Hicretin Doksansekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 1

Abdullah B. Abdullah B. Utbe. 1

Hicretin Doksandokuzuncu Senesi 1

Ömer B. Abdülaziz'in Halifeliği 10

Hicri Doksandokuzuncu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 11

Hasan B. Muhammed B. Hanefiyye. 11

Abdullah B. Muhayriz. 11

Mahmud B. Lebid B. Ukbe. 12

Nafl B. Cübeyr B. Müt'im.. 12

Küreyb B. Müslim.. 12

Muhammd B. Cübeyr B. Müt'im.. 12

Müslim B. Yesar. 13

Haneş B. Amr Es-San'anî 13

Harice B.Zeyd. 13

Hicretin Yüzüncü Senesi 13

Abbasi Propagandasının Başlaması 16

Hicretin 100. Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 17

Salim B. Ebi'l-Ca'd El-Eşcaî 17

Ebu Ümame Sehl B. Hanif 17

Ebüz-Zahirîye Hadir B. Küreyb El-Humusı 17

Ebu Tufeyl Amir B. Vasile. 17

Ebu Osman En-Nehdî 18

Hicretin Yüzbirinci Senesi 19

Ömer B. Abdülaziz'in Biyografisi 20

Ömer B. Abdülazîzin Geleceğinin Bilinmesi Ve Bu Sebeble Gelişinin Beklenmesi 24

Fasıl 38

Fasıl 39

 

Hicretin Doksansekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Abdullah B. Abdullah B. Utbe

 

İmam ve hüccet bir zattı. Ömer b. Abdülaziz'in müeddibi, yani terbiyecisi idi. Onun, sahabelerden çok sayıda

rivayetleri vardır.

Ebu Hafs en-Nehaî ile Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye de hu sene de vefat etmişlerdir. Bunların biyografilerini, "Tekmil" adlı eserde anlatmışız dır. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yü­ce Allah daha iyi bilir. [1]

 

Hicretin Doksandokuzuncu Senesi

 

Bu senede halife Süleyman b. Abdülmelik, safer ayının onuncu gününde veya bu ayın bitimine on gün kala cuma günü kırküç yaşın­da veya kırkbeş yaşında vefat etti. Kırk yaşını geçmediği de söylenir. İki yıl sekiz ay süreyle halifelik yaptı.

Ebu Ahmed el-Hakim'in ifadesine göre Süleyman b. Abdülmelik, bu senenin ramazan ayının bitimine onüç gün kala cuma günü vefat etmiştir. Üç sene üç ay, beş gün süreyle halifelik yapmıştır. Vefatında otuzdokuz yaşındaydı. Ama sahih olan kavil, cumhura ait birinci ka­vildir. Doğrusunu Allah bilir.

Süleyman b. Abdülmelik b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ü-meyye b. Abdişems el-Kuraşi el-Ümevî Ebu Eyyüb, Medine'ye bağlı Beni Cezire'de doğdu. Babasının yanında Şam'da büyüdü. Babasın­dan, dedesinden ve dolayısıyla müminlerin annesi Hz. Aişe'den iik hadisesi ile ilgili hadisi rivayet etti.

Abdurrahman b. Hüneyde'den rivayet olunduğuna göre o, Abdul­lah b. Ömer'le birlikte bir ormanlığa gitmiş, kendisi susmuş, İbn Ömer, ona niçin sustuğunu sorunca o da: «Ben birşey temenni ediyo­rum.» demiş. İbn Ömer: «Ey Ebu Abdirrahman, ne temenni ediyor­sun?» diye sorunca Abdurrahman, şu cevabı vermiş: «Şu Uhud dağı­nın tümüyle altın olarak bana verilmesini ve altınların sayısını tesbit edip zekatını çıkarmayı isterdim. Bundan hoşnutsuzluk duymazdım. Bunun bana zararı olacağından da korkmazdım.»

İbn Asakir dedi ki: Süleyman b. Abdülmelik'in Şam'da Ciron fe­neri yanındaki meydanlıkta bir evi vardı. Babüssağir bitişiğinde bü­yük bir ev de yaptırdı. Orayı hükümet konağı yaptı ve orada Kubbe-i Hadra'ya benzesin diyerek san bir kubbe inşa ettirdi.

Süleyman b. Abdülmelik, fesahat sahibi bir kimse olup adaleti tercih eder, gaza yapmayı severdi. Kuşatmak üzere İstanbul'a bir or­du göndermiş ve bu ordu, orada bir cami yaptırmak şartıyla Bizanslı­larla barış antlaşması yapmıştı.

Ebu Bekir es-Solî'nin rivayetine göre Abdülmelik, oğulları Velid, Süleyman ve Mesleme'yi huzuruna çağırmış, onlara Kur'ân okutmuş, nePsi de Kur'ân'ı güzelce okumuşlardı. Sonra şiir okumalarını iste-mi§> şiiri de güzelce okumuşlardı. Yalnız A'şa'nın şiirim sağlam ve güzl bir şekilde okuyamamışlar. Bu nedenle Abdülmelik, onları kinamış, sonra da şöyle demişti: «Sizden herbiriniz bana Arapların söy­ledikleri en ince beyiti okusun, ama hata yapmasın, haydi bakalım ey Velid! Önce sen oku.» Velid, şu beyti okumuştu:

«Ata veya herhangi bir bineğe binmek, pazubend ile halhal ara­sındaki bineğe binmek kadar hoşuma gitmez.»

Abdülmelik: «Bundan daha ince bir şiir olabilir mi? Şimdi de sen oku ey Süleyman.» dedi. Süleyman da şu beyti okudu:

«O kadının ellerini kendine geri döndürmesi ne güzeldir ki, Onun zırhı benim elimdedir ki, peştemalını çözerim»

Abdülmelik: «İsabetli olmadı, şimdi sen oku ey Mesleme.» dedi. Mesleme de İmru'l-Kays'ın şu beytini okudu:

«Gözlerimin yaşarması, ancak yorgun kalbimin iç kısımlarına ok­larını (bakışlarını) vurman içindi.»

Abdülmelik de şöyle dedi: «İmru'1-Kays yalan söylemiş, isabetli söylememiştir. Çünkü sevgilinin gözleri aşk ile yaşannca, artık geride sadece vuslat kalır. Aşıkın, sevgilisinin cefasına göz yumması ve ona katlanıp sevgi giysisini giydirmesi icabeder. Şimdi ben bu beyit için size üç gün mühlet veriyorum. Mühlet bitiminde kim bana bunun doğru şeklini getirirse, hükümdarlık onun olacaktır. Yani ne zaman isterse onu veliaht tayin ederim.»

Oğulları Abdülmelik'in yanından kalkıp gittiler. Bir zaman sonra Süleyman yolda giderken, devesini güden bir bedevinin şu beyti te­rennüm etiğini işitti:

«Onun sevgisi uğruna eğer başımı vursalar, başım düşer düşmez o sevgiliye doğru uçup gider.»

Süleyman, bedevinin yakalanıp yanına getirilmesini emretti. Ya­nına getirilen bedeviyi alıp babasına götürdü ve: «Babacığım, istediği­ni getirdim.» dedi. Babası: «Haydi getir bakalım.» deyince mezkur beyti okudu. Bunun üzerine babası da: «Güzel okudun, bunu nereden buldun?» diye sorunca Süleyman, bedevinin hikayesini ona anlattı. Abdülmelik de, Süleyman'a: «Ne isteğin varsa söyle, arkadaşın bede­viyi de unutma.» dedi. Süleyman: «Ey mü'minlerin emiri, senden son­rası için Velid'i veliahd tayin ettin. Ben de ondan sonrası için veliahd olmak istiyorum.» dedi. Abdülmelik, Süleyman'ın bu isteğini kabul etti Onu hicretin seksenbirinci senesinde hacca gönderdi. Ayrıca ona 100.000 dirhem para verdi. Süleyman, bu parayı mezkur beytin sahi­bi bedeviye verdi.

Babası hicretin seksenaltmcı senesinde, vefat edince kardeşi Velid halife oldu. O da kardeşinin veziri ve danışmanı oldu. Emevi camiinin yapılması için kardeşi Velid'i o teşvik etti. Kardeşi Velid, hicretin doksanaltmcı senesinin cemaziyelahir ayının ortasında cumartesi gü­nü vefat ettiğinde kendisi Remle'de idi. Şam'a geldiğinde emirler ve eşraf onu karşıladılar. Başka bir rivayette anlatıldığına göre emirler, kumandanlar ve eşraf, Kudüs'e giderek orada kendisine bey'at ettiler. Kendisi de Kudüs'te ikamete niyetlendi. Tebrik heyetleri Kudüs'e gi­derek onu orada tebrik ettiler. Ancak orada başka heyetler göremedi­ler. Süleyman, Kayalık mescidinin kuzeyinde, mescidin sahnında kubbe altında oturmaktaydı. Halkın ekabiri de kürsüler üzerinde otu­ruyorlardı. Onlara malları paylaştırıyordu. Sonra kendisi Şam'a dön­meye karar verdi. Nihayet Şam'a gitti ve Emevi camiinin inşaatını ta­mamladı.

Onun zamanında camideki hükümdar mahfeli (maksure) yenilen­di. Amcası oğlu Ömer b. Abdülaziz'i kendine müsteşar ve vezir tayin ederek şöyle dedi: «Biz idarenin başına geçtik, ama idare hususunda fazla bir bilgimiz yoktur. Halkın yararına gördüğün şeyleri bize tav­siye edip yaz.»

Süleyman'ın yaptığı yararlı işler arasında Haccac'ın tayin ettiği kaymakamları görevden azletmek, Haccac tarafından hapse atılan kimseleri serbest bırakmak, esirleri salıvermek, Irak halkına bağış­larda bulunmak, daha önceleri namazı geç vakitlere erteleme âdetini kaldırarak namazları ilk vakitlerinde kılmak gibi işler gelir. Ayrıca Ömer b. Abdülaziz'den duyduğu güzel olan başka işleri de yaptı. Kos-tantiniyye'ye gazaya gidilmesini emretti. Oraya Şam'dan, Cezire'den ve Musul'dan topladığı 120.000 kara askerini gönderdi. Ayrıca Mısır ve Kuzey Afrika'dan da 1.000 kadar deniz askerini Ömer b. Hübeyre komutasında yola çıkardı. Hem kara, hem deniz askerlerinin başko­mutanı da kardeşi Mesleme idi. Mesleme'nin beraberinde Süleyman'­ın oğlu Davud da vardı. Bunlar, kendi aile efradından bazılarını da yanlarına almışlardı. Bütün bu sevkiyat işlemi, Musa b. Nusayr'ın Kuzey Afrika'dan Şam'a gelişi esnasında onunla yapılan istişare neti­cesinde kararlaştırılmıştı. Sahih kavle göre Musa b. Nusayr, Süley­man'ın kardeşi Velid'in hilafeti zamanında Şam'a gelmiştir. Doğrusu­nu Allah bilir.

Ibn Ebi'd-Dünya, Cabir b. Avn el-Esedî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Süleyman b. Abdülmelik, halifeliğe geçtiğinde ilk olarak şu konuşımayı yaptı:

«Dilediğini yapan, dilediğini yükselten, dilediğim alçaltan, diledi­ğine veren, dilediğini mahrum bırakan Allah'a hamdolsun. Doğrusu dünya, aldanma yurdudur, boş bir menzildir, dolanıp durma süsüdür. Ağlayanı güldürür, güleni ağlatır. Güvendekini korkutur, korkulu olana güven verir. Servet sahibini yoksul, yoksulu da servet sahibi kı­lar, meyillidir insanlarla oynar. Ey Allah'ın kullan! Allah'ın kitabını rehber edinin. Onun hükmüne razı olun. Onu kendinize lider yapın. O kitab, kendisinden önceki kitablan yürürlükten kaldırmıştır. Sonra gelecek kitablar, onu yürürlükten kaldıramazlar. Ey Allah'ın kulları! Bilesiniz ki bu Kur'ân, şeytanın tuzak ve kinini, sabah aydınlığının çekip gitmekte olan gece karanlığını silip ortalığı aydınlatışı gibi ay­dınlığa çıkartır.»

Yahya b. Main, Abdülmelik oğlu Süleyman'ın bir hutbesinde şöy­le dediğini rivayet etmiştir: «Kur'ân'ın diğer sözlere üstünlüğü, Al­lah'ın kendi yaratıklarına üstünlüğü gibidir.»

Hammad b. Zeyd, Yezid b. Hazim'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: Süleyman b. Abdülmelik, her cuma günü bize hutbe, irad ederdi. Her hutbesinde şu sözü mutlaka tekrarlardı:

«Dünyadaki insanlar, göçmek üzeredirler. Bu halde iken Allah'ın emri ve va'di gelinceye dek onlar bir niyetlerini gerçekleştiremezler ve dünyada da rahata eremezler. Aynı şekilde dünyanın nimetleri de­vam etmez, onun musibetlerinden emin olunmaz. İnsanların şerride kalıcı değildir.» Böyle dedikten sonra da şu ayet-i kerimeyi okurdu:

«Bana söylesene, ey Muhammed! Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit edildikleri şey başlarına gelse, kendile­rine verilmiş olan nimetler onlara bir fayda sağlar mı?» (eş-Şuarâ, 205-207.)

Asmaî'nin rivayetine göre Süleyman b. Abdülmelik'in yüzüğünün üzerinde: «İhlaslı olarak Allah'a iman ettim.» diye yazılı imiş.

Ebu Meşher, Ebu Müslim Seleme b. Ayyar el-Fezarî'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir: Muhammed b. Şirin, Süleyman b. Abdülme-lik'e rahmet okur ve şöyle derdi: «O, halifeliğe hayırla başladı ve ha­yırla sona erdirdi. Namazlara vaktinde icabet ederek halifeliğe başla­dı ve Ömer b. Abdülaziz'i de kendi yerine geçirerek halifeliği noktala­dı.»

Alimlerin ve tarihçilerin icmama göre Süleyman b. Abdülmelik, hicretin doksanyedinci senesinde halife olarak insanlara haccettir-miştir.

Heysem b. Adiy, Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Süley­man b. Abdülmelik, insanlara haccettirdi. Halkın hac için toplandık­larını görünce Ömer b. Abdülaziz'e şöyle dedi:

- Ey Ömer! Sayılarını ancak Allah'ın bildiği bu halkı görüyor musun? Bunların rızkını Allah'tan başkası veremez.

- Ey mü'minlerin emin, bunlar bugün senin halkındırlar, reayan-dırlar. Yarınsa Allah katında senin hasmın olacaklardır.

Bunun üzerine Süleyman şiddetle ağlamaya başladı ve sonra: "Allah'tan yardım dilerim." dedi.»

İbn Ebi'd-Dünya, Atâ b. Saib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Süleyman b. Abdülmelik ile birlikte bir se­ferde idi. Yağmur yağdı, şimşek çaktı, fırtınalar esti. Bu durumdan korktular. Ömer b. Abdülaziz ise gülmeye başladı. Süleyman ona sor­du:

- Ey Ömer, seni güldüren şeynedir? İçinde bulunduğumuz duru­mu görmüyor musun?

- Ey mü'minlerin emiri, bu Allah'ın rahmet eserleridir. Bunda gördüğün şeylerin şiddeti vardır. Ya Allah'ın gazab ve öfkesinin eser­lerine ne diyeceksin?»

Süleyman b. Abdülmelik'in güzel sözlerinden bazı örnekler:

«Susmak, aklın uyumasıdır. Konuşmaksa, aklın uyanmasıdir. Bunlardan biri, ancak diğeri ile tamam olur.»

Adamın birisi, Süleyman b. Abdülmelik'in huzuruna girdi ve onunla konuştu. Konuşması çok hoşuna gitti. Sonra onu dikkatlice araştırdı, aklını beğenmedi ve şöyle dedi:

«Kişinin, aklından ziyade konuşması bir hiledir. Aklının da ko­nuşmasından fazla olması ayıp ve çirkinliktir. Bunun en hayırlısı, ko­nuşmanın akıl nisbetinde, aklın da konuşma nisbetinde olmasıdır. Akıllı kimse, geçimini sağlama talebiyle dilini hareket ettirmeye tut­kun olandır. Güzel konuşmayı beceren kimse, güzelce susmayı da be­cerir. Ama her güzel susan kimse, güzelce konuşmayı becerecek değil­dir.»

Süleyman b. Abdülmelik, ölen bir dostu için şu teselli edici şiiri söylemişti:

«Şürahil'e olan tutkunluğumu hoş gör.

Çünkü her ne zaman benimle karşılaşırsan, arkadaşı ölmüş bir kimseyle karşılaşmış olursun.»

Süleyman'ın şiirlerinden biri de şu idi:

«Beni bıktırsa da arkadaşımdan aynlmamak benim karakterim­dir. Beni bıktırsa da onun doğru yola girmesini isterim.

Bana olan sevgisi devam ederse, ben de sevgimi devam ettiririm. Söz ve ahde uymayan başkalan gibi olmam.»

Süleyman b. Abdülmelik, bir gece ordugahta bir türkü çalındığını duydu. Gidip araştırdı, eğlenenlerin yanına vardı, onlara şöyle dedi: «At kişnediği zaman, dişi bir at ister. Deve böğürdüğü zaman, dişi bir deve ister. Teke melediği zaman, dişi bir keçi ister. Erkek de şarkı söylediği zaman, bir kadın ister.» Böyle dedikten sonra: «Bunların testislerini burun.» diye emir verdi. Anlatıldığına göre Ömer b. Abdü-laziz, bu buyruğuna karşı çıkarak: «Ey müminlerin emiri, bu işkence­dir, ama sen bunları sürgün et.» demiş. Süleyman da onları sürgün etmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise Süleyman, onlardan birinin testislerini burmuştu. Sonra bu türkünün kaynağını araştır­mış, kendisine, Medine'den birinin bu türkünün sözlerini yazdığını söylemişlerdi. O da Medine valisi Ebu Bekir b. Muhammed b. Hazm'a bir mektup yazarak yanındaki kadınsı şarkıcı ve türkücülerin testis­lerini burmasını emretmişti.

Şafiî dedi ki: Arabinin biri, Süleyman'ın huzuruna girdi. Süley­man, onu paluze yemeye davet etti ve: «Paluze yemek, dimağı fazla­laştırır.» dedi. Arabi, ona şu karşılığı verdi: «Eğer bu doğru olsaydı, mü'minlerin emirinin başının katır başı gibi büyük olması gerekirdi.»

Anlatıldığına göre Süleyman b. Abdülmelik, çok obur bir kimsey-miş. Bu hususta çok garib şeyler anlatılır. Mesela bir gün kahvaltıda kırk kızartılmış tavuk, üzerindeki iç yağıyla birlikte seksendört böb­rek, seksen ekmek yemiş, sonra da halkla birlikte umumi sofrada ye­mek yemişti.

Yine bir gün kendi bahçesine girmiş, bahçıvana meyve toplaması­nı emretmiş. Arkadaşlarıyla birlikte oturup yemeğe başlamış, arka­daşları yemekten doyup usanmış, kendisi ise daha yemeğe devam et­mişti. Sonra da kızartılmış bir koyun getirilmesini istemiş, getirilen koyunu yemiş. Yedikten sonra tekrar meyve yemeğe devam etmişti. Sonra da iki tavuk getirtmiş, onları da yemiş, tavuklardan sonra tek­rar meyve yemeğe başlamıştı. Bunun ardısıra bir adamın içine otura­bileceği büyüklükte bir kazan dolusu helva getirtmiş. Onu da yedik­ten sonra hilafet makamına dönmüştü. Makama girer girmez sofrayı kurdurmuş. Sofradaki yiyecekleri yemiş, ufak bir kırıntı dahi bırak­mamıştı.

Rivayet olunduğuna göre bu kadar çok yemesinden ötürü hum­maya yakalanmış ve neticede ölmüştür. Denildiğine göre ölüm sebebi, 400 yumurta ve iki sepet incir yemesiymiş. Doğrusunu Allah bilir.

Fadl b. Ebi'l-Mühelleb'in anlattığına göre Süleyman b. Abdülme­lik, bir cuma gününde sarı bir elbise giymiş. Sonra onu çıkararak ye­rine yeşil bir elbise giymiştir.

Bu ve benzeri hikayeler, Abbasilere yaranmaya çalışan Acemlerin mübalağalarındandır. İleriki sayfalarda da anlatılacağı gibi rahmetli Süleyman b. Abdülmelik; yakışıklı, güzel ve nahif vücutlu bir kimse idi- Vücudunun bu şekilde ince ve nazenin olması da kendisine isnad edilen oburluk sıfatıyla bağdaşmamaktadır. Bu tür uydurmaları or­taya atan ve böyle yalanları söyleyen kimseler, midenin kendi hac­minden fazla yiyeceği almayacağını unutmuşlardır. Denilir ki: Eğer çok yalancı isen, çok hatırlayan bir kimse ol.

