Hicretin Yüzotuzikinci Senesi 2

İmam İbrahim B. Muhammed'in Öldürülmesi 2

Ebü'l-Abbas Es-Seffah'ın Halifeliği 3

Mervan B. Muhammed B. Mervantn Öldürülmesi 6

El-Himar'ın Biyografisi 11

Emevi Devletinin Yıkılması Ve Abbasî Devletinin Başlangıcına Dair Varid Olan Nebevi Haberler  13

Ebu'l-Abbas Es-Seffah'ın Müstakil Olarak Halife Olması, Otoritesini Yerleştirmesi Ve Halka Güzel Bir Yönetim Sergilemesi 17

Hicretin Yüzotuzikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 21

Mervan B. Muhammed B. Mervan B. Hakem.. 21

Ebu Seleme Hafs B. Süleyman. 22

Hicretin Yüzotuzüçüncü Senesi 22

Hicretin Yüzotuzdördüncü Senesi 23

Hicretin Yüzotuzbeşinci Senesi 24

Hicretin Yüzotuzaltıncı Senesi 24

İlk Abbasi Halifesi Ebü'l-Abbas Es-Seffah'ın Biyografisi 25

Ebu Cafer El-Mansur'un Halifeliği 29

Hicretin Yüzotuzyedinci Senesi 29

Abdullah B. Ali'nin, Kardeşinin Oğlu Ebu Cafer El-Mansura Karşı Ayaklanması 29

Ebu Müslim El-Horasanî'nin Öldürülmesi 31

Ebu Müslim El-Horasanî'nîn Biyografisi 36

Hicretin Yüzotuzsekîzinci Senesi 44

Hicretin Yüzotuzdokuzuncu Senesi 45

Hicretin Yüzkırkıncı Senesi 46

Hicretin Yüzkırkbirînci Senesi 46

Hicretin Yüzkırkikinci Senesi 49

Hicretin Yüzkırküçüncü Senesi 52

Hicretin Yüzkırkdördüncü Senesi 52


Hicretin Yüzotuzikinci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında Kahtabe b. Şebib, piyade ve süvari askerleriyle birlikte Fırat nehrini aştı. îbn Hübeyre de Feluce tara­fında, Fırat kıyısında ordugah kurmuştu. Çok sayıda askeri vardı. Mervan da ona çok sayıda askeri takviye olarak göndermişti. Ayrıca İbn Dubare'nin hezimete uğramış askerleri de onun birliğine katıl­mışlardı.

Sonra Kahtabe, Küfe'yi ele geçirmek için yöneldi. İbn Hübeyre, onun peşine takıldı. Muharrem ajanın 8'inde çarşamba gecesi iki ta­raf şiddetli bir savaşa tutuştular. İki taraftan da çok sayıda asker öl­dürüldü. Sonra Şamlılar hezimete uğrayarak geri döndüler. Horasan­lılar onları kovaladılar. Kahtabe kayıplara karışmıştı. Adamın biri, askerlerine, Kahtabe'nin öldürüldüğünü ve kendisinden sonra oğlu Hasan'ın komutan olmasını vasiyet ettiğini söyledi. Ne var ki Hasan burada değildi. Hasan adına kardeşi Humeyd b. Kahtal _ye bey'at et­tiler. Haberci de, gelmesi için Hasan'a gitti.

Bu gecede bir grup komutan öldürüldü. Kahtabe'yi öldüren kişi,

Maa b. Zaide ile Yahya b. Husayn idi. Başka bir rivayette anlatıldı­ğına göre Kahtabe'yi, beraberinde bulunan ve Nasr b. Seyyarın öcü­nü almak isteyen bir adam öldürmüştür. Doğrusunu Allah bilir.

Kahtabe, ölüler arasında bulundu ve oraya defnedildi. Oğlu Ha­san geldi. Askerleri toplayıp Küfe'ye yöneldi. Kûfe'de Muhammed b. Halid b. Abdullah el-Kusarî ayaklanarak halkı Abbasilerden yana ol­maya çağırmış, kendisi de siyahlara bürünmüştü. Ayaklanması, bu senenin muharrem ayının 10. gecesinde başlamıştı. İbn Hübeyre ta­rafından tayin edilen vali Ziyad b. Salih el-Harisî'yi de şehirden kov­muştu. Bundan sonra Muhammed b. Halid, hükümet konağına git­mişti. İbn Hübeyre tarafından gönderilen ve yanında 20.000 asker bulunan Havsere de oraya gelmekteydi. Kûfe'ye yaklaştığında Havse-re'nin adamları Muhammed b. Halid'e gidip Abbasoğulları adına ona bey'at etmeye başladılar. Havsere, bu durumu görünce Kûfe'ye girme­den Vasıt'a gitti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Kahtabe'nin oğlu Hasan Kûfe'ye girmiştir. Kahtabe, hilafet vezirliğinin Kûfe'de bulunan ve Sebi el-Kûfî el-Hilal'ın azatlısı olan Ebu Seleme Hafs b. Süleyman'a verilmesini vasiyet etmişti. Bunlar, Ebu Seleme'nin yanma vardıkla­rında Ebu Seleme, Hasan b. Kahtabe'nin bir grup komutanla Vasıt'a gidip İbn Hübeyre ile savaşmasını, Hamid b. Kahtabe'nin de Meda-in'e gitmesini tavsiye etti. Her tarafa müfrezeler göndererek fetihleri genişletti. Bunlar Basra şehrini de fethettiler. Burayı İbn Hübeyre adına Müslim b. Kuteybe fethetmişti. Ancak İbn Hübeyre öldürülün­ce, Ebu Malik Abdullah b. Üseyd el-Huzaî geldi, Basra'yı Ebu Müslim el-Horasanî için ele geçirdi.

Bu senede rebiyülahir ayının 13'ünde cuma gecesi Ebü'l-Abbas es-Seffah Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdühnuttalib adına bey'at alındı. Ebu Ma'şer ve Hişam b. Kelbî böyle demişlerdir. Vakidî ise mezkur bey1 atın bu senenin cemaziyelevvel ayında yapıldığını ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [1]

 

İmam İbrahim B. Muhammed'in Öldürülmesi

 

Hicretin 129. senesi olaylarından bahsederken Mervan'ın, İmam İbrahim tarafından Ebu Müslim el-Horasanî'ye gönderilen ve Hora­san'da Arapça konuşan herkesin öldürülmesi emrini içeren mektubu ele geçirdiğini anlatmıştık. Mervan, bu mektubu ele geçirince İmam *orahim'in nerede olduğunu sormuş, kendisine Belka'da olduğunu !°ylenıişlerdi. Bunun üzerine o da Dımışk valisine mektup yazarak ^mam İbrahim'i kendisine göndermesini emretmişti. Dımışk valisi de Inanı İbrahim'in eşkalini belirten bir yazıyı bir ulağa verip onu hare-kete geçirmişti. Ulak, geldiğinde İmam İbrahim'in kardeşi Ebü'l-Ab-bas es-Seffah'ı görmüş ve onu İmam İbrahim zannedip yakalamıştı. Kendisine; onun İmam İbrahim olmadığını, İmam İbrahim'in kardeşi olduğunu söylemişler ve onun yerini göstermişlerdi. Ulak gidip İmam İbrahim'i yakalamıştı. İmam İbrahim, yanma çok sevdiği bir cariyesi­ni almış, ayrıca kendisinden sonra kardeşi Ebü'l-Abbas es-Seffah'ın halife seçilmesini yakınlarına tavsiye etmiş ve oradan kalkıp Kûfe'ye göçmelerini emretmişti. Onlar da aynı günde kalkıp Kûfe'ye göçmüş­lerdi. Göçenler arasında altı amcası; Abdullah, Davud, İsa, Salih, İs­mail, Abdüssamed (bunlar Ali'nin oğullarıydılar), kendisinin kardeş­leri Ebü'l-Abbas es-Seffah ve Muhammed ile oğulları Muhammed ve Abdülvehhab da vardı. Ayrıca birkaç kişi daha bu Küfe yolculuğuna katılmıştı.

Kûfe'ye vardıklarında Ebu Seleme el-Hilal bunları Haşimilerin azatlısı Velid b. Sa'd'ın evine yerleştirmişti. Kırk gece müddetle as­kerlerden ve komutanlardan durumlarını gizlemiş, sonra bunları baş­ka bir yere götürmüştü. Ülke fethedilip sonra da Seffah'a bey'at edi­linceye kadar bunları oradan oraya taşıyarak yerlerini değiştirmişti.

İmam İbrahim b. Muhammed'e gelince; onu da bu sırada Harran'­da bulunan Halife Mervan b. Muhammed'e götürdüler. Halife, kendi­sini hapse attı ve bu seneye kadar hapiste kaldı. Safer ayında, kırkse-kiz yaşında iken hapiste vefat etti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ellibir yaşında iken yüzünün üzerine sıcak bir yufka ekmeği koy­muş ve boğularak ölmesine sebebiyet vermişti. Cenaze namazını Beh-lül b. Safvan adında bir adam kıldırmıştı. Zayıf bir rivayette anlatıl­dığına göre, içinde bulunduğu ev üzerine yıkılmış, böylece vefat et­mişti. Zehirli süt içirilerek ölümüne sebebiyet verildiği de anlatılır.

Rivayete göre İmam İbrahim, hicretin 131. senesinde hacca git­miş, orada büyük saygı ve hürmetle karşılanmıştı. Şöhreti her tarafa yayılmış, Mervan da kendisinden haberdar olmuştu. Onunla ilgili olarak Mervan'a: "Ebu Müslim el-Horasanî, insanları buna bey'ata davet ediyor ve buna halife adını veriyorlar." denilmişti. Mervan da hicretin 132. senesinin muharrem ayında peşine adam göndermiş ve onu bu senenin safer ayında öldürtmüştü. Bu rivayet, öncekilerden daha sahihtir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mervan, onu Hamimetü'l-Belka'da değil de Küfe'de yakalatmıştır. Doğrusunu Al­lah bilir.

İmam İbrahim; cömert, eli açık, faziletli ve üstün vasıfları olan bir kimse idi. Babasından, dedesinden, Ebu Haşim Abdulah b. Mu­hammed b. Hanefîyye'den hadis rivayet etmiştir. Kardeşleri Abdullah es-Seffah, Ebu Cafer Abdullah el-Mansur ile Ebu Seleme Abdurrah-man b. Müslim el-Horasanî ve Malik b. Haşim de ondan rivayetlerde Ummuşlardır. Onun güzel vecizelerinden biri şudur: "Mürüvveti ol-n olan kişi; dinini koruyan, akrabalarını ziyaret eden ve kınanma-a neden olacak işlerden uzak duran kimsedir." [2]

 

Ebü'l-Abbas Es-Seffah'ın Halifeliği

 

Kûfeliler, İmam İbrahim b. Muhammed'in ölüm haberini duyduk­larda Ebu Seleme el-Hallal, hilafeti Hz. Ali'nin ailesine nakletmek ■gtedi. Diğer nakipler ve komutanlar onu alt ettiler, Ebü'l-Abbas es-Seffah'ı getirdiler. Ona hilafet selamını verdiler. Bu hadise Kûfe'de

cereyan etti.

Kendisine hilafet bey'atı yapıldığı zaman Ebü'l-Abbas es-Seffah yirmialtı yaşındaydı. Ona ilk hilafet selamını veren kimse, Ebu Sele­me el-Hallal oldu. Bu hadise hicretin 132. senesinin rebiyülahir ayı­nın 13'ünde cuma gecesi vuku buldu.

Cuma namazı vakti olduğunda Seffah, alaca bir beygire binerek namaza gitti. Etrafında silahlı muhafızları vardı. Hükümet konağına girdikten sonra Ulu Cami'ye gitti, cemaata namaz kıldırdı. Sonra minbere çıktı. Halk ona bey'at etti. Minberin üst basamağında bey'atı kabul etti. Amcası Davud b. Ali de ondan üç basamak aşağıdaydı. Seffah bir konuşma yaptı. İlk olarak şöyle dedi:

«İslâmiyet'i kendisi için bir din olarak seçen, İslâm'ı yüceltip şe­reflendiren ve tazim eden, onu bizler için bir din olarak seçen, onu bi­zimle teyid eden, bizleri Müslüman kılan, bizleri İslâm'ı barındırıp himaye ve müdafaa ediciler yapan, takva kelimesine bağlı kılan ve takvaya en layık kimseler yapan, bizleri Rasûlullah (s.a.v.)'ın akraba­lığı gibi bir rütbe ile özel kılan, bizleri ve Müslümanları yüksek bir mevkiye yerleştiren, böylece İslâm ehline okunan bir kitab indiren Allah'a hamdolsun. Yüce Allah şöyle buyuruyor:

'Ey Peygamberin ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sızı tertemiz yapmak ister." (ei-Ahzâb, 33.)

Ey Muhammed! De ki: "Ben sizden buna karşı yakınlara sevgi­den başka bir ücret istemem." (eş-şûrâ, 23.)

Önce en yakın hısımlarını uyar." (eş-Şuarâ, 214.)  

Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygam-v 5*ne irdikleri; Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar

ida kalmışlar içindir." (ei-Haşr, 7.) bilH- ?Z VG ^e^ °*an ^lah, bizim fazilet ve üstünlüğümüzü onlara mes- Onlar üzerindeki hakkımızı ve onların bize dostluk göster- ??rekfrğini vacip kıldı. Bize ikram olsun ve bizim için ayırıcı bir

 K--    Vas^ °lsun diye bize bol miktarda fey' ve ganimet verdi. Al-uyük lütuf sahibidir. Sapık sebeîler iddia ediyorlar ki; bizden

Ve başkaları riyaset, siyaset ve hilafete daha layık imişler! Yüzleri çirkin olsun.

Ey insanlar! Cenâb-ı Allah, bizim vasıtamızla insanları sapıklık­larından sonra hidayete eriştirdi. Onlara cahilliklerinden sonra yar­dım etti. Mahvolmalarından sonra onları kurtardı. Hakkı bizimle açı­ğa çıkardı. Batılı bizimle yok etti. Onlardaki fesadı bizimle düzeltip ıslah etti. Alçakları bizim vasıtamızla yüceltti. Noksanlığı tamamla­dı. Dağınıklığı toparladı. Nihayet insanlar daha önce birbirleriyle düşman oldukları halde birbirlerine şefkat göstermeye, birbirlerine iyilik yapmaya, dünyevi hususta yardımlaşmaya başladılar. Ahirette birbirleriyle karşılıklı divanlar üzerinde oturan kardeşler oldular.

Cenâb-ı Allah, bu lütfunu bize Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla bahşetti. Muhammed (s.a.v.)'i vefat ettirip kendi yanına aldıktan sno-ra da bu işi ashabı yürüttü. Onların idareleri kendi aralarında meş­veret iledir. SahabeL c ümmetlerin miraslarına sahip oldular. Bu mi­raslarda adaletli davrandılar ve yerli yerince koydular, mirası hak sahiplerine verdiler. Kendileri bundan hiç pay almadan aç kaldılar. Sonra Harboğullarıyla Mervaniler bu mirasa atıldılar. Bunu kendile­ri için alıp götürdüler, kendi aralarında paylaştılar. Haksızlık yaptı­lar. Başkalarını bırakıp kendilerine öncelik tamdılar. Hak sahipleri­ne zulmettiler. Cenâb-ı Allah da bir süre onlara mühlet tamdı. "Böy­lece bizi öfkelendirince onlardan öc aldık." (ez-Zuhmf, 55.)

Sonra onların ellerindekini alıp bize teslim etti. Cenâb-ı Allah hakkımızı bize iade etti. Ümmetimizin işlerini bizim vasıtamızla yo­luna koydu. İdareyi bize verdi. Yeryüzünde müstaz'af kılınmışlara bi­zim vasıtamızla yardım etti. Bu İslâmiyet işini bizimle açtığı gibi bu işi yine bizimle yoluna koyup düzeltti. Size hayır gelen yerden zulüm gelmeyeceğini ümid ediyorum. Size salahın geldiği yerden fesadın gelmeyeceğine inanıyorum. Ey Ehl-i beyt! Bizim başarımız ancak Al­lah'ın yardımıyladır.

Ey Küfe halkı, siz bizim sevgimizin odağısınız. Dostluğumuzun menzilisiniz. Sizler bizim vasıtamızla insanların en mutluları olacak­sınız ve insanlar arasında en çok size kıymet vereceğiz. Bağışlarınıza ve aylıklarınıza yüzer dirhem ilave yaptım. Hazır olun. Ben çok kan dökücüyüm ve mahvedici bir intikamcıyım.»

Ebü'l-Abbas es-Seffah, hastaydı. Hastalığı daha da arttı. Minbere oturdu. Bu sefer amcası Davud minberde ayağa kalktı ve şöyle hitab etti:

«Hamd Allah'a mahsustur. Düşmanlarımızı mahvedip mirasımız1 bize geri veren Allah'a hamdolsun.

Ey insanlar! Şu anda dünyanın karanlıkları sıyrıldı. Üzerindeki örtü açıldı. Gök ve yer parladı. Hilafet güneşi ufkunda doğdu. Hak

verini buldu. Şefkat ve merhamet ehli olan ve sizin üzerinizde tiril ti­ril titreyen Peygamberimizin ailesine döndü.

Ey insanlar! Allah'a yemin ederim ki, bizler gümüş, yakut ve al­tın biriktirmek, nehir kazıp köşkler inşa etmek, altın ve gümüş topla­mak gayesi ile bu işe soyunmadık. Biz, hakkımızın elimizden alınma­ca kızarak amcazadelerimiz adına öfkelenerek Emevilerin size kötü muamele etmelerine, sizleri alçaltmalarına, ganimet ve sadakaları si-vermeyip kendilerine tahsis etmelerine dayanamayarak bu işe gi­riştik. Allah'ın indirdiği hükümlerle size hükmetmek, Allah'ın kita­bıyla muamelede bulunmak, özel genel herkese Rasûlullah'm yöneti­mini uygulamak hususunda size Allah'ın Rasûlünün ve Abbas'm zim­meti ile taahhütte bulunuyoruz.

Emevilerin ve Mervanîlerin kökü kazınsın! Onlar dünyayı ahire-te, fani diyarı kalıcı diyara tercih ettiler. Günah işlediler. Halka zul­mettiler. Haramları irtikâb ettiler. Cürüm işlediler. Yönetimlerindeki kullara zulmettiler. Ülkede onların yönetim tarzı, günahları alabildi-ince işlemekten ve yükleri ağırlaştırmaktan zevk almaktı. Günahlar alanında alabildiğince ilerlediler. Taşkınlık meydanında at koşturdu­lar. Cenâb-ı Allah'ın kendilerine süre tanıdığının farkına varamadı­lar. Allah'ın kendilerini yakalayıp azaba sürükleyeceğini göremeyip kör oldular. Allah'ın tuzak kuruşundan emin oldular. Oysa kendileri uykudayken, geceleyin Allah'ın azabı üzerlerine geldi. Efsane oldular, paramparça hale geldiler. Zalimler topluluğu Allah'ın rahmetinden uzak olsun!

Allah, Mervanileri alçalttı, şeytan onları aldattı. Allah düşmanla­rı, atlarının yularını salıverdiler ve atları, bu yuların genişliği sebe­biyle ayaklarına takılan iplerden ötürü tökezlediler. Allah düşmanla­rı, kendilerine hiç kimsenin hakim olamayacağını mı sandılar? Bun­lar, taraftarlarım çağırdılar, askerlerini topladılar, ordularıyla vur­dular. Önlerinde, arkalarında, sağlarında, sollarında, üstlerinde, alt-arında Allah'ın tuzak, azap ye intikamını buldular. Bu ilahi azap on-arın batılını öldürdü, sapıklığım yok etti. Başlarına felaket indirdi, unahları kendilerini çepeçevre kuşattı ve hakkımızı bize iade etti ve bıze yardımcı olup bizi barındırdı.

&y insanlar! Mü'minlerin emiri -Allah ona büyük bir zaferi nasib ji ..n" CUnıa namazından sonra tekrar minbere çıkacaktır. O, cuma ile nin J Onufrnasma başka sözleri katmak istemedi. Ayrıca hastalığı-enıi • et*> konuşmasını tamamlamasına engel oldu. Mü'minlerin Çe *^e afiyet vermesi için Allah'a yalvarın. O'na dua edin. Çünkü sat c v"1        ^' Rahnıan'm düşmanı, şeytanın halifesi, yeryüzünde fej   aran ve as*a ıslahatta bulunmayan alçaklara tabi olan Mer-Venne; Allah'a tevekkül eden, iyi kimselere uyan, yeryüzünde

fesattan sonra hidayet işaretlerine ve takva yollarına tabi olan, ha­yırlı kimselerin yolunda yürüyen Mütevekkil'i halife olarak verdi.»

İnsanlar, halife Ebü'l-Abbas es-Seffah'a dua ettiler. Dualarından ötürü adeta bir gürültü meydana geldi.

Bundan sonra Seffah'ın amcası Davud, sözünü şöyle sürdürdü:

«Ey Kûfelüer, bilesiniz ki, Rasûlullah (s.a.v.)'tan sonra bu minbe­rinize Hz. Ali'den ve şu andaki halifeniz Seffah'tan başka bir halife çıkmış değildir. Şunu da bilin ki, bu hilafet işi bizde kalacak, bizde devam edecek ve nihayet bizim tarafımızdan Meryem oğlu İsa (a.s.)'a teslim edilecektir. O zamana kadar hilafet bizim ailemizin dışına çıfc. mayacaktır. Bize verdiği mihnetlerden ve bizi tercih edişinden ötürü âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun.»

Bundan sonra Ebü'l-Abbas es-Seffah ile amcası Davud minberden indiler. Hükümet konağına gittiler. Ondan sonra halk gidip ikindiye kadar ona bey'at etti. İkindiden sonra da gece oluncaya kadar bey'at devam etti.

Sonra Ebü'l-Abbas es-Seffah hükümet konağından çıktı. Küfe dı­şında ordugah kurdu. Kûfe'de yerine amcası Davud'u vekil bıraktı. Diğer amcası Abdullah b. Ali'yi, Ebu Avn b. Ebi Yezid'e; kardeşi oğlu İsa b. Musa'yı da Hasan b. Kahtabe'ye gönderdi. O zaman Hasan b. Kahtabe, Vasıfta bulunuyor ve İbn Hübeyre'yi kuşatma altında tutu­yordu.

Seffah, Yahya b. Cafer b. Temmam b.< Abbasi da Hamid b. Kahta-be'nin bulunduğu Medain'e gönderdi Ebu Yakzan Osman b. Urve b. Muhammed b. Ammar b. Yasir'i, Ahvaz'da bulunan Bessam b. İbra­him b. Bessam'a gönderdi. Seleme b., Amr b. Osman'ı, Malik b. Tav-vaf a gönderdi.

Seffah ise, Küfe dışındaki ordugahında birkaç ay kaldıktan sonra yola koyuldu. Haşimilerin elinde bulunan Medine'ye giderek hükü­met konağına yerleşti. Hilafetin Seffah'a yani Abbasilere değil de Ali. b. Ebi Talib oğullarına daha layık olduğu düşüncesine kapılan Ebu Seleme el-Hallal'ı da protesto etti. Doğrusunu, noksanlıklardan mü­nezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [3]

 

Mervan B. Muhammed B. Mervantn Öldürülmesi

 

Mervan b. Muhammed b. Mervan, Emevilerin son halifesi idi. On­dan sonra halifelik, Abbasilere intikal etti. Yüce Allah, aşağıda nakle­deceğimiz ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur:

«Allah hükümdarlığı dilediğine verir.» (el-Bakara, 247.) «Ey Muhammed, de ki: "Mülkün sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin."» (âi-i imrân, 26.)

Önceki sayfalarda da anlattığımız gibi Mervan, Ebu Müslim ile yandaşlarının haberini ve onların Horasan diyarında icra ettikleri fa­aliyetleri duyunca Harran'dan kalkıp yola koyuldu. Musul yakınla­rında, Cezire diyarında Zap denen bir nehrin yanında konakladı. Bu arada Kûfe'de Seffah'a bey'at edildiğini, etrafında askerler toplandığı­nı ve kuvvetinin gittikçe arttığını duyunca, çok ağırına gitti. Hemen askerlerini topladı.

Seffah'ın komutanlarından biri olan Ebu Avn b. Ebi Yezid, büyük bir ordu ile ona doğru geldi. Zap suyunun kıyısında o da ordugah kur­du. Seffah tarafından ona takviye kuvvetler geldi. Sonra Seffah kendi ailesinden olan savaşçıları savaşmaya çağırdı. Abdullah b. Ali, onun bu çağrısına icabet etti. Seffah ona: "Allah'ın bereketi üzere yürü!" dedi- O da büyük bir askeri birlikle yola çıktı, Ebu Avn'ın yanma git­ti. Ebu Avn, bulunduğu çardaktan aşağı inerek onu karşıladı ve ona bütün imkanlarını seferber etti. Abdullah b. Ali, kendi güvenlik kuv­vetlerinin başına Hiyaş b. Habib et-Taî ile Nusayr b. Muhteflz'i ko­mutan tayin etti.

Ebü'l-Abbas Musa b. Ka'b, bir elçi heyetinin başına reis tayin edi­lerek Abdullah b. Ali'ye gönderildi. Bu heyet onu Mervan'la savaşma­ya ve ona karşı yapılacak savaşı ilk olarak başlatmaya teşvik etti. Olaylar büyümeden, savaş ateşi soğumadan Mervan'a saldırmasını tavsiye etti. Abdullah b. Ali de askerleriyle geldi, Mervan ordusunun karşısına dikildi. Mervan da kendi askerleriyle ona karşı harekete geçti. İki tarafın safları sabahın ilk saatlerinde karşı karşıya durdu­lar. Anlatıldığına göre o gün Mervan'ın maiyetinde 150.000 (veya 120.000) asker vardı. Abdullah b. Ali'nin maiyetinde ise, 20.000 asker vardı. Mervan, Abdülaziz b. Ömer b. Abdülaziz'e dedi ki: "Eğer güneş zevale erinceye kadar bunlar bizimle savaşmazlarsa, biz bunları Mer­yem oğlu İsa'nın yanına postalarız. Ama zevalden önce bizimle sava­şacak olurlarsa, innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn."

Sonra Mervan, Abdullah b. Ali'ye haber salarak ateşkes teklifin­de bulundu. Abdullah b. Ali ise şöyle karşılık verdi: "İbn Züreyk'ın oğ­lu yalan ^söylüyor. Güneş zevale ermeden atlılarımız onu inşaallah at­larının ayakları altında ezeceklerdir!" Bu karşılıklı haberleşme, bu senenin cemaziyelahir ayının 11. günü olan cumartesi gününde ol­muştu.

Mervan, kendi adamlarına: "Durun bakalım. Savaşı önce siz baş­latmayın." dedi ve güneşe bakmaya başladı. Eniştesi Velid b. Muavi-y§ b. Mervan, ona muhalefet ederek karşı tarafa hücuma geçti. Mer­can öfkelendi. Ona sövmeye başladı. Velid, karşı tarafın sağ cenahıy-la savaştı. Ebu Avn, Abdullah b. Ali'nin bulunduğu yere doğru geri Çekildi. Bu defa Velid, Musa b. Ka'b ile savaştı. O da Abdullah b. Ali'nin bulunduğu yere doğru geri çekildi. Sonra Abdullah b. Ali, as­kerlerine, yere inmelerini emretti. Hepsi atlarından indiler, mızrak­larını diktiler. Diz üstü çömelerek savaştılar. Şamlılar, savunma sa­vaşı vererek geri çekildiler. Abdullah b. Ah ise, ileriye doğru yürüme­ye başlayıp: "Ya Rab, ne zamana kadar senin uğrunda savaşacağız." dedi. Sonra da İmam İbrahim'in parolasını Horasanlılara hatırlattı ve şöyle dedi: "Ey Horasanlılar! Parola şudur: Ya Muhammed, ya Mansur!"

Savaş iki taraf arasında cidden şiddetlendi. Mızrabın bakıra vu­ruluşu gibi sesler geliyordu. Mervan, Kudaa'ya haber salarak onların da atlarından inmelerini emretti. Kudaa, maiyetindeki askerlere: "Ey Süleym oğulları! Atlarınızdan inin." diye emir verdi. Sonra Mervan, Seksekîlere haber salarak, onların tam aksine bineklerine binmeleri­ni emretti. Komutanlarına: "Ey Amiroğulları! Bineklerinize binin! di­ye emir ver." dedi. Seksek oğullarına haber göndererek komutanları­na: "Askerlerine bineklerine binmelerini söyle." dedi. O da Gatafanlı askerlerini bineklerine bindirdi. Kendi güvenlik kuvvetlerinin komu­tanına da: "Bineğinden yere in." dedi. Ama komutan: "Hayır vallahi, ben kendi canımı hedef kılmam. Fakat sana karşı da gelmek istemi­yorum, lakin keşke bunu yapabilseydim ve bineğimden inseydim." di­ye karşılık verdi.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mervan, bu emrini İbn Hü-beyre'ye vermiştir.

