Hicretin Seksenaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Mutarrif
B. Abdillah B. Eş-Şahir
Velid
B. Abdülmelik'in Halifeliği
Hicretin
Seksenyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Seksensekizinci Senesi
Hicretin
Seksensekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Abdullahb.
Büsr B. Ebî Büsr El-Mazinî
Hicretin
Seksendokuzuncu Senesi
Hicretin
Doksanıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Doksanbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Bu
Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Doksanüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Doksandördüncü Senesi
Hicretin
Doksandördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
b- Züfer b- Abdillah
b. Malik b. Şeddad b. Damure b.Gak'an ı
Harise b. Mürre b. Şebbe b. Numayt b. Mürre b. Avf b. Sa'd b.
Zebyan b. Bağid b.
Reys b. Gatafan Velid el-Mürrî. İbn Şühbe diye de bilinir. Şühbe, annesinin
adıdır. Şühbe'nin soy kütüğü ise şöyledir: Şühbe binti Ramil b. Mervan b.
Züheyr b. Sa'labe b. Hadic b. Cüşem b. Ka'b b. Avn b. Amir b. Avf. Şühbe, Kelb
kabilesinin esir elerinden di. Dırar b. Ezver'in yanındaydı. Sonra hamile iken
Züfer'in mülkiyetine geçti ve Züfer'in yatağında iken Ertat'ı doğurdu. Ertat,
uzun bir ömür yaşadı. Vefat ederken 130 yaşına varmıştı. Lider, şerefli, emrine
itta-at edilen, övülen meşhur bir şair idi.
Medainî dedi ki:
Anlatıldığına göre Beni Gak'an b. Hanzele b. Re-vaha b. Rebia b. Mazin b.
Haris, Beni Mürre kabilesine dahil oldular ve böylece onlara Beni Gak'an b. Ebi
Harise b. Mürre dediler.
Ertat b. Züfer, halife
Abdülmelik'in ziyaretine gitmiş ve ona şu beyitleri okumuştu:
«Düşen demir
parçalarım yerin yeyişi gibi, gecelerin de adamı yediğini gördüm.
Ölüm, ademoğlunun
canına geldiğinde geride fazla bir zaman kalmaz.
Bilesin ki, ölüm
gelecek ve adam öldüreceğine dair adağını Ertat üzerinde gerçekleştirecektir.»
Ertat bu beyitleri
söyleyince, Abdülmelik korktu ve bu sözlerle kendisini kasdettiğini sandı.
Bunun üzerine Ertat: «Ey mü'minlerin emiri, ben bu sözlerle kendimi kasdettim.»
dedi. Abdülmelik de şu cevabı verdi: «Allah'a yemin ederim ki, sana uğrayacak
olan ölüm bana da uğrayacaktır.»
Bazıları yukarıdaki
beyitlere şunları da eklemişlerdir:
«Bizler, canlar ve
canların oğullan olarak yaratıldık. Biz ne taş, ne de demiriz.
Eğer bir gün
akranlarını paniğe düşürüp ölürsen, Bilesin ki sen, uzun bir emel ile yaşayıp
yararlandın.»
Şu beyitlerin sahibi
de Ertat'tır:
«Ben misafir
karşısında dimdik dururum, ikramda bulunurum.
Yeyici cimri kişi,
perdeyi sarkıttığında onu tahkir ederim.
O davet etti, ama ona
çok köpekler icabet etti. Bildiler ki, ben mutlaka dediğimi yaparım.
Misafirime karşı bir
eksiklik meydana gelmez.
Gelse de nefsim onu
havzasına alır, ancak karılarımı misafirlerime ikram edecek değilim.» [1]
Tabiilerin
büyüklerindendi. İmran b. Husayn'ın arkadaşlarından-dı Çağrısına icabet edilen
bir kimseydi. Şöyle derdi: «Kişiye akıldan daha üstün birşey verilmiş değildir.
İnsanların akılları, zamanlarına göredir. Kişinin içi dışı bir olduğu zaman,
Cenâb-ı Allah: "İşte bu benim gerçek kulumdu." der. Bir hastanın
yanma vardığınızda sizin için dua etmesini temin edebiliyorsanız, hastalığı
nedeniyle dalgınlığından uyandmldığında ve dua ettiğinde onun duası müstecab
olur. Çünkü onun kalbi yufkadır, kırıktır. Ahiret ameli ile dünyalık talep
edilirse, o amel kadar çirkin başka birşey olamaz.» [2]
Velid b. Abdülmelik,
hicri seksenaltıncı senenin şevval ayının ortasında perşembe (veya cuma)
gününde babası vefat edince onu Dımışk'ta küçük Cabiye kapısı dışında
defnettikten sonra dönüşünde eve girmeden Dımışk'taki büyük mescidin minberine
çıkıp insanlara bir hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle demişti:
«Doğrusu bizler
Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Mü'minlerin emirinin vefatı nedeniyle
başımıza gelen musibetten ötürü Allah'ın yardımını diliyoruz. Bize halifelik
nimetini verişinden ötürü Allah'a hamd olsun. Kalkın bey'at edin.»
İlk olarak Abdullah b.
Hemmam es-Selulî şöyle diyerek kalkıp ona bey'at etti:
«Daha üstünü olmayan
bir makamı Allah verdi sana,
İnkarcılarsa engel
olmak istemişlerdi.
Ancak Allah, bunu sana
nasib eyledi.
Sonunda hilafet
gerdanlığını boynuna geçirdiler.»
Ardısıra diğer insanlar
da Velid'e bey'at ettiler.
Vakidî'nin anlattığına
göre Velid, Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle demiştir:
«Ey insanlar! Allah'ın
geciktirdiğini hiç kimse ileri geçiremez. Onun öne aldığım da hiç kimse
geriletemez. İşte bu iş de Allah'ın bir takdiri ve eskiden beri O'nun ezeli
ilmiyle bildiğidir. O, peygamberlerine ve Arşını taşıyan meleklerine bile
ölümü takdir edip yazmıştır, işte bu ümmetin veliyyülemri, iyilerin
menzillerine ulaşmış bulunuyor. Onun hali, şüphe uyandıranlara karşı şiddet;
hak ve fazilet ehline karşı yumuşaklık idi. Allah'ın yüceltmiş olduğu İslâmî
alametleri Kapsayan Beyt'i haccetmek, gazalar yapmak, Allah'ın düşmanlarına karşı
baskınlar düzenlemek onun işiydi. O, aciz bir kimse olmadığı gibi aşırı giden
birisi de değildi.
Ey insanlar! İtaata
sımsıkı sarılın, cemaattan ayrılmayın. Çünkü cemaattan ayrılıp yalnız
kalanlarla şeytan birlik olur. Ey insanlar! Kim bize karşı çıkarsa biz de onun
gözlerinin yer aldığı yeri (başını) vururuz! Sesini çıkarmayıp susan da
zehiriyle birlikte ölüp gider.»
Bundan sonra minberden
indi, halifelik bineklerine baktı, onları ele geçirdi. Velid, zorba ve inatçı
bir kimseydi.
Velid'in doğumu ile
ilgili olarak garib bir hadis nakledilmiştir. Garip hadiste kendisinden söz
edilen Velid, Velid b. Yezid b. Abdül-melik'tir ki, bununla ilgili açıklama
ileride gelecektir. Sözünü ettiğimiz bu Velid'e gelince, bu kendi nefsinde
tedbirli ve reyinde de akıllı bir kimse idi. Cahillik ve serkeşliği
bilinmemektedir. Bunun güzellikleri cümlesinden olarak, kendisinden nakledilen
şu sözü örnek verebiliriz: «Eğer Cenâb-ı Allah, kendi kitabında Lut kavminin
kıssasını bize anlatmış olmasaydı, erkeklerin kadınlarla cinsel ilişkide
bulunur gibi birbirleriyle cinsel ilişkide bulunabileceklerini hiç hatıra getirmezdik.»
Bu husus, onun
vefatından bahsederken biyografisinde anlatılacaktır. Bu Velid, Dımışk
camiinin banisidir. İslâm ülkesinde bu camiden daha güzel bir cami
bilinmemektedir. Hicretin seksenaltıncı senesinin zilkade ayında bu camiin
inşaatına başladı. İnşaat ve güzelleştirme faaliyetleri onun hilafet
müddetince yani on sene boyunca devam etti. İnşaat ve güzelleştirme işleri
tamamlandığında Velid'in halifeliği de sona erdi. Nitekim bu husus, ileride
teferruatlı olarak anlatılacaktır.
Bu mescit, Yuhanna kilisesinin
yerinde yapılmıştır. Sahabeler, Şam'ı fethettiklerinde kiliseyi ikiye
bölmüşler, doğu tarafını alıp mescide çevirmişler, batı tarafı da kilise
olarak kalmıştı ve bu hal ondört seneden beri devam etmiş, kilise, hicretin
seksenaltıncı senesine kadar varlığını sürdürmüştür.
Velid, kilisenin batı
kısmını da gayri mü s Umlerden almak için karar vermiş ve onun yerine
kendilerine Meryem kilisesini vermiştir. Torna kilisesini verdiği de söylenir.
Yuhanna kilisesinin kalan batı yansım yıkarak, "Sahabeler Mescidi"ne
eklemiştir. Böylece Yuhanna kilisesinin tamamını mescide dönüştürmüş ve emsali
görülmemiş güzel bir yapı meydana getirmiştir. Öyle ki, insanların birçoğu,
bina, eser, imaret ve mimari süsleme bakımından bunun benzerini görmemişlerdir.
Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. [3]
Velid b. Abdülmelik,
Medine valisi Hişam b. İsmail'i görevden azletti Yerine amcası oğlu ve bacısı
Fatıma'nın kocası Ömer b. Abdüla-zİz'i vali olarak tayin etti. Ömer, otuz deve
ile birlikte bu senenin re-biyülevvel ayında Medine'ye girdi. Mervan'm evine
konuk oldu, insanlar ona hoş geldin demeye gittiler. O esnada Ömer, yirmibeş
yaşındaydı. Öğle namazını kıldıktan sonra Medine'nin şu on fıkıhçısmı yanına
çağırdı. Fıkıhçılar şunlardı: Urve b. Zübeyr, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe,
Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Halis b. Hişam, Süleyman b. Hayseme, Süleyman b.
Yesar, Kasım b. Muhammed, Salim b. Abdullah b. Ömer, Salim'in kardeşi
Ubeydullah b. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amir b. Rebia ve Harice b. Zeyd b.
Sabit. Bu fıkıhçılar, Ömer b. Abdülaziz'in yanına gelip oturdular. O da Cenâb-ı
Allah'a la-yıkı veçhiyle hamd-ü senada bulunduktan sonra onlara şöyle dedi:
«Ben, sevap
kazanacağınız ve hakka yardımcı olacağınız bir iş için sizi buraya çağırdım,
ben görüşünüzü veya sizden yanımda hazır bulunanlarınızın görüşünü almadan bir
iş hususunda kesin karar vermek istemiyorum. Eğer görevlilerimden herhangi
birinin haddini aştığını veya haksızlık yaptığını görürseniz veya duyarsanız
bunu bana mutlaka bildirmenizi istiyorum.»
Fıkıhçılar, Cenâb-ı
Allah'ın kendisine hayır mükafat vermesini dileyerek Ömer b. Abdülaziz'in
yanından çıkıp gittiler.
Velid de Ömer b.
Abdülaziz'e mektup yazarak Hişam b. İsmail'i Mervan'm evinde tutuklamasını
emretti. Velid, Hişam hakkında iyi şeyler düşünmüyordu. Çünkü Hişam, valilik
yaptığı dört sene boyunca Medinelilere, özellikle Said b. Müseyyeb ile Hz.
Hüseyin'in oğlu Ali'ye kötü davranmıştı.
Said b. Müseyyeb de
oğluna ve kölelerine şöyle demişti: «Sizden herhangi birisi, benim hakarete
uğramış olmam nedeniyle şu adama ilişmesin. Ben onu Allah rızası ve akrabalık
hatırı için bıraktım. Ona karışmayacağım ve asla konuşmayacağım.»
Hz. Hüseyin'in oğlu
Ali'ye gelince o, tutuklu bulunan Hişam'ın yanma gitmiş ve ona ilişnıemişti.
Kendi yakın adamlarınada ona ilişmemelerini daha önceden emretmişti. Ali, ona
ilişmeyip yanından geçtikten sonra Hişam, ona: «Allah, risaletini nereye
bırakacağını daha iyi bilir.» diye seslendi.
Mesleme b. Abdülmelik,
Rum illerine gaza yaptı. Bunlardan çok sayıda adam Öldürdü. Birçok kaleleri
fethetti. Bol miktarda ganimet elde etti. Bu senede Rum illerine gaza yapan
komutanın Hişam b. Ab-aulmelik olduğu da söylenir. O, bu gazalar esnasında
Bolak, Ahrem, Pons, Kumaykum kaleleri ile Fermesan gölünü fethetti. Arab-ı
Müsta'rebeden de 1.000 kadar adam öldürdü. Kadınlarını ve çoluk çocuklarım
esir aldı. "
Kuteybe b. Müslim,
Türk illerine gidip gaza yaptı. Türk Hükümdarı Neyzek, bol miktarda mal verme
karşılığında Kuteybe ile barış yaptı. Ayrıca Türk ilindeki Müslüman tutsakları
serbest bırakmayı da taahhüt etti.
Kuteybe, yine bu sene,
Baykent üzerine gidip gaza yaptı. Buha-ra'nın kazası olan Baykent'te
Kuteybe'nin etrafında çok sayıda Türk toplandı. Kuteybe, oraya inince Türkler,
suğdlulardan ve çevre illerdeki Türklerden ona karşı yardım istediler. Onlarda
gelip Baykentli-lere yardım ettiler. Kuteybe'nin yolunu ve geçitlerini
kapattılar. İki taraf, iki aya yakın bir süre karşı karşıya durup bekleştiler.
Böyle oluncada ne Kuteybe onlara elçi gönderebiliyordu ne de Türklerden bir
elçi ona gelebiliyordu. Kuteybe'den haber gelmeyince Haccaç korktu.
Beraberindeki Müslümanların telef olmalarından endişe etti. Çünkü onların
savaştıkarı düşman Türklerin sayısı çoktu. Bunun üzerine Haccac, mescitlerde
Kuteybe ordusu için dua edilmesini emretti ve bu emrini yazılı olarak diğer
şehirlere de gönderdi. Kuteybe ve beraberindeki Müslümanlar, her gün Türklerle
savaşıyorlardı.
Kuteybe'nin, Tendür
adında Acem bir casusu vardı. Buharalılar, ona bol miktarda mal vererek
Kuteybe'yi bu savaştan geri çevirmesini istediler. O da Kuteybe'nin yanma
gelip: «Seninle başbaşa görüşmem gerekiyor.» dedi. Kuteybe, meclisindeki
adamların dışarı çıkmalarını emretti. Yanında sadece Dırar b. Husayn kaldı.
Tendür, Kutey-be'ye dedi ki: «Haccac, görevden azledildi. İşte onun azil
haberini sana kısa zamanda bir görevli ulaştıracaktır. Adamlarını toplayıp hemen
dönsen iyi edersin.» Kuteybe, kölesi Siyah'a: «Şunun boynunu vur.» dedi ve
Tendüru öldürttü. Sonra Dırar'a şöyle dedi: «Bu haberi benden ve senden başka
bilen kimse yoktur. Allah'a söz veriyorum ki, eğer şu savaşımız sona ermeden bu
durum duyulacak olursa (bilirim ki sen duyurmuşsun bu nedenle) seni de
Tendür'ün akibetine uğratırım! Dilini tut, çünkü böyle durumlarda bu gibi
haberlerin yayılması, askerlerin gücünü ve düşmana karşı direncini azaltır.»
Bundan sonra Kuteybe,
askerlerini ve bayraktarlarını savaşa teşvik etti. Böylece iki taraf
şiddetlice savaşmaya başladılar. Sonra Ce-nâb-ı Allah, Müslümanların üzerine
bir sabır indirdi, öğleye varmadan Müslümanlar muzaffer oldular. Türkler büyük
bir bozguna uğradılar. Müslümanlar onları kovaladılar, bir kısmını öldürdüler,
bir kısmını esir aldılar, onlardan şehirde kalanlar da kaleye sığındılar. Kuteybe,
inşaat işçilerine şehiri ve kaleyi yıkmalarım emretti.
Türkler, bol miktarda
mal verme karşılığında Kuteybe ile antlaşma yapmak istediler. Kuteybe onlarla
barış yaptı. Kendi ailesinden bir adamı başlarına naib bıraktı. Naibin yanına
da bir miktar asker bıraktı, sonra dönüp gitti. Onlardan beş konaklık bir
mesafe kadar uzaklaşınca Türkler ahdi bozdular ve naibi öldürüp maiyetindeki askerlerin
boyunlarını kestiler.
Bunun üzerine Kuteybe
geri döndü ve şehri kuşatma altına aldı. İnşaat işçilerine emir verdi, onlar da
surlara tahta çakmaya başladılar Kuteybe, bu tahtaları tutuşturarak surları
yakmak istiyordu, surlar yıkıldı. İşçilerden kırk kadarı öldü. Türkler barış
yapmak istediler ancak Kuteybe barışa yanaşmadı. Gayretlerini sürdürdü, nihayet
şehri tamamen fethetti. Türk savaşçılarını öldürdü, çoluk çocuklarım esir
aldı, mallarını ganimet edindi.
Halkı Müslümanlara
karşı kışkırtan, Baykentli kör bir Türk'tü. Bu kişi esir alındığında: «Beni
bırakırsanız size Çin mamulü beş elbise vereceğim ki değeri bir dinardır.»
dedi. Komutanlar, bu teklifi kabul etmesi için Kuteybe'ye tavsiyede
bulundularsa da o: «Hayır, vallahi ey kör adam, senin sebebinle bir Müslüman
artık ikinci kez korku-tulmayacaktır.» dedi. Emir verdi ve körün boynu vuruldu.
Bu da Kuteybe'nin dünya malına önem vermediğini gösteriyordu. Sonra o körün
vereceği fidye de zaten ganimetlerin arasına girecekti.
Müslümanlar,
Baykent'te altın ve gümüş kaplar, altın heykellerden oluşan bol miktarda
ganimet ele geçirdiler. Elde edilen ganimetler arasında, içinde 150.000 dinar
altın bulunan dökümden bir heykel de vardı.
Müslümanlar, Türk
hükümdarının hazinesinde bol miktarda para, silah ve çeşitli teçhizat
buldular. Çok sayıda esir ele geçirdiler. Kuteybe, Haccac'a mektup yazarak bu
ganimetleri askerlere dağıtmak istediğini ifade etti. Haccac da ona bu izni
verdi. Müslümanlar, böylece düşmanla savaşmak için para ve mal sahibi olup
güçlendiler. Askerlerden her biri silah, teçhizat ve çok sayıda atlardan oluşan
büyük bir servetin sahibi oldu. Böylece~gerçekten büyük bir kuvvete sahip
oldular. Hamd ve minnet Allah'adır.
Hicretin seksenyedinci
senesinde Medine valisi Ömer b. Abdüla-ziz, insanlara haccettirdi.
Bu senede Medine'nin
kadısı, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm idi.
Irak ve doğu eyaleti
tümüyle Haccac'm yönetimindeydi. Haccac'm Basra valisi ise Cerrah b. Abdullah
el-Hakemî idi. Basra kadısı, Abdullah b. Ezine idi. Haccac'm Kûfe'deki savaş
komutanı, Ziyad b. Ce-rir b. Abdullah el-Becelî idi. Küfe kadısı Musa el-Eş'arî
idi. Haccac'm Horasan ve bağlı mıntıkalardaki naibi, Kuteybe b. Müslim idi. [4]
Kadri yüce bir
sahabedir. Humus'a yerleşti. Beni Kurayza savaşında hazır bulunduğu rivayet
edilir. Anlatıldığına göre İrbaz, onun hakkında şöyle demiştir: «Utbe, benden
daha hayırlıdır. O, benden bir sene önce Müslüman olmuştur.»
Vakidî ile başka
birinin anlattığına göre Utbe, bu senede vefat etmiştir. Başkalarının
ifadelerine göre ise hicretin doksanıncı senesinden sonra vefat etmiştir.
Doğrusunu Allah bilir.
Ebu Said b. el-Arabî
dedi ki: «Utbe b. Abd es-Sülemî, Suffa ehlin-dendi.»
Bakiyye, Utbe b. Abd
es-Sülemî'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Eğer bir adam doğduğu
günden yaşlanarak öldüğü güne kadar Allah rızası uğruna yüzüstü sürünecek olsa
bile onun bu ameli, kıyamet gününde onun için önemli değildir. Pek bir kıymet
ifade etmez.»
İsmail b. Ayyaş,
Lokman b. Amir'den rivayet etti ki, Utbe b. Abd es-Sülemî, şöyle demiştir:
«Çıplaklığımı Rasûlullah
(s.a.v.)'a şikayet ettim. Bana adi ve kaba ketenden iki elbise giydirdi. Sonra
ben kendimi, sahabelere giysi giydiren bir kimse olarak gördüm.» [5]
Kadri yüce bir
sahabedir. Bu da Humus'a yerleşmişti, birçok hadis rivayet etmiştir,
tabiilerden birkaç kişi de kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Muhammed b.
Sa'd, Fellas ve Ebu Ubeyde'nin ifadelerine göre Mikdam, bu senede vefat
etmiştir. Başkalarının ifadelerine göre ise hicretin doksanıncı senesinden
sonra vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [6]
Asıl adı, Su'da b.
Aclan'dır. Humus'a yerleşti. Şu hadisin ravisi-dir: «Ölüye definden sonra
telkin edilir.»
