Ebu Süleyman Ed-Daranî 2

Cenâb-ı Allah, bana göre iblis kadar zayıf bir varlığı yaratmış de- 4

Hicretin Îkiyüzaltıncı Senesi 7

Hicretin İkiyüzyedinci Senesi 8

Yahya B. Ziyad B. Abdullah B. Mansur. 10

Hicretin İkiyüzsekizincî Senesi 11

Seyyide Nefise'nin Vefatı 11

«Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken hacamat yaptırdı.». 11

Fadl B. Er-Rebi 12

Bir zaman ki, Yahya'nın hukukuna riayet edilemedi; Rebi' ailesinin hukukuna da riayet etmemişti.»  13

Hicretin İkiyüzdokuzuncu Senesi 13

Hicretin İkiyüzonuncu Senesi 13

Me'mun'un Boranla Gerdeğe Girmesi 15

Hicretin İkiyüzonbirînci Senesi 16

Meşhur Şair Ebü'l-Atahiye. 16

«Benim hanımefendimde neler var neler! O nazlandı, nazlanması onu güzelleştirdi.». 16

Hicretin Îkiyüzonikincî Senesi 17

Hicretin İkiyüzonüçüncü Senesi 17

Şair Akuk. 18

Hamid bu dünyadan göçüp gittikten sonra artık biz de dünyaya "Selam sana deriz."». 19

Hicretin İkiyüzondördüncü Senesi 19

Bu senede Ahmed b. Halid el-Mevhibî vefat etti. 19

Ahmet B. Yusuf B. Kasım B. Sabih. 19

Ebu Muhammed Abdullah B. A'yün. 20

Ebu Muhammed Abdullah b. A'yün b. Leys b. Rafi el-Mısrî. İmam.. 20

Hicretin İkiyüzonbeşinci Senesi 20

Ebu Zeyd El-Ensârî 20

Hicretin İkiyüzonaltıncı Senesi 21

Bu senede Hibban b. Hilal; lügat, nahiv ve şiirde ilim sahibi olan. 22

Harun Reşid'in Zevcesi Ve Amcası Kızı Zübeyde. 22

Hicretin İkiyüzonyedinçi Senksi 23

Hicretin Îkiyüzonsekizinci Senesi 23

İlk Fitne Ve İmtihan. 23

Fasıl 25

Abdullah El-Me'mun. 26

«Şemmasiye'de at yarışları düzenleniyordu. İnsanlar bu yarışı seyretmeye gelmişti. Halkın kalabalıkhğına bakan Me'mun, Yahya b. Eksem'e: "İnsanların ne kadar kalabalık olduklarını görüyor musun?" diye sordu. Sonra, Enes'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi: 27

«O, dünyadaki nasibini zayi etmez, dünya malı da onu dinden ah--   koymaz.». 28

«Akıllı kişi dünyayı denerse, dünya ona dost kılığında bir düşman olarak görünür.»  , 29

«Melami kişi dünyaya boş verir. O, kendisini kınayanları ıslah etmeye tutkundur.». 29

«Peygamber (s.a.v.)'den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir, sonra da Ömer'dir.». 30

Me'mun şöyle derdi: «Ömer b. Abdülaziz ile Abdülmelik'in mabeyincileri vardı. Ben ise halkla yüzyüzeyim.»  30

Amellerimizin yaratıcısı biziz. Kur'ân da mahluktur.». 32

Ey cariye, sen şurada söylediğin sözlerle beni öldürmeye adeta çabaladın.». 33

«Biz öyle bir milletiz ki, savaştıklarında kadınlara karşı uçkurlarını sıkı bağlarlar, onlarla ilgilenmezler.»  33

Mutasım Billah'ın Halifeliği 34

Hicretin Îkiyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 34

Bişr El-Merisî 34

Ebu Muhammed Abdülmelik.B. Hişam.. 35

Hicretin İkiyüzondokuzuncu Senesi 35

Hicretin İkiyüzyirminci Senesi 36

Hicretin İkîyüzyirmibirinci Senesi 36

Hicretin İkiyüzyirmiikincî Senesi 37

Babek'in Yakalanması 37

Hicretin Îkiyüzyirmiüçüncü Senesi 38

Ama şimdi orada darlık ve sıkıntı meydana geldi; daha önce orası bir tatlı su pınarı gibiydi.». 39

 

Ebu Süleyman Ed-Daranî

 

Ebu Süleyman ed-Daranî'nin adının, Abdurrâhman b. Ahmed b. Atiyye ya da Abdurrâhman b. Asker Ebu Süleyman ed-Daranî oldu­ğuna dair çeşitli rivayetler vardır. İlmiyle amel eden imamlardan bi­riydi. Aslı Vasıt şehrindendir. Dımışk'ın batısında, Dariya isminde bir kasabaya yerleşti.

Ebu Süleyman ed-Daranî, hadisi, Süfyan-ı Sevrî ve başkaların­dan dinledi. Ahmed b. Ebi'l-Havarî ile bir topluluk da ondan rivayet­lerde bulundular.

Hafız İbn Asakir, Ebu Süleyman ed-Daranî tariki ile Enes b..Ma-lik'ten rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Bir kimse Öğle namazından önce dört rekat namaz kılarsa, Ce-nâb-ı Allah onun o günkü günahlarını bağışlar.»

Ebu 1-Kasım el-Kuşeyrî, Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Bir kıssacmm meclisine gittim. Sözleri kalbime tesir etti. Yanın­dan kalkıp eve döndüğümde kalbimde sözlerinin tesiri kalmadı. İkin­ci kez yanına gidip kendisini dinledim, sözleri kalbime tesir etti. Ya­nından ayrılıp eve dönerken yolda sözlerinin tesiri kalbimde kalma-jmştı. Üçüncü kez yanına gittim, sözleri kalbime tesir etti. Evime döndüğümde de bu tesir devam etti. Allah'a muhalefet aletlerini kır­dım ve doğru yola koyuldum. Ben başımdan geçen bu hikayeyi Yahya b. Muaz'a anlattığımda şöyle dedi: "Bir serçe, bir turnayı avlamış."»

Bu sözündeki serçe kelimesi ile kıssacıyı, turna kelimesiyle de Ebu Süleyman ed-Daranî'yi kasdetmişti.

Ahmed b. Ebi'l-Havarî, Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dedi­ğini rivayet etmiştir:

«Bir kimseye birşey ilham edilir de o şeyin tesirini kalbinde duy­mazsa, o şeyle amel etmesi durumunda kendisi için bir hayır yoktur. Ama o şeyin tesirini kalbinde duyarak onunla amel ederse bu, nur üzerine nur olur.»

Cüneyd, Ebu Süleyman ed-Daranî'nin şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Milletin nüktelerinden bir nükte bazen kalbime tesir eder, ama o nükteyi kitab ve sünnet gibi iki adil şahid olmadan kabul etmem.»

Ebu Süleyman ed-Daranî, şöyle demişti:

«Amellerin en faziletlisi, nefsin heveslerine muhalefet etmektir.

Herşeyin bilgisi vardır. Allah'tan uzaklaşmanın bilinmesi ise Al­lah korkusundan ötürü ağlamayı terketmektir.

Herşeyin bir pası vardır. Kalp nurunun pası ise karın tokluğu­dur.

Seni Allah'tan alıkoyan aile, mal veya çocuk gibi herşey uğursuz­luktur.

Bir gece mihrapta dua ediyordum. Ellerimi açıp göğe doğru çevir­miştim. Üşüdüm. Ellerimden birini yumdum ve koltuğumun altına koydum, diğeri ise açık kaldı. Öylece dua ettim. Dua halindeyken göz­lerim kapandı, uykuya daldım. Rüyada görmediğim biri bana şöyle

sesleniyordu:

- Ey Ebu Süleyman! Sana verdiğimiz bu kazancı açık duran tek eline koyduk. Diğeri de açık olsaydı, ona da bu manevi kazancı koya­caktık.

Kendi nefsime yemin verdim. Bundan sonra sıcak veya soğuk her zaman iki elim açıkta ve göğe doğru çevrilmiş olarak dua etmeye ka­rar verdim.

Bir gece virdimi tamamladıktan sonra uyudum. Rüyada gözleriiri ve siyah bir huri ile karşılaştım. Bana şöyle diyordu: "Sen uyuyor­sun, ama ben şu perdelerin gerisinde beşyüz seneden beri senin için besleniyorum ve hazırlanıyorum."

Ahmed b. Ebi'l-Havarî, Ebu Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Cennet'te nehirler vardır. Bu nehirlerin kıyılarında kurulan ça­dırlarda huriler yaşarlar. Cenâb-ı Allah, bu hurileri çok güzel bir şe­kilde, eşsiz ve benzersiz olarak yaratmıştır. Bunların yaratılışları ta­mamlanınca melekler, üzerlerine çadırlar kurarlar. Bunlardan herbi-ri altından yapılmış, eni ve genişliği birer mil uzunluğunda olan kür­süler üzerinde otururlar ki, arkaları kürsünün kenarından dışarıya çıkmıştır. Cennetliklerden her biri, köşklerinden çıkıp şu nehirlerin kıyılarında dolaşırlar. Sonra dolaşan erkeklerden her biri bu hurile­rin yanına giderler. Dünyada iken Cennet nehirleri kıyısında bakire hurilerle cinsel ilişkide bulunan kimsenin durumu nasıl olur?»

Ahmed b. Ebi'l-Havarî, Ebu Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Dünya ve ahirette her hayır ve iyiliğin aslı, Aziz ve Celil olan Al­lah'tan korkmaktır. Dünyanın anahtarı tokluk, ahiretin anahtarı ise açlıktır. Ey Ahmed! Az bir açlık, az bir çıplaklık, az bir fakirlik, az bir sabır gerek. Bunu yaparsan dünyadaki günlerin zaten sona erer.»

Ahmed b. Ebi'l-Havarî dedi ki: «Ebu Süleyman ed-Daranî, bir gün sıcak bir ekmek ve tuz yemek istedi. Kendisine istediklerim getirdim. Ekmeğin bir parçasını ısırdı, sonra atıp ağlamaya başladı ve şöyle de­di: "Ey Rabbim! iştahımın çektiği şeyi bu dünyada bana peşin olarak verdin. Uzun süre zahmet çektim. Şekavet içinde oldum, ben bu ha­limden dönecek miyim?" Böyle dedikten sonra yanındaki tuzu tatma­dı ve nihayet yüce Allah'ın katına vardı.»

Onun şöyle dediğini işittim: «Bir göz açıp kapayacak kadarlık bir sürede dahi nefsimden razı olmadım. Yeryüzündeki bütün insanlar beni, kendimi alçattağım kadar alçaltmak isteseler" bunu başaramaz­lar.

Bir kimse kendini kıymetli görürse, kıymetin tadını alamaz.

Bir kimse Allah'a hüsn-ü zanda bulunur da sonra ondan korkmaz ve itaat etmezse, o aldanmıştır.

Kulun Allah'tan korkması, Allah'a olan ümidini bastırmahdır. Eğer ümidi korkuyu bastıracak olursa kalbi bozulur.»

Ahmed b. Ebi'l-Havarî dedi ki: «Ebu Süleyman ed-Daranî, bir gün bana şöyle bir soru sordu:

- Sabırdan daha üstün bir mertebe var mıdır?

- Evet, rıza mertebesi vardır.

Benim bu cevabım üzerine bir çığlık atfı, sonra bayıldı. Bir süre sonra ayıhp şöyle dedi:

- Eğer sabredenler ücretlerini (sevaplarını) hesapsız bir şekilde alırlarsa diğerlerini, yani rıza ehli kimseleri sen düşün. Onlar ki, Al­lah onlardan hoşnud olmuştur.»

Ebu Süleyman, şöyle demiştir:

«Bir göz açıp kapayacak kadar kısa bir süre dahi Allah'tan gafil olmam durumunda bütün dünya ve içindeki şeyler baştan sona be-nİm olsa ve bütün bu şeyleri hayır yoluna sarfetsem, infakta bulun­sam yine de hoşuma gitmez.»

«Zahidin biri, bir başka zahide şöyle dedi:

- Bana tavsiyede bulun.

- Allah seni yasakladığı yerde görmesin ve sana emrettiği yerde de seni bulmaması, söz konusu olmasın.

- Bana biraz daha tavsiyede bulun.

- Bende bundan başka bir tavsiye yok.» Ebu Süleyman, şöyle demişti:

«Gündüz ihsanda bulunan bir kimseye, gecelerinde bunun karşı­lığı verilir. Gecelerinde ihsanda bulunan kimseye de gündüzlerinde bunun karşılığı verilir. Bir kimse şehveti terketme hususunda sami­mi ve dürüst olursa, Cenâb-ı Allah, onun kalbindeki şehveti giderir. Cenâb-ı Allah, kendi rızası için terkedilen bir şehvet sebebiyle bir kalbi azaplandırmayacak kadar yücedir.

Dünya bir kalbe yerleşirse, o kalpteki ahiret göçer. Ahiret bir kalpte bulunursa, dünya gelip onu sıkıştırır. Dünya bir kalpte bulu­nursa, ahiret gelip onu sıkıştırmaz. Çünkü dünya alçaktır, ahiret yü­cedir. Yüce olanın, alçakla bir arada bulunmak için onu sıkıştırması uygun düşmez.»

Ahmed b. Ebi'l-Havarî dedi ki: Bir gece, Ebu Süleyman ed-Dara-nî'nin yanında kaldım. Onun şöyle dediğini işittim:

«Ey Rabbim! Senin onur ve üstünlüğüne yemin ederim ki, eğer günahlarım sebebiyle beni hesaba çekecek olursan, ben, affım illa da bana ver diye talepte bulunmam. Eğer cimriliğim sebebiyle beni he­saba çekecek olursan, ben, cömertliğini illa da bana ver diye talepte bulunmam. Eğer beni Cehennem'e götürmelerini emredersen, ben ce­hennemliklere seni sevdiğimi söylerim.»

Ebu Süleyman şöyle derdi:

«Eğer bütün insanlar hakta şüphe etseler de ben yalnız başıma Kalsam, yine de hakta şüphe etmem.

Cenâb-ı Allah, bana göre iblis kadar zayıf bir varlığı yaratmış de-

ir. Eğer Cenâb-ı Allah, iblisten kendisine sığınmamı bana emret- olmasaydı, asla iblisten Allah'a sığınmazdım. Eğer iblis bana gö- olursa yüzüne sadece bir tokat vururum.

Hırsız, bir harabeye duvarı delerek girmez. Çünkü o, harabeye di­lediği yerden girme gücüne sahiptir. Hırsız ancak sağlam evlere du­var delerek girer. İblis de aynı şekilde, sağlam olan kalplere bir yolu­nu bulup girmeye, o kalbi bulunduğu kürsüden indirmeye ve ondaki en kıymetli şeyi (imanı) yağmalamaya çalışır.

Kul ihlaslı olursa, vesveseler ve rüyalar kendisinden kesilir. (Bu­radaki rüyadan kasıt hamamcı olmaktır.)

Yirmi sene müddetle hamamcı olmadım. Bir gece tavan arasına girdim. Yatsı namazını cemaatla kılamamıştun. İşte o gece hamamcı oldum.

Allah'ın öyle kulları vardır ki, Cennetler ve oralardaki nimetler kendilerini meşgul etmez. Böyleleri dünya ile hiç meşgul olurlar mı?

Dünya, Allah katında bir sinek kanadından daha az kıymetlidir. Böyle olunca dünyadaki zahidliğin ne Önemi olur? Zahidlik ancak Cennetler ve iri, siyah gözlü huriler için olabilir. O kadar ileri derece­de zahid olmalısın ki, Cenâb-ı Allah, senin kalbinde kendinden baş­kasını görmemelidir.»

Cüneyd dedi ki: Ebu Süleyman ed-Daranî'den bir söz rivayet edil­di. Ben onun bu sözünü çok beğendim: «Kendi nefsiyle meşgul olan kimse, insanların ayıplarını göremez. Rabbi ile meşgul olan kimse ise, hem kendi nefsini, hem de insanları unutur.» Ebu Süleyman şöyle demişti:

«Cömertliğin en hayırlısı, ihtiyaca muvafık olanıdır. Dünyayı, dilencilikten kurtulmak ve insanlara muhtaç olmamak için helal yolla elde etmek isteyen kimse, kıyamet gününde yüzü do­lunay gibi parlak bir şekilde Allah'ın huzuruna çıkar.

Ama bir kimse de övünmek ve servet yığmak amacıyla dünyayı helal yolla elde etmek isterse, kıyamet gününde Rabbinin huzuruna vardığında Rabbi ona çok gazab eder.»

Bu manada merfu hadisler de rivayet edilmiştir. Ebu Süleyman şöyle demişti:

«Bazı kimseler zenginliği, malda ve mal biriktirmekte aradılar. Fakat bu zanlarında yanıldılar. Bilesiniz ki, zenginlik ancak kanaat­tedir. Bazı kimseler rahatlığı çoklukta aradılar. Aslında rahatlık sa­dece azlıktadır. Üstünlüğü halkta aradılar. Aslında üstünlük sadece takvadadır. Lüksü ve refahı, ince ve yumuşak elbiselerde, lezzetli yi­yeceklerde, rahat ve yüksek evlerde aradılar. Aslında bunlar İslâm -da, imanda, salih amelde, afiyette, Allah'ın zikrinde ve kişinin kendi­ni muhafaza etmesindedir.

Geceleri namaz kılmak olmasaydı, dünyada kalmayı istemezdim. Dünyayı ağaç dikmek, nehir yatakları kazıp sular akıtmak için değil» aksine öğle sıcakları oruçlu geçirmek ve geçleri namaz kılmak için seviyorum.

Taat ehli kimseler, oyun ve eğlence sahiplerinin oyun ve eğlence­de aldıkları lezzetten daha fazlasını geceleyin ibadet ederken bulur­lar.

Çoğu kez sevinç ve ferah, gece yarısında benimle karşılaşır. Çoğu

kez kalbimin gece yansında sevinip güldüğünü görürüm.

Kalbin öyle zamanları olur ki, o zamanlarda sevinç ve neşeden

ötürü raksa gelir.»

Ben derim ki: Eğer cennetlikler bu halde iseler, demek ki onlar

çok hoş ve rahat bir yaşantı içindedirler.

Ahmed b. Ebt'l-Havarî dedi ki: Ebu Süleyman'ın şöyle dediğini

işittim:          

«Bir ara ben secde halinde iken uykuya daldım. Uykuda iken bir

huri ayağıyla bana- vurup şöyle dedi:

— Sevgilim! Gözlerin uyuyor, Allah ise uyanık duruyor, teheccüd namazı kılanlara bakıyor. Uykunun lezzetini, yüce Allah ile müna-catta bulunmanın lezzetine tercih eden gözün vay haline! Kalk, boşal­ma vakti geldi. Sevgililer birbirlerine kavuşuyorlar. Bu uyku da ne­yin nesi? Sevgilim, gözümün nuru! Gözlerin uykuya dalmış, bense şu kadar zamandan beri {ferde gerisinde beslenip seni bekliyorum?

Ben panik içinde yerimden fırladım. Hurinin beni azarlayıp kına­masından Ötürü utanç içinde terlemiştim. Onun sözlerinin ve konuş­masının tatlılığı hâlâ kulaklarımda ve kalbimdedir.»

Ahmed b. Ebil-Havarî dedi ki: Ebu Süleyman'ın yanma gittim, ağlıyordu, kendiline sordum;

- Neyin var? *

- Dün gece ummakta iken azarlandım.

- Kim seni azarladı?

- Dün mihral»ia.da uyumakta iken güzellikte dünyada eşi bulun­maya bir cariye yaihma geldi. Elinde bir kağıt vardı bana şöyle dedi:

- Uyuyor musun ey ihtiyar?

- Gözlerini uyku bürüyen kimse elbette ki uyur.