Süleyman b. Abdülmelik, başına yeşil bir sarık takmış, yeşil bir sergi üzerine oturmuş, çevresini yeşil şeylerle sergilemiş, sonra ayna­ya bakmış, güzelliğini kendisi de takdir etmiş. Kollarını sıvayarak: «Ben genç halifeyim.» demiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o önce aynada kendini seyreder ve: «Ben genç hükümdarım.» dermiş. Diğer bir rivayete göre o, aynaya bakarak şöyle dermiş: «Muhammed, peygamberdi, Ebu Bekir, sıddıktı. Ömer, hakkı batıldan ayırd edendi. Osman, hayalı idi. Ali, şecaatli idi. Muaviye, yumuşak huyluydu. Ye-zid, sabırlıydı. Abdülmelik, siyasetçiydi. Velid, zorbaydı. Ben de genç hükümdarım.»

Anlatıldığına göre böyle demesinden sonra aradan bir ay (diğer bir rivayete göre bir cuma) geçmeden vefat etmişti.

Hummaya yakalandığında abdest almaya başlamış, abdest aldık­tan sonra cariyesini yanına çağırarak üzerine abdest artığı suyu dök­mesini emretmiş, cariye suyu döktükten sonra şu şiiri okumuştu:

«Sen bulunmaz bir nimetsin, keşke ölümsüz olabilsen.

Ne var ki, insan ölümsüz olamaz.

Bildiğim kadarıyla diğer insanlardaki hiçbir kusur yoktur sende.

Ne var ki, sen de fani bir kimsesin.»

Anlatıldığına göre Süleyman, böyle diyen cariyeye bağırmış, son­ra da: «Nefsim için bana teselli verdi.» demiş, sonra da dayısı Velid b. Abbas Ka'ka el-Anesî'ye, kendisine suyu dökmesini emredip şöyle de­miş:

«Ey Velid, abdest suyunu yaklaştır, senin bu dünyan geçici bir yaşama ve eğlenme yeridir.

Hayatında kendi nefsin için salih amel işle, çünkü bu zamanda ve felekte, ayrılma ve bir araya gelme vardır.»

Rivayet olunduğuna göre cariye ona tası getirdiğinde sıtmadan ti­ril tiril titriyordu. «Falan cariye nerede?» diye sordu. Cariye de: «O sıtmaya yakalanmış.» diye cevap verdi. «Ya diğer cariye nerede?» diye sordu. Cariye: «O da sıtmaya yakalandı.» diye cevap verdi. Süleyman, 0 zaman Kinnesrin'e bağlı Mercidabık'taydı. Dayısına, kendisine ab-

dest alması için yardımcı olmasını söyledi. Abdest aldıktan sonra çı­kıp cemaata namaz kıldırdı. Hutbede boğazı sıkıştı. Öksürmeye baş­ladı, minberden indi. Sıtmaya yakalanmıştı. Bu nedenle ertesi cuma­da vefat etti. Onun zatülcenp hastalığına yakalandığı ve bu yüzden öldüğü de söylenir. Allah, ona rahmet etsin.

İstanbul fethine dair haber kendisine gelmeden Mercidabık'tan ayrılmamaya, ya da orada ölmeye yemin etmişti. Bu haber kendisine ulaşmadan orada vefat etti. Allah, ona rahmet etsin/Makamını âli kılsın.

Denildiğine göre hastalığında sayıklayarak şöyle diyormuş: «Be­nim çocuklarım küçüktürler, çocukları büyük olan kimse kurtuluşa ermiştir»

Ömer b. Abdülaziz ise, ona şu karşılığı vermişti: «Ey mü'minlerin emiri! Aslında inananlar kurtuluşa ermişlerdir.» Bunun üzerine o da şöyle demiş:

«Benim çocuklarım, yaz mevsimindeki meyveler gibidir. Yaşlı ço­cukları olan kimse kurtuluşa ermiştir.»

Rivayete göre söylediği en son söz bu olmuştur. Sahih kavle göre ise, söylediği en son söz şu olmuştur: «Ey Rabbim! Senden kıymetli ve rahat bir diyar istiyorum.» Böyle dedikten sonra ruhunu teslim etmiş­ti.

İbn Cerir, Emevilerin sadık veziri Reca b. Hayve'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

«Süleyman b. Abdülmelik, hasta iken bana danıştı ve bulûğa er­memiş küçük oğlunu veliaht yapmayı düşündüğü anlattı. Ben de ken­disine dedim ki: «Halifeyi mezarında rahat bırakacak ve hatırasını muhafaza edecek bir iş varsa, o da halifenin kendisinden sonrası için Müslümanların başına salih bir adamı veliaht yapmasıdır.» Bundan sonra oğlu. Davud'u veliaht yapmayı düşündüğünü söyledi ve fikrimi sordu. Ben de şöyle dedim: «O, şimdi senin yanında değil, İstanbul'da­dır, hayatta mı yoksa ölü mü, bilmiyorsun.» Ben böyle dedikten sonra: «Ya kimi uygun görüyorsun?» diye sordu. Ben de: «Görüş senindir, ey mü'minlerin emiri.» dedim. Bunun üzerine o da: «Ya Ömer b. Abdüla-ziz'e ne dersin?» diye sordu. Ben de kendisine şöyle cevap verdim: «Vallahi, onu iyi bir kimse biliyorum. Faziletlidir, Müslümandır, hay­rı ve hayır sahibi kimseleri sever. Ancak senin kardeşlerinin buna ra­zı olmayacaklarından korkuyorum.» Ben böyle deyince Süleyman: «Vallahi öyledir.» dedi. Sonra da Ömer b. Abdülaziz'den sonrası için Yezid b. Abdülmelik'i veliaht tayin etmeyi düşündüğünü ve bununla da Mervan oğullarını memnun edeceğini söyleyip fermanı yazdırdı:

«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın kulu Süleyman b. Abdülmelik'in, Ömer b. Abdülaziz'e yazmış olduğu bir mektuptur.

Ben onu, kendimden sonrası için halifeliğe nasb ettim. Ondan sonrası için de Yezid b. Abdülmelik'i veliahd olarak belirledim. Onu dinleyin ve ona itaat edin. Allah'tan korkun, ayrılığa düşmeyin. Yoksa düşma­nınız size saldırmaya tamahlanır.»

Böyle dedikten sonra mektubu mühürleyip muhafız komutanı Ka'b b. Hamid el-Absî'ye gönderdi ve ona da şöyle dedi: «Aile efradımı topla. Onlara, bu mühürlü mektuptaki şeylere uyup bey'at etmelerini söyle. Bey'at etmeyenin boynu vurulsun.» Süleyman'ın aile efradı top­landı. Onlardan biri kalkıp halife Süleyman'ın yanma gitti, selam verdi. Süleyman, ona şöyle dedi: «Bu benim size emrimdir. Ömer b. Abdülaziz'i dinleyin. Ona itaat edin, benim tayin ettiğim kimseye ita­at edin.» Onlar da birer birer ona bey'at ettiler.                       %

Reca dedi ki: Bey'attan sonra dağıldıklarında Ömer b. Abdülaziz, bana gelip şöyle dedi: «Allah aşkına, seninle olan dostluğum ve bana gösterdiğin hürmet hatırına söyle. Eğer bu mektupta benim veliahd olarak adım geçmekte ise bana bildir ki, ileride yapamayacağım şeyi şimdi yapayım ve istifa edeyim.» Ben de kendisine: «Vallahi, bu mek­tupta yazılı olanlardan bir harfi dahi sana söylemiyeceğim.» dedim.

Sonra Hişam b. Abdülmelik, Reca'nm yanına gitti ve ona şöyle dedi: «Ey Reca! Bana saygın ve sevgin vardır, eskiden beri dostuz. Eğer bu mektupta benim adım geçmekteyse bana bildir. Şayet ben­den başkasının adı geçmekteyse zaten benim kadar bu görevde ku­surlu olacak kimse yoktur.» Reca da ona şöyle dedi: «Allah'a yemin ederim ki, halifenin bana verdiği sırlardan bir tek harfi dahi sana bil-dirmeyeceğim.»

Bundan sonrasını Reca şöyle anlatıyor: «Süleyman b. Abdülme-lik'in huzuruna girdim. Ölmek üzere olduğunu gördüm. Can çekiş­mekte iken onu kıble tarafına döndürmek istedim. Ayılmca: «Ey Re­ca! Henüz bunun vakti gelmedi.» dedi. Üçüncü kez can çekişmeye baş­layınca: «İşte şimdi zamanıdır ey Reca, eğer birşey yapmak istiyorsan yap. Allah'tan başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in de O'nun ku­lu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.» dedi. Ben de onu kıble tarafına çevirdim, vefat etti. Allah ona rahmet etsin, üzerine yeşil bir kadife örttüm. Kapıyı üzerine kilitledim, Ka'b b. Hamid'e haber gönderdim. O da insanları Dabik mescidinde topladı. Toplanan cemaata dedim ki:

- Şu mektupta adı geçene halife olarak bey'at edin.

- Eey'at ettik.

- Mektupta adı veliahd olarak geçene de bey'at edin.

Ona da bey'at ettiler. Sonra şöyle dedim: «Kalkın bakalım, halife öldü.» Mektubu onlara okudum. Ömer b. Abdülaziz'in adını okudu­ğumda Mervan oğullarının yüzlerinin rengi değişti. Ondan sonra veli­ahd olarak Hişam b. Abdülmelik'in atandığına dair kısmı okuduğumda biraz kendilerine gelebildiler. Hişam: «Ömer'e asla bey'at etmeye­ceğiz.» dedi. Ben de ona: «Allah'a yemin ederim ki, senin boynunu vu­rurum, kalk bey'at et.» dedim. Sonra insanlar kalkıp mescidin geri ta­rafında durmakta olan Ömer b. Abdülaziz'e bey'at ettiler. Bey'at işi tamamlanınca Ömer: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve biz O'na dönücüleriz).» dedi. Ayakları onu taşıyamı-yordu. Nihayet onu koltuk altından tutup minbere çıkardılar. Bir sü­re sustu. Reca b. Hayve de: «Niçin kalkıp mü'minlerin emirine bey'at etmiyorsunuz, ne duruyorsunuz hâlâ?» dedi. Halk, kalkıp ona bey'at etti. Sonra Hişam, bey'at etmek için gelip minbere çıktığında: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn.» dedi. Ömer de şu karşılığı verdi: «Evet, innâ lillah ve innâ ileyhi raciûn. Ne yazık ki, ben ve sen bu halifelik işinde çekişiyoruz.» Sonra Ömer kalkıp insanlara tesirli ve beliğ bir hutbe irad etti, halk da ona bey'at etti. Hutbesinde şöyle dedi:

«Ey insanlar, ben uyduruk icatlar çıkaracak biri değilim. Benden öncekilere uyacak biriyim. Çevrenizdeki şehirler ve kasabalar sizin gibi itaat ederlerse idarenizi yürütürüm. Ama itaat etmezlerse idare­nizi yürütmem.»

Böyle dedikten sonra minberden indi. Müteveffa halife Süley­man'ı teçhiz etmeye başladılar.»

Evzaî dedi ki: Süleyman'ın teçhizi ile uğraşırlarken akşam oldu. Güneş battı, Ömer insanlara akşam namazını kıldırdı. Sonra da Sü­leyman'ın cenaze namazını kıldırdı. Süleyman, akşam namazından sonra defnedildi. Ömer dönerken kendisine halifelik binekleri getiril­di. O bineklere binmeyi kabul etmedi. Kendi bineğine bindi, insanlar­la birlikte geri döndü ve nihayet Şam'a böylece vardılar. Onu hilafet makamına götürmek istedilerse de o: «Babam Ebu Eyyüb'ün evi boşa-lıncaya kadar kendi evimde kalacağım.» dedi. Halk da onun bu davra­nışını hoş karşıladı. Sonra katibi çağırdı, diğer şehirlerin kendisine bey'at etmeleri talebine dair mektubu ona yazdırdı. Reca, «Ondan da­ha fasih bir mektup görmedim.» dedi.

Muhammed b. İshak dedi ki: Süleyman b. Abdülmelik, hicretin doksandokuzuncu senesinin safer ayının onuncu günü olan cuma gü­nünde Kinnesrin'e bağlı Dabik'te, Velid'in vefatından iki yıl dokuz ay yirmi gün sonra vefat etti. Onun vefat tarihinin böyle olduğunu cum-hur-u ulema söylemiştir. Bazılarının ifadesine göre ise o, aynı sene­nin safer ayının bitimine on gün kala vefat etmiştir. Halifeliğinin ise iki sene sekiz ay sürdüğünü söylemişlerdir. Bazıları, buna beş günlük bir süre daha eklemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Hakim Ebu Ahmed'in ifadesine göre Süleyman b. Abdülmelik, hicri doksandokuzuncu senenin ramazan ayı bitimine onüç gün kala cuma gününde vefat etmiştir. İbn Asakir de böyle bir nakilde bulunmuştur ki, bu cidden garibtir. Onun bu hususta bütün söylediklerine cumhur-u ulema muhalefet etmiştir. Yine onlara göre Süleyman, ve­fat ederken kırk yaşından üç veya beş gün almıştı. Doğrusunu Allah

bilir-

Dediler ki: Süleyman b. Abdülmelik, uzun boylu, yakışıklı, beyaz

tenli, güzel yüzlü, nahif vücutlu, kaşları bitişik, fesahat ve belagat sa­hibi bir kimse olup Arapçayı güzel konuşur; dindarlara, hayırhahlara yakınlık gösterip ihsanda bulunan bir kimseydi. Hakkı ve hak ehlini sever, Kur'ân'a ve sünnete uyar, İslâmî prensipleri izhar ederdi. Allah ona rahmet etsin. Şam'dan Mercidabık'a giderken (Dabık, Haleb'e bağlı bir kasabanın adıdır.) Bizans'ın büyük şehri İstanbul'a ordu göndermiş ve İstanbul fethe dili nceye veya kendisi ölünceye kadar Mercidabık'tan çıkmamaya yemin etmişti. Önceki sayfada da anlattı­ğımız gibi orada vefat etmişti. Böylece Allah yolunda nöbet tutma se­vabını bu niyetinden dolayı elde etmiş oldu. İnşaallah kıyamete kadar bu sevap onun defterine yazılmaya devam edecektir. Allah, ona rah­met etsin.

Hafız İbn Asakir, Şurahil b. Ubeyde b. Kays el-Ukaylî'nin biyog­rafisinden bahsederken özetle şöyle demiştir:

Mesleme b. Abdülmelik, İstanbulluları kuşatma altına alıp sıkın­tıya soktuğunda bütün yolları araştırdı ve oradaki çevre hükümdarla­ra da zor kullanıp onları istila altına aldı. O sırada Bizans hükümdarı İlyon, Bürcan hükümdarına mektup yazarak Mesleme'ye karşı yar­dım istedi ve ona şöyle dedi: «Müslümanların kendi dinlerine davette bulunmaktan başka amaçları yoktur, bunların en yakın amaçları bu­dur. Benimle olan işlerini tamamladıktan sonra sana yöneleceklerdir. O zaman yapacağın işi şimdiden yap.»

Bunun üzerine mel'un Bürcan meliki hile ve desise kurmaya baş­ladı. Mesleme'ye şu mealde bir mektup gönderdi: «İlyon, bana mektup yazarak sana karşı benden yardım istedi. Ama ben seninle berabe­rim, bana istediğin emri verebilirsin.» Mesleme de ona şu mektubu yazdı: «Ben senden adam, asker ve teçhizat istemiyorum. Yalnız bize azık gönder, yanımızdaki azık azaldı.»

Bürcan hükümdarı, ona şu haberi gönderdi: «Sana falan yere bü­yük bir kervan gönderiyorum. Onu teslim alacak ve ondan mal satın alacak adamlarını gönder.»

Mesleme, o kervana gidip gerekli malları teslim alması ve gerekli şeyleri satın alması için askerler gönderdi. Çok sayıda asker gitti. Gerçekten belirtilen yerde büyük bir kervan gördüler. Kervanda çe-ŞitH mallar, eşyalar ve yiyecekler vardı. Satın almaya başladılar ve bu işle meşgul oldular. Ama Bürcan melikinin kendilerine o dağlar arasmda kurmuş olduğu tuzaktan haberleri yoktu. Düşmanlar ansızın üzerlerine hücum ettiler. Müslümanlardan çok adam Öldürdüler. Geride kalanları esir aldılar. Mesleme'nin yanına çok az sayıda adam döndü. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun.

Mesleme, bu durumu kardeşi Süleyman'a bir mektupla bildirdi. O da Şurahil b. Ubeyde komutasında büyük bir askeri birliği takviye olarak gönderdi. Şurahü'e, İstanbul boğazını aşarak ilk önce Bürcan hükümdarj ile savaşmalarını, sonra Mesleme'nin yanına dönmelerini emretti. Onlar da İstanbul boğazını aşıp Bürcan'a gittiler. Bürcanh-larla şiddetlice savaştılar. Müslümanlar, Allah'ın izniyle onları hezi­mete uğrattılar, onlardan çok sayıda adam öldürdüler, çok sayıda da esir aldılar, Müslüman esirleri de kurtardılar. Sonra Mesleme'nin ya­nma dönerek orada kaldılar.

Nihayet Ömer b. Abdülaziz, Bizans gailesinden ve beldelerinden korktuğu için İstanbul'daki İslâm ordusunun tümünü geriye çekti. Erzak sıkıntısı başgöstermişti. Daha önce İstanbul'da uzun bir süre kalmışlardı. Allah mükafatlarını versin. [2]

 

Ömer B. Abdülaziz'in Halifeliği

 

Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Süleyman b. Abdülmelik'in hicri doksandokuzuncu senenin safer ayının bitimine on gün kala (ve­ya bu ayın onuncu gününde) cuma günü vefat etmesi üzerine, kendi­sinin haberi olmaksızın önceden veliahd tayin edilmiş olması nede­niyle Ömer b. Abdülaziz'e hilafet bey'ati yapıldı.

Daha ilk hareket ve davranışlarında Ömer'in takvalı, dindar, za-hid ve nezih bir kimse olduğu görüldü. Çünkü ilk günde o, halifelere mahsus bineğe binmeyip daha önce kullanmış olduğu kendi bineğine binmekle yetinmişti. Hilafet makamına rağbet göstermeyip kendi evinde oturmaya devam etmişti. Anlatıldığına göre o, halifelik için kendisine bey'at edildiği günde halka bir hutbe irad etmiş ve hutbe­sinde şöyle demişti;

«Ey insanlar! Benim çok arzu sahibi bir nefsim vardır. Kendisine ne verilirse muhakkak daha üstün olan birşeyi ister. Bana halifelik verilince nefsim, halifelikten daha üstün olan Cennet'e arzu duymaya başladı. Cennet'e kavuşmam için bana yardım edin. Allah size rah­met etsin.»

Vefat olayından bahsederken inşaallah Ömer b. Abdülaziz'in bi­yografisini anlatacağız.

Halife Ömer b. Abdülaziz, hicri doksandokuzuncu senede ilk ola­rak Mesleme b. Abdülmelik'e ve beraberindekilere bol miktarda yiye­cek ve asil atlar gönderdi. Denildiğine göre onlara 500 at göndermişti ki, insanlar bundan ötürü çok sevinmişlerdi. İstanbul kuşatmasını ürdürmekte olan Mesleme ordusu zorlanmış, sıkıntıya düşmüştü. Ömer b. Abdülaziz, geri dönmeleri için onlara emir gönderdi.

Bu senede Türkler, Azerbaycan'a saldırarak oradaki Müslüman­lardan çoğunu öldürdüler. Ömer Hatem b. Numan el-Bahilî, Türkle­rin üzerine giderek oradaki Türkleri öldürdü. Az sayıda Türk ondan kurtulabildi. Yakalanan ve esir edilen Türkleri, Hanasıra'da bulunan Ömer b. Abdülaziz'e gönderdi.

Ezan okuduktan sonra müezzinler, meşguliyetinin çokluğu nede­niyle önceki halifeler gibi namazı geciktirmesin diye, namaz vaktinin geldiğini Ömer b. Abdülaziz'e bildiriyorlardı. Müezzinler bunu, onun eniri üzerine yapıyorlardı. Doğrusunu Allah bilir.

Cerir b. Osman er-Rahbî el-Humusî'nin biyografisinden bahse­derken İbn Asakir, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz'in müezzinlerinin gelip kendisine selam ver­diklerini, namazın yaklaştığını duyurduklarım gördüm. Ona şöyle di­yorlardı: "Selam sana ey mü'minlerin emiri! Allah'ın rahmet ve bere­keti senin üzerine olsun. Haydi namaza, haydi felaha, namaz yaklaşti.  »

Bu senede Ömer b. Abdülaziz, Yezid b. Mühelleb'i Irak valiliğin­den azletti. Basra valiliğine Adiy b. Ertat el-Fezarî'yi, kadılığa da Ha-san-ı Basrî'yi tayin etti. Ancak Hasan, daha sonra istifa etti, o da isti­fasını kabul etti. Hasan'ın yerine İyaz b. Muaviye adındaki meşhur ve zeki âlimi kadı olarak tayin etti. Küfe valiliğine Abdülhamid b. Ab-durrahman b. Zeyd b. Hattab'ı tayin etti. Ebü'z-Zinad'ı da ona katip olarak verdi. Oraya kadı olarak Amir eş-Şa'bî'yi tayin etti.

Vakidî dedi ki: Amir eş-Şa'bî, Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği sü­resince Küfe kadılığını sürdürdü.

