İmam İbrahim B. Muhammed'in Öldürülmesi
Ebü'l-Abbas Es-Seffah'ın Halifeliği
Mervan B. Muhammed B. Mervantn Öldürülmesi
Emevi Devletinin Yıkılması Ve Abbasî Devletinin
Başlangıcına Dair Varid Olan Nebevi Haberler
Hicretin Yüzotuzikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Mervan B. Muhammed B. Mervan B. Hakem
Hicretin Yüzotuzdördüncü Senesi
Hicretin Yüzotuzbeşinci Senesi
Hicretin Yüzotuzaltıncı Senesi
İlk Abbasi Halifesi Ebü'l-Abbas Es-Seffah'ın
Biyografisi
Ebu Cafer El-Mansur'un Halifeliği
Hicretin Yüzotuzyedinci Senesi
Abdullah B. Ali'nin, Kardeşinin Oğlu Ebu Cafer
El-Mansura Karşı Ayaklanması
Ebu Müslim El-Horasanî'nin Öldürülmesi
Ebu Müslim El-Horasanî'nîn Biyografisi
Hicretin Yüzotuzsekîzinci Senesi
Hicretin Yüzotuzdokuzuncu Senesi
Hicretin Yüzkırkbirînci Senesi
Hicretin Yüzkırkdördüncü Senesi
Bu senenin muharrem
ayında Kahtabe b. Şebib, piyade ve süvari askerleriyle birlikte Fırat nehrini
aştı. îbn Hübeyre de Feluce tarafında, Fırat kıyısında ordugah kurmuştu. Çok
sayıda askeri vardı. Mervan da ona çok sayıda askeri takviye olarak
göndermişti. Ayrıca İbn Dubare'nin hezimete uğramış askerleri de onun birliğine
katılmışlardı.
Sonra Kahtabe, Küfe'yi
ele geçirmek için yöneldi. İbn Hübeyre, onun peşine takıldı. Muharrem ajanın
8'inde çarşamba gecesi iki taraf şiddetli bir savaşa tutuştular. İki taraftan
da çok sayıda asker öldürüldü. Sonra Şamlılar hezimete uğrayarak geri
döndüler. Horasanlılar onları kovaladılar. Kahtabe kayıplara karışmıştı.
Adamın biri, askerlerine, Kahtabe'nin öldürüldüğünü ve kendisinden sonra oğlu
Hasan'ın komutan olmasını vasiyet ettiğini söyledi. Ne var ki Hasan burada
değildi. Hasan adına kardeşi Humeyd b. Kahtal _ye bey'at ettiler. Haberci de,
gelmesi için Hasan'a gitti.
Bu gecede bir grup
komutan öldürüldü. Kahtabe'yi öldüren kişi,
Maa b. Zaide ile Yahya
b. Husayn idi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Kahtabe'yi, beraberinde
bulunan ve Nasr b. Seyyarın öcünü almak isteyen bir adam öldürmüştür.
Doğrusunu Allah bilir.
Kahtabe, ölüler
arasında bulundu ve oraya defnedildi. Oğlu Hasan geldi. Askerleri toplayıp
Küfe'ye yöneldi. Kûfe'de Muhammed b. Halid b. Abdullah el-Kusarî ayaklanarak
halkı Abbasilerden yana olmaya çağırmış, kendisi de siyahlara bürünmüştü.
Ayaklanması, bu senenin muharrem ayının 10. gecesinde başlamıştı. İbn Hübeyre
tarafından tayin edilen vali Ziyad b. Salih el-Harisî'yi de şehirden kovmuştu.
Bundan sonra Muhammed b. Halid, hükümet konağına gitmişti. İbn Hübeyre
tarafından gönderilen ve yanında 20.000 asker bulunan Havsere de oraya gelmekteydi.
Kûfe'ye yaklaştığında Havse-re'nin adamları Muhammed b. Halid'e gidip
Abbasoğulları adına ona bey'at etmeye başladılar. Havsere, bu durumu görünce
Kûfe'ye girmeden Vasıt'a gitti.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Kahtabe'nin oğlu Hasan Kûfe'ye girmiştir. Kahtabe, hilafet
vezirliğinin Kûfe'de bulunan ve Sebi el-Kûfî el-Hilal'ın azatlısı olan Ebu
Seleme Hafs b. Süleyman'a verilmesini vasiyet etmişti. Bunlar, Ebu Seleme'nin
yanma vardıklarında Ebu Seleme, Hasan b. Kahtabe'nin bir grup komutanla Vasıt'a
gidip İbn Hübeyre ile savaşmasını, Hamid b. Kahtabe'nin de Meda-in'e gitmesini
tavsiye etti. Her tarafa müfrezeler göndererek fetihleri genişletti. Bunlar
Basra şehrini de fethettiler. Burayı İbn Hübeyre adına Müslim b. Kuteybe
fethetmişti. Ancak İbn Hübeyre öldürülünce, Ebu Malik Abdullah b. Üseyd
el-Huzaî geldi, Basra'yı Ebu Müslim el-Horasanî için ele geçirdi.
Bu senede rebiyülahir
ayının 13'ünde cuma gecesi Ebü'l-Abbas es-Seffah Abdullah b. Muhammed b. Ali b.
Abdullah b. Abbas b. Abdühnuttalib adına bey'at alındı. Ebu Ma'şer ve Hişam b.
Kelbî böyle demişlerdir. Vakidî ise mezkur bey1 atın bu senenin cemaziyelevvel
ayında yapıldığını ifade etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [1]
Hicretin 129. senesi
olaylarından bahsederken Mervan'ın, İmam İbrahim tarafından Ebu Müslim
el-Horasanî'ye gönderilen ve Horasan'da Arapça konuşan herkesin öldürülmesi
emrini içeren mektubu ele geçirdiğini anlatmıştık. Mervan, bu mektubu ele
geçirince İmam *orahim'in nerede olduğunu sormuş, kendisine Belka'da olduğunu
!°ylenıişlerdi. Bunun üzerine o da Dımışk valisine mektup yazarak ^mam
İbrahim'i kendisine göndermesini emretmişti. Dımışk valisi de Inanı İbrahim'in
eşkalini belirten bir yazıyı bir ulağa verip onu hare-kete geçirmişti. Ulak,
geldiğinde İmam İbrahim'in kardeşi Ebü'l-Ab-bas es-Seffah'ı görmüş ve onu İmam
İbrahim zannedip yakalamıştı. Kendisine; onun İmam İbrahim olmadığını, İmam
İbrahim'in kardeşi olduğunu söylemişler ve onun yerini göstermişlerdi. Ulak
gidip İmam İbrahim'i yakalamıştı. İmam İbrahim, yanma çok sevdiği bir cariyesini
almış, ayrıca kendisinden sonra kardeşi Ebü'l-Abbas es-Seffah'ın halife
seçilmesini yakınlarına tavsiye etmiş ve oradan kalkıp Kûfe'ye göçmelerini
emretmişti. Onlar da aynı günde kalkıp Kûfe'ye göçmüşlerdi. Göçenler arasında
altı amcası; Abdullah, Davud, İsa, Salih, İsmail, Abdüssamed (bunlar Ali'nin
oğullarıydılar), kendisinin kardeşleri Ebü'l-Abbas es-Seffah ve Muhammed ile
oğulları Muhammed ve Abdülvehhab da vardı. Ayrıca birkaç kişi daha bu Küfe
yolculuğuna katılmıştı.
Kûfe'ye vardıklarında
Ebu Seleme el-Hilal bunları Haşimilerin azatlısı Velid b. Sa'd'ın evine
yerleştirmişti. Kırk gece müddetle askerlerden ve komutanlardan durumlarını
gizlemiş, sonra bunları başka bir yere götürmüştü. Ülke fethedilip sonra da
Seffah'a bey'at edilinceye kadar bunları oradan oraya taşıyarak yerlerini
değiştirmişti.
İmam İbrahim b.
Muhammed'e gelince; onu da bu sırada Harran'da bulunan Halife Mervan b.
Muhammed'e götürdüler. Halife, kendisini hapse attı ve bu seneye kadar hapiste
kaldı. Safer ayında, kırkse-kiz yaşında iken hapiste vefat etti. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre ellibir yaşında iken yüzünün üzerine sıcak bir
yufka ekmeği koymuş ve boğularak ölmesine sebebiyet vermişti. Cenaze namazını
Beh-lül b. Safvan adında bir adam kıldırmıştı. Zayıf bir rivayette anlatıldığına
göre, içinde bulunduğu ev üzerine yıkılmış, böylece vefat etmişti. Zehirli süt
içirilerek ölümüne sebebiyet verildiği de anlatılır.
Rivayete göre İmam
İbrahim, hicretin 131. senesinde hacca gitmiş, orada büyük saygı ve hürmetle
karşılanmıştı. Şöhreti her tarafa yayılmış, Mervan da kendisinden haberdar
olmuştu. Onunla ilgili olarak Mervan'a: "Ebu Müslim el-Horasanî, insanları
buna bey'ata davet ediyor ve buna halife adını veriyorlar." denilmişti.
Mervan da hicretin 132. senesinin muharrem ayında peşine adam göndermiş ve onu
bu senenin safer ayında öldürtmüştü. Bu rivayet, öncekilerden daha sahihtir.
Başka bir rivayette anlatıldığına göre Mervan, onu Hamimetü'l-Belka'da değil de
Küfe'de yakalatmıştır. Doğrusunu Allah bilir.
İmam İbrahim; cömert,
eli açık, faziletli ve üstün vasıfları olan bir kimse idi. Babasından,
dedesinden, Ebu Haşim Abdulah b. Muhammed b. Hanefîyye'den hadis rivayet
etmiştir. Kardeşleri Abdullah es-Seffah, Ebu Cafer Abdullah el-Mansur ile Ebu
Seleme Abdurrah-man b. Müslim el-Horasanî ve Malik b. Haşim de ondan
rivayetlerde Ummuşlardır. Onun güzel vecizelerinden biri şudur: "Mürüvveti
ol-n olan kişi; dinini koruyan, akrabalarını ziyaret eden ve kınanma-a neden olacak
işlerden uzak duran kimsedir." [2]
Kûfeliler, İmam
İbrahim b. Muhammed'in ölüm haberini duyduklarda Ebu Seleme el-Hallal,
hilafeti Hz. Ali'nin ailesine nakletmek ■gtedi. Diğer nakipler ve
komutanlar onu alt ettiler, Ebü'l-Abbas es-Seffah'ı getirdiler. Ona hilafet
selamını verdiler. Bu hadise Kûfe'de
cereyan etti.
Kendisine hilafet
bey'atı yapıldığı zaman Ebü'l-Abbas es-Seffah yirmialtı yaşındaydı. Ona ilk
hilafet selamını veren kimse, Ebu Seleme el-Hallal oldu. Bu hadise hicretin
132. senesinin rebiyülahir ayının 13'ünde cuma gecesi vuku buldu.
Cuma namazı vakti
olduğunda Seffah, alaca bir beygire binerek namaza gitti. Etrafında silahlı
muhafızları vardı. Hükümet konağına girdikten sonra Ulu Cami'ye gitti, cemaata
namaz kıldırdı. Sonra minbere çıktı. Halk ona bey'at etti. Minberin üst
basamağında bey'atı kabul etti. Amcası Davud b. Ali de ondan üç basamak
aşağıdaydı. Seffah bir konuşma yaptı. İlk olarak şöyle dedi:
«İslâmiyet'i kendisi
için bir din olarak seçen, İslâm'ı yüceltip şereflendiren ve tazim eden, onu
bizler için bir din olarak seçen, onu bizimle teyid eden, bizleri Müslüman
kılan, bizleri İslâm'ı barındırıp himaye ve müdafaa ediciler yapan, takva
kelimesine bağlı kılan ve takvaya en layık kimseler yapan, bizleri Rasûlullah
(s.a.v.)'ın akrabalığı gibi bir rütbe ile özel kılan, bizleri ve Müslümanları
yüksek bir mevkiye yerleştiren, böylece İslâm ehline okunan bir kitab indiren
Allah'a hamdolsun. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
'Ey Peygamberin ev
halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sızı tertemiz yapmak ister."
(ei-Ahzâb, 33.)
Ey Muhammed! De ki:
"Ben sizden buna karşı yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem."
(eş-şûrâ, 23.)
Önce en yakın
hısımlarını uyar." (eş-Şuarâ, 214.)
•
Allah'ın, fethedilen
memleketler halkının mallarından Peygam-v 5*ne irdikleri; Allah, Peygamber,
yakınlar, yetimler, yoksullar
ida kalmışlar
içindir." (ei-Haşr, 7.) bilH- ?Z VG ^e^ °*an ^lah, bizim fazilet ve
üstünlüğümüzü onlara mes- Onlar üzerindeki hakkımızı ve onların bize dostluk
göster- ??rekfrğini vacip kıldı. Bize ikram olsun ve bizim için ayırıcı bir
K--
Vas^ °lsun diye bize bol miktarda fey' ve ganimet verdi. Al-uyük lütuf
sahibidir. Sapık sebeîler iddia ediyorlar ki; bizden
Ve başkaları riyaset,
siyaset ve hilafete daha layık imişler! Yüzleri çirkin olsun.
Ey insanlar! Cenâb-ı
Allah, bizim vasıtamızla insanları sapıklıklarından sonra hidayete eriştirdi.
Onlara cahilliklerinden sonra yardım etti. Mahvolmalarından sonra onları
kurtardı. Hakkı bizimle açığa çıkardı. Batılı bizimle yok etti. Onlardaki
fesadı bizimle düzeltip ıslah etti. Alçakları bizim vasıtamızla yüceltti.
Noksanlığı tamamladı. Dağınıklığı toparladı. Nihayet insanlar daha önce
birbirleriyle düşman oldukları halde birbirlerine şefkat göstermeye, birbirlerine
iyilik yapmaya, dünyevi hususta yardımlaşmaya başladılar. Ahirette
birbirleriyle karşılıklı divanlar üzerinde oturan kardeşler oldular.
Cenâb-ı Allah, bu
lütfunu bize Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla bahşetti. Muhammed (s.a.v.)'i vefat
ettirip kendi yanına aldıktan sno-ra da bu işi ashabı yürüttü. Onların
idareleri kendi aralarında meşveret iledir. SahabeL c ümmetlerin miraslarına
sahip oldular. Bu miraslarda adaletli davrandılar ve yerli yerince koydular,
mirası hak sahiplerine verdiler. Kendileri bundan hiç pay almadan aç kaldılar.
Sonra Harboğullarıyla Mervaniler bu mirasa atıldılar. Bunu kendileri için alıp
götürdüler, kendi aralarında paylaştılar. Haksızlık yaptılar. Başkalarını
bırakıp kendilerine öncelik tamdılar. Hak sahiplerine zulmettiler. Cenâb-ı
Allah da bir süre onlara mühlet tamdı. "Böylece bizi öfkelendirince
onlardan öc aldık." (ez-Zuhmf, 55.)
Sonra onların
ellerindekini alıp bize teslim etti. Cenâb-ı Allah hakkımızı bize iade etti.
Ümmetimizin işlerini bizim vasıtamızla yoluna koydu. İdareyi bize verdi.
Yeryüzünde müstaz'af kılınmışlara bizim vasıtamızla yardım etti. Bu İslâmiyet
işini bizimle açtığı gibi bu işi yine bizimle yoluna koyup düzeltti. Size hayır
gelen yerden zulüm gelmeyeceğini ümid ediyorum. Size salahın geldiği yerden
fesadın gelmeyeceğine inanıyorum. Ey Ehl-i beyt! Bizim başarımız ancak Allah'ın
yardımıyladır.
Ey Küfe halkı, siz
bizim sevgimizin odağısınız. Dostluğumuzun menzilisiniz. Sizler bizim
vasıtamızla insanların en mutluları olacaksınız ve insanlar arasında en çok
size kıymet vereceğiz. Bağışlarınıza ve aylıklarınıza yüzer dirhem ilave
yaptım. Hazır olun. Ben çok kan dökücüyüm ve mahvedici bir intikamcıyım.»
Ebü'l-Abbas es-Seffah,
hastaydı. Hastalığı daha da arttı. Minbere oturdu. Bu sefer amcası Davud minberde
ayağa kalktı ve şöyle hitab etti:
«Hamd Allah'a
mahsustur. Düşmanlarımızı mahvedip mirasımız1 bize geri veren Allah'a
hamdolsun.
Ey insanlar! Şu anda
dünyanın karanlıkları sıyrıldı. Üzerindeki örtü açıldı. Gök ve yer parladı.
Hilafet güneşi ufkunda doğdu. Hak
verini buldu. Şefkat
ve merhamet ehli olan ve sizin üzerinizde tiril tiril titreyen Peygamberimizin
ailesine döndü.
Ey insanlar! Allah'a
yemin ederim ki, bizler gümüş, yakut ve altın biriktirmek, nehir kazıp köşkler
inşa etmek, altın ve gümüş toplamak gayesi ile bu işe soyunmadık. Biz,
hakkımızın elimizden alınmaca kızarak amcazadelerimiz adına öfkelenerek
Emevilerin size kötü muamele etmelerine, sizleri alçaltmalarına, ganimet ve
sadakaları si-vermeyip kendilerine tahsis etmelerine dayanamayarak bu işe giriştik.
Allah'ın indirdiği hükümlerle size hükmetmek, Allah'ın kitabıyla muamelede
bulunmak, özel genel herkese Rasûlullah'm yönetimini uygulamak hususunda size
Allah'ın Rasûlünün ve Abbas'm zimmeti ile taahhütte bulunuyoruz.
Emevilerin ve
Mervanîlerin kökü kazınsın! Onlar dünyayı ahire-te, fani diyarı kalıcı diyara
tercih ettiler. Günah işlediler. Halka zulmettiler. Haramları irtikâb ettiler.
Cürüm işlediler. Yönetimlerindeki kullara zulmettiler. Ülkede onların yönetim
tarzı, günahları alabildi-ince işlemekten ve yükleri ağırlaştırmaktan zevk
almaktı. Günahlar alanında alabildiğince ilerlediler. Taşkınlık meydanında at
koşturdular. Cenâb-ı Allah'ın kendilerine süre tanıdığının farkına varamadılar.
Allah'ın kendilerini yakalayıp azaba sürükleyeceğini göremeyip kör oldular.
Allah'ın tuzak kuruşundan emin oldular. Oysa kendileri uykudayken, geceleyin
Allah'ın azabı üzerlerine geldi. Efsane oldular, paramparça hale geldiler.
Zalimler topluluğu Allah'ın rahmetinden uzak olsun!
Allah, Mervanileri
alçalttı, şeytan onları aldattı. Allah düşmanları, atlarının yularını
salıverdiler ve atları, bu yuların genişliği sebebiyle ayaklarına takılan
iplerden ötürü tökezlediler. Allah düşmanları, kendilerine hiç kimsenin hakim
olamayacağını mı sandılar? Bunlar, taraftarlarım çağırdılar, askerlerini
topladılar, ordularıyla vurdular. Önlerinde, arkalarında, sağlarında,
sollarında, üstlerinde, alt-arında Allah'ın tuzak, azap ye intikamını buldular.
Bu ilahi azap on-arın batılını öldürdü, sapıklığım yok etti. Başlarına felaket
indirdi, unahları kendilerini çepeçevre kuşattı ve hakkımızı bize iade etti ve
bıze yardımcı olup bizi barındırdı.
&y insanlar!
Mü'minlerin emiri -Allah ona büyük bir zaferi nasib ji ..n" CUnıa
namazından sonra tekrar minbere çıkacaktır. O, cuma ile nin J Onufrnasma başka
sözleri katmak istemedi. Ayrıca hastalığı-enıi • et*> konuşmasını
tamamlamasına engel oldu. Mü'minlerin Çe *^e afiyet vermesi için Allah'a
yalvarın. O'na dua edin. Çünkü sat c v"1 ^' Rahnıan'm düşmanı, şeytanın
halifesi, yeryüzünde fej aran ve as*a
ıslahatta bulunmayan alçaklara tabi olan Mer-Venne; Allah'a tevekkül eden, iyi
kimselere uyan, yeryüzünde
fesattan sonra hidayet
işaretlerine ve takva yollarına tabi olan, hayırlı kimselerin yolunda yürüyen
Mütevekkil'i halife olarak verdi.»
İnsanlar, halife
Ebü'l-Abbas es-Seffah'a dua ettiler. Dualarından ötürü adeta bir gürültü
meydana geldi.
Bundan sonra Seffah'ın
amcası Davud, sözünü şöyle sürdürdü:
«Ey Kûfelüer,
bilesiniz ki, Rasûlullah (s.a.v.)'tan sonra bu minberinize Hz. Ali'den ve şu
andaki halifeniz Seffah'tan başka bir halife çıkmış değildir. Şunu da bilin ki,
bu hilafet işi bizde kalacak, bizde devam edecek ve nihayet bizim tarafımızdan
Meryem oğlu İsa (a.s.)'a teslim edilecektir. O zamana kadar hilafet bizim
ailemizin dışına çıfc. mayacaktır. Bize verdiği mihnetlerden ve bizi tercih
edişinden ötürü âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun.»
Bundan sonra
Ebü'l-Abbas es-Seffah ile amcası Davud minberden indiler. Hükümet konağına
gittiler. Ondan sonra halk gidip ikindiye kadar ona bey'at etti. İkindiden
sonra da gece oluncaya kadar bey'at devam etti.
Sonra Ebü'l-Abbas
es-Seffah hükümet konağından çıktı. Küfe dışında ordugah kurdu. Kûfe'de yerine
amcası Davud'u vekil bıraktı. Diğer amcası Abdullah b. Ali'yi, Ebu Avn b. Ebi
Yezid'e; kardeşi oğlu İsa b. Musa'yı da Hasan b. Kahtabe'ye gönderdi. O zaman
Hasan b. Kahtabe, Vasıfta bulunuyor ve İbn Hübeyre'yi kuşatma altında tutuyordu.
Seffah, Yahya b. Cafer
b. Temmam b.< Abbasi da Hamid b. Kahta-be'nin bulunduğu Medain'e gönderdi
Ebu Yakzan Osman b. Urve b. Muhammed b. Ammar b. Yasir'i, Ahvaz'da bulunan
Bessam b. İbrahim b. Bessam'a gönderdi. Seleme b., Amr b. Osman'ı, Malik b.
Tav-vaf a gönderdi.
Seffah ise, Küfe
dışındaki ordugahında birkaç ay kaldıktan sonra yola koyuldu. Haşimilerin
elinde bulunan Medine'ye giderek hükümet konağına yerleşti. Hilafetin Seffah'a
yani Abbasilere değil de Ali. b. Ebi Talib oğullarına daha layık olduğu
düşüncesine kapılan Ebu Seleme el-Hallal'ı da protesto etti. Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [3]
Mervan b. Muhammed b.
Mervan, Emevilerin son halifesi idi. Ondan sonra halifelik, Abbasilere intikal
etti. Yüce Allah, aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur:
«Allah hükümdarlığı
dilediğine verir.» (el-Bakara, 247.) «Ey Muhammed, de ki: "Mülkün sahibi
olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin."» (âi-i imrân, 26.)
Önceki sayfalarda da
anlattığımız gibi Mervan, Ebu Müslim ile yandaşlarının haberini ve onların
Horasan diyarında icra ettikleri faaliyetleri duyunca Harran'dan kalkıp yola
koyuldu. Musul yakınlarında, Cezire diyarında Zap denen bir nehrin yanında
konakladı. Bu arada Kûfe'de Seffah'a bey'at edildiğini, etrafında askerler
toplandığını ve kuvvetinin gittikçe arttığını duyunca, çok ağırına gitti.
Hemen askerlerini topladı.
Seffah'ın
komutanlarından biri olan Ebu Avn b. Ebi Yezid, büyük bir ordu ile ona doğru
geldi. Zap suyunun kıyısında o da ordugah kurdu. Seffah tarafından ona takviye
kuvvetler geldi. Sonra Seffah kendi ailesinden olan savaşçıları savaşmaya
çağırdı. Abdullah b. Ali, onun bu çağrısına icabet etti. Seffah ona:
"Allah'ın bereketi üzere yürü!" dedi- O da büyük bir askeri birlikle
yola çıktı, Ebu Avn'ın yanma gitti. Ebu Avn, bulunduğu çardaktan aşağı inerek
onu karşıladı ve ona bütün imkanlarını seferber etti. Abdullah b. Ali, kendi
güvenlik kuvvetlerinin başına Hiyaş b. Habib et-Taî ile Nusayr b. Muhteflz'i
komutan tayin etti.
Ebü'l-Abbas Musa b.
Ka'b, bir elçi heyetinin başına reis tayin edilerek Abdullah b. Ali'ye
gönderildi. Bu heyet onu Mervan'la savaşmaya ve ona karşı yapılacak savaşı ilk
olarak başlatmaya teşvik etti. Olaylar büyümeden, savaş ateşi soğumadan
Mervan'a saldırmasını tavsiye etti. Abdullah b. Ali de askerleriyle geldi,
Mervan ordusunun karşısına dikildi. Mervan da kendi askerleriyle ona karşı
harekete geçti. İki tarafın safları sabahın ilk saatlerinde karşı karşıya durdular.
Anlatıldığına göre o gün Mervan'ın maiyetinde 150.000 (veya 120.000) asker vardı.
Abdullah b. Ali'nin maiyetinde ise, 20.000 asker vardı. Mervan, Abdülaziz b.
Ömer b. Abdülaziz'e dedi ki: "Eğer güneş zevale erinceye kadar bunlar
bizimle savaşmazlarsa, biz bunları Meryem oğlu İsa'nın yanına postalarız. Ama
zevalden önce bizimle savaşacak olurlarsa, innâ lillâh ve innâ ileyhi
râciûn."
Sonra Mervan, Abdullah
b. Ali'ye haber salarak ateşkes teklifinde bulundu. Abdullah b. Ali ise şöyle
karşılık verdi: "İbn Züreyk'ın oğlu yalan ^söylüyor. Güneş zevale ermeden
atlılarımız onu inşaallah atlarının ayakları altında ezeceklerdir!" Bu
karşılıklı haberleşme, bu senenin cemaziyelahir ayının 11. günü olan cumartesi
gününde olmuştu.
Mervan, kendi
adamlarına: "Durun bakalım. Savaşı önce siz başlatmayın." dedi ve
güneşe bakmaya başladı. Eniştesi Velid b. Muavi-y§ b. Mervan, ona muhalefet
ederek karşı tarafa hücuma geçti. Mercan öfkelendi. Ona sövmeye başladı.
Velid, karşı tarafın sağ cenahıy-la savaştı. Ebu Avn, Abdullah b. Ali'nin
bulunduğu yere doğru geri Çekildi. Bu defa Velid, Musa b. Ka'b ile savaştı. O
da Abdullah b. Ali'nin bulunduğu yere doğru geri çekildi. Sonra Abdullah b.
Ali, askerlerine, yere inmelerini emretti. Hepsi atlarından indiler, mızraklarını
diktiler. Diz üstü çömelerek savaştılar. Şamlılar, savunma savaşı vererek geri
çekildiler. Abdullah b. Ah ise, ileriye doğru yürümeye başlayıp: "Ya Rab,
ne zamana kadar senin uğrunda savaşacağız." dedi. Sonra da İmam İbrahim'in
parolasını Horasanlılara hatırlattı ve şöyle dedi: "Ey Horasanlılar!
Parola şudur: Ya Muhammed, ya Mansur!"
Savaş iki taraf
arasında cidden şiddetlendi. Mızrabın bakıra vuruluşu gibi sesler geliyordu.
Mervan, Kudaa'ya haber salarak onların da atlarından inmelerini emretti. Kudaa,
maiyetindeki askerlere: "Ey Süleym oğulları! Atlarınızdan inin." diye
emir verdi. Sonra Mervan, Seksekîlere haber salarak, onların tam aksine
bineklerine binmelerini emretti. Komutanlarına: "Ey Amiroğulları!
Bineklerinize binin! diye emir ver." dedi. Seksek oğullarına haber
göndererek komutanlarına: "Askerlerine bineklerine binmelerini
söyle." dedi. O da Gatafanlı askerlerini bineklerine bindirdi. Kendi
güvenlik kuvvetlerinin komutanına da: "Bineğinden yere in." dedi.
Ama komutan: "Hayır vallahi, ben kendi canımı hedef kılmam. Fakat sana
karşı da gelmek istemiyorum, lakin keşke bunu yapabilseydim ve bineğimden
inseydim." diye karşılık verdi.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Mervan, bu emrini İbn Hü-beyre'ye vermiştir.
Dediler ki: Sonra
Şamlılar hezimete uğradılar. Horasanlılar arkadan onları kovaladılar. Bir
kısmını öldürüp bir kısmını da esir aldılar. Fakat Şamlıların Zap suyuna
düşerek boğulanları, savaş alanında öldürülenlerinden daha fazlaydı.
Boğulanlar arasında İbrahim b. Velid b. Abdülmelik de vardı. (Bu, hilafetten
hal' edilmişti.)
Abdullah b. Ali,
köprünün onarılmasını ve suda boğulanların cesetlerinin çıkarılmasını emretti
ve şu ayeti okumaya başladı:
"Denizi yarıp
sizi kurtarmış ve gözlerinizin önünde Firavun ailesini batırmıştık."
(el-Bakara, 50.)
