Hicretin Yüzaltmışaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 2

İbrahim B. Salih. 2

İbrahim B. Hereme. 3

Salih B. Beşir El-Mîrrî 3

Müseyyeb B. Züheyr. 4

Veddah B. Abdullah. 4

Hicretin Yüzyetmişyedinci Senesi 4

Hicretin Yüzyetmişsekizinci Senesi 5

Hicretin Yüzyetmişdokuzuncu Senesi 7

Hicretin Yüzyetmişdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 7

İsmail B. Muhammed. 7

İmam Malik. 8

Hicretin Yüzseksenincî Senesi 9

Hicretin Yüzsekseninci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 10

İsmail B. Cafer. 10

Hassan B. Ebi Sinan. 10

Afiye B. Yezîd. 10

Sibeveyhî 11

Ufeyre El-Abide. 12

Hicretin Yüzseksenbirînci Senesi 12

Hicretin Yüzseksenbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 13

Hasan B. Kahtabe. 13

Abdullah B. Mübarek. 13

Mufaddal B. Fudale. 15

Yakub Et-Taib. 15

Hicretin Yüzseksenikincî Senesi 15

Maan B. Zaide. 16

Kadı Ebu Yusuf 16

Yakub B. Davud B. Tahman. 19

Hicretin Yüzseksenüçüncü Senesi 20

Musa B. Cafer. 21

Haşim B. Beşir B. Ebi Hazım.. 21

Yahya B.Zekeriya. 22

Yunus B. Habib. 22

Hicretin Yüzseksendördüncü Senesi 22

Hicretin Yüzseksendördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 22

Ahmed B. Reşid. 22

Abdulah B. Mus'ab. 23

Abdullah B. Abdülaziz El-Ömerî 24

Muhammed B. Yusuf B. Ma'dan. 24

Hicretin Yüzseksenbeşînci Senesi 24

Hicretin Yüzseksenbeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 25

Abdüssamed B. Ali 25

Rabiatü'l-Adeviye. 26

Hicretin Yüzseksenaltıncı Senesi 26

Hicretin Yüzseksenaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 27

Şair Süllem El-Hasir. 27

Abbas B. Muhammed. 28

Yaktın B. Musa. 28

Hicretin Yüzseksenyedinci Senesi 29

Hicretin Yüzseksenyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 35

Cafer B.Yahya. 35

Garip Bir Hikaye. 39

Fudayl B. İyaz. 41

Hicretin Yüzseksensekîzînci Senesi 42

Ebu İshak El-Fezarî 43

İbrahim El-Musılî 43

Hicretin Yüzseksendokuzuncu Senesi 44

Hicretin Yüzseksendokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 45

Kisaî 45

Muhammed B. Hasan B. Züfer. 46

Hicretin Yüzdoksanıncı Senesi 46

Hicretin Yüzdoksanıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 47

Esed B. Amr B. Amir. 47

Yahya B. Halid B. Bermek. 48

Hicretin Yüzdoksanbirinci Senesi 50

Hicretin Yüzdoksanikincî Senesi 51

Hicretin Yüzdoksanîkînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 52

İsmail B. Cami 52

Bekir B.Nattah. 53

Abdullah B. Îdris. 53

Sa'saab. Selam.. 54

Ali B. Zibyan. 55

Abbas B. Ahnef 55

İsa B. Cafer. 56

Fadl B.Yahya. 56

Mansur B. Zibrikan. 58

Kadı Ebu Yusuf'un Oğlu Yusuf 58

Hicretin Yüzdoksanüçüncü Senesi 59

Harun Reşid'in Vefatı 59

Harun Reşidin Biyografisi 60

Sağlığın düşüp gitti, hastalık sana geldi.». 67

«Ben Ka'ka' b. Amr'ın yanında oturan kişiydim. Onun yanında oturan kimse nasipsiz kalmaz.»  67

«Gözlerinden biri ile uyur, diğeriyle gelecek musibetleri gözetler. O, uyurken dahi uyanık durur.»  67

«Aşk, Allah'ın bütün kulları arasında dolaştı; Nihayet gelip bende durdu.». 68

Sen ellerimi ve ayaklarımı kessen de sana olan aşkımdan derim ki: Güzel yaptın, daha da yap.»  68

 

Hicretin Yüzaltmışaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İbrahim B. Salih

 

İbrahim b. Salih b. Ali b. Abdullah b. Abbas. Mısır valisi idi. Bu senenin şaban ayında vefat etti. [1]

 

İbrahim B. Hereme

 

Bu zat şairdi. Soy kütüğü şöyledir: İbrahim b. Ali b. Seleme b. Amir b. Hereme Ebu İshak el-Fihri el-Medenî.

Medine heyeti ile birlikte halife Mansur'un ziyaretine gelmişti. Bunlar Mansur'un karşısında bir perde arkasında oturtuldular. Per­denin gerisinde oturan halife halkı görüyordu ama meclistekiler onu göremiyorlar di. Hacib Ebü'l-Hasib de ayakta durmuş: "Ey mü'minle-rin emiri, bu falan hatiptir." diyor, halife Mansur da o hatibe, konuş­masını emrediyor, hatip konuşmaya başlıyordu. Sonra hacib, "Ey mü'minlerin emiri, bu falan şairdir." diyor, Mansur da şiir okumasını emrediyor, o da şiir okumaya başlıyordu. En sona kalan İbn Hereme oldu. Ben onun şöyle dediğini işittim: "Sana merhaba değil, Allah se­nin gözünü doyurmasın ve seni memnun etmesin." İbn Hereme diyor ki: Ben böyle deyince artık "Ey İbn Hereme sen öldün!" dedim. Sonra halife benden şiir okumamı istedi. Ben de ona şu kasidemi okudum:

"Kendisine eman verdiğin kimse tehlikelerden emin olur. Ama kendisini ağlatmak istediğin kimse de ağlar."

Halife Mansur perdenin kaldırılmasını emretti, perde kaldırıldı-Yüzünün ay parçası gibi aydınlandığını gördüm. Kasidenin gerisim okumamı emretti ve bana, yanma yaklaşıp yakınında oturmamı em­retti. Sonra bana şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana ey İbrahim! Eğer duyduğum bazı günahla­rın olmasaydı sana arkadaşlarından daha çok armağan verirdim.

- Ey mü'minlerin emiri, işlediğimi duyduğun her günahı, eğer af-

tmenıiş isen ben onu ikrar ediyorum.

Ben böyle deyince kırbacı aldı. Bana iki darbe vurdu, sonra da ba-10 000 dirhem ve bir kaftan verilmesini emretti. Beni affetti ve ar­kadaşlarımın arasına kattı.

Halife Mansur, ona şu şiirinden ötürü kızgınlık duyuyordu;

"Her ne kadar onları sevdiğimden ötürü kınansam da,

Ben, Hz. Fatıma evladını seviyorum.

Onlar ki, muhkem ayetleri ve İslâm dinini, ayakta duran dimdik olan bir nesebi getiren Rasûlullah'ın kızının evladıdır.

Onları sevmek bana yeter. Meralarda otlayan hayvanları bu yüz­den benden esirgeseler de umurumda değil."

Asnıaî, İbn Hereme hakkında şöyle demiştir: "Şairler, İbn Here­me ile sona erdiler."

Ebü'l-Ferec İbn Cevzî; îbn Hereme'nin hicri 176. senede vefat et­tiğini söylemiştir.

Bu senede vefat edenler arasında Veki b. Cerrah'ın babası Cerrah b. Melih, Said b. Abdurrahman b. Abdullah b. Cemil Ebu Abdullah el-Medinî de bulunmaktadır. Bu zat, Mehdi'nin zamanında Bağdat'ta onyedi sene kazaskerlik yapmıştır. İbn Main ile diğerleri bunun sika bir ravi olduğunu söylemişlerdir. [2]

 

Salih B. Beşir El-Mîrrî

 

Abid ve zahidlerdendi. Çok ağlardı, Öğüt verirdi. Süfyan-ı Sevrî ve diğer âlimler onun meclisine katılırlardı. Süfyan: "Bu kavmin uya-ncısıdır." derdi. Mehdi, meclisine gelmesi için ona haber saldı. Bir merkebe binerek Mehdi'nin yanma geldi. Halifenin oturduğu sergiye yaklaştı, hâlâ bineğinin üzerindeydi. Halife Mehdi, veliahdları Musa ile Harun'a, kalkıp onu karşılamalarını ve bineğinden indirmelerini emretti. Onlar da hemen kalkıp onu karşıladılar ve bineğinden indir­diler. Bu saygı ve tazim karşısında Salih, kendi kendine: "Eğer bun­larla idare-i maslahat yapar ve bugün bu makamda hakkı açıklam.az­sam ziyana uğrarım." dedi. Sonra Mehdi'nin yanına oturdu, ona çok tesirli bir vaaz verdi. Nihayet onu ağlattı, sonra Mehdi'ye şöyle dedi:

"Bilesin ki Rasûlullah (s.a.v.), ümmeti arasında kendisine muha-jefet eden kimselerin hasmıdır. Muhammed (s.a.v.)'in hasım olduğu ^msenin Allah da hasmı olur. Sen ahirette Allah'a ve Rasûlüne karşı j^uhakeme olunacağın esnada seni kurtarmayı gerektirecek delilleri hazırla. Yoksa kendini helake teslim et. Bilesin ki, düşenler arasında yerden en geç kalkacak olan kimse, heva ve bid'atlardan darbe yiye rek yere düşmüş olan kimsedir. Bilesin ki, Cenâb-ı Allah kullarının üzerinde kahredici güce sahiptir. İnsanlar arasında ayağı kaymayan 1 ve çok sebat eden kimse, Allah'ın kitabını ve Rasûlünün sünnetin' kabul edip bunların hükmüne uyan kimsedir."

Daha uzun sözler sarfetti. Mehdi ağladı ve bu sözlerinin kendi di­vanına yazılmasını görevlilere emretti.

Bu senede Abdülnıelik b. Muhammed b. Muhammed b. Ebi Bekr Amr b. Hazm vefat etti. Bu zat, Irak'a kadı olarak gelmişti.

Yine bu senede Ferec b. Fudale et-Tenuhi el-Hümusî vefat etti Bu zat Harun Reşid'in halifeliği zamanında Bağdat'ta beytü'1-malm müdürü idi. Bu senede vefat etti. Hicretin seksensekizinci senesinde doğmuştu. Vefat ettiğinde seksensekiz yaşındaydı. Onun menkibele-rinden biri şudur:

Halife Mansur, bir gün altın köşke gelmiş, herkes ayağa kalkmış­tı. Sadece sözünü ettiğimiz Ferec b; Fudale yerinde oturmuş ve kalk­mamıştı. Mansur öfkelenerek: "Niçin kalkmadın?" diye sorunca Fuda­le şu cevabı vermişti:

"Cenâb-ı Allah'ın, sana karşı kıyam etmemi ve senin de buna ni­çin razı olduğunu her ikimize sormasından korktum. Çünkü Rasûlul-lah (s.a.v.), insan için ayağa kalkmayı hoş görmemişti."

Onun bu cevabı karşısında Mansur ağlamaya başlamış, onu yakı­nına oturtmuş ve ihtiyaçlarını karşılamıştı. [3]

 

Müseyyeb B. Züheyr

 

Müseyyeb b. Züheyr b. Amr Ebu Seleme ed-Dabbî. Halife Man­sur, Mehdi ve Harun Reşid zamanında Bağdat'ta muhafız kuvvetleri komutanıydı. Mehdi'nin hilafeti zamanında bir ara Horasan valiliği de yapmıştı. Doksanaltı sene yaşadı. [4]

 

Veddah B. Abdullah

 

Veddah b. Abdullah Ebu Avane es-Sırrî. Simlerin azadlısı idi. Ri­vayet imamlarındandı. Seksen yaşını aşmış olduğu halde bu senede vefat etti. [5]

 

Hicretin Yüzyetmişyedinci Senesi

 

Bu senede Harun Reşid, Cafer el-Bermekî'yi Mısır valiliğinden azlederek yerine İshak b. Süleyman'ı tayin etti. Hamza b. Malik'i de Horasan valiliğinden azledip Rey ve Sicistan valiliğine Mısır valilig1 de ekleyerek Faal b- Yahya el-Bermekî'yi tayin etti. 111   Vakidî'nin anlattığına göre bu senede muharrem ayının sonların-halk şiddetli bir fırtına ve karanlığa maruz kaldı. Bu senenin safer dvinda da aynı durum meydana geldi.

Ru senede Harun Reşid insanlara haccettirdi. Bu senede Kûfeli kadı Şüreyk b. Abdullah en-Nehaî vefat etti. Bu t Ebu İshak'tan ve birçok kimselerden hadis dinlemiştir. Güzel bir Z rcılaması ve infazı vardı. Mahkemeye oturmadan kahvaltısını ya-ar sonra mestinin arasından bir kağıt çıkararak kağıdabakar, on­dan sonra davacıları huzuruna alırdı.

Arkadaşlarından biri onun her gün bakmakta olduğu o kağıtta ne vazıh olduğunu merak etti. Neticede gördü ki kağıtta şunlar yazılı: "Ey Şüreyk b. Abdullah! Sıratı hatırla, onun keskinliğini düşün. Ey Süreyk b. Abdullah! Aziz ve Celil olan Allah'ın huzurunda duracağın ve hesap vereceğin zamanı hatırla!"

Bu senenin zilkade ayının başında cumartesi günü vefat etti. Bu senede Abdülvahid b. Zeyd, Muhammed b. Müslim ve Musa b. A'yün de vefat ettiler. [6]

 

Hicretin Yüzyetmişsekizinci Senesi

 

Bu senede Kays ve Kudaa kabilelerinden bir grup, Mısır valisi İs­hak b. Süleyman'a isyan ettiler. Onunla savaştılar, büyük bir fitne meydana geldi. Harun Reşid oraya İshak'a takviye olarak Filistin va­lisi Herseme b. A'yün'ü birkaç komutan ve bir askeri birlikle gönder­di. Bunlar isyancılarla savaştılar, nihayet onları itaat altına aldılar. Sonra asiler, yükümlü oldukları haracı ödediler. Görevlerini ifa etti­ler. Herseme, İshak b. Süleyman'ın yerine Mısır'da bir ay kadar vali­lik yaptı. Sonra Harun Reşid onu azlederek yerine Abdülmelik b. Sa­lih'i tayin etti.

Bu senede İfrikiye halkından bir grup ayaklanarak Fadl b. Ravh b- Hatim'i öldürdüler. Orada bulunan Mühelleb ailesinden insanları kovdular. Harun Reşid, üzerlerine Herseme'yi gönderdi. Asiler, Her­seme vasıtasıyla itaat altına alındılar.

Bu senede Harun Reşid, bütün hilafet işlerini Yahya b. Halid b. Bermek'e bıraktı.

Bu senede Velid b. Tarif, Cezire'de isyan etti. Bağımsızlığını ilan ettı ve Cezirelilerden bir kısmını öldürdü. Sonra Ermeniye'ye gitti ve beride anlatacağımız işleri yaptı.

Bu senede Fadl b. Yahya, Horasan'a gitti. Orada güzel bir yöne-

 sergiledi. Mescitler ve kaleler inşa etti. Maveraünnehir'de gaza . Abbasiler adını verdiği Acemlerden bir grup asker aldı. Aralarında dostluk tesis etti. Bu askerlerin sayısı 500.000 kadardı. Bunlar­dan 20.000 askeri Bağdat'a gönderdi. Bunlar Bağdat'ta Kermeniler olarak tanınıyorlardı. Şair Mervan b. Ebi Hafsa, bu konuda şöyle de misti:

"Fadl, bir yıldızdır ki batışı yoktur. Savaş esnasında yıldızlar batarken o batmaz. Kavmin mülkünün koruyucusudur, parlak bir yıldızdır. Atadan kalma mızraklarını ellerinde taşırlar, koruyucudurlar. Hacılara su verenlerin oğulları, yani Abbasiler.

Onun sayesinde askeri birlikler oluşturdular, onun onlardan baş­ka amacı yoktur.

Abbas oğullarının askeri birlikleri tanındılar.

Fadl, Acemlerle Araplardan oluşan askerleri bir araya getirdi.

Sayıları beşyüzbini bulan askerler sebat ettiler.

Bunlar divanlarda kayıtlıdırlar.

Nisbette Rasûlullah'a daha yakın olan Abbasileri müdafaa eder­ler.

Cömerttir, Yahya'nın oğlu Fadl'dır. Onun elinde ne altın, ne de gümüş kalmaz, hep gider. Kuşağım bağladığı günden beri bazı kavimler onun hibe ettiği pa­ralarla mal sahibi oldular.

Cömertlikte çok ileri safhadadır. Gücüne diyecek yoktur.

Elde edilmek için yorgunluk ve zahmet çekilen paralar onun cö­mertliği sayesinde elde edilir.

Cömertçe para vermediği zaman akıl verir.

Hind yapısı kılıçlar kınlarından çekildiğinde de geri durmaz.

Hiçbir şeye razı değildir, gayesi Allah'ın hoşnutluğudur.

Haktan başkasına razı olmaz, gazabı da yoktur.

Ey Fadl, senin cömertliğin o kadar taştı ki, artık;

Ne sağanak yağmurlar, ne de dalgalanan denizler denk olamaz­lar cömertliğine."

Horasan'a gitmezden Önce de şair Mervan onun için şu şiiri oku­muştu:

"Görmez misin ki cömertlik, Âdem'in elinden yuvarlanıp geldi,

Nihayet Fadl'ın avucuna düştü.

Ebü'l-Abbas'm seması sağanak yağmur yağdırdığında,

Gör hele sen, o cömertlikte ne sağanak yağmurlar yağdırır!"

Aynı şair yine Fadl hakkında şöyle demişti:

"Çocuğunun açlığı anneyi üzüp paniğe düşürdüğünde, Anne, çocuğu için Fadl'ın adıyla dua eder, çocuk da susar. Ey Fadl, İslâmiyet seninle yaşasın. Sen, İslâm'ın izzetisin. Sen, küçük çocukları yaşlı ihtiyarlar gibi olgun olan bir kavim­densin."

Böyle dediği için Fadl, şair Mervan'a 100.000 dirhem verilmesini görevlilere emretmişti. îbn Cerir böyle demiştir.

güllem el-Hasir de Bermekiler hakkında şu methiyeyi yazmıştı:

"Cömertlik denizi Bermekilere komşu olan bir evde, Kişi yoksul düşmekten nasıl korkar?

Bermekiler öyle bir kavimdir ki, Fadl b. Yahya onlardandır. O medarı iftihar bir kimsedir ki, iftiharda kimse ona denk ola­maz.

Onun için iki gün vardır: Bir gün cömert olur, bir gün de savaşçı.

Zaman sanki bu ikisi arasında esirdir. Bermekilerden biri on yaşına vardığında, Tek amacı ya emir ya da vezir olmaktı."

Fadl b. Yahya'nın Horasan'a yaptığı bu seferi esnasında karşılaş­tığı bazı garip haller olmuştu. Oralarda çok beldeleri fethetmişti. Ka­bil'i ve Maveraünnehir'i ele geçirmişti. Güçlü, kuvvetli Türkleri mağ­lup etmişti. Bu yolda gerçekten çok miktarda para sarfetmişti. Sonra Bağdat'a dönmüştü. Bağdat'a yaklaştığında Harun Reşid ve eşraf onu karşılamaya çıktılar. Şairler, hatipler ve insanların ileri gelenleri onun istikbaline çıktılar. Bunlardan bazısına birer milyon, bazısına da beşeryüzbin dirhem para verdi. Bu uğurda sayımı yapılamayacak kadar çok para sarfetti.

.Şairlerden biri onun huzuruna girdi. Fadl'ın yanmda para kesele­ri vardı, bunları gelenlere dağıtıyordu. Manzarayı gören şair şöyle de­di:

"Bütün cimri insanların cimriliklerine karşı Cenâb-ı Allah, Fadl b. Yahya b. Halid'in cömertliğini ortaya koymuştur."

Fadl, o şaire bol miktarda para verilmesini görevlilere emretti. Bu senenin yaz mevsiminde, Muaviye b. Züfer b. Asım gazaya git-"Kış mevsiminde de Süleyman b. Raşid gazaya gitti.

Bu senede Mekke valisi Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. ı b. Abdullah b. Abbas insanlara haccettirdi.

 senede Cafer b. Süleyman, Anter b. Kasım, Abdülmelik b. Muhammed b. Ebi Bekr b. Amr b. Hazm (Bağdat kadısı) vefat ettiler Abdülmelik'in cenaze namazını Harun Reşid kıldırdı ve cenaze Bağ­dat'ta defnedildi. Başka bir rivayette anlatıldığına göre Abdülmeiik b Muhammed, hicretin 177. senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [7]

 

Hicretin Yüzyetmişdokuzuncu Senesi

 

Bu senede Fadl b. Yahya, yerine Ömer b. Cemil'i vekil bırakarak Horasan'dan Bağdat'a geldi. Harun Reşid de oraya Mansur b. Yezid b. Mansur el-Himyerî'yi tayin etti.

Bu senede Harun Reşid, Halid b. Bermek'i haciplikten azlederek yerine Fadl b. Rebi'i tayin etti.

Bu senede Horasan'da Hamza b. Etrük Sicistanî isyan etti. Bu­nunla ilgili açıklama ileride gelecektir.

Bu senede Velid b. Tarif eş-Şâri, Cezire'ye döndü. Burada onun gücü arttı, taraftarları çoğaldı. Harun Reşid, onun üzerine Yezid b. Mezyed eş-Şeybanî'yi gönderdi. Yezid bir fırsatım bularak onu öldür­dü. Böylece adamları dağılıp gittiler. Faria, öldürülen kardeşi Velid b. Tarif için şu ağıdı yakmıştı:

"Ey habur ağacı! Sana ne olmuş, yaprakların dökülmemiş? Sanki Velid'in öldürülmesine hiç üzülmemişsin. O öyle bir yiğitti ki, takvadan başka bir azığı sevmezdi. Mızrak ve kılıçlardan başka da bir malı sevmezdi."

Bu senede Harun Reşid, Allah'a şükür ifadesi olarak Bağdat'tan umre için Mekke'ye gitti. Umresini tamamladıktan sonra hac mevsi­mine kadar Medine'de ikamet etti ve haccım da ifa etti. Mekke'den Mina'ya, oradan da Arafat'a yaya olarak gitti. Bütün ziyaret yerlerini ve meş'arleri yaya olarak ziyaret etti. Sonra Basra yolu üzerinden Bağdat'a döndü. [8]

 

Hicretin Yüzyetmişdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İsmail B. Muhammed

 

İsmail b. Muhammed b. Yezid b. Rebia Ebu Haşim el-Himyerî. Seyyid lakabını almıştı. Meşhur şairlerdendi. Ama pis bir Rafizi ve murdar bir Şii idi. İçki içenlerden ve öldükten sonra tekrar dünyaya dönüleceğini iddia edenlerdendi. Günün birinde bir adama şöyle demisti: "Bana bir dinar borç ver, dünyaya döndüğümüzde sana yüz di-oar ödeyeyim." Adam ona şu cevabı vermişti: "Korkarım ki, sen dün­yaya köpek ya da domuz olarak dönersin. O zaman da dinarım boşa

gider."

Allah kahretsin onu, şiirinde sahabelere söverdi. Asmaî, onun hakkında şöyle demiştir: "Eğer bu kötülüğü olmasaydı onun sınıfında ve tabakasında bulunanlardan hiçbirini ondan Önceye almazdım. Hiç kimseyi ona tercih etmezdim. Özellikle Ebu Bekir ve Ömer'i ve bunla­rın oğullarını hedef alırdı."

îbn Cevzî, onun şiirlerinden bazılarını nakle tmiştir, ama şiirleri çirkin ve müstehcen olduğu için nakletmeyi uygun görmedim. Öldüğü zaman, yüzü kararmış ve şiddetli bir sıkıntıya maruz kalmıştı. Saha­belere sövmüş olduğundan Ötürü kimse onu defnetmedi.

Bu senede vefat edenler arasında hadis imamlarından Hammad b. Zeyd, salih şahsiyetlerden Halid b. Abdullah -bu zat Müslümanla­rın efendi ve lider şahsiyetlerindendi. Nefsini Allah'tan dört kez satın almıştı-, İmam Malik b. Enes, Evzaî'nin arkadaşı Hekal b. Ziyad ve Ebu Ahves de bulunmaktadır. Bunların biyografilerini "Tekmil" adlı eserimizde anlatmışızdır. [9]

 

İmam Malik

 

İmam Malik, bu senede vefat eden şahsiyetlerin en meşhurudur. Tabileri bulunan dört mezhep imamlarından biridir.

Soy kütüğü şöyledir: Malik b. Enes b. Malik b. Amir b. Ebi Amir b. Amr b. Haris b. Gaylan b. Haşed b. Amr b. Haris. Haris'in künyesi, Zû Asbah el-Himyerî'dir.

İmam Malik'in künyesi, Ebu Abdillah'tır. Medinelidir. Kendi za­manında hicret diyarının (Medine'nin) imamı idi. Birden fazla tabii­den rivayetlerde bulunmuştur. Bir grup imam kendisinden hadis ri­vayet etmişlerdir. Kendisinden hadis rivayet edenler arasında,iki Süfyan, Şu'be, İbn Mübarek, Evzaî, İbn Mehdi, İbn Cüreyc, Leys, Şa­fiî, Zührî, Yahya b. Said el-Ensârî, Yahya b. Said el-Kettan, Yahya b. Yahya el-Endülüsî, Yahya b. Yahya en-Nisaburî de bulunmaktadır.

Buharî dedi ki: "Senedlerin en sahihi, İmam Malik'in Nafî tariki ^e ibn Ömer'den yaptığı rivayetlerin senetleridir."

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: "İmam Mâlik, hadis ricalini çok şiddetli bir şekilde tenkide tabi tutardı."

Yahya b. Main dedi ki: "İmam Malik'in kendisinden rivayet ettiği her ravi sikadır. Sadece Ebu Ümeyye hariç."

Birden fazla âlim dediler ki: "İmam Malik, Nafî ile Zührî'nin ar­kadaşları arasında en sebatlı olandır."

İmam Şafiî dedi ki: "Hadis konusu geldiğinde İmanı Malik yıldım dır. Hadis öğrenmek isteyenler İmam Malik'in çoluk çocuğu mesabe-sindedirler."

İmam Malik'in menkıbeleri cidden çoktur. İmamlar onu o kadar övmüşler ki, onların bu övgülerini burada nakletmemize imkân yok­tur.

Ebu Mus'ab dedi ki: İmam Malik'in şöyle dediğini işittim: "Yetmiş kişi benim fetva vermeye ehil olduğuma şahitlik etmeden fetva ver­medim."

îmanı Malik, hadis okumak istediği zaman temizlenir, güzel ko­kular sürünür, sakalını tarar, elbiselerinin en güzelini giyinirdi. Gerçekten de güzel elbise giyinirdi. Yüzüğünün kaşında, "Allah bana yeter, o ne güzel vekildir." diye yazılı idi. Evine girerken, "Allah'ın di­lediği olur. Kuvvet ancak Allah iledir." derdi. Evinde çeşitli sergiler serilmişti.

Muhammed b, Abdullah b. Hasan, isyan hareketini başlattığı za­man İmam Malik kendi evine kapandı, ne taziye için ne de tebrikte bulunmak için hiç kimsenin yanma gitmedi. Cumaya ve cemaata de katılmadı ve şöyle derdi: "Kişinin bildiği herşeyi söylemesi gerekmez. Kişilerin hepsi mazeret beyan edecek güce sahip olamazlar."

Can çekişirken, "Allah'tan başka ilah bulunmadığına şahadet ederim." dedi. Sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Bundan Önce de hüküm Allah'a aitti. Bundan sonra da ona ait olacaktır." Bu senenin safer ayının 14'ünde geceleyin vefat etti. Bu senenin rebiyül-evvel ayında vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Vefat ederken seksen-beş yaşındaydı. Vakıdî'nin ifadesine göre ise yetmiş yaşındaydı. Bakî' mezarlığına defnedildi.

Tirmizî, Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yakın zamanda insanlar ilim talep etmek için develerin ciğerlerine (böğür­lerine) vurarak (yolculuğa çıkacaklar) ama, Medine âliminden (İmanı Malik'ten) daha âlim birini bulamayacaklardır." Daha sonra Tirmizî, bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.

Rivayete göre İbn Uyeyne, bu hadiste sözü edilen Medine âlimi­nin İmam Malik b. Enes olduğunu söylemiştir. Abdürrazzak da böyle demiştir. Başka bir rivayette ise İbn Uyeyne, bu hadiste sözü edilen kişi Abdüaziz b. Abdullah eî-Ömerî'dir, demiştir.

İbn Hallikan, "el-Vefeyat" adlı eserinde İmam Malik'in biyografi­sini uzun uzadıya anlatmış ve faydalı bilgiler vermiştir. [10]

 

Hicretin Yüzseksenincî Senesi

 

Bu senede Şam'da Nizarilerle Yemenliler arasında büyük bir fit­ne koptu. Harun Reşid, bundan rahatsız oldu ve Cafer el-Bermekî'yi bu fitneyi bastırmak üzere bir grup komutan ve askerle Şam'a gön­derdi. Cafer, Şam'a girdi, halk kendisine itaat etti. Halkın elindeki atları, kılıçları ve mızrakları topladı. Allah onun vasıtasıyla fitne ate­şini söndürdü. Şairlerden biri bu konuda şöyle demişti:

"Şam'da fitne ateşleri tutuşturuldu.

İşte Şam'daki bu ateşin söndürülme vakti geldi.

Bermek ailesinin denizindeki dalgalar coştuğunda ve bu fitnenin

üzerine geldiğinde,

Fitne ateşinin korları ve kıvılcımları söndürüldü.

Mü'minlerin enıiri Harun, Cafer'i bu fitneyi bastırmakla görev­lendirdi.

Onun sayesinde çatlaklık ve kırıklıklar onarıldı.

Müminlerin emiri Harun, şerefli ve uğurlu Cafer'i bu işe şevketti.

Yemenlilerle Nizarhlar onun hükmüne boyun eğip razı oldular."

Cafer, Şam'da yerine halef olarak İsa el-Akkî'yi bıraktıktan sonra Bağdat'a döndü. Halifenin huzuruna vardığında halife Harun ona ik­ramda bulundu. Onu yakınında oturttu. Cafer, Şam'da çektiği yalnız­lığı anlattı, sıkıntısını dile getirdi. Sonra da mü'minlerin emirinin ya­nına dönmeyi ve onun mübarek yüzünü görmeyi kendisine nasib eden ve böylece lütufta bulunan Allah'a hamdetti.

Harun Reşid bu senede Horasan ve Sicistan valiliklerine birini atama yetkisini Cafer'e verdi. Cafer de oraya Muhammed b. Hasan b. Kahtabe'yi vali olarak tayin etti. Harun Reşid de bundan yirmi gece sonra Cafer'i Horasan naibliğinden azletti.

Harun Reşid bu senede, Haricilerin çokluğu nedeniyle Musul sur­larını yıktırdı. Cafer'i muhafız kuvvetlerinin komutanlığına tayin et­ti. Kendisi Rakka'ya gitti, orayı ikametgah edindi. Bağdat'ta, oğlu ^min Muhammed'i vekil bıraktı. Onu aynı zamanda Irakeyn valisi yaptı. Herseme'yi de İfrikiye valiliğinden azletti ve Bağdat'a çağırdı. Uh   sonra Cafer, Herseme'yi muhafız kuvvetlerinin başına komutan vekili olarak tayin etti.

Bu senede Mısır'da İskenderiye minaresinin uç kısmının yıkılm sına neden olan, şiddetli bir deprem meydana geldi.

Bu senede Cezire'de Hiraşe eş-Şeybanî ayaklandı. Müslim b. Bek-kar b. Müslim el-Ukaylî onu öldürdü.

Bu senede Cürcan'da kırmızı elbiseler giyinen ve kendilerine Mu-hammire denilen bir grup, isyan hareketi başlattılar. Artır b. Muham-med el-Amrekî adında bir adama tabi oldular. O da zındıklardandı Harun Reşid, Cürcan naibine haber gönderip Amr b. Muhammed'i öl­dürmesini emretti, o da öldürdü. Böylece Cenâb-ı Allah, anında onla­rın fitne ateşlerini söndürdü.

Bu senede Züfer b. Asım, Anadolu'ya gazaya gitti. Bu senede Musa b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas, in­sanlara haccettirdi. [11]

 

Hicretin Yüzsekseninci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İsmail B. Cafer

 

İsmail b. Cafer b. Ebi Kesir el-Ensârî. Medinelilerin âlimi, kurra-sı ve de Bağdat'ta Ali b. el-Mehdi'nin terbiyecisi idi. Ali b. el-Mehdi de bu senede vefat etti. Defalarca hac emirliği yapmıştı. Reşid'den bir­kaç ay daha büyüktü. [12]

 

Hassan B. Ebi Sinan

 

Hassan b. Ebi Sinan b. Ebi Evfa b. Avf et-Tenuhi el-Enbarî. Hic­retin altmışıncı senesinde doğdu. Enes b. Malik'i gördü. Enes onun için dua etti. Onun soyundan kadılar, vezirler ve salih insanlar dün­yaya geldiler. Hem Abbasi hem Emevi devletini gördü. Hristiyandı, Müslüman oldu. İslâmiyeti güzelce yaşadı. Arapça, Farsça ve Sürya-nice yazmasını bilirdi. Seffah onu Enbar'a tayin ettiği zaman Rebia'-nın yanında Arapça katiplik yapardı.

