Hicretin Seksenaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 2

Ertatb.Züfer. 2

Mutarrif B. Abdillah B. Eş-Şahir. 2

Velid B. Abdülmelik'in Halifeliği 3

Hicretin Seksenyedinci Senesi 4

Hicretin Seksenyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 6

Utbe B. Abd Es-Sülemî 6

Mikdam B. Madi Kerib. 7

Ebu Ümame El-Bahilî 7

Kabise B. Züeyb. 7

Urve B. Muğire B. Şube. 7

Yahya B.Yamur. 8

Şüreyh B. Haris B. Kays. 8

Hicretin Seksensekizinci Senesi 8

Hicretin Seksensekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 10

Abdullahb. Büsr B. Ebî Büsr El-Mazinî 10

Abdullah B. Ebî Evfa. 10

Hîşam B. İsmail 10

Ümeyr B. Hakim.. 10

Hicretin Seksendokuzuncu Senesi 11

Hicretin Doksanıncı Senesi 12

Hicretin Doksanıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 15

Tabib Yitazuk. 15

Muhammed B. Yusuf Es-Sakafî 15

Halid B. Yezid B. Muaviye. 16

Abdullah B. Zübeyr B. Süleym.. 16

Hicretin Doksanbirinci Senesi 17

Hicretin Doksanbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 19

Saib B. Yezid. 19

Sehl B. Sa'd Es-Saidî 19

Hicretin Doksanikinci Senesi 19

Bu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 21

Ebu Said El-Medenî 21

Tuvays El-Muğnî 21

Hicretin Doksanüçüncü Senesi 21

Semerkand'ın Fethi 22

Hicretin Doksanüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 26

Enes B. Malik. 26

Ömer B. Abdullah B. Ebi Rebia. 30

Bilal B. Ebi'd-Derda. 31

Bişr B. Said. 31

Zürareb.Evfa. 31

Hübeyb B. Abdullah. 31

Hafsb.Asım.. 32

Said B. Abdurrahman. 32

Ferve B. Mücahid. 32

Ebu Şa'sa Cafer B. Zeyd. 32

Hicretin Doksandördüncü Senesi 34

Saîd B. Cübeyrin Öldürülmesi 35

Hicretin Doksandördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 37

Said B. Cübeyr. 37

Said B. Müseyyeb. 39

Talk B. Habib El-Anezî 42

Urve B. Zübeyr B. Avvam.. 42

 

Hicretin Seksenaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ertatb.Züfer

 

b- Züfer b- Abdillah b. Malik b. Şeddad b. Damure b.Gak'an  ı Harise b. Mürre b. Şebbe b. Numayt b. Mürre b. Avf b. Sa'd b.

Zebyan b. Bağid b. Reys b. Gatafan Velid el-Mürrî. İbn Şühbe diye de bilinir. Şühbe, annesinin adıdır. Şühbe'nin soy kütüğü ise şöyledir: Şühbe binti Ramil b. Mervan b. Züheyr b. Sa'labe b. Hadic b. Cüşem b. Ka'b b. Avn b. Amir b. Avf. Şühbe, Kelb kabilesinin esir elerinden di. Dırar b. Ezver'in yanındaydı. Sonra hamile iken Züfer'in mülkiyetine geçti ve Züfer'in yatağında iken Ertat'ı doğurdu. Ertat, uzun bir ömür yaşadı. Vefat ederken 130 yaşına varmıştı. Lider, şerefli, emrine itta-at edilen, övülen meşhur bir şair idi.

Medainî dedi ki: Anlatıldığına göre Beni Gak'an b. Hanzele b. Re-vaha b. Rebia b. Mazin b. Haris, Beni Mürre kabilesine dahil oldular ve böylece onlara Beni Gak'an b. Ebi Harise b. Mürre dediler.

Ertat b. Züfer, halife Abdülmelik'in ziyaretine gitmiş ve ona şu beyitleri okumuştu:

«Düşen demir parçalarım yerin yeyişi gibi, gecelerin de adamı ye­diğini gördüm.

Ölüm, ademoğlunun canına geldiğinde geride fazla bir zaman kalmaz.

Bilesin ki, ölüm gelecek ve adam öldüreceğine dair adağını Ertat üzerinde gerçekleştirecektir.»

Ertat bu beyitleri söyleyince, Abdülmelik korktu ve bu sözlerle kendisini kasdettiğini sandı. Bunun üzerine Ertat: «Ey mü'minlerin emiri, ben bu sözlerle kendimi kasdettim.» dedi. Abdülmelik de şu ce­vabı verdi: «Allah'a yemin ederim ki, sana uğrayacak olan ölüm bana da uğrayacaktır.»

Bazıları yukarıdaki beyitlere şunları da eklemişlerdir:

«Bizler, canlar ve canların oğullan olarak yaratıldık. Biz ne taş, ne de demiriz.

Eğer bir gün akranlarını paniğe düşürüp ölürsen, Bilesin ki sen, uzun bir emel ile yaşayıp yararlandın.»

Şu beyitlerin sahibi de Ertat'tır:

«Ben misafir karşısında dimdik dururum, ikramda bulunurum.

Yeyici cimri kişi, perdeyi sarkıttığında onu tahkir ederim.

O davet etti, ama ona çok köpekler icabet etti. Bildiler ki, ben mutlaka dediğimi yaparım.

Misafirime karşı bir eksiklik meydana gelmez.

Gelse de nefsim onu havzasına alır, ancak karılarımı misafirleri­me ikram edecek değilim.» [1]

 

Mutarrif B. Abdillah B. Eş-Şahir

 

Tabiilerin büyüklerindendi. İmran b. Husayn'ın arkadaşlarından-dı Çağrısına icabet edilen bir kimseydi. Şöyle derdi: «Kişiye akıldan daha üstün birşey verilmiş değildir. İnsanların akılları, zamanlarına göredir. Kişinin içi dışı bir olduğu zaman, Cenâb-ı Allah: "İşte bu be­nim gerçek kulumdu." der. Bir hastanın yanma vardığınızda sizin için dua etmesini temin edebiliyorsanız, hastalığı nedeniyle dalgınlı­ğından uyandmldığında ve dua ettiğinde onun duası müstecab olur. Çünkü onun kalbi yufkadır, kırıktır. Ahiret ameli ile dünyalık talep edilirse, o amel kadar çirkin başka birşey olamaz.» [2]

 

Velid B. Abdülmelik'in Halifeliği

 

Velid b. Abdülmelik, hicri seksenaltıncı senenin şevval ayının or­tasında perşembe (veya cuma) gününde babası vefat edince onu Dı­mışk'ta küçük Cabiye kapısı dışında defnettikten sonra dönüşünde eve girmeden Dımışk'taki büyük mescidin minberine çıkıp insanlara bir hutbe irad etti. Hutbesinde şöyle demişti:

«Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Mü'minlerin emirinin vefatı nedeniyle başımıza gelen musibetten ötürü Allah'ın yardımını diliyoruz. Bize halifelik nimetini verişinden ötürü Allah'a hamd olsun. Kalkın bey'at edin.»

İlk olarak Abdullah b. Hemmam es-Selulî şöyle diyerek kalkıp ona bey'at etti:

«Daha üstünü olmayan bir makamı Allah verdi sana,

İnkarcılarsa engel olmak istemişlerdi.

Ancak Allah, bunu sana nasib eyledi.

Sonunda hilafet gerdanlığını boynuna geçirdiler.»

Ardısıra diğer insanlar da Velid'e bey'at ettiler.

Vakidî'nin anlattığına göre Velid, Allah'a hamd ü senada bulun­duktan sonra şöyle demiştir:

«Ey insanlar! Allah'ın geciktirdiğini hiç kimse ileri geçiremez. Onun öne aldığım da hiç kimse geriletemez. İşte bu iş de Allah'ın bir takdiri ve eskiden beri O'nun ezeli ilmiyle bildiğidir. O, peygamberle­rine ve Arşını taşıyan meleklerine bile ölümü takdir edip yazmıştır, işte bu ümmetin veliyyülemri, iyilerin menzillerine ulaşmış bulunu­yor. Onun hali, şüphe uyandıranlara karşı şiddet; hak ve fazilet ehli­ne karşı yumuşaklık idi. Allah'ın yüceltmiş olduğu İslâmî alametleri Kapsayan Beyt'i haccetmek, gazalar yapmak, Allah'ın düşmanlarına karşı baskınlar düzenlemek onun işiydi. O, aciz bir kimse olmadığı gi­bi aşırı giden birisi de değildi.

Ey insanlar! İtaata sımsıkı sarılın, cemaattan ayrılmayın. Çünkü cemaattan ayrılıp yalnız kalanlarla şeytan birlik olur. Ey insanlar! Kim bize karşı çıkarsa biz de onun gözlerinin yer aldığı yeri (başını) vururuz! Sesini çıkarmayıp susan da zehiriyle birlikte ölüp gider.»

Bundan sonra minberden indi, halifelik bineklerine baktı, onları ele geçirdi. Velid, zorba ve inatçı bir kimseydi.

Velid'in doğumu ile ilgili olarak garib bir hadis nakledilmiştir. Garip hadiste kendisinden söz edilen Velid, Velid b. Yezid b. Abdül-melik'tir ki, bununla ilgili açıklama ileride gelecektir. Sözünü ettiği­miz bu Velid'e gelince, bu kendi nefsinde tedbirli ve reyinde de akıllı bir kimse idi. Cahillik ve serkeşliği bilinmemektedir. Bunun güzellik­leri cümlesinden olarak, kendisinden nakledilen şu sözü örnek verebi­liriz: «Eğer Cenâb-ı Allah, kendi kitabında Lut kavminin kıssasını bi­ze anlatmış olmasaydı, erkeklerin kadınlarla cinsel ilişkide bulunur gibi birbirleriyle cinsel ilişkide bulunabileceklerini hiç hatıra getir­mezdik.»

Bu husus, onun vefatından bahsederken biyografisinde anlatıla­caktır. Bu Velid, Dımışk camiinin banisidir. İslâm ülkesinde bu cami­den daha güzel bir cami bilinmemektedir. Hicretin seksenaltıncı se­nesinin zilkade ayında bu camiin inşaatına başladı. İnşaat ve güzel­leştirme faaliyetleri onun hilafet müddetince yani on sene boyunca devam etti. İnşaat ve güzelleştirme işleri tamamlandığında Velid'in halifeliği de sona erdi. Nitekim bu husus, ileride teferruatlı olarak an­latılacaktır.

Bu mescit, Yuhanna kilisesinin yerinde yapılmıştır. Sahabeler, Şam'ı fethettiklerinde kiliseyi ikiye bölmüşler, doğu tarafını alıp mes­cide çevirmişler, batı tarafı da kilise olarak kalmıştı ve bu hal ondört seneden beri devam etmiş, kilise, hicretin seksenaltıncı senesine ka­dar varlığını sürdürmüştür.

Velid, kilisenin batı kısmını da gayri mü s Umlerden almak için karar vermiş ve onun yerine kendilerine Meryem kilisesini vermiştir. Torna kilisesini verdiği de söylenir. Yuhanna kilisesinin kalan batı yansım yıkarak, "Sahabeler Mescidi"ne eklemiştir. Böylece Yuhanna kilisesinin tamamını mescide dönüştürmüş ve emsali görülmemiş gü­zel bir yapı meydana getirmiştir. Öyle ki, insanların birçoğu, bina, eser, imaret ve mimari süsleme bakımından bunun benzerini görme­mişlerdir.

Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. [3]

 

Hicretin Seksenyedinci Senesi

 

Velid b. Abdülmelik, Medine valisi Hişam b. İsmail'i görevden az­letti Yerine amcası oğlu ve bacısı Fatıma'nın kocası Ömer b. Abdüla-zİz'i vali olarak tayin etti. Ömer, otuz deve ile birlikte bu senenin re-biyülevvel ayında Medine'ye girdi. Mervan'm evine konuk oldu, in­sanlar ona hoş geldin demeye gittiler. O esnada Ömer, yirmibeş ya­şındaydı. Öğle namazını kıldıktan sonra Medine'nin şu on fıkıhçısmı yanına çağırdı. Fıkıhçılar şunlardı: Urve b. Zübeyr, Ubeydullah b. Ab­dullah b. Utbe, Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Halis b. Hişam, Süley­man b. Hayseme, Süleyman b. Yesar, Kasım b. Muhammed, Salim b. Abdullah b. Ömer, Salim'in kardeşi Ubeydullah b. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amir b. Rebia ve Harice b. Zeyd b. Sabit. Bu fıkıhçılar, Ömer b. Abdülaziz'in yanına gelip oturdular. O da Cenâb-ı Allah'a la-yıkı veçhiyle hamd-ü senada bulunduktan sonra onlara şöyle dedi:

«Ben, sevap kazanacağınız ve hakka yardımcı olacağınız bir iş için sizi buraya çağırdım, ben görüşünüzü veya sizden yanımda hazır bulunanlarınızın görüşünü almadan bir iş hususunda kesin karar vermek istemiyorum. Eğer görevlilerimden herhangi birinin haddini aştığını veya haksızlık yaptığını görürseniz veya duyarsanız bunu ba­na mutlaka bildirmenizi istiyorum.»

Fıkıhçılar, Cenâb-ı Allah'ın kendisine hayır mükafat vermesini dileyerek Ömer b. Abdülaziz'in yanından çıkıp gittiler.

Velid de Ömer b. Abdülaziz'e mektup yazarak Hişam b. İsmail'i Mervan'm evinde tutuklamasını emretti. Velid, Hişam hakkında iyi şeyler düşünmüyordu. Çünkü Hişam, valilik yaptığı dört sene boyun­ca Medinelilere, özellikle Said b. Müseyyeb ile Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'ye kötü davranmıştı.

Said b. Müseyyeb de oğluna ve kölelerine şöyle demişti: «Sizden herhangi birisi, benim hakarete uğramış olmam nedeniyle şu adama ilişmesin. Ben onu Allah rızası ve akrabalık hatırı için bıraktım. Ona karışmayacağım ve asla konuşmayacağım.»

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali'ye gelince o, tutuklu bulunan Hişam'ın yanma gitmiş ve ona ilişnıemişti. Kendi yakın adamlarınada ona iliş­memelerini daha önceden emretmişti. Ali, ona ilişmeyip yanından geçtikten sonra Hişam, ona: «Allah, risaletini nereye bırakacağını daha iyi bilir.» diye seslendi.

Mesleme b. Abdülmelik, Rum illerine gaza yaptı. Bunlardan çok sayıda adam Öldürdü. Birçok kaleleri fethetti. Bol miktarda ganimet elde etti. Bu senede Rum illerine gaza yapan komutanın Hişam b. Ab-aulmelik olduğu da söylenir. O, bu gazalar esnasında Bolak, Ahrem, Pons, Kumaykum kaleleri ile Fermesan gölünü fethetti. Arab-ı Müsta'rebeden de 1.000 kadar adam öldürdü. Kadınlarını ve çoluk çocuk­larım esir aldı.   "

Kuteybe b. Müslim, Türk illerine gidip gaza yaptı. Türk Hüküm­darı Neyzek, bol miktarda mal verme karşılığında Kuteybe ile barış yaptı. Ayrıca Türk ilindeki Müslüman tutsakları serbest bırakmayı da taahhüt etti.

Kuteybe, yine bu sene, Baykent üzerine gidip gaza yaptı. Buha-ra'nın kazası olan Baykent'te Kuteybe'nin etrafında çok sayıda Türk toplandı. Kuteybe, oraya inince Türkler, suğdlulardan ve çevre iller­deki Türklerden ona karşı yardım istediler. Onlarda gelip Baykentli-lere yardım ettiler. Kuteybe'nin yolunu ve geçitlerini kapattılar. İki taraf, iki aya yakın bir süre karşı karşıya durup bekleştiler. Böyle oluncada ne Kuteybe onlara elçi gönderebiliyordu ne de Türklerden bir elçi ona gelebiliyordu. Kuteybe'den haber gelmeyince Haccaç kork­tu. Beraberindeki Müslümanların telef olmalarından endişe etti. Çünkü onların savaştıkarı düşman Türklerin sayısı çoktu. Bunun üzerine Haccac, mescitlerde Kuteybe ordusu için dua edilmesini em­retti ve bu emrini yazılı olarak diğer şehirlere de gönderdi. Kuteybe ve beraberindeki Müslümanlar, her gün Türklerle savaşıyorlardı.

Kuteybe'nin, Tendür adında Acem bir casusu vardı. Buharalılar, ona bol miktarda mal vererek Kuteybe'yi bu savaştan geri çevirmesi­ni istediler. O da Kuteybe'nin yanma gelip: «Seninle başbaşa görüş­mem gerekiyor.» dedi. Kuteybe, meclisindeki adamların dışarı çıkma­larını emretti. Yanında sadece Dırar b. Husayn kaldı. Tendür, Kutey-be'ye dedi ki: «Haccac, görevden azledildi. İşte onun azil haberini sa­na kısa zamanda bir görevli ulaştıracaktır. Adamlarını toplayıp he­men dönsen iyi edersin.» Kuteybe, kölesi Siyah'a: «Şunun boynunu vur.» dedi ve Tendüru öldürttü. Sonra Dırar'a şöyle dedi: «Bu haberi benden ve senden başka bilen kimse yoktur. Allah'a söz veriyorum ki, eğer şu savaşımız sona ermeden bu durum duyulacak olursa (bilirim ki sen duyurmuşsun bu nedenle) seni de Tendür'ün akibetine uğratı­rım! Dilini tut, çünkü böyle durumlarda bu gibi haberlerin yayılması, askerlerin gücünü ve düşmana karşı direncini azaltır.»

Bundan sonra Kuteybe, askerlerini ve bayraktarlarını savaşa teş­vik etti. Böylece iki taraf şiddetlice savaşmaya başladılar. Sonra Ce-nâb-ı Allah, Müslümanların üzerine bir sabır indirdi, öğleye varma­dan Müslümanlar muzaffer oldular. Türkler büyük bir bozguna uğra­dılar. Müslümanlar onları kovaladılar, bir kısmını öldürdüler, bir kıs­mını esir aldılar, onlardan şehirde kalanlar da kaleye sığındılar. Ku­teybe, inşaat işçilerine şehiri ve kaleyi yıkmalarım emretti.

Türkler, bol miktarda mal verme karşılığında Kuteybe ile antlaş­ma yapmak istediler. Kuteybe onlarla barış yaptı. Kendi ailesinden bir adamı başlarına naib bıraktı. Naibin yanına da bir miktar asker bıraktı, sonra dönüp gitti. Onlardan beş konaklık bir mesafe kadar uzaklaşınca Türkler ahdi bozdular ve naibi öldürüp maiyetindeki as­kerlerin boyunlarını kestiler.

Bunun üzerine Kuteybe geri döndü ve şehri kuşatma altına aldı. İnşaat işçilerine emir verdi, onlar da surlara tahta çakmaya başladı­lar Kuteybe, bu tahtaları tutuşturarak surları yakmak istiyordu, surlar yıkıldı. İşçilerden kırk kadarı öldü. Türkler barış yapmak iste­diler ancak Kuteybe barışa yanaşmadı. Gayretlerini sürdürdü, niha­yet şehri tamamen fethetti. Türk savaşçılarını öldürdü, çoluk çocukla­rım esir aldı, mallarını ganimet edindi.

Halkı Müslümanlara karşı kışkırtan, Baykentli kör bir Türk'tü. Bu kişi esir alındığında: «Beni bırakırsanız size Çin mamulü beş elbi­se vereceğim ki değeri bir dinardır.» dedi. Komutanlar, bu teklifi ka­bul etmesi için Kuteybe'ye tavsiyede bulundularsa da o: «Hayır, valla­hi ey kör adam, senin sebebinle bir Müslüman artık ikinci kez korku-tulmayacaktır.» dedi. Emir verdi ve körün boynu vuruldu. Bu da Ku­teybe'nin dünya malına önem vermediğini gösteriyordu. Sonra o kö­rün vereceği fidye de zaten ganimetlerin arasına girecekti.

Müslümanlar, Baykent'te altın ve gümüş kaplar, altın heykeller­den oluşan bol miktarda ganimet ele geçirdiler. Elde edilen ganimet­ler arasında, içinde 150.000 dinar altın bulunan dökümden bir heykel de vardı.

Müslümanlar, Türk hükümdarının hazinesinde bol miktarda pa­ra, silah ve çeşitli teçhizat buldular. Çok sayıda esir ele geçirdiler. Kuteybe, Haccac'a mektup yazarak bu ganimetleri askerlere dağıt­mak istediğini ifade etti. Haccac da ona bu izni verdi. Müslümanlar, böylece düşmanla savaşmak için para ve mal sahibi olup güçlendiler. Askerlerden her biri silah, teçhizat ve çok sayıda atlardan oluşan bü­yük bir servetin sahibi oldu. Böylece~gerçekten büyük bir kuvvete sa­hip oldular. Hamd ve minnet Allah'adır.

Hicretin seksenyedinci senesinde Medine valisi Ömer b. Abdüla-ziz, insanlara haccettirdi.

Bu senede Medine'nin kadısı, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm idi.

Irak ve doğu eyaleti tümüyle Haccac'm yönetimindeydi. Haccac'm Basra valisi ise Cerrah b. Abdullah el-Hakemî idi. Basra kadısı, Ab­dullah b. Ezine idi. Haccac'm Kûfe'deki savaş komutanı, Ziyad b. Ce-rir b. Abdullah el-Becelî idi. Küfe kadısı Musa el-Eş'arî idi. Haccac'm Horasan ve bağlı mıntıkalardaki naibi, Kuteybe b. Müslim idi. [4]

 

Hicretin Seksenyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Utbe B. Abd Es-Sülemî

 

Kadri yüce bir sahabedir. Humus'a yerleşti. Beni Kurayza sava­şında hazır bulunduğu rivayet edilir. Anlatıldığına göre İrbaz, onun hakkında şöyle demiştir: «Utbe, benden daha hayırlıdır. O, benden bir sene önce Müslüman olmuştur.»

