Hicretin
İkiyüzyetmişyedincî Senesi
Hicretin
İkiyüzyetmişsekizinci Senesi
Ebu
Ahmed El-Muvaffak'ın Biyografisi
Hicretin
İkiyüzyetmişdokuzuncu Senesi
Hicretin
İkiyüzsekseninci Senesi
Bu
Senede Bağdat'ta Hilafet Sarayının Yapılması
Ahmed
B. Muhammed B. İsa B. Ezher
Hicretin
İkiyüzseksenbirinci Senesi
Ebu
Bekir Abdullah B. Ebi'd-Dünya El-Kureşî
Hicretin
İkiyüzseksenikinci Senesi
Hicretin
İkiyüzseksenüçüncü Senesi
Hicretin
İkiyüzseksendördüncü Senesi
Hicretin
İkiyüzseksendördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ahmed
B. Mübarek Ebu Amr El-Müstemlî
Hicretin
İkiyüzseksenbeşinci Senesi
Hicretin
İkîyüzseksenbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
İkiyüzseksenaltıncı Senesi
Karmatîlerin
Başı Ebu Said El-Cenabî'nin Ortaya Çıkışı
İshak
B. Muhammed B. Ahmed B. Eban
Hicretin
İkiyüzseksenyedinci Senesi
Ahmed
B. Amr B. Ebu Asım Ed-Dahhak
Hicretin
İkiyüzseksensekizînci Senesi
Hicretin
İkiyüzseksensekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ubeydullah
B. Süleyman B. Vehb
Hicretin
İkiyüzseksendokuzuncu Senesi
Bu senede Tarsus
valisi Yazman, Humaraveyh adına hutbe okuttu. Ona bol miktarda altın ve
muazzam armağanlar hediye ettiğini bildirdi.
Bu senede
Humaraveyh'in adamlarından bir heyet Bağdat'a geldi.
Bu senede Bağdat mezalim
mahkemesinin başına Yusuf b. Yakub atandı ve halka duyuru yapılarak, hasmı,
emir Nasır Lidinillah el-Muvaffak da olsa veya herhangi bir kimse de olsa
haksızlığa uğrayan kim varsa bu mahkemeye gelmesi istenildi. Yusuf b. Yakub,
insanlara güzel muamelede bulundu. Misli görülmemiş derecede kesin bir
Kararlılık gösterdi.
Bu senede ismi önceki
senelerde de anılan hac emiri insanlara haccettirdi.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden ibrahim b. Sara Ishak b. Ebi'l-Ayneyn, İbn Semmaa'dan sonra
Bağdat kadılığına geçen Ebu İshak el-Kûfî vefat ettiler. Bu zat, Mualla b.
Ubeyd ile diğerlerinden hadis dinlemişti. İbn Ebi'd-Dünya ile başkaları da
kendisinden hadis dinlemişlerdi. Vefatı sırasında doksanüç yaşındaydı. Sika
bir ravi olup faziletli, dindar ve salih bir kimseydi. [1]
Künyesi Ebu Said
el-Harraz'dı. İbadeti, mücahedesi vera1 ve murakabesi ile meşhur sofilerden
biriydi. Bu konuda eserleri vardı. Sıkıntılı hallere dayanıklılığı, harika
halleri ve kerametleri vardı. İbrahim b. Edhem'in arkadaşı İbrahim b.
Beşşar'dan ve diğerlerinden rivayetlerde bulundu. Ali b. Muhammed el-Mısrî ve
bir cemaat da ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Onun bazı güzel sözlerini
nakletmek istiyorum, şöyle ki:
"Allah'tan korkan
kimselerin gözleri yaşardığında onlar, gözyaşları ile Allah'la yazışmış
olurlar."
"Afiyet halinde
iyi ve kötü kimse belli olmaz, ama bela inince o zaman kimin iyi kimin kötü
olduğu belli olur."
"Dış durumla
muhalif olan her iç durum, batıldır."
"Geçmiş vakitle
meşgul olmak, içinde bulunulan vakti zayi etmek demektir."
"İyi kimselerin
sevap getirecek iyi işleri, Allah'a çok yakın olan mukarreb kimseler için günah
sayılır."
"Kazadan öne
rıza, tefviz yani kişinin işini Allah'a havale etmesi demektir. Ama kaza vukuu
anında rıza göstermek teslimiyettir."
Beyhakî'nin rivayetine
göre, Peygamber'imizin (s.a.v.): "Kalpler kendisine ihsanda bulunan
kimseyi sevmek doğrultusunda yaratılmışlardır." hadisini kendisine
sorduklarında Ahmed b. İsa şöyle demişti: "Hayret ediyorum o kimseye ki
Allah'tan başka kendisine ihsan edici bir zatı görmediği halde nasıl olur da
ona tamamiyle meyletmez?"
Ben derim ki: Bu
hadis, sahih değildir, ama ifade ettiği manalar, en güzel manalardır.
Ahmed b. İsa'nın oğlu
Said dedi ki: Babamdan bir danik (dirhe-ın altıda biri) gümüş istedim. Babam
bana dedi ki: "Ey oğulcuğum,
ret. Eğer baban,
hükümdarların kendisinin kapısına gelmelerini
B. İslâm Tarihi, C.
XI, F. 8
isteseydi hükümdarlar
buna karşı çıkmaz, mutlaka babanın kapısına gelirlerdi. Ama baban bunu istemedi
(dünyalığa meyletmedi)." İbn Asakir'in rivayetine göre Ahmed b. İsa şöyle
demiştir: «Bir defasında şiddetli derecede acıktım. Allah'tan yemek isteyeyim,
dedim. Ama sonra kendi kendime: "Bu, tevekküle aykırıdır." dedim.
Allah'tan sabır istemeye azmettim, ama o esnada görünmezlerden bir ses bana
şöyle dedi:
"O, bize yakın
olduğunu, kendisine gidenleri zayi etmeyeceğini söylüyor.
Sıkıntı halinde sabır
gösterip bizden konukluk istiyor.
O bizi görmediği gibi
sanki biz de kendisini görmüyormuşuz!"
Kalkıp yürümeye
başladım ve azıksız olarak fersahlarca yol ka-t ettim.»
"Seven kimse,
sevgilisinin herşeyi ile yetinip teselli bulur, ama onu takib eder. Haberlerini
sormamazhk etmez. Ondan haberdar olmadan teselli bulmaz."
Böyle dedikten sonra
da şu şiiri okudu:
"Size onu
soruyorum, haber veren var mı?
Sevgilim Numan'm
Mekke'den sonra nereye gittiğini bilmiyorum. Ailesinin nerede çadır kurduğunu,
Allah'ın hangi beldesine yöne-lip göçtüklerini bilseydim;
O zaman rüzgarın
peşine takılarak bulunduğu yere giderdim. Yıldızların yanında da olsa peşine
düşmekten vazgeçmezdim."
Ahmed b. İsa, bu
senede vefat etti. Hicretin 274. senesinde, 286. senesinde vefat ettiğine dair
muhtelif rivayetler de vardır. Ama sahih olan birinci rivayettir.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden Hafız İsa b. Abdullah b. Sinan b. Zekveyh b. Musa et-Teyalisî
vefat etti. Bu zat, Ruab lakabıyla tanınırdı. Affan'dan ve Ebu Nuaym'dan hadis
dinledi. Ebu Bekir eş-Şafîî ile diğerleri de kendisinden hadis dinlediler.
Darekutnî, onun sika bir ravi olduğunu söylemiştir. Bu senenin şevval ayında,
seksendört yaşında vefat etti. [2]
Muhammed b. İdris b.
Münzir b. Davud b. Mehran Ebu Hatim el-Hanzeîi er-Razî. Hadisin illetlerini,
cerh ve ta'dili bilen, sebatkâr hadis imamlarından ve hafızlarındandır. Ebu
Zür'a'nm çağdaşı ve akra Allah ikisine de rahmet etsin. Birçok kimselerden
hadis dinle-,. ülkeleri ve şehirleri dolaştı. Büyük hadis âlimlerinden
rivayetler-ap bulundu. Aralarında Rebi b. Süleyman ile Yunus b. Abdülalâ'nın ,
bulunduğu bir grup ondan hadis rivayet ettiler. Bağdat'a geldi. Orada hadis
neşretti. Bağdatlılardan İbrahim el-Harbî, İbn Ebi'd-Dünya, Mehamilî ve
diğerleri kendisinden rivayetlerde bulundular.
Ebu Hatim, oğlu
Abdurrahman'a şöyle demişti: "Ey oğulcuğum, ben hadis taleb etmek için
yaya olarak 1.000 fersahtan fazla yol yürüdüm."
Anlatıldığına göre
bazı zamanlarda o harcayacak para bulamaz-
nıış- Bir zaman üç gün
aç kalmış, yiyecek bir şey bulamamış, nihayet arkadaşlarından birinden yanm
dinar ödünç almıştı.
Âlim ve fıkıhçılardan
birçoğu onu övmüşlerdir. Meclisine katılan hadis hafızlarına ve diğerlerine
meydan okur ve şöyle derdi:
"Bilmediğim sahih
bir hadisi bana nakleden kimseye bir dirhem vereceğim. Benim amacım, bilmediğim
bir hadisi dinlemektir." Bu şekilde meydan okuduğu halde bilmediği bir
hadisi kendisine söyleyen kimse çıkmazdı. Meclisinde hazır bulunanlardan biri
de Ebu Zür'a er-Razî idi.
İbn Ebi Hatim, bu
senenin şaban ayında vefat etti. [3]
Muhammed b. Hasan b.
Musa b. Hasen Ebu Cafer el-Küfî el-Har-raz. Cündî lakabıyla tanınırdı. Büyük
bir "Müsned"i vardır. Ubeydul-lah b. Musa, Ka'nebî, Ebu Nuaym ve
diğer bazı hadis âlimlerinden rivayetlerde bulunmuştur. İbn Said, Mehamilî ve
İbn Semmak da kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Sika bir ravi olup
doğru sözlü bir kimseydi. [4]
Muhammed b. Sa'dân Ebu
Cafer er-Razî. 500'den fazla hadis âliminden hadis dinledi, ama kendisi az
sayıda hadis nakletti. Bu senenin şaban ayında vefat etti.
Ibnü'l-Cevzî'nin ifade
ettiğine göre; iki Muhammed b. Sa'dân var-*r*;bunlardan biri Muhammed b. Sa'dân
el-Bezzar'dır ki, meşhur değildir. Diğeri ise nahivci Muhammed b. Sa'dân'dır
ve bu zat nıeşhur-ur. Hicretin 201. senesinde vefat etmişti.
el-Kâmü" adlı
eserinde îbnu 1-Esir dedi ki:
y «Şülerden İmam Fesevî diye bilinen Yakub b.
Süfyan b. Harran, mevîlerin azatlısı Yakub b. Yusuf b. Ma'kü, bu senede vefat
ettiler.
Bu zat, Ebü'l-Abbas
Ahmed b. el-Asamm'in babasıdır. Bu senede ayrıca Me'mun'un meclisinde şarkı
okuyan Arib de vefat etti. Bir rivayette anlatıldığına göre sözü edilen Arib,
Cafer b. Yahya el-Bermekî'nin kızıdır.» [5]
Yakub b. Süfyan b.
Harran Ebu Yusuf b. Ebi Muaviye el-Farisi el-Fesevî. Çok hadis dinledi.
1.000'den fazla sika hadis şeyhinden rivayetlerde bulundu. Kendilerinden hadis
rivayet ettiği üstadları arasında Hişam b. Ammar, Duhaym, Ebü'l-Mücahir,
Süleyman b. Abdur-rahman (Bu son iki zât Dımışklıdır), Said b. Mansur, Ebu
Asım, Mek-ki b. İbrahim, Süleyman b. Harb, Muhammed b. Kesir, Ubeydullah b.
Musa ve Ka'nebî vardır.
"Sünen" adlı
eserinde Neseî, Ebu Bekir b. Ebu Davud, Hasan b. Süfyan, İbn Harraş, İbn
Hüzeyme, Ebu Avane el-İsferayinî ve diğerleri de kendisinden hadis rivayet
ettiler.
Yakub, "Tarih ve
Marifet" kitabım ve diğer faydalı kitabları tasnif etmiştir. Hadis talebi
uğruna çok uzak beldelere seyahat etmiştir. Bu uğurda otuz yıl müddetle kendi
vatanından uzakta gurbet hayatı yaşamıştır.
İbn Asakir, onun şöyle
dediğini rivayet etmiştir:
«Gurbete düştüğüm
zamanlarda idi, bir gece kandil ışığında hadis yazmaktayken gözüme bir şey
değdi. Artık kandilin ışığında dahi önümü göremez oldum. Gözümü kaybettiğime,
bu nedenle artık hadis yazamayacağıma, gurbetteki sıkıntılarıma ağladım. Sonra
uyku bastırdı, uyudum. Rüyada Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüm. "Sana ne
olmuş?" diye sordu. Ben de gurbetteki halimi, artık hadis yazamayacağımı
söyleyerek kendisine şikâyetimi arzettim. Bana: 'Tanıma yaklaş." dedi,
ben de yaklaştım. Elini gözlerimin üzerine koydu ve sanki Kur'-ân'dan bir ayet
okumaya başladı. Sonra uyandığımda görmeye başladım. Oturup Cenâb-ı Allah'ı
teşbih ettim.»
Ebu Zür'a ed-Dımışkî,
Hakim Abdullah en-Nisaburî, onu övmüşler ve: "O, Fars diyarında hadis
ehlinin imamıdır." demişlerdir.
Yakub b. Süfyan,
Nisabur'a geldi. Üstadlarımız ondan hadis dinlediler. Bazıları onun Şii
olduğunu söylediler.
İbn Asakir'in
anlattığına göre Fars valisi Yakub b. Leys, Yakub b-Süfyan'ın Osman b. Affan
aleyhinde konuştuğunu duymuş ve onun huzuruna getirilmesini emretmişti.
Huzuruna getirildiğinde veziri ona şöyle demişti:
"Ey emir! Bu adanı
bizim şeyhimiz Osman b. Affan es-Secezî aleyhinde değil, sahabe Osman b. Affan
aleyhinde konuşuyor " Vezirin bu
^|aması üzerine vali:
"öyleyse bırakın bunu, benim sahabelerle ne im var. Sahabeden bana ne. Ben
şeyhimiz Osman b. Affan es-Secezî 1 leyhinde konuştuğunu sanmıştım da bu
sebeple onu buraya getirtmiştim." dedi.
Ben derim ki: Yakub b.
Süfyan'ın Hz. Osman aleyhinde konuştuğuna dair bu iddianın sahih olduğunu
sanmıyorum. Çünkü Yakub b. Süfyan, kadri yüce bir muhaddis ve imamdı. Ebu
Hatim'den bir ay önce receb ayında Basra'da vefat etti. Allah ona rahmet etsin.
Adamın biri vefatından
sonra onu rüyasında görmüş ve: "Rabbin sana nasıl muamelede bulundu?"
diye sormuş, Yakub da şu cevabı vermiş: "Beni bağışladı ve yeryüzünde
yazdığım gibi semada da hadis yazmamı emretti. Ben de dördüncü sema katında
oturdum. Aralarında Cebrail (a.s.)'in de bulunduğu bir melek cemaatı etrafımda
oturdular, benim okuduğum hadisleri altın kalemlerle yazıyorlar." [6]
İbn Asakir,
"Tarih"inde bunun biyografisini anlatmıştır. Bazılarından naklen
anlatıldığına göre Arib, Cafer el-Bermekî'nin kızıdır. Bermekî iktidarının
yıkılması esnasında kendisi küçük yaşta olduğundan ötürü çalınıp götürülmüş,
sonraları Me'mun b. Reşid'e satılmıştı.
Hammad b. İshak'ın rivayetine
göre Arib'in babası şöyle demiştir:
"Ondan daha güzel
yüzlü, ondan daha edepli, daha güzel sesli, daha güzel şiir okuyan, daha güzel
satranç oynayan, daha iyi tavla bilen bir kadın görmedim. Bir kadında görmek
istediğin parlak ve zarif hususiyeti onda mutlaka görürsün."
Arib, muktedir bir
şairdi. Belagat ve fesahat sahibiydi. Me'mun ona aşıktı. Me'mun'dan sonra
Mutasım da ona tutuldu. Fakat kendisi, Muhammed b. Hammad adında bir adama
aşıktı. Bazan onu hilafet sarayına gizlice sokar ve onunla buluşurdu. Allah
onu lanetlesin.
ibn Asakir, onun bazı
çirkin hallerini anlatmıştır. Arib daha sonra Salih el-Münzir'e aşık olmuş,
onunla gizlice evlenmişti. Salih hakkında şiirler söylerdi. Bir defasında
halife Mütevekkil'in huzurunda Şiirlerinde Salih'ten bahsetmişti, ama
Mütevekkil onun kim olduğunu bilmiyordu. Cariyeleri ona gülüyorlardı.
Mütevekkil de onları kı-nayarak şöyle diyordu: "Ey birbirleriyle flört
yapan cariyeler, bunun yaptığı sizinkinden daha iyidir."
İbn Asakir, Arib'in
birçok şiirlerini nakletmiştir. Şiirlerinden biri,
ummaya yakalanan
Mütevekkili ziyaretine gittiğinde okuduğu şu Şiiridir;
"Yanıma geldiler,
halifenin hasta olduğunu söylediler. Ben de-"Aşk ateşi göğsümde
tutuşuyor" dedim.
Keşke halife Cafer'in
(Mütevekkil'in) humması bende olsaydı.
Ben hummaya
yakalansaydım, bu hastalıktan ötürü kazanacağım sevap da halifeye verilseydi.
Halifenin hummaya
yakalandığının söylenmesi benim için hüzün olarak yeter. Ben hüzünden ölmedim,
ama bundan sonra sabredeceğim.
Halife Cafer'e feda
olayım.
Bu da halifeye
sunduğum azıcık bir şükrandır."
Halife Mütevekkil şifa
bulunca, Arib tekrar ziyaretine gitti ve ona şu şiiri okudu:
"Hastalıktan
kurtarıp sana şifa ihsan eden Allah'ın nimetlerine şükürler olsun. Artık şifa
buluşun devamlı olsun.
Senin şifa bulmanla
günler tekrar eski güzelliğine kavuştular.
Cömertlik ve kerem
bahçesinin bitkileri canlandılar.
Bugüne kadar senden
daha sağlıklı ve halkın hukukuna daha fazla riayet eden başka bir halife
görülmemiştir İslâm tarihinde.
Cenâb-ı Allah, Cafer'i
aramızda uzun süre yaşatsın.
Onun yanağının
aydınlığıyla gece karanlığı giderilir. Bu da bizim için ışık olarak
yeter."
Halife Mütevekkil'in
şifa bulmasıyla ilgili olarak Arib şu şiiri de söylemişti:
"Sapıklık ve
küfür üstadlarına rağmen halife Cafer'e (Mütevek-kil'e) şifâ ihsan eden Allah'a
hamdettik.
O, dolunay gibidir,
bir süre tutuldu sonra kurtulup açığa çıktı.
Onun selamete
kavuşması, dinimiz için izzet ve kuvvettir.
Onun hastalanması ise
dinimiz için bel kırıcı bir felakettir.
Sen hastalanınca bütün
halk hastalandı.
Şiddetli panikten
ötürü şehirler kapkaranlık oldu.
Halk senin ayılıp
kendine geldiğini görünce;
Onlar da ayılıp
kendilerine geldiler. Sanki ateş koru üzerinde uyumaktaydılar.
Cafer selamette olunca
dünyamız da selamette olur.
Zamanın sonuna kadar
Cafer selamette ve afiyette olsun.
O öyle bir devlet
başkanıdır ki, halka lütuf ve ihsanda bulundu, cömertlik yaptı.
Takvaya yakın,
yalandan ve günahtan da uzaktır."
Arib'in çok parlak
şiirleri vardır. Hicretin 181. senesinde doğmuş-Hicretin 277. senesinde
doksanaltı yaşında Samarra'da vefat etti. [7]
İbn Cevzî dedi ki: Bu
senenin muharrem ayında kuyruklu yıldız
Bu senede Nil nehrinin
suyu çekildi. Bu daha önce hiç görülmemişti. Geçmiş zamanların haberleri arasında
da böyle bir şeye rastlamadık. Bu nedenle fiyatlar cidden çok yükseldi.
Bu senede Abdullah b.
Süleyman'a, vezirlik kaftanı giydirildi.
Bu senenin muharrem
ayında Muvaffak, gazadan döndü. Halk onu karşılamak için Nahrevan'a kadar
gitti. Fakat Muvaffak, nikris hastalığına yakalanmış olarak Bağdat'a geldi.
Safer ayının ilk günlerinde evinde kaldı. Birkaç gün sonra da vefat etti.
Bu senede Karmatîler
harekete geçtiler. Bunlar dinsiz, Fars felsefecilerinin tabileri olup Zerdüşt
ile Mazdek'in peygamberliğine inanan zındık bir fırka idi. Zerdüşt ile Mazdek,
bazı haram şeyleri mubah sayıyorlardı. Bundan sonra her fitne çığırtkanının
peşine adamları takılıp batıl yola gittiler.
Bunlar, daha çok
Rafizilere musallat oluyor, onları ifsad ediyor ve kendi taraflarına, batıl
yola çekiyorlardı. Çünkü Rafîziler insanların en kıt akıllıları idiler.
Kendilerine îsmailîler deniliyordu. Çünkü onlar Cafer es-Sadık'ın oğlu İsmail
el-A'rec'e mensub idiler. Kendilerine Karmatîler de deniliyordu. Karmat b.
Eş'as el-Bakkâr'a nisbeten bu adı alıyorlardı.
Anlatıldığına göre
reisleri, davetinin başlangıcı sırasında kendisine uyan kimselere, kurmakta
olduğu hile ve tuzaklardan haberdar olamasmlar diye günde elli vakit namaz
kılmalarını emrediyordu. Bundan sonra reisleri on iki nakip seçti. Tabileri
için uyacakları bir metod ve davet tarzı belirledi. Halkı Ehl-i Beyt'in imamına
bey'ata davet etti.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre, katıksız küfrü kalplerinde gizleyip Rafıziliklerini izhar
ettikleri için kendilerine Batınî denilmişır- Ayrıca, Babek el-Hürremî'ye
mensubiyetleri nedeniyle Hürremî
Ve Babekî de
demliyordu. Babek, Mutasım'ın hilafeti zamanında ortaya çıkmış ve öldürülmüştü. Abbasilere benzemek
ve bir bakıma dallara muhalefet etmek için kendi alametleri olan kırmızı renkli
elbi-
er giydiklerinden
ötürü kendilerine Muhammire de denilmişti. Ab-sıiere renk bakımından muhalefet
etmişlerdi. Çünkü Abbasiler siyah elbiseler giyerlerdi.
unlara, İmam
el-Masum'dan bazı şeyleri öğrendikleri sebebiyle,
Talimiye de denilir.
