Ebu
Bekir B. Abdurrahman B. Haris
Haccac
B. Yusuf Es-Sakafî'nîn Biyografisi
Haccac'dan
Nakledilen Yararlı Sözler Ve Onun Aşırı Cesareti
Hicri
Doksanbeşîncî Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hasan
B. Muhammed B. Hanefiyye
Humeyd
B. Abdurrahman B. Avf Ez-Zührî
Ali b. Hüseyin b. Ali
b. Ebi Talib el-Kureşi el-Haşimî. Zeynelabi- adıyla tanınmıştı. Annesi Seleme
adında bir ümmû veledtir. Ali da kendisinden büyük başka bir kardeşi de vardı.
Babasıyla bir-"kte öldürüldü.
Biyografisini
anlatacağımız bu Ali ise, babasından, amcası Hasan b- Aliden, Cabir'den, İbn
Abbas'tan, Misver b. Mahreme'den, Ebu Hü-reyre'den, Safıye'den, Aişe'den ve
Ümmü Seleme'den (ki bunlar Peygamber zevceleriydiler.) hadis rivayet
etmiştir.Aralarında kendisinin oğulları Zeyd, Abdullah, Ömer, Ebu Cafer
Muhammed b. Ali b. Kar, Zeyd b. Eşlem, Tavus (ki bu onun akranla-rındandır.),
Zührî, Yahya b. Said el-Ensârî, yine yaşıtlarından olan Ebu Seleme'nin de
bulunduğu bir cemaat da kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.
İbn Hallikan dedi ki:
Ümmü Seleme, Fars hükümdarlarının sonuncusu Yezdücürd'ün kızıydı.
Zemahşerî'nin, "Rebiü'l-Ebrar" adlı kitabında anlattığına göre
Yezdücürd'ün, Hz. Ömer zamanında esir düşen üç kızı vardı. Bunlardan birisi,
Abdullah b. Ömer'in payına düştü ve bu kadın, Abdullah b. Ömer'e Salim adında
bir erkek çocuk doğurdu. Diğeri de Muhammed b. Ebi Bekir es-Sıddık'ın payına
düştü. O kadın da ona Kasım adında bir erkek çocuk doğurdu. Üçüncüsü de Hüseyin
b. Ali'nin payına düştü. O da Hüseyin'e, biyografisinden bahsetmekte olduğumuz
şu Ali Zeynelabidin'i doğurdu. Bu çocukların üçü de teyze çocuklarıydılar.
İbn Hallikan dedi ki:
Kuteybe b. Müslim, Yezdücürd'ün oğlu Fey-ruz'u öldürünce, onun iki kızını
Haccac'a gönderdi. Haccac, bunlardan birini kendine ayırdı. Diğerini Velid'e
gönderdi. Velid'e gönderdiği de Yezid en-Nakıs'ı doğurdu.
İbn Kuteybe'nin,
"Maarif adlı kitabta anlattığına göre Zeynelabi-din'in annesi, Sindli
Selame idi. Gazale olduğu da söylenir. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Kerbela'da
babası Hz. Hüseyin'le beraberdi. Yaşının küçüklüğünden (veya hastalığından)
Ötürü kendisini öldürmediler. O zaman kendisi yirmiüç yaşındaydı. Daha büyük
olduğu da söylenmiştir. Ubeydullah b. Ziyad, onu öldürmek istedi, ama Cenâb-ı
Allah, ona bu imkanı vermedi. Bazı facirler, Muaviye oğlu Yezid'e,
Zeynelabidin'i öldürmesini tavsiye ettilerse de Cenâb-ı Allah, ona da bu imkanı
vermedi. Ondan sonra Yezid, Zeynelabidin'e saygı gösterir, onu kendi meclisinde
yanında oturturdu. Onsuz hiç yemek yemezdi, sonra onları Medine'ye gönderdi.
Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Medine'de çok saygı gördü.
İbn Asakir'in
ifadesine göre Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in kendi adına nisbet edilen camisi,
Dımaşkta'dır ve tanınan bir mescittir.
Ben derim ki: îbn
Asakir'in sözünü ettiği yer, Dımaşk camiinin doğu tarafındaki şehitliktir.
Abdülmelik b. Mervan,
ikinci kez onu Şam'a getirtmiş ve Bizans hükümdarının kendisine sikke ve
kağıtlarla ilgili sorduğu sorulara karşı vereceği cevap hususunda fikrini
sormuştu.
Zührî dedi ki: Ali b.
Hüseyin Zeynelabidin'den daha takvalı ve daha faziletli bir Kureyşli görmedim.
Babası Hz. Hüseyin'in şehadeti zamanında yanındaydı. Yirmiüç yaşındaydı, aynı
zamanda hastaydı. Ömer b. Sa'd, onu kastederek: "Şu hastaya
sataşmayın." demişti.
Vakidî dedi ki: «Ali
b. Hüseyin Zeynelabidin, insanların en takva-hlarından, en abidlerinden ve
Allah'tan en çok korkanlarmdandı. Yürürken elini kolunu sallamazdı. Beyaz bir
sarık takar ve sarığın ucunu arka taraftan sarkıtırdı.
Künyesi Ebu Hasen'di.
Ebu Muhammed, Ebu Abdillah olduğu da
söylenir.»
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, sika, güvenilir, çok hadis rivayet eden,
şahsiyetli, takvalı, vera sahibi bir kimseydi. Annesi, Gazale idi. Hz.
Hüseyin'den sonra azatlısı Zebid onunla evlendi ve bu evlilikten Abdullah b.
Zebid doğdu. Ona, Aliy-yü'1-Asğar denirdi. Aliyyü'l-Ekber ise, babası Hz.
Hüseyin'le birlikte Öldürülmüştü. Birden fazla ravi böyle demişlerdir.
Said b. Müseyyeb, Zeyd
b. Eşlem, Malik ve Ebu Hazim'in ifadelerine göre ehî-i beyt arasında
Zeynelabidin'in misli yoktu.
Yahya b. Said
el-Ensârî dedi ki: Haşimilerin en faziletlisi olan ve kendisine kavuştuğum Ali
b. Hüseyin'in şöyle dediğini işittim: "Ey insanlar, bizi İslâm sevgisiyle
sevin. Bize olan sevginiz, nihayet utanç haline geldi."
Başka bir rivayete
göre de şöyle demiştir: "Nihayet bizi insanlara karşı sevimsiz
kıldınız."
Asmaî dedi ki: Hz.
Hüseyin'in nesli, ancak Ali b. Hüseyin vasıtasıyla devam etti. Ali b.
Hüseyin'in nesli de ancak amcası oğlu Hasan vasıtasıyla devam etti.
Mervan b. Hakem, ona
şöyle demişti: "Birkaç cariye satın al da çocukların çoğalsın." O da:
"Cariye satın alacak param yok." cevabını vermiş, bunun üzerine
Mervan, ona 100.000 dirhem ödünç vermişti. O da gidip bu parayla cariyeler satın
almıştı. Böylece çocukları doğmuş ve nesli çoğalmıştı. Sonra Mervan,
hastalandığı zaman çocuklarına, Ali b. Hüseyin'e vermiş olduğu ödünç parayı
almamalarını vasiyet etti. Hüseynilerin tümü, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin
neslinden-dır. Allah, ona rahmet etsin.
Ebu Bekir b. Ebu Şeybe
dedi ki: Zührî'nin sahih olan senetleri; Alı b. Hüseyin, onun babası ve onun
dedesi vasıtasıyla gelen rivayetlerin senetleridir.
Anlatıldığına göre
kendisi namaz kılmaktayken içinde bulunduğu oda yanmıştı. Namazı tamamladıktan
sonra kendisine: "Niçin namazı bırakıp da evden dışarı çıkmadın?"
diye sorduklarında şu cevabı ver-mıŞtı: Cehennem ateşini düşündüğümden şu
yangın ateşini hatırlamadım ve farkında olmadım."
Au b. Hüseyin
Zeynelabidin, abdest alırken rengi sararırdı. Namaza dururken de vücudu tiril
tiril titrerdi. Ona bunun sebebi sorul-gunda şöyle cevap verirdi: "Kimin
huzuruna duracağımı ve kiminle konuşacağımı bilmiyor musunuz?"
Hacca gittiğinde
telbiye getirmek isteyince vücudu sarsılmaya ve titremeye başladı, şöyle dedi:
"Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, dediğim zaman bana "lâ lebbeyk"
denilmesinden korkuyorum (Yani, buyur Allah'ım buyur, dediğim zaman bana;
senin çağrına icabet edilmeyecektir, denilmesinden korkuyorum)."
Arkadaşları, onu telbiye getirmeye teşvik edip yüreklendirdiler, ancak telbiye
getirince bayılıp bineğinden düştü.
Her gün ve gecede
1.000 rekat namaz kılardı.
Tavus dedi ki: «Onun
Hatim'de namaz kılıp secde halinde iken şöyle dediğini işittim: "Ey
Rabbim! Kulların senin avlundadırlar. Senden dilenenler, senin avlundadırlar.
Sana muhtaç olan fakirlerin de senin avlundadırlar."
Allah'a yemin ederim
ki, ben sıkıntıya düştüğüm zaman bu duayı okduğumda mutlaka sıkıntım
gideriliyordu.»
Anlatıldığına göre Ali
b. Hüseyin Zeynelabidin, geceleyin çok sadaka verirdi ve şöyle derdi:
"Geceleyin verilen sadaka, Rabbin gazabını söndürür, kalbi ve mezarı
nurlandırır. Kıyamet gününde kulun maruz kalacağı karanlıkları giderir ve
Allah, onun sadaka olarak verdiği malın karşılığını iki kez verir."
Muhammed b. İshak dedi
ki: "Medine'de bazı kimseler vardı. Bunların geçimleri sağlanıyordu, ama
geçimlerini kimin sağladığını bilmiyorlardı. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin vefat
edince bunlara erzak getiren kimse kalmadı. Böyle olunca da geceleyin
kendilerine erzak getiren kişinin o olduğunu anladılar. Vefat ettiği zaman
sırtında ve omuzlarında dağarcık taşıma nedeniyle bazı izler gördüler. O, dağarcığı
sırtına vurup dulların, düşkünlerin evlerine erzak taşırdı. Anlatıldığına göre
o, Medine'de yüz hane halkının geçimini sağlardı ve onlar, onun vefatına kadar
bu erzakların kendilerine nereden geldiğini, kimin getirdiğini
bilmiyorlardı."
Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, Muhammed b. Üsame b. Zeyd'in yanına gitti. Hastalığı nedeniyle
onu ziyaret için gitmişti. Muhammed b. Üsame, ağlamaya başladı. Ali b. Hüseyin,
ona sordu:
- Niçin ağlıyorsun?
- Borçluyum.
- Borcun ne kadar?
- 15.000 dinar (Başka bir rivayette
anlatıldığına göre 10.000 dinar demiştir.).
- Borcunu Ödemek bana
ait olsun.
Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin dedi ki: "Rasûlullah'm (s.a.v.) sağlığında Ebu Bekir ile
Ömer ne mertebede idiyseler, onun vefatından sonra da aynı mertebede idiler.1'
Bir gün adamın biri,
Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'e sövdü, ancak Ali duymazdan geldi. Duymuyormuş
gibi davrandı. Adam ona: "Seni kastediyorum, sana sövüyorum." deyince
Ali, ona: "Ben de seni görmezden geliyorum." diye cevap verdi.
Bir gün Ali b.
Hüseyin, mescitten çıkınca adamın biri ona sövdü. Çevredekiler, Ali'nin
yardımına geldiler. Ali: "Bu adama ilişmeyin." diye nasihat verdi.
Sonra söven adama dönüp şöyle dedi: "Allah'ın senden gizlediği daha birçok
ayıplarımız var. Senin bir ihtiyacın yok mu? Sana yardımcı olalım." Adam
utandı. Ali de gömleğini onun üzerine attı ve ayrıca 1.000 dirhem parayı ona
vermeleri için adamlarına emir verdi. Bundan sonra o adam kendisini görünce:
"Doğrusu, sen peygamber evladındansm." derdi.
Dediler ki: Ali b.
Hüseyin Zeynelabidin ile Hz. Hasan'ın oğlu Hasan tartıştılar. Aralarında bir
rekabet vardı. Hz. Ali'nin torunu Hasan b. Hasan, ona sövdü ama o sustu. Gece
olunca Ali b. Hüseyin, onun evine gitti ve şöyle dedi: "Ey amcaqğlu, eğer
sen doğru söylediysen Allah beni affetsin, eğer yalan söylediysen Allah seni
bağışlasın ve sana selam olsun." Böyle dedikten sonra dönüp evine gitti.
Hz. Hasan'ın oğlu Hasan, bunun üzerine hemen gidip onunla barıştı.
Kendisine sordular:
- İnsanların en büyük
pay sahibi olanı kimdir?
- Dünyayı kendi nefsi
için pay olarak görmeyendir. Yine şöyle demişti:
"Düşünce,
aynadır. Kişi bu aynada kendi iyiliklerini ve kötülüklerini görür.
Dostları kaybetmek,
gurbete düşmek demektir. Bazı kimseler, korkularından ötürü Allah'a ibadet
ederler ki, bu kölelerin ibadetidir. Bazı kimselerde rağbetlerinden ötürü
Allah'a ibadet ederler ki, bu da tüccarların ibadetidir. Bazı kimseler ise,
sevgi ve şükürlerinden ötürü Allah'a ibadet ederler ki bu, seçkin ve hür
kimselerin ibadetidir."
Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, oğluna şöyle demişti: «Ey oğulcuğum! Fasık kimseyle arkadaşlık
yapma. Çünkü o, bir lokma karşılığında veya daha az birşey karşılığında seni
satar ve o şeyi elde etmek ister. Ama sonra da onu elde edemez. Cimri kimseyle
de arkadaşlık etme. Çünkü o, en çok muhtaç olduğun bir zamanda palını senden
esirger ve sana yardım etmez. Yalancı kimseyle de araşlık etme. Çünkü o, serap
gibidir, uzağı sana yakın gösterir, ya-mı da senden uzaklaştırır. Ahmak
kimseyle de arkadaşlık etme. Vünkü o, sana fayda vermek istediği halde zarar
verir. Akrabalık bağlarını koparan kimselerle de arkadaşlık etme. Çünkü o,
Allah'ın itabında lanetlenmiştir. Zira yüce Allah, şöyle buyurmuştur:
"Geri dönerseniz
yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi
sizden? İşte, Allah'ın lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği
bunlardır."» (Muhammed, 22-23.)
Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, mescide girdiği zaman insanların omuzlarından atlayarak ilerler
ve nihayet Zeyd b. Eslem'in ilerideki halkasına dahil olup otururdu. Nafî b.
Cübeyr b. Mut'im, ona: "Allah seni affetsin, sen insanların efendisisin.
Gelip ilim halkalarım ve Ku-reyşlilerin meclislerinden geçerek şu siyahi
kölenin meclisine dahil olup oturuyorsun, niçin böyle yapıyorsun?" diye
sorunca Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, ona şu cevabı vermişti: "Kişi, ancak
faydalandığı yerde oturur. İlim ise, her nerede olursa olsun oraya gidip talep
edilir."
A'meş, Mesud b. Malik'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin dedi ki:
- Beni, Said b. Cübeyr
ile bir araya getirebilir misin?
- Onunla ne işin var?
- Ona, Allah'ın bize
fayda vereceği bazı şeyler soracağım. Yoksa herhangi bir hakarette bulunacak değilim.
Çünkü şu kimselerin (böyle derken Irak'ı gösterdi.) iftira ettiği şeyler bizde
mevcut değildir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Zer b. Ubeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ben, İbn Abbas'ın
yanındaydım. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin geldi. İbn Abbas, ona şöyle dedi:
"Sevgili oğlu sevgiliye merhaba."
Ebu Bekir b. Muhammed
b. Yahya es-Solî, Ebu Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Biz, Cabir b.
Abdullah'ın yarımdaydık. Oraya Ali b. Hüseyin,Zeynelabidin gelince Cabir, bize
şöyle dedi: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m yanında iken Hz. Ali'nin oğlu Hz.
Hüseyin oraya geldi. Rasûlullah, onu bağrına basıp öptü ve yanına oturttu.
Sonra şöyle dedi: "Şu oğlumun Ali adında bir oğlu doğacaktır. Kıyamet günü
olunca Arş'ın ortasında bir ünleyici: "Abidlerin efendisi ayağa
kalksın." diye ünleyecek ve işte şu oğlumun doğacak olan Ali adındaki oğlu
ayağa kalkacaktır."
Bu, İbn Asakir
tarafından rivayet edilen ve cidden garip bir hadistir.
Zührî dedi ki:
"En çok Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'le otururdum. Ondan daha fakih bir
kimse görmedim. Hadis rivayet ederdi, aile efradı arasında en faziletli ve en
güzel taatta bulunan kimseydi. Onlar arasında Mervan ile oğlu Abdülmelik
tarafından en çok sevilendi. Kendisine Zeynelabidin adı verilirdi."
Cüveyriye b. Esma dedi
ki: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Rasûlullah (s.a.v.)'a olan akrabalığını
vesile edinerek herhangi bir kimseden bir dirhem dahi yemedi. Allah, ona rahmet
etsin ve ondan razı olsun."
Muhammed b. Sa'd,
Makberî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Muhtar, Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin'e 100.000 dirhem gönderdi. Bunu kabul etmek istemedi. Geri
vermekten de korktu, bu nedenle parayı yanında alıkoydu. Harcamadı. Muhtar
öldürülünce Abdülmelik b. Mervan'a şöyle bir mektup gönderdi: "Muhtar,
bana 100.000 dirhem göndermişti. Bunu kabul etmek istememiştim. Reddetmekten de
korkmuştum. Bu paraları teslim alacak birini yanıma gönder."
Abdülmelik de ona:
"Ey amcaoğlu! O paraları al, ben onları sana helal ettim." diye
mektup gönderince Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, bu paraları kabul etti.»
Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, şöyle demişti: "İnsanların dünyadaki efendileri, cömert ve
takvalı olan kimselerdir. Ahiretteki efendileri de dindarlar, faziletliler,
ilim ve takva sahibi olan kimselerdir. Zira â-limler peygamberlerin
mirasçılarıdırlar.'1
Bir defasında da şöyle
demişti: "Kardeşlerimden birini görüp de onun için Allah'tan Cennet'i
isteyip de dünya malını ona verme hususunda cimrilik etmekten yüce Allah'tan
utanırım. Çünkü kıyamet günü olduğunda bana şöyle denilir: "Eğer Cennet
senin elinde olsaydı onu vermekte de cimrilik ederdin, daha cimri olurdun, daha
cimri olurdun."
Anlatıldığına göre Ali
b. Hüseyin Zeynelabidin, çok ağlarmış. Kendisine bunun sebebini sorduklarında
şöyle cevap vermiş: "Yakup peygamber, Yusuf peygamber için ağladı. Nihayet
gözleri ağardı, üstelik Yusuf un öldüğünü de bilmiyordu. Oysa ben, aile
efradımdan on küsur kişinin aynı günün sabahında boğazlandıklarını gördüm. Bu
nedenle onlara olan üzüntümün kalbimden silinip gideceğini mi sanıyorsunuz?"
Abdürrezzak dedi ki:
Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in cariyelerinden biri', abdest alırken Ali b.
Hüseyin'in eline su döküyordu. O esnada cariyenin elindeki ibrik düşüp Ali b,
Hüseyin'in yüzüne değdi ve yaraladı. Ali b. Hüseyin, başını kaldırıp cariyeye
hışımla bakınca cariye şöyle dedi: Yüce Allah buyuruyor ki: "Öfkeyi
yutanlar...." Bunun üzerine Ali b. Hüseyin: "Öfkemi yuttum."
dedi. Cariye ise: "İnsanları affedenler...." mealindeki ayeti okudu.
Ali b. Hüseyin de: "Allah, seni affetsin." diye cevap verdi. Cariye,
bu defa ayetin son kısmını okudu: "Allah, ihsan edenleri sever." Ali
b. Hüseyin de şöyle dedi: "Sen, yüce Allah'ın rızası için özgürlüğüne
kavuştun, seni azad ettim."
Zübeyr b. Bekkar,
Muhammed'in babası Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Iraklılardan bazı
kimseler bir araya gelip oturdular ve Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'den
bahsettiler. Onların aleyhlerinde ağır sözler sarfettiler. Sonra Hz. Osman'dan
bahsettiler. Ali, onlara şöyle dedi:
- Söyleyin bakalım,
sizler şu ayette sözü edilen ilk Muhacirlerden misiniz? "Onlar ki,
yurtlarından ve mallarından edilmişlerdir. Allah'tan bir lütuf ve rıza
dilerler. Allah'ın dinine ve peygamberine yardım ederler." (ei-Haşr, 8.)
Onlar da,
"Hayır." diye cevap verince bu defa Ali, onlara şöyle dedi:
- O zaman sizler, şu ayette
sözü edilen kimseler misiniz? "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip geleni
severler." (ei-Haşr, 9.)
Onlar yine:
"Hayır." diye cevap verince bu sefer Ali, şöyle dedi:
- Sizler, ne
Muhacirlerden ne de Ensâr'dan olmadığınıza dair ikrarda bulundunuz. Ben de
şahitlik ediyorum ki, yüce Allah'ın kendilerinden şu ayette söz ettiği üçüncü
gruptan da değilsiniz: "Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve
bizden önce inanmış olan kardeşlerimizi bağışla. Kalbimizde mü'minlere karşı
kin bırakma." (ei-Haşr, ıo.)
- Haydi öyleyse,
yanımdan kalkıp gidin. Allah, sizi mübarek kılmasın. Evlerinizi de birbirine
yaklaştırmasın. Sizler, İslâmiyet'le alay ediyorsunuz. İslâm ehli de
değilsiniz.»
Adamın biri gelip ona
şöyle bir soru sordu:
- Hz. Ali, ne zaman
dirilecek ve dünyaya dönecek?
- Vallahi o, kıyamet
gününde dirilecek ve kendi başının çaresine bakacak.
Ibn Ebi'd-Dünya, Ebu
Hamza es-Sümalî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin
evinden dışarı çıkarken şöyle derdi: Allah'ım, ben bugün ırzıma sövene hakkımı
helal ediyorum."
Ibn Ebi'd-Dünya'nm
rivayetine göre tandırda birşey pişirmekte olan bir kölenin elindeki şiş, Ali
b. Hüseyin'in çocuğunun başına düştü ve çocuk öldü. Ali b. Hüseyin de koşarak
olay yerine gitti. Köleye baktı, sonra da şöyle dedi: "Sen kasıtlı
yapmadın, sen hürsün, seni a-zad ettim." Böyle dedikten sonra da oğlunun
cenaze hazırlıklarına başladı.
Medainî dedi ki:
Süfyan'ın şöyle dediğini işittim: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin şöyle derdi:
"Alçalarak, zillete katlanarak kızıl tüylü davarlara sahib olmak benim
hoşuma gitmez."