Vakidî ile başka birinin anlattığına göre Utbe, bu senede vefat et­miştir. Başkalarının ifadelerine göre ise hicretin doksanıncı senesin­den sonra vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Said b. el-Arabî dedi ki: «Utbe b. Abd es-Sülemî, Suffa ehlin-dendi.»

Bakiyye, Utbe b. Abd es-Sülemî'den rivayet etti ki, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Eğer bir adam doğduğu günden yaşlanarak öldüğü güne kadar Allah rızası uğruna yüzüstü sürünecek olsa bile onun bu ameli, kıya­met gününde onun için önemli değildir. Pek bir kıymet ifade etmez.»

İsmail b. Ayyaş, Lokman b. Amir'den rivayet etti ki, Utbe b. Abd es-Sülemî, şöyle demiştir:

«Çıplaklığımı Rasûlullah (s.a.v.)'a şikayet ettim. Bana adi ve ka­ba ketenden iki elbise giydirdi. Sonra ben kendimi, sahabelere giysi giydiren bir kimse olarak gördüm.» [5]

 

Mikdam B. Madi Kerib

 

Kadri yüce bir sahabedir. Bu da Humus'a yerleşmişti, birçok ha­dis rivayet etmiştir, tabiilerden birkaç kişi de kendisinden hadis riva­yet etmişlerdir. Muhammed b. Sa'd, Fellas ve Ebu Ubeyde'nin ifadele­rine göre Mikdam, bu senede vefat etmiştir. Başkalarının ifadelerine göre ise hicretin doksanıncı senesinden sonra vefat etmiştir. Doğrusu­nu Allah bilir. [6]

 

Ebu Ümame El-Bahilî

 

Asıl adı, Su'da b. Aclan'dır. Humus'a yerleşti. Şu hadisin ravisi-dir: «Ölüye definden sonra telkin edilir.»

Taberanî, bunu dua babında rivayet etmiştir. Ebu Umame'nin, vefatlar kısmında da bahsi geçti. [7]

 

Kabise B. Züeyb

 

Kabise b. Züeyb Ebu Süfyan el-Huzai el-Medenî. Mekke fethi se­nesinde doğdu. Kendisine dua etmesi için onu Peygamber (s.a.v.)'e gö­türdüler. Birçok sahabe toppluluğundan hadis rivayet etti. Harre sa­vaşında gözünü kaybetti. Medine fıkıhçılarmdandı. Abdülmelik nez-dinde itibar sahibiydi. İzin almaksızın onun huzuruna girebilirdi. Bel­delerden gelen mektupları okur, sonra Abdülmelik'in yanma gider ve mektupları ona anlatırdı. Abdülmelik'in sırdaşıydı. Kabise'nin Şam'da Babülberit yanında bir evi vardı Orada da vefat etti. [8]

 

Urve B. Muğire B. Şube

 

Haccac tarafından Küfe emirliğine tâyin edildi. Şerefli, akıllı ve insanlar arasında itaat edilen bir kimseydi, şaşı gözlüydü. Kûfe'de ve­fat etti.[9]                                                                              .

 

Yahya B.Yamur

 

Meru kadısı idi. Mushafları noktalayan ilk kişi odur. İnsanların faziletlilerinden ve âlimlerindendi. Onun çeşitli halleri ve muamelele­ri vardı. Birçok hadis rivayet etmiştir. Fasih konuşanlardan biriydi. Arapçayı Ebu Esved ed-Düelî'den öğrendi. [10]

 

Şüreyh B. Haris B. Kays

 

Kadı idi. Cahiliye döneminde de yaşadı. Hz. Ömer, onu Kûfe'ye kadı olarak tayin etti. Orada altmışbeş sene kadılık yaptı, âlim bir ki­şi olup adaletliydi. Çok hayır işlerdi. Güzel ahlaklı ve çok latifeci idi. Köse olup yüzünde tüy yoktu. Abdullah b. Zübeyr, Ahnef b. Kays, Kays b. Sa'd b. Ubade de köse idiler.

Şüreyh b. Haris'in nesebi, yaşı ve hangi senede vefat ettiği husu­sunda ihtilaf edilmiş, bu hususlarda çeşitli kaviller ileri sürülmüştür. Ancak İbn Hallikan, onun bu senede vefat ettiğine dair ileri sürülen kavli benimsemiştir.

Ben derim ki: Kadı Şüreyh'in biyografisi, hicretin yetmiş sekizinci senesinde nakledilmişti. [11]

 

Hicretin Seksensekizinci Senesi

 

Bu senenin yazında Mesleme b. Abdülmelik ile kardeşi oğlu Abbas b. Velid b. Abdülmelik gazaya gittiler. Beraberlerindeki Müslümanlarla bu senenin cemaziyelevvel ayında müstahkem bir kale olan Tuvana kalesini fethettiler. Bu fetih sırasında Müslümanlar, Hristi-yanlara hamle yapıp onları bozguna uğrattılar ve kiliseye sığınmak mecburiyetinde bıraktılar. Bir süre sonra da Hristiyanlar kiliseden çı­kıp Müslümanlara hamle yaptılar ve onları bozguna uğrattılar. Savaş alanında sadece Abbas b. Velid ve beraberinde İbn Muhayriz el-Cumahî kalmıştı. Diğerleri kaçmışlardı. Abbas, İbn Muhayriz'e: «Aziz ve Celil olan Allah'ın rızasını talep eden Kur'ân okuyucuları nerede?» diye sorunca İbn Muhayriz: "Seslen, onlar sana gelirler." dedi. Bunun üzerine Abbas da: «Ey Kur'ân ehli!» diye seslendi. Müslüman asker­ler, akın akın geri döndüler ve hep birlikte Hristiyanlara hamle yaptı­lar. Onları kırıp geçirdiler. Hristiyanlar kaleye sığındılar. Müslüman­lar, onları kuşatma altına aldılar ve nihayet kaleyi fethettiler.

İbn Cerir'in anlattığına göre bu senenin rebiyülevvel ayında Ve­lid, Ömer b. Abdülaziz'e bir mektup göndererek Mescid-i Nebevî'yi yıkmasını ve peygamber zevcelerinin odalarını mescide katmasını, kıble cihetinden ve diğer taraflardan mescidi genişletmesini, mescidi 200x200 zira' ebadında inşa etmesini istedi ve şöyle dedi: «Mescidin çevresinde bulunan mülklerini sana satan olursa satın al. Satmaya yanaşmayan olursa kıymet takdir et. Sonra binasını yık,"onlara evle­rinin bedelini öde. Çünkü bu hususta senin için Ömer ve Osman ger­çek bir seleftirler. Onlar da böyle yapmışlardı.»

Ömer b. Abdülaziz, bu iş için Medine'nin önde gelenlerini, on fı-kıhçıyı ve halkın bir kısmını davet etti. Toplantıda onlara mü'minle-rin emin Velid'in mescidi genişletme hususundaki mektubunu okudu, bu mektup halkın çok ağrına gitti. Gelenler şöyle dediler: «Bu odala­rın tavanları alçaktır, tavanlarının üzerinde hurma sapları ve lifleri vardır. Duvarları kerpiçtendir, kapılarının üzerinde kıldan örülme perdeler vardır. Bunları bu halde bırakmak uygun olacaktır ki hacı­lar, ziyaretçiler ve misafirler gelip bu odalara, Peygamber (s.a.v.)'in evlerine baksınlar. Bundan yararlanıp ibret alsınlar. Bu, gelip gören­lerin dünyada zühd sahibi olmaları için daha tesirli bir vasıta olur. Böylece insanlar kendilerini barındıracak, gözlerden gizleyecek ve sa­dece ihtiyaçlarını karşılayacak evler edinirler. Daha fazla binalar ve köşkler edinme arzusuna kapılmazlar. Şu yüksek binalarında Fira­vun ve Kisra ameli olduğunu anlarlar. Uzun emel sahibi olan herkes dünyaya rağbet eder; dünyada ebedi kalmaya imrenir.»

Bu toplantı sonrasında Medine valisi Ömer b. Abdülaziz, on fıkıh-çının icma ettiği görüşü Velid'e bir mektupla bildirdi. Ama yine de Velid, Mescid-i Nebevî'nin yıkılarak genişletilmiş şekilde yeniden in­şasını ısrarla emretti, tavanın yüksek tutulmasını istedi. Ömer b. Ab­dülaziz, bu durumda yapılacak başka bir iş olmadığını anladı ve mes-

cidi yıkmanın zorunlu olduğunu gördü. Yıkmaya başladıklarında eş­raf ve Haşimilerle diğerlerinin önde gelen adamları bağırıp çağırdılar, tıpkı Peygamber Efendimiz yeni ölmüşçesine ağlaşmaya başladılar. Mescide komşu olan kimseler, evlerini satma buyruğuna icabet etti­ler. Ömer b. Abdülaziz de evlerini onlardan satın aldı. Mescidi geniş­letilmiş haliyle inşa etmeye başladı. Bu hususta çok çaba harcadı. Ve­lid de ona bu iş için çok sayıda işçi gönderdi. Ömer b. Abdülaziz, pey­gamber hücresini (Hz. Aişe'nin odasını) mescide dahil etti. Peygam­ber Efendimiz'in mezarı da mescide dahil oldu ve mezar-ı şerif, mesci­din doğu tarafındaki sınırı oldu. Müminlerin anneleri olan diğer pey­gamber zevcelerinin odaları da Velid'in emrettiği gibi mescide dahil edildi. Önceki kısımlarda da rivayet ettiğimiz gibi işçiler, Hz. Aişe'nin odasının doğu duvarının dibini kazdıklarında bir ayak gördüler. Bu ayağın Peygamber Efendimiz'e ait olmasından korktular. Sonra Hz. Ömer'in ayağı olduğunu anladılar ve üzerini örttüler.

Anlatıldığına göre Said b. Müseyyeb, Hz. Aişe'nin odasının mesci­de dahil edilmesini reddetmişti. O, peygamber mezarının böylece mescit edileceğinden korkmuştu. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Cerir'in anlattığına göre Velid, Bizans hükümdarına mektup yazarak bina yapma hususunda kendisine sanatkarlar göndermesini istemişti. O da Velid'e yüz sanatçı ve bol miktarda değerli taş ve yü­zük taşı göndermişti. Bütün bunlar Peygamber Mescidi için kullanıla­caktı. Meşhur rivayete göre ise bu gönderilen işçiler ve malzemeler Şam Camii'nde kullanılacaktı. Doğrusunu Allah bilir.

Velid, Ömer b. Abdülaziz'e mektup göndererek Medine'deki su kaynağını kazdırmasını, suyunu kanallara aktararak akıtmasını ve kuyular kazmasını, yolları ve tepeleri düzgün hale getirip kolay geçi­lir şekle sokmasını emretmişti. Ömer b. Abdülaziz de bu emri yerine getirmişti. Medine dışından kanallara suyu sevketmişti. Su menbaı, mescidin dışında bir yerde görülmüş ve bu da Ömer b. Abdülaziz'i hayrette bırakmıştı.

Hicretin seksensekizinci senesinde Kuteybe b. Müslim, Türk hü-Kumdan Körboğa'nın üzerine gazaya gitti. Körboğa, Çin hükümdarı­nın kız kardeşinin oğluydu. Körboğa'nın maiyetinde 200.000 savaşçı vardı. Bunlar, Suğd'dan, Fergana'dan ve diğer yerlerden toplanmış­lardı, iki taraf şiddetlice savaştılar. Kuteybe'nin beraberinde Türk hükümdarı Neyzek esir olarak bulunuyordu. Kuteybe b. Müslim, Kör-ooga nın ordusunu kırıp geçirdi. Onlardan bol miktarda ganimet elde etti. Bir kısmını öldürdü. Bir kısmını da esir aldı.

Bu senede Ömer b. Abdülaziz, beraberinde Kureyş eşrafından bir

cemaatla birlikte insanlara haccettirdi. Tenim'e vardığında Mekkeli-

erden bir grup onu karşıladılar ve yağmurun azlığı nedeniyle Mekke'deki su kıtlığını ona haber verdiler. O da arkadaşlarına: «Yağmur duasına çıkalım mı?» diye sordu. Dua etti, beraberindekiler de dua et­tiler. Duaları sürerken yağmur yağdı. Yağmurla birlikte Mekke'ye girdiler. Büyük bir sel geldi. Öyle ki, Mekkeliler yağmurun şiddetin­den korktular. Arefe, Müzdelife ve Mina'ya da yağmur yağmıştı. O se­nede, Mekke ve çevresinde büyük bir bolluk görüldü. Bu, Ömer b. Ab-dülaziz'in ve beraberindeki salih kimselerin duaları bereketiyle ol­muştu.

Bu senede beldelerin başında bulunan valiler, Önceki senelerin valileri idiler. [12]

 

Hicretin Seksensekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Abdullahb. Büsr B. Ebî Büsr El-Mazinî

 

Babası gibi bir sahabe idi. Humus'ta yaşadı, tabiilerden bir cema­at ondan hadis rivayet etti. Vakidî'nin ifadesine göre o, hicretin dok-sandördüncü senesinde vefat etmiştir. Başkalarının bu rivayete yap­tıkları ilaveye göre Abdullah, Şam'da vefat eden son sahabedir. Bir hadiste anlatıldığına göre o, bir asır yaşayacağı söylenenlerdendir ve gerçekten de 100 sene yaşamıştı. [13]

 

Abdullah B. Ebî Evfa

 

Abdullah b. Ebi Evfa Alkame b. Halid b. Haris el-Huzaî el-Esle-mî. Kadri yüce bir sahabe idi. Kûfe'de kalan sahabelerin en son vefat edenidir. Buharı'nin ifadesine .göre hicretin seksensekiz veya seksen-dokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Vakidî ile birden fazla ravinin ifadesine göre ise, hicretin seksenaltmcı senesinde 100 yaşını aşmış olarak vefat etmiştir. Vefat ederken 100 yaşma yaklaştığı da söylen­miştir. Allah ondan razı olsun. [14]

 

Hîşam B. İsmail

 

Hişam b. İsmail b. Hişam b. Velid el-Mahzumî el-Medenî. Halife Abdülmelik b. Mervan'ın kayınpederi ve onun tarafından tayin edilen Medine naibi idi. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Said b. Müsey-yeb'i vuran bu kişidir. Sonra Dımışk'a gelmiş ve orada vefat etmiştir. Şam camiinde ilk olarak Kur'ân tedrisatını başlatan bu kişidir. Şam'ın Sebi mıntıkasında vefat etmiştir. [15]

 

Ümeyr B. Hakim

 

Ümeyr b. Hakim el-Aresi eş-Şamî. Hadis rivayet etmiştir. Ondan ve İbn Muhayriz Ebu'l-Abyad'dan başka Şam'da Haccac'ı açıkça ten-kid eden başka kimse yoktu.

Ümeyr, bu senede Rum illerindeki Tuvana gazvesinde öldürüldü. [16]

 

Hicretin Seksendokuzuncu Senesi

 

Mesleme b. Abdülmelik ile kardeşi oğlu Abbas, Rum illerine gaza yaptılar. Çok sayıda adam öldürdüler ve kaleler fethettiler. Fethettik­leri kalelerden bazıları şunlardı: Suriye, Amuriye, Hirakle ve Kamu-diye. Çok miktarda ganimet elde ettiler, çok sayıda adamı esir aldılar.

Kuteybe b. Müslim, Suğd, Nesef ve Keş illerine gaza yaptı. Ora­larda çok sayıda Türklerle karşılaştı, onlarla savaştı, mağlub etti ve onları öldürdü. Sonra Buhara üzerine yürüdü. Buhara'yı savunan çok sayıda Türkle karşılaştı. Harkan denen yerde onlarla iki gün gece sa­vaştı ve onları yendi. Nehar b. Tevsia, bu hususta şöyle demiştir:

«Harkan'da bir geceyi onlara karşı cephede geçirdik, Harkan'da geçirdiğimiz gece çok uzun oldu.»

Kuteybe, daha sonra Buhara meliki Verdan Huzahî'nin üzerine yürüdü. Verdan, onunla şiddetlice savaştı. Kuteybe, onu yenemedi ve Merv'e geri döndü. Merv'de iken Haccac'm mektubu ona geldi. Mektu­bunda Haccac, onu firardan ve düşmanları karşısında yapmış olduğu ricattan ötürü kınıyordu. Ayrıca Buhara'nm resmini kendisine gön­dermesini emrediyordu. Kuteybe, Buhara'nın resmini (haritasını) ya­parak Haccac'a gönderdi. Haccac da ona mektup yazarak Allah'a yö­nelmesini, işlediği günahtan ötürü tevbe etmesini ve falanca yerden Buhara üstüne yürümesini emretti. Verdan Huzahî'yi geri püskürt­mesini, ihanetten sakınmasını, eğri büğrü yollara sapmamasını iste­di.

Velid b. Abdülmelik, Halid b. Abdullah el-Kusarî'yi Mekke valili­ğine tayin etti. O da Velid'in emri üzerine Seniyetü Tuva ve Seniyetü Hacun yanında kuyu kazdı. Kuyudan tatlı su çıktı, insanlar o sudan yararlanıyorlardı.

Vakidî, Beni Mahzum'un azatlısı Nafî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Halid b. Abdullah el-Kusarî'nin Mekke minberinde halka hitab ederken şöyle dediğini işittim: "Ey insanlar! Bana söyleyiniz. Bu iki kişiden hangisi daha üstündür? Adamın ailesine vekil olarak bıraktığı halefi mi, yoksa onlara gönderdiği elçisi mi? Allah'a yemin ederim ki, sizler halifenin üstünlüğünü bilmiyorsanız ben sizlere şunu söyle­yeyim: Halilürrahman İbrahim, Rabbinden su istedi, o da ona tuzlu ve acı bir su verdi. Diğer taraftan halife, Allahtan su istedi, ona tatlı ve hoş bir su içirdi." Halid, tuzlu su ile Zemzem'i, tatlı su ile de Hacun tepesinde ve Tuva tepesinde kazmış olduğu suyu kastediyordu. Bura­nın suyu tatlı idi. Bu su alınıyor ve üstünlüğünün anlaşılması için Zemzem kuyusu yanındaki bir havuza boşaltılıyordu. Ancak daha sonra bu kuyunun suyu çekilmiş ve kurumuştu. Şu anda bu suyun nerede olduğu bilinmemektedir.»

Bu rivayetin senedi garibtir. Eğer söyleyicisi gerçekten söylemiş-se bu söz küfür içermektedir. Bence Halid b. Abdullah el-Kusarî, böy­le bir sözü söylemiş değildir. Eğer söylemişse o, Allah düşmanıdır. Haccac b. Yusuf un böyle bir söz söylediğine dair zayıf bir rivayet var­dır. Güya o, halifeyi rasûlden (yani Allah'ın gönderdiği elçiden) daha üstün saymıştır. Bütün bu sözler, sahibinin kafir olduğunu ifade et­mektedir.

Bu senede Kuteybe b. Müslim, Türk illerine gaza yaptı. Nihayet Azerbaycan taraflarındaki Babü'l-Ebvab'a vardı. Çok sayıda kale ve şehirleri fethetti.

Ömer b. Abdülaziz, insanlara haccettirdi.

Şeyhimiz Zehebî dedi ki: Bu senede Sicilya ve Mayorka adaları fethedildi.

Musa b. Nusayr, oğlunu Frank Hükümdarı Nikris'in üstüne gön­derdi. Çok sayıda beldeler fethetti.

Bu senede önde gelen meşhur şahsiyetlerden Abdullah b. Salebe b. Zuayr vefat etti. Bu zat, tabiilerden olup şair bir kimseydi.

Anlatıldığına göre bu zat, Peygamber (s.a.v.)'in hayatına kavuş­muş, Peygamber (s.a.v.), eliyle onun başını sıvazlamıştı. Zührî, ondan neseb ilmini öğreniyordu.

Bu senedeki valiler, önceki senelerde adlan zikredilen valilerdi. [17]

 

Hicretin Doksanıncı Senesi

 

Bu senede Mesleme b. Abdülmelik ile Abbas b. Velid, Rum illeri­ne gaza yaptılar. Kaleler fethettiler, Rumlardan birçok adamlar öl­dürdüler. Ganimetler ele geçirdiler ve birçok insanı tutsak ettiler.

Rumlar, deniz komutanı Halid b. Keysan'ı esir aldılar. Onu hü­kümdarlarına gönderdiler. Bizans hükümdarı da onu.Velid b. Abdül-melik'e hediye etti.

Velid, kardeşi Abdullah b. Abdülmelik'i Mısır valiliğinden azlede­rek yerine Kurra b, Şerik'i tayin etti.

Muhammed b. Kasım, Sind hükümdarı Dahir b. Sassa'yı öldürdü. Muhammed b. Kasım, Haccac ordularından birinin komutam idi.

Kuteybe b. Müslim, Buhara şehrini fethetti. Oradaki düşman Türklerin tümünü bozguna uğrattı.

Suğd hükümdarı Tarhun, Buhara'nm fethinden sonra Kutey-be'den kendisine her sene vereceği para karşılığında barış talebinde bulundu. Kuteybe de onun bu talebini kabul etti ve bu şartım yerine getirmesi için ondan rehin aldı.

Bu senede Buhara hükümdarı Verdan Hüzahî, Türklerden yar­dım talebinde bulundu. Kuteybe'nin orayı almasından sonra Verdan Huzahî, Türklerin yardımıyla şehir dışında Müslümanlara saldırmış, onları darmadağın etmişti. Sonra Müslümanlar dönüp onların üzeri­ne hamle yapmışlar ve onlardan çok sayıda adam Öldürmüşlerdi. Ku­teybe, Suğd hükümdarı ile barış yapmış, Buhara şehrini ve kalelerini fethetmişti. Sonra da askerleriyle birlikte beldelerine geri dönmüş, Haccac da bu hususta ona izin vermişti. Kendi beldelerine dönerken Suğd hükümdarının Türk hükümdarına şöyle dediğini haber almıştı: «Doğrusu Araplar hırsız gibidirler. Kendilerine birşey verilirse alıp giderler. Şu Kuteybe de hükümdarların üzerine gider. Hükümdarlar ona birşeyler verirlerse alıp geri döner. Kuteybe, hükümdar değildir. Hükümdarlık da talep etmiyor.»

