Cenâb-ı
Allah, bana göre iblis kadar zayıf bir varlığı yaratmış de-
Yahya
B. Ziyad B. Abdullah B. Mansur.
Hicretin
İkiyüzsekizincî Senesi
«Rasûlullah
(s.a.v.), ihramlı iken hacamat yaptırdı.»
Bir
zaman ki, Yahya'nın hukukuna riayet edilemedi; Rebi' ailesinin hukukuna da
riayet etmemişti.»
Hicretin
İkiyüzdokuzuncu Senesi
Me'mun'un
Boranla Gerdeğe Girmesi
Hicretin
İkiyüzonbirînci Senesi
«Benim
hanımefendimde neler var neler! O nazlandı, nazlanması onu güzelleştirdi.»
Hicretin
Îkiyüzonikincî Senesi
Hicretin
İkiyüzonüçüncü Senesi
Hamid
bu dünyadan göçüp gittikten sonra artık biz de dünyaya "Selam sana
deriz."»
Hicretin
İkiyüzondördüncü Senesi
Bu
senede Ahmed b. Halid el-Mevhibî vefat etti.
Ahmet
B. Yusuf B. Kasım B. Sabih
Ebu
Muhammed Abdullah B. A'yün
Ebu
Muhammed Abdullah b. A'yün b. Leys b. Rafi el-Mısrî. İmam
Hicretin
İkiyüzonbeşinci Senesi
Hicretin
İkiyüzonaltıncı Senesi
Bu
senede Hibban b. Hilal; lügat, nahiv ve şiirde ilim sahibi olan
Harun
Reşid'in Zevcesi Ve Amcası Kızı Zübeyde
Hicretin
İkiyüzonyedinçi Senksi
Hicretin
Îkiyüzonsekizinci Senesi
«O,
dünyadaki nasibini zayi etmez, dünya malı da onu dinden ah-- koymaz.»
«Akıllı
kişi dünyayı denerse, dünya ona dost kılığında bir düşman olarak görünür.» ,
«Melami
kişi dünyaya boş verir. O, kendisini kınayanları ıslah etmeye tutkundur.»
«Peygamber
(s.a.v.)'den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir, sonra da Ömer'dir.»
Amellerimizin
yaratıcısı biziz. Kur'ân da mahluktur.»
Ey
cariye, sen şurada söylediğin sözlerle beni öldürmeye adeta çabaladın.»
Hicretin
Îkiyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ebu
Muhammed Abdülmelik.B. Hişam
Hicretin
İkiyüzondokuzuncu Senesi
Hicretin
İkiyüzyirminci Senesi
Hicretin
İkîyüzyirmibirinci Senesi
Hicretin
İkiyüzyirmiikincî Senesi
Hicretin
Îkiyüzyirmiüçüncü Senesi
Ama
şimdi orada darlık ve sıkıntı meydana geldi; daha önce orası bir tatlı su
pınarı gibiydi.»
Ebu Süleyman
ed-Daranî'nin adının, Abdurrâhman b. Ahmed b. Atiyye ya da Abdurrâhman b. Asker
Ebu Süleyman ed-Daranî olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır. İlmiyle amel
eden imamlardan biriydi. Aslı Vasıt şehrindendir. Dımışk'ın batısında, Dariya
isminde bir kasabaya yerleşti.
Ebu Süleyman
ed-Daranî, hadisi, Süfyan-ı Sevrî ve başkalarından dinledi. Ahmed b.
Ebi'l-Havarî ile bir topluluk da ondan rivayetlerde bulundular.
Hafız İbn Asakir, Ebu
Süleyman ed-Daranî tariki ile Enes b..Ma-lik'ten rivayet etti ki; Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
«Bir kimse Öğle
namazından önce dört rekat namaz kılarsa, Ce-nâb-ı Allah onun o günkü
günahlarını bağışlar.»
Ebu 1-Kasım
el-Kuşeyrî, Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir kıssacmm
meclisine gittim. Sözleri kalbime tesir etti. Yanından kalkıp eve döndüğümde
kalbimde sözlerinin tesiri kalmadı. İkinci kez yanına gidip kendisini
dinledim, sözleri kalbime tesir etti. Yanından ayrılıp eve dönerken yolda
sözlerinin tesiri kalbimde kalma-jmştı. Üçüncü kez yanına gittim, sözleri
kalbime tesir etti. Evime döndüğümde de bu tesir devam etti. Allah'a muhalefet
aletlerini kırdım ve doğru yola koyuldum. Ben başımdan geçen bu hikayeyi Yahya
b. Muaz'a anlattığımda şöyle dedi: "Bir serçe, bir turnayı avlamış."»
Bu sözündeki serçe
kelimesi ile kıssacıyı, turna kelimesiyle de Ebu Süleyman ed-Daranî'yi
kasdetmişti.
Ahmed b. Ebi'l-Havarî,
Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir kimseye birşey
ilham edilir de o şeyin tesirini kalbinde duymazsa, o şeyle amel etmesi
durumunda kendisi için bir hayır yoktur. Ama o şeyin tesirini kalbinde duyarak
onunla amel ederse bu, nur üzerine nur olur.»
Cüneyd, Ebu Süleyman
ed-Daranî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Milletin
nüktelerinden bir nükte bazen kalbime tesir eder, ama o nükteyi kitab ve sünnet
gibi iki adil şahid olmadan kabul etmem.»
Ebu Süleyman
ed-Daranî, şöyle demişti:
«Amellerin en
faziletlisi, nefsin heveslerine muhalefet etmektir.
Herşeyin bilgisi
vardır. Allah'tan uzaklaşmanın bilinmesi ise Allah korkusundan ötürü ağlamayı
terketmektir.
Herşeyin bir pası
vardır. Kalp nurunun pası ise karın tokluğudur.
Seni Allah'tan
alıkoyan aile, mal veya çocuk gibi herşey uğursuzluktur.
Bir gece mihrapta dua
ediyordum. Ellerimi açıp göğe doğru çevirmiştim. Üşüdüm. Ellerimden birini
yumdum ve koltuğumun altına koydum, diğeri ise açık kaldı. Öylece dua ettim.
Dua halindeyken gözlerim kapandı, uykuya daldım. Rüyada görmediğim biri bana
şöyle
sesleniyordu:
- Ey Ebu Süleyman!
Sana verdiğimiz bu kazancı açık duran tek eline koyduk. Diğeri de açık olsaydı,
ona da bu manevi kazancı koyacaktık.
Kendi nefsime yemin
verdim. Bundan sonra sıcak veya soğuk her zaman iki elim açıkta ve göğe doğru
çevrilmiş olarak dua etmeye karar verdim.
Bir gece virdimi
tamamladıktan sonra uyudum. Rüyada gözleriiri ve siyah bir huri ile
karşılaştım. Bana şöyle diyordu: "Sen uyuyorsun, ama ben şu perdelerin
gerisinde beşyüz seneden beri senin için besleniyorum ve hazırlanıyorum."
Ahmed b. Ebi'l-Havarî,
Ebu Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Cennet'te nehirler
vardır. Bu nehirlerin kıyılarında kurulan çadırlarda huriler yaşarlar. Cenâb-ı
Allah, bu hurileri çok güzel bir şekilde, eşsiz ve benzersiz olarak
yaratmıştır. Bunların yaratılışları tamamlanınca melekler, üzerlerine çadırlar
kurarlar. Bunlardan herbi-ri altından yapılmış, eni ve genişliği birer mil
uzunluğunda olan kürsüler üzerinde otururlar ki, arkaları kürsünün kenarından
dışarıya çıkmıştır. Cennetliklerden her biri, köşklerinden çıkıp şu nehirlerin
kıyılarında dolaşırlar. Sonra dolaşan erkeklerden her biri bu hurilerin yanına
giderler. Dünyada iken Cennet nehirleri kıyısında bakire hurilerle cinsel
ilişkide bulunan kimsenin durumu nasıl olur?»
Ahmed b. Ebi'l-Havarî,
Ebu Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Dünya ve ahirette her
hayır ve iyiliğin aslı, Aziz ve Celil olan Allah'tan korkmaktır. Dünyanın
anahtarı tokluk, ahiretin anahtarı ise açlıktır. Ey Ahmed! Az bir açlık, az bir
çıplaklık, az bir fakirlik, az bir sabır gerek. Bunu yaparsan dünyadaki
günlerin zaten sona erer.»
Ahmed b. Ebi'l-Havarî
dedi ki: «Ebu Süleyman ed-Daranî, bir gün sıcak bir ekmek ve tuz yemek istedi.
Kendisine istediklerim getirdim. Ekmeğin bir parçasını ısırdı, sonra atıp
ağlamaya başladı ve şöyle dedi: "Ey Rabbim! iştahımın çektiği şeyi bu
dünyada bana peşin olarak verdin. Uzun süre zahmet çektim. Şekavet içinde
oldum, ben bu halimden dönecek miyim?" Böyle dedikten sonra yanındaki
tuzu tatmadı ve nihayet yüce Allah'ın katına vardı.»
Onun şöyle dediğini
işittim: «Bir göz açıp kapayacak kadarlık bir sürede dahi nefsimden razı
olmadım. Yeryüzündeki bütün insanlar beni, kendimi alçattağım kadar alçaltmak
isteseler" bunu başaramazlar.
Bir kimse kendini
kıymetli görürse, kıymetin tadını alamaz.
Bir kimse Allah'a
hüsn-ü zanda bulunur da sonra ondan korkmaz ve itaat etmezse, o aldanmıştır.
Kulun Allah'tan
korkması, Allah'a olan ümidini bastırmahdır. Eğer ümidi korkuyu bastıracak
olursa kalbi bozulur.»
Ahmed b. Ebi'l-Havarî
dedi ki: «Ebu Süleyman ed-Daranî, bir gün bana şöyle bir soru sordu:
- Sabırdan daha üstün
bir mertebe var mıdır?
- Evet, rıza mertebesi
vardır.
Benim bu cevabım
üzerine bir çığlık atfı, sonra bayıldı. Bir süre sonra ayıhp şöyle dedi:
- Eğer sabredenler
ücretlerini (sevaplarını) hesapsız bir şekilde alırlarsa diğerlerini, yani rıza
ehli kimseleri sen düşün. Onlar ki, Allah onlardan hoşnud olmuştur.»
Ebu Süleyman, şöyle
demiştir:
«Bir göz açıp
kapayacak kadar kısa bir süre dahi Allah'tan gafil olmam durumunda bütün dünya
ve içindeki şeyler baştan sona be-nİm olsa ve bütün bu şeyleri hayır yoluna
sarfetsem, infakta bulunsam yine de hoşuma gitmez.»
«Zahidin biri, bir
başka zahide şöyle dedi:
- Bana tavsiyede
bulun.
- Allah seni
yasakladığı yerde görmesin ve sana emrettiği yerde de seni bulmaması, söz
konusu olmasın.
- Bana biraz daha
tavsiyede bulun.
- Bende bundan başka
bir tavsiye yok.» Ebu Süleyman, şöyle demişti:
«Gündüz ihsanda
bulunan bir kimseye, gecelerinde bunun karşılığı verilir. Gecelerinde ihsanda
bulunan kimseye de gündüzlerinde bunun karşılığı verilir. Bir kimse şehveti
terketme hususunda samimi ve dürüst olursa, Cenâb-ı Allah, onun kalbindeki
şehveti giderir. Cenâb-ı Allah, kendi rızası için terkedilen bir şehvet
sebebiyle bir kalbi azaplandırmayacak kadar yücedir.
Dünya bir kalbe
yerleşirse, o kalpteki ahiret göçer. Ahiret bir kalpte bulunursa, dünya gelip
onu sıkıştırır. Dünya bir kalpte bulunursa, ahiret gelip onu sıkıştırmaz.
Çünkü dünya alçaktır, ahiret yücedir. Yüce olanın, alçakla bir arada bulunmak
için onu sıkıştırması uygun düşmez.»
Ahmed b. Ebi'l-Havarî
dedi ki: Bir gece, Ebu Süleyman ed-Dara-nî'nin yanında kaldım. Onun şöyle
dediğini işittim:
«Ey Rabbim! Senin onur
ve üstünlüğüne yemin ederim ki, eğer günahlarım sebebiyle beni hesaba çekecek
olursan, ben, affım illa da bana ver diye talepte bulunmam. Eğer cimriliğim
sebebiyle beni hesaba çekecek olursan, ben, cömertliğini illa da bana ver diye
talepte bulunmam. Eğer beni Cehennem'e götürmelerini emredersen, ben cehennemliklere
seni sevdiğimi söylerim.»
Ebu Süleyman şöyle
derdi:
«Eğer bütün insanlar
hakta şüphe etseler de ben yalnız başıma Kalsam, yine de hakta şüphe etmem.
Cenâb-ı Allah, bana göre iblis kadar zayıf bir varlığı yaratmış de-
ir. Eğer Cenâb-ı
Allah, iblisten kendisine sığınmamı bana emret- olmasaydı, asla iblisten
Allah'a sığınmazdım. Eğer iblis bana gö- olursa yüzüne sadece bir tokat
vururum.
Hırsız, bir harabeye
duvarı delerek girmez. Çünkü o, harabeye dilediği yerden girme gücüne
sahiptir. Hırsız ancak sağlam evlere duvar delerek girer. İblis de aynı
şekilde, sağlam olan kalplere bir yolunu bulup girmeye, o kalbi bulunduğu
kürsüden indirmeye ve ondaki en kıymetli şeyi (imanı) yağmalamaya çalışır.
Kul ihlaslı olursa,
vesveseler ve rüyalar kendisinden kesilir. (Buradaki rüyadan kasıt hamamcı
olmaktır.)
Yirmi sene müddetle
hamamcı olmadım. Bir gece tavan arasına girdim. Yatsı namazını cemaatla
kılamamıştun. İşte o gece hamamcı oldum.
Allah'ın öyle kulları
vardır ki, Cennetler ve oralardaki nimetler kendilerini meşgul etmez. Böyleleri
dünya ile hiç meşgul olurlar mı?
Dünya, Allah katında
bir sinek kanadından daha az kıymetlidir. Böyle olunca dünyadaki zahidliğin ne
Önemi olur? Zahidlik ancak Cennetler ve iri, siyah gözlü huriler için olabilir.
O kadar ileri derecede zahid olmalısın ki, Cenâb-ı Allah, senin kalbinde
kendinden başkasını görmemelidir.»
Cüneyd dedi ki: Ebu
Süleyman ed-Daranî'den bir söz rivayet edildi. Ben onun bu sözünü çok
beğendim: «Kendi nefsiyle meşgul olan kimse, insanların ayıplarını göremez.
Rabbi ile meşgul olan kimse ise, hem kendi nefsini, hem de insanları unutur.»
Ebu Süleyman şöyle demişti:
«Cömertliğin en
hayırlısı, ihtiyaca muvafık olanıdır. Dünyayı, dilencilikten kurtulmak ve
insanlara muhtaç olmamak için helal yolla elde etmek isteyen kimse, kıyamet
gününde yüzü dolunay gibi parlak bir şekilde Allah'ın huzuruna çıkar.
Ama bir kimse de
övünmek ve servet yığmak amacıyla dünyayı helal yolla elde etmek isterse,
kıyamet gününde Rabbinin huzuruna vardığında Rabbi ona çok gazab eder.»
Bu manada merfu
hadisler de rivayet edilmiştir. Ebu Süleyman şöyle demişti:
«Bazı kimseler
zenginliği, malda ve mal biriktirmekte aradılar. Fakat bu zanlarında
yanıldılar. Bilesiniz ki, zenginlik ancak kanaattedir. Bazı kimseler rahatlığı
çoklukta aradılar. Aslında rahatlık sadece azlıktadır. Üstünlüğü halkta
aradılar. Aslında üstünlük sadece takvadadır. Lüksü ve refahı, ince ve yumuşak
elbiselerde, lezzetli yiyeceklerde, rahat ve yüksek evlerde aradılar. Aslında
bunlar İslâm -da, imanda, salih amelde, afiyette, Allah'ın zikrinde ve kişinin
kendini muhafaza etmesindedir.
Geceleri namaz kılmak
olmasaydı, dünyada kalmayı istemezdim. Dünyayı ağaç dikmek, nehir yatakları
kazıp sular akıtmak için değil» aksine öğle sıcakları oruçlu geçirmek ve
geçleri namaz kılmak için seviyorum.
Taat ehli kimseler,
oyun ve eğlence sahiplerinin oyun ve eğlencede aldıkları lezzetten daha
fazlasını geceleyin ibadet ederken bulurlar.
Çoğu kez sevinç ve
ferah, gece yarısında benimle karşılaşır. Çoğu
kez kalbimin gece
yansında sevinip güldüğünü görürüm.
Kalbin öyle zamanları
olur ki, o zamanlarda sevinç ve neşeden
ötürü raksa gelir.»
Ben derim ki: Eğer
cennetlikler bu halde iseler, demek ki onlar
çok hoş ve rahat bir
yaşantı içindedirler.
Ahmed b. Ebt'l-Havarî
dedi ki: Ebu Süleyman'ın şöyle dediğini
işittim:
«Bir ara ben secde
halinde iken uykuya daldım. Uykuda iken bir
huri ayağıyla bana-
vurup şöyle dedi:
— Sevgilim! Gözlerin
uyuyor, Allah ise uyanık duruyor, teheccüd namazı kılanlara bakıyor. Uykunun
lezzetini, yüce Allah ile müna-catta bulunmanın lezzetine tercih eden gözün vay
haline! Kalk, boşalma vakti geldi. Sevgililer birbirlerine kavuşuyorlar. Bu
uyku da neyin nesi? Sevgilim, gözümün nuru! Gözlerin uykuya dalmış, bense şu
kadar zamandan beri {ferde gerisinde beslenip seni bekliyorum?
Ben panik içinde
yerimden fırladım. Hurinin beni azarlayıp kınamasından Ötürü utanç içinde
terlemiştim. Onun sözlerinin ve konuşmasının tatlılığı hâlâ kulaklarımda ve
kalbimdedir.»
Ahmed b. Ebil-Havarî
dedi ki: Ebu Süleyman'ın yanma gittim, ağlıyordu, kendiline sordum;
- Neyin var? *
- Dün gece ummakta
iken azarlandım.
- Kim seni azarladı?
- Dün mihral»ia.da
uyumakta iken güzellikte dünyada eşi bulunmaya bir cariye yaihma geldi. Elinde
bir kağıt vardı bana şöyle dedi:
- Uyuyor musun ey
ihtiyar?
- Gözlerini uyku
bürüyen kimse elbette ki uyur.
- Hayır, Cennet'i
isteyen kimse uyumaz. Sen okur yazar mısın?
-Evet.
Ben, evet dedikten
sonra elindeki kağıdı aldım, baktım. Üzerinde şunlar yazılıydı: ,
«Dünyevi
lezi^fti&r, seni Cennet odalarında iyi huylu güzel kadınlarla rahatça
yaşkpiktan' alıkoydu.
Cennet'te ölüiftsuz
bir Şekilde ebedi yaşayacaksın. Orada güzel kadınlarla lüks ve refah içinde
olacaksın. Uykudan
Geceleyin teheccüd
namazı kılmak ve Kur'ân okumak, uykudan daha hayırlıdır.»
Ebu Süleyman dedi ki:
«Sizden biri kalbinde beş dirhemlik şehvet varken üç dirhem değerinde bir aba
giymekten utanmaz mı?