Kendi nefsi aleyhinde
aşın giden, çok günah işleyen bir oğlu vefat edince bir adam, onun
aşırılıklarından ötürü üzüntüye boğuldu. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, oğlu ölen
adama şöyle dedi: "Senin oğlunun gerisinde üç şey kalmıştır: Allahtan
başka ilah bulunmadığına şahadet etmek, Rasûlullah'ın şefaatta bulunması ve
Aziz ve Celil olan Allah'ın rahmeti."
Medainî dedi ki:
Zührî, bir günah işledi. Bundan ötürü insanlar arasından çıkıp bir kenara
çekildi. Dağlara düştü, aile efradım ve malını terkedip gitti. Ali b. Hüseyin,
onunla görüştükten sonra kendisine söyle dedi: "Ey Zührî! Allah'ın herşeyi
kapsayan rahmetinden ü-mit kesmen, senin işlediğin günahtan daha büyük bir
günahtır." Ali'nin bu sözüne karşılık Zührî de şu ayet-i kerimeyi okudu:
"Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir." (ei-Enâm,
124.)
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Zührî, bir adamı hataen öldürmüş, Ali b. Hüseyin de tevbe
edip istiğfarda bulunmasını ve maktulün ailesine diyet göndermesini Zührî'ye
tavsiye etmiş, o da bu tavsiyeyi yerine getirmişti.
Zührî, şöyle derdi:
"Ali b. Hüseyin, insanlar arasında beni en çok minnet altında bırakan
kimsedir."
Süfyan b. Uyeyne, Ali
b. Hüseyin Zeynelabidin'in şöyle dediğini nakletmiştir:
"Bir adam, bir
başkası hakkında bilmeden iyi şeyler söylemesin. Aksi takdirde o adam hakkında
bilmeden kötü şeyler söylemeye yakın bir hale gelir. İki kişi, masiyet ve
günah işlemek üzere arkadaşlık edip bir araya geldiklerinde mutlaka Allah'ın
taati dışında birbirlerinden ayrılırlar."
Anlatıldığına göre Ali
b. Hüseyin Zeynelabidin, kendi kölelerinden birinin karısıyla evlenmek
istemiş, kölenin karısı olan cariyeyi a-zad edip onunla evlenmişti. Halife
Abdülmelik, ona kmayıcı bir mektup göndermiş, o da Abdülmelik'in mektubuna şu
cevabı vermişti:
"Ey inananlar!
Andolsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı
çok anan kimseler için Rasûlullah en güzel örnektir." (el-Ahzâb, 21.)
Rasûlullah (s.a.v.),
Safiye'yi azad etmiş ve onunla evlenmişti. Azatlısı Zeyd b. Harise'yi de halası
kızı Zeynep binti Cahş'la evlendir-mişti.
Dediler ki: Ali b.
Hüseyin Zeynelabidin, kışın elli dinar değerinde ibrişimden yapılma siyah bir
elbise giyerdi. Yaz geldiğinde de onu sadaka olarak verirdi. Yazın ise ondan
daha düşük değerde, yamalı bir elbise giyer ve şu ayeti okurdu: «De ki:
"Allah'ın kulları için yarattığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan
kimdir?"» (ei-Arâf, 32.)
Solî, Cerirî ve birden
fazla ravinin anlattıklarına göre Hişam b. Abdülmelik, babasının ve kardeşi
Velid'in hilafetleri döneminde hacca gitmiş, Ka'be'yi tavaf etmişti. Hacer-i
esvedi istilam etmek istediği zaman izdihamdan ötürü imkan bulamamıştı. Nihayet
kendisi için oraya bir minber kurulmuş, minbere çıkarak hacer-i esvedi istilam
etmişti. Sonra da minbere oturmuş, Şamlılar da gelip çevresinde ayakta
durmuşlardı. Bu sırada Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Ka'be'ye gelmiş, tavafa
başlamış, hacer-i esvedi istilam etmek için yaklaştığında insanlar ona saygı ve
tazimden Ötürü yer vermişlerdi. Kendisi de güzel bir görüntüde ve göz alıcı
bir şekilde idi. Şamlılar, Hişam'a onun kim olduğunu sorduklarında Hişam, onu
küçük düşürmek, horlamak maksadıyla ve Şamlıların da ona yönelmelerini
engellemek için: "Tanımıyorum." diye cevap vermişti. Bunun üzerine
orada hazır bulunan şair Ferezdak: "Onu ben tanıyorum." diye cevap
vermişti. Şamlılar, "O kimdir?" diye sorunca Ferezdak, onu göstererek
şöyle demişti:
"Şunun bastığı
yerleri, Batha (Mekke vadisi) tanır. . Şunu Ka'be, Harem ve Harem dışı yerler
de tanır. Bu, Allah'ın kullarının en hayırlısının oğludur. Bu; takvah, seçkin,
temiz ve bilinen şahsiyettir. Kureyşliler, bunu gördüklerinde sözcüleri şöyle
dedi: Bunun ahlaki üstünlüğüne hiçbir ahlak sahibi ulaşamadı. Bu, onur ve
üstünlüğün doruk noktasındadır. Bu noktaya İslâm'ın Arapları da Acemleri de
ulaşamadılar. İstilam etmeye, el sürmeye geldiğinde Hatim'in duvarları, Nerede
ise onun avuç içlerini yakalamak üzeredir. Bazen utandığından, bazen de
heybetinden ötürü gözlerini yu-
mar.
Ancak gülümsediği
zamanda konuşur.
Elinde bir haziran
vardır ki, kokusu çok güzeldir.
Eli çok parlaktır,
burnundan da güzel kokular saçılır.
Bunun kaynağı,
Rasûlullah'ın bedeninden gelmektedir.
Vücudunun parçaları,
huy ve güzellikleri de çok hoştur.
Güneş doğduğunda nasıl
ki, bulutlar açılır ve kaybolurlarsa,
Bunun alnının
ışığından da hidayet nurları bile kaybolup giderler.
Rezalet irtikab eden
kavmin günahlarım bu yüklenir.
Şemaili tatlıdır, nimetler
de onun yanında tatlılaşır.
Bu, -eğer kendini
tanımıyorsan- Fatıma'nın oğludur!
Allah'ın
peygamberlerinin halkaları, bunun dedesiyle son buldu.
Fazilet ve üstünlük
hususunda diğer peygamberler, onun dedesine ulaşamadılar.
Fazilet ve üstünlük
hususunda da diğer ümmetler, bunun dedesinin ümmetine ulaşamadılar.
İyilik ve ihsanı,
bütün yeryüzüne yayıldı.
Sapıklık, fakirlik ve
zulüm, o sayede kaybolup gitti.
İki elinde de medet ve
yardım vardır. Faydası, her tarafa yayılmıştır.
Ellerinde hayır vardır.
Yokluk, ellerinde görülmemiştir.
Ahlakı yumuşaktır,
fevri hareketlerinden korkulmaz.
Yumuşak huyluluk ve
cömertlik güzelliği, onu süsler.
Sözünü asla yerine
getirmezlik etmez.
Onun yokluğunda da
çöllerin genişliğinde bereket vardır.
O azmettiği zaman çöllerde
hareket görülür.
Onların sülalesini
sevmek, dinin ta kendisidir. Onlara öfke duy-maksa küfürdür.
Onlara yakın olmak,
kurtuluştur.
Onları sevmekle,
kötülük ve belalar defedilir.
Yine onları sevmekle,
ihsan ve nimetler artar.
Allah'ı andıktan sonra
onlar anılır.
Her hükümde böyledir
ve söz onlarla nih ay etlendirilir.
Eğer takva sahipleri
sayılacak olursa bunlar, takva sahiplerinin önderleridirler.
Ya da "Yeryüzünün
en hayırlı insanı kimdir?" diye sorulduğunda, "bunlardır" diye
cevap verilir.
Hiçbir cömert,
bunların cömertliğine ulaşamaz.
Ne kadar eli açık
olsalar da, hiçbir topluluk,
Cömertlik hususunda
bunların derecesine ulaşamaz.
Kıtlık görülse de
cömertler bunlardır.
Savaş aslanları
bunlardır, güç bunlardan kaynaklanır.
Kötülük ve yergi,
bunların sahasına inemez.
Cömertlerin huyu ve
nimet saçan eller,
Bunların sahasına
kötülemenin inmesine engel olur.
Bunların ihsanlarında
ve avuçlarında yokluğa yer yoktur.
Zengin olsalar da
yoksul olsalar da her zaman ihsan ederler.
Bunun evveliyatından
ötürü veya nimetlere sahip oluşundan Ötürü, diğer yaratıklar bunların
boyunları üzerinde değildir.
Senin
"tanımıyorum" demen buna zarar vermez.
Senin tanımadığın
kimseyi Araplar da Acemler de tanırlar.
Allah'ı bilen kimse,
bunun evveliyatını bilir.
Diğer bütün ümmetler,
dine, bunun ailesi vasıtasıyla kavuştular."
Hişam, bu şiiri
dinleyince öfkelendi ve Ferezdak'm Usfan'da hapsedilmesine emir verdi.
Bilindiği gibi Usfan, Mekke ile Medine arasında bir yerdir. Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, bu olayı duyunca Ferez-dak'a 12.000 dirhem para gönderdi. Ancak
Ferezdak, bu parayı kabul etmedi ve şöyle dedi: "Ben, söylediklerimi Aziz
ve Celil olan Allah rızasını kazanmak, hakka yardım etmek, Rasûlullah'ın
zürriyetinin
hakkını vermek için
söyledim. Bunun karşılığında birşey alacak değilim."
Ali b. Hüseyin de ona
şu mesajı gönderdi: "Senin bu hususta samimi olduğunu, niyetinin
doğruluğunu Allah da biliyor. Allah hakkı !Çin du parayı kabul et," Bunun
üzerine Ferezdak, kendisine gönderilen parayı kabul etti. Sonra da Hişam'ı
yerdi ve şöyle dedi:
"Sen beni, Medine
ile insanların gönüllerinin yöneldiği Mekke a-rasında (Usfan'da) hapsediyorsun.
Sonra da liderlere
mahsus olmayan bir başı, gövdenin üzerinde taşıyorsun. Ayrıca ayıpları açıkça
görünen iki şaşı göze de sahipsin."
Rivayete göre Ali b.
Hüseyin, bir cenaze gördüğü zaman şu iki beyi ti okurmuş:
"Cenazelerle
karşılaştığımızda korkarız, onlar geçip gidince yine eğlenceye dalarız.
Yırtıcı hayvanların
saldırısına uğrayan koyun sürüsünün korkusu gibi.
Yırtıcı hayvanlar
gidince, tekrar koyunlar otlamaya başlarlar."
Hafız İbn Asakir'in
rivayetine göre Zührî, şöyle demiştir: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in kendi
nefsini hesaba çektiğini ve Rabbine şöyle münacatta bulunduğunu işittim:
«Ey nefis, daha ne
zamana kadar bu dünyada kalacaksın ve bu dünyanın şenliğine yöneleceksin? Geçen
atalarının ölümlerinden ve toprak altında kaybolan dostlarının gidişinden,
kardeşlerini yitirişinden ibret almadın mı? Senin o akranların hep toprak
altına göçtüler. Yaşadıktan sonra kara toprağın bağrına gittiler.
Onların güzellikleri
orada çürüyüp yok oldu, diyarları boşaldı. Arsalarında kimse kalmadı. Kaderler,
onları ölüme doğru şevketti. Dünyadan ve dünyalık olarak biriktirdikleri
şeylerden el çekip gittiler. Çukurlar, onları toprağın altında bağırlarına
bastılar. Ölümün pençeleri, nesilleri peşpeşe koparıp götürdü. Onları çürüterek
yeryüzü ne kadar değişti. Çeşit çeşit insanlar yaşadıktan sonra toprakta
kayboldular. Onların hepsi çürümeye mahkum oldular. Sonra da toprak onlardan
vazgeçerek iflas etmiş kimselerin ameline döndü. Sense dünyaya yönelmiş, olanca
gücünle dünyalık için çalışıyorsun. Tutkulusun, mal biriktirmeye çabalıyorsun.
Tehlikeli bir
yoldasın, ama farkında değilsin, düşünsene hangi yoldasın! Kişi, sürekli olarak
dünyası için çabalar, ama ahiretini unutursa şüphesiz o ziyandadır.
Daha ne zamana kadar
dünyaya ikbal göstereceksin? Onun şeh-vetleriyle meşgul olacaksın? Saçların
ağardı, ölüm habercisi sana geldi. Seni kovalayan ecelden haberin yok. Bu
günün lezzetiyle meşgul olduğun için yarınını unutuyorsun. Oysa
şehvetperestlerin, toprak altına göçtüklerini gördün. Başlarına gelen
musibetleri de müşahede ettin. Kişi, ölüm korkusunu, mezarını ve çürümeyi
hatırlayınca dünya eğlencelerinden ve lezzetlerinden kendini alıkoyabilir.
Kırk yaşının
yaklaşmasından sonra saçlar ağarmca, daha neyi beklersin? Bu, yaşlanan kimseyi
uyarır.
Sen, sanki zarar veren
şeye yöneliyorsun, bunu kendi nefsinin a-leyhine kasıtlı olarak yapıyor ve
doğru yola şaşıyorsun. Geçen milletlere ve yok olan hükümdarlara bir bak!
Günlerin peşpeşe gelişi, onları nasıl da koparıp götürdü? Ölüm, onları nasıl
yakaladı? Dünyadaki izleri silinip gitti, sadece dünyada haberleri kaldı. Haşre
ve kıyamete dek toprakta çürümüş kemikler olacaklar.
Çürüyüp toprağa
karıştılar. Meclislerinde oturamaz oldular. Köşkleri ıssız kaldı.
Öyle bir diyara
göçtüler ki, kendilerini ziyaret eden yoktur. Birbirlerine uğrayamazlar, mezar
sakinleri nasıl ziyaretleşebilirler?
Ancak mezarların
tavanlarının üzerlerine toplandığını görürsün. O mezar tavanlarının
üzerlerinden asırlar geçip gider.
Nice güçlü, kudretli
sultanlar vardı ki, onların askerleri ve ava-neleri vardı. Dünyada iktidar
sahibi oldular.
Dünyada arzuladıkları
şeyleri elde ettiler, orada köşkler ve büyük köyler inşa ettiler. Orada mallar
ve zahireler biriktirdiler, güzel cariyelere ve kadınlara sahip oldular.
Ölüm geldiğinde ölümün
pençesini, onun biriktirdiği zahireleri geri çeviremedi.
İnşa ettikleri ve
çevresini nehirlerle büyük köylerin kuşattığı kaleleri de kendisini ölüme
karşı koruyamadı.
Hiçbir hile, ölümü
ondan uzaklaştıramadı. Askerleri de onu Ölüme karşı korumaya meyletmedi.
Allah'ın geri
çevrilmez takdiri ona geldi. Asla reddedilemiyecek hükmü onun üzerine indi.
Hüküm sahibi, sonsuz güce sahip olan Allah, yücedir. O, en büyüktür, güçlü ve
kahredicidir. Zorbaları helak edici, büyüklük taslayanları da mahvedicidir. O,
öyle bir sultandır ki, onun gücü karşısında bütün sultanlar boyun eğerler.
Bütün hükümdarlar, onun kuvveti karşısında helak olurlar.
O, öyle güçlü bir
hükümdardır ki, hükmü geri çevrilemez.
Hikmet sahibi ve
bilgilidir, emri geçerli ve kahredicidir.
Bütün güç ve izzet
sahihleri, onun zatının izzetine yöneldi.
Nice güçlü ve
muktedirler, o kuvvet sahibi Allah'ın önünde küçülürler.
Zorba hükümdarlar
bile, Arş-ı A'la'nın sahibinin izzeti karşısında boyun eğip teslim olur ve
güçsüzleşirler.
Dünyadan ve dünyanın
tuzaklarından kaçının. Onun size karşı burduğu tuzaklardan uzak durun. Sizin
için hazırladığı süs ve ziynetlere yaklaşmayın. Size izhar ettiği
güzelliklerinden ve ibraz ettiği şehvetlerden ve ayrıca sizden gizlediği
öldürücü ve helak edici tehlikelerinden kendinizi koruyun.
Dünyanın, gördüğün
feci hallerinden uzak dur. Ö halleri defetmeye dua et. Allah, seni zahid
olmakla memur kılmıştır.
Gayret göster, gafil
kalma, uyanık ol. Şenlendiren kimse, az bir zaman sonra bu diyarı
terkedecektir.
Paçaları sıva,
gevşeme. Ömrün sona erecektir.
Sen de daimi diyara
gidicisin.
Dünyayı isteme, çünkü
elde etsen de,
Dünya nimetlerinin
tümü sana zarar verir.
Akıllı kimse, dünya
için hırs gösterir mi? Ya da akıllı kimse, dünya nimetleriyle mutlu olur mu?
Oysa akıllı kişi, dünya nimetlerinin ve dünyanın faniliğine kuvvetle
inanmıştır. Dünyanın bakiliğine timi t beslemez.
Gecelemekten korkan
kimsenin gözleri nasıl uykuya dalar? Bütün işlerinde ölümü bekleyen kimsenin
gönlü nasıl rahatlar?
Dikkat edin, elbetteki
hayır, ama bizler nefislerimizi aldatıyoruz.
Korktuğumuz ve
çekindiğimiz şeye karşı lezzetler bizi meşgul edip aldatıyor.
Sırların ortaya
çıktığı günde, adalet divanında duracak olan kimse hayattan nasıl lezzet
alabilir?
Sanki
hasredilmeyeceğiz ve bizler başıboş bırakılmışız da ölümden sonra hesap yerine
götürülmeyeceğiz?
Nasıl olur da
dünyadaki insan, dünya lezzetlerini elde eder ve dünyanın güzellikleri ile bir
hoş olur? Oysa dünyada çok çeşitli tuhaflıklar ve insana darbe vuran feci
haller vardır. Dünyanın musibetlerinde de, dünyanın elde edilmesi.için duyulan
talebte de çok azap vardır. Dünyada hastalıklar, musibetler, yorgunluk ve
elemler vardır.
Her gecede ve günde
görmüyor muyuz ki, dünya bizi harcıyor ve ertesi sabah tekrar hayata
döndürüyor.
Dünyanın afetleri ve
kederleri, peşpeşe üzerimize geliyor.
Bu haldeki kimse,
dünyanın kendisi için kalıcı olduğunu nasıl düşünebilir?
Böyle bir kimse,
dünyasından emin değildir, dünyaya imrenme-melidir.
Oysa dünya onun canını
alma talebinden asla vazgeçmemektedir.
Dünya, kendisinde
ebedi kalmak isteyen nice kimseyi aldatmıştır. Kendisini elde etmeye çabalayan
ve üzerine yumulan nice kimseyi yere yıkmıştır. Böyleleri tökezledikleri için
kurtulamamışlardır. Yere düştükten sonra da kendilerini toparlayamamış ve ayağa
kalkama-mışlardır. Dünyanın verdiği elemden kurtulamamış, hastalıklardan şifa
bulamamış ve darbelerden de kurtuluş yolu bulamamışlardır.
Aksine dünya, güç ve
iktidardan sonra onları kötü hallere düşürmüştür ki, artık dönüp
kurtulamamışlardır.
Böyleleri kurtuluşun
kalmadığını ve kendisinden sakınılması imkansız olan ölümü görünce pişman
olmuşlardır.
De ki, o zaman
pişmanlık fayda vermemiştir. İşledikleri büyük günahlara da ağlamışlardır.
Geçmiş günahlarına
ağlamışlar, geride bıraktıkları dünya için hasret çekmişler ve günahlarından
ötürü mağfiret dilemişlerdir. Ancak o zaman mağfiret dilemek, kendilerine
fayda vermemiştir. Özür dilemeleri ve mazeret beyan etmeleri de onları
kurtaramamıştır, ölümün geldiği ve belanın çöktüğü esnada.
Ölümün keder ve
hüzünleri onu kuşattı.
Kaderler onu aciz
bıraktığı zaman da şaşırdı.
Ölüm sıkıntısından
onun için kurtuluş yoktur.
Sakındığı şeyden de
kendisi için bir yardımcı yoktur.
Ölüm korkusu, onun
nefsini canından çıkardı.
Küçük dilini yuttu ve
kendi hançeresi titremeye başladı.
İşte o esnada
ziyaretçileri korktu ve azaldı. Ailesi ve çocukları, onu kaderin hükmüne teslim
etti. Öleceği esnada çevresindeki insanlar, vaveylalarını yükselttiler. Hasta
yatağında artık onun iyileşmesinden ümit kestiler. Ölünce de kendi elleriyle
gözlerini kapattılar. Kendisi de canım verdikten sonra ayağını uzattı, dostları
yanından ayrıldılar. Müşfik arkadaşı da onu terketti.
Nice sancı çeken kimse
var ki, musibete uğrayan kimse, onun için ağlar.
Nice sabırdan ümit
bekleyen kimse var ki, kendisi sabredemez.
Nice kendisi için
Allah'a dua edip ihlasla "İnnâ lillâh ve innâ iley-hi râciun" diyen
kimse var ki,
Zikrettiği her
kelimeyi sayar.
Onun vefatından ötürü
nice sevinen ve müjdelenen kimse vardır, ama,
Az bir süre sonra
onlarda onun gideceği yere gideceklerdir.
Ölümünden sonra
kadınları yakalarını yırtarlar. Cariyeleri yüzlerini tokatlarlar. Kaybe dili
sinden ötürü komşuları vaveyla koparırlar, yokluğundan ötürü kardeşleri
üzüntüye boğulurlar ama sonra da onu teçhiz etmeye yönelirler, onu defnetmek
için paçaları sıvarlar. Sanki o, daha önce aralarında kıymetli ve uğruna can
feda edilen bir kimse değildi. Her haliyle ortada olan bir sevgili değildi.
Yakınında bulunan ve
kavmi arasında kendisini en çok seven ki-Şi,
kefenlemek için başkalarım da çalışmaya
sevkedip teşvik eder,
Yanında bulunanlar,
onu yıkamak için paçaları sıvarlar.
Canını verir vermez
kazıcıyı mezara gönderirler.
Kendisi de iki bez
parçası ile kefenlenir, kardeşleri ve aşireti et-rafinda toplanıp onu mezara
götürürler.
Onun çocuklarından en
küçüğünü görürsen bakarsın ki, üzüntü onun kalbini kaplamıştır. Babasına olan
üzüntüsünden ötürü kendisinin de ölümünden korkulur. Gözyaşları, onun
gözlerini kaplamıştır. Babasına ağlar ve şöyle der:
Eyvah, vay babacığım!
Ölümün çirkin bir
manzarasını gördüm, gayet korkunçtu. Bir ayna gibi idi. Bakan "kimse
ondan ürkerdi.
Ölenin en büyük
çocukları, üzüntüden ölmek üzeredirler. Oysa ki, küçük çocukları babalarını
unutmak üzeredirler.