Bu senede sika ravilerden Abdülvaris b. Said el-Beyrutî de vefat etti. [13]

 

Afiye B. Yezîd

 

Afiye b. Yezid b. Kays. Halife Mehdi tarafından İbn Ulase ile bir­likte Bağdat'ın doğu kısmına kadı olarak tayin edilmişti. Bu ikisi safe camiinde kadılık yaparlar, hüküm verirlerdi.

buyükîBlam tarihi

jy; abid, zahid ve takvalı bir kimseydi. Bir gün öğle vaktinde Mehdi'nin huzuruna girdi ve ona şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, beni affet. Bu görevden ayrılmak istiyo-

- Seni niçin bu görevden affedeyim? Yoksa emirlerden biri seni

zorladı mı?

- Hayır, ama iki kişi yanıma gelerek davalaştılar. Onlardan biri

bana taze hurma hediye etmek istedi. Taze hurmayı sevdiğimi sanki duymuştu. Bana bir tabak taze hurma hediye etti, o hurmalar ancak halifemize layıktı. Ama kabul etmedim, geri verdim. Sabah olunca mahkemeye gidip oturduğumda ikisi benim kalbimde ve gözümde ay-nı olamadılar. Aksine benim gönlüm, bana hurma hediye etmek te­şebbüsünde bulunan adamdan yana oldu. Ben onun hurmasını kabul etmediğim halde gönlüm ondan taraf oldu. Ya kabul etseydim nasıl olurdu? Ey mü'minlerin emiri, beni kadılık görevinden affet. Allah sa­na afiyet versin.

Bunun üzerine Mehdi onu kadılık görevinden affetti.

Asmaî dedi ki: Bir gün Harun Reşid'in huzurundaydım, yanında Afiye b. Yezid de vardı. Harun, ifadesini almak için onu yanma ça-ğırtmıştı. Çünkü bazıları onun aleyhinde Harun Reşid'in yanında jur­nalcilik yapmış ve şikâyette bulunmuşlardı. Harun Reşid, hakkında söylenenleri ona soruyor, o da soruları cevaplıyordu. Oturum uzadı. O esnada halife Harun hapşırdı, herkes "Yerhamukellah: Allah sana rahmet etsin." dedi. Ama Afiye hayır duada bulunmadı. Harun Reşid ona sordu:

- Niçin sen de bu adamlarla birlikte benim için hayır duada bu­lunmadın?

- Çünkü sen elhamdülillah demedin.

Bu sözünün hak olduğunu ispatlamak için bu konuda bir de hadis okudu. Harun Reşid ona şu karşılığı verdi:

- Haydi görevinin başına dön. Allah'a yemin ederim ki hakkında üeri sürülen iddialar sende mevcut değildir. Çünkü sen Allah'a ham­letmediğim bir hapşırma karşılığında benim için hayır duada bulu­narak iltimasta bulunmadın. Başkaları için hiç iltimasta bulunmaz­sın.

Böyle dedikten sonra onu iyilikle asıl görevine iade etti. [14]

 

Sibeveyhî

 

Nahiv imamlarının âlimidir. Asıl adı Amr b. Osman b. Kanber ou Bişr'dir. Sibeveyhî lakabıyla tanınır. Beni Haris b. Ka'b'ın azad­adır. Rebi b. Ziyad ailesinin azadlısı olduğu da söylenir. Annesi

çocukluğunda onu oynatırken kendisine sibeveyh dediği için bu laka bı almıştır. Sibeveyh, elma kokusu anlamına gelir.

Sibeveyhî, ilim tahsiline başlarken hadisçi ve nkıhçılara refakat etti. Hammad b. Seleme'den hadis ve fıkıh öğrendi. Bir gün hatalı ha­dis okuyunca Hammad onun okuyuşunu reddetti, kendisi bundan ra­hatsız oldu. Halil b. Ahmed'in ders halkasına devam etti. Nahivde mesafeler katetti. Parlak bir seviyeye ulaştı, Bağdat'a gitti. Kisaî'yi araştırdı. Sibeveyhî; yakışıklı, temiz ve güzel bir gençti. Yaşının kü­çüklüğüne rağmen her aileden bir hisse edep ve her ilimden de bir miktar öğrendi. Nahivde öyle bir kitap tasnif etti ki, onun seviyesine ulaşılamaz. Ondan sonra nahiv âlimleri onun kitabını şerh ettiler de­nizinin derinliklerine daldılar. Denizinin derinliklerindeki incileri çı­karmaya çalıştılar, ama denizinin dibine ulaşamadılar. Sa'leb'in iddi­asına göre o, bu eserini yalnız başına tasnif etmemiş, aksine kırk ka­dar kimse bu eserin hazırlanması için katkıda bulunmuşlardır. Ken­disi bu kırk kişiden biriymiş. Bu kitaptaki kaideler Halil'in ortaya koyduğu kaidelermiş ve güya Sibeveyhî bunların kendisine ait oldu­ğunu söylemiş. Fakat Sayrafî, "Tabakatü'n-Nühât" adlı kitapta bu­nun asılsız olduğunu ifade etmiştir. Lügat ilmini Ebü'l-Hattab, Ahfeş ve diğerler âlimlerden aldığını söylemiştir.

Sibeveyhî şöyle derdi: "Said b. Ebi'l-Arube. Arube kelimesi cuma günü demektir. Bu kelimeyi lam-ı tarifsiz olarak telaffuz eden kimse hata yapmış olur." Bunu Yunus'a anlattıklarında Yunus: "Sibeveyhî doğru söylemiştir. Allah onun hayrını versin." demişti.

Talha b. Tahir'in yanında derece kazanmak için Horasan'a gitti. Çünkü Talha b. Tahir, nahiv ilmini severdi. Sibeveyhî orada hasta­landı ve bu hastalığı sonunda vefat etti. Ölümü esnasında şu şiiri okudu:

"Kendisine ebedi kalsın diye dünyayı arzuluyordu; Ama arzulayan, arzuladığı şeyi elde edemeden öldü. Kendisi için kalıcı olsun diye bir fidanı yetiştirir; Ama fidan yaşar, eken Ölür."

Anlatıldığına göre, can çekişirken başını kardeşinin dizi üzerine koymuştu. Kardeşinin gözleri yaşannca gözyaşı Sibeveyhî'nin yüzüne damladı. Sibeveyhî uyandı, kardeşinin ağladığını görünce şöyle dedi:

"Biz hep birlikte bir aradaydık. Zaman bizi birbirimizden ayırdı, ebede kadar, sonsuza kadar.

Kim'artık zamana güvenebilir?"

Hatib Bağdadî dedi ki: "Anlatıldığına göre Sibeveyhî, vefat eder-otuziki yaşındaydı." [15]

 

Ufeyre El-Abide

 

Bu hatun, hep hüzünlüydü, çok ağlardı. Bir yakını seferden dö­nüp geldi. Ufeyre ağlamaya başladı. Niçin ağladığını kendisine sor­duklarında şu cevabı verdi: "Bunun gelişi, Aziz ve Celil olan Allah'ın huzuruna varacağımız günü bana hatırlattı. Kimi sevinçli olacak, ki­mi de helak olacaktır o gün."

Bu senede İmam Şafiî'nin şeyhi Müslim b. Halid ez-Zencî vefat etti. Bu zat, Mekkeliydi. Hafızasının zayıflığından ötürü tenkide uğ­ramıştır. [16]

 

Hicretin Yüzseksenbirînci Senesi

 

Harun Reşid bu senede Bizans'a gaza yaptı. Safsaf kalesini fet­hetti. Şair Mervan b. Ebi Hafsa bu konuda şöyle demişti:

"Müminlerin adaletli emin Safsaf kalesini yerle bir etti."

Bu senede Abdülmelik b. Salih, Bizans'a gaza yaptı. Ankara'ya kadar gitti. Matmure'yi fethetti.

Bu senede Muhammire fırkası Cürcan'da ayaklandı ve şehre ha­kim oldu.

Bu senede Harun Reşid, mektuplarının baş kısmına, Aziz ve Celil olan Allah'ı övdükten sonra Rasûlullah (s.a.v.) için de salat-ü selam ibarelerinin yazılmasını emretti.

Bu senede Harun Reşid, insanlara haccettirdi ve teşrik günleri­nin bitmesini beklemeden acele olarak Mina'dan Mekke'ye gitti.

Yahya b. Halid, halifeden, kendisini vezirlikten affetmesini istedi. Harun Reşid'in affetmesi üzerine Yahya Mekke'de ikamete başladı. [17]

 

Hicretin Yüzseksenbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Kahtabe

 

Büyük komutanlardandı.

Bu senede vefat edenler arasında Hamza b. Malik de vardı. Ha-^n Reşid zamanında Horasan valiliği yaptı. Hasan b. Arefe'nin şeyhi alef b. Halife de bu senede vefat etti. Vefatı sırasında kendisi 100 Işındaydı. [18]

 

Abdullah B. Mübarek

 

Künyesi Ebu Abdirrahman'dır. Mervezlidir, babası Türktü. Ben" Hanzela kabilesinden Henıedanh bir tüccarın azadlısıydı. İbn Müba rek Hemedan'a vardığında, efendilerinin çocuklarına iyilik ve ihsan da bulunurdu. Annesi Harezmli idi. Hicretin 118. senesinde doğdu İsmail b. Halid, A'nıeş, Hişam b. Urve, Humeyd et-Tavil ve diğer tabii imamlarından ders aldı. Halkın çoğu da ondan hadis dinlediler, ders aldılar. Hafızasının sağlamlığı, fıkıh ilminin derinliği, Arapçaya vu­kufu, zahidliği, cömertliği, cesareti ve şairliği ile tanınan ve övülen bir kimseydi. Güzel eserleri vardır. Derli toplu hikmetleri içeren gü­zel şiirleri de vardır. Çok gaza yapar, çok haccederdi. 400.000 dinar dolayında sermayesi vardı. Çeşitli şehir ve beldelere uğrayarak tica­ret yapardı. Bir âlimle karşılaştığında ona iyilikte bulunurdu. Kazan­cı her sene 100.000 dinara ulaşırdı. Bu kazancının tümünü âbidlere zahidlere ve âlimlere sarfederdi. Bazen kendi sermayesinden de sar-fettiği olurdu.

Süfyan b. Uyeyne dedi ki: "Abdullah b. Mübarek'in yaşantısına ve sahabelerin yaşantısına baktım. Onların Rasûlullah (s.a.v.)'ın sohbe­tinde bulunmaktan başka, Abdullah'a bir üstünlükleri bulunduğunu görmedim."

İsmail b. Ayyaş dedi ki: "Yeryüzünde Abdullah b. Mübarek'in bir misli yoktur. Bildiğim hayırları Cenâb-ı Allah ona vermiştir. Arka­daşlarının bana anlattıklarına göre, Mısır'dan Mekke'ye kadar onun­la yol arkadaşlığı yapmışlar, kendisi bütün yolculuğu boyunca oruçlu olduğu halde arkadaşlarıma hurma tatlısı yedirmiş."

Bir defasında Abdullah b. Mübarek, Rakka'ya gelmişti. Harun Reşid de oradaydı. Şehre girdiğinde insanlar Abdullah'ın etrafında toplandılar. Çevresinde büyük bir kalabalık olmuştu. Harun Reşid'in cariyelerinden biri sarayın balkonundan kalabalığa baktı ve: "Şu in­sanlara ne olmuş?" diye sorunca kendisine şöyle cevap verdiler: "Ho­rasan'dan Abdullah b. Mübarek adında bir âlim kişi gelmiş. İnsanlar onun etrafında toplanmışlar." Verilen bu cevap karşısında cariye şöy­le dedi: "Hükümdar işte budur. Yoksa kırbaç, değnek, tehdit ve teş­viklerle etrafında adamların toplandığı Harun Reşid değildir."

Abdullah b. Mübarek, bir defasında yine arkadaşlarıyla birlikte hac yolculuğuna çıkmıştı. Yolda bir şehrin yakınlarından geçiyorlar-ken bir kuşları Öldü. Kuşun ölüsünün çöplüğe atılmasını emretti. Ar­kadaşları kendisini geride bırakıp ilerlemişler; o da arkalarından gel­mekteydi. Çöplüğe vardığı sırada bir kız çocuğunun oraya yakın bir evden çıkıp çöplüğe geldiğini ve ölü kuşu oradan alarak bir beze sar­dığım, sonra çabucak eve götürdüğünü gördü. Abdullah b. Mübarek,

üzerine kızın evine giderek niçin böyle yaptığını sordu, çocuk

cöyle cevap verdi:

- Ben ve kardeşim burada yalnızız, hiçbir şeyimiz yok. Şu peşta­maldan başka hiçbir şeye sahip değiliz. Şu çöplüğe atılan şeylerden başka yiyeceğimiz de yok. Birkaç günden beri çaresiz kaldığımız için

öplüğe atılan leşlerle geçiniyoruz. Babamızın malı mülkü vardı, zali­min biri ona haksızlık etti. Malını aldı ve onu öldürdü.

îbn Mübarek bunu duyunca, hemen arkadaşlarına yüklerin indi­rilmesini emretti ve vekilharcına şöyle dedi:

- Senin yanında ne kadar para var?

- 1.000 dinar var.

- Yirmisini ayır... Onunla Merv şehrine dönelim. Gerisini de şu yoksul çocuklara ver. Böyle yapmak bizim için haccetmekten daha fa­ziletlidir.

Böyle dedi ve Merv şehrine geri döndü.

Abdullah b. Mübarek, haccetmeye niyetlendiği zaman arkadaşla­rına şöyle derdi: "Sizden bu sene haccetmeye niyetlenen olursa harçlı­ğını yanıma getirsin ki ben onun masraflarını karşılayayım." Böyle dedikten sonra arkadaşlarının harçlıklarını yanına alır, herbirinin harçlığını bir keseye koyar, kesenin üzerine sahibinin adını yazar ve bütün para keselerini bir sandıkta toplardı. Sonra hepsine rahatça yetecek azıkları ve binekleri temin ederdi, kolaylık sağlardı. Böylece yola koyulup hacca giderlerdi.

Haclarını tamamladıktan sonra arkadaşlarına: "Aileniz herhangi bir hediye almanızı size tenbihledi mi?" diye sorar ve herbirine ten-bihlenen Mekke ve Yemen malı hediyeleri veya diğer yerlerde imal edilen hediyeleri satın alırdı. Medine'ye geldiklerinde onlara Medine imalatı olan hediyeleri de satın alırdı. Memleketlerine döndüklerinde yolda iken arkadaşlarının evlerine haber salar, evleri düzeltilir, ta­mir edilir ve kapıları beyaza boyanırdı. Memleketlerine vardıklarında istirahattan sonra bir yemek hazırlar, arkadaşlarım çağırır. Hepsi yemeği yerler ve onlara giysiler verirdi. Bundan sonra arkadaşlarının paralarını içinde muhafaza ettiği sandığı getirmelerini ailesine emre­der. Sandık getirilir, içindeki para keselerini çıkarır. Her birine üze-nnde adı yazılı olan para kesesini iade ederdi. Onlar da paralarını alarak kendisine bu iyiliğinden ötürü güzel övgülerde bulunup teşek­kür ederek evlerine dönerlerdi.

Abdullah b. Mübarek'in sofrası bir deve üzerinde taşınırdı. Sofra­sında et, tavuk, helva ve diğer çeşitli yiyecekler bulunurdu. Kendisi Şiddetli sıcaklarda bile her zaman oruçlu olduğu halde insanlara ye-

yedirirdi.

defasında dilencinin biri ondan para istedi, dilenciye bir dirhem verdi. Arkadaşlarından biri ona: "Bunlar kebap ve paluze yiyOr. lar, bir dirhemden az para da yeterdi." deyince Abdullah b. Mübarek şu cevabı verdi: "Vallahi, ben bunun sadece bakla ve ekmek yediğini sanıyordum. Ama kebap ve paluze yiyiyorsa o zaman kendisine bir dirhem de yetmez." Böyle dedikten sonra kölelerinden birine: "Git dilenciyi yakala ve ona on dirhem ver." dedi.

Abdullah b. Mübarek'in fazilet ve menkıbeleri cidden çoktur. :         Ebu Ömer b. Abdilberr dedi ki: 'Abdullah b. Mübarek'in heybetli

saygın, imam, adaletli ve makbul bir kişi olduğu hususunda âlimler

görüş birliği etmişlerdir."

Abdullah b. Mübarek, bu senenin ramazan ayında altmışüç ya­şında iken Heyt şehrinde vefat etti. [19]

 

Mufaddal B. Fudale

 

İki kez Mısır kadılığına tayin edildi. Dindar ve güvenilir bir kim­seydi. Cenâb-ı Allah'tan kalbindeki emeli gidermesini diledi. Allah da giderdi. Bundan sonra artık hayattan ve dünyadan hiçbir tad almadı. Yine Allah'tan kendisini eski haline döndürmesini istedi ve eski hali­ne döndü. [20]

 

Yakub Et-Taib

 

Çokça ibadet eden bir şahsiyetti. Kûfeliydi, Ali b. Muvaffak, Man-sur b. Ammar'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir gece evden dışarı çıktım. Sabaha vardığımızı sanıyordum. Birde baktım ki vakit gecedir. Küçük bir kapının önünde oturdum. İçeride bir gencin ağlamakta olduğunu duydum, ağlayan genç şöyle diyordu:

"Ey Rabbim, senin onur ve üstünlüğüne yemin ederim ki, emirle­rine muhalefet ederken sana isyan etmeyi kasdetmiş değildim. Ne var ki o muhalefetleri nefsim bana hoş gösterdi. Bedbahtlığım beni mağlup etti, üzerimize sarkıttığın günahları örtme perdesi beni al­dattı. Şimdi senin azabından beni kim kurtaracak? Eğer sen benimle arandaki ipi koparırsan artık kimin ipine sanlabilirim? Geçen öm­rümde Rabbime karşı işlediğim günahlara, eyvah! Vay benim halime. Ne kadar da tevbe ediyorum ve günahlara tekrar dönüyorum. Artık onur ve üstünlük sahibi Rabbimden utanmamın vakti geldi."

Mansur diyor ki: Ben de eûzü besmele çekip şu ayeti okudum: "Ey inananlar; kendinizi ve çoluk çocuğunuzu Cehennem ateşın" den koruyun. Onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Görevlileri, Allah m kendilerine verdiği emirlere başkaldırmayan, kendilerine buyurulan"lan yerine getiren pek haşin meleklerdir." (et-Tahrîm, 6.)

İçeriden bir ses ve şiddetli bir sarsıntı duydum. Kalkıp ihtiyacımı •germeye gittim. Döndüğümde tekrar o kapının yanından geçerken aya bir cenaze konulduğunu gördüm. Cenazenin kim olduğunu sorduğumda içeride ağlamakta olan genç olduğunu ve okumuş oldu­ğum ayetin tesirinden ötürü vefat ettiğini söylediler.» [21]

 

Hicretin Yüzseksenikincî Senesi

 

Bu senede Harun Reşid, hacdan döndükten sonra Rakka'da kar­deşi Muhammed el-Emin b. Zübeyde'den sonraki dönem için oğlu Ab­dullah el-Me'mun için veliahdlık bey'atı altı. Oğlu Me'mun'u, Yahya b. Bermekî'nin oğlu Cafer'in yanına verdi ve onu kendi adamlarından bir grup hizmetçi ile birlikte Bağdat'a gönderdi. Onu Horasan ve bağ­lı mıntıkalarına tayin etti, ona Me'mun adını verdi.

Bu senede Yahya b. Halid el-Bermekî, Mekke'den ayrılıp Bağ­dat'a döndü.

Abdurrahman b. Abdülmelik b. Salih, Anadolu'ya gazaya gitti. Ashab-ı Kehfin bulunduğu şehire kadar ilerledi.

Bizanslılar, hükümdarları Kostantin b. İlyon'un gözüne mil çektir ler. Başlarına, annesi Agusta lakablı İrene'yi geçirdiler.                    

Bu senede Musa b. İsa b. Abbas, insanlara haccettirdi.

Bu senede meşhurlardan İsmail b. Ayyaş el-Humusî vefat etti. Bu, Şamlıların imamlarından ve meşhur şahsiyetlerdendi. Hakkında bazı şeyler söylenmiştir.

Yine bu senede meşhur ve meşkûr şair Mervan b. Ebi Hafsa vefat etmiştir. O, halifeleri ve Bermekileri överdi. [22]

 

Maan B. Zaide

 

Çok miktarda mal biriktirdi, büyük bir servet sahibi oldu. Ama yine de insanların en cimrilerinden biri idi. Cimriliğinden ötürü he-toen hemen hiç et yemezdi. Evinde kandil yakmazdı. Elbise olarak hanı bezden yapılmış giysiler ve kaba kürkler giyerdi. Arkadaşı Sül-lem el-Hasir ise hilafet makamına geldiğinde bir ata biner ve 1.000 dinar değerinde bir elbise giyerdi. Elbisesinden güzel kokular saçılır-•k- Anıa Maan, çok kötü ve perişan bir halde gelirdi.

Bir gün Mehdi'nin huzuruna gidecek olduğunda ailesinden bir ın ona: "Eğer halife sana birşey verirse sen de bana birazcık para " dedi. Maan ona şöyle dedi: "Eğer halife bana 100.000 dirhem ve-e ben de sana bir dirhem veririm." Halife ona 60.000 dirhem yer-• Bunun üzerine Maan, kendisinden para isteyen kadına, dört danik (dirhemin altıda biri) verdi.

Maan b. Zaide, hicretin 182. senesinde Bağdat'ta vefat etti ve Nasr b. Malik mezarlığına defnedildi. [23]

 

Kadı Ebu Yusuf

 

Asıl adı Yakub b. İbrahim b. Habib b. Sa'd b. Hasene'dir. Hasene annesinin adıdır. Babası, Büceyr b. Muaviye'dir. Uhud savaşında yaşı küçük olduğundan ötürü savaşa alınmadı.

Ebu Yusuf, Ebu Hanife'nin arkadaşlarının en büyüğüdür. A'meş, Hemmam b. Urve, Muhammed b. İshak, Yahya b. Said ve diğerlerin­den hadis rivayet etmiştir. Muhammed b. Hasan, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main de kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.

Ali b. el-Ca'd dedi ki: Ebu Yusuf un şöyle dediğini işittim:

«Babam vefat ettiğinde küçük bir çocuktum. Annem beni bir elbi­se beyazlatıcısının yanına çırak verdi. Ama ben de oradan kaçarak Ebu Hanife'nin ders halkasına katılıyordum. Annem beni takip edi­yor, gelip beni orada yakalayıp elimden tutarak tekrar ustamın yanı­na götürüyordu. Sonra ben bu hususta anneme muhalefet ettim ve Ebu Hanife'nin yanma gittim. Bu iş uzaymca annem gelip Ebu Hani-fe'ye şöyle dedi:

- Bu çocuk öksüzdür, hiçbir malı yoktur. Sadece Örekemle ördü­ğüm iplerle elde ettiğim ücretle birşeyler alıp buna yedirebiliyorum. Ama sen bunu bana karşı kışkırttın. Emrime itaat etmez oldu.

- Sus ey akılsız kadın, bu çocuk ilim öğreniyor. İleride öyle bir za­man gelecek ki, firuze tabaklarda fıstık yağıyla yapılmış paluze yiye­cektir.

- Sen bunak bir ihtiyarsın.»

Ebu Yusuf u ilk olarak kadılığa tayin eden halife Hadi oldu. Ebu Yusuf, kadi'l-kudat lakabım alan ilk kadıdır. Kendisine, dünya kadı­larının kadısı denilirdi. Çünkü o, halifenin hükmünün geçerli olduğu beldelere de kadı tayin etme yetkisine sahipti.

Ebu Yusuf diyor ki:

«Bir gün Harun Reşid'in yanında iken bana firuze tabakta paluze getirildi. Halife Harun Reşid bana dedi ki:

- Şu tatlıdan ye. Çünkü bu her zaman bizde yapılmıyor.

- Bu nedir ey mü'minlerin emiri?

- Paluzedir.

Ben gülümsedim. Bana sordu:

- Niçin gülümsüyorsun?

- Hiçbir şey yok. Allah mü'minlerin emirine uzun ömürler versin.

- Hayır, mutlaka bana bunun sebebini anlatacaksın.

Ben, Ebu Hanife'nin bir zamanlar anneme söylediği sözleri halife­ye anlattım. Halife Harun bana şöyle dedi:

- İlim fayda verir, kişiyi dünya ve ahirette yüceltir. Allah Ebu Hanife'ye rahmet etsin. O, baş gözüyle görülemeyen şeyleri akü gö­züyle görürdü.»

Ebu Hanife, Ebu Yusuf tan bahsederken onun, kendi arkadaşla­rının en bilgilisi olduğunu söylerdi. Müzeni de: "Ebu Yusuf, Ebu Ha­nife'nin arkadaşları arasında hadise en çok tabi olan kimseydi." de­miştir. İbn Medinî: "Ebu Yusuf, çok doğru sözlüydü." demiştir. İbn Main onun sika bir ravi olduğunu söylerken Ebu Zür'a da: "O, Cehmi-ye fırkasından salim kalmıştı." demiştir.

Beşşar el-Heffaf dedi ki: «Ben, Kadı Ebu Yusuf un şöyle dediğini işittim: "Kur'ân yaratılmıştır, diyen kimseyle konuşmak haramdır. Onunla ilişkiyi kesmek farzdır. Ona selam vermek de selamını almak da caiz değildir."»

Ebu Yusuf un altınla yazılması gereken sözlerinden biri de şudur: :        

"Malı, kimya ilmi vasıtasıyla elde etmek isteyen kimse iflas eder. Hadislerin gariplerini araştıran kimse yalan söyler. İlmi, kelam ile elde etmek isteyen kimse zındık, olur."

Ebu Yusuf ile İmam Malik, Medine'de Harun Reşid'in huzurunda ölçekler ve sebzelerin zekatı hakkında münazara yaptıklarında İmanı Malik, babadan dededen kendilerine intikal eden ve eskiden beri kul-lanılagelen ölçekleri ortaya koyarak bunları delil olarak gösterdi. Ay­rıca hulefa-yı raşidin döneminde sebze bulunmadığından ötürü onla­rın zekatlarından bahsedilmemiş olduğunu ifade etti. Bunun üzerine Ebu Yusuf ona şu cevabı verdi: "Eğer üstadım Ebu Hanife benim gör­düğümü görmüş olsaydı, o da benim gibi hükmünden geri dönerdi." Bu, Ebu Yusuf un hakkı kabul ettiğinin ve insaflı bir kimse olduğu­nun isbatıdır.

Ebu Yusuf un mahkeme meclisine kendi sınıflarına göre âlimler de katılır ve hazır bulunurlardı. Genç bir adam olan İmam Ahmed b. Hanbel, halkın arasında onun meclisine katılır, onunla münazara ya­par ve araştırmalarda bulunurdu.

Bununla beraber Ebu Yusuf adaletle hükmederdi ve şöyle derdi: «Keşke ben şu yargının başında bulunmasaydım. Umuyorum ki Ce-nâb-ı Allah, herhangi bir kimseye haksızlık yaptığımı veya bir kimseye meylettiğimi söyleyerek beni hesaba çekmeyecektir. Sadece bir gün adamın biri yanıma geldi. Bahçesinin halife tarafından zorla ele geçirilmiş olduğunu iddia etti. Ben de halifenin huzuruna girdim, durumu ona anlattım. Halife şöyle dedi:

- Bahçe bana aittir, Mehdi onu benim için satın almıştı.

- Mü'minlerin emiri, eğer mahkemeye gelmeyi uygun görüyorsa gelsin ki, kendisini dinleyeyim.

Halife, mahkemeye gitti. Mal sahibi bahçenin kendisine ait oldu­ğunu iddia edince Ebu Yusuf ona şöyle dedi:

- Ey mü'nıinlerin emiri, sen bu işe ne dersin?

- Bahçe benimdir.

Ebu Yusuf, bahçe sahibine şöyle dedi:

- Halifenin söylediklerini duydun.

- Yemin etsin.

-   Ebu Yusuf, halifeye sordu:

- Bahçenin sana ait olduğuna yemin eder misin ey mü'minlerin emiri?

- Hayır.

- Öyleyse üç kez sana yemin teklif edeceğim. Eğer yemin edersen bahçe senindir. Etmezsen senin aleyhinde hüküm vereceğim ey mü'­minlerin emiri.

Ebu Yusuf diyor ki: "Ben halifeye üç kez yemin teklifinde bulun­dum. Yemin etmeyince, bahçenin o adama yani davacıya ait olduğuna hükmettim. Yalnız muhakeme esnasında davanın kendiliğinden çö­zülmesini istiyordum ki, o davacı ile halifeyi aynı mahkeme salonun­da bir arada tutmayayım."

Mahkeme sonuçlandıktan sonra Kadı Ebu Yusuf, bahçenin ada­ma teslim edilmesi için görevlilere emir gönderdi.»

Muafa b. Zekeriya, Ebu Yusuf un şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir gece yatağımda uyumakta iken aniden halifenin elçisinin ka­pıyı vurmakta olduğunu işittim. Korkarak dışarı çıktım. Elçi bana: "Mü'minlerin emiri seni çağırıyor." dedi. Ben de saraya gittim. Halife­nin oturmakta olduğunu, yanında da İsa b. Cafer'in bulunduğunu gördüm. Halife Harun Reşid bana şöyle dedi:

- Ben bu adamdan bana bir cariye hibe etmesini istedim, ama bu­nu yapmadı. Satmasın istedim, onu da yapmadı. Sen şahit ol, eğer bu, benim isteğimi yerine getirmezse kendisini öldüreceğim.

Ben dönüp İsa b. Cafer'e şöyle dedim:

- Halifenin isteğini niçin yerine getirmiyorsun?

- Cariyemi halifeye hibe etmemeye, satmamaya talak üzerine ye­min ettim. Cariyelerimin azad edilmesi ve bütün malımın da sadaka sayılması için de yemin ettim.

Harun Reşid bana dedi ki:

- Bu girift meseleden kurtuluş yolu yok mudur?

- Evet vardır. Cariyesinin yarısını sana satsın, yansım da hibe etsin.

İsa b. Cafer, benim ileri sürdüğüm bu çözüm yolunu uygun bul­muş olmalı ki, cariyesinin yarısını halifeye hibe etti, diğer yarısını dan dinara sattı. Halife de onun bu yaptığını kabul etti ve cariye-

huzuruna getirtti. Halife Harun, cariyeyi görünce: "Ben bu gece bu y1  -veCjen yararlanabilir miyim?" diye sorunca ben şu cevabı verdim: S ı cariyedir. Rahminin ibra edilmesi gerekir. Ya da onu azad ettik-

sonra kendisiyle evlenebilirsin. Çünkü hür kadınların rahimleri ibra edilmesine gerek yoktur." Ben böyle dedikten sonra Harun S* sid cariyeyi azad etti. 20.000 dinar mehir vererek onunla evlendi. Bana da 200.000 dirhem para ve yirmi .bohça elbise verilmesini em-

tti Ayrıca cariye de bana 10.000 dinar gönderdi.»

Yahya b. Main dedi ki: «Ebu Yusuf un yanındaydım. Ona dibekî kumaşından ve vifaniland ^kokusundan ve daha birçok eşyalardan bir miktar hediye getirildi. O esnada mecliste bulunan adamlardan biri su hadisin senedini benimle müzakere etti: «Bir kimseye hediye su­nulur da onun yanında oturmakta olan bir topluluk varsa o topluluk, hediyede o adamın ortaklarıdırlar.» Ebu Yusuf: "Sizin naklettiğiniz bu hadis çökelek, hurma ve kuru üzüm hakkındadır. Bu gördüğünüz hediyeler bu hadisin söylendiği zamanda yoktu. Ey köle, şu hediyeleri ambara götür." dedi ve getirilen hediyeleri yanındaki adamlara ver­medi.»

Bişr b. Gıyas el-Merisî şöyle dedi: «Ebu Yusuf un şöyle dediğini işittim: "On yedi sene müddetle Ebu Hanife ile arkadaşlık yaptım. Sonra onyedi sene müddetle de dünyaya daldım. Artık ecelimin yak­laştığını sanıyorum." Böyle dedikten sonra ancak birkaç ay yaşadı. Sonra vefat etti.»

Ebu Yusuf, bu senenin rebiyülevvel ayında altmışyedi yaşında ve­fat etti. Kendisinden sonra oğlu Yusuf kadılık görevinde kaldı. Yusuf, babasının Bağdat'ın doğu yakasındaki vekili idi.

Bazı raviler; İmam Şafiî'nin Ebu Yusuf ile görüşmüş olduğunu id­dia etmişlerdir ki, bu yanlıştır. Çünkü İmam Şafiî, ilk olarak hicretin 184. senesinde Bağdat'a gelmişti. O, ancak Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî ile görüşmüştür. Ona ihsanda bulunmuş ve saygı göstermiş­tir. Aralarında asla bir düşmanlık olmamıştır. Nitekim bu hususu bilmeyen bazı kimseler böyle bir iddiada bulunmuşlardır. Doğrusunu Allh bilir. [24]

 

Yakub B. Davud B. Tahman

 

 Ebu Abdillah künyesi ile tanınırdı. Abdullah b. Hazim es-Sülemf- azadhsı idi. Mehdi, onu vezir tayin etti. Mehdi'nin gözünde büyü-u> itibar sahibi oldu. İşlerin idaresini Mehdi ona bıraktı. Bir zaman, eh<ii tarafından bir Aleviyi öldürmekle emrolunduğunda o, öldürül-esi emredilen kimseyi serbest bırakmıştı. Fakat bir cariye gidip bunu Mehdi'ye ihbar etmişti. Bunun üzerine Mehdi de Yakub'u bir ku­yuya atarak üzerine bir kubbe yaptırmış ve onu böylece hapsetmişti Kuyuda saçı sakalı uzamış, tıpkı hayvanlara benzemişti. Gözünü kaybetmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre gözüne perde çe­kilmişti. O kuyuda onbeş sene kadar kaldı. Ne bir ışık görebiliyor ne de bir ses duyabiliyordu. Sadece namaz vakti geldiğinde bunu kendi­sine bildiriyorlardı. Her gün kendisine bir parça ekmek ve bir testi su getiriyorlar, bu yiyecekleri kuyuya sarkıtıyorlardı. Bu halde kaldı Nihayet Mehdi'nin ve Hadi'nin hilafet dönemleri gelip geçti. Harun Reşid'in hilafetinin de başlangıcından birkaç gün geçmişti.

