Ali B. Hüseyin. 1

Ebu Bekir B. Abdurrahman B. Haris. 16

Hicretin Doksanbeşinci Senesi 17

Haccac B. Yusuf Es-Sakafî'nîn Biyografisi 18

Fasıl 24

Haccac'dan Nakledilen Yararlı Sözler Ve Onun Aşırı Cesareti 31

Hicri Doksanbeşîncî Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 45

İbrahim B. Yezid En-Nehaî 45

Hasan B. Muhammed B. Hanefiyye. 45

Humeyd B. Abdurrahman B. Avf Ez-Zührî 46

 

Ali B. Hüseyin

 

Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib el-Kureşi el-Haşimî. Zeynelabi- adıyla tanınmıştı. Annesi Seleme adında bir ümmû veledtir. Ali da kendisinden büyük başka bir kardeşi de vardı. Babasıyla bir-"kte öldürüldü.

Biyografisini anlatacağımız bu Ali ise, babasından, amcası Hasan b- Aliden, Cabir'den, İbn Abbas'tan, Misver b. Mahreme'den, Ebu Hü-reyre'den, Safıye'den, Aişe'den ve Ümmü Seleme'den (ki bunlar Pey­gamber zevceleriydiler.) hadis rivayet etmiştir.Aralarında kendisinin oğulları Zeyd, Abdullah, Ömer, Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Kar, Zeyd b. Eşlem, Tavus (ki bu onun akranla-rındandır.), Zührî, Yahya b. Said el-Ensârî, yine yaşıtlarından olan Ebu Seleme'nin de bulunduğu bir cemaat da kendisinden hadis riva­yet etmişlerdir.

İbn Hallikan dedi ki: Ümmü Seleme, Fars hükümdarlarının so­nuncusu Yezdücürd'ün kızıydı. Zemahşerî'nin, "Rebiü'l-Ebrar" adlı ki­tabında anlattığına göre Yezdücürd'ün, Hz. Ömer zamanında esir dü­şen üç kızı vardı. Bunlardan birisi, Abdullah b. Ömer'in payına düştü ve bu kadın, Abdullah b. Ömer'e Salim adında bir erkek çocuk doğur­du. Diğeri de Muhammed b. Ebi Bekir es-Sıddık'ın payına düştü. O kadın da ona Kasım adında bir erkek çocuk doğurdu. Üçüncüsü de Hüseyin b. Ali'nin payına düştü. O da Hüseyin'e, biyografisinden bah­setmekte olduğumuz şu Ali Zeynelabidin'i doğurdu. Bu çocukların üçü de teyze çocuklarıydılar.

İbn Hallikan dedi ki: Kuteybe b. Müslim, Yezdücürd'ün oğlu Fey-ruz'u öldürünce, onun iki kızını Haccac'a gönderdi. Haccac, bunlardan birini kendine ayırdı. Diğerini Velid'e gönderdi. Velid'e gönderdiği de Yezid en-Nakıs'ı doğurdu.

İbn Kuteybe'nin, "Maarif adlı kitabta anlattığına göre Zeynelabi-din'in annesi, Sindli Selame idi. Gazale olduğu da söylenir. Ali b. Hü­seyin Zeynelabidin, Kerbela'da babası Hz. Hüseyin'le beraberdi. Yaşı­nın küçüklüğünden (veya hastalığından) Ötürü kendisini öldürme­diler. O zaman kendisi yirmiüç yaşındaydı. Daha büyük olduğu da söylenmiştir. Ubeydullah b. Ziyad, onu öldürmek istedi, ama Cenâb-ı Allah, ona bu imkanı vermedi. Bazı facirler, Muaviye oğlu Yezid'e, Zeynelabidin'i öldürmesini tavsiye ettilerse de Cenâb-ı Allah, ona da bu imkanı vermedi. Ondan sonra Yezid, Zeynelabidin'e saygı gösterir, onu kendi meclisinde yanında oturturdu. Onsuz hiç yemek yemezdi, sonra onları Medine'ye gönderdi. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Medi­ne'de çok saygı gördü.

İbn Asakir'in ifadesine göre Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in kendi adına nisbet edilen camisi, Dımaşkta'dır ve tanınan bir mescittir.

Ben derim ki: îbn Asakir'in sözünü ettiği yer, Dımaşk camiinin doğu tarafındaki şehitliktir.

Abdülmelik b. Mervan, ikinci kez onu Şam'a getirtmiş ve Bizans hükümdarının kendisine sikke ve kağıtlarla ilgili sorduğu sorulara karşı vereceği cevap hususunda fikrini sormuştu.

Zührî dedi ki: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'den daha takvalı ve da­ha faziletli bir Kureyşli görmedim. Babası Hz. Hüseyin'in şehadeti za­manında yanındaydı. Yirmiüç yaşındaydı, aynı zamanda hastaydı. Ömer b. Sa'd, onu kastederek: "Şu hastaya sataşmayın." demişti.

Vakidî dedi ki: «Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, insanların en takva-hlarından, en abidlerinden ve Allah'tan en çok korkanlarmdandı. Yü­rürken elini kolunu sallamazdı. Beyaz bir sarık takar ve sarığın ucu­nu arka taraftan sarkıtırdı.

Künyesi Ebu Hasen'di. Ebu Muhammed, Ebu Abdillah olduğu da

söylenir.»

Muhammed b. Sa'd dedi ki: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, sika, gü­venilir, çok hadis rivayet eden, şahsiyetli, takvalı, vera sahibi bir kimseydi. Annesi, Gazale idi. Hz. Hüseyin'den sonra azatlısı Zebid onunla evlendi ve bu evlilikten Abdullah b. Zebid doğdu. Ona, Aliy-yü'1-Asğar denirdi. Aliyyü'l-Ekber ise, babası Hz. Hüseyin'le birlikte Öldürülmüştü. Birden fazla ravi böyle demişlerdir.

Said b. Müseyyeb, Zeyd b. Eşlem, Malik ve Ebu Hazim'in ifadele­rine göre ehî-i beyt arasında Zeynelabidin'in misli yoktu.

Yahya b. Said el-Ensârî dedi ki: Haşimilerin en faziletlisi olan ve kendisine kavuştuğum Ali b. Hüseyin'in şöyle dediğini işittim: "Ey in­sanlar, bizi İslâm sevgisiyle sevin. Bize olan sevginiz, nihayet utanç haline geldi."

Başka bir rivayete göre de şöyle demiştir: "Nihayet bizi insanlara karşı sevimsiz kıldınız."

Asmaî dedi ki: Hz. Hüseyin'in nesli, ancak Ali b. Hüseyin vasıta­sıyla devam etti. Ali b. Hüseyin'in nesli de ancak amcası oğlu Hasan vasıtasıyla devam etti.

Mervan b. Hakem, ona şöyle demişti: "Birkaç cariye satın al da çocukların çoğalsın." O da: "Cariye satın alacak param yok." cevabını vermiş, bunun üzerine Mervan, ona 100.000 dirhem ödünç vermişti. O da gidip bu parayla cariyeler satın almıştı. Böylece çocukları doğ­muş ve nesli çoğalmıştı. Sonra Mervan, hastalandığı zaman çocukla­rına, Ali b. Hüseyin'e vermiş olduğu ödünç parayı almamalarını vasi­yet etti. Hüseynilerin tümü, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin neslinden-dır. Allah, ona rahmet etsin.

Ebu Bekir b. Ebu Şeybe dedi ki: Zührî'nin sahih olan senetleri; Alı b. Hüseyin, onun babası ve onun dedesi vasıtasıyla gelen rivayet­lerin senetleridir.

Anlatıldığına göre kendisi namaz kılmaktayken içinde bulunduğu oda yanmıştı. Namazı tamamladıktan sonra kendisine: "Niçin namazı bırakıp da evden dışarı çıkmadın?" diye sorduklarında şu cevabı ver-mıŞtı: Cehennem ateşini düşündüğümden şu yangın ateşini hatırla­madım ve farkında olmadım."

Au b. Hüseyin Zeynelabidin, abdest alırken rengi sararırdı. Na­maza dururken de vücudu tiril tiril titrerdi. Ona bunun sebebi sorul-gunda şöyle cevap verirdi: "Kimin huzuruna duracağımı ve kiminle konuşacağımı bilmiyor musunuz?"

Hacca gittiğinde telbiye getirmek isteyince vücudu sarsılmaya ve titremeye başladı, şöyle dedi: "Lebbeyk, Allahümme lebbeyk, dediğim zaman bana "lâ lebbeyk" denilmesinden korkuyorum (Yani, buyur Al­lah'ım buyur, dediğim zaman bana; senin çağrına icabet edilmeyecek­tir, denilmesinden korkuyorum)." Arkadaşları, onu telbiye getirmeye teşvik edip yüreklendirdiler, ancak telbiye getirince bayılıp bineğin­den düştü.

Her gün ve gecede 1.000 rekat namaz kılardı.

Tavus dedi ki: «Onun Hatim'de namaz kılıp secde halinde iken şöyle dediğini işittim: "Ey Rabbim! Kulların senin avlundadırlar. Sen­den dilenenler, senin avlundadırlar. Sana muhtaç olan fakirlerin de senin avlundadırlar."

Allah'a yemin ederim ki, ben sıkıntıya düştüğüm zaman bu duayı okduğumda mutlaka sıkıntım gideriliyordu.»

Anlatıldığına göre Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, geceleyin çok sa­daka verirdi ve şöyle derdi: "Geceleyin verilen sadaka, Rabbin gazabı­nı söndürür, kalbi ve mezarı nurlandırır. Kıyamet gününde kulun maruz kalacağı karanlıkları giderir ve Allah, onun sadaka olarak ver­diği malın karşılığını iki kez verir."

Muhammed b. İshak dedi ki: "Medine'de bazı kimseler vardı. Bunların geçimleri sağlanıyordu, ama geçimlerini kimin sağladığını bilmiyorlardı. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin vefat edince bunlara erzak getiren kimse kalmadı. Böyle olunca da geceleyin kendilerine erzak getiren kişinin o olduğunu anladılar. Vefat ettiği zaman sırtında ve omuzlarında dağarcık taşıma nedeniyle bazı izler gördüler. O, dağar­cığı sırtına vurup dulların, düşkünlerin evlerine erzak taşırdı. Anla­tıldığına göre o, Medine'de yüz hane halkının geçimini sağlardı ve on­lar, onun vefatına kadar bu erzakların kendilerine nereden geldiğini, kimin getirdiğini bilmiyorlardı."

Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Muhammed b. Üsame b. Zeyd'in ya­nına gitti. Hastalığı nedeniyle onu ziyaret için gitmişti. Muhammed b. Üsame, ağlamaya başladı. Ali b. Hüseyin, ona sordu:

- Niçin ağlıyorsun?

- Borçluyum.

- Borcun ne kadar?

-  15.000 dinar (Başka bir rivayette anlatıldığına göre 10.000 di­nar demiştir.).

- Borcunu Ödemek bana ait olsun.

Ali b. Hüseyin Zeynelabidin dedi ki: "Rasûlullah'm (s.a.v.) sağlı­ğında Ebu Bekir ile Ömer ne mertebede idiyseler, onun vefatından sonra da aynı mertebede idiler.1'

Bir gün adamın biri, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'e sövdü, ancak Ali duymazdan geldi. Duymuyormuş gibi davrandı. Adam ona: "Seni kastediyorum, sana sövüyorum." deyince Ali, ona: "Ben de seni gör­mezden geliyorum." diye cevap verdi.

Bir gün Ali b. Hüseyin, mescitten çıkınca adamın biri ona sövdü. Çevredekiler, Ali'nin yardımına geldiler. Ali: "Bu adama ilişmeyin." diye nasihat verdi. Sonra söven adama dönüp şöyle dedi: "Allah'ın senden gizlediği daha birçok ayıplarımız var. Senin bir ihtiyacın yok mu? Sana yardımcı olalım." Adam utandı. Ali de gömleğini onun üze­rine attı ve ayrıca 1.000 dirhem parayı ona vermeleri için adamlarına emir verdi. Bundan sonra o adam kendisini görünce: "Doğrusu, sen peygamber evladındansm." derdi.

Dediler ki: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin ile Hz. Hasan'ın oğlu Ha­san tartıştılar. Aralarında bir rekabet vardı. Hz. Ali'nin torunu Ha­san b. Hasan, ona sövdü ama o sustu. Gece olunca Ali b. Hüseyin, onun evine gitti ve şöyle dedi: "Ey amcaqğlu, eğer sen doğru söylediy­sen Allah beni affetsin, eğer yalan söylediysen Allah seni bağışlasın ve sana selam olsun." Böyle dedikten sonra dönüp evine gitti. Hz. Ha­san'ın oğlu Hasan, bunun üzerine hemen gidip onunla barıştı.

Kendisine sordular:

- İnsanların en büyük pay sahibi olanı kimdir?

- Dünyayı kendi nefsi için pay olarak görmeyendir. Yine şöyle demişti:

"Düşünce, aynadır. Kişi bu aynada kendi iyiliklerini ve kötülük­lerini görür.

Dostları kaybetmek, gurbete düşmek demektir. Bazı kimseler, korkularından ötürü Allah'a ibadet ederler ki, bu kölelerin ibadetidir. Bazı kimselerde rağbetlerinden ötürü Allah'a ibadet ederler ki, bu da tüccarların ibadetidir. Bazı kimseler ise, sevgi ve şükürlerinden ötürü Allah'a ibadet ederler ki bu, seçkin ve hür kimselerin ibadetidir."

Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, oğluna şöyle demişti: «Ey oğulcuğum! Fasık kimseyle arkadaşlık yapma. Çünkü o, bir lokma karşılığında veya daha az birşey karşılığında seni satar ve o şeyi elde etmek ister. Ama sonra da onu elde edemez. Cimri kimseyle de arkadaşlık etme. Çünkü o, en çok muhtaç olduğun bir zamanda palını senden esirger ve sana yardım etmez. Yalancı kimseyle de ar­aşlık etme. Çünkü o, serap gibidir, uzağı sana yakın gösterir, ya-mı da senden uzaklaştırır. Ahmak kimseyle de arkadaşlık etme. Vünkü o, sana fayda vermek istediği halde zarar verir. Akrabalık bağlarını koparan kimselerle de arkadaşlık etme. Çünkü o, Allah'ın itabında lanetlenmiştir. Zira yüce Allah, şöyle buyurmuştur:

"Geri dönerseniz yeryüzünde bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmez mi sizden? İşte, Allah'ın lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği bunlardır."» (Muhammed, 22-23.)

Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, mescide girdiği zaman insanların omuzlarından atlayarak ilerler ve nihayet Zeyd b. Eslem'in ilerideki halkasına dahil olup otururdu. Nafî b. Cübeyr b. Mut'im, ona: "Allah seni affetsin, sen insanların efendisisin. Gelip ilim halkalarım ve Ku-reyşlilerin meclislerinden geçerek şu siyahi kölenin meclisine dahil olup oturuyorsun, niçin böyle yapıyorsun?" diye sorunca Ali b. Hüse­yin Zeynelabidin, ona şu cevabı vermişti: "Kişi, ancak faydalandığı yerde oturur. İlim ise, her nerede olursa olsun oraya gidip talep edi­lir."

A'meş, Mesud b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin dedi ki:

- Beni, Said b. Cübeyr ile bir araya getirebilir misin?

- Onunla ne işin var?

- Ona, Allah'ın bize fayda vereceği bazı şeyler soracağım. Yoksa herhangi bir hakarette bulunacak değilim. Çünkü şu kimselerin (böy­le derken Irak'ı gösterdi.) iftira ettiği şeyler bizde mevcut değildir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Zer b. Ubeyd'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Ben, İbn Abbas'ın yanındaydım. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin geldi. İbn Abbas, ona şöyle dedi: "Sevgili oğlu sevgiliye merhaba."

Ebu Bekir b. Muhammed b. Yahya es-Solî, Ebu Zübeyr'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Biz, Cabir b. Abdullah'ın yarımdaydık. Oraya Ali b. Hüseyin,Zey­nelabidin gelince Cabir, bize şöyle dedi: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m ya­nında iken Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin oraya geldi. Rasûlullah, onu bağrına basıp öptü ve yanına oturttu. Sonra şöyle dedi: "Şu oğlumun Ali adında bir oğlu doğacaktır. Kıyamet günü olunca Arş'ın ortasında bir ünleyici: "Abidlerin efendisi ayağa kalksın." diye ünleyecek ve işte şu oğlumun doğacak olan Ali adındaki oğlu ayağa kalkacaktır."

Bu, İbn Asakir tarafından rivayet edilen ve cidden garip bir ha­distir.

Zührî dedi ki: "En çok Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'le otururdum. Ondan daha fakih bir kimse görmedim. Hadis rivayet ederdi, aile ef­radı arasında en faziletli ve en güzel taatta bulunan kimseydi. Onlar arasında Mervan ile oğlu Abdülmelik tarafından en çok sevilendi. Kendisine Zeynelabidin adı verilirdi."

Cüveyriye b. Esma dedi ki: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Rasûlul­lah (s.a.v.)'a olan akrabalığını vesile edinerek herhangi bir kimseden bir dirhem dahi yemedi. Allah, ona rahmet etsin ve ondan razı olsun."

Muhammed b. Sa'd, Makberî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Muhtar, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'e 100.000 dirhem gönderdi. Bunu kabul etmek istemedi. Geri vermekten de korktu, bu nedenle parayı yanında alıkoydu. Harcamadı. Muhtar öldürülünce Abdülme­lik b. Mervan'a şöyle bir mektup gönderdi: "Muhtar, bana 100.000 dirhem göndermişti. Bunu kabul etmek istememiştim. Reddetmekten de korkmuştum. Bu paraları teslim alacak birini yanıma gönder."

Abdülmelik de ona: "Ey amcaoğlu! O paraları al, ben onları sana helal ettim." diye mektup gönderince Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, bu paraları kabul etti.»

Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, şöyle demişti: "İnsanların dünyadaki efendileri, cömert ve takvalı olan kimselerdir. Ahiretteki efendileri de dindarlar, faziletliler, ilim ve takva sahibi olan kimselerdir. Zira â-limler peygamberlerin mirasçılarıdırlar.'1

Bir defasında da şöyle demişti: "Kardeşlerimden birini görüp de onun için Allah'tan Cennet'i isteyip de dünya malını ona verme husu­sunda cimrilik etmekten yüce Allah'tan utanırım. Çünkü kıyamet gü­nü olduğunda bana şöyle denilir: "Eğer Cennet senin elinde olsaydı onu vermekte de cimrilik ederdin, daha cimri olurdun, daha cimri olurdun."

Anlatıldığına göre Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, çok ağlarmış. Kendisine bunun sebebini sorduklarında şöyle cevap vermiş: "Yakup peygamber, Yusuf peygamber için ağladı. Nihayet gözleri ağardı, üs­telik Yusuf un öldüğünü de bilmiyordu. Oysa ben, aile efradımdan on küsur kişinin aynı günün sabahında boğazlandıklarını gördüm. Bu nedenle onlara olan üzüntümün kalbimden silinip gideceğini mi sanı­yorsunuz?"

Abdürrezzak dedi ki: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in cariyelerin­den biri', abdest alırken Ali b. Hüseyin'in eline su döküyordu. O esna­da cariyenin elindeki ibrik düşüp Ali b, Hüseyin'in yüzüne değdi ve yaraladı. Ali b. Hüseyin, başını kaldırıp cariyeye hışımla bakınca ca­riye şöyle dedi: Yüce Allah buyuruyor ki: "Öfkeyi yutanlar...." Bunun üzerine Ali b. Hüseyin: "Öfkemi yuttum." dedi. Cariye ise: "İnsanları affedenler...." mealindeki ayeti okudu. Ali b. Hüseyin de: "Allah, seni affetsin." diye cevap verdi. Cariye, bu defa ayetin son kısmını okudu: "Allah, ihsan edenleri sever." Ali b. Hüseyin de şöyle dedi: "Sen, yüce Allah'ın rızası için özgürlüğüne kavuştun, seni azad ettim."

Zübeyr b. Bekkar, Muhammed'in babası Ali'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Iraklılardan bazı kimseler bir araya gelip oturdular ve Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'den bahsettiler. Onların aleyhlerinde ağır sözler sarfettiler. Sonra Hz. Osman'dan bahsettiler. Ali, onlara şöyle dedi:

- Söyleyin bakalım, sizler şu ayette sözü edilen ilk Muhacirlerden misiniz? "Onlar ki, yurtlarından ve mallarından edilmişlerdir. Al­lah'tan bir lütuf ve rıza dilerler. Allah'ın dinine ve peygamberine yar­dım ederler." (ei-Haşr, 8.)

Onlar da, "Hayır." diye cevap verince bu defa Ali, onlara şöyle de­di:

- O zaman sizler, şu ayette sözü edilen kimseler misiniz? "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip geleni severler." (ei-Haşr, 9.)

Onlar yine: "Hayır." diye cevap verince bu sefer Ali, şöyle dedi:

- Sizler, ne Muhacirlerden ne de Ensâr'dan olmadığınıza dair ik­rarda bulundunuz. Ben de şahitlik ediyorum ki, yüce Allah'ın kendile­rinden şu ayette söz ettiği üçüncü gruptan da değilsiniz: "Onlardan sonra gelenler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce inanmış olan kardeşle­rimizi bağışla. Kalbimizde mü'minlere karşı kin bırakma." (ei-Haşr, ıo.)

- Haydi öyleyse, yanımdan kalkıp gidin. Allah, sizi mübarek kıl­masın. Evlerinizi de birbirine yaklaştırmasın. Sizler, İslâmiyet'le alay ediyorsunuz. İslâm ehli de değilsiniz.»

Adamın biri gelip ona şöyle bir soru sordu:

- Hz. Ali, ne zaman dirilecek ve dünyaya dönecek?

- Vallahi o, kıyamet gününde dirilecek ve kendi başının çaresine bakacak.

Ibn Ebi'd-Dünya, Ebu Hamza es-Sümalî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin evinden dışarı çıkarken şöyle derdi: Allah'ım, ben bugün ırzıma sövene hakkımı helal ediyorum."

Ibn Ebi'd-Dünya'nm rivayetine göre tandırda birşey pişirmekte olan bir kölenin elindeki şiş, Ali b. Hüseyin'in çocuğunun başına düş­tü ve çocuk öldü. Ali b. Hüseyin de koşarak olay yerine gitti. Köleye baktı, sonra da şöyle dedi: "Sen kasıtlı yapmadın, sen hürsün, seni a-zad ettim." Böyle dedikten sonra da oğlunun cenaze hazırlıklarına başladı.

Medainî dedi ki: Süfyan'ın şöyle dediğini işittim: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin şöyle derdi: "Alçalarak, zillete katlanarak kızıl tüylü da­varlara sahib olmak benim hoşuma gitmez."

