Hicretin İkiyüzyetmişyedincî Senesi 2

Ahmed B. İsa. 2

Ebu Hatim Er-Razî 3

Muhammed B. Hasan B. Musa. 4

Muhammed B. Sa'dân. 4

Yakub B. Süfyan B. Harran. 4

Arib El-Me'muniye. 5

Hicretin İkiyüzyetmişsekizinci Senesi 7

Ebu Ahmed El-Muvaffak'ın Biyografisi 9

Hicretin İkiyüzyetmişdokuzuncu Senesi 10

Mutemid Alallahtn Biyografisi 11

Tarihçi Belazurî 11

Mutedid'in Halifeliği 12

Tirmizî 13

Hicretin İkiyüzsekseninci Senesi 14

Bu Senede Bağdat'ta Hilafet Sarayının Yapılması 15

Ahmed B. Muhammed B. İsa B. Ezher. 16

Nahivcilerin Üstadı Sibeveyhî 16

Hicretin İkiyüzseksenbirinci Senesi 17

İshak B.İbrahim.. 18

Ebu Bekir Abdullah B. Ebi'd-Dünya El-Kureşî 18

Hicretin İkiyüzseksenikinci Senesi 19

İsmail B. İshak. 19

Humaraveyh B. Ahmed B. Tolon. 20

Ebu Muhammed Eş-Şa'ranî 20

Muhammed B. Kasım B. Hallad. 20

Hicretin İkiyüzseksenüçüncü Senesi 21

Şair İbn Er-Rumî 22

Şair Buhtürî 24

Hicretin İkiyüzseksendördüncü Senesi 24

Hicretin İkiyüzseksendördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 26

Ahmed B. Mübarek Ebu Amr El-Müstemlî 26

İshakb. Hasan. 26

Hicretin İkiyüzseksenbeşinci Senesi 27

Hicretin İkîyüzseksenbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 28

İbrahim B. İshak. 28

Nahivci Müberred. 28

Hicretin İkiyüzseksenaltıncı Senesi 29

Karmatîlerin Başı Ebu Said El-Cenabî'nin Ortaya Çıkışı 30

İshak B. Muhammed B. Ahmed B. Eban. 31

Bakî B. Mahled. 31

Hasan B. Beşşar. 32

Muhammed B. İbrahim.. 32

Muhammed B. Yunus. 32

Yakub B. İshak. 32

Hicretin İkiyüzseksenyedinci Senesi 33

Muhammed B. Zeyd El-Alevî 33

Ahmed B. Amr B. Ebu Asım Ed-Dahhak. 34

Hicretin İkiyüzseksensekizînci Senesi 35

Hicretin İkiyüzseksensekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 35

Bişr B. Musa B. Salih. 35

Sabit B.Kurra. 35

Hasan B. Amr B. Cehm.. 36

Ubeydullah B. Süleyman B. Vehb. 36

Hicretin İkiyüzseksendokuzuncu Senesi 36

Halife Mutedid Billah. 37

 

Hicretin İkiyüzyetmişyedincî Senesi

 

Bu senede Tarsus valisi Yazman, Humaraveyh adına hutbe okut­tu. Ona bol miktarda altın ve muazzam armağanlar hediye ettiğini bildirdi.

Bu senede Humaraveyh'in adamlarından bir heyet Bağdat'a gel­di.

Bu senede Bağdat mezalim mahkemesinin başına Yusuf b. Yakub atandı ve halka duyuru yapılarak, hasmı, emir Nasır Lidinillah el-Muvaffak da olsa veya herhangi bir kimse de olsa haksızlığa uğrayan kim varsa bu mahkemeye gelmesi istenildi. Yusuf b. Yakub, insanlara güzel muamelede bulundu. Misli görülmemiş derecede kesin bir Kararlılık gösterdi.

Bu senede ismi önceki senelerde de anılan hac emiri insanlara haccettirdi.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden ibrahim b. Sara Ishak b. Ebi'l-Ayneyn, İbn Semmaa'dan sonra Bağdat kadılığına geçen Ebu İshak el-Kûfî vefat ettiler. Bu zat, Mualla b. Ubeyd ile diğerlerinden hadis dinlemişti. İbn Ebi'd-Dünya ile başkaları da kendisinden hadis dinle­mişlerdi. Vefatı sırasında doksanüç yaşındaydı. Sika bir ravi olup fa­ziletli, dindar ve salih bir kimseydi. [1]

 

Ahmed B. İsa

 

Künyesi Ebu Said el-Harraz'dı. İbadeti, mücahedesi vera1 ve mu­rakabesi ile meşhur sofilerden biriydi. Bu konuda eserleri vardı. Sı­kıntılı hallere dayanıklılığı, harika halleri ve kerametleri vardı. İbra­him b. Edhem'in arkadaşı İbrahim b. Beşşar'dan ve diğerlerinden ri­vayetlerde bulundu. Ali b. Muhammed el-Mısrî ve bir cemaat da on­dan rivayetlerde bulunmuşlardır. Onun bazı güzel sözlerini naklet­mek istiyorum, şöyle ki:

"Allah'tan korkan kimselerin gözleri yaşardığında onlar, gözyaş­ları ile Allah'la yazışmış olurlar."

"Afiyet halinde iyi ve kötü kimse belli olmaz, ama bela inince o zaman kimin iyi kimin kötü olduğu belli olur."

"Dış durumla muhalif olan her iç durum, batıldır."

"Geçmiş vakitle meşgul olmak, içinde bulunulan vakti zayi etmek demektir."

"İyi kimselerin sevap getirecek iyi işleri, Allah'a çok yakın olan mukarreb kimseler için günah sayılır."

"Kazadan öne rıza, tefviz yani kişinin işini Allah'a havale etmesi demektir. Ama kaza vukuu anında rıza göstermek teslimiyettir."

Beyhakî'nin rivayetine göre, Peygamber'imizin (s.a.v.): "Kalpler kendisine ihsanda bulunan kimseyi sevmek doğrultusunda yaratıl­mışlardır." hadisini kendisine sorduklarında Ahmed b. İsa şöyle de­mişti: "Hayret ediyorum o kimseye ki Allah'tan başka kendisine ih­san edici bir zatı görmediği halde nasıl olur da ona tamamiyle mey­letmez?"

Ben derim ki: Bu hadis, sahih değildir, ama ifade ettiği manalar, en güzel manalardır.

Ahmed b. İsa'nın oğlu Said dedi ki: Babamdan bir danik (dirhe-ın altıda biri) gümüş istedim. Babam bana dedi ki: "Ey oğulcuğum,

ret. Eğer baban, hükümdarların kendisinin kapısına gelmelerini

B. İslâm Tarihi, C. XI, F. 8

isteseydi hükümdarlar buna karşı çıkmaz, mutlaka babanın kapısına gelirlerdi. Ama baban bunu istemedi (dünyalığa meyletmedi)." İbn Asakir'in rivayetine göre Ahmed b. İsa şöyle demiştir: «Bir defasında şiddetli derecede acıktım. Allah'tan yemek isteye­yim, dedim. Ama sonra kendi kendime: "Bu, tevekküle aykırıdır." de­dim. Allah'tan sabır istemeye azmettim, ama o esnada görünmezler­den bir ses bana şöyle dedi:

"O, bize yakın olduğunu, kendisine gidenleri zayi etmeyeceğini söylüyor.

Sıkıntı halinde sabır gösterip bizden konukluk istiyor.

O bizi görmediği gibi sanki biz de kendisini görmüyormuşuz!"

Kalkıp yürümeye başladım ve azıksız olarak fersahlarca yol ka-t ettim.»

"Seven kimse, sevgilisinin herşeyi ile yetinip teselli bulur, ama onu takib eder. Haberlerini sormamazhk etmez. Ondan haberdar ol­madan teselli bulmaz."

Böyle dedikten sonra da şu şiiri okudu:

"Size onu soruyorum, haber veren var mı?

Sevgilim Numan'm Mekke'den sonra nereye gittiğini bilmiyorum. Ailesinin nerede çadır kurduğunu, Allah'ın hangi beldesine yöne-lip göçtüklerini bilseydim;

O zaman rüzgarın peşine takılarak bulunduğu yere giderdim. Yıldızların yanında da olsa peşine düşmekten vazgeçmezdim."

Ahmed b. İsa, bu senede vefat etti. Hicretin 274. senesinde, 286. senesinde vefat ettiğine dair muhtelif rivayetler de vardır. Ama sahih olan birinci rivayettir.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden Hafız İsa b. Abdullah b. Sinan b. Zekveyh b. Musa et-Teyalisî vefat etti. Bu zat, Ruab lakabıyla tanı­nırdı. Affan'dan ve Ebu Nuaym'dan hadis dinledi. Ebu Bekir eş-Şafîî ile diğerleri de kendisinden hadis dinlediler. Darekutnî, onun sika bir ravi olduğunu söylemiştir. Bu senenin şevval ayında, seksendört ya­şında vefat etti. [2]

 

Ebu Hatim Er-Razî

 

Muhammed b. İdris b. Münzir b. Davud b. Mehran Ebu Hatim el-Hanzeîi er-Razî. Hadisin illetlerini, cerh ve ta'dili bilen, sebatkâr ha­dis imamlarından ve hafızlarındandır. Ebu Zür'a'nm çağdaşı ve akra Allah ikisine de rahmet etsin. Birçok kimselerden hadis dinle-,. ülkeleri ve şehirleri dolaştı. Büyük hadis âlimlerinden rivayetler-ap bulundu. Aralarında Rebi b. Süleyman ile Yunus b. Abdülalâ'nın , bulunduğu bir grup ondan hadis rivayet ettiler. Bağdat'a geldi. Orada hadis neşretti. Bağdatlılardan İbrahim el-Harbî, İbn Ebi'd-Dünya, Mehamilî ve diğerleri kendisinden rivayetlerde bulundular.

Ebu Hatim, oğlu Abdurrahman'a şöyle demişti: "Ey oğulcuğum, ben hadis taleb etmek için yaya olarak 1.000 fersahtan fazla yol yürü­düm."

Anlatıldığına göre bazı zamanlarda o harcayacak para bulamaz-

nıış- Bir zaman üç gün aç kalmış, yiyecek bir şey bulamamış, nihayet arkadaşlarından birinden yanm dinar ödünç almıştı.

Âlim ve fıkıhçılardan birçoğu onu övmüşlerdir. Meclisine katılan hadis hafızlarına ve diğerlerine meydan okur ve şöyle derdi:

"Bilmediğim sahih bir hadisi bana nakleden kimseye bir dirhem vereceğim. Benim amacım, bilmediğim bir hadisi dinlemektir." Bu şe­kilde meydan okuduğu halde bilmediği bir hadisi kendisine söyleyen kimse çıkmazdı. Meclisinde hazır bulunanlardan biri de Ebu Zür'a er-Razî idi.

İbn Ebi Hatim, bu senenin şaban ayında vefat etti. [3]

 

Muhammed B. Hasan B. Musa

 

Muhammed b. Hasan b. Musa b. Hasen Ebu Cafer el-Küfî el-Har-raz. Cündî lakabıyla tanınırdı. Büyük bir "Müsned"i vardır. Ubeydul-lah b. Musa, Ka'nebî, Ebu Nuaym ve diğer bazı hadis âlimlerinden ri­vayetlerde bulunmuştur. İbn Said, Mehamilî ve İbn Semmak da ken­disinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Sika bir ravi olup doğru sözlü bir kimseydi. [4]

 

Muhammed B. Sa'dân

 

Muhammed b. Sa'dân Ebu Cafer er-Razî. 500'den fazla hadis âli­minden hadis dinledi, ama kendisi az sayıda hadis nakletti. Bu sene­nin şaban ayında vefat etti.

Ibnü'l-Cevzî'nin ifade ettiğine göre; iki Muhammed b. Sa'dân var-*r*;bunlardan biri Muhammed b. Sa'dân el-Bezzar'dır ki, meşhur de­ğildir. Diğeri ise nahivci Muhammed b. Sa'dân'dır ve bu zat nıeşhur-ur. Hicretin 201. senesinde vefat etmişti.

el-Kâmü" adlı eserinde îbnu 1-Esir dedi ki:

y   «Şülerden İmam Fesevî diye bilinen Yakub b. Süfyan b. Harran, mevîlerin azatlısı Yakub b. Yusuf b. Ma'kü, bu senede vefat ettiler.

Bu zat, Ebü'l-Abbas Ahmed b. el-Asamm'in babasıdır. Bu senede ayrı­ca Me'mun'un meclisinde şarkı okuyan Arib de vefat etti. Bir rivayet­te anlatıldığına göre sözü edilen Arib, Cafer b. Yahya el-Bermekî'nin kızıdır.» [5]

 

Yakub B. Süfyan B. Harran

 

Yakub b. Süfyan b. Harran Ebu Yusuf b. Ebi Muaviye el-Farisi el-Fesevî. Çok hadis dinledi. 1.000'den fazla sika hadis şeyhinden ri­vayetlerde bulundu. Kendilerinden hadis rivayet ettiği üstadları ara­sında Hişam b. Ammar, Duhaym, Ebü'l-Mücahir, Süleyman b. Abdur-rahman (Bu son iki zât Dımışklıdır), Said b. Mansur, Ebu Asım, Mek-ki b. İbrahim, Süleyman b. Harb, Muhammed b. Kesir, Ubeydullah b. Musa ve Ka'nebî vardır.

"Sünen" adlı eserinde Neseî, Ebu Bekir b. Ebu Davud, Hasan b. Süfyan, İbn Harraş, İbn Hüzeyme, Ebu Avane el-İsferayinî ve diğer­leri de kendisinden hadis rivayet ettiler.

Yakub, "Tarih ve Marifet" kitabım ve diğer faydalı kitabları tas­nif etmiştir. Hadis talebi uğruna çok uzak beldelere seyahat etmiştir. Bu uğurda otuz yıl müddetle kendi vatanından uzakta gurbet hayatı yaşamıştır.

İbn Asakir, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Gurbete düştüğüm zamanlarda idi, bir gece kandil ışığında ha­dis yazmaktayken gözüme bir şey değdi. Artık kandilin ışığında dahi önümü göremez oldum. Gözümü kaybettiğime, bu nedenle artık hadis yazamayacağıma, gurbetteki sıkıntılarıma ağladım. Sonra uyku bas­tırdı, uyudum. Rüyada Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüm. "Sana ne olmuş?" diye sordu. Ben de gurbetteki halimi, artık hadis yazamayacağımı söyleyerek kendisine şikâyetimi arzettim. Bana: 'Tanıma yaklaş." de­di, ben de yaklaştım. Elini gözlerimin üzerine koydu ve sanki Kur'-ân'dan bir ayet okumaya başladı. Sonra uyandığımda görmeye başla­dım. Oturup Cenâb-ı Allah'ı teşbih ettim.»

Ebu Zür'a ed-Dımışkî, Hakim Abdullah en-Nisaburî, onu övmüş­ler ve: "O, Fars diyarında hadis ehlinin imamıdır." demişlerdir.

Yakub b. Süfyan, Nisabur'a geldi. Üstadlarımız ondan hadis din­lediler. Bazıları onun Şii olduğunu söylediler.

İbn Asakir'in anlattığına göre Fars valisi Yakub b. Leys, Yakub b-Süfyan'ın Osman b. Affan aleyhinde konuştuğunu duymuş ve onun huzuruna getirilmesini emretmişti. Huzuruna getirildiğinde veziri ona şöyle demişti:

"Ey emir! Bu adanı bizim şeyhimiz Osman b. Affan es-Secezî aley­hinde değil, sahabe Osman b. Affan aleyhinde konuşuyor " Vezirin bu

^|aması üzerine vali: "öyleyse bırakın bunu, benim sahabelerle ne im var. Sahabeden bana ne. Ben şeyhimiz Osman b. Affan es-Secezî 1 leyhinde konuştuğunu sanmıştım da bu sebeple onu buraya getirt­miştim." dedi.

Ben derim ki: Yakub b. Süfyan'ın Hz. Osman aleyhinde konuştu­ğuna dair bu iddianın sahih olduğunu sanmıyorum. Çünkü Yakub b. Süfyan, kadri yüce bir muhaddis ve imamdı. Ebu Hatim'den bir ay önce receb ayında Basra'da vefat etti. Allah ona rahmet etsin.

Adamın biri vefatından sonra onu rüyasında görmüş ve: "Rabbin sana nasıl muamelede bulundu?" diye sormuş, Yakub da şu cevabı vermiş: "Beni bağışladı ve yeryüzünde yazdığım gibi semada da hadis yazmamı emretti. Ben de dördüncü sema katında oturdum. Araların­da Cebrail (a.s.)'in de bulunduğu bir melek cemaatı etrafımda oturdu­lar, benim okuduğum hadisleri altın kalemlerle yazıyorlar." [6]

 

Arib El-Me'muniye

 

İbn Asakir, "Tarih"inde bunun biyografisini anlatmıştır. Bazıla­rından naklen anlatıldığına göre Arib, Cafer el-Bermekî'nin kızıdır. Bermekî iktidarının yıkılması esnasında kendisi küçük yaşta oldu­ğundan ötürü çalınıp götürülmüş, sonraları Me'mun b. Reşid'e satıl­mıştı.

Hammad b. İshak'ın rivayetine göre Arib'in babası şöyle demiştir:

"Ondan daha güzel yüzlü, ondan daha edepli, daha güzel sesli, daha güzel şiir okuyan, daha güzel satranç oynayan, daha iyi tavla bilen bir kadın görmedim. Bir kadında görmek istediğin parlak ve za­rif hususiyeti onda mutlaka görürsün."

Arib, muktedir bir şairdi. Belagat ve fesahat sahibiydi. Me'mun ona aşıktı. Me'mun'dan sonra Mutasım da ona tutuldu. Fakat kendi­si, Muhammed b. Hammad adında bir adama aşıktı. Bazan onu hila­fet sarayına gizlice sokar ve onunla buluşurdu. Allah onu lanetlesin.

ibn Asakir, onun bazı çirkin hallerini anlatmıştır. Arib daha son­ra Salih el-Münzir'e aşık olmuş, onunla gizlice evlenmişti. Salih hak­kında şiirler söylerdi. Bir defasında halife Mütevekkil'in huzurunda Şiirlerinde Salih'ten bahsetmişti, ama Mütevekkil onun kim olduğu­nu bilmiyordu. Cariyeleri ona gülüyorlardı. Mütevekkil de onları kı-nayarak şöyle diyordu: "Ey birbirleriyle flört yapan cariyeler, bunun yaptığı sizinkinden daha iyidir."

İbn Asakir, Arib'in birçok şiirlerini nakletmiştir. Şiirlerinden biri,

ummaya yakalanan Mütevekkili ziyaretine gittiğinde okuduğu şu Şiiridir;

"Yanıma geldiler, halifenin hasta olduğunu söylediler. Ben de-"Aşk ateşi göğsümde tutuşuyor" dedim.

Keşke halife Cafer'in (Mütevekkil'in) humması bende olsaydı.

Ben hummaya yakalansaydım, bu hastalıktan ötürü kazanaca­ğım sevap da halifeye verilseydi.

Halifenin hummaya yakalandığının söylenmesi benim için hüzün olarak yeter. Ben hüzünden ölmedim, ama bundan sonra sabredece­ğim.

Halife Cafer'e feda olayım.

Bu da halifeye sunduğum azıcık bir şükrandır."

Halife Mütevekkil şifa bulunca, Arib tekrar ziyaretine gitti ve ona şu şiiri okudu:

"Hastalıktan kurtarıp sana şifa ihsan eden Allah'ın nimetlerine şükürler olsun. Artık şifa buluşun devamlı olsun.

Senin şifa bulmanla günler tekrar eski güzelliğine kavuştular.

Cömertlik ve kerem bahçesinin bitkileri canlandılar.

Bugüne kadar senden daha sağlıklı ve halkın hukukuna daha fazla riayet eden başka bir halife görülmemiştir İslâm tarihinde.

Cenâb-ı Allah, Cafer'i aramızda uzun süre yaşatsın.

Onun yanağının aydınlığıyla gece karanlığı giderilir. Bu da bizim için ışık olarak yeter."

Halife Mütevekkil'in şifa bulmasıyla ilgili olarak Arib şu şiiri de söylemişti:

"Sapıklık ve küfür üstadlarına rağmen halife Cafer'e (Mütevek-kil'e) şifâ ihsan eden Allah'a hamdettik.

O, dolunay gibidir, bir süre tutuldu sonra kurtulup açığa çıktı.

Onun selamete kavuşması, dinimiz için izzet ve kuvvettir.

Onun hastalanması ise dinimiz için bel kırıcı bir felakettir.

Sen hastalanınca bütün halk hastalandı.

Şiddetli panikten ötürü şehirler kapkaranlık oldu.

Halk senin ayılıp kendine geldiğini görünce;

Onlar da ayılıp kendilerine geldiler. Sanki ateş koru üzerinde uyumaktaydılar.

Cafer selamette olunca dünyamız da selamette olur.

Zamanın sonuna kadar Cafer selamette ve afiyette olsun.

O öyle bir devlet başkanıdır ki, halka lütuf ve ihsanda bulundu, cömertlik yaptı.

Takvaya yakın, yalandan ve günahtan da uzaktır."

Arib'in çok parlak şiirleri vardır. Hicretin 181. senesinde doğmuş-Hicretin 277. senesinde doksanaltı yaşında Samarra'da vefat etti. [7]

 

Hicretin İkiyüzyetmişsekizinci Senesi

 

İbn Cevzî dedi ki: Bu senenin muharrem ayında kuyruklu yıldız

Bu senede Nil nehrinin suyu çekildi. Bu daha önce hiç görülme­mişti. Geçmiş zamanların haberleri arasında da böyle bir şeye rastla­madık. Bu nedenle fiyatlar cidden çok yükseldi.

Bu senede Abdullah b. Süleyman'a, vezirlik kaftanı giydirildi.

Bu senenin muharrem ayında Muvaffak, gazadan döndü. Halk onu karşılamak için Nahrevan'a kadar gitti. Fakat Muvaffak, nikris hastalığına yakalanmış olarak Bağdat'a geldi. Safer ayının ilk günle­rinde evinde kaldı. Birkaç gün sonra da vefat etti.

Bu senede Karmatîler harekete geçtiler. Bunlar dinsiz, Fars fel­sefecilerinin tabileri olup Zerdüşt ile Mazdek'in peygamberliğine ina­nan zındık bir fırka idi. Zerdüşt ile Mazdek, bazı haram şeyleri mu­bah sayıyorlardı. Bundan sonra her fitne çığırtkanının peşine adam­ları takılıp batıl yola gittiler.

Bunlar, daha çok Rafizilere musallat oluyor, onları ifsad ediyor ve kendi taraflarına, batıl yola çekiyorlardı. Çünkü Rafîziler insanların en kıt akıllıları idiler. Kendilerine îsmailîler deniliyordu. Çünkü on­lar Cafer es-Sadık'ın oğlu İsmail el-A'rec'e mensub idiler. Kendilerine Karmatîler de deniliyordu. Karmat b. Eş'as el-Bakkâr'a nisbeten bu adı alıyorlardı.