Bu sözleri duyunca Kuteybe, bunların üzerine tekrar yürüdü. Türk hükümdarı Neyzek, aralarında Melik Talikanın da bulunduğu Maveraünnehir hükümdarlarına mektuplar yazdı. Bu, daha önce Ku­teybe ile barış yapmıştı. Barışı bozdu. Diğer hükümdarların da tü­münden yardım istiyerek Kuteybe'nin üzerine yürüdü. Daha önce Kuteybe ile barış antlaşması yapmış olan diğer birçok hükümdar da onun yanına gelip güç birliği yaparak Kuteybe'ye karşı birleşip bir cephe teşkil ettiler ve seneye bahar mevsiminde her birlikte Kutey­be'ye karşı savaş açmak için sözleştiler. Yapılan savaşta Kuteybe, on­lardan gerçekten çok sayıda adam öldürdü. Onlardan dört fersah bo­yundaki bir askeri saffı baştan sona darağacma astı. Bu da onların topluluklarını darmadağın etti.

Bu senede Yezid b. Mühelleb ile kardeşleri Mufaddal ve Abdül-melik, Haccac'ın zindanından kaçarak Süleyman b. Abdülmelik'in ya­nma gidip sığındılar. Süleyman'da onlara, Haccac'a karşı eman verdi. Bunun sebebi şuydu: Haccac, daha önce onlara karşı tedbirler almış, onları büyük cezalara çarptırmış ve onlardan 6.000.000 dirhem para almıştı. Kardeşler arasında işkenceye en çok dayanabilen, Yezid b. Mühelleb'di. Kendisine ne kadar işkence ederlerse etsinler, Yezid'in yine de sesi duyulmuyordu. Bu da Haccac'ı çok öfkelendiriyordu. Ada­mın biri, Haccac'a dedi ki: «Yezid'in bacağında bir ok izi vardır. Okun başlığı onun bacağında kalmıştır. Yarasına birşey isabet edince ken­dini tutamayıp çığlık atıyor...» Bunun üzerine Haccac, Yezid'in baca­ğındaki yaraya dokunulmasını ve işkence edilmesini emretti. Oraya işkence yaptıklarında Yezid, yüksek sesle feryad etmeye başladı. Kız kardeşi ve Haccac'ın karısı Hind binti Mühelleb, kardeşinin çığlığını duyunca ağlamaya başladı. Haccac da onu boşadı. Sonra kardeşleri zindana attırdı.

Bundan sonra Haccac, Kürtler üzerine göndereceği orduyu teşkil etmek için bazı yerlere gitti. Bu kardeşleri de yanına aldı. Gittiği yer­de çevrelerine hendek kazdırdı ve üzerlerine bekçi koydurdu. Gece olunca Yezid b. Mühelleb, bol miktarda yemek yapılmasını ve bekçile­re yedirilmesini emretti, sonra kılık değiştirerek aşçılardan birinin el­bisesini giyindi. Sakalını beyazlattı. Dışarı çıktı. Bekçilerden biri onu görünce: «Bu yürüyüş kadar Yezid b. Mühelleb'in yürüyüşüne benzer başka bir yürüyüş görmedim.» dedi. Sonra durumu tahkik etmek için onu takib etti. Sakalının beyazlığını görünce dönüp ondan vazgeçti. Daha sonra diğer kardeşleri Yezid'in peşine takıldılar. Gemiye binip Şam'a doğru yol aldılar.

Haccac, onların kaçtığını duyunca rahatsız oldu. Onların Hora­san'a gittiklerini sandı. Bunun üzerine Kuteybe b. Müslim'e bir mek­tup yazarak Yezid b. Mühelleb ve kardeşlerinin Horasan'a gittiklerini sandığını, onlara karşı gerekli tedbirleri almasını, her tarafta onları araştırıp gözetmesini ve yakalatmak için sınır boylarındaki vali ve yetkililere de haber göndermesini emretti. Kendisi de mü'minlerin emiri halife Velid'e bir mektup yazarak Yezid ve kardeşlerinin kaçtık­larını ve kanaatınca Horasan'a gittiklerini haber verdi. Haccac, Ye'd'in de İbn Eş'as gibi ona karşı ayaklanmasından ve asker toplama­mdan korktu. Rahibin daha önce kendisine söylediği sözlerin gerçek­leşeceğinden ötürü telaşa kapıldı.

Yezid b. Mühelleb ve kardeşleri Mervan b. Mühelleb'in o gün için kendilerine hazırlamış olduğu atlara bindiler. Kendilerini Beni Kelb kabilesinden Abdülcebbar b. Yezid adındaki kılavuz alıp Semave yo­luna soktu. İki gün sonra Haccac, Yezid'in Şam'a doğru gittiği haberi­ni aldı. Bu durumu bildirmek için Velid'e mektup yazdı.

Yezid, yoluna devam etti. Nihayet Ürdün'e varıp Vüheyb b. Ab-durrahman el-Ezdî'ye konuk oldu. Vüheyb, Süleyman b. Abdülmelik nezdinde kıymetli bir kimse idi. Vüheyb de kalkıp Süleyman b. Ab-dühnelik'e gitti ve ona şöyle dedi: «Yezid b. Mühelleb ile kardeşleri evimdedirler. Haccac'dan kaçıp sana sığınmaya gelmişler.»

Süleyman b. Abdülmelik, Vüheyb'e şöyle dedi: «Git, onları yanı­ma getir. Ben hayatta bulunduğum sürece onlar güven içinde olacak­lardır.»

Vüheyb, gidip onları getirdi ve Süleyman b. Abdülmelik'in evine yerleştirdi. Süleyman da onlara eman verdi ve kardeşi Velid b. Abdül-melik'e şöyle bir mektup gönderdi:

«Ben, Mühelleb ailesine eman verdim. Haccac'ın onlardan alacağı 3.000.000 dirhem de benim yammdadır.»

Velid ona: «Yezid'i bana göndermedikçe vallahi ben ona eman vermeyeceğim.» diye mektup gönderdi. Süleyman da, kardeşi Velid'e şöyle bir mektup gönderdi: «Allah'a yemin ederim ki, ben kendisiyle beraber olmadıkça Yezid'i sana yalnız başına gönderecek değilim. Ey mü'minlerin emiri, Allah aşkına kardeşini rezil rüsvay etme. Verdi­ğim sözü geçersiz kılma, emanımı tasdik et.»

Velid, şu cevabî mektubu gönderdi:

«Hayır, vallahi sen Yezidle birlikte gelmeyeceksin. Sen onu zinci­re vurulmuş bir şekilde bana yalnız olarak gönder.»

Bu karşılıklı yazışmalar üzerine Yezid, Süleyman'a şöyle dedi: «Beni ona yalnız olarak gönder. Benim yüzümden aranızda düşman­lık ve savaş çıkmasını istemiyorum. Beni ona oğlunla birlikte gönder ve ona yapabildiğin kadarıyla yumuşak ifadelerle bir mektup yaz.» Süleyman, Yezid'i oğlu Eyyüb'le birlikte Velid'e gönderdi. Gönderir­ken de oğluna şöyle talimat verdi:

«Koridora girdiğin zaman sen, Yezidle birlikte kendini zincire ^r ve zincire vurulmuş olarak ikiniz Velid'in huzuruna girin.»

Velid, kardeşi oğlu Eyyüb'ün de zincire vurulmuş olduğunu gö­nce: «Vallahi Süleyman'a çok ağır muamele yaptık.» dedL Eyyüb de abasının mektubunu amcası Velid'e verdi ve şöyle dedi:

«Ey mü'minlerin emiri! Canım sana feda olsun, babamın vermiş olduğu himayeyi bozma. Zaten babamın himayesini en çok koruması gereken kişi sensin. Sana olan yakınlığımız vesilesiyle himayemize girerek esenliği ümit eden kimselerinde ümidini kırma. Şu kapının şerefi dolayısıyla her şeyiyle yanımıza gelen ve şeref ümid eden kim­seleri de zelil kılma.»

Velid, daha sonra kardeşi Süleyman'ın gönderdiği mektubu oku­du. Mektupta şunlar yazılıydı:

«İmdi ey mü'minlerin emiri! Allah'a yemin ederim ki, eğer seninle savaşmış düşmanın benden.eman dileyecek olursa ve ben kendisine eman verirsem, sen benim verdiğim emanı geçersiz kılmazsın. Bana sığınan kimseyi de zelil kılmazsın, ben buna inanıyorum ama yine de ben, ancak emir dinleyen ve itaat eden kimseye eman veririm. İslâ­miyet'te kendisi, babası ve aile efradı güzelce sınav vermiş ve güzel bir İslânıî yaşantı sergilemiş olan kimseleri himayeye alırım. Yezid'i sana böylece gönderdim, eğer sen aramızdaki bağlan koparacak, ver­miş olduğum emanı geçersiz kılacak ve bana daha da kötü davrana­cak olursan, şüphesiz ki sen buna muktedirsin. Ama ben, akrabalık bağlarımızı koparmandan, saygınlığımı hiçe saymandan, iyiliğimi ter-ketmenden, istediğim şeye icabet etmemenden ve kardeşlik bağımızı koparmandan seni Allah'a sığındırıyorum.

Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emiri, artık bu dünya da ben ve sen ne kadar yaşayacağımızı bilemiyoruz, ölüm ne zaman iki­mizi birbirimizden ayıracaktır, bunu da bilemiyorum. Allah, senin se­vincini devam ettirsin. Ey mü'minlerin emiri, eğer elinden geliyorsa ecel gelmeden benim kardeşlik hukukumu gözet, hakkımı öde, benim­le kötü geçinmekten uzak durmak istiyorsan bunu yap.

Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emiri, dünyada Allah'a karşı takvalı olmaktan sonra seni memnun edip sevindirmekten beni daha fazla memnun kılacak başka birşey yoktur. Seni memnun et­mek, seni sevindirmek, kendi sevincimden ve memnuniyetimden da­ha çok hoşuma gider. Aramızdaki akrabalık ve kardeşlik bağının kop­mamasını istiyerek Allah'ın hoşnutluğunu talep ediyorum. Ey mü'­minlerin emiri, zaman içinde günlerden bir gün bana saygı göster­mek, bana iyilik yapmak, kardeşlik hakkımı vermek istiyorsan, Ye­zid'i affet. Ondan istediğin her şeye ben kefilim.»

Velid, kardeşinin mektubunu okuyunca: «Süleyman'a ağır mua­melede bulunduk.» dedi. Sonra kardeşi oğlu Eyyüb'ü çağırıp yanma yakın bir yere oturttu. Yezid b. Mühelleb, konuşmaya başladı. Allah'a hamd-ü sena da bulunduktan ve Rasûlüne salat-ü selam getirdikten sonra şöyle dedi:

«Ey mü'minlerin emiri! Sizin belanız bizim yanımızda belaların en güzelidir. Bunu başkaları unutsa da biz unutacak değiliz. Bunu başkaları inkar edecek olursa da biz inkar edecek değiliz. Bizim aile, zin düşmanlarınızın gözlerine vurarak büyük savaşlarda, doğuda ve batı da her yerde düşmanlarınızla savaştı ve sizin itaatmızda bulun­du Bu da bizim için büyük bir minnet ve lütuftur.»

Velid, ona: «Otur» dedi. Yezid oturdu. Velid, ona eman verdi. Ona dokunmayarak Süleyman'a gönderdi. Yezid, Süleyman'ın yanında ra­hatladı, güzel bir hayat yaşadı. Süleyman, ona çeşitli ve iştah verici yemekler hazırlatıyordu. Süleyman'ın yanında itibar sahibi oldu. Sü­leyman'a bir hediye gelirse, mutlaka yarısını Yezid'e gönderiyordu. Yezid b. Mühelleb de ona çeşitli hediye ve armağanlar gönderiyordu. Bu arada Velid de Haccac'a mektup yazarak «Ben, Yezid b. Mühel-leb'e dokunmadım. Aile efradına da karışmadım. O ve aile efradı, kar­deşim Süleyman'ın yanındadırlar. Onlara dokunma.» dedi. Haccac da Mühelleb ailesinden vazgeçti. Onlara dokunmadı. Onlardan istediği paradan da vazgeçti. Öyle ki, Ebu Uyeyne b. Mühelleb'e 1.000.000 dirhem bıraktı. Yezid b. Mühelleb, Haccac'm hicri doksanbeşinci se­nede ölümüne kadar Süleyman b. Abdülmelik'in yanında kalmaya de­vam etti. Sonra Yezid, Irak valiliğine tayin edildi. Nitekim bunu daha önceleri bir rahip ona haber vermişti. [18]

 

Hicretin Doksanıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Tabib Yitazuk

 

Mütehassıs bir hekimdi, tıp ilmine dair tasnif ettiği eserleri var­dı. Haccac nezdinde itibarlı bir kimseydi. Hicretin doksanıncı senesi sınırında Vasıfta vefat etti.

Bu senede Abdurrahman b. Misver b. Muharreme ve Ebu Aliye er-Riyahî ile meşhur yiğitlerden ve bahadırlardan Sinan b. Seleme b. Muhabbak'ta vefat etti. Bu zat, Mekke fethinde Müslüman olmuş, Hind gazasını yürütmüş, uzun bir ömür yaşamıştı. [19]

 

Muhammed B. Yusuf Es-Sakafî

 

Haccac'm kardeşiydi. Yemen valisi idi. Minberde Hz. Ali'ye lanet okurdu. Anlatıldığına göre o, Hz. Ali'ye lanet okuması için Hicr el-Münzirî'ye emir vermiş, Hicr de: «Allah, Ali'ye lanet edene lanet et­sin. Allah'ın laneti, Ali'yi lanetleyen kimsenin üstüne olsun.» demişti. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre o, lanetini gizlermiş. Doğrusunu Allah bilir. [20]

 

Halid B. Yezid B. Muaviye

 

Halid b. Yezid b. Muaviye Ebu Haşim el-Ümevi ed-Dımışkî. Evi Şam'da Darülhicare yanındaydı. Âlim ve şair bir kimseydi. Kimya il­minin bir kısmı ona nisbet edilirdi. Tabiat ilimlerinden de biraz bilir­di. Babasından ve Dıhye el-Kelbî'den hadis rivayet etmiştir. Zührî ile diğerleri de ondan rivayetler de bulunmuşlardır.

Zührî dedi ki: «Halid, bütün bayramlarda, yani cuma, cumartesi ve pazar günlerinde oruç tutardı.» Cuma günleri Müslümanların, cu­martesi günü Yahudilerin, pazar günü de Hristiyanların bayramıdır.

Ebu Zur'a ed-Dımışkî dedi ki: Halid ve kardeşi Muaviye, milletin seçkin ve hayırlı kimselerinden idiler. Halifelik için adı, kardeşi Mua­viye b. Yezid'ten sonra anılmıştır. Mervan'dan sonra veliaht idi, ama yönetimin başına geçme imkanını bulamadı. Mervan, onun annesinin kocası, yani kendisinin üvey babası idi. Halid'in vecizelerinden biri şudur: «En yakın şey eceldir. En uzak şey emeldir. En tehirli şey ameldir.»

Şairin biri onu överek şöyle demişti:

«Cömertliğe ve el açıklığına, siz iki özgürsünüz, dedim. Onlar bana; «Biz köleyiz»- dediler. Ben onlara: «Efendiniz kimdir?» diye sordum. Onlar uzanıp bana: «Efendimiz Halid b. Yezid'dir.» diye cevap verdiler.»

Halid, o şaire 100.000 dirhem verilmesini emretmişti.

Ben derim ki: Ben bu beyitlerin Halid b. Velid (r.a.) hakkında söylendiklerini gördüm. Halid b. Yezid ile Muaviye b. Yezid de bu be­yitlerin Halid b. Velid hakkında söylenmiş olduklarını ifade ettiler. Doğrusunu Allah bilir.

Halid b. Yezid, Humus valisi idi. Humus camiini inşa ettiren de odur. Orada çalışan 400 kölesi vardı. Cami inşaatını tamamlamala­rından sonra onları azad etti.

Halid, Haccac'a öfke duyardı. Haccac'm, Cafer'in kızıyla evlenme­si zamanında Halid b. Yezid, Abdülmelik'e tavsiyede bulunarak bu evliliği bozmasını istemişti. Bunun üzerine Abdülmelik de Haccac'a haber göndererek Cafer'in kızını boşamasını emretmiş, o da bu emre uymuş ve Cafer'in kızını boşamıştı.

Halid b. Yezid vefat edince, Velid onun cenazesine gitmiş ve na­mazını kılmıştı. Halid'in renginin günden güne sarardığı ve bedeni­nin zayıfladığı sırada Abdülmelik, bunun sebebini ona sormuş, ancak cevap vermemişti. Abdülmelik ısrar edince Halid, Mus'ab b. Zübeyr' kız kardeşi Remle'ye aşık olduğunu, bu nedenle renginin sararıp  "cudunun zayıfladığını söylemişti. Bunun üzerine Abdülmelik, ha-^Ur göndererek Remle'yi Halid'e istemişti. Remle de: «Halid, bütün krılarmı boşamadıkça onunla evlenmem.» demiş; Halid de bütün ka-larını boşadıktan sonra Remle ile evlenmiş ve Remle için türkü yak-

Halid, hicretin doksanıncı senesinde vefat etti. Hicretin seksen-dördüncü senesinde vefat ettiğine dair zayıf bir kavil de vardır. Ama ahih kavle göre hicri doksanıncı sene de vefat etmiştir. [21]

 

Abdullah B. Zübeyr B. Süleym

 

Abdullah b. Zübeyr b. Süleym el-Esedî, şair bir zattı. Künyesi Ebu Kesir'di. Ebu Said olduğu da söylenir ki, meşhur olan künyesi budur. Abdullah b. Zübeyr'in yanma ziyarete geldi. Onu övdü, ancak Abdullah, ona birşey vermedi. Vermeyince de: «Beni sana taşıyıp geti­ren deveye Allah lanet etsin.» dedi. İbn Zübeyr de: «Allah, o devenin sahibine de lanet etsin.» diye karşılık verdi. Anlatıldığına göre bu adam, Haccac'ın zamanında vefat etmiştir. [22]

 

Hicretin Doksanbirinci Senesi

 

Bu senenin yaz mevsiminde Mesleme b. Abdülmelik ile kardeşi oğlu Abdülaziz b. Velid, gazaya gittiler.

Mesleme, Türk illerine de gazaya gitti. Nihayet Azerbaycan tara­fındaki Bab'a vardı, çok sayıda şehir ve kaleler fethetti.

Velid, amcası Muhammed b. Mervan'ı Cezire ve Azerbaycan vali­liklerinden azletti, yerine kardeşi Mesleme b. Abdülmelik'i tayin etti.

Musa b. Musayr ise, Mağrib illerine gazaya gitti. Çok sayıda şe­hirler fethetti. Fethettiği yeryerde yaşayan hiçbir kimse yoktu. Ama köşklerin ve evlerin kalıntıları vardı. Orada yaşamış olan insanların nimet ve refah içinde oldukları, alametlerden açıkça anlaşılıyordu. O bölgelerde yaşamış kimseler üzerinde deveran eden bol nimetler var­dı, ama hepsi helak olup gitmişlerdi. Onlardan haber veren de kalma­mıştı.

O senede Kuteybe b. Müslim, daha önce yapmış oldukları barış antlaşmalarım bozan Türk illerinin üzerine yürüdü. Onlarla şiddetli­ce savaştı. Öyle savaşlar cereyan etti ki, çocuklar bile bu savaşın şid­detinden ihtiyarlardı. Çünkü o beldelerin hükümdarları, geçen sene ilkbaharda bir araya gelip birleşik bir cephe teşkil etmek ve Kuteybe ile savaşmak kararını vermişlerdi. Bütün Arapları kendi beldelerin-n k°vmadıkça savaştan kaçmamaya yemin etmişlerdi. Korkunç büyüklükte bir cephe ve büyük bir ordu teşkil ettiler. Hiçbir yerde o ka­dar büyük bir cephe görülmemişti. Ancak Kuteybe, onları büyük bir yenilgiye uğratıp çok sayıda insanı öldürdü. Anlatıldığına göre bazı yerlerde mağlub ettiği askerlerden o kadar adamı darağacına astı ki bunların saflarının uzunluğu dört fersah kadardı. Çok sayıda kafir öl­dürdü.

Daha sonra Türklerin büyük hükümdarı Neyzek Han'ı şehir şehir kovaladı. Nihayet onu, oralardaki bir kalede kuşatma altına aldı. Ku­şatma, peşpeşe iki ay sürdü. Sonunda Neyzek Han'ın yanındaki azık­lar tükendi. O ve beraberindeki askerleri ölümle yüzyüze gelmişlerdi. Kuteybe, onu yerilmiş, güçsüz bırakılmış, ama güven içersinde yanı­na getirecek birini ona gönderdi. Yanma getirildikten sonra Neyzek Han'ı zindana attı. Sonra da bu durumu bir mektupla Haccac'a bildir­di. Kırk gün sonra Haccac'ın gelen cevabî mektubunda Neyzek Han'ın öldürülmesi emrediliyordu. Kuteybe, komutanları toplantıya çağırdı. Onlara bu hususta danıştı. Her biri ayrı birşey söyledi. Kimi onu öl­dür, kimi öldürme, diyordu. Komutanlardan biri, Kuteybe'ye şöyle de­di: «Mağlub ettiğin takdirde Neyzek Han'ı öldüreceğine dair Allah'a söz vermiştin. Allah, bu fırsatı sana verdi, onu Öldür.»