Sözün burasında Yakub şöyle diyor: «Ben uyumakta iken rüyam­da biri gelip bana şöyle dedi:

"İçinde bulunduğun sıkıntının gerisinde yakın bir genişlik bulun­duğu ümid edilmektedir.

Korkulu kimse güvene kavuşur. Sıkıntıdaki kimse genişliğe ka­vuşur.

Uzak ve gurbette bulunan kişi, ailesinin yanma döner."

Sabah olunca bana seslenildi. Bana namaz vaktinin geldiğinin ikaz edildiğini sandım ve bana bir ip uzandı. Sonra da:,"Şu ipi beline bağla." denildi. Uzatılan ipi belime bağladım, beni dışarı çıkardılar. Işığa baktığımda birşey göremedim. Götürülüp halifenin huzuruna bırakıldım. Bana: "Mü'minlerin emirine selam ver." denildi. Karşım-dakinin Mehdi olduğunu zannederek adıyla kendisine selam verdim. Karşımdaki halifenin Mehdi olmadığı söylenilince, "Huzurunda bu­lunduğum halife Hadi midir?" diye sordum. "O da değil." dediklerin­de: "Selam sana ey mü'minlerin emiri Harun Reşid." diye selam ver­dim. "Evet, işte odur." dediler. Sonra Harun Reşid bana: "Vallahi, şimdiye kadar benim yanımda hiç kimse senin için şefaatta bulunma­dı. Yalnız dün küçük bir cariyemi omuzuma aldım. Senin bir zaman­lar beni omuzuna aldığını hatırladım, sonra senin içinde bulunduğun sıkıntıyı hatırlayıp sana acıdım. İşte şimdi seni kuyudan çıkarttım, dedi.»

Böyle dedikten sonra Harun Reşid ona nimetler verdi, ihsanda bulundu. Ne var ki, Yahya b. Halid b. Bermek, Yakub b. Davud'u kıs­kandı. Yerini kapacağından korktu. Tıpkı Mehdi'nin halifeliğinin ilk zamanlarındaki hale düşeceğini sandı. Yakub bunu anlayınca Mek­ke'ye gitmek için Harun Reşid'den izin istedi. Harun da ona bu iznI verdi. Gitti, Mekke'ye yerleşti. Nihayet bu senede orada vefat etti. Al­lah ona rahmet etsin.

Yakub şöyle demişti: "Yahya, benim tekrar yönetime döneceğin1korkuyordu. Vallahi ben asla böyle yapacak değildim. Zorla eski ma iade edilseydim bile bunu yapacak değildim."

Bu senede Yezid b. Züray' Ebu Muaviye vefat etti. Bu zat, İmam Ahmed b. Hanbel'in hadiste şeyhi idi. Sika bir ravi olup âlim, abid ve vvalı bir kimseydi. Basra valisi olan babası vefat etmiş, geride 500 îrrhein bırakmıştı. O, bu paradan bir dirhem dahi almamıştı. Kendi rvle zenbil yapar ve hem kendini hem çoluk çocuğunu böylece geçin­ir rirdi- Bu senede Basra'da vefat etti. Bundan Önceki senede vefat et~ -üs olduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir. [25]

 

Hicretin Yüzseksenüçüncü Senesi

 

Bu senede Hazarlılar, Ermeniye sınırından içeri sızarak ülkede isyan hareketi başlattılar ve çok karışıklıklar çıkardılar. Müslüman­lardan ve zımmilerden 100.000 kadar kişiyi esir aldılar. Çok sayıda insan öldürdüler. Ermeniye valisi Said b. Müslim, bunlar karşısında bozguna uğradı. Harun Reşid, Hazarlılar üzerine Hazim b. Hüzeyme ve Yezid b. Mezyed komutasında büyük bir ordu gönderdi. Bunlar o ülkede meydana gelen karışıklığı düzeltip idareyi yoluna koydular.

Bu senede Abbas b. Musa el-Hadi insanlara haccettirdi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Ali b. Fudayl b. İyaz da vardı. Babasının sağlığında vefat etti. Çok ibadet eden tak-valı bir kimseydi. Allah'tan korkan ve ondan çekinen bir kimseydi.

Bu senede İbn Semmak adryla bilinen Muhammed b. Sabih Ebü'l-Abbas da vefat etti. Bu zat, Beni İcl'in azadlısı idi. İsmail b. Ebi Ha-lid, A'meş, Sevrî, Hişam b. Urve ve diğerlerinden rivayetlerde bulun­du.

Bir gün Harun Reşid'in huzuruna girdi ve ona şöyle dedi: "Bilesin ki, Allah'ın huzurunda hesaba çekileceksin. Bak bakalım o zaman ne­reye kaçabileceksin? Cennet'e mi gideceksin, yoksa Cehennem'e mi?" Onun bu ikazı karşısında Harun Reşid, ölecek derecede şiddetlice ağ­ladı. [26]

 

Musa B. Cafer

 

Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib Ebü'l-Hasen el-Haşimî. Kendisine Kazım da denilirdi. Hicretin 128. Veya 129. senesinde doğdu. Çokça ibadet eden, mürüvvet sahibi bir kimseydi. Kendisi tarafından eziyete uğradığım iddia eden bir kimse bulunduğunu duyarsa o adama altınlar ve armağanlar gönderirdi. &ız ve erkek olmak üzere kırk çocuğu vardı. Bir köle, bir defasında °na yağlı ekmek hediye etmişti. Bu hareketi üzerine köleyi satın al-

mış ve kölenin çalışmakta olduğu tarlayı da 1.000 dinara satın alarak köleyi azad etmiş, tarlayı da ona hibe etmişti.

Halife Mehdi onu Bağdat'a çağırmış ve gidince de onu hapse at mışti. Gecenin birinde Mehdi, rüyasında Hz. Ali'yi görmüş, Hz   Ar ona şöyle seslenmiş: "Ya Muhsmnıed! Geri dörerseniz yeryüzünd bozgunculuk yapmanız ve akrabalık bağlarını kesmeniz beklenmp

mi Sİzden?" (Mıihsmmed, 22.)

Bu rüyayı görünce Mehdi, panik içinde uykudan uyanmış ve Mu­sa b. Cafer'in zindandan çıkarılmasını emretmişti. Geceleyin zindan­dan çıkarıldıktan sonra Musa b. Cafer'i yanına getirtip oturtmuş, onu kucaklamış ve iltifat yağdırmıştı. Yalnız, ne kendisine ne de oğulla­rından herhangi birine karşı başkaldırmanıası için ondan söz almıştı Musa b. Cafer de şu cevabı vermişti: "Vallahi, ben bunu yapacak biri değilim, ben buna niyet etmiş de değilim." Mehdi: "Doğru söyledin." dedi ve ona 3.000 dinar verilip Medine'ye gönderilmesini emretti. Sa­bah olunca yola çıkarıldı. Harun Reşid hilafete geçinceye kadar, Mu­sa b. Cafer Medine'de kaldı.

Harun Reşid hacca gittiği zaman, Rasûlullah (s.a.v.)'m mescidine girip mezarının yanına vardığında yanında Musa b. Cafer el-Kazım da vardı. Harun Reşid, Rasûlullah (s.a.v.)'a: "Esselamü aleyke ya Ra-sûlallah! Ey amca oğlu." diye selam verdi. Musa b. Cafer de: "Selam sana ey babacığım." diye selam verdi. Bunun üzerine Harun Reşid ona: "İşte bu övünmektir ey Hüseyin'in babası." dedi ve bundan sonra ona kızgınlık duymaya başladı. Nihayet hicretin 169. senesinde onu Bağdat'a çağırttı. Onun orada uzun müddetle hapse mahkum etti. Hapiste-iken Musa, Harun Reşid'e .şöyle bir mektup gönderdi:

"İmdi, ey mu minlerin emiri, benim üzerimden belalı bir gün geç­tiğinde mutlaka ona karşılık senin üzerinden nimetli ve müreffeh bir gün geçiyor. Bu halde biz kıyamet gününe ulaşacağız. İşte o günde batıl yolda olan ve haksızlık yapanlar ziyana uğrayacaklardır."

Musa b. Cafer, bu senenin receb ayının bitimine beş gün kala, Bağdat'ta vefat etti. Mezarı orada bilinen bir yerdedir. [27]

 

Haşim B. Beşir B. Ebi Hazım

 

Haşim b. Beşir b. Ebi Hazini el-Kasım b. Dinar. Ebu Muaviye es-Sülemi el-Vasıtî. Babası, Haccac b. Yusuf es-Sakafî'nin mutfakçısı ıdı-Bundan sonra tarhana satmaya başladı. Oğlunu, işlerinde kendisine yardımcı olsun diye ilim talep etmekten menediyordu. Ama oğlu mu laka hadis dinleyeceğini söyledi ve bunda direndi.

Bir gün hasta olunca, Vasıt kadısı Ebu Şeybe bir grup kinısey birlikte ziyaretine geldi. Beşir bu durumu görünce sevindi ve ş°v dedi: "Ey oğulcuğum, sen o kadar yükselmiş misin ki, kadı benim evi­me geliyor? Artık bugünden sonra seni hadis Öğrenmekten alıkoyma­yacağım."

Haşini, âlimlerin önde gelenlerindendi. imam Malik, Şu'be, Sevrî,  b. Hanbel ve diğer bazıları ondan hadis naklettiler. Salih kul­ bh   Ahmed b. Hanb  lardandı. Ölmeden önce on sene müddetle sabah namazını yatsı ab-

destiyle kılmıştı. [28]

 

Yahya B.Zekeriya

 

Yahya b. Zekeriya b. Ebi Zaide. Medain kadısı idi. Sika imamlar­dandı. Bu senede vefat etmiştir. [29]

 

Yunus B. Habib

 

Otoriter nahivcilerdendi. Nahiv ilmini Ebu Amr b. Alâ ve diğer üstadlardan Öğrendi. Kisaî ile Ferra da ondan bu ilmi öğrendiler. Basra'da ders halkasına ilim, edep erbabı, fasih kimseler katılırlardı. Ders halkasından yerli yabancı herkes istifade ederdi. Bu senede, yetmişsekiz yaşında vefat etti. [30]

 

Hicretin Yüzseksendördüncü Senesi

 

Harun Reşid bu senede Rakka'dan Bağdat'a döndü. Halkın geri kalan haraç taksitlerini ödemelerini emretti. Bu tahsilat için bir adam görevlendirdi. Bu tasüdar da haraç borcunu ödemeyenleri da­yağa yatırıp hapsetti.

Harun Reşid bu senede ülkenin sınırlarını istihkam ettirdi. Vali­ler atadı, valiler azletti. Kimiyle ilişkisini kopardı, kimiyle yeni ilişki­ler kurdu.

Bu senede Cezire'de Ebu Amr eş-Şari ayaklandı. Harun Reşid,

onun üzerine Şehrizor'u gönderdi.

Bu senede İbrahim b. Muhanımed el-Abbasî insanlara haccettir­di. [31]

 

Hicretin Yüzseksendördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Reşid

 

Zahid ve abid bir kimseydi. İbadetine bağlıydı. Sadece inşaat işçi­liği yaparak kazandığı para ile geçimini sağlardı. Mal mülk olarak bir

küreği, bir de sepeti vardı. Her cuma günü bir dirhem ve bir dirhemin altıda biri değerinde olan bir danik kazanırdı. Bu parayla ertesi cu­maya kadar geçinirdi. Sadece cumartesi günü çalışırdı. Sonra hafta­nın diğer günlerinde ibadete yönelirdi.

Bazılarına göre Zübeyde'nin oğludur. Sahih kavle göre ise, onun annesini Harun Reşid sevmiş ve kendisiyle evlenmiş, bu evlilik neti­cesinde ona hamile kalmıştı. Sonra Harun Reşid, bu kadını, kızıl bir yakut ile kıymetli bazı eşyalar vererek Basra'ya göndermişti. Kendisi halifeliğe geçtiği takdirde yanına gelmesini tenbihlemişti. Harun Re­şid halife olduktan sonra ne Ahmed ne de annesi Harun Reşid'in ya­nına gelmediler, aksine gizlendiler. Harun Reşid, ikisinin Öldüğü ha­berini almıştı, ama aslında bunlar ölmemişler di. Harun Reşid her ne kadar onları araştırdıysa da haklarında hiçbir bilgi elde edemedi.

İşte bu genç Ahmed, kendi emeğiyle kazandığı para ile geçimini sağlıyordu. Sonra Bağdat'a döndü, inşaat işçiliği yaptı. Uzun bir süre bu işçilikle elde ettiği parayla geçimini sağladı, Halifenin oğlu olduğu halde inşaatlarda çalışıyordu. Halifenin oğlu olduğunu kimselere söy­lemiyordu. Derken çalıştığı inşaatta hastalandı. Ev sahibi onun teda­visiyle ilgilendi. Can çekişmeye başladığında, bir zamanlar Harun Reşid'in annesine vermiş olduğu yüzüğü çıkardı ve ev sahibine şöyle dedi:

«Bu yüzüğü Harun Reşid'e götür ve ona de ki: Şu yüzüğün sahibi sana diyor ki: "Sakın ola ki, şu sarhoşluk halinde ölmeyesin. Bu halde ölürsen pişman olursun, ama artık o pişmanlık, sahibine asla fayda vermez. Aziz ve Celil olan Allah'ın huzurunda vereceğin hesabı düşü­nüp tedbirini al. O hesap yerinden sonra iki diyardan birine gidecek­sin. Bu, «eninle son konuşmam oluyor. Eğer bu halin devam ederse gidersin ve hilafet artık senin eline geçmez, başkasına intikal eder. Zaten sen, senden öncekilerin haberlerini duymuş olmalısın."»

İnşaatın sahibi diyor ki: «Ahmed b. Reşid vefat ettiğinde, ben onu defnettim ve halifenin huzuruna çıkma talebinde bulundum. Huzuru­na vardığımda bana şöyle sordu:

- Ne ihtiyacın var?

- Şu yüzüğü adamın biri bana verdi ve sana teslim etmemi söyle­di. Ayrıca söylediği bazı sözleri sana aktarmamı da bana vasiyet etti.

Harun Reşid yüzüğe bakınca tanıdı ve şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, şu yüzüğün sahibi şimdi nerede?

- Öldü ey mü'minlerin emiri.

Ahmed'in bana söylediği sözleri Harun Reşid'e aktardım ve onun haftada sadece bir gün bir dirhem ve dört daniklik bir ücretle çalıştı­ğını ve bu parayla ertesi cumaya kadar geçimini kıt kanaat sağladığı" m, sonra kendini ibadete verdiğini anlattım.

Harun, benim bu sözlerimi dinledikten sonra ayağa kalktı, kendi ere vurarak debelendi. Sonra da şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim n- v oğulcuğum, bana nasihat verdin!" Böyle dedikten sonra ağladı. c1 nra başını kaldırıp bana şöyle dedi:

- Sen oğlumun mezarının nerede olduğunu biliyor musun?

- gvet, biliyorum. Çünkü onu ben defnettim.

- Akşam olunca yanıma gel.

Akşam olunca yanma gittim. Onunla birlikte oğlu Ahmed'in me-rına gittik, sabaha dek ağladı. Sonra bana 10.000 dirhem para ve­rilmesini emretti. Ayrıca benim ve çoluk çocuğum için erzak verdi.» [32]

 

Abdulah B. Mus'ab

 

Abdullah b. Mus'ab b. Sabit b. Abdullah b. Zübeyr b. Avvani el-Kureyşi el-Esedî. Bu zat, Bekkar'ın babasıdır. Harun Reşid ona Medi­ne valiliğini teklif etti. O da ileri sürdüğü bazı adli şartların kabul edilmesi durumunda bu görevi reddetmeyeceğini söyledi. Harun Re­şid, onun bu şartlarını kabul etti. Ayrıca ona Yemen valiliğini de ver­di. Abdullah, en adil valilerdendi. Vali olduğunda yetmiş yaşındaydı. [33]

 

Abdullah B. Abdülaziz El-Ömerî

 

Ebu Tivale'nin zamanına yetişti. Babasından ve İbrahim b. Sa'd1-dan rivayetlerde bulundu. Abid ve zahid bir kimseydi. Bir gün Harun Reşid'e uzun bir vaaz verdi. Güzel ifadeler kullandı.

Bir gün Safa tepesinin üzerinde durmakta iken Harun Reşid'e şöyle bir soru yöneltti:

- Şu Ka'be'nin çevresinde duran insanları görüyor musun, ne ka­dardırlar?

- Çokturlar.

- işte bunlardan her biri kıyamet gününde kendi nefsinden so­rumlu tutulacak, ama sen bunların tümünden sorumlu tutulacaksın.

Onun bu sözleri karşısında Harun Reşid çok ağladı. Adamları ona arka arkaya mendil getiriyorlar, bununla gözyaşını kuruluyorlardı.

Sonra Abdullah, Harun Reşid'e şöyle dedi:

- Ey Harun! Kişi kendi malında israf ederse, kısıtlılık altına alın­ca müstahak olur. Ya bütün Müslümanların malını israf ederse nasü olur?

Böyle dedikten sonra oradan ayrıldı. Halife Harun Reşid ise, hâlâ diyordu.

.Abdullah b. Abdülaziz el-Ömerî'nin övgüye layık daha birçok söz-n ve işleri vardı. Altmışaltı yaşındayken vefat etti. [34]

 

Muhammed B. Yusuf B. Ma'dan

 

Künyesi Ebu Abdillah el-İsbahanî'dir. Tabiin devrine yetişti. Son ra ibadet ve zühd ile meşgul oldu. Abdullah b. Mübarek onu, zahidle rin damadı lakabıyla adlandırırdı. Yahya b. Said el-Kettan; "Ondan daha faziletli bir kimse görmedim." demişti.

İbn Mehdi ise: "Onun gibisini görmedim." demişti. Ekmeği ayn ekmekçiden, sebzeyi de hep aynı bakkaldan satın almazdı. İyi bildiği kimselerden satın alırdı ve şöyle derdi: "Korkarım ki, bunlar bana fi­yatta iltimas ederler ve bu nedenle ben de kendi dinini vasıta ederek geçimini sağlayanlardan olurum." Yaz kış uzanarak uyumazdı. Vefatı sırasında yaşı kırkı geçmemişti. Allah ona rahmet etsin. [35]

 

Hicretin Yüzseksenbeşînci Senesi

 

Taberistan halkı, valileri Mehreveyh er-Razî'yi öldürdüler. Harun Reşid, bunların üzerine vali olarak Abdullah b. Said el-Hireşî'yi tayin etti.

Abdurrahman el-Enbarî, Mercülaleka'da Harici Eban b. Kahta-be'yi öldürdü.

Haraza eş-Şari; Horasan'a bağlı Bazgis mıntıkasında isyan baş­lattı. İsa b. Ali b. İsa da bunun askerlerine hücum ederek 10.000 ka­darını öldürdü. Sonra Hamza'nm arkasından Kabil ve Zabilistan'a kadar gitti.

Bu senede Ebü'l-Hasib ayaklandı. Ebyord, Tus ve Nişabur şehir­lerinde galebe çaldı. Merv şehrim kuşattı. Kuvveti fazlalaştı.

Yezid b. Mezyed, Berzea'da vefat etti. Harun Reşid, onun yerine oğlu Esed b. Yezid'i tayin etti.

Vezir Yahya b. Halid, Harun Reşid'den ramazan ayında umre yapmak için izin istedi. Harun da ona bu izni verdi. Umreye gittikten sonra askerleriyle birlikte hac zamanına kadar Mekke'de kaldı.

Bu senede hac emiri, Mansur b. Muhammed b. Abdullah b. Ali b. Abdullah b. Abbas'tı. [36]

 

Hicretin Yüzseksenbeşînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Abdüssamed B. Ali

 

Abdüssamed b. Ali b. Abdullah b. Abbas. Seffah ve Mansur'un amcalarıydı. Hicretin 104. senesinde doğdu. Cidden iri yarı bir kim­seydi. Dişleri düşmemişti. Dişlerinin kökü yekpare idi.

Bir gün Harun Reşid'e şöyle dedi: "Ey müminlerin emiri! Şu mec- -• te halifenin amcası, amcasının amcası ve amcasının amcasının am-bir araya gelmişlerdir." Yani Harun Reşid'in amcası Süleyman b. Fbi Cafer, Süleyman'ın amcası Abbas b. Muhammed b. Ali ve Seffah'-anıcası Abdüssamed b. Ali bu mecliste bir araya gelmişlerdi. Şunu i   belirtelim ki Abdüssamed, Harun Reşid'in amcasının amcasının cası idi. Çünkü o, dedesinin amcasıydı. Abdüssamed, Abdullah b. Abbas'tan Peygamber (s.a.v.)'in şöyle

buyurduğunu rivayet etti:

"Başkalarına iyilik yapmak ve sıla-i rahimde bulunmak ömrü uzatır, yurdu şenlendirir, malı fazlalaştırır. Bunu yapanlar facir bir kavim olsalar bile bu şeyler gerçekleşir."

Yine Abdüssamed b. Ali'nin rivayetine göre Rasûlullah (s.a.v.)

şöyle buyurmuştur:

"İyilik yapmak ve sıla-i rahimde bulunmak, kıyamet gününde he­sabı hafifletir." Böyle dedikten sonra şu ayet-i kerimeyi okumuştu:

"Onlar, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler, Rab-lerinden korkarlar, kötü hesaptan ürkerler." (er-Ra'd, 2i.)

Abdüssamed b. Ali, daha başka hadisler de rivayet etmiştir.

Bu senede, "imam" diye bilinen Muhammed b. İbrahim b. Ali b. Abdullah b. Abbas da vefat etti. Bu zat hac emirliği yapardı. Man­sur'un zamanında birkaç sene müddetle şikayet görevini de ifa etmiş­ti. Bu senenin şevval ayında Bağdat'ta vefat etti. Emin, cenaze nama­zını kıldırdı ve Abbasiye mezarlığına defnedildi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında hadis şeyhle­rinden Temnıam b. İsmail, Amr b. Ubeyd, Muttalib b. Ziyad, Muafa b. îmran, Yusuf b. Macişun, Evzaî'den sonra megazi, ilim ve ibadet hu­susunda Şamlıların imamı olan Ebu İshak el-Fezarî de bulunmakta­dır. [37]

 

Rabiatü'l-Adeviye

 

Rabia binti İsmail el-Adeviye el-Basriye. Ali Atik'in azadlısıdır. Meşhur âbidlerdendir. Ebu Nuaym, "el-Hilye ve'r-Resaü" adlı eserde; Ibn Cevzî, "Safvetü's-Safve" adlı eserde, Şeyh Şihabüddin es-Sühre-verdî "el-Maarif' adlı eserde ondan bahsetmişlerdir. Kuşeyrî de onu anlatmış ve hakkında gerekli bilgileri vermiştir. İnsanların çoğu onu

övmüşlerdir.

Yalnız Ebu Davud es-Sicistanî, onun aleyhinde konuşmuş ve onu zındıklıkla itham etmiştir. Belki de ondan Ebu Davud'u rahatsız ede­cek bazı haller sadır olmuştur, es-Sühreverdi, "el-Maarif adlı eserde °nun için şu şiiri söylemiştir:

"Seni gönlüme sohbetçi olarak yerleştirdim.

Benimle sohbet meclisine oturmak isteyenlere bedenimi mubah kıldım.

Benim bedenim, sohbet meclisinde oturanlara arkadaştır. Kalbimin sevgilisi, gönlümde hemdemimdir."

Rabia hakkında güzel haller ve salih ameller nakledilmiştir Onun gündüzleri oruçlu olup geceleri de namaz kıldığını söylemişler­dir. Onun hakkında salih rüyalar görülmüştür. Doğrusunu Allah bi­lir. Kudüs'te vefat etti. Mezarı, Tur dağının doğusundadır. Doğrusu­nu Allah bilir. [38]

 

Hicretin Yüzseksenaltıncı Senesi

 

Bu senede Ali b. İsa b. Mahan, Ebü'l-Hasib ile savaşmak üzere Merv şehrinden çıkıp Nesa'ya gitti. Burada Ebü'l-Hasib'le savaştı. Çoluk çocuğunu ve kadınlarını esir aldı. Böylece Horasan'da düzen sağlandı.

Bu senede Harun Reşid, oğulları Muhammed el-Emin ve Abdul­lah el-Emin'Ie birlikte insanlara haccettirdi. Mekke ve Medine halkı­na verdiği bağışların toplamı 1.000.050 dinarı buldu. Şöyle ki: Kendi­si insanlara bağışta bulunuyor, bağışı alanlar bu defa oğlu Emin'e gi­diyorlar, Emin de onlara bağışta bulunuyor, sonra bu defa Me'mun'a gidiyorlar, Me'mun da onlara bağışta bulunuyordu.

Şam ve Irak'ın yönetimi Emin'e, Hemedan'dan doğu sınırına ka­dar olan yerlerin yönetimini de Me'mun'a verilmişti. Sonra Harun Reşid bu iki oğlunun ardısıra oğlu Kasım'ı da kolladı. Ona Mü'temen lakabını verdi. Onu Cezire'ye, bazı büyük kentlere ve sınır bölgesine vali tayin etti. Onu bu işi yapmaya sevkeden sebep şuydu: Oğlu Ka­sım, Abdülmelik b. Salih'in yanında bulunuyor ve onun tarafından yetiştiriliyordu.

Harun Reşid, oğlu Emin ile Me'mun için veliahdlık bey'atı alınca Kasım ona şu şiiri yazıp gönderdi:

du.

"Ey o hükümdar ki, eğer kendisi yıldız olsaydı, suat yıldızı olur-

Oğlun Kasım için de veliahdlık bey'atı al. Hükümdarlıkta onun için de bir çakmak çak. Allah bir ve tektir. Veliahdlarm sayısını da çiftten teke çıkar."

Harun Reşid bu tavsiyeye uydu ve oğlu Kasım'ı da veliahd tayın di

 re^ onun için de bey'at aldı. Onun bu icraatını bazı kimseler be- n(Jiler, bazıları beğenmediler. Fakat neticede Kasım, hilafete geçe-di Aksine kader ve ölüm, onun bu arzusuna ulaşmasına engel olu dünyadan götürdüleru dünyadan götürdüler.

îfılar. Onu

Harun Reşid, haccını tamamladıktan sonra beraberindeki emir

vezirleri huzuruna çağırdı. Oğulları ve veliahdlan Muhammed el-Fmin ile Abdullah el-Me'mun'u da huzuruna getirtti. Bunların veli-hdhğ1113 Devat alındığına dair yazıyı yazdırdı. Oradaki emir ve ve­zirleri de kendi imzalarım bu belgeye attırarak şahit tuttu. Sonra bu belgeyi Ka'be'nin tavanına asmak istedi. Fakat belge yere düştü. "Bu, çabucak bozulacak bir iştir." denildi ve gerçekten de Öyle oldu.

İbrahim el-Musilî, Ka'be'de yapılan bu bey1 atla ilgili olarak şöyle

dedi:

"İşlerin sonuç bakımından en hayırlısı ve tamamlanmaya da en layık olanı,

Rahman'ın kutsal beldede hükmettiği iştir."

Ebu Cafer b. Cerir, bu konuda tafsilatlı bilgiler vermiştir. İbn Cevzî de "el-Muntazam" adlı eserde onun bu yolunu tutmuş­tur. [39]

 

Hicretin Yüzseksenaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Asbağ b. Ab-dülaziz b. Mervan b. Hakem Ebu Reyyan ve Kirman kadısı Hasan b. ibrahim bulunmaktadır. Asbağ, bu senenin ramazan ayında vefat et­ti. Hassan b. İbrahim ise 100 yaşında iken bu senede vefat etti. [40]

 

Şair Süllem El-Hasir

 

Süllem b. Amir b. Hammad b. Ata. Kendisine, Haşir (ziyan eden) denilmesinin sebebi şuydu: Bir mushaf-ı şerif satmış ve eline geçen parayla İmrü'l-Kays'm divanını satın almıştı. Bir başka sebep de şu­dur: O, edebiyat öğrenmek için 200.000 dinar harcamıştı.

Mantığa dayalı şiirlere sahip bir şairdi. Tek harfle inşa kudretine sahipti. Nitekim Musa el-Hadi hakkında şöyle bir şiiri vardır:

"Musa sağanak ve sabah erken yağan bir yağmurdu. Sonra sel gibi aktı. Ne kadar da ibret verici oldu. Sonra yağışı dindi. Ne kadar da ölçülü oldu.

Sonra âdilâne bir yönetimde bulunarak bağışladı, eserleri baki kaldı.

Beşeriyetin en hayırlısı Mudar kabilesinin Bedir koludur.

Bunlar bakan kimsenin gözüne ilk görünen kimselerdir.

O, yanında bulunana yük, geçip gidene de iftihar vesilesidir."

Hatib'in anlattığına göre Süllem el-Hasir, laubalilik, ciddiyetsiz­lik ve fasıkhk yaptığından ötürü nahoş bir yoldaydı. Beşşar b. Bürd1-ün talebelerindendi, ama onun nazmı Beşşar'mkinden daha güzeldi Örneğin Beşşar, bir şiirinde şöyle diyordu:

"İnsanların gözetiminden korkan kişi amacına ulaşamaz.

Hoş ve güzel şeyleri atak davranıp acele eden kimse elde eder."

Görüldüğü gibi bu şiirin lafizlan ağırdır. Süllem, buna karşı aynı manada ama daha kolay lafızlarla şu şiiri söylemişti:

"İnsanların gözetiminden korkan kişi kederden ölür. Cesur kişi lezzete kavuşur."

Beşşar ona kızdı ve şöyle dedi: "Benim şiirimin manalarını almış, bu manalara benimkinden daha hafif lafızlar giydirmiş."

Süllem el-Hasir, halifelerden ve Bermek ailesinden 40.000.000 di­nar kadar Ödül almıştı. Daha fazla aldığı da söylenir. Vefat ettiğinde Ebu Şimr el-Gassanî'nin yanında 36.000 dinar emanet parası vardı.

İbrahim el-Musılî, bir gün Harun Reşid'in huzurunda şarkı söyle­di. Harun Reşid coştu ve ona şöyle dedi:

- Dile benden ne dilersen.

- Ey mü'minlerin emiri, senden birşey isteyeceğim ki, o şeyde se­nin hiç malın yoktur. Ondan başka senden hiçbir şey istemiyorum.

- Neymiş o istediğin şey?

İbrahim, ona, Süllem el-Hasir'in vefat ettikten sonra falan adam yanındaki emanet parasını anlattı. Ayrıca Süllem'in varisi bulunma­dığını da söyledi. Bunun üzerine Harun Reşid, Süllem el-Hasir'in bı­raktığı emanet paranın İbrahim el-Musılî'ye verilmesini emretti. Bir rivayette anlatıldığına göre Süllem el-Hasir'in bıraktığı emanet para, 50.000 dinardır. [41]

 

Abbas B. Muhammed

 

Abbas b, Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas. Harun Reşid'in amcasıydı. Kureyş'in önde gelen şahsiyetlerin den di. Harun Reşidi feti döneminde Cezire valiliğine atandı. Harun Reşid ona bir gün-5 000.000 dirhem verdi.mezarlığı, adını Abbas b. Muhammed'in adından almaktabasi mğ,

Kendisi altmışbeş yaşında vefat etti. Cenaze namazını Emin kıl­ardı- Abbasiye mezarlığına defnedildi. [42]

 

Yaktın B. Musa

 

Abbasi devletinin kurulması için propaganda yapanlardandı. Gö­rüş sahibi dahilerdendi. Mervan el-Himar, İbrahim b. Muhammed'i Harran'da hapsettiğinde, Yaktin büyük bir hile yapmıştı. Abbasiler, İbrahim b. Muhammed'in hapsedilmesinden sonra onun yerine kimi geçireceklerine karar veremediler, şaşıp kaldılar. Onun öldürülmesi durumunda kime bey'at edeceklerine karar veremediler. Bunun üze­rine Yaktın, Mervan el-Himar'ın yanma gitti. Bir tacir kılığına bürü­nerek huzuruna çıktı ve şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri! Ben İbrahim b. Muhammed'e mal sattım, ama paramı ondan alamadan adamların onu yakaladılar. Eğer uygun görürsen, onunla görüşeyim ve malımı ne yaptığını sorayım, paramı isteyeyim.

- Olur.

Böyle dedikten sonra Mervan, onu bir kölesiyle birlikte zindana, İbrahim b. Muhammed'in yanma gönderdi. İbrahim b. Muhammed'i görür görmez ona şöyle dedi:

- Ey Allah'ın düşmanı! Yakalandıktan sonra paramı bana ödeme­si için kime vasiyette bulundun, söyler misin?

- İbn Harisiye'ye (kardeşim Abdullah es-Seffah'a) vasiyette bu­lundum.

Bu cevabı alır almaz Yaktin, Abbas oğullarının dailerine (propa­gandacılarına) döndü ve İbrahim b. Muhammed'in söylediklerini on­lara bildirdi. Onlar da Seffah'a bey'at ettiler. [43]

 

Hicretin Yüzseksenyedinci Senesi

 

Bu senede Bermekiler Harun Reşid tarafından öldürüldüler. Ha­run Reşid Cafer b. Yahya b. Halid el-Bermekî'yi öldürdü, evlerini yık Eserlerini yok etti. Büyük küçük hepsi kayboldular.