Abdullah b. Ali, savaş
alanında yedi gün kaldı. Said b. As'm oğullarından biri, Mervan ve onun
cepheden firarı ile ilgili olarak şöyle bir şiir okumuştu:
"Kaçış olgusu
Mervan'dan ayrılmamakta ısrar etti. Dedim ki ona: Zalim kişi mazlum olarak
döndü. Onun tek düşüncesi kaçmaktır.
Kaçıp saltanatı
terketmek nerede?
Artık yavaş ve vakarlı
yürümek benden uzaklaştı
Dinin de, soyun da,
sopun da yoktur artık.
Sen yumuşak huyluluğu
silip süpürensin ve ceza vermekte de Firavun'sun.
Sende fazilet aranmaz.
Köpekten daha adi bir köpeksin!"
Abdullah b. AH,
Mervan'ın ordugahındaki malları, eşyaları ve paraları ele geçirdi. Ordugahta
Abdullah b. Mervan'a ait bir cariyeden başka kadın görülmedi. Bu durumu ve
Cenâb-ı Allah'ın kendisine na-sib ettiği zaferi Ebul-Abbas es-Seffah'a bir
mektupla bildirdi. Elde ettiği ganimetlerin dökümünü de yaparak Seffah'a
iletti. Seffah, Aziz ve Celil olan Allah'a bir şükran ifadesi olarak iki rekat
namaz kıldı. Savaşa katılanlardan her birine 250.000'er dirhem verdi.
Erzaklarını seksene çıkardı ve şu ayeti okudu: «Talut, ordusuyla birlikte
ayrıldıktan sonra, "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir..."
dedi.» (ei-Bakara, 249.)
Mervan hezimete
uğrayınca, arkasına bakmadan geri döndü. Abdullah b. Ali ise savaş alanında
yedi gün kaldı. Sonra beraberindeki askerlerle birlikte Mervan'ı takibe başladı.
Bunu kendisine Seffah emretmişti.
Mervan, Harran'a
uğrayınca Ebu Muhammed es-Süfyanî'yi zindandan çıkardı. Harran'a, kız
kardeşinin oğlu ve kızı Ümmü Osman'ın kocası Eban b. Yezid'i vekil bıraktıktan
sonra çıkıp gitti.
Abdullah b. Ali
Harran'a geldiğinde Eban b. Yezid, siyahlara bürünerek onu karşıladı. Abdullah
b. Ali ona eman verdi ve onu görevinde bıraktı. Yalnız İmam İbrahim'in
hapsedildiği zindanı yıktı.
Mervan ise, Humus'u
hedef alarak Kinnesrin'e gitti. Kinnesrin'e vardığında halk, çarşı pazarda onu
karşıladı. Orada iki ya da üç gün kaldıktan sonra çıkıp Humus'a doğru yoluna
devam etti. Bu arada Humuslular, beraberlerindeki askerlerin azlığını görünce:
"Bu, korkmuş ve hezimete uğramıştır." diyerek kendisini öldürüp
yanındaki mallan yağmalamak için peşine takıldılar. Bu amaçla harekete geçip
Humus yakınındaki bir vadide onu ele geçirdiler. Ancak Mervan, iki komutanını
onlar için pusuya yatırmıştı. Humuslular oraya vardıklarında Mervan onlara
karşı hücuma geçti ve geri dönmeleri çağrısında »ulundu. Onlar bu çağrıyı kabul
etmeyip mutlaka savaşacaklarım Eylediler, Aralarında savaş başladı. Pusuya
yatırılan emirler ve komutanlar ortaya çıkarak Humuslulara arkadan
saldırdılar. Böylece ttuînuslular bozguna uğradılar.
Mervan, Şam'a geldi.
Şam'da kendi tayin ettiği ve damadı Velid
£■ Muaviye b.
Mervan vali olarak bulunuyordu. Onu orada vali olarak
lraktı. Kendisi Mısır
diyarına doğru yoluna devam etti.
, Abdullah b. Ali, hangi beldeye uğruyorsa
mutlaka oradaki halk
Pahlara bürünerek
yanına geliyor, ona bey'atta bulunuyor, o da onlara eman veriyordu. Kinnesrin'e
vardığında kardeşi Abdüssaitned b Ali, 4.000 askerle birlikte ona kavuştu.
Seffah, kardeşi AbdüssamecTj ona takviye olarak göndermişti. Sonra Abdullah b.
Ali yoluna devanı etti ve Humus'a vardı. Humus'tan da Baalbek'e doğru gitti.
Baalbek'e vardıktan sonra da Mizze tarafından Şam'a geldi. Orada iki ya da üc
gün kaldı. Sonra kardeşi Salih b. Ali, Seffah tarafından takviye olarak
kendisine gönderilen 8.000 askerle oraya vardı. Salih, Merci Az-ra'ya ordugah
kurdu.
Abdullah b. Ali Şam'a
gelince, doğu kapısının yanında ordugahını kurdu. Kardeşi Salih, Cabiye
kapısında; Ebu Avn, Keysan kapısında-Bessam, Babüssağir'de; Hamid b. Kahtabe,
Torna kapısında; Abdüs-samed, Yahya b. Safvan ve Abbas b. Yezid ise Feradis
kapısının yanında ordugah kurdular. Sonra bunlar Şam'ı kuşattılar. Kuşatma bu
senenin ramazan ayının 10'unda çarşamba günü başladı. Şamlılardan çok sayıda
adam öldürüldü. Üç saat müddetle kanları helal sayıldı. Surlar yıkıldı.
Anlatıldığına göre
Abdullah b. Ali, Şamlıları kuşatma altına alınca onlar kendi aralarında Abbasi
ve Emevi olmak üzere ikiye ayrılıp birbirlerini öldürmeye başladılar.
Başlarındaki valiyi de katlettiler. Sonra şehri Abdullah b. Ali'ye teslim
ettiler. Doğu kapısı tarafından surlara ilk tırmanan adam Abdullah et-Taî,
Babüssağir tarafından Bessam b. İbrahim oldu. Sonra üç saat müddetle Şamlıların
kanlan mubah sayıldı. Hatta denildiğine göre bu süre zarfında 50.000 kadar
Şamlı öldürüldü.
İbn Asakir, Cafer b.
Ebi Talib evladından olan Ubeyd b. Hasan el-A'rec'in biyografisini anlatırken,
onun, Şam kuşatmasında Abdullah b. Ali ordusunda 5.000 kişilik bir askeri
birliğin komutanı olduğunu söyler ve der ki: «Abdullah b. Ali ordusu, Şam'ı beş
ay müddetle kuşatma altında tutmuştu. Yüz gün kuşatma altında tuttuğu veya bir
buçuk ay müddetle kuşatma altında tuttuğuna dair zayıf rivayetler de vardır.
Mervan'm tayin ettiği vali, şehri iyice tahkim etmişti. Ne var ki Şamlılar,
kimi Yemenli kimi Mudarlı olduklarından ötürü kendi aralarında ayrılığa
düşmüşlerdi ki, bu da fethin sebebi olmuştu. Hatta Şamlılar, her mescitte kıble
için iki mihrab yaptırmışlardı. Büyük camide de iki minber yaptırmışlar ve
cuma günü iki imam, iki ayrı minbere çıkarak kendi taraflarındaki cemaata hutbe
irad ederlerdi. Böyle birşey, çok hayret verici ve ender rastlanılan garip bir
olaydı. Bu da fitneye, asabiyete, heva ve hevesata neden olmuştu. Cenâb-ı
Allah'tan selamet ve afiyet dileriz.» İbn Asakir, bu hususta daha başka
tafsilat da vermiştir.
Yine İbn Asakir, Muhammed
b. Süleyman b. Abdullah en-Nevfe-lî'nin biyografisinden bahsederken onun şöyle
dediğini nakletmiştir:
«Şam'a ilk girdiğinde
Abdullah b. Ali'nin yanındaydım. Kılıç kul-*rak şehre girdi. Üç saat müddetle
Şamlıların kanlarını mubah ı Şam'ın büyük camiini, kendi binekleri ve develeri
için yetmiş müddetle ahır olarak
kullandı. Sonra Ümeyye oğullarının mezar- i açtılar. Muaviye'nin mezarında
sadece toz zerrecikleri gibi da-Jff1 siyah bir ip gördüler. Abdülmelik b.
Mervan'm mezarını açtılar. O ada da bir kafatası ve peşpeşe sıralanmış organlar
görülüyordu, vlnız Hişam b. Abdülmelik'in mezarını açtıklarında onun cesedini
oasağlam gördüler. Sadece burun kemeri çürümüştü. Onu ceset ha-r de iken bile
kırbaçladılar. Darağacma astılar. Cesedini günlerce darağacında bıraktılar.
Sonra yakıp külünü rüzgara verip savurdular Çünkü Hişam, sağlığında Abdullah
b. Ali'nin kardeşi Muhammed b Ali'yi dövmüştü. Muhammed b. Ali, küçük oğlunu
öldürmekle onu itham ettiği için Hişam kendisine yediyüz kırbaç vurdurmuş,
sonra da onu Belka'ya bağlı Hamime köyüne sürgün etmişti.
Sonra Abdullah b. Ali,
halifelerin evladını ve diğer Emevileri ta-kib ettirip yakaladı. Bir günde
onlardan 92.000 kişiyi Remle nehri yanında öldürdü. Sonra üzerlerine çul
serdirdi. Cesetlerin üzerinde sofra kurup yemek yemeye başladı. Cesetler onun
altında ezilip ufalanıyorlardı.»
Bu, onun zalimliğinin
ve zorbalığının eseriydi. Tabii ki Cenâb-ı Allah, bu yaptıklarının cezasını ona
verecektir. Zulmüne devam etti, ama bütün isteklerini gerçekleştiremedi ve beklentileri
tahakkuk etmedi. Nitekim bu husus, onun biyografisinden bahsedilirken anlatılacaktır.
Hişam b. Abdülmelik'in
karısı Abde binti Abdullah b. Yezid b. Muaviye'yi (Benli Abde'yi), Horasanlı
birkaç asker refakatmda çöl yolundan yaya olarak, yalınayak, başı açık,
elbisesi parçalanmış halde sahraya gönderdi. Sonra da öldürttü. Diğer
Emevilerden bulduklarını da öldürtüp cesetleri yaktırdı.
Abdullah b. Ali,
Şam'da 15 gün müddetle ikamet etti. Bu arada Evzaî'yi huzuruna çağırttı. Evzaî
gelip karşısında durdu. Ona şöyle sordu:
- Ey Ebu Amr! Şu
yaptığımız icraat hakkında ne dersin?
- Bilmiyorum, yalnız
Yahya b. Said el-Ensârî bana, Rasûlullah
j a-v-)ın şöyle
buyurduğunu nakletti: "Ameller ancak niyetlere göredir."
Evzaî diyor ki:
"Ben bu cevabı verirken bekliyordum ki başımı ko-PanP ayaklarımın önüne
atar; ama öyle olmadı. Oradan salimen çı-
P gittim. Sonra bana
yüz dinar para gönderdi." ,
Abdullah b. Ali, daha sonra Mervan'm peşine düştü. Kesve nehri
İsında konakladı.
Yahya b. Cafer el-Haşimî'yi Şam'a vali olarak tayin etti. Sonra yoluna devam
etti ve Merci Rum'a gidip konakladı Buradan da Ebu Fatres nehrine gitti.
Mervan'ın kaçıp gittiğini gÖr<Ju Mısır'a gitti. Bu arada Seffah'ın mektubu
geldi. Ona, Salih b. Ali'yj' Mervan'ın peşine göndermesini, kendisinin de
Şam'da naib olarak ikamet etmesini emrediyordu.
Bu emir üzerine Salih,
bu senenin zilkade ayında Ebu Amr Amir b. İsmail'i de yanma alarak Mervan'ı
yakalamak üzere yola koyuldu Deniz kıyısında konakladı. Oradaki gemileri
topladı. Mervan'ın per^ ma'da (veya Feyum'da) konakladığı haberini aldı. Hemen
harekete geçti. Sahil şeridinden yürümeye başladı. Gemiler de kendisine paralel
olarak kıyıya yakın olarak geliyorlardı. Nihayet Ariş'e ulaştı. Yoluna devam
etti, Nil'e gelip kıyıda mola verdi. Sonra Said'e doğru ilerledi. Bu arada
Mervan da Nil nehrini aşarak köprüyü attırdı. Çevredeki yemleri ve yiyecekleri
yaktırdı.
Salih, kendisini
takibe devam etti. Yolda Mervan'ın süvarileriyle karşılaştı, onları bozguna
uğrattı. Mervan'm süvarileriyle her nerede karşılaşıyorsa onları hezimete
uğratıyordu. Nihayet Mervanilerden esir aldıkları bir adama sordu. O da
Mervan'ın yerini kendilerine anlattı, onun Ebu Sir kilisesinde saklandığını
bildirdi. Gecenin sonunda oraya vardılar. Mervan'ı ve beraberindeki askerleri
hezimete uğrattılar. Mervan, az sayıda askerle karşılarına çıkınca onu
kuşattılar. Basralılardan Muavved adında biri, attığı mızrakla Mervan'ı öldürdü.
Askerleri onun Öldürüldüğünden habersizdiler. Nihayet adamın biri:
"Müminlerin emiri yere düştü, öldü!" dedi. Kûfelilerden, nar satan
bir adam koşarak Mervan'ın başını kopardı. Bu müfrezenin komutanı Amir b.
İsmail, kesik başı Ebu Avn'a gönderdi. Ebu Avn, kendisine gönderilen bu kesik
başı Salih b. Ali'ye gönderdi. Salih de Hu-zeyme b. Yezid b. Hani adındaki
güvenlik komutanı ile birlikte bu kesik başı halife Seffah'a gönderdi.
Mervan, hicri 132.
senenin zilhicce ayının bitimine üç gün kala, pazar günü Öldürüldü. Zilhicce
ayının 6'sında perşembe günü öldürüldüğü de söylenir. Halifeliği beş sene on
ay on gün sürmüştü. Meşhur olan rivayete göre hilafet müddeti bu kadardır.
Öldürüldüğü sırada kaç yaşında olduğuna gelince; tarihçiler bu hususta farklı
yaşlar söylemişlerdir. Kimi kırk yaşında, kimi kırkaltı yaşında, kimi
ellisekiz yaşında, kimi altmış yaşında, kimi altmışiki yaşında, kimi altmışüç
yaşında, kimi altmışdokuz yaşında, kimi de seksen yaşında iken öldürüldüğünü
söylemişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
Sonra Salih b. Ali,
Şam'a gitti. Ebu Avn b. Ebi Yezid'i Mısır'da vekil bıraktı. Doğrusunu, noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [4]
ıyrervan b. Muhammed
b. Mervan b. Hakem b. Ebi'l-As b. Ümeyye şî el-Ümevî Ebu Abdülmelik. Emevilerin
son halifesiydi. Anei Lübabe adındaki Kürt bir cariye idi. Lübabe, ibrahim b.
Ester neSNehaî'ye aitti. Muhammed b. Mervan, İbrahim'i öldürdüğü zaman
eI1'habe'yi ele geçirmiş, Lübabe de ona Mervan eî-Himar'ı doğurmuş-
habey gç
Başka bir rivayette anlatıldığına göre Lübabe, ilk önce Mus'ab b.
/übeyr'e ait imiş.
İbn Asakir'in
ifadesine göre Mervan'ın evi Ekafiyyin çarşısında • s Velid b. Yezid'in
öldürülmesinden ve Yezid b. Velid'in ölmesinden sonra halifeliğine bey'at
edildi. Sonra Şam'a geldi. İbrahim b. Ve-Vd'i görevden hal' etti. Hicretin 127.
senesinin safer ayının ortasından itibaren yönetime geçti.
Ebu Ma'şer dedi ki:
Hicretin 129. senesinin rebiyülevvel ayında halifeliğine bey'at edildi. Ca'd b.
Dirhem'in görüşüne mensubiyeti nedeniyle Mervan el-Ca'dî de denilirdi.
Kendisine, Himar (eşek) lakabı verilmişti. O, Emevilerin son halifesi idi.
Halifeliği beş sene on ay on gün sürdü. Beş sene bir ay müddetle halifelik
yaptığına dair zayıf bir rivayet de vardır. Seffah'a bey'at edilmesinden sonra
dokuz ay müddetle görevde kalmıştı. Beyaz tenli, pembe yüzlü, mavi gözlü, iri
sakallı, büyük başlı, orta boylu bir kimseydi. Saçına, sakalına kına sürmezdi.
Hişam, onu hicretin
114. senesinde Azerbaycan, Ermeniye ve Cezire valiliğine atamıştı. Yönetimde
bulunduğu süre zarfında çok sayıda beldeler ve kaleler fethetti. Allah yolunda
gazadan ayrılmadı. Birçok kafir Türk, Hazar, Lan ve diğer beldelerden,
ırklardan olan insanlar ile savaştı. Onları kırıp nıağlub etti. Atılgan,
bahadır, cesaretli akıllı ve ileri görüşlü bir adamdı. Ne var ki, Aziz ve Celil
olan Allah'ın takdiri ve hikmeti gereği, askerleri kendisini terkettiler.
Böylece hilafet onun elinden alınmış oldu. Her ne kadar cesaretli ve keskin
zekalı bir kimse idiyse de, Cenâb-ı Allah iktidardan düşürmek istediği bir
kimseyi mutlaka düşürür. Allah'ın düşürdüğü ve tahkir ettiği kimse-y1
yükseltecek ve eski itibarına kavuşturacak hiçbir kimse ve hiçbir Ü yoktur.
Zebyr b. Bekkar,
amcası Mus'ab b. Abdullah'ın şöyle dediğini ri-t etmiştir:
eviler, kendi
aralarında, annesi cariye olan birinin hilafete ki Çİes^ halinde hilafetin
ellerinden çıkacağı gürüşündeydiler. Nite-Mervan hilafete geçince halifelik,
hicretin 132. senesinde onların 6İWmden çıktı."
afiz İbn Asakir'in,
Sevban'dan rivayet ettiğine göre, Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Halifelik,
Umeyye oğullarında devam edecektir. Onu, çocukların küreği süratle
yakalayışları gibi yakalayacaklardır. Halifelik ellerinden çıktıktan sonra
artık yaşamakta hayır yoktur."
îbn Asakir bunu böyle
nakletmiştir. Ama bu cidden münker bij-hadistir.
Harun Reşid, Ebu Bekir
b. Ayyaş'a şöyle sormuştu:
- Biz mi daha hayırlı
halifeleriz, yoksa Emeviler mi daha hayırlı halifeler idiler?
- Onlar insanlara daha
yararlı idiler. Siz ise namazı daha düzgün kıldırıyorsunuz.
Bu cevabı üzerine
Harun Reşid, Ebu Bekir b. Ayyaş'a 6.000 dirhem armağan vermişti.
Anlatıldığına göre
Mervan el-Himar, çok mürüvvet sahibi ve çok da gururlu bir kimseydi. Eğlence ve
zevk-u sefa çok hoşuna gidiyordu. Ama savaşlardan buna fırsat bulamıyordu.
İbn Asakir dedi ki:
Mervan b. Muhammed yenik düşüp Mısır'a gidişi esnasında Remle'de bıraktığı bir
cariyesine şu şiiri yazıp göndermişti:
"Gördüğüm şeyler
beni sabra çağırıyor hep,
Bense bu çağrıya
aldırış etmiyorum ve kalbimde sana karşı beslediğim duygular beni alçaltıyor.
Daha önce ben sensiz
yapmaya dayanamazdım. Aramızda perde kalmasına göz yumamazdım.
Ama artık sen on
günden beri benden uzaksın.
Bunlardan daha kötüsü
yemin ederim ki kalbimde şudur:
Sen bu on günün iki
mislini arttırsan ve bir ay benden uzak dur-san işte buna hiç dayanamam.
Bundan da daha büyük
musibet şu ki: Zamanın sonuna dek seninle karşılaşmamaktan korkuyorum.
Gözümde bir damla yaş
birakmamacasma senin için ağlayacağım.
Sonuna kadar da olsa
sabır istemeyeceğim, hep ağlayacağını."
Ravinin birinin
anlattığına göre, kaçmakta olan Mervan, bir rahibe uğramış. Rahibe selam
vermiş ve şöyle demiş:
- Ey rahib! Sen
zamandan haberdar mısın? Zaman hakkında bilgin var mı?
- Evet, hem de her
çeşidinden bilgim var.
- Dünyada bir insanın
hükümdar olduktan sonra köle olacağına dair de bir bilgin var mı?
_ Evet.
- Bu nasıl oluyor?
- Dünyayı sevmek,
şehvetlere kavuşmak uğruna hırslı olmak, aklı bir kenara atmak ve fırsatları
değerlendirmemek... İşte bunlarla insan, hükümdar olduktan sonra tekrar köle
olabilir. Sen eğer dünyayı seviyorsan, bilesin ki dünyanın kölesi, onu
sevendir.
_ Bu kölelikten
kurtuluş yolu var mıdır?
_ Evet. Dünyayı
sevmemek ve dünyadan uzak durmakla kölelikten kurtulabilirsin.
- Bu olmayacak bir
şeydir.
- Ama benim dediklerim
olacaktır. Sen dünyayı yağmalamadan önce dünyadan kaçmaya bak.
- Ey rahip, sen beni
tanıyor musun?
- Evet! Sen Arapların
hükümdarı Mervan'sm. Sudan diyarında Öldürülecek ve kefensiz defnedileceksin.
Eğer ölüm seni kovalama-saydı, kaçıp kurtulabileceğin bir yeri sana
söylerdim."
İnsanlardan biri dedi
ki: O zamanda şöyle deniliyordu: 'Abdullah b. Ali b. Abbas, Mervan b. Muhammed
b. Mervan'ı öldürecektir."
Ravinin biri dedi ki:
Mervan, bir gün bazı kimselerle meclisinde oturuyordu. Yanıbaşmda bir
hizmetçisi vardı. Mervan, sohbet arkadaşlarından birine şöyle dedi: "Şu
içinde bulunduğumuz hali görüyor musun? Anlatılamayacak nice nimetlere
sahiptim. Şükrünü ifa etmediğim birçok nimet elime geçti. Fakat bana yardımı
olmayan bir devletim de vardı. Bu ne haldir. Eyvah!" Hizmetçisi ona şu
karşılığı verdi: "Ey mü'minlerin emiri, çoğalmcaya dek azı bırakan,
büyüyünceye kadar küçüğü bırakan, açığa çıkıncaya kadar gizliyi bırakan ve
bütün bunlara göz yuman, bugünün işini yarına erteleyen kimsenin başına senin
bu anlattıklarından daha büyük musibetler gelir." Mervan, bunun üzerine şöyle
dedi: "Senin bu sözün, halifeliği kaybetmemden daha da çok ağırıma
gitti."
Anlatıldığına göre
Mervan, hicretin 132. senesinin zilhicce ayının 13 ünde pazartesi günü
öldürülmüştür. Öldürülürken altmış yaşını geçmiş, seksene yaklaşmıştı. Başka
bir rivayette anlatıldığına göre o Kırk sene yaşamıştır. Ama birinci kavil daha
sahihtir.
Mervan, Emevilerin son
halifesi idi. Onun zamanında Emevi dev-ieti yıkıkla. [5]
Alâ b. Abdurrahman,
Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki; Rasûlullah •a-V.) şöyle buyurmuştur:
"Âs oğulları kırk
adama varınca, bunlar Allah'ın dinine fesat karıştırırlar. Allah'ın kullarını
köle edinirler. Allah'ın malını da kendi aralarında elden ele dolaşan bir nesne
haline getirirler."
İbn Lehi'a, îbn
Vehb'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ben, Mua-viye'nin yanında iken Mervan
b. Hakem oraya geldi ve muhtaçlığım dile getirerek şöyle dedi: "İhtiyacımı
gider. Ben on çocuğun babasıyım. On kişinin kardeşiyim. On kişinin de
amcasıyım."
Mervan çıkıp giderken
Muaviye, yanıbaşında tahtında oturmakta olan İbn Abbas'a şöyle dedi:
- Sen, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu biliyor musun: "Hakemoğullannm sayısı otuz
erkeğe varınca onlar Allah'ın malını kendi aralarında elden ele dolaşan bir
nesne haline getirirler. Allah'ın kullarını köle eder ve Allah'ın kitabına da
şüphe ve fesat karıştırırlar. Sayıları 497 kişiye ulaşınca da helakleri,
çiğnenmiş bir hurmadan daha çabuk olur."
- Allah için evet, ben
bunu duymuşum.
Mervan dönüp gittikten
sonra Muaviye, İbn Abbas'a şöyle sordu:
- Ey İbn Abbas, Allah
aşkına söyle. Sen Rasûlullah (s.a.v.)'ın böyle dediğini ve bunlar hakkında
ayrıca "dört zorbanın babası" ifadesi kullandığını da biliyor musun?
- Allah için evet.
Ebu Davud et-Tayalisî,
Yusuf b. Mazin er-Rasibî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Adamın biri Hz.
Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'e karşı dikilerek şöyle dedi: "Ey mü'minlerin
yüzünü karartan adam,"
Hz. Hüseyin de ona şu
karşılığı verdi:
"Allah sana
rahmet etsin. Ey adam, beni kınama. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.), Ümeyye
oğullarının kendi minberi üzerinde peşpeşe hutbe irad ettiklerini rüyasında
görmüş ve bundan rahatsız olmuştu. Sonra Cennet'te bir nehir olan Kevser'le
ilgili sûre nazil olmuştu. Ardından Kadir sûresi nazil olmuştu. Şöyle ki:
"Doğrusu biz, Kur'ân'ı Kadir gecesinde indirimsizdir. Kadir gecesinin ne
olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır." İşte bu
1.000 ay, Emevile-rin hakimiyet süresini gösterir."
Ravi diyor ki: Biz
bunu hesapladık ve onların hakimiyet süresinin bu ayette belirtilenden ne
fazla ne de eksik olmadığını tesbit ettik. Bu da bizim için delil olarak
yeter.»
Tirmizî, bu hadisi
Mahmud b. Gaylan tariki ile Ebu Davud et-Tayaîisî'den rivayet etmiş, sonra da:
"Bu garib bir hadistir. Biz bunu sadece Kasım b. Fadl'ın naklettiği hadis
olarak bilmekteyiz. O da sika bir ravidir." demiştir.
Ben de tefsirimde bu
hadisin münkerliğinden detaylı olarak bahgjjndir. Ancak İbn Zübeyr'in dönemini
çıkaracak olursak, o za-Se n Emevilerin hakimiyet süresinin 1.000 ay olduğu bu
hadise göre 111 bul edilebilir. Çünkü Muaviye'ye müstakil halife olarak
hicretin kinci senesinde bey'at edilmişti ki, hicretin kırkıncı senesi
"Cema-senesi" olarak adlandırılır. O senede Hz. Ali'nin öldürülmesinden
a,, ay sonra Hz. Hasan, hilafeti
Muaviye'ye teslim etmiş ve böylece Müslümanlar arasında ittifak sağlanmıştı.
Daha sonra hilafet, hicre-. 132.
senesine kadar Emevilerin elinde kalmıştı. Hicretin kırkıncı nesinden 132.
senesine kadar geçen süre doksaniki sene eder. İbn 7übeyr'in halifeliği bundan
çıkarılırsa geriye seksenüç sene kalır.
Fakat bu, yukarıda
anlatılan hadise zıt düşmektedir. Bu hadis, peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e
merfu olarak ulaşmamıştır ve onun Enıevi hilafetini 1.000 ay olarak tefsir
ettiği bilinmemektedir. Bu ancak bazı ravilerin ifadesidir. Biz bunu
tefsirimizde uzun uzadıya an-latmışızdır. Bu konudaki deliller de önceki
sayfalarda izah edilmişti. Doğrusunu Allah bilir.
Ali b. el-Medinî, Said
b. Müseyyeb'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ümeyye
oğullarının minberime çıktıklarını gördüm. Bu benim çok ağrıma gitti ve sonra
da Kadir sûresi nazil oldu." Bunda zayıflık ve mürsellik vardır.
Ebu Bekir b. Ebi
Hayseme, Said b. Müseyyeb'in şu ayet-i kerimeyi tefsir ederken şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
"Sana
gösterdiğimiz rüya ile sadece insanları denedik." (ei-îsrâ, eo.)
Rasûlullah (s.a.v.),
rüyasında bazı Emevilerin kendisinin minberine çıktıklarım görmüş ve bundan
rahatsız olmuştu. Sonra bazı kimseler: "Ya Rasûlallah, bu, dünyalıktır.
Onlara verilecektir. Ama kısa bir süre sonra ellerinden çıkıp gidecektir."
deyince biraz rahatladı.
Ebu Cafer er-Razî,
Rebî'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), İsra gecesinde
bazı Emevilerin minberine çı-
insanlara hutbe irad ettiklerini görünce
bundan rahatsız oldu.
âb-ı Allah da bunun
üzerine şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
mem; belki bu gecikme
sizi denemek ve bir süreye kadar geçindir (el-Enbiyâ, 111.) .»