Bir kimsenin kalbinde
dünya arzuları ve şehvetleri varken insanlara zahidlik görünümünü sergilemesi
caiz olmaz. Eğer kalbinde arzu ve şehvetlerden hiçbir şey kalmazsa, işte o zaman
aba giyerek zahidlik görünümünü insanlara sergilemesi caiz olur. Çünkü aba giymek
zahidlerin alametlerinden biridir. Bir kimsenin kendini ve za-hidliğini
insanlardan gizlemek için iki beyaz elbise giymesi, zahidliği-ni aba giymekten
daha çok korur.
Bir sofinin yün
elbiseler içinde şıklığa özen gösterdiğini görürsen, bil ki o sofi değildir. Bu
ümmetin hayırlıları, pamuklu elbise giyenlerdir ki, onlar da Ebu Bekir
es-Sıddık ile arkadaşlarıdır.»
Ebu Süleyman'dan başka
biri dedi ki: «Fakirin ışığını elbisesinde görürsen, elini onun kurtuluşundan
yıka ve ümidini kes.»
Ebu Süleyman dedi ki:
«Kardeş odur ki; konuşmadan önce görüntüsüyle sana öğüt verir. Ben Irak'taki
arkadaşlarımdan birine baktığımda, onun görüntüsünden bir ay yararlanırım.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey kulum! Sen benden utandığın
sürece ben senin ayıplarını insanlara unuttururum. Bütün yeryüzüne senin günahlarım
unuttururum. Levh-i Mahfuz'daki hatalarını silerim ve kıyamet gününde seni
hesaba çekmem."»
İmam Ahmed b. Hanbel
şöyle demiştir: «Ebu Süleyman ed-Dara-nî'ye sabrı sordum, o: "Vallahi, sen
sevdiğin şeylerden mahrum kalırken sabredemiyorsun. Hoşlanmadığın şeylerle
karşılaştığında nasıl sabredeceksin?" diye cevap verdi.
Bir gün onun yanında
iken sabırsız davrandım. Bana şöyle dedi: "Sen kıyamet gününde bundan
Ötürü sorguya çekileceksin. Eğer daha önce işlediğin bir günahtan ötürü bu
şekvada bulunuyorsan, sana ne mutlu. Ama elden kaçırdığın bir dünyalık veya
şehvetten ötürü ise, vay senin haline."»
Ebu Süleyman ed-Daranî
şöyle demişti: «Dönen kişi, aslında hedefe ulaşmadan yolda iken dönen kişidir.
Eğer bunlar Allah'a ulaşmış olsalardı geri dönmezlerdi.
Asile^, Allah katında
değersiz olduklarından Ötürü Allah'a isyan ederler, üğer bunlar Allah katında
değerli kimseler olsalardı, Cenâb-ı Allah bunların isyan etmelerine engel
çıkarırdı.
Kendilerinde
âlicenâbhk, yumuşak huylulük, ilim, hikmet, şev-kat, merhamet, lütuf, müsamaha,
ihsan, iyilikseverlik, affedicilik ve yumuşaklık bulunan kimseler; kıyamet günü
Rahman'm meclisinde
oturacak kimselerdir.»
"Mihenü'l-Meşayih"
adlı kitapta Ebu Abdirrahman es-Sülemî'nin anlattığına göre Ebu Süleyman
ed-Daranî, Şam'dan kovulmuş ve Şamlılar onun hakkında: «O, güya melekleri görüp
onlarla konuşuyormuş iddiasında bulunuyor!» demişlerdi. O da Şam'dan ayrılarak
"sınır kasabalarından birine gidip yerleşmişti. Onun gidişinden sonra
Şamlılardan biri rüyasında, Ebu Süleyman kendilerine dönmemesi halinde bütün
Şamlıların helak olacaklarını görmüştü. Bunun üzerine Şamlılar onu aramaya
gittiler. Yalvarıp yakardılar, boyun eğdiler. Nihayet onu Şam'a geri
getirdiler.
Ebu Süleyman
ed-Daranî'nin vefat tarihiyle ilgili çeşitli kaviller ileri sürülmüştür. Kimine
göre hicretin 204. senesinde, kimine göre , 205. senesinde, kimine göre 215.
senesinde, kimine göre 235. senesinde vefat etmiştir. Bu kavillerden
hangisinin doğru olduğunu ancak
Allah bilir.
Mervan et-Tanrarî, Ebu
Süleyman ed-Daranî'nin vefat ettiği gün: «Onun vefatı nedeniyle bütün ehl-i
İslâm musibete uğradı.» demiştir. Ben derim ki: Ebu Süleyman ed-Daranî, Dariya
kasabasının kıble tarafına defnedildi. Mezarı orada herkes tarafından
bilinmektedir., Üzerine bir de bina yapılmıştır. Mezarının kıble tarafında,
emir Na-hidüddin Ömer en-Nahrevanî'nin yaptırmış olduğu bir mescid vardır.
Nahidüddin, onun yanında ikamet eden kimseler için belirli bir geliri f.
bulunan bir vakıf kurmuştu. Zamanımızda, onun mezarını da yenile-| mistir. İbn Asakir'in, Ebu Süleyman'ın defni
konusuna değindiğini hiç görmedim. Bu, onun için yadırganacak bir durumdur.
İbn Asakir'in
rivayetine göre Ahmed b. Ebi'l-Havarî şöyle.demiştir: «Vefatından sonra Ebu
Süleyman'ı rüyada görmeyi çok arzuluyordum. Ancak bir sene sonra onu rüyada
görebildim. Kendisine şöyle
sordum:
- Ey üstad, Allah sana
nasıl muamele etti?
- Ey Ahmed! Bir gün,
Babü's-Sagir'den içeri girdim. Bir ihtiyarın yükünü gördüm. Yükünden bir çöp
aldım. Bilemiyorum, o çöple dişimi mi temizledim, yoksa attım mı? İşte
ölümümden şimdiye kadar
onun hesabım
vermekteyim.»
Ebu Süleyman
ed-Daranî'nin oğlu Süleyman, babasının vefatından iki sene kadar sonra vefat
etti. Allah ikisine de rahmet etsin. [1]
Halife Me'mun, bu
senede Davud b. Mascur'u Basra, Yemame, Bahreyn ve Dicle mıntıkalarına vali
olarak atadı. Ona, Zutlarla savaşmasını emretti.
Bu senede sel baskını
oldu. Sevad toprağı sular.altında kaldı. İnsanların çok malları telef oldu.
Bu senede Me'mun,
Abdullah b. Tahir b. Hüseyin'i Rakka'ya vali olarak tayin etti ve ona, Nasr b.
Şebes'le savaşmasını emretti. Bunun sebebi şuydu: Rakka valisi Yahya b. Muaz
vefat etmiş, vefat ederken yerine oğlu Ahmed'i halef olarak bırakmıştı. Ama
Me'mun, bunu onaylamamıştı. Onun yerine, basiretli ve şehametli oluşu nedeniyle
Abdullah b. Tahir'i atamış ve onu, Nasr b. Şebes'le savaşmaya teşvik etmişti.
Abdullah'ın babası Tahir, Horasan'dan oğluna bir mektup göndererek iyiliği
emretmesini, kötülüğü yasaklamasını, kitaba ve sünnete tabi olmasını
emretmişti. İbn Cerir, bu mektupta yazılı olan ifadelerin tümünü nakletmiştir.
İnsanlar bu mektupta anlatılan şeyleri birbirlerine nakletmişler, güzel
bulmuşlar ve mektubun suretlerini birbirlerine hediye etmişlerdi. Nihayet
Me'mun da bu durumdan haberdar olunca mektubun bir suretini temin ederek
huzurunda okutmuş ve cidden güzel bulmuştu. Mektubun çoğaltılarak ülkenin diğer
vilayetlerine de gönderilmesini emretmişti. ;
Bu senede Haremeyn
valisi Ubeydullah b. Haşan, insanlara haccettirdi.
Bu senede
"el-Mübteda" adlı kitabın sahibi Ebu Huzeyfe îshak b. Bişr el-Kahilî,
Haccac b. Muhammed el-A'ver, "el-Akl" adlı kitabın müellifi Davud b.
Muhbir, Sebbabe b. Suvar (ŞeJbabe), Muhadir b. Mevrid, "el-Müsselles
fî'1-Lüga" adlı eserin sahibi Kütrat, Vehb b. Cerir ve İmam Ahmed b.
Hanbel'in üstadı Yezid b. Harun vefat ettiler.
[2]
Bu senede Abdurrahman b.
Ahmed b. Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Talih, Yemen'e bağlı Akh
beldelerinde ortaya çıkarak insanları Âl-i Muhammed'den Rıza'ya bey'ata davet
etti. Bunun sebebi de, oradaki valilerin kötü muamelede bulunmaları ve halka
zulmetmeleriydi. Halk kendisine bey'at etti. Bunun üzerine Me'mun, Dinar b.
Abdullah komutasında büyük bir ordu gönderdi. Dinar b, Abdullah'ın yanında
Abdurrahman için eman verildiğini bildiren bir mektup vardı. Şayet emir
dinleyip itaat edecek olursa hâlifenin ona eman verdiği mektupta yazılıydı.
Dinar b. Abdullah komutasındaki ordu, hac vazifelerini ifa ettikten sonra
Yemen'e gittiler. Halifenin mektubunu Abdurrahman'a gönderdiler. O da emri
dinleyip itaat etti ve gelip Dinar b. Abdullah'la el sıkıştı. Hepsi birlikte
Bağdat'a gittiler. Oraya varınca Abdurrahman siyah elbiseler giyindi.
Bu senede Irak ve tüm
Horasan'ın naibi Tahir b. Hüseyin b. Mus'ab vefat etti. Tahir, yatsı namazını
kıldıktan sonra yatağına bürünmüş olarak ölü bulundu. Sabah namazına geciktiğim
gören aile efradı durumdan şüphelendiler. Kardeşi ile amcası, onun bulunduğu
odaya girdiler. Ölü olduğunu gördüler. Me'mun, onun ölümünü duyunca: «Onu
öldüren eller, bu haberi bize getiren ağız dert görmesin. Tahir'i bizden önce
öldürüp bizi ondan sonraya bırakan Allah'a ham-dolsun.» dedi. Çünkü Me'mun onun
bir gün hutbe irad ettiğini ve minberde Me'mun'a dua etmediğini duymuştu.
Bununla birlikte oğlu Abdullah'ı babası Tahir'in yerine tayin etti ve ona
ayrıca Cezire ve Şam valiliklerini de verdi.
Abdullah, Horasan'da, kendi
adına kardeşi Talha'yı naib olarak görevlendirdi. O bu görevi, yedi sene
sürdürdü. Bundan sonra Talha vefat edince, Abdullah o beldelerin tümünde tek
başına hüküm sürdü.
Bağdat'taki naibi
İshak b. İbrahim idi. Bağdat ve Irak'ı Emin'in elinden alıp onu öldüren kişi,
Tahir b. Hüseyin idi.
Bir gün Tahir, halife
Me'mun'un huzuruna girdi. Bir dilekte bulundu. Me'mun da dileğini yerine
getirdi. Sonra Me'mun, ona baktı ve gözleri buğulandı. Tahir ona: «Ey
mü'minlerin emiri, seni ağlatan nedir?» diye sorduysa da halife ağlayış
sebebini bildirmedi. Bunun üzerine Tahir, Hüseyin adındaki bir hizmetçiye
200.000 dirhem vererek halife Me'mun'un ağlayış sebebini anlamasını ve
kendisine bildirmesini istedi. O da bir ara bunu halifeye sorduğunda halife
Me'mun, niçin ağladığını hizmetçi Hüseyin'e anlattı ve: «Sakın bunu kimseye
bildirme. Yoksa seni öldürürüm! Ben, Tahir'in, kerdeşim Emin'i öldürdüğünü
hatırladım. Kardeşim Emin'in ondan gördüğü hakaretleri anımsadım. Allah'a yemin
ederim ki, Tahir elimden kurtulmayacak-tır!» dedi.
Tahir, halife
Me'mun'un bu söylediklerini öğrenince, hilafet merkezinden uzaklaşmak için
çaba sarfetti. Halife Me'mun'dan bu hususta ısrarla taleblerde bulundu.
Nihayet Me'mun onu Horasan valiliğine atadı. Horasan'a giderken halife Me'mun
onun yanma hizmetçilerinden birini verdi ve hizmetçiye: «Eğer Tahir'de şüpheli
bir durum görürsen onu zehirle!» dedi. Ayrıca hizmetçiye, içilmesi durumunda
asla kurtulmaya imkan olmayan bir zehir verdi. Horasan'da iken Tahir bir hutbe
irad ettiğinde halife Me'mun için dua etmeyince, hizmetçi, iştah açıcı bir
şuruba bu zehiri katıp Tahir'e içirdi ve Tahir aynı gecede öldü.
Sözünü ettiğimiz bu
Tahir'e, "İki sağ elli ve tek gözlü" denilirdi.
Onunla ilgili olarak
şair Amr b. Nebate şöyle demiştir:
«Ey iki sağ el ve tek
göz sahibi!Bîr an1* nnlrRan hır- pi
fn^ln » göz noksan, bir el fazla.»
Kendisi bir adama sol
eliyle vurarak adamı ikiye yaranıştı. Bu nedenle kendisine iki sağ elli
denilmişti. Başka bir rivayete göre ise hem Irak hem de Horasan valiliğine
atandığı için kendisine iki sağ elli flenilmiştir. Âlîcenâb, övülen, şairleri
seven, onlara bol armağanlar veren bir kimseydi.
Bir gün bir gemiye
bindi. Bu durumla ilgili olarak şairin biri şöyle dedi:
«Hüseyin'in oğlununun
(Tahir'in) gemisine şaştım. Batmasın, nasıl batmasın ki, İki deniz var. Biri
üstünde, biri de altında. Bundan daha da tuhafı; o geminin direkleridir. Tahir
ona elini sürdüğü halde o direk nasıl olur da yaprak vermez?»
Böyle demesi üzerine
Tahir o şaire 3.000 dinar verdi ve: «Eğer bizi daha fazla övseydin sana daha
fazla verirdik.» dedi.
İbn Hallikan dedi ki:
Deniz yolculuğu yapan reislerden biri hakkında şairin söylediği şu şiir ne
kadar da güzeldir:
«Denize bindiğinde ben
Allah'a yalvarıp dedim ki: Ey rüzgarları kendi lutfuyla estiren Allah;
Sen bu reisin elindeki
cömertliği deniz dalgası gibi yaptın. Reisi koru ve denizin dalgasını onun eli
gibi yap.»
Biyografisini
anlatmakta olduğumuz Tahir b. Hüseyin, hicri 207. senenin cemaziyelahir ayının
bitimine beş gün kala, cumartesi günü vefat etti. Hicretin 175. senesinde
doğmuştu.
Halife Me'mun'un emri
üzerine kadı Yahya b. Eksem, Rakka'da bulunan oğlu Abdullah'a giderek babasının
vefatı nedeniyle başsağlığı diledi ve o beldelere vali olarak atandığından
ötürü kendisini tebrik etti.
Bu senede Bağdat, Küfe
ve Basra'da fiyatlar yükseldi. Öyle ki, bir ölçek buğdayın fiyatı kırk dirheme
vardı.
Bu senede Me'mun'un
kardeşi Ebu Ali b. Reşid, insanlara haccettirdi.
Bu senede Bişr b. Ömer
ez-Zehranî, Cafer b. Avn, Abdüssanıed b-Abdülvaris, Kurad b. Nuh, Kesir b.
Hişam, Muhammed b. Künase, Bağdat kadısı ve siyer, meğazi âlimi Muhammed b.
Ömer el-Vakidî, Ebü'n-Nadr Haşim b. Kasım ve çeşitli eserlerin sahibi Heysem b.
Adiyy gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [3]
Ebu Zekeriya el-Kûfî.
Bağdat'a yerleşmişti. Beni Sa'd kabilesinin azatlısıydı. Ferra lakabıyla meşhur
olmuştu. Nahivcilerin, lügatçıla-nn ve kurraların şeyhi idi. Kendisine
"Nahivde mü'minlerin emiri"
denilirdi.
Hazim b. Hasan
el-Basrî tariki ile yaptığı bir rivayette, Enes b.
Malik'in şöyle
dediğini nakletmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.),
Ebu Bekir, Ömer ve Osman, Fatiha süresindeki (Maliki yevmiddiyni) cümlesinde
bulunan "malik" kelimesini, "mim" harfini uzatarak
okumuşlardır.» Bunu Hatib rivayet etmiş ve Ebu Zekeriya'mn sika ve imam
olduğunu söylemiştir.
Yine Hatib'in
anlattığına göre halife Me'mun, Ebu Zekeriya'ya bir nahiv kitabını yazmasını
emretmiş, o da bu kitabı yazmış. Bütün insanlar bu kitabını çoğaltarak
birbirlerine aktarmışlar, Me'mun da onun bu kitaplarının hazinelere konmasını
emretmişti. Ayrıca ondan, kendisinden sonraki dönem için veliahtları olan iki
oğlunu eğitmesini
istemişti.
Ebu Zekeriya, bir gün
ayağa kalktığında, Me'mun'un iki oğlu hemen ileriye atılmışlar ve hocalarının
ayakkabılarını Önüne koymak için birbirleriyle yarışmışlar ve çekişmişlerdi.
Sonra her biri onun bir ayakkabısını getirip önüne koymak üzere anlaşmışlardı.
Babaları da, bu anlaşmaları ve hocalarına gösterdikleri saygıları nedeniyle
onlara 20.000, Ebu Zekeriya Ferra'ya da 10.000 dirhem vermiş ve ona şöyle
demişti:
«Senden daha şerefli
bir kimse yoktur. Çünkü ayakkabılarını, halifenin oğulları ve kendisinden
sonraki dönemin veliahtları önüne bırakıyorlar.»
Bişr el-Merisî ya da
Muhammed b. Hasan, Ferra'ya şöyle bir soru
sormuştu:
«- Sehiv secdesi
yapmakta olan bir adamın im secdelerden birinde yanılması durumunda ne yapması
gerekir? • - Bir şey yapması gerekmez.
-Neden?
- Zira arkadaşlarımız
demişler ki: "Küçültülmüş olan daha da
küçültülmez."
- Anaların senin gibisini
doğurduğunu görmedim.»
Meşhur rivayete göre
ona bu soruyu soran kişi Muhammed b. Ha-san'dır. Çünkü o, Ferra'nm teyzesinin
oğluydu.
Ebu Bekir b. Muhammed
b. Muhammed b. Yahya es-Solî'nin ifadesine göre Ferra, hicretin 207. senesinde
vefat etmiştir.
Hatib Bağdadî, «O,
Bağdat'ta vefat etti.» demiştir. Mekke yolun-
da vefat ettiğine dair
zayıf bir rivayet de vardır.
Âlimler, eserleri
sebebiyle onu methetmiş ve ona layık olduğu Övgüleri yağdırmışlardır. [4]
Bu senede Tahir'in
kardeşi Hasan b. Hüseyin b. Mus'ab, Horasan'dan kaçarak Kirman'a gitti ve
orada isyan etti. Ahmed b. Ebi Ha-lid, onun üzerine gitti ve onu kuşatma altına
aldı. Nihayet o da mecbur kalarak teslim oldu. Me'mun'un huzuruna götürüldü.
Me'mun kendisini affetti. Me'mun'un bu âlicenâblığı hoş karşılandı.
Bu senede Muhammed b.
Semma'a, halifeden, kadılıktan affını istedi. Me'mun da onu bu görevden affedip
yerine İsmail b. Hammad b. Hanife'yi tayin etti.