Bunun sebebi hakkında çeşitli rivayetler vardır. İbn Cerir ve di­ğerleri bu rivayetleri nakletmişlerdir. Anlatıldığına göre, Harun Re-|1(*> kendi yanında hapsetmesi için Yahya b. Abdullah b. Hasan'ı Ca-r el-Bermekî'ye teslim etmişti. Yahya da, Cafer'den merhamet dile-ttleye başlamış, nihayet Cafer de onu serbest bırakmıştı. Fadl b. Rebihu durumu Harun Reşid'e ihbar etmiş, Harun Reşid ona: "Yazıklar olsun sana! Benimle Cafer'in arasına girme. Belki de ben farkında ol­madan bu hususta ona emir vermişim de bu nedenle onu salıvermiş­tir. " dedi. Sonra Harun Reşid, bu durumu Cafer'e sordu, Cafer doğru­ladı. Harun ona öfkelendi ve onu öldürmeye yemin etti. Bermekiler'e kızdı, sonra onları Öldürdü. Onlara şiddetle gazaplandı. Halbuki daha önce Bermekiler, onun nazarında insanların en kıymetlileriydiler. En çok sevdiği kimseler idiler.

Cafer ile Fadl'ın anneleri, Harun Reşid'in süt annesiydi. Harun Reşid bunlara; kendilerinden Önceki veya sonraki ekabir ve reislere nasib olmayacak miktarda çok mal ve dünyalık, yüksek payeler ver­mişti. Cafer bir ev yaptırmış, bu eve 20.000.000 dirhem sarfetmişti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Harun Reşid'in onları öl­dürmesinin sebebi şuydu: Harun hangi şehire, hangi bölgeye, hangi kasabaya, hangi çiftliğe, hangi bahçeye rastlarsa mutlaka burası Ca­fer'indir, deniliyordu. Yine başka bir rivayette anlatıldığına göre Ber­mekiler, Harun Reşid'in halifeliğini ortadan kaldırmak ve zındıklığı açığa vurmak istemişlerdi de Harun bu nedenle onları Öldürmüştü.

Başka bir rivayette de anlatıldığına göre Harun Reşid'in kız kar­deşi Abbase nedeniyle Harun onları öldürmüştü. Her ne kadar İbn Cerir bunu anlatmaktaysa da bazı âlimler bunu inkar etmişlerdir.

İbn Cevzî'nin anlattığına göre Harun Reşid'e, Bermekiler'i Öldür­mesinin sebebi sorulduğunda o şu cevabı vermiştir: "Eğer bu sebebi gömleğimin bildiğini anlasam gömleğimi yakarım!"

Cafer, izin almaksızın Harun Reşid'in yanına girerdi. Öyle ki, Ha­run Reşid gözdeleriyle yatağında iken dahi Cafer onun yanına girebi­liyordu. Bu, elbette ki büyük bir şeref ve yüksek bir derece idi. İçki sofrasında Cafer, Harun Reşid'in en yakın arkadaşıydı. Harun Reşid halifeliğinin son günlerinde sarhoş edici içkiler kullanmaya başlamış­tı. Aile efradı arasında en çok sevdiği, kız kardeşi Abbase binti Mehdi   :; idi. Abbase de onun içki sofrasında hazır bulunurdu. Cafer el-Berme-kî de aynı sofrada bulunduğu için Cafer'in Abbase'ye bakmasının he-   lallığım sağlamak amacıyla Abbase'yi Cafer'e nikahladı. Ama Cafer'e, Abbase ile cinsel ilişkide bulunmamasını şart koştu. Harun Reşid ba-   >. zan sofradan kalkar, Cafer ile Abbase'yi sarhoş halde sofra başında bırakırdı. Bir defasında Cafer onunla cinsel ilişkide bulunmuş. Bu ilişki neticesinde Abbase gebe kalmış ve bir erkek çocuk doğurmuş, bu çocuğu cariyelerinden biriyle Mekke'ye göndermiş, bakması için o-rada bir kadının yanına bırakmıştı.

İbn Hallikan'ın anlattığına göre Harun Reşid, kız kardeşi Abba­se'yi Cafer'e nikahlayınca Cafer, Abbase'ye aşırı derecede bir sevgi duymaya başlamıştı. Adeta ona meftun olmuştu. Onu baştan çıkarmaya çalıştı. Abbase ise Harun Reşid'den korktuğu için onun bu iste­ğine olumlu cevap vermedi. Fakat Abbase, Harun Reşid'e bir hile yaptı. Şöyle ki: Cafer'in annesi, her cuma gecesi bakire ve güzel bir cariyeyi Cafer'in odasına bırakırdı. Bir gün Abbase, Cafer'in annesi­ne: "Beni bir cariye kılığında Cafer'in odasına sok." dedi. Cafer'in an­nesi korktu ama Abbase onu tehdit edince isteğini yerine getirdi. Ab­base, cariye kılığında Cafer'in odasına girdiğinde yüzünü ona iyice göstermedi. Cafer onunla cinsel ilişkide bulunduktan sonra Cafer'e şöyle dedi: "Nasıl, hükümdar kızlarının hilesini gördün mü?" Ve o ge­ce hamile kaldı. Bunun üzerine Cafer, annesinin yanma gidip: "Valla­hi, beni ucuza sattın." dedi.

Sonra Cafer'in babası Yahya b. Halid, Harun Reşid ailesinin na­fakasını kısmaya başladı. Öyle ki Zübeyde, bu durumu defalarca Ha­run Reşid'e şikayet etti. Sonradan Abbase'nin sırrı da Harun Reşid'e ifşa edildi. Harun Öfkeden kudurdu, köpürmeye başladı. Abbase, do­ğurduğu çocuğu Mekke'ye gönderdiğini ona bildirince, Harun, o sene bu işi açığa çıkarmak ve tahkik etmek amacıyla hacca gitti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise, cariyelerden biri Abba­se'nin bu durumunu Harun Reşid'e jurnallemiş ve Cafer'le olan cinsel ilişkisini ihbar etmişti. Çocuğunun da Mekke'de bulunduğunu, orada ayrıca bol miktarda para, ziynet ve cariye de bulunduğunu söylemiş­lerdi. Harun Reşid bunu tasdik etmemişti. Nihayet bunu öğrenmek için aynı sene hacca gitti. Orada durumu bütün çıplaklığıyla açığa çı­kardı.

Harun Reşid'in haccettiği bu senede hac emirliğim Yahya b. Ha­lid yapmıştı. O, Ka'be'nin yanında şöyle dua etmeye başlamıştı: "Al­lah'ım! Eğer tüm malımın, çoluk çocuğumun ve aile efradımın benden alınması seni razı edecekse bunu yap. Sadece Fadl'ı bana bırak." Böy­le dedikten sonra Ka'be'nin yanından ayrılmıştı. Mescid-i Haram'ın kapısına vardığında tekrar dönüp şöyle dua etmişti: "Allah'ım, diler­sen Fadl'ı da diğer çocuklarımla beraber al. Yeter ki, sen benden razı ol. Sen razı olursan ben de razıyım. Çocuklarımdan hiçbirini müstes­na kılma."

Harun Reşid hac dönüşünde Hire'ye gitti. Sonra gemiye binerek Enbar'a bağlı Gamr'a gitti. Bu senenin muharrem ayının sonunda cu­martesi gecesi, hadimi Mesrur'u Hamnıad b. Salim Ebu İsmetle bir­likte bir askeri birlikle yola çıkardı. Bunlar, geceleyin Cafer b. Yah­ya'nın etrafını kuşattılar. Hadim Mesrur, sahte tabip Bahtiyeşu ile birlikte şarkıcı Ebu Rikane el-Kelvezanî adındaki a'ma bir adamı da yanına alarak Cafer'in meclisine girdi. Cafer son derece şen, şakrak ve neşeliydi. Ebu Rikane o esnada kendisine şu şarkıyı okuyordu:

"Çok uzak görme, her yiğidin yanına ölüm gelecektir.

Ya gece ya da sabaha karşı gün doğmadan önce ölüm gelir."

Hadim ona dedi ki: "Ey Fadl'ın babası Cafer, işte ölüm geceleyin sana geldi. Halifenin çağrısına uy ve gel."

Cafer kalkıp hadimin ayaklarını öpmeye başladı. Ailesinin yanı­na gidip onlara vasiyetini yapması ve onlarla vedalaşması için kendi­sine izin vermesini rica etti. Ama hadim ona şu karşılığı verdi: "Aile­nin yanına gitmene imkan yok, fakat vasiyetini yap."

Cafer de vasiyetim yaptı. Bütün kölelerini ya da kölelerinden bir grubu azad etti. Harun Reşid'in elçileri gelip bir an evvel yola koyul­masını söylediler ve onu yaka paça dışarı çıkarıp götürdüler. Nihayet Harun Reşid'in bulunduğu yere getirdiler ve eşek bukağısına vurarak hapse attılar. Ona ne yapacaklarını Harun Reşid'e sordular, boynu­nun vurulmasını emretti. Cellat, Cafer'in yanına gidip şöyle dedi:

- Mü'minlerin emiri, senin başını koparmamı ve kendisine götür­memi bana emretti.

- Ey Haşim'in babası, belki de mü'minlerin emiri sarhoştur. Ayıl-dığmda bu yaptığından Ötürü seni kınayabilir.

Cafer'in bu uyarısı üzerine cellat tekrar dönüp Harun Reşid'in yanma gitti ve Harun Reşid'e şöyle dedi:

- Cafer belki de senin başka şeylerle meşgul olduğundan ötürü farkında olmadan bu emri bana vermiş olduğunu söylüyor.

- Ey annesinin bıznnı emen cellat! Haydi git, onun başını kopar ve oana getir!

Cellat ikinci kez Cafer'in yanına gitti. Ama Cafer yine aynı sözü tekrarlayınca cellat, yine Harun Reşid'in yanma döndü. Harun Reşid emrini üçüncü kez tekrarlayıp şöyle dedi:

- Eğer Cafer'in başını bana koparıp getirmezsen Mehdi'nin oğlu olmayayım ki hem senin hem de onun başım koparıp bana getirecek bir celladı görevlendireceğim!

Bunun üzerine cellat, Cafer'in yanına gitti. Başını kesip Harun Reşid'in yanına getirdi ve Önüne bıraktı. Harun Reşid, aynı gecede adamlarını Bağdat'ta ve diğer şehirlerde bulunan Bermekiler'e gön­derdi. Hatta yollardaki Bermekiler'i de yakalattı. Hepsim muhafaza altına alırdı. Bermekiler'den kurtulan hiçbiri olmadı. Yahya b. Halid, kendi evinde gözetim altına alındı. Fadl b. Yahya, başka bir menzile gönderildi. Sahip oldukları bütün servetler ellerinden alındı.

Harun Reşid, Cafer'in başını ve gövdesini asmaları için göndere Başı, yüksek köprünün yanında asıldı, gövdesi ikiye bölündü. Yan:-aşağı köprünün yanma, diğer yarısı ise başka bir köprünün yata; asıldı. Bundan sonra da yakıldı.       

Bağdat'ta; "Bermekiler'e ve onları barındıranlara eman yoktur. Muhammed b. Yahya b. Halid bundan müstesnadır. Çünkü o, rfeye samimi davranmıştır." diye duyuru yapıldı.

^a Cafer'in arkadaşı ve zındıklıkla itham edilen Enes b. Ebi Şeyh, Reşid'in huzuruna getirildi. Onunla Harun Reşid karşılıklı ko-tu Sonra Harun Reşid, yatağının altından bir kılıç çıkardı ve bu n i  la onun boynunun vurulmasını emretti. Harun Reşid, bundan ön-10 Enes'in öldürülmesiyle ilgili olarak şu şiiri okudu:

Kç Enes'e olan özlemiyle zevk aldı. Kılıç göz atar, kaderler ise onu beklerler."

Enes'in boynu vuruldu. Kılıç vücuduna değer değmez kan fışkır-dı Harun Reşid: "Abdullah b. Musaba Allah rahmet etsin." dedi. Bu kılıç ondan kendisine miras kalmıştı. Çünkü insanların anlattıkları­na göre bu kılıç Zübeyr b. Avvam'a aitti.

Sonra zindanlar, Bermekikrle dolup ta^ti. Bütün malları müsa­dere edildi. Ellerindeki nimetler yok oldu.

Harun Reşid, Cafer'i, akşamleyin öldürtmüştü. Öldürtmeden ön­ce, ikisi birlikte bineklerine binerek sabahleyin ava çıkmışlardı. Yan­larında veliahdlar yoktu, başbaşa kakmalardı. Cafer'e izzet ve ikram­da bulundu. Akşam olunca Harun lieçid oaunla vedalaştı ve onu bağ­rına basıp şöyle dedi: "Eğer bu gece karılarımla başbaşa kalacak ol­masaydım senden ayrılmazdım. Haydi evine git, içkini iç, neşelen. Rahat yaşa ki, benim gibi olasın.'B^n ve son lozzeUa eşit olalım." Ca­fer de ona şu karşılığı verdi: "Ey mü'minleıin emiri! Vallahi seninle olmadan ben bu çilingir sofrasını kurmak istemiyorum.1' Harun Reşid ona: "Hayır, mutlaka evine git." deyince Caför evine döndü. Gecenin bir kısmı geçer geçmez basma o ceza ve felaket geldi. Nitekim bunu önceki kısımlarda da anlatmıştık.

Bu hadise, bu senenin muharrem ayının son gecesi olan cumarte­si gecesinde meydana gelmişti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre u hadise bu senenin safer ayının ilk gecesinde meydana gelmiştir. Sürüldüğü sırada Cafer otuzyedi yaşındaydı.

- Oğlunun ölüm haberi Yahya b. Halid'e ulaştırıldığında: "Allah da run Reşid'in oğlunu öldürsün" diye cevap verdi Ona: "Harun se Reşid'in oğlunu öldürsün." diye cevap verdi. Ona: "Harun se-n evini yıktı." denildiğinde: "Allah da onun evlerini yıksın." diye ce-vaP verdi.

Kın   ı  S^dıgjöia göre Yahya b. Halid, evlerinin perdelerinin yırtıldı-

SafrrnEklerindeki mahremiyetin çiğnendiğini, evlerindeki eşyaların

Öa    a!aBfliğını gördüğünde: "Kıyamet işte böyle kopar!" demiştir.

a gelert bu felaketlerden ötürü arkadaşlarından biri kendisine teselli mektubu yazmıştı. Kendisi de onun mektubuna yazdığı ceva ta şöyle demişti:

"Biz Allah'ın hükmüne razıyız. Onun bizim hakkımızda tercih   t tiği hükmü biliyoruz. Allah, kulları ancak günahlarından sorumlu t tar. Allah kullara zulmedici değildir ve onun bağışlayacağı şeyler d ha çoktur. Hamd Allah'adır."

Şairler, Bermekiler'in başına gelen bu felaketler için birçok ağıt yakmışlardı. Bu ağıtlardan biri Rakkaşî'nin (veya Ebu Nüvas'ın) asa ğıdaki ağıtıdır:

"İşte şimdi biz rahata kavuştuk. Bineklerimiz de dinlendi. Yüksek sesle bağırıp çağıran yakalandı. Bineklere de ki; artık geceleyin yürümekten kurtuldunuz. Çölleri peşpeşe kat etmekten, sahralara düşmekten de emin oldu-

nuz.

Ölümlere de ki; artık sen Cafer'i ele geçirdin. Ondan sonra hiçbir lideri ele geçiremeyeceksin. Bağışlara de ki; Fadl'dan sonra artık durdurulacaksın. Musibetlere de de ki; artık sen her gün yenileneceksin. Senden bir kılıç Bermekiler'e ulaştı ki, o keskindir. Haşimilerin keskin kılıcıyla Cafer vuruldu."

Rakkası, darağacma asılı Cafer'e bakıp şöyle demişti:

"Vallahi, jurnalcılarm korkusu ve halifenin kapanmayan gözleri (casusları) olmasaydı;

Senin şu sehpanın çevresinde tavaf eder ve şu asılı olduğun ağacı öperdik.

Tıpkı insanların Hacer-i Esved'i Öptükleri gibi.

Ey Yahya'nın oğlu Cafer, senden önce görmedim.

Bir kılıcı ki, kılıçlar onu vurdu.

Dünyanın tümüne ve Bermek ailesinin iktidarına selam olsun.'

Harun Reşid, Rakkaşî'yi huzuruna çağırtıp ona şöyle dedi:

- Cafer, her sene sana ne kadar para verirdi?

- O bana 1.000 dinar verirdi.

Harun Reşid, ona 2.000 dinar verilmesini emretti.

Zübeyr b. Bekkar, amcası Mus'ab ez-Zübeyrî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

«Harun Reşid, Cafer'i öldürttüğü zaman kadının biri güzel bir merkebe binmiş ve fasih bir lisanla şöyle demişti: "Allah'a yemin ede­rim ki ey Cafer, her ne kadar bugün bir ibret haline gelmişsen de dana önce sen iyiliklerde zirveye ulaşmıştın." Böyle dedikten sonra şu jirİ okumaya başladı:

"Kılıcın Cafer'in vücuduna değdiğini gördüğümde, halifenin mü-nactisi Yahya ailesine yüksek sesle bağırmıştı.

İşte o zaman dünyaya ağladım ve şunu anladım ki;

Seçkin yiğitler bir gün mutlaka dünyadan ayrılacaklardır.

Bu, nimet sahiplerine verilen bir dünyalık ve devlettir. Peşpeşe gelir, nöbetleşedir. Belalar bunun ardısıra gelir.

Kişi bu yüksek mertebelere ulaştıktan ve iktidara erdikten sonra,

Bir gün son derece aşağılara düşürülür."

Kadın böyle dedikten sonra merkebini sürdü ve çekip gitti. Sanki eseri kalmayan bir rüzgardı. Nereye gittiği de bilinemedi.»

İbn Cevzî'nin anlattığına göre Cafer'in Fetine adında şarkıcı bir cariyesi vardı. Bu cariyenin dünyada bir eşi daha yoktu. Cafer, bunu ve beraberindeki hizmetçilerini 100.000 dinara satın almıştı. Harun Reşid bu şarkıcı cariyeyi ondan istemiş, ama o, bunu vermek isteme­mişti.

Harun Reşid, Cafer'i öldürttükten sonra bu cariyeyi yanma aldı. Bir gece içki meclisinde hazır bulundurdu. Meclisinde diğer arkadaş­ları ve sohbetçileri de vardı. Fetine'nin yanındaki şarkıcı cariyelere birer şarkı okumalarını emretti. Herbiri birer şarkı okudu. Sıra Feti-ne'ye gelmişti. Harun ona da bir şarkı okumasını emredince gözyaşını sildi ve: "Lider Cafer'den sonra mı şarkı okuyacağım! Hayır, okuma­yacağım." dedi. Harun ona çok öfkelendi. Meclisindeki arkadaşların­dan birine bu cariyeyi alıp götürmesini emretti ve kendisine hediye ettiğini söyledi. Arkadaşı cariyeyi alıp götürürken Harun ona gizlice: "Sakın onunla cinsel ilişkide bulunmayasm." diye tenbih etti. Arka­daşı da bu cariyeyi kendisine vermekle cariyenin onurunu kırmak is­tediğini anladı.

Bir süre sonra arkadaşı cariye Fetine'yi tekrar Harun'un huzuru­na getirdi. Harun ondan memnunmuş gibi bir intiba sergiledi. Fetine adındaki bu cariyeye bir şarkı okumasını emredince Fetine okumadı. Gözyaşları boşaldı ve: "Lider Cafer'den sonra mı şarkı okuyacağım? Hayır, okumayacağım." dedi. Harun bu defa öncekine nisbetle daha Çok öfkelendi ve: "Getirin postu ve kılıcı!" diye emir verdi. Cellat gel­di, Fetine'nin yanı başında durdu. Harun Reşid ona: "Sana üç kez ettur verdiğimde ve üç parmağımı yumduğumda şunun boynunu vur!" dedi. Bundan sonra da Fetine'ye: "Haydi, şarkı oku!" dedi. Fetine ağ-*ayıp: "Lider Cafer'den sonra mı şarkı okuyacağım? Hayır, okumaya-Cağım." dedi. Harun Reşid serçe parmağını yumdu. Sonra ikinci kez

Fetine'ye şarkı okumasını emretti, yine okumadı. Bu defa yüzük mağını yumdu. Mecliste bulunanlar sarsıldılar, çok korktular. ne'ye dönüp, kendisini Ölümden kurtarması için şarkı okumasını r' * ettiler. Halifenin buyruğunu yerine getirmesini ısrarla istediler So ^ ra Harun Reşid üçüncü kez Fetine'ye emir verdi. O da istemeye^ şarkı okumaya başladı:

"Dünyanın fersude olduğunu gördüğümde; Anladım ki artık nimetler geri dönmeyecek."

Bu şarkıyı okumaya başlayınca Harun Reşid onun üzerine atıldı Udu elinden alıp yüzüne ve başına vurup kırdı ve parçaladı. Feti-ne'nin başından kanlar akmaya başladı. Etrafındaki cariyeler sağa sola kaçışmaya başladılar. Nihayet Fetine'yi Harun'un huzurundan alıp götürdüler. Üç gün sonra da vefat etti.

Rivayet olunduğuna göre Harun Reşid şöyle dermiş: "Beni, Ber-mekiler'e karşı kışkırtana Allah lanet etsin. Onlardan sonra artık ne lezzet gördüm, ne rahat buldum, ne de ümidim kaldı. Allah'tan ister­dim ki, ömrümün ve hükümdarlığımın yansım alsaydı da Bermeki-ler'i kendi hallerine bıraksaydım."

İbn Hallikan'm anlattığına göre Cafer, bir adamdan 40.000 dina­ra bir cariye satın almış, satın alırken cariye satıcısına dönüp şöyle demiş: "Benimle arandaki ahdi unutma. Sakın benim bedelimi yeme-yesin." Cariyenin böyle demesi üzerine efendisi ağlamış ve: "Şahid olun, bu cariye hürdür. Ben bununla evlenmişim." dedi. Cafer de: "Ey burada bulunanlar, siz de şahit olun ki ben cariyeyi efendisine geri verdim ve ödediğim para da onların olsun." dedi. Cafer, bir valiye şu mealde bir mektup yazmıştı: "İmdi şikayetçilerin çoğaldı. Teşekkür edenlerin azaldı. Ya ada­letli olursun, ya da görevden alınırsın."

Cafer'in, Harun Reşid'in keder ve üzüntüsünü gidermek için yap­tığı şakaların en güzeli şudur: Bir defasında Yahudi bir müneccim Harun Reşid'in yanına gitmiş ve Harun Reşid'e, bu senede öleceğim bildirmişti. Bunun üzerine Harun Reşid çok kederlenmiş ve üzülmüş­tü. Cafer bir süre sonra yanma geldiğinde Harun Reşid'in üzüntülü olduğunu görmüş, "Ne haber?" diye sormuştu. Harun Reşid de Yahu-dinin sözlerini ona aktarmış ve bu nedenle üzüntülü olduğunu bildir­mişti. Bunun üzerine Cafer, Yahudi müneccimi çağırarak ona: "Senin ne kadar ömrün kalmıştır?" diye sormuş. Yahudi müneccim de uzun bir süre daha yaşayacağını söylemişti. Bunun üzerine Cafer: "Ey mü'minlerin emiri, şunu öldür ki uzun bir süre daha yaşayacağın^ dair söylediği sözün yalan olduğunu anlayasm." demişti. Harun Re§ıd de Yahudinin öldürülmesini görevlilere emretti ve Cafer'in bu yaptı­ğına memnun oldu.

Bernıekiler'in öldürülmesinden sonra İbrahim b. Osman b. Nü-heyk, halife Harun Reşid'i öldürmeye kasdetti. Çünkü Bermekiler'in başına gelen felakete, özellikle Cafer'in Öldürülmesine çok üzülmüş­tü Onlar için çok ağlıyordu. Daha sonra ağlamaktan vazgeçip onların intikamını almaya niyetlendi. Kendi evinde içki içerken cariyesine: "Kılıcımı getir." der, kılıcı getirilince kınından çıkarır, sonra: "Vallahi Cafer'in katilini öldüreceğim." derdi. Bu sözü çok defa tekrarladı.

Oğlu Osman, halifenin bu durumdan haberdar olmasından ve bu nedenle kendi ailelerini baştan sona öldürmesinden korktu, ama ba­basının da bu tavrından vazgeçmeyeceğini anladı. Fadl b. Rebi'in ya­nma gidip durumu ona anlattı. Fadl da gidip halifeye aktardı. Halife Harun, onu çağırtıp: "Senin bu söylediğini doğrulayacak başka şahi­din var mı?" diye sordu. O da: "Falan hizmetçi şahidimdir." dedi. Hiz­metçi gelip şahidlik yapınca Harun Reşid şöyle dedi: "Büyük bir ko­mutan, sadece bir köle ve testisi buruk hizmetçinin şahitliğiyle öldü­rülemez. Belki bu ikisi ona karşı bir ittifakta bulunmuşlardır."

Harun Reşid,, İbrahim b, Osman b. Nüheyk'i yanına çağırdı. İçki sofrası kurdurdu. Onunla başbaşa sofraya oturdu. Ona şöyle dedi:

- Bak hele sen ey İbrahim! Benim bir sırrım var, onu sana açıkla­mak istiyorum. Bu sır gece gündüz rahatımı kaçırıyor.

- O sır nedir ey mü'minlerin emiri?

- Ben Bermekiler'i öldürdüğüme pişman oldum. Keşke hüküm­darlığımın yarısı, ömrümün de yarısı gitseydi de onlara bu haksızlığı yapmasaydım. Çünkü onları Öldürdükten sonra artık ne lezzet gör­düm, ne de rahat buldum.

- Allah Cafer'e rahmet etsin.

Böyle dedikten sonra ağladı ve sözünü şöyle sürdürdü:

- Allah'a yemin ederim ki ey efendim, sen Cafer'i öldürmekle ha­ta ettin!

- Kalk, Allah sana lanet etsin!

Böyle dedikten sonra İbrahim b. Osman'ı hapsetti. Üç gün sonra da Öldürttü. Ama çoluk çocuğuna ilişmedi.

Bu senede Harun Reşid, halifeliği elde etmek istediğine dair haberlerini duyunca Abdülmelik b. Salih'e gazaplandı. Hapisteki Ber-inekiler'den yana olduğunu duyunca daha da gazaplandı. Sonra onu zindana attırdı. Harun Reşid ölünceye kadar Abdülmelik zindanda kaldı. Emin, halifeliğe geçince, onu zindandan çıkardı ve Şam valili­ğine atadı.

Bu senede Şam'da Mudarlılarla Nizarlılar arasında asabiyet sa­vaşı başladı. Harun Reşid bunların üzerine Muhammed b. Mansur b. Ziyad'ı gönderdi ve bu iki kabileyi barıştırdı.

Bu senede Masisa'da büyük bir deprem oldu. Masisa'mn bazı sur­ları yıkıldı, suları kurudu. Bu hadise gecenin bir saatinde meydana gelmişti.

Bu senede Harun Reşid, oğlu Kasım'ı Anadolu gazasına gönderdi Onu bu işe vakfetti ve bunu kendisi için bir sevap vesilesi yaptı. Ava-sıma tayin etti. O da Bizans'a gidip onları kuşatma altına aldı. Bi. zanslılar, esirlerinden bazısını kurtarmak için fidye verdiler ve Ka­sım in geri dönmesini istediler. Harun Reşid, bu isteklerini kabul etti

Bu senede Bizanslılar, daha önce Harun Reşid'le Bizans impara-toriçesi İrene arasında yapılmış olan barış antlaşmasını bozdular Çünkü Bizanslılar, İrene'yi başlarından atıp yerine Alikoforos'u im­parator yapmışlardı. Bu, yiğit bir adamdı. Alicefne sülalesinden oldu­ğu da söylenir. Bunlar irene'yi başlarından atıp gözlerine mil çekmiş­lerdi. Yeni imparator Nikoforos, Harun Reşid'e şöyle bir mektup yaz­mıştı:

"Bizans imparatoru Nikaforos'tan Arapların hükümdarı Harun'a: İmdi, benden önceki imparatoriçe seni satrançtaki vezir yerine, kendini de piyon yerine koymuştur. Aslında senin vermen gereken mallan kendisi sana göndermiştir. Bu da kadınların zaaf ve beyinsiz-liğindendir. Bu mektubumu okuduğunda onun sana göndermiş oldu­ğu malları bana iade et ve kendin için de fidye öde. Aksi takdirde ara­mızda kılıç konuşacaktır."

Harun Reşid, bu mektubu okuyunca çok öfkelendi. Öyle ki, yanın­da bulunanlardan hiç kimse onun yüzüne bakamadı, onunla konuşa­madı. Öfkesinden ötürü kendisine bir zarar gelmesinden korkan ar­kadaşları onun için korktular. Sonra Harun Reşid bir okka ve kalem getirilmesini emretti. Mektubun üzerine şu ibareyi yazdı: "Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla. Mü'minlerin emiri Harun'dan Bizans köpeği Nikoforos'a! Ey kafir kadının oğlu! Senin mektubunu okudum. Cevabını dinle­meyeceksin, bizzat göreceksin vesselam."

Bundan sonra hemen harekete geçip yola koyuldu. Hirakl kapısı­na vardı, kapıyı açtı. Bizans imparatorunun kızını esir olarak aldı. Bol miktarda ganimet elde etti, yakıp yıktı. Nikoforos'a gelince, o da her sene Harun Reşid'e belli miktarda haraç vermek şartıyla ateşkes talebinde bulundu. Harun Reşid onun bu talebini kabul etti.

Bu gaza dönüşünde Müslümanların ordusu Rakka'ya vardığında, kafir Nikoforos aralarındaki antlaşmayı bozdu. Ahde hıyanet etti-Ama kış iyiden iyiye bastırmış ve soğuklar şiddetlenmişti. Kışın şid­detinden korktukları için hiç kimse bu haberi gelip Harun Reşid e ulaştıranla di. Nihayet kış mevsimi sona erdi. Ancak bundan sonra unıu kendisine ilettiler.

Bu senede Abdullah b. Abbas b. Muhammed b. Ali, insanlara hac­cettirdi. [44]

 

Hicretin Yüzseksenyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Cafer B.Yahya

 

Cafer b. Yahya b. Halid b. Bermek, Ebü'1-Fadl el-Bermekî. Vezir­di babası da vezirdi. Harun Reşid onu Şam'a ve diğer beldelere tayin etti. Havran'da Kays ve Yemenliler arasında aşiret davası başlayıp fitne koptuğu zaman, Harun Reşid onu Şam'a göndermişti. Bu, İslâm ülkesinde Kayslılarla Yemenliler arasında çıkan ilk fitne ateşi olmuş­tu. Bu ateş, cahiliyet zamanında söndürülmüştü. Fakat bu iki kabile, bu sırada bu ateşi yeniden eşip alevlendirdi. Cafer, ordusuyla Şam'a geldiğinde fitne ateşini söndürdü. Sevinç ve ferah ortaya çıktı. Bu ko­nuda güzel şiirler söylendi. İbn Asakir, Cafer b. Yahya'nın biyografi­sini kendi tarihinde anlatırken bu şiirlerden birini Örnek olarak gös­termiştir:

"Şam'da fitne ateşi tutuşturuldu.

İşte şu Şam'ın zamanıdır, ateşi küllenecektir.

Bermek ailesinin denizinin dalgası koşup,

Buraya geldiğinde fitne ateşinin alevleri ve kıvılcımları söndürül­dü.

Mü'minlerin emiri Harun, bu fitne ateşine Cafer'i görevlendirdi ki söndürsün.

işte onun sayesinde fitne çatlakları onarıldı ve fitne yok edildi.

O, iyilik ve takvası ümid edilen hükümdardır.

Hücumlarına karşı kılıçlar direnemez."

Bu, uzun bir kasidedir.

Cafer b. Yahya; fesahat, belagat, zeka ve aşırı bir cömertlik sahi-toydi. Babası onu, Kadı Ebu Yusuf un yanına vermişti. Onun yanında *ıkıh Öğrendi. Böylece Harun Reşid'in gözüne girdi. Bir gece Harun ^id'    huzurunda binden fazla imza attı. Bu imzaladığı hükümler-

 iri fıkha aykırı değildi.

Cafer b. Yahya; babasından, katip Abdülhamid'ten, Abdülmelik  rvan'dan, vahiy katibi Zeyd b. Sabit'ten hadisler rivayet etmiş-

Rasûlullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

«Bismillahirrahmanirrahim ibaresini yazdığın zaman bundaki si ni iyice beyan et.»

Amr b. Bahr el-Cahiz, Cafer b. Yahya'nın Harun Reşid'e şöyle de­diğini rivayet etmiştir:                                   '

«Ey mü'minlerin emiri, babam Yahya bana şöyle demişti: "Dünya sana yönelse de fakir fukaraya ver. Dünya sana sırt çevirse de fakir fukaraya ver. Çünkü dünya kalıcı değildir."

Babam bana şu şiiri de okumuştu:

"Dünya sana yöneldiği zaman cimrilik yapma. Aşırı harcamalar ve israflar dünyalığı eksiltmez. Dünya senden yüz çevirse de daha fazla cömert olman gerekir. O senden yüz çevirip gittiğinde hamdedersen, verdiğin malların yeri dolar."»

Hatib Bağdadî dedi ki: Cafer, kadri yüce kimselerden ve emri ge­çerli emirlerdendi. Mertebesi yüksekti. Harun Reşid'in yanında o ka­dar yüksek payelere ermişti ki, onun dengi yoktu, yüksekliğinde or-taksızdı. Müsamahakardı, güler yüzlüydü. Cömertliğine, bağışının fazlalığına gelince bunu anlatmaya gerek görmüyoruz. Çünkü bu alanda da çok tanınmış ve meşhur bir kimseydi. Fesahat ve belagatta namlı insanlardandı.