- Hayır, Cennet'i isteyen kimse uyumaz. Sen okur yazar mısın?

-Evet.        

Ben, evet dedikten sonra elindeki kağıdı aldım, baktım. Üzerinde şunlar yazılıydı:   ,

«Dünyevi lezi^fti&r, seni Cennet odalarında iyi huylu güzel kadın­larla rahatça yaşkpiktan' alıkoydu.

Cennet'te ölüiftsuz bir Şekilde ebedi yaşayacaksın. Orada güzel kadınlarla lüks ve refah içinde olacaksın. Uykudan         

Geceleyin teheccüd namazı kılmak ve Kur'ân okumak, uykudan daha hayırlıdır.»

Ebu Süleyman dedi ki: «Sizden biri kalbinde beş dirhemlik şehvet varken üç dirhem değerinde bir aba giymekten utanmaz mı?

Bir kimsenin kalbinde dünya arzuları ve şehvetleri varken in­sanlara zahidlik görünümünü sergilemesi caiz olmaz. Eğer kalbinde arzu ve şehvetlerden hiçbir şey kalmazsa, işte o zaman aba giyerek zahidlik görünümünü insanlara sergilemesi caiz olur. Çünkü aba giy­mek zahidlerin alametlerinden biridir. Bir kimsenin kendini ve za-hidliğini insanlardan gizlemek için iki beyaz elbise giymesi, zahidliği-ni aba giymekten daha çok korur.

Bir sofinin yün elbiseler içinde şıklığa özen gösterdiğini görürsen, bil ki o sofi değildir. Bu ümmetin hayırlıları, pamuklu elbise giyenler­dir ki, onlar da Ebu Bekir es-Sıddık ile arkadaşlarıdır.»

Ebu Süleyman'dan başka biri dedi ki: «Fakirin ışığını elbisesinde görürsen, elini onun kurtuluşundan yıka ve ümidini kes.»

Ebu Süleyman dedi ki: «Kardeş odur ki; konuşmadan önce görün­tüsüyle sana öğüt verir. Ben Irak'taki arkadaşlarımdan birine baktı­ğımda, onun görüntüsünden bir ay yararlanırım. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ey kulum! Sen benden utandığın sürece ben se­nin ayıplarını insanlara unuttururum. Bütün yeryüzüne senin gü­nahlarım unuttururum. Levh-i Mahfuz'daki hatalarını silerim ve kı­yamet gününde seni hesaba çekmem."»

İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: «Ebu Süleyman ed-Dara-nî'ye sabrı sordum, o: "Vallahi, sen sevdiğin şeylerden mahrum kalır­ken sabredemiyorsun. Hoşlanmadığın şeylerle karşılaştığında nasıl sabredeceksin?" diye cevap verdi.

Bir gün onun yanında iken sabırsız davrandım. Bana şöyle dedi: "Sen kıyamet gününde bundan Ötürü sorguya çekileceksin. Eğer daha önce işlediğin bir günahtan ötürü bu şekvada bulunuyorsan, sana ne mutlu. Ama elden kaçırdığın bir dünyalık veya şehvetten ötürü ise, vay senin haline."»

Ebu Süleyman ed-Daranî şöyle demişti: «Dönen kişi, aslında he­defe ulaşmadan yolda iken dönen kişidir. Eğer bunlar Allah'a ulaşmış olsalardı geri dönmezlerdi.

Asile^, Allah katında değersiz olduklarından Ötürü Allah'a isyan ederler, üğer bunlar Allah katında değerli kimseler olsalardı, Cenâb-ı Allah bunların isyan etmelerine engel çıkarırdı.

Kendilerinde âlicenâbhk, yumuşak huylulük, ilim, hikmet, şev-kat, merhamet, lütuf, müsamaha, ihsan, iyilikseverlik, affedicilik ve yumuşaklık bulunan kimseler; kıyamet günü Rahman'm meclisinde

oturacak kimselerdir.»

"Mihenü'l-Meşayih" adlı kitapta Ebu Abdirrahman es-Sülemî'nin anlattığına göre Ebu Süleyman ed-Daranî, Şam'dan kovulmuş ve Şamlılar onun hakkında: «O, güya melekleri görüp onlarla konuşu­yormuş iddiasında bulunuyor!» demişlerdi. O da Şam'dan ayrılarak "sınır kasabalarından birine gidip yerleşmişti. Onun gidişinden sonra Şamlılardan biri rüyasında, Ebu Süleyman kendilerine dönmemesi halinde bütün Şamlıların helak olacaklarını görmüştü. Bunun üzeri­ne Şamlılar onu aramaya gittiler. Yalvarıp yakardılar, boyun eğdiler. Nihayet onu Şam'a geri getirdiler.

Ebu Süleyman ed-Daranî'nin vefat tarihiyle ilgili çeşitli kaviller ileri sürülmüştür. Kimine göre hicretin 204. senesinde, kimine göre , 205. senesinde, kimine göre 215. senesinde, kimine göre 235. senesin­de vefat etmiştir. Bu kavillerden hangisinin doğru olduğunu ancak

Allah bilir.

Mervan et-Tanrarî, Ebu Süleyman ed-Daranî'nin vefat ettiği gün: «Onun vefatı nedeniyle bütün ehl-i İslâm musibete uğradı.» demiştir. Ben derim ki: Ebu Süleyman ed-Daranî, Dariya kasabasının kıble tarafına defnedildi. Mezarı orada herkes tarafından bilinmektedir., Üzerine bir de bina yapılmıştır. Mezarının kıble tarafında, emir Na-hidüddin Ömer en-Nahrevanî'nin yaptırmış olduğu bir mescid vardır. Nahidüddin, onun yanında ikamet eden kimseler için belirli bir geliri f. bulunan bir vakıf kurmuştu. Zamanımızda, onun mezarını da yenile-|   mistir. İbn Asakir'in, Ebu Süleyman'ın defni konusuna değindiğini hiç görmedim. Bu, onun için yadırganacak bir durumdur.

İbn Asakir'in rivayetine göre Ahmed b. Ebi'l-Havarî şöyle.demiş­tir: «Vefatından sonra Ebu Süleyman'ı rüyada görmeyi çok arzuluyor­dum. Ancak bir sene sonra onu rüyada görebildim. Kendisine şöyle

sordum:

- Ey üstad, Allah sana nasıl muamele etti?

- Ey Ahmed! Bir gün, Babü's-Sagir'den içeri girdim. Bir ihtiyarın yükünü gördüm. Yükünden bir çöp aldım. Bilemiyorum, o çöple dişi­mi mi temizledim, yoksa attım mı? İşte ölümümden şimdiye kadar

onun hesabım vermekteyim.»

Ebu Süleyman ed-Daranî'nin oğlu Süleyman, babasının vefatın­dan iki sene kadar sonra vefat etti. Allah ikisine de rahmet etsin. [1]

 

Hicretin Îkiyüzaltıncı Senesi

 

Halife Me'mun, bu senede Davud b. Mascur'u Basra, Yemame, Bahreyn ve Dicle mıntıkalarına vali olarak atadı. Ona, Zutlarla sa­vaşmasını emretti.

Bu senede sel baskını oldu. Sevad toprağı sular.altında kaldı. İn­sanların çok malları telef oldu.

Bu senede Me'mun, Abdullah b. Tahir b. Hüseyin'i Rakka'ya vali olarak tayin etti ve ona, Nasr b. Şebes'le savaşmasını emretti. Bunun sebebi şuydu: Rakka valisi Yahya b. Muaz vefat etmiş, vefat ederken yerine oğlu Ahmed'i halef olarak bırakmıştı. Ama Me'mun, bunu onaylamamıştı. Onun yerine, basiretli ve şehametli oluşu nedeniyle Abdullah b. Tahir'i atamış ve onu, Nasr b. Şebes'le savaşmaya teşvik etmişti. Abdullah'ın babası Tahir, Horasan'dan oğluna bir mektup göndererek iyiliği emretmesini, kötülüğü yasaklamasını, kitaba ve sünnete tabi olmasını emretmişti. İbn Cerir, bu mektupta yazılı olan ifadelerin tümünü nakletmiştir. İnsanlar bu mektupta anlatılan şey­leri birbirlerine nakletmişler, güzel bulmuşlar ve mektubun suretleri­ni birbirlerine hediye etmişlerdi. Nihayet Me'mun da bu durumdan haberdar olunca mektubun bir suretini temin ederek huzurunda okutmuş ve cidden güzel bulmuştu. Mektubun çoğaltılarak ülkenin diğer vilayetlerine de gönderilmesini emretmişti. ;

Bu senede Haremeyn valisi Ubeydullah b. Haşan, insanlara hac­cettirdi.

Bu senede "el-Mübteda" adlı kitabın sahibi Ebu Huzeyfe îshak b. Bişr el-Kahilî, Haccac b. Muhammed el-A'ver, "el-Akl" adlı kitabın müellifi Davud b. Muhbir, Sebbabe b. Suvar (ŞeJbabe), Muhadir b. Mevrid, "el-Müsselles fî'1-Lüga" adlı eserin sahibi Kütrat, Vehb b. Ce­rir ve İmam Ahmed b. Hanbel'in üstadı Yezid b. Harun vefat ettiler. [2]

 

Hicretin İkiyüzyedinci Senesi

 

Bu senede Abdurrahman b. Ahmed b. Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali b. Talih, Yemen'e bağlı Akh beldelerinde ortaya çıkarak insanları Âl-i Muhammed'den Rıza'ya bey'ata davet etti. Bunun sebe­bi de, oradaki valilerin kötü muamelede bulunmaları ve halka zul­metmeleriydi. Halk kendisine bey'at etti. Bunun üzerine Me'mun, Di­nar b. Abdullah komutasında büyük bir ordu gönderdi. Dinar b, Ab­dullah'ın yanında Abdurrahman için eman verildiğini bildiren bir mektup vardı. Şayet emir dinleyip itaat edecek olursa hâlifenin ona eman verdiği mektupta yazılıydı. Dinar b. Abdullah komutasındaki ordu, hac vazifelerini ifa ettikten sonra Yemen'e gittiler. Halifenin mektubunu Abdurrahman'a gönderdiler. O da emri dinleyip itaat etti ve gelip Dinar b. Abdullah'la el sıkıştı. Hepsi birlikte Bağdat'a gitti­ler. Oraya varınca Abdurrahman siyah elbiseler giyindi.

Bu senede Irak ve tüm Horasan'ın naibi Tahir b. Hüseyin b. Mus'ab vefat etti. Tahir, yatsı namazını kıldıktan sonra yatağına bürünmüş olarak ölü bulundu. Sabah namazına geciktiğim gören aile efradı durumdan şüphelendiler. Kardeşi ile amcası, onun bulunduğu odaya girdiler. Ölü olduğunu gördüler. Me'mun, onun ölümünü du­yunca: «Onu öldüren eller, bu haberi bize getiren ağız dert görmesin. Tahir'i bizden önce öldürüp bizi ondan sonraya bırakan Allah'a ham-dolsun.» dedi. Çünkü Me'mun onun bir gün hutbe irad ettiğini ve minberde Me'mun'a dua etmediğini duymuştu. Bununla birlikte oğlu Abdullah'ı babası Tahir'in yerine tayin etti ve ona ayrıca Cezire ve Şam valiliklerini de verdi.

Abdullah, Horasan'da, kendi adına kardeşi Talha'yı naib olarak görevlendirdi. O bu görevi, yedi sene sürdürdü. Bundan sonra Talha vefat edince, Abdullah o beldelerin tümünde tek başına hüküm sür­dü.

Bağdat'taki naibi İshak b. İbrahim idi. Bağdat ve Irak'ı Emin'in elinden alıp onu öldüren kişi, Tahir b. Hüseyin idi.

Bir gün Tahir, halife Me'mun'un huzuruna girdi. Bir dilekte bu­lundu. Me'mun da dileğini yerine getirdi. Sonra Me'mun, ona baktı ve gözleri buğulandı. Tahir ona: «Ey mü'minlerin emiri, seni ağlatan ne­dir?» diye sorduysa da halife ağlayış sebebini bildirmedi. Bunun üze­rine Tahir, Hüseyin adındaki bir hizmetçiye 200.000 dirhem vererek halife Me'mun'un ağlayış sebebini anlamasını ve kendisine bildirme­sini istedi. O da bir ara bunu halifeye sorduğunda halife Me'mun, ni­çin ağladığını hizmetçi Hüseyin'e anlattı ve: «Sakın bunu kimseye bil­dirme. Yoksa seni öldürürüm! Ben, Tahir'in, kerdeşim Emin'i öldür­düğünü hatırladım. Kardeşim Emin'in ondan gördüğü hakaretleri anımsadım. Allah'a yemin ederim ki, Tahir elimden kurtulmayacak-tır!» dedi.

Tahir, halife Me'mun'un bu söylediklerini öğrenince, hilafet mer­kezinden uzaklaşmak için çaba sarfetti. Halife Me'mun'dan bu husus­ta ısrarla taleblerde bulundu. Nihayet Me'mun onu Horasan valiliği­ne atadı. Horasan'a giderken halife Me'mun onun yanma hizmetçile­rinden birini verdi ve hizmetçiye: «Eğer Tahir'de şüpheli bir durum görürsen onu zehirle!» dedi. Ayrıca hizmetçiye, içilmesi durumunda asla kurtulmaya imkan olmayan bir zehir verdi. Horasan'da iken Ta­hir bir hutbe irad ettiğinde halife Me'mun için dua etmeyince, hiz­metçi, iştah açıcı bir şuruba bu zehiri katıp Tahir'e içirdi ve Tahir ay­nı gecede öldü.

Sözünü ettiğimiz bu Tahir'e, "İki sağ elli ve tek gözlü" denilirdi.

Onunla ilgili olarak şair Amr b. Nebate şöyle demiştir:

«Ey iki sağ el ve tek göz sahibi!Bîr an1* nnlrRan   hır- pi fn^ln » göz noksan, bir el fazla.»

Kendisi bir adama sol eliyle vurarak adamı ikiye yaranıştı. Bu ne­denle kendisine iki sağ elli denilmişti. Başka bir rivayete göre ise hem Irak hem de Horasan valiliğine atandığı için kendisine iki sağ el­li flenilmiştir. Âlîcenâb, övülen, şairleri seven, onlara bol armağanlar veren bir kimseydi.

Bir gün bir gemiye bindi. Bu durumla ilgili olarak şairin biri şöy­le dedi:

«Hüseyin'in oğlununun (Tahir'in) gemisine şaştım. Batmasın, nasıl batmasın ki, İki deniz var. Biri üstünde, biri de altında. Bundan daha da tuhafı; o geminin direkleridir. Tahir ona elini sürdüğü halde o direk nasıl olur da yaprak ver­mez?»

Böyle demesi üzerine Tahir o şaire 3.000 dinar verdi ve: «Eğer bi­zi daha fazla övseydin sana daha fazla verirdik.» dedi.

İbn Hallikan dedi ki: Deniz yolculuğu yapan reislerden biri hak­kında şairin söylediği şu şiir ne kadar da güzeldir:

«Denize bindiğinde ben Allah'a yalvarıp dedim ki: Ey rüzgarları kendi lutfuyla estiren Allah;

Sen bu reisin elindeki cömertliği deniz dalgası gibi yaptın. Reisi koru ve denizin dalgasını onun eli gibi yap.»

Biyografisini anlatmakta olduğumuz Tahir b. Hüseyin, hicri 207. senenin cemaziyelahir ayının bitimine beş gün kala, cumartesi günü vefat etti. Hicretin 175. senesinde doğmuştu.

Halife Me'mun'un emri üzerine kadı Yahya b. Eksem, Rakka'da bulunan oğlu Abdullah'a giderek babasının vefatı nedeniyle başsağlı­ğı diledi ve o beldelere vali olarak atandığından ötürü kendisini teb­rik etti.

Bu senede Bağdat, Küfe ve Basra'da fiyatlar yükseldi. Öyle ki, bir ölçek buğdayın fiyatı kırk dirheme vardı.

Bu senede Me'mun'un kardeşi Ebu Ali b. Reşid, insanlara haccet­tirdi.

Bu senede Bişr b. Ömer ez-Zehranî, Cafer b. Avn, Abdüssanıed b-Abdülvaris, Kurad b. Nuh, Kesir b. Hişam, Muhammed b. Künase, Bağdat kadısı ve siyer, meğazi âlimi Muhammed b. Ömer el-Vakidî, Ebü'n-Nadr Haşim b. Kasım ve çeşitli eserlerin sahibi Heysem b. Adiyy gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [3]

 

Yahya B. Ziyad B. Abdullah B. Mansur

 

Ebu Zekeriya el-Kûfî. Bağdat'a yerleşmişti. Beni Sa'd kabilesinin azatlısıydı. Ferra lakabıyla meşhur olmuştu. Nahivcilerin, lügatçıla-nn ve kurraların şeyhi idi. Kendisine "Nahivde mü'minlerin emiri"

denilirdi.

Hazim b. Hasan el-Basrî tariki ile yaptığı bir rivayette, Enes b.

Malik'in şöyle dediğini nakletmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve Osman, Fatiha süresin­deki (Maliki yevmiddiyni) cümlesinde bulunan "malik" kelimesini, "mim" harfini uzatarak okumuşlardır.» Bunu Hatib rivayet etmiş ve Ebu Zekeriya'mn sika ve imam olduğunu söylemiştir.

Yine Hatib'in anlattığına göre halife Me'mun, Ebu Zekeriya'ya bir nahiv kitabını yazmasını emretmiş, o da bu kitabı yazmış. Bütün in­sanlar bu kitabını çoğaltarak birbirlerine aktarmışlar, Me'mun da onun bu kitaplarının hazinelere konmasını emretmişti. Ayrıca ondan, kendisinden sonraki dönem için veliahtları olan iki oğlunu eğitmesini

istemişti.

Ebu Zekeriya, bir gün ayağa kalktığında, Me'mun'un iki oğlu he­men ileriye atılmışlar ve hocalarının ayakkabılarını Önüne koymak için birbirleriyle yarışmışlar ve çekişmişlerdi. Sonra her biri onun bir ayakkabısını getirip önüne koymak üzere anlaşmışlardı. Babaları da, bu anlaşmaları ve hocalarına gösterdikleri saygıları nedeniyle onlara 20.000, Ebu Zekeriya Ferra'ya da 10.000 dirhem vermiş ve ona şöyle

demişti:

«Senden daha şerefli bir kimse yoktur. Çünkü ayakkabılarını, ha­lifenin oğulları ve kendisinden sonraki dönemin veliahtları önüne bı­rakıyorlar.»

Bişr el-Merisî ya da Muhammed b. Hasan, Ferra'ya şöyle bir soru

sormuştu:

«- Sehiv secdesi yapmakta olan bir adamın im secdelerden birin­de yanılması durumunda ne yapması gerekir? • - Bir şey yapması gerekmez.

-Neden?

- Zira arkadaşlarımız demişler ki: "Küçültülmüş olan daha da

küçültülmez."

- Anaların senin gibisini doğurduğunu görmedim.»

Meşhur rivayete göre ona bu soruyu soran kişi Muhammed b. Ha-san'dır. Çünkü o, Ferra'nm teyzesinin oğluydu.

Ebu Bekir b. Muhammed b. Muhammed b. Yahya es-Solî'nin ifa­desine göre Ferra, hicretin 207. senesinde vefat etmiştir.

Hatib Bağdadî, «O, Bağdat'ta vefat etti.» demiştir. Mekke yolun-

da vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır.

Âlimler, eserleri sebebiyle onu methetmiş ve ona layık olduğu Öv­güleri yağdırmışlardır. [4]

 

Hicretin İkiyüzsekizincî Senesi

 

Bu senede Tahir'in kardeşi Hasan b. Hüseyin b. Mus'ab, Hora­san'dan kaçarak Kirman'a gitti ve orada isyan etti. Ahmed b. Ebi Ha-lid, onun üzerine gitti ve onu kuşatma altına aldı. Nihayet o da mec­bur kalarak teslim oldu. Me'mun'un huzuruna götürüldü. Me'mun kendisini affetti. Me'mun'un bu âlicenâblığı hoş karşılandı.

