Hicretin Yüzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Kasım B. Muhammed B. Ebu Bekir Es-Sıddık
Hicri Yüzsekizinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Bekir B. Abdullah El-Müzenî El-Basrî
Raşid B. Sa'd El-Mıkrani El-Humusî
Hicretin Yüzonuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Bu senede Yemen'de
Abbad er-Rainî adında birisi isyan ederek ortaya çıktı. İnsanları Haricilik mezhebine
davet etti. Bir grup insan ona tabi oldu, çoğaldılar, etrafa saldırmaya
başladılar. Bunun üzerine Yusuf b. Ömer, onlarla savaştı. Abbad'ı ve 300 kişi
olan adamlarını öldürdü.
Şam'da şiddetli bir
veba salgını görüldü.
Muaviye b. Hişam,
Anadolu'ya gazaya gitti. Şam ordusunun başında Meymun b. Mehran vardı. Deniz
yoluyla Kıbrıs'a gittiler. Mes-leme de karada başka bir orduyla gaza yaptı.
Esed b. Abdullah
el-Kusarî, Horasan'da Abbasi propagandacılarından bir grubu yakalayıp teşhir
etti ve darağacına astı.
Esed b. Abdullah
el-Kusarî, Nemrud dağları tarafına gazaya gitti. Talkan dağlarının gerisindeki
Karkisyan'ı ele geçirdi. Nemrud, onunla barış antlaşması yaptı ve ona teslim
oldu.
Esed, Herat dağlarına
yani Our'a gaza yaptı. Gurluların mahsullerini, mallarını ve yüklerini ele
geçirmek istedi. Onlar da bu mallarını geçit vermeyen sağlam bir mağaraya
doldurdular. Oraya yol gitmiyordu, gerçekten yüksek bir yerdeydi. Esed, emir
vererek bazı adamlarını tabutlara koydurdu ve onları iple mağaraya sarkıtarak
oradaki malları tabutlara yüklemelerini ve çıkarmalarını istedi. Bunu
yaptılar, selametle mağaradan çıktılar ve ganimetleri ele geçirdiler. Bu,
güzel bir görüştü.
Esed, Belh
çevresindeki malların toplanmasını ve oraların ele geçirilmesini emretti. Oraya
Halid b. Bermek'in babası Bermek'i naib olarak bıraktı. Bermek de Belh'i
yeniden sağlam bir şekilde inşa etti. Kaleyi müstahkem hale getirdi, orayı
Müslümanlar için toplanma ve akid yeri haline getirdi.
Bu senede Haremeyn
emiri İbrahim b. Hişam, insanlara haccettirdi. [1]
Tabiilerdendir. Atâ b.
Yesar'm kardeşidir. Çok sayıda rivayetleri vardır. Kendini ibadete vermiş
kimselerdendi. İnsanların yüz ve simaca en güzellerindendi. Yetmişüç yaşında
Medine'de vefat etti.
Bir gün yanma güzel
suretli bir kadın girmiş, onu baştan çıkarmak istemiş, ama ö bu işe
yanaşmamış, kadım kendi evinde terkedip koşarak evden çıkıp gitmişti. Bu olay
nedeniyle rüyasında Yusuf peygamberi görmüş ve ona şöyle sormuştu:
- Sen Yusuf musun?
- Evet, ben Züleyha'ya
niyetlenen Yusuf um, sen de o güzel kadına niyetlenmeyen Süleyman'sın.
Bir rivayette
anlatıldığına göre bu hadise, hacıların evlerinden birinde cereyan etmişti.
Yanında bir de arkadaşı vardı, arkadaşını birşeyler satın alsm diye hacılar
pazarına göndermişti. İşte o esnada dağdan inen güzel bir kadın, Süleyman'ın
yanma gelip çökmüş ve Süleyman'a: «Haydi gelsene!» diye seslenmiş. Süleyman da
şiddetlice ağlamaya başlamıştı. Kadın, onun bu halini görünce tekrar geldiği
dağa tırmanarak gitmişti. Bir süre sonra arkadaşı eve gelmiş, onun ağlamakta
olduğunu görmüş ve ona şöyle sormuştu:
- Neyin var, niçin
ağlıyorsun?
- Hayırdır, kötü
birşey yok.
- Yoksa çocuklarından
veya aile efradından birini mi hatırladın?
- Hayır.
- Vallahi ağlama
sebebini bana bildireceksin.
- Nefsime hüzünlenmem
beni ağlattı. Eğer ben senin yerinde olsaydım kendimi tutamazdım.
Böyle dedikten sonra
uyuduğunu, rüyada Yusuf peygamberi gördüğünü arkadaşına anlatmıştı. Doğrusunu
Allah bilir. [2]
Tabiilerden, çok
rivayeti olan müfessirlerden, Rabbani âlimlerden, ilim talebi uğruna
memleketleri dolaşan zatlardandı. Künyesi Ebu Abdillah'tı. Birçok sahabeden
rivayetlerde bulunmuştur. İlim kapılarından biriydi, efendisi olan İbn Abbas'ın
sağlığında fetva vermeye başlamıştı.
Kendisi: «Kırk sene
müddetle ilim taleb ettim.» demiştir. İkrime, beldeleri dolaşmış, İfrikiyye'ye,
Yemen'e, Şam'a, Irak'a ve Horasan'a gitmişti. Oralarda ilmini yaymış,
mükafatlar ve armağanlar kazanmıştı. Emirler onu ödüllendirmişlerdi.
İbn Ebi Şeybe, onun
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İbn Abbas, ayağıma
bukağı takar ve bana Kur'ân ile sünneti öğretirdi.»
Habib b. Ebi Sabit
dedi ki: «Yanımda beş kişi toplandı ki, artık onlar gibi başka bir beş kişi
benim yanımda bir araya gelemez. Onlar şu zatlardı: Atâ, Tavus, Said b. Cübeyr,
İkrime ve Mücahid.»
Said ile Mücahid,
îkrime'nin yanma gider, ona ayetlerin tefsirini sorarlardı. Hangi ayeti
sorarlarsa sorsunlar, mutlaka onu onlara tefsir eder ve açıklardı. Sorulan
tükenince de kendisi onlara: «Şu ayet şu konu için nazil oldu, şu ayet şu
mesele için nazil oldu.» demeye başlardı, sonra geceleyin hamama girerlerdi.
Cabir b. Zeyd dedi ki:
«İkrime, insanların en bilgilisi idi.»
Şa'bî dedi ki: «İkrime'den
başka Allah'ın kitabım çok iyi bilen bir kimse kalmadı.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Katade'nin şöyle dediğim rivayet etmiştir: «İklime, insanlar arasında tefsiri
en iyi bilendi.»
ikrime: «İki levha
arasmdakini (Kur'ân'ı) tefsir ettim.» demiştir.
îbn Aliye, Eyyüb'ün
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Adamın birisi, bir
ayet-i kerimeyi kendisine sorduğunda İkrime, şu cevabı verdi: «Sorduğun ayet,
şu dağın eteği ile ilgili olarak nazil oldu.» Böyle derken de Sel1 dağım
gösterdi.»
Abdürrezzak, babasının
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İkrime, orduya geldiği zaman Tavus, onu soylu
bir deveye bindirdi ve: "Bu adamın ilmini satın aldım." demişti.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Tavus, onu altmış dinar değerinde soylu bir deveye
bindirmiş ve şöyle demişti: «Bu kulun ilmini altmış dinara satın almayalım mı?»
İkrime ile şair
Küseyyir Azze aynı günde vefat ettiler. Cenazeleri mezara götürüldüğünde
cemaat: «İnsanların en fakihi ve insanların en şairi vefat etti.» dediler.
İkrime'nin şöyle
dediği rivayet edilmiştir: «İbn Abbas, bana dedi ki: "Haydi git bakalım,
artık insanlara fetva ver, kendisini ilgilendiren şeyi sana soran adama
fetvasını ver. Kendisini ilgilendirmeyen birşeyi sana soran adama ise fetva
verme. Sen, insanların üzerindeki yükün üçte ikisini kaldırmış
oluyorsun."»
Süfyan, Amr'uı şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«İkrime'nin
savaşlardan bahsettiğini dinlediğimde sanki o, cephedeki adamları yüksekçe bir
yerden seyrediyor, ne yaptıklarını ve nasıl savaştıklarım görüyordu.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Hangi şehirde olursa
olsun, İkrime'nin yanına gitmek istiyordum. Bir defasında ben, Basra pazarında
iken merkeb üzerinde bir adam gördüm. "İşte bu İkrime'dir." dediler.
İnsanlar etrafında toplandılar. Ben, ona birşey soracak gücü kendimde
bulamadım. Bütün meseleler aklımdan gitti, her şeyi unuttum. Merkebinin
yambaşına gidip durdum. İnsanlar ona sorular sormaya başladılar. Ben de sorduklarını
ve onun verdiği cevapları aklımda tutmaya çalıştım.»
Şu'be'den şöyle
rivayet edilmiştir: İkrime, kendisine soru sormakta olan bir adama: «Neyin
var, aklını mı oynattın?» dedi.
Ziyad b. Ebu Eyyüb,
Abdülaziz b. Ebi Ruvad'm şöyle dediğini ri^ vayet etmiştir:
«Nisabur'da İkrime'ye
şöyle dedim: «Parmağında bir yüzük bulunan ve yüzüğünün üzerinde Allah adı
yazılı bulunan bir adam, helaya gitmek isterse ne yapmalı?» İkrime, bu sorumu
şöyle cevapladı: «Yüzüğünün kaşını elinin iç tarafına doğru çevirir, sonra da
yumar ve öylece helaya gider.»
İmam Ahmed b. Hanbel,
Halid el-Hazza'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Herşeyde Muhammed b.
Şirin vardır.» Bu söz, İbn Abbas'-tan sabit olarak gelmiştir. İmam Ahmed de
bunu İkrime'den duymuştur. ikrime de Muhtar'm zamanında Kûfe'de İbn Abbas'la
karşılaşmışta.»
Süfyan-ı Sevrî dedi
ki: «Hac menasikini ve ibadetini, Said b. Cübeyr, Mücahid ve İkrime'den
öğrenin.»
Yine Süfyan-ı Sevrî
demiş ki: «Tefsiri şu dört kişiden, Said b. Cübeyr, Mücahid, İkrime ve
Dahhak'tan öğrenin.»
İkrime dedi ki: «Şu
mescitte Rasûlullah (s.a.v.)'ın 200 sahabesine ulaştım.»
Muhammed b. Yusuf
el-Meryabî, İkrinıe'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Davud oğlu Süleyman
peygamberi (namazı vaktinde kılmaktan) alıkoyan atlar, 20.000 tane idiler.
Süleyman peygamber onlara sopa ile vurdu.»
Ebu Bekir b. Ebi
Şeybe, İkrime'nin şu ayet-i kerimeleri şöyle tefsir ettiğini rivayet etmiştir:
«Allah, kötülüğü
bilmeyerek yapıpda hemen tevbe edenlerin tev-besini kabul etmeyi üzerine
almıştır» Dünyanın hepsi yakındır ve hepsi cahilliktir.
«Bu ahiret yurdunu,
yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç,
Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.» (el-Kasas, 83.) Yani dünyanın sultan
ve hükümdarları nezdin-de böbürlenmeyi istemeyenlere, Aziz ve Celil olan Allah'a
karşı masi-yet işlemeyenlere ahiret yurdunu veririz. Sonuç, yani Cennet de Allah'a
karşı gelmekten sakınanlarındır.
«Kendilerine yapılan
öğütleri unutunca, biz fenalıktan meneden-leri kurtardık ve zalimleri Allah'a
karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.» (el-A'râf, 165.)
Kendilerine verilen öğütleri terkettikleri zaman onları çok şiddetli bir azab
ile yakaladık.
«Kendilerine edilen
yasakları aşınca (yani yasakları çiğnemeye devam edip ısrarlı olmaları
nedeniyle), onlara: "Aşağılık (tahkir edilmiş) birer maymun olun."
dedik.» (el-A'râf, 166.)
«Bunu çağdaşlarına
(geçmiş ümmetlere) ve sonradan geleceklere (hem zamanlarındaki ümmetlere hemde
diğerlerine) bir ceza örneği ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara (şirk ve
masiyet işlemekten uzak duranlara) öğüt olsun diye yaptık.» (ei-Bakara,
65-66.)»
İbn Abbas dedi ki:
Kıyamet günü olunca Cenâb-ı Allah, dünyada iken aşırılığa gidenleri diriltip
hasreder, emir ve yasaklara uymayanları hesaba çekip sorgular. Onlar, dünyada
iyiliği emredip kötülüğü yasaklama görevini terkettikleri için ceza olarak
maymunlara dönüştürülmüşlerdi.
Ikrime, İbn Abbas'ın
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Allah'a yemin ederim ki, o kavmin tümü helak
oldu.»
İbn Abbas dedi ki:
İyiliği emredip kötülüğü yasaklayanlar kurtuldular, iyiliği enıretmeyip
kötülüğü yasaklamayanlarsa, diğer masiyet sahibi kimseler arasında helak
oldular. Bunlar, Eyle halkı idiler. Eyle, deniz kıyısında bir kasaba idi.
Cenâb-ı Allah, îsrailoğullarma cuma günü için işten el çekip kendilerini
ibadete vermelerini emretti. Ancak onlar: «Hayır, biz cumartesi günü kendimizi
ibadete verip işten el çekeriz. Çünkü Cenâb-ı Allah da yaratma işini cumartesi
günü sona erdirmişti ve o günde her şey hareketsiz oldu.» dediler.
Tarihçiler ve
müfessirler, cumartesi günü sahiplerinin kıssasını, onlara avlanmanın
yasaklanışını, balıkların gruplar halinde cumartesi günü onlara gelişini fakat
diğer günlerde gelmeyişini, cumartesi günü o balıkları avlamak için tuzak
kuruşlarını anlatmışlardır. Ama aralarından bir grup insan, asilere: «Cumartesi
günü avlanmanıza müsaade etmeyiz.» demişler ve onlara çeşitli öğütler
vermişlerdi. Diğer dalkavuk bir grup gelip onlara karşı çıkarak şöyle
demişlerdi: «Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete
niçin Öğüt veriyorsunuz?» Bu karşı çıkanlara, haramları yasaklayanlar şu cevabı
vermişlerdi: «Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilmemiz içindir. Belki
Allah'a karşı gelmekten sakınırlar.» (el-A'râf, 164.) Yani böyle yaparsak,
belki onlar cumartesi günü avlanmaya son verirler.
İkrime'nin anlattığına
göre kendisi, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken İbn Abbas'a: «Dalkavuklar ve
idare-i maslahatçılar da gafillerle beraber helak oldular.» dediğini ve İbn
Abbas'ın kendisine iki elbise giydirdiğini söylemiştir.
Havsere, İkrime'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İsrailoğullannda
kadılar üç tane idi. Birisi ölünce diğeri yerine geçti. Bu kadılar, Allah'ın
takdir ettiği bir müddetle kadılık yaptılar. Sonra Cenâb-ı Allah, at.üzerinde
bir melek gönderdi. Bu melek, yanında buzağısı bulunan bir ineğe su vermekte
olan bir adamın yanından geçti. Melek, buzağıya seslendi, buzağı da onun
atının peşine takıldı. Sahibi geri götürmek için buzağının yanma geldi ve
meleğe şöyle dedi:
- Ey Allah'ın kulu, bu
benim buzağımdır, ineğimin yavrusudur.
- Hayır, bu benim
buzağımdır ve atımın yavrusudur.
Melek, onunla
tartıştı, nihayet buzağının sahibi cevap veremez oldu, aciz kaldı, meleğe şöyle
dedi:
- Öyle ise kadıya
gidelim de aramızda hüküm versin.
- İşte buna razı
olurum.
İkisi kadılardan
birinin yanına gittiler. Önce buzağının sahibi söze başladı ve kadıya şöyle
dedi:
- Bu adam at üzerinde
yanımdan geçiyordu. Buzağımı çağırdı, buzağım da peşine takıldı, ama geri
çevirmek istemedi.
Meleğin yanında üç
inci vardı. İnsanlar, o inciler gibi kıymetli inci görmüş değillerdi.
Bunlardan birini kadıya verdi ve şöyle dedi:
- Benim lehimde hüküm
ver.
- Bu nasıl caiz olur?
- Buzağıyı atın ve
ineğin peşine göndeririz. Hangisinin peşine ta-kıhrsa onun yavrusu sayılsın.
Böyle yaptılar, buzağı
atın peşine takıldı ve kadı, meleğin lehinde hüküm verdi. Ancak buzağının
sahibi bunu kabul etmeyip: «Ben hükme razı olmam, gel seninle benim aramdaki
meseleyi diğer kadı çözümlesin.» dedi. Öyle yaptılar. İkinci kadıya gittiler.
Melek, ona incilerden ikincisini verdi, ikinci kadı da meleğin lehinde hüküm
verdi. Ancak buzağı sahibi, bu hükme de razı olmayınca üçüncü kadıya gittiler.
Meseleyi ona anlattılar. Melek, üçüncü inciyi ona vermek istedi ama kadı kabul
etmedi ve: «Bugün aranızda hüküm vermeyeceğim.» dedi. Sebebini sorduklarında da
âdet görmekte olduğunu söyledi. Melek: «Fesübhanallah! Erkekler hiç âdet
görürler mi?» diye sorunca kadı: «Fesübhanallah! Hiç at buzağı doğurur mu?»
diye cevap verdi ve ineğin sahibi lehinde hüküm verdi. Bunun üzerine melek,
onlara şöyle dedi: «Sizler imtihan edildiniz. Allah senden razı oldu ey kadı,
ama diğer iki arkadaşına da gazaplandı.»
Ebu Bekir b. Ayyaş,
İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hükümdarlardan birisi,
memleketinde şöyle bir duyuruda bulundu: «Eğer herhangi bir kimsenin sadaka
verdiğini görür veya duyarsam elini keserim.» Dilencinin birisi, bir kadına
gitti ve şöyle dedi:
- Bana bir sadaka ver.
- Sana nasıl sadaka
vereyim ki, hükümdar, sadaka verenlerin elini kesiyor.
- Allah rızası için
bana bir sadaka vermeni istiyorum.
Kadın, o dilenciye iki
ekmek verdi. Hükümdar, bunu duyunca adamlarını gönderip kadının ellerini
kestirdi. Sonra o hükümdar, annesine şöyle dedi:
- Anacığım, bana güzel
bir kadın bul ki evleneyim.
- Şuralarda güzel bir
kadın var, onun gibi güzel başka bir kadın görmedim. Yalnız bir kusuru var.
- Neymiş o kusur?
- Elleri kesiktir.
- Ona görücüler
gönder.
Görücüler gidip kadına
baktılar. Hükümdarın annesine götürdüler, annesi onu görünce çok beğendi.
Gerçekten güzel bir kadındı. Kadına şöyle dedi:
- Hükümdar, seninle
evlenmek istiyor.
- Olur inşaallah.
Bundan sonra hükümdar,
o kadınla evlendi ve ona çok kıymet verdi.
Nihayet hükümdarın
düşmanlarından biri ayaklanıp isyan etti. Hükümdar da onunla savaşmak üzere
saraydan çıkıp cepheye gitti, sonra da annesine şöyle bir mektup gönderdi:
«Evlendiğim son kadına dikkat et, ona iyi davran, ona gerekli lütufta bulun.»
Ulak, mektubu getirip kadının kumalarından birinin yanında misafir oldu. Kumalar,
o kadını kıskanıyorlardı. Mektubu ulağın elinden alıp değiştirdiler ve
hükümdarın annesine şu mealde bir mektup gönderdiler: «Son evlendiğim kadına
dikkat et, duyduğuma göre bazı erkekler onun yanına geliyorlar ve onunla ilişki
kuruyorlarmış. Onu evden çıkar ve ona çeşitli hakaretlerde bulun.»
Annesi, hükümdara:
«Sen yalan söylüyorsun, bu dürüst ve doğru bir kadındır.» diye cevap yazdı. Bu
cevabı alan elçiler, bu kadının kumalarından birinin yanına gittiler. Kumalar
mektubu alıp değiştirdiler ve annesinin ağzıyla hükümdara şöyle yazdılar: «Gerçekten
de son evlendiğim kadın facire ve günahkardır, zina yapıyor. Zinadan bir çocuğu
da doğdu.»