Kuteybe de: «Allah'a yemin ederim ki, eğer sadece üç kelime söy­leyebilecek kadar ömrüm kalmış olsa bile Neyzek'i öldürürüm. Onu öldürün, öldürün!» dedi. Neyzek ve maiyetindeki adamlarından, ko­mutanlarından 700 kişi bir sabahta öldürüldüler. Kuteybe onların mallarını, atlarım, kadınlarım, çocuklarını ve çok sayıda eşyalarını aldı. Bu senede çok şehirler fethetti. Çok hükümdarlıkları kendine bağladı. Mal, kadın, altın ve gümüş kapla dolu çok kaleleri ele geçir­di. Sonra kale ve çiftlikleri içeren, büyük bir şehir olan Talikan üzeri­ne yürüdü. Orayı aldı, ve oraya bir naib tayin etti. Buradan da çeşitli kasaba ve çiftlikleri içeren Faryab iline gitti. Buranın hükümdarı ge­lip Kuteybe'ye teslimiyetini arzetti. Kuteybe de oraya bir naib tayin etti.

Kuteybe, daha sonra Cürcan üzerine yürüdü. Oraya hükümdarı­nın elinden aldı ve bir adamını naib olarak bıraktı. Sonra Belh'e gitti. Şehire girdi. Orada sadece bir gün ikamet etti. Sonra çıkıp Bağlan'da bulunan Neyzek Han üzerine gitti. Neyzek Han, ülkesine giriş yeri olan boğazın ağzında ordugah kurmuştu. Boğazın ağzında Şemsiye adında bir büyük kale vardı. Bu kale, yüksek ve geniş olduğundan ötürü şemsiye adını almıştı. Rü'b ve Semencan hükümdarı Rü'b Han, Kuteybe'nin yanına geldi. Kale girişini ona göstermek şartıyla eman diledi. Kuteybe, ona eman verdi ve onunla birlikte birkaç adamını ka­leye gönderdi. Kaleye geceleyin vardılar. Kapısını açıp içeri girdiler. Kale halkından bir kısmını öldürdüler. Geri kalanlar ise kaçtılar.

Kuteybe, Şi'b'e girdi. Semencan'a gitti. Semencan büyük bir şe­hirdi orada kaldı. Kardeşi Abdurrahman'ı o belde ve şehirlerin hü­kümdarı Neyzek Han'ın peşine büyük bir askeri birlikle gönderdi. Ab-durrahman, Neyzek Han'ın peşisıra Bağlan'a gitti. Orayı kuşatma al­tına aldı. Bu kuşatma iki ay sürdü. Nihayet yanındaki azık tükendi. Kuteybe, Nasih adında bir tercümanı ona göndererek kendisine şu ta­limatı verdi: «Bana Neyzek Han'ı getir. Eğer yanıma döndüğünde o senin beraberinde değilse, boynunu vururum.» Kuteybe, Nasih'le bir­likte bol miktarda gıda maddesi ve hediyeler de gönderdi. Tercüman Nasih, Neyzek Han'ın yanına vardı. Gıda maddelerini ve hediyeleri ona takdim etti. Neyzek Han'ın adamları, bu gıda maddeleri ile hedi­yelerin üzerine atıldılar ve kapışıp götürdüler. Açlıktan bitkin hale gelmişlerdi. Sonra tercüman Nasih, Neyzek Han'a eman verdi ve ca­nının bağışlanacağına yemin etti. Onu alıp Kuteybe'nin yanma getir­di. Beraberinde adamlarından ve aile efradından 700 kişilik bir grup da vardı. Kuteybe, bu şekilde birçok hükümdara eman verdi, canları­nı bağışladı, ülkelerine ve beldelerine hakim oldu. Doğrusunu, nok­sanlıklardan münezzeh olan yüce Alah daha iyi bilir.

Vakidî ve değerleri dediler ki: Bu senede mü'minlerin emin Velid b. Abdülmelik, insanlara haccettirdi. Medine'ye yaklaştığında vali Ömer b. Abdülaziz, şehrin eşrafına emir vererek onu karşılamaya çı­kardı. Velid b. Abdülmelik, kendilerine güleryüz gösterip ihsanda bu­lundu. Sonra da peygamber şehri Medine'ye girdi. Mescid, onun için boşaltıldı. Mescitte Said b. Müseyyeb'ten başka kimse kalmadı. Onu da dışarı çıkarmaya kimse cesaret edememişti. Üzerinde ancak beş dirhem değerinde giysiler vardı. Ona: «Ey ihtiyar, mescitten uzaklaş, çünkü mü'minlerin emiri geliyor.» dediklerinde o: «Vallahi mescitten çıkmam.» dedi. Velid mescide girdi. Dolaşmaya başladı. Mescidin de­ğişik yerlerinde namaz kıldı. Aziz ve Celil olan Allah'a dua etti.

Ömer b. Abdülaziz dedi ki: Said b. Müseyyeb'i görmesinden kork­tuğum için halife Velid'i onun bulunduğu tarafa gitmekten vazgeçir­meye çalıştım, ama istemiyerek onunla karşı karşıya geldi.

- Bu adam kim? Yoksa Said b. Müseyyeb mi? diye sorması üzeri­ne ben:

- Evet, odur ey mü'minlerin emiri, eğer senin geldiğini bilseydi kalkıp sana selam verirdi, dedim. Velid de şöyle dedi:

- Sen onun bize ne kadar öfke duyduğunu biliyorsun.

- Ey mü'minlerin emiri, o şöyledir ve şöyledir.

Böyle diyerek onu övmeye başladım. Velid de onun âlim ve dindar bir kimse olduğunu söyleyerek övmeye başladı. Ben dedim ki:

- Ey mü'minlerin emiri, onun gözleri zayıflamıştır (Böyle diyerek onu görmediğine bir mazeret bulmak istedim.).

— Biz onun yanına gitmeliyiz.

Velid, Said b. Müseyyeb'e doğru gitti. Yanına vardığında selarn verdi. Ancak Said, ona hürmet gösterip ayağa kalkmadı. Velid, ona şöyle sordu:

- Şeyhimiz nasıl?

- İyiyim, Allah'a hamdolsun. Ya mü'minlerin emiri nasıl?

- İyiyim, bir ve tek olan Allah'a hamdolsun.

Böyle dedikten sonra Velid, oradan ayrıldı ve Ömer b. Abdüla-ziz'e:

- Said, insanların fakihidir, dedi. Ömer b. Abdülaziz de:

- Evet, öyledir ey mü'minlerin emiri, diye karşılık verdi. Dediler ki: Velid daha sonra gidip Rasûlullah (s.a.v.)'ın minberine

çıktı. Hutbe irad etti. Birinci hutbede oturdu. İkincide ayağa kalktı. Konuşmasını sürdürdü ve: «Osman da böyle hutbe irad etti.» dedi. Sonra oradan inip gitti. Medinelilere hol miktarda altın ve gümüş da­ğıttı. Sonra Peygamber Mescidi'ne, yanında bulunan Ka'be örtülerin­den bir örtü giydirdi. Bu örtü kaim ipektendi. [23]

 

Hicretin Doksanbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Saib B. Yezid

 

Saib b. Yezid b. Sa'd b. Temame. Yedi yaşında iken babası onu Rasûlullah (s.a.v.)'la birikte haccettirmişti. Buharı, böyle bir rivayette bulunmuştur. Bu nedenle Vakidî şöyle demiştir: «Saib, hicretin üçün­cü senesinde doğdu ve hicretin doksanbirinci senesinde vefat etti.»

Bir başka ravi de: «Saib, hicretin altıncı senesinde doğdu.» demiş­tir. Hicretin seksensekizinci senesinde vefat ettiğine dair zayıf bir ka­vil de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [24]

 

Sehl B. Sa'd Es-Saidî

 

Kadri yüce bir sahabedir. Medinelidir. Rasûlullah (s.a.v.) vefat et­tiğinde o, onbeş yaşındaydı. Haccac tarafından boynuna mühür vuru­lanlardandır. Haccac, ayrıca Enes b. Malik'in ve Cabir b. Abdullah'ın ellerine mühür vurmuştu ki, onları zelil kılsın ve insanlar onların gö­rüşlerine kulak vermesinler.

Vakidî dedi ki: «Sehl b. Sa'd, hicretin doksanbirinci senesinde 100 yaşında iken vefat etti. O, Medine de en son vefat eden sahabedir.»

Muhammed b. Sa'd'ın ifadesine göre bu hususta hiçbir ihtilaf yok-

tur Buharî ile diğerleri dediler ki: «Sehl b. Sa'd, hicretin seksenseki-7İnci senesinde vefat etmiştir.» Doğrusunu Allah bilir. [25]

 

Hicretin Doksanikinci Senesi

 

Bu senede Mesleme ile kardeşi oğlu Ömer b. Velid, Rum illerine za yaptılar. Çok sayıda kaleler fethedip bol

miktarda ganimet ele geçirdiler. Rumlar kaçarak ülkelerinin iç taraflarına gittiler.

Musa b. Nusayr'ın azatlı kölesi Tarık b. Ziyad, 12.000 kişilik bir askeri birlikle Endülüs ülkesine gaza yaptı. Endülüs hükümdarı Azri-kon başında tacı ve saltanat tahtı yanında olmak üzere büyük bir or­du ile onu karşıladı. Tarık, onunla savaşarak bozguna uğrattı. Ordu-gahmdaki eşyaları ganimet edindi. Ganimetler arasında Azrikon'un hükümdarlık tahtı da vardı. Böylece Tarık b. Ziyad, Endülüs ülkesine tümüyle hakim oldu.

Zehebî dedi ki: Tarık b. Ziyad, Tanca valisi idi. Tanca, Mağrib ül­kesinin uç noktasıdır. Tarık, Musa b. Nusayr'ın tayin ettiği bir vali idi. Musa, onun efendisi idi. Yeşilada valisi, Tarık'a mektup yazarak kendi düşmanına karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine Tarık da Septe geçidinden Endülüs'e girdi. Fırsatı değerlendirdi. Çünkü o esnada Franklar, kendi aralarında savaşmaktaydılar. Bu fırsattan yararlanan Tarık, Endülüs ülkesinin derinliklerine girerek Kurtu-ba'yı fethetti. Kurtuba hükümdarı Azrikon'u öldürdü. Fetih müjdesini bir mektupla Musa b. Nusayr'a gönderdi.

Musa, tek başına bu fethi yapmış olmasından ötürü Tarık'ı kıs­kandı. Halife Velid'e bir mektup yazarak fetih müjdesini verdi ve fet­hi kendisinin gerçekleştirmiş olduğunu ifade etti. Ayrıca Tarık'a da bir mektup yazarak kendisinden emir almaksızın Endülüs'e girdiğin­den ötürü onu azarladı ve tehdit etti. Kendisi oraya varıncaya kadar yerinden ayrılmamasını ve ileriye geçmesini emretti. Sonra askerleri­ni yanma alarak Habib b. Ebi Ubeyde el-Fihrî ile birlikte hızla Endü­lüs'e girdi. Senelerce orada kaldı. Birçok şehirleri ele geçirip mal top­layarak fütuhatı genişletti. Adamları öîdürüp kadınları ve çocukları esir aldı. Mücevher, yakut, altun, gümüş paralar, altın ve gümüş kap­lar, ev eşyaları, atlar, katırlar ve diğer malları ganimet edindi. Çok sayıda büyük şehirleri ve mıntıkaları fethetti.

Mesleme ile kardeşi oğlu Ömer b. Velid'in fethettikleri yerler ara­sında Rumeli'deki Sabosna ve Bolga kaleleri vardı. İstanbul boğazına kadar yerleri fethetmişler di.

Bu senede Kuteybe b. Müslim; Soman, Keş ve Nesef i de fethetti, j^aryablılar, şehri ona teslim etmeyip direndiler. O da şehri yaktı. Kardeşi Abdurrahman'ı Suğd eyaletine, Tarhun Han'a gönderdi. Abdurrahman onunla barış yaptı. Tarhun Han da ona çok miktarda mal ve para verdi. Abdurrahman, Buhara'da bulunan kardeşi Kuteybe'nin yanma geldi. Sonra Merv'e döndü. Tarhun Han, Ab durrahman'la ba­rış yaptıktan sonra Suğd halkı toplanıp Tarhun Han'a: «Alçalmış ola­rak geri geldin. Cizye verdin. Sen yaşlı bir adamsın. Artık sana ihti­yacımız yok.» dediler. Sonra onu azledip yerine kardeşi Görek Han'ı kral tayin ettiler. Sonra onlar ayaklanıp barış antlaşmasını bozdular ve ileride de anlatacağımız akıbete maruz kaldılar.

Kuteybe, Sicistan üzerine giderek büyük Türk hakanı Rutbü'i bozguna uğratmak istedi. Rutbil'in mıntıkasında bulunan ilk şehire vardığında elçileri onu karşıladılar. Bol miktarda para vermek şartıy­la ondan barış talebinde bulundular. Ayrıca ona bol miktarda at, köle ve hükümdar kızlarından olan kadınları, yani prensesleride vermeyi taahhüt ettiler. Bunun üzerine Kuteybe, Rutbil ile barış yaptı.

Bu sene Medine valisi Ömer b. Abdülaziz, insanlara haccettirdi. [26]

 

Bu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ebu Said El-Medenî

 

Bu zatın sahabe olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir. Bazı­ları dediler ki: Bu zat, cahiliye döneminde ata binmiş ve Ebu Bekir'i görmüştür.

Muhammed b. Sa'd ise: «Bu zat, Rasûlullah (s.a.v.)'ı görmüş, ama ondan birşey ezberlemiş değildir.» demiştir. İbn Main, Buharı ve Ebu Hatim, bunu inkar ederek: «Bu zatın sahabe olduğuna dair söylenen söz doğru değildir.» demişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu Said el-Medenî, hicretin doksanikinci senesinde vefat etti. Doksanbirinci senede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [27]

 

Tuvays El-Muğnî

 

Asıl adı; İsa b. Abdullah Ebu Abd el-Mün'im el-Medenî1 dir. Beni Mahzum kabilesinin azatlısıdır. Sanatında parlak bir ustaydı. Uzun boylu, şehla gözlü, nahif bedenli bir kimse idi, uğursuzdu. Çünkü o, Rasûlullah (s.a.v.)'ın vefatı gününde doğdu. Hz. Ebu Bekir'in vefat gününde sütten kesildi. Hz. Ömer'in şehit edildiği günde bulûğa erdi. Hz. Osman'ın şehit edildiği günde evlendi. Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'­in öldürüldüğü günde de bir oğlu oldu. Başka bir rivayette de anlatıl­dığına göre Hz. Ali'nin şehit edildiği günde bir oğlu doğmuştur. İbn Hallikan ile diğerleri böyle demişlerdir.

Tuvays, bu senede, sekseniki yaşında Medine'ye iki konaklık me-fede bir yer olan Süveyd kasabasında vefat etti.

Ünlü şair Ahtal da bu senede vefat etti. Ahtal, şiirde akranlarının fevkine çıkmış bir şairdi.

Bu senede vefat edenlerden birisi de Malik b. Evs b. Hidsan en-

Nadrî'dir. [28]

 

Hicretin Doksanüçüncü Senesi

 

Mesleme b. Abdülmelik, Rum illerinde birçok kale fethetti. Fet­hettiği kaleler arasında Hadid, Gazale ve Masse kaleleri de vardı.

Abbas b. Velid, gazaya gitti ve Sumaysat'ı fethetti.

Mervan b. Velid ise, Rum illerine gazaya gitti, Hançere'ye ulaştı.

Harzem Şah, Kuteybe'ye bir mektup yazarak kendi bölgesinde birkaç şehir, bol miktarda para, köle ve kardeşi ile savaşarak onu kendisine teslim etmek şartıyla barış talebinde bulundu. Çünkü kar­deşinin yeryüzünde fesat çıkardığım, insanlara zorbalık ve zulüm yaptığını söyledi. Gerçekten de kardeşi, herhangi bir kimsenin yanın­da mal da, para da, kadın da, çocuk da, binek de, başka birşey de olsa, hoşuna giden güzel birşeyin bulunduğunu duyduğunda o şeyi sahibi­nin elinden mutlaka alırdı.

Kuteybe, Harzem Şah'ın kardeşinin ülkesine büyük bir ordu ile gitti. Allah, ona zafer ihsan etti. O ülkede çok sayıda adamını öldür­dü. Harzemşah'm kardeşini 4.000 kişi ile birlikte esir alıp Harzem-şah'a teslim etti. Ayrıca Kuteybe, emir vererek huzurunda esirlerin boyunlarını vurdurdu. Bir rivayette anlatıldığına göre önünde 1.000, sağında 1.000, solunda 1.000 ve arkasında da 1.000 esir öldürttü ki, böylece düşmanları olan Türkleri ve diğerlerini korkutsun. [29]

 

Semerkand'ın Fethi

 

Kuteybe, bütün işleri sonuçlandırdıktan ve ülkesine dönmeye ka­rar verdikten sonra komutanlardan biri ona: «Suğdlular, bu sene ken­dilerine saldırmayacağından emindirler. Eğer uygun görürsen üzerle­rine bir hamle yap. Onlar farkında değilken bir saldırıda bulun. Eğer böyle yaparsan Suğd'u ele geçirirsin.» dedi. Kuteybe de kendisine bu tavsiyede bulunan komutana: «Bunu herhangi bir kimseye söyledin ™1;>> diye sordu. Komutan: «Hayır.» diye cevap verince Kuteybe ona: ger herhangi bir kimse bunu senden duyacak olursa, senin boynu­nuvururum.» dedi. Sonra kardeşi Abdurrahman b. Müslim'i 20.000 askerle önden Semerkand'a gönderdi. Kendisi de diğer askerlerle oman peşinden gitti.

Kuteybe ordusunun kendileriyle savaşmak üzere gelmekte oldu­ğunu haber alan Türkler, aralarından güçlü, kuvvetli ve iyi savaşan prens ve komutanlardan bir askeri birlik teşkil ederek onlara, gecele­yin Kuteybe'nin üzerine gitmelerini ve Müslüman ordusunu aniden bastırmalarını tenbihlediler. Kuteybe de Türklerin bu yolda hazırlık­lar yaptıklarını duyunca kardeşi Salih'i karşı konulamaz bahadırlar­dan oluşan 600 süvari ile birlikte bir tarafa ayırıp onlara: «Türklerin yolunu tıkayın.» talimatını verdi. Onlar da harekete geçtiler. Yolda üç gruba ayrıldılar. Gece bastırınca karşı taraf farkında olmaksızın bun­lar harekete geçip birbirlerine seslendiler. Müslümanlarla Suğdlar çarpışmaya başladılar. Türklerden çok az sayıda adam kurtulabildi. Müslümanlar, Türklerin çoğunu öldürdüler ve yanlarındaki altın kaplamalı silahları ve diğer eşyaları ganimet edindiler. Savaşanlar­dan bir kısmı diğerlerine dediler ki: «Biliyorsunuz ki, sizler burada prenslerle ve namlı kahramanlarla savaştınız. Bu kahramanlardan her biri 100 veya 1.000 süvariye bedeldi.» Kuteybe, bu savaşçılara ga­nimet edindikleri altın ve silahları bağışladı. Suğd'a yakın büyük bir şehir olan Semerkand'a yaklaştı. Şehrin üzerine mancınıklarla taş at­maya başladı. Savaşı sürdürdü. Asla geri çekilmedi. Beraberinde bu­lunan Buharaiı ve Harezmli askerlere samimi davranıp öğütler verdi. Hep birlikte Suğdlularla şiddetlice savaştılar.

Bu arada Suğd hükümdarı Gorek, Kuteybe'ye haber göndererek: «Sen benim kardeşlerim ve aile efradımı öne sürerek benimle savaşı­yorsun. Arapları karşıma çıkar da öylece savaş.» dedi. Bunun üzerine Kuteybe öfkelendi. Araplarla Acemleri birbirinden ayırdı. Acemlerin bir kenara çekilmelerini emretti. Arapların bahadırlarını öne sürdü ve onlara iyi silahları verdi. Korkakların elindeki silahları aldı. Baha­dır Araplarla birlikte Semerkand'm üzerine yürüdü, şehri mancınık­larla dövdü, surlarda gedikler açtı. Türkler, o gediği çuvallarla tıkadı­lar. Suğdlulardan biri kalkıp gedik başında durdu, Kuteybe'ye sövme­ye başladı. Müslümanlardan biri, ona bir ok attı. Gözünü çıkardı. Ok, onun ensesinden çıkıp gitti. Çok geçmeden o adam öldü. Allah onu kahretsin. Kuteybe de o adamı öldüren askerine 10.000 dirhem verdi. Sonra gece karanlığı bastırdı. Sabah olunca Türklerin üzerine mancı­nıkla taş yağdırmaya başladılar. Surlarda yine bir gedik açıldı. Müs­lümanlar oradan tırmanmaya başladılar. İki taraf birbirlerini ok yağ­muruna tuttu.

Türkler, Kuteybe'ye: «Bugün bizden vazgeç, seninle barış yapa­lım.» dediler. Müslümanlar, savaşı bıraktılar ve ertesi gün Türklerin her sene 2.100.000 dirhem vermeleri ve o sene başında da 30.000 köle vermeleri şartıyla barış yaptılar. Verecekleri köleler arasında yaşı küçük veya çok yaşlı veya kusurlu kimseler olmayacaktı. Başka bir  yete göre ise Türkler, 100.000 köle vereceklerdi. Ayrıca putlarda-ki ziynet eşyaları ve ateş yakılan evlerdeki ziynet eşyalarını Türkler Müslümanlara vereceklerdi. Şehir, savaşçılardan boşaltılacak, Kutey­be orada bir mescit yapacak, mescitte hutbe için bir minber de inşa edilecekti. Türkler, bu şartları kabul ettiler.