Kendi nefsi aleyhinde aşın giden, çok günah işleyen bir oğlu vefat edince bir adam, onun aşırılıklarından ötürü üzüntüye boğuldu. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, oğlu ölen adama şöyle dedi: "Senin oğlunun ge­risinde üç şey kalmıştır: Allahtan başka ilah bulunmadığına şahadet etmek, Rasûlullah'ın şefaatta bulunması ve Aziz ve Celil olan Allah'ın rahmeti."

Medainî dedi ki: Zührî, bir günah işledi. Bundan ötürü insanlar arasından çıkıp bir kenara çekildi. Dağlara düştü, aile efradım ve ma­lını terkedip gitti. Ali b. Hüseyin, onunla görüştükten sonra kendisine söyle dedi: "Ey Zührî! Allah'ın herşeyi kapsayan rahmetinden ü-mit kesmen, senin işlediğin günahtan daha büyük bir günahtır." Ali'nin bu sözüne karşılık Zührî de şu ayet-i kerimeyi okudu: "Allah, peygam­berliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir." (ei-Enâm, 124.)

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Zührî, bir adamı hataen öl­dürmüş, Ali b. Hüseyin de tevbe edip istiğfarda bulunmasını ve mak­tulün ailesine diyet göndermesini Zührî'ye tavsiye etmiş, o da bu tav­siyeyi yerine getirmişti.

Zührî, şöyle derdi: "Ali b. Hüseyin, insanlar arasında beni en çok minnet altında bırakan kimsedir."

Süfyan b. Uyeyne, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in şöyle dediğini nakletmiştir:

"Bir adam, bir başkası hakkında bilmeden iyi şeyler söylemesin. Aksi takdirde o adam hakkında bilmeden kötü şeyler söylemeye ya­kın bir hale gelir. İki kişi, masiyet ve günah işlemek üzere arkadaşlık edip bir araya geldiklerinde mutlaka Allah'ın taati dışında birbirle­rinden ayrılırlar."

Anlatıldığına göre Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, kendi kölelerin­den birinin karısıyla evlenmek istemiş, kölenin karısı olan cariyeyi a-zad edip onunla evlenmişti. Halife Abdülmelik, ona kmayıcı bir mek­tup göndermiş, o da Abdülmelik'in mektubuna şu cevabı vermişti:

"Ey inananlar! Andolsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasûlullah en güzel örnektir." (el-Ahzâb, 21.)

Rasûlullah (s.a.v.), Safiye'yi azad etmiş ve onunla evlenmişti. Azatlısı Zeyd b. Harise'yi de halası kızı Zeynep binti Cahş'la evlendir-mişti.

Dediler ki: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, kışın elli dinar değerinde ibrişimden yapılma siyah bir elbise giyerdi. Yaz geldiğinde de onu sadaka olarak verirdi. Yazın ise ondan daha düşük değerde, yamalı bir elbise giyer ve şu ayeti okurdu: «De ki: "Allah'ın kulları için yarat­tığı ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir?"» (ei-Arâf, 32.)

Solî, Cerirî ve birden fazla ravinin anlattıklarına göre Hişam b. Abdülmelik, babasının ve kardeşi Velid'in hilafetleri döneminde hac­ca gitmiş, Ka'be'yi tavaf etmişti. Hacer-i esvedi istilam etmek istediği zaman izdihamdan ötürü imkan bulamamıştı. Nihayet kendisi için oraya bir minber kurulmuş, minbere çıkarak hacer-i esvedi istilam et­mişti. Sonra da minbere oturmuş, Şamlılar da gelip çevresinde ayak­ta durmuşlardı. Bu sırada Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, Ka'be'ye gel­miş, tavafa başlamış, hacer-i esvedi istilam etmek için yaklaştığında insanlar ona saygı ve tazimden Ötürü yer vermişlerdi. Kendisi de gü­zel bir görüntüde ve göz alıcı bir şekilde idi. Şamlılar, Hişam'a onun kim olduğunu sorduklarında Hişam, onu küçük düşürmek, horlamak maksadıyla ve Şamlıların da ona yönelmelerini engellemek için: "Ta­nımıyorum." diye cevap vermişti. Bunun üzerine orada hazır bulunan şair Ferezdak: "Onu ben tanıyorum." diye cevap vermişti. Şamlılar, "O kimdir?" diye sorunca Ferezdak, onu göstererek şöyle demişti:

"Şunun bastığı yerleri, Batha (Mekke vadisi) tanır. . Şunu Ka'be, Harem ve Harem dışı yerler de tanır. Bu, Allah'ın kullarının en hayırlısının oğludur. Bu; takvah, seçkin, temiz ve bilinen şahsiyettir. Kureyşliler, bunu gördüklerinde sözcüleri şöyle dedi: Bunun ahlaki üstünlüğüne hiçbir ahlak sahibi ulaşamadı. Bu, onur ve üstünlüğün doruk noktasındadır. Bu noktaya İslâm'ın Arapları da Acemleri de ulaşamadılar. İstilam etmeye, el sürmeye geldiğinde Hatim'in duvarları, Nerede ise onun avuç içlerini yakalamak üzeredir. Bazen utandığından, bazen de heybetinden ötürü gözlerini yu-

mar.

Ancak gülümsediği zamanda konuşur.

Elinde bir haziran vardır ki, kokusu çok güzeldir.

Eli çok parlaktır, burnundan da güzel kokular saçılır.

Bunun kaynağı, Rasûlullah'ın bedeninden gelmektedir.

Vücudunun parçaları, huy ve güzellikleri de çok hoştur.

Güneş doğduğunda nasıl ki, bulutlar açılır ve kaybolurlarsa,

Bunun alnının ışığından da hidayet nurları bile kaybolup gider­ler.

Rezalet irtikab eden kavmin günahlarım bu yüklenir.

Şemaili tatlıdır, nimetler de onun yanında tatlılaşır.

Bu, -eğer kendini tanımıyorsan- Fatıma'nın oğludur!

Allah'ın peygamberlerinin halkaları, bunun dedesiyle son buldu.

Fazilet ve üstünlük hususunda diğer peygamberler, onun dedesi­ne ulaşamadılar.

Fazilet ve üstünlük hususunda da diğer ümmetler, bunun dedesi­nin ümmetine ulaşamadılar.

İyilik ve ihsanı, bütün yeryüzüne yayıldı.

Sapıklık, fakirlik ve zulüm, o sayede kaybolup gitti.

İki elinde de medet ve yardım vardır. Faydası, her tarafa yayıl­mıştır.

Ellerinde hayır vardır. Yokluk, ellerinde görülmemiştir.

Ahlakı yumuşaktır, fevri hareketlerinden korkulmaz.

Yumuşak huyluluk ve cömertlik güzelliği, onu süsler.

Sözünü asla yerine getirmezlik etmez.

Onun yokluğunda da çöllerin genişliğinde bereket vardır.

O azmettiği zaman çöllerde hareket görülür.

Onların sülalesini sevmek, dinin ta kendisidir. Onlara öfke duy-maksa küfürdür.

Onlara yakın olmak, kurtuluştur.

Onları sevmekle, kötülük ve belalar defedilir.

Yine onları sevmekle, ihsan ve nimetler artar.

Allah'ı andıktan sonra onlar anılır.

Her hükümde böyledir ve söz onlarla nih ay etlendirilir.

Eğer takva sahipleri sayılacak olursa bunlar, takva sahiplerinin önderleridirler.

Ya da "Yeryüzünün en hayırlı insanı kimdir?" diye sorulduğunda, "bunlardır" diye cevap verilir.

Hiçbir cömert, bunların cömertliğine ulaşamaz.

Ne kadar eli açık olsalar da, hiçbir topluluk,

Cömertlik hususunda bunların derecesine ulaşamaz.

Kıtlık görülse de cömertler bunlardır.

Savaş aslanları bunlardır, güç bunlardan kaynaklanır.

Kötülük ve yergi, bunların sahasına inemez.

Cömertlerin huyu ve nimet saçan eller,

Bunların sahasına kötülemenin inmesine engel olur.

Bunların ihsanlarında ve avuçlarında yokluğa yer yoktur.

Zengin olsalar da yoksul olsalar da her zaman ihsan ederler.

Bunun evveliyatından ötürü veya nimetlere sahip oluşundan Ötü­rü, diğer yaratıklar bunların boyunları üzerinde değildir.

Senin "tanımıyorum" demen buna zarar vermez.

Senin tanımadığın kimseyi Araplar da Acemler de tanırlar.

Allah'ı bilen kimse, bunun evveliyatını bilir.

Diğer bütün ümmetler, dine, bunun ailesi vasıtasıyla kavuştu­lar."

Hişam, bu şiiri dinleyince öfkelendi ve Ferezdak'm Usfan'da hap­sedilmesine emir verdi. Bilindiği gibi Usfan, Mekke ile Medine ara­sında bir yerdir. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, bu olayı duyunca Ferez-dak'a 12.000 dirhem para gönderdi. Ancak Ferezdak, bu parayı kabul etmedi ve şöyle dedi: "Ben, söylediklerimi Aziz ve Celil olan Allah rı­zasını kazanmak, hakka yardım etmek, Rasûlullah'ın zürriyetinin

hakkını vermek için söyledim. Bunun karşılığında birşey alacak deği­lim."

Ali b. Hüseyin de ona şu mesajı gönderdi: "Senin bu hususta sa­mimi olduğunu, niyetinin doğruluğunu Allah da biliyor. Allah hakkı !Çin du parayı kabul et," Bunun üzerine Ferezdak, kendisine gönderilen parayı kabul etti. Sonra da Hişam'ı yerdi ve şöyle dedi:

"Sen beni, Medine ile insanların gönüllerinin yöneldiği Mekke a-rasında (Usfan'da) hapsediyorsun.

Sonra da liderlere mahsus olmayan bir başı, gövdenin üzerinde taşıyorsun. Ayrıca ayıpları açıkça görünen iki şaşı göze de sahipsin."

Rivayete göre Ali b. Hüseyin, bir cenaze gördüğü zaman şu iki be­yi ti okurmuş:

"Cenazelerle karşılaştığımızda korkarız, onlar geçip gidince yine eğlenceye dalarız.

Yırtıcı hayvanların saldırısına uğrayan koyun sürüsünün korku­su gibi.

Yırtıcı hayvanlar gidince, tekrar koyunlar otlamaya başlarlar."

Hafız İbn Asakir'in rivayetine göre Zührî, şöyle demiştir: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in kendi nefsini hesaba çektiğini ve Rabbine şöyle münacatta bulunduğunu işittim:

«Ey nefis, daha ne zamana kadar bu dünyada kalacaksın ve bu dünyanın şenliğine yöneleceksin? Geçen atalarının ölümlerinden ve toprak altında kaybolan dostlarının gidişinden, kardeşlerini yitirişin­den ibret almadın mı? Senin o akranların hep toprak altına göçtüler. Yaşadıktan sonra kara toprağın bağrına gittiler.

Onların güzellikleri orada çürüyüp yok oldu, diyarları boşaldı. Arsalarında kimse kalmadı. Kaderler, onları ölüme doğru şevketti. Dünyadan ve dünyalık olarak biriktirdikleri şeylerden el çekip gitti­ler. Çukurlar, onları toprağın altında bağırlarına bastılar. Ölümün pençeleri, nesilleri peşpeşe koparıp götürdü. Onları çürüterek yeryü­zü ne kadar değişti. Çeşit çeşit insanlar yaşadıktan sonra toprakta kayboldular. Onların hepsi çürümeye mahkum oldular. Sonra da top­rak onlardan vazgeçerek iflas etmiş kimselerin ameline döndü. Sense dünyaya yönelmiş, olanca gücünle dünyalık için çalışıyorsun. Tutku­lusun, mal biriktirmeye çabalıyorsun.

Tehlikeli bir yoldasın, ama farkında değilsin, düşünsene hangi yoldasın! Kişi, sürekli olarak dünyası için çabalar, ama ahiretini unu­tursa şüphesiz o ziyandadır.

Daha ne zamana kadar dünyaya ikbal göstereceksin? Onun şeh-vetleriyle meşgul olacaksın? Saçların ağardı, ölüm habercisi sana gel­di. Seni kovalayan ecelden haberin yok. Bu günün lezzetiyle meşgul olduğun için yarınını unutuyorsun. Oysa şehvetperestlerin, toprak al­tına göçtüklerini gördün. Başlarına gelen musibetleri de müşahede ettin. Kişi, ölüm korkusunu, mezarını ve çürümeyi hatırlayınca dün­ya eğlencelerinden ve lezzetlerinden kendini alıkoyabilir.

Kırk yaşının yaklaşmasından sonra saçlar ağarmca, daha neyi beklersin? Bu, yaşlanan kimseyi uyarır.

Sen, sanki zarar veren şeye yöneliyorsun, bunu kendi nefsinin a-leyhine kasıtlı olarak yapıyor ve doğru yola şaşıyorsun. Geçen millet­lere ve yok olan hükümdarlara bir bak! Günlerin peşpeşe gelişi, onla­rı nasıl da koparıp götürdü? Ölüm, onları nasıl yakaladı? Dünyadaki izleri silinip gitti, sadece dünyada haberleri kaldı. Haşre ve kıyamete dek toprakta çürümüş kemikler olacaklar.

Çürüyüp toprağa karıştılar. Meclislerinde oturamaz oldular. Köşkleri ıssız kaldı.

Öyle bir diyara göçtüler ki, kendilerini ziyaret eden yoktur. Bir­birlerine uğrayamazlar, mezar sakinleri nasıl ziyaretleşebilirler?

Ancak mezarların tavanlarının üzerlerine toplandığını görürsün. O mezar tavanlarının üzerlerinden asırlar geçip gider.

Nice güçlü, kudretli sultanlar vardı ki, onların askerleri ve ava-neleri vardı. Dünyada iktidar sahibi oldular.

Dünyada arzuladıkları şeyleri elde ettiler, orada köşkler ve bü­yük köyler inşa ettiler. Orada mallar ve zahireler biriktirdiler, güzel cariyelere ve kadınlara sahip oldular.

Ölüm geldiğinde ölümün pençesini, onun biriktirdiği zahireleri geri çeviremedi.

İnşa ettikleri ve çevresini nehirlerle büyük köylerin kuşattığı ka­leleri de kendisini ölüme karşı koruyamadı.

Hiçbir hile, ölümü ondan uzaklaştıramadı. Askerleri de onu Ölü­me karşı korumaya meyletmedi.

Allah'ın geri çevrilmez takdiri ona geldi. Asla reddedilemiyecek hükmü onun üzerine indi. Hüküm sahibi, sonsuz güce sahip olan Al­lah, yücedir. O, en büyüktür, güçlü ve kahredicidir. Zorbaları helak edici, büyüklük taslayanları da mahvedicidir. O, öyle bir sultandır ki, onun gücü karşısında bütün sultanlar boyun eğerler. Bütün hüküm­darlar, onun kuvveti karşısında helak olurlar.

O, öyle güçlü bir hükümdardır ki, hükmü geri çevrilemez.

Hikmet sahibi ve bilgilidir, emri geçerli ve kahredicidir.

Bütün güç ve izzet sahihleri, onun zatının izzetine yöneldi.

Nice güçlü ve muktedirler, o kuvvet sahibi Allah'ın önünde küçü­lürler.

Zorba hükümdarlar bile, Arş-ı A'la'nın sahibinin izzeti karşısında boyun eğip teslim olur ve güçsüzleşirler.

Dünyadan ve dünyanın tuzaklarından kaçının. Onun size karşı burduğu tuzaklardan uzak durun. Sizin için hazırladığı süs ve ziynetlere yaklaşmayın. Size izhar ettiği güzelliklerinden ve ibraz ettiği şehvetlerden ve ayrıca sizden gizlediği öldürücü ve helak edici tehli­kelerinden kendinizi koruyun.

Dünyanın, gördüğün feci hallerinden uzak dur. Ö halleri defetme­ye dua et. Allah, seni zahid olmakla memur kılmıştır.

Gayret göster, gafil kalma, uyanık ol. Şenlendiren kimse, az bir zaman sonra bu diyarı terkedecektir.

Paçaları sıva, gevşeme. Ömrün sona erecektir.

Sen de daimi diyara gidicisin.

Dünyayı isteme, çünkü elde etsen de,

Dünya nimetlerinin tümü sana zarar verir.

Akıllı kimse, dünya için hırs gösterir mi? Ya da akıllı kimse, dün­ya nimetleriyle mutlu olur mu? Oysa akıllı kişi, dünya nimetlerinin ve dünyanın faniliğine kuvvetle inanmıştır. Dünyanın bakiliğine ti­mi t beslemez.

Gecelemekten korkan kimsenin gözleri nasıl uykuya dalar? Bü­tün işlerinde ölümü bekleyen kimsenin gönlü nasıl rahatlar?

Dikkat edin, elbetteki hayır, ama bizler nefislerimizi aldatıyoruz.

Korktuğumuz ve çekindiğimiz şeye karşı lezzetler bizi meşgul edip aldatıyor.

Sırların ortaya çıktığı günde, adalet divanında duracak olan kim­se hayattan nasıl lezzet alabilir?

Sanki hasredilmeyeceğiz ve bizler başıboş bırakılmışız da ölüm­den sonra hesap yerine götürülmeyeceğiz?

Nasıl olur da dünyadaki insan, dünya lezzetlerini elde eder ve dünyanın güzellikleri ile bir hoş olur? Oysa dünyada çok çeşitli tuhaf­lıklar ve insana darbe vuran feci haller vardır. Dünyanın musibetle­rinde de, dünyanın elde edilmesi.için duyulan talebte de çok azap var­dır. Dünyada hastalıklar, musibetler, yorgunluk ve elemler vardır.

Her gecede ve günde görmüyor muyuz ki, dünya bizi harcıyor ve ertesi sabah tekrar hayata döndürüyor.

Dünyanın afetleri ve kederleri, peşpeşe üzerimize geliyor.

Bu haldeki kimse, dünyanın kendisi için kalıcı olduğunu nasıl dü­şünebilir?

Böyle bir kimse, dünyasından emin değildir, dünyaya imrenme-melidir.

Oysa dünya onun canını alma talebinden asla vazgeçmemektedir.

Dünya, kendisinde ebedi kalmak isteyen nice kimseyi aldatmış­tır. Kendisini elde etmeye çabalayan ve üzerine yumulan nice kimseyi yere yıkmıştır. Böyleleri tökezledikleri için kurtulamamışlardır. Yere düştükten sonra da kendilerini toparlayamamış ve ayağa kalkama-mışlardır. Dünyanın verdiği elemden kurtulamamış, hastalıklardan şifa bulamamış ve darbelerden de kurtuluş yolu bulamamışlardır.

Aksine dünya, güç ve iktidardan sonra onları kötü hallere düşür­müştür ki, artık dönüp kurtulamamışlardır.

Böyleleri kurtuluşun kalmadığını ve kendisinden sakınılması im­kansız olan ölümü görünce pişman olmuşlardır.

De ki, o zaman pişmanlık fayda vermemiştir. İşledikleri büyük günahlara da ağlamışlardır.

Geçmiş günahlarına ağlamışlar, geride bıraktıkları dünya için hasret çekmişler ve günahlarından ötürü mağfiret dilemişlerdir. An­cak o zaman mağfiret dilemek, kendilerine fayda vermemiştir. Özür dilemeleri ve mazeret beyan etmeleri de onları kurtaramamıştır, ölü­mün geldiği ve belanın çöktüğü esnada.

Ölümün keder ve hüzünleri onu kuşattı.

Kaderler onu aciz bıraktığı zaman da şaşırdı.

Ölüm sıkıntısından onun için kurtuluş yoktur.

Sakındığı şeyden de kendisi için bir yardımcı yoktur.

Ölüm korkusu, onun nefsini canından çıkardı.

Küçük dilini yuttu ve kendi hançeresi titremeye başladı.

İşte o esnada ziyaretçileri korktu ve azaldı. Ailesi ve çocukları, onu kaderin hükmüne teslim etti. Öleceği esnada çevresindeki insan­lar, vaveylalarını yükselttiler. Hasta yatağında artık onun iyileşme­sinden ümit kestiler. Ölünce de kendi elleriyle gözlerini kapattılar. Kendisi de canım verdikten sonra ayağını uzattı, dostları yanından ayrıldılar. Müşfik arkadaşı da onu terketti.

Nice sancı çeken kimse var ki, musibete uğrayan kimse, onun için ağlar.

Nice sabırdan ümit bekleyen kimse var ki, kendisi sabredemez.

Nice kendisi için Allah'a dua edip ihlasla "İnnâ lillâh ve innâ iley-hi râciun" diyen kimse var ki,

Zikrettiği her kelimeyi sayar.

Onun vefatından ötürü nice sevinen ve müjdelenen kimse vardır, ama,

Az bir süre sonra onlarda onun gideceği yere gideceklerdir.

Ölümünden sonra kadınları yakalarını yırtarlar. Cariyeleri yüzle­rini tokatlarlar. Kaybe dili sinden ötürü komşuları vaveyla koparırlar, yokluğundan ötürü kardeşleri üzüntüye boğulurlar ama sonra da onu teçhiz etmeye yönelirler, onu defnetmek için paçaları sıvarlar. Sanki o, daha önce aralarında kıymetli ve uğruna can feda edilen bir kimse değildi. Her haliyle ortada olan bir sevgili değildi.

Yakınında bulunan ve kavmi arasında kendisini en çok seven ki-Şi,

 kefenlemek için başkalarım da çalışmaya sevkedip teşvik eder,

Yanında bulunanlar, onu yıkamak için paçaları sıvarlar.

Canını verir vermez kazıcıyı mezara gönderirler.

Kendisi de iki bez parçası ile kefenlenir, kardeşleri ve aşireti et-rafinda toplanıp onu mezara götürürler.

Onun çocuklarından en küçüğünü görürsen bakarsın ki, üzüntü onun kalbini kaplamıştır. Babasına olan üzüntüsünden ötürü kendi­sinin de ölümünden korkulur. Gözyaşları, onun gözlerini kaplamıştır. Babasına ağlar ve şöyle der:

Eyvah, vay babacığım!

Ölümün çirkin bir manzarasını gördüm, gayet korkunçtu. Bir ay­na gibi idi. Bakan "kimse ondan ürkerdi.

Ölenin en büyük çocukları, üzüntüden ölmek üzeredirler. Oysa ki, küçük çocukları babalarını unutmak üzeredirler.

Kadınları onun için çok üzülürler.

Gözyaşları, yanaklarının üzerinde derin izler meydana getirir.