Ömer, Horasan valiliğine de Cerrah b. Abdullah el-Hakemî'yi ta­yin etti. Mekke valisi ise, Abdülaziz b. Abdullah b. Halid b. Üseyd idi. Medine valisi, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm idi. Ebu Be­kir, bu senede insanlara haccettirmişti.

Ömer b. Abdülaziz, Abdülmelik b. Ebi Vedaa'yı Mısır valiliğinden azletti, yerine Eyyüb b. Şurahbil'i tayin etti. Mısır'ın fetva işlerini yü­rütmeleri içinde Cafer b. Rebia, Yezid b. Ebi Habib ve Ubeydullah b. Ebi Cafer'i görevlendirdi. Bu üçü, Mısırlılara fetva veriyorlardı.

Ömer b. Abdülaziz, Ifrikiyye ve Mağrib'e, İsmail b. Abdullah el-Mahzumî'yi vali olarak tayin etti. Bu, yaşantısı güzel bir adamdı. Bu zatın valiliği zamanında Berberilerden çok sayıda insan Müslüman oldu.

Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. [3]

 

Hicri Doksandokuzuncu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Muhammed B. Hanefiyye

 

Kadri yüce bir tabiidir, Mürcie hakkında ilk konuşanın o olduğu söylenir. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Ebu Ubeyd, bu zatın hicri doksanbeşinci senede vefat ettiğini söylemiş, fakat yine bu söz­leri arasında, Ömer b. Abdülaziz'in hilafeti zamanında vefat ettiğini de nakletmiştir. Şeyhimiz ez-Zehebî ise, "el-A'lâm" adlı eserde Hasan b. Muhammed'in bu senede vefat ettiğini ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [4]

 

Abdullah B. Muhayriz

 

Abdullah b. Muhayriz b. Cünade b. Ubeyd el-Kureşî el-Cumahî el-Mekkî, Kudüs'te yaşamıştır. Kadri yüce bir tabiidir. Ümmü Ebi Mahzure'nin müezzin kocasından, Ubade b. Samit'ten, Ebu Said'den Muaviye ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur. Halid b. Madan, Mekhul, Havsan b. Atiyye, Zührî ve diğerleri de ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Birden fazla âlim onun, sika bir ravi olduğunu söyle­miş, imamlar topluluğu onu övmüşlerdir. Hatta Reca b. Hayve, onun­la ilgili olarak şöyle demiştir: «Eğer Medineliler, abidleri îbn Ömer'le bize karşı övünecek olurlarsa, biz de onlara karşı abidimiz Abdullah b. Muhayriz ile övünürüz.»

Abdullah'ın çocuklarından biri, babası hakkında şöyle demiştir: «O, her cumada Kur'ân'ı hatmederdi. Kendisi için yatak serilirdi ama yatak üzerinde uyumazdı.»

Abdullah b. Muhayriz, suskun bir adam olup fitneden uzak du­rurdu. İyiliği emredip kötülüğü yasaklama işini asla terketmezdi. Kendisinin övgüye layık özelliklerinden hiçbirini anlatmazdı. Emir­lerden birinin üzerinde ipek bir elbise görünce, onu protesto ederek: «Bu adam bu elbiseyi bunlar için giymiştir.» derdi ve böyle derken de halife Abdülmelik b. Mervan'ı gösterirdi. Adama da şu uyarıda bulun­du: «Yaratıklardan birinden korkmanı Allah'tan korkmanla eş tut­ma.»

Evzaî dedi ki: «Bir kimseyi örnek almak isteyen kimse, Abdullah b. Muhayriz gibisini örnek alsın. Çünkü Abdullah gibi bir ferdin için­de bulunduğu bir ümmet, asla sapıklığa düşmez.»

Ravilerden birisi, Abdullah b. Muhayriz'in, Velid'in halifeliği za­manında vefat ettiğini söylemiştir. Fakat Halife b. Hayyat, onun, Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği zamanında vefat ettiğini söylemiştir.

"el-A'lâm" adlı eserde Zehebî'nin anlattığına göre ise o, hicretin dok-sandokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir.

Bir gün Abdullah b. Muhayriz, kumaş satın almak için bir mani­faturacı dükkanına girdi. Pazarlığı ilerletti. Bu arada komşusu, mani­faturacıya: «Yazıklar olsun sana, bu Abdullah b. Muhayriz'dir, kendi­sine biraz indirim yap.» deyince Abdullah b. Muhayriz, kölesinin elin­den tutup: «Haydi gidelim, biz buraya dinimizle değil, paramızla mal satın almaya gelmiştik.» dedi ve kumaşı bırakıp gitti. [5]

 

Mahmud B. Lebid B. Ukbe

 

Mahmud b. Lebid b. Ukbe Ebu Naim el-Ensârî el-Eşhelî. Peygam­ber (s.a.v.), hayatta iken doğdu. Ondan hadisler rivayet etti. Buha-rî'nin ifadesine göre bu zat sahabedir. İbn Abdi'l-Berr'in ifadesine gö­re ise Mahmud b. Lebid b. Ukbe, Mahmud b. er-Rebî'den daha sağlam hadisler rivayet etmiştir. Denildiğine göre Mahmud b. Lebid, hicretin doksanaltıncı (başka bir rivayete göre ise hicretin doksanyedinci) se­nesinde vefat etmiştir. "el-A'lâm" adlı eserde Zehebî'nin anlattığına göre o, hicretin doksandokuzuncu senesinde vefat etmiştir. Kesin ta­rihi en iyi bilen Allah'tır. [6]

 

Nafl B. Cübeyr B. Müt'im

 

Nafi b. Cübeyr b. Müt'inı b. Adiy b. Nevfel el-Kureşi en-Nevfelî el-Medenî, babasından, Osman'dan, Ali'den, Abbas'tan, Ebu Hürey-re'den, Aişe'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden ve diğerlerinden oluşan bir cemaat da ondan rivayet etmişlerdir. Sika bir ravi olup abid bir kişiydi. Bineği önünde boş olarak gitmekte olup kendisi yaya olarak giderdi. Birden fazla ravinin ifadesine göre o, hic­retin doksandokuzuncu senesinde Medine'de vefat etmiştir. [7]

 

Küreyb B. Müslim

 

İbn Abbas'm azatlısıdır. Sahabelerden ve diğerlerinden oluşan bir cemaattan hadis rivayet etmiştir. Yanında bir yük kitap vardı. Hayır­severlik, iyilik ve dindarlığı ile tanınan sika ravilerdendi. [8]

 

Muhammd B. Cübeyr B. Müt'im

 

Kureyş'in âlim ve eşrafındandı. Çok hadis rivayet etmiştir. Dört yaşında iken Rasûlullah (s.a.v.)'m kendisinin yüzüne üflediğini hatır-

lardı. Bu senede (hicretin doksandokuzuncu senesinde), doksanüç ya­şında iken Medine'de vefat etti. [9]

 

Müslim B. Yesar

 

Müslim b. Yesar Ebu Abdillah el-Basrî, fıkıhçı ve zahid bir kim­seydi. Çok hadis rivayet etmiştir. Zamanındaki insanlardan hiçbiri ondan üstün değildi. Abid, takvalı, zahid bir kimse olup çokça namaz kılardı, çok huşulu bir kimseydi. Anlatıldığına göre evinde bir yangın çıkmıştı. Kendisi namazda iken çıkan bu yangından haberi olmadan başkaları yangını söndürmüşlerdi. Kendisi bunu hissetmemişti. Çok menkıbeleri vardır. Allah ona rahmet etsin.

Ben derim ki: Bir defasında mescidin bir köşesi yıkıldı, pazarda-kiler gürültüden korktular. Ama o, mescitte namaz kılmaktaydı, dö­nüp bakmadı bile.

Oğlu dedi ki: Babamı secde halinde şöyle derken gördüm: «Ey Rabbim! Ne zaman benden razı olarak senin huzuruna varacağım?» Sonra duası devam etti ve yine aynı şeyi tekrarladı. Namaz dışında da tıpkı namazdaki gibi olurdu. Oğlunun biyografisi de önceki kısım­larda anlatılmıştır. [10]

 

Haneş B. Amr Es-San'anî

 

İfrikiyye ve Mağrib valisi idi. Ifrikiyye'de gazi olarak vefat etti. Bir sahabe cemaatından çok sayıda hadis rivayet etmiştir. [11]

 

Harice B.Zeyd

 

Harice b. Zeyd b. Dahhak el-Ensârî el-Medenî, fakihti, Medine'de fetva verirdi. Medine'nin sayılı fikıhçılarmdandı. Feraiz ve miras tak­simatını iyi bilirdi. Fetvada sözleri esas alman yedi fıkıhçıdan biriydi. [12]

 

Hicretin Yüzüncü Senesi

 

İmam Ahmed b. Hanbel, Nuaym b. Dücace'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«İbn Mesud, Hz. Ali'nin yanma gitti. Hz. Ali, kendisine şöyle sor­du: «Rasûlullah (s.a.v.)'m, "İnsanların üzerinde her 100 sene geçince yeryüzünde eski nesilden yaşayan hiç kimse kalmaz." buyurduğunu söyleyen sen misin? Aslında Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştu: "İnsanlar üzerinden 100 sene geçince yeryüzünde (eskiden yaşamakta olanlardan) canlı hiç kimse kalmaz. Bu ümmetin refahı, 100 seneden sonradır.»

İmam Ahmed b. Hanbel'in oğlu Abdullah'tan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, Abdullah b. Mesud'a şöyle demiştir:

«Ey Ferruh! "İnsanların üzerinden 100 sene geçince bugün yaşa­makta olanlardan gözünü açıp kapaman hiç kimse (hayatta) kalmaya­caktır ve bu ümmetin refah ve sevinci, ancak 100 seneden sonra ola­caktır." diyen sen misin? Rasûlullah (s.a.v.), ancak şöyle demişti: "İn­sanların üzerinden 100 sene geçince yer üzerinde açılıp kapanan bir göz kalmayacaktır." Sırtını çukura yerleştiremedin, kenara kaydın, hata yaptın. Aslında Rasûlullah, bugün yaşamakta olanları kasdet-miştir.»

İnsanlar, Rasülullah'm bu hadisinden ötürü korkuya kapıldılar. Çünkü o, bu sözüyle kendi neslinin tükeneceğini kasdetmişti.

Bu senede Harurilerden Irak'ta Harice adında biri isyan etti. Mü'minlerin emiri Ömer b. Abdülaziz, Küfe valisi Abdülhamid'e ha­ber göndererek onları hakka davet etmesini, onlara yumuşak davran­masını, yeryüzünde bozgunculuk yapmadıkları sürece onlarla savaş­mamasını emretti.

Haruriler, bozgunculuk yapınca Küfe valisi Abdülhamid, onların üzerine bir askeri birlik gönderdi. Haruriler, bu askeri birliği bozguna uğrattılar. Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz, askerlerinin bozguna uğraması nedeniyle Küfe valisi Abdülhamid'e bir kınama mektubu gönderdi. Kendisi de amcası oğlu Mesleme b. Abdülmelik'i, Cezire'den hareket ettirerek savaşmak üzere Haruriler üzerine gönderdi. Mesle-me> Allah'ın yardımıyla onları yendi ve muzaffer oldu.

Ömer b. Abdülaziz, Haricilerin büyüğü Bestam'a haber göndere-

rek şu mesajı iletti: «Seni bana karşı isyana sürükleyen şey nedir? Eğer Allah rızası için gazaplanmış isen, bunu senden önce ben yap­malıyım ve sen benden daha iyi değilsin, gel, seninle tartışalım. Eğer hakkı bizim yanımızda bulursan, hakka tabi olursun. Eğer sen hakkı bize gösterirsen bakarız, gereğini yaparız.»

Bestam da kendi adamlarından bir grubu gönderdi. Ömer, onlar­dan iki kişiyi seçti ve onlara sordu:

- Niçin bize karşı düşmanlık yapıyorsunuz?

- Yezid b. Abdülmelik'i kendinden sonra halife olması için veli-ahd tayin etmişsin de ondan.

- Ben onu veliahd tayin etmiş değilim, başkası tayin etmiştir.

- Sen kendinden sonra onu bu ümmete emin bir kişi olarak kabul edebilir misin?

- Bana üç gün süre tanıyın.

Anlatıldığına göre Ümeyye oğullan, hilafetin kendi ellerinden çıkmasından korktukları için halife Ömer b. Abdülaziz'e zehir içire-rek öldürmüşlerdi. Doğrusunu Allah bilir.

Hicretin 100. senesinde Ömer b. Velid b. Hişam el-Muaytî ve Hu-muslulardan Amr b. Kays el-Kindî, yaz mevsimi gazasına gittiler.

Ömer b. Abdülaziz, Ömer b. Hübeyre'yi Cezire valiliğine tayin et­ti. O da Cezire'ye vali olarak gitti.

Bu senede Yezid b. Mühelleb, Irak'tan harekete geçerek Ömer b. Abdülaziz'e hücum etti. Ömer de onun üzerine Basra valisi Adiy b. Ertat'ı Musa b. Vecih'le birlikte gönderdi. Ömer, Yezid b. Mühelleb'e ve ailesine çok kızar: «Bunlar zorbadırlar, böylelerini sevmem.» derdi.

Yezid b. Mühelleb huzuruna girdiğinde Ömer, onun daha Önce Süleyman'a -yanında mevcut olduğuna dair- bildirdiği malları verme­sini istedi. Yezid de: «Ben düşmanları bununla korkutmak için böyle bir beyanda bulunmuştum. Benimle Süleyman arasında herhangi bir-şey yoktu, anlaşıyorduk. Onun yanında ne kadar itibarlı ve mertebe sahibi bir kimse olduğumu da biliyorsun.» deyince Ömer b. Abdülaziz: «Ben senin bu sözlerine kulak vermiyorum. Müslümanların mallarını ödeyinceye kadar da seni bırakacak değilim.» dedi ve zindana atılma­sını emretti.

Ömer b. Abdülaziz, Yezid'in yerine Horasan valiliğine Cerrah b. Abdullah el-Hakemî'yi tayin etti. Yezid b. Mühelleb'in oğlu Muhalled, Ömer'in huzuruna gelip şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri! Aziz ve Celil olan Allah, seni halife kıl­makla bu ümmete lütufta bulunmuştur. Senin sebebinle bizler insan­ların en bedbahtları olmayalım. Niçin bu ihtiyarı hapse atıyorsun, onun yerine ben varım, beni hapse atıp onu salıversen olmaz mı?

- Onun yanındaki Müslüman mallarının tümünü kendisinden al-

madığım ve sen de ondan istenen bütün işleri yapmadığın takdirde onu serbest bırakacak ve ondan vazgeçecek değilim.

- Ey mü'minlerin emiri! Eğer onun aleyhinde ileri sürdüğün iddi­aları teyid edecek beyyinelerin varsa mesele yok. Ama yoksa, onun bu konuda yapacağı yemini kabul et, ya da beni onun yerine hapse atıp onu salıver.

- Yanındaki bütün malları kendisinden almadıkça kabul etmem. Muhalled b. Yezid, Ömer b. Abdülaziz'in huzurundan çıkıp gitti.

Çok geçmeden vefat etti. Ömer b. Abdülaziz, onun hakkında şöyle de­mişti: «Muhalled, babasından daha hayırlıydı.»

Ömer b. Abdülaziz, daha sonra Yezid b. Mühelleb'e yün bir cübbe giydirilerek bir deveye bindirilmesini ve fasıkların sürgün edildikleri Dahluk adasına gönderilmesini emretti. Araya şefaatçılar girdi, rica ettiler. Ömer de onu tekrar hapse gönderdi. Ömer, ölüm hastalığına yakalanıncaya kadar Yezid hapiste kaldı. O, Ömer hastalanınca ha­pisten kaçtı ve onun- bu hastalığı neticesinde öleceğini anladı. Bunu bir mektupla ona bildirdi. Öyle sanıyorum ki o, Ömer'e zehir içirildi-ğini biliyordu.

Ömer b. Abdülaziz, bu senenin ramazan ayında Cerrah b. Abdul­lah el-Hakemî'yi bir yıl beş ay süreyle valilik yaptıktan sonra Hora­san valiliğinden azletti. Kafirlerden İslâm'a giren kimselerden cizye aldığı için onu azletmişti. Cerrah ise, İslâm'a giren kafirlere: «Sizler cizye vermekten kurtulmak için İslâm'a giriyorsunuz.» demiş, onlar da İslâm'a girmekten vazgeçmiş, kendi dinlerinde sebat etmiş ve ciz­ye ödemişlerdi. Bu durumu öğrenen Ömer b. Abdülaziz, Cerrah'a şöy­le bir mektup göndermişti: «Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'i vergi ve cizye toplayan biri olarak değil, aksine davetçi biri olarak gönder­mişti.» Bu mektubu yazdıktan sonra onu, Horasan valiliğinden azlet­ti, yerine Abdurrahman b. Naim el-Kuşeyrî'yi Horasan ordu komu­tanlığına, Abdurrahman b. Abdullah'ı da haraç işlerinin müdürlüğü­ne tayin etti.

Bu senede Ömer b. Abdülaziz, valilerine mektup yazarak onlara iyiliği emrediyor, kötülük yapmalarını yasaklıyor, hakkı açıklıyor, kendisi ile onlar arasındaki bazı konuları izah ediyor ve öğüt veriyor­du. Allah'ın azab ve intikamından sakınmalarım söyleyerek onları korkutuyordu. Abdurrahman b. Naim el-Kuşeyrî'ye yazdığı bir mek­tup şöyleydi:

«İmdi ey Allah'ın kulu, Allah rızası için öğüt veren, kullara nasi­hat veren bir kimse ol. Allah rızası uğruna yaptığın işlerde herhangi bir kmayıcımn kınamasına aldırış etme. Çünkü insanlardan çok, Al­lah'ın hatırını gözetmen gerekir. Onun, senin üzerindeki hakkı daha °uyüktür. Müslümanların işlerinden birini yürütürken, onlara iyilik yapıp nasihat vererek gerekli yardımda bulun. Senden istenilen hu­suslarda emanete riayet et. Sakın haktan başkasına meyleden bir kimse olma. Yaptığın gizli işlerden hiçbiri, Allah'a gizli kalmaz. Allah yolundan başka yola sapma. Doğrusu, Allah'a karşı yine Allah'tan başka bir sığınılacak makam yoktur.»

Ömer b. Abdülaziz, buna benzer birçok öğütleri valilerine rnek-tupla bildirdi.

Buharî'nin "Sahih'ınde rivayet olunduğuna göre Ömer b. Abdüla-ziz, Adiy b. Adiy'e şöyle bir mektup gönderdi:

«Doğrusu imanın farizaları, prensipleri, hükümleri, sınırları ve sünnetleri vardır. Her kim bunları tamamlarsa, imanı tamam olur. Kim de tamamlamazsa, imanı tamamlanmış olmaz. Eğer ben yaşar­sam bunları size açıklıyacağım ki, bunlara göre amel edersiniz. Ama ölürsem, ben sizinle birlikte dünyaya kalmaya bayılıyor değilim.» [13]

 

Abbasi Propagandasının Başlaması

 

Bu propaganda faaliyetleri şöyle başladı: Şerat diyarında ikamet etmekte olan Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, kendi adına Meysere adında birini Irak'a propagandacı olarak gönderdi. Ayrıca Muhammed b. Huneys'i, Ebu İkrime es-Sirac'ı (Ebu Muhamraed es-Sadık), İbrahim b. Seleme'nin dayısı Hayyan el-Attar'ı da Horasan'a gönderdi. O zaman Horasan valisi Cerrah b. Abdullah el-Hakemî idi. Bu propaganda grubu, Cerrahın Horasan valiliğinden azledilmesin­den önce Horasan'a gitmişti. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, propagandacıları çeşitli yerlere gönderirken kendisi ve ailesi adına, halka propagandalarda bulunmalarını, halkı kendilerine yönelmeye çağırmalarını emretmişti. Horasan'a giden bu propaganda grubu, ba­zı kimselerle görüştükten sonra kendilerine icabet eden ve çağrılarına uyan kimselerin mektuplarını da yanlarına alarak Irak'ta bulunan Meysere'nin yanma döndüler. Meysere, bu durumu Muhammed b, Ali'ye bildirdi. Muhammed b. Ali de buna sevinip müjdelendi. Bunun­da Allah'ın tamamlanmasını emrettiği bir başlangıcın ilki, başa çık­masını Allah'ın sağlamca bir temele oturttuğu görüşün ilki olduğun­dan Ötürü sevindi. Emevi devletinin, özellikle Ömer b. Abdülaziz'in ölümünden sonra yıkılma ve gevşeme işaretlerini verdiğini anladı.

Ebu Muhammed es-Sadık, Muhammed b. Ali için oniki temsilci seçti. Bu temsilciler şunlardı: Süleyman b. Kesir el-Huzaî, Lahiz b. Kurayz et-Temimî, Kahtabe b. Şebib et-Taî, Musa b. Ka'b et-Temimî, Halid b. İbrahim Ebu Davud (Beni Amr b. Şeyban b. Zühel kabilesin-dendir), Kasım b. Mücaşi' et-Temimî, İmran b. İsmail Ebü'n-Necm (Ebu Muayt'ın azatlısı), Malik b. Heysem el-Huzaî, Talha b. Zurayk

el-Huzaî, Huzaalılarm azatlısı Amr b. A'yün Ebu Hamza, Hanife oğullarının azatlısı Şebl b. Tahman Ebu Ali el-Herevî, yine Huzaahla-nn azatlısı İsa b. A'yün.