İbn Asakir'in rivayetine göre; Abbas b. Muhammed'in hacibi Mü­hezzeb, sıkıntıya maruz kalmış, borçlanmış. Alacaklıları onu sıkıştır­mışlar ve borcunu ödemesini istemişler. Yanında da 1.000.000 dinar değerinde mücevherlerle süslü bir zembil varmış. Bu zembili alıp Ca­fer'e götürmüş, durumunu arzetmiş. Alacaklıların kendisini sıkıştır­dıklarını ve bu zembilden başka bir malı bulunmadığını söylemiş. Ca­fer b. Yahya da ona: "Bu zembili 1.000.000 dinara senden satın al­dım." demiş. Parayı vermiş ve zembili ondan teslim almıştı. Bu hadi­se geceleyin cereyan etmişti. Sonra 1.000.000 dinarı Mühezzeb'in evi­ne götürmesi için bir adama vermiş, Mühezzeb'i ise gece sohbetine alıkoyup yanında oturtmuştu. Mühezzeb evine döndüğünde zembilin kendisinden önce evine gittiğini görmüştü.

Sabah olunca da teşekkür için Cafer'in evine dönmüş. Onu karde­şi Fadl ile birlikte Harun Reşid'in yanma girmek üzere izin almak için kapıda beklerlerken görmüştü. Cafer ona şöyle demişti: "Duru­munu kardeşim Fadl'a anlattım, o da sana 1.000.000 dinar verilmesi­ni görevlilere emretti. Öyle sanıyorum ki bu para senden önce evine gidecektir. Senin durumunu halifeye de anlatacağım." Böyle dedikten sonra Cafer ve kardeşi Fadl, halife Harun'un huzuruna girdiler. M*1 hezzeb'in durumunu ve borç altında ezildiğini anlattılar. Bunun üze Harun Reşid ona 300.000 dinar verilmesini emretti.

Cafer, bir gece arkadaşlarıyla sohbet halindeyken domuzlan böce­ği geldi ve meclisteki arkadaşlarından birinin elbisesine tırmanarak üzerine çıktı. Cafer, domuzlan böceğini alıp attı ve: "İnsanlar derler İd: Bir kimsenin üzerine domuzlan böceği çıkarsa ona bir miktar para ulaşacaktır." dedi ve o adama 1.000 dinar verilmesini emretti. Sonra domuzlan böceği tekrar gelip aynı adamın üzerine tırmanınca Cafer aynı adama 1.000 dinar daha verilmesini emretti.

Cafer b. Yahya, bir defasında Harun Reşid'le hacca gitmişti; Me­dine'de iken arkadaşlarından birine: "Burada son derece güzel, se­vimli ve sevişmesini iyi bilen bir cariye satın almak istiyorum." dedi. Arkadaşı da araştırdı. Onun istediği evsafta bir cariye buldu. Efendi­si -Cafer'in gelip görmesi şartıyla- cariye için çok yüksek bir meblağ istedi. Neticede Cafer, cariyenin bulunduğu eve gitti, görünce çok be­ğendi. Cariye ona bir şarkı okuyunca daha da beğendi. Bundan sonra efendisi, Cafer'le pazarlığa girişti. Cafer ona şöyle dedi: "Bir miktar para getirdik. Kabul ediyorsan alalım, yoksa daha da artıralım." Efendisi dönüp cariyeye şöyle dedi: "Şimdiye kadar yanımda her tür­lü nimete sahiptin ve yanımda zevk ve safa içindeydin. Ama duru­mum kötüleşti, sıkıntıya düştüm. Seni şu melike satmak istiyorum ki bundan sonra da eski günlerin gibi rahat yaşantını sürdüresin."

Cariye, efendisine şu cevabı verdi: "Allah'a yemin ederim ki ey efendim, senin benden elde ettiğin şeyi ben senden elde etmiş olsay­dım seni dünyaya ve dünya malına satmazdım. Hani bana vermiş ol­duğun söz? Beni satmayacaktın ve satış bedelimi yemeyecektin."

Cariyenin bu dokunaklı ifadeleri karşısında efendisi, Cafer'e ve arkadaşlarına: "Şahid olun, bu cariye Allah rızası için artık hürdür ve ben onu zevce edindim." dedi. Onun bu cevabı karşısında Cafer ve ar­kadaşları kalkıp gittiler. Arkadaşları, bu malları alıp geri götürmesi­ni hammala emrettiler. Fakat Cafer: "Hayır, vallahi bu paralar ve inallar benimle birlikte gelmeyecektir." dedi. Sonra da cariyenin efen­disine şöyle dedi: "Bu paraları ve malları sana verdim. Götür, bunları ailene harca." Böyle dedikten sonra paraları ve malları o evde bırakıp gitti.

Yine de Cafer, kardeşi Fadl'a göre biraz cimriydi. Şu da var ki , ondan daha zengindi. İbn Asakir'in rivayetine göre Cafer öldü­rüldüğü zaman bir çömleğinde 1.000 dinar bulmuşlardı. Bu dinarlar­dan her biri 100 dinar ağır İlgındaydı. Dinarlardan herbirinin üzerin­de de Cafer yazılıydı.

"Hükümdar evinin darphanesinde vurulan san dinarlar. Üzerlerinde Cafer adı parıldar.

Her biri yüz dinardan daha ağırdır. Birini bir yoksula verirsen zengin olur."

Ahnıed b. Mualla er-Raviye dedi ki: Latife'nin cariyesi Anan, Ca­fer'e bir mektup yazarak, babası Yahya'yı Harun Reşid'in yanına gön­dermesini ve Harun Reşid'ten, kendisini satın alması için tavsiyede bulunmasını istemişti. Ayrıca, Cafer hakkında yazmış olduğu şu be­yitleri de mektubuna eklemişti:

"Ey cahilliğinden ötürü beni kınayan, kınamadan geri durma.

Kişi aşkin sıcaklığına dayanır.

Ben bu heva şarabını katıksız içtiğimde su katmam için bana ıs­rarda bulunma.

Çünkü su karıştırılarak içilen heva şarabı insanı sarhoş eder.

Aşk beni kuşattı, arkamda aşk denizi vardır.

Önümde ise aşk denizleri vardır.

Aşk bayrakları üzerimde, altımda, çevremde, her tarafımda dal­galanırlar.

Çevremde aşk askerleri vardır.

Aşkım dolayısıyla beni kınayanlar beni az da kınasalar çok da kı-nasalar aynıdır.

Sen ey hayırların Cafer'i,

Bermek ailesinin en seçkinisin.

Vasfeden kimseler sendeki faziletleri vasfetmeye muktedir ola­mazlar.

Kendi amaçları için mal biriktiren kimse başarılı olamaz. Cafer'in amaçları daha çoktur.

Hükümdarlığın dibacesi onun yüzünde okunur.

Onun ellerinde sağanak şeklinde yağan cömertlik suları vardır.

Ellerinden üzerimize sürekli olarak çil çil altınlar yağmur gibi yağdılar.

Eğer elini büyük bir kayaya sürse,

O kayadan parlak yeşil yapraklar çıkar.

Yiğit adam, bağışta bulunmaya, malım savurmaya karşı sabırlı olamazsa,

O yiğit, şerefini tamamlayamaz.

Hükümdarlık tacı onun üzerinde iftiharla titreşir.

Minberler onun ayakları altında sarsılır ve güzelleşir.

Dolunay ortaya çıktığında onu andırır.

Yüzündeki parlaklık çiçek gibi ışık saçar.

Allah'a yemin ederim ki bilemiyorum, karanlıkların dolunayı nu onun yüzündedir, yoksa onun yüzü daha mı nurludur?

Ziyaretçilerin senden cömertlik yağmurunu bekler. Sen de ziyaretçilerine müjdeler verirsin."

Cariye, bu beyitlerin altına kendi ihtiyacını da yazmıştı. Bu mek-hu alır almaz Cafer, babasının yanına gitti. Onu Harun Reşid'in nına gönderdi. Babası da Harun Reşid'e, cariye Anan'ı satın alma-^ m tavsiye etti. Ama Harun: "Vallahi, onu satın almam." dedi.

Sairler, cariye Anan hakkında çok şiirler söylemişlerdi. Böylece durumu herkes tarafından öğrenilmiş oldu. Şöhrete kavuştu. Şair Ebu Nüvas, Anan hakkında şöyle demişti:

"Cariye Anan'ı ancak zinakar kadının oğlu. Ya da ne olduğu belirsiz kaltabanlar satın alır."

Sümame b. Eşres dedi ki: Bir gece Cafer b. Yahya b. Halid'le aynı, odada yattım. Bir ara panik içinde ağlayarak uykudan uyandı. Ken­disine: "Neyin var, ne oldu?" diye sorunca şu cevabı verdi: Yaşlı bir adam gelip şu kapının iki tarafından tuttu ve şöyle dedi:

"Sanki Hacun ile Safa tepesi arasında hiçbir dost ve arkadaş yok. Ve Mekke şehrinde gece sohbeti yapan kimseler yok."

Ben de kendisine şu cevabı verdim:

"Hayır, senin dediğin gibi değil. Biz Mekke halkı idik, ama gecele­rin geçmesi ve çok sayıdaki dedeler bizi helak ettiler."

Sümame dedi ki: Ertesi gece olunca Harun Reşid, Cafer'i öldürt­tü. Başım köprünün yanında bir sütunun başına dikti. Sonra kendisi çıkıp o sütun üzerindeki kesik başa baktı. Biraz düşündü sonra şu şii­ri okumaya başladı:

"Zaman daha önce sana verdiği borcu şimdi senden tahsil etti. Sade ve rahat yaşantım bulandırdı.

Gururlanma. Çünkü zaman, birleştirdiği şeyleri mutlaka ayıra­caktır."

Ben de Cafer'in kesik başına bakıp şöyle dedim: "Bugün her ne ar bir ibret haline gelmişsen de daha önce cömertlik ve âlicenâb-a zirvede idin." Ben böyle deyince Harun Reşid bana baktı. Tıpkı cuina geçecek bir deve gibiydi. Sonra şu şiiri okudu:

"Âlemin Cafer'de gördüğü ve beğendiği faaliyet ve icraatlar bizini sayemizde gerçekleşmiştir.

Eğer bizler olmasaydık Cafer'in babasının ve bütün Bermekiler'in icraatları gerçekleşemezdi."

Böyle dedikten sonra atının yüzünü başka tarafa yöneltti ve ora­dan ayrılıp gitti.

Cafer b. Yahya, hicri 187. senenin safer ayının başında cumartesi gecesinde öldürüldü. Öldürüldüğünde otuzyedi yaşındaydı. Onyedi sene müddetle vezirlik yaptı.

Cafer'in annesi Abbade, bir kurban bayramı gününde ısınabilmek için insanlardan bir koyun postu istedi. Kendilerinden bu postu dilen­diği kimseler, ona daha önce sahip olduğu nimetleri sordular. O da şu cevabı verdi: "Bir zamanlar böyle bir bayram gününde ben sabaha vardığımda etrafımda 400 cariye vardı ve oğlum Cafer, bana asi ol­muş, diyordum."

Hatib Bağdadî'nin rivayetine göre Süfyan b. Uyeyne, Cafer b. Yahya'nın Harun Reşid tarafından öldürüldüğünü ve diğer Bermeki­ler'in musibete uğradıklarını duyduklarında kıbleye yönelerek şöyle demiş: "Allah'ım, Cafer benim dünyadaki ihtiyaçlarımı gidermişti. Sen de onun ahiretteki ihtiyaçlarını gider." [45]

 

Garip Bir Hikaye

 

îbn Cevzî'nin, "el-Muntazam" adındaki eserinde anlattığına göre; Me'mun, bir adamın her gün Bermekiler'in mezarlığına gittiğini ve orada Bermekiler için ağlayıp figan ettiğini duymuştu. Bunu duyar duymaz o adamı bulup getirmeleri için görevlileri harekete geçirmiş, görevliler de gidip onu getirmişlerdi. Adam, halife Me'mun'un huzu­runa gelirken yaşamaktan ümidini kesmişti. Halife Me'mun ona şöy­le dedi:

- Yazıklar olsun ^ana! Böyle yapmana sebep nedir?

- Ey mü'minlerî;; emiri, Bermekiier bana çok iyilikte bulundular.

- Sana yaptıkla;; iyilik neydi?

- Ben, Şamlı Münzir b. Muğire yim.. Daha önce Şam'da büyük bir servet sahibiydim. Bolluk içinde yaşıyordum, ama servetimi kaybet­tim. Evimi satmak mecburiyetinde kaldın)., hiçbir şeyim kalmadı. Ar­kadaşlarımdan biri Bağdat'ta bulunan Berm'ekHer'İD yanına gitmemi tavsiye etti. Ben de eve döndüir:.-Çoluk çocuğumu toplayıp Bağdat yo­luna koyuldum. Yanımda yirn^dep fazld kudın b-alrmavordu. Bağ­dat'a varınca onları terkedilmiş bir menide bıraktım. Sonra namazı­mı kılayım diye cemaat olan bh menide yöneldim

övle bir cemaatla karşılaştım ki, onlardan daha güzel yüzlü kimse nemiştim. Yanlarında oturdum. Çoluk çocuğuma azık isteye-için cemaata ne söyleyeceğimi düşünmeye başladım. Ama di-

inek  ç kmekten utandığım için birşey söyleyemiyordum.

Ben o halde iken bir hizmetçi camiye geldi. Cemaatı düğüne da-+ etti. Hepsi kalktılar. Ben de onlarla birlikte kalktım. Mescid dışı-Ve çıkıp yola koyulduk. Büyük bir eve vardık. O evde vezir Yahya b. ttalid oturmakta imiş. Cemaat onun çevresine oturdu. Vezir Yahya, Aişe'yi amcası oğluna nikahladı. Misk ve anber saçıldı. Sonra hizmetçiler davetlilerden herbirine, içinde  1.000 dinar bulunan birer mimüş tepsi getirip sundular. Ayrıca misk saçan birer şişe de verdi­ler Davetliler bu armağanları alıp kalktılar. Ama ben orada oturma-devam ettim. Hizmetçilerin önüme bıraktıkları altınlarla dolu gü­müş tepsi de duruyordu. Bana göre büyük birşey olduğu için o arma­ğanı almaktan çekmiyordum. Mecliste bulunanlardan biri: "Alıp git-sene." dedi. Elimi tepsiye uzatıp aldım, içindeki altınları cebime bo­şalttım. Tepsiyi de koltuğumun altına koyup kalktım. Ama benden geri alacaklarından korkuyordum. Sağa sola bakmaya başladım.

Vezir Yahya da bana bakıyormuş, ama beni gözüyle süzdüğünün farkında değildim. Kapı ağzındaki perdenin yanına vardığımda gö­revlilere emir verdi, beni tekrar içeri döndürdüler. Artık o paraların benden alınacağına kesinlikle inandım ve paradan ümidimi kestim.

Yanma döndüğümde vezir Yahya bana: "Neyin var, niçin korku­yorsun?" diye sordu. Ben de durumumu kendisine anlattım, ağladı. Sonra çocuklarına: "Şunu yanınıza alın." dedi. Bir hizmetçi yanıma geldi. Elimdeki gümüş tepsiyi ve altınları aldı. Yanlarında on gün kaldım, her gün bir oğlunun yanında kaldım. Ama bu süre zarfında hep çoluk çoctiğumu düşünüyordum. Ama oradan ayrılıp çoluk çocu­ğumun yanına gidemiyordum.

On günlük süre dolunes bir hizmetçi yanıma gelip: "Çoluk çocu­ğunun yanına gitmeyecek misin?" diye sordu. Ben de: "Evet, vallahi gitmek istiyorum." diye cevap \ erdim. Hizmetçi önümde, ben arkada yürümeye başladık. Ama ne gümüş tepsiyi, ne altınları bana vermedi. Kendi kendine, "Keşkö bu olup bitenler, gümüş tepsiyle altın parala-ni1 litüdtû ahnm«ıfiindan önce gerçekleşmiş olsaydı. Keşke çoluk ço-Lügiun bu durumu görselerdi." diye söylenmeye başladım.

Bizuietçi enden gidiyor, ben de onu takip ediyordum. Öyle bir eve P3s& ki, cnun kadar güzel bir ev görmemiştim. İçeriye girdiğimde çok gocuğumun akınlar \e ipekler içinde debelendiklerini gördüm, ^r Yühy*, adamlarıyla evime İÖ0.000 dirhem ve 10.000 dinar gön-t erni'^ti. içinde bulundukları o güzelim evin mülkiyetini bize ait kı- iiiSi* i.'p itfi kıymetli köyün mülkiyetini bize bahşettiğine dair bir senet de göndermişti.

Ben Bermekiler'in sayesinde çok güzel bir hayat sürdüm. Am onlar bu musibete uğradıktan sonra Amr b. Mes'ade o iki köyü ben den aldı ve o köylerin haracını Ödemekle beni yükümlü kıldı. Her zaman yoksulluğa düştümse Bermekiler'in evlerine ve mezarların uğrayıp üzerlerine ağladım.

Adamın böyle demesi üzerine halife Me'mun, iki köyün kendisin iade edilmesini emretti. Yaşlı adam hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı Me'mun ona sordu:

- Neyin var? Sana yine ikramda bulunmadık mı?

- Evet ama, bu da Bermekiler'in bereketi sayesinde oldu.

- Haydi benim dostum oldun. Onlara olan dostluğunu da devam ettir. Vefakarlık mübarek bir huydur. Ahde vefa ve dostluğu devam ettirmek iman alametlerindendir.

Bu senede vefat edenler arasında meşhur şahsiyetlerden Fudayl b. İyaz da bulunmaktadır. [46]

 

Fudayl B. İyaz

 

Künyesi Ebu Ali'dir. Temim kabilesindendir, abid ve zahid imam­lardandır. Alimlerden ve veli kullardandır. Horasan'a bağlı Dinever mıntıkasında doğdu. Küfe'ye yaşlı iken geldi. Orada A'meş, Mansur b. Mutemer, Atâ b. Saib, Husayn b. Abdurrahman'dan ve diğer âlim­lerden ders aldı. Sonra Mekke'ye gitti. Kendini orada ibadete verdi. Çok güzel Kur'ân okurdu. Çokça namaz kılar ve oruç tutardı. Kadri yüce, lider şahsiyetli ve mutemed bir kimse olup rivayet imamlann-dandı. Allah ona rahmet etsin ve ondan razı olsun.

Onunla Harun Reşid arasında geçen uzun bir kıssa vardır. Bunu, Harun Reşid'in onun evini ziyaretini anlatırken detaylı olarak nak­letmiştik. Fudayl b. İyaz'ın da ona söylediği sözleri, Harun Reşid'in ona mal teklifinde bulunuşunu, onun bu malı kabul etmeyişini uzun uzadıya anlatmıştık.

Fudayl, bu senenin muharrem ayında Mekke'de vefat etti.

Fudayl b. Iyaz, daha önce yaramaz bir kimse olup yol keserdi. Bir cariyeye aşık olmuştu. Bir gece cariyenin evinin duvarlarına tırma­nırken, bir kişinin Kur'ân okuduğunu işitti. Adam şu âyet-i kerimeyi okuyordu:

«İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi?» (ei-Hadîd, ıe.)

Bu ayeti duyan Fudayl, "Evet, artık zamanı geldi!" dedi. Tevbe et­ti ve yaptığı kötülüklerden artık vazgeçti. Bir harabeye gitti ve geceyi orada geçirdi.Bu sırada harabenin Önünden geçmekte olan bir kervandaki

damların; "Tedbirli olun, ileride yolunuza Fudayl çıkacak ve yolunu-

a   kesecektir!" dediklerini işitti. Fudayl, hemen ortaya çıkıp onlara

man verdi. Kendilerine ilişmeyeceğini bildirdi, tevbesini tuttu. O ka-

aqx ıslah oldu ki, abid, zahid ve lider bir şahsiyet haline geldi. Sonra

kendisine uyulan meşhur bir önder oldu. Sözüne ve fiillerine bakarak

insanlar doğru yola erdiler.

Fudayl şöyle demişti: "Bütün dünya helal olsa bile ben onu önem­semem. Çünkü sizden biri bir leşin yanından geçerken elbisesi ona bulaşmasın diye nasıl ondan uzak durup tiksiniyorsa, ben de dünya­dan uzak durup tiksiniyorum.

İnsanlar için salih amel işlemek şirktir. İnsanlardan ötürü salih amelde bulunmamak riyakârlıktır. İhlas ise Cenâb-ı Allah'ın insanı şirkten ve riyadan korumasıdır."

Halife Harun Reşid bir gün ona şöyle demişti:

- Ey Fudayl, ne kadar da zahidsin.

- Sen benden daha çok zahidsin. Çünkü ben değeri bir sivrisine­ğin kanadından daha az olan dünyada zahidlik yapıyorum. Sense de­ğeri ölçülemeyecek kadar büyük olan ahirette zahidlik yapıyorsun. Ben fani olan bu diyarda zahidlik yapıyorum. Sen ise baki olan ahiret diyarında zahidlik yapıyorsun. Bir inciden uzak durup zahidlik ya­pan kişi, bir deve kığından uzak durup zahidlik yapandan daha za-hiddir.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Ebu Hazini, bu sözleri Sü­leyman b. Abdülmelik'e söylemiştir.

Yine Fudayl b. İyaz şöyle demiş: «Eğer kabul edilecek bir duam olsaydı, onu devlet başkanı için yapardım. Çünkü halkın salahı, dev­let başkanının vasıtasıyladır. Eğer o salih olursa, kullar ve beldeler güvene kavuşur.

Ben Allah'a karşı günah işlediğimde bunu eşeğimin, hizmetçimin karımın ve evimdeki farelerin huyundan anlıyorum.

Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuş: "Hanginizin daha güzel iş işleyeceğini ortaya koymak için..." Yani hanginizin daha hali­sane ve daha doğru işler işleyeceğini ortaya koymak için gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah'tır.

Salih amel sırf Allah rızası için işlenmelidir. Peygamber (s.a.v.)'e uymak için işlenmelidir.»

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Bişr b. Mufad-

, Abdüsselam b. Harb, Abdülaziz b. Muhammed ed-Deraverdî, Ab-z el-A'ma, Ali b. İsa, (Bu zat Bizans illerinde Kasım b. Reşid'le kirlikte gaza yapmış bir komutandı.), Mutemir b. Süleyman, Ebu Şu-ab el-Berranî ez-Zahid de bu senede vefat ettiler..

Ebu Şuayb, Beras'ta kendi kulübesine yerleşip orada ibadet eden bir kimseydi. Reislerin kızlarından biri ona aşık oldu. Sahip oldum dünyalıktan debdebe ve ihtişamdan el çekip onunla evlendi. İbadet etmekte olduğu mağarada onunla birlikte ikamete başladı. Nihayet ikisi bu halde iken vefat ettiler. Bir rivayette anlatıldığına göre onun la evlenen reis kızının adı Cevhere'dir. [47]

 

Hicretin Yüzseksensekîzînci Senesi

 

Bu senede İbrahim b. İsrail, yaz mevsiminde gazaya gitti. Safsaf yolundan giderek Bizans'a girdi. İmparator Nikoforos onun karşısına çıktı. Ama Nikoforos üç yerinden yaralandı ve bozguna uğradı. Adam­larından 40.000'den fazlası öldürüldü. Müslümanlar, Bizanshlar'dan 4.000'den fazla bineği ganimet olarak aldılar.

Bu senede Kasım b. Reşid, Mercidabık'ta cihad etti.

Bu senede Harun Reşid insanlara haccettirdi. Bu onun son haccı oldu.

Ebu Bekir, Harun Reşid'in hac dönüşünde Kûfe'yi geçtiğini gö­rünce: "Artık bundan sonra Harun Reşid haccedemiyecektir ve ondan sonra başka bir halife de haccetmeyecektir." dedi.

Harun Reşid bu dönüşü esnasında Behlül Dana ile karşılaştı. Behlül ona güzel öğütler verdi.

Hacib Fadl b. Rebi'den rivayet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

«Harun Reşid'le birlikte haccettim. Kûfe'ye uğradık, orada Behlül Dana'nın saçmaladığını gördüm. Kendisine: "Sus, halife geliyor!" de­dim, sustu. Ancak halifenin bineği onun Önünden geçerken Behlül ona şöyle seslendi: "Ey mü'minlerin emiri! Kudame b. Abdullah el-Amirî şöyle demiş: Peygamber (s.a.v.)'i Mina'da bir deve üzerinde iken gördüm. Yanında yaya yürümekte olan pejmürde bir adam var­dı. Kovdular, geri gitmedi. Dövdüler, geri gitmedi. Her ne yaptılarsa geri gitmedi."

Ben halifeye, Behlül'ün deli olduğunu söyledim. Halife de onu ta­nıdığını söyledi ve Behlül'e şöyle dedi:

- Konuşmana devam et ey Behlül!

Onun böyle demesi üzerine Behlüi şöyle dedi:

-  Farzet ki, bütün yeryüzüne sahip oldun. Her tarafa hakim ol­dun. Bütün insanlar sana boyun eğdiler. Şöyle oldu, böyle oldu- Anıa yarın nihayet mezarın içine gitmeyecek misin? Şu, bu, herkes senin üzerine toprağı örtmeyecek mi?

Halife ona şöyle dedi:

- Güzel söyledin ey Behlül, daha söyleyeceklerin var mı?

- Evet ey mü'minlerin emiri! Cenâb-ı Allah, bir kimseye mal ve

ezell     verirse o kişi güzelliğine iffetle sahip olur. Malı ile iyilikte h lunursa o kişi Allah divanında iyi insanlar arasına yazılır. Halife Harun, onun birşeyler istediğini sanarak şöyle dedi:

- Ey Behlül, borçlarının ödenmesini emrettik.

- Böyle yapma ey mü'minlerin emiri, borç borçla ödenmez. Hakkı hiplerine ver, kendi nefsinin borcunu nefsin ile öde. Ey Behlül, sana yetecek kadar rızık verilmesini emrettik.

- Yapma ey mü'minlerin emiri, noksanlıklardan münezzeh olan vüce Allah sana verir de beni unutur mu hiç? İşte bir ömür yaşadım. Bana bol rızık verilmedi, ama sen var yoluna git. Senin vereceğin rız­ka ihtiyacım yok.

- Al sana, şu 1.000 dinar senin olsun.

- Bu parayı sahiplerine ver. Böylesi senin için daha hayırlı olur. Ben bu parayı ne yapacağım? Haydi yoluna devam et. Beni rahatsız ettin ve incittin.

Harun Reşid, Behlül'ün önünden geçip gitti. Dünya, Behlül'ün nazarında Önemsiz ve küçük birşeydi.»

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında şu zatlar da bulunmaktadır: [48]

 

Ebu İshak El-Fezarî

 

Ebu İshak el-Fezarî. İbrahim b. Muhammed b. Haris b. İsmail b. Harice. Meğazi ilminde Şamlıların imamı idi. Diğer ilimlerde de imamdı. Sevrî, Evzaî ve daha başka âlimlerden ders aldı. Bu senede vefat etti. Bundan bir sene Önce vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. [49]

 

İbrahim El-Musılî

 

Harun Reşid'in nedimlerindendi. İçki meclisine katılırdı. Asıl adı ibrahim b. Mahan b. Behmen Ebu İshak'tır. Şairlerden ve şarkıcılar­dandı. Harun Reşid'in ve diğer halifelerin içki meclislerinde bulunur­du. Fars asıllıdır. Kûfe'de doğdu. Kûfeli gençlerle arkadaşlık yaptı, onlardan şarkılar öğrendi. Sonra Musul'a gitti, tekrar Kûfe'ye döndü. Bu nedenle ona Musılî demişlerdir.

Daha sonra, ilki Mehdi olmak üzere halifelerle temas kurdu. Ha-run Reşid'in yanında yükselip itibar sahibi oldu. Onun gece sohbetle­rine, içki meclislerine katıldı, ona şarkılar okudu. Bu vesile ile büyük oir servet sahibi oldu. Cidden pek çok para biriktirdi. Hatta anlatıldı-gına göre 24.000.000 dirhem miras bırakmıştır/Fıkraları ve garip hi­kayeleri vardı.

İbrahim, hicretin 115. senesinde Kûfe'de doğdu. Beni  in

yanında büyüdü. Onlardan ilim öğrendi, onlara mensub oldu. Fazilet H, parlak zekalı, musiki sanatında deha idi. Mansur'un Zelzel lakab ile tanınan kız kardeşiyle evlendi. Zelzel, onunla birlikte def çalar kendisi de şarkı okurdu. Veya kendisi şarkı okur, o def çalar, böylecp meclis yerinden oynardı. Sahih kavle göre bu senede vefat etmiştir

İbn Hallikan'ın "el-Vefeyat" adlı eserinde anlattığına göre; İbra­him el-Musılî, Ebü'l-Atahiye ve Ebu Amr eş-Şeybanî, Bağdat'ta hicre­tin 213. senesinde aynı günde vefat etmişlerdir. Ama birinci rivayet sahihtir.

İbrahim el-Musılî can çekişirken şöyle bir şiir söylemişti:

"Vallahi, artık tabibim de bendeki bu hastalıktan ve dertten bıkıp usandı.

Yakın zamanda ölüm haberim dosta düşmana ulaşacaktır."

Bu senede Cerir b. ^.bdülhamid, Rüşd b. Sa'd, Abde b. Süleyman Ukbe b. Halid, İmam Ahmed b. Hanbel'in üstadlarmdan Ömer b. Ey-yüb el-Abid ve bir kavle göre de İsa b. Yunus vefat etmişlerdir. [50]

 

Hicretin Yüzseksendokuzuncu Senesi

 

, Bu senede halife Harun Reşid hacdan döndükten sonra Rey şeh­rine gitti. Bazı valileri görevden aldı. Yerlerine yeni valiler atadı. Yi­ne bu senede Ali b. İsa'yı Horasan valiliğine yeniden atadı. Beldelerin valileri hediye ve armağanlarla Harun Reşid'i ziyarete geldiler. Türlü türlü hediyeler takdim ettiler.

Bundan sonra Harun Reşid Bağdat'a döndü. Kurban bayramında Kasrü'l-Lusus'ta kurbanını kesti. Böylece zilhicce ayının bitimine üç gün kala Bağdat şehrine girmiş oldu. Köprüden geçerken orada asılı bulunan Cafer b. Yahya el-Bermekî'nin cesedinin yakılmasını ve def­nedilmesini emretti. Ceset, öldürüldüğünden o güne kadar darağacın­da asılı duruyordu.

Bundan sonra Harun Reşid, yerleşmek üzere Bağdat'tan ayrılıp Rakka'ya gitti. Bağdat'ın güzelliğinden ayrıldığına üzülüyordu. Rak-ka'daki bazı bozguncuları ve müfsitleri hizaya getirmek amacıyla bu­raya gitmişti. Harun Reşid'îe birlikte Bağdat'tan çıkışlarını anlatan Abbas b. Ahnef, şöyle bir şiir söylemişti:

"Develerimizi çöktürmeden tekrar harekete geçtik. Mola ile hare­kete geçmeyi birbirinden ayırd edemedik. Geldiğimizde durumumuzu bize sordular.

Soru sorarak halimizi öğrenmek istemeleri ile vedalaşmaları bizi tatmin etti."

Bu senede Harun Reşid, Bizans'taki Müslüman esirler için fidye erdi. Anlatıldığına göre orada bir tek esir dahi bırakmadı. Şairler­den biri bu hususta şöyle demişti:

"Senin sayende esirler salıverildiler. Bağları çözüldü. O esirler ki, zindanlarda prangalara vurulmuşlardı. Bir tek dostları dahi onları ziyaret etmiyordu. Öyle ki, o zaman Müslümanlar onları kurtaramaz olmuşlardı ve; Müşriklerin zindanları Müslüman esirlerin mezarı oldu, demiş­lerdi."

Bu senede Kasım b. Reşid, Mercidabık'ta Bizanslıları kuşatma al­tına aldı.

Bu senede Abbas b. Musa b. Muhammed b. AH b. Abdullah b. Ab­bas, insanlara haccettirdi. [51]

 

Hicretin Yüzseksendokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Kisaî

 

Ali b. Hamza b. Abdullah b. Feyruz, Ebü'l-Hasan el-Esedî. Esed kabilesinin azadhsı idi. Kûfeliydi, Kisaî lakabıyla tanınıyordu. Ki-sa'da ihrama girdiği için kendisine bu lakab takılmıştı. Başka bir ri­vayette anlatıldığına göre Kisa'da Hamza ez-Zeyyad ile meşgul oldu­ğu için bu lakabı almıştır.

Nahivci ve lugatçı idi. Kıraat imamlarındandı. Kûfelidir. Sonra Bağdat'ı vatan edinmiştir. Harun Reşid'e ve onun oğlu Emin'e müreb-bılık yapmıştır. Hamza b. Habib ez-Zeyyad'm kıraatma göre Kur'ân okumuş ve bu kıraata göre ders vermiştir. Sonra kendi şahsı için bir kıraat benimsemiş ve bu kıraata göre okumaya başlamıştır.

Ebu Bekir b. Ayyaş, Süfyan b. Uyeyne ve diğer zatlardan hadis nvayet etmiştir. Yahya b. Ziyad el-Ferra ve Ebu Ubeyd de ondan ri­ayetlerde bulunmuşlardır.

m Şafiî: "Nahiv Öğrenmek isteyenler Kisaî'nin çocuklarıdır." *. Kisaî; nahiv ilmini Halil'den öğrenmiştir. Bir gün Halil'e: u ilmi kimden aldın?" diye sormuş, Halil de: "Hicaz vadisinde bulu-n bir adamdan aldım." diye cevap vermişti. Kisaî de oraya gitmiş, n *** hakkında çok şeyler yazmıştı. Tekrar Halil'in yanına dönmüş, ancak onun vefat ettiğini görmüştü. Onun yerinde Yunus ders vermeye başlamıştı. İkisi arasında birçok münazaralar cereyan et­mişti. Bu münazaralar neticesinde Yunus onun üstünlüğünü kabul etmiş ve onu kendi yerine oturtmuştu.

Kisaî dedi ki: Bir gün Harun Reşidin önünde namaz kıldırdım Kıraatimi beğenirdim. Bu yüzden de öyle bir hata yaptım ki, çocuk dahi o hatayı yapmazdı. Kıraati düzeltmelerini kendilerine söylemek istedim, ama sonra vazgeçtim. Belki kendiliklerinden düzeltirler, de­dim. Harun Reşid de bu kıraatimi düzeltme cesaretini gösteremedi Selam verdikten sonra Harun bana: "Bu hangi lügatti?" diye sordu Ben de ona şu cevabı verdim: "Rahvan at da bazan tökezler." Bu ceva­bım karşısında Harun: "İşte bu olur." dedi.

