur.

Yüceldinse kırma. Ama mutlaka kırılacaksa kırmak ve tahkir et­mek, kavmi bölüp parçalayanındır."

Eğer ben ölürsem, insanları kendine bey1 ata davet et, davetine icabet etmeyenlerin üzerine kılıçla git. Kız kardeşlerine de ikramda bulun. Onlar arasında en çok sevdiğim Fatıma'dır. (Abdülmelik, ona Mariye'nin küpelerini ve incisini vermişti.) Allah'ım, ona karşı hak­sızlık etmekten beni muhafaza et."

Daha sonra amcası oğlu Ömer b. Abdülaziz, sözünü ettiğimiz Fa-tınıa ile evlendi.

Abdülmelik, can çekişirken bir çamaşırcının çamaşır yıkadığını gördü ve: "Bu nedir?" diye sordu. Çamaşırcı olduğunu söylediklerinde de şöyle dedi: "Keşke ben de çamaşırcı olsaydım ve hayatımı günü bir­lik kazansaydım. Halifeliğe de hiç yönelmeseydim." Bundan sonra da şu şiir okudu:

Ömrüme yemin olsun ki, hükümdarlıkta bir süre yaşadım. Keskin kılıç darbeleriyle dünya bana boyun eğdi. Çil çil altınlar verdim. Emir ve yasak benim elimdeydi, hükmedi­yordum.

Bütün zorba hükümdarlar bana teslim oldular.

Hoşuma giden şeyler, geçmiş zamanda kalan düşler gibi oldular.

Keşke bir gece dahi hükümdar olmasaydım,

"arlak yaşantının lezzetleri içinde çabalamasaydım." tu.

Muaviye b. Ebi Süfyan da ölümü esnasında bu beyitleri okumuş-

Ebu Mesher'in rivayetine göre ölüm hastalığında Abdülmelik'e şöyle sormuşlar:

- Kendini nasıl buluyorsun?

- Kendimi yüce Allah'ın şu ayetinde buyurduğu gibi buluyorum: «Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi -size verdiklerimizi ardı­nızda bırakarak- bize birer birer geldiniz.» (el-Enam, 94.)

Said b. Abdülaziz dedi ki: Abdülmelik, can çekişirken köşkündeki kapıların açılmasını emretti. Kapılar açılınca vadide bir elbise beyaz­latıcısının sesini duydu ve şöyle dedi: «Keşke ben de elinin emeğiyle geçimini sağlayan bir elbise beyazlatıcısı olsaydım.»

Böyle dediğini Said b. Müseyyeb'e naklettiklerinde o şöyle dedi: «Ölümleri esnasında onları bize koşturan ve bizi onlara koşturmayan Allah'a hamdolsun.»

Said b. Müseyyeb dedi ki: Abdülmelik, can çekişirken daha önce yapmış olduğu kötülüklere pişman oldu. Feryad edip eliyle başına vurmaya başladı ve şöyle dedi: «Keşke azığım günlük çalışmasıyla ka­zanan bir gündelikçi olsaydım ve Aziz ve Celil olan Rabbime ibadet ve taatla meşgul olsaydım.»

Başkaları dediler ki: Abdülmelik, can çekişirken oğullarını çağır­dı. Onlara vasiyetini yaptı. Sonra şöyle dedi. «Yarattıklarından, bü­yük küçük hiçbir kimseden birşey dilemeyen Allah'a hamdolsun.» Böyle dedikten sonra da şu şiiri okudu:

«Ebedi kalacak kimse varmı ki? Mutlaka helak olacağız. Geride kalan kimseler ise, Ölümden kaçabilecekler mi?»

Rivayet olunduğuna göre Abdülmelik, can çekişirken yanındaki adamlara: «Beni kaldırın.» demiş, onu kaldırmışlar, havayı koklamış ve şöyle demiş: «Ey dünya! Ne kadar da hoş kokuyorsun, ne kadar da güzelsin! Doğrusu senin uzun hayatın çok kısadır. Çok olan şeyin de azdır. Doğrusu biz sana aldanmıştık.» Böyle dedikten sonra şu iki be-yiti okudu:   v

«Eğer inceleyip hesaba çekersen ya Rab! Azab olur benim için, azaba ise yok tahammülüm. Affet, zira sen çok affeden bir Rabsın. Günahları toprak sayısınca olan bu kötü kulu.»

