Hicretin
Üçyüzonyedincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Abdullah B. Muhammed B. Abdülaziz
Hicretin Üçyüzonsekizinci Senesi
Hicretin Üçyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Hicretin Üçyüzondokuzuncu Senesi
Hicretin Üçyüzondokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Hüseyin B. Abdurrahman El-Antakî
Muktedir Bîllah'ın Biyografisi
Hicretin Üçyüzyirminci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Abdülmelik B. Muhammed B. Adiy
Maliki Kadısı Ebu Ömer Muhammed B. Yusuf
Hicretin Üçyüzyirmibirinci Senesi
Büveyh Oğulları Devletinin Ortaya Çıkışı
Hicretin Üçyüzyirmibirinci Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Muktedir Billah'ın Seyyide Lakabıyla Tanınan Annesi
Şuğeb
Ahmed B. Hasan B. Düreyd B. Atahiye
Hicretin Üçyüzyirmiikinci Senesi
Kahirin Hal1 Edilmesi, Gözlerini Mil Çekilip
İşkenceye Tabi Tutulması
Radi Billah Ebü'l-Abbastn Halifeliği
İfrikiyye Hakimi Mehdî'nin Ölümü
Hicretin Üçyüzyirmiîkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Ahmed B. Abdullah B. Müslim B. Kuteybe
Muhammed B. Ahmed B. Kasım Ruzbarî
Hicretin Üçyüzyirmiüçüncü Senesi
Hicretin Üçyüzyirmiüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur
Şahsiyetler
Abdullah B. Abdüssamed B. Mühtedi Eillah
Hicretin Üçyüzyirmidördüncü Senesi
Hicretin Üçyüzyirmidördüncü Senesinde Vefat Eden
Meşhur Şahsiyetler
Ahmed b. Hasan b.
Ferec b. Süfyan Ebu Bekir. Nahivciydi. Nahivde Kûfelilerin ilmini iyi bilirdi.
Nahivle ilgili eserleri vardır. [1]
Abid ve zahid bir
şahsiyetti. İlim tahsili uğruna 300.000 dirhem harcadı. Kırk sene müddetle
yatağa uzanıp yatmadı.
Hafiz Ebu Nuaym'ın
anlattığına göre, Ahmed b. Mehdiye gecenin birinde bir kadın gelip şöyle demiş:
"Başıma bir bela geldi. Zinaya zorlandım, benimle zina ettiler ve zina
neticesinde hamile kaldım. Ama karnımdaki çocuğun senden olduğunu söyledim ve
senin kocanı olduğunu halka anlattım. Senden hamile kaldığımı bildirdim. Şimdi
Sen benim ayıbımı ört
ki Allah da senin ayıplarını Örtsün. Beni rezil rüsvay etme."
Olayın bundan
sonrasını Ahmed b. Mehdi'nin kendisinden dinleyelim:
«O kadının böyle
demesi üzerine sesimi çıkarmadım, sustum, lümselere birşey söylemedim. Bir süre
sonra kadın doğurunca mahalleliler ve mahalle mescidinin imamı gelip -oğlum
doğduğu için- be-ni tebrik ettiler. Ben de sevindiğimi onlara gösterdim.
Müjdeyi getirdikleri için iki dinara tatlı alıp tebrikime gelenlere yedirdim.
Ayrıca mahalle imamı ile her ay o kadına -çocuğa sarfetsin diye- iki dinar
gönderiyor ve şöyle diyordum: "Benden hatuna selam söyle. Yalnız,
ayrılmamıza neden olan bir hadise vukubulduğu için şimdi ayrı yaşıyoruz."
Bu durum iki sene böyle devam etti. Sonra çocuk öldü. Mahalleli gelip
başsağlığı diledi. Ben de üzülür gibi davrandım. Bir süre sonra çocuğun annesi
daha Önce kendisine göndermiş olduğum nafaka paralarını bana getirdi. Bu
paraları bir kesede toplamıştı. Bana dedi ki: "Allah senin ayıplarını
örtsün ve sana hayır mükafat versin. İşte bana göndermiş olduğun dinarları da
getirdim." Ben de kadına şu cevabı verdim: "Ben o paraları çocuğa
yardım olsun diye gönderi-yordum. O şimdi öldü ama, sen onun yasını tutuyorsun.
Paralar senin olsun. Bunları dilediğin gibi harca." Ben böyle dediğim
halde kadın paraları bırakıp gitti.» [2]
Bedr b. Heysem b.
Halef b. Halid b. Raşid b. Dahhak b. Numan b. Muhrik b. Numan b. Münzir.
Künyesi, Ebü'l-Kasım el-Belhî'dir. Kû-feli bir kadıdır. Bağdat'a gelip
yerleşti. Orada Ebu Küreyb'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Kırk yaşım
aştıktan sonra hadis dinlemeye ve toplamaya başladı. Asil ve sika bir ravidir.
107 yıl yaşadı ve bu senenin şevval ayında Kûfe'de vefat etti. [3]
Abdullah b. Muhammed
b. Abdülaziz b. Merzüban b. Sabur b. Şa-hinşah. Künyesi, Ebü'l-Kasım
el-Bağavî'dir. İbn binti Meniy diye takınır. Hicretin 213. ya da 214.
senesinde doğdu.
Ebu Ubeyd Kasım b.
Sellam'ı gördü, ama ondan hadis dinlemedi.
Ahmed b. Hanbel'den, Ali b. el-Medinî'den, Yahya b. Maîn'den, i b.
Ca'd'dan, Halef b. Hişam el-Bezzar'dan ve birçok üstadlardan hadis dinledi.
Beraberinde İbn Maîn'den dinlemiş olup yazdığı hadis-* içeren bir cüz vardı. Hafız Musa b.
Harun, bu cüzü ahp Dicle'ye attı ve: "Üçünü bir araya getirmek
istiyor." dedi.
Abdullah b. Muhammed,
seksenyedi üstaddan hadis dinledi. Güvenilir, zaptı sağlam, hafız bir
hadisçiydi. Hadis hafızlarından rivayetlerde bulundu. Çeşitli eserleri vardır.
Hafız Musa b. Harun
dedi ki: "İbn binti Meniy (yani Abdullah b Muhammed) sika ve doğru sözlü
bir ravi idi."
Hafız Musa'ya:
"İyi ama, burada onun aleyhinde konuşan bazı kimseler var."
dediklerinde o şöyle cevap vermişti: "Onu çekemiyorlar. İbn binti Meniy
haktan başka hiçbir şey söylemezdi."
İbn Ebi Hatim ile diğerleri
dediler ki: "Abdullah b. Muhammed'in hadisleri sahih kapsamına
girer."
Darekutnî dedi ki:
"Bağavî (Abdullah b. Muhammed), hadis konusunda az konuşurdu ama
konuştuğunda da sözü saca çakılan çivi gibi yerine otururdu."
İbn Adiy, ondan
"Kamil" adlı eserinde bahsetmiş ve şöyle demiştir: "Onun
yadırgamış olduğum bazı sözleri vardır. Münker saydığım bazı hadisler rivayet
etmiştir, ama bununla beraber biraz hadis bilgisi ve tasnifatı vardır."
İbnu 1-Cevzî de bu
sözü nedeniyle İbn Adiy'yi eleştirmiş ve Abdullah b. Muhammed'in, bu senenin
ramazan bayramı gecesinde 103 yaşım birkaç ay geçmiş ömrünü noktalayıp vefat
ettiğini söylemiştir. Bu yaşına rağmen onun hafızası, işitmesi, gözü ve dişleri
sağlam, aynı zamanda cariyelerle cinsel ilişkide bulunabilen bir kimse
olduğunu ifade etmiştir. Abdullah b. Muhammed, bu senede Bağdat'ta vefat etti.
Babu t-Tibn mezarlığına defnedildi. Allah ona rahmet etsin, makamını yüce
kılsın. [4]
Muhammed b.
Ebi'l-Hüseyin b. Muhammed b. Osman. Şehid oldu. Hadis hafızı idi. Künyesi
Ebul-Fadl el-Herevî'dir. îbn Ebi Sa'd diye tanınır.
Bağdat'a geldi. Orada
Muhammed b. Abdullah el-Ensârî'den hadis dinledi. Hafız İbn Muzaffer de
kendisinden hadis rivayet etti. Mu-hamed b. Ebi'l-Hüseyin; sebatkâr, güvenilir,
işini sağlam yapan, sika bir hadis hafızı idi. Sahih-i Müslim'deki on küsur
hadis üzerine münakaşaları vardır.
Karmatîler, bu senede
Mekke'de terviye gününde öldürdükleri kimselerle birlikte onu da öldürdüler.
Allah onu rahmetiyle yarlığa-sın ve makamını yüce kılsın. [5]
Ebü'l-Kasım Abdullah
b. Ahmed b. Mahmud el-Belhi el-Ka'bî. Ke-lamcı idi. Beni Ka'b kabilesine
mensuptur. Mutezile âlimlerindendir. Ka'biye taifesi kendisine nisbet edilir.
İbn Hallikan dedi ki:
«Ka'bî, büyük kelamcılardandı. İlmi Kelama dair seçkin eserleri vardır. O,
Cenâb-ı Allah'ın fiillerinin Allah'ın ihtiyarı ve meşieti olmaksızın meydana
geldiğini iddia ederdi.»
Ben derim ki: Ka'bî,
birkaç yerde Kur'ân nassına muhalefet etmiştir. Oysa yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Rabbin
dilediğini yaratır ve seçer." (el-Kasas, 68.)
"Rabbin dileseydi
bunu yapamazlardı."{ei-Enâm, 112.)
"Biz dilesek
herkese hidayet verirdik. "(es-Secde, 13.)
"Bir şehri yok
etmek istediğimiz zaman, şımarık varlıklılarına, yola gelmelerini emrederiz."
(el-isrâ, 16.)
Bunlara benzer daha
birçok akli ve nakli sarih deliller ve zarure-ten bilinen bazı veriler vardır. [6]
Bu senede halife
Muktedir, veziri Ebu Ali b. Mukle'yi azletti. Ebu Ali, iki sene dört ay üç gün
müddetle vezirlik yapmıştı. Azledildikten sonra yerine Süleyman b. Hasan b.
Muhammed tayin edildi. Ali b. İsa da onunla beraber nazır oldu.
Bu senenin
cemaziyelevvel ayında Ebu Ali b. Mukle'nin evi yandı. Ebu Ali, o evi yaptırmak
için 100.000 dinar harcamıştı. Yangın sırasında halk evindeki tahtaları,
demirleri, kurşunları ve diğer eşyaları yağmaladılar. Halife de ayrıca ona
200.000 dinar para cezası verdi.
Bu senede halife,
Bağdat'ta hilafet sarayında bulunan piyade askerleri kovdu. Çünkü Muktedir
düşürüldükten birkaç gün sonra tekrar halifeliğe döndüğünde bunlar, onun
aleyhinde ileri geri konuşmaya başladılar ve: "Bir kimse bir zalime
yardımcı olursa Cenâb-ı Allah o zalimi kendisine musallat kılar, bir kimse
eşeği dama çıkarırsa artık indiremez." dediler. Bunun üzerine halife
Muktedir, bunların saraydan çıkarılmalarını, hatta Bağdat'tan sürgün
edilmelerini emretti. Bağdat'ta ikamet eden piyadeleri cezanlandıracağını
bildirdi. Bunların birçok yakınlarının evleri yakıldı. Bazı kadınları ve
çocukları da yandılar. Son derece horlanmış ve tahkir edilmiş vaziyette Bağdat'tan
çıkıp gittiler, Vasıt'a yerleştiler. Ama orada da asilik yaptılar. Vasıt
valisini şehirden kovdular. Hadim Munis üzerlerine giderek onlara şiddetli bir
azap tattırdı. Birçoklarını öldürdü. Artık bundan sonra kendilerine
gelemediler.
Bu senenin
rebiyülevvel ayında halife, Musul valisi Nasıru'd-Dev-le b. Hamdan'ı azletti.
Yerine amcaları Said ile Nasr b. Hamdan'ı tayin etti. Onu da Diyar-ı Rebia'ya,
Nusaybin'e, Sincar'a, Habur ve Ra'sü'l-Ayn'a tayin etti. Ayrıca Meyyafarikin
ile Erzen'i de onun hakimiyetine bıraktı. O, her sene halifeye vereceği
belirli miktardaki para karşılığında bu görevlere atandı. Bu parayı vereceğini
taahhüd etti
Bu senenin
cemaziyelevvel ayında Bevaric mıntıkasında Salih b Mahmud adında bir kişi isyan
etti. Beni Malik kabilesinden bir grup etrafında toplandı. Sonra Sincar'a
giderek orayı kuşattı. Şehire zorla girdi. Halkın mallarının çoğunu gasbetti.
Orada bir hutbe irad etti Vaaz ve nasihatta bulundu. Söylediği sözler arasında
şunlar da vardı* "Ebu Bekir ile Osman'ı veli tanırız. Hüseyin'le alakamız
yoktur Mestler üzerine meshi caiz görmüyoruz." Sonra yoluna devat etti ve
İslâm ülkesinde fesat çıkardı. Nasr b. Hamdan, onun üzerine yürüdü. Yapılan savaşta
iki oğluyla birlikte onu esir alıp Bağdat'a götürdü. Çok feci hallerle
karşılaştı ve ünü her tarafa yayıldı.