Anlatıldığına göre reisleri, davetinin başlangıcı sırasında kendisi­ne uyan kimselere, kurmakta olduğu hile ve tuzaklardan haberdar olamasmlar diye günde elli vakit namaz kılmalarını emrediyordu. Bundan sonra reisleri on iki nakip seçti. Tabileri için uyacakları bir metod ve davet tarzı belirledi. Halkı Ehl-i Beyt'in imamına bey'ata davet etti.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre, katıksız küfrü kalplerinde gizleyip Rafıziliklerini izhar ettikleri için kendilerine Batınî denilmişır- Ayrıca, Babek el-Hürremî'ye mensubiyetleri nedeniyle Hürremî

Ve Babekî de demliyordu. Babek, Mutasım'ın hilafeti zamanında ortaya  çıkmış ve öldürülmüştü. Abbasilere benzemek ve bir bakıma dallara muhalefet etmek için kendi alametleri olan kırmızı renkli elbi-

er giydiklerinden ötürü kendilerine Muhammire de denilmişti. Ab-sıiere renk bakımından muhalefet etmişlerdi. Çünkü Abbasiler siyah elbiseler giyerlerdi.

unlara, İmam el-Masum'dan bazı şeyleri öğrendikleri sebebiyle,

Talimiye de denilir. Bunlar re'yi terketmiş, aklın icablarını bir tarafa bırakmışlardı. Yedi gezegenin bu âlemin idaresini yürüttüğünü söyle­diklerinden ötürü kendilerine (yediciler anlamına gelen) Seb'iye de denilmektedir. Bu yedi gezegen şunlardır: Birinci gök tabakasında Ay, ikinci gök tabakasındaki Utarit, üçüncü gök tabakasındaki Züh-re, dördüncü gök tabakasındaki Güneş, beşinci gök tabakasındaki Merih, altıncı gök tabakasındaki Müşteri ve yedinci gök tabakasında­ki Zuhal.

İbn Cevzî dedi ki: «Babekîlerden bir topluluk var ki, anlatıldığına göre bunlar her sene bir gece, kadınlı erkekli bir araya gelip toplanır­lar. Sonra ışığı söndürür ve kadınları kapmaya başlarlar. Bir erkek hangi kadını yakalarsa o kadın kendisine helal olur ve: "Bu, Cenâb-ı Allah'ın bize mubah kıldığı bir avdır." derlerdi. Allah onlara lanet et­sin.»

İbn Cevzî, bunların sözlerini ve fikirlerini detaylı olarak açıkla­mıştır. Ondan önce, meşhur kelamcı Ebu Bekir el-Bakillanî, Batınîle-re reddiye olarak "Hetkü'l-Esrar ve Keşfü'l-Esrar" adlı kitabını yaz­mış ve onların Mısır'da Fatımîler zamanındaki kadılarından birinin yazdığı, "el-Belağü'1-A'zam ve Namusü'l-Ekber" adını verdiği kitabı tenkid etmiştir. Adı geçen kitap, onaltı dereceye ayrılmıştır. Birinci dereceye göre Batınî kişi, kendisiyle görüşen kişinin Ehl-i Sünnet ol­ması durumunda, önce Hz. Ali'nin Hz. Osman'dan üstün ve faziletli olduğunu söylemelidir. Eğer kendisiyle görüşen Ehl-i Sünnet kişi bu görüşe muvafakat ederse sonra Hz. Ali'nin Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'den de üstün olduğunu söylemelidir. Eğer Ehl-i Sünnetten olan adam bunu da kabul ederse bu defa Hz. Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e haksız­lık ettiklerinden ötürü Hz, Ebu Bekir'le Hz. Ömer'e sövmelidir. Bun­dan sonraki aşamada da bütün İslâm ümmetini bu fikre muvafakat ettiklerinden ötürü cahil ve hatalı saymalıdır. Artık bundan sonra da açıktan açığa İslâm dinine tenkid oklarım yöneltmeli ve İslâmiyet'i eleştirmelidir.

Bahsedilen kadı, kitabında Batınî kimsenin görüştüğü Ehl-i Sün­net kimselere konuşma esnasında bazı şüphe ve dalâletleri ileri sür­mesini söylemektedir ki, bu tür şüphe ve dalâletleri ancak çok cahil, geri zekalı, bahtsız kimseler makbul sayarlar. Nitekim yüce Allah, bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:

"İçinde yörüngeler bulunan göğe andolsun ki, ey inkarcılar; siz, şüphesiz aykırı görüştesiniz. Bundan dönebilecek kimseler döndürü­lür." (ez-Zâriyat, 7-9.) Yani ancak sapık olan kimseler, sizin ileri süreceği­niz bu şüphe ve dalâletlerle sapıklığa sürüklenirler.

"Sizler ve taptığınız şeyler, Cehennem'e girecek kimseden başka­sını Allah'a karşı azdırıcı değilsiniz." (es-Sâffat, 16-63.)

"Aldatmak için birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık. Bu şeytanlar, ahirete inanmayanların kalplerinin o sözlere yönelmesi, ondan hoşnud olma­sı ve kendilerinin işledikleri suçları işlemeleri için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Sen onları iftiraları ile baş başa birak." (el-Enâm, 112-113.)

Bunlarda ve bunlara benzer diğer bazı ayetlerde anlatıldığına gö­re batıla, cehalete, sapıklığa, masiyetlere ancak insanların şerlileri uyarlar. Nitekim şairin biri şöyle demiş:

"O hiç kimseye hükmedip istilâ edemez.

Ancak zayıf ve mecnun kimselere hükmedebilir."

Bundan sonra onların küfür, zındıklık, zayıflık gibi bazı makam­ları vardır. Aklı kıt, dini yönü zayıf olan kimselerin bu gibi şeyleri dü­şünülmesi halinden kendi nefsini uzak tutması gerekir. Çünkü bu, iblisin onlara karşı açtığı küfür ve cehalet türleridir. İblis onlardan bazılarına daha önce bilmediği bazı şeyleri ifade etmiştir. Nitekim şa­irin biri şöyle demiştir:

"Ben kısa bir zaman İblisin askeri oldum. Sonra İblis benim as­kerlerim arasına katıldı."

Kısaca diyeceğimiz şudur ki, bu grup, bu senede harekete geçti. Sonra durumları kuvvetlendi. Onların yüzünden işler gittikçe bozul­du. Neticede Mescid-i Haram'a girdiler. Hacıların kanlarını Mescid-i Haram'm ortasında Ka'be'nin çevresinde akıttılar. Hacer-i Esved'i kı­rıp yerinden söktüler ve hicretin 317. senesinde kendi memleketleri­ne götürdüler. Hicretin 339. senesine kadar yanlarında kaldı. Bu mü­barek taş, yirmiiki sene müddetle Ka'be'deki yerinden uzakta kaldı. Innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz).

Bütün bunlar halifenin gevşekliğinden, Türklerin hilafet maka-niını oyuncak haline getirmelerinden, İslâm ülkesini istila etmelerin­den ve işlerin alt üst olmasından ötürüydü.

Bu senede iki mühim olay meydana geldi. Bunlardan biri Karma-tılerin harekete geçmesi; diğeri de İslâm pehlivanı, Allah dinin yar­dımcısı Ebu Ahmed el-Muvaffak'ın vefatıydı. Allah ona rahmet etsin, kendisinden sonra Cenâb-ı Allah, oğlu Ebul-Abbas Ahmed'i Müslü­manlar için hayatta bıraktı. Ebü'l-Abbas'm lakabı Mutedid idi. Şeha-mtli ve şecaatli bir kimse idi. [8]

 

Ebu Ahmed El-Muvaffak'ın Biyografisi

 

Kendisine "Allah'ın dininin yardımcısı" anlamına gelen, emir Na­sır Lidinillah deniliyordu. Ayrıca Muvaffak lakabı da vardı. Talha b. Mütevekkil Alallah Cafer b. Muhammed el-Mutasım b. Harun er-Re-şid de deniliyordu. Hicretin 229. senesinin rebiyülevvel ayının ikisin­de çarşamba günü doğdu. Kardeşi Mutemid halife olunca, kardeşi Ca­fer'den sonra onu veliahd tayin etti ve ona Muvaffak Billah lakabını verdi. Bu zat, zenci liderini öldürüp askerlerini dağıttıktan sonra, "Allah'ın dininin yardımcısı" anlamana gelen, Nasır Dinillah lakabını aldı. Kendisine akd ve hail heyetinin başkanlığı, vali atama ve azlet­me yetkisi verildi. Haraçlar toplanıp kendisine teslim edilirdi. "Alla-hım, emir Nasır Lidinillah Ebu Ahmed el-Muvaffak Billah'ı ıslah et ki; o, Müslümanlığın veliahdı ve mü'minlerin emirinin kardeşidir."

Fakat kardeşi Mutemid'den altı ay önce vefat etti. Derin bir akıl sahibi ve iyi bir idareciydi. Kadıları yanında oturtur ve halkın şikâ­yetlerini dinlerdi. Mazlumun hakkını zalimden alırdı. Edebiyatı, ne-seb ilmini, fıkhı, devlet yönetimini ve diğer ilimleri bilirdi. Cidden çok büyük eserleri ve güzellikleri vardı.

Ölüm sebebi, sefer esnasında nikris hastalığına yakalanmasıydı. Bağdat'a hasta halde geldi. Safer ayının başlarında evinde kaldı. Hastalığı arttı, ayakları şişti. Ayaklan aşırı derecede büyüdü. Üzeri­ne kar ve benzeri soğutucu şeyler konuluyordu. Hareket edemediği için başkaları onu tahtırun üzerine oturtuyorlardı. Nöbetleşe kırk kişi onun vücudunu kaldırıp indirmekle meşgul oluyordu. Bir gün onlara şöyle dedi: "Muhakkak benden usandığınızı biliyorum. Keşke ben de sizlerden biri gibi yeyip içsem, rahatça uyuyabilseydim. Benim diva­nımda 100.000 rızık bekleyen vardır. Bunlar benim verdiğim paralar­la geçimlerini sağlıyorlar. Ama bunların arasında benden daha peri­şan halde biri yoktur!"

Sonra bu senenin safer ayının bitimine sekiz gün kala perşembe gecesi Hüseyni Kasrı'nda vefat etti. İbn Cevzî'nin ifadesine göre vefat ederken yaşı, kırkyedi seneden bir ay ve birkaç gün noksandı.

Ebu Ahmed el-Muvaffak vefat edince, komutanlar ondan sonraki dönem için oğlu Ebul-Abbas Ahmed'e bey'at için bir araya gelip top­landılar. Mutemid, babasından sonraki dönemin veliahdı olduğundan ötürü bey'at aldı. Minberler üzerinde onun adına hutbe okundu. Ba­basının sahip olduğu vali atama ve azletme, işleri halledip çözme yet­kisi kendisine verildi ve Mutedid Billah lakabını aldı.

Bu senede İdris b. Süleym el-Fak'asi el-Musilî vefat etti. İbnü'l-Esir'in ifadesine göre bu zat, çok hadis rivayet eden salih bir kimse­dir.

Bu senede Cezire valisi İshak b. Kündac da vefat etti. Bu, görüş sahibi bir kimseydi. Vefat edince oğlu Muhammed onun makamına

atandı.

Bu senede Tarsus naibi Yazman, Bizans'ta kuşatma altında tut­tuğu bir beldeden kendisine mancınıkla atılan bir taşla yaralanarak receb ayında vefat etti. Tarsus'a defnedildi. Kendisinden sonra yeri­ne sınır boyu valiliğine Humaraveyh b. Ahmed b. Tolon'un emri üze­rine Ahmed el-Cuaytî atandı. Humaraveyh, kısa bir süre sonra onu bu görevden azlederek yerine amcası oğlu Musa b. Tolon'u atadı.

Bu senede Abduh b. Abdurrahim Öldü. Allah onu kahretsin. İbn Cevzî'nin ifadesine göre bu adam, şaki biri olup Bizans illerinde çok gaza yapmıştı. Gazanın birinde Müslümanlar Bizans ülkesinin bir beldesini kuşatma altında tutmakta iken bu şaki, Rum kadınlarından birine gözü takılmış, kaledeki bu kadına tutulmuş, onunla haberleşe-rek kendisine nasıl kavuşabileceğini sormuş, kadın da: "Eğer Hristi-yan olup yanıma gelirsen senin olurum." demiş, o da kadının bu iste­ğini yerine getirmişti. Müslümanlar bir de ne baksınlar, bu şaki Ab-duh'un Rum kadınının yanında olduğunu görmüşler. Bu sebeple çok kederlenip üzülmüşler ve aşırı derecede eseflenmişlerdi. Bir süre son­ra kalede o kadınla birlikte iken Müslümanlar yanına uğramışlar ve ona şöyle sormuşlar: "Ey adam! Kur'ân'ın ne oldu, ilmin ne oldu, oru­cun ne oldu, cihadın ne oldu, namazın ne oldu?!" O da şöyle cevap vermiş: «Bilesiniz ki, Kur'ân'ın şu ayeti dışında tümünü unuttum:

"İnkâr edenler, keşke Müslüman olsaydık temennisinde buluna­caklardır. Bırak onları yesinler, zevk alsınlar; ümid onları avundur­sun; ileride öğrenecekler." (el-Hicr, 2-3.) Artık, benim Rumlar arasında malım ve çocuklarım vardır.» [9]

 

Hicretin İkiyüzyetmişdokuzuncu Senesi

 

Bu senenin muharrem ayının sonlarında Cafer el-Müfevviz veli-ahdlıktan hal' edildi. Mutemid'den sonraki dönem için Ebul-Abbas Mutedid b. Muvaffak müstakil veliahd tayin edildi. Şahitlerin huzu­runda onun adına hutbe okundu. Mutedid'i tebrik eden Yahya b. Ali, bu konuda şöyle bir şiir söyledi:

"Tercih edildiğin yeni akidle seni tekrik ediyorum.

Seni faziletini daha iyi bilen Rabb sevmiştir.

Sen bu gün veliahd olduysan;

Yarın bizim büyük önderimizsin.

Seni veliahd yapana minnet duyarız.

Sana düşmanlık eden kırılır ve burnu yere sürtülür.

Dinin direğinde biraz eğrilik vardı.

Bu göreve atanmanla bu eğrilik düzeltildi.

Ülkenin yüzü güldü ve sevindi.

Karanlıklar bu görevle aydınlandı.

Sahib olduğun göreve sımsıkı sarıl.

Çünkü sen insanlar için bu görevde sağlam birisin."

Bu senede Bağdat'ta duyuru yapılarak kıssacıların, tarikatçıla­rın, astrologların ve benzerlerinin mescitlerde, yollarda oturmalarına izin verilmeyeceği bildirildi. Kelam, felsefe ve cedel ilmiyle ilgili ki­tapların halk arasında satılmasının yasaklandığı ilan edildi. Bu da İslâm sultanı Ebü'l-Abbas Mutedid'in himmet ve gayretiyle oldu.

Bu senede Harun eş-Şarî ile Beni Şeyban arasında Musul'da bir savaş cereyan etti. İbnü'1-Esir bu savaşı "el-Kâmil" adlı eserinde te­ferruatlı olarak anlatmıştır.

Bu senenin receb ayının 19'unda pazartesi gecesi Mutemid Alal-lah vefat etti. [10]

 

Mutemid Alallahtn Biyografisi

 

Mü'minlerin emiri Mutemid b. Mütevekkil b. Mutasını b. Reşid. Mutemid'in asıl adı Ahmed'dir. Babası Mütevekkilin adı da Cafer'dir. Dedesi Mutasım'ın adı ise Muhammed'dir. Mutemid Alallah, yirmiüç sene altı gün müddetle halifelik yaptı. Vefatında elli yaşını birkaç ay geçmişti. Kardeşi Muvaffak'tan altı ay büyüktü. Kardeşinin ölümün­den sonra bir senelik bir zamanı doldurmadan vefat etti.

Kendisi ve kardeşinin, halife oldukları halde yönetimde pek etki­leri yoktu. Öyle ki, bir gün Mutemid 300 dinar istemişti, ama bu para kendisine verilmemişti. Şairin biri bu konuda şöyle demişti:

"Hayret ki hayret! Halifeliğe bak. Az bir şeyi dahi halifeye vermi­yorlar.

Oysa onun adıyla dünyalar alınıyor. Fakat elinde bundan hiçbir şey yoktur.

Bütün mallar kendisine getirilir ama,

Kendisine getirilen şeylerin az bir kısmı dahi eline geçmiyor!"

Mutemid, Samarra'dan Bağdat'a taşınan ilk halifedir. Artık on­dan sonra halifelerden hiçbiri Samarra'ya dönmediler, Bağdat'ta ika­met ettiler.

İbnü'l-Esir'in anlattığına göre Mutemid'in ölüm sebebi, vefat etti­ği gecede çok şarap içmiş ve aşırı derecede yemek yemiş olmasıydı.

Bağdat'ın Hüseyni Kasrı'nda vefat etmişti. Vefatı sırasında Mutedid, kadıları, ayan ve eşrafı saraya çağırmış, kardeşi Mutemid'in normal bir ölümle vefat ettiğine onları şahid tutmuş, sonra yıkayıp kefenle­miş ve cenaze namazını kıldırmıştı. Namazı kıldırıldıktan sonra Sa­marra'ya götürülüp defnedümişti. Ertesi sabah da Mutedid'e bey'at edildi.

Bu senede tarihçi Belazurî de vefat etti: [11]

 

Tarihçi Belazurî

 

Asıl adı Ahmed b. Yahya b. Cabir b, Davud Ebü'l-Hasan'dır. Kün­yesinin Ebu Cafer, Ebu Bekir el-Bağdadi el-Belazurî olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır. Kendisine nisbet edilen tarih kitabının yaza­ndır. Hişam b. Anrnıar, Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam, Ebu Rebi ez-Zehranî ve bir cemaattan ders almıştır. Yahya b. Nedim, Ahmed b. Ammar, Ebu Yusuf Yakub b. Nuaym b. Karkara el-Ezdî de kendisin­den rivayetlerde bulunmuşlardır.

İbn Asakir dedi ki: "Belazurî, edip bir kimseydi. Güzel eserler meydana getirdi. Me'mun'a birçok methiyeler yazdı. Mütevekkü'in meclislerinde hazır bulundu. Mutemid'in zamanında vefat etti. Öm­rünün son zamanlarında hevesleri ve vesveseleri meydana geldi."

İbn Asakir'in rivayetine göre Belazurî şöyle demiştir:

«Mahmud el-Verrak bana dedi ki: "Öyle bir şiir oku ki, senin adı­nı devam ettirsin ve günahı da senden kalkıp gitsin."

Onun bu teklifi üzerine ben şu şiiri okudum:

"Ey nefis, ölüme hazırlan, kurtuluşa koş. Akıllı kişi hazırlıklı olandır.

Sen ancak iğreti bir malsın ve kısa bir süre sonra sahibine iade edileceksin.

Çünkü iğreti mallar sahiplerine iade edilirler.

Sen gaflete dalıyorsun; oysa hadiseler gaflete dalmazlar.

Sen eğlenceye dalıyorsun, oysa ölümler hazırlanıyor.

Payı mezar olan kişinin yeryüzünde ne şansı, ne payı, ne hükmü vardır?

Ölüm kaynağında ebediyeti umma.

Sana ölümü mutlaka getirecek olan bir diyarda daimi kalmayı ümid etme.

Nefeslerin sayılı olduğu günlerde, kişi nasıl olur da lezzet bulabi.[12]

 

Mutedid'in Halifeliği

 

Mü'minlerin emiri Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ahmed el-Muvaffak b. Cafer el-MütevekkiI. Abbasilerin seçkin halifelerinden ve büyük dev­let a damların dan di. Receb ayının bitimine on gün kala Mutemid'in öldüğü gecenin sabahında kendisinin halifeliğine bey'at edildi. Halife­lik makamı sarsılmış ve çürümeye yüz tutmuştu. Ama Cenâb-ı Allah onun vasıtasıyla, onun adaleti, şehameti ve cüreti sayesinde halifeli­ğe canlılık verdi.

Mutedid, Ubeydullah b. Süleyman b. Vehb'i vezirliğe atadı. Azat­lısı Bedri de Bağdat muhafız kuvvetleri komutanlığına getirdi. Bu sı­rada Amr b. Leys'in hediyeleri geldi. Amr, kendisini Horasan valiliği-ne atamasını istedi. O da bu isteği yerine getirdi. Ona kaftan, sancak ve benzeri valilik nişanlarını gönderdi. Amr bunları üç gün müddetle evine dikti, çok sevinmişti.

Mutedid, Rafi b. Herseme'yi Horasan valiliğinden azletti. Sonra Amr b. Leys oraya gitti. Rafî'i şehir şehir takip etmeye ve kovalama­ya başladı. Nihayet ileride de anlatılacağı gibi onu hicretin 283. sene­sinde öldürdü ve kesik başını Mutedid'e gönderdi. Böylece Horasan valiliği müstakil olarak Amr'm eline geçmiş oldu.

Bu senede Cessas lakabıyla tanınan Hüseyin b. Abdullah, Mı­sır'dan Mutedid'e Humaraveyh'in gönderdiği muazzam hediyeleri ge­tirdi. Mutedid de Humaraveyh'in kızıyla evlendi. Babası, bu kıza mis­li duyulmamış bir çeyiz hazırladı. Hatta denildiğine göre çeyizinde 100 altın havan vardı. Bütün bunlar Mısır'dan Bağdat'taki hilafet sa­rayına gelinle birlikte getirildi. Bu, gerçekten görülmesi gereken bir gündü.

Bu senede Ahmed b. İsa b. Şeyh, Mardin kalesini ele geçirdi. Bu­rası daha Önce İshak b. Kündac'm hakimiyeti altındaydı.

Bu senede Harun b. Muhammed el-Abbasî insanlara haccettirdi. Bu hac, onun insanlara yaptırdığı en son hac olmuştu. Bu zat hicretin 264. senesinden beri hac emirliği yapmaktaydı.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden emirü'l-mü'minin Ahmed el-Mutemid, Ebu Bekir b. Ebu Hayseme, "Tarih" ve diğer eserlerin sahi­bi Ahmed b. Züheyr b. Hayseme vefat ettiler. Bu zat, Ebu Nuaym'dan ve Affan'dan ders almıştı. Hadis ilmini Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main'den öğrenmişti. Neseb ilmini Mus'ab ez-Zübeyrî'den, tarihi Ebul-Hasan Ali b. Muhammed el-Medainî'den, edebiyatı Muhammed b. Selam el-Cumahî'den öğrenmişti. Sika, hafız, zaptı sağlam, meşhur bir kimseydi, "Tarih"inde çok faydalar ve eşsiz bilgiler vardır. Begavî, Ibn Said, İbn Ebi Davud, İbn Münadî gibi şahıslar kendisinden riva­yetlerde bulunmuşlardır. Ahmed b. Züheyr, hicretin 279. senesinin cemaziyelevvel ayında doksandört yaşında vefat etti.