Bu senede Muhammed b. Semma'a, halifeden, kadılıktan affını istedi. Me'mun da onu bu görevden affedip yerine İsmail b. Hammad b. Hanife'yi tayin etti.

Me'mun, bu senenin muharrem ayında, Muhammed b. Abdurrah-man el-Mahzumî'yi, Mehdi garnizonunun kadılığına tayin etti. Fakat kısa bir süre sonra onu bu görevden aldı ve rebiyülevvel ayında Bişr b. Said b. Velid el-Kindî'yi atadı. Mahzunıî, bu konuda şöyle bir şiir söylemiştir:

«Ey Rabbini birleyen hükümdar, Senin kadılığım yapacak olan, Bişr b. Velid, eşektir. Kitabın ve sünnetin emirlerine uyan kimsenin şehidliğini reddet­mektedir.

Ama o, vücuduyla bütün ülkeyi kuşatan bir şeyh olduğunu söyle­yen kimsenin adil şahid olduğunu kabul etmektedir.»

Bu senede kardeşi Me'mun'un emri üzerine Salih b. Harun Reşid, insanlara haccettirdi.

Bu senede Esved b. Amir, Said b. Amir, hadis âlimlerinden Ab­dullah b. Bekr, Hacib Fadl b. er-Rebi1, Muhammed b. Mus'ab, Musa b. Muhammed el-Emin gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler.

Muhammed el-Emin, Musa'yı kendisinden sonraki dönem için ve­liaht olarak tayin etmiş ve onu "Hakkı söyleyen" lakabıyla lakaplan-dırmıştı. Ama Musa, halifeliğe geçemedi. Nihayet babası Muhammed el-Emin öldürüldü ve Önceki sayfalarda anlattığımız hadiseler cere­yan etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında ayrıca Yahya b. Ebu Bekir, Yahya b. Hassan, Yakub b. İbrahim ez-Zührî ve Yunus b. Muhammed el-Müeddeb de vardır. [5]

 

Seyyide Nefise'nin Vefatı

 

Nefise binti Ebi Muhammed el-Hasan b. Zeyd b. Hasan b. Ali b. gbi Talib el-Kuraşiye el-Haşimiye. Babası, halife Mansur tarafından Medine valiliğine atanmış ve bu görevi beş yıl süreyle devam ettir­mişti. Sonra Mansur, ona gazaplanarak bu görevden almış ve sahip olduğu, biriktirdiği bütün mallan elinden alıp onu Bağdat'ta zindana

atmıştı.

Mansur'un ölümüne kadar zindanda kalmış, Mehdi halifeliğe ge­çince onu serbest bırakmış ve elinden alınan bütün mallarım kendisi­ne iade etmişti. Sonra hicretin 168. senesinde onunla birlikte hacca gitmişti. Hicir'de iken seksenbeş yaşında vefat etmişti.

Neseî, onun tariki ile İbn Abbas'tan şu hadisi rivayet etmiştir:

«Rasûlullah (s.a.v.), ihramlı iken hacamat yaptırdı.»

Ancak İbn Maîn ile İbn Adiy, onun zayıf ravilerden olduğunu ifa­de etmişlerdir. İbn Hibban ise, onu sika raviler arasında saymıştır. Zübeyr b. Bekkar da ondan söz etmiş, reisliği ve şehameti hususunda onu övmüştür.

Hülasa olarak diyeceğimiz şudur:

Ebu Muhammed Hasan b. Zeyd'in kızı Nefise, kocası Mü'temen İshak b. Cafer'le birlikte Mısır'a gitmiş ve orada ikamete başlamıştı. Servet sahibi idi. İnsanlara, cüzzamhlara, kötürümlere, hastalara ve hülasa herkese iyilikte bulunmuştu. Abide, zahide ve çok hayır yapan bir hatundu.

İmam Şafiî Mısır'a geldiğinde, Nefise ona da ihsanda bulunmuş­tu. Ramazan ayında çoğu kez onun arkasında namaz kılardı. İmam Şafiî vefat edince, Nefise, onun cenazesinin evine getirilmesini iste­miş, cenaze onun evine getirilmiş ve orada üzerine namaz kılmıştı. Kendisi vefat edince kocası İshak b. Cafer onu Peygember şehri Medi­ne'ye götürmek istemiş, ancak Mısırlılar onun bu isteğine engel ol­muşlar ve Nefise'nin Mısır'da, yanlarında defnedilmesini istemişler­di. Eskiden beri Mısır ile Kahire arasında Derbü's-Siba' denilen ve kendisinin yaşadığı mahalledeki evine defnedildi. İbn Hallikan'ın an­lattığına göre Seyyide Nefise, hicretin 208. senesinin ramazan ayında vefat etmiştir. Mısır halkı onun, keramet sahibi bir hatun olduğuna inanmıştı.

Ben derim ki: Şu ana kadar halk, Seyyide Nefise ve diğerleri hak­kında cidden çok yanlış itikatlara sahip olmuşlardır. Özellikle Mısır halkı, Seyyide Nefise hakkında insanı küfre ve şirke kadar götürecek Çirkin ibareler kullanmışlardır. Aslında bu tür ibareleri kullanması­nın caiz olmadığını bilmeleri gerekir.

Bazıları da Seyyide Nefise'nin Zeynelabidin sülalesinden olduğu-

nu iddia etmişlerdir; ama onun sülalesinden değildir. Onun hakkında inanılması gereken şey, diğer saliha hatunlar hakkında inanılması gereken şey olmalıdır. Zâten putperestlerin putlara tapmalarının as­lı, mezarlar ve mazarlarda yatan kimseler hakkında abartılı ve asıl­sız inançlara sahip ulamalarıdır. Peygamber (s.a.v.), mezarların yerle bir edilip dümdüz hale getirilmesini emretmiştir. İnsanların olağa­nüstü güçlere sahip olduklarına inanıp abartılı ifadeler kullanmak haramdır. Allah'ın iradesi dışında insanın bir başkasına fayda veya zarar verdiğine inanmak şirktir. Bu inanca sahip olan kimse müşrik­tir. Allah Seyyide Nefîse'ye rahmet etsin. Makamını yüce kılsın. [6]

 

Fadl B. Er-Rebi

 

Fadl b. er-Rebi1 b. Yunus b. Muhammed b. Abdullah b. Ebi Ferve Keysan. Keysan, Hz. Osman'ın azatlısıydı. Biyografisini anlatmakta olduğumuz Fadl, Harun Reşid nezdinde itibar sahibi bir kimse idi. Bermekilerin iktidarına son veren kişi Fadl'dır. Bir müddet Harun Reşid'e vezirlik de yaptı. Bermekilere çok benzerdi. Onlar da ona çok benzerlerdi. Onları yıkmaya çok çalıştı. Nihayet, önceki sayfalarda da anlatıldığı gibi Bermekiler helak oldular.

İbn Hallikan'ın anlattığına göre Fadl b. er-Rebi', bir gün Yahya b. Halid'in yanına gitmişti Yahya'nın oğlu Cafer, babasının önünde ev­raklara imza atıyordu. Fadl'm elinde ise on mesele vardı. Bunlardan hiçbirini çözümleyemediler. Fadl, bu meseleleri ihtiva eden kağıtları toplayıp şöyle dedi: «Ziyan ve hüsranda kalarak geri dönün.» Böyle dedikten sonra meclislerinden kalkıp şu şiiri okudu:

«Olur, olur ki zaman bir gün yularını gevşetir, İşler başka işlere dönüşür, zamanın ayağı sürçer. Biz ihtiyaçları gideririz. Gönüilerdeki kin ateşleri diner. İşlerden sonra başka işler ortaya çıkar.»

Vezir Yahya b. Halid, Fadl'm böyle dediğini işitince ona: «Sana yemin verdiriyorum, yanıma geri gel» dedi. Elindeki kağıtları alıp im­zaladı. Daha sonra Fadl onların kuyusunu kazmaya başladı, nihayet onların iktidarlarına son verdi. Yerlerine vezirliğe geçti. Şair Ebu Nüvas bu hususta şöyle demişti:

«Zaman, Bermek ailesinin hukukuna riayet etmedi. Onların i darlarına feci şekilde son verdi.

Bir zaman ki, Yahya'nın hukukuna riayet edilemedi; Rebi' ailesinin hukukuna da riayet etmemişti.»

Fadl, Harun Reşid'den sonra onun oğlu Emin'in de vezirliğini aptı. Me'mun Bağdat'a girdiğinde Fadl gizlendi. Me'mun ona eman verdiğini bildiren mektubunu kendisine gönderince ortaya çıktı. Ge­lip Me'mun'un huzuruna çıktı. Me'mun ona eman verdi. Sonra da bu senede vefat edinceye kadar gözden düşmüş olarak yaşadı. Vefatı sı­rasında altmışsekiz yaşındaydı. [7]

 

Hicretin İkiyüzdokuzuncu Senesi

 

Bu senede Abdullah b. Tahir, kendisiyle beş sene müddetle savaş­tıktan sonra Nasr b. Şebes'i kuşatma altına aldı. Onu cidden zor du­ruma soktu. Nihayet o da boyun eğip Abdullah'tan eman diledi. Ab­dullah, bu durumu bir mektupla Me'mun'a bildirdi. Me'mun ona gön­derdiği cevabi mektubunda Nasr b. Şebes'e eman verdiğini bildirdi. O da Me'mun'un bu emri üzerine Abdullah'a bir eman mektubu yazdı. Abdullah'ta içinde kendini koruma altına aldığı- şehrin tahrip edilme­sini, kendi eskerlerine emretti. Böylece Abdullah tehlikesi ortadan kaldırılmış oldu.

Bu senede Babek el-Hürremî ile savaşlar cereyan etti. Babek, ön­cü askerlerin başındaki İslâm komutanlarından birini esir aldı. Bu olay, Müslümanların çok ağrına gitti.

Bu senede Mekke valisi Salih b. Abbas b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas insanlara haccettirdi.

Bu senede Bizans imparatoru Mihail b. Nikoforos öldü. Mihail, otuz yıl müddetle imparatorluk yapmıştı. Ölümünden sonra Bizanslı­lar onun oğlu Tofîl b. Mihail'i başlarına imparator yaptılar.

Bu senede hadis üstadlarmdan Hasan b. Musa el-Eşyeb, Ebu Ali el-Hanefî, Nişabur kadısı Hafs b. Abdullah, Osman b. Ömer b. Faris ve Ya'lâ b. Ubeyd et-Tenafüsî vefat ettiler. [8]

 

Hicretin İkiyüzonuncu Senesi

 

Bu senenin safer ayında Nasr b. Şebes, Bağdat'a girdi. Onu Ab­dullah b. Tahir göndermişti. Hiçbir askerle karşılaşmadı. Yalnız başı­na şehire girdi ve Ebu Cafer sarayına yerleşti. Sonra başka bir yere intikal etti.

Bu senede Me'mun, İbrahim b. Mehdi'ye bey'at etmiş olan önde gelen şahsiyetlerden bir topluluğu ele geçirdi. Onlara işkence yaptı ve müebbet hapse mahkum etti.

Bu senenin rebiyülahir ayının 13'ünde pazar gecesi İbrahim b. Mehdi, altı yıl ve birkaç aylık süreden beri gizlenmekte olduğu evden, kadın kılığına bürünerek kaçtı, Yanına iki hatunu aldı. Gece vakti Bağdat sokaklarından birinden geçerken bekçinin biri onları yakala­yıp: «Gecenin bu saatinde nereden geliyor ve nereye gidiyorsunuz?» diye sordu. Sonra onları tutuklamak isteyince İbrahim elindeki yakut yüzüğü ona verdi. Bekçi, yüzüğe bakınca durumlarından şüphelendi ve: «Bu yüzük, şanı yüce bir adamın olmalıdır.» dedi. Onları alıp gece nöbetçi amirine götürdü. Nöbetçi amiri, yüzlerini açmalarını emre­dince İbrahim açmak istemedi. Ancak zorla açtıklarında, İbrahim ol­duğunu gördüler ve onu köprü mıntıkasının amirine teslim ettiler. O da onu bir üst amire gönderip Me'mun'un sarayına yetiştirdi.

İbrahim hilafet sarayında; halk kendisini bu şekilde görsün ve nasıl yakalandığını anlasınlar diye peçesi başında, çarşafi da üstünde olarak bekletildi. Me'mun, İbrahim'in bir süre nöbetçi nezaretinde tu­tulmasını emretti. Sonra onu serbest bıraktı ve ondan razı oldu. Şunu da belirtelim ki, İbrahim yüzünden zindana atılan bir grup insan, gardiyanları öldürmek teşebbüsünde bulunduklarından ötürü sorgu­landılar ve bunlardan dördü idam edildi.

Anlatıldığına göre İbrahim, kardeşi oğlu Me'mun'un huzuruna girdiğinde halife Me'mun kendisini bu yaptıklarından Ötürü azarla­mıştı. İbrahim ise ondan merhamet dilemiş, kendisini açındırarak şöyle demişti:

- Ey mü'minlerin emin, eğer beni cezalandıracak olursan bu se­nin hakkınoV, ama affedecek olursan bu da senin lutfun olur.

- Aksine seni affedeceğim, ey İbrahim! Çünkü muktedir olmak, tedbir almayı gereksiz hale getirir. Pişman olmak da tevbe etmek de-

mektir. Bu ikisinin arasında, Aziz ve Celil olan Allah'ın affı vardır ki, o da senin istediğinden çok daha büyük şeydir.

Me'mun'un bu sözü üzerine İbrahim tekbir alarak, Aziz ve Celil olan Allah'a bir şükran ifadesi olarak secdeye kapandı.

İbrahim b. Mehdi, kardeşi oğlu Me'mun'a çok tesirli ve abartılı ifadeler içeren bir kaside okuyarak övgüde bulunmuş, Me'mun onun bu övgüsünü dinleyince şöyle cevap vermişti: Ben, Hz. Yusuf un ken­di kardeşlerine söylediği şu sözü söylüyorum: «Bugün siz azarlanacak değilsiniz. Allah sizi bağışlar. O, merhametlilerin merhametli si dır.»

İbn Asakir'in anlattığına göre halife Me'mun, amcası İbrahim'i affedince, onu zengin kılacak kadar malın kendisine verilmesini em­retmişti. İbrahim de: «Ben malı terkettim.» demiş; Me'mun, illa da al­masını emredince o, bir değneği alıp kucağına koymuş ve şöyle de­mişti:

«Bu durum, bir sevinç durumu ve makamıdır. Evleri barkları ha­rap olasıca düşmanlarım, yalanlar uydurarak beni halife katında jur-nallediler. Emirim de beni cezalandırdı.»

Sonra sözünü şu şiiri okuyarak devam ettirdi:

«Dünyadan gider oldum. Gözlerimi kaybettim.

Zaman beni eğip büktü. Gözlerimi de benden alıp götürdü. .   Eğer ben ağlayacak olursam kıymetli bir şahsiyete ağlarını.

Eğer onu tahkir edecek olursam, kinimden ötürü tahkir etmiş olurum.

Ben her ne kadar gözlerime kötülük yaptıysam da,

Ben Rabbime kesin olarak inanıyorum ve ona hüsn-ü zan besliyo­rum.

Nefsime düşmanlık ettim ama o beni affetti.

Affederek bize lütuf üstüne lutufta bulundu.»

Me'mun ona: «Gerçekten güzel söyledin.» dedi. İbrahim, kucağın­daki değneği attı ve bu söylediklerinden ötürü korkup ayağa fırlaya­rak yerinden kalktı.

Me'mun ise: «Sakin ol, yerinde otur. Sana hoş geldin, safalar ge­tirdin, diyorum. Bu sözlerim korkmana sebep olmamalıdır. Allah'a yemin ederim ki, halifeliğim süresince korkacak hiçbir şeyle karşılaş­mayacaksın.» dedi. Amcası İbrahim'e 10.000 dinar verilmesini emret­ti ve ona bir kaftan giydirdi. Sonra da elinden alınan bütün malları-nı*ı, çiftliklerinin, evlerinin kendisine iade edilmesini emretti. Böyle­ce ibrahim, halife Me'mun'un yanından, saygı görmüş ve ağırlanmış olarak çıktı. [9]

 

Me'mun'un Boranla Gerdeğe Girmesi

 

Bu senenin ramazan ayında Me'mun, Hasan b. Sehl'in kızı Boran ile gerdeğe girdi. Anlatıldığına göre Me'mun, Hasan b. Sehl'in hasta­lıktan kurtulup iyileşmesi üzerine, bu senenin ramazan ayında, onun Femü's-Sulh mıntıkasında bulunan kışlasına gitmişti. Me'mun, mai­yetindeki emir, reis ve Haşimilerin ileri gelenleri ile birlikte Hasan'a konuk oldu. Bu senenin şevval ayında bir gece Boranla gerdeğe girdi. Huzurunda anber mumları yakıldı. Boran'm başı üzerine inci ve mü­cevherler saçıldı. Bu inci ve mücevherler, kızıl altından örülme bir hasır içerisinde etrafa savuruldu. Bu hasırdaki incilerin sayısı bin idi. Me'mun, bu saçılan incilerin toplanıp altın bir tepsiye konulması­nı emretti. Oradakiler: «Ey mü'minlerin emiri; biz, cariyeler yerden toplasmlar diye bu incileri saçtık.» dedilerse de Me'mun: «Hayır, bun­ların yerine cariyelere ben kendim birşeyler veririm.» dedi ve etrafa saçılan incilerin tümünü toplattı.

Gelin Boran, ninesi Zübeyde (yani Me'mun'un kardeşi Emin'in annesi) ile geldi ve Me'mun'un yanıbaşına oturdu. Me'mun da bu inci ve mücevherleri Boran'ın eteğine döktü ve: «Bu benim sana bahşişim-dir. Dile benden ne dilersen.» dedi. Boran, utanarak başını önüne eğ­di. Ninesi Zübeyde ona dedi ki:

- Efendinle konuş ve dileğini ona söyle. Çünkü dileğini söylemeni o sana emretti.

Boran, Me'mun'a şöyle dedi:

- Ey mü'minlerin emiri, amcam İbrahim b. Mehdi'yi affetmeni ve ondan razı olup onu tekrar eski makamına iade etmeni istiyorum.

- Olur.

- Ümmü Cafer'i (Zübeyde'yi) hacca gitmesi için serbest bırak.

- Olur.

Boran'm bu şefaati üzerine Ümmü Cafer (Zübeyde) Boran'a bir emirlik hil'ati giydirdi ve ona büyük bir köy bağışladı.

Boran'ın babası Hasan b. Sehl'e gelince; o da köylerinin, çiftlikle­rinin ve emlakinin adlarını kağıt parçaları üzerine yazarak bu kağıt­ları oradaki insanların üzerine saçtı. Her kim bu kağıtlardan birini ele geçirdiyse Hasan b. Sehl onu oradaki kahyalarına gönderdi ve o köy, çiftlik veya mülkü o adama teslim etti.

Hasan b. Sehl, Me'mun ve maiyetindeki askerlerin yanında ika­met ettikleri onyedi günlük süre içinde 50.000.000 dirhem kadar har­camada bulundu.

Me'mun, ayrılıp gitmek istediğinde, kendisine 10.000.000 dirhem verdi. Konuk olduğu beldeyi de ona ikta' olarak verdi. Oraya Femü's-Sulh mıntıkası deniliyordu. Burayı daha önce sahip olduğu ikta' ara-

zilerine ek olarak Hasan b. Sehl'e verdikten sonra, bu senenin şevval ayının sonlarına doğru Bağdat'a döndü.