Ravinin biri diyor ki: «Kisaî'nin yanına gittim, kederliydi. Kendi­sine sordum:

- Neyin var?

- Yahya b. Halid bana bazı sorular yöneltmiş. Korkarım ki ona yanlış cevaplar veririm.

- Sen de dilediğin gibi cevap ver. Sen Kisaî'sin.

- Eğer bilmeden cevap verirsem Allah dilimi koparsın!»

Kisaî dedi ki: «Bir gün bir marangoza: "Şu iki kapı kaça?" diye sordum. O da bana şu cevabı verdi: "Ey tokatlanmış adam, bunlar iki sacadır."»

Meşhur rivayete göre Kisaî, bu senede yetmiş yaşında vefat et­miştir. Reyde Harun Reşidin sohbetinde bulunmuş, Rey'e bağlı bir kasabada vefat etmiştir. Muhammed b. Hasan'la aynı günde vefat et­mişti. Harun Reşid şöyle diyordu: "Fıkıh ve Arapça ilmi Rey şehrinde defnedildi."

İbn Hallikan dedi ki: «Bir rivayette anlatıldığına göre Kisaî, hic­retin 182. senesinde Tus şehrinde vefat etmiştir.

Adamın biri Kisaî'yi rüyasında ay yüzlü bir halde iken görmüş ve ona şöyle sormuş:

- Rabbin sana ne yaptı?

- Kur'ân vesilesiyle Rabbim beni bağışladı.

- Ya Hamza'ya ne yaptı?

-  O, Cennet'in İlliyyin (en yüksek) tabakasındadır. Onu ancak yıldızlan gördüğümüz gibi görebiliyoruz.» [52]

 

Muhammed B. Hasan B. Züfer

 

Ebu Abdillah künyesi ile çağırılırdı. Şeyban kabilesinin azadlısı-dır. Ebu Hanife'nin talebesidir. Aslı Şam'ın köylerindendir. Babası Irak'a gelmişti. Kendisi hicretin 132. senesinde Vasıt şehrinde dog-

tnuş, Kûfe'de yetişmiş; Ebu Hanife, Mis'ar, Sevrî, Ömer b. Zer ve Ma­lik b. Miğvel'den ders almıştır. Malik b. Enes, Evzaî ve Ebu Yusuf tan Ha nakillerde bulunmuştur. Bağdat'a yerleşmiş, orada hadis rivayet tltUştir. İmam Şafiî, hicretin 184. senesinde Bağdat'a geldiğinde on­dan dinlediklerini yazmıştır. Harun Reşid, kendisini Rakka kadılığı­na tayin etmiş, daha sonra bu görevden almıştır.

Muhammed b. Hasan b. Züfer, ailesine şöyle derdi: "Dünyevi ihti­yaçlardan hiçbirini benden istemeyin. İstediğiniz takdirde kalbimi meşgul ediyorsunuz. Ama malımdan ve paramdan dilediğiniz kadarı­nı alın. Çünkü bu beni çok az ilgilendiriyor. Malım ve param giderse beni hemen hemen hiç etkilemiyor ve kalbim mala, paraya bağlı de­ğildir."

İmam Şafiî, onun hakkında şöyle demiştir: "Onun kadar derin bir

âlim görmedim. Onun kadar hafif ruhlu, onun kadar fasih bir kimse görmedim. Kur'ân okuyuşunu dinlediğimde sanki Kur'ân onun diliyle nazil olmuş gibi bir hisse kapılıyordum. Ondan daha akıllı birini gör­medim. Gözü ve gönlü doyuruyordu."

Tahavî dedi ki: «İmam Şafiî, Muhammed b. Hasan'dan Siyer kita­bını talep etmiş, ama Muhammed b. Hasan onun bu isteğini yerine getirmemişti. Bunun üzerine İmam Şafiî ona şöyle bir yazı yazmıştı:

"Gözlerimin kendisi gibi bir başkasını görmediği adama de ki; Ta ki onu gören, ondan öncekilerini görsün. İlim, âlimleri öğrencilere ilim vermemekten meneder. Öğrencilere ilim aktarmalı ki, onlar da ehil olan kimselere aktar-smlar."

Bu yazı üzerine Muhammed b. Hasan b. Züfer, İmam Şafiî'ye, is­tediği kitabı hemen hediye olarak göndermişti.»

İbrahim el-Harbî dedi ki: «İmam Ahmed b. Hanbel'e şöyle bir so­ru sordular.

- Şu ince meseleleri nereden öğrendin?

- Muhammed b. Hasan merhumun kitaplarından öğrendim.» Önceki paragraflarda da anlatıldığı gibi Muhammed b. Hasan b. Züfer ile Kisaî bu senenin içinde aynı günde vefat etmişlerdir.

Harun Reşid, onun ölümü üzerine şöyle demişti: "Bugün lügat ve fikıh ilimleri birlikte defnedildiler."

Vefat ettiğinde Muhammed b. Hasan b. Züfer, ellisekiz yaşınday­dı.[53]                                                          .                       

 

Hicretin Yüzdoksanıncı Senesi

 

Bu senede Semerkand valisi Rafi b. Leys b. Nasr b. Sayyar, hali­feye başkaldırdı ve insanları kendisine bey'ata davet etti. Kendi bel­desinin ahalisi ve o nııntıkalardaki birçok gruplar ona tabi oldular. Böylece durumu kuvvetlendi. Bunun üzerine Horasan valisi Ali b. İsa onun üzerine gitti. Ne var ki Rafi, Ali b. İsa'yı bozguna uğrattı, böyle­ce fitne daha da büyüdü.

Bu senenin receb ayının bitimine on gün kala, Harun Reşid, Bi­zans'a gazaya gitti. Başına bir takke geçirmişti, Bu durumla ilgili ola­rak şair Ebü'l-Mualla el-Kilabî şöyle bir şiir söyledi:

"Haremeyn'de veya en uzak sınırlarda seninle karşılaşmak iste­yen veya istemeyen,

Gerek düşman toprağında eski püskü elbiseler içinde, Gerek yüksek mıntıkalarda refah içindeki diyarlarda; Hiç kimse senin gibi bu sınırlara sahip olamadı.

İşlerin başına geçen halifelerden hiçbiri senin gibi bu sınırları ko­ruyamadı."

Harun Reşid yoluna devam etti. Tüvane şehrine vardı, orada or­dugah kurdu. Bizans imparatoru Nikoforos, itaatini bildiren bir mek­tubu ona gönderdi. Haraç ve cizyeleri de gönderdi. Kendi oğlunun, kendisinin ve memleket ahalisinin tümünün haraçlarını gönderdi. Her sene 15.000 dinar vermeyi taahhüd etti. Ayrıca Müslümanların esir aldığı bir cariyeyi kendilerine geri göndermesini de Harun Re-şid'den istedi. Bu cariye, Hirakle valisinin kızı olup Nikoforos bu cari­yeyi kendi oğluyla nişanlamıştı. Harun Reşid, cariyeyi birçok arma­ğanla birlikte gönderdi. Yalnız, her sene kendisine 300.000 dinar gön­dermesini ve ayrıca Hirakle şehrini onarıp şenlendirmemesini şart koştu.

Bundan sonra Harun Reşid geri dönüp gitti. Savaş işlerinin başı­na Ukbe b. Cafer'i tayin etti.

Bu esnada Kıbrıslılar, barış antlaşmasını bozdular. Ma'yuf b. Yahya, üzerlerine gidip onlarla savaştı. Kıbrıslıların bir kısmını esir aldı, birçoklarını Öldürdü.

ru senede Abdülkays kabilesinden bir adam isyan etti. Harun . , orıU öldürecek adamları gönderdi. Ke^     senede İsa b. Musa el-Hadi insanlara haccettirdi. [54]

 

Hicretin Yüzdoksanıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Esed B. Amr B. Amir

 

Esed b. Amr b. Amir Ebü'l-Münzir el-Beceli el-Kûfî. Ebu Hani-f 'nin arkadaşıdır. Bağdat'ta ve Vasıfta kadılık yaptı. Gözlerini kaybedince kendisi kadılıktan istifa etti.

İnıam Ahmed b. Hanbel: "O, çok doğru sözlü bir kimseydi." de­miştir. İbn Main de onun sika bir ravi ve güvenilir bir kimse olduğu­nu ifade etmiştir. Ali b. el-Medinî, Buharî ve Sa'dun el-Mecnun ise onu eleştirmişlerdir.

Esed b. Amr, altmış sene müddetle oruç tuttu, dimağı hafifledi. Bu nedenle insanlar onu deli diye adlandırdılar.

Bir gün Zünnun el-Mısrî'nin ders halkasına gitti. Onun söyledik­lerini dinledi, sonra bir çığlık atıp şöyle dedi:

"Şikayet merciinden başkasına yapılan şikayette hayır yoktur. Sabır olmayınca şikayet kaçınılmazdır."

Asmaî dedi ki: «Esed b. Amr'a uğradım. Kendisine söven yaşlı bir adamın yanı başında oturmuştu. Kendisine dedim ki:

- Nasıl olur! Bu ihtiyarın yanında oturuyorsun?

- Bu delidir.

- Sen mi delisin yoksa o mu?

- Hayır, o delidir. Çünkü ben Öğle ve ikindi namazını cemaatla kıldım. Ama o ne cemaatla ne de yalnız başına bu namazları kılmadı. Ayrıca içki de içti, ben içki içmedim.

- Bu konuda başka birşey der misin?

- Evet.

 dedikten sonra şu şiiri okumaya başladı:

"Nebizi ehline bıraktım.

"en saf su içmeye başladım.               

vünkü nebiz, yüksek şahsiyetleri alçaltır;k yüzlülerin simalarını karartır.

u her ne kadar gençlere caiz ise de;

sakalı ağardıktan sonra bunu içenlerin mazereti kalmaz."

Asmaî dedi ki: Ben de ona şu karşılığı verdim: Doğru söyledin Sen akıllısın, bu delidir.»

Bu senede vefat edenler arasında Ubeyde b. Humeyd b. Suhayb Ebu Abdirrahman et-Temimî el-Kûfî gibi meşhur şahsiyetler de var­dır. Bu zat, halife Emin'in eğiticisi idi. A'meş'ten ve diğerlerinden ri­vayetlerde bulundu. İmam Ahmed b. Hanbel de kendisinden rivayet­lerde bulunmuş ve onu methetmiştir. [55]

 

Yahya B. Halid B. Bermek

 

Künyesi Ebu Ali'dir. Vezirlik yapmıştır. Cafer el-Bermekî'nin ba­basıdır. Halife Mehdi, oğlu Reşid'i onun yanma verdi. O da Reşid'i terbiye edip yetiştirdi. Hanımı da Reşid'e süt verdi. Onu Fadl b. Yah­ya ile birlikte emzirdi. Reşid, halifeliğe geçince onun hukukuna riayet etti ve Yahya b. Halid'den bahsederken: "Babam şöyle dedi, babanı böyle dedi." derdi. Halifeliğin işlerini ve tüm yönetimi ona bıraktı. Bermekiler gözden düşünceye kadar bu hal böyle devam etti. Nihayet bir zaman geldi ki, Cafer öldürüldü, babası Yahya da müebbed hapse mahkum edildi. Daha sonra bu senede hapiste iken vefat etti.

Yahya b. Halid, cömert, fasih, doğru görüşlü bir kimseydi. İşlerin­de ve icraatlarında hayır ve salah görünürdü. Bir gün oğluna şöyle dedi: "Herşeyden birazını alın, o konuda birşeyler öğrenin. Çünkü ki­şi, birşeyden habersiz ve cahil kalırsa ona düşman olur. Duyduğunuz şeylerin en güzelini yazın, yazdığınız şeylerin en güzelini de hafızanı­za yerleştirin. Hafızanıza yerleştirdiğiniz şeylerin en güzelini başka­larına anlatın. Dünya size yöneldiğinde muhtaçlara infakta bulunun. Çünkü dünya ve dünyalık, kalıcı değildir. Dünya size dirsek çevirdiği zamanda muhtaçlara infakta bulunun. Çünkü dünya kalıcı değildir."

Kendisi binek üzerinde yolda gitmekte iken bir dilenci karşısına çıkar da ondan birşey isterse ona en azından 200 dirhem verilmesini emrederdi. Bir gün dilencinin biri ona şöyle dedi:

"Ey iffetli ve Yahya adını alan kişi;

Rabbimizin lütuf ve fazlından sana iki Cennet verildi.

Her kim yolda size uğrarsa,

Ona ikiyüz dirhem verirsiniz.

Benim gibi birine ikiyüz dirhem azdır;

O para, çabuk gitmekte olan süvari içindir."

Yahya, o dilenciye: "Doğru söyledin." dedi ve görevlilere emir ve­rerek kendisinden önce dilenciyi eve götürmelerini istedi. Kendisi eve dönünce, dilencinin nerede olduğunu sordu. Baktı ki dilenci evlenniıŞ*'1esiyle gerdeğe girmek istiyordu. Bunun üzerine Yahya b. Halid ona 31 bir için verdiği 4.000 dirhem yanında 4.000 dirheme bir ev, 4.000 ? henılik ev eşyası, 4.000 dirhem evlenme masrafı ve 4.000 dirhem deharçhk verdi.

Bir gün adamın biri kendisine gelip birşeyler isteyince, Yahya b. tr lid ona şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana. Hiç param olmadığı bir manda yanıma geldin. Ama bir arkadaşım bana haber göndermiş. - çok sevdiğim birşeyi bana hediye etmek istediğini bildiriyor. Duy­duğuma göre sende bir cariye varmış. Onu satmak istiyormuşsun ve onu 3-000 dinara satın almışsın. Şimdi ben o arkadaşımdan sendeki bu cariyeyi bana hediye etmesini isteyeceğim. Satın almak için sana geldiklerinde sakın 30.000 dinardan eksiğe satma."

Adam diyor ki: "Yanıma geldiler ve benimle pazarlığa başladılar. Cariyeyi 20.000 dinara alacaklarım söylediler. Ben 20.000 dinar sözü­nü duyunca dayanamadım, reddedemedim ve cariyeyi bu fiyata sat­mayı kabul ettim. Adam cariyeyi 20.000 dinara satın aldı ve bana be­delini ödedi. Cariyeyi alıp Yahya'ya götürdü ve ona hediye etti. Bir süre sonra Yahya ile buluştuğumda bana sordu:

- Cariyeyi onlara kaça sattın?

- 20.000 dinara sattım.

- Sen hasis bir adamsın. Hadi cariyeni al. Yalnız Fars hükümdarı arkadaşım bana haber salmış. Kendisinden birşey hediye olarak iste­memi söylüyor. Ben de sendeki bu cariyeyi bana hediye etmesini on­dan isteyeceğim. Sakın 50.000 dinardan eksiğine satmayasın.

İlgililer yanıma geldiler. Yapılan pazarlık sonunda ben 30.000 di­nara onlara sattım. Bir süre sonra Yahya'nın yanma gittiğimde yine beni kınadı ve cariyeyi bana geri verdi. Ben de ona şöyle dedim:

"Şahid ol ki, bu cariye artık hürdür ve onunla evlendim. Bir cari­ye ki bana 50.000 dinar kazandırdı. Artık bugünden sonra ona hak­sızlık yapmayacağım ve onu küçük düşürmeyeceğim."

Hatib Bağdadî'nin anlattığına göre Harun Reşid, Mansur b. Zi-yad'dan 10.000.000 dirhem para istemiş. Ancak Mansur'un yanında sadece 1.000.000 dirhem varmış. Bu nedenle Mansur sıkıntıya düş­müştü. Harun Reşid bu parayı ödememesi halinde onu öldüreceğini, evini yıkacağını söyleyip tehditler savurdu. Mansur, Yahya b. Halid'e gitti. Durumunu anlattı. Yahya b. Halid de ona 5.000.000 dirhem ver-^ Ayrıca oğlu Yahya'dan da 2.000.000 dirhem alıp Mansur'a verdi. J^gluna da şöyle dedi: "Ey oğulcuğum, duyduğuma göre sen bu paran­la bir çiftlik almak istiyormuşsun. Şimdi Mansur'a bu parayı vermek-le geliri şükür olan ve ömür boyunca devam edecek olan bir çiftlik şa-kn almış olacaksın." Oğlu Cafer'den de 1.000.000 dirhem alıp Man-sUra verdi. Cariyesinden de değeri 100.000 dinar olan bir gerdanlık

ve ayrıca 20.000 dinar para aldı. Vergi memuruna da: "Biz bu gerdan, lığı ve 20.000 dinarı sana 2.000.000 dirhem olarak saydık." dedi. Top, lanan paralar Harun Reşid'e gerdanlıkla birlikte sunulduğunda Ha­run Reşid gerdanlığı geri verdi. Çünkü gerdanlığı Yahya'nın cariyesi, ne o armağan etmişti. Armağan ettiği şeyi almak istemedi.

Prangalara vurulmuş olarak zindanda iken, oğullarından biri Yahya b. Halid'e şöyle dedi:

- Ey babacığım, iktidarda yetki sahibi olup nimetler içinde yüzer­ken bak hele şu hale düştük.

- Ey oğulcuğum! Biz farkında olmaksızın bir mazlumun bedduası geceleyin bize isabet etmiş. Demek ki Allah, o bedduadan habersiz kalmamış.

"Nice topluluklar var ki, nimet içinde yüzmüşlerdir bir zaman. Zaman çok yağmur yağdırır, susuzluğu giderir. Zaman bir süre sustu. Onlardan yana sesini çıkarmadı. Sonra konuşunca da onları, gözlerinden yaş yerine kan akıtacak şekilde ağlattı."

Yahya b. Halid, Süfyan b. Uyeyne'ye her ay 1.000 dirhem para verirdi. Süfyan da her secdeye kapanışında ona dua edip şöyle derdi: "Allah'ım, o benim azığımı üstlendi. Kendimi ibadete vermeme imkan verdi. Sen de onun ahiretini kendisine kazandır."

Yahya b. Halid vefat ettikten sonra arkadaşlarından biri onu rü­yasında görmüş ve: "Allah sana nasıl muamele etti?" diye sorunca Yahya şu cevabı vermiş: "Allah, Süfyan'm duası bereketiyle beni ba­ğışladı."

Yahya b. Halid, Rafîka şehrinde, bu senenin muharrem ayının üçünde yetmiş yaşında iken vefat etti. Cenaze namazını oğlu Fadl kıldırdı ve Fırat kıyısına defnedildi.

Cebinde kendi el yazısıyla yazılmış bir mektup gördüler. Mektup­ta şunlar yazılıydı: "Davacı da davalı da bu dünyadan göçüp gittiler. Öyle bir hakimin huzuruna vardılar ki, o asla zulmetmeyen ve beyyi-neye de ihtiyaç duymayan adil bir hakimdir." Bu mektup Harun Re­şid'e götürüldü. Okuyunca o gün akşama kadar ağladı. Üzüntüsü günlerce yüzünde görülüyordu.

Bir şair, Yahya b. Halid hakkında şöyle bir şiir söylemiştir:

"Cömertliğe sordum: Sen hür müsün?

Dedi ki: Hayır, ben Yahya b. Halid'in kölesiyim.

Dedim ki: O seni satın mı aldı?

Dedi ki: Hayır, ben ona atadan oğula miras kaldım." [56]

 

Hicretin Yüzdoksanbirinci Senesi

 

Bu senede Irak Sevadı'nda, Servan b. Seyf adında bir adam isyan tti  Şerrrden şehire dolaştı. Harun Reşid onun üzerine, Tavk b. Ma-l'k'i gönderdi. Tavk, onu bozguna uğrattı. Servan yaralandı, arkadaş­larının çoğu öldürüldü. Tavk, fetih haberini Harun Reşid'e bir mek­tupla bildirdi.

Bu senede Şam'da Ebü'n-Nida adında bir adam isyan etti. Harun Reşid onun üzerine, Yahya b. Muaz'ı gönderdi ve Yahya'yı Şam valili­ğine de atadı.

Bu senede Bağdat'a kar yağdı.

Bu senede Yezid b. Muhalled el-Hübeyrî, 10.000 askerle Bizans'a gazaya gitti. Bizanslılar onu pusuya düşürdüler. Tarsus'a iki konak­lık mesafedeki bir yerde, elli arkadaşı ile birlikte onu öldürdüler. Di­ğer arkadaşları bozguna uğrayıp kaçtılar.

Harun Reşid, Bizans'a gazaya gitmek üzere Herseme b. A'yün'ü görevlendirdi. Aralarında hadim Mesrur'un da bulunduğu 30.000 as­keri onun emrine verdi. Hadim Mesrur, harcama işlerinden sorum­luydu.

Harun Reşid de onlara yakın olmak için Hades'e gitti. Kilise ve manastırların yıkılmasını emretti. Zımmileri, Bağdat'ta ve diğer şe­hirlerde, Müslümanlardan ayırd edici giysiler giymekle yükümlü kıl­dı.

Bu senede Harun Reşid, Ali b. Musa'yı Horasan valiliğinden azle­dip yerine Herseme b. A'yün'ü atadı.

Harun Reşid, şevval ayında Hirakle şehrini fethetti, orayı yaktı. Ahaliyi esir aldı. Askerleri ve esirleri Bizans'a bağlı Aynızerbe'ye ve Kara Kilise'ye gönderdi. Her gün Hirakle şehrine 135.000 garip insan giriyordu. Bunlar maaşlarını devletten alıp geçiniyorlardı.

Harun Reşid bu sene Humeyd b. Ma'yuf u Şam kıyılarına ve Mı­sır'a kadar uzanan yerlere vali tayin etti. Humeyd, Kıbrıs adasına gi­derek ahalisini esir aldı, onları yanına alıp getirdi. Rafıka şehrinde köle diye sattı. Öyle ki, bir papazı 2.000 dinara sattı. Satma işini Ka­dı Ebü'l-Buhtürî gerçekleştirdi.

Bu senede Fadi b. Sehl, Me'mun vasıtasıyla İslâm'a girdi. Bu senede Fadl b. Abbas b. Muhammed b. Ali el-Abbasî, insanla­ra haccettirdi. Fadl, Mekke vahşiydi.

Bu seneden sonra, hicretin 215. senesine kadar Müslümanlar Bi­zans'a gazaya gitmediler.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Seleme b. Fadl

?."®kreş, fakih Abdurrahman b. Kasım da vardı. Abdurrahman, Ma-

ılç b. Yunus b. Ebi İshak'tan rivayetlerde bulunmuştu. Harun Reşid'in yanına gelmiş, Harun Reşid ona 50.000 dirheme yakın para ve­rilmesini emretmiş, ama Abdurrahman bu parayı kabul etmemişti.

Bu senede, meşhur şahsiyetlerden Fadl b. Musa eş-Şeybanî, Mu-hammed b. Seleme ile sika ravilerden, zahid insanlardan biri olan Muhammed b. Hüseyin el-Masisî de vefat etmişti. Bu zat şöyle demiş­ti: "Elli seneden beri özür dilememi gerektirecek bir tek kelime dahi konuşmamışım."

Bu senede Muammer er-Rakî de vefat etmişti. [57]

 

Hicretin Yüzdoksanikincî Senesi

 

Bu senede Herseme b. A'yün, vali olarak Horasan'a gitti. Ali b. İsa'yı tutukladı. Mallarını ve servetini elinden aldı. Onu bir deveye ters vaziyette bindirerek Horasan diyarında dolaştırdı. Aleyhinde du­yuru yaptırdı. Bu durumu bir mektupla Harun Reşid'e bildirdi. Ha­run Reşid de bu icraatından ötürü ona teşekkür etti. Sonra Herseme, Ali b. İsa'yı Harun Reşid'e gönderdi. Harun Reşid de onu Bağdat'taki evinde hapsetti.

Bu senede Harun Reşid, Sabit b. Nasr b. Malik'i, serhat valiliğine gönderdi. O da Bizans'a girdi ve Matmure'yi fethetti.

Bu senede Sabit b. Nasr tarafından, Bizanslılarla Müslümanlar arasında barış antlaşması gerçekleştirildi.

Bu senede Cebel ve Azerbaycan taraflarında Hürremiler ortaya çıkıp başkaldırdılar. Harun Reşid de üzerlerine 10.000 süvari ile bir­likte Abdullah b. Malik b. Heysem el-Huzaî'yi gönderdi. Abdullah, on­ların bir kısmını öldürdü. Bir kısmını esir aldı. Çoluk çocuklarını da esirler arasına katarak onları alıp Bağdat'a getirdi. Harun Reşid; er­keklerinin öldürülmesini, esir alınan kadınlarının ve çocuklarının sa­tılmasını emretti. Bu emir yerine getirildi. Daha önce Hürremilerle, Huzeyme b. Hazini de savaşmıştı.

Bu senenin rebiyülevvel ayında Harun Reşid, gemiyle Rakka'dan Bağdat'a geldi. Rakka'da yerine oğlu Kasım'ı vekil bırakmıştı. Kendi­sinden önce Huzeyme b. Hazini de Bağdat'a gelmişti.

Harun Reşid, başkaldıran ve Semerkant ile diğer birçok şehirleri istila eden Rafı b. Leys ile savaşmak üzere Horasan'a gitmek istiyor­du. Sonra bu senenin şaban ayında Horasan yoluna koyuldu. Bağ­dat'ta yerine oğlu Muhammed el-Emin'i vekil bıraktı. Oğlu Me'mun ise, kendisiyle birlikte bu sefere katılmak için babasından izin istedi. Me'mun, kardeşi Emin'in ihanetine uğramaktan korkuyordu. Babası kendisine bu izni verince, o da babasıyla birlikte yola çıktı.

Yolda iken Harun Reşid, maiyetindeki komutanlardan birine, ve-liahd olan üç oğlunun kendisinden sonra anlaş anlayacaklarını ve bir-

birlerine haksızlık yapacaklarını söyleyip dert yandı. Vücudunda bir hastalık da belirmişti. Komutana şöyle dedi: "Benim yanımda, oğlum Fnıin, Me'mun ve Kasım tarafından görevlendirilmiş birer casus var. Ru casuslar benim nefesimi sayıyorlar. Bir gün Önce ölmemi istiyor­lar Aslında bilseler, bu onlar için çok kötüdür." O komutan, Harun Reşid'e dua etti. Sonra Harun Reşid, işinin başına gitmesini söyleyip komutanla vedalaştı. Bu, o komutanla son görüşmesi olmuştu.

Bu senede Harurilerden Servan harekete geçti. Taff-ı Basra'da

halifenin valisini Öldürdü.

Bu senede Harun Reşid, Heysem el-Yemanî'yi öldürdü.

İsa b. Cafer de halife Harun'a ulaşmak için yola koyulmuştu. Yol­da iken vefat etti.

Bu senede Abbas b. Abdullah b. Cafer b. Ebi Cafer el-Mansur, in­sanlara haccettirdi. [58]

 

Hicretin Yüzdoksanîkînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İsmail B. Cami

 

İsmail b. Cami b. İsmail b. Abdullah b. Muttalib b. Ebi Vedaa Ebü'l-Kasım. Şarkıcılığıyla meşhur kimselerdendi. Bu konuda kendi­si örnek gösterilirdi. Daha önceleri Kur'ân'ı ezberlemişti. Ama bir sü­re sonra Kur'ân'ı bırakıp kendini musikiye verdi.

"el-Eğanî" adlı eserin sahibi Ebü'l-Ferec b. Ali b. Hüseyin, ondan garip bir hikaye nakletmiştir:

«Bir gün Harran'da, evimin balkonundan dışarı bakmaktaydım. Siyahi bir cariye su almak için testisiyle pmarbaşma geliyordu. Yolda oturup testiyi yanına koydu ve şu şarkıyı okumaya başladı:

"Onun cimriliğini ve benim cömertliğimi Allah'a arz edip şikayet-, te bulunuyorum.

Ben ona bal veriyorum, ama o bana acı şeyleri veriyor. Gönül vurgununu bırak, onu sen öldürdün. Onu gönlü şaşkın ve aşık halde bırakma."

Dayanamayacağım bir şarkı dinlemiştim. Tekrarlamasını ümid ediyordum, ama kalkıp yoluna gitti. Evden aşağı indim, peşine düş­tüm. Şarkıyı tekrarlamasını istedim. Bana: "Efendime her gün iki ^irhem haraç vermem gerekiyor. Bırak da işime gideyim." dedi. Ona Jkı dirhem verdim. Şarkıyı tekrarladı, sözlerini kafama yerleştirdim. u günü o şarkıyı okuyarak geçirdim. Sabah olunca yine unuttum. Siyahi cariye tekrar evimize taraf geldi, şarkıyı tekrarlamasını istedim İki dirhem daha almadan tekrarlamayacağını söyledi ve bana- "rt dört dirhemi çok mu görüyorsun? Oysa ben senin bu şarkı sebebivl 4.000 dinar kazanacağını şimdiden görür gibi oluyorum." dedi. Bir ? man sonra gecenin birinde bu şarkıyı Harun Reşid'e okudum. Ban 1.000 dinar verdi. Sonra tekrarlamamı istedi. Üç kez okudum. Bövl ce bana 3.000 dinar vermiş oldu. Gülümsedim. Niçin gülümsediğim" sorunca cariye ile aramda geçen hikayeyi ona anlattım. Güldü ve ba na içinde 1.000 dinar bulunan bir kese daha verdi. Sonra da: "O siya hi cariyeyi yalancı çıkarmam." dedi.»

Ebü'l-Ferec, İsmail b. Canıi'in şöyle bir olayını daha nakleder: «Bir gün Medine'de sabahladım. Yanımda sadece üç dirhem var­dı. Yolda omuzunda testisi bulunan bir cariye ile karşılaştım. Su al­maya gidiyordu. Koşar adımlarla gidiyor ve hüzünlü bir sesle şu şar­kıyı mırıldanıyordu:

"Dostlarımıza gecelerimizin uzunluğunu şikayet ettik.

Onlarsa; gece bizim nazarımızda çok kısadır, dediler.

Doğrudur. Çünkü uyku onların gözlerini çabucak bürür.

Bizimse gözlerimize uyku girmez.

Zararlı gece, heves sahiplerine yaklaştığında;

Biz sızlanırız; onlarsa gece yaklaştığında sevinip müjdelenirler.

Eğer onlar da bizim çektiğimizi çekseler;

Onlar da yataklarda bizim gibi olurlardı."

Bu şarkıyı tekrarlamasını istedim. Ona üç dirhem verdim. Cariye bana: "Bu dirhemlerden her birine karşılık 1.000'er dinar kazanacak­sın." dedi. Bir gece bu şarkıyı kendisine okuduğumda Harun Reşid bana 3.000 dinar verdi.» [59]

 

Bekir B.Nattah

 

Bekir b. Nattah Ebu Vail el-Hanefî. Basrahdır, meşhur şairler­dendir. Harun Reşid zamanında Bağdat'a gelip yerleşti. Ebu Atahiye ile beraber dolaşırdı.

Ebu Affan dedi ki: "Hadisçilerden, adalet sahibi olup aynı zaman­da şair olan dört kişi vardır. Bunların birincisi Bekir b. Nattah'tır."

Müberred dedi ki: «Hasan b. Reca'nın şöyle dediğini işittim: Şair­lerden bir grup biraraya gelip toplantı yaptılar. Aralarında Bekir b. Nattah da vardı. Bunlar karşılıklı bazı şiirler okudular. Uzun şiirleri-ni tamamladıktan sonra Bekir b. Nattah kendi kendine şu şiiri oku­maya başladı:

"Ona zarar vermezdi, eğer rıza ile yazmış olsaydın.

Gözlerin kirpikleri kurudu, ya da yumuldu.

Reddedilen bir şefaat onun yanında,

Bir aşık içindi. Keşke o şefaat geçerli olsa, diyordu.

Ey nefis, sabret; bil ki, geçerli olan şefaat gibisini ümid ediyor on-

Kirpikler, kendisini süzen katilden ötürü hastalanmadı. Onu zorla hasta ettiler."

Mecliste bulunan şairler, koşup Bekir b. Nattah'm başını öpmeye

başladılar.»

Bekir b. Nattah vefat ettiğinde Ebü'l-Atahiye ona şu ağıtı yaktı:

"İbn Nattah Ebu Vail Bekir vefat etti. Şiir artık ortaya çıktı."

Bu senede Behlül Dana diye tanınan mecnun kişi vefat etti. Küfe mezarlığına gider, orada güzel sözler söylerdi. Önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Harun Reşid'e vaaz ve öğütler vermişti. [60]

 

Abdullah B. Îdris

 

Evd kabilesindendir. Kûfelidir. A'meş'ten, İbn Cüreyc'ten, Şu'-be'den, Malik'ten ve diğerlerinden hadis dinlemiştir. İmamlar ce­maatı da ondan hadis rivayet etmişlerdir. Kendisini kadılığa tayin et­mek üzere Harun Reşid onu huzuruna çağırmış, fakat o: "Hayır, ben bu işi yapamam." demiş. Bu görevi kabul etmeyeceğini kesinlikle ifa­de etmişti. Harun Reşid, ondan Önce de Veki'den, kadılığı kabul etme­sini istemiş, ne var ki Veki de kabul etmemişti. Hafs b. Giyas'tan, ka­dılığı kabul etmesini istemiş, o kabul etmişti. Harun Reşid bunlardan herbirine yolculuk masrafı olarak 5.000.000 dirhem vermiş; Veki ile ibn İdris bu parayı kabul etmemiş, Hafs ise kabul etmişti. Bunun üzerine Abdullah b. İdris, ömrü boyunca Hafs'la konuşmayacağına yemin etmişti.