Ebu Muhammed es-Sadık, yetmiş temsilci daha seçmişti. Mu-hanımed b. Ali, onlara bir rehber ve talimatname olacak bir mektup gönderdi ki, bu mektuba uysunlar ve gereğince hareket etsinler.

Bu senede, (hicretin 100. senesinde) Medine valisi Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm, insanlara haccettirdi. Bu senede şehir­lerin valileri, önceki senelerde adları zikredilen valilerdi. Ancak azle­dilenlerin yerlerine atanan valiler hariç. Doğrusunu Allah bilir.

İşlerinin çokluğu ve meşguliyetinden ötürü Ömer b. Abdülaziz, halifeliği zamanında haccetmedi. Ama Medine'ye bir ulak gönderir ve: «Benim için Rasûlullah (s.a.v.)'a selam söyle.» derdi. [14]

 

Hicretin 100. Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Salim B. Ebi'l-Ca'd El-Eşcaî

 

Eşca' kabilesinin Kûfeli bir azatlısıdır. Ziyad, Abdullah, Ubeydul-lah, İmran ve Müslim'in kardeşidir. Kadri yüce bir tabiidir. Sevban, Cabir, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr, Numan b. Beşir ve diğer­lerinden hadis rivayet etmiştir. Katade, A'meş ve diğerleride kendi­sinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Kadri yüce, asil ve sika bir ravi idi. [15]

 

Ebu Ümame Sehl B. Hanif

 

Ensâr'ın Evs kabilesinden olup Medinelidir. Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında dünyaya geldi ve onu gördü. Babasından, Ömer, Osman, Zeyd b. Sabit, Muaviye ve İbn Abbas'tan hadis rivayet etti. Zührî, Ebu Hazim ve bir cemaat, ondan hadis rivayet etmişlerdir. Zührî'nin ifadesine göre Ebu Ümame, Ensâr'ın yüksek tabakasından ve âlimler­den olup Bedir gazvesine katılan sahabelerin oğullarmdandır.

Yusuf b. Macişun, Utbe b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Osman b. Affan'm en son çıktığı cumada halk, Osman'ı taşladı. Namaz kıldırmasına engel oldular. O gün cemaata Ebu Ümame Sehl b. Hanif namaz kıldırdı.»

Denildiğine göre bu zat, hicretin 100. senesinde vefat etmiştir. Uğrusunu Allah bilir. [16]

 

Ebüz-Zahirîye Hadir B. Küreyb El-Humusı

 

Kadri yüce bir tabii idi. Ebu Ümame, Suday b. Aclan ve Abdullah b. Büsr'den hadis dinledi. Anlatıldığına göre o, Ebu Derda ile de bu­luşmuştur. Sahih rivayete görĞ Ebü'z-Zahiriye, Ebu Derda ve Hüzey-fe'den mürsel olarak hadis rivayet etmiştir. Kendi hemşehrilerinden bir cemaat da ondan hadis rivayet etmişlerdir. İbn Main ile diğerleri onun sika bir ravi olduğunu söylemişlerdir. Kendisinden rivayet edi­len en garip şey, Kuteybe'nin şu kavlidir: «Beyt-i Makdis kayalığının yanında uykuya daldım, hizmetçiler gelip kapıyı üzerime kilitlediler. Sonra meleklerin tesbihatı ile uyandım. Korkarak yerimden fırladım, meleklerin saf tuttuklarını gördüm, ben de meleklerin safına girip ibadete başladım.»

Ebu Ubeyde ile diğerlerinin ifadelerine göre bu zat, hicretin 100. senesinde vefat etmiştir. [17]

 

Ebu Tufeyl Amir B. Vasile

 

Ebu Tufeyl Amir b. Vasile b. Abdullah b. Amr el-Leysî el-Kinanî, sahabedir. Peygamber (s.a.v.)'i en son görenlerdendir. Bu hususta kendisi şöyle demiştir: «Ben, Peygamber (s.a.v.)'i, bastonuyla hacer-i esvedi istilam ederken gördüm.» Böyle dedikten sonra Peygamber (s.a.v.)'in evsafını anlatmıştır. Ebu Bekir, Ömer, Ali, Muaz ve İbn Me-sud'dan hadis rivayet etmiştir. Zührî, Katade, Amr b. Dinar, Ebu Zü-beyr ve bir tabii cemaatı da ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Hz. Ali taraftarlarındandı. Onun yaptığı bütün savaşlara katılarak yanın­da yer aldı. Ama bazıları, onun Muhtar b. Ebi Ubeyd'le beraber olu­şundan ötürü kendisine düşmanlık beslemişlerdir. O, Muhtar'ın bay­raktarlığını yapmıştı.

Rivayet olunduğuna göre Ebu Tufeyl, Muaviye'nin yanına gidip ona şöyle demiş:

-  Ali'nin başına getirdiklerinden ötürü zaman sana ne bıraktı? Ne kazancın oldu?

- Çalışıp kazanamayan ihtiyarın ve hiçbir iş göremeyen acuzenin ağlayışını bıraktı. Onu ağlattı, ya sen onu nasıl seviyorsun?

-  Musa'nın annesinin, Musa'yı sevdiği kadar seviyorum, kusu­rum varsa halimi Allah'a arzediyorum.

Anlatıldığına göre Ebu Tufeyl, Peygamber Efendimiz'in ömrünün sekiz yılma kavuşmuştu ve hicretin 100. senesinde (başka bir rivaye­te göre ise 107. senesinde) vefat etti. Doğrusunu Allah bilir.

Müslim b. Haccac dedi ki: «Ebu Tufeyl, sahabelerin en son vefat edenidir ve hicretin 100. senesinde vefat etmiştir.» [18]

 

Ebu Osman En-Nehdî

 

Bu zatın asıl adı, Abdurrahnıan b. Mül el-Basrî'dir. Cahiliye za­manına yetişmiş ve o zamanda iki kez haccetmiş, Peygamber Efendi­miz'in sağlığında İslâm'a girmiş, ancak onu görememiştir. Onun sağ­lığında zekat memurlarına üç sene süreyle zekatım ödemiştir. Pey­gamber Efendimiz'in sağlığında yaşayıp Müslüman olan ve onu gör­meyen bu gibi kimselere hadis imamları, "muhadrem" adını verirler. Ebu Osman, Hz. Ömer zamanında Medine'ye hicret etmiş; ondan, Ali'den, İbn Mesud'dan ye bir grup sahabeden hadis dinlemiş, Sel-man-ı Farisî ile oniki sene arkadaşlık etmiş, nihayet onu defhetmişti. Tabiilerden ve diğerlerinden bir cemaat da kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Kendisinden rivayet edenler arasında Eyyüb, Humeyd et-Tavil ve Süleyman b. Turhan et-Teymî de vardır.

Asım el-Ahvel dedi ki: «Ebu Osman'ın şöyle dediğini işittim: "Ca­hiliye zamanında yaşadım. Yağus, kurşundan yapılmış bir put idi, iyi koşan bir deveye yüklenirdi. Bir vadiye gelindiğinde deve oraya çö­kerdi. Devenin etrafındakiler de: "Rabbimiz, bu vadiyi sizin için uy­gun gördü." derler ve orada mola verirlerdi."»

Yine Asım el-Ahvel dedi ki: "Ebu Osman'a: «Peygamber (s.a.v.)'in zamanına yetiştin mi?» diye sorduklarında o, şu cevabı vermişti: «Evet, onun zamanında Müslüman oldum. Ona üç kez zekat ödedim, ama onu göremedim (Ona zekat ödedim, demekle Rasûlullah'm gö­revlendirdiği kimselere zekat verdiğini kasdetmiştir.). Yermük,,Kadi-siye, Celûla ve Nihavend savaşlarına katıldı.»

Ebu Osman, çok oruç tutan, çok namaz kılan bir kimseydi. De­vamlı oruç tutar, geceleyinde hep namaz kılardı. Bunu terketmezdi, takati kesüinceye kadar namaz için kıyamda dururdu. Hac ve umre için olmak üzere altmış kez Mekke'ye gitti.  

Süleyman et-Teymî dedi ki: «Ebu Osman'ın günah işlediğini san­mıyorum. Çünkü o, geceleri namaz kılar, gündüzleri de hep oruç tu­tardı.»

Ravinin biri, Ebu Osman en-Nehdî'nin şöyle dediğini nakletmiş-tir: «130 sene yaşadım, bendeki herşey değişti, ama emelimi değişti-remedim, emelim eskiden nasıl idiyse şimdi de aynıdır.»

Sabit el-Benanî, Ebu Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Aziz ve Celil olan Rabbimin beni ne zaman andığını bilirim." Kendi­sine: "Bunu nasıl biliyorsun?" diye sorduklarında şu cevabı vermişti: Yüce Allah buyuruyor ki: «Artık beni anın, ben de sizi anayım.» (ei-Ba-kara, 152.) Ben, Allah'ı andığımda Allah da beni anar."

Ravinin biri dedi ki: Biz, Allah'a dua ettiğimizde Ebu Osman şöy­le söylerdi: Vallahi, Cenâb-ı Allah duamıza icabet etti. Çünkü O, bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: «Bana dua edin ki, size icabet ede­yim.» (el-Mü'min, 60.)

Ebu Osman'ın 130 sene yaşadığı söylenmiştir. Heşin ile diğerleri böyle demişlerdir. Medainî ile başkaları onun 100 sene yaşadığını söylemişlerdir. Fellas'ın ifadesine göre ise, doksanbeş sene yaşamış­tır. Sahih kavle göre o, 100 sene yaşamıştır, Doğrusunu Allah bilir.

Hicretin 100. senesinde Abdülmelik b. Ömer b. Abdülaziz vefat etti. Bu zat, ibadet ve insanlardan ayrı yaşama, uzlete çekilme husu­sunda babasından daha üstündü. Babasıyla yaptığı güzel konuşmalar ve babasına yaptığı öğütler vardır. [19]

 

Hicretin Yüzbirinci Senesi

 

Bu senede Yezid b. Mühelleb, Ömer b. Abdülaziz'in hastalandığı­nı duyunca zindandan kaçtı, bir yerde (bir rivayete göre Babil'de) kendisiyle buluşmaları için köleleri ile sözleşti. Sonra hapisten kaçıp aralarında karısı Atike binti Fırat el-Amiriye'nin de bulunduğu bir cemaatla yola koyuldu. Kölelerinin yanına ulaştığında bineğine binip yola revan oldu. Ömer b. Abdülaziz'e de şöyle bir mektup yazıp gön­derdi:

«Allah'a yemin ederim ki, senin hastalığını duymadan zindanın­dan kaçmadım, eğer yaşayacağını ümit etseydim yine kaçmazdım, ama Yezid b. Abdülmelik'ten korktum. O, beni öldürmekle tehdit edi­yordu.»

Yezid şöyle diyordu: «Eğer idarenin başına geçecek olursam, Ye­zid b. Mühelleb'in vücudundan bazı yerleri kesip koparacağım.» Bu­nun sebebi de şuydu: Yezid b. Mühelleb, Irak'a vali olarak gittiğinde Yezid b. Abdülmelik'in akrabaları olan Âl-i Ukayl'a işkence yaptır­mıştı. Bunlar, Haccac b. Yusuf es-Sakafî'nin aşiretinden idiler. Yezid b. Abdülmelik, Muhammed b. Yusuf un kızıyla evliydi ve ileride de anlatılacağı gibi bu evlilikten Velid b. Yezid adında fasık bir oğlu doğ­muştu ki, bu oğlu öldürülmüştü.

Ömer b. Abdülaziz, Yezid b. Mühelleb'in zindandan kaçtığını du­yunca şöyle dedi: «Allah'ım, eğer o, bu ümmete kötülük yapmak isti­yorsa, bu ümmeti onun kötülüğünden koru ve tuzağını da başına do­la.» Sonra Ömer b. Abdülaziz'in hastalığı git gide fazlalaştı. Nihayet o, Hama ile Halep arasında Hanasıra kasabasında Deyri Sem'an'da iken cuma günü (başka bir rivayete göre ise çarşamba günü) receb ayının bitimine beş gün kala vefat etti. Vefat ederken otuzdokuz ya­şındaydı. Kırk yaşım aştığı da söylenir. Doğrusunu Allah bilir.

Anlatıldığına göre Ömer b. Abdülaziz, iki yıl beş ay dört gün hali­felik yapmıştır. Adil bir devlet başkanı, takvalı, dindar ve insaflı bir hükümdardı. Allah yolunda yaptığı işlerden ötürü hiç kimsenin kına­masına aldırış etmezdi. Allah, ona rahmet etsin. [20]

 

Ömer B. Abdülaziz'in Biyografisi

 

Ömer b. Abdülaziz b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdumenaf Ebu Hafs el-Kureşi el-Ümevî. Emirü'l-mu minin olarak tanınır. Annesi; Ümmü Asım Leyla binti Asım b. Ömer b. Hattab'tır. Kendisine "Beni Mervan'ın Akyüzlüsü" denilir. Halk: «Akyüzlü ve Nakıs, Mervan oğullarını düzene soktular.» diyor­du. Ömer b. Abdülaziz'in, Akyüzlü adını almasından burada bahset­tik. "Nakıs"a gelince, onunla ilgili açıklama ileride verilecektir.

Ömer b. Abdülaziz, kadri yüce bir tabii idi. Enes b. Malik, Saib b. Yezid, Yusuf b. Abdullah b. Selam'dan hadis rivayet etti. Yusuf, kü­çük yaşta bir sahabe idi. Ömer, bir tabii topluluğundan da hadis riva­yet etmişti. Tabiilerden ve diğerlerinden oluşan bir topluluk da ondan hadis rivayet etmişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel dedi ki: «Tabiilerden Ömer b. Abdülaziz dışında başka bir kimsenin sözünün hüccet sayıldığım bilmiyorum. Amcası oğlu Süleyman b. Abdülmelik'ten sonra ona halifelik için, bey'at edildi. Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Süleyman, onu ve­liaht tayin etmişti.»

Anlatıldığına göre Ömer b. Abdülaziz, Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in öldürüldüğü sene olan hicri altmışbirinci senede Mısır'da doğmuştur. Bunu birden fazla şahıs ifade etmiştir. Muhammed b. Sa'd'ın ifadesi­ne göre hicretin altnıışüçüncü senesinde doğmuştur. Hicretin ellido-kuzuncu senesinde doğmuş olduğuna dair bir kavil de vardır. Doğru­sunu Allah bilir.

Ömer'in birçok kardeşi vardı ama öz kardeşleri Ebu Bekir, Asım ve Muhammed idi.

Ebu Bekir b. Ebi Hayseme, Leys'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Duyduğuma göre İmran b. Abdurrahman b. Şurahbil b. Hasene, Ömer b. Abdülaziz'in doğduğu veya halifeliğe geçtiği gecede şöyle bir rüya gördüğünü anlatmış: Rüyada gördüm ki, göklerde bir münadi Şöyle sesleniyor: "Size yumuşak huylu, dindar, salih amelini izhar eden, namaz kılanlar arasında bulunan kişi geldi." Ben bu kişinin kim olduğunu sorunca o da yeryüzüne inip toprağın üzerine Ömer adının harfleri olan "ayn", "mim" ve "ra" harflerini yazdı.»

Adem b. İyaz, Ömer b. Abdülaziz'in azatlısı Ebu Ali Servan'm Şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz, babasının tavlasına girdi. Atın biri, onu tekmeleyip yaraladı, babası da onun yarasından akan kanı silip: «Eğer sen Ümeyye oğullarının yaralısı isen demek ki said (mutlu) adam­sın.» dedi.»

Naim b. Hammad, Ebu Kubeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, küçük bir çocuk iken ağladı. Ağladığını an­nesi duyunca ona haber göndererek: «Niçin ağlıyorsun?» diye sordu. O da: «Ölümü hatırlamaktan dolayı ağlıyorum.» diye cevap verdi. Bu­nun üzerine annesi de ağlamaya başladı.»

Ömer b. Abdülaziz, küçük yaşta iken Kur'ân'ı cem'etti. Dahhak b. Osman el-Huzamî dedi ki: Babası, Ömer b. Abdüla-ziz'i, terbiye edilmesi maksadıyla Salih b. Keysan'nın yanına bıraktı. Babası hacca gittiğinde Medine'de ona uğradı ve Salih'e Ömer'in du­rumunu sordu. Salih de şu cevabı verdi: «Bu çocuk kadar kalbinde Al­lah'ın büyük yer tuttuğu başka bir kimsenin bulunduğundan haberim yoktur.»

Yakub b. Süfyan'dan rivayet olunduğuna göre bir gün Ömer b. Abdülaziz, cemaatla namaza yetişemedi. Salih b. Keysan, ona niçin geciktiğini sorunca da: «Saçımı tarayan, saçımı düzeltiyordu, onun için geciktim.» diye cevap verdi. Salih de ona: «Saç tarama işini na­mazdan önceye mi aldın?» diyerek çıkıştı ve bu durumu Mısır'da bu­lunan babası Abdülaziz'e bir mektupla bildirdi. Babası da ona bir ha­berci göndererek saçını tamamen traş etmedikçe kendisiyle konuşma­yacağım bildirdi.

Ömer b. Abdülaziz, Ubeydullah b. Abdullah'a gider, onun nasi-hatlarını dinlerdi. Ubeydullah, Ömer'in Hz. Ali aleyhinde konuştuğu­nu duymuştu. Ömer, onun yanına geldiğinde yüz çevirip namaza dur­du. Ömer, oturup onu bekledi, selam verince Ömer'e öfkeyle dönüp baktı ve şöyle dedi: «Cenâb-ı Allah'ın kendilerinden hoşnut olduktan sonra, Bedir ehline kızmış olduğunu ne zaman duydun sen?» Ömer b. Abdülaziz de onun ne demek istediğini anladı ve: «Bu suçumdan ötü­rü önce Allah'tan, sonra da senden özür diliyorum. Vallahi artık Hz. Ali aleyhinde konuşmayacağım.» dedi. Gerçekten de Ömer b. Abdüla-ziz'in, daha sonra Hz. Ali aleyhinde konuştuğu duyulmadı. Ondan ne zaman bahsederse mutlaka hayırla onu yad ederdi.

Ebu Bekir b. Ebu Hayseme, Davud b. Ebi Hindin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz, Mescid-i Nebevî'nin şu kapısından girip ya­nımıza geldi. Yanımızda bulunanlardan biri: «Fasık Abdülaziz, şu oğ­lunu feraiz ve sünnetleri öğrenmesi için bize gönderiyor. Bunun hali­fe olmadan ve Ömer b. Hattab'ın yönetimi gibi bir yönetim tarzı ser­gilemeden ölmeyeceğini iddia ediyor.» dedi.

Davud dedi ki: «Allah'a yemin ederim ki, Ömer'in ölmeden önce halife olduğunu ve Ömer b. Hattab gibi bir adil imam olduğunu gör­dük.»

Zübeyr b. Bekkar, Utbî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz'in doğru yolda bulunduğunu gösteren ilk işa­ret onun ilme tutkun olması ve edebe rağbet göstermesiydi. Babası Mısır'a vali olarak tayin edilip giderken Ömer küçüktü, bulûğa erip ermediği şüpheliydi. Babası onu da beraberinde Şam'dan alıp Mısır'a götürmek istedi, ancak Ömer: «Babacığım, beni Mısır'a götürmezsen belki hem benim, hem de senin için daha faydalı olur.» dedi. Babası da: «Peki, ne yapmalıyım?» diye sorunca Ömer, şu cevabı verdi: «Beni, Medine'ye gönder. Oradaki fıkıhçıların meclislerinde oturayım, onla­rın edebleriyle edepîeneyim.» Bunun üzerine babası, onu hizmetçiler­le birlikte Medine'ye gönderdi. Ömer, Kureyş'in yasalarıyla aynı mec­lislerde oturdu. Gençlerinden uzak durdu, ünü yayılıncaya kadar bu yaşam tarzını sürdürdü. Babası vefat edince amcası halife Abdülme-lik b. Mervan, onu yanına alıp kendi çocuklarının arasına kattı. Ama çocuklarından çoğuna onu tercih etti. Onu, kızı Fatıma ile evlendirdi. Şair, Fatıma hakkında şöyle demiştir:

«Ey halifenin kızı, ey dedesi de halife olan, Ey halifelerin bacısı, ey kocası da halife olan.»

Ravi diyor ki: Fatıma'dan başka günümüze dek bu şiirdeki nite­liklere sahip başka bir kadının bulunduğunu bilmiyoruz.»

Utbî dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz'i kıskanan kişi, ona nimetlerin peşpeşe gelişinden ve yürürken de salınarak yürüyüşünden ötürü düşmanlık duyardı.»

Ahnef b. Kays dedi ki: «Kamil kişi, yanlışları sayılabilen kimse­dir. Böylelerinin yanlışları az olduğundan ötürü sayılabilir.»