Bunlar re'yi terketmiş, aklın icablarını bir tarafa bırakmışlardı. Yedi
gezegenin bu âlemin idaresini yürüttüğünü söylediklerinden ötürü kendilerine
(yediciler anlamına gelen) Seb'iye de denilmektedir. Bu yedi gezegen şunlardır:
Birinci gök tabakasında Ay, ikinci gök tabakasındaki Utarit, üçüncü gök
tabakasındaki Züh-re, dördüncü gök tabakasındaki Güneş, beşinci gök
tabakasındaki Merih, altıncı gök tabakasındaki Müşteri ve yedinci gök
tabakasındaki Zuhal.
İbn Cevzî dedi ki:
«Babekîlerden bir topluluk var ki, anlatıldığına göre bunlar her sene bir gece,
kadınlı erkekli bir araya gelip toplanırlar. Sonra ışığı söndürür ve kadınları
kapmaya başlarlar. Bir erkek hangi kadını yakalarsa o kadın kendisine helal
olur ve: "Bu, Cenâb-ı Allah'ın bize mubah kıldığı bir avdır."
derlerdi. Allah onlara lanet etsin.»
İbn Cevzî, bunların
sözlerini ve fikirlerini detaylı olarak açıklamıştır. Ondan önce, meşhur
kelamcı Ebu Bekir el-Bakillanî, Batınîle-re reddiye olarak "Hetkü'l-Esrar
ve Keşfü'l-Esrar" adlı kitabını yazmış ve onların Mısır'da Fatımîler
zamanındaki kadılarından birinin yazdığı, "el-Belağü'1-A'zam ve
Namusü'l-Ekber" adını verdiği kitabı tenkid etmiştir. Adı geçen kitap,
onaltı dereceye ayrılmıştır. Birinci dereceye göre Batınî kişi, kendisiyle
görüşen kişinin Ehl-i Sünnet olması durumunda, önce Hz. Ali'nin Hz. Osman'dan
üstün ve faziletli olduğunu söylemelidir. Eğer kendisiyle görüşen Ehl-i Sünnet
kişi bu görüşe muvafakat ederse sonra Hz. Ali'nin Hz. Ebu Bekir ile Hz.
Ömer'den de üstün olduğunu söylemelidir. Eğer Ehl-i Sünnetten olan adam bunu da
kabul ederse bu defa Hz. Ali'ye ve Ehl-i Beyt'e haksızlık ettiklerinden ötürü
Hz, Ebu Bekir'le Hz. Ömer'e sövmelidir. Bundan sonraki aşamada da bütün İslâm
ümmetini bu fikre muvafakat ettiklerinden ötürü cahil ve hatalı saymalıdır.
Artık bundan sonra da açıktan açığa İslâm dinine tenkid oklarım yöneltmeli ve
İslâmiyet'i eleştirmelidir.
Bahsedilen kadı,
kitabında Batınî kimsenin görüştüğü Ehl-i Sünnet kimselere konuşma esnasında
bazı şüphe ve dalâletleri ileri sürmesini söylemektedir ki, bu tür şüphe ve
dalâletleri ancak çok cahil, geri zekalı, bahtsız kimseler makbul sayarlar.
Nitekim yüce Allah, bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"İçinde
yörüngeler bulunan göğe andolsun ki, ey inkarcılar; siz, şüphesiz aykırı görüştesiniz.
Bundan dönebilecek kimseler döndürülür." (ez-Zâriyat, 7-9.) Yani ancak
sapık olan kimseler, sizin ileri süreceğiniz bu şüphe ve dalâletlerle
sapıklığa sürüklenirler.
"Sizler ve
taptığınız şeyler, Cehennem'e girecek kimseden başkasını Allah'a karşı
azdırıcı değilsiniz." (es-Sâffat, 16-63.)
"Aldatmak için
birbirlerine cazip sözler fısıldayan cin ve insan şeytanlarını her peygambere
düşman yaptık. Bu şeytanlar, ahirete inanmayanların kalplerinin o sözlere
yönelmesi, ondan hoşnud olması ve kendilerinin işledikleri suçları işlemeleri
için böyle yaparlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Sen onları iftiraları
ile baş başa birak." (el-Enâm, 112-113.)
Bunlarda ve bunlara
benzer diğer bazı ayetlerde anlatıldığına göre batıla, cehalete, sapıklığa, masiyetlere
ancak insanların şerlileri uyarlar. Nitekim şairin biri şöyle demiş:
"O hiç kimseye
hükmedip istilâ edemez.
Ancak zayıf ve mecnun
kimselere hükmedebilir."
Bundan sonra onların
küfür, zındıklık, zayıflık gibi bazı makamları vardır. Aklı kıt, dini yönü
zayıf olan kimselerin bu gibi şeyleri düşünülmesi halinden kendi nefsini uzak
tutması gerekir. Çünkü bu, iblisin onlara karşı açtığı küfür ve cehalet
türleridir. İblis onlardan bazılarına daha önce bilmediği bazı şeyleri ifade
etmiştir. Nitekim şairin biri şöyle demiştir:
"Ben kısa bir
zaman İblisin askeri oldum. Sonra İblis benim askerlerim arasına
katıldı."
Kısaca diyeceğimiz
şudur ki, bu grup, bu senede harekete geçti. Sonra durumları kuvvetlendi.
Onların yüzünden işler gittikçe bozuldu. Neticede Mescid-i Haram'a girdiler.
Hacıların kanlarını Mescid-i Haram'm ortasında Ka'be'nin çevresinde akıttılar.
Hacer-i Esved'i kırıp yerinden söktüler ve hicretin 317. senesinde kendi
memleketlerine götürdüler. Hicretin 339. senesine kadar yanlarında kaldı. Bu
mübarek taş, yirmiiki sene müddetle Ka'be'deki yerinden uzakta kaldı. Innâ
lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve ona dönücüleriz).
Bütün bunlar halifenin
gevşekliğinden, Türklerin hilafet maka-niını oyuncak haline getirmelerinden,
İslâm ülkesini istila etmelerinden ve işlerin alt üst olmasından ötürüydü.
Bu senede iki mühim
olay meydana geldi. Bunlardan biri Karma-tılerin harekete geçmesi; diğeri de
İslâm pehlivanı, Allah dinin yardımcısı Ebu Ahmed el-Muvaffak'ın vefatıydı.
Allah ona rahmet etsin, kendisinden sonra Cenâb-ı Allah, oğlu Ebul-Abbas
Ahmed'i Müslümanlar için hayatta bıraktı. Ebü'l-Abbas'm lakabı Mutedid idi.
Şeha-mtli ve şecaatli bir kimse idi. [8]
Kendisine
"Allah'ın dininin yardımcısı" anlamına gelen, emir Nasır Lidinillah
deniliyordu. Ayrıca Muvaffak lakabı da vardı. Talha b. Mütevekkil Alallah Cafer
b. Muhammed el-Mutasım b. Harun er-Re-şid de deniliyordu. Hicretin 229.
senesinin rebiyülevvel ayının ikisinde çarşamba günü doğdu. Kardeşi Mutemid
halife olunca, kardeşi Cafer'den sonra onu veliahd tayin etti ve ona Muvaffak
Billah lakabını verdi. Bu zat, zenci liderini öldürüp askerlerini dağıttıktan
sonra, "Allah'ın dininin yardımcısı" anlamana gelen, Nasır Dinillah
lakabını aldı. Kendisine akd ve hail heyetinin başkanlığı, vali atama ve azletme
yetkisi verildi. Haraçlar toplanıp kendisine teslim edilirdi. "Alla-hım,
emir Nasır Lidinillah Ebu Ahmed el-Muvaffak Billah'ı ıslah et ki; o,
Müslümanlığın veliahdı ve mü'minlerin emirinin kardeşidir."
Fakat kardeşi
Mutemid'den altı ay önce vefat etti. Derin bir akıl sahibi ve iyi bir
idareciydi. Kadıları yanında oturtur ve halkın şikâyetlerini dinlerdi.
Mazlumun hakkını zalimden alırdı. Edebiyatı, ne-seb ilmini, fıkhı, devlet yönetimini
ve diğer ilimleri bilirdi. Cidden çok büyük eserleri ve güzellikleri vardı.
Ölüm sebebi, sefer
esnasında nikris hastalığına yakalanmasıydı. Bağdat'a hasta halde geldi. Safer
ayının başlarında evinde kaldı. Hastalığı arttı, ayakları şişti. Ayaklan aşırı
derecede büyüdü. Üzerine kar ve benzeri soğutucu şeyler konuluyordu. Hareket
edemediği için başkaları onu tahtırun üzerine oturtuyorlardı. Nöbetleşe kırk
kişi onun vücudunu kaldırıp indirmekle meşgul oluyordu. Bir gün onlara şöyle
dedi: "Muhakkak benden usandığınızı biliyorum. Keşke ben de sizlerden biri
gibi yeyip içsem, rahatça uyuyabilseydim. Benim divanımda 100.000 rızık
bekleyen vardır. Bunlar benim verdiğim paralarla geçimlerini sağlıyorlar. Ama
bunların arasında benden daha perişan halde biri yoktur!"
Sonra bu senenin safer
ayının bitimine sekiz gün kala perşembe gecesi Hüseyni Kasrı'nda vefat etti.
İbn Cevzî'nin ifadesine göre vefat ederken yaşı, kırkyedi seneden bir ay ve
birkaç gün noksandı.
Ebu Ahmed el-Muvaffak
vefat edince, komutanlar ondan sonraki dönem için oğlu Ebul-Abbas Ahmed'e
bey'at için bir araya gelip toplandılar. Mutemid, babasından sonraki dönemin
veliahdı olduğundan ötürü bey'at aldı. Minberler üzerinde onun adına hutbe
okundu. Babasının sahip olduğu vali atama ve azletme, işleri halledip çözme
yetkisi kendisine verildi ve Mutedid Billah lakabını aldı.
Bu senede İdris b.
Süleym el-Fak'asi el-Musilî vefat etti. İbnü'l-Esir'in ifadesine göre bu zat,
çok hadis rivayet eden salih bir kimsedir.
Bu senede Cezire
valisi İshak b. Kündac da vefat etti. Bu, görüş sahibi bir kimseydi. Vefat
edince oğlu Muhammed onun makamına
atandı.
Bu senede Tarsus naibi
Yazman, Bizans'ta kuşatma altında tuttuğu bir beldeden kendisine mancınıkla
atılan bir taşla yaralanarak receb ayında vefat etti. Tarsus'a defnedildi.
Kendisinden sonra yerine sınır boyu valiliğine Humaraveyh b. Ahmed b. Tolon'un
emri üzerine Ahmed el-Cuaytî atandı. Humaraveyh, kısa bir süre sonra onu bu
görevden azlederek yerine amcası oğlu Musa b. Tolon'u atadı.
Bu senede Abduh b.
Abdurrahim Öldü. Allah onu kahretsin. İbn Cevzî'nin ifadesine göre bu adam,
şaki biri olup Bizans illerinde çok gaza yapmıştı. Gazanın birinde Müslümanlar
Bizans ülkesinin bir beldesini kuşatma altında tutmakta iken bu şaki, Rum
kadınlarından birine gözü takılmış, kaledeki bu kadına tutulmuş, onunla
haberleşe-rek kendisine nasıl kavuşabileceğini sormuş, kadın da: "Eğer
Hristi-yan olup yanıma gelirsen senin olurum." demiş, o da kadının bu isteğini
yerine getirmişti. Müslümanlar bir de ne baksınlar, bu şaki Ab-duh'un Rum
kadınının yanında olduğunu görmüşler. Bu sebeple çok kederlenip üzülmüşler ve
aşırı derecede eseflenmişlerdi. Bir süre sonra kalede o kadınla birlikte iken
Müslümanlar yanına uğramışlar ve ona şöyle sormuşlar: "Ey adam! Kur'ân'ın
ne oldu, ilmin ne oldu, orucun ne oldu, cihadın ne oldu, namazın ne
oldu?!" O da şöyle cevap vermiş: «Bilesiniz ki, Kur'ân'ın şu ayeti dışında
tümünü unuttum:
"İnkâr edenler,
keşke Müslüman olsaydık temennisinde bulunacaklardır. Bırak onları yesinler,
zevk alsınlar; ümid onları avundursun; ileride öğrenecekler." (el-Hicr,
2-3.) Artık, benim Rumlar arasında malım ve çocuklarım vardır.» [9]
Bu senenin muharrem
ayının sonlarında Cafer el-Müfevviz veli-ahdlıktan hal' edildi. Mutemid'den
sonraki dönem için Ebul-Abbas Mutedid b. Muvaffak müstakil veliahd tayin
edildi. Şahitlerin huzurunda onun adına hutbe okundu. Mutedid'i tebrik eden
Yahya b. Ali, bu konuda şöyle bir şiir söyledi:
"Tercih edildiğin
yeni akidle seni tekrik ediyorum.
Seni faziletini daha
iyi bilen Rabb sevmiştir.
Sen bu gün veliahd
olduysan;
Yarın bizim büyük
önderimizsin.
Seni veliahd yapana
minnet duyarız.
Sana düşmanlık eden
kırılır ve burnu yere sürtülür.
Dinin direğinde biraz
eğrilik vardı.
Bu göreve atanmanla bu
eğrilik düzeltildi.
Ülkenin yüzü güldü ve
sevindi.
Karanlıklar bu görevle
aydınlandı.
Sahib olduğun göreve
sımsıkı sarıl.
Çünkü sen insanlar
için bu görevde sağlam birisin."
Bu senede Bağdat'ta
duyuru yapılarak kıssacıların, tarikatçıların, astrologların ve benzerlerinin
mescitlerde, yollarda oturmalarına izin verilmeyeceği bildirildi. Kelam,
felsefe ve cedel ilmiyle ilgili kitapların halk arasında satılmasının
yasaklandığı ilan edildi. Bu da İslâm sultanı Ebü'l-Abbas Mutedid'in himmet ve
gayretiyle oldu.
Bu senede Harun
eş-Şarî ile Beni Şeyban arasında Musul'da bir savaş cereyan etti. İbnü'1-Esir
bu savaşı "el-Kâmil" adlı eserinde teferruatlı olarak anlatmıştır.
Bu senenin receb
ayının 19'unda pazartesi gecesi Mutemid Alal-lah vefat etti. [10]
Mü'minlerin emiri
Mutemid b. Mütevekkil b. Mutasını b. Reşid. Mutemid'in asıl adı Ahmed'dir.
Babası Mütevekkilin adı da Cafer'dir. Dedesi Mutasım'ın adı ise Muhammed'dir.
Mutemid Alallah, yirmiüç sene altı gün müddetle halifelik yaptı. Vefatında elli
yaşını birkaç ay geçmişti. Kardeşi Muvaffak'tan altı ay büyüktü. Kardeşinin
ölümünden sonra bir senelik bir zamanı doldurmadan vefat etti.
Kendisi ve kardeşinin,
halife oldukları halde yönetimde pek etkileri yoktu. Öyle ki, bir gün Mutemid
300 dinar istemişti, ama bu para kendisine verilmemişti. Şairin biri bu konuda
şöyle demişti:
"Hayret ki
hayret! Halifeliğe bak. Az bir şeyi dahi halifeye vermiyorlar.
Oysa onun adıyla
dünyalar alınıyor. Fakat elinde bundan hiçbir şey yoktur.
Bütün mallar kendisine
getirilir ama,
Kendisine getirilen
şeylerin az bir kısmı dahi eline geçmiyor!"
Mutemid, Samarra'dan
Bağdat'a taşınan ilk halifedir. Artık ondan sonra halifelerden hiçbiri
Samarra'ya dönmediler, Bağdat'ta ikamet ettiler.
İbnü'l-Esir'in anlattığına
göre Mutemid'in ölüm sebebi, vefat ettiği gecede çok şarap içmiş ve aşırı
derecede yemek yemiş olmasıydı.
Bağdat'ın Hüseyni
Kasrı'nda vefat etmişti. Vefatı sırasında Mutedid, kadıları, ayan ve eşrafı
saraya çağırmış, kardeşi Mutemid'in normal bir ölümle vefat ettiğine onları
şahid tutmuş, sonra yıkayıp kefenlemiş ve cenaze namazını kıldırmıştı. Namazı
kıldırıldıktan sonra Samarra'ya götürülüp defnedümişti. Ertesi sabah da
Mutedid'e bey'at edildi.
Bu senede tarihçi
Belazurî de vefat etti: [11]
Asıl adı Ahmed b.
Yahya b. Cabir b, Davud Ebü'l-Hasan'dır. Künyesinin Ebu Cafer, Ebu Bekir
el-Bağdadi el-Belazurî olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır. Kendisine
nisbet edilen tarih kitabının yazandır. Hişam b. Anrnıar, Ebu Ubeyd Kasım b.
Sellam, Ebu Rebi ez-Zehranî ve bir cemaattan ders almıştır. Yahya b. Nedim,
Ahmed b. Ammar, Ebu Yusuf Yakub b. Nuaym b. Karkara el-Ezdî de kendisinden
rivayetlerde bulunmuşlardır.
İbn Asakir dedi ki:
"Belazurî, edip bir kimseydi. Güzel eserler meydana getirdi. Me'mun'a
birçok methiyeler yazdı. Mütevekkü'in meclislerinde hazır bulundu. Mutemid'in
zamanında vefat etti. Ömrünün son zamanlarında hevesleri ve vesveseleri
meydana geldi."
İbn Asakir'in
rivayetine göre Belazurî şöyle demiştir:
«Mahmud el-Verrak bana
dedi ki: "Öyle bir şiir oku ki, senin adını devam ettirsin ve günahı da
senden kalkıp gitsin."
Onun bu teklifi
üzerine ben şu şiiri okudum:
"Ey nefis, ölüme
hazırlan, kurtuluşa koş. Akıllı kişi hazırlıklı olandır.
Sen ancak iğreti bir
malsın ve kısa bir süre sonra sahibine iade edileceksin.
Çünkü iğreti mallar
sahiplerine iade edilirler.
Sen gaflete
dalıyorsun; oysa hadiseler gaflete dalmazlar.
Sen eğlenceye
dalıyorsun, oysa ölümler hazırlanıyor.
Payı mezar olan
kişinin yeryüzünde ne şansı, ne payı, ne hükmü vardır?
Ölüm kaynağında
ebediyeti umma.
Sana ölümü mutlaka
getirecek olan bir diyarda daimi kalmayı ümid etme.
Nefeslerin sayılı
olduğu günlerde, kişi nasıl olur da lezzet bulabi.[12]
Mü'minlerin emiri
Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ahmed el-Muvaffak b. Cafer el-MütevekkiI. Abbasilerin
seçkin halifelerinden ve büyük devlet a damların dan di. Receb ayının bitimine
on gün kala Mutemid'in öldüğü gecenin sabahında kendisinin halifeliğine bey'at
edildi. Halifelik makamı sarsılmış ve çürümeye yüz tutmuştu. Ama Cenâb-ı Allah
onun vasıtasıyla, onun adaleti, şehameti ve cüreti sayesinde halifeliğe
canlılık verdi.
Mutedid, Ubeydullah b.
Süleyman b. Vehb'i vezirliğe atadı. Azatlısı Bedri de Bağdat muhafız
kuvvetleri komutanlığına getirdi. Bu sırada Amr b. Leys'in hediyeleri geldi.
Amr, kendisini Horasan valiliği-ne atamasını istedi. O da bu isteği yerine
getirdi. Ona kaftan, sancak ve benzeri valilik nişanlarını gönderdi. Amr
bunları üç gün müddetle evine dikti, çok sevinmişti.
Mutedid, Rafi b. Herseme'yi
Horasan valiliğinden azletti. Sonra Amr b. Leys oraya gitti. Rafî'i şehir şehir
takip etmeye ve kovalamaya başladı. Nihayet ileride de anlatılacağı gibi onu
hicretin 283. senesinde öldürdü ve kesik başını Mutedid'e gönderdi. Böylece
Horasan valiliği müstakil olarak Amr'm eline geçmiş oldu.
Bu senede Cessas
lakabıyla tanınan Hüseyin b. Abdullah, Mısır'dan Mutedid'e Humaraveyh'in
gönderdiği muazzam hediyeleri getirdi. Mutedid de Humaraveyh'in kızıyla
evlendi. Babası, bu kıza misli duyulmamış bir çeyiz hazırladı. Hatta
denildiğine göre çeyizinde 100 altın havan vardı. Bütün bunlar Mısır'dan
Bağdat'taki hilafet sarayına gelinle birlikte getirildi. Bu, gerçekten
görülmesi gereken bir gündü.
Bu senede Ahmed b. İsa
b. Şeyh, Mardin kalesini ele geçirdi. Burası daha Önce İshak b. Kündac'm
hakimiyeti altındaydı.
Bu senede Harun b.
Muhammed el-Abbasî insanlara haccettirdi. Bu hac, onun insanlara yaptırdığı en
son hac olmuştu. Bu zat hicretin 264. senesinden beri hac emirliği yapmaktaydı.
Bu senede meşhur şahsiyetlerden
emirü'l-mü'minin Ahmed el-Mutemid, Ebu Bekir b. Ebu Hayseme, "Tarih"
ve diğer eserlerin sahibi Ahmed b. Züheyr b. Hayseme vefat ettiler. Bu zat,
Ebu Nuaym'dan ve Affan'dan ders almıştı. Hadis ilmini Ahmed b. Hanbel ve Yahya
b. Main'den öğrenmişti. Neseb ilmini Mus'ab ez-Zübeyrî'den, tarihi Ebul-Hasan
Ali b. Muhammed el-Medainî'den, edebiyatı Muhammed b. Selam el-Cumahî'den
öğrenmişti. Sika, hafız, zaptı sağlam, meşhur bir kimseydi,
"Tarih"inde çok faydalar ve eşsiz bilgiler vardır. Begavî, Ibn Said,
İbn Ebi Davud, İbn Münadî gibi şahıslar kendisinden rivayetlerde
bulunmuşlardır. Ahmed b. Züheyr, hicretin 279. senesinin cemaziyelevvel ayında
doksandört yaşında vefat etti.
Bu senede Ebu Abdillah
es-Sofî de vefat etmişti. Bu zatın birçok harika halleri ve kerametleri vardı. [13]
Asıl adı, Muhammed b.
İsa b. Sevre b. Musa b. Dahhâk'tır. Asıl adının, Muhammed b. İsa b. Yezid b.
Sevre b. es-Seken veya Muhammed b. İsa b. Sevre b. Şeddad b. İsa es-Sülemi
et-Tirnıizî olduğu da söylenir. Âmâ idi. Bir rivayette anlatıldığına göre âmâ
olarak doğmuştur. Kendi zamanında hadis ilminin imamlarındandı. Meşhur olmuş
birçok eseri vardır. "el-Cami", "eş-Şemâü",
"Esmâü's-Sahabe" ve benzeri eserler onundur. Birçok ülkelerde
âlimlerin müracaat kaynağı olan ve Kütüb-ü Sitte'den biri kabul edilen
"el-Cami" adlı hadis kitabı da ona aittir.