Bunun üzerine
hükümdar, annesine şu mektubu gönderdi: «Evlendiğim o kadına dikkat et,
zinadan doğan çocuğunu boynunun üzerine koy, yakasını yırt ve evden kov.»
Mektup, hükümdarın annesine gelince annesi bu mektubu alıp kadına okudu ve:
«Sarayı terket.» dedi. Çocuğunu da sırtına bağladı. Kadın saraydan çıkıp
gitti. Bir nehir kıyısına vardı, çok susamıştı. Su içmek için nehrin kenarına
çöktü. Bu sırada çocuk, sırtında idi. İçmek için eğilince çocuk suya düştü ve
boğuldu. Kadın, nehir kıyısında oturup ağlamaya başladı. İki erkek, yanına
geldiler ve kendisine sordular:
- Niçin ağlıyorsun?
- Oğlum sırtımdaydı.
Ellerim yoktu ki, avuçlayıp su içeyim. İçebilmek için ben eğilince sırtımdaki
çocuğum suya düştü ve boğuldu.
- Allah'ın ellerini
tekrar sana geri vermesini ister misin?
- Evet.
Adamlar, Rablerine dua
ettiler, kadının elleri tekrar eskisi gibi sapasağlam oldu. Kadına tekrar
sordular:
- Bizim kim olduğumuzu
biliyor musun?
- Hayır.
- Biz, sadaka olarak
verdiğin o iki ekmek parçasıyız.» İkrime, şu ayeti kerimeleri de şöyle tefsir
etmiştir:
«Ebabil kuşları...»
Bunlar, denizden çıkan kuşlardı. Başları canavar başı gibiydi. Ebrehe ordusuna
sürekli taş attılar, öyle ki, derileri kabarıp şişti, çiçek hastalığına
yakalandılar. O güne kadar çiçek hastalığı görülmüş değildi. O kuşlar da ne
daha önce görülmüştü, ne daha sonra görüldü.
«Vay ortak koşanlara!
Onlar zekat vermezler.» (ei-Fusaiiet, 6-7.) Onlar, "La ilahe illallah"
demezler.
«Arınmış olan
kurtuluşa erecektir.» (ai-A'lâ, w.) Yani "Lâ ilahe illallah" diyen
kişi kurtuluşa erecektir.
«Arınmaya niyetin var
mı?» (en-Nâziât, ıs.) "Lâ ilahe illallah" demeye niyetin var mı?
«..."Rabbimiz
Allah'tır" deyip sonra da doğrulukta devam edenlere...» (el-Fussilet,
30.) Yani "Lâ ilahe illallah" şahadeti üzerinde müstakim olanlar...
«İçinizde aklı başında
kimse yok mudur?» (Hûd, 78} Yani içinizde "Lâ ilahe illallah" diyen
kimse yok mudur?
«Doğruyu
söyleyecektir.» (en-Nebe1,38.) Yani "Lâ ilahe illallah" diyecektir.
«Sen şüphesiz sözünden
caymazsın.» (Âh îmrân, 194.) "Lâ ilahe illallah" diyenlere verdiğin
sözden caymazsan.
«Zulmedenlerden
başkasına düşmanlık yoktur.» (ei-Bakara, 193.) "Lâ ilahe illallah"
diyenlere düşmanlık yoktur.
«Unuttuğun zaman
Rabbini an.» {ei-Kehf, 24.) Yani öfkelendiğin zaman Rabbini an.
«Onlar, yüzlerindeki
secde izi ile tanınırlar.» (ei-fetih, 29.) Yüzlerin-deki iz, geceleyin ibadet
yaptıklarından ötürü uykusuzluk izidir.»
İbn Abbas'm azatlısı
İkrime şöyle demiştir: «Şeytan, günahı kula hoş ve süslü gösterir, o günahı
işledikten sonra şeytan ondan uzaklaşır. Bundan sonra kul, işlediği günahtan
ötürü ağlayıp Rabbine yalvarır, niyazda bulunur, miskinlesin Nihayet Cenâb-ı
Allah, onun işlediği o günahı ve önceki günahlarım bağışlar.
İkrime, Cebrail
(a.s.)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rabbim, birşeyi
yapmak üzere beni gönderir ama gittiğimde o işin benden önce yapılmış olduğunu
görürüm.»
İkrime'ye
"Mâûn" kelimesinin manasını sorduklarında bunun "iğreti
vermek" anlamına geldiğini söyledi. Ben de kendisine şöyle söyledim:
- Bir kişi, bir
komşusuna veya dostuna istediği kalburu veya tencereyi veya tabağı veya ev
eşyalarından herhangi birini vermezse, o cehennemlik olur mu?
- Hayır, ama o kişi,
insanı namazdan men eder ve de komşusunun yahut bir dostunun iğreti olarak
istediği ev eşyasını vermezse, işte o cehennemlik olur ama pek değersiz bir
eşya için bu söz konusu değildir, verilmemesi de caizdir.»
İkrime, ayet-i
kerimede geçen "Sâihûn" (seyahat edenler) kelimesi ile ilim
talebelerinin kastedildiğini söylemiştir.
İkrime, şu ayet-i
kerimeyi tefsir ederken şöyle demiştir:
«İnkarcıların kabirde
bulunan kimselerden umutlarını kestikleri gibi...» (ei-Mümtahine, 13.) Yani
kafirler, mezara girdiklerinde ve Allah'ın kendileri için hazırladığı azabı
gözleriyle müşahede ettiklerinde artık Allah'ın nimetinden ümitlerini keserler.
Başkaları ise bu
ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmişlerdir. Yani ka-
firler, ölüm sonrası
diriliş ve hayatı inkar edip ondan ümitlerini kestiler.
ikrime şöyle dedi:
«İbrahim peygambere, "misafir babası" denilirdi. Köşkünün dört
kapısı vardı ki, hiçbir misafir oraya uğramadan geçmesin.»
İkrime, ayet-i
kerimede geçen "Enkâl" kelimesinin zincir, bukağı ve diğer bağlar
manasına geldiğini söylemiştir.
Sebe' kahinini
anlatırken de İkrime, şöyle demiştir: «Sebe' kahini, kendilerine azab
yaklaştığı zaman kavmine şöyle dedi: «Uzak ve zorlu bir sefere gitmek isteyen,
Umman'a gitsin. İçki ve diğer şeyleri elde etmek isteyen kimse, Şam'a gitsin. Bataklıklara,
derin çukurlara düşmek ve mahalde ikamet etmek isteyen kimse hurmalık Yesrib'e
gitsin.»
Böyle demesi üzerine
bazıları Umman'a, bazıları da Şam'a gittiler. Şam'a gidenler, Gassanlılardı.
Evsliler, Hazreçlüer -kî bunlar beni Ka'b b. Amr kolundan geliyorlardı- ve
Huzaahlar, Yesrib'e gidip hurmalıklı yerlerde konakladılar. Batn-ı Mürre
vardıklarında Huzaahlar: «İşte burası iyidir, buradan başka yere gitmek
istemiyoruz.» deyip oraya yerleştiler. Bu nedenle onlara Huzaahlar denildi,
çünkü onlar, kendi yol arkadaşlarından koptular. Evsliler ve Hazreçlüer ise
gidip Yesrib'in içine yerleştiler.
Aziz ve Celil olan
Allah, Yusuf peygambere şöyle dedi: «Ey Yusuf! Kardeşlerini affettiğin için
zikredenler arasında senin şanını yücelttim.»
Lokman (a.s.) da
oğluna şöyle dedi: «Ben çeşitli acıları tattım, ama fakirlikten daha acı birşey
tatmış değilim. Bütün ağır yükleri taşıdım, ama komşunun kötülüğünden daha ağır
bir yük görmedim. Eğer söz gümüş ise susmak altındır.»
Veki1 b. Cerrah,
îkrime'nin şu ayet-i kerimeleri tefsir ederken şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Attığın zaman sen
atmamıştın, fakat Allah atmıştı.» (ei-Enfâi, 17.) Rasûlullah'm attığı taşlardan
her biri, müşriklerden birinin gözüne isabet etmişti.
Nün sûresinde geçen
"Zanîn" kelimesi, koyunun kesik kulağı ile tanınması gibi
alçaklığıyla tanınan yaramaz ve adi kimse anlamına gelir.
«Allah'a ve Rasûlüne
eziyet edenler.» (ei-Ahzâb, 57.) Bunlar, resim yapan kimselerdir.
«Yürekler ağızlara
gelmiştir.» (ei-Ahzâb, ıo.) yani yürekler hareket edip yerlerinden ayrılacak
olsalardı, vücutlarından dışarı çıkarlardı. Ama bu mecazidir, aslında burada
korku ve panik kastedilmiştir.
«Kendinizi
aldattınız.» (ei-Hadîd, u.) Yani kendinizi şehvetlerle al-
dattınız.
«Bize pusu kurdunuz.»
(ei-Hadîd, 14.) Yani tevbe ile pusu kurdunuz.
«Sizi kuruntular
aldattı.» yani tevbeyi ileriki zamanlara ertelemek sizi aldattı.
«Nihayet Allah'ın
buyruğu geldi.» Ölüm geldi.
«Çok aldatan sizi
ayarttı.» Şeytan sizi ayarttı.»
İkrime dedi ki: «Bir
kimse, Yasin sûresini okursa o gün akşama kadar sevinç içinde olur.»
Seleme b. Şuayb,
Eban'm babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Deniz kıyısında
İkrime ile beraber oturmaktaydık. Meclisimizde bulunanlar, denizde
boğulanlardan söz açtılar. İkrime de dedi ki: «Denizde boğulanların vücutlarındaki
etleri balıklar paylaşırlar, geride sadece kemikleri kalır. Nihayet o kemikler
de ufalanırlar, develer gelip o kemikleri yerler. Sonra geçip gider ve bir süre
sonra o kemikleri kığ olarak dışarı atarlar. Bir müddet sonra bir grup insan
gelir", o kığların bulunduğu yerde mola verir ve kığları toplayıp
yakarlar, sonra da küle dönüşen o kığları rüzgar gelip yeryüzünde Allah'ın dilediği
kara ve denizlere savururlar. Ölüm sonrası diriliş için İsrafil'in sura
üfleyişi esnasında küle dönüşenlerle mezardakiler aynı şekilde ayağa kalkıp
canlanırlar.»
İkrime'nin şöyle
dediği rivayet edilir: «Cenâb-ı Allah, biri Cen-net'ten diğeri Cehennem'den iki
kişiyi huzuruna getirtir, cennetlik olana der ki:
- Ey kulum,
istirahatgahım nasıl buldun?
- Ya Rab, çok iyidir.
Sonra Cenâb-ı Allah,
cehennemlik olan adama şöyle der:
- Ey kulum,
istirahatgahım nasıl buldun?
- Kimsenin
anlatamayacağı kadar çok kötüdür ya Rab!
Böyle dedikten sonra
Cehennem'deki yılan, akreb ve arılarla çeşitli azabları anlatır. Bunun üzerine
Cenâb-ı Allah, cehennemlik olan o adama şöyle der:
- Ey kulum, eğer seni
Cehennem'den kurtarıp affedecek olursam bana ne verirsin?
- Ey Rabbim, benim
yanımda sana verecek ne vardır?
- Eğer bir dağ
büyüklüğünce altının olsaydı seni, Cehennem'den kurtarmam için bana verir
miydin?
-Evet.
- Yalan söylüyorsun,
dünyada bundan daha az ve daha kolay olan birşeyi senden istemiştim. Bana dua
edecektin, ben de duana icabet edecektim. Benden mağfiret dileyecektin, ben de
seni bağışlayacaktım. Benden isteyecektin, ben de sana verecektim ama sen bunlan
yapmadın, arkanı dönüp gittin.»
İkrime'nin şöyle
dediği rivayet edilir: «Kıyamet gününde Aziz ve Celil olan Allah'ın hesab için
yanına yaklaştırdığı her kul, mutlaka affedilmiş olarak Allah'ın yanından
kalkıp gider.»
«Her şeyin esası
vardır. İslâm'ın esasıda güzel ahlaktır.»
«Peygamberlerden
birisi, açlık ve çıplaklığını Aziz ve Celil olan Allah'a şikayet etti. Allah da
ona şöyle vahyetti: Açlık ve çıplaklıktan kaynaklanan şerrin kapısını sana
karşı kapalı tutmuş olmama razı olmaz mısın?»
«Semada İsmail adında
bir melek vardır. Eğer kulaklarından birini açmasına Cenâb-ı Allah izin
verecek olursa ve Aziz ve Celil olan Allah'ı teşbih ederse, gökteki ve yerdeki
herkes ölürler.»
Güneş, yer küreden üç
kat büyüktür, ay ise yerin büyüklüğünce-dir. Güneş batarken Arş-ı A'la'nın
altında bulunan bir denizde batar. Cenâb-ı Allah'a sabaha kadar teşbihte
bulunur. Tekrar doğmamak için Allah'tan izin ister, ama Allah, ona bunun
sebebini sorar -gerçi o bunun sebebini daha iyi bilir- güneş de: «Senden
başkasına ibadet etmemek için buradan ayrılıp dünyaya doğmak istemiyorum.»
der. Cenâb-ı Allah'ta ona şu karşılığı verir: «Doğ! Bu hususta senin için bir
sakınca yoktur, onlara Cehennem yeter. Cehennem'i 13.000 melekle onların
üzerine göndereceğim. Onlar da Cehennem'e gireceklerdir.»
Ancak burada
anlatılanlar, sahih hadiste anlatılanlara ters düşmektedir. Çünkü sahih
hadiste şöyle buyurulmaktadır:
«Cehennem'i 70.000
yularla sevkederler ve ortaya getirirler. Her yuları 70.000 melek tutar.»
Mendel, ikrime tariki
ile İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Haksız yere dövülen
bir adamın yanında durmayın. Çünkü böyle birinin yanında durup da onu
savunmayan kişilerin üzerine gökten lanet iner.
Haksız yere öldürülen
bir adamın da yanında durmayın. Çünkü böyle birinin yanında durup da onu
savunmayan kimselerin üzerine gökten lanet iner.»
Şu'be, Ebu Hüreyre'den
rivayet ederek şöyle demiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
hapşırdığı zaman elbisesini yüzüne kapatır ve ellerini de kaşlarının üzerine
koyardi.»
Bakiyye, Ebu
Hüreyre'den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«Yapacağını zannettiği halde bir kimseye yemin veren ama yemin verilen kimse,
o yeminin gereğini yapmazsa bunun günahı, yeminin gereğini yapmayanın üzerine
olur.»
Babasının
"Müsned"inde, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, İkrime'den rivayet etti
ki; Hz. Aişe şöyle demiştir:
«Peygamber (s.a.v.)'in
üzerinde kaba dokumadan yapılmış Katar yapısı iki aba vardı. Hz. Aişe, ona dedi
ki: "Ya Rasûlallah, senin şu elbiselerin kaba ve serttir. Bunların içinde
terliyorsun ve sana ağır geliyor."
Bunun üzerine
Rasûlullah (s.a.v.), Şam'dan kendisine abalar getiren bir adama haber
göndererek veresiye iki aba satın almak istedi. Haberci, tüccara gidip
Rasûlullah (s.a.v.)'m veresiye iki aba satın almak istediğini söyleyince
tüccar şöyle dedi: "Vallahi, biliyorum ki Rasûlullah, benim bu
elbiselerimi veresiye alacak ve borcunu ödemeyi de geciktirecektir."
Tüccarın böyle demesi
üzerine haberci, Rasûlullah (s.a.v.)'a dönüp anlattı. Rasûlullah (s.a.v.) da
şöyle dedi:
"Yalan söylüyor.
Onlar da biliyorlar ki, ben onlardan daha çok Allah'tan korkarım ve onlardan
daha çok emanete riayet ederim." Aynı günde yine şöyle buyurmuştu:
"Sizden birinizin muhtelif yerleri yamalı bir elbiseyi giymesi, yamnda
bulunmayan birşeyi veresiye satın almak istemesinden daha hayırlıdır."»
Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [3]
Meşhur
fikıhçılardandı. Çok rivayetleri vardı. Sahabelerden ve diğerlerinden
rivayetlerde bulunmuştu. Medine ehlinin en faziletlilerinden ve zamanındaki
insanların en âlimlerindendi. Kendisi küçük yaştayken babası Mısır'da
öldürüldü. Teyzesi onu yanına alıp büyüttü. Efendi ve lider şahsiyetli bir
kimse oldu. Çok menkıbeleri vardır.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden biri de Ebu Reca el-Utarid'dir. [4]
Küseyyir b.
Abdurrahman b. Esved b. Amir Ebu Sahr el-Huzai el-Hicazî. İbn Ebi Cum'a olarak
da tanınır. Hakkında gazeller söylendiği için Küseyyir, Azze'nin adıyla da
tanınmıştır. Azze, Ümmü Amr'~ dır. Cemil b. Hafs'ın kızıdır. Cemil, Beni Hacib
b. Ğıfar kabilesinden-dir.
Bu şairin ism-i tasgir
olarak adının Küseyyir olarak anılması, kısa boylu ve çirkin suretli oluşundan
Ötürüdür. Boyunun üç karış olduğu söylenir.
İbn Hallikan dedi ki:
Küseyyir'e, ayıların sahibi denilirdi. Yürür-
ken boyunun
kısalığından ötürü küçük bir adam sanılırdı. Abdülme-lik b. Mervan, huzuruna
gelen Küseyyir'i görünce gülerek: «Başını eğ ki, tavana değmesin ve rahatsız
olmayasın.» derdi. Küseyyir, defalarca Abdülmelik'in ziyaretine gitmişti. Ömer
b. Abdülaziz'in de ziyaretine gitmişti. Kendisine, Müslümanların en şairi
denilirdi. Yalnız onda biraz Şiilik de vardı. Hatta bazıları onu, tenasüh
görüşüne men-sub saymışlardır. Eğer bu konuda gelen nakiller sahih ise o,
aklının kıtlığından ve cahilliğinden ötürü tenasüh görüşünü savunurmuş. «Ey
insaoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği
şekilde seni terkib eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?»
(ei-înfitâr, 8.) Bu ayet-i kerimeyi okuyarak tenasüh görüşünü savunduğu
söylenir.
Bir gün Abdülmelik'in
yanına girmek için izin istedi. Huzura vardığında Abdülmelik, ona: «Muaydî'nin
adını işitmen, onu görmenden daha hayırlıdır.» dedi. O da bundan alınarak şöyle
dedi:
«Ey mü'minlerin emiri,
kendine gel. Kişi, kalbi ve dili gibi iki küçük organıyla kişilik sahibi olur.
Eğer konuşursa fasih konuşur, savaşırsa da yüreklice savaşır. Ben de şöyle
diyorum:
«Ben işleri denedim,
işler de beni denediler. İster benim karakterimi ortaya koydular.
Adamlar açıkça
anladılar ki, ben onlarla mücadeleci ve tecrübeli bir kardeşim.
Zayıf bünyeli bir
adamı görür, onu küçümsersin;
Ama onun giysileri
içinde kükreyen bir aslan vardır.
Bıyıkları yeni
terlemiş bir genci görüp de beğenirsin ve denersin.
Ama o bıyığı yeni
terlemiş genç, senin tahminlerini boşa çıkarır.
Erkeklerin başlarının
süsü ve ziyneti yoktur.
Onların süs ve ziyneti
dindarlık ve hayırhahhktır.
Lori kuşu, boyca uzun
boyludur.
Ama doğan ve şahin
kadar iş görmez.
Deve de büyüktür ama
akılsızdır.
Büyüklüğü ve iriliği,
deveye fayda sağlamaz.
Sırtına binilir, sonra
uzun değneklerle vurulur.
O ne iyilikten anlar,
ne de kötülükten.
Yay yapımında
kullanılan nebi' ağacının dalı sürekli biter.
Ama çalı diken pek
uzamaz.»
Ebu'l-Ferec b. Tarrar,
bu hikayenin garabetinden ve yukarıdaki şiirden uzun uzadıya bahsederek şöyle
demiştir: Anlatıldığına göre bir gün Küseyyir Azze, Abdülmelik b. Mervan'm
yanma gitmiş ve bir kaside okuyarak onu övmüştü:
«İbn Ebi'l-Asi'nin
üzerinde sağlam zırhlar vardır. Dokuyucu o zırhların iplerini ve halkalarını
güzel örüp ortaya koymuştur.»
