Hicretin Yüzyedinci Senesi 2

Hicretin Yüzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 2

Süleyman B. Yesar. 2

İbn Abbas’ın Azatlısı İkrime. 3

Kasım B. Muhammed B. Ebu Bekir Es-Sıddık. 11

Meşhur Şair Küseyyir Azze. 11

Hicretin Yüzsekizinci Senesi 18

Hicri Yüzsekizinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 18

Bekir B. Abdullah El-Müzenî El-Basrî 18

Raşid B. Sa'd El-Mıkrani El-Humusî 19

Muhammed B. Ka'b El-Kurazî 19

Hicretin Yüzdokuzuncu Senesi 22

Hicretin Yüzonuncu Senesi 22

Hicretin Yüzonuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 23

Şair Cerir. 23

Ferezdak. 29

Hasan B. Ebil-Hasan. 31

Fasıl 32

Hasan-ı Basri 33

Muhammed B. Sirin. 40


Hicretin Yüzyedinci Senesi

 

Bu senede Yemen'de Abbad er-Rainî adında birisi isyan ederek ortaya çıktı. İnsanları Haricilik mezhebine davet etti. Bir grup insan ona tabi oldu, çoğaldılar, etrafa saldırmaya başladılar. Bunun üzeri­ne Yusuf b. Ömer, onlarla savaştı. Abbad'ı ve 300 kişi olan adamları­nı öldürdü.

Şam'da şiddetli bir veba salgını görüldü.

Muaviye b. Hişam, Anadolu'ya gazaya gitti. Şam ordusunun ba­şında Meymun b. Mehran vardı. Deniz yoluyla Kıbrıs'a gittiler. Mes-leme de karada başka bir orduyla gaza yaptı.

Esed b. Abdullah el-Kusarî, Horasan'da Abbasi propagandacıla­rından bir grubu yakalayıp teşhir etti ve darağacına astı.

Esed b. Abdullah el-Kusarî, Nemrud dağları tarafına gazaya gitti. Talkan dağlarının gerisindeki Karkisyan'ı ele geçirdi. Nemrud, onun­la barış antlaşması yaptı ve ona teslim oldu.

Esed, Herat dağlarına yani Our'a gaza yaptı. Gurluların mahsul­lerini, mallarını ve yüklerini ele geçirmek istedi. Onlar da bu malları­nı geçit vermeyen sağlam bir mağaraya doldurdular. Oraya yol git­miyordu, gerçekten yüksek bir yerdeydi. Esed, emir vererek bazı adamlarını tabutlara koydurdu ve onları iple mağaraya sarkıtarak oradaki malları tabutlara yüklemelerini ve çıkarmalarını istedi. Bu­nu yaptılar, selametle mağaradan çıktılar ve ganimetleri ele geçirdi­ler. Bu, güzel bir görüştü.

Esed, Belh çevresindeki malların toplanmasını ve oraların ele ge­çirilmesini emretti. Oraya Halid b. Bermek'in babası Bermek'i naib olarak bıraktı. Bermek de Belh'i yeniden sağlam bir şekilde inşa etti. Kaleyi müstahkem hale getirdi, orayı Müslümanlar için toplanma ve akid yeri haline getirdi.

Bu senede Haremeyn emiri İbrahim b. Hişam, insanlara haccet­tirdi. [1]

 

Hicretin Yüzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Süleyman B. Yesar

 

Tabiilerdendir. Atâ b. Yesar'm kardeşidir. Çok sayıda rivayetleri vardır. Kendini ibadete vermiş kimselerdendi. İnsanların yüz ve si­maca en güzellerindendi. Yetmişüç yaşında Medine'de vefat etti.

Bir gün yanma güzel suretli bir kadın girmiş, onu baştan çıkar­mak istemiş, ama ö bu işe yanaşmamış, kadım kendi evinde terkedip koşarak evden çıkıp gitmişti. Bu olay nedeniyle rüyasında Yusuf pey­gamberi görmüş ve ona şöyle sormuştu:

- Sen Yusuf musun?

- Evet, ben Züleyha'ya niyetlenen Yusuf um, sen de o güzel kadı­na niyetlenmeyen Süleyman'sın.

Bir rivayette anlatıldığına göre bu hadise, hacıların evlerinden birinde cereyan etmişti. Yanında bir de arkadaşı vardı, arkadaşını birşeyler satın alsm diye hacılar pazarına göndermişti. İşte o esnada dağdan inen güzel bir kadın, Süleyman'ın yanma gelip çökmüş ve Sü­leyman'a: «Haydi gelsene!» diye seslenmiş. Süleyman da şiddetlice ağlamaya başlamıştı. Kadın, onun bu halini görünce tekrar geldiği dağa tırmanarak gitmişti. Bir süre sonra arkadaşı eve gelmiş, onun ağlamakta olduğunu görmüş ve ona şöyle sormuştu:

- Neyin var, niçin ağlıyorsun?

- Hayırdır, kötü birşey yok.

- Yoksa çocuklarından veya aile efradından birini mi hatırladın?

- Hayır.

- Vallahi ağlama sebebini bana bildireceksin.

- Nefsime hüzünlenmem beni ağlattı. Eğer ben senin yerinde ol­saydım kendimi tutamazdım.

Böyle dedikten sonra uyuduğunu, rüyada Yusuf peygamberi gör­düğünü arkadaşına anlatmıştı. Doğrusunu Allah bilir. [2]

 

İbn Abbas’ın Azatlısı İkrime

 

Tabiilerden, çok rivayeti olan müfessirlerden, Rabbani âlimler­den, ilim talebi uğruna memleketleri dolaşan zatlardandı. Künyesi Ebu Abdillah'tı. Birçok sahabeden rivayetlerde bulunmuştur. İlim kapılarından biriydi, efendisi olan İbn Abbas'ın sağlığında fetva ver­meye başlamıştı.

Kendisi: «Kırk sene müddetle ilim taleb ettim.» demiştir. İkrime, beldeleri dolaşmış, İfrikiyye'ye, Yemen'e, Şam'a, Irak'a ve Horasan'a gitmişti. Oralarda ilmini yaymış, mükafatlar ve armağanlar kazan­mıştı. Emirler onu ödüllendirmişlerdi.

İbn Ebi Şeybe, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İbn Abbas, ayağıma bukağı takar ve bana Kur'ân ile sünneti öğ­retirdi.»

Habib b. Ebi Sabit dedi ki: «Yanımda beş kişi toplandı ki, artık onlar gibi başka bir beş kişi benim yanımda bir araya gelemez. Onlar şu zatlardı: Atâ, Tavus, Said b. Cübeyr, İkrime ve Mücahid.»

Said ile Mücahid, îkrime'nin yanma gider, ona ayetlerin tefsirini sorarlardı. Hangi ayeti sorarlarsa sorsunlar, mutlaka onu onlara tef­sir eder ve açıklardı. Sorulan tükenince de kendisi onlara: «Şu ayet şu konu için nazil oldu, şu ayet şu mesele için nazil oldu.» demeye başlardı, sonra geceleyin hamama girerlerdi.

Cabir b. Zeyd dedi ki: «İkrime, insanların en bilgilisi idi.»

Şa'bî dedi ki: «İkrime'den başka Allah'ın kitabım çok iyi bilen bir kimse kalmadı.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Katade'nin şöyle dediğim rivayet etmiş­tir: «İklime, insanlar arasında tefsiri en iyi bilendi.»

ikrime: «İki levha arasmdakini (Kur'ân'ı) tefsir ettim.» demiştir.

îbn Aliye, Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Adamın birisi, bir ayet-i kerimeyi kendisine sorduğunda İkrime, şu cevabı verdi: «Sorduğun ayet, şu dağın eteği ile ilgili olarak nazil oldu.» Böyle derken de Sel1 dağım gösterdi.»

Abdürrezzak, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «İkrime, orduya geldiği zaman Tavus, onu soylu bir deveye bindirdi ve: "Bu adamın ilmini satın aldım." demişti.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Tavus, onu altmış dinar de­ğerinde soylu bir deveye bindirmiş ve şöyle demişti: «Bu kulun ilmini altmış dinara satın almayalım mı?»

İkrime ile şair Küseyyir Azze aynı günde vefat ettiler. Cenazeleri mezara götürüldüğünde cemaat: «İnsanların en fakihi ve insanların en şairi vefat etti.» dediler.

İkrime'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «İbn Abbas, bana dedi ki: "Haydi git bakalım, artık insanlara fetva ver, kendisini ilgilendi­ren şeyi sana soran adama fetvasını ver. Kendisini ilgilendirmeyen birşeyi sana soran adama ise fetva verme. Sen, insanların üzerindeki yükün üçte ikisini kaldırmış oluyorsun."»

Süfyan, Amr'uı şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İkrime'nin savaşlardan bahsettiğini dinlediğimde sanki o, cephe­deki adamları yüksekçe bir yerden seyrediyor, ne yaptıklarını ve na­sıl savaştıklarım görüyordu.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Eyyüb'ün şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hangi şehirde olursa olsun, İkrime'nin yanına gitmek istiyor­dum. Bir defasında ben, Basra pazarında iken merkeb üzerinde bir adam gördüm. "İşte bu İkrime'dir." dediler. İnsanlar etrafında top­landılar. Ben, ona birşey soracak gücü kendimde bulamadım. Bütün meseleler aklımdan gitti, her şeyi unuttum. Merkebinin yambaşına gidip durdum. İnsanlar ona sorular sormaya başladılar. Ben de sor­duklarını ve onun verdiği cevapları aklımda tutmaya çalıştım.»

Şu'be'den şöyle rivayet edilmiştir: İkrime, kendisine soru sormak­ta olan bir adama: «Neyin var, aklını mı oynattın?» dedi.

Ziyad b. Ebu Eyyüb, Abdülaziz b. Ebi Ruvad'm şöyle dediğini ri^ vayet etmiştir:

«Nisabur'da İkrime'ye şöyle dedim: «Parmağında bir yüzük bulu­nan ve yüzüğünün üzerinde Allah adı yazılı bulunan bir adam, hela­ya gitmek isterse ne yapmalı?» İkrime, bu sorumu şöyle cevapladı: «Yüzüğünün kaşını elinin iç tarafına doğru çevirir, sonra da yumar ve öylece helaya gider.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Halid el-Hazza'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Herşeyde Muhammed b. Şirin vardır.» Bu söz, İbn Abbas'-tan sa­bit olarak gelmiştir. İmam Ahmed de bunu İkrime'den duymuştur. ikrime de Muhtar'm zamanında Kûfe'de İbn Abbas'la karşılaşmışta.»

Süfyan-ı Sevrî dedi ki: «Hac menasikini ve ibadetini, Said b. Cü­beyr, Mücahid ve İkrime'den öğrenin.»

Yine Süfyan-ı Sevrî demiş ki: «Tefsiri şu dört kişiden, Said b. Cü­beyr, Mücahid, İkrime ve Dahhak'tan öğrenin.»

İkrime dedi ki: «Şu mescitte Rasûlullah (s.a.v.)'ın 200 sahabesine ulaştım.»

Muhammed b. Yusuf el-Meryabî, İkrinıe'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Davud oğlu Süleyman peygamberi (namazı vaktinde kılmaktan) alıkoyan atlar, 20.000 tane idiler. Süleyman peygamber onlara sopa ile vurdu.»

Ebu Bekir b. Ebi Şeybe, İkrime'nin şu ayet-i kerimeleri şöyle tef­sir ettiğini rivayet etmiştir:

«Allah, kötülüğü bilmeyerek yapıpda hemen tevbe edenlerin tev-besini kabul etmeyi üzerine almıştır» Dünyanın hepsi yakındır ve hepsi cahilliktir.                                               

«Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç, Allah'a karşı gelmekten sakınan­larındır.» (el-Kasas, 83.) Yani dünyanın sultan ve hükümdarları nezdin-de böbürlenmeyi istemeyenlere, Aziz ve Celil olan Allah'a karşı masi-yet işlemeyenlere ahiret yurdunu veririz. Sonuç, yani Cennet de Al­lah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.

«Kendilerine yapılan öğütleri unutunca, biz fenalıktan meneden-leri kurtardık ve zalimleri Allah'a karşı gelmelerinden ötürü şiddetli azaba uğrattık.» (el-A'râf, 165.) Kendilerine verilen öğütleri terkettikleri zaman onları çok şiddetli bir azab ile yakaladık.

«Kendilerine edilen yasakları aşınca (yani yasakları çiğnemeye devam edip ısrarlı olmaları nedeniyle), onlara: "Aşağılık (tahkir edil­miş) birer maymun olun." dedik.» (el-A'râf, 166.)

«Bunu çağdaşlarına (geçmiş ümmetlere) ve sonradan geleceklere (hem zamanlarındaki ümmetlere hemde diğerlerine) bir ceza örneği ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara (şirk ve masiyet işlemekten uzak duranlara) öğüt olsun diye yaptık.» (ei-Bakara, 65-66.)»

İbn Abbas dedi ki: Kıyamet günü olunca Cenâb-ı Allah, dünyada iken aşırılığa gidenleri diriltip hasreder, emir ve yasaklara uymayan­ları hesaba çekip sorgular. Onlar, dünyada iyiliği emredip kötülüğü yasaklama görevini terkettikleri için ceza olarak maymunlara dönüş­türülmüşlerdi.

Ikrime, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Allah'a ye­min ederim ki, o kavmin tümü helak oldu.»

İbn Abbas dedi ki: İyiliği emredip kötülüğü yasaklayanlar kurtul­dular, iyiliği enıretmeyip kötülüğü yasaklamayanlarsa, diğer masiyet sahibi kimseler arasında helak oldular. Bunlar, Eyle halkı idiler. Ey­le, deniz kıyısında bir kasaba idi. Cenâb-ı Allah, îsrailoğullarma cu­ma günü için işten el çekip kendilerini ibadete vermelerini emretti. Ancak onlar: «Hayır, biz cumartesi günü kendimizi ibadete verip iş­ten el çekeriz. Çünkü Cenâb-ı Allah da yaratma işini cumartesi günü sona erdirmişti ve o günde her şey hareketsiz oldu.» dediler.

Tarihçiler ve müfessirler, cumartesi günü sahiplerinin kıssasını, onlara avlanmanın yasaklanışını, balıkların gruplar halinde cumar­tesi günü onlara gelişini fakat diğer günlerde gelmeyişini, cumartesi günü o balıkları avlamak için tuzak kuruşlarını anlatmışlardır. Ama aralarından bir grup insan, asilere: «Cumartesi günü avlanmanıza müsaade etmeyiz.» demişler ve onlara çeşitli öğütler vermişlerdi. Di­ğer dalkavuk bir grup gelip onlara karşı çıkarak şöyle demişlerdi: «Allah'ın yok edeceği veya şiddetli azaba uğratacağı bir millete niçin Öğüt veriyorsunuz?» Bu karşı çıkanlara, haramları yasaklayanlar şu cevabı vermişlerdi: «Rabbinize, hiç değilse bir özür beyan edebilme­miz içindir. Belki Allah'a karşı gelmekten sakınırlar.» (el-A'râf, 164.) Ya­ni böyle yaparsak, belki onlar cumartesi günü avlanmaya son verir­ler.

İkrime'nin anlattığına göre kendisi, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken İbn Abbas'a: «Dalkavuklar ve idare-i maslahatçılar da gafil­lerle beraber helak oldular.» dediğini ve İbn Abbas'ın kendisine iki el­bise giydirdiğini söylemiştir.

Havsere, İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İsrailoğullannda kadılar üç tane idi. Birisi ölünce diğeri yerine geçti. Bu kadılar, Allah'ın takdir ettiği bir müddetle kadılık yaptılar. Sonra Cenâb-ı Allah, at.üzerinde bir melek gönderdi. Bu melek, ya­nında buzağısı bulunan bir ineğe su vermekte olan bir adamın yanın­dan geçti. Melek, buzağıya seslendi, buzağı da onun atının peşine ta­kıldı. Sahibi geri götürmek için buzağının yanma geldi ve meleğe şöy­le dedi:

- Ey Allah'ın kulu, bu benim buzağımdır, ineğimin yavrusudur.

- Hayır, bu benim buzağımdır ve atımın yavrusudur.

Melek, onunla tartıştı, nihayet buzağının sahibi cevap veremez oldu, aciz kaldı, meleğe şöyle dedi:

- Öyle ise kadıya gidelim de aramızda hüküm versin.

- İşte buna razı olurum.

İkisi kadılardan birinin yanına gittiler. Önce buzağının sahibi sö­ze başladı ve kadıya şöyle dedi:

- Bu adam at üzerinde yanımdan geçiyordu. Buzağımı çağırdı, buzağım da peşine takıldı, ama geri çevirmek istemedi.

Meleğin yanında üç inci vardı. İnsanlar, o inciler gibi kıymetli in­ci görmüş değillerdi. Bunlardan birini kadıya verdi ve şöyle dedi:

- Benim lehimde hüküm ver.

- Bu nasıl caiz olur?

- Buzağıyı atın ve ineğin peşine göndeririz. Hangisinin peşine ta-kıhrsa onun yavrusu sayılsın.

Böyle yaptılar, buzağı atın peşine takıldı ve kadı, meleğin lehinde hüküm verdi. Ancak buzağının sahibi bunu kabul etmeyip: «Ben hük­me razı olmam, gel seninle benim aramdaki meseleyi diğer kadı çö­zümlesin.» dedi. Öyle yaptılar. İkinci kadıya gittiler. Melek, ona inci­lerden ikincisini verdi, ikinci kadı da meleğin lehinde hüküm verdi. Ancak buzağı sahibi, bu hükme de razı olmayınca üçüncü kadıya git­tiler. Meseleyi ona anlattılar. Melek, üçüncü inciyi ona vermek istedi ama kadı kabul etmedi ve: «Bugün aranızda hüküm vermeyeceğim.» dedi. Sebebini sorduklarında da âdet görmekte olduğunu söyledi. Me­lek: «Fesübhanallah! Erkekler hiç âdet görürler mi?» diye sorunca ka­dı: «Fesübhanallah! Hiç at buzağı doğurur mu?» diye cevap verdi ve ineğin sahibi lehinde hüküm verdi. Bunun üzerine melek, onlara şöy­le dedi: «Sizler imtihan edildiniz. Allah senden razı oldu ey kadı, ama diğer iki arkadaşına da gazaplandı.»

Ebu Bekir b. Ayyaş, İkrime'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hükümdarlardan birisi, memleketinde şöyle bir duyuruda bu­lundu: «Eğer herhangi bir kimsenin sadaka verdiğini görür veya du­yarsam elini keserim.» Dilencinin birisi, bir kadına gitti ve şöyle dedi:

- Bana bir sadaka ver.

- Sana nasıl sadaka vereyim ki, hükümdar, sadaka verenlerin elini kesiyor.

- Allah rızası için bana bir sadaka vermeni istiyorum.

Kadın, o dilenciye iki ekmek verdi. Hükümdar, bunu duyunca adamlarını gönderip kadının ellerini kestirdi. Sonra o hükümdar, annesine şöyle dedi:

- Anacığım, bana güzel bir kadın bul ki evleneyim.

- Şuralarda güzel bir kadın var, onun gibi güzel başka bir kadın görmedim. Yalnız bir kusuru var.

- Neymiş o kusur?

- Elleri kesiktir.

- Ona görücüler gönder.

Görücüler gidip kadına baktılar. Hükümdarın annesine götürdü­ler, annesi onu görünce çok beğendi. Gerçekten güzel bir kadındı. Ka­dına şöyle dedi:

- Hükümdar, seninle evlenmek istiyor.

- Olur inşaallah.

Bundan sonra hükümdar, o kadınla evlendi ve ona çok kıymet verdi.

Nihayet hükümdarın düşmanlarından biri ayaklanıp isyan etti. Hükümdar da onunla savaşmak üzere saraydan çıkıp cepheye gitti, sonra da annesine şöyle bir mektup gönderdi: «Evlendiğim son kadı­na dikkat et, ona iyi davran, ona gerekli lütufta bulun.» Ulak, mektubu getirip kadının kumalarından birinin yanında misafir oldu. Ku­malar, o kadını kıskanıyorlardı. Mektubu ulağın elinden alıp değiş­tirdiler ve hükümdarın annesine şu mealde bir mektup gönderdiler: «Son evlendiğim kadına dikkat et, duyduğuma göre bazı erkekler onun yanına geliyorlar ve onunla ilişki kuruyorlarmış. Onu evden çı­kar ve ona çeşitli hakaretlerde bulun.»