Sonra ölüyü köşkünün genişliğinden çıkarıp mezarının darlığına götürürler. Mezara konulunca kerpiçler üzerine kapatılır. Amelleriyle başbaşa kalır. Günahları onu kuşatır, gördüğü manzaradan ötürü sı­kılır. Sonra yakınları, kendi elleriyle onun üzerine toprak atarlar. Üzerine çok ağlar ve feryad ederler. Sonra üzerinde bir saat kadar bekler ve ona bakmaktan bıkıp usanır, hayata dönmesinden ümid ke­serler. Sonra da onu işlediği günahlar ve taleb ettiği şeylerle başbaşa bırakıp dönerler.

Şiddetli bir hüzünle onun üzerine eğildiler. Hepsi de, sakıngan bir şekilde, kardeşiyle karşılaşan kimseyi andırırlar.

Tıpkı güven içinde otlayan koyunlar gibi ki,

Derileri yüzen kişi, elindeki bıçağı ile paçalarım sıvamış olarak karşılarına çıktığında,

Ürküntüye kapılırlar, çok otlamadan geri dönerler.

Eli bıçaklı kişi, oradan uzaklaşınca tekrar otlamaya ve meraları­na dönüp otlamaya başlarlar. Daha önce kardeşlerinin başına gelen musibeti unuturlar.

Bizler de koyunlara mı benzeyeceğiz, onların âdetine mi uyaca­ğız? Çürüme diyarı olan mezara göçen kişiyi an, onun toprak altında­ki yerinden ibret al. Gördüğün gibi korkunç hallere maruz kalan kim­senin durumundan ders al.

Mezarında yalnız kaldı. Mirasçıları, çocukları ve hısımları da ma­lını paylaştılar.

Malının üzerine çullanıp paylaştılar. Mirasçılardan hiçbiri de onu övmedi ve ona teşekkür etmedi.

Ey dünyayı imar eden ve ey dünya için çalışıp çabalayan kişi!

Ey başına musibetler gelmesinden emin olan kişi, sen de bu hale geleceksin. Nasıl emin olabiliyorsun kendinden? Seni ölüme götüren bir binek olan hayatını nasıl heba ettin? Teneşir tahtasına baktığın halde yediğin yemeklerle nasıl doyarsın? Afet ve musibetlere götüren bir binek olan şehvetlerle nasıl mutlu olabilirsin? Yaklaşan göç için azık hazırlamadın. Sen sefere çıkmak üzere olan bir yolcu durumun-

dasın.

Eyvah! Tevbemi daha ne zamana kadar erteleyeceğim?

Ömrüm sona ermek üzeredir. Ölüm çukuru da bana bakmakta­dır.

Bütün işlediğim ameller deftere kayıtlıdır.

Hükmü adil ve muktedir olan zat, amellerimin karşılığını vere­cektir

Daha kaç kez dünyanı ahiretinle yamalayacaksın. Kendi heves ve azgınlık atına bineceksin? Seni zayıf inançlı biri olarak görüyorum. Ey dünyasını bu dine tercih eden adam! Rahman sana bunu mu em­retti? Yoksa Kur'ân, bunun için mi nazil oldu? Önündeki şiddetli he­sabı hatırlamıyor musun, zorlu akibeti düşünmüyor musun? Mal top­layıp servet sahibi olan, binaları yükseltip süsleyen ve şenlendiren kimsenin durumunu hatırlamıyor musun? Bunların hepsi Ölmediler mi, şimdi yerleri mezar değil midir?

Baki kalan ahiretini harab ediyor, fani olan dünyayı imar ediyor­sun.

Oysa dünya sana kalıcı değildir. Şenlenmez, ahiretini de kazana­madın.

Ölüm, ansızın sana geldiğinde hayır işlememiş isen Allah katında nasıl bir mazeretin olacak?

Dinin noksan, malın çok olduğu halde hayatının sona ermesine razı olur musun?»

Tarihçiler, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in hangi senede vefat etti­ği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Cumhur'dan nakledilen meşhur gö­rüşe göre o, hicretin doksandördüncü senesinin başında ellisekiz ya­şında vefat etmiştir. Cenaze namazı Baki'de kılınmış ve aynı yere def-dil

Fellas dedi ki: "Ali b. Hüseyin, Said b. Müseyyeb, Urve ve Ebu i   b. Abdurrahman, hicretin doksandördüncü senesinde vefat et-

Ravinin biri dedi ki: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, hicretin doksa-niKinci veya doksanüçüncü senesinde vefat etmiştir."

Medainî'nin ifadesine göre Ali b. Hüseyin, hicretin doksandoku-zuncu senesinde vefat etmiştir. Ancak bu kavil garip karşılanmıştır, doğrusunu Allah bilir.

Hafs b. Giyas, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in-şöyle dediğini riva­yet etmiştir: "Bir beden hastalanmadığı takdirde şımarır, şımaran bir bedende de hayır yoktur."

Ebu Bekir b. el-Enbarî, Ali b. Hüseyin'in şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Dostları kaybetmek, gurbettir."

Ali b. Hüseyin, şöyle de demişti: "Allah'ım, gözlere görünen açık halimin güzel olmasından, ama kimsenin görmediği zamanlarda ve yerlerde de gizli halimin çirkin olmasından sana sığınırım. Allah'ım, ben kötülük yaptıysam da sen bana iyilik yaptın. Tekrar kötülüğe dö­nersem, sen de bana iyilik yapma. Allah'ım, senin verdiğin geniş rız­kını kendilerine kıstığın kimselerin iyiliğim bana nasib et."

Ali b. Hüseyin, oğluna şöyle demişti: "Ey oğulcuğum, tuvalete git­mek için ayrı bir elbise edin, çünkü ben tuvalette pisliğin üzerine si­neklerin konduğunu, sonra o sineklerin kalkıp elbisemin üzerine kon­duklarını gördüm." Sonra ayılmış ve: "Ama Rasûlullah (s.a.v.)'ın ve ashabının sadece birer elbiseleri vardı." demiş ve önceki kararından vazgeçmişti.

Ebu Hamza es-Sümalî'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in kapısına gittim, seslenmek iste­medim, kapı önünde oturdum. Dışarı çıkıncaya kadar bekledim. Çı­kınca kendisine selam verdim ve kendisi için dua ettim. O da selamı­mı aldı ve bana dua etti, sonra bir duvarın yanına gitti ve şöyle dedi:

- Ey Hamza, şu duvarı görüyor musun?

- Evet.

- Bir gün ben üzüntülü iken şu duvara sırtımı dayamıştım. Kar­şıma güzel yüzlü, güzel giysili bir adam çıktı, bana bakıyordu. Sonra bana şöyle dedi:

- Ey Ali b. Hüseyin! Seni dünya için üzüntülü görüyorum, oysa dünya, hazırdaki bir rızıktır. İyi kişiler de, kötü kişiler de o rızıktan yerler.

-  Ben dünya için üzülmüyorum, çünkü dünya, senin anlattığın gibidir.

- Öyleyse ahiret için mi üzülüyorsun? Ahiret gerçek bir vaattir. Orada muktedir bir hükümdar hükmedecektir.

- Ben ahiret için de üzülmüyorum, çünkü ahiret de senin anlattı­ğın gibidir.

- Öyleyse neye üzülüyorsun?

- İbn Zübeyr fitnesinden korkuyorum.

- Ey Ali! Sen, Allah'tan birşey istediği halde Allah'ın kendisine istediği o şeyi vermediği bir kimse gördün mü hiç?

- Hayır.

- Sen, Allah'tan korktuğu halde Allah'ın kendisini korumadığı biri gördün mü hiç? _ Hayır.

Aramızdaki bu konuşmadan sonra o adam yanımdan çekip gitti e kayıplara karıştı. Bana denildi ki: Ey Ali, sana gelen o adam Hı­zır'dı.»

Taberanî, Ömer b. Haris'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, vefat edip de kendisini yıkadıkları zaman sırtında bazı siyah lekeler gördüler. Bu lekelerin ne olduğunu sorduklarında şöyle cevap verildi: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, gece­leri Medine fakirlerine vermek üzere sırtında un çuvalları taşırdı. İş­te bu lekeler, o çuvalların izidir."»

İbn Aişe dedi ki: Ben, Medinelilerin şöyle dediklerini işittim: "Ali b Hüseyin Zeynelabidin, vefat edinceye kadar gizli sadaka alırdık, o-nun vefatından sonra bize gizlice sadaka veren kimse görmedik."

Abdullah b. Hanbel, Ebu Minhal et-Taî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, bir düşkün kimseye sadaka ve­receği zaman, Önce onu öper, sonra sadakayı verirdi."

Taberî, Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in kendi oğluna şu öğüdü ver­diğini rivayet etmiştir:

"Ey oğulcuğum! Musibetler karşısında sabret. Başkalarının hu­kukuna tecavüz etme. Sana vereceği zararın, vereceği faydadan çok olması durumu dışında kardeşini hiçbir durumda ziyana sokma."

Taberanî1 den şöyle rivayet edilmiştir:

"Ali b. Hüseyin, bir cemaat arasında oturmaktaydı. Kendi evin­den bir çığlık duydu. Kalkıp evine gitti, sonra tekrar aynı meclise dö­nüp geldi, kendisine sordular:

- Evde bir olay mı oldu ki çığlık sesi geldi?

- Evet!

Bunun üzerine mecliste bulunanlar, onu teselli ettiler ve göster­diği sabra da şaştılar. Ama kendisi şöyle dedi: "Biz öyle bir aileyiz ki, hoşlandığımız hususlarda Aziz ve Celil olan Allah'a itaat ederiz, hoş­lanmadığımız durumlarda da ona hamdederiz."

Taberanî'nin rivayetine göre Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, şöyle demiştir:

«Kıyamet günü olduğunda bir münadi şöyle seslenir:

"Fazilet ehli kimseler ayağa kalksınlar." Bunun üzerine bir grup insan ayağa kalkar ve harekete hazır hale gelir, kendilerine: "Haydi Cennet'e gidin." denilir. Cennet yoluna koyulduklarında melekler kendilerini karşılar ve onlara şöyle sorarlar:

- Nereye gidiyorsunuz?

- Cennet'e gidiyoruz.

- Hesap görmeden önce mi gidiyorsunuz?

- Evet.

- Siz kimlersiniz?

- Biz fazilet ehli kimseleriz.

- Faziletiniz neymiş?

- Bize karşı cahillik yapıldığında tahammül ederdik, bize haksız­lık yapıldığında sabrederdik, bize kötü davramldığında bağışlardık.

- Öyleyse Cennet'e girin. Cennet, amel sahibi kimseler için ne gü­zel bir mükafattır.

Sonra bir münadi şöyle seslenir: "Sabırlı kimseler ayağa kalksın­lar." Bir grup insan ayağa kalkar ve harekete hazır hale gelirler. Ken­dilerine: "Haydi Cennet'e gidin." denilir. Cennet yoluna koyulduklar­ımda melekler onları karşılar ve kendilerine aynı soruyu sorarak: "Nereye gidiyorsunuz?" derler. Onlar da şu cevabı verirler:

- Biz sabırlı kimsleriz.

- Sizin sabrınız nasıldı?

-  Biz, Allah'a taat hususunda kendi nefsimizi sabra alıştırdık. Ona karşı günah işlememek hususunda da nefsimizi sabra alıştırdık. Belalar karşısında da nefsimizi sabra alıştırdık.

- Öyleyse Cennet'e girin. Cennet, amel sahibi kimseler için ne gü­zel bir mükafattır.

Sonra bir başka münadi de şöyle seslenir: "Bu diyarda Allah'ın komşuları olacak kimseler ayağa kalksınlar." Bir grup insan ayağa kalkar ve harekete hazır hale gelirler, ama sayıları azdır. Kendilerine şöyle denilir:

- Haydi Cennet'e gidin.

Cennet yoluna koyulurlar. Melekler kendilerini karşılar ve nere­ye gittiklerini sorarlar. Sonra da melekler, sorularına şunu eklerler:

- Bu diyarda Aziz ve Celil olan Allah'a komşu olmayı nasıl haket-tiniz?

- Bizler Allah rızası için ziyaretleşirdik. Allah rızası için meclis kurup otururduk. Allah rızası için malımızı harcar, fedakarlık yapar­dık.

- Öyleyse Cennet'e girin. Cennet, amel sahibi kimseler için ne gü­zel bir mükafattır.»

Ali b. Hüseyin Zeynelabidin, şöyle demişti: "Doğrusu Cenâb-ı Al­lah, günah işleyen, sonra da tevbe eden mü'mini sever.

iyiliği emretme ve kötülüğü menetme görevini yapmayan kimse, Allah'ın kitabını arkasına atmış gibi olur. Ancak kötülük yapan kim­selerden sakınanlar hariç."

Kendisine sordular:

- Sakınmak nasıldır?

- İnatçı ve zorba kimseden korkulur. Böyle bir kimsenin, iyiliği

emredip kötülüğü meneden kimseye karşı taşkınlık yapıp zarar ver­mesinden korkulur. İşte bu durum hariç."

Adamın birisi, Said b. Müseyyeb'e şöyle dedi:

- Falan adamdan daha takvalı birini görmedim.

- Sen Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'i gördün mü?

- Hayır.

- Ben de işte ondan daha takvalı birini göremedim. Süfyan b. Uyeyne, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ali b. Hüseyin Zeynelabidin'in yanma gittim, bana şöyle dedi: _ Ey Zührî, neredeydiniz? Ne işle uğraşıyordunuz?

- Oruç konusunu müzakere ediyorduk. Arkadaşlarımızla birlikte şu karara vardık ki; ramazan ayı orucu dışında farz olan başka bir oruç yoktur.

- Ey Zührî, ama bu sizin dediğiniz gibi değildir. Orucun kırk vec-hi vardır. Onu, ramazan ayı orucu gibi farzdır, onu da haramdır. On-dört tanesine gelince kişi, bunları tutup tutmamakta serbesttir. Di­lerse tutar, dilerse tutmaz. Nezir orucu vacibtir, itikaf orucu vaciptir.

- Ey Rasûlullah'ın oğlunun oğlu, bunları açıkla.

- Farz olan oruç, ramazan ayının orucudur, bir de hataen adam öldürüp de azad edecek köle bulamayan kimsenin peşpeşe iki ay müd­detle tutacağı oruçtur. Yoksullara yedirecek yiyecek bulamayan ve yemin keffaretiyle yükümlü olan kimsenin tutacağı üç günlük oruç­tur. Başı traş etme nedeniyle tutulan oruçtur. Kesecek kurban bula­mayan ve temettü haccı yapan kimsenin tutacağı oruçtur. Avlanma yasağına riayet etmediği için kişinin tutacağı ceza orucudur. Bu kişi, avladığı hayvanın kıymetini takdir eder, sonra bu kıymeti buğdayla karşılar.

Kişinin tutup tutmamakta serbest olduğu oruçlar ise şunlardır: Pazartesi ve perşembe günleri tutulan oruç, ramazan ayından sonra şevval ayında tutulan altı günlük oruç, arefe günü tutulan oruç ve aşure günü tutulan oruçtur. Kişi, bu oruçları tutup tutmamakta ser­besttir.

izne tabi oruçlara gelince, bunlar da şunlardır: Kadın, kocasının izni olmadan nafile oruç tutamaz. Köle ve cariye de böyledir. Bunlar da ancak efendilerinin izni ile nafile oruç tutabilirler.

Haram olan oruçlarsa şunlardır: Kurban bayramında ve ramazan

bayramında tutulan oruç. Teşrik günlerinde ve yevm-i sekte tutulan

oruç. Yevm-i sekte ramazan için oruç tutmaktan menedilmişiz. Ara

vermeksizin tutulan oruç anlamına gelen visal orucu haramdır. Hiç

konuşmamak anlamındaki sumt orucu haramdır. Günah işlemeyi

aamak için tutulan oruç haramdır. Senenin bütün günlerini de oruç-

u geçirmek haramdır. Misafirin oruç tutmasına gelince bu kişi, ev sahibinin izni olmaksızın nafile oruç tutamaz. Bu hususta Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Bir kimse, bir kavme misafir olduğunda onların iznini almaksızın nafile oruç tutmasın."

Mubah oruca gelince, bir kişi oruçluyken unutarak bir şey yer ya­da içerse orucu bozulmaz. Hasta ve misafir kimsenin oruç tutmasına gelince bazı fikıhçılar, bunların oruç tutabileceğini, bazılanysa oruç tutamayacaklarını söylemişlerdir. Diğer bazı fıkıhçılarsa şöyle demiş­lerdir: "Dilerse tutar, dilerse tutmaz." Bize gelince biz deriz ki: Hasta­lar ve misafirler (seferi kimseler), oruç tutmazlar. Kişi, yolculukta ve­ya hastalıkta oruç tutsa bile geçersiz olduğundan ötürü, o günlerdeki oruçlara kaza etmesi gerekir." [1]

 

Ebu Bekir B. Abdurrahman B. Haris

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Ha­ris b. Hişam b. Muğire b. Abdullah b. Ömer b. Mahzum el-Kureşi el-Medenî. Yedi fıkıhçıdan biridir. Adının Muhammed olduğu söylenir. Ebu Bekir olduğu da söylenmiştir. Künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Sahih rivaj^ete göre adı da, künyesi de aynıdır. Çok sayıda oğullan ve kardeşleri vardır. Kadri yüce bir tabii idi.

Amraar'dan, Ebu Hüreyre'den, Esma binti Ebi Bekir'den, Ai-şe'den, Ümmü Seleme'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Aralarında oğulları Seleme, Abdullah, Abdülmelik, Ömer ve azatlısı Sümeyyin'de bulunduğu bir cemaat ondan hadis rivayet etmişlerdir. Ondan rivayet edenler arasında Amir eş-Şa'bî, Ömer b. Abdülaziz, Artır b. Dinar, Mücahid ve Zührî de vardı.

Hz. Ömer'in halifeliği zamanında doğdu. Çokça namaz kıldığı için kendisine Kureyş'in rahibi denirdi. Âmâ idi, bütün zamanını oruçla geçirirdi. Güvenilir, sika raviîerden ve fikıh âlimlerindendi. Çok sayı­da sahih rivayeti vardır.

Ebu Davud dedi ki: "Gözlerini kaybetti, secdeye vardığı sırada eli­ni -bir hastalıktan ötürü- yanında bulunan bir tasa koyardı."

Sahih rivayete göre o, hicretin doksandördüncü senesinde vefat etmiştir. Doksanüçüncü veya doksanaltıncı senesinde vefat ettiğine dair zayıf riyayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Ben derim ki: Şairin biri, içinde yedi fıkıhçımn ismini andığı şu iki beyti tanzim etmiştir:

"Dikkat edin! Çok derin âlim olan ve adlarını sıraladığım imam­lara uymayan herkes, hakkın dışına çıkmıştır.

O imamlar da şunlardır: Ubeydullah, Urve, Kasım, Said, Ebu Bekir, Süleyman ve Harice."

Hicretin doksandördüncü senesinde, Basralıların zahidlerinden Fadl b. Ziyad er-Rakkaşî de vefat etti. Bu zatın cidden çok menkıbele­ri ve faziletleri vardı. Kendisi şöyle demişti:

«Başkalarına bakıp da kendi nefsini unutma. Onun bunun güna­hını araştırarak kendi günahını gözardı etme. Çünkü cezayı onlar de­mi de sen çekeceksin. Gündüzünü de "Bu nasıl olmuş, şu nasıl ol­muş?" diyerek geçirme. Çünkü ağzından çıkan sözler kayda geçmek­tedir ve sana karşı delil olarak kullanılacaktır. Geçmişte işlenen bir minahı affettirmek gayesiyle işlenen sevaplı bir iş kadar yerini hızla bulan ve güzelce talep edilen başka birşey görmedim.»

Bu senede vefat edenlerden biri de Medine fıkıhçılarından İmam ve âlim bir zat olan Ebu Seleme Ebu Abdurrahman b. Avf ez-Zührî'-dir. Bu zatın da sahabeler cematmdan çok rivayetleri vardır. Geniş bir ilmi vardı. Medine'de vefat etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de Abdurrah­man b. Aiz el-Ezdî'dir. Bunun da çok sayıda rivayetleri vardır. Âlim bir kişiydi. İlmini yaymak maksadıyla çok sayıda kitablar bıraktı. Sa­habeler cemaatından rivayette bulundu. İbn Eş'as savaşında esir alındı. Haccac, onu serbest bıraktı.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Abdurrahman b. Muaviye b. Huzeyme de vardır. Bu zat, Ömer b. Abdülaziz b. Mer-van tarafından Mısır kadılığına tayin edilmişti. Ayrıca oranın gü­venlik kuvvetleri komutanıydı. Âlim ve fazıl bir kimse idi. Hadis riva­yet etmiş olup, bir cemaat da kendisinden rivayetlerde bulunmuştur. [2]

 

Hicretin Doksanbeşinci Senesi

 

Bu senede Abbas b. Velid, Rum illerine gaza yaparak çok sayıda kaleler fethetti.

Mesleme b. Abdülmelik, Rum illerinde fethettiği bir şehri yaktı. Aradan on sene geçince yeniden inşa etti.

Muhammed b. Kasım, Hindistan'ın Molina şehrini fethederek çok. sayıda malı ganimet edindi.

Musa b. Nusayr, Endülüs'ten Ifrikiyye'ye çok miktarda inalla döndü. O kadar çok mal vardı ki, bunları buzağılar üzerinde taşıyor­du. Yanında da 3.000 esir vardı.

Kuteybe b. Müslim, Şaş illerine gaza yaptı. Çok sayıda şehir ve mıntıkayı fethetti. Orada iken Haccac b. Yusuf un ölüm haberi kendi­me geldi. Bu haber onu ilerlemekten alıkoydu. Gücünü azalttı. Bera-ekilerle Merv şehrine döndü ve şairin şu sözünü tefekkür etti:

-bayatıma yemin ederim ki o, Cafer ailesinden olup çok iyi bir

adamdı. Havran'da idi, dün onu ipler bağladı.

Eğer sen yaşarsan ben de ister istemez yaşarım, eğer sen ölürsen senin ölümünden sonra benim hayatımda emel ve ümit kalmaz."

Halife Velid, Kuteybe'ye mektup yazarak düşmanla yaptığı sa­vaşları sürdürmesini istedi. Bu fedakarlığından ötürü ona vaatlerde bulundu. Kendisine çok mükafatlar bahşetti. Cihadından, beldeleri fethetmesinden, küfür ve inad ehli kimselerle yaptığı savaştan ötürü onu övdü.

Haccac, halka namaz kıldırması için kendi yerine oğlu Abdullah'ı tayin etmişti. Velid de Küfe ve Basra vilayetlerinde namaz kıldırma işlerini yürütmesi için Yezid b, Ebi Kebşe'yi görevlendirmişti. Haccac bu iki vilayetin haraç işlerini düzenlemesi için Yezid b. Müslim'i ata­mıştı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Haccac, bu iki kişiyi bu görevlere tayin etmiş; Velid de bu tayin işini onaylamıştı. Haccac'm diğer kaymakamları da görevlerine devam etmişlerdi.