Taberanî, bunu dua
babında rivayet etmiştir. Ebu Umame'nin, vefatlar kısmında da bahsi geçti. [7]
Kabise b. Züeyb Ebu
Süfyan el-Huzai el-Medenî. Mekke fethi senesinde doğdu. Kendisine dua etmesi
için onu Peygamber (s.a.v.)'e götürdüler. Birçok sahabe toppluluğundan hadis
rivayet etti. Harre savaşında gözünü kaybetti. Medine fıkıhçılarmdandı.
Abdülmelik nez-dinde itibar sahibiydi. İzin almaksızın onun huzuruna
girebilirdi. Beldelerden gelen mektupları okur, sonra Abdülmelik'in yanma
gider ve mektupları ona anlatırdı. Abdülmelik'in sırdaşıydı. Kabise'nin Şam'da
Babülberit yanında bir evi vardı Orada da vefat etti. [8]
Haccac tarafından Küfe
emirliğine tâyin edildi. Şerefli, akıllı ve insanlar arasında itaat edilen bir
kimseydi, şaşı gözlüydü. Kûfe'de vefat etti.[9]
.
Meru kadısı idi.
Mushafları noktalayan ilk kişi odur. İnsanların faziletlilerinden ve
âlimlerindendi. Onun çeşitli halleri ve muameleleri vardı. Birçok hadis
rivayet etmiştir. Fasih konuşanlardan biriydi. Arapçayı Ebu Esved ed-Düelî'den
öğrendi. [10]
Kadı idi. Cahiliye
döneminde de yaşadı. Hz. Ömer, onu Kûfe'ye kadı olarak tayin etti. Orada
altmışbeş sene kadılık yaptı, âlim bir kişi olup adaletliydi. Çok hayır
işlerdi. Güzel ahlaklı ve çok latifeci idi. Köse olup yüzünde tüy yoktu.
Abdullah b. Zübeyr, Ahnef b. Kays, Kays b. Sa'd b. Ubade de köse idiler.
Şüreyh b. Haris'in
nesebi, yaşı ve hangi senede vefat ettiği hususunda ihtilaf edilmiş, bu
hususlarda çeşitli kaviller ileri sürülmüştür. Ancak İbn Hallikan, onun bu
senede vefat ettiğine dair ileri sürülen kavli benimsemiştir.
Ben derim ki: Kadı
Şüreyh'in biyografisi, hicretin yetmiş sekizinci senesinde nakledilmişti. [11]
Bu senenin yazında
Mesleme b. Abdülmelik ile kardeşi oğlu Abbas b. Velid b. Abdülmelik gazaya
gittiler. Beraberlerindeki Müslümanlarla bu senenin cemaziyelevvel ayında
müstahkem bir kale olan Tuvana kalesini fethettiler. Bu fetih sırasında
Müslümanlar, Hristi-yanlara hamle yapıp onları bozguna uğrattılar ve kiliseye
sığınmak mecburiyetinde bıraktılar. Bir süre sonra da Hristiyanlar kiliseden çıkıp
Müslümanlara hamle yaptılar ve onları bozguna uğrattılar. Savaş alanında sadece
Abbas b. Velid ve beraberinde İbn Muhayriz el-Cumahî kalmıştı. Diğerleri
kaçmışlardı. Abbas, İbn Muhayriz'e: «Aziz ve Celil olan Allah'ın rızasını talep
eden Kur'ân okuyucuları nerede?» diye sorunca İbn Muhayriz: "Seslen, onlar
sana gelirler." dedi. Bunun üzerine Abbas da: «Ey Kur'ân ehli!» diye
seslendi. Müslüman askerler, akın akın geri döndüler ve hep birlikte
Hristiyanlara hamle yaptılar. Onları kırıp geçirdiler. Hristiyanlar kaleye
sığındılar. Müslümanlar, onları kuşatma altına aldılar ve nihayet kaleyi
fethettiler.
İbn Cerir'in
anlattığına göre bu senenin rebiyülevvel ayında Velid, Ömer b. Abdülaziz'e bir
mektup göndererek Mescid-i Nebevî'yi yıkmasını ve peygamber zevcelerinin
odalarını mescide katmasını, kıble cihetinden ve diğer taraflardan mescidi
genişletmesini, mescidi 200x200 zira' ebadında inşa etmesini istedi ve şöyle
dedi: «Mescidin çevresinde bulunan mülklerini sana satan olursa satın al.
Satmaya yanaşmayan olursa kıymet takdir et. Sonra binasını yık,"onlara
evlerinin bedelini öde. Çünkü bu hususta senin için Ömer ve Osman gerçek bir
seleftirler. Onlar da böyle yapmışlardı.»
Ömer b. Abdülaziz, bu
iş için Medine'nin önde gelenlerini, on fı-kıhçıyı ve halkın bir kısmını davet
etti. Toplantıda onlara mü'minle-rin emin Velid'in mescidi genişletme
hususundaki mektubunu okudu, bu mektup halkın çok ağrına gitti. Gelenler şöyle
dediler: «Bu odaların tavanları alçaktır, tavanlarının üzerinde hurma sapları
ve lifleri vardır. Duvarları kerpiçtendir, kapılarının üzerinde kıldan örülme
perdeler vardır. Bunları bu halde bırakmak uygun olacaktır ki hacılar,
ziyaretçiler ve misafirler gelip bu odalara, Peygamber (s.a.v.)'in evlerine
baksınlar. Bundan yararlanıp ibret alsınlar. Bu, gelip görenlerin dünyada zühd
sahibi olmaları için daha tesirli bir vasıta olur. Böylece insanlar kendilerini
barındıracak, gözlerden gizleyecek ve sadece ihtiyaçlarını karşılayacak evler
edinirler. Daha fazla binalar ve köşkler edinme arzusuna kapılmazlar. Şu yüksek
binalarında Firavun ve Kisra ameli olduğunu anlarlar. Uzun emel sahibi olan
herkes dünyaya rağbet eder; dünyada ebedi kalmaya imrenir.»
Bu toplantı sonrasında
Medine valisi Ömer b. Abdülaziz, on fıkıh-çının icma ettiği görüşü Velid'e bir
mektupla bildirdi. Ama yine de Velid, Mescid-i Nebevî'nin yıkılarak
genişletilmiş şekilde yeniden inşasını ısrarla emretti, tavanın yüksek tutulmasını
istedi. Ömer b. Abdülaziz, bu durumda yapılacak başka bir iş olmadığını anladı
ve mes-
cidi yıkmanın zorunlu
olduğunu gördü. Yıkmaya başladıklarında eşraf ve Haşimilerle diğerlerinin önde
gelen adamları bağırıp çağırdılar, tıpkı Peygamber Efendimiz yeni ölmüşçesine
ağlaşmaya başladılar. Mescide komşu olan kimseler, evlerini satma buyruğuna
icabet ettiler. Ömer b. Abdülaziz de evlerini onlardan satın aldı. Mescidi
genişletilmiş haliyle inşa etmeye başladı. Bu hususta çok çaba harcadı. Velid
de ona bu iş için çok sayıda işçi gönderdi. Ömer b. Abdülaziz, peygamber
hücresini (Hz. Aişe'nin odasını) mescide dahil etti. Peygamber Efendimiz'in
mezarı da mescide dahil oldu ve mezar-ı şerif, mescidin doğu tarafındaki
sınırı oldu. Müminlerin anneleri olan diğer peygamber zevcelerinin odaları da
Velid'in emrettiği gibi mescide dahil edildi. Önceki kısımlarda da rivayet
ettiğimiz gibi işçiler, Hz. Aişe'nin odasının doğu duvarının dibini
kazdıklarında bir ayak gördüler. Bu ayağın Peygamber Efendimiz'e ait olmasından
korktular. Sonra Hz. Ömer'in ayağı olduğunu anladılar ve üzerini örttüler.
Anlatıldığına göre
Said b. Müseyyeb, Hz. Aişe'nin odasının mescide dahil edilmesini reddetmişti.
O, peygamber mezarının böylece mescit edileceğinden korkmuştu. Doğrusunu Allah
bilir.
İbn Cerir'in
anlattığına göre Velid, Bizans hükümdarına mektup yazarak bina yapma hususunda
kendisine sanatkarlar göndermesini istemişti. O da Velid'e yüz sanatçı ve bol
miktarda değerli taş ve yüzük taşı göndermişti. Bütün bunlar Peygamber Mescidi
için kullanılacaktı. Meşhur rivayete göre ise bu gönderilen işçiler ve
malzemeler Şam Camii'nde kullanılacaktı. Doğrusunu Allah bilir.
Velid, Ömer b.
Abdülaziz'e mektup göndererek Medine'deki su kaynağını kazdırmasını, suyunu
kanallara aktararak akıtmasını ve kuyular kazmasını, yolları ve tepeleri düzgün
hale getirip kolay geçilir şekle sokmasını emretmişti. Ömer b. Abdülaziz de bu
emri yerine getirmişti. Medine dışından kanallara suyu sevketmişti. Su menbaı,
mescidin dışında bir yerde görülmüş ve bu da Ömer b. Abdülaziz'i hayrette
bırakmıştı.
Hicretin
seksensekizinci senesinde Kuteybe b. Müslim, Türk hü-Kumdan Körboğa'nın üzerine
gazaya gitti. Körboğa, Çin hükümdarının kız kardeşinin oğluydu. Körboğa'nın
maiyetinde 200.000 savaşçı vardı. Bunlar, Suğd'dan, Fergana'dan ve diğer
yerlerden toplanmışlardı, iki taraf şiddetlice savaştılar. Kuteybe'nin
beraberinde Türk hükümdarı Neyzek esir olarak bulunuyordu. Kuteybe b. Müslim,
Kör-ooga nın ordusunu kırıp geçirdi. Onlardan bol miktarda ganimet elde etti.
Bir kısmını öldürdü. Bir kısmını da esir aldı.
Bu senede Ömer b.
Abdülaziz, beraberinde Kureyş eşrafından bir
cemaatla birlikte
insanlara haccettirdi. Tenim'e vardığında Mekkeli-
erden bir grup onu
karşıladılar ve yağmurun azlığı nedeniyle Mekke'deki su kıtlığını ona haber
verdiler. O da arkadaşlarına: «Yağmur duasına çıkalım mı?» diye sordu. Dua
etti, beraberindekiler de dua ettiler. Duaları sürerken yağmur yağdı. Yağmurla
birlikte Mekke'ye girdiler. Büyük bir sel geldi. Öyle ki, Mekkeliler yağmurun
şiddetinden korktular. Arefe, Müzdelife ve Mina'ya da yağmur yağmıştı. O senede,
Mekke ve çevresinde büyük bir bolluk görüldü. Bu, Ömer b. Ab-dülaziz'in ve
beraberindeki salih kimselerin duaları bereketiyle olmuştu.
Bu senede beldelerin
başında bulunan valiler, Önceki senelerin valileri idiler. [12]
Babası gibi bir sahabe
idi. Humus'ta yaşadı, tabiilerden bir cemaat ondan hadis rivayet etti.
Vakidî'nin ifadesine göre o, hicretin dok-sandördüncü senesinde vefat etmiştir.
Başkalarının bu rivayete yaptıkları ilaveye göre Abdullah, Şam'da vefat eden
son sahabedir. Bir hadiste anlatıldığına göre o, bir asır yaşayacağı
söylenenlerdendir ve gerçekten de 100 sene yaşamıştı. [13]
Abdullah b. Ebi Evfa
Alkame b. Halid b. Haris el-Huzaî el-Esle-mî. Kadri yüce bir sahabe idi.
Kûfe'de kalan sahabelerin en son vefat edenidir. Buharı'nin ifadesine .göre
hicretin seksensekiz veya seksen-dokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Vakidî ile
birden fazla ravinin ifadesine göre ise, hicretin seksenaltmcı senesinde 100
yaşını aşmış olarak vefat etmiştir. Vefat ederken 100 yaşma yaklaştığı da
söylenmiştir. Allah ondan razı olsun. [14]
Hişam b. İsmail b.
Hişam b. Velid el-Mahzumî el-Medenî. Halife Abdülmelik b. Mervan'ın kayınpederi
ve onun tarafından tayin edilen Medine naibi idi. Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Said b. Müsey-yeb'i vuran bu kişidir. Sonra Dımışk'a gelmiş ve
orada vefat etmiştir. Şam camiinde ilk olarak Kur'ân tedrisatını başlatan bu
kişidir. Şam'ın Sebi mıntıkasında vefat etmiştir. [15]
Ümeyr b. Hakim
el-Aresi eş-Şamî. Hadis rivayet etmiştir. Ondan ve İbn Muhayriz Ebu'l-Abyad'dan
başka Şam'da Haccac'ı açıkça ten-kid eden başka kimse yoktu.
Ümeyr, bu senede Rum
illerindeki Tuvana gazvesinde öldürüldü. [16]
Mesleme b. Abdülmelik
ile kardeşi oğlu Abbas, Rum illerine gaza yaptılar. Çok sayıda adam öldürdüler
ve kaleler fethettiler. Fethettikleri kalelerden bazıları şunlardı: Suriye,
Amuriye, Hirakle ve Kamu-diye. Çok miktarda ganimet elde ettiler, çok sayıda
adamı esir aldılar.
Kuteybe b. Müslim,
Suğd, Nesef ve Keş illerine gaza yaptı. Oralarda çok sayıda Türklerle
karşılaştı, onlarla savaştı, mağlub etti ve onları öldürdü. Sonra Buhara
üzerine yürüdü. Buhara'yı savunan çok sayıda Türkle karşılaştı. Harkan denen
yerde onlarla iki gün gece savaştı ve onları yendi. Nehar b. Tevsia, bu
hususta şöyle demiştir:
«Harkan'da bir geceyi
onlara karşı cephede geçirdik, Harkan'da geçirdiğimiz gece çok uzun oldu.»
Kuteybe, daha sonra
Buhara meliki Verdan Huzahî'nin üzerine yürüdü. Verdan, onunla şiddetlice
savaştı. Kuteybe, onu yenemedi ve Merv'e geri döndü. Merv'de iken Haccac'm
mektubu ona geldi. Mektubunda Haccac, onu firardan ve düşmanları karşısında
yapmış olduğu ricattan ötürü kınıyordu. Ayrıca Buhara'nm resmini kendisine göndermesini
emrediyordu. Kuteybe, Buhara'nın resmini (haritasını) yaparak Haccac'a
gönderdi. Haccac da ona mektup yazarak Allah'a yönelmesini, işlediği günahtan
ötürü tevbe etmesini ve falanca yerden Buhara üstüne yürümesini emretti. Verdan
Huzahî'yi geri püskürtmesini, ihanetten sakınmasını, eğri büğrü yollara
sapmamasını istedi.
Velid b. Abdülmelik,
Halid b. Abdullah el-Kusarî'yi Mekke valiliğine tayin etti. O da Velid'in emri
üzerine Seniyetü Tuva ve Seniyetü Hacun yanında kuyu kazdı. Kuyudan tatlı su
çıktı, insanlar o sudan yararlanıyorlardı.
Vakidî, Beni Mahzum'un
azatlısı Nafî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Halid b. Abdullah
el-Kusarî'nin Mekke minberinde halka hitab ederken şöyle dediğini işittim:
"Ey insanlar! Bana söyleyiniz. Bu iki kişiden hangisi daha üstündür?
Adamın ailesine vekil olarak bıraktığı halefi mi, yoksa onlara gönderdiği
elçisi mi? Allah'a yemin ederim ki, sizler halifenin üstünlüğünü bilmiyorsanız
ben sizlere şunu söyleyeyim: Halilürrahman İbrahim, Rabbinden su istedi, o da
ona tuzlu ve acı bir su verdi. Diğer taraftan halife, Allahtan su istedi, ona
tatlı ve hoş bir su içirdi." Halid, tuzlu su ile Zemzem'i, tatlı su ile de
Hacun tepesinde ve Tuva tepesinde kazmış olduğu suyu kastediyordu. Buranın
suyu tatlı idi. Bu su alınıyor ve üstünlüğünün anlaşılması için Zemzem kuyusu
yanındaki bir havuza boşaltılıyordu. Ancak daha sonra bu kuyunun suyu çekilmiş
ve kurumuştu. Şu anda bu suyun nerede olduğu bilinmemektedir.»
Bu rivayetin senedi
garibtir. Eğer söyleyicisi gerçekten söylemiş-se bu söz küfür içermektedir.
Bence Halid b. Abdullah el-Kusarî, böyle bir sözü söylemiş değildir. Eğer
söylemişse o, Allah düşmanıdır. Haccac b. Yusuf un böyle bir söz söylediğine
dair zayıf bir rivayet vardır. Güya o, halifeyi rasûlden (yani Allah'ın
gönderdiği elçiden) daha üstün saymıştır. Bütün bu sözler, sahibinin kafir
olduğunu ifade etmektedir.
Bu senede Kuteybe b.
Müslim, Türk illerine gaza yaptı. Nihayet Azerbaycan taraflarındaki
Babü'l-Ebvab'a vardı. Çok sayıda kale ve şehirleri fethetti.
Ömer b. Abdülaziz,
insanlara haccettirdi.
Şeyhimiz Zehebî dedi
ki: Bu senede Sicilya ve Mayorka adaları fethedildi.
Musa b. Nusayr, oğlunu
Frank Hükümdarı Nikris'in üstüne gönderdi. Çok sayıda beldeler fethetti.
Bu senede önde gelen
meşhur şahsiyetlerden Abdullah b. Salebe b. Zuayr vefat etti. Bu zat,
tabiilerden olup şair bir kimseydi.
Anlatıldığına göre bu
zat, Peygamber (s.a.v.)'in hayatına kavuşmuş, Peygamber (s.a.v.), eliyle onun
başını sıvazlamıştı. Zührî, ondan neseb ilmini öğreniyordu.
Bu senedeki valiler,
önceki senelerde adlan zikredilen valilerdi. [17]
Bu senede Mesleme b.
Abdülmelik ile Abbas b. Velid, Rum illerine gaza yaptılar. Kaleler
fethettiler, Rumlardan birçok adamlar öldürdüler. Ganimetler ele geçirdiler ve
birçok insanı tutsak ettiler.
Rumlar, deniz komutanı
Halid b. Keysan'ı esir aldılar. Onu hükümdarlarına gönderdiler. Bizans
hükümdarı da onu.Velid b. Abdül-melik'e hediye etti.
Velid, kardeşi
Abdullah b. Abdülmelik'i Mısır valiliğinden azlederek yerine Kurra b, Şerik'i
tayin etti.
Muhammed b. Kasım,
Sind hükümdarı Dahir b. Sassa'yı öldürdü. Muhammed b. Kasım, Haccac ordularından
birinin komutam idi.
Kuteybe b. Müslim,
Buhara şehrini fethetti. Oradaki düşman Türklerin tümünü bozguna uğrattı.
Suğd hükümdarı Tarhun,
Buhara'nm fethinden sonra Kutey-be'den kendisine her sene vereceği para
karşılığında barış talebinde bulundu. Kuteybe de onun bu talebini kabul etti ve
bu şartım yerine getirmesi için ondan rehin aldı.
Bu senede Buhara
hükümdarı Verdan Hüzahî, Türklerden yardım talebinde bulundu. Kuteybe'nin
orayı almasından sonra Verdan Huzahî, Türklerin yardımıyla şehir dışında Müslümanlara
saldırmış, onları darmadağın etmişti. Sonra Müslümanlar dönüp onların üzerine
hamle yapmışlar ve onlardan çok sayıda adam Öldürmüşlerdi. Kuteybe, Suğd
hükümdarı ile barış yapmış, Buhara şehrini ve kalelerini fethetmişti. Sonra da
askerleriyle birlikte beldelerine geri dönmüş, Haccac da bu hususta ona izin
vermişti. Kendi beldelerine dönerken Suğd hükümdarının Türk hükümdarına şöyle
dediğini haber almıştı: «Doğrusu Araplar hırsız gibidirler. Kendilerine birşey
verilirse alıp giderler. Şu Kuteybe de hükümdarların üzerine gider. Hükümdarlar
ona birşeyler verirlerse alıp geri döner. Kuteybe, hükümdar değildir.
Hükümdarlık da talep etmiyor.»
Bu sözleri duyunca
Kuteybe, bunların üzerine tekrar yürüdü. Türk hükümdarı Neyzek, aralarında
Melik Talikanın da bulunduğu Maveraünnehir hükümdarlarına mektuplar yazdı. Bu,
daha önce Kuteybe ile barış yapmıştı. Barışı bozdu. Diğer hükümdarların da tümünden
yardım istiyerek Kuteybe'nin üzerine yürüdü. Daha önce Kuteybe ile barış
antlaşması yapmış olan diğer birçok hükümdar da onun yanına gelip güç birliği
yaparak Kuteybe'ye karşı birleşip bir cephe teşkil ettiler ve seneye bahar
mevsiminde her birlikte Kuteybe'ye karşı savaş açmak için sözleştiler. Yapılan
savaşta Kuteybe, onlardan gerçekten çok sayıda adam öldürdü. Onlardan dört
fersah boyundaki bir askeri saffı baştan sona darağacma astı. Bu da onların
topluluklarını darmadağın etti.
Bu senede Yezid b.
Mühelleb ile kardeşleri Mufaddal ve Abdül-melik, Haccac'ın zindanından kaçarak
Süleyman b. Abdülmelik'in yanma gidip sığındılar. Süleyman'da onlara, Haccac'a
karşı eman verdi. Bunun sebebi şuydu: Haccac, daha önce onlara karşı tedbirler
almış, onları büyük cezalara çarptırmış ve onlardan 6.000.000 dirhem para
almıştı. Kardeşler arasında işkenceye en çok dayanabilen, Yezid b. Mühelleb'di.