Musul mıntıkasında da
bir başka asi ortaya çıktı. Kendisine 1000 kişi tabi oldu. Nusaybinlileri
kuşatma altına aldı. Halk ona karşı çıktı ve onunla savaştı. Ama asi, onlardan
100 kişiyi öldürdü. 1.000 kişiyi de esir aldı. Sonra onları kendine köle
yaptı. Ahaliden 400.000 dirhem parayı zorla aldı. Nasirü'd-Devle onun üzerine
yürüdü. Kendisiyle savaşarak mağlup etti ve esir aldı. Onu da diğer asi gibi
Bağdat'a gönderdi.
Bu senede halife, oğlu
Harun'a hil'at giydirdi, vezirler ve askerler de onu uğurladılar. Halife onu
Fars, Kirman, Sicistan valiliklerine atadı ve ikramlarda bulundu. Diğer oğlu
Ebü'l-Abbas er-Razî'ye de hii'at giydirdi. Mağrib, Mısır ve Şam vilayetlerini
de ona verdi. Hadim Munis'i de ona yardımcı olarak tayin etti.
Bu senede Abdüssemi b.
Eyyüb b. Abdülaziz el-Haşimî insanlara haccettirdi. Hacılar, gidiş ve dönüşte
Karmatî saldırılarından zarar görmesinler diye Gıfaretü Bedraka yolundan gittiler. [7]
Ahmed b. İshak b.
Behlül b. Hasan b. Ebi Sinan Ebu Cafer et-Te-nuhî. Hanefi mezhebine mensub bir
kadı idi. Sika ve adil ravilerden-di. Herkesin beğendiği meşhur bir fıkıhçı
idi. Çok hadis dinledi. Ebu Küreyb'den sadece bir hadis rivayet etti. Nahiv
âlimiydi. İbaresi fasih, şiiri güzel ve ahkâm hususunda da övülen bir
kimseydi.
Bir zaman, halife
Muktedirin annesi Seyyide bir vakıf tesis et-;. bunun vakfiyesini Ahmed b.
İshak'ın yanında tescil ettirmişti, b. İshak da bu vakfiyenin bir nüshasını
kendi yanındaki mah-CTnîe kararlarının muhafaza edildiği sepete bırakmıştı.
Sonra Seyyi-JL vakfı bozmak istemiş ve Kadı Ahmed b. İshak'tan, elinden alıp
yok tmek düşüncesiyle, vakıf senedini kendisine getirmesini istemişti. Kadı
Ahmed b. İshak, perdenin arkasına geldiğinde Seyyide'nin makamı anladı ve ona:
"Bu mümkün değildir. Çünkü ben Müslümanları hazinedarıyım. Ya beni
kadılıktan azleder yerime başka birini ta-vin edersiniz, ya da bu yapmak
istediğinizi yapmaktan vazgeçersiniz. Ben hakim iken bunu yapmanızın imkanı
yoktur." dedi.
Seyyide de Ahmed b.
İshak'ı, oğlu Muktedir'e şikayet etti. Muktedir annesinin isteğini yerine
getirmesi için Kadı Ahmed b. İshak'tan ricada bulundu, ama Kadı Ahmed ona
durumu anlatınca Muktedir de annesinin yanma dönüp şöyle dedi: "Anacığım,
bu adam kolay kolay gözden çıkarılacak biri değildir. Azledilmesine ve oyuncak
haline getirilmesine de imkan yoktur." Seyyide, Kadı Ahmed'den memnun oldu
ve böyle yaptığından ötürü ona teşekkür mesajı gönderdi. Kadı Ahmed de bunun
üzerine şöyle dedi: "Bir kimse Allah'ın emrini kulların emrinin üstünde
tutarsa, Allah, kulların şerrinden onu korur ve kulların hayırlarını,
iyiliklerini ona nasib eder."
Ahmed b. İshak, bu
senede seksen yaşını aşmış iken vefat etti. [8]
Künyesi, Ebu
Muhammed'dir. Ebu Cafer el-Mansur'un kölesiydi. Hadis dinlemek ve toplamak için
çeşitli yerlere seyahatlerde bulundu. Hadis dinledi. Hafızasına yerleştirdi ve
yazdı. Büyük hadis hafızlarından ve rivayet şeyhlerindendir. Büyük âlimlerden
bir topluluk, ondan hadis dinleyip yazdılar. Hafızasının, fıkhının,
kavrayışının derinliğine ve sağlamlığına delalet eden eserleri vardır. Yetmiş
yaşında iken bu senede Kûfe'de vefat etti. [9]
Hasan b. Ali b. Ahmed
b. Beşşar b. Ziyad.
İbn Allaf ed-Darir
en-Nahrevanî diye bilinir. Meşhur şairdir. Mu-tedid'in gece sohbetlerine
katılanlardan biridir. Bir kedisi vardı. Bu kedi, komşularının güvercinlerini
yuvalarından çıkarıp yemişti. Bu Sebeple komşusu kediyi Öldürünce kedisi için
meşhur bir mersiye yaz-ÎUıŞtı. Bu mersiyede incelikler, edebi sanatlar vardı.
Anlatıldığına gö-re o, bu kedisini öldüren İbn Mutez'i kasdetmişti, ama halife
Muktedir'den korktuğu için mersiyeyi ona nisbet etmeye cesaret gösteren^ misti.
Zira kedisini öldüren kişi İbn Mutez'di. Altmışbeş beyitlik mer" siyenin
baş kısmı şöyledir:
"Ey kedi, bizden
ayrıldın artık geri gelmedin. Sen benim nazarımda evlat gibiydin." [10]
Bu senenin muharrem
ayında hacılar Bağdat'a döndüler. Hadim Munis de büyük bir askeri birlikle
hacca gitmişti. Karmatîlerden korktuğu için bu askerleri korumacı olarak
beraberinde götürmüştü Müslümanlar buna çok sevindiler. O gün Bağdat'ı süslediler.
Hadim Munis için çadırlar ve otağlar kuruldu. Munis yolda iken, Karmatîle-rin
az ileride oldukları haberini alınca beraberindekilerle birlikte ana yoldan
ayrıldı. Boğazlara, vadilere daldı. Günlerce sapa yollardan gitti.
Beraberindeki hacılar o sapa yollardan ve ıssız yerlerden geçmekte iken çok
acaip şeyler, görülmemiş bazı varlıklar ve son derece iri kemikler gördüler.
Ayrıca taşlaşmış bazı insanlar da gördüler. Bir kadının, içinde ekmek pişmekte
olan bir tandır üzerinde durduğunu ve böylece taşa dönüştüğünü, tandırın da
taşlaştığını gördüler. Hadim Munis, anlatacağı şeylere halife de inansın ve onu
tasdik etsin diye bu gördüğü şeylerden bazılarını alıp halifeye götürdü.
İbnü'l-Cevzî,
"eî-Muntazam" adlı eserinde böyle der.
Anlatıldığına göre, hadim
Munis ve beraberindeki hacıların gördükleri bu taşlaşmış insanlar Ad kavminden
veya Şuayb kavminden yahud Semud kavminden idiler. Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede halife
Muktedir, veziri Süleyman b. Hasan'ı bir yıl iki ay dokuz gün vezirlik
yaptıktan sonra azletti. Yerine Ebu 1-Kasım Abdullah b. Muhammed
el-Kelvezanî'yi vezir tayin etti. Onu da iki ay üç gün sonra azletti. Yerine
Hüseyin b. Kasım'ı tayin etti. Bir süre sonra onu da görevden aldı.
Bu senede halife ile
hadim Munis arasında bir dargınlık meydana geldi. Çünkü halife, Muhammed b.
Yakut adındaki güvenlik kuvvetleri komutanını muhtesibliğe tayin etmişti.
Hadim Munis ona: "Muh-tesibliğe ancak kadılar ve adil kimseler tayin
edilebilir. Bu adam bu göreve uygun değildir." dedi. Bu görüşünde halifeye
ısrar etti. Nihayet halife de Muhammed b. Yakut'u hem muhtesiblikten, hem de
güvenlik küvetleri komutanlığından azletti. Durum böylece düzeldi. İkisi
barıştılar. Ama bu senenin zilhicce ayında yine birbirlerine küstüler. Bu
küskünlük giderek arttı. Nihayet ileride de anlatılacağı i halife Muktedirin
öldürülmesiyle sonuçlandı.
Bu senede Tarsus
valisi Sümel, Rumlara büyük bir baskın yaptı. Onlardan çok kimseyi öldürdü.
3.000 kadar Rumu esir aldı. Cidden ok miktarda altın, gümüş ve ipek ganimet
elde etti. Bundan bir süre qonra ikinci kez onlara baskın yaptı.
Ermeni İbn ed-Deyranî,
Rumlara mektup yazarak, onları İslâm -Ikesine girmeye teşvik etti. Müslümanlara
karşı onlara yardım vaadinde bulundu. Bunun üzerine Rumlar, büyük bir orduyla
İslâm ülkesine hücum edip girdiler. Ermeniler de onlara katıldılar. Bunun
-zerine zamanın Azerbaycan valisi ve Yusuf b. Ebi's-Sac'ın kölesi Münih,
bunların üzerine yürüdü. Kendisine katılan gönüllü birçok skerle birlikte îbn
ed-Deyranî'mn memleketine hücum etti. 100.000 kadar Ermeniyi öldürdü, çok
sayıda esir aldı. Bol miktarda malı ganimet edindi. İbn ed-Deyranî, oralardaki
bir kaleye sığınarak kendini koruma altına aldı. Bu durumu bir mektupla Rumlara
bildirerek imdat istedi. Rumlar, Sumaysat'a varıp orayı kuşatma altına
aldılar. Sumaysatlüar &a Musul valisi Said b. Hamdan'a haber gönderip yardım
istediler. Vali, çabucak onların yardımına geldi, Rumların Su-maysat'ı
fethetmek üzere olduklarını gördü. Rumlar onun gelişini duyunca hemen
Sumaysat'tan kaçıp Malatya'ya gittiler. Orayı yağmaladılar. Sonra da ziyan
içinde kendi ülkelerine döndüler. Beraberlerinde Hristiyanhğa geçmiş Bağdatlı
İbnü'n-Nefıs de vardı. İbn Hamdan, peşlerine düştü. Bizans sınırlarına girdi.
Çok sayıda Rumu öldürdü. Çok esir aldı. Bol miktarda eşyayı ganimet edindi.
İbnü'1-Esir dedi ki:
Bu senenin şevval ayında Tikrit şehrinde büyük bir sel baskını görüldü. Bu 400
ev sular altında kaldı. Sayılarını ancak Cenâb-ı Allah'ın bildiği kadar çok
insan boğuldu. Birbirlerinden ayırd edilemediklerinden ötürü Müslümanlarla
Hristiyanlar bir arada defnedildiler.
Bu senede Musul'da
ortalığı kırmızı renge bürüyen şiddetli bir rüzgar esti. Sonra ortalık siyaha
büründü. Öyle ki gündüzleyin insanlar birbirleini göremez oldular ve kıyametin
koptuğunu sandılar. Sonra Cenâb-ı Allah'ın Musul üzerine gönderdiği bir yağmur
ile ortalık açıldı. Aydınlık meydana geldi. [11]
Hüseyin b. Abdurrahman
Ebu Abdillah el-Antakî. Şam sınır boylarının kadısı idi. İbnü's-Sabunî diye
tanınır. Meşhur ve güvenilir bir hd
ravisi idi. Bağdat'a geldi. Orada hadis topladı. [12]
Uzun bir süre Mısır
kadılığı yaptı. Güvenilir, âlim bir kimseydi Kadıların seçkinlerinden ve
âdiUerindendi. Ebu Sevr'in mezhebin göre fıkıh öğrenmiş idi.
"Tabakatü'ş-Şafiiye" adlı eserde kendisinden bahsetmişizdir.
Kadılıktan affını istedi. Hicretin 311. senesinde bu istifası kabul edildi ve
Bağdat'a döndü. Bu senenin safer ayında vefat edinceye kadar burada ikamete
devam etti. Cenaze namazını Ebu Sa-id el-İstahrî kıldırdı. Kendi evine
defnedildi.
Darekutnî dedi ki:
«Sahih adlı eserinde Ebu Abdirrahman en-Ne-seî, Ali b. Hüseyin'den hadis
rivayet etmiştir. Belki de o kendisinden yirmi sene kadar Önce vefat etmişti.
Neseî, onun üstünlük ve faziletlerini anlatmıştır. Allah ona rahmet eylesin.» [13]
Muhammed b. Fadl b.
Abbas Ebu Abdillah el-Belhî. Zahid bir kimseydi. Anlatıldığına göre o, kırk
sene müddetle kendi nefsi arzuları uğruna bir tek adım dahi atmamıştır. Aziz
ve Celil olan Allah'tan utandığı için, birşeye bakıp da beğenmişlik
yapmamıştır. Otuz sene müddetle omuzundaki meleklere, kendi amel defterine
çirkin bir amel
yazdırmamış tır. [14]
Muhammed b. Sa'd b.