Me'mun, bu senenin
muharrem ayında, Muhammed b. Abdurrah-man el-Mahzumî'yi, Mehdi garnizonunun
kadılığına tayin etti. Fakat kısa bir süre sonra onu bu görevden aldı ve
rebiyülevvel ayında Bişr b. Said b. Velid el-Kindî'yi atadı. Mahzunıî, bu
konuda şöyle bir şiir söylemiştir:
«Ey Rabbini birleyen
hükümdar, Senin kadılığım yapacak olan, Bişr b. Velid, eşektir. Kitabın ve
sünnetin emirlerine uyan kimsenin şehidliğini reddetmektedir.
Ama o, vücuduyla bütün
ülkeyi kuşatan bir şeyh olduğunu söyleyen kimsenin adil şahid olduğunu kabul
etmektedir.»
Bu senede kardeşi Me'mun'un
emri üzerine Salih b. Harun Reşid, insanlara haccettirdi.
Bu senede Esved b.
Amir, Said b. Amir, hadis âlimlerinden Abdullah b. Bekr, Hacib Fadl b.
er-Rebi1, Muhammed b. Mus'ab, Musa b. Muhammed el-Emin gibi meşhur şahsiyetler
vefat ettiler.
Muhammed el-Emin,
Musa'yı kendisinden sonraki dönem için veliaht olarak tayin etmiş ve onu
"Hakkı söyleyen" lakabıyla lakaplan-dırmıştı. Ama Musa, halifeliğe
geçemedi. Nihayet babası Muhammed el-Emin öldürüldü ve Önceki sayfalarda
anlattığımız hadiseler cereyan etti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında ayrıca Yahya b. Ebu Bekir, Yahya b. Hassan, Yakub
b. İbrahim ez-Zührî ve Yunus b. Muhammed el-Müeddeb de vardır. [5]
Nefise binti Ebi
Muhammed el-Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. gbi Talib el-Kuraşiye el-Haşimiye.
Babası, halife Mansur tarafından Medine valiliğine atanmış ve bu görevi beş yıl
süreyle devam ettirmişti. Sonra Mansur, ona gazaplanarak bu görevden almış ve
sahip olduğu, biriktirdiği bütün mallan elinden alıp onu Bağdat'ta zindana
atmıştı.
Mansur'un ölümüne
kadar zindanda kalmış, Mehdi halifeliğe geçince onu serbest bırakmış ve
elinden alınan bütün mallarım kendisine iade etmişti. Sonra hicretin 168.
senesinde onunla birlikte hacca gitmişti. Hicir'de iken seksenbeş yaşında vefat
etmişti.
Neseî, onun tariki ile
İbn Abbas'tan şu hadisi rivayet etmiştir:
«Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken hacamat yaptırdı.»
Ancak İbn Maîn ile İbn
Adiy, onun zayıf ravilerden olduğunu ifade etmişlerdir. İbn Hibban ise, onu
sika raviler arasında saymıştır. Zübeyr b. Bekkar da ondan söz etmiş, reisliği
ve şehameti hususunda onu övmüştür.
Hülasa olarak
diyeceğimiz şudur:
Ebu Muhammed Hasan b.
Zeyd'in kızı Nefise, kocası Mü'temen İshak b. Cafer'le birlikte Mısır'a gitmiş
ve orada ikamete başlamıştı. Servet sahibi idi. İnsanlara, cüzzamhlara,
kötürümlere, hastalara ve hülasa herkese iyilikte bulunmuştu. Abide, zahide ve
çok hayır yapan bir hatundu.
İmam Şafiî Mısır'a
geldiğinde, Nefise ona da ihsanda bulunmuştu. Ramazan ayında çoğu kez onun
arkasında namaz kılardı. İmam Şafiî vefat edince, Nefise, onun cenazesinin
evine getirilmesini istemiş, cenaze onun evine getirilmiş ve orada üzerine
namaz kılmıştı. Kendisi vefat edince kocası İshak b. Cafer onu Peygember şehri
Medine'ye götürmek istemiş, ancak Mısırlılar onun bu isteğine engel olmuşlar
ve Nefise'nin Mısır'da, yanlarında defnedilmesini istemişlerdi. Eskiden beri
Mısır ile Kahire arasında Derbü's-Siba' denilen ve kendisinin yaşadığı
mahalledeki evine defnedildi. İbn Hallikan'ın anlattığına göre Seyyide Nefise,
hicretin 208. senesinin ramazan ayında vefat etmiştir. Mısır halkı onun,
keramet sahibi bir hatun olduğuna inanmıştı.
Ben derim ki: Şu ana
kadar halk, Seyyide Nefise ve diğerleri hakkında cidden çok yanlış itikatlara
sahip olmuşlardır. Özellikle Mısır halkı, Seyyide Nefise hakkında insanı küfre
ve şirke kadar götürecek Çirkin ibareler kullanmışlardır. Aslında bu tür
ibareleri kullanmasının caiz olmadığını bilmeleri gerekir.
Bazıları da Seyyide
Nefise'nin Zeynelabidin sülalesinden olduğu-
nu iddia etmişlerdir;
ama onun sülalesinden değildir. Onun hakkında inanılması gereken şey, diğer
saliha hatunlar hakkında inanılması gereken şey olmalıdır. Zâten putperestlerin
putlara tapmalarının aslı, mezarlar ve mazarlarda yatan kimseler hakkında
abartılı ve asılsız inançlara sahip ulamalarıdır. Peygamber (s.a.v.),
mezarların yerle bir edilip dümdüz hale getirilmesini emretmiştir. İnsanların
olağanüstü güçlere sahip olduklarına inanıp abartılı ifadeler kullanmak
haramdır. Allah'ın iradesi dışında insanın bir başkasına fayda veya zarar
verdiğine inanmak şirktir. Bu inanca sahip olan kimse müşriktir. Allah Seyyide
Nefîse'ye rahmet etsin. Makamını yüce kılsın. [6]
Fadl b. er-Rebi1 b.
Yunus b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Ferve Keysan. Keysan, Hz. Osman'ın
azatlısıydı. Biyografisini anlatmakta olduğumuz Fadl, Harun Reşid nezdinde
itibar sahibi bir kimse idi. Bermekilerin iktidarına son veren kişi Fadl'dır.
Bir müddet Harun Reşid'e vezirlik de yaptı. Bermekilere çok benzerdi. Onlar da
ona çok benzerlerdi. Onları yıkmaya çok çalıştı. Nihayet, önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Bermekiler helak oldular.
İbn Hallikan'ın
anlattığına göre Fadl b. er-Rebi', bir gün Yahya b. Halid'in yanına gitmişti
Yahya'nın oğlu Cafer, babasının önünde evraklara imza atıyordu. Fadl'm elinde
ise on mesele vardı. Bunlardan hiçbirini çözümleyemediler. Fadl, bu meseleleri
ihtiva eden kağıtları toplayıp şöyle dedi: «Ziyan ve hüsranda kalarak geri
dönün.» Böyle dedikten sonra meclislerinden kalkıp şu şiiri okudu:
«Olur, olur ki zaman
bir gün yularını gevşetir, İşler başka işlere dönüşür, zamanın ayağı sürçer.
Biz ihtiyaçları gideririz. Gönüilerdeki kin ateşleri diner. İşlerden sonra
başka işler ortaya çıkar.»
Vezir Yahya b. Halid,
Fadl'm böyle dediğini işitince ona: «Sana yemin verdiriyorum, yanıma geri gel»
dedi. Elindeki kağıtları alıp imzaladı. Daha sonra Fadl onların kuyusunu
kazmaya başladı, nihayet onların iktidarlarına son verdi. Yerlerine vezirliğe
geçti. Şair Ebu Nüvas bu hususta şöyle demişti:
«Zaman, Bermek
ailesinin hukukuna riayet etmedi. Onların i darlarına feci şekilde son verdi.
Bir zaman ki, Yahya'nın hukukuna riayet edilemedi; Rebi' ailesinin
hukukuna da riayet etmemişti.»
Fadl, Harun Reşid'den
sonra onun oğlu Emin'in de vezirliğini aptı. Me'mun Bağdat'a girdiğinde Fadl
gizlendi. Me'mun ona eman verdiğini bildiren mektubunu kendisine gönderince
ortaya çıktı. Gelip Me'mun'un huzuruna çıktı. Me'mun ona eman verdi. Sonra da
bu senede vefat edinceye kadar gözden düşmüş olarak yaşadı. Vefatı sırasında
altmışsekiz yaşındaydı. [7]
Bu senede Abdullah b.
Tahir, kendisiyle beş sene müddetle savaştıktan sonra Nasr b. Şebes'i kuşatma
altına aldı. Onu cidden zor duruma soktu. Nihayet o da boyun eğip Abdullah'tan
eman diledi. Abdullah, bu durumu bir mektupla Me'mun'a bildirdi. Me'mun ona
gönderdiği cevabi mektubunda Nasr b. Şebes'e eman verdiğini bildirdi. O da
Me'mun'un bu emri üzerine Abdullah'a bir eman mektubu yazdı. Abdullah'ta içinde
kendini koruma altına aldığı- şehrin tahrip edilmesini, kendi eskerlerine
emretti. Böylece Abdullah tehlikesi ortadan kaldırılmış oldu.
Bu senede Babek
el-Hürremî ile savaşlar cereyan etti. Babek, öncü askerlerin başındaki İslâm
komutanlarından birini esir aldı. Bu olay, Müslümanların çok ağrına gitti.
Bu senede Mekke valisi
Salih b. Abbas b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas insanlara haccettirdi.
Bu senede Bizans
imparatoru Mihail b. Nikoforos öldü. Mihail, otuz yıl müddetle imparatorluk
yapmıştı. Ölümünden sonra Bizanslılar onun oğlu Tofîl b. Mihail'i başlarına
imparator yaptılar.
Bu senede hadis
üstadlarmdan Hasan b. Musa el-Eşyeb, Ebu Ali el-Hanefî, Nişabur kadısı Hafs b.
Abdullah, Osman b. Ömer b. Faris ve Ya'lâ b. Ubeyd et-Tenafüsî vefat ettiler. [8]
Bu senenin safer
ayında Nasr b. Şebes, Bağdat'a girdi. Onu Abdullah b. Tahir göndermişti.
Hiçbir askerle karşılaşmadı. Yalnız başına şehire girdi ve Ebu Cafer sarayına
yerleşti. Sonra başka bir yere intikal etti.
Bu senede Me'mun,
İbrahim b. Mehdi'ye bey'at etmiş olan önde gelen şahsiyetlerden bir topluluğu
ele geçirdi. Onlara işkence yaptı ve müebbet hapse mahkum etti.
Bu senenin rebiyülahir
ayının 13'ünde pazar gecesi İbrahim b. Mehdi, altı yıl ve birkaç aylık süreden
beri gizlenmekte olduğu evden, kadın kılığına bürünerek kaçtı, Yanına iki
hatunu aldı. Gece vakti Bağdat sokaklarından birinden geçerken bekçinin biri
onları yakalayıp: «Gecenin bu saatinde nereden geliyor ve nereye
gidiyorsunuz?» diye sordu. Sonra onları tutuklamak isteyince İbrahim elindeki
yakut yüzüğü ona verdi. Bekçi, yüzüğe bakınca durumlarından şüphelendi ve: «Bu
yüzük, şanı yüce bir adamın olmalıdır.» dedi. Onları alıp gece nöbetçi amirine
götürdü. Nöbetçi amiri, yüzlerini açmalarını emredince İbrahim açmak istemedi.
Ancak zorla açtıklarında, İbrahim olduğunu gördüler ve onu köprü mıntıkasının
amirine teslim ettiler. O da onu bir üst amire gönderip Me'mun'un sarayına
yetiştirdi.
İbrahim hilafet
sarayında; halk kendisini bu şekilde görsün ve nasıl yakalandığını anlasınlar
diye peçesi başında, çarşafi da üstünde olarak bekletildi. Me'mun, İbrahim'in
bir süre nöbetçi nezaretinde tutulmasını emretti. Sonra onu serbest bıraktı ve
ondan razı oldu. Şunu da belirtelim ki, İbrahim yüzünden zindana atılan bir
grup insan, gardiyanları öldürmek teşebbüsünde bulunduklarından ötürü sorgulandılar
ve bunlardan dördü idam edildi.
Anlatıldığına göre
İbrahim, kardeşi oğlu Me'mun'un huzuruna girdiğinde halife Me'mun kendisini bu
yaptıklarından Ötürü azarlamıştı. İbrahim ise ondan merhamet dilemiş,
kendisini açındırarak şöyle demişti:
- Ey mü'minlerin emin,
eğer beni cezalandıracak olursan bu senin hakkınoV, ama affedecek olursan bu
da senin lutfun olur.
- Aksine seni
affedeceğim, ey İbrahim! Çünkü muktedir olmak, tedbir almayı gereksiz hale getirir.
Pişman olmak da tevbe etmek de-
mektir. Bu ikisinin
arasında, Aziz ve Celil olan Allah'ın affı vardır ki, o da senin istediğinden
çok daha büyük şeydir.
Me'mun'un bu sözü
üzerine İbrahim tekbir alarak, Aziz ve Celil olan Allah'a bir şükran ifadesi olarak
secdeye kapandı.
İbrahim b. Mehdi,
kardeşi oğlu Me'mun'a çok tesirli ve abartılı ifadeler içeren bir kaside
okuyarak övgüde bulunmuş, Me'mun onun bu övgüsünü dinleyince şöyle cevap
vermişti: Ben, Hz. Yusuf un kendi kardeşlerine söylediği şu sözü söylüyorum:
«Bugün siz azarlanacak değilsiniz. Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin
merhametli si dır.»
İbn Asakir'in
anlattığına göre halife Me'mun, amcası İbrahim'i affedince, onu zengin kılacak
kadar malın kendisine verilmesini emretmişti. İbrahim de: «Ben malı
terkettim.» demiş; Me'mun, illa da almasını emredince o, bir değneği alıp
kucağına koymuş ve şöyle demişti:
«Bu durum, bir sevinç
durumu ve makamıdır. Evleri barkları harap olasıca düşmanlarım, yalanlar
uydurarak beni halife katında jur-nallediler. Emirim de beni cezalandırdı.»
Sonra sözünü şu şiiri
okuyarak devam ettirdi:
«Dünyadan gider oldum.
Gözlerimi kaybettim.
Zaman beni eğip büktü.
Gözlerimi de benden alıp götürdü. .
Eğer ben ağlayacak olursam kıymetli bir şahsiyete ağlarını.
Eğer onu tahkir edecek
olursam, kinimden ötürü tahkir etmiş olurum.
Ben her ne kadar
gözlerime kötülük yaptıysam da,
Ben Rabbime kesin
olarak inanıyorum ve ona hüsn-ü zan besliyorum.
Nefsime düşmanlık
ettim ama o beni affetti.
Affederek bize lütuf
üstüne lutufta bulundu.»
Me'mun ona: «Gerçekten
güzel söyledin.» dedi. İbrahim, kucağındaki değneği attı ve bu
söylediklerinden ötürü korkup ayağa fırlayarak yerinden kalktı.
Me'mun ise: «Sakin ol,
yerinde otur. Sana hoş geldin, safalar getirdin, diyorum. Bu sözlerim korkmana
sebep olmamalıdır. Allah'a yemin ederim ki, halifeliğim süresince korkacak
hiçbir şeyle karşılaşmayacaksın.» dedi. Amcası İbrahim'e 10.000 dinar
verilmesini emretti ve ona bir kaftan giydirdi. Sonra da elinden alınan bütün
malları-nı*ı, çiftliklerinin, evlerinin kendisine iade edilmesini emretti.
Böylece ibrahim, halife Me'mun'un yanından, saygı görmüş ve ağırlanmış olarak
çıktı. [9]
Bu senenin ramazan
ayında Me'mun, Hasan b. Sehl'in kızı Boran ile gerdeğe girdi. Anlatıldığına
göre Me'mun, Hasan b. Sehl'in hastalıktan kurtulup iyileşmesi üzerine, bu
senenin ramazan ayında, onun Femü's-Sulh mıntıkasında bulunan kışlasına
gitmişti. Me'mun, maiyetindeki emir, reis ve Haşimilerin ileri gelenleri ile
birlikte Hasan'a konuk oldu. Bu senenin şevval ayında bir gece Boranla gerdeğe
girdi. Huzurunda anber mumları yakıldı. Boran'm başı üzerine inci ve mücevherler
saçıldı. Bu inci ve mücevherler, kızıl altından örülme bir hasır içerisinde
etrafa savuruldu. Bu hasırdaki incilerin sayısı bin idi. Me'mun, bu saçılan
incilerin toplanıp altın bir tepsiye konulmasını emretti. Oradakiler: «Ey
mü'minlerin emiri; biz, cariyeler yerden toplasmlar diye bu incileri saçtık.»
dedilerse de Me'mun: «Hayır, bunların yerine cariyelere ben kendim birşeyler
veririm.» dedi ve etrafa saçılan incilerin tümünü toplattı.
Gelin Boran, ninesi
Zübeyde (yani Me'mun'un kardeşi Emin'in annesi) ile geldi ve Me'mun'un
yanıbaşına oturdu. Me'mun da bu inci ve mücevherleri Boran'ın eteğine döktü ve:
«Bu benim sana bahşişim-dir. Dile benden ne dilersen.» dedi. Boran, utanarak
başını önüne eğdi. Ninesi Zübeyde ona dedi ki:
- Efendinle konuş ve
dileğini ona söyle. Çünkü dileğini söylemeni o sana emretti.
Boran, Me'mun'a şöyle
dedi:
- Ey mü'minlerin
emiri, amcam İbrahim b. Mehdi'yi affetmeni ve ondan razı olup onu tekrar eski
makamına iade etmeni istiyorum.
- Olur.
- Ümmü Cafer'i
(Zübeyde'yi) hacca gitmesi için serbest bırak.
- Olur.
Boran'm bu şefaati
üzerine Ümmü Cafer (Zübeyde) Boran'a bir emirlik hil'ati giydirdi ve ona büyük
bir köy bağışladı.
Boran'ın babası Hasan
b. Sehl'e gelince; o da köylerinin, çiftliklerinin ve emlakinin adlarını kağıt
parçaları üzerine yazarak bu kağıtları oradaki insanların üzerine saçtı. Her
kim bu kağıtlardan birini ele geçirdiyse Hasan b. Sehl onu oradaki kahyalarına
gönderdi ve o köy, çiftlik veya mülkü o adama teslim etti.
Hasan b. Sehl, Me'mun
ve maiyetindeki askerlerin yanında ikamet ettikleri onyedi günlük süre içinde
50.000.000 dirhem kadar harcamada bulundu.
Me'mun, ayrılıp gitmek
istediğinde, kendisine 10.000.000 dirhem verdi. Konuk olduğu beldeyi de ona
ikta' olarak verdi. Oraya Femü's-Sulh mıntıkası deniliyordu. Burayı daha önce
sahip olduğu ikta' ara-
zilerine ek olarak
Hasan b. Sehl'e verdikten sonra, bu senenin şevval ayının sonlarına doğru
Bağdat'a döndü.
Bu senede Abdullah b.
Tahir, Mısır'a gitti. Orayı Me'mun'un emri üzerine asi ve mütegallibeden
Ubeydullah b. Sırri b. Hakem'in elinden kurtardı. Aralarında geçen uzun
muharebelerden sonra orayı tekrar eski haline döndürdü.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden lügatçı Ebu Amr eş-Şeybanî (İshak b. Murad), Mervan b. Muhammed
et-Tatarî ve Yahya b. İshak vefat ettiler. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh
olan yüce Allah daha iyi bilir. [10]
Bu senede Ebü'l-Cevab,
Talk b. Ganem, "Musannaf ve "Müsned" isimli eserlerin sahibi
Abdürrezzak b. Hemmam es-San'anî ile Abdullah b. Salih el-İclî vefat ettiler. [11]
Bu zatın asıl adı
şöyledir: İsmail b. Kasım b. Süveyd b. Keysan. Hicaz asıllıdır. Mehdi'nin Utbe
adındaki bir cireyesine aşık olmuş ve onu Mehdi'den defalarca istemişti. Mehdi
cariyeyi ona vermeye razı olunca bu defa cariye ona gitmeyip halifeye: «Beni
çömlek satan çirkin bir adama mı veriyorsun?» demişti. Ebü'l-Atahiye, Utbe
adındaki o cariyeye aşık olmuştu. Aşkı dillere destan olmuştu. Mehdi de onun bu
durumunu anlamıştı.