Haccac, hicri doksanbeşinci senenin ramazan ayının bitimine beş veya (başka bir rivayete göre üç) gün kala vefat etti. Zayıf bir rivayet­te anlatıldığına göre bu senenin şevval ayında vefat etmiştir.

Bu senede Bişr b. Velid b. Abdülmelik insanlara haccettirdi. Ebu Ma'şer ile Vakidî böyle demişlerdir.

Bu senede Rum diyarında 1.000 kadar arkadaşıyla birlikte Vad-dahî öldürüldü.

Yine bu senede Ebu Cafer el-Mansur Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas doğmuştu. [3]

 

Haccac B. Yusuf Es-Sakafî'nîn Biyografisi

 

Haccac b. Yusuf b. Ebi Ukayl b. Mesud b. Amir b. Mateb b. Malik b. Ka'b b. Amr b. Sa'd b. Avf b. Sakif. Sakif in asıl adı ise Kisiy b. Mü-nebbih b. Bekir b. Hevazin'dir. Künyesi, Ebu Muhammed es-Saka-fî'dir.

Haccac, İbn Abbas'tan hadis dinlemiş; Enes'ten, Semüre b. Cün-dep'den, Abdülmelik b. Mervan'dan ve Ebu Bürde b. Ebi Musa'dan ri­vayetlerde bulunmuştur. Enes b. Malik, Sabit el-Benanî, Humeyd et-Tavil, Malik b. Dinar, Cevad b. Mücalit, Kuteybe b. Müslim, Said b. Ebi Arube de kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. İbn Asakir böyle demiştir.

Şam'da evleri vardı. Bunlardan biri Darurrivaye'dir ki, İbn Ebi Hadid'in köşkünün yakınındaydı.

Abdülmelik, Haccac'ı Hicaz valiliğine tayin etti. O da İbn Zübeyr'i öldürdü. Sonra Abdülmelik onu Hicaz valiliğinden alıp Irak'a tayin etti. O da Şam'a Abdülmelik'in ziyaretine gitti.

İbn Asakir, Muğire b. Müslim'den rivayet etti ki, Muğire'nin ba­bası Müslim şöyle demiştir:

«Haccac b. Yusuf, bize bir hutbe irad etti. Kabri anlattı ve anlatır­ken: "Kabir yalnızlık evidir, gurbet evidir..." dedi. Nihayet hem kendi­si ağladı, hem çevresindekileri ağlattı. Sonra da şöyle dedi: Müminle­rin emiri Abdülmelik b. Mervan'm şöyle dediğini işittim: "Osman b. Affan, irad ettiği bir hutbesinde şöyle demişti: "Rasûlullah (s.a.v.), bir mezara baktığında veya mezardan bahsettiğinde mutlaka ağlardı."»

Ahnıed b, Abdülcebbar, Malik b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün Haccac'm yanma gittim. Bana şöyle dedi:

- Ey Ebu Yahya! Sana Rasûlullah'tan güzel bir hadis nakledeyim

mi?

- Evet.

- Ebu Bürde, bana Ebu Musa'nın şöyle dediğini rivayet etti: Ra­sûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah'a ihtiyacı olan kimse, her farz na­mazın peşi sıra duada bulunsun."

Bu hadisin benzeri hadisler, sünenlerde ve müsnetlerde mevcut­tur. Doğrusunu Allah bilir.

Şafiî'den şöyle rivayet edilmiştir: Muğire b. Şube, karısının yanı­na gitti. Karısı dişlerinin arasını temizlemekteydi. Vakit sabahtı, ka­rısına şöyle dedi: "Vallahi, eğer sabahleyin erkenden, hiçbir iş yapma­dan ilk iş olarak kahvaltıyı yapmışsan, sen ahmak ve alçaksın. Eğer dişlerin arasında temizlediğin kalıntılar dünden kalma ise o zaman da sen çok kirli ve pasaklısın." Böyle dedikten sonra karısını boşadı. Karısı da şöyle cevap verdi: "Allah'a yemin ederim ki, söylediğin her iki durum da bende mevcut değildir. Sabahleyin erkenden dişimi mis-vakladım. Misvakın bir parçası dişlerimin arasında kalmıştı. Şimdi onu çıkarmaya çalışıyordum."

Muğire, Haccac'm babası Yusuf a: "Bu kadınla sen evlen. Çünkü bu kadın, lider olacak bir erkeği doğuracak kadındır." dedi ve Hac­cac'm babası Yusuf onunla evlendi. Duyduğuma göre Haccac'm baba­sı o kadınla gerdeğe girdiğinde cinsel temasta bulunduktan sonra uy­kuya daldı. Rüyasında kendisine şöyle denildi: "Nadasa kalmış topra­ğı ne kadar da çabuk aşıladın."

İbn Hallikan dedi ki: Haccac'm annesinin adı, Faria binti Hem-mam b. Urve b. Mesud es-Sakafî'dir. Kocası Haris b. Kelde es-Sakafî 1(ü ki, bu Arap tabiplerindendi. Misvakla ilgili bu hikaye ondan nak­ledilmiştir.

'el-Ikd" adlı eserin sahibinin anlattığına göre Haccac ile babası J-aitte çocukları eğitirlermiş. Sonra Şam'a gelmiş, Abdülmelik'in ve-zıri ^h b. Zenba'nın yanma varmıştı. Abdülmelik, askerlerin kendi

zıri mola verdiği yerde mola verdiklerini, harekete geçtiği yerde de hare­kete geçmediklerini söyleyerek Ruh'a şikayette bulunmuştu. Ruh da: "Bu işi iyi idare edebilecek bir adam yanımda vardır." demiş; Bunun üzerine Abdtilmelik de Haccac'ı ordu komutanlığına tayin etmişti. Ar­tık mola yerlerinde hareket anlarında askerler geride kalmıyorlardı düzenli bir şekilde hareket ediyorlardı. Nihayet Haccac, yemek mola­sı vermekte olan Ruh b. Zenba'mn çadırına gitmiş, çadırının iplerini koparmış, çevresinde dolanmış ve çadırını yakmıştı. Bunun üzerine Ruh Abdülmelik'e şikayet etmişti. Abdülmelik de Haccac'a şöyle sor­muştu:

- Niçin böyle yaptın?

- Ben yapmadım, bunu yapan sensin. Çünkü benim elim senin elindir, benim kırbacım da senin kırbacındır. Eğer yaktığım çadırının karşılığında Ruh'a iki çadır; vurduğum kölesinin karşılığında da iki köle verirsem bunun sana ne zararı olur. Beni tayin ettiğin görevden alma ve şevkimi kırma.

Bunun üzerine Abdülmelik, Haccac'm dediğini yaptı. Haccac da onun yanında yükseldi.   ,

Haccac, hicretin seksendördüncü senesinde Vasıt şehrini inşa et­meye başladı. Bu işi seksenaltmcı senede tamamladı. Daha önce ta­mamladığı da söylenir.

Onun zamanında mushaflar noktalandı. Biyografisinden bahsedi­lirken kendisine önce Küleyb adının verildiği, sonra Haccac adının verildiği söylenir. Doğumu esnasında annesinin rahminden çıkama­mış, bir nevi ameliyat neticesinde doğmuştu. Günlerce annesinin me­mesini emmemişti. Nihayet kendisine önce bir oğlak kam, sonra si­lahlı bir adamın kanı içirilmiş ve o kan yüzüne sürüldükten sonra emmeye başlamıştı. Kan akıtmaya karşı aşırı bir tutku ve sevgisi vardı. Çünkü ilk olarak yüzüne sürülen kanı emmişti. Anlatıldığına göre annesi, oğlunun muzaffer olmasını temenni edermiş. Haccac'da büyük bir şehamet vardı, kılıcında ise zulüm vardı. Allah'ın, öldürül­mesini haram kıldığı birçok canları basit sebepler ve çok küçük şüp­helerle öldürmüştü. Hükümdarlar gibi gazablanırdı. Anlatıldığına gö­re Ziyad b. Ebihi'ye benzemeye çalışırmış. Ziyad da Ömer b. Hattab'a benzemeye çalışırmış. Halbuki bunlar ona ne eşit, ne de yakındırlar.

İbn Asakir, tabiilerin büyüklerinden olup Cabiye'de Hz. Ömer'in hutbesini dinleyen, büyük çapta zühd ve ibadet sahibi, her gece na­mazda üç hatim yapan Mısır kadısı Selim b. Anez et-Tecibî'nin biyog­rafisinde şöyle bir olaydan bahseder:

"Haccac, Mısır'da babasıyla birlikte büyük camide bulunuyordu. Sözünü ettiğimiz Selim b. Anez yanlarından geçince Haccac'm babası kalkıp ona selam verdi. Sonra da ona şöyle dedi:

- Ben mü'minlerin emirinin yanma gideceğim. Onun katında gö­rülecek bir işin varsa söyle?

- Evet. Onun katında görülecek işim şudur ki, beni kadılıktan az­letmesini ondan isteyesin.

- Sübhanallah! Allah'a yemin ederim ki, günümüzde senden daha iyi bir kadı'nm bulunduğunu bilmiyorum.

Böyle dedikten sonra Haccac'm babası, oğlunun yanma döndü. Oğlu Haccac, ona şöyle dedi:

- Babacığım! Sen Sakifli olduğun halde nasıl olur da Tecibli bir adamın önünde ayağa kalkarsın?

- Ey oğulcuğum! Allah'a yemin ederim ki ben, bütün insanların, bu ve benzeri adamlar sayesinde ilahi rahmete mazhar olduklarına inanıyorum.

- Allah'a yemin ederim ki, mü'minlerin emirine bu ve benzeri a-damlardan daha zararlı kimseler yoktur.

- Neden ey oğulcuğum?

- Çünkü bu ve benzeri adamların etrafında insanlar toplanırlar, bunlar da onlara Ebu Bekir'in ve Ömer'in yaşantısından bahsederler. Sonra da dinleyicileri, mü'minlerin emirinin yaşantısını hor ve küçük görürler. Ebu Bekir'le Ömer'in yaşantılarına göre yaşantısının İs­lâm'a uygun olmadığını anlarlar ve dolayısıyla düşmanlık besleyip ayaklanarak mü'minlerin emirini görevden haleder ve ona itaatin ge­rekli olmadığına inanırlar. Allah'a yemin ederim ki, eğer ben yetki sahibi olursam, bu ve benzeri adamların boyunlarını vururum!

- Ey oğulcuğum! Allah'a yemin ederim ki ben, Aziz ve Celil olan Allah'ın seni şaki olarak yarattığım sanıyorum.

Bu da gösteriyor ki, Haccac'm babası, halife nezdinde itibarlı bir kimse olup sağlam bir önseziye ve ferasete sahipti. O, oğlu Haccac'm akibetini o zamandan sezmişti."

Dediler ki: Haccac, hicretin otuzdokuzuncu senesinde doğdu. Kır­kıncı senede, kırkbirinci senede doğduğuna dair zayıf rivayetler de vardır. Akıllı, fasih ve beliğ bir genç olarak yetişti. Kur'ân'ı ezberledi. Seleften birinin anlattığına göre Haccac, her gece Kur'ân okurmuş.

Ebu Amr b. A'lâ; "Ondan ve Hasan-ı Basrî'den daha fasih bir kim­se görmedim. Hasan, ondan daha fesahatli idi." demiştir.

Darekutnî, Ukbe b. Amr'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"insanların akıllarının birbirine yakın olduğunu gördüm. Ancak Haccac ile İyaz b. Muaviye'ninki hariç. Çünkü bu ikisinin aklı, diğer tüm insanların akıllarından daha üstündü."

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi halife Abdülmelik, hicretin yetmişüçüncü senesinde Mus'ab b. Zübeyr'i öldürdükten sonra onun Kardeşi Abdullah'ın üzerine Haccac'ı gönderdi. Haccac, Mekke'de onu kuşatma altına aldı ve o sene insanlara haccettirdi. Kendisi ve bera--berindekiler, Beyt'i tavaf etme imkanını bulamadılar. İbn Zübeyr ve beraberindekiler de vakfe yapma imkanını bulamadılar. Haccac, onu kuşatma altında tutmaya devam etti. Nihayet hicretin yetmişüçüncü senesinin cemaziyelevvel ayında onu mağlub etti. Bundan sonra hali­fe Abdülmelik, Haccac'ı; Mekke, Medine, Taif ve Yemen valiliklerine atadı. Daha sonra kardeşi Bişr'in Ölümünün ardından onu Irak'a nak­letti ve Önceki kısımlarda anlattığımız gibi Haccac, gidip Kûfe'ye gir­di. Kûfelilere, önceki sayfalarda anlattığımız nutkunu irad etti ve ezi­yetlerde bulundu, aralarında tam yirmi sene kaldı. O esnada büyük çapta ve yaygın fetihler gerçekleştirdi. Öyle ki, süvarileri Hind ve Sind'e ulaştılar. Oradaki şehir ve mıntıkaları fethettiler. Süvarileri ayrıca Çin ülkesine yaklaştılar. Orada, daha Önce anlatmış olduğu­muz bazı işler gerçekleştirdi. Biz burada onun gösterdiği cesaret ve kahramanlıkları, büyük işler karşısındaki soğukkanlılığını anlataca­ğız. Övgüye layık icraatlarını, yerilecek söz ve fiillerini Ibn Asakir'le diğerlerinin nakillerine göre aktaracağız.

Ebu Bekir b. Ebu Hayseme'den şöyle rivayet edilmiştir: Haccac b. Yusuf, bir defasında Said b. Müseyyeb'in yanıbaşmda namaz kıldı. Haccac, o zamanlar yetkisi olmayan bir kimseydi. Namazda imamdan önce elini kaldırıyor ve yine imamdan önce secdeye varıyordu. Selam verdikten sonra Said b. Müseyyeb, onun abasının yakasından tuttu. Namaz sonrası zikrine devam etti. Haccac da yakasını onun elinden kurtarmaya çalışıyordu. Nihayet Said, zikrini tamamladı ve Haccac'a dönüp şöyle dedi: "Ey hırsız, ey hain! Sen namazı böyle mi kılarsın? Namazı bu şekilde kılarken şu ayakkabıyla senin suratına vurmak istedim." Haccac, ona cevap vermedi, çekip gitti. Haccını yaptı, sonra dönüp Şam'a gitti. Bilahare vali olarak Hicaz'a geldi. İbn Zübeyr'i öl­dürdükten sonra vali olarak Medine'ye geldi. Mescid-i Nebevî'ye gir­diğinde Said b. Müseyyeb'in etrafında insanlar oturmuşlardı. Haccac, ona doğru gitti. İnsanlar, Said'e zarar vermesinden korktular. Gidip Said'in önünde oturdu ve ona: "O sözlerin sahibi sensin değil mi?" de­di. Said de eliyle göğsüne vurup: "Evet." dedi. Haccac da ona: "İyiliği öğretip iyi yolda terbiye verdiğin için Allah sana hayır mükafat ver­sin. Senden sonra her namaz kılışımda, bana söylemiş olduğun o söz­leri mutlaka hatırlardım." dedi. Sonra kalkıp gitti.

Reyyaşî'den şöyle rivayet edilmiştir: Haccac, İbn Zübeyr'i öldür­düğü zaman Mekke'de o kadar çok insan ağladı ki, yer yerinden oyna­dı. Haccac, emir verdi, halk mescitte toplandı. Sonra kendisi minbere çıkıp Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Ey Mekkeliler! Duyduğuma göre îbn Zübeyr'in öldürülmesini bü­yük bir olay olarak telakki etmişsiniz? Dikkat edin! İbn Zübeyr, bu

ümmetin hayırlı ve seçkin kimselerindendi, fakat halifeliğe rağbet et­ti Halifeliği ele geçirmek için hilafet ehli kimselerle çekişti. Allah'ın taatından çıkıp Allah'ın Harem'ine sığındı. Eğer asileri koruyacak bir sey mevcut olsaydı, Adem peygamber, Allah'ın cezasına karşı koru­nurdu. Çünkü Allah, onu kendi eliyle yaratmış, ona kendi ruhundan üflemiş, melekleri ona secde ettirmiş, keramet ve kıymetini ona mu­bah kılmış, onu Cennet'ine yerleştirmişti. Ama Adem, hata işleyince Cenâb-ı Allah, hatası nedeniyle onu Cennet'ten çıkardı. Adem, Allah katında İbn Zübeyr'den daha kıymetlidir. Cennet de Ka'be'ye göre da­ha hürmetlidir. Öyleyse kalkın Allah'ı zikredin ki, Allah'da sizi an­sın."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu's-Sıddık en-Nacî'nin şöyle dediğini

rivayet etmiştir:

"Haccac, oğlu Abdullah'ı öldürdükten sonra Esma binti Ebi Be­kir'in yanına gidip şöyle dedi:

-  Doğrusu senin oğlun bu Ka'be'de dinden çıktı. Allah da ona acıklı azabı tattırdı.

- Yalan söyledin, benim oğlum anne ve babasına iyi davranan, oruç tutan, namaz kılan bir kimseydi. Allah'a yemin ederim ki, Rasû-lullah (s.a.v.) bize şu haberi vermiştir: "Sakif kabilesinden iki yalancı çıkacaktır, bunlardan sonuncusu ilkinden daha şerlidir ki, o da katil­dir."

Ebu Ya'lâ, Esma binti Ebi Bekir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Rasûlullah (s.a.v.)'ın müsleyi (insanların vücuduna eziyet ederek öldürmeyi ve organlarını kesip koparmayı) yasakladığını işittim ve yine onun şöyle buyurduğunu işittim: "Sakif kabilesinden biri yalan­cı, diğeri katil iki adam çıkacaktır."

Esma diyor ki: B|en Haccac'a şöyle dedim: "Yalancıyı gördük. Ka­tile gelince o da sensin ey Haccac!"

Ubeyd b. Humeyd'den şöyle rivayet edilmiştir: «Haccac, oğlunu öldürdükten sonra başsağlığı dilemek için Esma binti Ebi Bekir'in ya­nına gitmişti. Esma da ona şöyle demişti: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu işittim: "Sakif kabilesinden biri katil, diğeri ya­lancı iki kişi çıkacaktır." Yalancı kişi, İbn Ebi Ubeyd (yani Muhtar)'-dı. Katile gelince o da sensin!»

İmam Şafiî, Nafi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

'Ibn Zübeyr'in öldürüldüğü gecelerde Abdullah b. Ömer, uzlete Çekildi. Haccac da o zaman Mina'daydı. Abdullah, Haccac'la beraber namaz kılmıyordu."

Sevrî, Muhammed b. Münkedir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: ^abir (r.a.), Haccac'm yanma gitti. Ona selam vermedi ve arka­mda namaz da kılmadı."

İshak b. Raheveyh, Ka'ka' b. Sait'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

"Haccac, okuduğu bir hutbesinde şöyle dedi: "İbn Zübeyr, Allah'ın kitabını değiştirdi." İbn Ömer de ona şöyle dedi: "Allah, onu bu işe musallat kılmadı ve sen de onunla beraber olmadın."

İbn Ömer diyor ki: Eğer ben Haccac'a: "Sen yalan söylüyorsun." demek isteseydim, diyebilirdim.

Şehr b. Havşeb'ten ve diğerlerinden şöyle rivayet edilmiştir:

"Haccac, hutbeyi uzattı. İbn Ömer de şöyle demeye başladı: "Na­maza! Namaza!." Bu sözünü defalarca tekrarladı. Sonra kalkıp nama­zı kıldı. Cemaat da namazlarını kıldılar. Haccac imamlık yaptı. Na­mazdan sonra İbn Ömer'e: "Neden böyle yaptın?" diye sorunca İbn Ömer, ona şu karşılığı verdi: "Biz buraya namaz için geliyoruz. Na­mazı vaktinde kıl, sonra ne konuşacaksan konuş."

Asmaî dedi ki: Amcamın şöyle dediğini işittim:

«Benim duyduğuma göre Haccac, İbn Zübeyr'i öldürdükten sonra Medine'ye geldiğinde şehir dışında yaşlı bir adama rastladı ve ona Medinelilerin durumunu sordu. O adam: "Çok kötü haldedirler. Rasû-lullah'ın havarisinin oğlu öldürüldü." dedi.

Haccac da ona şöyle sordu:

- Onu kim öldürdü?

- Günahkar ve lanetli Haccac öldürdü. Allah'ın lanetleri ve tehli­keleri Haccac'in üzerine olsun. O, Allah'ı çok az gözetiyor.

Haccac, yaşlı adamın bu konuşmasına çok kızdı, sonra ona şöyle dedi:

- Ey ihtiyar! Kendisini görecek olursan Haccac'ı tanır mısın?

- Evet! Allah, ona hayır ve iyiliği göstermesin. Onu zarar ve zi­yandan korumasın.

Haccac, yüzündeki peçeyi açıp yaşlı adama: "Ey ihtiyar! Şimdi kanın akınca Haccac'ın kim olduğunu anlayacaksın." dedi. Yaşlı a-dam, işin ciddi olduğunu anlayınca şöyle dedi; "Vallahi ey Haccac, bu çok acaip bir durum oldu. Ama sen de beni tamsaydm bana söyle de­mezdin. Ben, Abbas b. Ebi Davud'um, her gün beş kez bayılırım. Hac­cac da ona: "Haydi git, Allah seni delilikten kurtarmasın ve sana afi­yet yermesin." dedi.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Cafer'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Halid b. Yezid b. Muaviye, Abdülmelik'e şöyle dedi:

- Haccac'a bu imkanı sen mi veriyorsun?

- Bunun ne zararı var?

- Vallahi o insanların en belahsıdır. -Nasıl?

- Vallahi ey mü'minlerin emiri, ben, Remle binti Zübeyr'le evlen-dişimden ^erj Zübeyr ailesine olan kinim kalbimden gitmiştir.

Sanki o esnada Abdülmelik uyuyordu da uyanır gibi oldu ve Hac­cac'a bir mektup yazarak Remle'yi boşatmasını emretti. O da boşat­tı.»

Said b. Arube'den şöyle rivayet edilmiştir: «Haccac, bir defasında

hacca gitti. Mekke ile Medine arasında bir yerde mola verdiğinde ye­meği getirildi. Emir erine: "Benimle beraber yemek yiyecek birini bul ve yanıma getir." diye emretti. Emir eri de gitti, bir bedevinin uyu­makta olduğunu gördü, ayağıyla ona vurarak: "Emirin çağrısına ica­bet et." dedi. Bedevi, ayağa kalktı ve onunla birlikte geldi. Yanma vardığında Haccac, ona şöyle dedi:

- Ellerini yıka da gel, benimle yemek ye.