Ebu Hüseyin el-Verrak. Ebu Osman en-Ni-saburî'nin arkadaşıydı. Fıkıhçıydı.
Muamelat üzerinde konuşurdu. Onun güzel sözlerinden biri şudur:
"Gözünü Allah'ın
haram kıldığı şeylere karşı yuman kimsenin dilinde Cenâb-ı Alah bir hikmet
meydana getirir ve o hikmetli sözü dinleyen kimse hidayete kavuşur. Şüpheli
şeylere karşı gözünü yuman kimsenin kalbini Cenâb-ı Allah bir nurla aydınlatır
ve o nur sayesinde kendisi Allah'ın razı olacağı yollara koyulur." [15]
Yahya b. Abdullah b.
Musa Ebu Zekeriya el-Farisî. Mısır'da b. Süleyman'dan hadis dinleyip yazdı.
Güvenilir, adil bir hadis ravisı idi. Hakimler nezdinde doğru sözlü biriydi. [16]
Bu senede halife
Muktedir Billah öldürüldü. Bunun sebebi şuydu:
Hadim Munis, bu
senenin muharrem ayında, halifeye kızarak köleleri ve maiyetiyle beraber
Bağdat'tan çıkıp Musul yoluna koyuldu. Yolda iken kölesini, halifenin yanında
neler olup bittiğini Öğrenmesi için Bağdat'a gönderdi. Kölesiyle birlikte
halifeye, "Ey mü'minlerin emiri..." diye hitap ettiği bir mektup
gönderdi.
Köle Bağdat'a
ulaşınca, vezir Hüseyin b. Kasım -ki o, Munis'in en büyük düşmanlarından idi-
mektubu kendisine vermesini köleye emretti. Ama köle, mektubu ona vermedi ve
sadece halifeye verebileceğini söyledi. Vezir köleyi huzuruna aldı ve halifeye
söylemesi gerekenleri kendisine söylemesini buyurdu. Köle yine: "Efendim
Munis bana böyle emretmedi." deyince vezir ona ve efendisi Munis'e sövdü.
Dövülmesini ve 300.000 dinar para cezasına çarptırılmasını emretti. Bu husustaki
yazılı ifadesini aldı. Hadim Munis'in evinin yağmalanmasını da emretti. Ayrıca
hadim Munis'in ikta arazilerinin, mal ve mülkünün de müsadere edilmesini
emretti. Böylece büyük miktarda bir servet meydana geldi.
Bu yüzden vezirin,
halife Muktedir nezdinde itibarı arttı. Halife ona Amidü'd-Devle lakabını
taktı, adını dirhemlerin ve dinarların üzerine yazdırdı. Böylece vezir cidden
büyük imkanlara kavuştu. Bazı görevliler tayin etti, bazı görevlileri ise
azletti, bağladı kesti, çeşitli işler yaptı. Ama bu durum çok kısa sürdü.
Halifenin kendisinden hoşnutluğu kısa oldu, Harun b. Arib'e ve Muhammed b.
Yakut'a haber göndererek, hadim Munis'in yerine onları huzura çağırdı. Hadim Munis,
yoluna devam etti. Nihayet Musul'a girdi. Arap emirlerine: "Halife beni,
Musul'a ve Diyar-ı Rebia'ya tayin etti." dedi. Etrafında çok sayıda adam
toplandı. Onlara bol miktarda para sarfetti. Daha önce de onlara ihsanları çok
olmuştu.
Bu durumu haber alan
vezir, Musul ve çevresinin yöneticileri olan Hamdan ailesine mektup yazarak
onunla savaşmalarını emretti. Onlar da 30.000 süvari ile harekete geçerek
Munis'in üzerine yürüdüler. Munis ise 800 köle ve hizmetçisi ile karşılarına
çıktı ve onları hezimete uğrattı. Onlardan sadece Davud adında en bahadır bir
adamı öldürdü. Hadim Munis, onu küçüklüğünde beslemişti. Sonra Munis
Musul'a girdi. Her
taraftan askerler gelip ona itaatlerini arzettüer Çünkü hadim Munis daha önce
onlara ihsanda bulunmuştu. Bağdatlı, Şamlı, Mısırlı ve bedevi askerler gelip
ona itaatlerini arzettüer. Nihayet maiyetinde büyük bir ordu meydana geldi.
Adı geçen vezire
gelince, onun hainlik ve acizliği ortaya çıktı. Bu yüzden bu senenin
rebiyülahir ayında Muktedir onu azletti. Yerine Fadl b. Cafer b. Muhammed b.
Furat'ı tayin etti. Bu, Muktedir'in son veziri idi.
Hadim Munis, Musul'da
dokuz ay kaldı. Sonra bu senenin şevval ayında halife Muktedir'den, askerlerin
erzakını istemek ve onlara insaflı davranmasını taleb etmek için ordusuyla
birlikte Bağdat'a yöneldi. İlerledi, önce keşif kuvvetlerini gönderdi. Sonra
gelip Bağdat'ın Şemmasiye kapısında konakladı. İbn Yakut ile Harun b. Arib,
zorlama neticesinde istemeyerek ona karşı geldiler. Öte yandan halifeden
annesinden ödünç para alıp askerlerin erzakım dağıtması için talepte bulunuldu.
Fakat halife: "Annemin yanında para kalmadı." dedi ve Vasıt'a kaçmaya
niyetlendi. Bağdat'ı Munis'e bırakmayı, durum düzeldikten sonra oraya geri
dönmeyi planladı. İbn Yakut, kendisini bu planından vazgeçirdi ve Munis ile
askerlerinin karşısına çıkmasını tavsiye etti. Onların halifeyi görmeleri
halinde tümünün Munis'i bırakıp yanına geleceklerini söyledi.
Halife de istemeyerek
bineğine bindi. Munis'i karşılamaya geldi. Önünde fıkıhçılar ve ellerinde
açılmış Kur'ân sahifeleri vardı. Halife, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in
hırkasını giymişti. Etrafında insanlar vardı. Savaş alanından uzakta yüksek
bir tepe üzerinde durdu ve halka şu duyuru yapıldı: "Kim Munis'in
askerlerinden birinin başını getirirse ona beş dinar verilecektir. Kim bir esir
getirecek olursa ona on dinar verilecektir."
Sonra halifenin
komutanları savaş alanına gelmesini istediler; ama o bir türlü savaş alanına
gelmeye yanaşmadı. Yapılan ısrarlar neticesinde -her ne kadar şiddetle
reddettiyse de- savaş alanına geldi. Gelir gelmez askerler hezimete uğrayıp
geri döndüler, ona bakmadılar. Onu ilk karşılayan kişi, hadim Munis'in
komutanlarından Ali b. Büleyk oldu. Kendisini görür görmez bineğinden indi.
Huzurunda yeri öptü ve: "Allah seni bu günde buraya gelmeye teşvik
edenleri lanetlesin." dedi. Sonra halifeyi Mağribli Berberilerden bir
grubun korumasına verdi.
Ali b. Büleyk,
halifeyi onlara bırakıp gittikten sonra Berberiler silahlarını çektiler.
Halife : "Yazıklar olsun size, ben halifeyim, beni tanımıyor
musunuz?" dedi. Berberiler: "Ey alçak, seni tanıyoruz, sen ancak
iblisin halifesisin. Bizlerden birinin kesik başım getiren askere beş dinar
vereceğine ilişkin duyuru yaptırmadın mı?" dediler. Onlardan biri kılıcıyla halifenin omuzuna vurdu. Halife
bu darbe ile yere düştü. Bir başkası da onu boğazladı. Cesedini ise oracakta
bıraktılar. Üzerindeki herşeyi, hatta donunu bile yağmaladılar. Yerde yatmış,
avret yeri açık vaziyette kalmıştı. Nihayet adamın biri gelip avretini otla
örttükten sonra oraya defnetti. İzini kaybetti.
Mağribliler, Muktedir'in
kesik başını bir direğin ucuna takıp yukarı kaldırdılar. Ona lanet okudular.
Onu hadim Munis'e götürdüklerinde -hadim Munis o vakada hazır bulunmamıştı-
kesik başa baktı ve kendi yüzünü, başını tokatlayıp: "Yazıklar olsun size,
vallahi böyle yapmanızı emretmemiştim. Allah sizi lanetlesin, vallahi tümümüz
öldürüleceğiz!" dedi. Sonra bineğine binip gitti. Burası yağmalanmasın
diye, hilafet sarayının yanında durdu. Abdülvahid b. Muktedir, Harun b. Arib,
Raik'in oğulları hep Medain'e kaçtılar.
Munis'in bu hareketi,
etraftaki hükümdarların İslâm halifesine saldırı hususunda tamahlanmalarına,
hilafet otoritesinin zayıflamasına yol açtı. Fakat şu da var ki, Muktedir,
aşırı para harcıyor, israfta bulunuyor, kadınlara itaat edip vezirleri
azlediyordu. Onun bu davranışları hilafet otoritesinin zayıflamasına sebep
olmuştu. Hatta denilir ki o, 80.000.000 dinara yakın parayı fasit amaçlar için
sarfetmiştir. [17]
Soy kütüğü şöyledir:
Cafer b. Ahmed el-Mutedid Billah Ahmed b. Ebi Ahmed el-Muvaffak b. Cafer
el-Mütevekkil Alallah b. Muhammed el-Mutasım b. Harun er-Reşid. Künyesi, Ebu
Fadl idi. Abbasi halifele-rindendi. Hicretin 282. senesinin ramazan ayının
bitimine sekiz gece kala, cuma gecesinde doğdu. Annesi Şuğeb adında bir cariye
idi. Oğlunun halifeliği zamanında Seyyide lakabıyla lakaplandı.
Muktedir Billah,
kardeşi Müktefi'den sonra hicretin 295. senesinin zilkade ayının 14'ünde,
pazar günü halifelik bey'atı aldı. O zaman kendisi onüç yaşından bir ay ve
birkaç gün almıştı. Bu nedenle askerler hicri 296. senenin rebiyülevvel ayında
küçüklüğünü ve bulûğa er-ttieyişini ileri sürerek onu hal' etmek ve yerine
Abdullah b. el-Mutez'i halifeliğe geçirmek istediler, ama bunu başaramadılar.
Bu iş -önceki kısımlarda da anlattığımız gibi- ikinci günde bozuldu. Sonra onu
hicri 317. senenin muharrem ayımda hal' ettiler. Yerine kardeşi Muhammed
el-Kahir'i halife yaptılar. Ama o da ancak iki gün halifelikte kalabildi.
Sonra Muktedir Billah yine halifeliğe döndü.
Muktedir Billah; orta
boylu, güzel yüzlü, güzel gözlü, omuzlarının arası geniş, güzel saçlı, yuvarlak
yüzlü, pembe tenli, güzel huylu, saçı ^e Şakakları ağarmış, eli açık, cömert
bir adamdı. İyi bir aklı, geniş "ir zekası, sağlam bir zihni vardı.
Nafakaları bol verirdi. Hilafet ve riyaset işlerindeki rüsumatı fazlalaştırdı.
Birşey ne kadar fazlalaşlr sa fazlalaşsın, sonunda mutlaka eksilir.
Muktedir Billah'ın
sarayında 11.000 hadım hizmetçi vardı. Ayr, ca Saklebilerden, Farslardan,
Rumlardan ve Sudanlılardan da birçok hizmetçiler vardı. Sarayında, ağaç evi
denen bir bölüm vardı ki, ora da cidden çok eşya ve emtia vardı. Hicretin 305.
senesi olaylarından bahsederken Bizans hükümdarının Bağdat'a gelişindeki
hadiseleri anlatırken bu bölümden de bahsetmiştik.
Halife Muktedir
Billah, bir gün bir gemiye bindi. Sık sık yemek yerdi. Yemeğin çabucak
getirilmesini istedi. Fakat yemek gecikince kaptana: "Baksana! Senin
yanında yiyecek birşey var mıdır?" diye sordu. Kaptan: "Evet."
diye cevap verdi, sonra biraz oğlak eti ile güzel pişirilmiş yufka ekmeği ve
başka yiyecekler getirdi. Halife bu yemeği beğendi. Sonra kaptanı çağırdı ve:
"Yanında helva var mı? Çünkü ben yemekten sonra helva yemeden doyduğumu
hissedemiyorum." dedi. Kaptan: "Ey mü'minlerin emiri, bizim helvamız
hurma ve yağ usare-sidir." diye cevap verdi. Muktedir: "Ben bunu
yiyemem." dedi. Sonra kendisine istemiş olduğu yemek getirildi, bunları da
yedi. Helva getirildi, helvayı da yedi. Artanı tayfalara verdi. Ardından,
şayet günün birinde gemiye binecek olursa o yemekten yesin, binmese de tayfalar
yesin diye her gün 200 dirhem sarfedilerek yemek yapılmasını emretti. Bundan
sonra kaptan, her gün 200 dirhem masraf ederek yemek yaptırıyordu. Bu hal
birkaç sene böyle devam etti. Ama Muktedir, o günden sonra gemiye bir daha
binmedi.
