Hicretin
Doksansekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Doksandokuzuncu Senesi
Ömer
B. Abdülaziz'in Halifeliği
Hicri
Doksandokuzuncu Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hasan
B. Muhammed B. Hanefiyye
Abbasi
Propagandasının Başlaması
Hicretin
100. Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ebüz-Zahirîye
Hadir B. Küreyb El-Humusı
Ömer
B. Abdülaziz'in Biyografisi
Ömer
B. Abdülazîzin Geleceğinin Bilinmesi Ve Bu Sebeble Gelişinin Beklenmesi
İmam ve hüccet bir
zattı. Ömer b. Abdülaziz'in müeddibi, yani terbiyecisi idi. Onun, sahabelerden
çok sayıda
rivayetleri vardır.
Ebu Hafs en-Nehaî ile
Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye de hu sene de vefat etmişlerdir. Bunların
biyografilerini, "Tekmil" adlı eserde anlatmışız dır. Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [1]
Bu senede halife
Süleyman b. Abdülmelik, safer ayının onuncu gününde veya bu ayın bitimine on
gün kala cuma günü kırküç yaşında veya kırkbeş yaşında vefat etti. Kırk yaşını
geçmediği de söylenir. İki yıl sekiz ay süreyle halifelik yaptı.
Ebu Ahmed el-Hakim'in
ifadesine göre Süleyman b. Abdülmelik, bu senenin ramazan ayının bitimine onüç
gün kala cuma günü vefat etmiştir. Üç sene üç ay, beş gün süreyle halifelik
yapmıştır. Vefatında otuzdokuz yaşındaydı. Ama sahih olan kavil, cumhura ait
birinci kavildir. Doğrusunu Allah bilir.
Süleyman b. Abdülmelik
b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ü-meyye b. Abdişems el-Kuraşi el-Ümevî Ebu
Eyyüb, Medine'ye bağlı Beni Cezire'de doğdu. Babasının yanında Şam'da büyüdü.
Babasından, dedesinden ve dolayısıyla müminlerin annesi Hz. Aişe'den iik
hadisesi ile ilgili hadisi rivayet etti.
Abdurrahman b.
Hüneyde'den rivayet olunduğuna göre o, Abdullah b. Ömer'le birlikte bir
ormanlığa gitmiş, kendisi susmuş, İbn Ömer, ona niçin sustuğunu sorunca o da:
«Ben birşey temenni ediyorum.» demiş. İbn Ömer: «Ey Ebu Abdirrahman, ne
temenni ediyorsun?» diye sorunca Abdurrahman, şu cevabı vermiş: «Şu Uhud dağının
tümüyle altın olarak bana verilmesini ve altınların sayısını tesbit edip
zekatını çıkarmayı isterdim. Bundan hoşnutsuzluk duymazdım. Bunun bana zararı
olacağından da korkmazdım.»
İbn Asakir dedi ki:
Süleyman b. Abdülmelik'in Şam'da Ciron feneri yanındaki meydanlıkta bir evi
vardı. Babüssağir bitişiğinde büyük bir ev de yaptırdı. Orayı hükümet konağı
yaptı ve orada Kubbe-i Hadra'ya benzesin diyerek san bir kubbe inşa ettirdi.
Süleyman b.
Abdülmelik, fesahat sahibi bir kimse olup adaleti tercih eder, gaza yapmayı
severdi. Kuşatmak üzere İstanbul'a bir ordu göndermiş ve bu ordu, orada bir
cami yaptırmak şartıyla Bizanslılarla barış antlaşması yapmıştı.
Ebu Bekir es-Solî'nin
rivayetine göre Abdülmelik, oğulları Velid, Süleyman ve Mesleme'yi huzuruna
çağırmış, onlara Kur'ân okutmuş, nePsi de Kur'ân'ı güzelce okumuşlardı. Sonra
şiir okumalarını iste-mi§> şiiri de güzelce okumuşlardı. Yalnız A'şa'nın
şiirim sağlam ve güzl bir şekilde okuyamamışlar. Bu nedenle Abdülmelik, onları
kinamış, sonra da şöyle demişti: «Sizden herbiriniz bana Arapların söyledikleri
en ince beyiti okusun, ama hata yapmasın, haydi bakalım ey Velid! Önce sen
oku.» Velid, şu beyti okumuştu:
«Ata veya herhangi bir
bineğe binmek, pazubend ile halhal arasındaki bineğe binmek kadar hoşuma
gitmez.»
Abdülmelik: «Bundan
daha ince bir şiir olabilir mi? Şimdi de sen oku ey Süleyman.» dedi. Süleyman
da şu beyti okudu:
«O kadının ellerini
kendine geri döndürmesi ne güzeldir ki, Onun zırhı benim elimdedir ki,
peştemalını çözerim»
Abdülmelik: «İsabetli
olmadı, şimdi sen oku ey Mesleme.» dedi. Mesleme de İmru'l-Kays'ın şu beytini
okudu:
«Gözlerimin yaşarması,
ancak yorgun kalbimin iç kısımlarına oklarını (bakışlarını) vurman içindi.»
Abdülmelik de şöyle
dedi: «İmru'1-Kays yalan söylemiş, isabetli söylememiştir. Çünkü sevgilinin
gözleri aşk ile yaşannca, artık geride sadece vuslat kalır. Aşıkın,
sevgilisinin cefasına göz yumması ve ona katlanıp sevgi giysisini giydirmesi
icabeder. Şimdi ben bu beyit için size üç gün mühlet veriyorum. Mühlet
bitiminde kim bana bunun doğru şeklini getirirse, hükümdarlık onun olacaktır.
Yani ne zaman isterse onu veliaht tayin ederim.»
Oğulları Abdülmelik'in
yanından kalkıp gittiler. Bir zaman sonra Süleyman yolda giderken, devesini
güden bir bedevinin şu beyti terennüm etiğini işitti:
«Onun sevgisi uğruna
eğer başımı vursalar, başım düşer düşmez o sevgiliye doğru uçup gider.»
Süleyman, bedevinin
yakalanıp yanına getirilmesini emretti. Yanına getirilen bedeviyi alıp
babasına götürdü ve: «Babacığım, istediğini getirdim.» dedi. Babası: «Haydi
getir bakalım.» deyince mezkur beyti okudu. Bunun üzerine babası da: «Güzel
okudun, bunu nereden buldun?» diye sorunca Süleyman, bedevinin hikayesini ona
anlattı. Abdülmelik de, Süleyman'a: «Ne isteğin varsa söyle, arkadaşın bedeviyi
de unutma.» dedi. Süleyman: «Ey mü'minlerin emiri, senden sonrası için Velid'i
veliahd tayin ettin. Ben de ondan sonrası için veliahd olmak istiyorum.» dedi.
Abdülmelik, Süleyman'ın bu isteğini kabul etti Onu hicretin seksenbirinci
senesinde hacca gönderdi. Ayrıca ona 100.000 dirhem para verdi. Süleyman, bu
parayı mezkur beytin sahibi bedeviye verdi.
Babası hicretin
seksenaltmcı senesinde, vefat edince kardeşi Velid halife oldu. O da kardeşinin
veziri ve danışmanı oldu. Emevi camiinin yapılması için kardeşi Velid'i o teşvik
etti. Kardeşi Velid, hicretin doksanaltmcı senesinin cemaziyelahir ayının
ortasında cumartesi günü vefat ettiğinde kendisi Remle'de idi. Şam'a
geldiğinde emirler ve eşraf onu karşıladılar. Başka bir rivayette anlatıldığına
göre emirler, kumandanlar ve eşraf, Kudüs'e giderek orada kendisine bey'at
ettiler. Kendisi de Kudüs'te ikamete niyetlendi. Tebrik heyetleri Kudüs'e giderek
onu orada tebrik ettiler. Ancak orada başka heyetler göremediler. Süleyman,
Kayalık mescidinin kuzeyinde, mescidin sahnında kubbe altında oturmaktaydı.
Halkın ekabiri de kürsüler üzerinde oturuyorlardı. Onlara malları
paylaştırıyordu. Sonra kendisi Şam'a dönmeye karar verdi. Nihayet Şam'a gitti
ve Emevi camiinin inşaatını tamamladı.
Onun zamanında
camideki hükümdar mahfeli (maksure) yenilendi. Amcası oğlu Ömer b. Abdülaziz'i
kendine müsteşar ve vezir tayin ederek şöyle dedi: «Biz idarenin başına geçtik,
ama idare hususunda fazla bir bilgimiz yoktur. Halkın yararına gördüğün şeyleri
bize tavsiye edip yaz.»
Süleyman'ın yaptığı yararlı
işler arasında Haccac'ın tayin ettiği kaymakamları görevden azletmek, Haccac
tarafından hapse atılan kimseleri serbest bırakmak, esirleri salıvermek, Irak
halkına bağışlarda bulunmak, daha önceleri namazı geç vakitlere erteleme
âdetini kaldırarak namazları ilk vakitlerinde kılmak gibi işler gelir. Ayrıca
Ömer b. Abdülaziz'den duyduğu güzel olan başka işleri de yaptı.
Kos-tantiniyye'ye gazaya gidilmesini emretti. Oraya Şam'dan, Cezire'den ve
Musul'dan topladığı 120.000 kara askerini gönderdi. Ayrıca Mısır ve Kuzey
Afrika'dan da 1.000 kadar deniz askerini Ömer b. Hübeyre komutasında yola
çıkardı. Hem kara, hem deniz askerlerinin başkomutanı da kardeşi Mesleme idi.
Mesleme'nin beraberinde Süleyman'ın oğlu Davud da vardı. Bunlar, kendi aile
efradından bazılarını da yanlarına almışlardı. Bütün bu sevkiyat işlemi, Musa
b. Nusayr'ın Kuzey Afrika'dan Şam'a gelişi esnasında onunla yapılan istişare
neticesinde kararlaştırılmıştı. Sahih kavle göre Musa b. Nusayr, Süleyman'ın
kardeşi Velid'in hilafeti zamanında Şam'a gelmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Ibn Ebi'd-Dünya, Cabir
b. Avn el-Esedî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Süleyman b. Abdülmelik,
halifeliğe geçtiğinde ilk olarak şu konuşımayı yaptı:
«Dilediğini yapan,
dilediğini yükselten, dilediğim alçaltan, dilediğine veren, dilediğini mahrum
bırakan Allah'a hamdolsun. Doğrusu dünya, aldanma yurdudur, boş bir menzildir,
dolanıp durma süsüdür. Ağlayanı güldürür, güleni ağlatır. Güvendekini korkutur,
korkulu olana güven verir. Servet sahibini yoksul, yoksulu da servet sahibi kılar,
meyillidir insanlarla oynar. Ey Allah'ın kullan! Allah'ın kitabını rehber
edinin. Onun hükmüne razı olun. Onu kendinize lider yapın. O kitab, kendisinden
önceki kitablan yürürlükten kaldırmıştır. Sonra gelecek kitablar, onu yürürlükten
kaldıramazlar. Ey Allah'ın kulları! Bilesiniz ki bu Kur'ân, şeytanın tuzak ve
kinini, sabah aydınlığının çekip gitmekte olan gece karanlığını silip ortalığı
aydınlatışı gibi aydınlığa çıkartır.»
Yahya b. Main,
Abdülmelik oğlu Süleyman'ın bir hutbesinde şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Kur'ân'ın diğer sözlere üstünlüğü, Allah'ın kendi yaratıklarına üstünlüğü
gibidir.»
Hammad b. Zeyd, Yezid
b. Hazim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Süleyman b. Abdülmelik, her cuma
günü bize hutbe, irad ederdi. Her hutbesinde şu sözü mutlaka tekrarlardı:
«Dünyadaki insanlar,
göçmek üzeredirler. Bu halde iken Allah'ın emri ve va'di gelinceye dek onlar
bir niyetlerini gerçekleştiremezler ve dünyada da rahata eremezler. Aynı
şekilde dünyanın nimetleri devam etmez, onun musibetlerinden emin olunmaz.
İnsanların şerride kalıcı değildir.» Böyle dedikten sonra da şu ayet-i kerimeyi
okurdu:
«Bana söylesene, ey
Muhammed! Biz onlara yıllar yılı nimetler vermiş olsak, sonra da tehdit
edildikleri şey başlarına gelse, kendilerine verilmiş olan nimetler onlara bir
fayda sağlar mı?» (eş-Şuarâ, 205-207.)
Asmaî'nin rivayetine
göre Süleyman b. Abdülmelik'in yüzüğünün üzerinde: «İhlaslı olarak Allah'a iman
ettim.» diye yazılı imiş.
Ebu Meşher, Ebu Müslim
Seleme b. Ayyar el-Fezarî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Muhammed b.
Şirin, Süleyman b. Abdülme-lik'e rahmet okur ve şöyle derdi: «O, halifeliğe
hayırla başladı ve hayırla sona erdirdi. Namazlara vaktinde icabet ederek
halifeliğe başladı ve Ömer b. Abdülaziz'i de kendi yerine geçirerek halifeliği
noktaladı.»
Alimlerin ve
tarihçilerin icmama göre Süleyman b. Abdülmelik, hicretin doksanyedinci
senesinde halife olarak insanlara haccettir-miştir.
Heysem b. Adiy,
Şa'bî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Süleyman b. Abdülmelik, insanlara
haccettirdi. Halkın hac için toplandıklarını görünce Ömer b. Abdülaziz'e şöyle
dedi:
- Ey Ömer! Sayılarını
ancak Allah'ın bildiği bu halkı görüyor musun? Bunların rızkını Allah'tan
başkası veremez.
- Ey mü'minlerin emin,
bunlar bugün senin halkındırlar, reayan-dırlar. Yarınsa Allah katında senin
hasmın olacaklardır.
Bunun üzerine Süleyman
şiddetle ağlamaya başladı ve sonra: "Allah'tan yardım dilerim."
dedi.»
İbn Ebi'd-Dünya, Atâ
b. Saib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Süleyman b.
Abdülmelik ile birlikte bir seferde idi. Yağmur yağdı, şimşek çaktı,
fırtınalar esti. Bu durumdan korktular. Ömer b. Abdülaziz ise gülmeye başladı.
Süleyman ona sordu:
- Ey Ömer, seni
güldüren şeynedir? İçinde bulunduğumuz durumu görmüyor musun?
- Ey mü'minlerin
emiri, bu Allah'ın rahmet eserleridir. Bunda gördüğün şeylerin şiddeti vardır.
Ya Allah'ın gazab ve öfkesinin eserlerine ne diyeceksin?»
Süleyman b.
Abdülmelik'in güzel sözlerinden bazı örnekler:
«Susmak, aklın
uyumasıdır. Konuşmaksa, aklın uyanmasıdir. Bunlardan biri, ancak diğeri ile
tamam olur.»
Adamın birisi,
Süleyman b. Abdülmelik'in huzuruna girdi ve onunla konuştu. Konuşması çok
hoşuna gitti. Sonra onu dikkatlice araştırdı, aklını beğenmedi ve şöyle dedi:
«Kişinin, aklından
ziyade konuşması bir hiledir. Aklının da konuşmasından fazla olması ayıp ve
çirkinliktir. Bunun en hayırlısı, konuşmanın akıl nisbetinde, aklın da konuşma
nisbetinde olmasıdır. Akıllı kimse, geçimini sağlama talebiyle dilini hareket
ettirmeye tutkun olandır. Güzel konuşmayı beceren kimse, güzelce susmayı da becerir.
Ama her güzel susan kimse, güzelce konuşmayı becerecek değildir.»
Süleyman b.
Abdülmelik, ölen bir dostu için şu teselli edici şiiri söylemişti:
«Şürahil'e olan
tutkunluğumu hoş gör.
Çünkü her ne zaman
benimle karşılaşırsan, arkadaşı ölmüş bir kimseyle karşılaşmış olursun.»
Süleyman'ın
şiirlerinden biri de şu idi:
«Beni bıktırsa da
arkadaşımdan aynlmamak benim karakterimdir. Beni bıktırsa da onun doğru yola
girmesini isterim.
Bana olan sevgisi devam
ederse, ben de sevgimi devam ettiririm. Söz ve ahde uymayan başkalan gibi
olmam.»
Süleyman b.
Abdülmelik, bir gece ordugahta bir türkü çalındığını duydu. Gidip araştırdı,
eğlenenlerin yanına vardı, onlara şöyle dedi: «At kişnediği zaman, dişi bir at
ister. Deve böğürdüğü zaman, dişi bir deve ister. Teke melediği zaman, dişi bir
keçi ister. Erkek de şarkı söylediği zaman, bir kadın ister.» Böyle dedikten
sonra: «Bunların testislerini burun.» diye emir verdi. Anlatıldığına göre Ömer
b. Abdü-laziz, bu buyruğuna karşı çıkarak: «Ey müminlerin emiri, bu işkencedir,
ama sen bunları sürgün et.» demiş. Süleyman da onları sürgün etmişti. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre ise Süleyman, onlardan birinin testislerini
burmuştu. Sonra bu türkünün kaynağını araştırmış, kendisine, Medine'den
birinin bu türkünün sözlerini yazdığını söylemişlerdi. O da Medine valisi Ebu
Bekir b. Muhammed b. Hazm'a bir mektup yazarak yanındaki kadınsı şarkıcı ve
türkücülerin testislerini burmasını emretmişti.
Şafiî dedi ki:
Arabinin biri, Süleyman'ın huzuruna girdi. Süleyman, onu paluze yemeye davet
etti ve: «Paluze yemek, dimağı fazlalaştırır.» dedi. Arabi, ona şu karşılığı
verdi: «Eğer bu doğru olsaydı, mü'minlerin emirinin başının katır başı gibi
büyük olması gerekirdi.»
Anlatıldığına göre
Süleyman b. Abdülmelik, çok obur bir kimsey-miş. Bu hususta çok garib şeyler
anlatılır. Mesela bir gün kahvaltıda kırk kızartılmış tavuk, üzerindeki iç
yağıyla birlikte seksendört böbrek, seksen ekmek yemiş, sonra da halkla
birlikte umumi sofrada yemek yemişti.
Yine bir gün kendi
bahçesine girmiş, bahçıvana meyve toplamasını emretmiş. Arkadaşlarıyla
birlikte oturup yemeğe başlamış, arkadaşları yemekten doyup usanmış, kendisi
ise daha yemeğe devam etmişti. Sonra da kızartılmış bir koyun getirilmesini
istemiş, getirilen koyunu yemiş. Yedikten sonra tekrar meyve yemeğe devam
etmişti. Sonra da iki tavuk getirtmiş, onları da yemiş, tavuklardan sonra tekrar
meyve yemeğe başlamıştı. Bunun ardısıra bir adamın içine oturabileceği
büyüklükte bir kazan dolusu helva getirtmiş. Onu da yedikten sonra hilafet
makamına dönmüştü. Makama girer girmez sofrayı kurdurmuş. Sofradaki yiyecekleri
yemiş, ufak bir kırıntı dahi bırakmamıştı.
Rivayet olunduğuna
göre bu kadar çok yemesinden ötürü hummaya yakalanmış ve neticede ölmüştür.
Denildiğine göre ölüm sebebi, 400 yumurta ve iki sepet incir yemesiymiş.
Doğrusunu Allah bilir.
Fadl b.
Ebi'l-Mühelleb'in anlattığına göre Süleyman b. Abdülmelik, bir cuma gününde
sarı bir elbise giymiş. Sonra onu çıkararak yerine yeşil bir elbise giymiştir.
Bu ve benzeri
hikayeler, Abbasilere yaranmaya çalışan Acemlerin mübalağalarındandır. İleriki
sayfalarda da anlatılacağı gibi rahmetli Süleyman b. Abdülmelik; yakışıklı,
güzel ve nahif vücutlu bir kimse idi- Vücudunun bu şekilde ince ve nazenin
olması da kendisine isnad edilen oburluk sıfatıyla bağdaşmamaktadır. Bu tür
uydurmaları ortaya atan ve böyle yalanları söyleyen kimseler, midenin kendi
hacminden fazla yiyeceği almayacağını unutmuşlardır. Denilir ki: Eğer çok
yalancı isen, çok hatırlayan bir kimse ol.
Süleyman b.
Abdülmelik, başına yeşil bir sarık takmış, yeşil bir sergi üzerine oturmuş,
çevresini yeşil şeylerle sergilemiş, sonra aynaya bakmış, güzelliğini kendisi
de takdir etmiş. Kollarını sıvayarak: «Ben genç halifeyim.» demiştir. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre o önce aynada kendini seyreder ve: «Ben genç
hükümdarım.» dermiş. Diğer bir rivayete göre o, aynaya bakarak şöyle dermiş:
«Muhammed, peygamberdi, Ebu Bekir, sıddıktı. Ömer, hakkı batıldan ayırd edendi.
Osman, hayalı idi. Ali, şecaatli idi. Muaviye, yumuşak huyluydu. Ye-zid,
sabırlıydı. Abdülmelik, siyasetçiydi. Velid, zorbaydı. Ben de genç hükümdarım.»
Anlatıldığına göre
böyle demesinden sonra aradan bir ay (diğer bir rivayete göre bir cuma)
geçmeden vefat etmişti.
Hummaya yakalandığında
abdest almaya başlamış, abdest aldıktan sonra cariyesini yanına çağırarak
üzerine abdest artığı suyu dökmesini emretmiş, cariye suyu döktükten sonra şu
şiiri okumuştu:
«Sen bulunmaz bir
nimetsin, keşke ölümsüz olabilsen.