Annesi, hükümdara: «Sen yalan söylüyorsun, bu dürüst ve doğru bir kadındır.» diye cevap yazdı. Bu cevabı alan elçiler, bu kadının ku­malarından birinin yanına gittiler. Kumalar mektubu alıp değiştirdi­ler ve annesinin ağzıyla hükümdara şöyle yazdılar: «Gerçekten de son evlendiğim kadın facire ve günahkardır, zina yapıyor. Zinadan bir çocuğu da doğdu.»

Bunun üzerine hükümdar, annesine şu mektubu gönderdi: «Ev­lendiğim o kadına dikkat et, zinadan doğan çocuğunu boynunun üze­rine koy, yakasını yırt ve evden kov.» Mektup, hükümdarın annesine gelince annesi bu mektubu alıp kadına okudu ve: «Sarayı terket.» de­di. Çocuğunu da sırtına bağladı. Kadın saraydan çıkıp gitti. Bir nehir kıyısına vardı, çok susamıştı. Su içmek için nehrin kenarına çöktü. Bu sırada çocuk, sırtında idi. İçmek için eğilince çocuk suya düştü ve boğuldu. Kadın, nehir kıyısında oturup ağlamaya başladı. İki erkek, yanına geldiler ve kendisine sordular:

- Niçin ağlıyorsun?

- Oğlum sırtımdaydı. Ellerim yoktu ki, avuçlayıp su içeyim. İçe­bilmek için ben eğilince sırtımdaki çocuğum suya düştü ve boğuldu.

- Allah'ın ellerini tekrar sana geri vermesini ister misin?

- Evet.

Adamlar, Rablerine dua ettiler, kadının elleri tekrar eskisi gibi sapasağlam oldu. Kadına tekrar sordular:

- Bizim kim olduğumuzu biliyor musun?

- Hayır.

- Biz, sadaka olarak verdiğin o iki ekmek parçasıyız.» İkrime, şu ayeti kerimeleri de şöyle tefsir etmiştir:

«Ebabil kuşları...» Bunlar, denizden çıkan kuşlardı. Başları cana­var başı gibiydi. Ebrehe ordusuna sürekli taş attılar, öyle ki, derileri kabarıp şişti, çiçek hastalığına yakalandılar. O güne kadar çiçek has­talığı görülmüş değildi. O kuşlar da ne daha önce görülmüştü, ne da­ha sonra görüldü.

«Vay ortak koşanlara! Onlar zekat vermezler.» (ei-Fusaiiet, 6-7.) On­lar, "La ilahe illallah" demezler.

«Arınmış olan kurtuluşa erecektir.» (ai-A'lâ, w.) Yani "Lâ ilahe illal­lah" diyen kişi kurtuluşa erecektir.

«Arınmaya niyetin var mı?» (en-Nâziât, ıs.) "Lâ ilahe illallah" demeye niyetin var mı?

«..."Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da doğrulukta devam edenle­re...» (el-Fussilet, 30.) Yani "Lâ ilahe illallah" şahadeti üzerinde müsta­kim olanlar...

«İçinizde aklı başında kimse yok mudur?» (Hûd, 78} Yani içinizde "Lâ ilahe illallah" diyen kimse yok mudur?

«Doğruyu söyleyecektir.» (en-Nebe1,38.) Yani "Lâ ilahe illallah" diye­cektir.

«Sen şüphesiz sözünden caymazsın.» (Âh îmrân, 194.) "Lâ ilahe illal­lah" diyenlere verdiğin sözden caymazsan.

«Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.» (ei-Bakara, 193.) "Lâ ilahe illallah" diyenlere düşmanlık yoktur.

«Unuttuğun zaman Rabbini an.» {ei-Kehf, 24.) Yani öfkelendiğin za­man Rabbini an.

«Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar.» (ei-fetih, 29.) Yüzlerin-deki iz, geceleyin ibadet yaptıklarından ötürü uykusuzluk izidir.»

İbn Abbas'm azatlısı İkrime şöyle demiştir: «Şeytan, günahı kula hoş ve süslü gösterir, o günahı işledikten sonra şeytan ondan uzakla­şır. Bundan sonra kul, işlediği günahtan ötürü ağlayıp Rabbine yal­varır, niyazda bulunur, miskinlesin Nihayet Cenâb-ı Allah, onun iş­lediği o günahı ve önceki günahlarım bağışlar.

İkrime, Cebrail (a.s.)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rabbim, birşeyi yapmak üzere beni gönderir ama gittiğimde o işin benden önce yapılmış olduğunu görürüm.»

İkrime'ye "Mâûn" kelimesinin manasını sorduklarında bunun "iğ­reti vermek" anlamına geldiğini söyledi. Ben de kendisine şöyle söyle­dim:

- Bir kişi, bir komşusuna veya dostuna istediği kalburu veya ten­cereyi veya tabağı veya ev eşyalarından herhangi birini vermezse, o cehennemlik olur mu?

- Hayır, ama o kişi, insanı namazdan men eder ve de komşusu­nun yahut bir dostunun iğreti olarak istediği ev eşyasını vermezse, işte o cehennemlik olur ama pek değersiz bir eşya için bu söz konusu değildir, verilmemesi de caizdir.»

İkrime, ayet-i kerimede geçen "Sâihûn" (seyahat edenler) kelime­si ile ilim talebelerinin kastedildiğini söylemiştir.

İkrime, şu ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle demiştir:

«İnkarcıların kabirde bulunan kimselerden umutlarını kestikleri gibi...» (ei-Mümtahine, 13.) Yani kafirler, mezara girdiklerinde ve Allah'ın kendileri için hazırladığı azabı gözleriyle müşahede ettiklerinde artık Allah'ın nimetinden ümitlerini keserler.

Başkaları ise bu ayet-i kerimeyi şöyle tefsir etmişlerdir. Yani ka-

firler, ölüm sonrası diriliş ve hayatı inkar edip ondan ümitlerini kes­tiler.

ikrime şöyle dedi: «İbrahim peygambere, "misafir babası" denilir­di. Köşkünün dört kapısı vardı ki, hiçbir misafir oraya uğramadan geçmesin.»

İkrime, ayet-i kerimede geçen "Enkâl" kelimesinin zincir, bukağı ve diğer bağlar manasına geldiğini söylemiştir.

Sebe' kahinini anlatırken de İkrime, şöyle demiştir: «Sebe' kahini, kendilerine azab yaklaştığı zaman kavmine şöyle dedi: «Uzak ve zorlu bir sefere gitmek isteyen, Umman'a gitsin. İçki ve diğer şeyleri elde etmek isteyen kimse, Şam'a gitsin. Bataklıklara, derin çukurlara düşmek ve mahalde ikamet etmek isteyen kimse hurmalık Yesrib'e gitsin.»

Böyle demesi üzerine bazıları Umman'a, bazıları da Şam'a gitti­ler. Şam'a gidenler, Gassanlılardı. Evsliler, Hazreçlüer -kî bunlar be­ni Ka'b b. Amr kolundan geliyorlardı- ve Huzaahlar, Yesrib'e gidip hurmalıklı yerlerde konakladılar. Batn-ı Mürre vardıklarında Huza­ahlar: «İşte burası iyidir, buradan başka yere gitmek istemiyoruz.» deyip oraya yerleştiler. Bu nedenle onlara Huzaahlar denildi, çünkü onlar, kendi yol arkadaşlarından koptular. Evsliler ve Hazreçlüer ise gidip Yesrib'in içine yerleştiler.

Aziz ve Celil olan Allah, Yusuf peygambere şöyle dedi: «Ey Yusuf! Kardeşlerini affettiğin için zikredenler arasında senin şanını yücelt­tim.»

Lokman (a.s.) da oğluna şöyle dedi: «Ben çeşitli acıları tattım, ama fakirlikten daha acı birşey tatmış değilim. Bütün ağır yükleri taşıdım, ama komşunun kötülüğünden daha ağır bir yük görmedim. Eğer söz gümüş ise susmak altındır.»

Veki1 b. Cerrah, îkrime'nin şu ayet-i kerimeleri tefsir ederken şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Attığın zaman sen atmamıştın, fakat Allah atmıştı.» (ei-Enfâi, 17.) Rasûlullah'm attığı taşlardan her biri, müşriklerden birinin gözüne isabet etmişti.

Nün sûresinde geçen "Zanîn" kelimesi, koyunun kesik kulağı ile tanınması gibi alçaklığıyla tanınan yaramaz ve adi kimse anlamına gelir.

«Allah'a ve Rasûlüne eziyet edenler.» (ei-Ahzâb, 57.) Bunlar, resim yapan kimselerdir.

«Yürekler ağızlara gelmiştir.» (ei-Ahzâb, ıo.) yani yürekler hareket edip yerlerinden ayrılacak olsalardı, vücutlarından dışarı çıkarlardı. Ama bu mecazidir, aslında burada korku ve panik kastedilmiştir.

«Kendinizi aldattınız.» (ei-Hadîd, u.) Yani kendinizi şehvetlerle al-

dattınız.

«Bize pusu kurdunuz.» (ei-Hadîd, 14.) Yani tevbe ile pusu kurdunuz.

«Sizi kuruntular aldattı.» yani tevbeyi ileriki zamanlara ertele­mek sizi aldattı.

«Nihayet Allah'ın buyruğu geldi.» Ölüm geldi.

«Çok aldatan sizi ayarttı.» Şeytan sizi ayarttı.»

İkrime dedi ki: «Bir kimse, Yasin sûresini okursa o gün akşama kadar sevinç içinde olur.»

Seleme b. Şuayb, Eban'm babasının şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Deniz kıyısında İkrime ile beraber oturmaktaydık. Meclisimizde bulunanlar, denizde boğulanlardan söz açtılar. İkrime de dedi ki: «Denizde boğulanların vücutlarındaki etleri balıklar paylaşırlar, geri­de sadece kemikleri kalır. Nihayet o kemikler de ufalanırlar, develer gelip o kemikleri yerler. Sonra geçip gider ve bir süre sonra o kemik­leri kığ olarak dışarı atarlar. Bir müddet sonra bir grup insan gelir", o kığların bulunduğu yerde mola verir ve kığları toplayıp yakarlar, sonra da küle dönüşen o kığları rüzgar gelip yeryüzünde Allah'ın di­lediği kara ve denizlere savururlar. Ölüm sonrası diriliş için İsrafil'in sura üfleyişi esnasında küle dönüşenlerle mezardakiler aynı şekilde ayağa kalkıp canlanırlar.»

İkrime'nin şöyle dediği rivayet edilir: «Cenâb-ı Allah, biri Cen-net'ten diğeri Cehennem'den iki kişiyi huzuruna getirtir, cennetlik olana der ki:

- Ey kulum, istirahatgahım nasıl buldun?

- Ya Rab, çok iyidir.

Sonra Cenâb-ı Allah, cehennemlik olan adama şöyle der:

- Ey kulum, istirahatgahım nasıl buldun?

- Kimsenin anlatamayacağı kadar çok kötüdür ya Rab!

Böyle dedikten sonra Cehennem'deki yılan, akreb ve arılarla çe­şitli azabları anlatır. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, cehennemlik olan o adama şöyle der:

- Ey kulum, eğer seni Cehennem'den kurtarıp affedecek olursam bana ne verirsin?

- Ey Rabbim, benim yanımda sana verecek ne vardır?

- Eğer bir dağ büyüklüğünce altının olsaydı seni, Cehennem'den kurtarmam için bana verir miydin?

-Evet.

- Yalan söylüyorsun, dünyada bundan daha az ve daha kolay olan birşeyi senden istemiştim. Bana dua edecektin, ben de duana icabet edecektim. Benden mağfiret dileyecektin, ben de seni bağışla­yacaktım. Benden isteyecektin, ben de sana verecektim ama sen bunlan yapmadın, arkanı dönüp gittin.»

İkrime'nin şöyle dediği rivayet edilir: «Kıyamet gününde Aziz ve Celil olan Allah'ın hesab için yanına yaklaştırdığı her kul, mutlaka affedilmiş olarak Allah'ın yanından kalkıp gider.»

«Her şeyin esası vardır. İslâm'ın esasıda güzel ahlaktır.»

«Peygamberlerden birisi, açlık ve çıplaklığını Aziz ve Celil olan Allah'a şikayet etti. Allah da ona şöyle vahyetti: Açlık ve çıplaklıktan kaynaklanan şerrin kapısını sana karşı kapalı tutmuş olmama razı olmaz mısın?»

«Semada İsmail adında bir melek vardır. Eğer kulaklarından bi­rini açmasına Cenâb-ı Allah izin verecek olursa ve Aziz ve Celil olan Allah'ı teşbih ederse, gökteki ve yerdeki herkes ölürler.»

Güneş, yer küreden üç kat büyüktür, ay ise yerin büyüklüğünce-dir. Güneş batarken Arş-ı A'la'nın altında bulunan bir denizde batar. Cenâb-ı Allah'a sabaha kadar teşbihte bulunur. Tekrar doğmamak için Allah'tan izin ister, ama Allah, ona bunun sebebini sorar -gerçi o bunun sebebini daha iyi bilir- güneş de: «Senden başkasına ibadet et­memek için buradan ayrılıp dünyaya doğmak istemiyorum.» der. Cenâb-ı Allah'ta ona şu karşılığı verir: «Doğ! Bu hususta senin için bir sakınca yoktur, onlara Cehennem yeter. Cehennem'i 13.000 me­lekle onların üzerine göndereceğim. Onlar da Cehennem'e girecekler­dir.»

Ancak burada anlatılanlar, sahih hadiste anlatılanlara ters düş­mektedir. Çünkü sahih hadiste şöyle buyurulmaktadır:

«Cehennem'i 70.000 yularla sevkederler ve ortaya getirirler. Her yuları 70.000 melek tutar.»

Mendel, ikrime tariki ile İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Haksız yere dövülen bir adamın yanında durmayın. Çünkü böyle birinin yanında durup da onu savunmayan kişilerin üzerine gökten lanet iner.

Haksız yere öldürülen bir adamın da yanında durmayın. Çünkü böyle birinin yanında durup da onu savunmayan kimselerin üzerine gökten lanet iner.»

Şu'be, Ebu Hüreyre'den rivayet ederek şöyle demiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), hapşırdığı zaman elbisesini yüzüne kapatır ve ellerini de kaşlarının üzerine koyardi.»

Bakiyye, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Peygamber (s.a.v.), şöy­le buyurmuştur: «Yapacağını zannettiği halde bir kimseye yemin ve­ren ama yemin verilen kimse, o yeminin gereğini yapmazsa bunun günahı, yeminin gereğini yapmayanın üzerine olur.»

Babasının "Müsned"inde, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, İkrime'den rivayet etti ki; Hz. Aişe şöyle demiştir:

«Peygamber (s.a.v.)'in üzerinde kaba dokumadan yapılmış Katar yapısı iki aba vardı. Hz. Aişe, ona dedi ki: "Ya Rasûlallah, senin şu elbiselerin kaba ve serttir. Bunların içinde terliyorsun ve sana ağır geliyor."

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), Şam'dan kendisine abalar geti­ren bir adama haber göndererek veresiye iki aba satın almak istedi. Haberci, tüccara gidip Rasûlullah (s.a.v.)'m veresiye iki aba satın al­mak istediğini söyleyince tüccar şöyle dedi: "Vallahi, biliyorum ki Ra­sûlullah, benim bu elbiselerimi veresiye alacak ve borcunu ödemeyi de geciktirecektir."

Tüccarın böyle demesi üzerine haberci, Rasûlullah (s.a.v.)'a dö­nüp anlattı. Rasûlullah (s.a.v.) da şöyle dedi:

"Yalan söylüyor. Onlar da biliyorlar ki, ben onlardan daha çok Al­lah'tan korkarım ve onlardan daha çok emanete riayet ederim." Aynı günde yine şöyle buyurmuştu: "Sizden birinizin muhtelif yerleri ya­malı bir elbiseyi giymesi, yamnda bulunmayan birşeyi veresiye satın almak istemesinden daha hayırlıdır."»

Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [3]

 

Kasım B. Muhammed B. Ebu Bekir Es-Sıddık

 

Meşhur fikıhçılardandı. Çok rivayetleri vardı. Sahabelerden ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştu. Medine ehlinin en faziletlile­rinden ve zamanındaki insanların en âlimlerindendi. Kendisi küçük yaştayken babası Mısır'da öldürüldü. Teyzesi onu yanına alıp büyüt­tü. Efendi ve lider şahsiyetli bir kimse oldu. Çok menkıbeleri vardır.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de Ebu Reca el-Utarid'dir. [4]

 

Meşhur Şair Küseyyir Azze

 

Küseyyir b. Abdurrahman b. Esved b. Amir Ebu Sahr el-Huzai el-Hicazî. İbn Ebi Cum'a olarak da tanınır. Hakkında gazeller söylendi­ği için Küseyyir, Azze'nin adıyla da tanınmıştır. Azze, Ümmü Amr'~ dır. Cemil b. Hafs'ın kızıdır. Cemil, Beni Hacib b. Ğıfar kabilesinden-dir.

Bu şairin ism-i tasgir olarak adının Küseyyir olarak anılması, kı­sa boylu ve çirkin suretli oluşundan Ötürüdür. Boyunun üç karış ol­duğu söylenir.

İbn Hallikan dedi ki: Küseyyir'e, ayıların sahibi denilirdi. Yürür-

ken boyunun kısalığından ötürü küçük bir adam sanılırdı. Abdülme-lik b. Mervan, huzuruna gelen Küseyyir'i görünce gülerek: «Başını eğ ki, tavana değmesin ve rahatsız olmayasın.» derdi. Küseyyir, defalar­ca Abdülmelik'in ziyaretine gitmişti. Ömer b. Abdülaziz'in de ziyare­tine gitmişti. Kendisine, Müslümanların en şairi denilirdi. Yalnız on­da biraz Şiilik de vardı. Hatta bazıları onu, tenasüh görüşüne men-sub saymışlardır. Eğer bu konuda gelen nakiller sahih ise o, aklının kıtlığından ve cahilliğinden ötürü tenasüh görüşünü savunurmuş. «Ey insaoğlu! Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkib eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?» (ei-înfitâr, 8.) Bu ayet-i kerimeyi okuyarak tenasüh görüşünü savunduğu söylenir.

Bir gün Abdülmelik'in yanına girmek için izin istedi. Huzura var­dığında Abdülmelik, ona: «Muaydî'nin adını işitmen, onu görmenden daha hayırlıdır.» dedi. O da bundan alınarak şöyle dedi:

«Ey mü'minlerin emiri, kendine gel. Kişi, kalbi ve dili gibi iki kü­çük organıyla kişilik sahibi olur. Eğer konuşursa fasih konuşur, sa­vaşırsa da yüreklice savaşır. Ben de şöyle diyorum:

«Ben işleri denedim, işler de beni denediler. İster benim karakte­rimi ortaya koydular.

Adamlar açıkça anladılar ki, ben onlarla mücadeleci ve tecrübeli bir kardeşim.

Zayıf bünyeli bir adamı görür, onu küçümsersin;

Ama onun giysileri içinde kükreyen bir aslan vardır.

Bıyıkları yeni terlemiş bir genci görüp de beğenirsin ve denersin.

Ama o bıyığı yeni terlemiş genç, senin tahminlerini boşa çıkarır.

Erkeklerin başlarının süsü ve ziyneti yoktur.

Onların süs ve ziyneti dindarlık ve hayırhahhktır.

Lori kuşu, boyca uzun boyludur.

Ama doğan ve şahin kadar iş görmez.

Deve de büyüktür ama akılsızdır.

Büyüklüğü ve iriliği, deveye fayda sağlamaz.

Sırtına binilir, sonra uzun değneklerle vurulur.

O ne iyilikten anlar, ne de kötülükten.

Yay yapımında kullanılan nebi' ağacının dalı sürekli biter.

Ama çalı diken pek uzamaz.»