Bir zaman Mehdi,
şairleri meclisine çağırmıştı. Gelen şairler arasında Ebü'l-Atahiye ile a'ma
bir kişi olan Beşşar b. Bürd de vardı. Beşşar, Ebü'l-Atahiye'nin sesini duyunca
yanında oturan arkadaşına; «Ebü'l-Atahiye burada mı?» diye sordu. Arkadaşı da
«Evet» diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebü'l-Atahiye şu beyitle başlayan
kasidesini okumaya başladı:
«Benim hanımefendimde neler var neler! O nazlandı, nazlanması onu
güzelleştirdi.»
Beşşar, arkadaşına:
«Bundan daha cesaretli birini görmedim.» dedi. Nihayet Ebü'l-Atahiye,
kasidesinin şu kısmına geldi:
«Halifelik teslim olup
ona geldi, eteklerini yerden sürüdü. Halifelik ancak ona yaraşır. O da ancak
halifeliğe yaraşır.
Eğer ondan başkası
halifeliğe yönelseydi, Yer şiddetle sarsılırdı.
Eğer kalplerin
banileri ona itaat etmezlerse, Cenâb-ı Allah onun amellerini kabul etmez.»
Beşşar, yanıbaşmda
oturmakta olan arkadaşına: «Bakın hele; halife, minderinden uçtu mu uçmadı
mı?» diye sordu. Arkadaşı da: «Allah'a yemin ederim ki, o gün şairlerden
Ebü'l-Atahiye dışında hiçbirine ödül verilmedi.» dedi.
İbn Hallikan dedi ki:
«Ebü'l-Atahiye ile Ebu Nüvas bir araya geldiler. İkisi de aynı tabakadaki
şairlerdendi. Ebü'l-Atahiye, Ebu Nu-vas'a şöyle sordu:
- Günde ne kadar şiir
yazabiliyorsun?
- Bir ya da iki beyit.
- Ama ben günde
100-200 beyit yazabiliyorum.
- Demek ki, sen de şu
sözünde anlattığın gibi çalışıyorsun:
"Ey Utbe, bana ve
sana ne olmuş ki? Ben kim, sen kim? Keşke seni görmemiş olsaydım."
Eğer ben de böyle
çalışmış olsaydım, günde 1.000-2.000 beyit yazardım. Ama ben şu aşağıdaki
sözümde anlattığım gibi çalışıyorum:
"Erkek
kılığındaki ateşlinin elinden ah!..
Onun iki seveni
vardır: Biri homoseksüel biri zinakar!.
Eğer sen de benim gibi
yapmak isteseydin, zaman seni aciz bırakırdı."»
İbn Hallikan dedi ki:
«Ebü'l-Atahiye'nin güzel ve letafetli şiirlerinden biri de şudur:
"Sana öyle meftun
oldum ki, aşırı aşkımdan ötürü;
Yanımdaki kişi bana
yaklaştığında, elbisemdeki aşk kokusunu hissedebiliyor."»
Ebü'l-Atahiye,
hicretin 130. senesinde doğmuştu. Hicretin 211-(veya 213.) senesinin
cemaziyelahir ayının üçüncü pazartesi günü vefat etti. Bağdat'taki mezarı
taşına şu beytin yazılmasını vasiyet etti:
«Bir hayat ki, sonu
ölüm oluyor;
O hayat insanı çabucak
kederlendirir.» [12]
Bu senede halife
Me'nıun, Azerbaycan diyarındaki Babek el-Hür-remî ile savaşması için Muhammed
b. Hamid et-Tusî'yi Musul yolundan gönderdi. O da gidip Babek'in etrafındakilerden
bazılarını yakalayıp Me'mun'a gönderdi.
Me'mun, bu senenin
rebiyülevvel ayında insanlara, birbirini bastıracak kadar çirkin iki bid'at
çıkardı. Bunlardan biri Kur'ân'ın mahluk olduğuna, diğeri de Hz. Ali'nin
Rasûlullah'tan sonra insanların en faziletlisi olduğuna dair iddia idi. Me'mun,
bu iddiaların her ikisinde de fahiş şekilde büyük bir yanılgıya düşmüş ve çok
büyük günah işlemişti.
Bu senede Abdullah b.
Ubeydullah b. Abbas el-Abbasî, insanlara
haccettirdi.
Bu senede kendisine
"Sünnetin aslanı" denilen Esed b. Musa, Hasan b. Cafer, asıl adı
Dahhak b. Muhalled olan Ebu Asım en-Nebil, Ebü'l-Muğire Abdülkuddüs b. Haccac
eş-Şami ed-Dımışkî ve Buha-rî'nin şeyhi Muhammed b. Yunus el-Feryabî vefat
ettiler. [13]
Bu senede Abdüsselam
ve İbn Celis adında iki kişi isyan ettiler. Me'mun'un halifeliğini tanımadılar
ve Mısır'ı istila ettiler. Kays ve Yemen kabilelerinden bir grup insan da
bunlara tabi oldular.
Me'mun, kardeşi Ebu
İshak'ı Şam valiliğine, oğlu Abbas'ı Cezire, sınır boyları ve o mıntıka!ardaki
merkezlerin valiliğine atadı. Bunlardan her biri ile Abdullah b. Tahir'e,
1.500.000 dinar verdi. O günkü kadar fazla bağışta bulunduğu hiç görülmemişti.
Me'mun, bu senede Sind valiliğine de Hassan b. Abbad'ı tayin etti. Bu sene de
insanlara geçen senenin hac emiri haccettirdi.
Bu senede Abdullah b.
Davud el-Cerinî, Abdullah b. Yezid el-Mukri el-Mısrî, Abdullah b. Musa el-Absî,
Amr b. Ebi Seleme ed-Dımışkî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler.
İbn Hallikan'm
anlattığına göre bazı kimseler demişler ki: Bu senede ayrıca nedimlerden
İbrahim b. Mahan el-Musılî, Ebü'l-Atahiye, nahivci Ebu Amr eş-Şeybanî aynı
günde Bağdat'ta vefat etmişlerdir. Ama İbn Hallikan'ın ifadesine göre sahih
olan rivayet şudur ki, nedimlerden İbrahim, hicretin 198. senesinde vefat
etmiştir.
Süheylî dedi ki: İbn
İshak'tan siret rivayet eden Abdülmelik b. Hişam da bu senede vefat etmiştir.
Sahih rivayete göre o, hicretin 218. senesinde vefat etmiştir ki, "Tarihu
Mısır" adlı eserde Ebu Said b- Yunus da bunu kafi bir dille ifade
etmiştir. [14]
Ebü'I-Hasan b. Ali b.
Cebele el-Horasanî. Akuk lakabı ile lakap-lanmıştı. Mevalidendi. A'ma olarak
doğdu. Başka bir rivayette anlatıldığına göre yedi yaşında iken çiçek
hastalığına yakalanması neticesinde gözlerini kaybetmiştir. Siyah tenli ve
alaca renkli idi. Meşhur şairlerdendi. Fesahat ve belagat sahibi idi.
Ölümünden sonra Cahiz
onu bir şiirinde övmüş ve: «Ondan daha güzel ifadeli, ne bir bedevi ne de bir
kentli gördüm.» demiştir.
"Babam sana feda olsun,
ey beni gizlice ziyaret eden kişi; Herşeyden ürkerek ve korkarak sakınan kişi.
Sen beni ziyaret ettin ama güzelliğin seni ele verdi. Doğan dolunayı gece
karanlığı nasıl gizleyebilir? Sessizliği ve tenhalığı gözetledi, nihayet bu
ortamı buldu. Geceleyin oturup konuşanların uyumalarını bekledi. Ziyaretinde
korkulu hallere maruz kaldı. Sonra selam verir vermez geri döndü."
Akuk, Ebu Dülef Kasım
b. İsa el-İclî hakkında da şöyle demişti:
«Dünya ancak Ebu Dülef
tir. Onun gazaya gidişi ile ikameti arasında;
Ebu Dülef arkasını
dönüp gidince, Dünya da onun peşine takılıp gider. Yeryüzündeki bedevi ve
kentli Arapların tümü, Onun cömertliğinden nasibdar olmayı umarlar. Övüneceği
günde ona gelirler.»
Akuk bu beyitlere
geldiğinde -ki bu çok uzun bir kaside idi- şair Ebu Nüvas'a taşlamada bulundu.
Bunun üzerine Me'mun onu yakalatmak istedi. Fakat o saraydan kaçıp gitti. Daha
sonra yakalanıp Me'mun'un huzuruna getirilince Me'mun ona şöyle dedi:
- Yazıklar olsun sana,
Kasım b. İsa'yı (Ebu Dülef i) bizden daha üstün görüyordun.
- Ey müminlerin emiri! Siz, Cenâb-ı Allah'ın
kulları arasında seçtiği ve kendilerine büyük bir mülk verdiği bir
ailedensiniz. Ben Kasım b. İsa'yı ancak kendi emsallerine ve akranlarına
nisbetle üstün saydım.
- Allah'a yemin ederim
ki, sen; "Yeryüzündeki bütün kentli ve bedevi Araplar..." derken
herkesi kasdetmiş oldun. Bununla beraber ben bu şiirinden Ötürü senin
Öldürülmeni helal görmüyorum. Fakat
-u zelil kul hakkında
söylediğin şiirindeki şirkin ve küfrün nedeniyle genin öldürülmeni helal sayıyorum:
"Sen o kimsesin
ki, günler onun menziline inerler. Sen o kimsesin ki, zamanı halden hale
döndürürsün. Bir kimseye bakışını uzattığında; Mutlaka onun rızık ve eceline
hüküm verirsin."
Bak işte; bu senin
dediğin işleri ancak Allah yapar!*
Bundan sonra Akuk'ün
dilini çıkarıp çektiler. O da bu yüzden bu
senede öldü.
O, Hamid b. Abdülhamid
et-Tusî'yi şu şiirinde Övmüştü:
«Dünya ancak
Hamid'dir, Hamid'ten ibadettir. Onun lutufları ortada durmaktadır.
Hamid bu dünyadan göçüp gittikten sonra artık biz de dünyaya
"Selam sana deriz."»
Hamid ölünce
Ebü'l-Atahiye de şu şiiriyle ona ağıt yakmıştı:
«Ey Ebu Ganim (Hamid),
senin saçtığın nimetler çok ve geniştir. Mezarının etrafı da sağlam ve
mamurdur. Bedeni içinde yıkılıp çürüdükten sonra, Mezarının mamurluğu ölüye
fayda vermez.»
İbn Hallikan,
biyografisini anlatmakta olduğumuz Akuk'un çok güzel şiirlerini nakletmiştir,
ama biz konuyu kısa tutmak için o şiirleri buraya almadık. [15]
Bu senenin
rebiyülevvel ayının bitimine beş gün kala cumartesi günü Muhammed b. Hamid ile
mel'un Babek el-Hürremî karşılaştılar ve savaşa tutuştular. Hürremî, Muhammed
b. Hamid'i ve askerlerinden birçoğuru öldürdü. Muhammed b. Hamid'in geride
kalan askerleri bozguna uğradılar. Me'mun, İshak b. İbrahim ve Yahya b.
Eksem'i, Abdullah b. Tahir'e gönderdi. Bunlar ona; Horasan, Cibal, Azerbaycan,
Ermeniye valiliklerinden birini ve Babek'le savaşma işini üstlenmeyi tercih
etmesini söyledi. O da fazlaca disipline ihtiyacı olduğundan ve Haricilerin
ortaya çıkmalarından korktuğundan ötürü Horasan'da kalmayı tercih etti.
Bu senede Ebu İshak b.
Reşid, Mısır'a gitti ve orayı Abdüsselam ile İbn Celis'in ellerinden alıp
ikisini öldürdü.
Bu senede Bilal
ed-Dababî adında bir adam ortaya çıkıp isyan hareketi başlattı. Me'mun da onun
üzerine oğlu Abbas'ı bir grup komutanla gönderdi. Bunlar Bilal'ı öldürdüler ve
Bağdat'a döndüler.
Bu senede Me'mun, Ali
b. Hişam'ı Cebel, Kum, İsfahan ve Aze-baycan valiliğine atadı.
Bu senede İshak b.
Abbas b. Muharomed b. Ali b. Abdullah b. Ab-bas insanlara haccettirdi.
Bu senede Ahmed b. Halid el-Mevhibî vefat etti. [16]
Künyesi Ebu Cafer'di.
Katiplik yapardı. Me'mun'un yazışmalar divanı müdürlüğünü yaptı. İbn Asakir, bu
zatın biyografisini nakletmiş ve şiirlerinden bazılarını bizlere aktarmıştır:
«Kişi kendisinden
sadır olmayan bir çaba sarfetmeksizin de rızık-lanır.
Ama çok zeki, dahi ve
çalışkan kimse de bazen nzıktan mahrum kalır.
Hangi gün bana
zenginlik veya yoksulluk gelmiş ise, mutlaka ona karşı ben, elhamdülillah
demişimdir.»
«Bir şeye evet dersen
o şeyi tamamla.
Çünkü evet demek, hür
kimsenin ödemesi vacib olan bir borçtur. Eğer yapmayacaksan hayır de ve böylece
kurtul ki, insanlar senin yalancı olduğunu söylemesinler.»
«Kişi sırrını kendi diliyle
açığa vurur;
Bu yüzden başkası da
onu kınarsa o ahmaktır.
Kişi kendi sırrını
saklamayıp sıkıntı duyarsa,
Sırrını aktaracağı
kişinin kalbi daha da dardır. O da bu sırrı başkasına açıklar.»
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında İmam Ahmed b. Hanbel'in şeyhi Hasan b. Muhammed
el-Mervezî, Mısırlı Abdullah b. Hakem ve Muaviye b. Ömer de vardır. [17]
Ebu Muhammed Abdullah b. A'yün b. Leys b. Rafi el-Mısrî. İmam
jytalikin huzurunda
Muvatta'ı okuyanlardan biridir. Onun mezhebimin fıkhını öğrenmiştir. Mısır'da
saygı gören bir kimseydi. Çok servet sahibiydi. Mısır'a gelişi esnasında İmam
Şafiî'ye 1.000 dinar vermişti. Ayrıca arkadaşlarından da 2.000 dinar toplayarak
İmam Şafiî'ye vermişti. O, İmam Şafiî'nin arkadaşı Muhammed b. Abdullah b.
Hakem'-
jn babasıdır.
Ebu Muhammed Abdullah,
bu senede vefat edince İmam Şafiî'nin mezarının yanma defnedildi. Oğlu
Abdurrahman da vefat edince babasının yan tarafına, kıble cihetine defnedildi.
Bu hususta İbn Halli-kan şöyle demişti: «Bunlar üç mezardır. Şafiî, bunların
Şam'a bakan tarafindadır. İkisinin mezarı ise Şafiî'nin mezarının kıble
cihetinde-dir. Allah hepsine rahmet etsin.» [18]
Me'mun, bu senenin
muharrem ayının sonlarında Bizanslılarla gaza yapmak niyetiyle askerleriyle
birlikte Bağdat'tan çıkıp Bizans'a yöneldi. Bağdat ve bağlı mıntıkalara vekil
olarak İshak b. İbrahim b. Mus'ab'ı bıraktı. Tikrit'e vardığında, Medine-i
Nebeviyye'den gelmekte olan Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib ile
karşılaştı. Me'mun, ona kendi kızı Ümmü Fadl ile gerdeğe girmesine izin verdi.
Muhammed ile Ümmü Fadl'm nikahları, babası Ali b. Musa'nın sağlığında
kıyılmıştı ve Tikrit'te gerdeğe girdiler. Sonra Muhammed b. Ali, karısı Ümmü
Fadl'ı alıp Hicaz'a götürdü.
Me'mun, bu
yolculuğunda Musul'a varmadan önce, Mısır'dan gelmekte olan kardeşi Ebu İshak
b. Reşid ile karşılaştı.
Sonra Me'mun, büyük
bir orduyla Tarsus'a gitti. Bu senenin ce-maziyelevvel ayında oraya girdi.
Oradaki kaleyi fethetti ve yıkılmasını emretti. Sonra Şam'a döndü ve orada
konakladı. Kasyon dağının eteklerindeki Merrat kiliseni onardı. Şam'da bir süre
ikamet etti.
Bu senede Abdullah b.
Ubeydullah b. el-Abbasî insanlara haccettirdi.
Bu senede Ebu Zeyd
el-Ensârî, Muhammed b. Mübarek es-Surî, Kabise b. Ukbe, Ali b. Hasan b. Şakik
ve Mekki b. İbrahim vefat ettiler. [19]
Bu zatın asıl adı Said
b. Evs b. Sabit'tir. Basralıdır. Lügat âlinıle-rindendir. Sebatkar ve sika
ravilerdendir. Anlatıldığına göre o, kadir gecesini doğru olarak tesbit
edermiş.
Ebu Osman el-Mazinî
dedi ki: Asmaî'nin, Ebu Zeyd el-Ensârî'nin yanına gelip başını öptüğünü ve
huzurunda oturup kendisine şöyle dediğini gördüm: «Sen elli seneden beri
reisimiz ve efendimizsin.»
İbn Hallikan dedi ki:
«Ebu Zeyd'in birçok eserleri vardır. Bazıları şunlardır: "Halku'l-İnsan,
Kitabü'1-İbl, Kitabü'î-Miyab, Kitabü'1-Fürs ve't-Tırs."»
Ebu Zeyd, bu senede
vefat etti. Bundan bir sene önce vey^ bir sene sonra vefat ettiğine dair
rivayetler de vardır. Vefatı sırasında doksan yaşını aşmıştı. Yüz yaşına
yaklaştığı da söylenmiştir.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden Ebu Süleyman'a gelince, onun biyografisini önceki
sayfalarda vermiştik. [20]
Bu senede Bizans
imparatoru Tofil b. Mihail, Tarsus diyarında Müslüman cemaata saldırdı ve
onlardan 1.600 kadarını öldürdü. Sonra bu durumu bir mektupla Me'mun'a
bildirdi. Mektupta önce kendi adını yazdı. Me'mun, mektubunu okuyunca hemen
kalkıp tekrar Bizans'a döndü. Beraberinde Şam ve Mısır naibi kardeşi Ebu İshak
b. Reşid de vardı. Bizans'ta birçok yerleri barışla veya zorla fethetti.
Kardeşi de otuz kaleyi fethetti. Yahya b. Eksem'i ise gizlice Tuvana'-ya
gönderdi. Orada birçok beldeleri fethetti. Bazı insanları esir aldı. Kalelerin
birkaçını da yaktı. Sonra garnizona döndü. Me'mun, bu senenin cemaziyelahir
ayının ortasından şaban ayının ortasına kadar Bizans beldelerinde ikamet etti.
Sonra Dımışk'a döndü.
Bu senenin şaban
ayında Mısır'da, Abdus el-Fihrî isimli bir adam ayaklandı ve Ebu İshak b. Reşid'in
naiblerine galip oldu. Bu isyanda birçok kimse kendisine tabi oldular. Me'mun,
bu senenin zihicce ayının 14'ünde çarşamba günü Şam'dan çıkarak Mısır'a doğru
yola koyuldu ve ileride anlatacağımız durumlar meydana geldi.