Ne var ki, insan
ölümsüz olamaz.
Bildiğim kadarıyla
diğer insanlardaki hiçbir kusur yoktur sende.
Ne var ki, sen de fani
bir kimsesin.»
Anlatıldığına göre
Süleyman, böyle diyen cariyeye bağırmış, sonra da: «Nefsim için bana teselli
verdi.» demiş, sonra da dayısı Velid b. Abbas Ka'ka el-Anesî'ye, kendisine suyu
dökmesini emredip şöyle demiş:
«Ey Velid, abdest
suyunu yaklaştır, senin bu dünyan geçici bir yaşama ve eğlenme yeridir.
Hayatında kendi nefsin
için salih amel işle, çünkü bu zamanda ve felekte, ayrılma ve bir araya gelme
vardır.»
Rivayet olunduğuna
göre cariye ona tası getirdiğinde sıtmadan tiril tiril titriyordu. «Falan
cariye nerede?» diye sordu. Cariye de: «O sıtmaya yakalanmış.» diye cevap
verdi. «Ya diğer cariye nerede?» diye sordu. Cariye: «O da sıtmaya yakalandı.»
diye cevap verdi. Süleyman, 0 zaman Kinnesrin'e bağlı Mercidabık'taydı.
Dayısına, kendisine ab-
dest alması için
yardımcı olmasını söyledi. Abdest aldıktan sonra çıkıp cemaata namaz kıldırdı.
Hutbede boğazı sıkıştı. Öksürmeye başladı, minberden indi. Sıtmaya
yakalanmıştı. Bu nedenle ertesi cumada vefat etti. Onun zatülcenp hastalığına
yakalandığı ve bu yüzden öldüğü de söylenir. Allah, ona rahmet etsin.
İstanbul fethine dair
haber kendisine gelmeden Mercidabık'tan ayrılmamaya, ya da orada ölmeye yemin
etmişti. Bu haber kendisine ulaşmadan orada vefat etti. Allah, ona rahmet
etsin/Makamını âli kılsın.
Denildiğine göre
hastalığında sayıklayarak şöyle diyormuş: «Benim çocuklarım küçüktürler,
çocukları büyük olan kimse kurtuluşa ermiştir»
Ömer b. Abdülaziz ise,
ona şu karşılığı vermişti: «Ey mü'minlerin emiri! Aslında inananlar kurtuluşa
ermişlerdir.» Bunun üzerine o da şöyle demiş:
«Benim çocuklarım, yaz
mevsimindeki meyveler gibidir. Yaşlı çocukları olan kimse kurtuluşa ermiştir.»
Rivayete göre
söylediği en son söz bu olmuştur. Sahih kavle göre ise, söylediği en son söz şu
olmuştur: «Ey Rabbim! Senden kıymetli ve rahat bir diyar istiyorum.» Böyle
dedikten sonra ruhunu teslim etmişti.
İbn Cerir, Emevilerin
sadık veziri Reca b. Hayve'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Süleyman b.
Abdülmelik, hasta iken bana danıştı ve bulûğa ermemiş küçük oğlunu veliaht
yapmayı düşündüğü anlattı. Ben de kendisine dedim ki: «Halifeyi mezarında
rahat bırakacak ve hatırasını muhafaza edecek bir iş varsa, o da halifenin
kendisinden sonrası için Müslümanların başına salih bir adamı veliaht
yapmasıdır.» Bundan sonra oğlu. Davud'u veliaht yapmayı düşündüğünü söyledi ve
fikrimi sordu. Ben de şöyle dedim: «O, şimdi senin yanında değil, İstanbul'dadır,
hayatta mı yoksa ölü mü, bilmiyorsun.» Ben böyle dedikten sonra: «Ya kimi uygun
görüyorsun?» diye sordu. Ben de: «Görüş senindir, ey mü'minlerin emiri.» dedim.
Bunun üzerine o da: «Ya Ömer b. Abdüla-ziz'e ne dersin?» diye sordu. Ben de
kendisine şöyle cevap verdim: «Vallahi, onu iyi bir kimse biliyorum.
Faziletlidir, Müslümandır, hayrı ve hayır sahibi kimseleri sever. Ancak senin
kardeşlerinin buna razı olmayacaklarından korkuyorum.» Ben böyle deyince
Süleyman: «Vallahi öyledir.» dedi. Sonra da Ömer b. Abdülaziz'den sonrası için
Yezid b. Abdülmelik'i veliaht tayin etmeyi düşündüğünü ve bununla da Mervan
oğullarını memnun edeceğini söyleyip fermanı yazdırdı:
«Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Allah'ın kulu Süleyman b. Abdülmelik'in, Ömer b. Abdülaziz'e
yazmış olduğu bir mektuptur.
Ben onu, kendimden
sonrası için halifeliğe nasb ettim. Ondan sonrası için de Yezid b. Abdülmelik'i
veliahd olarak belirledim. Onu dinleyin ve ona itaat edin. Allah'tan korkun,
ayrılığa düşmeyin. Yoksa düşmanınız size saldırmaya tamahlanır.»
Böyle dedikten sonra
mektubu mühürleyip muhafız komutanı Ka'b b. Hamid el-Absî'ye gönderdi ve ona da
şöyle dedi: «Aile efradımı topla. Onlara, bu mühürlü mektuptaki şeylere uyup
bey'at etmelerini söyle. Bey'at etmeyenin boynu vurulsun.» Süleyman'ın aile
efradı toplandı. Onlardan biri kalkıp halife Süleyman'ın yanma gitti, selam
verdi. Süleyman, ona şöyle dedi: «Bu benim size emrimdir. Ömer b. Abdülaziz'i
dinleyin. Ona itaat edin, benim tayin ettiğim kimseye itaat edin.» Onlar da
birer birer ona bey'at ettiler. %
Reca dedi ki:
Bey'attan sonra dağıldıklarında Ömer b. Abdülaziz, bana gelip şöyle dedi:
«Allah aşkına, seninle olan dostluğum ve bana gösterdiğin hürmet hatırına
söyle. Eğer bu mektupta benim veliahd olarak adım geçmekte ise bana bildir ki,
ileride yapamayacağım şeyi şimdi yapayım ve istifa edeyim.» Ben de kendisine:
«Vallahi, bu mektupta yazılı olanlardan bir harfi dahi sana söylemiyeceğim.»
dedim.
Sonra Hişam b.
Abdülmelik, Reca'nm yanına gitti ve ona şöyle dedi: «Ey Reca! Bana saygın ve
sevgin vardır, eskiden beri dostuz. Eğer bu mektupta benim adım geçmekteyse
bana bildir. Şayet benden başkasının adı geçmekteyse zaten benim kadar bu
görevde kusurlu olacak kimse yoktur.» Reca da ona şöyle dedi: «Allah'a yemin
ederim ki, halifenin bana verdiği sırlardan bir tek harfi dahi sana
bil-dirmeyeceğim.»
Bundan sonrasını Reca
şöyle anlatıyor: «Süleyman b. Abdülme-lik'in huzuruna girdim. Ölmek üzere
olduğunu gördüm. Can çekişmekte iken onu kıble tarafına döndürmek istedim. Ayılmca:
«Ey Reca! Henüz bunun vakti gelmedi.» dedi. Üçüncü kez can çekişmeye başlayınca:
«İşte şimdi zamanıdır ey Reca, eğer birşey yapmak istiyorsan yap. Allah'tan
başka ilah bulunmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet
ederim.» dedi. Ben de onu kıble tarafına çevirdim, vefat etti. Allah ona rahmet
etsin, üzerine yeşil bir kadife örttüm. Kapıyı üzerine kilitledim, Ka'b b.
Hamid'e haber gönderdim. O da insanları Dabik mescidinde topladı. Toplanan
cemaata dedim ki:
- Şu mektupta adı
geçene halife olarak bey'at edin.
- Eey'at ettik.
- Mektupta adı veliahd
olarak geçene de bey'at edin.
Ona da bey'at ettiler.
Sonra şöyle dedim: «Kalkın bakalım, halife öldü.» Mektubu onlara okudum. Ömer
b. Abdülaziz'in adını okuduğumda Mervan oğullarının yüzlerinin rengi değişti.
Ondan sonra veliahd olarak Hişam b. Abdülmelik'in atandığına dair kısmı
okuduğumda biraz kendilerine gelebildiler. Hişam: «Ömer'e asla bey'at etmeyeceğiz.»
dedi. Ben de ona: «Allah'a yemin ederim ki, senin boynunu vururum, kalk bey'at
et.» dedim. Sonra insanlar kalkıp mescidin geri tarafında durmakta olan Ömer
b. Abdülaziz'e bey'at ettiler. Bey'at işi tamamlanınca Ömer: «İnnâ lillah ve
innâ ileyhi raciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve biz O'na dönücüleriz).» dedi.
Ayakları onu taşıyamı-yordu. Nihayet onu koltuk altından tutup minbere
çıkardılar. Bir süre sustu. Reca b. Hayve de: «Niçin kalkıp mü'minlerin
emirine bey'at etmiyorsunuz, ne duruyorsunuz hâlâ?» dedi. Halk, kalkıp ona
bey'at etti. Sonra Hişam, bey'at etmek için gelip minbere çıktığında: «İnnâ
lillah ve innâ ileyhi raciûn.» dedi. Ömer de şu karşılığı verdi: «Evet, innâ
lillah ve innâ ileyhi raciûn. Ne yazık ki, ben ve sen bu halifelik işinde
çekişiyoruz.» Sonra Ömer kalkıp insanlara tesirli ve beliğ bir hutbe irad etti,
halk da ona bey'at etti. Hutbesinde şöyle dedi:
«Ey insanlar, ben
uyduruk icatlar çıkaracak biri değilim. Benden öncekilere uyacak biriyim.
Çevrenizdeki şehirler ve kasabalar sizin gibi itaat ederlerse idarenizi
yürütürüm. Ama itaat etmezlerse idarenizi yürütmem.»
Böyle dedikten sonra
minberden indi. Müteveffa halife Süleyman'ı teçhiz etmeye başladılar.»
Evzaî dedi ki:
Süleyman'ın teçhizi ile uğraşırlarken akşam oldu. Güneş battı, Ömer insanlara
akşam namazını kıldırdı. Sonra da Süleyman'ın cenaze namazını kıldırdı.
Süleyman, akşam namazından sonra defnedildi. Ömer dönerken kendisine halifelik
binekleri getirildi. O bineklere binmeyi kabul etmedi. Kendi bineğine bindi,
insanlarla birlikte geri döndü ve nihayet Şam'a böylece vardılar. Onu hilafet
makamına götürmek istedilerse de o: «Babam Ebu Eyyüb'ün evi boşa-lıncaya kadar
kendi evimde kalacağım.» dedi. Halk da onun bu davranışını hoş karşıladı.
Sonra katibi çağırdı, diğer şehirlerin kendisine bey'at etmeleri talebine dair
mektubu ona yazdırdı. Reca, «Ondan daha fasih bir mektup görmedim.» dedi.
Muhammed b. İshak dedi
ki: Süleyman b. Abdülmelik, hicretin doksandokuzuncu senesinin safer ayının
onuncu günü olan cuma gününde Kinnesrin'e bağlı Dabik'te, Velid'in vefatından
iki yıl dokuz ay yirmi gün sonra vefat etti. Onun vefat tarihinin böyle
olduğunu cum-hur-u ulema söylemiştir. Bazılarının ifadesine göre ise o, aynı
senenin safer ayının bitimine on gün kala vefat etmiştir. Halifeliğinin ise
iki sene sekiz ay sürdüğünü söylemişlerdir. Bazıları, buna beş günlük bir süre
daha eklemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
Hakim Ebu Ahmed'in
ifadesine göre Süleyman b. Abdülmelik, hicri doksandokuzuncu senenin ramazan
ayı bitimine onüç gün kala cuma gününde vefat etmiştir. İbn Asakir de böyle bir
nakilde bulunmuştur ki, bu cidden garibtir. Onun bu hususta bütün
söylediklerine cumhur-u ulema muhalefet etmiştir. Yine onlara göre Süleyman, vefat
ederken kırk yaşından üç veya beş gün almıştı. Doğrusunu Allah
bilir-
Dediler ki: Süleyman
b. Abdülmelik, uzun boylu, yakışıklı, beyaz
tenli, güzel yüzlü,
nahif vücutlu, kaşları bitişik, fesahat ve belagat sahibi bir kimse olup
Arapçayı güzel konuşur; dindarlara, hayırhahlara yakınlık gösterip ihsanda
bulunan bir kimseydi. Hakkı ve hak ehlini sever, Kur'ân'a ve sünnete uyar, İslâmî
prensipleri izhar ederdi. Allah ona rahmet etsin. Şam'dan Mercidabık'a giderken
(Dabık, Haleb'e bağlı bir kasabanın adıdır.) Bizans'ın büyük şehri İstanbul'a
ordu göndermiş ve İstanbul fethe dili nceye veya kendisi ölünceye kadar
Mercidabık'tan çıkmamaya yemin etmişti. Önceki sayfada da anlattığımız gibi
orada vefat etmişti. Böylece Allah yolunda nöbet tutma sevabını bu niyetinden
dolayı elde etmiş oldu. İnşaallah kıyamete kadar bu sevap onun defterine
yazılmaya devam edecektir. Allah, ona rahmet etsin.
Hafız İbn Asakir,
Şurahil b. Ubeyde b. Kays el-Ukaylî'nin biyografisinden bahsederken özetle
şöyle demiştir:
Mesleme b. Abdülmelik,
İstanbulluları kuşatma altına alıp sıkıntıya soktuğunda bütün yolları
araştırdı ve oradaki çevre hükümdarlara da zor kullanıp onları istila altına
aldı. O sırada Bizans hükümdarı İlyon, Bürcan hükümdarına mektup yazarak
Mesleme'ye karşı yardım istedi ve ona şöyle dedi: «Müslümanların kendi
dinlerine davette bulunmaktan başka amaçları yoktur, bunların en yakın amaçları
budur. Benimle olan işlerini tamamladıktan sonra sana yöneleceklerdir. O zaman
yapacağın işi şimdiden yap.»
Bunun üzerine mel'un
Bürcan meliki hile ve desise kurmaya başladı. Mesleme'ye şu mealde bir mektup
gönderdi: «İlyon, bana mektup yazarak sana karşı benden yardım istedi. Ama ben
seninle beraberim, bana istediğin emri verebilirsin.» Mesleme de ona şu
mektubu yazdı: «Ben senden adam, asker ve teçhizat istemiyorum. Yalnız bize
azık gönder, yanımızdaki azık azaldı.»
Bürcan hükümdarı, ona
şu haberi gönderdi: «Sana falan yere büyük bir kervan gönderiyorum. Onu teslim
alacak ve ondan mal satın alacak adamlarını gönder.»
Mesleme, o kervana
gidip gerekli malları teslim alması ve gerekli şeyleri satın alması için
askerler gönderdi. Çok sayıda asker gitti. Gerçekten belirtilen yerde büyük bir
kervan gördüler. Kervanda çe-ŞitH mallar, eşyalar ve yiyecekler vardı. Satın
almaya başladılar ve bu işle meşgul oldular. Ama Bürcan melikinin kendilerine o
dağlar arasmda kurmuş olduğu tuzaktan haberleri yoktu. Düşmanlar ansızın
üzerlerine hücum ettiler. Müslümanlardan çok adam Öldürdüler. Geride kalanları
esir aldılar. Mesleme'nin yanına çok az sayıda adam döndü. İnnâ lillah ve innâ
ileyhi râciun.
Mesleme, bu durumu
kardeşi Süleyman'a bir mektupla bildirdi. O da Şurahil b. Ubeyde komutasında
büyük bir askeri birliği takviye olarak gönderdi. Şurahü'e, İstanbul boğazını
aşarak ilk önce Bürcan hükümdarj ile savaşmalarını, sonra Mesleme'nin yanına
dönmelerini emretti. Onlar da İstanbul boğazını aşıp Bürcan'a gittiler. Bürcanh-larla
şiddetlice savaştılar. Müslümanlar, Allah'ın izniyle onları hezimete
uğrattılar, onlardan çok sayıda adam öldürdüler, çok sayıda da esir aldılar,
Müslüman esirleri de kurtardılar. Sonra Mesleme'nin yanma dönerek orada
kaldılar.
Nihayet Ömer b. Abdülaziz,
Bizans gailesinden ve beldelerinden korktuğu için İstanbul'daki İslâm ordusunun
tümünü geriye çekti. Erzak sıkıntısı başgöstermişti. Daha önce İstanbul'da uzun
bir süre kalmışlardı. Allah mükafatlarını versin. [2]
Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Süleyman b. Abdülmelik'in hicri doksandokuzuncu senenin safer
ayının bitimine on gün kala (veya bu ayın onuncu gününde) cuma günü vefat
etmesi üzerine, kendisinin haberi olmaksızın önceden veliahd tayin edilmiş
olması nedeniyle Ömer b. Abdülaziz'e hilafet bey'ati yapıldı.
Daha ilk hareket ve
davranışlarında Ömer'in takvalı, dindar, za-hid ve nezih bir kimse olduğu
görüldü. Çünkü ilk günde o, halifelere mahsus bineğe binmeyip daha önce
kullanmış olduğu kendi bineğine binmekle yetinmişti. Hilafet makamına rağbet
göstermeyip kendi evinde oturmaya devam etmişti. Anlatıldığına göre o,
halifelik için kendisine bey'at edildiği günde halka bir hutbe irad etmiş ve
hutbesinde şöyle demişti;
«Ey insanlar! Benim
çok arzu sahibi bir nefsim vardır. Kendisine ne verilirse muhakkak daha üstün
olan birşeyi ister. Bana halifelik verilince nefsim, halifelikten daha üstün
olan Cennet'e arzu duymaya başladı. Cennet'e kavuşmam için bana yardım edin.
Allah size rahmet etsin.»
Vefat olayından
bahsederken inşaallah Ömer b. Abdülaziz'in biyografisini anlatacağız.
Halife Ömer b.
Abdülaziz, hicri doksandokuzuncu senede ilk olarak Mesleme b. Abdülmelik'e ve
beraberindekilere bol miktarda yiyecek ve asil atlar gönderdi. Denildiğine
göre onlara 500 at göndermişti ki, insanlar bundan ötürü çok sevinmişlerdi.
İstanbul kuşatmasını ürdürmekte olan Mesleme ordusu zorlanmış, sıkıntıya
düşmüştü. Ömer b. Abdülaziz, geri dönmeleri için onlara emir gönderdi.
Bu senede Türkler,
Azerbaycan'a saldırarak oradaki Müslümanlardan çoğunu öldürdüler. Ömer Hatem
b. Numan el-Bahilî, Türklerin üzerine giderek oradaki Türkleri öldürdü. Az
sayıda Türk ondan kurtulabildi. Yakalanan ve esir edilen Türkleri, Hanasıra'da
bulunan Ömer b. Abdülaziz'e gönderdi.
Ezan okuduktan sonra
müezzinler, meşguliyetinin çokluğu nedeniyle önceki halifeler gibi namazı
geciktirmesin diye, namaz vaktinin geldiğini Ömer b. Abdülaziz'e
bildiriyorlardı. Müezzinler bunu, onun eniri üzerine yapıyorlardı. Doğrusunu
Allah bilir.
Cerir b. Osman er-Rahbî
el-Humusî'nin biyografisinden bahsederken İbn Asakir, onun şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz'in
müezzinlerinin gelip kendisine selam verdiklerini, namazın yaklaştığını
duyurduklarım gördüm. Ona şöyle diyorlardı: "Selam sana ey mü'minlerin
emiri! Allah'ın rahmet ve bereketi senin üzerine olsun. Haydi namaza, haydi
felaha, namaz yaklaşti. »
Bu senede Ömer b.
Abdülaziz, Yezid b. Mühelleb'i Irak valiliğinden azletti. Basra valiliğine
Adiy b. Ertat el-Fezarî'yi, kadılığa da Ha-san-ı Basrî'yi tayin etti. Ancak
Hasan, daha sonra istifa etti, o da istifasını kabul etti. Hasan'ın yerine
İyaz b. Muaviye adındaki meşhur ve zeki âlimi kadı olarak tayin etti. Küfe
valiliğine Abdülhamid b. Ab-durrahman b. Zeyd b. Hattab'ı tayin etti. Ebü'z-Zinad'ı
da ona katip olarak verdi. Oraya kadı olarak Amir eş-Şa'bî'yi tayin etti.
Vakidî dedi ki: Amir
eş-Şa'bî, Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği süresince Küfe kadılığını sürdürdü.
Ömer, Horasan
valiliğine de Cerrah b. Abdullah el-Hakemî'yi tayin etti. Mekke valisi ise,
Abdülaziz b. Abdullah b. Halid b. Üseyd idi. Medine valisi, Ebu Bekir b.
Muhammed b. Amr b. Hazm idi. Ebu Bekir, bu senede insanlara haccettirmişti.
Ömer b. Abdülaziz,
Abdülmelik b. Ebi Vedaa'yı Mısır valiliğinden azletti, yerine Eyyüb b. Şurahbil'i
tayin etti. Mısır'ın fetva işlerini yürütmeleri içinde Cafer b. Rebia, Yezid
b. Ebi Habib ve Ubeydullah b. Ebi Cafer'i görevlendirdi. Bu üçü, Mısırlılara
fetva veriyorlardı.