Malik b. Dinar, Ebu
Cevza'nın şöyle dediğini rivayet etmiştir: k ij<^emin euerim ki, Cenâb-ı
Allah kendilerinden öncekileri aziz aıgî gibi Emevilerin hakimiyetini de aziz
kılıp güçlendirecektir. . nra onların hakimiyetlerini -öncekilerin
hakimiyetlerini alçalttığı 1 . ~
a*Çaltacaktır." Böyle dedikten sonra: "İnsanlar arasında şu
gün-, bazen lehe, bazen aleyhe
döndürüp dururuz." (Âi-iimrân, uo.) ayet-i Kerımesini okudu.»
n Ebi'd-Dünya,
Emevilerden bahsedilirken Said b. Müseyyeb'in
Ebu Bekir b. Süleyman
b. Ebi Hayseme'ye şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Emevilerin
mahvolması, kendi aralarında kaynaklanan fitneden dolayı olacaktır."
Kendisine bunun nasıl olacağını sorduklarında şöyle cevap vermişti:
"Halifeleri ölecek, şerlileri kalacak ve onlar da kendi aralarında
rekabete girişeceklerdir. Sonra insanlar onlara karşı toplanıp birleşecek ve
onları mahvedeceklerdir."
Yakub b. Süfyan, Ebu
Hüreyre'den şöyle rivayet etti:
«Rasûlullah (s.a.v.),
şöyle buyurmuştur: "Rüyamda Hakem oğullarının veya Ebü'l-As oğullarının
maymunlar gibi minberime sıçradıklarını gördüm." Rasûlullah (s.a.v.)'m bu
rüyayı görmesinden sonra vefatına dek güldüğünü hiç kimse görmedi.»
Ebu Muhammed Abdullah
b. Abdurrahman ed-Darimî, sahabelerden Amr b. Mürre'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Hakem b. Ebi'l-Âs,
Rasûlullah (s.a.v.)'la görüşmek için kapısına gelip izin istedi. Rasûlullah
(s.a.v.), onun sesini tamdı ve yanındakilere şu buyruğu verdi:
"İçeri girmesine
izin verin. Allah'ın laneti onun ve sulbünden çıkacak kimselerin üzerine
dökülecektir. Fakat onun sulbünden çıkacak olan müminler bu lanetin dışında
kalacaktır ki, onların sayısı da azdır. Diğerleri dünyada yükselecek, ahirette
ise alçalacaklardır. Onlar hile ve desise erbabıdırlar. Dünyada kendilerine
birşeyler verilecektir, ama ahirette nasipleri yoktur."»
Ebu Bekir Hatib
el-Bağdadî, Sevban'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
başını Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan'ın dizi üzerine koyup uyumaktaydı. Bir ara
haykırarak uyandı. Sonra gülümsedi. Kendisine sordular: "Ya Rasûlallah,
önce haykırdığını, sonra gülümsediğini gördük. Bunun sebebi nedir?"
Buyurdu ki: "Ümeyye oğullarının sıra ile minberime çıktıklarını gördüm. Bu
benim hoşuma gitmedi. Sonra Abbasi oğullarının sıra ile minberime çıktıklarını
gördüm. Bu, benim hoşuma gitti."»
Yakub b. Süfyan, Utbe
b. Ebi Muayt'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«İbn Abbas,
Muaviye'nin yanma geldi. Ben de orada hazır bulundum. Muaviye, ona güzel
armağanlar verdi, sonra şöyle dedi:
- Ey Abbas'ın babası,
sizin devletiniz olacak mı?
- Ey müminlerin emiri,
beni bu soruyu cevaplamaktan affet.
- Olmaz, mutlaka cevap
vereceksin.
- Evet olacaktır, ey
mü'minlerin emiri.
- Peki yardımcılarınız
kimler olacaktır?
- Horasanlılar bize
yardımcı olacaklar ve Haşimiler ile Emeviler rasmda savaş ve intikam kavgaları
olacaktır.» 3 Minhal b. Amr, İbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bizden Seffah,
Mansur ve Mehdi olmak üzere üç Ehl-i beyt mensubu halife olacaktır."
İbn Ebi Hayseme, İbn
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Cenâb-ı Allah'ın, İslâmiyet'i
bizim ilklerimizle başlattığı gibi bu . • yine bizlerle sonuçlandıracağını ümid
ediyorum."
Beyhakî, Ebu Said'den
rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Zamanın inkıtaa
uğraması ve fitnelerin zuhuru esnasında Ehl-i Beyt'imden Seffah denen bir adam
ortaya çıkaracaktır ve o, malı azar azar verecektir."
Abdürrezzak,
Sevban'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Şu Harre'nizin
yanında üç kişi savaşacaklardır. Üçü de halife oğludur ama hiçbiri hilafete
geçmeyecektir. Sonra bayraklar Horasan tarafından gelecek ve bayrağı
getirenler, misli görülmemiş bir şekilde sizlerle savaşacaklardır."
Ravi diyor ki: Bu
arada Rasûlullah (s.a.v.), başka bir şeyden bahsetti ve o şeyi kastederek
sözünü şöyle sürdürdü: "Eğer böyle olursa siz kar üzerinde sürünerek de
olsanız ona gidin. Çünkü o, Allah'ın halifesi Mehdi'dir."
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Horasan'dan
siyah bayraklar çıkıp gelecek ve bunlar Kudüs'e di-kilinceye kadar hiçbir şey
bunları geri çeviremiyecektir."
Beyhakî de bunu
"Delâil" adlı eserinde Raşid b. Sa'd el-Mısrî'den nakletmiştir ki
Raşid, zayıf ravilerdendir.
Beyhakî,
Ka'bul-Ahbar'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Abbasoğullarının
siyah bayrakları ortaya çıkacak ve bunlar gelip Şam'a konacaklardır. Cenâb-ı
Allah bunların eliyle her zorbayı ve kendilerine düşman olan herkesi
öldürtecektir."
İbrahim b. Hüseyin'in,
Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.), Abbas (r.a.)'a şöyle
demiştir: "Peygamberlik sizde olacaktır. Hükümdarlık sizde
olacaktır."
Abdullah b. Ahmed, Hz.
Abbas'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ben bir gece
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanındaydım. Bana şöyle dedi:
- Bak bakalım hele,
gökte birşey görebiliyor musun? -Evet.
.
- Ne görüyorsun?
- Süreyya yıldızını
görüyorum.
— İşte bu ümmete senin
soyundan bu yıldız sayısınca insanlar hükümdar olacaktır.»
İbn Adiy, İbn Abbas'm
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.)'a
uğradım. Yanında Cebrail vardı, ama ben Cebrail'i Dihye el-Kelbî sanıyordum.
Cebrail, Rasûlullah (s.a.v.)'a şöyle dedi: "Elbiseler kirlendi ve
kendisinden sonra Abbas'm oğulları siyah elbiseler giyeceklerdir."»
Bu hadis münkerdir.
Gerçi Abbasoğullarının siyah giysiler giymeleri bir nevi sembolleri olmuştu,
ama onlar bu sembolü, Rasûlullah (s.a.v.)'m fetih gününde Mekke'ye girişi
esnasında başına siyah sarık takmasından almışlardı. Evet, onlar bu siyah
sarığı örnek alarak siyah giysiler giymeyi sembol haline getirdiler.
Bayramlarda, cumalarda ve toplantılarda siyah giysiler giyerlerdi. Askerleri
de mutlaka siyah giysiler giyinmek mecburiyetinde idiler. Hil'at giyen Abbasi
komutanları da başlarına siyah fes geçirirlerdi.
Aynı şekilde Abdullah
b. Ali de Şam'a girişi esnasında siyah giysiler giyinmişti. Kadınlar ve
çocuklar, onun bu siyah giysiler giyinmesini hayretle karşılamışlardı. O,
Keysan kapısından Şam'a girmiş ve cuma gününde halka hutbe irad edip
namazlarını kıldırmıştı.
İbn Asakir,
Horasanlılardan birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Abdullah b. Ali, cuma
günü halka namaz kıldırırken benim yanımda da bir adam namaz kılıyordu. O
adanı şöyle dedi: "Allahu Ek-ber. Ey Allah'ım, sen noksanlıklardan
münezzehsin, yücesin. Sana hamdediyorum. İsmin mübarektir. Gayretin yücedir.
Senden başka ilah yoktur. Ey insanlar! Şu Abdullah b. Ali'ye bakın hele, yüzü
ne kadar çirkin, giysisi de ne kadar rezilane."»
İşte bugüne kadar
Abbasiler, cuma ve bayram günlerinde insanlara hutbe irad ederlerken siyah
giysiler giyerler.[6]
Önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi Seffah'a rebiyülahır ayının 12'sinde cuma günü Kûfe'de
halifelik bey'atı yapıldı. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre hicretin
132. senesinin başında ona bey'at yapılmıştır. Sonra Seffah, askerlerini
Mervan'm üzerine gönderdi, Mer-van'ı memleketten sürüp uzaklaştırdı. Onu takibe
devam ettiler, peşinden ayrılmadılar. Nihayet onu Mısır'a bağlı Suğd
beldesinin Bü-vaysir mıntıkasında bu senenin zilhicce ayının sonlarında
öldürdüler. İşte o zaman Seffah, müstakil olarak halife oldu. Endülüs hariç;
Irak,Horasan, Hicaz, Şam ve Mısır diyarına tamamen hakim oldu. Yalnız hükmü
Endülüs'e ulaşamadı. Orayı otoritesinin hududuna dahil edemedi. Çünkü bazı
Emeviler Endülüs'e gidip orayı istila etmişler, ha-, jmiyetlerine
geçirmişlerdi. Bununla ilgili açıklamalar ileride verilecektir.
Bu senede bazı gruplar
Seffah'a isyan ettiler, isyancılar arasında
Kjnnesrinliler de
vardı. Bunlar, amcası Abdullah b. Ali aracılığı ile Seffah'a bey'at etmişlerdi.
Seffah, valileri Meczee b. Kevser b. Züfer b. Haris el-Kilabî'yi başlarında
vali olarak bıraktıktan sonra ona isyan ettiler. Vali Meczee, Mervan'm
adamlarından ve komutanlarındandı. Seffah'm halifeliğini tanımadı. Beyaz
elbiseler giyindi. Kinnesrinlileri de böyle yapmaya teşvik etti. Onlar da bu
hususta ona muvafakat ettiler. Bu sırada Seffah, Hire'de bulunuyordu. Abdullah
b. Ali de Belka ile meşgul idi. Orada Habib b. Mürre el-Mizzî ve yandaşları
olan Belka, Beseniye ve Havran halkıyla savaşıyordu. Onlar Seffah'ın halifeliğini
tanımıyorlardı.
Seffah, Kinnesrin
halkının yaptıklarını duyunca Habib b. Mürre ile barış yaptı ve Kinnesrin
üzerine yürüdü. Şam'a uğradı. Ailesi ve eşyaları oradaydı. Ebu Ganim Abdülhamid
b. Rib'i el-Kinanî'yi, yanına 4.000 asker verip vekil bıraktı. Sonra Humus'a
vardı. Oraya vardığı sırada Şamlılar, Seffah'm halifeliğini tanımadılar, beyaz
elbiseler giyinerek Osman b. Abdü'1-Alâ b. Süraka adındaki bir adamın liderliğinde
ayaklandılar. Seffah tarafından tayin edilen naib Ebu Ganim'i ve askerlerinden
bir kısmını öldürdüler, Abdullah b. Ali'nin eşyalarını ve mallarım
yağmaladılar. Ancak ailesine ilişmediler. Abdullah b. Ali'nin işi gerçekten
zorlaşmıştı. Çünkü Kinnesrinliler Humuslularla haberleşmiş, işi büyütmüş ve Ebu
Muhammed es-Süfyam'nin liderliğinde bir araya gelmişlerdi. Ebu Muhammed
es-Süfyanî'nin asıl adı Ebu Muhammed b. Abdullah b. Yezid b. Muaviye b. Ebu
Süfyan'dır. Onun halifeliğine bey'at ettiler. Ebu Muhammed b. Abdullah'ın
etra-finda 40.000 kadar asker toplandı.
Abdullah b. Ali,
bunların üzerine yürüdü. Merci Ahrem'de karşı karşıya geldiler. Abdullah b.
Ali'nin askerleri, Ebu Muhammed es-küfyanî'nin Ebü'1-Verd komutasındaki öncü
birliği ile şiddetlice saftılar. Abdüssamed'i hezimete uğrattılar. İki
taraftan da binlerce asker öldürüldü. Abdullah b. Ali, Hamid b. Kahtabe ile Ebu
Muham-ed es-Süfyanî'nin ordusu üzerine doğru ilerledi. Aralarında şiddetli \
Aşmalar oldu. Abdullah b. Ali'nin askerleri kaçmaya başladılar. JV-^ kendisi ve
Hamid b. Kahtabe, yerlerinde sebat ettiler. Nihayet u 1-Verd'in askerleri
hezimete uğradılar. Ebü'l-Verd'in kendisi ise le • .
arınc*an ve ailesinden oluşan 500 süvari ile sebat etti. Askerin hepsi
öldürüldüler. Ebu Muhammed es-Süfyanî ve beraberindeki birkaç adam kaçtılar,
Tedmür'e gittiler. Abdullah b. Ali, Kinnes-rin halkına eman verince onlar da
tekrar siyah elbiseler giyinerek Seffah'a bey'at ettiler ve itaata döndüler.
Sonra Abdullah b. Ali,
Şam'a döndü. Kendisinin yokluğunda Şamlıların yaptıklarını haber almıştı. Şam'a
yaklaşınca Şamlılar dağıldılar, iki taraf arasında savaş vuku bulmadı.
Abdullah b. Ali Şamlılara eman verdi. Onlar da tekrar itaat altına girdiler.
Ebu Muhammed
es-Süfyanî'ye gelince; o kayıplara karıştı. Köşe bucak kaçtı. Nihayet Hicaz'a
ulaştı. Ebu Cafer el-Mansur'un oradaki valisi onunla savaştı ve onu Öldürüp
başını kesti. Kesik başını ve esir aldığı iki oğlunu halife Mansur'a gönderdi.
Mansur, iki oğlunu serbest bıraktı.
Anlatıldığına göre Süfyanî
olayı, hicretin 132. senesinin zilhicce ayının son günü olan sah gününde
cereyan etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Seffah'a
başkaldıranlardan ve onun halifeliğini tanımayanlardan bir başka grup Cezire
halkı idi. Bunlar, Kinnesrinlilerin ayaklandıklarını ve Seffah'ın halifeliğini
tanımadıklarını duyunca, onlara uydular. Beyaz elbiseler giyinerek, Seffah
tarafından atanmış olan Harran valisi Musa b. Ka'b'ın üzerine hücum ettiler.
Musa b. Ka'b'ın yanında 3.000 asker vardı. Harran şehrinde kendini koruma
altına aldı. Kaleye sığındı. Bunlar onu iki ay süreyle kuşatma altında
tuttular. Sonra Seffah, kardeşi Ebu Cafer el-Mansur'u Vasıfta bulunan ve İbn
Hü-beyre'yi kuşatma altında tutan askerleriyle birlikte Harran üzerine
gönderdi.
Ebu Cafer, Harran'a
giderken Karkisya'ya uğradı. Karkisyalıla-rın da beyazlar giyindiklerini ve
şehrin kapılarını onlara karşı kilitlediklerini gördü. Buradan geçip Rakka'ya
uğradı. Rakka'da Bekkar b. Müslim adında bir vali vardı. Rakkalılar da aynı
şekilde isyan etmişlerdi. Buradan da İshak b. Müslim komutasındaki Hacir
kasabasına uğradı, onlar da isyan etmişlerdi. İshak b. Müslim'in beraberindeki
isyancıların bir kısmı Cezire halkı idi. İshak buradan kalkıp Urfa'ya gitti.
Musa b. Ka'b, beraberindeki Harranlı askerlerle şehir dışına çıktı. Mansur onu
karşıladı ve askerleri arasına kattı. Bekkar b. Müslim, Urfa'da bulunan kardeşi
İshak b. Müslim'in yanma gitti. İshak onu, Dara ve Mardin'deki Rebia topluluğu
üzerine gönderdi. Re-bialıların reisleri Haruri olup Büreyke adında birisiydi.
Dara ve Mardinliler birleşip tek grup haline geldiler. Ebu Cafer onların
üzerine yürüdü. İki taraf şiddetlice savaştılar. Büreyke, bu savaşta öldürüldü.
Bekkar ise Urfa'da bulunan kardeşi İshak'm yanma kaçtı. O da kendisini Urfa'da
vekil bırakarak askerlerinin büyük bir kısmı ile yoluna devam etti. Samsat'a
gidip ordugah kurdu. Ordugahın etrafına
hendek kazdırdı.
Ebu Cafer gelip
Bekkar'ı, Urfa'da kuşatma altına aldı. İki taraf arasında savaşlar cereyan
etti.
Seffah, amcası
Abdullah b. Ali'ye mektup yazarak Samsat'a gitmesini istedi. İshak b.
Müslim'in etrafında 60.000 Cezireli toplanmıştı. Abdullah b. Ali, üzerlerine
yürüdü. Ebu Cafer el-Mansur onunla birleşti. İshak onlara mektup yazıp eman
istedi. Onlar da halife Sef-fah'm izni üzerine ona eman verdiler.
Seffah, kardeşi Ebu
Cafer el-Mansur'u Cezire, Azerbaycan ve Er-meniye valiliklerine atadı.
Kardeşinden sonra kendisine halifelik geçinceye kadar Ebu Cafer el-Mansur, bu
yörelerin valiliklerini sürdürdü.
Anlatıldığına göre
İshak b. Müslim el-Ukaylî, Mervan'ın öldürüldüğünü kesin olarak anladıktan
sonra eman istemişti. Bu da, kuşatma altında yedi ay geçirmesinden sonra
olmuştu. O, Ebu Cafer el-Mansur'un dostu idi. Bunun için ona eman verildi.
Bu senede Ebu Cafer
el-Mansur, kardeşi Seffah'ın emri üzerine, Ebu Seleme'nin Öldürülmesi
konusundaki görüşünü almak için Ebu Müslim el-Horasanî'nin yanma gitti. Çünkü
Ebu Seleme, Ebu Müslim el-Horasanî'nin komutanı idi. Ebu Seleme, hilafeti
Abbasilerin elinden almak düşüncesinde idi. Ebu Cafer el-Mansur, Ebu Müslim'den,
bu fikri Ebu Seleme'ye kendisinin aşılayıp aşılamadığını öğrenecekti. Seffah
bu emri verirken yanındakiler sustular. Bunun üzerine Seffah şöyle dedi:
"Eğer Ebu Seleme'ye bu fikri Ebu Müslim el-Horasanî aşılamışsa ve Allah
bizi korumadığı takdirde bu bizim için büyük bir bela olacaktır!"
Ebu Cafer diyor ki:
Kardeşim Seffah bana dedi ki: "Senin bu husustaki görüşün nedir? Ebu
Müslim el-Horasanî'ye senden daha yakın bir kimse yoktur. Git, onun bu konuda
neler bildiğini öğren. Eğer Ebu Seleme'ye bu fikri o aşılamışsa hakkından
geliriz. Ama o aşıla-mamışsa rahatlarız."
Ebu Cafer dedi ki:
«Ben Ebu Müslim el-Horasanî'ye, korkulu korkulu gittim. Rey şehrine vardığımda
Ebu Müslim'in Rey valisine gönderdiği mektuptan haberim oldu. Beni bir an evvel
yanma gitmeye teşvik ediyordu. Korkum daha da arttı. Nişabur'a vardığımda yine
bir an evvel yanma ulaşmam için Nişabur valisine bir mektup gönderişti.
Mektubunda bir an dahi gecikmeden yanma gitmemi istiyordu Ve benim bulunduğum
mıntıkada Haricilerin bulunduğunu söylüyor-*ju- İşte bu ifade beni biraz
rahatlattı. Merv'e iki fersah yaklaştığım-tl kendisi bir grup insanla beni
karşılamaya gelmişti. Beni görür atından
indi, elimi öptü. Ben de tekrar atına binmesini söyle.
Merv şehrine
girdiğimizde onun evine konuk oldum. Üç gün kaldım. Niçin geldiğimi sormadı.
Dördüncü günde geliş sebebimi sordu Ben de durumu anlattım. "Ebu Seleme mi
böyle yapmış? Ben onUn hakkından gelirim. Siz hiç yorulmayın." cevabını
verdi. Merrar b Enes ed-Dabbî'yi çağırıp ona şöyle dedi: "Hemen Kûfe'ye
git. Ebu Se-leme'yi nerede görürsen hemen boynunu vur. Bu, imamın görüşü.
dür."»
Merrar, bu emir
üzerine Haşimilerin hakimiyetindeki Kûfe'ye git.
ti. Ebu Seleme,
geceleyin Seffah'ın meclisinde bulunuyor, sohbete katılıyordu. Meclisten çıkar
çıkmaz Merrar onu öldürdü. Ebu Selerne'yi Haricîlerin öldürdüğü şayiası
yayıldı. Şehir kapıları kilitlendi. Sonra da cenaze namazını halifenin kardeşi
Yahya b. Hamd b. Ali kıldırdı ve Ebu Seleme, Haşimiyye'ye defnedildi. Ona
"Âl-i Muhammed'in veziri" deniliyordu. Ebu Müslim'e ise "Âl-i
Muhammed'in emiri" deniliyordu. Şair bu hususta şöyle demiştir:
"Bu vezir, âl-i
Muhammed'in veziri olduğu halde helak oldu, Sonra onlara buğz eden de vezir
oldu."
Anlatıldığına göre Ebu
Cafer, Ebu Seleme'nin öldürülmesinden sonra otuz kişilik bir heyetle Ebu Müslim
el-Horasanî'nin yanına gitmiştir. Heyetinde Haccac b. Ertat, İshak b. Fadl
el-Haşimî ve eşraftan, sadattan bazı kimseler de vardı.
Ebu Cafer, Horasan
dönüşünde kardeşine şöyle demişti: "Ebu Müslim el-Horasanî hayatta
bulunduğu müddetçe sen halife olamazsın. Tek çaren onu öldürmendir."
Çünkü askerlerin Ebu Müslim'e tam itaat ettiklerini görmüştü. Seffah da kardeşi
Ebu Cafer'e: "Bunu kimselere söyleme ve gizli tut." demiş, o da
susmuştu.
Sonra Seffah, kardeşi
Ebu Cafer'i Vasıfta bulunan İbn Hübeyre ile savaşmaya gönderdi. Ebu Cafer,
yolda Hasan b. Kahtabe'yi de yanma aldı. Kuşatma altına aldıkları zaman İbn
Hübeyre, Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a mektup yazarak kendisinin halifeliğine
bey'at edilmesini istedi. Ancak Muhammed b. Abdullah, cevabını geciktirdi-Bunun
üzerine İbn Hübeyre, Ebu Cafer'le barış yapmaya yöneldi-Ebu Cafer de barış
yapması için kardeşi Seffah'tan talepte bulundu. Seffah ona bu izni verdi.
Bunun üzerine Ebu Cafer, İbn Hübeyre ite barış yapabileceğine dair bir mektup
yazıp gönderdi.
İbn Hübeyre, bu
mektubu alınca kırk gün süreyle etrafındaki âlimlerle müşavere yaptı. Sonra
Yezid b. Ömer b. Hübeyre, 1.300 Bu-haralı askerle birlikte Ebu Cafer'in yanına
geldi. Ebu Cafer'in otağına yaklaşınca atıyla beraber otağa girmek istedi.
Ancak hacib Selam ona: "Ey Halid'in babası! Atından in." dedi. O da
atından indi. Otağı*1 etrafında Horasanlı 10.000 asker vardı. Otağa girmesine
izin verildi-
"Sadece ben mi
yoksa maiyetimdeki adamlarla mı gireceğim?" diye gorunca kendisine:
"Hayır, sadece sen gireceksin." denildi. O da içeri gjrdi- Kendisine
yastık verildi. Yastık üzerine oturdu. Ebu Cafer, bir saat kadar onunla
konuştu. Sonra İbn Hübeyre oradan çıkıp gitti. £fcu Cafer gözleriyle onu takip ediyordu.
Sonra ertesi gün ve bir son-faki gün peşpeşe-gelmeye başladı. İkinci gelişinde
500 süvari ve 300 piyade askerle geldi. Bu durumu Ebu Cafer'e şikayet ettiler.
Ebu Cafer de, hacibine: "Ona söyle de sadece maiyetindeki adamlarla
gelsin." <jedi. İbn Hübeyre de otuz kişi ile otağa geldi. Hacib ona:
"Seni böbürlenil' gibi görüyorum." deyince: "Yürüyerek yanınıza
gelmemi emret-geniz» yürüyerek gelirim." karşılığını verdi. Sonra üç
kişiyle beraber
gelmeye başladı.
İbn Hübeyre bir gün
Ebu Cafer'le konuşurken Ebu Cafer söz arasında ona: "Ey adam!" dedi.
Sonra dili sürçtüğü için böyle söylediğini İfade ederek özür diledi. îbn
Hübeyre de özürünü kabul etti.
Seffah; Ebu Müslim
el-Horasanî1 ye mektup yazarak İbn Hübeyre ile barış hususundaki fikrini
sordu.* Ebu Müslim, onu, îbn Hübeyre ile barış yapmaktan menetti. Seffah, Ebu
Müslim'in fikrim almadan hiçBir işte kesin kararım vermezdi. Ebu Cafer, İbn
Hübeyre ile barış antlaşması yapınca Seffah bundan memnun olmadı ve bu işi
takdir etmedi, Ebu Cafer'e mektup yazarak îbn Hübeyre'yi öldürmesini Emretti.
Ebu Cafer ona defalarca itirazda bulunduysa da itirazının faydası olmadı.
Nihayet Seffah'm, "Onu mutlaka öldüreceksin. Başka çaresi yok."
mealindeki mektubu geldi. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâ-hil aliyyil azîm.
Eman veriliyor, ondan sonra eman hiçe sayılıyor. Bu nasıl iştir? Zorbalar işte
böyle yaparlar.
Çaresiz kalan Ebu
Cafer, bir grup Horasanlıyı İbn Hübeyre'nin üzerine gönderdi. Bunlar, onun
bulunduğu yere girdiler. îbn Hübeyre'nin yanında oğlu Davud da vardı. Kucağında
küçük bir çocuk, çevresinde ise köleleri ve hacibi vardı. Oğlu onu savundu,
fakat öldürüldü. Kölelerinden bazısı da öldürüldü. Nihayet İbn Hübeyre'yi ele
ge-Çİrdiler. Çocuk kucağından yere düştü, kendisi de secde halinde yere
kapandı. Secdede iken öldürüldü. İnsanlar paniğe kapıldılar. Ebu Cafer, yüksek
sesle bağırarak herkesin güvende olduğunu bildirdi. Sadece Abdülmelik b. Bişr,
Halid b. Seleme el-Mahzumî ve Ömer b. ^err'in güvende olmayacaklarını söyledi.
Bunun üzerine insanlar sa-kinleştüer. Sonra da onların bir kısmına eman
verildi, bir kısmı ise
Öldürüldü.
Bu senede Ebu Müslim
el-Horasanî, Muhammed b. Eş'as'ı Fars'a gönderdi. Orada bulunan Ebu Seleme
el-Hallal'm kölelerini yakala-^P Öldürmesini emretti. O da bu emri yerine
getirdi.
Seffah, kardeşi Yahya
b. Muhammedi Musul vilayetine ve bağlı mıntıkaların valiliğine atadı. Amcası
Davud'u ise Mekke, Medine, Yemen ve Yemame valiliklerine atadı ve Küfe
valiliğinden aldı. Küfe valiliğine İsa b. Musa'yı, Küfe kadılığına da İbn Ebi
Leyla'yı tayin etti Basra valiliğine Süfyan b. Muaviye el-Mühellebî'yi, Basra
kadılığma da Haccac b. Ertat'ı tayin etti. Sind valiliğine Mansur b. Cumhur'u
Fars valiliğine Muhammed b Eş'as'ı, Ermeniye ile Azerbaycan ve Cezire
valiliklerine de Ebu Cafer el-Mansur'u, Şam ve bağlı mıntıkaların valiliğine
Seffah'ın amcası Abdullah b. Ali'yi, Mısır valiliğine Ebu Avn Abdülmelik b.
Yezid'i, Horasan ve bağlı mıntıkaların valiliğine Ebu Müslim el-Horasanî'yi,
haraç dairesinin başkanlığına Halid b. Bermek'i tayin etti.
Bu senede insanlara
Davud b. Ali haccettirdi. [7]
Künyesi Ebu Abdülmelik
el-Ümevî'dir. Emevilerin son halifesidir. Bu senenin zilhicce ayının son on
gününden birinde öldürüldü. Nitekim bu husus önceki sayfalarda detaylı olarak
anlatılmıştır.
Mervan'm veziri
Abdülhamid b. Yahya b. Sa'd da bu senede vefat edenlerdendir. Bu zat, Beni Amir
b. Lüey'yin azatlısı idi. Edebiyatı sağlam bir katipti. Edebiyatı dillere
destandır. Anlatıldığına göre-mektuplaşmalar Abdülhamid ile başlamış ve İbn
Amid ile sona ermiştir. Yazışmalarda ve yazı sanatında önderdi. Uyulacak bir
liderdi. Bin varak teşkil eden mektupları vardır. Aslı Kısariye1 dendir. Sonradan
gelip Şam'a yerleşmiştir. Bu mesleği Hişam b. Abdümelik'in azatlısı Salim'den
öğrenmiştir. Mehdi'nin veziri Yakub b. Davud'un yanında yazıyı öğrenmiştir.