Kuteybe, şehire, mescidin inşa edilip minberin yapılmasından sonra 4.000 yiğit askeri ile birlikte girdi. Mescide girip namaz kıldı, hutbe irad etti. Öğle yemeğini yedi. Türklerin putu getirildi. Putun üzerindeki ziynet eşyaları çıkarılıp alındı. Ziynet eşyaları üstüste ko­nulduğunda büyük bir saray gibi oldu. Sonra Kuteybe, bunların yakıl­masını emretti. Türkler ağlamaya, çığlık atmaya başladılar. Mecusi-ler de: «Burada öyle eski putlar vardır ki, bunları yakan mutlaka he­lak olur.» dediler. Sonra hükümdar Gorek Han geldi ve Kuteybe'yi, putu yakmaktan menederek: «Ben sana samimi olarak öğüt veriyo­rum.» dedi. Kuteybe de ayağa kalktı. Elinde bir ateş şulesi vardı. Hü­kümdara ve yanındaki adamlara: «Bu putu ben elimle yakacağım. Ondan sonra bana fırsat vermeden tuzak kurabiliyorsanız kurun.» dedi. Kalktı, Aziz ve Celil olan Allah'a tazimde bulunup tekbir aldı. Ateşi putlar üstüne fırlattı. Putlar yanmaya başladı. Orada geride ka­lan altının miktarı 50.000 miskal idi. Kuteybe'nin elde ettiği ganimet­ler arasında Yezdücürd'ün çocuklarından bir cariye de vardı. Bunu Velid'e hediye etti. Cariye, Velid'in Yezid adındaki çocuğunu doğurdu.

Sonra Kuteybe, Semerkantlıları huzurunda toplantıya çağırdı. Toplanan halka şöyle dedi:

«Barış antlaşmasında bulunan şeylerden fazlasını sizden isteye­cek değilim. Ama burada bizim askerlerimizden bir kısmının ikamet etmesi zorunludur.» Böyle dedikten sonra Gorek Han, Semerkant'tan ayrılıp gitti. Kuteybe de şu ayeti okudu:

«ilk Ad milletini, Semud milletini yok edip geri bırakmayan

O'dur.» (en-Necm, 50-51.)

Daha sonra Kuteybe, Semerkand'tan ayrılıp Merv'e gitti. Semer-kand'da kardeşi Abdullah b. Müslim'i naib olarak bıraktı ve ona şöyle dedi: «Semerkand'a giren her müşrikin elini mühürle ve şehirde an­cak mührünün çamuru kuruyuncaya kadar kalmasına müsaade et. ^ğer elindeki mühür çamuru kurursa onu öldür. Halktan birinin elin-demir veya bıçak görürsen onu, o demir veya bıçakla öldür. Kapıla-n kıutlediğinde şehirde müşriklerden birini görürsen onu da öldür.» fi t   tm hususta şöyle bir şiir söylemiştir (Bu şiirin, Cu-sabilesinden bir adama ait olduğu da söylenir):

«Kuteybe, her gün bir talan yapıyor, Servetlere yeni servetler katıyor.

Bahili olup başına tac geçirildi.

Siyah saçları ağardı, sonunda onunla,

Suğdluların başını döndürdü askerleriyle.

Sonunda Suğdlular, çölde ve açıkta kaldılar.

Çocuklar, babalarını kaybettikleri için ağlarlar.

Muzdarip babalar da çocukları için ağlarlar.

O, her bir beldeye konduğunda veya o beldeye geldiğinde,

Atlıları şehirde yarıklar ve hendekler meydana getirip giderler.»

Bu senede Musa b. Nusayr, Mağrib naibi ve azatlısı Tarık b. Zi-yad'ı Endülüs valiliğinden azletti. Onu Tuleytula şehrine göndermiş­ti. Tarık, şehri fethettiğinde orada Süleyman peygamberin sofrasını bulmuştu. Sofrada cidden çok miktarda altın ve mücevher vardı. Ta­rık, bu sofrayı halife Velid b. Abdülmelik'e göndermişti. Sofra kendisi­ne ulaşmadan Velid vefat etmiş, yerine Süleyman b. Abdülmelik tah­ta geçmişti. Süleyman peygamberin sofrası, Süleyman b. Albülme-lik'in eline geçmişti. Nitekim bunu ileride yeri geldiğinde detaylı ola­rak anlatacağız. Sofrada akılları durduracak şeyler vardı, ondan daha güzel görünümlü birşey görülmemişti.

Musa b. Nusayr, azatlısı Tarık'ın yerine kendi oğlu Abdülaziz'i tayin etmişti.

Musa b. Nusayr'ın, Mağrib ülkesinin çeşitli yerlerine gönderdiği askerleri Endülüs'ün Kurtuba, Tanca ve daha birçok şehirlerini fet-hetmişlerdi. Sonra Musa, bizzat Endülüs'ün batısına gitmiş, Bacaa, Medinetü'l-Beyda, diğer büyük şehirler ve mıntıkaları fethetmişti. Çeşitli askeri birlikleri ve müfrezeleri ülkenin doğusuna ve batısına gönderiyor, bu askerler de Mağrib'i şehir şehir, mıntıka mıntıka fet­hediyor, malları ganimet ediniyor, çocukları ve kadınları esir alıyor­lardı. Musa b. Nusayr, sayılamıyacak kadar çok miktarda mal ve eş­yayı ganimet edinerek geri döndü.

Bu senede Tunus halkı, büyük bir kuraklığa maruz kalmıştı. Cid­di bir kıtlıkla karşı karşıya gelmişlerdi. Musa b. Nusayr, onları yağ­mur duasına götürdü. Sabahtan öğleye kadar durmaksızın dua etti. Kürsüden inmek istediğinde kendisine: «Halifeye dua etmeyecek mi­sin?» diye sorduklarında o: «Burası ona dua etme yeri değildir.» diye cevap verdi. Böyle demesi üzerine Cenâb-ı Allah, onlara bol miktarda yağmur yağdırdı. Durumları iyileşti, ülkeleri verimli oldu.

Ömer b, Abdülaziz, halife Velid'in emri üzerine Abdullah b. Zü-beyr'in oğlu Hübeyb'e elli kırbaç vurdurup soğuk bir kış gününde ba­şına bir kırba soğuk su döktürerek bu haliyle onu mescidin kapısında durdurdu. O zat, aynı gün vefat etti. Allah ona rahmet etsin.

Ömer b. Abdülaziz, Hübeyb'in ölümünden sonra şiddetli bir kor-

kapıldı- Asla güven duymuyordu. Kendisine ahiretle ilgili müjde

İdiğinde: «Bu nasıl olacak ki? Hübeyb, benim yolumda duruyor.» I' ordu Başka bir rivayette de kendisine uhrevi bir müjde verildiğin­di söyle dediği anlatılır: «Öyle aına Hübeyb, yolumda durmasaydı.» Böyle dedikten sonra o, oğlunu kaybetmiş bir kadın gibi ağlayıp fer-d ediyordu. Kendisini övdüklerinde de şöyle derdi: «Hübeyb, Hü-h vb eğer onu öldürme azabından kurtulursam durumum iyileşir.»

Ömer b. Abdülaziz, Hübeyb'i kırbaçlayıncaya kadar Medine vali-1*sinde kaldı. Hübeyb ölünce görevden affını istedi. İstifa etti, o gün­den itibaren korku ve üzüntüye kapıldı. Kendini ibadete verdi, ağla-viD sızlamaya başladı. Hübeyb'i kırbaçlaması bir hata idi, ama bu ha­ta nedeniyle de hayır kazandı. Çünkü Hübeyb'in ölümünden sonra çokça ibadet etmeye, ağlamaya, hüzünlenmeye, korkmaya, insanlara ihsanda bulunmaya, adaletli davranmaya, sadaka vermeye, iyilik yapmaya, köle azad etmeye ve diğer hayırlara yöneldi.

Bu senede Haccac b. Yusuf un amcası oğlu Muhammed b. Kasım, Hindistan'ın Debil ve diğer şehirlerini fethetti. Haccac, onu onyedi ya­şındayken Hindistan'a gazaya göndermişti. O da askerlerinin başında Hindistan'a vardığında hükümdar Dahir'le karşılaşmıştı. Dahir'in or­dusunda yirmiyedi seçkin fil vardı. İki taraf çarpışmaya başladı. Hintlileri hezimete uğrattı. Hükümdar Dahir de kaçıp gitti. Gece ka­ranlığı bastırınca hükümdar Dahir ve beraberinde çok sayıda asker yine dönüp geldiler ve Müslümanlarla şiddetlice savaştılar. Hüküm­dar Dahir ve beraberindeki askerler öldürüldüler. Müslümanlar da bozguna uğrayan Hintlileri kovalamaya başladılar ve onları Öldürdü­ler. Muhammed b. Kasım, daha sonra yoluna devam ederek Keberk ve Berha şehirlerini fethetti. Sayılamıyacak kadar çok sayıda gani­met ve malla geri döndü. Ganimet edindiği mallar arasında altın ve mücevherler de vardı.

Cihad direği, Ümeyye oğulları arasında dimdik duruyordu. Onla­rın cihaddan başka bir işleri yoktu. Böylelikle yeryüzünün batısında, doğusunda, karasında, denizinde İslâm kelimesi yüceldi. Kafirler ve küfür alçaldı. Müşriklerin kalplerine Müslümanlar korku saldılar. Müslümanlar, hangi ülkeye yönelirlerse yönelsinler, orayı mutlaka ele geçiriyorlardı. Savaşta İslâm ordusunda salih, veli, âlim ve büyük tabiiler vardı. Her İslâm ordusunda bunlardan az sayıda bir topluluk vardı ki, Allah, bunlann sayesinde dinini kuvvetlendiriyordu.

Kuteybe b. Müslim, Türk illerinde fütuhat yaptı. Adam öldürdü, esir aldı, ganimet elde etti. Nihayet Çin sınırına ulaştı. Çin hükümda-™a haber göndererek onu İslâm'a davet etti. Hükümdar korktu. Ona Çok miktarda hediye ve armağanlar gönderdi. Kuvvetli ve büyük bir orduya sahip olmakla birlikte Kuteybe'den merhamet diledi. Çünkü o mıntıkaların bütün hükümdarları, korkularından dolayı ona haraç ödüyorlardı. Haccac yaşasaydı, Çin'den geri dönmeyecek, mutlaka orayı ele geçirecek ve Çin hükümdanyla savaşacaktı. Haccac vefat edince, önceki kısımlarda da anlattığımız gibi İslâm ordusu oradan geri döndü. Sonra Kuteybe de bu hadisenin ardı sıra öldürüldü. Müs­lümanlardan biri onu öldürdü.

Mesleme b. Abdülmelik b. Mervan ve mü'minlerin emiri Velid'in oğlu ile diğer kardeşi Rum illerinde Şam askerleri ile fütuhatlarını sürdürüyorlardı. Nihayet Kostantiniyye'ye vardılar. Mesleme, orada bir cami yaptırdı, camide Allah'a ibadet edildi, Frankların yürekleri­ne korku doldu.

Haccac'ın kardeşi oğlu Muhammed b. Kasım, Hind illerini maiye­tindeki Iraklı ve diğer mıntıkaların askerleriyle fethediyordu.

Musa b. Nusayr da Mağrib'te cihad ediyor, mağrib şehirlerini ve mıntıkalarını maiyetindeki Mısırlı ve diğer yerlerden gelen askerle­riyle fethediyordu.

Fethedilen bu mıntıkaların ahalisi, İslâm'a girmiş ve putlara tap­mayı bırakmışlardı. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ömer ile Hz. Osman'ın zamanında sahabeler, bu mıntıkaların çoğunu fet­hetmişler ve şehirlere girmişlerdi. Şam, Mısır, Irak, Yemen, Türkis­tan'ın ön kısımları gibi büyük mıntıkaları fethetmişler; Maveraün-nehr'e ve Mağrib ülkelerinin ve Hindistan'ın da ön kısmına varmış­lardı. Hicretten sonraki ilk asırda cihad bayrağı, Emevi devletinin yı­kılmasına kadar dalgalanmaya devam etti. Abbasilerin hilafeti zama­nında da Mansur ve evladı ile Reşit ve evladı zamanında da cihada devam edildi. Rum illeri, Türkistan ve Hindistan'da fütuhat yapıldı.

Mahmut Sebüktekin ve oğlu, kendi hakimiyetleri dönemlerinde Hindistan'ı fethettiler. Kaçan bazı Emeviler, Mağrib ülkesine yerleş­tiklerinde orada Franklarla cihad ettiler. Sonra cihad ortadan kalkın­ca düşman tekrar buralara döndü ve birçok şehri ele geçirdi. Oralar­da İslâmiyet zayıfladı. Sonra Fatımiler, Mısır ve Şam diyarını istila ettiklerinde İslâmiyet zayıfladı. İslâm'a yardım edenler azaldı. Frank­lar gelip Şam beldelerinin büyük bir kısmını geri aldılar. Ancak bir süre sonra Müslümanlar, Kudüs'ü ve diğer Şam beldelerini tekrar ele geçirdiler. Cenâb-ı Allah, Eyyübileri Nureddin'le hakim kıldı. Eyyübi-ler, buraları tekrar İslâm düşmanlarının ellerinden alıp onları İslâm topraklarından kovdular. Hamd ve minnet Allah'adır. Bütün bunlar, yeri geldiğinde inşaallah açıklanacaktır.

Bu senede Velid, Ömer b. Abdülaziz'i Medine valiliğinden azletti. Bu olayın sebebi şuydu: Ömer b. Abdülaziz, Velid'e bir mektup yaza­rak Iraklıların, Haccac'in zulmü ve zorbalığı altında sıkıntıya düştük­lerini bildirmişti. Bunu duyan Haccac da Velid'e bir mektup yazarak vle demişti: «Ömer b. Abdülaziz, Mekke ve Medine valiliğini yapa-avacak kadar zayıftır. Bu da yönetimi zayıflatır ve gevşetir. Mekke ve Medine'ye otoriter bir vali tayin et.»

Bunun üzerine Velid, Medine'ye Osman b. Hayyan'ı, Mekke'ye de

Halid b. Velid el-Kusarî'yi vali olarak tayin etti. Haccac'ın tavsiyesinierine getirdi. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz, Medine'den şevvalayında çıkıp Süveyda'ya gitti. Osman b. Hayyan da bu senenin şevval ayının bitimine iki gece kala Medine'ye geldi.

Bu senede Abdülaziz b. Velid b. Abdülmelik, insanlara haccettir­di. [30]

 

Hicretin Doksanüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Enes B. Malik

 

Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram b. Cündeb b. Amir b. Ganefn b. Adiy b. Neccar Ebu Hamza. Künyesinin Ebü Süma-me olduğu da söylenir. Ensâr'ın Neccar kabilesi oğullarındandır. Ra-sûlullah (s.a.v.)'ın hizmetkarı ve sahabesidir. Anasının adı, Ümraü Haram Melike binti Melham b. Halid b. Zeyd b. Haram'dır. Annesi, Ebu Talha Zeyd b. Sehl el-Ensârî'nin zevcesi idi.

Enes, Rasûlullah (s.a.v.)'dan çok sayıda hadis rivayet etti. Mühim bilgiler nakletti. Ebu Bekir'den, Ömer'den, Osman'dan, İbn Mesud'-tan ve diğerlerinden hadis rivayet etti. Tabiilerden bir topluluk da on­dan hadis rivayet etti.

Enes dedi ki: «Rasûlullah (s.a.v.), Medine'ye geldiğinde ben on ya­şında idim. O vefat ederken de yirmi yaşında idim.»

Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, Sümame'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Enes'e: "Sen Bedir savaşma katıldın mı?"  diye sorduklarında o:  Bedir savaşına nasıl katılmam, anan ölesice!" diye cevap verdi. , Rasûlullah (s.a.v.)'a hizmetkarlık yaparak Bedir savaşında ha­zır bulundu.»

Şeyhimiz Hafız Ebu'l-Haccac el-Mizzî dedi ki: Savaş tarihçile­rinden hiçbiri, bu hususu kitaplarında rivayet etmediler.

Ben derim ki: Doğrusu şu ki; Enes, Bedir savaşından sonraki sa­vaşlara katılmıştır. Doğrusunu Allah bilir.

" rivayette sabit olduğuna göre annesi (başka bir rivayette anatıldıgına göre ise üvey babası), onu Rasûlullah (s.a.v.)'a getirerek

Şöyle demişti: «Ya Rasûlallah, şu Enes akıllı bir hizmetkardır. Sana

ızmet etsin.» Böyle dedikten sonra Rasûlullah'a onu hibe etmiş, o da

bu hibeyi kabul etmişti. Annesi, Rasûlullah'tan onun için dua etmesi­ni istemiş, Rasûlullah da ona şöyle dua etmişti: «Allah'ım, Enes'in malını ve çocuklarını çoğalt. Onu Cennet'e koy.»

Bir rivayette anlatıldığına göre Enes, bu hususta şöyle demiştir: «Ben ürününü devşirdiğim bir hurma ağacı ile Rasûlullah tarafından künyelendim. Yani bana hurma ağacının babası anlamına gelen "Ebu Nahle" künyesini taktı.»

Hz. Ebu Bekir, sonra Hz. Ömer, Enes'i Bahreyn valiliğine tayin ettiler ve yararlı çalışmalarından ötürü ona teşekkür ettiler. Rasûlul­lah (s.a.v.)'m vefatından sonra Enes, Basra'ya gidip yerleşti. Orada dört evi vardı. Haccac'dan eziyet gördü, bu da İbn Eş'as'ın fitnesi ne­deniyle olmuştu. Haccac, Enes'in bu işte alakası olduğunu ve bu iş için fetva verdiğini sanmış, bu nedenle boynunu mühürlemiş, boynu­na «Bu, Haccac'ın vuracağı bir boyundur.» diye yazmıştı. Önceki kı­sımlarda da anlattığımız gibi Enes, bu durumu Abdülmelik'e şikayet etmiş, o da Haccac'a bir mektup yazarak bu davranışından ötürü onu azarlarnıştı. Haccac, bundan korkarak gidip Enes'le barışmıştı. İdare­si zamanında Enes, Velid b. Abdülmelik'in ziyaretine gitmişti. Bu zi­yaretin hicri doksanikinci senede gerçekleştiği de söylenir. O esnada Velid b. Abdülmelik, Dımışk camiini inşa ettiriyordu.

Mekhul dedi ki: Enes'in Dımışk camiinde dolaşmakta olduğunu görünce kalkıp kendisine cenazeyi yıkayan gassalin abdestinin bozu­lup bozulmadığını sordum. O da bozulmayacağım söyledi.

Evzaî, Abdullah b. Ebi Muhacir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes, Velid'in yanına geldi, Velid ona dedi ki:

- Kıyametle ilgili olarak Rasûlullah (s.a.v.)'dan ne işittin?

- Rasûlullah (s.a.v.)'ın bu hususta şöyle dediğini işittim: Siz ve kıyamet şu ikisi gibisiniz (Rasûlullah, böyle derken işaret parmağıyla orta parmağını bizlere gösterdi.).»

Zührî dedi ki: Dımışk'da Enes b. Malik'in yanına gittim, ağlıyor­du. Niçin ağladığını sorduğumda bana şöyle cevap verdi:

«Rasûlullah'tan ve ashabından sadece şu namazı öğrendim. Ama namaza sizler neler yaptınız neler!»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise şöyle demiştir: «Bu na­maz zayi edildi.» Yani Emevi halifeleri, namazları geniş vakitlerinin sonuna erteliyorlardı. Bu ertelemeyi de âdeta alışkanlık haline getir­mişlerdi. Sadece Ömer b. Abdülaziz, halifeliği zamanında bu alışkan­lığı bozdu ve namazları vakitlerinde kıldı. Nitekim bu husus ileride de anlatılacaktır.

Abd b. Humeyd, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Annem beni çocuk iken Rasûlullah (s.a.v.)'a götürerek şöyle dedi: "Ya Rasû-lallah, küçük hizmetkarın Enes'cik... onun için Allah'a dua et." Rasûlullah da şöyle dua buyurdu: "Allah'ım! Enes'in malını ve çocuklarını çoğalt. Onu Cennet'e koy." Ben bu üç şeyden ikisini gördüm. Üçüncü­sünü de göreceğimi ümit ediyorum.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Enes şöyle demiştir: «Al­lah'a yemin ederim ki, malım gerçekten çoktur. Öyle ki, hurmalıkla­rım ve bağlarım senede iki kez ürün veriyorlar. Çocuklarım ve torun­larına ise yüzü aşmaktadırlar.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Enes şöyle demiştir: «Öz

çocuklarım 106 tanedir.»

Başka bir rivayette de Enes şöyle demiştir: «Kızım Amine bana dedi ki: Haccac'ın gelişi zamanına kadar senin 120 öz çocuğunu def­nettim.»

Bu anlattıklarımızın bir kısmını siret kısmının "Delailü'n-Nübüv-

ve" bölümünün içinde nakletmiştik. Hamd Allah'adır. Sabit, Enes'e şöyle bir soru sormuştu:

- Elin, Rasûlullah'ın eline değdi mi?

- Evet.

- Öyleyse elini ver de öpeyim.

Muhamnıed b. Sa'd, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Sevgilim Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada görmediğim hiçbir gece yok­tur.» Enes böyle dedikten sonra ağlardı.

Muhammed b. Sa'd, Minhal b. Amr'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Enes, Rasûlullah (s.a.v.)'m ayakkabılarını önüne koyar ve ib­riğini taşırdı.»

Ebu Davud, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'la karşılaşıp kendisine: "Ya Rasûlallah, işte

küçük hizmetkarın....." diyeceğimi ümit ediyorum.»

imam Ahmed b. Hanbel, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'dan kıyamet gününde bana şefaatçi olmasını istedim. O da şöyle cevap verdi:

- Bunu yaparım.                                                        

- Ey Allah'ın peygamberi, kıyamet gününde seni nerede araya­yım?

- Beni ilk olarak Sırat köprüsü üzerinde ara.