Ömer b. Abdülaziz,
Ifrikiyye ve Mağrib'e, İsmail b. Abdullah el-Mahzumî'yi vali olarak tayin etti.
Bu, yaşantısı güzel bir adamdı. Bu zatın valiliği zamanında Berberilerden çok
sayıda insan Müslüman oldu.
Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, daha iyi bilir. [3]
Kadri yüce bir
tabiidir, Mürcie hakkında ilk konuşanın o olduğu söylenir. Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Ebu Ubeyd, bu zatın hicri doksanbeşinci senede vefat ettiğini
söylemiş, fakat yine bu sözleri arasında, Ömer b. Abdülaziz'in hilafeti
zamanında vefat ettiğini de nakletmiştir. Şeyhimiz ez-Zehebî ise,
"el-A'lâm" adlı eserde Hasan b. Muhammed'in bu senede vefat ettiğini
ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [4]
Abdullah b. Muhayriz
b. Cünade b. Ubeyd el-Kureşî el-Cumahî el-Mekkî, Kudüs'te yaşamıştır. Kadri
yüce bir tabiidir. Ümmü Ebi Mahzure'nin müezzin kocasından, Ubade b. Samit'ten,
Ebu Said'den Muaviye ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur. Halid b. Madan,
Mekhul, Havsan b. Atiyye, Zührî ve diğerleri de ondan rivayetlerde
bulunmuşlardır. Birden fazla âlim onun, sika bir ravi olduğunu söylemiş,
imamlar topluluğu onu övmüşlerdir. Hatta Reca b. Hayve, onunla ilgili olarak
şöyle demiştir: «Eğer Medineliler, abidleri îbn Ömer'le bize karşı övünecek
olurlarsa, biz de onlara karşı abidimiz Abdullah b. Muhayriz ile övünürüz.»
Abdullah'ın
çocuklarından biri, babası hakkında şöyle demiştir: «O, her cumada Kur'ân'ı
hatmederdi. Kendisi için yatak serilirdi ama yatak üzerinde uyumazdı.»
Abdullah b. Muhayriz,
suskun bir adam olup fitneden uzak dururdu. İyiliği emredip kötülüğü yasaklama
işini asla terketmezdi. Kendisinin övgüye layık özelliklerinden hiçbirini
anlatmazdı. Emirlerden birinin üzerinde ipek bir elbise görünce, onu protesto
ederek: «Bu adam bu elbiseyi bunlar için giymiştir.» derdi ve böyle derken de
halife Abdülmelik b. Mervan'ı gösterirdi. Adama da şu uyarıda bulundu:
«Yaratıklardan birinden korkmanı Allah'tan korkmanla eş tutma.»
Evzaî dedi ki: «Bir
kimseyi örnek almak isteyen kimse, Abdullah b. Muhayriz gibisini örnek alsın.
Çünkü Abdullah gibi bir ferdin içinde bulunduğu bir ümmet, asla sapıklığa
düşmez.»
Ravilerden birisi,
Abdullah b. Muhayriz'in, Velid'in halifeliği zamanında vefat ettiğini
söylemiştir. Fakat Halife b. Hayyat, onun, Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği
zamanında vefat ettiğini söylemiştir.
"el-A'lâm"
adlı eserde Zehebî'nin anlattığına göre ise o, hicretin dok-sandokuzuncu
senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah,
daha iyi bilir.
Bir gün Abdullah b.
Muhayriz, kumaş satın almak için bir manifaturacı dükkanına girdi. Pazarlığı
ilerletti. Bu arada komşusu, manifaturacıya: «Yazıklar olsun sana, bu Abdullah
b. Muhayriz'dir, kendisine biraz indirim yap.» deyince Abdullah b. Muhayriz,
kölesinin elinden tutup: «Haydi gidelim, biz buraya dinimizle değil, paramızla
mal satın almaya gelmiştik.» dedi ve kumaşı bırakıp gitti. [5]
Mahmud b. Lebid b.
Ukbe Ebu Naim el-Ensârî el-Eşhelî. Peygamber (s.a.v.), hayatta iken doğdu.
Ondan hadisler rivayet etti. Buha-rî'nin ifadesine göre bu zat sahabedir. İbn
Abdi'l-Berr'in ifadesine göre ise Mahmud b. Lebid b. Ukbe, Mahmud b.
er-Rebî'den daha sağlam hadisler rivayet etmiştir. Denildiğine göre Mahmud b.
Lebid, hicretin doksanaltıncı (başka bir rivayete göre ise hicretin
doksanyedinci) senesinde vefat etmiştir. "el-A'lâm" adlı eserde
Zehebî'nin anlattığına göre o, hicretin doksandokuzuncu senesinde vefat
etmiştir. Kesin tarihi en iyi bilen Allah'tır. [6]
Nafi b. Cübeyr b.
Müt'inı b. Adiy b. Nevfel el-Kureşi en-Nevfelî el-Medenî, babasından,
Osman'dan, Ali'den, Abbas'tan, Ebu Hürey-re'den, Aişe'den ve diğerlerinden
hadis rivayet etmiştir. Tabiilerden ve diğerlerinden oluşan bir cemaat da ondan
rivayet etmişlerdir. Sika bir ravi olup abid bir kişiydi. Bineği önünde boş
olarak gitmekte olup kendisi yaya olarak giderdi. Birden fazla ravinin
ifadesine göre o, hicretin doksandokuzuncu senesinde Medine'de vefat etmiştir. [7]
İbn Abbas'm azatlısıdır.
Sahabelerden ve diğerlerinden oluşan bir cemaattan hadis rivayet etmiştir.
Yanında bir yük kitap vardı. Hayırseverlik, iyilik ve dindarlığı ile tanınan
sika ravilerdendi. [8]
Kureyş'in âlim ve
eşrafındandı. Çok hadis rivayet etmiştir. Dört yaşında iken Rasûlullah
(s.a.v.)'m kendisinin yüzüne üflediğini hatır-
lardı. Bu senede
(hicretin doksandokuzuncu senesinde), doksanüç yaşında iken Medine'de vefat
etti. [9]
Müslim b. Yesar Ebu
Abdillah el-Basrî, fıkıhçı ve zahid bir kimseydi. Çok hadis rivayet etmiştir.
Zamanındaki insanlardan hiçbiri ondan üstün değildi. Abid, takvalı, zahid bir
kimse olup çokça namaz kılardı, çok huşulu bir kimseydi. Anlatıldığına göre
evinde bir yangın çıkmıştı. Kendisi namazda iken çıkan bu yangından haberi
olmadan başkaları yangını söndürmüşlerdi. Kendisi bunu hissetmemişti. Çok
menkıbeleri vardır. Allah ona rahmet etsin.
Ben derim ki: Bir
defasında mescidin bir köşesi yıkıldı, pazarda-kiler gürültüden korktular. Ama
o, mescitte namaz kılmaktaydı, dönüp bakmadı bile.
Oğlu dedi ki: Babamı
secde halinde şöyle derken gördüm: «Ey Rabbim! Ne zaman benden razı olarak
senin huzuruna varacağım?» Sonra duası devam etti ve yine aynı şeyi tekrarladı.
Namaz dışında da tıpkı namazdaki gibi olurdu. Oğlunun biyografisi de önceki
kısımlarda anlatılmıştır. [10]
İfrikiyye ve Mağrib
valisi idi. Ifrikiyye'de gazi olarak vefat etti. Bir sahabe cemaatından çok
sayıda hadis rivayet etmiştir. [11]
Harice b. Zeyd b. Dahhak
el-Ensârî el-Medenî, fakihti, Medine'de fetva verirdi. Medine'nin sayılı
fikıhçılarmdandı. Feraiz ve miras taksimatını iyi bilirdi. Fetvada sözleri
esas alman yedi fıkıhçıdan biriydi. [12]
İmam Ahmed b. Hanbel,
Nuaym b. Dücace'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İbn Mesud, Hz.
Ali'nin yanma gitti. Hz. Ali, kendisine şöyle sordu: «Rasûlullah (s.a.v.)'m,
"İnsanların üzerinde her 100 sene geçince yeryüzünde eski nesilden yaşayan
hiç kimse kalmaz." buyurduğunu söyleyen sen misin? Aslında Rasûlullah
(s.a.v.), şöyle buyurmuştu: "İnsanlar üzerinden 100 sene geçince
yeryüzünde (eskiden yaşamakta olanlardan) canlı hiç kimse kalmaz. Bu ümmetin
refahı, 100 seneden sonradır.»
İmam Ahmed b.
Hanbel'in oğlu Abdullah'tan rivayet olunduğuna göre Hz. Ali, Abdullah b.
Mesud'a şöyle demiştir:
«Ey Ferruh!
"İnsanların üzerinden 100 sene geçince bugün yaşamakta olanlardan gözünü
açıp kapaman hiç kimse (hayatta) kalmayacaktır ve bu ümmetin refah ve sevinci,
ancak 100 seneden sonra olacaktır." diyen sen misin? Rasûlullah (s.a.v.),
ancak şöyle demişti: "İnsanların üzerinden 100 sene geçince yer üzerinde
açılıp kapanan bir göz kalmayacaktır." Sırtını çukura yerleştiremedin,
kenara kaydın, hata yaptın. Aslında Rasûlullah, bugün yaşamakta olanları kasdet-miştir.»
İnsanlar, Rasülullah'm
bu hadisinden ötürü korkuya kapıldılar. Çünkü o, bu sözüyle kendi neslinin
tükeneceğini kasdetmişti.
Bu senede Harurilerden
Irak'ta Harice adında biri isyan etti. Mü'minlerin emiri Ömer b. Abdülaziz,
Küfe valisi Abdülhamid'e haber göndererek onları hakka davet etmesini, onlara
yumuşak davranmasını, yeryüzünde bozgunculuk yapmadıkları sürece onlarla savaşmamasını
emretti.
Haruriler, bozgunculuk
yapınca Küfe valisi Abdülhamid, onların üzerine bir askeri birlik gönderdi.
Haruriler, bu askeri birliği bozguna uğrattılar. Bunun üzerine Ömer b.
Abdülaziz, askerlerinin bozguna uğraması nedeniyle Küfe valisi Abdülhamid'e bir
kınama mektubu gönderdi. Kendisi de amcası oğlu Mesleme b. Abdülmelik'i,
Cezire'den hareket ettirerek savaşmak üzere Haruriler üzerine gönderdi.
Mesle-me> Allah'ın yardımıyla onları yendi ve muzaffer oldu.
Ömer b. Abdülaziz,
Haricilerin büyüğü Bestam'a haber göndere-
rek şu mesajı iletti:
«Seni bana karşı isyana sürükleyen şey nedir? Eğer Allah rızası için gazaplanmış
isen, bunu senden önce ben yapmalıyım ve sen benden daha iyi değilsin, gel,
seninle tartışalım. Eğer hakkı bizim yanımızda bulursan, hakka tabi olursun.
Eğer sen hakkı bize gösterirsen bakarız, gereğini yaparız.»
Bestam da kendi
adamlarından bir grubu gönderdi. Ömer, onlardan iki kişiyi seçti ve onlara
sordu:
- Niçin bize karşı
düşmanlık yapıyorsunuz?
- Yezid b.
Abdülmelik'i kendinden sonra halife olması için veli-ahd tayin etmişsin de
ondan.
- Ben onu veliahd
tayin etmiş değilim, başkası tayin etmiştir.
- Sen kendinden sonra
onu bu ümmete emin bir kişi olarak kabul edebilir misin?
- Bana üç gün süre
tanıyın.
Anlatıldığına göre
Ümeyye oğullan, hilafetin kendi ellerinden çıkmasından korktukları için halife
Ömer b. Abdülaziz'e zehir içire-rek öldürmüşlerdi. Doğrusunu Allah bilir.
Hicretin 100.
senesinde Ömer b. Velid b. Hişam el-Muaytî ve Hu-muslulardan Amr b. Kays
el-Kindî, yaz mevsimi gazasına gittiler.
Ömer b. Abdülaziz,
Ömer b. Hübeyre'yi Cezire valiliğine tayin etti. O da Cezire'ye vali olarak
gitti.
Bu senede Yezid b.
Mühelleb, Irak'tan harekete geçerek Ömer b. Abdülaziz'e hücum etti. Ömer de
onun üzerine Basra valisi Adiy b. Ertat'ı Musa b. Vecih'le birlikte gönderdi.
Ömer, Yezid b. Mühelleb'e ve ailesine çok kızar: «Bunlar zorbadırlar, böylelerini
sevmem.» derdi.
Yezid b. Mühelleb
huzuruna girdiğinde Ömer, onun daha Önce Süleyman'a -yanında mevcut olduğuna
dair- bildirdiği malları vermesini istedi. Yezid de: «Ben düşmanları bununla
korkutmak için böyle bir beyanda bulunmuştum. Benimle Süleyman arasında
herhangi bir-şey yoktu, anlaşıyorduk. Onun yanında ne kadar itibarlı ve mertebe
sahibi bir kimse olduğumu da biliyorsun.» deyince Ömer b. Abdülaziz: «Ben senin
bu sözlerine kulak vermiyorum. Müslümanların mallarını ödeyinceye kadar da seni
bırakacak değilim.» dedi ve zindana atılmasını emretti.
Ömer b. Abdülaziz,
Yezid'in yerine Horasan valiliğine Cerrah b. Abdullah el-Hakemî'yi tayin etti.
Yezid b. Mühelleb'in oğlu Muhalled, Ömer'in huzuruna gelip şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri! Aziz ve Celil olan Allah, seni halife kılmakla bu ümmete lütufta
bulunmuştur. Senin sebebinle bizler insanların en bedbahtları olmayalım. Niçin
bu ihtiyarı hapse atıyorsun, onun yerine ben varım, beni hapse atıp onu
salıversen olmaz mı?
- Onun yanındaki
Müslüman mallarının tümünü kendisinden al-
madığım ve sen de
ondan istenen bütün işleri yapmadığın takdirde onu serbest bırakacak ve ondan
vazgeçecek değilim.
- Ey mü'minlerin
emiri! Eğer onun aleyhinde ileri sürdüğün iddiaları teyid edecek beyyinelerin
varsa mesele yok. Ama yoksa, onun bu konuda yapacağı yemini kabul et, ya da
beni onun yerine hapse atıp onu salıver.
- Yanındaki bütün
malları kendisinden almadıkça kabul etmem. Muhalled b. Yezid, Ömer b.
Abdülaziz'in huzurundan çıkıp gitti.
Çok geçmeden vefat
etti. Ömer b. Abdülaziz, onun hakkında şöyle demişti: «Muhalled, babasından
daha hayırlıydı.»
Ömer b. Abdülaziz,
daha sonra Yezid b. Mühelleb'e yün bir cübbe giydirilerek bir deveye
bindirilmesini ve fasıkların sürgün edildikleri Dahluk adasına gönderilmesini emretti.
Araya şefaatçılar girdi, rica ettiler. Ömer de onu tekrar hapse gönderdi. Ömer,
ölüm hastalığına yakalanıncaya kadar Yezid hapiste kaldı. O, Ömer hastalanınca
hapisten kaçtı ve onun- bu hastalığı neticesinde öleceğini anladı. Bunu bir
mektupla ona bildirdi. Öyle sanıyorum ki o, Ömer'e zehir içirildi-ğini
biliyordu.
Ömer b. Abdülaziz, bu
senenin ramazan ayında Cerrah b. Abdullah el-Hakemî'yi bir yıl beş ay süreyle
valilik yaptıktan sonra Horasan valiliğinden azletti. Kafirlerden İslâm'a
giren kimselerden cizye aldığı için onu azletmişti. Cerrah ise, İslâm'a giren
kafirlere: «Sizler cizye vermekten kurtulmak için İslâm'a giriyorsunuz.» demiş,
onlar da İslâm'a girmekten vazgeçmiş, kendi dinlerinde sebat etmiş ve cizye
ödemişlerdi. Bu durumu öğrenen Ömer b. Abdülaziz, Cerrah'a şöyle bir mektup
göndermişti: «Cenâb-ı Allah, Muhammed (s.a.v.)'i vergi ve cizye toplayan biri
olarak değil, aksine davetçi biri olarak göndermişti.» Bu mektubu yazdıktan
sonra onu, Horasan valiliğinden azletti, yerine Abdurrahman b. Naim
el-Kuşeyrî'yi Horasan ordu komutanlığına, Abdurrahman b. Abdullah'ı da haraç
işlerinin müdürlüğüne tayin etti.
Bu senede Ömer b.
Abdülaziz, valilerine mektup yazarak onlara iyiliği emrediyor, kötülük
yapmalarını yasaklıyor, hakkı açıklıyor, kendisi ile onlar arasındaki bazı
konuları izah ediyor ve öğüt veriyordu. Allah'ın azab ve intikamından
sakınmalarım söyleyerek onları korkutuyordu. Abdurrahman b. Naim el-Kuşeyrî'ye
yazdığı bir mektup şöyleydi:
«İmdi ey Allah'ın
kulu, Allah rızası için öğüt veren, kullara nasihat veren bir kimse ol. Allah
rızası uğruna yaptığın işlerde herhangi bir kmayıcımn kınamasına aldırış etme.
Çünkü insanlardan çok, Allah'ın hatırını gözetmen gerekir. Onun, senin
üzerindeki hakkı daha °uyüktür. Müslümanların işlerinden birini yürütürken,
onlara iyilik yapıp nasihat vererek gerekli yardımda bulun. Senden istenilen hususlarda
emanete riayet et. Sakın haktan başkasına meyleden bir kimse olma. Yaptığın
gizli işlerden hiçbiri, Allah'a gizli kalmaz. Allah yolundan başka yola sapma.
Doğrusu, Allah'a karşı yine Allah'tan başka bir sığınılacak makam yoktur.»
Ömer b. Abdülaziz,
buna benzer birçok öğütleri valilerine rnek-tupla bildirdi.
Buharî'nin
"Sahih'ınde rivayet olunduğuna göre Ömer b. Abdüla-ziz, Adiy b. Adiy'e
şöyle bir mektup gönderdi:
«Doğrusu imanın
farizaları, prensipleri, hükümleri, sınırları ve sünnetleri vardır. Her kim
bunları tamamlarsa, imanı tamam olur. Kim de tamamlamazsa, imanı tamamlanmış
olmaz. Eğer ben yaşarsam bunları size açıklıyacağım ki, bunlara göre amel
edersiniz. Ama ölürsem, ben sizinle birlikte dünyaya kalmaya bayılıyor
değilim.» [13]
Bu propaganda
faaliyetleri şöyle başladı: Şerat diyarında ikamet etmekte olan Muhammed b. Ali
b. Abdullah b. Abbas, kendi adına Meysere adında birini Irak'a propagandacı
olarak gönderdi. Ayrıca Muhammed b. Huneys'i, Ebu İkrime es-Sirac'ı (Ebu
Muhamraed es-Sadık), İbrahim b. Seleme'nin dayısı Hayyan el-Attar'ı da
Horasan'a gönderdi. O zaman Horasan valisi Cerrah b. Abdullah el-Hakemî idi. Bu
propaganda grubu, Cerrahın Horasan valiliğinden azledilmesinden önce Horasan'a
gitmişti. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, propagandacıları çeşitli
yerlere gönderirken kendisi ve ailesi adına, halka propagandalarda
bulunmalarını, halkı kendilerine yönelmeye çağırmalarını emretmişti. Horasan'a
giden bu propaganda grubu, bazı kimselerle görüştükten sonra kendilerine
icabet eden ve çağrılarına uyan kimselerin mektuplarını da yanlarına alarak
Irak'ta bulunan Meysere'nin yanma döndüler. Meysere, bu durumu Muhammed b,
Ali'ye bildirdi. Muhammed b. Ali de buna sevinip müjdelendi. Bununda Allah'ın
tamamlanmasını emrettiği bir başlangıcın ilki, başa çıkmasını Allah'ın
sağlamca bir temele oturttuğu görüşün ilki olduğundan Ötürü sevindi. Emevi
devletinin, özellikle Ömer b. Abdülaziz'in ölümünden sonra yıkılma ve gevşeme
işaretlerini verdiğini anladı.
Ebu Muhammed es-Sadık,
Muhammed b. Ali için oniki temsilci seçti. Bu temsilciler şunlardı: Süleyman b.
Kesir el-Huzaî, Lahiz b. Kurayz et-Temimî, Kahtabe b. Şebib et-Taî, Musa b.
Ka'b et-Temimî, Halid b. İbrahim Ebu Davud (Beni Amr b. Şeyban b. Zühel
kabilesin-dendir), Kasım b. Mücaşi' et-Temimî, İmran b. İsmail Ebü'n-Necm (Ebu
Muayt'ın azatlısı), Malik b. Heysem el-Huzaî, Talha b. Zurayk
el-Huzaî, Huzaalılarm
azatlısı Amr b. A'yün Ebu Hamza, Hanife oğullarının azatlısı Şebl b. Tahman Ebu
Ali el-Herevî, yine Huzaahla-nn azatlısı İsa b. A'yün.
Ebu Muhammed es-Sadık,
yetmiş temsilci daha seçmişti. Mu-hanımed b. Ali, onlara bir rehber ve
talimatname olacak bir mektup gönderdi ki, bu mektuba uysunlar ve gereğince
hareket etsinler.