Bu senede Abdullah b. Tahir, Mısır'a gitti. Orayı Me'mun'un emri üzerine asi ve mütegallibeden Ubeydullah b. Sırri b. Hakem'in elin­den kurtardı. Aralarında geçen uzun muharebelerden sonra orayı tekrar eski haline döndürdü.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden lügatçı Ebu Amr eş-Şeybanî (İshak b. Murad), Mervan b. Muhammed et-Tatarî ve Yahya b. İshak vefat ettiler. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [10]

 

Hicretin İkiyüzonbirînci Senesi

 

Bu senede Ebü'l-Cevab, Talk b. Ganem, "Musannaf ve "Müsned" isimli eserlerin sahibi Abdürrezzak b. Hemmam es-San'anî ile Abdul­lah b. Salih el-İclî vefat ettiler. [11]

 

Meşhur Şair Ebü'l-Atahiye

 

Bu zatın asıl adı şöyledir: İsmail b. Kasım b. Süveyd b. Keysan. Hicaz asıllıdır. Mehdi'nin Utbe adındaki bir cireyesine aşık olmuş ve onu Mehdi'den defalarca istemişti. Mehdi cariyeyi ona vermeye razı olunca bu defa cariye ona gitmeyip halifeye: «Beni çömlek satan çir­kin bir adama mı veriyorsun?» demişti. Ebü'l-Atahiye, Utbe adındaki o cariyeye aşık olmuştu. Aşkı dillere destan olmuştu. Mehdi de onun bu durumunu anlamıştı.

Bir zaman Mehdi, şairleri meclisine çağırmıştı. Gelen şairler ara­sında Ebü'l-Atahiye ile a'ma bir kişi olan Beşşar b. Bürd de vardı. Beşşar, Ebü'l-Atahiye'nin sesini duyunca yanında oturan arkadaşına; «Ebü'l-Atahiye burada mı?» diye sordu. Arkadaşı da «Evet» diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebü'l-Atahiye şu beyitle başlayan kasidesini okumaya başladı:

«Benim hanımefendimde neler var neler! O nazlandı, nazlanması onu güzelleştirdi.»

Beşşar, arkadaşına: «Bundan daha cesaretli birini görmedim.» de­di. Nihayet Ebü'l-Atahiye, kasidesinin şu kısmına geldi:

«Halifelik teslim olup ona geldi, eteklerini yerden sürüdü. Halifelik ancak ona yaraşır. O da ancak halifeliğe yaraşır.

Eğer ondan başkası halifeliğe yönelseydi, Yer şiddetle sarsılırdı.

Eğer kalplerin banileri ona itaat etmezlerse, Cenâb-ı Allah onun amellerini kabul etmez.»

Beşşar, yanıbaşmda oturmakta olan arkadaşına: «Bakın hele; ha­life, minderinden uçtu mu uçmadı mı?» diye sordu. Arkadaşı da: «Al­lah'a yemin ederim ki, o gün şairlerden Ebü'l-Atahiye dışında hiçbiri­ne ödül verilmedi.» dedi.

İbn Hallikan dedi ki: «Ebü'l-Atahiye ile Ebu Nüvas bir araya gel­diler. İkisi de aynı tabakadaki şairlerdendi. Ebü'l-Atahiye, Ebu Nu-vas'a şöyle sordu:

- Günde ne kadar şiir yazabiliyorsun?

- Bir ya da iki beyit.

- Ama ben günde 100-200 beyit yazabiliyorum.

- Demek ki, sen de şu sözünde anlattığın gibi çalışıyorsun:

"Ey Utbe, bana ve sana ne olmuş ki? Ben kim, sen kim? Keşke seni görmemiş olsaydım."

Eğer ben de böyle çalışmış olsaydım, günde 1.000-2.000 beyit ya­zardım. Ama ben şu aşağıdaki sözümde anlattığım gibi çalışıyorum:

"Erkek kılığındaki ateşlinin elinden ah!..

Onun iki seveni vardır: Biri homoseksüel biri zinakar!.

Eğer sen de benim gibi yapmak isteseydin, zaman seni aciz bıra­kırdı."»

İbn Hallikan dedi ki: «Ebü'l-Atahiye'nin güzel ve letafetli şiirle­rinden biri de şudur:

"Sana öyle meftun oldum ki, aşırı aşkımdan ötürü;

Yanımdaki kişi bana yaklaştığında, elbisemdeki aşk kokusunu hissedebiliyor."»

Ebü'l-Atahiye, hicretin 130. senesinde doğmuştu. Hicretin 211-(veya 213.) senesinin cemaziyelahir ayının üçüncü pazartesi günü ve­fat etti. Bağdat'taki mezarı taşına şu beytin yazılmasını vasiyet etti:

«Bir hayat ki, sonu ölüm oluyor;

O hayat insanı çabucak kederlendirir.» [12]

 

Hicretin Îkiyüzonikincî Senesi

 

Bu senede halife Me'nıun, Azerbaycan diyarındaki Babek el-Hür-remî ile savaşması için Muhammed b. Hamid et-Tusî'yi Musul yolun­dan gönderdi. O da gidip Babek'in etrafındakilerden bazılarını yaka­layıp Me'mun'a gönderdi.

Me'mun, bu senenin rebiyülevvel ayında insanlara, birbirini bas­tıracak kadar çirkin iki bid'at çıkardı. Bunlardan biri Kur'ân'ın mah­luk olduğuna, diğeri de Hz. Ali'nin Rasûlullah'tan sonra insanların en faziletlisi olduğuna dair iddia idi. Me'mun, bu iddiaların her iki­sinde de fahiş şekilde büyük bir yanılgıya düşmüş ve çok büyük gü­nah işlemişti.

Bu senede Abdullah b. Ubeydullah b. Abbas el-Abbasî, insanlara

haccettirdi.

Bu senede kendisine "Sünnetin aslanı" denilen Esed b. Musa, Ha­san b. Cafer, asıl adı Dahhak b. Muhalled olan Ebu Asım en-Nebil, Ebü'l-Muğire Abdülkuddüs b. Haccac eş-Şami ed-Dımışkî ve Buha-rî'nin şeyhi Muhammed b. Yunus el-Feryabî vefat ettiler. [13]

 

Hicretin İkiyüzonüçüncü Senesi

 

Bu senede Abdüsselam ve İbn Celis adında iki kişi isyan ettiler. Me'mun'un halifeliğini tanımadılar ve Mısır'ı istila ettiler. Kays ve Yemen kabilelerinden bir grup insan da bunlara tabi oldular.

Me'mun, kardeşi Ebu İshak'ı Şam valiliğine, oğlu Abbas'ı Cezire, sınır boyları ve o mıntıka!ardaki merkezlerin valiliğine atadı. Bunlar­dan her biri ile Abdullah b. Tahir'e, 1.500.000 dinar verdi. O günkü kadar fazla bağışta bulunduğu hiç görülmemişti. Me'mun, bu senede Sind valiliğine de Hassan b. Abbad'ı tayin etti. Bu sene de insanlara geçen senenin hac emiri haccettirdi.

Bu senede Abdullah b. Davud el-Cerinî, Abdullah b. Yezid el-Mukri el-Mısrî, Abdullah b. Musa el-Absî, Amr b. Ebi Seleme ed-Dı­mışkî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler.

İbn Hallikan'm anlattığına göre bazı kimseler demişler ki: Bu se­nede ayrıca nedimlerden İbrahim b. Mahan el-Musılî, Ebü'l-Atahiye, nahivci Ebu Amr eş-Şeybanî aynı günde Bağdat'ta vefat etmişlerdir. Ama İbn Hallikan'ın ifadesine göre sahih olan rivayet şudur ki, ne­dimlerden İbrahim, hicretin 198. senesinde vefat etmiştir.

Süheylî dedi ki: İbn İshak'tan siret rivayet eden Abdülmelik b. Hişam da bu senede vefat etmiştir. Sahih rivayete göre o, hicretin 218. senesinde vefat etmiştir ki, "Tarihu Mısır" adlı eserde Ebu Said b- Yunus da bunu kafi bir dille ifade etmiştir. [14]

 

Şair Akuk

 

Ebü'I-Hasan b. Ali b. Cebele el-Horasanî. Akuk lakabı ile lakap-lanmıştı. Mevalidendi. A'ma olarak doğdu. Başka bir rivayette anla­tıldığına göre yedi yaşında iken çiçek hastalığına yakalanması netice­sinde gözlerini kaybetmiştir. Siyah tenli ve alaca renkli idi. Meşhur şairlerdendi. Fesahat ve belagat sahibi idi.

Ölümünden sonra Cahiz onu bir şiirinde övmüş ve: «Ondan daha güzel ifadeli, ne bir bedevi ne de bir kentli gördüm.» demiştir.

"Babam sana feda olsun, ey beni gizlice ziyaret eden kişi; Herşeyden ürkerek ve korkarak sakınan kişi. Sen beni ziyaret ettin ama güzelliğin seni ele verdi. Doğan dolunayı gece karanlığı nasıl gizleyebilir? Sessizliği ve tenhalığı gözetledi, nihayet bu ortamı buldu. Geceleyin oturup konuşanların uyumalarını bekledi. Ziyaretinde korkulu hallere maruz kaldı. Sonra selam verir vermez geri döndü."

Akuk, Ebu Dülef Kasım b. İsa el-İclî hakkında da şöyle demişti:

«Dünya ancak Ebu Dülef tir. Onun gazaya gidişi ile ikameti ara­sında;

Ebu Dülef arkasını dönüp gidince, Dünya da onun peşine takılıp gider. Yeryüzündeki bedevi ve kentli Arapların tümü, Onun cömertliğinden nasibdar olmayı umarlar. Övüneceği günde ona gelirler.»

Akuk bu beyitlere geldiğinde -ki bu çok uzun bir kaside idi- şair Ebu Nüvas'a taşlamada bulundu. Bunun üzerine Me'mun onu yaka­latmak istedi. Fakat o saraydan kaçıp gitti. Daha sonra yakalanıp Me'mun'un huzuruna getirilince Me'mun ona şöyle dedi:

- Yazıklar olsun sana, Kasım b. İsa'yı (Ebu Dülef i) bizden daha üstün görüyordun.

-  Ey müminlerin emiri! Siz, Cenâb-ı Allah'ın kulları arasında seçtiği ve kendilerine büyük bir mülk verdiği bir ailedensiniz. Ben Kasım b. İsa'yı ancak kendi emsallerine ve akranlarına nisbetle üs­tün saydım.

- Allah'a yemin ederim ki, sen; "Yeryüzündeki bütün kentli ve be­devi Araplar..." derken herkesi kasdetmiş oldun. Bununla beraber ben bu şiirinden Ötürü senin Öldürülmeni helal görmüyorum. Fakat

-u zelil kul hakkında söylediğin şiirindeki şirkin ve küfrün nedeniyle genin öldürülmeni helal sayıyorum:

"Sen o kimsesin ki, günler onun menziline inerler. Sen o kimsesin ki, zamanı halden hale döndürürsün. Bir kimseye bakışını uzattığında; Mutlaka onun rızık ve eceline hüküm verirsin."

Bak işte; bu senin dediğin işleri ancak Allah yapar!*

Bundan sonra Akuk'ün dilini çıkarıp çektiler. O da bu yüzden bu

senede öldü.

O, Hamid b. Abdülhamid et-Tusî'yi şu şiirinde Övmüştü:

«Dünya ancak Hamid'dir, Hamid'ten ibadettir. Onun lutufları or­tada durmaktadır.

Hamid bu dünyadan göçüp gittikten sonra artık biz de dünyaya "Selam sana deriz."»

Hamid ölünce Ebü'l-Atahiye de şu şiiriyle ona ağıt yakmıştı:

«Ey Ebu Ganim (Hamid), senin saçtığın nimetler çok ve geniştir. Mezarının etrafı da sağlam ve mamurdur. Bedeni içinde yıkılıp çürüdükten sonra, Mezarının mamurluğu ölüye fayda vermez.»

İbn Hallikan, biyografisini anlatmakta olduğumuz Akuk'un çok güzel şiirlerini nakletmiştir, ama biz konuyu kısa tutmak için o şiirle­ri buraya almadık. [15]

 

Hicretin İkiyüzondördüncü Senesi

 

Bu senenin rebiyülevvel ayının bitimine beş gün kala cumartesi günü Muhammed b. Hamid ile mel'un Babek el-Hürremî karşılaştılar ve savaşa tutuştular. Hürremî, Muhammed b. Hamid'i ve askerlerin­den birçoğuru öldürdü. Muhammed b. Hamid'in geride kalan askerle­ri bozguna uğradılar. Me'mun, İshak b. İbrahim ve Yahya b. Eksem'i, Abdullah b. Tahir'e gönderdi. Bunlar ona; Horasan, Cibal, Azerbay­can, Ermeniye valiliklerinden birini ve Babek'le savaşma işini üstlen­meyi tercih etmesini söyledi. O da fazlaca disipline ihtiyacı olduğun­dan ve Haricilerin ortaya çıkmalarından korktuğundan ötürü Hora­san'da kalmayı tercih etti.

Bu senede Ebu İshak b. Reşid, Mısır'a gitti ve orayı Abdüsselam ile İbn Celis'in ellerinden alıp ikisini öldürdü.

Bu senede Bilal ed-Dababî adında bir adam ortaya çıkıp isyan ha­reketi başlattı. Me'mun da onun üzerine oğlu Abbas'ı bir grup komu­tanla gönderdi. Bunlar Bilal'ı öldürdüler ve Bağdat'a döndüler.

Bu senede Me'mun, Ali b. Hişam'ı Cebel, Kum, İsfahan ve Aze-baycan valiliğine atadı.

Bu senede İshak b. Abbas b. Muharomed b. Ali b. Abdullah b. Ab-bas insanlara haccettirdi.

Bu senede Ahmed b. Halid el-Mevhibî vefat etti. [16]

 

Ahmet B. Yusuf B. Kasım B. Sabih

 

Künyesi Ebu Cafer'di. Katiplik yapardı. Me'mun'un yazışmalar divanı müdürlüğünü yaptı. İbn Asakir, bu zatın biyografisini naklet­miş ve şiirlerinden bazılarını bizlere aktarmıştır:

«Kişi kendisinden sadır olmayan bir çaba sarfetmeksizin de rızık-lanır.

Ama çok zeki, dahi ve çalışkan kimse de bazen nzıktan mahrum kalır.

Hangi gün bana zenginlik veya yoksulluk gelmiş ise, mutlaka ona karşı ben, elhamdülillah demişimdir.»

«Bir şeye evet dersen o şeyi tamamla.

Çünkü evet demek, hür kimsenin ödemesi vacib olan bir borçtur. Eğer yapmayacaksan hayır de ve böylece kurtul ki, insanlar se­nin yalancı olduğunu söylemesinler.»

«Kişi sırrını kendi diliyle açığa vurur;

Bu yüzden başkası da onu kınarsa o ahmaktır.

Kişi kendi sırrını saklamayıp sıkıntı duyarsa,

Sırrını aktaracağı kişinin kalbi daha da dardır. O da bu sırrı baş­kasına açıklar.»

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında İmam Ahmed b. Hanbel'in şeyhi Hasan b. Muhammed el-Mervezî, Mısırlı Abdullah b. Hakem ve Muaviye b. Ömer de vardır. [17]

 

Ebu Muhammed Abdullah B. A'yün

 

Ebu Muhammed Abdullah b. A'yün b. Leys b. Rafi el-Mısrî. İmam

jytalikin huzurunda Muvatta'ı okuyanlardan biridir. Onun mezhebi­min fıkhını öğrenmiştir. Mısır'da saygı gören bir kimseydi. Çok servet sahibiydi. Mısır'a gelişi esnasında İmam Şafiî'ye 1.000 dinar vermişti. Ayrıca arkadaşlarından da 2.000 dinar toplayarak İmam Şafiî'ye ver­mişti. O, İmam Şafiî'nin arkadaşı Muhammed b. Abdullah b. Hakem'-

jn babasıdır.

Ebu Muhammed Abdullah, bu senede vefat edince İmam Şafiî'nin mezarının yanma defnedildi. Oğlu Abdurrahman da vefat edince ba­basının yan tarafına, kıble cihetine defnedildi. Bu hususta İbn Halli-kan şöyle demişti: «Bunlar üç mezardır. Şafiî, bunların Şam'a bakan tarafindadır. İkisinin mezarı ise Şafiî'nin mezarının kıble cihetinde-dir. Allah hepsine rahmet etsin.» [18]

 

Hicretin İkiyüzonbeşinci Senesi

 

Me'mun, bu senenin muharrem ayının sonlarında Bizanslılarla gaza yapmak niyetiyle askerleriyle birlikte Bağdat'tan çıkıp Bizans'a yöneldi. Bağdat ve bağlı mıntıkalara vekil olarak İshak b. İbrahim b. Mus'ab'ı bıraktı. Tikrit'e vardığında, Medine-i Nebeviyye'den gelmek­te olan Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib ile karşılaştı. Me'mun, ona kendi kızı Ümmü Fadl ile gerdeğe girmesine izin verdi. Muhammed ile Ümmü Fadl'm nikahları, babası Ali b. Musa'nın sağlı­ğında kıyılmıştı ve Tikrit'te gerdeğe girdiler. Sonra Muhammed b. Ali, karısı Ümmü Fadl'ı alıp Hicaz'a götürdü.

Me'mun, bu yolculuğunda Musul'a varmadan önce, Mısır'dan gel­mekte olan kardeşi Ebu İshak b. Reşid ile karşılaştı.

Sonra Me'mun, büyük bir orduyla Tarsus'a gitti. Bu senenin ce-maziyelevvel ayında oraya girdi. Oradaki kaleyi fethetti ve yıkılması­nı emretti. Sonra Şam'a döndü ve orada konakladı. Kasyon dağının eteklerindeki Merrat kiliseni onardı. Şam'da bir süre ikamet etti.

Bu senede Abdullah b. Ubeydullah b. el-Abbasî insanlara haccet­tirdi.

Bu senede Ebu Zeyd el-Ensârî, Muhammed b. Mübarek es-Surî, Kabise b. Ukbe, Ali b. Hasan b. Şakik ve Mekki b. İbrahim vefat etti­ler. [19]

 

Ebu Zeyd El-Ensârî

 

Bu zatın asıl adı Said b. Evs b. Sabit'tir. Basralıdır. Lügat âlinıle-rindendir. Sebatkar ve sika ravilerdendir. Anlatıldığına göre o, kadir gecesini doğru olarak tesbit edermiş.

Ebu Osman el-Mazinî dedi ki: Asmaî'nin, Ebu Zeyd el-Ensârî'nin yanına gelip başını öptüğünü ve huzurunda oturup kendisine şöyle dediğini gördüm: «Sen elli seneden beri reisimiz ve efendimizsin.»

İbn Hallikan dedi ki: «Ebu Zeyd'in birçok eserleri vardır. Bazıları şunlardır: "Halku'l-İnsan, Kitabü'1-İbl, Kitabü'î-Miyab, Kitabü'1-Fürs ve't-Tırs."»

Ebu Zeyd, bu senede vefat etti. Bundan bir sene önce vey^ bir se­ne sonra vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. Vefatı sırasında dok­san yaşını aşmıştı. Yüz yaşına yaklaştığı da söylenmiştir.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden Ebu Süleyman'a ge­lince, onun biyografisini önceki sayfalarda vermiştik. [20]

 

Hicretin İkiyüzonaltıncı Senesi

 

Bu senede Bizans imparatoru Tofil b. Mihail, Tarsus diyarında Müslüman cemaata saldırdı ve onlardan 1.600 kadarını öldürdü. Son­ra bu durumu bir mektupla Me'mun'a bildirdi. Mektupta önce kendi adını yazdı. Me'mun, mektubunu okuyunca hemen kalkıp tekrar Bi­zans'a döndü. Beraberinde Şam ve Mısır naibi kardeşi Ebu İshak b. Reşid de vardı. Bizans'ta birçok yerleri barışla veya zorla fethetti. Kardeşi de otuz kaleyi fethetti. Yahya b. Eksem'i ise gizlice Tuvana'-ya gönderdi. Orada birçok beldeleri fethetti. Bazı insanları esir aldı. Kalelerin birkaçını da yaktı. Sonra garnizona döndü. Me'mun, bu se­nenin cemaziyelahir ayının ortasından şaban ayının ortasına kadar Bizans beldelerinde ikamet etti. Sonra Dımışk'a döndü.