Ömer b. Abdülaziz'e babasından mal, eşya ve binekler miras kal­dı. Ona ve kardeşlerine o kadar çok miras kalmıştı ki, başkalarına o miktarda çok miras kaldığını bilmemekteyiz. Nitekim bu husus, önce­ki kısımlarda da anlatılmıştı.

Ömer, bir gün amcası Abdülmelik'in huzuruna girdi. Ancak yal­palayarak yürüyordu. Amcası ona sordu:

- Ey Ömer, sana ne oldu ki, yalpalayarak yürüyorsun?

- Yaralandım.

- Yaran nerende?

- Bacağımla testisimin derisi arasındadır.

Abdülmelik, yanında bulunan Ruh b. Zenba'ya şöyle dedi: «Al- â. yemin ederim ki, senin kavminden bir adama böyle bir soru so­rulacak olsa, bunun verdiği cevap gibi cevap veremez.»

Amcası Abdülmelik vefat edince Ömer, ona çok üzüldü ve elbise­sinin altına yetmiş gün süreyle kıl elbiseler giydi. Velid de halifeliğe geçince babası Abdülmelik'in yaptığı gibi Ömer b. Abdülaziz'e iyi dav­randı. Onu Medine, Mekke ve Taif valiliğine atadı. Ömer de hicretin seksenaltıncı senesinden doksanüçüncü senesine kadar bu görevi aralıksız sürdürdü. Hicretin seksendokuzuncu ve doksanıncı senele­rinde insanlara haccettirdi. Hicretin doksanbirinci senesinde ise Ve­lid, insanlara haccettirdi. Sonra Ömer, hicretin doksanikinci veya doksanüçüncü senesinde de haccettirdi.

Ömer, bu valiliği zarfında peygamber mescidini Velid'in emri üze­rine genişleterek yeniden inşa ettirdi. Peygamber (s.a.v.)'in mezarını da mescide dahil etti. Bu müddet zarfında o, geçim bakımından in­sanların en iyisi ve en adili oldu. Müşkil bir meseleyle karşılaştığında Medine fıkıhçılarım toplar, onlardan görüş isterdi. Bu işler için Medi­ne'de on fıkıhçıyı görevlendirmişti. Bunların görüşünü almadan bir işte karar vermezdi. Bu nkıhçıların adları şöyledir: Urve, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam, Ebu Bekir b. Süleyman b. Hayseme, Süleyman b. Yesar, Kasım b. Muhammed b. Hazm, Salim b. Abdullah, Abdullah b. Amir b. Rebia, Harice b. Zeyd b. Sabit.

Ömer b. Abdülaziz, Said b. Müseyyeb'in sözünden dışarı çıkmaz­dı. Said b. Müseyyeb ise, halifelerden hiçbirinin yanma uğramazdı. Yalnız Medine'de vali iken Ömer b. Abdülaziz'in yanına uğrardı.

ibrahim b. Able dedi ki: Medine'ye gitmiştim, orada İbn Müsey­yeb ve diğerleri vardı. Ömer, bir gün bir konuda görüş bildirmeleri için onları yanına toplantıya çağırmıştı.

İbn Vehb dedi ki: Berberi reislerinden Leys bana dedi ki: Ben, Re­bia b. Ebi Abdurrahman'la birlikte bir gün -Medine valiliği esnasın­da- Ömer b. Abdülaziz'in icraatlarından söz açtık. Rebi' bana: «Yani sen Ömer'in hata yaptığını ve yanlış işlere giriştiğini mi söylemek is­tiyorsun? Canım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Ömer asla hata yapmadı.» dedi.

Birçok yoldan nakledilen bir rivayette sabit olduğuna göre Enes b. Malik, şöyle demiştir: «Kendisi Medine'de vali iken şu genç (Ömer b. Abdülaziz) gibi namazı Rasûlullah (s.a.v.)'mkine çok benzeyen baş­ka bir imamın arkasında namaz kılmış değilim.»

Dediler ki: Ömer b. Abdülaziz, rükû ve sücudu tam yerine getirir, kıyam ve ka'deyi hafif tutardı. Sahih bir rivayette anlatıldığına göre o, rükû ve secdelerde onar kez teşbih getirirmiş.

İbn Vehb, Leys tariki ile Ebu Nadr el-Medinî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Süleyman b. Yesar'ın, Ömer b. Abdülaziz'in yanından çıktığını

gördüm. Ona şöyle sordum:                           

- Ömer'in yanından mı çıkıyorsunuz?

- Evet.

- Ona ders mi veriyorsunuz?

- Evet.

-Vallahi, o sizden daha iyi biliyor, o sizden daha da âlimdir.»

Mücahid dedi ki: «Kendisine ders vermek için Ömer'in yanma gel­dik, ama çok geçmeden biz ondan ders alır olduk.»

Meymun b. Mehran dedi ki: «Alimler, Ömer b. Abdülaziz yanında öğrenci gibiydiler.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Meymun, şöyle demiştir: «Ömer b. Abdülaziz, âlimlerin öğretmeniydi.»

Leys dedi ki: İbn Ömer ve İbn Abbas ile arkadaşlık yapmış ve Ömer b. Abdülaziz tarafından Cezire valiliğine atanmış bir adam ba­na dedi ki: «Birşey hakkında bilgi edinmek istediğimizde, mutlaka Ömer b. Abdülaziz'i o şeyin aslı ve detayları konusunda insanların en bilgilisi bulurduk. Âlimler, Ömer b. Abdülaziz nezdinde ancak öğren­ci gibiydiler.»

Abdullah b. Tavus dedi ki: Babamla Ömer b. Abdülaziz'in yatsı namazından sona sabaha dek sohbet ettiklerini gördüm. Birbirlerin­den ayrıldıklarında ben babama: «Babacığım, bu adam kimdir?» diye sorduğumda babam bana şu cevabı verdi: «Bu, Ömer b. Abdülaziz'dir. O, Emevi hanedanının saîih kişilerindendir.»

Abdullah b. Kesir dedi ki: Ömer b. Abdülaziz'e: «Seni Allah yolu­na dönmeye sevkeden ilk şey nedir?» diye sordum. O da şu cevabı ver­di: «Bir kölemi dövmek istedim, ama o bana şöyle dedi: Sabahı kıya­met olacak bir geceyi hatırla.»

İmam Malik dedi ki: Ömer b. Abdülaziz, hicretin doksanüçüncü senesinde Medine valiliğinden alındığında, kendisi oradan ayrılıp yo­la çıkınca, geri dönüp Medine'ye baktı ve ağlayarak azatlısına şöyle dedi «Ey Müzahim! Korkarız ki, Medine'nin kovduğu kimselerden ol­mayalım. Çünkü bir hadiste anlatıldığına göre Medine, körüğün de­mirdeki pisliği atışı gibi içindeki pisleri ve pislikleri atar. Güzel ve te­miz olan şeyi de berrak olur.»

Ben derim ki: Ömer b. Abdülaziz, Medine'den yola çıktıktan son­ra oraya yakın Süveyde denen bir yerde bir süre kaldı. Sonra Şam'a, amcası oğullarının yanına geldi.

Muhammed b. İshak, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Medine'den ayrıldığımda benden daha âlim bir kimse yok­tu. Şam'a geldiğimde bildiklerimi unuttum.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir gece Ömer b. Abdülaziz'le sohbet ettim, kendisine hadis naklettim. Bana dedi ki: "Bana naklettiğin hadislerin hepsini işitmiş, ez­berlemiştim, ancak şimdi unutmuşum."»

İbn Vehb, Zührî'den rivayet etti ki, Ömer b. Abdülaziz şöyle de­miştir: «Öğle vakti Velid, haber göndererek beni yanına çağırttı. Ya­nına gittiğimde suratı asıktı, oturmamı işaret etti, oturdum. Bana: «Halifelere söven adam hakkında ne dersin? Böyle birisi öldürülmeli midir?» diye sordu. Ben sustum, sorusunu tekrarladı. Yine sustum. Üçüncü kez sorduğunda dedim ki:

- Ey mü'minlerin emiri, sözünü ettiğin kimse, halifeyi öldürmüş müdür?

- Hayır, ama sövmüştür.

- Öyleyse ona göre cezalandırılmalıdır.

Ben böyle cevap verdikten sonra öfkelendi ve ailesinin yanma döndü. İbn Reyyan adındaki celladı da bana: «Haydi git.» dedi, ben de yanından çıkıp gittim. Bir rüzgar estiğinde bile onun, Velid tarafın­dan gönderilen ve beni Velid'in yanma çağıran bir elçi olduğunu sanı­yordum.»

Osman b. Zebr dedi ki: "Halife iken Süleyman b. Abdülmelik, Ömer b. Abdülaziz'le birlikte askeri garnizona uğradı. Garnizonda at­lar, develer, katırlar, yükler ve adamlar vardı. Süleyman: «Bu husus­ta ne dersin?» diye sorunca Ömer, şu cevabı verdi: «Dünyanın birbiri­ni yediğini görüyorum ve sen de bütün bunlardan sorumlusun.» Gar­nizona yaklaştıklarında bir karganın Süleyman'ın çadırından bir lok­ma yiyecek alıp öterek uçtuğunu gördüler. Süleyman yine sordu:

- Ey Ömer, ya bu nedir?

- Bilmiyorum.

- Sence şu karga bu ötüşüyle ne demek istiyor?

- Bence şöyle demek istiyor: Nereden geldi, nereye gidiyor?

- Ne kadar da tuhafsın.

- Aslında tuhaf olan, Allah'ı tanıdığı halde ona isyan edendir. Şeytanı tanıdığı halde ona itaat edendir, dünyayı tanıdığı halde ona yönelendir."

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Süleyman ile Ömer, Arefe'-de vakfe yaptıkları sırada Süleyman, insanların çokluğunu görmüş, Ömer ona şöyle demişti: «Bunlar,,bugün senin yönetimin altındaki halkındırlar, yarın ise bunlardan Ötürü sana hesap sorulacaktır.» Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ömer, ona şöyle demiştir: «Ya­rın kıyamet gününde bunlar senin hasımların olacaktır.» Ömer'in böyle demesi üzerine Süleyman ağlayıp: «Allah'tan yardım dileriz.» demiştir.

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Süleyman ve Ömer, bir gün yağmura yakalanmışlar, şimşekler çakmaya başlayınca Ömer,

İmeye başlamıştı. Süleyman ona; «Gülüyor musun?» deyince Ömer, cu cevabı vermişti: «Evet, bunlar Allah'ın rahmetinin eserleri olduğu halde biz bu halde oluyoruz ve sen de korkuyorsun. Ya onun gazabı­nın eserlerini ve azabını görürsen ne durumda olacağını düşün.»

İmam Malik'ten rivayet olunduğuna göre Süleyman ile Ömer, bir defa tartışmışlar, tartışma esnasında laf arasında Süleyman, ona: «Yalan söylüyorsun.» deyince Ömer, şu cevabı vermişti: «Yalan söyle­diğimi iddia ediyorsun Öyle mi? Allah'a yemin, ederim ki, yalanın sa­hibine zarar verdiğini anladığımdan beri asla yalan söylemiş deği­lim.» Böyle dedikten sonra Ömer oradan ayrılıp gitmeye ve Mısır'a göçmeye karar vermişti. Ancak Süleyman, onu bırakmamış, sonra bir adanı göndererek şöyle demişti: «Önemli bir meseleyle karşılaştığım­da mutlaka hep sen akhma geldin.»

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Süleyman, can çekişirken kendisinden sonra veliahd olarak Ömer b. Abdülaziz'i vasiyet etmişti. Süleyman'ın ölümünden sonra işler bu şekilde yoluna girdi. Allah'a hanıdolsun. [21]

 

Ömer B. Abdülazîzin Geleceğinin Bilinmesi Ve Bu Sebeble Gelişinin Beklenmesi

 

Ebu Davud et-Teyalisî, İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir: «Hayret ki hayret! İnsanlar, Hz. Ömer sülalesinden ve onun ameli gibi amel sahibi bir adam halife olmadan dünyanın sonunun gelme­yeceğini ve bu adamın da Bilal b. Abdullah b. Ömer olacağını sanıyor­lardı. Onun yüzünde bir yara izi vardı ama o olmadı. Sonra beklenen adamın Ömer b. Abdülaziz olduğunu gördüler. Onun annesi, Asım b. Abdullah b. Ömer b. Hattab'm kızıydı.»

Beyhakî, Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Benim so­yumdan bir adam halifeliğe geçecek ve yeryüzünü adaletle doldura­caktır. Onun yüzünde iki yara izi vardır.» Nafi de, Ömer'in halifeli­ğinden önce: «Bu adamın Ömer b. Abdülaziz'den başkası olacağını sanmıyorum.» demişti.»

ibn Ömer'in şöyle dediği rivayet edilir: «Hz. Ömer'in soyundan gelip yüzünde yara izi bulunan ve yeryüzünü adaletle dolduracak °lan adama ne mutlu.»

Vüheyb b. el-Verd şöyle demiştir: «Bir ara uyumakta iken şöyle pir rüya gördüm: Mescid-i Haram'm Beni Şeybe kapısından bir adam içeri girerek şöyle diyordu: "Ey insanlar, başınıza Allah'ın kitabı geç-k.' Ben de sordum: "Kim geçti?" Adam tırnağını gösterdi, tırnağının uzerinde Ömer adının harfleri olan "ayın", "mim" ve "ra" harfleri ya-zıhydı. Ben uyandıktan bir süre sonra Ömer b. Abdülaziz'e bey'at

edilmesi için Mekke'ye emir geldi.»

Bakiyye, Huzaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Ravza-ı Hadra'da Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüya­sında görmüş ve Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle demiş: «Sen, bu ümme­tin idaresinin başına geçeceksin. Kan akıtmaktan uzak dur. Kan akıtmaktan uzak dur. Çünkü insanlar arasında senin adın Ömer b. Abdülaziz'dir, ama Allah katında Cabir (yani kırıklıkları gideren ve tedavi eden)'dir.»

Ebu Bekir b. el-Makarrî, Reyah b. Ubeyde'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz, namaza geldiğinde yaşlı bir adam onun eline tutunmuştu. Kendi kendime: «Bu ihtiyarın içi geçmiş.» dedim. Na­mazdan sonra yanına gittim ve: «Allah, emiri ıslah etsin, şu senin eli­ne tutunan yaşlı adam kimdi?» diye sordum. O da: «Ey Reyah, sen onu gördün mü?» diye sorunca ben: «Evet.» dedim. O da bana şu kar­şılığı verdi: Ey Reyah, ben seni salih bir adam bilirim, yanıma gelen o adam kardeşim Hızır'dı. Bana bu ümmetin idaresinin başına geçece­ğimi ve adaletle hükmedeceğimi bildirdi.»

Yakub b. Süfyan, Ebu Anbes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Halid b. Yezid b. Muaviye'nin yanında oturmaktaydım. Üzerinde birkaç parçadan yapılmış kısa bir elbise olan bir genç gelip Halid'in elini tuttu ve: «Üzerimizde bir gözcü var mı?» diye sordu. Ben de: «İkinizin üzerinde de iyi gören bir gözcü ve iyi işiten bir kulak var­dır.» dedim. Bunun üzerine o gencin gözleri yaşardı. Halid'in elini bı­rakıp döndü ve çekip gitti. Ben de Halid'e: «Bu kimdi?» diye sordum. Halid, şu cevabı verdi: «Bu; mü'minlerin emiri, kardeşim Abdülaziz'in oğlu Ömer'dir. Eğer çok yaşarsan, bunun hidayete kavuşmuş bir hali­fe olduğunu göreceksin.»

Ben derim ki: Halid b. Yezid b. Muaviye, önceki insanların haber ve sözlerini, ilm-i nücum ve tıbbı iyi bilir, araştırmalar yapardı.

Biyografisini anlatırken de ifade ettiğimiz gibi Süleyman b. Ab-dülmelik, can çekiştiği esnada oğullarından birini veliaht tayin etmek istemişti. Ancak salih bir insan olan veziri Reca b. Hayve, onu bu dü­şüncesinden vazgeçirmiş ve sürekli telkinleri neticesinde Ömer b. Ab-dülaziz'i veliaht tayin etmesini sağlamıştı. Bunun üzerine Süleyman da kendisinden sonrası için veliahd olarak Ömer.b. Abdülaziz'i tayin ettiğim bir sayfaya yazdı ve altını mühürledi. Ancak ne Ömer'in, ne de Mervanilerden hiçbirinin bundan haberi yoktu. Sadece Süleyman ile Reca bunu biliyorlardı. Sonra Süleyman, muhafız kuvvetleri ko­mutanına, Mervanilerden ve diğerlerinden olan emirleri ve reisleri huzuruna getirmesini emretti, onlar da geldiler ve Süleyman'ın elin­deki mühürlü sayfada yazılı hususa bey'at ettiler. Daha sonra da hu-

rdan çıkıp gittiler. Halife Süleyman vefat edince Reca b. Hayve onf cağırdı ve halifenin vefatını duymalarından önce ikinci kez bey'at

âtiler. Bey'attan sonra mektubu açıp onlara okudu. Mektupta Ömer

u Abdülaziz 'e bey'at ettiklerini anladılar. Onu alıp minbere oturttu ve ona bey'at ettiler. Böylece Ömer b. Abdülaziz'in halifelik bey'atı tamamlanmış oldu.

Ancak âlimler, böyle bir tasarruf hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Adam vasiyetini bir kağıda yazıyor ve bunu şahitlere okumadan bazı kimseleri bu vasiyetine şahit tutuyor. Sonra da onlar bu kağıtta yazı­lı olan hususlara şahitlik yapıyorlar ve şahitlikleri geçerli oluyor. Bu­nun caiz olup olmadığı hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak ilim ehlinden bir cemaat, bunun caiz olduğunu ifade etmişler­dir. Kadı Ebu'l-Ferec el-Muafa b. Zekeriya el-Cerirî dedi ki: «Hicazlı-larm cumhur-u uleması bunun caiz, geçerli ve hükmünün nafiz oldu­ğunu söylemişlerdir.» Salim b. Abdullah'tan da böyle rivayet edilmiş­tir ki, bu görüş, aynı zamanda İmam Malik, Muhammed b. Mesleme el-Mahzumî, Mekhul, Nümeyr b. Evs, Zür'a b. İbrahim, Evzaî, Said b. Abdülaziz ve bunlara muvafakat eden Şam fıkıhçılarınm da görüşü­dür. Halid b. Yezid b. Ebi Malik de babasından ve ordusunun kadıla­rından böyle kaviller nakletmiştir. Aynı zamanda bu, kendisine mu­vafakat eden Mısırlı ve Mağribli fıkıhçılarla birlikte Leys b. Sa'd'ın, Basra akıncılarının ve kadılarının da kavlidir. Katade'den, Suvar b. Abdullah'tan, Ubeydullah b. Hasan'dan, Muaz b. Anberî'den rivayet olunduğuna göre bunlar da bu görüştedirler. Aralarında Ebu Ubeyd ve İshak b. Rahaveyh'in bulunduğu çok sayıda hadis ashabı, bu kavli benimsemişlerdir.

Buharı de "Sahih"inde bu görüşe önem vermiştir. Muafa'nm ifa­desine göre aralarında İbrahim, Hammad ve Hasan'm da bulunduğu Irak fıkıhçılarından bir cemaat, bu görüşü kabullenmemişlerdir ki, bu da Şafiî'nin ve Ebu Sevr'in mezhebidir. Ebu Sevr: «Bu bizim şeyhi­miz Ebu Cafer'in kavlidir.» demiştir. Şafiî'nin Irak'taki bazı ashabı da birinci kavle kail olmuşlardır. Cerirî de: «Birinci kavle kail oluruz.» demiştir.

Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Ömer b. Abdülaziz, Süley­man'ın cenazesinden dönerken kendisine -binmesi için- hususi binek­ler getirildiğinde bu bineklere binmemiş ve şöyle demeye başlamıştı:

«Eğer takva, sonra da yasaklar olmasaydı, Cehennem çukuruna düşme endişen olmasaydı; aşk ve şehvet yolunda bütün menedicilere karşı gelip asi olurdum.

Geçenler geçip gitti. Sonra sen geçip giden günlerin sonunda bir a§k ve şehvet bulamazsın,»

Bu şiiri okuduktan sonra: «Maşaallah, kuvvet ancak Allah iledir. Bana katırımı getirin.» dedi. Sonra da halifelere mahsus fazla binek­lerin satılmasını emretti. Halifelere mahsus kıymetli ve paha bici]., mez atlar vardı, onları satıp paralarını beytü'1-mala koydu.

Dediler ki: Ömer b. Abdülaziz, cenaze merasiminden döndükten sonra halk ona bey'at etti. Halifelik, onun adıyla yerini buldu, ama kendisi kederli ve üzüntülü olarak evine döndü. Azatlısı kendisine-«Neyin var? Kederli ve üzüntülü görünüyorsun, oysa vakit, kederlen­me vakti değildir.» dedi. Kendisi de şu karşılığı verdi: «Yazıklar olsun sana. Nasıl üzülüp kederlenmem? Bu ümmetin doğu ve batıdaki her ferdi mutlaka benden hakkını taleb etmekte ve kendisine hak ettiği şeyi ödememi istemektedir. İstese de istemese de hakkını ödemem be­nim üzerime farz kılınmıştır.»