Ebu'l-Ferec b. Tarrar, bu hikayenin garabetinden ve yukarıdaki şiirden uzun uzadıya bahsederek şöyle demiştir: Anlatıldığına göre bir gün Küseyyir Azze, Abdülmelik b. Mervan'm yanma gitmiş ve bir kaside okuyarak onu övmüştü:

«İbn Ebi'l-Asi'nin üzerinde sağlam zırhlar vardır. Dokuyucu o zırhların iplerini ve halkalarını güzel örüp ortaya koymuştur.»

Abdülmelik, ona dedi ki: A'şa'nın Kays b. Madikerib'e dediğini söyleseydin ya:

«Ateş koru gibi yönelen askeri birlikler geldiğinde, Muhafızlar onların hamlelerinden korkarlar. İşte o esnada ben cübbe giyip kılıç kuşanmadan da Öne atılırım. Onların nişanlı bahadırlarını vururum.»

Küseyyir dedi ki: «Ey mü'minlerin emiri, Aşa, Kays'ı akılsızlıkla nitelemişti. Ben seni akıllılıkla niteliyorum.»

Bir gün Küseyyir, Abdülmelik'in huzuruna girdi. Abdülme^k, Mus'ab b. Zübeyr'le savaşmak üzere çıkmaya hazırlanıyordu. Küsey-yir'e şöyle dedi: «Yazıklar olsun sana ey Küseyyir! Şimdi seni şiirinle hatırlıyordum. Eğer sen bu şiirinde isabet etmiş isen, sana hükmünü veririm.»

Küseyyir de ona şu karşılığı verdi:

- Ey mü'minlerin emiri, sanki sen Atike binti Yezid'le vedalaşı-yorsun. O senin ayrılışından ötürü ağhyor ve onun ağlaması nedeniy­le hizmetkarları da ağlıyorlar. O, benim şu şiirimi hatırlamış olmalı:

«Savaşa gitmeye karar verdiği zaman hiçbir şey onun azmini kı-ramaz.

At üzerindedir. Atı incilerle, gerdanlıklarla süslüdür. Karısı, onu savaştan menetmek istedi. Menedişine aldırmayınca da onu kınadı ve ağladı.

Etrafında bulunan herkes de onun ağlayışı nedeniyle ağladı.»

Bu şiiri dinleyen Abdülmelik, Küseyyir'e: «İsabetli söyledin, ne is­tiyorsan söyle.» dedi. Küseyyir de: «Seçkin develerinden 100 tanesini istiyorum.» dedi. Abdübnelik: «Onlar senin olsun.» dedi.

Abdülmelik, Irak'a giderken bir gün Küseyyir Azze'nin düşünceli olduğunu gördü. «Onu yanıma getirin.» dedi. Küseyyir, huzuruna ge­tirildiğinde Abdülmelik, ona şöyle dedi:

- Ne düşünüyorsun?

- Düşündüğüm şeyi sana anlatırsam beni serbest bırakır mısın?

- Evet.

- Vallahi mi? -Vallahi.

Abdülmelik şöyle dedi:

- Sen kendi kendine şöyle düşünüyorsun: Şu Abdülmelik, benim mezhebimde değildir ve mezhebimde olmayan bir adamla savaşmaya gidiyor. Eğer bu arada bana hedefini şaşırmış bir ok isabet eder de ölürsem, hem dünyayı hem de ahireti kaybederim.

- Evet, vallahi böyle düşünüyorum, ey mü'minlerin emiri.

- Öyleyse sana verdiğim hüküm şudur: Seni ailene geri göndere­cek ve sana güzel armağanlar vereceğim.

Böyle dedikten sonra ona bir miktar mal ve para verdi. Ailesine dönmesine de müsaade etti.

Hammad er-Raviye, Küseyyir Azze'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Ömer b. Abdülaziz, halifeliğe geçince ben, Ahvez ve Nasib ziya­retine gittik. Onun dostları olarak biliniyorduk. Medine'deyken yanı­na gidip gelirdik, her birimiz halifelikte bizi ortak kılacağını sanıyor­duk. Yolda giderken arkadaşlarımız arasında böbürleniyorduk. Ho-nasra'ya vardığımızda Ömer b. Abdülaziz'in askeri birliğinin flamala­rını gördük. Mesleme b. Abdülmelik^ bizi karşılayarak şöyle dedi: «Niçin buralara geldiniz? Adamınızın şiiri ve şairleri sevmediğini bil­miyor musunuz?» Bunun üzerine biz de üzülmeye başladık. Mesle-me'nin yanma konakladık. O da bize nafakamızı ve hayvanlarımızın yemini verdi, yanında dört ay müddetle ikamet ettik. Ömer b. Abdü­laziz'in yanına gitmemize izin vermesi mümkün değildi. Bir cuma gü­nü hutbesini dinlemek ve namazdan sonra da kendisine selam ver­mek için yanına gittim. Hutbede şöyle dediğini işittim:

«Her sefer için azık gereklidir. Siz de dünyadan ahirete gitmek için takva azığı edinin ve Cenâb-ı Allah'ın kendisi için hazırladığı azab ve sevabı gözüyle gören kimseler gibi olun, sevabına rağbet edin, azabından da sakının, uzun emele kapılmayın, aksi takdirde kalbleriniz katılaşır. Düşmanlarınıza da teslim olup itaat edersiniz. Allah'a yemin ederim ki, sabahladıktan sonra akşamlayacağını, ak­şamladıktan sonra da sabahlayacağını bilemeyen kimsenin emeli pek uzun mesafeli olmayacaktır. Böyleleri için ölümün gizli ve pusudaki tehlikeleri vardır. Ancak Allah'ın azabından ve kıyamet gününün korkulu hallerinden kurtulacağına kesinlikle güvenen kimse, kalp rahatlığı içinde olabilir. Dünyanın darbelerine karşı kendini koruyup tedavi olmayan kimse, başka taraflardan darbe yer. Böyle biri nasıl kalb rahatlığı içinde olabilir? Kendi nefsime yasakladığım bir işi em­retmekten Allah'a sığınırım, aksi takdirde alış verişim zararla sonuç­lanır. Ancak hak ve doğruluğun fayda vereceği bir günde miskinliğim açığa çıkar.»

Böyle dedikten sonra o kadar çok ağladı ki, öleceğini sandık. Ağ-

layışmdan ötürü mescit ve çevresi sarsıldı, çünkü herkes ağlayıp fer-yad-ü figan ediyordu. Bundan sonra ben arkadaşımın yanına dönüp ona şöyle dedim: «Haydi gel de Ömer'e ve atalarına söylediğin şiirden başka bir şiir söyle. Çünkü Ömer, dünya adamı değil, ahiret adamı­dır.»

Sonra cuma günü Mesleme, halifeyle görüşmemiz için randevu aldı, yanma girdiğimizde ona selam verip şöyle dedim:

«Ey müminlerin emiri, senin yanında uzun süre kaldık, fayda azaldı. Arap heyetleri senin bize cefa verdiğini söylüyorlar.»

Benim böyle demem üzerine Ömer b. Abdülaziz, şu karşılığı ver­di:

«Zekatlar, Yoksullara ve düşkünlere sarfedilir.» (et-Tevbe, 60.) Bu ayet-i kerimeyi okuduktan sonra şöyle dedi: «Eğer siz yoksullardan ve düşkünlerden iseniz size zekat veririm, aksi takdirde sizin zekatta hakkınız yoktur.»

Ben de kendisine şöyle dedim:

- Ey müminlerin emiri, ben düşkünüm, yolcuyum ve yolda kal­mışım.

- Siz Ebu Said'in (Mesleme b. Abdülmelik'in) yanında değil misi­niz?

- Evet.

- Onun yanında bulunan kimselere benim verecek birşeyim yok­tur.

- Ey mü'minlerin emiri, bir şiir okumama izin ver.

- Oku, ama hak bir şiir olsun.

Bunun üzerine ben şu kasideyi ona okudum:

«Keşke suçsuz ve günahsız Ali'ye sövmeseydin, kimseyi korkut-masaydın, suçlunun işaretini kabul etmeseydin.

Ben sözümü fiilimle tasdik ettim, yaptığım işlerle de bunu doğru-ladım.

Bundan her Müslüman razı oldu.

Gencin yüksek tepede ve eğri büğrü yollardan sonra gelip tavan­ları sağlam bir mecliste oturması, onun için yeterlidir.

Elbisesini giyinip sana doğru koştu, dünya sana sadece el ve bi­lekle göründü.

Bazen hasta gözle göz kırparsın; bazen de düzgün ve iri gözlerle tebessüm edersin.

Ondan tiksinerek yüz çevirdin.

Sanki o sana zehir ve acı şeyler içirdi.

Onun tuzaklarına karşı kendini korudun.

Onun denizinde dalgaların köpükleri ile karnını doldurdun,

Sen bütün gayelere karşı tutkulu olmaya devam ettin.

Böylece sen binaların yüksek ve Ön kısmına ulaştın.

Ölüm meleği sana geldiğinde sen artık konuşamaz ve dünyayı ta-leb edemez hale geldin.

Her ne kadar güzel görünüyorsa da fani olan dünyayı terk ettin.

Kalıcı olan ahireti sağlam bir görüşle tercih ettin.

Fani olana zarar verdin, ilerideki ahiret günü için şerli ve karan­lık bir günde paçaları sıvadın.

Halife olsan bile Allah'a karşı malın ve canın seni koruyamadı.

Kalbindeki düşüncen ve niyetin seni yükseklere çıkardı, tıpkı merdivenlerle zirvelere çıkar gibi oldun.

Yeryüzünün doğusu ile batısı arasında fasih konuşanlar ve Arap-çayı iyi bilmeyenler bile diyorlar ki:

Mü'minlerin emiri bana haksızlık etti.

Dinarımı ve dirhemimi alıp bana zulmetti.

Suçsuz kimseye el uzatılmaz.

Haksız yere bir fincan kan dahi akıtılamaz.

Eğer Müslümanlar yapabilselerdi, ömürlerinin yarısını, -pişman olmaksızın- sana bağışlarlardı.

Böylece Allah'ın Ka'besine hacca giden, Makam-ı İbrahim'i ve Zemzem'i ziyaret eden kimseler bulunduğu sürece sen yaşardın.

Bu alışverişinde müşteriye karşı kazançlı çıkardın, bu ne büyük bir kazanç, bu ne büyük bir kazanç, bu ne büyük bir kazanç!»

Ben şiirimi tamamladıktan sonra Ömer: «Sen bununla kıyamet gününü soruyorsun.» dedi.

Sonra Ahvez izin istedi, o da başka bir kaside okudu. Kasideyi ta­mamladıktan sonra Ömer ona da: «Sen bununla kıyamet gününü so­ruyorsun.» dedi. Sonra Nasib, şiir okumak için izin istedi. Ona izin vermedi. Her birimize 150'şer dirhem verilmesini emretti. Nasib'i de Mercidabık'a gazaya gönderdi. Bundan sonra Küseyyir Azze, Yezid b. Abdülmelik'in ziyaretine gitti, çeşitli kasidelerle onu methetti. Yezid de ona 700 dinar verdi.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Küseyyir Azze, ric'at görüşüne sahip, murdar ve habis bir Şii idi. Tenasüh görüşüne sahip olup bu görüşü­ne delil olarak da şu ayet-i kerimeyi ileri sürerdi: «Seni yaratıp sonra şekil veren, düzenleyen, mütenasip kılan, istediği şekilde seni terkib eden, çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?» (ei-infitâr, 8.)

Musa b. Ukbe dedi ki: Küseyyir Azze, bir gece rüyasında korkulu Şeyler gördü. Sabahleyin uyandığında Zübeyr ailesini övmeye ve Ab­dullah b. Zübeyr'e ağıt yakmaya başladı. Oysa daha önce Abdullah b. Zübeyr hakkında kötü konuşurdu:

«Batha (Mekke) genişliğinde o dedi ki;

Odun parçaları kendisini vurup oradan kovmadıkça orada kala­caktır.

Orada rahatlık ve güvenlik içinde sere serpe yayıldık. Bir kimse, korkulacak şeylerin kötülüğünden korkarsa musibet­ler ona peşpeşe gelir.

Esma'mn oğlunun (Abdullah b. Züybeyr) suçsuz olduğuna inan­dım.

Daha önce onun hakkında söylediğim kötü şeylerden ötürü Al­lah'tan tevbe diliyorum.

O öyle bir adamdır ki, onun nedeniyle anneleri tahkir edilmez. Babaları da bizim aramızda asil ve hoş insanlardır.»

Mus'ab b. Abdullah ez-Zübeyrî'den şöyle rivayet edilmiştir: «Ey Küseyyir, güzellik ve cemalin yarısına sahip olmadığın halde Azze için niye bu kadar şiirler söylüyorsun? Bu şiirleri ben ve benim gibi­ler hakkında söylemiş olmalıydın. Ben, Azze'den daha şerefli, daha faziletli ve daha güzelim.»

Talha'nm kızı Aişe, güzellik, cemal ve asalet bakımından kadınla­rın çok üstündeydi. O, Küseyyir'i denemek için böyle demişti. Küsey­yir de ona cevaben şöyle bir şiir okumuştu:

«Kalbi feda oldu ya da aklını kaybetti ey Azze, Oruç tutmak istiyerek sabahladı ya da oruç yerine fidye verdi. Azze'ye aşık olan nasıl oruç tutar. Bunda söylenecek söz yoktur. Kimse kendini feda edemez.

Başka bir dost kadınla karşılaşırsak ve o, Azze'yi bize unuttur­mak isterse,

Kabul etmeyiz ve Hacibiyeli Azze daha önceliklidir, deriz. Vuslatımızı istersen seni tanıdık ve dost biliriz, bu işe seni görev­lendiririz.

Keşke birbirimize karşı perdeli kalsak, bu bizim için vuslattan daha hayırlıdır.

Jurnalcılar ona dediler ki, ben onu terketmişim. O da bana karşı öfke ile doldu ve kızdı.»

Aişe ona dedi ki: «Sen beni dost olarak niteledin ama ben senin dostun değilim. Keşke Cemil'in söylediği gibi söyleseydin. Vallahi o, senden daha yüksek bir şairdir. O, bir şiirinde şöyle der:

«Nice güzel yanaklara, çok çabalar sonucunda ulaştık. Bu çabala­ra aklım kaybeden aşıkın sözleri de karışmıştır.

Maşuka Örttürüp kendini gizledikten sonra aşıkın sözlerine ica­bet etti.

Besine'ye olan sevgim, seninle görüşmeme engel oldu. Eğer kalbimde tırnak ucu kadar bir fazilet olsaydı, Sana ulaşırdım veya mektuplarım sana gelirdi.»

Bunun üzerine Küseyyir, şöyle dedi: «Vallahi, Cemil'in üstünlük ve faziletini inkar etmiyorum, ben de onun güzelliklerinden bir güze­lim.»

Enbarî, Küseyyir Azze'ye ait şu şiiri nakletmiştir:

«Anam babam sana feda olsun, sen öyle bir maşukasın ki, düş­man sana tuzak kurdu ve durumu değiştirdi.

Kadınlar, bana Azze'nin ayıplarını anlattılar, dedikodusunu yap­tılar.

Allah, onların yanaklarını pabuç yapsın.

Allah bilir ya, onlar bir araya gelseler sen de orada bulunsan,

Hiç düşünmeden onun timsalini alırsın.

Eğer Azze, muvaffak yanında güzellik hususunda güneş ışığıyla yarışıp tartışacak olursa kendisi kazanır.»

Bir başkası da Küseyyir Azze'ye ait şu şiiri nakletmiştir:

«Aramızdaki uzaklık ne bizi teselli etti, ne de bir araya gelişimi­zin uzun sürmesi bizi birbirimize kızdırdı.

Jurnalciler beni ona daha da aşık yaptılar.

Beni bu aşktan menedenler, aşkımın daha da uzun sürmesine ne­den oldular.

Ben ona dedim ki: Ey Azze! Bir gün sen benim yanıma gelirsen, bütün musibetlere gönlüm boyun eğer.

Aklı gideren hastalık dışında her şeyimiz, hatta ırzımız da Az­ze'ye feda olsun, ona afiyetler ve sefalar diliyorum.»

Küseyyir Azze, hikmet içerikli bir şiirinde de şöyle demiştir:

«Dostunun ayıplarını görmezden gelmeyen ve ondaki kusurların bir kısmına göz yummayan,

Dostunu ve arkadaşını kınayarak ölür.

Bütün kusurları ve hataları görmek ve takip etmek için çaba sar-feden kimse,

Elbette ki o, kusur ve hataları görür ama felek de ona arkadaş bı­rakmaz.»

Anlatıldığına göre Azze binti Cemil b. Hafs, Beni Hacib b. Abdul­lah b. Gıfar kabilesindendi. Künyesi Ümmü Amr ed-Damriye idi. Ab-dülmelik b. Mervan'ın yanına geldi, kendisine yapılan bir haksızlığı şikayet etti. Abdülnıelik'de ona şöyle dedi:

- Küseyyir'in şiirlerinden birini bana okumadıkça senin hakkın­da hüküm vermeyeceğim.

- Küseyyir'in şiirini ezberlemiş değilim, yalnız onun benim hak­kımda şu beyitleri söylediğini başkalarından duydum, şöyle ki:

«Biliyorum ki her borçlu, borcunu alacaklısına ödemiştir.

Azze ise borcunu ödemekte gecikir ve alacaklısına cefa çektirir.»

- Ben sana bunu sormadım. Sen, Küseyyir'in şu şiirini bana oku:

«Diyorsun ki sen, Azze'den sonra değiştin. Ey Azze, değişmeyen kimdir? Söyle bakalım.

Cismim değişti ama aşkım önceleri gördüğün gibidir, asla değiş­memiştir. Bunu hiçbir haberci sana anlatmamıştır.»  

Bunun üzerine Azze utandı ve şöyle dedi:

- Ben bunu ezbere bilmiyorum ama başkalarının ondan naklet­tikleri bazı şiirleri işitmişim, ben onun şu sözünü ezberlemişim:

«Zalimliğinden ötürü o yüz çevirip giderken kendisine seslendi­ğimde sanki bir kaya parçasına sesleniyormuşum gibi oluyorum.

Eğer ayak bilekleri onunla yürüyecek olurlarsa kayarlar,

Dostunu bırakıp gider, seninle karşılaştığında (sevgiden yana) cimrice karşılaşır.

Bu vuslatta kendisinden usanandan o da usanır.»

Bunun üzerine Abdülmelik, Azze'nin lehinde hüküm verdi, ihti­yacını karşıladı. Ona yapılan haksızlığı giderdi ve şöyle dedi: «Bunu hareme götürün ki, haremdekiler bunun edebiyatım öğrensinler.»

Arap kadınlarından birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Azze, bizim yanımıza geldi, orada bulunan kadınlar onun güzelliğini sey­retmek için toplandılar. Onun tatlı, latif ve pembe tenli olduğunu gördüler. Kadınlar, o mevkiye geldiklerinde Azze konuşmaya başladı. Onun, kadınlar arasında en tatlı sözlü ve en edebi konuşan bir kadın olduğu görüldü. Artık gözümüzde ondan daha güzel, ondan daha tatlı başka bir kadın yoktu.»

Asmaî, Süfyan b. Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Azze, Sekine binti Hüseyin'in yanına gitti. Sekine, ona şöyle dedi: "Sana birşey soracağım, ama doğru cevap ver. Küseyyir, senin için söylediği şu şiirinde neyi kasdetmiştir:

«Her borçlu borcunu ödedi;

Azze ise alacaklısına borcunu ödemekte gecikir ve ona cefa çekti­rir.»

Azze dedi ki: «Ben ona bir öpücük vaad etmiştim. Bu vaadimi ye­rine getirmekte geciktim.» Sekine ise: «Bu sözünü yerine getir, güna­hı bana ait olsun.» dedi. Sekine binti Hüseyin, kadınların en güzelle-rindendi. Onun güzelliği dillere destandı.

Rivayet olunduğuna göre Abdülmelik b. Mervan, Küseyyir'i Azze ile evlendirmek istemiş, ancak Azze buna razı olmayıp: «Ey mü'min-lerin emiri, Küseyyir beni insanlar arasında rezil rüsvay edip adımı dillere düşürdükten sonra mı beni onunla evlendireceksin?» demiş ve bu evliliğe yanaşmamıştı.