- Senden daha hayırlı biri beni davet etti.

- Kimdir o?

- Allah, beni oruca davet etti, ben de davetine icabet ettim.

- Bu şiddetli sıcakta mı oruç tuttun?

- Evet, bundan daha şiddetli olan bir günde oruç tuttum.

- Bugün orucunu aç, yarın tut.

- Eğer yarına kadar yaşayacağıma garanti verirsen yaparım.

- Benim buna gücüm yetmez.

- Öyleyse yetkili olmayacağın yarına karşılık bugünümü benden nasıl istersin?

- Bizim yemeğimiz lezzetlidir.

- Onu lezzeti veren ne sen ne de aşçıdır. O yemeği lezzetlendiren şey afiyettir.» [4]  .

 

Fasıl

 

Önceki kısımlarda, hicri yetmişbeşinci senede Haccac'ın Kûfe'ye girişini, onlara ani bir hutbe irad edişini, hutbesinde onlara tehditte bulunduğunu, Kûfelilerin ondan çok korktuklarını, Umeyr b. Dabi'i ve Kümeyi b. Ziyad'ı öldürüşünü anlatmıştık. Daha sonra da İbn Eş'-as'ı öldürdüğünü bütün tafsilatıyla nakletmiştik. Bilahare beraberin­deki reis, emir, abid ve âlimlere musallat olmuş, en son olarak da Sa-!d b. Cübeyr'i öldürmüştü.

Kadı el-Muafa Zekeriya, Asım'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Haccac, Deyrülcemacim'den sonra Iraklılara şöyle bir nutuk irad etti:

Ey Iraklılar! Şeytan sizin içinize girdi, etinize ve kanınıza karış­tı- Sinirlerinize ve kulaklarınıza, hülasa bütün organlarınıza sirayet etti. Sonra da kulaklarınızın derinliklerine, beyninize, beden ve ruhunuza yerleşti. Rahatını bulup yuva kurdu, yumurtlayıp yavruladı. Sonra da yavaş yavaş ilerledi. İçinize münafıklık ve şekaveti yerleş­tirdi, çekişmeyi kafalarınıza koydu. Siz de onu; uyulacak bir delil, ita­at edilecek bir komutan, müşavere yapılacak ve emri dinlenecek gü­venilir bir kimse edindiniz. O, size tecrübe bakımından nasıl fayda verir? Beyanı size nasıl yarar sağlar?

Sizler Ahvaz'daki arkadaşlarım değil miydiniz? Orada hile ve tu­zak kurdunuz. İhanet üzere anlaştınız. Küfürde ittifak ettiniz. Al­lah'ın, dinini ve hilafetini yardımsız bırakacağını sandınız. Allah'a yemin ederim ki, ben mızrağımın ucuyla sizi vuracağım. Sizler de sı­ğınmak için başka yerlere süratle kaçacak ve hezimete uğrayacaksı­nız.

Zaviye savaşı, nasıl bir savaştı? O zaman sizler dağılmış, bozguna uğramış, gücünüzü kaybetmiş, birbirinizle çekişmeye düşmüştünüz. Allah da size yardım etmemişti. Kalbleriniz korkuya kapılmış, ricate yönelmiştiniz. Vatanından kaçan, birbiriyle çekişen ürkek develer gi­bi gerilemiştiniz. Kendi kardeşlerinizin halini sormuyordunuz, yaşlı­larınız, çocuklarının durumuyla ilgilenmiyorlardı. O zaman silahlar sizi ısırmış, mızraklar sizi delmişti.

Deyricemacim savaşı, nasıl bir savaştı? O savaşta düşmanla çar­pıştınız, kahramanlıklar görüldü. Kelleler gövdelerden kopup gitti, dost, dostunu unuttu.

Ey Iraklılar! Ey facirlikten sonra kafir olanlar! Ey dostuna yardı­mı bıraktıktan sonra ihanet edenler, birbirinin üzerine atılanlar! Siz­leri sınırlarınızı korumaya gönderdiğimiz zaman hıyanette bulunur, geri dönersiniz. Size verilen görevi yerine getirmezsiniz, güvenlikte olduğunuzda ortalığı velveleye verirsiniz. Korkuya kapıldığınızda münafıklık yaparsınız. Nimeti hatırlamaz, iyiliğe karşı şükretmezsi­niz. Ahdi bozan bir kimse, sizden vakarınızı yitirmenizi isterse, bir asi sizden yardım isterse, bir sapık sizden sapıklık isterse, bir zalim sizden yardım isterse, yoldan çıkan bir kimse sizden destek isterse, onun çağrısına mutlaka icabet edersiniz, yardımına koşarsınız. İste­yen istemeyen hepiniz, gerek süvari gerek piyade olarak ona koşarsı­nız.

Ey Iraklılar! Biri seslenir veya ünlerse, mutlaka ona uyar ve yar­dımcısı olursunuz. Ey Iraklılar! Öğütler size fayda vermedi mi? Olay­lar, sizin için caydırıcı olmadı mı? Allah, baskısını üzerinizde şiddet­lendirmedi mi? Kılıcının sıcaklığını size tattırmadı mı? Azabının ve işkencesinin acılarını size hissettirmedi mi?"

Bundan sonra Haccac, Şamlılara dönerek şöyle dedi: "Ey Şamlılar! Ben sizin için erkek bir deve kuşuyum. Boynuzlu bir boğayım, yavrularımı pisliklerden korurum. Taşları yavrularımdan uzaklaştırır, yağmura karşı onları örterim. Kelerlere karşı onları himaye ederim, karasineklerden de onlan muhafaza ederim. Ey Şam­lılar! Sizler kalkan ve abasınız, entari ve ciltsiniz, sizler dost ve yar­dımcılarsınız. Vücudumun kılları ve sırdaşlarımsınız. Sizin vasıtanız­la ırzlar muhafaza edilir, sizlerle düşman ordularına saldırılır. İnad edip yüz çevirenler, sizin sayenizde bozguna uğratılır."

İbn Ebi'd-Dünya, Ubeydullah b. Muhammed et-Temimî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Bekir et-Teymî künyesi ile tanınan Kureyşli yaşlı bir ada­mın şöyle dediğini işittim: Fesahat ve belagat sahibi Haccac'ın bir hutbesinde şöyle dediğini işittim: Doğrusu Cenâb-ı Allah, Adem pey­gamberi ve zürriyetini yerden yarattı. Onlan yerin sırtı üzerinde yü­rüttü. Onlar da yeryüzünün ürünlerini yediler, nehirlerindeki suları içtiler, yürüyerek ve çakıllı düz arazileri katederek yeryüzünü parça­ladılar. Sonra Cenâb-ı Allah, onları yeraltına gönderdi. Yer de onların etlerini yedi, tıpkı onların yeryüzünün ürünlerini yeyişi gibi. Onlar, nasıl yeryüzündeki nehirlerin sularını içtilerse, yer de onların kanla­rını içti. Onlar, nasıl yürüyerek ve çakıllı düz arazileri katederek yer­yüzünü parçaladılarsa, yer de onları mezarda parçaladı ve eklemleri­ni birbirinden koparıp ayırdı."

Birden fazla ravinin rivayetine göre Haccac, öğüt olarak verdiği bir hutbesinde halka şöyle demiştir:

«Size öyle bir adamdan bahsedeceğim ki, hepiniz onun gibi olma­lısınız. Bir adam ki, nefsini susturup ezdi ve yular bağlayarak onu kendi kontrolüne aldı. Allah'ın taatına şevketti. Yine nefsinin boynu­na vurduğu yular ile onu Allah'a karşı'gelmekten menetti.

Allah, o adama rahmet etsin ki, kendi nefsini reddetti.

Allah, o adama rahmet etsin ki, kendi nefsini suçladı.

Allah, o adama rahmet etsin ki, kendi nefsini düşman edindi.

Allah, o adama rahmet etsin ki, başkaları tarafından hesaba çe­kilmeden önce kendi nefsini hesaba çekti.

Allah, o adama rahmet etsin ki, kendi amel terazisine baktı.

Allah, o adama rahmet etsin ki, kendi hesabına baktı.

Allah, o adama rahmet etsin ki, kendi amelini tarttı.

Allah, o adama rahmet etsin ki, yarın kıyamette amel defterinde okuyacağı şeyleri düşündü, terazisinde göreceği şeyleri tefekkür etti. Kalbi kendisini kötülüklerden menetti, düşüncesi ve tasası ona amir oldu.

Allah, o adama rahmet etsin ki, kendi devesinin yularını tuttuğu  amelinin de yularını tuttu. Eğer ameli onu Allah'ın taatına sev-se ona tabi olmuştur. Eğer ameli onu Allah'a isyana sevket-mişse geri durmuştur.

Allah, o adama rahmet etsin ki, emrini Allah'tan almıştır.

Allah, o adama rahmet etsin ki, yükseldi ve yükselmek istedi.

Ve masiyetlerden kızdı, nifaka öfkelendi. Allah katındaki şeylere arzu duydu....."

Haccac, hep: "Allah, bu adama rahmet etsin ki...." dedi. Nihayet Malik b. Dinar ağlamaya başladı.»

Medainî, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac'm öyle bir konuşmasını dinledim ki, daha önce hiç kimse öyle bir konuşma yapmamıştı. Konuşmasında şöyle demişti: İmdi Ce-nâb-ı Allah, dünyaya faniliği, ahirete de ebediliği mukadder kılmıştır. Kendisi için ebedilik mukadder kılınan bir diyarın fani olması söz ko­nusu değildir. Yine kendisi için fanilik mukadder kılman bir diyar içinde ebedilik söz konusu değildir. Görünen dünya sizi aldatıp da gö­rünmeyen ahireti unutturmasın. Uzun emelinizi kısa ecel ile ezin.»

Medainî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Şu dallar üzerinde Haccac'dan dinlediğim bir söz, beni fena hal­de çarptı. O, şöyle demişti: "Bir adamın ömründen bir saat, kendi ya­ratılış amacı dışında boşa harcanırsa, o adamın kıyamete kadar uzun bir hasret çekmesi gerekir."»

Şerik el-Kadi, Abdülmelik b. Umeyr'den rivayet etti ki, günün bi­rinde Haccac şöyle demişti:

- Belası olan kimseye belası nisbetinde yardım ederiz. Adamın biri kalkıp şöyle dedi:

- Bana bağışta bulun, çünkü ben Hüseyin'i öldürdüm.

- Onu nasıl öldürdün?

- Onu mızrakladım, sonra da kılıçla parçaladım. Bu işi yaparken de hiç kimse bana ortak olmadı.

- Haydi git. Allah'a yemin ederim ki, senin ile Hüseyin aynı yer­de bir araya gelmeyeceksiniz.

Böyle dedi ve o adama birşey vermedi.» Heysem b. Adiy'den şöyle rivayet edilmiştir: "Adamın biri Haccac'a gelip şöyle dedi:

- Benim kardeşim, İbn Eş'as'la birlikte ayaklanıp savaşa katıl­mıştı ve adını maaş kütüğüne kaydettirmiş ti, sense benim maaşımı kestin ve evimi yıktın.

- Sen şairin şu sözünü duymadın mı?

"Sana karşı suç işleyene şefkatli ol, uyuz develerin çöktüğü yer­lerden, sağlıklı develere hastalık sirayet eder.

Nice kişi vardır ki, yakınlarının günahı ve suçu nedeniyle sorgu­lanır ama suçlunun kendisi kurtulur."

-  Ey emir! Ben Cenâb-ı Allah'ın başka şekilde söylediğini duy­dum. Onun sözü seninkinden ve şairinkinden daha doğrudur.

- Cenâb-ı Allah ne demiş?

- Şöyle demiş: «Yusuf un kardeşleri: "Ey vezir! Onun yaşlanmış, kocamış bir babası vardır. Bizden birini onun yerine al. Doğrusu biz senin iyi davrananlardan olduğunu görüyoruz." dediler. "Maazallah! Biz malımızı kimde bulmuşsak, ancak onu alıkoruz, yoksa haksızlık etmiş oluruz." dedi.» (Yûsuf, 78-79.)

- Ey köle, şunun adım tekrar maaş kütüğüne kaydet, evini yeni­den inşa et ve maaşını da öde. Ayrıca bir tellala da emret ki, şöyle bir duyuruda bulunsun: "Allah doğru söyledi, şair yalan söyledi."

Heysem b. Adiy, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Abdülmelik, Haccac'a mektup yazarak Eşlem b. Abdülbekrî'nin kendisi aleyhinde konuşmuş olması nedeniyle başını kesip kendisine göndermesini istemiş, Haccac da bu mektup üzerine Eslem'i huzuru­na çağırtmıştı. Eşlem, ona şöyle demişti:

- Ey emir, sen buradasın. Mü'minlerin emiri ise burada değildir. Yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Ey inananlar! Eğer yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, onun iç yüzünü a-raştırm. Yoksa bilmeden bir millete fenalık edersiniz de sonra ettiği­nize pişman olursunuz." (ei-Hucurât, 6.) Abdülmelik'in benim hakkımda duyduğu şeyin aslı yoktur, ben yirmidört kadın beslemekteyim. Onlar için benden başka kazanç sağlayacak bir kimse yoktur. Hepsi de ka­pıda durmaktadırlar.

Haccac, kadınların huzura alınmalarını emretti. Huzura alındık­larında kadının biri: "Ben Eslem'in teyzesiyim.", bir diğeri: "Ben hala­sıyım.", öbürü: "Ben kız kardeşiyim.", şu yandaki: "Ben eşiyim.", bu yandaki de: "Ben kızıyım." dediler. Sekiz yaşından büyük on yaşın­dan küçük bir kız çocuğu ilerledi, Haccac'a yaklaştı. Haccac, ona şöyle sordu:

- Sen kimsin?

- Ben Eslem'in kızıyım. Allah emiri İslah etsin.

Böyle dedikten sonra kız, diz üstü çöküp şöyle bir şiir okudu:

"Ey Haccac! Sen gece boyu onun yasını tutan,

Kızlarını, halalarını duymadın mı?

Ey Haccac! Onu öldürecek olursan;

Sekiz kadın, on kadın, iki ve dört kadın bunu kabul etmez.

Ey Haccac! Söyle, bunun yerini kim tutacak?

Yavaş ol ve bizi daha fazla sarsma.

Ey Haccac! Ya cömertlik edip bir nimet bağışla bize,

Ya da hepimizi toptan öldürüver."

Haccac ağladı ve şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, sizin durumunuzu bozmayacağım ve sizi daha da sarsmayacağım. Size karşı halifeye yardımcı olmayacağım." Böyle dedikten sonra Eslem'in ve kı­zının söylediklerini bir mektupla Abdülmelik'e bildirdi. Bunun üzeri­ne Abdülmelik, Haccac'a mektup yazarak Eslem'i salıvermesini, ona iyi davranmasını, kızına da ihsanda bulunup her vakitte durumunu sormasını emretti.»

Bir rivayette anlatıldığına göre Haccac, bir gün halka nutuk irad ederek şöyle demiştir:

"Ey insanlar! Allah'ın haramlarını işlemeyin. Sabretmek, Allah'ın azabına katlanmaktan daha kolaydır." Böyle demesi üzerine adamın biri kalkıp ona şöyle karşılık verdi:

- Yuh sana ey Haccac! Ne kadar da suratsız, ne kadar da utan­mazsın! Yaptıklarını yapıyorsun, sonra da böyle bir konuşmada bulu­nuyorsun! Çaban boşuna gitmiştir."

Adamın böyle demesi üzerine Haccac, muhafızlarına emrederek o adamı yaklayıp bir tarafta tutmalarını istedi. Nutkunu tamamladık­tan sonra da o adamı huzuruna alıp şöyle dedi:

- Bana karşı böyle cüretkar olmana sebep nedir?

- Yuh sana ey Haccac! Sen Allah'a karşı cüretkar oluyorsun da ben sana karşı mı cüretkar olmayacağını? Sen kimsin ki, âlemlerin Rabbi Allah'a karşı cüretkar davranıyorsun da ben sâna karşi'Mik-et-kar davranmayayım!"

Adamın böyle cevap vermesi üzerine Haccac, muhafızlarına:, Bu­nu salıverin." dedi. Adam da serbest bırakıldı.

Medainî dedi ki: Haccac'ın huzuruna İbn Eş'as'ın adamlarından iki kişiyi tutsak edip getirmişlerdi. Haccac, ikisinin de öldürülmesini emredince onlardan biri Haccac'a şöyle dedi:

- Benim sana karşı işlediğim bir iyiliğim vardır.

- Neymiş o iyilik?

- Bir gün İbn Eş'as, senin annen hakkında kötü sözler söyledi, ben de ona karşı çıktım ve gereken cevabı verdim.

- Senin böyle yaptığına kim tanıklık edecek?

- İşte şu arkadaşım!

Haccac, diğerine sorunca o da arkadaşının sözlerini tasdik edip;

- Evet, diye cevap verdi. Haccac, bu defa ona şöyle sordu:

- Peki sen niye arkadaşın gibi yapmadın?

- Sana öfke duyduğum için yapmadım. Bunun üzerine Haccac, muhafızlarına:

- Şunu doğru söylediği için; şunu da benim hakkımda iyi davran­dığı için serbest bırakın, diye emir verdi. Muhafızları da her ikisini serbest bıraktılar.

Muhammed b. Ziyad'dan şöyle rivayet edilmiştir: Beni Hanife ka­bilesinden Cahder b. Malik adında yol kesip adam öldüren bir adam Yenıame'de bulunuyordu. Haccac, Yemame valisine haber göndererek Cahder'i yakalamayışından ötürü onu azarlayıp kınadı. Vali de Cah-der'i arattı, nihayet yakaladı ve Haccac'a gönderdi.

Haccac, huzuruna giren Cahder'e şöyle sordu:

- Bu yaptığın işlere seni sürükleyen sebep nedir?

- Yüreğimin cesareti, sultanın cefası ve zamanın sıkıntısı beni bu işe sürükledi. Eğer emir beni deneyecek olursa, beni en iyi yardımcı­larından biri olarak görecektir; beni iyi süvarilik yapan, kahramanca savaşan, kendi halinde bir reaya ferdi olarak bulacaktır. Ben hangi savaşçı ve süvari ile karşılaştıysam mutlaka kendimi ondan daha güçlü ve onu yenecek kuvvette gördüm.

- Biz seni içinde azgın bir aslan bulunan bir su gölüne atacağız. Eğer aslan seni öldürürse seni beslemekten kurtuluruz, ama sen as­lanı öldürürsen seni serbest bırakırız.

Böyle dedikten sonra Haccac, onu, sağ eli boynuna zincirle bağ­lanmış olarak zindana attırdı. Sonra Kesker'deki valisine mektup ya­zarak kendisine azgın bir aslan göndermesini emretti.

Cahder, zindanda iken karısı Süleyma Ümmü Amra üzüntüsünü ifade eden şiirler söyledi. Şiirlerinden birinde şöyle diyordu:

"Gece beni ve Ümmü Amr'ı bir araya getiremez mi, eğer bunu ya­parsa biz birbirimize yaklaşırız.

Evet, tıpkı bizim gördüğümüz gibi sen de hilali görürsün. Beni yükselttiği zaman gündüz onu da yükseltir.

Necid hurmalıklarını ve Yemame vadilerini geçip geride bıraktı­ğınızda benim ölüm haberini verin.

Ve deyin ki: Cahder, dün tutsak oldu. Yemen'in keskin kılıçları­nın darbelerinden sakınıyordu."

Vali tarafından Kesker'den gönderilen aslan, Haccac'ın yanına getirildiğinde aslanın üç gün müddetle aç bırakılmasını emretti. Üç gün sonra onu bahçeye çıkardı. Cahder'in de sağ eli zincirle boynuna bağlanmış olarak bahçeye çıkarılmasını emretti. Sol eline bir kılıç verdi ve onu aslanla karşı karşıya getirdi. Kendisi ve arkadaşları da oturup manzarayı seyre başladılar. Cahder, aslana doğru şöyle bir şi­ir okuyarak ilerledi:

.iki aslan dar bir alanda, ikisi de onurlu ve kavgacı, Öldürücü ve nefsinde şiddetli.

Eğer Allah şüphe peçesini açarsa, O, burayı terketmeye daha layıktır."

Aslan, Cahder'e bakınca şiddetle kükredi ve gerindi. Ona doğru ilerledi. Bir mızrak boyu kadar yakınında Cahder'in üzerine şiddetle atıldı. Cahder de onu bir kılıç darbesi ile karşıladı. Kılıcını aslanın boğazına sapladı. Aslan, fırtınadan yıkılan bir hayma gibi yere düştü, darbenin şiddetinden yere yıkıldı. Cahder de aslanın şiddetlice üzeri­ne atılması ve zincir bağlarının tesiri ile yere yıkıldı. Haccac ve arka­daşları tekbir aldılar. Cahder de onlara dönüp şöyle bir şiir okudu:

"Ey deve! Eğer karanlık, tozlu ve fırtınalı bir günde sıkıntıda ol­duğunu ve aslana karşı zincire vurulmuş olarak ilerlediğimi, onu bahçe dışına çıkarmaya çalıştığımı görürsen,

Bil ki, onun pençeleri sert ve kabadır. Dişleri de keskin kazmaları andırır veya cam parçalarına benzer.

İnsana iki gözle bakar, o gözlerin parlak alev saçtıklarını sanırsın ki, kandil ışıklarıdır.

Sanki üzerine parlak bir aba biçilmiştir, ya da ipekten bir parça giyinmiştir.

O zaman anlarsın ki ben, ırzını koruyan şerefli bir kimseyim.

Kaleler sahibi bir kavmin neslindenim."

Bundan sonra Haccac, Cahder'i serbest bıraktı. Dilerse gidebile­ceğini, dilerse de yanında kalabileceğini söyledi. Cahder de Haccac'ın yanında kalmayı tercih etti. Haccac, ona güzel armağanlar bahşetti. Bol miktarda mal verdi.

Bir gün Haccac, Hz. Hüseyin'in, Rasûlullah (s.a.v.)'m neslinden olduğunu inkar etti ve onun kızının oğlu olduğunu gerekçe gösterdi. Yahya b. Yamur da ona: "Sen yalan söylüyorsun." deyince Haccac şöyle dedi: "Bu söylediğinin doğruluğuna Allah'ın kitabından ya bir delil bulup getirirsin ya da boynunu vururum."