Kendisine ne kadar işkence ederlerse etsinler, Yezid'in yine de sesi
duyulmuyordu. Bu da Haccac'ı çok öfkelendiriyordu. Adamın biri, Haccac'a dedi
ki: «Yezid'in bacağında bir ok izi vardır. Okun başlığı onun bacağında
kalmıştır. Yarasına birşey isabet edince kendini tutamayıp çığlık atıyor...»
Bunun üzerine Haccac, Yezid'in bacağındaki yaraya dokunulmasını ve işkence
edilmesini emretti. Oraya işkence yaptıklarında Yezid, yüksek sesle feryad
etmeye başladı. Kız kardeşi ve Haccac'ın karısı Hind binti Mühelleb, kardeşinin
çığlığını duyunca ağlamaya başladı. Haccac da onu boşadı. Sonra kardeşleri
zindana attırdı.
Bundan sonra Haccac,
Kürtler üzerine göndereceği orduyu teşkil etmek için bazı yerlere gitti. Bu
kardeşleri de yanına aldı. Gittiği yerde çevrelerine hendek kazdırdı ve
üzerlerine bekçi koydurdu. Gece olunca Yezid b. Mühelleb, bol miktarda yemek
yapılmasını ve bekçilere yedirilmesini emretti, sonra kılık değiştirerek
aşçılardan birinin elbisesini giyindi. Sakalını beyazlattı. Dışarı çıktı.
Bekçilerden biri onu görünce: «Bu yürüyüş kadar Yezid b. Mühelleb'in yürüyüşüne
benzer başka bir yürüyüş görmedim.» dedi. Sonra durumu tahkik etmek için onu
takib etti. Sakalının beyazlığını görünce dönüp ondan vazgeçti. Daha sonra diğer
kardeşleri Yezid'in peşine takıldılar. Gemiye binip Şam'a doğru yol aldılar.
Haccac, onların
kaçtığını duyunca rahatsız oldu. Onların Horasan'a gittiklerini sandı. Bunun
üzerine Kuteybe b. Müslim'e bir mektup yazarak Yezid b. Mühelleb ve
kardeşlerinin Horasan'a gittiklerini sandığını, onlara karşı gerekli tedbirleri
almasını, her tarafta onları araştırıp gözetmesini ve yakalatmak için sınır
boylarındaki vali ve yetkililere de haber göndermesini emretti. Kendisi de
mü'minlerin emiri halife Velid'e bir mektup yazarak Yezid ve kardeşlerinin
kaçtıklarını ve kanaatınca Horasan'a gittiklerini haber verdi. Haccac, Ye'd'in
de İbn Eş'as gibi ona karşı ayaklanmasından ve asker toplamamdan korktu.
Rahibin daha önce kendisine söylediği sözlerin gerçekleşeceğinden ötürü telaşa
kapıldı.
Yezid b. Mühelleb ve
kardeşleri Mervan b. Mühelleb'in o gün için kendilerine hazırlamış olduğu
atlara bindiler. Kendilerini Beni Kelb kabilesinden Abdülcebbar b. Yezid
adındaki kılavuz alıp Semave yoluna soktu. İki gün sonra Haccac, Yezid'in
Şam'a doğru gittiği haberini aldı. Bu durumu bildirmek için Velid'e mektup
yazdı.
Yezid, yoluna devam
etti. Nihayet Ürdün'e varıp Vüheyb b. Ab-durrahman el-Ezdî'ye konuk oldu.
Vüheyb, Süleyman b. Abdülmelik nezdinde kıymetli bir kimse idi. Vüheyb de
kalkıp Süleyman b. Ab-dühnelik'e gitti ve ona şöyle dedi: «Yezid b. Mühelleb
ile kardeşleri evimdedirler. Haccac'dan kaçıp sana sığınmaya gelmişler.»
Süleyman b.
Abdülmelik, Vüheyb'e şöyle dedi: «Git, onları yanıma getir. Ben hayatta
bulunduğum sürece onlar güven içinde olacaklardır.»
Vüheyb, gidip onları
getirdi ve Süleyman b. Abdülmelik'in evine yerleştirdi. Süleyman da onlara eman
verdi ve kardeşi Velid b. Abdül-melik'e şöyle bir mektup gönderdi:
«Ben, Mühelleb
ailesine eman verdim. Haccac'ın onlardan alacağı 3.000.000 dirhem de benim
yammdadır.»
Velid ona: «Yezid'i
bana göndermedikçe vallahi ben ona eman vermeyeceğim.» diye mektup gönderdi.
Süleyman da, kardeşi Velid'e şöyle bir mektup gönderdi: «Allah'a yemin ederim
ki, ben kendisiyle beraber olmadıkça Yezid'i sana yalnız başına gönderecek
değilim. Ey mü'minlerin emiri, Allah aşkına kardeşini rezil rüsvay etme. Verdiğim
sözü geçersiz kılma, emanımı tasdik et.»
Velid, şu cevabî
mektubu gönderdi:
«Hayır, vallahi sen
Yezidle birlikte gelmeyeceksin. Sen onu zincire vurulmuş bir şekilde bana
yalnız olarak gönder.»
Bu karşılıklı
yazışmalar üzerine Yezid, Süleyman'a şöyle dedi: «Beni ona yalnız olarak
gönder. Benim yüzümden aranızda düşmanlık ve savaş çıkmasını istemiyorum. Beni
ona oğlunla birlikte gönder ve ona yapabildiğin kadarıyla yumuşak ifadelerle
bir mektup yaz.» Süleyman, Yezid'i oğlu Eyyüb'le birlikte Velid'e gönderdi.
Gönderirken de oğluna şöyle talimat verdi:
«Koridora girdiğin
zaman sen, Yezidle birlikte kendini zincire ^r ve zincire vurulmuş olarak
ikiniz Velid'in huzuruna girin.»
Velid, kardeşi oğlu
Eyyüb'ün de zincire vurulmuş olduğunu gönce: «Vallahi Süleyman'a çok ağır
muamele yaptık.» dedL Eyyüb de abasının mektubunu amcası Velid'e verdi ve şöyle
dedi:
«Ey mü'minlerin emiri!
Canım sana feda olsun, babamın vermiş olduğu himayeyi bozma. Zaten babamın
himayesini en çok koruması gereken kişi sensin. Sana olan yakınlığımız
vesilesiyle himayemize girerek esenliği ümit eden kimselerinde ümidini kırma.
Şu kapının şerefi dolayısıyla her şeyiyle yanımıza gelen ve şeref ümid eden kimseleri
de zelil kılma.»
Velid, daha sonra
kardeşi Süleyman'ın gönderdiği mektubu okudu. Mektupta şunlar yazılıydı:
«İmdi ey mü'minlerin
emiri! Allah'a yemin ederim ki, eğer seninle savaşmış düşmanın benden.eman
dileyecek olursa ve ben kendisine eman verirsem, sen benim verdiğim emanı
geçersiz kılmazsın. Bana sığınan kimseyi de zelil kılmazsın, ben buna
inanıyorum ama yine de ben, ancak emir dinleyen ve itaat eden kimseye eman
veririm. İslâmiyet'te kendisi, babası ve aile efradı güzelce sınav vermiş ve
güzel bir İslânıî yaşantı sergilemiş olan kimseleri himayeye alırım. Yezid'i
sana böylece gönderdim, eğer sen aramızdaki bağlan koparacak, vermiş olduğum
emanı geçersiz kılacak ve bana daha da kötü davranacak olursan, şüphesiz ki
sen buna muktedirsin. Ama ben, akrabalık bağlarımızı koparmandan, saygınlığımı
hiçe saymandan, iyiliğimi ter-ketmenden, istediğim şeye icabet etmemenden ve
kardeşlik bağımızı koparmandan seni Allah'a sığındırıyorum.
Allah'a yemin ederim
ki ey mü'minlerin emiri, artık bu dünya da ben ve sen ne kadar yaşayacağımızı
bilemiyoruz, ölüm ne zaman ikimizi birbirimizden ayıracaktır, bunu da
bilemiyorum. Allah, senin sevincini devam ettirsin. Ey mü'minlerin emiri, eğer
elinden geliyorsa ecel gelmeden benim kardeşlik hukukumu gözet, hakkımı öde,
benimle kötü geçinmekten uzak durmak istiyorsan bunu yap.
Allah'a yemin ederim
ki ey mü'minlerin emiri, dünyada Allah'a karşı takvalı olmaktan sonra seni
memnun edip sevindirmekten beni daha fazla memnun kılacak başka birşey yoktur.
Seni memnun etmek, seni sevindirmek, kendi sevincimden ve memnuniyetimden daha
çok hoşuma gider. Aramızdaki akrabalık ve kardeşlik bağının kopmamasını
istiyerek Allah'ın hoşnutluğunu talep ediyorum. Ey mü'minlerin emiri, zaman
içinde günlerden bir gün bana saygı göstermek, bana iyilik yapmak, kardeşlik
hakkımı vermek istiyorsan, Yezid'i affet. Ondan istediğin her şeye ben
kefilim.»
Velid, kardeşinin
mektubunu okuyunca: «Süleyman'a ağır muamelede bulunduk.» dedi. Sonra kardeşi
oğlu Eyyüb'ü çağırıp yanma yakın bir yere oturttu. Yezid b. Mühelleb, konuşmaya
başladı. Allah'a hamd-ü sena da bulunduktan ve Rasûlüne salat-ü selam
getirdikten sonra şöyle dedi:
«Ey mü'minlerin emiri!
Sizin belanız bizim yanımızda belaların en güzelidir. Bunu başkaları unutsa da
biz unutacak değiliz. Bunu başkaları inkar edecek olursa da biz inkar edecek
değiliz. Bizim aile, zin düşmanlarınızın gözlerine vurarak büyük savaşlarda,
doğuda ve batı da her yerde düşmanlarınızla savaştı ve sizin itaatmızda bulundu
Bu da bizim için büyük bir minnet ve lütuftur.»
Velid, ona: «Otur»
dedi. Yezid oturdu. Velid, ona eman verdi. Ona dokunmayarak Süleyman'a
gönderdi. Yezid, Süleyman'ın yanında rahatladı, güzel bir hayat yaşadı.
Süleyman, ona çeşitli ve iştah verici yemekler hazırlatıyordu. Süleyman'ın
yanında itibar sahibi oldu. Süleyman'a bir hediye gelirse, mutlaka yarısını
Yezid'e gönderiyordu. Yezid b. Mühelleb de ona çeşitli hediye ve armağanlar
gönderiyordu. Bu arada Velid de Haccac'a mektup yazarak «Ben, Yezid b. Mühel-leb'e
dokunmadım. Aile efradına da karışmadım. O ve aile efradı, kardeşim
Süleyman'ın yanındadırlar. Onlara dokunma.» dedi. Haccac da Mühelleb ailesinden
vazgeçti. Onlara dokunmadı. Onlardan istediği paradan da vazgeçti. Öyle ki, Ebu
Uyeyne b. Mühelleb'e 1.000.000 dirhem bıraktı. Yezid b. Mühelleb, Haccac'm
hicri doksanbeşinci senede ölümüne kadar Süleyman b. Abdülmelik'in yanında
kalmaya devam etti. Sonra Yezid, Irak valiliğine tayin edildi. Nitekim bunu
daha önceleri bir rahip ona haber vermişti. [18]
Mütehassıs bir
hekimdi, tıp ilmine dair tasnif ettiği eserleri vardı. Haccac nezdinde
itibarlı bir kimseydi. Hicretin doksanıncı senesi sınırında Vasıfta vefat etti.
Bu senede Abdurrahman
b. Misver b. Muharreme ve Ebu Aliye er-Riyahî ile meşhur yiğitlerden ve
bahadırlardan Sinan b. Seleme b. Muhabbak'ta vefat etti. Bu zat, Mekke fethinde
Müslüman olmuş, Hind gazasını yürütmüş, uzun bir ömür yaşamıştı. [19]
Haccac'm kardeşiydi.
Yemen valisi idi. Minberde Hz. Ali'ye lanet okurdu. Anlatıldığına göre o, Hz.
Ali'ye lanet okuması için Hicr el-Münzirî'ye emir vermiş, Hicr de: «Allah,
Ali'ye lanet edene lanet etsin. Allah'ın laneti, Ali'yi lanetleyen kimsenin
üstüne olsun.» demişti. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre o, lanetini
gizlermiş. Doğrusunu Allah bilir. [20]
Halid b. Yezid b.
Muaviye Ebu Haşim el-Ümevi ed-Dımışkî. Evi Şam'da Darülhicare yanındaydı. Âlim
ve şair bir kimseydi. Kimya ilminin bir kısmı ona nisbet edilirdi. Tabiat
ilimlerinden de biraz bilirdi. Babasından ve Dıhye el-Kelbî'den hadis rivayet
etmiştir. Zührî ile diğerleri de ondan rivayetler de bulunmuşlardır.
Zührî dedi ki: «Halid,
bütün bayramlarda, yani cuma, cumartesi ve pazar günlerinde oruç tutardı.» Cuma
günleri Müslümanların, cumartesi günü Yahudilerin, pazar günü de
Hristiyanların bayramıdır.
Ebu Zur'a ed-Dımışkî
dedi ki: Halid ve kardeşi Muaviye, milletin seçkin ve hayırlı kimselerinden
idiler. Halifelik için adı, kardeşi Muaviye b. Yezid'ten sonra anılmıştır.
Mervan'dan sonra veliaht idi, ama yönetimin başına geçme imkanını bulamadı.
Mervan, onun annesinin kocası, yani kendisinin üvey babası idi. Halid'in
vecizelerinden biri şudur: «En yakın şey eceldir. En uzak şey emeldir. En
tehirli şey ameldir.»
Şairin biri onu överek
şöyle demişti:
«Cömertliğe ve el
açıklığına, siz iki özgürsünüz, dedim. Onlar bana; «Biz köleyiz»- dediler. Ben
onlara: «Efendiniz kimdir?» diye sordum. Onlar uzanıp bana: «Efendimiz Halid b.
Yezid'dir.» diye cevap verdiler.»
Halid, o şaire 100.000
dirhem verilmesini emretmişti.
Ben derim ki: Ben bu
beyitlerin Halid b. Velid (r.a.) hakkında söylendiklerini gördüm. Halid b.
Yezid ile Muaviye b. Yezid de bu beyitlerin Halid b. Velid hakkında söylenmiş
olduklarını ifade ettiler. Doğrusunu Allah bilir.
Halid b. Yezid, Humus
valisi idi. Humus camiini inşa ettiren de odur. Orada çalışan 400 kölesi vardı.
Cami inşaatını tamamlamalarından sonra onları azad etti.
Halid, Haccac'a öfke
duyardı. Haccac'm, Cafer'in kızıyla evlenmesi zamanında Halid b. Yezid,
Abdülmelik'e tavsiyede bulunarak bu evliliği bozmasını istemişti. Bunun üzerine
Abdülmelik de Haccac'a haber göndererek Cafer'in kızını boşamasını emretmiş, o
da bu emre uymuş ve Cafer'in kızını boşamıştı.
Halid b. Yezid vefat
edince, Velid onun cenazesine gitmiş ve namazını kılmıştı. Halid'in renginin
günden güne sarardığı ve bedeninin zayıfladığı sırada Abdülmelik, bunun
sebebini ona sormuş, ancak cevap vermemişti. Abdülmelik ısrar edince Halid,
Mus'ab b. Zübeyr' kız kardeşi Remle'ye aşık olduğunu, bu nedenle renginin
sararıp "cudunun zayıfladığını
söylemişti. Bunun üzerine Abdülmelik, ha-^Ur göndererek Remle'yi Halid'e
istemişti. Remle de: «Halid, bütün krılarmı boşamadıkça onunla evlenmem.»
demiş; Halid de bütün ka-larını boşadıktan sonra Remle ile evlenmiş ve Remle
için türkü yak-
Halid, hicretin
doksanıncı senesinde vefat etti. Hicretin seksen-dördüncü senesinde vefat
ettiğine dair zayıf bir kavil de vardır. Ama ahih kavle göre hicri doksanıncı
sene de vefat etmiştir. [21]
Abdullah b. Zübeyr b.
Süleym el-Esedî, şair bir zattı. Künyesi Ebu Kesir'di. Ebu Said olduğu da
söylenir ki, meşhur olan künyesi budur. Abdullah b. Zübeyr'in yanma ziyarete
geldi. Onu övdü, ancak Abdullah, ona birşey vermedi. Vermeyince de: «Beni sana
taşıyıp getiren deveye Allah lanet etsin.» dedi. İbn Zübeyr de: «Allah, o
devenin sahibine de lanet etsin.» diye karşılık verdi. Anlatıldığına göre bu
adam, Haccac'ın zamanında vefat etmiştir. [22]
Bu senenin yaz
mevsiminde Mesleme b. Abdülmelik ile kardeşi oğlu Abdülaziz b. Velid, gazaya
gittiler.
Mesleme, Türk illerine
de gazaya gitti. Nihayet Azerbaycan tarafındaki Bab'a vardı, çok sayıda şehir
ve kaleler fethetti.
Velid, amcası Muhammed
b. Mervan'ı Cezire ve Azerbaycan valiliklerinden azletti, yerine kardeşi
Mesleme b. Abdülmelik'i tayin etti.
Musa b. Musayr ise,
Mağrib illerine gazaya gitti. Çok sayıda şehirler fethetti. Fethettiği
yeryerde yaşayan hiçbir kimse yoktu. Ama köşklerin ve evlerin kalıntıları
vardı. Orada yaşamış olan insanların nimet ve refah içinde oldukları,
alametlerden açıkça anlaşılıyordu. O bölgelerde yaşamış kimseler üzerinde
deveran eden bol nimetler vardı, ama hepsi helak olup gitmişlerdi. Onlardan
haber veren de kalmamıştı.
O senede Kuteybe b.
Müslim, daha önce yapmış oldukları barış antlaşmalarım bozan Türk illerinin
üzerine yürüdü. Onlarla şiddetlice savaştı. Öyle savaşlar cereyan etti ki,
çocuklar bile bu savaşın şiddetinden ihtiyarlardı. Çünkü o beldelerin
hükümdarları, geçen sene ilkbaharda bir araya gelip birleşik bir cephe teşkil
etmek ve Kuteybe ile savaşmak kararını vermişlerdi. Bütün Arapları kendi
beldelerin-n k°vmadıkça savaştan kaçmamaya yemin etmişlerdi. Korkunç büyüklükte
bir cephe ve büyük bir ordu teşkil ettiler. Hiçbir yerde o kadar büyük bir
cephe görülmemişti. Ancak Kuteybe, onları büyük bir yenilgiye uğratıp çok
sayıda insanı öldürdü. Anlatıldığına göre bazı yerlerde mağlub ettiği
askerlerden o kadar adamı darağacına astı ki bunların saflarının uzunluğu dört
fersah kadardı. Çok sayıda kafir öldürdü.
Daha sonra Türklerin
büyük hükümdarı Neyzek Han'ı şehir şehir kovaladı. Nihayet onu, oralardaki bir
kalede kuşatma altına aldı. Kuşatma, peşpeşe iki ay sürdü. Sonunda Neyzek
Han'ın yanındaki azıklar tükendi. O ve beraberindeki askerleri ölümle yüzyüze
gelmişlerdi. Kuteybe, onu yerilmiş, güçsüz bırakılmış, ama güven içersinde yanına
getirecek birini ona gönderdi. Yanma getirildikten sonra Neyzek Han'ı zindana
attı. Sonra da bu durumu bir mektupla Haccac'a bildirdi. Kırk gün sonra
Haccac'ın gelen cevabî mektubunda Neyzek Han'ın öldürülmesi emrediliyordu.
Kuteybe, komutanları toplantıya çağırdı. Onlara bu hususta danıştı. Her biri
ayrı birşey söyledi. Kimi onu öldür, kimi öldürme, diyordu. Komutanlardan
biri, Kuteybe'ye şöyle dedi: «Mağlub ettiğin takdirde Neyzek Han'ı
öldüreceğine dair Allah'a söz vermiştin. Allah, bu fırsatı sana verdi, onu
Öldür.»
Kuteybe de: «Allah'a
yemin ederim ki, eğer sadece üç kelime söyleyebilecek kadar ömrüm kalmış olsa
bile Neyzek'i öldürürüm. Onu öldürün, öldürün!» dedi. Neyzek ve maiyetindeki
adamlarından, komutanlarından 700 kişi bir sabahta öldürüldüler. Kuteybe
onların mallarını, atlarım, kadınlarım, çocuklarını ve çok sayıda eşyalarını
aldı. Bu senede çok şehirler fethetti. Çok hükümdarlıkları kendine bağladı.
Mal, kadın, altın ve gümüş kapla dolu çok kaleleri ele geçirdi. Sonra kale ve
çiftlikleri içeren, büyük bir şehir olan Talikan üzerine yürüdü. Orayı aldı,
ve oraya bir naib tayin etti. Buradan da çeşitli kasaba ve çiftlikleri içeren
Faryab iline gitti. Buranın hükümdarı gelip Kuteybe'ye teslimiyetini arzetti.
Kuteybe de oraya bir naib tayin etti.