Bu senede Me'mun,
Bağdat naibi İshak b. İbrahim'e mektup yazarak beş vakit namazdan sonra tekbir
getirmeleri için insanlara emir vermesini söyledi. Bu uygulama ilk olarak
ramazanın 14'ünde cuma günü Bağdat ve Rusafe camilerinde başlatıldı. Şöyle ki:
Cemaat, namazı eda edince ayağa kalkıp üç kez tekbir alıyorlardı. Bu uygulama
diğer namazlarda da sürdürüldü. Me'mun'un, hiçbir delile ve dayanağa istinad
etmeksizin çıkardığı bu bid'ati, daha önce hiç kimse yapmamıştı. Ama İbn
Abbas'tan rivayet edilen sahih bir hadiste sabit olduğuna göre, Rasûlullah
(s.a.v.)'ın zamanında cemaatle kılınan farz namazdan sonra insanların namazın
eda edildiğini bilmeleri için yü-sek sesle zikir yapılırdı. İbn Hazm ve diğer
bazı âlimler bunu müste-hab saymışlardır. İbn Battal ise: «Dört mezheb de bunun
müstehab olmadığı görüşündedir.» demiştir.
Nevevî de Şafiî'den
rivayette bulunarak şöyle demiştir: «İnsanlar namazlardan sonra zikrin meşru
olduğunu bilmeleri için böyle bir uygulama başlatılmıştı. Ama bu bilindikten
sonra artık cehren tekbir almanın anlamı kalmamıştır. Nitekim İbn Abbas da
cenaze namazında -insanların bunu sünnet olduğunu bilmeleri için- Fatiha'yı
cehren okurdu. Buna benzer başka şeyler de vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Ama Me'mun'un
çıkardığı bu bid'at, seleften hiçbirinin kendisiyle amel etmediği uydurma bir
bid'attir.
Bu senede şiddetli bir
soğuk görüldü.
Bu senede insanlara
geçen senenin hac emiri haccettirdi. Başkasının haccettirmiş olduğuna dair bir
rivayet de vardır. Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede Hibban b. Hilal; lügat, nahiv ve şiirde ilim sahibi olan
Abdülmelik b. Karib
el-Asmaî, Muhammed b. Bekkar b. Hilal ve Hev-ze b. Halife gibi meşhur
şahsiyetler vefat ettiler. [21]
Zübeyde, kendisinin
lakabıdır. Asıl adı Ümmü Aziz'dir. Soy kütüğü şöyledir: Zübeyde binti Cafer b.
Mansur el-Abbasiye el-Haşimiyye el-Kureşiye. Harun Reşid, onu herkesten çok
severdi. Göz alıcı bir güzelliğe sahipti. Temiz bir kadındı. Harun Reşid'in
başka gözdeleri, cariyeleri ve zevceleri de vardı. Nitekim Harun Reşid'in
biyografisini anlatırken bunlardan söz etmiştik.
Ümmü Aziz'e Zübeyde
lakabının takılması şu sebeptendir: Dedesi Ebu Cafer el-Mansur küçüklüğünde
onunla oynar, eğlenir ve onu ay-natırdı. Kendisine, bembeyaz bir tene sahib
olduğundan ötürü, «Sen Zübeyde (köpük)sin.» derdi. İşte bu lakabı yerleşti ve
böyle tanındı. Asıl adı Ümmü Aziz'dir. Zübeyde, çok güzel bir hatun olup
dindar, hayırsever, çok miktarda sadaka veren ve iyilik yapan biriydi.
Hatib Bağdadînin
rivayetine göre hacca gitmiş ve altmış günlük hac yolculuğu esnasında
54.000.000 dirhem harcamıştı.
Halifeliğe geçişi
esnasında Me'mun'a tebrikini sunarken şöyle demişti: «Seni görmeden önce ben
senin yerine bu iş için kendimi tebrik ettim. Her ne kadar bir halifenin iki
oğlunu kaybettimse de onların yerine bir halifenin doğurmamış olduğum oğlu bana
bedel olarak verilmiş oldu. Senin gibi birisi kendisine bedel olarak verilen
kimse ziyanda değildir. Elini seninle dolduran bir ana ağlamasın. Elimden aldığı
çocuklarımdan ötürü bana sevap vermesini ve bana verdiği çocuklarla da beni
yararlandırmasını Allah'tan diliyorum.»
Zübeyde, hicretin 216.
senesinin cemaziyelevvel ayında Bağdat'ta vefat etti.
Hatib Bağdadî,
Abdullah b. Mübarek'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Zübeyde'yi rüyada
gördüm. Kendisine sordum:
- Allah sana nasıl
muamel etti?
- Mekke yolunu
yaptırmak için vurduğum ilk kazma nedeniyle Allah beni bağışladı.
- Ya bu rengindeki
sarılık nedir?
- Aramıza, Bişr
el-Merisî denen bir adam defnedildi. Cehennem ona öyle bir uğuldadı ki o
uğultudan Ötürü vücudum tiril tiril titredi. Vucudumdaki bu sanlık işte o
uğultudan ötürü meydana geldi.»
İbn Hallikan'ın
anlattığına göre Zübeyde'nin yüz cariyesi vardı ve hepsi de Kur'ân-ı Azim'i
ezberlemişlerdi. Bunlar onun Kur'ân okuyan cariyeleriydi. Kur'ân okumamış
olanlar da vardı. Kur'ân okuyan cariyelerinin sesleri saraydan an vızıltısı
gibi duyulurdu. Cariyelerinden her birine Kur'ân in onda birini okumasını vird
olarak vermişti.
Rivayet olunduğuna
göre ölümünden sonra kendisini rüyada görenler onun sağlığında yaptığı
iyilikleri, verdiği sadakaları ve hac yolunda harcadığı emekleri kendisine
sormuşlar, o da sorana şu cevabı vermişti:
«Bütün bunların
sevapları sahiblerine gitti. Bize ancak seher vaktinde kıldığımız birkaç rekat
namazın faydısı dokundu.»
Bu senede anlatımı
burada uzun sürecek daha birçok hadiseler meydana geldi. [22]
Bu senenin muharrem
ayında Me'mun Mısır'a girdi. Abdus el-Fihrî'yi yakalatıp huzurunda boynunu
vurdurdu. Sonra Şam'a döndü.
Me'mun bu senede yine
Bizans'a gitti. Lü'lüe'yi yüz gün süreyle kuşatma altında tuttu. Sonra oradan
ayrılıp gitti. Kuşatmayı sürdürmesi için Uceyf i bıraktı. Bizanslılar Uceyf e
bir oyun oynadılar. Kurdukları komplo neticesinde onu esir aldılar. Aralarında
sekiz gün kaldı. Sonra kaçıp kurtuldu ve tekrar onları kuşatma altına aldı.
Bizans imparatoru bizzat gelip onu arkadan kuşattı. Me'mun bunu duyunca tekrar
oraya gitti.
İmparator Tofil,
Me'mun'un gelmekte olduğunu duyunca kaçtı. Veziri Sangal'ı Me'mun'a gönderdi.
Ondan eman ve barış talebinde bulundu. Ama o, barış dileğini bildiren mektuba
Önce kendi adını yazıp Me'mun'un ismini sonraya bıraktı. Me'mun da onu
azarlayıcı beliğ bir mektubu cevap olarak gönderdi. Mektubunda şöyle dedi:
«İslâm'a girmeni kabul ederim. Yoksa aramıza kılıç girer ve seninle savaşının!
Selam, hidayete tabi olanlara olsun.»
Bu senede Süleyman b.
Abdullah b. Süleyman b. Ali insanlara
haccettirdi.
Bu senede Haccac b.
Minhal, Şüreyh b. Numan, Musa b. Davud ed-Dabbî vefat ettiler. Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [23]
Bu senenin
cemaziyelevvel ayının ilk gününde Me'mun, oğlu Ab-bas'ı -Tuvane'yi onarmak ve
elden geçirmek üzere- Bizans'a gönderdi. Diğer mıntıkalara da işçi toplanıp
oraya gönderilmesi için emir gönderildi. Mısır'dan, Şam'dan ve Irak'tan birçok
işçi toplanarak oraya gönderildi. Tuvane şehrinin bir mil uzunluğunda ve bir mü
genişliğinde yapılmasını, surlannm da üç fersah uzunluğunda olmasını, ay-nca
surlarda üç kapı açılmasını emretti. [24]
Bu senede Me'mun,
Bağdat valisi İshak b. ibrahim b. Mus'ab'a mektup yazarak kadılarla hadisçileri
«Kur'ân mahluktur» dedirtmek üzere imtihan etmesini, bu sözü söylemeyenlerin de
kendisine gönderilmesini emretti. İbn Cerir'in, tümünü de naklettiği birçok
mektubu Bağdat valisine peşpeşe göndererek bu imtihanı sıkı tutması için teşvikte
bulundu. Bu mektuplardaki iddiası; Kur'ân'ın muhdes olduğu, muhdes olan
herşeyin de mahluk olacağı sonucunun ortaya çıkacağı idi. Bu istidlal, bırakınız
hadisçileri, kelamcılann bile uygun görmedikleri bir istidlaldi. Çünkü
ihtiyarî fiilerin Cenâb-ı Allah'ın zatı ile kaim olduğunu söyleyenler, onun
mukaddes zatıyla kaim olan fiilinin mahluk olduğunu söylemezler. Bilakis onun
fıileri mahluk değildir. İslâm âlimleri Kur'ân'm muhdes olduğunu, ama mahluk
olmadığını söylerler. Bilakis Kur'ân, Allah'ın mukaddes zatı ile kaim olan kelamıdır.
Onun zatı ile kaim olan şey mahluk olamaz.
Yüce Allah, şu ayet-i
kerimelerde şöyle buyurmuştur: «Rablerinden kendilerine gelen her muhdes (yeni)
ihtarı...» (ei-En-
biyâ, 2.)
"Andolsun ki, biz
sizi yarattık. Sonra şekil verdik. Sonra meleklere 'Adem'e secde edin'
dedik." (ei-Ârâf, ıı.)
Bu ayet-i kerimede
sözü edilen secde emri, Adem'in yaratılışından sonra Cenâb-ı Allah'tan sadır
olmuştur. Allah'ın zatı ile kaim olan kelam mahluk değildir. Bu konu başka bir
yerde anlatılacaktır.
Buharî, bu konuda,
"Halku Efa'li'1-İbad" adını vermiş olduğu b kitap tasnif etmiştir.
Özetle diyeceğimiz
şudur ki, Me'mun'un mektubu Bağdat'a ulaştığında halka okundu. Me'mun, yanına
gönderilmesi için şu kişilerin adlarını vermişti: Muhammed b. Sa'd (Vakidî'nin
katibi), Ebu Müslim el-Müstemlî, Yezid b. Harun, Yahya b. Mam, Ebu Hayseme
Zübeyr b. Harb, İsmail b. Ebi Mesud ve Ahmed b. ed-Devrakî. Bağdat valisi bu
âlimleri Rakka'ya, Me'mun'un yanma gönderdi. Me'mun da bunları "Kur'ân
mahluktur" dedirtmek için imtihan etti. Bu âlimler, onun bu görüşüne
icabet ettiler. Ona -istemeyerek de olsa- muvafakat ettiklerini açıkladılar.
Bunun üzerine Me'mun kendilerini Bağdat'a geri gönderdi.
Bu durumun fikıhçılar
arasında duyulup yayılması işini ise Bağdat valisi İshak üstlendi. Hadis ve
fıkıh âlimlerinden, cami imamlarından ve diğerlerinden bir grubu meclisinde
topladı. Sonra, yukarıda adları geçen kişileri huzuruna çağırdı. Toplananan
cemaata bu mu-haddislerin, Me'mun'un "Kur'ân mahluktur" görüşüne
muvafakat ettiklerini anlattı. Onlar da adları geçen muhaddislerin cevabına
benzer cevaplar vererek muvafakatlarını bildirdiler. Böylece insanlar arasında
büyük bir fitne meydana geldi. "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râ-ciûn."
(Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve bizler O'na dönücüleriz.)
Bundan sonra Me'mun
ikinci bir mektubunu daha Bağdat valisi İshak'a gönderdi. Bu mektubunda asılsız
ve sonuçsuz bazı deliller ileri sürerek Kur'ân'ın mahluk olduğuna dair
isdidlalde bulundu. İleri sürdüğü deliller, müteşabih ayetlerdi. Aslında bu
deliller kendisinin aleyhine olmuştu. İbn Cerir, bütün bunları anlatmıştır.
Me'mun, bu mektubunda
vali İshak'a mektubunu insanlara okumasını ve onları Kur'ân'ın mahluk olduğu
görüşünü kabul etmeye çağırmasını emrediyordu. Vali İshak da aralarında İmam
Ahmed b. Hanbel, Kuteybe, Ebu Hayyan ez-Ziyadî, Bişr b. Velid el-Kindî, Ali b.
Ebi Mukatil, Sadeveyh el-Vasitî, Ali b. Ca'd, İshak b. Ebi İsrail, İbn Hereş,
İbn Aliyye ve el-Ekber, Yahya b. Abdülhamid el-Ömerî, Ebu Nasr et-Temmam, Ebu
Muammer el-Katiî, Muhammed b. Hatim b. Meymun, Muhammed b. Nuh el-Cündisaburî
el-Madrub, İbn Ferhan, Nadr b. Şümeyl, Ebu Ali b. Asım, Ebu Avvam el-Barid, Ebu
Şüca', Abdurrahman b. İshak, Hz. Ömer sülalesinden olan Rakka kadısı gibi
meşhur şahsiyetlerin bulunduğu bir ulema cemaatini huzuruna davet etti.
Bunlar huzuruna
girdiklerinde, İshak onlara Me'mun'un mektubunu okudu. Mektup dinlenilip
muhtevası anlaşıldıktan sonra vali İshak, Bişr b. Velid'e şöyle bir soru sordu:
- Kur'ân hakkında ne
diyorsun?
- O Allah kelamıdır.
- Ben sana bunu
sormuyorum, Kur'ân'ın mahluk olup olmadığını
soruyorum.
- Kur'ân halik
(yaratıcı) değildir.
- Ben sana bunu da
sormuyorum.
- Bundan daha başka
bir diyeceğim yoktur. Bütün söyleyeceklerim bundan ibarettir.
- Sen Allah'tan başka
ilah bulunmadığına, O'nun bir ve tek olduğuna, O'ndan önce birşey olmadığına,
O'ndan sonra da birşey olmadığına, hiçbir bakımdan yaratıklarından birinin kendisine
benzemediğine şahadet ediyor musun?
- Evet!
Bu karşılıklı
konuşmadan sonra vali, katibe: "Bunun söylediklerini yaz." dedi.
Katip de yazdı.
Sonra vali onları
birer birer imtihan etti. Çoğu, Kur'ân'ın mahluk olduğunu söylemeyi kabul
etmedi. Onlardan biri Kur'ân'ın mahluk olduğunu söylemeyi kabullenmeyince bu
defa vali onu Bişr b. Velid el-Kindî'nin, "Yaratıklarından hiçbiri hiçbir
bakımdan Allah'a benzemez." sözünü benimseyip benimsemediğini sorarak
imtihan ediyordu. O da, "Bişr'in dediğine muvafakat ediyorum."
diyordu.
Sıra İmam Ahmed b.
Hanbel'e geldiğinde, vali İshak ona şöyle bir soru sordu:
- Sen Kur'ân'ın mahluk
olduğunu söyleyecek misin?
- Kur'ân Allah
kelamıdır. Bundan fazla birşey söylemem.
- Bişr b. Velid'in şu
kağıtta yazılı sözlerine ne diyorsun?
- Ben derim ki:
"O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir." (eş-Şûrâ,
ıı.) (Mutezile'den biri dedi ki: O şöyle diyor: Allah kulakla işitir, gözle
görür.)
İshak bu cevabı
karşısında İmam Ahmed b. Hanbel'e şöyle bir soru sordu:
- İşitendir, görendir
demekle neyi kastediyorsun?
- Ben bununla Cenâb-ı Allah'ın kasdettiğini
kastediyorum. O, kendi nefsini nitelediği gibidir. Bundan fazla birşey
söyleyecek değilim.
Vali İshak, imtihan
ettiği âlimlerden her birinin söylediği cevapları birer birer kayda geçirip
Me'mun'a gönderdi. Huzurda bulunanlardan bazısı istemiyerek de olsa işi
geçiştirmek için Kur'ân'ın mahluk olduğu fikrini kabul ediyordu. Çünkü Me'mun
yönetimi, bu fikri benimsemeyenleri görevlerinden azlediyordu. Beytü'l-maldan
maaş alıyorsa, maaşı kesiliyordu. Müftü ise fetva vermekten menediliyor-du.
Hadis âlimi ise, hadis okumaktan ve dinlemekten alıkonuyordu. Bu nedenle büyük
bir fitne, şiddetli bir mihnet ve büyük bir musibet meydana geldi. Güç ve
kuvvet ancak Allah iledir. [25]
Vali İshak'ın
gönderdiği cevaplar kendisine ulaşınca Me'mun ona, bu yaptığı işleri övücü
cevabi bir mektup gönderdi. Ayrıca imtihan edilen fertlerden her birinin
sözlerine cevaplar yazarak valiye, onları tekrar imtihan etmesini emretti.
Kur'ân'ın mahluk olduğunu kabul edenlerin durumlarını halka duyurmasını, kabul
etmeyenlerin ise zincire vurulmuş ve muhafaza altına alınmış olarak haklarında
uygun göreceği cezayı vermesi için kendisine gönderilmesini bildirdi. Me'mun,
Kur'ân'ın mahluk olduğunu kabul etmeyen âlimlerin boyunlarını vurmaya
niyetlenmişti.
Me'mun'un bu mektubunu
alan Bağdat valisi İshak, ikinci bir oturum düzenledi. Önceki kısımda adları
geçen ulemayı meclisine çağırdı. Aralarında Bişr b. Velid el-Kindî'nin
arkadaşı İbrahim b. Mehdi de vardı. Me'mun, bunların Kur'ân'ın mahluk olduğunu
benimsememeleri halinde hemen öldürülmelerini kesin bir ifade ile emretmişti.
Vali İshak bunları
imtihan edince hepsi de, "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan
kimse müstesna..." (en-Nahi, 106.) mealindeki ayet-i kerimeyi tevil
ederek, Kur'ân'ın mahluk oluşu görüşünü istemeye istemeye kabul ettiler.
Yalnız şu dört kişi
Kur'ân'ın mahluk olduğunu kabul etmedi: Ah-med b. Hanbel, Muhammed b. Nuh,
Hasan b. Hammad Seccade ve Ubeydullah b. Ömer el-Kavarirî. Vali İshak, halife
Me'mun'a göndermek üzere bunları zincire vurup nezarethaneye attı. Sonra
ikinci gün tekrar bunları huzuruna çağırıp imtihan etti. Seccade, Kur'ân'ın
mahluk olduğu görüşünü kabullendi ve serbest bırakıldı. Üçüncü gün yine bunları
huzuruna çağırıp imtihan etti. Bu defa da Kavarirî bu görüşü kabullendi. O da
serbest bırakıldı. İmam Ahmed b. Hanbel ile Muhammed b. Nuh el-Cündisaburi ise
nezarethanede bırakıldılar. Çünkü bunlar Kur'ân'm mahluk oluduğu görüşünü
kabullenmemekte ısrar ettiler. Vali İshak da bunların bağlarım pekiştirdi,
prangaya vurup Tarsus'ta bulunan halife Me'mun'a gönderdi. Ayrıca, halifeye,
bunlar hakkında bir mektup yazıp gönderdi. Ahmed b. Hanbel ile Muhammed b. Nuh,
karşılıklı oturacak şekilde bir mahfele konulup deveye bindirilerek yola
çıkarıldılar.