Bu senenin şaban ayında Mısır'da, Abdus el-Fihrî isimli bir adam ayaklandı ve Ebu İshak b. Reşid'in naiblerine galip oldu. Bu isyanda birçok kimse kendisine tabi oldular. Me'mun, bu senenin zihicce ayı­nın 14'ünde çarşamba günü Şam'dan çıkarak Mısır'a doğru yola ko­yuldu ve ileride anlatacağımız durumlar meydana geldi.

Bu senede Me'mun, Bağdat naibi İshak b. İbrahim'e mektup ya­zarak beş vakit namazdan sonra tekbir getirmeleri için insanlara emir vermesini söyledi. Bu uygulama ilk olarak ramazanın 14'ünde cuma günü Bağdat ve Rusafe camilerinde başlatıldı. Şöyle ki: Cema­at, namazı eda edince ayağa kalkıp üç kez tekbir alıyorlardı. Bu uy­gulama diğer namazlarda da sürdürüldü. Me'mun'un, hiçbir delile ve dayanağa istinad etmeksizin çıkardığı bu bid'ati, daha önce hiç kimse yapmamıştı. Ama İbn Abbas'tan rivayet edilen sahih bir hadiste sabit olduğuna göre, Rasûlullah (s.a.v.)'ın zamanında cemaatle kılınan farz namazdan sonra insanların namazın eda edildiğini bilmeleri için yü-sek sesle zikir yapılırdı. İbn Hazm ve diğer bazı âlimler bunu müste-hab saymışlardır. İbn Battal ise: «Dört mezheb de bunun müstehab olmadığı görüşündedir.» demiştir.

Nevevî de Şafiî'den rivayette bulunarak şöyle demiştir: «İnsanlar namazlardan sonra zikrin meşru olduğunu bilmeleri için böyle bir uy­gulama başlatılmıştı. Ama bu bilindikten sonra artık cehren tekbir almanın anlamı kalmamıştır. Nitekim İbn Abbas da cenaze namazın­da -insanların bunu sünnet olduğunu bilmeleri için- Fatiha'yı cehren okurdu. Buna benzer başka şeyler de vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Ama Me'mun'un çıkardığı bu bid'at, seleften hiçbirinin kendisiyle amel etmediği uydurma bir bid'attir.

Bu senede şiddetli bir soğuk görüldü.

Bu senede insanlara geçen senenin hac emiri haccettirdi. Başka­sının haccettirmiş olduğuna dair bir rivayet de vardır. Doğrusunu Al­lah bilir.

Bu senede Hibban b. Hilal; lügat, nahiv ve şiirde ilim sahibi olan

Abdülmelik b. Karib el-Asmaî, Muhammed b. Bekkar b. Hilal ve Hev-ze b. Halife gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [21]

 

Harun Reşid'in Zevcesi Ve Amcası Kızı Zübeyde

 

Zübeyde, kendisinin lakabıdır. Asıl adı Ümmü Aziz'dir. Soy kütü­ğü şöyledir: Zübeyde binti Cafer b. Mansur el-Abbasiye el-Haşimiyye el-Kureşiye. Harun Reşid, onu herkesten çok severdi. Göz alıcı bir güzelliğe sahipti. Temiz bir kadındı. Harun Reşid'in başka gözdeleri, cariyeleri ve zevceleri de vardı. Nitekim Harun Reşid'in biyografisini anlatırken bunlardan söz etmiştik.

Ümmü Aziz'e Zübeyde lakabının takılması şu sebeptendir: Dedesi Ebu Cafer el-Mansur küçüklüğünde onunla oynar, eğlenir ve onu ay-natırdı. Kendisine, bembeyaz bir tene sahib olduğundan ötürü, «Sen Zübeyde (köpük)sin.» derdi. İşte bu lakabı yerleşti ve böyle tanındı. Asıl adı Ümmü Aziz'dir. Zübeyde, çok güzel bir hatun olup dindar, hayırsever, çok miktarda sadaka veren ve iyilik yapan biriydi.

Hatib Bağdadînin rivayetine göre hacca gitmiş ve altmış günlük hac yolculuğu esnasında 54.000.000 dirhem harcamıştı.

Halifeliğe geçişi esnasında Me'mun'a tebrikini sunarken şöyle de­mişti: «Seni görmeden önce ben senin yerine bu iş için kendimi tebrik ettim. Her ne kadar bir halifenin iki oğlunu kaybettimse de onların yerine bir halifenin doğurmamış olduğum oğlu bana bedel olarak ve­rilmiş oldu. Senin gibi birisi kendisine bedel olarak verilen kimse zi­yanda değildir. Elini seninle dolduran bir ana ağlamasın. Elimden al­dığı çocuklarımdan ötürü bana sevap vermesini ve bana verdiği ço­cuklarla da beni yararlandırmasını Allah'tan diliyorum.»

Zübeyde, hicretin 216. senesinin cemaziyelevvel ayında Bağdat'ta vefat etti.

Hatib Bağdadî, Abdullah b. Mübarek'in şöyle dediğini rivayet et­miştir:

«Zübeyde'yi rüyada gördüm. Kendisine sordum:

- Allah sana nasıl muamel etti?

- Mekke yolunu yaptırmak için vurduğum ilk kazma nedeniyle Allah beni bağışladı.

- Ya bu rengindeki sarılık nedir?

- Aramıza, Bişr el-Merisî denen bir adam defnedildi. Cehennem ona öyle bir uğuldadı ki o uğultudan Ötürü vücudum tiril tiril titredi. Vucudumdaki bu sanlık işte o uğultudan ötürü meydana geldi.»

İbn Hallikan'ın anlattığına göre Zübeyde'nin yüz cariyesi vardı ve hepsi de Kur'ân-ı Azim'i ezberlemişlerdi. Bunlar onun Kur'ân okuyan cariyeleriydi. Kur'ân okumamış olanlar da vardı. Kur'ân okuyan cari­yelerinin sesleri saraydan an vızıltısı gibi duyulurdu. Cariyelerinden her birine Kur'ân in onda birini okumasını vird olarak vermişti.

Rivayet olunduğuna göre ölümünden sonra kendisini rüyada gö­renler onun sağlığında yaptığı iyilikleri, verdiği sadakaları ve hac yo­lunda harcadığı emekleri kendisine sormuşlar, o da sorana şu cevabı vermişti:

«Bütün bunların sevapları sahiblerine gitti. Bize ancak seher vaktinde kıldığımız birkaç rekat namazın faydısı dokundu.»

Bu senede anlatımı burada uzun sürecek daha birçok hadiseler meydana geldi. [22]

 

Hicretin İkiyüzonyedinçi Senksi

 

Bu senenin muharrem ayında Me'mun Mısır'a girdi. Abdus el-Fihrî'yi yakalatıp huzurunda boynunu vurdurdu. Sonra Şam'a döndü.

Me'mun bu senede yine Bizans'a gitti. Lü'lüe'yi yüz gün süreyle kuşatma altında tuttu. Sonra oradan ayrılıp gitti. Kuşatmayı sürdür­mesi için Uceyf i bıraktı. Bizanslılar Uceyf e bir oyun oynadılar. Kur­dukları komplo neticesinde onu esir aldılar. Aralarında sekiz gün kal­dı. Sonra kaçıp kurtuldu ve tekrar onları kuşatma altına aldı. Bizans imparatoru bizzat gelip onu arkadan kuşattı. Me'mun bunu duyunca tekrar oraya gitti.

İmparator Tofil, Me'mun'un gelmekte olduğunu duyunca kaçtı. Veziri Sangal'ı Me'mun'a gönderdi. Ondan eman ve barış talebinde bulundu. Ama o, barış dileğini bildiren mektuba Önce kendi adını ya­zıp Me'mun'un ismini sonraya bıraktı. Me'mun da onu azarlayıcı be­liğ bir mektubu cevap olarak gönderdi. Mektubunda şöyle dedi: «İslâm'a girmeni kabul ederim. Yoksa aramıza kılıç girer ve seninle savaşının! Selam, hidayete tabi olanlara olsun.»

Bu senede Süleyman b. Abdullah b. Süleyman b. Ali insanlara

haccettirdi.

Bu senede Haccac b. Minhal, Şüreyh b. Numan, Musa b. Davud ed-Dabbî vefat ettiler. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [23]

 

Hicretin Îkiyüzonsekizinci Senesi

 

Bu senenin cemaziyelevvel ayının ilk gününde Me'mun, oğlu Ab-bas'ı -Tuvane'yi onarmak ve elden geçirmek üzere- Bizans'a gönderdi. Diğer mıntıkalara da işçi toplanıp oraya gönderilmesi için emir gön­derildi. Mısır'dan, Şam'dan ve Irak'tan birçok işçi toplanarak oraya gönderildi. Tuvane şehrinin bir mil uzunluğunda ve bir mü genişli­ğinde yapılmasını, surlannm da üç fersah uzunluğunda olmasını, ay-nca surlarda üç kapı açılmasını emretti. [24]

 

İlk Fitne Ve İmtihan

 

Bu senede Me'mun, Bağdat valisi İshak b. ibrahim b. Mus'ab'a mektup yazarak kadılarla hadisçileri «Kur'ân mahluktur» dedirtmek üzere imtihan etmesini, bu sözü söylemeyenlerin de kendisine gönde­rilmesini emretti. İbn Cerir'in, tümünü de naklettiği birçok mektubu Bağdat valisine peşpeşe göndererek bu imtihanı sıkı tutması için teş­vikte bulundu. Bu mektuplardaki iddiası; Kur'ân'ın muhdes olduğu, muhdes olan herşeyin de mahluk olacağı sonucunun ortaya çıkacağı idi. Bu istidlal, bırakınız hadisçileri, kelamcılann bile uygun görme­dikleri bir istidlaldi. Çünkü ihtiyarî fiilerin Cenâb-ı Allah'ın zatı ile kaim olduğunu söyleyenler, onun mukaddes zatıyla kaim olan fiilinin mahluk olduğunu söylemezler. Bilakis onun fıileri mahluk değildir. İslâm âlimleri Kur'ân'm muhdes olduğunu, ama mahluk olmadığını söylerler. Bilakis Kur'ân, Allah'ın mukaddes zatı ile kaim olan kela­mıdır. Onun zatı ile kaim olan şey mahluk olamaz.

Yüce Allah, şu ayet-i kerimelerde şöyle buyurmuştur: «Rablerinden kendilerine gelen her muhdes (yeni) ihtarı...» (ei-En-

biyâ, 2.)

"Andolsun ki, biz sizi yarattık. Sonra şekil verdik. Sonra melekle­re 'Adem'e secde edin' dedik." (ei-Ârâf, ıı.)

Bu ayet-i kerimede sözü edilen secde emri, Adem'in yaratılışın­dan sonra Cenâb-ı Allah'tan sadır olmuştur. Allah'ın zatı ile kaim olan kelam mahluk değildir. Bu konu başka bir yerde anlatılacaktır.

Buharî, bu konuda, "Halku Efa'li'1-İbad" adını vermiş olduğu b kitap tasnif etmiştir.

Özetle diyeceğimiz şudur ki, Me'mun'un mektubu Bağdat'a ulaş­tığında halka okundu. Me'mun, yanına gönderilmesi için şu kişilerin adlarını vermişti: Muhammed b. Sa'd (Vakidî'nin katibi), Ebu Müslim el-Müstemlî, Yezid b. Harun, Yahya b. Mam, Ebu Hayseme Zübeyr b. Harb, İsmail b. Ebi Mesud ve Ahmed b. ed-Devrakî. Bağdat valisi bu âlimleri Rakka'ya, Me'mun'un yanma gönderdi. Me'mun da bunları "Kur'ân mahluktur" dedirtmek için imtihan etti. Bu âlimler, onun bu görüşüne icabet ettiler. Ona -istemeyerek de olsa- muvafakat ettikle­rini açıkladılar. Bunun üzerine Me'mun kendilerini Bağdat'a geri gönderdi.

Bu durumun fikıhçılar arasında duyulup yayılması işini ise Bağ­dat valisi İshak üstlendi. Hadis ve fıkıh âlimlerinden, cami imamla­rından ve diğerlerinden bir grubu meclisinde topladı. Sonra, yukarıda adları geçen kişileri huzuruna çağırdı. Toplananan cemaata bu mu-haddislerin, Me'mun'un "Kur'ân mahluktur" görüşüne muvafakat et­tiklerini anlattı. Onlar da adları geçen muhaddislerin cevabına ben­zer cevaplar vererek muvafakatlarını bildirdiler. Böylece insanlar arasında büyük bir fitne meydana geldi. "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râ-ciûn." (Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve bizler O'na dönücüleriz.)

Bundan sonra Me'mun ikinci bir mektubunu daha Bağdat valisi İshak'a gönderdi. Bu mektubunda asılsız ve sonuçsuz bazı deliller ile­ri sürerek Kur'ân'ın mahluk olduğuna dair isdidlalde bulundu. İleri sürdüğü deliller, müteşabih ayetlerdi. Aslında bu deliller kendisinin aleyhine olmuştu. İbn Cerir, bütün bunları anlatmıştır.

Me'mun, bu mektubunda vali İshak'a mektubunu insanlara oku­masını ve onları Kur'ân'ın mahluk olduğu görüşünü kabul etmeye ça­ğırmasını emrediyordu. Vali İshak da aralarında İmam Ahmed b. Hanbel, Kuteybe, Ebu Hayyan ez-Ziyadî, Bişr b. Velid el-Kindî, Ali b. Ebi Mukatil, Sadeveyh el-Vasitî, Ali b. Ca'd, İshak b. Ebi İsrail, İbn Hereş, İbn Aliyye ve el-Ekber, Yahya b. Abdülhamid el-Ömerî, Ebu Nasr et-Temmam, Ebu Muammer el-Katiî, Muhammed b. Hatim b. Meymun, Muhammed b. Nuh el-Cündisaburî el-Madrub, İbn Ferhan, Nadr b. Şümeyl, Ebu Ali b. Asım, Ebu Avvam el-Barid, Ebu Şüca', Abdurrahman b. İshak, Hz. Ömer sülalesinden olan Rakka kadısı gi­bi meşhur şahsiyetlerin bulunduğu bir ulema cemaatini huzuruna davet etti.

Bunlar huzuruna girdiklerinde, İshak onlara Me'mun'un mektu­bunu okudu. Mektup dinlenilip muhtevası anlaşıldıktan sonra vali İshak, Bişr b. Velid'e şöyle bir soru sordu:

- Kur'ân hakkında ne diyorsun?

- O Allah kelamıdır.

- Ben sana bunu sormuyorum, Kur'ân'ın mahluk olup olmadığını

soruyorum.

- Kur'ân halik (yaratıcı) değildir.

- Ben sana bunu da sormuyorum.

- Bundan daha başka bir diyeceğim yoktur. Bütün söyleyecekle­rim bundan ibarettir.

- Sen Allah'tan başka ilah bulunmadığına, O'nun bir ve tek oldu­ğuna, O'ndan önce birşey olmadığına, O'ndan sonra da birşey olmadı­ğına, hiçbir bakımdan yaratıklarından birinin kendisine benzemedi­ğine şahadet ediyor musun?

- Evet!

Bu karşılıklı konuşmadan sonra vali, katibe: "Bunun söyledikleri­ni yaz." dedi. Katip de yazdı.

Sonra vali onları birer birer imtihan etti. Çoğu, Kur'ân'ın mahluk olduğunu söylemeyi kabul etmedi. Onlardan biri Kur'ân'ın mahluk ol­duğunu söylemeyi kabullenmeyince bu defa vali onu Bişr b. Velid el-Kindî'nin, "Yaratıklarından hiçbiri hiçbir bakımdan Allah'a benze­mez." sözünü benimseyip benimsemediğini sorarak imtihan ediyordu. O da, "Bişr'in dediğine muvafakat ediyorum." diyordu.

Sıra İmam Ahmed b. Hanbel'e geldiğinde, vali İshak ona şöyle bir soru sordu:

- Sen Kur'ân'ın mahluk olduğunu söyleyecek misin?

- Kur'ân Allah kelamıdır. Bundan fazla birşey söylemem.

- Bişr b. Velid'in şu kağıtta yazılı sözlerine ne diyorsun?

- Ben derim ki: "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, gö­rendir." (eş-Şûrâ, ıı.) (Mutezile'den biri dedi ki: O şöyle diyor: Allah ku­lakla işitir, gözle görür.)

İshak bu cevabı karşısında İmam Ahmed b. Hanbel'e şöyle bir so­ru sordu:

- İşitendir, görendir demekle neyi kastediyorsun?

-  Ben bununla Cenâb-ı Allah'ın kasdettiğini kastediyorum. O, kendi nefsini nitelediği gibidir. Bundan fazla birşey söyleyecek deği­lim.

Vali İshak, imtihan ettiği âlimlerden her birinin söylediği cevap­ları birer birer kayda geçirip Me'mun'a gönderdi. Huzurda bulunan­lardan bazısı istemiyerek de olsa işi geçiştirmek için Kur'ân'ın mah­luk olduğu fikrini kabul ediyordu. Çünkü Me'mun yönetimi, bu fikri benimsemeyenleri görevlerinden azlediyordu. Beytü'l-maldan maaş alıyorsa, maaşı kesiliyordu. Müftü ise fetva vermekten menediliyor-du. Hadis âlimi ise, hadis okumaktan ve dinlemekten alıkonuyordu. Bu nedenle büyük bir fitne, şiddetli bir mihnet ve büyük bir musibet meydana geldi. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. [25]

 

Fasıl

 

Vali İshak'ın gönderdiği cevaplar kendisine ulaşınca Me'mun ona, bu yaptığı işleri övücü cevabi bir mektup gönderdi. Ayrıca imtihan edilen fertlerden her birinin sözlerine cevaplar yazarak valiye, onları tekrar imtihan etmesini emretti. Kur'ân'ın mahluk olduğunu kabul edenlerin durumlarını halka duyurmasını, kabul etmeyenlerin ise zincire vurulmuş ve muhafaza altına alınmış olarak haklarında uy­gun göreceği cezayı vermesi için kendisine gönderilmesini bildirdi. Me'mun, Kur'ân'ın mahluk olduğunu kabul etmeyen âlimlerin boyun­larını vurmaya niyetlenmişti.

Me'mun'un bu mektubunu alan Bağdat valisi İshak, ikinci bir oturum düzenledi. Önceki kısımda adları geçen ulemayı meclisine ça­ğırdı. Aralarında Bişr b. Velid el-Kindî'nin arkadaşı İbrahim b. Mehdi de vardı. Me'mun, bunların Kur'ân'ın mahluk olduğunu benimseme­meleri halinde hemen öldürülmelerini kesin bir ifade ile emretmişti.

Vali İshak bunları imtihan edince hepsi de, "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna..." (en-Nahi, 106.) mealin­deki ayet-i kerimeyi tevil ederek, Kur'ân'ın mahluk oluşu görüşünü istemeye istemeye kabul ettiler.