Oğlu İsmail b.
Abdülhamid de yazışmalarda ustalaşmış bir kimse idi. Önceleri çocukları
eğitirdi. Onlara okuma yazma öğretirdi. Sonra devran değişti, Mervan'm veziri
oldu. Seffah onu öldürdü. Cesedine çeşitli işkenceler tatbik etti. Oysa
Mervan'm böyle birini affetmesi daha iyi olurdu. Onun vecizelerinden bazı
örnekler sunalım:
"İlim bir
ağaçtır. Meyvesi kelimelerdir. Düşünce bir denizdir. Bu denizde hikmet incileri
bulunur."
Güzel yazı yazmasını
beceremeyen bir adamı görünce ona şu tavsiyede bulunmuştu: "Kaleminin
sivri kısmını uzun yap. Ucuna yağ sür. Yazarken biraz eğri tut ve sağa doğru
yatır." Adam; "Ben onun bu tavsiyesine uyarak yazmaya başladım. Yazım
gerçekten güzelleş-ti." demiştir.
Adamın biri ona,
büyüklere kendisi için bir tavsiye mektubu yaz-m rica etmişti. O da şöyle bir
tavsiye mektubu yazmıştı: "Bir hak
benim bu mektubumu sana ulaştırdı. Bu istekte bulu- ^ benim üzerimde bir hakkı vardı. Seni emelini
gerçek- k lk bei ele ihtiyacını
karşılayacak bir merci
kisinin ^e benim
üzerimde bir hakkı vardı. Seni emelini gerçek fttirecek bir makam olarak, beni
ele ihtiyacını karşılayacak bir merci lîrak gördü. Ben onun ihtiyacım
karşıladım, sen de emelini gerçek-
Çoğunlukla şu şiiri
okurdu:
"Yazı yazıldıktan
sonra ok gibi vızıldar, Kirişlere takılan oklar gibidir kalemler." [8]
Abbasilerin ilk
veziridir. Halifeliğe geçişinin dördüncü ayından sonra Seffah'ın emri üzerine
Ebu Müslim onu, Enbar şehrinde, receb ayında öldürdü. Mizahtan hoşlanır,
faziletli ve itibarlı bir kimse idi. Seffah onunla sohbet eder, sohbetinden
zevk alırdı. Ama onun Hz. Ali ailesine meyli olduğundan şüphelenince Ebu Müslim'e
emir verdi. Ebu Müslim de tuzak kurarak onu gafleten öldürdü. Öldürülmesi
üzerine Seffah şu şiiri okumuştu:
"O ve onun
gibiler Cehennem ateşine gitsinler. Ondan neyi kaybettik ki üzülelim."
Ebu Seleme'ye "AH
Muhammed'in veziri" denilirdi. "Hallal" lakabıyla da tanınırdı.
Çünkü o Kûfe'de Hallalîn yolundaki evde ikamet ederdi. "Vezir" adım
ilk olarak o aldı.
ibn Hallikan, îbn
Kuteybe'nin şöyle dediğini rivayet eder: «Vezir kelimesi "vizr"
kökünden türetilmiştir ki, "vizr" kelimesi yük" anlamına gelir.
Onun görüşüne dayandığı içindir ki hükümdar Ve sultan, vezire bir nevi yük
yüklemektedirler. Bu nedenle ona vezir adı verilir. Tıpkı korkak bir kimsenin
bir dağa sığınması gibi sultan a sıkıştığı anda vezirinin görüşüne sığınır.» [9]
Bu senede halife
Seffah, amcası Süleyman'ı Basra, Basra'nın bağ-Mıntıkaları, Dicle ile Bahreyn,
bunlara bağlı mıntıkalar ve Umman alisine vali olarak tayin etti. Amcası İsmail
b. Ali'yi de Ahvaz böl-gesı£e gönderdi.
u senede Davud b. Ali,
Mekke ve Medine'de bulunan Emeviieri
öldürdü.
Davud b. Ali, bu
senenin rebiyülevvel ayında Medine'de vefat etti Yerine oğlu Musa'yı vekil
bıraktı. Hicaz bölgesindeki valiliği üç ay sürmüştü. Saffah onun ölüm haberini
alınca Hicaz'a, dayısı Ziyad b. Ubeydullah b. Abdüddar el-Harisî'yi vali olarak
atadı. Dayısının oğlu Muhammed b. Yezid b. Ubeydullah b. Abdüddar'ı da Yemen'e
vali tayin etti. Şam valiliğini, amcaları Abdullah b. Ali ile Salih b. Ali'ye
paylaştırdı. Ebu Avn'ı da Mısır valiliğinde bıraktı.
Bu senede Muhammed b.
Eş'as, İfrikiyye'ye giderek yerlilerle şiddetli savaşlar yaptı ve nihayet
orayı fethetti.
Şüreyk b. Şeyh
el-Mihrî, Buhara'da Ebu Müslim el-Horasanî'ye karşı ayaklandı ve şöyle dedi:
«Biz kan akıtmaları ve insanları öldürmeleri için Muhammed ailesine bey'at
etmedik.» Bü düşüncesine 30.000 kadar adam katıldı ve ona tabi oldu. Ebu Müslim
el-Horasanî de onun üzerine Ziyad b. Salih el-Huzaî'yi gönderdi. Ziyad, onunla
savaştı ve onu öldürdü;
Bu senede halife
Seffah, kardeşi Yahya b. Muhammed'i Musul valiliğinden azletti. Yerine amcası
İsmail'i tayin etti.
Yine bu senede Seffah,
Salih b. Ali b. Said b. Ubeydullah'ı Anadolu'ya gazaya gitmekle görevlendirdi.
O da Dervep gerisine gidip gaza yaptı.
Bu senede Seffah'm
dayısı Ziyad b. Ubeydullah b. Abdüddar el-Harisî insanlara haccettirdi. Bu
senedeki valiler, -azledilmiş olanlar hariç- önceki senelerde adlarını
naklettiğimiz valilerdi. [10]
Bu senede Bessam b.
İbrahim b. Bessam, Seffah'a karşı isyan etti. Seffah, onun üzerine Hazim b.
Huzeyme'yi gönderdi. Hazini b. Hu-zeyme, onunla savaştı ve adamlarının çoğunu
öldürüp ordugahındaki mallarını yağmaladı. Sonra da dönüp Seffah'ın dayıları
olan Abdüddar kabilesine uğradı. Onlardan, halifeye yardımcı olan kimseleri
kendisine bildirmelerini istedi. Fakat onlar olumlu cevap vermediler, onunla
alay ettiler. Bunun üzerine Hazim, boyunlarının vurulmasını emretti. Bunların
sayıları yirmi kadardı. Bir o kadar da azatlıları vardı.
Bu hadise üzerine
Abdüddar oğulları, Hazim b. Huzeyme'ye karşı birleşerek Seffah'ın yanına
gittiler ve: «Hazim, senin dayılarını suçsuz yere öldürdü.» diyerek şikayette
bulundular. Seffah, Hazim'in öldürülmesine niyetlendi. Ancak komutanlardan
birisi, Hazim'i öldürmemesini, onu zorlu bir göreve göndermesini tavsiye edip
şöyle dedi: «Eğer göndereceğin zor işin üstesinden gelirse ne âlâ, ama
öldürülür zaten senin istediğin de budur. Böylece kendisinden kurtulmuş
olursun.»
Bu tavsiye üzerine
Seffah, Hazim'i Umman'a gönderdi. Uminan1-da ayaklanan bir Haricî topluluğu vardı.
Hazimle birlikte 700 adamını da teçhiz edip Umman'a gönderdi. Basra'da bulunan
amcası Süleyman'a da mektup yazarak müfrezeyi gemilere bindirerek Umman'a
göndermesini emretti. O da bu emri yerine getirdi. Hazim komutasındaki müfreze
Umman'a gidince Haricîlerle savaştı ve onları mağlub etti. Oradaki beldelere
hakim oldu. Haricîlerin reisi Cülendî'yi, Cülendî'nin taraftarlarından ve
arkadaşlarından 10.000'e yakın kişiyi de öldürdü. Başlarını kesip Basra'ya
gönderdi. Basra valisi de bu kesik başları halife Seffah'a gönderdi. Bundan
birkaç ay sonra Seffah, Hazim'e mektup yazarak geri dönmesini emretti. O da
ganimet kazanmış ve muzaffer olarak, salimen geri döndü.
Ebu Müslim
el-Horasanî, bu sene Suğd illerine gazaya gitti. Ebu Müslim'in komutanlarından
biri olan Ebu Davud da Keş iline gidip gaza yaptı, çok sayıda adam Öldürdü.
Altın işlemeli çok sayıda Çin kaplarını ganimet olarak ele geçirdi.
Halife Seffah, Musa b.
Ka'b'ı, 3.000 askerle Mansur b. Cumhur'un üzerine gönderdi. Hindistan'da
bulunan Mansur'un etrafında 12.000 asker vardı. Musa b. Ka'b onunla savaştı,
kendisini hezimete uğrattı ve ordugahındaki malları ele geçirdi.
Yemen valisi Muhammed
b. Yezid b. Abdullah b. Abdüddar, bu senede vefat etti. Seffah, onun yerine
dayısını vali olarak atadı. Bu vali aynı zamanda müteveffa valinin de amcası
idi.
Bu senede Seffah,
Hire'den Enbar'a gitti.
Küfe valisi İsa b.
Musa, insanlara haccettirdi. Vilayetlerin valileri, önceki senede adları
zikredilen valilerdi.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Ebu Harun el-Abdi, Ammare b. Cüveyn, Yezid b. Yezid
b. Cabir ed-Dımışkî bulunmaktadır. Doğrusunu Allah bilir. [11]
Bu senede Belh
nehrinin gerilerinde bulunan Ziyad b. Salih, Ebu Müslim el-Horasanî'ye karşı
ayaklandı. Cenâb-ı Allah da Ebu Müslim'i onlara galip kılıp muzaffer yaptı.
Ebu Müslim onların topküuk-annı dağıttı. Böylece o mıntıkalarda hakimiyeti
yerleşti.
Bu senede Basra valisi
Süleyman b. Ali insanlara haccettirdi. Bu senedeki valiler, önceki senelerde
adları zikredilen valilerdi.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler, Yezid b. Sinan, Ebu
yl, Zühre b. Mabed ve
Atâ el-Horasanî'dir. [12]
Bu senede Ebu Müslim,
kendisinden izin aldıktan sonra Horasan'dan halife Seffah'ın ziyaretine geldi.
Halife ona, 500 askeriyle beraber gelmesini emretmişti. Ancak o, yazdığı
cevabi mektupta, «Ben insanları öldürerek çiftlerini tek yaptım, 500 askerin
beni korumada yeterli olmayacağından korkuyorum.» diyerek endişesini dile
getirdi. Bunun üzerine Seffah ona mektup yazarak 1.000 askerle gelebileceğini
bildirdi. Fakat o, 8.000 askerle yola koyuldu. Sonra yolda onları dağıttı,
yanma bol miktarda hediye ve armağan alarak hilafet merkezine geldi. Merkeze
vardığında yanında sadece 1.000 asker vardı. Seffah'ın komutan ve emirleri
kendisini şehre uzak bir noktada karşıladılar. Ebu Müslim, huzura girince
Seffah ona ikramda bulunup saygı ve tazim gösterdi, yakınına oturttu.
Hilafet merkezinde
bulunduğu müddet zarfında Ebu Müslim, hergün halife Seffah'ın ziyaretine
geliyordu. Halifeden hac için izin istedi. Halife de ona bu izni verip şöyle
dedi: «Eğer kardeşim Ebu Cafer'i görevlendirmiş olmasaydım seni hac enıiri
tayin ederdim.»
Ebu Cafer ile Ebu
Müslim arasında düşmanlık vardı. Ebu Cafer ona öfke duyuyordu. Çünkü Seffah
adına bey'at almak için Nişabur'a gittiğinde, hem halife Seffah için hem de
kendi veliahtlığı için bey'at istemişti. Ebu Müslim de buna şaşmıştı. İşte
bundan dolayı Ebu Cafer el-Mansur ona kin gütmeye başlamış ve onu öldürmesi
için Sef-fah'a tavsiyede bulunmuştu. Seffah ise kardeşi Ebu Cafer'e bu düşüncesini
gizlemesini emretmiş ve şöyle demişti:
- Sen, Ebu Müslim'in
bize ne kadar hizmet ettiğini ve bizim uğrumuzda ne kadar mihnetlere
katlandığını biliyorsun.
Ebu Cafer de ona şöyle
karşılık vermişti:
- Ey mü'minlerin
emiri, o, bu icraatlarını bizim devletimiz sayesinde yapmıştır. Allah'a yemin
ederim ki, eğer sen bir kediyi dahi göndermiş olsaydın halk onun emrini
dinleyecek ve itaat edecekti. Eğer sen Ebu Müslim'i bu akşam yemeğinde yemezsen
o seni yarın sabah kahvaltısında yiyecektir.
- Peki, onu nasıl
öldüreceğiz?
- Huzuruna geldiğinde
onunla konuşmaya başla, ben de arkadan gelip kılıçla onu vurayım.
- Peki, adamlarına ne
yapacağız?
- Onlar az ve
zelildirler. Bir şey yapamazlar.
Bu karşılıklı
konuşmadan sonra halife Seffah, Ebu Müslim'i Öldürmesi için kardeşi Ebu
Cafer'e izin verdi.
Fakat Seffah, Ebu
Müslim huzuruna geldiğinde, onu öldürmesi için kardeşi Ebu Cafer'e izin
verdiğine pişman oldu ve hizmetçisini ona göndererek şöyle demesini emretti:
«Kardeşin Seffah'la aranızda geçen konuşmada vardığınız karara kardeşin pişman
olmuştur. Sakın o kararı yerine getirme.» Hizmetçi, Ebu Cafer'in yanma
vardığında Ebu Cafer'in kılıcım kuşanmış olduğunu ve Ebu Müslim'i öldürmeye
hazırlandığını gördü. Halifenin bunu yasakladığını kendisine tebliğ edince Ebu
Cafer çok kızdı ve öfkelendi.
Bu senede Ebu Cafer
el-Mansur, kardeşi halife Seffah'ın emri üzerine insanlara haccettirdi. Ebu
Müslim el-Horasanî de halifenin emri üzerine Ebu Cafer'le birlikte hacca gitti.
Halife onun da haccetmesine izin vermişti.
Hac dönüşünde Zat-ı
Irk'a vardıklarında kardeşi Seffah'ın ölüm haberi Ebu Cafer'e ulaştırıldı. Ebu
Cafer, Ebu Müslim'den bir konak ileride gitmekte idi. O da bu haber üzerine Ebu
Müslim'e mektup yazarak, «Bir olay meydana geldi, çabuk gel.» dedi. Ebu
Müslim, halifenin ölüm haberini alınca acele edip Ebu Cafer'e yetişmeye
çalıştı ve Kûfe'de ona ulaştı.
Ebu Cafer el-Mansur'un
halife olup kendisine bey'at yapılması ile ilgili bilgiler, inşaallah yakında
teferruatlı olarak verilecektir. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce
Allah daha iyi bilir. [13]
Kendisine Murtaza ve
ayrıca Kasım da denilen Seffah'ın soy kütüğü şöyledir: Abdullah es-Seffah b.
Muhammed b. İmam b. Ali es-Seccad b. Abdullah el-Hibr İbn Abbas b.
Abdülmuttalib el-Kuraşi el-Haşimî. Mü'minlerin emiri idi. Annesinin adı Rayta
(veya Rayita) binti Ubeydullah b. Abdullah b. Abdüddar el-Harisî'dir.
Seffah, Şam'a bağlı
Belka'daki Arzü'ş-Şerah mıntıkasının Hamime kasabasında doğdu, orada yetişti.
Kardeşi İmam İbrahim'in Mer-van tarafından hapsedilmesinden ve öldürülmesinden
sonra Kûfe'ye göçtüler. Mervan'm sağlığında, kardeşi İmam İbrahim'in öldürülmesinden
sonra, hicri 132. senenin rebiyülevvel ayının 12'sinde cuma günü Kûfe'de
kendisinin halifeliğine bey'at edildi. Nitekim bu husus °tıceki kısımlarda da
anlatılmıştır.
Hicretin 136.
senesinin zilhicce ayının ll'inde (veya 13'ünde) pa-^ar günü, otuz yaşında,
çiçek hastalığı nedeniyle Enbar şehrinde ve-fct etti. Vefat ettiğinde yaşının
yirmisekiz, otuzbir, otuziki olduğuna a*r muhtelif rivayetler vardır. Dört sene
dokuz ay müddetle halifelik "aPtı. Beyaz tenli, yakışıklı, uzun boylu,
kıvırcık saçlı, burun kemeri yüksek, güzel sakallı, güzel yüzlü bir kimse idi.
Fasih konuşur, güzel Orül ileri
sürerdi. Hazır cevap ve çabuk karar verebilen bir yapıya sahipti.
Halifeliğinin ilk
zamanlarında Abdullah b. Hasan b. JHasan b. Ali eline mushafı alarak huzuruna
geldi. Seffah'm yanında da aile efradından ve diğer Haşimilerden önde gelen
kimseler vardı. Abdullah b. Hasan ona şöyle dedi: «Ey mü'minlerin emiri,
Cenâb-ı Allah'ın bu rnushafta bize verdiği hakkımızı öde.»
Orada bulunanlar,
Seffah'm ona hemen bir kötülük yapmasından veya cevapsız bırakmasından,
dolayısıyla ikisi aleyhine olacak bir hatıranın halk arasında yayılmasından
korktular. Ama Seffah hiç öfke? lennıeden ve rahatsızlanmadan ona yönejdi vs
şöyle dedi: «Senin deden Ali, elbette ki benden daha hayırlı ve daha adildi.
Bu halifelik makamına geçti. Dedelerin Hasan ile Hüseyin'e bu hak verildi,
tabii ki onlar da senden daha hayırlı kimseler idiler. Sana fazlasıyla vereceğim
birşey, senin hakkını tam olarak ödemiş olmam demek değildir. Sana ne kadar
çok şey versem bile hakkını ödeyemem.»
Onun bu sözüne
Abdullah b. Hasan cevap veremedi. Orada bulunan kimseler, Seffah'm bu
hazırcevaplığına, verdiği cevabın güzelliğine ve sağlamlığına şaştılar.
İmam Ahmed b. Hanbel,
Ebu Said el-Hudrî'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Zamanın inkıtaa
uğraması ve fitnelerin zuhuru esnasında Seffah denen bir adam ortaya
çıkacaktır. O, insanlara malı azar azar verecektir.»
Yukarıdaki hadiste adı
geçen Seffah'm bu Seffah olması hususunda şüphe vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Emevi hakimiyetinin yıkılışından, bahsederken önceki sayfalarda bu manada bazı
haber ve eserler nakletmiştik.
Zübeyr b. Bekkar,
Seffah'm babası Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'm şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Ömer b. Abdülaziz'in
yanına gittim. Yanında Hristiyanlardan biri vardı. Ömer ona şöyle sordu:
— Süleyman'dan sonra
kimin halife olacağına inanıyorsunuz? , - Sen halife olacaksın.
- Biraz daha açıkla
bakalım.
Hristiyan, Emevi
halifelerini peşpeşe sıraladı. Sonuncu halifenin de adını verdi.
Oradan ayrıldıktan
sonra, ben o Hristiyanı zihnime yerleştirdim. Bir gün onu görünce köleme, onu
alıp evime getirmesini emrettim. Ben de evime gittim. Kölem onu evime getirdi.
Ona Emevi halifelerinin adlarını sordum. O da o günden sonra Emevilerden
kimlerin halife olacaklarını birer birer söyledi. Mervan b. Muhammed'in adını
da söyledikten sonra ona sordum:
- Ondan sonra kim
halife olacaktır?
- Ondan sonra İbn
Harisiye halife olacaktır ki, o da senin oğlundur.
O zaman, benim oğlum
Ibn Harisiye, anasının karnında idi.»
Ravi diyor ki:
Medineliler, halife Seffah'm yanına gelerek elini Öpme yarışma girdiler. Yalnız
İmran b. İbrahim b. Abdullah b. Muti el-Adevî onun elini öpmedi. Sadece hilafet
selamı vermekle yetindi ve söyle dedi: «Ey mü'minlerin emiri; Allah'a yemin ederim
ki, eğer elini Öpmem senin şanını yüceltecek ve kıymetini artıracak, benim de
sana yakınlığımı fazlalaştıracak olsaydı el Öpme yarışında hiç kimse beni
geçemezdi. Ama ben sevaba vesile olmayacak bir işi yapmaya muhtaç değin*11-
Hatta böylesi işler, bizi bazen günaha da götürür.»
Böyle dedikten sonra
yerine oturdu. Allah'a yemin ederim ki, onun bu davranışı ve bu sözleri
Seffah'm yanındaki itibarını diğer ar-kadaşlarınkinden eksiltmedi, aksine
Seffah onu daha fazla sevdi.
Kadı Muafa b.
Zekeriya'nın anlattığına göre Seffah, bir adamı, geceleyin gidip Mervan'm
ordugahında şu beyitleri okumakla görevlendirdi. O adam da geceleyin gidip şu
beyitleri yüksek sesle okuyup aynı gecede geri döndü:
«Ey Mervanoğulları!
Şüphesiz Allah sizi helak edecek, Güvenliğinizi korku ve paniğe dönüştürecek.
Allah sizin soyunuzdan hiç kimseyi yaşatmasın, Sizi korku ülkelerine sürerek
darmadağın etsin.»
Hatib Bağdadî'den
şöyle rivayet edilmiştir:
«Seffah, bir gün
aynaya baktı. O, gerçekten insanların en güzel yüzlülerindendi. Şöyle dedi:
Allah'ım, ben Süleyman b. Abdülmelik'in "Ben genç halifeyim." dediği
gibi demiyorum, ama ben diyorum ki: "Allah'ım, beni afiyet üzere taatinde
uzun bir Ömür yaşat." Sözünü henüz tamamlamadan bir kölenin bir diğerine
şöyle dediğini işitti: Aramızdaki vade iki ay beş gündür." Onların bu
konuşmasından uğursuzluk sezdi ve şöyle dedi: "Allah bana kafidir. Kuvvet
ancak Allah'ındır. O'na tevekkül ettim, O'ndan yardım diliyorum." Böyle
dedi Ve iki ay beş gün sonra da vefat etti.»
Muhammed b. Abdullah
b. Malik el-Huzaî'nin anlattığına göre
^anın Reşid, oğluna,
İshak b. İsa b. Ali'nin yanına gitmesini ve Sef-
anın kıssasını
dinleyerek kendisine anlatmasını emretmişti. O da gi-
JP ishak b. İsa'dan,
Seffah'm kıssasını anlatmasını istedi. İshak, sö-
Ze Şöyle başladı:
«Babam İsa, arefe günü
sabahında Seffah'm yanma gitmiş ve Un oruçlu olduğu görmüştü. Seffah, babamdan,
o gün kendisiyle akşama kadar sohbet etmesini ve bunu, yanında iftar edinceye
kadar sürdürmesini istemişti. Babanı bana bu olayı şöyle anlattı:
- Onunla sohbete
başladım, bir süre sonra Seffah'm uykuya daldığını gördüm- Yanından kalkıp
gidecek oldum ve kendi kendime şöyle dedim: «Gidip bir süre evimde dinleneyim.
Öğle uykusuna yatıp is, tirahat edeyim, daha sonra tekrar buraya gelirim.»
Evime gittim, azıcık uyudum, sonra kalkıp Seffah'm evine geldim. Kapısında bir
müjdeci duruyordu. Sind'in fethedildiğini ve Sind halkının halifeye bey'at
ettiklerini, Sind'deki yönetimin halifenin vekillerine teslim edildiğini
müjdeliyordu. Ben de bu müjde ile halife Seffah'm huzuruna girmeyi bana nasib
ettiğinden ötürü Allah'a hamdettim. Huzura girdim, orada bir başka müjdeci ile
karşılaştım. O da İfrikiyye'nin fethini müjdeliyordu. Allah'a hamdettim.
Seffah'm huzuruna girip bu durumları ona müjdeledim. O, abdest almış, sakalını
tarıyordu. Müjdeyi duyunca elindeki tarak yere düştü, sonra şöyle dedi:
- Sübhanallah!
Allah'tan başka herşey helak olacaktır. Vallahi, ben bütün bunlarda öleceğime
dair bir haber sezinliyorum. İmam İbrahim, Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle
buyurduğunu haber verdi: Rasûlul-lah (s.a.v.)'m anlattığına göre; şu şehrimde
bana biri Sind'den, diğeri İfrikiyye'den olmak üzere iki heyet gelecek ve bu
heyetler, ora insanlarının itaat altma girip bana boyun eğdiklerini ve
bey'atta bulunduklarını haber verecek. Bundan üç gün sonra da ben öleceğim.
Şimdi iki heyet de bana geldi. Ey amca, yeğenin için yaptıklarının sevabını
Allah sana bolca versin.
- Hayır ey mü'minlerin
emin, inşaallah.
- Evet inşaallah. Eğer
dünya benim sevdiğim bir şey ise, ahiret daha çok sevdiğim bir şeydir. Rabbimin
huzuruna varmam benim için daha hayırlıdır. Rasûlullah (s.a.v.)'tan böyle bir
haberin sahih olarak rivayet edilmesi daha çok sevdiğim ve arzuladığım
birşeydir. Allah'a yemin ederim ki, bana ne yalan söylendi, ne de ben yalan söyledim.
Bu rivayet gerçektir.
Böyle dedikten sonra
meclisten kalktı, evine gitti. Benim oturmamı emretti. Müezzin öğle vaktinin
girdiğini ona bildirmek için geldiğinde hizmetçisini bana göndererek namaz
kıldırmamı bana emretti, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını da kıldırmamı aynı
şekilde bana emretti. Geceyi orada geçirdim. Seher vakti olunca hizmetçisi bana
bir pusula getirdi, pusulada sabah ve bayram namazlarını da kıldırmamı
emrediyor, sonra evine dönmemi istiyordu. Pusulada şunlar da yazılıydı:
"Ey amca, eğer ben ölürsem, ölüm haberimi şu mektubumu insanlara okumadan
ve içinde adı zikredilen şahsa bey'atlanm temin etmeden duyurma."
Ben cemaata namaz
kıldırdım. Sonra yanına döndüm, durumu
iyiydi, akşama doğru
yine yanma uğradığımda aynı halde idi. Yalnız yüzünde iki kabarcık çıktı, sonra
bu kabarcıklar büyüdü. Beyaz renk-jj bu kabarcıklara çiçek hastalığı
deniliyordu. İkinci gün erkenden yanına gittim, tanınmaz hale gelmişti. O da
beni tanıyamadı. Akşam olunca yine yanına gittiğimde vücudu tulum gibi
şişmişti. Üçüncü günde de vefat etti. Bana emrettiği gibi ölüm haberini
gizledim, cemaatin huzuruna çıktım, yazmış olduğu mektubu onlara okudum,
mektupta şunlar yazılıydı:
«Mü'minlerin emiri
Abdullah'tan dostlara ve Müslüman cemaata,
Size selam olsun. İmdi
halifeniz, kendi vefatından sonra yerine kardeşi Ebu Cafer'i geçirmiştir. Onun
emrini dinleyin ve ona itaat edin. Şayet icab ederse ondan sonrası için de İsa
b. Musa'yı veliaht olarak tayin etmişimdir.»
Dinleyiciler mektupta
geçen «Şayet icap ederse» sözünün ne anlama geldiği hususunda ihtilafa
düştüler. Kimi, İsa b. Musa'nın halifeliği layık olursa anlamına geldiğini,
kimi de şayet o zaman İsa b. Musa hayatta ise halife seçilebileceği anlamına
geldiğini söylediler. Ama bu ikincisi daha doğrudur.»
İbn Asakir'in
anlattığına göre tabib, Seffah'm yanına gidip elinden tutmuş ve Seffah şu
şiiri okumaya başlamıştı:
«Sükundan sonra
hareketin zayıflığına ye zilletine bak hele. Onun bu açıklaması sana, bu halin,
ölümün öncüsü olduğunu haber veriyor.»
Tabib de ona: «Sen
salih bir kimsesin.» dedi. Bu defa Seffah şu şiiri okumaya başladı:
«Tabip bana salih bir
kimse olduğumu müjdeliyor. Rabbim de ona benim bu hastalığımın gizli ve derin
bir hastalık olduğunu açıklıyor.
Ben kalıcı olmadığıma
kesin olarak inandım.
Kesin inanç ortaya
çıkınca artık şüpheye yer kalmaz.»
ilim ehlinden biri
dedi ki: Seffah'm en son söylediği söz şu oldu:
«Hükümranlık, diri ve
Kayyum olan Allah'ındır, o, hükümdarla-1111 hükümdarıdır. Zorbalann da
hakkından gelendir.»
Yüzüğünün karşında
şunlar yazılıydı: «Allah, kulunun güvencesidir.»
Seffah, çiçek
hastalığından dolayı hicri 136. senenin zilhicce ayı-
ta^- İ3'ünde pazar
günü, eski Enbar şehrinde, otuzüç yaşında vefat
ttı. Meşhur kavillere
göre dört yıl dokuz ay müddetle halifelik yaptı.