Bu senede, (hicretin
100. senesinde) Medine valisi Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm, insanlara
haccettirdi. Bu senede şehirlerin valileri, önceki senelerde adları zikredilen
valilerdi. Ancak azledilenlerin yerlerine atanan valiler hariç. Doğrusunu
Allah bilir.
İşlerinin çokluğu ve
meşguliyetinden ötürü Ömer b. Abdülaziz, halifeliği zamanında haccetmedi. Ama
Medine'ye bir ulak gönderir ve: «Benim için Rasûlullah (s.a.v.)'a selam söyle.»
derdi. [14]
Eşca' kabilesinin
Kûfeli bir azatlısıdır. Ziyad, Abdullah, Ubeydul-lah, İmran ve Müslim'in
kardeşidir. Kadri yüce bir tabiidir. Sevban, Cabir, Abdullah b. Ömer, Abdullah
b. Amr, Numan b. Beşir ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Katade, A'meş
ve diğerleride kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Kadri yüce, asil ve
sika bir ravi idi. [15]
Ensâr'ın Evs
kabilesinden olup Medinelidir. Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında dünyaya geldi
ve onu gördü. Babasından, Ömer, Osman, Zeyd b. Sabit, Muaviye ve İbn Abbas'tan
hadis rivayet etti. Zührî, Ebu Hazim ve bir cemaat, ondan hadis rivayet
etmişlerdir. Zührî'nin ifadesine göre Ebu Ümame, Ensâr'ın yüksek tabakasından
ve âlimlerden olup Bedir gazvesine katılan sahabelerin oğullarmdandır.
Yusuf b. Macişun, Utbe
b. Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Osman b. Affan'm en
son çıktığı cumada halk, Osman'ı taşladı. Namaz kıldırmasına engel oldular. O
gün cemaata Ebu Ümame Sehl b. Hanif namaz kıldırdı.»
Denildiğine göre bu
zat, hicretin 100. senesinde vefat etmiştir. Uğrusunu Allah bilir. [16]
Kadri yüce bir tabii
idi. Ebu Ümame, Suday b. Aclan ve Abdullah b. Büsr'den hadis dinledi.
Anlatıldığına göre o, Ebu Derda ile de buluşmuştur. Sahih rivayete görĞ
Ebü'z-Zahiriye, Ebu Derda ve Hüzey-fe'den mürsel olarak hadis rivayet etmiştir.
Kendi hemşehrilerinden bir cemaat da ondan hadis rivayet etmişlerdir. İbn Main
ile diğerleri onun sika bir ravi olduğunu söylemişlerdir. Kendisinden rivayet
edilen en garip şey, Kuteybe'nin şu kavlidir: «Beyt-i Makdis kayalığının
yanında uykuya daldım, hizmetçiler gelip kapıyı üzerime kilitlediler. Sonra
meleklerin tesbihatı ile uyandım. Korkarak yerimden fırladım, meleklerin saf
tuttuklarını gördüm, ben de meleklerin safına girip ibadete başladım.»
Ebu Ubeyde ile
diğerlerinin ifadelerine göre bu zat, hicretin 100. senesinde vefat etmiştir. [17]
Ebu Tufeyl Amir b.
Vasile b. Abdullah b. Amr el-Leysî el-Kinanî, sahabedir. Peygamber (s.a.v.)'i
en son görenlerdendir. Bu hususta kendisi şöyle demiştir: «Ben, Peygamber
(s.a.v.)'i, bastonuyla hacer-i esvedi istilam ederken gördüm.» Böyle dedikten
sonra Peygamber (s.a.v.)'in evsafını anlatmıştır. Ebu Bekir, Ömer, Ali, Muaz ve
İbn Me-sud'dan hadis rivayet etmiştir. Zührî, Katade, Amr b. Dinar, Ebu Zü-beyr
ve bir tabii cemaatı da ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Hz. Ali
taraftarlarındandı. Onun yaptığı bütün savaşlara katılarak yanında yer aldı.
Ama bazıları, onun Muhtar b. Ebi Ubeyd'le beraber oluşundan ötürü kendisine
düşmanlık beslemişlerdir. O, Muhtar'ın bayraktarlığını yapmıştı.
Rivayet olunduğuna
göre Ebu Tufeyl, Muaviye'nin yanına gidip ona şöyle demiş:
- Ali'nin başına getirdiklerinden ötürü zaman
sana ne bıraktı? Ne kazancın oldu?
- Çalışıp kazanamayan
ihtiyarın ve hiçbir iş göremeyen acuzenin ağlayışını bıraktı. Onu ağlattı, ya
sen onu nasıl seviyorsun?
- Musa'nın annesinin, Musa'yı sevdiği kadar seviyorum,
kusurum varsa halimi Allah'a arzediyorum.
Anlatıldığına göre Ebu
Tufeyl, Peygamber Efendimiz'in ömrünün sekiz yılma kavuşmuştu ve hicretin 100.
senesinde (başka bir rivayete göre ise 107. senesinde) vefat etti. Doğrusunu
Allah bilir.
Müslim b. Haccac dedi
ki: «Ebu Tufeyl, sahabelerin en son vefat edenidir ve hicretin 100. senesinde
vefat etmiştir.» [18]
Bu zatın asıl adı,
Abdurrahnıan b. Mül el-Basrî'dir. Cahiliye zamanına yetişmiş ve o zamanda iki
kez haccetmiş, Peygamber Efendimiz'in sağlığında İslâm'a girmiş, ancak onu
görememiştir. Onun sağlığında zekat memurlarına üç sene süreyle zekatım
ödemiştir. Peygamber Efendimiz'in sağlığında yaşayıp Müslüman olan ve onu görmeyen
bu gibi kimselere hadis imamları, "muhadrem" adını verirler. Ebu
Osman, Hz. Ömer zamanında Medine'ye hicret etmiş; ondan, Ali'den, İbn Mesud'dan
ye bir grup sahabeden hadis dinlemiş, Sel-man-ı Farisî ile oniki sene
arkadaşlık etmiş, nihayet onu defhetmişti. Tabiilerden ve diğerlerinden bir
cemaat da kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Kendisinden rivayet edenler
arasında Eyyüb, Humeyd et-Tavil ve Süleyman b. Turhan et-Teymî de vardır.
Asım el-Ahvel dedi ki:
«Ebu Osman'ın şöyle dediğini işittim: "Cahiliye zamanında yaşadım. Yağus,
kurşundan yapılmış bir put idi, iyi koşan bir deveye yüklenirdi. Bir vadiye
gelindiğinde deve oraya çökerdi. Devenin etrafındakiler de: "Rabbimiz, bu
vadiyi sizin için uygun gördü." derler ve orada mola verirlerdi."»
Yine Asım el-Ahvel
dedi ki: "Ebu Osman'a: «Peygamber (s.a.v.)'in zamanına yetiştin mi?» diye
sorduklarında o, şu cevabı vermişti: «Evet, onun zamanında Müslüman oldum. Ona
üç kez zekat ödedim, ama onu göremedim (Ona zekat ödedim, demekle Rasûlullah'm
görevlendirdiği kimselere zekat verdiğini kasdetmiştir.). Yermük,,Kadi-siye,
Celûla ve Nihavend savaşlarına katıldı.»
Ebu Osman, çok oruç
tutan, çok namaz kılan bir kimseydi. Devamlı oruç tutar, geceleyinde hep namaz
kılardı. Bunu terketmezdi, takati kesüinceye kadar namaz için kıyamda dururdu.
Hac ve umre için olmak üzere altmış kez Mekke'ye gitti.
Süleyman et-Teymî dedi
ki: «Ebu Osman'ın günah işlediğini sanmıyorum. Çünkü o, geceleri namaz kılar,
gündüzleri de hep oruç tutardı.»
Ravinin biri, Ebu
Osman en-Nehdî'nin şöyle dediğini nakletmiş-tir: «130 sene yaşadım, bendeki
herşey değişti, ama emelimi değişti-remedim, emelim eskiden nasıl idiyse şimdi
de aynıdır.»
Sabit el-Benanî, Ebu
Osman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: Aziz ve Celil olan Rabbimin beni ne
zaman andığını bilirim." Kendisine: "Bunu nasıl biliyorsun?"
diye sorduklarında şu cevabı vermişti: Yüce Allah buyuruyor ki: «Artık beni
anın, ben de sizi anayım.» (ei-Ba-kara, 152.) Ben, Allah'ı andığımda Allah da
beni anar."
Ravinin biri dedi ki:
Biz, Allah'a dua ettiğimizde Ebu Osman şöyle söylerdi: Vallahi, Cenâb-ı Allah
duamıza icabet etti. Çünkü O, bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: «Bana dua
edin ki, size icabet edeyim.» (el-Mü'min, 60.)
Ebu Osman'ın 130 sene
yaşadığı söylenmiştir. Heşin ile diğerleri böyle demişlerdir. Medainî ile
başkaları onun 100 sene yaşadığını söylemişlerdir. Fellas'ın ifadesine göre
ise, doksanbeş sene yaşamıştır. Sahih kavle göre o, 100 sene yaşamıştır,
Doğrusunu Allah bilir.
Hicretin 100.
senesinde Abdülmelik b. Ömer b. Abdülaziz vefat etti. Bu zat, ibadet ve
insanlardan ayrı yaşama, uzlete çekilme hususunda babasından daha üstündü.
Babasıyla yaptığı güzel konuşmalar ve babasına yaptığı öğütler vardır. [19]
Bu senede Yezid b.
Mühelleb, Ömer b. Abdülaziz'in hastalandığını duyunca zindandan kaçtı, bir
yerde (bir rivayete göre Babil'de) kendisiyle buluşmaları için köleleri ile
sözleşti. Sonra hapisten kaçıp aralarında karısı Atike binti Fırat
el-Amiriye'nin de bulunduğu bir cemaatla yola koyuldu. Kölelerinin yanına
ulaştığında bineğine binip yola revan oldu. Ömer b. Abdülaziz'e de şöyle bir
mektup yazıp gönderdi:
«Allah'a yemin ederim
ki, senin hastalığını duymadan zindanından kaçmadım, eğer yaşayacağını ümit
etseydim yine kaçmazdım, ama Yezid b. Abdülmelik'ten korktum. O, beni
öldürmekle tehdit ediyordu.»
Yezid şöyle diyordu:
«Eğer idarenin başına geçecek olursam, Yezid b. Mühelleb'in vücudundan bazı
yerleri kesip koparacağım.» Bunun sebebi de şuydu: Yezid b. Mühelleb, Irak'a
vali olarak gittiğinde Yezid b. Abdülmelik'in akrabaları olan Âl-i Ukayl'a
işkence yaptırmıştı. Bunlar, Haccac b. Yusuf es-Sakafî'nin aşiretinden idiler.
Yezid b. Abdülmelik, Muhammed b. Yusuf un kızıyla evliydi ve ileride de
anlatılacağı gibi bu evlilikten Velid b. Yezid adında fasık bir oğlu doğmuştu
ki, bu oğlu öldürülmüştü.
Ömer b. Abdülaziz,
Yezid b. Mühelleb'in zindandan kaçtığını duyunca şöyle dedi: «Allah'ım, eğer
o, bu ümmete kötülük yapmak istiyorsa, bu ümmeti onun kötülüğünden koru ve
tuzağını da başına dola.» Sonra Ömer b. Abdülaziz'in hastalığı git gide
fazlalaştı. Nihayet o, Hama ile Halep arasında Hanasıra kasabasında Deyri
Sem'an'da iken cuma günü (başka bir rivayete göre ise çarşamba günü) receb
ayının bitimine beş gün kala vefat etti. Vefat ederken otuzdokuz yaşındaydı.
Kırk yaşım aştığı da söylenir. Doğrusunu Allah bilir.
Anlatıldığına göre
Ömer b. Abdülaziz, iki yıl beş ay dört gün halifelik yapmıştır. Adil bir
devlet başkanı, takvalı, dindar ve insaflı bir hükümdardı. Allah yolunda
yaptığı işlerden ötürü hiç kimsenin kınamasına aldırış etmezdi. Allah, ona
rahmet etsin. [20]
Ömer b. Abdülaziz b.
Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdumenaf Ebu Hafs
el-Kureşi el-Ümevî. Emirü'l-mu minin olarak tanınır. Annesi; Ümmü Asım Leyla
binti Asım b. Ömer b. Hattab'tır. Kendisine "Beni Mervan'ın
Akyüzlüsü" denilir. Halk: «Akyüzlü ve Nakıs, Mervan oğullarını düzene
soktular.» diyordu. Ömer b. Abdülaziz'in, Akyüzlü adını almasından burada
bahsettik. "Nakıs"a gelince, onunla ilgili açıklama ileride
verilecektir.
Ömer b. Abdülaziz,
kadri yüce bir tabii idi. Enes b. Malik, Saib b. Yezid, Yusuf b. Abdullah b.
Selam'dan hadis rivayet etti. Yusuf, küçük yaşta bir sahabe idi. Ömer, bir
tabii topluluğundan da hadis rivayet etmişti. Tabiilerden ve diğerlerinden
oluşan bir topluluk da ondan hadis rivayet etmişlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel
dedi ki: «Tabiilerden Ömer b. Abdülaziz dışında başka bir kimsenin sözünün
hüccet sayıldığım bilmiyorum. Amcası oğlu Süleyman b. Abdülmelik'ten sonra ona
halifelik için, bey'at edildi. Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Süleyman,
onu veliaht tayin etmişti.»
Anlatıldığına göre
Ömer b. Abdülaziz, Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in öldürüldüğü sene olan hicri
altmışbirinci senede Mısır'da doğmuştur. Bunu birden fazla şahıs ifade
etmiştir. Muhammed b. Sa'd'ın ifadesine göre hicretin altnıışüçüncü senesinde
doğmuştur. Hicretin ellido-kuzuncu senesinde doğmuş olduğuna dair bir kavil de
vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Ömer'in birçok kardeşi
vardı ama öz kardeşleri Ebu Bekir, Asım ve Muhammed idi.
Ebu Bekir b. Ebi
Hayseme, Leys'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Duyduğuma göre İmran
b. Abdurrahman b. Şurahbil b. Hasene, Ömer b. Abdülaziz'in doğduğu veya
halifeliğe geçtiği gecede şöyle bir rüya gördüğünü anlatmış: Rüyada gördüm ki,
göklerde bir münadi Şöyle sesleniyor: "Size yumuşak huylu, dindar, salih
amelini izhar eden, namaz kılanlar arasında bulunan kişi geldi." Ben bu
kişinin kim olduğunu sorunca o da yeryüzüne inip toprağın üzerine Ömer adının
harfleri olan "ayn", "mim" ve "ra" harflerini
yazdı.»
Adem b. İyaz, Ömer b.
Abdülaziz'in azatlısı Ebu Ali Servan'm Şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
babasının tavlasına girdi. Atın biri, onu tekmeleyip yaraladı, babası da onun
yarasından akan kanı silip: «Eğer sen Ümeyye oğullarının yaralısı isen demek ki
said (mutlu) adamsın.» dedi.»
Naim b. Hammad, Ebu
Kubeyl'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, küçük bir çocuk
iken ağladı. Ağladığını annesi duyunca ona haber göndererek: «Niçin
ağlıyorsun?» diye sordu. O da: «Ölümü hatırlamaktan dolayı ağlıyorum.» diye
cevap verdi. Bunun üzerine annesi de ağlamaya başladı.»
Ömer b. Abdülaziz,
küçük yaşta iken Kur'ân'ı cem'etti. Dahhak b. Osman el-Huzamî dedi ki: Babası,
Ömer b. Abdüla-ziz'i, terbiye edilmesi maksadıyla Salih b. Keysan'nın yanına
bıraktı. Babası hacca gittiğinde Medine'de ona uğradı ve Salih'e Ömer'in durumunu
sordu. Salih de şu cevabı verdi: «Bu çocuk kadar kalbinde Allah'ın büyük yer
tuttuğu başka bir kimsenin bulunduğundan haberim yoktur.»
Yakub b. Süfyan'dan
rivayet olunduğuna göre bir gün Ömer b. Abdülaziz, cemaatla namaza yetişemedi.
Salih b. Keysan, ona niçin geciktiğini sorunca da: «Saçımı tarayan, saçımı
düzeltiyordu, onun için geciktim.» diye cevap verdi. Salih de ona: «Saç tarama
işini namazdan önceye mi aldın?» diyerek çıkıştı ve bu durumu Mısır'da bulunan
babası Abdülaziz'e bir mektupla bildirdi. Babası da ona bir haberci göndererek
saçını tamamen traş etmedikçe kendisiyle konuşmayacağım bildirdi.
Ömer b. Abdülaziz,
Ubeydullah b. Abdullah'a gider, onun nasi-hatlarını dinlerdi. Ubeydullah,
Ömer'in Hz. Ali aleyhinde konuştuğunu duymuştu. Ömer, onun yanına geldiğinde
yüz çevirip namaza durdu. Ömer, oturup onu bekledi, selam verince Ömer'e
öfkeyle dönüp baktı ve şöyle dedi: «Cenâb-ı Allah'ın kendilerinden hoşnut
olduktan sonra, Bedir ehline kızmış olduğunu ne zaman duydun sen?» Ömer b.
Abdülaziz de onun ne demek istediğini anladı ve: «Bu suçumdan ötürü önce
Allah'tan, sonra da senden özür diliyorum. Vallahi artık Hz. Ali aleyhinde
konuşmayacağım.» dedi. Gerçekten de Ömer b. Abdüla-ziz'in, daha sonra Hz. Ali
aleyhinde konuştuğu duyulmadı. Ondan ne zaman bahsederse mutlaka hayırla onu
yad ederdi.
Ebu Bekir b. Ebu
Hayseme, Davud b. Ebi Hindin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
Mescid-i Nebevî'nin şu kapısından girip yanımıza geldi. Yanımızda
bulunanlardan biri: «Fasık Abdülaziz, şu oğlunu feraiz ve sünnetleri öğrenmesi
için bize gönderiyor. Bunun halife olmadan ve Ömer b. Hattab'ın yönetimi gibi
bir yönetim tarzı sergilemeden ölmeyeceğini iddia ediyor.» dedi.
Davud dedi ki:
«Allah'a yemin ederim ki, Ömer'in ölmeden önce halife olduğunu ve Ömer b.
Hattab gibi bir adil imam olduğunu gördük.»
Zübeyr b. Bekkar,
Utbî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz'in
doğru yolda bulunduğunu gösteren ilk işaret onun ilme tutkun olması ve edebe
rağbet göstermesiydi. Babası Mısır'a vali olarak tayin edilip giderken Ömer
küçüktü, bulûğa erip ermediği şüpheliydi. Babası onu da beraberinde Şam'dan
alıp Mısır'a götürmek istedi, ancak Ömer: «Babacığım, beni Mısır'a götürmezsen
belki hem benim, hem de senin için daha faydalı olur.» dedi. Babası da: «Peki,
ne yapmalıyım?» diye sorunca Ömer, şu cevabı verdi: «Beni, Medine'ye gönder.
Oradaki fıkıhçıların meclislerinde oturayım, onların edebleriyle edepîeneyim.»
Bunun üzerine babası, onu hizmetçilerle birlikte Medine'ye gönderdi. Ömer,
Kureyş'in yasalarıyla aynı meclislerde oturdu. Gençlerinden uzak durdu, ünü
yayılıncaya kadar bu yaşam tarzını sürdürdü. Babası vefat edince amcası halife
Abdülme-lik b. Mervan, onu yanına alıp kendi çocuklarının arasına kattı. Ama
çocuklarından çoğuna onu tercih etti. Onu, kızı Fatıma ile evlendirdi. Şair,
Fatıma hakkında şöyle demiştir:
«Ey halifenin kızı, ey
dedesi de halife olan, Ey halifelerin bacısı, ey kocası da halife olan.»
Ravi diyor ki:
Fatıma'dan başka günümüze dek bu şiirdeki niteliklere sahip başka bir kadının
bulunduğunu bilmiyoruz.»
Utbî dedi ki: «Ömer b.
Abdülaziz'i kıskanan kişi, ona nimetlerin peşpeşe gelişinden ve yürürken de
salınarak yürüyüşünden ötürü düşmanlık duyardı.»
Ahnef b. Kays dedi ki:
«Kamil kişi, yanlışları sayılabilen kimsedir. Böylelerinin yanlışları az
olduğundan ötürü sayılabilir.»
Ömer b. Abdülaziz'e
babasından mal, eşya ve binekler miras kaldı. Ona ve kardeşlerine o kadar çok
miras kalmıştı ki, başkalarına o miktarda çok miras kaldığını bilmemekteyiz.
Nitekim bu husus, önceki kısımlarda da anlatılmıştı.
Ömer, bir gün amcası
Abdülmelik'in huzuruna girdi. Ancak yalpalayarak yürüyordu. Amcası ona sordu:
- Ey Ömer, sana ne
oldu ki, yalpalayarak yürüyorsun?
- Yaralandım.
- Yaran nerende?
- Bacağımla testisimin
derisi arasındadır.
Abdülmelik, yanında
bulunan Ruh b. Zenba'ya şöyle dedi: «Al- â. yemin ederim ki, senin kavminden
bir adama böyle bir soru sorulacak olsa, bunun verdiği cevap gibi cevap
veremez.»
Amcası Abdülmelik
vefat edince Ömer, ona çok üzüldü ve elbisesinin altına yetmiş gün süreyle kıl
elbiseler giydi. Velid de halifeliğe geçince babası Abdülmelik'in yaptığı gibi
Ömer b. Abdülaziz'e iyi davrandı. Onu Medine, Mekke ve Taif valiliğine atadı.