Yahya da şöyle cevap verdi:

- Cenâb-ı Allah, şöyle buyuruyor: "Ona İshak'ı, Yakub'u bağışla­dık. Her birini doğru yola eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyüb'ü, Yusuf u, Musa'yı ve Harun'u -ki işleri­ni iyi yapanlara böylece karşılık veririz- Zekeriya'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve İlyas'ı -ki hepsi iyilerdendir- İsmail'i, Elyesa'ı, Yunus'u, Lut'u -ki hepsini dünyalara üstün kıldık- doğru yola eriştirdik." {ei-En'âm, 84-85.) Bu ayet-i kerimede adı geçen İsa peygamber, İbrahim peygamberin neslindendir, ama o ancak kendi annesi Meryem'in adıyla söylenmek­tedir. Hüseyin de Rasûlullah (s.a.v.)'m kızının oğludur.

Haccac ona: "Doğru söyledin." dedi ve onu Horasan'a sürgün etti.

Haccac, fesahat ve belagat sahibi bir kimse olmakla birlikte yine de Kur'ân ayetlerinden bazısını hatalı okurdu ki, Yahya b. Ya'mer onun bu okuyuşunu reddederdi. Mesela, esreli olan "İnne"yi bazan üstünlü olarak "Enne" şeklinde, üstünlü olan "Enne"yi de esreli ola­rak "İnne" şeklinde okurdu.

Bu ayet-i kerimedeki "Ahabbe" kelimesini de "Ahabbü" şeklinde okurdu.

Asmaî ile diğerleri dediler ki: Abdülmelik, Haccac'a bir mektup yazdı. Mektubunda dünü, bugünü ve yarını sordu. Haccac da mektu­bu kendisine getiren elçiye: "Abdülmelik'in yanında Hüveylid b. Yezid b. Muaviye var mıydı?" diye sordu, elçi de: "Evet." diye cevap verince Haccac, Abdülmelik'e şu cevabî mektubu yazdı: "Dün eceldir, bugün ameldir, yarınsa emeldir."

İbn Düreyd, Ebu Ubeyde Mamer b. Müsenna'nm şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Haccac, İbn Eş'as'ı öldürünce Irak'ta onun için problem kalmadı, rahatını buldu. Bundan sonra insanlara bol bol bağışta bulundu. Bu­nun üzerine halife Abdülmelik, ona şöyle bir mektup gönderdi:

"İmdi duyduğuma göre sen, mü'minlerin emirinin bir haftada yapmadığı bağışı bir günde yapıyormuş sun. Onun bir ayda yapmadığı harcamayı bir haftada yapıyormuşsun.

Bütün işlerinde Allah'tan korkar ol, ey Allah'ın kulcağızı! Allah'a karşı tazarru ve haşyet içinde ol.

Müslümanların haraç ve ganimetlerini çoğalt.

Onlar için sığınılan ve korunulan bir sığınak ve kale ol."

Haccac da ona şöyle bir cevabî mektup gönderdi:

"Hayatıma yemin ederim ki, elçi sizin mektuplarınızı getirdi, on­lar yazıh kağıtlardır, sonra dürülür ve damgalanır.

Bana öyle bir mektup geldi ki, muhtevası hem yumuşak, hem de serttir.

Bana uyanda bulunuldu. Uyan, akıl sahibi kimseye fayda verir.

Başıma o kadar çok işler geldi ki, bazen çok maldan az birşey ver­dini. Bazen da sebep bularak hiç vermedim.

üger ben halkın üzerinde bir azap kırbacı olursam,

Benim yanımda ümid edilen bir fayda kalmaz.

İnsanlar buna memnun mu olurlar yoksa kızarlar mı?

oksa bu hareketimden ötürü onlar arasında övülür müyüm, yok­sa kınanıp çirkin mi görülürüm?

^laiğim bu beldelerde, ilk geldiğim zamanda düşmanlık ateşleri kabuklanıyordu.

Bildiğin gibi başıma burada çok cefalar geldi. Boğuşmaya devam ettim.

Nihayet şimdi de ölümle boğaz boğaza boğuşuyorum.

Duyduğun gibi bu hal, nice sarsıntılar geçirdi.

Eğer benden başka biri burada, yönetici olsaydı, korkulardan Ötü­rü havaya uçardı.

Onların yasaklayıcılarından biri ile karşılaştığımda yüzümü aç­tım, onlara hiç peçelenmedim.

Eğer bu halkın ordusu beni korumasaydı, vücudumun organlarını kurtlar ve sırtlanlar paylaşırlardı."

Abdülmelik de bunun üzerine Haccac'a: "Bildiğin gibi hareket et." diye cevap gönderdi.

Sevrî, Muhammed b. Müstevrid el-Cumahî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Haccac'ın huzuruna bir hırsızı getirdiler. Haccac, ona şöyle dedi:

- Sen hırsızlık yapmayacak kadar zengindin, hakimin huzuruna gelmeyecek kadar varlığın vardı. Şimdi buraya geldin, organlarından biri yok olup gidecek.

- Nimet veren adamlar azalmca, kişi kendi canını telef etmek hu­susunda cömert olur.

- Doğru söyledin. Allah'a yemin ederim ki, güzel bir şekilde ma­zeret ileri sürmek, haddi ortadan kaldıracak olsaydı ben bunu yapar­dım. Ama ey çocuk, kılıç keskindir, kesen adam da iyi kesicidir.

Böyle dedikten sonra hırsızın elini kesti.»

Ebu Bekir b. Mücahid, Ferra'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir gün Haccac, Velid b. Abdülmelik'le birlikte öğle yemeği yedi. Yemekten sonra Velid, onu nebiz içmeye davet etti, ancak Haccac, ona şöyle karşılık verdi: "Ey mü'minlerin emiri, helal, senin helal kıl­dığın şeydir. Ama ben Iraklıları ve maiyetimde çalışanları nebiz iç­mekten menettim. Ben salih kulun şu sözüne muhalefet etmek iste­miyorum: "Size yasak ettiğim şeylerde, aykırı hareket etmek iste­mem." (HÛd,88.)»

Ömer b. Şebbe, üstadlarınm şöyle dediklerini rivayet etmiştir: "Abdülmelik, Haccac'a bir mektup yazarak israfta bulunmasın­dan ve fazlaca mal sarf etmesinden, ayrıca aşırı şekilde kan akıtma­sından ötürü kendisini kınadı ve şöyle dedi: "Mal, Allah'ın malıdır. Biz o malın hazinedarlarıyız. Hak edileni vermemek veya hak edil­meyeni vermek aynı şeydir." Mektubun altına da şu beyitleri yazdı:

"Hoşlanmadığım işlere son vermezsen ve peşinde olduğum işlerde benimle çekişerek rızamı taleb etmeye kalkarsan,

Senin gibi birinin korkması gereken şeylerden korkmaz ve sütü sağıp da telef edersen,

Kureyşlilere özgü gafleti ve dalgınlığı bende görürsen, Çoğu kez kişi, suyu içerken bile boğazı tıkanır, suyu yutkunamaz. Benden Emevilere mahsus ani bir sıçrama ve atılma görürsen, Bil ki, bu ve buna benzer bütün icraatların sahibi benim. Benden sana gelecek zararlara karşı tedbirli ol. Eğer bir gün ben­den sana bir iş gelecek olursa tedbirli ol, yoksa ağıtçıların senin üze­rine ağlarlar."

Haccac, bu mektubu okuyunca Abdülmelik'e şu cevabî mektubu gönderdi:

"İmdi bana mü'minlerin emirinin mektubu geldi. Mektubunda be­nim mallan ve canları israf ettiğimi yazıyor. Allah'a yemin ederim ki ben, isyankarları cezalandırmakta aşırı gitmedim, itaatkarların hak­kını da ödemedim. Eğer bu israfsa, mü'minlerin emiri beni cezalan­dırsın ve kurtulamayacağım bir hadde tabi tutsun." Mektubun alt ta­rafına da, şu beyitleri yazdı:

"Eğer ben senin rızanı taleb etmezsem ve eziyetinden de sakın­mazsam,

Benim şu günümde yıldızlar kaybolmasın.

Haccac, sana karşı bir suç işlemişse,

Sabahleyin onun ağıtçıları, üzerine ağlasınlar.

Ben seninle barışan sulhçü kimselerle barışırım.

Senin barışmadığın kimselerle ben savaşırım.

Eğer ben, öğüt verdiği için bana şefkat gösteren kimseye yakınlık göstermezsem ve akreplerini bana hücum ettirenin hakkından gel-nıezsem,

Görüşüme göre kim bu gün benden sakınır ve yarınımdan ümit sahibi olur.

Zamanın tuhaflıkları sayılamıyacak kadar çoktur."

^ Şafiî'den rivayet olunduğuna göre Velid b. Abdülmelik, Gaz b. Re-°ıaya, gidip Haccac'a gizlice şöyle sormasını emretmiş: "Dünyada el­de ettiğin şeylere karşı içinde neler hissediyorsun?"

Gaz b. Rebia, gidip bu soruyu Haccac'a sorunca o, şu cevabı ver-mıŞ:  Allah'a yemin ederim ki, iki külçe veya bir yığın altınım olsaydı a bunları Allah yolunda harcasaydım yine de Allah'ın beni imtihan ettiği taatimin yerini tutmazlardı."

Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi. [5]

 

Haccac'dan Nakledilen Yararlı Sözler Ve Onun Aşırı Cesareti

 

Ebu Davud, Asım'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Haccac'ın minber üzerinde şöyle dediğini işittim:

"Elinizden geldiği kadar Allah'tan korkun. Bu korkunuzda yal­taklanma olmasın. Dinleyin ve yaltaklanmayacak şekilde mü'min-lerin emiri Abdülmelik'e itaat edin. Allah'a yemin ederim ki, insanla­ra mescidin kapısından çıkmalarını emredersem ve onlar başka kapı­dan çıkarlarsa, canları ve mallan bana helal olur. Allah'a yemin ede­rim ki, insanlara mescidin kapısından çıkmalarını emredersem ve on­lar başka kapıdan çıkarlarsa, canları ve malları bana helal olur. Al­lah'a yemin ederim ki, Rebia kabilesini -Mudar kabilesine olan düş­manlığı nedeniyle- yakalayıp cezalandıracak olursam, bu da Allah katında benim için helal olur. Kendi elindeki Kur'ân'ın Allah katın­dan gönderildiğini iddia eden Abdihüzeyl'i (Abdullah b. Mesud'u) ce­zalandıracak olursam, kim bana mani olabilir! Allah'a yemin ederim ki, onun elindeki kitab, Arap recezlerinden bir recezdir. Allah, o kita­bı peygamberine indirmiş değildir. Attığı bir taşın yere düşmesi ha­linde bir hadise meydana geldi, diye iddialarda bulunan şu kızıllara bakın. Bunları cezalandıracak olursam, kim bana mani olabilir! Al­lah'a yemin ederim ki, ben bunları dünün yok olup gidişi gibi yok ede­ceğim, köklerini kazıyacağım!"

Ben bu sözleri A'meş'e naklettiğimde o da: "Vallahi, ben de bunu Haccac'dan duydum." dedi.

Ebu Bekir b. Ebi Hayseme, Asım b. Ebi Nucud ile A'meş'in de bu sözleri Haccac'dan duyduklarını rivayet etmiştir. Bu sözlerin sahibi Haccac'ı, Allah lanetleyip kahretsin. O, bu hitabesinde şöyle demişti:

"Allah'a yemin ederim ki, size şu kapıdan çıkmanızı emredersem ve siz de başka kapıdan çıkarsanız, kanlarınız ve canlarınız bana he­lal olur. Abdullah b. Mesud'un kıraatına göre Kur'ân okuyan bir kim­seyi görürsem boynunu mutlaka vururum ve onun kıraat şeklini do­muzun kaburga kemiği ile de olsa Kur'ân'dan kazıyıp sileceğim."

Bu da Haccac'ın aşırı cüretkarlığının bir örneğidir. Allah onu la­netlesin. Kötü sözler sarfetmekten ve haksız yere kan akıtmaktan hiç perva etmezdi. Hz. Osman'ın "İmam" adlı mushafma muhalif kıraatla Kur'ân okuduğundan ötürü, Abdullah b. Mesud'a düşmanlık besliyor­du. Fakat, kuvvetli rivayetlere göre Abdullah b. Mesud, sonraları Hz. Osman'ın mushafma muvafık kıraatta bulunmuştur. Doğrusunu Al­lah bilir.

Ali b. Abdullah b. Mübeşşir, Salt b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac'ın, Vasıt camiindeki minberde şöyle dediğini işittim: "Abdullah b. Mesud, münafıkların başıdır. Eğer onu ele geçirecek olsaydım kanını yere içirirdim."

Yine Haccac, Vasıt camiindeki minberde, "Rabbim, bana benden sonra kimsenin ulaşamıyacağı bir hükümranlık ver." (Sâd, 35.) ayetini okudu ve: "Vallahi, Süleyman hasetçi bir kimseydi." dedi. Bu da onun küfrü gerektiren aşırı cüretkarlığına bir örnektir. Allah onu lanetle­sin ahirette onu rezil rüsvay etsin. Onu rahmetinden uzaklaştirsin.» Ebu Nuaym, Alkame'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Hattab'a adamın biri gelip şöyle dedi: "Ben mushafı ez­bere okuyup yazdıran bir kimsenin yanından size geldim." Hz. Ömer korktu ve öfkelendi, sonra da adama şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, sözlerine dikkat et!

- Ben sana gerçeği söyledim.

- Kimmiş bu adam?

- Abdullah b. Mesud'dur.

- Buna ondan daha layık bir kimsenin bulunduğunu bilmiyorum. Bunu sana anlatacağım. Şöyle ki: Rasûlullah'ın ihtiyaçlarını gider­mek ve bazı işlerini görmek maksadıyla bir gece Hz. Ebu Bekir'in ya­nında kaldık, uyumadık. Sonra evden dışarı çıktık. Rasûlullah (s.a.v.) ise, benimle Ebu Bekir'in arasında yürüyordu. Mescide vardığımızda bir adamın Kur'ân okumakta olduğunu gördük. Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp onu dinlemeye başladı. Ben de: "Yâ Rasûlallah, yatsıyı kıldın mı?" diye sordum. O da susmam için bana işaret etti. Abdullah oku­du, rükûya, secdeye vardı. Kalkıp oturdu, dua etmeye, mağfiret dile­meye başladı. Rasûlullah (s.a.v.) da: "Sesi kısıldı." dedi. Sonra da şöy­le dedi: "Kur'ân'ı nazil olduğu andaki gibi taze olarak okumak isteyen ve bundan hoşlanan kimse, İbn Ümmü Abd'ın (Abdullah b. Mesud'un) kıraatına göre okusun." Ben ve arkadaşım Ebu Bekir anladık ki, Ra­sûlullah (s.a.v.), böyle demekle Abdullah b. Mesud'u kastediyordu. Sabah olunca müjdeyi kendisine vermek için erkenden Abdullah b. Mesud'a gittim ve müjdeyi verdim, ancak o: "Senden önce Ebu Bekir müjdeyi bana getirdi." dedi. Ben hayır hususunda her ne zaman Ebu Bekir'le yarıştıysam, o mutlaka beni geride bırakmıştır.»

Ebu Davud, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, Rasûlullah (s.a.v.)'ın ağzından yetmiş sûre öğrendim. Zeyd d. Sabit ise, çocuklarla oynayan biriydi. O da bir çocuktu, ama ben asulullah'ın ağzından öğrendiğim sûreleri unutmuyordum."

jaberanî'nin rivayetine göre Abdullah b. Mesud şöyle demiştir: ,       Rasûlullah (s.a.v.)'dan yetmiş sûre öğrenip hıfzettim. Zeyd b. Sa-' Müslüman olmadan önce ben bunu tamamladım. Zeyd'in saç ör­sü vardı, diğer çocuklarla beraber oynardı."

Ebu Davud'tan rivayet olunduğuna göre Abdullah b. Mesud, Uk-be b. Ebi Muayt'm davarlarını otlattığını anlatmış ve şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.), bana: "Sen iyi öğrenen bir çocuksun." dedi. Ben onun ağzından yetmiş sûre öğrendim, bu hususta hiç kimse benimle çekişmedi."

Ebu Eyyüb el-Ifrikî ve Ebu Avane'nin Ebu Zerr'den rivayet ettik­lerine göre Peygamber (s.a.v.), Abdullah b. Mesud'a şöyle demiştir: "Sen perdeyi kaldırıp içeriye girme iznine sahipsin. Benim karaltımı görüp benden dinlersin. Ben seni yasaklayıncaya kadar böyle yapma iznine sahipsin."

Taberanî'nin Abdullah b. Şeddad b. el-Had'dan rivayetine göre Abdullah b. Mesud; Rasûluliah'm yastığını, misvakını ve ayakkabıla­rını muhafaza etmek, Rasülullah'ın yanında refakatçi olarak bulun­makla görevliydi.

Alkame'den şöyle rivayet edilmiştir: "Şam'a geldim. Ebu Der-da'nm yanına gidip oturdum. Bana şöyle sordu:

- Kimlerdensin?

- Kûfelilerdenim.

- Aranızda Rasûlullah'm misvakını muhafa etmek ve ona refa-katçılık yapmakla görevlendirilen (Abdullah b. Mesud) yok mudur?"

Haris b. Ebu Üsame, Ebu Vail'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Yanıbaşımda Abdullah b. Mesud ayakta durmakta iken Hüzey-fe'nin şöyle dediğini işittim: "Muhammed (s.a.v.)'in ashabından adları hıfzedilenler, hangilerinin kıyamet gününde Rasûlullah'ın vesile ma­kamına daha yakın olduklarını bilmişlerdir."

Ebu Davud et-Teyalisî, Abdurrahman b. Zeyd'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Hüzeyfe'ye: "Rasûlullah'm yolundan giden ve onun gidişatına çok yakın olan kimseyi bize söyle ki, yanma gidip duralım ve ondan hiç ayrılmayalım." dedik. O da bize şöyle cevap verdi: Abdullah b. Me­sud kadar Rasûlullah'm siretine ve yaşayışına yakın olan, hatta evi­nin duvarlarının arasında bile onunla bulunan başka bir kimse bilmi­yorum. Peygamber (s.a.v.)'in ashabından olanlar bilirler ki, Abdullah b. Mesud, onlar arasında Allah'a en yakın olandır."

Ben derim ki: İşte Hüzeyfe b. Yeman, Rasûlullah (s.a.v.)'m sırda­şı idi ve Abdullah b. Mesud hakkında Rasûlullah (s.a.v.)'m söylemiş olduğu söz de budur. Öyleyse Haccac yalan söylemiş, günah işlemiş­tir. Söylediği bu sözden ötürü taş ve ateş yutmuştur. Abdullah b. Me­sud'a münafıklık iftirasında bulunduğundan, onun kıraatinin hüzeyli şiiri olduğunu söylemesinden, onun kıraatim -domuz kaburgası ile de olsa- mushaftan silmesi gerektiğini ifade edişinden, eğer ele geçirecek olursa boynunu vuracağını iddia etmesinden ötürü Haccac, büyük gü-

nah irtikab etmiştir. Bu da onun murdar niyetinden dolayı olmuştur.

Affan, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Rasûlullah (s.a.v.) için erak ağacından misvak koparıyordum. Rüzgar benim eteğimi kaldırıyordu, bacaklarım inceydi. Bu inceliği görenler güldüler. Peygamber (s.a.v.), onlara: "Niçin gülüyorsunuz?" diye sorunca: "Abdullah'ın bacaklarının inceliğine gülüyoruz." diye cevap verdiler. Peygamber (s.a.v:) de şöyle buyurdu: "Canım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Abdullah'ın ince bacakları, kıyamet gününde terazide Uhud dağından daha ağır olacaklardır."

Seleme b. Nehşel, Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini rivayet et­miştir: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Abdullah b. Ümmü Mesud'un ahdine sıkıca tutunun."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Ahves'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Abdullah b. Mesud'un vefat edişi esnasında Ebu Musa ile Ebu Mesud'u gördüm. Bunlardan biri, diğerine şöyle diyordu:

- Bak hele! Abdullah kendisinden sonra kendisi gibi birini dünya­da bıraktı mı?

- Sen böyle diyorsan doğrudur. Biz engellendiğimiz zaman o, Ra­sûlullah'm yanma girebiliyordu. Biz Rasûlullah'ı göremediğimiz za­man o, Rasûlullah'm yanında duruyordu.

Ebu Muaviye, Zeyd b. Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ömer bizimle birlikte oturmakta iken, bir gün Abdullah b. Mesud yanımıza geldi. Hz. Ömer, onu kastederek: "Kafası nasıl da fı­kıh doludur." dedi.»

Ömer b. Hafs, Ebu Musa el-Eş'arî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Muhammed (s.a.v.)'in ashabından şu derin âlim (Abdullah b. Mesud) aramızda bulunduğu sürece bize birşey sormayın."

Cerir, Ebu'l-Bahterî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hz. Ali'ye dediler ki:

- Bize Muhammed (s.a.v.)'in ashabını anlat.

- Hangisini anlatayım?

- îbn Mesud'u anlat.

-  O, Kur'ân ve sünneti öğrendi. Fazlasına da bakmad., bu da onun için ilim olarak yetti.»

Hz. Ali'nin, İbn Mesud hakkında şöyle dediği rivayet edilmiştir: "O, Kur'ân'ı öğrendi, sonra o sınırda durdu. Bu da onun için ye­terli oldu."

Hidayet önderlerimiz olan sahabeler, Kur'ân'ı bildiler. Onun yolu­nu takib ettiler, onlar uyulmaya daha layıktırlar. Onların sözleri, fraktan sapan heva ve heves sahiplerinkinden daha doğrudur. Hatta

Haccac'ın ve diğer heva ve heves sahiplerinin sözlerinden, saçmalık­larından, yalan ve iftiralarından daha doğrudur. Haccac ve benzeri sapıkların sözlerinin bir kısmı, küfür ve zındıklıktır. Haccac, Hz. Os­man ve Emevi taraftarı idi. Onlara aşırı bir meyli ve sempatisi vardı. Emevilere muhalefet etmenin küfür olduğu kanaatına sahipti. Eme-vilere muhalefet etmenin öldürülmeyi mubah kıldığını iddia ediyor ve bu hususta herhangi bir kimsenin kınamasına da aldırış etmiyordu.

Musibetin daha büyüğü, Ebu Davud'un şu rivayetinde anlatılıyor. Şöyle ki: Büzey' b. Halid ed-Dabbî, Haccac'ın bir hutbesinde şöyle de­diğini nakletmiştir:

"Sizin bir işinizi gördürmek için gönderdiğiniz rasûl (elçi) mü da­ha kıymetlidir, yoksa aileniz üzerinde halef bıraktığınız (halifeniz mi) daha kıymetlidir?"