Cenaze namazını amcası
İsa b. Ali kıldırdı. Enbar hükümet köşküne defnedildi. Tereke olarak dokuz
cübbe, dört gömlek, beş şalvar, dört taylesan ve üç ipekli şal bıraktı.
Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında, Eş'as b. Sıvar Cafer b. Ebi Rebia, Husayn b.
Abdurrahman, Rebia er-Rai, Zeyd b' Eşlem, Abdülmelik b. Umeyr, Abdullah b. Ebu
Cafer ve Atâ b. es-Saib bulunmaktadır. Bunların biyografilerini
"Tekmil" adlı eserimizde an-latmışızdır. Hamd Allah'adır. [14]
Asıl adı, Abdullah b.
Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'trr. Önceki sayfalarda da anlatıldığı
gibi, kardeşi Seffah'm vefatı esnasında Ebu Cafer el-Mansur, Hicaz'da
bulunuyordu. Hac dönüşünde Zatı Irk mevkiinde iken Seffah'ın ölüm haberi
kendisine ulaştı. Yanında Ebu Müslim el-Harasanî de bulunuyordu. Ebu Müslim,
acele edip Ebu Cafer'e -kardeşi Seffah'm Ölümü nedeniyle- başsağlığı diledi. O
esnada Ebu Cafer el-Mansur ağladı. Ebu Müslim ona: «Niçin ağlıyorsun?
Halifelik sana nasib oldu. Bu hususta inşaallah ben sana yardımcı olacağım.»
dedi. Ebu Cafer buna sevindi.
Ebu Cafer el-Mansur,
Ziyad b. Ubeydullah'a emir verdi ve onu Mekke'ye vali olarak gönderdi. Seffah,
Ziyad'ı Mekke valiliğinden azlederek yerine Abbas b. Abdullah b. Mabed b.
Abbas'ı tayin etmişti. Ancak Ebu Cafer, onu eski görevinde bıraktı. Diğer
valiler de bu senenin sonuna kadar görev yerlerinde kaldılar.
Abdullah b. Ali,
kardeşinin oğlu Seffah'm yanına, Enbar şehrine gelmiş, o da kendisini
Anadolu'ya gazaya gitmekle görevlendirmişti. Bunun üzerine, büyük bir ordu ile
Bizans'a hareket etmişti. Yolda iken Seffah'm ölüm haberi ulaşınca, Harran'a
geri döndü ve halkı kendisine bey'ata çağırdı. Seffah'ın, onu Şam'a
gönderirken, ölümünden sonra kendisini veliaht olarak tayin etmiş olduğunu
iddia etti. Bunun üzerine etrafında çok sayıda asker toplandı. İnşaallah,
ileriki 'senelerin olaylarından bahsederken bu konuyu açıklayacağım. [15]
Ebu Cafer el-Mansur,
kardeşi Seffah'm ölümünden sonra hac dönüşünde Kûfe'ye girdi. Cuma günü halka
hutbe irad etti ve namaz kıldırdı. Oradan ayrılıp Enbar'a gitti. Bu arada
Iraklılardan, Kura-
ll ve Şam dışındaki diğer beldelerden
kendisine bey'at edil-
mişti. Mansur'un
gelişine kadar İsa b. Ali, beytü'1-maldaki paraları eşyaları muhafaza altına
almıştı. Ebu Cafer el-Mansur gelince, yönetimi ona devretti, beytü'1-mah
teslim etti.
Ebu Cafer el-Mansur,
amcası Abdullah b. Ali'ye mektup yazarak Seffah'm ölüm haberini iletti.
Abdullah b. Ali, Seffah'm ölüm haberini alınca halkın camide toplanmasını
emretti. Komutanlar ve halk gelip toplandılar. Abdullah b. Ali, onlara Seffah'm
ölüm haberini bildirdi. Sonra bir hutbe irad etti. Kendisini Mervan'm üzerine
göndermesi esnasında, şayet Mervan'ı hezimete uğratacak olursa Seffah'ın
kendisini velihat tayin ettiğini iddia etti. Bazı Iraklı komutanlar da onun bu
iddiasının doğruluğuna şahitlik ettiler. Bunun üzerine halk kalkıp ona bey'at etti.
Kendisi de Harran'a döndü. Harran şehrim kırk günlük bir kuşatmadan sonra
Mansur'un valisinden teslim aldı. Harran valisi Mukatil el-Atikî'yi öldürdü.
Ebu Cafer el-Mansur,
amcası Abdullah b. Ali'nin yaptıklarını duyunca Ebu Müslim el-Horasanî'yi birkaç
komutanın emri altındaki büyük bir ordu ile Harran'a gönderdi.
Abdullah b. Ali,
Harran'da gerekli istihkam tedbirlerini almış, kendini sağlama almıştı.
Kendisine lazım olan yiyecek ve silahlan bol miktarda depolamıştı. Ebu Müslim
el-Horasanî, öncü kuvvetlerinin komutanlığında Malik b. Heysem el-Huzaî'nin
bulunduğu bir ordu ile onun üzerine hareket etti. Abdullah b. Ali, Ebu
Müslim'in gelmekte olduğu haberinin kesin olarak doğru olduğunu anlayınca,
Iraklı askerlerin kendisine bağlı kalmayacaklarından korktu ve onlardan 17.000
kişiyi öldürdü. Hamid b. Kahtabe'yi de öldürmek isteyince Ha-mid, hemen oradan
kaçarak Ebu Müslim'in yanına gitti.
Sonra Abdullah b. Ali,
Harran'dan kalkıp Nusaybin'e gitti ve orada ordugah kurdu. Ordugahın çevresine
hendek kazdırdı. Bu sırada Ebu Müslim geldi. Bir tarafta ordugah kurdu ve
Abdullah'a: «Ben seninle savaşmakla emrolunmadım, halife beni Şam'a vali
olarak gönderdi. Biz oraya gidiyoruz.» diye bir mektup yazdı. Şamlılar onun bu
sözlerinden korkup: «Çoluk çocuğumuza, evlerimize; "mallarımıza zarar
verilmesinden korkuyoruz. Biz Şam'a gidiyoruz. Ebu Müslim'e ^arşı çoluk
çocuğumuzu, evlerimizi ve mallarımızı savunacağız.» defler. Abdullah onlara:
«Yazıklar olsun size! Vallahi, o sadece bizimle Savaşnıaya gelmiştir.» dediyse
de onlar kabul etmediler ve Şam'a gitmekte ısrar ettiler. Bunun üzerine
Abdullah da bulunduğu yerden yl
Şam tarafına yöneldi.
kbu Müslim ise, hemen
harekete geçip Abdullah'ın yerinde ordu- kurdu. Çevredeki suları kuruttu.
Abdullah'ın terkettiği ordugah,
çekten ^ kir yerde
idi. Abdullah ve arkadaşları mecbur kalıp Ebu Müslim'in eski yerine giderek
ordugah kurdular. Orasının iyi bir yer olmadığını gördüler. Sonra Ebu Müslim
saldırıya geçip savaşı başlattı. Bu savaş beş ay müddetle devam etti. Abdullah'ın
süvarilerinin komutanı, kardeşi Abdüssamed b. Ali, sağ cenah komutanı Bekkar b.
Müslim el-Ukaylî, sol cenah komutanı Habib b. Süveyd el-Esedî idi. Ebu
Müslim'in sağ cenah komutanı Hasan b. Kahtabe, sol cenah komutanı Ebu Nasr
Hazim b. Huzeym idi. Savaşın cereyan ettiği bu uğursuz günlerde, iki taraftan
da adamlar öldürüldü. Ebu Müslim saldırıya geçtiğinde şu şiiri okudu:
«Kim ailesinin yanma
dönmeye niyet etmişse, Bunu yapmasın. Ölümden kaçan ölüme yakalanır.»
Ebu Müslim için
gölgelik altında bir taht kuruldu. Tahtına oturdu. İki ordu karşı karşıya
geldiğinde Ebu Müslim, kendi ordusunun safları arasında bir boşluk görünce
hemen haber göndererek orayı düzelttiriyordu. Bu senenin cemaziyelahir ayının
7'sinde, sah ya da çarşamba günü iki taraf karşı karşıya geldi, şiddetle
savaştılar. Ebu Müslim onlara bir tuzak hazırladı. Sağ cenah komutanı Hasan b.
Kahtabe'ye haber gönderip az sayıdaki adamı yerinde bırakıp diğer askerlerini
yanına alarak sol cenaha katılmasını emretti. Şamlılar bunu görünce, kuvvetlenen
sol cenah hizasındaki zayıflamış sağ cenaha yüklendiler. O esnada Ebu Müslim,
merkezdeki askerlerine haber gönderip sağ cenahta kalan askerlerle birlikte
Şamlıların sol cenahına saldırmalarını emretti. Şamlıların merkez kuvvetleri
ile sağ cenahları arasında bir karışıklık meydana geldi. Bu esnada Ebu Müslim'in
askerleri, Şamlıların üzerine hamle yaptılar ve onları tamamen bozguna
uğrattılar. Abdullah b. Ali, yenilgiye uğradı. Ebu Müslim, onların ordugahını
ele geçirdi.
Ebu Müslim, askerlere
eman verdi, hiçbirini öldürmedi. Ebu Cafer el-Mansur'a bir mektup yazarak
zaferi bildirdi. Ebu Cafer el-Man-sur, azatlısı Ebü'l-Hasib'i, Abdullah'ın
ordugahında bulunup ele geçirilen mallan sayması için cepheye gönderdi. Ebu
Müslim el-Horasanî buna kızdı.
Netice olarak ülkenin
her tarafı Ebu Cafer el-Mansur'un eline geçti ve hakimiyeti güçlendi.
Abdullah b. Ali ve
kardeşi Abdüssamed, kendi yönlerinde ilerlediler. Rusafe'ye vardıklarında
Abdüssamed orada kaldı. Ebü'l-Hasib, görevinden dönüşünde onu orada gördü.
Zincire vurup beraberinde Ebu Cafer el-Mansur'a götürdü. Ebu Cafer de onu İsa
b. Musa'ya teslim etti. İsmail b. Ali onun için eman diledi. Ebu Cafer
el-Mansur da ona eman verdi.
Abdullah b. Ali'ye
gelince o, Basra'da bulunan kardeşi Süleyman b. Ali'nm yanma, gitti. Bir süre
orada kaldı. Sonra Ebu Cafer el-Man-sur, Basra'da bulunduğunu haber alınca,
emir göndererek onu Beni Üsame'nin evinde hapsettirdi. Evin damına tuz
serdirdi, sonra üzerine su döktürerek tuzu erittirdi. Böylece ev Abdullah'ın
üzerine yıkıldı ve Abdullah öldü. Bu da Ebu Cafer el-Mansur'un hilekarlığının
örneklerinden biri idi. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah
daha iyi bilir.
Abdullah b. Ali,
hapiste yedi yıl kalmıştı. Sonra içinde bulunduğu odanın damı üzerine yıkılmış
ve hayatını kaybetmişti. Nitekim bu husus inşaallah yeri geldiğinde
açıklanacaktır. [16]
Ebu Müslim
el-Horasanî, bu senede hac vazifesini ifa ettikten sonra kafilenin bir konak
ilerisine gitti. Yolda iken Seffah'ın ölüm haberi kendisine geldi. O da Ebu
Cafer el-Mansur'a bir mektup yazarak kardeşi Seffah'ın ölümü nedeniyle
başsağlığı diledi. Ama onu, halifeliğe geçmesinden ötürü tebrik etmedi ve
yanma da gitmedi. Ebu Cafer el-Mansur, bundan dolayı öfkelendi. Halifelik
makamına geçtikten sonra onun hakkından gelmeyi kafasına koydu. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ise, Ebu Cafer el-Mansur'un kendisi kafileden bir konak
ileriye doğru gitmiş ve kardeşi Seffah'ın ölüm haberi ulaştığında Ebu Müslim
el-Horasanî'ye mektup yazarak bir an evvel yanına gelmesini istemişti. Nitekim
biz bunu önceki sayfalarda da anlatmıştık.
Yukarıdaki rivayete
dönelim. Ebu Müslim el-Horasanî, Ebu Cafer'e yazdığı mektupta başsağlığı
dilemiş ve onu halifeliğe geçişinden ötürü tebrik etmemişti. Bunun üzerine Ebu
Cafer el-Mansur, Ebu Eyyüb'a: «Ebu Müslim'e sert bir mektup yaz.» dedi. Bu
mektup Ebu Müslim'e ulaşınca tutumundan vazgeçti ve Ebu Cafer el-Mansur'u
halifeliğe geçişinden ötürü kutladı. Komutanlardan biri Ebu Cafer el-Mansur'a dedi
ki: «Sakın ola ki, Ebu Müslim'le bir araya gelme. Çün-*.ü onun maiyetinde
kendisine muhalefet etmeyen askerleri vardır-nlann üzerinde otoritesi vardır.
Ona itaat hususunda çok hırslıdır*" r- Senin ise beraberinde kimse
yoktur.» kb Cafer el-Mansur, kendisine
bu tavsiyede bulunan komutam"
uydu.
sonra Ebu Müslim, Ebu
Cafer el-Mansur'a bey'at etti. Nite-
fe ?Unu önceki kısımlarda da anlatmıştık.
Bey'attan sonra Ebu Ca-G "Mansur, onu amcası Abdullah'ın üzerine gönderdi.
O da gidip lh' mağlub etti.
Bu esnada Hasan b.
Kahtabe, Ebu Cafer el-Mansur'un mektupça suna haber göndererek, Ebu Müslim'in,
Ebu Cafer el-Mansur'u saymadığını ihbar etti. Güya Ebu Cafer'in mektubu
geldiğinde Ebu Müslim, mektubu okurken dudaklarını büker ve mektubu Ebu Nasr'a
verir, sonra ikisi alaylı bir şekilde gülerlermiş. Ebu Eyyüb da: «Ebu
Müslim'in, bizim yanımızda bundan daha açık ve daha büyük suçlan vardır.» dedi.
Ebu Cafer el-Mansur,
Abdullah'ın ordugahındaki mal ve kıymetli mücevherlerle diğer eşyalardan
ganimet olarak ele geçirilenleri sayıp teslim alması için Ebü'l-Hasib Yaktin'i
savaş alanına gönderdiğinde Ebu Müslim buna kızmış ve bu nedenle Ebu Cafer
el-Mansur'a söverek Ebü'l-Hasib'in üzerine yürümüştü. Kendisine,
Ebü'l-Hasib'in Mansur tarafandan gönderilen bir elçi olduğu söylendiğinde Ebu
Müslim ona ilişmemiş ve geri dönmüştü.
Ebü'l-Hasib,
döndüğünde olup bitenleri ve Ebu Müslim'in kendisini öldürmeye kasdettiğini
haber verdi. Ebu Cafer el-Mansur da öfkelendi ve Ebu Müslim'in Horasan'a
gitmesinden endişelendi. Orayı ele geçirmesinin zorlaşacağından, çeşitli nahoş
hadiselerjn meydana gelmesinden korktu. Bunun üzerine kendisine yazdığı bir
mektubu Ebü'l-Hasib'le gönderdi. Mektubunda şöyle diyordu:
«Seni Şam'a ve Mısır'a
vali olarak atadım. Şam ve Mısır, Horasan'dan daha iyidir. Dilediğin kimseleri
senin adına"oraları idare etmesi için Mısır'a gönder ve kendin Şam'da
ikamet et ki mu minlerin emirine daha yakın olasın. Seninle görüşmek istediği
zaman yakınında bulunaşın.»
Ebu Müslim bu duruma
öfkelenip şöyle dedi: «Horasan valiliği elimde bulunduğu halde şimdi o beni
Şam'a ve Mısır'a vali olarak tayin ediyor. Şu halde ben Horasan'a gideceğim.
Şam'a ve Mısır'a ise vekiller tayin edeceğim.» Bu kararım bir mektupla Mansur'a
bildirdi. Mansur, bundan çok huzursuz oldu. Ebu Müslim ise, Horasan'a gitmek
üzere Şam'dan ayrıldı. O, Ebu Cafer el-Mansur'a muhalefete karar vermişti.
Mansur da Enbar'dan çıkıp Medain'e gitti. Ebu Müslim'e bir mektup yazarak
Medain'e gelmesini emretti. Zap'ta bulunan Ebu Müslim ise ona bir mektup yazarak
Horasan'a girmeye niyetli olduğunu bildirdi ve şöyle dedi:
«Cenâb-ı Allah,
mü'minlerin emirinin bütün düşmanlarının hakkından geldi. Bize Sasani
hanedanının hükümdarlarından rivayet olunduğuna göre, vezirlerin en tehlikeli
olduğu dönemler, savaşın olmadığı sakin dönemlerdir! Bu sebeple biz sana yakın
olmaktan kaçınıyoruz. Vefalı davrandığın sürece de sana vefa göstermeye özen
gösteriyoruz. Daha selametti olması bakımından uzaktan emirlerini dinleyip
itaat etmeye gayret gösteriyoruz. Eğer bunlar seni hoşnut eder-
se, bil ki senin en
iyi kölelerin biziz. Buna karşılık yalnız nefsinin arzusuna uyarak bizi kötü
görür ve yüz çevirirsen, ben de sana sağlam biçimde vermiş olduğum ahdimi
bozarım. Çünkü kendimi alçaltmak-tan ve harekete uğramaktan korumaya
kararlıyım.»
Bu mektup, Ebu Cafer
el-Mansur'un eline geçince o da Ebu Müslim'e şöyle bir mektup gönderdi:
«Mektubunu anladım.
Senin özelliklerin, suçlarının çokluğu nedeniyle devletin düzen ve güvenini
bozmak isteyen, hükümdarlarına karşı sahtekarlık yapan vezirlerin sıfatlarına
uymuyor. Onların rahatı, toplumda dirlik ve düzenin bozulmasıdır. Sen niçin
kendini onlarla bir tuttun? Sen, yapmakta olduğun işin zorluklarına rağmen
itaat edilen ve sözü dinlenilen birisin. Bununla birlikte her sözünün dinlenmesi
ve her konuda sana itaat edilmesi gibi bir şart da yoktur. Mü'minlerin emiri,
eğer kulak verip dinlersen, rahatlaman için sana İsa b. Musa ile mektup
gönderiyor. Allah'tan dilerim ki, seni şeytandan ve onun aldatmasından uzak
tutsun. Şeytan, senin niyetini bozacak olursa, şu anda açmış olduğun kapıdan
daha yakın ve sağlam bir
kapı bulamazsın.»
Anlatıldığına göre Ebu
Müslim de Ebu Cafer el-Mansur'a şu cevabi mektubu göndermişti:
«Yüce Allah'ın
kullarına emri gereği, bana delil olacak tam bir ilim sahibi, aynı zamanda
Rasûlullah (s.a.v.)'a akraba olan birini imam edindim. Şimdi o, Allah'ın
kullarının emrine verdiği az bir şeye tamahlamp Kelamullah'ı değiştirerek beni
Kur'ân'ı bilmemekle suçluyor. Aynen gurura kapılan kimse gibi oldu. Mazeret
kabul etmeyip tökezlemeyi bağışlamayacak şekilde kılıcımı çekip acımayı bırakmamı
bana emretti. Sizin saltanatınızı güçlendirmek için bunları yaptım. Sonuçta
Allah, bilmediğiniz kimseleri size tanıttı. Sonra Allah, benim kalbime tevbe
etme fikrini attı. Eğer Allah beni affederse, bu onun bilinen ve kendisine
nisbet edilen büyüklüğünden dolayıdır. Ama beni cezalandırırsa, bu da benim
önceden kendi ellerimle işlediğim ameller nedeniyledir. Çünkü Allah, kullarına
karşı asla zulmedi-
ci değildir.»
Ebu Cafer el-Mansur da
ona Cerir b. Yezid b. Cerir b. Abdullah el-Becelî'yi bir grup komutanla
birlikte gönderdi.
Cerir, zamanında eşine
az rastlanılan kimselerdendi. Giderken
Cafer ona şu emri verdi: «Ebu Müslim'le, bir insanla ne kadar yumuşak
konuşulabiliyorsa derecede yumuşak konuş. İyi davran ve °na bildir ki, ben
kendisini yücelttim. Ona hiçbir kimsenin yapmadığı yılıği yaptım. Eğer düzelir
ve istediğim gibi olursa, onu severim. Şr ıslah olmaz ve dönmezse, o zaman ona
şunu söyle: Mü'minlerin ^ sana diyor ki: "Eğer düşman olarak ayrılır, bana
gelmezsen ve işlerine benden başkalarını vekil tayin edersen, Abbasilerden olmayayım
ve Muhammed'in Ehl-i Beyt'inden uzak olayım ki, peşine bizzat ben düşerim. Ya
seni öldürürüm ya da bu uğurda canımı feda ederim." Bu sözleri ona, bize
dönmesinden ümidini kesmedikçe sakın söylemeyesin. Tabii ki onun bize dönmesi
daha güzeldir.»
Ebu Cafer el-Mansur'un
komutanlar heyeti Hulvan'da Ebu Müslim'in yanma gittiklerinde onu, halifeye
dirsek çevirmesinden, ona muhalif olmasından ötürü kınadılar ve tekrar itaata
dönmeye teşvik ettiler. O da bu konuyu komutanlarıyla görüştü, fikirlerini
sordu. Hepsi onu, halifeye itaata dönmekten menettiler. Rey şehrinde kalmasını
tavsiye ettiler. Orada kalacak olursa Horasan'ın da kendi hakimiyeti altında bulunacağını,
askerlerinin itaat altında olduklarını söylediler. Eğer halife tekrar ona karşı
eski tutumuna dönüp kendini düzeltirse ne âlâ. Aksi takdirde kendisinin
askerleriyle beraber güçlü konumda olacağını ve halifeyle savaşabileceğini
ifade ettiler. Bunun üzerine Ebu Müslim de, Ebu Cafer el-Mansur'un komutanlar
heyetine haber salip şöyle dedi: «Adamınızın yanma dönün. Ben onun yanına
gelecek değilim.»
Heyetteki komutanlar
onun itaata dönmesinden ümidlerini kesince, Ebu Cafer el-Mansur'un, söylemelerini
emrettiği şeyi kendisine söylediler. Ebu Müslim bu sözleri duyunca cidden kızıp
öfkelendi ve: «Hemen şimdi yanımdan kalkıp gidin.» dedi.
Ebu Müslim, Horasan'da
Ebu Davud İbrahim b. Halid'i vekil bırakmıştı. Ebu Cafer el-Mansur, Ebu
Müslim'in orada bulunmadığı ve suçlandığı esnada Ebu Davud'a mektup yazarak,
«Orada bulunduğu sürece Horasan valiliği senindir. Ben seni oraya tayin ettim.
Ebu Müslim'i azlettim.» dedi. Bu mektubu alan Ebu Davud da, halifeye sırt
çevirişi ve itaat etmeyişi haberini aldığı için Ebu Müslim'e bir mektup yazarak
şöyle dedi: «Bİ2im, Rasûlullah (s.a.v.)'ın Ehl-i Beyt'inden olan halifelere
itaati terketmemiz yakışık almaz. Sen, onun emrini dinleyip itaati altına
girerek halifene dön, vesselam.»
Bu sözler, Ebu
Müslim'i çok kırdı, korkuttu. Bunun üzerine, komutanlara şöyle dedi: «Ben,
güvendiğim adamlardan biri olan Ebu İs-hak'ı halifeye gönderecek ve durumu onun
vasıtasıyla öğreneceğim.» Böyle dedikten sonra Ebu İshak'ı, Ebu Cafer
el-Mansur'a gönderdi. Ebu Cafer el-Mansur, Ebu İshak'a ikramda bulundu ve -Ebu
Müslim'i isyanından vazgeçirecek olursa- kendisini Irak valiliğine atayacağım
vaad etti. Ebu İshak dönünce Ebu Müslim ona: «Ne haber?» diye sordu. Ebu
İshak: «Onların sana saygı gösterdiklerini ve kıymetini bilip seni takdir ettiklerini
gördüm.» diye cevap verdi. Bu cevap Ebu Müslim'i aldattı ve halifenin yanma
gitmeye karar verdi. Sonra Ney-zek adındaki bir komutana daha fikrini sordu.
Neyzek, onu halifenin nına gitmekten menettiyse de o, gitmeye kesin olarak
karar verdi. xfeyzek, onun kesin kararlı olduğunu görünce şairin şu sözlerini
okudu:
«Kaderin hükmü
karşısında insanlar çerisizdir.
Kader, kavimlerin
çarelerini bile hükümsüz bırakmıştır.»
Ardından: «Madem ki
gideceksin, bari benden şu tek öğüdü dinle:, Huzuruna girdiğin zaman Ebu Cafer
el-Mansur'u derhal öldür. Sonra da dilediğin kimseye bey'at et. Çünkü halk sana
karşı gelmez.» dedi.
Ebu Müslim, yanma
gelmekte olduğunu Ebu Cafer el-Mansur'a
bir mektupla bildirdi.
Ebu Cafer el-Mansur'un
mektuplarını yazan Ebu Eyyüb dedi ki: «Mansur'un yanına girdim. Kıldan dokunmuş
bir çadırda oturmaktaydı. İkindi namazını kılmıştı. Önünde bir mektup vardı.
Mektubu bana uzattığında, Ebu Müslim'in, gelmekte olduğunu bildiren mektubu
olduğunu anladım. Sonra Mansur bana şöyle dedi: «Vallahi onu görür görmez
öldüreceğim!» Ben de: "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râ-ciun." dedim. O
geceyi uykusuz geçirdim, uyuyamadım. Hep bu olayı düşündüm ve kendi kendime
şöyle dedim: Eğer Ebu Müslim korkarak huzura girerse belki halifeye kötülüğü
dokunur. Halifeye kötülüğü dokunmasın diye onun güven ve eman içinde huzura
girmesinde
fayda vardır.
Sabah olunca
komutanlardan birini çağırdım ve onu şöyle dedim:
- Kesker şehrine vali
olmak ister misin? Çünkü orası geçen sene
bol ürün verdi.
- Kim beni oraya tayin
ettirecek?
- Ebu Müslim'e git,
onu yolda karşıla ve seni o şehre vali olarak tayin etmesini iste. Çünkü
mü'minlerin emin onu vekili olarak görevlendirecek ve kendisi rahatına
bakacak, onu her hususta yetkili kılacaktır.
Bu arada ben,
Mansur'dan izin istedim. O komutanın Ebu Müslim'i karşılamaya gitmesini teklif
ettim. Mansur da bu teklifimi kabul edip o adama, gitmesi için izin verdi ve
ona: «Ebu Müslim'e selam söyle ve onu özlediğimizi bildir.» dedi.
0 adam da -ki, o,
Seleme b. Fülan idi- Ebu Müslim'i karşılamaya
1 Karşılaştıklarında, halifenin onu özlediğini
bildirdi. Ebu Müs- e bu habere sevindi ve rahatladı. Aslında bu sözler onu
aldatmak için söylenmişti.
. Ebu Müslim bu
sözleri duyar duymaz, ölümüne hızlı adımlarla etmeye başladı. Medain'e yaklaştığında
halife, komutan ve emirlere °nu karşılamalarını emretti, Ebu Müslim, akşama
doğru Mansur'un yanına girdi. Ebu Eyyüb, Mansur'a, onu öldürme işini ertesi gün
ak şama kadar ertelemesini tavsiye etmiş, Mansur da bu tavsiyeyi kabul etmişti.
Ebu Müslim, akşam vakti Mansur'un yanma girdiğinde Mahsur ona saygı ve ikramda
bulundu. Sonra kendisine: «Git dinlen ve hamama gir. Yarın yanıma gel.» dedi. O
da Mansur'un yanından çıkıp gitti. Giderken onu görenler, kendisine selam
veriyorlardı.
Ertesi gün olunca halife,
komutanlardan birini yanına çağırdı ve ona şöyle dedi:
- Benim için kendini
ne kadar belaya atarsın?
- Yemin ederim ki ey
mü'minlerin emiri, eğer intihar etmemi em-retsen bile intihar ederim.
- Ebu Müslim'i
öldürmeni sana emredecek olursam bunu yapar mısın?
Adam bir süre sustu .
Sonra Ebu Eyyüb ona şöyle dedi:
- Neyin var, niçin
konuşmuyorsun?
Adam alçak bir sesle:
«Onu Öldürürüm.» dedi.
Bundan sonra Mansur,
muhafızların Önde gelenlerinden dört kişiyi seçti ve onları Ebu Müslim'i
öldürmeye teşvik etti. Sonra da onlara şöyle dedi: «Revakların gerisinde
durun. Elimi çırptığım zaman çıkın ve onu öldürün.»
Sonra Mansur, Ebu
Müslim'e peşpeşe haberciler gönderdi. Ebu Müslim de geldi. Hilafet evine vardı.
Mütebessim bir çehre ile halifenin huzuruna girdi. Huzura girdiğinde Mansur,
önceden işlediği suçlardan ötürü birer birer hesap sorup kınadı. O da bütün
yaptıklarından ötürü özür diledi. Sonra şöyle dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, artık benden hoşnut olacağını ünıid ediyorum.
- Ama vallahi, bütün
bunlar sana olan Öfkemi daha da arttırdı.