Ömer de hicretin seksenaltıncı senesinden doksanüçüncü senesine kadar bu görevi
aralıksız sürdürdü. Hicretin seksendokuzuncu ve doksanıncı senelerinde
insanlara haccettirdi. Hicretin doksanbirinci senesinde ise Velid, insanlara
haccettirdi. Sonra Ömer, hicretin doksanikinci veya doksanüçüncü senesinde de
haccettirdi.
Ömer, bu valiliği
zarfında peygamber mescidini Velid'in emri üzerine genişleterek yeniden inşa
ettirdi. Peygamber (s.a.v.)'in mezarını da mescide dahil etti. Bu müddet zarfında
o, geçim bakımından insanların en iyisi ve en adili oldu. Müşkil bir meseleyle
karşılaştığında Medine fıkıhçılarım toplar, onlardan görüş isterdi. Bu işler
için Medine'de on fıkıhçıyı görevlendirmişti. Bunların görüşünü almadan bir
işte karar vermezdi. Bu nkıhçıların adları şöyledir: Urve, Ubeydullah b.
Abdullah b. Utbe, Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam, Ebu Bekir b.
Süleyman b. Hayseme, Süleyman b. Yesar, Kasım b. Muhammed b. Hazm, Salim b.
Abdullah, Abdullah b. Amir b. Rebia, Harice b. Zeyd b. Sabit.
Ömer b. Abdülaziz,
Said b. Müseyyeb'in sözünden dışarı çıkmazdı. Said b. Müseyyeb ise,
halifelerden hiçbirinin yanma uğramazdı. Yalnız Medine'de vali iken Ömer b.
Abdülaziz'in yanına uğrardı.
ibrahim b. Able dedi
ki: Medine'ye gitmiştim, orada İbn Müseyyeb ve diğerleri vardı. Ömer, bir gün
bir konuda görüş bildirmeleri için onları yanına toplantıya çağırmıştı.
İbn Vehb dedi ki:
Berberi reislerinden Leys bana dedi ki: Ben, Rebia b. Ebi Abdurrahman'la
birlikte bir gün -Medine valiliği esnasında- Ömer b. Abdülaziz'in
icraatlarından söz açtık. Rebi' bana: «Yani sen Ömer'in hata yaptığını ve
yanlış işlere giriştiğini mi söylemek istiyorsun? Canım kudret elinde bulunan
Allah'a yemin ederim ki, Ömer asla hata yapmadı.» dedi.
Birçok yoldan nakledilen
bir rivayette sabit olduğuna göre Enes b. Malik, şöyle demiştir: «Kendisi
Medine'de vali iken şu genç (Ömer b. Abdülaziz) gibi namazı Rasûlullah
(s.a.v.)'mkine çok benzeyen başka bir imamın arkasında namaz kılmış değilim.»
Dediler ki: Ömer b.
Abdülaziz, rükû ve sücudu tam yerine getirir, kıyam ve ka'deyi hafif tutardı.
Sahih bir rivayette anlatıldığına göre o, rükû ve secdelerde onar kez teşbih
getirirmiş.
İbn Vehb, Leys tariki
ile Ebu Nadr el-Medinî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Süleyman b. Yesar'ın,
Ömer b. Abdülaziz'in yanından çıktığını
gördüm. Ona şöyle
sordum:
- Ömer'in yanından mı
çıkıyorsunuz?
- Evet.
- Ona ders mi
veriyorsunuz?
- Evet.
-Vallahi, o sizden
daha iyi biliyor, o sizden daha da âlimdir.»
Mücahid dedi ki:
«Kendisine ders vermek için Ömer'in yanma geldik, ama çok geçmeden biz ondan
ders alır olduk.»
Meymun b. Mehran dedi
ki: «Alimler, Ömer b. Abdülaziz yanında öğrenci gibiydiler.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Meymun, şöyle demiştir: «Ömer b. Abdülaziz, âlimlerin
öğretmeniydi.»
Leys dedi ki: İbn Ömer
ve İbn Abbas ile arkadaşlık yapmış ve Ömer b. Abdülaziz tarafından Cezire
valiliğine atanmış bir adam bana dedi ki: «Birşey hakkında bilgi edinmek
istediğimizde, mutlaka Ömer b. Abdülaziz'i o şeyin aslı ve detayları konusunda
insanların en bilgilisi bulurduk. Âlimler, Ömer b. Abdülaziz nezdinde ancak
öğrenci gibiydiler.»
Abdullah b. Tavus dedi
ki: Babamla Ömer b. Abdülaziz'in yatsı namazından sona sabaha dek sohbet
ettiklerini gördüm. Birbirlerinden ayrıldıklarında ben babama: «Babacığım, bu
adam kimdir?» diye sorduğumda babam bana şu cevabı verdi: «Bu, Ömer b.
Abdülaziz'dir. O, Emevi hanedanının saîih kişilerindendir.»
Abdullah b. Kesir dedi
ki: Ömer b. Abdülaziz'e: «Seni Allah yoluna dönmeye sevkeden ilk şey nedir?»
diye sordum. O da şu cevabı verdi: «Bir kölemi dövmek istedim, ama o bana
şöyle dedi: Sabahı kıyamet olacak bir geceyi hatırla.»
İmam Malik dedi ki:
Ömer b. Abdülaziz, hicretin doksanüçüncü senesinde Medine valiliğinden alındığında,
kendisi oradan ayrılıp yola çıkınca, geri dönüp Medine'ye baktı ve ağlayarak
azatlısına şöyle dedi «Ey Müzahim! Korkarız ki, Medine'nin kovduğu kimselerden
olmayalım. Çünkü bir hadiste anlatıldığına göre Medine, körüğün demirdeki
pisliği atışı gibi içindeki pisleri ve pislikleri atar. Güzel ve temiz olan
şeyi de berrak olur.»
Ben derim ki: Ömer b.
Abdülaziz, Medine'den yola çıktıktan sonra oraya yakın Süveyde denen bir yerde
bir süre kaldı. Sonra Şam'a, amcası oğullarının yanına geldi.
Muhammed b. İshak,
Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Medine'den ayrıldığımda
benden daha âlim bir kimse yoktu. Şam'a geldiğimde bildiklerimi unuttum.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir gece Ömer b.
Abdülaziz'le sohbet ettim, kendisine hadis naklettim. Bana dedi ki: "Bana
naklettiğin hadislerin hepsini işitmiş, ezberlemiştim, ancak şimdi
unutmuşum."»
İbn Vehb, Zührî'den
rivayet etti ki, Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: «Öğle vakti Velid, haber
göndererek beni yanına çağırttı. Yanına gittiğimde suratı asıktı, oturmamı
işaret etti, oturdum. Bana: «Halifelere söven adam hakkında ne dersin? Böyle
birisi öldürülmeli midir?» diye sordu. Ben sustum, sorusunu tekrarladı. Yine
sustum. Üçüncü kez sorduğunda dedim ki:
- Ey mü'minlerin
emiri, sözünü ettiğin kimse, halifeyi öldürmüş müdür?
- Hayır, ama
sövmüştür.
- Öyleyse ona göre
cezalandırılmalıdır.
Ben böyle cevap
verdikten sonra öfkelendi ve ailesinin yanma döndü. İbn Reyyan adındaki celladı
da bana: «Haydi git.» dedi, ben de yanından çıkıp gittim. Bir rüzgar estiğinde
bile onun, Velid tarafından gönderilen ve beni Velid'in yanma çağıran bir elçi
olduğunu sanıyordum.»
Osman b. Zebr dedi ki:
"Halife iken Süleyman b. Abdülmelik, Ömer b. Abdülaziz'le birlikte askeri
garnizona uğradı. Garnizonda atlar, develer, katırlar, yükler ve adamlar
vardı. Süleyman: «Bu hususta ne dersin?» diye sorunca Ömer, şu cevabı verdi:
«Dünyanın birbirini yediğini görüyorum ve sen de bütün bunlardan sorumlusun.»
Garnizona yaklaştıklarında bir karganın Süleyman'ın çadırından bir lokma
yiyecek alıp öterek uçtuğunu gördüler. Süleyman yine sordu:
- Ey Ömer, ya bu
nedir?
- Bilmiyorum.
- Sence şu karga bu
ötüşüyle ne demek istiyor?
- Bence şöyle demek
istiyor: Nereden geldi, nereye gidiyor?
- Ne kadar da
tuhafsın.
- Aslında tuhaf olan,
Allah'ı tanıdığı halde ona isyan edendir. Şeytanı tanıdığı halde ona itaat
edendir, dünyayı tanıdığı halde ona yönelendir."
Önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi Süleyman ile Ömer, Arefe'-de vakfe yaptıkları sırada Süleyman,
insanların çokluğunu görmüş, Ömer ona şöyle demişti: «Bunlar,,bugün senin
yönetimin altındaki halkındırlar, yarın ise bunlardan Ötürü sana hesap
sorulacaktır.» Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ömer, ona şöyle demiştir:
«Yarın kıyamet gününde bunlar senin hasımların olacaktır.» Ömer'in böyle
demesi üzerine Süleyman ağlayıp: «Allah'tan yardım dileriz.» demiştir.
Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Süleyman ve Ömer, bir gün yağmura yakalanmışlar, şimşekler
çakmaya başlayınca Ömer,
İmeye başlamıştı.
Süleyman ona; «Gülüyor musun?» deyince Ömer, cu cevabı vermişti: «Evet, bunlar
Allah'ın rahmetinin eserleri olduğu halde biz bu halde oluyoruz ve sen de
korkuyorsun. Ya onun gazabının eserlerini ve azabını görürsen ne durumda
olacağını düşün.»
İmam Malik'ten rivayet
olunduğuna göre Süleyman ile Ömer, bir defa tartışmışlar, tartışma esnasında
laf arasında Süleyman, ona: «Yalan söylüyorsun.» deyince Ömer, şu cevabı
vermişti: «Yalan söylediğimi iddia ediyorsun Öyle mi? Allah'a yemin, ederim
ki, yalanın sahibine zarar verdiğini anladığımdan beri asla yalan söylemiş
değilim.» Böyle dedikten sonra Ömer oradan ayrılıp gitmeye ve Mısır'a göçmeye
karar vermişti. Ancak Süleyman, onu bırakmamış, sonra bir adanı göndererek
şöyle demişti: «Önemli bir meseleyle karşılaştığımda mutlaka hep sen akhma
geldin.»
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Süleyman, can çekişirken kendisinden sonra veliahd olarak
Ömer b. Abdülaziz'i vasiyet etmişti. Süleyman'ın ölümünden sonra işler bu
şekilde yoluna girdi. Allah'a hanıdolsun. [21]
Ebu Davud et-Teyalisî,
İbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hayret ki hayret! İnsanlar, Hz.
Ömer sülalesinden ve onun ameli gibi amel sahibi bir adam halife olmadan
dünyanın sonunun gelmeyeceğini ve bu adamın da Bilal b. Abdullah b. Ömer
olacağını sanıyorlardı. Onun yüzünde bir yara izi vardı ama o olmadı. Sonra
beklenen adamın Ömer b. Abdülaziz olduğunu gördüler. Onun annesi, Asım b.
Abdullah b. Ömer b. Hattab'm kızıydı.»
Beyhakî, Hz. Ömer'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Benim soyumdan bir adam halifeliğe geçecek
ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Onun yüzünde iki yara izi vardır.» Nafi
de, Ömer'in halifeliğinden önce: «Bu adamın Ömer b. Abdülaziz'den başkası
olacağını sanmıyorum.» demişti.»
ibn Ömer'in şöyle
dediği rivayet edilir: «Hz. Ömer'in soyundan gelip yüzünde yara izi bulunan ve
yeryüzünü adaletle dolduracak °lan adama ne mutlu.»
Vüheyb b. el-Verd
şöyle demiştir: «Bir ara uyumakta iken şöyle pir rüya gördüm: Mescid-i Haram'm
Beni Şeybe kapısından bir adam içeri girerek şöyle diyordu: "Ey insanlar,
başınıza Allah'ın kitabı geç-k.' Ben de sordum: "Kim geçti?" Adam
tırnağını gösterdi, tırnağının uzerinde Ömer adının harfleri olan
"ayın", "mim" ve "ra" harfleri ya-zıhydı. Ben
uyandıktan bir süre sonra Ömer b. Abdülaziz'e bey'at
edilmesi için Mekke'ye
emir geldi.»
Bakiyye, Huzaî'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Ravza-ı Hadra'da
Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyasında görmüş ve Rasûlullah (s.a.v.), ona şöyle
demiş: «Sen, bu ümmetin idaresinin başına geçeceksin. Kan akıtmaktan uzak dur.
Kan akıtmaktan uzak dur. Çünkü insanlar arasında senin adın Ömer b.
Abdülaziz'dir, ama Allah katında Cabir (yani kırıklıkları gideren ve tedavi eden)'dir.»
Ebu Bekir b.
el-Makarrî, Reyah b. Ubeyde'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
namaza geldiğinde yaşlı bir adam onun eline tutunmuştu. Kendi kendime: «Bu
ihtiyarın içi geçmiş.» dedim. Namazdan sonra yanına gittim ve: «Allah, emiri
ıslah etsin, şu senin eline tutunan yaşlı adam kimdi?» diye sordum. O da: «Ey
Reyah, sen onu gördün mü?» diye sorunca ben: «Evet.» dedim. O da bana şu karşılığı
verdi: Ey Reyah, ben seni salih bir adam bilirim, yanıma gelen o adam kardeşim
Hızır'dı. Bana bu ümmetin idaresinin başına geçeceğimi ve adaletle
hükmedeceğimi bildirdi.»
Yakub b. Süfyan, Ebu
Anbes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Halid b. Yezid b. Muaviye'nin
yanında oturmaktaydım. Üzerinde birkaç parçadan yapılmış kısa bir elbise olan bir
genç gelip Halid'in elini tuttu ve: «Üzerimizde bir gözcü var mı?» diye sordu.
Ben de: «İkinizin üzerinde de iyi gören bir gözcü ve iyi işiten bir kulak vardır.»
dedim. Bunun üzerine o gencin gözleri yaşardı. Halid'in elini bırakıp döndü ve
çekip gitti. Ben de Halid'e: «Bu kimdi?» diye sordum. Halid, şu cevabı verdi:
«Bu; mü'minlerin emiri, kardeşim Abdülaziz'in oğlu Ömer'dir. Eğer çok yaşarsan,
bunun hidayete kavuşmuş bir halife olduğunu göreceksin.»
Ben derim ki: Halid b.
Yezid b. Muaviye, önceki insanların haber ve sözlerini, ilm-i nücum ve tıbbı
iyi bilir, araştırmalar yapardı.
Biyografisini
anlatırken de ifade ettiğimiz gibi Süleyman b. Ab-dülmelik, can çekiştiği
esnada oğullarından birini veliaht tayin etmek istemişti. Ancak salih bir insan
olan veziri Reca b. Hayve, onu bu düşüncesinden vazgeçirmiş ve sürekli
telkinleri neticesinde Ömer b. Ab-dülaziz'i veliaht tayin etmesini sağlamıştı.
Bunun üzerine Süleyman da kendisinden sonrası için veliahd olarak Ömer.b.
Abdülaziz'i tayin ettiğim bir sayfaya yazdı ve altını mühürledi. Ancak ne
Ömer'in, ne de Mervanilerden hiçbirinin bundan haberi yoktu. Sadece Süleyman
ile Reca bunu biliyorlardı. Sonra Süleyman, muhafız kuvvetleri komutanına,
Mervanilerden ve diğerlerinden olan emirleri ve reisleri huzuruna getirmesini
emretti, onlar da geldiler ve Süleyman'ın elindeki mühürlü sayfada yazılı
hususa bey'at ettiler. Daha sonra da hu-
rdan çıkıp gittiler.
Halife Süleyman vefat edince Reca b. Hayve onf cağırdı ve halifenin vefatını
duymalarından önce ikinci kez bey'at
âtiler. Bey'attan
sonra mektubu açıp onlara okudu. Mektupta Ömer
u Abdülaziz 'e bey'at
ettiklerini anladılar. Onu alıp minbere oturttu ve ona bey'at ettiler. Böylece
Ömer b. Abdülaziz'in halifelik bey'atı tamamlanmış oldu.
Ancak âlimler, böyle
bir tasarruf hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Adam vasiyetini bir kağıda yazıyor
ve bunu şahitlere okumadan bazı kimseleri bu vasiyetine şahit tutuyor. Sonra da
onlar bu kağıtta yazılı olan hususlara şahitlik yapıyorlar ve şahitlikleri
geçerli oluyor. Bunun caiz olup olmadığı hususunda farklı görüşler ileri
sürülmüştür. Ancak ilim ehlinden bir cemaat, bunun caiz olduğunu ifade etmişlerdir.
Kadı Ebu'l-Ferec el-Muafa b. Zekeriya el-Cerirî dedi ki: «Hicazlı-larm cumhur-u
uleması bunun caiz, geçerli ve hükmünün nafiz olduğunu söylemişlerdir.» Salim
b. Abdullah'tan da böyle rivayet edilmiştir ki, bu görüş, aynı zamanda İmam
Malik, Muhammed b. Mesleme el-Mahzumî, Mekhul, Nümeyr b. Evs, Zür'a b. İbrahim,
Evzaî, Said b. Abdülaziz ve bunlara muvafakat eden Şam fıkıhçılarınm da görüşüdür.
Halid b. Yezid b. Ebi Malik de babasından ve ordusunun kadılarından böyle
kaviller nakletmiştir. Aynı zamanda bu, kendisine muvafakat eden Mısırlı ve
Mağribli fıkıhçılarla birlikte Leys b. Sa'd'ın, Basra akıncılarının ve
kadılarının da kavlidir. Katade'den, Suvar b. Abdullah'tan, Ubeydullah b.
Hasan'dan, Muaz b. Anberî'den rivayet olunduğuna göre bunlar da bu
görüştedirler. Aralarında Ebu Ubeyd ve İshak b. Rahaveyh'in bulunduğu çok
sayıda hadis ashabı, bu kavli benimsemişlerdir.
Buharı de
"Sahih"inde bu görüşe önem vermiştir. Muafa'nm ifadesine göre
aralarında İbrahim, Hammad ve Hasan'm da bulunduğu Irak fıkıhçılarından bir
cemaat, bu görüşü kabullenmemişlerdir ki, bu da Şafiî'nin ve Ebu Sevr'in
mezhebidir. Ebu Sevr: «Bu bizim şeyhimiz Ebu Cafer'in kavlidir.» demiştir.
Şafiî'nin Irak'taki bazı ashabı da birinci kavle kail olmuşlardır. Cerirî de:
«Birinci kavle kail oluruz.» demiştir.
Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Ömer b. Abdülaziz, Süleyman'ın cenazesinden dönerken kendisine
-binmesi için- hususi binekler getirildiğinde bu bineklere binmemiş ve şöyle
demeye başlamıştı:
«Eğer takva, sonra da
yasaklar olmasaydı, Cehennem çukuruna düşme endişen olmasaydı; aşk ve şehvet
yolunda bütün menedicilere karşı gelip asi olurdum.
Geçenler geçip gitti.
Sonra sen geçip giden günlerin sonunda bir a§k ve şehvet bulamazsın,»
Bu şiiri okuduktan
sonra: «Maşaallah, kuvvet ancak Allah iledir. Bana katırımı getirin.» dedi.
Sonra da halifelere mahsus fazla bineklerin satılmasını emretti. Halifelere
mahsus kıymetli ve paha bici]., mez atlar vardı, onları satıp paralarını
beytü'1-mala koydu.
Dediler ki: Ömer b.
Abdülaziz, cenaze merasiminden döndükten sonra halk ona bey'at etti. Halifelik,
onun adıyla yerini buldu, ama kendisi kederli ve üzüntülü olarak evine döndü.
Azatlısı kendisine-«Neyin var? Kederli ve üzüntülü görünüyorsun, oysa vakit,
kederlenme vakti değildir.» dedi. Kendisi de şu karşılığı verdi: «Yazıklar
olsun sana. Nasıl üzülüp kederlenmem? Bu ümmetin doğu ve batıdaki her ferdi
mutlaka benden hakkını taleb etmekte ve kendisine hak ettiği şeyi ödememi
istemektedir. İstese de istemese de hakkını ödemem benim üzerime farz
kılınmıştır.»
Anlatıldığına göre
halife seçildikten sonra Ömer b. Abdülaziz -boş zamanının kalmayacağını ileri
sürerek- karısı Fatıma'yı yanında kalmak veya ailesine dönmek arasında serbest
bırakmış, Fatıma da ağlamıştı. Onun ağlaması nedeniyle cariyeleri de
ağlaşmışlardı. Böylece Ömer'in evinde bir gürültü ve feryad duyuldu. Ama
Fatıma, her halükarda onun yanında kalmayı tercih etti. Allah, ona rahmet
etsin.
Adamın birisi, Ömer'e:
«Ey mü'minlerin emiri, bize biraz zaman ayır.» dedi. Ömer de şu şiiri okudu:
«Başını kaşımaya
fırsat vermeyecek bir meşguliyet sana geldi, sen selamet yolundan saptın.
Boş zaman gitti. Artık
kıyamet gününe kadar boş zamanımız olmayacaktır.»