İbn Hazm'ın, Ebu İsa
et-Tirnıizî'yi tanımaması, Tirmizî'ye zarar vermez. Zira İbn Hazm,
"Muhalla" adlı eserinde "Muhammed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî de
kimmiş?!" demiştir. Onun Tirmizî'yi tanımaması, Tirmizî'nin kadrini
düşürmez. İlim ehli onu büyük bir âlim olarak bilirler. Aksine bu ifadeyi
kullanması, İbnHazm'm hadis hafızları na-zarmdaki mertebesini düşürmüştür.
"Gündüzü
ispatlamak için delile ihtiyaç duyulursa, o zaman zihinlerde birşey nasıl
sahih olur?"
"et-Tekmil"
adlı eserimizde Tirmizî'nin üstadlarım anlatmıştık. Aralarında Muhammed b.
İsmail el-Buharî, "Müsned" adlı eserin sahibi Heysem b. Küleyb
eş-Şâşî, Muhammed b. Mahbub el-Mahbubî, Muhammed b. Münzir b. Şükr gibi
şahsiyetlerin de bulunduğu birçok âlim kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır.
"Ulumü'l-Hadis"
adlı kitabında Ebu Ya'lâ Halil b. Abdullah el-Halili el-Kazvinî dedi ki:
"Hafız Muhammed
b. İsa b. Sevre b. Şeddad. Kendisinin hadis
hafızı olduğu hususunda
ulema ittifak etmiştir. Onun "Sünen"i ve
Cerh ve Ta'dil"
kitabı vardır. Ebu Mahbub ile birçok değerli âlim
kendisinden
rivayetlerde bulunmuşlardır. Emaneti, imameti ve âlim-
liğiyle meşhurdur.
Hicretin 280. senesinden sonra vefat etmiştir."
Hafız Ebu Abdullah
Muhammed b. Ahmed b. Süleyman el-Gun-Car, "Buhara Tarihi" adlı
eserinde dedi ki:
«Hafız Muhammed b. İsa
b. Sevre b. Musa b. Dahhâk es-Sülemi et-Tirmizî. Buhara'ya geldi, orada hadis
ilmi öğrendi. "Cami" ve "Ta-r adlı eserlerin sahibidir. Hicretin 279.
senesinin receb ayının
nde pazartesi gecesi Tirmiz'de vefat etti.»
Hafız Ebu Hatim b.
Hayyan, Tirmizî'yi sika raviler arasında saymış ve: "O, hadis toplayan,
tasnif eden, hıfzeden ve iyi hatırlayan bir kimseydi." demiştir.
Tirmizî dedi ki:
«Buharî, Atiye'nin Ebu Said kanalıyla rivayet ettiği şu hadisi benden dinleyip
yazdı: Rasûlullah (s.a.v), Hz. Ali'ye şöyle demiştir: "Benden ve senden
başkasına bu mescitte cünüp olarak durmak helâl olmaz."»
İbn Yakaza,
"Takyid" adlı eserinde Tirmizî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben bu müsnedimi
sahih hadislerden tasnif ettim. Hicaz âlimlerine sundum; beğendiler. Irak
âlimlerine sundum; beğendiler. Horasan âlimlerine sundum; onlar da beğendiler.
Bir kimsenin evinde bu kitap varsa sanki evinde konuşan bir peygamber
vardır."
Dediler ki:
«Tirmizî'nin "Cami" adlı eseri 151 bölümden (kitaptan) ibarettir.
"İlel" adlı kitabını Semerkand'da tasnif etti. Bu kitabını hicretin
270. senesinin kurban bayramında tamamladı.»
İbn Atiyye şöyle
demiştir «Muhammed b. Tahir el-Makdisî bana dedi ki:
«Ebu İsmail Abdullah
b. Muhammed el-Ensârî'nin; "Tirmizî'nin kitabı bence Buharî'nin ve
Müslim'in kitaplarından daha nurludur ve aydınlık saçıcıdır." dediğini
duydum. Kendisine, niçin böyle dediğini sorduğumda şu cevabı verdi: "Çünkü
Buharî'nin ve Müslim'in kitaplarından tam olarak yararlanabilmek için kişinin
hadis ilmini tam olarak bilmesi gerekir. Tirmizî'nin kitabına gelince o,
kitabındaki hadisleri şerhedip açıklamıştır. Bu nedenle fıkıhçı olsun hadisçi
olsun başkası olsun herkes bu kitaptan yararlanabilir."»
Ben derim ki:
Tirmizî'nin durumundan öyle anlaşılıyor ki o, hadis ilmini öğrenmek, hadis
toplamak için seyahatlar yapıp hadis dinledikten, yazdıktan, müzakere yapıp
tartışmalarda bulunduktan ve tasnifat yaptıktan sonra gözlerini kaybetmiştir.
Sahih ve meşhur rivayete göre o bu senenin receb ayında, kendi şehri olan
Tirmiz'de vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [14]
Bu senenin muharrem
ayında Mutedid, kendisine sığınıp eman almış zenci komutanlarından birini
öldürdü. Bunun adı Seleme olarak biliniyordu. Anlatıldığına göre Seleme,
kendisinin dahi tanımadığı bir adam için halkı bey'ata davet etmiş, toplumu
fesada sürüklemişti. Hilafet makamına çağrılmış ve suçunu ikrar etmesi, kendisi
için bey'at aldığı adamın adını vermesi istenilmiş. Fakat suçunu ikrar etmemiş
ve adını söylemesini istedikleri adamı tanıtmamış, sonra da: "Eğer o adam
şimdi ayaklarımın altında gizli olsa bile yine de adını size açıklamam."
demişti. Bunun üzerine Mutedid emir vermiş, bir direğe bağlanmış, sonra ateşte
vücudu kızartılmış, nihayet derisi dökülmüştü. Bundan sonra boynunun
vurulmasını ve ağaca asılmasını ferman buyurmuştu. Bu hadise, muharrem ayının
7'sinde cereyan etmişti.
Safer ayının başında
Mutedid, Bağdat'tan harekete geçerek Musul'da bulunan Beni Şeyban kabilesinin
üzerine gitti. Nobaz dağı yanında onları şiddetli bir tazyik altına aldı.
Onları kırıp geçirdi. Mute-did'in yanında, şarkı söyleyerek develeri neşeyle
yürüten bir adam vardı ki, bu sefer esnasında gecenin birinde Mutedid'e şöyle
bir şarkı okumuştu:
"Nobaz dağı
yanındaki savaşı gördüğümde ağlamak istedim. Beni gördüğü zaman Rahman'a tekbir
ve tehlil getirdim. Dedim ki: Senin gölgende, güven ve rahatlık içinde
kendilerine ahitte bulunduğun kimseler nerede?
Dedi ki: Gittiler,
beni yerlerinde bıraktılar.
Gece ve gündüzün akıp
gitmesine karşı kim ebedi kalabilir?!"
Bu senede Mutedid,
Hulvan geçidinin genişletilip kolay geçit verir bir hale getirilmesini
emretti. Bu iş için 20.000 dinar harcandı. İnsanlar o geçitten geçerken çok
sıkıntı çekiyor ve zorlanıyorlardı.
Bu senede Mutedid,
Mansur Camii'nin Mansur Köşkü'yle birleştirilerek genişletilmesini emretti. Bu
iş için de 20.000 dinar harcadı.Mansur Köşkü, daha önce bu Mansur Camii'nin
kıble tarafında bulu-nuyordu. Bu iki bina arasında onyedi kapı açtı. Camiin
kıblesinde bulunsun diye minber ve mihrabı mescide yöneltti.
Hatib Bağdadî dedi ki:
«Mutedid'in azatlısı Bedir, Bedriye diye bilinen Mansur Köşkü'nün
gölgeliklerini genişletti.» [15]
Bağdat'ta bu senede
hilafet sarayını ilk olarak inşa ettiren Mute-did oldu. Abbasi hilafetinin
sonuna kadar bu köşkte ilk ikamet eden de kendisi oldu. Bu köşk daha Önce Hasan
b. Sehl'e aitti ve Haseni Kasrı adıyla biliniyordu. Daha sonra Hasan'm kızı
Boran'ın mülkiyetine geçti, Bu hatun, Me'mun'un eşiydi. Boran burayı tamir
ettirdi. Mutedid, bu köşkten ayrılmasını kendisine söyledi. O da bu isteği yerine
getirdi. Boran, bu köşkün dağılıp pörsüyen ve çatlayan kısımlarını onardı.
Çeşitli sergiler tefriş etti. Kendisine uygun cariye ve hizmetçileri
yerleştirdi. Orada zamana göre depolanması uygun görülen iştah çekici
yiyecekleri hazırlattı. Sonra köşkün anahtarlarını Mute-did'e gönderdi.
Mutedid köşke
girdiğinde, gördüğü bu ihtişam karşısında dehşete kapıldı. Sonra kendisi de
köşkü genişletti. İlaveler yaptı. Çevresine sur çektirdi. Köşkün alanı, Şiraz
şehrinin yüzölçümü kadardı. Mutedid meydanı yaptırdı. Sonra Dicle kıyısında
bir köşk inşa ettirdi. Bilahare Müktefi de o köşkün giriş kapısı üzerine
muhteşem bir taç figürü yaptırdı. Muktedir hilafete geçince bu köşke çok büyük
ilaveler yaptırdı. Ama bütün bunlardan sonra köşk yıkılıp harabeye döndü. Sanki
orada kimseler yaşamamıştı. Köşkün kalıntıları meydanı ve Bağdat'ı tahrib eden
Tatarların zamanına kadar kaldı. Tatarlar, Bağdat'taki hür kadınları ve
erkekleri esir aldılar. Bu husus hicretin 656. senesi olaylarından
bahsedilirken anlatılacaktır.
Hatib Bağdadî dedi ki:
«Öyle anlaşılıyor ki Boran, bu köşkünü Mutedid'e değil de Mutemid'e hibe
etmiştir. Çünkü Boran, Mutedid'in zamanına kadar yaşamamıştır. Ne zaman vefat
ettiği önceki sayfalarda anlatılmıştı.»
Bu senede Erdebil'de
altı kez deprem meydana geldi. Şehrin evleri yıkıldı. Yüz ev bile ayakta
kalmadı. Yıkıntılar altında 150.000 kişi can verdi. Innâ lillah ve innâ ileyhi
râciûn (Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).
Bu senede Rey ve
Taberistan şehirlerinin kaynak suları kurudu. Oyie ki, üç ölçek su bir dirheme
satılır oldu. Fiyatlar cidden yükseldi.
Bu senede İsmail b.
Ahmed es-Samanî, Türk illerine gaza yaptı. Türklerin hükümdarının bulunduğu
şehri fethetti. Aralarında karısı ve babasının da bulunduğu 10.000 kadar kişiyi
esir aldı. Çok miktarda binek, eşya ve malları ganimet edindi. Her süvarinin
payına 1.000 hera ganimet düştü.
Bu senede Ebu Bekr
Muhammed b. Harun b. İshak el-Abbasî insanlara haccettirdi.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden Şafiî fıkıhçısı ve ibadeti, zahid-V&i ile tanınmış Ahmed b.
Seyyar b. Eyyüb, Bağdatlı Ahmed b. Ebi fnıran, Musa b. İsa Ebu Cafer vefat
ettiler. Ahmed b. İmran, Hanefi-i rin büyük âlimlerindendi. Ebu Cafer
et-Tahavî'nin hocası Muham-led b. Semmaa'dan fıkıh öğrendi. Âmâ idi. Ali b.
Ca'd'dan ve diğerlerinden hadis dinledi. Mısır'a geldi. Ezberlediği hadisleri
orada okudu. Bu senenin Muharrem ayında Mısır'da vefat etti. "Tarih-i
Mısır" adlı eserde îbn Yunus, onun sika bir ravi olduğunu söylemiştir. [16]
Vasıt kadısı idi.
"Müsned" adlı eserin sahibidir. Müslim b. İbrahim, Ebu Seleme
et-Tebuzekî, Ebu Naim ve Ebu Velid'den ve başka birçok kimselerden rivayetlerde
bulunmuştur. Sebatkâr, sika bir ravi idi. Muhammed b. Hasan'm arkadaşı Ebu
Süleyman el-Cüzcanî'den fıkıh öğrendi. Mutez'in hilafeti zamanında Bağdat'ın
doğu yakasında kadılık yaptı.
Muvaffak hilafete
geçince, ondan ve Kadı İsmail'den, ellerinde vakıf olarak bulunan yetim
mallarını kendisine vermelerini istedi. Kadı İsmail bu emri hemen yerine
getirdi, fakat Ahmed b. Muhammed b. İsa emri hemen yerine getirmedi. Yanında
bulunan malları, reşid olduğu kanaatına vardığı yetimlere teslim etti. Sonra bu
mallar kendisinden yine istenilince: "Benim yanımda yetim malı yoktur. Bütün
malları sahiplerine teslim ettim." dedi. Bunun üzerine kadılıktan
azledildi. O da evine kapandı. Bu senenin zilhicce ayında vefat edinceye kadar
evinde ibadetle meşgul oldu. Vefatından sonra adamın biri kendisini rüyasında
görmüştü. Şöyle ki: O, Rasûlullah (s.a.v.)'ın huzuruna girmiş, Rasûlullah
(s.a.v.) kalkıp onunla musafaha yapmış ve gözlerinin arasını öpmüş ve:
"Sünnetim ve eserimle amel eden kimseye merhaba!" demişti.
Bu senede babasının
gece meclisinde bulunan Cafer b. Mutedid, Muvaffak'ın azatlısı Raşid (Dinever
şehrinde vefat etti, cenazesi Bağdat'a getirildi.), Bişr el-Merisî'nin Cehmiye
mezhebine ait tevilleri ve ^d'atlarına reddiye olarak bir eser yazan ve
"Tabakatü'ş-Şafıyye" adlı kitapta kendisinden bahsettiğimiz Osman b.
Said el-Darimî, büyük ^°mutanlardan hadim Mesrur, yine bu senenin ramazan
ayında Mu-£ad b. İsmail et-Tirmizî (Güzel eserlerin sahibiydi.), şeyhimiz meşhur hadisçi Hilal b. Mualla vefat ettiler.
Hilal'in rivayet ı hadislerden bazıları bize ulaşmıştır. [17]
Bir rivayette
anlatıldığına göre o, hicretin 277. senesinde vefat etmiştir. Hicretin 288.,
261. ve 274. senesinde vefat ettiğine dair muhtelif rivayetler vardır.
Doğrusunu Allah bilir.
Sibeveyhî'nin asıl
adı, Ebu Bişr Ömer b. Osman b. Kanber'dir. Beni Haris b. Ka'b kabilesinin
müttefikidir. Rebi b. Ziyad el-Harisi el-Basrî'nin müttefiki olduğu da
söylenir. Yakışıklılığı, yanaklarının pembeliği nedeniyle kendisine Sibeveyhî
adı verilmişti. Yanakları elmayı andırıyordu. "Sibeveyh" kelimesi de
Farsçada "elma kokusu" demektir. Sibeveyh, meşhur ve büyük
âlimlerdendir. Kendi zamanından günümüze kadar nahivcilerin üstadıdır. Bütün
insanlar onun nahiv ilmine dair yazdığı meşhur kitabından yararlanırlar. Bu
kitabı birçok kimse tarafından şerhedilmiştir, ama onu bütün incelikleriyle
anlayanlar çok azdır.
Sibeveyhî, bu ilmi
Halil b. Ahmed'den öğrendi. Onun derslerine devam etti. O derse gelirken,
Halil: "Bıkmayan ziyaretçiye merhaba." derdi. Sibeveyhî ayrıca İsa b.
Ömer, Yunus b. Habib, Ebu Zeyd el-Ensârî, Ebü'l-Hattab el-Ahfeş el-Kebir'den ve
daha başkalarından da dersler aldı.
Kisaî'nin, Harun
Reşid'in oğlu Emin'e hocalık yaptığı zamanda Basra'dan Bağdat'a geldi. Halife
onları bir araya getirdi. Nahiv meselelerinden bazıları üzerinde tartıştılar.
Neticede Kisaî şöyle demişti: «Arapların şöyle bir sözü vardır: "Ben
zenburun bal arısından daha şiddetli ısırdığını zannederdim ama, sonunda
anladım ki zenbur ile bal arısı aynı şeylermiş."»
Sibeveyhî dedi ki:
"Benimle bedeviler arasında öyle münasebetler ve benzerlikler meydana
geldi ki, Arap olmayıp da Araplar arasına katılan kimselerden hiçbiri için bu
gerçekleşemez."
Emin, üstadı Kisaî'ye
yardımcı olmak istedi. Bu hususu bedevilerden birine sordu. O da Sibeveyhî'nin
dediklerini doğruladı. Emin bu durumdan hoşlanmadı ve Sibeveyhî'ye dedi ki:
"Kisaî, senin aksini söylüyor." Sibeveyhî de: "Dilim, onun
dediklerini söylemek hususunda bana itaat etmiyor." dedi. Emin dedi ki:
"Gelip Kisaî'nin sözünü doğrulamanı istiyorum." Sibeveyhî ona itaat
etti. Oturum, Kisaî'nin doğru söylediğine dair bedevinin şahitlik etmesiyle son
buldu.
Sibeveyhî, hatayı
kendinde buldu ve onların kendisine karşı cephe aldıklarını anladı. Bağdat'tan
göçtü, Şiraz'a bağlı Beyda köyünde vefat etti. Zayıf bir rivayette
anlatıldığına göre o bu köyde doğmuş ve bu senede Sare şehrinde vefat etmiştir.
Hicretin 277. senesinde, 288. senesinde, 291. senesinde, 294. senesinde vefat
ettiğine dair muhtelif rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Vefatı
sırasında kırk kü-
sur yaşındaydı.
Otuziki sene. yaşadığına dair zayıf bir rivayet daha vardır. Doğrusunu Allah
bilir.
Mezarının üzerinde şu
beyitlerin yazılı olduğu rivayet edilmiştir:
"Uzun süren
ziyaretlerden sonra dostlar gittiler, ziyaretgah uzakta kaldı. Seni mezara
teslim ettiler ve dağılıp gittiler. Seni en ıssız çölde yalnız başına
bıraktılar.
Seninle dostluk ve
arkadaşlık yapmadılar, sıkıntını gidermediler. Allah'ın hükmü yerine geldi; sen
de mezara gömüldün. Dostların senden yüz çevirip gittiler." [18]
Bu senede Müslümanlar,
Bizans'a girdiler. Ganimetler elde ederek salimen geri döndüler.
Bu senede Rey ve
Taberistan'daki suların çekilmesi son safhaya geldi. Buralarda fiyatlar cidden
yükseldi. İnsanlar kıtlığa düştüler. Öyle ki birbirlerini yemeye başladılar.
Kişi kendi oğlunu ve kızını yemek mecburiyetinde kalıyordu. înnâ lillah ve
innâ ileyhi râciûn (Doğrusu bizler Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.).
Bu senede Mutedid,
Hamdan b. Hamdun'un elinde bulunan Mardin kalesini kuşatıp zorla fethetti.
Oradaki eşyaları ganimet edindi. Sonra tahrib edilmesini emretti ve yıktırdı.
Bu senede Mısır
diyarının sultanı Humaraveyh'in kızı Katrünne-dâ, büyük bir alayla ve
beraberinde getirmiş olduğu çok miktardaki çeyizle Bağdat'a geldi.
Anlatıldığına göre çeyizinde gümüşten, kumaştan ve diğer sayılamayacak
şeylerden ayrı olarak 100 altın havan vardı; Bütün bunlardan başka babası,
Mısır'da bulunmayıp Irak'ta bulunan ve ihtiyaç duyduğu şeyleri satın alması
için 1.500.000 dinar
gondei inişti.
Bu senede Mutedid,
Cebel ülkesine gitti. Oğlu Ali el-Müktefi'yi Rey, Kazvin, Azerbaycan, Hemedan
ve Dinever valiliklerine atadı. Kâtipliğine ae Ahmed b. Asbağ'ı verdi. Ömer b.
Abdülaziz b. Ebi Dü-lefi de İsfahan, Nihavend ve Kerh valiliğine atadı. Sonra
Bağdat'a
döndü.
Bu senede Muhammed b,
Harun b. İshak, insanlara haccettirdi.
Ecfer mıntıkasında
hacılar şiddetli bir yağmura yakalandılar ve Çokları boğuldu. Öyle ki bir kişi,
kumlar içinde boğuluyor, hiç kimse
onu kurtaramıyordu.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden İbrahim b. Hasan b. Düzeyi ve-at etti. Hadis hafızı ve çeşitli
kitapların müellifi idi. Bu kitaplarm-aii kiri, Sıffin Savaşım anlatan hacimli
bir kitaptır. Ahmed b. Muhammed et-Tâî de cemaziyelevvel ayında Küfe şehrinde
vefat etti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında İshak b. İbrahim de vardı: [19]
İbn Cîlî adıyla
tanınır. Hadis dersleri aldı. İnsanlara hadisle fetva verirdi. Zekâ ve hafıza
sağlamlığıyla nitelenirdi.
Bu senede Ebu Bekir b.
Ebi'd-Dünya da vefat etmişti. [20]
Beni Ümeyye'nin
azatlısıdır. Asıl adı, Abdullah b. Muhammed b. Ubeyd b. Süfyan b. Kays Ebu
Bekir b. Ebi'd-Dünya'dır.
Hadis hafızıdır. Her
ilimde eseri vardır. Faydalı, yaygın ve meşhur birçok eserleri bulunmaktadır.
Eserlerinin sayısı 100'ü geçmektedir. Hatta 300'e yakın eser verdiği
söylenmiştir. Daha fazla sayıda veya daha az sayıda eseri olduğuna dair
çeşitli rivayetler vardır. İbrahim b. Münzir el-Hizamî, Halid b. Harraş, Ali
b. el-Ca'd'dan ve diğer bazı kimselerden ders aldı. Mutedid'in eğitmeni idi.
Mutedid'in oğlu ve Müktefi Billah lakabını alan Ali'nin de eğitmeni idi. Günlük
onbeş dinar ücret alırdı. Doğru sözlü, mürüvvet sahibi, hafızası sağlam bir
hadis hafızı idi. Lâkin Salih b. Muhammed Hazre, onu şu sözleriyle
eleştirmiştir: "O, Muhammed b. İshak el-Belhî denen adamdan rivayetlerde
bulunmuştur. Oysa Muhammed b. İshak yalancıdır. Meşhur şahsiyetlere isnadda
bulunur, sözler uydurur ve münker hadisler rivayet eder."
İbn Ebi'd-Dünya şiir
de yazardı. Bir gün arkadaşları, yanlarına gelmesi için onu beklemekteydiler.