Böyle dedikten sonra
Mansur ellerini çırptı ve Osman ile arkadaşları ortaya çıktılar, Ebu Müslim'e
kılıç darbeleri indirmeye başladılar. Nihayet onu öldürüp bir abaya sardılar.
Sonra Mansur onun Dicle'ye atılmasını emretti. Bu, Mansur'la Ebu Müslim'in son
karşılaşması oldu.
Ebu Müslim, hicri 137.
senenin şaban ayının bitimine dört gün kala çarşamba günü öldürüldü.
Mansur, onu sorguya
çekerek şöyle azarlamıştı:
- Defalarca bana
yazdığın mektuplarında önce kendi adını yazıyordun. Halanı Emine ile evlenmek
istediğini söyledin. Sülayt b. Ab" dullah b. Abbas'ın oğlu olduğunu iddia
ettin, daha başka suçlar da işledin.
- Ey mü'minlerin
emiri, bana böyle söyleme. Ben herkesin bildıg1 gibi sizin emrinizde çalıştım.
_ Yazıklar olsun sana!
Bu işi siyahi bir cariye de yapsaydı Allah muvaffak kılardı. Çünkü o bizim
gayretimiz ve himayemiz al-00 da kalacaktı. Vallahi seni öldüreceğim. tın _ gy
mü'minlerin emiri, beni düşmanlarına sakla, onlarla savaşa-
y1 '_ genden daha büyük düşmanım mı var?
Böyle dedikten sonra
onu öldürmeleri için görevlilere emir verdi. Mitekim bunu önceki sayfalarda da
anlatmıştık.
Ebu Müslim
öldürüldükten sonra komutanlardan biri Ebu Cafer l-Mansur'a; «Ey mü'minlerin
emiri, işte şimdi halife oldun.» demişti. Anlatıldığına göre o esnada Ebu Cafer
el-Mansur da şöyle bir şiir okumuştu:
«Değneğini attı ve
uzaklığı araya tam olarak girip, yerleşti. Tıpkı yolcunun seferden dönerken
gözünün aydın oluşu gibi.»
İbn Hallikan'm
anlattığına göre Ebu Cafer el-Mansur, Ebu Müslim'i öldürmek istediği zaman ne
yapacağını bilemeyip şaşırdı. Bu hususta herhangi bir kimsenin görüşüne
başvurmak mı gerekir, yoksa bu iş şayi olmasın diye kendi başına karar mı
versin, diye düşündü. Sonra samimi dostlarından birine fikir sordu. O daşöyle
dedi: Ey mü'minlerin emiri, yüce Allah buyuruyor ki: «Eğer yerle gökte Allah'tan
başka tanrılar olsaydı ikisi de bozulurdu.» (ei-Enbiyâ, 22.)
Dostunun bu tavsiyesi
üzerine Ebu Cafer el-Mansur: «Ben bu sırrı dinleyen ve dinlediğini hıfzeden
bir ulağa bıraktım.» dedi. Sonra da Ebu Müslim'i öldürmeye kesin karar verdi. [17]
Adı, Abdurrahman b.
Müslim, künyesi Ebu Müslim'dir. Abbasi devletinin sahibidir. Kendisine,
"Rasûlullah'ın âl-i beytinin emiri" de denilir.
Hatib Bağdadî dedi ki:
«Ona, Abdurrahman b. Şirun b. İsfendiyar fıbu teslim el-Mervezî derler. Abbasi
devletinin sahibi idi. Ebu Zü-eyr. Sabit el-Benanî, Muhanımed b. Ali b.
Abdullah b. Abbas'ın oğul-n ibrahim ve Abdullah'dan rivayetlerde bulunmuştur.
İbn Asakir, k°calarma Muhammed b. Ali,
Abdurrahman b. Harmele ve İbn as'ın azatlısı İkrime'yi de eklemiştir.» bak ■^sakir dedi ki: «İbrahim b.
Meymun es-Sair, Mus'ab b. Bişr'in ^bası Bişr, Abdullah b. Şibrime, Abdullah b.
Mübarek, Abdullah b. vav el-Mervezî,
Ebu Müslim'in damadı Kadit b. Meni' de ondan rintlerde bulunmuşlardır.»
Hatib Bağdadî dedi ki:
«Ebu Müslim; öldürücü, iyi görüş sahibi akıllı, tedbirli bir adamdı. Ebu Cafer
el-Mansur, onu Medain'de öldürdü.»
"İsfahan
Tarihi"nde Ebu Nuaym el-İsbahanî dedi ki:
«Asıl adı, Abdurrahman
b. Osman b. Yesar'dır. Onun İsfahan'da doğduğu, Süddî ile diğerlerinden
rivayetlerde bulunduğu söylenir Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu
Müslim'in asıl adı İbrahim b. Osman b. Yesar b. Sündüs b. Hozan'dır. Büzürcümhür
evladından-dır. Künyesi Ebu İshak idi. Kûfe'de doğdu. Babası onu İsa b. Musa
es-Serrac'm vesayetine bıraktı. O da alıp Küfe'ye götürdü. Kûfe'ye götürüldüğünde
yedi yaşındaydı.
İmanı İbrahim b.
Muhammed onu Horasan'a gönderirken, «Adını ve künyeni değiştir.» dedi. O da
Abdurrahman b. Müslim adını ve Ebu Müslim künyesini aldı. Onyedi yaşında iken
semerli bir merkebe binerek Horasan'a gitti. İmam İbrahim b. Muhammed, ona
harçlık verdi. Böylece o, merkeb üzerinde Horasan'a girdi. Sonra aşamalar
katedip yükseldi. Nihayet köşe bucağı ile bütün Horasan onun hakimiyeti altına
girdi. Anlatıldığına göre Horasan'a gitmekte iken meyhanelerden birinden
adamın biri çıkıp ona saldırmış ve merkebinin kuyruğunu kesmişti. Ebu Müslim,
iktidara geldiğinde orayı yerle bir etmiş ve meyhane harabeye dönmüştü.
Ravinin birinin
anlattığına göre Ebu Müslim, küçük yaşta iken esir alınmış ve Abbasi
propagandacılarından biri onu 400 dirheme satın almıştı. Sonra İmam İbrahim b.
Muhammed o propagandacıya, Ebu Müslim'i kendisine hibe etmesi teklifinde
bulunmuş, propagandacı da hibe etmişti. Böylece Ebu Müslim, İmam İbrahim'e
mensub olmuştu. İmam İbrahim, onu, propagandacılarından biri olan Ebu Necm
İsmail et-Taî'nin kızıyla evlendirmiş ti. ı_>u evlilik, onun Horasan'a
gidişi esnasında olmuştu. İmam İbrahim onun için, 400 dirhem nıehir vermişti.
Ebu Müslim'in iki kızı doğdu. Bunlardan birinin adı Esma, diğerininki ise
Fatıma idi. Esma'nın çocukları oldu. Ama Fatı-ma'nın olmadı.»
Hicret'in 129. senesi
olaylarından bahsederken Ebu Müslim'in Horasan'ı tek başına ele geçirişinden ve
Abbasi propagandasının ne şekilde yayıldığından bahsetmiştik.
Ebu Müslim; heybetli,
kesin kararlı, atak ve acul bir kimse idi.
İbn Asakir'in
rivayetine göre Ebu Müslim, hutbe irad etmekte iken adamın biri kalkıp ona:
«Nedir şu üzerindeki siyah giysiler?» demiş, Ebu Müslim de ona şu cevabı
vermişti: «Rasûlullah (s.a.v.), fetih gününde Mekke'ye girerken siyah bir
sarığı başına takmıştı. Bu siyah giysiler, heybet ve devlet giysileridir. Ey
köle! Kalk şunun boynunu vur.»
Abdullah b. Abbas'tan,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: «Kureyş'in hakir
olmasını isteyen bir kimseyi Ce-nâb-ı Allah hakir kılar.»
Abbasiler için
propaganda yapıldığı sıralarda İbrahim b. Meymun Sair, Ebu Müslim'in arkadaşlarından
ve meclisinde bulunanlardan biri idi. Ebu Müslim, iktidara geldiğinde hadleri
uygulamayacağını ona vaad etmişti. İktidara geldiğinde İbrahim b. Meymun,
kendisine vaadini yerine getirmesini istemiş ve bu hususta ısrar edip onu sıkıştırmıştı-
Bunun üzerine Ebu Müslim onun boynunun vurulmasını emretmişti. Boynu vurulacağı
zaman ona şöyle demişti:
- Altından içki
kapları yaptırıp onları Emevilere gönderen Nasr b. Seyyar'ı niçin protesto
etmiyorsun, onun yaptıklarını niçin eleştirmiyorsun?
- Senin beni kendine
yaklaştırdığın kadar onlar beni kendilerine yaklaştırmadılar. Senin bana vaad
ettiklerini onlar bana vaad etmediler. Bu nedenle onlara karşı çıkmadım.
Onları eleştirmedim.
Emr-i bil ma'ruf ve
nehy-i anil münker konusunda sabredip tahammül gösterdiğinden ötürü sözünü
ettiğimiz şu İbrahim b. Mey-mun'un Cennet'te yüksek makamları bulunduğunu bazı
kimseler rüyalarında görmüşlerdir. O, iyiliği emredip kötülükten nehyederdi.
Bu görevi yerine getirirdi. Ebu Müslim onu öldürdü. Allah ona rahmet
etsin.
Ebu Müslim'in, halife
Seffah'a itaatkar olduğunu, emir ve kararlarına harfiyen uyduğunu önceki
sayfalarda anlatmıştık. Ancak Man-sur hilafete geçince Ebu Müslim onu hafife
alıp tahkir etti. Bununla beraber Mansur kendisini Şam'da bulunan amcası
Abdullah'ın üzerine gönderdi. Ebu Müslim, Abdullah'ı mağlub etti, Şam'ı onun
elinden alıp Mansur'un hakimiyetine teslim etti. Fakat daha sonra kendini
Mansur'dan büyük gördü ve onu öldürmeye niyetlendi. Mansur ona içten içe öfke
duymakla beraber bu yaptıklarım .anladı. Daha önce kardeşi Seffah'tan Ebu
Müslim'i öldürmesini defalarca istemiş, ancak Seffah onun isteğine uymamıştı.
Mansur hilafete geçtikten sonra Ebu Müslim'e sürekli tuzak kurdu. Nihayet onu
huzuruna getirip öldürttü.
Kavilerden biri dedi
ki: Mansur, Ebu Müslim'e şöyle mektup yazdı:
«imdi kalpler
paslanır; günah ve masiyet damgasıyla mühürlenir.
y zorba ve haddini
aşan adam, kendine gel. Ey sarhoş, artık ayıl. Ey uyuyan adam, artık uykundan
uyan. Sen yalancı düşler ve karışık yuyalarla aldanmaktasın. Dünya berzahında
bulunmaktasın. Senden
ncekiler de
aldanmışlardı ve geçmiş nesiller onlara damgalarını vur-uŞtu. «Şimdi onlardan
hiçbirini duyuyor veya hiçbir sesi işitiyor musun?» (Meryem, 98.) Kaçan kimse
Allah'ı aciz bırakamaz, Allah yakalamak istediğini elinden kaçırmaz. Yanında
bulunan taraftarlarına ve davetçilerine aldanma. Onlar, seninle beraber
düşmanlarına hücum ettikleri gibi, artık şimdi sana karşı hücuma geçmişlerdir.
Eğer itaattan çıkar, cemaattan ayrilırsan, Cenâb-ı Allah, hiç ummadığın yerden
başına felaketler getirir. Yavaş ol, yavaş. Asilikten uzak dur ey Ebu Müslim!
Haddini aşıp asi olan ve mütecavizliğe yeltenenleri Genâb-ı Allah yardımsız
bırakır ve onu elleriyle, ağzıyla yere kapaklanacak şekilde yıkanlara yardımcı
olur. Senden önce gelip geçmişler için bir kanun olmaktan ve senden sonra
gelecekler için örnek olmaktan sakın. Aleyhine hüccet belirmiştir. Seni bu
işten uzak durman hususunda ikaz etmiştim. Artık mazeretin kalmadı. Bana itaat
edip sana hücuma geçecekler için de haklı deliller buldum. Yüce Allah buyuruyor
ki:
«Ey Muhammedi Onlara,
şeytanın peşine taktığı ve kendisine verdiğimiz ayetlerden sıyrılarak
azgınlardan olan kişinin olayını anlat.» (el-A'râf, 175.)»
Ebu Müslim de ona şu
cevabi mektubu gönderdi: «İmdi, mektubunu okudum. Senin bu mektubunda
doğruluktan uzakta olduğunu, haktan saptığını gördüm. Çünkü sen darb-ı meselleri
yerinde kullanmamış, ayrıca kafirler hakkında nazil olan ayetleri aleyhime
delil olarak yazmışsın. Bilenlerle bilmeyenler bir olmazlar. Yemin ederim ki,
ben Allah'ın ayetlerinin hükmü dışına çıkmış değilim. Ama ben ey Muhammed oğlu
Abdullah, size itaati vacip kılan Kur'ân ayetlerini sizin için te'vil ettim.
Senden önce iki kardeşine ve onlardan sonra da sana itaat ederek görevimi
yerine getirdim. Sen onların yolundan gittin, mütedeyyin oldun. Seni, hidayete
ermiş ve başkalarını da hidayete erdiren bir kimse sandım. Te'vilimde
yanıl-dım. Eskiden beri te'vilciler yanılırlar. Yüce Allah buyurmuş ki:
«Ey Muhammed!
Ayetlerimize inananlar sana gelince: "Size selam olsun" de.
Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arkasından tevbe eder ve
nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlar ve
merhamet eder.» (ei-Enam, 54.)
Senin kardeşin Seffah,
hidayete erdiren bir kimse görünümünde ortaya çıktı. Ama o sapıktı. Kılıcımı
çekip zan ile adam öldürmemi, şüpheye dayanarak başkalarının üzerine yürümemi,
merhameti ortadan kaldırmamı ve ufak tefek hatalarını affetmemi bana emretti.
Size itaat etmelerini sağlamam için insanları kırıp geçirdim. İktidarınızı
yerleştirdim. Nihayet sizi tanımayanları Allah size tanıttı. Sonra
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bana pişmanlık vererek hatalarımdan
dönmemi nasib etti. Tevbeyi bana müyesser kılarak beni günahlarımdan kurtardı.
Eğer beni affeder ve bağışlarsa şüphesiz 0 kendisine yönelenleri bağışlayandır.
Eğer, beni azaplandıracak olursa, tabii ki bu benim günahlarım nedeniyle
olacaktır. Rabbin, pullara zulmedici değildir.»
Mansur ona şu cevabı
gönderdi:
«İmdi, ey günahkar
asi! Kardeşim Seffah hidayet yolundaki bir adamdı. Rabbinden kendisine ulaşan
bir beyyine ve delil üzerine insanları Allah'a davet ediyordu. Sana yolu
açıkladı ve izah etti. Seni doğru yola şevketti. Eğer kardeşime uymuş olsaydın,
hak yolunun dışına çıkmaz, şeytana ve emirlerine uymazdın. Ama sen iki durumla
karşılaştığında bunlardan doğru olanını bırakıp yanlış olanına uydun.
Firavunlar gibi adam öldürdün. Zorbalar gibi insanların yakasına sarıldın.
Fesatçılar gibi zulümle hükmettin. Malı israf ettin. Yerinde harcamadın.
Müsrifler gibi davrandın. Sonra şu haberi de benden al ki ey fasık; Musa b.
Ka'b'ı Horasan'a vali tayin ettim, ama sen ona Nişabur'da ikamet etmesini
emrettin. Eğer Horasan'ı istiyorsan o, beraberindeki komutan ve taraftarlarınla
senin karşına çıkacaktır. Ben senin karşına akranlarını çıkaracağım. Bütün
tuzaklarını toparla, elinden geleni yap. Ama muvaffak olamayacaksın.
Mü'minlerin emirine ve ona uyan kimselere Allah yeter. O, ne güzel vekildir.»
Mansur onunla
yazışmaya devam etti. Bazen korkuttu, bazen ümitlendirdi. Çevresindeki
komutanların ve Ebu Müslim'in kendisine gönderdiği elçilerin akıllarım çeldi.
Nihayet onlar da halifenin yanına gitmesinin uygun olacağını kendisine
söylediler. Yalnız Neyzek, Ebu Müslim'in, halifenin yanına gitmesine muvafakat
etmedi. Fakat Ebu Müslim'in halifenin yanına gitmekte kararlı olduğunu görünce
şu be-yiti okudu:
«Kaderin hükmü
karşımda insanlar çaresizdir,
Kader, kavimlerin
çarelerini bile hükümsüz bırakmıştır.»
Neyzek, Ebu Müslim'e
tavsiyede bulunarak Mansur'u öldürmesini, onun yerine başka bir kimseye halife
olarak bey'at etmesini söyledi. Ancak Ebu Müslim bu imkanı bulamadı. Medain'e
vardığında halifenin emri üzerine komutanlar onu karşıladılar. Ancak
akşamleyin Medain'e ulaşabildi. Halifenin mektuplarını yazan Ebu Eyyüb, Ebu Müslim'i
geldiği günde öldürmemesi için halifeye tavsiyede bulundu, ^bu Müslim,
halifenin huzuruna vardığında halife Mansur ona ikamda bulundu, saygı gösterdi
ve ona şöyle dedi: «Bu gece git, üzerindeki yolculuk yorgunluğunu at, yarın
yanıma gel.»
Ertesi gün olunca
halife, onu Öldürecek adamlarını gizli yerlere ^oydu. Bunlar, onu öldürmek için
tetikte bekliyorlardı. Bunlardan bi-n Osman b. Nüheyk, diğeri de Şebib b. Vec
idi. Önceki sayfalarda anlatıldığı gibi bunlar Ebu Müslim'i öldürdüler.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Ebu Müslim, halifenin ya_ nında birkaç gün ikamet etmişti.
Halife Mansur ona, ikram ve tazimde bulundu. Sonra halife, ona düşman olduğunu
gösteren tavırlar sergilemeye başladı. Ebu Müslim korktu ve İsa b. Musa'dan
kendisine yardımcı olmasını ve eman vermesini istedi. «Halifenin beni öldürmesinden
korkuyorum.» dedi. İsa b. Musa da halifenin tuzağından haberi olmadığı için ona
şöyle dedi: «Hayır, sana zarar gelmeyecektir Sen git, arkan sıra ben de
gelmekteyim. Sen benim zimmetimdesin oraya gelişimi bekle.»
Ebu Müslim saraya
gitti. Mansur'un huzuruna girmek için izin istedi. Ona: «Şurada otur. Halife
abdest alıyor.» dediler. O da oturdu. Halifenin gelişinin uzamasını istiyordu
ki, İsa b. Musa da oraya gelebilsin. Çünkü İsa gecikmişti. Nihayet halife,
huzura girmesine izin verdi. İçeri girdi. Halife, yaptığı bazı işlerden Ötürü
onu kınamaya başladı. O da kendini olabildiğince savundu. Mazeretlerini beyan
etti. Sonra halife ona şöyle dedi:
- Süleyman b. Kesir'i,
İbrahim b. Meymun'u, falanı ve filanı neden Öldürdün?
- Çünkü onlar bana
isyan ettiler, emrime muhalefet ettiler. Bu cevap karşısında halife Mansur
öfkelenip şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana!
Kendine isyan edeni öldürüyorsun. Peki sen, bana isyan ettin. Ben seni
öldürmeyecek miyim?
Böyle dedikten sonra
ellerini birbirine vurdu. Bu, onunla pusuda yatmakta olanlar arasındaki bir
işaretti. Hemen koşup geldiler. Ebu Müslim'in üzerine atıldılar. Onlardan biri
kılıcını vurdu ve Ebu Müslim'in kılıç bağım kesti. O esnada Ebu Müslim şöyle
dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, beni düşmanlarına bırak.
- Senden daha büyük düşmanım mı var ki, seni
onlara bırakayım?
Sonra Mansur,
adamlarına kesin talimatını verdi. Onu kılıçlayıp öldürdüler ve bir abaya
sardılar. Bundan sonra İsa b. Musa huzura geldi ve şöyle sordu:
- Ey mü'minlerin
emiri, bu nedir?
- Bu Ebu Müslim'dir.
- İnnâ lillâh ve innâ
ileyhi râciun.
- Üzerime nikmeti
değil de nimeti salan Allah'a hamd ederim. Bu olayla ilgili olarak şair Ebu
Dülame şöyle demiştir:
«Ey Ebu Müslim! Kul
kendisini değiştirmediği sürece Cenâb-ı Allah kuluna verdiği nimeti
değiştirmez.
Ey Ebu Müslim!
Öldürülmek beni korkuttu.
Beni korkuttuğun için
ben de kızıl aslan gibi senin üzerine hü-ım ettim. Sana karşı büyüklendim.»
İbn Cerir'in anlattığına
göre Mansur, daha önce Osman b. Nü-vk Şebib b. Vec, Ebu Hanife Harb b. Kays ve
diğer bir muhafıza kınında bir yerde gizlenmelerini emretmişti. Ebu Müslim
yanına
^lip kendisiyle
konuştuğunda ve ellerini birbirine vurduğunda he-en yerlerinden fırlayıp
gelmelerini ve Ebu Müslim'i öldürmelerini
tenbihlemişti. Ebu
Müslim yanma geldiğinde, Mansur ona şöyle dedi:
- Abdullah b. Ali'den
ele geçirdiğin o iki kılıca ne oldu?
- İşte biri budur.
- Onu bana göster
bakalım.
Ebu Müslim, kılıcı
Mansur'a verdi. Mansur, kılıcı alıp dizinin altına koydu. Sonra ona şöyle
dedi:
- Ebu Abdullah
es-Seffah'a mektup yazıp onu ölü arazileri ihya etmekten alıkoymana sebep
neydi? Yoksa sen bize dinimizi mi öğretmeye niyetlendin?
- Ben ölü arazileri
herhangi bir kimsenin ele geçirmesinin helal olmayacağını sandım. Mü'minlerin
emirinin bu konudaki mektubu bana geldiğinde, onun ve ehli beytinin ilim madeni
olduklarını öğrendim.
- Hac yolunda niçin
benden ileriye gidip beni geride bıraktın?
- Benim ve senin,
ikimizin kafilesinin suyun başında toplanmamalarını arzuladım. Çünkü ikimizin
kafilelerinin aynı anda su kaynağı üzerinde toplanmaları halinde bunun
insanlara sıkıntı vereceğini düşünmüştüm. İnsanlara zorluk çıkarmamak amacıyla
sizi geride bırakıp ileriye gittim.
- Ebü'l-Abbas Seffah'm
ölüm haberi sana geldiğinde niçin dönüp yanıma gelmedin?
- Hac yolunda
insanlara izdiham vermek istemedim. Zaten ikimizin Kûfe'de bir araya
geleceğini biliyordum. Benden sana karşı bir muhalefet yoktu.
- Abdullah b. Ali'nin
cariyesini kendine mi almak istedin?
- Hayır, ama onun zayi
olmasından korktum. Onu çadıra aldım ve basma da bir muhafız diktim.
- Bana mektup yazarken
önce kendi adını yazan ve Ali'nin kızı ne Üe evlenmek isteyen, kendini de İbn
Sulayt b. Abdullah b. Ab- aiye adlandıran kişi sen değil misin?
Bütün bu karşılıklı
konuşmalar devam ederken Mansur'un eli Dü Müslim'in elindeydi. Ebu Müslim, onun
ellerini ovuyor, öpüyor e °zür diliyordu. Sonra Mansur ona şöyle sordu:
- Bana rağmen
Horasan'a girmenin sebebi neydi?
- Senin kalbine bana
karşı nefret girmiş olmasından korktu^ Horasan'a geldim ki, oradan sana özrümü
beyan eden bir mektup ya_ zayım da kalbindeki düşmanlığı gidereyim.
- Süleyman b. Kesir'i
neden öldürdün? O, senden önce bizini da-vetçimiz ve nakibimizdi.
- O bana muhalefet
etmek istedi.
- Yazıklar olsun sana!
Sen de bana muhalefet etmek istedin ve bana isyan ettin. Eğer ben seni
öldürmezsem Allah beni öldürsün!
Böyle dedikten sonra
çadırın sütununa vurdu ve pusuda gizlenen adamlar çıkıp geldiler. Osman, Ebu
Müslim'e vurdu, kılıcının bağım kopardı; Şebib de bir darbe indirerek ayağını
kesti. Diğerleri de kılıçlarıyla ona hamle yaptılar. Bu arada Mansur da şöyle
seslendi: «Haydi, ne duruyorsunuz? Onu vurun. Allah elinizi koparsın!» Bundan
sonra onu boğazladılar, parçalayıp lime lime etiler. Sonra da vücudunun
parçaları Dicle ırmağına atıldı.
Rivayet olunduğuna
göre Mansur, onu öldürdükleri zaman yanı-başında durup şöyle dedi: «Allah sana
rahmet etsin ey Ebu Müslim. Bize bey'at ettin, biz de bey'atını kabul ettik.
Bize söz verdin, biz de sana söz verdik. Verdiğin sözü yerine getirdin, biz de
verdiğimiz sözü yerine getirdik. Bugünlerde bize karşı çıkan herhangi bir
kimseyi mutlaka öldüreceğimize dair seninle sözleşmiştik. Sen bize karşı isyan
ettin, biz de seni öldürdük. Kalbinde bize karşı verdiğin hükmün aynısını biz
de sana verdik.»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Mansur şöyle demiştir: «Ey Allah'ın düşmanı, senin bu gününü
bize gösteren Allah'a hamdolsun.»
İbn Cerir'in ifadesine
göre o esnada Mansur şöyle demiştir:
«Zannettin ki borç
ödenmez. Şimdi kile ile öde ey suç babası, Bir zamanlar içirdiğin ve boğazda
acı alkan ağacından daha da acılık bırakan kadehten işte sana da içirildi.»
Ebu Müslim'in
öldürülmesinden sonra Mansur, halka bir hutbe irad etti ve şöyle dedi:
«Ey insanlar, şükrü
terkederek nimet kuşlarım nefret ettirmeyin-Aksi takdirde üzerinize azab iner.
İmamlarınıza hiyanet ve hileyi içinizde gizlemeyin. Sizden biri bu hususta
gizli bir şey yapacak olursa, gizliliği dili ile ortaya çıkar. Yüzünün
çizgilerinden anlaşılır. Bakışla' rmdan bunu idrak ederiz. Hakkımızı
tanıdığınız sürece biz de hakkı-nızı tanırız. Fazilet ve üstünlüğümüzü takdir
ettiğiniz sürece, size iyilik ve ihsanı unutmayız. Bu hilafet gömleğini
elimizden almaya ça' lisanın tepesine yumruğumuzu indiririz ki, adamlarınız
doğru yola girsinler; valileriniz de kendilerine çeki düzen versinler.
Şu içi karanlık adam,
yani Ebu Müslim; bey1 atımıza hiyanet eden bize açıkça desise kuran kimselerin
kanını bizim için mubah saya-V ğını ve hakkından geleceğini bize kafi sözle
vaad etti. Ama kendisi hu vaadini bozdu, hiyanet eti, günah işledi, nankörlükte
bulundu. Biz a uğrumuzda onun başkalarına verdiği hükmü, kendimiz için ona
erdik. Ebu Müslim, işe güzelce başladı. Ama sonunda işleri bozdu. İnsanlardan,
bize verdiğinden daha çoğunu aldı. İçinin çirkinliğini dışının güzelliğine
tercih etti. Onun içinin pislik ve murdarlığını, niyetinin bozukluğunu
anladık. Bizi bu hususta kınayanlar, onun niyetinin bozukluğunu bilseler bizi
asla kınamazlar. Bizi kınayanlar onun içini bilseler, onu öldürdüğümüzden ötürü
bizi mazur sayarlar. Hatta onun öldürülmesini geciktirdiğimizden ötürü bize
kızarlar. Ebu Müslim, bey'atını bozdu, ahdini yerine getirmedi. Nihayet onu
cezalandırmamızı helal kıldı. Kanını mubah kıldık. Muhalefet edenlere verdiği
hükmün aynısını biz de kendisine verdik. Ona tanıdığımız hak, muhalefet etme
hakkını elinden almamıza engel olmadı. Şair Nabiğa ez-Zübyanî, Numan b. Münzir
için ne güzel söylemiştir:
"Sana itaat
edene, bu itaatma karşılık sen de iyilikte bulun.
Onu menfaatlendir ve
ona doğru yolu göster.
Sana karşı gelene ise,
hiç merhamet etme.
Ona öyle bir ceza ver
ki, zalimleri, yaptıkları zulümlerden caydır-
sın. »
Beyhakî, Hakim'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: Abdullah b. Mübarek'e sordular:
- Ebu Müslim mi, yoksa
Haccac mı daha iyidir?