Dediler ki: Sonra Şamlılar hezimete uğradılar. Horasanlılar arka­dan onları kovaladılar. Bir kısmını öldürüp bir kısmını da esir aldı­lar. Fakat Şamlıların Zap suyuna düşerek boğulanları, savaş alanın­da öldürülenlerinden daha fazlaydı. Boğulanlar arasında İbrahim b. Velid b. Abdülmelik de vardı. (Bu, hilafetten hal' edilmişti.)

Abdullah b. Ali, köprünün onarılmasını ve suda boğulanların ce­setlerinin çıkarılmasını emretti ve şu ayeti okumaya başladı:

"Denizi yarıp sizi kurtarmış ve gözlerinizin önünde Firavun aile­sini batırmıştık." (el-Bakara, 50.)

Abdullah b. Ali, savaş alanında yedi gün kaldı. Said b. As'm oğul­larından biri, Mervan ve onun cepheden firarı ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu:

"Kaçış olgusu Mervan'dan ayrılmamakta ısrar etti. Dedim ki ona: Zalim kişi mazlum olarak döndü. Onun tek düşün­cesi kaçmaktır.

Kaçıp saltanatı terketmek nerede?

Artık yavaş ve vakarlı yürümek benden uzaklaştı

Dinin de, soyun da, sopun da yoktur artık.

Sen yumuşak huyluluğu silip süpürensin ve ceza vermekte de Fi­ravun'sun.

Sende fazilet aranmaz. Köpekten daha adi bir köpeksin!"

Abdullah b. AH, Mervan'ın ordugahındaki malları, eşyaları ve pa­raları ele geçirdi. Ordugahta Abdullah b. Mervan'a ait bir cariyeden başka kadın görülmedi. Bu durumu ve Cenâb-ı Allah'ın kendisine na-sib ettiği zaferi Ebul-Abbas es-Seffah'a bir mektupla bildirdi. Elde et­tiği ganimetlerin dökümünü de yaparak Seffah'a iletti. Seffah, Aziz ve Celil olan Allah'a bir şükran ifadesi olarak iki rekat namaz kıldı. Savaşa katılanlardan her birine 250.000'er dirhem verdi. Erzaklarını seksene çıkardı ve şu ayeti okudu: «Talut, ordusuyla birlikte ayrıldık­tan sonra, "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir..." dedi.» (ei-Bakara, 249.)

Mervan hezimete uğrayınca, arkasına bakmadan geri döndü. Ab­dullah b. Ali ise savaş alanında yedi gün kaldı. Sonra beraberindeki askerlerle birlikte Mervan'ı takibe başladı. Bunu kendisine Seffah emretmişti.

Mervan, Harran'a uğrayınca Ebu Muhammed es-Süfyanî'yi zin­dandan çıkardı. Harran'a, kız kardeşinin oğlu ve kızı Ümmü Osman'­ın kocası Eban b. Yezid'i vekil bıraktıktan sonra çıkıp gitti.

Abdullah b. Ali Harran'a geldiğinde Eban b. Yezid, siyahlara bü­rünerek onu karşıladı. Abdullah b. Ali ona eman verdi ve onu göre­vinde bıraktı. Yalnız İmam İbrahim'in hapsedildiği zindanı yıktı.

Mervan ise, Humus'u hedef alarak Kinnesrin'e gitti. Kinnesrin'e vardığında halk, çarşı pazarda onu karşıladı. Orada iki ya da üç gün kaldıktan sonra çıkıp Humus'a doğru yoluna devam etti. Bu arada Humuslular, beraberlerindeki askerlerin azlığını görünce: "Bu, kork­muş ve hezimete uğramıştır." diyerek kendisini öldürüp yanındaki mallan yağmalamak için peşine takıldılar. Bu amaçla harekete geçip Humus yakınındaki bir vadide onu ele geçirdiler. Ancak Mervan, iki komutanını onlar için pusuya yatırmıştı. Humuslular oraya vardıkla­rında Mervan onlara karşı hücuma geçti ve geri dönmeleri çağrısında »ulundu. Onlar bu çağrıyı kabul etmeyip mutlaka savaşacaklarım Eylediler, Aralarında savaş başladı. Pusuya yatırılan emirler ve ko­mutanlar ortaya çıkarak Humuslulara arkadan saldırdılar. Böylece ttuînuslular bozguna uğradılar.

Mervan, Şam'a geldi. Şam'da kendi tayin ettiği ve damadı Velid

£■ Muaviye b. Mervan vali olarak bulunuyordu. Onu orada vali olarak

lraktı. Kendisi Mısır diyarına doğru yoluna devam etti.

,    Abdullah b. Ali, hangi beldeye uğruyorsa mutlaka oradaki halk

Pahlara bürünerek yanına geliyor, ona bey'atta bulunuyor, o da onlara eman veriyordu. Kinnesrin'e vardığında kardeşi Abdüssaitned b Ali, 4.000 askerle birlikte ona kavuştu. Seffah, kardeşi AbdüssamecTj ona takviye olarak göndermişti. Sonra Abdullah b. Ali yoluna devanı etti ve Humus'a vardı. Humus'tan da Baalbek'e doğru gitti. Baalbek'e vardıktan sonra da Mizze tarafından Şam'a geldi. Orada iki ya da üc gün kaldı. Sonra kardeşi Salih b. Ali, Seffah tarafından takviye ola­rak kendisine gönderilen 8.000 askerle oraya vardı. Salih, Merci Az-ra'ya ordugah kurdu.

Abdullah b. Ali Şam'a gelince, doğu kapısının yanında ordugahını kurdu. Kardeşi Salih, Cabiye kapısında; Ebu Avn, Keysan kapısında-Bessam, Babüssağir'de; Hamid b. Kahtabe, Torna kapısında; Abdüs-samed, Yahya b. Safvan ve Abbas b. Yezid ise Feradis kapısının ya­nında ordugah kurdular. Sonra bunlar Şam'ı kuşattılar. Kuşatma bu senenin ramazan ayının 10'unda çarşamba günü başladı. Şamlılar­dan çok sayıda adam öldürüldü. Üç saat müddetle kanları helal sayıl­dı. Surlar yıkıldı.

Anlatıldığına göre Abdullah b. Ali, Şamlıları kuşatma altına alın­ca onlar kendi aralarında Abbasi ve Emevi olmak üzere ikiye ayrılıp birbirlerini öldürmeye başladılar. Başlarındaki valiyi de katlettiler. Sonra şehri Abdullah b. Ali'ye teslim ettiler. Doğu kapısı tarafından surlara ilk tırmanan adam Abdullah et-Taî, Babüssağir tarafından Bessam b. İbrahim oldu. Sonra üç saat müddetle Şamlıların kanlan mubah sayıldı. Hatta denildiğine göre bu süre zarfında 50.000 kadar Şamlı öldürüldü.

İbn Asakir, Cafer b. Ebi Talib evladından olan Ubeyd b. Hasan el-A'rec'in biyografisini anlatırken, onun, Şam kuşatmasında Abdullah b. Ali ordusunda 5.000 kişilik bir askeri birliğin komutanı olduğunu söyler ve der ki: «Abdullah b. Ali ordusu, Şam'ı beş ay müddetle ku­şatma altında tutmuştu. Yüz gün kuşatma altında tuttuğu veya bir buçuk ay müddetle kuşatma altında tuttuğuna dair zayıf rivayetler de vardır. Mervan'm tayin ettiği vali, şehri iyice tahkim etmişti. Ne var ki Şamlılar, kimi Yemenli kimi Mudarlı olduklarından ötürü ken­di aralarında ayrılığa düşmüşlerdi ki, bu da fethin sebebi olmuştu. Hatta Şamlılar, her mescitte kıble için iki mihrab yaptırmışlardı. Bü­yük camide de iki minber yaptırmışlar ve cuma günü iki imam, iki ayrı minbere çıkarak kendi taraflarındaki cemaata hutbe irad eder­lerdi. Böyle birşey, çok hayret verici ve ender rastlanılan garip bir olaydı. Bu da fitneye, asabiyete, heva ve hevesata neden olmuştu. Cenâb-ı Allah'tan selamet ve afiyet dileriz.» İbn Asakir, bu hususta daha başka tafsilat da vermiştir.

Yine İbn Asakir, Muhammed b. Süleyman b. Abdullah en-Nevfe-lî'nin biyografisinden bahsederken onun şöyle dediğini nakletmiştir:

«Şam'a ilk girdiğinde Abdullah b. Ali'nin yanındaydım. Kılıç kul-*rak şehre girdi. Üç saat müddetle Şamlıların kanlarını mubah ı Şam'ın büyük camiini, kendi binekleri ve develeri için yetmiş  müddetle ahır olarak kullandı. Sonra Ümeyye oğullarının mezar- i açtılar. Muaviye'nin mezarında sadece toz zerrecikleri gibi da-Jff1 siyah bir ip gördüler. Abdülmelik b. Mervan'm mezarını açtılar. O ada da bir kafatası ve peşpeşe sıralanmış organlar görülüyordu, vlnız Hişam b. Abdülmelik'in mezarını açtıklarında onun cesedini oasağlam gördüler. Sadece burun kemeri çürümüştü. Onu ceset ha-r de iken bile kırbaçladılar. Darağacma astılar. Cesedini günlerce darağacında bıraktılar. Sonra yakıp külünü rüzgara verip savurdu­lar Çünkü Hişam, sağlığında Abdullah b. Ali'nin kardeşi Muhammed b Ali'yi dövmüştü. Muhammed b. Ali, küçük oğlunu öldürmekle onu itham ettiği için Hişam kendisine yediyüz kırbaç vurdurmuş, sonra da onu Belka'ya bağlı Hamime köyüne sürgün etmişti.

Sonra Abdullah b. Ali, halifelerin evladını ve diğer Emevileri ta-kib ettirip yakaladı. Bir günde onlardan 92.000 kişiyi Remle nehri ya­nında öldürdü. Sonra üzerlerine çul serdirdi. Cesetlerin üzerinde sof­ra kurup yemek yemeye başladı. Cesetler onun altında ezilip ufalanı­yorlardı.»

Bu, onun zalimliğinin ve zorbalığının eseriydi. Tabii ki Cenâb-ı Allah, bu yaptıklarının cezasını ona verecektir. Zulmüne devam etti, ama bütün isteklerini gerçekleştiremedi ve beklentileri tahakkuk et­medi. Nitekim bu husus, onun biyografisinden bahsedilirken anlatıla­caktır.

Hişam b. Abdülmelik'in karısı Abde binti Abdullah b. Yezid b. Muaviye'yi (Benli Abde'yi), Horasanlı birkaç asker refakatmda çöl yo­lundan yaya olarak, yalınayak, başı açık, elbisesi parçalanmış halde sahraya gönderdi. Sonra da öldürttü. Diğer Emevilerden bulduklarını da öldürtüp cesetleri yaktırdı.

Abdullah b. Ali, Şam'da 15 gün müddetle ikamet etti. Bu arada Evzaî'yi huzuruna çağırttı. Evzaî gelip karşısında durdu. Ona şöyle sordu:

- Ey Ebu Amr! Şu yaptığımız icraat hakkında ne dersin?

- Bilmiyorum, yalnız Yahya b. Said el-Ensârî bana, Rasûlullah

j a-v-)ın şöyle buyurduğunu nakletti: "Ameller ancak niyetlere göre­dir."

Evzaî diyor ki: "Ben bu cevabı verirken bekliyordum ki başımı ko-PanP ayaklarımın önüne atar; ama öyle olmadı. Oradan salimen çı-

P gittim. Sonra bana yüz dinar para gönderdi." ,     Abdullah b. Ali, daha sonra Mervan'm peşine düştü. Kesve nehri

İsında konakladı. Yahya b. Cafer el-Haşimî'yi Şam'a vali olarak tayin etti. Sonra yoluna devam etti ve Merci Rum'a gidip konakladı Buradan da Ebu Fatres nehrine gitti. Mervan'ın kaçıp gittiğini gÖr<Ju Mısır'a gitti. Bu arada Seffah'ın mektubu geldi. Ona, Salih b. Ali'yj' Mervan'ın peşine göndermesini, kendisinin de Şam'da naib olarak ikamet etmesini emrediyordu.

Bu emir üzerine Salih, bu senenin zilkade ayında Ebu Amr Amir b. İsmail'i de yanma alarak Mervan'ı yakalamak üzere yola koyuldu Deniz kıyısında konakladı. Oradaki gemileri topladı. Mervan'ın per^ ma'da (veya Feyum'da) konakladığı haberini aldı. Hemen harekete geçti. Sahil şeridinden yürümeye başladı. Gemiler de kendisine para­lel olarak kıyıya yakın olarak geliyorlardı. Nihayet Ariş'e ulaştı. Yo­luna devam etti, Nil'e gelip kıyıda mola verdi. Sonra Said'e doğru iler­ledi. Bu arada Mervan da Nil nehrini aşarak köprüyü attırdı. Çevre­deki yemleri ve yiyecekleri yaktırdı.

Salih, kendisini takibe devam etti. Yolda Mervan'ın süvarileriyle karşılaştı, onları bozguna uğrattı. Mervan'm süvarileriyle her nerede karşılaşıyorsa onları hezimete uğratıyordu. Nihayet Mervanilerden esir aldıkları bir adama sordu. O da Mervan'ın yerini kendilerine an­lattı, onun Ebu Sir kilisesinde saklandığını bildirdi. Gecenin sonunda oraya vardılar. Mervan'ı ve beraberindeki askerleri hezimete uğrattı­lar. Mervan, az sayıda askerle karşılarına çıkınca onu kuşattılar. Basralılardan Muavved adında biri, attığı mızrakla Mervan'ı öldür­dü. Askerleri onun Öldürüldüğünden habersizdiler. Nihayet adamın biri: "Müminlerin emiri yere düştü, öldü!" dedi. Kûfelilerden, nar sa­tan bir adam koşarak Mervan'ın başını kopardı. Bu müfrezenin ko­mutanı Amir b. İsmail, kesik başı Ebu Avn'a gönderdi. Ebu Avn, ken­disine gönderilen bu kesik başı Salih b. Ali'ye gönderdi. Salih de Hu-zeyme b. Yezid b. Hani adındaki güvenlik komutanı ile birlikte bu ke­sik başı halife Seffah'a gönderdi.

Mervan, hicri 132. senenin zilhicce ayının bitimine üç gün kala, pazar günü Öldürüldü. Zilhicce ayının 6'sında perşembe günü öldürül­düğü de söylenir. Halifeliği beş sene on ay on gün sürmüştü. Meşhur olan rivayete göre hilafet müddeti bu kadardır. Öldürüldüğü sırada kaç yaşında olduğuna gelince; tarihçiler bu hususta farklı yaşlar söy­lemişlerdir. Kimi kırk yaşında, kimi kırkaltı yaşında, kimi ellisekiz yaşında, kimi altmış yaşında, kimi altmışiki yaşında, kimi altmışüç yaşında, kimi altmışdokuz yaşında, kimi de seksen yaşında iken öldü­rüldüğünü söylemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Sonra Salih b. Ali, Şam'a gitti. Ebu Avn b. Ebi Yezid'i Mısır'da ve­kil bıraktı. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [4]

 

El-Himar'ın Biyografisi

 

ıyrervan b. Muhammed b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ümeyye şî el-Ümevî Ebu Abdülmelik. Emevilerin son halifesiydi. Anei Lübabe adındaki Kürt bir cariye idi. Lübabe, ibrahim b. Ester neSNehaî'ye aitti. Muhammed b. Mervan, İbrahim'i öldürdüğü zaman eI1'habe'yi ele geçirmiş, Lübabe de ona Mervan eî-Himar'ı doğurmuş-

habey          Başka bir rivayette anlatıldığına göre Lübabe, ilk önce Mus'ab b.

/übeyr'e ait imiş.

İbn Asakir'in ifadesine göre Mervan'ın evi Ekafiyyin çarşısında • s Velid b. Yezid'in öldürülmesinden ve Yezid b. Velid'in ölmesin­den sonra halifeliğine bey'at edildi. Sonra Şam'a geldi. İbrahim b. Ve-Vd'i görevden hal' etti. Hicretin 127. senesinin safer ayının ortasın­dan itibaren yönetime geçti.

Ebu Ma'şer dedi ki: Hicretin 129. senesinin rebiyülevvel ayında halifeliğine bey'at edildi. Ca'd b. Dirhem'in görüşüne mensubiyeti ne­deniyle Mervan el-Ca'dî de denilirdi. Kendisine, Himar (eşek) lakabı verilmişti. O, Emevilerin son halifesi idi. Halifeliği beş sene on ay on gün sürdü. Beş sene bir ay müddetle halifelik yaptığına dair zayıf bir rivayet de vardır. Seffah'a bey'at edilmesinden sonra dokuz ay müd­detle görevde kalmıştı. Beyaz tenli, pembe yüzlü, mavi gözlü, iri sa­kallı, büyük başlı, orta boylu bir kimseydi. Saçına, sakalına kına sür­mezdi.

Hişam, onu hicretin 114. senesinde Azerbaycan, Ermeniye ve Ce­zire valiliğine atamıştı. Yönetimde bulunduğu süre zarfında çok sayı­da beldeler ve kaleler fethetti. Allah yolunda gazadan ayrılmadı. Bir­çok kafir Türk, Hazar, Lan ve diğer beldelerden, ırklardan olan in­sanlar ile savaştı. Onları kırıp nıağlub etti. Atılgan, bahadır, cesaretli akıllı ve ileri görüşlü bir adamdı. Ne var ki, Aziz ve Celil olan Allah'ın takdiri ve hikmeti gereği, askerleri kendisini terkettiler. Böylece hila­fet onun elinden alınmış oldu. Her ne kadar cesaretli ve keskin zekalı bir kimse idiyse de, Cenâb-ı Allah iktidardan düşürmek istediği bir kimseyi mutlaka düşürür. Allah'ın düşürdüğü ve tahkir ettiği kimse-y1 yükseltecek ve eski itibarına kavuşturacak hiçbir kimse ve hiçbir Ü  yoktur.

Zebyr b. Bekkar, amcası Mus'ab b. Abdullah'ın şöyle dediğini ri-t etmiştir:

eviler, kendi aralarında, annesi cariye olan birinin hilafete ki Çİes^ halinde hilafetin ellerinden çıkacağı gürüşündeydiler. Nite-Mervan hilafete geçince halifelik, hicretin 132. senesinde onların 6İWmden çıktı."

afiz İbn Asakir'in, Sevban'dan rivayet ettiğine göre, Rasûlullah  (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Halifelik, Umeyye oğullarında devam edecektir. Onu, çocukların küreği süratle yakalayışları gibi yakalayacaklardır. Halifelik ellerin­den çıktıktan sonra artık yaşamakta hayır yoktur."

îbn Asakir bunu böyle nakletmiştir. Ama bu cidden münker bij-hadistir.

Harun Reşid, Ebu Bekir b. Ayyaş'a şöyle sormuştu:

- Biz mi daha hayırlı halifeleriz, yoksa Emeviler mi daha hayırlı halifeler idiler?

- Onlar insanlara daha yararlı idiler. Siz ise namazı daha düzgün kıldırıyorsunuz.

Bu cevabı üzerine Harun Reşid, Ebu Bekir b. Ayyaş'a 6.000 dir­hem armağan vermişti.

Anlatıldığına göre Mervan el-Himar, çok mürüvvet sahibi ve çok da gururlu bir kimseydi. Eğlence ve zevk-u sefa çok hoşuna gidiyor­du. Ama savaşlardan buna fırsat bulamıyordu.

İbn Asakir dedi ki: Mervan b. Muhammed yenik düşüp Mısır'a gi­dişi esnasında Remle'de bıraktığı bir cariyesine şu şiiri yazıp gönder­mişti:

"Gördüğüm şeyler beni sabra çağırıyor hep,

Bense bu çağrıya aldırış etmiyorum ve kalbimde sana karşı besle­diğim duygular beni alçaltıyor.

Daha önce ben sensiz yapmaya dayanamazdım. Aramızda perde kalmasına göz yumamazdım.

Ama artık sen on günden beri benden uzaksın.

Bunlardan daha kötüsü yemin ederim ki kalbimde şudur:

Sen bu on günün iki mislini arttırsan ve bir ay benden uzak dur-san işte buna hiç dayanamam.

Bundan da daha büyük musibet şu ki: Zamanın sonuna dek se­ninle karşılaşmamaktan korkuyorum.

Gözümde bir damla yaş birakmamacasma senin için ağlayaca­ğım.

Sonuna kadar da olsa sabır istemeyeceğim, hep ağlayacağını."

Ravinin birinin anlattığına göre, kaçmakta olan Mervan, bir rahi­be uğramış. Rahibe selam vermiş ve şöyle demiş:

- Ey rahib! Sen zamandan haberdar mısın? Zaman hakkında bil­gin var mı?

- Evet, hem de her çeşidinden bilgim var.

- Dünyada bir insanın hükümdar olduktan sonra köle olacağına dair de bir bilgin var mı?

_ Evet.

- Bu nasıl oluyor?

- Dünyayı sevmek, şehvetlere kavuşmak uğruna hırslı olmak, ak­lı bir kenara atmak ve fırsatları değerlendirmemek... İşte bunlarla in­san, hükümdar olduktan sonra tekrar köle olabilir. Sen eğer dünyayı seviyorsan, bilesin ki dünyanın kölesi, onu sevendir.

_ Bu kölelikten kurtuluş yolu var mıdır?

_ Evet. Dünyayı sevmemek ve dünyadan uzak durmakla kölelik­ten kurtulabilirsin.

- Bu olmayacak bir şeydir.

- Ama benim dediklerim olacaktır. Sen dünyayı yağmalamadan önce dünyadan kaçmaya bak.

- Ey rahip, sen beni tanıyor musun?

- Evet! Sen Arapların hükümdarı Mervan'sm. Sudan diyarında Öldürülecek ve kefensiz defnedileceksin. Eğer ölüm seni kovalama-saydı, kaçıp kurtulabileceğin bir yeri sana söylerdim."

İnsanlardan biri dedi ki: O zamanda şöyle deniliyordu: 'Abdullah b. Ali b. Abbas, Mervan b. Muhammed b. Mervan'ı öldürecektir."

Ravinin biri dedi ki: Mervan, bir gün bazı kimselerle meclisinde oturuyordu. Yanıbaşmda bir hizmetçisi vardı. Mervan, sohbet arka­daşlarından birine şöyle dedi: "Şu içinde bulunduğumuz hali görüyor musun? Anlatılamayacak nice nimetlere sahiptim. Şükrünü ifa etme­diğim birçok nimet elime geçti. Fakat bana yardımı olmayan bir dev­letim de vardı. Bu ne haldir. Eyvah!" Hizmetçisi ona şu karşılığı ver­di: "Ey mü'minlerin emiri, çoğalmcaya dek azı bırakan, büyüyünceye kadar küçüğü bırakan, açığa çıkıncaya kadar gizliyi bırakan ve bütün bunlara göz yuman, bugünün işini yarına erteleyen kimsenin başına senin bu anlattıklarından daha büyük musibetler gelir." Mervan, bu­nun üzerine şöyle dedi: "Senin bu sözün, halifeliği kaybetmemden da­ha da çok ağırıma gitti."

Anlatıldığına göre Mervan, hicretin 132. senesinin zilhicce ayının 13 ünde pazartesi günü öldürülmüştür. Öldürülürken altmış yaşını geçmiş, seksene yaklaşmıştı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o Kırk sene yaşamıştır. Ama birinci kavil daha sahihtir.

Mervan, Emevilerin son halifesi idi. Onun zamanında Emevi dev-ieti yıkıkla. [5]

 

Emevi Devletinin Yıkılması Ve Abbasî Devletinin Başlangıcına Dair Varid Olan Nebevi Haberler

 

Alâ b. Abdurrahman, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah •a-V.) şöyle buyurmuştur:

"Âs oğulları kırk adama varınca, bunlar Allah'ın dinine fesat ka­rıştırırlar. Allah'ın kullarını köle edinirler. Allah'ın malını da kendi aralarında elden ele dolaşan bir nesne haline getirirler."

İbn Lehi'a, îbn Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, Mua-viye'nin yanında iken Mervan b. Hakem oraya geldi ve muhtaçlığım dile getirerek şöyle dedi: "İhtiyacımı gider. Ben on çocuğun babası­yım. On kişinin kardeşiyim. On kişinin de amcasıyım."

Mervan çıkıp giderken Muaviye, yanıbaşında tahtında oturmakta olan İbn Abbas'a şöyle dedi:

- Sen, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu biliyor musun: "Hakemoğullannm sayısı otuz erkeğe varınca onlar Allah'ın malını kendi aralarında elden ele dolaşan bir nesne haline getirirler. Al­lah'ın kullarını köle eder ve Allah'ın kitabına da şüphe ve fesat karış­tırırlar. Sayıları 497 kişiye ulaşınca da helakleri, çiğnenmiş bir hur­madan daha çabuk olur."

- Allah için evet, ben bunu duymuşum.

Mervan dönüp gittikten sonra Muaviye, İbn Abbas'a şöyle sordu:

- Ey İbn Abbas, Allah aşkına söyle. Sen Rasûlullah (s.a.v.)'ın böy­le dediğini ve bunlar hakkında ayrıca "dört zorbanın babası" ifadesi kullandığını da biliyor musun?

- Allah için evet.

Ebu Davud et-Tayalisî, Yusuf b. Mazin er-Rasibî'nin şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

«Adamın biri Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'e karşı dikilerek şöyle dedi: "Ey mü'minlerin yüzünü karartan adam,"

Hz. Hüseyin de ona şu karşılığı verdi:

"Allah sana rahmet etsin. Ey adam, beni kınama. Çünkü Rasûlul­lah (s.a.v.), Ümeyye oğullarının kendi minberi üzerinde peşpeşe hut­be irad ettiklerini rüyasında görmüş ve bundan rahatsız olmuştu. Sonra Cennet'te bir nehir olan Kevser'le ilgili sûre nazil olmuştu. Ar­dından Kadir sûresi nazil olmuştu. Şöyle ki: "Doğrusu biz, Kur'ân'ı Kadir gecesinde indirimsizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır." İşte bu 1.000 ay, Emevile-rin hakimiyet süresini gösterir."

Ravi diyor ki: Biz bunu hesapladık ve onların hakimiyet süresi­nin bu ayette belirtilenden ne fazla ne de eksik olmadığını tesbit et­tik. Bu da bizim için delil olarak yeter.»

Tirmizî, bu hadisi Mahmud b. Gaylan tariki ile Ebu Davud et-Tayaîisî'den rivayet etmiş, sonra da: "Bu garib bir hadistir. Biz bunu sadece Kasım b. Fadl'ın naklettiği hadis olarak bilmekteyiz. O da si­ka bir ravidir." demiştir.

Ben de tefsirimde bu hadisin münkerliğinden detaylı olarak bahgjjndir. Ancak İbn Zübeyr'in dönemini çıkaracak olursak, o za-Se n Emevilerin hakimiyet süresinin 1.000 ay olduğu bu hadise göre 111 bul edilebilir. Çünkü Muaviye'ye müstakil halife olarak hicretin kinci senesinde bey'at edilmişti ki, hicretin kırkıncı senesi "Cema-senesi" olarak adlandırılır. O senede Hz. Ali'nin öldürülmesinden a,,  ay sonra Hz. Hasan, hilafeti Muaviye'ye teslim etmiş ve böylece Müslümanlar arasında ittifak sağlanmıştı. Daha sonra hilafet, hicre-.    132. senesine kadar Emevilerin elinde kalmıştı. Hicretin kırkıncı nesinden 132. senesine kadar geçen süre doksaniki sene eder. İbn 7übeyr'in halifeliği bundan çıkarılırsa geriye seksenüç sene kalır.

Fakat bu, yukarıda anlatılan hadise zıt düşmektedir. Bu hadis, peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e merfu olarak ulaşmamıştır ve onun Enıevi hilafetini 1.000 ay olarak tefsir ettiği bilinmemektedir. Bu an­cak bazı ravilerin ifadesidir. Biz bunu tefsirimizde uzun uzadıya an-latmışızdır. Bu konudaki deliller de önceki sayfalarda izah edilmişti. Doğrusunu Allah bilir.

Ali b. el-Medinî, Said b. Müseyyeb'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ümeyye oğullarının minberime çıktıklarını gördüm. Bu benim çok ağrıma gitti ve sonra da Kadir sûresi nazil oldu." Bunda zayıflık ve mürsellik vardır.

Ebu Bekir b. Ebi Hayseme, Said b. Müseyyeb'in şu ayet-i kerime­yi tefsir ederken şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Sana gösterdiğimiz rüya ile sadece insanları denedik." (ei-îsrâ, eo.)

Rasûlullah (s.a.v.), rüyasında bazı Emevilerin kendisinin minbe­rine çıktıklarım görmüş ve bundan rahatsız olmuştu. Sonra bazı kim­seler: "Ya Rasûlallah, bu, dünyalıktır. Onlara verilecektir. Ama kısa bir süre sonra ellerinden çıkıp gidecektir." deyince biraz rahatladı.

Ebu Cafer er-Razî, Rebî'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), İsra gecesinde bazı Emevilerin minberine çı-

 insanlara hutbe irad ettiklerini görünce bundan rahatsız oldu.