Bu sözünü işitince kendi kendime şöyle dedim: "Allah için üzeri­me farz olsun ki, bundan sonra senin arkanda artık namaz kılmaya­cağım. Seninle savaşan bir topluluğu görürsem, onlarla beraber mut­laka sana karşı savaş veririm."

İshak'ın rivayetinde anlatıldığına göre Büzey' b. Halid, Cemacim savaşında öldürülünceye kadar Haccac'la savaşmıştır. Eğer Haccac'ın bu sözleri söylediğine dair rivayet sahih ise bu zahiren küfürdür. Eğer hilafet makamım risalet makamına üstün saymak istemişse ve­ya Emevilerdeki halifelerin rasûldan daha üstün olduğunu ifade et­mek istemişse bu da açıkça küfürdür.

Asmaî, Ebu Hafs es-Sakafî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac, bir gün hutbe irad etti. Sağa dönüp: "Dikkat edin, Hac­cac kafirdir." dedi, başını önüne eğdi ve: "Kuşkusuz Haccac kafirdir." dedi. Başını yine önüne eğdi, sonra sol tarafına dönüp: "Dikkat edin, Haccac kafirdir." dedi ve bu sözünü defalarca tekrarladı, sonra: "Ey Iraklılar, bilesiniz ki Haccac, Lat ve Uzza'nm kafiridir; onları inkar eder." dedi.»

Hanbel b. İshak, Malik b. Dinar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Günün birinde Haccac, bize hutbe irad etmekte iken: "Haccac, kafirdir!" dedi, biz de: "Bunun nesi var, buna ne oluyor, ne demek is­tiyor?" dedik. O yine şöyle dedi: "Haccac, çarşamba gününün doru ka­tırın inkarcısı olan bir kafirdir." Bu cümledeki doru katırdan kasıt, zorlu işlerdir, yani zorluk ve güçlüğü tanımadığını ifade etmek iste­miştir.»

Asmaî'nin rivayetine göre halife Abdülmelik, bir gün Haccac'a şöyle demiş:

"Kendi nefsinin ayıbım bilmeyen hiç kimse yoktur. Sen de bize kendi ayıplarını anlat." Haccac: "Ey mü'minlerin emiri, bu sorunuzun cevabım vermemden beni affedin." dediyse de Abdülmelik ısrar etti.

Haccac da şöyle cevap verdi: "Ben inatçı, kindar ve hasetçi bir kimse­yim." Abdülmelik de ona şu karşılığı verdi: "Senin anlattığın kötülük­ler şeytanda bile yoktur." Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ab­dülmelik, ona şöyle demiştir: "Öyleyse seninle şeytan arasında akra­balık vardır."

Özetleyecek olursak Haccac, imamlara karşı ayaklandıklarından ve geçmişte işledikleri günahlardan, imamları yalnız ve yardımsız bı­raktıklarından, isyan ve muhalefetlerinden, onları yaralayıp öldür­melerinden ötürü Iraklılara karşı kin beslemekteydi.

Yakub b. Süfyan, Şüreyh b. Ubeyd'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

Adamın biri, Ömer b. Hattab'a gelerek Iraklıların kendi valilerini

taşladıkları haberini verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer, öfkeli bir halde dışarı çıktı, bize namaz kıldırdı. Namazında şaşırdı, öyle ki, cemaat ona, "Sübhanallah, sübhanallah!" diye uyarıda bulundu. Selam ver­dikten sonra cemaata dönüp şöyle dedi: "Burada Şamlılardan kim var?" Bir adam ayağa kalktı. Sonra bir başkası kalktı, üçüncü ya da dördüncü olarak da ben ayağa kalktım. Şöyle dedi:

"Ey Şamlılar! Iraklılarla savaşmaya hazırlanın. Çünkü onların arasında şeytan yumurtlamış, yavrulamıştır. Allah'ım, onlar bizi şaş­kına döndürdüler. Sen de onları şaşkına döndür ve Sakifli genci aci­len başlarına musallat eyle ki, onlara cahiliye hükmüyle hükmetsin. Onların iyilerinin iyiliğini kabul etmesin, kötülerinin de kötülüğünü bağışlamasın."

Abdürrezzak, Hz. Ali'nin Iraklılar hakkında şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Allah'ım, ben onlara güvendim, onlar bana hainlik yaptılar. Ben onlara nasihat ettim, onlar bana hilekarlık yaptılar. Başlarına, kür­künü giyen ve onlara cahiliye hükmü ile hükmeden, oraların ürünle­rini yiyen, böbürlenen, büyüklenen, zulme meyleden Sakifli delikanlı­yı musallat kıl."

Hasan dedi ki: "Hz. Ali'nin bu sözü söylediği zamanda Haccac he­nüz doğmamıştı."

Mutemer b. Süleyman, Hz. Ali'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Böbürlenen, kibirlenen genç, Mısırlıların emiridir. O, kürkünü giyecek, oranın ürününü yiyecek, oranın eşrafını öldürecektir. Kendi­sinden çok korkulur ve ondan korktukları için çok kimseler uyuya­mazlar. Allah, onu kendi taraftarlarına musallat kılacaktır."

Hafız el-Beyhakî, "Delailu n-Nübüwe" adlı eserinde, Habib b. Ebi şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hz. Ali, bir adama şöyle dedi:

- Sakifli delikanlıya ulaşmadan ölmeyesin.

- Sakifli delikanlı kimdir?

- Kıyamet gününde ona: "Bizim için Cehennem köşelerinden biri­ni tut." denilir. O yirmi sene müddetle hükmedecektir. Allah'a karşı bütün masiyetleri irtikab edecektir. Bir günah dahi kalsa ve onunla o günah arasında kilitli bir kapı bulunsa, o günahı işlemek için mutla­ka o kapıyı kırar ve o günahı işler. Kendisine isyan edenleri de, ken­disine itaat edenler vasıtasıyla öldürür."

Taberanî, Ümmü Hakim binti Ömer b. Sinan el-Cedeliye'nin şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«Eş'as b. Kays, Hz. Ali'nin huzuruna girmek istedi, ancak Kanber onu geri çevirdi ve burnunu kanattı. Nihayet Hz. Ali, dışarı çıktı ve şöyle dedi:

- Neyiniz var ey Eş'as? Kanber'le aranızda geçen nedir? Ama Al­lah'a yemin ederim ki, eğer sen Sakifli bir kul ile kapışsan, arkandaki kıllar diken gibi dimdik olur.

Hz. Ali'ye sordular:

- Ey mü'minlerin emiri, Sakifli kul kimdir?

- Onların başına amir olarak geçecek olan bir delikanlıdır ki, o Arap evlerinden zillete maruz kılmadığı bir kimseyi bırakmayacaktır.

- Onun hakimiyeti ne kadar sürecektir?

- Eğer yaşarsa yirmi sene sürecektir.»

Beyhakî, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Eğer ümmetler, kötü adamlarını 'ortaya sürerek övünecek olsa­lar, biz de sadece Haccac'ı öne sürecek olsak hepsini mağlub ederiz."

Ebu Bekir b. Ayyaş, Asım b. Ebi Nücud'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac, Allah'ın işlemedik bir haramını bırakmadı."

Önceki sayfalarda da naklettiğimiz gibi bir hadis-i şerifte: "Sakif kabilesinden biri yalancı, biri de katil iki adam gelecektir." denilmiş­tir. Yalancı kişi Muhtar'dı. Önceleri Rafıziliğini izhar ederdi, ama ha­lis kafirliğini gizlerdi. Hadiste sözü edilen katile gelince o da biyogra­fisini anlatmakta olduğumuz Haccac b. Yusuftur. Bu, Hz. Ali'ye ve taraftarlarına düşmanlığı ilke edinmişti. Emevilerden Mervan ailesi­ne yaranmak için böyle yapmıştı. Kendisi zorba, inatçı bir kimse olup en basit şüpheden Ötürü kan akıtmaya cüretkardı. Önceki sayfalarda anlattığımız gibi zahiren küfür sayılan çok çirkin kelimeler sarfet-nıişti. Her ne kadar o kelimelerinden ötürü tevbe edip geri dönmüşse de bunun sorumluluğunu üzerinde taşımaktadır. Ama şundan da korkarız ki, bu tür sözler bir nevi abartılı olarak ondan nakledilmiş­tir. Onun adına uydurulmuş olabilir. Çünkü Şiiler, birçok sebepler­den ötürü cidden ona düşmanlık besliyorlardı. Belki de onun bazı söz­lerini çarpıtmışlardır. Ondan naklettikleri çirkin kelimelere ilaveler yapmışlardır.

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Haccac, asla içki içmezdi, bunu prensip edinmişti. Kur'ân'ı çokça okur, haramlardan sakınırdı. Başkalarının ırzına tasalutta bulunduğuna dair herhangi bir haber nakledilmiş değildir. Ama bunun yanında kan akıtmakta da çok ileri ve hızlıydı- İşlerin gerçeğini, gizlisini, kalblerdeki saklı düşünceleri bilen Allah, bu hususta da doğruyu en iyi bilendir.

Ben derim ki: Haccac, kendisine duyulan düşmanlıktan daha bü-vük bir insandır. Ama onun kan akıttığına dair nakledilen rivayetler de sahihtir. Fakat bunun cezası, Allah katında ona yeterince verile­cektir. Cihada ve memleketleri fethetmeye çok hırslıydı. Kur'ân ehli­ne para ve mal verme hususunda cömertti. Kur'ân için çok para verir­di Anlatıldığına göre vefat ettiği zaman geride sadece 300 dirhem bı­rakmıştı. Doğrusunu Allah bilir.

İbn Tarrar el-Bağdadî diye tanınan Muafa b. Zekeriya el-Cerirî, Avane b. Hakem el-Kelbî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Enes b. Malik, Haccac b. Yusuf un yanına gitti. Huzuruna vardı­ğında Haccac ona şöyle dedi: "Eh eh, ey Enes, bir gün Ali ile beraber oldun devran sürdün, bir gün İbn Zübeyr'le beraber oldun devran sür­dün. Bir gün de İbn Eş'as'la beraber oldun devran sürdün. Allah'a ye­min ederim ki, koyun boğazlar gibi seni boğazlıyacak ve senin kökü­nü kazıyacağım. Zamk üzerine damga vuruluşu gibi seni damgalaya­cağım."

Enes de ona şu karşılığı verdi:

- Beni mi kastediyorsun ey emir? Allah seni ıslah etsin.

- Evet seni kastediyorum, Allah senin kulağım mühürlesin.

- İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz.). Eğer küçük çocuklarım olmasaydı, hangi şekilde olursa olsun öldürülmeye aldırış etmezdim ve yine hangi şekilde olur­sa olsun, ölmeye de aldırış etmezdim.

Böyle dedikten sonra Haccac'ın yanından çıkıp gitti ve durumu Abdülmelik b. Mervan'a bir mektupla bildirdi. Abdülmelik, Enesin mektubunu okuyunca çok öfkelendi. Enes'e acıdı ve Haccac'ın bu yap­tığını büyük bir suç saydı. Enes'in Abdülmelik'e gönderdiği mektupta şunlar yazılıydı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Mü'minlerin emiri Ab­dülmelik b. Mervan'a Enes b. Malik'ten gönderilen mektuptur.

İmdi Haccac, bana hoşlanmadığım kötü sözler söyledi. Ben bu sözlere layık biri değilim. Benim için onu sorguya çek. Eğer ben Öldü­rülecek olursam bilesin ki, ben Rasûlullahin hizmetçisi ve sahabesi-. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun."  Abdülmelik, İsmail b. Ubeydullah b. Ebi'l-Muhacir'i yanma ça-t   ismail, Haccac'ın dostuydu. Abdülmelik, ona şöyle dedi:

- Şu iki mektubumu al, hemen posta arabasına binip Irak'a git. Önce Rasûlullah'ın sahabesi Enes b. Malik'in yanına git. Mektubumu ona sun ve benden ona selam söyle. Ona de ki: "Ey Ebu Hamza (Ey Enes), ben Haccac b. Yusuf denen mel'una bir mektup gönderdim. Mektubumu okuduğu zaman sana kendi cariyelerinden daha itaatkar olacaktır."

Halife Abdülmelik'in, Enes b. Malik'e göndermiş olduğu mektup­ta ise şunlar yazılıydı:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Abdülmelik b. Mervan'-dan Rasûlullah (s.a.v.)'ın hizmetkarı Enes b. Malik'e.

İmdi senin mektubunu okudum ve Haccac'ın şikayeti hususunda anlattıklarını da anladım. Onu ben sana musallat kılmadım. Sana kötü davranması için emir de vermedim. Eğer bundan sonra aynı kö­tülükleri yapacak olursa bana bildir ki, onu cezalandırayım ve sana güzelce yardımda bulunayım, vesselam."

Enes b. Malik, mü'minlerin emirinin mektubunu okuduğunda şöyle dedi: "Allah, mü'minlerin emirine, bana yaptığı iyilik için hayır mükafat versin. Ona afiyet ihsan etsin ve ona bu iyiliğinin karşılığı olarak Cennet'i versin. Ondan beklediğim ve umduğum da buydu."

İsmail b. Ubeydullah, Enes'in yanma varıp şöyle dedi: "Ey Ebu Hamza! Haccac, mü'minlerin emiri Abdülmelik'in valisidir. Senin ha­tırına veya aile efradının hatırına Haccac'ı gözden çıkaracak değildir. Şayet Abdülmelik, senin hatırına Haccac'ı prangaya vurdurup senin yanma gönderse bile, ona yaklaş. Onunla idare-i maslahat yap ki, ha­yır ve selamet içinde onunla birlikte yaşayabilesin."

Enes de: "İnşaallah böyle yaparım." dedi. Sonra İsmail, Enes'in yanından çıkıp Haccac'ın yanına gitti. Haccac da ona şöyle dedi:

"Kendisini sevdiğim ve kendisiyle karşılaşmaktan hoşlandığım a-dama merhaba."

İsmail de ona: "Vallahi, bu defaki gelişim hariç, her zaman senin­le karşılaşmayı severim." deyince, Haccac'ın yüzünün rengi değişti, korktu ve şöyle sordu:

- Peki, niçin yanıma geldin?

- Mü'minlerin emiri Abdülmelik'in yanından ayrıldığımda, o sana karşı şiddetli bir öfkeye kapılmıştı ve senden de âdeta uzaklaşmış gi­biydi.

Haccac kalkıp oturdu, ama korkmuştu. İsmail de elindeki mektu­bu kendisine verdi. Haccac, mektubu alıp açtı, baktı, terlemeye başla­dı. Sonra da dönüp İsmail'e baktı. Mektubu okuduktan sonra İsmail'e şöyle dedi:

- Kalk, Ebu Hamza'nın (Enes'in) yanına gidelim. Ondan özür di­leyelim ve gönlünü alalım.

-Acele etme.

- Başıma bir bela getirmişsin, daha nasıl acele etmeyeyim.

Abdülmelik'in Haccac'a gönderdiği mektupta şunlar yazılı idi:

"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Mü'minlerin emiri Ab­dülmelik b. Mervan'dan Haccac b. Yusuf a.

İmdi sen öyle bir kulsun ki, işler seninle çoğaldı. Sen bu işlerde yükseldin ama haddini aştın. Şiddetli bir musibete girdin. Ben daha önceleri, yapacağın işi bana sormanı emretmiştim. Onayladığım tak­dirde yapmam, onaylamadığım takdirde kararından dönmeni irade etmiştim. Ey gözü çapaklı ve arkası idrarlı kul! Allah sana lanet et­sin. Atalarının Taifte nasıl para kazandıklarını, kuyu kazdıklarım, su kanallarına sırtları üzerinde kaya parçalarım taşıdıklarını unut­tun mu? Ey kuru üzüm çöpünü koparan kadının oğlu! Allah'a yemin ederim ki, aslanın tilki üzerine, doğanın da tavşan üzerine atılışı gibi senin üzerine atılırım! Rasûlullah (s.a.v.)'m sahabelerinden biri ara­mızda bulunuyordu. Sen ona iyilikte bulunmuyor, ihsanını kabul et­miyor, hatalarını görmezden gelmiyorsun. Bu senin Aziz ve Celil olan Rabbe karşı cüretkârlığın ve verdiğin sözü önemsememendir. Allah'a yemin ederim ki, eğer Yahudiler ve Hristiyanlar, Üzeyir b. Azra'ya ve İsa b. Meryem'e hizmet etmiş bir adamı görecek olurlarsa ona saygı gösterir, ikramda bulunur ve onu şereflendirip severler. Hatta Üze-yir'in eşeğine hizmet etmiş veya İsa peygamberin havarilerine hiz­mette bulunmuş bir kimseyi görürlerse, ona da mutlaka saygı göste­rir ve ikramda bulunurlar. Nasıl olur da sen, sekiz yıl süreyle Rasû­lullah (s.a.v.)'a hizmet etmiş, onun sırlarına vakıf olmuş, işlerinde onunla müşavere yapmış olan bir kimseye böyle davranıyorsun? Son­ra o bununla birlikte Rasûlullah'ın geride kalan sahabelerinin de en sona kalanıdır. Bu mektubumu okuduğun zaman Enes'e kendi mes­tinden ve ayakkabısından daha fazla itaatkar olacaksın. Aksi takdir­de sana benden bir ok gelecek ve o ok seni öldürecektir. Her haberin karar bulacağı bir yer vardır ve siz bunu yakında bileceksiniz."

Ibn Tarrar, bu mektupta anlatılan garip şeylerden bahsetmiştir. Ibn Kuteybe ile daha başka lügat âlimleri de bunlardan bahsetmiş­lerdir. Doğrusunu Allah bilir.

imam Ahmed b. Hanbel, Zübeyr b. Adiy'yin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac'dan gördüğümüz kötü muameleleri kendisine şikayet et­mek üzere Enes b. Malik'in yanına gittik. Olanları ona anlattık. Bize Şöyle dedi: "Sabredin, üzerinize gelecek bir yıl veya bir zaman veya ır günden sonraki mutlaka daha kötü olacaktır. Bu hal, Aziz ve Celil 0 an Rabbinizin huzuruna varışınıza kadar devam edecektir. Ben bu S6rÇeği Peygamberimiz (s.a.v.)'den işittim."

Buharî, Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Üzerinize gelen her zamandan bir sonraki zaman, öncekine nisbetle daha şerli ola­caktır."

Ben derim ki: Bazı kimseler bu hadisi: "Her sene rezil olacaksı­nız." manasında rivayet etmektedirler. Bu lafzın aslı yoktur. Bu an­cak hadisin manasından alınmaktadır. Doğrusunu Allah bilir.

Ben derim ki: Bir defasında Hz. Aişe'nin: "Her gün rezil olacaksı­nız." sözüne rastladım. İmam Ahmed b. Hanbel'in de bu konuda bir sözünü gördüm. Rivayete göre bir hadiste şöyle denilmiştir: "Her gün murdar canlılar olarak rezil olacaksınız." Muhtemeldir ki bu, İmam Ahmed b. Hanbel tarafından merfu olarak rivayet edilmiştir. İmanı Ahmed b. Hanbel gibi bir zat bu sözü, bir asla dayanmadan naklet­mez. Hasan'dan da bunun gibi bir söz rivayet edilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Bu da gösteriyor ki, bu rivayetin aslı vardır. Ya merfudur, ya da selef sözündendir. İnsanlar, bu sözü nesilden nesile aktarmak­tadırlar. Nihayet zamanımıza kadar bu söz ulaşmıştır ve bu her gün hatta her saat mevcuttur, kokusu hissedilmektedir. Özellikle Timur-lenk fitnesinden sonra hissedilmektedir ve bu ana kadar herşeyde re­zalet görmekteyiz. Düşünen kimseler için bu açıkça görülmektedir. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.

Süfyan-ı Sevrî, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlar öyle bir zamana ulaşacaklar ki, o zamanda Haccac'a salavat getire­ceklerdir."

Ebu Nuaym, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Eğer ha­yatta kalırsanız vallahi Haccac'ı ararsınız."

Asmaî'den şöyle rivayet edilmiştir: Hasan-ı Basrî'ye şöyle bir soru soruldu:

- Sen diyorsun ki, sonra gelenler öncekilerden daha kötüdür. İşte Ömer b. Abdülaziz, Haccac'dan sonra gelmiştir ve ondan daha iyidir.

- Arada sırada insanların soluklandırılmalan gerekir. Meymun b. Mehran dedi ki: Haccac, Hasan'a haber saldı, ona kız­mıştı. Hasan, huzura geldiğinde Haccac'a şöyle sordu:

- Ey Haccac! Seninle Adem arasında kaç baba vardır?

- Çoktur.

- Onlar şimdi nerededirler?

- Ölmüşlerdir.

Böyle dedikten sonra Haccac başını önüne eğdi. Hasan-ı Basrî de yanından çıkıp gitti.

Eyyüb es-Sahtiyanî dedi ki: «Haccac, Hasan-ı Basrî'yi defalarca öldürmek istedi, ama Allah, onu Haccac'a karşı korudu.»

Hasan-ı Basrî ile Haccac arasında bazı tartışmalar geçtiği nakle­dilmiştir. Ne var ki Hasan-ı Basrî, Haccac'a karşı ayaklanmayı uygun görenlerden değildi. O, İbn Eşas'ın adamlarını Haccac'a karşı ayak­lanmaktan menediyordu. Fakat onlarla birlikte istemeyerek Haccac'a karşı çıkmıştı. Nitekim bunu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Ha­san, bu hususta şöyle dedi: "Haccac, Allah'ın bize bir belasıdır. Al­lah'ın belasına kılıçla karşılık vermemek gerekir. Ona karşı sabırlı ve sakin olun. Bu hususta Allah'a yalvarın."

îbn Düreyd, İbn Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Haricilerden bir adam, Velid b. Abdülmelik'in huzuruna getiril­di, adama soruldu:

- Ebu Bekir ve Ömer hakkında ne dersin?

- İyi kimselerdirler.

- Osman hakkında ne dersin?

- İyi bir kimsedir.

- Ali hakkında ne dersin?

- İyi bir kimsedir.

Adama, halifeleri birer birer sordular. Hepsini münasip şekilde övdü. Nihayet kendisine sordular:

- Abdülmelik b. Mervan hakkında ne diyorsun?

- İşte sorulacak soru şimdi geldi. Ben Haccac'm adamı hakkında ne söylersem söyleyeyim; sadece onun hatalarından birini veya bir­kaçını söylemiş olurum.»

Asmaî, Ali b. Müslim el-Bahilî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Haricilerden bir kadını Haccac'ın huzuruna getirdiler. Haccac, onunla konuşuyordu, ama o Haccac'ın yüzüne bakmıyor ve sorularına cevap vermiyordu. Muhafızlardan biri kadına şöyle dedi:

- Emir seninle konuşuyor, ama sen ondan yüz çeviriyorsun.