Muktedir'in has
adamlarından biri, oğlunu sünnet ettirmeye karar verdi. Çok muazzam
hazırlıklar yaptı. Güzel şeyler hazırladı. Sonra halifenin annesinden, düğünde
davetlilere göstermek üzere, gümüşten yapılmış bir köy maketini istedi.
Muktedir'in annesi de oğlunun yanında lütufta bulunarak bu gümüş köy maketini
o adama tümüyle hediye etti. Bu maketteki bütün evler, yollar, sığırlar, develer,
binekler, kuşlar, atlar, ekinler, meyveler, ağaçlar, nehirler; bir köyde
bulunması gereken her türlü şeyler, hep nakışlı gümüşten yapılmıştı. Halife,
sofrasının o adamın evine taşınmasını ve taze balıktan başka bir yemeğin
yapılmamasını emretti. Düğün sahibi de 300 dinara taze balık satın aldı ve
Muktedirin sofrasına 1.500 dinar para harcadı. Bu masrafların tümünü Muktedir'in
kendisi karşıladı.
Halife Muktedir, Mekke
ve Medine halkına, memurlara, işçilere bolca sadaka verip ihsanda bulunur,
çokça nafile namaz kılıp oruç tutar ve ibadette bulunurdu. Ama o, yine de
kendi arzu ve şehvetlerim herşeye tercih ediyor, cinsel arzularının emri dışına
çıkmıyordu.
Birçok görevliler
tayin ediyor, birçoğunu da azlediyordu. Renkten renge bürünüyordu. Nihayet
hadim Munis'in kölesi tarafından Öldülünceye kadar bu tutumu devam etti. Hicri
320. senenin şevval ayının bitimine iki gece kala, Bağdat'ın Şemmasiye kapısı
yanında öldü-rüldü. Bu sırada otuzsekiz yaşındaydı. Yirmidört sene onbir ay ve
on-dört gün müddetle halifelik yaptı. Kendisinden önceki halifelere nis-betle,
en fazla hilafet makamında kalan oydu. [18]
Muktedir Billah
öldürülünce, hadim Munis, Muktedir'in annesinin gönlü hoş olsun diye, Muktedir
oğlu Ebü'l-Abbas'ı halifeliğe geçirmeye niyetlendi. Ancak hazırda bulunan
ümera topluluğu onu bu niyetinden vazgeçirdiler. Ebu Yakub İshak b. İsmail
en-Nobahtî dedi ki: "Bu kadar yorulduktan ve çaba sarfettikten sonra,
annesi ve dayıları olan, her hususta onlara itaat edip onlara danışacak olan
bir çocuk halifeye mi bey'at edeceğiz?" Böyle dedikten sonra Muktedir'in
kardeşi Muhammed b. el-Mutedid'i getirdiler. Kadılar, emirler ve vezirler onun
halifeliğine bey'at ettiler. Ona Kahir Billah lakabım taktılar. Bu hadise, bu
senenin şevval ayının bitimine iki gece kala, perşembe günü seher vaktinde
vuku buldu.
Kahir Billah, Ebu Ali
b. Mukle'yi vezirliğe tayin etti. Sonra Ebu Cafer Muhammed b. Kasım b.
Abdullah'ı, ondan sonra Ebu 1-Abbas'ı, ondan sonra da Hasibî'yi vezirliğe tayin
etti. Muktedir'in adamlarının mallarım müsadere etmeye, çocuklarım aratmaya
başladı.
Muktedir'in annesi
Seyyide'yi, istiska hastalığına yakalanmış ve oğlunun öldürülüp avret yeri açık
bir halde yatmakta olduğu haberini aldığından ötürü sancıları daha da
fazlalaşmış olduğu halde makamına çağırttı. Seyyide, günlerce hiçbir şey
yememişti. Ancak kadınlar ona öğüt verince azıcık tuz ekmek yemişti. Bütün
bunlara rağmen yine de Kahir Billah, Seyyide'yi makamına çağırttı, ne kadar
malı olduğuna dair ikrarını aldı. Kadın da hanımlara mahsus zinet eşyalarını,
takılarını ve giysilerini söyledi. Fakat paralardan ve mücevherlerden
bahsetmedi. Bu hususta ikrarda bulunmayıp: "Eğer para ve mücevherlerim
olsaydı oğluma bile teslim etmezdim." dedi. Kahir Billah, dövülmesini
emretti; dövüldü. Ayaklarından asıldı ve şiddetli işkenceler yapıldı. Nihayet
o, emlakini sattığına dair ifade verdi ve bu ifadesine başkaları da şahit
oldular. Askerler alacaklı bulundukları maaşlarına karşılık emlakine el
koydular. Kahir Billah vakıflarını satmasını istedi, ama Seyyide buna
yanaşmadı. Kesinlikle satmayacağını söyledi. Sonra Kahir Billah, aralarında
Ebü'l-Abbas, Harun, Ab-t>as, Ali, Fadl ve İbrahim'in de bulunduğu
Muktedir'in çocuklarından bîr gurubu makamına çağırttı. Mallarının müsadere
edilip hapse atılmalarını emretti ve onları hacibi Ali b. Büleyk'e teslim
etti.
Vezir Ali b. Mukle,
güçlendi. Görevlere adam atadı. Bazı görevlileri azletti, bir müddet görevden
uzaklaştırıp yine geri verdi. Beridi" leri de valilikten azletti. [19]
Künyesi Ebu
1-Hasan'dır. Şamlıdır. Hadis hanzlarındandır. Zeki hadis ravilerindendir. [20]
İbrahim b. Muhammed b.
Ali b. Betha b. Ali b. Mukle. Künyesi Ebu İshak et-Temimî'dir. Bağdat
muhtesibliği yapmıştır. Abbas ed-Durî'den, Ali b. Harb'den ve diğerlerinden
hadis rivayet etmiştir. Faziletli ve sika bir ravidir.
Bir gün Kadı Ebu Ömer
Muhammed b. Yusuf un evinin önünden geçerken davacılarla davalıların onun
kapısında bekleşmekte olduklarını, güneşin de üzerlerinde epeyce yükselmiş
olduğunu gördü ve hacibini kadıya göndererek ona şöyle demesini emreti:
"Ya bu adamların yanma gelip davalarını halledersin, ya da -eğer
mazeretin varsa- çıkıp başka bir vakitte muhakeme için senin yanma gelsinler
diye kendilerine mazeretini anlatırsın." [21]
Şafiî fıkıhçısı idi.
Şafiî mezhebinin imamlarından biridir. Asıl adı, Hüseyin b. Salih b.
Hayran'dır. Takvalı ve büyük bir fıkıhçıdır. Kadılık makamı kendisine teklif
edildi ama kabul etmedi. Bunun üzerine vezir Ali b. İsa, onun kapısını onaltı
gün müddetle mühürledi. Öyle ki, ailesi içecek suyu ancak komşu evlerden temin
edebildi. Çünkü dışarı çıkamıyorlardı. Buna rağmen yine de kadılık makamını
kabul etmedi. Vezir de şöyle dedi: "Biz böyle yapmakla insanların şunu
anlamasını istedik ki; memleketimizde, kendisine doğuda ve batıda dünya
kadılığı tekif edildiği halde bu makamı kabul etmeyen kimseler vardır."
Ebu Ali, bu senenin
zilhicce ayında vefat etti. Biyografisini "Ta-bakatü'ş-Şafîiye" adlı
eserde yeterince anlatmıştık. [22]
Esterabadh fıkıhçıdır.
İslâm ümmetinin imamlarından ve hadis hafızlarındandır. Bu zatın da
biyografisini "Tabakatü'ş-Şafîiye" adlı eserde anlatmı sızdır. [23]
Ebu Ömer Muhammed b.
Yusuf b. İsmail b. Hammad b. Zeyd. Ebu Ömer onun künyesidir. Bağdat'ta ve oraya
bağlı mıntıkalarda kadılık yaptı. İslâm ümmetinin, marifet, fesahat, belagat,
akıl ve riyaset hususunda önde gelen imamlarmdandı. Öyle ki, onun aklı örnek
gösterilirdi. Birçok üstadlardan hadis rivayet etti. Darekutnî ve diğer hadis
hafızları da ondan hadis rivayet ettiler. İnsanlar fıkıh ve hadis hussunda
ondan birçok ilim elde ettiler.
Hicretin 317.
senesinde kadi'l-kudatlığa tayin edildi. Çok sayıda eserleri vardır. Hacimli
bir hadis müsnedi derlemiştir. Hadis okumak üzere meclise oturduğunda babası
yaşındaki Ebu 1-Kasım el-Bağavî sağ tarafına, İbn Said sol tarafına, Ebu Bekir
en-Nisaburî önüne ve diğer hadis hafızları da kürsüsünün çevresinde
otururlardı. Anlatıldığına göre, onun verdiği hükümlerden hatalı bulunan ve
eleştiriye tabi tutulan hüküm görülmemiştir.
Ben derim ki: Onun en
doğru hükmü, hicretin 309. senesinde Hüseyin b. Mansur el-Hallac'ı Öldürmesi
olmuştur. Nitekim bu husus Önceki sayfalarda anlatılmıştır.
Kadı Ebu Ömer, güzel
huylu, iyi geçimli bir kimse idi. Bir gün arkadaşları yanında toplanmışlardı.
Kendisine satm alması için elli dinar fiyatında bir kumaş getirildi. Yanında
oturanların bu kumaşı çok beğenmeleri üzerine, takke yapan bir adamı yanma
çağırıp ona bu kumaşı, meclisinde oturmakta olan adamlardan herbirine bir takke
çıkacak şekilde kesmesini emretti.
Onun gerçekten güzel
menkıbeleri vardır. Allah rahmet eylesin. Bu senenin ramazan ayında yetmişsekiz
yaşında vefat etti. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve:
"Rabbin sana nasıl muamele etti?" diye sormuş, o da kendisine şu
cevabı vermişti: "Rab-kim, salih kişi İbrahim el-Harbî'nin duası bereketi
ile beni bağışladı." [24]
Bu senenin safer
ayında halife Kahir, yol kesen bir adamı yakala-txP huzuruna getirtmiş ve
huzurunda ona 1.000 kırbaç attırmış, son-ra da boynunu vurdurmuştu, adamlarının
da ellerini ve ayaklarını kestirmişti. Bu senede halife Kahir, içki içilmesini,
şarkıcıların şarkı okumalarını yasaklamış, şarkı okuyan cariyelerin ucuz fiyata
satılmalarını ve bunların kalitesiz şarkıcılar olduklarının söylenmesini
emretmişti.
İbnü'1-Esir dedi ki:
"O böyle yaptı, çünkü şarkı dinlemeyi çok seviyordu. Böyle yaparak
şarkıcıları ucuza almak istemişti. Böyle bir ahlaktan Allah'a sığınırız."
Bu senede halk arasındaki
bir şayiaya göre hacib Ali b. Büleyk'in minberler üzerinde Muaviye'ye lanet
okunmasını isteyeceği söyleniyordu. Hacib bunu duyunca Hanbelilerin reisi
Berbeharî Ebu Mu-hammed adındaki vaize, bu isteğini yerine getirmesi için haber
saldı. Ancak Berbeharî kaçıp gizlendi. Hacib Ali de onun adamlarının yakalanıp
Basra'ya sürgün edilmelerini emretti.
Bu senede halife,
veziri Ali b. Mukle'yi tazim ederek kendisine "Muhterem" ve
"Mükerrem" lakablarıyla hitab etti. Sonra vezir ile hadim Munis, Ali
b. Büleyk ve bir grup ümera, halife Muktedir'i hal' edip yerine Ebu Ahmed
el-Müktefi'yi geçirmek hususunda danışarak müşavere yaptılar ve Ebu Ahmed'e
kendi aralarında gizlice bey'at ettiler. Kahir Billah'ın ve maiyetinin
erzakını kıstılar ve onu çabucak yakalamak istediler. Halife Kahir de Tarif
el-İşkerî aracılığıyla bu durumdan haberdar oldu ve bunları yakalamak için
büyük bir çaba içine girdi. Muzaffer komutan hadim Munis, onun pençesine düştü.
Onu görmeden hapse atılmasını, evlerine ve emlakine el konulmasını emretti.
Hadim Munis'te, biraz acelecilik, cür'et, fevrilik, cehalet ve ahmaklık vardı.
Halife Kahir onun yerine Tarif el-İşkerî'yi emirü'l-ümeralığa ve ordu
komutanlığına tayin etti. Tarif daha önce de hadim Munis'in düşmanlarından
biriydi. Halife Kahir ayrıca Ali b. Bü-leyk'i de yakaladı. Vezir İbn Mukle
kaçtı. Onun yerine Ebu Cafer Mu-hammed b. Kasım b. Ubeydullah, bu senenin şaban
ayı başında vezirliğe atandı. Halife ona hil'at giydirdi. İbn Mukle'nin evinin
yakılmasını emretti. Bağdat'ta talan ve yağma meydana geldi, fitne koptu. Halife
Kahir, Ebu Ahmed el-Müktefı'nin iki duvar arasına konulup üzerinin kireç ve
tuğla ile örülmesini emretti. Ebu Ahmed, diri diri bu daracık yere konuldu ve
nihayet orada öldü. Kaçıp gizlenenler için tellal şu duyuruyu yaptı:
"Bunları evinde gizleyip saklayan kimse de öldürülecek ve evi
yıkılacaktır!"