Bu senede Ebu Abdillah es-Sofî de vefat etmişti. Bu zatın birçok harika halleri ve kerametleri vardı. [13]

 

Tirmizî

 

Asıl adı, Muhammed b. İsa b. Sevre b. Musa b. Dahhâk'tır. Asıl adının, Muhammed b. İsa b. Yezid b. Sevre b. es-Seken veya Muham­med b. İsa b. Sevre b. Şeddad b. İsa es-Sülemi et-Tirnıizî olduğu da söylenir. Âmâ idi. Bir rivayette anlatıldığına göre âmâ olarak doğ­muştur. Kendi zamanında hadis ilminin imamlarındandı. Meşhur ol­muş birçok eseri vardır. "el-Cami", "eş-Şemâü", "Esmâü's-Sahabe" ve benzeri eserler onundur. Birçok ülkelerde âlimlerin müracaat kayna­ğı olan ve Kütüb-ü Sitte'den biri kabul edilen "el-Cami" adlı hadis ki­tabı da ona aittir.

İbn Hazm'ın, Ebu İsa et-Tirnıizî'yi tanımaması, Tirmizî'ye zarar vermez. Zira İbn Hazm, "Muhalla" adlı eserinde "Muhammed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî de kimmiş?!" demiştir. Onun Tirmizî'yi tanımaması, Tirmizî'nin kadrini düşürmez. İlim ehli onu büyük bir âlim olarak bi­lirler. Aksine bu ifadeyi kullanması, İbnHazm'm hadis hafızları na-zarmdaki mertebesini düşürmüştür.

"Gündüzü ispatlamak için delile ihtiyaç duyulursa, o zaman zi­hinlerde birşey nasıl sahih olur?"

"et-Tekmil" adlı eserimizde Tirmizî'nin üstadlarım anlatmıştık. Aralarında Muhammed b. İsmail el-Buharî, "Müsned" adlı eserin sa­hibi Heysem b. Küleyb eş-Şâşî, Muhammed b. Mahbub el-Mahbubî, Muhammed b. Münzir b. Şükr gibi şahsiyetlerin de bulunduğu birçok âlim kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır.

"Ulumü'l-Hadis" adlı kitabında Ebu Ya'lâ Halil b. Abdullah el-Halili el-Kazvinî dedi ki:

"Hafız Muhammed b. İsa b. Sevre b. Şeddad. Kendisinin hadis

hafızı olduğu hususunda ulema ittifak etmiştir. Onun "Sünen"i ve

Cerh ve Ta'dil" kitabı vardır. Ebu Mahbub ile birçok değerli âlim

kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Emaneti, imameti ve âlim-

liğiyle meşhurdur. Hicretin 280. senesinden sonra vefat etmiştir."

Hafız Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Süleyman el-Gun-Car, "Buhara Tarihi" adlı eserinde dedi ki:

«Hafız Muhammed b. İsa b. Sevre b. Musa b. Dahhâk es-Sülemi et-Tirmizî. Buhara'ya geldi, orada hadis ilmi öğrendi. "Cami" ve "Ta-r      adlı eserlerin sahibidir. Hicretin 279. senesinin receb ayının

 nde pazartesi gecesi Tirmiz'de vefat etti.»

Hafız Ebu Hatim b. Hayyan, Tirmizî'yi sika raviler arasında saymış ve: "O, hadis toplayan, tasnif eden, hıfzeden ve iyi hatırlayan bir kimseydi." demiştir.

Tirmizî dedi ki: «Buharî, Atiye'nin Ebu Said kanalıyla rivayet et­tiği şu hadisi benden dinleyip yazdı: Rasûlullah (s.a.v), Hz. Ali'ye şöy­le demiştir: "Benden ve senden başkasına bu mescitte cünüp olarak durmak helâl olmaz."»

İbn Yakaza, "Takyid" adlı eserinde Tirmizî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Ben bu müsnedimi sahih hadislerden tasnif ettim. Hicaz âlim­lerine sundum; beğendiler. Irak âlimlerine sundum; beğendiler. Ho­rasan âlimlerine sundum; onlar da beğendiler. Bir kimsenin evinde bu kitap varsa sanki evinde konuşan bir peygamber vardır."

Dediler ki: «Tirmizî'nin "Cami" adlı eseri 151 bölümden (kitaptan) ibarettir. "İlel" adlı kitabını Semerkand'da tasnif etti. Bu kitabını hic­retin 270. senesinin kurban bayramında tamamladı.»

İbn Atiyye şöyle demiştir «Muhammed b. Tahir el-Makdisî bana dedi ki:

«Ebu İsmail Abdullah b. Muhammed el-Ensârî'nin; "Tirmizî'nin kitabı bence Buharî'nin ve Müslim'in kitaplarından daha nurludur ve aydınlık saçıcıdır." dediğini duydum. Kendisine, niçin böyle dediğini sorduğumda şu cevabı verdi: "Çünkü Buharî'nin ve Müslim'in kitap­larından tam olarak yararlanabilmek için kişinin hadis ilmini tam olarak bilmesi gerekir. Tirmizî'nin kitabına gelince o, kitabındaki ha­disleri şerhedip açıklamıştır. Bu nedenle fıkıhçı olsun hadisçi olsun başkası olsun herkes bu kitaptan yararlanabilir."»

Ben derim ki: Tirmizî'nin durumundan öyle anlaşılıyor ki o, hadis ilmini öğrenmek, hadis toplamak için seyahatlar yapıp hadis dinle­dikten, yazdıktan, müzakere yapıp tartışmalarda bulunduktan ve tasnifat yaptıktan sonra gözlerini kaybetmiştir. Sahih ve meşhur ri­vayete göre o bu senenin receb ayında, kendi şehri olan Tirmiz'de ve­fat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [14]

 

Hicretin İkiyüzsekseninci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında Mutedid, kendisine sığınıp eman almış zenci komutanlarından birini öldürdü. Bunun adı Seleme ola­rak biliniyordu. Anlatıldığına göre Seleme, kendisinin dahi tanımadı­ğı bir adam için halkı bey'ata davet etmiş, toplumu fesada sürükle­mişti. Hilafet makamına çağrılmış ve suçunu ikrar etmesi, kendisi için bey'at aldığı adamın adını vermesi istenilmiş. Fakat suçunu ik­rar etmemiş ve adını söylemesini istedikleri adamı tanıtmamış, sonra da: "Eğer o adam şimdi ayaklarımın altında gizli olsa bile yine de adı­nı size açıklamam." demişti. Bunun üzerine Mutedid emir vermiş, bir direğe bağlanmış, sonra ateşte vücudu kızartılmış, nihayet derisi dö­külmüştü. Bundan sonra boynunun vurulmasını ve ağaca asılmasını ferman buyurmuştu. Bu hadise, muharrem ayının 7'sinde cereyan et­mişti.

Safer ayının başında Mutedid, Bağdat'tan harekete geçerek Mu­sul'da bulunan Beni Şeyban kabilesinin üzerine gitti. Nobaz dağı ya­nında onları şiddetli bir tazyik altına aldı. Onları kırıp geçirdi. Mute-did'in yanında, şarkı söyleyerek develeri neşeyle yürüten bir adam vardı ki, bu sefer esnasında gecenin birinde Mutedid'e şöyle bir şarkı okumuştu:

"Nobaz dağı yanındaki savaşı gördüğümde ağlamak istedim. Beni gördüğü zaman Rahman'a tekbir ve tehlil getirdim. Dedim ki: Senin gölgende, güven ve rahatlık içinde kendilerine ahitte bulunduğun kimseler nerede?

Dedi ki: Gittiler, beni yerlerinde bıraktılar.

Gece ve gündüzün akıp gitmesine karşı kim ebedi kalabilir?!"

Bu senede Mutedid, Hulvan geçidinin genişletilip kolay geçit ve­rir bir hale getirilmesini emretti. Bu iş için 20.000 dinar harcandı. İn­sanlar o geçitten geçerken çok sıkıntı çekiyor ve zorlanıyorlardı.

Bu senede Mutedid, Mansur Camii'nin Mansur Köşkü'yle birleşti­rilerek genişletilmesini emretti. Bu iş için de 20.000 dinar harcadı.Mansur Köşkü, daha önce bu Mansur Camii'nin kıble tarafında bulu-nuyordu. Bu iki bina arasında onyedi kapı açtı. Camiin kıblesinde bulunsun diye minber ve mihrabı mescide yöneltti.

Hatib Bağdadî dedi ki: «Mutedid'in azatlısı Bedir, Bedriye diye bi­linen Mansur Köşkü'nün gölgeliklerini genişletti.» [15]

 

Bu Senede Bağdat'ta Hilafet Sarayının Yapılması

 

Bağdat'ta bu senede hilafet sarayını ilk olarak inşa ettiren Mute-did oldu. Abbasi hilafetinin sonuna kadar bu köşkte ilk ikamet eden de kendisi oldu. Bu köşk daha Önce Hasan b. Sehl'e aitti ve Haseni Kasrı adıyla biliniyordu. Daha sonra Hasan'm kızı Boran'ın mülkiye­tine geçti, Bu hatun, Me'mun'un eşiydi. Boran burayı tamir ettirdi. Mutedid, bu köşkten ayrılmasını kendisine söyledi. O da bu isteği ye­rine getirdi. Boran, bu köşkün dağılıp pörsüyen ve çatlayan kısımları­nı onardı. Çeşitli sergiler tefriş etti. Kendisine uygun cariye ve hiz­metçileri yerleştirdi. Orada zamana göre depolanması uygun görülen iştah çekici yiyecekleri hazırlattı. Sonra köşkün anahtarlarını Mute-did'e gönderdi.

Mutedid köşke girdiğinde, gördüğü bu ihtişam karşısında dehşete kapıldı. Sonra kendisi de köşkü genişletti. İlaveler yaptı. Çevresine sur çektirdi. Köşkün alanı, Şiraz şehrinin yüzölçümü kadardı. Mute­did meydanı yaptırdı. Sonra Dicle kıyısında bir köşk inşa ettirdi. Bi­lahare Müktefi de o köşkün giriş kapısı üzerine muhteşem bir taç fi­gürü yaptırdı. Muktedir hilafete geçince bu köşke çok büyük ilaveler yaptırdı. Ama bütün bunlardan sonra köşk yıkılıp harabeye döndü. Sanki orada kimseler yaşamamıştı. Köşkün kalıntıları meydanı ve Bağdat'ı tahrib eden Tatarların zamanına kadar kaldı. Tatarlar, Bağ­dat'taki hür kadınları ve erkekleri esir aldılar. Bu husus hicretin 656. senesi olaylarından bahsedilirken anlatılacaktır.

Hatib Bağdadî dedi ki: «Öyle anlaşılıyor ki Boran, bu köşkünü Mutedid'e değil de Mutemid'e hibe etmiştir. Çünkü Boran, Mutedid'in zamanına kadar yaşamamıştır. Ne zaman vefat ettiği önceki sayfa­larda anlatılmıştı.»

Bu senede Erdebil'de altı kez deprem meydana geldi. Şehrin evle­ri yıkıldı. Yüz ev bile ayakta kalmadı. Yıkıntılar altında 150.000 kişi can verdi. Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu bizler Allah'a ai­diz ve O'na dönücüleriz).

Bu senede Rey ve Taberistan şehirlerinin kaynak suları kurudu. Oyie ki, üç ölçek su bir dirheme satılır oldu. Fiyatlar cidden yükseldi.

Bu senede İsmail b. Ahmed es-Samanî, Türk illerine gaza yaptı. Türklerin hükümdarının bulunduğu şehri fethetti. Aralarında karısı ve babasının da bulunduğu 10.000 kadar kişiyi esir aldı. Çok miktar­da binek, eşya ve malları ganimet edindi. Her süvarinin payına 1.000 hera ganimet düştü.

Bu senede Ebu Bekr Muhammed b. Harun b. İshak el-Abbasî in­sanlara haccettirdi.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden Şafiî fıkıhçısı ve ibadeti, zahid-V&i ile tanınmış Ahmed b. Seyyar b. Eyyüb, Bağdatlı Ahmed b. Ebi fnıran, Musa b. İsa Ebu Cafer vefat ettiler. Ahmed b. İmran, Hanefi-i rin büyük âlimlerindendi. Ebu Cafer et-Tahavî'nin hocası Muham-led b. Semmaa'dan fıkıh öğrendi. Âmâ idi. Ali b. Ca'd'dan ve diğerle­rinden hadis dinledi. Mısır'a geldi. Ezberlediği hadisleri orada okudu. Bu senenin Muharrem ayında Mısır'da vefat etti. "Tarih-i Mısır" adlı eserde îbn Yunus, onun sika bir ravi olduğunu söylemiştir. [16]

 

Ahmed B. Muhammed B. İsa B. Ezher

 

Vasıt kadısı idi. "Müsned" adlı eserin sahibidir. Müslim b. İbra­him, Ebu Seleme et-Tebuzekî, Ebu Naim ve Ebu Velid'den ve başka birçok kimselerden rivayetlerde bulunmuştur. Sebatkâr, sika bir ravi idi. Muhammed b. Hasan'm arkadaşı Ebu Süleyman el-Cüzcanî'den fıkıh öğrendi. Mutez'in hilafeti zamanında Bağdat'ın doğu yakasında kadılık yaptı.

Muvaffak hilafete geçince, ondan ve Kadı İsmail'den, ellerinde vakıf olarak bulunan yetim mallarını kendisine vermelerini istedi. Kadı İsmail bu emri hemen yerine getirdi, fakat Ahmed b. Muham­med b. İsa emri hemen yerine getirmedi. Yanında bulunan malları, reşid olduğu kanaatına vardığı yetimlere teslim etti. Sonra bu mallar kendisinden yine istenilince: "Benim yanımda yetim malı yoktur. Bü­tün malları sahiplerine teslim ettim." dedi. Bunun üzerine kadılıktan azledildi. O da evine kapandı. Bu senenin zilhicce ayında vefat edin­ceye kadar evinde ibadetle meşgul oldu. Vefatından sonra adamın bi­ri kendisini rüyasında görmüştü. Şöyle ki: O, Rasûlullah (s.a.v.)'ın huzuruna girmiş, Rasûlullah (s.a.v.) kalkıp onunla musafaha yapmış ve gözlerinin arasını öpmüş ve: "Sünnetim ve eserimle amel eden kimseye merhaba!" demişti.

Bu senede babasının gece meclisinde bulunan Cafer b. Mutedid, Muvaffak'ın azatlısı Raşid (Dinever şehrinde vefat etti, cenazesi Bağ­dat'a getirildi.), Bişr el-Merisî'nin Cehmiye mezhebine ait tevilleri ve ^d'atlarına reddiye olarak bir eser yazan ve "Tabakatü'ş-Şafıyye" ad­lı kitapta kendisinden bahsettiğimiz Osman b. Said el-Darimî, büyük ^°mutanlardan hadim Mesrur, yine bu senenin ramazan ayında Mu-£ad b. İsmail et-Tirmizî (Güzel eserlerin sahibiydi.), şeyhimiz  meşhur hadisçi Hilal b. Mualla vefat ettiler. Hilal'in rivayet ı hadislerden bazıları bize ulaşmıştır. [17]

 

Nahivcilerin Üstadı Sibeveyhî

 

Bir rivayette anlatıldığına göre o, hicretin 277. senesinde vefat et­miştir. Hicretin 288., 261. ve 274. senesinde vefat ettiğine dair muh­telif rivayetler vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Sibeveyhî'nin asıl adı, Ebu Bişr Ömer b. Osman b. Kanber'dir. Beni Haris b. Ka'b kabilesinin müttefikidir. Rebi b. Ziyad el-Harisi el-Basrî'nin müttefiki olduğu da söylenir. Yakışıklılığı, yanaklarının pembeliği nedeniyle kendisine Sibeveyhî adı verilmişti. Yanakları el­mayı andırıyordu. "Sibeveyh" kelimesi de Farsçada "elma kokusu" de­mektir. Sibeveyh, meşhur ve büyük âlimlerdendir. Kendi zamanın­dan günümüze kadar nahivcilerin üstadıdır. Bütün insanlar onun na­hiv ilmine dair yazdığı meşhur kitabından yararlanırlar. Bu kitabı birçok kimse tarafından şerhedilmiştir, ama onu bütün incelikleriyle anlayanlar çok azdır.

Sibeveyhî, bu ilmi Halil b. Ahmed'den öğrendi. Onun derslerine devam etti. O derse gelirken, Halil: "Bıkmayan ziyaretçiye merhaba." derdi. Sibeveyhî ayrıca İsa b. Ömer, Yunus b. Habib, Ebu Zeyd el-Ensârî, Ebü'l-Hattab el-Ahfeş el-Kebir'den ve daha başkalarından da dersler aldı.

Kisaî'nin, Harun Reşid'in oğlu Emin'e hocalık yaptığı zamanda Basra'dan Bağdat'a geldi. Halife onları bir araya getirdi. Nahiv mese­lelerinden bazıları üzerinde tartıştılar. Neticede Kisaî şöyle demişti: «Arapların şöyle bir sözü vardır: "Ben zenburun bal arısından daha şiddetli ısırdığını zannederdim ama, sonunda anladım ki zenbur ile bal arısı aynı şeylermiş."»

Sibeveyhî dedi ki: "Benimle bedeviler arasında öyle münasebetler ve benzerlikler meydana geldi ki, Arap olmayıp da Araplar arasına katılan kimselerden hiçbiri için bu gerçekleşemez."

Emin, üstadı Kisaî'ye yardımcı olmak istedi. Bu hususu bedevi­lerden birine sordu. O da Sibeveyhî'nin dediklerini doğruladı. Emin bu durumdan hoşlanmadı ve Sibeveyhî'ye dedi ki: "Kisaî, senin aksini söylüyor." Sibeveyhî de: "Dilim, onun dediklerini söylemek hususun­da bana itaat etmiyor." dedi. Emin dedi ki: "Gelip Kisaî'nin sözünü doğrulamanı istiyorum." Sibeveyhî ona itaat etti. Oturum, Kisaî'nin doğru söylediğine dair bedevinin şahitlik etmesiyle son buldu.

Sibeveyhî, hatayı kendinde buldu ve onların kendisine karşı cep­he aldıklarını anladı. Bağdat'tan göçtü, Şiraz'a bağlı Beyda köyünde vefat etti. Zayıf bir rivayette anlatıldığına göre o bu köyde doğmuş ve bu senede Sare şehrinde vefat etmiştir. Hicretin 277. senesinde, 288. senesinde, 291. senesinde, 294. senesinde vefat ettiğine dair muhtelif rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Vefatı sırasında kırk kü-

sur yaşındaydı. Otuziki sene. yaşadığına dair zayıf bir rivayet daha vardır. Doğrusunu Allah bilir.

Mezarının üzerinde şu beyitlerin yazılı olduğu rivayet edilmiştir:

"Uzun süren ziyaretlerden sonra dostlar gittiler, ziyaretgah uzak­ta kaldı. Seni mezara teslim ettiler ve dağılıp gittiler. Seni en ıssız çölde yalnız başına bıraktılar.

Seninle dostluk ve arkadaşlık yapmadılar, sıkıntını gidermediler. Allah'ın hükmü yerine geldi; sen de mezara gömüldün. Dostların senden yüz çevirip gittiler." [18]

 

Hicretin İkiyüzseksenbirinci Senesi

 

Bu senede Müslümanlar, Bizans'a girdiler. Ganimetler elde ede­rek salimen geri döndüler.

Bu senede Rey ve Taberistan'daki suların çekilmesi son safhaya geldi. Buralarda fiyatlar cidden yükseldi. İnsanlar kıtlığa düştüler. Öyle ki birbirlerini yemeye başladılar. Kişi kendi oğlunu ve kızını ye­mek mecburiyetinde kalıyordu. înnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn (Doğ­rusu bizler Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.).

Bu senede Mutedid, Hamdan b. Hamdun'un elinde bulunan Mar­din kalesini kuşatıp zorla fethetti. Oradaki eşyaları ganimet edindi. Sonra tahrib edilmesini emretti ve yıktırdı.

Bu senede Mısır diyarının sultanı Humaraveyh'in kızı Katrünne-dâ, büyük bir alayla ve beraberinde getirmiş olduğu çok miktardaki çeyizle Bağdat'a geldi. Anlatıldığına göre çeyizinde gümüşten, ku­maştan ve diğer sayılamayacak şeylerden ayrı olarak 100 altın havan vardı; Bütün bunlardan başka babası, Mısır'da bulunmayıp Irak'ta bulunan ve ihtiyaç duyduğu şeyleri satın alması için 1.500.000 dinar

gondei inişti.

Bu senede Mutedid, Cebel ülkesine gitti. Oğlu Ali el-Müktefi'yi Rey, Kazvin, Azerbaycan, Hemedan ve Dinever valiliklerine atadı. Kâtipliğine ae Ahmed b. Asbağ'ı verdi. Ömer b. Abdülaziz b. Ebi Dü-lefi de İsfahan, Nihavend ve Kerh valiliğine atadı. Sonra Bağdat'a

döndü.

Bu senede Muhammed b, Harun b. İshak, insanlara haccettirdi.

Ecfer mıntıkasında hacılar şiddetli bir yağmura yakalandılar ve Çokları boğuldu. Öyle ki bir kişi, kumlar içinde boğuluyor, hiç kimse

onu kurtaramıyordu.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden İbrahim b. Hasan b. Düzeyi ve-at etti. Hadis hafızı ve çeşitli kitapların müellifi idi. Bu kitaplarm-aii kiri, Sıffin Savaşım anlatan hacimli bir kitaptır. Ahmed b. Muhammed et-Tâî de cemaziyelevvel ayında Küfe şehrinde vefat etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında İshak b. İbra­him de vardı: [19]

 

İshak B.İbrahim

 

İbn Cîlî adıyla tanınır. Hadis dersleri aldı. İnsanlara hadisle fet­va verirdi. Zekâ ve hafıza sağlamlığıyla nitelenirdi.

Bu senede Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya da vefat etmişti. [20]

 

Ebu Bekir Abdullah B. Ebi'd-Dünya El-Kureşî

 

Beni Ümeyye'nin azatlısıdır. Asıl adı, Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd b. Süfyan b. Kays Ebu Bekir b. Ebi'd-Dünya'dır.

Hadis hafızıdır. Her ilimde eseri vardır. Faydalı, yaygın ve meş­hur birçok eserleri bulunmaktadır. Eserlerinin sayısı 100'ü geçmekte­dir. Hatta 300'e yakın eser verdiği söylenmiştir. Daha fazla sayıda ve­ya daha az sayıda eseri olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır. İbra­him b. Münzir el-Hizamî, Halid b. Harraş, Ali b. el-Ca'd'dan ve diğer bazı kimselerden ders aldı. Mutedid'in eğitmeni idi. Mutedid'in oğlu ve Müktefi Billah lakabını alan Ali'nin de eğitmeni idi. Günlük onbeş dinar ücret alırdı. Doğru sözlü, mürüvvet sahibi, hafızası sağlam bir hadis hafızı idi. Lâkin Salih b. Muhammed Hazre, onu şu sözleriyle eleştirmiştir: "O, Muhammed b. İshak el-Belhî denen adamdan riva­yetlerde bulunmuştur. Oysa Muhammed b. İshak yalancıdır. Meşhur şahsiyetlere isnadda bulunur, sözler uydurur ve münker hadisler ri­vayet eder."