Anlatıldığına göre halife seçildikten sonra Ömer b. Abdülaziz -boş zamanının kalmayacağını ileri sürerek- karısı Fatıma'yı yanında kal­mak veya ailesine dönmek arasında serbest bırakmış, Fatıma da ağ­lamıştı. Onun ağlaması nedeniyle cariyeleri de ağlaşmışlardı. Böylece Ömer'in evinde bir gürültü ve feryad duyuldu. Ama Fatıma, her halü­karda onun yanında kalmayı tercih etti. Allah, ona rahmet etsin.

Adamın birisi, Ömer'e: «Ey mü'minlerin emiri, bize biraz zaman ayır.» dedi. Ömer de şu şiiri okudu:

«Başını kaşımaya fırsat vermeyecek bir meşguliyet sana geldi, sen selamet yolundan saptın.

Boş zaman gitti. Artık kıyamet gününe kadar boş zamanımız ol­mayacaktır.»

Zübeyr b. Bekkar, Selam b. Süleym'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Ömer b. Abdülaziz, halife seçildikten sonra minbere çıktı. Bu ilk hutbesinde Allah'a hanıd-ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

"Ey İnsanlar! Bize arkadaşlık edecek olanlar, şu beş şarta uyar­larsa arkadaşlık etsinler. Yoksa bizden ayrılıp gitsinler:

1- İhtiyacını bize arzedemeyenlerin ihtiyaçlarım gelip bize arzet-sinler.

2-  Hayır ve iyilik hususunda olanca gayretleriyle bize yardımcı olsunlar.

3- Bizim göremediğimiz hayır ve iyilikleri bize göstersinler.

4- Kimsenin gıybetini yanımızda yapmasınlar.

5- Kendilerini ilgilendirmeyen şeylere burunlarını sokmasınlar. Bu hutbesinden sonra şairler ve hatipler, Ömer b. Abdülaziz'm

yanından ayrıldılar. Fakihler ve zahidler onun yanında sebat ettiler-

Sebat eden fakih ve zahidler de: "Bu adam söylediklerini yerine getir­diği sürece kendisinden ayrılmayacağız, ama aksini yaparsa mutlaka ayrılmamız gerekir." dediler.»

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz, halifeliğe geçince Muhammed b. Ka'b, Reca b. Hayve ve Salim b. Abdullah'a haber gön­dererek onları huzuruna çağırttı. Yanma geldiklerinde de onlara şöy­le dedi: "Mübtela olduğumuz ve başımıza inen şu ağır görevi görüyor­sunuz. Bu hususta bize yardımcı olmak için neler biliyorsanız söyle­yin."»

Muhammed b. Ka'b dedi ki: «Yaşlıları baba, gençleri kardeş, kü­çükleri de evlat say. Babana iyilik yap, kardeşini ziyaret edip duru­muyla ilgilen, çocuğuna da şefkat göster.»

Reca da şöyle dedi: «Kendin için beğendiğin şeyi halk için de be­ğen, sana yapılmasından hoşlanmadığın şeyi halka yapma ve şunu da bilki sen, ölecek ilk halife değilsin.»

Salim ise şöyle dedi: «Kendini bu yönetim işini güzelce yürütmeye ada. Bu hususta dünya şehvetlerine karşı oruç tut. Bu orucuda Ölüm anında boz. Söyleyecek başka birşeyim yok, hepsi bu kadar.»

Ömer de: «Lâ havle velâ kuvvete illa billah.» dedi.»

Başkaları dediler ki: Ömer b. Abdülaziz, bir gün insanlara bir nu­tuk irad etti, ama ağıt boğazına çökmüştü. Boğulmak üzere idi. Nut­kunda şöyle demişti:

«Ey insanlar! Siz ahiretinizi ıslah edin ki, Allah da dünyanızı İs­lah etsin. Siz içinizi düzeltin ki, Allah da dışınızı düzeltsin. Allah'a yemin ederim ki, Adem'in oğlu olan her kul mutlaka ölecektir. Ölüm­de onun için kopmaz bağlar vardır.»

Yine bir hutbesinde şöyle demişti:

«Nice sağlam ve mamur yer vardır ki, yakın bir zamanda harab olacaktır. Durumuna imrenilen nice mukim vardır ki, yakın zamanda goçecektir. Allah, size rahmet etsin. Elinizden geldiğince ve olanca imkanlarınızı seferber ederek dünyadan güzel bir şekilde göçün. Bu­na karşı dünyada ademoğlu gözü aydın olarak bir çaba ve yarış içine girmiştir. Ama o, Ölüme gitmek üzeredir. Allah, onu kendi kaderi ge­reğince davet ettiği ve ölüm okunu ona sapladığı zaman gidecektir. Dünyaya olan tercihini bırakacaktır. Kendisiyle ilgilenecek başka bir Kavme gidecek, onlar kendisini dünyaya muhtaç bırakmayacaktır. Doğrusu dünya, verdiği zarar kadar insana memnuniyet vermez, az bir süre sevindirir ama uzun bir süre üzer.»

ismail b. Ayyaş, Amr b. Muhacir'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Ömer b. Abdülaziz, halife olunca kalkıp insanlara bir hutbe irad ettı. Allah'a hamd~ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi:

«Ey İnsanlar! Doğrusu Kur'ân'dan sonra artık başka bir kitab, Muhammed (s.a.v.)'den sonra da başka bir peygamber gelmeyecektir. Ben, hüküm veren değilim, verilmiş hükümleri infaz edenim. Ben kendiliğinden uydurukça şeyler çıkaracak değilim, benden öncekile­rin yolundan gideceğim. Zalim devlet başkanından korkup kaçan kişi, zalim değildir. Dikkat edin, asi olan, zalim devlet başkanıdır. Dikkat edin, Aziz ve Celil olan Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılana itaat olmaz.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, yukarıdaki hutbesinde şu sözleri de söylemişti: «Ben, herhangi birinizden daha hayırlı deği­lim, aksine ben aranızda yükü en ağır olan kişiyim. Dikkat edin, Al­lah'a isyan olan yerde yaratığa itaat yoktur. Dikkat edin, ben size bunları işittirdim mi?»

Ahmed b. Mervan, Said b. As'ın oğlunun şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Ömer b. Abdülaziz, irad etmiş olduğu son hutbesinde Allah'a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle demişti:

«İmdi sizler boşuna yaratılmadınız, başıboş da bırakılmadınız, si­zin varacağınız son bir durak vardır. O zaman ve orada Allah, hüküm verecek ve işinizi halledecek, aranızdaki anlaşmazlıkları da çözümle­yecektir. Allah'ın rahmeti dışına çıkan, kaybedip ziyana uğramıştır. Genişliği gökler ile yer araşınca olan Cennet'ten yoksun kalmıştır. Bihnezmisiniz ki, ancak bu günden korkup tedbirini alan ve baki olan ahireti elde etmek için fani olan şu dünyayı feda eden, tükeneni tü­kenmeyecek olanla değiştiren, azı çokla değiştiren, korkuyu güvenle değiştiren kimseden başkası yarınki kıyamet gününde güvende olma­yacaktır. Görmüyor musunuz ki, sizden önce ölmüş ve göçmüş olanla­rın mallarını elinizle yağmalamaktasınız. Ama bu mallar, sizden son­rakilerin de eline geçecektir. Bu mallar, böylece elden ele intikal ede­cek ve nihayet varislerin en hayırlısı olan Allah'ın eline geçecektir. Sonra sizler, her gün bu dünyadan ayrılıp Allah'ın katına göçen ve dönüşü olmayan bir yolculuğa giden kimseleri uğurluyorsunuz. Onla­rın ecelleri sona ermiş olduğundan yerin, kara toprağın bağrına yas-tıksız ve döşeksiz olarak defnediliyorsunuz. Onlar, dostlarından ayrı­lıp toprağa ve hesaba yönelmişlerdir, amelleri ile başbaşa kalacaklar­dır. Terkettikleri dünyadan müstağni olmuşlardır. Ama yöneldikleri ahirette fakir ve yoksuldurlar, hakkınızda hüküm verilmeden ve öl­meden önce Allah'tan korkun, takvalı olun, ölüm üzerinize inmeden ölümü devamlı gözetleyin. Ben size bu sözleri söylüyorum, haberiniz olsun.»

Böyle dedikten sonra Ömer b. Abdülaziz, abasının ucunu yüzüne örttü, ağladı, etrafmdakileri de ağlattı.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, yukarıdaki hutbesinde şunları da söylemiştir:

«Allah'a yemin ederim ki, ben, size bu sözleri söylüyorum ama sizden hiçbirinizin bende olduğunu bildiğim günahlar kadar günah­kar olduğunu bilmiyorum. Ama bu anlattıklarım Allah'ın adil kanun­larıdır. O, bu kanunlarda kendisine itaat edilmesini emretmiş, kendi­sine karşı gelinmesini yasaklamıştır. Allah'dan mağfiret diliyorum.»

Böyle dedikten sonra yenini yüzüne kapattı ve sakalı ıslanmcaya kadar ağladı. Sonra da vefat edinceye kadar meclisine dönmedi. Al­lah, ona rahmet etsin.

Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyamda gördüm, bana şöyle dedi:

- Yaklaş ey Ömer!

Yanına yaklaştım, öyle ki, kendisine değmekten korktum. Yine bana şöyle dedi:

- idarenin başına geçtiğin zaman şu ikisi gibi davran. (Yanında sağ ve soluna oturmuş iki yaşlı adam gördüm, kendisi­ne sordum:)

- Bunlar kimlerdir?

- Şu Ebu Bekir, şu da Ömer'dir.

Rivayete göre Ömer b. Abdülaziz, Salim b. Abdullah b. Ömer'e şöyle demiş:

- Bana öyle bir siret yaz ki, ona göre amel edeyim.

- Sen bunu yapamazsın.

- Niçin?

- Eğer sen bu yazacağım sirete göre amel edecek olursan, Ömer b. Hattab'tan daha faziletli ve daha üstün olursun. Zira o, hayır işle­me hususunda yardımcılar buluyordu ama sen hayır işleme hususun­da sana yardım edecek bir kimseyi bulamamaktasın.»

Rivayet olunduğuna göre Ömer b. Abdülaziz, yüzüğünün kaşına Şu ibareyi yazdırmıştır: «Lâ ilahe illallahü vahdehü lâ şerike leh». Başka bir rivayete göre ise şunları yazdırmıştır: «Amentü billahi.»

Vefa Aziz'in rivayetine göre Ömer b. Abdülaziz, bir gün halkın eş­raf ve reislerini toplayarak onlara bir nutuk irad ederek şöyle demiş: «Fedek hurmalığı, Rasûlullah (s.a.v.)'m elindeydi. Oranın gelirlerini Allah'ın kendisine gösterdiği yerlere sarfederdi. Sonra bu hurmalığın idaresini Ebu Bekir yürüttü. Ondan sonra Ömer de aynı şekilde yü­rüttü.»

Ravilerden Asmaî dedi ki: "Ömer b. Abdülaziz'in, Hz. Osman hak­kında ne dediğini bilmiyorum ama sonra sözünü şöyle sürdürmüştü: «Mervan, o hurmalığı ıkta olarak verdi ve oradan bana bir pay düştü.

Velid ile Süleyman da oradaki paylarını bana bağışladılar. Benim oradaki paylarımdan daha kıymetli birşey yoktur ki, onu da beytü'l-mala iade edeyim. Ama ben, Fedek hurmaliğındaki paylarımı, Rasû-lullah (s.a.v.)'ın zamanındaki uygulamaya dönülebilsin diye beytü'l-mala iade ettim.»

O zaman insanlar haksızlıklardan artık emin olmuşlar, kimsenin kimseye haksızlık yapacağına inanmaz hale gelmişlerdi. Bundan son­ra Ömer b. Abdülaziz, Ümeyye oğullarından bir cemaatın mallarının beytü'1-mala iade edilmesini emretti ve o mallara da "mezalim malla­rı" adını verdi. Bazıları bu uygulamadan vazgeçmesi için ricaya gitti­ler. Halası Fatıma binti Mervan'ı aracı yaptılar. Fakat bunun bir fay­dası olmadı. Ömer, onlara şöyle dedi: «Ya beni bildiğim gibi hareket etmem için rahat bırakırsınız, ya da Mekke'ye giderim, halifelikten vazgeçer ve bu işin en layıkma halifeliği devrederim. Allah'a yemin ederim ki, aranızda elli sene kalacak olsam bile adaletten vazgeçme­yeceğim. Ben, idareciliği elde tutmak istiyorum ama bunu da ancak insanların kalblerini yatıştırmcaya kadar dünya tamahı ile birlikte yürütebiliyorum.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini riva­yet etmiştir: «Eğer bu ümmette Mehdi varsa, o da Ömer b. Abdüla-ziz'dir.»

Katade, Said b. Müseyyeb ile birçok kişi böyle demişlerdir.

Tavus dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz, hidayete ermişti ama onun vasıtasıyla insanlar hidayete ermiş değildirler. O, adaleti tam olarak tatbik edemedi. Mehdi geldiğinde o, kötülük yapan kimselerin üzerin­de duracak, gerekeni yapacak, iyilik yapan kimseye de ihsanda bulu­nacak ve daha fazla iyilikte bulunacaktır. Cömert olup valilerine kar­şı sert, düşkünlere karşı ise merhametli olacaktır.»

Malik, Said b. Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Halifeler, Ebu Bekir ile iki Ömer'dir.» Kendisine Ebu Bekir ve Ömer'i tanıdıklarım ama ikinci Ömer'in kim olduğunu bilemedikleri­ni söylemeleri üzerine şu cevabı vermişti: «Eğer yaşarsanız yakında ikinci Ömer'i de tanıyacaksınız.» Böyle demekle o, Ömer b. Abdüla-ziz'i kasdetmişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, Ömer b. Abdülaziz'den bahsederken; «O, Mervan oğullarının başı yaralısı (yüzü ak olanı) dır.» demiştir.

Abbad es-Semmak, Süfyan-ı Sevrî'nin meclisine katılır, onun soh­betini dinlerdi. Bu zat, Süfyan-ı Sevrî'nin şöyle dediğini nakletmiştir:

«Halifeler, şu beş kişidir: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer b. Abdülaziz.»

Halifelerin bu beş kişiden ibaret olduğuna dair sözler, Ebu Bekir b Ayya§» §afiî ve diğer birkaç kişiden de nakledilmiştir. Bütün âlim­ler Ömer b. Abdülaziz'in adil imamlardan, raşit halifelerden ve hida-vet rehberi önderlerden biri olduğu hususunda icma etmişlerdir. Haklarında sahih hadis varid olan oniki imamdan biri olduğunu da birden fazla âlim ifade etmiştir. Sözü edilen sahih hadis şudur: «Ara­larında oniki halife -ki hepsi de Kureyş'ten olacaktır- bulunduğu sü­rece bu ümmetin işi, sürekli düzenli ve müstakim olacaktır.»

Kısa olmakla birlikte halifelik süresince merhum Ömer b. Abdül­aziz çok çaba harcamış, nihayet haksızlıkları önlemiş, bütün hak sa­hiplerine haklarını vermişti. Öyle ki, onun münadisi her gün, şöyle duyuruda bulunurmuş: «Nerede borçlular? Nerede evlenecek olanlar? Nerede düşkünler? Nerede öksüzler? Gelsinler, hepsinin ihtiyacını karşılayayım.»

Âlimler, Ömer b. Abdülaziz'in mi yoksa Muaviye b. Ebi Süyfan'm mı daha faziletli olduğu hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları, yaşantısının mükemmelliğinden, adaletli oluşundan, kendini zühde verişinden ve fazlaca ibadet yaptığından ötürü Ömer b. Abdülaziz'i Muaviye'den daha faziletli kabul etmişlerdir. Bazıları da ondan daha önce İslâm'a girdiğinden ve sahabe olduğundan ötürü Muaviye'yi on­dan daha faziletli kabul etmişlerdir. Hatta bazıları demişlerdir ki: «Muaviye'nin, Rasülullah (s.a.v.)'la görüşmüş olduğu bir tek gün bile, Ömer b. Abdülaziz'den, onun tüm ömründen ve aile efradından daha hayırlıdır.»

"Tarih" adlı eserinde İbn Asakir'in anlattığına göre Ömer b. Ab­dülaziz, zevcesi Fatıma binti Abdülmelik'in cariyelerinden birini çok beğenirmiş. Ömer, bu cariyeyi zevcesi Fatıma'dan ya satarak ya da hibe ederek kendisine vermesini istemiş. Ancak Fatıma, bu isteğini yerine getirmemişti. Ama halifeliğe geçince, Fatıma, o cariyeye güzel giysiler giydirmiş, kokular sürmüş ve onu hibe ederek halifeye sun­muştu. Halife, cariyeyle başbaşa kalınca cariye ona yönelmiş, ancak o, cariyeden yüz çevirmişti. Cariye, ona şöyle sormuştu:

- Ey efendim, daha önce bana gösterdiğin sevgin nerede?

- Allah'a yemin ederim ki, sana olan sevgim, eskisi gibi sağlam durmaktadır. Ama artık benim kadınlara ihtiyacım yok. Öyle bir işle karşılaştım ki, artık senden ve diğer kadınlardan alakamı kesmek mecburiyetinde kaldım. Sizlerle uğraşamam. Sen nerelisin, nereden getirildin?

- Ey mü'minlerin emiri, babam Mağrib ülkesinde bir suç işledi. Musa b. Nusayr onu yakalatıp sorguladı ve beni de cinayetin bedeli olarak aldı. Sonra da beni Velid'e gönderdi. Velid de kız kardeşi ve se-nm de zevcen olan Fatıma'ya hibe etti. İşte Fatıma da beni şimdi sa­na hediye etti.

- Doğrusu, biz, Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Vallahi nerede ise rezalet işleyecek ve helak olacaktık.

Böyle dedikten sonra Ömer, o cariyeye ikramda bulunup kendi ülkesine ve ailesine gönderdi.

Ömer b. Abdülaziz'in zevcesi Fatıma, şöyle demiştir: «Bir gün ya­nına girdim, namazgahında oturmuştu. Elini yanağına dayamıştı. Gözleri de iki yanağının üzerine yaş akıtıyordu. Kendisine: "Neyin var?" diye sorduğumda bana şu cevabı verdi:

"Yazıklar olsun sana ey Fatıma! Ben bu ümmetin idaresinin başı­na geçtim. Ama bu nasıl bir idaredir, biliyor musun? Aç olan fakiri zayi olan hastayı, yorgun ve bitkin düşmüş çıplağı, kalbi kırık yetimi, yalnız kalmış dulu, kahra uğramış mazlumu, garibi, esiri, yaşlı ve ih­tiyar kimseleri, çoluk çocuğu kalabalık olan insanları, malı mülkü az olan kimseleri ve ülkenin, beldelerin ücra köşelerinde bunlara benzer kimselerin durumlarını düşündüm. Kıyamet gününde Aziz ve Celil Rabbimin bana bunların durumunu soracağını anladım ve Muham-med (s.a.v.)'in de bunlardan yana olup bana hasım kesileceğini dü­şündüm. Bunların benimle tartışacakları ve davalaşacakları zaman­da kendilerine karşı bir delil ileri süremiyeceğimden korktum. Bu ne­denle kendime acıdım ve ağladım.»

Meymun b. Mehran'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Ömer b. Abdü-laziz, beni bir valiliğe tayin etti. Sonra bana şöyle dedi: "Sana benden bir mektup gelir de bu mektup hakka uygun olmazsa onu yere çal."»

Ömer, valilerinden birine şöyle bir mektup göndermişti: «Güç ve kudretin seni insanlara haksızlık yapmaya iterse, sen Allah'ın senin üzerindeki güç ve kudretini, onlara yapacağın haksızlığın mutlaka sona ereceğini, ama onların senden soracakları hesabın bakiliğini ha­tırla.»

Abdurrahman b. Mehdi, İsa b. Asım'm şöyle dediğini rivayet et­miştir: «Ömer b. Abdülaziz, Adiy b. Adiy'e şöyle bir mektup gönderdi:

«Doğrusu, İslâmiyet'in farzları, sünnetleri ve prensipleri vardır. Kim bunları tamamıyla yerine getirirse imanı kemale erer, kim de bunları tamamıyla yerine getiremezse imam kemale ermez. Eğer ben yaşarsam -amel etmeniz için- bunları size açıklarım, eğer ölürsem de zaten aranızda yaşamaya niyetim yoktur.»

Sulî'nin anlattığına göre Ömer, valilerinden birine şöyle bir mek­tup göndermiştir:

«Allah'a karşı gelmekten sakınıp takvalı ol, çünkü takvadan baş­ka birşey makbul olmaz. Ancak takva sahibi kimseler, ilahi rahmete mazhar olurlar ve yine ancak takvalı olmaktan ötürü kişiye sevap ya­zılır. Takvalı olmayı öğütleyenler çoktur ama takvalı olanlar azdır.»

Şu güzel sözler de onun vecizeleridir:

«Bir kimse, ancak kendi amel ettiği şeyleri söyleyebileceğini bilir­se konuşması az olur, ancak kendisini ilgilendiren ve kendisine yarar glayan şeyleri söyler. Bir kimse, ölümü çokça hatırlarsa dünyadan az şeyle yetinir.»