Rivayet olunduğuna göre Azze, bir defasında Küseyyir'in yanın­dan geçmiş, Küseyyir onu tanıyamamıştı. Azze, kılığım değiştirmiş, onu denemek istemişti. Onu tanıyamayan Küseyyir, ona sataşmış, Azze de: «Hani Azze'ye olan aşkın ve sevgin nerede kaldı?» diye sor­muş. Küseyyir: «Ben sana kurban olayım, eğer Azze benim cariyem olsaydı, onu sana hediye ederdim!» diye karşılık verince Azze şöyle demişti: «Yazıklar olsun sana, böyle yapma, sen, şöyle diyen adam değil miydin?

«Bir dost yanımıza gelip ayağımızı kaydırarak bu aşkı yok etmek istese de biz kabul etmeyiz ve Hacibiyeli Azze herkesten öncedir, de­riz.»

Küseyyir ise şu karşılığı vermişti:

- Anam babam sana feda olsun, şu Azze'nin sözünü etme, bak sa­na ne diyeceğim:

«Azze'yle olan buluşmamız sadece onun aşırı güzelliğinden Ötü­rüydü.

Onunla olan vuslatımızın yerine şimdi başka bir maşuka ile bulu­şuyoruz.»

- Var mısın oturup sohbet edelim?

- Bu imkanı bana kim verir?

- Azze hakkında neler demiştin sen?

- Önemli değil, o sözleri ters çeviririm ve onun yerine seni koya­rım.

Küseyyir böyle deyince Azze, yüzündeki örtüyü kaldırıp şöyle de­di:

- Ey hain, ey vefasız, ey fasık! Azze işte buradadır, ey Allah'ın düşmanı!

Azze böyle deyince Küseyyir afallayıp şaştı, konuşamadı, utandı, ne yapacağını bilemez hale geldi. Sonra Azze şöyle dedi: - Allah şair Cemil'i kahretsin, o şöyle demişti:

«Yanında dostluğun fayda vermediği ve yüz çevirince de bağlantı ipi sağlam olmayan kimseyi Allah yok etsin.

O öyle bir kimsedir ki, iki yüzlüdür. Ahdine bağlı kalmaz ve her türlü yemini eder.»

Bundan sonra Küseyyir, Özür dilemeye ve içine düştüğü çukur­dan kurtulmaya çabaladı, çok şiirler ve rivayetler nakletti.

Azze, Abdülaziz b. Mervan'ın zamanında Mısır'da vefat etti. Kü­seyyir, onun mezarını ziyaret etti ve ağıt yaktı. Onun ölümünden sonra Küseyyir'in şiiri değişti, adamın biri ona: «Şiirine ne oldu? Es­kisi gibi değil ve şiirinde kusurlar görüyorum?» diye sorunca Küsey­yir, şu cevabı verdi: «Azze öldü. Artık neşe bulamıyorum, gençlik "git­ti, artık zevk bulamıyorum. Abdülaziz b. Mervan vefat etti. Artık hiç­bir şeye rağbet etmiyorum. Şiir dediğin şey, ancak bu saydığım şeyle­rin mevcudiyetinden kaynaklanır, ortaya çıkar.»

Küseyyir ile İkrime aynı günde vefat ettiler. Vefatları hicretin 105. senesinde vuku bulmuştu. Meşhur rivayete göre böyledir. Ancak şeyhimiz Zehebî'nin ifadesine göre Küseyyir, hicretin 107. senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Al­lah bilir. [5]

 

Hicretin Yüzsekizinci Senesi

 

Bu senede Mesleme b. Abdülmelik, Kayseri'yi fethetti. İbrahim b. Hişam b. Abdülmelik'te Bizans kalelerinden birini fethetti.

Horasan valisi Üseyd b. Abdullah el-Kusarî gaza yaptı. Türkleri büyük bir bozguna uğrattı.

Türk hakanı Azerbaycan'a karşı savaş açtı. Versan şehrini kuşat­ma altına alarak orayı mancınıklarla dövdü. Bunun üzerine Mesleme b. Abdülmelik tarafından atanan Versan valisi Haris b. Amr hareke­te geçerek Türk hükümdarı Hakan'a karşı çıktı ve onu bozguna uğ­rattı. Askerlerinden birçoğunu öldürdü. Hakan, askerlerinden büyük bir kısmı öldürüldükten sonra kaçtı. Bu savaşta Haris b. Amr da şe­hit düştü.

Muaviye b. Hişam b. Abdülmelik, Bizans topraklarına gaza yaptı. Büyük bir ordunun üzerinde komutan olarak Battal'ı Bizans'a gön­derdi. Battal'da Hancere'yi fethetti. Orada çok miktarda ganimet ele geçirdi. [6]

 

Hicri Yüzsekizinci Senede Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Bekir B. Abdullah El-Müzenî El-Basrî

 

Âlim, abid, zahid, mütevazi ve az konuşan bir adamdı. Sahabe grubundan, tabiin grubundan çok rivayetleri vardır.

Bu zatın güzel sözlerinden bazı örnekler nakletmek istiyorum:

«Senden daha büyük bir Müslümam gördüğün zaman, "Ben masi-yet ve günahlara koşarak onu geride bıraktım. O, benden daha hayır­lıdır" de.

Kardeşlerinin sana ikramda bulunup saygı gösterdiklerini görür­sen: "Bu Rabbimin lütfundandır." de, eğer onların bir kusurunu gö­rürsen: "Bu benim işlediğim bir günahtan ötürüdür." de.

Ey ademoğlu! Senin durumun nedir biliyor musun? Dilediğin müddetle su ve mihrabla başbaşa kal, temizlen. Aziz ve Celil olan Rabbinin huzuruna gir. Seninle onun arasında ne bir tercüman ne de bir aracı olmasın.

Kul tamahkarlık ve öfke ile ilişkisini kesmedikçe takvalı olamaz.

Bir adamın kendi ayıplarını unutarak insanların ayıpları ile uğ­raştığını görürsen onun tuzağa düşürüldüğünü bilin.

İsrailoğullarmdan bir adam iyi işler yaparak, güzel ameller işle­yerek salihlik mertebesine ulaştığında, insanlar arasına çıkıp yürü­düğü zaman onu bulutlar gölgelerdi.

Üzerinde kendisini gölgelendiren bulut olduğu halde salih bir adam, başkasının yanına gitti. Adam onu görünce saygı gösterdi. Al­lah'ın kendisine bu ikramda bulunuşundan ötürü hürmet etti. Ancak üzerinde bulut bulunan kişi, kendisine saygı gösteren adamı küçüm-sedi. Cenâb-ı Allah da buluta emir vererek onun üzerinden kalkıp küçümsediği adamın üzerine geçmesini istedi. Çünkü o adam, Aziz ve Celil olan Allah'ın emrine saygı göstermişti.

Ebu Bekir, çok namaz ve çok oruç ile o adamları geçemedi, ama kalbine yerleşmiş imanı ile geçip geride bıraktı.» [7]

 

Raşid B. Sa'd El-Mıkrani El-Humusî

 

Uzun bir ömür yaşadı, sahabeler cemaatından rivayetlerde bu­lundu. Abid, salih, zahid bir insandı. Yüce Allah, ona rahmet etsin. [8]

 

Muhammed B. Ka'b El-Kurazî

 

Bir kavle göre bu senede vefat etmiştir. Künyesi Ebu Hamza'dır.

Sahabeler cemaatından çok rivayetleri vardır. Kur'ân tefsiri husu­sunda âlimdi. Salih amel işleyen, kendini ibadete veren bir kimseydi.

Asmaî, Hişam b. Ziyad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye sordular:

- Allah'ın rahmetinden kopmanın alameti nedir?

- Kişinin güzel görülen şeyleri çirkin görmesi, çirkin görülen şey­leri de güzel görmesidir.»

Abdullah b. Mübarek, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

«Gece boyunca sabaha kadar Zilzâl ve Kâria sûrelerini okuyup üzerlerinde düşünmek, başka bir sûreyi okumamak, benim için Kur'-ân'ı baştan sonra okumaktan daha hoştur.»

Yine aynı zat şöyle demiştir: «Zikri terketme hususunda herhangi bir kimseye izin verilecek olsaydı, Zekeriya peygambere verilirdi. Yü­ce Allah buyurmuş ki:

«Alametin, üç gün, işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşa-mamandır. Rabbini çok an, akşam sabah hamd et» (Âl i imrân, 4i.) Eğer zikri terketme hususunda herhangi bir kimseye izin verilecek olsay­dı, Zekeriya peygambere ve Allah yolunda savaşan kimselere verilir­di. Zira yüce Allah buyurmuş ki:

«Ey inananlar! Bir toplulukla karşılaşırsanız dayanın. Başarıya ulaşabilmeniz için Allah'ı çok anın.» (ei-Enfâl, 45.)

Muhammed b. Ka'b, şu ayet-i kerimeden bahsederken şöyle de­mişti:

«Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun. Cihada hazır bu­lunun.» (Âi-i imrân, 200.) Dininizde sebat edin. Allah'ın size verdiği vaadi beklemekte sabırlı olun, gizli ve açık düşmanlarınıza karşı hazırlıklı olun. Allah ile olan ilişkinizde takvalı olun ki, huzuruna vardığınızda kurtuluşa eresiniz.»

Şu ayet-i kerimeleri tefsir ederken de şöyle demişti:

«Rabbinden bir işaret görmeseydi...» (Yûsuf, 24.) Yani Kur'ân'ın he­lal kıldığı, haram kıldığı şeyleri birbirinden ayırd edip anladı.

«Onların bir kısmı hâlâ duruyor, bir kısmı ise silinip gitmiştir.» (Hûd, 100.) Yerinde duran, onların ayakta kalan binalarıdır. Gidenler ise yıkılıp harab olan binalarıdır.

«Doğrusu onun azabı sürekli ve acıdır.» (ei-Furkân, 65.) Dünyada lez­zetlendikleri nimetlerin bedelim borçlandılar.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre bu ayetin tefsirinden bah­sederken Muhammed b. Ka'b el-Kurazî şöyle demiştir: «Cenâb-ı Al­lah, dünyada kendilerine bahşettiği nimetlerin bedelini insanlardan istediğinde bedelini ödeyemediler O da onları borçlandırdı ve Cehen-nem'e soktu.»

Kuteybe b. Said, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şu ayeti tefsir ederken şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz.» (er-Rûm, 39.) Bir kimse mislini veya daha fazla­sını alsın diye bir başkasına mal veya para verirse, bu mal veya para Allah katında artmaz ve malı ve parası artacak olanlar, herhangi bir kimsenin mükafatını beklemeksizin Allah rızası için verenlerdir.»

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî, şu ayet-i kerimeleri tefsir ederken de şöyle demiştir:

«Rabbim, beni dahil edeceğin yere hoşnutluk ve esenlikle dahil et. Çıkaracağın yerden de hoşnutluk ve esenlikle çıkar.» (ei-isrâ, 80.) Ey Rabbim, benim gizli halimi de aşikar halimi de güzel kıl. Ey Rabbim, beni salih amele güzelce sevk et. İhlasa kavuştur ve beni salim ola-rakta işlerin içinden çıkar.»

«Veya hazır bulunup kulak verene ders vardır.» (ei-Kaf, 37.) Yani kalbi başka bir yerde iken Kur'ân dinleyen kimseye de ders vardır.

«Allah'ı anmaya koşun.» {ei-Cuma, 9.) Koşmak, bildiğimiz anlamdaki koşmak olmayıp salih amel işlemektir.

Büyük günahlar üçtür:

1- Allah'ın tuzağından emin olmak,

2- Allah'ın rahmetinden ümit kesmek,

3- Allah'ın rahmetinden ümitvar olmamak, ye'se kapılmak. Abdullah b. Mübarek, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle de­diğini rivayet etmiştir:

Cenâb-ı Allah, bir kula hayır murad ettiği zaman onda üç özellik meydana getirir:

1- Onu dinde fakih kılar.

2- Onu dünyaya karşı zahid yapar.

3- Onu, kendi ayıplarını görür hale getirir.

«Dünya bir istikrarsızlık diyarıdır, said kimseler, ondan yüz çe­virdiler, ama o da şaki kimselerin ellerinden çekilip alındı. Ona en çok rağbet edenler, insanların en şakileridir. Dünyada en fazla zahit-lik yapanlar, insanların en said ve mutlularıdır. Dünya, kendisine itaat edeni çukura yuvarlar. Kendisine tabi olanı mahveder, kendisi­ne teslim olana hıyanet eder. Onun ilmi, cehalettir. Zenginliği, yok­sulluktur. Fazlalığı, noksanlıktır, devranına da aldanmamak gerekir. Bazen senin lehine döner, bazen başkasının lehine döner.»

İbn Mübarek, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Yeryüzü bir adamın kahrından ağlar, bir adam için de ağlar. Kendi üzerinde yaşayıp Allah'a taat ederek iyi amel işleyen kimse için ağlar. Kendi üzerinde yaşayıp Allah'a isyan ederek kötü amel işleyen kimsenin de kahrından ağlar, çünkü böyle biri ona çok ağır ge­lir. «Gök ve yer, onlar için gözyaşı dökmedi.» (ed-Duhân, 29.)

Muhammed b. Ka'b, şu ayet-i kerimeleri tefsir ederken de şöyle demiştir:

«Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür.» (ez-Zilzâl, 78.)

Kafirlerden herhangi bir kimse zerre ağırlığınca hayırlı bir iş ya­parsa, onun mükafatını kendi şahsında, aile efradında ve malında gö­rür. Öyle ki, bu kazancı dünyada gördüğü için ahirete sevapsız gider mü'minlerden bir kimse de zerre ağırlığınca kötülük yaparsa, bunun cezasını kendi şahsında, aile efradında ve malında görür. Öyle ki, ce­zasını dünyada çektiği için ahirete günahsız gider. Korkarım ki, Cenâb-ı Allah, benim bazı kötülüklerime vakıf olmuş ve bana gazab-lanmış, sonra da: «Haydi git, seni bağışlamayacağım.» demiştir.   

Şunu da söyleyeyim ki, Kur'ân'm bazı hayret verici ayetleri beni o kadar düşündürür ki, beni bazı işleri yapmaya sevkeder, sonra da o işimi tamamlamadan gece sona erip sabah olur.»

Ömer b. Abdülaziz, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'ye bir mektup yazarak kölesi Salim'i kendisine satmasını istedi. Salim; ibadet eden, zahid ve hayırlı bir kimseydi. Muhammed b. Ka'b: «Ben onu müdeb-ber yaptım {Azatlığım kendi vefatıma bağladım.).» dedi. Ömer b. Ab­dülaziz: «Bunu artır.» dedi. Nihayet Salim, Ömer b. Abdülaziz'in ya­nına gitti. Ömer, ona şöyle dedi:

- Gördüğün gibi ben halifelikle imtihan edildim. Korkarım ki, bu işi başarıyla sonuçlandıramıyacağım.

- Eğer bu söylediğinde samimi isen bu işten yüz akıyla çıkarsın, aksi takdirde korktuğun başına gelir.

- Ey Salim, bana öğüt ver.

- Adem peygamber bir günah işlediği için Cennet'ten çıkarıldı. Sizler ise birçok günah işlediğiniz halde Cennet'e girmeyi ümid edi­yorsunuz.» Böyle dedikten sonra bir süre sustu.

Ben derim ki: Bu durum, bazı kitaplarda anlatılan şu duruma benzemektedir:

"Günahları ekiyorsunuz, sevapları umuyorsunuz, hiç dikenden üzüm elde edilebilir mi?

Günahlar peşpeşe geliyor, siz gönül huzuru ve abidin güzel ya­şantısını umuyorsunuz.

Cenâb-ı Allah'ın, Adem peygamberi, işlediği bir günah nedeniyle Cennet'ten çıkarıp dünyaya gönderdiğini unutuyor musunuz?»

Muhammed b. Ka'b, şöyle demişti: «Kur'ân okuyan bir kimse -ya­şı 200'e varsa da- kendi aklından yararlanır.»

Adamın birisi, ona şöyle bir soru sormuştu:

- Tevbe hakkında ne dersin?

- Tevbeyi iyi bulmuyorum.

- Ne demek yani? Allah'a söz veriyorsun ki, artık ebediyyen ona karşı gelmeyecek ve isyan etmeyeceksin, bu niye iyi olmasın?

- Bu durumda senden daha büyük bir suçlu var mı? Emrini sana tatbik etmemesi için Allah'a yemin verdiriyorsun?

Hafız Ebu'l-Kasım Süleyman b. Ahmed et-Taberanî, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî tariki ile İbn Abbas'tan rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur:

«İnsanların en zengini olmak isteyen kimse, kendi elinde bulunan şeyden ziyade Allah'ın elinde bulunan şeye bel bağlasın, size en şerli­lerinizi bildireyim mi?

- Evet ya Rasûlallah.

- Yalnız başına oturan, ziyaretçisini geri çeviren, kölesini kırbaç­layan kimsedir. Size bundan daha şerli bir kimseyi bildireyim mi?

- Evet ya Rasûlallah.

- Hatayı affetmeyen, özrü kabul etmeyen ve günahı da bağışla­mayan kimsedir. Size bundan daha şerli bir kimseyi bildireyim mi?

- Evet ya Rasûlallah.

- Hayrı umulmayan, şerrinden emin olunmayan kimsedir.» Meryem oğlu İsa, İsrailoğulları arasında ayağa kalkıp bir hutbe

irad etti ve şöyle dedi:

- Ey İsrailoğulları, cahillerin yanında hikmeti anlatmayın. Aksi takdirde hikmete haksızlık etmiş olursunuz. Ehli olan kimselerden de hikmeti alıkoymayın. Bu durumda da hikmete haksızlık etmiş olursunuz. Zalime zulmetmeyin, onunla boy ölçüşmeyin. Aksi takdir­de Rabbinizin katında sizin fazilet ve üstünlüğünüz boşa gider. Ey İs­railoğulları, işler üç türlüdür: Bir iş ki, hükmü açıktır, doğru olduğu bellidir, o işe tabi olun. Bir iş ki, sapıklık yolu olduğu bellidir, ondan da uzak durun. Bir iş de vardır ki, onun hükmü hakkında ihtilaf edil­miştir, siz onun hükmünü Allah'a havale edin.»

Hicretin 108. senesinde vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de Ebu Nadre Münzir b. Malik b. Kıt'a el-Adî'dir. Biz bu zatların biyog­rafilerini "Tekmil" adlı kitabımızda anlatmışızdır. [9]

 

Hicretin Yüzdokuzuncu Senesi

 

Bu senede Hişam b. Abdülmelik, Esed b. Abdullah el-Kusarî'yi Horasan valiliğinden azlederek hacca gitmesini emretti. O da hacca gitti. Ramazan ayında yola çıktı. Yerine Horasan'a, Hakem b. Acane el-Kelbî'yi vekil bıraktı. Hişam b. Abdülmelik ise Horasan'a Eşres b. Abdullah es-Sülemî'yi vali olarak gönderdi ve ona, Halid b. Abdullah el-Kusarî ile yazışmasını emretti.

Eşres, faziletli ve iyi bir insandı. Bu nedenle kendisine olgun an­lamına gelen Kamil lakabı takılmıştı. Bu zat, Horasan'da ilk olarak sınır muhafızları kullanan ve bu teşkilatı kuran kimse oldu. Abdül-melik b. Ziyad el-Bahilî de bu teşkilatı devam ettirdi. Kendisi bizzat irili ufaklı bütün işlerle ilgilendi. Horasanlılar, onun bu tutumundan memnun oldular.

Bu senede Haremeyn valisi İbrahim b. Hişam, insanlara haccet­tirdi. [10]

 

Hicretin Yüzonuncu Senesi

 

Bu senede Mesleme b. Abdülmelik, büyük Türk Hakanı ile savaş­tı. Hakan, büyük bir ordu ile Mesleme'nin üzerine geldi. İki taraf bir aya yakın karşı karşıya beklediler. Sonra Cenâb-ı Allah, kış mevsi­minde hakanı bozguna uğrattı. Mesleme de ganimet toplayarak salir men geri döndü. Şam'a dönüşünde Zülkarneyn yolundan gitti. Bu ga­zaya Çamur Gazvesi denildi. Çünkü geri dönüş esnasında bataklık­lardan, çamurlu yollardan gittiler. Bu nedenle birçok binek hayvanı boğulup telef oldu. Askerlerin çoğuda çamurlara bulandılar. Çok şid­detli, zahmetli hallere duçar olup musibetlere maruz kaldıktan sonra kurtulabildiler.