Zübeyr b. Bekkar,
Selam b. Süleym'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
halife seçildikten sonra minbere çıktı. Bu ilk hutbesinde Allah'a hanıd-ü
senada bulunduktan sonra şöyle dedi:
"Ey İnsanlar!
Bize arkadaşlık edecek olanlar, şu beş şarta uyarlarsa arkadaşlık etsinler.
Yoksa bizden ayrılıp gitsinler:
1-
İhtiyacını bize arzedemeyenlerin ihtiyaçlarım gelip bize arzet-sinler.
2- Hayır ve iyilik hususunda olanca
gayretleriyle bize yardımcı olsunlar.
3- Bizim
göremediğimiz hayır ve iyilikleri bize göstersinler.
4- Kimsenin
gıybetini yanımızda yapmasınlar.
5-
Kendilerini ilgilendirmeyen şeylere burunlarını sokmasınlar. Bu hutbesinden
sonra şairler ve hatipler, Ömer b. Abdülaziz'm
yanından ayrıldılar.
Fakihler ve zahidler onun yanında sebat ettiler-
Sebat eden fakih ve
zahidler de: "Bu adam söylediklerini yerine getirdiği sürece kendisinden
ayrılmayacağız, ama aksini yaparsa mutlaka ayrılmamız gerekir." dediler.»
Süfyan b. Uyeyne dedi
ki: «Ömer b. Abdülaziz, halifeliğe geçince Muhammed b. Ka'b, Reca b. Hayve ve
Salim b. Abdullah'a haber göndererek onları huzuruna çağırttı. Yanma
geldiklerinde de onlara şöyle dedi: "Mübtela olduğumuz ve başımıza inen
şu ağır görevi görüyorsunuz. Bu hususta bize yardımcı olmak için neler
biliyorsanız söyleyin."»
Muhammed b. Ka'b dedi
ki: «Yaşlıları baba, gençleri kardeş, küçükleri de evlat say. Babana iyilik
yap, kardeşini ziyaret edip durumuyla ilgilen, çocuğuna da şefkat göster.»
Reca da şöyle dedi:
«Kendin için beğendiğin şeyi halk için de beğen, sana yapılmasından
hoşlanmadığın şeyi halka yapma ve şunu da bilki sen, ölecek ilk halife
değilsin.»
Salim ise şöyle dedi:
«Kendini bu yönetim işini güzelce yürütmeye ada. Bu hususta dünya şehvetlerine
karşı oruç tut. Bu orucuda Ölüm anında boz. Söyleyecek başka birşeyim yok,
hepsi bu kadar.»
Ömer de: «Lâ havle
velâ kuvvete illa billah.» dedi.»
Başkaları dediler ki:
Ömer b. Abdülaziz, bir gün insanlara bir nutuk irad etti, ama ağıt boğazına
çökmüştü. Boğulmak üzere idi. Nutkunda şöyle demişti:
«Ey insanlar! Siz
ahiretinizi ıslah edin ki, Allah da dünyanızı İslah etsin. Siz içinizi
düzeltin ki, Allah da dışınızı düzeltsin. Allah'a yemin ederim ki, Adem'in oğlu
olan her kul mutlaka ölecektir. Ölümde onun için kopmaz bağlar vardır.»
Yine bir hutbesinde
şöyle demişti:
«Nice sağlam ve mamur
yer vardır ki, yakın bir zamanda harab olacaktır. Durumuna imrenilen nice mukim
vardır ki, yakın zamanda goçecektir. Allah, size rahmet etsin. Elinizden
geldiğince ve olanca imkanlarınızı seferber ederek dünyadan güzel bir şekilde
göçün. Buna karşı dünyada ademoğlu gözü aydın olarak bir çaba ve yarış içine
girmiştir. Ama o, Ölüme gitmek üzeredir. Allah, onu kendi kaderi gereğince
davet ettiği ve ölüm okunu ona sapladığı zaman gidecektir. Dünyaya olan
tercihini bırakacaktır. Kendisiyle ilgilenecek başka bir Kavme gidecek, onlar
kendisini dünyaya muhtaç bırakmayacaktır. Doğrusu dünya, verdiği zarar kadar
insana memnuniyet vermez, az bir süre sevindirir ama uzun bir süre üzer.»
ismail b. Ayyaş, Amr
b. Muhacir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
halife olunca kalkıp insanlara bir hutbe irad ettı. Allah'a hamd~ü senada
bulunduktan sonra şöyle dedi:
«Ey İnsanlar! Doğrusu
Kur'ân'dan sonra artık başka bir kitab, Muhammed (s.a.v.)'den sonra da başka
bir peygamber gelmeyecektir. Ben, hüküm veren değilim, verilmiş hükümleri infaz
edenim. Ben kendiliğinden uydurukça şeyler çıkaracak değilim, benden öncekilerin
yolundan gideceğim. Zalim devlet başkanından korkup kaçan kişi, zalim değildir.
Dikkat edin, asi olan, zalim devlet başkanıdır. Dikkat edin, Aziz ve Celil olan
Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılana itaat olmaz.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre o, yukarıdaki hutbesinde şu sözleri de söylemişti: «Ben,
herhangi birinizden daha hayırlı değilim, aksine ben aranızda yükü en ağır
olan kişiyim. Dikkat edin, Allah'a isyan olan yerde yaratığa itaat yoktur.
Dikkat edin, ben size bunları işittirdim mi?»
Ahmed b. Mervan, Said
b. As'ın oğlunun şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
irad etmiş olduğu son hutbesinde Allah'a hamd-ü senada bulunduktan sonra şöyle
demişti:
«İmdi sizler boşuna
yaratılmadınız, başıboş da bırakılmadınız, sizin varacağınız son bir durak
vardır. O zaman ve orada Allah, hüküm verecek ve işinizi halledecek, aranızdaki
anlaşmazlıkları da çözümleyecektir. Allah'ın rahmeti dışına çıkan, kaybedip
ziyana uğramıştır. Genişliği gökler ile yer araşınca olan Cennet'ten yoksun
kalmıştır. Bihnezmisiniz ki, ancak bu günden korkup tedbirini alan ve baki olan
ahireti elde etmek için fani olan şu dünyayı feda eden, tükeneni tükenmeyecek
olanla değiştiren, azı çokla değiştiren, korkuyu güvenle değiştiren kimseden
başkası yarınki kıyamet gününde güvende olmayacaktır. Görmüyor musunuz ki,
sizden önce ölmüş ve göçmüş olanların mallarını elinizle yağmalamaktasınız.
Ama bu mallar, sizden sonrakilerin de eline geçecektir. Bu mallar, böylece
elden ele intikal edecek ve nihayet varislerin en hayırlısı olan Allah'ın
eline geçecektir. Sonra sizler, her gün bu dünyadan ayrılıp Allah'ın katına
göçen ve dönüşü olmayan bir yolculuğa giden kimseleri uğurluyorsunuz. Onların
ecelleri sona ermiş olduğundan yerin, kara toprağın bağrına yas-tıksız ve
döşeksiz olarak defnediliyorsunuz. Onlar, dostlarından ayrılıp toprağa ve
hesaba yönelmişlerdir, amelleri ile başbaşa kalacaklardır. Terkettikleri
dünyadan müstağni olmuşlardır. Ama yöneldikleri ahirette fakir ve yoksuldurlar,
hakkınızda hüküm verilmeden ve ölmeden önce Allah'tan korkun, takvalı olun,
ölüm üzerinize inmeden ölümü devamlı gözetleyin. Ben size bu sözleri
söylüyorum, haberiniz olsun.»
Böyle dedikten sonra
Ömer b. Abdülaziz, abasının ucunu yüzüne örttü, ağladı, etrafmdakileri de
ağlattı.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre o, yukarıdaki hutbesinde şunları da söylemiştir:
«Allah'a yemin ederim
ki, ben, size bu sözleri söylüyorum ama sizden hiçbirinizin bende olduğunu
bildiğim günahlar kadar günahkar olduğunu bilmiyorum. Ama bu anlattıklarım
Allah'ın adil kanunlarıdır. O, bu kanunlarda kendisine itaat edilmesini
emretmiş, kendisine karşı gelinmesini yasaklamıştır. Allah'dan mağfiret
diliyorum.»
Böyle dedikten sonra
yenini yüzüne kapattı ve sakalı ıslanmcaya kadar ağladı. Sonra da vefat
edinceye kadar meclisine dönmedi. Allah, ona rahmet etsin.
Ebu Bekir b.
Ebi'd-Dünya, Ömer b. Abdülaziz'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'ı
rüyamda gördüm, bana şöyle dedi:
- Yaklaş ey Ömer!
Yanına yaklaştım, öyle
ki, kendisine değmekten korktum. Yine bana şöyle dedi:
- idarenin başına
geçtiğin zaman şu ikisi gibi davran. (Yanında sağ ve soluna oturmuş iki yaşlı
adam gördüm, kendisine sordum:)
- Bunlar kimlerdir?
- Şu Ebu Bekir, şu da
Ömer'dir.
Rivayete göre Ömer b.
Abdülaziz, Salim b. Abdullah b. Ömer'e şöyle demiş:
- Bana öyle bir siret
yaz ki, ona göre amel edeyim.
- Sen bunu yapamazsın.
- Niçin?
- Eğer sen bu
yazacağım sirete göre amel edecek olursan, Ömer b. Hattab'tan daha faziletli ve
daha üstün olursun. Zira o, hayır işleme hususunda yardımcılar buluyordu ama
sen hayır işleme hususunda sana yardım edecek bir kimseyi bulamamaktasın.»
Rivayet olunduğuna
göre Ömer b. Abdülaziz, yüzüğünün kaşına Şu ibareyi yazdırmıştır: «Lâ ilahe
illallahü vahdehü lâ şerike leh». Başka bir rivayete göre ise şunları
yazdırmıştır: «Amentü billahi.»
Vefa Aziz'in rivayetine
göre Ömer b. Abdülaziz, bir gün halkın eşraf ve reislerini toplayarak onlara
bir nutuk irad ederek şöyle demiş: «Fedek hurmalığı, Rasûlullah (s.a.v.)'m
elindeydi. Oranın gelirlerini Allah'ın kendisine gösterdiği yerlere sarfederdi.
Sonra bu hurmalığın idaresini Ebu Bekir yürüttü. Ondan sonra Ömer de aynı
şekilde yürüttü.»
Ravilerden Asmaî dedi
ki: "Ömer b. Abdülaziz'in, Hz. Osman hakkında ne dediğini bilmiyorum ama
sonra sözünü şöyle sürdürmüştü: «Mervan, o hurmalığı ıkta olarak verdi ve
oradan bana bir pay düştü.
Velid ile Süleyman da
oradaki paylarını bana bağışladılar. Benim oradaki paylarımdan daha kıymetli
birşey yoktur ki, onu da beytü'l-mala iade edeyim. Ama ben, Fedek
hurmaliğındaki paylarımı, Rasû-lullah (s.a.v.)'ın zamanındaki uygulamaya dönülebilsin
diye beytü'l-mala iade ettim.»
O zaman insanlar
haksızlıklardan artık emin olmuşlar, kimsenin kimseye haksızlık yapacağına
inanmaz hale gelmişlerdi. Bundan sonra Ömer b. Abdülaziz, Ümeyye oğullarından
bir cemaatın mallarının beytü'1-mala iade edilmesini emretti ve o mallara da
"mezalim malları" adını verdi. Bazıları bu uygulamadan vazgeçmesi
için ricaya gittiler. Halası Fatıma binti Mervan'ı aracı yaptılar. Fakat bunun
bir faydası olmadı. Ömer, onlara şöyle dedi: «Ya beni bildiğim gibi hareket
etmem için rahat bırakırsınız, ya da Mekke'ye giderim, halifelikten vazgeçer ve
bu işin en layıkma halifeliği devrederim. Allah'a yemin ederim ki, aranızda
elli sene kalacak olsam bile adaletten vazgeçmeyeceğim. Ben, idareciliği elde
tutmak istiyorum ama bunu da ancak insanların kalblerini yatıştırmcaya kadar
dünya tamahı ile birlikte yürütebiliyorum.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Vehb b. Münebbih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Eğer bu ümmette Mehdi
varsa, o da Ömer b. Abdüla-ziz'dir.»
Katade, Said b. Müseyyeb
ile birçok kişi böyle demişlerdir.
Tavus dedi ki: «Ömer
b. Abdülaziz, hidayete ermişti ama onun vasıtasıyla insanlar hidayete ermiş
değildirler. O, adaleti tam olarak tatbik edemedi. Mehdi geldiğinde o, kötülük
yapan kimselerin üzerinde duracak, gerekeni yapacak, iyilik yapan kimseye de
ihsanda bulunacak ve daha fazla iyilikte bulunacaktır. Cömert olup valilerine
karşı sert, düşkünlere karşı ise merhametli olacaktır.»
Malik, Said b.
Müseyyeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Halifeler, Ebu Bekir
ile iki Ömer'dir.» Kendisine Ebu Bekir ve Ömer'i tanıdıklarım ama ikinci
Ömer'in kim olduğunu bilemediklerini söylemeleri üzerine şu cevabı vermişti:
«Eğer yaşarsanız yakında ikinci Ömer'i de tanıyacaksınız.» Böyle demekle o,
Ömer b. Abdüla-ziz'i kasdetmişti.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre o, Ömer b. Abdülaziz'den bahsederken; «O, Mervan oğullarının
başı yaralısı (yüzü ak olanı) dır.» demiştir.
Abbad es-Semmak,
Süfyan-ı Sevrî'nin meclisine katılır, onun sohbetini dinlerdi. Bu zat,
Süfyan-ı Sevrî'nin şöyle dediğini nakletmiştir:
«Halifeler, şu beş
kişidir: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer b. Abdülaziz.»
Halifelerin bu beş
kişiden ibaret olduğuna dair sözler, Ebu Bekir b Ayya§» §afiî ve diğer birkaç
kişiden de nakledilmiştir. Bütün âlimler Ömer b. Abdülaziz'in adil imamlardan,
raşit halifelerden ve hida-vet rehberi önderlerden biri olduğu hususunda icma
etmişlerdir. Haklarında sahih hadis varid olan oniki imamdan biri olduğunu da
birden fazla âlim ifade etmiştir. Sözü edilen sahih hadis şudur: «Aralarında
oniki halife -ki hepsi de Kureyş'ten olacaktır- bulunduğu sürece bu ümmetin
işi, sürekli düzenli ve müstakim olacaktır.»
Kısa olmakla birlikte
halifelik süresince merhum Ömer b. Abdülaziz çok çaba harcamış, nihayet
haksızlıkları önlemiş, bütün hak sahiplerine haklarını vermişti. Öyle ki, onun
münadisi her gün, şöyle duyuruda bulunurmuş: «Nerede borçlular? Nerede
evlenecek olanlar? Nerede düşkünler? Nerede öksüzler? Gelsinler, hepsinin
ihtiyacını karşılayayım.»
Âlimler, Ömer b.
Abdülaziz'in mi yoksa Muaviye b. Ebi Süyfan'm mı daha faziletli olduğu
hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları, yaşantısının mükemmelliğinden,
adaletli oluşundan, kendini zühde verişinden ve fazlaca ibadet yaptığından
ötürü Ömer b. Abdülaziz'i Muaviye'den daha faziletli kabul etmişlerdir.
Bazıları da ondan daha önce İslâm'a girdiğinden ve sahabe olduğundan ötürü
Muaviye'yi ondan daha faziletli kabul etmişlerdir. Hatta bazıları demişlerdir
ki: «Muaviye'nin, Rasülullah (s.a.v.)'la görüşmüş olduğu bir tek gün bile, Ömer
b. Abdülaziz'den, onun tüm ömründen ve aile efradından daha hayırlıdır.»
"Tarih" adlı
eserinde İbn Asakir'in anlattığına göre Ömer b. Abdülaziz, zevcesi Fatıma
binti Abdülmelik'in cariyelerinden birini çok beğenirmiş. Ömer, bu cariyeyi
zevcesi Fatıma'dan ya satarak ya da hibe ederek kendisine vermesini istemiş.
Ancak Fatıma, bu isteğini yerine getirmemişti. Ama halifeliğe geçince, Fatıma,
o cariyeye güzel giysiler giydirmiş, kokular sürmüş ve onu hibe ederek halifeye
sunmuştu. Halife, cariyeyle başbaşa kalınca cariye ona yönelmiş, ancak o,
cariyeden yüz çevirmişti. Cariye, ona şöyle sormuştu:
- Ey efendim, daha
önce bana gösterdiğin sevgin nerede?
- Allah'a yemin ederim
ki, sana olan sevgim, eskisi gibi sağlam durmaktadır. Ama artık benim kadınlara
ihtiyacım yok. Öyle bir işle karşılaştım ki, artık senden ve diğer kadınlardan
alakamı kesmek mecburiyetinde kaldım. Sizlerle uğraşamam. Sen nerelisin,
nereden getirildin?
- Ey mü'minlerin
emiri, babam Mağrib ülkesinde bir suç işledi. Musa b. Nusayr onu yakalatıp
sorguladı ve beni de cinayetin bedeli olarak aldı. Sonra da beni Velid'e
gönderdi. Velid de kız kardeşi ve se-nm de zevcen olan Fatıma'ya hibe etti.
İşte Fatıma da beni şimdi sana hediye etti.
- Doğrusu, biz,
Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz. Vallahi nerede ise rezalet işleyecek ve
helak olacaktık.
Böyle dedikten sonra
Ömer, o cariyeye ikramda bulunup kendi ülkesine ve ailesine gönderdi.
Ömer b. Abdülaziz'in
zevcesi Fatıma, şöyle demiştir: «Bir gün yanına girdim, namazgahında
oturmuştu. Elini yanağına dayamıştı. Gözleri de iki yanağının üzerine yaş
akıtıyordu. Kendisine: "Neyin var?" diye sorduğumda bana şu cevabı
verdi:
"Yazıklar olsun
sana ey Fatıma! Ben bu ümmetin idaresinin başına geçtim. Ama bu nasıl bir
idaredir, biliyor musun? Aç olan fakiri zayi olan hastayı, yorgun ve bitkin
düşmüş çıplağı, kalbi kırık yetimi, yalnız kalmış dulu, kahra uğramış mazlumu,
garibi, esiri, yaşlı ve ihtiyar kimseleri, çoluk çocuğu kalabalık olan
insanları, malı mülkü az olan kimseleri ve ülkenin, beldelerin ücra köşelerinde
bunlara benzer kimselerin durumlarını düşündüm. Kıyamet gününde Aziz ve Celil
Rabbimin bana bunların durumunu soracağını anladım ve Muham-med (s.a.v.)'in de
bunlardan yana olup bana hasım kesileceğini düşündüm. Bunların benimle
tartışacakları ve davalaşacakları zamanda kendilerine karşı bir delil ileri
süremiyeceğimden korktum. Bu nedenle kendime acıdım ve ağladım.»
Meymun b. Mehran'dan
şöyle rivayet edilmiştir: «Ömer b. Abdü-laziz, beni bir valiliğe tayin etti.
Sonra bana şöyle dedi: "Sana benden bir mektup gelir de bu mektup hakka
uygun olmazsa onu yere çal."»
Ömer, valilerinden
birine şöyle bir mektup göndermişti: «Güç ve kudretin seni insanlara haksızlık
yapmaya iterse, sen Allah'ın senin üzerindeki güç ve kudretini, onlara
yapacağın haksızlığın mutlaka sona ereceğini, ama onların senden soracakları
hesabın bakiliğini hatırla.»
Abdurrahman b. Mehdi,
İsa b. Asım'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Adiy b.
Adiy'e şöyle bir mektup gönderdi:
«Doğrusu, İslâmiyet'in
farzları, sünnetleri ve prensipleri vardır. Kim bunları tamamıyla yerine
getirirse imanı kemale erer, kim de bunları tamamıyla yerine getiremezse imam
kemale ermez. Eğer ben yaşarsam -amel etmeniz için- bunları size açıklarım,
eğer ölürsem de zaten aranızda yaşamaya niyetim yoktur.»
Sulî'nin anlattığına
göre Ömer, valilerinden birine şöyle bir mektup göndermiştir:
«Allah'a karşı
gelmekten sakınıp takvalı ol, çünkü takvadan başka birşey makbul olmaz. Ancak
takva sahibi kimseler, ilahi rahmete mazhar olurlar ve yine ancak takvalı
olmaktan ötürü kişiye sevap yazılır. Takvalı olmayı öğütleyenler çoktur ama
takvalı olanlar azdır.»
Şu güzel sözler de
onun vecizeleridir:
«Bir kimse, ancak
kendi amel ettiği şeyleri söyleyebileceğini bilirse konuşması az olur, ancak
kendisini ilgilendiren ve kendisine yarar glayan şeyleri söyler. Bir kimse,
ölümü çokça hatırlarsa dünyadan az şeyle yetinir.»
«Bir kimse, söylediği
sözleri kendi amelinden saymazsa hata ve günahı çoğalar. Bir kimse, Allah'a
bilgisizce ibadet ederse kendisini fesada sürükleyen şeyler, kendisini İslah
edecek şeylerden daha çok
olur.»