Fakat yağmur yağdı, gidişine engel oldu. O da onlara şu satırları yazıp
gönderdi:
"Ey dostlarım;
gözüme ve kulağıma yemin ederim ki sizi görmeyi arzuluyorum.
Sizi nasıl
unutabilirim. Kalbim sizin yanınızdadır ama şu yağmur aramıza bir engel olarak
girdi."
Ebu Bekir Abdullah b.
Ebi'd-Dünya, bu senenin cemaziyelevvel ayında yetmiş yaşında vefat etti. Kadı
Yusuf b. Yakub, cenaze namazını kıldırdı. Şaniziye'de defnedildi. Allah ona
rahmet etsin
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Abdurrahman b. Amr ile Ebu Zür'a el-Basri
ed-Dımışkî de bulunmaktadır. Ebu Zür'a, büyük bir hadis hafızıydı. İbnü'l-Mevaz
adıyla meşhur olmuş-
tu- Malikî
fıkıhçısıydı. Malikî mezhebine dair ihtiyaratı vardır. Bunlardın biri, namaz
kılarken Rasûlullah (s.a.v.)'a salat-ü selam getirmenin vacip olduğuna dair
görüşüdür. [21]
Bu senenin
rebiyülevvel ayının 5'inde, sah günü Mutedid, zevcesi Humaraveyh'in kızı
Katrünnedâ ile gerdeğe girdi. Katrunnedâ, Bağdat'a amcası ve İbnü'l-Cessas ile
birlikte gelmişti. Halife Mutedid o zaman Bağdat'ta değildi. Daha sonra gelip
onunla gerdeğe girdi. Bu gün, görülmeye değer bir gündü. Kalabalığın
çokluğundan ötürü insanlar sokaklardan geçmekten menedilmişlerdi.
Bu senede Mutedid,
daha önce nevruz günlerinde ateş yakmalarına, su dökmelerine gibi Mecusilerin
davranışlarına benzer davranışlarda bulunmalarına müsaade edilen halkı bu tür
davranışlarda bulunmaktan menetti. Çiftçilerin hediyelerinin bu gün çalışmayan
kimselere verilmesini menetti ve bu işi haziranın ll'ine erteledi. Haziranın
ll'ine bu nedenle "Mutedid'in nevruzu" denildi. Bu karar bütün
beldelere mektupla bildirildi.
Bu senenin zilhicce
ayında İbrahim b. Ahmed el-Mazeraî, Dımışk'tan Bağdat'a geldi. Halifeye,
Humaraveyh'in, hizmetçileri tarafından yatağında boğazlandığını ve yerine oğlu
Haneş'i geçirildiğini, sonra onu da öldürüp evini yağmaladıklarını bildirdi.
Haneş'ten sonra da Humaraveyh'in diğer oğlu Harun'u geçirdiklerini, Harun'un
her sene halifeye 1.500.000 dinar vermeyi taahhüd ettiğini söyledi. Mutedid de
bunu tasdik etti.
Müktefi hilafete
geçince, Harun'u azletti. Yerine Muhammed b. Süleyman el Vasıkî'yi atadı.
Tolonilerin mallarını tasfiye etti. Bu da
onların son dönemi
oldu.
Bu senede Ahmed b.
Tolon'un kölesi Lü'lü1 hapisten salıverildi. Bir zaman insanların en zengini,
en şereflisi, en itibarlısı iken çok al-, çalmış ve zelil olmuş bir halde
Mısır'a döndü.
Bu senede insanlara
önceki senelerin hac emiri haccettirdi.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden Ahmed b. Davud Ebu Hanife ed-Dineverî vefat etti. Lügat
âlimiydi. "Kitabun-Nebat" adlı eserin sahibidir.
Bu senede İsmail b.
İshak da vefat etti. [22]
İsmail b. İshak b.
İsmail b. Hammad b. Zeyd Ebu İshak el-Ezdî. Kd idi. Basralı idi, ama Bağdat'ta
büyüdü. Müslim b. İbrahim,
Muhammed b. Abdullah
el-Ensârî, Ka'nebî aynca Ali b. el-Medinî'den dersler aldı. Hafız, fakih bir
kimse olup Malikî mezhebine mensuptu. Eserler derleyip tasnif etti. Tefsir,
hadis, fıkıh ve diğer ilimlerle ilgili birçok eserleri de şerhetti.
Mütevekkilin hilafeti
zamanında Suvar b. Abdullah'tan sonra kadılığa tayin edildi. Sonra azledildi.
Bir süre sonra tekrar kadılığa iade edildi ve kadıların lideri oldu. Bu senenin
zilhicce ayının bitimine sekiz gün kala, çarşamba gecesi ani bir ölümle vefat
etti. Seksen yaşını aşmıştı. Allah ona rahmet etsin.
Bu senede vefat eden tanınmış
şahsiyetler arasında meşhur "Müsned'm sahibi Haris b. Muhammed b. Ebi
Üsame ve Humara-veyh b. Ahmed b. Tolon da vardı. [23]
Babası Ahmed'den sonra
hicretin 271. senesinde Mısır diyarının yönetimine geçti. Muvaffak'm zamanında
Mutedid onunla Remle'de savaşmıştı. Said mıntıkasında savaşmış olduğu da
söylenir. Bu husus önceki kısımlarda anlatılmıştı. Daha sonra Mutedid
halifeliğe geçince Humaraveyh'in kızıyla evlendi ve ikisi dost oldular. Bu
senenin zilhicce ayında hadım hizmetçilerden biri Humaraveyh'e suikast yaptı.
Onu yatağında boğazladı. Çünkü Humaraveyh onu kendi cariyelerinden biriyle
fuhuş yapmakla itham etmişti. Böylece Humaraveyh otu-ziki yaşında vefat etti.
Kendisinden sonra yerine oğlu Harun b. Humaraveyh geçti. Tolonî sülalesinin
sonuncu hükümdarı oldu.
İbnü'1-Esir'in
anlattığına göre Osman b. Said b. Halid Ebu Said ed-Darimî, bu senede vefat
etmiştir. Bu zat Şafiî mezhebine mensuptu. İmam Şafiî'nin arkadaşı Buvaytî'den
fıkıh öğrendi. Doğrusunu Allah bilir.
Yemen hükümdarı Fadl
b. Yahya b. Muhammed b. Müseyyeb b. Musa b. Züheyr b. Yezid b. Keysan b.
Badam'ın bu senede vefat ettiğini önceki sayfalarda anlatmışız dır. Badam,
Peygamber (s.a.v.)'in sağlığında Müslüman olmuştu.
Bu senede Ebu Muhammed
eş-Şa'ranî de vefat etti: [24]
Edebiyatçıydı,
fakihdi, âbid ve hafız bir kimseydi. Hadis ilmini öğrenmek için çeşitli yerlere
seyahatlar yaptı. Yahya b. Main'in Öğrencisiydi. Cerh ve ta'dil ile diğer
konularda kendisinden faydalı bilgiler nakletti. Ahmed b. Hanbel, Ali b.
el-Medinî, Halef b. Hişam el-Bezzar'dan da ilim tahsil etti. Lügat ilmini İbn
Arabi'den öğrendi. Sika bir ravi idi. Güvenilir büyük bir şahsiyetti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Muhammed b. j£asım da bulunmaktadır: [25]
Muhammed b. Kasım b.
Hallad Ebü'1-Aynâ el-Basrî. Âmâ idi. Şair edip, belagath bir âlim kişiydi.
Lügatçıydı. Asmaî'nin talebesiydi. Künyesi, Ebu Abdillah idi. Kendisine
Ebü'1-Aynâ denilmesinin sebebi suydu: "Ayna" kelimesinin ismi tasgiri
sorulduğunda: "Bunun ismi tasgiri, Uyeyna'dır." demişti. Edebiyat,
hikâyeler ve güzel vecizelerle ilgili tam bir bilgisi vardı. Hadise gelince, bu
hususta az bir bilgiye sahipti. [26]
Bu senenin muharrem
ayında Mutedid, Harici Harun eş-Şarî ile savaşmak üzere Bağdat'tan çıkıp
Musul'a gitti. Yapılan savaşta Harun'u ele geçirdi ve adamlarını bozguna
uğrattı. Bu durumu Bağdat'a bir mektupla bildirdi. Halife Mutedid Bağdat'a
döndüğünde Harun eş-Şarî'nin idam edilmesini emretti. O, Sufrilerdendi. İdam
edilirken Harun şöyle demişti: "Müşrikler hoşlanmasalar da hüküm ancak Allah'ındır."
Hasan b. Hamdan, bu
savaşta halifenin safları arasında Haricilere karşı savaştı. Halife de babası
Hamdan b. Hamdun'u -Mardin kalesini zaptedişinden bu yana zindanda tuttuğu
halde- zindandan salıverdi ve ona kaftan giydirdi, ihsanda bulundu.
Bu senede halife
Mutedid, memleketin her bir yanma ferman gönderdi, Kadı Ebu Hazim'in fetvasına
dayanarak miras taksimatında farz sahiplerinden arta kalan malın, ölünün
asabesi olmaması durumunda zevilerhama verilmesini bildirdi. Ebu Hazim,
fetvasında Şöyle demişti: "Bu hüküm, Zeyd b. Sabit dışında bütün
sahabelerin ittifakı ile verilen bir hükümdür. Ancak Zeyd b. Sabit, bu durumda
arta kalan mirasın beytülmala verilmesi gerektiği görüşüne kail olmuştur."
Bu fetvasında Kadı Ebu
Hazim'e, Ali b. Muhammed b. Ebi'ş-Şe-varib de muvafakat etmişti. Kadı Yusuf b.
Yakub ise her ikisine muhalefet etmiş ve Zeyd b. Sabit'in görüşünü benimsemişti.
Fakat halife Mutedid, Kadı Yusuf b. Yakub'a iltifat etmedi ve bu sözünü nazar-ı
kibara almayıp Ebu Hazim'in fetvasını geçerli kıldı. Ama bununla be-faber,
Yusuf b. Yakub'u Bağdat'ın doğu yakası kadılığına atadı. Ona ^i kaftanlar
giydirdi. İbn Ebi'ş-Şevarib'e muvafakat ettiğinden ötürü Ebu Hazim'i birçok
yerlerin kadılıklarına tayin etti ve kıymetli kaftanlar giydirdi.
Bu senede
Müslümanlarla Bizanslılar arasında esir değişimi yapıldı. Böylece
Bizanslıların elinde bulunan 2.504 esir kurtarıldı.
Bu senede Slavlar,
Rumları Konstantiniye'de kuşatma altına aldılar. Bizans imparatoru, elinde
bulunan Müslüman esirlerden yardım istedi. Onlara çok miktarda silah verdi.
Müslüman esirler onlarla birlikte Slavlara karşı savaşa çıktılar ve Slavları
hezimete uğrattılar. Sonra Bizans imparatoru elinde bulunan bu Müslüman
esirlerin suikastından korktu. Onları çeşitli memleketlere gönderip dağıttı.
Bu senede Amr b. Leys,
bazı işleri için Nisabur'dan çıktı. Yerine Rafi' b. Herseme'yi vekil bıraktı.
Rafı1 de Nisabur camilerinin minberlerinde halkı, Muhammed b. Zeyd
el-Muttalibî'ye, ondan sonraki dönem için de oğlunun veliahtlığına bey'ata
davet etti. Amr, geri döndü ve onu Nisabur'da kuşatma altına aldı. Kuşatmayı
sürdürdü. Nihayet onu Nisabur'dan çıkardı ve şehir kapısında öldürdü.
Bu senede halife
Mutedid, Ömer b. Abdülaziz b. Ebi Dülef le savaşması için veziri Ubeydullah b.
Süleyman'ı harekete geçirdi. Vezir, Ömer b. Abdülaziz'e ulaşınca Ömer
kendisinden eman diledi. Vezir aman verdi ve onu yakalayıp beraberinde halifeye
götürdü. Komutanlar kendisini karşıladılar, halife de kaftan giydirip ihsanda
bulundu.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden İbrahim b. Mehran Ebu İshak es-Sakafi es-Sirac en-Nisaburî vefat
etti. İmam Ahmed b. Hanbel, bu zatın evine gidip gelirdi. Kendisi Bağdat'ın
batı yakasında Katiatür-rebi mıntıkasında ikamet ederdi. İmam Ahmed b. Hanbel'e
halı serer, yanında iftar ettirirdi. Güvenilir, âbid, âlim ve sika
şahsiyetlerdendi. Bu senenin safer ayında vefat etti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında îshak b. İbrahim b. Muhammed b. Hazim Ebü'l-Kasım
el-Cîlî de bulunmaktadır. Bu, daha önceki senelerde adı geçen İshak b.
İbrahim'den başka bir şahıstır. Davud b. Amr'dan, Ali b. Ca'd'dan ve birçok
kimselerden ders adı. Darekutnî, onu gevşek buldu ve: "Bu, kuvvetli biri
değildir." dedi. Bu senede seksen yaşına ayak basmak üzereyken vefat etti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Ebu Muhammed Sehl b. Abdullah b. Yunus et-Tüsterî
de bulunmaktadır. Bu zat, mutasavvıf imamlardandı. Zünnun el-Mısrî ile görüştü.
Bunun güzel sözlerinden biri şudur:
"Dün öldü, bugün
can çekişiyor, yarın ise henüz doğmamıştır."
Şairlerden biri de
buna benzer şöyle bir söz söylemiştir:
"Geçen geçmiştir
artık, beklenen ise henüz gelmemiştir. Sadece içinde bulunduğun şu an, senin
için önemlidir."
Sehl, Muhammed b.
Suvar'dan ders aldı. Anlatıldığına göre Sehl, hicretin 273. senesinde vefat
etmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında hadis ilmini öğrenmek için çeşitli yerlere seyahatlerde
bulunan Abdurrahman b. Yusuf b. Said b. Harraş Ebu Muhammed Hafız el-Mervezî de
bulunmaktadır. Bu zat hadis hafızlarından, cerh ve ta'dilde söz sahibi olanlardandı.
Kendisinde biraz Şiîlik bulunduğu söylenir. Doğrusunu Allah bilir. . -
Hatib Bağdadî, onun
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "ilim tahsili için yaptığım seyahatlarm
bazısında çok susadığımdan ötürü beş kez idrarımı içmek zorunda kaldım."
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Ali b. Muhammed b. Ebi'ş-Şevarib ile Samarra
kadısı Basralı Abdülmelik el-Ümevî de bulunmaktadır. Abdülmelik, bir süre
kadi'l-kudatlık görevini de yürütmüştü. Ebü'l-Velid'den, Ebu Amr'dan ve
Havsî'den dersler aldı. Neccad, İbn Said ve İbn Kani' de kendisinden ders alıp
hadis dinlediler. İnsanlar ondan çok bilgiler naklettiler. [27]
Bir şiir divanı
vardır. Asıl adı, Ali b. Abbas b. Cüreyc Ebü'l-Ha-san'dır. Fakat İbn er-Rumî
mahlasıyla tanınmıştır. Abdullah b. Cafer'in azatlısıdır. Meşhur
şairlerdendir. Şiirinden bazı örnekler sunalım:
"Cimrileri
övdüğün zaman sen başkalarında bulunan fazileti onlara hatırlatmış oluyorsun.
Böylece onlara uzun
bir keder ve hasreti hediye etmiş oluyorsun. Bu durumda sana azık vermeseler
yeridir."
"Zaman sana
sağlık şalvarını giydirirse,
Lezzetli ve tatlı
gıdalardan da mahrum kalmazsan,
Artık lüks içinde
yaşayanlara imrenme.
Çünkü zaman onlara ne
kadar giydiriyorsa bir o kadarını da çe-
ahyor onlardan."
Senin ne kadar dostun
varsa o kadar da düşmanın vardır. Şu
çok fazla dost edinme. Hastalığın ve dertlerin
çoğu, demekten veya içmekten olur. Yarın dostun apaçık bir düşmana dönüşürse,
"Unu yadırgama, çünkü işler devamlı değişir.
Eğer çok şey senin
hoşuna gidiyorsa,
Çoklarıyla dostluk
yapmak, doğruluktandır.
Ama senin çok gördüğün
şey nadirdir.
Mutlaka elbise giyiniş
kurtlarla karşılaşırsın.
Şu halde çoklarından
uzak dur.
Nice çoklar var ki
insanı tiksindirir.
Nice az da var ki
insanın hoşuna gider.
Büyük su gölleri
ayıplanacak bir şey değildir.
Ama az ve tatlı su ile
de insan susuzluğunu giderebilir."
"Atadan gelme
asaletin bir faydası yoktur. Kişi ancak kazandığı şeyle asalet sahibi olur.
Beni ancak yaptığım
işlerden ötürü cezalandır.
Ama şerefin soy gibi
atadan oğula geldiğini de sanma.
Kişi ancak yaptığı iyi
şeylerle lider ve efendi olabilir.
Aksi takdirde birçok
şerefli ve asil babalarını, dedelerini saysa da o asil olamaz.
Dal, her ne kadar
meyve veren bir kökten gelmekteyse de meyvesi yoksa,
İnsanlar onu odun
sayarlar.
Şerefli kimseler,
yüksek şahsiyetleri ile şeref elde edebilirler.
Yoksa annelerini ve
babalarını söylerek şerefli olamazlar."
"Kalbim hasta
tarafından, şikâyetçi ve hastadır.
Kendisine şikâyette
bulunduğum zat merhametli ise kalbimin hastalığını söylüyorum ona.
Onun yüzünde ebedi bir
parlak gündüz vardır.
Onun saçlarında da
kapkaranlık bir gece vardır.
O yönelip geldiğinde
sanki dolunay parlıyor.
Yürürken de sanki dal
sağa sola salmıyor.
Seslenince de geyik
gibi seslenir.
Gözlerim onunla mutlu
oldu ve tatlılığı uzadı.
Nice azap ve işkence
var ki onu mutlu kimseler işlerler.
Baktın, gönüle
yöneldin, okunu gönüle vurdun.
Sonra o ok benim
tarafıma yöneldi, nerdeyse can verecektim.
Vay halime, bir
bakarsa eğer yüzünü çevirip gittiğinde oklar isabet ederler. Onların darbeleri
çok acı verir.
Ey kanımı mubah sayan
ve bana acımayı yasaklayan;
Senin mubah kılışın ve
yasaklayışm adilane değildir."
"Görüşleriniz,
yüzleriniz, kılıçlarınız,
Olaylarda söz
sahibidirler; yıldızlar menettikleri zaman.
Bunların hidayet yolu
için bir nevi işaret oldukları biliniyor. Bunlar kandildir, karanlığı
aydınlatırlar. Diğerleri ise şeytanlara atılan taşlardır."
Anlatıldığına göre
İbnü'r-Rumî, hicretin 221. senesinde doğmuş ve bu senede vefat etmiştir. Bundan
bir sene sonra veya, hicretin 276. senesinde vefat ettiğine dair muhtelif
rivayetler vardır.
Ölüm sebebinin şu
olduğu anlatılır: Mutedid'in veziri Kasım b. Abdullah, bunun hicvinden ve
dilinden korkuyordu. Adamın birine tenbihleyerek huzurunda ona zehirli bir şey
yedirmesini istedi. İb-nü'r-Rumî, zehirli nesneyi yeyince zehirlendiğini
anladı, meclisi ter-ketmek üzere kalktı. Vezir Kasım: "Nereye
gidiyorsun?" diye sorunca: "Beni gönderdiğin yere gidiyorum."
cevabım verdi. Vezir Kasım: "Babama selam söyle." deyince
İbnü'r-Rumî: "Ben, Cehennem'e gitmiyorum; orada işim yok." diye
karşılık verdi.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Muhammed b. Süleyman b. Harb Ebu Bekir el-Bağendi
el-Vasıtî de vardır. Bu zat, hadis hanzlarındandı. Ebu Davud kendisine hadis
sorardı. Buna rağmen onu eleştirmişler, zayıf bir hadisçi olduğunu
söylemişlerdir.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden biri de Muhammed b. Galib b. Harb Ebu Cafer ed-Dabbî'dir.
Bu zat, Tenham lakabıyla tanınırdı. Süfyan'dan, Kebisa'dan ve Ka'nebî'den hadis
dinledi. Sika ravilerdendir. Darekutnî, onun bazan hata yaptığım söylemiştir.
Bu senenin ramazan ayında, doksan yaşında vefat etti. [28]
Meşhur divanın
sahibidir. Asıl adı, Velid b. Ubade'dir ya da İbn Ubeyd b. Yahya Ebu Abbad
et-Tâî olduğu söylenir. Aslı Menbic'ten-dir. Bağdat'a geldi. Halife
Mütevekkil'i ve reisleri övdü. Medhiyeleri-nin mersiyelerinden daha iyi olduğu
söylenir. Bunun sebebi kendisine sorulduğunda şöyle cevap vermişti:
"Medhiye, bir şeyler ümid et-mek üzere yazılır. Mersiye ise vefa borcunu
ödemek üzere yazılır ki ikisi arasında çok fark vardır."
Şiirlerini Müberred,
İbn Dürüstveyh ve İbn Merzüban rivayet etmişlerdir. Kendisine: "Ebu
Temam'm senden daha yüksek bir şair olduğunu söylüyorlar." dediklerinde:
"Ebu Temmam olmasaydı ben ekmek yiyemezdim. Ebu Temmam bizim
üstadımızdır." demişti.
Buhtürî; güçlü, fasih
ve belagat sahibi bir şairdi. Asıl memleketi an Menbic'e döndü ve bu senede
orada vefat etti. Bundan sonraki enede vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de
vardır. Vefatında sekse yaşındaydı. [29]
Bu senenin muharrem
ayında Rafı b. Herseme'nin kesik başı Bağdat'a getirildi. Halife, bu kesik
başın Bağdat'ın doğu yakasında Öğleye kadar, batı yakasında da geceye kadar bir
sütuna dikilmesini emretti.
Bu senenin
rebiyülevvel ayında halife, Muhammed b. Yusuf b. Yakub'a kaftan giydirdi ve İbn
Ebi'ş-Şevaribm ölümünden beş ay ve birkaç gün sonra onun yerine kadı olarak
tayin etti. Bu beş aylık süre zarfında Ebu Cafer el-Mansur şehrinin kadılığı
boş kalmıştı.
Bu senenin rebiyülahır
ayında Mısır'da şiddetli bir karanlık oldu, ufukta da bir kızarıklık görüldü.
Öyle ki, kişi, arkadaşının yüzüne bakıyor, yüzünün aşırı derecede kırmızı renge
büründüğünü görüyordu. Duvarlar da aynı şekilde kırmızı renge bürünmüşlerdi. O
gün ikindiden geceye kadar o halde beklediler. Sonra çöle çıkarak Allah'a
yalvarıp yakarmaya başladılar. Nihayet Cenâb-ı Allah bu karanlığı ve
kızarıklığı üzerlerinden giderdi.