Yalnız şu dört kişi Kur'ân'ın mahluk olduğunu kabul etmedi: Ah-med b. Hanbel, Muhammed b. Nuh, Hasan b. Hammad Seccade ve Ubeydullah b. Ömer el-Kavarirî. Vali İshak, halife Me'mun'a gönder­mek üzere bunları zincire vurup nezarethaneye attı. Sonra ikinci gün tekrar bunları huzuruna çağırıp imtihan etti. Seccade, Kur'ân'ın mahluk olduğu görüşünü kabullendi ve serbest bırakıldı. Üçüncü gün yine bunları huzuruna çağırıp imtihan etti. Bu defa da Kavarirî bu görüşü kabullendi. O da serbest bırakıldı. İmam Ahmed b. Hanbel ile Muhammed b. Nuh el-Cündisaburi ise nezarethanede bırakıldılar. Çünkü bunlar Kur'ân'm mahluk oluduğu görüşünü kabullenmemekte ısrar ettiler. Vali İshak da bunların bağlarım pekiştirdi, prangaya vu­rup Tarsus'ta bulunan halife Me'mun'a gönderdi. Ayrıca, halifeye, bunlar hakkında bir mektup yazıp gönderdi. Ahmed b. Hanbel ile Muhammed b. Nuh, karşılıklı oturacak şekilde bir mahfele konulup deveye bindirilerek yola çıkarıldılar.

İmam Ahmed b. Hanbel, kendileri ile Me'mun'u bir araya getir­memesi, kendilerini Me'mun'a göstermemesi, Me'mun'u da kendileri­ne göstermemesi için Aziz ve Celil olan Allah'a dua etmeye başladı.

Bu sırada Me'mun, Bağdat valisine bir mektup göndererek şöyle dedi: «Duyduğuma göre o hadisçi ve kelamcılar, Kur'ân'ın mahluklu-ğu görüşünü, "Gönlü imanla dolu olduğu halde zor altında olan kimse müstesna..." (en-Nahi, 106.) mealindeki ayet-i kerimeyi tevil ederek kabullenmişlerdir. Oysa onlar bu tevillerinde çok büyük hata yapmış­lardır. Sen bunların tümünü bana gönder.»

Vali İshak da bunları yanına çağırarak Tarsus'a gitmelerini em­retti. Hepsi Tarsus yoluna koyuldular. Yolda iken Me'mun'un ölüm haberini aldılar. Bunun üzerine Rakka'ya döndürüldüler. Sonra da Bağdat'a dönmelerine izin verildi. İmam Ahmed b. Hanbel ve Mu­hammed b. Nuh el-Cündisaburî, diğer âlimlerden önce yola koyul­muşlar ve Tarsus'a yaklaşmışlardı. Ama Me'mun'la karşı karşıya gel­memişlerdi. Onlar Tarsus'a girmeden ve Me'mun'la buluşmadan, Cenâb-ı Allah, Me'mun'u öldürdü. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah, kulu ve velisi İmam Ahmed b. Hanbel'in duasına icabet etti. Onları Me'mun'a göstermedi, Me'mun'u da onlara göstermedi. Aksine bunlar Bağdat'a döndürüldüler.

Bunların, Mutasım b. Reşid'in hilafetinin ilk zamanlarında karşı­laştıkları sıkıntıları ve feci durumları ileriki kısımlarda detaylı ola­rak anlatacağız. Bu husustaki tam bilgiyi, İmam Ahmed b. Hanbel'in hicri 241. senede vefat edişini ve biyografisini anlatırken vereceğiz. Yardımına başvurulacak olan zat, yüce Allah'tır. [26]

 

Abdullah El-Me'mun

 

Abdullah el-Me'mun b. Harun er-Reşid el-Abbasi el-Kuraşi el-Ha-şimî Ebu Cafer. Emirü'1-mü'minin idi. Annesi, Meracil el-Bazgisiye adında bir cariye idi.

Hicretin 170. senesinin rebiyülevvel ayında, amcası Hadi'nin ve­fat ettiği gecede doğdu. Amcası Hadi'nin vefatından sonra babası Ha­run Reşid halifeliğe geçti. Amcasının ölümü ve babasının hilafete ge­çişi, önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi bir cuma gecesinde olmuştu.

İbn Asakir dedi ki: Abdullah el-Me'mun; babasından, Haşim b. Bişr'den, a'ma Ebu Muaviye'den, Yusuf b. Kahtabe'den, Abbad b. Av-vam'dan, İsmail b. Aliyye'den ve Haccac b. Muhammed el-A'ver'den hadis rivayet etmiştir. Ebu Hüzeyfe İshak b. Bişr -ki bu ondan daha yaşlı idi-, Yahya b. Ekseni (kadı), Fadl b. Me'mun, Muammer b. Şe-bib, Ebu Yusuf (kadı), Cafer b. Ebi Osman et-Tayalisî, Ahmed b. Ha­ris eş-Şa'bî (ya da Yezidî), Amr b. Mes'ade, Abdullah b. Tahir b. Hüse­yin, Muhammed b. İbrahim es-Sülemî ve Da'bül b. Ali el-Huzaî de kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır.

Abdullah el-Me'mun, defalarca Şam'a gelmiş ve orada bir süre ikamet etmiştir.

İbn Asakir, Ahmed b. İbrahim el-Musilî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Şemmasiye'de at yarışları düzenleniyordu. İnsanlar bu yarışı seyretmeye gelmişti. Halkın kalabalıkhğına bakan Me'mun, Yahya b. Eksem'e: "İnsanların ne kadar kalabalık olduklarını görüyor musun?" diye sordu. Sonra, Enes'ten rivayet ederek Peygamber (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu söyledi:

"Halkın tümü Allah'ın ayalidir, Allah'ın en çok sevdiği kişi, O'nun ayaline en fazla faydalı olandır."

Me'mun, Ebu Bekre'den rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle buyurmuştur:

"Haya imandandır."

Cafer b. Ebi Osman et-Tayalisî'nin rivayetine göre, kendisi arefe gününde Rusafe şehrinde Me'mun'un arkasında ikindi namazını kıl­mış. Selam verdikten sonra cemaat tekbir almaya başlamış, o da şöy­le demişti: «Gürültü etmeyin, gürültü etmeyin, yarın tekbir almak Ebü'l-Kasım (s.a.v.)'in sünnetidir.» Ertesi gün olunca minbere çıkarak tekbir aldı, sonra şöyle dedi: «Hüşeym b. Beşir, Ebu Bürde b. Dinar'­dan rivayet etti ki; Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Bayram namazını kılmadan önce kurbanını kesen kimsenin kes­tiği kurban, kendi ailesine sunduğu bir ettir; ama namazdan sonra kurbanını kesen kimse, sünnetin hükmünü yerine getirmiştir."

Allah en büyüktür. O'na çok hamdler olsun. Sabah akşam O'nu teşbih ederim. Allah'ım beni İslah et, beni doğru yola ilet ve ellerimi de doğru iş yapar hale getir.»

Me'mun, kardeşinin hicri 198. senede öldürülmesinden sonra mu­harrem ayının bitimine beş gün kala halifeliğe geçti. Yirmi sene beş ay müddetle halifelik yaptı. Kendisinde Şiîlik ve Mutezile mezhebi­nin görüşleri vardı, sahih sünneti bilmiyordu.

Hicretin 201. senesinde kendisinden sonraki dönem için Ali er-Rı-za b. Musa el-Kazım b. Cafer es-Sadık b. Muhammed el-Bakır b. Ali Zeynelabidin b. Hüseyin b. Ah b. Ebi Talib'in veliahtlığı için bey'at al­dı. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi üzerindeki siyah elbiseleri çıkarıp yeşil elbiseler giydi. Bağdat'ta ve diğer yerlerdeki Abbasiler bundan çok rahatsız oldular, üzüldüler ve Me'mun'u hal' ederek yeri­ne İbrahim b. Mehdi'yi geçirdiler. Sonra Me'mun onları yendi, tek ba­şına halife oldu ve otoritesini yerleştirdi.

Me'mun, Bişr b. Gıyas el-Merisî'nin de aralarında bulunduğu bir Mutezile cemaatıyla bir araya gelmiş, bunlar onu aldatmışlar, o da kendilerinden bu batıl mezhebin fikirlerini öğrenmiş ve onlara uy­muştu. Bu yüzden Mutezile mezhebi görüşlerine bağlanmıştı. İlmi se­verdi, ama basiretsizdi. Bu nedenle batıl fikirlere bulaştı, bu görüşle­re rağbet etti. Halkı da Mutezile mezhebine davet etti ve bu mezhebe uymaları için onları zorladı. Bu hadise, onun hilafetinin sonlarında ve devletinin yıkılmaya yüz tuttuğu zamanlarda olmuştu.

İbn Ebi'd-Dünya dedi ki: «Me'mun, beyaz tenli, orta boylu, güzel yüzlü bir kimseydi. Kır sakallı, san gözlü, uzun sakallı idi. Sakalı bi­raz inceydi, alnı dardı, yanağında bir ben vardı. Annesi, Meracil adın­da bir cariye idi.»

Hatib Bağdadî, Kasım b. Muhammed b. Abbad'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Halifelerden, Osman b. Affan ile Me'mun'dan başka fCur'ân'ı ezberleyen biri yoktur.» Bu, asla muvafakat edilmeyecek, cidden garip bir sözdür. Çünkü birçok halife Kur'ân'ı ezberlemiştir.

Denilmiştir ki: Me'mun, ramazan ayında otuzüç hatim indirdi. Bir gün hadis okumak üzere oturdu. Yanında Kadı Yahya b. Eksem ile bir cemaat toplandı. Onlara ezberindeki otuz hadisi okudu.

Çeşitli ilimlerden haberdardı. Fıkıh, tıp, şiir, feraiz, kelam, nahiv, mahvin gariplikleri ve garibul-hadis hakkında bilgi sahibiydi. İlm-i nücumdan da anlardı. Gezegenlerin hareketlerinden bahseden "Zic-i Meynıunî" adlı eser ona nisbet edilir. Kendi vatanında, Sincar'a, dere­celerin miktarını tespit etmesini emretti. Sincar'ın yaptığı çalışmala­rın sonucu ile önceki fıkıhçıların çalışmalarının sonuçları arasında farklılık görüldü.

İbn Asakir'in rivayetine göre Me'mun bir gün halk için meclis kurdu. Meclisinde emirler ve âlimler de vardı. Kadının biri gelerek ona şikayette bulundu, kardeşinin öldüğünü ve 600 dinar bıraktığını ama eline sadece bir dinar geçtiğini söyleyince Me'mun hiç beklemek­sizin ona şu cevabı verdi:

- Hakkını almışsın, kardeşin geride iki kız çocuğu, bir anne bir zevce, oniki erkek kardeş ve bir de kız kardeş bırakmıştır. O bir kız kardeş de sensin. Öyle değil mi?

- Evet ey mü'minlerin emiri.

- İki kız çocuğuna terekesinin üçte ikisi (400 dinar), annesine te­rekesinin altıda biri (yüz dinar), zevcesine terekesinin sekizde biri (yetmişbeş dinar) düşer. Geriye yirmibeş dinar kalır ki, erkek kardeş­lerden her birine ikişer dinar, sana da bir dinar düşer.

Orada bulunan âlimler; onun zekiliğine, keskin zekasına ve ha-zırcevaplılığma hayran oldular.

Böyle bir hikaye, Hz. Ali hakkında da rivayet edilmiştir.

Şairlerden biri, Me'mun'un huzuruna girdi. Onun hakkında -ken­disinin çok kıymetli gördüğü- bir beyitlik şiir okudu. Me'mun ona hiç iltifat etmedi. Şair, mecliste daha fazla duramadan eli boş olarak dı­şarı çıktı. Yolda yürürken başka bir şairle karşılaştı. Ona dart yana­rak: «Hayret etmiyor musun? Me'mun'a şu beyti okudum ama, başını kaldırıp bana bakmadı bile.» Karşılaştığı şair ona: «Neymiş senin o beytin?» diye sormuş, Me'mun'un yanından mahrum olarak çıkan şa­ir de şu beyti okumuştu:

«Hidayet imamı Me'mun, din ile meşgul oldu. İnsanlarsa dünya ile meşgul olmaktadırlar.»

Diğer şair ona dedi ki: «Daha ne söyleyeceksin? Sen onu kendi mihrabında oturan aciz bir adama benzetmişsin. Keski Cerir'in Ab-dülaziz b. Mervan hakkında söylediği şu şiiri okusaydm:

«O, dünyadaki nasibini zayi etmez, dünya malı da onu dinden ah--   koymaz.»

Me'mun, bir gün meclisinde oturanlardan birine şöyle dedi: - İki şaire ait iki beyit var ki, hiçbir şiir bunların güzelliğine ula­şamaz. Bunlardan biri Ebu Nüvas'ın şu beytidir:

«Akıllı kişi dünyayı denerse, dünya ona dost kılığında bir düşman olarak görünür.»  ,

Diğeri de Şürayh'ın şu beytidir:

«Melami kişi dünyaya boş verir. O, kendisini kınayanları ıslah et­meye tutkundur.»

Me'mun demiştir ki: «Bir gün, maiyetimle birlikte çarşıda gitmek­te iken kalabalık arasına girdim. Öyle ki, halktan olan insanlarla bir­birimize karıştık. Bir dükkanda bulunan eski püskü elbiseler giyin­miş bir adam, bana acıyan ya da durumumu hayretle karşılayan ba­kışla baktı ve şöyle dedi: «Mağrur olan herkesi görüyorum ki bir sene geçince nefsi ona, gelen senenin selametli olacağı kuruntusunu veri­yor."»

Yahya b. Ekseni dedi ki: Me'mun'un, bir bayram günü halka hut­be irad ederken Allah'a hamd-ü senada bulunup Rasûlullah'a salat-ü selam getirdikten sonra şöyle dediğini işittim:

«Ey Allah'ın kullan! İki diyarın işi büyüdü. Alimlerin cezası yük­seldi. İki fırkanın müddeti uzadı Allah'a yemin ederim ki bu oyun de­ğil, ciddi bir iştir. Yalan değil, gerçek birşeydir. Bu ölümdür, ölümden sonraki diriliştir, hesaptır, yargılamadır, mizandır, sırat köprüsüdür. Sonra ise ceza ya da mükafattır. Kıyamet gününde kurtulan kimse ebedi kurtuluşa erer. O günde çukura yuvarlanan kimse ise hüsrana maruz kalır. Hayrın tümü Cennet'te, şerrin de tümü Cehennem'de-dir!»

İbn Asakir, Nadr b. Şümeylin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Me'mun'un huzuruna girdim. Bana şöyle sordu:

- Ey Nadr, nasıl sabahladın?

- Afiyetle sabahladım, ey mü'minlerin emiri.

- Mürcie ne demek?

- Hükümdarlara muvafakat edenin dinidir. Bunlar dünyalıkları­nı hükümdarlardan elde ederler, ama bu sebeple dinlerini eksiltirler.

- Doğru söyledin. Peki ey Nadr, benim bu sabah ne söylediğimi biliyor musun?

- Ben kimim ki uzaktaki gaipleri bileyim?

- Ben bu sabah şu beyitleri okudum:

«Yarın kendisine bağlı olduğumdan ötürü mazeret beyan etmeye­ceğim dinim şudur:

Peygamberden sonra Ali'yi sevmektir. Ebu Bekir'e ve Ömer'e söv­mem.

Sonra Osman b. Affan, iyi kimselerle birlikte Cennet'tedir. O, öl­dürülen ve sabreden kimseydi. Savunmasızdı.

Bakın ha! Ben Zübeyr'e ve Talha'ya da sövmüyorum. Her ne ka­dar başkası onların hainlik yaptıklarını söylerse de.

Ben Aişe anaya da sövmem.

Ona iftira edenlerden biz uzağız. Böyleleri ile alakamız yoktur.»

Bu şiirde anlatılan mezhep, Şiilerin ikinci mertebesidir ki; buna göre Hz. Ali diğer sahabelerden üstün sayılır.

Selef ulemasından bir cemaat ve Darekutnî şöyle demiştir:

«Hz. Ali (r.a.)'yi, Hz. Osman (r.a.)'dan üstün sayan bir kişi, (Hz. Osman'ı halife olarak seçmek için üç gün ictihad etmiş olmalarından ötürü) Muhacirler ile Ensâr'a hakarette bulunmuş olur.»

Çünkü Muhacirler ve Ensâr, Hz. Ömer'in öldürülmesinden sonra Hz. Osman'ı halife olarak Hz. Ali'ye tercih etmişlerdi.

Şunu da belirtelim ki, Şiilikte onaltı mertebe vardır. "Kitab-ı Be-laği'l-Ekber" ve "Namusu A'zam" adlı eserlerin sahibi böyle demiştir. Namusu A'zam adlı kitapta, küfrün en ileri derecesine varılmaktadır.

Biz, mü'minlerin emiri Ali b. Ebi Talib hazretlerinin şöyle dediği­ni rivayet etmişizdir:

«Beni Ebu Bekir ve Ömer'e tercih edip onlardan üstün sayan bir kişi bana getirilirse ona, iftira etmiş kimselerin haddini uygular ve kırbaçlarım!»

Yine mütevatir bir rivayette anlatıldığına göre Hz. Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur:

«Peygamber (s.a.v.)'den sonra insanların en hayırlısı Ebu Bekir, sonra da Ömer'dir.»

Hal böyle olunca; demek ki Me'mun, bütün sahabelere hatta Ebu Talib oğlu Ali hazretlerine muhalefet etmiştir.

Me'mun, Muhacirler ve Ensâr'ı tahkir edici bu bid'atına başka bir bid'at ve büyük bir musibet daha eklemiştir ki, o da Kur'ân'm mah­luk olduğunu iddia etmesiydi. Ayrıca o, sarhoş edici içkileri içmeye düşkün olup daha başka birçok münkeratı irtikab etmişti. Fakat on­da büyük bir şehamet ve savaş tutkusu ile düşmanları muhasara al­tında tutup çembere alma, Bizanslılara karşı sabırla savaşıp onları çembere alma gibi iyi yönler de vardı. Bizanslı erkekleri öldürür, ka­dınlarını esir alırdı.

Me'mun şöyle derdi: «Ömer b. Abdülaziz ile Abdülmelik'in mabe­yincileri vardı. Ben ise halkla yüzyüzeyim.»

Me'mun, adaleti araştırır, adaletin yerini bulması için çaba sarfe-der ve halkın meseleleri için bizzat hüküm verir, çözüm bulurdu. Bir zaman, zayıf bir kadın ona gelerek, oğlu Abbas'm kendisine haksızlık ettiğini şikayet etti. Halifenin oğlu Abbas da bu sırada yanıbaşmda duruyordu. Hemen mabeyincisine emir vererek oğlu Abbas'm elinden tutturdu ve getirip karşısında, şikayetçi kadının yanında oturttu. Ka­dın ifadesini vererek Abbas'ın kendisine ait bir çiftliğe el koyduğunu söyledi. Kadın ile Abbas bir saat tartıştılar. Kadının sesi Abbas'ın se­sinden daha yüksekti, onun sesini bastırıyordu. Mecliste hazır bulu­nanlardan biri kadını azarladı. Me'mun, o adama: «Sus! Hak bu kadı­nı konuşturuyor, batıl da Abbas'ı susturuyor.» dedi. Sonra da kadının lehinde hüküm verdi. Hakkım teslim etti ve oğlu Abbas'm ona 10.000 dirhem vermesini emretti.

Me'mun, ümeradan birine şöyle bir mektup göndermişti: «Mürüv­vet; senin evinin altın ve gümüşten olması, alacaklının çıplak, kom­şunun büzülmüş, yoksulun aç kalması değildir.»

Adamın biri Me'mun'un huzuruna gelip durdu. Me'mun ona şöyle dedi:

- Vallahi seni öldüreceğim.

- Ey rnü'minlerin emiri, acele karar verme. Merhamet, affın yan­sıdır.

- Yazıklar olsun sana! Ben seni öldürmeye yemin ettim.

- Ey mü'minlerin emiri! Yeminini bozmuş olarak Allah'ın huzu­runa çıkacak olman, katil olarak onun huzuruna çıkmış olmandan daha hayırlı olacaktır.

Adamın bu cevabı üzerine Me'mun onu affetti.