- Orada seni bulamazsam nerede arayayım?

- Ben mizanın yanında olurum.

- Mizanın yanında da seni bulamazsam nerede arayayım?

- O zaman ben havuzun yanında olurum. Kıyamet gününde bu üç yerden şaşmam.»

Tirmizî de bu hadisi rivayet etmiş ve garip olduğunu söylemiştir.

Şube, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Namaz kılma hususunda Enes b. Malik kadar Rasûlullah'a çok benzeyen başka birini görmedim.»

İbn Şirin dedi ki: «Enes, hazarda ve seferde insanların en güzel namaz kılanı idi.»

Enes dedi ki: «Benden Öğren, ben bunu Rasûlullah'tan dolayısıyla Aziz ve Celil olan Allah'tan Öğrendim. Bu hususta benden daha güve­nilir birini bulamazsın.»

Mutemer b. Süleyman, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İki kıbleye yönelerek namaz kılanlar arasında benden başka kimse hayatta kalmadı.»

Muhammed b. Sa'd, Harirî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Enes, Zat-ı Irk'ta ihrama girdi. İhramdan çıkıncaya dek Allah'ın zikrinden başka birşey söylediğini işitmedik. O, bana dedi ki: «Ey kardeşimin oğlu, ihram işte böyledir.»

Salih b. İbrahim b. Abdirrahman b. Avf dedi ki: «Biz, Peygamber (s.a.v.)'in zevcelerinden birinin evinde sohbet etmekte iken cuma gü­nü Enes yanımıza geldi ve: «Sus» dedi. Namaz kılındıktan sonra da şöyle dedi: «Size susun dediğim için cumamın iptal edilmiş olmasın­dan korkuyorum.»

İbn Ebi'd-Dünya, Sabit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Enes b. Malikle beraberdim. Vekilharç geldi ve şöyle dedi: «Ey Ebu Hamza (Enes'in künyesi, Ebu Hamza idi). Arazimiz susuz kaldı ve kuraklaştı.» Bunun üzerine Enes kalkıp abdest aldı. Çöle gitti, iki rekat namaz kıldı, sonra dua etti. Bulutların gelip üstüste yığıldıkla­rını, sonra yağmur yağdığını gördüm. Öyle ki, yağan yağmur suları­nın her tarafı ve herşeyi doldurduğunu sandım. Yağmur dinince, Enes, aile efradından birini göndererek: «Bak bakalım hele, yağmur suları nereye kadar vardı?» diye talimat verdi. Adam gitti, baktı ve yağmurun onun arazisinin çok az ilerisine kadar yağmış olduğunu gördü.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Muhammed'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Enes, Rasûlullah (s.a.v.)'ın hadisim naklederken korkuya kapılır ve şöyle derdi: Rasûlullah, böyle buyurdu veya buna benzer birşey söyledi.»

Ensârî, Muhammed'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Emirlerden biri, Enes'e ganimet malından bir miktar gönderdi.

Enes: «Bu, beşte birlik paydan mıdır?» diye sorunca: «Hayır» diye ce~

vap verdiler. Enes de o malı kabul etmedi.»

Nadr b. Şeddad, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes hastalandı. Kendisine: «Sana tabip çağırmayalım mı?» diye

sorduklarında Enes: «Tabip beni hastalandırdı.» diye cevap verdi.» Hanbel b. İshak, Ali b. Yezid'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac'la birlikte hükümet konağındaydım. O, İbn Eş'as'ın gece­lerini halka anlatıyordu. O sıralarda Enes b. Malik geldi. Haccac dedi vj- «Ey habis! Sen fitnelerde dolaştın. Bazen Ali'yle, bazen İbn Zü-beyr'le, bazen de İbn Eş'as ile beraber oldun; ama Haccac'ın canı kud­ret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ağacın zamkının ağaçtan koparıldığı gibi seni de kökünden kopartacağım. Kelerin derisinin yü-zülüşü gibi seni de yüzeceğim.»

Enes, ona şöyle sordu:

- Beni mi kastediyorsun ey emir?

- Evet, seni kastediyorum. Allah senin kulağını sağırlaştırdı. Bunun üzerine Enes:

- înnâ lillâh ve innâ ileyhi raciûn, dedi.

Haccac, başka birşeyle meşgul olunca Enes dışarı çıktı. Biz de pe­şine Çakıldık. Düzlüğe kadar gitti ve şöyle dedi: Küçük çocuklarımı hatırjamasaydım ve onlar için endişeye kapılmas aydım hangi şekille öldürülürsem öldürüleyim, öldürülüşüme aldırmazdım ve bu makam­da ona öyle birsöz söylerdim ki, ondan sonra artık Haccac, beni kor­kutamazdı.»

Ebu Bekir b. Ayyaş'ın anlattığına göre Enes, Abdülmelik'e mek­tup yazarak Haccac'ı şikayet etmiş ve mektubunda şöyle demişti: «Al­lah'a yemin ederim ki Yahudiler ve Hristiyanlar, peygamberlerinin hizmetçilerini de görselerdi, onlara ikramda bulunurlardı. Ben, Rasû­lullah (s.a.v.)'a on sene müddetle hizmet ettim.» Bunun üzerine Ab-dülmelik, Haccac'a çok ağır ifadeler içeren bir mektup gönderdi. Mek­tubunda şöyle dedi: «Bu mektubum sana geldiğinde Ebu Hamza'nın (yani Enes'in) yanına git, gönlünü al, elini ve ayağını öp; yoksa haket-tiğin cezayı sana veririm.»

Abdülmelik'in şiddet ve tehdit içeren mektubu Haccac'a ulaştığın­da o, kalkıp Enes'in yanına gitmek istedi. Ancak mektubu ona getiren ismail b. Abdullah b. Ebi'l-Muhacir, Enes'in yanma gitmemesini tav­siye etti. Sonra Enes'e giderek aceleyle Haccac'ın yanma gitmesini ve Haccac'la barışmasını tavsiye etti. İsmail, Haccac'ın dostuydu. Bu tavsiye üzerine Enes kalkıp yanma gittiğinde Haccac, onu kapıda karşıladı ve şöyle dedi: «Ben sana, "Seni kastediyorum, dinle." derken başkalarının itiraz etmesine ve bana karşı konuşmasına fırsat verme-

k için böyle demiştim. Yoksa başka bir maksadım yoktu.»

ibn Kuteybe dedi ki: Enes'e ağır sözler sarfedişinden ötürü Ab-l, Haccac'a şu ağır ifadeler içeren bir mektup gönderdi: «Ey cinsel ilişki esnasında ferci daralan kadının oğlu! Sana öyle bir tekme vürurunı ki, o tekme ile Cehennem ateşine uçarsın. Ey yarasa gözlü a am! Allah seni kahretsin! Ey kara ve çarpık bacaklı adam, kendine gel!»                  ,

Ahmed b. Salih el-İclî dedi ki: «Sahabelerden sadece iki kişinin hastalığa mübtela olduklarını gördüm. Bunlardan biri Muaykıb'dı... cüzzam hastalığına yakalanmıştı. Diğeri de Enes b. Malik'ti... vücu­dunda alacalık vardı.»

Humeydî, Ebu Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes'in yemek yediğini gördüm. Lokmaları büyük büyük ağzına alıyordu. Vücudunda şiddetli bir alacalık gördüm.»

Ebu Ya'lâ, Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes, oruç tutamayacak kadar zayıfladı. Yemek yaptırdı, otuz düşkünü davet etti. Onlara yemek yedirdi.»

Şu'be, Musa es-Sümbülavî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Enes'e şöyle sordum:

- Sen, Rasûlullah (s.a.v.)'m hayatta kalan en son sahabesi misin?

- Bedevilerden bir topluluk kaldı, bana gelince ben de Rasûlul-lah'ın hayatta kalan en son sahabesiyim.»

Hastalığı zamanında Enes'e sordular:

- Sana tabip çağıralım mı?

- Beni tabip hastalandırdı.

Sonra da şöyle demeye başladı: «Bana "Lâ ilahe illallah" kelimesi­ni telkin edin.» Can çekişirken kendisine bu kelime telkin edildi. Ve­fat edinceye kadar: "Lâ ilahe illallah" kelimesini tekrarladı. Yanında Rasûlullah (s.a.v.)'m küçük bir sopası vardı. Bu sopanın da kendisiyle birlikte mezara defnedilmesini vasiyet etti. Bu vasiyeti yerine getiril­di.

Ömer b. Sebbe ile başkalarının ifadesine göre Enes b. Malik, 107 yaşında vefat etmiştir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Humeyd'den rivayet etti ki; Enes, dok-sandört sene yaşamıştır. Vakidî'nin ifadesine göre Enes, Basra'da ve­fat eden son sahabedir. Ali b. el-Medinî ile Fellas ve birden fazla ravi böyle demişlerdir. Tarihçiler, onun hangi senede vefat ettiği hususun­da ihtilaf etmişlerdir. Kimine göre doksanıncı hicri senede, kimine gö­re doksanbirinci hicri senede, kimine göre doksanikinci hicri senede, kimine göre de doksanüçüncü hicri senede vefat etmiştir ki, meşhur olan ve cumhur-u ulemanın da üzerinde ittifak ettikleri tarih budur. Doğrusunu Allah bilir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Naim'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Enes b. Malik ile Cabir b. Zeyd, hicretin doksanüçüncü senesin' de aynı cumada vefat ettiler.»

Katade dedi ki: Enes vefat ettiği zaman Müerrik el-İclî: «Bugün ilmin yarısı gitti.» dedi. Kendisine: "Bu nasıl oluyor, ey Ebu Mute-mer?" diye sorduklarında Müerrik, şu cevabı verdi: «Heva ve heves hibi bjr kimse, Rasûlullah'tan nakledilen bir hadis hususunda bize muhalefet ettiği zaman biz ona, Enes'i kastederek şöyle diyorduk: «Gelin bunu Rasûlullah'tan işiten adamın yanına gidelim.» [31]

 

Ömer B. Abdullah B. Ebi Rebia

 

Ömer b. Abdullah b. Ebi Rebia b, Muğire b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum. Meşhur şairdir. Anlatıldığına göre o, Hz. Ömer'in vefat etti-, ği günde doğmuş, Hz. Osman'ın vefat ettiği günde sünnet olmuş, Hz. Alinin vefat ettiği günde evlenmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Güzel ve beliğ gazeller okumakla meşhurdu. Süreyya binti Ali b. Abdiîlah el-Ümeviyye adındaki bir kadın hakkında gazeller okurdu. Süreyya, Sehl b. Abdürrahman b. Avf ez-Zührî ile evlenmişti. Ömer b. Ebi Rebia, bu hususta şöyle bir şiir söylemişti:

«Ey Süreyya ile evlenen Süheyl,

Allah sana uzun ömür versin,

Süheyl yıldızı ile Süreyya yıldızı nasıl bir araya gelecek?

Süreyya yıldızı yükseldiğinde Şam tarafında görünür.

Süheyl yıldızı ise yükseldiğinde Yemen tarafında görünür.»

Ömer b. Abdullah'ın güzel şiirlerinden biri de İbn Hallikan tara­fından nakledilen şu şiirdir:

«Sevgililerden bir hayal bizi ziyaret edip yaşattı, uykuyu kaçırıp dağıttıktan sonra,

Uyku halinde gece karanlığından sonra gizlice geldi, gündüzleyin ziyaret etmedi de geceleyin geldi.

Dedim ki; bize ne olmuş, bu ne cefadır?

Oysa bundan önce biz senin gözün ve kulağındık.

Dedi ki: Evet, bizler senin dediğin gibiyiz, ama ziynetler sahiple­rini utanmaz kıldılar.» [32]

 

Bilal B. Ebi'd-Derda

 

Şam valiliğine tayin edildi. Sonra oranın kadılığını yürüttü. Daha sonra Abdülmelik, onu bu görevden azlederek yerine Ebu İdris el-Ho-

lanî'yi tayin etti.

Bilal, güzel yaşantısı olan, çok ibadet eden bir kimseydi. Doğrusu Şu ki, Babüssagir'de bulunan ve Bilal'in mezarı denilen mezar, bu za­tın mezarıdır. Yoksa Rasûlullah (s.a.v.)'m müezzini Bilal b. Hamma-me nin niezarı değildir. Çünkü o, Dariya'ya defnedilmiş ti. [33]

 

Bişr B. Said  

 

Müzen kabilesinden olup lider pozisyonunda, âbid ve fakih bir kimseydi. Kendini ibadete adamış meşhur zahidlerdendi. Medine'de vefat etti. [34]

 

Zürareb.Evfa

 

Zürare b. Evfa b. Hacip el-Amirî. Basra kadısıydı. Basra'nın bü­yük âlimlerinden ve salih insanlarındandı. Çok hadis rivayet etmiş­tir. Bir defasında sabah namazını kıldırırken Müddessir sûresini oku­muş ve: «Sûra üflendiği vakit...» ayetine vardığında yere düşüp öl­müştü. Yetmiş yaşında Basra'da vefat etti. [35]

 

Hübeyb B. Abdullah

 

Bu zat, Abdullah b. Zübeyr'in oğluydu. Halife Velid'in emri üzeri­ne Ömer b. Abdülaziz, onu kırbaçlamış ve bu nedenle vefat etmişti. Bu olaydan birkaç gün sonra da Ömer b. Abdülaziz, Medine valiliğin­den azledilmişti. Ömer, Hübeyb'i kırbaçladığından ötürü üzülüyor ve ağlıyordu. Hübeyb, Medine'de vefat etti. [36]

 

Hafsb.Asım

 

Hafs b. Asım b. Ömer b. Hattab el-Medenî, çok hadis rivayet et­miştir. Salih insanlardandı. Medine de vefat etti. [37]

 

Said B. Abdurrahman

 

Said b. Abdurrahman b. Attab b. Üseyd el-Ümevî, Basra eşrafın-dandı. Cömert ve övgüye layık bir kimseydi, Âlicenâblıkla nitelenen kimselerdendi. Anlatıldığına göre o, şairlerden birine 30.000 dirhem vermişti. [38]

 

Ferve B. Mücahid

 

Bu zatın abdallardan olduğu söylenir. Bir gazvede beraberindeki toplulukla birlikte esir düşmüştü. Onu ve arkadaşlarını hükümdara götürdüklerinde hükümdar zincire vurulmalarını, bir yerde tutuklan­malarını ve sabaha dek sıkı şekilde gözaltında tutulmalarını emret­mişti. Sabah olunca onlar hakkında kararını verecekti.

Ferve, arkadaşlarına: «Memleketimize gitmeye var mısınız?» diye sorunca arkadaşları dediler ki: «Ne halde bulunduğumuzu ve nasıl bir sıkıntı içinde olduğumuzu görmüyor musun?» Bunun üzerine Ferve, arkadaşlarının zincir ve prangalarına elini sürdü. Zincirler ve pran­galar çözüldü. Sonra zindanın kapısına geldi, elini kapıya vurunca kapı açıldı. Hep birlikte zindandan çıkıp memleketlerine doğru yola çıktılar. İslâm ordusu varmadan Önce kendileri memlekete vardılar. [39]

 

Ebu Şa'sa Cafer B. Zeyd

 

Ebu Şa'sa, üç şeyde pazarlık yapmazdı. Mekke'ye yük ve yolcu ge­tirmek için ücret pazarlığı yapmazdı. Azad etmek için satın alacağı köleyi satın alırken sahibiyle pazarlık etmezdi. Kurbanlık hayvan sa­tın alırken de pazarlık etmezdi ve şöyle derdi: «Kendisiyle Allah'a yaklaşılacak ve sevab kazanılacak birşeyde pazarlık yapılmaz.»

İbn Şirin dedi ki: «Ebu Şa'sa, dinar ve dirhemler yanında Müslü­man bir kimseydi.»

Ben de derim ki: Ebu Şa'sa, şu şiirde anlatılan vasıflara sahip bir

kimseydi:  

«Ben gördüm, siz bundan başka birşeyi zannetmeyin ki, takva şu dirhemler yanındadır.

Eğer dirheme sahib olursan, sonra da onu umursamayıp bırakır­san,

Bil ki sen tam bir Müslümanın takvasına sahipsin.»

Ebu Şa'sa dedi ki: «Bir yetime veya miskine bir dirhemi sadaka olarak vermek, benim için farz olan İslâm haccından sonra yapılacak olan nafile hacdan daha sevimlidir.»

Ebu Şa'sa, kendisine ilim verilen kimselerdendi. Basra'da fetva verirdi. Cabir b. Abdullah gibi bir sahabeye Basrahlar, fikhî bir mese­le sorduklarında o: «Aranızda Ebu Şa'sa gibi biri varken bu meseleyi bize nasıl sorarsınız?» derdi.

Cabir b. Abdullah, Ebu Şa'sa'ya şöyle demişti: «Ey İbn Zeyd! Sen Basra fıkıhçılanndansm ve senden fetva sorulacaktır. Sorulduğunda ancak konuşulan bir Kur'ân ayeti veya tatbik edilen bir sünnet ile fet­va ver. Bunu yaparsan ne âlâ, aksi takdirde hem kendini, hem de sa­na fetva soranları mahvedersin.»

Amr b. Dinar dedi ki: «Cabir b. Zeyd (Ebu Şa'sa)'ten daha iyi fet­va veren ve fetvayı daha iyi bilen başka kimse görmedim.»

lyaz b. Muaviye dedi ki: «Basralılara gittim. Müftüleri Ummanlı

ir b. Zeyd (Ebu Şa'sa) idi.»

K, Ebu Şa'sa'nm defnedildiği günde: «Bugün yeryüzünün en âlim adamı defnedildi.» dedi.

Süfyan b. Uyeyne, Ebu Şa'sa'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hakem b. Eyyüb, aralarında benim de bulunduğum birkaç kişiyi ka­dılığa tayin etti. Eğer ben bu kadılık işinde yalnış bir iş yapacak ol­sam, bineğime biner ve yeryüzünden kaçıp giderim.»

Ebu Şa'sa şöyle demiştir: «İyilik amellerine baktım, namazın be­deni yorduğunu, ama malı tüketmediğini gördüm. Oruç da böyledir. Hacca gelince o, hem malı hem de bedeni yorup tüketir. Böyle olunca haccm, namazdan da oruçtan da daha faziletli olduğunu gördüm.»

Ebu Şa'sa, bir defasında bir bahçeden bir avuç toprak aldı. Sabah olunca o toprağı tekrar aynı bahçeye attı. Bahçe sahipleri dediler ki: «Eğer Ebu Şa'sa, buradan her geçtiğinde bir avuç toprak alsa bahçede toprak kalmaz.»

Ebu Şa'sa dedi ki: Cuma günü mescide geldiğinde dur ve şöyle de: «Allah'ım, bugün beni sana yönelenler arasında en iyi yönelen bir kimse kıl. Sana yaklaşmak isteyenlerinde en iyi yaklaşanı kıl. Sana dua edip yönelenler arasında en başarılı kıl.»

Seyyar, Haccac b. Ebi Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Cabir b. Zeyd (Ebu Şa'sa), bizim namazgahımıza gelirdi. Yine bir gün geldiğinde ayaklarında eski ayakkabıları vardı, şöyle dedi: «Öm­rümün altmış senesi geçti, yapmış olduğum hayırlar dışında şu eski ayakkabılarım, geçmiş ömrümden daha çok hoşuma gidiyor.»

Salih ed-Dehhan dedi ki: «Cabir b. Zeyd'in eline hileli bir para geçtiğinde, başka bir Müslüman o parayla aldatılmasın, diye kırıp ye­re atardı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Malik b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Cabir b. Zeyd, yanıma geldi. O sırada ben Mushaf yazıyordum. Ona dedim ki:

- Ey Ebu Şa'sa, (Cabir b. Zeyd'in künyesi Ebu Şa'sa idi) şu yaptı­ğım işe ne dersin?

- Evet, senin bu yaptığın iyi bir iştir. Allah'ın kitabını bir yaprak­tan bir yaprağa, bir ayetten başka bir ayete, bir kelimeden başka bir kelimeye naklediyorsun. Bu helaldir ve bunda herhangi bir sakınca yoktur.»

Malik b. Dinar dedi ki: «Ebu Şa'sa'ya şu ayet-i kerimeyi sordum: "O takdirde sana, hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdlk.» (el-İsrâ, 75.)

Bu sorum üzerine Ebu Şa'sa şöyle dedi: «Dünya azabının kat ka­tını ve ahiret azabının kat katını sana tattırırdık.» «Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın.»

Süfyan, Ebu Umeyr Haris b. Ümeyr'in şöyle dediğini rivayet etmistir:

«Vefatı esnasında Ebu Şa'sa'ya sordular:

- Ne arzu ediyorsun, ne istiyorsun?

- Hasanı görmek istiyorum.»

Sabit'ten gelen bir rivayette de şöyle denilmektedir: «Ebu Şa'sa'­nın hastalığı ağırlaştığında kendisine neyi arzuladığını sordular, O da Hasan'ı görmek istediğini söyledi. Bunun üzerine ben, Hasan'm vanına gittim, durumu ona anlattım. O da bineğine binip geldi. Ebu «a'sa'nın odasına girdiğinde o, ailesine: «Beni oturtun.» dedi, oturun­ca şöyle demeye başladı: Ateşten ve kötü hesaptan Allah'a sığınırım.»

Hammad b. Zeyd, Haccac b. Ebi Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet

etmiştir:

«Ebu Şa'sa'yı, kadınların en güzellerinden biri olan Hind binti

Mühelleb b. Ebi Süfra'nm yanında anlatırken, onun İbazi (Harici) ol­duğunu söylediler. Hind de şöyle cevap verdi: «Ebu Şa'sa, insanlar arasında bana ve anneme en yakın olan kimseydi. Onun böyle biri ol­duğunu zannetmiyorum. Beni yüce Allah'a yaklaştıracak her neyi bi­liyorsa mutlaka bana söyler, o şeyi yapmamı emrederdi. Beni yüce Al­lah'tan uzaklaştıracak her neyi biliyorsa, beni o şeyi yapmaktan me-nederdi. Beni, İbaziliğe (Hariciliğe) asla davet etmedi ve öyle olmamı da emretmedi. O, bana başörtümü nereye kadar sarkıtacağımı emre­derdi.» Böyle derken de Hind, elini alnının üzerine koydu.