İmam Ahmed b. Hanbel,
kendileri ile Me'mun'u bir araya getirmemesi, kendilerini Me'mun'a
göstermemesi, Me'mun'u da kendilerine göstermemesi için Aziz ve Celil olan
Allah'a dua etmeye başladı.
Bu sırada Me'mun,
Bağdat valisine bir mektup göndererek şöyle dedi: «Duyduğuma göre o hadisçi ve
kelamcılar, Kur'ân'ın mahluklu-ğu görüşünü, "Gönlü imanla dolu olduğu
halde zor altında olan kimse müstesna..." (en-Nahi, 106.) mealindeki
ayet-i kerimeyi tevil ederek kabullenmişlerdir. Oysa onlar bu tevillerinde çok
büyük hata yapmışlardır. Sen bunların tümünü bana gönder.»
Vali İshak da bunları
yanına çağırarak Tarsus'a gitmelerini emretti. Hepsi Tarsus yoluna koyuldular.
Yolda iken Me'mun'un ölüm haberini aldılar. Bunun üzerine Rakka'ya
döndürüldüler. Sonra da Bağdat'a dönmelerine izin verildi. İmam Ahmed b. Hanbel
ve Muhammed b. Nuh el-Cündisaburî, diğer âlimlerden önce yola koyulmuşlar ve
Tarsus'a yaklaşmışlardı. Ama Me'mun'la karşı karşıya gelmemişlerdi. Onlar
Tarsus'a girmeden ve Me'mun'la buluşmadan, Cenâb-ı Allah, Me'mun'u öldürdü.
Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, kulu ve velisi İmam Ahmed b.
Hanbel'in duasına icabet etti. Onları Me'mun'a göstermedi, Me'mun'u da onlara
göstermedi. Aksine bunlar Bağdat'a döndürüldüler.
Bunların, Mutasım b.
Reşid'in hilafetinin ilk zamanlarında karşılaştıkları sıkıntıları ve feci
durumları ileriki kısımlarda detaylı olarak anlatacağız. Bu husustaki tam
bilgiyi, İmam Ahmed b. Hanbel'in hicri 241. senede vefat edişini ve biyografisini
anlatırken vereceğiz. Yardımına başvurulacak olan zat, yüce Allah'tır. [26]
Abdullah el-Me'mun b.
Harun er-Reşid el-Abbasi el-Kuraşi el-Ha-şimî Ebu Cafer. Emirü'1-mü'minin idi.
Annesi, Meracil el-Bazgisiye adında bir cariye idi.
Hicretin 170.
senesinin rebiyülevvel ayında, amcası Hadi'nin vefat ettiği gecede doğdu.
Amcası Hadi'nin vefatından sonra babası Harun Reşid halifeliğe geçti.
Amcasının ölümü ve babasının hilafete geçişi, önceki kısımlarda da anlatıldığı
gibi bir cuma gecesinde olmuştu.
İbn Asakir dedi ki:
Abdullah el-Me'mun; babasından, Haşim b. Bişr'den, a'ma Ebu Muaviye'den, Yusuf
b. Kahtabe'den, Abbad b. Av-vam'dan, İsmail b. Aliyye'den ve Haccac b. Muhammed
el-A'ver'den hadis rivayet etmiştir. Ebu Hüzeyfe İshak b. Bişr -ki bu ondan
daha yaşlı idi-, Yahya b. Ekseni (kadı), Fadl b. Me'mun, Muammer b. Şe-bib, Ebu
Yusuf (kadı), Cafer b. Ebi Osman et-Tayalisî, Ahmed b. Haris eş-Şa'bî (ya da
Yezidî), Amr b. Mes'ade, Abdullah b. Tahir b. Hüseyin, Muhammed b. İbrahim
es-Sülemî ve Da'bül b. Ali el-Huzaî de kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır.
Abdullah el-Me'mun,
defalarca Şam'a gelmiş ve orada bir süre ikamet etmiştir.
İbn Asakir, Ahmed b.
İbrahim el-Musilî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Şemmasiye'de at yarışları düzenleniyordu. İnsanlar bu yarışı seyretmeye
gelmişti. Halkın kalabalıkhğına bakan Me'mun, Yahya b. Eksem'e:
"İnsanların ne kadar kalabalık olduklarını görüyor musun?" diye
sordu. Sonra, Enes'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu
söyledi:
"Halkın tümü
Allah'ın ayalidir, Allah'ın en çok sevdiği kişi, O'nun ayaline en fazla faydalı
olandır."
Me'mun, Ebu Bekre'den
rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:
"Haya
imandandır."
Cafer b. Ebi Osman
et-Tayalisî'nin rivayetine göre, kendisi arefe gününde Rusafe şehrinde
Me'mun'un arkasında ikindi namazını kılmış. Selam verdikten sonra cemaat
tekbir almaya başlamış, o da şöyle demişti: «Gürültü etmeyin, gürültü etmeyin,
yarın tekbir almak Ebü'l-Kasım (s.a.v.)'in sünnetidir.» Ertesi gün olunca
minbere çıkarak tekbir aldı, sonra şöyle dedi: «Hüşeym b. Beşir, Ebu Bürde b.
Dinar'dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bayram namazını
kılmadan önce kurbanını kesen kimsenin kestiği kurban, kendi ailesine sunduğu
bir ettir; ama namazdan sonra kurbanını kesen kimse, sünnetin hükmünü yerine
getirmiştir."
Allah en büyüktür.
O'na çok hamdler olsun. Sabah akşam O'nu teşbih ederim. Allah'ım beni İslah et,
beni doğru yola ilet ve ellerimi de doğru iş yapar hale getir.»
Me'mun, kardeşinin
hicri 198. senede öldürülmesinden sonra muharrem ayının bitimine beş gün kala
halifeliğe geçti. Yirmi sene beş ay müddetle halifelik yaptı. Kendisinde Şiîlik
ve Mutezile mezhebinin görüşleri vardı, sahih sünneti bilmiyordu.
Hicretin 201. senesinde
kendisinden sonraki dönem için Ali er-Rı-za b. Musa el-Kazım b. Cafer es-Sadık
b. Muhammed el-Bakır b. Ali Zeynelabidin b. Hüseyin b. Ah b. Ebi Talib'in
veliahtlığı için bey'at aldı. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi
üzerindeki siyah elbiseleri çıkarıp yeşil elbiseler giydi. Bağdat'ta ve diğer
yerlerdeki Abbasiler bundan çok rahatsız oldular, üzüldüler ve Me'mun'u hal'
ederek yerine İbrahim b. Mehdi'yi geçirdiler. Sonra Me'mun onları yendi, tek
başına halife oldu ve otoritesini yerleştirdi.
Me'mun, Bişr b. Gıyas
el-Merisî'nin de aralarında bulunduğu bir Mutezile cemaatıyla bir araya gelmiş,
bunlar onu aldatmışlar, o da kendilerinden bu batıl mezhebin fikirlerini
öğrenmiş ve onlara uymuştu. Bu yüzden Mutezile mezhebi görüşlerine
bağlanmıştı. İlmi severdi, ama basiretsizdi. Bu nedenle batıl fikirlere
bulaştı, bu görüşlere rağbet etti. Halkı da Mutezile mezhebine davet etti ve
bu mezhebe uymaları için onları zorladı. Bu hadise, onun hilafetinin sonlarında
ve devletinin yıkılmaya yüz tuttuğu zamanlarda olmuştu.
İbn Ebi'd-Dünya dedi
ki: «Me'mun, beyaz tenli, orta boylu, güzel yüzlü bir kimseydi. Kır sakallı,
san gözlü, uzun sakallı idi. Sakalı biraz inceydi, alnı dardı, yanağında bir
ben vardı. Annesi, Meracil adında bir cariye idi.»
Hatib Bağdadî, Kasım
b. Muhammed b. Abbad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Halifelerden, Osman b.
Affan ile Me'mun'dan başka fCur'ân'ı ezberleyen biri yoktur.» Bu, asla
muvafakat edilmeyecek, cidden garip bir sözdür. Çünkü birçok halife Kur'ân'ı
ezberlemiştir.
Denilmiştir ki:
Me'mun, ramazan ayında otuzüç hatim indirdi. Bir gün hadis okumak üzere oturdu.
Yanında Kadı Yahya b. Eksem ile bir cemaat toplandı. Onlara ezberindeki otuz
hadisi okudu.
Çeşitli ilimlerden
haberdardı. Fıkıh, tıp, şiir, feraiz, kelam, nahiv, mahvin gariplikleri ve
garibul-hadis hakkında bilgi sahibiydi. İlm-i nücumdan da anlardı. Gezegenlerin
hareketlerinden bahseden "Zic-i Meynıunî" adlı eser ona nisbet
edilir. Kendi vatanında, Sincar'a, derecelerin miktarını tespit etmesini
emretti. Sincar'ın yaptığı çalışmaların sonucu ile önceki fıkıhçıların
çalışmalarının sonuçları arasında farklılık görüldü.
İbn Asakir'in
rivayetine göre Me'mun bir gün halk için meclis kurdu. Meclisinde emirler ve
âlimler de vardı. Kadının biri gelerek ona şikayette bulundu, kardeşinin
öldüğünü ve 600 dinar bıraktığını ama eline sadece bir dinar geçtiğini
söyleyince Me'mun hiç beklemeksizin ona şu cevabı verdi:
- Hakkını almışsın,
kardeşin geride iki kız çocuğu, bir anne bir zevce, oniki erkek kardeş ve bir
de kız kardeş bırakmıştır. O bir kız kardeş de sensin. Öyle değil mi?
- Evet ey mü'minlerin
emiri.
- İki kız çocuğuna
terekesinin üçte ikisi (400 dinar), annesine terekesinin altıda biri (yüz
dinar), zevcesine terekesinin sekizde biri (yetmişbeş dinar) düşer. Geriye yirmibeş
dinar kalır ki, erkek kardeşlerden her birine ikişer dinar, sana da bir dinar
düşer.
Orada bulunan âlimler;
onun zekiliğine, keskin zekasına ve ha-zırcevaplılığma hayran oldular.
Böyle bir hikaye, Hz.
Ali hakkında da rivayet edilmiştir.
Şairlerden biri,
Me'mun'un huzuruna girdi. Onun hakkında -kendisinin çok kıymetli gördüğü- bir
beyitlik şiir okudu. Me'mun ona hiç iltifat etmedi. Şair, mecliste daha fazla
duramadan eli boş olarak dışarı çıktı. Yolda yürürken başka bir şairle
karşılaştı. Ona dart yanarak: «Hayret etmiyor musun? Me'mun'a şu beyti okudum
ama, başını kaldırıp bana bakmadı bile.» Karşılaştığı şair ona: «Neymiş senin o
beytin?» diye sormuş, Me'mun'un yanından mahrum olarak çıkan şair de şu beyti
okumuştu:
«Hidayet imamı Me'mun,
din ile meşgul oldu. İnsanlarsa dünya ile meşgul olmaktadırlar.»
Diğer şair ona dedi
ki: «Daha ne söyleyeceksin? Sen onu kendi mihrabında oturan aciz bir adama
benzetmişsin. Keski Cerir'in Ab-dülaziz b. Mervan hakkında söylediği şu şiiri
okusaydm:
«O, dünyadaki nasibini zayi etmez, dünya malı da onu dinden ah-- koymaz.»
Me'mun, bir gün
meclisinde oturanlardan birine şöyle dedi: - İki şaire ait iki beyit var ki,
hiçbir şiir bunların güzelliğine ulaşamaz. Bunlardan biri Ebu Nüvas'ın şu
beytidir:
«Akıllı kişi dünyayı denerse, dünya ona dost kılığında bir düşman
olarak görünür.» ,
Diğeri de Şürayh'ın şu
beytidir:
«Melami kişi dünyaya boş verir. O, kendisini kınayanları ıslah etmeye
tutkundur.»
Me'mun demiştir ki:
«Bir gün, maiyetimle birlikte çarşıda gitmekte iken kalabalık arasına girdim.
Öyle ki, halktan olan insanlarla birbirimize karıştık. Bir dükkanda bulunan
eski püskü elbiseler giyinmiş bir adam, bana acıyan ya da durumumu hayretle
karşılayan bakışla baktı ve şöyle dedi: «Mağrur olan herkesi görüyorum ki bir
sene geçince nefsi ona, gelen senenin selametli olacağı kuruntusunu veriyor."»
Yahya b. Ekseni dedi
ki: Me'mun'un, bir bayram günü halka hutbe irad ederken Allah'a hamd-ü senada
bulunup Rasûlullah'a salat-ü selam getirdikten sonra şöyle dediğini işittim:
«Ey Allah'ın kullan!
İki diyarın işi büyüdü. Alimlerin cezası yükseldi. İki fırkanın müddeti uzadı
Allah'a yemin ederim ki bu oyun değil, ciddi bir iştir. Yalan değil, gerçek
birşeydir. Bu ölümdür, ölümden sonraki diriliştir, hesaptır, yargılamadır,
mizandır, sırat köprüsüdür. Sonra ise ceza ya da mükafattır. Kıyamet gününde
kurtulan kimse ebedi kurtuluşa erer. O günde çukura yuvarlanan kimse ise
hüsrana maruz kalır. Hayrın tümü Cennet'te, şerrin de tümü Cehennem'de-dir!»
İbn Asakir, Nadr b.
Şümeylin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Me'mun'un huzuruna girdim. Bana
şöyle sordu:
- Ey Nadr, nasıl
sabahladın?
- Afiyetle sabahladım,
ey mü'minlerin emiri.
- Mürcie ne demek?
- Hükümdarlara
muvafakat edenin dinidir. Bunlar dünyalıklarını hükümdarlardan elde ederler,
ama bu sebeple dinlerini eksiltirler.
- Doğru söyledin. Peki
ey Nadr, benim bu sabah ne söylediğimi biliyor musun?
- Ben kimim ki
uzaktaki gaipleri bileyim?
- Ben bu sabah şu
beyitleri okudum:
«Yarın kendisine bağlı
olduğumdan ötürü mazeret beyan etmeyeceğim dinim şudur:
Peygamberden sonra
Ali'yi sevmektir. Ebu Bekir'e ve Ömer'e sövmem.
Sonra Osman b. Affan,
iyi kimselerle birlikte Cennet'tedir. O, öldürülen ve sabreden kimseydi.
Savunmasızdı.
Bakın ha! Ben Zübeyr'e
ve Talha'ya da sövmüyorum. Her ne kadar başkası onların hainlik yaptıklarını
söylerse de.
Ben Aişe anaya da
sövmem.
Ona iftira edenlerden
biz uzağız. Böyleleri ile alakamız yoktur.»
Bu şiirde anlatılan
mezhep, Şiilerin ikinci mertebesidir ki; buna göre Hz. Ali diğer sahabelerden üstün
sayılır.
Selef ulemasından bir
cemaat ve Darekutnî şöyle demiştir:
«Hz. Ali (r.a.)'yi,
Hz. Osman (r.a.)'dan üstün sayan bir kişi, (Hz. Osman'ı halife olarak seçmek
için üç gün ictihad etmiş olmalarından ötürü) Muhacirler ile Ensâr'a hakarette
bulunmuş olur.»
Çünkü Muhacirler ve
Ensâr, Hz. Ömer'in öldürülmesinden sonra Hz. Osman'ı halife olarak Hz. Ali'ye
tercih etmişlerdi.
Şunu da belirtelim ki,
Şiilikte onaltı mertebe vardır. "Kitab-ı Be-laği'l-Ekber" ve
"Namusu A'zam" adlı eserlerin sahibi böyle demiştir. Namusu A'zam
adlı kitapta, küfrün en ileri derecesine varılmaktadır.
Biz, mü'minlerin emiri
Ali b. Ebi Talib hazretlerinin şöyle dediğini rivayet etmişizdir:
«Beni Ebu Bekir ve
Ömer'e tercih edip onlardan üstün sayan bir kişi bana getirilirse ona, iftira
etmiş kimselerin haddini uygular ve kırbaçlarım!»
Yine mütevatir bir
rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur:
«Peygamber (s.a.v.)'den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir, sonra
da Ömer'dir.»
Hal böyle olunca;
demek ki Me'mun, bütün sahabelere hatta Ebu Talib oğlu Ali hazretlerine
muhalefet etmiştir.
Me'mun, Muhacirler ve
Ensâr'ı tahkir edici bu bid'atına başka bir bid'at ve büyük bir musibet daha
eklemiştir ki, o da Kur'ân'm mahluk olduğunu iddia etmesiydi. Ayrıca o, sarhoş
edici içkileri içmeye düşkün olup daha başka birçok münkeratı irtikab etmişti.
Fakat onda büyük bir şehamet ve savaş tutkusu ile düşmanları muhasara altında
tutup çembere alma, Bizanslılara karşı sabırla savaşıp onları çembere alma gibi
iyi yönler de vardı. Bizanslı erkekleri öldürür, kadınlarını esir alırdı.
Me'mun şöyle derdi: «Ömer b. Abdülaziz ile Abdülmelik'in mabeyincileri
vardı. Ben ise halkla yüzyüzeyim.»
Me'mun, adaleti
araştırır, adaletin yerini bulması için çaba sarfe-der ve halkın meseleleri
için bizzat hüküm verir, çözüm bulurdu. Bir zaman, zayıf bir kadın ona gelerek,
oğlu Abbas'm kendisine haksızlık ettiğini şikayet etti. Halifenin oğlu Abbas da
bu sırada yanıbaşmda duruyordu. Hemen mabeyincisine emir vererek oğlu Abbas'm
elinden tutturdu ve getirip karşısında, şikayetçi kadının yanında oturttu. Kadın
ifadesini vererek Abbas'ın kendisine ait bir çiftliğe el koyduğunu söyledi.
Kadın ile Abbas bir saat tartıştılar. Kadının sesi Abbas'ın sesinden daha
yüksekti, onun sesini bastırıyordu. Mecliste hazır bulunanlardan biri kadını
azarladı. Me'mun, o adama: «Sus! Hak bu kadını konuşturuyor, batıl da Abbas'ı
susturuyor.» dedi. Sonra da kadının lehinde hüküm verdi. Hakkım teslim etti ve
oğlu Abbas'm ona 10.000 dirhem vermesini emretti.
Me'mun, ümeradan
birine şöyle bir mektup göndermişti: «Mürüvvet; senin evinin altın ve gümüşten
olması, alacaklının çıplak, komşunun büzülmüş, yoksulun aç kalması değildir.»
Adamın biri Me'mun'un
huzuruna gelip durdu. Me'mun ona şöyle dedi:
- Vallahi seni
öldüreceğim.
- Ey rnü'minlerin
emiri, acele karar verme. Merhamet, affın yansıdır.
- Yazıklar olsun sana!
Ben seni öldürmeye yemin ettim.
- Ey mü'minlerin
emiri! Yeminini bozmuş olarak Allah'ın huzuruna çıkacak olman, katil olarak
onun huzuruna çıkmış olmandan daha hayırlı olacaktır.
Adamın bu cevabı
üzerine Me'mun onu affetti.
Me'mun şöyle derdi:
«Keşke suçlular benim prensibimin affetmek olduğunu bilseler. Böylece korkulan
gider, kalplerine sevinç girer.»