Ali b. Büleyk de
yakalandı. Halifenin huzurunda koyun gibi boğazlandı. Başı alınıp bir leğene
konuldu ve halife Kahir onu alıp babası Büleyk'in yanma götürdü. Önüne bıraktı.
Babası Büleyk oğlu Ali'nin kesik başını görünce ağladı ve öpmeye başladı.
Halife Kahir, Büleyk'in de oğlu gibi boğazlanmasını emretti. O da boğazlandı.
Sonra iki kesik başı bir leğene koyup hadim Munis'in yanma götürdü.
Hadim Munis o iki
kesik başı görünce kehme-i şahadet getirdi ve katillerine lanet okudu. Halife
Kahir: "Şu köpeği de ayaklarından tutup sürüyün!" dedi. Hadim Munis'i
yakalayıp boğazladılar. Kesik başını alıp leğene koydular. Bu üç kesik baş,
Bağdat şehrinde dolaştırılıp teşhir edildi ve şu duyuru yapıldı: "Bu,
imama ihanet eden ve devlette fesadlık yapanların cezasıdır!" Sonra kesik
başlar silah deposuna götürüldü.
Bu senenin zilkade
ayında halife Kahir, vezir Ebu Cafer Muhanı- b. Kasım'ı tutuklayıp zindana
attırdı. Vezirin kulunç ağrısı var-d! Onsekiz gün zindanda kaldıktan sonra
vefat etti. Vezirliği üç ay, oniki gün sürmüştü. Halife onun yerine Ebü'l-Abbas
Ahmed b. Abdullah b. Süleyman el-Hasibî'yi vezirliğe tayin etti. Sonra hadim
Munis ile İbn Büleyk'a karşı halifeye yardımcı olan Tarif el-İşkerî'yi de tutuklayıp
zindana attırdı. Bu nedenledir ki, "Bir kimse bir zalime yardımcı olursa
Allah o zalimi de kendisine musallat kılar." denilmiştir. el-İşkerî,
Kahir'in hal' edilişine kadar zindanda kaldı.
Bu senede Mısır
valisinin öldüğü ve yerine oğlu Muhammed'in geçtiğine dair bir haber Bağdat'a
geldi. Halife Kahir, valiliğini onayladığına bir alamet olsun diye ona hil'at
gönderdi. [25]
Bunlar üç kardeştiler:
İmadü'd-Devle Ebu Ali el-Hasan, Rüknü'd-Devle Ebu Ali el-Hüseyin ve Muizzu
d-Devle Ebu 1-Hüseyin Ahmed. Bunlar Ebu Şüca'm oğullarıydılar. Ebu Şüca'ın
şeceresi ise şöyledir: Ebu Şüca Büveyh b. Kabahüsrev b. Temmam b. Kum b. Şirzil
el-As-gar b. Şirgideh b. Şirgil b. Sisan b. Behramgur el-Melik b. Yezdücürd
el-Melik b. Sabur Zilektaf el-Farisî. Emir Ebu Nasr b. Makula da kendi
kitabında bunların neseplerini böyle bildirmiştir.
Bunlar, Deylem'e komşu
olduklarından ötürü kendilerine Dey-lemliler de denilmiştir. Bir zamanlar
Deylemlilerin arasında yaşamışlardı.
Babaları Ebu Şüca
Büveyh, yoksul bir balıkçı idi. Balık avlar, oğulları da odun toplarlardı.
Karısı vefat edince bu üç oğlu öksüz kaldılar, hem ölen karısı hem de öksüz
kalan bu çocukları için çok üzüldü. Bir ara arkadaşı Şehriyar b. Rüstem ed-Deylemî'nin
yanında oturmakta iken müneccimin biri geçiyordu. Çağırıp ona şöyle dedi:
"Çok garip bir rüya gördüm. Bu rüyayı bana tabir etmeni istiyorum. Şöyle
ki: Küçük abdestimi yapıyordum, penisimin ucundan büyük bir ateş çıktı. Öyle ki
neredeyse göklerin ucuna kadar ulaşıyordu. Sonra bu ateş üç kola ayrıldı, her
koldan da etrafa kıvılcımlar saçıldı. Öyle ki birçok kıvılcımlar meydana geldi.
Bütün dünya bu ateşle aydınlandi. Memleketlerin ve kulların bu ateşe boyun eğip
teslimiyet arzettik-lerini gördüm!"
Münecccim ona dedi ki:
"Bu çok büyük bir rüyadır. Bunu ancak bol para karşılığında sana tabir
ederim." Ebu Şüca: "Vallahi yanımda sana verecek bir şey yoktur.
Sadece şu ata sahibim. Al, senin olsun " deyince Müneccim ona rüyasını
şöyle tabir etti: "Bu rüya gösteriyor ki, senin sulbünden üç hükümdar
çıkacaktır. Sonra bu hükümdarlardan her birinin sülalesinden de çok sayıda
hükümdarlar ortaya çıkacaktır." Böyle tabir edince Ebu Şüca müneccime:
"Yazıklar olsun sana! Sen benimle alay mı ediyorsun?!" diyerek
çıkıştı ve oğullarına ona tokatlamalarını emretti. Sonra da ona on dirhem
verdi. Müneccim de onlara: "Bunu, siz hükümdar iken yanınıza geleceğim
zaman hatırlayın." dedi ve onları bırakıp gitti. Bu da tuhaf bir durumdu.
Bu üç kardeş
Taberistan'da Makan b. Kani adındaki bir hükümdarın yanında idiler. Merdavic,
bu kişiye musallat oldu ve hükümdarın gücü zayıfladı. Bunlar hükümdarın
yanından ayrılıp gitmek ve onu kendi akibeti ile başbaşa bırakmak hususunda
aralarında müşavere yaptılar. Neticede yanından bir grup ümera ile birlikte
çıkıp gittiler, Merdavic'in maiyetine girdiler.
Merdavic, onlara
ikramda bulundu ve onları çeşitli illere vali olarak tayin etti. İmadü'd-Devle
Ali Büveyh'e Kerh naibliğini verdi. O da orada güzel bir yönetimde bulundu.
İnsanlar etrafında toplandılar, onu sevdiler. Kerh valisi onunla savaştı,
İmadü'd-Devle onu görülmemiş bir şekilde hezimete uğrattı ve İsfahan'ı istila
etti. Beraberinde sadece 700 süvari vardı. İsfahan'da 10.000 süvariyi mağlup
etti. Halkın gözünde büyüdü.
Merdavic, bunu duyunca
ondan korkup tedirgin olmaya başladı. Üzerine bir askeri birlik şevketti. Onu
İsfahan'dan çıkardılar. Bunun üzerine İmadü'd-Devle, Azerbaycan üzerine yürüdü
ve orayı valisinin elinden aldı. Cidden çok miktarda mal ve para elde etti. Sonra
birçok şehirleri ele geçirdi. Meşhur oldu, namı her tarafa yayıldı. Güzel bir
idare ile memleketi idare etti, insanlar sevgi ve tazim ile ona yöneldiler.
Etrafında cidden çok büyük sayıda asker toplandı. Dünya makamlarını katederek
yükselmeye devam etti. Nihayet kardeşleriyle birlikte Bağdat'ı Abbasi
halifelerinin elinden aldılar ve orada hüküm sahibi oldular. Yöneticilerin
atama ve azil işlerini ellerine aldılar. Vergiler onlara Ödendi, her hususta
onların hakemliğine başvuruldu. Nitekim bu hususu ileride detaylı olarak
anlatacağız. Yardımına başvurulacak olan zat yüce Allah'tır. [26]
Ahmed b. Muhammed b.
Selame b. Seleme b. Abdülmelik Ebu Cafer et-Tahavî. Hanefi fıkıhçısıydı.
Faydalı eserlerin sahibidir. Sika ve sebatkar hadis ravilerindendir. Derin bir
ilme sahip hadis hafızı idi- Mensub olduğu Taha köyü Mısır'dadır. Kendisi
Müzenî'nin kız kardeşinin oğludur. Bu senenin zilkade ayı başında sekseniki yaşında
vefat etti. Ebu Said es-Semnanî'nin anlattığına göre, o hicretin 229. senesinde
doğmuştur. Buna göre vefat ederken doksan yaşını aşmış olması gerekir.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn Hallikan'm
e^Vefeyat adlı eserinde anlattığına göre bu zatın, dayısı Müzenî'nin
mezhebinden çıkıp Ebu Hanife'nin mezhebine geçiş sebebi şudur: Dayısı bir gün
ona: "Vallahi senden hiçbir şey olmaz!" demiş. O da kızıp dayısını
bırakmış ve Hanefi âlimlerinden Ebu Cafer b. Ebi İmran'ın yanına gidip ilim
tahsil etmeye başlamış. Nihayet Hanefi fıkhını iyice öğrenmiş, yüksek bir
şahsiyet haline gelmiş. Zamanının âlimlerinin üstünce bir seviyeye çıkmış, çok
sayıda kitaplar tasnif etmiştir. Bunlar arasında "Ahkâmü'l-Kur'ân",
"İhtilaflı 1-Ule-ma", "Ma'âni'1-Âsar" ve "Tarih-i
Kebir" vardır. Şartlarla ilgili bir kitap daha yazmıştır. Hanefi fıkhında
yüksek bir şahsiyetti. Kadı Ebu Abdillah Muhammed b. Abdullah'ın katipliğini
yapmış, Kadı Ebu Ubeyd b. Harbeveyh onu adil bir şahıs olarak kabul etmiştir. O
şöyle derdi: "Allah dayım Müzenî'ye rahmet etsin, eğer hayatta olsaydı
benden bir şey olmayacağına dair yaptığı yemin için keffaret öderdi."
Ahmed b. Muhammed b.
Selame, bu senenin zilkade ayının başında vefat etti ve Karafe'ye defnedildi.
Mezarı orada herkesçe bilinmektedir. Allah ona rahmet etsin. İbn Asakir, onun
biyografisini anlatmış; hicri 268. senede Dımışk'a geldiğini, Dımışk kadısı
Ebu Ha-zim'den fıkıh öğrendiğini söylemiştir. [27]
Ahmed b. Muhammed b.
Musa b. Nadr b. Hakim b. Ali b. Zürbi Ebu Bekir. İbn Ebi Hamid adıyla bilinir.
Beytülmal müdürlüğü yapmıştır. Abbas ed-Durî'den ve birçok kimselerden hadis
dinleyip rivayet etmiş. Darekutnî ile diğerleri de ondan rivayetlerde
bulunmuşlar-<*ır. Sika, doğru sözlü bir ravi, cömert ve övülen bir kimse
idi.
Günün birinde ilim
ehli bir adam, çok büyük borç altında kaldığından ötürü aşırı bir sevgiyle
tutkun olduğu cariyesini satmak mecburiyetinde kalmış. Fakat cariyeyi satıp
parasını aldıktan sonra cariyeden ayrıldığına son derece pişman olmuş ve ne
yapacağını bilemez hale gelmişti. Sonra cariyeyi sattığı adam da onu bir
başkasına satmış ve neticede cariye, kendisinden bahsetmekte olduğumuz İbn Ebi
Hamid'in eline geçmişti, İbn Ebi Hamid, beytülmahn idaresine bakmaktaydı.
Cariyeyi, borç yükü altında ezildiğinden ötürü satan ilk sahibi, bazı
dostlarını araya koyarak İbn Ebi Hamid'den cariyeyi geri vermesini rica etmiş
ve cariyeyi çok sevdiğini, kendisinin de ilim ehli bir insan olduğunu,
ödeyemeyecek kadar borç yükü altında kaldığından ötürü cariyeyi satmak mecburiyetinde
kaldığını söylemişti.
Bu sözleri söyledikten
sonra İbn Ebi Hamid adeta şuurunu yitirmişti. Çünkü karısı bu cariyeyi
kendisinin bilgisi olmadan satın almış ve istibrasmı beklemişti ki, kocası
İbni Ebi Hamid'e hediye olarak takdim etsin. O gün de cariyenin istibrasmm
(rahminin temizlenmesinin) son günüydü. Karısı, o cariyeye güzel elbiseler
giydirmiş, zi-netler takıp süslemiş ve kocası için hazırlamıştı. Cariye adeta
bir ay parçası haline gelmişti, çok güzeldi.