Kuteybe, daha sonra
Cürcan üzerine yürüdü. Oraya hükümdarının elinden aldı ve bir adamını naib
olarak bıraktı. Sonra Belh'e gitti. Şehire girdi. Orada sadece bir gün ikamet
etti. Sonra çıkıp Bağlan'da bulunan Neyzek Han üzerine gitti. Neyzek Han,
ülkesine giriş yeri olan boğazın ağzında ordugah kurmuştu. Boğazın ağzında
Şemsiye adında bir büyük kale vardı. Bu kale, yüksek ve geniş olduğundan ötürü
şemsiye adını almıştı. Rü'b ve Semencan hükümdarı Rü'b Han, Kuteybe'nin yanına
geldi. Kale girişini ona göstermek şartıyla eman diledi. Kuteybe, ona eman
verdi ve onunla birlikte birkaç adamını kaleye gönderdi. Kaleye geceleyin
vardılar. Kapısını açıp içeri girdiler. Kale halkından bir kısmını öldürdüler.
Geri kalanlar ise kaçtılar.
Kuteybe, Şi'b'e girdi.
Semencan'a gitti. Semencan büyük bir şehirdi orada kaldı. Kardeşi
Abdurrahman'ı o belde ve şehirlerin hükümdarı Neyzek Han'ın peşine büyük bir
askeri birlikle gönderdi. Ab-durrahman, Neyzek Han'ın peşisıra Bağlan'a gitti.
Orayı kuşatma altına aldı. Bu kuşatma iki ay sürdü. Nihayet yanındaki azık
tükendi. Kuteybe, Nasih adında bir tercümanı ona göndererek kendisine şu talimatı
verdi: «Bana Neyzek Han'ı getir. Eğer yanıma döndüğünde o senin beraberinde
değilse, boynunu vururum.» Kuteybe, Nasih'le birlikte bol miktarda gıda
maddesi ve hediyeler de gönderdi. Tercüman Nasih, Neyzek Han'ın yanına vardı.
Gıda maddelerini ve hediyeleri ona takdim etti. Neyzek Han'ın adamları, bu gıda
maddeleri ile hediyelerin üzerine atıldılar ve kapışıp götürdüler. Açlıktan
bitkin hale gelmişlerdi. Sonra tercüman Nasih, Neyzek Han'a eman verdi ve canının
bağışlanacağına yemin etti. Onu alıp Kuteybe'nin yanma getirdi. Beraberinde
adamlarından ve aile efradından 700 kişilik bir grup da vardı. Kuteybe, bu
şekilde birçok hükümdara eman verdi, canlarını bağışladı, ülkelerine ve
beldelerine hakim oldu. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Alah
daha iyi bilir.
Vakidî ve değerleri
dediler ki: Bu senede mü'minlerin emin Velid b. Abdülmelik, insanlara
haccettirdi. Medine'ye yaklaştığında vali Ömer b. Abdülaziz, şehrin eşrafına
emir vererek onu karşılamaya çıkardı. Velid b. Abdülmelik, kendilerine
güleryüz gösterip ihsanda bulundu. Sonra da peygamber şehri Medine'ye girdi.
Mescid, onun için boşaltıldı. Mescitte Said b. Müseyyeb'ten başka kimse
kalmadı. Onu da dışarı çıkarmaya kimse cesaret edememişti. Üzerinde ancak beş
dirhem değerinde giysiler vardı. Ona: «Ey ihtiyar, mescitten uzaklaş, çünkü
mü'minlerin emiri geliyor.» dediklerinde o: «Vallahi mescitten çıkmam.» dedi.
Velid mescide girdi. Dolaşmaya başladı. Mescidin değişik yerlerinde namaz
kıldı. Aziz ve Celil olan Allah'a dua etti.
Ömer b. Abdülaziz dedi
ki: Said b. Müseyyeb'i görmesinden korktuğum için halife Velid'i onun
bulunduğu tarafa gitmekten vazgeçirmeye çalıştım, ama istemiyerek onunla karşı
karşıya geldi.
- Bu adam kim? Yoksa
Said b. Müseyyeb mi? diye sorması üzerine ben:
- Evet, odur ey
mü'minlerin emiri, eğer senin geldiğini bilseydi kalkıp sana selam verirdi,
dedim. Velid de şöyle dedi:
- Sen onun bize ne
kadar öfke duyduğunu biliyorsun.
- Ey mü'minlerin
emiri, o şöyledir ve şöyledir.
Böyle diyerek onu
övmeye başladım. Velid de onun âlim ve dindar bir kimse olduğunu söyleyerek
övmeye başladı. Ben dedim ki:
- Ey mü'minlerin
emiri, onun gözleri zayıflamıştır (Böyle diyerek onu görmediğine bir mazeret
bulmak istedim.).
— Biz onun yanına
gitmeliyiz.
Velid, Said b.
Müseyyeb'e doğru gitti. Yanına vardığında selarn verdi. Ancak Said, ona hürmet
gösterip ayağa kalkmadı. Velid, ona şöyle sordu:
- Şeyhimiz nasıl?
- İyiyim, Allah'a
hamdolsun. Ya mü'minlerin emiri nasıl?
- İyiyim, bir ve tek
olan Allah'a hamdolsun.
Böyle dedikten sonra
Velid, oradan ayrıldı ve Ömer b. Abdüla-ziz'e:
- Said, insanların
fakihidir, dedi. Ömer b. Abdülaziz de:
- Evet, öyledir ey
mü'minlerin emiri, diye karşılık verdi. Dediler ki: Velid daha sonra gidip
Rasûlullah (s.a.v.)'ın minberine
çıktı. Hutbe irad
etti. Birinci hutbede oturdu. İkincide ayağa kalktı. Konuşmasını sürdürdü ve:
«Osman da böyle hutbe irad etti.» dedi. Sonra oradan inip gitti. Medinelilere
hol miktarda altın ve gümüş dağıttı. Sonra Peygamber Mescidi'ne, yanında bulunan
Ka'be örtülerinden bir örtü giydirdi. Bu örtü kaim ipektendi. [23]
Saib b. Yezid b. Sa'd
b. Temame. Yedi yaşında iken babası onu Rasûlullah (s.a.v.)'la birikte
haccettirmişti. Buharı, böyle bir rivayette bulunmuştur. Bu nedenle Vakidî
şöyle demiştir: «Saib, hicretin üçüncü senesinde doğdu ve hicretin
doksanbirinci senesinde vefat etti.»
Bir başka ravi de:
«Saib, hicretin altıncı senesinde doğdu.» demiştir. Hicretin seksensekizinci
senesinde vefat ettiğine dair zayıf bir kavil de vardır. Doğrusunu Allah
bilir. [24]
Kadri yüce bir
sahabedir. Medinelidir. Rasûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde o, onbeş
yaşındaydı. Haccac tarafından boynuna mühür vurulanlardandır. Haccac, ayrıca
Enes b. Malik'in ve Cabir b. Abdullah'ın ellerine mühür vurmuştu ki, onları
zelil kılsın ve insanlar onların görüşlerine kulak vermesinler.
Vakidî dedi ki: «Sehl
b. Sa'd, hicretin doksanbirinci senesinde 100 yaşında iken vefat etti. O,
Medine de en son vefat eden sahabedir.»
Muhammed b. Sa'd'ın
ifadesine göre bu hususta hiçbir ihtilaf yok-
tur Buharî ile
diğerleri dediler ki: «Sehl b. Sa'd, hicretin seksenseki-7İnci senesinde vefat
etmiştir.» Doğrusunu Allah bilir. [25]
Bu senede Mesleme ile
kardeşi oğlu Ömer b. Velid, Rum illerine za yaptılar. Çok sayıda kaleler
fethedip bol
miktarda ganimet ele
geçirdiler. Rumlar kaçarak ülkelerinin iç taraflarına gittiler.
Musa b. Nusayr'ın
azatlı kölesi Tarık b. Ziyad, 12.000 kişilik bir askeri birlikle Endülüs
ülkesine gaza yaptı. Endülüs hükümdarı Azri-kon başında tacı ve saltanat tahtı
yanında olmak üzere büyük bir ordu ile onu karşıladı. Tarık, onunla savaşarak
bozguna uğrattı. Ordu-gahmdaki eşyaları ganimet edindi. Ganimetler arasında
Azrikon'un hükümdarlık tahtı da vardı. Böylece Tarık b. Ziyad, Endülüs ülkesine
tümüyle hakim oldu.
Zehebî dedi ki: Tarık
b. Ziyad, Tanca valisi idi. Tanca, Mağrib ülkesinin uç noktasıdır. Tarık, Musa
b. Nusayr'ın tayin ettiği bir vali idi. Musa, onun efendisi idi. Yeşilada
valisi, Tarık'a mektup yazarak kendi düşmanına karşı ondan yardım istedi. Bunun
üzerine Tarık da Septe geçidinden Endülüs'e girdi. Fırsatı değerlendirdi. Çünkü
o esnada Franklar, kendi aralarında savaşmaktaydılar. Bu fırsattan yararlanan
Tarık, Endülüs ülkesinin derinliklerine girerek Kurtu-ba'yı fethetti. Kurtuba
hükümdarı Azrikon'u öldürdü. Fetih müjdesini bir mektupla Musa b. Nusayr'a
gönderdi.
Musa, tek başına bu
fethi yapmış olmasından ötürü Tarık'ı kıskandı. Halife Velid'e bir mektup
yazarak fetih müjdesini verdi ve fethi kendisinin gerçekleştirmiş olduğunu
ifade etti. Ayrıca Tarık'a da bir mektup yazarak kendisinden emir almaksızın
Endülüs'e girdiğinden ötürü onu azarladı ve tehdit etti. Kendisi oraya varıncaya
kadar yerinden ayrılmamasını ve ileriye geçmesini emretti. Sonra askerlerini
yanma alarak Habib b. Ebi Ubeyde el-Fihrî ile birlikte hızla Endülüs'e girdi.
Senelerce orada kaldı. Birçok şehirleri ele geçirip mal toplayarak fütuhatı
genişletti. Adamları öîdürüp kadınları ve çocukları esir aldı. Mücevher, yakut,
altun, gümüş paralar, altın ve gümüş kaplar, ev eşyaları, atlar, katırlar ve
diğer malları ganimet edindi. Çok sayıda büyük şehirleri ve mıntıkaları
fethetti.
Mesleme ile kardeşi
oğlu Ömer b. Velid'in fethettikleri yerler arasında Rumeli'deki Sabosna ve
Bolga kaleleri vardı. İstanbul boğazına kadar yerleri fethetmişler di.
Bu senede Kuteybe b.
Müslim; Soman, Keş ve Nesef i de fethetti, j^aryablılar, şehri ona teslim
etmeyip direndiler. O da şehri yaktı. Kardeşi Abdurrahman'ı Suğd eyaletine,
Tarhun Han'a gönderdi. Abdurrahman onunla barış yaptı. Tarhun Han da ona çok
miktarda mal ve para verdi. Abdurrahman, Buhara'da bulunan kardeşi Kuteybe'nin
yanma geldi. Sonra Merv'e döndü. Tarhun Han, Ab durrahman'la barış yaptıktan
sonra Suğd halkı toplanıp Tarhun Han'a: «Alçalmış olarak geri geldin. Cizye
verdin. Sen yaşlı bir adamsın. Artık sana ihtiyacımız yok.» dediler. Sonra onu
azledip yerine kardeşi Görek Han'ı kral tayin ettiler. Sonra onlar ayaklanıp
barış antlaşmasını bozdular ve ileride de anlatacağımız akıbete maruz kaldılar.
Kuteybe, Sicistan
üzerine giderek büyük Türk hakanı Rutbü'i bozguna uğratmak istedi. Rutbil'in
mıntıkasında bulunan ilk şehire vardığında elçileri onu karşıladılar. Bol miktarda
para vermek şartıyla ondan barış talebinde bulundular. Ayrıca ona bol miktarda
at, köle ve hükümdar kızlarından olan kadınları, yani prensesleride vermeyi
taahhüt ettiler. Bunun üzerine Kuteybe, Rutbil ile barış yaptı.
Bu sene Medine valisi
Ömer b. Abdülaziz, insanlara haccettirdi. [26]
Bu zatın sahabe olup
olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazıları dediler ki: Bu zat, cahiliye
döneminde ata binmiş ve Ebu Bekir'i görmüştür.
Muhammed b. Sa'd ise:
«Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görmüş, ama ondan birşey ezberlemiş değildir.»
demiştir. İbn Main, Buharı ve Ebu Hatim, bunu inkar ederek: «Bu zatın sahabe
olduğuna dair söylenen söz doğru değildir.» demişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
Ebu Said el-Medenî,
hicretin doksanikinci senesinde vefat etti. Doksanbirinci senede vefat ettiğine
dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [27]
Asıl adı; İsa b.
Abdullah Ebu Abd el-Mün'im el-Medenî1 dir. Beni Mahzum kabilesinin azatlısıdır.
Sanatında parlak bir ustaydı. Uzun boylu, şehla gözlü, nahif bedenli bir kimse
idi, uğursuzdu. Çünkü o, Rasûlullah (s.a.v.)'ın vefatı gününde doğdu. Hz. Ebu
Bekir'in vefat gününde sütten kesildi. Hz. Ömer'in şehit edildiği günde bulûğa
erdi. Hz. Osman'ın şehit edildiği günde evlendi. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in
öldürüldüğü günde de bir oğlu oldu. Başka bir rivayette de anlatıldığına göre
Hz. Ali'nin şehit edildiği günde bir oğlu doğmuştur. İbn Hallikan ile diğerleri
böyle demişlerdir.
Tuvays, bu senede,
sekseniki yaşında Medine'ye iki konaklık me-fede bir yer olan Süveyd
kasabasında vefat etti.
Ünlü şair Ahtal da bu
senede vefat etti. Ahtal, şiirde akranlarının fevkine çıkmış bir şairdi.
Bu senede vefat
edenlerden birisi de Malik b. Evs b. Hidsan en-
Nadrî'dir. [28]
Mesleme b. Abdülmelik,
Rum illerinde birçok kale fethetti. Fethettiği kaleler arasında Hadid, Gazale
ve Masse kaleleri de vardı.
Abbas b. Velid, gazaya
gitti ve Sumaysat'ı fethetti.
Mervan b. Velid ise,
Rum illerine gazaya gitti, Hançere'ye ulaştı.
Harzem Şah, Kuteybe'ye
bir mektup yazarak kendi bölgesinde birkaç şehir, bol miktarda para, köle ve
kardeşi ile savaşarak onu kendisine teslim etmek şartıyla barış talebinde
bulundu. Çünkü kardeşinin yeryüzünde fesat çıkardığım, insanlara zorbalık ve
zulüm yaptığını söyledi. Gerçekten de kardeşi, herhangi bir kimsenin yanında
mal da, para da, kadın da, çocuk da, binek de, başka birşey de olsa, hoşuna
giden güzel birşeyin bulunduğunu duyduğunda o şeyi sahibinin elinden mutlaka
alırdı.
Kuteybe, Harzem Şah'ın
kardeşinin ülkesine büyük bir ordu ile gitti. Allah, ona zafer ihsan etti. O
ülkede çok sayıda adamını öldürdü. Harzemşah'm kardeşini 4.000 kişi ile
birlikte esir alıp Harzem-şah'a teslim etti. Ayrıca Kuteybe, emir vererek
huzurunda esirlerin boyunlarını vurdurdu. Bir rivayette anlatıldığına göre
önünde 1.000, sağında 1.000, solunda 1.000 ve arkasında da 1.000 esir öldürttü
ki, böylece düşmanları olan Türkleri ve diğerlerini korkutsun. [29]
Kuteybe, bütün işleri
sonuçlandırdıktan ve ülkesine dönmeye karar verdikten sonra komutanlardan biri
ona: «Suğdlular, bu sene kendilerine saldırmayacağından emindirler. Eğer uygun
görürsen üzerlerine bir hamle yap. Onlar farkında değilken bir saldırıda bulun.
Eğer böyle yaparsan Suğd'u ele geçirirsin.» dedi. Kuteybe de kendisine bu
tavsiyede bulunan komutana: «Bunu herhangi bir kimseye söyledin ™1;>>
diye sordu. Komutan: «Hayır.» diye cevap verince Kuteybe ona: ger herhangi bir
kimse bunu senden duyacak olursa, senin boynunuvururum.» dedi. Sonra kardeşi
Abdurrahman b. Müslim'i 20.000 askerle önden Semerkand'a gönderdi. Kendisi de
diğer askerlerle oman peşinden gitti.
Kuteybe ordusunun
kendileriyle savaşmak üzere gelmekte olduğunu haber alan Türkler, aralarından
güçlü, kuvvetli ve iyi savaşan prens ve komutanlardan bir askeri birlik teşkil
ederek onlara, geceleyin Kuteybe'nin üzerine gitmelerini ve Müslüman ordusunu
aniden bastırmalarını tenbihlediler. Kuteybe de Türklerin bu yolda hazırlıklar
yaptıklarını duyunca kardeşi Salih'i karşı konulamaz bahadırlardan oluşan 600
süvari ile birlikte bir tarafa ayırıp onlara: «Türklerin yolunu tıkayın.»
talimatını verdi. Onlar da harekete geçtiler. Yolda üç gruba ayrıldılar. Gece
bastırınca karşı taraf farkında olmaksızın bunlar harekete geçip birbirlerine
seslendiler. Müslümanlarla Suğdlar çarpışmaya başladılar. Türklerden çok az
sayıda adam kurtulabildi. Müslümanlar, Türklerin çoğunu öldürdüler ve
yanlarındaki altın kaplamalı silahları ve diğer eşyaları ganimet edindiler.
Savaşanlardan bir kısmı diğerlerine dediler ki: «Biliyorsunuz ki, sizler
burada prenslerle ve namlı kahramanlarla savaştınız. Bu kahramanlardan her biri
100 veya 1.000 süvariye bedeldi.» Kuteybe, bu savaşçılara ganimet edindikleri
altın ve silahları bağışladı. Suğd'a yakın büyük bir şehir olan Semerkand'a
yaklaştı. Şehrin üzerine mancınıklarla taş atmaya başladı. Savaşı sürdürdü.
Asla geri çekilmedi. Beraberinde bulunan Buharaiı ve Harezmli askerlere samimi
davranıp öğütler verdi. Hep birlikte Suğdlularla şiddetlice savaştılar.
Bu arada Suğd
hükümdarı Gorek, Kuteybe'ye haber göndererek: «Sen benim kardeşlerim ve aile
efradımı öne sürerek benimle savaşıyorsun. Arapları karşıma çıkar da öylece
savaş.» dedi. Bunun üzerine Kuteybe öfkelendi. Araplarla Acemleri birbirinden
ayırdı. Acemlerin bir kenara çekilmelerini emretti. Arapların bahadırlarını öne
sürdü ve onlara iyi silahları verdi. Korkakların elindeki silahları aldı. Bahadır
Araplarla birlikte Semerkand'm üzerine yürüdü, şehri mancınıklarla dövdü,
surlarda gedikler açtı. Türkler, o gediği çuvallarla tıkadılar. Suğdlulardan
biri kalkıp gedik başında durdu, Kuteybe'ye sövmeye başladı. Müslümanlardan
biri, ona bir ok attı. Gözünü çıkardı. Ok, onun ensesinden çıkıp gitti. Çok
geçmeden o adam öldü. Allah onu kahretsin. Kuteybe de o adamı öldüren askerine
10.000 dirhem verdi. Sonra gece karanlığı bastırdı. Sabah olunca Türklerin
üzerine mancınıkla taş yağdırmaya başladılar. Surlarda yine bir gedik açıldı.
Müslümanlar oradan tırmanmaya başladılar. İki taraf birbirlerini ok yağmuruna
tuttu.
Türkler, Kuteybe'ye:
«Bugün bizden vazgeç, seninle barış yapalım.» dediler. Müslümanlar, savaşı
bıraktılar ve ertesi gün Türklerin her sene 2.100.000 dirhem vermeleri ve o
sene başında da 30.000 köle vermeleri şartıyla barış yaptılar. Verecekleri
köleler arasında yaşı küçük veya çok yaşlı veya kusurlu kimseler olmayacaktı.
Başka bir yete göre ise Türkler, 100.000
köle vereceklerdi. Ayrıca putlarda-ki ziynet eşyaları ve ateş yakılan evlerdeki
ziynet eşyalarını Türkler Müslümanlara vereceklerdi. Şehir, savaşçılardan
boşaltılacak, Kuteybe orada bir mescit yapacak, mescitte hutbe için bir minber
de inşa edilecekti. Türkler, bu şartları kabul ettiler.
Kuteybe, şehire,
mescidin inşa edilip minberin yapılmasından sonra 4.000 yiğit askeri ile
birlikte girdi. Mescide girip namaz kıldı, hutbe irad etti. Öğle yemeğini yedi.
Türklerin putu getirildi. Putun üzerindeki ziynet eşyaları çıkarılıp alındı.
Ziynet eşyaları üstüste konulduğunda büyük bir saray gibi oldu. Sonra Kuteybe,
bunların yakılmasını emretti. Türkler ağlamaya, çığlık atmaya başladılar.
Mecusi-ler de: «Burada öyle eski putlar vardır ki, bunları yakan mutlaka helak
olur.» dediler. Sonra hükümdar Gorek Han geldi ve Kuteybe'yi, putu yakmaktan
menederek: «Ben sana samimi olarak öğüt veriyorum.» dedi. Kuteybe de ayağa
kalktı. Elinde bir ateş şulesi vardı. Hükümdara ve yanındaki adamlara: «Bu
putu ben elimle yakacağım. Ondan sonra bana fırsat vermeden tuzak
kurabiliyorsanız kurun.» dedi. Kalktı, Aziz ve Celil olan Allah'a tazimde
bulunup tekbir aldı. Ateşi putlar üstüne fırlattı. Putlar yanmaya başladı.
Orada geride kalan altının miktarı 50.000 miskal idi. Kuteybe'nin elde ettiği
ganimetler arasında Yezdücürd'ün çocuklarından bir cariye de vardı. Bunu
Velid'e hediye etti. Cariye, Velid'in Yezid adındaki çocuğunu doğurdu.