İbn Ebi'd-Dünya şiir de yazardı. Bir gün arkadaşları, yanlarına gelmesi için onu beklemekteydiler. Fakat yağmur yağdı, gidişine en­gel oldu. O da onlara şu satırları yazıp gönderdi:

"Ey dostlarım; gözüme ve kulağıma yemin ederim ki sizi görmeyi arzuluyorum.

Sizi nasıl unutabilirim. Kalbim sizin yanınızdadır ama şu yağ­mur aramıza bir engel olarak girdi."

Ebu Bekir Abdullah b. Ebi'd-Dünya, bu senenin cemaziyelevvel ayında yetmiş yaşında vefat etti. Kadı Yusuf b. Yakub, cenaze nama­zını kıldırdı. Şaniziye'de defnedildi. Allah ona rahmet etsin

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Abdurrahman b. Amr ile Ebu Zür'a el-Basri ed-Dımışkî de bulunmaktadır. Ebu Zür'a, büyük bir hadis hafızıydı. İbnü'l-Mevaz adıyla meşhur olmuş-

tu- Malikî fıkıhçısıydı. Malikî mezhebine dair ihtiyaratı vardır. Bun­lardın biri, namaz kılarken Rasûlullah (s.a.v.)'a salat-ü selam getir­menin vacip olduğuna dair görüşüdür. [21]

 

Hicretin İkiyüzseksenikinci Senesi

 

Bu senenin rebiyülevvel ayının 5'inde, sah günü Mutedid, zevcesi Humaraveyh'in kızı Katrünnedâ ile gerdeğe girdi. Katrunnedâ, Bağ­dat'a amcası ve İbnü'l-Cessas ile birlikte gelmişti. Halife Mutedid o zaman Bağdat'ta değildi. Daha sonra gelip onunla gerdeğe girdi. Bu gün, görülmeye değer bir gündü. Kalabalığın çokluğundan ötürü in­sanlar sokaklardan geçmekten menedilmişlerdi.

Bu senede Mutedid, daha önce nevruz günlerinde ateş yakmaları­na, su dökmelerine gibi Mecusilerin davranışlarına benzer davranış­larda bulunmalarına müsaade edilen halkı bu tür davranışlarda bu­lunmaktan menetti. Çiftçilerin hediyelerinin bu gün çalışmayan kim­selere verilmesini menetti ve bu işi haziranın ll'ine erteledi. Hazira­nın ll'ine bu nedenle "Mutedid'in nevruzu" denildi. Bu karar bütün beldelere mektupla bildirildi.

Bu senenin zilhicce ayında İbrahim b. Ahmed el-Mazeraî, Dı­mışk'tan Bağdat'a geldi. Halifeye, Humaraveyh'in, hizmetçileri tara­fından yatağında boğazlandığını ve yerine oğlu Haneş'i geçirildiğini, sonra onu da öldürüp evini yağmaladıklarını bildirdi. Haneş'ten son­ra da Humaraveyh'in diğer oğlu Harun'u geçirdiklerini, Harun'un her sene halifeye 1.500.000 dinar vermeyi taahhüd ettiğini söyledi. Mute­did de bunu tasdik etti.

Müktefi hilafete geçince, Harun'u azletti. Yerine Muhammed b. Süleyman el Vasıkî'yi atadı. Tolonilerin mallarını tasfiye etti. Bu da

onların son dönemi oldu.

Bu senede Ahmed b. Tolon'un kölesi Lü'lü1 hapisten salıverildi. Bir zaman insanların en zengini, en şereflisi, en itibarlısı iken çok al-, çalmış ve zelil olmuş bir halde Mısır'a döndü.

Bu senede insanlara önceki senelerin hac emiri haccettirdi.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden Ahmed b. Davud Ebu Hanife ed-Dineverî vefat etti. Lügat âlimiydi. "Kitabun-Nebat" adlı eserin sahibidir.

Bu senede İsmail b. İshak da vefat etti. [22]

 

İsmail B. İshak

 

İsmail b. İshak b. İsmail b. Hammad b. Zeyd Ebu İshak el-Ezdî. Kd idi. Basralı idi, ama Bağdat'ta büyüdü. Müslim b. İbrahim,

Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, Ka'nebî aynca Ali b. el-Medinî'den dersler aldı. Hafız, fakih bir kimse olup Malikî mezhebine mensuptu. Eserler derleyip tasnif etti. Tefsir, hadis, fıkıh ve diğer ilimlerle ilgili birçok eserleri de şerhetti.

Mütevekkilin hilafeti zamanında Suvar b. Abdullah'tan sonra ka­dılığa tayin edildi. Sonra azledildi. Bir süre sonra tekrar kadılığa iade edildi ve kadıların lideri oldu. Bu senenin zilhicce ayının bitimine se­kiz gün kala, çarşamba gecesi ani bir ölümle vefat etti. Seksen yaşını aşmıştı. Allah ona rahmet etsin.

Bu senede vefat eden tanınmış şahsiyetler arasında meşhur "Müsned'm sahibi Haris b. Muhammed b. Ebi Üsame ve Humara-veyh b. Ahmed b. Tolon da vardı. [23]

 

Humaraveyh B. Ahmed B. Tolon

 

Babası Ahmed'den sonra hicretin 271. senesinde Mısır diyarının yönetimine geçti. Muvaffak'm zamanında Mutedid onunla Remle'de savaşmıştı. Said mıntıkasında savaşmış olduğu da söylenir. Bu husus önceki kısımlarda anlatılmıştı. Daha sonra Mutedid halifeliğe geçince Humaraveyh'in kızıyla evlendi ve ikisi dost oldular. Bu senenin zil­hicce ayında hadım hizmetçilerden biri Humaraveyh'e suikast yaptı. Onu yatağında boğazladı. Çünkü Humaraveyh onu kendi cariyelerin­den biriyle fuhuş yapmakla itham etmişti. Böylece Humaraveyh otu-ziki yaşında vefat etti. Kendisinden sonra yerine oğlu Harun b. Hu­maraveyh geçti. Tolonî sülalesinin sonuncu hükümdarı oldu.

İbnü'1-Esir'in anlattığına göre Osman b. Said b. Halid Ebu Said ed-Darimî, bu senede vefat etmiştir. Bu zat Şafiî mezhebine mensup­tu. İmam Şafiî'nin arkadaşı Buvaytî'den fıkıh öğrendi. Doğrusunu Al­lah bilir.

Yemen hükümdarı Fadl b. Yahya b. Muhammed b. Müseyyeb b. Musa b. Züheyr b. Yezid b. Keysan b. Badam'ın bu senede vefat etti­ğini önceki sayfalarda anlatmışız dır. Badam, Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında Müslüman olmuştu.

Bu senede Ebu Muhammed eş-Şa'ranî de vefat etti: [24]

 

Ebu Muhammed Eş-Şa'ranî

 

Edebiyatçıydı, fakihdi, âbid ve hafız bir kimseydi. Hadis ilmini öğrenmek için çeşitli yerlere seyahatlar yaptı. Yahya b. Main'in Öğ­rencisiydi. Cerh ve ta'dil ile diğer konularda kendisinden faydalı bil­giler nakletti. Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medinî, Halef b. Hişam el-Bezzar'dan da ilim tahsil etti. Lügat ilmini İbn Arabi'den öğrendi. Sika bir ravi idi. Güvenilir büyük bir şahsiyetti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Muhammed b. j£asım da bulunmaktadır: [25]

 

Muhammed B. Kasım B. Hallad

 

Muhammed b. Kasım b. Hallad Ebü'1-Aynâ el-Basrî. Âmâ idi. Şa­ir edip, belagath bir âlim kişiydi. Lügatçıydı. Asmaî'nin talebesiydi. Künyesi, Ebu Abdillah idi. Kendisine Ebü'1-Aynâ denilmesinin sebebi suydu: "Ayna" kelimesinin ismi tasgiri sorulduğunda: "Bunun ismi tasgiri, Uyeyna'dır." demişti. Edebiyat, hikâyeler ve güzel vecizelerle ilgili tam bir bilgisi vardı. Hadise gelince, bu hususta az bir bilgiye sahipti. [26]

 

Hicretin İkiyüzseksenüçüncü Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında Mutedid, Harici Harun eş-Şarî ile savaşmak üzere Bağdat'tan çıkıp Musul'a gitti. Yapılan savaşta Ha­run'u ele geçirdi ve adamlarını bozguna uğrattı. Bu durumu Bağdat'a bir mektupla bildirdi. Halife Mutedid Bağdat'a döndüğünde Harun eş-Şarî'nin idam edilmesini emretti. O, Sufrilerdendi. İdam edilirken Harun şöyle demişti: "Müşrikler hoşlanmasalar da hüküm ancak Al­lah'ındır."

Hasan b. Hamdan, bu savaşta halifenin safları arasında Haricile­re karşı savaştı. Halife de babası Hamdan b. Hamdun'u -Mardin ka­lesini zaptedişinden bu yana zindanda tuttuğu halde- zindandan sa­lıverdi ve ona kaftan giydirdi, ihsanda bulundu.

Bu senede halife Mutedid, memleketin her bir yanma ferman gönderdi, Kadı Ebu Hazim'in fetvasına dayanarak miras taksimatın­da farz sahiplerinden arta kalan malın, ölünün asabesi olmaması du­rumunda zevilerhama verilmesini bildirdi. Ebu Hazim, fetvasında Şöyle demişti: "Bu hüküm, Zeyd b. Sabit dışında bütün sahabelerin it­tifakı ile verilen bir hükümdür. Ancak Zeyd b. Sabit, bu durumda ar­ta kalan mirasın beytülmala verilmesi gerektiği görüşüne kail olmuş­tur."

Bu fetvasında Kadı Ebu Hazim'e, Ali b. Muhammed b. Ebi'ş-Şe-varib de muvafakat etmişti. Kadı Yusuf b. Yakub ise her ikisine mu­halefet etmiş ve Zeyd b. Sabit'in görüşünü benimsemişti. Fakat halife Mutedid, Kadı Yusuf b. Yakub'a iltifat etmedi ve bu sözünü nazar-ı kibara almayıp Ebu Hazim'in fetvasını geçerli kıldı. Ama bununla be-faber, Yusuf b. Yakub'u Bağdat'ın doğu yakası kadılığına atadı. Ona ^i kaftanlar giydirdi. İbn Ebi'ş-Şevarib'e muvafakat ettiğinden ötürü Ebu Hazim'i birçok yerlerin kadılıklarına tayin etti ve kıymetli kaftanlar giydirdi.

Bu senede Müslümanlarla Bizanslılar arasında esir değişimi ya­pıldı. Böylece Bizanslıların elinde bulunan 2.504 esir kurtarıldı.

Bu senede Slavlar, Rumları Konstantiniye'de kuşatma altına al­dılar. Bizans imparatoru, elinde bulunan Müslüman esirlerden yar­dım istedi. Onlara çok miktarda silah verdi. Müslüman esirler onlar­la birlikte Slavlara karşı savaşa çıktılar ve Slavları hezimete uğrattı­lar. Sonra Bizans imparatoru elinde bulunan bu Müslüman esirlerin suikastından korktu. Onları çeşitli memleketlere gönderip dağıttı.

Bu senede Amr b. Leys, bazı işleri için Nisabur'dan çıktı. Yerine Rafi' b. Herseme'yi vekil bıraktı. Rafı1 de Nisabur camilerinin minber­lerinde halkı, Muhammed b. Zeyd el-Muttalibî'ye, ondan sonraki dö­nem için de oğlunun veliahtlığına bey'ata davet etti. Amr, geri döndü ve onu Nisabur'da kuşatma altına aldı. Kuşatmayı sürdürdü. Nihayet onu Nisabur'dan çıkardı ve şehir kapısında öldürdü.

Bu senede halife Mutedid, Ömer b. Abdülaziz b. Ebi Dülef le sa­vaşması için veziri Ubeydullah b. Süleyman'ı harekete geçirdi. Vezir, Ömer b. Abdülaziz'e ulaşınca Ömer kendisinden eman diledi. Vezir aman verdi ve onu yakalayıp beraberinde halifeye götürdü. Komutan­lar kendisini karşıladılar, halife de kaftan giydirip ihsanda bulundu.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden İbrahim b. Mehran Ebu İshak es-Sakafi es-Sirac en-Nisaburî vefat etti. İmam Ahmed b. Hanbel, bu zatın evine gidip gelirdi. Kendisi Bağdat'ın batı yakasında Katiatür-rebi mıntıkasında ikamet ederdi. İmam Ahmed b. Hanbel'e halı serer, yanında iftar ettirirdi. Güvenilir, âbid, âlim ve sika şahsiyetlerdendi. Bu senenin safer ayında vefat etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında îshak b. İbra­him b. Muhammed b. Hazim Ebü'l-Kasım el-Cîlî de bulunmaktadır. Bu, daha önceki senelerde adı geçen İshak b. İbrahim'den başka bir şahıstır. Davud b. Amr'dan, Ali b. Ca'd'dan ve birçok kimselerden ders adı. Darekutnî, onu gevşek buldu ve: "Bu, kuvvetli biri değildir." dedi. Bu senede seksen yaşına ayak basmak üzereyken vefat etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Ebu Muham­med Sehl b. Abdullah b. Yunus et-Tüsterî de bulunmaktadır. Bu zat, mutasavvıf imamlardandı. Zünnun el-Mısrî ile görüştü. Bunun güzel sözlerinden biri şudur:

"Dün öldü, bugün can çekişiyor, yarın ise henüz doğmamıştır."

Şairlerden biri de buna benzer şöyle bir söz söylemiştir:

"Geçen geçmiştir artık, beklenen ise henüz gelmemiştir. Sadece içinde bulunduğun şu an, senin için önemlidir."

Sehl, Muhammed b. Suvar'dan ders aldı. Anlatıldığına göre Sehl, hicretin 273. senesinde vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında hadis ilmini öğrenmek için çeşitli yerlere seyahatlerde bulunan Abdurrahman b. Yusuf b. Said b. Harraş Ebu Muhammed Hafız el-Mervezî de bulun­maktadır. Bu zat hadis hafızlarından, cerh ve ta'dilde söz sahibi olan­lardandı. Kendisinde biraz Şiîlik bulunduğu söylenir. Doğrusunu Al­lah bilir.                                                                             .     -

Hatib Bağdadî, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir: "ilim tahsili için yaptığım seyahatlarm bazısında çok susadığımdan ötürü beş kez idrarımı içmek zorunda kaldım."

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Ali b. Muham­med b. Ebi'ş-Şevarib ile Samarra kadısı Basralı Abdülmelik el-Ümevî de bulunmaktadır. Abdülmelik, bir süre kadi'l-kudatlık görevini de yürütmüştü. Ebü'l-Velid'den, Ebu Amr'dan ve Havsî'den dersler aldı. Neccad, İbn Said ve İbn Kani' de kendisinden ders alıp hadis dinledi­ler. İnsanlar ondan çok bilgiler naklettiler. [27]

 

Şair İbn Er-Rumî

 

Bir şiir divanı vardır. Asıl adı, Ali b. Abbas b. Cüreyc Ebü'l-Ha-san'dır. Fakat İbn er-Rumî mahlasıyla tanınmıştır. Abdullah b. Ca­fer'in azatlısıdır. Meşhur şairlerdendir. Şiirinden bazı örnekler suna­lım:

"Cimrileri övdüğün zaman sen başkalarında bulunan fazileti on­lara hatırlatmış oluyorsun.

Böylece onlara uzun bir keder ve hasreti hediye etmiş oluyorsun. Bu durumda sana azık vermeseler yeridir."

"Zaman sana sağlık şalvarını giydirirse,

Lezzetli ve tatlı gıdalardan da mahrum kalmazsan,

Artık lüks içinde yaşayanlara imrenme.

Çünkü zaman onlara ne kadar giydiriyorsa bir o kadarını da çe-

 ahyor onlardan."

Senin ne kadar dostun varsa o kadar da düşmanın vardır. Şu

 çok fazla dost edinme. Hastalığın ve dertlerin çoğu, demekten veya içmekten olur. Yarın dostun apaçık bir düşmana dönüşürse, "Unu yadırgama, çünkü işler devamlı değişir.

Eğer çok şey senin hoşuna gidiyorsa,

Çoklarıyla dostluk yapmak, doğruluktandır.

Ama senin çok gördüğün şey nadirdir.

Mutlaka elbise giyiniş kurtlarla karşılaşırsın.

Şu halde çoklarından uzak dur.

Nice çoklar var ki insanı tiksindirir.

Nice az da var ki insanın hoşuna gider.

Büyük su gölleri ayıplanacak bir şey değildir.

Ama az ve tatlı su ile de insan susuzluğunu giderebilir."

"Atadan gelme asaletin bir faydası yoktur. Kişi ancak kazandığı şeyle asalet sahibi olur.

Beni ancak yaptığım işlerden ötürü cezalandır.

Ama şerefin soy gibi atadan oğula geldiğini de sanma.

Kişi ancak yaptığı iyi şeylerle lider ve efendi olabilir.

Aksi takdirde birçok şerefli ve asil babalarını, dedelerini saysa da o asil olamaz.

Dal, her ne kadar meyve veren bir kökten gelmekteyse de meyve­si yoksa,

İnsanlar onu odun sayarlar.

Şerefli kimseler, yüksek şahsiyetleri ile şeref elde edebilirler.

Yoksa annelerini ve babalarını söylerek şerefli olamazlar."

"Kalbim hasta tarafından, şikâyetçi ve hastadır.

Kendisine şikâyette bulunduğum zat merhametli ise kalbimin hastalığını söylüyorum ona.

Onun yüzünde ebedi bir parlak gündüz vardır.

Onun saçlarında da kapkaranlık bir gece vardır.

O yönelip geldiğinde sanki dolunay parlıyor.

Yürürken de sanki dal sağa sola salmıyor.

Seslenince de geyik gibi seslenir.

Gözlerim onunla mutlu oldu ve tatlılığı uzadı.

Nice azap ve işkence var ki onu mutlu kimseler işlerler.

Baktın, gönüle yöneldin, okunu gönüle vurdun.

Sonra o ok benim tarafıma yöneldi, nerdeyse can verecektim.

Vay halime, bir bakarsa eğer yüzünü çevirip gittiğinde oklar isa­bet ederler. Onların darbeleri çok acı verir.

Ey kanımı mubah sayan ve bana acımayı yasaklayan;

Senin mubah kılışın ve yasaklayışm adilane değildir."

"Görüşleriniz, yüzleriniz, kılıçlarınız,

Olaylarda söz sahibidirler; yıldızlar menettikleri zaman.

Bunların hidayet yolu için bir nevi işaret oldukları biliniyor. Bunlar kandildir, karanlığı aydınlatırlar. Diğerleri ise şeytanlara atılan taşlardır."

Anlatıldığına göre İbnü'r-Rumî, hicretin 221. senesinde doğmuş ve bu senede vefat etmiştir. Bundan bir sene sonra veya, hicretin 276. senesinde vefat ettiğine dair muhtelif rivayetler vardır.

Ölüm sebebinin şu olduğu anlatılır: Mutedid'in veziri Kasım b. Abdullah, bunun hicvinden ve dilinden korkuyordu. Adamın birine tenbihleyerek huzurunda ona zehirli bir şey yedirmesini istedi. İb-nü'r-Rumî, zehirli nesneyi yeyince zehirlendiğini anladı, meclisi ter-ketmek üzere kalktı. Vezir Kasım: "Nereye gidiyorsun?" diye sorunca: "Beni gönderdiğin yere gidiyorum." cevabım verdi. Vezir Kasım: "Ba­bama selam söyle." deyince İbnü'r-Rumî: "Ben, Cehennem'e gitmiyo­rum; orada işim yok." diye karşılık verdi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Muhammed b. Süleyman b. Harb Ebu Bekir el-Bağendi el-Vasıtî de vardır. Bu zat, hadis hanzlarındandı. Ebu Davud kendisine hadis sorardı. Buna rağ­men onu eleştirmişler, zayıf bir hadisçi olduğunu söylemişlerdir.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de Muhammed b. Galib b. Harb Ebu Cafer ed-Dabbî'dir. Bu zat, Tenham lakabıyla tanınırdı. Süfyan'dan, Kebisa'dan ve Ka'nebî'den hadis dinledi. Sika ravilerdendir. Darekutnî, onun bazan hata yaptığım söylemiştir. Bu senenin ramazan ayında, doksan yaşında vefat etti. [28]

 

Şair Buhtürî

 

Meşhur divanın sahibidir. Asıl adı, Velid b. Ubade'dir ya da İbn Ubeyd b. Yahya Ebu Abbad et-Tâî olduğu söylenir. Aslı Menbic'ten-dir. Bağdat'a geldi. Halife Mütevekkil'i ve reisleri övdü. Medhiyeleri-nin mersiyelerinden daha iyi olduğu söylenir. Bunun sebebi kendisi­ne sorulduğunda şöyle cevap vermişti: "Medhiye, bir şeyler ümid et-mek üzere yazılır. Mersiye ise vefa borcunu ödemek üzere yazılır ki ikisi arasında çok fark vardır."

Şiirlerini Müberred, İbn Dürüstveyh ve İbn Merzüban rivayet et­mişlerdir. Kendisine: "Ebu Temam'm senden daha yüksek bir şair ol­duğunu söylüyorlar." dediklerinde: "Ebu Temmam olmasaydı ben ek­mek yiyemezdim. Ebu Temmam bizim üstadımızdır." demişti.

Buhtürî; güçlü, fasih ve belagat sahibi bir şairdi. Asıl memleketi an Menbic'e döndü ve bu senede orada vefat etti. Bundan sonraki enede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de vardır. Vefatında sekse yaşındaydı. [29]

 

Hicretin İkiyüzseksendördüncü Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında Rafı b. Herseme'nin kesik başı Bağdat'a getirildi. Halife, bu kesik başın Bağdat'ın doğu yakasında Öğleye kadar, batı yakasında da geceye kadar bir sütuna dikilmesini emretti.

Bu senenin rebiyülevvel ayında halife, Muhammed b. Yusuf b. Yakub'a kaftan giydirdi ve İbn Ebi'ş-Şevaribm ölümünden beş ay ve birkaç gün sonra onun yerine kadı olarak tayin etti. Bu beş aylık süre zarfında Ebu Cafer el-Mansur şehrinin kadılığı boş kalmıştı.