«Bir kimse, söylediği sözleri kendi amelinden saymazsa hata ve günahı çoğalar. Bir kimse, Allah'a bilgisizce ibadet ederse kendisini fesada sürükleyen şeyler, kendisini İslah edecek şeylerden daha çok

olur.»

Adamın birisi, bir gün Ömer b. Abdülaziz'Ie ileri geri konuştu, ni­hayet onu öfkelendirdi. Ömer de onu dövmek istedi, ama sonra kendi­ni tuttu ve adama şöyle dedi:

«Sen şeytanın bana hükümdar onuru aşılayarak beni gazablan-dırmasım ve bu nedenle de yarın karşılığını benden alacağın bir hak­sızlığı sana yapmamı istedin. Haydi kalk, Allah sana afiyet versin, artık seninle konuşmaya ihtiyacım yoktur.»

Ömer b. Abdülaziz'in vecizelerinden biri de şudur: «Allah katında işlerin en güzeli, normal şekilde çabalamaktır. Güçlü iken affetmek­tir, yönetimin başında iken merhametli olmaktır. Bir kul, dünyada başka bir kula merhametli olursa onun karşılığında kıyamet günün­de de mutlaka Cenâb-ı Allah, ona merhametle muamele eder.»

Ömer'in küçük oğlu evden çıkıp diğer çocuklarla oynarken bir ço­cuk gelip onun kafasını yardı. Saldırgan çocuğu yakalayıp Ömer'in huzuruna getirdiler. O esnada Ömer, dışarıda bir gürültü duydu, dı­şarı çıktı. Bir kadının: «O benim oğlumdur, o öksüzdür.» diye bağırdı­ğını gördü. Ömer, ona: «Kendine gel ey kadın, bu çocuğun divanda kaydı var mıdır? Kendisine maaş verilmekte midir?» diye sordu. Ka­dın da: "Hayır." diye cevap verince Ömer: «Bu çocuğu zürriyete ya­zın.» dedi. Bunun üzerine karısı Fatıma: «Senin oğlunun başını yardı, bu halde bu çocuğa böyle lütufta bulunuyorsun. Allah, bunu kahret­sin. Sen böyle yaparsan bir kez daha senin oğlunun başını yaracak-tır.» diye çıkıştı. Ömer de ona şu cevabı verdi:

«Yazıklar olsun sana, o yetimdir, siz onu korkuttunuz.»

Malik b. Dinar dedi ki; «Bana, sen zahidsin, diyorlar. Zahidlik be­nim neremde? Zahid, ancak Ömer b. Abdülaziz'dir. Dünya ağzını aça­rak ona geldi, ama o, dünyanın tümünü terketti.»

Dediler ki: Ömer b. Abdülaziz'in sadece bir gömleği vardı. O göm­leğini de yıkadıkları zaman kuruyuncaya kadar evinde oturup bekler­di.

Bir defasında bir rahibin yanma gidip: «Ne olur bana öğüt ver.» dedi, rahib de ona şöyle cevap verdi: Şairin şu sözünü tut:

«Dünyadan soyutlan, çünkü sen, dünyaya gelirken çıplaktın.» Ömer, bu beyti çok beğenir, defalarca tekrarlar ve buna göre hakkıyla amel ederdi.

Anlatıldığına göre Ömer, bir gün karısının yanına gitmiş, karısı ondan üzüm almak için bir dirhem veya birkaç fülüs istemişti. Ancak karısı, onun yanında hiç para bulamayınca Ömer'e şöyle demişti:

- Sen halifesin, mü'minlerin emirisin, ama cebinde üzüm alacak kadar para yok. Bu nasıl iştir?

- Bu halim, yarın Cehennem ateşinde zincirleri ve prangaları ta­şımaktan daha kolaydır.

Evinin kandili, üç kamış üzerindeydi ki, bunların da üzerinde ça­mur vardı.

Bir gün kendisine kızartılmış et getirmesi için kölesini pazara göndermişti. Kölesi de alelacele ona kızartılmış et getirdi. Köleye şöy­le sordu:

- Bunu nerede kızarttın? -Mutfakta.

- Müslümanların umumi mutfağında mı?

- Evet.

- Öyleyse bunu sen ye, bu benim rızkım değildir, senin rızkındır. Umumi mutfakta Ömer için su ısıttılar. Ömer de bunun karşılı­ğında bir dirheme odun satın alarak umumi mutfağa gönderdi.

Karısı dedi ki: «Ömer, halife iken bizimle asla cinsel ilişkide bu­lunmadığı gibi hamamcı da olmadı.»

Ömer b. Abdülaziz, Ebu Selam el-Esved'in, havuzla ilgili hadisi Sevban'dan rivayet ettiğini duymuştu. Bunun üzerine Ömer, bir ulak göndererek onu yanma çağırttı. Ebu Selam gelince 'de Ömer, mazeret dilercesine ona şöyle dedi: «Ey Ebu Selam, seni yormak istememiş­tim. Ama bu hadisi bizzat senin ağzından duymak istedim.» Ebu Se­lam da şöyle cevap verdi: Ben Sevban'dan duydum ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

«Benim havuzum, Aden ile Belka ummanı arasındadır, suyu süt­ten beyaz, baldan tatlıdır. Kupalarının sayısı, göklerdeki yıldızlar sa-yısıncadır, ondan bir kez içen kimse, artık ebediyyen susamaz ve o havuzun başına gelip içecek olan ilk kimseler, Muhacirlerin fakirleri­dir. Başları tozlu, elbiseleri kirli olup güzel kadınlarla evlenmezler ve dünyadaki tıkanıklıklar, engeller ve setler onlar için açılmazlar.» (Ya­ni sürekli sıkıntıda olurlar). Ömer de bunun üzerine şöyle dedi: «Ama ben güzel kadınlarla evlendim. Abdülmelik'in kızı Fatıma'yla evliyim ama bundan sonra başım tozlanmadıkça yıkanmayacağım, kirlennıe-dikçe elbisemi çıkarmayacağım.»

Anlatıldığına göre Ömer'in bir kandili vardı, o kandilin ışığında kendi işiyle ilgili notları tutar, yazıları yazardı. Bir de beytü'l-malın bir kandili vardı ki, onun ışığında Müslümanların maslahatı ile ilgili notları tutar ve yazıları yazardı. Şahsıyla ilgili bir tek harfi dahi o kandilin ışığında yazmazdı. Her gün sabahleyin Kur'ân okur ama okuyuşunu uzatmazdı. 300 polisi, 300 de muhafızı vardı.

Ehl-i beytinden bir adam, ona bir elma hediye etmişti. Elmayı kokladıktan sonra getiren adama verip onu tekrar sahibine iade et­mişti. Elmayı sahibine götüren görevliye de: Ona de ki: «Elma yerini buldu.» dedi. Görevliyse ona şöyle dedi: «Ey mü'minlerin emin, Rasû­lullah (s.a.v.), hediye kabul ederdi, elmayı gönderen bu adam da se­nin ehl-i beytindendir.» Ömer, ona şu cevabı verdi: «Rasûlullah'a veri­lenler hediye idi. Bize gelince, bize verilenler rüşvettir.»

Anlatıldığına göre Ömer b. Abdülaziz, valilerine bol miktarda na­faka verirdi. Öyle ki, valilerden birine aylık 100, 200 dinar verirdi ve bunu da şu gerekçeye bağlardı: «Valiler para sıkıntısı çekmezlerse, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, Müslümanların işlerine kendilerim vakfederler.»

Kendisine dediler ki: «Valilerine verdiğin kadar kendi çoluk çocu­ğuna da sarfetsen olmaz mı?» Ömer, onlara şu cevabı verdi: «Ben ço­luk çocuğumun haklarını alıkoymuyorum, ama başkalarının hakları­nı da onlara vermem.»

Aile efradı, büyük sıkıntıya düştüler. Parasız kaldılar. Ömer, on­lara daha fazla veremiyeceğini, şu mazereti ileri sürerek açıkladı: «Daha önce siz beytü'1-mala çok borçlandınız. Çok masraf yaptınız, onun için şimdi size daha fazlasını veremem.»

Bir gün Hz. Ali'nin evladından bir adama şöyle demişti: «Kapım­da durmana ve içeri girmen için sana izin verilmemesine çok sıkıl­dım. Bundan ötürü Allah'tan utandım.» Yine Hz. Ali'nin evlatların­dan bir başkasına şöyle demişti: «Allah, sizi kendi katından verdiği şeylerle ikrama mazhar kılmıştır. O nedenle dünyalık vererek sizi dünya ile kirletmekten ötürü Allah'tan utanırım.»

Bir başka defasında da şöyle demişti: «Biz ve amcazadelerimiz Haşimiler, bazen biz bazen de onlar devran sahibi olduk. Devran on­lardayken biz onlara gidip sığınırdık. Devran bizdeyken de onlar ge-Hp bize sığınırlardı. Nihayet risalet güneşi doğdu, münafıklar kaybet­tiler. Bozgunculuk yapan nifak sahipleri, konuşamaz oldular. Daha Önce konuşan herkes sustu.»

Ahmed b. Mervan, Muhammed b. Uyeyne'nin koyunlarını otlatan MuSa b. Eymen adındaki çobanın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği zamanında aslanlar, koyunlar ve yır­tıcı hayvanlar aynı yerde otlanırlardı. Bir gün o dönemde sürüye bir Kurt musallat olunca ben dedim ki: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi raciûn. Mutlaka şu salih adam (Ömer) vefat etmiş olmalı.» Hesapladım, Ömer'in o gece vefat ettiğini anladım.»

Ömer b. Abdülaziz'in dualarından biri şu idi:

«Allah'ım, bazı adamlar vardır ki, verdiğin emirlere itaat ederler yasakladığın şeylerden uzak dururlar. Allah'ım, senin onları muvaf­fak kılışın, onların sana itaatlarından önce olmuştu. Beni de muvaf­fak kıl.»

Yine bir defasında şöyle dua etmişti: «Allah'ım, Ömer senin rah­metine mazhar olmaya layık bir adam değildir, ama senin rahmetin Ömer'e ulaşacak kadar geniştir.»

Adamın birisi, Ömer'e şöyle demişti:

«Yaşamak senin için hayırlı olduğu sürece Allah seni yaşatsın ve hayatta bıraksın.

- Bu boş birşeydir, ama sen şöyle de: «Allah, sana güzel bir hayat yaşatsın ve seni iyilerle beraber vefat ettirsin.»

Adamın birisi, Ömer'e şöyle sormuştu: «Ey mü'minlerin emiri, nasıl sabahladın?

- Vücudum ağır ve karnım dolu olarak, günahlara da bulanmış halde sabahladım ama Aziz ve Celil olan Allah'tan rahmetini diliyo­rum.»

Adamın birisi, Ömer b. Abdülaziz'in yanına gidip şöyle demişti: «Ey mü'minlerin emiri! Senden Önceki halifeler, halifelikle süslendi­ler ama sen halifeliği süsledin. Senin durumun, şairin şu sözünde an­lattığı gibidir:

«İnci, yüzlerdeki güzellikleri daha da ziynetlendirdiğine göre se­nin yüzünün güzelliği, inci için süs oldu.»

Adamın böyle demesi üzerine Ömer, ondan yüz çevirdi.»

Reca b. Hayve dedi ki: «Bir gece Ömer b. Abdülaziz'in yanında kaldım. Kandilinin yağı tükendi.«Ey mü'minlerin emiri, şu köleyi uyandıralım da kandile yağ koysun.» dedim. Ömer; «Hayır, bırak uyusun, ben ona iki iş yaptırmak istemiyorum.» dedi. Ben de: «Öyley­se ben kalkıp kandile yağ koyayım.» dedim. Ömer; «Hayır, misafiri çalıştırmak mürüvvetten sayılmaz.» dedi. Sonra kendisi kalkıp kandi­le yağ koydu. Sonra gelip şöyle dedi: «Ben kalkıp çalıştım, yine Ömer b. Abdülaziz'im. Gelip oturdum, yine Ömer b. Abdülaziz'im.»

Ömer şöyle demişti: «Nimetleri çokça anın. Çünkü nimetleri an­mak, onların şükrünü ifa etmektir. Ben övünmekten korktuğum için nimetleri çokça zikredemiyorum.»

Dostlarından birinin ölüm haberini alan Ömer b. Abdülaziz, baş­sağlığı dilemek için dostunun ailesine gitti. Çoluk çocuğu onun huzu­runda yüksek sesle feryad-ü figan edip ağladılar. Ömer, onlara şöyle dedi:

«Susun bakalım. Rızkınızı veren babanız değildi. Size rızık veren, ölümsüz ve diri olan Allah'tır. Babanız sizin mezar çukurunuzu da oldurmadı. O, kendi çukurunu doldurdu. Ama şunu da bilmelisiniz ki sizden her biriniz Allah'a yemin ederim ki, kendi çukurunu mutla­ka dolduracaktır. Onur ve üstünlük sahibi yüce Allah, dünyayı yara­tırken onun harab olacağına ve dünyada yaşayan herkesinde öleceği­ne hükmetmişti. Bir evde tecrübe dolu olursa, o evde mutlaka bu tec­rübelerden ötürü alman ibretler de çoğalır. Bir yerde topluluk meyda­na gelirse, o tupluluk da mutlaka dağılır. Nihayet biriken ve topla­nan herşey, yeryüzüne mirasçı olan Allah'ın eline geçecektir. Siz ağ-layacaksanız, kendinize ağlayın. Çünkü babanızın gittiği yere sizler de yarın mutlaka gideceksiniz.»

Meyimin b. Mehran, şöyle rivayet etmiştir: «Ömer'le birlikte me­zarlığa gittik. Bana dedi ki: «Ey Ebu Eyyüb! Bunlar, atalarım Beni Ümeyye'nin mezarlarıdır. Sanki bunlar hiç dünyadaki insanlarla ay­nı lezzetleri tatmamışlar ve aynı hayatı sürmemişler. Görüyorsunuz, hepsi yatıyorlar. Yere düşmüşler. Üzerlerinden çeşitli azab ve işken­celer geçmiş. Bela, üzerlerinde yer yapmıştır. Öyle değil mi?» Böyle dedikten sonra ağladı ve nihayet bayılıp düştü. Ayıldıktan sonra şöy­le dedi: «Beni alıp eve götürün. Allah'a yemin ederim ki, bu mezarlar­da yatanlardan daha çok nimetlere mazhar olmuş başka kimselerin var olduklarını bilmiyorum. Bunlar, Allah'ın azabından emin olmuş­lar, sevabını bekliyorlar.»

Rivayet olunduğuna göre Ömer b. Abdülaziz, bir cenazeye gitmiş­ti. Cenaze defnedildiğinde arkadaşlarına şöyle demişti: «Durun hele, dostlarımın mezarlarına da gideyim.» Gitti, mezar başında ağlamaya ve dua etmeye başladı. O esnada topraktan kendisine şöyle bir ses geldi: «Ey Ömer, dostlarına neler yaptığımı bana sormayacak mısın?» Ömer de, dostlarına neler yaptığını sorunca toprak ona şu cevabı ver­mişti: «Kefenleri parçaladım, etleri yedim, gözlerini oydum, göz çu-kurlarmdaki etleri de yedim; kollarındaki elleri, pazularındaki bilek­leri, omuzlarındaki dirsekleri, bellerindeki omuzları, bacaklarındaki ayak bileklerini, uyluklarındaki bacaklarını, mak'adlarındaki baldır­larım, sırtlarmdaki mak'adlarmı koparıp yedim.»

Ömer, oradan ayrılıp gideceği zaman toprak, ona yine şöyle ses­lendi:

- Ey Ömer! Çürümeyecek kefeni sana söyleyeyim mi?

- Neymiş o?

- Allah'a karşı gelmekten sakınmak, takvalı olmak ve salih amel işlemektir.

Ömer b. Abdülaziz, bir defasında meclisinde oturan arkadaşların­dan birine şöyle dedi:

- Dün geceyi tefekkür ederek geçirdim, hiç uyuyamadım.

- Hangi hususlarda tefekkür ettiniz, ey mü'minlerin emiri?

- Mezar ve sakini hakkında tefekkür ettim. Eğer sen Ölünün üç günden sonra mezarında ne hale geldiğini görürsen, onunla dünyada uzun uzaydıya arkadaşlık etmiş olsanda onu o halde görmek istemez ve ondan uzaklaşmak istersin. Onun mezarını, içinde haşerelerin do­laştığı, kurtların sağı solu parçaladığı, irinlerin aktığı bir ev olarak görürsün. Bununla birlikte onun kokusu da değişmiş, daha önce gü­zel görünümlü, hoş kokulu ve ötemiz elbiseli iken kefenlerinin çürü­müş olduğunu da müşahede edersin.

Böyle dedikten sonra Ömer, bir çığlık attı, bayılıp yere düştü.

Mukatil b. Hayyan dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz'in arkasında na­maz kıldım. Namazda şu ayet-i kerimeyi okudu:

«Onları durdurun. Çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır.» (es-Sâffât, 24.) Bu ayet-i kerimeyi tekrarladı. İlerisine geçemedi.»

Karısı Fatıma dedi ki: «Ömer'den daha çok namaz kılan ve daha çok oruç tutan ve onun kadar Rabbinden korkan başka bir kimse gör­medim. Yatsıyı kılar, sonra uyku gözlerini bürüyünceye kadar oturup ağlar, sonra uyanınca yine uykudan gözleri kapanıncaya kadar yeni­den ağlardı. Benimle birlikte yatağa uzanır, ahiretle ilgili birşeyi hatırlayınca serçenin sudan çıkıp silkinişi gibi silkinir, oturup ağla­maya başlardı. Kendisine acıdığım için yorganı üzerine atardım ve şöyle derdim: «Keşke bizimle halifelik arasında, güneşin iki doğuş ye­ri arasındaki mesafenin uzaklığı kadar bir uzaklık olsaydı. Allah'a yemin ederim ki, halifelik bize geçtiğinden beri sevindiğimizi asla görmedim.»

Ali b. Zeyd dedi ki: «Hasan ve Ömer b. Abdülaziz gibi hiç kimseyi görmedim. Cehennem ateşi sanki bunlar için yaratılmamıştı.»

Ravinin biri dedi ki: «Gözlerinden kan akıncaya kadar Ömer b. Abdülaziz'in ağladığını gördüm.»

Anlatıldığına göre Ömer b. Abdülaziz, yatağına girerken şu ayet-i kerimeleri okurmuş:

«Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah'tır.» (ei-A'râf, 54.)

«Kasabaların halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende iniydiler?» <ei-Arâf, 97.)

Her gece arkadaşları olan fıkıhçılar, yanına gelip otururlar ve sa­dece ölümü, ahireti anarladı. Sonra da aralarında bir cenaze varmış gibi ağlarlardı.

Ebu Bekir es-Sulî şöyle demiştir: Ömer b. Abdülaziz, şairin şu sö­zünü kendisine nümune-i imtisal edinmişti:

«Toplayıp biriktirdiği şeylerden kefeni içine konulan hanut koku­sundan başka birşey nasib olmadı.

Yine koku için yakılan öd ağacının kokusundan başka bir azığı da olmadı ki,                                                             

Bu da hangi belde de öleceği bilinmeyen bir yolcu için az bir azık­tır-

Eğer bunu gönüllü olarak elde etmek için gitmezse, kendisine bu

şerbet içirilir.»

Ömer b. Abdülaziz, bir gün bir cenaze merasimine gitmişti. Ora­dakilerin toza ve güneş ışınlarına karşı yüzlerini perdeleyip gölgeliğe çekildiklerini gördü. Ağlayarak şu şiiri okudu:

«Güneşten veya tozdan Ötürü yüzünün lekelenmesinden ve müte-bessim çehresinin kaybolmasından korkupta yüzünün gülümserliği kalıcı olsun diye gölgeye kaçan kimse,

Yarın istemese de tozlu, ıssız, karanlık, dipsiz bir çukura, mezara gidip yerleşecek ve orada toprak altında uzun bir süre kalacaktır.

Ey nefis! O çukura düşmeden önce seni oraya götürüp rahatlık içinde barındıracak hazırlıkları yap. Çünkü sen boşuna yaratılmış de­ğilsin.»

Bu beyitleri "Edebu n-Nüfus" adlı eserinde Acurî, ilaveler yapa­rak nakletmiş ve şöyle demiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Abdülala'yı Rum azgını İlyon'a -onu İslâm'a davet etsin diye- elçi olarak gönder­mek istemiş. Abdülala da ona şöyle demişti:

- Ey mu minlerin emiri, izin ver de oğullarımdan biri benimle bir­likte bu yolculuğa çıksın (Abdülala'nm on oğlu vardı).

- Olur, hangisini götürmek istiyorsan götürebilirsin.

- Abdullah'ı götürmek istiyorum.

- Oğlun Abdullah'ı, hoşuma gitmeyen bir şekilde yürürken gör­düm ve ona kızdım. Ayrıca duyduğuma göre o, şiir de söylüyormuş.

- Onun yürüyüşü doğuştan böyledir. Şiire gelince o, kendi nefsine ağıt yakmak şeklinde şiir okuyor.

- Söyle de oğlun Abdullah yanıma gelsin, sen başka bir oğlunu beraberinde götür.