- Ebu Müslim'in
herhangi bir kimseden daha iyi olduğunu söyleyemem. Ama Haccac ondan daha kötü
idi. Bazıları onun Müslüman olmadığını iddia ettiler, onu zındıklıkla itham
ettiler. Ama Ebu Müs-a ?e ^öyle birşey
bulunduğunu ispatlayan bir delil göremiyorum. Aksine o, işlediği günahlardan
ötürü Allah'tan korkan kimselerdendi.
basi devletinin
kuruluşu esnasında akıttığı kanlardan ötürü tevbe tığine dair iddialar da
vardır. Allah, işini elbette ki daha iyi bilir.» üatib Bağdadî, Ebu Müslim'in
şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Sabır elbisesini giyindim. Sırları gizli
tutmayı tercih ettim. Hü-te • Ve
^er^e müttefik oldum, kader ve hükümlere müsamaha gös-tı ^ p
ın§ etmedim. Nihayet gayretimin ve arzumun sonuna ulaş-->> «öyle
dedikten sonra da şu şiiri okudu:
«Merv,
^anoğullan
meliklerinin aciz kaldıkları şeye ben, sağlam ve yerj guııan meıiKierınm aciz KaıaiKiarı ş e bır
görüş ve sırlarımı gizleyerek ulaştım.
Onları, kendilerinden
önce hiçbir kimsenin dalmadığı, Bir uykudan, başlarına kılıçla vurarak
uyandırdım. Kendi mülkleri Şam'da uykuya dalmışlarken onları kuşatıver-dim.
Yırtıcı hayvanların
çok olduğu bölgede koyunlarını otlatan çoban Uykuya dalarsa, o koyunları aslan
otlatmaya başlar.»
Ebu Müslim, hicri 137.
senenin şaban ayının 7'sinde, çarşamba günü, Medain'de Öldürüldü. Şaban ayının
bitimine beş gün, veya dört gün veya iki gece kala öldürüldüğüne dair çeşitli
rivayetler de vardır.
Ravinin biri dedi ki:
Ebu Müslim'in ortaya çıkışı, hicri 129. senenin ramazan ayında olmuştu. Hicri
127. senenin şaban ayında ortaya çıktığı da söylenir. Bir iddiaya göre o,
hicretin 140. senesinde Bağdat'ta Öldürülmüştür. Bu yanlış bir ifadedir. Çünkü
«Tarih-i Bağdat» adlı eserinde Hatib Bağdadî'nin anlattığına göre o zaman
Bağdat şehri henüz kurulmamıştı. Bu söz merduttur.
Bundan sonra Mansur,
Ebu Müslim'in adamlarına bağışta bulunup kendisine rağbet ettirerek veya
korkutarak yahut yöneticilikler vererek gönüllerini kazanmaya çalıştı.
Ebu Müslim'in en güçlü
adamlarından ve muhafız kuvvetleri komutam olan Ebu İshak'ı huzuruna çağırttı.
Boynunu vurmak istedi. Ancak Ebu İshak şöyle dedi: «Ey mü'minlerin emiri,
Allah'a yemin ederim ki, bugün hariç, şimdiye kadar kendimi asla güvende hissetmedim.
Huzuruna geldiğim her günde mutlaka kefenimi giyiyor ve kefenime hanut kokusu
sürüyordum.» Böyle dedikten sonra iç çamaşırlarını açtı. Hanut kokusu
sürüldüğü ve kefenlerini giydiği görüldü. Mansur ona acıdı ve onu serbest
bıraktı.
İbn Cerir'in
anlattığına göre Ebu Müslim, Abbasi devletinin kuruluşu ve Abbasi
hakimiyetinin yerleşmesi uğruna yaptığı savaşlarda 600.000 adam öldürmüştür.
Bunları, huzurunda eli kolu bağlı olarak Öldürtmüştür. Başka şekilde
öldürdükleri de hariç.
Bu yaptıklarından
ötürü kendisini kınayıp azarlayan Mansur1 a da şöyle demişti:
- Ey mü'minlerin
emiri, bu kadar çektiğim mihnetlerden ve gösterdiğim yararlılıklardan sonra
bana böyle şeyler söylenmemeli ve azarlanmamalıyım.
- Ey kötü kadının
oğlu! Eğer senin yerine bir cariyeyi bile bu göreve tayin etseydim o da bu işi
başarıyla tamamlardı. Sen bütün yap" tıklarım bizim devletimiz ve gücümüz
sayesinde yaptın. Eğer bu iş1 kendi gücünle yapmaya kalkışsaydm bir fitil dahi
elde edemezdin.
Mansur onu öldürtünce,
bir abaya sarıldı. Vücudu paramparça edilmişti. O esnada İsa b. Musa huzura
girdi ve şöyle sordu:
- Ey mü'minlerin
emiri, Ebu Müslim nerede?
- Az önce buradaydı.
- Ey mü'minlerin
emiri, sen onun itaatkar lığını, samimiyetini ve İmam İbrahim'in onun
hakkındaki olumlu görüşünü biliyordun. Ne diye öldürdün?
- Ey ahmak! Vallahi,
yeryüzünde onun kadar sana düşman olan bir başka kimse bulunduğunu bilmiyorum.
İşte o şurada, örtünün altındadır.
- İnnâ lillah ve innâ
ileyhi râciun (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve
biz O'na
dönücüleriz.).
- Allah senin kalbini
söküp atsın! Siz Ebu Müslim'i, yaptığı kötülüklerden alıkoyabiliyor, onu
iyiliklere sevkedebiliyor muydunuz? Ona karşı bir gücünüz var mıydı?
Bundan sonra Mansur,
komutanların önde gelenlerini huzura çağırdı. Ebu Müslim'in öldürülmesinden
haberleri yoktu. Ebu Müslim'i öldüreyim mi öldürmeyeyim mi diye onlara danıştı.
Hepsi de öldürülmesini tavsiye ettiler. Hatta bazıları, söyledikleri Ebu
Müslim'e ulaştırılabilir korkusuyla çekinceli konuştu. Ama Mansur, Ebu
Müslim'i öldürdüğünü onlara açıklayınca hepsi sevinç ve memnuniyetlerini açığa
vurdular. Bunu beklemiyorlardı. Sonra Mansur insanlara bir hutbe irad etti,
konuyu onlara anlattı. Nitekim bu hususu önceki sayfalarda da anlatmıştık.
Bundan sonra Mansur,
Ebu Müslim'in mallarını ve servetlerini korumakla görevli naibine, Ebu
Müslim'in adına bir mektup yazarak yanındaki bütün malları zahire ve
mücevherleri getirmesini emretti. Mektubu da Ebu Müslim'in mühürünün tamamı ile
mühürledi. Yani yüzüğündeki kaşın tümünü mektubun altına bastırdı. Naib, bu mektubun
üzerindeki tam vurulmuş mühürü görünce şüphelendi. Çünkü daha önce Ebu Müslim
ona şu uyarıda bulunmuştu: «Benim mektubum sana geldiğinde dikkatle bak. Eğer
yüzüğümün kaşının yarısıyla mühürlenmişse, gereğini yap. Emri yerine getir,
çünkü ben mektup-anmı yüzüğümün kaşının yarısıyla mühürlerim. Ama mektup, kaşın
umu ile mühürlenmiş olarak sana gelirse, sakın kabul etme ve gere-S11"
yapma.»
^aıb, bu mektubun tam
mühürle mühürlendiğini görünce, Man-u*ı gönderdiği mektubu kabul etmeye
yanaşmadı. Bunun üzerine nsur, bütün mal ve hasılatı alıp naibi öldürmek için
adamlarını önderdi.
a Önce ^u Müslim'in yerine kendisini tayin
edeceğine dair "ulunan Mansur, Ebu
Davud İbrahim b. Halid'in Horasan va tayın edildiğine ilişkin mektubunu ona
gönderdi. u senede Sinbaz, Ebu Müslim'in kan davasını güderek ortaya
çıktı. Sinbaz, bir
Mecusi idi. Komes ve İsfahan'ı ele geçirdi. Kendisi^ Feyruz İsbahbaz
deniliyordu. Ebu Cafer el-Mansur, 10.000 kişilik bir süvari ordusunu Cehver b.
Mürrar el-İclî komutasında onun üzerine gönderdi. İki ordu Hemedan ve Rey
arasındaki çölde karşılaştılar Cehver, Sinbaz'ı hezimete uğrattı. Adamlarından
60.000'ini öldürdü Çocuk ve kadınlarını esir aldı. Bundan sonra da Sinbaz
öldürüldü Onun hakimiyeti yetmiş gün sürmüştü. Ebu Müslim'in, Rey'de bulunan
ve Sinbaz'm eline geçen malları geri alındı.
Bu senede Mülebbed b.
Harmele eş-Şeybanî adında biri Cezire'de 1.000 kadar Hariciyi yanına alarak
ayaklandı. Mansur da onun üzerine çok sayıda asker gönderdi. Hepsi de ondan
kaçıyor ve bozguna uğruyordu. Sonra Cezire naibi Hamid b. Kahtabe onu öldürdü.
Mülebbed de kendisini hezimete uğrattı. Hamid, kalelere sığındı, kendini
koruma altına aldı. Fakat daha sonra Hamid b. Kahtabe, 100.000 dinar vermek
şartı ile Mülebbed ile barış yapma teklifinde bulundu. Mülebbed bunu kabul etti
ve ona ilişmeden geri döndü.
Vakidî'nin ifadesine
göre bu senede halifenin amcası İsmail b. Ali b. Abdullah b. Abbas insanlara
haccettirdi. Bu zat Musul valisi idi. Küfe valisi İsa b. Musa, Basra valisi
Süleyman b. Ali, Cezire valisi Hamid b. Kahtabe, Mısır valisi Salih b. Ali,
Horasan valisi Ebu Da-vud İbrahim b. Halid, Hicaz valisi de Ziyad b. Abdullah
idi.
Halifenin, Sinbaz ve
diğer asilerle meşgul oluşundan ötürü bu senede Anadolu gazası yapılmadı.
Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Ebu Müslim
el-Horasanî ve Yezid b. Ebi Ziyad bulunmaktadır. Yezid, Ebu Müslim aleyhinde
konuşanlardan biri idi. Nitekim bunu «Tekmil» adlı eserimizde anlatmışızdır.
Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [18]
Bu senede Bizans
imparatoru Konstantin, zor kullanarak Malatya'ya girdi. Şehrin surlarını yıktı
ve karşısına çıkan Malatyalı savaşçılardan ele geçirebildiklerini affetti.
Bu senede Mısır valisi
Salih b. Ali, İç Anadolu'ya gidip gaza yaptı-Bizanslıların yıktıkları Malatya
surlarını onardı. Kardeşi İsa b. Ali'ye 40.000 dinar verdi. Aynı şekilde
kardeşi oğlu Abbas b. Muhammed b-Ali'ye de 40.000 dinar verdi.
Ebu Müslim'in mağlub
ettiği, bu nedenle Basra'ya kaçarak kardeşi Süleyman b. Ali'ye sığınan
Abdullah b. Ali, bu sene itaatle dönüp halifeye bey'at etti. Ama ileriki
sayfalarda da anlatılacağı gibi Bağdat zindanında hapsedildi.
Bu senede Sinbaz'ı
mağlub edip mallarını ele geçiren, ayrıca Ebu Müslim'in mallarına da sahip olup
bu sayede kendini güçlendiren ve hiç kimsenin kendisini mağlub edemeyeceği
zannma kapılan Cehver b Mürrar el-İclî de halifeye başkaldırdı. Halife onun
üzerine büyük bîr ordu ile Muhammed b. Eş'as el-Huzaî'yi gönderdi. İki taraf şiddetlice
savaştılar. Cehver, hezimete uğradı. Askerlerinin çoğu öldürüldü, yanındaki
mallar, ürünler ve hazineler ganimet edildi. Sonra da yakalanıp öldürüldü.
Bu senede Harici
Mülebbed, 8.000 askerle üzerine giden Hazim b. Kuzeyine tarafından Öldürüldü.
Mülebbed'in 1.000'den fazla adamı öldürüldü. Geri kalanlar bozguna uğrayıp
kaçtılar.
Vakidî'nin ifadesine
göre, bu senede Fadl b. Ali insanlara haccettirdi. Vilayetlerin valileri,
önceki senelerde vali olarak adları geçen kimselerdi.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Zeyd b. Vakid, Alâ b. Abdurrahman, Leys b. Ebi
Süleym de vardır.
Bu senede Emevilerin
elindeki dahili hilafet Endülüs'e geçti. Bu Emevi halifesi, Abdurrahman b.
Muaviye b. Hişam b. Abdülmelik b. Mervan el-Haşimî idi. Ben onun Haşimî
olmadığı kanaatındayım. O, Ümeyyeoğullanndandı ve kendisine Emevi deniliyordu.
Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas'tan kaçıp Mağrib ülkesine girdi. Beraberindeki
kaçaklarla bfriikte oralardan da ilerilere doğru gitti. Bunlar, Ye-menlilik ve
Mudarlıhk asabiyeti uğruna savaşıyorlardı. Abdurrahman, kölesi Bedr'i
göndererek onları kendine taraftar yaptı ve ona bey'at ettiler. Sonra Endülüs
ülkesine girip orayı istila ettiler. Vali Yusuf b. Abdurrahman b. Habib b. Ebi
Ubeyde b. Ukbe b. Nafi el-Fih-rî'nin elinden Endülüs'ü aldılar ve vali Yusuf u
öldürdüler.
Abdurrahman b Muaviye,
Kurtuba'da ikamet etti. Endülüs'teki halifeliği hicretin 172. senesine kadar
devam etti. O senede vefat etti. Kırküç sene birkaç ay süreyle halifelik yaptı.
Ondan sonra oğlu Hişam, altı yıl birkaç ay müddetle halifelik yaptı. Sonra o
da vefat etti. Yerine Hakem b. Hişam geçti. O da yirmialtı sene birkaç ay
müddetle halifelik yaptıktan sonra vefat etti. Onun ardısıra oğlu Abdurrahman
h- Hakem de otuzüç sene müddetle halifelik yaptı ve vefat etti.
Onun ardından Muhammed
b. Abdurrahman b. Hakem de halifeliğe geçip yirmialtı sene müddetle hüküm
sürdü. Ondan sonra oğlu Münzir b. Muhammed, ardından Abdullah b. Muhammed b.
Münzir adındaki kardeşi halifeliğe geçtiler. Abdullah b. Muhammed b. Mün-zır'üı
halifeliği, hicri 300. seneden sonra kısa bir süre devam etti. İlende de
anlatacağımız gibi, bu senelerin geçmesinden ve bu insanların dünyadan
göçmesinden sonra Endülüs hilafeti de yıkılıp yok ohnuş-tur- Onların bu
hakimiyetleri esnasında elde ettikleri nimetler, sahip
oldukları lüks hayat
ve güzel kadınlar, hep yok olup gitti. Sanki belli bir miadı bekliyorlarmış
çakına o seneler sona erdi. O senelerde yaşayan insanlar da bu dünyadan
ayrılıp gittiler. Kuru bir yaprağa dönüştüler; soldular, kurudular ve saba
rüzgarları onları savurup götürdü. [19]
Bu senede Salih b.
Ali, Malatya şehrini yeniden kurup onarma işini tamamladı. Sonra da Hades yolu
ile İç Anadolu'ya gidip gaza yaptı. Bizans'ın içlerine doğru ilerledi.
Beraberinde kız kardeşleri Ali kızı Ümmü İsa ve Lübabe de gaza yapıyorlardı.
Bunlar, Emevi devletinin yıkılması durumunda bile yüce Allah uğruna cihad
etmeyi adamışlardı.
Bu senede Mansur'la
Bizans imparatoru arasında yapılan bir antlaşma gereğince esir mübadelesi
yapıldı. Bazı Müslüman esirler böylece kurtuldular.
Bundan sonra hicretin
146. senesine kadar Anadolu gazvesi yapılmadı. Çünkü Mansur, Abdullah b.
Hasan'ın oğullarıyla uğraşıyordu. Nitekim bunu ileride anlatacağız. Ama
bazılarının anlattıklarına göre Hasan b. Kahtabe, İmam İbrahim'in oğlu
Abdülvehhab'la birlikte hicretin 140. senesinde Anadolu'ya gaza yapmıştır.
Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede Mansur,
Mescid-i Haram'ı genişletti. Bu sene cidden bol verimli bir seneydi. Başka bir
rivayette anlatıldığına göre o, Mescid-i Haram'ı hicretin 140. senesinde
genişletmiştir.
Sonra Mansur, amcası
Süleyman'ı Basra valiliğinden azletti. Abdullah b. Ali ile adamları, başlarına
bir kötülük gelmesinden kortuk-ları için gizlendiler. Bunun üzerine Mansur,
Basra valisi Süfyan b. Muaviye'ye haber salarak Abdullah b. Ali'yi kendisine
göndermesini emretti. O da Abdullah'ı, adamlarıyla birlikte Mansur'a gönderdi.
Mansur, bunların bir kısmını öldürdü. Amcası Abdullah b. Ali'yi hapse attı.
Diğer adamlarım da Horasan valisi Ebu Davud'a gönderdi. Ebu Davud onları
Horasan'da öldürdü.
Bu senede Abbas b.
Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, insanlara haccettirdi.
Bu senede Amr b.
Mücahid, Yezid b. Abdullah b. el-Had, Yunus b. Ubeyd vefat ettiler. Yunus, abidlerden
biri olup Hasan-ı Basrî'nin arkadaşıydı. [20]
Bu senede bazı
askerler Horasan valisi Ebu Davud'a karşı ayaklandılar. Evini kuşatma altına
aldılar. O da sesini kendi taraftarlarına duyurup yardım istemek maksadıyla
dama çıktı. Kerpiçlerden birine yaslandı. Duvardaki bu kerpiç kırılınca
kendisi yere düştü; beli kırıldı ve bu nedenle vefat etti. Güvenlik amiri Asım,
onun yerine Horasan vali vekilliğine geçti. Bu vekaleti, halife tarafından
Horasan valiliğine atanan Abdülcebbar b. Abdurrahman el-Ezdî'nin göreve gelip
başlamasına kadar devam etti. Vali gelince Horasan'ı ondan teslim aldı. Bazı
komutanları öldürdü. Çünkü onlar, halifeliğin Hz. Ali ailesine verilmesi
gerektiğine dair propaganda yapmaktaydılar. Diğerlerini ise hapsetti. Ebu
Davud'un mallarını ele geçiren bazı komutanları da tutuklayıp sorguladı.
Bu senede halife
Mansur, Hire'de ihrama girip hacca gitti. Haccı-m tamamladıktan sonra Medine'ye
döndü. Oradan Kudüs'e gidip Mescid-i Aksa'yı ziyaret etti. Sonra Şam yoluna
koyularak Rakka'ya gitti. Oradan da Kûfe'ye bağlı Haşimiyye'ye gitti.
Bu senedeki vilayet
valileri, önceki senelerde adları geçen valilerdi. Yalnız Horasan valisi Ebu
Davud vefat etmiş, yerine Abdülcebbar el-Ezdî geçmişti.
Bu senede Davud b. Ebi
Hind, Ebu Hazim Seleme b. Dinar, Süheyl b. Ebi Salih ve Ummare b. Gaziyye b.
Kays es-Sekunî vefat ettiler. [21]
Bu senede kendilerine
Rayendiler denilen bir grup, Mansur'a karşı ayaklandılar. İbn Cerir'in
Medainî'den naklederek anlattığına göre, bunların aslı Horasan'dandır. Bunlar
Ebu Müslim el-Horasanî1-nin görüşündeki kimselerdi, tenasüh (ruh göçü) inancına
sahiptiler. Adem peygamberin ruhunun Osman b. Nüheyk'e geçtiğini iddia ediyorlardı.
Kendilerine yediren ve içiren rablerinin Ebu Cafer el-Man-^ olduğunu kabul
ediyorlar, Heysem b. Muaviye'nin ise Cebrail olduğunu söylüyorlardı. Allah
onları kahretsin.
İbn Cerir dedi ki;
Bunlar, bir gün Mansur'un köşkünün yanına geldiler. Köşkü tavaf etmeye
başladılar ve: «İşte bu, rabbimizin köşküdür.» dediler. Mansur;da onların
reislerine adanı gönderdi. Onlardan 200 kişiyi hapse attırdı. Ravendüer buna
kızıp: «Onları niçin hapsediyorsun?» dediler. Sonra gidip bir boş tabut temin
ettiler ve bunu omuzlarına aldılar. Sanki bir cenazeyi mezara götürüyorlarrruş
gibi yaparak toplandılar, hapishanenin kapısına gittiler. Tabutu bırakıp zorla
hapishaneye girdiler. İçerideki taraftarlarım çıkardılar. 600 kadar kişi
olduktan sonra Mansur'un üzerine gittiler. Halk bağrışma-ya başladı. Şehrin kapıları
kilitlendi.
Mansur, köşkünden
çıkıp yaya olarak onlara doğru geldi. Binecek bir binit bulamamıştı. Sonra
kendisine bir binit getirildi, bindi ve Ra-vendilere doğru geldi. Her taraftan
insanlar geldiler.
Bu sırada Maan b.
Zaide de gelmişti. Mansur'u görünce bineğinden indi ve Mansur'un bineğinin
yularını tutup: «Ey mü'minlerin emiri, sen köşküne dön. Biz bunların hakkından
geliriz.» dediyse de Mansur geri dönmedi. Bu arada pazardaki insanlar toplanıp
geldiler ve Ravendilerle savaşmaya başladılar. Askerler de gelip bunların etrafında
çember oluşturdular ve Ravendileri baştan sona kırıp geçirdiler. Geride bir
tek adamları dahi kalmadı.
Ne var ki bunlar,
Osman b. Nüheyk'in omuzları arasına bir ok isabet ettirmişlerdi. Birkaç gün
hasta yattıktan sonra Osman vefat etti. Halife Mansur, cenaze namazım kıldırdı,
defni tamamlanıncaya kadar mezarının başında durdu. Onun için dua etti. Sonra
Osman'ın kardeşi İsa b. Nüheyk'i güvenlik kuvvetlerinin başına komutan olarak
tayin etti. Bütün bu hadiseler Küfe'ye bağlı Haşimiye kasabasında vuku
bulmuştu.
Mansur, Ravendilerle
yapılan savaşı tamamladıktan sonra, o gün halka öğle namazını son vaktinde
kıldırdı. Sonra kendisine yemek getirildi. «Maan b. Zaide nerede?» diye sordu.
Maan gelinceye kadar yemeğe el uzatmadı. Maan geldikten sonra onu yanına
oturttu. Sonra huzurundaki adamları yanında onun gösterdiği kahramanlıktan dolayı
teşekkürlerini ifade etti. Maan da ona şöyle cevap verdi: «Allah'a yemin ederim
ki ey mü'minlerin emiri, ben oraya gelirken korkuyordum, ama senin onları hiçe
saydığını ve üzerlerine cesaretle geldiğini görünce kalbim kuvvetlendi, kendime
güvenmeye başladım. Hiçbir kimsenin savaşta böyle cesaretli olacağını
sanmıyordum. Senin tutumun beni cesaretlendirdi ey mü'minlerin emiri.»
Mansur ona 10.000
dinar verilmesini emretti. Ondan hoşnud oldu ve onu Yemen valiliğine atadı.
Maan b. Zaide, daha önce halifeden korkup saklanmaktaydı. Çünkü o, İbn
Hübeyre'yle birlikte Müsevvi-de'ye karşı savaşmıştı. İşte Ravendüer savaşı
esnasında o gün ortaya çıktı. Halife onun kendisine samimi olarak bağlı
olduğunu ve savaşta yararlılığını görünce hoşnud oldu.
Anlatıldığına göre
Mansur kendi kendine şöyle demiştir: «Ben üç evde hata yaptım. Ebu Müslim'le
savaştım. Oysa ben o zaman az skere sahiptim, yanımda az sayıda adam vardı.
Şam'a giderken de hata yaptım. Eğer Irak'ta iki kılıç karşı karşıya gelip
çarpışacak olsaydı halifelik elimden giderdi. Bir de Ravendilerle yapılan
savaş gününde olay yerine bizzat gitmekte hata ettim. Eğer o esnada hedefini
şaşırmış bir ok gelip bana isabet etmiş olsaydı boş yere Öldürülmüş olacaktım.»
İşte bu söz, onun akıllı ve kesin kararlı olmasının bir göstergesidir.
Bu senede halife
Mansur, kendisinden sonra hilafete geçmesi için oğlu Muhanımed'i veliaht tayin
etti. Ona Mehdi adını verdi. Onu Horasan valiliğine tayin etti. Horasan'daki
vali Abdülcebbar b. Abdur-rahman'ı görevden aldı. Çünkü o, halifenin
taraftarlarından birçok kimseleri öldürmüştü. Halife Mansur bu durumu
mektuplarının yazıcısı Ebu Eyyüb'a şikayet etmiş; o da kendisine şöyle
demişti:
«Ey mü'minlerin emiri,
Bizanslılarla gaza yapmak için Horasan'dan büyük bir ordu göndermesini ona
emret. Eğer Horasan'dan ordu çıkıp gidecek olursa orası güçsüz kalır. Sen de
dilediğin askeri birliği oraya gönderirsin ve onu Horasan'dan zelil ve
küçültülmüş bir şekilde çıkartırlar.»
Mansur, bu emrini
içeren bir mektubu Horasan valisi Abdülceb-bar'a gönderdi. O da halife Mansur'a
gönderdiği cevabi mektupta şöyle dedi:
«Horasan beldelerinde
Türkler fesat çıkardılar, eğer Horasan ordusu başka yere gidecek olursa
korkulu durumlarla karşılarız. Horasan fesada maruz kalır.»
Mansur, onun
gönderdiği cevabı Ebu Eyyüb'a gösterip: «Sen ne diyorsun bu hususta?» diye
sordu. Ebu Eyyüb da şöyle dedi:
«Ona yazacağımız
mektupta dersin ki: Horasan, diğer sınır şehirlerine nispetle takviye kuvvete
daha fazla ihtiyacı olan bir vilayettir. Ben bu amaçla Horasan'a büyük bir
orduyu gönderiyorum.»
Mansur bu ifadeleri
içeren mektubunu Abdülcebbar'a gönderdi. Abdülcebbar ise gönderdiği cevabi
mektupta şunları yazdı:
«Bu senede Horasan'da
kıtlık vardır. Eğer Horasan'a takviye kuvvetler gelecek olursa iş tamamen
bozulur ve halk sıkıntıya düşer.»
Bu mektubu, halife
Mansur Ebu Eyyüb'a gösterdi ve: «Peki buna ne Cevap vereceğiz?» diye sordu. O
da şu cevabı verdi:
«Ey mü'minlerin emiri,
bu adam niyetini açığa vurdu. Seni artık anunıyor, kendisine hiç mühlet verme.»
Bu sırada halife
Mansur, oğlu Muhammed el-Mehdi'yi Rey'de ika- etmesi için gönderdi. Mehdi,
Abdülcebbar'a önce Hazim b. Hüzeyme'yi gönderdi. Hazim, Abdülcebbar'ı ve
beraberindekileri korkuttu. Onlar da Abdülcebbar'ı bırakıp kaçtılar. Hazim ve
adamları onu yakalayıp bir deveye ters olarak bindirdiler. Yüzü devenin
kuyruğu, na yönelikti. Onu bu şekilde şehirde dolaştırdılar. Nihayet onu oğlu
ve bir grup aile efradıyla birlikte halife Mansur'un huzuruna getirdiler.
Mansur da onun boynunu vurdurdu. Oğlunu ve beraberindekileri Yemen tarafında
bir adaya sürdü. Daha sonra Hindliler onun oğlunu esir aldılar, ama bir müddet
sonra birisi onun fidyesini verdi ve onu kurtardı.
Mehdi, Horasan
valiliğine yerleşti. Babası ona, Taberistan'a gidip gazve yapmasını,
beraberindeki askerlerle İsbahbaz'a karşı savaşmasını emretti. Ömer b. Alâ
komutasındaki bir askeri birliği de yardımına gönderdi. Ömer, Taberistan
savaşı esnasında insanların en bilgilisi idi. Şair onun hakkında şöyle
demiştir:
«Yanına vardığımda
samimi bir şekilde -itham edilen kimsede zaten hayır yoktur- Öğüt vererek
halifeye de ki:
Eğer düşmanlarla
yapılacak olan savaş seni uykundan uyandrnr-sa,
Bu savaş için Ömer'i
uyandır, sonra kendin uyumana devam et.
Ömer öyle bir yiğittir
ki, kindarlık üzerine uyumaz ve suyu da ancak kanla içer.»
İki ordu Taberistan'da
karşı karşıya geldiler. Mehdi'nin askerleri orayı fethettiler. İsbahbaz'ı
çembere aldılar. Nihayet o kendi kalesine sığınmak mecburiyetinde kaldı.
Kaledeki zahireleri verme karşılığında onlarla barış antlaşması yaptı. Mehdi
de bu durumu babasına bir mektupla bildirdi. İsbahbaz, Deylem şehrine gitti.
Orada vefat etti.
Mehdi komutasındaki
ordu, Masmağan adındaki Türk hükümdarım da yendi. Çoluk çocuklarından ve
kadınlardan bir kısmım esir aldı. İşte bu, Taberistan'm ilk fethi oldu.
Bu senede Cibril b.
Yahya el-Horasanî tarafından Masisa şehrinin kuruluşu tamamlandı.
Bu senede İmam
İbrahim'in oğlu Muhammed. Malatya şehrinde gazaya devam etti.
Halife Mansur, Ziyad
b. Ubeydullah'ı Hicaz valiliğinden azletti. Medine valiliğine Muhammed b. Halid
el-Kusarî'yi tayin etti. O da receb ayında Medine'ye gidip göreve başladı.