Horasan valisi Eşres b. Abdullah es-Sülemî, Semerkand ve Mave-raünnehir taraflarındaki zimmüeri İslâm'a girmeye davet etti. Buna karşılık onlardan cizyeyi kaldıracağını vaad etti. Onlarda bu çağrıya icabet ettiler, çokları Müslüman oldular. Sonra Eşres, yine onlardan cizye taleb edince onunla savaştılar. Daha sonra Eşres b. Abdullah ile Türkler arasında da çok savaşlar cereyan etti.

Mü'minlerin emiri Hişam b. Ubeyde, bu senede Ifrikıyye'ye bir vali gönderdi. Vali oraya ulaşınca oğlunu ve kardeşini bir askeri birli­ğin başına komutan tayin ederek gazaya gönderdi. Onlarda müşrik­lerle savaştılar, onlardan çoğunu Öldürdüler, komutanlarını esir aldı­lar. Geride kalanlar bozguna uğradılar, Müslümanlar, müşriklerden çok miktarda ganimet ele geçirdiler.

Muaviye b. Hişam, Bizans ülkesinde iki kale fethetti. Bol miktar­da ganimet elde etti.

İbrahim b. Hişam, insanlara haccettirdi. Irak'ta Halid el-Kusarî, Horasan'da da Eşres es-Sülemî vali olarak görev yapmaktaydılar. [11]

 

Hicretin Yüzonuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Şair Cerir

 

Cerir b. Hıtfî'ye İbn Atiyye b. Hıtfî de denilir. Hıtfî'nin asıl adı, Hüzeyfe b. Bedir b. Seleme b. Avf b. Küleyb b. Yerbu' b. Hanzele b. Malik b. Zeyd Menat b. Temim b. Mürr b. Tabiha b. İlyas b. Mudar-bin Nizar Ebu Harze'dir. Basralı bir şairdir. Şam'a defalarca gelmiş­ti. Yezid b. Muaviye'yi ve ondan sonraki halifeleri methetrnişti. Ömer b. Abdülaziz'in ziyaretine gelmişti. Ferezdak ile Ahtal da çağdaşı ve akranı olan şairlerdendir. Cerir ise onlardan daha usta bir şair ve da­ha iyi bir insandı, birçoklarının ifadesine göre bu üç kişi arasında Ce­rir en usta şairdir.

İbn Düreyd, Osman el-Bünnî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Cerir'i gördüm, tesbihatta bulunduğundan ötürü dudakları ka­panmıyordu. Kendisine: «Bunun sana ne yararı var?» diye sorduğum­da bana şu cevabı verdi: «Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Al­lah'tır. Hamd O'nadır. O'ndan başka ilah yoktur. Allah, en büyüktür övgüler O'na mahsustur. Doğrusu, iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, Allah'ın gerçek bir vaadidir.»

Hişam b. Muhammed el-Kelbî, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Beni Özre kabilesinden bir adam, Abdülmelik b. Mervan'm hu­zuruna giderek onu bir kaside ile övdü. Abdülmelik'in yanında da üç şair; Cerir, Ferezdak ve Ahtal bulunuyordu. Ancak Beni Özre kabile­sinden olan bedevi adam, o şairleri tanıyamamıştı. Abdülmelik, ona dedi ki:

- İslâm tarihinde Arapların söyledikleri en yergili beyti biliyor-musun?

- Evet o, Cerir'in şu beyitidir: «Gözünü yum, sen Nümeyr kabile-sindensin. Ne Ka'b kabilesinin, ne de Kilab kabilesinin mertebesine ulaşamadın.»

- Güzel söyledin. Peki İslâm tarihinde söylenmiş en Övgülü beyti de biliyor musun?

- Evet o, Cerir'in şu beytidir: «Siz bineklere binenlerin en hayırlı­ları değil misiniz? Göbeği sarkmış olup âlemlerin en cömertleri değil misiniz?»

- İsabetli söyledin, güzel söyledin. Peki İslâm tarihinde söylenen en incelikli beyiti de biliyor musun?

- Evet o, Cerir'in şu beyitidir: «Ucunda hastalık bulunan gözler bizi öldürdüler. Sonra ölülerimizi bekletmediler.

Akıl sahibi kimseleri cansız yere düşürdüler, artık onlar, Allah'ın en zayıf vücutlu yaratıklarıdırlar.»

- Güzel söyledin. Peki, sen Cerir'i tanıyor musun?

- Hayır vallahi, tanımıyorum ama onu görmeyi çok arzuluyorum.

- İşte bu Cerir, bu Ferezdak, diğeri de Ahtal'dır. Bunun üzerine bedevi, şöyle demeye başladı:

«Allah, Ebu Hizre'yi (Cerir'i) yaşatsın. Ey Ahtal, senin de burnunu yere sürsün. Ferezdak'ın gayreti de boşa gitsin, helak olsun. Burun ve genizi de cendere ile inceltilsin.»

Ferezdak da ona karşı şu şiiri okudu:

«Senin taşıdığın burnu Allah yere sürsün ey fesat, yalan ve reza­let sahibi adam.

Sen hükmüne razı olunan bir hakem olmadığın gibi asalet, güzel görüş ve mücadele sahibi de değilsin.»

Ferezdak'tan sonra Ahtal da şu şiiri okudu:

«Ayak üzerinde bacakların taşıdığı ey en şerli adam.

Senin söylediğin sözler gibisi, kavimler arasında tahammül edile­mez.

Hükümet ve iktidar senin babanda değildir ve senin aşiretinde de değildir, çünkü senin aşiretin alçaktır.»

Cerir, öfkelenerek ayağa kalktı ve şöyle dedi:

«Sizden daha hayırlı ve sizden daha asil bir adamı beyinsizliği­nizden ötürü yerip kendisine söver misiniz?

Allah'a yemin ederim ki, yalan ve fesad sizdedir. Beni yüceltip sizi alçalttığı için kendisine sövdünüz. Sürekli sefalette olun, ey alçaklar.»

Bundan sonra Cerir, A'rabinin üzerine atılarak başını öptü ve Ab-dülmelik'e: «Ey müminlerin emiri, bana verdiğin ödül bunun olsun.» dedi. Ödül 5.000 dirhem tutarında bir para idi. Bunun üzerine Abdül­melik: «Hayır, senin ödülün sana olsun, bir o kadarını da şu A'rabiye vereceğim.» dedi. A'rabi de Ödüllerin ikisini alıp oradan çıkıp gitti.»

Yakub b. es-Sekit'in anlattığına göre Cerir, Abdülmelik'in yanma Irak heyetiyle birlikte gitmişti. Bu heyet, Haccac tarafından ona gön­derilmişti. Cerir, halife Abdülmelik'i överek şöyle dedi: «Siz bineklere binenlerin en hayırlıları değil misiniz?

Alemlerin en cömerdi ve rahat karınlıları değil misiniz?»

Bu övgüsü üzerine Abdülmelik ona yüz deve; Suğd tarafından ge­tirilen dördü nobeli, dördü de esir olmak üzere sekiz çoban verdi.

Cerir dedi ki: «Abdülmelik'in makamında iki gümüş kase vardı. Bunlar kendisine hediye edilmişti, fakat onun bunlara pek aldırış ettiği yoktu. Elindeki kırbaçla o kaselere vuruyordu. Ben de kendisine: "Ey mü'minlerin emiri, develeri sağacağım vakit sütü nereye koyaca­ğını?" diye sordum. O da bana o kaselerden birini verdi.»

Cerir, Haccac'm yanına döndüğünde Halife Abdülmelik'in kendi­sine yaptığı ikram, Haccac'ın hayretini mucip oldu. Haccac'ın kendisi de ona elli deve verdi. Bununla kendi ailesine erzak taşıyordu.

Naftaveyhî'nin anlattığına göre Cerir, bir gün Bişr b. Mervan'm yanma gittmiş, Bişr'in yanında Ahtal da oturuyormuş. Bişr, Cerir'e sormuş:

- Şunu tanıyor musun?

- Hayır ey emir, bu kimdir? -BuAhtal'dır.

Ahtal da söze karışarak şöyle dedi:

- Ben senin ırzına iftira eden, geceleri uykunu kaçıran, kavmine eziyet eden adamım.

Cerir de ona şöyle karşılık verdi:

-  «Irzına iftira ettim» demene gelince, içine düşüp boğulmakta olan kimsenin, denize sövmesinin denize bir zararı olmaz. «Geceleri uykunu kaçırdım» demene gelince, eğer bıraksaydın da uyusaydım, bu senin için daha hayırlı olurdu. «Kavmine eziyet ettim» demene ge­lince sen, kendilerine cizye ödemekte olduğun bir kavme nasıl eziyet edebilirsin?

Ahtal, Hristiyan Araplardandı. Allah onu kahretsin. Onu lanetle­sin ve Cehennem'in derinliklerine atsın. O, Bişr b. Mervan'a hitaben okuduğu kasidesinde şöyle demişti: «Bişr, kılıç kullanmaksızm ve kan akıtmaksızın Irak üzerinde istiva etti.»

Cehmiye mezhebi, bu beyti delil olarak ileri sürüp Arş üzerinde istiva sözünün Arş'ı istila manasına geldiğini söylemişlerdir. Bu ise, sözü asli manasında kullanmamak ve tahrif etmektir. Böyle bir Hris-tiyanm beytinde bu konuda bir hüccet ve delil yoktur. Cenâb-ı Allah da kendi Arş'ı üzerinde istiva edişini, Arş'ı istila etme manasında kullanmamıştır. Cenâb-ı Allah, Cehmiye mezhebinin ortaya atığı id­dialardan uzak ve üstündür. İstiladan önce, asi olan birşeye hakim olunduğu zaman o şeye istiva etti denilir. Bişr'in Irak'ı, Abdülme­lik'in de Medine'yi isyandan sonra istila edişi gibi. Ama Arş-ı A'lâ, bir an dahi Cenâb-ı Allah'a isyan etmemiş, onun emrine karşı gelmemiş­ti ki, "Allah, onu istiva etti" derken istila etmiş olduğu manası kaste­dilsin. Bu hususta Cehmiye'nin ileri sürdüğü hüccetlerden daha zayıf bir hüccet bulunamaz. Nihayet hüccetsizlikleri ve hüccetten yana if­las etmiş olmaları, onları şu rezil ve lanetli Hristiyan Ahtal'm beytini delil olarak ileri sürmeye sürüklemiştir ki, bu beyitte de herhangi bir hüccet mevcut değildir. Doğrusunu Allah bilir.

Heysem b. Adiy, Avane b. Hakem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz, halifeliğe geçince şairler onun ziyaretine gel­diler. Kapısında günlerce bekledikleri halde içeri girmelerine izin ve­rilmedi ve Ömer de onlara iltifat etmedi. Bu, onların hoşuna gitmedi. Memleketlerine dönmeye niyetlendiler. O esnada Reca b. Hayve yan­larına geldi. Cerir, ona dedi ki:

«Ey sarığım sarkıtan adam,

Dem senin demindir. Huzuruna görmemiz için Ömer'den bize izin

al.»

Reca, Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girdi. Kapıda beklemekte olan şairlerden ona bahsetmedi. O esnada Adiy b. Ertat, kapıda bek­lemekte olan şairlerin yanma geldi. Cerir, ona da şöyle dedi:

«Ey bineğini salıveren adam, ey süvari, \   Dem senin demindir, benim zamanım geçmiştir. Eğer kendisiyle görüşürsen halifemize bildir ki, Ben kapı önünde zincire vurulmuş gibiyim. Allah seni bağışlasın, bizim ihtiyacımızı unutma. Çoluk çocuğumdan ve memleketimden uzun süre ayrı kalıp gur­bete düştüm, burada çok bekledim.»

Adiy, Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girdi ve ona şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, şairler kapında beklemektedirler, onla­rın okları zehirli, sözleri de delicidir.

- Yazıklar olsun sana ey Adiy! Benim şairlerle ne işim var?

- Ey mü'minlerin emiri, Rasûlullah (s.a.v.), şiir dinler ve şaire Ödül verirdi. Abbas b. Mirdas, onu övmüş, bu nedenle ona bir elbise armağan etmişti.

-Abbas b. Mirdas'ın şiirden bir kısmını bana nakledebilir misin?

- Evet.

Böyle dedikten sonra Adiy, ona Abbas'm şu şiirini okumaya baş­ladı:

«Ey yaratıkların tümünün en hayırlısı!

Hakkı getiren ve öğreten bir kitabı yaydığını gördüm. Haktan sapmamızdan ve hakkın karanlığa düşmesinden sonra bize hidayet dinini getirdin.

Karışan ve hilelerle alt üst edilen bir işi, delil ile bize aydınlattın.

Alevlenmekte olan bir ateşi Kur'ân ile söndürdün.

Benden peygamber Muhammed'e selam götürün.

Herkes yaptığı işin karşılığını görür.

Ey rasûl, sen eğilmesinden sonra hakk yolunu doğrulttun.

Bu yol, daha önce temeli yıkılmış bir yoldu.

Rabbimiz, Arş'ın üzerinde yüceldi.

Allah'ın mekanı, daha yüksek ve daha uludur.»

Ömer b. Abdülaziz, Adiyy'e sordu:

- Şairlerden kapıda kimler var?

- Ömer b. Ebi Rebia var.

- O, şu şiirin sahibi değil midir?

«Sonra onu uyandırdım. Tomurcuk memeli kadın uyandı, bir ço­cuk gibiydi, sorulan şeye iyi cevap veremiyordu. Bir süre bekledi sonra şöyle dedi:

Vay halimize, ey şereflinin oğlu, bize çabuk geldin, ansızın geldin. Randevulaşmadan akıp geldin, Uyuyanların başlarının ucuna geldin, Niye yoruldun, ne istiyorsun? Yıldız gibi hasmının karşısında parlayıp durdun.»

Ömer b. Abdülaziz, Adiyy'e şöyle dedi:

- Şu Allah'ın düşmanı günah işlemesine işledi, bari günahını giz-leseydi. Vallahi o, huzuruma asla giremiyecektir. Kapıda ondan baş­ka hangi şair var?

- Hemmam b. Galip (Ferezdak) var.

- O, şu şiirin sahibi değil midir?

«O ikisi beni seksen boydan aşağıya uçuruma sarkıttılar, Doğan kuşu gibi ki, boz renklidir. Tüyleri onu kırdılar. Ayaklarım yere değince dediler ki:

Bu diri midir yoksa ölü müdür ki, kendisinden kaçalım ve sakına­lım?»

Hayır vallahi o yalancıdır ve benim makamımdaki sergilerin üze­rine ayak bas anlayacaktır. Kapıda ondan başka hangi şair var?

- Ahtal var.

- O, şöyle diyen adam değil midir?

«Ben ramazanda gönüllü olarak oruç tutacak değilim.

Kurban eti de yiyecek değilim.

Mekke vadisine kurtuluş (hac) amacıyla,

Alaca develeri de sürecek değilim ki, onları kurban edeyim. Mekke'ye, uzakta bulunan Beyt'i de salih bir kişi olmak amacıyla, ziyaret edecek değilim.

Sabahtan az önce şafak vakti eşek sürüleri gibi kalkıp,

Hayye alel felah diyecek de değilim.

Ama ben içkiyi sürekli içerim.

Sabah aydınlandığında da secdeye kapanırım.»

Vallahi o benim huzuruma giremiyecektir. O kafirdir, kapıda bu anlattıklarımdan başka kimse var mıdır?

- Evet, Ahvez vardır.

- O, şöyle diyen adam değil midir?

«Benimle onun efendisinin arasında Allah vardır.

O, bu nedenle benden kaçıyor, ben de peşine düşüyorum.»

Bu da anlattıklarından geri kalan biri değildir. Kapıda başka kim var?

- Cemil b. Muammer var.

- Hani şöyle diyen adam mı?

«Keşke hep birlikte dirilseydik, şayet ölsek de sonrası diriliş esna­sında benimle onun dirilişi aynı anda ve bir arada olsa, Ben uzun süre yaşamaya rağbet eden biri değilim. Hani beni gömmdükleri zaman toprağı üzerine örtün derler.»

Allah'ın düşmanı olan bu adam, eğer dünyada iken Allah'ın huzu­runa gitmeyi arzulayan biri olsaydı, salih amel işleyip tevbç ederdi, ama bunu yapmadı. O asla benim yanıma giremiyecektir. Kapıda on­dan başka kim var?

- Cerir var.

- Hani şöyle diyen adam mı?

«Gönül avcısı sana baktı. Bu, ziyaret esnasında olamaz. Haydi selametle geri dön.»

illa da yanıma bir şairin girmesi gerekiyorsa Cerir'e izin ver de gelsin.

İzin verildi. Cerir, Ömer b. Abdülaziz'in huzuruna girerken şöyle bir şiir okudu:

«Muhammed'i peygamber olarak gönderen Allah,

Halifeliği adil imama verdi.

Onun adalet ve vefası, bütün halkı kapsadı.

Nihayet halkına göz kulak oldu. Eğilenin eğriliğini düzeltti.

Ben senden acil bir iyilik ve hayır bekliyorum.

Gönül, acilen verilen şeye aşırı şekilde tutkundur.»

- Ey Cerir, yazıklar olsun sana! Söylediğin sözler hususunda Al­lah'tan kork ve takvalı ol.

Sonra Cerir, tekrar şiir okumak için Ömer'den izin istedi ama Ömer bu hususta ona ne izin verdi ne de yasakladı. Cerir de uzun bir kaside okuyarak Ömer'i övdü. Ömer, ona şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana ey Cerir, burada sana verilmesini haketti-ğin birşeyi göremiyorum.

- Ben düşkünüm, yolcuyum, yolda kalmışım.

-  Bizim halifeliğe geçerken sadece 300 dirhem paramız vardı. Ümmü Abdullah ile oğlu 100'er dirhem aldılar. Geride 100 dirhem kaldı, o da senin olsun.

Cerir, huzurdan ayrılıp şairlerin yanma gitti. Şairler ona sordu­lar:

- içeride durumlar nasıl ey Cerir?

- Durum hoşunuza gidecek gibi değildir. Ben halifenin yanından çıkarken yoksullara yardım ediyordu, ama şairlere birşey vermiyor­du. Ben yine de ondan memnunum. Şeytanın tılsımlarının onu rahat­sız ettiğini görmedim. Benim şeytanım, cinlerden tılsımlı idi.»

Muafa b. Zekeriyya el-Cerirî'nin anlattığına göre cariyenin biri, Haccac b. Yusuf a şöyle demiş:

- Şu adamı (Cerir'i) yanıma göndersene.

- Onun iffetli biri olduğunu bilmiyor musun?

- Sen onu benimle başbaşa bırakırsan ne yapacağını görürsün.

Öunun üzerine Haccac, cariyenin Cerir'le birlikte kimsenin bu­lunmadığı bir yerde, ama kendisinin onları görebileceği bir yerde baş­başa bırakılmalarını emretti. Böyle bir yer ayarlandı. Cariye ile Cerir başbaşa bırakıldı. Haccac, onları görüyordu ama onlar Haccac'ı göre-miyorlardı. Cerir'in komplodan haberi yoktu. Cariye, ona şöyle dedi:

- Ey Cerir!

Cerir başım eğerek cevap verdi:

- Buradayım.

- Bana falan şiirini oku (Bu şiirinde aşktan bahsediliyordu.).

- Ezberimde değildir, ama sana falan şiirimi okuyayım (Böyle di­yerek Cerir konuyu değiştirmek istedi ve Haccac'ı öven şiirini oku­du.).

- Ben bu şiiri istemedim, falan şiirini okumanı istemiştim.   , ,

Cerir konuyu değiştirdi. Aşk konusunu, işleyen şiirini okumadı.