Ebu Şa'sa, bir sahabe cemaatından hadis rivayet etmişti. Hadis rivayetlerinin çoğu, İbn Ömer ile İbn Abbas'tan gelmiştir. [40]

 

Hicretin Doksandördüncü Senesi

 

Bu senede Abbas b. Velid, Rum diyarına gaza yaptı. Bir rivayette anlatıldığına göre o, bu senede Antakya'yı fethetmiştir. Kardeşi Ab-dülaziz b. Velid de gaza yaptı. Gazale mıntıkasına vardı. Velid b. Hi-şam el-Muaytî de Burculhamanı mıntıkasına kadar eritti. Yezid b. Ebi *vebşe ise, Suriye'ye kadar uzandı. O zaman Suriye'nin Şam şehrinde deprem oldu.

Mesleme b. Abdülnıelik, Bizans'ın Şendere şehrini fethetti.

Cenâb-ı Allah, Velid b. Abdülmelik'in evladına, yakınlarına ve ko­mutanlarına tıpkı Hz. Ömer zamanındaki fetihlere benzer fetihler yapmayı nasip etti.

Kasını b.'Muhammed es-Sakafî, Hindistan'ı fethederek sayılamı-yacak ve nitelenemiyecek derecede bol ve misli görülmemiş malları ganımet eajndi Hindistan gazası ile ilgili olarak Hafız îbn Asakir ile yerlerinin naklettikleri bir hadis varid olmuştur.

Kuteybe b. Müslim, Şas ve Fergana'ya gazaya giti. Suğd ve Semerkand fetihlerini tamamladıktan sonra Fergana'ya bağlı Hocend ve Kaşan'a kadar uzandı. Buraları da fethettikten sonra Kabil'e var­dı, orayı kuşatma altına alarak burasını fethetti. Burada çok sayıda müşrik Türkle karşılaştı. Hocend şehri yanında bunlarla savaştı ve muzaffer oldu. Beldelerini ellerinden aldı, bir kısmını öldürdü, diğer­lerini tutsak etti. Çok miktarda malı ganimet edindi.

İbn Cerir dedi ki: Sohban-ı Vail, Kuteybe b. Müslim'in Çin'e ya­kın Hocend'te Türklerle yapmış olduğu savaşla ilgili olarak şu beyit­leri söyledi:

"Hocend'de keskin mızraklar altında kalan atlılara sor,

Onlar dağılınca toplayıp savaş için ileri mi gidiyordum,

Yoksa karşı gelenin tepesine vurup,

Mızraklara karşı mı direniyordum?

Bu böyledir ve sen ki, Kays'ın efendisisin.

Onlar da zaten büyük pay alırlar.

Cömertlikte onlardan üstünsün.                               

Senin onlar hakkındaki hükmünün,

Adaleti her durumda ortadadır.

Yiğitliğiniz tamamdır sizin,

Üstünlüğünüzle dağların zirvesi ile yarıştınız."

İbn Cerir, Sohban-ı Vail'in bu savaşla ilgili şiirini böyle naklet­miş tir.

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi "Munazzam" adlı eserinde İbn Cevzî, Sohban-ı Vail'in Muaviye b. Ebi Süfyan'm halifeliği döne­minde hicretin ellinci senesinde vefat ettiğini söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir. [41]

 

Saîd B. Cübeyrin Öldürülmesi

 

İbn Cerir dedi ki: "Haccac b. Yusuf, bu senede Said b. Cübeyr'i öl­dürdü. Bunun sebebi de şuydu: Haccac, daha önce Said'i, Türk hü­kümdarı Rutbil ile savaşması için İbn Eş'as'la birlikte gönderirken or­dunun masraflarından sorumlu kılmıştı. İbn Eş'as, Haccac'a karşı ayaklanınca Said b. Cübeyr de bu ayaklanmaya katıldı. Haccac, İbn Eş'as'ı ve adamlarını mağlub edince Said b. Cübeyr, İsbahan'a kaçtı. Haccac da İsbahan naibine mektup yazarak Said'i kendisine gönder­mesini istedi. Said, bunu duyunca İsbahan'dan da kaçıp Mekke'ye git­ti. Her sene Mekke'de hac ve umre yapıyordu. Halid b. Abdullah el-Kusarî'nin Mekke valiliğine atanmasına kadar orada kaldı. O zaman bazı kimseler Said'e, Mekke'den de kaçıp gitmesini tavsiye ettiler. Said ise: "Bu kadar kaçtığımdan ötürü Allah'tan utanıyorum. O'nun ka­derinden nereye kaçacağım?" dedi.

Ömer b. Abdülaziz'in yerine Medine valiliğine atanan Osman b. Havyan, İbn Eş'as'm Medine'deki Iraklı adamlarını zincire vurarak Haccac'a göndermeye başladı. Halid b. Velid el-Kusarî de ondan bu durumu öğrenerek Mekke'de bulunan İbn Eş'as'ın adamlarım belirle­meye başladı. Said b. Cübeyr, Ata b. Ebi Rebah, Mücahid b. Cebr, Amr b. Dinar ve Talk b. Habib'i belirledi.

Anlatıldığına göre Haccac, Halid b. Velid'e haber göndererek Mekke'deki asilerin kimler olduğunu kendisine bildirmesini istedi. Halid de bunları Haccac'a göndermeye karar verdi. Sonra Mekkeli ol­duklarından Ötürü Ata ile Amr b. Dinar'ı affetti, diğer üç kişiyi Hac­cac'a gönderdi. Talk, Haccac'a ulaşmadan yolda öldü. Mücahid'e ge­lince o, hapsedildi. Haccac'm ölümüne kadar hapiste kaldı. Said b. Cübeyr'e gelince o, huzuruna götürüldüğünde Haccac, ona şöyle dedi:

- Ey Said, seni emanetime ortak etmedimmi? -Evet.

- Seni vazifeye tayin edip yetkili bir kişi kılmadım mı? -Evet.

- Böyle yapmadım mı?

- Evet.

Haccac, her ne dediyse Said, ona: "Evet" diye karşılık verdi. Öyle ki orada bulunan kimseler, Haccac'ın onu serbest bırakacağını zan­nettiler. Nihayet Haccac, ona şöyle sordu:

- Mü'minlerin emirine yaptığın bey'atı bozup bana karşı ayaklan­maya seni iten sebep neydi?

- Doğrusu İbn Eş'as, bu hususta benden söz ve bey'at aldı, böyle yapmamı ısrarla istedi.

Bunun üzerine Haccac, şiddetle öfkelendi. Öyle ki, abasının ucu omuzundan yere düştü ve Said'e şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana! Ben Mekke'ye gelip İbn Zübeyr'i öldürdü­ğümde Mekkelilerden bey'at almadım mı? Senden de mü'minlerin emıri Abdülmelik'e bağlılık göstereceğine dair bey'at almadım mı?

- Evet.

- Sonra Irak'a vali olarak geldim. Mü'minlerin emiri için bey'atı yeniledim. Senden de yine onun için ikinci kez bey'at almadım mı?

- Evet.

- Mü'minlerin emirine yapmış olduğun o iki bey'atı bozdun ve do­kumacının oğlunun bir bey'atma vefa gösterdin. Öyle mi? Ey muha­liŞUnun bovnunu vurun.

Muhafızlar, Said'in boynunu vurdular. Başı yere düştü. Başında uçuk bir beyaz takke vardı."

Vakidî de buna benzer bir rivayet nakletmektedir. Bu rivayette anlatıldığına göre Haccac, Said'e şöyle sormuş:

- Sana 100.000 dirhem vermedim mi? -Evet.

- Sana şöyle yapmadım mı?

- Evet.

- Sana böyle yapmadım mı? -Evet...

İbn Cerir dedi ki: "Haccac, Said b. Cübeyr'i öldürünce başı yere düştü. Üç kez "La ilahe illallah" dedi. Birincisini açık seçik söyledi. Diğer ikisini ise, birincisi kadar açık ve seçik söyleyemedi."

Ebu Bekir el-Bahilî, Enes b. Ebi Şeyh'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Said b. Cübeyr, huzuruna getirildiğinde Haccac şöyle dedi: "Al­lah, Hristiyamn oğlu Halid el-Kusarî'ye lanet etsin. Mekke'de bulu­nanları bana gönderen odur. Ben bunun Mekke'deki evini bilmiyor muydum? Allah'a yemin ederim ki, bunun Mekke'de içinde oturduğu odayı da biliyordum."

Böyle dedikten sonra Said'e yönelip şöyle dedi:

- Ey Said! Seni bana karşı isyana sürükleyen sebep neydi?

- Allah emiri ıslah etsin, ben Müslümanlardan bir adamım, ba­zen hata eder, bazen isabet ederim.

Said'in böyle demesi üzerine Haccac, rahatladı ve yüzünün rengi açıldı. Said'in probleminden kurtulmayı ümid etti, sonra tekrar dö­nüp Said'e birşey sordu. Said de şöyle cevap verdi:

- Ben boynumdaki bir bey'atın gereğinden ötürü sana karşı isyan ettim.

Said'in bu cevabı üzerine Haccac Öfkelendi ve bu nedenle Said'i öldürdü.»

Attab b. Bişr, Salim el-Eftas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Said b. Cübeyr'i Haccac'm yanına götürdüler. O esnada Haccac, bineğine binmek üzereydi. Ayaklarından birini üzengiye koymuştu. Şöyle dedi: "Vallahi, senin Cehennem'deki yerini hazırlamadıkça bi­neğime binmeyeceğim, şunun boynunu vurun." Böyle demesi üzerine Said'in boynunu vurdular.

Fakat bundan sonra Haccac, aklını oynattı. "Zincirlerimiz, zincir­lerimiz." demeye başladı. Adamları, onun Said'i bağladığı zincirleri is­tediğini sanarak gidip Said'in ayaklarmdaki zincirleri çıkarmak için ayaklarını bacaklarının ortasından kesip zincirleri çıkarıp aldılar ve Haccac'a getirdiler.»

Muhammed b. Ebi Hatim, Abdülmelik b. Abdullah b. Habbab'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Said b. Cübeyr'i, Haccac'ın yanına götürdüler. Haccac, ona şöyle

sordu:

- Sen Mus'ab b. Zübeyr e mektup yazdın mı?

- Evet yazdım.

- Vallahi öyleyse seni öldüreceğim.

- Öyleyse ben de annemin beni adlandırdığı gibi mutlu (Said) ola­cağım.

Bunun üzerine Haccac, onu Öldürdü ve kırk gün geçmeden Hac­cac aklını oynattı. Rüyasında Said'in gelip yakasından tuttuğunu ve ona: "Ey Allah'ın düşmanı, beni niçin öldürdün?" dediğini gördü. Ken­disi de uyandıktan sonra şöyle demeye başladı: Ben, Said b. Cübeyr'e karşı ne yapacağım? Ben, Said b. Cübeyr'e karşı ne yapacağım?»

İbn Hallikan dedi ki: Said b. Cübeyr b. Hişam el-Esedî, Beni Vali-,be'nin azatlısıydı. Kûfeliydi, tabiilerin meşhur şahsiyetlerin dendi. Si­yah renkli idi, fetva yazmazdı. İbn Abbas, gözlerini yitirince yazmaya başladı. Said, hicretin doksandördüncü senesinin şaban ayında öldü­rüldü. Haccac da ondan sonra, ramazan ayında öldü.

Rivayete göre İmam Ahmed şöyle demiştir: "Said b. Cübeyr öldü­rüldü, yeryüzündeki herkes onun ilmine muhtaçtı."

Anlatıldığına göre Haccac, Said'den sonra başka hiç kimseye mu­sallat olmamıştır. Bununla ilgili olarak Haccac'm biyografisinde de bazı izahatlar verilecektir.

İbn Cerir dedi ki: Hicretin doksandördüncü senesine, "Fıkıhçılar senesi" denildi. Çünkü bu senede Medine fıkıhçılarının çoğu vefat et­ti. Sene başında Ali b. Hüseyin b. Zeynelabidin, ondan sonra Urve b. Zübeyr, ondan sonra Said b. Müseyyeb, Ebu Bekir Abdurrahman b. Haris b. Hişam ve Mekkelilerden de Said b. Cübeyr vefat ettiler. Bu kişilerin biyografilerini "Tekmil" adlı kitabımızda nakletmisizdir. İn-şaallah burada da yeterince nakledeceğiz. ,-

İbn Cerir dedi ki: Bu senede Velid b. Abdülmelik, Süleyman b. Sured'i Şam'a kadı olarak tayin etti.

Bu senede Abbas b. Velid, insanlara haccettirdi. Başka bir riva­yette anlatıldığına göre bu senede insanlara haccettiren kişi, Mesle-me b- Abdülmelik olmuştur.

Bu senede de Mekke valisi Halid el-Kusarî, Medine valisi Osman w.?a.yyan» doğu eyaletinin tümünde Haccac, Horasan'da Kuteybe b. Müslim, Küfe'de Ziyad b. Cerir valilik yapmaktaydılar. Küfe kadısı ^e^bu Bekir b. Ebu Musa idi. Basra Valisi ise Cerrah b. Abdullah el-d AV.mî İdİ kİ' Haccac tarafından oraya tayin edilmişti. Basra kadısı a Abdullah b. Ezime idi. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [42]

 

Hicretin Doksandördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Said B. Cübeyr

 

Said b. Cübeyr el-Esedi el-Valibî. Künyesi Ebu Muhammed'di. Ebu Abdullah olduğu da söylenir. Kûfeli ve Mekkeli idi. İbn Abbas'ın önde gelen arkadaşlarmdandı. Tefsir, fıkıh ve çeşitli ilimlerde imam mertebesine yükselmişti. Çokça salih ameli vardı. Allah, ona rahmet etsin. Sahabelerden birçok kişiyi görmüştü. Bir sahabe cemaatından hadis rivayet etti. Tabiilerden bir grup da kendisinden rivayet ettiler. Anlatıldığına göre o, akşamla yatsı namazları arasında kıldığı na­mazda tam bir hatim yapardı. Ka'be yanında namaz kıldığı zaman ka'dede tam bir hatme yapardı. Çoğu kez de Ka'be'nin içinde namaz kılıp bir rekatta hatim yapardı. Rivayet olunduğuna göre o, bir gecede Ka'be'de namaz kılarken Kur'ân'ı iki buçuk kez hatmederdi.

Süfyan-ı Sevrî, Amr'm babası Meymun'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Said b. Cübeyr vefat ettiğinde yeryüzündeki herkes onun il­mine muhtaçtı."

Said b. Cübeyr, İbn Eş'as'la birlikte Haccac'a karşı ayaklananlar arasındaydı. Haccac galip olunca, İsbahan'a kaçtı. Sonra her sene iki kez Mekke'ye gidiyordu. Bir defasında hacca, bir defasında umreye gi­diyordu. Çoğu kez Kûfe'ye gider, orada hadis nakleder, çeşitli sohbet­lerde bulunurdu. Horasan'da ise hadis nakletmez, sohbette bulun­mazdı. Çünkü orada hiç kimse, kendisine ilmi sualler sormazdı ve kendisi şöyle derdi: "Bendeki ilim, beni düşündürüyor ve tasalandırı­yor. İsterdim ki insanlar onu benden alsınlar."

Böylece oniki seneye yakın bir süre Haccac'tan gizli kaldı, saklan­dı. Sonra Halid el-Kusarî, onu Mekke'den Haccac'a gönderdi ve onun­la Haccac arasında, önceki sayfalarda naklettiğimiz karşılıklı konuş­ma cereyan etti.

"el-Hilye" adlı kitabında Ebu Nuaym, Salim b. Ebi Hafsa'mn şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac, yanma getirilen Said b. Cübeyr'e şöyle dedi:

- Sen Şaki b. Kesir misin? (Sen kırık oğlu bedbaht mısın?)

- Hayır, ben Said b. Cübeyr'im. (Ben, kırığı onarılmış mutlu bir kişiyim.)

- Ben seni mutlaka öldüreceğim.

- Öyleyse ben de annemin beni adlandırdığı gibi Said (mutlu) olu­rum.

- Sen de annen de bedbaht olun emi.

- Buna sen karar verecek durumda değilsin.

- Şunun boynunu vurun.

- Bırakın da iki rekat namaz kılayım.

Bundan sonra Said'i, Hrisiyanların kıblesine yönelttiler. O da şu

ayeti okudu:

-  "Nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır." (ei-Bakam, 115.) Ben, Meryem'in Allah'a sığındığı dualarla senden Allah'a sığınıyorum.

- Meryem hangi dualarla Allah'a sığınmıştı?

- .Meryem şöyle diyerek Allah'a sığınmıştı: "Eğer Allah'tan sakı­nan bir kimse isen, senden Rahman'a sığınırım." (Meryem, ıs.)

Süfyan'm ifadesine göre Said'den sonra Haccac, hiç kimseyi öl­dürmemiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Haccac, ona şöyle demiştir:

- Seni dünyadan alıp alevli bir ateşe atacağım.

- Bunu yapabilecek güçte olduğuna inansaydım seni tanrı edinir­dim.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Haccac, Said'i öldüreceği zaman adamlarına: "Şunu Hristiyanların kıblesine yöneltin." demiş, Said de şu karşılığı vermişti:

- "Nereye dönerseniz Allah'ın yönü orasıdır." (ei-Bakara, 115.)

- Onu yere yıkıp kırbaçlayın.

- "Sizi yerden yarattık, oraya döndüreceğiz, sizi tekrar oradan çı­karacağız." {Tâ-Hâ, 55.)

- Onu boğazlayın. Bugünden sonra artık onunla Allah'ın ayetleri hususunda çekişmeyeceğim.

- Allah'ım, Haccac'ı benden sonra hiç kimseye musallat kılma.» Ebu Nuaym, Said b. Cübeyr'in öldürülmesiyle ilgili çok şeyler

nakletmiştir ki, en güzeli buydu. Doğrusunu Allah bilir.

Haccac'm, Said'i öldürmesinin keyfiyetini anlattık. Onu öldürme­sinin keyfiyetine ilişkin garib rivayetler nakledilmiştir ki, çoğu sahih değildir. Said'in Öldürülmesinden sonra Haccac, cezasını çabuk gördü. Çok geçmeden Cenâb-ı Allah,- onu Aziz ve muktedir bir hükümdara yaraşırcasına yakaladı. Nitekim onun vefatını da hicretin doksanbe-şıncı senesi olayları kapsamında anlatacağız. Denildiğine göre Hac­cac, Said'in öldürülmesinden onbeş gün sonrasına kadar yaşamıştır. gün sonrasına kadar yaşadığına dair bir rivayet mevcut olduğu pbı altı ay sonrasına kadar yaşadığı da söylenmiştir. Doğrusunu Al­lah bilir.

baıd b. Cübeyr'in öldürüldüğü zaman yaşının kaç olduğu husu­sunda ihtilaf edilmiştir. Kimine göre öldürülürken kırkdokuz, kimine gOre e%edi yaşında idi. Doğrusunu Allah bilir.

Ebu'l-Kasım el-Lalekaî'nin ifadesine göre ise Said, öldürülürken sanbeş yaşındaymış. İbn Cerir de Said'in hicretin doksandördüncü senesinde öldürüldüğünü söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Ben derim ki: Said b. Cübeyr'in çok güzel sözleri vardı. Burada bu sözlerden bazılarını nakletmek istedim:

"Allah'tan korkmanın en üstünü, ona isyan etmene engel olacak ve ona itaata seni sevkedecek olan korkudur. İşte faydalı olan korku budur. Zikir, Allah'a taattır, kim Allah'a itaat ederse onu zikretmiş olur. Kim ona itaat etmezse, onu zikretmiş sayılmaz. Böyle biri Al­lah'ı ne kadar teşbih de etse, ne kadar çok Kur'ân da okusa Allah'ı zikretmiş sayılmaz."

Şaid'e sordular:

- İnsanların en çok ibadet edeni kimdir?

- Günah işleyip de günahını hatırladıkça işlemiş olduğu salih a-melleri küçük görendir.

Haccac, Said'e şöyle demişti:

- Vay senin haline!

- Aslında Cennet'ten uzaklaşıp Cehennem'e giren kimsenin vay haline demek gerekir.

- Şunun boynunu vurun.

- Ben Allah'tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in Allah'­ın elçisi olduğuna tanıklık ederim. Kendimi bununla sana karşı koru­rum ve nihayet kıyamet gününde senin karşına çıkar ve Allah katın­da seninle davalaşırım.

Bundan sonra Said'i ensesinden kesip öldürdüler.

Hasan-ı Basrî, bunu duyunca şöyle dedi:

"Ey zorbaları helak eden Allah'ım! Haccac'ı helak et." Üç gün son­ra Haccac'm karnına bir kurtçuk girdi. Karnı kokuştu ve bu nedenle öldü.

Haccac, kendisini öldürmeleri için adamlarına emir verdiği za­man Said güldü. Haccac, ona şöyle sordu:

- Niçin gülüyorsun?