Kadınları onun için
çok üzülürler.
Gözyaşları,
yanaklarının üzerinde derin izler meydana getirir.
Sonra ölüyü köşkünün
genişliğinden çıkarıp mezarının darlığına götürürler. Mezara konulunca
kerpiçler üzerine kapatılır. Amelleriyle başbaşa kalır. Günahları onu kuşatır,
gördüğü manzaradan ötürü sıkılır. Sonra yakınları, kendi elleriyle onun
üzerine toprak atarlar. Üzerine çok ağlar ve feryad ederler. Sonra üzerinde bir
saat kadar bekler ve ona bakmaktan bıkıp usanır, hayata dönmesinden ümid keserler.
Sonra da onu işlediği günahlar ve taleb ettiği şeylerle başbaşa bırakıp
dönerler.
Şiddetli bir hüzünle
onun üzerine eğildiler. Hepsi de, sakıngan bir şekilde, kardeşiyle karşılaşan
kimseyi andırırlar.
Tıpkı güven içinde
otlayan koyunlar gibi ki,
Derileri yüzen kişi,
elindeki bıçağı ile paçalarım sıvamış olarak karşılarına çıktığında,
Ürküntüye kapılırlar,
çok otlamadan geri dönerler.
Eli bıçaklı kişi,
oradan uzaklaşınca tekrar otlamaya ve meralarına dönüp otlamaya başlarlar.
Daha önce kardeşlerinin başına gelen musibeti unuturlar.
Bizler de koyunlara mı
benzeyeceğiz, onların âdetine mi uyacağız? Çürüme diyarı olan mezara göçen
kişiyi an, onun toprak altındaki yerinden ibret al. Gördüğün gibi korkunç
hallere maruz kalan kimsenin durumundan ders al.
Mezarında yalnız
kaldı. Mirasçıları, çocukları ve hısımları da malını paylaştılar.
Malının üzerine
çullanıp paylaştılar. Mirasçılardan hiçbiri de onu övmedi ve ona teşekkür
etmedi.
Ey dünyayı imar eden
ve ey dünya için çalışıp çabalayan kişi!
Ey başına musibetler
gelmesinden emin olan kişi, sen de bu hale geleceksin. Nasıl emin olabiliyorsun
kendinden? Seni ölüme götüren bir binek olan hayatını nasıl heba ettin? Teneşir
tahtasına baktığın halde yediğin yemeklerle nasıl doyarsın? Afet ve musibetlere
götüren bir binek olan şehvetlerle nasıl mutlu olabilirsin? Yaklaşan göç için
azık hazırlamadın. Sen sefere çıkmak üzere olan bir yolcu durumun-
dasın.
Eyvah! Tevbemi daha ne
zamana kadar erteleyeceğim?
Ömrüm sona ermek
üzeredir. Ölüm çukuru da bana bakmaktadır.
Bütün işlediğim
ameller deftere kayıtlıdır.
Hükmü adil ve muktedir
olan zat, amellerimin karşılığını verecektir
Daha kaç kez dünyanı
ahiretinle yamalayacaksın. Kendi heves ve azgınlık atına bineceksin? Seni zayıf
inançlı biri olarak görüyorum. Ey dünyasını bu dine tercih eden adam! Rahman
sana bunu mu emretti? Yoksa Kur'ân, bunun için mi nazil oldu? Önündeki
şiddetli hesabı hatırlamıyor musun, zorlu akibeti düşünmüyor musun? Mal toplayıp
servet sahibi olan, binaları yükseltip süsleyen ve şenlendiren kimsenin
durumunu hatırlamıyor musun? Bunların hepsi Ölmediler mi, şimdi yerleri mezar
değil midir?
Baki kalan ahiretini
harab ediyor, fani olan dünyayı imar ediyorsun.
Oysa dünya sana kalıcı
değildir. Şenlenmez, ahiretini de kazanamadın.
Ölüm, ansızın sana
geldiğinde hayır işlememiş isen Allah katında nasıl bir mazeretin olacak?
Dinin noksan, malın
çok olduğu halde hayatının sona ermesine razı olur musun?»
Tarihçiler, Ali b.
Hüseyin Zeynelabidin'in hangi senede vefat ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Cumhur'dan nakledilen meşhur görüşe göre o, hicretin doksandördüncü senesinin
başında ellisekiz yaşında vefat etmiştir. Cenaze namazı Baki'de kılınmış ve
aynı yere def-dil
Fellas dedi ki:
"Ali b. Hüseyin, Said b. Müseyyeb, Urve ve Ebu i b. Abdurrahman, hicretin doksandördüncü
senesinde vefat et-
Ravinin biri dedi ki:
"Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, hicretin doksa-niKinci veya doksanüçüncü
senesinde vefat etmiştir."
Medainî'nin ifadesine
göre Ali b. Hüseyin, hicretin doksandoku-zuncu senesinde vefat etmiştir. Ancak
bu kavil garip karşılanmıştır, doğrusunu Allah bilir.
Hafs b. Giyas, Ali b.
Hüseyin Zeynelabidin'in-şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir beden
hastalanmadığı takdirde şımarır, şımaran bir bedende de hayır yoktur."
Ebu Bekir b. el-Enbarî,
Ali b. Hüseyin'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Dostları kaybetmek,
gurbettir."
Ali b. Hüseyin, şöyle
de demişti: "Allah'ım, gözlere görünen açık halimin güzel olmasından, ama
kimsenin görmediği zamanlarda ve yerlerde de gizli halimin çirkin olmasından
sana sığınırım. Allah'ım, ben kötülük yaptıysam da sen bana iyilik yaptın.
Tekrar kötülüğe dönersem, sen de bana iyilik yapma. Allah'ım, senin verdiğin
geniş rızkını kendilerine kıstığın kimselerin iyiliğim bana nasib et."
Ali b. Hüseyin, oğluna
şöyle demişti: "Ey oğulcuğum, tuvalete gitmek için ayrı bir elbise edin,
çünkü ben tuvalette pisliğin üzerine sineklerin konduğunu, sonra o sineklerin
kalkıp elbisemin üzerine konduklarını gördüm." Sonra ayılmış ve:
"Ama Rasûlullah (s.a.v.)'ın ve ashabının sadece birer elbiseleri
vardı." demiş ve önceki kararından vazgeçmişti.
Ebu Hamza
es-Sümalî'den şöyle rivayet edilmiştir:
«Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin'in kapısına gittim, seslenmek istemedim, kapı önünde oturdum.
Dışarı çıkıncaya kadar bekledim. Çıkınca kendisine selam verdim ve kendisi
için dua ettim. O da selamımı aldı ve bana dua etti, sonra bir duvarın yanına
gitti ve şöyle dedi:
- Ey Hamza, şu duvarı
görüyor musun?
- Evet.
- Bir gün ben üzüntülü
iken şu duvara sırtımı dayamıştım. Karşıma güzel yüzlü, güzel giysili bir adam
çıktı, bana bakıyordu. Sonra bana şöyle dedi:
- Ey Ali b. Hüseyin!
Seni dünya için üzüntülü görüyorum, oysa dünya, hazırdaki bir rızıktır. İyi
kişiler de, kötü kişiler de o rızıktan yerler.
- Ben dünya için üzülmüyorum, çünkü dünya,
senin anlattığın gibidir.
- Öyleyse ahiret için
mi üzülüyorsun? Ahiret gerçek bir vaattir. Orada muktedir bir hükümdar
hükmedecektir.
- Ben ahiret için de
üzülmüyorum, çünkü ahiret de senin anlattığın gibidir.
- Öyleyse neye
üzülüyorsun?
- İbn Zübeyr
fitnesinden korkuyorum.
- Ey Ali! Sen,
Allah'tan birşey istediği halde Allah'ın kendisine istediği o şeyi vermediği
bir kimse gördün mü hiç?
- Hayır.
- Sen, Allah'tan
korktuğu halde Allah'ın kendisini korumadığı biri gördün mü hiç? _ Hayır.
Aramızdaki bu
konuşmadan sonra o adam yanımdan çekip gitti e kayıplara karıştı. Bana denildi
ki: Ey Ali, sana gelen o adam Hızır'dı.»
Taberanî, Ömer b.
Haris'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, vefat edip de kendisini yıkadıkları zaman sırtında bazı siyah
lekeler gördüler. Bu lekelerin ne olduğunu sorduklarında şöyle cevap verildi:
"Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, geceleri Medine fakirlerine vermek üzere
sırtında un çuvalları taşırdı. İşte bu lekeler, o çuvalların izidir."»
İbn Aişe dedi ki: Ben,
Medinelilerin şöyle dediklerini işittim: "Ali b Hüseyin Zeynelabidin,
vefat edinceye kadar gizli sadaka alırdık, o-nun vefatından sonra bize gizlice
sadaka veren kimse görmedik."
Abdullah b. Hanbel,
Ebu Minhal et-Taî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, bir düşkün kimseye sadaka vereceği zaman, Önce onu öper, sonra
sadakayı verirdi."
Taberî, Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin'in kendi oğluna şu öğüdü verdiğini rivayet etmiştir:
"Ey oğulcuğum!
Musibetler karşısında sabret. Başkalarının hukukuna tecavüz etme. Sana
vereceği zararın, vereceği faydadan çok olması durumu dışında kardeşini hiçbir
durumda ziyana sokma."
Taberanî1 den şöyle
rivayet edilmiştir:
"Ali b. Hüseyin,
bir cemaat arasında oturmaktaydı. Kendi evinden bir çığlık duydu. Kalkıp evine
gitti, sonra tekrar aynı meclise dönüp geldi, kendisine sordular:
- Evde bir olay mı
oldu ki çığlık sesi geldi?
- Evet!
Bunun üzerine mecliste
bulunanlar, onu teselli ettiler ve gösterdiği sabra da şaştılar. Ama kendisi
şöyle dedi: "Biz öyle bir aileyiz ki, hoşlandığımız hususlarda Aziz ve
Celil olan Allah'a itaat ederiz, hoşlanmadığımız durumlarda da ona
hamdederiz."
Taberanî'nin
rivayetine göre Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, şöyle demiştir:
«Kıyamet günü
olduğunda bir münadi şöyle seslenir:
"Fazilet ehli
kimseler ayağa kalksınlar." Bunun üzerine bir grup insan ayağa kalkar ve
harekete hazır hale gelir, kendilerine: "Haydi Cennet'e gidin."
denilir. Cennet yoluna koyulduklarında melekler kendilerini karşılar ve onlara
şöyle sorarlar:
- Nereye gidiyorsunuz?
- Cennet'e gidiyoruz.
- Hesap görmeden önce
mi gidiyorsunuz?
- Evet.
- Siz kimlersiniz?
- Biz fazilet ehli
kimseleriz.
- Faziletiniz neymiş?
- Bize karşı cahillik
yapıldığında tahammül ederdik, bize haksızlık yapıldığında sabrederdik, bize
kötü davramldığında bağışlardık.
- Öyleyse Cennet'e
girin. Cennet, amel sahibi kimseler için ne güzel bir mükafattır.
Sonra bir münadi şöyle
seslenir: "Sabırlı kimseler ayağa kalksınlar." Bir grup insan ayağa
kalkar ve harekete hazır hale gelirler. Kendilerine: "Haydi Cennet'e
gidin." denilir. Cennet yoluna koyulduklarımda melekler onları karşılar
ve kendilerine aynı soruyu sorarak: "Nereye gidiyorsunuz?" derler.
Onlar da şu cevabı verirler:
- Biz sabırlı
kimsleriz.
- Sizin sabrınız
nasıldı?
- Biz, Allah'a taat hususunda kendi nefsimizi
sabra alıştırdık. Ona karşı günah işlememek hususunda da nefsimizi sabra
alıştırdık. Belalar karşısında da nefsimizi sabra alıştırdık.
- Öyleyse Cennet'e
girin. Cennet, amel sahibi kimseler için ne güzel bir mükafattır.
Sonra bir başka münadi
de şöyle seslenir: "Bu diyarda Allah'ın komşuları olacak kimseler ayağa
kalksınlar." Bir grup insan ayağa kalkar ve harekete hazır hale gelirler,
ama sayıları azdır. Kendilerine şöyle denilir:
- Haydi Cennet'e
gidin.
Cennet yoluna
koyulurlar. Melekler kendilerini karşılar ve nereye gittiklerini sorarlar.
Sonra da melekler, sorularına şunu eklerler:
- Bu diyarda Aziz ve
Celil olan Allah'a komşu olmayı nasıl haket-tiniz?
- Bizler Allah rızası
için ziyaretleşirdik. Allah rızası için meclis kurup otururduk. Allah rızası
için malımızı harcar, fedakarlık yapardık.
- Öyleyse Cennet'e
girin. Cennet, amel sahibi kimseler için ne güzel bir mükafattır.»
Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin, şöyle demişti: "Doğrusu Cenâb-ı Allah, günah işleyen, sonra
da tevbe eden mü'mini sever.
iyiliği emretme ve
kötülüğü menetme görevini yapmayan kimse, Allah'ın kitabını arkasına atmış gibi
olur. Ancak kötülük yapan kimselerden sakınanlar hariç."
Kendisine sordular:
- Sakınmak nasıldır?
- İnatçı ve zorba kimseden
korkulur. Böyle bir kimsenin, iyiliği
emredip kötülüğü
meneden kimseye karşı taşkınlık yapıp zarar vermesinden korkulur. İşte bu
durum hariç."
Adamın birisi, Said b.
Müseyyeb'e şöyle dedi:
- Falan adamdan daha
takvalı birini görmedim.
- Sen Ali b. Hüseyin
Zeynelabidin'i gördün mü?
- Hayır.
- Ben de işte ondan
daha takvalı birini göremedim. Süfyan b. Uyeyne, Zührî'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in yanma gittim, bana şöyle dedi:
_ Ey Zührî, neredeydiniz? Ne işle uğraşıyordunuz?
- Oruç konusunu
müzakere ediyorduk. Arkadaşlarımızla birlikte şu karara vardık ki; ramazan ayı
orucu dışında farz olan başka bir oruç yoktur.
- Ey Zührî, ama bu
sizin dediğiniz gibi değildir. Orucun kırk vec-hi vardır. Onu, ramazan ayı
orucu gibi farzdır, onu da haramdır. On-dört tanesine gelince kişi, bunları
tutup tutmamakta serbesttir. Dilerse tutar, dilerse tutmaz. Nezir orucu
vacibtir, itikaf orucu vaciptir.
- Ey Rasûlullah'ın
oğlunun oğlu, bunları açıkla.
- Farz olan oruç,
ramazan ayının orucudur, bir de hataen adam öldürüp de azad edecek köle
bulamayan kimsenin peşpeşe iki ay müddetle tutacağı oruçtur. Yoksullara
yedirecek yiyecek bulamayan ve yemin keffaretiyle yükümlü olan kimsenin
tutacağı üç günlük oruçtur. Başı traş etme nedeniyle tutulan oruçtur. Kesecek
kurban bulamayan ve temettü haccı yapan kimsenin tutacağı oruçtur. Avlanma
yasağına riayet etmediği için kişinin tutacağı ceza orucudur. Bu kişi, avladığı
hayvanın kıymetini takdir eder, sonra bu kıymeti buğdayla karşılar.
Kişinin tutup
tutmamakta serbest olduğu oruçlar ise şunlardır: Pazartesi ve perşembe günleri
tutulan oruç, ramazan ayından sonra şevval ayında tutulan altı günlük oruç,
arefe günü tutulan oruç ve aşure günü tutulan oruçtur. Kişi, bu oruçları tutup
tutmamakta serbesttir.
izne tabi oruçlara
gelince, bunlar da şunlardır: Kadın, kocasının izni olmadan nafile oruç
tutamaz. Köle ve cariye de böyledir. Bunlar da ancak efendilerinin izni ile
nafile oruç tutabilirler.
Haram olan oruçlarsa
şunlardır: Kurban bayramında ve ramazan
bayramında tutulan
oruç. Teşrik günlerinde ve yevm-i sekte tutulan
oruç. Yevm-i sekte
ramazan için oruç tutmaktan menedilmişiz. Ara
vermeksizin tutulan
oruç anlamına gelen visal orucu haramdır. Hiç
konuşmamak anlamındaki
sumt orucu haramdır. Günah işlemeyi
aamak için tutulan
oruç haramdır. Senenin bütün günlerini de oruç-
u geçirmek haramdır.
Misafirin oruç tutmasına gelince bu kişi, ev sahibinin izni olmaksızın nafile
oruç tutamaz. Bu hususta Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Bir
kimse, bir kavme misafir olduğunda onların iznini almaksızın nafile oruç
tutmasın."
Mubah oruca gelince,
bir kişi oruçluyken unutarak bir şey yer yada içerse orucu bozulmaz. Hasta ve
misafir kimsenin oruç tutmasına gelince bazı fikıhçılar, bunların oruç
tutabileceğini, bazılanysa oruç tutamayacaklarını söylemişlerdir. Diğer bazı
fıkıhçılarsa şöyle demişlerdir: "Dilerse tutar, dilerse tutmaz."
Bize gelince biz deriz ki: Hastalar ve misafirler (seferi kimseler), oruç
tutmazlar. Kişi, yolculukta veya hastalıkta oruç tutsa bile geçersiz
olduğundan ötürü, o günlerdeki oruçlara kaza etmesi gerekir." [1]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam b. Muğire b. Abdullah b.
Ömer b. Mahzum el-Kureşi el-Medenî. Yedi fıkıhçıdan biridir. Adının Muhammed
olduğu söylenir. Ebu Bekir olduğu da söylenmiştir. Künyesi Ebu Abdurrahman'dır.
Sahih rivaj^ete göre adı da, künyesi de aynıdır. Çok sayıda oğullan ve
kardeşleri vardır. Kadri yüce bir tabii idi.
Amraar'dan, Ebu Hüreyre'den,
Esma binti Ebi Bekir'den, Ai-şe'den, Ümmü Seleme'den ve diğerlerinden hadis
rivayet etmiştir. Aralarında oğulları Seleme, Abdullah, Abdülmelik, Ömer ve
azatlısı Sümeyyin'de bulunduğu bir cemaat ondan hadis rivayet etmişlerdir.
Ondan rivayet edenler arasında Amir eş-Şa'bî, Ömer b. Abdülaziz, Artır b.
Dinar, Mücahid ve Zührî de vardı.
Hz. Ömer'in halifeliği
zamanında doğdu. Çokça namaz kıldığı için kendisine Kureyş'in rahibi denirdi.
Âmâ idi, bütün zamanını oruçla geçirirdi. Güvenilir, sika raviîerden ve fikıh
âlimlerindendi. Çok sayıda sahih rivayeti vardır.
Ebu Davud dedi ki:
"Gözlerini kaybetti, secdeye vardığı sırada elini -bir hastalıktan ötürü-
yanında bulunan bir tasa koyardı."
Sahih rivayete göre o,
hicretin doksandördüncü senesinde vefat etmiştir. Doksanüçüncü veya
doksanaltıncı senesinde vefat ettiğine dair zayıf riyayetler de vardır.
Doğrusunu Allah bilir.
Ben derim ki: Şairin
biri, içinde yedi fıkıhçımn ismini andığı şu iki beyti tanzim etmiştir:
"Dikkat edin! Çok
derin âlim olan ve adlarını sıraladığım imamlara uymayan herkes, hakkın dışına
çıkmıştır.
O imamlar da
şunlardır: Ubeydullah, Urve, Kasım, Said, Ebu Bekir, Süleyman ve Harice."
Hicretin
doksandördüncü senesinde, Basralıların zahidlerinden Fadl b. Ziyad er-Rakkaşî
de vefat etti. Bu zatın cidden çok menkıbeleri ve faziletleri vardı. Kendisi
şöyle demişti:
«Başkalarına bakıp da
kendi nefsini unutma. Onun bunun günahını araştırarak kendi günahını gözardı
etme. Çünkü cezayı onlar demi de sen çekeceksin. Gündüzünü de "Bu nasıl
olmuş, şu nasıl olmuş?" diyerek geçirme. Çünkü ağzından çıkan sözler
kayda geçmektedir ve sana karşı delil olarak kullanılacaktır. Geçmişte işlenen
bir minahı affettirmek gayesiyle işlenen sevaplı bir iş kadar yerini hızla
bulan ve güzelce talep edilen başka birşey görmedim.»
Bu senede vefat
edenlerden biri de Medine fıkıhçılarından İmam ve âlim bir zat olan Ebu Seleme
Ebu Abdurrahman b. Avf ez-Zührî'-dir. Bu zatın da sahabeler cematmdan çok
rivayetleri vardır. Geniş bir ilmi vardı. Medine'de vefat etti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden biri de Abdurrahman b. Aiz el-Ezdî'dir. Bunun da çok
sayıda rivayetleri vardır. Âlim bir kişiydi. İlmini yaymak maksadıyla çok
sayıda kitablar bıraktı. Sahabeler cemaatından rivayette bulundu. İbn Eş'as
savaşında esir alındı. Haccac, onu serbest bıraktı.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Abdurrahman b. Muaviye b. Huzeyme de vardır. Bu
zat, Ömer b. Abdülaziz b. Mer-van tarafından Mısır kadılığına tayin edilmişti.
Ayrıca oranın güvenlik kuvvetleri komutanıydı. Âlim ve fazıl bir kimse idi.
Hadis rivayet etmiş olup, bir cemaat da kendisinden rivayetlerde bulunmuştur. [2]
Bu senede Abbas b.
Velid, Rum illerine gaza yaparak çok sayıda kaleler fethetti.
Mesleme b. Abdülmelik,
Rum illerinde fethettiği bir şehri yaktı. Aradan on sene geçince yeniden inşa
etti.
Muhammed b. Kasım,
Hindistan'ın Molina şehrini fethederek çok. sayıda malı ganimet edindi.
Musa b. Nusayr,
Endülüs'ten Ifrikiyye'ye çok miktarda inalla döndü. O kadar çok mal vardı ki,
bunları buzağılar üzerinde taşıyordu. Yanında da 3.000 esir vardı.
Kuteybe b. Müslim, Şaş
illerine gaza yaptı. Çok sayıda şehir ve mıntıkayı fethetti. Orada iken Haccac
b. Yusuf un ölüm haberi kendime geldi. Bu haber onu ilerlemekten alıkoydu. Gücünü
azalttı. Bera-ekilerle Merv şehrine döndü ve şairin şu sözünü tefekkür etti:
-bayatıma yemin ederim
ki o, Cafer ailesinden olup çok iyi bir
adamdı. Havran'da idi,
dün onu ipler bağladı.
Eğer sen yaşarsan ben
de ister istemez yaşarım, eğer sen ölürsen senin ölümünden sonra benim
hayatımda emel ve ümit kalmaz."
Halife Velid,
Kuteybe'ye mektup yazarak düşmanla yaptığı savaşları sürdürmesini istedi. Bu
fedakarlığından ötürü ona vaatlerde bulundu. Kendisine çok mükafatlar bahşetti.