Mansur, Mekke ve Taif valiliklerine, Heysem b. Muaviye el-Akkî'yi atadı.
Mansur'un güvenlik
kuvvetleri komutanı Musa b. Ka'b vefat etti. Mısır'ın valisi ise geçen senenin
valisi idi, değiştirilmemişti. Mansur, bundan sonra Mısır'a, Muhammed b.
Eş'as'ı vali olarak atadı. Sonra onu bu görevden alıp yerine Nevfel b. Fürat'ı
atadı.
Bu senede Kinnesrin,
Humus ve Dımışk valisi Salih b.. Ali, insanlara haccettirdi.
Diğer valiliklerin
başında adları önceki senelerde zikredilen valiler bulunuyordu. Doğrusunu
Allah bilir.
Bu senede Eban b.
Tağlib, "Meğazi" adlı eserin sahibi Musa b. Ukbe, (bir kavle göre de)
Ebu İshak eş-Şeybanî vefat ettiler. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan
yüce Allah daha iyi bilir. [22]
Bu senede Sind valisi
Uyeyne b. Musa b. Ka'b, halifeye başkaldırdı. Halife, Ömer b. Hafs b. Ebi
Süfra komutasında bir askeri birlik hazırlayarak onun üzerine gönderdi/Ayrıca
Ömer'i, Sind ve Hind eyaletine vali olarak atadı. Ömer b. Hafs, Uyeyne ile
savaştı. Onu mağlub etti ve Sindi onun elinden teslim aidi.
Bu senede Taberistan1
daki İsbahbaz, Müslümanlarla yapmış olduğu antlaşmayı bozdu. Taberıstan'daki
Müslümanların bir kısmım öldürdü. Halife de Hazim b. Hüzeyme ve Ravh b. Hatim
komutasında bir askeri birliği hazırlayıp onun üzerine gönderdi. Bunlarla
beraber Mansur'un azatlısı Merzuk Ebu Hasib de vardı. Bunlar gidip İsbahbaz'ı
uzun bir sü*e kuşatma altında tuttular. İsbahbaz'ın içinde bulunduğu kaleyi
fethetmek uzaymca yoruldular. Buna bir hüe yapmak istediler. Ebu Hasib dedi ki:
«Siz beni dövün, saçımı ve sakalımı traş edin.» Onlar da böyle yaptılar. O da
sanki Müslümanlara kızmış gibi bir tavır takındı ve İsbahbaz'm yanına gitti.
Gerçekten de Müslümanlar Ebu Hasib'i dövmüşler, sakalını traş etmişlerdi.
Ebu Hasib, İsbahbaz'm
bulunduğu kaleye girdi. İsbahbaz onun gelişine sevindi. Ona ikramda bulundu,
yakınında yer verdi. Ebu Hasib de ona samimi bir dost gibi davrandı,
hizmetinde bulundu. Nihayet bir fırsatım bulup onu tuzağa düşürdü.
Ebu Hasib, İsbahbaz
yanında mevki sahibi oldu. Kaleyi açıp kapamakla görevli kişiler arasına
kattılar. Ebu Hasib bu göreve atanınca Müslümanlarla mektupiaşarak, falan
gecede kale kapısını kendilerine açacağını ve geldiklerinde kapıyı onlara
açabilmesi için kapıya yakın bir yerde durmalarını bildirdi. Belirlenen gece
olunca Ebu Hasib, Müslümanlara kalenin kapısını açtı, onlar da içeri girdiler,
içerideki savaşçıları öldürdüler. Çoluk çocuğu, kadınları esir aldılar.
Is-kahbaz, o esnada kaşının altında zehir bulunan bir yüzüğü olduğu gibi yuttu
ve öldü. Müslümanların o günde esir aldığı kimseler arasın-<*a Ümrnü Mansur
b. Mehdi, Ümmü İbrahim b. Mehdi de bulunuyordu- Bunlar, hükümdarların güzel
kızlarmdandı.
Bu senede Mansur,
Basralılar için Ceban'da bir namazgah yaptırdı. Buranın inşasını Fırat ve Eble
valisi Seleme b. Said b. Cabir üstlendi.
Mansur, ramazan ayını
Basra'da geçirdi, orucunu orada tuttu. Bayram namazını o namazgahta
Müslümanlara kıldırdı.
Bu senede Mansur,
Nevfel b. Furat'ı Mısır valiliğinden azletti, yerine Hamid b. Kahtabe'yi
atadı.
Bu senede İsmail b.
Ali insanlara haccettirdi.
Bu senede halifenin
amcası ve Basra valisi Süleyman b. Ali b. Abdullah b. Abbas vefat etti.
Vefatı, cemaziyelahir ayının bitimine yedi gün kala cumartesi günü vuku buldu.
Vefat ederken ellidokuz yaşındaydı. Namazını kardeşi Abdüssamed kıldırdı.
Süleyman b. Ali,
babasından, İkrime'den, Ebu Bürde b. Ebi Musa'dan rivayetlerde bulunmuştur.
Aralarında oğulları Cafer ile Mu-hammed, Zeynep ve Asmaî'nin de bulunduğu bir
topluluk ondan hadis rivayet etmişlerdir.
Yirmi yaşında iken
saçı sakalı ağardı, o yaşta iken sakalına kına sürdü. Kerem sahibi, cömert ve
övgüye layık bir kimse idi. Her sene arefe günü yüz köle azad ederdi.
Haşimilerden, diğer Kureyşlilerden ve Ensâr'dan olanlara 5.000.000 dirhem
civarında yardımda bulunmuştu.
Bir gün köşkünde iken,
Basra evlerinden bir evde kadınların öre-ke ile yün eğirdiklerini gördü.
Onlardan birinin şöyle dediğini işitti: «Keşke vali bize baksa da durumumuzu
öğrense ve şu örekelerle yün eğirme zahmetinden bizi kurtarsa.» Kadının böyle
dediğini işitince hemen harekete geçti. Köşkünde dolaşmaya başladı,
kadınlarının altın, mücevher ve diğer zinet eşyalarını topladı. Hepsini büyük
bir mendile doldurdu. Sonra bu mücevher dolu bohçayı o kadınların bulunduğu
eve sarkıttı. Üzerlerine bol miktarda dinar ve dirhem saçtı, Bu durumu gören
kadınlardan biri, aşırı sevincinden ötürü oracıkta oluverdi. O kadının diyetini
ve eve sarkıttığı mücevherlerle paralardan hissesine düşeni, mirasçılarına
verdi.
Seffah'ın halifeliği
zamanında hac emirliği yaptı. Mansur'un zamanında Basra valiliği yaptı.
Abbasoğullarının seçkinlerindendi. İsmail, Davud, Salih, Abdüssained,
Abdullah, İsa ve Muhammed'in kardeşi idi. Seffah ile Mansur'un da amcalarıydı.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Halid el-Hiz-za, Asım el-Ahvel ve bir kavle göre de
Amr b. Ubeyd el-Kaderî vardır.
Amr b. Ubeyd'e, Ömer
b. Ubeyd b. Sevban da denir. İbn Keysan diyenler de vardır. Teym
kabilesindendir. Bu kabileden Ebu Osman el-Basrî'nin azatlısıdır.
Farslılardandır. Kaderiye ve Mutezile mez-heblerinin.üstadıdır. Haşan-ı Basrî,
Ubeydullah b. Enes, Ebü'I-Aliye ve Ebu Kılabe'den hadis rivayet etmiştir. İki
Hammad, Süfyan b. Tjyeyne ve akranlarından A'meş, Abdülvaris b. Said, Harun b.
Musa, Yahya el-Kattan ve Yezid b. Zürey' de ondan hadis rivayet etmişler-
İmam Ahnıed b. Hanbel
onun için şöyle demiştir: «O, kendisinden ı,adis rivayet edilmeye ehil biri
değildi.» Ali b. Medinî ile Yahya b. Main: «O, hadis konusunda önemli bir kimse
değildi.» demişlerdir. İbn Main bu hususta onunla ilgili olarak şu eklemeyi yapmıştır:
«O kötü bir adamdı. İnsanların ekinler gibi olduklarını iddia eden
Dehri-lerdendi.» Fellas ise onun metruk ve bid'atçı bir kimse olduğunu ifade
etmiştir. Yahya el-Kattan, bize ondan hadis rivayet ederdi ama sonra onu
terketti. îbn Mehdi ise,ondan hadis rivayet etmezdi. Ebu Hatim, onun metruk
olduğunu söylemiştir. Neseî ise, sika (mutemed) olmadığını ifade etmiştir.
Şu'be, Yunus b. Ubeyd'in şöyle dediğini nakletmiş-tir: «Amr b. Ubeyd, hadiste
yalan söylerdi.» Hammad b. Seleme ise Humeyd'in kendisine şöyle dediğini
nakletmiştir: «Ondan hadis rivayet etme, çünkü o Hasan-ı Basrî'ye yalan isnad
ediyordu.» Eyyüb ve Avf ile İbn Avn da böyle demişlerdir. Eyyüb: «Ben onun
aklının tam olmadığını biliyorum.» demiştir. Matar el-Verrak ise şöyle
demiştir: «Vallahi, ben hiçbir hususta onu tasdik etmem.».
İbn Mübarek ise şöyle
demiştir: «Alimler onun hadisini terketti-ler. Çünkü o Kaderciliğe davet
ediyordu. Birçok cerh ve ta'dil imamı onun zayıf olduğunu söylemişlerdir.
Diğerleri ise ibadeti, zahidliği ve lüksten uzak durması nedeniyle onu
övmüşlerdir.»
Hasan-ı Basrî onun
hakkında şöyle demiştir: «Bu, âlimlerin gençlerinin efendisidir. Ama hadis
nakletmediği müddetçe.» Dediler ki: O hadis nakletti, vallahi hem de çok
nakletti.
îbn Hibban dedi ki: O,
hadis nakledinceye kadar, takva ve ibadet ehli bir kimse idi. Daha sonra
Hasan-ı Basrî'nin yanından uzaklaştı. Beraberinde bir topluluk da Hasan-ı
Basrî'yi terkettiler. Bunlara Mutezile adı verildi. Hadis konusunda yalan
söyler ve sahabelere söverdi. Ama bunu kasden yapmazdı, yanıldığından dolayı
yapardı. Onun Şöyle dediği rivayet edilmiştir: «Eğer Levh-i Mahfuz'da Ebu
Leheb'in elleri kurumuşsa bu Ademoğullarına karşı ondan bir hüccet sayılmaz.»
ibn Mesud'un şu hadisi
kendisine rivayet edilmişti: Özü sözü doğru ve söyledikleri doğrulanmış olan
Rasûlullah (s.a.v.) bize buyurdu
"Sizden birinizin ana karnında yaratılışı kırk günde tanıamla-ır---
Ona dört kelime emredilir (o kelimeler de şunlardır): Rızkı, ece-J> anieli,
şaki veya said oluşu.»
Ömer b. Ubeyd b.
Sevban, bu rivayeti dinleyince şöyle dedi: «Eğer meŞin bu hadisi rivayet
ettiğini işitseydim onu yalanlardım. Bu hadisi Zeyd b. Vehb'den işitseydim, onu
sevmezdim. İbn Mesud'tan işit. şeydim, kabul etmezdim. Rasûlullah (s^a.vO'ın
kendisinden de işitseydim, reddederdim. Allah'ın bu hadisi söylediğini
işitseydim, ona derdim ki: Bu söz üzerine bizden misak (kesin söz) almadın!»
Bu ifade küfrün en çirkin örneklerinden biridir. Eğer böyle demişse Allah ona
lanet etsin. Ama eğer ona iftira edilmişse, kendisine bu iftirayı yapana Allah
lanet etsin ve Allah müstehakkını versin. Abdullah b. Mübarek şöyle demiştir:
«Ey ilim talep eden
kişi, Hammad b. Zeyd'e git. İlmi yumuşak huylulukla elde et. Sonra sağlam bir
kayda bağla. Amr b. Ubeyd'irı eserlerinde olan bid'atlan da terket.»
İbn Adiy dedi ki:
«Amr, insanları zühdü ile aldatırdı. Aslında o verilmiştir. Hadisi cidden zayıf
olan bir kimsedir. Bid'atlan açığa vurur, ilan ederdi.»
Darekutnî, onun
hadislerinin zayıf olduğunu söylemiştir. Hatib Bağdadî ise onun hakkında şöyle
demiştir: «Hasan-ı Bas-rî'nin meclisine katıldı. Onun sohbetine iştirak etmekle
meşhur oldu. Sonra Vasıl b. Atâ, onu Ehl-i Sünnet mezhebinden ayırıp uzaklaştırdı.
Kaderci görüşe saplandı. İnsanları da bu görüşe davet etti. Hadis ashabından
uzaklaştı. Biraz zühdü ve lüksten kaçışı vardı. Kendim insanlara böyle
gösterirdi.»
Anlatıldığına göre Amr
b. Ubeyd ile Vasıl b. Atâ, hicri sekseninci senede doğmuşlardır. Buharî'nin
anlattığına göre Amr, hicri 142. veya 143. senede Mekke yolunda vefat
etmiştir. O, Ebu Cafer el-Man-sur katında itibarlı bir kimse idi. Mansur onu
sever, ona saygı gösterirdi. Çünkü o âlimlerle birlikte Mansur'un ziyaretine
gelir, Mansur onlara armağanlar verir; âlimler bu armağanları alır, ama Amr'ın
kendisi Mansur'dan hiçbir şey almazdı. Mansur ona, diğer arkadaşlarının kabul
ettikleri gibi kendisinin de armağan kabul etmesini söylerse de o hiç kabul
etmezdi. İşte onun bu tavrı Mansur'u aldatmış ve Mansur katında itibar sahibi
olmasına yol açmıştı. Çünkü Mansur, cimri idi. Onun bu tavnndan çok hoşlanırdı.
Bu hususta şöyle bir şiir okumuştu:
«Hepiniz yavaş
yürüyorsunuz. Ama buna rağmen av peşindesiniz. Yalnız Amr b. Ubeyd hariç.»
Eğer Mansur onun iç
yüzünü görseydi, yanındaki âlimlerden her birinin, yeryüzü doluşunca Amr b.
Ubeyd'den daha hayırlı olduklarını anlardı. Zahidlik, kişinin salih olduğunu
isbatlamaya yetmez. Çünkü bazı rahipler o kadar zahid olurlar ki, onların
zahidliğine ne Amr ne de birçok Müslüman, güç getiremez.
İsmail b. Halid
el-Kanebî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
«Abadan'da, vefat
edişinden sonra Hasan b. Cafer'i rüyada gördüm. Bana: "Eyyüb, Yunus ve
îbn Avn Cennet'tedirler." dedi. Kendisine: "Ya, Amr b. Ubeyd
nerede?" diye sormam üzerine, "O, Cehen-nem'dedir." dedi.»
İkinci kez rüyada
görmüş, üçüncü kez görmüş, bu soruyu sorduğunda hep aynı cevabı almıştı. Amr
b. Ubeyd hakkında kötü rüyalar görülmüştü.
Şeyhimiz, «Tehzib»
adlı eserinde Amr b. Ubeyd'in biyografisinden uzun uzadıya bahsetmiştir. Ancak
biz onun biyografisini «Tekmil» adlı kitabımızda özetledik. Burada ise onun
halinden bir nebze bahsettik ki durumu bilinsin ve kimse ona aldanmasın.
Doğruyu en iyi bilen elbette ki yüce Allah'tır. [23]
Bu senede halife
Mansur, insanları Deylem üzerine gaza yapmaya davet etti. Çünkü Deylemliler
birçok Müslümanı öldürmüşlerdi. Mansur, Küfe ve Basra halkına çağrıda bulunarak
savaşabilecek durumda olan 10.000 veya daha fazla askerin orduyla birlikte
Deylem'e gitmesini istedi. Bu çağrısına büyük bir kalabalık icabet etti.
Bu senede Küfe valisi
İsa b. Musa insanlara haccettirdi.
Bu senede Haccac
es-Savvaf, Humeyd b. Ru'be et-Tavil ve Süleyman b. Turhan et-Teymî vefat
ettiler. Bir kavle göre Amr b. Ubeyd, Sahih kavle göre Leys b. Ebi Süleym ve
Yahya b. Said el-Ensârî de bu senede vefat eden şahsiyetlerdendirler. [24]
Bu senede Muhammed b.
Ebi'l-Abbas es-Seffah, amcası Mansur -un emri üzerine Küfe, Basra, Vasıt, Musul
ve Cezire'den toplanan askerlerden oluşan bir ordu ile Deylem ülkesine gazaya
gitti.
Bu senede Muhammed b.
Cafer el-Mansur el-Mehdi, Horasan'dan babasının yanma geldi. Hire'de, amcasının
kızı Rayta binti Seffah ile gerdeğe girdi.
Bu senede Ebu Cafer
el-Mansur insanlara haccettirdi. Hire vilayetine ve askerlerin başına, Hazim
b. Hüzeynıe'yi komutan olarak bıraktı.
Muhammed b. Halid
el-Kusarî'yi Medine valiliğinden azletti. Ye- Rebah b. Osman el-Müzenî'yi
atadı.
Hicretin 144.
senesinde, hacca gidişi esnasında insanlar Mekke yolunda Ebu Cafer el-Mansur'u
karşıladılar. Onu karşılayanlar arasında Abdullah b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib
de vardı. Mansur onu oturmakta olduğu serginin üzerine oturttu, sonra ona aşırı
bir değer verip saygı göstererek sohbete başladı. Öyle ki o günün sabahını
onunla sohbet ederek geçirdi. Oğulları İbrahim ile Muhammed'in, niçin diğer
insanlarla birlikte ziyaretine gelmediklerini sordu. Abdullah b. Hasan da yemin
ederek; onların, Allah'ın dünyasında nereye git., tiklerini bilmediğini ifade
etti. Gerçekten de doğru söylemişti.
Muhammed b. Abdullah
b. Hasan, Mervan el-Himar'ın halifeliği, nin son döneminde Hicaz halkından bir
cemaatın bey1 atını almıştı Ona bey'atta bulunanlar arasında Ebu Cafer
el-Mansur da vardı. Bu hadise, Emevi hakimiyetinin Abbasilere geçmesinden önce
vuku bulmuştu.
Halifelik Ebu Cafer
el-Mansur'a geçince o, Muhammed b. Abdullah b. Hasan ile kardeşi İbrahim'den
fazlaca korkmaya başladı. Çünkü Mansur, onların, Mervan'a karşı ayaklandıkları
gibi kendisine karşı da mutlaka ayaklanacakları vehmine kapılmıştı. Bu
düşüncesi de gerçekleşti. İkisi sahralara kaçıp gittiler. Yemen'e vardılar.
Sonra Hindistan'a gidip orada gizlendiler. Hasan b. Zeyd, onların gittikleri
yeri tesbit etti. Bu defa başka bir yere göçtüler. Gittikleri yeri yine tesbit
edince başka bir yere göçtüler. Mansur'un katında Hasan b. Zeyd, onlara tam bir
düşman kesilmişti. Hayret edilecek birşeydir ki, o daha önce onların
tabilerindendi. Mansur, onları ele geçirmek için bütün yollara başvurdu, her
yöntemi kullandı, ama başaramadı.
İşte Mansur, onların
nerede olduklarını babalarına sorduğunda o, Allah'ın dünyasında nereye
gittiklerini bilmediğine dair bunun için yemin etti. Sonra Mansur, çocukları
hususunda Abdullah'a ısrarda bulundu. Abdullah buna kızıp öfkelendi ve:
«Allah'a yemin ederim ki, eğer oğullarım ayaklarımın altında olsalar bile
yerlerini sana söylemem.» dedi. Mansur, onun bu cevabına öfkelendi. Zindana
atılmasını, kölelerinin ve mallarının satılmasını emretti. Abdullah da bu
yüzden üç sene müddetle zindanda kaldı.
Etrafındaki adamlar
Mansur'a, Hasan'm oğullarının hepsini hapse atmasını önerdiler. O da onları
hapse attırıp İbrahim ile Muham-med'i ciddi bir şekilde aramaya, takib etmeye
koyuldu. Bununla birlikte onlar birçok seneler hacca geliyorlar ve birçok
vakitler Medine'de gizleniyorlardı; ama onları arayanlar, nerede olduklarını
bilemiyorlardı. Hamd Allah'adır. Mansur, Medine valisini azlediyor, yerine
bir başkasını tayin ediyor; onu, İbrahim ile Muhammed'i araştırmaya, yerlerim
tesbit etmeye ve yakalamaya teşvik ediyordu. Bu hususta gerçekten çok miktarda
harcama yapıyordu. Ama Aziz ve Celi* olan Allah'ın meramı gereğince kader onu
aciz bırakıyordu.
İbrahim ile
Muhammed'in planlarım gerçekleştirmelerine, Mar'un komutanlarından biri olan
Ebü'l-Asakir Halid b. Hassan da 6 rdımcı oldu. Onlarla işbirliğine girişti.
Haclarından birinde Man-
r'u Safa ile Merve
arasında öldürmeye karar verdiler. Ancak Ab-s
İlah b. Hasan, Safa ve Merve arasının şerefli bir yere olmasından
'irü Orada kan
akıtmaktan kendilerini menetti. Mansur onların bu v ranndan haberdar olunca,
komutan Ebü'l-Asakir'i yakalattı. Ona
kence yaptırarak suikastı itiraf ettirdi ve: «Beni öldürmekten sizi
avdıran şey neydi?» diye sordu. Ebü'l-Asakir: «Abdullah b. Hasan, bizi bundan
caydırdı.» dedi. Halife, Abdullah b. Hasan'ın yakalanmasını emretti. Fakat o,
kayıplara karıştı ve şu ana kadar dahi ortaya akmış değildir.
Mansur, Abdullah b.
Hasan'm oğulları ibrahim ile Muhammed hakkında, görüş sahibi komutan ve
vezirleriyle istişare yaptı. Çeşitli yerlere casuslar ve arayıcılar gönderdi.
Ama hiçbir haber elde edemedi. Onların ne kendilerine ne de izlerine
rastlanamadı. Allah işini başa götürendir.
Muhammed b. Abdullah
b. Hasan, annesinin yanına geldi ve şöyle dedi: «Anacığım, babam ve amcama
kötülük yapılmasından korkuyorum. Gidip halifeye teslim olmak istiyorum ki
aile efradımı rahata kavuşturayım, sen ne dersin?» Annesi zindana gitti.
Babasına ve amcasına Muhammed'in söylediklerini nakletti- Onlar da şu cevabı
verdiler: «Hayır, kesinlikle olmaz. Teslim olmasın. Biz onun için sabredeceğiz.
Belki Cenâb-ı Allah, onun eliyle hayır kapılarını açacaktır. Biz, içinde
bulunduğumuz hale katlanacağız. Allah dilerse bizi genişliğe kavuşturur. Biz
onun için sabredeceğiz. Allah dilerse bizi genişliğe kavuşturur, dilerse bizi
darda bırakır.» Hepsi Muhammed'in teslim olmaması hususunda görüşbirliği
yaptılar. Allah onlara rahmet etsin.
Bu senede Hasan ailesi
Medine hapsinden Irak hapsine nakledildiler. Nakil esnasında ayaklarında
bukağı, boyunlarında da pranga-ar yardı. Ebu Cafer el-Mansur'un emri üzerine
Rabaza'da zincire vuruldular.
Onlarla birlikte
Muhammed b. Abdullah el-Osmanî de nakledildi. -Abdullah b. Hasan'ın ana bir
kardeşi idi. Kızı, İbrahim b. Abdullah Uasan'ın eşiydi ve kısa bir süre önce
hamile kalmıştı. Halife, ken-v ı?1 Uzuruna getirtti ve şöyle dedi: «Kölelerimin
azat edilmesine kız a^?inın boşanmasına yemin ettim ki, sen bana hile yapma.
İşte m gebedir. Eğer kocasından
gebe kalmış ise, demek ki kocası-^f
buğunu biliyorsun, eğer kocasından başka bir erkekten zamaiı demek ki
sen deyyussun.»
el-Osmanî, verdiği cevapta Muhammed'in yerini
bildir-unun üzerine üzerindeki elbiseler çıkarıldı. Vücudu halis gümüş gibi
bembeyazdı. Sonra halifenin huzurunda kendisine yüzelü kırbaç vuruldu. Otuzu
başına vuruldu. Kırbaçlardan biri gözüne isabet etti. Gözü aktı. Sonra halife
onu zindana gönderdi. Orada vücuduna vurulmuş darbelerin morartısı nedeniyle
siyahi bir köle gibi olmuştu. Cildinin üzerinde kanlar yığılmıştı. Ana bir
kardeşi Hasanın bulunduğu hücreye kapatıldı. Su istedi, kimse ona su vermeye
cesaret edemedi. Nihayet orada görevli gardiyanlardan Horasanlı biri ona su
verdi.
Sonra Mansur,
devesinin üzerindeki mahfeline bindi. Sürgüne gönderilenler de daracık
mahfellere bindirildiler. Ayaklarında bukağı, boyunlarında da prangalar vardı.
Halife onları bu halde peşine takıp götürürken Abdullah b. Hasan ona şöyle
söylendi: «Ey Ebu Cafer, vallahi, Bedir savaşında biz sizden esir aldığımız
kimselere böyle kötü muamele yapmamıştık.» Bu cevap karşısında Mansur sustu,
cevap vermedi ve onlardan uzaklaşıp gitti.
Irak'a vardıklarında
Haşimiye'de hapsedildiler. Bunların arasında Muhammed b. İbrahim b. Abdullah
b. Hasan da vardı. O, yakışıklı bir gençti. İnsanlar onun hüsn-ü cemaline
bakmak için gidip seyrediyorlar ve ona «Sarı ipek» diyorlardı. Mansur, onu
huzuruna celbettir-di ve: «Vallahi, hiç kimsenin görmediği bir şekilde seni
öldüreceğim.» dedi. Sonra onu iki sütun arasına koydurup sütunları üzerine
düşürdü. Nihayet o da öldü. Mansur, hakettiği ilâhi azab ve lanete maruz
kalsın!
Hasan ailesinin çoğu
zindanda öldüler. Nihayet Mansur'un ölümünden sonra kalanlar kurtuldular ve
genişliğe çıktılar. Zindanda ölenler arasında Abdullah b. Hasan b. Hasan b. Ali
b. Ebi Talib de vardı. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o, halifenin
huzurunda eli kolu bağlı bir şekilde öldürülmüştür. Kardeşi İbrahim b. Hasan ve
diğerleri de o şekilde öldürülmüşlerdir. Onlardan hapisten sağ çıkabilenlerin
sayısı azdır. Mansur onları, öyle bir hapse tıkmıştı ki, orada ezan sesini
duyamıyorlar di. Namaz vaktini ancak Kur'ân tilaveti ile tesbit
edebiliyorlardı.
Sonra Horasanlılar,
Muhammed b. Abdullah el-Osmanî'nin kurtulması için araya şefaatçiler koydular.
Bunun üzerine Mansur emir verdi, boynu vuruldu ve kesik başı Horasan'a
gönderildi. Allah ona hayır ve mükafat vermesin, Muhammed b. Abdullah
el-Osmanî'ye de rahmet etsin.
Muhammed b.
Abdullah'ın asıl adı şöyledir: Muhammed b. Abdullah b. Amr b. Osman b. Affan
el-Ümevî. Allah ona rahmet etsin-Künyesi Ebu Abdillah el-Medenî'dir. İpek
lakabıyla tanınırdı. Çünkü yüzü çok güzeldi. Annesi, Fatıma binti Hüseyin b.
Ali'dir.
Babasından,
annesinden, Harice b. Zeyd'den, Tavus'tan, Ebu Zinad'dan, Zührî'den, Nâfi'den
ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Bir cemaat da ondan hadis rivayet
etmiştir. Neseî ile İbn Hibban, onun sika bir ravi olduğu söylemişlerdir.
Abdullah b. Hasan'ın anne bir kardeşi idi. Kızı Rukiyye, kardeşi oğlu İbrahim
b. Abdullah'ın zevcesi idi. Rukiyye kadınların en güzellerindendi. Cafer,
İbrahim'i onun sebebiyle bu senede öldürmüştü. O, kerem sahibi, cömert ve
övülen bir kimseydi.
Zübeyr b. Bekkar dedi
ki: Süleyman b. Abbas es-Sa'dî, onu öven Ebu Vecre es-Sa'dî'nin şu şiirini bana
nakletti:
«Beyaz tenli halis
adamın Kureyşli olduğunu gördük.
O, halife ile rasûl
arasında bir delikanlı yiğitti.
Ey yiğit, şeref sana
şuradan ve buradan geldi,
Sen de sellerin
birbirine karıştığı yerde onun için durdun.
Şeref seni bırakıp
başka bir yerde geceleyemez.
Şeref seni bırakıp
başka bir yerde istirahat edemez.
Şeref senin peşindende
ayrılıp gitmez.
O seni bırakıp
başkalarını kabul etmez.» [25]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/72-73.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/73-75.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/75-78.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/78-84.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/85-87.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/87-92.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/92-98.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/98-99.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/99.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/99-100.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/100-101.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/101.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/102-103.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/103-108.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/108.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/108-111.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/111-117.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/117-128.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/128-130.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/130.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/131.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/131-135.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/135-139.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/139.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/139-143.