Abdülmelik, ona dedi
ki: A'şa'nın Kays b. Madikerib'e dediğini söyleseydin ya:
«Ateş koru gibi
yönelen askeri birlikler geldiğinde, Muhafızlar onların hamlelerinden
korkarlar. İşte o esnada ben cübbe giyip kılıç kuşanmadan da Öne atılırım.
Onların nişanlı bahadırlarını vururum.»
Küseyyir dedi ki: «Ey
mü'minlerin emiri, Aşa, Kays'ı akılsızlıkla nitelemişti. Ben seni akıllılıkla
niteliyorum.»
Bir gün Küseyyir,
Abdülmelik'in huzuruna girdi. Abdülme^k, Mus'ab b. Zübeyr'le savaşmak üzere
çıkmaya hazırlanıyordu. Küsey-yir'e şöyle dedi: «Yazıklar olsun sana ey
Küseyyir! Şimdi seni şiirinle hatırlıyordum. Eğer sen bu şiirinde isabet etmiş
isen, sana hükmünü veririm.»
Küseyyir de ona şu
karşılığı verdi:
- Ey mü'minlerin
emiri, sanki sen Atike binti Yezid'le vedalaşı-yorsun. O senin ayrılışından
ötürü ağhyor ve onun ağlaması nedeniyle hizmetkarları da ağlıyorlar. O, benim
şu şiirimi hatırlamış olmalı:
«Savaşa gitmeye karar
verdiği zaman hiçbir şey onun azmini kı-ramaz.
At üzerindedir. Atı
incilerle, gerdanlıklarla süslüdür. Karısı, onu savaştan menetmek istedi.
Menedişine aldırmayınca da onu kınadı ve ağladı.
Etrafında bulunan
herkes de onun ağlayışı nedeniyle ağladı.»
Bu şiiri dinleyen
Abdülmelik, Küseyyir'e: «İsabetli söyledin, ne istiyorsan söyle.» dedi.
Küseyyir de: «Seçkin develerinden 100 tanesini istiyorum.» dedi. Abdübnelik:
«Onlar senin olsun.» dedi.
Abdülmelik, Irak'a
giderken bir gün Küseyyir Azze'nin düşünceli olduğunu gördü. «Onu yanıma
getirin.» dedi. Küseyyir, huzuruna getirildiğinde Abdülmelik, ona şöyle dedi:
- Ne düşünüyorsun?
- Düşündüğüm şeyi sana
anlatırsam beni serbest bırakır mısın?
- Evet.
- Vallahi mi?
-Vallahi.
Abdülmelik şöyle dedi:
- Sen kendi kendine
şöyle düşünüyorsun: Şu Abdülmelik, benim mezhebimde değildir ve mezhebimde
olmayan bir adamla savaşmaya gidiyor. Eğer bu arada bana hedefini şaşırmış bir
ok isabet eder de ölürsem, hem dünyayı hem de ahireti kaybederim.
- Evet, vallahi böyle
düşünüyorum, ey mü'minlerin emiri.
- Öyleyse sana
verdiğim hüküm şudur: Seni ailene geri gönderecek ve sana güzel armağanlar
vereceğim.
Böyle dedikten sonra
ona bir miktar mal ve para verdi. Ailesine dönmesine de müsaade etti.
Hammad er-Raviye,
Küseyyir Azze'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
halifeliğe geçince ben, Ahvez ve Nasib ziyaretine gittik. Onun dostları olarak
biliniyorduk. Medine'deyken yanına gidip gelirdik, her birimiz halifelikte
bizi ortak kılacağını sanıyorduk. Yolda giderken arkadaşlarımız arasında
böbürleniyorduk. Ho-nasra'ya vardığımızda Ömer b. Abdülaziz'in askeri
birliğinin flamalarını gördük. Mesleme b. Abdülmelik^ bizi karşılayarak şöyle
dedi: «Niçin buralara geldiniz? Adamınızın şiiri ve şairleri sevmediğini bilmiyor
musunuz?» Bunun üzerine biz de üzülmeye başladık. Mesle-me'nin yanma
konakladık. O da bize nafakamızı ve hayvanlarımızın yemini verdi, yanında dört
ay müddetle ikamet ettik. Ömer b. Abdülaziz'in yanına gitmemize izin vermesi
mümkün değildi. Bir cuma günü hutbesini dinlemek ve namazdan sonra da
kendisine selam vermek için yanına gittim. Hutbede şöyle dediğini işittim:
«Her sefer için azık
gereklidir. Siz de dünyadan ahirete gitmek için takva azığı edinin ve Cenâb-ı
Allah'ın kendisi için hazırladığı azab ve sevabı gözüyle gören kimseler gibi
olun, sevabına rağbet edin, azabından da sakının, uzun emele kapılmayın, aksi
takdirde kalbleriniz katılaşır. Düşmanlarınıza da teslim olup itaat edersiniz.
Allah'a yemin ederim ki, sabahladıktan sonra akşamlayacağını, akşamladıktan
sonra da sabahlayacağını bilemeyen kimsenin emeli pek uzun mesafeli
olmayacaktır. Böyleleri için ölümün gizli ve pusudaki tehlikeleri vardır. Ancak
Allah'ın azabından ve kıyamet gününün korkulu hallerinden kurtulacağına
kesinlikle güvenen kimse, kalp rahatlığı içinde olabilir. Dünyanın darbelerine
karşı kendini koruyup tedavi olmayan kimse, başka taraflardan darbe yer. Böyle
biri nasıl kalb rahatlığı içinde olabilir? Kendi nefsime yasakladığım bir işi
emretmekten Allah'a sığınırım, aksi takdirde alış verişim zararla sonuçlanır.
Ancak hak ve doğruluğun fayda vereceği bir günde miskinliğim açığa çıkar.»
Böyle dedikten sonra o
kadar çok ağladı ki, öleceğini sandık. Ağ-
layışmdan ötürü mescit
ve çevresi sarsıldı, çünkü herkes ağlayıp fer-yad-ü figan ediyordu. Bundan
sonra ben arkadaşımın yanına dönüp ona şöyle dedim: «Haydi gel de Ömer'e ve
atalarına söylediğin şiirden başka bir şiir söyle. Çünkü Ömer, dünya adamı
değil, ahiret adamıdır.»
Sonra cuma günü
Mesleme, halifeyle görüşmemiz için randevu aldı, yanma girdiğimizde ona selam
verip şöyle dedim:
«Ey müminlerin emiri,
senin yanında uzun süre kaldık, fayda azaldı. Arap heyetleri senin bize cefa
verdiğini söylüyorlar.»
Benim böyle demem
üzerine Ömer b. Abdülaziz, şu karşılığı verdi:
«Zekatlar, Yoksullara
ve düşkünlere sarfedilir.» (et-Tevbe, 60.) Bu ayet-i kerimeyi okuduktan sonra
şöyle dedi: «Eğer siz yoksullardan ve düşkünlerden iseniz size zekat veririm,
aksi takdirde sizin zekatta hakkınız yoktur.»
Ben de kendisine şöyle
dedim:
- Ey müminlerin emiri,
ben düşkünüm, yolcuyum ve yolda kalmışım.
- Siz Ebu Said'in
(Mesleme b. Abdülmelik'in) yanında değil misiniz?
- Evet.
- Onun yanında bulunan
kimselere benim verecek birşeyim yoktur.
- Ey mü'minlerin emiri,
bir şiir okumama izin ver.
- Oku, ama hak bir
şiir olsun.
Bunun üzerine ben şu
kasideyi ona okudum:
«Keşke suçsuz ve
günahsız Ali'ye sövmeseydin, kimseyi korkut-masaydın, suçlunun işaretini kabul
etmeseydin.
Ben sözümü fiilimle
tasdik ettim, yaptığım işlerle de bunu doğru-ladım.
Bundan her Müslüman
razı oldu.
Gencin yüksek tepede
ve eğri büğrü yollardan sonra gelip tavanları sağlam bir mecliste oturması,
onun için yeterlidir.
Elbisesini giyinip
sana doğru koştu, dünya sana sadece el ve bilekle göründü.
Bazen hasta gözle göz
kırparsın; bazen de düzgün ve iri gözlerle tebessüm edersin.
Ondan tiksinerek yüz
çevirdin.
Sanki o sana zehir ve
acı şeyler içirdi.
Onun tuzaklarına karşı
kendini korudun.
Onun denizinde
dalgaların köpükleri ile karnını doldurdun,
Sen bütün gayelere
karşı tutkulu olmaya devam ettin.
Böylece sen binaların
yüksek ve Ön kısmına ulaştın.
Ölüm meleği sana
geldiğinde sen artık konuşamaz ve dünyayı ta-leb edemez hale geldin.
Her ne kadar güzel
görünüyorsa da fani olan dünyayı terk ettin.
Kalıcı olan ahireti
sağlam bir görüşle tercih ettin.
Fani olana zarar
verdin, ilerideki ahiret günü için şerli ve karanlık bir günde paçaları
sıvadın.
Halife olsan bile
Allah'a karşı malın ve canın seni koruyamadı.
Kalbindeki düşüncen ve
niyetin seni yükseklere çıkardı, tıpkı merdivenlerle zirvelere çıkar gibi
oldun.
Yeryüzünün doğusu ile
batısı arasında fasih konuşanlar ve Arap-çayı iyi bilmeyenler bile diyorlar ki:
Mü'minlerin emiri bana
haksızlık etti.
Dinarımı ve dirhemimi
alıp bana zulmetti.
Suçsuz kimseye el
uzatılmaz.
Haksız yere bir fincan
kan dahi akıtılamaz.
Eğer Müslümanlar
yapabilselerdi, ömürlerinin yarısını, -pişman olmaksızın- sana bağışlarlardı.
Böylece Allah'ın
Ka'besine hacca giden, Makam-ı İbrahim'i ve Zemzem'i ziyaret eden kimseler
bulunduğu sürece sen yaşardın.
Bu alışverişinde
müşteriye karşı kazançlı çıkardın, bu ne büyük bir kazanç, bu ne büyük bir
kazanç, bu ne büyük bir kazanç!»
Ben şiirimi
tamamladıktan sonra Ömer: «Sen bununla kıyamet gününü soruyorsun.» dedi.
Sonra Ahvez izin istedi,
o da başka bir kaside okudu. Kasideyi tamamladıktan sonra Ömer ona da: «Sen
bununla kıyamet gününü soruyorsun.» dedi. Sonra Nasib, şiir okumak için izin
istedi. Ona izin vermedi. Her birimize 150'şer dirhem verilmesini emretti.
Nasib'i de Mercidabık'a gazaya gönderdi. Bundan sonra Küseyyir Azze, Yezid b.
Abdülmelik'in ziyaretine gitti, çeşitli kasidelerle onu methetti. Yezid de ona
700 dinar verdi.
Zübeyr b. Bekkar dedi
ki: Küseyyir Azze, ric'at görüşüne sahip, murdar ve habis bir Şii idi. Tenasüh
görüşüne sahip olup bu görüşüne delil olarak da şu ayet-i kerimeyi ileri
sürerdi: «Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği
şekilde seni terkib eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?»
(ei-infitâr, 8.)
Musa b. Ukbe dedi ki:
Küseyyir Azze, bir gece rüyasında korkulu Şeyler gördü. Sabahleyin uyandığında
Zübeyr ailesini övmeye ve Abdullah b. Zübeyr'e ağıt yakmaya başladı. Oysa daha
önce Abdullah b. Zübeyr hakkında kötü konuşurdu:
«Batha (Mekke)
genişliğinde o dedi ki;
Odun parçaları
kendisini vurup oradan kovmadıkça orada kalacaktır.
Orada rahatlık ve
güvenlik içinde sere serpe yayıldık. Bir kimse, korkulacak şeylerin
kötülüğünden korkarsa musibetler ona peşpeşe gelir.
Esma'mn oğlunun
(Abdullah b. Züybeyr) suçsuz olduğuna inandım.
Daha önce onun
hakkında söylediğim kötü şeylerden ötürü Allah'tan tevbe diliyorum.
O öyle bir adamdır ki,
onun nedeniyle anneleri tahkir edilmez. Babaları da bizim aramızda asil ve hoş
insanlardır.»
Mus'ab b. Abdullah
ez-Zübeyrî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ey Küseyyir, güzellik ve cemalin
yarısına sahip olmadığın halde Azze için niye bu kadar şiirler söylüyorsun? Bu
şiirleri ben ve benim gibiler hakkında söylemiş olmalıydın. Ben, Azze'den daha
şerefli, daha faziletli ve daha güzelim.»
Talha'nm kızı Aişe,
güzellik, cemal ve asalet bakımından kadınların çok üstündeydi. O, Küseyyir'i
denemek için böyle demişti. Küseyyir de ona cevaben şöyle bir şiir okumuştu:
«Kalbi feda oldu ya da
aklını kaybetti ey Azze, Oruç tutmak istiyerek sabahladı ya da oruç yerine
fidye verdi. Azze'ye aşık olan nasıl oruç tutar. Bunda söylenecek söz yoktur.
Kimse kendini feda edemez.
Başka bir dost kadınla
karşılaşırsak ve o, Azze'yi bize unutturmak isterse,
Kabul etmeyiz ve
Hacibiyeli Azze daha önceliklidir, deriz. Vuslatımızı istersen seni tanıdık ve
dost biliriz, bu işe seni görevlendiririz.
Keşke birbirimize
karşı perdeli kalsak, bu bizim için vuslattan daha hayırlıdır.
Jurnalcılar ona
dediler ki, ben onu terketmişim. O da bana karşı öfke ile doldu ve kızdı.»
Aişe ona dedi ki: «Sen
beni dost olarak niteledin ama ben senin dostun değilim. Keşke Cemil'in
söylediği gibi söyleseydin. Vallahi o, senden daha yüksek bir şairdir. O, bir
şiirinde şöyle der:
«Nice güzel yanaklara,
çok çabalar sonucunda ulaştık. Bu çabalara aklım kaybeden aşıkın sözleri de
karışmıştır.
Maşuka Örttürüp
kendini gizledikten sonra aşıkın sözlerine icabet etti.
Besine'ye olan sevgim,
seninle görüşmeme engel oldu. Eğer kalbimde tırnak ucu kadar bir fazilet
olsaydı, Sana ulaşırdım veya mektuplarım sana gelirdi.»
Bunun üzerine
Küseyyir, şöyle dedi: «Vallahi, Cemil'in üstünlük ve faziletini inkar
etmiyorum, ben de onun güzelliklerinden bir güzelim.»
Enbarî, Küseyyir
Azze'ye ait şu şiiri nakletmiştir:
«Anam babam sana feda
olsun, sen öyle bir maşukasın ki, düşman sana tuzak kurdu ve durumu
değiştirdi.
Kadınlar, bana
Azze'nin ayıplarını anlattılar, dedikodusunu yaptılar.
Allah, onların
yanaklarını pabuç yapsın.
Allah bilir ya, onlar
bir araya gelseler sen de orada bulunsan,
Hiç düşünmeden onun timsalini
alırsın.
Eğer Azze, muvaffak
yanında güzellik hususunda güneş ışığıyla yarışıp tartışacak olursa kendisi
kazanır.»
Bir başkası da
Küseyyir Azze'ye ait şu şiiri nakletmiştir:
«Aramızdaki uzaklık ne
bizi teselli etti, ne de bir araya gelişimizin uzun sürmesi bizi birbirimize
kızdırdı.
Jurnalciler beni ona
daha da aşık yaptılar.
Beni bu aşktan
menedenler, aşkımın daha da uzun sürmesine neden oldular.
Ben ona dedim ki: Ey
Azze! Bir gün sen benim yanıma gelirsen, bütün musibetlere gönlüm boyun eğer.
Aklı gideren hastalık
dışında her şeyimiz, hatta ırzımız da Azze'ye feda olsun, ona afiyetler ve
sefalar diliyorum.»
Küseyyir Azze, hikmet
içerikli bir şiirinde de şöyle demiştir:
«Dostunun ayıplarını
görmezden gelmeyen ve ondaki kusurların bir kısmına göz yummayan,
Dostunu ve arkadaşını
kınayarak ölür.
Bütün kusurları ve
hataları görmek ve takip etmek için çaba sar-feden kimse,
Elbette ki o, kusur ve
hataları görür ama felek de ona arkadaş bırakmaz.»
Anlatıldığına göre
Azze binti Cemil b. Hafs, Beni Hacib b. Abdullah b. Gıfar kabilesindendi.
Künyesi Ümmü Amr ed-Damriye idi. Ab-dülmelik b. Mervan'ın yanına geldi,
kendisine yapılan bir haksızlığı şikayet etti. Abdülnıelik'de ona şöyle dedi:
- Küseyyir'in
şiirlerinden birini bana okumadıkça senin hakkında hüküm vermeyeceğim.
- Küseyyir'in şiirini
ezberlemiş değilim, yalnız onun benim hakkımda şu beyitleri söylediğini
başkalarından duydum, şöyle ki:
«Biliyorum ki her
borçlu, borcunu alacaklısına ödemiştir.
Azze ise borcunu
ödemekte gecikir ve alacaklısına cefa çektirir.»
- Ben sana bunu
sormadım. Sen, Küseyyir'in şu şiirini bana oku:
«Diyorsun ki sen,
Azze'den sonra değiştin. Ey Azze, değişmeyen kimdir? Söyle bakalım.
Cismim değişti ama
aşkım önceleri gördüğün gibidir, asla değişmemiştir. Bunu hiçbir haberci sana
anlatmamıştır.»
Bunun üzerine Azze
utandı ve şöyle dedi:
- Ben bunu ezbere
bilmiyorum ama başkalarının ondan naklettikleri bazı şiirleri işitmişim, ben
onun şu sözünü ezberlemişim:
«Zalimliğinden ötürü o
yüz çevirip giderken kendisine seslendiğimde sanki bir kaya parçasına
sesleniyormuşum gibi oluyorum.
Eğer ayak bilekleri
onunla yürüyecek olurlarsa kayarlar,
Dostunu bırakıp gider,
seninle karşılaştığında (sevgiden yana) cimrice karşılaşır.
Bu vuslatta
kendisinden usanandan o da usanır.»
Bunun üzerine
Abdülmelik, Azze'nin lehinde hüküm verdi, ihtiyacını karşıladı. Ona yapılan
haksızlığı giderdi ve şöyle dedi: «Bunu hareme götürün ki, haremdekiler bunun
edebiyatım öğrensinler.»
Arap kadınlarından
birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Azze, bizim yanımıza geldi, orada
bulunan kadınlar onun güzelliğini seyretmek için toplandılar. Onun tatlı,
latif ve pembe tenli olduğunu gördüler. Kadınlar, o mevkiye geldiklerinde Azze
konuşmaya başladı. Onun, kadınlar arasında en tatlı sözlü ve en edebi konuşan
bir kadın olduğu görüldü. Artık gözümüzde ondan daha güzel, ondan daha tatlı
başka bir kadın yoktu.»
Asmaî, Süfyan b.
Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Azze, Sekine binti
Hüseyin'in yanına gitti. Sekine, ona şöyle dedi: "Sana birşey soracağım, ama
doğru cevap ver. Küseyyir, senin için söylediği şu şiirinde neyi kasdetmiştir:
«Her borçlu borcunu
ödedi;
Azze ise alacaklısına
borcunu ödemekte gecikir ve ona cefa çektirir.»
Azze dedi ki: «Ben ona
bir öpücük vaad etmiştim. Bu vaadimi yerine getirmekte geciktim.» Sekine ise:
«Bu sözünü yerine getir, günahı bana ait olsun.» dedi. Sekine binti Hüseyin,
kadınların en güzelle-rindendi. Onun güzelliği dillere destandı.
Rivayet olunduğuna
göre Abdülmelik b. Mervan, Küseyyir'i Azze ile evlendirmek istemiş, ancak Azze
buna razı olmayıp: «Ey mü'min-lerin emiri, Küseyyir beni insanlar arasında
rezil rüsvay edip adımı dillere düşürdükten sonra mı beni onunla
evlendireceksin?» demiş ve bu evliliğe yanaşmamıştı.
Rivayet olunduğuna
göre Azze, bir defasında Küseyyir'in yanından geçmiş, Küseyyir onu
tanıyamamıştı. Azze, kılığım değiştirmiş, onu denemek istemişti. Onu
tanıyamayan Küseyyir, ona sataşmış, Azze de: «Hani Azze'ye olan aşkın ve sevgin
nerede kaldı?» diye sormuş. Küseyyir: «Ben sana kurban olayım, eğer Azze benim
cariyem olsaydı, onu sana hediye ederdim!» diye karşılık verince Azze şöyle
demişti: «Yazıklar olsun sana, böyle yapma, sen, şöyle diyen adam değil miydin?