Adamın birisi, bir gün
Ömer b. Abdülaziz'Ie ileri geri konuştu, nihayet onu öfkelendirdi. Ömer de onu
dövmek istedi, ama sonra kendini tuttu ve adama şöyle dedi:
«Sen şeytanın bana
hükümdar onuru aşılayarak beni gazablan-dırmasım ve bu nedenle de yarın
karşılığını benden alacağın bir haksızlığı sana yapmamı istedin. Haydi kalk,
Allah sana afiyet versin, artık seninle konuşmaya ihtiyacım yoktur.»
Ömer b. Abdülaziz'in
vecizelerinden biri de şudur: «Allah katında işlerin en güzeli, normal şekilde
çabalamaktır. Güçlü iken affetmektir, yönetimin başında iken merhametli
olmaktır. Bir kul, dünyada başka bir kula merhametli olursa onun karşılığında
kıyamet gününde de mutlaka Cenâb-ı Allah, ona merhametle muamele eder.»
Ömer'in küçük oğlu
evden çıkıp diğer çocuklarla oynarken bir çocuk gelip onun kafasını yardı.
Saldırgan çocuğu yakalayıp Ömer'in huzuruna getirdiler. O esnada Ömer, dışarıda
bir gürültü duydu, dışarı çıktı. Bir kadının: «O benim oğlumdur, o öksüzdür.»
diye bağırdığını gördü. Ömer, ona: «Kendine gel ey kadın, bu çocuğun divanda
kaydı var mıdır? Kendisine maaş verilmekte midir?» diye sordu. Kadın da:
"Hayır." diye cevap verince Ömer: «Bu çocuğu zürriyete yazın.» dedi.
Bunun üzerine karısı Fatıma: «Senin oğlunun başını yardı, bu halde bu çocuğa
böyle lütufta bulunuyorsun. Allah, bunu kahretsin. Sen böyle yaparsan bir kez
daha senin oğlunun başını yaracak-tır.» diye çıkıştı. Ömer de ona şu cevabı
verdi:
«Yazıklar olsun sana,
o yetimdir, siz onu korkuttunuz.»
Malik b. Dinar dedi
ki; «Bana, sen zahidsin, diyorlar. Zahidlik benim neremde? Zahid, ancak Ömer
b. Abdülaziz'dir. Dünya ağzını açarak ona geldi, ama o, dünyanın tümünü
terketti.»
Dediler ki: Ömer b.
Abdülaziz'in sadece bir gömleği vardı. O gömleğini de yıkadıkları zaman
kuruyuncaya kadar evinde oturup beklerdi.
Bir defasında bir
rahibin yanma gidip: «Ne olur bana öğüt ver.» dedi, rahib de ona şöyle cevap
verdi: Şairin şu sözünü tut:
«Dünyadan soyutlan,
çünkü sen, dünyaya gelirken çıplaktın.» Ömer, bu beyti çok beğenir, defalarca
tekrarlar ve buna göre hakkıyla amel ederdi.
Anlatıldığına göre
Ömer, bir gün karısının yanına gitmiş, karısı ondan üzüm almak için bir dirhem
veya birkaç fülüs istemişti. Ancak karısı, onun yanında hiç para bulamayınca
Ömer'e şöyle demişti:
- Sen halifesin,
mü'minlerin emirisin, ama cebinde üzüm alacak kadar para yok. Bu nasıl iştir?
- Bu halim, yarın
Cehennem ateşinde zincirleri ve prangaları taşımaktan daha kolaydır.
Evinin kandili, üç
kamış üzerindeydi ki, bunların da üzerinde çamur vardı.
Bir gün kendisine
kızartılmış et getirmesi için kölesini pazara göndermişti. Kölesi de alelacele
ona kızartılmış et getirdi. Köleye şöyle sordu:
- Bunu nerede
kızarttın? -Mutfakta.
- Müslümanların umumi
mutfağında mı?
- Evet.
- Öyleyse bunu sen ye,
bu benim rızkım değildir, senin rızkındır. Umumi mutfakta Ömer için su
ısıttılar. Ömer de bunun karşılığında bir dirheme odun satın alarak umumi
mutfağa gönderdi.
Karısı dedi ki: «Ömer,
halife iken bizimle asla cinsel ilişkide bulunmadığı gibi hamamcı da olmadı.»
Ömer b. Abdülaziz, Ebu
Selam el-Esved'in, havuzla ilgili hadisi Sevban'dan rivayet ettiğini duymuştu.
Bunun üzerine Ömer, bir ulak göndererek onu yanma çağırttı. Ebu Selam gelince
'de Ömer, mazeret dilercesine ona şöyle dedi: «Ey Ebu Selam, seni yormak
istememiştim. Ama bu hadisi bizzat senin ağzından duymak istedim.» Ebu Selam
da şöyle cevap verdi: Ben Sevban'dan duydum ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle
buyurmuştur:
«Benim havuzum, Aden
ile Belka ummanı arasındadır, suyu sütten beyaz, baldan tatlıdır. Kupalarının
sayısı, göklerdeki yıldızlar sa-yısıncadır, ondan bir kez içen kimse, artık
ebediyyen susamaz ve o havuzun başına gelip içecek olan ilk kimseler,
Muhacirlerin fakirleridir. Başları tozlu, elbiseleri kirli olup güzel
kadınlarla evlenmezler ve dünyadaki tıkanıklıklar, engeller ve setler onlar
için açılmazlar.» (Yani sürekli sıkıntıda olurlar). Ömer de bunun üzerine
şöyle dedi: «Ama ben güzel kadınlarla evlendim. Abdülmelik'in kızı Fatıma'yla
evliyim ama bundan sonra başım tozlanmadıkça yıkanmayacağım, kirlennıe-dikçe
elbisemi çıkarmayacağım.»
Anlatıldığına göre
Ömer'in bir kandili vardı, o kandilin ışığında kendi işiyle ilgili notları
tutar, yazıları yazardı. Bir de beytü'l-malın bir kandili vardı ki, onun
ışığında Müslümanların maslahatı ile ilgili notları tutar ve yazıları yazardı.
Şahsıyla ilgili bir tek harfi dahi o kandilin ışığında yazmazdı. Her gün
sabahleyin Kur'ân okur ama okuyuşunu uzatmazdı. 300 polisi, 300 de muhafızı
vardı.
Ehl-i beytinden bir
adam, ona bir elma hediye etmişti. Elmayı kokladıktan sonra getiren adama verip
onu tekrar sahibine iade etmişti. Elmayı sahibine götüren görevliye de: Ona de
ki: «Elma yerini buldu.» dedi. Görevliyse ona şöyle dedi: «Ey mü'minlerin emin,
Rasûlullah (s.a.v.), hediye kabul ederdi, elmayı gönderen bu adam da senin
ehl-i beytindendir.» Ömer, ona şu cevabı verdi: «Rasûlullah'a verilenler
hediye idi. Bize gelince, bize verilenler rüşvettir.»
Anlatıldığına göre
Ömer b. Abdülaziz, valilerine bol miktarda nafaka verirdi. Öyle ki, valilerden
birine aylık 100, 200 dinar verirdi ve bunu da şu gerekçeye bağlardı: «Valiler
para sıkıntısı çekmezlerse, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, Müslümanların
işlerine kendilerim vakfederler.»
Kendisine dediler ki:
«Valilerine verdiğin kadar kendi çoluk çocuğuna da sarfetsen olmaz mı?» Ömer,
onlara şu cevabı verdi: «Ben çoluk çocuğumun haklarını alıkoymuyorum, ama
başkalarının haklarını da onlara vermem.»
Aile efradı, büyük
sıkıntıya düştüler. Parasız kaldılar. Ömer, onlara daha fazla veremiyeceğini,
şu mazereti ileri sürerek açıkladı: «Daha önce siz beytü'1-mala çok
borçlandınız. Çok masraf yaptınız, onun için şimdi size daha fazlasını
veremem.»
Bir gün Hz. Ali'nin
evladından bir adama şöyle demişti: «Kapımda durmana ve içeri girmen için sana
izin verilmemesine çok sıkıldım. Bundan ötürü Allah'tan utandım.» Yine Hz.
Ali'nin evlatlarından bir başkasına şöyle demişti: «Allah, sizi kendi katından
verdiği şeylerle ikrama mazhar kılmıştır. O nedenle dünyalık vererek sizi dünya
ile kirletmekten ötürü Allah'tan utanırım.»
Bir başka defasında da
şöyle demişti: «Biz ve amcazadelerimiz Haşimiler, bazen biz bazen de onlar
devran sahibi olduk. Devran onlardayken biz onlara gidip sığınırdık. Devran
bizdeyken de onlar ge-Hp bize sığınırlardı. Nihayet risalet güneşi doğdu,
münafıklar kaybettiler. Bozgunculuk yapan nifak sahipleri, konuşamaz oldular.
Daha Önce konuşan herkes sustu.»
Ahmed b. Mervan,
Muhammed b. Uyeyne'nin koyunlarını otlatan MuSa b. Eymen adındaki çobanın şöyle
dediğini rivayet etmiştir: «Ömer b. Abdülaziz'in halifeliği zamanında aslanlar,
koyunlar ve yırtıcı hayvanlar aynı yerde otlanırlardı. Bir gün o dönemde
sürüye bir Kurt musallat olunca ben dedim ki: «İnnâ lillah ve innâ ileyhi
raciûn. Mutlaka şu salih adam (Ömer) vefat etmiş olmalı.» Hesapladım, Ömer'in o
gece vefat ettiğini anladım.»
Ömer b. Abdülaziz'in
dualarından biri şu idi:
«Allah'ım, bazı
adamlar vardır ki, verdiğin emirlere itaat ederler yasakladığın şeylerden uzak
dururlar. Allah'ım, senin onları muvaffak kılışın, onların sana itaatlarından
önce olmuştu. Beni de muvaffak kıl.»
Yine bir defasında
şöyle dua etmişti: «Allah'ım, Ömer senin rahmetine mazhar olmaya layık bir
adam değildir, ama senin rahmetin Ömer'e ulaşacak kadar geniştir.»
Adamın birisi, Ömer'e
şöyle demişti:
«Yaşamak senin için
hayırlı olduğu sürece Allah seni yaşatsın ve hayatta bıraksın.
- Bu boş birşeydir,
ama sen şöyle de: «Allah, sana güzel bir hayat yaşatsın ve seni iyilerle
beraber vefat ettirsin.»
Adamın birisi, Ömer'e
şöyle sormuştu: «Ey mü'minlerin emiri, nasıl sabahladın?
- Vücudum ağır ve
karnım dolu olarak, günahlara da bulanmış halde sabahladım ama Aziz ve Celil
olan Allah'tan rahmetini diliyorum.»
Adamın birisi, Ömer b.
Abdülaziz'in yanına gidip şöyle demişti: «Ey mü'minlerin emiri! Senden Önceki
halifeler, halifelikle süslendiler ama sen halifeliği süsledin. Senin durumun,
şairin şu sözünde anlattığı gibidir:
«İnci, yüzlerdeki
güzellikleri daha da ziynetlendirdiğine göre senin yüzünün güzelliği, inci
için süs oldu.»
Adamın böyle demesi
üzerine Ömer, ondan yüz çevirdi.»
Reca b. Hayve dedi ki:
«Bir gece Ömer b. Abdülaziz'in yanında kaldım. Kandilinin yağı tükendi.«Ey
mü'minlerin emiri, şu köleyi uyandıralım da kandile yağ koysun.» dedim. Ömer;
«Hayır, bırak uyusun, ben ona iki iş yaptırmak istemiyorum.» dedi. Ben de:
«Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.» dedim. Ömer; «Hayır, misafiri
çalıştırmak mürüvvetten sayılmaz.» dedi. Sonra kendisi kalkıp kandile yağ
koydu. Sonra gelip şöyle dedi: «Ben kalkıp çalıştım, yine Ömer b. Abdülaziz'im.
Gelip oturdum, yine Ömer b. Abdülaziz'im.»
Ömer şöyle demişti:
«Nimetleri çokça anın. Çünkü nimetleri anmak, onların şükrünü ifa etmektir.
Ben övünmekten korktuğum için nimetleri çokça zikredemiyorum.»
Dostlarından birinin
ölüm haberini alan Ömer b. Abdülaziz, başsağlığı dilemek için dostunun
ailesine gitti. Çoluk çocuğu onun huzurunda yüksek sesle feryad-ü figan edip
ağladılar. Ömer, onlara şöyle dedi:
«Susun bakalım.
Rızkınızı veren babanız değildi. Size rızık veren, ölümsüz ve diri olan
Allah'tır. Babanız sizin mezar çukurunuzu da oldurmadı. O, kendi çukurunu
doldurdu. Ama şunu da bilmelisiniz ki sizden her biriniz Allah'a yemin ederim
ki, kendi çukurunu mutlaka dolduracaktır. Onur ve üstünlük sahibi yüce Allah,
dünyayı yaratırken onun harab olacağına ve dünyada yaşayan herkesinde öleceğine
hükmetmişti. Bir evde tecrübe dolu olursa, o evde mutlaka bu tecrübelerden
ötürü alman ibretler de çoğalır. Bir yerde topluluk meydana gelirse, o
tupluluk da mutlaka dağılır. Nihayet biriken ve toplanan herşey, yeryüzüne
mirasçı olan Allah'ın eline geçecektir. Siz ağ-layacaksanız, kendinize ağlayın.
Çünkü babanızın gittiği yere sizler de yarın mutlaka gideceksiniz.»
Meyimin b. Mehran,
şöyle rivayet etmiştir: «Ömer'le birlikte mezarlığa gittik. Bana dedi ki: «Ey
Ebu Eyyüb! Bunlar, atalarım Beni Ümeyye'nin mezarlarıdır. Sanki bunlar hiç
dünyadaki insanlarla aynı lezzetleri tatmamışlar ve aynı hayatı sürmemişler.
Görüyorsunuz, hepsi yatıyorlar. Yere düşmüşler. Üzerlerinden çeşitli azab ve
işkenceler geçmiş. Bela, üzerlerinde yer yapmıştır. Öyle değil mi?» Böyle
dedikten sonra ağladı ve nihayet bayılıp düştü. Ayıldıktan sonra şöyle dedi:
«Beni alıp eve götürün. Allah'a yemin ederim ki, bu mezarlarda yatanlardan
daha çok nimetlere mazhar olmuş başka kimselerin var olduklarını bilmiyorum.
Bunlar, Allah'ın azabından emin olmuşlar, sevabını bekliyorlar.»
Rivayet olunduğuna
göre Ömer b. Abdülaziz, bir cenazeye gitmişti. Cenaze defnedildiğinde
arkadaşlarına şöyle demişti: «Durun hele, dostlarımın mezarlarına da gideyim.»
Gitti, mezar başında ağlamaya ve dua etmeye başladı. O esnada topraktan
kendisine şöyle bir ses geldi: «Ey Ömer, dostlarına neler yaptığımı bana
sormayacak mısın?» Ömer de, dostlarına neler yaptığını sorunca toprak ona şu
cevabı vermişti: «Kefenleri parçaladım, etleri yedim, gözlerini oydum, göz
çu-kurlarmdaki etleri de yedim; kollarındaki elleri, pazularındaki bilekleri,
omuzlarındaki dirsekleri, bellerindeki omuzları, bacaklarındaki ayak
bileklerini, uyluklarındaki bacaklarını, mak'adlarındaki baldırlarım,
sırtlarmdaki mak'adlarmı koparıp yedim.»
Ömer, oradan ayrılıp
gideceği zaman toprak, ona yine şöyle seslendi:
- Ey Ömer! Çürümeyecek
kefeni sana söyleyeyim mi?
- Neymiş o?
- Allah'a karşı
gelmekten sakınmak, takvalı olmak ve salih amel işlemektir.
Ömer b. Abdülaziz, bir
defasında meclisinde oturan arkadaşlarından birine şöyle dedi:
- Dün geceyi tefekkür
ederek geçirdim, hiç uyuyamadım.
- Hangi hususlarda
tefekkür ettiniz, ey mü'minlerin emiri?
- Mezar ve sakini
hakkında tefekkür ettim. Eğer sen Ölünün üç günden sonra mezarında ne hale
geldiğini görürsen, onunla dünyada uzun uzaydıya arkadaşlık etmiş olsanda onu o
halde görmek istemez ve ondan uzaklaşmak istersin. Onun mezarını, içinde
haşerelerin dolaştığı, kurtların sağı solu parçaladığı, irinlerin aktığı bir
ev olarak görürsün. Bununla birlikte onun kokusu da değişmiş, daha önce güzel
görünümlü, hoş kokulu ve ötemiz elbiseli iken kefenlerinin çürümüş olduğunu da
müşahede edersin.
Böyle dedikten sonra
Ömer, bir çığlık attı, bayılıp yere düştü.
Mukatil b. Hayyan dedi
ki: «Ömer b. Abdülaziz'in arkasında namaz kıldım. Namazda şu ayet-i kerimeyi
okudu:
«Onları durdurun.
Çünkü kendilerinden daha da sorulacaktır.» (es-Sâffât, 24.) Bu ayet-i kerimeyi
tekrarladı. İlerisine geçemedi.»
Karısı Fatıma dedi ki:
«Ömer'den daha çok namaz kılan ve daha çok oruç tutan ve onun kadar Rabbinden
korkan başka bir kimse görmedim. Yatsıyı kılar, sonra uyku gözlerini
bürüyünceye kadar oturup ağlar, sonra uyanınca yine uykudan gözleri kapanıncaya
kadar yeniden ağlardı. Benimle birlikte yatağa uzanır, ahiretle ilgili birşeyi
hatırlayınca serçenin sudan çıkıp silkinişi gibi silkinir, oturup ağlamaya
başlardı. Kendisine acıdığım için yorganı üzerine atardım ve şöyle derdim:
«Keşke bizimle halifelik arasında, güneşin iki doğuş yeri arasındaki mesafenin
uzaklığı kadar bir uzaklık olsaydı. Allah'a yemin ederim ki, halifelik bize
geçtiğinden beri sevindiğimizi asla görmedim.»
Ali b. Zeyd dedi ki:
«Hasan ve Ömer b. Abdülaziz gibi hiç kimseyi görmedim. Cehennem ateşi sanki
bunlar için yaratılmamıştı.»
Ravinin biri dedi ki:
«Gözlerinden kan akıncaya kadar Ömer b. Abdülaziz'in ağladığını gördüm.»
Anlatıldığına göre
Ömer b. Abdülaziz, yatağına girerken şu ayet-i kerimeleri okurmuş:
«Rabbiniz, gökleri ve
yeri altı günde yaratan Allah'tır.» (ei-A'râf, 54.)
«Kasabaların halkı,
geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende iniydiler?»
<ei-Arâf, 97.)
Her gece arkadaşları
olan fıkıhçılar, yanına gelip otururlar ve sadece ölümü, ahireti anarladı.
Sonra da aralarında bir cenaze varmış gibi ağlarlardı.
Ebu Bekir es-Sulî
şöyle demiştir: Ömer b. Abdülaziz, şairin şu sözünü kendisine nümune-i imtisal
edinmişti:
«Toplayıp biriktirdiği
şeylerden kefeni içine konulan hanut kokusundan başka birşey nasib olmadı.
Yine koku için yakılan
öd ağacının kokusundan başka bir azığı da olmadı ki,
Bu da hangi belde de
öleceği bilinmeyen bir yolcu için az bir azıktır-
Eğer bunu gönüllü
olarak elde etmek için gitmezse, kendisine bu
şerbet içirilir.»
Ömer b. Abdülaziz, bir
gün bir cenaze merasimine gitmişti. Oradakilerin toza ve güneş ışınlarına
karşı yüzlerini perdeleyip gölgeliğe çekildiklerini gördü. Ağlayarak şu şiiri
okudu:
«Güneşten veya tozdan
Ötürü yüzünün lekelenmesinden ve müte-bessim çehresinin kaybolmasından korkupta
yüzünün gülümserliği kalıcı olsun diye gölgeye kaçan kimse,
Yarın istemese de
tozlu, ıssız, karanlık, dipsiz bir çukura, mezara gidip yerleşecek ve orada
toprak altında uzun bir süre kalacaktır.
Ey nefis! O çukura
düşmeden önce seni oraya götürüp rahatlık içinde barındıracak hazırlıkları yap.
Çünkü sen boşuna yaratılmış değilsin.»
Bu beyitleri
"Edebu n-Nüfus" adlı eserinde Acurî, ilaveler yaparak nakletmiş ve
şöyle demiştir: «Ömer b. Abdülaziz, Abdülala'yı Rum azgını İlyon'a -onu İslâm'a
davet etsin diye- elçi olarak göndermek istemiş. Abdülala da ona şöyle
demişti:
- Ey mu minlerin
emiri, izin ver de oğullarımdan biri benimle birlikte bu yolculuğa çıksın
(Abdülala'nm on oğlu vardı).
- Olur, hangisini
götürmek istiyorsan götürebilirsin.
- Abdullah'ı götürmek
istiyorum.
- Oğlun Abdullah'ı,
hoşuma gitmeyen bir şekilde yürürken gördüm ve ona kızdım. Ayrıca duyduğuma
göre o, şiir de söylüyormuş.
- Onun yürüyüşü
doğuştan böyledir. Şiire gelince o, kendi nefsine ağıt yakmak şeklinde şiir
okuyor.
- Söyle de oğlun
Abdullah yanıma gelsin, sen başka bir oğlunu beraberinde götür.