Bu senede halife
Mutedid, Ebu Süfyan oğlu Muaviye'nin minberlerde lanetlenmesine karar verdi.
Veziri Abdullah b. Vehb onu bundan sakındırdı ve şöyle dedi: "Halk ona
rahmet dilerken ve sokaklarında, pazarlarında camilerinde ondan
memnuniyetlerim dile getirirken böyle yapacak olursan kalben bunu protesto
ederler."
Mutedid onun bu uyarısına
iltifat etmedi ve bu emri verdi. Fermanın altını imzalayıp Muaviye'yi
lanetlemeleri için hatiplere gönderdi. Bu fermanında Muaviye'nin ve oğlu
Yezid'in kötülüklerini anlattı. Emevilerden bir grubu da yerdi. Bu hususta
bazı uydurma hadisler nakletti. Bu fermanı Bağdat'ın iki tarafında da okundu.
Halk, Muaviye'ye rahmet okumaktan ve ondan memnuniyetlerini dile getirmekten
menedildi.
Fakat vezir Abdullah
b. Vehb, Mutedid'i bu yaptığından sakındır-maya yine devam etti ve söz arasında
ona şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri, senin bu yaptığını önceki
halifelerden hiçbiri yapmamıştır." Vezir, halkı Talibilere rağbet
ettirenlerdendi. Onlar için davetin kabul edilmesini isteyenlerdendi. Halife
Mutedid, tahtına zarar gelmesinden korktuğu için kızarak da olsa bu işten
vazgeçti. Cenâb-ı Allah, bu vezirin Hz. Ali'yi kafir sayan Nasibîlerden biri
olmasını mukadder kılmıştı. Bu da Mutedid'in hatalarından biri olmuştu.
Halkın, kıssacıların,
müneccimlerin, cedelcilerin etrafında toplanmamalarına dair bir emir yayınladı
ve bu hususta halka duyuru yapıldı. Nevruz kutlamalarına dair hazırlıklara
girişmemeleri emredildi. Ama daha sonra bu kutlamalar serbest bırakıldı. Halk,
gelip geçenlerin üzerine su dökmeye başladı. Bu işi daha da ilerletip
aşırıbklar yeltendiler. Öyle ki, askerlerin ve muhafızların bile üzerlerine su
dökmeye başladılar. Bu da Mutedid'in hatalarından biri olmuştu.
İbn Cevzî dedi ki: Bu
senede müneccimler kış mevsiminde yağacak olan çok miktardaki yağmurlardan,
akacak sellerden ve nehirlerin kabarmasından ötürü ülkenin birçok yerlerinin
sular altında kalacağını söyleyerek halkı korkuttular. Halk da bundan korktuğu
için dağ başlarında kendilerine birer mağara edindiler. Ama Cenâb-ı Allah
müneccimleri yalancı çıkardı ve bu sene çok az yağmur yağdı. Bu sene kadar az
yağmur yağmış başka bir sene yoktu. Su kaynaklarındaki sular dibe çekildi,
kurumaya yüz tuttu. Her tarafta insanlar kıtlığa maruz kaldılar. Öyle ki,
Bağdat'ta ve diğer beldelerdeki insanlar defalarca yağmur duasına çıktılar.
Bu senede hilafet
sarayında yalınkılıç bir adam geceleyin ortaya çıktı. Onu yakalamak
istediklerinde kaçarak sarayın bazı yerlerine, ekinlerin, ağaçların ve
burgaçların arasına sapıp gitti. Yakalanamadığı için durumu anlaşılamadı.
Mutedid bundan çok rahatsız oldu ve hilafet sarayının surlarının yenilenmesini,
surlara bekçiler konulmasını istedi. Muhafızların her tarafta dikkatli
olmalarını emretti. Ama bunun bir yararı olmadı. Sonra büyücüleri, büyü ilmiyle
uğraşanları, astrologları huzuruna çağırdı. Kaçan adamın yerini tesbit
etmelerim istedi. Bunlar her ne kadar uğraştılarsa da bir yarar sağlayamadılar.
Adamı bulamadılar.
Fakat aradan bir süre
geçtikten sonra onu ele geçirdiler. Bu kişinin, Mutedid'in gözdelerinden bir
cariyeye aşık olan buruk testisli bir hizmetçi olduğunu gördüler. Gözde cariye
o kadar güzeldi ki, ona ulaşılamazdı. Uzaktan dahi ona bakılamazdı. Meğer,
çeşitli renklerden takma sakallar yapan bu hizmetçi, her gece bir sakal takıp
ürkütücü giysiler giyinerek korku verici bir şekilde ortaya çıkıyor, cariyeleri
paniğe uğratıyormuş. Hizmetçiler de korktukları için hep birlikte onun üzerine
saldırmışlar, yakalanmak üzere iken daracık burgaçlardan birine sapıp
kaçmıştı. Herkes eline, yenine veya bu iş için hazırladığı yerlerde sakladığı
şeyleri alıp üzerine atıyordu. Böylece onun, bu işi ortaya çıkarmak için
görevlendirilen hizmetçilerden biri olduğu anlaşıldı. Arkadaşlarına, şuna buna:
"Ne haber?" diye soruyor, elinde kılıcı ile güya o kaçağı yakalamak
ister gibi yapıyor ve paniğe kapıl-mışçasına davranıyordu. Gözdeler bir araya
gelip toplandıklarında maşukasına bakıyor, ona kaş göz işareti yapıyor;
maşukası da ona **arŞi işaretler veriyordu. Bu durumu halife Muktedir'in
zamanına Kadar devam ettirdi. Muktedir onu bir müfreze ile Tarsus'a gönderdiğinde
maşukası olan cariye kendisini jurnalleyince durumu ortaya ^kt. Allah onu helak
etsin.
Bu senede Mısır
ordusu, Harun b. Humaraveyh'e karşı ayaklanıp
ihtilal yaptı. Harun,
durumu düzeltmesi için babasının komutanlarından biri olan Ebu Gafer b. Eban'ı
işin başına geçirdi. Daha önceleri babasının zamanında da dokuz ay müddetle
bey'at etmeyip isyan eden Dımışk şehri üzerine Bedir el-Hamnıamî ve Hasan b.
Ahmed el-Mazeraî komutasında büyük bir ordu gönderdi. Bunlar Dımışk'ı düzene
soktular. Valiliğe Tafh b. Hif fi tayin edip Mısır'a döndüler. İşler cidden
karışmıştı. [30]
Nisaburlu idi.
Zahiddi. Hakemveyh el-Abid lakabıyla tanınırdı. Kuteybe'den, Ahmed'den,
İshak'dan ve diğerlerinden ders aldı. Ellial-tı üstaddan hadis dinleyip yazdı.
Yoksul birisiydi. Eski
püskü elbiseler giyerdi. Fakat zahiddi. Bir gün müzakere meclisinde bulunan Ebu
Osman Said b. İsmail'in yanına gitti. Ebu Osman onu görünce ağladı ve
meclisinde bulunanlara şöyle dedi: "İlim ehlinden büyük bir adamın
elbiselerinin eski püskü-lüğü beni ağlattı. Sözünü ettiğim zat o kadar büyüktür
ki, ben burada onun adım anamayacağım."
Ebu Osman'ın bu
konuşması üzerine meclisinde bulunanlar yüzüklerini, dirhemlerini,
elbiselerini' ortaya atıp yığdılar. Öyle ki, Ebu Osman'ın Önünde çok miktarda
mal, eşya ve para toplandı. O esnada Ebu Amr el-Müstemlî ayağa kalkıp
meclistekilere şöyle dedi: "Ey insanlar! Şeyh Ebu Osman'ın kasdettiği
adam benim. Eğer ben günahla itham edilmekten korkmasaydım onun gizlediği adı
(kendimi) ben de gizlerdim."
Şeyh Ebu Osman, onun
bu ihlası karşısında hayrete düştü. Sonra Ebu Amr, toplanan mal, para ve
eşyaları aldı. Mescidin kapısından henüz dışarı çıkmamıştı ki, o mal ve paraların
tümünü yoksullara ve muhtaçlara sadaka olarak dağıttı.
Bu senenin
cemaziyelahir ayında vefat etti. [31]
İshak b. Hasan b.
Meymun b. Sa'd Ebu Yakub el-Harbî. Affan'-dan, Ebu Nuaym'dan ve daha
başkalarından ders aldı. İbrahim el-Harbî'den üç yaş büyüktü. İshak vefat
edince vefat haberi şehirde duyuruldu. Halk, cenaze namazını kılmak için evine
yöneldi. Halktan bazı kimseler vefat edenin İbrahim el-Harbî olduğunu sandılar
ve İbkhnin evine yöneldiler. İbrahim ise: "Burası sizin gitmek istediği-r.
yer değildir, ama kısa bir süre sonra buraya da geleceksiniz." de-!r
Gerçekten de İbrahim ondan sonra bir sene kadar dahi yaşamadan vefat etti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında sıka ve salih h'r zat olan İshak b. Muhammed b.
Yakub ez-Zührî de vardı. Doksan vaşında vefat etmişti.
İshak b. Musa b. İmran
el-Fakih Ebu Yakub el-Isfarayinî eş-Şafiî •ıe Abdullah b. Ali b. Hasan b.
İsmail Ebu 1-Abbas el-Haşimî de bu selede vefat eden meşhur şahsiyetlerdendir.
Abdullah b. Ali, Bağdat nuıhtesipliği ve Rusafe Camii imamlığı gibi görevleri
de yürütüyordu.
Basralı Attab b.
Üseyd'in evladından Abdülaziz b. Muavîye el-Attabî de bu senede vefat etmişti.
Bu zat, Bağdat'a gelmiş ve Ezher es-Sümman ile Ebu Asım en-Nebîl'den hadis
dersi almıştı.
"Bad" lakabıyla
tanınan Yezid b. Heysem b. Tahman Ebu Halid ed-Dahhak da bu senede vefat etti.
Îbnü'l-Cevzî dedi ki: «Buna "Bad" değil de "Bâdî" demek
daha uygun olur. Çünkü bu, kardeşiyle ikiz doğmuş ama kardeşinden önce dünyaya
gelmişti. Bu sebeple kendisine "Bâdî" demek gerekir.» Bad, Yahya b.
Main ile diğerlerinden rivayetlerde bulundu. Sika bir ravi olup salih bir
insandı. [32]
Bu senede Salih b.
Müdrik et-Tâî, Ecfer mıntıkasında hacılara saldırdı. Mallarını ve kadınlarını
ellerinden aldı. Anlatıldığına göre hacılardan 1.000.000 dinar değerinde eşya
gaspetmişti.
Bu senenin
rebiyülevvel ayının bitimine on gün kala pazar günü Küfe taraflarında, gökte
şiddetli bir karanlık belirdi. Sonra yıldırımlar ve şimşeklerle birlikte eşi
görülmemiş bir yağmur yağdı. Bazı köylere yağmurla birlikte siyah ve beyaz
taşlar da düştü. Tanelerinin ağırlığı 150 dirhem olan dolular yağmaya başladı.
Rüzgârlar, Dicle çevresindeki hurma ağaçlarıyla diğer ağaçlan söktü. Dicle'nin
suyu aşırı derecede kabardı, öyle ki, Bağdat'ın bile sular altında kalmasından
korkuldu.
Bu senede Muvaffak'ın
azatlısı hadim Ragıb, Bizans'a gaza yaptı. Birçok kaleler fethetti; kadın,
çoluk çocuk birçok kimseleri esir aldı. Esir aldığı erkeklerden de 3.000'ini
öldürdü. Sonra muzaffer ve man-sur olarak salimen geri döndü.
Bu senede Muhammed b.
Abdullah b. Davud el-Haşimî, insanlara haccettirdi.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden Amid valisi Ahmed b. İsa b. 9eyh vefat etti. Kendisinden sonra
yerine Muhammed geçti. Mutedid,oğlu Muhammed el-Müktefi Billah ile birlikte
Amid'e, Muhammed'in üzerine yürüdü ve onu kuşatma altına aldı. Muhammed de emir
dinleyip itaat ederek onun huzuruna vardı. Mutedid, kendisinden şehri teslim
aldı. Ona kaftan giydirip aile efradına ikramda bulundu. Sonra oğlunu Amid'de
vekil bırakarak Kinnesrin'e ve Avasım'a yürüdü Harun b. Humaraveyh'in kendisine
gönderdiği mektuba dayanarak şehirleri teslim aldı. Harun, ona bu hususta izin
vermiş ve anlaşma yapmıştı.
Bu senede İbnu
1-İhşid, Tarsus halkı ile birlikte Bizanslılara karşı gazaya girişti. Cenâb-ı
Allah, onun vasıtasıyla birçok kalelerin fethini Müslümanlara müyesser kıldı.
Allah'a hamdolsun. [33]
İbrahim b. İshak b. Beşir
b. Abdullah b. Rüstem, Ebu İshak el-Harbî. Fıkıh, hadis ve diğer ilimlerde önde
gelen imamlardan biri idi. Zahid ve âbid bir kişiydi. İmam Ahmed b. Hanbel'den
ders aldı ve ondan birçok rivayetlerde bulundu.
Darekutnî dedi ki;
«İbrahim b. İshak el-Harbî, her ilim dalında eser vermiş, her ilimde parlak bir
şahsiyet haline gelmişti. Doğru sözlüydü. Zühdü, takvası ve ilmi hususunda
Ahmed b. Hanbel'Ie mukayese edilirdi.»
İbrahim b. İshak'ın
güzel sözlerinden bazı örnekler verelim:
"Her ümmetin
akıllıları şu görüşte karar kıldılar: Kaderle birlikte gitmeyen kişi
yaşantısından memnun olmaz."
"Kişi odur ki,
kederini kalbinde gizler ve çoluk çocuğuna açıklamaz. Bende kırk seneden beri
başağrısı var ama bunu hiç kimseye söylemedim. Yirmi seneden beri tek gözümle
görebiliyorum ama bunu da hiç kimseye bildirmedim."
Rivayet edildiğine
göre İbrahim b. İshak el-Harbî, yetmiş küsur sene yaşamış, bu müddet zarfında
aile efradından ne sabah ne de akşam yemeği istememişti. Aksine kendisine
birşey getirilirse yet, yoksa ertesi geceye kadar aç kalırdı. Anlatıldığına
göre, bazı ramazanlarda kendi nefsine ve çoluk çocuğuna sadece bir dirhem ve
dört buçuk danik (dirhemin altıda biri) harcardı. Onun nefis yiyeceklerden pek
haberi yoktu. Sadece ateşte pişirilmiş patlıcan veya turp ezmesi ve benzeri
şeyler yerdi. Mü'minlerin emiri Mutedid ona bazan 10.000 dirhem para gönderir,
ama o bu parayı kabul etmeyip geri çevirirdi-Elçi parayı tekrar kendisine
getirip: "Halife diyor ki: Bu parayı tarndik1 yoksul komşularına dağıtsın."
deyince İbrahim şu cevabı verirdi: "Biz bu parayı toplamadık. Bunun
toplanmasının hesabı da bize sorulmayacaktır. Böyle olunca dağıtımından da
sorumlu olmayacağız. Müminlerin emirine de ki: Ya bizi kendi halimize bıraksın,
ya da biz OIıun memleketinden göç ederiz."
Can çekiştiği sırada
arkadaşlarından bazıları onu ziyarete geldiler. Kızı kalkıp içinde
bulundukları sıkıntı ve yoksulluğu şikâyet etti. Rvde yiyecek olarak sadece
kuru ekmekle tuz bulunduğunu söyledi. Bazan tuzu bile bulamadıklarını ifade
etti. Bunun üzerine İbrahim, kızma şöyle dedi: "Ey kızcağızım! Sen
yoksulluktan mı korkuyorsun? Su köşeye bak, şurada yazmış olduğum 12.000 cüz
vardır. Her gün bunlardan birini bir dirheme satabilirsin. 12.000 dirhemi
bulunan kimse yoksul değildir."
İbrahim b. İshak
el-Harbî, bu senenin zilhicce ayının bitimine yedi gün kala vefat etti. Cenaze
namazım Kadı Yusuf b. Yakub, Enbar kapısında kıldırdı. Cemaatı cidden çoktu. [34]
Muhammed b. Yezid b.
Abdülekber Ebü'l-Abbas el-Ezdî es-Süma-lî. Nahivci Müberred diye de tanınır.
Basrahdır. Lügatta ve Arap edebiyatında büyük bir âlimdi. Bu ilmi, Mazinî'den
ve Ebu Hatim es-Si-cistanî'den öğrendi. Sebatkâr ve sika bir ravi idi. Sa'leb'e
düşmandı. Edebiyatla ilgili "el-Kâmil fi'l-Edeb" adlı bir eseri
vardı. Validen kaçıp Ebu Hatim'in yanında çöpler içerisinde gizlendiği için
kendisine Müberred adı verilmişti.
Müberred demiştir ki:
«Bir gün, Rakka'da
arkadaşlarımla birlikte akıl hastalarının ziyaretine gittik. Aralarında yeni
yetme bir genç vardı. Üzerinde kıymetli giyecekler vardı. Bizi görünce:
"Allah sizi yaşatsın, siz kimlerdensiniz?" diye sordu. Biz Iraklı
olduğumuzu söyleyince: "Babam Irak'a ve İraklılara feda olsun. Ya siz bana
bir şiir okuyun, ya da ben size okuyayım." dedi. Kendisine: "Sen
bize oku." deyince akıl hastası genç bize şu şiiri okumaya başladı:
Allah biliyor ki ben
üzüntülüyüm. Üzüntümü dağıtacak bir vesile bulamıyorum. Benim iki ruhum vardır;
biri bir şehirde, diğeri başka bir şehirde, ikametin ruhuma fayda verdiğini
sanmıyorum. Sabır buna fayda vermiyor, dayanıklılık da buna güç vermiyor.
Uzakta olan ruhumun buradaki ruhum gibi olduğunu sanıyorum. O ruhum da,
buradaki ruhumun hissettiklerini hissediyor."
Kendisine:
"Vallahi, bu şiirin güzeldir. Bize biraz daha şiir oku." dedim. Genç
şu şiiri okumaya başladı:
"Sabaha yakın
kervanlarını çöktürdüklerinde;
Kervanlarına yük
yüklediklerinde, deve benim hevesimi ve aşkımı harekete geçirdi.
Perde gerisinden ona
bakmaya başladım.
O da bakışlarım
üzerimde tuttu. Bakarken güzlerinden yaşlar ba-şanıyordu.
Kızıl dudaklı anem
ağacının dallarını andıran parmaklan ile benimle vedalaştı.
Ben de kendisine şöyle
seslendim: Ey deve, ayakların sevgiliyi taşıyıp götürmesin.
Vay gurbeteki halime!
Bana ve onlara nasıl bir felaket geldi.
Bu gurbet diyarında uzaklık
aramıza girdi, onlar göçüp gittiler.
Ey deveye binen
sevgili! Çabuk ol ki, onlarla vedalaşayım.
Ey deveye binen
göçücü, senin şu göçüşünde ecel vardır.
Ben ahdime sadıkım,
dostluklarımı bozmadım.
Ah, keşke şu uzun ahid
olmasaydı ve onlar gurbete gitmeselerdi."
Benimle birlikte olan
öfkeli adamlardan biri o gence: "Onlar Öldüler." deyince genç:
"Öyleyse, ben de ölürüm." dedi. Arkadaşım: "Sen bilirsin."
deyince genç gerindi, oradaki sütunlardan birine yaslandı ve vefat etti. Biz
kendisini defnetmeden oradan ayrılmadık. Allah ona rahmet etsin.»
Müberred, yetmiş
yaşını aşmış iken vefat etti. [35]
Bu senenin rebiyülahır
ayında Amid şehri İbnü'ş-Şeyh'in elinden teslim alındı. Amid'de ordugah kurmuş
olan Mütedid'e Harun b. Ah-med b. Tolon'un Mısır'dan gönderdiği mektup ulaştı.
Mektupta kendisinin Mısır diyarının emirliğinde bırakılması karşılığında
Kinnesrin ve Avasım şehirlerinin de Mutedid'e teslim edileceği bildiriliyordu.
Mutedid bunu kabul etti. Sonra Irak'a gitmek üzere Amid'den ayrıldı ve Amid
surlarının yıkılmasını emretti. Bazı kısımlar yıkıldı, ama tamamı yıkılamadı.
İbn Mutez, Amid'i
fethedişi nedeniyle Mutedid'i tebrik edip şöyle bir şiir okumuştu:
"Selamette ol ey
mü'minlerin emiri. Hep kıskanılacak ve imrenilecek halde ol. Zaferin kutlu
olsun.
Nice hadiseler için
ayağa kalktın, ilerledin, zaman geride kaldı. Sen öyle bir aslansın ki, avların
da aslandır. Senin pençen hep nların vücuduna takıldığı için tırnakların kana
bulanmıştır, muzaffersin."
Halife Mutedid,
Bağdat'a döndüğü sırada kendisine Nisabur'dan Amr b. Leys'in hediyeleri geldi.
Halife, bu senenin cemaziyelahir ayının bitimine sekiz gün kala perşembe günü
Bağdat'a ulaşmıştı. Nisa-bur'dan gelen bu hediyeler 4.000.000 dirhem
kıymetindeydi. Ayrıca binekler, eğerler, silahlar ve diğer eşyalar da vardı.
Bu senede İsmail b.
Ahmed es-Samanî ile Amr b. Leys savaştılar. Savaşın nedeni şuydu: Amr b. Leys,
Rafi b. Herseme'yi öldürüp kesik başını halifeye gönderdiğinde halifeden elinde
bulunan Horasan valiliğine ek olarak Maveraünnehir valiliğini de kendisine
vermesini istedi. Halife de bu isteğini yerine getirdi. İşte Maveraünnehir
valisi İsmail b. Ahmed es-Samanî buna kızdı ve rahatsız oldu. Durumu bir
mektupla halifeye bildirdi: "Sen geniş bir dünyaya hükümdar oldun, elimde
bulunan şu Maveraünnehir vilayetini bana bırak."
Halife, onun bu
dileğini kabul etmeyince, İsmail b. Ahmed büyük bir ordu ile halifenin üzerine
yürüdü. İki taraf Belh şehri yanında karşı karşıya geldiler. Aralarındaki
savaşta Anır'm adamları hezimete uğradılar, kendisi de esir düştü. İsmail b.