«Bir dost yanımıza
gelip ayağımızı kaydırarak bu aşkı yok etmek istese de biz kabul etmeyiz ve
Hacibiyeli Azze herkesten öncedir, deriz.»
Küseyyir ise şu
karşılığı vermişti:
- Anam babam sana feda
olsun, şu Azze'nin sözünü etme, bak sana ne diyeceğim:
«Azze'yle olan
buluşmamız sadece onun aşırı güzelliğinden Ötürüydü.
Onunla olan
vuslatımızın yerine şimdi başka bir maşuka ile buluşuyoruz.»
- Var mısın oturup
sohbet edelim?
- Bu imkanı bana kim
verir?
- Azze hakkında neler
demiştin sen?
- Önemli değil, o
sözleri ters çeviririm ve onun yerine seni koyarım.
Küseyyir böyle deyince
Azze, yüzündeki örtüyü kaldırıp şöyle dedi:
- Ey hain, ey vefasız,
ey fasık! Azze işte buradadır, ey Allah'ın düşmanı!
Azze böyle deyince
Küseyyir afallayıp şaştı, konuşamadı, utandı, ne yapacağını bilemez hale geldi.
Sonra Azze şöyle dedi: - Allah şair Cemil'i kahretsin, o şöyle demişti:
«Yanında dostluğun
fayda vermediği ve yüz çevirince de bağlantı ipi sağlam olmayan kimseyi Allah
yok etsin.
O öyle bir kimsedir
ki, iki yüzlüdür. Ahdine bağlı kalmaz ve her türlü yemini eder.»
Bundan sonra Küseyyir,
Özür dilemeye ve içine düştüğü çukurdan kurtulmaya çabaladı, çok şiirler ve
rivayetler nakletti.
Azze, Abdülaziz b.
Mervan'ın zamanında Mısır'da vefat etti. Küseyyir, onun mezarını ziyaret etti
ve ağıt yaktı. Onun ölümünden sonra Küseyyir'in şiiri değişti, adamın biri ona:
«Şiirine ne oldu? Eskisi gibi değil ve şiirinde kusurlar görüyorum?» diye
sorunca Küseyyir, şu cevabı verdi: «Azze öldü. Artık neşe bulamıyorum, gençlik
"gitti, artık zevk bulamıyorum. Abdülaziz b. Mervan vefat etti. Artık hiçbir
şeye rağbet etmiyorum. Şiir dediğin şey, ancak bu saydığım şeylerin
mevcudiyetinden kaynaklanır, ortaya çıkar.»
Küseyyir ile İkrime
aynı günde vefat ettiler. Vefatları hicretin 105. senesinde vuku bulmuştu.
Meşhur rivayete göre böyledir. Ancak şeyhimiz Zehebî'nin ifadesine göre
Küseyyir, hicretin 107. senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu, noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah bilir. [5]
Bu senede Mesleme b.
Abdülmelik, Kayseri'yi fethetti. İbrahim b. Hişam b. Abdülmelik'te Bizans
kalelerinden birini fethetti.
Horasan valisi Üseyd
b. Abdullah el-Kusarî gaza yaptı. Türkleri büyük bir bozguna uğrattı.
Türk hakanı
Azerbaycan'a karşı savaş açtı. Versan şehrini kuşatma altına alarak orayı
mancınıklarla dövdü. Bunun üzerine Mesleme b. Abdülmelik tarafından atanan
Versan valisi Haris b. Amr harekete geçerek Türk hükümdarı Hakan'a karşı çıktı
ve onu bozguna uğrattı. Askerlerinden birçoğunu öldürdü. Hakan, askerlerinden
büyük bir kısmı öldürüldükten sonra kaçtı. Bu savaşta Haris b. Amr da şehit
düştü.
Muaviye b. Hişam b.
Abdülmelik, Bizans topraklarına gaza yaptı. Büyük bir ordunun üzerinde komutan
olarak Battal'ı Bizans'a gönderdi. Battal'da Hancere'yi fethetti. Orada çok
miktarda ganimet ele geçirdi. [6]
Âlim, abid, zahid,
mütevazi ve az konuşan bir adamdı. Sahabe grubundan, tabiin grubundan çok
rivayetleri vardır.
Bu zatın güzel
sözlerinden bazı örnekler nakletmek istiyorum:
«Senden daha büyük bir
Müslümam gördüğün zaman, "Ben masi-yet ve günahlara koşarak onu geride
bıraktım. O, benden daha hayırlıdır" de.
Kardeşlerinin sana
ikramda bulunup saygı gösterdiklerini görürsen: "Bu Rabbimin
lütfundandır." de, eğer onların bir kusurunu görürsen: "Bu benim
işlediğim bir günahtan ötürüdür." de.
Ey ademoğlu! Senin
durumun nedir biliyor musun? Dilediğin müddetle su ve mihrabla başbaşa kal,
temizlen. Aziz ve Celil olan Rabbinin huzuruna gir. Seninle onun arasında ne
bir tercüman ne de bir aracı olmasın.
Kul tamahkarlık ve
öfke ile ilişkisini kesmedikçe takvalı olamaz.
Bir adamın kendi
ayıplarını unutarak insanların ayıpları ile uğraştığını görürsen onun tuzağa
düşürüldüğünü bilin.
İsrailoğullarmdan bir
adam iyi işler yaparak, güzel ameller işleyerek salihlik mertebesine
ulaştığında, insanlar arasına çıkıp yürüdüğü zaman onu bulutlar gölgelerdi.
Üzerinde kendisini
gölgelendiren bulut olduğu halde salih bir adam, başkasının yanına gitti. Adam
onu görünce saygı gösterdi. Allah'ın kendisine bu ikramda bulunuşundan ötürü hürmet
etti. Ancak üzerinde bulut bulunan kişi, kendisine saygı gösteren adamı
küçüm-sedi. Cenâb-ı Allah da buluta emir vererek onun üzerinden kalkıp
küçümsediği adamın üzerine geçmesini istedi. Çünkü o adam, Aziz ve Celil olan
Allah'ın emrine saygı göstermişti.
Ebu Bekir, çok namaz
ve çok oruç ile o adamları geçemedi, ama kalbine yerleşmiş imanı ile geçip
geride bıraktı.» [7]
Uzun bir ömür yaşadı,
sahabeler cemaatından rivayetlerde bulundu. Abid, salih, zahid bir insandı.
Yüce Allah, ona rahmet etsin. [8]
Bir kavle göre bu
senede vefat etmiştir. Künyesi Ebu Hamza'dır.
Sahabeler cemaatından
çok rivayetleri vardır. Kur'ân tefsiri hususunda âlimdi. Salih amel işleyen,
kendini ibadete veren bir kimseydi.
Asmaî, Hişam b.
Ziyad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Muhammed b. Ka'b
el-Kurazî'ye sordular:
- Allah'ın rahmetinden
kopmanın alameti nedir?
- Kişinin güzel
görülen şeyleri çirkin görmesi, çirkin görülen şeyleri de güzel görmesidir.»
Abdullah b. Mübarek,
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Gece boyunca sabaha
kadar Zilzâl ve Kâria sûrelerini okuyup üzerlerinde düşünmek, başka bir sûreyi
okumamak, benim için Kur'-ân'ı baştan sonra okumaktan daha hoştur.»
Yine aynı zat şöyle
demiştir: «Zikri terketme hususunda herhangi bir kimseye izin verilecek
olsaydı, Zekeriya peygambere verilirdi. Yüce Allah buyurmuş ki:
«Alametin, üç gün,
işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşa-mamandır. Rabbini çok an, akşam
sabah hamd et» (Âl i imrân, 4i.) Eğer zikri terketme hususunda herhangi bir
kimseye izin verilecek olsaydı, Zekeriya peygambere ve Allah yolunda savaşan
kimselere verilirdi. Zira yüce Allah buyurmuş ki:
«Ey inananlar! Bir
toplulukla karşılaşırsanız dayanın. Başarıya ulaşabilmeniz için Allah'ı çok
anın.» (ei-Enfâl, 45.)
Muhammed b. Ka'b, şu
ayet-i kerimeden bahsederken şöyle demişti:
«Sabredin,
düşmanlarınızdan daha sabırlı olun. Cihada hazır bulunun.» (Âi-i imrân, 200.)
Dininizde sebat edin. Allah'ın size verdiği vaadi beklemekte sabırlı olun,
gizli ve açık düşmanlarınıza karşı hazırlıklı olun. Allah ile olan ilişkinizde
takvalı olun ki, huzuruna vardığınızda kurtuluşa eresiniz.»
Şu ayet-i kerimeleri
tefsir ederken de şöyle demişti:
«Rabbinden bir işaret
görmeseydi...» (Yûsuf, 24.) Yani Kur'ân'ın helal kıldığı, haram kıldığı
şeyleri birbirinden ayırd edip anladı.
«Onların bir kısmı
hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.» (Hûd, 100.) Yerinde duran,
onların ayakta kalan binalarıdır. Gidenler ise yıkılıp harab olan binalarıdır.
«Doğrusu onun azabı
sürekli ve acıdır.» (ei-Furkân, 65.) Dünyada lezzetlendikleri nimetlerin
bedelim borçlandılar.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre bu ayetin tefsirinden bahsederken Muhammed b. Ka'b
el-Kurazî şöyle demiştir: «Cenâb-ı Allah, dünyada kendilerine bahşettiği
nimetlerin bedelini insanlardan istediğinde bedelini ödeyemediler O da onları
borçlandırdı ve Cehen-nem'e soktu.»
Kuteybe b. Said,
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şu ayeti tefsir ederken şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«İnsanların malları
içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz.»
(er-Rûm, 39.) Bir kimse mislini veya daha fazlasını alsın diye bir başkasına
mal veya para verirse, bu mal veya para Allah katında artmaz ve malı ve parası
artacak olanlar, herhangi bir kimsenin mükafatını beklemeksizin Allah rızası
için verenlerdir.»
Muhammed b. Ka'b
el-Kurazî, şu ayet-i kerimeleri tefsir ederken de şöyle demiştir:
«Rabbim, beni dahil
edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et. Çıkaracağın yerden de hoşnutluk
ve esenlikle çıkar.» (ei-isrâ, 80.) Ey Rabbim, benim gizli halimi de aşikar
halimi de güzel kıl. Ey Rabbim, beni salih amele güzelce sevk et. İhlasa
kavuştur ve beni salim ola-rakta işlerin içinden çıkar.»
«Veya hazır bulunup
kulak verene ders vardır.» (ei-Kaf, 37.) Yani kalbi başka bir yerde iken Kur'ân
dinleyen kimseye de ders vardır.
«Allah'ı anmaya
koşun.» {ei-Cuma, 9.) Koşmak, bildiğimiz anlamdaki koşmak olmayıp salih amel
işlemektir.
Büyük günahlar üçtür:
1- Allah'ın
tuzağından emin olmak,
2- Allah'ın
rahmetinden ümit kesmek,
3- Allah'ın
rahmetinden ümitvar olmamak, ye'se kapılmak. Abdullah b. Mübarek, Muhammed b.
Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Cenâb-ı Allah, bir
kula hayır murad ettiği zaman onda üç özellik meydana getirir:
1- Onu dinde
fakih kılar.
2- Onu
dünyaya karşı zahid yapar.
3- Onu,
kendi ayıplarını görür hale getirir.
«Dünya bir
istikrarsızlık diyarıdır, said kimseler, ondan yüz çevirdiler, ama o da şaki
kimselerin ellerinden çekilip alındı. Ona en çok rağbet edenler, insanların en
şakileridir. Dünyada en fazla zahit-lik yapanlar, insanların en said ve
mutlularıdır. Dünya, kendisine itaat edeni çukura yuvarlar. Kendisine tabi
olanı mahveder, kendisine teslim olana hıyanet eder. Onun ilmi, cehalettir.
Zenginliği, yoksulluktur. Fazlalığı, noksanlıktır, devranına da aldanmamak
gerekir. Bazen senin lehine döner, bazen başkasının lehine döner.»
İbn Mübarek, Muhammed
b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Yeryüzü bir adamın
kahrından ağlar, bir adam için de ağlar. Kendi üzerinde yaşayıp Allah'a taat
ederek iyi amel işleyen kimse için ağlar. Kendi üzerinde yaşayıp Allah'a isyan
ederek kötü amel işleyen kimsenin de kahrından ağlar, çünkü böyle biri ona çok
ağır gelir. «Gök ve yer, onlar için gözyaşı dökmedi.» (ed-Duhân, 29.)
Muhammed b. Ka'b, şu
ayet-i kerimeleri tefsir ederken de şöyle demiştir:
«Kim zerre kadar
iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.»
(ez-Zilzâl, 78.)
Kafirlerden herhangi
bir kimse zerre ağırlığınca hayırlı bir iş yaparsa, onun mükafatını kendi
şahsında, aile efradında ve malında görür. Öyle ki, bu kazancı dünyada gördüğü
için ahirete sevapsız gider mü'minlerden bir kimse de zerre ağırlığınca kötülük
yaparsa, bunun cezasını kendi şahsında, aile efradında ve malında görür. Öyle
ki, cezasını dünyada çektiği için ahirete günahsız gider. Korkarım ki, Cenâb-ı
Allah, benim bazı kötülüklerime vakıf olmuş ve bana gazab-lanmış, sonra da:
«Haydi git, seni bağışlamayacağım.» demiştir.
„
Şunu da söyleyeyim ki,
Kur'ân'm bazı hayret verici ayetleri beni o kadar düşündürür ki, beni bazı
işleri yapmaya sevkeder, sonra da o işimi tamamlamadan gece sona erip sabah
olur.»
Ömer b. Abdülaziz,
Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye bir mektup yazarak kölesi Salim'i kendisine
satmasını istedi. Salim; ibadet eden, zahid ve hayırlı bir kimseydi. Muhammed
b. Ka'b: «Ben onu müdeb-ber yaptım {Azatlığım kendi vefatıma bağladım.).» dedi.
Ömer b. Abdülaziz: «Bunu artır.» dedi. Nihayet Salim, Ömer b. Abdülaziz'in yanına
gitti. Ömer, ona şöyle dedi:
- Gördüğün gibi ben
halifelikle imtihan edildim. Korkarım ki, bu işi başarıyla
sonuçlandıramıyacağım.
- Eğer bu söylediğinde
samimi isen bu işten yüz akıyla çıkarsın, aksi takdirde korktuğun başına gelir.
- Ey Salim, bana öğüt
ver.
- Adem peygamber bir
günah işlediği için Cennet'ten çıkarıldı. Sizler ise birçok günah işlediğiniz
halde Cennet'e girmeyi ümid ediyorsunuz.» Böyle dedikten sonra bir süre sustu.
Ben derim ki: Bu
durum, bazı kitaplarda anlatılan şu duruma benzemektedir:
"Günahları
ekiyorsunuz, sevapları umuyorsunuz, hiç dikenden üzüm elde edilebilir mi?
Günahlar peşpeşe
geliyor, siz gönül huzuru ve abidin güzel yaşantısını umuyorsunuz.
Cenâb-ı Allah'ın, Adem
peygamberi, işlediği bir günah nedeniyle Cennet'ten çıkarıp dünyaya gönderdiğini
unutuyor musunuz?»
Muhammed b. Ka'b,
şöyle demişti: «Kur'ân okuyan bir kimse -yaşı 200'e varsa da- kendi aklından
yararlanır.»
Adamın birisi, ona
şöyle bir soru sormuştu:
- Tevbe hakkında ne
dersin?
- Tevbeyi iyi
bulmuyorum.
- Ne demek yani? Allah'a
söz veriyorsun ki, artık ebediyyen ona karşı gelmeyecek ve isyan etmeyeceksin,
bu niye iyi olmasın?
- Bu durumda senden
daha büyük bir suçlu var mı? Emrini sana tatbik etmemesi için Allah'a yemin
verdiriyorsun?
Hafız Ebu'l-Kasım
Süleyman b. Ahmed et-Taberanî, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî tariki ile İbn
Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:
«İnsanların en zengini
olmak isteyen kimse, kendi elinde bulunan şeyden ziyade Allah'ın elinde bulunan
şeye bel bağlasın, size en şerlilerinizi bildireyim mi?
- Evet ya Rasûlallah.
- Yalnız başına
oturan, ziyaretçisini geri çeviren, kölesini kırbaçlayan kimsedir. Size bundan
daha şerli bir kimseyi bildireyim mi?
- Evet ya Rasûlallah.
- Hatayı affetmeyen,
özrü kabul etmeyen ve günahı da bağışlamayan kimsedir. Size bundan daha şerli
bir kimseyi bildireyim mi?
- Evet ya Rasûlallah.
- Hayrı umulmayan,
şerrinden emin olunmayan kimsedir.» Meryem oğlu İsa, İsrailoğulları arasında
ayağa kalkıp bir hutbe
irad etti ve şöyle
dedi:
- Ey İsrailoğulları,
cahillerin yanında hikmeti anlatmayın. Aksi takdirde hikmete haksızlık etmiş
olursunuz. Ehli olan kimselerden de hikmeti alıkoymayın. Bu durumda da hikmete
haksızlık etmiş olursunuz. Zalime zulmetmeyin, onunla boy ölçüşmeyin. Aksi
takdirde Rabbinizin katında sizin fazilet ve üstünlüğünüz boşa gider. Ey İsrailoğulları,
işler üç türlüdür: Bir iş ki, hükmü açıktır, doğru olduğu bellidir, o işe tabi
olun. Bir iş ki, sapıklık yolu olduğu bellidir, ondan da uzak durun. Bir iş de
vardır ki, onun hükmü hakkında ihtilaf edilmiştir, siz onun hükmünü Allah'a
havale edin.»
Hicretin 108.
senesinde vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de Ebu Nadre Münzir b. Malik b.
Kıt'a el-Adî'dir. Biz bu zatların biyografilerini "Tekmil" adlı
kitabımızda anlatmışızdır. [9]
Bu senede Hişam b.
Abdülmelik, Esed b. Abdullah el-Kusarî'yi Horasan valiliğinden azlederek hacca
gitmesini emretti. O da hacca gitti. Ramazan ayında yola çıktı. Yerine
Horasan'a, Hakem b. Acane el-Kelbî'yi vekil bıraktı. Hişam b. Abdülmelik ise
Horasan'a Eşres b. Abdullah es-Sülemî'yi vali olarak gönderdi ve ona, Halid b.
Abdullah el-Kusarî ile yazışmasını emretti.
Eşres, faziletli ve
iyi bir insandı. Bu nedenle kendisine olgun anlamına gelen Kamil lakabı
takılmıştı. Bu zat, Horasan'da ilk olarak sınır muhafızları kullanan ve bu
teşkilatı kuran kimse oldu. Abdül-melik b. Ziyad el-Bahilî de bu teşkilatı
devam ettirdi. Kendisi bizzat irili ufaklı bütün işlerle ilgilendi.
Horasanlılar, onun bu tutumundan memnun oldular.
Bu senede Haremeyn
valisi İbrahim b. Hişam, insanlara haccettirdi. [10]
Bu senede Mesleme b.
Abdülmelik, büyük Türk Hakanı ile savaştı. Hakan, büyük bir ordu ile
Mesleme'nin üzerine geldi. İki taraf bir aya yakın karşı karşıya beklediler.
Sonra Cenâb-ı Allah, kış mevsiminde hakanı bozguna uğrattı. Mesleme de ganimet
toplayarak salir men geri döndü. Şam'a dönüşünde Zülkarneyn yolundan gitti. Bu
gazaya Çamur Gazvesi denildi. Çünkü geri dönüş esnasında bataklıklardan,
çamurlu yollardan gittiler. Bu nedenle birçok binek hayvanı boğulup telef oldu.
Askerlerin çoğuda çamurlara bulandılar. Çok şiddetli, zahmetli hallere duçar
olup musibetlere maruz kaldıktan sonra kurtulabildiler.
Horasan valisi Eşres
b. Abdullah es-Sülemî, Semerkand ve Mave-raünnehir taraflarındaki zimmüeri
İslâm'a girmeye davet etti. Buna karşılık onlardan cizyeyi kaldıracağını vaad
etti. Onlarda bu çağrıya icabet ettiler, çokları Müslüman oldular. Sonra Eşres,
yine onlardan cizye taleb edince onunla savaştılar. Daha sonra Eşres b.