Bir sene Harun Reşid hacca gitmek üzere yola çıkmıştı. Kûfe'nin yakınından geçmekte iken yanında Kadı Ebu Yusuf ile oğulları Emin ı*6 Me'mun da vardı. Harun Reşid, çocuklarına hadis okutmaları için pife'deki hadis âlimlerinin toplanmasını emretti. Âlimler toplandı-ar, sadece Abdullah b. İdris ile İsa b. Yunus bu toplantıya gelmedi-r* Emin ile Me'mun, âlimlerden hadis dinledikten sonra kalkıp Ab- ll&h b. İdris'in yanma gittiler. Abdullah onlara yüz hadis okudu.ona şöyle dedi: "Amcacığım, istersen bana okuduğun bu ha-

dişleri sana tekrarlayayım." Me'mun, ondan dinlediği hadisleri ezbe­re olarak kendisine okudu. Abdullah b. Idris, onun hafızası karşısın da hayrete düştü. Bundan sonra Me'mun, Abdullah b. İdris'e bir mik­tar para verilmesini görevlilere emretti. Ama Abdullah b. İdris parayı kabul etmedi.

Daha sonra Emin ile Me'mun, İsa b. Yunus'un yanma gittiler Ondan hadis dinlediler ve dinlediklerini tekrarladılar. Me'mun ona da 10.000 dirhem verilmesini görevlilere emretti. Ama o da parayı kabul etmedi. Me'mun, parayı azımsadığını sanarak iki kat verilme­sini emretti, ama o şu karşılığı verdi:

"Vallahi, şu mescidi yerden tavana kadar dolduracak kadar para versen dahi Rasûlullah'ın hadisi karşılığında kabul etmem."

Abdullah b. İdris can çekişirken kızı ağladı. Kızma şöyle dedi:

"Ne diye ağlıyorsun kızım? Bu evde 4.000 hatim yapılmıştır." [61]

 

Sa'saab. Selam

 

Kendisine İbn Abdillah da denilir. Künyesi Ebu Abdillah'tı. Şam­lıydı. Sonra Endülüs'e göçerek Abdülmelik b. Muaviye ve oğlu Hişam zamanında orada kaldı. Endülüs'e hadis ilmini ilk olarak götüren ve Evzaî'nin mezhebini Endülüs'e yayan oydu. Kurtuba'da imamlık yap­tı. Onun zamanında Kurtuba'nm büyük camiine ağaçlar dikildi. Evzaî ve Şamlılar, mescide ağaç dikilmesine muvafakat ederler. Ama İmam Malik ve arkadaşları bunu mekruh sayarlardı.

Sa'saa b. Selam, İmam Malik'ten, Evzaî'den ve Said b. Abdüla-ziz'den rivayetlerde bulunmuştur. Aralarında fıkıhçı Abdülmelik b. Habib'in bulunduğu bir cemaat da ondan rivayetlerde bulunmuşlar­dır. Abdülmelik b. Habib, onu "Kitabu İ-Fukaha" adlı eserinde anmış-tır. "Tarihu Mısır" adlı eserinde İbn Yunus, "Tarihu Endülüs" adlı eserinde de Humeydî kendisinden bahsetmişlerdir. Humeydî, onun bu senede vefat ettiğini açık olarak ifade etmiş ve üstadı İbn Haznı'-dan nakilde bulunarak Evzaî mezhebini Endülüs'e ilk sokan kişinin Sa'saa olduğunu söylemiştir.

İbn Yunus da dedi ki: "Hadis ilmini Endülüs'e ilk götüren kişi Sa'saa'dır. Hicretin 180. senesine yakın bir zamanda vefat etti."

Ama Humeydî'nin, Sa'saa b. Selam'ın bu senede vefat ettiğine da­ir kesin ifadesi daha doğrudur. [62]

 

Ali B. Zibyan

 

Künyesi, Ebü'l-Hasan'dır. Abs kabilesinden idi. Bağdat'ın doğu yakası kadılığını yapmıştır. Onu bu göreve Harun Reşid getirmiş

Fbu Hanife'nin ashabından olup sika bir âlimdi. Sonra Harun Reşid nU kadi'l-kudathğa tayin etti.

Harun Reşid, kendisini ziyarete geldiği zamanlarda Ali b. Zib-n'ı sarayın dışına kadar uğurlardı. Ali b. Zibyan, bu senede Kumeysin'de vefat etti. [63]

 

Abbas B. Ahnef

 

Abbas b. Ahnef b. Esved b. Talha. Meşhur şairlerdendir. Horasan iraplarından olup Bağdat'ta yetişmiştir. Zarif, makbul ve latif bir kimse olup güzel şiirleri vardı.

Ebü'l-Abbas dedi ki: Abdullah b. el-Mu'tez şöyle demiştir: Bana tanıdığım en iyi şairin kim olduğunu sorsalardı, "EbüT-Abbas'tır." derdim. Çünkü onun şu güzel şiirini görmüşümdür:

«İnsanlar zan eteklerini üzerimize çektiler,

İnsanlar bizim hakkımızda çeşit çeşit sözler söylediler.

Bir yalancı sizden başkasına zanla yalan okunu fırlattı.

Bir doğru sözlü kişiye gelince o da doğru kişi olduğunu bilmiyor.»

Bir gece Harun Reşid, onu yanına çağırttığında korktu. Zevceleri de paniğe kapıldılar. Saraya vardığında Harun Reşid ona şöyle dedi:

- Bak bakalım hele! Bir cariyem bir beyit söyledi, o beytin bir mislini söylemeni istiyorum.

- Ey müminlerin emiri, bu gece korktuğum kadar başka hiçbir zaman korkmamıştrm.

- Neden?

Abbas, muhafızların geceleyin evine geldiklerini Harun Reşid'e anlattı. Sonra oturdu, korkusunu üzerinden attı ve şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, sen ne dedin? O beyit nasılmış?

«Şefkatli bir kadını gördük, onun gibi başka bir beşer görmedik. Onun yüzü -daha fazla baktığın zaman- daha fazla güzelleşir.»

Harun Reşid ona şöyle dedi:

- Daha da oku bakalım.

«Gece, karanlığıyla senin üzerine doğru geldiğinde ve zifiri karan-hk olduğunda;

Karanlığını üzerine sarkıttığında artık fecri göremezsin. Ama o şefkatli kadın ortaya çıkınca Ay'ı görürsün.»

- Evet Ay'ı gördük ve sana da 10.000 dirhem verilmesini emret­tik.»

Abbas b. Ahnef in, aşağıda nakledeceğimiz şu şiirini Beşşar b Bürd, onun şairliğine delil saymış ve bu nedenle onu şairler arasına katmıştır. Şiir şöyledir:

«Dostluklarını bana tattıranlar beni ağlattılar.

Ta ki behi uykudan kendi hevesleri için uyandırdılar, ama kendi­leri uyudular.

Beni uykudan kaldırdılar, kalkıp doğrulduğumda; Omuzuma ağır yük vurdular, ama kendileri oturdular.»

Onun şiirlerinden biri de şudur:

«Ey Sa'd, bana ondan bahsettin, cinnetimi artırdın.

Ey Sa'd, konuşmana devam et, daha da konuş.

Onun aşkı Öyle bir aşktı ki, gönül ondan başkasını tanımaz.

Onun ne öncesi vardır, ne sonrası.»

Asnıaî dedi ki: Basra'da Abbas b. Ahnefin yanma gittim; yatağın­da can çekişiyor ve şöyle diyordu:

"Ey vatanından uzakta olan kişi; Yalnızsın, hüzünle ağlıyorsun.

Bu garibin üzerine ağladığında bedenindeki hastalıklar daha da fazlalaşiyor."

Bundan sonra bayıldı, bir ağaç üzerinde öten bir kuşun sesiyle uyandı ve şöyle dedi:

"Gönül daha da hüzünlendi.

Görünmeyen bir sesin sahibi, dal üzerinde ağlıyor. Bana zor gelen ona da zor geldi ve ağladı. Hepimiz kendi durgunluğumuza ağlıyoruz."

Tekrar bayıldı. Ben kendisini hareket ettirmek istedim, baktım ki Ölmüş.»

Solî'nin ifadesine göre Abbas b. Ahnef, hicretin 192. senesinde ve­fat etmiştir. Sonraki bir tarihte vefat ettiği de söylenir. Hicretin 188-senesinde vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır.

Bazı tarihçilerin iddiasına göre Abbas b. Ahnef, Harun Reşid'ten sonra da yaşamıştır. [64]

 

İsa B. Cafer

 

İsa b. Cafer b. Ebi Cafer el-Mansur. Zübeyde'nin kardeşidir. Ha-n Reşid'in hilafeti zamanında Basra valiliği yapmış ve hicretin 192. genesinde vefat etmiştir. [65]

 

Fadl B.Yahya

 

Fadl b. Yahya b. Halid b. Bermek. Cafer'in ve bacılarının kardeşi­dir. Fadl, Harun Reşid'le birlikte süt emmiştir. Hayzuran, Fadl'ı em-zirdi, Ünimü Fadl Zübeyde binti Berih de Harun Reşid'i emzirdi. Sö­zünü ettiğimiz bu Zübeyde, cariye idi. Şairlerden biri bu konuda şöyle bir şiir söylemişti:

«En üstün hür kadının seni ve halifeyi aynı meme ile emzirmesi, Senin için bir üstünlük olarak yeter ey Fadl. Yahya'nın babası Halid'i bütün ortamlarda süslediği gibi; Sen de baban Yahya'yı bütün ortamlarda süsledin.»

Dediler ki: Fadl, kardeşi Cafer'den daha cömert ve âlicenaptı. Ama kendisinde aşırı derecede kibir vardı, asık çehreliydi. Cafer ise, ondan daha güleryüzlü, ama daha az bağışta bulunan bir kimseydi. Bu nedenle insanlar Fadl'a daha meyilli idiler. Çünkü cömertlik, in­sanın bütün çirkinliklerini örter. Nitekim cömertliği, Fadl'ın kibrini ve asık çehresini örtmüştü. Fadl, mutfakçısma İ00.000 dirhem ver­miş, bu nedenle babası onu kınamıştı. O da babasına şöyle diyerek kendini savunmuştu: «Babacağım, bu adam; darlıkta ve genişlikte, bollukta ve yoksullukta benimle beraber bulunuyor. Bu halde de be­nimle beraber oluyor ve bana güzel arkadaşlık yapıyor.»

Şairin biri şöyle demiş:

«Alicenâb kimseler, elleri genişlediği vakit;

Sakıntılı yerde kendilerine arkadaşlık edenleri anarlar.»

Fadl b. Yahya, bir gün şairin birine 10.000 dinar vermiş, şair ağ­lamıştı. Faal ona şöyle sormuştu:

- Neden ağlıyorsun, yoksa bu parayı az mı buldun?

- Hayır, vallahi buna ağlamıyorum ben, toprağın senin gibi birini yiyeceğine ağlıyorum.

Ali b. el-Cehm, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir gün

sabahladığımda hiçbir şeyim yoktu, bineğimin yemi dahi yoktu. Fadl

Yahya'ya gittim, onun da bir grup maiyetiyle birlikte hilafet sarayindan çıkıp gelmekte olduğunu gördüm. Beni görünce benimle babalaşarak: "Haydi, benimle gel." dedi. Ben de onunla birlikte gjt_ tim. Yolda iken bir çocuğun bir cariyeye bir evden seslendiğini duy dum. Çocuk, Fadl'ın aşık olduğu bir cariyenin adıyla o cariyeye ses lenmekteydi. Bundan rahatsız oldu ve rahatsızlığını dile getirdi. Ben de: Ey Fadl, Beni Amirin kardeşinin başına gelen sana da gelmiştir Beni Amir'in kardeşi bir şiirde şöyle demiş:

"Biz Mina'mn Mescid-i Hayf ında iken bir çağırıcı seslendi, Bu seslenme gönüllerdeki hüzünleri harekete geçirdi ama ne yap. tığını bilmiyordu.

O, Leyla'nın adıyla başkasını çağırdı.

Bu çağırışıyla sanki göğsümde bir kuş gibi duran Leyla'yı uçur­du,"

Fadl bana: "Şu iki beyiti benim için bir kağıda yaz." dedi. Ben de bir bakkala gittim, yüzüğümü rehin bıraktım, ondan bir kağıt aldım ve bu beyitleri yazarak ve Fadl'a verdim. Fadl da bana: "Haydi, doğ­ruca yoluna git." dedi. Evime döndüm, hizmetçim bana: "Yüzüğünü ver de biraz yiyecek yanında bineğimize yem almak için rehine vere­lim." dedi. Ben de: "Yüzüğümü başkasına rehin bıraktım." diye cevap verdim. Bir süre sonra, henüz akşama varmadan Fadl bana 30.000 altın gönderdi. Ayrıca 10.000 de gümüş gönderdi. Bu parayı her ay bana aylık olarak ödedi, bir aylığımı da peşin verdi.»

Büyüklerden biri, günün birinde Fadl'ın yanına gitti. Fadl ona ik­ramda bulundu, onu oturmakta olduğu kanepede yanı başına oturttu. Ziyaretine giden adam borçlu olduğunu ve bu hususta halifenin nez-dinde kendisine yardımcı olmasını istedi. Fadl da ona: «Olur, yardım­cı olurum, borcun ne kadar?» diye sordu. Adam da, 300.000 dirhem olduğunu söyledi ve Fadl'ın yanından -borcunu Ödemekten aciz oldu­ğu için- üzüntülü bir halde çıkıp gitti. Sonra arkadaşlarından birine uğradı, yanında biraz dinlendi, ondan sonra da evine döndü. Borçlu olduğu miktardaki paranın kendisinden önce evine gönderildiğini gördü. Şairin biri bu konuda ne güzel bir şiir söylemiş:

«Ey Fadl b. Yahya b. Halid, fazilet senin içindir. Faziletli olduğunu iddia eden herkes faziletli değildir. Cenâb-ı Allah, insanlar arasında sende büyük bir fazilet gördü. Bu nedenle sana Fadl adını verdi, böylece hem isim hem icraat birleşti, (yani isminle müsemma oldun).»

Fadl'ın, Harun Reşid nezdindeki değeri Cafer'inkinden daha büyüktü. Ama Cafer, Harun Reşid'in daha çok gözüne girmiş ve has ^damlarından biri olmuştu. Fadl, Horasan valiliği ve diğer görevler

bi büyük işler yapmıştı. Harun Reşid, Bermekiler'i öldürdüğünde h mlardan bir kısmını hapse atmış, Fadl'ı da yüz kırbaç cezasına mahkum etmiş, sonra da zindana atmıştı. Nihayet Fadl, hicri 192. se-

ede zindanda iken, Harun Reşid'in ölümünden beş ay önce Rakka'da vefat etti. Vefat ettiği konakta arkadaşları cenaze namazını kıldılar, sonra cenazesi konaktan dışarı çıkarıldı. Halk da cenaze namazını kıldı ve Rakka'ya defnedildi. Vefatı sırasında kırkbeş yaşındaydı. Di­linde, perşembe ve cuma günü boyunca devam eden bir ağırlık mey­dana gelmiş ve cumartesi günü sabah namazından önce vefat etmişti. İbn Cerir'in ifadesine göre hicri 193. senenin muharrem ayında vefat etmiştir. İbn Cevzî'nin ifadesine göre 192. senede vefat etmiştir. Doğ­rusunu Allah bilir.

İbn Hallikan, Fadl'ın biyografisini uzun uzadıya anlatmış ve bu arada onun güzellik ve yüceliklerinin bir kısmını da dile getirmiştir. Yaptığı iyiliklerden biri de şuydu: Horasan valisi iken, Belh şehrine gelmişti, burada Mecusilerin mabedi olan bir ateşgede vardı. Dedesi Bermek o mabedin hizmetçilerindendi. Bu mabedin bir kısmını yıktı, fakat hepsini yıkamadı. Çünkü çok sağlam bir şekilde inşa edilmişti. Yıktığı kısmın yerine, Allah rızası için bir mescid yaptırdı.

Anlatıldığına göre kendisi zindanda iken şu beyitleri okuyup ağ-larmış:

«Başımızdaki musibetten ötürü şikayetlerimizi Allah'a arz ederiz.

Sıkıntı ve musibeti gidermek, onun kudret elindedir.

Dünyadan çıktık biz dünya ehli iken;

Şimdi ne ölüler arasmdayız, ne de diriler arasında.

Bir gün bir iş için zindancı bize geldiğinde;

Şaşarız ve "Bu dünyadan bize gelmiş" deriz.»

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında, yazar ve şair Muhammed.b. Ümeyye de vardı. O, bütün fertleri şair olan bir aile­dendi. Öyle ki, bu aile fertlerinin şiirleri birbirine karışmıştır. [66]

 

Mansur B. Zibrikan

 

Mansur b. Zibrikan b. Seleme Ebü'1-Fadl en-Nümeyrî. Şairdi, Ha­run Reşid'i övdü. Aslı Cezire'dendir. Bağdat'ta ikamet etti.

Dedesine, «Kartala koç yediren» denilirdi. Bunun sebebi şuydu: Bir gün dedesi, bir topluluğa ziyafet vermişti. Ziyafet esnasında bir kartal gelip misafirlerin etrafında uçuşmaya başlamış. Dedesi de mi-

safirleri rahatsız etmesin diye bir koç kesip kartala verilmesini em­retmiş ve bu emri yerine getirilmişti, işte bu olayı şairin biri şöyle di­le getirmişti:

«Senin deden Beni Kasıt kabilesinin lideridir. Dayın da kartala koç yediren kimsedir.»

Mansur b. Zibrikan'm çok güzel şiirleri vardı. Külsüm b, Amr'dan rivayette bulunurdu. Külsüm, ona musiki öğreten üstadı idi. [67]

 

Kadı Ebu Yusuf'un Oğlu Yusuf

 

Yusuf, Sırrı b. Yahya ve Yunus b, Ebi İshak'tan hadis dinledi. Re'yi derinlemesine inceledi ve fakıh öğrendi. Babası Ebu Yusuf un sağlığında Bağdat'ın doğu yakasında kadılık görevine atandı. Harun Reşid'in emri üzerine Mansur Camii'nde halka cuma namazı kıldırdı. Bağdat kadısı iken bu senenin receb ayında vefat etti. [68]

 

Hicretin Yüzdoksanüçüncü Senesi

 

İbn Cerir dedi ki: Bu senenin muharrem ayında Fadl b. Yahya ve­fat etti.

îbn Cevzî de şöyle demiştir: Fadl -önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi- hicretin 192. senesinde vefat etti.

İbn Cerir'in sözü, doğruya daha yakındır.

Bu senede Said el-Cevherî de vefat etmiştir. Yine bu senede Ha­run Reşid, Cürcan'a gitti. Ali b. İsa'nın hazineleri kendisine sunuldu. Bu hazineler 1.500 deve üzerinde taşınıyordu. Cürcan'a gidişi, safer ayında olmuştu. Oradan da hasta halde iken Tus şehrine gitti ve ora­da iken vefat etti.

Irak valisi Herseme, orada Rafı b. Leys ile karşılaştı. Herseme, Rafî'i yenip bozguna uğrattı, Buhara'yı fethetti. Rafi'in kardeşi Beşir b. Leys'i esir alıp yolculuğa dayanamayacak duruma geldiği için Tus'-ta bulunan Harun Reşid'e gönderdi.

Beşir, Harun Reşid'in huzuruna vardığında ondan merhamet di­lendi, ama Harun Reşid onun bu dileğini kabul etmeyip şöyle dedi: «Allah'a yemin ederim ki, ömrüm sona erse de sadece senin öldürül­meni emredecek kadar dudağımı kımıldatacak ömrüm kalsa, yine de seni öldürtürüm!» Böyle dedikten sonra bir kasabı huzuruna çağırttı ve Beşir'i gözlerinin önünde ondört parçaya ayırttı. Bundan sonra el­lerini semaya kaldırıp Beşir'in kardeşi Rafî'i de eline geçirmesi için Allah'a dua etti. [69]

 

Harun Reşid'in Vefatı

 

Harun Reşid, Kûfe'de iken bir rüya görmüş, çok korkmuş ve üzül­müştü. Cibril b. Bahtiyeşu, huzuruna girdiği zaman halifeye şöyle sormuştu:

- Neyin var ey mü'minlerin emiri, niçin üzüntülüsün?

- Rüyada şu kanepenin altından bir elin bana doğru uzandığım g-ördüm, avucunda kırmızı bir toprak vardı. Gaipten bir ses de: «İşte bu Harun'un defnedileceği topraktır.» diyordu.Cibril, onu teselli edip şöyle dedi:

- Bu, nefsinin kuruntularından ve karışık rüyalardandır. Sen bu­nu unutmaya çalış ey mü'minlerin emiri.

Harun Reşid, Horasan'a gitmek üzere yola koyuldu. Tus şehrine uğradı. Hastalığı ağırlaşmca yola devam edemez oldu. Kûfe'de gör­müş olduğu rüyayı hatırladı, korkuya kapıldı ve Cibril'e şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana ey Cibril! Sana anlatmış olduğum rüyayı hatırlamıyor musun?

- Hatırlıyorum.

Bunun üzerine Harun Reşid, hizmetçisi Mesrur'u çağırdı ve ona şu buyruğu verdi:

- Bana şu yerin toprağından biraz getir.

Mesrur da avucunda biraz kırmızı toprak getirdi. Harun Reşid onu görünce şöyle dedi:

- Vallahi bu el, rüyada gördüğüm eldi, bu toprak da rüyada gör­düğüm topraktı.

Cibril diyor ki: «Vallahi, üç gün geçmeden Harun vefat etti.» Harun Reşid, ölmeden önce bulunduğu evde mezarının kazılması­nı emretti. Tus şehrinde oturmakta olduğu ev, Hamid b. Ebi Ganim et-Taî'ye aitti. Kazdırdığı mezara bakıp şöyle diyordu:

- Ey âdemoğlu! İşte sonunda böyle bir yere varacaksın.

Mezar kazılması bitirildikten sonra oracıkta Kur'ân okunmasını emretti. Kur'ân okudular, hatmettiler. Kendisi de mezarın yanı ba-Şmda, bir çarşafa bürünmüştü. Ölümü sırasında çarşafa büründü ve can çekişmeye başladı. Yatağa uzanmamış, aksine oturmaktaydı.

Yanındakilerden biri:

- Biraz uzansan senin için daha iyi olur, deyince o; hasta olma­yan bir adam gibi güldü, sonra şöyle dedi:

- Sen, şairin şu sözünü duymamış mısın?:

«Ben öyle asil bir kavimdenim ki,

Musibetlerin şiddeti onların güç ve sabırlarını daha da artırır.»

Harun Reşid, hicri 193. senenin cemaziyelahir ayının başında cumartesi (veya pazar) gecesi kırkbeş (veya kırkyedi) yaşında vefat ett~ Yirmi üç sene müddetle hüküm sürmüştü. [70]

 

Harun Reşidin Biyografisi

 

Harun Reşid b. Mehdi Muhammed b. Mansur Ebu Cafer Abdul lah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib el" Kureyşi el-Haşimî. Künyesi, Ebu Muhammed idi. Ebu Cafer olduğu da söylenir. Annesi, bir cariye olan Hayzuran idi.

Harun Reşid, hicretin 146., 147., 148. veya 150. senesinde şevval ayında doğmuştur. Babası Musa el-Hadi'nin hicri 170. senenin rebi-yülevvel ayında ölümünden sonra veliahdlığı nedeniyle kendisine ha­life olarak bey'at edildi. Babasından ve dedesinden hadis rivayet etti Mübarek b. Fudale tariki ile Enes b. Malik'ten rivayet etti ki; Rasû-lullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir hurmanın yarısını (sadaka olarak) vermekle de olsa ateşten sakının.» Bu hadisi, minberde cemaate hutbe irad ederken nakletmiş-ti. Oğlu, İshak'm babası Süleyman el-Haşimî ve Nebate b. Amr da bu hadisi kendisinden rivayet etmişdir.

Harun Reşid; beyaz tenli, uzun boylu, yakışıklı, birazda şişman bir adamdı.

Babasının sağlığında defalarca Bizans'a gazaya gitti. Kostanti-ne'yi kuşattıktan sonra Bizanslılarla barış antlaşması yaptı. Müslü­manlar, kuşatma esnasında çok zahmet çektiler ve şiddetli korkuya kapıldılar. Barış antlaşmasını, İlyon'un, Agusta lakabıyla tanınan karısı ile yapmıştı. Bizanslılar bu antlaşma gereğince her sene Müs­lümanlara büyük meblağda paralar ödeyeceklerdi. Müslümanlar, bu antlaşma nedeniyle sevindiler. Yaptığı bu antlaşmadan dolayı, baba­sı, hicretin 166. senesinde kardeşinden sonrası için onu veliahd tayin etti. Hicretin 170. senesinde halifelik kendisine geçince o, insanların en güzel davrananı, en çok gaza yapıp haccedeni oldu. Bu hususta şa­ir Ebü's-Su'la şöyle demişti:

«Haremeyn'de veya üç bölgede, serhad boylarında kim seninle karşılaşıp savaşmak ister;

Düşman toprağında eski püskü elbiseler içinde.

Refah bölgesinde, yüksek yerlerde de olsa kimse seninle karşıla­şıp savaşmak istemez.

İşleri yöneten halifeler arasında hiçbiri senin kadar sınırları mu­hafaza altına alamadı.»

Harun Reşid, her gün kendi öz malından 1.000 dirhem sadaka ve-vdi. Hacca gittiğinde de yüz kadar fıkıhçı ve bunların çocuklarını da beraberinde götürürdü. Haccetmediği senelerde 300 kişiyi hacca gön-H rir bunların harçlık ve giysilerini tam olarak verirdi. Dedesi Ebu rafer el-Mansur'a her bakımdan benzemek isterdi. Ama sadece ba-" qlar hususunda ona benzemezdi. Çünkü kendisi insanlara bolca ba-fısta bulunan bir kimseydi. Fakihleri ve şairleri sever, onlara arma-? lar verjrdi. Onun yanında hiçbir iyilik ve ihsan boşa gitmezdi. Yü­züğünün kaşında "Lâ ilahe illallah" ibaresi yazılıydı.

Her gün nafile olarak üç rekat namaz kılardı. Vefat edinceye, dünyadan ayrılıncaya kadar bu halini devam ettirdi. Yalnız hastalan­dığı günlerde bunu yapamazdı.

İbn Ebi Meryem, onu neşelendirip güldürürdü. Onun, Hicaz ha­berleri ve diğer konularda çok bilgisi vardı. Harun Reşid, onu kendi sarayına yerleştirmiş, aile efradıyla bir arada oturtmuştu.

Bir gün Harun Reşid, onu sabah namazına uyandırmıştı. Kalkıp abdest almış, sonra namaza durmuş olan Harun Reşid'in arkasına gelip ona tabi olarak namaza durmuştu, o esnada Harun Reşid şu ayet-i kerimeyi okuyordu:

«Beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim?» (Yasin, 22.)

Onun bu ayet-i kerimeyi okuduğunu duyan İbn Ebi Meryem: «Vallahi bilmiyorum.» dedi. Onun böyle demesi üzerine Harun Reşid gülmeye başladı, namazını kesti, sonra dönüp onu şöyle azarladı: «Yazıklar olsun sana! Namazda ve Kur'ân okunması esnasında böyle şakalar yapma, başka zaman dilediğin gibi konuş.»

Bir gün Abbas b. Muhammed, elinde gümüşten bir kap ile Harun Reşid'in huzuruna geldi. Bu kapta çok güzel bir esans vardı, değerine paha biçilemezdi. Abbas, bu kabı ve içindeki esansları övmeye başla­dı, Harun Reşid'ten bu hediyeyi kabul etmesini istedi. Harun Reşid onu kabul edince, bu defa İbn Ebi Meryem: «Bu esans kutusunu bana ver ey mü'minlerin emiri.» dedi. Harun Reşi-d de bunu ona hediye etti. Bunun üzerine Abbas, İbn Ebi Meryem'e şöyle çıkıştı:

- Yazıklar olsun sana! Kendimden, çoluk çocuğumdan esirgedi­ğim ve halifemize layık gördüğüm bu hediyeyi getirip kendisine tak­dim ettim, ama sen bunu onun elinden aldın.

Bunun üzerine İbn Ebi Meryem yemin ederek, bu esansı kendi kı-Çina süreceğini söyledi ve bir miktar esans alıp kıçına sürdü. Sonra da bütün organlarına sürdü. Onu bu halde gören Harun Reşid, kendi­ni tutamayıp gülmeye başladı. Sonra İbn Ebi Meryem, huzurda du­ran Hakan adındaki hizmetçiye: «Kölemi çağır.» dedi. Harun Reşid de hizmetçi Hakan'a:

- Kölesini çağır bakalım hele, dedi.

Kölesi huzura girince, İbn Ebi Meryem ona şu talimatı verdi:

- Esans kutusunu alıp hanımına götür ve ona bu esansı kıçına sürmesini söyle ki, eve geldiğimde kendisiyle yatayım.

Bu konuşmasını duyan Harun Reşid, artık kendini tutamayıp ka­tıla katıla gülmeye başladı. Sonra İbn Ebi Meryem, Abbas b. Muham-med'e dönüp şöyle dedi:

- Bu esansı getirmişsin; gökler yağmur yağdırırken, yerler bitki bitirirken mutlaka halifemizden izin alırlar. Herşey onun kudret ve tasarrufu altındadır. Dahası, ölüm meleğine Allah tarafından şu buy­ruk verilmiştir: «Harun sana ne emrederse emrini yerine getir.» Sen kalkmışsın, sanki kendisi bir bakkal veya fırıncı veya lokantacı veya hurmacıymış gibi bu esansı halifemize medhediyorsun.

Onun bu konuşması karşısında Harun Reşid o kadar kahkaha ile güldü ki, nerede ise helak olacaktı. Bundan sonra halife Harun, İbn Ebi Meryem'e 100.000 dirhem para verilmesini emretti.

Harun Reşid, bir gün bir ilaç içti. İbn Ebi Meryem, Harun Reşid'-in bu ilacı içmesi neticesinde ayıp karşılanacak bir durum meydana gelirse, kendisiyle Harun Reşid arasında bir sır olarak kalsın ve kim­senin bundan haberi olmasın diye, ondan bu gün için kapıcılık görevi­ni kendisine vermesini istedi. O gün Zübeyde'den, Bermekîlerden ve diğer büyük komutanlardan birçok hediyeler getirildi. İbn Ebi Mer­yem, bugün böylece 60.000 dinar kazanç sağlamış oldu. İkinci gün Harun Reşid, sağladığı bu hasılattan kendisine de pay vermesini iste­yince İbn Ebi Meryem ona şu karşılığı verdi: «Elde ettiğim bu hediye­lerin, 10.000 elmayı sana verme karşılığında bana verilmesi için se­ninle anlaşma yaptım.»

Gözlerini kaybetmiş bir a'ma kişi olan Ebu Muaviye Muhammed b. Hazim, Harun Reşid kendisinden hadis dinlesin diye huzuruna da­vet edilmişti.

Ebu Muaviye diyor ki: «Onun yanında her bir hadisi okuduğum esnada o, "Allah, efendimize salat-ü selam etsin." diyordu. O, bir Öğüt dinlerken, gözlerinden akan yaşlar toprağı ıslatacak şekilde ağlıyor­du. Bir gün yanında yemek yedim, sonra ellerimi yıkamak için sofra­dan kalktım. Elime su döktü, ama ben onu göremiyordum. Sonra kendisi bana dedi ki:

- Ey Ebu Muaviye, ellerine su döken adamın kim olduğunu bili­yor musun?

- Hayır.

- Mü'minlerin emiri Harun senin eline su döktü.

- Allah seni muradına kavuştursun. Niçin böyle yaptın? Şöyle cevap verdi:

- Ben ilme saygı göstermek istedim.»

Ebu Muaviye, bir gün ona, Hz. Adem ile Hz. Musa'nın tartışması-nı anlatan bir hadisi nakletti. Orada bulunan Harun Reşid'in amcası: «Bu iki peygamber nerede karşılaşmışlar, ey Ebu Muaviye?» diye iti­razda bulundu. Harun Reşid de onun bu itirazı karşısında çok gazap­tandı ve: «Sen hadise mi itiraz ediyorsun?» dedi. Sonra da amcasının boynunu vurdurmak için kılıç ve pöstekinin getirilmesini emretti. İs­tediği malzemeler hazırlandı. Orada bulunan dinleyiciler kalkıp rica­cı oldular, amcasını bağışlamasını istediler. Harun Reşid de: «Onun bu yaptığı zındıklıktır!» dedi. Sonra onun zindana atılmasını emretti ve bu itirazı ona kimin telkin ettiğini kendisine bildirmemesi duru­munda zindandan onu asla çıkarmamaya yemin etti. Amcası da bü­yük yeminler ederek bu itirazı hiç kimsenin kendisine telkin etmedi­ğini beyan etti. Bunu sadece bir dil sürçmesi neticesinde söylemiş ol­duğunu ifade etti. Allah'tan mağfiret dileyip tevbesini dile getirdi. Bunun üzerine Harun Reşid, onu serbest bıraktı.

Ravinin biri diyor ki: «Harun Reşid'in huzuruna gittim, yanında boynu vurulmuş bir adam vardı. Cellat da öldürülen adamın ensesine kılıcını sürerek temizliyordu. Harun Reşid: «Bu adam, "Kur'ân mah­luktur." dediği için kendisini öldürttüm.» dedi. O, yüce Allah'a yakın olmak için, böyle diyen o kişiyi öldürtmüştü.»

İlim ehlinden biri dedi ki: «Ey mü'minlerin emiri! Şu Ebu Bekir ve Ömer'i seven ve onları herkese takdim eden kimselere bak ve sul­tanlığının otoritesini kullanarak bunlara ikram et.» Harun Reşid, bu­nu diyen adama şu karşılığı verdi: «Ben zaten öyle biri değil miyim? Allah'a yemin ederim ki, o iki zatı severim, onları seveni de severim, onlara öfke duyanları da cezalandırırım!»