Ahmed'in huzuruna getirildiğinde İsmail ayağa kalktı, gözlerini öptü. Başını
yıkatıp kaftan giydirdi. Kendisine eman verdi ve bu durumu bir mektupla
halifeye bildirerek, ne yapması gerektiğini sordu. Halife, gönderdiği cevabi
mektupta, Amr b. Leys'in eşyalarını ve mallarını teslim almasını ve bunların
kendisine bırakılacağını söyledi. Daha önceleri Amr'ın sadece mutfak takımı
600 deve ile taşınırken sonunda kendisi zincirlere vurulup zindana atıldı. Daha
da tuhafı, Amr'ın beraberinde 50.000 savaşçı vardı. Bu savaşçılardan hiçbiri
yaralanmadı ve esir düşmedi, sadece kendisi esir düştü. İşte bu da
tamahkarlığına mağlub olan kimsenin cezasıdır. Hırsı onu ileriye sevketmiş,
nihayet yoksulluğun zilletine düşürmüştü. Bu, Cenâb-ı Allah'ın her tamahkar
kişiye uyguladığı yasasıdır. Hakkı olmayan şeye tamahlanan kimse bu yasaya
tabi olur. Dünyalığın daha fazlasını isteyen kimsenin akibeti budur. [36]
Karmatîler,
zencilerden daha murdar ve daha fesatçı idiler. Ebu aıd el-Cenabî bu senenin
cemaziyelahir ayında Basra taraflarında rt
çıktı. Etrafında bedevilerden ve başka kimselerden çok sayıda insan
toplandı. Kuvveti ve şevketi cidden arttı. Çevresindeki köy ve kasaba
insanlarını öldürdü. Sonra Basra'ya yakın Katif e vararak şehre girmeye
niyetlendi. Halife Mutedid de Katif naibine mektup ya_ zarak şehrin surlarını
sağlamlaştırmasını emretti. Onlar da surları onarıp burçları yenilediler ve
sağlamlaştırdılar. Bu iş için 4.000 dinar kadar para sarfettiler. Katif ve
Basra, böylece Karmatîlere karşı korunmuş oldu.
Ebu Said el-Cenabî ve
beraberindeki Karmatîler, Hecer ve çevresindeki mıntıkalara galib olup oraları
istila ettiler. O mıntıkalarda çok bozgunculuk yaptılar.
Ebu Said el-Cenabî,
aslen gıda maddesi simsarı idi. Gıda maddesi satar ve halkın paralarım
hesaplardı. Hicretin 281. senesinde kendisine, Yahya b. el-Mehdi adında bir
adam geldi ve Katif halkım Meh-di'ye bey'ata davet etti. Ali b. Alâ b. Hamdan
ez-Ziyadî adında bir adam onun bu davetine icabet etti. Halkın Mehdi'ye bey'at
etmesi için yaptığı davet hususunda ona yardımcı oldu ve destek verdi. Katif
teki Şiîleri toplantıya çağırdı. Onlar da bu çağrıya icabet edip toplandılar.
Çağrıya icabet edenler arasında mel'un Ebu Said ei-Cenabî de vardı. Daha sonra
güçlendiler. Bunların aralarından da Karmatîler ortaya çıktılar. Onun çağrısına
icabet edip etrafında kenetlendiler. O da başlarına emir oldu. Bu işte
danışılan bir lider haline geldi. Aslı, bu bölgede bulunan Cenaba
beldesindendir. İleride kendisinin ve adamlarının durumu hakkında bilgi
verilecektir.
"el-Muntazam"
adlı eserin sahibi (İbnü'l-Cevzî) der ki:
«Bu senede meydana
gelen acaip olaylardan biri şudur ki; kadının biri Rey şehri kadısına gelip
kocasında 500 dinar mehir alacağı bulunduğunu idda etti. Kocası ise böyle bir
borcunun bulunmadığını söyledi. Kadın kendisini doğrulayan beyyineyi ortaya
koyunca, kadı: "Yüzünü aç ki, senin bu adamın zevcesi olup olmadığını
anlayalım." dedi. Kadı bu talebinde ısrar edince, karısının yüzü açılıp
başkaları tarafından bakılmasın diye koca: "Hayır, yüzünü açmayın; karım
bu iddiasında haklıdır, doğru söylüyor." dedi ve karısının iddia ettiği gibi,
500 dinar mehir borcu bulunduğunu ikrar etti.
Kocasının bu sözleri
üzerine kadın, sırf yüzüne yabancı erkekler tarafından bakılmasın diye bu borcu
kabullendiğini anladı ve: "Kocam, dünyada ve ahirette benim borcumdan
beraat etmiştir." dedi.»
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında şeyhimiz ez-Zehebî'nin de anlattığına göre Ahmed b.
İsa Ebu Said el-Harraz bulunmaktadır. İbnü'l-Cevzî, onun hicri 277. senede
vefat ettiğini söylemiştir. Doğrusunu Allah bilir. [37]
Künyesi Ebu Yakub
en-Nehai el-Ahmer'dir. Şia'nın İshakiye kolu
kendisine nisbet
edilir.
İbn Nobahtî, Hatib
Bağdadî ve İbnü'l-Cevzî'nin anlattıklarına gö-re bu adam Hz. Ali'nin ilahlığma
ve ilahlığın kendisinden sonra Hz. jîasan'a, ondan sonra da Hz. Hüseyin'e
intikal ettiğine inamrmış. Onun inancına göre bu ilahlık, her vakitte ortaya
çıkarmış. Bu kâfi-rane inancına kızıllardan bazıları uymuşlardı. Allah, ona da
tabileri-
ne de lanet etsin.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre ona Ahmer (Kızıl) denmesinin sebebi şuymuş: Kendisi alacalı
olduğundan Ötürü bu alaca rengini değiştirecek ilaçları tenine sürermiş.
Nobahtî, onun küfre
dair büyük sözlerini nakletmiştir. Allah, ona lanet etsin. Mazinî'den, onun ve
tabakasının durumlarını anlatan bazı hikâyeler nakledilmiştir. Bu gibi
hikâyeler, nakledilmeyecek kadar basit ve değersiz şeylerdir. Ancak, onu
kınamak ve yermek için anla-tılabilir. [38]
Bakî b. Mahled b.
Yezid Ebu Abdurrahman el-Endelüsî. Hadis hafizlarındandı. Garp ulemasından dır.
Tefsir'i, Müsned'i ve Sünen'i vardır. İbn Hazm tarafından; İbn Cerir'in
Tefsir'ine, Ahmed b. Han-bel'in Müsned'ine ve İbn Ebi Şeybe'nin Musannaf ına
tercih edilen bazı eserlerin sahibidir. Ancak İbn Hazm'ın bu görüşü,
tartışılabilecek
bir görüştür.
Hafız İbn Asakir,
"Tarih"inde, Bakî b. Mahled'den övgüyle bahsetmiş, iyiliklerini
anlatmış, kendisini hafızasının sağlamlığı ve nıuh-kemliği ile nitelemiştir.
Duasının müstecab olduğunu söylemiştir. Allah ona rahmet etsin. Bu senede,
yetmişbeş yaşında vefat ettiğini kaydetmiştir.
[39]
Künyesi, Ebu Ali
el-Hayyat idi. Ebu Bilal el-Eş'arî'den rivayetlerde bulundu. Ebu Bekir
eş-Şafiî de kendisinden rivayetlerde bulundu, öıka bir ravi idi. Bir zaman
hasta olmuş idi. Rüyasında adamın birisinin kendisine şöyle dediğini gördü:
«"Lâ"yı ye ve "Lâ"yı sürün.» Bu özleri şu ayet-i kerime ile
tefsir etmişti:
«Bu, ne yalnız doğuda
ve de yalnız batıda bulunan bereketli zey-ln ağacından...» (en-Nûr, 35.)
Bu tefsiri yaptıktan
sonra hastalığına ilaç olsun diye zeytin yedi ve zeytinyağı içti ve bu
hastalığından şifa bulup kurtuldu. [40]
Muhammed b. İbrahim
Ebu Cafer el-Enmatî. Murabba diye tanınırdı. Yahya b. Main'in Öğrencisiydi.
Sika bir ravi idi. Hadis nafizi idi.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında; Abdürrahim er-Rakkî, musannif Muhammed b. Vaddah,
"Müsned" adlı eserin sahibi Ali b. Abdülaziz el-Bağavî ve Muhammed
b. Yunus da bulunmaktadır: [41]
Muhammed b. Yunus b.
Musa b. Süleyman b. Ubeyd b. Rabia b. Kedim Ebü'l-Abbas el-Kuraşi el-Basrî
el-Kedimî. Nuh b. Ubade'nih karısının oğluydu. Hicretin 183. senesinde doğdu.
Abdullah b. Davud el-Harbî, Muhammed b. Abdullah el-Ensârî, Ebu Davud
et-Teyalisî, Asmaî ve diğer bazı kimselerden ders aldı. İbn Semmak ile Neccad
da kendisinden dars alıp rivayetlerde bulundular. Kendisinden en son hadis
nakleden kişi, Ebu Bekir b. Malik el-Katifî'dir.
Çok garip hadis
rivayet eden bir hadis hafızı idi. Rivayetlerinde garip hadisler bulunduğundan
ötürü bazı kimseler onu eleştirdiler. Biyografisini "Tekmil" adlı
eserimizde anlatmışızdır.
Bu senenin cemaziyelahir
ayının ortasında, cuma günü, namazdan Önce, 100 yaşım aşkın bir halde vefat
etti. Cenaze namazını Kadı Yusuf b. Yakub kıldırdı. [42]
Yakub b. İshak b.
Nahbe Ebu Yusuf el-Vasitî. Yezid b. Harun'dan hadis dinledi. Bağdat'a geldi.
Orada dört hadis nakletti. Halka, ertesi gün hadis okuyacağını vaad etti ama o
gece 112 yaşında vefat etti.
Zehebî'nin anlattığına
göre Velid Ebu Ubade el-Buhtürî de bu senede vefat etmiş meşhur
şahsiyetlerdendir. Bu zattan, hicri 283. senenin olaylarından bahsederken söz
etmiştik. Nitekim İbnü'l-Cevzî de vefatını böyle demiştir. Doğrusunu Allah
bilir. [43]
Bu senenin
rebiyülevvel ayında Ebu Said ei-Cenabî komutasındaki Karmatîler'in durumu
güçlendi. Adam öldürüp esir aldılar. Hecer Ülkesini alt üst edip fesat
çıkardılar. Halife de üzerine Abbas b. Amr el-Ganevî komutasında büyük bir ordu
gönderdi. Abbas'ı, sözünü ettiğimiz Ebu Said el-Cenabî ile savaşması için
Yemame ve Bahreyn'e enıir tayin etti. İki taraf burada karşılaştılar. Abbas'ın
10.000 savaşçısı vardı. Ebu Said, hepsini esir aldı. Bu ordudan sadece komutan
Abbas kurtuldu. Diğer askerler ise tamamiyle onun huzurunda eli kolu bağlı
olarak öldürüldüler. Allah onu kahretsin. Bu cidden hayret verici bir durumdu.
Amr b. Leys ile yapılan savaştaki durumun tam tersi idi. Çünkü Amr b. Leys,
sayıları 50.000 olan adamları arasında sadece kendisi esir alınmış, diğerleri
ise kurtulmuşlardı.
Anlatıldığına göre
Abbas, adamları Ebu Said tarafından öldürülürken kendisi seyirci olarak
bakıyordu. Esir almanlar arasında Ebu Said'in yanında günlerce tutuklu kaldı.
Sonra Ebu Said onu serbest bıraktı, bineğe bindirdi ve: "Adamına
(halifeye) git ve bu gördüklerini
ona anlat." dedi.
Bu hadise, bu senenin
şaban ayının sonlarında cereyan etmişti. Halk bu duruma gerçekten çok üzüldü,
terdirgin oldu. Basralılar Ebu Said'in üzerine gitmeye kalkıştılarsa da Basra
valisi Ahnıed el-Vasikî onları bundan alıkoydu.
Bu senede Bizanslılar,
Tarsus'a hücum ettiler. Tarsus valisi İb-nü'1-İhşid vefat etmiş, geçen sene
sınırları muhafaza etmekle Ebu Sabiti görevlendirmişti. Bizanslılar o tarafa
hücum etmeye tamahlandı-lar ve askerlerini o tarafa yığdılar. Ebu Sabit onlara
karşı çıktıysa da direnme gücü gösteremedi. Bizanslılar onun adamlarından bir
kısmını öldürdüler. Kendisini de diğer esirlerle birlikte tutsak aldılar. Sınır
boyundaki halk, İbnü'l-Arabi'ye giderek onu başlarına emir tayin ettiler. Bu
hadise bu senenin rebiyülahır ayında vuku bulmuştu.
Bu senede Muhammed b.
Zeyd el-Alevî de öldürülmüştü: [44]
Taberistan ve Deylem
vahşiydi. Öldürülme sebebi şuydu: İsmail ss-Semanî, Amr b. Leys'i mağlup edip
muzaffer olduğunda Muhanı-n*ed b. Zeyd, İsmail'in kendi sınırım aşmayacağını,
Horasan'ın kendisine kalacağını sanarak Horasan'a gitmek üzere vilayetini
bırakıp yola koyuldu. İsmail, kendisinden önce Horasan'a gitti ve ona yazdığı
mektupta; vilayetine sahip olmasını, başka yerlere tecavüz etmemesini
bildirdi. Fakat Muhammed b. Zeyd, bu uyarıyı kabul etmedi ve İsmail'in üzerine
Rafi b. Herseme'ye niyabet eden Muhammed b. Ha-run komutasında bir askeri
birlik gönderdi. İki ordu karşı karşıya geldiklerinde Muhammed b. Harun, hile
yaparak İsmail'den kaçtı. İsmail'in askerleri de onun peşine düşüp yakalamaya
çalıştılar. Muhammed b. Harun'un askerleri geri döndüler, hezimete uğradılar.
İsmail, onların ordugâhında bulunan eşyaları yağmaladı. Muhammed b. Zeyd de
ağır yaralar aldı. Bu sebeple birkaç gün sonra vefat etti. Oğlu Zeyd, esir
alındı, İsmail b. Ahmed'e gönderildi. İsmail ona ikramda bulundu ve armağan
verilmesini emretti.
Kendisinden söz
ettiğimiz Muhammed b. Zeyd, faziletli, dindar bir kimse olup yönettiği ülkede
güzel bir yönetim tarzı sergiliyordu. Fakat kendisinde Şiîlik vardı.
Bir gün birinin adı
Muaviye, diğerininki de Ali olan iki hasım huzuruna çıktılar. Muhammed b. Zeyd
onlara: "Aranızda verilecek hüküm bellidir." dedi. Muaviye de ona şu
karşılığı verdi: "Ey emir, bizim isimlerimize aldanma. Benim babam
Şiilerin önde gelenlerinden ve büyüklerinden idi. Memleketimizdeki Ehl-i Sünnet
ile geçinmek için bana Muaviye adını verdi. Şu hasmım da Hz. Ali'nin en büyük
düşmanlarından birinin oğludur. Babası size karşı takiyye yapmak için
kendisine Ali adını vermiştir."
Muhammed b. Zeyd, bu
cevap karşısında gülümsedi, her ikisine de ihsanda bulundu.
"el-Kâmil"
adlı eserinde İbnü'1-Esir dedi ki: «Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler
arasında İshak b. Yakub b. Ömer b. Hattab b. el-Adevî de vardır. Bu zat,
Cezire'de Diyar-ı Rabia'nın emiri idi. Yerine oğlu Abdullah b. Heysem b.
Abdullah b. Mutemir geçti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden biri de Ali b. Abdü-laziz el-Bağavî'dir. Bu zat, Ebu
Ubeyd Kasım b. Sellam'm arkadaşıydı.
Mehdi b. Ahmed b.
Mehdi el-Ezdî el-Musilî de ayandan olup bu senede vefat etmişti.»
İbnü'1-Esir ile
Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'nin anlattıklarına göre, Mutedid'in zevcesi Katrünneda
bintü Humaraveyh b. Ahmed b. Tolon da bu senede vefat etmiştir.
İbnü'l-Cevzî'nin ifadesine göre Katrünneda, bu senenin receb ayının yedisinde
vefat etmiş ve Rusafe'de, sarayın içinde defnedilmiştir.
Yakub b. Yusuf b.
Eyyüb b. Ebu Bekir el-Mutavvaî de bu senede vefat eden meşhur
şahsiyetlerdendir. Bu zat, Ahmed b. Hanbel'den ve Ali b. el-Medinî'den hadis
dinledi. Neccad ile Huldî de kendisinden hadis dinleyip rivayet ettiler. Her
gün İhlâs sûresini otuzbin yahut kırkbin kere okumayı vird edinmişti.
Ben derim ki: Bu
senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında sünnetin ve çeşitli eserlerin
sahibi Ebu Bekir b. Ebi Asım da bulunmaktadır. Bu zatın biyografisini şöylece
anlatabiliriz: [45]
Dedesi Dahhak,
Nebil'in oğludur. Ahmed b. Amr'm künyesi Ebu Bekir'dir. Hadisle ilgili birçok
eserleri vardır. Bunlardan biri, Selef metoduna göre yazılmış bulunan
«Kitabü's-Sünne fi Ahadi's-Sıfat»tır. Kendisi hadis hafızı idi. Salih b.
Ahmed'den sonra İsfahan kadılığına atandı. Daha önce hadis ilmini öğrenmek ve
hadis toplamak için çeşitli memleketlere gidip dolaşmıştı. Ebu Türab
en-Nahşebî ile diğer sofiye meşayihine arkadaşlık etmişti. Bir defasında şöyle
muazzam bir keramet göstermişti:
Kendisi ve iki büyük
salih insan, bir yolculuğa çıkmışlardı. Beyaz bir kum yığınının yanma gelip
mola vermişlerdi. Ebu Bekir Ahmed, bu beyaz kumları eliyle tutup öpmüş ve şöyle
demişti: "Allah'ım, bize şu kumların beyazlığında bembeyaz bir helva nasib
et." Kısa bir süre sonra bedevinin biri elinde o kumların beyazlığı
renginde bir tabak dolusu helva getirmişti. Ebu Bekir Ahmed ve arkadaşları da o
helvayı yemişlerdi.
Ebu Bekir Ahmed b.
Amr, şöyle derdi:
«Meclisime bid'atçı,
iddiacı, eleştirici, dil uzatıcı, lânetleyici, kötü sözler söyleyen, hayâsız,
Şafiî'den ve hadis ashabından sapan kimseler gelmesin.»
Ebu Bekir Ahmed b.
Amr, bu senede İsfahan'da vefat etti. Vefatından sonra adamın birisi onu
rüyasında, namaz kılarken görmüştü. Namazını tamamladıktan sonra adam ona:
"Rabbin sana nasıl muamele etti?" diye sormuş, o da şu cevabı
vermişti: "Aziz ve Celil olan Rabbim, benimle ünsiyet kurup arkadaşlık
ediyor." [46]
Bu senede üst üste
birçok âfet ve musibetler meydana geldi. Şöyle ki: Rumlar, kara ve deniz
askerlerinden oluşan büyük bir ordu ile Rakka'ya hücuma geçtiler. Birçok
kimseleri öldürdüler ve 15.000 kadar kadın ve çocukları esir aldılar.
Azerbaycan'da şiddetli
bir veba salgını görüldü. Öyle ki, kimse kimseyi defnedemeyecek hale geldi.
Ölüler defnedilmeksizin yollarda bırakıldılar.
Bu senede Erdebil'de,
ikindi vaktinden sonra başlayıp gecenin ilk uÇte birlik dilimine kadar devam
eden şiddetli bir fırtına meydana geldi. Fırtınadan sonra da kuvvetli bir
deprem oldu. Bu hal Erde-bıî de günlerce devam etti. Evler ve binalar yıkıldı,
kimi de yer altına göçtü. Yıkıntılar altında ölenlerin sayısı 150.000 kişiyi
buldu. İnnâ Ulah ve innâ ileyhi râciûn.
Bu senede Karmatîler
Basra'ya yaklaştılar. Halk, onlardan çok korktu. Basra'dan göç etmeye
kalkıştılar. Ama vali, şehri terketmele-rine izin vermedi. [47]
Esed kabilesindendir.
Künyesi, Ebu Ali'dir. Hicretin 190. senesinde doğdu.
Ravh b. Ubade'den bir
hadis diledi. Hevde b. Halife, Hasan b. Musa el-Eşyeb, Ebu Nuaym, Ali b.
el-Ca'd, Asmaî ve diğerlerinden çok hadis dinledi. İbnü'l-Münadî, İbn Muhalled,
İbn Said, Neccad, Ebu Amr ez-Zahid, Huldî, es-Sülemî, Ebu Bekir eş-Şafiî,
Îbnü's-Sav-vaf ve daha başkaları da kendisinden hadis dinleyip rivayet ettiler.
Bişr; sika, güvenilir
bir hadis hafızı ve ravisi idi. Gece yatağa yatarken bile aklında hep hadis
vardı. İmam Ahmed b. Hanbel, ona ikramda bulunurdu.
Bişr'in şiirlerinden
biri şudur:
"Zayıfladım,
sekseni aşan kimse zayıflar. Daha önce normal karşılanan filleri artık
yadırganır. Zincire vurulmuş esir gibi ağır ağır yürür. Prangalara vurulmuş
kimse gibi adımlarını ufak atar." [48]
Sabit b. Kurra b.
Harun (ya da Zahrun) b. Sabit b. Küdam b. İbrahim es-Sabü. Harranh filozoftur.
Çeşitli eserleri
vardır. Bunlardan biri de yazmış olduğu "Öklides" kitaplarıdır ki,
Huneyn b. İshak el-Abbadî bunu Arapçaya tercüme etmiştir. Aslen sofi biri idi.
Fakat daha sonra sofîliği bırakıp felsefe ile meşgul olmuş ve felsefede yüksek
mevkilere ulaşmıştır. Bağdat'a gelmiş ve orada ün salmıştır. Müneccimlerle
birlikte halifenin huzuruna Sabiîlik dinine bağlı olarak girerdi.
Torunu Sabit b.
Sinan'ın da güzel yazılmış bir tarihi vardır. Kendisi belagat sahibi,
maharetli bir âlimdi.
Amcası İbrahim b.
Sabit b. Kurra da parlak bir tabip idi. İrfan sahibiydi. Kadı İbn Hallikan,
bunların tümünün biyografisini bu senede anlatmıştır. [49]
Künyesi, Ebü'l-Hasan'dı.
Şiî idi. Rafîzilerden değil de Mansur'un taraftarı olan Şiîlerden idi. Ali b.
el-Medinî, Bişr el-Hafî gibi zatlardan hadis dinleyip rivayet etti. Ebu Amr b.
Semmak da kendisinden rivayetlerde bulunmuştur. [50]
Halife Mutedid'in
veziri idi. Onun nazarında itibar sahibi idi. Ölümü, Mutedid'i çok sarstı.
Yerine kimi tayin edeceğini derin derin düşünmeye başladı. Başlarına gelen
olayın acısını hafifletmek ve teselli etmek için yerine oğlu Kasım b.
Ubeydullah'ı tayin etti.
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında büyük Şafiî ulemasından Enmatî lakabıyla tanınan
Ebu 1-Kasım Osman b. Said b. Beşşar da vardı. Bu zatı,
"Tabakatü'ş-Şafıyye"de anlatmışızdır.
Bu senede Harun b.