âb-ı Allah da bunun üzerine şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

mem; belki bu gecikme sizi denemek ve bir süreye kadar geçindir (el-Enbiyâ, 111.) .»

Malik b. Dinar, Ebu Cevza'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: k ij<^emin euerim ki, Cenâb-ı Allah kendilerinden öncekileri aziz aıgî gibi Emevilerin hakimiyetini de aziz kılıp güçlendirecektir. . nra onların hakimiyetlerini -öncekilerin hakimiyetlerini alçalttığı 1   . ~ a*Çaltacaktır." Böyle dedikten sonra: "İnsanlar arasında şu gün-,      bazen lehe, bazen aleyhe döndürüp dururuz." (Âi-iimrân, uo.) ayet-i Kerımesini okudu.»

n Ebi'd-Dünya, Emevilerden bahsedilirken Said b. Müseyyeb'in

Ebu Bekir b. Süleyman b. Ebi Hayseme'ye şöyle dediğini rivayet et­miştir:

"Emevilerin mahvolması, kendi aralarında kaynaklanan fitneden dolayı olacaktır." Kendisine bunun nasıl olacağını sorduklarında şöy­le cevap vermişti: "Halifeleri ölecek, şerlileri kalacak ve onlar da ken­di aralarında rekabete girişeceklerdir. Sonra insanlar onlara karşı toplanıp birleşecek ve onları mahvedeceklerdir."

Yakub b. Süfyan, Ebu Hüreyre'den şöyle rivayet etti:

«Rasûlullah (s.a.v.), şöyle buyurmuştur: "Rüyamda Hakem oğul­larının veya Ebü'l-As oğullarının maymunlar gibi minberime sıçra­dıklarını gördüm." Rasûlullah (s.a.v.)'m bu rüyayı görmesinden sonra vefatına dek güldüğünü hiç kimse görmedi.»

Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman ed-Darimî, sahabe­lerden Amr b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Hakem b. Ebi'l-Âs, Rasûlullah (s.a.v.)'la görüşmek için kapısına gelip izin istedi. Rasûlullah (s.a.v.), onun sesini tamdı ve yanındakile­re şu buyruğu verdi:

"İçeri girmesine izin verin. Allah'ın laneti onun ve sulbünden çı­kacak kimselerin üzerine dökülecektir. Fakat onun sulbünden çıka­cak olan müminler bu lanetin dışında kalacaktır ki, onların sayısı da azdır. Diğerleri dünyada yükselecek, ahirette ise alçalacaklardır. On­lar hile ve desise erbabıdırlar. Dünyada kendilerine birşeyler verile­cektir, ama ahirette nasipleri yoktur."»

Ebu Bekir Hatib el-Bağdadî, Sevban'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), başını Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan'ın dizi üzerine koyup uyumaktaydı. Bir ara haykırarak uyandı. Sonra gü­lümsedi. Kendisine sordular: "Ya Rasûlallah, önce haykırdığını, sonra gülümsediğini gördük. Bunun sebebi nedir?" Buyurdu ki: "Ümeyye oğullarının sıra ile minberime çıktıklarını gördüm. Bu benim hoşuma gitmedi. Sonra Abbasi oğullarının sıra ile minberime çıktıklarını gör­düm. Bu, benim hoşuma gitti."»

Yakub b. Süfyan, Utbe b. Ebi Muayt'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«İbn Abbas, Muaviye'nin yanma geldi. Ben de orada hazır bulun­dum. Muaviye, ona güzel armağanlar verdi, sonra şöyle dedi:

- Ey Abbas'ın babası, sizin devletiniz olacak mı?

- Ey müminlerin emiri, beni bu soruyu cevaplamaktan affet.

- Olmaz, mutlaka cevap vereceksin.

- Evet olacaktır, ey mü'minlerin emiri.

- Peki yardımcılarınız kimler olacaktır?

- Horasanlılar bize yardımcı olacaklar ve Haşimiler ile Emeviler rasmda savaş ve intikam kavgaları olacaktır.» 3     Minhal b. Amr, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Bizden Seffah, Mansur ve Mehdi olmak üzere üç Ehl-i beyt men­subu halife olacaktır."

İbn Ebi Hayseme, İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cenâb-ı Allah'ın, İslâmiyet'i bizim ilklerimizle başlattığı gibi bu . • yine bizlerle sonuçlandıracağını ümid ediyorum."

Beyhakî, Ebu Said'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle bu­yurmuştur:

"Zamanın inkıtaa uğraması ve fitnelerin zuhuru esnasında Ehl-i Beyt'imden Seffah denen bir adam ortaya çıkaracaktır ve o, malı azar azar verecektir."

Abdürrezzak, Sevban'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Şu Harre'nizin yanında üç kişi savaşacaklardır. Üçü de halife oğ­ludur ama hiçbiri hilafete geçmeyecektir. Sonra bayraklar Horasan tarafından gelecek ve bayrağı getirenler, misli görülmemiş bir şekilde sizlerle savaşacaklardır."

Ravi diyor ki: Bu arada Rasûlullah (s.a.v.), başka bir şeyden bah­setti ve o şeyi kastederek sözünü şöyle sürdürdü: "Eğer böyle olursa siz kar üzerinde sürünerek de olsanız ona gidin. Çünkü o, Allah'ın halifesi Mehdi'dir."

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasû­lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Horasan'dan siyah bayraklar çıkıp gelecek ve bunlar Kudüs'e di-kilinceye kadar hiçbir şey bunları geri çeviremiyecektir."

Beyhakî de bunu "Delâil" adlı eserinde Raşid b. Sa'd el-Mısrî'den nakletmiştir ki Raşid, zayıf ravilerdendir.

Beyhakî, Ka'bul-Ahbar'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöy­le buyurmuştur:

"Abbasoğullarının siyah bayrakları ortaya çıkacak ve bunlar gelip Şam'a konacaklardır. Cenâb-ı Allah bunların eliyle her zorbayı ve kendilerine düşman olan herkesi öldürtecektir."

İbrahim b. Hüseyin'in, Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre Ra­sûlullah (s.a.v.), Abbas (r.a.)'a şöyle demiştir: "Peygamberlik sizde olacaktır. Hükümdarlık sizde olacaktır."

Abdullah b. Ahmed, Hz. Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ben bir gece Rasûlullah (s.a.v.)'m yanındaydım. Bana şöyle dedi:

- Bak bakalım hele, gökte birşey görebiliyor musun? -Evet.   .

- Ne görüyorsun?

- Süreyya yıldızını görüyorum.

— İşte bu ümmete senin soyundan bu yıldız sayısınca insanlar hü­kümdar olacaktır.»

İbn Adiy, İbn Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.)'a uğradım. Yanında Cebrail vardı, ama ben Cebrail'i Dihye el-Kelbî sanıyordum. Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi: "Elbiseler kirlendi ve kendisinden sonra Abbas'm oğulları siyah elbiseler giyeceklerdir."»

Bu hadis münkerdir. Gerçi Abbasoğullarının siyah giysiler giyme­leri bir nevi sembolleri olmuştu, ama onlar bu sembolü, Rasûlullah (s.a.v.)'m fetih gününde Mekke'ye girişi esnasında başına siyah sarık takmasından almışlardı. Evet, onlar bu siyah sarığı örnek alarak si­yah giysiler giymeyi sembol haline getirdiler. Bayramlarda, cumalar­da ve toplantılarda siyah giysiler giyerlerdi. Askerleri de mutlaka si­yah giysiler giyinmek mecburiyetinde idiler. Hil'at giyen Abbasi ko­mutanları da başlarına siyah fes geçirirlerdi.

Aynı şekilde Abdullah b. Ali de Şam'a girişi esnasında siyah giy­siler giyinmişti. Kadınlar ve çocuklar, onun bu siyah giysiler giyinme­sini hayretle karşılamışlardı. O, Keysan kapısından Şam'a girmiş ve cuma gününde halka hutbe irad edip namazlarını kıldırmıştı.

İbn Asakir, Horasanlılardan birinin şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Abdullah b. Ali, cuma günü halka namaz kıldırırken benim ya­nımda da bir adam namaz kılıyordu. O adanı şöyle dedi: "Allahu Ek-ber. Ey Allah'ım, sen noksanlıklardan münezzehsin, yücesin. Sana hamdediyorum. İsmin mübarektir. Gayretin yücedir. Senden başka ilah yoktur. Ey insanlar! Şu Abdullah b. Ali'ye bakın hele, yüzü ne kadar çirkin, giysisi de ne kadar rezilane."»

İşte bugüne kadar Abbasiler, cuma ve bayram günlerinde insan­lara hutbe irad ederlerken siyah giysiler giyerler.[6]

 

Ebu'l-Abbas Es-Seffah'ın Müstakil Olarak Halife Olması, Otoritesini Yerleştirmesi Ve Halka Güzel Bir Yönetim Sergilemesi

 

Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi Seffah'a rebiyülahır ayının 12'sinde cuma günü Kûfe'de halifelik bey'atı yapıldı. Zayıf bir rivayet­te anlatıldığına göre hicretin 132. senesinin başında ona bey'at yapıl­mıştır. Sonra Seffah, askerlerini Mervan'm üzerine gönderdi, Mer-van'ı memleketten sürüp uzaklaştırdı. Onu takibe devam ettiler, pe­şinden ayrılmadılar. Nihayet onu Mısır'a bağlı Suğd beldesinin Bü-vaysir mıntıkasında bu senenin zilhicce ayının sonlarında öldürdüler. İşte o zaman Seffah, müstakil olarak halife oldu. Endülüs hariç; Irak,Horasan, Hicaz, Şam ve Mısır diyarına tamamen hakim oldu. Yalnız hükmü Endülüs'e ulaşamadı. Orayı otoritesinin hududuna dahil ede­medi. Çünkü bazı Emeviler Endülüs'e gidip orayı istila etmişler, ha-, jmiyetlerine geçirmişlerdi. Bununla ilgili açıklamalar ileride verile­cektir.

Bu senede bazı gruplar Seffah'a isyan ettiler, isyancılar arasında

Kjnnesrinliler de vardı. Bunlar, amcası Abdullah b. Ali aracılığı ile Seffah'a bey'at etmişlerdi. Seffah, valileri Meczee b. Kevser b. Züfer b. Haris el-Kilabî'yi başlarında vali olarak bıraktıktan sonra ona isyan ettiler. Vali Meczee, Mervan'm adamlarından ve komutanlarındandı. Seffah'm halifeliğini tanımadı. Beyaz elbiseler giyindi. Kinnesrinlileri de böyle yapmaya teşvik etti. Onlar da bu hususta ona muvafakat et­tiler. Bu sırada Seffah, Hire'de bulunuyordu. Abdullah b. Ali de Belka ile meşgul idi. Orada Habib b. Mürre el-Mizzî ve yandaşları olan Bel­ka, Beseniye ve Havran halkıyla savaşıyordu. Onlar Seffah'ın halife­liğini tanımıyorlardı.

Seffah, Kinnesrin halkının yaptıklarını duyunca Habib b. Mürre ile barış yaptı ve Kinnesrin üzerine yürüdü. Şam'a uğradı. Ailesi ve eşyaları oradaydı. Ebu Ganim Abdülhamid b. Rib'i el-Kinanî'yi, yanı­na 4.000 asker verip vekil bıraktı. Sonra Humus'a vardı. Oraya vardı­ğı sırada Şamlılar, Seffah'm halifeliğini tanımadılar, beyaz elbiseler giyinerek Osman b. Abdü'1-Alâ b. Süraka adındaki bir adamın liderli­ğinde ayaklandılar. Seffah tarafından tayin edilen naib Ebu Ganim'i ve askerlerinden bir kısmını öldürdüler, Abdullah b. Ali'nin eşyaları­nı ve mallarım yağmaladılar. Ancak ailesine ilişmediler. Abdullah b. Ali'nin işi gerçekten zorlaşmıştı. Çünkü Kinnesrinliler Humuslularla haberleşmiş, işi büyütmüş ve Ebu Muhammed es-Süfyam'nin liderli­ğinde bir araya gelmişlerdi. Ebu Muhammed es-Süfyanî'nin asıl adı Ebu Muhammed b. Abdullah b. Yezid b. Muaviye b. Ebu Süfyan'dır. Onun halifeliğine bey'at ettiler. Ebu Muhammed b. Abdullah'ın etra-finda 40.000 kadar asker toplandı.

Abdullah b. Ali, bunların üzerine yürüdü. Merci Ahrem'de karşı karşıya geldiler. Abdullah b. Ali'nin askerleri, Ebu Muhammed es-küfyanî'nin Ebü'1-Verd komutasındaki öncü birliği ile şiddetlice sa­ftılar. Abdüssamed'i hezimete uğrattılar. İki taraftan da binlerce asker öldürüldü. Abdullah b. Ali, Hamid b. Kahtabe ile Ebu Muham-ed es-Süfyanî'nin ordusu üzerine doğru ilerledi. Aralarında şiddetli \ Aşmalar oldu. Abdullah b. Ali'nin askerleri kaçmaya başladılar. JV-^ kendisi ve Hamid b. Kahtabe, yerlerinde sebat ettiler. Nihayet u 1-Verd'in askerleri hezimete uğradılar. Ebü'l-Verd'in kendisi ise le •  .    arınc*an ve ailesinden oluşan 500 süvari ile sebat etti. Asker­in hepsi öldürüldüler. Ebu Muhammed es-Süfyanî ve beraberindeki birkaç adam kaçtılar, Tedmür'e gittiler. Abdullah b. Ali, Kinnes-rin halkına eman verince onlar da tekrar siyah elbiseler giyinerek Seffah'a bey'at ettiler ve itaata döndüler.

Sonra Abdullah b. Ali, Şam'a döndü. Kendisinin yokluğunda Şamlıların yaptıklarını haber almıştı. Şam'a yaklaşınca Şamlılar da­ğıldılar, iki taraf arasında savaş vuku bulmadı. Abdullah b. Ali Şam­lılara eman verdi. Onlar da tekrar itaat altına girdiler.

Ebu Muhammed es-Süfyanî'ye gelince; o kayıplara karıştı. Köşe bucak kaçtı. Nihayet Hicaz'a ulaştı. Ebu Cafer el-Mansur'un oradaki valisi onunla savaştı ve onu Öldürüp başını kesti. Kesik başını ve esir aldığı iki oğlunu halife Mansur'a gönderdi. Mansur, iki oğlunu ser­best bıraktı.

Anlatıldığına göre Süfyanî olayı, hicretin 132. senesinin zilhicce ayının son günü olan sah gününde cereyan etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Seffah'a başkaldıranlardan ve onun halifeliğini tanımayanlardan bir başka grup Cezire halkı idi. Bunlar, Kinnesrinlilerin ayaklandık­larını ve Seffah'ın halifeliğini tanımadıklarını duyunca, onlara uydu­lar. Beyaz elbiseler giyinerek, Seffah tarafından atanmış olan Harran valisi Musa b. Ka'b'ın üzerine hücum ettiler. Musa b. Ka'b'ın yanında 3.000 asker vardı. Harran şehrinde kendini koruma altına aldı. Kale­ye sığındı. Bunlar onu iki ay süreyle kuşatma altında tuttular. Sonra Seffah, kardeşi Ebu Cafer el-Mansur'u Vasıfta bulunan ve İbn Hü-beyre'yi kuşatma altında tutan askerleriyle birlikte Harran üzerine gönderdi.

Ebu Cafer, Harran'a giderken Karkisya'ya uğradı. Karkisyalıla-rın da beyazlar giyindiklerini ve şehrin kapılarını onlara karşı kilitle­diklerini gördü. Buradan geçip Rakka'ya uğradı. Rakka'da Bekkar b. Müslim adında bir vali vardı. Rakkalılar da aynı şekilde isyan etmiş­lerdi. Buradan da İshak b. Müslim komutasındaki Hacir kasabasına uğradı, onlar da isyan etmişlerdi. İshak b. Müslim'in beraberindeki isyancıların bir kısmı Cezire halkı idi. İshak buradan kalkıp Urfa'ya gitti. Musa b. Ka'b, beraberindeki Harranlı askerlerle şehir dışına çıktı. Mansur onu karşıladı ve askerleri arasına kattı. Bekkar b. Müslim, Urfa'da bulunan kardeşi İshak b. Müslim'in yanma gitti. İs­hak onu, Dara ve Mardin'deki Rebia topluluğu üzerine gönderdi. Re-bialıların reisleri Haruri olup Büreyke adında birisiydi. Dara ve Mar­dinliler birleşip tek grup haline geldiler. Ebu Cafer onların üzerine yürüdü. İki taraf şiddetlice savaştılar. Büreyke, bu savaşta öldürül­dü. Bekkar ise Urfa'da bulunan kardeşi İshak'm yanma kaçtı. O da kendisini Urfa'da vekil bırakarak askerlerinin büyük bir kısmı ile yo­luna devam etti. Samsat'a gidip ordugah kurdu. Ordugahın etrafına

hendek kazdırdı.

Ebu Cafer gelip Bekkar'ı, Urfa'da kuşatma altına aldı. İki taraf arasında savaşlar cereyan etti.

Seffah, amcası Abdullah b. Ali'ye mektup yazarak Samsat'a git­mesini istedi. İshak b. Müslim'in etrafında 60.000 Cezireli toplanmış­tı. Abdullah b. Ali, üzerlerine yürüdü. Ebu Cafer el-Mansur onunla birleşti. İshak onlara mektup yazıp eman istedi. Onlar da halife Sef-fah'm izni üzerine ona eman verdiler.

Seffah, kardeşi Ebu Cafer el-Mansur'u Cezire, Azerbaycan ve Er-meniye valiliklerine atadı. Kardeşinden sonra kendisine halifelik ge­çinceye kadar Ebu Cafer el-Mansur, bu yörelerin valiliklerini sürdür­dü.

Anlatıldığına göre İshak b. Müslim el-Ukaylî, Mervan'ın öldürül­düğünü kesin olarak anladıktan sonra eman istemişti. Bu da, kuşat­ma altında yedi ay geçirmesinden sonra olmuştu. O, Ebu Cafer el-Mansur'un dostu idi. Bunun için ona eman verildi.

Bu senede Ebu Cafer el-Mansur, kardeşi Seffah'ın emri üzerine, Ebu Seleme'nin Öldürülmesi konusundaki görüşünü almak için Ebu Müslim el-Horasanî'nin yanma gitti. Çünkü Ebu Seleme, Ebu Müs­lim el-Horasanî'nin komutanı idi. Ebu Seleme, hilafeti Abbasilerin elinden almak düşüncesinde idi. Ebu Cafer el-Mansur, Ebu Müslim'­den, bu fikri Ebu Seleme'ye kendisinin aşılayıp aşılamadığını öğrene­cekti. Seffah bu emri verirken yanındakiler sustular. Bunun üzerine Seffah şöyle dedi: "Eğer Ebu Seleme'ye bu fikri Ebu Müslim el-Horasanî aşılamışsa ve Allah bizi korumadığı takdirde bu bizim için büyük bir bela olacaktır!"

Ebu Cafer diyor ki: Kardeşim Seffah bana dedi ki: "Senin bu hu­sustaki görüşün nedir? Ebu Müslim el-Horasanî'ye senden daha ya­kın bir kimse yoktur. Git, onun bu konuda neler bildiğini öğren. Eğer Ebu Seleme'ye bu fikri o aşılamışsa hakkından geliriz. Ama o aşıla-mamışsa rahatlarız."

Ebu Cafer dedi ki: «Ben Ebu Müslim el-Horasanî'ye, korkulu kor­kulu gittim. Rey şehrine vardığımda Ebu Müslim'in Rey valisine gön­derdiği mektuptan haberim oldu. Beni bir an evvel yanma gitmeye teşvik ediyordu. Korkum daha da arttı. Nişabur'a vardığımda yine bir an evvel yanma ulaşmam için Nişabur valisine bir mektup gönder­işti. Mektubunda bir an dahi gecikmeden yanma gitmemi istiyordu Ve benim bulunduğum mıntıkada Haricilerin bulunduğunu söylüyor-*ju- İşte bu ifade beni biraz rahatlattı. Merv'e iki fersah yaklaştığım-tl kendisi bir grup insanla beni karşılamaya gelmişti. Beni görür  atından indi, elimi öptü. Ben de tekrar atına binmesini söyle.

Merv şehrine girdiğimizde onun evine konuk oldum. Üç gün kaldım. Niçin geldiğimi sormadı. Dördüncü günde geliş sebebimi sordu Ben de durumu anlattım. "Ebu Seleme mi böyle yapmış? Ben onUn hakkından gelirim. Siz hiç yorulmayın." cevabını verdi. Merrar b Enes ed-Dabbî'yi çağırıp ona şöyle dedi: "Hemen Kûfe'ye git. Ebu Se-leme'yi nerede görürsen hemen boynunu vur. Bu, imamın görüşü.

dür."»

Merrar, bu emir üzerine Haşimilerin hakimiyetindeki Kûfe'ye git.

ti. Ebu Seleme, geceleyin Seffah'ın meclisinde bulunuyor, sohbete ka­tılıyordu. Meclisten çıkar çıkmaz Merrar onu öldürdü. Ebu Selerne'yi Haricîlerin öldürdüğü şayiası yayıldı. Şehir kapıları kilitlendi. Sonra da cenaze namazını halifenin kardeşi Yahya b. Hamd b. Ali kıldırdı ve Ebu Seleme, Haşimiyye'ye defnedildi. Ona "Âl-i Muhammed'in ve­ziri" deniliyordu. Ebu Müslim'e ise "Âl-i Muhammed'in emiri" denili­yordu. Şair bu hususta şöyle demiştir:

"Bu vezir, âl-i Muhammed'in veziri olduğu halde helak oldu, Sonra onlara buğz eden de vezir oldu."

Anlatıldığına göre Ebu Cafer, Ebu Seleme'nin öldürülmesinden sonra otuz kişilik bir heyetle Ebu Müslim el-Horasanî'nin yanına git­miştir. Heyetinde Haccac b. Ertat, İshak b. Fadl el-Haşimî ve eşraf­tan, sadattan bazı kimseler de vardı.

Ebu Cafer, Horasan dönüşünde kardeşine şöyle demişti: "Ebu Müslim el-Horasanî hayatta bulunduğu müddetçe sen halife olamaz­sın. Tek çaren onu öldürmendir." Çünkü askerlerin Ebu Müslim'e tam itaat ettiklerini görmüştü. Seffah da kardeşi Ebu Cafer'e: "Bunu kimselere söyleme ve gizli tut." demiş, o da susmuştu.

Sonra Seffah, kardeşi Ebu Cafer'i Vasıfta bulunan İbn Hübeyre ile savaşmaya gönderdi. Ebu Cafer, yolda Hasan b. Kahtabe'yi de ya­nma aldı. Kuşatma altına aldıkları zaman İbn Hübeyre, Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a mektup yazarak kendisinin halifeliğine bey'at edilmesini istedi. Ancak Muhammed b. Abdullah, cevabını geciktirdi-Bunun üzerine İbn Hübeyre, Ebu Cafer'le barış yapmaya yöneldi-Ebu Cafer de barış yapması için kardeşi Seffah'tan talepte bulundu. Seffah ona bu izni verdi. Bunun üzerine Ebu Cafer, İbn Hübeyre ite barış yapabileceğine dair bir mektup yazıp gönderdi.

İbn Hübeyre, bu mektubu alınca kırk gün süreyle etrafındaki âlimlerle müşavere yaptı. Sonra Yezid b. Ömer b. Hübeyre, 1.300 Bu-haralı askerle birlikte Ebu Cafer'in yanına geldi. Ebu Cafer'in otağı­na yaklaşınca atıyla beraber otağa girmek istedi. Ancak hacib Selam ona: "Ey Halid'in babası! Atından in." dedi. O da atından indi. Otağı*1 etrafında Horasanlı 10.000 asker vardı. Otağa girmesine izin verildi-

"Sadece ben mi yoksa maiyetimdeki adamlarla mı gireceğim?" diye gorunca kendisine: "Hayır, sadece sen gireceksin." denildi. O da içeri gjrdi- Kendisine yastık verildi. Yastık üzerine oturdu. Ebu Cafer, bir saat kadar onunla konuştu. Sonra İbn Hübeyre oradan çıkıp gitti. £fcu Cafer gözleriyle onu takip ediyordu. Sonra ertesi gün ve bir son-faki gün peşpeşe-gelmeye başladı. İkinci gelişinde 500 süvari ve 300 piyade askerle geldi. Bu durumu Ebu Cafer'e şikayet ettiler. Ebu Ca­fer de, hacibine: "Ona söyle de sadece maiyetindeki adamlarla gelsin." <jedi. İbn Hübeyre de otuz kişi ile otağa geldi. Hacib ona: "Seni böbür­lenil' gibi görüyorum." deyince: "Yürüyerek yanınıza gelmemi emret-geniz» yürüyerek gelirim." karşılığını verdi. Sonra üç kişiyle beraber

gelmeye başladı.

İbn Hübeyre bir gün Ebu Cafer'le konuşurken Ebu Cafer söz ara­sında ona: "Ey adam!" dedi. Sonra dili sürçtüğü için böyle söylediğini İfade ederek özür diledi. îbn Hübeyre de özürünü kabul etti.

Seffah; Ebu Müslim el-Horasanî1 ye mektup yazarak İbn Hübeyre ile barış hususundaki fikrini sordu.* Ebu Müslim, onu, îbn Hübeyre ile barış yapmaktan menetti. Seffah, Ebu Müslim'in fikrim almadan hiçBir işte kesin kararım vermezdi. Ebu Cafer, İbn Hübeyre ile barış antlaşması yapınca Seffah bundan memnun olmadı ve bu işi takdir etmedi, Ebu Cafer'e mektup yazarak îbn Hübeyre'yi öldürmesini Em­retti. Ebu Cafer ona defalarca itirazda bulunduysa da itirazının fay­dası olmadı. Nihayet Seffah'm, "Onu mutlaka öldüreceksin. Başka ça­resi yok." mealindeki mektubu geldi. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâ-hil aliyyil azîm. Eman veriliyor, ondan sonra eman hiçe sayılıyor. Bu nasıl iştir? Zorbalar işte böyle yaparlar.

Çaresiz kalan Ebu Cafer, bir grup Horasanlıyı İbn Hübeyre'nin üzerine gönderdi. Bunlar, onun bulunduğu yere girdiler. îbn Hübey­re'nin yanında oğlu Davud da vardı. Kucağında küçük bir çocuk, çev­resinde ise köleleri ve hacibi vardı. Oğlu onu savundu, fakat öldürül­dü. Kölelerinden bazısı da öldürüldü. Nihayet İbn Hübeyre'yi ele ge-Çİrdiler. Çocuk kucağından yere düştü, kendisi de secde halinde yere kapandı. Secdede iken öldürüldü. İnsanlar paniğe kapıldılar. Ebu Ca­fer, yüksek sesle bağırarak herkesin güvende olduğunu bildirdi. Sa­dece Abdülmelik b. Bişr, Halid b. Seleme el-Mahzumî ve Ömer b. ^err'in güvende olmayacaklarını söyledi. Bunun üzerine insanlar sa-kinleştüer. Sonra da onların bir kısmına eman verildi, bir kısmı ise

Öldürüldü.

Bu senede Ebu Müslim el-Horasanî, Muhammed b. Eş'as'ı Fars'a gönderdi. Orada bulunan Ebu Seleme el-Hallal'm kölelerini yakala-^P Öldürmesini emretti. O da bu emri yerine getirdi.

Seffah, kardeşi Yahya b. Muhammedi Musul vilayetine ve bağlı mıntıkaların valiliğine atadı. Amcası Davud'u ise Mekke, Medine, Ye­men ve Yemame valiliklerine atadı ve Küfe valiliğinden aldı. Küfe va­liliğine İsa b. Musa'yı, Küfe kadılığına da İbn Ebi Leyla'yı tayin etti Basra valiliğine Süfyan b. Muaviye el-Mühellebî'yi, Basra kadılığma da Haccac b. Ertat'ı tayin etti. Sind valiliğine Mansur b. Cumhur'u Fars valiliğine Muhammed b Eş'as'ı, Ermeniye ile Azerbaycan ve Ce­zire valiliklerine de Ebu Cafer el-Mansur'u, Şam ve bağlı mıntıkala­rın valiliğine Seffah'ın amcası Abdullah b. Ali'yi, Mısır valiliğine Ebu Avn Abdülmelik b. Yezid'i, Horasan ve bağlı mıntıkaların valiliğine Ebu Müslim el-Horasanî'yi, haraç dairesinin başkanlığına Halid b. Bermek'i tayin etti.

Bu senede insanlara Davud b. Ali haccettirdi. [7]

 

Hicretin Yüzotuzikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Mervan B. Muhammed B. Mervan B. Hakem

 

Künyesi Ebu Abdülmelik el-Ümevî'dir. Emevilerin son halifesidir. Bu senenin zilhicce ayının son on gününden birinde öldürüldü. Nite­kim bu husus önceki sayfalarda detaylı olarak anlatılmıştır.