Abdülala, oğlu
Abdullah'ı yanına alarak Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girdi. Ömer,
Abdullah'tan bir şiir okumasını isteyince o da kendisine şu şiiri okudu:
«Ey nefis! O çukura
düşmeden önce seni oraya götürüp rahatlık içinde barındıracak hazırlıkları yap.
Çünkü sen boşuna yaratılmış değilsin.
Sen ahirette yoksul
kalacağın halde senden sonra dünyada yaşayacak olan kimseler için çalışıp
çabalama, onlar için mal biriktirme.Çünkü mezar, senden sonrakilerin ve onların
biriktirdikleri mallarında mirasçısı olacaktır.
Zamanın ağır ağır
yürüyerek meydana getireceği hadiselerden korkuyorum. Uyan, kendine gel.
Ecelini kesecek olan
bıçağı arayan kimse gibi olma, o kimse, ektiği ekini bol olarak yerden bitmiş
halde gördü ama ecelinin geleceğini hatırlamadı.
Gözde pis ve güzel
şeylerin aynı olduğu zamanın musibetlerinden yana güvende olma ki,o hem refah
içindekileri, hem de tongaya basmışları vurur.
Nice korkulu halde
bulunan ümit sahipleri vardır ki, sabaha güvenle girer, ama akşamleyin basma
felaketler gelir.
Güneşten veya tozdan
ötürü yüzünün lekelenmesinden ve müte-bessim çehresinin kaybolmasından korkup
da yüzünün gülümserliği kalıcı olsun diye gölgeye kaçan kimse.
Yarın istemese de
kurak, ıssız, karanlık, dipsiz bir çukura, mezara gidip yerleşecek ve orada
toprak altında uzun bir süre kalacaktır.»
İbn Ebi'd-Dünya, bunu
hatırlattı, Ömer de okudu. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah,
daha iyi bilir. Ömer, bu şiirin ifade ettiği hakikatları benimser ve ağlardı.
Fadl b. Abbas
el-Halebî dedi ki: Ömer b. Abdülaziz, şu aşağıdaki beyti sürekli okurdu ve
ağzından düşürmezdi:
«Ahiret yurdunda Allah
tarafından kendisine pay verilmemiş bir kimsenin, bu dünyadaki yaşantısında
hayır yoktur.»
Başka bir ravi buna şu
güzel beyti de eklemiştir:
«Dünya, her ne kadar
bazı kimseleri memnun edip hoşnut kılarsa da o;
Az bir geçimliktir,
zeval yakındır.»
Ömer b. Abdülaziz'in,
İbn Cevzî tarafından nakledilen şiirlerinden biri de şudur:
«Ben öleceğim. Ölümsüz
olan Allah Azizdir.
Şuna kesin olarak
inandım ki, ben öleceğim.
Ölümün ortadan
kaldırdığı hükümdarlık, hükümdarlık değildir.
Hükümdarlık, ancak
ölümsüz olan Allah'ın hükümdarlığıdır.»
Abdullah b. Mübarek
dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz, şöyle bir şiir
söylemiştir:
«Uyuyan kimsenin
rüyada gördüğü lezzetlere aldanışı gibi sen de fani olan şeyle seviniyor ve
aslında ölümle ferahlanıyorsun.
Ey aldanmış kişi!
Senin gündüzün dalgınlık ve gafletle geçer. Geceni de uykuyla tüketirsin. Ama
mezar çukuru, seni bırakacak değildir.
Ahiretle ilgili
çabalarına gelince, sen bunun akibetinden hoşlan-
mıyacaksm.
Dünyada senin hayatın
gibi hayatı hayvanlarda yaşarlar.»
Muhammed b. Kesir dedi
ki: «Ömer b. Abdülaziz, kendi nefsim kınayıp şöyle dedi:
«Sen bugün uyanık
mısın, yoksa uykuda mısın?
Şaşkın ve nereye
gittiğini bilmeyen kimse nasıl uyuyabilir?
Eğer yarınki gün için
uyanıksan, o zaman bol bol akan gözyaşları senin gözlerinin kenarını
yakmalıydı.
Sen, uzun bir uykuya
daldın, ama çok büyük ve korkunç işler sana yaklaşıyor.
Gelecek için
akibetinden hoşlanmıyacağın ameller yapıyor, çabalar sarfediyorsun.
Ama dünyada senin bu
hayatın gibi hayatı hayvanlarda yaşarlar.
Sen, uykuda iken
hiçbir gün güvende değilsin.
Uyanıkken de akıllıca
davranmıyorsun.»
ibn Ebi'd-Dünya'nın
rivayetine göre Fatıma binti Abdülmelik, şöyle demiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
bir gece uyanıp şöyle dedi:
- Bu gece tuhaf bir
rüya gördüm.
- Rüyanı bana anlat
bakalım.
- Sabah olsunda o
zaman anlatayım.
Sabah olunca
Müslümanlara namazı kıldırdıktan sonra eve geldi, ben de ona rüyasını tekrar
sordum. Bana şöyle anlattı: «Kendimi ye-Şil bir arazi üzerine atılmış gibi
gördüm. Orası yeşil bir sergiyi andırıyordu. Orada gümüşten yapılmış gibi
görünen bir köşk vardı. Köşkten biri dışarı çıkıp: «Muhammed b. Abdullah
nerede? Allah'ın Rasû-u nŞrede?» diye seslendi. Rasûlullah (s.a.v.), gidip o
köşke girdi, son-3 yine aynı adam çıkıp: «Ebu Bekir es-Sıddık nerede?» diye
seslendi, bu Bekir de gidip köşke girdi. Sonra yine aynı adam dışarı çıkıp:
< mer b. Hattab nerede?» diye
seslendi. Ömer de gidip köşke girdi. °nra tekrar o adam dışarı çıkıp: «Osman b.
Affan nerede?» diye seslendi. Osman da gidip köşke girdi. Aynı adam tekrar
dışarı çıkıp; «Ebu Talib oğlu Ali nerede?» diye seslendi. Ali de gidip köşke
girdi. Sonra aynı adam dışarı çıkıp: «Ömer b. Abdülaziz nerede?» diye seslendi.
Ben de kalkıp köşkün yanma gittim, içeri girdim, atam Ömer b. Hattab'ın yanına
oturdum. O da Rasûlullah (s.a.v.)'m sol tarafında idi. Ebu Bekir ise,
Rasûlullah'in sağ tarafında oturmaktaydı. Onunla Rasûlullah (s.a.v.) arasında
bir adam vardı. Atam Ömer'e: «Bu adam kimdir?» diye sordum. «Bu, Meryem oğlu
İsa'dır.» dedi. Sonra görünmezlerden bir ses işittim, benimle o sesin geldiği
yer arasında bir nur vardı, sesin sahibini göremiyordum. Şöyle diyordu: «Ey
Ömer b. Abdülaziz! Üzerinde bulunduğun yoldan ayrılma, sebat et.» Sonra o adamın
dışarı çıkmama izin verdiğini anladım. Dışarı çıktım. Dışarıda köşkten çıkmakta
olan Osman b. Affan'la karşılaştım, şöyle diyordu: «Bana yardım eden Rabbim
Allah'a hamdolsun.» Onun peşisıra Hz. Ali de: «Beni bağışlayan Rabbim Allah'a
hamdolsun.» diyerek dışarı çıktı.» [22]
Bu kitabın
"Peygamberlik Delilleri" bölümünde Ebu Davud'un kendi
"Sünen"inde rivayet etmiş olduğu hadisten bahsetmiştik. Ebu Davud'un
rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.), mezkur hadisinde şöyle buyurmuştur:
«Doğrusu Allah, bu
ümmete her yüz senenin başında dinini yenileyecek birini gönderir.»
İbn Cevzî ve
diğerlerinin anlattıklarına göre aralarında İmam Ahmed b. Hanbel'in de
bulunduğu bir ulema topluluğu demişler ki: «Ömer b. Abdülaziz, ilk yüz senenin
başında gelmiştir ve o, bu tanıma girmeye en layık kişidir. Çünkü imamdı ve
velayet-i âmdı. Ayrıca hakkı infaz etmek için uğraşıp çaba sarfederdi. Onun
uygulaması ve yaşayış tarzı, Hz. Ömer'inkine çok benziyor, onu fazlasıyla
andırıyordu.»
Şeyh Ebu'l-Ferec b.
Cevzî, Hz. Ömer'in ve Ömer V Abdülaziz'in siretlerini bir kitapta toplayıp
nakletmiştir. Biz de Ömer b. Hattab'ın siretini tek bir ciltte anlattık. Ömer
b. Abdülaziz'in siretine gelince, biz bunun çok faydalı olan kısımlarını
naklettik. Naklettiklerimiz, anlatmadıklarımızın delili ve işareti sayılır.
Ömer b. Abdülaziz,
kendi beldesinde ve diğer beldelerde fıkıh talimi, ilim neşriyatı ve Kur'ân
tilaveti nedeniyle meşgul oldukları için büyük camiye gelemeyen kimselere her
sene beytü'l-maldan 100 dinar verirdi. Kendi valilerine, sünnete sarılmalarını
mektuplarıyla bildirir ve: «Eğer sünnet benim valilerimi ıslah etmezse, Allah
da onları ıslah etmesin.» derdi.
Diğer beldelere de
mektup yazarak Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlerden olan zımmilerin, eğer
üzerine binmemelerini; kürk, tayle-saii ve şalvar giymemelerini emrederdi.
Deriden yapılmış zünnarı bellerine bağlamadan yolda yürümemelerini, bunlardan
birinin evinde silah yakalanırsa alınmasını da emrederdi. Ayrıca valilerin,
ancak Kur'ân ehli kimseleri memuriyetlerde çalıştırmalarını da tenbihlerdi.
Eğer Kur'ân ehli kimselerde hayır yoksa, başkalarında hiç olmaz, derdi.
Valilerine yazdığı mektuplardan birinde şöyle demişti: «Namaz vakti hiçbir işle
meşgul olmayın, çünkü namazı zayi edip vaktinde kılmayan kimse, İslâm'ın diğer
hükümlerini haydi haydi zayi eder.»
Bazen valilerine Öğüt
dolu bir mektup yazar, vali de bu öğütlerin tesirinden dolayı valilikten
ayrılır ve .diyar diyar dolaşmaya başlardı. Zira öğüt, Öğüt veren kimsenin
gönlünden kopup çıkarsa, öğüt verilen kimsenin gönlüne yerleşir.
Birçok imamların
açıkça ifade ettiklerine göre Ömer b. Abdüla-ziz'in valilerinin hepsi güvenilir
kimselerdi.
Hasan-ı Basrî, ona,
çok güzel öğütler içeren bir mektup göndermişti. Eğer o mektubu burada
nakledecek olursak, konu fazlasıyla uzayacaktır. Biz, işaret nev'inden bazı
öğütleri burada naklettik.
Ömer, valilerinin
birine şöyle bir mektup göndermişti: «Sabahı kıyamet olacak bir geceyi iyi
düşün. O, nasıl bir gecedir, sabahı nasıl olacaktır? O gün kafirlere çok çetin
bir gün olacaktır.»
Bir başka valisine de
şöyle bir mektup göndermişti:
«Cehennemliklerin
Cehennem ateşinde ebediyete kadar uzun süre uykusuz kalacaklarını düşün. Sakın
Allah katındaki sevaplardan yüz çevirme. Bu durumda seninle artık görüşmem ve
senden ümidimi keserim.»
Anlatıldığına göre
Ömer'in kendisine mektup gönderdiği bu vali, görevden istifa ederek Ömer'in
yanına gelmiş. Ömer, ona: «Neyin var?» diye sorunca vali şu cevabı vermişti:
«Ey mü'minleri emin, bana gönderdiğin mektup kalbimi yerinden koparıp attı.
Vallahi artık ebediyyen valiliğe dönmem.» [23]
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Ömer b. Abdülaziz, bütün
haksızlıkları ortadan
kaldırmıştı. Öyle ki, parmağındaki yüzüğün
aşını beytü'1-mala
iade edip: «Bunu Velid bana haksız yere vermiş demiş; ayrıca yanındaki elbise,
eşya, yiyecek ve nimetlerin tümü-
nu e*den çıkarmıştı.
Öyle ki, güzel karısı Fatıma binti Abdülmelik'in
yanına da yaklaşmamış,
ondan uzak durmuştu. Oysa Fatıma, kadınların en güz elleri ndendi. Yine
anlatıldığına göre Fatıma'nın çeyizini de beytü'1-mala iade etmişti. Doğrusunu
Allah bilir.
Ömer b. Abdülaziz,
halife olmadan önce yıllık maaşı 40.000 dinardı. Bütün bunları bıraktı. Öyle
ki, yıllık maaşı sadece 400 dinar kaldı. Halifeliği müddetince hasılatı 300
dirhem olmuştu. Çok sayıda oğulları vardı. En büyük oğlu Abdülmelik'ti. O da
babasının halifeliği zamanında vefat etti. Denildiğine göre Abdülmelik,
babasından daha hayırlı idi. Öldüğü zaman babası Ömer, ona üzüldüğünü belli
etmedi. «Bu, Allah'ın uygun gördüğü bir hükümdür. Ben buna karşı hoşnutsuzluk
gösteremem.» dedi.
Halife olmadan önce
kendisine cidden yumuşak ve değerli kumaştan yapılmış gömlek getirildiğinde:
«Çok güzel bir gömlek, keşke biraz sertliği olmasaydı.» derdi. Ama halife
olduktan sonra kaba kumaştan yapılmış yamalı gömlek giyerdi. İyice kirlenmeden
de yıkamazdı ve: «Çok güzel bir gömlek, keşke biraz fazla yumuşak olmasaydı.»
derdi. Kaba kürk giyerdi. Kandili üç kamış parçası üzerindeydi ki, başlarında
çamur vardı. Halifeliği müddetince hiçbir inşaat yapmadı. Şahsi hizmetim
bizzat kendisi yapardı ve şöyle derdi: «Dünyada her neyi terkettimse Allah,
mutlaka onun yerine daha hayırlı bir-şeyi bana verdi.»
Sert ve lezzetsiz
şeyleri yer, lükse merak sarmaz, kendi nefsinin nevasına uymaz, nefsini de
sevmezdi. Öyle ki, Ebu Süleyman ed-Da-ranî onun hakkında şöyle demişti: «Ömer
b. Abdülaziz, Veysel Kara-nî'den daha zahiddi. Çünkü Ömer, dünyanın çok şeyine
sahib oldu, ama yine de zahidane bir hayat sürdü. Fakat Veysel Karanî'nin durumunu
bilmiyoruz. Eğer o, Ömer'in sahip olduğu şeylere sahip olsaydı nasıl bir hayat
yaşardı? Bunu bilemiyoruz. Çünkü denenen, denenmeyen gibi belli değildir.»
Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Malik b. Dinar: «Zahid, ancak Ömer b. Abdülaziz'di.»
demiştir.
Abdullah b. Dinar ise
şöyle demiştir: «Ömer, beytü'l-maldan hiç rızıklanmazdı. Anlatıldığına göre o,
bir cariyeye kendisini yelpaze ile yellemesini emretmiş, cariye onu yellerken
bir ara uykuya dalmıştı. Bu defa Ömer, yelpazeyi eline alarak cariyeyi
yellemeye başlamış ve: «Bana dokunan sıcaklık, sana da dokundu.» demişti.
Adamın birisi, Ömer b.
Abdülaziz'e: «Allah, sana İslâm'dan hayır ve mükafat versin.» deyince Ömer, ona
şu karşılığı vermişti: «Hayır, Allah, İslâm'a benden hayırlar nasib etsin. Beni
İslâm'a yararlı kılsın.»
Anlatıldığına göre
Ömer, elbisesinin altına kıldan örülme kaba bir gömlek giyer ve geceleyin
namaza dururken boynuna zincir bağ-larmış, sabah olunca da o kaba gömleği ve
zinciri bir yere saklayıp üzerini mühürlermiş. Kimsenin o eşyalardan haberi
olmamıştı. Herkes, o saklanan şeylerin para veya mücevher olduğunu, Ömer'in bu
gibi şeylere tutkun olduğunu sanmıştı. Ama vefat ettiğinde sakladığı yerin
kapısını açtıklarında içeride pranga ve kaba gömlek bulunduğunu görmüşlerdi.
Ömer, gözlerinden kan
geliceye kadar ağlardı. Hatta bir rivayette anlatıldığına göre o, bir damın
üstünde ağlamaya başlamış ve gözyaşları damdaki oluktan yere akmıştı. Kalbini
yufkalaştırsın ve gözyaşlarını çoğaltsın diye mercimek yerdi. Ölümü
hatırladığında eklemleri tiril tirildi. Adamın birisi, onun yanında:
«Eller boyunlarına
bağlanarak, dar bir yerden atıldıkları zaman...» (el-Furkân, 13.) ayet-i
kerimesini okuyunca Ömer, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış, sonra kalkıp evine
gitmiş ve etrafındaki insanlar dağılıp gitmişlerdi.
Ömer, «Allah'ım,
selamete erdir, selamete erdir.» sözünü çokça söylerdi ve şu duayı da yapardı:
«Allah'ım,
salihliğinde Muhammed (s.a.v.) ümmetinin yararı bulunan kimseyi ıslah et.
Allah'ım, ölümünde Muhammed (s.a.v.) ümmetinin faydası bulunan kimseyi de
öldür.»
Onun vecizelerinden
bazıları şunlardır:
«İbadetlerin en
faziletlisi, farzları eda etmek ve haramlardan uzak durmaktır.»
«Eğer kişi, iyiliği
emredip kötülüğü yasaklamazsa ve böylece nefsinin emrini hakim kılarsa,
insanlar hayrı tevekkülle beklerlerse, o zaman iyiliği emredip kötülüğü
yasaklama görevi ortadan kaybolur. Vaizler ve Allah yoluna çağırıp çabalayan
kimseler azalır ve öğüt verenler kıtlaşır.»
«Dünya, Allah
dostlarının düşmanıdır. Allah düşmanlarının da dostudur. Allah'ın dostlarına
gelince, dünya onları gamlandırıp kederlendirir. Allah düşmanlarına gelince,
dünya onları da aldatır. İşlerini darmadağın eder ve onları Allah'tan
uzaklaştırır.»
«Riyakarlıktan, öfke
ve tamahtan kendini koruyan kimse, kurtuluşa erer.»
Ömer b. Abdülaziz,
adamın birine şöyle bir soru sordu:
«- Senin kavminin
efendisi kimdir?
- Benim.
- Eğer sen, kavminin
efendisi olsaydın böyle demezdin.» «Dünyada insanların en zahidi, Ebu Talib
oğlu Ali idi.»
«Bir ihtiyacı için
Rabbine çokça dilekte bulunan kimseye -bu dileği yerine getirilse de
getirilmese de- bereket ihsan edilir.» «ilmi yazarak kayda geçirin.» Ömer b.
Abdülaziz, adamın birine şöyle demişti:
«Oğluna en büyük
fıkhı, yani kanaatkarlığı ve eza vermekten ka-Çinmayı öğret.»
Adamın birisi, Ömer b.
Abdülaziz'in yanında çok güzel bir konuşma yaptı, Ömer de: «İşte helal olan
sihir budur.» dedi.
Ömer b. Abdülaziz ile
Ebu Hazıra arasında geçen kıssayı anlatmak çok uzun sürecektir. Ancak bunu
şöyle özetleyebiliriz: «Ömer b. Abdülaziz, halife olduktan bir süre sonra Ebu
Hazim onun ziyaretine gelmişti. Ömer'in yüzünün kırıştırdığını, halinin
değiştiğini görünce ona şöyle sormuştu:
- Daha önceleri senin
elbisen temiz, yüzün aydınlık, yemeğin lezzetli, bineğin de uysal değil miydi?
- Sen, Ebu Hüreyre'nin
rivayet ettiği, Rasûlullah'm şu hadisini bana anlatmamış miydin: «İleride
sizler için çok zorlu bir geçit vardır. O geçidi ancak zayıf ve vücudu etsiz kimseler
geçebilirler.» Bu hadisi okuduktan sonra Ömer, bayıhncaya kadar ağladı.
Ayıldığında baygın halde iken kıyametin koptuğunu ve dört halifeden her birinin
ayrı ayrı çağrılarak Cennet'e gönderildiklerini anlattı. Kendisiyle diğer halifeler
arasında bazı haller ve konuşmalar geçtiğini, onlara neler yapıldığını
bilmediğini, sonra kendisinin de çağrılarak Cennet'e gönderildiğini söyledi.
Hakkında hüküm verildikten sonra bir adam, yine baygın olduğu esnada yanma
gelmiş, durumunu sormuştu. O da durumunu anlattıktan sonra o adama kim
olduğunu sormuş, adam da şöyle cevap vermişti: «Ben, Haccac b. Yusufum...
Öldürdüğüm her bir adama bedel olarak Allah, beni defalarca öldürdü. İşte şimdi
ben, tev-hid ehlinin beklediği akibeti beklemekteyim.»
Ömer b. Abdülaziz'in
fazilet ve üstünlükleri, güzel menkıbeleri cidden çoktur. Biz burada yeterince
nakilde bulunduk. Hamd ve minnet Allah'a dır. O, bize kafidir. O, ne güzel
vekildir. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. [24]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/286-287.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/287-298.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/298-299.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/300.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/300-301.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/301-302.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/302.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/302.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/302.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/303-306.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/306-307.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/307.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/307.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/308.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/308.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/309-310.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/310-311.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/311-317.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/317-336.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/336-337.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/337-340.