Abdullah ile Türkler arasında da çok savaşlar cereyan etti.
Mü'minlerin emiri
Hişam b. Ubeyde, bu senede Ifrikıyye'ye bir vali gönderdi. Vali oraya ulaşınca
oğlunu ve kardeşini bir askeri birliğin başına komutan tayin ederek gazaya
gönderdi. Onlarda müşriklerle savaştılar, onlardan çoğunu Öldürdüler,
komutanlarını esir aldılar. Geride kalanlar bozguna uğradılar, Müslümanlar,
müşriklerden çok miktarda ganimet ele geçirdiler.
Muaviye b. Hişam,
Bizans ülkesinde iki kale fethetti. Bol miktarda ganimet elde etti.
İbrahim b. Hişam,
insanlara haccettirdi. Irak'ta Halid el-Kusarî, Horasan'da da Eşres es-Sülemî
vali olarak görev yapmaktaydılar. [11]
Cerir b. Hıtfî'ye İbn
Atiyye b. Hıtfî de denilir. Hıtfî'nin asıl adı, Hüzeyfe b. Bedir b. Seleme b.
Avf b. Küleyb b. Yerbu' b. Hanzele b. Malik b. Zeyd Menat b. Temim b. Mürr b.
Tabiha b. İlyas b. Mudar-bin Nizar Ebu Harze'dir. Basralı bir şairdir. Şam'a
defalarca gelmişti. Yezid b. Muaviye'yi ve ondan sonraki halifeleri
methetrnişti. Ömer b. Abdülaziz'in ziyaretine gelmişti. Ferezdak ile Ahtal da
çağdaşı ve akranı olan şairlerdendir. Cerir ise onlardan daha usta bir şair ve
daha iyi bir insandı, birçoklarının ifadesine göre bu üç kişi arasında Cerir
en usta şairdir.
İbn Düreyd, Osman
el-Bünnî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cerir'i gördüm,
tesbihatta bulunduğundan ötürü dudakları kapanmıyordu. Kendisine: «Bunun sana
ne yararı var?» diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: «Noksanlıklardan münezzeh
olan yüce Allah'tır. Hamd O'nadır. O'ndan başka ilah yoktur. Allah, en
büyüktür övgüler O'na mahsustur. Doğrusu, iyilikler, kötülükleri giderir. Bu,
Allah'ın gerçek bir vaadidir.»
Hişam b. Muhammed
el-Kelbî, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Beni Özre
kabilesinden bir adam, Abdülmelik b. Mervan'm huzuruna giderek onu bir kaside
ile övdü. Abdülmelik'in yanında da üç şair; Cerir, Ferezdak ve Ahtal
bulunuyordu. Ancak Beni Özre kabilesinden olan bedevi adam, o şairleri
tanıyamamıştı. Abdülmelik, ona dedi ki:
- İslâm tarihinde
Arapların söyledikleri en yergili beyti biliyor-musun?
- Evet o, Cerir'in şu
beyitidir: «Gözünü yum, sen Nümeyr kabile-sindensin. Ne Ka'b kabilesinin, ne de
Kilab kabilesinin mertebesine ulaşamadın.»
- Güzel söyledin. Peki
İslâm tarihinde söylenmiş en Övgülü beyti de biliyor musun?
- Evet o, Cerir'in şu
beytidir: «Siz bineklere binenlerin en hayırlıları değil misiniz? Göbeği
sarkmış olup âlemlerin en cömertleri değil misiniz?»
- İsabetli söyledin,
güzel söyledin. Peki İslâm tarihinde söylenen en incelikli beyiti de biliyor
musun?
- Evet o, Cerir'in şu
beyitidir: «Ucunda hastalık bulunan gözler bizi öldürdüler. Sonra ölülerimizi
bekletmediler.
Akıl sahibi kimseleri
cansız yere düşürdüler, artık onlar, Allah'ın en zayıf vücutlu
yaratıklarıdırlar.»
- Güzel söyledin.
Peki, sen Cerir'i tanıyor musun?
- Hayır vallahi,
tanımıyorum ama onu görmeyi çok arzuluyorum.
- İşte bu Cerir, bu
Ferezdak, diğeri de Ahtal'dır. Bunun üzerine bedevi, şöyle demeye başladı:
«Allah, Ebu Hizre'yi
(Cerir'i) yaşatsın. Ey Ahtal, senin de burnunu yere sürsün. Ferezdak'ın gayreti
de boşa gitsin, helak olsun. Burun ve genizi de cendere ile inceltilsin.»
Ferezdak da ona karşı
şu şiiri okudu:
«Senin taşıdığın burnu
Allah yere sürsün ey fesat, yalan ve rezalet sahibi adam.
Sen hükmüne razı
olunan bir hakem olmadığın gibi asalet, güzel görüş ve mücadele sahibi de
değilsin.»
Ferezdak'tan sonra
Ahtal da şu şiiri okudu:
«Ayak üzerinde
bacakların taşıdığı ey en şerli adam.
Senin söylediğin
sözler gibisi, kavimler arasında tahammül edilemez.
Hükümet ve iktidar
senin babanda değildir ve senin aşiretinde de değildir, çünkü senin aşiretin
alçaktır.»
Cerir, öfkelenerek
ayağa kalktı ve şöyle dedi:
«Sizden daha hayırlı
ve sizden daha asil bir adamı beyinsizliğinizden ötürü yerip kendisine söver
misiniz?
Allah'a yemin ederim
ki, yalan ve fesad sizdedir. Beni yüceltip sizi alçalttığı için kendisine
sövdünüz. Sürekli sefalette olun, ey alçaklar.»
Bundan sonra Cerir,
A'rabinin üzerine atılarak başını öptü ve Ab-dülmelik'e: «Ey müminlerin emiri,
bana verdiğin ödül bunun olsun.» dedi. Ödül 5.000 dirhem tutarında bir para
idi. Bunun üzerine Abdülmelik: «Hayır, senin ödülün sana olsun, bir o kadarını
da şu A'rabiye vereceğim.» dedi. A'rabi de Ödüllerin ikisini alıp oradan çıkıp gitti.»
Yakub b. es-Sekit'in
anlattığına göre Cerir, Abdülmelik'in yanma Irak heyetiyle birlikte gitmişti.
Bu heyet, Haccac tarafından ona gönderilmişti. Cerir, halife Abdülmelik'i
överek şöyle dedi: «Siz bineklere binenlerin en hayırlıları değil misiniz?
Alemlerin en cömerdi
ve rahat karınlıları değil misiniz?»
Bu övgüsü üzerine
Abdülmelik ona yüz deve; Suğd tarafından getirilen dördü nobeli, dördü de esir
olmak üzere sekiz çoban verdi.
Cerir dedi ki:
«Abdülmelik'in makamında iki gümüş kase vardı. Bunlar kendisine hediye
edilmişti, fakat onun bunlara pek aldırış ettiği yoktu. Elindeki kırbaçla o
kaselere vuruyordu. Ben de kendisine: "Ey mü'minlerin emiri, develeri
sağacağım vakit sütü nereye koyacağını?" diye sordum. O da bana o
kaselerden birini verdi.»
Cerir, Haccac'm yanına
döndüğünde Halife Abdülmelik'in kendisine yaptığı ikram, Haccac'ın hayretini
mucip oldu. Haccac'ın kendisi de ona elli deve verdi. Bununla kendi ailesine
erzak taşıyordu.
Naftaveyhî'nin
anlattığına göre Cerir, bir gün Bişr b. Mervan'm yanma gittmiş, Bişr'in yanında
Ahtal da oturuyormuş. Bişr, Cerir'e sormuş:
- Şunu tanıyor musun?
- Hayır ey emir, bu
kimdir? -BuAhtal'dır.
Ahtal da söze
karışarak şöyle dedi:
- Ben senin ırzına
iftira eden, geceleri uykunu kaçıran, kavmine eziyet eden adamım.
Cerir de ona şöyle
karşılık verdi:
- «Irzına iftira ettim» demene gelince, içine
düşüp boğulmakta olan kimsenin, denize sövmesinin denize bir zararı olmaz.
«Geceleri uykunu kaçırdım» demene gelince, eğer bıraksaydın da uyusaydım, bu
senin için daha hayırlı olurdu. «Kavmine eziyet ettim» demene gelince sen,
kendilerine cizye ödemekte olduğun bir kavme nasıl eziyet edebilirsin?
Ahtal, Hristiyan
Araplardandı. Allah onu kahretsin. Onu lanetlesin ve Cehennem'in
derinliklerine atsın. O, Bişr b. Mervan'a hitaben okuduğu kasidesinde şöyle
demişti: «Bişr, kılıç kullanmaksızm ve kan akıtmaksızın Irak üzerinde istiva
etti.»
Cehmiye mezhebi, bu
beyti delil olarak ileri sürüp Arş üzerinde istiva sözünün Arş'ı istila
manasına geldiğini söylemişlerdir. Bu ise, sözü asli manasında kullanmamak ve
tahrif etmektir. Böyle bir Hris-tiyanm beytinde bu konuda bir hüccet ve delil
yoktur. Cenâb-ı Allah da kendi Arş'ı üzerinde istiva edişini, Arş'ı istila etme
manasında kullanmamıştır. Cenâb-ı Allah, Cehmiye mezhebinin ortaya atığı iddialardan
uzak ve üstündür. İstiladan önce, asi olan birşeye hakim olunduğu zaman o şeye
istiva etti denilir. Bişr'in Irak'ı, Abdülmelik'in de Medine'yi isyandan sonra
istila edişi gibi. Ama Arş-ı A'lâ, bir an dahi Cenâb-ı Allah'a isyan etmemiş,
onun emrine karşı gelmemişti ki, "Allah, onu istiva etti" derken
istila etmiş olduğu manası kastedilsin. Bu hususta Cehmiye'nin ileri sürdüğü
hüccetlerden daha zayıf bir hüccet bulunamaz. Nihayet hüccetsizlikleri ve
hüccetten yana iflas etmiş olmaları, onları şu rezil ve lanetli Hristiyan
Ahtal'm beytini delil olarak ileri sürmeye sürüklemiştir ki, bu beyitte de
herhangi bir hüccet mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir.
Heysem b. Adiy, Avane
b. Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz,
halifeliğe geçince şairler onun ziyaretine geldiler. Kapısında günlerce
bekledikleri halde içeri girmelerine izin verilmedi ve Ömer de onlara iltifat
etmedi. Bu, onların hoşuna gitmedi. Memleketlerine dönmeye niyetlendiler. O
esnada Reca b. Hayve yanlarına geldi. Cerir, ona dedi ki:
«Ey sarığım sarkıtan
adam,
Dem senin demindir.
Huzuruna görmemiz için Ömer'den bize izin
al.»
Reca, Ömer b.
Abdülaziz'in huzuruna girdi. Kapıda beklemekte olan şairlerden ona bahsetmedi.
O esnada Adiy b. Ertat, kapıda beklemekte olan şairlerin yanma geldi. Cerir,
ona da şöyle dedi:
«Ey bineğini salıveren
adam, ey süvari, \ Dem senin demindir,
benim zamanım geçmiştir. Eğer kendisiyle görüşürsen halifemize bildir ki, Ben
kapı önünde zincire vurulmuş gibiyim. Allah seni bağışlasın, bizim ihtiyacımızı
unutma. Çoluk çocuğumdan ve memleketimden uzun süre ayrı kalıp gurbete düştüm,
burada çok bekledim.»
Adiy, Ömer b.
Abdülaziz'in huzuruna girdi ve ona şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, şairler kapında beklemektedirler, onların okları zehirli, sözleri de
delicidir.
- Yazıklar olsun sana
ey Adiy! Benim şairlerle ne işim var?
- Ey mü'minlerin
emiri, Rasûlullah (s.a.v.), şiir dinler ve şaire Ödül verirdi. Abbas b. Mirdas,
onu övmüş, bu nedenle ona bir elbise armağan etmişti.
-Abbas b. Mirdas'ın
şiirden bir kısmını bana nakledebilir misin?
- Evet.
Böyle dedikten sonra
Adiy, ona Abbas'm şu şiirini okumaya başladı:
«Ey yaratıkların
tümünün en hayırlısı!
Hakkı getiren ve
öğreten bir kitabı yaydığını gördüm. Haktan sapmamızdan ve hakkın karanlığa
düşmesinden sonra bize hidayet dinini getirdin.
Karışan ve hilelerle
alt üst edilen bir işi, delil ile bize aydınlattın.
Alevlenmekte olan bir
ateşi Kur'ân ile söndürdün.
Benden peygamber
Muhammed'e selam götürün.
Herkes yaptığı işin
karşılığını görür.
Ey rasûl, sen
eğilmesinden sonra hakk yolunu doğrulttun.
Bu yol, daha önce
temeli yıkılmış bir yoldu.
Rabbimiz, Arş'ın
üzerinde yüceldi.
Allah'ın mekanı, daha
yüksek ve daha uludur.»
Ömer b. Abdülaziz,
Adiyy'e sordu:
- Şairlerden kapıda
kimler var?
- Ömer b. Ebi Rebia
var.
- O, şu şiirin sahibi
değil midir?
«Sonra onu uyandırdım.
Tomurcuk memeli kadın uyandı, bir çocuk gibiydi, sorulan şeye iyi cevap
veremiyordu. Bir süre bekledi sonra şöyle dedi:
Vay halimize, ey
şereflinin oğlu, bize çabuk geldin, ansızın geldin. Randevulaşmadan akıp
geldin, Uyuyanların başlarının ucuna geldin, Niye yoruldun, ne istiyorsun?
Yıldız gibi hasmının karşısında parlayıp durdun.»
Ömer b. Abdülaziz,
Adiyy'e şöyle dedi:
- Şu Allah'ın düşmanı
günah işlemesine işledi, bari günahını giz-leseydi. Vallahi o, huzuruma asla
giremiyecektir. Kapıda ondan başka hangi şair var?
- Hemmam b. Galip
(Ferezdak) var.
- O, şu şiirin sahibi
değil midir?
«O ikisi beni seksen
boydan aşağıya uçuruma sarkıttılar, Doğan kuşu gibi ki, boz renklidir. Tüyleri
onu kırdılar. Ayaklarım yere değince dediler ki:
Bu diri midir yoksa
ölü müdür ki, kendisinden kaçalım ve sakınalım?»
Hayır vallahi o
yalancıdır ve benim makamımdaki sergilerin üzerine ayak bas anlayacaktır.
Kapıda ondan başka hangi şair var?
- Ahtal var.
- O, şöyle diyen adam
değil midir?
«Ben ramazanda gönüllü
olarak oruç tutacak değilim.
Kurban eti de yiyecek
değilim.
Mekke vadisine
kurtuluş (hac) amacıyla,
Alaca develeri de
sürecek değilim ki, onları kurban edeyim. Mekke'ye, uzakta bulunan Beyt'i de
salih bir kişi olmak amacıyla, ziyaret edecek değilim.
Sabahtan az önce şafak
vakti eşek sürüleri gibi kalkıp,
Hayye alel felah
diyecek de değilim.
Ama ben içkiyi sürekli
içerim.
Sabah aydınlandığında
da secdeye kapanırım.»
Vallahi o benim huzuruma
giremiyecektir. O kafirdir, kapıda bu anlattıklarımdan başka kimse var mıdır?
- Evet, Ahvez vardır.
- O, şöyle diyen adam
değil midir?
«Benimle onun
efendisinin arasında Allah vardır.
O, bu nedenle benden
kaçıyor, ben de peşine düşüyorum.»
Bu da anlattıklarından
geri kalan biri değildir. Kapıda başka kim var?
- Cemil b. Muammer
var.
- Hani şöyle diyen
adam mı?
«Keşke hep birlikte
dirilseydik, şayet ölsek de sonrası diriliş esnasında benimle onun dirilişi
aynı anda ve bir arada olsa, Ben uzun süre yaşamaya rağbet eden biri değilim.
Hani beni gömmdükleri zaman toprağı üzerine örtün derler.»
Allah'ın düşmanı olan
bu adam, eğer dünyada iken Allah'ın huzuruna gitmeyi arzulayan biri olsaydı,
salih amel işleyip tevbç ederdi, ama bunu yapmadı. O asla benim yanıma
giremiyecektir. Kapıda ondan başka kim var?
- Cerir var.
- Hani şöyle diyen
adam mı?
«Gönül avcısı sana
baktı. Bu, ziyaret esnasında olamaz. Haydi selametle geri dön.»
illa da yanıma bir
şairin girmesi gerekiyorsa Cerir'e izin ver de gelsin.
İzin verildi. Cerir,
Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girerken şöyle bir şiir okudu:
«Muhammed'i peygamber
olarak gönderen Allah,
Halifeliği adil imama
verdi.
Onun adalet ve vefası,
bütün halkı kapsadı.
Nihayet halkına göz
kulak oldu. Eğilenin eğriliğini düzeltti.
Ben senden acil bir
iyilik ve hayır bekliyorum.
Gönül, acilen verilen
şeye aşırı şekilde tutkundur.»
- Ey Cerir, yazıklar
olsun sana! Söylediğin sözler hususunda Allah'tan kork ve takvalı ol.
Sonra Cerir, tekrar
şiir okumak için Ömer'den izin istedi ama Ömer bu hususta ona ne izin verdi ne
de yasakladı. Cerir de uzun bir kaside okuyarak Ömer'i övdü. Ömer, ona şöyle
dedi:
- Yazıklar olsun sana
ey Cerir, burada sana verilmesini haketti-ğin birşeyi göremiyorum.
- Ben düşkünüm,
yolcuyum, yolda kalmışım.
- Bizim halifeliğe geçerken sadece 300 dirhem
paramız vardı. Ümmü Abdullah ile oğlu 100'er dirhem aldılar. Geride 100 dirhem
kaldı, o da senin olsun.
Cerir, huzurdan
ayrılıp şairlerin yanma gitti. Şairler ona sordular:
- içeride durumlar
nasıl ey Cerir?
- Durum hoşunuza
gidecek gibi değildir. Ben halifenin yanından çıkarken yoksullara yardım
ediyordu, ama şairlere birşey vermiyordu. Ben yine de ondan memnunum. Şeytanın
tılsımlarının onu rahatsız ettiğini görmedim. Benim şeytanım, cinlerden
tılsımlı idi.»
Muafa b. Zekeriyya
el-Cerirî'nin anlattığına göre cariyenin biri, Haccac b. Yusuf a şöyle demiş:
- Şu adamı (Cerir'i)
yanıma göndersene.
- Onun iffetli biri
olduğunu bilmiyor musun?
- Sen onu benimle
başbaşa bırakırsan ne yapacağını görürsün.
Öunun üzerine Haccac,
cariyenin Cerir'le birlikte kimsenin bulunmadığı bir yerde, ama kendisinin
onları görebileceği bir yerde başbaşa bırakılmalarını emretti. Böyle bir yer
ayarlandı. Cariye ile Cerir başbaşa bırakıldı. Haccac, onları görüyordu ama
onlar Haccac'ı göre-miyorlardı. Cerir'in komplodan haberi yoktu. Cariye, ona
şöyle dedi:
- Ey Cerir!
Cerir başım eğerek
cevap verdi:
- Buradayım.
- Bana falan şiirini
oku (Bu şiirinde aşktan bahsediliyordu.).
- Ezberimde değildir,
ama sana falan şiirimi okuyayım (Böyle diyerek Cerir konuyu değiştirmek istedi
ve Haccac'ı öven şiirini okudu.).
- Ben bu şiiri
istemedim, falan şiirini okumanı istemiştim.
, ,
Cerir konuyu
değiştirdi. Aşk konusunu, işleyen şiirini okumadı.
Haccac'ı öven şiirini
okuyarak oturuma son verdi. Haccac, kalkıp ona
söyle dedi: «Allah
hayrını versin ey Cerir. Sen kötülüğe yanaşinadın,
iffetli ve âlicenâb
oldun.»