Arkadaşı, cariyeyi
geri vermesi için ona rica edip durumunu anlattığında meseleden haberi
olmadığı için İbn Ebi Hamid adeta şaşkına dönmüş, sonra durumu öğrenmek için
karısının yanına dönmüştü. Eve girdiğinde cariyenin kendisi için h; zırlanmış
olduğunu gördü. Onu bu halde görünce çok sevinmişti. Çünkü onun bu halde süslenmesini,
ilk efendisine vermek için uygun görmüştü. Süslenen cariyeyi yanına alıp
götürdü. Karısı ise cariyeyi -cinsel ilişkide bulunmak amacıyla- beraberinde
götürdüğünü sanmıştı. Cariyeyi bu haliyle ilk efendisine götürdü ve ona:
"Bu senin cariyen mi?" diye sordu. Kocası onu bu göz alıcı güzelliği
ve süslü haliyle görünce dili titremeye, kelimeleri karıştırmaya, aklım adeta
oynatmaya başladı. Çünkü cariye çok güzel görünümlü idi. "Evet, cariye
benimdir." deyince İbn Ebi Hamid: "Al, Allah sana mübarek
etsin." dedi.
Adam buna çok sevindi
ve: "Efendim, bir adamı benimle gönder de cariyenin bedelini ona teslim
edeyim." dedi. İbn Ebi Hamid: "Hayır, onun bedelini almaya
ihtiyacımız yoktur. Cariye sana helal olsun. Bedelini kendine ve ona harca.
Çünkü bedelini verdiğin takdirde yine yoksul düşmenden ve borç altında
kaldığından ötürü onu tekrar sana geri vermeyecek birine satmandan
korkuyorum." dedi. Adam: "Efendim, cariyenin üzerindeki şu zinetleri
ve takıları ne yapacağız?" diye sorunca İbn Ebi Hamid: "Bunları ona
hediye ettik, bu hediyeler artık bize geri gelmez. Bunu istemeyiz." dedi
ve ona dua etti. Adam buna cidden çok sevinip cariyesini aldı.
Kendisiyle vedalaşmak
istediği zaman İbn Ebi Hamid, cariyeye: "Şimdi beni mi yoksa şu efendini
mi daha çok seviyorsun?" diye sor-
du. Cariye de şu
cevabı verdi: "Siz bana iyilikte bulunup ihsan ettiniz. Bana yardımcı
oldunuz. Allah size hayır mükafat versin. Ama şu efendime gelince, eğer onun
benden elde ettiğini ben ondan elde etmiş olsaydım onu büyük paralar
karşılığında bile satmazdım ve onun hakkında asla kusur işlemezdim." Orada
bulunanlar küçük yaştaki bu cariyenin böyle güzel konuşmasını beğenip takdir
ettiler. [28]
Emlakinden yıllık
1.000.000 dinar gelir sağlardı. Bundan daha fazlasını hacıların yiyecek ve
içeceklerine, hacılara refakat eden taliplere, yolların ve geçiş yerlerinin
kolaylaştırılmasına harcardı. Oğlunun hilafeti zamanında son derece ihtişamlı
ve sözü geçerliydi. Oğlu öldürüldüğünde kendisi hastaydı. Oğlunun öldürülmesi,
hastalığını daha da fazlalaştırdı. Kocası Mutedid'in oğlu ve kendi oğlu
Mukte-dir'in kardeşi Kahir hilafete yerleştiğinde -ki o, Kahir'i annesi öldükten
sonra yanına alıp beslemişti- Muktedir için ricada bulunmuş ve yanma almıştı.
Ona ikramda bulunuyor ve onun için cariyeler satın alıyordu.
Kahir, oğlu Öldürülüp
yerine geçtiğinde, Şuğeb hasta olduğu halde onu büyük işkencelere maruz
bırakmış, nihayet onu başaşağı vaziyette ayaklarından asmıştı. Bu halde iken
idrarı geliyor ve idrarı yüzüne gözüne bulaşıyordu. Mallarının ne kadar
olduğunu ikrar etsin diye kendisine bu işkence yapılmıştı. Ama buna rağmen
sandıklarında elbiselerinden, zinet ve takılarından başka hiçbir şey bulunamamıştı.
Bulunan bu eşyaları da 130.000 dinar değerindeydi. Bundan başka emlaki de
vardı. Bunların satılmasını Kahir emretmiş ve satılması hususunda vekalet
verdiğine dair şehadette bulunsunlar diye bazı kimseleri şahitlik için
getirtmişti. Ama o bu halde iken şahidler onun yüzüne bakmaya ve eşkal tesbiti
yapmaya yanaşmamışlardı.
Halifenin emri ile
perde kaldırılmış ve şahitler gelerek ona: "Sen Mutedid'in cariyesi ve
Muktedirin annesi Şuğeb misin?" diye sormuşlar, o da uzun uzadıya
ağladıktan sonra; "Evet" diye cevap vermişti. Şehitler de onun
eşkalini: "Siyah tenli, dar alınlı, ihtiyar bir kadın." diye
yazmışlar. Sonra da ağlamaya başlayarak; zamanın insanı nasıl değiştirdiğini,
devranın nasıl döndüğünü, dünyanın imtihan ve bela yeri olduğunu, dünyadan ümid
edilen şeylerin korkulan şeylere karşı denk olamayacağını, doğan dünyalığın
batmaktan kurtulamayacağı-nı, dünyaya yönelen kimseyi dünyanın kendi ateşiyle
yakacağım dü-Şünmeye başladılar.
Kahir ise bu hatunun
daha Önce kendisine yaptığı iyilikleri hiç
hatırlamadı. Allah bu
hatuna rahmet etsin ve günahlarını affetsin Bu hatun yani Şuğeb, bu senenin
cemaziyelevvel ayında vefat etti ve Rusafe'ye defnedildi. [29]
Abdüsselam b. Muhammed
b. Abdülvehhab b. Sellam b. Halid b Himran b. Eban. Osman b. Affan'm
azathsıdır. Künyesi, Ebu Haşini b. Ebi Ali el-Cübbaî'dir. Kendisi kelama,
babası da kelama idi. Kendisi de, babası da Mutezilî idiler. Mutezile'nin
Haşimiye taifesi kendisine nisbet edilir. Babasının bazı eserleri olduğu gibi
kendisinin de Mutezililiğe dair eserleri vardır. Hicretin 247. senesinde doğdu,
321. senesinin şaban ayında vefat etti.
İbn Hallikan dedi ki:
«Onun Ebu Ali adında bir oğlu vardı ki bir gün Sahib b. Abbad'in yanına gitti.
Sahib ona ikramda bulunup saygı gösterdi ve ona bazı meseleleri sordu. O da:
"Bilmiyorum demek, ilmin yarısıdır." diye cevap verdi. Sahib ona şu
karşılığı verdi: "Doğru söyledin, baban da senden önce böyle diyerek ilmin
yansım bilmediğini söylemişti."» [30]
Künyesi, Ebu Bekir b.
Düreyd'dir. Ezd kabilesine mensuptur. Lügat ve nahiv âlimiydi. Maksure adlı
şiirin sahibidir. Meşhur bir şairdir. Hicretin 223. senesinde Basra'da doğdu,
ilim tahsili ve edebiyat öğrenmek için çeşitli şehirlere seyahatlerde bulundu.
Babası varlıklı kimselerdendi. Orada yaşlamncaya kadar ikamet etti. Nihayet bu
senede Bağdat'da vefat etti.
Abdurrahman b.
Ahi'l-Asmaî'den, Ebu Hatim'den ve Riyaşî'den rivayetlerde bulundu. Ebu Said
es-Sayrafî, Ebu Bekir b. Sazan, Ebu Ubeydullah b. Merzüban ve diğerleri de
kendisinden rivayetlerde bulundular. Anlatıldığına göre bu şair, âlimlerden
daha bilgili idi. Ancak aşırı şekilde şarap içerdi.
Ebu Mansur el-Ezherî
dedi ki: "Yanma gittim, sarhoş olduğunu gördüm, bir daha da ziyaretine
gitmedim."
Darekutnî'ye onun
hakkında sorduklarında: "Onun aleyhinde konuşmuşlardır." dedi.
İbn Şahin dedi ki:
"Yanına giderdik, evinin duvarlarına astığı ud-ları, eğlence aletlerini,
saf şarabı görünce utanırdık. O zaman kendisi doksanı aşıp 100 yaşına
yaklaşmıştı."
Ahmed b. Hasan bu
senenin şaban ayının bitimine oniki gün kala çarşamba günü vefat etti. Aynı
günde Mutezilî Ebu Haşim b. Ebi Ali el-Cübbaî de vefat etmiş, ikisinin üzerine
cenaze namazı kılınmış ve Hayzuran mezarlığına defnedilmişlerdi. O zaman
insanlar: "Bugün, lügat âlimi ile kelam âlimi öldü." demişlerdi. O
gün, çok yağmurlu bir İbn Düreyd'in eserleri, yirmi ciltlik bir eser olan
"el-Cemhere fı'l-Lüga", "Kitabü'l-Matar",
"Maksure"dir. Ayrıca Maksur ve memduda dair başka bir kaside ve diğer
eserler. Allah onu affetsin. [31]
Bu senede Bizans
imparatoru 50.000 askeriyle birlikte Malatya'ya hücum etti. Şehri kuşatma
altına aldı, sonra halka eman verdi. Şehire girdikten sonrada çoğunu öldürdü ve
sayılamayacak derecede çok sayıda insanı esir aldı. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi
râciûn. (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).
Bu senede gelen
haberler arasında Merdavic'in İsfahan'ı Ali b. Büveyh'in elinden aldığı, Ali b.
Büveyh'in Errecan'a gittiği ve orayı ele geçirdiği vardı. İbn Büveyh, halifeye
haber göndererek itaatini ve ona yardımcı olacağını, şayet imkan bulursa
hilafet sarayının şerefli eşiğini öpeceğini, izin verildiği takdirde halifenin
huzuruna çıkacağını, sonra da Şiraz'a gidip İbn Yakut'la beraber olacağını
bildirdi. Bundan sonra Şiraz'a gitti ve orasını vali İbn Yakut'la şiddetle
savaştıktan sonra ele geçirdi.
Bu savaşta İbn Büveyh,
İbn Yakut ve adamlarını mağlub etti. Onlardan bir kısmını öldürdü, bir kısmını
esir aldı. Güçlenince esirleri serbest bıraktı, onlara ihsanda bulundu, hil'at
giydirdi. Halka adaletle davrandı. Yanında çok miktarda mal ve para vardı ki,
bunları Isfahan, Kerh, Hemedan ve diğer mıntıkalardan elde etmişti. Alice-nâb,
cömert bir adamdı, etrafında bulunan askerlere bol maaş verirdi. Sonra o Şiraz'da
iken bir zaman yoksul düştü. Askerler ondan erzaklarını taleb ettiler. O da
hakimiyet ve nizamının çözüntüye uğramasından korktu. Bir gün, akibetini ve
içinde bulunduğu durumu düşünerek sırt üstü uzanmıştı. Böyle uzanmış iken
tavandaki yarıklardan birinden bir yılanın çıktığını ve başka bir yarığa
girdiğini gördü. Tavandaki yarıkların kapatılmasını emretti. Adamları bu işle
uğraşırlarken, tavanda çok miktarda yaklaşık 500.000 dinar kadar altın
buldular. Bu paraların bir kısmını askerlere sarfetti. Yine de yanında Çok
miktarda para kaldı.
Yine bir gün şehrin
çevresinde dolaşmaya çıkmıştı. Geçmiş ihsanların yaptıkları binalara bakmak ve
onlardan ibret almak istiyordu. Dolaşmakta iken atının bastığı yer çöktü.
Oranın kazılmasını emretti ve kazıldığında orada da çok miktarda para buldular.
Bir terziye, kendisine
bir elbise yapsın diye kumaş vermişti. Ania terzi elbisenin dikimini
geciktirince huzuruna getirilmesini emretti Terzi huzura gelip durduğunda onu
tehdit etmeye başladı. Ama terzi sağırdı, iyi duyamıyordu ve kendisine şöyle
hitab etti: "Allah'a yemin ederim ki ey hükümdar; Ibn Yakut'a ait sadece
yanımda oniki sandık vardır, ama sandıkların içinde ne bulunduğunu
bilmiyorum."
İbn Büveyh,
sandıkların getirilmesini emretti. Getirilen sandıklar açıldığında içlerinde
300.000 dinara yakın para bulunduğunu gördüler. Ayrıca Yakub b. Leys'e ait
birçok emanet malları da buldu ki bu mallar arasında sayılamayacak ve evsafı
belirtilemeyecek kadar çok kıymetli şeyler vardı.
Böylece İbn Büveyh'in
durumu kuvvetlendi, hakimiyeti büyüdü. Bütün bunlar, Cenâb-ı Allah'ın -açlık ve
yokluktan sonra- onun için murad ettiği ve takdir kıldığı dünyevi saadetle
ilgili şeylerdi.
"Rabbin
dilediğini yaratır ve seçer." (el-Kasas, 68.)
Veziri İbn Mukle,
Radi'ye mektup yazarak mıntıkasmdaki arazileri senelik 1.000.000 dinara ikta
olarak kendisine vereceğini bildirdi. Radi de buna olumlu cevap vererek kabul
etti. O da Radi'ye hil'atlar, sancak ve hükümdarlık nişanlan gönderdi.