Sonra Kuteybe,
Semerkantlıları huzurunda toplantıya çağırdı. Toplanan halka şöyle dedi:
«Barış antlaşmasında
bulunan şeylerden fazlasını sizden isteyecek değilim. Ama burada bizim
askerlerimizden bir kısmının ikamet etmesi zorunludur.» Böyle dedikten sonra
Gorek Han, Semerkant'tan ayrılıp gitti. Kuteybe de şu ayeti okudu:
«ilk Ad milletini,
Semud milletini yok edip geri bırakmayan
O'dur.» (en-Necm,
50-51.)
Daha sonra Kuteybe,
Semerkand'tan ayrılıp Merv'e gitti. Semer-kand'da kardeşi Abdullah b. Müslim'i
naib olarak bıraktı ve ona şöyle dedi: «Semerkand'a giren her müşrikin elini
mühürle ve şehirde ancak mührünün çamuru kuruyuncaya kadar kalmasına müsaade
et. ^ğer elindeki mühür çamuru kurursa onu öldür. Halktan birinin elin-demir
veya bıçak görürsen onu, o demir veya bıçakla öldür. Kapıla-n kıutlediğinde
şehirde müşriklerden birini görürsen onu da öldür.» fi t tm hususta şöyle bir şiir söylemiştir (Bu
şiirin, Cu-sabilesinden bir adama ait olduğu da söylenir):
«Kuteybe, her gün bir
talan yapıyor, Servetlere yeni servetler katıyor.
Bahili olup başına tac
geçirildi.
Siyah saçları ağardı,
sonunda onunla,
Suğdluların başını
döndürdü askerleriyle.
Sonunda Suğdlular,
çölde ve açıkta kaldılar.
Çocuklar, babalarını
kaybettikleri için ağlarlar.
Muzdarip babalar da
çocukları için ağlarlar.
O, her bir beldeye
konduğunda veya o beldeye geldiğinde,
Atlıları şehirde
yarıklar ve hendekler meydana getirip giderler.»
Bu senede Musa b.
Nusayr, Mağrib naibi ve azatlısı Tarık b. Zi-yad'ı Endülüs valiliğinden
azletti. Onu Tuleytula şehrine göndermişti. Tarık, şehri fethettiğinde orada
Süleyman peygamberin sofrasını bulmuştu. Sofrada cidden çok miktarda altın ve
mücevher vardı. Tarık, bu sofrayı halife Velid b. Abdülmelik'e göndermişti.
Sofra kendisine ulaşmadan Velid vefat etmiş, yerine Süleyman b. Abdülmelik tahta
geçmişti. Süleyman peygamberin sofrası, Süleyman b. Albülme-lik'in eline
geçmişti. Nitekim bunu ileride yeri geldiğinde detaylı olarak anlatacağız.
Sofrada akılları durduracak şeyler vardı, ondan daha güzel görünümlü birşey
görülmemişti.
Musa b. Nusayr,
azatlısı Tarık'ın yerine kendi oğlu Abdülaziz'i tayin etmişti.
Musa b. Nusayr'ın,
Mağrib ülkesinin çeşitli yerlerine gönderdiği askerleri Endülüs'ün Kurtuba,
Tanca ve daha birçok şehirlerini fet-hetmişlerdi. Sonra Musa, bizzat Endülüs'ün
batısına gitmiş, Bacaa, Medinetü'l-Beyda, diğer büyük şehirler ve mıntıkaları
fethetmişti. Çeşitli askeri birlikleri ve müfrezeleri ülkenin doğusuna ve
batısına gönderiyor, bu askerler de Mağrib'i şehir şehir, mıntıka mıntıka fethediyor,
malları ganimet ediniyor, çocukları ve kadınları esir alıyorlardı. Musa b.
Nusayr, sayılamıyacak kadar çok miktarda mal ve eşyayı ganimet edinerek geri
döndü.
Bu senede Tunus halkı,
büyük bir kuraklığa maruz kalmıştı. Ciddi bir kıtlıkla karşı karşıya
gelmişlerdi. Musa b. Nusayr, onları yağmur duasına götürdü. Sabahtan öğleye
kadar durmaksızın dua etti. Kürsüden inmek istediğinde kendisine: «Halifeye dua
etmeyecek misin?» diye sorduklarında o: «Burası ona dua etme yeri değildir.»
diye cevap verdi. Böyle demesi üzerine Cenâb-ı Allah, onlara bol miktarda
yağmur yağdırdı. Durumları iyileşti, ülkeleri verimli oldu.
Ömer b, Abdülaziz,
halife Velid'in emri üzerine Abdullah b. Zü-beyr'in oğlu Hübeyb'e elli kırbaç
vurdurup soğuk bir kış gününde başına bir kırba soğuk su döktürerek bu haliyle
onu mescidin kapısında durdurdu. O zat, aynı gün vefat etti. Allah ona rahmet
etsin.
Ömer b. Abdülaziz,
Hübeyb'in ölümünden sonra şiddetli bir kor-
kapıldı- Asla güven
duymuyordu. Kendisine ahiretle ilgili müjde
İdiğinde: «Bu nasıl
olacak ki? Hübeyb, benim yolumda duruyor.» I' ordu Başka bir rivayette de
kendisine uhrevi bir müjde verildiğindi söyle dediği anlatılır: «Öyle aına
Hübeyb, yolumda durmasaydı.» Böyle dedikten sonra o, oğlunu kaybetmiş bir kadın
gibi ağlayıp fer-d ediyordu. Kendisini övdüklerinde de şöyle derdi: «Hübeyb,
Hü-h vb eğer onu öldürme azabından kurtulursam durumum iyileşir.»
Ömer b. Abdülaziz,
Hübeyb'i kırbaçlayıncaya kadar Medine vali-1*sinde kaldı. Hübeyb ölünce
görevden affını istedi. İstifa etti, o günden itibaren korku ve üzüntüye
kapıldı. Kendini ibadete verdi, ağla-viD sızlamaya başladı. Hübeyb'i
kırbaçlaması bir hata idi, ama bu hata nedeniyle de hayır kazandı. Çünkü
Hübeyb'in ölümünden sonra çokça ibadet etmeye, ağlamaya, hüzünlenmeye,
korkmaya, insanlara ihsanda bulunmaya, adaletli davranmaya, sadaka vermeye,
iyilik yapmaya, köle azad etmeye ve diğer hayırlara yöneldi.
Bu senede Haccac b.
Yusuf un amcası oğlu Muhammed b. Kasım, Hindistan'ın Debil ve diğer şehirlerini
fethetti. Haccac, onu onyedi yaşındayken Hindistan'a gazaya göndermişti. O da
askerlerinin başında Hindistan'a vardığında hükümdar Dahir'le karşılaşmıştı.
Dahir'in ordusunda yirmiyedi seçkin fil vardı. İki taraf çarpışmaya başladı.
Hintlileri hezimete uğrattı. Hükümdar Dahir de kaçıp gitti. Gece karanlığı
bastırınca hükümdar Dahir ve beraberinde çok sayıda asker yine dönüp geldiler
ve Müslümanlarla şiddetlice savaştılar. Hükümdar Dahir ve beraberindeki
askerler öldürüldüler. Müslümanlar da bozguna uğrayan Hintlileri kovalamaya
başladılar ve onları Öldürdüler. Muhammed b. Kasım, daha sonra yoluna devam
ederek Keberk ve Berha şehirlerini fethetti. Sayılamıyacak kadar çok sayıda
ganimet ve malla geri döndü. Ganimet edindiği mallar arasında altın ve
mücevherler de vardı.
Cihad direği, Ümeyye
oğulları arasında dimdik duruyordu. Onların cihaddan başka bir işleri yoktu.
Böylelikle yeryüzünün batısında, doğusunda, karasında, denizinde İslâm kelimesi
yüceldi. Kafirler ve küfür alçaldı. Müşriklerin kalplerine Müslümanlar korku
saldılar. Müslümanlar, hangi ülkeye yönelirlerse yönelsinler, orayı mutlaka ele
geçiriyorlardı. Savaşta İslâm ordusunda salih, veli, âlim ve büyük tabiiler
vardı. Her İslâm ordusunda bunlardan az sayıda bir topluluk vardı ki, Allah,
bunlann sayesinde dinini kuvvetlendiriyordu.
Kuteybe b. Müslim,
Türk illerinde fütuhat yaptı. Adam öldürdü, esir aldı, ganimet elde etti.
Nihayet Çin sınırına ulaştı. Çin hükümda-™a haber göndererek onu İslâm'a davet
etti. Hükümdar korktu. Ona Çok miktarda hediye ve armağanlar gönderdi. Kuvvetli
ve büyük bir orduya sahip olmakla birlikte Kuteybe'den merhamet diledi. Çünkü o
mıntıkaların bütün hükümdarları, korkularından dolayı ona haraç ödüyorlardı.
Haccac yaşasaydı, Çin'den geri dönmeyecek, mutlaka orayı ele geçirecek ve Çin
hükümdanyla savaşacaktı. Haccac vefat edince, önceki kısımlarda da anlattığımız
gibi İslâm ordusu oradan geri döndü. Sonra Kuteybe de bu hadisenin ardı sıra
öldürüldü. Müslümanlardan biri onu öldürdü.
Mesleme b. Abdülmelik
b. Mervan ve mü'minlerin emiri Velid'in oğlu ile diğer kardeşi Rum illerinde
Şam askerleri ile fütuhatlarını sürdürüyorlardı. Nihayet Kostantiniyye'ye
vardılar. Mesleme, orada bir cami yaptırdı, camide Allah'a ibadet edildi,
Frankların yüreklerine korku doldu.
Haccac'ın kardeşi oğlu
Muhammed b. Kasım, Hind illerini maiyetindeki Iraklı ve diğer mıntıkaların
askerleriyle fethediyordu.
Musa b. Nusayr da
Mağrib'te cihad ediyor, mağrib şehirlerini ve mıntıkalarını maiyetindeki
Mısırlı ve diğer yerlerden gelen askerleriyle fethediyordu.
Fethedilen bu
mıntıkaların ahalisi, İslâm'a girmiş ve putlara tapmayı bırakmışlardı. Zayıf
bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ömer ile Hz. Osman'ın zamanında sahabeler,
bu mıntıkaların çoğunu fethetmişler ve şehirlere girmişlerdi. Şam, Mısır,
Irak, Yemen, Türkistan'ın ön kısımları gibi büyük mıntıkaları fethetmişler;
Maveraün-nehr'e ve Mağrib ülkelerinin ve Hindistan'ın da ön kısmına varmışlardı.
Hicretten sonraki ilk asırda cihad bayrağı, Emevi devletinin yıkılmasına kadar
dalgalanmaya devam etti. Abbasilerin hilafeti zamanında da Mansur ve evladı
ile Reşit ve evladı zamanında da cihada devam edildi. Rum illeri, Türkistan ve
Hindistan'da fütuhat yapıldı.
Mahmut Sebüktekin ve
oğlu, kendi hakimiyetleri dönemlerinde Hindistan'ı fethettiler. Kaçan bazı
Emeviler, Mağrib ülkesine yerleştiklerinde orada Franklarla cihad ettiler.
Sonra cihad ortadan kalkınca düşman tekrar buralara döndü ve birçok şehri ele
geçirdi. Oralarda İslâmiyet zayıfladı. Sonra Fatımiler, Mısır ve Şam diyarını
istila ettiklerinde İslâmiyet zayıfladı. İslâm'a yardım edenler azaldı. Franklar
gelip Şam beldelerinin büyük bir kısmını geri aldılar. Ancak bir süre sonra
Müslümanlar, Kudüs'ü ve diğer Şam beldelerini tekrar ele geçirdiler. Cenâb-ı
Allah, Eyyübileri Nureddin'le hakim kıldı. Eyyübi-ler, buraları tekrar İslâm
düşmanlarının ellerinden alıp onları İslâm topraklarından kovdular. Hamd ve minnet
Allah'adır. Bütün bunlar, yeri geldiğinde inşaallah açıklanacaktır.
Bu senede Velid, Ömer
b. Abdülaziz'i Medine valiliğinden azletti. Bu olayın sebebi şuydu: Ömer b.
Abdülaziz, Velid'e bir mektup yazarak Iraklıların, Haccac'in zulmü ve
zorbalığı altında sıkıntıya düştüklerini bildirmişti. Bunu duyan Haccac da
Velid'e bir mektup yazarak vle demişti: «Ömer b. Abdülaziz, Mekke ve Medine
valiliğini yapa-avacak kadar zayıftır. Bu da yönetimi zayıflatır ve gevşetir.
Mekke ve Medine'ye otoriter bir vali tayin et.»
Bunun üzerine Velid,
Medine'ye Osman b. Hayyan'ı, Mekke'ye de
Halid b. Velid
el-Kusarî'yi vali olarak tayin etti. Haccac'ın tavsiyesinierine getirdi. Bunun
üzerine Ömer b. Abdülaziz, Medine'den şevvalayında çıkıp Süveyda'ya gitti.
Osman b. Hayyan da bu senenin şevval ayının bitimine iki gece kala Medine'ye
geldi.
Bu senede Abdülaziz b.
Velid b. Abdülmelik, insanlara haccettirdi. [30]
Enes b. Malik b. Nadr
b. Damdam b. Zeyd b. Haram b. Cündeb b. Amir b. Ganefn b. Adiy b. Neccar Ebu
Hamza. Künyesinin Ebü Süma-me olduğu da söylenir. Ensâr'ın Neccar kabilesi
oğullarındandır. Ra-sûlullah (s.a.v.)'ın hizmetkarı ve sahabesidir. Anasının
adı, Ümraü Haram Melike binti Melham b. Halid b. Zeyd b. Haram'dır. Annesi, Ebu
Talha Zeyd b. Sehl el-Ensârî'nin zevcesi idi.
Enes, Rasûlullah
(s.a.v.)'dan çok sayıda hadis rivayet etti. Mühim bilgiler nakletti. Ebu
Bekir'den, Ömer'den, Osman'dan, İbn Mesud'-tan ve diğerlerinden hadis rivayet
etti. Tabiilerden bir topluluk da ondan hadis rivayet etti.
Enes dedi ki:
«Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde ben on yaşında idim. O vefat
ederken de yirmi yaşında idim.»
Muhammed b. Abdullah
el-Ensârî, Sümame'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes'e: "Sen
Bedir savaşma katıldın mı?" diye
sorduklarında o: Bedir savaşına nasıl
katılmam, anan ölesice!" diye cevap verdi. , Rasûlullah (s.a.v.)'a
hizmetkarlık yaparak Bedir savaşında hazır bulundu.»
Şeyhimiz Hafız
Ebu'l-Haccac el-Mizzî dedi ki: Savaş tarihçilerinden hiçbiri, bu hususu
kitaplarında rivayet etmediler.
Ben derim ki: Doğrusu
şu ki; Enes, Bedir savaşından sonraki savaşlara katılmıştır. Doğrusunu Allah
bilir.
" rivayette sabit
olduğuna göre annesi (başka bir rivayette anatıldıgına göre ise üvey babası),
onu Rasûlullah (s.a.v.)'a getirerek
Şöyle demişti: «Ya
Rasûlallah, şu Enes akıllı bir hizmetkardır. Sana
ızmet etsin.» Böyle
dedikten sonra Rasûlullah'a onu hibe etmiş, o da
bu hibeyi kabul
etmişti. Annesi, Rasûlullah'tan onun için dua etmesini istemiş, Rasûlullah da
ona şöyle dua etmişti: «Allah'ım, Enes'in malını ve çocuklarını çoğalt. Onu
Cennet'e koy.»
Bir rivayette
anlatıldığına göre Enes, bu hususta şöyle demiştir: «Ben ürününü devşirdiğim
bir hurma ağacı ile Rasûlullah tarafından künyelendim. Yani bana hurma ağacının
babası anlamına gelen "Ebu Nahle" künyesini taktı.»
Hz. Ebu Bekir, sonra
Hz. Ömer, Enes'i Bahreyn valiliğine tayin ettiler ve yararlı çalışmalarından
ötürü ona teşekkür ettiler. Rasûlullah (s.a.v.)'m vefatından sonra Enes,
Basra'ya gidip yerleşti. Orada dört evi vardı. Haccac'dan eziyet gördü, bu da
İbn Eş'as'ın fitnesi nedeniyle olmuştu. Haccac, Enes'in bu işte alakası
olduğunu ve bu iş için fetva verdiğini sanmış, bu nedenle boynunu mühürlemiş,
boynuna «Bu, Haccac'ın vuracağı bir boyundur.» diye yazmıştı. Önceki kısımlarda
da anlattığımız gibi Enes, bu durumu Abdülmelik'e şikayet etmiş, o da Haccac'a
bir mektup yazarak bu davranışından ötürü onu azarlarnıştı. Haccac, bundan
korkarak gidip Enes'le barışmıştı. İdaresi zamanında Enes, Velid b.
Abdülmelik'in ziyaretine gitmişti. Bu ziyaretin hicri doksanikinci senede
gerçekleştiği de söylenir. O esnada Velid b. Abdülmelik, Dımışk camiini inşa
ettiriyordu.
Mekhul dedi ki:
Enes'in Dımışk camiinde dolaşmakta olduğunu görünce kalkıp kendisine cenazeyi
yıkayan gassalin abdestinin bozulup bozulmadığını sordum. O da bozulmayacağım
söyledi.
Evzaî, Abdullah b. Ebi
Muhacir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes, Velid'in yanına
geldi, Velid ona dedi ki:
- Kıyametle ilgili
olarak Rasûlullah (s.a.v.)'dan ne işittin?
- Rasûlullah
(s.a.v.)'ın bu hususta şöyle dediğini işittim: Siz ve kıyamet şu ikisi
gibisiniz (Rasûlullah, böyle derken işaret parmağıyla orta parmağını bizlere
gösterdi.).»
Zührî dedi ki:
Dımışk'da Enes b. Malik'in yanına gittim, ağlıyordu. Niçin ağladığını
sorduğumda bana şöyle cevap verdi:
«Rasûlullah'tan ve
ashabından sadece şu namazı öğrendim. Ama namaza sizler neler yaptınız neler!»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ise şöyle demiştir: «Bu namaz zayi edildi.» Yani Emevi
halifeleri, namazları geniş vakitlerinin sonuna erteliyorlardı. Bu ertelemeyi
de âdeta alışkanlık haline getirmişlerdi. Sadece Ömer b. Abdülaziz, halifeliği
zamanında bu alışkanlığı bozdu ve namazları vakitlerinde kıldı. Nitekim bu
husus ileride de anlatılacaktır.
Abd b. Humeyd, Enes'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Annem beni çocuk iken Rasûlullah (s.a.v.)'a
götürerek şöyle dedi: "Ya Rasû-lallah, küçük hizmetkarın Enes'cik... onun
için Allah'a dua et." Rasûlullah da şöyle dua buyurdu: "Allah'ım!
Enes'in malını ve çocuklarını çoğalt. Onu Cennet'e koy." Ben bu üç şeyden
ikisini gördüm. Üçüncüsünü de göreceğimi ümit ediyorum.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Enes şöyle demiştir: «Allah'a yemin ederim ki, malım
gerçekten çoktur. Öyle ki, hurmalıklarım ve bağlarım senede iki kez ürün
veriyorlar. Çocuklarım ve torunlarına ise yüzü aşmaktadırlar.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Enes şöyle demiştir: «Öz
çocuklarım 106
tanedir.»
Başka bir rivayette de
Enes şöyle demiştir: «Kızım Amine bana dedi ki: Haccac'ın gelişi zamanına kadar
senin 120 öz çocuğunu defnettim.»
Bu anlattıklarımızın
bir kısmını siret kısmının "Delailü'n-Nübüv-
ve" bölümünün
içinde nakletmiştik. Hamd Allah'adır. Sabit, Enes'e şöyle bir soru sormuştu:
- Elin, Rasûlullah'ın
eline değdi mi?
- Evet.
- Öyleyse elini ver de
öpeyim.
Muhamnıed b. Sa'd,
Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sevgilim Rasûlullah
(s.a.v.)'ı rüyada görmediğim hiçbir gece yoktur.» Enes böyle dedikten sonra
ağlardı.
Muhammed b. Sa'd,
Minhal b. Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Enes, Rasûlullah (s.a.v.)'m
ayakkabılarını önüne koyar ve ibriğini taşırdı.»
Ebu Davud, Enes'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah
(s.a.v.)'la karşılaşıp kendisine: "Ya Rasûlallah, işte
küçük
hizmetkarın....." diyeceğimi ümit ediyorum.»
imam Ahmed b. Hanbel,
Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'dan kıyamet
gününde bana şefaatçi olmasını istedim. O da şöyle cevap verdi:
- Bunu yaparım.
- Ey Allah'ın
peygamberi, kıyamet gününde seni nerede arayayım?
- Beni ilk olarak
Sırat köprüsü üzerinde ara.
- Orada seni
bulamazsam nerede arayayım?
- Ben mizanın yanında
olurum.
- Mizanın yanında da
seni bulamazsam nerede arayayım?
- O zaman ben havuzun
yanında olurum. Kıyamet gününde bu üç yerden şaşmam.»
Tirmizî de bu hadisi
rivayet etmiş ve garip olduğunu söylemiştir.
Şube, Ebu Hüreyre'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Namaz kılma hususunda
Enes b. Malik kadar Rasûlullah'a çok benzeyen başka birini görmedim.»
İbn Şirin dedi ki:
«Enes, hazarda ve seferde insanların en güzel namaz kılanı idi.»