Abdülala, oğlu Abdullah'ı yanına alarak Ömer b. Abdülaziz'in hu­zuruna girdi. Ömer, Abdullah'tan bir şiir okumasını isteyince o da kendisine şu şiiri okudu:

«Ey nefis! O çukura düşmeden önce seni oraya götürüp rahatlık içinde barındıracak hazırlıkları yap. Çünkü sen boşuna yaratılmış de­ğilsin.

Sen ahirette yoksul kalacağın halde senden sonra dünyada yaşa­yacak olan kimseler için çalışıp çabalama, onlar için mal biriktirme.Çünkü mezar, senden sonrakilerin ve onların biriktirdikleri mal­larında mirasçısı olacaktır.

Zamanın ağır ağır yürüyerek meydana getireceği hadiselerden korkuyorum. Uyan, kendine gel.

Ecelini kesecek olan bıçağı arayan kimse gibi olma, o kimse, ekti­ği ekini bol olarak yerden bitmiş halde gördü ama ecelinin geleceğini hatırlamadı.

Gözde pis ve güzel şeylerin aynı olduğu zamanın musibetlerinden yana güvende olma ki,o hem refah içindekileri, hem de tongaya bas­mışları vurur.

Nice korkulu halde bulunan ümit sahipleri vardır ki, sabaha gü­venle girer, ama akşamleyin basma felaketler gelir.

Güneşten veya tozdan ötürü yüzünün lekelenmesinden ve müte-bessim çehresinin kaybolmasından korkup da yüzünün gülümserliği kalıcı olsun diye gölgeye kaçan kimse.

Yarın istemese de kurak, ıssız, karanlık, dipsiz bir çukura, meza­ra gidip yerleşecek ve orada toprak altında uzun bir süre kalacaktır.»

İbn Ebi'd-Dünya, bunu hatırlattı, Ömer de okudu. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. Ömer, bu şiirin ifade ettiği hakikatları benimser ve ağlardı.

Fadl b. Abbas el-Halebî dedi ki: Ömer b. Abdülaziz, şu aşağıdaki beyti sürekli okurdu ve ağzından düşürmezdi:

«Ahiret yurdunda Allah tarafından kendisine pay verilmemiş bir kimsenin, bu dünyadaki yaşantısında hayır yoktur.»

Başka bir ravi buna şu güzel beyti de eklemiştir:

«Dünya, her ne kadar bazı kimseleri memnun edip hoşnut kılarsa da o;

Az bir geçimliktir, zeval yakındır.»

Ömer b. Abdülaziz'in, İbn Cevzî tarafından nakledilen şiirlerin­den biri de şudur:

«Ben öleceğim. Ölümsüz olan Allah Azizdir.

Şuna kesin olarak inandım ki, ben öleceğim.

Ölümün ortadan kaldırdığı hükümdarlık, hükümdarlık değildir.

Hükümdarlık, ancak ölümsüz olan Allah'ın hükümdarlığıdır.»

Abdullah b. Mübarek dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz, şöyle bir şiir

söylemiştir:

«Uyuyan kimsenin rüyada gördüğü lezzetlere aldanışı gibi sen de fani olan şeyle seviniyor ve aslında ölümle ferahlanıyorsun.

Ey aldanmış kişi! Senin gündüzün dalgınlık ve gafletle geçer. Ge­ceni de uykuyla tüketirsin. Ama mezar çukuru, seni bırakacak değil­dir.

Ahiretle ilgili çabalarına gelince, sen bunun akibetinden hoşlan-

mıyacaksm.

Dünyada senin hayatın gibi hayatı hayvanlarda yaşarlar.»

Muhammed b. Kesir dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz, kendi nefsim kınayıp şöyle dedi:

«Sen bugün uyanık mısın, yoksa uykuda mısın?

Şaşkın ve nereye gittiğini bilmeyen kimse nasıl uyuyabilir?

Eğer yarınki gün için uyanıksan, o zaman bol bol akan gözyaşları senin gözlerinin kenarını yakmalıydı.

Sen, uzun bir uykuya daldın, ama çok büyük ve korkunç işler sa­na yaklaşıyor.

Gelecek için akibetinden hoşlanmıyacağın ameller yapıyor, çaba­lar sarfediyorsun.

Ama dünyada senin bu hayatın gibi hayatı hayvanlarda yaşarlar.

Sen, uykuda iken hiçbir gün güvende değilsin.

Uyanıkken de akıllıca davranmıyorsun.»

ibn Ebi'd-Dünya'nın rivayetine göre Fatıma binti Abdülmelik, şöyle demiştir:

«Ömer b. Abdülaziz, bir gece uyanıp şöyle dedi:

- Bu gece tuhaf bir rüya gördüm.

- Rüyanı bana anlat bakalım.

- Sabah olsunda o zaman anlatayım.

Sabah olunca Müslümanlara namazı kıldırdıktan sonra eve geldi, ben de ona rüyasını tekrar sordum. Bana şöyle anlattı: «Kendimi ye-Şil bir arazi üzerine atılmış gibi gördüm. Orası yeşil bir sergiyi andırı­yordu. Orada gümüşten yapılmış gibi görünen bir köşk vardı. Köşk­ten biri dışarı çıkıp: «Muhammed b. Abdullah nerede? Allah'ın Rasû-u nŞrede?» diye seslendi. Rasûlullah (s.a.v.), gidip o köşke girdi, son-3 yine aynı adam çıkıp: «Ebu Bekir es-Sıddık nerede?» diye seslendi, bu Bekir de gidip köşke girdi. Sonra yine aynı adam dışarı çıkıp: <  mer b. Hattab nerede?» diye seslendi. Ömer de gidip köşke girdi. °nra tekrar o adam dışarı çıkıp: «Osman b. Affan nerede?» diye seslendi. Osman da gidip köşke girdi. Aynı adam tekrar dışarı çıkıp; «Ebu Talib oğlu Ali nerede?» diye seslendi. Ali de gidip köşke girdi. Sonra aynı adam dışarı çıkıp: «Ömer b. Abdülaziz nerede?» diye ses­lendi. Ben de kalkıp köşkün yanma gittim, içeri girdim, atam Ömer b. Hattab'ın yanına oturdum. O da Rasûlullah (s.a.v.)'m sol tarafında idi. Ebu Bekir ise, Rasûlullah'in sağ tarafında oturmaktaydı. Onunla Rasûlullah (s.a.v.) arasında bir adam vardı. Atam Ömer'e: «Bu adam kimdir?» diye sordum. «Bu, Meryem oğlu İsa'dır.» dedi. Sonra görün­mezlerden bir ses işittim, benimle o sesin geldiği yer arasında bir nur vardı, sesin sahibini göremiyordum. Şöyle diyordu: «Ey Ömer b. Ab­dülaziz! Üzerinde bulunduğun yoldan ayrılma, sebat et.» Sonra o ada­mın dışarı çıkmama izin verdiğini anladım. Dışarı çıktım. Dışarıda köşkten çıkmakta olan Osman b. Affan'la karşılaştım, şöyle diyordu: «Bana yardım eden Rabbim Allah'a hamdolsun.» Onun peşisıra Hz. Ali de: «Beni bağışlayan Rabbim Allah'a hamdolsun.» diyerek dışarı çıktı.» [22]

 

Fasıl

 

Bu kitabın "Peygamberlik Delilleri" bölümünde Ebu Davud'un kendi "Sünen"inde rivayet etmiş olduğu hadisten bahsetmiştik. Ebu Davud'un rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.), mezkur hadisinde şöyle buyurmuştur:

«Doğrusu Allah, bu ümmete her yüz senenin başında dinini yeni­leyecek birini gönderir.»

İbn Cevzî ve diğerlerinin anlattıklarına göre aralarında İmam Ahmed b. Hanbel'in de bulunduğu bir ulema topluluğu demişler ki: «Ömer b. Abdülaziz, ilk yüz senenin başında gelmiştir ve o, bu tanı­ma girmeye en layık kişidir. Çünkü imamdı ve velayet-i âmdı. Ayrıca hakkı infaz etmek için uğraşıp çaba sarfederdi. Onun uygulaması ve yaşayış tarzı, Hz. Ömer'inkine çok benziyor, onu fazlasıyla andırıyor­du.»

Şeyh Ebu'l-Ferec b. Cevzî, Hz. Ömer'in ve Ömer V Abdülaziz'in siretlerini bir kitapta toplayıp nakletmiştir. Biz de Ömer b. Hattab'ın siretini tek bir ciltte anlattık. Ömer b. Abdülaziz'in siretine gelince, biz bunun çok faydalı olan kısımlarını naklettik. Naklettiklerimiz, anlatmadıklarımızın delili ve işareti sayılır.

Ömer b. Abdülaziz, kendi beldesinde ve diğer beldelerde fıkıh ta­limi, ilim neşriyatı ve Kur'ân tilaveti nedeniyle meşgul oldukları için büyük camiye gelemeyen kimselere her sene beytü'l-maldan 100 di­nar verirdi. Kendi valilerine, sünnete sarılmalarını mektuplarıyla bil­dirir ve: «Eğer sünnet benim valilerimi ıslah etmezse, Allah da onları ıslah etmesin.» derdi.

Diğer beldelere de mektup yazarak Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlerden olan zımmilerin, eğer üzerine binmemelerini; kürk, tayle-saii ve şalvar giymemelerini emrederdi. Deriden yapılmış zünnarı bellerine bağlamadan yolda yürümemelerini, bunlardan birinin evin­de silah yakalanırsa alınmasını da emrederdi. Ayrıca valilerin, ancak Kur'ân ehli kimseleri memuriyetlerde çalıştırmalarını da tenbihlerdi. Eğer Kur'ân ehli kimselerde hayır yoksa, başkalarında hiç olmaz, derdi. Valilerine yazdığı mektuplardan birinde şöyle demişti: «Namaz vakti hiçbir işle meşgul olmayın, çünkü namazı zayi edip vaktinde kılmayan kimse, İslâm'ın diğer hükümlerini haydi haydi zayi eder.»

Bazen valilerine Öğüt dolu bir mektup yazar, vali de bu öğütlerin tesirinden dolayı valilikten ayrılır ve .diyar diyar dolaşmaya başlardı. Zira öğüt, Öğüt veren kimsenin gönlünden kopup çıkarsa, öğüt verilen kimsenin gönlüne yerleşir.

Birçok imamların açıkça ifade ettiklerine göre Ömer b. Abdüla-ziz'in valilerinin hepsi güvenilir kimselerdi.

Hasan-ı Basrî, ona, çok güzel öğütler içeren bir mektup gönder­mişti. Eğer o mektubu burada nakledecek olursak, konu fazlasıyla uzayacaktır. Biz, işaret nev'inden bazı öğütleri burada naklettik.

Ömer, valilerinin birine şöyle bir mektup göndermişti: «Sabahı kıyamet olacak bir geceyi iyi düşün. O, nasıl bir gecedir, sabahı nasıl olacaktır? O gün kafirlere çok çetin bir gün olacaktır.»

Bir başka valisine de şöyle bir mektup göndermişti:

«Cehennemliklerin Cehennem ateşinde ebediyete kadar uzun sü­re uykusuz kalacaklarını düşün. Sakın Allah katındaki sevaplardan yüz çevirme. Bu durumda seninle artık görüşmem ve senden ümidimi keserim.»

Anlatıldığına göre Ömer'in kendisine mektup gönderdiği bu vali, görevden istifa ederek Ömer'in yanına gelmiş. Ömer, ona: «Neyin var?» diye sorunca vali şu cevabı vermişti: «Ey mü'minleri emin, ba­na gönderdiğin mektup kalbimi yerinden koparıp attı. Vallahi artık ebediyyen valiliğe dönmem.» [23]

 

Fasıl

 

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Ömer b. Abdülaziz, bütün

haksızlıkları ortadan kaldırmıştı. Öyle ki, parmağındaki yüzüğün

aşını beytü'1-mala iade edip: «Bunu Velid bana haksız yere vermiş demiş; ayrıca yanındaki elbise, eşya, yiyecek ve nimetlerin tümü-

nu e*den çıkarmıştı. Öyle ki, güzel karısı Fatıma binti Abdülmelik'in

yanına da yaklaşmamış, ondan uzak durmuştu. Oysa Fatıma, kadınların en güz elleri ndendi. Yine anlatıldığına göre Fatıma'nın çeyizini de beytü'1-mala iade etmişti. Doğrusunu Allah bilir.

Ömer b. Abdülaziz, halife olmadan önce yıllık maaşı 40.000 di­nardı. Bütün bunları bıraktı. Öyle ki, yıllık maaşı sadece 400 dinar kaldı. Halifeliği müddetince hasılatı 300 dirhem olmuştu. Çok sayıda oğulları vardı. En büyük oğlu Abdülmelik'ti. O da babasının halifeliği zamanında vefat etti. Denildiğine göre Abdülmelik, babasından daha hayırlı idi. Öldüğü zaman babası Ömer, ona üzüldüğünü belli etmedi. «Bu, Allah'ın uygun gördüğü bir hükümdür. Ben buna karşı hoşnut­suzluk gösteremem.» dedi.

Halife olmadan önce kendisine cidden yumuşak ve değerli ku­maştan yapılmış gömlek getirildiğinde: «Çok güzel bir gömlek, keşke biraz sertliği olmasaydı.» derdi. Ama halife olduktan sonra kaba ku­maştan yapılmış yamalı gömlek giyerdi. İyice kirlenmeden de yıka­mazdı ve: «Çok güzel bir gömlek, keşke biraz fazla yumuşak olmasay­dı.» derdi. Kaba kürk giyerdi. Kandili üç kamış parçası üzerindeydi ki, başlarında çamur vardı. Halifeliği müddetince hiçbir inşaat yap­madı. Şahsi hizmetim bizzat kendisi yapardı ve şöyle derdi: «Dünya­da her neyi terkettimse Allah, mutlaka onun yerine daha hayırlı bir-şeyi bana verdi.»

Sert ve lezzetsiz şeyleri yer, lükse merak sarmaz, kendi nefsinin nevasına uymaz, nefsini de sevmezdi. Öyle ki, Ebu Süleyman ed-Da-ranî onun hakkında şöyle demişti: «Ömer b. Abdülaziz, Veysel Kara-nî'den daha zahiddi. Çünkü Ömer, dünyanın çok şeyine sahib oldu, ama yine de zahidane bir hayat sürdü. Fakat Veysel Karanî'nin duru­munu bilmiyoruz. Eğer o, Ömer'in sahip olduğu şeylere sahip olsaydı nasıl bir hayat yaşardı? Bunu bilemiyoruz. Çünkü denenen, denen­meyen gibi belli değildir.»

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Malik b. Dinar: «Zahid, ancak Ömer b. Abdülaziz'di.» demiştir.

Abdullah b. Dinar ise şöyle demiştir: «Ömer, beytü'l-maldan hiç rızıklanmazdı. Anlatıldığına göre o, bir cariyeye kendisini yelpaze ile yellemesini emretmiş, cariye onu yellerken bir ara uykuya dalmıştı. Bu defa Ömer, yelpazeyi eline alarak cariyeyi yellemeye başlamış ve: «Bana dokunan sıcaklık, sana da dokundu.» demişti.

Adamın birisi, Ömer b. Abdülaziz'e: «Allah, sana İslâm'dan hayır ve mükafat versin.» deyince Ömer, ona şu karşılığı vermişti: «Hayır, Allah, İslâm'a benden hayırlar nasib etsin. Beni İslâm'a yararlı kıl­sın.»

Anlatıldığına göre Ömer, elbisesinin altına kıldan örülme kaba bir gömlek giyer ve geceleyin namaza dururken boynuna zincir bağ-larmış, sabah olunca da o kaba gömleği ve zinciri bir yere saklayıp üzerini mühürlermiş. Kimsenin o eşyalardan haberi olmamıştı. Her­kes, o saklanan şeylerin para veya mücevher olduğunu, Ömer'in bu gibi şeylere tutkun olduğunu sanmıştı. Ama vefat ettiğinde sakladığı yerin kapısını açtıklarında içeride pranga ve kaba gömlek bulundu­ğunu görmüşlerdi.

Ömer, gözlerinden kan geliceye kadar ağlardı. Hatta bir rivayette anlatıldığına göre o, bir damın üstünde ağlamaya başlamış ve gözyaş­ları damdaki oluktan yere akmıştı. Kalbini yufkalaştırsın ve gözyaş­larını çoğaltsın diye mercimek yerdi. Ölümü hatırladığında eklemleri tiril tirildi. Adamın birisi, onun yanında:

«Eller boyunlarına bağlanarak, dar bir yerden atıldıkları za­man...» (el-Furkân, 13.) ayet-i kerimesini okuyunca Ömer, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış, sonra kalkıp evine gitmiş ve etrafındaki insanlar dağılıp gitmişlerdi.

Ömer, «Allah'ım, selamete erdir, selamete erdir.» sözünü çokça söylerdi ve şu duayı da yapardı:

«Allah'ım, salihliğinde Muhammed (s.a.v.) ümmetinin yararı bu­lunan kimseyi ıslah et. Allah'ım, ölümünde Muhammed (s.a.v.) üm­metinin faydası bulunan kimseyi de öldür.»

Onun vecizelerinden bazıları şunlardır:

«İbadetlerin en faziletlisi, farzları eda etmek ve haramlardan uzak durmaktır.»

«Eğer kişi, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamazsa ve böylece nef­sinin emrini hakim kılarsa, insanlar hayrı tevekkülle beklerlerse, o zaman iyiliği emredip kötülüğü yasaklama görevi ortadan kaybolur. Vaizler ve Allah yoluna çağırıp çabalayan kimseler azalır ve öğüt ve­renler kıtlaşır.»

«Dünya, Allah dostlarının düşmanıdır. Allah düşmanlarının da dostudur. Allah'ın dostlarına gelince, dünya onları gamlandırıp ke­derlendirir. Allah düşmanlarına gelince, dünya onları da aldatır. İşle­rini darmadağın eder ve onları Allah'tan uzaklaştırır.»

«Riyakarlıktan, öfke ve tamahtan kendini koruyan kimse, kurtu­luşa erer.»

Ömer b. Abdülaziz, adamın birine şöyle bir soru sordu:

«- Senin kavminin efendisi kimdir?

- Benim.

- Eğer sen, kavminin efendisi olsaydın böyle demezdin.» «Dünyada insanların en zahidi, Ebu Talib oğlu Ali idi.»

«Bir ihtiyacı için Rabbine çokça dilekte bulunan kimseye -bu dile­ği yerine getirilse de getirilmese de- bereket ihsan edilir.» «ilmi yazarak kayda geçirin.» Ömer b. Abdülaziz, adamın birine şöyle demişti:

«Oğluna en büyük fıkhı, yani kanaatkarlığı ve eza vermekten ka-Çinmayı öğret.»

Adamın birisi, Ömer b. Abdülaziz'in yanında çok güzel bir konuş­ma yaptı, Ömer de: «İşte helal olan sihir budur.» dedi.

Ömer b. Abdülaziz ile Ebu Hazıra arasında geçen kıssayı anlat­mak çok uzun sürecektir. Ancak bunu şöyle özetleyebiliriz: «Ömer b. Abdülaziz, halife olduktan bir süre sonra Ebu Hazim onun ziyaretine gelmişti. Ömer'in yüzünün kırıştırdığını, halinin değiştiğini görünce ona şöyle sormuştu:

- Daha önceleri senin elbisen temiz, yüzün aydınlık, yemeğin lez­zetli, bineğin de uysal değil miydi?

- Sen, Ebu Hüreyre'nin rivayet ettiği, Rasûlullah'm şu hadisini bana anlatmamış miydin: «İleride sizler için çok zorlu bir geçit vardır. O geçidi ancak zayıf ve vücudu etsiz kimseler geçebilirler.» Bu hadisi okuduktan sonra Ömer, bayıhncaya kadar ağladı. Ayıldığında baygın halde iken kıyametin koptuğunu ve dört halifeden her birinin ayrı ay­rı çağrılarak Cennet'e gönderildiklerini anlattı. Kendisiyle diğer hali­feler arasında bazı haller ve konuşmalar geçtiğini, onlara neler yapıl­dığını bilmediğini, sonra kendisinin de çağrılarak Cennet'e gönderil­diğini söyledi. Hakkında hüküm verildikten sonra bir adam, yine baygın olduğu esnada yanma gelmiş, durumunu sormuştu. O da du­rumunu anlattıktan sonra o adama kim olduğunu sormuş, adam da şöyle cevap vermişti: «Ben, Haccac b. Yusufum... Öldürdüğüm her bir adama bedel olarak Allah, beni defalarca öldürdü. İşte şimdi ben, tev-hid ehlinin beklediği akibeti beklemekteyim.»

Ömer b. Abdülaziz'in fazilet ve üstünlükleri, güzel menkıbeleri cidden çoktur. Biz burada yeterince nakilde bulunduk. Hamd ve min­net Allah'a dır. O, bize kafidir. O, ne güzel vekildir. Güç ve kuvvet an­cak Allah iledir. [24]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/286-287.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/287-298.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/298-299.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/300.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/300-301.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301-302.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/302.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/302.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/302.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/303-306.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/306-307.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/307.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/307.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/308.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/308.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/309-310.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/310-311.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/311-317.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/317-336.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/336-337.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/337-340.