Mervan'm veziri Abdülhamid b. Yahya b. Sa'd da bu senede vefat edenlerdendir. Bu zat, Beni Amir b. Lüey'yin azatlısı idi. Edebiyatı sağlam bir katipti. Edebiyatı dillere destandır. Anlatıldığına göre-mektuplaşmalar Abdülhamid ile başlamış ve İbn Amid ile sona er­miştir. Yazışmalarda ve yazı sanatında önderdi. Uyulacak bir liderdi. Bin varak teşkil eden mektupları vardır. Aslı Kısariye1 dendir. Sonra­dan gelip Şam'a yerleşmiştir. Bu mesleği Hişam b. Abdümelik'in azatlısı Salim'den öğrenmiştir. Mehdi'nin veziri Yakub b. Davud'un yanında yazıyı öğrenmiştir.

Oğlu İsmail b. Abdülhamid de yazışmalarda ustalaşmış bir kimse idi. Önceleri çocukları eğitirdi. Onlara okuma yazma öğretirdi. Sonra devran değişti, Mervan'm veziri oldu. Seffah onu öldürdü. Cesedine çeşitli işkenceler tatbik etti. Oysa Mervan'm böyle birini affetmesi da­ha iyi olurdu. Onun vecizelerinden bazı örnekler sunalım:

"İlim bir ağaçtır. Meyvesi kelimelerdir. Düşünce bir denizdir. Bu denizde hikmet incileri bulunur."

Güzel yazı yazmasını beceremeyen bir adamı görünce ona şu tav­siyede bulunmuştu: "Kaleminin sivri kısmını uzun yap. Ucuna yağ sür. Yazarken biraz eğri tut ve sağa doğru yatır." Adam; "Ben onun bu tavsiyesine uyarak yazmaya başladım. Yazım gerçekten güzelleş-ti." demiştir.

Adamın biri ona, büyüklere kendisi için bir tavsiye mektubu yaz-m rica etmişti. O da şöyle bir tavsiye mektubu yazmıştı:  "Bir hak benim bu mektubumu sana ulaştırdı. Bu istekte bulu- ^   benim üzerimde bir hakkı vardı. Seni emelini gerçek- k        lk bei ele ihtiyacını karşılayacak bir merci

kisinin ^e benim üzerimde bir hakkı vardı. Seni emelini gerçek fttirecek bir makam olarak, beni ele ihtiyacını karşılayacak bir merci lîrak gördü. Ben onun ihtiyacım karşıladım, sen de emelini gerçek-

Çoğunlukla şu şiiri okurdu:

"Yazı yazıldıktan sonra ok gibi vızıldar, Kirişlere takılan oklar gibidir kalemler." [8]

 

Ebu Seleme Hafs B. Süleyman

 

Abbasilerin ilk veziridir. Halifeliğe geçişinin dördüncü ayından sonra Seffah'ın emri üzerine Ebu Müslim onu, Enbar şehrinde, receb ayında öldürdü. Mizahtan hoşlanır, faziletli ve itibarlı bir kimse idi. Seffah onunla sohbet eder, sohbetinden zevk alırdı. Ama onun Hz. Ali ailesine meyli olduğundan şüphelenince Ebu Müslim'e emir verdi. Ebu Müslim de tuzak kurarak onu gafleten öldürdü. Öldürülmesi üzerine Seffah şu şiiri okumuştu:

"O ve onun gibiler Cehennem ateşine gitsinler. Ondan neyi kaybettik ki üzülelim."

Ebu Seleme'ye "AH Muhammed'in veziri" denilirdi. "Hallal" laka­bıyla da tanınırdı. Çünkü o Kûfe'de Hallalîn yolundaki evde ikamet ederdi. "Vezir" adım ilk olarak o aldı.

ibn Hallikan, îbn Kuteybe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Vezir kelimesi "vizr" kökünden türetilmiştir ki, "vizr" kelimesi yük" anlamına gelir. Onun görüşüne dayandığı içindir ki hükümdar Ve sultan, vezire bir nevi yük yüklemektedirler. Bu nedenle ona vezir adı verilir. Tıpkı korkak bir kimsenin bir dağa sığınması gibi sultan a sıkıştığı anda vezirinin görüşüne sığınır.» [9]

 

Hicretin Yüzotuzüçüncü Senesi

 

Bu senede halife Seffah, amcası Süleyman'ı Basra, Basra'nın bağ-Mıntıkaları, Dicle ile Bahreyn, bunlara bağlı mıntıkalar ve Umman alisine vali olarak tayin etti. Amcası İsmail b. Ali'yi de Ahvaz böl-gesı£e gönderdi.

u senede Davud b. Ali, Mekke ve Medine'de bulunan Emeviieri

öldürdü.

Davud b. Ali, bu senenin rebiyülevvel ayında Medine'de vefat etti Yerine oğlu Musa'yı vekil bıraktı. Hicaz bölgesindeki valiliği üç ay sürmüştü. Saffah onun ölüm haberini alınca Hicaz'a, dayısı Ziyad b. Ubeydullah b. Abdüddar el-Harisî'yi vali olarak atadı. Dayısının oğlu Muhammed b. Yezid b. Ubeydullah b. Abdüddar'ı da Yemen'e vali ta­yin etti. Şam valiliğini, amcaları Abdullah b. Ali ile Salih b. Ali'ye paylaştırdı. Ebu Avn'ı da Mısır valiliğinde bıraktı.

Bu senede Muhammed b. Eş'as, İfrikiyye'ye giderek yerlilerle şid­detli savaşlar yaptı ve nihayet orayı fethetti.

Şüreyk b. Şeyh el-Mihrî, Buhara'da Ebu Müslim el-Horasanî'ye karşı ayaklandı ve şöyle dedi: «Biz kan akıtmaları ve insanları öldür­meleri için Muhammed ailesine bey'at etmedik.» Bü düşüncesine 30.000 kadar adam katıldı ve ona tabi oldu. Ebu Müslim el-Horasanî de onun üzerine Ziyad b. Salih el-Huzaî'yi gönderdi. Ziyad, onunla sa­vaştı ve onu öldürdü;

Bu senede halife Seffah, kardeşi Yahya b. Muhammed'i Musul valiliğinden azletti. Yerine amcası İsmail'i tayin etti.

Yine bu senede Seffah, Salih b. Ali b. Said b. Ubeydullah'ı Anado­lu'ya gazaya gitmekle görevlendirdi. O da Dervep gerisine gidip gaza yaptı.

Bu senede Seffah'm dayısı Ziyad b. Ubeydullah b. Abdüddar el-Harisî insanlara haccettirdi. Bu senedeki valiler, -azledilmiş olanlar hariç- önceki senelerde adlarını naklettiğimiz valilerdi. [10]

 

Hicretin Yüzotuzdördüncü Senesi

 

Bu senede Bessam b. İbrahim b. Bessam, Seffah'a karşı isyan et­ti. Seffah, onun üzerine Hazim b. Huzeyme'yi gönderdi. Hazini b. Hu-zeyme, onunla savaştı ve adamlarının çoğunu öldürüp ordugahındaki mallarını yağmaladı. Sonra da dönüp Seffah'ın dayıları olan Abdüd­dar kabilesine uğradı. Onlardan, halifeye yardımcı olan kimseleri kendisine bildirmelerini istedi. Fakat onlar olumlu cevap vermediler, onunla alay ettiler. Bunun üzerine Hazim, boyunlarının vurulmasını emretti. Bunların sayıları yirmi kadardı. Bir o kadar da azatlıları vardı.

Bu hadise üzerine Abdüddar oğulları, Hazim b. Huzeyme'ye karşı birleşerek Seffah'ın yanına gittiler ve: «Hazim, senin dayılarını suç­suz yere öldürdü.» diyerek şikayette bulundular. Seffah, Hazim'in öl­dürülmesine niyetlendi. Ancak komutanlardan birisi, Hazim'i öldür­memesini, onu zorlu bir göreve göndermesini tavsiye edip şöyle dedi: «Eğer göndereceğin zor işin üstesinden gelirse ne âlâ, ama öldürülür zaten senin istediğin de budur. Böylece kendisinden kurtulmuş

olursun.»

Bu tavsiye üzerine Seffah, Hazim'i Umman'a gönderdi. Uminan1-da ayaklanan bir Haricî topluluğu vardı. Hazimle birlikte 700 adamı­nı da teçhiz edip Umman'a gönderdi. Basra'da bulunan amcası Süley­man'a da mektup yazarak müfrezeyi gemilere bindirerek Umman'a göndermesini emretti. O da bu emri yerine getirdi. Hazim komutasın­daki müfreze Umman'a gidince Haricîlerle savaştı ve onları mağlub etti. Oradaki beldelere hakim oldu. Haricîlerin reisi Cülendî'yi, Cülendî'nin taraftarlarından ve arkadaşlarından 10.000'e yakın kişi­yi de öldürdü. Başlarını kesip Basra'ya gönderdi. Basra valisi de bu kesik başları halife Seffah'a gönderdi. Bundan birkaç ay sonra Seffah, Hazim'e mektup yazarak geri dönmesini emretti. O da ganimet ka­zanmış ve muzaffer olarak, salimen geri döndü.

Ebu Müslim el-Horasanî, bu sene Suğd illerine gazaya gitti. Ebu Müslim'in komutanlarından biri olan Ebu Davud da Keş iline gidip gaza yaptı, çok sayıda adam Öldürdü. Altın işlemeli çok sayıda Çin kaplarını ganimet olarak ele geçirdi.

Halife Seffah, Musa b. Ka'b'ı, 3.000 askerle Mansur b. Cumhur'un üzerine gönderdi. Hindistan'da bulunan Mansur'un etrafında 12.000 asker vardı. Musa b. Ka'b onunla savaştı, kendisini hezimete uğrattı ve ordugahındaki malları ele geçirdi.

Yemen valisi Muhammed b. Yezid b. Abdullah b. Abdüddar, bu senede vefat etti. Seffah, onun yerine dayısını vali olarak atadı. Bu vali aynı zamanda müteveffa valinin de amcası idi.

Bu senede Seffah, Hire'den Enbar'a gitti.

Küfe valisi İsa b. Musa, insanlara haccettirdi. Vilayetlerin valile­ri, önceki senede adları zikredilen valilerdi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Ebu Harun el-Abdi, Ammare b. Cüveyn, Yezid b. Yezid b. Cabir ed-Dımışkî bulun­maktadır. Doğrusunu Allah bilir. [11]

 

Hicretin Yüzotuzbeşinci Senesi

 

Bu senede Belh nehrinin gerilerinde bulunan Ziyad b. Salih, Ebu Müslim el-Horasanî'ye karşı ayaklandı. Cenâb-ı Allah da Ebu Müs­lim'i onlara galip kılıp muzaffer yaptı. Ebu Müslim onların topküuk-annı dağıttı. Böylece o mıntıkalarda hakimiyeti yerleşti.

Bu senede Basra valisi Süleyman b. Ali insanlara haccettirdi. Bu senedeki valiler, önceki senelerde adları zikredilen valilerdi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler, Yezid b. Sinan, Ebu

yl, Zühre b. Mabed ve Atâ el-Horasanî'dir. [12]

 

Hicretin Yüzotuzaltıncı Senesi

 

Bu senede Ebu Müslim, kendisinden izin aldıktan sonra Hora­san'dan halife Seffah'ın ziyaretine geldi. Halife ona, 500 askeriyle be­raber gelmesini emretmişti. Ancak o, yazdığı cevabi mektupta, «Ben insanları öldürerek çiftlerini tek yaptım, 500 askerin beni korumada yeterli olmayacağından korkuyorum.» diyerek endişesini dile getirdi. Bunun üzerine Seffah ona mektup yazarak 1.000 askerle gelebileceği­ni bildirdi. Fakat o, 8.000 askerle yola koyuldu. Sonra yolda onları dağıttı, yanma bol miktarda hediye ve armağan alarak hilafet merke­zine geldi. Merkeze vardığında yanında sadece 1.000 asker vardı. Sef­fah'ın komutan ve emirleri kendisini şehre uzak bir noktada karşıla­dılar. Ebu Müslim, huzura girince Seffah ona ikramda bulunup saygı ve tazim gösterdi, yakınına oturttu.

Hilafet merkezinde bulunduğu müddet zarfında Ebu Müslim, hergün halife Seffah'ın ziyaretine geliyordu. Halifeden hac için izin istedi. Halife de ona bu izni verip şöyle dedi: «Eğer kardeşim Ebu Ca­fer'i görevlendirmiş olmasaydım seni hac enıiri tayin ederdim.»

Ebu Cafer ile Ebu Müslim arasında düşmanlık vardı. Ebu Cafer ona öfke duyuyordu. Çünkü Seffah adına bey'at almak için Nişabur'a gittiğinde, hem halife Seffah için hem de kendi veliahtlığı için bey'at istemişti. Ebu Müslim de buna şaşmıştı. İşte bundan dolayı Ebu Ca­fer el-Mansur ona kin gütmeye başlamış ve onu öldürmesi için Sef-fah'a tavsiyede bulunmuştu. Seffah ise kardeşi Ebu Cafer'e bu düşün­cesini gizlemesini emretmiş ve şöyle demişti:

- Sen, Ebu Müslim'in bize ne kadar hizmet ettiğini ve bizim uğ­rumuzda ne kadar mihnetlere katlandığını biliyorsun.

Ebu Cafer de ona şöyle karşılık vermişti:

- Ey mü'minlerin emiri, o, bu icraatlarını bizim devletimiz saye­sinde yapmıştır. Allah'a yemin ederim ki, eğer sen bir kediyi dahi göndermiş olsaydın halk onun emrini dinleyecek ve itaat edecekti. Eğer sen Ebu Müslim'i bu akşam yemeğinde yemezsen o seni yarın sabah kahvaltısında yiyecektir.

- Peki, onu nasıl öldüreceğiz?

- Huzuruna geldiğinde onunla konuşmaya başla, ben de arkadan gelip kılıçla onu vurayım.

- Peki, adamlarına ne yapacağız?

- Onlar az ve zelildirler. Bir şey yapamazlar.

Bu karşılıklı konuşmadan sonra halife Seffah, Ebu Müslim'i Öl­dürmesi için kardeşi Ebu Cafer'e izin verdi.

Fakat Seffah, Ebu Müslim huzuruna geldiğinde, onu öldürmesi için kardeşi Ebu Cafer'e izin verdiğine pişman oldu ve hizmetçisini ona göndererek şöyle demesini emretti: «Kardeşin Seffah'la aranızda geçen konuşmada vardığınız karara kardeşin pişman olmuştur. Sa­kın o kararı yerine getirme.» Hizmetçi, Ebu Cafer'in yanma vardığın­da Ebu Cafer'in kılıcım kuşanmış olduğunu ve Ebu Müslim'i öldür­meye hazırlandığını gördü. Halifenin bunu yasakladığını kendisine tebliğ edince Ebu Cafer çok kızdı ve öfkelendi.

Bu senede Ebu Cafer el-Mansur, kardeşi halife Seffah'ın emri üzerine insanlara haccettirdi. Ebu Müslim el-Horasanî de halifenin emri üzerine Ebu Cafer'le birlikte hacca gitti. Halife onun da haccet­mesine izin vermişti.

Hac dönüşünde Zat-ı Irk'a vardıklarında kardeşi Seffah'ın ölüm haberi Ebu Cafer'e ulaştırıldı. Ebu Cafer, Ebu Müslim'den bir konak ileride gitmekte idi. O da bu haber üzerine Ebu Müslim'e mektup ya­zarak, «Bir olay meydana geldi, çabuk gel.» dedi. Ebu Müslim, halife­nin ölüm haberini alınca acele edip Ebu Cafer'e yetişmeye çalıştı ve Kûfe'de ona ulaştı.

Ebu Cafer el-Mansur'un halife olup kendisine bey'at yapılması ile ilgili bilgiler, inşaallah yakında teferruatlı olarak verilecektir. Doğru­sunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [13]

 

İlk Abbasi Halifesi Ebü'l-Abbas Es-Seffah'ın Biyografisi

 

Kendisine Murtaza ve ayrıca Kasım da denilen Seffah'ın soy kü­tüğü şöyledir: Abdullah es-Seffah b. Muhammed b. İmam b. Ali es-Seccad b. Abdullah el-Hibr İbn Abbas b. Abdülmuttalib el-Kuraşi el-Haşimî. Mü'minlerin emiri idi. Annesinin adı Rayta (veya Rayita) binti Ubeydullah b. Abdullah b. Abdüddar el-Harisî'dir.

Seffah, Şam'a bağlı Belka'daki Arzü'ş-Şerah mıntıkasının Hami­me kasabasında doğdu, orada yetişti. Kardeşi İmam İbrahim'in Mer-van tarafından hapsedilmesinden ve öldürülmesinden sonra Kûfe'ye göçtüler. Mervan'm sağlığında, kardeşi İmam İbrahim'in öldürülme­sinden sonra, hicri 132. senenin rebiyülevvel ayının 12'sinde cuma günü Kûfe'de kendisinin halifeliğine bey'at edildi. Nitekim bu husus °tıceki kısımlarda da anlatılmıştır.

Hicretin 136. senesinin zilhicce ayının ll'inde (veya 13'ünde) pa-^ar günü, otuz yaşında, çiçek hastalığı nedeniyle Enbar şehrinde ve-fct etti. Vefat ettiğinde yaşının yirmisekiz, otuzbir, otuziki olduğuna a*r muhtelif rivayetler vardır. Dört sene dokuz ay müddetle halifelik "aPtı. Beyaz tenli, yakışıklı, uzun boylu, kıvırcık saçlı, burun kemeri yüksek, güzel sakallı, güzel yüzlü bir kimse idi. Fasih konuşur, güzel Orül    ileri sürerdi. Hazır cevap ve çabuk karar verebilen bir yapıya sahipti.

Halifeliğinin ilk zamanlarında Abdullah b. Hasan b. JHasan b. Ali eline mushafı alarak huzuruna geldi. Seffah'm yanında da aile efra­dından ve diğer Haşimilerden önde gelen kimseler vardı. Abdullah b. Hasan ona şöyle dedi: «Ey mü'minlerin emiri, Cenâb-ı Allah'ın bu rnushafta bize verdiği hakkımızı öde.»

Orada bulunanlar, Seffah'm ona hemen bir kötülük yapmasından veya cevapsız bırakmasından, dolayısıyla ikisi aleyhine olacak bir ha­tıranın halk arasında yayılmasından korktular. Ama Seffah hiç öfke? lennıeden ve rahatsızlanmadan ona yönejdi vs şöyle dedi: «Senin de­den Ali, elbette ki benden daha hayırlı ve daha adildi. Bu halifelik makamına geçti. Dedelerin Hasan ile Hüseyin'e bu hak verildi, tabii ki onlar da senden daha hayırlı kimseler idiler. Sana fazlasıyla vere­ceğim birşey, senin hakkını tam olarak ödemiş olmam demek değil­dir. Sana ne kadar çok şey versem bile hakkını ödeyemem.»

Onun bu sözüne Abdullah b. Hasan cevap veremedi. Orada bulu­nan kimseler, Seffah'm bu hazırcevaplığına, verdiği cevabın güzelliği­ne ve sağlamlığına şaştılar.

İmam Ahmed b. Hanbel, Ebu Said el-Hudrî'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Zamanın inkıtaa uğraması ve fitnelerin zuhuru esnasında Sef­fah denen bir adam ortaya çıkacaktır. O, insanlara malı azar azar ve­recektir.»

Yukarıdaki hadiste adı geçen Seffah'm bu Seffah olması hususun­da şüphe vardır. Doğrusunu Allah bilir. Emevi hakimiyetinin yıkılı­şından, bahsederken önceki sayfalarda bu manada bazı haber ve eser­ler nakletmiştik.

Zübeyr b. Bekkar, Seffah'm babası Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ömer b. Abdülaziz'in yanına gittim. Yanında Hristiyanlardan bi­ri vardı. Ömer ona şöyle sordu:

— Süleyman'dan sonra kimin halife olacağına inanıyorsunuz? , - Sen halife olacaksın.

- Biraz daha açıkla bakalım.

Hristiyan, Emevi halifelerini peşpeşe sıraladı. Sonuncu halifenin de adını verdi.

Oradan ayrıldıktan sonra, ben o Hristiyanı zihnime yerleştirdim. Bir gün onu görünce köleme, onu alıp evime getirmesini emrettim. Ben de evime gittim. Kölem onu evime getirdi. Ona Emevi halifeleri­nin adlarını sordum. O da o günden sonra Emevilerden kimlerin hali­fe olacaklarını birer birer söyledi. Mervan b. Muhammed'in adını da söyledikten sonra ona sordum:

- Ondan sonra kim halife olacaktır?

- Ondan sonra İbn Harisiye halife olacaktır ki, o da senin oğlun­dur.

O zaman, benim oğlum Ibn Harisiye, anasının karnında idi.»

Ravi diyor ki: Medineliler, halife Seffah'm yanına gelerek elini Öpme yarışma girdiler. Yalnız İmran b. İbrahim b. Abdullah b. Muti el-Adevî onun elini öpmedi. Sadece hilafet selamı vermekle yetindi ve söyle dedi: «Ey mü'minlerin emiri; Allah'a yemin ederim ki, eğer elini Öpmem senin şanını yüceltecek ve kıymetini artıracak, benim de sana yakınlığımı fazlalaştıracak olsaydı el Öpme yarışında hiç kimse beni geçemezdi. Ama ben sevaba vesile olmayacak bir işi yapmaya muhtaç değin*11- Hatta böylesi işler, bizi bazen günaha da götürür.»

Böyle dedikten sonra yerine oturdu. Allah'a yemin ederim ki, onun bu davranışı ve bu sözleri Seffah'm yanındaki itibarını diğer ar-kadaşlarınkinden eksiltmedi, aksine Seffah onu daha fazla sevdi.

Kadı Muafa b. Zekeriya'nın anlattığına göre Seffah, bir adamı, geceleyin gidip Mervan'm ordugahında şu beyitleri okumakla görev­lendirdi. O adam da geceleyin gidip şu beyitleri yüksek sesle okuyup aynı gecede geri döndü:

«Ey Mervanoğulları! Şüphesiz Allah sizi helak edecek, Güvenliğinizi korku ve paniğe dönüştürecek. Allah sizin soyunuzdan hiç kimseyi yaşatmasın, Sizi korku ülkelerine sürerek darmadağın etsin.»

Hatib Bağdadî'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Seffah, bir gün aynaya baktı. O, gerçekten insanların en güzel yüzlülerindendi. Şöyle dedi: Allah'ım, ben Süleyman b. Abdülmelik'in "Ben genç halifeyim." dediği gibi demiyorum, ama ben diyorum ki: "Allah'ım, beni afiyet üzere taatinde uzun bir Ömür yaşat." Sözünü henüz tamamlamadan bir kölenin bir diğerine şöyle dediğini işitti: Aramızdaki vade iki ay beş gündür." Onların bu konuşmasından uğursuzluk sezdi ve şöyle dedi: "Allah bana kafidir. Kuvvet ancak Al­lah'ındır. O'na tevekkül ettim, O'ndan yardım diliyorum." Böyle dedi Ve iki ay beş gün sonra da vefat etti.»

Muhammed b. Abdullah b. Malik el-Huzaî'nin anlattığına göre

^anın Reşid, oğluna, İshak b. İsa b. Ali'nin yanına gitmesini ve Sef-

anın kıssasını dinleyerek kendisine anlatmasını emretmişti. O da gi-

JP ishak b. İsa'dan, Seffah'm kıssasını anlatmasını istedi. İshak, sö-

Ze Şöyle başladı:

«Babam İsa, arefe günü sabahında Seffah'm yanma gitmiş ve Un oruçlu olduğu görmüştü. Seffah, babamdan, o gün kendisiyle akşama kadar sohbet etmesini ve bunu, yanında iftar edinceye kadar sürdürmesini istemişti. Babanı bana bu olayı şöyle anlattı:

- Onunla sohbete başladım, bir süre sonra Seffah'm uykuya dal­dığını gördüm- Yanından kalkıp gidecek oldum ve kendi kendime şöy­le dedim: «Gidip bir süre evimde dinleneyim. Öğle uykusuna yatıp is, tirahat edeyim, daha sonra tekrar buraya gelirim.» Evime gittim, azı­cık uyudum, sonra kalkıp Seffah'm evine geldim. Kapısında bir müj­deci duruyordu. Sind'in fethedildiğini ve Sind halkının halifeye bey'at ettiklerini, Sind'deki yönetimin halifenin vekillerine teslim edildiğini müjdeliyordu. Ben de bu müjde ile halife Seffah'm huzuruna girmeyi bana nasib ettiğinden ötürü Allah'a hamdettim. Huzura girdim, ora­da bir başka müjdeci ile karşılaştım. O da İfrikiyye'nin fethini müjde­liyordu. Allah'a hamdettim. Seffah'm huzuruna girip bu durumları ona müjdeledim. O, abdest almış, sakalını tarıyordu. Müjdeyi duyun­ca elindeki tarak yere düştü, sonra şöyle dedi:

- Sübhanallah! Allah'tan başka herşey helak olacaktır. Vallahi, ben bütün bunlarda öleceğime dair bir haber sezinliyorum. İmam İb­rahim, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu haber verdi: Rasûlul-lah (s.a.v.)'m anlattığına göre; şu şehrimde bana biri Sind'den, diğeri İfrikiyye'den olmak üzere iki heyet gelecek ve bu heyetler, ora insan­larının itaat altma girip bana boyun eğdiklerini ve bey'atta bulun­duklarını haber verecek. Bundan üç gün sonra da ben öleceğim. Şim­di iki heyet de bana geldi. Ey amca, yeğenin için yaptıklarının sevabı­nı Allah sana bolca versin.

- Hayır ey mü'minlerin emin, inşaallah.

- Evet inşaallah. Eğer dünya benim sevdiğim bir şey ise, ahiret daha çok sevdiğim bir şeydir. Rabbimin huzuruna varmam benim için daha hayırlıdır. Rasûlullah (s.a.v.)'tan böyle bir haberin sahih olarak rivayet edilmesi daha çok sevdiğim ve arzuladığım birşeydir. Allah'a yemin ederim ki, bana ne yalan söylendi, ne de ben yalan söy­ledim. Bu rivayet gerçektir.

Böyle dedikten sonra meclisten kalktı, evine gitti. Benim oturma­mı emretti. Müezzin öğle vaktinin girdiğini ona bildirmek için geldi­ğinde hizmetçisini bana göndererek namaz kıldırmamı bana emretti, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını da kıldırmamı aynı şekilde bana emretti. Geceyi orada geçirdim. Seher vakti olunca hizmetçisi bana bir pusula getirdi, pusulada sabah ve bayram namazlarını da kıldır­mamı emrediyor, sonra evine dönmemi istiyordu. Pusulada şunlar da yazılıydı: "Ey amca, eğer ben ölürsem, ölüm haberimi şu mektubumu insanlara okumadan ve içinde adı zikredilen şahsa bey'atlanm temin etmeden duyurma."

Ben cemaata namaz kıldırdım. Sonra yanına döndüm, durumu

iyiydi, akşama doğru yine yanma uğradığımda aynı halde idi. Yalnız yüzünde iki kabarcık çıktı, sonra bu kabarcıklar büyüdü. Beyaz renk-jj bu kabarcıklara çiçek hastalığı deniliyordu. İkinci gün erkenden ya­nına gittim, tanınmaz hale gelmişti. O da beni tanıyamadı. Akşam olunca yine yanına gittiğimde vücudu tulum gibi şişmişti. Üçüncü günde de vefat etti. Bana emrettiği gibi ölüm haberini gizledim, ce­maatin huzuruna çıktım, yazmış olduğu mektubu onlara okudum, mektupta şunlar yazılıydı:

«Mü'minlerin emiri Abdullah'tan dostlara ve Müslüman cemaata,

Size selam olsun. İmdi halifeniz, kendi vefatından sonra yerine kardeşi Ebu Cafer'i geçirmiştir. Onun emrini dinleyin ve ona itaat edin. Şayet icab ederse ondan sonrası için de İsa b. Musa'yı veliaht olarak tayin etmişimdir.»

Dinleyiciler mektupta geçen «Şayet icap ederse» sözünün ne anla­ma geldiği hususunda ihtilafa düştüler. Kimi, İsa b. Musa'nın halife­liği layık olursa anlamına geldiğini, kimi de şayet o zaman İsa b. Mu­sa hayatta ise halife seçilebileceği anlamına geldiğini söylediler. Ama bu ikincisi daha doğrudur.»

İbn Asakir'in anlattığına göre tabib, Seffah'm yanına gidip elin­den tutmuş ve Seffah şu şiiri okumaya başlamıştı:

«Sükundan sonra hareketin zayıflığına ye zilletine bak hele. Onun bu açıklaması sana, bu halin, ölümün öncüsü olduğunu ha­ber veriyor.»

Tabib de ona: «Sen salih bir kimsesin.» dedi. Bu defa Seffah şu şi­iri okumaya başladı:

«Tabip bana salih bir kimse olduğumu müjdeliyor. Rabbim de ona benim bu hastalığımın gizli ve derin bir hastalık olduğunu açıklıyor.

Ben kalıcı olmadığıma kesin olarak inandım.