Cihadından, beldeleri fethetmesinden, küfür ve inad ehli kimselerle yaptığı
savaştan ötürü onu övdü.
Haccac, halka namaz
kıldırması için kendi yerine oğlu Abdullah'ı tayin etmişti. Velid de Küfe ve
Basra vilayetlerinde namaz kıldırma işlerini yürütmesi için Yezid b, Ebi
Kebşe'yi görevlendirmişti. Haccac bu iki vilayetin haraç işlerini düzenlemesi
için Yezid b. Müslim'i atamıştı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre
Haccac, bu iki kişiyi bu görevlere tayin etmiş; Velid de bu tayin işini
onaylamıştı. Haccac'm diğer kaymakamları da görevlerine devam etmişlerdi.
Haccac, hicri
doksanbeşinci senenin ramazan ayının bitimine beş veya (başka bir rivayete göre
üç) gün kala vefat etti. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre bu senenin
şevval ayında vefat etmiştir.
Bu senede Bişr b.
Velid b. Abdülmelik insanlara haccettirdi. Ebu Ma'şer ile Vakidî böyle
demişlerdir.
Bu senede Rum
diyarında 1.000 kadar arkadaşıyla birlikte Vad-dahî öldürüldü.
Yine bu senede Ebu
Cafer el-Mansur Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas doğmuştu. [3]
Haccac b. Yusuf b. Ebi
Ukayl b. Mesud b. Amir b. Mateb b. Malik b. Ka'b b. Amr b. Sa'd b. Avf b.
Sakif. Sakif in asıl adı ise Kisiy b. Mü-nebbih b. Bekir b. Hevazin'dir.
Künyesi, Ebu Muhammed es-Saka-fî'dir.
Haccac, İbn Abbas'tan
hadis dinlemiş; Enes'ten, Semüre b. Cün-dep'den, Abdülmelik b. Mervan'dan ve
Ebu Bürde b. Ebi Musa'dan rivayetlerde bulunmuştur. Enes b. Malik, Sabit
el-Benanî, Humeyd et-Tavil, Malik b. Dinar, Cevad b. Mücalit, Kuteybe b.
Müslim, Said b. Ebi Arube de kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. İbn
Asakir böyle demiştir.
Şam'da evleri vardı.
Bunlardan biri Darurrivaye'dir ki, İbn Ebi Hadid'in köşkünün yakınındaydı.
Abdülmelik, Haccac'ı
Hicaz valiliğine tayin etti. O da İbn Zübeyr'i öldürdü. Sonra Abdülmelik onu
Hicaz valiliğinden alıp Irak'a tayin etti. O da Şam'a Abdülmelik'in ziyaretine
gitti.
İbn Asakir, Muğire b.
Müslim'den rivayet etti ki, Muğire'nin babası Müslim şöyle demiştir:
«Haccac b. Yusuf, bize
bir hutbe irad etti. Kabri anlattı ve anlatırken: "Kabir yalnızlık
evidir, gurbet evidir..." dedi. Nihayet hem kendisi ağladı, hem
çevresindekileri ağlattı. Sonra da şöyle dedi: Müminlerin emiri Abdülmelik b.
Mervan'm şöyle dediğini işittim: "Osman b. Affan, irad ettiği bir
hutbesinde şöyle demişti: "Rasûlullah (s.a.v.), bir mezara baktığında veya
mezardan bahsettiğinde mutlaka ağlardı."»
Ahnıed b, Abdülcebbar,
Malik b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün Haccac'm yanma
gittim. Bana şöyle dedi:
- Ey Ebu Yahya! Sana
Rasûlullah'tan güzel bir hadis nakledeyim
mi?
- Evet.
- Ebu Bürde, bana Ebu
Musa'nın şöyle dediğini rivayet etti: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Allah'a ihtiyacı olan kimse, her farz namazın peşi sıra duada
bulunsun."
Bu hadisin benzeri
hadisler, sünenlerde ve müsnetlerde mevcuttur. Doğrusunu Allah bilir.
Şafiî'den şöyle
rivayet edilmiştir: Muğire b. Şube, karısının yanına gitti. Karısı dişlerinin
arasını temizlemekteydi. Vakit sabahtı, karısına şöyle dedi: "Vallahi,
eğer sabahleyin erkenden, hiçbir iş yapmadan ilk iş olarak kahvaltıyı
yapmışsan, sen ahmak ve alçaksın. Eğer dişlerin arasında temizlediğin
kalıntılar dünden kalma ise o zaman da sen çok kirli ve pasaklısın." Böyle
dedikten sonra karısını boşadı. Karısı da şöyle cevap verdi: "Allah'a yemin
ederim ki, söylediğin her iki durum da bende mevcut değildir. Sabahleyin
erkenden dişimi mis-vakladım. Misvakın bir parçası dişlerimin arasında
kalmıştı. Şimdi onu çıkarmaya çalışıyordum."
Muğire, Haccac'm
babası Yusuf a: "Bu kadınla sen evlen. Çünkü bu kadın, lider olacak bir
erkeği doğuracak kadındır." dedi ve Haccac'm babası Yusuf onunla evlendi.
Duyduğuma göre Haccac'm babası o kadınla gerdeğe girdiğinde cinsel temasta
bulunduktan sonra uykuya daldı. Rüyasında kendisine şöyle denildi:
"Nadasa kalmış toprağı ne kadar da çabuk aşıladın."
İbn Hallikan dedi ki:
Haccac'm annesinin adı, Faria binti Hem-mam b. Urve b. Mesud es-Sakafî'dir.
Kocası Haris b. Kelde es-Sakafî 1(ü ki, bu Arap tabiplerindendi. Misvakla
ilgili bu hikaye ondan nakledilmiştir.
'el-Ikd" adlı eserin
sahibinin anlattığına göre Haccac ile babası J-aitte çocukları eğitirlermiş.
Sonra Şam'a gelmiş, Abdülmelik'in ve-zıri ^h b. Zenba'nın yanma varmıştı.
Abdülmelik, askerlerin kendi
zıri mola verdiği
yerde mola verdiklerini, harekete geçtiği yerde de harekete geçmediklerini
söyleyerek Ruh'a şikayette bulunmuştu. Ruh da: "Bu işi iyi idare
edebilecek bir adam yanımda vardır." demiş; Bunun üzerine Abdtilmelik de
Haccac'ı ordu komutanlığına tayin etmişti. Artık mola yerlerinde hareket
anlarında askerler geride kalmıyorlardı düzenli bir şekilde hareket
ediyorlardı. Nihayet Haccac, yemek molası vermekte olan Ruh b. Zenba'mn
çadırına gitmiş, çadırının iplerini koparmış, çevresinde dolanmış ve çadırını
yakmıştı. Bunun üzerine Ruh Abdülmelik'e şikayet etmişti. Abdülmelik de
Haccac'a şöyle sormuştu:
- Niçin böyle yaptın?
- Ben yapmadım, bunu
yapan sensin. Çünkü benim elim senin elindir, benim kırbacım da senin
kırbacındır. Eğer yaktığım çadırının karşılığında Ruh'a iki çadır; vurduğum
kölesinin karşılığında da iki köle verirsem bunun sana ne zararı olur. Beni
tayin ettiğin görevden alma ve şevkimi kırma.
Bunun üzerine
Abdülmelik, Haccac'm dediğini yaptı. Haccac da onun yanında yükseldi. ,
Haccac, hicretin
seksendördüncü senesinde Vasıt şehrini inşa etmeye başladı. Bu işi
seksenaltmcı senede tamamladı. Daha önce tamamladığı da söylenir.
Onun zamanında
mushaflar noktalandı. Biyografisinden bahsedilirken kendisine önce Küleyb
adının verildiği, sonra Haccac adının verildiği söylenir. Doğumu esnasında
annesinin rahminden çıkamamış, bir nevi ameliyat neticesinde doğmuştu.
Günlerce annesinin memesini emmemişti. Nihayet kendisine önce bir oğlak kam,
sonra silahlı bir adamın kanı içirilmiş ve o kan yüzüne sürüldükten sonra
emmeye başlamıştı. Kan akıtmaya karşı aşırı bir tutku ve sevgisi vardı. Çünkü
ilk olarak yüzüne sürülen kanı emmişti. Anlatıldığına göre annesi, oğlunun
muzaffer olmasını temenni edermiş. Haccac'da büyük bir şehamet vardı, kılıcında
ise zulüm vardı. Allah'ın, öldürülmesini haram kıldığı birçok canları basit
sebepler ve çok küçük şüphelerle öldürmüştü. Hükümdarlar gibi gazablanırdı.
Anlatıldığına göre Ziyad b. Ebihi'ye benzemeye çalışırmış. Ziyad da Ömer b.
Hattab'a benzemeye çalışırmış. Halbuki bunlar ona ne eşit, ne de yakındırlar.
İbn Asakir, tabiilerin
büyüklerinden olup Cabiye'de Hz. Ömer'in hutbesini dinleyen, büyük çapta zühd
ve ibadet sahibi, her gece namazda üç hatim yapan Mısır kadısı Selim b. Anez
et-Tecibî'nin biyografisinde şöyle bir olaydan bahseder:
"Haccac, Mısır'da
babasıyla birlikte büyük camide bulunuyordu. Sözünü ettiğimiz Selim b. Anez
yanlarından geçince Haccac'm babası kalkıp ona selam verdi. Sonra da ona şöyle
dedi:
- Ben mü'minlerin
emirinin yanma gideceğim. Onun katında görülecek bir işin varsa söyle?
- Evet. Onun katında
görülecek işim şudur ki, beni kadılıktan azletmesini ondan isteyesin.
- Sübhanallah! Allah'a
yemin ederim ki, günümüzde senden daha iyi bir kadı'nm bulunduğunu bilmiyorum.
Böyle dedikten sonra
Haccac'm babası, oğlunun yanma döndü. Oğlu Haccac, ona şöyle dedi:
- Babacığım! Sen
Sakifli olduğun halde nasıl olur da Tecibli bir adamın önünde ayağa kalkarsın?
- Ey oğulcuğum!
Allah'a yemin ederim ki ben, bütün insanların, bu ve benzeri adamlar sayesinde
ilahi rahmete mazhar olduklarına inanıyorum.
- Allah'a yemin ederim
ki, mü'minlerin emirine bu ve benzeri a-damlardan daha zararlı kimseler yoktur.
- Neden ey oğulcuğum?
- Çünkü bu ve benzeri
adamların etrafında insanlar toplanırlar, bunlar da onlara Ebu Bekir'in ve
Ömer'in yaşantısından bahsederler. Sonra da dinleyicileri, mü'minlerin emirinin
yaşantısını hor ve küçük görürler. Ebu Bekir'le Ömer'in yaşantılarına göre
yaşantısının İslâm'a uygun olmadığını anlarlar ve dolayısıyla düşmanlık
besleyip ayaklanarak mü'minlerin emirini görevden haleder ve ona itaatin gerekli
olmadığına inanırlar. Allah'a yemin ederim ki, eğer ben yetki sahibi olursam,
bu ve benzeri adamların boyunlarını vururum!
- Ey oğulcuğum!
Allah'a yemin ederim ki ben, Aziz ve Celil olan Allah'ın seni şaki olarak
yarattığım sanıyorum.
Bu da gösteriyor ki,
Haccac'm babası, halife nezdinde itibarlı bir kimse olup sağlam bir önseziye ve
ferasete sahipti. O, oğlu Haccac'm akibetini o zamandan sezmişti."
Dediler ki: Haccac,
hicretin otuzdokuzuncu senesinde doğdu. Kırkıncı senede, kırkbirinci senede
doğduğuna dair zayıf rivayetler de vardır. Akıllı, fasih ve beliğ bir genç
olarak yetişti. Kur'ân'ı ezberledi. Seleften birinin anlattığına göre Haccac,
her gece Kur'ân okurmuş.
Ebu Amr b. A'lâ;
"Ondan ve Hasan-ı Basrî'den daha fasih bir kimse görmedim. Hasan, ondan
daha fesahatli idi." demiştir.
Darekutnî, Ukbe b.
Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"insanların
akıllarının birbirine yakın olduğunu gördüm. Ancak Haccac ile İyaz b.
Muaviye'ninki hariç. Çünkü bu ikisinin aklı, diğer tüm insanların akıllarından
daha üstündü."
Önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi halife Abdülmelik, hicretin yetmişüçüncü senesinde Mus'ab b.
Zübeyr'i öldürdükten sonra onun Kardeşi Abdullah'ın üzerine Haccac'ı gönderdi.
Haccac, Mekke'de onu kuşatma altına aldı ve o sene insanlara haccettirdi.
Kendisi ve bera--berindekiler, Beyt'i tavaf etme imkanını bulamadılar. İbn
Zübeyr ve beraberindekiler de vakfe yapma imkanını bulamadılar. Haccac, onu
kuşatma altında tutmaya devam etti. Nihayet hicretin yetmişüçüncü senesinin
cemaziyelevvel ayında onu mağlub etti. Bundan sonra halife Abdülmelik,
Haccac'ı; Mekke, Medine, Taif ve Yemen valiliklerine atadı. Daha sonra kardeşi
Bişr'in Ölümünün ardından onu Irak'a nakletti ve Önceki kısımlarda
anlattığımız gibi Haccac, gidip Kûfe'ye girdi. Kûfelilere, önceki sayfalarda
anlattığımız nutkunu irad etti ve eziyetlerde bulundu, aralarında tam yirmi
sene kaldı. O esnada büyük çapta ve yaygın fetihler gerçekleştirdi. Öyle ki,
süvarileri Hind ve Sind'e ulaştılar. Oradaki şehir ve mıntıkaları fethettiler.
Süvarileri ayrıca Çin ülkesine yaklaştılar. Orada, daha Önce anlatmış olduğumuz
bazı işler gerçekleştirdi. Biz burada onun gösterdiği cesaret ve
kahramanlıkları, büyük işler karşısındaki soğukkanlılığını anlatacağız. Övgüye
layık icraatlarını, yerilecek söz ve fiillerini Ibn Asakir'le diğerlerinin
nakillerine göre aktaracağız.
Ebu Bekir b. Ebu
Hayseme'den şöyle rivayet edilmiştir: Haccac b. Yusuf, bir defasında Said b.
Müseyyeb'in yanıbaşmda namaz kıldı. Haccac, o zamanlar yetkisi olmayan bir
kimseydi. Namazda imamdan önce elini kaldırıyor ve yine imamdan önce secdeye
varıyordu. Selam verdikten sonra Said b. Müseyyeb, onun abasının yakasından
tuttu. Namaz sonrası zikrine devam etti. Haccac da yakasını onun elinden
kurtarmaya çalışıyordu. Nihayet Said, zikrini tamamladı ve Haccac'a dönüp şöyle
dedi: "Ey hırsız, ey hain! Sen namazı böyle mi kılarsın? Namazı bu şekilde
kılarken şu ayakkabıyla senin suratına vurmak istedim." Haccac, ona cevap
vermedi, çekip gitti. Haccını yaptı, sonra dönüp Şam'a gitti. Bilahare vali
olarak Hicaz'a geldi. İbn Zübeyr'i öldürdükten sonra vali olarak Medine'ye
geldi. Mescid-i Nebevî'ye girdiğinde Said b. Müseyyeb'in etrafında insanlar
oturmuşlardı. Haccac, ona doğru gitti. İnsanlar, Said'e zarar vermesinden
korktular. Gidip Said'in önünde oturdu ve ona: "O sözlerin sahibi sensin
değil mi?" dedi. Said de eliyle göğsüne vurup: "Evet." dedi.
Haccac da ona: "İyiliği öğretip iyi yolda terbiye verdiğin için Allah sana
hayır mükafat versin. Senden sonra her namaz kılışımda, bana söylemiş olduğun
o sözleri mutlaka hatırlardım." dedi. Sonra kalkıp gitti.
Reyyaşî'den şöyle
rivayet edilmiştir: Haccac, İbn Zübeyr'i öldürdüğü zaman Mekke'de o kadar çok
insan ağladı ki, yer yerinden oynadı. Haccac, emir verdi, halk mescitte
toplandı. Sonra kendisi minbere çıkıp Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra
şöyle dedi:
"Ey Mekkeliler!
Duyduğuma göre îbn Zübeyr'in öldürülmesini büyük bir olay olarak telakki
etmişsiniz? Dikkat edin! İbn Zübeyr, bu
ümmetin hayırlı ve
seçkin kimselerindendi, fakat halifeliğe rağbet etti Halifeliği ele geçirmek
için hilafet ehli kimselerle çekişti. Allah'ın taatından çıkıp Allah'ın
Harem'ine sığındı. Eğer asileri koruyacak bir sey mevcut olsaydı, Adem
peygamber, Allah'ın cezasına karşı korunurdu. Çünkü Allah, onu kendi eliyle
yaratmış, ona kendi ruhundan üflemiş, melekleri ona secde ettirmiş, keramet ve
kıymetini ona mubah kılmış, onu Cennet'ine yerleştirmişti. Ama Adem, hata
işleyince Cenâb-ı Allah, hatası nedeniyle onu Cennet'ten çıkardı. Adem, Allah
katında İbn Zübeyr'den daha kıymetlidir. Cennet de Ka'be'ye göre daha
hürmetlidir. Öyleyse kalkın Allah'ı zikredin ki, Allah'da sizi ansın."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu's-Sıddık en-Nacî'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Haccac, oğlu
Abdullah'ı öldürdükten sonra Esma binti Ebi Bekir'in yanına gidip şöyle dedi:
- Doğrusu senin oğlun bu Ka'be'de dinden çıktı.
Allah da ona acıklı azabı tattırdı.
- Yalan söyledin,
benim oğlum anne ve babasına iyi davranan, oruç tutan, namaz kılan bir
kimseydi. Allah'a yemin ederim ki, Rasû-lullah (s.a.v.) bize şu haberi
vermiştir: "Sakif kabilesinden iki yalancı çıkacaktır, bunlardan sonuncusu
ilkinden daha şerlidir ki, o da katildir."
Ebu Ya'lâ, Esma binti
Ebi Bekir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.)'ın
müsleyi (insanların vücuduna eziyet ederek öldürmeyi ve organlarını kesip
koparmayı) yasakladığını işittim ve yine onun şöyle buyurduğunu işittim:
"Sakif kabilesinden biri yalancı, diğeri katil iki adam çıkacaktır."
Esma diyor ki: B|en
Haccac'a şöyle dedim: "Yalancıyı gördük. Katile gelince o da sensin ey
Haccac!"
Ubeyd b. Humeyd'den
şöyle rivayet edilmiştir: «Haccac, oğlunu öldürdükten sonra başsağlığı dilemek
için Esma binti Ebi Bekir'in yanına gitmişti. Esma da ona şöyle demişti: Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Sakif kabilesinden biri
katil, diğeri yalancı iki kişi çıkacaktır." Yalancı kişi, İbn Ebi Ubeyd
(yani Muhtar)'-dı. Katile gelince o da sensin!»
İmam Şafiî, Nafi'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
'Ibn Zübeyr'in
öldürüldüğü gecelerde Abdullah b. Ömer, uzlete Çekildi. Haccac da o zaman
Mina'daydı. Abdullah, Haccac'la beraber namaz kılmıyordu."
Sevrî, Muhammed b.
Münkedir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: ^abir (r.a.), Haccac'm yanma
gitti. Ona selam vermedi ve arkamda namaz da kılmadı."
İshak b. Raheveyh,
Ka'ka' b. Sait'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Haccac, okuduğu
bir hutbesinde şöyle dedi: "İbn Zübeyr, Allah'ın kitabını
değiştirdi." İbn Ömer de ona şöyle dedi: "Allah, onu bu işe musallat
kılmadı ve sen de onunla beraber olmadın."
İbn Ömer diyor ki:
Eğer ben Haccac'a: "Sen yalan söylüyorsun." demek isteseydim,
diyebilirdim.
Şehr b. Havşeb'ten ve
diğerlerinden şöyle rivayet edilmiştir:
"Haccac, hutbeyi
uzattı. İbn Ömer de şöyle demeye başladı: "Namaza! Namaza!." Bu
sözünü defalarca tekrarladı. Sonra kalkıp namazı kıldı. Cemaat da namazlarını
kıldılar. Haccac imamlık yaptı. Namazdan sonra İbn Ömer'e: "Neden böyle
yaptın?" diye sorunca İbn Ömer, ona şu karşılığı verdi: "Biz buraya
namaz için geliyoruz. Namazı vaktinde kıl, sonra ne konuşacaksan konuş."
Asmaî dedi ki: Amcamın
şöyle dediğini işittim:
«Benim duyduğuma göre
Haccac, İbn Zübeyr'i öldürdükten sonra Medine'ye geldiğinde şehir dışında yaşlı
bir adama rastladı ve ona Medinelilerin durumunu sordu. O adam: "Çok kötü
haldedirler. Rasû-lullah'ın havarisinin oğlu öldürüldü." dedi.
Haccac da ona şöyle
sordu:
- Onu kim öldürdü?
- Günahkar ve lanetli
Haccac öldürdü. Allah'ın lanetleri ve tehlikeleri Haccac'in üzerine olsun. O,
Allah'ı çok az gözetiyor.
Haccac, yaşlı adamın bu
konuşmasına çok kızdı, sonra ona şöyle dedi:
- Ey ihtiyar!
Kendisini görecek olursan Haccac'ı tanır mısın?
- Evet! Allah, ona
hayır ve iyiliği göstermesin. Onu zarar ve ziyandan korumasın.
Haccac, yüzündeki
peçeyi açıp yaşlı adama: "Ey ihtiyar! Şimdi kanın akınca Haccac'ın kim
olduğunu anlayacaksın." dedi. Yaşlı a-dam, işin ciddi olduğunu anlayınca
şöyle dedi; "Vallahi ey Haccac, bu çok acaip bir durum oldu. Ama sen de
beni tamsaydm bana söyle demezdin. Ben, Abbas b. Ebi Davud'um, her gün beş kez
bayılırım. Haccac da ona: "Haydi git, Allah seni delilikten kurtarmasın
ve sana afiyet yermesin." dedi.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Abdullah b. Cafer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Halid b. Yezid b.
Muaviye, Abdülmelik'e şöyle dedi:
- Haccac'a bu imkanı
sen mi veriyorsun?
- Bunun ne zararı var?
- Vallahi o insanların
en belahsıdır. -Nasıl?
- Vallahi ey
mü'minlerin emiri, ben, Remle binti Zübeyr'le evlen-dişimden ^erj Zübeyr
ailesine olan kinim kalbimden gitmiştir.
Sanki o esnada
Abdülmelik uyuyordu da uyanır gibi oldu ve Haccac'a bir mektup yazarak
Remle'yi boşatmasını emretti. O da boşattı.»