Dediler ki: Abdülmelik, hicretin seksenaltmcı senesinin şevval ayının ortasında cuma (veya çarşamba yahut perşembe) gününde Şam'da vefat etti. Kendisinden sonraki veliahdı olan oğlu Velid, cena­ze namazını kıldırdı. Abdülmelik, vefat ettiği günde altmış yaşmdaydi. Ebu Ma'şer böyle demiştir. Vakidî de bunun sahih olduğunu söyle­miştir. Vefat ederken altmışüç yaşında olduğu da söylenmiştir. Me-dai-nî böyle demiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise vefat ettiği günde ellisekiz yaşındaymış. Vefat ettikten sonra Cabiyetüssa-gir kapısına defnedilmiştir.

İbn Cerir dedi ki: Abdülmelik'in çocuklarından ve eşlerinden bah­sedilmiştir. Çocuklarından bir kısmının adları şöyledir: Süleyman, Velid, Mervan-ı Ekber, Derec ve Aişe. Bunların anneleri Vilade binti Abbas b. Cüz' b. Haris b. Züheyr b. Cüzeyme b. Revaha b. Rebia b. Mazin b. Haris b. Katia b. Abis b. Bağid idi. Abdülmelik'in karısı Ati-ke binti Yezid b. Muaviye b. Ebi Süfyan'dan doğan çocukları da şun­lardı: Yezid, Mervan-ı Asğar, Muaviye, Derec ve Ümmü Külsüm.

Abdülmelik'in karısı Ümmü Hişam Aişe'den de Hişam adında bir oğlu doğmuştu. Medainî böyle demiştir. Karısı Ümmü Hişam Aişe, Hişam b. İsmail el-Mahzumî'nin kızıydı.

Abdülmelik'in karısı Aişe binti Musa b. Talha b. Ubeydullah et-Teymî'den de Ebu Bekir Bekkar adında bir oğlu doğmuştu.

Abdülmelik'in karısı Ümmü Eyyüb binti Amr b. Osman b. Affan el-Ümevî'den de Hakem ve Derec adında çocukları doğmuştu.

Abdüîmelik'in karısı Muğire binti Muğire b. Halid b. As b. Hişam b. Muğire el-Mahzumî'den de Fatıma adında bir kızı doğmuştu.

Abdülmelik'in diğer karılarından Abdullah, Mesleme, Münzir, Anbese, Muhammed, Sa'd el-Hayr ve Haccac adında çocukları da doğ­muştu. Abdülmelik'in kız ve erkek toplam ondokuz çocuğu vardı.

Abdülmelik, yirmibir sene halifelik yaptı. Bu sürenin dokuz sene­sinde Ibn Zübeyr'e ortak olmuştu. Kalan onüç sene üçbuçuk aylık sü­rede ise müstakil halifelik yapmıştı. Kadısı Ebu İdris el-Holanî, kati­bi Ruh b. Zinba, mabeyincisi de azatlısı Yusuf idi. Beytü'1-mal sahibi ve mühürdar Kabise b. Züeyb idi. Abdülmelik'in güvenlik kuvvetleri komutanı da Ebu Zuayzia idi. Onun tayin etmiş olduğu valilere gelin­ce bunların adlarını önceki kısımlarda nakletmiştik.

Medainî dedi ki: Abdülmelik'in başka zevceleri de vardı: Şakra binti Seleme b. Halbes et-Taî, Hz. Ali'nin bir kızı Ümmü Ebiha binti Abdullah b. Cafer. [35]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/62-66.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/66.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/66.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/66.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/66-69.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/70-71.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/71-74.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/74.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/74-75.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/75.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/75.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/75.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/76.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/76.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/76-79.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/79-81.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/81.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/81-82.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/82.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/82-87.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/87.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/88.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/88.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/88-89.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/89-90.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/90.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/90-91.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/91-93.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/93.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/94.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/95-97.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/98-102.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/102-104.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/104-105.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/105-117.