Me'mun şöyle derdi: «Keşke suçlular benim prensibimin affetmek olduğunu bilseler. Böylece korkulan gider, kalplerine sevinç girer.»

Me'mun bir gün bir gemiye bindi. Kaptanın, arkadaşlarına şöyle dediğini işitti: «Şu Me'mun'u görüyor musunuz, gözüme hiç de hoş gö-rünmüyor. Çünkü o, kardeşi Emin'i Öldürdü.» Kaptan, Me'mun'un yakınlarda bulunduğundan habersiz olarak böyle konuşuyordu. Onu duyan Me'mun, gülümsemeye başladı ve arkadaşlarına dönüp şöyle dedi: «Şu adamm gözüne kadri yüce bir adam olarak görünebilmenin çaresi sizce nedir?»                                                                       

Hedbe b. Halid, öğle yemeğim yemek için Me'mun'un yanına gel­di. Yemeği yediler. Sofra kaldırılınca Hedbe, yere düşmüş ekmek kı­rıntılarını bir bir alıp yemeye başladı. Me'mun ona:

- Ey ihtiyar, hâlâ doymadın mı? diye sorunca Hedbe şu cevabı

verdi:

- Evet doydum. Ama Hammad b. Seleme, Enes'ten rivayet etti ki;

Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

«Sofrasının altında kalan şeyleri yiyen kimse, fakirlikten emin

olur.»

Bu cevap üzerine Me'mun, Hedbe'ye 1.000 dinar verilmesini gö­revlilere emretti.

İbn Asakir'in rivayetine göre Me'mun, bir gün Muhammed b. Ab-

bad b. Mühelleb'e şöyle demiş:

- Ey Abdullah'ın babası, sana bir milyon, bir milyon, bir milyon

ve bir dinar verdim.

- Ey mü'minlerin emiri, mevcut olan şeyi esirgemek kulun mabu­da su-i zanda bulunması demektir.

- Doğru söyledin ey Abdullah'ın babası! (Görevlilere dönerek şöy­le dedi:) Şuna bir milyon, bir milyon ve bir milyon daha verin.

Me'mun, Hasan b. Sehl'in kızı Boran'la gerdeğe girmek istediğin­de, halk, Boran'm babasına kıymetli eşyaları hediye olarak sunmaya başladı. Boran'm babasının değer verdiği kimseler arasında bir edip vardı. Bu kişi, Boran'ın babasına iki dağarcık hediye etti. Dağarcık­lardan birinde iyi kaliteden tuz, diğerinde de güzel bir çöğen otu var­dı ve ayrıca şu mektubu yazdı:

«Ben, iyilikseverlerin sayfalarının dürülmesini istemedim. Hayır­hah kimselerin defterinde adımın anılmamasmdan hoşlanmayacağım için bu hediyeleri gönderdim. Birincisi ki, tuzdur; bereketli ve uğurlu birşey olduğu için onu sana sundum. İkincisi de çöğen otudur ki, onu da temizliği ve kokusunun hoşluğu nedeniyle sana sundum.

Sana sunduğum hediyelerim himmetimden daha azdır. Malıma gelince o kadar çoktur ki, himmetim ondan daha azdır. Ey efendim, tuz ve çöğen otu; Emsallerimin sana sunduğu hediyelerin en güzelleridir.»

Boran'm babası Hasan b. Sehl, bu dağacıklan Me'mun'un huzu­runa götürdü. Me'mun bunu yadırgadı. Dağarcıkların boşaltılmasını emretti ve boşaltılan dağarcıklara dinar doldurtup o garip kişiye gön­derdi.

Me'mun'un oğlu Cafer dünyaya geldiğinde, halk gelip kendisini çeşitli sözlerle tebrik ettiler. Şairlerden biri de huzuruna gelerek oğ­lunun doğumu nedeniyle onu şu sözlerle tebrik etti:

«Allah senin ömrünü çok uzatsın,

Öyle ki oğlunun dede olduğunu göresin.

Sonra o da senin bağışta bulunduğun gibi bağışta bulunsun.

Tıpkı seni andırsın ortaya çıktığında;

Boyu poşu sana benzesin.

Şerefiyle ağırlık kazansın ve bağışlarda bulunsun.»

Me'mun bu şaire 10.000 dirhem verilmesini emretti.

Me'raun, Şam'da iken parasız kaldığı zaman durumunu kardeşi Mutasım'a bildirmişti. Horasan hazinelerinden ona 30.000.000 dir­hem geldi. Çıkıp bunlara baktı. Develer ve yükler süslenmişti. Bera­berinde Kadı Yahya b. Eksem de bulunmaktaydı. Şehre girerken şöy­le dedi: «Halkın gözü önünde bütün bu mallara el koymamız, kimseye birşey vermememiz mürüvvet değildir.» Böyle dedikten sonra kendi­sine gelen bu paraların 24.000.000'unu halka dağıttı. Kendisi atından inmemiş, ayağı hâlâ üzengide idi.

Onun güzel şiirlerinen biri şudur:

«Dilim sizin sırlarınızı saklar, kimseye birşey söylemez. Gözyaşlarını ise ihbarcılık yapar, sırrımı ifşa eder. Eğer gözyaşlarını olmasaydı, aşkımı gizlerdim. Eğer aşk olmasaydı gözlerim yaşarmazdı.»

Me'mun bir gece, kendisine bir cariyeyi getirmesi için hizmetçisi­ni gönderdi. Cariyenin yanma giden hizmetçi çok gecikti. Cariye gel­mek istemiyordu. Nihayet Me'mun'un kendisi cariyenin yanma gide­rek şu şiiri okumaya başladı:

«Ben Özlem duyarak sana haber gönderdim. Sen bir bakış kazan­dın. Beni gafil bıraktın, ben de sana kötü zanda bulundum. Uzakta olduğun halde aşıkına fısıldadın.

Ah keşke bilseydim, sana yakın olmanın fayda vermeyeceğini. Onun yüzünün güzelliklerine bir bakış fırlattın. Nağmesini dinleterek kulaklarını faydalandırdın. Gözlerinde onun izini apaçık olarak görüyorum, Gözlerim onun gözlerinden güzellik çalmıştır.»

Me'mun, Şiîlik ve Mutezililik bid'atmı ortaya koyduğunda Bişr el-Merisî buna çok sevindi. Sözünü ettiğimiz bu Bişr, Me'mun'un hoca­sıydı. Bunun üzerine Bişr şu şiiri okumaya başlamıştı:

«Me'mun'umuz ve efendimiz öyle bir söz söyledi ki, sözü kitaplar­da tasdik edilmiştir:

Hasan'm babası AH, hidayet peygemberinden sonra Ebu Bekir'­den daha üstündür.

Amellerimizin yaratıcısı biziz. Kur'ân da mahluktur.»

Ehl-i Sünnet şairlerinden biri, Bişr'e şu cevabi şiirini okudu:

«Ey insanlar! "Allah'ın kelamı mahluktur" diyenin sözü ve ameli

yoktur.

Ebu Bekir, Ömer ve Peygamber böyle birşey söylememişlerdir.

Sıddik böyle bir şeyden bahsetmemiştir.

Bunu, ancak Rasülullah'a karşı bid'at uyduran kimseler söyler. Böyleleri de Allah katında zındıktır.

Bişr, böyle söylemekle Müslümanların dinini yok etmek istedi.

Kendilerinin dini vallahi boştur ve batıldır.

Ey millet, halifenizin aklı zincire vuruldu. O, bukağılara vurulup

bağlanmıştır.»

Bişr, Me'mun'dan bu şiirin sahibini yakalatıp cezalandırmasını istedi. Me'mun ona: «Yazıklar olsun sana! Eğer bu bir fakih olsaydı cezalandırırdım. Ama bu bir şairdir, ben buna karışmam.» dedi.

Me'mun, son seferi olan Tarsus gazasına gideceği zaman, çok sev­diği ve ahir ömründe satın aldığı bir cariyesini yanma çağırdı. Onu tutup bağrına bastı. Cariye ise ağlayıp: «Ey mü'minlerin emiri, bu se­ferinle beni kahrettin ve öldürdün.» dedi. Sonra şu şiiri okudu:

«Ey Rabbim! Sana, dara düşmüş kimsenin duasryîa dua ediyo-

rum.

Ey Rabbim! Sen dualara icabet eden ve karşılık verensin. Ey Efendim! Umarım ki Allah, savaşmana gerek bırakmaz ve bizi gönüllerin a~zu ettiği gibi bir araya getirir.»

Bundan sonra Me'mun onu tekrar bağrına basıp şu şiiri okudu:

«Şu güzelliğe bakın hele. Gözyaşları, gözündeki sürmeleri yıkıyor. O kadar çok ağlıyor ki, gözyaşları parmak ucundan akıyor. Sabahleyin beni kınarken söylediği sözlerle beni öldürdü.

Ey cariye, sen şurada söylediğin sözlerle beni öldürmeye adeta çabaladın.»

Bu şiiri okuduktan sonra Me'mun, hadim Mesrur'a emir vererek cariyeye iyi davranmasını ve dönüşüne kadar muhafaza etmesini is­tedi. Sonra da şöyle dedi:

- Biz, şair Ahtal'm şu şiirinde anlattığı durumdayız:

«Biz öyle bir milletiz ki, savaştıklarında kadınlara karşı uçkurla­rını sıkı bağlarlar, onlarla ilgilenmezler.»

Bundan sonra Me'mun, cariyesiyle vedalâşıp yola koyuldu. Yoklu­ğunda cariyesi hastalandı. Kendisi de bu seferde vefat etti. Cariyeye Ölüm haberi geldiğinde can çekişti ve şu şiiri okudu;

«Zaman bize tatlılıktan sonra acılık şerbetini içirdi, hemde kase­lerle. Bizi kandırdı.

Bazen bize güzel günler gösterdi ve bizi güldürdü;

Sonra bizden yüz çevirdi ve bizi ağlattı.

Biz Allah'a dönücüleriz. O hep bizim hakkımızda hüküm verir ve takdirde bulunur. Dünyamızı renklenirir.

Öyle bir dünya ki, tasarruflarında ne hep sefa verir ne de hep ke­der verir. Bazan sefa, bazan da keder gösterir.                                  

Biz bu dünyada sanki yaşarken ne ölüyüz ne de diriyiz.»

Me'mun, hicretin 218. senesinin recep ayının bitimine onüç gece kala perşembe günü öğle (ya da ikindi) vaktinde Tarsus'ta vefat etti. Vefatı sırasında kırksekiz yaşındaydı. Yirmi sene birkaç ay süre hali­felik yaptı. Cenaze namazını kardeşi ve kendisinden sonraki veliahd Mutasına kıldırdı. Tarsus'ta Hadi b. Hakan'ın evine defnedildi. Bir ri­vayette anlatıldığına göre bu senenin çarşamba, başka bir rivayete göre ise salı günü vefat etmiştir. Yine bir rivayette anlatıldığına göre, Tarsus'un dört konak uzağında iken vefat etmiş, cenazesi Tarsus'a götürülüp defnedilmiştir. Başka bir rivayete göre ise Adana'ya nakle­dilerek ramazan ayında oraya defnedilmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Şair Ebu Said el-Mahzumî şöyle demişti:

«Yıldızların Me'mun'a ya da onun bit taramış mülküne fayd diğini gördün mü?

lar.»

Babasını Tus'ta bıraktıkları gibi onu da Tarsus a ver arsasında bıraktı.

Me'mun, kardeşi Mutasım'a vasiyette bulunmuştu. Bu vasiyetini jyhıtasım'ın ve oğlu Abbas'ın ayrıca orada hazır bulunan kadı, emir, vezir ve katiplerin huzurunda yapmıştı.

Vasiyetinde, Kur'ân'm mahluk olduğunu söylüyor ve bundan tev-be etmiyordu. Hatta bu fikre sahip olarak öldü ve ameli kesildi. O bu fikrinden vazgeçmedi ve tevbe etmedi. Öldükten sonra cenaze nama­zını kıldıracak kişinin cenazesi üzerine tekbir almasını vasiyet etmiş­ti. Mutasım'a da; Allah'tan korkmasını, halka merhametli muamele etmesini, kendisinin de Kur'ân'm mahlukluğu inancına bağlanmasını ve halkı bu inanca bağlanmaya davet etmesini vasiyet etmişti. Abdul­lah b. Tahir, Ahmed b. İbrahim ve Ahmed b. Ebi Davud'a iyi davran­masını, idarede bunlara danışmasını, fikirlerine başvurmasını, onlar­dan asla ayrılmamasını da vasiyet etmişti. Yahya b. Eksem'le arka­daşlık etmemesini, ondan uzak durmasını vasiyet ederek onu yermiş ve şöyle demişti: «O bana ihanet etti. Halkı benden nefret ettirdi. Ben ondan razı değilim. Onunla ilişkilerimi kopardım.» Vasiyetinin so­nunda, Alevüere iyi davranmasını, onların iyilik yapanlarının iyilik­lerin kabul etmesini, kötülük yapanlarını bağışlamasını, her sene on­lara maaş vermesini de vasiyet etmişti.

İbn Cerir, Me'mun'un oldukça uzun bir biyografisini nakletmiştir. Bu biyografide İbn Asakir'in -nakilleri çok olmasına rağmen- duyma­dığı birçok şeyleri de anlatmıştır. Her bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır. [27]

 

Mutasım Billah'ın Halifeliği

 

Mutasım Billah, Ebu İshak b. Harun er-Reşid.

Hicri 218. senenin receb ayının 12'sinde perşembe günü Tarsus'ta kardeşi Me'mun'un vefat ettiği gün kendisinin halifeliğine bey'at edil­di. Me'mun Tarsus'ta hastalanıp ölünce, cenaze namazını Mutasım Billah kıldırdı. Komutanlardan bazıları Me'mun'un oğlu Abbas'ın ha­life seçilmesi için girişimde bulundular. Ancak Abbas onlara karşı çı­karak: «Bu ne soğuk muhalefettir! Ben amcam Mutasım'a bey'at et­tim.» dedi. Bunun üzerine insanlar sakinleştiler, fitne alevleri söndü. Posta, Mutasım'a bey'at edildiği haberini ve Me'mun'un başsağlığı ile ilgili bildiriyi ülkenin her tarafına ulaştırdı.

Mutasım, Me'mun'un Tuvana şehrinde yaptırdığı binaların yıkıl­masını ve oraya taşıttığı silahların tekrar Müslümanların kalelerine aktarılmasını emretti. İşçilerin kendi beldelerine dönmesine izin ver­di. Sonra kendisi Me'mun'un oğlu Abbasi da yanma alarak ordusuyla Bağdat'a yöneldi. Ramazan başında cumartesi günü büyük bir ihti­şam ve debdebe ile Bağdat'a girdi.

Bu senede Hemedan, İsfahan, Masebezan ve Menrecan halkından büyük bir kalabalık grup, Hürremilik dinine girdi. Bunların etrafında çok kalabalıklar oluştu. Mutasını, bunların üzerine birçok askeri bir­likler şevketti ki, bu birliklerin sonuncusu İshak b. İbrahim b. Mus'ab komutasındaki büyük bir askeri birlikti.

Bunun üzerine Mutasım, İshak b. İbrahim'i Cebel mıntıkasına vali tayin etti. O da bu senenin zilkade ayında yola koyuldu. Görev­lendirildiği yere gidince fetih gerçekleşti. İshak b. İbrahim bir mek­tupla, terviye gününde (zilhicce ayının sekizinci gününde) fethin ger­çekleştirildiğini, Hürremilerin mağlub edildiklerini, onlardan çok sa­yıda adamın öldürüldüğünü, kalanların ise Bizans'a kaçtıklarını Mu­tasım'a bildirdi.

İbrahim b. İshak vasıtasıyla, İmam Ahmed b. Hanbel'e işkence edilmiş, o büyük zat bunun huzurunda dövülmüş ve çeşitli eziyetlere maruz bırakılmıştı. Nitekim hicretin 241. senesi olaylarından bahse­dilirken İmam Ahmed b. Hanbel'in biyografisi anlatılacak ve bu hu­sus orada teferruatlı olarak açıklanacaktır. [28]

 

Hicretin Îkiyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Bişr El-Merisî

 

Bişr b. Gıyas b. Ebi Kerime Ebu Abdurrahman el-Merisî. Kelam-cıdır. Mutezile'nin şeyhidir. Me'mun'u sapıklığa sürükleyenlerdendir. Bu adam önceleri biraz fıkıh okudu. Kadı Ebu Yusuf tan ders aldı. Ondan, Hammad b. Seleme'den, Süfyan b. Uyeyne'den ve diğerlerin­den hadis rivayet etti. Ama daha sonra kelam ilmine saplandı. İmam Şafiî, kendisini kelam öğrenmekten, öğretmekten menetmiş, ama o buna kulak vermemişti. İmam Şafiî, kelam ilmiyle ilgili olarak şöyle demiştir: «Kulun şirk koşma dışındaki bütün günahlarla Allah'ın hu­zuruna çıkması, bence kelam ilmi ile birlikte Allah'ın huzuruna çık­masından daha hoştur!»

Bişr, Bağdat'a geldiğinde İmam Şafiî ile görüşmüştü.

İbn Hallikan dedi ki: «Bişr, Kur'ân'ın mahluk olduğuna dair sözü­nü yenilemiş, kendisinden çok çirkin sözler nakledilmiştir.»

Bişr, Mürcie mezhebindendi. Mürcie'nin Merisîye kolu kendisine nisbet edilir. O şöyle derdi: «Güneşe ve Ay'a secde etmek Jküfür değil­dir. Ancak küfür alametindendir.»

Bişr, İmam Şafiî ile münazara ederdi. Nahvi iyi bilmezdi. Çok fa­hiş hatalar yapardı. Babasının Kûfe'de Yahudi bir boyacı olduğu söy­lenir. Kendisi Bağdat'ın Derbü Merisi mıntıkasında ikamet ederdi.

Merisi, yağ ve hurmayla yapılan bir yufka ekmektir.

Başka bir rivayete göre ise Meris, kışın çok soğuk rüzgarların es­tiği Nobe beldesinin bir nahiyesidir.

Bu senede vefat etmiş olan meşhur şahsiyetler arasında Abdullah b. Yusuf eş-Şeybî, Ebu Meşher Abdüla'lâ b. Meşher el-Gassani ed-Dımışkî ve Yahya b. Abdullah el-Babiletî de bulunmaktadır. [29]

 

Ebu Muhammed Abdülmelik.B. Hişam

 

Ebu Muhammed Abdülmelik b. Hişam b. Eyyub el-Maafirî. Ziyad b. Abdullah el-Bekkaî tariki ile İbn İshak'tan siret rivayet etmiştir. İbn İshak, "es-Sîret" adlı eserin yazarı idi. Ancak bu eser, Ebu Mu­hammed Abdülmelik b. Hişam'a nisbet edilerek İbn Hişam Sireti diye bilinmiştir. Çünkü kendisi bu eseri tehzib etmiş, ilaveler yapmış ve gereksiz bazı yerleri eserden çıkarmıştır. Bazı yerleri düzeltmiş ve hataları telafi etmiştir.