Said b. Arube'den
şöyle rivayet edilmiştir: «Haccac, bir defasında
hacca gitti. Mekke ile
Medine arasında bir yerde mola verdiğinde yemeği getirildi. Emir erine:
"Benimle beraber yemek yiyecek birini bul ve yanıma getir." diye
emretti. Emir eri de gitti, bir bedevinin uyumakta olduğunu gördü, ayağıyla
ona vurarak: "Emirin çağrısına icabet et." dedi. Bedevi, ayağa
kalktı ve onunla birlikte geldi. Yanma vardığında Haccac, ona şöyle dedi:
- Ellerini yıka da
gel, benimle yemek ye.
- Senden daha hayırlı
biri beni davet etti.
- Kimdir o?
- Allah, beni oruca
davet etti, ben de davetine icabet ettim.
- Bu şiddetli sıcakta
mı oruç tuttun?
- Evet, bundan daha
şiddetli olan bir günde oruç tuttum.
- Bugün orucunu aç,
yarın tut.
- Eğer yarına kadar
yaşayacağıma garanti verirsen yaparım.
- Benim buna gücüm
yetmez.
- Öyleyse yetkili
olmayacağın yarına karşılık bugünümü benden nasıl istersin?
- Bizim yemeğimiz
lezzetlidir.
- Onu lezzeti veren ne
sen ne de aşçıdır. O yemeği lezzetlendiren şey afiyettir.» [4] .
Önceki kısımlarda,
hicri yetmişbeşinci senede Haccac'ın Kûfe'ye girişini, onlara ani bir hutbe
irad edişini, hutbesinde onlara tehditte bulunduğunu, Kûfelilerin ondan çok korktuklarını,
Umeyr b. Dabi'i ve Kümeyi b. Ziyad'ı öldürüşünü anlatmıştık. Daha sonra da İbn
Eş'-as'ı öldürdüğünü bütün tafsilatıyla nakletmiştik. Bilahare beraberindeki
reis, emir, abid ve âlimlere musallat olmuş, en son olarak da Sa-!d b. Cübeyr'i
öldürmüştü.
Kadı el-Muafa
Zekeriya, Asım'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Haccac,
Deyrülcemacim'den sonra Iraklılara şöyle bir nutuk irad etti:
Ey Iraklılar! Şeytan
sizin içinize girdi, etinize ve kanınıza karıştı- Sinirlerinize ve
kulaklarınıza, hülasa bütün organlarınıza sirayet etti. Sonra da kulaklarınızın
derinliklerine, beyninize, beden ve ruhunuza yerleşti. Rahatını bulup yuva
kurdu, yumurtlayıp yavruladı. Sonra da yavaş yavaş ilerledi. İçinize münafıklık
ve şekaveti yerleştirdi, çekişmeyi kafalarınıza koydu. Siz de onu; uyulacak
bir delil, itaat edilecek bir komutan, müşavere yapılacak ve emri dinlenecek
güvenilir bir kimse edindiniz. O, size tecrübe bakımından nasıl fayda verir?
Beyanı size nasıl yarar sağlar?
Sizler Ahvaz'daki
arkadaşlarım değil miydiniz? Orada hile ve tuzak kurdunuz. İhanet üzere
anlaştınız. Küfürde ittifak ettiniz. Allah'ın, dinini ve hilafetini yardımsız
bırakacağını sandınız. Allah'a yemin ederim ki, ben mızrağımın ucuyla sizi
vuracağım. Sizler de sığınmak için başka yerlere süratle kaçacak ve hezimete
uğrayacaksınız.
Zaviye savaşı, nasıl
bir savaştı? O zaman sizler dağılmış, bozguna uğramış, gücünüzü kaybetmiş,
birbirinizle çekişmeye düşmüştünüz. Allah da size yardım etmemişti. Kalbleriniz
korkuya kapılmış, ricate yönelmiştiniz. Vatanından kaçan, birbiriyle çekişen
ürkek develer gibi gerilemiştiniz. Kendi kardeşlerinizin halini sormuyordunuz,
yaşlılarınız, çocuklarının durumuyla ilgilenmiyorlardı. O zaman silahlar sizi
ısırmış, mızraklar sizi delmişti.
Deyricemacim savaşı,
nasıl bir savaştı? O savaşta düşmanla çarpıştınız, kahramanlıklar görüldü.
Kelleler gövdelerden kopup gitti, dost, dostunu unuttu.
Ey Iraklılar! Ey
facirlikten sonra kafir olanlar! Ey dostuna yardımı bıraktıktan sonra ihanet
edenler, birbirinin üzerine atılanlar! Sizleri sınırlarınızı korumaya
gönderdiğimiz zaman hıyanette bulunur, geri dönersiniz. Size verilen görevi
yerine getirmezsiniz, güvenlikte olduğunuzda ortalığı velveleye verirsiniz.
Korkuya kapıldığınızda münafıklık yaparsınız. Nimeti hatırlamaz, iyiliğe karşı
şükretmezsiniz. Ahdi bozan bir kimse, sizden vakarınızı yitirmenizi isterse,
bir asi sizden yardım isterse, bir sapık sizden sapıklık isterse, bir zalim
sizden yardım isterse, yoldan çıkan bir kimse sizden destek isterse, onun
çağrısına mutlaka icabet edersiniz, yardımına koşarsınız. İsteyen istemeyen
hepiniz, gerek süvari gerek piyade olarak ona koşarsınız.
Ey Iraklılar! Biri
seslenir veya ünlerse, mutlaka ona uyar ve yardımcısı olursunuz. Ey Iraklılar!
Öğütler size fayda vermedi mi? Olaylar, sizin için caydırıcı olmadı mı? Allah,
baskısını üzerinizde şiddetlendirmedi mi? Kılıcının sıcaklığını size
tattırmadı mı? Azabının ve işkencesinin acılarını size hissettirmedi mi?"
Bundan sonra Haccac,
Şamlılara dönerek şöyle dedi: "Ey Şamlılar! Ben sizin için erkek bir deve
kuşuyum. Boynuzlu bir boğayım, yavrularımı pisliklerden korurum. Taşları
yavrularımdan uzaklaştırır, yağmura karşı onları örterim. Kelerlere karşı
onları himaye ederim, karasineklerden de onlan muhafaza ederim. Ey Şamlılar!
Sizler kalkan ve abasınız, entari ve ciltsiniz, sizler dost ve yardımcılarsınız.
Vücudumun kılları ve sırdaşlarımsınız. Sizin vasıtanızla ırzlar muhafaza
edilir, sizlerle düşman ordularına saldırılır. İnad edip yüz çevirenler, sizin
sayenizde bozguna uğratılır."
İbn Ebi'd-Dünya,
Ubeydullah b. Muhammed et-Temimî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Bekir
et-Teymî künyesi ile tanınan Kureyşli yaşlı bir adamın şöyle dediğini işittim:
Fesahat ve belagat sahibi Haccac'ın bir hutbesinde şöyle dediğini işittim:
Doğrusu Cenâb-ı Allah, Adem peygamberi ve zürriyetini yerden yarattı. Onlan
yerin sırtı üzerinde yürüttü. Onlar da yeryüzünün ürünlerini yediler,
nehirlerindeki suları içtiler, yürüyerek ve çakıllı düz arazileri katederek
yeryüzünü parçaladılar. Sonra Cenâb-ı Allah, onları yeraltına gönderdi. Yer de
onların etlerini yedi, tıpkı onların yeryüzünün ürünlerini yeyişi gibi. Onlar,
nasıl yeryüzündeki nehirlerin sularını içtilerse, yer de onların kanlarını
içti. Onlar, nasıl yürüyerek ve çakıllı düz arazileri katederek yeryüzünü
parçaladılarsa, yer de onları mezarda parçaladı ve eklemlerini birbirinden
koparıp ayırdı."
Birden fazla ravinin
rivayetine göre Haccac, öğüt olarak verdiği bir hutbesinde halka şöyle
demiştir:
«Size öyle bir adamdan
bahsedeceğim ki, hepiniz onun gibi olmalısınız. Bir adam ki, nefsini susturup
ezdi ve yular bağlayarak onu kendi kontrolüne aldı. Allah'ın taatına şevketti.
Yine nefsinin boynuna vurduğu yular ile onu Allah'a karşı'gelmekten menetti.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, kendi nefsini reddetti.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, kendi nefsini suçladı.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, kendi nefsini düşman edindi.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, başkaları tarafından hesaba çekilmeden önce kendi nefsini hesaba
çekti.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, kendi amel terazisine baktı.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, kendi hesabına baktı.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, kendi amelini tarttı.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, yarın kıyamette amel defterinde okuyacağı şeyleri düşündü, terazisinde
göreceği şeyleri tefekkür etti. Kalbi kendisini kötülüklerden menetti,
düşüncesi ve tasası ona amir oldu.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, kendi devesinin yularını tuttuğu
amelinin de yularını tuttu. Eğer ameli onu Allah'ın taatına sev-se ona
tabi olmuştur. Eğer ameli onu Allah'a isyana sevket-mişse geri durmuştur.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, emrini Allah'tan almıştır.
Allah, o adama rahmet
etsin ki, yükseldi ve yükselmek istedi.
Ve masiyetlerden
kızdı, nifaka öfkelendi. Allah katındaki şeylere arzu duydu....."
Haccac, hep:
"Allah, bu adama rahmet etsin ki...." dedi. Nihayet Malik b. Dinar
ağlamaya başladı.»
Medainî, Şa'bî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac'm öyle bir
konuşmasını dinledim ki, daha önce hiç kimse öyle bir konuşma yapmamıştı.
Konuşmasında şöyle demişti: İmdi Ce-nâb-ı Allah, dünyaya faniliği, ahirete de
ebediliği mukadder kılmıştır. Kendisi için ebedilik mukadder kılınan bir
diyarın fani olması söz konusu değildir. Yine kendisi için fanilik mukadder
kılman bir diyar içinde ebedilik söz konusu değildir. Görünen dünya sizi
aldatıp da görünmeyen ahireti unutturmasın. Uzun emelinizi kısa ecel ile
ezin.»
Medainî, Hasan-ı
Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Şu dallar üzerinde
Haccac'dan dinlediğim bir söz, beni fena halde çarptı. O, şöyle demişti:
"Bir adamın ömründen bir saat, kendi yaratılış amacı dışında boşa
harcanırsa, o adamın kıyamete kadar uzun bir hasret çekmesi gerekir."»
Şerik el-Kadi,
Abdülmelik b. Umeyr'den rivayet etti ki, günün birinde Haccac şöyle demişti:
- Belası olan kimseye
belası nisbetinde yardım ederiz. Adamın biri kalkıp şöyle dedi:
- Bana bağışta bulun,
çünkü ben Hüseyin'i öldürdüm.
- Onu nasıl öldürdün?
- Onu mızrakladım,
sonra da kılıçla parçaladım. Bu işi yaparken de hiç kimse bana ortak olmadı.
- Haydi git. Allah'a
yemin ederim ki, senin ile Hüseyin aynı yerde bir araya gelmeyeceksiniz.
Böyle dedi ve o adama
birşey vermedi.» Heysem b. Adiy'den şöyle rivayet edilmiştir: "Adamın biri
Haccac'a gelip şöyle dedi:
- Benim kardeşim, İbn
Eş'as'la birlikte ayaklanıp savaşa katılmıştı ve adını maaş kütüğüne
kaydettirmiş ti, sense benim maaşımı kestin ve evimi yıktın.
- Sen şairin şu sözünü
duymadın mı?
"Sana karşı suç
işleyene şefkatli ol, uyuz develerin çöktüğü yerlerden, sağlıklı develere
hastalık sirayet eder.
Nice kişi vardır ki,
yakınlarının günahı ve suçu nedeniyle sorgulanır ama suçlunun kendisi
kurtulur."
- Ey emir! Ben Cenâb-ı Allah'ın başka şekilde
söylediğini duydum. Onun sözü seninkinden ve şairinkinden daha doğrudur.
- Cenâb-ı Allah ne
demiş?
- Şöyle demiş: «Yusuf
un kardeşleri: "Ey vezir! Onun yaşlanmış, kocamış bir babası vardır.
Bizden birini onun yerine al. Doğrusu biz senin iyi davrananlardan olduğunu
görüyoruz." dediler. "Maazallah! Biz malımızı kimde bulmuşsak, ancak
onu alıkoruz, yoksa haksızlık etmiş oluruz." dedi.» (Yûsuf, 78-79.)
- Ey köle, şunun adım
tekrar maaş kütüğüne kaydet, evini yeniden inşa et ve maaşını da öde. Ayrıca
bir tellala da emret ki, şöyle bir duyuruda bulunsun: "Allah doğru
söyledi, şair yalan söyledi."
Heysem b. Adiy, İbn
Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdülmelik, Haccac'a mektup yazarak
Eşlem b. Abdülbekrî'nin kendisi aleyhinde konuşmuş olması nedeniyle başını
kesip kendisine göndermesini istemiş, Haccac da bu mektup üzerine Eslem'i
huzuruna çağırtmıştı. Eşlem, ona şöyle demişti:
- Ey emir, sen
buradasın. Mü'minlerin emiri ise burada değildir. Yüce Allah, bir ayet-i
kerimede şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size
bir haber getirirse, onun iç yüzünü a-raştırm. Yoksa bilmeden bir millete
fenalık edersiniz de sonra ettiğinize pişman olursunuz." (ei-Hucurât, 6.)
Abdülmelik'in benim hakkımda duyduğu şeyin aslı yoktur, ben yirmidört kadın
beslemekteyim. Onlar için benden başka kazanç sağlayacak bir kimse yoktur.
Hepsi de kapıda durmaktadırlar.
Haccac, kadınların
huzura alınmalarını emretti. Huzura alındıklarında kadının biri: "Ben
Eslem'in teyzesiyim.", bir diğeri: "Ben halasıyım.", öbürü:
"Ben kız kardeşiyim.", şu yandaki: "Ben eşiyim.", bu
yandaki de: "Ben kızıyım." dediler. Sekiz yaşından büyük on yaşından
küçük bir kız çocuğu ilerledi, Haccac'a yaklaştı. Haccac, ona şöyle sordu:
- Sen kimsin?
- Ben Eslem'in
kızıyım. Allah emiri İslah etsin.
Böyle dedikten sonra
kız, diz üstü çöküp şöyle bir şiir okudu:
"Ey Haccac! Sen gece
boyu onun yasını tutan,
Kızlarını, halalarını
duymadın mı?
Ey Haccac! Onu
öldürecek olursan;
Sekiz kadın, on kadın,
iki ve dört kadın bunu kabul etmez.
Ey Haccac! Söyle,
bunun yerini kim tutacak?
Yavaş ol ve bizi daha
fazla sarsma.
Ey Haccac! Ya cömertlik
edip bir nimet bağışla bize,
Ya da hepimizi toptan
öldürüver."
Haccac ağladı ve şöyle
dedi: "Allah'a yemin ederim ki, sizin durumunuzu bozmayacağım ve sizi daha
da sarsmayacağım. Size karşı halifeye yardımcı olmayacağım." Böyle
dedikten sonra Eslem'in ve kızının söylediklerini bir mektupla Abdülmelik'e
bildirdi. Bunun üzerine Abdülmelik, Haccac'a mektup yazarak Eslem'i
salıvermesini, ona iyi davranmasını, kızına da ihsanda bulunup her vakitte
durumunu sormasını emretti.»
Bir rivayette
anlatıldığına göre Haccac, bir gün halka nutuk irad ederek şöyle demiştir:
"Ey insanlar!
Allah'ın haramlarını işlemeyin. Sabretmek, Allah'ın azabına katlanmaktan daha
kolaydır." Böyle demesi üzerine adamın biri kalkıp ona şöyle karşılık
verdi:
- Yuh sana ey Haccac!
Ne kadar da suratsız, ne kadar da utanmazsın! Yaptıklarını yapıyorsun, sonra
da böyle bir konuşmada bulunuyorsun! Çaban boşuna gitmiştir."
Adamın böyle demesi
üzerine Haccac, muhafızlarına emrederek o adamı yaklayıp bir tarafta
tutmalarını istedi. Nutkunu tamamladıktan sonra da o adamı huzuruna alıp şöyle
dedi:
- Bana karşı böyle
cüretkar olmana sebep nedir?
- Yuh sana ey Haccac!
Sen Allah'a karşı cüretkar oluyorsun da ben sana karşı mı cüretkar
olmayacağını? Sen kimsin ki, âlemlerin Rabbi Allah'a karşı cüretkar
davranıyorsun da ben sâna karşi'Mik-et-kar davranmayayım!"
Adamın böyle cevap
vermesi üzerine Haccac, muhafızlarına:, Bunu salıverin." dedi. Adam da
serbest bırakıldı.
Medainî dedi ki:
Haccac'ın huzuruna İbn Eş'as'ın adamlarından iki kişiyi tutsak edip
getirmişlerdi. Haccac, ikisinin de öldürülmesini emredince onlardan biri
Haccac'a şöyle dedi:
- Benim sana karşı
işlediğim bir iyiliğim vardır.
- Neymiş o iyilik?
- Bir gün İbn Eş'as,
senin annen hakkında kötü sözler söyledi, ben de ona karşı çıktım ve gereken
cevabı verdim.
- Senin böyle
yaptığına kim tanıklık edecek?
- İşte şu arkadaşım!
Haccac, diğerine
sorunca o da arkadaşının sözlerini tasdik edip;
- Evet, diye cevap
verdi. Haccac, bu defa ona şöyle sordu:
- Peki sen niye
arkadaşın gibi yapmadın?
- Sana öfke duyduğum
için yapmadım. Bunun üzerine Haccac, muhafızlarına:
- Şunu doğru söylediği
için; şunu da benim hakkımda iyi davrandığı için serbest bırakın, diye emir
verdi. Muhafızları da her ikisini serbest bıraktılar.
Muhammed b. Ziyad'dan
şöyle rivayet edilmiştir: Beni Hanife kabilesinden Cahder b. Malik adında yol
kesip adam öldüren bir adam Yenıame'de bulunuyordu. Haccac, Yemame valisine
haber göndererek Cahder'i yakalamayışından ötürü onu azarlayıp kınadı. Vali de
Cah-der'i arattı, nihayet yakaladı ve Haccac'a gönderdi.
Haccac, huzuruna giren
Cahder'e şöyle sordu:
- Bu yaptığın işlere
seni sürükleyen sebep nedir?
- Yüreğimin cesareti,
sultanın cefası ve zamanın sıkıntısı beni bu işe sürükledi. Eğer emir beni
deneyecek olursa, beni en iyi yardımcılarından biri olarak görecektir; beni
iyi süvarilik yapan, kahramanca savaşan, kendi halinde bir reaya ferdi olarak
bulacaktır. Ben hangi savaşçı ve süvari ile karşılaştıysam mutlaka kendimi
ondan daha güçlü ve onu yenecek kuvvette gördüm.
- Biz seni içinde
azgın bir aslan bulunan bir su gölüne atacağız. Eğer aslan seni öldürürse seni
beslemekten kurtuluruz, ama sen aslanı öldürürsen seni serbest bırakırız.
Böyle dedikten sonra
Haccac, onu, sağ eli boynuna zincirle bağlanmış olarak zindana attırdı. Sonra
Kesker'deki valisine mektup yazarak kendisine azgın bir aslan göndermesini
emretti.
Cahder, zindanda iken
karısı Süleyma Ümmü Amra üzüntüsünü ifade eden şiirler söyledi. Şiirlerinden
birinde şöyle diyordu:
"Gece beni ve
Ümmü Amr'ı bir araya getiremez mi, eğer bunu yaparsa biz birbirimize
yaklaşırız.
Evet, tıpkı bizim
gördüğümüz gibi sen de hilali görürsün. Beni yükselttiği zaman gündüz onu da
yükseltir.
Necid hurmalıklarını
ve Yemame vadilerini geçip geride bıraktığınızda benim ölüm haberini verin.
Ve deyin ki: Cahder,
dün tutsak oldu. Yemen'in keskin kılıçlarının darbelerinden sakınıyordu."
Vali tarafından
Kesker'den gönderilen aslan, Haccac'ın yanına getirildiğinde aslanın üç gün
müddetle aç bırakılmasını emretti. Üç gün sonra onu bahçeye çıkardı. Cahder'in
de sağ eli zincirle boynuna bağlanmış olarak bahçeye çıkarılmasını emretti. Sol
eline bir kılıç verdi ve onu aslanla karşı karşıya getirdi. Kendisi ve
arkadaşları da oturup manzarayı seyre başladılar. Cahder, aslana doğru şöyle
bir şiir okuyarak ilerledi:
.iki aslan dar bir
alanda, ikisi de onurlu ve kavgacı, Öldürücü ve nefsinde şiddetli.
Eğer Allah şüphe
peçesini açarsa, O, burayı terketmeye daha layıktır."
Aslan, Cahder'e
bakınca şiddetle kükredi ve gerindi. Ona doğru ilerledi. Bir mızrak boyu kadar
yakınında Cahder'in üzerine şiddetle atıldı. Cahder de onu bir kılıç darbesi
ile karşıladı. Kılıcını aslanın boğazına sapladı. Aslan, fırtınadan yıkılan bir
hayma gibi yere düştü, darbenin şiddetinden yere yıkıldı. Cahder de aslanın
şiddetlice üzerine atılması ve zincir bağlarının tesiri ile yere yıkıldı.
Haccac ve arkadaşları tekbir aldılar. Cahder de onlara dönüp şöyle bir şiir
okudu:
"Ey deve! Eğer
karanlık, tozlu ve fırtınalı bir günde sıkıntıda olduğunu ve aslana karşı
zincire vurulmuş olarak ilerlediğimi, onu bahçe dışına çıkarmaya çalıştığımı
görürsen,
Bil ki, onun pençeleri
sert ve kabadır. Dişleri de keskin kazmaları andırır veya cam parçalarına
benzer.
İnsana iki gözle
bakar, o gözlerin parlak alev saçtıklarını sanırsın ki, kandil ışıklarıdır.
Sanki üzerine parlak
bir aba biçilmiştir, ya da ipekten bir parça giyinmiştir.
O zaman anlarsın ki
ben, ırzını koruyan şerefli bir kimseyim.
Kaleler sahibi bir
kavmin neslindenim."
Bundan sonra Haccac,
Cahder'i serbest bıraktı. Dilerse gidebileceğini, dilerse de yanında
kalabileceğini söyledi. Cahder de Haccac'ın yanında kalmayı tercih etti.
Haccac, ona güzel armağanlar bahşetti. Bol miktarda mal verdi.
Bir gün Haccac, Hz.
Hüseyin'in, Rasûlullah (s.a.v.)'m neslinden olduğunu inkar etti ve onun kızının
oğlu olduğunu gerekçe gösterdi. Yahya b. Yamur da ona: "Sen yalan
söylüyorsun." deyince Haccac şöyle dedi: "Bu söylediğinin doğruluğuna
Allah'ın kitabından ya bir delil bulup getirirsin ya da boynunu vururum."