Bu senenin rebiyülahır ayında Mısır'da şiddetli bir karanlık oldu, ufukta da bir kızarıklık görüldü. Öyle ki, kişi, arkadaşının yüzüne bakıyor, yüzünün aşırı derecede kırmızı renge büründüğünü görüyor­du. Duvarlar da aynı şekilde kırmızı renge bürünmüşlerdi. O gün ikindiden geceye kadar o halde beklediler. Sonra çöle çıkarak Allah'a yalvarıp yakarmaya başladılar. Nihayet Cenâb-ı Allah bu karanlığı ve kızarıklığı üzerlerinden giderdi.

Bu senede halife Mutedid, Ebu Süfyan oğlu Muaviye'nin minber­lerde lanetlenmesine karar verdi. Veziri Abdullah b. Vehb onu bun­dan sakındırdı ve şöyle dedi: "Halk ona rahmet dilerken ve sokakla­rında, pazarlarında camilerinde ondan memnuniyetlerim dile getirir­ken böyle yapacak olursan kalben bunu protesto ederler."

Mutedid onun bu uyarısına iltifat etmedi ve bu emri verdi. Fer­manın altını imzalayıp Muaviye'yi lanetlemeleri için hatiplere gön­derdi. Bu fermanında Muaviye'nin ve oğlu Yezid'in kötülüklerini an­lattı. Emevilerden bir grubu da yerdi. Bu hususta bazı uydurma ha­disler nakletti. Bu fermanı Bağdat'ın iki tarafında da okundu. Halk, Muaviye'ye rahmet okumaktan ve ondan memnuniyetlerini dile getir­mekten menedildi.

Fakat vezir Abdullah b. Vehb, Mutedid'i bu yaptığından sakındır-maya yine devam etti ve söz arasında ona şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri, senin bu yaptığını önceki halifelerden hiçbiri yapmamıştır." Vezir, halkı Talibilere rağbet ettirenlerdendi. Onlar için davetin ka­bul edilmesini isteyenlerdendi. Halife Mutedid, tahtına zarar gelme­sinden korktuğu için kızarak da olsa bu işten vazgeçti. Cenâb-ı Allah, bu vezirin Hz. Ali'yi kafir sayan Nasibîlerden biri olmasını mukadder kılmıştı. Bu da Mutedid'in hatalarından biri olmuştu.

Halkın, kıssacıların, müneccimlerin, cedelcilerin etrafında top­lanmamalarına dair bir emir yayınladı ve bu hususta halka duyuru yapıldı. Nevruz kutlamalarına dair hazırlıklara girişmemeleri emre­dildi. Ama daha sonra bu kutlamalar serbest bırakıldı. Halk, gelip ge­çenlerin üzerine su dökmeye başladı. Bu işi daha da ilerletip aşırıbklar yeltendiler. Öyle ki, askerlerin ve muhafızların bile üzerlerine su dökmeye başladılar. Bu da Mutedid'in hatalarından biri olmuştu.

İbn Cevzî dedi ki: Bu senede müneccimler kış mevsiminde yağa­cak olan çok miktardaki yağmurlardan, akacak sellerden ve nehirle­rin kabarmasından ötürü ülkenin birçok yerlerinin sular altında ka­lacağını söyleyerek halkı korkuttular. Halk da bundan korktuğu için dağ başlarında kendilerine birer mağara edindiler. Ama Cenâb-ı Al­lah müneccimleri yalancı çıkardı ve bu sene çok az yağmur yağdı. Bu sene kadar az yağmur yağmış başka bir sene yoktu. Su kaynakların­daki sular dibe çekildi, kurumaya yüz tuttu. Her tarafta insanlar kıt­lığa maruz kaldılar. Öyle ki, Bağdat'ta ve diğer beldelerdeki insanlar defalarca yağmur duasına çıktılar.

Bu senede hilafet sarayında yalınkılıç bir adam geceleyin ortaya çıktı. Onu yakalamak istediklerinde kaçarak sarayın bazı yerlerine, ekinlerin, ağaçların ve burgaçların arasına sapıp gitti. Yakalanama­dığı için durumu anlaşılamadı. Mutedid bundan çok rahatsız oldu ve hilafet sarayının surlarının yenilenmesini, surlara bekçiler konulma­sını istedi. Muhafızların her tarafta dikkatli olmalarını emretti. Ama bunun bir yararı olmadı. Sonra büyücüleri, büyü ilmiyle uğraşanları, astrologları huzuruna çağırdı. Kaçan adamın yerini tesbit etmelerim istedi. Bunlar her ne kadar uğraştılarsa da bir yarar sağlayamadılar. Adamı bulamadılar.

Fakat aradan bir süre geçtikten sonra onu ele geçirdiler. Bu kişi­nin, Mutedid'in gözdelerinden bir cariyeye aşık olan buruk testisli bir hizmetçi olduğunu gördüler. Gözde cariye o kadar güzeldi ki, ona ula­şılamazdı. Uzaktan dahi ona bakılamazdı. Meğer, çeşitli renklerden takma sakallar yapan bu hizmetçi, her gece bir sakal takıp ürkütücü giysiler giyinerek korku verici bir şekilde ortaya çıkıyor, cariyeleri paniğe uğratıyormuş. Hizmetçiler de korktukları için hep birlikte onun üzerine saldırmışlar, yakalanmak üzere iken daracık burgaçlar­dan birine sapıp kaçmıştı. Herkes eline, yenine veya bu iş için hazır­ladığı yerlerde sakladığı şeyleri alıp üzerine atıyordu. Böylece onun, bu işi ortaya çıkarmak için görevlendirilen hizmetçilerden biri olduğu anlaşıldı. Arkadaşlarına, şuna buna: "Ne haber?" diye soruyor, elinde kılıcı ile güya o kaçağı yakalamak ister gibi yapıyor ve paniğe kapıl-mışçasına davranıyordu. Gözdeler bir araya gelip toplandıklarında maşukasına bakıyor, ona kaş göz işareti yapıyor; maşukası da ona **arŞi işaretler veriyordu. Bu durumu halife Muktedir'in zamanına Kadar devam ettirdi. Muktedir onu bir müfreze ile Tarsus'a gönderdi­ğinde maşukası olan cariye kendisini jurnalleyince durumu ortaya ^kt. Allah onu helak etsin.

Bu senede Mısır ordusu, Harun b. Humaraveyh'e karşı ayaklanıp

ihtilal yaptı. Harun, durumu düzeltmesi için babasının komutanla­rından biri olan Ebu Gafer b. Eban'ı işin başına geçirdi. Daha önceleri babasının zamanında da dokuz ay müddetle bey'at etmeyip isyan eden Dımışk şehri üzerine Bedir el-Hamnıamî ve Hasan b. Ahmed el-Mazeraî komutasında büyük bir ordu gönderdi. Bunlar Dımışk'ı dü­zene soktular. Valiliğe Tafh b. Hif fi tayin edip Mısır'a döndüler. İşler cidden karışmıştı. [30]

 

Hicretin İkiyüzseksendördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Mübarek Ebu Amr El-Müstemlî

 

Nisaburlu idi. Zahiddi. Hakemveyh el-Abid lakabıyla tanınırdı. Kuteybe'den, Ahmed'den, İshak'dan ve diğerlerinden ders aldı. Ellial-tı üstaddan hadis dinleyip yazdı.

Yoksul birisiydi. Eski püskü elbiseler giyerdi. Fakat zahiddi. Bir gün müzakere meclisinde bulunan Ebu Osman Said b. İsmail'in yanı­na gitti. Ebu Osman onu görünce ağladı ve meclisinde bulunanlara şöyle dedi: "İlim ehlinden büyük bir adamın elbiselerinin eski püskü-lüğü beni ağlattı. Sözünü ettiğim zat o kadar büyüktür ki, ben bura­da onun adım anamayacağım."

Ebu Osman'ın bu konuşması üzerine meclisinde bulunanlar yü­züklerini, dirhemlerini, elbiselerini' ortaya atıp yığdılar. Öyle ki, Ebu Osman'ın Önünde çok miktarda mal, eşya ve para toplandı. O esnada Ebu Amr el-Müstemlî ayağa kalkıp meclistekilere şöyle dedi: "Ey in­sanlar! Şeyh Ebu Osman'ın kasdettiği adam benim. Eğer ben günahla itham edilmekten korkmasaydım onun gizlediği adı (kendimi) ben de gizlerdim."

Şeyh Ebu Osman, onun bu ihlası karşısında hayrete düştü. Sonra Ebu Amr, toplanan mal, para ve eşyaları aldı. Mescidin kapısından henüz dışarı çıkmamıştı ki, o mal ve paraların tümünü yoksullara ve muhtaçlara sadaka olarak dağıttı.

Bu senenin cemaziyelahir ayında vefat etti. [31]

 

İshakb. Hasan

 

İshak b. Hasan b. Meymun b. Sa'd Ebu Yakub el-Harbî. Affan'-dan, Ebu Nuaym'dan ve daha başkalarından ders aldı. İbrahim el-Harbî'den üç yaş büyüktü. İshak vefat edince vefat haberi şehirde du­yuruldu. Halk, cenaze namazını kılmak için evine yöneldi. Halktan bazı kimseler vefat edenin İbrahim el-Harbî olduğunu sandılar ve İbkhnin evine yöneldiler. İbrahim ise: "Burası sizin gitmek istediği-r. yer değildir, ama kısa bir süre sonra buraya da geleceksiniz." de-!r Gerçekten de İbrahim ondan sonra bir sene kadar dahi yaşama­dan vefat etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında sıka ve salih h'r zat olan İshak b. Muhammed b. Yakub ez-Zührî de vardı. Doksan vaşında vefat etmişti.

İshak b. Musa b. İmran el-Fakih Ebu Yakub el-Isfarayinî eş-Şafiî •ıe Abdullah b. Ali b. Hasan b. İsmail Ebu 1-Abbas el-Haşimî de bu se­lede vefat eden meşhur şahsiyetlerdendir. Abdullah b. Ali, Bağdat nuıhtesipliği ve Rusafe Camii imamlığı gibi görevleri de yürütüyordu.

Basralı Attab b. Üseyd'in evladından Abdülaziz b. Muavîye el-Attabî de bu senede vefat etmişti. Bu zat, Bağdat'a gelmiş ve Ezher es-Sümman ile Ebu Asım en-Nebîl'den hadis dersi almıştı.

"Bad" lakabıyla tanınan Yezid b. Heysem b. Tahman Ebu Halid ed-Dahhak da bu senede vefat etti. Îbnü'l-Cevzî dedi ki: «Buna "Bad" değil de "Bâdî" demek daha uygun olur. Çünkü bu, kardeşiyle ikiz doğmuş ama kardeşinden önce dünyaya gelmişti. Bu sebeple kendisi­ne "Bâdî" demek gerekir.» Bad, Yahya b. Main ile diğerlerinden riva­yetlerde bulundu. Sika bir ravi olup salih bir insandı. [32]

 

Hicretin İkiyüzseksenbeşinci Senesi

 

Bu senede Salih b. Müdrik et-Tâî, Ecfer mıntıkasında hacılara saldırdı. Mallarını ve kadınlarını ellerinden aldı. Anlatıldığına göre hacılardan 1.000.000 dinar değerinde eşya gaspetmişti.

Bu senenin rebiyülevvel ayının bitimine on gün kala pazar günü Küfe taraflarında, gökte şiddetli bir karanlık belirdi. Sonra yıldırım­lar ve şimşeklerle birlikte eşi görülmemiş bir yağmur yağdı. Bazı köy­lere yağmurla birlikte siyah ve beyaz taşlar da düştü. Tanelerinin ağırlığı 150 dirhem olan dolular yağmaya başladı. Rüzgârlar, Dicle çevresindeki hurma ağaçlarıyla diğer ağaçlan söktü. Dicle'nin suyu aşırı derecede kabardı, öyle ki, Bağdat'ın bile sular altında kalmasın­dan korkuldu.

Bu senede Muvaffak'ın azatlısı hadim Ragıb, Bizans'a gaza yaptı. Birçok kaleler fethetti; kadın, çoluk çocuk birçok kimseleri esir aldı. Esir aldığı erkeklerden de 3.000'ini öldürdü. Sonra muzaffer ve man-sur olarak salimen geri döndü.

Bu senede Muhammed b. Abdullah b. Davud el-Haşimî, insanlara haccettirdi.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden Amid valisi Ahmed b. İsa b. 9eyh vefat etti. Kendisinden sonra yerine Muhammed geçti. Mutedid,oğlu Muhammed el-Müktefi Billah ile birlikte Amid'e, Muhammed'in üzerine yürüdü ve onu kuşatma altına aldı. Muhammed de emir din­leyip itaat ederek onun huzuruna vardı. Mutedid, kendisinden şehri teslim aldı. Ona kaftan giydirip aile efradına ikramda bulundu. Son­ra oğlunu Amid'de vekil bırakarak Kinnesrin'e ve Avasım'a yürüdü Harun b. Humaraveyh'in kendisine gönderdiği mektuba dayanarak şehirleri teslim aldı. Harun, ona bu hususta izin vermiş ve anlaşma yapmıştı.

Bu senede İbnu 1-İhşid, Tarsus halkı ile birlikte Bizanslılara kar­şı gazaya girişti. Cenâb-ı Allah, onun vasıtasıyla birçok kalelerin fet­hini Müslümanlara müyesser kıldı. Allah'a hamdolsun. [33]

 

Hicretin İkîyüzseksenbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İbrahim B. İshak

 

İbrahim b. İshak b. Beşir b. Abdullah b. Rüstem, Ebu İshak el-Harbî. Fıkıh, hadis ve diğer ilimlerde önde gelen imamlardan biri idi. Zahid ve âbid bir kişiydi. İmam Ahmed b. Hanbel'den ders aldı ve on­dan birçok rivayetlerde bulundu.

Darekutnî dedi ki; «İbrahim b. İshak el-Harbî, her ilim dalında eser vermiş, her ilimde parlak bir şahsiyet haline gelmişti. Doğru söz­lüydü. Zühdü, takvası ve ilmi hususunda Ahmed b. Hanbel'Ie muka­yese edilirdi.»

İbrahim b. İshak'ın güzel sözlerinden bazı örnekler verelim:

"Her ümmetin akıllıları şu görüşte karar kıldılar: Kaderle birlikte gitmeyen kişi yaşantısından memnun olmaz."

"Kişi odur ki, kederini kalbinde gizler ve çoluk çocuğuna açıkla­maz. Bende kırk seneden beri başağrısı var ama bunu hiç kimseye söylemedim. Yirmi seneden beri tek gözümle görebiliyorum ama bu­nu da hiç kimseye bildirmedim."

Rivayet edildiğine göre İbrahim b. İshak el-Harbî, yetmiş küsur sene yaşamış, bu müddet zarfında aile efradından ne sabah ne de ak­şam yemeği istememişti. Aksine kendisine birşey getirilirse yet, yok­sa ertesi geceye kadar aç kalırdı. Anlatıldığına göre, bazı ramazanlar­da kendi nefsine ve çoluk çocuğuna sadece bir dirhem ve dört buçuk danik (dirhemin altıda biri) harcardı. Onun nefis yiyeceklerden pek haberi yoktu. Sadece ateşte pişirilmiş patlıcan veya turp ezmesi ve benzeri şeyler yerdi. Mü'minlerin emiri Mutedid ona bazan 10.000 dirhem para gönderir, ama o bu parayı kabul etmeyip geri çevirirdi-Elçi parayı tekrar kendisine getirip: "Halife diyor ki: Bu parayı tarndik1 yoksul komşularına dağıtsın." deyince İbrahim şu cevabı verirdi: "Biz bu parayı toplamadık. Bunun toplanmasının hesabı da bize so­rulmayacaktır. Böyle olunca dağıtımından da sorumlu olmayacağız. Müminlerin emirine de ki: Ya bizi kendi halimize bıraksın, ya da biz OIıun memleketinden göç ederiz."

Can çekiştiği sırada arkadaşlarından bazıları onu ziyarete geldi­ler. Kızı kalkıp içinde bulundukları sıkıntı ve yoksulluğu şikâyet etti. Rvde yiyecek olarak sadece kuru ekmekle tuz bulunduğunu söyledi. Bazan tuzu bile bulamadıklarını ifade etti. Bunun üzerine İbrahim, kızma şöyle dedi: "Ey kızcağızım! Sen yoksulluktan mı korkuyorsun? Su köşeye bak, şurada yazmış olduğum 12.000 cüz vardır. Her gün bunlardan birini bir dirheme satabilirsin. 12.000 dirhemi bulunan kimse yoksul değildir."

İbrahim b. İshak el-Harbî, bu senenin zilhicce ayının bitimine ye­di gün kala vefat etti. Cenaze namazım Kadı Yusuf b. Yakub, Enbar kapısında kıldırdı. Cemaatı cidden çoktu. [34]

 

Nahivci Müberred

 

Muhammed b. Yezid b. Abdülekber Ebü'l-Abbas el-Ezdî es-Süma-lî. Nahivci Müberred diye de tanınır. Basrahdır. Lügatta ve Arap ede­biyatında büyük bir âlimdi. Bu ilmi, Mazinî'den ve Ebu Hatim es-Si-cistanî'den öğrendi. Sebatkâr ve sika bir ravi idi. Sa'leb'e düşmandı. Edebiyatla ilgili "el-Kâmil fi'l-Edeb" adlı bir eseri vardı. Validen kaçıp Ebu Hatim'in yanında çöpler içerisinde gizlendiği için kendisine Mü­berred adı verilmişti.

Müberred demiştir ki:

«Bir gün, Rakka'da arkadaşlarımla birlikte akıl hastalarının ziya­retine gittik. Aralarında yeni yetme bir genç vardı. Üzerinde kıymetli giyecekler vardı. Bizi görünce: "Allah sizi yaşatsın, siz kimlerdensi­niz?" diye sordu. Biz Iraklı olduğumuzu söyleyince: "Babam Irak'a ve İraklılara feda olsun. Ya siz bana bir şiir okuyun, ya da ben size oku­yayım." dedi. Kendisine: "Sen bize oku." deyince akıl hastası genç bi­ze şu şiiri okumaya başladı:

Allah biliyor ki ben üzüntülüyüm. Üzüntümü dağıtacak bir vesile bulamıyorum. Benim iki ruhum vardır; biri bir şehirde, diğeri başka bir şehirde, ikametin ruhuma fayda verdiğini sanmıyorum. Sabır buna fayda vermiyor, dayanıklılık da buna güç vermiyor. Uzakta olan ruhumun buradaki ruhum gibi olduğunu sanıyorum. O ruhum da, buradaki ruhumun hissettiklerini hissediyor."

Kendisine: "Vallahi, bu şiirin güzeldir. Bize biraz daha şiir oku." dedim. Genç şu şiiri okumaya başladı:

"Sabaha yakın kervanlarını çöktürdüklerinde;

Kervanlarına yük yüklediklerinde, deve benim hevesimi ve aşkı­mı harekete geçirdi.

Perde gerisinden ona bakmaya başladım.

O da bakışlarım üzerimde tuttu. Bakarken güzlerinden yaşlar ba-şanıyordu.

Kızıl dudaklı anem ağacının dallarını andıran parmaklan ile be­nimle vedalaştı.

Ben de kendisine şöyle seslendim: Ey deve, ayakların sevgiliyi ta­şıyıp götürmesin.

Vay gurbeteki halime! Bana ve onlara nasıl bir felaket geldi.

Bu gurbet diyarında uzaklık aramıza girdi, onlar göçüp gittiler.

Ey deveye binen sevgili! Çabuk ol ki, onlarla vedalaşayım.

Ey deveye binen göçücü, senin şu göçüşünde ecel vardır.

Ben ahdime sadıkım, dostluklarımı bozmadım.

Ah, keşke şu uzun ahid olmasaydı ve onlar gurbete gitmeselerdi."

Benimle birlikte olan öfkeli adamlardan biri o gence: "Onlar Öldü­ler." deyince genç: "Öyleyse, ben de ölürüm." dedi. Arkadaşım: "Sen bilirsin." deyince genç gerindi, oradaki sütunlardan birine yaslandı ve vefat etti. Biz kendisini defnetmeden oradan ayrılmadık. Allah ona rahmet etsin.»

Müberred, yetmiş yaşını aşmış iken vefat etti. [35]

 

Hicretin İkiyüzseksenaltıncı Senesi

 

Bu senenin rebiyülahır ayında Amid şehri İbnü'ş-Şeyh'in elinden teslim alındı. Amid'de ordugah kurmuş olan Mütedid'e Harun b. Ah-med b. Tolon'un Mısır'dan gönderdiği mektup ulaştı. Mektupta kendi­sinin Mısır diyarının emirliğinde bırakılması karşılığında Kinnesrin ve Avasım şehirlerinin de Mutedid'e teslim edileceği bildiriliyordu. Mutedid bunu kabul etti. Sonra Irak'a gitmek üzere Amid'den ayrıldı ve Amid surlarının yıkılmasını emretti. Bazı kısımlar yıkıldı, ama ta­mamı yıkılamadı.

İbn Mutez, Amid'i fethedişi nedeniyle Mutedid'i tebrik edip şöyle bir şiir okumuştu:

"Selamette ol ey mü'minlerin emiri. Hep kıskanılacak ve imreni­lecek halde ol. Zaferin kutlu olsun.

Nice hadiseler için ayağa kalktın, ilerledin, zaman geride kaldı. Sen öyle bir aslansın ki, avların da aslandır. Senin pençen hep nların vücuduna takıldığı için tırnakların kana bulanmıştır, muzaf­fersin."

Halife Mutedid, Bağdat'a döndüğü sırada kendisine Nisabur'dan Amr b. Leys'in hediyeleri geldi. Halife, bu senenin cemaziyelahir ayı­nın bitimine sekiz gün kala perşembe günü Bağdat'a ulaşmıştı. Nisa-bur'dan gelen bu hediyeler 4.000.000 dirhem kıymetindeydi. Ayrıca binekler, eğerler, silahlar ve diğer eşyalar da vardı.

Bu senede İsmail b. Ahmed es-Samanî ile Amr b. Leys savaştılar. Savaşın nedeni şuydu: Amr b. Leys, Rafi b. Herseme'yi öldürüp kesik başını halifeye gönderdiğinde halifeden elinde bulunan Horasan vali­liğine ek olarak Maveraünnehir valiliğini de kendisine vermesini is­tedi. Halife de bu isteğini yerine getirdi. İşte Maveraünnehir valisi İs­mail b. Ahmed es-Samanî buna kızdı ve rahatsız oldu. Durumu bir mektupla halifeye bildirdi: "Sen geniş bir dünyaya hükümdar oldun, elimde bulunan şu Maveraünnehir vilayetini bana bırak."