Kendisi lügatte ve nahivde büyük âlimdi. Mısır'da ikamet ederdi. Mısır'a geldiğinde İmam Şafiî ile görüşmüştü. Karşılıklı olarak Arap şiirleri okumuşlardı. Bu senenin rebiyülahır ayının 13'ünde Mısır'da vefat etti. "Tarihu Mısır" adlı eserinde İbn Yunus, böyle demiştir. Sü-heylî'nin iddiasına göre ise o, hicretin 213. senesinde vefat etmiştir. Nitekim bu husus Önceki sayfalarda da anlatılmıştı. Doğrusunu Allah bilir. [30]

 

Hicretin İkiyüzondokuzuncu Senesi

 

Bu senede Muhammed b. Kasım b^ Ömer b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib, Horasan'a bağlı Talikan kasabasında ortaya çıktı ve in­sanları Muhammed ailesinden Rıza'nm halifeliğine davet etti. Etrafı­na çok sayıda adam topladı. Abdullah b. Tahir'in komutanlarından . birkaçı defalarca onunla savaştılar. Nihayet onu mağlup ettiler ve Muhammed b. Kasım kaçtı. Sonra yakalanıp Abdullah b. Tahire gö­türüldü. Abdullah, onu Mutasım'a gönderdi. Bu senenin rebiyüiahir ayınm ortasında Mutasım'ın huzuruna çıkartıldı, Mutasım, onun 3x2 zira' ebadında dar bir yere hapsedilmesini emretti. O daracık yerde üç gün kaldıktan sonra daha geniş bir mekana nakledildi. Kendisine erzak ve hizmetçi verildi. Ramazan bayramı gecesine kadar orada mahpus kaldı. Bu gece insanlar bayram hazırlığıyla meşgul iken, ışık penceresinden kendisine bir ip sarkıtılarak çıkarılıp götürüldü Nere­ye gittiği bilinmemektedir.

Bu senenin cemaziyelevvel ayının ll'inde pazar günü İ^u^i- L İb­rahim, Hürremilerle yaptığı savaştan dönerek beraberindek ki «,birlikte Bağdat'a geldi. O, bu savaşta Hürremilerden 100.000 savaşçı­yı öldürmüştü.

Mutasım bu senede Uceyfi, Basra'da çok fesat çıkaran Zutlarla savaşması için büyük bir orduyla harekete geçirdi. Zutlar, Basra'da yol kesiyor ve halkın ürünlerini yağmalıyorlardı. Uceyf, bunlarla do-' kuz ay süreyle savaştı ve mağlup etti. Onların serlerine engel oldu Köklerini kazıdı.

Zutların işlerini Muhamnıed b. Osman adında bir adam, Semlak adlı yardımcısı ile birlikte yürütmekteydi. Semlak, Zutların şeytanı ve dahisi idi. Cenâb-ı Allah, Müslümanları, ondan ve onun şerrinden kurtardı.

Bu senede İmam Ahmed b. Hanbel'in üstadı Süleyman b. Davud el-Haşimî, "Müsned" adlı eserin sahibi ve İmam Şafiî'nin talebesi Ab­dullah b. Zübeyr el-Humeydî, Ali b. Ayyaş, Buharî'nin üstadı Ebu Nuaym Fadl b. Dükeyn ve Ebu Bihar el-Hindî gibi meşhur şahsiyet­ler vefat ettiler. [31]

 

Hicretin İkiyüzyirminci Senesi

 

Bu senenin aşura gününde Uceyf, gemilerle Bağdat'a girdi. Bera­berinde 27.000 Zutlu vardı. Bunlar eman alarak halifenin yanma gel­mişlerdi. Önceleri Bağdat'ın doğu yakasına yerleştiler. Sonra Ayn-ı Runıe'ye sürgün edildiler. Bizanslılar bunlara hücum ettiler. Baştan sona hepsini ezdiler. Bunlardan bir kişi dahi kurtlamadı. Bu, onların Bağdat'ı son görmeleri idi.

Bu senede Mutasını, asıl adı Haydar b. Kavuş olan Afşin Bey'i, Babek el-Hürremî adlı lanetli ile savaşmak üzere büyük bir ordu ile harekete geçirdi. Babek'in içi gerçekten büyümüş, gücü artmış, Azer­baycan ve çevresinde tabileri etrafa yayılmıştı. O, ilk olarak hicretin 201. senesinde ortaya çıkmıştı. Büyük bir zındık ve mel'un bir şey­tandı.

Afşin yola koyuldu. Gözetleme, kaleleri onarma ve takviye kuv­vetlerini yedekte tutma konularında usta bir savaşçı idi. Mutasını, Büyük Boğa ile ona ve beraberindeki askerleriyle tabilerine bol mik­tarda nafaka ve harçlık gönderdi. Afşin ile Babek karşı karşıya geldi­ler. Aralarında şiddetli savaşlar cereyan etti. Afşin, Babek'in etrafın­daki zındıklardan 100.000'den fazlasını öldürdü. Babek kendi şehrine kaçtı. Aşağılanmış ve mağlup olmuş bir halde burada gizlendi. İlk olarak bu savaşta Babek'in gücü kırılmıştı. Babek ile Afşin arasında, anlatımı burada uzun sürecek savaşlar olmuştu. İbn Cerir, bu savaş­ları teferuatı ile anlatmıştır.

Mutasım, bu senede Bağdat'tan dışarı çıktı. Katol'a gidip orada

ikamet etti.

Bu senede Mutasım, büyük bir itibara sahip olmasına rağmen, Fadl b. Mervan'a gazaplandı. Onu vezirlikten azledip hapse attı. Mal­larım elinden aldı. Yerine Muhammed b. Abdülmelik b. Zeyyad'ı ta­yin etti.

Bu senede geçen senenin hac emiri Salih b. Ali b. Muhammed in­sanlara haccettirdi.

Bu senede Adem b. Ebi İyas, Abdullah b. Reca, Affan b. Mesleme, *neşhur kurralardan Kalun ve Ebu Hüzeyfe el-Hindî gibi tanınmış Şahsiyetler vefat ettiler. [32]

 

Hicretin İkîyüzyirmibirinci Senesi

 

Bu senede Büyük Boğa ile Babek arasında korkunç bir savaş ce­reyan etti. Babek, Büyük Boğa'yı bozguna uğrattı. Adamlarından bir kısmını öldürdü. Sonra Afşin ile Babek savaştılar. Afşin onu mağlup etti. Uzun süren muharebelerden sonra Babek'in adamlarından bir kısmım öldürdü. Bu savaşları, İbn Cerir tüm teferruatıyla anlatmış­tır.

Bu senede Mekke valisi Muhammed b. Davud b. İsa b. Musa el-Abbasî insanlara haccettirdi.

Bu senede Asım b. Ali, Abdullah b. Müslim el-Ka'nebî, Abdan ve Hişam b. Ubeydullah er-Razî gibi meşhur şahsiyetler vefat ettiler. [33]

 

Hicretin İkiyüzyirmiikincî Senesi

 

Bu senede Mutasım, Babek'le yaptığı savaşta Afşin'e takviye ol­sun diye büyük bir askeri birliği hazırladı ve ona askerlerine sarfet-sin diye- 30.000.000 dirhem para gönderdi. Afşin'le Babek savaşa tu­tuştular. Afşin, Babek'in şehri Bezz'i fethetti ve oradaki herşeyi yağ­maladı. Bu hadise, bu senenin ramazan ayının bitimine on gün kala, cuma günü vuku buldu. Şehrin fethedilmesi; kuşatmadan, korkunç muharebelerden, şiddetli çatışmalardan ve büyük çabalardan sonra gerçekleşmişti ki, İbn Cerir bunu tüm teferruatlarıyla anlatmıştır. Özetle diyecek olursak Afşin, Bezz şehrini fethetti. Oradaki bütün malları ganimet edindi. [34]

 

Babek'in Yakalanması

 

Müslümanlar onun Bezz adıyla bilinen şehrini ele geçirdiklerinde -ki burası onun başkenti ve kuvvetlerinin bulunduğu yer idi- berabe­rindeki aile efradı, oğlu, annesi ve karısı ile kaçtı. Etrafında çok az kimse kalmıştı. Yiyecekleri tükenmişti. Yolda giderlerken bir çiftçiyi gördüler. Kölesini çiftçiye gönderdi ve ona birkaç altın verdi. «Şu ada­ma git ve yanındaki ekmeği satın al.» dedi. Öte yandan çiftçinin orta­ğı uzak bir yerden onları seyrediyordu. Kölenin çiftçiden ekmeği aldı­ğını görünce, gasbettiğini sanarak halifenin naibi Sehl b. Sinbaz'm bulunduğu kaleye gitti. Sehl b. Sinbaz'a gidip o kölenin haddini bil­dirmesi için durumu anlattı. Sehl, bizzat bineğine binerek olay yerine geldi. Köleyi yakaladı ve ona şöyle sordu:

- Sen necisin, durumun nedir?

- Birşey yok. Sadece şu çiftçiye birkaç dinar verdim ve kendisin" den ekmek satın aldım.

- Sen kimsin?

Köle, durumu gizlemeye çalıştı. Sehl ısrar edince şu cevabı verdi:

- Ben, Babek'in kölelerindenim.

- Babek nerede?

- İşte şu ileride oturmuş, yemek yiyiyor.

Sehl b. Sinbaz, Babek'in yanına yaklaştı. Onu görünce bineğin­den indi ve gidip Babek'in elini Öperek şöyle dedi:

- Efendim, nereye gitmek istiyorsun?

- Bizans'a gitmek istiyorum.

- Benim kalemden daha muhafazalı bir yer bulamazsın. Ben de kölen olur, senin hizmetinde bulunurum.

Böyle diyerek Babek'i aldattı ve onu alıp beraberinde kaleye gö-   -türdü. Yanında misafir etti. Ona çok masraflarda bulundu ve bol miktarda armağanlar sundu. Öte yandan Afşin'e bir mektup yazarak Babek'in yanında bulunduğunu söyledi. Afşin de Babek'i yakalamala­rı için oraya iki komutan gönderdi. Bunlar, kaleye yakın bir yere ge­lip konakladılar ve Sehl b. Sihbaz'a mektup yazarak yerlerim bildir­diler. O da kendilerine; «Bizden size bir haber gelince kadar bulundu­ğunuz yerden ayrılmayın.» diye bildirdi. Sonra Babek'e: «Mutlaka şu kalenin içinde sıkümışsmdır. Ben bugün ava gitmeye karar verdim. Yanımızda şahinler ve köpekler var. Eğer ferahlamak ve sıkıntını gi­dermek istiyorsan bizimle gel.» dedi. Babek de "Olur" deyince, hep birlikte ava çıktılar. Sehl b. Sinbaz, Afşin'in komutanlarına haber göndererek, «Falan vakitte falan yerde olun.» dedi.

Bunlar belirtilen yere vardıklarında Afşin'in komutanları bera­berlerindeki askerlerle oraya hücum ettiler, Babek'i çembere aldılar. Sehl b. Sinbaz da kaçtı. Komutanlar Babek'i görünce: «Bineğinden in!» dediler. Babek: «Siz kimsiniz?» diye sorunca onlar, Afşin'in yanın­dan geldiklerini söylediler. O zaman Babek bineğinden indi. Üzerinde beyaz bir zırh, kısa bir bot ve elinde de bir şahin vardı. Sehl b. Sin­baz'a bakıp şöyle dedi: «Allah seni kahretsin! Benden para isteseydin, sana bunların verdiklerinden daha fazlasını verirdim.» Komutanlar onu bineğe bindirip beraberlerinde Afşin'e götürdüler.

Afşin'in karargahına yaklaştıklarında, Afşin dışarı çıktı ve etra­fındaki insanlara iki saf halinde dizilmelerim emretti. Babek'e de bi­neğinden inip yaya olarak insanların arasına katılmasını emretti. O da bu emri yerine getirdi. O gün, gerçekten görülmeye değer bir gün­dü. Bu hadise, bu senenin şevval ayında vuku buldu. Sonra Afşin onu muhafaza altına alıp yanında hapsetti.

Bundan sonra Afşin, durumu bir mektupla Mutasım1 a bildirdi. O da Babek'in ve onunla birlikte yakalanan kardeşi Abdullah'ın kendi­sine gönderilmelerini emretti. Afşin, bu senenin sonuna doğru bunlarla birlikte Bağdat yoluna koyuldu. Bağdat'a ulaşamadan bu yıl so­na erdi.

Bu sene de önceki senenin hac enıiri insanlara haccettirdi.

Bu senede Ebü'l-Yeman Hakem b. Nafi, Ömer b. Hafs b. Ayyaş Müslim b. İbrahim ve Yahya b. Salih el-Vahatî gibi meşhur şahsiyet­ler vefat ettiler. [35]

 

Hicretin Îkiyüzyirmiüçüncü Senesi

 

Bu senenin safer ayının 3'ünde, perşembe günü Afşin, beraberin­de Babek bulunmak üzere Samarra'daki Mutasım'm yanına gitti. Af­şin'in beraberinde ayrıca Babek'in kardeşi de vardı. Mutasım, oğlu Harun el-Vasık'a, Afşin'i karşılamasını emretmişti. Onun haberleri her gün Mutasım'a geliyordu. Mutasım, Babek olayıyla dikkatle ilgi­leniyordu. Babek'in kendisine ulaşmasından iki gün önce Mutasını, ulağına emir vererek yola koyulmuş ve tanımadığı halde Babek'i gör­müştü. Ona bakmış sonra geri dönmüştü. Babek yanma geldiği gün­de Mutasını hazırlandı. İnsanları iki saf halinde sıraya dizdi. Ve in­sanlar onu iyice tanısınlar diye Babek'in bir file bindirilmesini emret­ti. Babek'in üzerinde ipek bir kaftan ve samur kürkünden yapılmış bir takke vardı. Fili hazırlamışlar, üzerindeki eşyaları boyamışlar ve ona çok değerli eşyalar ve ipek giysiler giydirmişler di. Şairin biri bu konuda şöyle bir şiir söylemişti:

«Fil adeti üzere boyandı. Horasan şeytanını taşıyor.

Filin azalarının boyanması ancak çok büyük durumlarda olur.»

Babek, huzura getirildiğinde Mutasım onun ellerinin ve ayakları­nın kesilmesini, başının koparılmasını, karnının yarılmasını emretti. Sonra da kesik başını Horasan'a gönderdi. Gövdesi de Samarra'da bir ağaca asıldı. Babek öldürüldüğü gecede, yani bu senenin rebiyülahir ayının 13'ünde perşembe gecesi içki içmişti.

Bu mel'un, ortaya çıktığından öldürüldüğü güne kadar yirmi se­nelik süre zarfında hep Müslümanları öldürmüştü. İbn Cerir'in ifade­sine göre öldürdüğü Müslümanların sayısı 255.500 kişiyi bulmuştu. Ayrıca Babek, sayılamayacak kadar çok insanı esir almıştı. Afşin, onun esir aldığı insanlardan 7.600 kişiyi kurtarmış; çocuklarından 17 tanesini, karılarından, gelinlerinden ve hısımlarından da 23 kadını esir almıştı. Babek'in annesi, şekli cidden çirkin ve hakir bir cariye idi. Ama kader onu bu mertebelere çıkardı. Birçok insan ve halk ta­basından da büyük bir topluluk onun sebebiyle fitneye maruz kaldık­tan sonra, Cenâb-ı Allah, Müslümanları onun şerrinden kurtardı.

Mutasını, Babek'i öldürdükten sonra Afşin'e taç giydirdi ve ona mücevherlerle işlenmiş iki kemer taktı. Ayrıca ona 20.000.000 dir­hem verip Sind valiliğine tayin etti.

Mutasını, şairlere de; Afşin'in yanına gitmelerini ve Müslüman­lar için yaptığı yararlılıklardan ötürü onu övmelerini emretti. Ba­bek'in Bezz adındaki şehrini yıkıp harabeye döndürmesinden ve düm­düz hale getirmesinden ötürü onu methetmelerini istedi. Şairler, bu hususta çök güzel şiirler inşad ettiler. Afşin'i şiirleriyle öven şairler­den biri de Ebu Temmam et-Taî idi. Ebu Temmam, tamamı İbn Cerir tarafından nakledilen kasidesinde Afşin'i şöyle övmüştü:

«Bezz şehrinin celladı mağlup oldu, şimdi o defnedilmiş tir.

Bezz şehrinde sadece canavarlar ve vahşi hayvanlar kalmaktadır.

Bu kılıç, savaşta bu sebatı gösterdikçe bu din yükseldi.

O daha Önce efendiliğin bakiresiydi, kılıçla bekaretini giderdi Af­şin denen doğunun yiğit adamı.

Orayı tekrar eski haline döndürdü. Şimdi orada tilkiler vardır.

Oysa dün orası bir aslanın iniydi.

Halkının kafataslarından duvarlar ve binalar meydana geldi. Da­ha önce oranın emirliği ve Önemli işleri vardı.

Orası çöle döndürülmeden önce kalbe can veren bir kan gibiydi.

Ama şimdi orada darlık ve sıkıntı meydana geldi; daha önce orası bir tatlı su pınarı gibiydi.»

Hicretin 223. senesinde Bizans imparatoru Toftl b. Mihail, Malat­ya ve çevresindeki Müslümanlara saldırdı. Birçok Müslümanı öldür­dü, sayılamayacak kadar çok Müslümanı esir aldı. Bunlar arasında 1.000 Müslüman kadın da vardı. Esir aldığı Müslümanlara işkence yaptı. Kulaklarını ve burunlarını kesti, gözlerine mil çekti. Allah onu kahretsin. Bunun sebebi de şuydu: Babek, Bezz şehrinde kuşatma al­tına alınıp etrafında askerler yığıldığında, Bizans imparatoruna şu mealde bir mektup yazıp gönderdi:

«Arapların hükümdarı, askerlerinin tümünü üzerime sevketmiş-tir. Ülkesinin sınırlarında muhafızları kalmamıştır. Eğer ganimet el­de etmek istiyorsan çevrendeki beldelere çabucak saldır ve oraları ele geçir. Çünkü bu saldırı esnasında sana karşı koyacak birini bulama­yacaksın.»

Bunun üzerine Tofil, 100.000 askerle harekete geçti. Dağlara çı­kan Hürremiler de ona katıldılar. İshak b. İbrahim b. Mus'ab, bunlar­la savaştı, ama güç yetiremedi. Çünkü onlar, dağlarda kendilerini ko­ruma altına almışlar, gerekli istihkamları kurmuşlardı. Bizans impa­ratoru gelince Hürremiler Müslümanlara karşı onlarla birlik oldular.

Malatya'ya vardılar. Oradaki Müslümanların çoğunu öldürüp kadın­larını esir aldılar.

Halife Mutasını, bunu duyunca çok üzüldü, sarayda feryad ve fi­gan etmeye başladı. Sonra hemen harekete geçti. Orduların hazırla­nıp gazaya sevkedilmesini emretti. Kadıyı ve şahitleri huzuruna çağı­rarak sahip olduğu bütün malların üçte birini sadaka olarak bıraktı­ğını, üçte birini oğluna verdiğini, üçte birini de kölelerine bıraktığını söyledi. Bağdat'tan yola çıktı. Bu senenin cemaziyelevvel ayının iki­sinde, pazartesi günü Dicle'nin batısında ordugah kurdu. Zibatra hal­kına yardım için de Uceyf i, birkaç komutanı ve bunların maiyetinde büyük bir askeri birliği yola çıkardı. Bunlar da çabucak oraya gittiler. Bizans hükümdarının çeşitli kötülükler yapıp kendi ülkesine döndü­ğünü gördüler. Her taraf harap olmuştu, telafisine de imkan yoktu. Bunlar, durumu bildirmek için geri döndüklerinde halife, emirlere-«Bizans'ın hangi beldesi daha müstahkemdir?» diye sordu. Onlar da şu cevabı verdiler: «İslâmiyet ortaya çıktığından bu yana Ammuriye şehrine hiç kimse saldıramamıştır. En müstahkem yerleri Ammuriye şehridir. Biz.anshlar nazarında Ammuriye, Konstantiniyye'den daha kıymetlidir.» [36]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/430-437.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/437-438.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/438-440.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/441-442.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/442.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/443-444.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/444-445.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/445.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/446-447.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/448-449.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/449.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/449-450.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/451.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/451.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/452-453.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/453-454.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/454.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/454-455.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/455.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/455-456.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/456-457.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/457-458.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/458-459.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/459.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/459-461.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/462-463.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/463-473.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/473-474.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/474-475.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/475.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/475-476.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/477.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/478.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/478.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/478-480.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 10/480-482.