Yahya da şöyle cevap
verdi:
- Cenâb-ı Allah, şöyle
buyuruyor: "Ona İshak'ı, Yakub'u bağışladık. Her birini doğru yola
eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyüb'ü, Yusuf u,
Musa'yı ve Harun'u -ki işlerini iyi yapanlara böylece karşılık veririz-
Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı -ki hepsi iyilerdendir- İsmail'i,
Elyesa'ı, Yunus'u, Lut'u -ki hepsini dünyalara üstün kıldık- doğru yola
eriştirdik." {ei-En'âm, 84-85.) Bu ayet-i kerimede adı geçen İsa
peygamber, İbrahim peygamberin neslindendir, ama o ancak kendi annesi Meryem'in
adıyla söylenmektedir. Hüseyin de Rasûlullah (s.a.v.)'m kızının oğludur.
Haccac ona:
"Doğru söyledin." dedi ve onu Horasan'a sürgün etti.
Haccac, fesahat ve
belagat sahibi bir kimse olmakla birlikte yine de Kur'ân ayetlerinden bazısını
hatalı okurdu ki, Yahya b. Ya'mer onun bu okuyuşunu reddederdi. Mesela, esreli
olan "İnne"yi bazan üstünlü olarak "Enne" şeklinde, üstünlü
olan "Enne"yi de esreli olarak "İnne" şeklinde okurdu.
Bu ayet-i kerimedeki
"Ahabbe" kelimesini de "Ahabbü" şeklinde okurdu.
Asmaî ile diğerleri
dediler ki: Abdülmelik, Haccac'a bir mektup yazdı. Mektubunda dünü, bugünü ve
yarını sordu. Haccac da mektubu kendisine getiren elçiye: "Abdülmelik'in
yanında Hüveylid b. Yezid b. Muaviye var mıydı?" diye sordu, elçi de:
"Evet." diye cevap verince Haccac, Abdülmelik'e şu cevabî mektubu
yazdı: "Dün eceldir, bugün ameldir, yarınsa emeldir."
İbn Düreyd, Ebu Ubeyde
Mamer b. Müsenna'nm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac, İbn Eş'as'ı
öldürünce Irak'ta onun için problem kalmadı, rahatını buldu. Bundan sonra
insanlara bol bol bağışta bulundu. Bunun üzerine halife Abdülmelik, ona şöyle
bir mektup gönderdi:
"İmdi duyduğuma
göre sen, mü'minlerin emirinin bir haftada yapmadığı bağışı bir günde
yapıyormuş sun. Onun bir ayda yapmadığı harcamayı bir haftada yapıyormuşsun.
Bütün işlerinde
Allah'tan korkar ol, ey Allah'ın kulcağızı! Allah'a karşı tazarru ve haşyet
içinde ol.
Müslümanların haraç ve
ganimetlerini çoğalt.
Onlar için sığınılan
ve korunulan bir sığınak ve kale ol."
Haccac da ona şöyle
bir cevabî mektup gönderdi:
"Hayatıma yemin
ederim ki, elçi sizin mektuplarınızı getirdi, onlar yazıh kağıtlardır, sonra
dürülür ve damgalanır.
Bana öyle bir mektup
geldi ki, muhtevası hem yumuşak, hem de serttir.
Bana uyanda bulunuldu.
Uyan, akıl sahibi kimseye fayda verir.
Başıma o kadar çok
işler geldi ki, bazen çok maldan az birşey verdini. Bazen da sebep bularak hiç
vermedim.
üger ben halkın
üzerinde bir azap kırbacı olursam,
Benim yanımda ümid
edilen bir fayda kalmaz.
İnsanlar buna memnun
mu olurlar yoksa kızarlar mı?
oksa bu hareketimden
ötürü onlar arasında övülür müyüm, yoksa kınanıp çirkin mi görülürüm?
^laiğim bu beldelerde,
ilk geldiğim zamanda düşmanlık ateşleri kabuklanıyordu.
Bildiğin gibi başıma
burada çok cefalar geldi. Boğuşmaya devam ettim.
Nihayet şimdi de
ölümle boğaz boğaza boğuşuyorum.
Duyduğun gibi bu hal,
nice sarsıntılar geçirdi.
Eğer benden başka biri
burada, yönetici olsaydı, korkulardan Ötürü havaya uçardı.
Onların
yasaklayıcılarından biri ile karşılaştığımda yüzümü açtım, onlara hiç
peçelenmedim.
Eğer bu halkın ordusu
beni korumasaydı, vücudumun organlarını kurtlar ve sırtlanlar
paylaşırlardı."
Abdülmelik de bunun
üzerine Haccac'a: "Bildiğin gibi hareket et." diye cevap gönderdi.
Sevrî, Muhammed b.
Müstevrid el-Cumahî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac'ın huzuruna
bir hırsızı getirdiler. Haccac, ona şöyle dedi:
- Sen hırsızlık
yapmayacak kadar zengindin, hakimin huzuruna gelmeyecek kadar varlığın vardı.
Şimdi buraya geldin, organlarından biri yok olup gidecek.
- Nimet veren adamlar
azalmca, kişi kendi canını telef etmek hususunda cömert olur.
- Doğru söyledin.
Allah'a yemin ederim ki, güzel bir şekilde mazeret ileri sürmek, haddi ortadan
kaldıracak olsaydı ben bunu yapardım. Ama ey çocuk, kılıç keskindir, kesen
adam da iyi kesicidir.
Böyle dedikten sonra
hırsızın elini kesti.»
Ebu Bekir b. Mücahid,
Ferra'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir gün Haccac, Velid b.
Abdülmelik'le birlikte öğle yemeği yedi. Yemekten sonra Velid, onu nebiz içmeye
davet etti, ancak Haccac, ona şöyle karşılık verdi: "Ey mü'minlerin emiri,
helal, senin helal kıldığın şeydir. Ama ben Iraklıları ve maiyetimde
çalışanları nebiz içmekten menettim. Ben salih kulun şu sözüne muhalefet etmek
istemiyorum: "Size yasak ettiğim şeylerde, aykırı hareket etmek istemem."
(HÛd,88.)»
Ömer b. Şebbe,
üstadlarınm şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Abdülmelik, Haccac'a bir
mektup yazarak israfta bulunmasından ve fazlaca mal sarf etmesinden, ayrıca
aşırı şekilde kan akıtmasından ötürü kendisini kınadı ve şöyle dedi:
"Mal, Allah'ın malıdır. Biz o malın hazinedarlarıyız. Hak edileni vermemek
veya hak edilmeyeni vermek aynı şeydir." Mektubun altına da şu beyitleri
yazdı:
"Hoşlanmadığım
işlere son vermezsen ve peşinde olduğum işlerde benimle çekişerek rızamı taleb
etmeye kalkarsan,
Senin gibi birinin
korkması gereken şeylerden korkmaz ve sütü sağıp da telef edersen,
Kureyşlilere özgü
gafleti ve dalgınlığı bende görürsen, Çoğu kez kişi, suyu içerken bile boğazı
tıkanır, suyu yutkunamaz. Benden Emevilere mahsus ani bir sıçrama ve atılma
görürsen, Bil ki, bu ve buna benzer bütün icraatların sahibi benim. Benden sana
gelecek zararlara karşı tedbirli ol. Eğer bir gün benden sana bir iş gelecek
olursa tedbirli ol, yoksa ağıtçıların senin üzerine ağlarlar."
Haccac, bu mektubu
okuyunca Abdülmelik'e şu cevabî mektubu gönderdi:
"İmdi bana
mü'minlerin emirinin mektubu geldi. Mektubunda benim mallan ve canları israf
ettiğimi yazıyor. Allah'a yemin ederim ki ben, isyankarları cezalandırmakta
aşırı gitmedim, itaatkarların hakkını da ödemedim. Eğer bu israfsa,
mü'minlerin emiri beni cezalandırsın ve kurtulamayacağım bir hadde tabi
tutsun." Mektubun alt tarafına da, şu beyitleri yazdı:
"Eğer ben senin
rızanı taleb etmezsem ve eziyetinden de sakınmazsam,
Benim şu günümde yıldızlar
kaybolmasın.
Haccac, sana karşı bir
suç işlemişse,
Sabahleyin onun
ağıtçıları, üzerine ağlasınlar.
Ben seninle barışan
sulhçü kimselerle barışırım.
Senin barışmadığın
kimselerle ben savaşırım.
Eğer ben, öğüt verdiği
için bana şefkat gösteren kimseye yakınlık göstermezsem ve akreplerini bana
hücum ettirenin hakkından gel-nıezsem,
Görüşüme göre kim bu
gün benden sakınır ve yarınımdan ümit sahibi olur.
Zamanın tuhaflıkları
sayılamıyacak kadar çoktur."
^ Şafiî'den rivayet
olunduğuna göre Velid b. Abdülmelik, Gaz b. Re-°ıaya, gidip Haccac'a gizlice
şöyle sormasını emretmiş: "Dünyada elde ettiğin şeylere karşı içinde
neler hissediyorsun?"
Gaz b. Rebia, gidip bu
soruyu Haccac'a sorunca o, şu cevabı ver-mıŞ:
Allah'a yemin ederim ki, iki külçe veya bir yığın altınım olsaydı a
bunları Allah yolunda harcasaydım yine de Allah'ın beni imtihan ettiği taatimin
yerini tutmazlardı."
Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi. [5]
Ebu Davud, Asım'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Haccac'ın minber üzerinde şöyle dediğini
işittim:
"Elinizden
geldiği kadar Allah'tan korkun. Bu korkunuzda yaltaklanma olmasın. Dinleyin ve
yaltaklanmayacak şekilde mü'min-lerin emiri Abdülmelik'e itaat edin. Allah'a
yemin ederim ki, insanlara mescidin kapısından çıkmalarını emredersem ve onlar
başka kapıdan çıkarlarsa, canları ve mallan bana helal olur. Allah'a yemin ederim
ki, insanlara mescidin kapısından çıkmalarını emredersem ve onlar başka
kapıdan çıkarlarsa, canları ve malları bana helal olur. Allah'a yemin ederim
ki, Rebia kabilesini -Mudar kabilesine olan düşmanlığı nedeniyle- yakalayıp
cezalandıracak olursam, bu da Allah katında benim için helal olur. Kendi
elindeki Kur'ân'ın Allah katından gönderildiğini iddia eden Abdihüzeyl'i
(Abdullah b. Mesud'u) cezalandıracak olursam, kim bana mani olabilir! Allah'a
yemin ederim ki, onun elindeki kitab, Arap recezlerinden bir recezdir. Allah, o
kitabı peygamberine indirmiş değildir. Attığı bir taşın yere düşmesi halinde
bir hadise meydana geldi, diye iddialarda bulunan şu kızıllara bakın. Bunları
cezalandıracak olursam, kim bana mani olabilir! Allah'a yemin ederim ki, ben
bunları dünün yok olup gidişi gibi yok edeceğim, köklerini kazıyacağım!"
Ben bu sözleri A'meş'e
naklettiğimde o da: "Vallahi, ben de bunu Haccac'dan duydum." dedi.
Ebu Bekir b. Ebi
Hayseme, Asım b. Ebi Nucud ile A'meş'in de bu sözleri Haccac'dan duyduklarını
rivayet etmiştir. Bu sözlerin sahibi Haccac'ı, Allah lanetleyip kahretsin. O,
bu hitabesinde şöyle demişti:
"Allah'a yemin
ederim ki, size şu kapıdan çıkmanızı emredersem ve siz de başka kapıdan
çıkarsanız, kanlarınız ve canlarınız bana helal olur. Abdullah b. Mesud'un
kıraatına göre Kur'ân okuyan bir kimseyi görürsem boynunu mutlaka vururum ve
onun kıraat şeklini domuzun kaburga kemiği ile de olsa Kur'ân'dan kazıyıp
sileceğim."
Bu da Haccac'ın aşırı
cüretkarlığının bir örneğidir. Allah onu lanetlesin. Kötü sözler sarfetmekten
ve haksız yere kan akıtmaktan hiç perva etmezdi. Hz. Osman'ın "İmam"
adlı mushafma muhalif kıraatla Kur'ân okuduğundan ötürü, Abdullah b. Mesud'a
düşmanlık besliyordu. Fakat, kuvvetli rivayetlere göre Abdullah b. Mesud,
sonraları Hz. Osman'ın mushafma muvafık kıraatta bulunmuştur. Doğrusunu Allah
bilir.
Ali b. Abdullah b.
Mübeşşir, Salt b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac'ın, Vasıt
camiindeki minberde şöyle dediğini işittim: "Abdullah b. Mesud,
münafıkların başıdır. Eğer onu ele geçirecek olsaydım kanını yere
içirirdim."
Yine Haccac, Vasıt
camiindeki minberde, "Rabbim, bana benden sonra kimsenin ulaşamıyacağı bir
hükümranlık ver." (Sâd, 35.) ayetini okudu ve: "Vallahi, Süleyman
hasetçi bir kimseydi." dedi. Bu da onun küfrü gerektiren aşırı
cüretkarlığına bir örnektir. Allah onu lanetlesin ahirette onu rezil rüsvay
etsin. Onu rahmetinden uzaklaştirsin.» Ebu Nuaym, Alkame'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir: «Ömer b. Hattab'a adamın biri gelip şöyle dedi: "Ben
mushafı ezbere okuyup yazdıran bir kimsenin yanından size geldim." Hz.
Ömer korktu ve öfkelendi, sonra da adama şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana,
sözlerine dikkat et!
- Ben sana gerçeği
söyledim.
- Kimmiş bu adam?
- Abdullah b.
Mesud'dur.
- Buna ondan daha
layık bir kimsenin bulunduğunu bilmiyorum. Bunu sana anlatacağım. Şöyle ki:
Rasûlullah'ın ihtiyaçlarını gidermek ve bazı işlerini görmek maksadıyla bir
gece Hz. Ebu Bekir'in yanında kaldık, uyumadık. Sonra evden dışarı çıktık.
Rasûlullah (s.a.v.) ise, benimle Ebu Bekir'in arasında yürüyordu. Mescide
vardığımızda bir adamın Kur'ân okumakta olduğunu gördük. Rasûlullah (s.a.v.),
kalkıp onu dinlemeye başladı. Ben de: "Yâ Rasûlallah, yatsıyı kıldın
mı?" diye sordum. O da susmam için bana işaret etti. Abdullah okudu,
rükûya, secdeye vardı. Kalkıp oturdu, dua etmeye, mağfiret dilemeye başladı.
Rasûlullah (s.a.v.) da: "Sesi kısıldı." dedi. Sonra da şöyle dedi:
"Kur'ân'ı nazil olduğu andaki gibi taze olarak okumak isteyen ve bundan
hoşlanan kimse, İbn Ümmü Abd'ın (Abdullah b. Mesud'un) kıraatına göre
okusun." Ben ve arkadaşım Ebu Bekir anladık ki, Rasûlullah (s.a.v.),
böyle demekle Abdullah b. Mesud'u kastediyordu. Sabah olunca müjdeyi kendisine
vermek için erkenden Abdullah b. Mesud'a gittim ve müjdeyi verdim, ancak o:
"Senden önce Ebu Bekir müjdeyi bana getirdi." dedi. Ben hayır
hususunda her ne zaman Ebu Bekir'le yarıştıysam, o mutlaka beni geride
bırakmıştır.»
Ebu Davud, Abdullah b.
Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın ağzından
yetmiş sûre öğrendim. Zeyd d. Sabit ise, çocuklarla oynayan biriydi. O da bir
çocuktu, ama ben asulullah'ın ağzından öğrendiğim sûreleri unutmuyordum."
jaberanî'nin
rivayetine göre Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: , Rasûlullah (s.a.v.)'dan yetmiş sûre
öğrenip hıfzettim. Zeyd b. Sa-' Müslüman olmadan önce ben bunu tamamladım.
Zeyd'in saç örsü vardı, diğer çocuklarla beraber oynardı."
Ebu Davud'tan rivayet
olunduğuna göre Abdullah b. Mesud, Uk-be b. Ebi Muayt'm davarlarını otlattığını
anlatmış ve şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bana: "Sen iyi öğrenen
bir çocuksun." dedi. Ben onun ağzından yetmiş sûre öğrendim, bu hususta
hiç kimse benimle çekişmedi."
Ebu Eyyüb el-Ifrikî ve
Ebu Avane'nin Ebu Zerr'den rivayet ettiklerine göre Peygamber (s.a.v.),
Abdullah b. Mesud'a şöyle demiştir: "Sen perdeyi kaldırıp içeriye girme
iznine sahipsin. Benim karaltımı görüp benden dinlersin. Ben seni
yasaklayıncaya kadar böyle yapma iznine sahipsin."
Taberanî'nin Abdullah
b. Şeddad b. el-Had'dan rivayetine göre Abdullah b. Mesud; Rasûluliah'm
yastığını, misvakını ve ayakkabılarını muhafaza etmek, Rasülullah'ın yanında
refakatçi olarak bulunmakla görevliydi.
Alkame'den şöyle
rivayet edilmiştir: "Şam'a geldim. Ebu Der-da'nm yanına gidip oturdum.
Bana şöyle sordu:
- Kimlerdensin?
- Kûfelilerdenim.
- Aranızda
Rasûlullah'm misvakını muhafa etmek ve ona refa-katçılık yapmakla
görevlendirilen (Abdullah b. Mesud) yok mudur?"
Haris b. Ebu Üsame,
Ebu Vail'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Yanıbaşımda
Abdullah b. Mesud ayakta durmakta iken Hüzey-fe'nin şöyle dediğini işittim:
"Muhammed (s.a.v.)'in ashabından adları hıfzedilenler, hangilerinin
kıyamet gününde Rasûlullah'ın vesile makamına daha yakın olduklarını
bilmişlerdir."
Ebu Davud et-Teyalisî,
Abdurrahman b. Zeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Hüzeyfe'ye:
"Rasûlullah'm yolundan giden ve onun gidişatına çok yakın olan kimseyi
bize söyle ki, yanma gidip duralım ve ondan hiç ayrılmayalım." dedik. O da
bize şöyle cevap verdi: Abdullah b. Mesud kadar Rasûlullah'm siretine ve
yaşayışına yakın olan, hatta evinin duvarlarının arasında bile onunla bulunan
başka bir kimse bilmiyorum. Peygamber (s.a.v.)'in ashabından olanlar bilirler
ki, Abdullah b. Mesud, onlar arasında Allah'a en yakın olandır."
Ben derim ki: İşte
Hüzeyfe b. Yeman, Rasûlullah (s.a.v.)'m sırdaşı idi ve Abdullah b. Mesud
hakkında Rasûlullah (s.a.v.)'m söylemiş olduğu söz de budur. Öyleyse Haccac
yalan söylemiş, günah işlemiştir. Söylediği bu sözden ötürü taş ve ateş
yutmuştur. Abdullah b. Mesud'a münafıklık iftirasında bulunduğundan, onun
kıraatinin hüzeyli şiiri olduğunu söylemesinden, onun kıraatim -domuz kaburgası
ile de olsa- mushaftan silmesi gerektiğini ifade edişinden, eğer ele geçirecek
olursa boynunu vuracağını iddia etmesinden ötürü Haccac, büyük gü-
nah irtikab etmiştir.
Bu da onun murdar niyetinden dolayı olmuştur.
Affan, Abdullah b.
Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Rasûlullah
(s.a.v.) için erak ağacından misvak koparıyordum. Rüzgar benim eteğimi
kaldırıyordu, bacaklarım inceydi. Bu inceliği görenler güldüler. Peygamber
(s.a.v.), onlara: "Niçin gülüyorsunuz?" diye sorunca:
"Abdullah'ın bacaklarının inceliğine gülüyoruz." diye cevap verdiler.
Peygamber (s.a.v:) de şöyle buyurdu: "Canım kudret elinde bulunan Allah'a
yemin ederim ki, Abdullah'ın ince bacakları, kıyamet gününde terazide Uhud
dağından daha ağır olacaklardır."
Seleme b. Nehşel,
Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Abdullah b. Ümmü Mesud'un ahdine sıkıca tutunun."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Ahves'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Abdullah b. Mesud'un
vefat edişi esnasında Ebu Musa ile Ebu Mesud'u gördüm. Bunlardan biri, diğerine
şöyle diyordu:
- Bak hele! Abdullah
kendisinden sonra kendisi gibi birini dünyada bıraktı mı?
- Sen böyle diyorsan
doğrudur. Biz engellendiğimiz zaman o, Rasûlullah'm yanma girebiliyordu. Biz
Rasûlullah'ı göremediğimiz zaman o, Rasûlullah'm yanında duruyordu.
Ebu Muaviye, Zeyd b.
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Ömer bizimle
birlikte oturmakta iken, bir gün Abdullah b. Mesud yanımıza geldi. Hz. Ömer,
onu kastederek: "Kafası nasıl da fıkıh doludur." dedi.»
Ömer b. Hafs, Ebu Musa
el-Eş'arî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Muhammed
(s.a.v.)'in ashabından şu derin âlim (Abdullah b. Mesud) aramızda bulunduğu
sürece bize birşey sormayın."
Cerir,
Ebu'l-Bahterî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hz. Ali'ye dediler
ki:
- Bize Muhammed
(s.a.v.)'in ashabını anlat.
- Hangisini anlatayım?
- îbn Mesud'u anlat.
- O, Kur'ân ve sünneti öğrendi. Fazlasına da
bakmad., bu da onun için ilim olarak yetti.»
Hz. Ali'nin, İbn Mesud
hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: "O, Kur'ân'ı öğrendi, sonra o
sınırda durdu. Bu da onun için yeterli oldu."
Hidayet önderlerimiz
olan sahabeler, Kur'ân'ı bildiler. Onun yolunu takib ettiler, onlar uyulmaya
daha layıktırlar. Onların sözleri, fraktan sapan heva ve heves sahiplerinkinden
daha doğrudur. Hatta
Haccac'ın ve diğer
heva ve heves sahiplerinin sözlerinden, saçmalıklarından, yalan ve
iftiralarından daha doğrudur. Haccac ve benzeri sapıkların sözlerinin bir
kısmı, küfür ve zındıklıktır. Haccac, Hz. Osman ve Emevi taraftarı idi. Onlara
aşırı bir meyli ve sempatisi vardı. Emevilere muhalefet etmenin küfür olduğu
kanaatına sahipti. Eme-vilere muhalefet etmenin öldürülmeyi mubah kıldığını
iddia ediyor ve bu hususta herhangi bir kimsenin kınamasına da aldırış
etmiyordu.
Musibetin daha büyüğü,
Ebu Davud'un şu rivayetinde anlatılıyor. Şöyle ki: Büzey' b. Halid ed-Dabbî,
Haccac'ın bir hutbesinde şöyle dediğini nakletmiştir:
"Sizin bir
işinizi gördürmek için gönderdiğiniz rasûl (elçi) mü daha kıymetlidir, yoksa
aileniz üzerinde halef bıraktığınız (halifeniz mi) daha kıymetlidir?"