Bu senede halife
Kahir, İshak b. İsmail en-Nobahtî ile Ebü's-Se-raya b. Hamdan adındaki iki
büyük komutanı öldürdü. İshak, ümeraya Kahir'in halifeliğe geçirilmesini daha
önceleri tavsiye eden kişiydi. Ebü's-Seraya ise babasının en küçük oğlu idi.
Kahir'in bunları öldürmesinin sebebi şuydu: Bunlar daha önceleri iki şarkıcı
cariyenin pa-zarlanması esnasında Kahir'e nisbetle şarkıcılara daha fazla para
vereceklerini söyleyerek pazarlığı kizıştırmışiardı. Kahir de bu yüzden onlara
öfkelenmişti. Onları bir gece sohbetine davet etti. Güzel kokular sürünerek
huzuruna geldiler. Fakat Kahir onların sohbet meclisi yakınındaki bir kuyuya
atılmalarını emretti. Kendisine her ne kadar yalvarıp yakardılarsa da Kahir
onlara merhamet etmedi. Onları kuyuya attınp kuyunun ağzını kapattırdı. [32]
Bunun sebebi şuydu:
Vezir Ali b. Mukle, hadim Munis'in yakalanması esnasında kaçarak kendi evinde
gizlenmişti. Askerlerle gizlice mektuplaşıyor, haberleşiyor ve onları Kahir'e
karşı kışkırtıyordu. Ayrıca onları Kahir'in zulmünden, safvetinden,
cüretkarlığından, insanları amansız yakalayişmdan ötürü korkutuyordu. Kahir'in
kendi hilafet sarayında büyük komutanları yakalayıp içine atmak için hücreler
hazırladığını, öldürmek içinde içine yuvarlayacağı tehlikeli yerler yaptırdığını
bildirdi ve bu hususta bazı örnekler verdi. Onları Ka-jür'i yakalamaya teşvik
etti.
Büyük komutanlar bunun
üzerine bir araya gelip toplandılar ve hemen Kahir'in hakkından gelmek
hususunda görüş birliği yaptılar. Sima adıyla bilinen komutanla birlikte
harekete geçerek hilafet sarayına yürüdüler, kuşatma altına aldılar. Sonra
diğer kapılardan içeri hücum ederek mahmur vaziyette ve hamamın damında
gizlenen Ka-hir'i yakaladılar. Tarif el-İşkerî'nin makamında hapsettiler.
Tarifi de zindandan çıkardılar. Vezir Hasibî ise, kadın kılığına bürünerek
çıkıp gitti. Bağdat şehrinin düzeni bozuldu. Her taraf yağmalandı. Bu hadise
bu senenin cemaziyelevvel ayının üçünde, cumartesi günü vuku-bulnıuştu ki, bu
ayda Muktedir'in annesi Şuğeb de vefat etmişti. Şu-ğeb'in vefatı ile Kahir'in
yakalanıp gözlerine mil çekilmesi ve çeşitli işkencelere maruz bırakılması
arasında sadece bir senelik bir süre geçmişti. Cenâb-ı Allah, böylece Şuğeb'in
intikamını ondan aldı.
Sonra komutanlar,
Kahir'in huzura getirilmesini emrettiler. Huzura getirildiğinde gözlerine mil
çektiler. Öyle ki gözleri yanaklarının üzerine aktı. Böylece İslâm tarihinde
misli işitilmemiş büyük bir hadise meydana gelmiş oldu. Gözlerine mil
çektikten sonra komutanlar onu serbest bıraktılar. Bazan hapsediliyor, hazan
salıveriliyordu. Hicretin 333. senesine kadar yaşadıktan sonra öldü. Yoksul
düşmüştü. Hatta bir gün Mansur Camii'nde kalkıp dilenmişti. Cemaattan biri ona
500 dinar vermişti. Anlatıldığına göre o, kendisine böyle yapanları çirkin
göstermek için dilenmişti. Onun biyografisini ölümünden bahsederken
anlatacağız. [33]
Radi Billah
Ebü'l-Abbas Muhammed b. el-Muktedir Billah. Askerler Kahiri hal' edip
gözlerine mil çektiklerinde Ebü'l-Abbas Muhammed b. Muktedir Billah'ı huzura
getirip hilafet bey'atında bulundular ve ona Radi Billah lakabını taktılar.
Ebu Bekir es-Solî ona, Mardi Billah lakabının takılmasını tavsiye ettiyse de
bunu kabul etmediler, Radi Billah'a bu senenin cemaziyelevvel ayının altısında
çar* samba günü bey'at edildi. Âmâ olan Kahir'i getirdiler, Gözlerine mil
çekilmişti. Radî'nîn huzurunda durdu. Ona hilafet selamım verdi. Hilafet
alametlerini ona teslim etti. Radi de hilafet yükünü omuzladı. Radi -ileride de
anlatılacağı gibi- seçkin halifelerden biri oldu.
Radi, Ebu Ali b.
Mukle'yi huzuruna getirtti. Onu vezirliğe tayin etti. Ali b. İsa'yı da onunla
beraber nazırlığa atadı. Kahir tarafından hapse atılan bütün mahkumları serbest
bıraktı. Kahir'in tabibi isa'yı huzuruna getirtti ve onu 200.000 dinar para
cezasına çarptırdı ve Kahir'in ona bıraktığı emanetleri teslim aldı. Bu
emanetler çok miktar da, altın, gümüş ve kıymetli mücevherlerden ibaretti.
Bu senede İsfahan'da
Merdavic'in durumu kuvvetlendi. İnsanlar onun Bağdat'ı almak istediğini, Bahreyn
valisi ve Karmatîlerin reisi ile işbirliği içinde olduğunu, bu ikisi ile
devleti Araplardan alarak Acemlere teslim etmek hususunda bir ittifakta
bulunduklarını söylediler.
Merdavic kendi
reayasına, özellikle has adamlarına kötü muamelede bulunuyordu. Onlar da
kendisine karşı cephe oluşturdular ve onu öldürdüler. Öldürme işini en has
adamlarından ve kölelerinden Yahküm üstlenmişti. Allah, onun yüzünü ak etsin.
Yahküm, Hacer-i Esved'i Karmatîlerin elinden kurtaran kişidir. Bu mübarek taşı
onlardan 50.000 dinara satın almış ve Ka'be'deki yerine koymuştu. Emir Yahküm,
Merdavic'i öldürünce Ali b. Büveyh'in durumu kuvvetlendi. İnsanlar nazarında
kadri yüceldi. Onun akibeti ile ilgili açıklama ileride verilecektir.
Kahir hal' edilip
hilafete Radi geçince, Muktedir'in dayısı oğlu ve Mah, Küfe, Dinever ile
Masebazan valisi olan Harun b. Arib hilafete göz dikti. İnsanları kendisine
bey'ata davet etti. Etrafında çok sayıda asker ve komutan toplandı. Mal
topladı, durumu kuvvetlendi. Bağdat'a yöneldi. Haciblerin reisleri, bütün
Bağdat askerleri ile birlikte ona karşı çıktı. İki taraf savaştı. Savaşın devam
ettiği günlerden birinde Harun b. Arib, Muhammed b. Yakut'u esir düşürmek için
bir tuzak kurmak amacıyla etrafı dolaşmaya çıkmıştı. Atı sırtını kam-burlaştırıp
adeta kendini bir köprü şekline sokarak onu nehire attı. Kölesi de onu vurup
öldürdü, başını koparıp Muhammed b. Yakut'a götürdü. Adamları hezimete
uğradılar, Muhammed b. Yakut, dönüp Bağdat'a girdi. Harun b. Arib'in kesik başı
bir mızrağın ucuna geçirilmişti. İnsanlar bu durumu görünce çok sevindiler. O
gün cidden görülmesi gereken muhteşem bir gündü.
Bu senede Bağdat'ta
Ebu Cafer Muhammed b. Ali eş-Şelmeganî adında bir adam ortaya çıktı. Kendisine
İbnü'l-Arefe de deniliyordu. Anlatıldığına göre o, Hallac-ı Mansur'un iddia
ettiği uluhiyyet davasında bulunuyordu. Muktedir'in halifeliği zamanında da
Hamid b. Abbas'm nezdinde onu yakalamışlardı. Tenasüh inancına sahip olduğunu
söyleyerek onu itham ettiler, ama o bunu kabul etmemişti.
Bu defa Radi Billah,
onu huzuruna çağırttı ve halkın anlattığı şeylerin doğru olup olmadığım sordu.
O da bir kısmını inkar etti, sonra bir kısmını da ikrar etti. Ulema cemaati,
bu sözlerinden vazgeçip tevbe etmemesi durumunda kanının helal olacağına dair
fetva verdiler, ama o tevbeye yanaşmadı. Kendisine seksen kırbaç vuruldu. Sonra
boynu vuruldu ve Hallacın gittiği yere gönderildi. Kendisiyle beraarkadaş İbn
Ebi Avn da öldürüldü. Allah ona lanet etsin.
Bu mel'un,
Şelmeganî'nin iddia ettiği küfür hususunda onu tasdik eden ve ona tabi olan
kimseler arasındaydı. İbnü'1-Esir, "el-Ka-mil" adlı eserinde bu
kafirlerin mezheplerini detaylı ve güzel bir şekilde açıklamış ve mezheplerini
Nusayriye mezhebine benzetmiştir.
Şaş mıntıkasında
peygamberlik iddiasında bulunup harikalar ortaya koyan ve birçok hileler izhar
eden bir adam ortaya çıkmış, askerler gelip onu öldürmüşlerdi. Böylece
çıkardığı fitne sönmüştü. [34]
Bu senede İfrikiyye
hakimi ve yalancı Fatimi halifelerinin ilki Mehdi Ebu Muhammed Ubeydullah öldü.
Alevi olduğunu iddia ediyor ve Mehdi lakabını kullanıyordu. Mehdiye şehrini
inşa etmiş ve orada bu senede altmışüç yaşında ölmüştü. Rukade'ye girdiğinden
ve imamlık iddiasında bulunduğundan ölümüne kadar hakimiyeti yirmidört sene
bir ay yirmi gün sürmüştü. Şehametli ve yürekli bir adamdı. Kendisine muhalif
olan, kendisine düşmanlık eden ve kendisiyle savaşan bir cemaatı mağlub
etmişti.
Kendisi öldükten sonra
hilafet işini oğlu Ebü'l-Kasım üstlenmişti. Ebü'l-Kasım, Kaimbiemrillah
lakabını almıştı. Babası öldüğünde, işleri yoluna koyuncaya kadar ölümünü
halktan gizlemiş, işler tam istediği gibi rayına oturduktan sonra açıklamıştı.
Bundan sonra insanlar da ona başsağlığı dileklerini sunmuşlardı. O da babası
gibi şehametli ve yürekli bir adamdı. Ülkeler fethetmiş, müfrezelerini
Bizans'a kadar göndermişti. Mısır diyarını ele geçirmeye niyetlenmiş, ama bunu
başaramamıştı. Mısır diyarını ancak torunu ve Kahire şehrinin banisi Muiz
el-Fatımî ele geçirmişti. Nitekim Allah dilerse bunu ileride anlatacağız.
İbn Hallikan,
"el-Vefeyat" adlı eserinde dedi ki: «Sözünü ettiğimiz bu Mehdi'nin
nesebi hususunda cidden çok ihtilaflar vardır. "Kayre-van Tarihi"
adlı eserin sahibi demiş ki: "Onun soy kütüğü şöyledir: Ubeydullah b.
Hasan b. Muhammed b. Ali b. Musa b. Cafer b. Muhammed b. Ali b. Hüseyin b. Ali
b. Ebi Talib."
Başkaları ise onun soy
kütüğünü şöyle belirtmişlerdir: "Ubeydul-!ah b. Taki Hüseyin b. Vefı b.
Ahmed b. Radi Abdullah b. Muhammed b. Muhammed b. İsmail b. Cafer
es-Sadık."»
Soy kütüğünün daha
başka isimlerden oluştuğunu söyleyenler de vardır.
Muhakkikler, nesebi
hakkında ileri sürdüğü iddiaları reddetmektedirler.
Ben derim ki:
Aralarında İsferayinî, Kadı Bakillanî ve Kudurî'nin
de bulunduğu birkaç
imam, bunların iddia ettikleri gibi neseplerinin sahih olmadığını
söylemişlerdir. Ubeydullah el-Mehdi'nin babası Sü-lemiye'de Yahudi bir kuyumcu
idi. Adının Sa'd olduğu söylenir. Kendisine Ubeydullah lakabını takan kişi,
üvey babası Hüseyin b. Ahmed b. Muhammed b. Abdullah b. Meymun el-Kaddah'tır.
Kaddah denilmesinin sebebi, gözleri güzelleştiren bir sürmeci oluşundan
ötürüdür Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi bu beldelerde onun için zemin
hazırlayan kişi, Şiî Ebu Abdillah'tır. Sonra onu buralara çağırmıştı, o da
doğu tarafından buraya geldiğinde Sicilmase valisinin pençesine düşmüş, vali
kendisini zindana attırmıştı. Şiî Ebu Abdil-îah, onun için çok çaba sarfetmiş,
nihayet onu valinin elinden kurtarmış ve yönetimi teslim etmişti. Fakat daha
sonra Şiî Ebu Abdillah yönetimi ona verdiğine pişman olmuş ve onu Öldürmek
istemişti. Ubeydullah onun bu niyetini anlayınca Şiî Ebu Abdillah'a katilleri
göndermiş ve kardeşiyle birlikte onu Öldürtmüştü.