-  Ben, Allah'ın kendisine bakmadığı bir adama bakmaktan Al­lah'tan utanırım!

Bunun üzerine Haccac, emir verdi ve kadını öldürttü.» Hicretin doksandördüncü senesi olaylarından bahsederken Hac­cac'ın Said b. Cübeyr'i Öldürüşünü ve aralarında geçen konuşma ve tartışmaları nakletmiştik.

Ebu Bekir b. Ebu Hayseme, Katade'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Said b. Cübeyr'e dediler ki:

- Sen Haccac'a karşı ayaklandın mı?

- Vallahi, o kafir olmadan ona karşı ayaklanmadım.» Anlatıldığına göre Said b. Cübeyr'den sonra sadece Mahan adın­da bir adam öldürüldü, ama ondan önce çok adam öldürülmüştü. Öl­dürülenlerin çoğu da İbn Eş'as'la birlikte Haccac'a karşı ayaklanan­lardandı.

Ebu İsa et-Tirmizî, Hişam b. Hassan'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: "Haccac'ın yakalatarak öldürttüğü insanların sayısı 120.000'i bulmuştur."

Asmaî, Kahdem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Süleyman b. Abdülmelik,bir sabah Haccac'ın zindanlarında, bu­lunan 81.000 esiri serbest bıraktı. Kendisine, Haccac'ın zindanların­da 80.000 esirin daha bulunduğunu ve bunlardan 30.000'inin kadın olduğu söylendi. Haccac'dan sonra zindanlar açıldığında oralardan hiçbiri de el ve ayak kesme ya da idam edilme cezasını hak etmiş de­ğildi. Hapsedilenler arasında bir Arabi de vardı. Bu adamın Vasıt şehrinin surları dibine idrarını yaptığı görülmüş ve bu nedenle tutuk­lanmıştı. Serbest bırakıldığında bu adam şöyle demişti: Vasıt şehrini geçtiğimizde abdest bozup abdest aldık ve hesapsızca namaz kıldık.»

Haccac, bu kadar sert ve şiddetli olmakla birlikte Irak haracın­dan büyük bir meblağ elde edemedi.

İbn Ebi'd-Dünya ve İbrahim el-Harbî, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Eğer bütün ümmetler, kötü adamlarım ortaya sürerek övünecek olurlarsa, biz de Haccac'ı ortaya sürdüğümüz takdirde hepsini mağ-lub ederiz. Haccac, ne dünyaya ne de ahirete yaradı. Irak'a vali oldu­ğunda orası çok mamur bir memleketti. Orayı verimsiz hale getirdi. Öyle ki, yıllık haraç olarak sadece 40.000.000 dirhem verdi. Benim halife olduğum bu senede valilerime 80.000.000 dirhem verildi. Eğer gelecek seneye kadar hilafette kalırsam, Hz. Ömer'e verildiği miktar olan 120.000.000 dirhem verileceğini ümid ederim."

Ebu Bekir b. el-Makarrî, Ömer b. Abdülaziz'in Adiy b. Ertat'a şöyle bir mektup gönderdiğini rivayet etmiştir:

"Duyduğuma göre sen Haccac'ın yolunu izlemektesin. Sakın ola ki, onun yolunu izlemeyesin. Çünkü o namazı vakti dışında kılar ve zekat vermekle yükümlü olmayan kimselerden zorla zekat alırdı. Başka işlerde de hukuka riayet etmezdi."

Yakub b. Süfyan, Reyyan b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Ömer b. Abdülaziz, Haccac'ın aşireti olan Ebu Ukayl hanedanını bir mektupla birlikte Yemen valisine gönderdi. Mektubunda şöyle di­yordu: "îmdi ben, Ebu Ukayl aşiretini sana gönderdim. Onlar yöne­timde en şerli hanedandırlar. Onları bize ve Allah'a karşı zilletleri nisbetinde işe dağıt ve sana selam olsun."

Ömer b. Abdülaziz, böylece Haccac'ın aşiretini sürgün etmiş oldu.

Evzaî, Kasım b. Muhaymire'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac, İslâm kulpunu çözdü." Böyle dedikten sonra onun hakkında bir hikaye de anlattı.

Ebu Bekir b. Ayyaş, Asım'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Hac­cac b. Yusuf, Allah'ın bütün haramlarını işledi."

Yahya b. İsa er-Remlî, A'meş'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İnsanlar, Haccac hususunda ihtilafa düştüler ve onu Mücahid'e sor­dular. Mücahid de onlara şöyle dedi: "Siz bana o kafir ihtiyarı mı so­ruyorsunuz?"

İbn Asakir'in rivayetine göre Şa'bî şöyle demiştir: "Haccac, sihre ve şeytana inanır, yüce Allah'ı inkar ederdi." Doğrusunu Allah bilir.

Sevrî, Tavus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Iraklı kardeşleri­mize şaşıyorum. Onlar Haccac'ı mü'min bir kimse olarak adlandır­maktadırlar."

Sevrî, İbn Avf in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ebu Vail'e, Hac­cac'ı sordum ve ona: "Sen Haccac'ın cehennemlik olduğuna tanıklık eder misin?" dedim. O da şu karşılığı verdi: "Haccac'ın cehennemlik olmadığını söyleyerek yüce Allah'a karşı tanıklık etmemi mi istiyor­sunuz?"

Sevrî, Mansur'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: İbrahim'e, Hac­cac'ı veya zorbalardan birini sordum. O da bana şöyle cevap verdi: Sen Cenab-ı Allah'ın şöyle dediğini bilmiyor musun? "Dikkat edin! Al­lah'ın laneti zalimlerin üzerinedir." (Hûd, ıs.) Sonra İbrahim, sözlerine şunu ekledi: "Kişinin Haccac'ın durumunu bilmemesi, kendisine kör­lük olarak yeter."

Selam b. Ebi Muti dedi ki: "Ben, Amr b. Ubeyd'e nisbetle Haccac'­dan daha umutluyum. Çünkü Haccac, dünya için insanları öldürdü. Amr b. Ubeyd ise, insanlar arasında çirkin bir bid'at meydana getirdi. Bu yüzden insanlar birbirlerini öldürdüler."

Zübeyr dedi ki: «Bir gün Vail'in yanında Haccac'a sövdüm. Ebu Vail bana dedi ki: "Belki bir gün o, "Allah'ım, bana rahmet'et." der de Allah ona rahmet eder. "Sen ne diyorsun, sen ne diyorsun?" diyen ki­şilerle aynı mecliste oturmaktan da sakın.»

Avf dedi ki: Muhammed b. Sirin'in yanında Haccac'dan söz açıldı. O da şöyle dedi: "Ebu Muhammed (Haccac), miskin bir adamdı. Aziz ve Ceîil olan Allah, onu azaplandırırsa günahı nedeniyle azaplandı-*ir. Eğer onu bağışlarsa ona kutlu olsun. Eğer selim bir kalble Al­lah'ın huzuruna varırsa o bizden daha hayırlıdır. Ondan daha hayırlı kimseler de günah işlemişlerdir."

Muhammed b. Sirin'e selim kalbin ne olduğunu sorduklarında o Şu cevabı verdi: "Allah'ın onun hayalı ve imanlı olduğunu bilmesi; °nun da Allah'ın hak olduğunu, kıyametin mutlaka vuku bulacağının gerçek olduğunu bilmesi ve Cenâb-ı Allah'ın kabirlerdeki kimseleri yeniden diriltip hasredeceğine inanmasıdır."

.hbul-Kasım el-Beğavî, Ebu Üsame'nin şöyle dediğini rivayet et-

«Aaamın biri, Süfyan-ı Sevrî'ye şöyle bir soru sordu:

- Haccac ile Ebu Müslim el-Horasanî'nin Cehennem'de oldukları­na tanıklık eder misin?

- Eğer tevhidi ikrar etmişlerse hayır.»

Reyyaşî, Sirrî b. Yahya'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac, bir cuma günü zindanların önünden geçerken imdat ses­leri işitti. "Bu ne?" diye sorduğunda: "Zindandakiler, sıcaktan öldük diyorlar." diye cevap verdiler. O da maiyetindeki adamlara şu emri verdi: "Onlara deyin ki: Zindanda rezil olun ve konuşmayın."

Bu hadiseden sonra Haccac, ertesi cumaya kadar yaşamadı. Al­lah onu kahretti. Nitekim Allah, bütün zorbaların kahredicisidir.»

Adamın biri dedi ki: "Haccac'ı hastalıktan helak olmak üzere iken cumaya gelir halde gördüm."

Asmaî deçli ki: "Haccac, hastalandığında halk onun ölümünü an­latarak dedikodu ve fitne çıkarmaya başladı. Bunun üzerine Haccac, bir hutbe irad ederek şöyle dedi:

«Bazı şaki ve münank kimseler arasında şeytan fesat çıkarmıştır. Bu yüzden onlar "Haccac öldü." demişlerdir. Haccac ölse ne olacak ki? Haccac ancak Öldükten sonra hayır ümid etmektedir. Allah'a yemin ederim ki, dünya ve içindeki herşey benim olmaktansa ölmeyi arzula­rım. Cenâb-ı Allah, ebediyyeti ancak en hakir yaratığı olan iblis için uygun görmüş ve buna razı olmuştur. Cenâb-ı Allah, bu hususta ona: "Şüphesiz sen (kıyamete kadar) bekletilenlerdensin." (ei-Arâf, 14.) dedik­ten sonra da onu kıyamet gününe dek ertelemiştir. Salih kul, Allah'a şöyle dua etmişti: "Bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver." (Sâd, 35.) Cenâb-ı Allah'ta o salih kula ebediyyet ha­ricinde herşeyi verdi. Salih kul, işi tamamlandıktan sonra ölmek iste­di ve şöyle dedi: "Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyilere kat." (Yûsuf, 101.) Keşke ben de o salih adam gibi olabilsem. Hepiniz de Öyle olacaksınız. Allah'a yemin ederim ki, sizden hayatta olan herkesi ölmüş, taze olan herşeyi kurumuş olarak görmekteyim. Bundan son­ra da kişi, eni boyu üçer zira' olan kefenlerine sarılarak mezara sev-kedilecektir. Yer onun etini yiyecek, irinlerini emecektir. Haram malı da çocuklarına intikal edecek ve çocukları o malı kendi aralarında paylaşacaklardır. Akıl sahibi olanlar, benim ne dediğimi anlarlar.»

Böyle dedikten sonra minberden indi."

ibrahim b. Hişam b. Yahya el-Gassanî, Ömer b. Abdülaziz'in şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

"Allah düşmanı Haccac'ı, Kur'ân'ı sevmesi, Kuran ehline bağışta bulunması ve can çekişirken de: "Allah'ım, beni bağışla, çünkü insan­lar senin beni bağışlamayacağını iddia ediyorlar." deyişi dışında baş­ka hiçbir hususta kıskanmadım."

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, Muhammed b. Münkedir'in şöyle dedigini rivayet etmiştir:

"Ömer b. Abdülaziz, Haccac'a öfke duyardı. Ancak onun can çeki-rken söylediği şu sözü beğenir ve bu hususta ona imrenirdi. Haccac, an çekişirken şöyle demişti: "Allah'ım, beni bağışla, çünkü insanlar senin beni bağışlamayacağını sanıyorlar."

Yine Muhammed b. Münkedir'den rivayete göre; ilim ehli biri, Hasan-ı Basrî'ye şöyle demiş:

- Haccac ölürken böyle birşey demişti.

- Gerçekten böyle demiş mi?

- Evet.

- Bunun kendisine ne yaran olabilir ki?

Ebu'l-Abbas el-Mirrî, Asmaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Haccac, can çekişirken şöyle bir şiir okudu:

"Ya Rab, düşmanlar aşırı şekilde yeminler ederek dediler ki, Hac­cac cehennemliktir.

Onlar körü körüne mi yemin ediyorlar?

Yazıklar olsun onlara. Bağışlayıcı ve affi yüce olan ulu Allah hak­kında birşey bilmiyorlar."

Haccac'ın böyle dediğini Hasan-ı Basrî'ye anlattılar, o da şöyle ce­vap verdi: "Allah'a yemin ederim ki, Haccac, eğer kurtulursa bu iki beyit sayesinde kurtulur."

Bazılarının ifadesine göre Haccac, can çekişirken yukarıda söyle­diği beyitlere şunları da eklemiştir:

"Efendiler, köleleri kendi hizmetlerindeyken ihtiyarladıklarında onları azad ederler,

Ey Halikim! Bu hususta sen daha çok kerem sahibisin. Ben senin köleliğindeyken yaşlandım, beni ateşten azad et."

İbn Ebi'd-Dünya, Ahmed b. Abdullah et-Teymî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Haccac öldüğünde, kimse onun öldüğünden haberdar olmadı. Ni­hayet bir cariye yüksekçe bir yere çıkıp ağladı ve şöyle dedi: "Dikkat edin, yemek yediren, çocukları yetim, kadınları da dul bırakan, kelle­leri gövdelerden ayıran Şamlıların efendisi öldü.

Daha önce bize öfke duyan, bugün bize merhamet ediyor.

Daha önce kendisinden korktuğumuz kimseden bugün artık emin oluyoruz."

Abdürrezzak, İbn Tavus'un şöyle dediğini rivayet etmiştir: Babam, Haccac'ın ölüm haberini birkaç kez duyduktan ve onun  olarak öldüğünü anladıktan sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:

"Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun ki, zulmeden milletin kökü

böylece kesildi." (el-En'âm, 45.).»

Birden fazla ravinin anlattıklarına göre Hasan-ı Basrî, Haccac'ın ölüm müjdesini aldığında yüce Allah'ın huzurunda şükür secdesine kapanmıştı. Daha önce ona karşı duygularım gizlemekte iken öldüğü­nü duyunca duygularını açığa vurdu ve şöyle dedi: 'Allah'ım, onu öl­dürdün, onun gittiği yolu da artık aramızdan kaldır."

Hammad b. Ebi Süleyman dedi ki: İbrahim en-Nehaî'ye, Haccac'­ın ölüm haberini verdiklerinde sevincinden ağladı.

Ebu Bekir b. Ebi Hayseme, Salih b. Süleyman'ın şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Ziyad b. Rebi b. Haris, zindanda iken arkadaşlarına Haccac'ın son hastalığı nedeniyle falan gecede öleceğini haber verdi. O gece ol­duğunda zindandakiler sevinçlerinden uyuyamadılar. Oturup Hac­cac'ın ölüm haberini almak için beklediler. Bu da hicri doksanbeşinci senenin ramazanının yirmiyedinci gecesi idi.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ramazanın bitimine beş ge­ce kala idi. Aynı senenin şevval ayında öldüğü de söylenir. Haccac, ölürken ellibeş yaşındaydı. Çünkü cemaat senesi dediğimiz hicri kır­kıncı senede doğmuştu. Kırkbirinci senede yahut otuzdokuzuncu se­nede doğduğuna dair zayıf kaviller de ileri sürülmüştür. Vasıt şehrin­de öldü. Mezarının yeri de belirsiz hale getirildi. Üzerine su akıtıldı ki, düşmanları onu mezarından çıkarıp yakmasınlar. Doğrusunu Al­lah bilir.

Asmaî dedi ki: "Haccac'm hali ne tuhaftı. O ölürken sadece 300 dirhem bıraktı."

Vakidî, Âbdurrahman b. Ubeydullah b. Serik'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Amcam bize dedi ki: Anlatıldığına göre Haccac, vefat edeceği sı­rada tereke olarak sadece 300 dirhem para, bir mushaf, bir kılıç, bir eyer, bir binek ve vakfedilmiş yüz zırh bıraktı.»

Şihak b. Harraş, amcası Yezid b. Havşeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ebu Cafer el~Mansur, bana haber salarak yanına çağırttı. Yanı­na vardığımda bana şöyle dedi:

- Bana Haccac b. Yusuf un vasiyetini anlat.

- Ey mü'minlerin emiri, beni bundan affet.

- Anlat, dedim.

- Onun vasiyeti şöyleydi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, Haccac b. Yusuf un vasiyetidir ki, Allah'tan başka ilah bulunma­dığına, onun ortaksız olduğuna, Muhammed'in de onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet eder. O, Velid b. Abdülmelik'ten başkasına itaati

tanımamıştır. O, bu şahadet üzere yaşadı, bu şehadet üzerine ölüyor ve bu şahadet üzerine de haşredilecektir."

Haccac, 900 demir zırh bıraktı. Bunların 600'ü Iraklı münafıkla­rındı ki, bu zırhları giyinerek savaşırlardı. 300'ü de Türklerindi.

Ebu Cafer, yanıbaşmda duran Ebu'l-Abbas et-Tusî'ye başını kal­dırıp baktı ve şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, Şiilik işte budur, sizinkisi Şiilik değildir."

Asmaî, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haccac'ı rüyada gördüm. Ona: "Allah sana ne yaptı?" diye sor­dum. Şu cevabı verdi: "Öldürdüğüm her insana karşılık Allah beni defalarca öldürdü." Onu bir yıl sonra yine gördüm, kendisine: "Ey Ebu Muhammed, Allah sana ne yaptı?" diye sordum. O da bana şu karşılığı verdi: "Ey annesinin bızrını emen adam! Sen bu soruyu ge­çen yıl da sormamış miydin?"

Kadı Ebu Yusuf dedi ki: "Harun Reşid'in yanında idim. Adamın biri, onun huzuruna geldi ve şöyle dedi:

- Ey müminlerin emiri, dün Haccac'ı rüyada gördüm.

- Onu nasıl bir kılıkta gördün?

- Çirkin bir kılıkta gördüm ve kendisine: "Allah sana ne yaptı?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Bu soruyu sormak sana mı düş­tü ey annesinin bızrını emen adam."

- Vallahi doğru söylemiş. Sen gerçekten Haccac'ı gördün mü? O hayattayken de ölüyken de hiç kimsenin lafı altında kalmazdı ve eyvallah etmezdi."

Hanbel b. Ishak, Eş'as el-Harraz'ın şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Haccac'ı rüyada kötü bir halde gördüm. Kendisine: "Ey Ebu Mu­hammed, Rabbim sana ne yaptı?" diye sorduğumda şu karşılığı verdi: "Her kimi öldürdüysem Allah, ona karşılık beni öldürdü. Sonra benim Cehennem'e atılmamı emretti." Kendisine: "Sonra ne oldu?" diye sor­duğumda şu cevabı verdi: "Sonra tevhid ehlinin ümid ettiklerini ümid etmeye başladım."»

Ibn Şirin de: "Haccac'ın kurtulacağını ümid ediyorum." dedi. Ha-san-ı Basrî, onun bu sözünü işitince şöyle dedi: "Ama vallahi Cenâb-ı Allah, onun ümidini boşa çıkaracaktır."

Ahmed b. Ebi'l-Havarî, Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

Hasan-ı Basrî, bir mecliste oturduğunda orada Haccac'dan söz edildiği takdirde mutlaka kendisine beddua ederdi. Onu rüyasında gördü ve şöyle sordu:

- Sen Haccac mısın?

- Evet, ben Haccac'ım.

- Allah sana ne yaptı?

- Öldürdüğüm her adama karşılık Allah, beni defalarca öldürdü. Sonra muvahhidlerle birlikte bir tarafa bırakıldım.

Bundan sonra Hasan-ı Basrî, ona sövmekten vazgeçti. Doğrusunu Allah bilir."

İbn Ebi'd-Dünya, Süfyan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Haccac, Abdülmelik b. Mervan'm yanına gitti. Beraberinde Mua-viye . Kurra da vardı. Abdülmelik, Muaviye'ye Haccac'ı sordu. O da şu cevabı verdi: "Eğer size doğruyu söylersek bizi öldürürsünüz, eğer size yalan söylersek Aziz ve Celil olan Allah'tan korkarız." Haccac, ona baktı, Abdülmelik de: "Ona ilişme." dedi ve onu Sind'e sürgün et­ti. Orada bazı faaliyetlerde bulundu." [6]

 

Hicri Doksanbeşîncî Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İbrahim B. Yezid En-Nehaî

 

O şöyle derdi: Biz bir cenaze merasiminde hazır olduğumuzda ve­ya bir kişinin öldüğünü duyduğumuzda bu hal aramızda günlerce bel­li olurdu. Çünkü biz ölen kimsenin Cennet'e veya Cehennem'e sevke-dileceğine yol açacak bir durumla karşılaşmış olduğunu bilirdik, ama sizler cenazelerinizde dünya meselelerinizi konuşuyorsunuz.

İbrahim b. Yezid şöyle demişti: "Görmeden kişinin görüşü doğru­lanmaz ve müstakim olmaz. Görmekte ancak görüşle olur.

Kişinin namaz esnasında iftitah tekbirini önemsemediğini görür­sen, onun kurtuluşa ermesinden ümidini kes.

Ben ayıplanacak birşeyi gördüğümde onunla mübtela olmaktan korktuğum için onu ayıplarım."

İbrahim, vefat edeceği zaman ağladı, kendisine: "Niçin ağlıyor­sun?" diye sorduklarında şu cevabı verdi: "Ölüm meleğini bekliyorum, bilemiyorum, o beni Cennetle mi yoksa Cehennem ateşiyle mi müjde­leyecek." [7]

 

Hasan B. Muhammed B. Hanefiyye

 

Künyesi Ebu Muhammed'dir. Kardeşlerinden mukaddemdi. Alım ve fakih bir kimse olup ihtilaf ve fıkhı bilirdi. Eyyüb es-Sahtiyanî ve bir başkası onun hakkında şöyle demişlerdir:

"Mürcie konusunda ilk konuşan zat odur. Bu hususta bir risale yazdı. Ama sonra pişman oldu." Başkaları dediler ki: "Hasan b. Mu­hammed b. Hanefiyye, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha ile Hz. Zübeyr hakkında çekimserdi. Ne onlardan yana olurdu, ne de onları yererdi. Bu durumunu babası Muhammed b. Hanefiyye duyunca onu dövdü ve kafasını yaraladı. Kendisine de şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana. Atan Ali'den yana olmayacak mısın?"

Ebu Ubeyd'in ifadesine göre Hasan b. Muhammed b. Hanefiyye, hicretin doksanbeşinci senesinde vefat etmiştir. Halife'nin ifadesine göre ise o, Ömer b. Abdülaziz'in hilafeti zamanında vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [8]

 

Humeyd B. Abdurrahman B. Avf Ez-Zührî

 

Annesi, Ümmü Külsünı binti Ukbe b. Ebi Muayt olup Hz. Os­man'ın ana bir kardeşidir. Humeyd, fakih, âlim ve asaletli bir kimse idi. Çok miktarda rivayetleri vardır. [9]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/173-194.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/194-195.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/195-196.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/196-203.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/203-213.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/214-232.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/232.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/232-233.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/233.