Bu sözünü işitince
kendi kendime şöyle dedim: "Allah için üzerime farz olsun ki, bundan
sonra senin arkanda artık namaz kılmayacağım. Seninle savaşan bir topluluğu
görürsem, onlarla beraber mutlaka sana karşı savaş veririm."
İshak'ın rivayetinde
anlatıldığına göre Büzey' b. Halid, Cemacim savaşında öldürülünceye kadar
Haccac'la savaşmıştır. Eğer Haccac'ın bu sözleri söylediğine dair rivayet sahih
ise bu zahiren küfürdür. Eğer hilafet makamım risalet makamına üstün saymak
istemişse veya Emevilerdeki halifelerin rasûldan daha üstün olduğunu ifade etmek
istemişse bu da açıkça küfürdür.
Asmaî, Ebu Hafs
es-Sakafî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac, bir gün hutbe
irad etti. Sağa dönüp: "Dikkat edin, Haccac kafirdir." dedi, başını
önüne eğdi ve: "Kuşkusuz Haccac kafirdir." dedi. Başını yine önüne
eğdi, sonra sol tarafına dönüp: "Dikkat edin, Haccac kafirdir." dedi
ve bu sözünü defalarca tekrarladı, sonra: "Ey Iraklılar, bilesiniz ki
Haccac, Lat ve Uzza'nm kafiridir; onları inkar eder." dedi.»
Hanbel b. İshak, Malik
b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Günün birinde Haccac,
bize hutbe irad etmekte iken: "Haccac, kafirdir!" dedi, biz de:
"Bunun nesi var, buna ne oluyor, ne demek istiyor?" dedik. O yine
şöyle dedi: "Haccac, çarşamba gününün doru katırın inkarcısı olan bir
kafirdir." Bu cümledeki doru katırdan kasıt, zorlu işlerdir, yani zorluk
ve güçlüğü tanımadığını ifade etmek istemiştir.»
Asmaî'nin rivayetine
göre halife Abdülmelik, bir gün Haccac'a şöyle demiş:
"Kendi nefsinin
ayıbım bilmeyen hiç kimse yoktur. Sen de bize kendi ayıplarını anlat."
Haccac: "Ey mü'minlerin emiri, bu sorunuzun cevabım vermemden beni
affedin." dediyse de Abdülmelik ısrar etti.
Haccac da şöyle cevap
verdi: "Ben inatçı, kindar ve hasetçi bir kimseyim." Abdülmelik de
ona şu karşılığı verdi: "Senin anlattığın kötülükler şeytanda bile
yoktur." Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abdülmelik, ona şöyle
demiştir: "Öyleyse seninle şeytan arasında akrabalık vardır."
Özetleyecek olursak
Haccac, imamlara karşı ayaklandıklarından ve geçmişte işledikleri günahlardan,
imamları yalnız ve yardımsız bıraktıklarından, isyan ve muhalefetlerinden,
onları yaralayıp öldürmelerinden ötürü Iraklılara karşı kin beslemekteydi.
Yakub b. Süfyan,
Şüreyh b. Ubeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Adamın biri, Ömer b.
Hattab'a gelerek Iraklıların kendi valilerini
taşladıkları haberini
verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, öfkeli bir halde dışarı çıktı, bize namaz kıldırdı.
Namazında şaşırdı, öyle ki, cemaat ona, "Sübhanallah, sübhanallah!"
diye uyarıda bulundu. Selam verdikten sonra cemaata dönüp şöyle dedi:
"Burada Şamlılardan kim var?" Bir adam ayağa kalktı. Sonra bir
başkası kalktı, üçüncü ya da dördüncü olarak da ben ayağa kalktım. Şöyle dedi:
"Ey Şamlılar!
Iraklılarla savaşmaya hazırlanın. Çünkü onların arasında şeytan yumurtlamış,
yavrulamıştır. Allah'ım, onlar bizi şaşkına döndürdüler. Sen de onları şaşkına
döndür ve Sakifli genci acilen başlarına musallat eyle ki, onlara cahiliye
hükmüyle hükmetsin. Onların iyilerinin iyiliğini kabul etmesin, kötülerinin de
kötülüğünü bağışlamasın."
Abdürrezzak, Hz.
Ali'nin Iraklılar hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Allah'ım, ben
onlara güvendim, onlar bana hainlik yaptılar. Ben onlara nasihat ettim, onlar
bana hilekarlık yaptılar. Başlarına, kürkünü giyen ve onlara cahiliye hükmü
ile hükmeden, oraların ürünlerini yiyen, böbürlenen, büyüklenen, zulme
meyleden Sakifli delikanlıyı musallat kıl."
Hasan dedi ki: "Hz.
Ali'nin bu sözü söylediği zamanda Haccac henüz doğmamıştı."
Mutemer b. Süleyman,
Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Böbürlenen,
kibirlenen genç, Mısırlıların emiridir. O, kürkünü giyecek, oranın ürününü
yiyecek, oranın eşrafını öldürecektir. Kendisinden çok korkulur ve ondan
korktukları için çok kimseler uyuyamazlar. Allah, onu kendi taraftarlarına
musallat kılacaktır."
Hafız el-Beyhakî,
"Delailu n-Nübüwe" adlı eserinde, Habib b. Ebi şöyle dediğini rivayet
etmiştir: Hz. Ali, bir adama şöyle dedi:
- Sakifli delikanlıya
ulaşmadan ölmeyesin.
- Sakifli delikanlı
kimdir?
- Kıyamet gününde ona:
"Bizim için Cehennem köşelerinden birini tut." denilir. O yirmi sene
müddetle hükmedecektir. Allah'a karşı bütün masiyetleri irtikab edecektir. Bir
günah dahi kalsa ve onunla o günah arasında kilitli bir kapı bulunsa, o günahı
işlemek için mutlaka o kapıyı kırar ve o günahı işler. Kendisine isyan
edenleri de, kendisine itaat edenler vasıtasıyla öldürür."
Taberanî, Ümmü Hakim
binti Ömer b. Sinan el-Cedeliye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Eş'as b. Kays, Hz.
Ali'nin huzuruna girmek istedi, ancak Kanber onu geri çevirdi ve burnunu
kanattı. Nihayet Hz. Ali, dışarı çıktı ve şöyle dedi:
- Neyiniz var ey
Eş'as? Kanber'le aranızda geçen nedir? Ama Allah'a yemin ederim ki, eğer sen
Sakifli bir kul ile kapışsan, arkandaki kıllar diken gibi dimdik olur.
Hz. Ali'ye sordular:
- Ey mü'minlerin
emiri, Sakifli kul kimdir?
- Onların başına amir
olarak geçecek olan bir delikanlıdır ki, o Arap evlerinden zillete maruz
kılmadığı bir kimseyi bırakmayacaktır.
- Onun hakimiyeti ne
kadar sürecektir?
- Eğer yaşarsa yirmi
sene sürecektir.»
Beyhakî, Ömer b.
Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Eğer ümmetler,
kötü adamlarını 'ortaya sürerek övünecek olsalar, biz de sadece Haccac'ı öne
sürecek olsak hepsini mağlub ederiz."
Ebu Bekir b. Ayyaş,
Asım b. Ebi Nücud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac, Allah'ın
işlemedik bir haramını bırakmadı."
Önceki sayfalarda da
naklettiğimiz gibi bir hadis-i şerifte: "Sakif kabilesinden biri yalancı,
biri de katil iki adam gelecektir." denilmiştir. Yalancı kişi Muhtar'dı.
Önceleri Rafıziliğini izhar ederdi, ama halis kafirliğini gizlerdi. Hadiste
sözü edilen katile gelince o da biyografisini anlatmakta olduğumuz Haccac b.
Yusuftur. Bu, Hz. Ali'ye ve taraftarlarına düşmanlığı ilke edinmişti.
Emevilerden Mervan ailesine yaranmak için böyle yapmıştı. Kendisi zorba,
inatçı bir kimse olup en basit şüpheden Ötürü kan akıtmaya cüretkardı. Önceki
sayfalarda anlattığımız gibi zahiren küfür sayılan çok çirkin kelimeler
sarfet-nıişti. Her ne kadar o kelimelerinden ötürü tevbe edip geri dönmüşse de
bunun sorumluluğunu üzerinde taşımaktadır. Ama şundan da korkarız ki, bu tür
sözler bir nevi abartılı olarak ondan nakledilmiştir. Onun adına uydurulmuş
olabilir. Çünkü Şiiler, birçok sebeplerden ötürü cidden ona düşmanlık
besliyorlardı. Belki de onun bazı sözlerini çarpıtmışlardır. Ondan
naklettikleri çirkin kelimelere ilaveler yapmışlardır.
Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Haccac, asla içki içmezdi, bunu prensip edinmişti. Kur'ân'ı
çokça okur, haramlardan sakınırdı. Başkalarının ırzına tasalutta bulunduğuna
dair herhangi bir haber nakledilmiş değildir. Ama bunun yanında kan akıtmakta
da çok ileri ve hızlıydı- İşlerin gerçeğini, gizlisini, kalblerdeki saklı
düşünceleri bilen Allah, bu hususta da doğruyu en iyi bilendir.
Ben derim ki: Haccac,
kendisine duyulan düşmanlıktan daha bü-vük bir insandır. Ama onun kan
akıttığına dair nakledilen rivayetler de sahihtir. Fakat bunun cezası, Allah katında
ona yeterince verilecektir. Cihada ve memleketleri fethetmeye çok hırslıydı.
Kur'ân ehline para ve mal verme hususunda cömertti. Kur'ân için çok para verirdi
Anlatıldığına göre vefat ettiği zaman geride sadece 300 dirhem bırakmıştı.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn Tarrar el-Bağdadî
diye tanınan Muafa b. Zekeriya el-Cerirî, Avane b. Hakem el-Kelbî'nin şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
"Enes b. Malik,
Haccac b. Yusuf un yanına gitti. Huzuruna vardığında Haccac ona şöyle dedi:
"Eh eh, ey Enes, bir gün Ali ile beraber oldun devran sürdün, bir gün İbn
Zübeyr'le beraber oldun devran sürdün. Bir gün de İbn Eş'as'la beraber oldun
devran sürdün. Allah'a yemin ederim ki, koyun boğazlar gibi seni boğazlıyacak
ve senin kökünü kazıyacağım. Zamk üzerine damga vuruluşu gibi seni damgalayacağım."
Enes de ona şu
karşılığı verdi:
- Beni mi
kastediyorsun ey emir? Allah seni ıslah etsin.
- Evet seni
kastediyorum, Allah senin kulağım mühürlesin.
- İnnâ lillah ve innâ
ileyhi raciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz.). Eğer küçük
çocuklarım olmasaydı, hangi şekilde olursa olsun öldürülmeye aldırış etmezdim
ve yine hangi şekilde olursa olsun, ölmeye de aldırış etmezdim.
Böyle dedikten sonra
Haccac'ın yanından çıkıp gitti ve durumu Abdülmelik b. Mervan'a bir mektupla
bildirdi. Abdülmelik, Enesin mektubunu okuyunca çok öfkelendi. Enes'e acıdı ve
Haccac'ın bu yaptığını büyük bir suç saydı. Enes'in Abdülmelik'e gönderdiği
mektupta şunlar yazılıydı:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Mü'minlerin emiri Abdülmelik b. Mervan'a Enes b.
Malik'ten gönderilen mektuptur.
İmdi Haccac, bana
hoşlanmadığım kötü sözler söyledi. Ben bu sözlere layık biri değilim. Benim
için onu sorguya çek. Eğer ben Öldürülecek olursam bilesin ki, ben
Rasûlullahin hizmetçisi ve sahabesi-. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketleri
senin üzerine olsun." Abdülmelik,
İsmail b. Ubeydullah b. Ebi'l-Muhacir'i yanma ça-t ismail, Haccac'ın dostuydu. Abdülmelik, ona
şöyle dedi:
- Şu iki mektubumu al,
hemen posta arabasına binip Irak'a git. Önce Rasûlullah'ın sahabesi Enes b.
Malik'in yanına git. Mektubumu ona sun ve benden ona selam söyle. Ona de ki:
"Ey Ebu Hamza (Ey Enes), ben Haccac b. Yusuf denen mel'una bir mektup
gönderdim. Mektubumu okuduğu zaman sana kendi cariyelerinden daha itaatkar olacaktır."
Halife Abdülmelik'in,
Enes b. Malik'e göndermiş olduğu mektupta ise şunlar yazılıydı:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Abdülmelik b. Mervan'-dan Rasûlullah (s.a.v.)'ın
hizmetkarı Enes b. Malik'e.
İmdi senin mektubunu
okudum ve Haccac'ın şikayeti hususunda anlattıklarını da anladım. Onu ben sana
musallat kılmadım. Sana kötü davranması için emir de vermedim. Eğer bundan
sonra aynı kötülükleri yapacak olursa bana bildir ki, onu cezalandırayım ve
sana güzelce yardımda bulunayım, vesselam."
Enes b. Malik,
mü'minlerin emirinin mektubunu okuduğunda şöyle dedi: "Allah, mü'minlerin
emirine, bana yaptığı iyilik için hayır mükafat versin. Ona afiyet ihsan etsin
ve ona bu iyiliğinin karşılığı olarak Cennet'i versin. Ondan beklediğim ve
umduğum da buydu."
İsmail b. Ubeydullah,
Enes'in yanma varıp şöyle dedi: "Ey Ebu Hamza! Haccac, mü'minlerin emiri
Abdülmelik'in valisidir. Senin hatırına veya aile efradının hatırına Haccac'ı
gözden çıkaracak değildir. Şayet Abdülmelik, senin hatırına Haccac'ı prangaya
vurdurup senin yanma gönderse bile, ona yaklaş. Onunla idare-i maslahat yap ki,
hayır ve selamet içinde onunla birlikte yaşayabilesin."
Enes de:
"İnşaallah böyle yaparım." dedi. Sonra İsmail, Enes'in yanından çıkıp
Haccac'ın yanına gitti. Haccac da ona şöyle dedi:
"Kendisini
sevdiğim ve kendisiyle karşılaşmaktan hoşlandığım a-dama merhaba."
İsmail de ona:
"Vallahi, bu defaki gelişim hariç, her zaman seninle karşılaşmayı
severim." deyince, Haccac'ın yüzünün rengi değişti, korktu ve şöyle sordu:
- Peki, niçin yanıma
geldin?
- Mü'minlerin emiri
Abdülmelik'in yanından ayrıldığımda, o sana karşı şiddetli bir öfkeye
kapılmıştı ve senden de âdeta uzaklaşmış gibiydi.
Haccac kalkıp oturdu,
ama korkmuştu. İsmail de elindeki mektubu kendisine verdi. Haccac, mektubu
alıp açtı, baktı, terlemeye başladı. Sonra da dönüp İsmail'e baktı. Mektubu
okuduktan sonra İsmail'e şöyle dedi:
- Kalk, Ebu Hamza'nın
(Enes'in) yanına gidelim. Ondan özür dileyelim ve gönlünü alalım.
-Acele etme.
- Başıma bir bela
getirmişsin, daha nasıl acele etmeyeyim.
Abdülmelik'in Haccac'a
gönderdiği mektupta şunlar yazılı idi:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Mü'minlerin emiri Abdülmelik b. Mervan'dan Haccac b.
Yusuf a.
İmdi sen öyle bir
kulsun ki, işler seninle çoğaldı. Sen bu işlerde yükseldin ama haddini aştın.
Şiddetli bir musibete girdin. Ben daha önceleri, yapacağın işi bana sormanı
emretmiştim. Onayladığım takdirde yapmam, onaylamadığım takdirde kararından
dönmeni irade etmiştim. Ey gözü çapaklı ve arkası idrarlı kul! Allah sana lanet
etsin. Atalarının Taifte nasıl para kazandıklarını, kuyu kazdıklarım, su
kanallarına sırtları üzerinde kaya parçalarım taşıdıklarını unuttun mu? Ey
kuru üzüm çöpünü koparan kadının oğlu! Allah'a yemin ederim ki, aslanın tilki
üzerine, doğanın da tavşan üzerine atılışı gibi senin üzerine atılırım!
Rasûlullah (s.a.v.)'m sahabelerinden biri aramızda bulunuyordu. Sen ona
iyilikte bulunmuyor, ihsanını kabul etmiyor, hatalarını görmezden gelmiyorsun.
Bu senin Aziz ve Celil olan Rabbe karşı cüretkârlığın ve verdiğin sözü
önemsememendir. Allah'a yemin ederim ki, eğer Yahudiler ve Hristiyanlar, Üzeyir
b. Azra'ya ve İsa b. Meryem'e hizmet etmiş bir adamı görecek olurlarsa ona
saygı gösterir, ikramda bulunur ve onu şereflendirip severler. Hatta Üze-yir'in
eşeğine hizmet etmiş veya İsa peygamberin havarilerine hizmette bulunmuş bir
kimseyi görürlerse, ona da mutlaka saygı gösterir ve ikramda bulunurlar. Nasıl
olur da sen, sekiz yıl süreyle Rasûlullah (s.a.v.)'a hizmet etmiş, onun
sırlarına vakıf olmuş, işlerinde onunla müşavere yapmış olan bir kimseye böyle
davranıyorsun? Sonra o bununla birlikte Rasûlullah'ın geride kalan
sahabelerinin de en sona kalanıdır. Bu mektubumu okuduğun zaman Enes'e kendi
mestinden ve ayakkabısından daha fazla itaatkar olacaksın. Aksi takdirde sana
benden bir ok gelecek ve o ok seni öldürecektir. Her haberin karar bulacağı bir
yer vardır ve siz bunu yakında bileceksiniz."
Ibn Tarrar, bu
mektupta anlatılan garip şeylerden bahsetmiştir. Ibn Kuteybe ile daha başka
lügat âlimleri de bunlardan bahsetmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
imam Ahmed b. Hanbel,
Zübeyr b. Adiy'yin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac'dan gördüğümüz
kötü muameleleri kendisine şikayet etmek üzere Enes b. Malik'in yanına gittik.
Olanları ona anlattık. Bize Şöyle dedi: "Sabredin, üzerinize gelecek bir
yıl veya bir zaman veya ır günden sonraki mutlaka daha kötü olacaktır. Bu hal,
Aziz ve Celil 0 an Rabbinizin huzuruna varışınıza kadar devam edecektir. Ben bu
S6rÇeği Peygamberimiz (s.a.v.)'den işittim."
Buharî, Enes'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Üzerinize gelen her zamandan bir sonraki
zaman, öncekine nisbetle daha şerli olacaktır."
Ben derim ki: Bazı
kimseler bu hadisi: "Her sene rezil olacaksınız." manasında rivayet
etmektedirler. Bu lafzın aslı yoktur. Bu ancak hadisin manasından
alınmaktadır. Doğrusunu Allah bilir.
Ben derim ki: Bir
defasında Hz. Aişe'nin: "Her gün rezil olacaksınız." sözüne
rastladım. İmam Ahmed b. Hanbel'in de bu konuda bir sözünü gördüm. Rivayete
göre bir hadiste şöyle denilmiştir: "Her gün murdar canlılar olarak rezil
olacaksınız." Muhtemeldir ki bu, İmam Ahmed b. Hanbel tarafından merfu
olarak rivayet edilmiştir. İmanı Ahmed b. Hanbel gibi bir zat bu sözü, bir asla
dayanmadan nakletmez. Hasan'dan da bunun gibi bir söz rivayet edilmiştir. Doğrusunu
Allah bilir. Bu da gösteriyor ki, bu rivayetin aslı vardır. Ya merfudur, ya da
selef sözündendir. İnsanlar, bu sözü nesilden nesile aktarmaktadırlar. Nihayet
zamanımıza kadar bu söz ulaşmıştır ve bu her gün hatta her saat mevcuttur,
kokusu hissedilmektedir. Özellikle Timur-lenk fitnesinden sonra
hissedilmektedir ve bu ana kadar herşeyde rezalet görmekteyiz. Düşünen
kimseler için bu açıkça görülmektedir. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan
yüce Allah daha iyi bilir.
Süfyan-ı Sevrî,
Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlar öyle bir zamana
ulaşacaklar ki, o zamanda Haccac'a salavat getireceklerdir."
Ebu Nuaym, Şa'bî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer hayatta kalırsanız vallahi
Haccac'ı ararsınız."
Asmaî'den şöyle
rivayet edilmiştir: Hasan-ı Basrî'ye şöyle bir soru soruldu:
- Sen diyorsun ki,
sonra gelenler öncekilerden daha kötüdür. İşte Ömer b. Abdülaziz, Haccac'dan
sonra gelmiştir ve ondan daha iyidir.
- Arada sırada
insanların soluklandırılmalan gerekir. Meymun b. Mehran dedi ki: Haccac,
Hasan'a haber saldı, ona kızmıştı. Hasan, huzura geldiğinde Haccac'a şöyle
sordu:
- Ey Haccac! Seninle
Adem arasında kaç baba vardır?
- Çoktur.
- Onlar şimdi
nerededirler?
- Ölmüşlerdir.
Böyle dedikten sonra
Haccac başını önüne eğdi. Hasan-ı Basrî de yanından çıkıp gitti.
Eyyüb es-Sahtiyanî
dedi ki: «Haccac, Hasan-ı Basrî'yi defalarca öldürmek istedi, ama Allah, onu
Haccac'a karşı korudu.»
Hasan-ı Basrî ile
Haccac arasında bazı tartışmalar geçtiği nakledilmiştir. Ne var ki Hasan-ı
Basrî, Haccac'a karşı ayaklanmayı uygun görenlerden değildi. O, İbn Eşas'ın
adamlarını Haccac'a karşı ayaklanmaktan menediyordu. Fakat onlarla birlikte
istemeyerek Haccac'a karşı çıkmıştı. Nitekim bunu önceki kısımlarda da
anlatmıştık. Hasan, bu hususta şöyle dedi: "Haccac, Allah'ın bize bir
belasıdır. Allah'ın belasına kılıçla karşılık vermemek gerekir. Ona karşı
sabırlı ve sakin olun. Bu hususta Allah'a yalvarın."
îbn Düreyd, İbn
Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Haricilerden bir adam, Velid b.
Abdülmelik'in huzuruna getirildi, adama soruldu:
- Ebu Bekir ve Ömer
hakkında ne dersin?
- İyi kimselerdirler.
- Osman hakkında ne
dersin?
- İyi bir kimsedir.
- Ali hakkında ne
dersin?
- İyi bir kimsedir.
Adama, halifeleri
birer birer sordular. Hepsini münasip şekilde övdü. Nihayet kendisine sordular:
- Abdülmelik b. Mervan
hakkında ne diyorsun?
- İşte sorulacak soru
şimdi geldi. Ben Haccac'm adamı hakkında ne söylersem söyleyeyim; sadece onun
hatalarından birini veya birkaçını söylemiş olurum.»