Haccac'ı öven şiirini okuyarak oturuma son verdi. Haccac, kalkıp ona

söyle dedi: «Allah hayrını versin ey Cerir. Sen kötülüğe yanaşinadın,

iffetli ve âlicenâb oldun.»                                -bmle mm aba «o saatsı

İkrime dedi ki: Bir bedeviye Cerir'in şu btji^^

«Gece değişsin, yıldızları akıp gitmesin, Ya da uzasın. O kadar ki, yıldızların

Usayım.

vmrai lo^ra Bedevi dedi ki: Bu şiir mana bakımından güzeldir, ama şiiri söylemekten Allah'a sığmın sana okuyayım:

an  .sana-e bir«Bir gece ki, uyuyanlar onu kısaltmadılar.üfMi rşıaj[ 91İBŞ n983fea Sevgili ile olan vuslatımız onu bize kısaltt^ i^hsa-^î 9Ü ıhaO Güzel taneler o geçe de yaprak açtılar. ;i ,.î;.:j nilfno j7{ -üşroite Öyle ki, o bitkilerin meyveleri yakınımıza geldi yş 4f$şjr4feo Bir lezzet meclisinde olduk, benzerini göremedik.^-ıslglma!) ,sr O mecliste şikayet ye günah kusuru göremedik, Bir sözle,o lezzet meclisini şpna; erdirmekten

Gözler, gönüliıerdeki duyguların

İkrime diyor ki: Ben o bedeviye: «Biraz daha oku» cevabı verdi: Bu kadarı sana yetmiyor mu? Ama istersen,şanathaşka bir şiir okuyayım:                                            

«Bir kavimle akid yapar:anlaşırsan Onlara arkadaş olurum, onlardan     

huyumdur, iyileri iyiUK yaptığında ben dejyilik y

Onlar kötülük yaptıklarında ben kötülük nım.

Onların isteklerinden başka isteklerde bulunurum

Ama yeri gelince de onların isteklerine uyar ve kendi istekle­rimden yazgeçerim.^bfîyi: 4 .&*% A dK&O ,<i mnmmoH ,ıbü freA

Ibn Hallikn ta ir şairdi, Öer

«Beni Teinim kabilesi sana kızacak olursa, Bütün insanların sana kızdıklarını sanırsın.»

Adamın biri Cerir'e, insanların en şair olanının kim olduğunu so­runca o, adamın elinden tutarak oğlunun bulunduğu yere götürdü Oğlu keçinin memesini ağzına koymuş, sütünü emiyordu. Seslenince oğlu ayağa kalktı, süt çenesinin üzerine akmaktaydı. Cerir, insanla­rın en şairini soran adama şöyle dedi:

- Şunu görüyor musun?

- Evet.

- Tanıyor musun?

- Hayır.

-  Bu benim babamdır. Keçinin memesini ağzına koyup sütünü içiyor ki, sağmasın ve sağarken komşuları sağma sesini duyup kendi­sinden süt istemesinler. İnsanların en usta şairi, bunu ileri sürerek seksen şaire karşı iftihar eden ve onları yenendir.

Cerir ile Ferezdak arasında çok atışmalar, karşılıklı hicivler cere-yar etmişti ki, onları burada anlatmak uzun sürecektir.

Cerir, hicri 110. senede vefat eti. Halife b. Hayyat ile birkaç ravi böyle demişlerdir. Halife'nin ifadesine göre Ferezdak'm ölümünden birkaç ay sonra Cerir'de vefat etmiştir. Sali'nin ifadesine göre Cerir ile Ferezdak, hicri 111. senede vefat etmişlerdir. Ferezdak, Cerir'den kırk gün önce vefat etmiştir.

Kerimî, Asmaî'nin babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Adamın biri, Cerir'i ölümünden sonra rüyada görmüş ve ona şöy­le sormuştu:

- Allah sana ne yaptı?

- Beni affetti.

- Hangi sebepten ötürü affetti?

- Çölde aldığım bir tekbirden ötürü affetti.

- Ya Ferezdak'a ne yaptı?

- iffetli kadınlara iftirada bulunması nedeniyle onu helak etti. Asmaî dedi ki: «Cerir, Ferezdak'ı hayatında da ölümünden sonra

da rahat bırakmadı»[12]

 

Ferezdak

 

Asıl adı, Hemmam b. Ğalib b. Sa'saa b. Naciye b. İkal b. Muham-med b. Süfyan b. Mücaşi1 b. Darim b. Hanzele b. Zeyd b. Menat b. Mürr b. Edd b. Tabiha Ebu Firas b. Ebi Hatal et-Temimi el-Basrî'dir. Ferezdak lakabıyla tanına meşhur şairdir. Dedesi Sa'saa b. Naciye, sahabedir. Dedesi, Rasûlullah (s.a.v.)'m ziyaretine gitmişti. Cahiliye döneminde diri diri toprağa gömülen kızları toprağa gömülmekten kurtarır, canlarım bağışlardı.

Ferezdak, babasıyla birlikte Hz. Ali'nin yanma gittiğini anlatır. Hz. Ali, babasına Ferezdak'ı göstererek, kim olduğunu sorunca oğlu olduğunu ve aynı zamanda şair olduğunu söylemiş; Hz. Ali de: «Ona kıraati öğret. Onun için kıraat, şiirden daha hayırlıdır.» demişti.

Ferezdak, Irak'a giderken, Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'i görmüş ve onu dinlemişti. Ayrıca Ebu Hüreyre, Ebu Said el-Hudrî, Arfece b. Es'ad, Zürare b. Kerb, Tirmah b. Adiy adındaki şairi görmüş ve dinle­miş, onlardan rivayetlerde bulunmuştur. Halid el-Hiza, Mervan el-Asgar, Haccac b. Haccac el-Ahvel ve bir cemaat ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Amcası Habbab'm mirasını istemek üzere Muaviye'-nin yanma gelmişti. Ayrıca Velid b. Abdülmelik'in ve kardeşinin de yanına gelmişti. Fakat bu konudaki rivayet sahih değildir.

Eş'as b. Abdullah, Ferezdak'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ebu Hüreyre, ayaklarıma baktı ve: "Ey Ferezdak, ayaklarının küçük olduklarını görüyorum, bunlar için Cennet'te bir yer ara." de­di. Ben de: "Günahlarım çoktur." diye cevap verince Ebu Hüreyre, şu karşılığı verdi: "Zararı yok, çünkü ben, Rasûlullah (s.a.v.)'m: «Batıda bir kapı vardır, bu kapı tevbe için açık bırakılmıştır. Güneşin battığı yerden doğuşuna kadar kilitlenmeyecektir.» diye buyurduğunu işit­tim.»

Muaviye b. Abdülkerim, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ferezdak'm yanına gittim, yerinden kımıldadığında ayaklarında bukağı bulunduğunu gördüm. Bu nedir? diye sorduğumda bana şu cevabı verdi: «Kur'ân'ı ezberleyinceye kadar bunları ayağımdan çı­karmamaya yemin ettim.»

Ebu Amr b. A'lâ dedi ki: «Şehirde ikamet eden bütün bedevilerin dillerinin bozulduğunu gördüm. Ancak Rü'be b. Haccac ile Ferezdak hariç. Bunlar şehirde uzun süre ikamet ettikleri halde dilleri daha da güzelleşti ve keskinleşti.»

Ebu Saf el'in rivayetine göre Ferezdak, karısı Nevvar'ı üç talakla boşamış, sonra o gelip Hasan-ı Basrî'yi bu boşamaya şahit tutmuş, ancak bir süre sonra buna pişman olmuş ve şu şiiri okumuştu:

«Eğer elime ve kalbime hakim olsaydım,

Kader benim için muhayyerlik hakkı bırakırdı.

Sabahleyin Nevvar'ı boşadığımdan ötürü,

Kuyruğunu bacak arasına vuran köpek gibi pişman oldum.

Delirmiştim, bu nedenle Nevvare'nin nikahından çıktım.

Tıpkı şeytanın Adem'i Cennet'ten çıkarışı gibi.»

Asmaî ile birden fazla ravi dediler ki: Ferezdak'ın karısı Nevvar binti A'yün b. Dabia el-Mücaşi' vefat ettiği zaman namazını Hasan-ı Basrî'nin kıldırmasını vasiyet etmişti. Cenazeye Basralıların eşrafı da geldiler. Hasan-ı Basrî, katırının üzerinde, Ferezdak da devesinin üzerinde idi. Hasan'a doğru ilerledi. Hasan, Ferezdak'a şöyle sordu:

- Şu insanlar ne diyorlar?

- Bugün bu cenaze töreninde insanların en hayırlısı ve en şerlisi hazır bulundu, diyorlar? En hayırlısı ile seni, en şerlisi ile de beni kastediyorlar.

- Ey Ebu Firas, ben insanların en hayırlısı değilim, sen de insan­ların en şerlisi değilsin. Sen böyle bir gün için ne hazırladın?

- Seksen seneden beri Lâ ilahe illallah şahadetini hazırladım. Hasan-ı Basrî, Nevvar'ın cenaze namazını kıldırdıktan sonra me­zarın başına gittiler. Ferezdak şu şiiri okumaya başladı:

«Mezarın altındaki bu hatun beni affetmezse,

Korkarım ki, bu benim için mezar ateşinden daha şiddetli ve da­ha sıkıcı olur.

Kıyamet gününde sert bir güdücü ve şiddetli bir sürücü yanıma gelir de Ferezdak'ı ileriye sürerse korkarım.

Darim oğullarından boynu zincirli, eli kelepçeli bir kimse, Cehen­nem ateşine doğru giderse ziyan eder.

Katrandan gömlekler ve yırtık elbiseler giyinmiş olarak Cehen­nem ateşine sevk edilir.

İşte o zaman Cehennem'de irin içerler.

irinin sıcaklığından eriyip parçalandıklarını görürsün.»

Hasan-ı Basrî, toprağı ıslatmcaya kadar ağladı. Sonra Ferezdak'ı kucaklayıp şöyle dedi: «Daha önce insanlar arasında en çok kızdığım adam sendin, ama bugün insanlar arasında en çok sevdiğim insan sen oldun.»

Bazı kimseler Ferezdak'a şöyle sordular: «İffetli ve suçsuz kadın­lara iftira ederken Allah'tan korkmuyor musun?» Bu soruya Ferez­dak şu cevabı verdi: «Yemin ederim ki Allah, kendileriyle çevremi görmekte olduğum gözlerimden daha çok sevdiğim bir varlıktır. O, bana nasıl azab edecektir?»

Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Ferezdak, hicretin 110. se­nesinde Cerir'in vefatından kırk gün önce (başka bir rivayete göre bir ay önce) vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Hasan ile İbn Sirin'e gelince, bunlardan herbirinin biyografisini "Tekmil" adlı kitabımızda detaylı olarak anlatmışızdır. Allah, bize ye­ter. O, ne güzel vekildir. [13]

 

Hasan B. Ebil-Hasan

 

Babasının adı Yesar idi. Ebred ise, Ebu Said ei-Basrî'dir. Bu zat, Zeyd b. Sabit'in azatlısı idi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ca-bir b. Abdullah'ın azatlısıydı. Başkasının azatlısı olduğunu söyleyen­ler de vardır. Annesi Hayyire idi. Hayyire, Ümmü Seleme'nin cariyesi idi. Ümmü Seleme'ye hizmet ederdi. Bazen onu bir iş için başka yere gönderince süt emmekte olan oğlu Hasan'ı unuturdu. Ümmü Seleme, memesini Hasan'ın ağzına koyarak onunla meşgul olur, ona süt em-dirirdi. Rivayet olunduğuna göre Hasan'a bahşedilen hikmet ve ilim­ler işte Rasûlullah'a mensub olan o iki memeden emdiği sütten kay­naklanmaktadır. Sonra küçük yaştayken annesi onu sahabelerin ya­nına götürür, sahabeler ona dua ederlerdi. Hz. Ömer'in kendilerine dua ettiği kimselerdendi. Hz. Ömer, ona şöyle dua etmişti: «Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve onu insanlara sevdir.»

Bir defasında Enes b. Malik'e bir mesele sordular. O da şöyle de­di: «Bunu mevlamız Hasan'dan sorun. Çünkü o da Rasûlullah'tan dinledi, biz de dinledik. O, aklında tuttu, ama biz unuttuk.»

Yine bir defasında Enes, şöyle demişti: «Aralarında şu iki âlim ih­tiyar bulunduğu için Basralılara gıpta ediyorum.» İki yaşlı âlim sözü ile Hasan'ı ve ibn Sirin'i kasdetmişti.

Katade dedi ki: «Hangi fakih adamla aynı mecliste oturduysam, mutlaka Hasan'ın ondan daha üstün olduğunu gördüm. Gözlerim Ha­san'dan daha fakih birini görmüş değildir.»

Eyyüb dedi ki: «Bir adam Hasan'la birlikte üç kez hacca gidip ar­kadaşlık yaptığı halde onun heybetinden çekindiği için ona birşey so­ramazdı.»

Şa'bî, Basra'ya gelmek isteyen bir adama dedi ki: «Basralıların en yakışıklı ve en heybetli adamını görürsen bil ki, o Hasan'dır ve ona benden selam söyle.»

Yunus b. Ubeyd dedi ki: «Adam, Hasan'a bakınca ondan yararlan­dırdı. Onun amelini görmese de, konuşmasını dinlemese de ondan is­tifade ederdi.»

A'meş dedi ki: «Hasan hep hikmeti ezberler ve aklında tutardı ve eninde sonunda onu anlatırdı.»

Ebu Cafer, Hasan'dan bahsedince şöyle derdi: «Onun konuşması, peygamberlerin konuşmasına benzer.»

Muhammed b. Sa'd dedi ki: «Anlatıldığına göre Hasan, ilim ve ameli birleştiren ve kendinde toplayan bir kimse idi. Üstün bir âlim, fakih, mutemed, güvenilir, abid, zahid bir kimseydi. İlim ve ameli çoktu. Fesahat sahibi, yakışıklı ve endamı düzgün bir insandı. Mek­ke'ye geldi, taht üzerinde oturdu. Alimler çevresinde oturdular, insanlar gelip yanında toplandılar. Onlara faydalı şeyler anlattı.»

Tarihçiler dediler ki: Hasan, hicretin 110. senesinin receb ayında seksensekiz yaşında vefat etti. Onunla Muhammed b. Sirin'in vefat­ları arasında yüz günlük bir ara vardır.Muhammed b. Şirin Ebu Bekir b. Ebi Amr el-Ensârî. Enes b. Ma­lik en-Nadrî'nin azatlısıdir. Ebu Muhammed, Aynüttemr gazasında Halid b. Velid tarafından esir alınan kimselerdendir. Enes, onu satın almış, sonra belli bir bedel karşılığında azad etmişti. Daha sonra Ebu Muhammed'in hayırh çok evladı doğmuştu. İlk oğlu Muhammed, onun hayırlı evlatlarından biri idi. Diğer çocukları da şunlardı: Enes, Mabed, Yahya, Hafsa ve Kerime. Hepsi güvenilir, değerli tabiilerdir. Allah, onlara rahmet etsin.

Buharî dedi ki: «Muhammed b. Şirin, Hz. Osman'ın halifeliğinin bitimine iki sene kala doğdu.»

Hişam b. Hassan dedi ki: «Muhammed b. Şirin, gördüğüm ve ken­disine kavuştuğum en doğru insandı.»

Muhammed b. Sa'd dedi ki: «Muhammed b. Şirin, güvenilir, mu-temed, âlim, yüksek hasletlere sahip, fakih, imam bir kimseydi. İlim ve takvası çoktu. Yalnız kulağı biraz ağır işitirdi.»

Müerrik el-İclî dedi ki: «İbn Şirin kadar takvasında bilgili, bilgi­sinde de takvalı başka bir adam görmedim.»

îbn Avn dedi ki: «Muhammed b. Şirin, bu ümmet için insanlar arasında kendisine ümit beslenen en yüce insandır ve insanlar ara­sında kendini en fazla muhafaza eden kimsedir ve yine insanlar ara­sında nefsinden en çok korkan kimsedir. Irak'ta Muhammed b. Şirin, Hicaz'da Kasım b. Muhammed, Şam'da da Reca b. Hayve kadar dün­yada en çok ağlayan başka bir kimse göremedim.»

İnsanlar, onun rivayetine göre hadisleri rivayet ederlerdi. Şa'bî, onun hakkında şöyle derdi: «Şu sağıra bel bağlayın.» Sağır kelimesi ile Muhammed b. Sirin'i kastediyordu.

İbn Şevzeb: «Rüya tabiri hususunda İbn Sirin'den daha cesaretli birini göremedim.» demiştir. Osman el-Bünnî de: «Basra'da yargıla­ma hususunda İbn Sirin'den daha âlim kimse göremedim.» demiştir.

Anlatıldığına göre İbn Şirin, hicri 110. senenin şevval ayının do­kuzunda Hasan'dan yüz gün sonra vefat etmiştir.[14]

 

Fasıl

 

Müellifin bu seçkin âlimlerin biyografilerini, Önceki sayfalarda

nakledilen şairlerin biyografilerinden önce anlatıp, sonra şairlerin bi­yografilerini anlatması daha uygun olurdu. Kaldı ki müellif, şairlerin biyografilerini uzun uzadıya anlatmış, âlimlerin biyografilerini ise kı­sa tutmuştur. Her ne kadar şairlerin biyografilerinde güzel şeyler ve derli toplu hikmetler var ve buna vakıf olan kimseler, bundan yarar-lanabilirlerse de âlimlerin biyografilerini uzunca anlatması, şairleri Övmesinden daha faydalı olurdu. Özellikle Hasan'ın, İbn Sirin'in, Vehb b. Münebbih'in sözlerini nakletmekte daha büyük faydalar dü­şünülmektedir. Ama müellif bunlarınkini kısa tutmuştur. Fakat o, bu konuda daha muktedir ve daha geniş ilim sahibidir. Bu büyük âlimlerin sözleri arasına fasıla koymak, hikmetlerini diğer şeylerle karıştırmak uygun olmaz. Çünkü gönüller, bunların sözlerini ve hik­metlerini öğrenmeye susamış olup arzu duymaktadır. Selef âlimleri­nin sözleri kalplere tesir eder.

Müellif, çoğunlukla biyografileri, "Tekmil" adlı kitabında, kişile­rin adlarına göre sıralamıştır. Ama biz o kitabı göremedik ve bu hu­susta kendilerine sorular yönelttiğimiz âlimlerden yeterli bilgi ala­madık. Bunu ilim sahibi bir cemaattan sorduk. Binden fazla kişi bu kitabtan haberi olmadığını söyledi. Alimler böyle dediklerine göre di­ğerlerinin durumu nice olacaktır?

Biyografilerin çoğunda müellifin anlattıklarına bildiğim ve vakıf olduğum kadarıyla ilaveler yaptım. Yanımda bu hususta başka ki­taplar olsaydı doyurucu ifadeler kullanırdım, sözü daha da uzatır­dım. Çünkü hikmet, mü'minin yitiğidir. Belki de ahirete rağbeti olan, Aziz ve Celil olan Allah katındaki şeylere talip olan kimse, bu anlat­tıklarımıza muttali olarak sonraki devirde yaşayan büyüklerin biyog­rafilerini, hükümdar ve emirlerin hayat hikayelerini okuyarak daha büyük ve daha kapsamlı bir şekilde yararlanacaktır. İbret alan ve kö­tülüklerden sakınan kimseler için de bu hususta faydalar vardır. Zira ölümlerinden sonra adil ve zalim hükümdarların biyografilerini an-latmaktada faydalar vardır.

Adil hükümdarların faziletleri, zalim hükümdarların da haksızlı-karı anlatılınca; zalim kimseler, ölümlerinden sonra unutulmayacak­larını, aksine işledikleri haksızlık ve fesadın âlimler yanındaki kitap­larda kayda geçirileceğini anlarlar ve kötülükten vazgeçerler. Adalet hayır ve salah ehli hükümdarlar da yaptıkları iyiliklerin kitaplara kaydedileceğini bilerek daha fazla iyiliklere yönelirler. Zira yüce Al­lah, Kur'ân-ı Kerim'de hükümdarların, Firavunların, kafirlerin, fe-sad ehli kimselerin haberlerini nakletmiştir ki, insanlar onların du­rumlarından ve yaptıkları işlerden sakınsınlar. Ayrıca takva sahibi, ihsan ehli, iyi, hayırlı, seçkin ve imanlı kimselerin haberlerini de nakletmiştir ki, insanlar onların izinde gitsinler, onları Örnek edin-

sfinler/'Ööğrusuhu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha ij*i bilir1.-Biz sözümüzü söyleriz, tevfik Allah'tandır. [15]

 

Hasan-ı Basri

 

Ebu SâîdTcünyesi ile tanınır. Basralıdır. Fakih ve meşhur bir iüiamdîr. Tabiilerin büyüklerinden olup kıymetli bir şahsiyettir. İlim amel ve ihlas bakımından tanınan büyük bir insandır. •;    İbn Ebi'd-Dünya, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: ?]'r «Kişi, yirmi sene müddetle ibadet eder, komşusu onun farkında bile olmaz. Ama bir başka kişi de var ki, bir gece veya bir gecenin bir Kısmında ibadet eder, sabah olunca da komşusuna zulmeder. Her ne kadar millet onun etrafında toplanıp zikir halkası oluştursa da, gö­zünden yaşlar aksa da ve o yaşlan elinden geldiğince geri çevirmeye çalışsa da arkadaşlarının yanından kalktığında yine haksızlığa de­vanı eder.»