Enes dedi ki: «Benden
Öğren, ben bunu Rasûlullah'tan dolayısıyla Aziz ve Celil olan Allah'tan
Öğrendim. Bu hususta benden daha güvenilir birini bulamazsın.»
Mutemer b. Süleyman,
Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İki kıbleye yönelerek namaz kılanlar
arasında benden başka kimse hayatta kalmadı.»
Muhammed b. Sa'd,
Harirî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Enes, Zat-ı Irk'ta ihrama girdi.
İhramdan çıkıncaya dek Allah'ın zikrinden başka birşey söylediğini işitmedik.
O, bana dedi ki: «Ey kardeşimin oğlu, ihram işte böyledir.»
Salih b. İbrahim b.
Abdirrahman b. Avf dedi ki: «Biz, Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerinden birinin
evinde sohbet etmekte iken cuma günü Enes yanımıza geldi ve: «Sus» dedi. Namaz
kılındıktan sonra da şöyle dedi: «Size susun dediğim için cumamın iptal edilmiş
olmasından korkuyorum.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Sabit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Enes b. Malikle beraberdim.
Vekilharç geldi ve şöyle dedi: «Ey Ebu Hamza (Enes'in künyesi, Ebu Hamza idi).
Arazimiz susuz kaldı ve kuraklaştı.» Bunun üzerine Enes kalkıp abdest aldı.
Çöle gitti, iki rekat namaz kıldı, sonra dua etti. Bulutların gelip üstüste
yığıldıklarını, sonra yağmur yağdığını gördüm. Öyle ki, yağan yağmur sularının
her tarafı ve herşeyi doldurduğunu sandım. Yağmur dinince, Enes, aile
efradından birini göndererek: «Bak bakalım hele, yağmur suları nereye kadar
vardı?» diye talimat verdi. Adam gitti, baktı ve yağmurun onun arazisinin çok
az ilerisine kadar yağmış olduğunu gördü.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın hadisim naklederken korkuya kapılır ve şöyle derdi: Rasûlullah,
böyle buyurdu veya buna benzer birşey söyledi.»
Ensârî, Muhammed'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Emirlerden biri, Enes'e ganimet malından bir
miktar gönderdi.
Enes: «Bu, beşte
birlik paydan mıdır?» diye sorunca: «Hayır» diye ce~
vap verdiler. Enes de
o malı kabul etmedi.»
Nadr b. Şeddad,
babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes hastalandı.
Kendisine: «Sana tabip çağırmayalım mı?» diye
sorduklarında Enes:
«Tabip beni hastalandırdı.» diye cevap verdi.» Hanbel b. İshak, Ali b. Yezid'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac'la birlikte
hükümet konağındaydım. O, İbn Eş'as'ın gecelerini halka anlatıyordu. O
sıralarda Enes b. Malik geldi. Haccac dedi vj- «Ey habis! Sen fitnelerde
dolaştın. Bazen Ali'yle, bazen İbn Zü-beyr'le, bazen de İbn Eş'as ile beraber
oldun; ama Haccac'ın canı kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki,
ağacın zamkının ağaçtan koparıldığı gibi seni de kökünden kopartacağım. Kelerin
derisinin yü-zülüşü gibi seni de yüzeceğim.»
Enes, ona şöyle sordu:
- Beni mi
kastediyorsun ey emir?
- Evet, seni kastediyorum.
Allah senin kulağını sağırlaştırdı. Bunun üzerine Enes:
- înnâ lillâh ve innâ
ileyhi raciûn, dedi.
Haccac, başka birşeyle
meşgul olunca Enes dışarı çıktı. Biz de peşine Çakıldık. Düzlüğe kadar gitti
ve şöyle dedi: Küçük çocuklarımı hatırjamasaydım ve onlar için endişeye
kapılmas aydım hangi şekille öldürülürsem öldürüleyim, öldürülüşüme aldırmazdım
ve bu makamda ona öyle birsöz söylerdim ki, ondan sonra artık Haccac, beni korkutamazdı.»
Ebu Bekir b. Ayyaş'ın
anlattığına göre Enes, Abdülmelik'e mektup yazarak Haccac'ı şikayet etmiş ve
mektubunda şöyle demişti: «Allah'a yemin ederim ki Yahudiler ve Hristiyanlar,
peygamberlerinin hizmetçilerini de görselerdi, onlara ikramda bulunurlardı.
Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'a on sene müddetle hizmet ettim.» Bunun üzerine
Ab-dülmelik, Haccac'a çok ağır ifadeler içeren bir mektup gönderdi. Mektubunda
şöyle dedi: «Bu mektubum sana geldiğinde Ebu Hamza'nın (yani Enes'in) yanına
git, gönlünü al, elini ve ayağını öp; yoksa haket-tiğin cezayı sana veririm.»
Abdülmelik'in şiddet
ve tehdit içeren mektubu Haccac'a ulaştığında o, kalkıp Enes'in yanına gitmek
istedi. Ancak mektubu ona getiren ismail b. Abdullah b. Ebi'l-Muhacir, Enes'in
yanma gitmemesini tavsiye etti. Sonra Enes'e giderek aceleyle Haccac'ın yanma
gitmesini ve Haccac'la barışmasını tavsiye etti. İsmail, Haccac'ın dostuydu. Bu
tavsiye üzerine Enes kalkıp yanma gittiğinde Haccac, onu kapıda karşıladı ve
şöyle dedi: «Ben sana, "Seni kastediyorum, dinle." derken
başkalarının itiraz etmesine ve bana karşı konuşmasına fırsat verme-
k için böyle demiştim.
Yoksa başka bir maksadım yoktu.»
ibn Kuteybe dedi ki:
Enes'e ağır sözler sarfedişinden ötürü Ab-l, Haccac'a şu ağır ifadeler içeren
bir mektup gönderdi: «Ey cinsel ilişki esnasında ferci daralan kadının oğlu!
Sana öyle bir tekme vürurunı ki, o tekme ile Cehennem ateşine uçarsın. Ey
yarasa gözlü a am! Allah seni kahretsin! Ey kara ve çarpık bacaklı adam,
kendine gel!» ,
Ahmed b. Salih el-İclî
dedi ki: «Sahabelerden sadece iki kişinin hastalığa mübtela olduklarını gördüm.
Bunlardan biri Muaykıb'dı... cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Diğeri de Enes b.
Malik'ti... vücudunda alacalık vardı.»
Humeydî, Ebu Cafer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes'in yemek
yediğini gördüm. Lokmaları büyük büyük ağzına alıyordu. Vücudunda şiddetli bir
alacalık gördüm.»
Ebu Ya'lâ, Eyyüb'ün
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes, oruç
tutamayacak kadar zayıfladı. Yemek yaptırdı, otuz düşkünü davet etti. Onlara
yemek yedirdi.»
Şu'be, Musa
es-Sümbülavî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes'e şöyle sordum:
- Sen, Rasûlullah
(s.a.v.)'m hayatta kalan en son sahabesi misin?
- Bedevilerden bir
topluluk kaldı, bana gelince ben de Rasûlul-lah'ın hayatta kalan en son
sahabesiyim.»
Hastalığı zamanında
Enes'e sordular:
- Sana tabip çağıralım
mı?
- Beni tabip
hastalandırdı.
Sonra da şöyle demeye
başladı: «Bana "Lâ ilahe illallah" kelimesini telkin edin.» Can
çekişirken kendisine bu kelime telkin edildi. Vefat edinceye kadar: "Lâ
ilahe illallah" kelimesini tekrarladı. Yanında Rasûlullah (s.a.v.)'m küçük
bir sopası vardı. Bu sopanın da kendisiyle birlikte mezara defnedilmesini
vasiyet etti. Bu vasiyeti yerine getirildi.
Ömer b. Sebbe ile
başkalarının ifadesine göre Enes b. Malik, 107 yaşında vefat etmiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Humeyd'den rivayet etti ki; Enes, dok-sandört sene yaşamıştır. Vakidî'nin
ifadesine göre Enes, Basra'da vefat eden son sahabedir. Ali b. el-Medinî ile
Fellas ve birden fazla ravi böyle demişlerdir. Tarihçiler, onun hangi senede
vefat ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Kimine göre doksanıncı hicri
senede, kimine göre doksanbirinci hicri senede, kimine göre doksanikinci hicri
senede, kimine göre de doksanüçüncü hicri senede vefat etmiştir ki, meşhur olan
ve cumhur-u ulemanın da üzerinde ittifak ettikleri tarih budur. Doğrusunu Allah
bilir.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Naim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Enes b. Malik ile
Cabir b. Zeyd, hicretin doksanüçüncü senesin' de aynı cumada vefat ettiler.»
Katade dedi ki: Enes
vefat ettiği zaman Müerrik el-İclî: «Bugün ilmin yarısı gitti.» dedi.
Kendisine: "Bu nasıl oluyor, ey Ebu Mute-mer?" diye sorduklarında
Müerrik, şu cevabı verdi: «Heva ve heves hibi bjr kimse, Rasûlullah'tan
nakledilen bir hadis hususunda bize muhalefet ettiği zaman biz ona, Enes'i
kastederek şöyle diyorduk: «Gelin bunu Rasûlullah'tan işiten adamın yanına
gidelim.» [31]
Ömer b. Abdullah b.
Ebi Rebia b, Muğire b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum. Meşhur şairdir.
Anlatıldığına göre o, Hz. Ömer'in vefat etti-, ği günde doğmuş, Hz. Osman'ın
vefat ettiği günde sünnet olmuş, Hz. Alinin vefat ettiği günde evlenmiştir.
Doğrusunu Allah bilir.
Güzel ve beliğ
gazeller okumakla meşhurdu. Süreyya binti Ali b. Abdiîlah el-Ümeviyye adındaki
bir kadın hakkında gazeller okurdu. Süreyya, Sehl b. Abdürrahman b. Avf
ez-Zührî ile evlenmişti. Ömer b. Ebi Rebia, bu hususta şöyle bir şiir
söylemişti:
«Ey Süreyya ile
evlenen Süheyl,
Allah sana uzun ömür
versin,
Süheyl yıldızı ile
Süreyya yıldızı nasıl bir araya gelecek?
Süreyya yıldızı yükseldiğinde
Şam tarafında görünür.
Süheyl yıldızı ise
yükseldiğinde Yemen tarafında görünür.»
Ömer b. Abdullah'ın
güzel şiirlerinden biri de İbn Hallikan tarafından nakledilen şu şiirdir:
«Sevgililerden bir
hayal bizi ziyaret edip yaşattı, uykuyu kaçırıp dağıttıktan sonra,
Uyku halinde gece
karanlığından sonra gizlice geldi, gündüzleyin ziyaret etmedi de geceleyin
geldi.
Dedim ki; bize ne
olmuş, bu ne cefadır?
Oysa bundan önce biz
senin gözün ve kulağındık.
Dedi ki: Evet, bizler
senin dediğin gibiyiz, ama ziynetler sahiplerini utanmaz kıldılar.» [32]
Şam valiliğine tayin
edildi. Sonra oranın kadılığını yürüttü. Daha sonra Abdülmelik, onu bu görevden
azlederek yerine Ebu İdris el-Ho-
lanî'yi tayin etti.
Bilal, güzel yaşantısı
olan, çok ibadet eden bir kimseydi. Doğrusu Şu ki, Babüssagir'de bulunan ve
Bilal'in mezarı denilen mezar, bu zatın mezarıdır. Yoksa Rasûlullah (s.a.v.)'m
müezzini Bilal b. Hamma-me nin niezarı değildir. Çünkü o, Dariya'ya defnedilmiş
ti. [33]
Müzen kabilesinden
olup lider pozisyonunda, âbid ve fakih bir kimseydi. Kendini ibadete adamış
meşhur zahidlerdendi. Medine'de vefat etti. [34]
Zürare b. Evfa b.
Hacip el-Amirî. Basra kadısıydı. Basra'nın büyük âlimlerinden ve salih
insanlarındandı. Çok hadis rivayet etmiştir. Bir defasında sabah namazını
kıldırırken Müddessir sûresini okumuş ve: «Sûra üflendiği vakit...» ayetine
vardığında yere düşüp ölmüştü. Yetmiş yaşında Basra'da vefat etti. [35]
Bu zat, Abdullah b.
Zübeyr'in oğluydu. Halife Velid'in emri üzerine Ömer b. Abdülaziz, onu
kırbaçlamış ve bu nedenle vefat etmişti. Bu olaydan birkaç gün sonra da Ömer b.
Abdülaziz, Medine valiliğinden azledilmişti. Ömer, Hübeyb'i kırbaçladığından
ötürü üzülüyor ve ağlıyordu. Hübeyb, Medine'de vefat etti. [36]
Hafs b. Asım b. Ömer
b. Hattab el-Medenî, çok hadis rivayet etmiştir. Salih insanlardandı. Medine
de vefat etti. [37]
Said b. Abdurrahman b.
Attab b. Üseyd el-Ümevî, Basra eşrafın-dandı. Cömert ve övgüye layık bir
kimseydi, Âlicenâblıkla nitelenen kimselerdendi. Anlatıldığına göre o,
şairlerden birine 30.000 dirhem vermişti. [38]
Bu zatın abdallardan
olduğu söylenir. Bir gazvede beraberindeki toplulukla birlikte esir düşmüştü.
Onu ve arkadaşlarını hükümdara götürdüklerinde hükümdar zincire vurulmalarını,
bir yerde tutuklanmalarını ve sabaha dek sıkı şekilde gözaltında tutulmalarını
emretmişti. Sabah olunca onlar hakkında kararını verecekti.
Ferve, arkadaşlarına:
«Memleketimize gitmeye var mısınız?» diye sorunca arkadaşları dediler ki: «Ne
halde bulunduğumuzu ve nasıl bir sıkıntı içinde olduğumuzu görmüyor musun?»
Bunun üzerine Ferve, arkadaşlarının zincir ve prangalarına elini sürdü.
Zincirler ve prangalar çözüldü. Sonra zindanın kapısına geldi, elini kapıya
vurunca kapı açıldı. Hep birlikte zindandan çıkıp memleketlerine doğru yola
çıktılar. İslâm ordusu varmadan Önce kendileri memlekete vardılar. [39]
Ebu Şa'sa, üç şeyde
pazarlık yapmazdı. Mekke'ye yük ve yolcu getirmek için ücret pazarlığı
yapmazdı. Azad etmek için satın alacağı köleyi satın alırken sahibiyle pazarlık
etmezdi. Kurbanlık hayvan satın alırken de pazarlık etmezdi ve şöyle derdi:
«Kendisiyle Allah'a yaklaşılacak ve sevab kazanılacak birşeyde pazarlık
yapılmaz.»
İbn Şirin dedi ki:
«Ebu Şa'sa, dinar ve dirhemler yanında Müslüman bir kimseydi.»
Ben de derim ki: Ebu
Şa'sa, şu şiirde anlatılan vasıflara sahip bir
kimseydi:
«Ben gördüm, siz
bundan başka birşeyi zannetmeyin ki, takva şu dirhemler yanındadır.
Eğer dirheme sahib
olursan, sonra da onu umursamayıp bırakırsan,
Bil ki sen tam bir
Müslümanın takvasına sahipsin.»
Ebu Şa'sa dedi ki:
«Bir yetime veya miskine bir dirhemi sadaka olarak vermek, benim için farz olan
İslâm haccından sonra yapılacak olan nafile hacdan daha sevimlidir.»
Ebu Şa'sa, kendisine
ilim verilen kimselerdendi. Basra'da fetva verirdi. Cabir b. Abdullah gibi bir
sahabeye Basrahlar, fikhî bir mesele sorduklarında o: «Aranızda Ebu Şa'sa gibi
biri varken bu meseleyi bize nasıl sorarsınız?» derdi.
Cabir b. Abdullah, Ebu
Şa'sa'ya şöyle demişti: «Ey İbn Zeyd! Sen Basra fıkıhçılanndansm ve senden
fetva sorulacaktır. Sorulduğunda ancak konuşulan bir Kur'ân ayeti veya tatbik
edilen bir sünnet ile fetva ver. Bunu yaparsan ne âlâ, aksi takdirde hem
kendini, hem de sana fetva soranları mahvedersin.»
Amr b. Dinar dedi ki:
«Cabir b. Zeyd (Ebu Şa'sa)'ten daha iyi fetva veren ve fetvayı daha iyi bilen
başka kimse görmedim.»
lyaz b. Muaviye dedi
ki: «Basralılara gittim. Müftüleri Ummanlı
ir b. Zeyd (Ebu Şa'sa)
idi.»
K, Ebu Şa'sa'nm
defnedildiği günde: «Bugün yeryüzünün en âlim adamı defnedildi.» dedi.
Süfyan b. Uyeyne, Ebu
Şa'sa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hakem b. Eyyüb, aralarında benim de
bulunduğum birkaç kişiyi kadılığa tayin etti. Eğer ben bu kadılık işinde
yalnış bir iş yapacak olsam, bineğime biner ve yeryüzünden kaçıp giderim.»
Ebu Şa'sa şöyle
demiştir: «İyilik amellerine baktım, namazın bedeni yorduğunu, ama malı
tüketmediğini gördüm. Oruç da böyledir. Hacca gelince o, hem malı hem de bedeni
yorup tüketir. Böyle olunca haccm, namazdan da oruçtan da daha faziletli
olduğunu gördüm.»
Ebu Şa'sa, bir
defasında bir bahçeden bir avuç toprak aldı. Sabah olunca o toprağı tekrar aynı
bahçeye attı. Bahçe sahipleri dediler ki: «Eğer Ebu Şa'sa, buradan her
geçtiğinde bir avuç toprak alsa bahçede toprak kalmaz.»
Ebu Şa'sa dedi ki:
Cuma günü mescide geldiğinde dur ve şöyle de: «Allah'ım, bugün beni sana
yönelenler arasında en iyi yönelen bir kimse kıl. Sana yaklaşmak isteyenlerinde
en iyi yaklaşanı kıl. Sana dua edip yönelenler arasında en başarılı kıl.»
Seyyar, Haccac b. Ebi
Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cabir b. Zeyd (Ebu Şa'sa), bizim
namazgahımıza gelirdi. Yine bir gün geldiğinde ayaklarında eski ayakkabıları
vardı, şöyle dedi: «Ömrümün altmış senesi geçti, yapmış olduğum hayırlar
dışında şu eski ayakkabılarım, geçmiş ömrümden daha çok hoşuma gidiyor.»
Salih ed-Dehhan dedi
ki: «Cabir b. Zeyd'in eline hileli bir para geçtiğinde, başka bir Müslüman o
parayla aldatılmasın, diye kırıp yere atardı.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Malik b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cabir b. Zeyd, yanıma
geldi. O sırada ben Mushaf yazıyordum. Ona dedim ki:
- Ey Ebu Şa'sa, (Cabir
b. Zeyd'in künyesi Ebu Şa'sa idi) şu yaptığım işe ne dersin?
- Evet, senin bu
yaptığın iyi bir iştir. Allah'ın kitabını bir yapraktan bir yaprağa, bir
ayetten başka bir ayete, bir kelimeden başka bir kelimeye naklediyorsun. Bu
helaldir ve bunda herhangi bir sakınca yoktur.»
Malik b. Dinar dedi
ki: «Ebu Şa'sa'ya şu ayet-i kerimeyi sordum: "O takdirde sana, hayatın da
ölümün de kat kat azabını tattırırdlk.» (el-İsrâ, 75.)
Bu sorum üzerine Ebu
Şa'sa şöyle dedi: «Dünya azabının kat katını ve ahiret azabının kat katını
sana tattırırdık.» «Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.»
Süfyan, Ebu Umeyr
Haris b. Ümeyr'in şöyle dediğini rivayet etmistir:
«Vefatı esnasında Ebu
Şa'sa'ya sordular:
- Ne arzu ediyorsun,
ne istiyorsun?
- Hasanı görmek
istiyorum.»
Sabit'ten gelen bir
rivayette de şöyle denilmektedir: «Ebu Şa'sa'nın hastalığı ağırlaştığında
kendisine neyi arzuladığını sordular, O da Hasan'ı görmek istediğini söyledi.
Bunun üzerine ben, Hasan'm vanına gittim, durumu ona anlattım. O da bineğine
binip geldi. Ebu «a'sa'nın odasına girdiğinde o, ailesine: «Beni oturtun.»
dedi, oturunca şöyle demeye başladı: Ateşten ve kötü hesaptan Allah'a
sığınırım.»
Hammad b. Zeyd, Haccac
b. Ebi Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Ebu Şa'sa'yı,
kadınların en güzellerinden biri olan Hind binti
Mühelleb b. Ebi
Süfra'nm yanında anlatırken, onun İbazi (Harici) olduğunu söylediler. Hind de
şöyle cevap verdi: «Ebu Şa'sa, insanlar arasında bana ve anneme en yakın olan
kimseydi. Onun böyle biri olduğunu zannetmiyorum. Beni yüce Allah'a
yaklaştıracak her neyi biliyorsa mutlaka bana söyler, o şeyi yapmamı
emrederdi. Beni yüce Allah'tan uzaklaştıracak her neyi biliyorsa, beni o şeyi
yapmaktan me-nederdi. Beni, İbaziliğe (Hariciliğe) asla davet etmedi ve öyle
olmamı da emretmedi. O, bana başörtümü nereye kadar sarkıtacağımı emrederdi.»
Böyle derken de Hind, elini alnının üzerine koydu.
Ebu Şa'sa, bir sahabe
cemaatından hadis rivayet etmişti. Hadis rivayetlerinin çoğu, İbn Ömer ile İbn
Abbas'tan gelmiştir. [40]
Bu senede Abbas b.