Muhammed b. İshak b. Musa b. İsa Ebu Musa el-Haşimî de vefat etmişti. Bu zat,
uzun seneler hac emirliği yapmıştı. Hadis dinledi, hadis rivayet etti. Bu
senenin ramazan ayında Mısır'da vefat etti. [51]
Bu senede Küfe
sevadında Karmatîler fesad çıkardılar. Bazı valiler, bunları mağlup edip
reisleri Ebü'l-Fevaris'i yakalayarak Mute-did'e gönderdiler. Ebü'l-Fevaris,
halife Mutedid'in huzurunda Abbas'a sövdü. Mutedid de dişlerinin sökülmesini,
kollarının kesilmesini emretti. Sonra her iki kolu ayaklarıyla birlikte kesildi,
böylece öldürüldükten sonra Bağdat'ta asıldı.
Bu senede Karmatiler
büyük bir grup halinde Dımışk'a saldırdılar. Harun b. Humaraveyh tarafından
atanmış olan Dımışk valisi To-ğaç b. Cef bunlarla savaştı. Ancak bunlar onu
defalarca bozguna uğrattılar. Fesatları gittikçe büyüdü. Bu, Karmatîler
nezdinde kendisinin Muhammed b. Abdullah b. İsmail b. Cafer b. Muhammed b. Ali
b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talib olduğunu iddia eden Yahya b. Zikreveyh
»Behreveyh'in liderliğinde yapılan bir hareketti. Ancak o, bu iddiasında yalan
söylüyordu. Bu işte kendisine 100.000 kişinin tabi oldu-£Tunu, devesinin manen
güdüldüğünü, hangi tarafa yönelirse o taraftaki insanlara karşı muzaffer
olacağım iddia etmişti. Bu iddiasını taraftarları doğru saymışlar ve ona
"Şeyh" lakabını takmışlardı. Beni Asbağ kabilesinden, Fatimiler adım
alan bir grup da kendisine tabi °l*nuşlardı. Halife bunların üzerine büyük bir
ordu şevketti. Bunlar,
üzerlerine gönderilen
orduyu bozguna uğrattılar. Sonra Rusafe'ye geçtiler. Rusafe Camii'ni yaktılar,
geçtikleri her köyü ve kasabayı yağmaladılar. Bu halde Dımışk'a kadar
ulaştılar. Dımışk valisi onlarla savaştıysa da valiyi defalarca hezimete
uğrattılar. Adamlarından çoğunu öldürdüler. Çok miktarda mallarını
yağmaladılar. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûun (Doğrusu bizler Allah'a aidiz
ve O'na dönücüleriz.).
İşte bu şiddetli ve
sıkıntılı halde halife Mutedid bu senenin rebi-yülevvel ayında vefat etti. [52]
Ahmed b. el-Emir Ebu
Ahmed el-Muvaffak. Nasır Lidinillah lakabını almıştı. Babası, Ebu Ahmed'in
asıl adı Muhammed idi; Talha olduğu da söylenir. Talha, Mütevekkil Alallah
lakabını alan Cafer'in oğluydu. Cafer Mutasım'm, Mutasını da Harun Reşid'in
oğluydu. Mu-tedid'in künyesi Ebü'l-Abbas'tı. Hicretin 242. senesinde doğdu. 243.
senede doğduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Annesi bir cariye idi.
Mutedid, esmer tenli,
nahif bedenli, endamı düzgün, kır saçlı, sakalının ön tarafı uzun, başında da
beyaz ben bulunan bir kimseydi. Hicretin 279. senesinin receb ayınm bitimine
onbir gün kala, pazartesi sabahında halifeliğine bey'at edildi. Bey'at
edildikten sonra kendisi, Abdullah b. Uzheb b. Süleyman'ı vezirliğe, İsmail b.
İshak'ı kadılığa tayin etti. Yusuf b. Yakub ile İbn Ebi'ş-Şevarib'i de
kadılıklara tayin etmişti.
Amcası Mutemid'in
zamanında, hilafet makamının gücü azalmıştı. Mutedid bu makama geçince
halifelik makamını güçlendirdi. Nüfuzunu yüceltti. Aydınlık saçan fenerini
yükseltti. Kureyş adamlarından, akıl, cesaret, atılganlık, tedbir, şecaat ve
fazilet bakımından önde biri idi. Babası da öyleydi.
İbn Cevzî'nin
rivayetine göre Mutedid, seferlerinden birinde içinde hıyar tarlası bulunan
bir köyden geçmekte iken tarla sahibi halifeden imdat dileyerek yüksek sesle
çığlık attı. Halife Mutedid, o kimseyi huzuruna çağırdı ve durumu sordu. Adam
şöyle dedi:
- Askerlerden bazıları
tarlamdan hıyar alıp götürdüler.
- Sen onları tanıyor
musun?
- Evet.
Halife askerlerinin
hepsini ona gösterdi. Askerlerden üçünü tanıdı. Halife de bu üç askerin
zincire vurulup hapsedilmelerini emretti. Sabah olunca askerler, üç kişinin yol
ortasında asılı olduklarını gördü. Ordudaki herkes bu durumu kınadı ve
ayıpladı. Halifenin böyle yapmaması gerektiğini söylediler. Hıyar aldıkları
için şu üç kişi öldürülür mü? diye itirazda bulunmaya başladılar. Kısa bir
süre sonra halife Mutedid, gece sohbetlerinde bulunan Havas'a, bu durumu
emirlerin hazır bulundukları esnada nazik bir lisanla kınamasını em-retti.
Havas, bu emir üzerine gece vakti halifenin huzuruna girdi. Ümera, mecliste
toplantı halindeydi. Halife, Havas'm ne demek istediğini anlamıştı, ona şöyle
dedi:
- Ey Havas, söylemek
istediğin şeylerin ne olduğunu biliyorum. .__Ey müminlerin emiri, bana eman ver
ki konuşayım.
- Sen emandasm.
- İnsanlar kan akıtma
hususunda senin çok çabuk karar verdiğini söyleyerek seni kınıyorlar.
- Vallahi, ben
halifeliğe geçtiğimden beri haksız yere asla kan
akıtmadım.
- Senin hizmetçin olan
ve hainliği asla görülmeyen Ahmed b.
Tayyib'i niçin
öldürdün?
- Yazıklar olsun sana!
O beni, ikimiz başbaşa bulunduğumuz bir sırada dinsizliğe ve Allah'ı inkara
davet etti. Bana bu daveti yaparken kendisine: "Ey adam, ben bu şeriatın
sahibinin amcası oğluyum ve ben onun hilafet makamında bulunuyorum. Eğer kafir
olursam onun kabilesinin dışına çıkarım!" dedim ve kafirliği, zındıklığı
nedeniyle onu öldürdüm.
- Peki tarladan hıyar
çaldıkları için o üç kişiyi ne diye Öldürdün?
- Vallahi Öldürdüğüm o
üç kişi, hıyar hırsızlığı yapanlar değildi. Öldürdüğüm üç kişi hırsızdılar.
Adam öldürmüşler, başkalarının mallarını gasbetmişlerdi. Ölümü haketmişlerdi.
Ben de bu yüzden zindancıya emir gönderdim, onları zindandan getirtip öldürdüm.
Ama başkalarının tarlalarına zarar vermesinler, halka tecavüzde bulunmasınlar,
eziyet vermekten sakınsınlar diye askerleri korkutmak için öldürdüğüm üç
kişinin hıyar hırsızı oldukları izlenimini verdim.
Bu karşılıklı
konuşmadan sonra halife Mutedid, hıyar hırsızlığı yapan o üç kişinin zindandan
çıkarılmasını emretti. Tevbe ettirdikten, kendilerine kaftan giydirdikten,
erzaklarını tekrar kendilerine verdikten sonra onları serbest bıraktı.
Ibnü'l-Cevzî dedi ki:
Mutedid bir gün sefere çıktı. Babü'ş-Şemma-Sıye de ordugah kurdu. Askerlere,
halkın bahçelerinden herhangi bir-Şey almamalarını sıkı sıkıya tenbihledi. O
esnada siyahi bir adam bir s&lkım hurma çaldığı gerekçesiyle huzuruna
getirildi. Mutedid uzun uzadıya düşündükten sonra siyahi adamın boynunun
vurulmasını
diretti. Sonra oradaki
ümeraya dönüp şöyle dedi: «Halk benim bu yaptığımı kınıyor ve diyorlar ki:
Rasûlullah (s.a.v), "Meyve ve hurma lrsızhğı yapma nedeniyle el kesme
cezası yoktur." demiş. Evet, Rasûlullah (s.a.v) bu hırsızlığı yapanların
ellerini kesmekle yetinmemiş, aksine onları Öldürmüştür. Ben bu adamı
hırsızlık yaptığı nedeniyle Öldürmedim. Aksine bu, zencilerden biri olup
babamın sağlığın» da eman almış biri idi. Müslümanlardan biriyle ağız
münakaşası yapmış, sonra vurup Müslümanın elini kesmiş ve o adam da bu yüzden
ölmüştü. Ama babam, zencileri bizlere ısındırmak, gönülllerini kazanmak için,
ölen o Müslümanın kanım talep etmemişti. İşte ben de eğer iktidara gelirsem bu
adamı mutlaka öldürmeye yemin etmiştim. Bunu ancak şu anda ele geçirebildim ve
ölen Müslümanın kanına bedel olarak bunu öldürdüm.»
Ebu Bekir el-Hatib,
Kadı İsmail b. İshak'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mutedid'in yanına
gittim. Yanıbaşmda parlak yüzlü Rum gençleri vardı. Onlara baktım. Mutedid
onlara baktığımı gördü. Yanından kalkmak istediğimde oturmamı işaret etti. Bir
süre daha oturdum. Etrafında kimse kalmayınca bana şöyle dedi: "Ey Kadı!
Allah'a yemin ederim ki, uçkurumu asla harama açmadım."»
Beyhakî, Kadı İsmail
b. İshak'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir gün Mutedid'in
yanma gittim. Bana bir kitap verdi. Kitabı okuduğumda içinde bir adamın
derlediği ruhsatların bulunduğunu göldüm. Bu ruhsatlar, âlimlerin hataen vermiş
oldukları ruhsatlardı.
Kendisine dedim ki:
- Ey mü'minlerin
emiri, bu derlemeyi ancak zındık bir kimse yapmıştır.
- Nasıl?
- Mut'a nikahını mubah
kılan kişi, şarkı okumayı mubah kılma-mıştır. Şarkı okumayı mubah kılan kişi de
bu şarkının çalgı aletleri eşliğinde okunmaması şartım koşmuştur. Alimlerin
hatalarını derleyip toparlayan sonra bunlara göre amel eden kimsenin
dini^gider.
Benim böyle demem
üzerine halife Mutedid o kitabın yakılmasını emretti.
Hatib Bağdadî, hadim
Safi el-Ceremî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mutedid'le birlikte,
ben önde, o arkada yürüyerek dağınık ve düzensiz bir eve gittik. O evde
Mutedid'in oğlu Muktedir Cafer oturuyordu. Etrafında da on kadar cariye ve
kendi yaşıtı olan arkadaşları vardı. Önünde de içinde bir salkım üzüm bulunan
gümüş bir tabak vardı. Üzüm o zaman az bulunduğu için çok kıymetliydi.
Salkımdan bir tane koparıp yiyor, sonra etrafındaki arkadaşlarına da birer tane
verip yediriyordu. Mutedid, onu orada bıraktı. Evin bir tarafına çekilip
kederli bir şekilde oturdu. Kendisine dedim ki:
- Neyin var ey
mü'minlerin emiri?
- Allah'a yemin ederim
ki, utanmak ve cehennem ateşi olmasaydı ben bu çocuğu öldürürdüm. Çünkü bunun
öldürülmesinde ümmetin çıkarı vardır.
- Allah korusun ey
mü'minlerin emiri, sakın böyle birşey yapma-
Yazıklar olsun sanşe'ey Safî! Şu çocuk
gördüğüm kadarıyla di-g.er çocuklara cömert davranıyor. Çocukların karakterinde
cimrilik vardır, cömertliğe yanaşmazlar, oysa bu son derece cömert davranıyor.
İnsanlar benden sonra başlarına benim çocuklarımı geçireceklerdir. Benden
sonra hilafete oğlum Müktefı geçecek. Onun, hastalıklı olması sebebiyle
hilafetteki günleri uzun sürmeyecektir. Onda domuz hastalığı vardır, kısa bir
süre sonra ölecek, yerine işte şu oğlum Cafer geçecektir. Bu ise hilafete
geçince, beytülmaldaki paraların tümünü, kendilerine tutkun olduğundan ötürü
gözdelere ve yaşıtları olduğu için arkadaşlarına dağıtacak. Müslümanların
işleri zayi olacak. Sınırlar muhafizsız kalacak. Fitne, anarşi, kötülük ve
serler; bir de Hariciler çoğalacaktır!»
Safi dedi ki:
"Vallahi, ben Mutedid'in bu söylediklerini harfi harfine müşahede
ettim."
İbnü'l-Cevzî,
Mutedid'in hizmetçilerinden birinin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mutedid bir gün öğle
vakti uyumaktaydı, biz de tahtının çevresinde oturuyorduk. Aniden panik içinde
uyandı, sonra bize seslendi. Hemen yanına gittik.
Bize dedi ki:
"Yazıklar olsun size! Haydi, Dicle kıyısına gidin,1 orada bekleyin. Size
doğru gelen ilk boş tekneyi durdurun, kaptanını alıp yanıma getirin ve tekneyi
de koruma altında tutun."
Hemen Dicle kıyısına
gittik, küçük bir teknenin bize doğru geldiğini ve boş olduğunu gördük.
Kaptanım tutuklayıp halifenin huzuruna getirdik. Kaptan, halifeyi görünce
neredeyse ölecek gibi oldu. Halife ona bağırınca canı çıkacak gibi oldu.
Halife ona dedi ki:
"Yazıklar olsun
sana ey mel'un! Bugün öldürdüğün kadınla ararş-da geçeni bana doğruca anlat.
Yoksa boynunu vururum!"
Kaptan biraz tereddüt
geçirdikten sonra şöyle dedi:
"Evet, ey
mü'minlerin emiri, bugün seher vakti sıralarında, teknemde iken bir kadın
yanıma geldi. Onun gibi güzel bir kadın görme-mıştim. Üzerinde çok kıymetli
elbiseler, bol miktarda mücevher ve zi-netler vardı. Ona meylettim, üzerine
çullandım, ağzını kapattım ve °nu suda boğdum. Üzerindeki bütün zinetleri ve
kumaşları aldım. akat yağmaladığım eşyaları evime götürmekten korktum. Zira
gö-ürdüğüm takdirde kadının durumunun açığa çıkacağını düşündüm. Şyaları
Vasıt'a götürmek istedim. İşte o esnada bu hizmetçin karşıma çıktı. Arkadaşlarıyla
birlikte beni yakaladı."
Mutedid: "Kadının
zinetleri nerede?" diye sorunca kaptan: "Teknenin göğsündeki kamış
hasırın altında." dedi.
Halife bize, gidip
zinetleri getirmemizi emretti. Zinetleri getirdik Gerçekten büyük paralara
tekabül eden bol miktarda zinetler vardı Halife, kadını boğduğu yerde kaptanın
boğulmasını emretti. Kadının ailesine de gelip mallarını teslim almaları için
duyuru yaptırdı. Bağ-dat caddelerinde ve sokaklarında üç gün süreyle bu hususta
duyuru yapıldı. Bu üc günden sonra kadının ailesi geldi. Kadının zinetleri ve
paralan kendilerine eksiksiz olarak teslim edildi.
Sonra hizmetçileri,
halife Mutedid'e: "Ey mü'minlerin emiri, sen bu durumu nasıl bildin?"
diye sordular. O da şu cevabı verdi:
"Şurada uyumakta
iken rüyamda beyaz saçlı, beyaz sakallı ve beyaz giysili yaşlı bir adamın
şöyle seslendiğini duydum: "Ey Ahnıed, ey Ahmed! Bu saatte Dicle kıyısında
bu tarafa gelmekte olan ilk teknenin kaptanını yakala ve ona; bugün öldürdüğü
ve üzerindeki eşyaları yağmaladığı kadının durumunu sor ve kendisine haddi
tatbik et." İşte bu gördüğünüz hadise, bu rüya üzerine cereyan etti ve
siz de olanları gördünüz."»
Mutedid'in hacibi
Semerkandh Cuayf dedi ki: "Bir av partisinde efendim Mutedid'Je
beraberdim. Askerlerden uzaklaşmıştı, yanında benden başka kimse yoktu. O
esnada bir arslan karşımıza çıktı. Bizim tarafa yöneldi. Mutedid bana dedi ki:
- Ey Cuayf, bugün bir
yararlılık gösterebilecek misin? -- Hayır, vallahi gösteremem.
- Öyleyse atımı tut da
ineyim.
- Olur.
Ben böyle dedikten sonra
atını tuttum. O da indi eteğinin ucunu kemerine soktu. Kılıcım çekti. Kınını
aslanın tarafına fırlattı. Aslan, kının üzerine atıldı. Mutedid ona bir kılıç
darbesi vurarak ön ayaklarından birini uçurdu. Aslan, ayağının acısıyla
uğraşırken Mutedid onun kafasına ikinci bir kılıç darbesi vurdu. Kafasını
yardı. Arslan yere düşüp öldü. Mutedid aslanın leşine yaklaştı, kılıcının
kınını aslanın tüyleriyle sildi. Sonra bana doğru geldi. Kılıcını kınına
soktu. Atma bindi. Birlikte askerlerin yanma döndük. Vefatına kadar beraberinde
bulundum. Bu olayı hiçbir kimseye anlattığını duymadım. Onun hangi Özelliğine
hayran kalacağımı bilemiyorum. Şecaatma mı, yoksa bu yaptığı cesaretli işe
aldırmayışma mı ve bunu hiç kimseye anlatmayışına mı, yoksa o gün kendisinin yerine
aslana karşı çıkmayıp korkaklık gösterdiğime mi şaşayım? Ben o gün canımın
kıymetini düşünerek korkaklık gösterdim ama, vallahi o bu yüzden beni hiçbir
zaman kınamadı."
İbn Asakir'in
rivayetine göre, Ebu Hüseyin en-Nevrî bir tekneye binmiş? teknede içki varmış.
Kaptana: "Bu nedir ve kimindir?" diye sorunca kaptan: "Bu
Mutedid'in içkisidir." demiş. Ebü'l-Hüseyin kalkıp içki küplerini
elindeki değnekle kırmaya başlamış, hepsini kır-mış, sadece bir küpü sağlam
bırakmış. Kaptan, "İmdat!" diye feryad etmiş, askerler yardıma gelip
Ebü'l-Hüseyin'i tutuklamışlar ve Mutedid'in huzuruna götürmüşler.
Mutedid ona şöyle
sorar:
- Sen kimsin, necisin?
- Ben muhtesibim
(emniyet müdürüyüm). __Seni bu göreve kim atadı?
- Ey mü'minlerin
emiri, seni halifeliğe atayan beni bu göreve
atadı!
Halife Mutedid başını
önüne eğer, sonra kaldırıp şöyle der:
- Seni bu işi yapmaya
sevkeden sebep neydi?
- Sana zarar gelmesini
istemediğim ve sana acıdığım için böyle
yaptım.
Mutedid başını önüne
eğer, sonra kaldırıp şöyle der:
- Peki bütün küpleri
kırdın da ne diye birini kırmadın?
- Önceki küplerin
hepsini yüce Allah'ın şanını yüceltmek ve emirlerine saygı göstermek için
cesaret gösterip kırdım ve bu hususta hiç kimseye de aldırış etmedim. Sonuncu
küpü kırmaya geldiğimde, içime bir kendimi beğenmişlik duygusu girdi. Senin
gibi bir hükümdara karşı koyduğumu düşünerek böbürlenmeye başladım. İşte o yüzden
sonuncu küpü kırmadım.
- Haydi git, seni
serbest bıraktım. Bundan sonra dilediğin çirkinliği menetme hakkına ve
yetkisine sahip kıldım seni.
- İşte şu andan
itibaren kötülükleri değiştirme azmim gevşedi.
- Neden?
- Çünkü daha önce ben
sırf Allah rızası için kötülükleri değiştirip engellemeye çalışıyordum. Şimdi
ise artık bir nevi görevli kılındığım için kötülükleri değiştirmek ve
engellemekle kendimi yükümlü görüyorum.
- İhtiyacını söyle.
- Beni buradan salimen
çıkar ve gitmek istediğim yere gönder.. Halife Mutedid görevlilere emir verdi.
Onu Basra'ya gönderdi.
Fakat Basra'da,
halkın, Mutedid'in nezdinde ihtiyaçları olduğu zaman kendisini ortaya
koymalarından korktuğu için gizlendi. Mutedid vefat edince Bağdat'a döndü.
Kadı Ebü'l-Hasan
Muhammed b. Abdülvahid el-Haşimî, yaşlı bir tüccarın şöyle dediğini
nakletmişti:
«Emirlerden birinde
alacağım vardı. Hakkımı ödemeyi geciktirdi.
Vermek istemedi. Her
istediğimde de karşıma çıkmıyor, kölelerine emir veriyor, bana eziyet
ettiriyordu. Kendisini vezire şikayet ettim. Onlar da hakkımı kendisinden
alamadılar. Daha fazla inkar etti ve ödemekten kaçındı. Ben de kendisindeki
alacağımdan ümidimi kestim. Bu yüzden üzüldüm. Onu kime şikayet edeceğimi
şaşkın halde düşünmekte iken, adamın biri bana dedi ki: "Şu mescidin imamı
olan falan terziye gitsen o senin hakkını tahsil eder." (Mescidin imamı,
imamlığının yanısıra terzilik de yapıyormuş.) Kendisine dedim ki: "Şu
terzi adam. şu zalime karşı ne yapabilir! Devlet ricali bile ondan hakkını
alamadıktan sonra şu terzi mi alacak?" Adam bana dedi ki: "O terzi,
borçlunu kendilerine şikayet ettiğin bütün devlet ricalinden daha fazla onun
nazarında korkulu ve kesin hüküm sahibi biridir. Haydi sen o terziye git. Belki
o seni bu sıkıntıdan kurtarır."
Ben terziyi
önemsemedim, ama yine de yanma gittim; durumumu, ihtiyacımı ve o zalim
borçludan gördüğüm haksızlığı kendisine anlattım. Terzi benimle birlikte
borçlunun yanma geldi. Borçlu emir onu görünce ayağa kalktı. Ona saygı gösterip
ikramda bulundu ve alacağım parayı hemen gidip getirdi, eksiksizce ödedi. Terzi
ona hiç baskı yapmamıştı. Yalnız ona şöyle demişti: "Bu adamın hakkını
öde, yoksa ezan okurum!" Terzinin böyle demesi üzerine, borçlu emirin
yüzünün rengi değişti ve hakkımı bana hemen ödedi.