Kesin inanç ortaya çıkınca artık şüpheye yer kalmaz.»

ilim ehlinden biri dedi ki: Seffah'm en son söylediği söz şu oldu:

«Hükümranlık, diri ve Kayyum olan Allah'ındır, o, hükümdarla-1111 hükümdarıdır. Zorbalann da hakkından gelendir.»

Yüzüğünün karşında şunlar yazılıydı: «Allah, kulunun güvence­sidir.»

Seffah, çiçek hastalığından dolayı hicri 136. senenin zilhicce ayı-

ta^- İ3'ünde pazar günü, eski Enbar şehrinde, otuzüç yaşında vefat

ttı. Meşhur kavillere göre dört yıl dokuz ay müddetle halifelik yaptı.

Cenaze namazını amcası İsa b. Ali kıldırdı. Enbar hükümet köşküne defnedildi. Tereke olarak dokuz cübbe, dört gömlek, beş şalvar, dört taylesan ve üç ipekli şal bıraktı. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında, Eş'as b. Sıvar Cafer b. Ebi Rebia, Husayn b. Abdurrahman, Rebia er-Rai, Zeyd b' Eşlem, Abdülmelik b. Umeyr, Abdullah b. Ebu Cafer ve Atâ b. es-Saib bulunmaktadır. Bunların biyografilerini "Tekmil" adlı eserimizde an-latmışızdır. Hamd Allah'adır. [14]

 

Ebu Cafer El-Mansur'un Halifeliği

 

Asıl adı, Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'trr. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi, kardeşi Seffah'm vefatı esnasın­da Ebu Cafer el-Mansur, Hicaz'da bulunuyordu. Hac dönüşünde Zatı Irk mevkiinde iken Seffah'ın ölüm haberi kendisine ulaştı. Yanında Ebu Müslim el-Harasanî de bulunuyordu. Ebu Müslim, acele edip Ebu Cafer'e -kardeşi Seffah'm Ölümü nedeniyle- başsağlığı diledi. O esnada Ebu Cafer el-Mansur ağladı. Ebu Müslim ona: «Niçin ağlıyor­sun? Halifelik sana nasib oldu. Bu hususta inşaallah ben sana yar­dımcı olacağım.» dedi. Ebu Cafer buna sevindi.

Ebu Cafer el-Mansur, Ziyad b. Ubeydullah'a emir verdi ve onu Mekke'ye vali olarak gönderdi. Seffah, Ziyad'ı Mekke valiliğinden az­lederek yerine Abbas b. Abdullah b. Mabed b. Abbas'ı tayin etmişti. Ancak Ebu Cafer, onu eski görevinde bıraktı. Diğer valiler de bu se­nenin sonuna kadar görev yerlerinde kaldılar.

Abdullah b. Ali, kardeşinin oğlu Seffah'm yanına, Enbar şehrine gelmiş, o da kendisini Anadolu'ya gazaya gitmekle görevlendirmişti. Bunun üzerine, büyük bir ordu ile Bizans'a hareket etmişti. Yolda iken Seffah'm ölüm haberi ulaşınca, Harran'a geri döndü ve halkı kendisine bey'ata çağırdı. Seffah'ın, onu Şam'a gönderirken, ölümün­den sonra kendisini veliaht olarak tayin etmiş olduğunu iddia etti. Bunun üzerine etrafında çok sayıda asker toplandı. İnşaallah, ileriki 'senelerin olaylarından bahsederken bu konuyu açıklayacağım. [15]

 

Hicretin Yüzotuzyedinci Senesi

 

Abdullah B. Ali'nin, Kardeşinin Oğlu Ebu Cafer El-Mansura Karşı Ayaklanması

 

Ebu Cafer el-Mansur, kardeşi Seffah'm ölümünden sonra hac dö­nüşünde Kûfe'ye girdi. Cuma günü halka hutbe irad etti ve namaz kıldırdı. Oradan ayrılıp Enbar'a gitti. Bu arada Iraklılardan, Kura-

ll            ve Şam dışındaki diğer beldelerden kendisine bey'at edil-

mişti. Mansur'un gelişine kadar İsa b. Ali, beytü'1-maldaki paraları eşyaları muhafaza altına almıştı. Ebu Cafer el-Mansur gelince, yö­netimi ona devretti, beytü'1-mah teslim etti.

Ebu Cafer el-Mansur, amcası Abdullah b. Ali'ye mektup yazarak Seffah'm ölüm haberini iletti. Abdullah b. Ali, Seffah'm ölüm haberini alınca halkın camide toplanmasını emretti. Komutanlar ve halk gelip toplandılar. Abdullah b. Ali, onlara Seffah'm ölüm haberini bildirdi. Sonra bir hutbe irad etti. Kendisini Mervan'm üzerine göndermesi es­nasında, şayet Mervan'ı hezimete uğratacak olursa Seffah'ın kendisi­ni velihat tayin ettiğini iddia etti. Bazı Iraklı komutanlar da onun bu iddiasının doğruluğuna şahitlik ettiler. Bunun üzerine halk kalkıp ona bey'at etti. Kendisi de Harran'a döndü. Harran şehrim kırk gün­lük bir kuşatmadan sonra Mansur'un valisinden teslim aldı. Harran valisi Mukatil el-Atikî'yi öldürdü.

Ebu Cafer el-Mansur, amcası Abdullah b. Ali'nin yaptıklarını du­yunca Ebu Müslim el-Horasanî'yi birkaç komutanın emri altındaki büyük bir ordu ile Harran'a gönderdi.

Abdullah b. Ali, Harran'da gerekli istihkam tedbirlerini almış, kendini sağlama almıştı. Kendisine lazım olan yiyecek ve silahlan bol miktarda depolamıştı. Ebu Müslim el-Horasanî, öncü kuvvetlerinin komutanlığında Malik b. Heysem el-Huzaî'nin bulunduğu bir ordu ile onun üzerine hareket etti. Abdullah b. Ali, Ebu Müslim'in gelmekte olduğu haberinin kesin olarak doğru olduğunu anlayınca, Iraklı as­kerlerin kendisine bağlı kalmayacaklarından korktu ve onlardan 17.000 kişiyi öldürdü. Hamid b. Kahtabe'yi de öldürmek isteyince Ha-mid, hemen oradan kaçarak Ebu Müslim'in yanına gitti.

Sonra Abdullah b. Ali, Harran'dan kalkıp Nusaybin'e gitti ve ora­da ordugah kurdu. Ordugahın çevresine hendek kazdırdı. Bu sırada Ebu Müslim geldi. Bir tarafta ordugah kurdu ve Abdullah'a: «Ben se­ninle savaşmakla emrolunmadım, halife beni Şam'a vali olarak gön­derdi. Biz oraya gidiyoruz.» diye bir mektup yazdı. Şamlılar onun bu sözlerinden korkup: «Çoluk çocuğumuza, evlerimize; "mallarımıza za­rar verilmesinden korkuyoruz. Biz Şam'a gidiyoruz. Ebu Müslim'e ^arşı çoluk çocuğumuzu, evlerimizi ve mallarımızı savunacağız.» de­fler. Abdullah onlara: «Yazıklar olsun size! Vallahi, o sadece bizimle Savaşnıaya gelmiştir.» dediyse de onlar kabul etmediler ve Şam'a git­mekte ısrar ettiler. Bunun üzerine Abdullah da bulunduğu yerden yl         Şam tarafına yöneldi.

kbu Müslim ise, hemen harekete geçip Abdullah'ın yerinde ordu- kurdu. Çevredeki suları kuruttu. Abdullah'ın terkettiği ordugah,

çekten ^ kir yerde idi. Abdullah ve arkadaşları mecbur kalıp Ebu Müslim'in eski yerine giderek ordugah kurdular. Orasının iyi bir yer olmadığını gördüler. Sonra Ebu Müslim saldırıya geçip savaşı başlat­tı. Bu savaş beş ay müddetle devam etti. Abdullah'ın süvarilerinin komutanı, kardeşi Abdüssamed b. Ali, sağ cenah komutanı Bekkar b. Müslim el-Ukaylî, sol cenah komutanı Habib b. Süveyd el-Esedî idi. Ebu Müslim'in sağ cenah komutanı Hasan b. Kahtabe, sol cenah ko­mutanı Ebu Nasr Hazim b. Huzeym idi. Savaşın cereyan ettiği bu uğursuz günlerde, iki taraftan da adamlar öldürüldü. Ebu Müslim saldırıya geçtiğinde şu şiiri okudu:

«Kim ailesinin yanma dönmeye niyet etmişse, Bunu yapmasın. Ölümden kaçan ölüme yakalanır.»

Ebu Müslim için gölgelik altında bir taht kuruldu. Tahtına otur­du. İki ordu karşı karşıya geldiğinde Ebu Müslim, kendi ordusunun safları arasında bir boşluk görünce hemen haber göndererek orayı düzelttiriyordu. Bu senenin cemaziyelahir ayının 7'sinde, sah ya da çarşamba günü iki taraf karşı karşıya geldi, şiddetle savaştılar. Ebu Müslim onlara bir tuzak hazırladı. Sağ cenah komutanı Hasan b. Kahtabe'ye haber gönderip az sayıdaki adamı yerinde bırakıp diğer askerlerini yanına alarak sol cenaha katılmasını emretti. Şamlılar bunu görünce, kuvvetlenen sol cenah hizasındaki zayıflamış sağ ce­naha yüklendiler. O esnada Ebu Müslim, merkezdeki askerlerine ha­ber gönderip sağ cenahta kalan askerlerle birlikte Şamlıların sol ce­nahına saldırmalarını emretti. Şamlıların merkez kuvvetleri ile sağ cenahları arasında bir karışıklık meydana geldi. Bu esnada Ebu Müs­lim'in askerleri, Şamlıların üzerine hamle yaptılar ve onları tama­men bozguna uğrattılar. Abdullah b. Ali, yenilgiye uğradı. Ebu Müs­lim, onların ordugahını ele geçirdi.

Ebu Müslim, askerlere eman verdi, hiçbirini öldürmedi. Ebu Ca­fer el-Mansur'a bir mektup yazarak zaferi bildirdi. Ebu Cafer el-Man-sur, azatlısı Ebü'l-Hasib'i, Abdullah'ın ordugahında bulunup ele geçi­rilen mallan sayması için cepheye gönderdi. Ebu Müslim el-Horasanî buna kızdı.

Netice olarak ülkenin her tarafı Ebu Cafer el-Mansur'un eline geçti ve hakimiyeti güçlendi.

Abdullah b. Ali ve kardeşi Abdüssamed, kendi yönlerinde ilerledi­ler. Rusafe'ye vardıklarında Abdüssamed orada kaldı. Ebü'l-Hasib, görevinden dönüşünde onu orada gördü. Zincire vurup beraberinde Ebu Cafer el-Mansur'a götürdü. Ebu Cafer de onu İsa b. Musa'ya tes­lim etti. İsmail b. Ali onun için eman diledi. Ebu Cafer el-Mansur da ona eman verdi.

Abdullah b. Ali'ye gelince o, Basra'da bulunan kardeşi Süleyman b. Ali'nm yanma, gitti. Bir süre orada kaldı. Sonra Ebu Cafer el-Man-sur, Basra'da bulunduğunu haber alınca, emir göndererek onu Beni Üsame'nin evinde hapsettirdi. Evin damına tuz serdirdi, sonra üzeri­ne su döktürerek tuzu erittirdi. Böylece ev Abdullah'ın üzerine yıkıldı ve Abdullah öldü. Bu da Ebu Cafer el-Mansur'un hilekarlığının ör­neklerinden biri idi. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yü­ce Allah daha iyi bilir.

Abdullah b. Ali, hapiste yedi yıl kalmıştı. Sonra içinde bulunduğu odanın damı üzerine yıkılmış ve hayatını kaybetmişti. Nitekim bu husus inşaallah yeri geldiğinde açıklanacaktır. [16]

 

Ebu Müslim El-Horasanî'nin Öldürülmesi

 

Ebu Müslim el-Horasanî, bu senede hac vazifesini ifa ettikten sonra kafilenin bir konak ilerisine gitti. Yolda iken Seffah'ın ölüm ha­beri kendisine geldi. O da Ebu Cafer el-Mansur'a bir mektup yazarak kardeşi Seffah'ın ölümü nedeniyle başsağlığı diledi. Ama onu, halife­liğe geçmesinden ötürü tebrik etmedi ve yanma da gitmedi. Ebu Ca­fer el-Mansur, bundan dolayı öfkelendi. Halifelik makamına geçtik­ten sonra onun hakkından gelmeyi kafasına koydu. Başka bir riva­yette anlatıldığına göre ise, Ebu Cafer el-Mansur'un kendisi kafileden bir konak ileriye doğru gitmiş ve kardeşi Seffah'ın ölüm haberi ulaştı­ğında Ebu Müslim el-Horasanî'ye mektup yazarak bir an evvel yanı­na gelmesini istemişti. Nitekim biz bunu önceki sayfalarda da anlat­mıştık.

Yukarıdaki rivayete dönelim. Ebu Müslim el-Horasanî, Ebu Ca­fer'e yazdığı mektupta başsağlığı dilemiş ve onu halifeliğe geçişinden ötürü tebrik etmemişti. Bunun üzerine Ebu Cafer el-Mansur, Ebu Eyyüb'a: «Ebu Müslim'e sert bir mektup yaz.» dedi. Bu mektup Ebu Müslim'e ulaşınca tutumundan vazgeçti ve Ebu Cafer el-Mansur'u halifeliğe geçişinden ötürü kutladı. Komutanlardan biri Ebu Cafer el-Mansur'a dedi ki: «Sakın ola ki, Ebu Müslim'le bir araya gelme. Çün-*.ü onun maiyetinde kendisine muhalefet etmeyen askerleri vardır-nlann üzerinde otoritesi vardır. Ona itaat hususunda çok hırslıdır*" r- Senin ise beraberinde kimse yoktur.» kb   Cafer el-Mansur, kendisine bu tavsiyede bulunan komutam"

 uydu.

sonra Ebu Müslim, Ebu Cafer el-Mansur'a bey'at etti. Nite-

fe    ?Unu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Bey'attan sonra Ebu Ca-G "Mansur, onu amcası Abdullah'ın üzerine gönderdi. O da gidip lh' mağlub etti.

Bu esnada Hasan b. Kahtabe, Ebu Cafer el-Mansur'un mektupça suna haber göndererek, Ebu Müslim'in, Ebu Cafer el-Mansur'u say­madığını ihbar etti. Güya Ebu Cafer'in mektubu geldiğinde Ebu Müs­lim, mektubu okurken dudaklarını büker ve mektubu Ebu Nasr'a ve­rir, sonra ikisi alaylı bir şekilde gülerlermiş. Ebu Eyyüb da: «Ebu Müslim'in, bizim yanımızda bundan daha açık ve daha büyük suçlan vardır.» dedi.

Ebu Cafer el-Mansur, Abdullah'ın ordugahındaki mal ve kıymetli mücevherlerle diğer eşyalardan ganimet olarak ele geçirilenleri sayıp teslim alması için Ebü'l-Hasib Yaktin'i savaş alanına gönderdiğinde Ebu Müslim buna kızmış ve bu nedenle Ebu Cafer el-Mansur'a söve­rek Ebü'l-Hasib'in üzerine yürümüştü. Kendisine, Ebü'l-Hasib'in Mansur tarafandan gönderilen bir elçi olduğu söylendiğinde Ebu Müslim ona ilişmemiş ve geri dönmüştü.

Ebü'l-Hasib, döndüğünde olup bitenleri ve Ebu Müslim'in kendi­sini öldürmeye kasdettiğini haber verdi. Ebu Cafer el-Mansur da öf­kelendi ve Ebu Müslim'in Horasan'a gitmesinden endişelendi. Orayı ele geçirmesinin zorlaşacağından, çeşitli nahoş hadiselerjn meydana gelmesinden korktu. Bunun üzerine kendisine yazdığı bir mektubu Ebü'l-Hasib'le gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu:

«Seni Şam'a ve Mısır'a vali olarak atadım. Şam ve Mısır, Hora­san'dan daha iyidir. Dilediğin kimseleri senin adına"oraları idare et­mesi için Mısır'a gönder ve kendin Şam'da ikamet et ki mu minlerin emirine daha yakın olasın. Seninle görüşmek istediği zaman yakının­da bulunaşın.»

Ebu Müslim bu duruma öfkelenip şöyle dedi: «Horasan valiliği elimde bulunduğu halde şimdi o beni Şam'a ve Mısır'a vali olarak ta­yin ediyor. Şu halde ben Horasan'a gideceğim. Şam'a ve Mısır'a ise vekiller tayin edeceğim.» Bu kararım bir mektupla Mansur'a bildirdi. Mansur, bundan çok huzursuz oldu. Ebu Müslim ise, Horasan'a git­mek üzere Şam'dan ayrıldı. O, Ebu Cafer el-Mansur'a muhalefete ka­rar vermişti. Mansur da Enbar'dan çıkıp Medain'e gitti. Ebu Müs­lim'e bir mektup yazarak Medain'e gelmesini emretti. Zap'ta bulunan Ebu Müslim ise ona bir mektup yazarak Horasan'a girmeye niyetli ol­duğunu bildirdi ve şöyle dedi:

«Cenâb-ı Allah, mü'minlerin emirinin bütün düşmanlarının hak­kından geldi. Bize Sasani hanedanının hükümdarlarından rivayet olunduğuna göre, vezirlerin en tehlikeli olduğu dönemler, savaşın ol­madığı sakin dönemlerdir! Bu sebeple biz sana yakın olmaktan kaçı­nıyoruz. Vefalı davrandığın sürece de sana vefa göstermeye özen gös­teriyoruz. Daha selametti olması bakımından uzaktan emirlerini din­leyip itaat etmeye gayret gösteriyoruz. Eğer bunlar seni hoşnut eder-

se, bil ki senin en iyi kölelerin biziz. Buna karşılık yalnız nefsinin ar­zusuna uyarak bizi kötü görür ve yüz çevirirsen, ben de sana sağlam biçimde vermiş olduğum ahdimi bozarım. Çünkü kendimi alçaltmak-tan ve harekete uğramaktan korumaya kararlıyım.»

Bu mektup, Ebu Cafer el-Mansur'un eline geçince o da Ebu Müs­lim'e şöyle bir mektup gönderdi:

«Mektubunu anladım. Senin özelliklerin, suçlarının çokluğu ne­deniyle devletin düzen ve güvenini bozmak isteyen, hükümdarlarına karşı sahtekarlık yapan vezirlerin sıfatlarına uymuyor. Onların raha­tı, toplumda dirlik ve düzenin bozulmasıdır. Sen niçin kendini onlarla bir tuttun? Sen, yapmakta olduğun işin zorluklarına rağmen itaat edilen ve sözü dinlenilen birisin. Bununla birlikte her sözünün din­lenmesi ve her konuda sana itaat edilmesi gibi bir şart da yoktur. Mü'minlerin emiri, eğer kulak verip dinlersen, rahatlaman için sana İsa b. Musa ile mektup gönderiyor. Allah'tan dilerim ki, seni şeytan­dan ve onun aldatmasından uzak tutsun. Şeytan, senin niyetini boza­cak olursa, şu anda açmış olduğun kapıdan daha yakın ve sağlam bir

kapı bulamazsın.»

Anlatıldığına göre Ebu Müslim de Ebu Cafer el-Mansur'a şu ceva­bi mektubu göndermişti:

«Yüce Allah'ın kullarına emri gereği, bana delil olacak tam bir ilim sahibi, aynı zamanda Rasûlullah (s.a.v.)'a akraba olan birini imam edindim. Şimdi o, Allah'ın kullarının emrine verdiği az bir şeye tamahlamp Kelamullah'ı değiştirerek beni Kur'ân'ı bilmemekle suç­luyor. Aynen gurura kapılan kimse gibi oldu. Mazeret kabul etmeyip tökezlemeyi bağışlamayacak şekilde kılıcımı çekip acımayı bırakma­mı bana emretti. Sizin saltanatınızı güçlendirmek için bunları yap­tım. Sonuçta Allah, bilmediğiniz kimseleri size tanıttı. Sonra Allah, benim kalbime tevbe etme fikrini attı. Eğer Allah beni affederse, bu onun bilinen ve kendisine nisbet edilen büyüklüğünden dolayıdır. Ama beni cezalandırırsa, bu da benim önceden kendi ellerimle işledi­ğim ameller nedeniyledir. Çünkü Allah, kullarına karşı asla zulmedi-

ci değildir.»

Ebu Cafer el-Mansur da ona Cerir b. Yezid b. Cerir b. Abdullah el-Becelî'yi bir grup komutanla birlikte gönderdi.

Cerir, zamanında eşine az rastlanılan kimselerdendi. Giderken  Cafer ona şu emri verdi: «Ebu Müslim'le, bir insanla ne kadar yumuşak konuşulabiliyorsa derecede yumuşak konuş. İyi davran ve °na bildir ki, ben kendisini yücelttim. Ona hiçbir kimsenin yapmadığı yılıği yaptım. Eğer düzelir ve istediğim gibi olursa, onu severim. Şr ıslah olmaz ve dönmezse, o zaman ona şunu söyle: Mü'minlerin ^ sana diyor ki: "Eğer düşman olarak ayrılır, bana gelmezsen ve işlerine benden başkalarını vekil tayin edersen, Abbasilerden olma­yayım ve Muhammed'in Ehl-i Beyt'inden uzak olayım ki, peşine biz­zat ben düşerim. Ya seni öldürürüm ya da bu uğurda canımı feda ederim." Bu sözleri ona, bize dönmesinden ümidini kesmedikçe sakın söylemeyesin. Tabii ki onun bize dönmesi daha güzeldir.»

Ebu Cafer el-Mansur'un komutanlar heyeti Hulvan'da Ebu Müs­lim'in yanma gittiklerinde onu, halifeye dirsek çevirmesinden, ona muhalif olmasından ötürü kınadılar ve tekrar itaata dönmeye teşvik ettiler. O da bu konuyu komutanlarıyla görüştü, fikirlerini sordu. Hepsi onu, halifeye itaata dönmekten menettiler. Rey şehrinde kal­masını tavsiye ettiler. Orada kalacak olursa Horasan'ın da kendi ha­kimiyeti altında bulunacağını, askerlerinin itaat altında olduklarını söylediler. Eğer halife tekrar ona karşı eski tutumuna dönüp kendini düzeltirse ne âlâ. Aksi takdirde kendisinin askerleriyle beraber güçlü konumda olacağını ve halifeyle savaşabileceğini ifade ettiler. Bunun üzerine Ebu Müslim de, Ebu Cafer el-Mansur'un komutanlar heyeti­ne haber salip şöyle dedi: «Adamınızın yanma dönün. Ben onun yanı­na gelecek değilim.»

Heyetteki komutanlar onun itaata dönmesinden ümidlerini ke­since, Ebu Cafer el-Mansur'un, söylemelerini emrettiği şeyi kendisine söylediler. Ebu Müslim bu sözleri duyunca cidden kızıp öfkelendi ve: «Hemen şimdi yanımdan kalkıp gidin.» dedi.

Ebu Müslim, Horasan'da Ebu Davud İbrahim b. Halid'i vekil bı­rakmıştı. Ebu Cafer el-Mansur, Ebu Müslim'in orada bulunmadığı ve suçlandığı esnada Ebu Davud'a mektup yazarak, «Orada bulunduğu sürece Horasan valiliği senindir. Ben seni oraya tayin ettim. Ebu Müslim'i azlettim.» dedi. Bu mektubu alan Ebu Davud da, halifeye sırt çevirişi ve itaat etmeyişi haberini aldığı için Ebu Müslim'e bir mektup yazarak şöyle dedi: «Bİ2im, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Ehl-i Beyt'­inden olan halifelere itaati terketmemiz yakışık almaz. Sen, onun emrini dinleyip itaati altına girerek halifene dön, vesselam.»

Bu sözler, Ebu Müslim'i çok kırdı, korkuttu. Bunun üzerine, ko­mutanlara şöyle dedi: «Ben, güvendiğim adamlardan biri olan Ebu İs-hak'ı halifeye gönderecek ve durumu onun vasıtasıyla öğreneceğim.» Böyle dedikten sonra Ebu İshak'ı, Ebu Cafer el-Mansur'a gönderdi. Ebu Cafer el-Mansur, Ebu İshak'a ikramda bulundu ve -Ebu Müs­lim'i isyanından vazgeçirecek olursa- kendisini Irak valiliğine ataya­cağım vaad etti. Ebu İshak dönünce Ebu Müslim ona: «Ne haber?» di­ye sordu. Ebu İshak: «Onların sana saygı gösterdiklerini ve kıymetini bilip seni takdir ettiklerini gördüm.» diye cevap verdi. Bu cevap Ebu Müslim'i aldattı ve halifenin yanma gitmeye karar verdi. Sonra Ney-zek adındaki bir komutana daha fikrini sordu. Neyzek, onu halifenin nına gitmekten menettiyse de o, gitmeye kesin olarak karar verdi. xfeyzek, onun kesin kararlı olduğunu görünce şairin şu sözlerini oku­du:

«Kaderin hükmü karşısında insanlar çerisizdir.

Kader, kavimlerin çarelerini bile hükümsüz bırakmıştır.»

Ardından: «Madem ki gideceksin, bari benden şu tek öğüdü dinle:, Huzuruna girdiğin zaman Ebu Cafer el-Mansur'u derhal öldür. Sonra da dilediğin kimseye bey'at et. Çünkü halk sana karşı gelmez.» dedi.

Ebu Müslim, yanma gelmekte olduğunu Ebu Cafer el-Mansur'a

bir mektupla bildirdi.

Ebu Cafer el-Mansur'un mektuplarını yazan Ebu Eyyüb dedi ki: «Mansur'un yanına girdim. Kıldan dokunmuş bir çadırda otur­maktaydı. İkindi namazını kılmıştı. Önünde bir mektup vardı. Mek­tubu bana uzattığında, Ebu Müslim'in, gelmekte olduğunu bildiren mektubu olduğunu anladım. Sonra Mansur bana şöyle dedi: «Vallahi onu görür görmez öldüreceğim!» Ben de: "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râ-ciun." dedim. O geceyi uykusuz geçirdim, uyuyamadım. Hep bu olayı düşündüm ve kendi kendime şöyle dedim: Eğer Ebu Müslim korka­rak huzura girerse belki halifeye kötülüğü dokunur. Halifeye kötülü­ğü dokunmasın diye onun güven ve eman içinde huzura girmesinde

fayda vardır.

Sabah olunca komutanlardan birini çağırdım ve onu şöyle dedim:

- Kesker şehrine vali olmak ister misin? Çünkü orası geçen sene

bol ürün verdi.

- Kim beni oraya tayin ettirecek?

- Ebu Müslim'e git, onu yolda karşıla ve seni o şehre vali olarak tayin etmesini iste. Çünkü mü'minlerin emin onu vekili olarak görev­lendirecek ve kendisi rahatına bakacak, onu her hususta yetkili kıla­caktır.

Bu arada ben, Mansur'dan izin istedim. O komutanın Ebu Müs­lim'i karşılamaya gitmesini teklif ettim. Mansur da bu teklifimi ka­bul edip o adama, gitmesi için izin verdi ve ona: «Ebu Müslim'e selam söyle ve onu özlediğimizi bildir.» dedi.

0 adam da -ki, o, Seleme b. Fülan idi- Ebu Müslim'i karşılamaya

1  Karşılaştıklarında, halifenin onu özlediğini bildirdi. Ebu Müs- e bu habere sevindi ve rahatladı. Aslında bu sözler onu aldat­mak için söylenmişti.

. Ebu Müslim bu sözleri duyar duymaz, ölümüne hızlı adımlarla etmeye başladı. Medain'e yaklaştığında halife, komutan ve emirlere °nu karşılamalarını emretti, Ebu Müslim, akşama doğru Mansur'un yanına girdi. Ebu Eyyüb, Mansur'a, onu öldürme işini ertesi gün ak şama kadar ertelemesini tavsiye etmiş, Mansur da bu tavsiyeyi kabul etmişti. Ebu Müslim, akşam vakti Mansur'un yanma girdiğinde Mah­sur ona saygı ve ikramda bulundu. Sonra kendisine: «Git dinlen ve hamama gir. Yarın yanıma gel.» dedi. O da Mansur'un yanından çı­kıp gitti. Giderken onu görenler, kendisine selam veriyorlardı.

Ertesi gün olunca halife, komutanlardan birini yanına çağırdı ve ona şöyle dedi:

- Benim için kendini ne kadar belaya atarsın?

- Yemin ederim ki ey mü'minlerin emiri, eğer intihar etmemi em-retsen bile intihar ederim.

- Ebu Müslim'i öldürmeni sana emredecek olursam bunu yapar mısın?

Adam bir süre sustu . Sonra Ebu Eyyüb ona şöyle dedi:

- Neyin var, niçin konuşmuyorsun?

Adam alçak bir sesle: «Onu Öldürürüm.» dedi.

Bundan sonra Mansur, muhafızların Önde gelenlerinden dört ki­şiyi seçti ve onları Ebu Müslim'i öldürmeye teşvik etti. Sonra da onla­ra şöyle dedi: «Revakların gerisinde durun. Elimi çırptığım zaman çı­kın ve onu öldürün.»