- Bana karşı kıskançlığından, Allah'ın da sana karşı sabredip yu­muşak huyluluk göstermesinden ötürü gülüyorum. [43]

 

Said B. Müseyyeb

 

Said b. Müseyyeb b. Hüzün b. Ebi Veheb b. Aiz b. İmran b. Man­zum el-Kureşi Ebu Muhammed el-Müdnif. Kesinlikle tabiilerin lide­riydi. Hz. Ömer'in halifeliğinin ikinci senesinde veya halifeliğinin bi­timine iki sene kala doğdu. Hz. Ömer'in halifeliğinin dördüncü sene­sinde doğduğu da söylenir. Ebu Abdillah'ın ifadesine göre Said, on sa­habeden hatalı hadis rivayet etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Ama on­lardan rivayet ettiği hadisler, Peygamber Efendimiz'den mürsel olarak rivayet ettiği hadisler gibi mürseldir. Hz. Ömer'den de çok hadis rivayet etmiştir. Bir rivayete göre bizzat ondan hadis dinlemiştir. Hz. Osman'dan, Hz. Ali'den, Said'ten ve Ebu Hüreyre'den de rivayet et­miştir. Ebu Hüreyre'nin damadı idi. İnsanlar arasında onun rivayet ettiği hadisleri en çok o bilirdi. Ayrıca bir sahabe cemaatından da ha-djs rivayet etmiştir. Bir tabii topluluğundan ve diğerlerinden de riva­yet etmiştir. İbn Ömer: "Said, evine kapananlardandı." demiştir.

Zührî dedi ki: "Onunla yedi sene haccettim, meclisinde bulun­dum. Ondan daha âlim bir kimse bulunduğunu sanmıyorum."

Muhammed b. İshak, Mekhul'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İlim talebi için yeryüzünün her tarafında dolaştım. Said b. Müsey-yeb'ten daha üstün bir kimse görmedim."

Evzaî dedi ki: Zührî ile Mekhul'e, "Karşılaştığınız adamlar ara­sında en fakih olan kimdi?" diye sorduklarında, "Said b. Müseyyeb idi." diye cevap verdiler. Başkaları dediler ki: "Said, fakihler fakihi

idi."

Malik, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir tek hadisi öğrenmek için günler ve gecelerce yolculuk yapardı."

Malik dedi ki: Duyduğuma göre İbn Ömer, Said b. Müseyyeb'e haber gönderir ve ona, Hz. Ömer'in verdiği hükümleri ve yargıları so-rarmış.

Rebî, Şafiî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Said b. Müsey­yeb'in mürsel olarak rivayet ettiği hadisler, bizim nazarımızda hasen hadislerdir."

İmam Ahmed b. Hanbel, onun rivayet ettiği mürsel hadislerin sa­hih olduklarını söylemiştir.

Said b. Müseyyeb, tabiilerin en faziletlilerindendi.

Ali b. el-Medinî dedi ki: "Tabiiler arasında ondan daha geniş ilme sahip bir kimse bulunduğunu bilmiyorum. Eğer Said, bir konuda, "Sünnet böyledir." derse bu sana yeterdir. Benim nazarımda o, tabii­lerin en kıymetlilerindendir."

Ahmed b. Abdullah el-İclî dedi ki: "Said, salih ve fakih bir kim­seydi. Bağış kabul etmezdi, 400 dinarlık eşyası vardı. Zeytinyağı tica­reti yapardı, bir gözünü kaybetmişti."

Ebu Zür'a'nın ifadesine göre Said b. Müseyyeb, Medineli olup sika ravilerdendir ve imamdır.

Ebu Hatim'in rivayetine göre tabiiler arasında Said'den daha fa­ziletli ve asaletli bir kimse yoktur. Ebu Hüreyre hakkında tabiilerin en sebatkarı odur.

Vakidî'nin ifadesine göre Said b. Müseyyeb, fikıhçılar senesinde, yanı hicretin doksandördüncü senesinde yetmişbeş yaşında vefat et-"uşti. Allah, ona rahmet etsin.Said b. Müseyyeb, evine getirdiği ve yediği yiyecekler konusunda insanların en titizi ve takvahsı idi. Dünya fazlalıkları hususunda da insanların en zahidi idi. Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri söylemezdi. Hadise karşı insanların en edeplisi idi. Hasta iken bir adam onun ya­nına geldi ve ona bir hadisi sordu. O da kalkıp oturdu, hadisi ona okudu. Sonra yine uzanıp yattı. Adam ona dedi ki:

- Rahatsız olmanı, kalkıp oturmam istememiştim.

- Uzanmış halde Rasûlullah'ın hadisini sana okumaktan hoşlan­madım.

Azatlısı Bürd, şöyle demişti: "Kırk seneden beri ezan okunduğu zaman Saiçl, mutlaka mescitte hazır bulunurdu."

İbn İdris dedi ki: "Said b. Müseyyeb, elli sene müddetle yatsı ab-desti ile sabah namazını kıldı."

Said b. Müseyyeb dedi ki: "Zalimlerin yardımcıları ile gözlerinizi doldurmayın. Aksine kalben onlara protestoda bulunun ki, salih amelleriniz boşa gitmesin. Şeytan, birşeyden ümidini kestiği zaman o şeye kadınlar cihetiyle gelir.

Kullar, Allah'a itaat gibi başka birşeyle kendi nefislerine ikramda bulunamazlar ve yine Allah'a isyan gibi başka birşeyle de kendi nefis­lerini tahkir etmezler.

Bir kimse, kendi düşmanının Allah'a karşı masiyet işlediğini gö­rürse, bu ona Allah'ın bir yardımı olarak yeterlidir.

Bir kimse, Allah'a dayanarak kendini zengin görürse, insanlar ona muhtaç olurlar.

Dünya, hakir ve alçaktır, hakir ve alçak olan herşeye meyillidir. Dünyalığı, meşru olmayan bir şekilde elde eden ve uygun olmayan şe­kilde sarfeden kimse ise dünyadan daha alçaktır.

Şerefli, âlim ve faziletli olan herkeste mutlaka bir kusur vardır, ama bazı kimseler var ki, onların kusurlarını söylememen gerekir.

Bir kimsenin faziletleri noksanlıklarından daha fazla ise, noksan­lıkları faziletleri nedeniyle bağışlanır."

Said b. Müseyyeb, kızını iki dirhemlik mehirle Kesir b. Ebi Vedaa ile evlendirdi. Kızı, kadınların en güzellerinden, en edeplilerinden ve Allah'ın kitabı ile Rasûlullah (s.a.v.)'m sünnetini en iyi bilenlerinden olup koca hakkını da en iyi takdir edenlerdendi. Kesir b. Ebi Vedaa, yoksul bir kimseydi. Said ona, 5.000 (20.000?) dirhem göndererek: "Bununla ihtiyaçlarını karşıla." dedi.

Abdülmelik, Said'in kızını oğlu Velid'e istedi. Ancak Said, kızını Velid'e vermek istemedi. Abdülmelik de bir yolunu bulup ona tuzak kurdu ve onu kırbaçladı.

Bu olay şöyle olmuştur: Abdülmelik'in zamanında Velid, bey'at için Medine'ye geldiğinde Said, bey'ata yanaşmamıştı. Bunun üzerine

Medine valisi Hişam b. İsmail, onu kırbaçlıyarak Medine sokakların­da dolaştırmış, kılıç çekmiş ve tehdit etmişti. Ancak o, yine de kendi­sini eziyete maruz bırakıp sarstıklarında bir kadın görmüş ve ona: "Ey Said, bu ne rezalet?" diye sormuş, Said de ona şu cevabı vermişti: "Aslında biz rezaletten kaçıp şu gördüğün hale maruz kaldık." Yani Abdülmelik'i ve adamlarım sevseydik o zaman hem dünya, hem de ahiret rezaletine maruz kalırdık.

Said, sırtına koyun postu giyerdi. Elinde ticaret için kullandığı bir miktar sermayesi vardı ve şöyle derdi:

"Allah'ım, sen de biliyorsun ki, ben cimrilikten veya hırstan ötürü bu sermayeyi edinmedim, dünya sevgisi ve şehvetlerine kavuşmak ar­zusuyla da bu sermayeye sahip olmadım. Ancak ben, Allah'ın huzuru­na varıncaya kadar Mervan oğullarına yüzsuyunu dökmemek için bu sermayeyi edindim ki, ahirette Cenâb-ı Allah benimle Mervan oğulla­rı arasında hükmünü versin ve bu para ile de akrabalarıma yardımcı olayım, yoksulların hukukunu ödeyeyim. Dullara, fakirlere, düşkün­lere, yetimlere ve komşulara bu maldaki haklarını vereyim. İşte bu maksatla bu sermayeyi edindim." Doğrusunu, noksanlıklardan mü­nezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. [44]

 

Talk B. Habib El-Anezî

 

Kadri yüce bir tabiidir. Enes, Cabir, İbn Zübeyr, İbn Abbas, Ab­dullah b. Ömer ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Humeyd et-Tavil, A'meş ve Tavus da ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Amr b. Dinar, onu övmüştür. Çok imamlar da onu övmüşlerdir, ancak onun Mürcie'ye meyilli olduğunu ileri sürerek bazı kimseler onu eleştirmiş­lerdir. İbn Eş'as'la birlikte ayaklananlardandı. "Takva ile kuvvetle­nin." derdi. Kendisine: "Bize takvayı anlat." dediklerinde şöyle tanım­lardı: "Takva, Allah'ın nuru üzerine ve onun rahmetini ümid ederek Allah'ın taatı ile amel etmektir. Yine Allah'ın nuru üzerine onun aza­bından korkarak masiyeti terketmektir."

Talk, yine şöyle demişti: "Allah'ın hukuku, kulların hukuka ria­yet etmemelerini haklı çıkarmayacak kadar büyüktür. Allah'ın nimet­leri sayılamayacak kadar çoktur. Onun nimetleri, kullar tarafından şükrü ifa edilemiyecek derecede çoktur, ama siz tevbe ederek sabah­layın ve yine tevbe ederek akşamlayın."

Talk, namaza giderken mutlaka yanında sadaka olarak vereceği oırşey bulundururdu. Birşey bulamazsa bile bir soğan verirdi ve yüce ^lah'm şöyle buyurduğunu söylerdi:

Ey inananlar! Peygamberle hususi olarak konuşacağınızda, bu onuşmanızdan önce fakirlere sadaka veriniz." (ei-Mücâdele, 12.)

Peygamberle hususi konuşmadan önce sadaka vermek çok büyük sevaptır."

Malik dedi ki: "Haccac, onu ve aralarında Said b. Cübeyr'in de bu­lunduğu bir ulema topluluğunu öldürdü."

İbn Cerir'in önceki sayfalarda nakledilen ifadesinde de görüldüğü gibi Mekke valisi Halid b. Abdullah el-Kusarî, Mekke'den Mücahid Said b. Cübeyr ve Talk b. Habib'i Haccac'a göndermişti. Talk, yolda vefat etmiş, Mücahid hapsedilmiş ve Said de feci bir ölüme maruz bı­rakılmıştı. Doğrusunu Allah bilir. [45]

 

Urve B. Zübeyr B. Avvam

 

Kureyşlidir, Esed oğullan kabilesindendir. Künyesi Ebu Abdul­lah'tır. Medinelidir, kadri yüce bir tabiidir. Babasından, Abadile'den, Muaviye'den, Muğire ve Ebu Hüreyre'den hadis rivayet etmiştir. An­nesinin adı Esma'dır. Teyzeleri Hz. Aişe ve Ümmü Seleme idi. Tabii­lerden bir cemaat, ondan hadis rivayet etmiştir. Başkaları da ondan hadis rivayet etmişlerdir.

Muhammed b. Sa'd dedi ki: Urve, sika bir ravi idi, çok hadis ri­vayet etmişti. Âlim, güvenilir ve sebatkar bir kimse idi.

İclî dedi ki: Urve, Medinelidir, tabiidir, salih bir adamdır, fitnele­re karışmamıştır.

Vakidî dedi ki: Urve fakihti, âlimdi, hafızdı, sebatkardı, hüccetti, siyeri bilirdi, meğazi kitablarım tasnif eden ilk zat kendisiydi. Medi­ne'nin sayılı fıkıhçılarındandı. Rasûlullah (s.a.v.)'m ashabı ona bazı şeyleri sorarlardı, insanlar arasında şiiri en çok rivayet edendi.

Oğlu Hişam, dedi ki:

"İlim, şu üç kişiden birinindir:

1- Ya asaletli kimsenindir ki, o kişinin asaleti ilimle süslenir.

2- Ya da dindar bir kimsenindir ki, dini ilimle doğru yöne koyu­lur.

3- Ya da sultanla beraber bulunan, sultanın nimet ve armağanla­rına mazhar olan kimsenindir ki, o kişi ilmi ile sultanın gazabından kurtulur ve tehlikeli durumlara düşmez. Urve b. Zübeyr ile Ömer b. Abdülaziz'den başka bir kimsenin bu üç vasfa sahip olduğunu bilmi­yorum."   .

Urve, her gün Kur'ân'ın dörtte birini okur ve Kur'ân okuyup-gece­leyin namaz kılardı. Taze hurmalar olgunlaştığında bahçesini insan­lara açar, herkes gidip bahçesinde hurma yerdi. Taze hurma mevsimi sona erince bahçesini tekrar kapatırdı.

Zührî dedi ki: Urve, bir denizdi, kovalarla su çekerek onun denizi bulandırılmaz ve suyu azaltılamazdı.

Ömer b. Abdülaziz dedi ki: "Urve'den daha âlim bir kimse yoktur. Onun herhangi birşeyi bilmediğini bildiğimi sanmıyorum."

Birçok kimse, onun, Medine'de sözlerine kesinlikle uyulan yedi fı-kıhçıdan biri olduğunu söylemişlerdir. Valiliği zamanında Ömer b. Abdülaziz'in, kendilerine dini konularda müracaat ettiği on fıkıhçı-

dan biri idi.

Birden fazla kişinin anlattığına göre Urve, Şam'da bulunan Ve-

lid'in ziyaretine gitmişti. Dönüşünde ayağı kurtlandı, ayağını kesmek istediler. Kendisini uyuşturacak bir ilaç içirerek ayağını kesmelerini teklif ettiklerinde şöyle cevap vermişti: "Allah'a iman eden bir kimse­nin, Rabbini tanımayacak derecede aklını giderecek bir ilaç içeceğini sanmıyorum ama bana ilaç içirmeksizin ve aklımı gidermeksizin aya­ğımı kesin."

O şekilde ayağını dizinden kestiler. Kestikleri esnada hiç sesini

çıkarmadı ve inlemedi de.

Rivayet olunduğuna göre namaz kılarken onun ayağını kesmiş­lerdi. Namazla meşgul olduğundan ötürü ayağının acısını hissetme­miştik Doğrusunu Allah bilir. Ayağını kestikleri gecede çocukları ara­sında en çok sevdiği Muhammed, damdan düşüp ölmüştü. Dostları yanma gelerek taziyetlerini sunduklarında şöyle demişti: "Allah'ım, hamd sanadır. Yedi çocuğum vardı, birini aldın, altısını bıraktın. İki elim ve iki ayağım vardı, bu dördünden birini aldın, üçünü bıraktın. Şimdi aldıysan, daha önce bana vermiştin. Beni hastalıkla müptela kıldıysan, daha önce bana afiyet vermiştin."

Ben derim ki: Birden fazla ravinin anlattıklarına göre Urve b. Zü­beyr, Velid'le görüşmek için Şam'a gitmek üzere Medine'den yola çık­tığında Medine yakınındaki bir vadide ayağı kurtlandı. Hastalığı ora­da başladı, ama işin vahim şekilde sonuçlanacağını sanmadı, yoluna devam etti. Şam'a ulaştığında kurtçuklar bacağının yarısını yemişler­di. Velid'in yanma gitti. Velid, ayağım tedavi etmeleri için mütehassıs hekimleri topladı. Hekimler, ayağının kesilmesini kararlaştırdılar. Kesilmediği takdirde uyluk kemiğine kadar kurtçukların ayağını yi­yeceğini söylediler. Belki de gövdesine sirayet edeceğini söylediler. Bunun üzerine Urve, ayağının kesilmesine razı oldu. Hekimler ona Şöyle dediler:

- Kesme acısını duymaman için aklını giderecek uyuşturucu bir ilaç sana içirelim mi?

- Hayır, Allah'a yemin ederim ki, hiçbir kimsenin aklım gidere-c      Ve kendisini uyuşturacak birşey içeceğimi sanmıyorum. Ama, aka ayağımı kesecekseniz, bari ben namaz kılarken kesin. O za-an ayağımın acısını duymam ve farkında olmam. Ayağını kurtçukların yediği yerin üst kısmındaki sağlam yerden kestiler ki, ihtiyatlı olsun ve vücudunda hastalık kalmasın. Namaz kılarken kestiklerinden hiç farkında olmadı ve sızlanmadı. Namazını tamamladıktan sonra ayağı kesilmiş olduğu için Velid, onu teselli et­ti. O da şöyle dedi:

"Allah'ım, hamd sanadır. Benim iki elim, iki de ayağım vardı. Bunlardan birini aldıysan üçünü geride bıraktın. Eğer beni hastalıkla şimdi müptela kıldıysan, daha Önce uzun süre bana afiyet vermiştin. Aldığından ve verdiğin afiyetten ötürü sana hamdolsun."

Son seferinde beraberinde oğlu Muhammed'in de bulunduğu bir­kaç çocuğu vardı. Çocukları arasında en çok Muhammed'i severdi. Muhammed, ahıra girdi, atlardan biri onu çifteledi. Bu nedenle Mu-hammed öldü. Dostları yanına gelip Urve'ye taziyetlerini sundular. O da şöyle dedi:

"Allah'a hamd olsun, yedi çocuğum vardı. Ey Rabbim, onlardan birini aldın, altısını bıraktın. Eğer beni şimdi hastalığa müptela kıl­dıysan da daha önce uzun süre afiyet vermiştin. Eğer şimdi benden bir çocuğumu aldıysan, daha önce uzun süre bana çocuk ihsan etmiş­tin."

Şam'da işini tamamladıktan sonra Medine'ye döndü. Onun, aya­ğından ve ölen oğlundan bahsettiğini duymadık ve bu hususta hiçbir kimseye de şikayette bulunmadı. Nihayet Vâdi'l-Kurâ'da kurtçukla­rın ayağına musallat olduğu mekana vardığında şu ayeti okudu: "An-dolsun, bu yolculuğumuzda yorgun düştük." (ei-Kefh, 62.)

Medine'ye vardığında bazı kimseler gelip ona selam verdiler, aya­ğının kesilmiş olmasından ve oğlunun vefatından ötürü onu teselli edip taziyetlerini sundular. Bazı kimselerin; "İşlediği büyük bir gü­nah sebebiyle Urve, bu musibete maruz kaldı." dediklerini duyunca o, bu hususta Maan Evs'in şu beyitlerini okudu:

"Hayatına yemin olsun ki, ben heva ve hevese yönelmedim, bu kadar şüpheniz yeter artık.

Ayaklarım beni kötülüğe götürmedi,

Gözüm ve kulağımda beni kötülüğe sevketmedi.

Görüşüm ve aklımda beni kötü yola sevketmedi,

Ben yaşadığım müddetçe kötülüklere doğru yürümeyeceğim.

Benim gibi birisi, böylesine kötü işlere doğru gidip kötülük yap­maz.

Ben kendimi akrabalarıma tercih etmedim, bencillik yapmadım. Yanımda bulunduğu sürece misafirimi de elbetteki aile efradıma tercih ederim.

Bilirim ki, benim gibilerinin başına gelen musibetler, Ancak benim de başıma gelmiştir."

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Urve, şöyle demiştir: "Be­nim dört çocuğum vardı. Bunlardan birini aldın, üçünü bıraktın."

Mesleme b. Muharib dedi ki: "Urve'nin ayağına kurtçuklar düştü, ayağı kesildi. Kimse onu tutamadı ve ayağının kesildiği gecede dahi virdini bırakmadı."

Evzaî dedi ki: Urve'nin ayağı kesildiğinde kendisi şöyle dedi: "Al­lah'ım, biliyorsun ki ben şu kesilen ayağımla kötülüklere asla gitme­dim". Böyle dedikten sonra yukarıdaki beyitleri okudu.

Urve, namazım acele ile kılan bir adamı görünce onu yanma ça­ğırdı ve: "Ey kardeşim, senin namaz kılarken Rabbine ihtiyacın yok mudur? Doğrusu ben namaz kılarken Rabbimden herşeyi isterim, öy­le ki, tuzu dahi ondan isterim."

Urve dedi ki: "Birçok zillet kelimesine tahammül ettim. Böylece o kelimeler bende uzun süren bir onur ve üstünlük meydana getirdi."

Oğullarına da şöyle demişti: "Kişinin iyi bir amel işlediğini gördü­ğünüzde bilin ki, onun yanında daha güzel ameller vardır. Bir kişi kö­tü amel işlediğinde bilin ki, onun başka kötü amelleri de vardır. Çün­kü iyi ameller, başka iyi amellerin mevcudiyetini gösterir. Kötü amel­lerde başka kötü amellerin mevcudiyetini gösterir."

Urve, bahçesine girdiğinde şu ayeti tekrarladı: «Bahçene girdiğin zaman: "Maşaallah! Kuvvet ancak Allah'a mahsustur!" demen gerek­mez mi?» (el-Kehf, 39.)

Bahçeden çıkıncaya kadar bu ayeti tekrarlayarak okurdu. Doğru­sunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.

Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre Urve, Hz. Ömer daha hayat­ta iken dünyaya gelmiştir. Sahih rivayete göre ise o, Hz. Ömer'in ve­fatından sonra hicretin yirmiüçüncü senesinde doğmuştur. Kendisi de meşhur rivayete göre hicretin doksandördüncü senesinde vefat etmiş­tir. Hicretin doksanıncı, doksanbirinci, doksanbeşinci, doksandoku-zuncu, 100., 101., 102., 103. ve 104. senesinde vefat ettiğine dair bazı rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [46]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/117-118.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/119.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/119-120.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/121-123.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/124.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/124.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/124.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/125-128.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/128.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/128.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/128.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/129.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/129-130.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/131-135.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/135.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/135.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/136-137.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/137.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/137-140.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/140.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/140-141.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/141-142.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/142.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/142-143.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/143.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/143-149.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/149-155.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/155.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/155.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/156-157.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/157-159.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/159-160.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/160-163.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/164-166.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/166-169.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/169-170.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/170-173.