Velid, Rum diyarına gaza yaptı. Bir rivayette anlatıldığına göre o, bu senede
Antakya'yı fethetmiştir. Kardeşi Ab-dülaziz b. Velid de gaza yaptı. Gazale
mıntıkasına vardı. Velid b. Hi-şam el-Muaytî de Burculhamanı mıntıkasına kadar
eritti. Yezid b. Ebi *vebşe ise, Suriye'ye kadar uzandı. O zaman Suriye'nin Şam
şehrinde deprem oldu.
Mesleme b.
Abdülnıelik, Bizans'ın Şendere şehrini fethetti.
Cenâb-ı Allah, Velid
b. Abdülmelik'in evladına, yakınlarına ve komutanlarına tıpkı Hz. Ömer
zamanındaki fetihlere benzer fetihler yapmayı nasip etti.
Kasını b.'Muhammed
es-Sakafî, Hindistan'ı fethederek sayılamı-yacak ve nitelenemiyecek derecede
bol ve misli görülmemiş malları ganımet eajndi Hindistan gazası ile ilgili
olarak Hafız îbn Asakir ile yerlerinin naklettikleri bir hadis varid olmuştur.
Kuteybe b. Müslim, Şas
ve Fergana'ya gazaya giti. Suğd ve Semerkand fetihlerini tamamladıktan sonra
Fergana'ya bağlı Hocend ve Kaşan'a kadar uzandı. Buraları da fethettikten sonra
Kabil'e vardı, orayı kuşatma altına alarak burasını fethetti. Burada çok
sayıda müşrik Türkle karşılaştı. Hocend şehri yanında bunlarla savaştı ve
muzaffer oldu. Beldelerini ellerinden aldı, bir kısmını öldürdü, diğerlerini
tutsak etti. Çok miktarda malı ganimet edindi.
İbn Cerir dedi ki:
Sohban-ı Vail, Kuteybe b. Müslim'in Çin'e yakın Hocend'te Türklerle yapmış
olduğu savaşla ilgili olarak şu beyitleri söyledi:
"Hocend'de keskin
mızraklar altında kalan atlılara sor,
Onlar dağılınca
toplayıp savaş için ileri mi gidiyordum,
Yoksa karşı gelenin
tepesine vurup,
Mızraklara karşı mı
direniyordum?
Bu böyledir ve sen ki,
Kays'ın efendisisin.
Onlar da zaten büyük
pay alırlar.
Cömertlikte onlardan
üstünsün.
Senin onlar hakkındaki
hükmünün,
Adaleti her durumda
ortadadır.
Yiğitliğiniz tamamdır
sizin,
Üstünlüğünüzle
dağların zirvesi ile yarıştınız."
İbn Cerir, Sohban-ı
Vail'in bu savaşla ilgili şiirini böyle nakletmiş tir.
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi "Munazzam" adlı eserinde İbn Cevzî, Sohban-ı
Vail'in Muaviye b. Ebi Süfyan'm halifeliği döneminde hicretin ellinci
senesinde vefat ettiğini söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir. [41]
İbn Cerir dedi ki:
"Haccac b. Yusuf, bu senede Said b. Cübeyr'i öldürdü. Bunun sebebi de
şuydu: Haccac, daha önce Said'i, Türk hükümdarı Rutbil ile savaşması için İbn
Eş'as'la birlikte gönderirken ordunun masraflarından sorumlu kılmıştı. İbn
Eş'as, Haccac'a karşı ayaklanınca Said b. Cübeyr de bu ayaklanmaya katıldı.
Haccac, İbn Eş'as'ı ve adamlarını mağlub edince Said b. Cübeyr, İsbahan'a kaçtı.
Haccac da İsbahan naibine mektup yazarak Said'i kendisine göndermesini istedi.
Said, bunu duyunca İsbahan'dan da kaçıp Mekke'ye gitti. Her sene Mekke'de hac
ve umre yapıyordu. Halid b. Abdullah el-Kusarî'nin Mekke valiliğine atanmasına
kadar orada kaldı. O zaman bazı kimseler Said'e, Mekke'den de kaçıp gitmesini
tavsiye ettiler. Said ise: "Bu kadar kaçtığımdan ötürü Allah'tan
utanıyorum. O'nun kaderinden nereye kaçacağım?" dedi.
Ömer b. Abdülaziz'in
yerine Medine valiliğine atanan Osman b. Havyan, İbn Eş'as'm Medine'deki Iraklı
adamlarını zincire vurarak Haccac'a göndermeye başladı. Halid b. Velid
el-Kusarî de ondan bu durumu öğrenerek Mekke'de bulunan İbn Eş'as'ın adamlarım
belirlemeye başladı. Said b. Cübeyr, Ata b. Ebi Rebah, Mücahid b. Cebr, Amr b.
Dinar ve Talk b. Habib'i belirledi.
Anlatıldığına göre
Haccac, Halid b. Velid'e haber göndererek Mekke'deki asilerin kimler olduğunu
kendisine bildirmesini istedi. Halid de bunları Haccac'a göndermeye karar
verdi. Sonra Mekkeli olduklarından Ötürü Ata ile Amr b. Dinar'ı affetti, diğer
üç kişiyi Haccac'a gönderdi. Talk, Haccac'a ulaşmadan yolda öldü. Mücahid'e gelince
o, hapsedildi. Haccac'm ölümüne kadar hapiste kaldı. Said b. Cübeyr'e gelince
o, huzuruna götürüldüğünde Haccac, ona şöyle dedi:
- Ey Said, seni
emanetime ortak etmedimmi? -Evet.
- Seni vazifeye tayin
edip yetkili bir kişi kılmadım mı? -Evet.
- Böyle yapmadım mı?
- Evet.
Haccac, her ne dediyse
Said, ona: "Evet" diye karşılık verdi. Öyle ki orada bulunan
kimseler, Haccac'ın onu serbest bırakacağını zannettiler. Nihayet Haccac, ona
şöyle sordu:
- Mü'minlerin emirine
yaptığın bey'atı bozup bana karşı ayaklanmaya seni iten sebep neydi?
- Doğrusu İbn Eş'as,
bu hususta benden söz ve bey'at aldı, böyle yapmamı ısrarla istedi.
Bunun üzerine Haccac,
şiddetle öfkelendi. Öyle ki, abasının ucu omuzundan yere düştü ve Said'e şöyle
dedi:
- Yazıklar olsun sana!
Ben Mekke'ye gelip İbn Zübeyr'i öldürdüğümde Mekkelilerden bey'at almadım mı?
Senden de mü'minlerin emıri Abdülmelik'e bağlılık göstereceğine dair bey'at
almadım mı?
- Evet.
- Sonra Irak'a vali
olarak geldim. Mü'minlerin emiri için bey'atı yeniledim. Senden de yine onun
için ikinci kez bey'at almadım mı?
- Evet.
- Mü'minlerin emirine
yapmış olduğun o iki bey'atı bozdun ve dokumacının oğlunun bir bey'atma vefa
gösterdin. Öyle mi? Ey muhaliŞUnun bovnunu vurun.
Muhafızlar, Said'in
boynunu vurdular. Başı yere düştü. Başında uçuk bir beyaz takke vardı."
Vakidî de buna benzer
bir rivayet nakletmektedir. Bu rivayette anlatıldığına göre Haccac, Said'e
şöyle sormuş:
- Sana 100.000 dirhem
vermedim mi? -Evet.
- Sana şöyle yapmadım
mı?
- Evet.
- Sana böyle yapmadım
mı? -Evet...
İbn Cerir dedi ki:
"Haccac, Said b. Cübeyr'i öldürünce başı yere düştü. Üç kez "La ilahe
illallah" dedi. Birincisini açık seçik söyledi. Diğer ikisini ise,
birincisi kadar açık ve seçik söyleyemedi."
Ebu Bekir el-Bahilî,
Enes b. Ebi Şeyh'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Said b. Cübeyr,
huzuruna getirildiğinde Haccac şöyle dedi: "Allah, Hristiyamn oğlu Halid
el-Kusarî'ye lanet etsin. Mekke'de bulunanları bana gönderen odur. Ben bunun
Mekke'deki evini bilmiyor muydum? Allah'a yemin ederim ki, bunun Mekke'de
içinde oturduğu odayı da biliyordum."
Böyle dedikten sonra
Said'e yönelip şöyle dedi:
- Ey Said! Seni bana
karşı isyana sürükleyen sebep neydi?
- Allah emiri ıslah
etsin, ben Müslümanlardan bir adamım, bazen hata eder, bazen isabet ederim.
Said'in böyle demesi
üzerine Haccac, rahatladı ve yüzünün rengi açıldı. Said'in probleminden
kurtulmayı ümid etti, sonra tekrar dönüp Said'e birşey sordu. Said de şöyle
cevap verdi:
- Ben boynumdaki bir
bey'atın gereğinden ötürü sana karşı isyan ettim.
Said'in bu cevabı
üzerine Haccac Öfkelendi ve bu nedenle Said'i öldürdü.»
Attab b. Bişr, Salim
el-Eftas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Said b. Cübeyr'i
Haccac'm yanına götürdüler. O esnada Haccac, bineğine binmek üzereydi.
Ayaklarından birini üzengiye koymuştu. Şöyle dedi: "Vallahi, senin
Cehennem'deki yerini hazırlamadıkça bineğime binmeyeceğim, şunun boynunu
vurun." Böyle demesi üzerine Said'in boynunu vurdular.
Fakat bundan sonra
Haccac, aklını oynattı. "Zincirlerimiz, zincirlerimiz." demeye
başladı. Adamları, onun Said'i bağladığı zincirleri istediğini sanarak gidip
Said'in ayaklarmdaki zincirleri çıkarmak için ayaklarını bacaklarının
ortasından kesip zincirleri çıkarıp aldılar ve Haccac'a getirdiler.»
Muhammed b. Ebi Hatim,
Abdülmelik b. Abdullah b. Habbab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Said b. Cübeyr'i,
Haccac'ın yanına götürdüler. Haccac, ona şöyle
sordu:
- Sen Mus'ab b. Zübeyr
e mektup yazdın mı?
- Evet yazdım.
- Vallahi öyleyse seni
öldüreceğim.
- Öyleyse ben de
annemin beni adlandırdığı gibi mutlu (Said) olacağım.
Bunun üzerine Haccac,
onu Öldürdü ve kırk gün geçmeden Haccac aklını oynattı. Rüyasında Said'in
gelip yakasından tuttuğunu ve ona: "Ey Allah'ın düşmanı, beni niçin
öldürdün?" dediğini gördü. Kendisi de uyandıktan sonra şöyle demeye
başladı: Ben, Said b. Cübeyr'e karşı ne yapacağım? Ben, Said b. Cübeyr'e karşı
ne yapacağım?»
İbn Hallikan dedi ki:
Said b. Cübeyr b. Hişam el-Esedî, Beni Vali-,be'nin azatlısıydı. Kûfeliydi,
tabiilerin meşhur şahsiyetlerin dendi. Siyah renkli idi, fetva yazmazdı. İbn
Abbas, gözlerini yitirince yazmaya başladı. Said, hicretin doksandördüncü
senesinin şaban ayında öldürüldü. Haccac da ondan sonra, ramazan ayında öldü.
Rivayete göre İmam
Ahmed şöyle demiştir: "Said b. Cübeyr öldürüldü, yeryüzündeki herkes onun
ilmine muhtaçtı."
Anlatıldığına göre
Haccac, Said'den sonra başka hiç kimseye musallat olmamıştır. Bununla ilgili
olarak Haccac'm biyografisinde de bazı izahatlar verilecektir.
İbn Cerir dedi ki:
Hicretin doksandördüncü senesine, "Fıkıhçılar senesi" denildi. Çünkü
bu senede Medine fıkıhçılarının çoğu vefat etti. Sene başında Ali b. Hüseyin
b. Zeynelabidin, ondan sonra Urve b. Zübeyr, ondan sonra Said b. Müseyyeb, Ebu
Bekir Abdurrahman b. Haris b. Hişam ve Mekkelilerden de Said b. Cübeyr vefat
ettiler. Bu kişilerin biyografilerini "Tekmil" adlı kitabımızda
nakletmisizdir. İn-şaallah burada da yeterince nakledeceğiz. ,-
İbn Cerir dedi ki: Bu
senede Velid b. Abdülmelik, Süleyman b. Sured'i Şam'a kadı olarak tayin etti.
Bu senede Abbas b.
Velid, insanlara haccettirdi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu senede
insanlara haccettiren kişi, Mesle-me b- Abdülmelik olmuştur.
Bu senede de Mekke
valisi Halid el-Kusarî, Medine valisi Osman w.?a.yyan» doğu eyaletinin tümünde
Haccac, Horasan'da Kuteybe b. Müslim, Küfe'de Ziyad b. Cerir valilik
yapmaktaydılar. Küfe kadısı ^e^bu Bekir b. Ebu Musa idi. Basra Valisi ise
Cerrah b. Abdullah el-d AV.mî İdİ kİ' Haccac tarafından oraya tayin edilmişti.
Basra kadısı a Abdullah b. Ezime idi. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan
yüce Allah daha iyi bilir. [42]
Said b. Cübeyr
el-Esedi el-Valibî. Künyesi Ebu Muhammed'di. Ebu Abdullah olduğu da söylenir.
Kûfeli ve Mekkeli idi. İbn Abbas'ın önde gelen arkadaşlarmdandı. Tefsir, fıkıh
ve çeşitli ilimlerde imam mertebesine yükselmişti. Çokça salih ameli vardı.
Allah, ona rahmet etsin. Sahabelerden birçok kişiyi görmüştü. Bir sahabe
cemaatından hadis rivayet etti. Tabiilerden bir grup da kendisinden rivayet
ettiler. Anlatıldığına göre o, akşamla yatsı namazları arasında kıldığı namazda
tam bir hatim yapardı. Ka'be yanında namaz kıldığı zaman ka'dede tam bir hatme
yapardı. Çoğu kez de Ka'be'nin içinde namaz kılıp bir rekatta hatim yapardı.
Rivayet olunduğuna göre o, bir gecede Ka'be'de namaz kılarken Kur'ân'ı iki
buçuk kez hatmederdi.
Süfyan-ı Sevrî, Amr'm
babası Meymun'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Said b. Cübeyr vefat
ettiğinde yeryüzündeki herkes onun ilmine muhtaçtı."
Said b. Cübeyr, İbn
Eş'as'la birlikte Haccac'a karşı ayaklananlar arasındaydı. Haccac galip olunca,
İsbahan'a kaçtı. Sonra her sene iki kez Mekke'ye gidiyordu. Bir defasında
hacca, bir defasında umreye gidiyordu. Çoğu kez Kûfe'ye gider, orada hadis
nakleder, çeşitli sohbetlerde bulunurdu. Horasan'da ise hadis nakletmez,
sohbette bulunmazdı. Çünkü orada hiç kimse, kendisine ilmi sualler sormazdı ve
kendisi şöyle derdi: "Bendeki ilim, beni düşündürüyor ve tasalandırıyor.
İsterdim ki insanlar onu benden alsınlar."
Böylece oniki seneye
yakın bir süre Haccac'tan gizli kaldı, saklandı. Sonra Halid el-Kusarî, onu
Mekke'den Haccac'a gönderdi ve onunla Haccac arasında, önceki sayfalarda
naklettiğimiz karşılıklı konuşma cereyan etti.
"el-Hilye"
adlı kitabında Ebu Nuaym, Salim b. Ebi Hafsa'mn şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Haccac, yanma
getirilen Said b. Cübeyr'e şöyle dedi:
- Sen Şaki b. Kesir
misin? (Sen kırık oğlu bedbaht mısın?)
- Hayır, ben Said b.
Cübeyr'im. (Ben, kırığı onarılmış mutlu bir kişiyim.)
- Ben seni mutlaka
öldüreceğim.
- Öyleyse ben de
annemin beni adlandırdığı gibi Said (mutlu) olurum.
- Sen de annen de
bedbaht olun emi.
- Buna sen karar verecek
durumda değilsin.
- Şunun boynunu vurun.
- Bırakın da iki rekat
namaz kılayım.
Bundan sonra Said'i,
Hrisiyanların kıblesine yönelttiler. O da şu
ayeti okudu:
- "Nereye dönerseniz Allah'ın yönü
orasıdır." (ei-Bakam, 115.) Ben, Meryem'in Allah'a sığındığı dualarla
senden Allah'a sığınıyorum.
- Meryem hangi
dualarla Allah'a sığınmıştı?
- .Meryem şöyle
diyerek Allah'a sığınmıştı: "Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen,
senden Rahman'a sığınırım." (Meryem, ıs.)
Süfyan'm ifadesine
göre Said'den sonra Haccac, hiç kimseyi öldürmemiştir. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Haccac, ona şöyle demiştir:
- Seni dünyadan alıp
alevli bir ateşe atacağım.
- Bunu yapabilecek
güçte olduğuna inansaydım seni tanrı edinirdim.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Haccac, Said'i öldüreceği zaman adamlarına: "Şunu
Hristiyanların kıblesine yöneltin." demiş, Said de şu karşılığı vermişti:
- "Nereye
dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır." (ei-Bakara, 115.)
- Onu yere yıkıp
kırbaçlayın.
- "Sizi yerden
yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çıkaracağız." {Tâ-Hâ,
55.)
- Onu boğazlayın.
Bugünden sonra artık onunla Allah'ın ayetleri hususunda çekişmeyeceğim.
- Allah'ım, Haccac'ı
benden sonra hiç kimseye musallat kılma.» Ebu Nuaym, Said b. Cübeyr'in
öldürülmesiyle ilgili çok şeyler
nakletmiştir ki, en
güzeli buydu. Doğrusunu Allah bilir.
Haccac'm, Said'i
öldürmesinin keyfiyetini anlattık. Onu öldürmesinin keyfiyetine ilişkin garib
rivayetler nakledilmiştir ki, çoğu sahih değildir. Said'in Öldürülmesinden
sonra Haccac, cezasını çabuk gördü. Çok geçmeden Cenâb-ı Allah,- onu Aziz ve
muktedir bir hükümdara yaraşırcasına yakaladı. Nitekim onun vefatını da
hicretin doksanbe-şıncı senesi olayları kapsamında anlatacağız. Denildiğine
göre Haccac, Said'in öldürülmesinden onbeş gün sonrasına kadar yaşamıştır. gün
sonrasına kadar yaşadığına dair bir rivayet mevcut olduğu pbı altı ay sonrasına
kadar yaşadığı da söylenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
baıd b. Cübeyr'in
öldürüldüğü zaman yaşının kaç olduğu hususunda ihtilaf edilmiştir. Kimine göre
öldürülürken kırkdokuz, kimine gOre e%edi yaşında idi. Doğrusunu Allah bilir.
Ebu'l-Kasım
el-Lalekaî'nin ifadesine göre ise Said, öldürülürken sanbeş yaşındaymış. İbn
Cerir de Said'in hicretin doksandördüncü senesinde öldürüldüğünü söylemiştir. Doğrusunu
Allah bilir.
Ben derim ki: Said b.
Cübeyr'in çok güzel sözleri vardı. Burada bu sözlerden bazılarını nakletmek
istedim:
"Allah'tan
korkmanın en üstünü, ona isyan etmene engel olacak ve ona itaata seni
sevkedecek olan korkudur. İşte faydalı olan korku budur. Zikir, Allah'a
taattır, kim Allah'a itaat ederse onu zikretmiş olur. Kim ona itaat etmezse,
onu zikretmiş sayılmaz. Böyle biri Allah'ı ne kadar teşbih de etse, ne kadar
çok Kur'ân da okusa Allah'ı zikretmiş sayılmaz."
Şaid'e sordular:
- İnsanların en çok
ibadet edeni kimdir?
- Günah işleyip de
günahını hatırladıkça işlemiş olduğu salih a-melleri küçük görendir.
Haccac, Said'e şöyle
demişti:
- Vay senin haline!
- Aslında Cennet'ten
uzaklaşıp Cehennem'e giren kimsenin vay haline demek gerekir.
- Şunun boynunu vurun.
- Ben Allah'tan başka
ilah bulunmadığına, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna tanıklık ederim.
Kendimi bununla sana karşı korurum ve nihayet kıyamet gününde senin karşına
çıkar ve Allah katında seninle davalaşırım.
Bundan sonra Said'i
ensesinden kesip öldürdüler.
Hasan-ı Basrî, bunu
duyunca şöyle dedi:
"Ey zorbaları
helak eden Allah'ım! Haccac'ı helak et." Üç gün sonra Haccac'm karnına
bir kurtçuk girdi. Karnı kokuştu ve bu nedenle öldü.
Haccac, kendisini
öldürmeleri için adamlarına emir verdiği zaman Said güldü. Haccac, ona şöyle
sordu:
- Niçin gülüyorsun?
- Bana karşı
kıskançlığından, Allah'ın da sana karşı sabredip yumuşak huyluluk
göstermesinden ötürü gülüyorum. [43]
Said b. Müseyyeb b.
Hüzün b. Ebi Veheb b. Aiz b. İmran b. Manzum el-Kureşi Ebu Muhammed el-Müdnif.
Kesinlikle tabiilerin lideriydi. Hz. Ömer'in halifeliğinin ikinci senesinde
veya halifeliğinin bitimine iki sene kala doğdu. Hz. Ömer'in halifeliğinin
dördüncü senesinde doğduğu da söylenir. Ebu Abdillah'ın ifadesine göre Said,
on sahabeden hatalı hadis rivayet etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Ama onlardan
rivayet ettiği hadisler, Peygamber Efendimiz'den mürsel olarak rivayet ettiği
hadisler gibi mürseldir. Hz. Ömer'den de çok hadis rivayet etmiştir. Bir
rivayete göre bizzat ondan hadis dinlemiştir. Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den,
Said'ten ve Ebu Hüreyre'den de rivayet etmiştir. Ebu Hüreyre'nin damadı idi.