Sonra Mansur, Ebu Müslim'e peşpeşe haberciler gönderdi. Ebu Müslim de geldi. Hilafet evine vardı. Mütebessim bir çehre ile halife­nin huzuruna girdi. Huzura girdiğinde Mansur, önceden işlediği suç­lardan ötürü birer birer hesap sorup kınadı. O da bütün yaptıkların­dan ötürü özür diledi. Sonra şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, artık benden hoşnut olacağını ünıid edi­yorum.

- Ama vallahi, bütün bunlar sana olan Öfkemi daha da arttırdı.

Böyle dedikten sonra Mansur ellerini çırptı ve Osman ile arka­daşları ortaya çıktılar, Ebu Müslim'e kılıç darbeleri indirmeye başla­dılar. Nihayet onu öldürüp bir abaya sardılar. Sonra Mansur onun Dicle'ye atılmasını emretti. Bu, Mansur'la Ebu Müslim'in son karşı­laşması oldu.

Ebu Müslim, hicri 137. senenin şaban ayının bitimine dört gün kala çarşamba günü öldürüldü.

Mansur, onu sorguya çekerek şöyle azarlamıştı:

- Defalarca bana yazdığın mektuplarında önce kendi adını yazı­yordun. Halanı Emine ile evlenmek istediğini söyledin. Sülayt b. Ab" dullah b. Abbas'ın oğlu olduğunu iddia ettin, daha başka suçlar da iş­ledin.

- Ey mü'minlerin emiri, bana böyle söyleme. Ben herkesin bildıg1 gibi sizin emrinizde çalıştım.

_ Yazıklar olsun sana! Bu işi siyahi bir cariye de yapsaydı Allah muvaffak kılardı. Çünkü o bizim gayretimiz ve himayemiz al-00 da kalacaktı. Vallahi seni öldüreceğim. tın _ gy mü'minlerin emiri, beni düşmanlarına sakla, onlarla savaşa-

y1   '_ genden daha büyük düşmanım mı var?

Böyle dedikten sonra onu öldürmeleri için görevlilere emir verdi. Mitekim bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık.

Ebu Müslim öldürüldükten sonra komutanlardan biri Ebu Cafer l-Mansur'a; «Ey mü'minlerin emiri, işte şimdi halife oldun.» demişti. Anlatıldığına göre o esnada Ebu Cafer el-Mansur da şöyle bir şiir okumuştu:

«Değneğini attı ve uzaklığı araya tam olarak girip, yerleşti. Tıpkı yolcunun seferden dönerken gözünün aydın oluşu gibi.»

İbn Hallikan'm anlattığına göre Ebu Cafer el-Mansur, Ebu Müs­lim'i öldürmek istediği zaman ne yapacağını bilemeyip şaşırdı. Bu hususta herhangi bir kimsenin görüşüne başvurmak mı gerekir, yok­sa bu iş şayi olmasın diye kendi başına karar mı versin, diye düşün­dü. Sonra samimi dostlarından birine fikir sordu. O daşöyle dedi: Ey mü'minlerin emiri, yüce Allah buyuruyor ki: «Eğer yerle gökte Al­lah'tan başka tanrılar olsaydı ikisi de bozulurdu.» (ei-Enbiyâ, 22.)

Dostunun bu tavsiyesi üzerine Ebu Cafer el-Mansur: «Ben bu sır­rı dinleyen ve dinlediğini hıfzeden bir ulağa bıraktım.» dedi. Sonra da Ebu Müslim'i öldürmeye kesin karar verdi. [17]

 

Ebu Müslim El-Horasanî'nîn Biyografisi

 

Adı, Abdurrahman b. Müslim, künyesi Ebu Müslim'dir. Abbasi devletinin sahibidir. Kendisine, "Rasûlullah'ın âl-i beytinin emiri" de denilir.

Hatib Bağdadî dedi ki: «Ona, Abdurrahman b. Şirun b. İsfendiyar fıbu teslim el-Mervezî derler. Abbasi devletinin sahibi idi. Ebu Zü-eyr. Sabit el-Benanî, Muhanımed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'ın oğul-n ibrahim ve Abdullah'dan rivayetlerde bulunmuştur. İbn Asakir,  k°calarma Muhammed b. Ali, Abdurrahman b. Harmele ve İbn as'ın azatlısı İkrime'yi de eklemiştir.» bak       ■^sakir dedi ki: «İbrahim b. Meymun es-Sair, Mus'ab b. Bişr'in ^bası Bişr, Abdullah b. Şibrime, Abdullah b. Mübarek, Abdullah b. vav      el-Mervezî, Ebu Müslim'in damadı Kadit b. Meni' de ondan ri­ntlerde bulunmuşlardır.»

Hatib Bağdadî dedi ki: «Ebu Müslim; öldürücü, iyi görüş sahibi akıllı, tedbirli bir adamdı. Ebu Cafer el-Mansur, onu Medain'de öl­dürdü.»

"İsfahan Tarihi"nde Ebu Nuaym el-İsbahanî dedi ki:

«Asıl adı, Abdurrahman b. Osman b. Yesar'dır. Onun İsfahan'da doğduğu, Süddî ile diğerlerinden rivayetlerde bulunduğu söylenir Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Müslim'in asıl adı İbrahim b. Osman b. Yesar b. Sündüs b. Hozan'dır. Büzürcümhür evladından-dır. Künyesi Ebu İshak idi. Kûfe'de doğdu. Babası onu İsa b. Musa es-Serrac'm vesayetine bıraktı. O da alıp Küfe'ye götürdü. Kûfe'ye götü­rüldüğünde yedi yaşındaydı.

İmanı İbrahim b. Muhammed onu Horasan'a gönderirken, «Adını ve künyeni değiştir.» dedi. O da Abdurrahman b. Müslim adını ve Ebu Müslim künyesini aldı. Onyedi yaşında iken semerli bir merkebe binerek Horasan'a gitti. İmam İbrahim b. Muhammed, ona harçlık verdi. Böylece o, merkeb üzerinde Horasan'a girdi. Sonra aşamalar katedip yükseldi. Nihayet köşe bucağı ile bütün Horasan onun haki­miyeti altına girdi. Anlatıldığına göre Horasan'a gitmekte iken mey­hanelerden birinden adamın biri çıkıp ona saldırmış ve merkebinin kuyruğunu kesmişti. Ebu Müslim, iktidara geldiğinde orayı yerle bir etmiş ve meyhane harabeye dönmüştü.

Ravinin birinin anlattığına göre Ebu Müslim, küçük yaşta iken esir alınmış ve Abbasi propagandacılarından biri onu 400 dirheme sa­tın almıştı. Sonra İmam İbrahim b. Muhammed o propagandacıya, Ebu Müslim'i kendisine hibe etmesi teklifinde bulunmuş, propagan­dacı da hibe etmişti. Böylece Ebu Müslim, İmam İbrahim'e mensub olmuştu. İmam İbrahim, onu, propagandacılarından biri olan Ebu Necm İsmail et-Taî'nin kızıyla evlendirmiş ti. ı_>u evlilik, onun Hora­san'a gidişi esnasında olmuştu. İmam İbrahim onun için, 400 dirhem nıehir vermişti. Ebu Müslim'in iki kızı doğdu. Bunlardan birinin adı Esma, diğerininki ise Fatıma idi. Esma'nın çocukları oldu. Ama Fatı-ma'nın olmadı.»

Hicret'in 129. senesi olaylarından bahsederken Ebu Müslim'in Horasan'ı tek başına ele geçirişinden ve Abbasi propagandasının ne şekilde yayıldığından bahsetmiştik.

Ebu Müslim; heybetli, kesin kararlı, atak ve acul bir kimse idi.

İbn Asakir'in rivayetine göre Ebu Müslim, hutbe irad etmekte iken adamın biri kalkıp ona: «Nedir şu üzerindeki siyah giysiler?» de­miş, Ebu Müslim de ona şu cevabı vermişti: «Rasûlullah (s.a.v.), fetih gününde Mekke'ye girerken siyah bir sarığı başına takmıştı. Bu siyah giysiler, heybet ve devlet giysileridir. Ey köle! Kalk şunun boynunu vur.»

Abdullah b. Abbas'tan, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu ri­vayet olunmuştur: «Kureyş'in hakir olmasını isteyen bir kimseyi Ce-nâb-ı Allah hakir kılar.»

Abbasiler için propaganda yapıldığı sıralarda İbrahim b. Meymun Sair, Ebu Müslim'in arkadaşlarından ve meclisinde bulunanlardan biri idi. Ebu Müslim, iktidara geldiğinde hadleri uygulamayacağını ona vaad etmişti. İktidara geldiğinde İbrahim b. Meymun, kendisine vaadini yerine getirmesini istemiş ve bu hususta ısrar edip onu sıkış­tırmıştı- Bunun üzerine Ebu Müslim onun boynunun vurulmasını emretmişti. Boynu vurulacağı zaman ona şöyle demişti:

- Altından içki kapları yaptırıp onları Emevilere gönderen Nasr b. Seyyar'ı niçin protesto etmiyorsun, onun yaptıklarını niçin eleştir­miyorsun?

- Senin beni kendine yaklaştırdığın kadar onlar beni kendilerine yaklaştırmadılar. Senin bana vaad ettiklerini onlar bana vaad etme­diler. Bu nedenle onlara karşı çıkmadım. Onları eleştirmedim.

Emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil münker konusunda sabredip ta­hammül gösterdiğinden ötürü sözünü ettiğimiz şu İbrahim b. Mey-mun'un Cennet'te yüksek makamları bulunduğunu bazı kimseler rü­yalarında görmüşlerdir. O, iyiliği emredip kötülükten nehyederdi. Bu görevi yerine getirirdi. Ebu Müslim onu öldürdü. Allah ona rahmet

etsin.

Ebu Müslim'in, halife Seffah'a itaatkar olduğunu, emir ve karar­larına harfiyen uyduğunu önceki sayfalarda anlatmıştık. Ancak Man-sur hilafete geçince Ebu Müslim onu hafife alıp tahkir etti. Bununla beraber Mansur kendisini Şam'da bulunan amcası Abdullah'ın üzeri­ne gönderdi. Ebu Müslim, Abdullah'ı mağlub etti, Şam'ı onun elinden alıp Mansur'un hakimiyetine teslim etti. Fakat daha sonra kendini Mansur'dan büyük gördü ve onu öldürmeye niyetlendi. Mansur ona içten içe öfke duymakla beraber bu yaptıklarım .anladı. Daha önce kardeşi Seffah'tan Ebu Müslim'i öldürmesini defalarca istemiş, ancak Seffah onun isteğine uymamıştı. Mansur hilafete geçtikten sonra Ebu Müslim'e sürekli tuzak kurdu. Nihayet onu huzuruna getirip öldürt­tü.

Kavilerden biri dedi ki: Mansur, Ebu Müslim'e şöyle mektup yaz­dı:

«imdi kalpler paslanır; günah ve masiyet damgasıyla mühürlenir.

y zorba ve haddini aşan adam, kendine gel. Ey sarhoş, artık ayıl. Ey uyuyan adam, artık uykundan uyan. Sen yalancı düşler ve karışık yuyalarla aldanmaktasın. Dünya berzahında bulunmaktasın. Senden

ncekiler de aldanmışlardı ve geçmiş nesiller onlara damgalarını vur-uŞtu. «Şimdi onlardan hiçbirini duyuyor veya hiçbir sesi işitiyor musun?» (Meryem, 98.) Kaçan kimse Allah'ı aciz bırakamaz, Allah yaka­lamak istediğini elinden kaçırmaz. Yanında bulunan taraftarlarına ve davetçilerine aldanma. Onlar, seninle beraber düşmanlarına hü­cum ettikleri gibi, artık şimdi sana karşı hücuma geçmişlerdir. Eğer itaattan çıkar, cemaattan ayrilırsan, Cenâb-ı Allah, hiç ummadığın yerden başına felaketler getirir. Yavaş ol, yavaş. Asilikten uzak dur ey Ebu Müslim! Haddini aşıp asi olan ve mütecavizliğe yeltenenleri Genâb-ı Allah yardımsız bırakır ve onu elleriyle, ağzıyla yere kapak­lanacak şekilde yıkanlara yardımcı olur. Senden önce gelip geçmişler için bir kanun olmaktan ve senden sonra gelecekler için örnek olmak­tan sakın. Aleyhine hüccet belirmiştir. Seni bu işten uzak durman hususunda ikaz etmiştim. Artık mazeretin kalmadı. Bana itaat edip sana hücuma geçecekler için de haklı deliller buldum. Yüce Allah bu­yuruyor ki:

«Ey Muhammedi Onlara, şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak azgınlardan olan kişinin olayını an­lat.» (el-A'râf, 175.)»

Ebu Müslim de ona şu cevabi mektubu gönderdi: «İmdi, mektubunu okudum. Senin bu mektubunda doğruluktan uzakta olduğunu, haktan saptığını gördüm. Çünkü sen darb-ı mesel­leri yerinde kullanmamış, ayrıca kafirler hakkında nazil olan ayetleri aleyhime delil olarak yazmışsın. Bilenlerle bilmeyenler bir olmazlar. Yemin ederim ki, ben Allah'ın ayetlerinin hükmü dışına çıkmış deği­lim. Ama ben ey Muhammed oğlu Abdullah, size itaati vacip kılan Kur'ân ayetlerini sizin için te'vil ettim. Senden önce iki kardeşine ve onlardan sonra da sana itaat ederek görevimi yerine getirdim. Sen onların yolundan gittin, mütedeyyin oldun. Seni, hidayete ermiş ve başkalarını da hidayete erdiren bir kimse sandım. Te'vilimde yanıl-dım. Eskiden beri te'vilciler yanılırlar. Yüce Allah buyurmuş ki:

«Ey Muhammed! Ayetlerimize inananlar sana gelince: "Size se­lam olsun" de. Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arka­sından tevbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üze­rine almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder.» (ei-Enam, 54.)

Senin kardeşin Seffah, hidayete erdiren bir kimse görünümünde ortaya çıktı. Ama o sapıktı. Kılıcımı çekip zan ile adam öldürmemi, şüpheye dayanarak başkalarının üzerine yürümemi, merhameti orta­dan kaldırmamı ve ufak tefek hatalarını affetmemi bana emretti. Si­ze itaat etmelerini sağlamam için insanları kırıp geçirdim. İktidarını­zı yerleştirdim. Nihayet sizi tanımayanları Allah size tanıttı. Sonra noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bana pişmanlık vererek hatalarımdan dönmemi nasib etti. Tevbeyi bana müyesser kılarak be­ni günahlarımdan kurtardı. Eğer beni affeder ve bağışlarsa şüphesiz 0 kendisine yönelenleri bağışlayandır. Eğer, beni azaplandıracak olursa, tabii ki bu benim günahlarım nedeniyle olacaktır. Rabbin, pullara zulmedici değildir.»

Mansur ona şu cevabı gönderdi:

«İmdi, ey günahkar asi! Kardeşim Seffah hidayet yolundaki bir adamdı. Rabbinden kendisine ulaşan bir beyyine ve delil üzerine in­sanları Allah'a davet ediyordu. Sana yolu açıkladı ve izah etti. Seni doğru yola şevketti. Eğer kardeşime uymuş olsaydın, hak yolunun dı­şına çıkmaz, şeytana ve emirlerine uymazdın. Ama sen iki durumla karşılaştığında bunlardan doğru olanını bırakıp yanlış olanına uy­dun. Firavunlar gibi adam öldürdün. Zorbalar gibi insanların yakası­na sarıldın. Fesatçılar gibi zulümle hükmettin. Malı israf ettin. Ye­rinde harcamadın. Müsrifler gibi davrandın. Sonra şu haberi de ben­den al ki ey fasık; Musa b. Ka'b'ı Horasan'a vali tayin ettim, ama sen ona Nişabur'da ikamet etmesini emrettin. Eğer Horasan'ı istiyorsan o, beraberindeki komutan ve taraftarlarınla senin karşına çıkacaktır. Ben senin karşına akranlarını çıkaracağım. Bütün tuzaklarını topar­la, elinden geleni yap. Ama muvaffak olamayacaksın. Mü'minlerin emirine ve ona uyan kimselere Allah yeter. O, ne güzel vekildir.»

Mansur onunla yazışmaya devam etti. Bazen korkuttu, bazen ümitlendirdi. Çevresindeki komutanların ve Ebu Müslim'in kendisine gönderdiği elçilerin akıllarım çeldi. Nihayet onlar da halifenin yanına gitmesinin uygun olacağını kendisine söylediler. Yalnız Neyzek, Ebu Müslim'in, halifenin yanına gitmesine muvafakat etmedi. Fakat Ebu Müslim'in halifenin yanına gitmekte kararlı olduğunu görünce şu be-yiti okudu:

«Kaderin hükmü karşımda insanlar çaresizdir,

Kader, kavimlerin çarelerini bile hükümsüz bırakmıştır.»

Neyzek, Ebu Müslim'e tavsiyede bulunarak Mansur'u öldürmesi­ni, onun yerine başka bir kimseye halife olarak bey'at etmesini söyle­di. Ancak Ebu Müslim bu imkanı bulamadı. Medain'e vardığında ha­lifenin emri üzerine komutanlar onu karşıladılar. Ancak akşamleyin Medain'e ulaşabildi. Halifenin mektuplarını yazan Ebu Eyyüb, Ebu Müslim'i geldiği günde öldürmemesi için halifeye tavsiyede bulundu, ^bu Müslim, halifenin huzuruna vardığında halife Mansur ona ik­amda bulundu, saygı gösterdi ve ona şöyle dedi: «Bu gece git, üzerin­deki yolculuk yorgunluğunu at, yarın yanıma gel.»

Ertesi gün olunca halife, onu Öldürecek adamlarını gizli yerlere ^oydu. Bunlar, onu öldürmek için tetikte bekliyorlardı. Bunlardan bi-n Osman b. Nüheyk, diğeri de Şebib b. Vec idi. Önceki sayfalarda anlatıldığı gibi bunlar Ebu Müslim'i öldürdüler.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Müslim, halifenin ya_ nında birkaç gün ikamet etmişti. Halife Mansur ona, ikram ve tazim­de bulundu. Sonra halife, ona düşman olduğunu gösteren tavırlar sergilemeye başladı. Ebu Müslim korktu ve İsa b. Musa'dan kendisi­ne yardımcı olmasını ve eman vermesini istedi. «Halifenin beni öldür­mesinden korkuyorum.» dedi. İsa b. Musa da halifenin tuzağından haberi olmadığı için ona şöyle dedi: «Hayır, sana zarar gelmeyecektir Sen git, arkan sıra ben de gelmekteyim. Sen benim zimmetimdesin oraya gelişimi bekle.»

Ebu Müslim saraya gitti. Mansur'un huzuruna girmek için izin istedi. Ona: «Şurada otur. Halife abdest alıyor.» dediler. O da oturdu. Halifenin gelişinin uzamasını istiyordu ki, İsa b. Musa da oraya gele­bilsin. Çünkü İsa gecikmişti. Nihayet halife, huzura girmesine izin verdi. İçeri girdi. Halife, yaptığı bazı işlerden Ötürü onu kınamaya başladı. O da kendini olabildiğince savundu. Mazeretlerini beyan etti. Sonra halife ona şöyle dedi:

- Süleyman b. Kesir'i, İbrahim b. Meymun'u, falanı ve filanı ne­den Öldürdün?

- Çünkü onlar bana isyan ettiler, emrime muhalefet ettiler. Bu cevap karşısında halife Mansur öfkelenip şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana! Kendine isyan edeni öldürüyorsun. Peki sen, bana isyan ettin. Ben seni öldürmeyecek miyim?

Böyle dedikten sonra ellerini birbirine vurdu. Bu, onunla pusuda yatmakta olanlar arasındaki bir işaretti. Hemen koşup geldiler. Ebu Müslim'in üzerine atıldılar. Onlardan biri kılıcını vurdu ve Ebu Müs­lim'in kılıç bağım kesti. O esnada Ebu Müslim şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, beni düşmanlarına bırak.

-  Senden daha büyük düşmanım mı var ki, seni onlara bıraka­yım?

Sonra Mansur, adamlarına kesin talimatını verdi. Onu kılıçlayıp öldürdüler ve bir abaya sardılar. Bundan sonra İsa b. Musa huzura geldi ve şöyle sordu:

- Ey mü'minlerin emiri, bu nedir?

- Bu Ebu Müslim'dir.

- İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciun.

- Üzerime nikmeti değil de nimeti salan Allah'a hamd ederim. Bu olayla ilgili olarak şair Ebu Dülame şöyle demiştir:

«Ey Ebu Müslim! Kul kendisini değiştirmediği sürece Cenâb-ı Al­lah kuluna verdiği nimeti değiştirmez.

Ey Ebu Müslim! Öldürülmek beni korkuttu.

Beni korkuttuğun için ben de kızıl aslan gibi senin üzerine hü-ım ettim. Sana karşı büyüklendim.»

İbn Cerir'in anlattığına göre Mansur, daha önce Osman b. Nü-vk Şebib b. Vec, Ebu Hanife Harb b. Kays ve diğer bir muhafıza kınında bir yerde gizlenmelerini emretmişti. Ebu Müslim yanına

^lip kendisiyle konuştuğunda ve ellerini birbirine vurduğunda he-en yerlerinden fırlayıp gelmelerini ve Ebu Müslim'i öldürmelerini

tenbihlemişti. Ebu Müslim yanma geldiğinde, Mansur ona şöyle dedi:

- Abdullah b. Ali'den ele geçirdiğin o iki kılıca ne oldu?

- İşte biri budur.

- Onu bana göster bakalım.

Ebu Müslim, kılıcı Mansur'a verdi. Mansur, kılıcı alıp dizinin al­tına koydu. Sonra ona şöyle dedi:

- Ebu Abdullah es-Seffah'a mektup yazıp onu ölü arazileri ihya etmekten alıkoymana sebep neydi? Yoksa sen bize dinimizi mi öğret­meye niyetlendin?

- Ben ölü arazileri herhangi bir kimsenin ele geçirmesinin helal olmayacağını sandım. Mü'minlerin emirinin bu konudaki mektubu bana geldiğinde, onun ve ehli beytinin ilim madeni olduklarını öğren­dim.

- Hac yolunda niçin benden ileriye gidip beni geride bıraktın?

- Benim ve senin, ikimizin kafilesinin suyun başında toplanma­malarını arzuladım. Çünkü ikimizin kafilelerinin aynı anda su kay­nağı üzerinde toplanmaları halinde bunun insanlara sıkıntı vereceği­ni düşünmüştüm. İnsanlara zorluk çıkarmamak amacıyla sizi geride bırakıp ileriye gittim.

- Ebü'l-Abbas Seffah'm ölüm haberi sana geldiğinde niçin dönüp yanıma gelmedin?

- Hac yolunda insanlara izdiham vermek istemedim. Zaten ikimi­zin Kûfe'de bir araya geleceğini biliyordum. Benden sana karşı bir muhalefet yoktu.

- Abdullah b. Ali'nin cariyesini kendine mi almak istedin?

- Hayır, ama onun zayi olmasından korktum. Onu çadıra aldım ve basma da bir muhafız diktim.

- Bana mektup yazarken önce kendi adını yazan ve Ali'nin kızı ne Üe evlenmek isteyen, kendini de İbn Sulayt b. Abdullah b. Ab- aiye adlandıran kişi sen değil misin?

Bütün bu karşılıklı konuşmalar devam ederken Mansur'un eli Dü Müslim'in elindeydi. Ebu Müslim, onun ellerini ovuyor, öpüyor e °zür diliyordu. Sonra Mansur ona şöyle sordu:

- Bana rağmen Horasan'a girmenin sebebi neydi?

- Senin kalbine bana karşı nefret girmiş olmasından korktu^ Horasan'a geldim ki, oradan sana özrümü beyan eden bir mektup ya_ zayım da kalbindeki düşmanlığı gidereyim.

- Süleyman b. Kesir'i neden öldürdün? O, senden önce bizini da-vetçimiz ve nakibimizdi.

- O bana muhalefet etmek istedi.

- Yazıklar olsun sana! Sen de bana muhalefet etmek istedin ve bana isyan ettin. Eğer ben seni öldürmezsem Allah beni öldürsün!

Böyle dedikten sonra çadırın sütununa vurdu ve pusuda gizlenen adamlar çıkıp geldiler. Osman, Ebu Müslim'e vurdu, kılıcının bağım kopardı; Şebib de bir darbe indirerek ayağını kesti. Diğerleri de kılıç­larıyla ona hamle yaptılar. Bu arada Mansur da şöyle seslendi: «Hay­di, ne duruyorsunuz? Onu vurun. Allah elinizi koparsın!» Bundan sonra onu boğazladılar, parçalayıp lime lime etiler. Sonra da vücudu­nun parçaları Dicle ırmağına atıldı.

Rivayet olunduğuna göre Mansur, onu öldürdükleri zaman yanı-başında durup şöyle dedi: «Allah sana rahmet etsin ey Ebu Müslim. Bize bey'at ettin, biz de bey'atını kabul ettik. Bize söz verdin, biz de sana söz verdik. Verdiğin sözü yerine getirdin, biz de verdiğimiz sözü yerine getirdik. Bugünlerde bize karşı çıkan herhangi bir kimseyi mutlaka öldüreceğimize dair seninle sözleşmiştik. Sen bize karşı is­yan ettin, biz de seni öldürdük. Kalbinde bize karşı verdiğin hükmün aynısını biz de sana verdik.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mansur şöyle demiştir: «Ey Allah'ın düşmanı, senin bu gününü bize gösteren Allah'a hamdolsun.»

İbn Cerir'in ifadesine göre o esnada Mansur şöyle demiştir:

«Zannettin ki borç ödenmez. Şimdi kile ile öde ey suç babası, Bir zamanlar içirdiğin ve boğazda acı alkan ağacından daha da acılık bırakan kadehten işte sana da içirildi.»

Ebu Müslim'in öldürülmesinden sonra Mansur, halka bir hutbe irad etti ve şöyle dedi:

«Ey insanlar, şükrü terkederek nimet kuşlarım nefret ettirmeyin-Aksi takdirde üzerinize azab iner. İmamlarınıza hiyanet ve hileyi içi­nizde gizlemeyin. Sizden biri bu hususta gizli bir şey yapacak olursa, gizliliği dili ile ortaya çıkar. Yüzünün çizgilerinden anlaşılır. Bakışla' rmdan bunu idrak ederiz. Hakkımızı tanıdığınız sürece biz de hakkı-nızı tanırız. Fazilet ve üstünlüğümüzü takdir ettiğiniz sürece, size iyilik ve ihsanı unutmayız. Bu hilafet gömleğini elimizden almaya ça' lisanın tepesine yumruğumuzu indiririz ki, adamlarınız doğru yola girsinler; valileriniz de kendilerine çeki düzen versinler.

Şu içi karanlık adam, yani Ebu Müslim; bey1 atımıza hiyanet eden bize açıkça desise kuran kimselerin kanını bizim için mubah saya-V ğını ve hakkından geleceğini bize kafi sözle vaad etti. Ama kendisi hu vaadini bozdu, hiyanet eti, günah işledi, nankörlükte bulundu. Biz a uğrumuzda onun başkalarına verdiği hükmü, kendimiz için ona erdik. Ebu Müslim, işe güzelce başladı. Ama sonunda işleri bozdu. İnsanlardan, bize verdiğinden daha çoğunu aldı. İçinin çirkinliğini dışının güzelliğine tercih etti. Onun içinin pislik ve murdarlığını, ni­yetinin bozukluğunu anladık. Bizi bu hususta kınayanlar, onun niye­tinin bozukluğunu bilseler bizi asla kınamazlar. Bizi kınayanlar onun içini bilseler, onu öldürdüğümüzden ötürü bizi mazur sayarlar. Hatta onun öldürülmesini geciktirdiğimizden ötürü bize kızarlar. Ebu Müs­lim, bey'atını bozdu, ahdini yerine getirmedi. Nihayet onu cezalandır­mamızı helal kıldı. Kanını mubah kıldık. Muhalefet edenlere verdiği hükmün aynısını biz de kendisine verdik. Ona tanıdığımız hak, mu­halefet etme hakkını elinden almamıza engel olmadı. Şair Nabiğa ez-Zübyanî, Numan b. Münzir için ne güzel söylemiştir:

"Sana itaat edene, bu itaatma karşılık sen de iyilikte bulun.

Onu menfaatlendir ve ona doğru yolu göster.

Sana karşı gelene ise, hiç merhamet etme.

Ona öyle bir ceza ver ki, zalimleri, yaptıkları zulümlerden caydır-

sın. »

Beyhakî, Hakim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abdullah b. Mübarek'e sordular:

- Ebu Müslim mi, yoksa Haccac mı daha iyidir?