Bir defasında Hasan-ı Basrî, şöyle bir olay anlatmıştı:

«Adamın biri, Ömer b. Abdülaziz'in yanında nefes aldı. Ömer, onu yumrukladı ve: "Onun bu nefes alışında fitne vardır." dedi.»

Taberanî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Mağfiret ve rahmet ümidi bazı kimseleri oyaladı. Nihayet dün­yadan çıkıp gittiler, ama salih amelleri yoktu, onlardan biri şöyle der: "Ben, Allah hakkında hüsn-ü zan sahibiyim. O'nun rahmetini ümid ederim." der, ama yalan söyler. Eğer Allah hakkında hüsn-ü zan sa­hibi olsaydı Allah için güzel ameller işlerdi. Eğer Allah'ın rahmetini ümid etseydi, o rahmeti salih ameller işleyerek talep ederdi. Azıksız ve susuz olarak çöle doğru sefere giden kimse, kısa zamanda helak o-lur.»

İbn Ebi'd-Dünya, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Şu kalplerle konuşun, çünkü bunlar, çabucak zeval bulacaklar­dır. Şu nefisleri de azarlayın. Çünkü bunlar kötü gayeye doğru git­mektedirler.»

Malik b. Dinar şöyle bir rivayette bulunmuştur:

«Hasan-ı Basrî'ye sordum:

- Âlim kişi dünyayı severse cezası ne olur?

- Kalbi Ölür, âlim kişi dünyayı severse, dünyayı ahiret ameli işle­yerek elde etmeye çalışır, böyle olunca da ilminin bereketi gider, sa­dece harfleri kalır.»

Fitenî, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hasan-ı Basrî, bir hastayı ziyaret etti. İyileştiğini gördü, ona şöyle dedi: "Ey adam, Allah seni andı, sen de onu an, hatanı bağışladı, ona şükret. Hastahk, âlicenâb ve şerefli hükümdarın kırbaç darbesidir. Hastalanan ki­şi, iyileştikten sonra ya iyi koşan bir at olur, ya da hantal ve tökezle­yen bir eşek olur."»

Utbî, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: Hasan-ı Basrî, Ferkad'a şu mealde bir mektup gönderdi:

«İmdi Allah'a karşı takvalı olmanı, onun sana öğrettiği ilimle amel etmeni, onun azabına karşı hazırlıklı olmanı sana tavsiye ede­rim ki, onun azabını geri çevirmeye kimsenin gücü yetmez. O azab indiğinde pişmanlığın faydası olmaz, başındaki gafillik perdesini çı­karıp at. Cahiller uykusundan uyan, paçanı sıva, zira dünya, bir ya­rış alanıdır. Hedef ya Cennet, ya da Cehennem'dir. Allah Teâlâ, beni ve seni bir makamda sorgulayacaktır. O makamda benden ve senden en küçük, en gizli, en büyük, en açık amellerimizi soracaktır. Benden ve senden soracağı sorular arasında kalplerin vesvesesi, gözlerin ba­kışları, kulakların dinleyişleri olacaktır. Bunların hesabını sağlamca vereceğimizden emin değilim.»

îbn Kuteybe'nin rivayetine göre Hasan-ı Basrî, İbn Hübeyre'nin kapısına gitmiş. Fakihlerin kapıda oturmakta olduklarını görünce onlara şöyle demiş: «Ayakkabılarınızı toz ve toprakla doldurdunuz, elbiselerinizi ağarttınız, sonra koşarak bunların kapılarına geldiniz, öyle mi?» Böyle dedikten sonra da arkadaşlarına şöyle dedi: «Şu hiza­daki adamlar hakkında zannınız nedir? Bunlarla aynı mecliste otur­mak, takvalı kimselerin meclisinde oturmak sayılmaz. Bunların mec­lisleri, karşılıklı şartların ve zorba güvenlik görevlilerinin bulunduğu meclistir.» 

Haraitî'den rivayet olunduğuna göre Hasan-ı Basrî, bir eşya satın aldığı zaman o eşyanın fiyatında küsurat varsa, o küsuratı bütünle-yerek sahibine öderdi.            ,

Hasan, buçukları tamamlayarak mal sahibine parayı tam öderdi. Mesela, bir malı bir dirhemden birkaç kuruş eksiğine satın alacak olursa, sahibine tam bir dirhem öderdi veya dokuz buçuk dirheme sa­tın aldığı mali; sahibine on dirhem ödeyerek alırdı. Bunu da mürüv­vet ve âlicenâblığın gereği olarak yapardı.

Abdü'1-A'lâ es-Simsar dedi ki: Hasan-ı Basrî, bana şöyle dedi:

- Ey Abdü'1-A'lâ, sizden biri, kardeşine bir elbiseyi iki veya üç dirhem eksiğine satar mı?

- Hayır, vallahi bir kuruş eksiğine dahi satmaz.

- Bu ne ahlaktır? Şu halde mürüvvet diye birşey kalmamış. Hasan-ı Basrî, «Din, mürüvvetsiz olmaz.» derdi.

Hasan-ı Basrî, bir katırını satıyordu. Müşteri, ona dedi ki:

- Ey Ebu Said, fiyattan biraz indirmeyecek misin?

- Sana elli dirhem indirim yaparım, istersen fiyatı daha da indi-

reyim, ne dersin?

- Hayır, razı oldum.

- Öyleyse Allah sana mübarek etsin.

İbn Ebi'd-Dünya, Hamza el-A'ma'nın şöyle dediğini rivayet etmiş tir:

«Annem, beni Hasan-ı Basrî'nin yanına götürdü ve ona şöyle dedi-"Ey Ebu Said, oğlumun senin yanında kalmasını istedim, umarım ki Allah, senin sayende ona faydalar verir."

Ben de sık sık Hasan-ı Basrî'nin yanma gitmeye başladım. Bir gün bana dedi ki: "Ey oğulcuğum, ahiretin hayrı için sürekli hüzünlü ol. Böyle yaparsan belki ahiretin hayrına kavuşursun. Gecenin ve gündüzün saatlerinde ıssız yerlerde ağla, umulur ki, Mevlam senin durumuna vakıf olur. Bu nedenle akıttığın gözyaşlarına acıyıp sana merhamet eder ve sen de kurtuluşa erenlerden olursun."

Hasan'ın evine girdiğimde onun ağlamakta olduğunu görürdüm. Bazen yanma girdiğimde namaz kılmakta olduğunu görürdüm, na­mazda dahi ağlayıp inleyişini işitirdim. Bir gün ona: "Çok ağlıyor­sun." dedim. Bana şu karşılığı verdi: "Ey oğulcuğum, mü'min kişi ağ-lamayıp ne yapsın? Ey oğulcuğum, ağlamak, Allah'ın rahmetine vesi­le olur. Ömrün boyunca ağlayabiliyorsan ağla ki, Allah sana rahmet etsin. Sana rahmet edince de Cehennem ateşinden kurtulursun. Kişi, mutlaka bir diyara gidecektir, ya Cennete, ya da Cehennem'e. Üçün­cü bir diyar yoktur.

Duyduğumuza göre Allah'tan korktuğu için ağlayan kimsenin gözlerinden akan her gözyaşı damlası, onun Cehennem'den azad ol­masına vesile olur.

Bir adam Allah'tan korktuğu için bir topluluk arasında ağlayacak olursa, o topluluktaki insanların tümü Allah'ın rahmetine mazhar olurlar. Her amelin bir ölçüsü ve tartısı vardır, ancak Allah korku­sundan ötürü ağlamak bunun dışındadır. Allah, kendisinden korkul­duğu için ağlayanların ağlayışlarına hiçbir değeri denk tutmaz. Bir kul ağlayınca mutlaka kalbi onun doğruluğuna ya da yalancılığına şahitlik eder."»

İbn Ebi'd-Dünya, "Kitabu'l-Yakîn"de Hasan-ı Basrî'nin şu sözünü rivayet eder:

«Müslüman kişinin alametleri şunlardır: Dininde kuvvetli, yumu­şaklığında akıllı, yakininde imanlı, ilminde hikmetli, merhametinde Ölçülü, hakkı vermekte eli açık, zenginlikte iktisatlı, yoksullukta ta-hammüllü, güçlülükte ihsan sahibi, nasihatle birlikte itaatkar, rağ­betinde ve arzularında takvalı, sıkıntıda sabır ve iffet sahibi, arzu ve rağbetlerinin onu çukurlara yuvarlamaması, dilinin onu kötülüklere sevketmemesi, gözünün haramlara bakmaması, tenasül organının haramlara buluşmaması, hevesinin onu haramlara meylettirmemesi, dilinin onu rezil rüsvay etmemesi, hırsının onu hafife almaması, ni­yetinin onu kusurlu kılmamasıdır.»

Yine aynı eserde Hasan-ı Basrî'nin şu sözü rivayet edilmiştir:

«Ey Ademoğlu, senin elinde bulunan şeylere Allah katındaki şey­lerden daha fazla güvenip bel bağlaman, inancının zayıflığından do­layıdır.»

İbn Ebi'd-Dünya, Hasan-ı Basrî'den rivayet etti ki; Lokman, oğlu­na şöyle nasihat etmiştir:

«Ey oğulcuğum! Amel işlemek, ancak yakinî inançla mümkün olur. Yakinî inancı zayıf olan kimsenin amelide zayıf olur.

Ey oğulcuğum! Eğer şeytan, şek ve şüphe tarafından sana gelirse, sen onu yakinî inanç ve nasihatla mağlub et. Eğer tembellik ve bık­kınlık tarafından sana gelirse, sen onu kabir ve kıyameti anarak mağlub et. Eğer rağbet ve korku tarafından sana gelirse, sen, dünya­nın terkedilecek bir yer olduğunu ona bildir.»

Hasan-ı Basrî dedi ki: «Bir kul, Cennet ve Cehennem'in varlığına kesin olarak inanırsa mutlaka Allah'tan korkup solar. İstikamet üze­re olur. Ölünceye kadar da iktisatlı olur.»

«Cennet, yakini inanç ile talep edilir ve yine yakinî inanç sayesin­de Cehennem ateşinden kurtulabiliriz. Yakinî inanç ile farizalar en mükemmel şekilde eda edilir, yakini inançla hak yolda sabır ve sebat gösterilir. Allah'ın verdiği afiyette çok hayırlar vardır. Vallahi onla­rın afiyette birbirleriyle yardımlaş tıklarını, bela inince de birbirlerin­den ayrılıp koptuklarını gördük.

İnsanlar afiyet zamanında eşit durumdadırlar, ama bela inince, işte yiğit adamlar o zaman ortaya çıkar ve belli olurlar.

Bela indiğinde Allah'a ibadet edenlerle etmeyenler anlaşılırlar.

Bela indiğinde mü'min kimse, imanına sığınır, münafik ise müna­fıklığına doğru gider.»

"Kur'ân'm Faziletleri" adlı eserde Feryabî, Hasan-ı Basrî'nin şöy­le dediğini rivayet etmiştir:

«Doğrusu şu Kur'ân'ı köleler ve çocuklar okudular, onların Kur'ân teşvili hakkında bilgileri yoktur. Bu işin başına daha önceleri gelmiş değiller ve buna işin başından beri el atmış değillerdir. Aziz ve Celil olan Allah, bu hususta şöyle buyurmuştur: «Ey Muhammedi Sana in­dirdiğimiz bu kitab mübarektir. Ayetlerini düşünsünler, aklı olanlar­da öğüt alsınlar.» (Sâd, 29.) Kur'ân'm ayetlerini ancak Kur'ân'a tabı olan kimseler düşünürler. Kur'ân'ı düşünmek, onun harflerini ezber­lemek, ya da hadlerini zayi etmekle olmaz. Hatta bazı kimseler: «Ben Kur'ân'm tümünü ezberledim, bir harfini bile düşürmedim.» derler. Allah'a yemin ederim ki öyleleri, Kur'ân'm tümünü düşürmüşlerdir.

Kur'ân, onun ahlakında ve amelinde görülmez. Bazı kimseler derler ki: «Vallahi ben Kur'ân sûrelerinden birini bir nefeste okuyorum.» Hayır vallahi o, okuyucu, kurra, âlim, hakim ve takvah bir kimse de­ğildir. Kur'ân okumak, ne zamandan beri bu şekilde mubah olmuş­tur? Veya o kimse nasıl böyle birşeyi söyleyebilir? Allah, böylelerini insanlar arasında çoğaltmasın.»

Hasan-ı Basrî, Cündeb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Hüzeyfe, bize: «Hiçbir şeyden korkmuyor musunuz?» diye sordu­ğunda ben kendisine şu cevabı verdim: «Vallahi, sen ve adamların in­sanlar arasında bizim için en basit kimselersiniz.» Bu cevabım üzeri­ne şöyle dedi: «Ama canım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ede­rim ki, sizin başınıza bir bela gelecek olursa mutlaka bizden taraf ge­lecektir.»

Bununla beraber başka bir grup ortaya çıktı ki, bu ümmetin ahi­rinde olup Kur'ân'ı okurlar. Onu, hurmaları dağıtır gibi dağıtırlar. Okuyuşları kürek kemiklerinden aşağı inmez, kalblerine tesir etmez. Okuyuşları imanlarım geride bırakır.»

İbn Ebi'd-Dünya, gıybeti kötülemek için Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Vallahi, kurtçukların bedeni çürütmelerinden daha hızlı bir şe­kilde gıybet, mü'min kimsenin dinini çürütür.»

Hasan-ı Basrî, şöyle derdi: «Ey ademoğlu, insanlar sende bulunan bir ayıbı ortaya çıkarmadıkça sen imanın gerçeğine varamazsın. Sen kendindeki kusuru düzeltmeye başlamadıkça ve bu işi kendiliğinden yapmadıkça yine imanın gerçeğine varamazsın. Böyle yaptığın tak­dirde bu seni kendi nefsindeki taatla meşgul eder. Allah'ın, en çok sevdiği kullar, bu halde olan kullardır.»

«Ey Ademoğlu! Seninle fasık kişi arasında hürmet yoktur.»

«Bid'atçı kimsenin kötülüklerim anlatmak, gıybet sayılmaz.»

Aslet b. Tarif dedi ki: Hasan-ı Basrî'ye şöyle bir soru sordum:

- Günahım açıkça işleyen facir kişinin yaptıklarını başkalarına anlatmak gıybet sayılır mı?

- Hayır, böyle kimselerin saygınlığı ve kerameti yoktur. Bir kim, senin günahı açığa çıkınca onun kötülüklerini anlatmak gıybet sayıl­maz. Üç kişinin gıybetini yapmak haram değildir. Onlar da şu kimse­lerdir:

1- Açıkça günah işleyen,                                                           

2- Zulmeden devlet başkam,

3- Bid'atçı kimse.

Adamın biri, Hasan-ı Basrî'ye dedi ki: «Bazı kimseler, sendeki ha­taları bulup aleyhine delil olarak kullanmak amacıyla senin meclisi­ne katılıyorlar.» Hasan-ı Basrî ona dedi ki:

«Yavaş ol bakalım ey adam, ben kendi nefsimi canana yönelttim, o da yöneldi. Nefsimi Cehennem ateşinden kurtarmak için gerekli yo­la yönelttim, o da yöneldi. Nefsimi insanlardan kurtulma yönüne yö­nelttim, ama bunun çaresini bulamadım. İnsanlar, yaratıcılarından ve rezzaklarmdan memnun olmadılar. Kendileri gibi bir yaratıktan nasıl memnun olacaklar? İnsan, kendi kardeşine, tevbe etmiş olduğu bir suçu nedeniyle kötüleyici ifadeler kullanırsa, kendisi de o günahı işlemedikçe ölmez.»

Hasan-ı Basrî, Lokman (a.s.)'m kendi oğluna şöyle öğüt verdiğini söylemiştir:

«Ey oğulcuğum! Yalandan sakın, çünkü yalan, serçe eti gibi iştah­lı birşeydir, ama az bir süre sonra sahibini ateşte kavurur.»

Hasan-ı Basrî dedi ki: «İnsanları amelleriyle değerlendirin, sözle­rini önemsemeyin. Zira Aziz ve Celil olan Allah, kişinin söylediği her sözü karşılığında o sözü doğrulayan ya da yalanlayan bir amelini de­lil kılar. Bir kişiden güzel bir söz işitirsen, hemen hükmünü verme. Eğer o kişi, güzel sözünü doğrulayan bir amel işlerse bu onun için gü­zel birşey olur. O güzel sözle güzel amel, ne güzel iki kardeş olurlar. Ama kişinin sözü ameline ters düşerse, artık onun durumu sence açıktır, öyle değil mi? Ondan sakınki ademoğlunun aldanışı gibi seni aldatmasın, senin de hem sözün, hem amelin olsun. Amelin sözünden daha uygun olmalıdır. Senin gizli ve açık hallerin vardır, gizli halin açık halinden daha muteberdir. Senin acil dünyan ile sonradan gele­cek ahiretin olacaktır, ahiretin dünyandan daha önemlidir.»

İbn Ebi'd-Dünya, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Yaşlandığında beyaz saçlı, sivri dilli, keskin bakışlı, kalbi ve ameli ölü bir kimse ile karşılaşırsan, onu kendi nefsinden daha iyi görür ve tanırsın. Onun bedeni var ama kalbi yok olarak görürsün, sesini işitirsin ama dostu va arkadaşı yoktur. Dili verimlidir, kalbi ise kıt verimlidir. Onlardan biri kendi malından başkasının malım yer ve amellerine ağlar. Karın sancısı ve hazımsızlık rahatsızlığı onu yakalayınca cariye veya kölesine: "Bana hazmı kolaylaştırıcı bir ilaç getirin." der. Ey miskin, böyle yapmakla sen ancak dinini hazmedip eritiyorsun, öyle değil mi?

Elbisesi incelen kimsenin dini incelir, bedeni yağlanan ve şişman­layan kimsenin dini zayıflar, yiyeceği lezzetli olan kimsenin kazancı pis ve kokuşuk olur.»

Acurî, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Mü'minin sermayesi dinidir. O nereye giderse dini de onunla be­raber gider, onu yolda, eşyalarının arasında bırakmaz; bırakmamalı­dır. Dinini başkalarına emanet etmemelidir.»

Hasan-ı Basrî, «Nedamet çeken nefse yemin ederim ki...» ( me, 2.) ayet-i kerimesini tefsir ederken şöyle demiştir:

«Mü'mini gördüğünde mutlaka o kendi nefsini kınar ve: "Ben bu kelimeyi söylemek istememiştim, bu yiyeceği yemek istememiştim bu mecliste oturmak istememiştim..." der. Facir ve günahkar kimse­ye gelince, o kötülüğe doğru adım adım ileri gider, ama kendi nefsini asla kınamaz.

Sabredin, azminizi bileyin, bu dünya ancak sayılı birkaç gün ve geceden ibarettir. Sizlerde yakında çağrılacak, çağrıya icabete edecek ve arkanıza dönüp bakmadan gidecek olan yolcularsınız. Bu dünyada salih amelleri işlemeye yönelin, doğrusu şu hak, insanları yordu. On­larla şehvet ve arzularının arasına bir engel olarak girdi, şu hakka karşı ancak faziletini ve akıbetini bilen kimse sabreder.

Kul, kendi nefsinden va'zu nasihat aldığı sürece hayır içindedir. Kendini muhasebeye tabi tuttukça iyiliktedir.»