Ben ö terzinin eski
püskü elbiseler giymiş olmasına, bünyesinin zayıflığına rağmen borçlu emirin
kendisine nasıl itaat gösterdiğine şaştım. Alacağımı tahsil ettikten sonra
kendisine bir miktar para vermeyi te'klif ettim, ama kabul etmedi ve şöyle
dedi: "Eğer ben bunu isteseydim sayılamayacak kadar malım ve param
olurdu." Kendisine durumunu sordum ve beğendiğimi söyledim. Durumunu
anlatması için ısrar ettim, o da şöyle dedi:
"Benim bu kadar
tesirli oluşumun sebebi şuydu: Bu çevrede komşumuz olan ve devletin yüksek
makamlarından birinde görev yapan yakışıklı genç bir Türk emir vardı. Bir gün
evinin önünden hamamdan' çıkmış, kıymetli ve güzel elbiseler giyinmiş güzel
bir kadın geçti. Kalkıp kadını yakalamak istedi. Sarhoştu, kadının peşine
düştü. Onunla muradına ermek için kadını zorla evine sokmak istedi, ama kadın
onun isteğine olumlu cevap vermedi. Aksine olanca sesiyle bağırıp şöyle dedi:
"Ey Müslümanlar! Ben evli bir kadınım, bu adam da beni zorla evine sokup
benimle yatmak istiyor. Oysa kocam, kendisinin evinden başka bir evde geceyi
geçirmem halinde beni boşamaya yemin etmiştir. Eğer ben burada geceleyecek
olursam kocamdan boşanırım ve bu nedenle de günlerin, zamanın
temizleyemeyeceği, gözyaşlarının yıkayamayacağı bir utanç lekesi bana
bulaşır!"
İşte ben de hemen
gidip o Türk emirinin yanına vardım. Kadını onun elinden kurtarmak istedim.
Elindeki bir debbusla başıma vurdu ve kafamı kırdı, kadını eline geçirip zorla
evine soktu. Ben de eve döndüm, basımdaki kanları yıkadım ve yaramı sardım.
Cemaata yatsı namazını kıldırdım, sonra onlara dedim ki: "Bu adam,
bildiğiniz kötü işi işledi. Haydi benimle gelin de kendisini bu yaptığı kötülükten
vazgeçirelim. Kadını da elinden kurtaralım."
Cemaat benimle
birlikte kalkıp o Türk emirinüv evine geldi. Evine hücum ettik. Bir grup
kölesi, ellerindeki değnek ve debbuslarla üzerimize hücum ettiler. Cemaatı
dövmeye başladılar. Kendisi de kölelerinin arasından çıkıp üzerime geldi. Beni
şiddetle dövdü, vücudumdan kanlar akıttı. Biz son derece horlanmış, ezilmiş
olarak evinden çıktık.
Evime döndüm. Vücudumdaki
ağrıların şiddetinden, akan kanların çokluğundan ötürü yolu bulamayacak hale
gelmiştim. Nihayet eve girip yatağıma uzandım, ama bir türlü uyuyamadım.
Kadıncağızı geceleyin onun elinden kurtarıp evine göndermek ve kocasının evinde
geceyi geçirmesini sağlamak, boşanmasına engel olmak için ne yapabileceğimi
düşündüm. Ama şaşkın haldeydim. O esnada emirin fecrin doğduğunu zannetmesi,
böylece evinden çıkıp gitmesi, kadının da fırsattan istifade oradan ayrılıp
kocasının evine gitmesini temin etmek için hemen kalkıp -vakti gelmediği halde-
sabah ezanını okumayı düşündüm. Minareye çıktım. Hem Türk emirinin kapısına
bakıyor, hem de ezan Öncesi âdetime göre konuşuyordum. Kadının o evden çıkıp
çıkmadığını görmek istiyordum. Sonra ezan okumaya başladım. Ka-dın dışarı
çıkmadı. Sonra eğer kadın bu ezam duyup da dışan çıkmasa bile sabahın
kesinlikle girdiği zannetmeleri için namaza durmaya karar verdim. O esnada
etrafıma bakınmakta ve kadının çıkıp çıkmadığını gözlemekte iken caminin
yanındaki yolun süvarilerle dolduğunu, piyade askerlerin geldiğini gördüm.
Askerler: "Bu saatta*. ezan okuyan adam nerede?" diye soruyorlardı.
Ben: "İşte, ben buradayım!" dedim. O zalim emire karşı bana yardımcı
olmalarını istiyordum. Bana: "İn" dediler, ben de minareden indim.
"Mü'minlerin emirinin huzuruna gel!" dediler. Beni yakalayıp
halifenin huzuruna götürdüler. Kendimi savunamadım, nihayet alıp beni huzura
soktular. Halifenin hilafet makamında oturduğunu görünce korkudan sarsıldım ve
şiddetli bir paniğe kapıldım. Halife: "Yaklaş!" dedi, yaklaştım.
Bana: Korkuların dinsin, kalbin sakinleşsin." dedi. Çok lütufkar davrandı.
Nihayet sakinleştim, korkularım gitti. Sonra şöyle sordu:
- Şu saatte ezan
okuyan sen misin?
- Evet, ey mü'minlerin
emiri.
- Şu saatte ezan
okumaya seni sevkeden sebep neydi? Oysa ge-eenın daha yarıdan azı bile
geçmemiş. Senin bu saatte ezan okumandan ötürü oruçlular, misafirler, namaz
kılanlar ve diğerleri vakti şaşırırlar.
- Ey mü'minlerin
emiri, eğer bana eman verecek olursan durumumu anlatırım.
- Sen güvendesin, sana
eman verdim.
Ben de ona durumumu
anlattım. Anlattıktan sonra halife şiddetlice gazaplandı ve o Türk emiri ile
evinde alıkoyduğu kadının hemen her ne halde olurlarsa olsunlar huzura
getirilmelerini emretti. İkisi çarçabuk huzura getirildiler. Kadını güvendiği
kadınlarına ve muhafızlarına teslim ederek evine gönderdi ve kocasına, kadını
affedip bağışlamasını, ona iyi davranmasını, kadının zorlanarak başkasının
evinde alıkonulduğunun kendisine bildirilmesini emretti. Sonra o genç Türk
emirine dönüp şöyle dedi:
- Senin ne kadar
erzakın var, yanında ne kadar para var, ne kadar cariyelerin ve zevcelerin
var?
Türk emiri de büyük
rakamlar verdi. Sonra Mutedid ona şöyle sordu:
- Yazıklar olsun sana!
Allah'ın sana bahşettiği nimetler sana yetmiyor muydu ki Allah'ın yasakladığı
şeylere riayet etmedin? Hududunu aştın. Sultana karşı cür'etkar davrandm. Yine
bütün bunlar sana yetmiyor muydu ki, seni kötülükten meneden ve sana ijâliği
tavsiye eden'bir terziye kötü davrandm, onu dövdün, horladın, vücudundan
kanlar akıttın?!
Türk emir, verecek
cevap bulamadı. Halife, onun ayaklarının zincire vurulmasını, boynuna pranga
takılmasını, sonra da çuvala konulmasını emretti ve huzurunda şiddetlice
debbus darbeleri ile dövdürdü. Öyle ki onun öleceğinden korktum. Sonra onu bu
halde Dicle nehrine atmalarını emretti. Bu artık onun hayatının sonu oldu.
Daha sonra halife,
muhafız kuvvetleri komutanı Bedr'e, o Türk emirinin evindeki malların,
paraların alınıp beytü'1-mala konulmasını emretti ve o terziye de şöyle dedi:
"Bundan böyle büyük küçük her ne kötülük görürsen şu adam (Böyle derken
muhafız kuvvetleri komutanını gösterdi.) işlese bile bütün kötülükleri bana
bildireceksin, tabi eğer fırsat bulup benimle görüşme imkanın olursa bana
bildirirsin, ama görüşme imkanını bulamazsan seninle aramızdaki işaret ezan
olsun. Şu andaki gibi olsa bile, dilediğin anda ezan oku."
Terzi diyor ki:
"İşte bu nedenledir ki, ben devlet ricalinden herhangi birine ne emir
verirsem mutlaka enirimi yerine getirirler, onlara neyi yasaklarsam mutlaka
-Mutedid'in korkusundan ötürü- o yasağa uyarlar. Fakat o zamandan şu ana kadar
öyle bir saatte ezan okumaya ihti\ aç duymadım."»
Vezir Ubeydullah b.
Süleyman b. Vehb dedi ki: "Bir gün Mutedidin yanındaydım, hizmetçilerden
biri onun yanıbaşında durmuş, elindeki yelpaze ile onu serinletiyor, sinekleri
kovuyordu. Fakat bir ara yelpaze, halifenin takkesine değdi, takke başından
yere düştü, gen bu durumdan cidden korktum, ama halife buna aldırış etmedi,
^sine takkesini alıp başına koydu. Sonra oradaki görevlilerden birine dedi ki:
"Şu zavallıya deyin, gidip istirahat etsin. Çünkü uyuklamaya başlamış.
Ayrıca, yelpaze ile beni serinletip sinekleri kovacak olan görevlilerin
sayısını da arttırın."
Vezir, bu olay üzerine
dedi ki: "Yumuşak huyluhığu nedeniyle halifeyi övdük ve kendisine
şükranlarımızı sunduk, ama o şöyle dedi: "Bu zavallı kasıtlı olarak
yelpazeyi takkeme vrrmadı ki, bu uyukla-nııştı. Ancak kasıtlı davranan kimse
kınanıp cezalandırılır, yanılan ve dalgınlığa düşen kimse kınanmaz ve cezalandırılmaz."
Semerkandlı hacib
Cuayf dedi ki: "Halife Mutedid'e, veziri Ubeydullah b. Süleyman'ın ölüm
haberi gelince secdeye kapandı ve uzun bir süre secde halinde kaldı. Kendisine:
"Ey mü'minlerin emiri, vezirin Ubeydullah sana hizmet eder, samimi olarak
sana yardımcı olurdu. Ölüm haberini duyunca neden secdeye kapandın?" diye
sordular. O da şu cevabı verdi:
"Onu vezirlikten
azletmediğim ve kendisine eziyette bulunmadığımdan ötürü şükür için Allah'a
secde ettim."
Ubeydullah b.
Süleyman; iyi görüşlü, kuvvetli bir zekaya sahip biri idi. Mutedid onun yerine
Ahmed b. Muhammed b. Furat'ı vezir tayin etmek istedi. Ancak muhafız kuvvetleri
komutanı Bedr onu bu kararından vazgeçirdi. Yerine oğlu Kasım b. Ubeydullah'ı
tayin çtme-sini tavsiye etti. Bu tavsiyesinde ısrar edince, Mutedid, Kasım'ı
vezirliğe tayin etti. Tayin haberini göndermekle birlikte babasının ölümü
nedeniyle onu teselli etti. Başsağlığı diledi ve yeni görevi oian vezirliğini
kutladı.
Kasım b. Ubeydullah,
vezirlik makamına geçti. Aradan rok geçmeden Müktefî, babası Mutedid'den sonra
halifelik makamına geçti. Bedr'i öldürdü. Mutedid, bu ikisi arasındaki
düşmanlığı ince bir perde gerisinden seyrediyordu. Bu da onun kuvvetli bir
feraseti ve büyük bir önsezisi idi.
Muhafız kuvvetleri
komutanı Bedr, bir gün topluca masiyet işlemiş bir grubu halife Mutedid'in
huzuruna getirdi. Mutedid bunlara nasıl bir ceza vereceği hususunda vezirine
danıştı. Veziri de: "Bunların bir kısmının asılması, bir kısmının da
yakılması gerekir." deyince Mutedid şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana,
bunlara karşı katılığını görünce gazabım soğudu. Bilmez misin ki halk, Allah
tarafından sultana verilen bir emanettir, Allah bunların hakkım sultandan
soracaktır?" Sonra bu kimselere vereceği ceza hakkında vezirin
tavsiyesine uymadı.
Bu iyi niyetinden
dolayıdır ki halife Mutedid, halifeliğe geçtiğinde beytü'lmalda bir kuruş para
yoktu. Memleketin durumu bozulmuştu, Araplar her tarafta fesat çıkarıyorlardı.
Ama o doğru görüşü ve iyi niyeti ile bu işleri düzene soktu. Beytü'1-mal para
ile doldu memleketin her tarafında düzen sağlandı.
Halife Mutedid, vefat
eden bir cariyesine çok üzüldüğü için şöyle bir şiir söylemişti:
"Ey sevgili,
Sen öyle bir
sevgiliydin ki, artık senden sonra sevgilim olmayacaktır.
Gözümden uzaktasın ama
kalbime yakınsın.
Senden sonra artık
eğlencelerden hiç payım olmayacaktır.
Her ne kadar uzakta
olsan da kalbimin sana olan duygusunu denetlemek için yine kalbim
görevlendirilmiştir.
Kaybolduğundan beri
hayatım,
Tatsız hale gelmiştir.
Senden sonra
görmelisin beni, nasıl feryad edip ağıt yakıyorum.
Gönlümün içinde
alevlenen bir hüzün yangını vardır.
Hayattayken her ne
kadar hoş hale getirmiş idiysen de şimdi nefsimin rahat ve hoş olduğunu
göremiyorum.
Bana isyan edecek
gözyaşını kalmadı.
Emrime uyacak sabrım
da kalmadı."
Yine aynı cariye için
şöyle bir şiir daha söylemişti:
"Saray için
ağlamıyorum ama bir defa bu sarayda ikamet etmiş ola& (sevgili) için
ağlıyorum.
Onu kaybetmekle felek
bana ihanet etti. Daha önce ben ona inanmıştım. . Sabrımla vedalaştım. Artık onunla beraber
kalbim de göçüp gitti."
İbnü'l-Mutez, mezkûr
cariyenin vefatı nedeniyle Mutedid'e bir teselli ve başsağlığı şiiri yazmıştı:
"Ey hidayet
imamı, hayatın uzun olsun. Sağlıklı bir ömür yaşa.
Sen nimetlere
şükretmeyi, musibetler anında teslimiyet göstermeyi bize öğretmiştin.
Geçip gidenlerden
Ötürü teselli bul.
Daha önce sevinç
kaynağı olan şey artık şimdi büyük bir sevaba dönüştü.
Kendimiz ölüp de senin
yaşamana razıyız.
Ve bu hususta ben
kendimi büyük bir şans sahibi görürüm.
Mevlasına itaat
halinde iken ölen kimse,
Büyük bir kurtuluş
elde etmiş ve şereflice ölmüştür."
Mutedid'in vefatı
nedeniyle Ebü'l-Abbas Abdullah b. el-Mutez el-Abbasî şu güzel ağıdı yakmıştı:
"Ey felek yuh
sana! Sen hiçbir dostu benim için hayatta bırakmadın.
Sen yavrusunu yiyen
kötü bir annesin.
Allah'tan mağfiret
diliyorum, bütün bunlar kaderdir.
Hiçbir şeye muhtaç
olmayan, herşeyin kendisine muhtaç olduğu bir ve tek Rab olan Allah'a razı
oldum.
Ey karanlık toprakta,
diyardan uzakta ve Zahiriye mezarlığında yalnız başına kalan!
Daha önce bir araya
getirip sevkettiğin ordular nerede?
Sayılamayacak kadar
çok olan hazineler nerede?
Heybetinle doldurduğun
ve görenlerin sarsıntıya kapıldığı saltanat tahtı nerede?
Sağlamca inşa ettiğin
ve som altın sütunların parladığı, ışık saçtığı saraylar nerede?
O askerlerin ki; seri
ve büyük yanaklarından köpük saçılan erkek develeri koştura koştura
yormuşlardı.
Kuvvetlerini kırdığın
düşmanlar nerede?
Zayıflattığın, onları
bir deri bir kemiğe dönüştürdüğün aslanlar nerede?
Kapında bekleşen
heyetler nerede?
O heyetler ki, kuşlar
gibi kapma gelip dolaşırlar ve kovulurlardı.
Rütbelerine göre
kapında duran adamların nerede?
Onlardan kimi çekip
gitti, devesine atlayıp göçtü ve mutlu oldu.
Ayaklarını kana
buladığın rahvan atlar nerede?
O atlar ki, senin
erkek aslanlarını sırtlarında taşırlardı seferlere.
Kendilerine beyin
yedirdiğin kargı ve mızraklar nerede?
Sen öldükten beri o
mızraklar ne bir kalbe ne de bir ciğere saplandılar.
Fırlatılan kılıçlar ve
oklar nerede?
Onlar ki yakın veya
uzak, dilediğin kimselere isabet ederlerdi.
Sapasağlam ve güzel
surları yıkan, yerle bir eden sel misali mancınıklar nerede?
İcat ettiğin o işler
nerede?
Affın asla fayda
vermediğini kabul etmezdin sen.
Nerede o bahçelerin
ki, arklarında sular akar ve öten kuşlar o bahçelere gelirdi?
Ceylan gibi güzel
kokular saçan o cariyeler nerede?
Yollarda akıp gider ve
süslü püslü elbiselerle görünürlerdi.
Nerede eğlence
meclisleri, nerede yakutu andıran gümüş işlemeli kaselerdeki içkiler?
Bozulduğunda
Abbasoğullarının hükümranlığını düzeltmek üzere düşmanlara saldırmak nerede
kaldı?
Düşmanları her
defasında kahreder, zorba ve asileri ezip geçerdin.
Ama sonra yok olup
gittin, artık geride izin dahi kalmadı. Kimse seni göremez oldu.
Sanki bu dünyada hiç
yaşamamış gibi oldun.
Yapmış olduğun
iyiliklerden başka hiçbir şey geride kalmadı.
İnsanoğlunun
hakimiyeti devam etmez, ebedi kalmaz."
İbn Asakir'in
tarihinde şöyle bir olay anlatılır:
«Bir gece Mutedid'in
yanında nedimleri toplandılar. Eğlence sona erip Mutedid gözdelerinin yanına
gittikten ve eğlenceye katılanlar uykuya daldıktan sonra hizmetçinin biri
onları uykularından uyandırıp şöyle dedi: Mü'minlerin emiri size diyor ki,
kendisi eğlence meclisi sona erdikten sonra uyuyamaz olmuş. Bir beyit yazmış
ama ikincisini yazamamış, zorlanmış. Kim bu ikinci beyiti yazar ve birinciye
uydu-rursa ona armağan verecek. Birinci beyit şudur:
"Sirayet eden
hayal için uyandığımızda gördük ki, Orası çorak bir yerdir, mezar da
uzaktadır."
Eğlence meclisine
katılmış olup uykuya dalanlar kalkarak yataklarının üzerinde oturdular, ikinci
beyiti ne şekilde yazacaklarını düşünmeye başladılar. Onlardan biri hemen
ortaya atılıp şöyle dedi:
"Gözüme dedim ki,
uykuya alış ve yat; Belki geceleyin bir hayal sana dönüp gelir."
Hizmetçi bu beyiti
alıp Mutedid'e götürdüğünde, bunun yerli yerinde yazılmış güzel bir beyit
olduğunu gördü ve sahibine kıymetli armağan verilmesini emretti.»
Mutedid bir gün
şairlerden birine, Basralı Hasan b. Münir el-Ma-zinî'nin şu şiirinin muazzam
olduğunu söyledi:
"Uykuyu kaçırıp
beni uyuyamaz hale getirene yanıyorum.
Kalbimin acılarına acı
kattı.
Güneş sanki onun
yanlarından doğup ortaya güzelce çıktı.
Ya da ay onun
yenlerinden parlayıp çıktı.
Yüzünde bir maske var
ki, kötülüğünü ve çirkinliğini yok ediyor.
Kalbler de itibar sahibi
yapıyor onu, her nerede ortaya çıkarsa."
Bu senenin
rebiyülevvel ayında Mutedid'in sancıları şiddetlendi. Hadim Yunus ve diğer
büyük emirler, vezir Kasım b. Ubeydullah'm anında toplandılar. Halkın Mutedid
Billah'ın oğlu Müktefı Billah'm halifeliğine bey'atlerini yenilemeleri
hususunda istişare yaptılar ve bunu kararlaştırdılar. Sonra Müktefı Billah'a
yapılan bey'at te'kid edildi, kesinleştirildi ve bunda da çok hayırlar oldu.
Mutedid can çekişirken
kendi kendine şu şiiri okumuştu:
"Dünyadan
istifade et, çünkü çekip gideceksin.
Neşeli ve hoş olduğu
sürece onun bu taraflarını al ve gerisini bırak.
Sakın zamana da
güvenme, çünkü ben ona güvenmiştim.
Zaman bende bir güç
bırakmadığı gibi her türlü hakkımı da alıp götürdü.
Ben erkeklerin ileri
gelenlerini öldürdüm.
Hiçbir düşmanı
affetmeyip hiç kimsenin de isyanına göz yummadım.
Saltanat sarayını her
türlü isyancıdan temizledim.
Onların bir kısmını
doğuya, bir kısmını da batıya gönderdim ve dağıttım.
Belirli bir süre sonra
izzet ve şerefe kavuştum.
Böylece halk tümüyle
bana boyun eğip itaat etti.
Topladığım bütün bu
mal mülk bana hiç yarar vermedi.
Şu mülk sahipleri ve
hayatta kalanlar için hiç de güzel bir akibet görmüyorum.
Ölümünden sonra
Rahman'ın nimetlerine mi kavuşacağım,
Yoksa O'nun ateşine mi
atılacağım, işte bunu bilmiyorum."
Halife Mutedid, bu
senenin rebiyülevvel ayının bitimine sekiz ü
kala, pazartesi gecesi vefat etti. Henüz elli yaşına varmamıştı, z sene,
dokuz ay, onüç gün süreyle halifelik yaptı. Ali el-Mükte- Cafer el-Muktedir ve
Harun adında üç erkek evlat ve onbir kız ev- bıraktı. Kızlarının sayısının
onyedi olduğu da söylenir. Beytü'l-d
17.000.000 dinar bırakmıştı. Lüzumsuz yere para sarfetmezdi. nedenle bazıları onu cimri saymışlardı. Bazı
kimselerse onu Cabir
b. Senıüre'nin rivayet
ettiği hadiste geçen raşid halifelerden lardir. Doğrusunu Allah bilir. [53]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/112-113.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/113-114.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/114.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/115.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/115-116.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/116-117.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/117-119.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/119-121.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/122-123.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/123-124.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/124-125.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/125.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/126-127.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/127-128.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/129-130.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/130-131.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/131.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/132-133.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/133-134.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/134.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/134-135.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/135.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/135-136.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/136.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/136-137.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/137.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/137-139.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/139-141.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/141.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/142-144.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/144.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/144-145.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/145-146.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/146-147.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/147-148.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/148-149.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/149-150.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/151.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/151.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/151-152.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/152-153.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/153-154.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/155.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/155-156.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/156.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/156.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/157.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/157.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/157-158.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/158-172.