İbn Semmak, Harun Reşid'e şöyle demişti: «Allah, hiç kimseyi se­nin üstüne koymadı, seni herkesten üstün kıldı. Sen de Öyle olmaya çalış ki, insanlar arasında senden daha fazla Allah'a boyun eğip itaat eden başka bir kimse bulunmasın.»

Harun Reşid ona şu karşılığı verdi: «Her ne kadar sözü kısa tut-tunsa da tesirli bir öğüt verdin.»

Fudayl b. İyaz -veya başka biri- Harun Reşid'e şöyle demişti: «Ce-nâb-ı Allah, dünyada senin üzerine hiç kimseyi koymamıştır, seni herkesten üstün kılmıştır. Sen de öyle çalış ki, bu dünyadan sonra ahirette hiç kimse senden üstün olmasın. Nefsini çalıştır ve Rabbine itaat işinde yor.»

Bir gün İbn Semmak, Harun Reşid'in huzuruna girdi. Bu sırada nın Reşid, kendisine biraz içecek getirilmesini istedi. Kendisine

 testi soğuk su getirdiler. O esnada İbn Semmak'a şöyle dedi:

- Bana biraz öğüt ver.

- Ey mü'minlerin emiri! Eğer senden esirgenecek olsaydı şu soğuk suyu kaça satın alırdın?

- Hükümdarlığımın yarısını vererek satın alırdım.

- Öyleyse afiyetle iç.

Harun Reşid soğuk suyu içtikten sonra İbn Semmak ona şöylG sordu:

- Eğer içtiğin bu su senin bedeninden dışarı çıkmayacak olsaydı bedeninden çıkarıp rahata kavuşman için ne kadar para verirdin?

- Hükümdarlığımın ikinci yansını verirdim.

- Öyle bir hükümdarlık ki, bir içim su için yansım, bu içtiğin su­yu idrar olarak dışanya atmak için de diğer yansını veriyorsun. İşte böyle bir hükümdarlık için insanların birbirleriyle kapışıp boğuşma-lanna ve yanşa girmelerine gerek yoktur.

İbn Semmak'ın bu öğüdü üzerine Harun Reşid ağladı. İbn Kuteybe, Asmaî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir gün Harun Reşid'in huzuruna girdim, tırnaklarını kesiyordu. Günlerden de cuma idi. Neden bu günde tırnaklannı kestiğini sor­dum. Bana şu cevabı verdi:

- Perşembe günü tırnak kesmek sünnettir, yalnız duyduğuma gö­re cuma günü kesmek, fakirliği ortadan kaldınrmış.

- Ey mü'minlerin emiri, sen de mi fakirlikten korkuyorsun?

- Ey Asmaî, benim kadar fakirlikten çok korkan başka biri var mı?»

İbn Asakir, ibrahim el-Mehdi'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Bir gün Harun Reşid'in yanındaydım. Mutfakçısını çağırdı ve ona şöyle sordu:

- Yemekte deve eti var mı?

- Hem de her çeşidinden var.

- Öyleyse sofraya deve eti de koy.

Sofra kurulduğunda önüne bir miktar deve eti konuldu. Etten bir lokmayı alıp ağzına koyduğunda Cafer el-Bermekî gülmeye başladı. Harun Reşid lokmayı çiğnemeyi bırakıp Cafer'e döndü ve şöyle sordu:

- Neden gülüyorsun?

- Hiçbir şey, ey mü'minlerin emiri, yalnız dün benimle cariyem arasında geçen bir konuşmayı hatırladım da onun için güldüm...

- Sende olan hakkım için bu gülüşünün sebebini bana anlataanı istiyorum.

- Ama şu lokmayı yut, ondan sonra anlatayım. Harun Reşid ağzındaki lokmayı çıkardı ve şöyle dedi:

- Vallahi bu gülüşünün sebenini bana anlatacaksın.

- Ey mü'minlerin emiri, sence sofradaki şu deve eti kaça mal oldu dersin?

- Dört dirheme mal oldu bence.

- Hayır, vallahi durum öyle değil ey mü'minlerin emiri, bu et sa­na 400.000 dirheme mal olmuştur.                   

- Nasıl olur?

- Bundan çok uzun bir zaman Önce mutfakçından deve eti iste­miştin, ama o esnada mutfakta deve eti bulunmamıştı. Ben de mutla­ka deve etinin her zaman hazır olması gerekir, diye karar verdim. O zamandan bu yana her gün halife mutfağında deve eti hazır bulun­sun diye birer deve kesiyoruz. Çünkü çarşıdan deve eti satın almadi-ğınıız için mutfağınıza özel olarak deve kestirmek mecburiyetinde ka-hyoruz. Bu yüzden o günden bu yana mutfakta deve eti bulundurabil­mek için 400.000 dirhem para harcadık. Fakat gel gör ki, o günden bugüne kadar halifemiz deve etini hiç istemedi, sadece bugün istedi. İşte bu nedenle güldüm. Çünkü mü'minlerin emiri, bu bir lokmalık deve etini 400.000 dirheme mal etmiştir.

Bunun üzerine Harun Reşid hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve sofranın kaldırılmasını emretti, kendini suçlayıp: «Vallahi helak ol­dun ey Harun!» dedi. Ağlamasını sürdürdü. Nihayet müezzinler öğle ezam okuyup namaz vakti geldiğini ona bildirdiler. O da çıkıp camiye gitti ve cemaata namaz kıldırdı. Sonra evine dönüp tekrar ağlamaya başladı. Nihayet müezzinler ikindi ezanını okuyup namaz vakti geldi­ğini kendisine bildirdiler. Mekke ve Medine fakirlerine 2.000.000, Bağdat'ın doğu ve batı yakasındaki fakirlere 2.000.000, Basra ve Kûfe'deki fakirlere de 1.000.000 dirhem sadaka verilmesini emretti. Sonra çıkıp mescide gitti, cemaata ikindi namazını kıldırdı. Tekrar evine dönüp ağlamaya başladı. Akşam namazı vakti olunca çıkıp mescide gitti, cemaata namaz kıldırdıktan sonra evine döndü.

Bu sırada Kadı Ebu Yusuf, yanına geldi ve ona: «Ey mü'minlerin emiri, neyin var? Bugün hep ağlıyorsun?» diye sordu. O da başından geçenleri ve kendi arzusu uğruna harcadığı paraları anlattı. Bu ağla­yışının bir lokma etten ötürü olduğunu öğrenince Ebu Yusuf, Harun Reşid'e şu cevabı verdi: «Ey mü'minlerin emiri, geçmiş günlerde Müs-lümanlann yediği etler için sarfettiğin paralardan ötürü Allah'ın se­vabına nail olduğunu sana müjdeliyorum. Allah'ın vermeni sana mü­yesser kıldığı sadaka ve sana nasip ettiği bugünkü ilahi korku nede­niyle seni müjdeliyorum. Zira yüce Allah, bir ayet-i kerimede şöyle Duyurmuştur: «Rabbine karşı durmaktan korkan kimseye iki Cennet vardir.» (er~Rahmân, 46.).»

Bundan sonra Harun Reşid, Kadı Ebu Yusuf a 400.000 dirhem verilmesini emretti. Sonra da yemeğinin getirilmesini istedi. Getiri­le11 yemeği yedi. O gün, kuşluk vakti yemeğini ancak akşamleyin yi-bilmişti.»

Amr b. Bahr el-Cahiz dedi ki: «Harun Reşid'de, başkasında asla görülmeyecek şekilde şaka ve ciddiyet bir arada bulunuyordu. Ebu Yusuf, onun kadisıydi, Bermekiler vezirleriydi, hacibi de Fadl b. er-Rebi idi. Fadl; insanların en uyanığı, Harun Reşid'e en çok saygı gös­tereni idi. Harun Reşid'in nedimi de Amr b. Abbas b. Muhammed idî Bu zat, Abbasiye'nin sahibiydi. Harun Reşid'in şairi Mervan b. Ebi Hafsa, şarkıcısı da İbrahim el-Musılî idi. Bu şarkıcı kendi çağında emsalsiz bir sanatçıydı. Harun Reşid'in maskarası ise, İbn Ebi Mer­yem'di. Zurnacısı Bersuma, zevcesi Ümmü Cafer (Zübeyde) idi. Zü-beyde, insanların hayra en fazla rağbet edeni, her türlü iyiliğe ve ma­ruf işe koşam idi. Daha Önceleri çok zor olduğu için teşebbüs edileme­yen Harem suyu projesini gerçekleştirdi, Harem'e su getirtti. Cenâb-ı Allah onun eliyle daha çok güzellikler yarattı.

Hatib Bağdadî'nin rivayetine göre Harun Reşid şöyle dermiş: «Biz musibeti büyük olan, bi'seti güzel olan bir kavimdeniz. Rasû-lullah (s.a.v.)'a mirasçı olduk. Allah'ın hilafeti de bizde baki kaldı.»

Harun Reşid, bir gün Ka'be'yi tavaf etmekte iken, adamın biri karşısına çıkıp şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, sana biraz sertçe konuşacağını, kabaca sözler sarfedeceğinı.

- Hayır, böyle yapma, bu uygun değildir. Allah, senden çok daha hayırlı birini benden daha şerli birine göndermişti ve o elçiye (Musa peygambere), gideceği benden daha şerli kişiye (Firavun'a) yumuşak konuşmasını emretmişti. Sen de yumuşak konuş.

Şuayb b. Harb dedi ki: «Harun Reşid'i, Mekke yolunda gördüm. Kendi kendime: "İşte, iyiliği emredip kötülüğü menetmek işi sana va­cip oldu." dedim. Ama, nefsim beni korkutup, "Böyle yaparsan şimdi senin boynun vurulur." diye beni korkuttu. Ama ben, "Hayır, bu göre­vi yerine getirmem gerekir." dedim ve Harun Reşid'e dönüp: "Ey Ha­run! İnsanlar ve hayvanlar artık yoruldular, bitkin düştüler." diye seslendim. Harun Reşid: "Şunu yakalayın!" diye emir verdi. Beni ya­kalayıp huzuruna götürdüler. Elinde küçük bir balta vardı, onunla oynuyordu. Bir kürsünün üstünde oturmaktaydı. Bana sordu:

- Ey adam, sen kimlerdensin?

- Müslümanlardan bir kişiyim.

- Anan ağlasın, sen kimlerdensin?

- Enbar'danım.

- Beni kendi adımla çağırmana seni iten sebep neydi?

Daha önce hatırlamadığım birşey o anda hatırıma geldi ve kendi­sine şu cevabı verdim:

- Ben, Cenâb-ı Allah'ı «Ya Allah!» diye kendi adıyla çağırıyorum, seni mi kendi adınla çağırmayacağım? Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah da yaratıklarından en çok sevdiği kimseleri kendi adıanyla çoğırmıştır: Ey Adem! Ey Nuh! Ey Hud! Ey Salih! Ey İbrahim! gy Musa! Ey İsa! Ey Muhammed! Halbuki, yaratıklarından en çok öf­ke duyduğu kimseye de künyesi ile seslenip şöyle buyurmuştur: «Ebu Leheb'in elleri kurusun!»

Benim bu cevabım üzerine Harun Reşid, yanındaki görevlilere: - Şunu dışarı çıkarın, dışarı çıkarın! diye emir verdi.» Bir gün İbn Semmak, Harun Reşid'e şöyle dedi: «Sen Ölürken yal­nız öleceksin, mezara yalnız başına konulacaksın, mezardan da yal­nız başına diriltilip çıkarılacaksın. Aziz ve Celil olan Allah'ın huzu­runda durmaktan kork ve tedbirini al. Oradan da ya Cennet'e ya ate­şe gideceksin. İşte o zaman gırtlağından yakalanacaksın, ayaklar ka­yacak, pişmanlık meydana gelecek, tevbe kabul edilmeyecek, mazeret nazarı itibara alınmayacak. Para ve mal vererek kendini kurtarama­yacaksın!»

İbn Semmak'ın bu sözleri üzerine Harun Reşid, hıçkıra hıçkıra yüksek sesle ağlamaya başladı. Yahya b. Halid de İbn Semmak'a şöy­le dedi: «Bu gece halifemizi çok sıkıntıya düşürdün!» Harun Reşid ağ­layarak oradan çıkıp gitti.

Fudayl b. İyaz, Mekke'de bir gece Harun Reşid'e çok öğütler ver­miş, söz arasında ona şöyle demişti:

«Ey yüzü aydın kişi! Sen bütün bu nimetlerden sorumlu tutula­caksın. Bir ayet-i kerimede yüce Allah şöyle buyurmuştur: «Araların­daki bağlar kopacaktır.» (e]-Bakara, 166.)

Mücahidin ifadesine göre; yani, dünyada iken kişi ile diğer var­lıklar arasındaki mevcut bağlar ahirette kopacaktır.»

Fudayl'ın bu sözleri üzerine, Harun Reşid hıçkıra hıçkıra ağlama­ya başladı.

Fudayl dedi ki: «Bir gün Harun Reşid, beni yanma çağırdı. Bu­lunduğu yeri süslemiş, çokça yiyecek ve içecekler hazırlatmış, lezzetli şeyleri sofrasına koydurtmuştu. Sonra Ebu Atahiye'yi de çağırmış ve ona şöyle demişti: İçinde bulunduğumuz şu yaşantıyı ve nimetleri an­lat, tasvirini yap.

Ebu Atahiye ona şu şiiri söylemişti:

"Elimden geldiği kadar yüksek saraylarda, gölgeliklerde salimen yaşa bakalım, hele.

Arzu ettiğin ve iştahının çektiği şeyler sabah akşam çabucak sa­na gelir.

Canlar göğüs kafesinde sıkıştıkları zamanda; işte o zaman biz kesin olarak anlarız ki,

Sen sadece aldanma ve gurur içindesin."

Ebu Atahiye'nin bu şiirini dinleyen Harun Reşid şiddetle ağlat] Fadl b. Yahya da Ebu Atahiye'ye: "Mü'minlerin emiri, kendisini nes ' lendiresin diye seni yanma çağırdı, ama sen onu üzdün." dedi. Harı Reşid de Fadl'a: "Onu bırak, çünkü o bizim gözlerimizin köreldi&in" gördü, körlülüğün daha da fazlaşmasını istemedi." dedi.»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre Harun Reşid, Ebu Atahi­ye'ye:

«Bize birkaç beyitlik veciz bir şiirle öğüt ver.» demiş, Ebu Ata-hiye de ona şu şiiri okumuştu:

«Bir göz açıp kapama veya bir nefes alıp verme anında da olsa hiçbir zaman Ölümü unutma.

Etrafında muhafızlar ve mabeyinciler de bulunsalar ölümü hatı­rından çıkarma.

Bil ki, zırhlanan ve kendini kalkanla koruyan herkese ölüm okla­rı isabet eder.

Sen kurtuluşu ümid ediyorsun ama kurtuluş yoluna koyusun. İmuyor.

Bilesin ki gemi karada yürümez.»

Bu şiiri dinleyen Harun Reşid, bayılarak yere düşüverdi.

Harun Reşid, bir gün Ebu Atahiye'yi hapse attırdı, onun neler söylediğini gelip kendisine anlatması için başına da bir gözcü dikti. Ebu Atahiye'nin, bulunduğu hapishanenin duvarına şöyle bir yazı yazdığı bildirildi:

«Ama vallahi, zulüm uğursuzluktur. Kötülük yapan kişi aslında kendine zulmetmektedir. Kıyamet gününün cezacisı olan Allah'ın huzuruna gideceğiz. Allah katında hasımlar bir araya gelecektir.»

Bu yazıyı yazdığını duyan Harun Reşid, kendisini acilen huzuru­na çağırtıp hemen salıverilmesini emretti ve ona 1.000 dinar verdi.

Hasan b. Ebi Fehm, Süfyan b. Uyeyne'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Harun Reşid'in yanma gittim. Bana: "Ne haber?" diye sordu. Ben de kendisine şu cevabı verdim:

"Evler Allah'ın gözü karşısında gizli kalamaz.

Tahammül ve susmak artık çok uzadı."

Bunun üzerine Harun Reşid, yanındaki görevliye şu emri verdi:

- Ey falan! İbn Uyeyne'ye 100.000 dirhem vererek onu ve çoluk çocuğunu zengin kılarsın, ama bu parayı vermekle Harun Reşid'e as-la zarar veremezsin.»

Asmaî'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Hac yolunda Harun Reşid'le beraberdim. Bir vadinin yanından yorduk. Vadinin kenarında güzel bir kadın vardı, önünde bir ça-ak duruyordu. O çanağa para atmaları için insanlara yalvarıp yaka-n or ve dilencilik yapıyordu. Şu şiiri de okuyordu:

"Senelerin darbeleri bizi ezip parçaladı. Günlerin musibet okları bize isabet etti.

Size geldik, avuç açıyoruz, ağzınızdan ve yiyeceğinizden birşeyler istiyoruz.

Ey Beyt-i Haram'm ziyaretçileri; Bize insanda bulunarak sevap talep edin. Ey beni ve yükümü gören kimseler; Garipliğime ve şu zelil durumuma acıyın."

Gidip kadının durumunu Harun Reşid'e anlattım. Kendisi gelip kadının yanı başında durarak şarkısını dinledi, ona acıyıp ağladı. Hizmetçisi Mesrur'a: "Şu kadının çanağım altınla doldur." diye emir verdi. Mesrur da çanağı altınla doldurdu, öyle ki sağa sola döküldü.»

Harun Reşid, bir defasında hac yolunda devesini süren bir bede­vinin şu şiiri okuduğunu işitti:

«Ey içi kederle dolup taşan kişi, kederlenme* Borcunu ödeyeceksin, sıtma nöbeti seni yakalayacak. Kader kaleminin mürekkebi artık kurumuş iken sen nasıl şifa bulursun.

Sağlığın düşüp gitti, hastalık sana geldi.»

Harun Reşid, yanında bulunan hizmetçilerden birine sordu:

- Yanında ne kadar para var?

- 400 dinar var.

- O parayı şu bedeviye ver.

Bedevi o parayı alınca, yanındaki arkadaşı, eliyle omuzuna vurup Şu şiiri okudu:

«Ben Ka'ka' b. Amr'ın yanında oturan kişiydim. Onun yanında oturan kimse nasipsiz kalmaz.»

Harun Reşid, bir başka hizmetçisine emir vererek bu şiiri okuyan bedevinin arkadaşına da yanındaki altınları vermesini emretti. Hiz-6tçinin yanında 200 dinar vardı, bu 200 dinarı, o şiiri okuyanın ya-nı*ıdakine verdi.

Ebu Ubeyd dedi ki: «Bu darbımeselin aslı şudur: Bir gün Muaviye b. Ebi Süfyan'a altın kaseler hediye edilmişti. O, bu kaseleri meclisin­de bulunan arkadaşlarına dağıttı. Yanında da Ka'ka' b. Amr vardı Ka'ka' b. Anır'ın bitişiğinde de bir bedevi vardı. Bu kaselerden o bede­viye pay düşmedi. Bedevi, utandığından ötürü başını önüne eğdi Ka'ka1 ise payına düşen altın kaseyi o bedeviye verdi. Bedevi de ye­rinden kalkıp giderken:

"Ben Ka'ka' b. Amr'ın yanında oturan kişiydim. Ka'ka'm yanında oturan kişi nasipsiz kalmaz."

mealindeki bu şiiri okudu.»

Harun Reşid, bir gün karısı Zübeyde'nin yanından çıkarken gülü­yordu. Kendisine niçin güldüğünü sorduklarına şu cevabı verdi:

«Bugün şu kadının yanına gittim, yanında az bir miktar kaldık­tan sonra uyudum. Uyanır uyanmaz, bir kaba boşaltılan altın sesleri­ni duydum. "Şu 300.000 dinar Mısır'dan geldi." diyorlardı. Zübeyde de: "Ey amca oğlu, bu altınları bana hibe et." dedi. Ben de: "Senin ol­sun." dedim. Daha sonra yanından çıkarken bana bağırarak: "Senden ne hayır gördüm ki?" dedi.»

Harun Reşid, bir defasında Mufaddal ed-Dabbî'ye şöyle dedi:

- Kurt hakkında söylenen söz ne güzeldir. Şu yüzük senin olsun, bunun alış fiyatı 1.600 dinardır.

Harun Reşid böyle dedikten sonra Mufaddal şu şiiri okudu:

«Gözlerinden biri ile uyur, diğeriyle gelecek musibetleri gözetler. O, uyurken dahi uyanık durur.»

Harun Reşid:

- Şu yüzüğü elimizden almak için bu şiiri bize okudun, dedi. Son­ra yüzüğü Mufaddal'a verdi.

Fakat Harun Reşid'in karısı Zübeyde, Mufaddal'a haber göndere­rek 1.600 dinar ödeyip yüzüğü satın aldı ve Harun Reşid'e gönderdi. Sonra da Harun'a: «Senin bu yüzüğü beğendiğim gördüğüm için böyle yaptım.» dedi. Ama Harun Reşid, yüzüğü ve dinarları tekrar Mufad­dal'a verdi ve: «Biz hediye ettiğimiz şeyi geri almayız.» dedi.

Harun Reşid, bir gün Abbas b. Ahnef e şöyle bir soru sordu:

- Arapların söyledikleri en güzel beyit hangisidir?

- Şair Cemil'in sevgilisi Besine hakkında söylediği şu beyittir:

«Keşke kör ve sağır bir kişi olsaydım da Besine beni gütseydi; Böylece onun sözlerinden hiçbiri benden gizli kalmazdı.»

- Senin şu şiirin Cemü'inkinden daha güzeldir:

«Aşk, Allah'ın bütün kulları arasında dolaştı; Nihayet gelip bende durdu.»

- Ey nıü'minlerin emiri, senin şu şiirin de benimkinden daha gü­zeldir:

«Bütün insanlar bana kul oldukları halde senin bana sahip olman sana yetmiyor mu?

Sen ellerimi ve ayaklarımı kessen de sana olan aşkımdan derim ki: Güzel yaptın, daha da yap.»

Harun Reşid güldü ve Abbas'ın bu sözünü beğendi. Harun Reşid'in, yanındaki üç gözdesi hakkında söylediği şöyle bir şiiri vardır:

«Üç genç kız benim yularımı ellerine geçirdiler; Kalbimdeki bütün yerleri işgal ettiler.

Bana ne olmuş ki bütün yaratıklar bana boyun eğdiği halde, Ben bu gözdelere itaat ediyorum, bunlarsa bana isyandadırlar. Bunun sebebi sadece şudur ki; aşkın otoritesi ile bunlar, Benim saltanatımdan daha güçlü bir saltanata sahip olup güçlen­diler.»

"el-Ikd" adlı eserin sahibi, kitabında Harun Reşid'in şu şiirini nakletmiştir:

«Aşık olan kadın sevgisini gizler, maşukundan yüz çevirdiği izle­nimini verir.

Gönlü maşukundan razıdır, ama gözleri ona kızmış gibi görünür.»

İbn Cerir ve diğerlerinin anlattıklarına göre, Harun Reşid'in sa­rayında cariye, gözde, hizmetçi ve kendi zevcelereriyle kardeşlerinin hizmetçileri olmak üzere 4.000 cariye varmış. Bütün bunlar bir gün Harun Reşid'in huzurunda toplanmışlar, mutribeler ona şarkı oku­muşlar, o da neşelenip kendinden geçmiş ve para getirtip üzerlerine saçmıştı. Huzurundaki cariyelerden herbirinin payına 3.000 dirhem düşmüştü, İbn Asakir de böyle bir rivayette bulunmuştur.

Rivayete göre Harun Reşid, Medine'de bir cariye satın almış, bu cariyeyi gerçekten çok beğenmişti. Yakınlarının ve onların bakmakla yükümlü oldukları kimselerin ihtiyaçları karşılansın diye yanma getirilmelerini emretti. Seksen kişi Harun Reşid'in yanına geldi. O da hacibi Fadl b. Rebi'e emir vererek onlarla görüşmesini ve ihtiyaçları­nı yazmasını istedi. Bu gelenler arasında bir genç adam vardı ki, fy[e_ dine'de ikamet ediyordu. O, cariyenin aşıkı idi. Cariye haber saldı 0 adam da geldi. Fadl ona sordu:

- Senin hitiyacın nedir?

- İhtiyacım şu ki; mü'minlerin emiri beni falan cariye ile aynı mecliste oturtsun, üç kase şarap içeyim, o da bana üç kez şarkı oku­sun.

- Sen deli misin?

- Hayır, yalnız bu ihtiyacımı halifeye arz ediyorum.

Gencin bu sözünü Harun Reşid'e aktardılar. O da gencin getiril­mesini ve cariye ile birlikte kendisinin görebileceği ama onların ken­disini göremeyecekleri bir yerde oturtulmasını emretti. Cariye bir kürsünün üzerine oturdu, önünde hizmetçiler vardı. Genç aşık da başka bir kürsünün üzerine oturtuldu. Bir kase şarap içti ve cariyeye «Bana şarkı oku.» dedi, cariye de ona şu şarkıyı okudu:

«Ey dostlarım; dönün, Allah size bereket versin. Hind doğrudan toprağımızda değilse de; Ona deyin ki: Sapıklık yanımızdan geçmedi.

Ama sizinle buluşabilmek için kasten biz sapıklıktan geçip gel­dik.

Yarın bizden ve sizden ortaya çıkanlar çoğalacak;

Benim evim de sizin diyarınızdan çok daha uzaklarda olacak.»

Cariye bu şarkıyı genç aşıka okuduktan sonra hizmetçiler çabu­cak şarap getirdiler, orada ikinci kaseyi içti ve cariyeye: «Sana kur­ban olayım, bana bir şarkı daha oku.» dedi. Cariye şu şarkıyı okudu:

«Yüzlerimizdeki gözlerimiz bizim halimizi anlatıyor. Biz susuyoruz, aşk konuşuyor.

Bazan öfkeli de olsak gözlerimiz memnuniyet izlenimini veriyor. Bu da bizim aramızda olan ama başkalarınca bilinmeyen bir işa­rettir.»

Cariye ona bu şarkıyı okuduktan sonra genç aşık üçüncü kaseyi içti ve: «Allah beni sana kurban etsin, bana şarkı oku.» dedi. Cariye de ona şu şarkıyı okudu:

«Bizim için en iyisi ayrı kalmaktır.

Zaman bize hıyanet etti, ama biz hıyanet etmedik.

Keşke şu felek bir defa da bizden yana olsa; Önceleri gibi tekrar bizim lehimize dönse.»

Bundan sonra genç aşık kalkıp oradaki bir merdivenin yukarısı­na çıktı, sonra da kendini baş aşağı yere attı ve öldü. Harun Reşid: <(Qenç aşık acele etti, vallahi acele etmeseydi cariyeyi ona bağışlaya­caktım.» dedi.

Harun Reşid'in fazilet ve üstünlükleri cidden çoktur. Alimler, bu konuda çok şeyler anlatmışlardır. Biz de bu konuda yetecek kadar ör­nekler sunduk.

Fudayl b. İyaz şöyle derdi: «Harun Reşid'in ölümü kadar bize çok ağır gelecek başka bir ölüm yoktur. Çünkü ondan sonra bazı hadise­lerin meydana gelmesinden korkuyorum. Allah'tan, ömrümden bira­zını alıp onunkine katmasını diliyorum.»

Dediler ki: Harun Reşid vefat edip ondan sonra fitneler, olaylar, ihtilaflar ve Kur'ân'ın mahluk olduğu iddiaları ortaya çıkınca Fudayl b. İyaz'm onun ölümünden neden korkmuş olduğunu anladık.

Harun Reşid'in ölmeden önce yatağının altından kendisine bir elin uzandığını ve o elin içinde kırmızı toprak gördüğüne dair rüyası­nı önceki sayfalarda nakletmiştik. O rüyasında: «Bu toprak mü'min­lerin emirinin gömüleceği topraktır.» diye bir ses işitmişti. Harun Re­şid, Tus şehrinde vefat etti.

İbn Asakir'in rivayetine göre Harun Reşid, rüyasında bir adamın şöyle dediğini görmüş: «Ben şu köşkün içindeki insanların öldüğünü görür gibi oluyorum!...» Önceki sayfalarda anlatıldığına göre bu rüya­yı Harun Reşid'in kardeşi Musa el-Hadi ve babası Muhammed el-Ha-di görmüşlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Yine önceki kısımlarda,da anlatıldığı gibi, Harun Reşid, bulundu­ğu bu evde mezarının kazılmasını, kazılan mezarının başında bir ha­tim indirilmesini emretmişti. Kendisi de hasta haliyle orada mezarı­na bakınca: «İşte ey âdemoğlu, buraya döneceksin.» demiş ve ağla-nuştı. Mezarın göğüs hizasına gelecek kısmının genişletilmesini, aya­ğına gelecek kısmın da uzatılmasını emretmiş; sonra da şu ayet-i ke­rimeyi okuyup ağlamıştı:

«Malını bana fayda vermedi, gücüm de kalmadı.» (ei-Hâkka, 28-29.)

Başka bir rivayete anlatıldığına göre Harun Reşid, can çekişirken Şöyle demiş: «Allah'ım, bizi ihsan ile faydalandır, günahlarımızı ba-SiŞİa, ey ölümsüz olan zat, ölümlü olana rahmet et.»

Kan hastalığına (başka bir rivayete göre ise verem hastalığına) yakalanmıştı. Tabip Cibril, hastalığını ondan gizliyordu. Harun Reşid bır adamı çağırarak idrarını bir şişeye koydu ve bunu tabip Cibril'e götürüp göstermesini, idrarın kendisine ait olduğunu ona söylememesini, şayet sorarsa; «Bu yanımızdaki bir hastaya aittir.» demesini em retmişti. Tabip Cibril, idrarı görüne yanındaki arkadaşına:

- Şu idrar o adammkine benziyor, demişti.

İdrar şişesini götüren adam da tabip Cibril'in bu sözle Harun Rp şid'i kasdettiğini anlamış ve ona şöyle demişti:

- Allah aşkına, şu idrarın sahibinin durumunu bana anlat. ÇUn kü benim ondan alacağım vardır. Eğer iyileşmesinden ümid varsa n âlâ, yoksa gidip kendisindeki alacağımı tahsil edeyim.

Tabip Cibril de ona:

- Git ve alacağını kendisinden tahsil et. Çünkü onun sadece bir­kaç günlük ömrü kalmıştır, dedi.

Adam gidip durumu Harun Reşid'e anlattığında Harun Reşid, ta­bip Cibril'i yakalamaları için adamlarını göndermişti. Ama Cibril Harun Reşid'in ölümüne kadar kaçıp gizlenmişti.

Hasta halinde iken Harun Reşid şöyle demişti:

«Ben Tus'ta mukimim, ama Tus'ta dostum yoktur.

Hastalığımı iyileştirmesini Rabbinıden umuyorum.

Çünkü o, bana merhamet edendir.

O'nun mutlaka uygulanacak olan hükmü beni Tus'a getirdi.

Ben de onun bu kesin yargısına ancak razı olur,

Sabır ve teslimiyet gösteririm.»

Harun Reşid, hicretin 193. senesinin cemaziyelahir ayının üçün­de cumartesi günü Tus şehrinde vefat etti. Cemaziyelevvel veya rebi-yülevvel ayında vefat ettiğine dair başka rivayetler de vardır. Vefat ettiği sırada kırkbeş veya kırkyedi veya kırksekiz yaşında olduğuna dair muhtelif rivayetler vardır. Yirmiüç sene bir ay onsekiz gün sü­reyle halifelik yapmış olduğuna dair başka bir rivayet de vardır. Ce­naze namazını oğlu Salih kıldırdı ve Tus şehrine bağlı Senabas kö­yünde defnedildi.

Ravinin biri dedi ki: Harun Reşid'in ölümünden sonra insanlar Tus şehrine dönerlerken medfun olduğu Senabas köyündeki mezarı­nın üzerinde şu yazıyı okudum:

«Askerlerin menzilleri şen ve mamurdur. Ama en büyük menzil ise terkedilmiştir. Allah'ın halifesi, çürüme evinde (mezarda) dir. Bedeninin üzerine, uçuşan tozlar gelmektedir. Kervanlar gelir, onunla övünür. Kervanlar döner, onun üzerine ağlar.»

Harun Reşid'in ölümü üzerine şair Ebu Şis, şu ağıtı yakmıştı:

«Doğuda bir güneş battı;

O güneşin yaşaran iki gözü vardı.

Doğduğu yerde batan başka bir güneş görmedik.»

Şairler onun ölümüne çeşitli kasidelerle ağıtlar yakmışlardı.

İbn Cevzî dedi ki: «Harun Reşid, başka hiçbir halifenin bırakama­zdı miktarda çok miras bıraktı. Mücevher, ev eşyası, çiftlikler, evler gibi miraslar bıraktı ki, mücevher ve eşyalarının kıymeti 100.035.000 dinardı.»

İbn Cerir dedi ki: «O zaman beytü'l-malda 700 küsur milyon di­nar vardı.» [71]

 

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/286.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/286-287.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/287-288.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/288.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/288.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/288-289.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/289-292.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/292-293.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/293.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/293-294.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/295-296.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/296.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/296.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/296-297.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/297-299.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/299.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/299.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/299.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/300-302.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/302.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/302-303.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/303.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/303-304

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/304-307.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/307-309.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/309.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/309-310.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/310-311.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/311.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/311.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/311.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/311-313.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/313.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/313.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/314.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/314.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/314-315.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/315-316.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/316-317.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/.317.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/317-318.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/318-319.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/319.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/319-329.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/329-334.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/334-336.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/336-338.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/338-339.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/339.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/339-340.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/340-341.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/341-342.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/342-344.

[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/344-345.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/345-346.

[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/346-348.

[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/349-350.

[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/350-351.

[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/351-352.

[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/352-353.

[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/353-354.

[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/354.

[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/354-355.

[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/355-356.

[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/357.

[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/357-359.

[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/360.

[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/360.

[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/360.

[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/361-362.

[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/362-377.