Halife, onun bu dileğini kabul etmeyince, İsmail b. Ahmed büyük bir ordu ile halifenin üzerine yürüdü. İki taraf Belh şehri yanında karşı karşıya geldiler. Aralarındaki savaşta Anır'm adamları hezime­te uğradılar, kendisi de esir düştü. İsmail b. Ahmed'in huzuruna geti­rildiğinde İsmail ayağa kalktı, gözlerini öptü. Başını yıkatıp kaftan giydirdi. Kendisine eman verdi ve bu durumu bir mektupla halifeye bildirerek, ne yapması gerektiğini sordu. Halife, gönderdiği cevabi mektupta, Amr b. Leys'in eşyalarını ve mallarını teslim almasını ve bunların kendisine bırakılacağını söyledi. Daha önceleri Amr'ın sade­ce mutfak takımı 600 deve ile taşınırken sonunda kendisi zincirlere vurulup zindana atıldı. Daha da tuhafı, Amr'ın beraberinde 50.000 savaşçı vardı. Bu savaşçılardan hiçbiri yaralanmadı ve esir düşmedi, sadece kendisi esir düştü. İşte bu da tamahkarlığına mağlub olan kimsenin cezasıdır. Hırsı onu ileriye sevketmiş, nihayet yoksulluğun zilletine düşürmüştü. Bu, Cenâb-ı Allah'ın her tamahkar kişiye uygu­ladığı yasasıdır. Hakkı olmayan şeye tamahlanan kimse bu yasaya tabi olur. Dünyalığın daha fazlasını isteyen kimsenin akibeti budur. [36]

 

Karmatîlerin Başı Ebu Said El-Cenabî'nin Ortaya Çıkışı

 

Karmatîler, zencilerden daha murdar ve daha fesatçı idiler. Ebu aıd el-Cenabî bu senenin cemaziyelahir ayında Basra taraflarında rt       çıktı. Etrafında bedevilerden ve başka kimselerden çok sayıda insan toplandı. Kuvveti ve şevketi cidden arttı. Çevresindeki köy ve kasaba insanlarını öldürdü. Sonra Basra'ya yakın Katif e vararak şehre girmeye niyetlendi. Halife Mutedid de Katif naibine mektup ya_ zarak şehrin surlarını sağlamlaştırmasını emretti. Onlar da surları onarıp burçları yenilediler ve sağlamlaştırdılar. Bu iş için 4.000 dinar kadar para sarfettiler. Katif ve Basra, böylece Karmatîlere karşı ko­runmuş oldu.

Ebu Said el-Cenabî ve beraberindeki Karmatîler, Hecer ve çevre­sindeki mıntıkalara galib olup oraları istila ettiler. O mıntıkalarda çok bozgunculuk yaptılar.

Ebu Said el-Cenabî, aslen gıda maddesi simsarı idi. Gıda maddesi satar ve halkın paralarım hesaplardı. Hicretin 281. senesinde kendi­sine, Yahya b. el-Mehdi adında bir adam geldi ve Katif halkım Meh-di'ye bey'ata davet etti. Ali b. Alâ b. Hamdan ez-Ziyadî adında bir adam onun bu davetine icabet etti. Halkın Mehdi'ye bey'at etmesi için yaptığı davet hususunda ona yardımcı oldu ve destek verdi. Katif teki Şiîleri toplantıya çağırdı. Onlar da bu çağrıya icabet edip toplandılar. Çağrıya icabet edenler arasında mel'un Ebu Said ei-Cenabî de vardı. Daha sonra güçlendiler. Bunların aralarından da Karmatîler ortaya çıktılar. Onun çağrısına icabet edip etrafında kenetlendiler. O da baş­larına emir oldu. Bu işte danışılan bir lider haline geldi. Aslı, bu böl­gede bulunan Cenaba beldesindendir. İleride kendisinin ve adamları­nın durumu hakkında bilgi verilecektir.

"el-Muntazam" adlı eserin sahibi (İbnü'l-Cevzî) der ki:

«Bu senede meydana gelen acaip olaylardan biri şudur ki; kadı­nın biri Rey şehri kadısına gelip kocasında 500 dinar mehir alacağı bulunduğunu idda etti. Kocası ise böyle bir borcunun bulunmadığını söyledi. Kadın kendisini doğrulayan beyyineyi ortaya koyunca, kadı: "Yüzünü aç ki, senin bu adamın zevcesi olup olmadığını anlayalım." dedi. Kadı bu talebinde ısrar edince, karısının yüzü açılıp başkaları tarafından bakılmasın diye koca: "Hayır, yüzünü açmayın; karım bu iddiasında haklıdır, doğru söylüyor." dedi ve karısının iddia ettiği gi­bi, 500 dinar mehir borcu bulunduğunu ikrar etti.

Kocasının bu sözleri üzerine kadın, sırf yüzüne yabancı erkekler tarafından bakılmasın diye bu borcu kabullendiğini anladı ve: "Ko­cam, dünyada ve ahirette benim borcumdan beraat etmiştir." dedi.»

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında şeyhimiz ez-Zehebî'nin de anlattığına göre Ahmed b. İsa Ebu Said el-Harraz bu­lunmaktadır. İbnü'l-Cevzî, onun hicri 277. senede vefat ettiğini söyle­miştir. Doğrusunu Allah bilir. [37]

 

İshak B. Muhammed B. Ahmed B. Eban

 

Künyesi Ebu Yakub en-Nehai el-Ahmer'dir. Şia'nın İshakiye kolu

kendisine nisbet edilir.

İbn Nobahtî, Hatib Bağdadî ve İbnü'l-Cevzî'nin anlattıklarına gö-re bu adam Hz. Ali'nin ilahlığma ve ilahlığın kendisinden sonra Hz. jîasan'a, ondan sonra da Hz. Hüseyin'e intikal ettiğine inamrmış. Onun inancına göre bu ilahlık, her vakitte ortaya çıkarmış. Bu kâfi-rane inancına kızıllardan bazıları uymuşlardı. Allah, ona da tabileri-

ne de lanet etsin.

Başka bir rivayette anlatıldığına göre ona Ahmer (Kızıl) denmesi­nin sebebi şuymuş: Kendisi alacalı olduğundan Ötürü bu alaca rengi­ni değiştirecek ilaçları tenine sürermiş.

Nobahtî, onun küfre dair büyük sözlerini nakletmiştir. Allah, ona lanet etsin. Mazinî'den, onun ve tabakasının durumlarını anlatan ba­zı hikâyeler nakledilmiştir. Bu gibi hikâyeler, nakledilmeyecek kadar basit ve değersiz şeylerdir. Ancak, onu kınamak ve yermek için anla-tılabilir. [38]

 

Bakî B. Mahled

 

Bakî b. Mahled b. Yezid Ebu Abdurrahman el-Endelüsî. Hadis hafizlarındandı. Garp ulemasından dır. Tefsir'i, Müsned'i ve Sünen'i vardır. İbn Hazm tarafından; İbn Cerir'in Tefsir'ine, Ahmed b. Han-bel'in Müsned'ine ve İbn Ebi Şeybe'nin Musannaf ına tercih edilen ba­zı eserlerin sahibidir. Ancak İbn Hazm'ın bu görüşü, tartışılabilecek

bir görüştür.

Hafız İbn Asakir, "Tarih"inde, Bakî b. Mahled'den övgüyle bah­setmiş, iyiliklerini anlatmış, kendisini hafızasının sağlamlığı ve nıuh-kemliği ile nitelemiştir. Duasının müstecab olduğunu söylemiştir. Al­lah ona rahmet etsin. Bu senede, yetmişbeş yaşında vefat ettiğini kaydetmiştir. [39]

 

Hasan B. Beşşar

 

Künyesi, Ebu Ali el-Hayyat idi. Ebu Bilal el-Eş'arî'den rivayetler­de bulundu. Ebu Bekir eş-Şafiî de kendisinden rivayetlerde bulundu, öıka bir ravi idi. Bir zaman hasta olmuş idi. Rüyasında adamın biri­sinin kendisine şöyle dediğini gördü: «"Lâ"yı ye ve "Lâ"yı sürün.» Bu özleri şu ayet-i kerime ile tefsir etmişti:

«Bu, ne yalnız doğuda ve de yalnız batıda bulunan bereketli zey-ln ağacından...» (en-Nûr, 35.)

Bu tefsiri yaptıktan sonra hastalığına ilaç olsun diye zeytin yedi ve zeytinyağı içti ve bu hastalığından şifa bulup kurtuldu. [40]

 

Muhammed B. İbrahim

 

Muhammed b. İbrahim Ebu Cafer el-Enmatî. Murabba diye tanı­nırdı. Yahya b. Main'in Öğrencisiydi. Sika bir ravi idi. Hadis nafizi idi.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında; Abdürrahim er-Rakkî, musannif Muhammed b. Vaddah, "Müsned" adlı eserin sa­hibi Ali b. Abdülaziz el-Bağavî ve Muhammed b. Yunus da bulun­maktadır: [41]

 

Muhammed B. Yunus

 

Muhammed b. Yunus b. Musa b. Süleyman b. Ubeyd b. Rabia b. Kedim Ebü'l-Abbas el-Kuraşi el-Basrî el-Kedimî. Nuh b. Ubade'nih karısının oğluydu. Hicretin 183. senesinde doğdu. Abdullah b. Davud el-Harbî, Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, Ebu Davud et-Teyalisî, Asmaî ve diğer bazı kimselerden ders aldı. İbn Semmak ile Neccad da kendisinden dars alıp rivayetlerde bulundular. Kendisinden en son hadis nakleden kişi, Ebu Bekir b. Malik el-Katifî'dir.

Çok garip hadis rivayet eden bir hadis hafızı idi. Rivayetlerinde garip hadisler bulunduğundan ötürü bazı kimseler onu eleştirdiler. Biyografisini "Tekmil" adlı eserimizde anlatmışızdır.

Bu senenin cemaziyelahir ayının ortasında, cuma günü, namaz­dan Önce, 100 yaşım aşkın bir halde vefat etti. Cenaze namazını Kadı Yusuf b. Yakub kıldırdı. [42]

 

Yakub B. İshak

 

Yakub b. İshak b. Nahbe Ebu Yusuf el-Vasitî. Yezid b. Harun'dan hadis dinledi. Bağdat'a geldi. Orada dört hadis nakletti. Halka, ertesi gün hadis okuyacağını vaad etti ama o gece 112 yaşında vefat etti.

Zehebî'nin anlattığına göre Velid Ebu Ubade el-Buhtürî de bu se­nede vefat etmiş meşhur şahsiyetlerdendir. Bu zattan, hicri 283. se­nenin olaylarından bahsederken söz etmiştik. Nitekim İbnü'l-Cevzî de vefatını böyle demiştir. Doğrusunu Allah bilir. [43]

 

Hicretin İkiyüzseksenyedinci Senesi

 

Bu senenin rebiyülevvel ayında Ebu Said ei-Cenabî komutasında­ki Karmatîler'in durumu güçlendi. Adam öldürüp esir aldılar. Hecer Ülkesini alt üst edip fesat çıkardılar. Halife de üzerine Abbas b. Amr el-Ganevî komutasında büyük bir ordu gönderdi. Abbas'ı, sözünü etti­ğimiz Ebu Said el-Cenabî ile savaşması için Yemame ve Bahreyn'e enıir tayin etti. İki taraf burada karşılaştılar. Abbas'ın 10.000 savaş­çısı vardı. Ebu Said, hepsini esir aldı. Bu ordudan sadece komutan Abbas kurtuldu. Diğer askerler ise tamamiyle onun huzurunda eli kolu bağlı olarak öldürüldüler. Allah onu kahretsin. Bu cidden hayret verici bir durumdu. Amr b. Leys ile yapılan savaştaki durumun tam tersi idi. Çünkü Amr b. Leys, sayıları 50.000 olan adamları arasında sadece kendisi esir alınmış, diğerleri ise kurtulmuşlardı.

Anlatıldığına göre Abbas, adamları Ebu Said tarafından öldürü­lürken kendisi seyirci olarak bakıyordu. Esir almanlar arasında Ebu Said'in yanında günlerce tutuklu kaldı. Sonra Ebu Said onu serbest bıraktı, bineğe bindirdi ve: "Adamına (halifeye) git ve bu gördüklerini

ona anlat." dedi.

Bu hadise, bu senenin şaban ayının sonlarında cereyan etmişti. Halk bu duruma gerçekten çok üzüldü, terdirgin oldu. Basralılar Ebu Said'in üzerine gitmeye kalkıştılarsa da Basra valisi Ahnıed el-Vasikî onları bundan alıkoydu.

Bu senede Bizanslılar, Tarsus'a hücum ettiler. Tarsus valisi İb-nü'1-İhşid vefat etmiş, geçen sene sınırları muhafaza etmekle Ebu Sa­biti görevlendirmişti. Bizanslılar o tarafa hücum etmeye tamahlandı-lar ve askerlerini o tarafa yığdılar. Ebu Sabit onlara karşı çıktıysa da direnme gücü gösteremedi. Bizanslılar onun adamlarından bir kısmı­nı öldürdüler. Kendisini de diğer esirlerle birlikte tutsak aldılar. Sı­nır boyundaki halk, İbnü'l-Arabi'ye giderek onu başlarına emir tayin ettiler. Bu hadise bu senenin rebiyülahır ayında vuku bulmuştu.

Bu senede Muhammed b. Zeyd el-Alevî de öldürülmüştü: [44]

 

Muhammed B. Zeyd El-Alevî

 

Taberistan ve Deylem vahşiydi. Öldürülme sebebi şuydu: İsmail ss-Semanî, Amr b. Leys'i mağlup edip muzaffer olduğunda Muhanı-n*ed b. Zeyd, İsmail'in kendi sınırım aşmayacağını, Horasan'ın kendi­sine kalacağını sanarak Horasan'a gitmek üzere vilayetini bırakıp yo­la koyuldu. İsmail, kendisinden önce Horasan'a gitti ve ona yazdığı mektupta; vilayetine sahip olmasını, başka yerlere tecavüz etmemesi­ni bildirdi. Fakat Muhammed b. Zeyd, bu uyarıyı kabul etmedi ve İs­mail'in üzerine Rafi b. Herseme'ye niyabet eden Muhammed b. Ha-run komutasında bir askeri birlik gönderdi. İki ordu karşı karşıya geldiklerinde Muhammed b. Harun, hile yaparak İsmail'den kaçtı. İs­mail'in askerleri de onun peşine düşüp yakalamaya çalıştılar. Muhammed b. Harun'un askerleri geri döndüler, hezimete uğradılar. İs­mail, onların ordugâhında bulunan eşyaları yağmaladı. Muhammed b. Zeyd de ağır yaralar aldı. Bu sebeple birkaç gün sonra vefat etti. Oğlu Zeyd, esir alındı, İsmail b. Ahmed'e gönderildi. İsmail ona ik­ramda bulundu ve armağan verilmesini emretti.

Kendisinden söz ettiğimiz Muhammed b. Zeyd, faziletli, dindar bir kimse olup yönettiği ülkede güzel bir yönetim tarzı sergiliyordu. Fakat kendisinde Şiîlik vardı.

Bir gün birinin adı Muaviye, diğerininki de Ali olan iki hasım hu­zuruna çıktılar. Muhammed b. Zeyd onlara: "Aranızda verilecek hü­küm bellidir." dedi. Muaviye de ona şu karşılığı verdi: "Ey emir, bizim isimlerimize aldanma. Benim babam Şiilerin önde gelenlerinden ve büyüklerinden idi. Memleketimizdeki Ehl-i Sünnet ile geçinmek için bana Muaviye adını verdi. Şu hasmım da Hz. Ali'nin en büyük düş­manlarından birinin oğludur. Babası size karşı takiyye yapmak için kendisine Ali adını vermiştir."

Muhammed b. Zeyd, bu cevap karşısında gülümsedi, her ikisine de ihsanda bulundu.

"el-Kâmil" adlı eserinde İbnü'1-Esir dedi ki: «Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında İshak b. Yakub b. Ömer b. Hattab b. el-Adevî de vardır. Bu zat, Cezire'de Diyar-ı Rabia'nın emiri idi. Yerine oğlu Abdullah b. Heysem b. Abdullah b. Mutemir geçti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de Ali b. Abdü-laziz el-Bağavî'dir. Bu zat, Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam'm arkadaşıy­dı.

Mehdi b. Ahmed b. Mehdi el-Ezdî el-Musilî de ayandan olup bu senede vefat etmişti.»

İbnü'1-Esir ile Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'nin anlattıklarına göre, Mutedid'in zevcesi Katrünneda bintü Humaraveyh b. Ahmed b. Tolon da bu senede vefat etmiştir. İbnü'l-Cevzî'nin ifadesine göre Katrünne­da, bu senenin receb ayının yedisinde vefat etmiş ve Rusafe'de, sara­yın içinde defnedilmiştir.

Yakub b. Yusuf b. Eyyüb b. Ebu Bekir el-Mutavvaî de bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerdendir. Bu zat, Ahmed b. Hanbel'den ve Ali b. el-Medinî'den hadis dinledi. Neccad ile Huldî de kendisinden hadis dinleyip rivayet ettiler. Her gün İhlâs sûresini otuzbin yahut kırkbin kere okumayı vird edinmişti.

Ben derim ki: Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında sünnetin ve çeşitli eserlerin sahibi Ebu Bekir b. Ebi Asım da bulun­maktadır. Bu zatın biyografisini şöylece anlatabiliriz: [45]

 

Ahmed B. Amr B. Ebu Asım Ed-Dahhak

 

Dedesi Dahhak, Nebil'in oğludur. Ahmed b. Amr'm künyesi Ebu Bekir'dir. Hadisle ilgili birçok eserleri vardır. Bunlardan biri, Selef metoduna göre yazılmış bulunan «Kitabü's-Sünne fi Ahadi's-Sıfat»tır. Kendisi hadis hafızı idi. Salih b. Ahmed'den sonra İsfahan kadılığına atandı. Daha önce hadis ilmini öğrenmek ve hadis toplamak için çe­şitli memleketlere gidip dolaşmıştı. Ebu Türab en-Nahşebî ile diğer sofiye meşayihine arkadaşlık etmişti. Bir defasında şöyle muazzam bir keramet göstermişti:

Kendisi ve iki büyük salih insan, bir yolculuğa çıkmışlardı. Beyaz bir kum yığınının yanma gelip mola vermişlerdi. Ebu Bekir Ahmed, bu beyaz kumları eliyle tutup öpmüş ve şöyle demişti: "Allah'ım, bize şu kumların beyazlığında bembeyaz bir helva nasib et." Kısa bir süre sonra bedevinin biri elinde o kumların beyazlığı renginde bir tabak dolusu helva getirmişti. Ebu Bekir Ahmed ve arkadaşları da o helva­yı yemişlerdi.

Ebu Bekir Ahmed b. Amr, şöyle derdi:

«Meclisime bid'atçı, iddiacı, eleştirici, dil uzatıcı, lânetleyici, kötü sözler söyleyen, hayâsız, Şafiî'den ve hadis ashabından sapan kimse­ler gelmesin.»

Ebu Bekir Ahmed b. Amr, bu senede İsfahan'da vefat etti. Vefa­tından sonra adamın birisi onu rüyasında, namaz kılarken görmüştü. Namazını tamamladıktan sonra adam ona: "Rabbin sana nasıl mua­mele etti?" diye sormuş, o da şu cevabı vermişti: "Aziz ve Celil olan Rabbim, benimle ünsiyet kurup arkadaşlık ediyor." [46]

 

Hicretin İkiyüzseksensekizînci Senesi

 

Bu senede üst üste birçok âfet ve musibetler meydana geldi. Şöy­le ki: Rumlar, kara ve deniz askerlerinden oluşan büyük bir ordu ile Rakka'ya hücuma geçtiler. Birçok kimseleri öldürdüler ve 15.000 ka­dar kadın ve çocukları esir aldılar.

Azerbaycan'da şiddetli bir veba salgını görüldü. Öyle ki, kimse kimseyi defnedemeyecek hale geldi. Ölüler defnedilmeksizin yollarda bırakıldılar.

Bu senede Erdebil'de, ikindi vaktinden sonra başlayıp gecenin ilk uÇte birlik dilimine kadar devam eden şiddetli bir fırtına meydana geldi. Fırtınadan sonra da kuvvetli bir deprem oldu. Bu hal Erde-bıî de günlerce devam etti. Evler ve binalar yıkıldı, kimi de yer altına göçtü. Yıkıntılar altında ölenlerin sayısı 150.000 kişiyi buldu. İnnâ Ulah ve innâ ileyhi râciûn.

Bu senede Karmatîler Basra'ya yaklaştılar. Halk, onlardan çok korktu. Basra'dan göç etmeye kalkıştılar. Ama vali, şehri terketmele-rine izin vermedi. [47]

 

Hicretin İkiyüzseksensekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Bişr B. Musa B. Salih

 

Esed kabilesindendir. Künyesi, Ebu Ali'dir. Hicretin 190. senesin­de doğdu.

Ravh b. Ubade'den bir hadis diledi. Hevde b. Halife, Hasan b. Musa el-Eşyeb, Ebu Nuaym, Ali b. el-Ca'd, Asmaî ve diğerlerinden çok hadis dinledi. İbnü'l-Münadî, İbn Muhalled, İbn Said, Neccad, Ebu Amr ez-Zahid, Huldî, es-Sülemî, Ebu Bekir eş-Şafiî, Îbnü's-Sav-vaf ve daha başkaları da kendisinden hadis dinleyip rivayet ettiler.

Bişr; sika, güvenilir bir hadis hafızı ve ravisi idi. Gece yatağa ya­tarken bile aklında hep hadis vardı. İmam Ahmed b. Hanbel, ona ik­ramda bulunurdu.

Bişr'in şiirlerinden biri şudur:

"Zayıfladım, sekseni aşan kimse zayıflar. Daha önce normal karşılanan filleri artık yadırganır. Zincire vurulmuş esir gibi ağır ağır yürür. Prangalara vurulmuş kimse gibi adımlarını ufak atar." [48]

 

Sabit B.Kurra

 

Sabit b. Kurra b. Harun (ya da Zahrun) b. Sabit b. Küdam b. İb­rahim es-Sabü. Harranh filozoftur.

Çeşitli eserleri vardır. Bunlardan biri de yazmış olduğu "Öklides" kitaplarıdır ki, Huneyn b. İshak el-Abbadî bunu Arapçaya tercüme etmiştir. Aslen sofi biri idi. Fakat daha sonra sofîliği bırakıp felsefe ile meşgul olmuş ve felsefede yüksek mevkilere ulaşmıştır. Bağdat'a gelmiş ve orada ün salmıştır. Müneccimlerle birlikte halifenin huzu­runa Sabiîlik dinine bağlı olarak girerdi.

Torunu Sabit b. Sinan'ın da güzel yazılmış bir tarihi vardır. Ken­disi belagat sahibi, maharetli bir âlimdi.