Me'mun bir gün bir
gemiye bindi. Kaptanın, arkadaşlarına şöyle dediğini işitti: «Şu Me'mun'u
görüyor musunuz, gözüme hiç de hoş gö-rünmüyor. Çünkü o, kardeşi Emin'i
Öldürdü.» Kaptan, Me'mun'un yakınlarda bulunduğundan habersiz olarak böyle
konuşuyordu. Onu duyan Me'mun, gülümsemeye başladı ve arkadaşlarına dönüp şöyle
dedi: «Şu adamm gözüne kadri yüce bir adam olarak görünebilmenin çaresi sizce
nedir?»
Hedbe b. Halid, öğle
yemeğim yemek için Me'mun'un yanına geldi. Yemeği yediler. Sofra kaldırılınca
Hedbe, yere düşmüş ekmek kırıntılarını bir bir alıp yemeye başladı. Me'mun
ona:
- Ey ihtiyar, hâlâ
doymadın mı? diye sorunca Hedbe şu cevabı
verdi:
- Evet doydum. Ama
Hammad b. Seleme, Enes'ten rivayet etti ki;
Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
«Sofrasının altında
kalan şeyleri yiyen kimse, fakirlikten emin
olur.»
Bu cevap üzerine
Me'mun, Hedbe'ye 1.000 dinar verilmesini görevlilere emretti.
İbn Asakir'in
rivayetine göre Me'mun, bir gün Muhammed b. Ab-
bad b. Mühelleb'e
şöyle demiş:
- Ey Abdullah'ın
babası, sana bir milyon, bir milyon, bir milyon
ve bir dinar verdim.
- Ey mü'minlerin
emiri, mevcut olan şeyi esirgemek kulun mabuda su-i zanda bulunması demektir.
- Doğru söyledin ey
Abdullah'ın babası! (Görevlilere dönerek şöyle dedi:) Şuna bir milyon, bir
milyon ve bir milyon daha verin.
Me'mun, Hasan b.
Sehl'in kızı Boran'la gerdeğe girmek istediğinde, halk, Boran'm babasına
kıymetli eşyaları hediye olarak sunmaya başladı. Boran'm babasının değer
verdiği kimseler arasında bir edip vardı. Bu kişi, Boran'ın babasına iki
dağarcık hediye etti. Dağarcıklardan birinde iyi kaliteden tuz, diğerinde de
güzel bir çöğen otu vardı ve ayrıca şu mektubu yazdı:
«Ben, iyilikseverlerin
sayfalarının dürülmesini istemedim. Hayırhah kimselerin defterinde adımın
anılmamasmdan hoşlanmayacağım için bu hediyeleri gönderdim. Birincisi ki,
tuzdur; bereketli ve uğurlu birşey olduğu için onu sana sundum. İkincisi de
çöğen otudur ki, onu da temizliği ve kokusunun hoşluğu nedeniyle sana sundum.
Sana sunduğum
hediyelerim himmetimden daha azdır. Malıma gelince o kadar çoktur ki, himmetim
ondan daha azdır. Ey efendim, tuz ve çöğen otu; Emsallerimin sana sunduğu
hediyelerin en güzelleridir.»
Boran'm babası Hasan
b. Sehl, bu dağacıklan Me'mun'un huzuruna götürdü. Me'mun bunu yadırgadı.
Dağarcıkların boşaltılmasını emretti ve boşaltılan dağarcıklara dinar doldurtup
o garip kişiye gönderdi.
Me'mun'un oğlu Cafer
dünyaya geldiğinde, halk gelip kendisini çeşitli sözlerle tebrik ettiler.
Şairlerden biri de huzuruna gelerek oğlunun doğumu nedeniyle onu şu sözlerle
tebrik etti:
«Allah senin ömrünü
çok uzatsın,
Öyle ki oğlunun dede
olduğunu göresin.
Sonra o da senin
bağışta bulunduğun gibi bağışta bulunsun.
Tıpkı seni andırsın
ortaya çıktığında;
Boyu poşu sana
benzesin.
Şerefiyle ağırlık
kazansın ve bağışlarda bulunsun.»
Me'mun bu şaire 10.000
dirhem verilmesini emretti.
Me'raun, Şam'da iken
parasız kaldığı zaman durumunu kardeşi Mutasım'a bildirmişti. Horasan
hazinelerinden ona 30.000.000 dirhem geldi. Çıkıp bunlara baktı. Develer ve
yükler süslenmişti. Beraberinde Kadı Yahya b. Eksem de bulunmaktaydı. Şehre
girerken şöyle dedi: «Halkın gözü önünde bütün bu mallara el koymamız, kimseye
birşey vermememiz mürüvvet değildir.» Böyle dedikten sonra kendisine gelen bu
paraların 24.000.000'unu halka dağıttı. Kendisi atından inmemiş, ayağı hâlâ
üzengide idi.
Onun güzel şiirlerinen
biri şudur:
«Dilim sizin
sırlarınızı saklar, kimseye birşey söylemez. Gözyaşlarını ise ihbarcılık yapar,
sırrımı ifşa eder. Eğer gözyaşlarını olmasaydı, aşkımı gizlerdim. Eğer aşk
olmasaydı gözlerim yaşarmazdı.»
Me'mun bir gece,
kendisine bir cariyeyi getirmesi için hizmetçisini gönderdi. Cariyenin yanma
giden hizmetçi çok gecikti. Cariye gelmek istemiyordu. Nihayet Me'mun'un
kendisi cariyenin yanma giderek şu şiiri okumaya başladı:
«Ben Özlem duyarak
sana haber gönderdim. Sen bir bakış kazandın. Beni gafil bıraktın, ben de sana
kötü zanda bulundum. Uzakta olduğun halde aşıkına fısıldadın.
Ah keşke bilseydim,
sana yakın olmanın fayda vermeyeceğini. Onun yüzünün güzelliklerine bir bakış
fırlattın. Nağmesini dinleterek kulaklarını faydalandırdın. Gözlerinde onun
izini apaçık olarak görüyorum, Gözlerim onun gözlerinden güzellik çalmıştır.»
Me'mun, Şiîlik ve
Mutezililik bid'atmı ortaya koyduğunda Bişr el-Merisî buna çok sevindi. Sözünü
ettiğimiz bu Bişr, Me'mun'un hocasıydı. Bunun üzerine Bişr şu şiiri okumaya
başlamıştı:
«Me'mun'umuz ve
efendimiz öyle bir söz söyledi ki, sözü kitaplarda tasdik edilmiştir:
Hasan'm babası AH,
hidayet peygemberinden sonra Ebu Bekir'den daha üstündür.
Amellerimizin yaratıcısı biziz. Kur'ân da mahluktur.»
Ehl-i Sünnet
şairlerinden biri, Bişr'e şu cevabi şiirini okudu:
«Ey insanlar!
"Allah'ın kelamı mahluktur" diyenin sözü ve ameli
yoktur.
Ebu Bekir, Ömer ve
Peygamber böyle birşey söylememişlerdir.
Sıddik böyle bir
şeyden bahsetmemiştir.
Bunu, ancak
Rasülullah'a karşı bid'at uyduran kimseler söyler. Böyleleri de Allah katında
zındıktır.
Bişr, böyle söylemekle
Müslümanların dinini yok etmek istedi.
Kendilerinin dini
vallahi boştur ve batıldır.
Ey millet, halifenizin
aklı zincire vuruldu. O, bukağılara vurulup
bağlanmıştır.»
Bişr, Me'mun'dan bu
şiirin sahibini yakalatıp cezalandırmasını istedi. Me'mun ona: «Yazıklar olsun
sana! Eğer bu bir fakih olsaydı cezalandırırdım. Ama bu bir şairdir, ben buna
karışmam.» dedi.
Me'mun, son seferi
olan Tarsus gazasına gideceği zaman, çok sevdiği ve ahir ömründe satın aldığı
bir cariyesini yanma çağırdı. Onu tutup bağrına bastı. Cariye ise ağlayıp: «Ey
mü'minlerin emiri, bu seferinle beni kahrettin ve öldürdün.» dedi. Sonra şu
şiiri okudu:
«Ey Rabbim! Sana, dara
düşmüş kimsenin duasryîa dua ediyo-
rum.
Ey Rabbim! Sen dualara
icabet eden ve karşılık verensin. Ey Efendim! Umarım ki Allah, savaşmana gerek
bırakmaz ve bizi gönüllerin a~zu ettiği gibi bir araya getirir.»
Bundan sonra Me'mun
onu tekrar bağrına basıp şu şiiri okudu:
«Şu güzelliğe bakın
hele. Gözyaşları, gözündeki sürmeleri yıkıyor. O kadar çok ağlıyor ki,
gözyaşları parmak ucundan akıyor. Sabahleyin beni kınarken söylediği sözlerle
beni öldürdü.
Ey cariye, sen şurada söylediğin sözlerle beni öldürmeye adeta
çabaladın.»
Bu şiiri okuduktan
sonra Me'mun, hadim Mesrur'a emir vererek cariyeye iyi davranmasını ve dönüşüne
kadar muhafaza etmesini istedi. Sonra da şöyle dedi:
- Biz, şair Ahtal'm şu
şiirinde anlattığı durumdayız:
«Biz öyle bir milletiz ki, savaştıklarında kadınlara karşı uçkurlarını
sıkı bağlarlar, onlarla ilgilenmezler.»
Bundan sonra Me'mun,
cariyesiyle vedalâşıp yola koyuldu. Yokluğunda cariyesi hastalandı. Kendisi de
bu seferde vefat etti. Cariyeye Ölüm haberi geldiğinde can çekişti ve şu şiiri
okudu;
«Zaman bize
tatlılıktan sonra acılık şerbetini içirdi, hemde kaselerle. Bizi kandırdı.
Bazen bize güzel
günler gösterdi ve bizi güldürdü;
Sonra bizden yüz
çevirdi ve bizi ağlattı.
Biz Allah'a
dönücüleriz. O hep bizim hakkımızda hüküm verir ve takdirde bulunur. Dünyamızı
renklenirir.
Öyle bir dünya ki,
tasarruflarında ne hep sefa verir ne de hep keder verir. Bazan sefa, bazan da
keder gösterir.
Biz bu dünyada sanki
yaşarken ne ölüyüz ne de diriyiz.»
Me'mun, hicretin 218.
senesinin recep ayının bitimine onüç gece kala perşembe günü öğle (ya da
ikindi) vaktinde Tarsus'ta vefat etti. Vefatı sırasında kırksekiz yaşındaydı.
Yirmi sene birkaç ay süre halifelik yaptı. Cenaze namazını kardeşi ve
kendisinden sonraki veliahd Mutasına kıldırdı. Tarsus'ta Hadi b. Hakan'ın evine
defnedildi. Bir rivayette anlatıldığına göre bu senenin çarşamba, başka bir
rivayete göre ise salı günü vefat etmiştir. Yine bir rivayette anlatıldığına
göre, Tarsus'un dört konak uzağında iken vefat etmiş, cenazesi Tarsus'a
götürülüp defnedilmiştir. Başka bir rivayete göre ise Adana'ya nakledilerek
ramazan ayında oraya defnedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Şair Ebu Said
el-Mahzumî şöyle demişti:
«Yıldızların Me'mun'a
ya da onun bit taramış mülküne fayd diğini gördün mü?
lar.»
Babasını Tus'ta
bıraktıkları gibi onu da Tarsus a ver arsasında bıraktı.
Me'mun, kardeşi
Mutasım'a vasiyette bulunmuştu. Bu vasiyetini jyhıtasım'ın ve oğlu Abbas'ın ayrıca
orada hazır bulunan kadı, emir, vezir ve katiplerin huzurunda yapmıştı.
Vasiyetinde, Kur'ân'm
mahluk olduğunu söylüyor ve bundan tev-be etmiyordu. Hatta bu fikre sahip
olarak öldü ve ameli kesildi. O bu fikrinden vazgeçmedi ve tevbe etmedi.
Öldükten sonra cenaze namazını kıldıracak kişinin cenazesi üzerine tekbir
almasını vasiyet etmişti. Mutasım'a da; Allah'tan korkmasını, halka merhametli
muamele etmesini, kendisinin de Kur'ân'm mahlukluğu inancına bağlanmasını ve
halkı bu inanca bağlanmaya davet etmesini vasiyet etmişti. Abdullah b. Tahir,
Ahmed b. İbrahim ve Ahmed b. Ebi Davud'a iyi davranmasını, idarede bunlara
danışmasını, fikirlerine başvurmasını, onlardan asla ayrılmamasını da vasiyet
etmişti. Yahya b. Eksem'le arkadaşlık etmemesini, ondan uzak durmasını vasiyet
ederek onu yermiş ve şöyle demişti: «O bana ihanet etti. Halkı benden nefret
ettirdi. Ben ondan razı değilim. Onunla ilişkilerimi kopardım.» Vasiyetinin sonunda,
Alevüere iyi davranmasını, onların iyilik yapanlarının iyiliklerin kabul
etmesini, kötülük yapanlarını bağışlamasını, her sene onlara maaş vermesini de
vasiyet etmişti.
İbn Cerir, Me'mun'un
oldukça uzun bir biyografisini nakletmiştir. Bu biyografide İbn Asakir'in
-nakilleri çok olmasına rağmen- duymadığı birçok şeyleri de anlatmıştır. Her
bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır. [27]
Mutasım Billah, Ebu
İshak b. Harun er-Reşid.
Hicri 218. senenin
receb ayının 12'sinde perşembe günü Tarsus'ta kardeşi Me'mun'un vefat ettiği
gün kendisinin halifeliğine bey'at edildi. Me'mun Tarsus'ta hastalanıp ölünce,
cenaze namazını Mutasım Billah kıldırdı. Komutanlardan bazıları Me'mun'un oğlu
Abbas'ın halife seçilmesi için girişimde bulundular. Ancak Abbas onlara karşı
çıkarak: «Bu ne soğuk muhalefettir! Ben amcam Mutasım'a bey'at ettim.» dedi.
Bunun üzerine insanlar sakinleştiler, fitne alevleri söndü. Posta, Mutasım'a
bey'at edildiği haberini ve Me'mun'un başsağlığı ile ilgili bildiriyi ülkenin
her tarafına ulaştırdı.
Mutasım, Me'mun'un
Tuvana şehrinde yaptırdığı binaların yıkılmasını ve oraya taşıttığı silahların
tekrar Müslümanların kalelerine aktarılmasını emretti. İşçilerin kendi
beldelerine dönmesine izin verdi. Sonra kendisi Me'mun'un oğlu Abbasi da yanma
alarak ordusuyla Bağdat'a yöneldi. Ramazan başında cumartesi günü büyük bir
ihtişam ve debdebe ile Bağdat'a girdi.
Bu senede Hemedan,
İsfahan, Masebezan ve Menrecan halkından büyük bir kalabalık grup, Hürremilik
dinine girdi. Bunların etrafında çok kalabalıklar oluştu. Mutasını, bunların
üzerine birçok askeri birlikler şevketti ki, bu birliklerin sonuncusu İshak b.
İbrahim b. Mus'ab komutasındaki büyük bir askeri birlikti.
Bunun üzerine Mutasım,
İshak b. İbrahim'i Cebel mıntıkasına vali tayin etti. O da bu senenin zilkade
ayında yola koyuldu. Görevlendirildiği yere gidince fetih gerçekleşti. İshak
b. İbrahim bir mektupla, terviye gününde (zilhicce ayının sekizinci gününde)
fethin gerçekleştirildiğini, Hürremilerin mağlub edildiklerini, onlardan çok
sayıda adamın öldürüldüğünü, kalanların ise Bizans'a kaçtıklarını Mutasım'a
bildirdi.
İbrahim b. İshak
vasıtasıyla, İmam Ahmed b. Hanbel'e işkence edilmiş, o büyük zat bunun
huzurunda dövülmüş ve çeşitli eziyetlere maruz bırakılmıştı. Nitekim hicretin
241. senesi olaylarından bahsedilirken İmam Ahmed b. Hanbel'in biyografisi
anlatılacak ve bu husus orada teferruatlı olarak açıklanacaktır. [28]
Bişr b. Gıyas b. Ebi
Kerime Ebu Abdurrahman el-Merisî. Kelam-cıdır. Mutezile'nin şeyhidir. Me'mun'u
sapıklığa sürükleyenlerdendir. Bu adam önceleri biraz fıkıh okudu. Kadı Ebu
Yusuf tan ders aldı. Ondan, Hammad b. Seleme'den, Süfyan b. Uyeyne'den ve
diğerlerinden hadis rivayet etti. Ama daha sonra kelam ilmine saplandı. İmam
Şafiî, kendisini kelam öğrenmekten, öğretmekten menetmiş, ama o buna kulak
vermemişti. İmam Şafiî, kelam ilmiyle ilgili olarak şöyle demiştir: «Kulun şirk
koşma dışındaki bütün günahlarla Allah'ın huzuruna çıkması, bence kelam ilmi
ile birlikte Allah'ın huzuruna çıkmasından daha hoştur!»
Bişr, Bağdat'a
geldiğinde İmam Şafiî ile görüşmüştü.
İbn Hallikan dedi ki:
«Bişr, Kur'ân'ın mahluk olduğuna dair sözünü yenilemiş, kendisinden çok çirkin
sözler nakledilmiştir.»
Bişr, Mürcie
mezhebindendi. Mürcie'nin Merisîye kolu kendisine nisbet edilir. O şöyle derdi:
«Güneşe ve Ay'a secde etmek Jküfür değildir. Ancak küfür alametindendir.»
Bişr, İmam Şafiî ile
münazara ederdi. Nahvi iyi bilmezdi. Çok fahiş hatalar yapardı. Babasının
Kûfe'de Yahudi bir boyacı olduğu söylenir. Kendisi Bağdat'ın Derbü Merisi
mıntıkasında ikamet ederdi.
Merisi, yağ ve
hurmayla yapılan bir yufka ekmektir.
Başka bir rivayete
göre ise Meris, kışın çok soğuk rüzgarların estiği Nobe beldesinin bir
nahiyesidir.
Bu senede vefat etmiş
olan meşhur şahsiyetler arasında Abdullah b. Yusuf eş-Şeybî, Ebu Meşher
Abdüla'lâ b. Meşher el-Gassani ed-Dımışkî ve Yahya b. Abdullah el-Babiletî de
bulunmaktadır. [29]
Ebu Muhammed
Abdülmelik b. Hişam b. Eyyub el-Maafirî. Ziyad b. Abdullah el-Bekkaî tariki ile
İbn İshak'tan siret rivayet etmiştir. İbn İshak, "es-Sîret" adlı
eserin yazarı idi. Ancak bu eser, Ebu Muhammed Abdülmelik b. Hişam'a nisbet
edilerek İbn Hişam Sireti diye bilinmiştir. Çünkü kendisi bu eseri tehzib
etmiş, ilaveler yapmış ve gereksiz bazı yerleri eserden çıkarmıştır. Bazı
yerleri düzeltmiş ve hataları telafi etmiştir.
Kendisi lügatte ve
nahivde büyük âlimdi. Mısır'da ikamet ederdi. Mısır'a geldiğinde İmam Şafiî ile
görüşmüştü. Karşılıklı olarak Arap şiirleri okumuşlardı. Bu senenin rebiyülahır
ayının 13'ünde Mısır'da vefat etti. "Tarihu Mısır" adlı eserinde İbn
Yunus, böyle demiştir. Sü-heylî'nin iddiasına göre ise o, hicretin 213.
senesinde vefat etmiştir. Nitekim bu husus Önceki sayfalarda da anlatılmıştı.
Doğrusunu Allah bilir. [30]
Bu senede Muhammed b.