Asmaî, Ali b. Müslim
el-Bahilî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Haricilerden bir kadını
Haccac'ın huzuruna getirdiler. Haccac, onunla konuşuyordu, ama o Haccac'ın
yüzüne bakmıyor ve sorularına cevap vermiyordu. Muhafızlardan biri kadına şöyle
dedi:
- Emir seninle konuşuyor,
ama sen ondan yüz çeviriyorsun.
- Ben, Allah'ın kendisine bakmadığı bir adama
bakmaktan Allah'tan utanırım!
Bunun üzerine Haccac,
emir verdi ve kadını öldürttü.» Hicretin doksandördüncü senesi olaylarından
bahsederken Haccac'ın Said b. Cübeyr'i Öldürüşünü ve aralarında geçen konuşma
ve tartışmaları nakletmiştik.
Ebu Bekir b. Ebu
Hayseme, Katade'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Said b. Cübeyr'e dediler
ki:
- Sen Haccac'a karşı
ayaklandın mı?
- Vallahi, o kafir
olmadan ona karşı ayaklanmadım.» Anlatıldığına göre Said b. Cübeyr'den sonra
sadece Mahan adında bir adam öldürüldü, ama ondan önce çok adam öldürülmüştü.
Öldürülenlerin çoğu da İbn Eş'as'la birlikte Haccac'a karşı ayaklananlardandı.
Ebu İsa et-Tirmizî,
Hişam b. Hassan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac'ın yakalatarak
öldürttüğü insanların sayısı 120.000'i bulmuştur."
Asmaî, Kahdem'in şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Süleyman b.
Abdülmelik,bir sabah Haccac'ın zindanlarında, bulunan 81.000 esiri serbest
bıraktı. Kendisine, Haccac'ın zindanlarında 80.000 esirin daha bulunduğunu ve
bunlardan 30.000'inin kadın olduğu söylendi. Haccac'dan sonra zindanlar
açıldığında oralardan hiçbiri de el ve ayak kesme ya da idam edilme cezasını
hak etmiş değildi. Hapsedilenler arasında bir Arabi de vardı. Bu adamın Vasıt
şehrinin surları dibine idrarını yaptığı görülmüş ve bu nedenle tutuklanmıştı.
Serbest bırakıldığında bu adam şöyle demişti: Vasıt şehrini geçtiğimizde abdest
bozup abdest aldık ve hesapsızca namaz kıldık.»
Haccac, bu kadar sert
ve şiddetli olmakla birlikte Irak haracından büyük bir meblağ elde edemedi.
İbn Ebi'd-Dünya ve
İbrahim el-Harbî, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Eğer bütün
ümmetler, kötü adamlarım ortaya sürerek övünecek olurlarsa, biz de Haccac'ı
ortaya sürdüğümüz takdirde hepsini mağ-lub ederiz. Haccac, ne dünyaya ne de
ahirete yaradı. Irak'a vali olduğunda orası çok mamur bir memleketti. Orayı
verimsiz hale getirdi. Öyle ki, yıllık haraç olarak sadece 40.000.000 dirhem
verdi. Benim halife olduğum bu senede valilerime 80.000.000 dirhem verildi.
Eğer gelecek seneye kadar hilafette kalırsam, Hz. Ömer'e verildiği miktar olan
120.000.000 dirhem verileceğini ümid ederim."
Ebu Bekir b.
el-Makarrî, Ömer b. Abdülaziz'in Adiy b. Ertat'a şöyle bir mektup gönderdiğini
rivayet etmiştir:
"Duyduğuma göre
sen Haccac'ın yolunu izlemektesin. Sakın ola ki, onun yolunu izlemeyesin. Çünkü
o namazı vakti dışında kılar ve zekat vermekle yükümlü olmayan kimselerden
zorla zekat alırdı. Başka işlerde de hukuka riayet etmezdi."
Yakub b. Süfyan,
Reyyan b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ömer b.
Abdülaziz, Haccac'ın aşireti olan Ebu Ukayl hanedanını bir mektupla birlikte
Yemen valisine gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu: "îmdi ben, Ebu Ukayl
aşiretini sana gönderdim. Onlar yönetimde en şerli hanedandırlar. Onları bize
ve Allah'a karşı zilletleri nisbetinde işe dağıt ve sana selam olsun."
Ömer b. Abdülaziz,
böylece Haccac'ın aşiretini sürgün etmiş oldu.
Evzaî, Kasım b.
Muhaymire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac, İslâm kulpunu
çözdü." Böyle dedikten sonra onun hakkında bir hikaye de anlattı.
Ebu Bekir b. Ayyaş,
Asım'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac b. Yusuf, Allah'ın bütün
haramlarını işledi."
Yahya b. İsa er-Remlî,
A'meş'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlar, Haccac hususunda
ihtilafa düştüler ve onu Mücahid'e sordular. Mücahid de onlara şöyle dedi:
"Siz bana o kafir ihtiyarı mı soruyorsunuz?"
İbn Asakir'in
rivayetine göre Şa'bî şöyle demiştir: "Haccac, sihre ve şeytana inanır,
yüce Allah'ı inkar ederdi." Doğrusunu Allah bilir.
Sevrî, Tavus'un şöyle
dediğini rivayet etmiştir: "Iraklı kardeşlerimize şaşıyorum. Onlar
Haccac'ı mü'min bir kimse olarak adlandırmaktadırlar."
Sevrî, İbn Avf in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Vail'e, Haccac'ı sordum ve ona: "Sen
Haccac'ın cehennemlik olduğuna tanıklık eder misin?" dedim. O da şu
karşılığı verdi: "Haccac'ın cehennemlik olmadığını söyleyerek yüce Allah'a
karşı tanıklık etmemi mi istiyorsunuz?"
Sevrî, Mansur'un şöyle
dediğini rivayet etmiştir: İbrahim'e, Haccac'ı veya zorbalardan birini sordum.
O da bana şöyle cevap verdi: Sen Cenab-ı Allah'ın şöyle dediğini bilmiyor
musun? "Dikkat edin! Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir." (Hûd,
ıs.) Sonra İbrahim, sözlerine şunu ekledi: "Kişinin Haccac'ın durumunu
bilmemesi, kendisine körlük olarak yeter."
Selam b. Ebi Muti dedi
ki: "Ben, Amr b. Ubeyd'e nisbetle Haccac'dan daha umutluyum. Çünkü
Haccac, dünya için insanları öldürdü. Amr b. Ubeyd ise, insanlar arasında
çirkin bir bid'at meydana getirdi. Bu yüzden insanlar birbirlerini
öldürdüler."
Zübeyr dedi ki: «Bir
gün Vail'in yanında Haccac'a sövdüm. Ebu Vail bana dedi ki: "Belki bir gün
o, "Allah'ım, bana rahmet'et." der de Allah ona rahmet eder.
"Sen ne diyorsun, sen ne diyorsun?" diyen kişilerle aynı mecliste
oturmaktan da sakın.»
Avf dedi ki: Muhammed
b. Sirin'in yanında Haccac'dan söz açıldı. O da şöyle dedi: "Ebu Muhammed
(Haccac), miskin bir adamdı. Aziz ve Ceîil olan Allah, onu azaplandırırsa
günahı nedeniyle azaplandı-*ir. Eğer onu bağışlarsa ona kutlu olsun. Eğer selim
bir kalble Allah'ın huzuruna varırsa o bizden daha hayırlıdır. Ondan daha
hayırlı kimseler de günah işlemişlerdir."
Muhammed b. Sirin'e
selim kalbin ne olduğunu sorduklarında o Şu cevabı verdi: "Allah'ın onun
hayalı ve imanlı olduğunu bilmesi; °nun da Allah'ın hak olduğunu, kıyametin
mutlaka vuku bulacağının gerçek olduğunu bilmesi ve Cenâb-ı Allah'ın
kabirlerdeki kimseleri yeniden diriltip hasredeceğine inanmasıdır."
.hbul-Kasım el-Beğavî,
Ebu Üsame'nin şöyle dediğini rivayet et-
«Aaamın biri, Süfyan-ı
Sevrî'ye şöyle bir soru sordu:
- Haccac ile Ebu
Müslim el-Horasanî'nin Cehennem'de olduklarına tanıklık eder misin?
- Eğer tevhidi ikrar
etmişlerse hayır.»
Reyyaşî, Sirrî b.
Yahya'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac, bir cuma günü
zindanların önünden geçerken imdat sesleri işitti. "Bu ne?" diye
sorduğunda: "Zindandakiler, sıcaktan öldük diyorlar." diye cevap
verdiler. O da maiyetindeki adamlara şu emri verdi: "Onlara deyin ki:
Zindanda rezil olun ve konuşmayın."
Bu hadiseden sonra
Haccac, ertesi cumaya kadar yaşamadı. Allah onu kahretti. Nitekim Allah, bütün
zorbaların kahredicisidir.»
Adamın biri dedi ki:
"Haccac'ı hastalıktan helak olmak üzere iken cumaya gelir halde
gördüm."
Asmaî deçli ki:
"Haccac, hastalandığında halk onun ölümünü anlatarak dedikodu ve fitne
çıkarmaya başladı. Bunun üzerine Haccac, bir hutbe irad ederek şöyle dedi:
«Bazı şaki ve münank
kimseler arasında şeytan fesat çıkarmıştır. Bu yüzden onlar "Haccac
öldü." demişlerdir. Haccac ölse ne olacak ki? Haccac ancak Öldükten sonra
hayır ümid etmektedir. Allah'a yemin ederim ki, dünya ve içindeki herşey benim
olmaktansa ölmeyi arzularım. Cenâb-ı Allah, ebediyyeti ancak en hakir yaratığı
olan iblis için uygun görmüş ve buna razı olmuştur. Cenâb-ı Allah, bu hususta
ona: "Şüphesiz sen (kıyamete kadar) bekletilenlerdensin." (ei-Arâf,
14.) dedikten sonra da onu kıyamet gününe dek ertelemiştir. Salih kul, Allah'a
şöyle dua etmişti: "Bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir
hükümranlık ver." (Sâd, 35.) Cenâb-ı Allah'ta o salih kula ebediyyet haricinde
herşeyi verdi. Salih kul, işi tamamlandıktan sonra ölmek istedi ve şöyle dedi:
"Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat." (Yûsuf, 101.)
Keşke ben de o salih adam gibi olabilsem. Hepiniz de Öyle olacaksınız. Allah'a
yemin ederim ki, sizden hayatta olan herkesi ölmüş, taze olan herşeyi kurumuş
olarak görmekteyim. Bundan sonra da kişi, eni boyu üçer zira' olan kefenlerine
sarılarak mezara sev-kedilecektir. Yer onun etini yiyecek, irinlerini
emecektir. Haram malı da çocuklarına intikal edecek ve çocukları o malı kendi
aralarında paylaşacaklardır. Akıl sahibi olanlar, benim ne dediğimi anlarlar.»
Böyle dedikten sonra
minberden indi."
ibrahim b. Hişam b.
Yahya el-Gassanî, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Allah düşmanı
Haccac'ı, Kur'ân'ı sevmesi, Kuran ehline bağışta bulunması ve can çekişirken
de: "Allah'ım, beni bağışla, çünkü insanlar senin beni bağışlamayacağını
iddia ediyorlar." deyişi dışında başka hiçbir hususta kıskanmadım."
Ebu Bekir b.
Ebi'd-Dünya, Muhammed b. Münkedir'in şöyle dedigini rivayet etmiştir:
"Ömer b.
Abdülaziz, Haccac'a öfke duyardı. Ancak onun can çeki-rken söylediği şu sözü
beğenir ve bu hususta ona imrenirdi. Haccac, an çekişirken şöyle demişti:
"Allah'ım, beni bağışla, çünkü insanlar senin beni bağışlamayacağını
sanıyorlar."
Yine Muhammed b.
Münkedir'den rivayete göre; ilim ehli biri, Hasan-ı Basrî'ye şöyle demiş:
- Haccac ölürken böyle
birşey demişti.
- Gerçekten böyle
demiş mi?
- Evet.
- Bunun kendisine ne
yaran olabilir ki?
Ebu'l-Abbas el-Mirrî,
Asmaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Haccac, can çekişirken şöyle bir
şiir okudu:
"Ya Rab,
düşmanlar aşırı şekilde yeminler ederek dediler ki, Haccac cehennemliktir.
Onlar körü körüne mi
yemin ediyorlar?
Yazıklar olsun onlara.
Bağışlayıcı ve affi yüce olan ulu Allah hakkında birşey bilmiyorlar."
Haccac'ın böyle
dediğini Hasan-ı Basrî'ye anlattılar, o da şöyle cevap verdi: "Allah'a
yemin ederim ki, Haccac, eğer kurtulursa bu iki beyit sayesinde kurtulur."
Bazılarının ifadesine
göre Haccac, can çekişirken yukarıda söylediği beyitlere şunları da
eklemiştir:
"Efendiler,
köleleri kendi hizmetlerindeyken ihtiyarladıklarında onları azad ederler,
Ey Halikim! Bu hususta
sen daha çok kerem sahibisin. Ben senin köleliğindeyken yaşlandım, beni ateşten
azad et."
İbn Ebi'd-Dünya, Ahmed
b. Abdullah et-Teymî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Haccac
öldüğünde, kimse onun öldüğünden haberdar olmadı. Nihayet bir cariye yüksekçe
bir yere çıkıp ağladı ve şöyle dedi: "Dikkat edin, yemek yediren,
çocukları yetim, kadınları da dul bırakan, kelleleri gövdelerden ayıran
Şamlıların efendisi öldü.
Daha önce bize öfke
duyan, bugün bize merhamet ediyor.
Daha önce kendisinden
korktuğumuz kimseden bugün artık emin oluyoruz."
Abdürrezzak, İbn
Tavus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Babam, Haccac'ın ölüm haberini birkaç
kez duyduktan ve onun olarak öldüğünü
anladıktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:
"Âlemlerin Rabbi
Allah'a hamdolsun ki, zulmeden milletin kökü
böylece kesildi."
(el-En'âm, 45.).»
Birden fazla ravinin
anlattıklarına göre Hasan-ı Basrî, Haccac'ın ölüm müjdesini aldığında yüce
Allah'ın huzurunda şükür secdesine kapanmıştı. Daha önce ona karşı duygularım
gizlemekte iken öldüğünü duyunca duygularını açığa vurdu ve şöyle dedi:
'Allah'ım, onu öldürdün, onun gittiği yolu da artık aramızdan kaldır."
Hammad b. Ebi Süleyman
dedi ki: İbrahim en-Nehaî'ye, Haccac'ın ölüm haberini verdiklerinde
sevincinden ağladı.
Ebu Bekir b. Ebi
Hayseme, Salih b. Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ziyad b. Rebi b.
Haris, zindanda iken arkadaşlarına Haccac'ın son hastalığı nedeniyle falan
gecede öleceğini haber verdi. O gece olduğunda zindandakiler sevinçlerinden
uyuyamadılar. Oturup Haccac'ın ölüm haberini almak için beklediler. Bu da
hicri doksanbeşinci senenin ramazanının yirmiyedinci gecesi idi.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ramazanın bitimine beş gece kala idi. Aynı senenin şevval
ayında öldüğü de söylenir. Haccac, ölürken ellibeş yaşındaydı. Çünkü cemaat senesi
dediğimiz hicri kırkıncı senede doğmuştu. Kırkbirinci senede yahut
otuzdokuzuncu senede doğduğuna dair zayıf kaviller de ileri sürülmüştür. Vasıt
şehrinde öldü. Mezarının yeri de belirsiz hale getirildi. Üzerine su akıtıldı
ki, düşmanları onu mezarından çıkarıp yakmasınlar. Doğrusunu Allah bilir.
Asmaî dedi ki:
"Haccac'm hali ne tuhaftı. O ölürken sadece 300 dirhem bıraktı."
Vakidî, Âbdurrahman b.
Ubeydullah b. Serik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Amcam bize dedi ki:
Anlatıldığına göre Haccac, vefat edeceği sırada tereke olarak sadece 300
dirhem para, bir mushaf, bir kılıç, bir eyer, bir binek ve vakfedilmiş yüz zırh
bıraktı.»
Şihak b. Harraş,
amcası Yezid b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ebu Cafer
el~Mansur, bana haber salarak yanına çağırttı. Yanına vardığımda bana şöyle
dedi:
- Bana Haccac b. Yusuf
un vasiyetini anlat.
- Ey mü'minlerin
emiri, beni bundan affet.
- Anlat, dedim.
- Onun vasiyeti
şöyleydi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, Haccac b. Yusuf un
vasiyetidir ki, Allah'tan başka ilah bulunmadığına, onun ortaksız olduğuna,
Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet eder. O, Velid b.
Abdülmelik'ten başkasına itaati
tanımamıştır. O, bu
şahadet üzere yaşadı, bu şehadet üzerine ölüyor ve bu şahadet üzerine de
haşredilecektir."
Haccac, 900 demir zırh
bıraktı. Bunların 600'ü Iraklı münafıklarındı ki, bu zırhları giyinerek
savaşırlardı. 300'ü de Türklerindi.
Ebu Cafer, yanıbaşmda
duran Ebu'l-Abbas et-Tusî'ye başını kaldırıp baktı ve şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki, Şiilik işte budur, sizinkisi Şiilik
değildir."
Asmaî, babasının şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac'ı rüyada
gördüm. Ona: "Allah sana ne yaptı?" diye sordum. Şu cevabı verdi:
"Öldürdüğüm her insana karşılık Allah beni defalarca öldürdü." Onu
bir yıl sonra yine gördüm, kendisine: "Ey Ebu Muhammed, Allah sana ne
yaptı?" diye sordum. O da bana şu karşılığı verdi: "Ey annesinin
bızrını emen adam! Sen bu soruyu geçen yıl da sormamış miydin?"
Kadı Ebu Yusuf dedi
ki: "Harun Reşid'in yanında idim. Adamın biri, onun huzuruna geldi ve
şöyle dedi:
- Ey müminlerin emiri,
dün Haccac'ı rüyada gördüm.
- Onu nasıl bir
kılıkta gördün?
- Çirkin bir kılıkta
gördüm ve kendisine: "Allah sana ne yaptı?" diye sorduğumda şu
karşılığı verdi: "Bu soruyu sormak sana mı düştü ey annesinin bızrını
emen adam."
- Vallahi doğru
söylemiş. Sen gerçekten Haccac'ı gördün mü? O hayattayken de ölüyken de hiç
kimsenin lafı altında kalmazdı ve eyvallah etmezdi."
Hanbel b. Ishak, Eş'as
el-Harraz'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haccac'ı rüyada kötü
bir halde gördüm. Kendisine: "Ey Ebu Muhammed, Rabbim sana ne
yaptı?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Her kimi öldürdüysem
Allah, ona karşılık beni öldürdü. Sonra benim Cehennem'e atılmamı
emretti." Kendisine: "Sonra ne oldu?" diye sorduğumda şu cevabı
verdi: "Sonra tevhid ehlinin ümid ettiklerini ümid etmeye başladım."»
Ibn Şirin de:
"Haccac'ın kurtulacağını ümid ediyorum." dedi. Ha-san-ı Basrî, onun
bu sözünü işitince şöyle dedi: "Ama vallahi Cenâb-ı Allah, onun ümidini
boşa çıkaracaktır."
Ahmed b. Ebi'l-Havarî,
Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Hasan-ı Basrî, bir
mecliste oturduğunda orada Haccac'dan söz edildiği takdirde mutlaka kendisine
beddua ederdi. Onu rüyasında gördü ve şöyle sordu:
- Sen Haccac mısın?
- Evet, ben Haccac'ım.
- Allah sana ne yaptı?
- Öldürdüğüm her adama
karşılık Allah, beni defalarca öldürdü. Sonra muvahhidlerle birlikte bir tarafa
bırakıldım.
Bundan sonra Hasan-ı
Basrî, ona sövmekten vazgeçti. Doğrusunu Allah bilir."
İbn Ebi'd-Dünya,
Süfyan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac, Abdülmelik b. Mervan'm
yanına gitti. Beraberinde Mua-viye . Kurra da vardı. Abdülmelik, Muaviye'ye
Haccac'ı sordu. O da şu cevabı verdi: "Eğer size doğruyu söylersek bizi
öldürürsünüz, eğer size yalan söylersek Aziz ve Celil olan Allah'tan
korkarız." Haccac, ona baktı, Abdülmelik de: "Ona ilişme." dedi
ve onu Sind'e sürgün etti. Orada bazı faaliyetlerde bulundu." [6]
O şöyle derdi: Biz bir
cenaze merasiminde hazır olduğumuzda veya bir kişinin öldüğünü duyduğumuzda bu
hal aramızda günlerce belli olurdu. Çünkü biz ölen kimsenin Cennet'e veya
Cehennem'e sevke-dileceğine yol açacak bir durumla karşılaşmış olduğunu
bilirdik, ama sizler cenazelerinizde dünya meselelerinizi konuşuyorsunuz.
İbrahim b. Yezid şöyle
demişti: "Görmeden kişinin görüşü doğrulanmaz ve müstakim olmaz. Görmekte
ancak görüşle olur.
Kişinin namaz
esnasında iftitah tekbirini önemsemediğini görürsen, onun kurtuluşa ermesinden
ümidini kes.
Ben ayıplanacak
birşeyi gördüğümde onunla mübtela olmaktan korktuğum için onu ayıplarım."
İbrahim, vefat edeceği
zaman ağladı, kendisine: "Niçin ağlıyorsun?" diye sorduklarında şu
cevabı verdi: "Ölüm meleğini bekliyorum, bilemiyorum, o beni Cennetle mi
yoksa Cehennem ateşiyle mi müjdeleyecek." [7]
Künyesi Ebu
Muhammed'dir. Kardeşlerinden mukaddemdi. Alım ve fakih bir kimse olup ihtilaf
ve fıkhı bilirdi. Eyyüb es-Sahtiyanî ve bir başkası onun hakkında şöyle
demişlerdir:
"Mürcie konusunda
ilk konuşan zat odur. Bu hususta bir risale yazdı. Ama sonra pişman oldu."
Başkaları dediler ki: "Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye, Hz. Osman, Hz.
Ali, Hz. Talha ile Hz. Zübeyr hakkında çekimserdi. Ne onlardan yana olurdu, ne
de onları yererdi. Bu durumunu babası Muhammed b. Hanefiyye duyunca onu dövdü
ve kafasını yaraladı. Kendisine de şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana. Atan
Ali'den yana olmayacak mısın?"
Ebu Ubeyd'in ifadesine
göre Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye, hicretin doksanbeşinci senesinde vefat
etmiştir. Halife'nin ifadesine göre ise o, Ömer b. Abdülaziz'in hilafeti
zamanında vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [8]
Annesi, Ümmü Külsünı
binti Ukbe b. Ebi Muayt olup Hz. Osman'ın ana bir kardeşidir. Humeyd, fakih,
âlim ve asaletli bir kimse idi. Çok miktarda rivayetleri vardır. [9]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/173-194.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/194-195.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/195-196.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/196-203.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/203-213.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/214-232.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/232.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/232-233.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/233.