Amcası İbrahim b. Sabit b. Kurra da parlak bir tabip idi. İrfan sa­hibiydi. Kadı İbn Hallikan, bunların tümünün biyografisini bu senede anlatmıştır. [49]

 

Hasan B. Amr B. Cehm

 

Künyesi, Ebü'l-Hasan'dı. Şiî idi. Rafîzilerden değil de Mansur'un taraftarı olan Şiîlerden idi. Ali b. el-Medinî, Bişr el-Hafî gibi zatlar­dan hadis dinleyip rivayet etti. Ebu Amr b. Semmak da kendisinden rivayetlerde bulunmuştur. [50]

 

Ubeydullah B. Süleyman B. Vehb

 

Halife Mutedid'in veziri idi. Onun nazarında itibar sahibi idi. Ölümü, Mutedid'i çok sarstı. Yerine kimi tayin edeceğini derin derin düşünmeye başladı. Başlarına gelen olayın acısını hafifletmek ve te­selli etmek için yerine oğlu Kasım b. Ubeydullah'ı tayin etti.

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında büyük Şafiî ulemasından Enmatî lakabıyla tanınan Ebu 1-Kasım Osman b. Said b. Beşşar da vardı. Bu zatı, "Tabakatü'ş-Şafıyye"de anlatmışızdır.

Bu senede Harun b. Muhammed b. İshak b. Musa b. İsa Ebu Mu­sa el-Haşimî de vefat etmişti. Bu zat, uzun seneler hac emirliği yap­mıştı. Hadis dinledi, hadis rivayet etti. Bu senenin ramazan ayında Mısır'da vefat etti. [51]

 

Hicretin İkiyüzseksendokuzuncu Senesi

 

Bu senede Küfe sevadında Karmatîler fesad çıkardılar. Bazı vali­ler, bunları mağlup edip reisleri Ebü'l-Fevaris'i yakalayarak Mute-did'e gönderdiler. Ebü'l-Fevaris, halife Mutedid'in huzurunda Abbas'a sövdü. Mutedid de dişlerinin sökülmesini, kollarının kesilmesini em­retti. Sonra her iki kolu ayaklarıyla birlikte kesildi, böylece öldürül­dükten sonra Bağdat'ta asıldı.

Bu senede Karmatiler büyük bir grup halinde Dımışk'a saldırdı­lar. Harun b. Humaraveyh tarafından atanmış olan Dımışk valisi To-ğaç b. Cef bunlarla savaştı. Ancak bunlar onu defalarca bozguna uğ­rattılar. Fesatları gittikçe büyüdü. Bu, Karmatîler nezdinde kendisi­nin Muhammed b. Abdullah b. İsmail b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib olduğunu iddia eden Yahya b. Zikreveyh »Behreveyh'in liderliğinde yapılan bir hareketti. Ancak o, bu iddia­sında yalan söylüyordu. Bu işte kendisine 100.000 kişinin tabi oldu-£Tunu, devesinin manen güdüldüğünü, hangi tarafa yönelirse o taraf­taki insanlara karşı muzaffer olacağım iddia etmişti. Bu iddiasını ta­raftarları doğru saymışlar ve ona "Şeyh" lakabını takmışlardı. Beni Asbağ kabilesinden, Fatimiler adım alan bir grup da kendisine tabi °l*nuşlardı. Halife bunların üzerine büyük bir ordu şevketti. Bunlar,

üzerlerine gönderilen orduyu bozguna uğrattılar. Sonra Rusafe'ye geçtiler. Rusafe Camii'ni yaktılar, geçtikleri her köyü ve kasabayı yağmaladılar. Bu halde Dımışk'a kadar ulaştılar. Dımışk valisi onlar­la savaştıysa da valiyi defalarca hezimete uğrattılar. Adamlarından çoğunu öldürdüler. Çok miktarda mallarını yağmaladılar. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûun (Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve O'na dönücüle­riz.).

İşte bu şiddetli ve sıkıntılı halde halife Mutedid bu senenin rebi-yülevvel ayında vefat etti. [52]

 

Halife Mutedid Billah

 

Ahmed b. el-Emir Ebu Ahmed el-Muvaffak. Nasır Lidinillah laka­bını almıştı. Babası, Ebu Ahmed'in asıl adı Muhammed idi; Talha ol­duğu da söylenir. Talha, Mütevekkil Alallah lakabını alan Cafer'in oğluydu. Cafer Mutasım'm, Mutasını da Harun Reşid'in oğluydu. Mu-tedid'in künyesi Ebü'l-Abbas'tı. Hicretin 242. senesinde doğdu. 243. senede doğduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Annesi bir cariye idi.

Mutedid, esmer tenli, nahif bedenli, endamı düzgün, kır saçlı, sa­kalının ön tarafı uzun, başında da beyaz ben bulunan bir kimseydi. Hicretin 279. senesinin receb ayınm bitimine onbir gün kala, pazarte­si sabahında halifeliğine bey'at edildi. Bey'at edildikten sonra kendi­si, Abdullah b. Uzheb b. Süleyman'ı vezirliğe, İsmail b. İshak'ı kadılı­ğa tayin etti. Yusuf b. Yakub ile İbn Ebi'ş-Şevarib'i de kadılıklara ta­yin etmişti.

Amcası Mutemid'in zamanında, hilafet makamının gücü azalmış­tı. Mutedid bu makama geçince halifelik makamını güçlendirdi. Nü­fuzunu yüceltti. Aydınlık saçan fenerini yükseltti. Kureyş adamların­dan, akıl, cesaret, atılganlık, tedbir, şecaat ve fazilet bakımından ön­de biri idi. Babası da öyleydi.

İbn Cevzî'nin rivayetine göre Mutedid, seferlerinden birinde için­de hıyar tarlası bulunan bir köyden geçmekte iken tarla sahibi halife­den imdat dileyerek yüksek sesle çığlık attı. Halife Mutedid, o kimse­yi huzuruna çağırdı ve durumu sordu. Adam şöyle dedi:

- Askerlerden bazıları tarlamdan hıyar alıp götürdüler.

- Sen onları tanıyor musun?

- Evet.

Halife askerlerinin hepsini ona gösterdi. Askerlerden üçünü tanı­dı. Halife de bu üç askerin zincire vurulup hapsedilmelerini emretti. Sabah olunca askerler, üç kişinin yol ortasında asılı olduklarını gör­dü. Ordudaki herkes bu durumu kınadı ve ayıpladı. Halifenin böyle yapmaması gerektiğini söylediler. Hıyar aldıkları için şu üç kişi öldü­rülür mü? diye itirazda bulunmaya başladılar. Kısa bir süre sonra halife Mutedid, gece sohbetlerinde bulunan Havas'a, bu durumu emirlerin hazır bulundukları esnada nazik bir lisanla kınamasını em-retti. Havas, bu emir üzerine gece vakti halifenin huzuruna girdi. Ümera, mecliste toplantı halindeydi. Halife, Havas'm ne demek iste­diğini anlamıştı, ona şöyle dedi:

- Ey Havas, söylemek istediğin şeylerin ne olduğunu biliyorum. .__Ey müminlerin emiri, bana eman ver ki konuşayım.

- Sen emandasm.

- İnsanlar kan akıtma hususunda senin çok çabuk karar verdi­ğini söyleyerek seni kınıyorlar.

- Vallahi, ben halifeliğe geçtiğimden beri haksız yere asla kan

akıtmadım.

- Senin hizmetçin olan ve hainliği asla görülmeyen Ahmed b.

Tayyib'i niçin öldürdün?

- Yazıklar olsun sana! O beni, ikimiz başbaşa bulunduğumuz bir sırada dinsizliğe ve Allah'ı inkara davet etti. Bana bu daveti yapar­ken kendisine: "Ey adam, ben bu şeriatın sahibinin amcası oğluyum ve ben onun hilafet makamında bulunuyorum. Eğer kafir olursam onun kabilesinin dışına çıkarım!" dedim ve kafirliği, zındıklığı nede­niyle onu öldürdüm.

- Peki tarladan hıyar çaldıkları için o üç kişiyi ne diye Öldürdün?

- Vallahi Öldürdüğüm o üç kişi, hıyar hırsızlığı yapanlar değildi. Öldürdüğüm üç kişi hırsızdılar. Adam öldürmüşler, başkalarının mallarını gasbetmişlerdi. Ölümü haketmişlerdi. Ben de bu yüzden zindancıya emir gönderdim, onları zindandan getirtip öldürdüm. Ama başkalarının tarlalarına zarar vermesinler, halka tecavüzde bu­lunmasınlar, eziyet vermekten sakınsınlar diye askerleri korkutmak için öldürdüğüm üç kişinin hıyar hırsızı oldukları izlenimini verdim.

Bu karşılıklı konuşmadan sonra halife Mutedid, hıyar hırsızlığı yapan o üç kişinin zindandan çıkarılmasını emretti. Tevbe ettirdik­ten, kendilerine kaftan giydirdikten, erzaklarını tekrar kendilerine verdikten sonra onları serbest bıraktı.

Ibnü'l-Cevzî dedi ki: Mutedid bir gün sefere çıktı. Babü'ş-Şemma-Sıye de ordugah kurdu. Askerlere, halkın bahçelerinden herhangi bir-Şey almamalarını sıkı sıkıya tenbihledi. O esnada siyahi bir adam bir s&lkım hurma çaldığı gerekçesiyle huzuruna getirildi. Mutedid uzun uzadıya düşündükten sonra siyahi adamın boynunun vurulmasını

diretti. Sonra oradaki ümeraya dönüp şöyle dedi: «Halk benim bu yaptığımı kınıyor ve diyorlar ki: Rasûlullah (s.a.v), "Meyve ve hurma lrsızhğı yapma nedeniyle el kesme cezası yoktur." demiş. Evet, Rasûlullah (s.a.v) bu hırsızlığı yapanların ellerini kesmekle yetinme­miş, aksine onları Öldürmüştür. Ben bu adamı hırsızlık yaptığı nede­niyle Öldürmedim. Aksine bu, zencilerden biri olup babamın sağlığın» da eman almış biri idi. Müslümanlardan biriyle ağız münakaşası yapmış, sonra vurup Müslümanın elini kesmiş ve o adam da bu yüz­den ölmüştü. Ama babam, zencileri bizlere ısındırmak, gönülllerini kazanmak için, ölen o Müslümanın kanım talep etmemişti. İşte ben de eğer iktidara gelirsem bu adamı mutlaka öldürmeye yemin etmiş­tim. Bunu ancak şu anda ele geçirebildim ve ölen Müslümanın kanı­na bedel olarak bunu öldürdüm.»

Ebu Bekir el-Hatib, Kadı İsmail b. İshak'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:                      

«Mutedid'in yanına gittim. Yanıbaşmda parlak yüzlü Rum genç­leri vardı. Onlara baktım. Mutedid onlara baktığımı gördü. Yanından kalkmak istediğimde oturmamı işaret etti. Bir süre daha oturdum. Etrafında kimse kalmayınca bana şöyle dedi: "Ey Kadı! Allah'a yemin ederim ki, uçkurumu asla harama açmadım."»

Beyhakî, Kadı İsmail b. İshak'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir gün Mutedid'in yanma gittim. Bana bir kitap verdi. Kitabı okuduğumda içinde bir adamın derlediği ruhsatların bulunduğunu göldüm. Bu ruhsatlar, âlimlerin hataen vermiş oldukları ruhsatlardı.

Kendisine dedim ki:

- Ey mü'minlerin emiri, bu derlemeyi ancak zındık bir kimse yapmıştır.

- Nasıl?

- Mut'a nikahını mubah kılan kişi, şarkı okumayı mubah kılma-mıştır. Şarkı okumayı mubah kılan kişi de bu şarkının çalgı aletleri eşliğinde okunmaması şartım koşmuştur. Alimlerin hatalarını derle­yip toparlayan sonra bunlara göre amel eden kimsenin dini^gider.

Benim böyle demem üzerine halife Mutedid o kitabın yakılmasını emretti.

Hatib Bağdadî, hadim Safi el-Ceremî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Mutedid'le birlikte, ben önde, o arkada yürüyerek dağınık ve dü­zensiz bir eve gittik. O evde Mutedid'in oğlu Muktedir Cafer oturu­yordu. Etrafında da on kadar cariye ve kendi yaşıtı olan arkadaşları vardı. Önünde de içinde bir salkım üzüm bulunan gümüş bir tabak vardı. Üzüm o zaman az bulunduğu için çok kıymetliydi. Salkımdan bir tane koparıp yiyor, sonra etrafındaki arkadaşlarına da birer tane verip yediriyordu. Mutedid, onu orada bıraktı. Evin bir tarafına çeki­lip kederli bir şekilde oturdu. Kendisine dedim ki:

- Neyin var ey mü'minlerin emiri?

- Allah'a yemin ederim ki, utanmak ve cehennem ateşi olmasay­dı ben bu çocuğu öldürürdüm. Çünkü bunun öldürülmesinde ümme­tin çıkarı vardır.

- Allah korusun ey mü'minlerin emiri, sakın böyle birşey yapma-

 Yazıklar olsun sanşe'ey Safî! Şu çocuk gördüğüm kadarıyla di-g.er çocuklara cömert davranıyor. Çocukların karakterinde cimrilik vardır, cömertliğe yanaşmazlar, oysa bu son derece cömert davranı­yor. İnsanlar benden sonra başlarına benim çocuklarımı geçirecekler­dir. Benden sonra hilafete oğlum Müktefı geçecek. Onun, hastalıklı olması sebebiyle hilafetteki günleri uzun sürmeyecektir. Onda domuz hastalığı vardır, kısa bir süre sonra ölecek, yerine işte şu oğlum Cafer geçecektir. Bu ise hilafete geçince, beytülmaldaki paraların tümünü, kendilerine tutkun olduğundan ötürü gözdelere ve yaşıtları olduğu için arkadaşlarına dağıtacak. Müslümanların işleri zayi olacak. Sınır­lar muhafizsız kalacak. Fitne, anarşi, kötülük ve serler; bir de Harici­ler çoğalacaktır!»

Safi dedi ki: "Vallahi, ben Mutedid'in bu söylediklerini harfi har­fine müşahede ettim."

İbnü'l-Cevzî, Mutedid'in hizmetçilerinden birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Mutedid bir gün öğle vakti uyumaktaydı, biz de tahtının çevre­sinde oturuyorduk. Aniden panik içinde uyandı, sonra bize seslendi. Hemen yanına gittik.

Bize dedi ki: "Yazıklar olsun size! Haydi, Dicle kıyısına gidin,1 ora­da bekleyin. Size doğru gelen ilk boş tekneyi durdurun, kaptanını alıp yanıma getirin ve tekneyi de koruma altında tutun."

Hemen Dicle kıyısına gittik, küçük bir teknenin bize doğru geldi­ğini ve boş olduğunu gördük. Kaptanım tutuklayıp halifenin huzuru­na getirdik. Kaptan, halifeyi görünce neredeyse ölecek gibi oldu. Hali­fe ona bağırınca canı çıkacak gibi oldu. Halife ona dedi ki:

"Yazıklar olsun sana ey mel'un! Bugün öldürdüğün kadınla ararş-da geçeni bana doğruca anlat. Yoksa boynunu vururum!"

Kaptan biraz tereddüt geçirdikten sonra şöyle dedi:

"Evet, ey mü'minlerin emiri, bugün seher vakti sıralarında, tek­nemde iken bir kadın yanıma geldi. Onun gibi güzel bir kadın görme-mıştim. Üzerinde çok kıymetli elbiseler, bol miktarda mücevher ve zi-netler vardı. Ona meylettim, üzerine çullandım, ağzını kapattım ve °nu suda boğdum. Üzerindeki bütün zinetleri ve kumaşları aldım. akat yağmaladığım eşyaları evime götürmekten korktum. Zira gö-ürdüğüm takdirde kadının durumunun açığa çıkacağını düşündüm. Şyaları Vasıt'a götürmek istedim. İşte o esnada bu hizmetçin karşıma çıktı. Arkadaşlarıyla birlikte beni yakaladı."

Mutedid: "Kadının zinetleri nerede?" diye sorunca kaptan: "Tek­nenin göğsündeki kamış hasırın altında." dedi.

Halife bize, gidip zinetleri getirmemizi emretti. Zinetleri getirdik Gerçekten büyük paralara tekabül eden bol miktarda zinetler vardı Halife, kadını boğduğu yerde kaptanın boğulmasını emretti. Kadının ailesine de gelip mallarını teslim almaları için duyuru yaptırdı. Bağ-dat caddelerinde ve sokaklarında üç gün süreyle bu hususta duyuru yapıldı. Bu üc günden sonra kadının ailesi geldi. Kadının zinetleri ve paralan kendilerine eksiksiz olarak teslim edildi.

Sonra hizmetçileri, halife Mutedid'e: "Ey mü'minlerin emiri, sen bu durumu nasıl bildin?" diye sordular. O da şu cevabı verdi:

"Şurada uyumakta iken rüyamda beyaz saçlı, beyaz sakallı ve be­yaz giysili yaşlı bir adamın şöyle seslendiğini duydum: "Ey Ahnıed, ey Ahmed! Bu saatte Dicle kıyısında bu tarafa gelmekte olan ilk tekne­nin kaptanını yakala ve ona; bugün öldürdüğü ve üzerindeki eşyaları yağmaladığı kadının durumunu sor ve kendisine haddi tatbik et." İş­te bu gördüğünüz hadise, bu rüya üzerine cereyan etti ve siz de olan­ları gördünüz."»

Mutedid'in hacibi Semerkandh Cuayf dedi ki: "Bir av partisinde efendim Mutedid'Je beraberdim. Askerlerden uzaklaşmıştı, yanında benden başka kimse yoktu. O esnada bir arslan karşımıza çıktı. Bi­zim tarafa yöneldi. Mutedid bana dedi ki:

- Ey Cuayf, bugün bir yararlılık gösterebilecek misin? -- Hayır, vallahi gösteremem.

- Öyleyse atımı tut da ineyim.

- Olur.

Ben böyle dedikten sonra atını tuttum. O da indi eteğinin ucunu kemerine soktu. Kılıcım çekti. Kınını aslanın tarafına fırlattı. Aslan, kının üzerine atıldı. Mutedid ona bir kılıç darbesi vurarak ön ayakla­rından birini uçurdu. Aslan, ayağının acısıyla uğraşırken Mutedid onun kafasına ikinci bir kılıç darbesi vurdu. Kafasını yardı. Arslan yere düşüp öldü. Mutedid aslanın leşine yaklaştı, kılıcının kınını as­lanın tüyleriyle sildi. Sonra bana doğru geldi. Kılıcını kınına soktu. Atma bindi. Birlikte askerlerin yanma döndük. Vefatına kadar bera­berinde bulundum. Bu olayı hiçbir kimseye anlattığını duymadım. Onun hangi Özelliğine hayran kalacağımı bilemiyorum. Şecaatma mı, yoksa bu yaptığı cesaretli işe aldırmayışma mı ve bunu hiç kimseye anlatmayışına mı, yoksa o gün kendisinin yerine aslana karşı çıkma­yıp korkaklık gösterdiğime mi şaşayım? Ben o gün canımın kıymetini düşünerek korkaklık gösterdim ama, vallahi o bu yüzden beni hiçbir zaman kınamadı."

İbn Asakir'in rivayetine göre, Ebu Hüseyin en-Nevrî bir tekneye binmiş? teknede içki varmış. Kaptana: "Bu nedir ve kimindir?" diye sorunca kaptan: "Bu Mutedid'in içkisidir." demiş. Ebü'l-Hüseyin kal­kıp içki küplerini elindeki değnekle kırmaya başlamış, hepsini kır-mış, sadece bir küpü sağlam bırakmış. Kaptan, "İmdat!" diye feryad etmiş, askerler yardıma gelip Ebü'l-Hüseyin'i tutuklamışlar ve Mute­did'in huzuruna götürmüşler.

Mutedid ona şöyle sorar:

- Sen kimsin, necisin?

- Ben muhtesibim (emniyet müdürüyüm). __Seni bu göreve kim atadı?

- Ey mü'minlerin emiri, seni halifeliğe atayan beni bu göreve

atadı!

Halife Mutedid başını önüne eğer, sonra kaldırıp şöyle der:

- Seni bu işi yapmaya sevkeden sebep neydi?

- Sana zarar gelmesini istemediğim ve sana acıdığım için böyle

yaptım.

Mutedid başını önüne eğer, sonra kaldırıp şöyle der:

- Peki bütün küpleri kırdın da ne diye birini kırmadın?

- Önceki küplerin hepsini yüce Allah'ın şanını yüceltmek ve emirlerine saygı göstermek için cesaret gösterip kırdım ve bu hususta hiç kimseye de aldırış etmedim. Sonuncu küpü kırmaya geldiğimde, içime bir kendimi beğenmişlik duygusu girdi. Senin gibi bir hüküm­dara karşı koyduğumu düşünerek böbürlenmeye başladım. İşte o yüz­den sonuncu küpü kırmadım.                                                

- Haydi git, seni serbest bıraktım. Bundan sonra dilediğin çir­kinliği menetme hakkına ve yetkisine sahip kıldım seni.

- İşte şu andan itibaren kötülükleri değiştirme azmim gevşedi.

- Neden?                                                                          

- Çünkü daha önce ben sırf Allah rızası için kötülükleri değişti­rip engellemeye çalışıyordum. Şimdi ise artık bir nevi görevli kılındı­ğım için kötülükleri değiştirmek ve engellemekle kendimi yükümlü görüyorum.

- İhtiyacını söyle.

- Beni buradan salimen çıkar ve gitmek istediğim yere gönder.. Halife Mutedid görevlilere emir verdi. Onu Basra'ya gönderdi.

Fakat Basra'da, halkın, Mutedid'in nezdinde ihtiyaçları olduğu za­man kendisini ortaya koymalarından korktuğu için gizlendi. Mutedid vefat edince Bağdat'a döndü.

Kadı Ebü'l-Hasan Muhammed b. Abdülvahid el-Haşimî, yaşlı bir tüccarın şöyle dediğini nakletmişti:

«Emirlerden birinde alacağım vardı. Hakkımı ödemeyi geciktirdi.

Vermek istemedi. Her istediğimde de karşıma çıkmıyor, kölelerine emir veriyor, bana eziyet ettiriyordu. Kendisini vezire şikayet ettim. Onlar da hakkımı kendisinden alamadılar. Daha fazla inkar etti ve ödemekten kaçındı. Ben de kendisindeki alacağımdan ümidimi kes­tim. Bu yüzden üzüldüm. Onu kime şikayet edeceğimi şaşkın halde düşünmekte iken, adamın biri bana dedi ki: "Şu mescidin imamı olan falan terziye gitsen o senin hakkını tahsil eder." (Mescidin imamı, imamlığının yanısıra terzilik de yapıyormuş.) Kendisine dedim ki: "Şu terzi adam. şu zalime karşı ne yapabilir! Devlet ricali bile ondan hakkını alamadıktan sonra şu terzi mi alacak?" Adam bana dedi ki: "O terzi, borçlunu kendilerine şikayet ettiğin bütün devlet ricalinden daha fazla onun nazarında korkulu ve kesin hüküm sahibi biridir. Haydi sen o terziye git. Belki o seni bu sıkıntıdan kurtarır."