- Ebu Müslim'in herhangi bir kimseden daha iyi olduğunu söyle­yemem. Ama Haccac ondan daha kötü idi. Bazıları onun Müslüman olmadığını iddia ettiler, onu zındıklıkla itham ettiler. Ama Ebu Müs-a    ?e ^öyle birşey bulunduğunu ispatlayan bir delil göremiyorum. Aksine o, işlediği günahlardan ötürü Allah'tan korkan kimselerdendi.

basi devletinin kuruluşu esnasında akıttığı kanlardan ötürü tevbe tığine dair iddialar da vardır. Allah, işini elbette ki daha iyi bilir.» üatib Bağdadî, Ebu Müslim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sabır elbisesini giyindim. Sırları gizli tutmayı tercih ettim. Hü-te • Ve     ^er^e müttefik oldum, kader ve hükümlere müsamaha gös-tı   ^ p   ın§ etmedim. Nihayet gayretimin ve arzumun sonuna ulaş-->> «öyle dedikten sonra da şu şiiri okudu:

«Merv,

^anoğullan meliklerinin aciz kaldıkları şeye ben, sağlam ve yerj  guııan meıiKierınm aciz KaıaiKiarı ş e bır görüş ve sırlarımı gizleyerek ulaştım.

Onları, kendilerinden önce hiçbir kimsenin dalmadığı, Bir uykudan, başlarına kılıçla vurarak uyandırdım. Kendi mülkleri Şam'da uykuya dalmışlarken onları kuşatıver-dim.

Yırtıcı hayvanların çok olduğu bölgede koyunlarını otlatan çoban Uykuya dalarsa, o koyunları aslan otlatmaya başlar.»

Ebu Müslim, hicri 137. senenin şaban ayının 7'sinde, çarşamba günü, Medain'de Öldürüldü. Şaban ayının bitimine beş gün, veya dört gün veya iki gece kala öldürüldüğüne dair çeşitli rivayetler de vardır.

Ravinin biri dedi ki: Ebu Müslim'in ortaya çıkışı, hicri 129. sene­nin ramazan ayında olmuştu. Hicri 127. senenin şaban ayında ortaya çıktığı da söylenir. Bir iddiaya göre o, hicretin 140. senesinde Bağ­dat'ta Öldürülmüştür. Bu yanlış bir ifadedir. Çünkü «Tarih-i Bağdat» adlı eserinde Hatib Bağdadî'nin anlattığına göre o zaman Bağdat şeh­ri henüz kurulmamıştı. Bu söz merduttur.

Bundan sonra Mansur, Ebu Müslim'in adamlarına bağışta bulu­nup kendisine rağbet ettirerek veya korkutarak yahut yöneticilikler vererek gönüllerini kazanmaya çalıştı.

Ebu Müslim'in en güçlü adamlarından ve muhafız kuvvetleri ko­mutam olan Ebu İshak'ı huzuruna çağırttı. Boynunu vurmak istedi. Ancak Ebu İshak şöyle dedi: «Ey mü'minlerin emiri, Allah'a yemin ederim ki, bugün hariç, şimdiye kadar kendimi asla güvende hisset­medim. Huzuruna geldiğim her günde mutlaka kefenimi giyiyor ve kefenime hanut kokusu sürüyordum.» Böyle dedikten sonra iç çama­şırlarını açtı. Hanut kokusu sürüldüğü ve kefenlerini giydiği görüldü. Mansur ona acıdı ve onu serbest bıraktı.

İbn Cerir'in anlattığına göre Ebu Müslim, Abbasi devletinin ku­ruluşu ve Abbasi hakimiyetinin yerleşmesi uğruna yaptığı savaşlarda 600.000 adam öldürmüştür. Bunları, huzurunda eli kolu bağlı olarak Öldürtmüştür. Başka şekilde öldürdükleri de hariç.

Bu yaptıklarından ötürü kendisini kınayıp azarlayan Mansur1 a da şöyle demişti:

- Ey mü'minlerin emiri, bu kadar çektiğim mihnetlerden ve gös­terdiğim yararlılıklardan sonra bana böyle şeyler söylenmemeli ve azarlanmamalıyım.

- Ey kötü kadının oğlu! Eğer senin yerine bir cariyeyi bile bu gö­reve tayin etseydim o da bu işi başarıyla tamamlardı. Sen bütün yap" tıklarım bizim devletimiz ve gücümüz sayesinde yaptın. Eğer bu iş1 kendi gücünle yapmaya kalkışsaydm bir fitil dahi elde edemezdin.

Mansur onu öldürtünce, bir abaya sarıldı. Vücudu paramparça edilmişti. O esnada İsa b. Musa huzura girdi ve şöyle sordu:

- Ey mü'minlerin emiri, Ebu Müslim nerede?

- Az önce buradaydı.

- Ey mü'minlerin emiri, sen onun itaatkar lığını, samimiyetini ve İmam İbrahim'in onun hakkındaki olumlu görüşünü biliyordun. Ne diye öldürdün?

- Ey ahmak! Vallahi, yeryüzünde onun kadar sana düşman olan bir başka kimse bulunduğunu bilmiyorum. İşte o şurada, örtünün al­tındadır.

- İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciun (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve

biz O'na dönücüleriz.).

- Allah senin kalbini söküp atsın! Siz Ebu Müslim'i, yaptığı kötü­lüklerden alıkoyabiliyor, onu iyiliklere sevkedebiliyor muydunuz? Ona karşı bir gücünüz var mıydı?

Bundan sonra Mansur, komutanların önde gelenlerini huzura ça­ğırdı. Ebu Müslim'in öldürülmesinden haberleri yoktu. Ebu Müslim'i öldüreyim mi öldürmeyeyim mi diye onlara danıştı. Hepsi de öldürül­mesini tavsiye ettiler. Hatta bazıları, söyledikleri Ebu Müslim'e ulaş­tırılabilir korkusuyla çekinceli konuştu. Ama Mansur, Ebu Müslim'i öldürdüğünü onlara açıklayınca hepsi sevinç ve memnuniyetlerini açığa vurdular. Bunu beklemiyorlardı. Sonra Mansur insanlara bir hutbe irad etti, konuyu onlara anlattı. Nitekim bu hususu önceki say­falarda da anlatmıştık.

Bundan sonra Mansur, Ebu Müslim'in mallarını ve servetlerini korumakla görevli naibine, Ebu Müslim'in adına bir mektup yazarak yanındaki bütün malları zahire ve mücevherleri getirmesini emretti. Mektubu da Ebu Müslim'in mühürünün tamamı ile mühürledi. Yani yüzüğündeki kaşın tümünü mektubun altına bastırdı. Naib, bu mek­tubun üzerindeki tam vurulmuş mühürü görünce şüphelendi. Çünkü daha önce Ebu Müslim ona şu uyarıda bulunmuştu: «Benim mektu­bum sana geldiğinde dikkatle bak. Eğer yüzüğümün kaşının yarısıyla mühürlenmişse, gereğini yap. Emri yerine getir, çünkü ben mektup-anmı yüzüğümün kaşının yarısıyla mühürlerim. Ama mektup, kaşın umu ile mühürlenmiş olarak sana gelirse, sakın kabul etme ve gere-S11" yapma.»

^aıb, bu mektubun tam mühürle mühürlendiğini görünce, Man-u*ı gönderdiği mektubu kabul etmeye yanaşmadı. Bunun üzerine nsur, bütün mal ve hasılatı alıp naibi öldürmek için adamlarını önderdi.

 a Önce ^u Müslim'in yerine kendisini tayin edeceğine dair  "ulunan Mansur, Ebu Davud İbrahim b. Halid'in Horasan va tayın edildiğine ilişkin mektubunu ona gönderdi. u senede Sinbaz, Ebu Müslim'in kan davasını güderek ortaya

çıktı. Sinbaz, bir Mecusi idi. Komes ve İsfahan'ı ele geçirdi. Kendisi^ Feyruz İsbahbaz deniliyordu. Ebu Cafer el-Mansur, 10.000 kişilik bir süvari ordusunu Cehver b. Mürrar el-İclî komutasında onun üzerine gönderdi. İki ordu Hemedan ve Rey arasındaki çölde karşılaştılar Cehver, Sinbaz'ı hezimete uğrattı. Adamlarından 60.000'ini öldürdü Çocuk ve kadınlarını esir aldı. Bundan sonra da Sinbaz öldürüldü Onun hakimiyeti yetmiş gün sürmüştü. Ebu Müslim'in, Rey'de bulu­nan ve Sinbaz'm eline geçen malları geri alındı.

Bu senede Mülebbed b. Harmele eş-Şeybanî adında biri Cezire'de 1.000 kadar Hariciyi yanına alarak ayaklandı. Mansur da onun üzeri­ne çok sayıda asker gönderdi. Hepsi de ondan kaçıyor ve bozguna uğ­ruyordu. Sonra Cezire naibi Hamid b. Kahtabe onu öldürdü. Müleb­bed de kendisini hezimete uğrattı. Hamid, kalelere sığındı, kendini koruma altına aldı. Fakat daha sonra Hamid b. Kahtabe, 100.000 di­nar vermek şartı ile Mülebbed ile barış yapma teklifinde bulundu. Mülebbed bunu kabul etti ve ona ilişmeden geri döndü.

Vakidî'nin ifadesine göre bu senede halifenin amcası İsmail b. Ali b. Abdullah b. Abbas insanlara haccettirdi. Bu zat Musul valisi idi. Küfe valisi İsa b. Musa, Basra valisi Süleyman b. Ali, Cezire valisi Hamid b. Kahtabe, Mısır valisi Salih b. Ali, Horasan valisi Ebu Da-vud İbrahim b. Halid, Hicaz valisi de Ziyad b. Abdullah idi.

Halifenin, Sinbaz ve diğer asilerle meşgul oluşundan ötürü bu se­nede Anadolu gazası yapılmadı.

Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi bu senede vefat eden meş­hur şahsiyetler arasında Ebu Müslim el-Horasanî ve Yezid b. Ebi Zi­yad bulunmaktadır. Yezid, Ebu Müslim aleyhinde konuşanlardan biri idi. Nitekim bunu «Tekmil» adlı eserimizde anlatmışızdır. Doğrusu­nu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [18]

 

Hicretin Yüzotuzsekîzinci Senesi

 

Bu senede Bizans imparatoru Konstantin, zor kullanarak Malat­ya'ya girdi. Şehrin surlarını yıktı ve karşısına çıkan Malatyalı savaş­çılardan ele geçirebildiklerini affetti.

Bu senede Mısır valisi Salih b. Ali, İç Anadolu'ya gidip gaza yaptı-Bizanslıların yıktıkları Malatya surlarını onardı. Kardeşi İsa b. Ali'ye 40.000 dinar verdi. Aynı şekilde kardeşi oğlu Abbas b. Muhammed b-Ali'ye de 40.000 dinar verdi.

Ebu Müslim'in mağlub ettiği, bu nedenle Basra'ya kaçarak karde­şi Süleyman b. Ali'ye sığınan Abdullah b. Ali, bu sene itaatle dönüp halifeye bey'at etti. Ama ileriki sayfalarda da anlatılacağı gibi Bağdat zindanında hapsedildi.

Bu senede Sinbaz'ı mağlub edip mallarını ele geçiren, ayrıca Ebu Müslim'in mallarına da sahip olup bu sayede kendini güçlendiren ve hiç kimsenin kendisini mağlub edemeyeceği zannma kapılan Cehver b Mürrar el-İclî de halifeye başkaldırdı. Halife onun üzerine büyük bîr ordu ile Muhammed b. Eş'as el-Huzaî'yi gönderdi. İki taraf şiddet­lice savaştılar. Cehver, hezimete uğradı. Askerlerinin çoğu öldürüldü, yanındaki mallar, ürünler ve hazineler ganimet edildi. Sonra da ya­kalanıp öldürüldü.

Bu senede Harici Mülebbed, 8.000 askerle üzerine giden Hazim b. Kuzeyine tarafından Öldürüldü. Mülebbed'in 1.000'den fazla adamı öldürüldü. Geri kalanlar bozguna uğrayıp kaçtılar.

Vakidî'nin ifadesine göre, bu senede Fadl b. Ali insanlara haccet­tirdi. Vilayetlerin valileri, önceki senelerde vali olarak adları geçen kimselerdi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Zeyd b. Vakid, Alâ b. Abdurrahman, Leys b. Ebi Süleym de vardır.

Bu senede Emevilerin elindeki dahili hilafet Endülüs'e geçti. Bu Emevi halifesi, Abdurrahman b. Muaviye b. Hişam b. Abdülmelik b. Mervan el-Haşimî idi. Ben onun Haşimî olmadığı kanaatındayım. O, Ümeyyeoğullanndandı ve kendisine Emevi deniliyordu. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas'tan kaçıp Mağrib ülkesine girdi. Beraberin­deki kaçaklarla bfriikte oralardan da ilerilere doğru gitti. Bunlar, Ye-menlilik ve Mudarlıhk asabiyeti uğruna savaşıyorlardı. Abdurrah­man, kölesi Bedr'i göndererek onları kendine taraftar yaptı ve ona bey'at ettiler. Sonra Endülüs ülkesine girip orayı istila ettiler. Vali Yusuf b. Abdurrahman b. Habib b. Ebi Ubeyde b. Ukbe b. Nafi el-Fih-rî'nin elinden Endülüs'ü aldılar ve vali Yusuf u öldürdüler.

Abdurrahman b Muaviye, Kurtuba'da ikamet etti. Endülüs'teki halifeliği hicretin 172. senesine kadar devam etti. O senede vefat etti. Kırküç sene birkaç ay süreyle halifelik yaptı. Ondan sonra oğlu Hi­şam, altı yıl birkaç ay müddetle halifelik yaptı. Sonra o da vefat etti. Yerine Hakem b. Hişam geçti. O da yirmialtı sene birkaç ay müddetle halifelik yaptıktan sonra vefat etti. Onun ardısıra oğlu Abdurrahman h- Hakem de otuzüç sene müddetle halifelik yaptı ve vefat etti.

Onun ardından Muhammed b. Abdurrahman b. Hakem de halife­liğe geçip yirmialtı sene müddetle hüküm sürdü. Ondan sonra oğlu Münzir b. Muhammed, ardından Abdullah b. Muhammed b. Münzir adındaki kardeşi halifeliğe geçtiler. Abdullah b. Muhammed b. Mün-zır'üı halifeliği, hicri 300. seneden sonra kısa bir süre devam etti. İle­nde de anlatacağımız gibi, bu senelerin geçmesinden ve bu insanların dünyadan göçmesinden sonra Endülüs hilafeti de yıkılıp yok ohnuş-tur- Onların bu hakimiyetleri esnasında elde ettikleri nimetler, sahip

oldukları lüks hayat ve güzel kadınlar, hep yok olup gitti. Sanki belli bir miadı bekliyorlarmış çakına o seneler sona erdi. O senelerde yaşa­yan insanlar da bu dünyadan ayrılıp gittiler. Kuru bir yaprağa dö­nüştüler; soldular, kurudular ve saba rüzgarları onları savurup gö­türdü. [19]

 

Hicretin Yüzotuzdokuzuncu Senesi

 

Bu senede Salih b. Ali, Malatya şehrini yeniden kurup onarma işini tamamladı. Sonra da Hades yolu ile İç Anadolu'ya gidip gaza yaptı. Bizans'ın içlerine doğru ilerledi. Beraberinde kız kardeşleri Ali kızı Ümmü İsa ve Lübabe de gaza yapıyorlardı. Bunlar, Emevi devle­tinin yıkılması durumunda bile yüce Allah uğruna cihad etmeyi ada­mışlardı.

Bu senede Mansur'la Bizans imparatoru arasında yapılan bir antlaşma gereğince esir mübadelesi yapıldı. Bazı Müslüman esirler böylece kurtuldular.

Bundan sonra hicretin 146. senesine kadar Anadolu gazvesi ya­pılmadı. Çünkü Mansur, Abdullah b. Hasan'ın oğullarıyla uğraşıyor­du. Nitekim bunu ileride anlatacağız. Ama bazılarının anlattıklarına göre Hasan b. Kahtabe, İmam İbrahim'in oğlu Abdülvehhab'la birlik­te hicretin 140. senesinde Anadolu'ya gaza yapmıştır. Doğrusunu Al­lah bilir.

Bu senede Mansur, Mescid-i Haram'ı genişletti. Bu sene cidden bol verimli bir seneydi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, Mes­cid-i Haram'ı hicretin 140. senesinde genişletmiştir.

Sonra Mansur, amcası Süleyman'ı Basra valiliğinden azletti. Ab­dullah b. Ali ile adamları, başlarına bir kötülük gelmesinden kortuk-ları için gizlendiler. Bunun üzerine Mansur, Basra valisi Süfyan b. Muaviye'ye haber salarak Abdullah b. Ali'yi kendisine göndermesini emretti. O da Abdullah'ı, adamlarıyla birlikte Mansur'a gönderdi. Mansur, bunların bir kısmını öldürdü. Amcası Abdullah b. Ali'yi hap­se attı. Diğer adamlarım da Horasan valisi Ebu Davud'a gönderdi. Ebu Davud onları Horasan'da öldürdü.

Bu senede Abbas b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, in­sanlara haccettirdi.

Bu senede Amr b. Mücahid, Yezid b. Abdullah b. el-Had, Yunus b. Ubeyd vefat ettiler. Yunus, abidlerden biri olup Hasan-ı Basrî'nin ar­kadaşıydı. [20]

 

Hicretin Yüzkırkıncı Senesi

 

Bu senede bazı askerler Horasan valisi Ebu Davud'a karşı ayak­landılar. Evini kuşatma altına aldılar. O da sesini kendi taraftarları­na duyurup yardım istemek maksadıyla dama çıktı. Kerpiçlerden bi­rine yaslandı. Duvardaki bu kerpiç kırılınca kendisi yere düştü; beli kırıldı ve bu nedenle vefat etti. Güvenlik amiri Asım, onun yerine Ho­rasan vali vekilliğine geçti. Bu vekaleti, halife tarafından Horasan valiliğine atanan Abdülcebbar b. Abdurrahman el-Ezdî'nin göreve ge­lip başlamasına kadar devam etti. Vali gelince Horasan'ı ondan tes­lim aldı. Bazı komutanları öldürdü. Çünkü onlar, halifeliğin Hz. Ali ailesine verilmesi gerektiğine dair propaganda yapmaktaydılar. Di­ğerlerini ise hapsetti. Ebu Davud'un mallarını ele geçiren bazı komu­tanları da tutuklayıp sorguladı.

Bu senede halife Mansur, Hire'de ihrama girip hacca gitti. Haccı-m tamamladıktan sonra Medine'ye döndü. Oradan Kudüs'e gidip Mescid-i Aksa'yı ziyaret etti. Sonra Şam yoluna koyularak Rakka'ya gitti. Oradan da Kûfe'ye bağlı Haşimiyye'ye gitti.

Bu senedeki vilayet valileri, önceki senelerde adları geçen valiler­di. Yalnız Horasan valisi Ebu Davud vefat etmiş, yerine Abdülcebbar el-Ezdî geçmişti.

Bu senede Davud b. Ebi Hind, Ebu Hazim Seleme b. Dinar, Sü­heyl b. Ebi Salih ve Ummare b. Gaziyye b. Kays es-Sekunî vefat etti­ler. [21]

 

Hicretin Yüzkırkbirînci Senesi

 

Bu senede kendilerine Rayendiler denilen bir grup, Mansur'a karşı ayaklandılar. İbn Cerir'in Medainî'den naklederek anlattığına göre, bunların aslı Horasan'dandır. Bunlar Ebu Müslim el-Horasanî1-nin görüşündeki kimselerdi, tenasüh (ruh göçü) inancına sahiptiler. Adem peygamberin ruhunun Osman b. Nüheyk'e geçtiğini iddia edi­yorlardı. Kendilerine yediren ve içiren rablerinin Ebu Cafer el-Man-^ olduğunu kabul ediyorlar, Heysem b. Muaviye'nin ise Cebrail ol­duğunu söylüyorlardı. Allah onları kahretsin.

İbn Cerir dedi ki; Bunlar, bir gün Mansur'un köşkünün yanına geldiler. Köşkü tavaf etmeye başladılar ve: «İşte bu, rabbimizin köş­küdür.» dediler. Mansur;da onların reislerine adanı gönderdi. Onlar­dan 200 kişiyi hapse attırdı. Ravendüer buna kızıp: «Onları niçin hapsediyorsun?» dediler. Sonra gidip bir boş tabut temin ettiler ve bunu omuzlarına aldılar. Sanki bir cenazeyi mezara götürüyorlarrruş gibi yaparak toplandılar, hapishanenin kapısına gittiler. Tabutu bıra­kıp zorla hapishaneye girdiler. İçerideki taraftarlarım çıkardılar. 600 kadar kişi olduktan sonra Mansur'un üzerine gittiler. Halk bağrışma-ya başladı. Şehrin kapıları kilitlendi.

Mansur, köşkünden çıkıp yaya olarak onlara doğru geldi. Binecek bir binit bulamamıştı. Sonra kendisine bir binit getirildi, bindi ve Ra-vendilere doğru geldi. Her taraftan insanlar geldiler.

Bu sırada Maan b. Zaide de gelmişti. Mansur'u görünce bineğin­den indi ve Mansur'un bineğinin yularını tutup: «Ey mü'minlerin emiri, sen köşküne dön. Biz bunların hakkından geliriz.» dediyse de Mansur geri dönmedi. Bu arada pazardaki insanlar toplanıp geldiler ve Ravendilerle savaşmaya başladılar. Askerler de gelip bunların et­rafında çember oluşturdular ve Ravendileri baştan sona kırıp geçirdi­ler. Geride bir tek adamları dahi kalmadı.

Ne var ki bunlar, Osman b. Nüheyk'in omuzları arasına bir ok isabet ettirmişlerdi. Birkaç gün hasta yattıktan sonra Osman vefat etti. Halife Mansur, cenaze namazım kıldırdı, defni tamamlanıncaya kadar mezarının başında durdu. Onun için dua etti. Sonra Osman'ın kardeşi İsa b. Nüheyk'i güvenlik kuvvetlerinin başına komutan ola­rak tayin etti. Bütün bu hadiseler Küfe'ye bağlı Haşimiye kasabasın­da vuku bulmuştu.

Mansur, Ravendilerle yapılan savaşı tamamladıktan sonra, o gün halka öğle namazını son vaktinde kıldırdı. Sonra kendisine yemek ge­tirildi. «Maan b. Zaide nerede?» diye sordu. Maan gelinceye kadar ye­meğe el uzatmadı. Maan geldikten sonra onu yanına oturttu. Sonra huzurundaki adamları yanında onun gösterdiği kahramanlıktan do­layı teşekkürlerini ifade etti. Maan da ona şöyle cevap verdi: «Allah'a yemin ederim ki ey mü'minlerin emiri, ben oraya gelirken korkuyor­dum, ama senin onları hiçe saydığını ve üzerlerine cesaretle geldiğini görünce kalbim kuvvetlendi, kendime güvenmeye başladım. Hiçbir kimsenin savaşta böyle cesaretli olacağını sanmıyordum. Senin tutu­mun beni cesaretlendirdi ey mü'minlerin emiri.»

Mansur ona 10.000 dinar verilmesini emretti. Ondan hoşnud oldu ve onu Yemen valiliğine atadı. Maan b. Zaide, daha önce halifeden korkup saklanmaktaydı. Çünkü o, İbn Hübeyre'yle birlikte Müsevvi-de'ye karşı savaşmıştı. İşte Ravendüer savaşı esnasında o gün ortaya çıktı. Halife onun kendisine samimi olarak bağlı olduğunu ve savaşta yararlılığını görünce hoşnud oldu.

Anlatıldığına göre Mansur kendi kendine şöyle demiştir: «Ben üç evde hata yaptım. Ebu Müslim'le savaştım. Oysa ben o zaman az skere sahiptim, yanımda az sayıda adam vardı. Şam'a giderken de hata yaptım. Eğer Irak'ta iki kılıç karşı karşıya gelip çarpışacak ol­saydı halifelik elimden giderdi. Bir de Ravendilerle yapılan savaş gü­nünde olay yerine bizzat gitmekte hata ettim. Eğer o esnada hedefini şaşırmış bir ok gelip bana isabet etmiş olsaydı boş yere Öldürülmüş olacaktım.» İşte bu söz, onun akıllı ve kesin kararlı olmasının bir gös­tergesidir.

Bu senede halife Mansur, kendisinden sonra hilafete geçmesi için oğlu Muhanımed'i veliaht tayin etti. Ona Mehdi adını verdi. Onu Ho­rasan valiliğine tayin etti. Horasan'daki vali Abdülcebbar b. Abdur-rahman'ı görevden aldı. Çünkü o, halifenin taraftarlarından birçok kimseleri öldürmüştü. Halife Mansur bu durumu mektuplarının yazı­cısı Ebu Eyyüb'a şikayet etmiş; o da kendisine şöyle demişti:

«Ey mü'minlerin emiri, Bizanslılarla gaza yapmak için Hora­san'dan büyük bir ordu göndermesini ona emret. Eğer Horasan'dan ordu çıkıp gidecek olursa orası güçsüz kalır. Sen de dilediğin askeri birliği oraya gönderirsin ve onu Horasan'dan zelil ve küçültülmüş bir şekilde çıkartırlar.»

Mansur, bu emrini içeren bir mektubu Horasan valisi Abdülceb-bar'a gönderdi. O da halife Mansur'a gönderdiği cevabi mektupta şöy­le dedi:

«Horasan beldelerinde Türkler fesat çıkardılar, eğer Horasan or­dusu başka yere gidecek olursa korkulu durumlarla karşılarız. Hora­san fesada maruz kalır.»

Mansur, onun gönderdiği cevabı Ebu Eyyüb'a gösterip: «Sen ne diyorsun bu hususta?» diye sordu. Ebu Eyyüb da şöyle dedi:

«Ona yazacağımız mektupta dersin ki: Horasan, diğer sınır şehir­lerine nispetle takviye kuvvete daha fazla ihtiyacı olan bir vilayettir. Ben bu amaçla Horasan'a büyük bir orduyu gönderiyorum.»

Mansur bu ifadeleri içeren mektubunu Abdülcebbar'a gönderdi. Abdülcebbar ise gönderdiği cevabi mektupta şunları yazdı:

«Bu senede Horasan'da kıtlık vardır. Eğer Horasan'a takviye kuv­vetler gelecek olursa iş tamamen bozulur ve halk sıkıntıya düşer.»

Bu mektubu, halife Mansur Ebu Eyyüb'a gösterdi ve: «Peki buna ne Cevap vereceğiz?» diye sordu. O da şu cevabı verdi:

«Ey mü'minlerin emiri, bu adam niyetini açığa vurdu. Seni artık anunıyor, kendisine hiç mühlet verme.»

Bu sırada halife Mansur, oğlu Muhammed el-Mehdi'yi Rey'de ika- etmesi için gönderdi. Mehdi, Abdülcebbar'a önce Hazim b. Hüzeyme'yi gönderdi. Hazim, Abdülcebbar'ı ve beraberindekileri korkut­tu. Onlar da Abdülcebbar'ı bırakıp kaçtılar. Hazim ve adamları onu yakalayıp bir deveye ters olarak bindirdiler. Yüzü devenin kuyruğu, na yönelikti. Onu bu şekilde şehirde dolaştırdılar. Nihayet onu oğlu ve bir grup aile efradıyla birlikte halife Mansur'un huzuruna getirdi­ler. Mansur da onun boynunu vurdurdu. Oğlunu ve beraberindekileri Yemen tarafında bir adaya sürdü. Daha sonra Hindliler onun oğlunu esir aldılar, ama bir müddet sonra birisi onun fidyesini verdi ve onu kurtardı.

Mehdi, Horasan valiliğine yerleşti. Babası ona, Taberistan'a gidip gazve yapmasını, beraberindeki askerlerle İsbahbaz'a karşı savaşma­sını emretti. Ömer b. Alâ komutasındaki bir askeri birliği de yardımı­na gönderdi. Ömer, Taberistan savaşı esnasında insanların en bilgili­si idi. Şair onun hakkında şöyle demiştir:

«Yanına vardığımda samimi bir şekilde -itham edilen kimsede za­ten hayır yoktur- Öğüt vererek halifeye de ki:

Eğer düşmanlarla yapılacak olan savaş seni uykundan uyandrnr-sa,

Bu savaş için Ömer'i uyandır, sonra kendin uyumana devam et.

Ömer öyle bir yiğittir ki, kindarlık üzerine uyumaz ve suyu da ancak kanla içer.»

İki ordu Taberistan'da karşı karşıya geldiler. Mehdi'nin askerleri orayı fethettiler. İsbahbaz'ı çembere aldılar. Nihayet o kendi kalesine sığınmak mecburiyetinde kaldı. Kaledeki zahireleri verme karşılığın­da onlarla barış antlaşması yaptı. Mehdi de bu durumu babasına bir mektupla bildirdi. İsbahbaz, Deylem şehrine gitti. Orada vefat etti.

Mehdi komutasındaki ordu, Masmağan adındaki Türk hükümda­rım da yendi. Çoluk çocuklarından ve kadınlardan bir kısmım esir al­dı. İşte bu, Taberistan'm ilk fethi oldu.

Bu senede Cibril b. Yahya el-Horasanî tarafından Masisa şehri­nin kuruluşu tamamlandı.

Bu senede İmam İbrahim'in oğlu Muhammed. Malatya şehrinde gazaya devam etti.