İnsanlar arasında onun rivayet ettiği hadisleri en çok o bilirdi. Ayrıca bir
sahabe cemaatından da ha-djs rivayet etmiştir. Bir tabii topluluğundan ve
diğerlerinden de rivayet etmiştir. İbn Ömer: "Said, evine
kapananlardandı." demiştir.
Zührî dedi ki:
"Onunla yedi sene haccettim, meclisinde bulundum. Ondan daha âlim bir
kimse bulunduğunu sanmıyorum."
Muhammed b. İshak,
Mekhul'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İlim talebi için yeryüzünün
her tarafında dolaştım. Said b. Müsey-yeb'ten daha üstün bir kimse
görmedim."
Evzaî dedi ki: Zührî
ile Mekhul'e, "Karşılaştığınız adamlar arasında en fakih olan kimdi?"
diye sorduklarında, "Said b. Müseyyeb idi." diye cevap verdiler.
Başkaları dediler ki: "Said, fakihler fakihi
idi."
Malik, Said b.
Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir tek hadisi öğrenmek için
günler ve gecelerce yolculuk yapardı."
Malik dedi ki:
Duyduğuma göre İbn Ömer, Said b. Müseyyeb'e haber gönderir ve ona, Hz. Ömer'in
verdiği hükümleri ve yargıları so-rarmış.
Rebî, Şafiî'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Said b. Müseyyeb'in mürsel olarak rivayet
ettiği hadisler, bizim nazarımızda hasen hadislerdir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
onun rivayet ettiği mürsel hadislerin sahih olduklarını söylemiştir.
Said b. Müseyyeb,
tabiilerin en faziletlilerindendi.
Ali b. el-Medinî dedi
ki: "Tabiiler arasında ondan daha geniş ilme sahip bir kimse bulunduğunu
bilmiyorum. Eğer Said, bir konuda, "Sünnet böyledir." derse bu sana
yeterdir. Benim nazarımda o, tabiilerin en kıymetlilerindendir."
Ahmed b. Abdullah
el-İclî dedi ki: "Said, salih ve fakih bir kimseydi. Bağış kabul etmezdi,
400 dinarlık eşyası vardı. Zeytinyağı ticareti yapardı, bir gözünü
kaybetmişti."
Ebu Zür'a'nın
ifadesine göre Said b. Müseyyeb, Medineli olup sika ravilerdendir ve imamdır.
Ebu Hatim'in
rivayetine göre tabiiler arasında Said'den daha faziletli ve asaletli bir
kimse yoktur. Ebu Hüreyre hakkında tabiilerin en sebatkarı odur.
Vakidî'nin ifadesine
göre Said b. Müseyyeb, fikıhçılar senesinde, yanı hicretin doksandördüncü
senesinde yetmişbeş yaşında vefat et-"uşti. Allah, ona rahmet etsin.Said
b. Müseyyeb, evine getirdiği ve yediği yiyecekler konusunda insanların en
titizi ve takvahsı idi. Dünya fazlalıkları hususunda da insanların en zahidi
idi. Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri söylemezdi. Hadise karşı insanların en
edeplisi idi. Hasta iken bir adam onun yanına geldi ve ona bir hadisi sordu. O
da kalkıp oturdu, hadisi ona okudu. Sonra yine uzanıp yattı. Adam ona dedi ki:
- Rahatsız olmanı,
kalkıp oturmam istememiştim.
- Uzanmış halde
Rasûlullah'ın hadisini sana okumaktan hoşlanmadım.
Azatlısı Bürd, şöyle
demişti: "Kırk seneden beri ezan okunduğu zaman Saiçl, mutlaka mescitte
hazır bulunurdu."
İbn İdris dedi ki:
"Said b. Müseyyeb, elli sene müddetle yatsı ab-desti ile sabah namazını
kıldı."
Said b. Müseyyeb dedi
ki: "Zalimlerin yardımcıları ile gözlerinizi doldurmayın. Aksine kalben
onlara protestoda bulunun ki, salih amelleriniz boşa gitmesin. Şeytan,
birşeyden ümidini kestiği zaman o şeye kadınlar cihetiyle gelir.
Kullar, Allah'a itaat
gibi başka birşeyle kendi nefislerine ikramda bulunamazlar ve yine Allah'a
isyan gibi başka birşeyle de kendi nefislerini tahkir etmezler.
Bir kimse, kendi
düşmanının Allah'a karşı masiyet işlediğini görürse, bu ona Allah'ın bir
yardımı olarak yeterlidir.
Bir kimse, Allah'a
dayanarak kendini zengin görürse, insanlar ona muhtaç olurlar.
Dünya, hakir ve
alçaktır, hakir ve alçak olan herşeye meyillidir. Dünyalığı, meşru olmayan bir
şekilde elde eden ve uygun olmayan şekilde sarfeden kimse ise dünyadan daha
alçaktır.
Şerefli, âlim ve
faziletli olan herkeste mutlaka bir kusur vardır, ama bazı kimseler var ki,
onların kusurlarını söylememen gerekir.
Bir kimsenin
faziletleri noksanlıklarından daha fazla ise, noksanlıkları faziletleri
nedeniyle bağışlanır."
Said b. Müseyyeb,
kızını iki dirhemlik mehirle Kesir b. Ebi Vedaa ile evlendirdi. Kızı,
kadınların en güzellerinden, en edeplilerinden ve Allah'ın kitabı ile
Rasûlullah (s.a.v.)'m sünnetini en iyi bilenlerinden olup koca hakkını da en
iyi takdir edenlerdendi. Kesir b. Ebi Vedaa, yoksul bir kimseydi. Said ona,
5.000 (20.000?) dirhem göndererek: "Bununla ihtiyaçlarını karşıla."
dedi.
Abdülmelik, Said'in
kızını oğlu Velid'e istedi. Ancak Said, kızını Velid'e vermek istemedi.
Abdülmelik de bir yolunu bulup ona tuzak kurdu ve onu kırbaçladı.
Bu olay şöyle
olmuştur: Abdülmelik'in zamanında Velid, bey'at için Medine'ye geldiğinde Said,
bey'ata yanaşmamıştı. Bunun üzerine
Medine valisi Hişam b.
İsmail, onu kırbaçlıyarak Medine sokaklarında dolaştırmış, kılıç çekmiş ve
tehdit etmişti. Ancak o, yine de kendisini eziyete maruz bırakıp
sarstıklarında bir kadın görmüş ve ona: "Ey Said, bu ne rezalet?"
diye sormuş, Said de ona şu cevabı vermişti: "Aslında biz rezaletten kaçıp
şu gördüğün hale maruz kaldık." Yani Abdülmelik'i ve adamlarım sevseydik o
zaman hem dünya, hem de ahiret rezaletine maruz kalırdık.
Said, sırtına koyun
postu giyerdi. Elinde ticaret için kullandığı bir miktar sermayesi vardı ve
şöyle derdi:
"Allah'ım, sen de
biliyorsun ki, ben cimrilikten veya hırstan ötürü bu sermayeyi edinmedim, dünya
sevgisi ve şehvetlerine kavuşmak arzusuyla da bu sermayeye sahip olmadım.
Ancak ben, Allah'ın huzuruna varıncaya kadar Mervan oğullarına yüzsuyunu
dökmemek için bu sermayeyi edindim ki, ahirette Cenâb-ı Allah benimle Mervan
oğulları arasında hükmünü versin ve bu para ile de akrabalarıma yardımcı
olayım, yoksulların hukukunu ödeyeyim. Dullara, fakirlere, düşkünlere,
yetimlere ve komşulara bu maldaki haklarını vereyim. İşte bu maksatla bu
sermayeyi edindim." Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah,
daha iyi bilir. [44]
Kadri yüce bir
tabiidir. Enes, Cabir, İbn Zübeyr, İbn Abbas, Abdullah b. Ömer ve
diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Humeyd et-Tavil, A'meş ve Tavus da ondan
rivayetlerde bulunmuşlardır. Amr b. Dinar, onu övmüştür. Çok imamlar da onu
övmüşlerdir, ancak onun Mürcie'ye meyilli olduğunu ileri sürerek bazı kimseler
onu eleştirmişlerdir. İbn Eş'as'la birlikte ayaklananlardandı. "Takva ile
kuvvetlenin." derdi. Kendisine: "Bize takvayı anlat."
dediklerinde şöyle tanımlardı: "Takva, Allah'ın nuru üzerine ve onun
rahmetini ümid ederek Allah'ın taatı ile amel etmektir. Yine Allah'ın nuru
üzerine onun azabından korkarak masiyeti terketmektir."
Talk, yine şöyle
demişti: "Allah'ın hukuku, kulların hukuka riayet etmemelerini haklı
çıkarmayacak kadar büyüktür. Allah'ın nimetleri sayılamayacak kadar çoktur.
Onun nimetleri, kullar tarafından şükrü ifa edilemiyecek derecede çoktur, ama
siz tevbe ederek sabahlayın ve yine tevbe ederek akşamlayın."
Talk, namaza giderken
mutlaka yanında sadaka olarak vereceği oırşey bulundururdu. Birşey bulamazsa
bile bir soğan verirdi ve yüce ^lah'm şöyle buyurduğunu söylerdi:
Ey inananlar!
Peygamberle hususi olarak konuşacağınızda, bu onuşmanızdan önce fakirlere
sadaka veriniz." (ei-Mücâdele, 12.)
Peygamberle hususi
konuşmadan önce sadaka vermek çok büyük sevaptır."
Malik dedi ki:
"Haccac, onu ve aralarında Said b. Cübeyr'in de bulunduğu bir ulema
topluluğunu öldürdü."
İbn Cerir'in önceki
sayfalarda nakledilen ifadesinde de görüldüğü gibi Mekke valisi Halid b.
Abdullah el-Kusarî, Mekke'den Mücahid Said b. Cübeyr ve Talk b. Habib'i
Haccac'a göndermişti. Talk, yolda vefat etmiş, Mücahid hapsedilmiş ve Said de
feci bir ölüme maruz bırakılmıştı. Doğrusunu Allah bilir. [45]
Kureyşlidir, Esed
oğullan kabilesindendir. Künyesi Ebu Abdullah'tır. Medinelidir, kadri yüce bir
tabiidir. Babasından, Abadile'den, Muaviye'den, Muğire ve Ebu Hüreyre'den hadis
rivayet etmiştir. Annesinin adı Esma'dır. Teyzeleri Hz. Aişe ve Ümmü Seleme
idi. Tabiilerden bir cemaat, ondan hadis rivayet etmiştir. Başkaları da ondan
hadis rivayet etmişlerdir.
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: Urve, sika bir ravi idi, çok hadis rivayet etmişti. Âlim, güvenilir ve
sebatkar bir kimse idi.
İclî dedi ki: Urve,
Medinelidir, tabiidir, salih bir adamdır, fitnelere karışmamıştır.
Vakidî dedi ki: Urve
fakihti, âlimdi, hafızdı, sebatkardı, hüccetti, siyeri bilirdi, meğazi
kitablarım tasnif eden ilk zat kendisiydi. Medine'nin sayılı
fıkıhçılarındandı. Rasûlullah (s.a.v.)'m ashabı ona bazı şeyleri sorarlardı,
insanlar arasında şiiri en çok rivayet edendi.
Oğlu Hişam, dedi ki:
"İlim, şu üç
kişiden birinindir:
1- Ya
asaletli kimsenindir ki, o kişinin asaleti ilimle süslenir.
2- Ya da
dindar bir kimsenindir ki, dini ilimle doğru yöne koyulur.
3- Ya da
sultanla beraber bulunan, sultanın nimet ve armağanlarına mazhar olan
kimsenindir ki, o kişi ilmi ile sultanın gazabından kurtulur ve tehlikeli
durumlara düşmez. Urve b. Zübeyr ile Ömer b. Abdülaziz'den başka bir kimsenin
bu üç vasfa sahip olduğunu bilmiyorum."
.
Urve, her gün Kur'ân'ın
dörtte birini okur ve Kur'ân okuyup-geceleyin namaz kılardı. Taze hurmalar
olgunlaştığında bahçesini insanlara açar, herkes gidip bahçesinde hurma yerdi.
Taze hurma mevsimi sona erince bahçesini tekrar kapatırdı.
Zührî dedi ki: Urve,
bir denizdi, kovalarla su çekerek onun denizi bulandırılmaz ve suyu
azaltılamazdı.
Ömer b. Abdülaziz dedi
ki: "Urve'den daha âlim bir kimse yoktur. Onun herhangi birşeyi
bilmediğini bildiğimi sanmıyorum."
Birçok kimse, onun,
Medine'de sözlerine kesinlikle uyulan yedi fı-kıhçıdan biri olduğunu
söylemişlerdir. Valiliği zamanında Ömer b. Abdülaziz'in, kendilerine dini
konularda müracaat ettiği on fıkıhçı-
dan biri idi.
Birden fazla kişinin
anlattığına göre Urve, Şam'da bulunan Ve-
lid'in ziyaretine
gitmişti. Dönüşünde ayağı kurtlandı, ayağını kesmek istediler. Kendisini
uyuşturacak bir ilaç içirerek ayağını kesmelerini teklif ettiklerinde şöyle
cevap vermişti: "Allah'a iman eden bir kimsenin, Rabbini tanımayacak
derecede aklını giderecek bir ilaç içeceğini sanmıyorum ama bana ilaç
içirmeksizin ve aklımı gidermeksizin ayağımı kesin."
O şekilde ayağını
dizinden kestiler. Kestikleri esnada hiç sesini
çıkarmadı ve inlemedi
de.
Rivayet olunduğuna
göre namaz kılarken onun ayağını kesmişlerdi. Namazla meşgul olduğundan ötürü
ayağının acısını hissetmemiştik Doğrusunu Allah bilir. Ayağını kestikleri
gecede çocukları arasında en çok sevdiği Muhammed, damdan düşüp ölmüştü.
Dostları yanma gelerek taziyetlerini sunduklarında şöyle demişti:
"Allah'ım, hamd sanadır. Yedi çocuğum vardı, birini aldın, altısını
bıraktın. İki elim ve iki ayağım vardı, bu dördünden birini aldın, üçünü
bıraktın. Şimdi aldıysan, daha önce bana vermiştin. Beni hastalıkla müptela
kıldıysan, daha önce bana afiyet vermiştin."
Ben derim ki: Birden
fazla ravinin anlattıklarına göre Urve b. Zübeyr, Velid'le görüşmek için Şam'a
gitmek üzere Medine'den yola çıktığında Medine yakınındaki bir vadide ayağı
kurtlandı. Hastalığı orada başladı, ama işin vahim şekilde sonuçlanacağını
sanmadı, yoluna devam etti. Şam'a ulaştığında kurtçuklar bacağının yarısını
yemişlerdi. Velid'in yanma gitti. Velid, ayağım tedavi etmeleri için
mütehassıs hekimleri topladı. Hekimler, ayağının kesilmesini kararlaştırdılar.
Kesilmediği takdirde uyluk kemiğine kadar kurtçukların ayağını yiyeceğini
söylediler. Belki de gövdesine sirayet edeceğini söylediler. Bunun üzerine
Urve, ayağının kesilmesine razı oldu. Hekimler ona Şöyle dediler:
- Kesme acısını
duymaman için aklını giderecek uyuşturucu bir ilaç sana içirelim mi?
- Hayır, Allah'a yemin
ederim ki, hiçbir kimsenin aklım gidere-c
Ve kendisini uyuşturacak birşey içeceğimi sanmıyorum. Ama, aka ayağımı
kesecekseniz, bari ben namaz kılarken kesin. O za-an ayağımın acısını duymam ve
farkında olmam. Ayağını kurtçukların yediği yerin üst kısmındaki sağlam yerden kestiler
ki, ihtiyatlı olsun ve vücudunda hastalık kalmasın. Namaz kılarken
kestiklerinden hiç farkında olmadı ve sızlanmadı. Namazını tamamladıktan sonra
ayağı kesilmiş olduğu için Velid, onu teselli etti. O da şöyle dedi:
"Allah'ım, hamd sanadır.
Benim iki elim, iki de ayağım vardı. Bunlardan birini aldıysan üçünü geride
bıraktın. Eğer beni hastalıkla şimdi müptela kıldıysan, daha Önce uzun süre
bana afiyet vermiştin. Aldığından ve verdiğin afiyetten ötürü sana
hamdolsun."
Son seferinde beraberinde
oğlu Muhammed'in de bulunduğu birkaç çocuğu vardı. Çocukları arasında en çok
Muhammed'i severdi. Muhammed, ahıra girdi, atlardan biri onu çifteledi. Bu
nedenle Mu-hammed öldü. Dostları yanına gelip Urve'ye taziyetlerini sundular. O
da şöyle dedi:
"Allah'a hamd
olsun, yedi çocuğum vardı. Ey Rabbim, onlardan birini aldın, altısını bıraktın.
Eğer beni şimdi hastalığa müptela kıldıysan da daha önce uzun süre afiyet
vermiştin. Eğer şimdi benden bir çocuğumu aldıysan, daha önce uzun süre bana
çocuk ihsan etmiştin."
Şam'da işini
tamamladıktan sonra Medine'ye döndü. Onun, ayağından ve ölen oğlundan
bahsettiğini duymadık ve bu hususta hiçbir kimseye de şikayette bulunmadı.
Nihayet Vâdi'l-Kurâ'da kurtçukların ayağına musallat olduğu mekana vardığında
şu ayeti okudu: "An-dolsun, bu yolculuğumuzda yorgun düştük."
(ei-Kefh, 62.)
Medine'ye vardığında
bazı kimseler gelip ona selam verdiler, ayağının kesilmiş olmasından ve
oğlunun vefatından ötürü onu teselli edip taziyetlerini sundular. Bazı
kimselerin; "İşlediği büyük bir günah sebebiyle Urve, bu musibete maruz
kaldı." dediklerini duyunca o, bu hususta Maan Evs'in şu beyitlerini
okudu:
"Hayatına yemin
olsun ki, ben heva ve hevese yönelmedim, bu kadar şüpheniz yeter artık.
Ayaklarım beni
kötülüğe götürmedi,
Gözüm ve kulağımda
beni kötülüğe sevketmedi.
Görüşüm ve aklımda
beni kötü yola sevketmedi,
Ben yaşadığım müddetçe
kötülüklere doğru yürümeyeceğim.
Benim gibi birisi,
böylesine kötü işlere doğru gidip kötülük yapmaz.
Ben kendimi
akrabalarıma tercih etmedim, bencillik yapmadım. Yanımda bulunduğu sürece
misafirimi de elbetteki aile efradıma tercih ederim.
Bilirim ki, benim
gibilerinin başına gelen musibetler, Ancak benim de başıma gelmiştir."
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Urve, şöyle demiştir: "Benim dört çocuğum vardı.
Bunlardan birini aldın, üçünü bıraktın."
Mesleme b. Muharib
dedi ki: "Urve'nin ayağına kurtçuklar düştü, ayağı kesildi. Kimse onu
tutamadı ve ayağının kesildiği gecede dahi virdini bırakmadı."
Evzaî dedi ki:
Urve'nin ayağı kesildiğinde kendisi şöyle dedi: "Allah'ım, biliyorsun ki
ben şu kesilen ayağımla kötülüklere asla gitmedim". Böyle dedikten sonra
yukarıdaki beyitleri okudu.
Urve, namazım acele
ile kılan bir adamı görünce onu yanma çağırdı ve: "Ey kardeşim, senin
namaz kılarken Rabbine ihtiyacın yok mudur? Doğrusu ben namaz kılarken
Rabbimden herşeyi isterim, öyle ki, tuzu dahi ondan isterim."
Urve dedi ki:
"Birçok zillet kelimesine tahammül ettim. Böylece o kelimeler bende uzun
süren bir onur ve üstünlük meydana getirdi."
Oğullarına da şöyle
demişti: "Kişinin iyi bir amel işlediğini gördüğünüzde bilin ki, onun
yanında daha güzel ameller vardır. Bir kişi kötü amel işlediğinde bilin ki,
onun başka kötü amelleri de vardır. Çünkü iyi ameller, başka iyi amellerin
mevcudiyetini gösterir. Kötü amellerde başka kötü amellerin mevcudiyetini
gösterir."
Urve, bahçesine
girdiğinde şu ayeti tekrarladı: «Bahçene girdiğin zaman: "Maşaallah!
Kuvvet ancak Allah'a mahsustur!" demen gerekmez mi?» (el-Kehf, 39.)
Bahçeden çıkıncaya
kadar bu ayeti tekrarlayarak okurdu. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan
yüce Allah daha iyi bilir.
Zayıf bir rivayette
anlatıldığına göre Urve, Hz. Ömer daha hayatta iken dünyaya gelmiştir. Sahih
rivayete göre ise o, Hz. Ömer'in vefatından sonra hicretin yirmiüçüncü
senesinde doğmuştur. Kendisi de meşhur rivayete göre hicretin doksandördüncü
senesinde vefat etmiştir. Hicretin doksanıncı, doksanbirinci, doksanbeşinci,
doksandoku-zuncu, 100., 101., 102., 103. ve 104. senesinde vefat ettiğine dair
bazı rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [46]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/117-118.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/119.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/119-120.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/121-123.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/124.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/124.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/124.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125-128.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/128.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/128.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/128.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/129.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/129-130.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/131-135.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/135.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/135.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/136-137.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/137.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/137-140.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/140.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/140-141.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/141-142.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/142.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/142-143.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/143.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/143-149.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/149-155.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/155.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/155.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156-157.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/157-159.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/159-160.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/160-163.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/164-166.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/166-169.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/169-170.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/170-173.