Ben terziyi önemsemedim, ama yine de yanma gittim; durumu­mu, ihtiyacımı ve o zalim borçludan gördüğüm haksızlığı kendisine anlattım. Terzi benimle birlikte borçlunun yanma geldi. Borçlu emir onu görünce ayağa kalktı. Ona saygı gösterip ikramda bulundu ve alacağım parayı hemen gidip getirdi, eksiksizce ödedi. Terzi ona hiç baskı yapmamıştı. Yalnız ona şöyle demişti: "Bu adamın hakkını öde, yoksa ezan okurum!" Terzinin böyle demesi üzerine, borçlu emirin yüzünün rengi değişti ve hakkımı bana hemen ödedi.

Ben ö terzinin eski püskü elbiseler giymiş olmasına, bünyesinin zayıflığına rağmen borçlu emirin kendisine nasıl itaat gösterdiğine şaştım. Alacağımı tahsil ettikten sonra kendisine bir miktar para ver­meyi te'klif ettim, ama kabul etmedi ve şöyle dedi: "Eğer ben bunu is­teseydim sayılamayacak kadar malım ve param olurdu." Kendisine durumunu sordum ve beğendiğimi söyledim. Durumunu anlatması için ısrar ettim, o da şöyle dedi:

"Benim bu kadar tesirli oluşumun sebebi şuydu: Bu çevrede kom­şumuz olan ve devletin yüksek makamlarından birinde görev yapan yakışıklı genç bir Türk emir vardı. Bir gün evinin önünden hamam­dan' çıkmış, kıymetli ve güzel elbiseler giyinmiş güzel bir kadın geçti. Kalkıp kadını yakalamak istedi. Sarhoştu, kadının peşine düştü. Onunla muradına ermek için kadını zorla evine sokmak istedi, ama kadın onun isteğine olumlu cevap vermedi. Aksine olanca sesiyle ba­ğırıp şöyle dedi: "Ey Müslümanlar! Ben evli bir kadınım, bu adam da beni zorla evine sokup benimle yatmak istiyor. Oysa kocam, kendisi­nin evinden başka bir evde geceyi geçirmem halinde beni boşamaya yemin etmiştir. Eğer ben burada geceleyecek olursam kocamdan bo­şanırım ve bu nedenle de günlerin, zamanın temizleyemeyeceği, göz­yaşlarının yıkayamayacağı bir utanç lekesi bana bulaşır!"

İşte ben de hemen gidip o Türk emirinin yanına vardım. Kadını onun elinden kurtarmak istedim. Elindeki bir debbusla başıma vurdu ve kafamı kırdı, kadını eline geçirip zorla evine soktu. Ben de eve döndüm, basımdaki kanları yıkadım ve yaramı sardım. Cemaata yat­sı namazını kıldırdım, sonra onlara dedim ki: "Bu adam, bildiğiniz kötü işi işledi. Haydi benimle gelin de kendisini bu yaptığı kötülük­ten vazgeçirelim. Kadını da elinden kurtaralım."

Cemaat benimle birlikte kalkıp o Türk emirinüv evine geldi. Evi­ne hücum ettik. Bir grup kölesi, ellerindeki değnek ve debbuslarla üzerimize hücum ettiler. Cemaatı dövmeye başladılar. Kendisi de kö­lelerinin arasından çıkıp üzerime geldi. Beni şiddetle dövdü, vücu­dumdan kanlar akıttı. Biz son derece horlanmış, ezilmiş olarak evin­den çıktık.

Evime döndüm. Vücudumdaki ağrıların şiddetinden, akan kanla­rın çokluğundan ötürü yolu bulamayacak hale gelmiştim. Nihayet eve girip yatağıma uzandım, ama bir türlü uyuyamadım. Kadıncağızı geceleyin onun elinden kurtarıp evine göndermek ve kocasının evinde geceyi geçirmesini sağlamak, boşanmasına engel olmak için ne yapa­bileceğimi düşündüm. Ama şaşkın haldeydim. O esnada emirin fecrin doğduğunu zannetmesi, böylece evinden çıkıp gitmesi, kadının da fır­sattan istifade oradan ayrılıp kocasının evine gitmesini temin etmek için hemen kalkıp -vakti gelmediği halde- sabah ezanını okumayı dü­şündüm. Minareye çıktım. Hem Türk emirinin kapısına bakıyor, hem de ezan Öncesi âdetime göre konuşuyordum. Kadının o evden çıkıp çıkmadığını görmek istiyordum. Sonra ezan okumaya başladım. Ka-dın dışarı çıkmadı. Sonra eğer kadın bu ezam duyup da dışan çıkma­sa bile sabahın kesinlikle girdiği zannetmeleri için namaza durmaya karar verdim. O esnada etrafıma bakınmakta ve kadının çıkıp çıkma­dığını gözlemekte iken caminin yanındaki yolun süvarilerle dolduğu­nu, piyade askerlerin geldiğini gördüm. Askerler: "Bu saatta*. ezan okuyan adam nerede?" diye soruyorlardı. Ben: "İşte, ben buradayım!" dedim. O zalim emire karşı bana yardımcı olmalarını istiyordum. Ba­na: "İn" dediler, ben de minareden indim. "Mü'minlerin emirinin hu­zuruna gel!" dediler. Beni yakalayıp halifenin huzuruna götürdüler. Kendimi savunamadım, nihayet alıp beni huzura soktular. Halifenin hilafet makamında oturduğunu görünce korkudan sarsıldım ve şid­detli bir paniğe kapıldım. Halife: "Yaklaş!" dedi, yaklaştım. Bana: Korkuların dinsin, kalbin sakinleşsin." dedi. Çok lütufkar davrandı. Nihayet sakinleştim, korkularım gitti. Sonra şöyle sordu:

- Şu saatte ezan okuyan sen misin?

- Evet, ey mü'minlerin emiri.

- Şu saatte ezan okumaya seni sevkeden sebep neydi? Oysa ge-eenın daha yarıdan azı bile geçmemiş. Senin bu saatte ezan okumandan ötürü oruçlular, misafirler, namaz kılanlar ve diğerleri vakti şa­şırırlar.

- Ey mü'minlerin emiri, eğer bana eman verecek olursan duru­mumu anlatırım.

- Sen güvendesin, sana eman verdim.

Ben de ona durumumu anlattım. Anlattıktan sonra halife şiddet­lice gazaplandı ve o Türk emiri ile evinde alıkoyduğu kadının hemen her ne halde olurlarsa olsunlar huzura getirilmelerini emretti. İkisi çarçabuk huzura getirildiler. Kadını güvendiği kadınlarına ve muha­fızlarına teslim ederek evine gönderdi ve kocasına, kadını affedip ba­ğışlamasını, ona iyi davranmasını, kadının zorlanarak başkasının evinde alıkonulduğunun kendisine bildirilmesini emretti. Sonra o genç Türk emirine dönüp şöyle dedi:

- Senin ne kadar erzakın var, yanında ne kadar para var, ne ka­dar cariyelerin ve zevcelerin var?

Türk emiri de büyük rakamlar verdi. Sonra Mutedid ona şöyle sordu:

- Yazıklar olsun sana! Allah'ın sana bahşettiği nimetler sana yetmiyor muydu ki Allah'ın yasakladığı şeylere riayet etmedin? Hu­dudunu aştın. Sultana karşı cür'etkar davrandm. Yine bütün bunlar sana yetmiyor muydu ki, seni kötülükten meneden ve sana ijâliği tav­siye eden'bir terziye kötü davrandm, onu dövdün, horladın, vücudun­dan kanlar akıttın?!

Türk emir, verecek cevap bulamadı. Halife, onun ayaklarının zin­cire vurulmasını, boynuna pranga takılmasını, sonra da çuvala ko­nulmasını emretti ve huzurunda şiddetlice debbus darbeleri ile döv­dürdü. Öyle ki onun öleceğinden korktum. Sonra onu bu halde Dicle nehrine atmalarını emretti. Bu artık onun hayatının sonu oldu.

Daha sonra halife, muhafız kuvvetleri komutanı Bedr'e, o Türk emirinin evindeki malların, paraların alınıp beytü'1-mala konulması­nı emretti ve o terziye de şöyle dedi: "Bundan böyle büyük küçük her ne kötülük görürsen şu adam (Böyle derken muhafız kuvvetleri ko­mutanını gösterdi.) işlese bile bütün kötülükleri bana bildireceksin, tabi eğer fırsat bulup benimle görüşme imkanın olursa bana bildirir­sin, ama görüşme imkanını bulamazsan seninle aramızdaki işaret ezan olsun. Şu andaki gibi olsa bile, dilediğin anda ezan oku."

Terzi diyor ki: "İşte bu nedenledir ki, ben devlet ricalinden her­hangi birine ne emir verirsem mutlaka enirimi yerine getirirler, onla­ra neyi yasaklarsam mutlaka -Mutedid'in korkusundan ötürü- o ya­sağa uyarlar. Fakat o zamandan şu ana kadar öyle bir saatte ezan okumaya ihti\ aç duymadım."»

Vezir Ubeydullah b. Süleyman b. Vehb dedi ki: "Bir gün Mutedidin yanındaydım, hizmetçilerden biri onun yanıbaşında durmuş, elindeki yelpaze ile onu serinletiyor, sinekleri kovuyordu. Fakat bir ara yelpaze, halifenin takkesine değdi, takke başından yere düştü, gen bu durumdan cidden korktum, ama halife buna aldırış etmedi, ^sine takkesini alıp başına koydu. Sonra oradaki görevlilerden biri­ne dedi ki: "Şu zavallıya deyin, gidip istirahat etsin. Çünkü uyukla­maya başlamış. Ayrıca, yelpaze ile beni serinletip sinekleri kovacak olan görevlilerin sayısını da arttırın."

Vezir, bu olay üzerine dedi ki: "Yumuşak huyluhığu nedeniyle ha­lifeyi övdük ve kendisine şükranlarımızı sunduk, ama o şöyle dedi: "Bu zavallı kasıtlı olarak yelpazeyi takkeme vrrmadı ki, bu uyukla-nııştı. Ancak kasıtlı davranan kimse kınanıp cezalandırılır, yanılan ve dalgınlığa düşen kimse kınanmaz ve cezalandırılmaz."

Semerkandlı hacib Cuayf dedi ki: "Halife Mutedid'e, veziri Ubey­dullah b. Süleyman'ın ölüm haberi gelince secdeye kapandı ve uzun bir süre secde halinde kaldı. Kendisine: "Ey mü'minlerin emiri, vezi­rin Ubeydullah sana hizmet eder, samimi olarak sana yardımcı olur­du. Ölüm haberini duyunca neden secdeye kapandın?" diye sordular. O da şu cevabı verdi:

"Onu vezirlikten azletmediğim ve kendisine eziyette bulunmadı­ğımdan ötürü şükür için Allah'a secde ettim."

Ubeydullah b. Süleyman; iyi görüşlü, kuvvetli bir zekaya sahip biri idi. Mutedid onun yerine Ahmed b. Muhammed b. Furat'ı vezir tayin etmek istedi. Ancak muhafız kuvvetleri komutanı Bedr onu bu kararından vazgeçirdi. Yerine oğlu Kasım b. Ubeydullah'ı tayin çtme-sini tavsiye etti. Bu tavsiyesinde ısrar edince, Mutedid, Kasım'ı vezir­liğe tayin etti. Tayin haberini göndermekle birlikte babasının ölümü nedeniyle onu teselli etti. Başsağlığı diledi ve yeni görevi oian vezirli­ğini kutladı.

Kasım b. Ubeydullah, vezirlik makamına geçti. Aradan rok geç­meden Müktefî, babası Mutedid'den sonra halifelik makamına geçti. Bedr'i öldürdü. Mutedid, bu ikisi arasındaki düşmanlığı ince bir per­de gerisinden seyrediyordu. Bu da onun kuvvetli bir feraseti ve büyük bir önsezisi idi.

Muhafız kuvvetleri komutanı Bedr, bir gün topluca masiyet işle­miş bir grubu halife Mutedid'in huzuruna getirdi. Mutedid bunlara nasıl bir ceza vereceği hususunda vezirine danıştı. Veziri de: "Bunla­rın bir kısmının asılması, bir kısmının da yakılması gerekir." deyince Mutedid şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana, bunlara karşı katılığını gö­rünce gazabım soğudu. Bilmez misin ki halk, Allah tarafından sulta­na verilen bir emanettir, Allah bunların hakkım sultandan soracak­tır?" Sonra bu kimselere vereceği ceza hakkında vezirin tavsiyesine uymadı.

Bu iyi niyetinden dolayıdır ki halife Mutedid, halifeliğe geçtiğin­de beytü'lmalda bir kuruş para yoktu. Memleketin durumu bozul­muştu, Araplar her tarafta fesat çıkarıyorlardı. Ama o doğru görüşü ve iyi niyeti ile bu işleri düzene soktu. Beytü'1-mal para ile doldu memleketin her tarafında düzen sağlandı.

Halife Mutedid, vefat eden bir cariyesine çok üzüldüğü için şöyle bir şiir söylemişti:

"Ey sevgili,

Sen öyle bir sevgiliydin ki, artık senden sonra sevgilim olmaya­caktır.

Gözümden uzaktasın ama kalbime yakınsın.

Senden sonra artık eğlencelerden hiç payım olmayacaktır.

Her ne kadar uzakta olsan da kalbimin sana olan duygusunu de­netlemek için yine kalbim görevlendirilmiştir.

Kaybolduğundan beri hayatım,

Tatsız hale gelmiştir.

Senden sonra görmelisin beni, nasıl feryad edip ağıt yakıyorum.

Gönlümün içinde alevlenen bir hüzün yangını vardır.

Hayattayken her ne kadar hoş hale getirmiş idiysen de şimdi nef­simin rahat ve hoş olduğunu göremiyorum.

Bana isyan edecek gözyaşını kalmadı.

Emrime uyacak sabrım da kalmadı."

Yine aynı cariye için şöyle bir şiir daha söylemişti:

"Saray için ağlamıyorum ama bir defa bu sarayda ikamet etmiş ola& (sevgili) için ağlıyorum.

Onu kaybetmekle felek bana ihanet etti. Daha önce ben ona inanmıştım. .   Sabrımla vedalaştım. Artık onunla beraber kalbim de göçüp gitti."

İbnü'l-Mutez, mezkûr cariyenin vefatı nedeniyle Mutedid'e bir te­selli ve başsağlığı şiiri yazmıştı:

"Ey hidayet imamı, hayatın uzun olsun. Sağlıklı bir ömür yaşa.

Sen nimetlere şükretmeyi, musibetler anında teslimiyet göster­meyi bize öğretmiştin.

Geçip gidenlerden Ötürü teselli bul.

Daha önce sevinç kaynağı olan şey artık şimdi büyük bir sevaba dönüştü.

Kendimiz ölüp de senin yaşamana razıyız.

Ve bu hususta ben kendimi büyük bir şans sahibi görürüm.

Mevlasına itaat halinde iken ölen kimse,

Büyük bir kurtuluş elde etmiş ve şereflice ölmüştür."

Mutedid'in vefatı nedeniyle Ebü'l-Abbas Abdullah b. el-Mutez el-Abbasî şu güzel ağıdı yakmıştı:

"Ey felek yuh sana! Sen hiçbir dostu benim için hayatta bırakma­dın.

Sen yavrusunu yiyen kötü bir annesin.

Allah'tan mağfiret diliyorum, bütün bunlar kaderdir.

Hiçbir şeye muhtaç olmayan, herşeyin kendisine muhtaç olduğu bir ve tek Rab olan Allah'a razı oldum.

Ey karanlık toprakta, diyardan uzakta ve Zahiriye mezarlığında yalnız başına kalan!

Daha önce bir araya getirip sevkettiğin ordular nerede?

Sayılamayacak kadar çok olan hazineler nerede?

Heybetinle doldurduğun ve görenlerin sarsıntıya kapıldığı salta­nat tahtı nerede?

Sağlamca inşa ettiğin ve som altın sütunların parladığı, ışık saç­tığı saraylar nerede?

O askerlerin ki; seri ve büyük yanaklarından köpük saçılan erkek develeri koştura koştura yormuşlardı.

Kuvvetlerini kırdığın düşmanlar nerede?

Zayıflattığın, onları bir deri bir kemiğe dönüştürdüğün aslanlar nerede?

Kapında bekleşen heyetler nerede?

O heyetler ki, kuşlar gibi kapma gelip dolaşırlar ve kovulurlardı.

Rütbelerine göre kapında duran adamların nerede?

Onlardan kimi çekip gitti, devesine atlayıp göçtü ve mutlu oldu.

Ayaklarını kana buladığın rahvan atlar nerede?

O atlar ki, senin erkek aslanlarını sırtlarında taşırlardı seferlere.

Kendilerine beyin yedirdiğin kargı ve mızraklar nerede?

Sen öldükten beri o mızraklar ne bir kalbe ne de bir ciğere sap­landılar.

Fırlatılan kılıçlar ve oklar nerede?

Onlar ki yakın veya uzak, dilediğin kimselere isabet ederlerdi.

Sapasağlam ve güzel surları yıkan, yerle bir eden sel misali man­cınıklar nerede?

İcat ettiğin o işler nerede?

Affın asla fayda vermediğini kabul etmezdin sen.

Nerede o bahçelerin ki, arklarında sular akar ve öten kuşlar o bahçelere gelirdi?

Ceylan gibi güzel kokular saçan o cariyeler nerede?

Yollarda akıp gider ve süslü püslü elbiselerle görünürlerdi.

Nerede eğlence meclisleri, nerede yakutu andıran gümüş işlemeli kaselerdeki içkiler?

Bozulduğunda Abbasoğullarının hükümranlığını düzeltmek üzere düşmanlara saldırmak nerede kaldı?

Düşmanları her defasında kahreder, zorba ve asileri ezip geçer­din.

Ama sonra yok olup gittin, artık geride izin dahi kalmadı. Kimse seni göremez oldu.

Sanki bu dünyada hiç yaşamamış gibi oldun.

Yapmış olduğun iyiliklerden başka hiçbir şey geride kalmadı.

İnsanoğlunun hakimiyeti devam etmez, ebedi kalmaz."

İbn Asakir'in tarihinde şöyle bir olay anlatılır:

«Bir gece Mutedid'in yanında nedimleri toplandılar. Eğlence sona erip Mutedid gözdelerinin yanına gittikten ve eğlenceye katılanlar uykuya daldıktan sonra hizmetçinin biri onları uykularından uyandı­rıp şöyle dedi: Mü'minlerin emiri size diyor ki, kendisi eğlence meclisi sona erdikten sonra uyuyamaz olmuş. Bir beyit yazmış ama ikincisini yazamamış, zorlanmış. Kim bu ikinci beyiti yazar ve birinciye uydu-rursa ona armağan verecek. Birinci beyit şudur:

"Sirayet eden hayal için uyandığımızda gördük ki, Orası çorak bir yerdir, mezar da uzaktadır."

Eğlence meclisine katılmış olup uykuya dalanlar kalkarak yatak­larının üzerinde oturdular, ikinci beyiti ne şekilde yazacaklarını dü­şünmeye başladılar. Onlardan biri hemen ortaya atılıp şöyle dedi:

"Gözüme dedim ki, uykuya alış ve yat; Belki geceleyin bir hayal sana dönüp gelir."

Hizmetçi bu beyiti alıp Mutedid'e götürdüğünde, bunun yerli ye­rinde yazılmış güzel bir beyit olduğunu gördü ve sahibine kıymetli ar­mağan verilmesini emretti.»

Mutedid bir gün şairlerden birine, Basralı Hasan b. Münir el-Ma-zinî'nin şu şiirinin muazzam olduğunu söyledi:

"Uykuyu kaçırıp beni uyuyamaz hale getirene yanıyorum.

Kalbimin acılarına acı kattı.

Güneş sanki onun yanlarından doğup ortaya güzelce çıktı.

Ya da ay onun yenlerinden parlayıp çıktı.

Yüzünde bir maske var ki, kötülüğünü ve çirkinliğini yok ediyor.

Kalbler de itibar sahibi yapıyor onu, her nerede ortaya çıkarsa."

Bu senenin rebiyülevvel ayında Mutedid'in sancıları şiddetlendi. Hadim Yunus ve diğer büyük emirler, vezir Kasım b. Ubeydullah'm anında toplandılar. Halkın Mutedid Billah'ın oğlu Müktefı Billah'm halifeliğine bey'atlerini yenilemeleri hususunda istişare yaptılar ve bunu kararlaştırdılar. Sonra Müktefı Billah'a yapılan bey'at te'kid edildi, kesinleştirildi ve bunda da çok hayırlar oldu.

Mutedid can çekişirken kendi kendine şu şiiri okumuştu:

"Dünyadan istifade et, çünkü çekip gideceksin.

Neşeli ve hoş olduğu sürece onun bu taraflarını al ve gerisini bı­rak.

Sakın zamana da güvenme, çünkü ben ona güvenmiştim.

Zaman bende bir güç bırakmadığı gibi her türlü hakkımı da alıp götürdü.

Ben erkeklerin ileri gelenlerini öldürdüm.

Hiçbir düşmanı affetmeyip hiç kimsenin de isyanına göz yumma­dım.

Saltanat sarayını her türlü isyancıdan temizledim.

Onların bir kısmını doğuya, bir kısmını da batıya gönderdim ve dağıttım.

Belirli bir süre sonra izzet ve şerefe kavuştum.

Böylece halk tümüyle bana boyun eğip itaat etti.

Topladığım bütün bu mal mülk bana hiç yarar vermedi.

Şu mülk sahipleri ve hayatta kalanlar için hiç de güzel bir akibet görmüyorum.

Ölümünden sonra Rahman'ın nimetlerine mi kavuşacağım,

Yoksa O'nun ateşine mi atılacağım, işte bunu bilmiyorum."

Halife Mutedid, bu senenin rebiyülevvel ayının bitimine sekiz ü   kala, pazartesi gecesi vefat etti. Henüz elli yaşına varmamıştı, z sene, dokuz ay, onüç gün süreyle halifelik yaptı. Ali el-Mükte- Cafer el-Muktedir ve Harun adında üç erkek evlat ve onbir kız ev- bıraktı. Kızlarının sayısının onyedi olduğu da söylenir. Beytü'l-d   17.000.000 dinar bırakmıştı. Lüzumsuz yere para sarfetmezdi.  nedenle bazıları onu cimri saymışlardı. Bazı kimselerse onu Cabir

b. Senıüre'nin rivayet ettiği hadiste geçen raşid halifelerden lardir. Doğrusunu Allah bilir. [53]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/112-113.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/113-114.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/114.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/115.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/115-116.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/116-117.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/117-119.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/119-121.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/122-123.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/123-124.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/124-125.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/125.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/126-127.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/127-128.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/129-130.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/130-131.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/131.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/132-133.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/133-134.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/134.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/134-135.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/135.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/135-136.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/136.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/136-137.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/137.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/137-139.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/139-141.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/141.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/142-144.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/144.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/144-145.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/145-146.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/146-147.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/147-148.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/148-149.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/149-150.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/151.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/151.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/151-152.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152-153.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/153-154.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/155.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/155-156.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/156.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/156.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/157.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/157.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/157-158.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/158-172.