Kasım b^ Ömer b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib, Horasan'a bağlı Talikan
kasabasında ortaya çıktı ve insanları Muhammed ailesinden Rıza'nm halifeliğine
davet etti. Etrafına çok sayıda adam topladı. Abdullah b. Tahir'in
komutanlarından . birkaçı defalarca onunla savaştılar. Nihayet onu mağlup
ettiler ve Muhammed b. Kasım kaçtı. Sonra yakalanıp Abdullah b. Tahire götürüldü.
Abdullah, onu Mutasım'a gönderdi. Bu senenin rebiyüiahir ayınm ortasında
Mutasım'ın huzuruna çıkartıldı, Mutasım, onun 3x2 zira' ebadında dar bir yere
hapsedilmesini emretti. O daracık yerde üç gün kaldıktan sonra daha geniş bir
mekana nakledildi. Kendisine erzak ve hizmetçi verildi. Ramazan bayramı gecesine
kadar orada mahpus kaldı. Bu gece insanlar bayram hazırlığıyla meşgul iken,
ışık penceresinden kendisine bir ip sarkıtılarak çıkarılıp götürüldü Nereye
gittiği bilinmemektedir.
Bu senenin
cemaziyelevvel ayının ll'inde pazar günü İ^u^i- L İbrahim, Hürremilerle
yaptığı savaştan dönerek beraberindek ki «,birlikte Bağdat'a geldi. O, bu
savaşta Hürremilerden 100.000 savaşçıyı öldürmüştü.
Mutasım bu senede
Uceyfi, Basra'da çok fesat çıkaran Zutlarla savaşması için büyük bir orduyla
harekete geçirdi. Zutlar, Basra'da yol kesiyor ve halkın ürünlerini
yağmalıyorlardı. Uceyf, bunlarla do-' kuz ay süreyle savaştı ve mağlup etti.
Onların serlerine engel oldu Köklerini kazıdı.
Zutların işlerini
Muhamnıed b. Osman adında bir adam, Semlak adlı yardımcısı ile birlikte
yürütmekteydi. Semlak, Zutların şeytanı ve dahisi idi. Cenâb-ı Allah,
Müslümanları, ondan ve onun şerrinden kurtardı.
Bu senede İmam Ahmed
b. Hanbel'in üstadı Süleyman b. Davud el-Haşimî, "Müsned" adlı eserin
sahibi ve İmam Şafiî'nin talebesi Abdullah b. Zübeyr el-Humeydî, Ali b. Ayyaş,
Buharî'nin üstadı Ebu Nuaym Fadl b. Dükeyn ve Ebu Bihar el-Hindî gibi meşhur
şahsiyetler vefat ettiler. [31]
Bu senenin aşura
gününde Uceyf, gemilerle Bağdat'a girdi. Beraberinde 27.000 Zutlu vardı.
Bunlar eman alarak halifenin yanma gelmişlerdi. Önceleri Bağdat'ın doğu
yakasına yerleştiler. Sonra Ayn-ı Runıe'ye sürgün edildiler. Bizanslılar
bunlara hücum ettiler. Baştan sona hepsini ezdiler. Bunlardan bir kişi dahi
kurtlamadı. Bu, onların Bağdat'ı son görmeleri idi.
Bu senede Mutasını,
asıl adı Haydar b. Kavuş olan Afşin Bey'i, Babek el-Hürremî adlı lanetli ile
savaşmak üzere büyük bir ordu ile harekete geçirdi. Babek'in içi gerçekten
büyümüş, gücü artmış, Azerbaycan ve çevresinde tabileri etrafa yayılmıştı. O,
ilk olarak hicretin 201. senesinde ortaya çıkmıştı. Büyük bir zındık ve mel'un
bir şeytandı.
Afşin yola koyuldu.
Gözetleme, kaleleri onarma ve takviye kuvvetlerini yedekte tutma konularında
usta bir savaşçı idi. Mutasını, Büyük Boğa ile ona ve beraberindeki
askerleriyle tabilerine bol miktarda nafaka ve harçlık gönderdi. Afşin ile
Babek karşı karşıya geldiler. Aralarında şiddetli savaşlar cereyan etti.
Afşin, Babek'in etrafındaki zındıklardan 100.000'den fazlasını öldürdü. Babek
kendi şehrine kaçtı. Aşağılanmış ve mağlup olmuş bir halde burada gizlendi. İlk
olarak bu savaşta Babek'in gücü kırılmıştı. Babek ile Afşin arasında, anlatımı
burada uzun sürecek savaşlar olmuştu. İbn Cerir, bu savaşları teferuatı ile
anlatmıştır.
Mutasım, bu senede
Bağdat'tan dışarı çıktı. Katol'a gidip orada
ikamet etti.
Bu senede Mutasım,
büyük bir itibara sahip olmasına rağmen, Fadl b. Mervan'a gazaplandı. Onu
vezirlikten azledip hapse attı. Mallarım elinden aldı. Yerine Muhammed b.
Abdülmelik b. Zeyyad'ı tayin etti.
Bu senede geçen
senenin hac emiri Salih b. Ali b. Muhammed insanlara haccettirdi.
Bu senede Adem b. Ebi
İyas, Abdullah b. Reca, Affan b. Mesleme, *neşhur kurralardan Kalun ve Ebu
Hüzeyfe el-Hindî gibi tanınmış Şahsiyetler vefat ettiler. [32]
Bu senede Büyük Boğa
ile Babek arasında korkunç bir savaş cereyan etti. Babek, Büyük Boğa'yı
bozguna uğrattı. Adamlarından bir kısmını öldürdü. Sonra Afşin ile Babek
savaştılar. Afşin onu mağlup etti. Uzun süren muharebelerden sonra Babek'in
adamlarından bir kısmım öldürdü. Bu savaşları, İbn Cerir tüm teferruatıyla
anlatmıştır.
Bu senede Mekke valisi
Muhammed b. Davud b. İsa b. Musa el-Abbasî insanlara haccettirdi.
Bu senede Asım b. Ali,
Abdullah b. Müslim el-Ka'nebî, Abdan ve Hişam b. Ubeydullah er-Razî gibi meşhur
şahsiyetler vefat ettiler. [33]
Bu senede Mutasım,
Babek'le yaptığı savaşta Afşin'e takviye olsun diye büyük bir askeri birliği
hazırladı ve ona askerlerine sarfet-sin diye- 30.000.000 dirhem para gönderdi.
Afşin'le Babek savaşa tutuştular. Afşin, Babek'in şehri Bezz'i fethetti ve
oradaki herşeyi yağmaladı. Bu hadise, bu senenin ramazan ayının bitimine on
gün kala, cuma günü vuku buldu. Şehrin fethedilmesi; kuşatmadan, korkunç
muharebelerden, şiddetli çatışmalardan ve büyük çabalardan sonra gerçekleşmişti
ki, İbn Cerir bunu tüm teferruatlarıyla anlatmıştır. Özetle diyecek olursak
Afşin, Bezz şehrini fethetti. Oradaki bütün malları ganimet edindi. [34]
Müslümanlar onun Bezz
adıyla bilinen şehrini ele geçirdiklerinde -ki burası onun başkenti ve
kuvvetlerinin bulunduğu yer idi- beraberindeki aile efradı, oğlu, annesi ve
karısı ile kaçtı. Etrafında çok az kimse kalmıştı. Yiyecekleri tükenmişti.
Yolda giderlerken bir çiftçiyi gördüler. Kölesini çiftçiye gönderdi ve ona
birkaç altın verdi. «Şu adama git ve yanındaki ekmeği satın al.» dedi. Öte
yandan çiftçinin ortağı uzak bir yerden onları seyrediyordu. Kölenin çiftçiden
ekmeği aldığını görünce, gasbettiğini sanarak halifenin naibi Sehl b. Sinbaz'm
bulunduğu kaleye gitti. Sehl b. Sinbaz'a gidip o kölenin haddini bildirmesi
için durumu anlattı. Sehl, bizzat bineğine binerek olay yerine geldi. Köleyi
yakaladı ve ona şöyle sordu:
- Sen necisin, durumun
nedir?
- Birşey yok. Sadece
şu çiftçiye birkaç dinar verdim ve kendisin" den ekmek satın aldım.
- Sen kimsin?
Köle, durumu gizlemeye
çalıştı. Sehl ısrar edince şu cevabı verdi:
- Ben, Babek'in
kölelerindenim.
- Babek nerede?
- İşte şu ileride
oturmuş, yemek yiyiyor.
Sehl b. Sinbaz,
Babek'in yanına yaklaştı. Onu görünce bineğinden indi ve gidip Babek'in elini
Öperek şöyle dedi:
- Efendim, nereye
gitmek istiyorsun?
- Bizans'a gitmek
istiyorum.
- Benim kalemden daha
muhafazalı bir yer bulamazsın. Ben de kölen olur, senin hizmetinde bulunurum.
Böyle diyerek Babek'i
aldattı ve onu alıp beraberinde kaleye gö-
-türdü. Yanında misafir etti. Ona çok masraflarda bulundu ve bol
miktarda armağanlar sundu. Öte yandan Afşin'e bir mektup yazarak Babek'in
yanında bulunduğunu söyledi. Afşin de Babek'i yakalamaları için oraya iki
komutan gönderdi. Bunlar, kaleye yakın bir yere gelip konakladılar ve Sehl b.
Sihbaz'a mektup yazarak yerlerim bildirdiler. O da kendilerine; «Bizden size
bir haber gelince kadar bulunduğunuz yerden ayrılmayın.» diye bildirdi. Sonra
Babek'e: «Mutlaka şu kalenin içinde sıkümışsmdır. Ben bugün ava gitmeye karar
verdim. Yanımızda şahinler ve köpekler var. Eğer ferahlamak ve sıkıntını gidermek
istiyorsan bizimle gel.» dedi. Babek de "Olur" deyince, hep birlikte
ava çıktılar. Sehl b. Sinbaz, Afşin'in komutanlarına haber göndererek, «Falan
vakitte falan yerde olun.» dedi.
Bunlar belirtilen yere
vardıklarında Afşin'in komutanları beraberlerindeki askerlerle oraya hücum
ettiler, Babek'i çembere aldılar. Sehl b. Sinbaz da kaçtı. Komutanlar Babek'i
görünce: «Bineğinden in!» dediler. Babek: «Siz kimsiniz?» diye sorunca onlar,
Afşin'in yanından geldiklerini söylediler. O zaman Babek bineğinden indi.
Üzerinde beyaz bir zırh, kısa bir bot ve elinde de bir şahin vardı. Sehl b. Sinbaz'a
bakıp şöyle dedi: «Allah seni kahretsin! Benden para isteseydin, sana bunların
verdiklerinden daha fazlasını verirdim.» Komutanlar onu bineğe bindirip
beraberlerinde Afşin'e götürdüler.
Afşin'in karargahına
yaklaştıklarında, Afşin dışarı çıktı ve etrafındaki insanlara iki saf halinde
dizilmelerim emretti. Babek'e de bineğinden inip yaya olarak insanların
arasına katılmasını emretti. O da bu emri yerine getirdi. O gün, gerçekten
görülmeye değer bir gündü. Bu hadise, bu senenin şevval ayında vuku buldu.
Sonra Afşin onu muhafaza altına alıp yanında hapsetti.
Bundan sonra Afşin,
durumu bir mektupla Mutasım1 a bildirdi. O da Babek'in ve onunla birlikte
yakalanan kardeşi Abdullah'ın kendisine gönderilmelerini emretti. Afşin, bu
senenin sonuna doğru bunlarla birlikte Bağdat yoluna koyuldu. Bağdat'a
ulaşamadan bu yıl sona erdi.
Bu sene de önceki
senenin hac enıiri insanlara haccettirdi.
Bu senede Ebü'l-Yeman
Hakem b. Nafi, Ömer b. Hafs b. Ayyaş Müslim b. İbrahim ve Yahya b. Salih
el-Vahatî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [35]
Bu senenin safer
ayının 3'ünde, perşembe günü Afşin, beraberinde Babek bulunmak üzere
Samarra'daki Mutasım'm yanına gitti. Afşin'in beraberinde ayrıca Babek'in
kardeşi de vardı. Mutasım, oğlu Harun el-Vasık'a, Afşin'i karşılamasını
emretmişti. Onun haberleri her gün Mutasım'a geliyordu. Mutasım, Babek olayıyla
dikkatle ilgileniyordu. Babek'in kendisine ulaşmasından iki gün önce Mutasını,
ulağına emir vererek yola koyulmuş ve tanımadığı halde Babek'i görmüştü. Ona
bakmış sonra geri dönmüştü. Babek yanma geldiği günde Mutasını hazırlandı.
İnsanları iki saf halinde sıraya dizdi. Ve insanlar onu iyice tanısınlar diye
Babek'in bir file bindirilmesini emretti. Babek'in üzerinde ipek bir kaftan ve
samur kürkünden yapılmış bir takke vardı. Fili hazırlamışlar, üzerindeki
eşyaları boyamışlar ve ona çok değerli eşyalar ve ipek giysiler giydirmişler
di. Şairin biri bu konuda şöyle bir şiir söylemişti:
«Fil adeti üzere
boyandı. Horasan şeytanını taşıyor.
Filin azalarının
boyanması ancak çok büyük durumlarda olur.»
Babek, huzura
getirildiğinde Mutasım onun ellerinin ve ayaklarının kesilmesini, başının
koparılmasını, karnının yarılmasını emretti. Sonra da kesik başını Horasan'a
gönderdi. Gövdesi de Samarra'da bir ağaca asıldı. Babek öldürüldüğü gecede,
yani bu senenin rebiyülahir ayının 13'ünde perşembe gecesi içki içmişti.
Bu mel'un, ortaya
çıktığından öldürüldüğü güne kadar yirmi senelik süre zarfında hep
Müslümanları öldürmüştü. İbn Cerir'in ifadesine göre öldürdüğü Müslümanların
sayısı 255.500 kişiyi bulmuştu. Ayrıca Babek, sayılamayacak kadar çok insanı
esir almıştı. Afşin, onun esir aldığı insanlardan 7.600 kişiyi kurtarmış;
çocuklarından 17 tanesini, karılarından, gelinlerinden ve hısımlarından da 23
kadını esir almıştı. Babek'in annesi, şekli cidden çirkin ve hakir bir cariye
idi. Ama kader onu bu mertebelere çıkardı. Birçok insan ve halk tabasından da
büyük bir topluluk onun sebebiyle fitneye maruz kaldıktan sonra, Cenâb-ı Allah,
Müslümanları onun şerrinden kurtardı.
Mutasını, Babek'i
öldürdükten sonra Afşin'e taç giydirdi ve ona mücevherlerle işlenmiş iki kemer
taktı. Ayrıca ona 20.000.000 dirhem verip Sind valiliğine tayin etti.
Mutasını, şairlere de;
Afşin'in yanına gitmelerini ve Müslümanlar için yaptığı yararlılıklardan ötürü
onu övmelerini emretti. Babek'in Bezz adındaki şehrini yıkıp harabeye
döndürmesinden ve dümdüz hale getirmesinden ötürü onu methetmelerini istedi.
Şairler, bu hususta çök güzel şiirler inşad ettiler. Afşin'i şiirleriyle öven
şairlerden biri de Ebu Temmam et-Taî idi. Ebu Temmam, tamamı İbn Cerir
tarafından nakledilen kasidesinde Afşin'i şöyle övmüştü:
«Bezz şehrinin celladı
mağlup oldu, şimdi o defnedilmiş tir.
Bezz şehrinde sadece
canavarlar ve vahşi hayvanlar kalmaktadır.
Bu kılıç, savaşta bu
sebatı gösterdikçe bu din yükseldi.
O daha Önce
efendiliğin bakiresiydi, kılıçla bekaretini giderdi Afşin denen doğunun yiğit
adamı.
Orayı tekrar eski
haline döndürdü. Şimdi orada tilkiler vardır.
Oysa dün orası bir
aslanın iniydi.
Halkının
kafataslarından duvarlar ve binalar meydana geldi. Daha önce oranın emirliği
ve Önemli işleri vardı.
Orası çöle
döndürülmeden önce kalbe can veren bir kan gibiydi.
Ama şimdi orada darlık ve sıkıntı meydana geldi; daha önce orası bir
tatlı su pınarı gibiydi.»
Hicretin 223.
senesinde Bizans imparatoru Toftl b. Mihail, Malatya ve çevresindeki
Müslümanlara saldırdı. Birçok Müslümanı öldürdü, sayılamayacak kadar çok
Müslümanı esir aldı. Bunlar arasında 1.000 Müslüman kadın da vardı. Esir aldığı
Müslümanlara işkence yaptı. Kulaklarını ve burunlarını kesti, gözlerine mil
çekti. Allah onu kahretsin. Bunun sebebi de şuydu: Babek, Bezz şehrinde kuşatma
altına alınıp etrafında askerler yığıldığında, Bizans imparatoruna şu mealde
bir mektup yazıp gönderdi:
«Arapların hükümdarı,
askerlerinin tümünü üzerime sevketmiş-tir. Ülkesinin sınırlarında muhafızları
kalmamıştır. Eğer ganimet elde etmek istiyorsan çevrendeki beldelere çabucak
saldır ve oraları ele geçir. Çünkü bu saldırı esnasında sana karşı koyacak
birini bulamayacaksın.»
Bunun üzerine Tofil,
100.000 askerle harekete geçti. Dağlara çıkan Hürremiler de ona katıldılar.
İshak b. İbrahim b. Mus'ab, bunlarla savaştı, ama güç yetiremedi. Çünkü onlar,
dağlarda kendilerini koruma altına almışlar, gerekli istihkamları kurmuşlardı.
Bizans imparatoru gelince Hürremiler Müslümanlara karşı onlarla birlik
oldular.
Malatya'ya vardılar.
Oradaki Müslümanların çoğunu öldürüp kadınlarını esir aldılar.
Halife Mutasını, bunu
duyunca çok üzüldü, sarayda feryad ve figan etmeye başladı. Sonra hemen
harekete geçti. Orduların hazırlanıp gazaya sevkedilmesini emretti. Kadıyı ve
şahitleri huzuruna çağırarak sahip olduğu bütün malların üçte birini sadaka
olarak bıraktığını, üçte birini oğluna verdiğini, üçte birini de kölelerine
bıraktığını söyledi. Bağdat'tan yola çıktı. Bu senenin cemaziyelevvel ayının
ikisinde, pazartesi günü Dicle'nin batısında ordugah kurdu. Zibatra halkına
yardım için de Uceyf i, birkaç komutanı ve bunların maiyetinde büyük bir askeri
birliği yola çıkardı. Bunlar da çabucak oraya gittiler. Bizans hükümdarının
çeşitli kötülükler yapıp kendi ülkesine döndüğünü gördüler. Her taraf harap
olmuştu, telafisine de imkan yoktu. Bunlar, durumu bildirmek için geri
döndüklerinde halife, emirlere-«Bizans'ın hangi beldesi daha müstahkemdir?»
diye sordu. Onlar da şu cevabı verdiler: «İslâmiyet ortaya çıktığından bu yana
Ammuriye şehrine hiç kimse saldıramamıştır. En müstahkem yerleri Ammuriye
şehridir. Biz.anshlar nazarında Ammuriye, Konstantiniyye'den daha kıymetlidir.» [36]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/430-437.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/437-438.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/438-440.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/441-442.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/442.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/443-444.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/444-445.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/445.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/446-447.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/448-449.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/449.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/449-450.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/451.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/451.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/452-453.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/453-454.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/454.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/454-455.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/455.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/455-456.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/456-457.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/457-458.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/458-459.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/459.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/459-461.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/462-463.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/463-473.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/473-474.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/474-475.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/475.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/475-476.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/477.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/478.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/478.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/478-480.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
10/480-482.