-bmle mm aba «o saatsı
İkrime dedi ki: Bir
bedeviye Cerir'in şu btji^^
«Gece değişsin,
yıldızları akıp gitmesin, Ya da uzasın. O kadar ki, yıldızların
Usayım.
vmrai lo^ra Bedevi
dedi ki: Bu şiir mana bakımından güzeldir, ama şiiri söylemekten Allah'a sığmın
sana okuyayım:
an .sana-e bir«Bir gece ki, uyuyanlar onu
kısaltmadılar.üfMi rşıaj[ 91İBŞ n983fea Sevgili ile olan vuslatımız onu bize
kısaltt^ i^hsa-^î 9Ü ıhaO Güzel taneler o geçe de yaprak açtılar. ;i ,.î;.:j
nilfno j7{ -üşroite Öyle ki, o bitkilerin meyveleri yakınımıza geldi yş
4f$şjr4feo Bir lezzet meclisinde olduk, benzerini göremedik.^-ıslglma!) ,sr O mecliste
şikayet ye günah kusuru göremedik, Bir sözle,o lezzet meclisini şpna;
erdirmekten
Gözler, gönüliıerdeki
duyguların
İkrime diyor ki: Ben o
bedeviye: «Biraz daha oku» cevabı verdi: Bu kadarı sana yetmiyor mu? Ama
istersen,şanathaşka bir şiir okuyayım:
«Bir kavimle akid
yapar:anlaşırsan Onlara arkadaş olurum, onlardan
huyumdur, iyileri
iyiUK yaptığında ben dejyilik y
Onlar kötülük
yaptıklarında ben kötülük nım.
Onların isteklerinden
başka isteklerde bulunurum
Ama yeri gelince de
onların isteklerine uyar ve kendi isteklerimden yazgeçerim.^bfîyi: 4 .&*%
A dK&O ,<i mnmmoH ,ıbü freA
Ibn Hallikn ta ir
şairdi, Öer
«Beni Teinim kabilesi
sana kızacak olursa, Bütün insanların sana kızdıklarını sanırsın.»
Adamın biri Cerir'e,
insanların en şair olanının kim olduğunu sorunca o, adamın elinden tutarak
oğlunun bulunduğu yere götürdü Oğlu keçinin memesini ağzına koymuş, sütünü
emiyordu. Seslenince oğlu ayağa kalktı, süt çenesinin üzerine akmaktaydı.
Cerir, insanların en şairini soran adama şöyle dedi:
- Şunu görüyor musun?
- Evet.
- Tanıyor musun?
- Hayır.
- Bu benim babamdır. Keçinin memesini ağzına
koyup sütünü içiyor ki, sağmasın ve sağarken komşuları sağma sesini duyup kendisinden
süt istemesinler. İnsanların en usta şairi, bunu ileri sürerek seksen şaire
karşı iftihar eden ve onları yenendir.
Cerir ile Ferezdak
arasında çok atışmalar, karşılıklı hicivler cere-yar etmişti ki, onları burada
anlatmak uzun sürecektir.
Cerir, hicri 110.
senede vefat eti. Halife b. Hayyat ile birkaç ravi böyle demişlerdir.
Halife'nin ifadesine göre Ferezdak'm ölümünden birkaç ay sonra Cerir'de vefat
etmiştir. Sali'nin ifadesine göre Cerir ile Ferezdak, hicri 111. senede vefat
etmişlerdir. Ferezdak, Cerir'den kırk gün önce vefat etmiştir.
Kerimî, Asmaî'nin
babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Adamın biri, Cerir'i
ölümünden sonra rüyada görmüş ve ona şöyle sormuştu:
- Allah sana ne yaptı?
- Beni affetti.
- Hangi sebepten ötürü
affetti?
- Çölde aldığım bir
tekbirden ötürü affetti.
- Ya Ferezdak'a ne
yaptı?
- iffetli kadınlara
iftirada bulunması nedeniyle onu helak etti. Asmaî dedi ki: «Cerir, Ferezdak'ı
hayatında da ölümünden sonra
da rahat bırakmadı»[12]
Asıl adı, Hemmam b.
Ğalib b. Sa'saa b. Naciye b. İkal b. Muham-med b. Süfyan b. Mücaşi1 b. Darim b.
Hanzele b. Zeyd b. Menat b. Mürr b. Edd b. Tabiha Ebu Firas b. Ebi Hatal
et-Temimi el-Basrî'dir. Ferezdak lakabıyla tanına meşhur şairdir. Dedesi Sa'saa
b. Naciye, sahabedir. Dedesi, Rasûlullah (s.a.v.)'m ziyaretine gitmişti.
Cahiliye döneminde diri diri toprağa gömülen kızları toprağa gömülmekten
kurtarır, canlarım bağışlardı.
Ferezdak, babasıyla
birlikte Hz. Ali'nin yanma gittiğini anlatır. Hz. Ali, babasına Ferezdak'ı
göstererek, kim olduğunu sorunca oğlu olduğunu ve aynı zamanda şair olduğunu
söylemiş; Hz. Ali de: «Ona kıraati öğret. Onun için kıraat, şiirden daha
hayırlıdır.» demişti.
Ferezdak, Irak'a
giderken, Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'i görmüş ve onu dinlemişti. Ayrıca Ebu
Hüreyre, Ebu Said el-Hudrî, Arfece b. Es'ad, Zürare b. Kerb, Tirmah b. Adiy
adındaki şairi görmüş ve dinlemiş, onlardan rivayetlerde bulunmuştur. Halid
el-Hiza, Mervan el-Asgar, Haccac b. Haccac el-Ahvel ve bir cemaat ondan
rivayetlerde bulunmuşlardır. Amcası Habbab'm mirasını istemek üzere Muaviye'-nin
yanma gelmişti. Ayrıca Velid b. Abdülmelik'in ve kardeşinin de yanına gelmişti.
Fakat bu konudaki rivayet sahih değildir.
Eş'as b. Abdullah,
Ferezdak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ebu Hüreyre,
ayaklarıma baktı ve: "Ey Ferezdak, ayaklarının küçük olduklarını
görüyorum, bunlar için Cennet'te bir yer ara." dedi. Ben de:
"Günahlarım çoktur." diye cevap verince Ebu Hüreyre, şu karşılığı
verdi: "Zararı yok, çünkü ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m: «Batıda bir kapı
vardır, bu kapı tevbe için açık bırakılmıştır. Güneşin battığı yerden doğuşuna
kadar kilitlenmeyecektir.» diye buyurduğunu işittim.»
Muaviye b. Abdülkerim,
babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ferezdak'm yanına
gittim, yerinden kımıldadığında ayaklarında bukağı bulunduğunu gördüm. Bu
nedir? diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: «Kur'ân'ı ezberleyinceye kadar
bunları ayağımdan çıkarmamaya yemin ettim.»
Ebu Amr b. A'lâ dedi
ki: «Şehirde ikamet eden bütün bedevilerin dillerinin bozulduğunu gördüm. Ancak
Rü'be b. Haccac ile Ferezdak hariç. Bunlar şehirde uzun süre ikamet ettikleri
halde dilleri daha da güzelleşti ve keskinleşti.»
Ebu Saf el'in
rivayetine göre Ferezdak, karısı Nevvar'ı üç talakla boşamış, sonra o gelip
Hasan-ı Basrî'yi bu boşamaya şahit tutmuş, ancak bir süre sonra buna pişman
olmuş ve şu şiiri okumuştu:
«Eğer elime ve kalbime
hakim olsaydım,
Kader benim için
muhayyerlik hakkı bırakırdı.
Sabahleyin Nevvar'ı
boşadığımdan ötürü,
Kuyruğunu bacak
arasına vuran köpek gibi pişman oldum.
Delirmiştim, bu
nedenle Nevvare'nin nikahından çıktım.
Tıpkı şeytanın Adem'i
Cennet'ten çıkarışı gibi.»
Asmaî ile birden fazla
ravi dediler ki: Ferezdak'ın karısı Nevvar binti A'yün b. Dabia el-Mücaşi'
vefat ettiği zaman namazını Hasan-ı Basrî'nin kıldırmasını vasiyet etmişti.
Cenazeye Basralıların eşrafı da geldiler. Hasan-ı Basrî, katırının üzerinde,
Ferezdak da devesinin üzerinde idi. Hasan'a doğru ilerledi. Hasan, Ferezdak'a
şöyle sordu:
- Şu insanlar ne
diyorlar?
- Bugün bu cenaze
töreninde insanların en hayırlısı ve en şerlisi hazır bulundu, diyorlar? En
hayırlısı ile seni, en şerlisi ile de beni kastediyorlar.
- Ey Ebu Firas, ben
insanların en hayırlısı değilim, sen de insanların en şerlisi değilsin. Sen
böyle bir gün için ne hazırladın?
- Seksen seneden beri
Lâ ilahe illallah şahadetini hazırladım. Hasan-ı Basrî, Nevvar'ın cenaze
namazını kıldırdıktan sonra mezarın başına gittiler. Ferezdak şu şiiri okumaya
başladı:
«Mezarın altındaki bu
hatun beni affetmezse,
Korkarım ki, bu benim
için mezar ateşinden daha şiddetli ve daha sıkıcı olur.
Kıyamet gününde sert
bir güdücü ve şiddetli bir sürücü yanıma gelir de Ferezdak'ı ileriye sürerse
korkarım.
Darim oğullarından
boynu zincirli, eli kelepçeli bir kimse, Cehennem ateşine doğru giderse ziyan
eder.
Katrandan gömlekler ve
yırtık elbiseler giyinmiş olarak Cehennem ateşine sevk edilir.
İşte o zaman
Cehennem'de irin içerler.
irinin sıcaklığından
eriyip parçalandıklarını görürsün.»
Hasan-ı Basrî, toprağı
ıslatmcaya kadar ağladı. Sonra Ferezdak'ı kucaklayıp şöyle dedi: «Daha önce
insanlar arasında en çok kızdığım adam sendin, ama bugün insanlar arasında en
çok sevdiğim insan sen oldun.»
Bazı kimseler
Ferezdak'a şöyle sordular: «İffetli ve suçsuz kadınlara iftira ederken
Allah'tan korkmuyor musun?» Bu soruya Ferezdak şu cevabı verdi: «Yemin ederim
ki Allah, kendileriyle çevremi görmekte olduğum gözlerimden daha çok sevdiğim
bir varlıktır. O, bana nasıl azab edecektir?»
Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi Ferezdak, hicretin 110. senesinde Cerir'in vefatından kırk
gün önce (başka bir rivayete göre bir ay önce) vefat etmiştir. Doğrusunu Allah
bilir.
Hasan ile İbn Sirin'e
gelince, bunlardan herbirinin biyografisini "Tekmil" adlı kitabımızda
detaylı olarak anlatmışızdır. Allah, bize yeter. O, ne güzel vekildir. [13]
Babasının adı Yesar
idi. Ebred ise, Ebu Said ei-Basrî'dir. Bu zat, Zeyd b. Sabit'in azatlısı idi.
Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ca-bir b. Abdullah'ın azatlısıydı.
Başkasının azatlısı olduğunu söyleyenler de vardır. Annesi Hayyire idi.
Hayyire, Ümmü Seleme'nin cariyesi idi. Ümmü Seleme'ye hizmet ederdi. Bazen onu
bir iş için başka yere gönderince süt emmekte olan oğlu Hasan'ı unuturdu. Ümmü
Seleme, memesini Hasan'ın ağzına koyarak onunla meşgul olur, ona süt
em-dirirdi. Rivayet olunduğuna göre Hasan'a bahşedilen hikmet ve ilimler işte
Rasûlullah'a mensub olan o iki memeden emdiği sütten kaynaklanmaktadır. Sonra
küçük yaştayken annesi onu sahabelerin yanına götürür, sahabeler ona dua
ederlerdi. Hz. Ömer'in kendilerine dua ettiği kimselerdendi. Hz. Ömer, ona
şöyle dua etmişti: «Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve onu insanlara sevdir.»
Bir defasında Enes b.
Malik'e bir mesele sordular. O da şöyle dedi: «Bunu mevlamız Hasan'dan sorun.
Çünkü o da Rasûlullah'tan dinledi, biz de dinledik. O, aklında tuttu, ama biz
unuttuk.»
Yine bir defasında
Enes, şöyle demişti: «Aralarında şu iki âlim ihtiyar bulunduğu için
Basralılara gıpta ediyorum.» İki yaşlı âlim sözü ile Hasan'ı ve ibn Sirin'i
kasdetmişti.
Katade dedi ki: «Hangi
fakih adamla aynı mecliste oturduysam, mutlaka Hasan'ın ondan daha üstün
olduğunu gördüm. Gözlerim Hasan'dan daha fakih birini görmüş değildir.»
Eyyüb dedi ki: «Bir
adam Hasan'la birlikte üç kez hacca gidip arkadaşlık yaptığı halde onun
heybetinden çekindiği için ona birşey soramazdı.»
Şa'bî, Basra'ya gelmek
isteyen bir adama dedi ki: «Basralıların en yakışıklı ve en heybetli adamını
görürsen bil ki, o Hasan'dır ve ona benden selam söyle.»
Yunus b. Ubeyd dedi
ki: «Adam, Hasan'a bakınca ondan yararlandırdı. Onun amelini görmese de,
konuşmasını dinlemese de ondan istifade ederdi.»
A'meş dedi ki: «Hasan
hep hikmeti ezberler ve aklında tutardı ve eninde sonunda onu anlatırdı.»
Ebu Cafer, Hasan'dan
bahsedince şöyle derdi: «Onun konuşması, peygamberlerin konuşmasına benzer.»
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: «Anlatıldığına göre Hasan, ilim ve ameli birleştiren ve kendinde toplayan
bir kimse idi. Üstün bir âlim, fakih, mutemed, güvenilir, abid, zahid bir
kimseydi. İlim ve ameli çoktu. Fesahat sahibi, yakışıklı ve endamı düzgün bir
insandı. Mekke'ye geldi, taht üzerinde oturdu. Alimler çevresinde oturdular,
insanlar gelip yanında toplandılar. Onlara faydalı şeyler anlattı.»
Tarihçiler dediler ki:
Hasan, hicretin 110. senesinin receb ayında seksensekiz yaşında vefat etti.
Onunla Muhammed b. Sirin'in vefatları arasında yüz günlük bir ara
vardır.Muhammed b. Şirin Ebu Bekir b. Ebi Amr el-Ensârî. Enes b. Malik
en-Nadrî'nin azatlısıdir. Ebu Muhammed, Aynüttemr gazasında Halid b. Velid
tarafından esir alınan kimselerdendir. Enes, onu satın almış, sonra belli bir
bedel karşılığında azad etmişti. Daha sonra Ebu Muhammed'in hayırh çok evladı
doğmuştu. İlk oğlu Muhammed, onun hayırlı evlatlarından biri idi. Diğer
çocukları da şunlardı: Enes, Mabed, Yahya, Hafsa ve Kerime. Hepsi güvenilir,
değerli tabiilerdir. Allah, onlara rahmet etsin.
Buharî dedi ki:
«Muhammed b. Şirin, Hz. Osman'ın halifeliğinin bitimine iki sene kala doğdu.»
Hişam b. Hassan dedi
ki: «Muhammed b. Şirin, gördüğüm ve kendisine kavuştuğum en doğru insandı.»
Muhammed b. Sa'd dedi
ki: «Muhammed b. Şirin, güvenilir, mu-temed, âlim, yüksek hasletlere sahip,
fakih, imam bir kimseydi. İlim ve takvası çoktu. Yalnız kulağı biraz ağır
işitirdi.»
Müerrik el-İclî dedi
ki: «İbn Şirin kadar takvasında bilgili, bilgisinde de takvalı başka bir adam
görmedim.»
îbn Avn dedi ki:
«Muhammed b. Şirin, bu ümmet için insanlar arasında kendisine ümit beslenen en
yüce insandır ve insanlar arasında kendini en fazla muhafaza eden kimsedir ve
yine insanlar arasında nefsinden en çok korkan kimsedir. Irak'ta Muhammed b.
Şirin, Hicaz'da Kasım b. Muhammed, Şam'da da Reca b. Hayve kadar dünyada en
çok ağlayan başka bir kimse göremedim.»
İnsanlar, onun
rivayetine göre hadisleri rivayet ederlerdi. Şa'bî, onun hakkında şöyle derdi:
«Şu sağıra bel bağlayın.» Sağır kelimesi ile Muhammed b. Sirin'i kastediyordu.
İbn Şevzeb: «Rüya
tabiri hususunda İbn Sirin'den daha cesaretli birini göremedim.» demiştir.
Osman el-Bünnî de: «Basra'da yargılama hususunda İbn Sirin'den daha âlim kimse
göremedim.» demiştir.
Anlatıldığına göre İbn
Şirin, hicri 110. senenin şevval ayının dokuzunda Hasan'dan yüz gün sonra
vefat etmiştir.[14]
Müellifin bu seçkin
âlimlerin biyografilerini, Önceki sayfalarda
nakledilen şairlerin
biyografilerinden önce anlatıp, sonra şairlerin biyografilerini anlatması daha
uygun olurdu. Kaldı ki müellif, şairlerin biyografilerini uzun uzadıya
anlatmış, âlimlerin biyografilerini ise kısa tutmuştur. Her ne kadar şairlerin
biyografilerinde güzel şeyler ve derli toplu hikmetler var ve buna vakıf olan
kimseler, bundan yarar-lanabilirlerse de âlimlerin biyografilerini uzunca
anlatması, şairleri Övmesinden daha faydalı olurdu. Özellikle Hasan'ın, İbn
Sirin'in, Vehb b. Münebbih'in sözlerini nakletmekte daha büyük faydalar düşünülmektedir.
Ama müellif bunlarınkini kısa tutmuştur. Fakat o, bu konuda daha muktedir ve
daha geniş ilim sahibidir. Bu büyük âlimlerin sözleri arasına fasıla koymak,
hikmetlerini diğer şeylerle karıştırmak uygun olmaz. Çünkü gönüller, bunların
sözlerini ve hikmetlerini öğrenmeye susamış olup arzu duymaktadır. Selef
âlimlerinin sözleri kalplere tesir eder.
Müellif, çoğunlukla
biyografileri, "Tekmil" adlı kitabında, kişilerin adlarına göre
sıralamıştır. Ama biz o kitabı göremedik ve bu hususta kendilerine sorular
yönelttiğimiz âlimlerden yeterli bilgi alamadık. Bunu ilim sahibi bir cemaattan
sorduk. Binden fazla kişi bu kitabtan haberi olmadığını söyledi. Alimler böyle
dediklerine göre diğerlerinin durumu nice olacaktır?
Biyografilerin çoğunda
müellifin anlattıklarına bildiğim ve vakıf olduğum kadarıyla ilaveler yaptım.
Yanımda bu hususta başka kitaplar olsaydı doyurucu ifadeler kullanırdım, sözü
daha da uzatırdım. Çünkü hikmet, mü'minin yitiğidir. Belki de ahirete rağbeti
olan, Aziz ve Celil olan Allah katındaki şeylere talip olan kimse, bu anlattıklarımıza
muttali olarak sonraki devirde yaşayan büyüklerin biyografilerini, hükümdar ve
emirlerin hayat hikayelerini okuyarak daha büyük ve daha kapsamlı bir şekilde
yararlanacaktır. İbret alan ve kötülüklerden sakınan kimseler için de bu
hususta faydalar vardır. Zira ölümlerinden sonra adil ve zalim hükümdarların
biyografilerini an-latmaktada faydalar vardır.
Adil hükümdarların
faziletleri, zalim hükümdarların da haksızlı-karı anlatılınca; zalim kimseler,
ölümlerinden sonra unutulmayacaklarını, aksine işledikleri haksızlık ve
fesadın âlimler yanındaki kitaplarda kayda geçirileceğini anlarlar ve
kötülükten vazgeçerler. Adalet hayır ve salah ehli hükümdarlar da yaptıkları
iyiliklerin kitaplara kaydedileceğini bilerek daha fazla iyiliklere yönelirler.