Halife Mansur, Ziyad b. Ubeydullah'ı Hicaz valiliğinden azletti. Medine valiliğine Muhammed b. Halid el-Kusarî'yi tayin etti. O da receb ayında Medine'ye gidip göreve başladı. Mansur, Mekke ve Taif valiliklerine, Heysem b. Muaviye el-Akkî'yi atadı.

Mansur'un güvenlik kuvvetleri komutanı Musa b. Ka'b vefat etti. Mısır'ın valisi ise geçen senenin valisi idi, değiştirilmemişti. Mansur, bundan sonra Mısır'a, Muhammed b. Eş'as'ı vali olarak atadı. Sonra onu bu görevden alıp yerine Nevfel b. Fürat'ı atadı.

Bu senede Kinnesrin, Humus ve Dımışk valisi Salih b.. Ali, insan­lara haccettirdi.

Diğer valiliklerin başında adları önceki senelerde zikredilen vali­ler bulunuyordu. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede Eban b. Tağlib, "Meğazi" adlı eserin sahibi Musa b. Ukbe, (bir kavle göre de) Ebu İshak eş-Şeybanî vefat ettiler. Doğrusu­nu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [22]

 

Hicretin Yüzkırkikinci Senesi

 

Bu senede Sind valisi Uyeyne b. Musa b. Ka'b, halifeye başkaldır­dı. Halife, Ömer b. Hafs b. Ebi Süfra komutasında bir askeri birlik hazırlayarak onun üzerine gönderdi/Ayrıca Ömer'i, Sind ve Hind eyaletine vali olarak atadı. Ömer b. Hafs, Uyeyne ile savaştı. Onu mağlub etti ve Sindi onun elinden teslim aidi.

Bu senede Taberistan1 daki İsbahbaz, Müslümanlarla yapmış ol­duğu antlaşmayı bozdu. Taberıstan'daki Müslümanların bir kısmım öldürdü. Halife de Hazim b. Hüzeyme ve Ravh b. Hatim komutasında bir askeri birliği hazırlayıp onun üzerine gönderdi. Bunlarla beraber Mansur'un azatlısı Merzuk Ebu Hasib de vardı. Bunlar gidip İsbah­baz'ı uzun bir sü*e kuşatma altında tuttular. İsbahbaz'ın içinde bu­lunduğu kaleyi fethetmek uzaymca yoruldular. Buna bir hüe yapmak istediler. Ebu Hasib dedi ki: «Siz beni dövün, saçımı ve sakalımı traş edin.» Onlar da böyle yaptılar. O da sanki Müslümanlara kızmış gibi bir tavır takındı ve İsbahbaz'm yanına gitti. Gerçekten de Müslüman­lar Ebu Hasib'i dövmüşler, sakalını traş etmişlerdi.

Ebu Hasib, İsbahbaz'm bulunduğu kaleye girdi. İsbahbaz onun gelişine sevindi. Ona ikramda bulundu, yakınında yer verdi. Ebu Ha­sib de ona samimi bir dost gibi davrandı, hizmetinde bulundu. Niha­yet bir fırsatım bulup onu tuzağa düşürdü.

Ebu Hasib, İsbahbaz yanında mevki sahibi oldu. Kaleyi açıp ka­pamakla görevli kişiler arasına kattılar. Ebu Hasib bu göreve atanın­ca Müslümanlarla mektupiaşarak, falan gecede kale kapısını kendile­rine açacağını ve geldiklerinde kapıyı onlara açabilmesi için kapıya yakın bir yerde durmalarını bildirdi. Belirlenen gece olunca Ebu Ha­sib, Müslümanlara kalenin kapısını açtı, onlar da içeri girdiler, içeri­deki savaşçıları öldürdüler. Çoluk çocuğu, kadınları esir aldılar. Is-kahbaz, o esnada kaşının altında zehir bulunan bir yüzüğü olduğu gi­bi yuttu ve öldü. Müslümanların o günde esir aldığı kimseler arasın-<*a Ümrnü Mansur b. Mehdi, Ümmü İbrahim b. Mehdi de bulunuyor­du- Bunlar, hükümdarların güzel kızlarmdandı.

Bu senede Mansur, Basralılar için Ceban'da bir namazgah yaptır­dı. Buranın inşasını Fırat ve Eble valisi Seleme b. Said b. Cabir üst­lendi.

Mansur, ramazan ayını Basra'da geçirdi, orucunu orada tuttu. Bayram namazını o namazgahta Müslümanlara kıldırdı.

Bu senede Mansur, Nevfel b. Furat'ı Mısır valiliğinden azletti, ye­rine Hamid b. Kahtabe'yi atadı.

Bu senede İsmail b. Ali insanlara haccettirdi.

Bu senede halifenin amcası ve Basra valisi Süleyman b. Ali b. Ab­dullah b. Abbas vefat etti. Vefatı, cemaziyelahir ayının bitimine yedi gün kala cumartesi günü vuku buldu. Vefat ederken ellidokuz yaşın­daydı. Namazını kardeşi Abdüssamed kıldırdı.

Süleyman b. Ali, babasından, İkrime'den, Ebu Bürde b. Ebi Mu­sa'dan rivayetlerde bulunmuştur. Aralarında oğulları Cafer ile Mu-hammed, Zeynep ve Asmaî'nin de bulunduğu bir topluluk ondan ha­dis rivayet etmişlerdir.

Yirmi yaşında iken saçı sakalı ağardı, o yaşta iken sakalına kına sürdü. Kerem sahibi, cömert ve övgüye layık bir kimse idi. Her sene arefe günü yüz köle azad ederdi. Haşimilerden, diğer Kureyşlilerden ve Ensâr'dan olanlara 5.000.000 dirhem civarında yardımda bulun­muştu.

Bir gün köşkünde iken, Basra evlerinden bir evde kadınların öre-ke ile yün eğirdiklerini gördü. Onlardan birinin şöyle dediğini işitti: «Keşke vali bize baksa da durumumuzu öğrense ve şu örekelerle yün eğirme zahmetinden bizi kurtarsa.» Kadının böyle dediğini işitince hemen harekete geçti. Köşkünde dolaşmaya başladı, kadınlarının al­tın, mücevher ve diğer zinet eşyalarını topladı. Hepsini büyük bir mendile doldurdu. Sonra bu mücevher dolu bohçayı o kadınların bu­lunduğu eve sarkıttı. Üzerlerine bol miktarda dinar ve dirhem saçtı, Bu durumu gören kadınlardan biri, aşırı sevincinden ötürü oracıkta oluverdi. O kadının diyetini ve eve sarkıttığı mücevherlerle paralar­dan hissesine düşeni, mirasçılarına verdi.

Seffah'ın halifeliği zamanında hac emirliği yaptı. Mansur'un za­manında Basra valiliği yaptı. Abbasoğullarının seçkinlerindendi. İs­mail, Davud, Salih, Abdüssained, Abdullah, İsa ve Muhammed'in kardeşi idi. Seffah ile Mansur'un da amcalarıydı.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Halid el-Hiz-za, Asım el-Ahvel ve bir kavle göre de Amr b. Ubeyd el-Kaderî vardır.

Amr b. Ubeyd'e, Ömer b. Ubeyd b. Sevban da denir. İbn Keysan diyenler de vardır. Teym kabilesindendir. Bu kabileden Ebu Osman el-Basrî'nin azatlısıdır. Farslılardandır. Kaderiye ve Mutezile mez-heblerinin.üstadıdır. Haşan-ı Basrî, Ubeydullah b. Enes, Ebü'I-Aliye ve Ebu Kılabe'den hadis rivayet etmiştir. İki Hammad, Süfyan b. Tjyeyne ve akranlarından A'meş, Abdülvaris b. Said, Harun b. Musa, Yahya el-Kattan ve Yezid b. Zürey' de ondan hadis rivayet etmişler-

İmam Ahnıed b. Hanbel onun için şöyle demiştir: «O, kendisinden ı,adis rivayet edilmeye ehil biri değildi.» Ali b. Medinî ile Yahya b. Main: «O, hadis konusunda önemli bir kimse değildi.» demişlerdir. İbn Main bu hususta onunla ilgili olarak şu eklemeyi yapmıştır: «O kötü bir adamdı. İnsanların ekinler gibi olduklarını iddia eden Dehri-lerdendi.» Fellas ise onun metruk ve bid'atçı bir kimse olduğunu ifade etmiştir. Yahya el-Kattan, bize ondan hadis rivayet ederdi ama sonra onu terketti. îbn Mehdi ise,ondan hadis rivayet etmezdi. Ebu Hatim, onun metruk olduğunu söylemiştir. Neseî ise, sika (mutemed) olmadı­ğını ifade etmiştir. Şu'be, Yunus b. Ubeyd'in şöyle dediğini nakletmiş-tir: «Amr b. Ubeyd, hadiste yalan söylerdi.» Hammad b. Seleme ise Humeyd'in kendisine şöyle dediğini nakletmiştir: «Ondan hadis riva­yet etme, çünkü o Hasan-ı Basrî'ye yalan isnad ediyordu.» Eyyüb ve Avf ile İbn Avn da böyle demişlerdir. Eyyüb: «Ben onun aklının tam olmadığını biliyorum.» demiştir. Matar el-Verrak ise şöyle demiştir: «Vallahi, ben hiçbir hususta onu tasdik etmem.».

İbn Mübarek ise şöyle demiştir: «Alimler onun hadisini terketti-ler. Çünkü o Kaderciliğe davet ediyordu. Birçok cerh ve ta'dil imamı onun zayıf olduğunu söylemişlerdir. Diğerleri ise ibadeti, zahidliği ve lüksten uzak durması nedeniyle onu övmüşlerdir.»

Hasan-ı Basrî onun hakkında şöyle demiştir: «Bu, âlimlerin genç­lerinin efendisidir. Ama hadis nakletmediği müddetçe.» Dediler ki: O hadis nakletti, vallahi hem de çok nakletti.

îbn Hibban dedi ki: O, hadis nakledinceye kadar, takva ve ibadet ehli bir kimse idi. Daha sonra Hasan-ı Basrî'nin yanından uzaklaştı. Beraberinde bir topluluk da Hasan-ı Basrî'yi terkettiler. Bunlara Mu­tezile adı verildi. Hadis konusunda yalan söyler ve sahabelere söver­di. Ama bunu kasden yapmazdı, yanıldığından dolayı yapardı. Onun Şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Eğer Levh-i Mahfuz'da Ebu Leheb'in elleri kurumuşsa bu Ademoğullarına karşı ondan bir hüccet sayıl­maz.»

ibn Mesud'un şu hadisi kendisine rivayet edilmişti: Özü sözü doğ­ru ve söyledikleri doğrulanmış olan Rasûlullah (s.a.v.) bize buyurdu  "Sizden birinizin ana karnında yaratılışı kırk günde tanıamla-ır--- Ona dört kelime emredilir (o kelimeler de şunlardır): Rızkı, ece-J> anieli, şaki veya said oluşu.»

Ömer b. Ubeyd b. Sevban, bu rivayeti dinleyince şöyle dedi: «Eğer meŞin bu hadisi rivayet ettiğini işitseydim onu yalanlardım. Bu hadisi Zeyd b. Vehb'den işitseydim, onu sevmezdim. İbn Mesud'tan işit. şeydim, kabul etmezdim. Rasûlullah (s^a.vO'ın kendisinden de işitsey­dim, reddederdim. Allah'ın bu hadisi söylediğini işitseydim, ona der­dim ki: Bu söz üzerine bizden misak (kesin söz) almadın!» Bu ifade küfrün en çirkin örneklerinden biridir. Eğer böyle demişse Allah ona lanet etsin. Ama eğer ona iftira edilmişse, kendisine bu iftirayı yapa­na Allah lanet etsin ve Allah müstehakkını versin. Abdullah b. Mübarek şöyle demiştir:

«Ey ilim talep eden kişi, Hammad b. Zeyd'e git. İlmi yumuşak huylulukla elde et. Sonra sağlam bir kayda bağla. Amr b. Ubeyd'irı eserlerinde olan bid'atlan da terket.»

İbn Adiy dedi ki: «Amr, insanları zühdü ile aldatırdı. Aslında o verilmiştir. Hadisi cidden zayıf olan bir kimsedir. Bid'atlan açığa vu­rur, ilan ederdi.»

Darekutnî, onun hadislerinin zayıf olduğunu söylemiştir. Hatib Bağdadî ise onun hakkında şöyle demiştir: «Hasan-ı Bas-rî'nin meclisine katıldı. Onun sohbetine iştirak etmekle meşhur oldu. Sonra Vasıl b. Atâ, onu Ehl-i Sünnet mezhebinden ayırıp uzaklaştır­dı. Kaderci görüşe saplandı. İnsanları da bu görüşe davet etti. Hadis ashabından uzaklaştı. Biraz zühdü ve lüksten kaçışı vardı. Kendim insanlara böyle gösterirdi.»

Anlatıldığına göre Amr b. Ubeyd ile Vasıl b. Atâ, hicri sekseninci senede doğmuşlardır. Buharî'nin anlattığına göre Amr, hicri 142. ve­ya 143. senede Mekke yolunda vefat etmiştir. O, Ebu Cafer el-Man-sur katında itibarlı bir kimse idi. Mansur onu sever, ona saygı göste­rirdi. Çünkü o âlimlerle birlikte Mansur'un ziyaretine gelir, Mansur onlara armağanlar verir; âlimler bu armağanları alır, ama Amr'ın kendisi Mansur'dan hiçbir şey almazdı. Mansur ona, diğer arkadaşla­rının kabul ettikleri gibi kendisinin de armağan kabul etmesini söy­lerse de o hiç kabul etmezdi. İşte onun bu tavrı Mansur'u aldatmış ve Mansur katında itibar sahibi olmasına yol açmıştı. Çünkü Mansur, cimri idi. Onun bu tavnndan çok hoşlanırdı. Bu hususta şöyle bir şiir okumuştu:

«Hepiniz yavaş yürüyorsunuz. Ama buna rağmen av peşindesiniz. Yalnız Amr b. Ubeyd hariç.»

Eğer Mansur onun iç yüzünü görseydi, yanındaki âlimlerden her birinin, yeryüzü doluşunca Amr b. Ubeyd'den daha hayırlı oldukları­nı anlardı. Zahidlik, kişinin salih olduğunu isbatlamaya yetmez. Çün­kü bazı rahipler o kadar zahid olurlar ki, onların zahidliğine ne Amr ne de birçok Müslüman, güç getiremez.

İsmail b. Halid el-Kanebî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

«Abadan'da, vefat edişinden sonra Hasan b. Cafer'i rüyada gör­düm. Bana: "Eyyüb, Yunus ve îbn Avn Cennet'tedirler." dedi. Kendi­sine: "Ya, Amr b. Ubeyd nerede?" diye sormam üzerine, "O, Cehen-nem'dedir." dedi.»

İkinci kez rüyada görmüş, üçüncü kez görmüş, bu soruyu sordu­ğunda hep aynı cevabı almıştı. Amr b. Ubeyd hakkında kötü rüyalar görülmüştü.

Şeyhimiz, «Tehzib» adlı eserinde Amr b. Ubeyd'in biyografisinden uzun uzadıya bahsetmiştir. Ancak biz onun biyografisini «Tekmil» ad­lı kitabımızda özetledik. Burada ise onun halinden bir nebze bahset­tik ki durumu bilinsin ve kimse ona aldanmasın. Doğruyu en iyi bilen elbette ki yüce Allah'tır. [23]

 

Hicretin Yüzkırküçüncü Senesi

 

Bu senede halife Mansur, insanları Deylem üzerine gaza yapma­ya davet etti. Çünkü Deylemliler birçok Müslümanı öldürmüşlerdi. Mansur, Küfe ve Basra halkına çağrıda bulunarak savaşabilecek du­rumda olan 10.000 veya daha fazla askerin orduyla birlikte Deylem'e gitmesini istedi. Bu çağrısına büyük bir kalabalık icabet etti.

Bu senede Küfe valisi İsa b. Musa insanlara haccettirdi.

Bu senede Haccac es-Savvaf, Humeyd b. Ru'be et-Tavil ve Süley­man b. Turhan et-Teymî vefat ettiler. Bir kavle göre Amr b. Ubeyd, Sahih kavle göre Leys b. Ebi Süleym ve Yahya b. Said el-Ensârî de bu senede vefat eden şahsiyetlerdendirler. [24]

 

Hicretin Yüzkırkdördüncü Senesi

 

Bu senede Muhammed b. Ebi'l-Abbas es-Seffah, amcası Mansur -un emri üzerine Küfe, Basra, Vasıt, Musul ve Cezire'den toplanan as­kerlerden oluşan bir ordu ile Deylem ülkesine gazaya gitti.

Bu senede Muhammed b. Cafer el-Mansur el-Mehdi, Horasan'dan babasının yanma geldi. Hire'de, amcasının kızı Rayta binti Seffah ile gerdeğe girdi.

Bu senede Ebu Cafer el-Mansur insanlara haccettirdi. Hire vila­yetine ve askerlerin başına, Hazim b. Hüzeynıe'yi komutan olarak bı­raktı.

Muhammed b. Halid el-Kusarî'yi Medine valiliğinden azletti. Ye- Rebah b. Osman el-Müzenî'yi atadı.

Hicretin 144. senesinde, hacca gidişi esnasında insanlar Mekke yolunda Ebu Cafer el-Mansur'u karşıladılar. Onu karşılayanlar arasında Abdullah b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib de vardı. Mansur onu oturmakta olduğu serginin üzerine oturttu, sonra ona aşırı bir değer verip saygı göstererek sohbete başladı. Öyle ki o günün sabahını onunla sohbet ederek geçirdi. Oğulları İbrahim ile Muhammed'in, ni­çin diğer insanlarla birlikte ziyaretine gelmediklerini sordu. Abdullah b. Hasan da yemin ederek; onların, Allah'ın dünyasında nereye git., tiklerini bilmediğini ifade etti. Gerçekten de doğru söylemişti.

Muhammed b. Abdullah b. Hasan, Mervan el-Himar'ın halifeliği, nin son döneminde Hicaz halkından bir cemaatın bey1 atını almıştı Ona bey'atta bulunanlar arasında Ebu Cafer el-Mansur da vardı. Bu hadise, Emevi hakimiyetinin Abbasilere geçmesinden önce vuku bul­muştu.

Halifelik Ebu Cafer el-Mansur'a geçince o, Muhammed b. Abdul­lah b. Hasan ile kardeşi İbrahim'den fazlaca korkmaya başladı. Çün­kü Mansur, onların, Mervan'a karşı ayaklandıkları gibi kendisine karşı da mutlaka ayaklanacakları vehmine kapılmıştı. Bu düşüncesi de gerçekleşti. İkisi sahralara kaçıp gittiler. Yemen'e vardılar. Sonra Hindistan'a gidip orada gizlendiler. Hasan b. Zeyd, onların gittikleri yeri tesbit etti. Bu defa başka bir yere göçtüler. Gittikleri yeri yine tesbit edince başka bir yere göçtüler. Mansur'un katında Hasan b. Zeyd, onlara tam bir düşman kesilmişti. Hayret edilecek birşeydir ki, o daha önce onların tabilerindendi. Mansur, onları ele geçirmek için bütün yollara başvurdu, her yöntemi kullandı, ama başaramadı.

İşte Mansur, onların nerede olduklarını babalarına sorduğunda o, Allah'ın dünyasında nereye gittiklerini bilmediğine dair bunun için yemin etti. Sonra Mansur, çocukları hususunda Abdullah'a ısrarda bulundu. Abdullah buna kızıp öfkelendi ve: «Allah'a yemin ederim ki, eğer oğullarım ayaklarımın altında olsalar bile yerlerini sana söyle­mem.» dedi. Mansur, onun bu cevabına öfkelendi. Zindana atılmasını, kölelerinin ve mallarının satılmasını emretti. Abdullah da bu yüzden üç sene müddetle zindanda kaldı.

Etrafındaki adamlar Mansur'a, Hasan'm oğullarının hepsini hap­se atmasını önerdiler. O da onları hapse attırıp İbrahim ile Muham-med'i ciddi bir şekilde aramaya, takib etmeye koyuldu. Bununla bir­likte onlar birçok seneler hacca geliyorlar ve birçok vakitler Medi­ne'de gizleniyorlardı; ama onları arayanlar, nerede olduklarını bile­miyorlardı. Hamd Allah'adır. Mansur, Medine valisini azlediyor, yeri­ne bir başkasını tayin ediyor; onu, İbrahim ile Muhammed'i araştır­maya, yerlerim tesbit etmeye ve yakalamaya teşvik ediyordu. Bu hu­susta gerçekten çok miktarda harcama yapıyordu. Ama Aziz ve Celi* olan Allah'ın meramı gereğince kader onu aciz bırakıyordu.

İbrahim ile Muhammed'in planlarım gerçekleştirmelerine, Mar'un komutanlarından biri olan Ebü'l-Asakir Halid b. Hassan da 6 rdımcı oldu. Onlarla işbirliğine girişti. Haclarından birinde Man-

r'u Safa ile Merve arasında öldürmeye karar verdiler. Ancak Ab-s  İlah b. Hasan, Safa ve Merve arasının şerefli bir yere olmasından

'irü Orada kan akıtmaktan kendilerini menetti. Mansur onların bu v ranndan haberdar olunca, komutan Ebü'l-Asakir'i yakalattı. Ona  kence yaptırarak suikastı itiraf ettirdi ve: «Beni öldürmekten sizi avdıran şey neydi?» diye sordu. Ebü'l-Asakir: «Abdullah b. Hasan, bizi bundan caydırdı.» dedi. Halife, Abdullah b. Hasan'ın yakalanma­sını emretti. Fakat o, kayıplara karıştı ve şu ana kadar dahi ortaya akmış değildir.

Mansur, Abdullah b. Hasan'm oğulları ibrahim ile Muhammed hakkında, görüş sahibi komutan ve vezirleriyle istişare yaptı. Çeşitli yerlere casuslar ve arayıcılar gönderdi. Ama hiçbir haber elde edeme­di. Onların ne kendilerine ne de izlerine rastlanamadı. Allah işini ba­şa götürendir.

Muhammed b. Abdullah b. Hasan, annesinin yanına geldi ve şöy­le dedi: «Anacığım, babam ve amcama kötülük yapılmasından korku­yorum. Gidip halifeye teslim olmak istiyorum ki aile efradımı rahata kavuşturayım, sen ne dersin?» Annesi zindana gitti. Babasına ve am­casına Muhammed'in söylediklerini nakletti- Onlar da şu cevabı ver­diler: «Hayır, kesinlikle olmaz. Teslim olmasın. Biz onun için sabre­deceğiz. Belki Cenâb-ı Allah, onun eliyle hayır kapılarını açacaktır. Biz, içinde bulunduğumuz hale katlanacağız. Allah dilerse bizi geniş­liğe kavuşturur. Biz onun için sabredeceğiz. Allah dilerse bizi genişli­ğe kavuşturur, dilerse bizi darda bırakır.» Hepsi Muhammed'in tes­lim olmaması hususunda görüşbirliği yaptılar. Allah onlara rahmet etsin.

Bu senede Hasan ailesi Medine hapsinden Irak hapsine nakledil­diler. Nakil esnasında ayaklarında bukağı, boyunlarında da pranga-ar yardı. Ebu Cafer el-Mansur'un emri üzerine Rabaza'da zincire vu­ruldular.

Onlarla birlikte Muhammed b. Abdullah el-Osmanî de nakledildi. -Abdullah b. Hasan'ın ana bir kardeşi idi. Kızı, İbrahim b. Abdullah Uasan'ın eşiydi ve kısa bir süre önce hamile kalmıştı. Halife, ken-v   ı?1   Uzuruna getirtti ve şöyle dedi: «Kölelerimin azat edilmesine kız a^?inın boşanmasına yemin ettim ki, sen bana hile yapma. İşte m         gebedir. Eğer kocasından gebe kalmış ise, demek ki kocası-^f     buğunu biliyorsun, eğer kocasından başka bir erkekten zamaiı demek ki sen deyyussun.»

 el-Osmanî, verdiği cevapta Muhammed'in yerini bildir-unun üzerine üzerindeki elbiseler çıkarıldı. Vücudu halis gümüş gibi bembeyazdı. Sonra halifenin huzurunda kendisine yüzelü kırbaç vuruldu. Otuzu başına vuruldu. Kırbaçlardan biri gözüne isa­bet etti. Gözü aktı. Sonra halife onu zindana gönderdi. Orada vücudu­na vurulmuş darbelerin morartısı nedeniyle siyahi bir köle gibi ol­muştu. Cildinin üzerinde kanlar yığılmıştı. Ana bir kardeşi Hasanın bulunduğu hücreye kapatıldı. Su istedi, kimse ona su vermeye cesa­ret edemedi. Nihayet orada görevli gardiyanlardan Horasanlı biri ona su verdi.

Sonra Mansur, devesinin üzerindeki mahfeline bindi. Sürgüne gönderilenler de daracık mahfellere bindirildiler. Ayaklarında buka­ğı, boyunlarında da prangalar vardı. Halife onları bu halde peşine ta­kıp götürürken Abdullah b. Hasan ona şöyle söylendi: «Ey Ebu Cafer, vallahi, Bedir savaşında biz sizden esir aldığımız kimselere böyle kö­tü muamele yapmamıştık.» Bu cevap karşısında Mansur sustu, cevap vermedi ve onlardan uzaklaşıp gitti.

Irak'a vardıklarında Haşimiye'de hapsedildiler. Bunların arasın­da Muhammed b. İbrahim b. Abdullah b. Hasan da vardı. O, yakışıklı bir gençti. İnsanlar onun hüsn-ü cemaline bakmak için gidip seyredi­yorlar ve ona «Sarı ipek» diyorlardı. Mansur, onu huzuruna celbettir-di ve: «Vallahi, hiç kimsenin görmediği bir şekilde seni öldüreceğim.» dedi. Sonra onu iki sütun arasına koydurup sütunları üzerine düşür­dü. Nihayet o da öldü. Mansur, hakettiği ilâhi azab ve lanete maruz kalsın!

Hasan ailesinin çoğu zindanda öldüler. Nihayet Mansur'un ölü­münden sonra kalanlar kurtuldular ve genişliğe çıktılar. Zindanda ölenler arasında Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib de vardı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, halifenin huzurunda eli kolu bağlı bir şekilde öldürülmüştür. Kardeşi İbrahim b. Hasan ve diğerleri de o şekilde öldürülmüşlerdir. Onlardan hapisten sağ çıkabi­lenlerin sayısı azdır. Mansur onları, öyle bir hapse tıkmıştı ki, orada ezan sesini duyamıyorlar di. Namaz vaktini ancak Kur'ân tilaveti ile tesbit edebiliyorlardı.

Sonra Horasanlılar, Muhammed b. Abdullah el-Osmanî'nin kur­tulması için araya şefaatçiler koydular. Bunun üzerine Mansur emir verdi, boynu vuruldu ve kesik başı Horasan'a gönderildi. Allah ona hayır ve mükafat vermesin, Muhammed b. Abdullah el-Osmanî'ye de rahmet etsin.

Muhammed b. Abdullah'ın asıl adı şöyledir: Muhammed b. Ab­dullah b. Amr b. Osman b. Affan el-Ümevî. Allah ona rahmet etsin-Künyesi Ebu Abdillah el-Medenî'dir. İpek lakabıyla tanınırdı. Çünkü yüzü çok güzeldi. Annesi, Fatıma binti Hüseyin b. Ali'dir.

Babasından, annesinden, Harice b. Zeyd'den, Tavus'tan, Ebu Zinad'dan, Zührî'den, Nâfi'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Bir cemaat da ondan hadis rivayet etmiştir. Neseî ile İbn Hibban, onun sika bir ravi olduğu söylemişlerdir. Abdullah b. Hasan'ın anne bir kardeşi idi. Kızı Rukiyye, kardeşi oğlu İbrahim b. Abdullah'ın zev­cesi idi. Rukiyye kadınların en güzellerindendi. Cafer, İbrahim'i onun sebebiyle bu senede öldürmüştü. O, kerem sahibi, cömert ve övülen bir kimseydi.

Zübeyr b. Bekkar dedi ki: Süleyman b. Abbas es-Sa'dî, onu öven Ebu Vecre es-Sa'dî'nin şu şiirini bana nakletti:

«Beyaz tenli halis adamın Kureyşli olduğunu gördük.

O, halife ile rasûl arasında bir delikanlı yiğitti.

Ey yiğit, şeref sana şuradan ve buradan geldi,

Sen de sellerin birbirine karıştığı yerde onun için durdun.

Şeref seni bırakıp başka bir yerde geceleyemez.

Şeref seni bırakıp başka bir yerde istirahat edemez.

Şeref senin peşindende ayrılıp gitmez.

O seni bırakıp başkalarını kabul etmez.» [25]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/72-73.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/73-75.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/75-78.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/78-84.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/85-87.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/87-92.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/92-98.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/98-99.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/99.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/99-100.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/100-101.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/101.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/102-103.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/103-108.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/108.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/108-111.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/111-117.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/117-128.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/128-130.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/130.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/131.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/131-135.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/135-139.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/139.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/139-143.