İbn Ebi'd-Dünya, nefis muhasebesi ile ilgili olarak Hasan-ı Basrî'-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Mü'min kişi, nefsine hakimdir. Nefsini Aziz ve Celil olan Allah için muhasebeye tabi tutar. Dünyada iken nefislerini muhasebeye ta­bi tutan kimselerin hesabı, kıyamet gününde hafif tutulur. Dünyada iken nefislerini muhasebeye tabi tutmayan kimselerin kıyamet gü­nünde hesapları zor olur. Mü'min kişi aniden gördüğü ve beğendiği birşeye: «Vallahi sen benim ihtiyacımsm ve sana arzu duyuyorum ama vallahi sana ulaşamıyorum, ne yazık ki seninle benim aramda engel var.» der. Yine mü'min kişinin elinden birşey kaçar ve bir firsa-tı değerlendiremezse kendi nefsine dönüp: «Allah dilediği takdirde ben bu şeyi isterim.» der. Müminler, Kur'ân tarafından sıkıca bağla­nan kimselerdir. Kendileri ile helakleri arasında engel vardır. Kur'ân sayesinde helakten korunurlar. Mü'min kişi dünyada tutsaktır, boy­nunu tutsaklık zincirinden kurtarmaya çalışır. Aziz ve Celil olan Al­lah'ın huzuruna varıncaya kadar hiçbir şeyden emin olmaz. Zira o; gözü, kulağı, dili ve tüm azalarından ötürü sorguya çekileceğini bilir. Rıza, çok zor birşeydir, mü'minin dayanağı sabırdır. Ey Ademoğlu, nefsini iyilik yaparak yen, eğer Cehennem ateşine girersen artık if­lah olamazsın.»

İbn Ebi'd-Dünya, Hasan-ı Basrî'nin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Mü'min kişi, dünyada garib insan gibidir, başkalarıyla rekabete girmez, dünyanın zilletinden ötürü sabırsızlık gösterip sızlanmaz. Onun durumu ile diğer insanların durumu farklıdır. İnsanlar, ondan yana rahattırlar, o kendi nefsi ile meşgul olur. Eğer bela ve imtihan olmasaydı, sayılı az günlerde kişiyi helak edecek şeyler meydana gelmezdi.

Ben bu ümmetin ilklerini ve seçkinlerini gördüm. Onlar arasında uzun bir ömür yaşadım. Allah'a yemin ederim ki, onlar Cenab-ı Al-lah'-ın kendilerine helal kıldığı şeylerden o kadar çok çekinirlerdi ki, sizin haramlardan çekindiğinizden daha fazla çekinirlerdi. Onları, Rablerinin kitabı ile amel edip peygamberlerinin sünnetine tabi ola­rak gördüm. Onlardan hiçbiri fazla bir elbiseyi dürüp bohçaya koy­madı ve yer altına da birşey gizlemedi. Ailesine de yemek yapmasını emretmedi. Onlardan biri kendi evine girer, kendisine yemek takdim edilirse yer, takdim edilmezse susar ve hiç konuşmazdı.

Münafık kişi namaz kılarsa, gösteriş için ya da insanlardan kor­kup utandığı için kılar. Namaz kılarken dünya gam ve tasalarını dü­şünür, namazın vaktini kaçırırsa pişman olmaz, vakti kaçtı diye üzülmez.»

"en-Nüket" adlı kitabın sahibinin rivayetine göre Hasan-ı Bas-rî şöyle demiştir:

«Allah'a yaptığı hamdi, nimetler için kale ve korunak yapan; ze­kat ödemeyi mal için bir koruyucu duvar kılıp bekçi yapan; ilmi de kendisi için rehber ve delil kılan kimse, yan yolda düşüp yığılmaktan emin olur ve rütbelerin en yücesine ulaşır. Malı avlayan, mali hakla­rı ödemeyen, malı kendisini Allah'a taattan alıkoyup meşgul eden kimse, kendi nefsine yazık etmiş ve kendi eliyle de kalbini yaralamış olur. Ayrıca Cenâb-ı Allah, onu malının üstüne yağmacı ve ihtilasçı olarak musallat kılar. Diğer arzu ettiği şeylere giderken yarı yolda yığılıp kalmaktan da emin olmaz.»

Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre bu sözler, Hasan-ı Basrî'den başkasına aittir. Doğrusunu Allah bilir.

Hasan-ı Basrî dedi ki: «Bir kimsede şu dört hususiyet bulunursa, Cenâb-ı Allah, sevgisini onun üzerine bırakır, rahmetini onun üzeri­ne saçar: Kişinin ebeveynine karşı ince ve merhametli olması, kölesi­ne acıyıp şefkat göstermesi, öksüzü koruma altına alması, zayıfa yar­dımcı olması.»

Hasan-ı Basrî'ye münafıklığı sordular. O da şöyle tanımladı:

«Kişinin içi ile dışının aynı olmaması, girdiği yerle çıktığı yerin farklı olmasıdır. Münafiklıktan ancak mü'min kişi korkar, münafık­lıktan ancak münafık kişi korkmaz ve emin olur. Yemin ederim ki, mü'min kişi ölse de, hayatta kalsa da münafiklıktan korkar. Münafik kişi ise, ölse de hayatta kalsa da münafiklıktan korkmaz.»

Ömer b. Abdülaziz, Hasan-ı Basrî'ye mektup yazarak sordu:

- Dirhem ve dinarlara olan sevgin nasıldır?

- Ben onları sevmem.

- Öyleyse kadılığa geç. Çünkü sen adaletli birisin.

İbrahim b. İsa dedi ki: «Hasan-ı Basrî'den daha uzun boylu hü-zünlenen bir kimse görmedim. Onu her gördüğümde mutlaka bir mu­sibete maruz kaldığını sandım.»

Mesma' dedi ki: «Eğer Hasan-ı Basrî'yi görseydin, "Bütün yara­tıkların hüznü onun üzerine saçılmıştır." derdin.»

Yezid b. Havşeb dedi ki: «Hasan-ı Basrî ile Ömer b. Abdülaziz'den daha hüzünlü kimse görmedim. Sanki Cehennem ateşi sırf o iki kişi için yaratılmıştı.»

İbn Esbat dedi ki: Hasan-ı Basrî, otuz sene müddetle hiç gülmedi. Kırk sene müddetle de hiç şaka yapmadı ve şöyle dedi: «Yaratıklar kıyamet günü gibi ağlayan bir göz ve açığa çıkan gizli yerleri duyma­dılar. Ey ademoğlu! Yarın kıyamet gününde sen ameline bakacaksın amelinin iyisi, kötüsü tartılacaktır. Bütün serlerden sakın, serlerden hiçbirini hafife alma- Yarın amel terazisinde o serden sakınmış oldu­ğunu gördüğün zaman sevinirsin.

Dünya gitti, ameliniz boyunlarınızda gerdanlık gibi kaldı.

Ey ademoğlu! Dünyanı verip ahiretini al, böylece hem dünyada hem ahirette karlı çıkarsın. Sakın ahiretini veripte dünyayı almaya kalkışma. Aksi takdirde hem dünyayı hem de ahireti kaybedersin.» Bu sözleri, Lokman (a.s.)'ın kendi oğluna söylediği nakledilir.

Hasan-ı Basrî dedi ki: «Adamın kırmızı ve beyaz elbiseler giyin­miş olduğunu ve "Gelin bana bakın." dediğini görürsün. Ey fasıkların en fasıkı, seni gördük, sana ehlen ve sehlen demiyoruz. Dünya ehline gelince, onlar sana bakarak dünyalarına olan aşırı tutkunlukları ne­deniyle kazanç sağladılar. Karınlarında ye sırtlarında zenginliğin şehvet ve arzularına karşı cüretkar oldular. Ahiret ehline gelince on­lar, senden hoşlanmadılar ve sana öfke duydular. Her ne kadar bey­girler onları süratle sırtlarında götürseler de katırlar onları üzerle­rinde taşısalar da, adamlar peşlerinden yürüyerek izlerini takip etse­ler de günah ve masiyetlerin zilleti onların boyunlarından ayrılmaz. Cenâb-ı Allah, kendisine isyan edenleri mutlaka alçaltır.»

Ferkad dedi ki: Hasan-ı Basrî, yanımıza geldi, kendisine şöyle ıdeP dik:                                                                                    

Ey Ebu Said, Muhammed b. Ahtem'in durumuna şaşmıyop'mu-sun?                                                                          

- Ona ne olmuş ki?                                               

- Az önce yanma gittik, can çekişiyordu. Bize: "Şu sandi

kın." dedi. Böyle derken evinin bir tarafındaki sandığı zünü şöyle sürdürdü: "Bu sandıkta 80.000 dinars (Veya^dirheitf^Var­dır. Bunun zekatını ödemedim, bununla bir âkrabâyanyît*kte; bulun­madım, bir muhtaç da bundan asla yiyemedi:Biz de kendisine şöyle dedik:

«Ey Abdullah'ın babası, sen bu malı kim için biriktirdin? O da bize şu cevabı verdi:

- Zamanın beklenmedik korkulu halleri, akranların para pul ya­rışma girmeleri ve sultanın cefası durumunda harcamak için biriktir­dim.

- Bakın hele, şeytan onu hangi yoldan gelerek aldatmış. Onu za­manın beklenmedik korkulu halleriyle, akranlarının para pul yarı­şında bulunmalarım düşündürerek ve sultanın cefada bulunacağı ih­timalini aklına getirerek korkutmuş. Ey varis, dün iki arkadaşının yaptığı gibi sende hilekarlık yapma, sen el emeği sarfetmeksizin bu mal sana geldi, alın teri akıtmadan bu mala kondun. Kimsenin el uzatamıyacağı malları bulunan kimseden bu mal sana miras kaldı. Bu malı batıl yolla kazandı, biriktirdi, hakkım vermedi.

Sonra Hasan-ı Basrî, sözünü şöyle devam ettirdi: «Doğrusu kıya­met günü pişmanlıklar günüdür. Kişi malı toplar, sonra Ölüp o malı başkalarına bırakır. Allah, o mirasçıya salihliği nasib eder ve o malı hayır yollarına sarfeder, malın asıl sahibi olan kişi ise, kendi malını kıyamette başkasımn terazisinde görür.»

Hasan-ı Basrî, günün başlangıcında şu beyti okurdu:

«Dünya hiçbir diri için kalıcı değildir. Hiçbir diri de dünya üzerinde kalıcı değildir.»

Günün sonunda şu beyti okurdu:

«Asıl civan odur ki, daha Önce yaptığı takvalı işlerden ötürü mem­nun olur.

Kendisini öldüren hastalığı anladığı zaman.»

Hasanlı Basrî, Ömer b. Hattab'ın halifeliği döneminde doğdu. Onu alıp Ömer b. Hattab'a götürdüler. Ömer de onun için dua etti ve damağına tatlı birşeyler sürdü. Hasan-ı Basrî, hicretin 110. senesin­de Basra'da vefat etti. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha bilir. [16]

 

Muhammed B. Sirin

 

Ebu Bekir b. Ebi Amr el-Ensârî. Enes b. Malik en-Nadrî'nin azat-hsıdır. Babası Aynüttemr gazvesinde Halid b. Velid tarafından ele geçirilen esirlerdendir. Enes, onu satın aldı. Sonra onu belli bir bedel ödemesi şartıyla azad etti. Babasının hayırlı bir çok evladı doğdu. Bunların adlarını şöylece sıralamak mümkündür: Muhammed b. Si-

rin, Enes b. Şirin, Mabed, Yahya, Hafsa, Kerime. Hepsi de güvenilir ve kadri yüce tabiilerdir. Allah onlara rahmet etsin.

Buharı dedi ki: «Muhammed b. Şirin, Hz. Osman'ın halifeliğinin bitimine iki sene kala doğdu.»

Hişam b. Hassan: «Muhammed b. Şirin, gördüğüm en doğru sözlü insandı.» demiştir.

İbn Sirin'in yanında, bir adam kötü vasıflarıyla anlatılacak olur­sa o da, o adamın hakkında bildiği güzel sıfatları anlatırdı. Halef b. Hişam dedi ki: «Muhammed b. Sirin'e hidayet, ağırbaşlılık, huşu ve takva verilmiştir. İnsanlar onu gördüklerinde Allah'ı hatırlarlardı.»

Enes b. Malik vefat edeceği zaman, kendisini Muhammed b. Si­rin'in yıkamasını vasiyet etti. Ancak vefat ettiğinde Muhammed ha­pisteydi. Gelip Enes'i yıkamasını söylediklerinde, "Ben mahpusum." dedi. "Senin hapisten çıkarılarak cenazeyi yıkaman için emirden izin istedik." dediklerinde Muhammed: "Beni emir hapsetmedi. Hak sahi­bi hapsetti." dedi. Bunun üzerine hak sahibi, onun hapisten çıkarılıp cenazeyi yıkaması için izin verdi. Çıkıp Enes'i yıkadı.

Yunus dedi ki: Muhammed b. Şirin, iki seçenekle karşılaştığında mutlaka dinen en sağlam olanının tercih ederdi.

Muhammed b. Şirin dedi ki: «Cezalandırılmama neden olan gü­nahımı biliyorum. Birgün ben bir adama "Ey müflis!" demiştim. İşte cezalandırılmama neden olan günah budur.»

Onun bu durumu Ebu Süleyman ed-Daranî'ye anlatıldığında o şöyle demişti: «Onların günahları azdı. Bu nedenle, cezalandırılmala­rına neden olan günahlarım biliyorlardı. Ama bizim gibi kimselerin günahları çoktur. Hangi günahtan ötürü cezalandırılacağımızı, hangi suçtan Ötürü sorguya çekileceğimizi bilemiyoruz.»

Muhammed b. Şirin, bir düğün yemeğine davet edildiği zaman önce kendi evine giderek hanımına: «Bana biraz bulamaç getirin.» der ve getirilen bulamacı içtikten sonra da şöyle derdi: «Ben açlığımı başkalarının sofralarına ve yiyeceklerine taşımak istemiyorum.»

Muhammed b. Şirin, öğle vakti çarşıya girer, tekbir alıp tesbihat-ta bulunur ve Allah'ı zikredip şöyle derdi: «Şimdi, insanların gaflette oldukları bir demdir.»

Yine Muhammed b. Sirin'in sözlerini nakletmeye devam edelim:

«Allah, bir kula hayır murad ettiği zaman kalbini onun için vaiz kılar. Kalbi onu kötülüklerden menedip iyiliklere sevkeder.»

«Kardeşinin kötülüklerini anlatıp iyiliklerini gizlemen, ona hak­sızlık olur.»

«Uzlete çekilmek ibadettir.»

Muhammed b. Sirin'in yanında ölümden bahsedildiği zaman o-nun bütün organları ölü gibi olurlardı. Başka bir rivayette anlatıldıgına göre ise onun yanında ölümden bahsedildiği zaman rengi deği­şir, bambaşka bir hal alırdı. Sanki önceki durumda değildi.

Kendisine rüyanın hükmü sorulduğunda soru sahibine şöyle dedi: «Uyanık iken Allah'tan kork. Ona karşı takvah ol. Rüyada gördüğün şeyler seni aldatmasın.»

Adamın biri ona dedi ki:

- Rüyada zeytinin içine zeytinyağı döktüğümü gördüm

- Karının durumunu araştır. Bilesin ki o senin annendir. Adam, karısının durumunu araştırdı. Gerçekten annesi olduğunu

anladı. Bu olay şöyle olmuştu: Adam, küçük yaşta esir alınarak kendi memleketinden alınıp götürülmüştü. Sonra İslâm beldesinde yetişip büyüdü. Daha sonra annesi de esir alındı. Kendisi, bilmeksizin anne­sini satın aldı. Bu rüyüyı görüp Muhammed b. Sirin'e anlattığında Muhammed, bu durumu araştırmasını emretti. Araştırınca karısının, kendi annesi olduğunu anladı.

Bir başkası Muhammed b. Sirin'e şöyle bir soru sordu:

- Rüyamda bir hurma tanesine bastığımı gördüm. Bastığım hur­ma tanesinden bir fare çıktı.

- Sen, saliha bir kadınla evleneceksin. O kadın fasık bir kız doğu­racaktır.

Gerçekten öyle bir olay vukua geldi.

Bir başkası da Muhammed b. Sirin'e gördüğü şu rüyayı yorumla­masını söyledi:

- Rüyamda evimin damında birkaç arpa tanesi gördüm. Bir horoz gelip o taneleri yeyip gitti.

- Bu günlerde bir eşyan çalınacak olursa, sen yanıma gel.

O adamın ailesi, kendi damlarının üzerine bir halı sermişti, ama halı çalındı. Adam, Muhammed'in yanma gidip durumu anlattı. Mu­hammed b. Şirin de ona: «Mahallenizin müezzinine git ve halını on­dan al!» dedi, halı sahibi müezzine gitti ve halıyı müezzinden aldı.

Adamın biri ona: «Rüyamda bir güvercinin yasemini gagaladığını gördüm.» deyince Muhammed: «Basra.âlimleri öldü.» diye cevap ver­di.

Adamın biri Muhammed b. Sirin'e gelerek şöyle dedi:

- Ben rüyamda çıplak bir adamın çöplükte durup saz çalmakta olduğunu gördüm.

- Bu rüya zamanımızda ancak Hasan-ı Basrî'ye uygun düşer.

- Vallahi, rüyada gördüğüm de Hasan-ı Basrî'ye benziyordu.

- Evet, çünkü rüyanda gördüğün çöplük dünyadır. Hasan, dünya­yı ayaklarını altına almıştır. Çıplaklığı ise dünyadan soyutlanması demektir. Elinde çalmakta olduğu saza gelince o, insanların kulakla­rına vura vura anlattığı vaazlar ve verdiği öğütlerdir.

Bir başkası da Muhammed b. Sirin'e şöyle demişti:

- Rüyamda ağzımı misvakladığımı ve ağzımdan kan akmakta ol­duğunu gördüm.

- Sen; insanların ırzlarına sataşan, onların etlerini yiyen, evleri­ne girip çıkan bir kimsesin.

Adamın biri Muhammed b. Sirin'e şöyle bir rüya gördüğünü an­lattı:

- Rüyamda inci tanesinin çamurda olduğunu gördüm.

- Sen öyle bir adamsın ki, Kur'ân'ı ve ilmi, ehli olmayan ve onlar­dan yararlanmayan kimselere anlatıyorsun.

Kadının biri Muhammed b. Sirin'e gelip şöyle bir rüya gördüğünü anlattı:

- Bir sinnevrin (kedinin) başını kocamın karnına sokup karnın­dan bir parça çıkarıp aldığını gördüm. Bunun yorumu nedir?

- Kocanın 316 dirhemi çalındı.

- Doğru söyledin, ama bunu nereden bildin?

- Sinnevr kelimesinin harflerini ebced hesabına vurarak bildim. Çünkü sin harfi 60, nûn harfi 50, vav harfi 6, ra harfi de 200 rakamı­nı gösterir, bu da toplam olarak 316 eder.

- Rüyada gördüğüm kedi siyahtı.

- Kocanın parasını çalan kişi, çevrinizdeki bir köledir. Paraları çalman aile, çevrelerinde araştırma yaptılar ve siyahi

bir köle bulup falakaya yatırdılar. O da mezkur parayı çaldığını itiraf etti.

Adamın biri Muhammed b. Sirin'e şöyle dedi:

- Rüyamda sakalımın uzadığını gördüm ve uzun sakalıma bakı­yordum.

- Sen müezzin misin? ,      -Evet.

- Allah'tan kork ve cami çevresindeki evlerin içine bakma. Bir başkası da Muhammed b. Sirin'e şöyle dedi:

- Rüyamda sakalımın uzadığını gördüm. Kesip bir dokuma tezga­hına koyarak sergi yaptım ve pazarda sattım.

- Allah'tan kork. Sen yalancı şahitlik yapmaktasın. Bir başkası da şöyle dedi:

- Rüyamda parmaklarımı yediğimi gördüm.

- Sen elinin kazancını yiyen bir adamsın. [17]

                                      

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/396-397.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/397-398.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/398-408.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/408.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/408-418.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/418.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/419.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/419.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/419-423.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/423-424.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/425.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/425-434.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/434-436.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/437-438.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/438-440.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/440-449.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 9/449-452.