Zira yüce Allah, Kur'ân-ı Kerim'de hükümdarların, Firavunların, kafirlerin,
fe-sad ehli kimselerin haberlerini nakletmiştir ki, insanlar onların durumlarından
ve yaptıkları işlerden sakınsınlar. Ayrıca takva sahibi, ihsan ehli, iyi,
hayırlı, seçkin ve imanlı kimselerin haberlerini de nakletmiştir ki, insanlar
onların izinde gitsinler, onları Örnek edin-
sfinler/'Ööğrusuhu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha ij*i bilir1.-Biz sözümüzü
söyleriz, tevfik Allah'tandır. [15]
Ebu SâîdTcünyesi ile
tanınır. Basralıdır. Fakih ve meşhur bir iüiamdîr. Tabiilerin büyüklerinden
olup kıymetli bir şahsiyettir. İlim amel ve ihlas bakımından tanınan büyük bir
insandır. •; İbn Ebi'd-Dünya, onun
şöyle dediğini rivayet etmiştir: ?]'r «Kişi, yirmi sene müddetle ibadet eder,
komşusu onun farkında bile olmaz. Ama bir başka kişi de var ki, bir gece veya
bir gecenin bir Kısmında ibadet eder, sabah olunca da komşusuna zulmeder. Her
ne kadar millet onun etrafında toplanıp zikir halkası oluştursa da, gözünden
yaşlar aksa da ve o yaşlan elinden geldiğince geri çevirmeye çalışsa da
arkadaşlarının yanından kalktığında yine haksızlığa devanı eder.»
Bir defasında Hasan-ı
Basrî, şöyle bir olay anlatmıştı:
«Adamın biri, Ömer b.
Abdülaziz'in yanında nefes aldı. Ömer, onu yumrukladı ve: "Onun bu nefes
alışında fitne vardır." dedi.»
Taberanî, Hasan-ı
Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mağfiret ve rahmet
ümidi bazı kimseleri oyaladı. Nihayet dünyadan çıkıp gittiler, ama salih
amelleri yoktu, onlardan biri şöyle der: "Ben, Allah hakkında hüsn-ü zan
sahibiyim. O'nun rahmetini ümid ederim." der, ama yalan söyler. Eğer Allah
hakkında hüsn-ü zan sahibi olsaydı Allah için güzel ameller işlerdi. Eğer
Allah'ın rahmetini ümid etseydi, o rahmeti salih ameller işleyerek talep
ederdi. Azıksız ve susuz olarak çöle doğru sefere giden kimse, kısa zamanda
helak o-lur.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Şu kalplerle konuşun,
çünkü bunlar, çabucak zeval bulacaklardır. Şu nefisleri de azarlayın. Çünkü
bunlar kötü gayeye doğru gitmektedirler.»
Malik b. Dinar şöyle
bir rivayette bulunmuştur:
«Hasan-ı Basrî'ye
sordum:
- Âlim kişi dünyayı
severse cezası ne olur?
- Kalbi Ölür, âlim
kişi dünyayı severse, dünyayı ahiret ameli işleyerek elde etmeye çalışır,
böyle olunca da ilminin bereketi gider, sadece harfleri kalır.»
Fitenî, babasının
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hasan-ı Basrî, bir hastayı ziyaret etti.
İyileştiğini gördü, ona şöyle dedi: "Ey adam, Allah seni andı, sen de onu
an, hatanı bağışladı, ona şükret. Hastahk, âlicenâb ve şerefli hükümdarın
kırbaç darbesidir. Hastalanan kişi, iyileştikten sonra ya iyi koşan bir at
olur, ya da hantal ve tökezleyen bir eşek olur."»
Utbî, babasının şöyle
dediğini rivayet etmiştir: Hasan-ı Basrî, Ferkad'a şu mealde bir mektup
gönderdi:
«İmdi Allah'a karşı
takvalı olmanı, onun sana öğrettiği ilimle amel etmeni, onun azabına karşı
hazırlıklı olmanı sana tavsiye ederim ki, onun azabını geri çevirmeye kimsenin
gücü yetmez. O azab indiğinde pişmanlığın faydası olmaz, başındaki gafillik
perdesini çıkarıp at. Cahiller uykusundan uyan, paçanı sıva, zira dünya, bir
yarış alanıdır. Hedef ya Cennet, ya da Cehennem'dir. Allah Teâlâ, beni ve seni
bir makamda sorgulayacaktır. O makamda benden ve senden en küçük, en gizli, en
büyük, en açık amellerimizi soracaktır. Benden ve senden soracağı sorular
arasında kalplerin vesvesesi, gözlerin bakışları, kulakların dinleyişleri
olacaktır. Bunların hesabını sağlamca vereceğimizden emin değilim.»
îbn Kuteybe'nin
rivayetine göre Hasan-ı Basrî, İbn Hübeyre'nin kapısına gitmiş. Fakihlerin
kapıda oturmakta olduklarını görünce onlara şöyle demiş: «Ayakkabılarınızı toz
ve toprakla doldurdunuz, elbiselerinizi ağarttınız, sonra koşarak bunların
kapılarına geldiniz, öyle mi?» Böyle dedikten sonra da arkadaşlarına şöyle
dedi: «Şu hizadaki adamlar hakkında zannınız nedir? Bunlarla aynı mecliste
oturmak, takvalı kimselerin meclisinde oturmak sayılmaz. Bunların meclisleri,
karşılıklı şartların ve zorba güvenlik görevlilerinin bulunduğu
meclistir.»
Haraitî'den rivayet
olunduğuna göre Hasan-ı Basrî, bir eşya satın aldığı zaman o eşyanın fiyatında
küsurat varsa, o küsuratı bütünle-yerek sahibine öderdi. ,
Hasan, buçukları
tamamlayarak mal sahibine parayı tam öderdi. Mesela, bir malı bir dirhemden
birkaç kuruş eksiğine satın alacak olursa, sahibine tam bir dirhem öderdi veya
dokuz buçuk dirheme satın aldığı mali; sahibine on dirhem ödeyerek alırdı.
Bunu da mürüvvet ve âlicenâblığın gereği olarak yapardı.
Abdü'1-A'lâ es-Simsar
dedi ki: Hasan-ı Basrî, bana şöyle dedi:
- Ey Abdü'1-A'lâ,
sizden biri, kardeşine bir elbiseyi iki veya üç dirhem eksiğine satar mı?
- Hayır, vallahi bir
kuruş eksiğine dahi satmaz.
- Bu ne ahlaktır? Şu
halde mürüvvet diye birşey kalmamış. Hasan-ı Basrî, «Din, mürüvvetsiz olmaz.»
derdi.
Hasan-ı Basrî, bir
katırını satıyordu. Müşteri, ona dedi ki:
- Ey Ebu Said,
fiyattan biraz indirmeyecek misin?
- Sana elli dirhem
indirim yaparım, istersen fiyatı daha da indi-
reyim, ne dersin?
- Hayır, razı oldum.
- Öyleyse Allah sana
mübarek etsin.
İbn Ebi'd-Dünya, Hamza
el-A'ma'nın şöyle dediğini rivayet etmiş tir:
«Annem, beni Hasan-ı
Basrî'nin yanına götürdü ve ona şöyle dedi-"Ey Ebu Said, oğlumun senin
yanında kalmasını istedim, umarım ki Allah, senin sayende ona faydalar
verir."
Ben de sık sık Hasan-ı
Basrî'nin yanma gitmeye başladım. Bir gün bana dedi ki: "Ey oğulcuğum,
ahiretin hayrı için sürekli hüzünlü ol. Böyle yaparsan belki ahiretin hayrına
kavuşursun. Gecenin ve gündüzün saatlerinde ıssız yerlerde ağla, umulur ki,
Mevlam senin durumuna vakıf olur. Bu nedenle akıttığın gözyaşlarına acıyıp sana
merhamet eder ve sen de kurtuluşa erenlerden olursun."
Hasan'ın evine
girdiğimde onun ağlamakta olduğunu görürdüm. Bazen yanma girdiğimde namaz
kılmakta olduğunu görürdüm, namazda dahi ağlayıp inleyişini işitirdim. Bir gün
ona: "Çok ağlıyorsun." dedim. Bana şu karşılığı verdi: "Ey
oğulcuğum, mü'min kişi ağ-lamayıp ne yapsın? Ey oğulcuğum, ağlamak, Allah'ın
rahmetine vesile olur. Ömrün boyunca ağlayabiliyorsan ağla ki, Allah sana
rahmet etsin. Sana rahmet edince de Cehennem ateşinden kurtulursun. Kişi,
mutlaka bir diyara gidecektir, ya Cennete, ya da Cehennem'e. Üçüncü bir diyar
yoktur.
Duyduğumuza göre
Allah'tan korktuğu için ağlayan kimsenin gözlerinden akan her gözyaşı damlası,
onun Cehennem'den azad olmasına vesile olur.
Bir adam Allah'tan
korktuğu için bir topluluk arasında ağlayacak olursa, o topluluktaki insanların
tümü Allah'ın rahmetine mazhar olurlar. Her amelin bir ölçüsü ve tartısı
vardır, ancak Allah korkusundan ötürü ağlamak bunun dışındadır. Allah, kendisinden
korkulduğu için ağlayanların ağlayışlarına hiçbir değeri denk tutmaz. Bir kul
ağlayınca mutlaka kalbi onun doğruluğuna ya da yalancılığına şahitlik
eder."»
İbn Ebi'd-Dünya,
"Kitabu'l-Yakîn"de Hasan-ı Basrî'nin şu sözünü rivayet eder:
«Müslüman kişinin
alametleri şunlardır: Dininde kuvvetli, yumuşaklığında akıllı, yakininde
imanlı, ilminde hikmetli, merhametinde Ölçülü, hakkı vermekte eli açık,
zenginlikte iktisatlı, yoksullukta ta-hammüllü, güçlülükte ihsan sahibi,
nasihatle birlikte itaatkar, rağbetinde ve arzularında takvalı, sıkıntıda
sabır ve iffet sahibi, arzu ve rağbetlerinin onu çukurlara yuvarlamaması,
dilinin onu kötülüklere sevketmemesi, gözünün haramlara bakmaması, tenasül
organının haramlara buluşmaması, hevesinin onu haramlara meylettirmemesi,
dilinin onu rezil rüsvay etmemesi, hırsının onu hafife almaması, niyetinin onu
kusurlu kılmamasıdır.»
Yine aynı eserde
Hasan-ı Basrî'nin şu sözü rivayet edilmiştir:
«Ey Ademoğlu, senin
elinde bulunan şeylere Allah katındaki şeylerden daha fazla güvenip bel
bağlaman, inancının zayıflığından dolayıdır.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Hasan-ı Basrî'den rivayet etti ki; Lokman, oğluna şöyle nasihat etmiştir:
«Ey oğulcuğum! Amel
işlemek, ancak yakinî inançla mümkün olur. Yakinî inancı zayıf olan kimsenin
amelide zayıf olur.
Ey oğulcuğum! Eğer
şeytan, şek ve şüphe tarafından sana gelirse, sen onu yakinî inanç ve nasihatla
mağlub et. Eğer tembellik ve bıkkınlık tarafından sana gelirse, sen onu kabir
ve kıyameti anarak mağlub et. Eğer rağbet ve korku tarafından sana gelirse,
sen, dünyanın terkedilecek bir yer olduğunu ona bildir.»
Hasan-ı Basrî dedi ki:
«Bir kul, Cennet ve Cehennem'in varlığına kesin olarak inanırsa mutlaka
Allah'tan korkup solar. İstikamet üzere olur. Ölünceye kadar da iktisatlı
olur.»
«Cennet, yakini inanç
ile talep edilir ve yine yakinî inanç sayesinde Cehennem ateşinden
kurtulabiliriz. Yakinî inanç ile farizalar en mükemmel şekilde eda edilir,
yakini inançla hak yolda sabır ve sebat gösterilir. Allah'ın verdiği afiyette
çok hayırlar vardır. Vallahi onların afiyette birbirleriyle yardımlaş
tıklarını, bela inince de birbirlerinden ayrılıp koptuklarını gördük.
İnsanlar afiyet
zamanında eşit durumdadırlar, ama bela inince, işte yiğit adamlar o zaman
ortaya çıkar ve belli olurlar.
Bela indiğinde Allah'a
ibadet edenlerle etmeyenler anlaşılırlar.
Bela indiğinde mü'min
kimse, imanına sığınır, münafik ise münafıklığına doğru gider.»
"Kur'ân'm
Faziletleri" adlı eserde Feryabî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
«Doğrusu şu Kur'ân'ı köleler
ve çocuklar okudular, onların Kur'ân teşvili hakkında bilgileri yoktur. Bu işin
başına daha önceleri gelmiş değiller ve buna işin başından beri el atmış
değillerdir. Aziz ve Celil olan Allah, bu hususta şöyle buyurmuştur: «Ey
Muhammedi Sana indirdiğimiz bu kitab mübarektir. Ayetlerini düşünsünler, aklı
olanlarda öğüt alsınlar.» (Sâd, 29.) Kur'ân'm ayetlerini ancak Kur'ân'a tabı
olan kimseler düşünürler. Kur'ân'ı düşünmek, onun harflerini ezberlemek, ya da
hadlerini zayi etmekle olmaz. Hatta bazı kimseler: «Ben Kur'ân'm tümünü
ezberledim, bir harfini bile düşürmedim.» derler. Allah'a yemin ederim ki
öyleleri, Kur'ân'm tümünü düşürmüşlerdir.
Kur'ân, onun ahlakında
ve amelinde görülmez. Bazı kimseler derler ki: «Vallahi ben Kur'ân sûrelerinden
birini bir nefeste okuyorum.» Hayır vallahi o, okuyucu, kurra, âlim, hakim ve
takvah bir kimse değildir. Kur'ân okumak, ne zamandan beri bu şekilde mubah
olmuştur? Veya o kimse nasıl böyle birşeyi söyleyebilir? Allah, böylelerini
insanlar arasında çoğaltmasın.»
Hasan-ı Basrî,
Cündeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hüzeyfe, bize: «Hiçbir şeyden
korkmuyor musunuz?» diye sorduğunda ben kendisine şu cevabı verdim: «Vallahi,
sen ve adamların insanlar arasında bizim için en basit kimselersiniz.» Bu
cevabım üzerine şöyle dedi: «Ama canım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim
ki, sizin başınıza bir bela gelecek olursa mutlaka bizden taraf gelecektir.»
Bununla beraber başka
bir grup ortaya çıktı ki, bu ümmetin ahirinde olup Kur'ân'ı okurlar. Onu,
hurmaları dağıtır gibi dağıtırlar. Okuyuşları kürek kemiklerinden aşağı inmez,
kalblerine tesir etmez. Okuyuşları imanlarım geride bırakır.»
İbn Ebi'd-Dünya,
gıybeti kötülemek için Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Vallahi, kurtçukların
bedeni çürütmelerinden daha hızlı bir şekilde gıybet, mü'min kimsenin dinini
çürütür.»
Hasan-ı Basrî, şöyle
derdi: «Ey ademoğlu, insanlar sende bulunan bir ayıbı ortaya çıkarmadıkça sen
imanın gerçeğine varamazsın. Sen kendindeki kusuru düzeltmeye başlamadıkça ve bu
işi kendiliğinden yapmadıkça yine imanın gerçeğine varamazsın. Böyle yaptığın
takdirde bu seni kendi nefsindeki taatla meşgul eder. Allah'ın, en çok sevdiği
kullar, bu halde olan kullardır.»
«Ey Ademoğlu! Seninle
fasık kişi arasında hürmet yoktur.»
«Bid'atçı kimsenin
kötülüklerim anlatmak, gıybet sayılmaz.»
Aslet b. Tarif dedi
ki: Hasan-ı Basrî'ye şöyle bir soru sordum:
- Günahım açıkça
işleyen facir kişinin yaptıklarını başkalarına anlatmak gıybet sayılır mı?
- Hayır, böyle
kimselerin saygınlığı ve kerameti yoktur. Bir kim, senin günahı açığa çıkınca
onun kötülüklerini anlatmak gıybet sayılmaz. Üç kişinin gıybetini yapmak haram
değildir. Onlar da şu kimselerdir:
1- Açıkça
günah işleyen,
2- Zulmeden
devlet başkam,
3- Bid'atçı
kimse.
Adamın biri, Hasan-ı
Basrî'ye dedi ki: «Bazı kimseler, sendeki hataları bulup aleyhine delil olarak
kullanmak amacıyla senin meclisine katılıyorlar.» Hasan-ı Basrî ona dedi ki:
«Yavaş ol bakalım ey
adam, ben kendi nefsimi canana yönelttim, o da yöneldi. Nefsimi Cehennem
ateşinden kurtarmak için gerekli yola yönelttim, o da yöneldi. Nefsimi
insanlardan kurtulma yönüne yönelttim, ama bunun çaresini bulamadım. İnsanlar,
yaratıcılarından ve rezzaklarmdan memnun olmadılar. Kendileri gibi bir
yaratıktan nasıl memnun olacaklar? İnsan, kendi kardeşine, tevbe etmiş olduğu
bir suçu nedeniyle kötüleyici ifadeler kullanırsa, kendisi de o günahı
işlemedikçe ölmez.»
Hasan-ı Basrî, Lokman
(a.s.)'m kendi oğluna şöyle öğüt verdiğini söylemiştir:
«Ey oğulcuğum!
Yalandan sakın, çünkü yalan, serçe eti gibi iştahlı birşeydir, ama az bir süre
sonra sahibini ateşte kavurur.»
Hasan-ı Basrî dedi ki:
«İnsanları amelleriyle değerlendirin, sözlerini önemsemeyin. Zira Aziz ve
Celil olan Allah, kişinin söylediği her sözü karşılığında o sözü doğrulayan ya
da yalanlayan bir amelini delil kılar. Bir kişiden güzel bir söz işitirsen,
hemen hükmünü verme. Eğer o kişi, güzel sözünü doğrulayan bir amel işlerse bu
onun için güzel birşey olur. O güzel sözle güzel amel, ne güzel iki kardeş
olurlar. Ama kişinin sözü ameline ters düşerse, artık onun durumu sence
açıktır, öyle değil mi? Ondan sakınki ademoğlunun aldanışı gibi seni
aldatmasın, senin de hem sözün, hem amelin olsun. Amelin sözünden daha uygun
olmalıdır. Senin gizli ve açık hallerin vardır, gizli halin açık halinden daha
muteberdir. Senin acil dünyan ile sonradan gelecek ahiretin olacaktır,
ahiretin dünyandan daha önemlidir.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Yaşlandığında beyaz
saçlı, sivri dilli, keskin bakışlı, kalbi ve ameli ölü bir kimse ile
karşılaşırsan, onu kendi nefsinden daha iyi görür ve tanırsın. Onun bedeni var
ama kalbi yok olarak görürsün, sesini işitirsin ama dostu va arkadaşı yoktur.
Dili verimlidir, kalbi ise kıt verimlidir. Onlardan biri kendi malından
başkasının malım yer ve amellerine ağlar. Karın sancısı ve hazımsızlık
rahatsızlığı onu yakalayınca cariye veya kölesine: "Bana hazmı
kolaylaştırıcı bir ilaç getirin." der. Ey miskin, böyle yapmakla sen ancak
dinini hazmedip eritiyorsun, öyle değil mi?
Elbisesi incelen
kimsenin dini incelir, bedeni yağlanan ve şişmanlayan kimsenin dini zayıflar,
yiyeceği lezzetli olan kimsenin kazancı pis ve kokuşuk olur.»
Acurî, Hasan-ı
Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mü'minin sermayesi
dinidir. O nereye giderse dini de onunla beraber gider, onu yolda, eşyalarının
arasında bırakmaz; bırakmamalıdır. Dinini başkalarına emanet etmemelidir.»
Hasan-ı Basrî,
«Nedamet çeken nefse yemin ederim ki...» ( me, 2.) ayet-i kerimesini tefsir
ederken şöyle demiştir:
«Mü'mini gördüğünde
mutlaka o kendi nefsini kınar ve: "Ben bu kelimeyi söylemek istememiştim,
bu yiyeceği yemek istememiştim bu mecliste oturmak istememiştim..." der.
Facir ve günahkar kimseye gelince, o kötülüğe doğru adım adım ileri gider, ama
kendi nefsini asla kınamaz.
Sabredin, azminizi
bileyin, bu dünya ancak sayılı birkaç gün ve geceden ibarettir. Sizlerde
yakında çağrılacak, çağrıya icabete edecek ve arkanıza dönüp bakmadan gidecek
olan yolcularsınız. Bu dünyada salih amelleri işlemeye yönelin, doğrusu şu hak,
insanları yordu. Onlarla şehvet ve arzularının arasına bir engel olarak girdi,
şu hakka karşı ancak faziletini ve akıbetini bilen kimse sabreder.
Kul, kendi nefsinden
va'zu nasihat aldığı sürece hayır içindedir. Kendini muhasebeye tabi tuttukça
iyiliktedir.»
İbn Ebi'd-Dünya, nefis
muhasebesi ile ilgili olarak Hasan-ı Basrî'-nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Mü'min kişi, nefsine
hakimdir. Nefsini Aziz ve Celil olan Allah için muhasebeye tabi tutar. Dünyada
iken nefislerini muhasebeye tabi tutan kimselerin hesabı, kıyamet gününde
hafif tutulur. Dünyada iken nefislerini muhasebeye tabi tutmayan kimselerin
kıyamet gününde hesapları zor olur. Mü'min kişi aniden gördüğü ve beğendiği
birşeye: «Vallahi sen benim ihtiyacımsm ve sana arzu duyuyorum ama vallahi sana
ulaşamıyorum, ne yazık ki seninle benim aramda engel var.» der. Yine mü'min
kişinin elinden birşey kaçar ve bir firsa-tı değerlendiremezse kendi nefsine
dönüp: «Allah dilediği takdirde ben bu şeyi isterim.» der. Müminler, Kur'ân
tarafından sıkıca bağlanan kimselerdir. Kendileri ile helakleri arasında engel
vardır. Kur'ân sayesinde helakten korunurlar. Mü'min kişi dünyada tutsaktır,
boynunu tutsaklık zincirinden kurtarmaya çalışır. Aziz ve Celil olan Allah'ın
huzuruna varıncaya kadar hiçbir şeyden emin olmaz. Zira o; gözü, kulağı, dili
ve tüm azalarından ötürü sorguya çekileceğini bilir. Rıza, çok zor birşeydir,
mü'minin dayanağı sabırdır. Ey Ademoğlu, nefsini iyilik yaparak yen, eğer
Cehennem ateşine girersen artık iflah olamazsın.»
İbn Ebi'd-Dünya,
Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mü'min kişi, dünyada
garib insan gibidir, başkalarıyla rekabete girmez, dünyanın zilletinden ötürü
sabırsızlık gösterip sızlanmaz. Onun durumu ile diğer insanların durumu
farklıdır. İnsanlar, ondan yana rahattırlar, o kendi nefsi ile meşgul olur.
Eğer bela ve imtihan olmasaydı, sayılı az günlerde kişiyi helak edecek şeyler
meydana gelmezdi.
Ben bu ümmetin
ilklerini ve seçkinlerini gördüm. Onlar arasında uzun bir ömür yaşadım. Allah'a
yemin ederim ki, onlar Cenab-ı Al-lah'-ın kendilerine helal kıldığı şeylerden o
kadar çok çekinirlerdi ki, sizin haramlardan çekindiğinizden daha fazla
çekinirlerdi. Onları, Rablerinin kitabı ile amel edip peygamberlerinin
sünnetine tabi olarak gördüm. Onlardan hiçbiri fazla bir elbiseyi dürüp
bohçaya koymadı ve yer altına da birşey gizlemedi. Ailesine de yemek yapmasını
emretmedi. Onlardan biri kendi evine girer, kendisine yemek takdim edilirse
yer, takdim edilmezse susar ve hiç konuşmazdı.
Münafık kişi namaz
kılarsa, gösteriş için ya da insanlardan korkup utandığı için kılar. Namaz
kılarken dünya gam ve tasalarını düşünür, namazın vaktini kaçırırsa pişman
olmaz, vakti kaçtı diye üzülmez.»
"en-Nüket"
adlı kitabın sahibinin rivayetine göre Hasan-ı Bas-rî şöyle demiştir:
«Allah'a yaptığı
hamdi, nimetler için kale ve korunak yapan; zekat ödemeyi mal için bir
koruyucu duvar kılıp bekçi yapan; ilmi de kendisi için rehber ve delil kılan
kimse, yan yolda düşüp yığılmaktan emin olur ve rütbelerin en yücesine ulaşır.
Malı avlayan, mali hakları ödemeyen, malı kendisini Allah'a taattan alıkoyup
meşgul eden kimse, kendi nefsine yazık etmiş ve kendi eliyle de kalbini
yaralamış olur. Ayrıca Cenâb-ı Allah, onu malının üstüne yağmacı ve ihtilasçı
olarak musallat kılar. Diğer arzu ettiği şeylere giderken yarı yolda yığılıp
kalmaktan da emin olmaz.»
Zayıf bir rivayette
anlatıldığına göre bu sözler, Hasan-ı Basrî'den başkasına aittir. Doğrusunu
Allah bilir.
Hasan-ı Basrî dedi ki:
«Bir kimsede şu dört hususiyet bulunursa, Cenâb-ı Allah, sevgisini onun üzerine
bırakır, rahmetini onun üzerine saçar: Kişinin ebeveynine karşı ince ve
merhametli olması, kölesine acıyıp şefkat göstermesi, öksüzü koruma altına
alması, zayıfa yardımcı olması.»
Hasan-ı Basrî'ye
münafıklığı sordular. O da şöyle tanımladı:
«Kişinin içi ile
dışının aynı olmaması, girdiği yerle çıktığı yerin farklı olmasıdır.
Münafiklıktan ancak mü'min kişi korkar, münafıklıktan ancak münafık kişi
korkmaz ve emin olur. Yemin ederim ki, mü'min kişi ölse de, hayatta kalsa da
münafiklıktan korkar. Münafik kişi ise, ölse de hayatta kalsa da münafiklıktan
korkmaz.»
Ömer b. Abdülaziz,
Hasan-ı Basrî'ye mektup yazarak sordu:
- Dirhem ve dinarlara
olan sevgin nasıldır?
- Ben onları sevmem.
- Öyleyse kadılığa
geç. Çünkü sen adaletli birisin.
İbrahim b. İsa dedi
ki: «Hasan-ı Basrî'den daha uzun boylu hü-zünlenen bir kimse görmedim. Onu her
gördüğümde mutlaka bir musibete maruz kaldığını sandım.»
Mesma' dedi ki: «Eğer
Hasan-ı Basrî'yi görseydin, "Bütün yaratıkların hüznü onun üzerine
saçılmıştır." derdin.»
Yezid b. Havşeb dedi
ki: «Hasan-ı Basrî ile Ömer b. Abdülaziz'den daha hüzünlü kimse görmedim. Sanki
Cehennem ateşi sırf o iki kişi için yaratılmıştı.»
İbn Esbat dedi ki:
Hasan-ı Basrî, otuz sene müddetle hiç gülmedi. Kırk sene müddetle de hiç şaka
yapmadı ve şöyle dedi: «Yaratıklar kıyamet günü gibi ağlayan bir göz ve açığa
çıkan gizli yerleri duymadılar. Ey ademoğlu! Yarın kıyamet gününde sen ameline
bakacaksın amelinin iyisi, kötüsü tartılacaktır. Bütün serlerden sakın,
serlerden hiçbirini hafife alma- Yarın amel terazisinde o serden sakınmış olduğunu
gördüğün zaman sevinirsin.
Dünya gitti, ameliniz
boyunlarınızda gerdanlık gibi kaldı.
Ey ademoğlu! Dünyanı
verip ahiretini al, böylece hem dünyada hem ahirette karlı çıkarsın. Sakın
ahiretini veripte dünyayı almaya kalkışma. Aksi takdirde hem dünyayı hem de
ahireti kaybedersin.» Bu sözleri, Lokman (a.s.)'ın kendi oğluna söylediği
nakledilir.
Hasan-ı Basrî dedi ki:
«Adamın kırmızı ve beyaz elbiseler giyinmiş olduğunu ve "Gelin bana
bakın." dediğini görürsün. Ey fasıkların en fasıkı, seni gördük, sana
ehlen ve sehlen demiyoruz. Dünya ehline gelince, onlar sana bakarak dünyalarına
olan aşırı tutkunlukları nedeniyle kazanç sağladılar. Karınlarında ye
sırtlarında zenginliğin şehvet ve arzularına karşı cüretkar oldular. Ahiret
ehline gelince onlar, senden hoşlanmadılar ve sana öfke duydular. Her ne kadar
beygirler onları süratle sırtlarında götürseler de katırlar onları üzerlerinde
taşısalar da, adamlar peşlerinden yürüyerek izlerini takip etseler de günah ve
masiyetlerin zilleti onların boyunlarından ayrılmaz. Cenâb-ı Allah, kendisine
isyan edenleri mutlaka alçaltır.»
Ferkad dedi ki:
Hasan-ı Basrî, yanımıza geldi, kendisine şöyle ıdeP dik:
Ey Ebu Said, Muhammed
b. Ahtem'in durumuna şaşmıyop'mu-sun?
- Ona ne olmuş
ki?
- Az önce yanma
gittik, can çekişiyordu. Bize: "Şu sandi
kın." dedi. Böyle
derken evinin bir tarafındaki sandığı zünü şöyle sürdürdü: "Bu sandıkta
80.000 dinars (Veya^dirheitf^Vardır. Bunun zekatını ödemedim, bununla bir
âkrabâyanyît*kte; bulunmadım, bir muhtaç da bundan asla yiyemedi:Biz de
kendisine şöyle dedik:
«Ey Abdullah'ın
babası, sen bu malı kim için biriktirdin? O da bize şu cevabı verdi:
- Zamanın beklenmedik
korkulu halleri, akranların para pul yarışma girmeleri ve sultanın cefası
durumunda harcamak için biriktirdim.
- Bakın hele, şeytan
onu hangi yoldan gelerek aldatmış. Onu zamanın beklenmedik korkulu halleriyle,
akranlarının para pul yarışında bulunmalarım düşündürerek ve sultanın cefada
bulunacağı ihtimalini aklına getirerek korkutmuş. Ey varis, dün iki
arkadaşının yaptığı gibi sende hilekarlık yapma, sen el emeği sarfetmeksizin bu
mal sana geldi, alın teri akıtmadan bu mala kondun. Kimsenin el uzatamıyacağı
malları bulunan kimseden bu mal sana miras kaldı. Bu malı batıl yolla kazandı,
biriktirdi, hakkım vermedi.
Sonra Hasan-ı Basrî,
sözünü şöyle devam ettirdi: «Doğrusu kıyamet günü pişmanlıklar günüdür. Kişi
malı toplar, sonra Ölüp o malı başkalarına bırakır. Allah, o mirasçıya
salihliği nasib eder ve o malı hayır yollarına sarfeder, malın asıl sahibi olan
kişi ise, kendi malını kıyamette başkasımn terazisinde görür.»
Hasan-ı Basrî, günün
başlangıcında şu beyti okurdu:
«Dünya hiçbir diri
için kalıcı değildir. Hiçbir diri de dünya üzerinde kalıcı değildir.»
Günün sonunda şu beyti
okurdu:
«Asıl civan odur ki,
daha Önce yaptığı takvalı işlerden ötürü memnun olur.
Kendisini öldüren
hastalığı anladığı zaman.»
Hasanlı Basrî, Ömer b.
Hattab'ın halifeliği döneminde doğdu. Onu alıp Ömer b. Hattab'a götürdüler.
Ömer de onun için dua etti ve damağına tatlı birşeyler sürdü. Hasan-ı Basrî,
hicretin 110. senesinde Basra'da vefat etti. Doğrusunu, noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah daha bilir. [16]
Ebu Bekir b. Ebi Amr
el-Ensârî. Enes b. Malik en-Nadrî'nin azat-hsıdır. Babası Aynüttemr gazvesinde
Halid b. Velid tarafından ele geçirilen esirlerdendir. Enes, onu satın aldı.
Sonra onu belli bir bedel ödemesi şartıyla azad etti. Babasının hayırlı bir çok
evladı doğdu. Bunların adlarını şöylece sıralamak mümkündür: Muhammed b. Si-
rin, Enes b. Şirin,
Mabed, Yahya, Hafsa, Kerime. Hepsi de güvenilir ve kadri yüce tabiilerdir.
Allah onlara rahmet etsin.
Buharı dedi ki:
«Muhammed b. Şirin, Hz. Osman'ın halifeliğinin bitimine iki sene kala doğdu.»
Hişam b. Hassan:
«Muhammed b. Şirin, gördüğüm en doğru sözlü insandı.» demiştir.
İbn Sirin'in yanında,
bir adam kötü vasıflarıyla anlatılacak olursa o da, o adamın hakkında bildiği
güzel sıfatları anlatırdı. Halef b. Hişam dedi ki: «Muhammed b. Sirin'e
hidayet, ağırbaşlılık, huşu ve takva verilmiştir. İnsanlar onu gördüklerinde
Allah'ı hatırlarlardı.»
Enes b. Malik vefat
edeceği zaman, kendisini Muhammed b. Sirin'in yıkamasını vasiyet etti. Ancak
vefat ettiğinde Muhammed hapisteydi. Gelip Enes'i yıkamasını söylediklerinde,
"Ben mahpusum." dedi. "Senin hapisten çıkarılarak cenazeyi
yıkaman için emirden izin istedik." dediklerinde Muhammed: "Beni emir
hapsetmedi. Hak sahibi hapsetti." dedi. Bunun üzerine hak sahibi, onun
hapisten çıkarılıp cenazeyi yıkaması için izin verdi. Çıkıp Enes'i yıkadı.
Yunus dedi ki:
Muhammed b. Şirin, iki seçenekle karşılaştığında mutlaka dinen en sağlam
olanının tercih ederdi.
Muhammed b. Şirin dedi
ki: «Cezalandırılmama neden olan günahımı biliyorum. Birgün ben bir adama
"Ey müflis!" demiştim. İşte cezalandırılmama neden olan günah budur.»
Onun bu durumu Ebu
Süleyman ed-Daranî'ye anlatıldığında o şöyle demişti: «Onların günahları azdı.
Bu nedenle, cezalandırılmalarına neden olan günahlarım biliyorlardı. Ama bizim
gibi kimselerin günahları çoktur. Hangi günahtan ötürü cezalandırılacağımızı,
hangi suçtan Ötürü sorguya çekileceğimizi bilemiyoruz.»
Muhammed b. Şirin, bir
düğün yemeğine davet edildiği zaman önce kendi evine giderek hanımına: «Bana
biraz bulamaç getirin.» der ve getirilen bulamacı içtikten sonra da şöyle
derdi: «Ben açlığımı başkalarının sofralarına ve yiyeceklerine taşımak
istemiyorum.»
Muhammed b. Şirin,
öğle vakti çarşıya girer, tekbir alıp tesbihat-ta bulunur ve Allah'ı zikredip
şöyle derdi: «Şimdi, insanların gaflette oldukları bir demdir.»
Yine Muhammed b.
Sirin'in sözlerini nakletmeye devam edelim:
«Allah, bir kula hayır
murad ettiği zaman kalbini onun için vaiz kılar. Kalbi onu kötülüklerden
menedip iyiliklere sevkeder.»
«Kardeşinin
kötülüklerini anlatıp iyiliklerini gizlemen, ona haksızlık olur.»
«Uzlete çekilmek
ibadettir.»
Muhammed b. Sirin'in
yanında ölümden bahsedildiği zaman o-nun bütün organları ölü gibi olurlardı.
Başka bir rivayette anlatıldıgına göre ise onun yanında ölümden bahsedildiği
zaman rengi değişir, bambaşka bir hal alırdı. Sanki önceki durumda değildi.
Kendisine rüyanın
hükmü sorulduğunda soru sahibine şöyle dedi: «Uyanık iken Allah'tan kork. Ona
karşı takvah ol. Rüyada gördüğün şeyler seni aldatmasın.»
Adamın biri ona dedi
ki:
- Rüyada zeytinin içine
zeytinyağı döktüğümü gördüm
- Karının durumunu
araştır. Bilesin ki o senin annendir. Adam, karısının durumunu araştırdı.
Gerçekten annesi olduğunu
anladı. Bu olay şöyle
olmuştu: Adam, küçük yaşta esir alınarak kendi memleketinden alınıp
götürülmüştü. Sonra İslâm beldesinde yetişip büyüdü. Daha sonra annesi de esir
alındı. Kendisi, bilmeksizin annesini satın aldı. Bu rüyüyı görüp Muhammed b.
Sirin'e anlattığında Muhammed, bu durumu araştırmasını emretti. Araştırınca
karısının, kendi annesi olduğunu anladı.
Bir başkası Muhammed
b. Sirin'e şöyle bir soru sordu:
- Rüyamda bir hurma
tanesine bastığımı gördüm. Bastığım hurma tanesinden bir fare çıktı.
- Sen, saliha bir
kadınla evleneceksin. O kadın fasık bir kız doğuracaktır.
Gerçekten öyle bir
olay vukua geldi.
Bir başkası da
Muhammed b. Sirin'e gördüğü şu rüyayı yorumlamasını söyledi:
- Rüyamda evimin
damında birkaç arpa tanesi gördüm. Bir horoz gelip o taneleri yeyip gitti.
- Bu günlerde bir
eşyan çalınacak olursa, sen yanıma gel.
O adamın ailesi, kendi
damlarının üzerine bir halı sermişti, ama halı çalındı. Adam, Muhammed'in yanma
gidip durumu anlattı. Muhammed b. Şirin de ona: «Mahallenizin müezzinine git
ve halını ondan al!» dedi, halı sahibi müezzine gitti ve halıyı müezzinden
aldı.
Adamın biri ona: «Rüyamda
bir güvercinin yasemini gagaladığını gördüm.» deyince Muhammed: «Basra.âlimleri
öldü.» diye cevap verdi.
Adamın biri Muhammed
b. Sirin'e gelerek şöyle dedi:
- Ben rüyamda çıplak
bir adamın çöplükte durup saz çalmakta olduğunu gördüm.
- Bu rüya zamanımızda
ancak Hasan-ı Basrî'ye uygun düşer.
- Vallahi, rüyada
gördüğüm de Hasan-ı Basrî'ye benziyordu.
- Evet, çünkü rüyanda
gördüğün çöplük dünyadır. Hasan, dünyayı ayaklarını altına almıştır.
Çıplaklığı ise dünyadan soyutlanması demektir. Elinde çalmakta olduğu saza
gelince o, insanların kulaklarına vura vura anlattığı vaazlar ve verdiği
öğütlerdir.
Bir başkası da
Muhammed b. Sirin'e şöyle demişti:
- Rüyamda ağzımı
misvakladığımı ve ağzımdan kan akmakta olduğunu gördüm.
- Sen; insanların
ırzlarına sataşan, onların etlerini yiyen, evlerine girip çıkan bir kimsesin.
Adamın biri Muhammed
b. Sirin'e şöyle bir rüya gördüğünü anlattı:
- Rüyamda inci
tanesinin çamurda olduğunu gördüm.
- Sen öyle bir adamsın
ki, Kur'ân'ı ve ilmi, ehli olmayan ve onlardan yararlanmayan kimselere
anlatıyorsun.
Kadının biri Muhammed
b. Sirin'e gelip şöyle bir rüya gördüğünü anlattı:
- Bir sinnevrin
(kedinin) başını kocamın karnına sokup karnından bir parça çıkarıp aldığını
gördüm. Bunun yorumu nedir?
- Kocanın 316 dirhemi
çalındı.
- Doğru söyledin, ama
bunu nereden bildin?
- Sinnevr kelimesinin
harflerini ebced hesabına vurarak bildim. Çünkü sin harfi 60, nûn harfi 50, vav
harfi 6, ra harfi de 200 rakamını gösterir, bu da toplam olarak 316 eder.
- Rüyada gördüğüm kedi
siyahtı.
- Kocanın parasını
çalan kişi, çevrinizdeki bir köledir. Paraları çalman aile, çevrelerinde
araştırma yaptılar ve siyahi
bir köle bulup
falakaya yatırdılar. O da mezkur parayı çaldığını itiraf etti.
Adamın biri Muhammed
b. Sirin'e şöyle dedi:
- Rüyamda sakalımın
uzadığını gördüm ve uzun sakalıma bakıyordum.
- Sen müezzin misin?
, -Evet.
- Allah'tan kork ve
cami çevresindeki evlerin içine bakma. Bir başkası da Muhammed b. Sirin'e şöyle
dedi:
- Rüyamda sakalımın
uzadığını gördüm. Kesip bir dokuma tezgahına koyarak sergi yaptım ve pazarda
sattım.
- Allah'tan kork. Sen
yalancı şahitlik yapmaktasın. Bir başkası da şöyle dedi:
- Rüyamda parmaklarımı
yediğimi gördüm.
- Sen elinin kazancını
yiyen bir adamsın. [17]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/396-397.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/397-398.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/398-408.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/408.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/408-418.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/418.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/419.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/419.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/419-423.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/423-424.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/425.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/425-434.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/434-436.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/437-438.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
9/438-440.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/440-449.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/449-452.