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre Şiî Ebu Abdillah, Ubeydullah Mehdi'nin bulunduğu zindana girdiğinde
Sicilmase valisinin onu öldürdüğünü görmüş ve zindanda tanınmayan başka bir
mahkumla karşılaşmış, onu alarak insanların huzuruna çıkarmıştı. Çünkü o, insanlara
Mehdi'nin Sicilmase zindanında mahpus olduğunu ve onun uğruna savaştığını
söylemişti. Onu insanların huzuruna çıkardığında: "İşte Mehdi
budur!" demişti. O adama da kendisine tenbihlediği şeylerden başka bir söz
söylememesini, aksi takdirde onu öldüreceğini bildirmişti. Böylece insanlar
onu Mehdi diye kabul ettiler. Durumu kuvvetlendi. İşte Mehdi kıssası budur.
Bunlar da onun sülalesinden-dirler. Doğrusunu Allah bilir.
Sözünü ettiğimiz bu
Mehdi, hicretin 260. senesinde doğmuştur. Daha önce veya daha sonra doğduğuna
dair zayıf rivayetler de yardır. Doğum yeri Sülemiye'dir. Kûfe'de doğduğuna dair
zayıf bir rivayet de vardır, doğrusunu Allah bilir. Sicilmase dönüşünde Rukade
ve Kayre-van şehirlerindeki camilerin minberlerinde hicri 297. senenin
rebiyü-lahir ayının bitimine yedi gün kala cuma gününde ilk olarak onun için
dua ©dildi. Geçen Senede yani hicri 296, sinenin zilhicce ayında orada ortaya
çıktığında o yörelerdeki Abbasi hakimiyeti d© sona ermişti. Mehdi ve
sülalesinin hakimiyeti hicri 567, senede Adid'in hükümdarlığa geçişine kadar
devam etmişti.
Mehdi, kendi kurduğu
Mehdiye şehrinde bu senede meşhur rivayete göre altmış yaşını aşmış olarak
rebiyülevvel ayının ortasında vefat etti. Cenâb-ı Allah, insanların
mezarlarında dirilip haşir yerine gittikleri kıyamet gününde amir ile memur
arasında hükmünü verecektir. [35]
Bu zat Dinever
şehrindendir. Mısır kadılığı yapmıştır. Babasından naklettiği hadisleri meşhur
kitaplarına dere etmiştir. Kendisi bu senenin rebiyülevvel ayında Mısır kadısı
iken vefat etmiştir. [36]
Muhammed b. Ahmed b.
Kasım Ebu Ali er-Ruzbarî. Adının Ahmed b. Muhammed olduğu veya Hüseyin b.
Hemmam olduğu hususunda çeşitli rivayetler varsa da sahih olan rivayete göre
asıl adı Ahmed b. Muhammed1 dir. Bağdat asıllı olup Mısır'a yerleşmiştir.
Reislerin, vezirlerin ve divan kâtiplerinin soyundan gelmektedir. Cüneyd-i
Bağdadî ile arkadaşlık etmiş, ondan hadis dinlemiş ve birçok hadisi hafızasına
yerleştirmiştir. İbrahim el-Harbî'den fıkıh, Sa'İeb'den de nahiv ilmini
öğrenmiştir. Çok sadaka verir, yoksullara ihsanda bulunurdu. Yoksul birine
birşey vermek istediği zaman o şeyi avucuna koyar ve yoksulun elinin alt
tarafına götürürdü. Sonra yoksul o şeyi onun elinden alırdı. Böyle yapmakla, yoksulun
elinin kendisinin elinin altında olmamasını isterdi.
Ebu Nuaym dedi ki: Ebu
Ali er-Ruzbarî'ye, şarkı ve eğlence sözlerini dinleyip kendisinin durumların
değişikliği ile etkilenmeyen bir mertebeye ulaştığını iddia eden bir kimsenin
durumunu sorduklarında şu cevabı vermişti: "Evet, o bir mertebeye
ulaşmıştır ama Cehen-nem'in Sakar tabakasına ulaşmıştır!"
Ebu Ali er-Ruzbarî
dedi ki: "İşaret açıklamak demektir. Onda işaret edilenden gelen vecd
vardır, başka şey yoktur. Hakikatte illetler, işareti tashih ederler, illetler
hakikat olmayan şeylerden uzaktırlar.
Kötülük yaptığın halde
sana iyilik yapılması, aldanmışlığını gösterir, O gaman sen Allah'a yörıeüp
tevbe etmezim. Zannedersin ki, hatalarm bağışlanmış ve hakikatler de sana
açıklanmıştır,
Gönüller, hakkı
müşahede etme arzusuna kapıldılar ve gönüllere hakkın isimleri bırakıldı.
Tecelli zamanına kadar gönüller hakkın zatını bırakıp isimlere yöneldiler.
İşte şu ayetin sırrı da budur:
"En güzel isimler
Allah'ındır. O'na o isimlerle dua edin." (ei-A'râf,180.)
İşte gönüller bu
isimlerle oyalandılar ve hakkı idrak edemediler. Cenâb-ı Allah, isimlerini
ortaya koyup halka açıkladı ki, aşıklarının Şevki onunla dinsin. Ariflerin
kalpleri onunla ünsiyet peyda etsinler.
Sabretmeyen kimsenin
rızası da olmaz. Şükretmeyen kimsenin kemali olmaz. Arifler, Allah ile onun
muhabbetine kavuştular, nimet lerine şükrettiler. Allah'a müştak olanlar,
aşklarının tadını mükaşef esnasında tadarlar. Allah'ın yakınlığına visal ruhu
ile kavuşmak bal dan daha tatlıdır.
Üç şey kendisine nasib
olan kimse, âfetlerden korunmuş demektir: Kanaatkar bir kalp ile birlikte aç
bir karna sahip olmak, hazırda bulunan bir zahidlikle birlikte sürekli
yoksulluk, devamlı bir kanaatle birlikte eksiksiz bir sabır.
Dünyayı kazanmakta
nefislerin zilleti; ahireti kazanmakta ise nefislerin izzeti vardır. Fani
dünyayı elde etmek için alçalmayı, baki olan ahireti elde etmek yolunda
yükselişe ve izzete tercih eden kimseye çok şaşıyorum.
"Herşeyimi
kaybetsem dahi hiç hayret etmem. Bende kalan bazı şeylerin nasıl bende
kaldığına şaşıyorum. Telef olan canının geri kısmını tutmaya bak;
Canın bedeninden
ayrılmadan önce kalan kısmına sahip ol, işte bu son nefes demidir," [37]
"Dokumacıların
hayırlısı" anlamına gelen "Hayrü'n-nessac" Ebü'l-Hasan es-Sofî
diye tanınırdı. Salih hallerin sahibi, meşhur kerametleri ortaya koyan büyük
şeyhlerdendir. Sırri es-Sakatî ve diğer meşa-yih ile arkadaşlık etmiştir. 120
sene yaşamıştır. Vefat edeceği zaman evinin köşesine bakıp: "Allah sana
rahmet etsin; sen de emir kulusun, ben de emir kuluyum. Bana verilen emir
mutlaka yerine gelecektir. Ama benim vereceğim emir yerine gelmeyebilir
de." dedikten sonra kalkıp abdest almış, namaza durmuş, namazını uzatmış
ve vefat etmişti. Allah ona rahmet etsin. Vefatından sonra adamın biri onu
rüyasında görmüş ve: "Allah sana nasıl muamele etti?" diye sormuş; o
da şu cevabı vermişti: "Çekilmez olan dünyanızdan kurtulup rahatımızı
bulduk." [38]
Bu senede İbn Şenbuz
adındaki kurra, vezir Ali b. Mukle'nin huzuruna getirildi. Bazı şaz
kıraatlerde bulunduğundan ötürü fıkıhçılar ve kurralardan bir cemaat onu
suçladılar. O da bu suçlamaların bir kısmım kabul etti, bir kısmını kabul
etmedi. Tevbe etmesi istenildi ve yaptıklarından vazgeçtiğine dair yazılı ifade
verdi. Kendisine vezirli b. Mukle'nin emri üzerine yedi kırbaç vuruldu. Sonra
Basra'ya sürgün edildi. İbn Şenbuz vezire: "Elleri kopsun, düzeni
boğulsun." diye beddua etti ve bu bedduası kısa zamanda gerçekleşti.
Bu senenin
cemaziyelahir ayında Bağdat'ın doğu ve batı yakasının güvenlik kuvvetleri
komutanı İbnu 1-Haresî; Hanbeli vaizlerinden Ebu Muhammed el-Berbeharî
taraftarlarından iki kişinin dahi bir araya gelmemesi için duyuruda bulundu ve
onun adamlarından bir kısmını hapse attırdı. İbn Berbeharî, bir süre gizlendi
ve ortaya çıkmadı.
"el-Muntazam"
adlı eserinde Ibnü'l-Cevzî dedi ki: "Bu senenin
mayıs ayında bulutlar
yığıldı. Sıcaklık cidden şiddetlendi ve mayıs ayının son gününde
(cemaziyelahirin yirmibeşinde) şiddetli bir fırtına esti. Dünya karardı ve bu
karanlık ikindi sonrasına kadar devam etti. Daha sonra biraz hafifledi,
yatsıdan sonra ise eski normal haline
döndü.
Bu senede askerler
erzaklarının geç verildiğinden şikayetçi olarak vezir Ali b. Mukle'nin evine
hücum ettiler. Duvarlarım delerek anbarlarmdaki erzakı aldılar. Mevazün yolunda
yangın çıktı. Halkın birçok eşyası yandı. Halife Radi, onların zayi olan
mallarının bedelini
verdi.
Bu senenin ramazan
ayında bir ümera grubu toplanarak Cafer b. Müktefî'ye bey'at ettiler. Vezir,
durumlarından haberdar olup Cafer'i hapse attı, evini yağmalattı. Ona bey'at
eden ümera cemaatini hapse attı, böylece bu fitne ateşi söndü.
Bu senede hacılar Emir
Lülü himayesinde hacca gittiler. Yolda Ebu Tahir el-Karmatî karşılarına çıktı.
Çoklarını öldürdü, onlardan hezimete uğrayanlar da Bağdat'a döndüler. Bu senede
Irak yolundan hacca gidiş iptal edildi.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senede Bağdat ve Kûfe'ye misli görülmemiş miktarda çok yıldız düştü. Daha
önce buna yakın sayıda bile yıldız düşmemişti.»
Bu senede pahalılık
görüldü, öyle ki bir ölçek buğday 120 dinara kadar satılır oldu.
Sahih rivayetlere
göre, bu senede Merdavic b. Ziyad ed-Deylemî öldürüldü. Allah onu kahretsin.
Hem kalbi hem de gidişatı bozuk bir kimseydi. Süleyman (a.s.)'ın ruhunun kendisine
hulul ettiğini iddia ederdi. Altından bir tahtı vardı, üzerinde oturur,
Türkleri karşısında durdururdu. Onların Süleyman peygamberin emrine girmiş
cinler olduklarını söylerdi. Askerlerine fena muamelede bulunur, onlara son
derece hakaret ederdi. Askerleri fırsat bulup onu hamamda feci bi-Çİmde
öldürünceye kadar bu tutumunu devam ettirdi. Kölesi Türk Yahküm onu öldürdü.
Rüknü'd-Devle b. Büveyh onun yanında rehine
idi. Öldürülünce
serbest bırakıldı. Yahküm, rehine ve tutukluları ha lifenin izni ile zindandan
çıkarıp Bağdat'a götürdü, sonra bunlar Bas" ra'ya gidip oraya yerleştiler.
Deylemlilere gelince,
onlar Merdavic'in kardeşi Şemgir'e haber göndererek yanlarına gelmesini
istediler, Gittiğinde kendisini yalına yak yolda karşıladılar. Mülkleri ve hakimiyetleri
yok olmasın diye onu başlarına hükümdar yaptılar. Şemgir'e karşı Horasan ve
Hora-san'a bağlı mıntıkaların valisi Melik Said Nasr b. Ahmed es-Samanî karşı
çıktı. Onunla savaştı, çok sayıda beldeyi onun elinden aldı.
Bu senede halife Kaim
Biemrillah el-Fatımî, bir orduyu İfrikiy-ye'den deniz yoluyla Frank taraflarına
şevketti. Bu ordu Cenova şehrini fethetti. Bol miktarda ganimet elde edip
salimen geri döndü.
Bu senede
İmadü'd-Devle, İsfahan'a asker şevketti ve istila etti Cebel mıntıkasını da ele
geçirdi. Memleketi cidden genişledi.
Bu senede Horasan'da
şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Çok sayıda insan öldü, öyle ki ölüleri
defnetme işinin üstesinden gelemediler. Bunu kara kara düşünmeye başladılar.
Bu senede Musul valisi
Nasiru d-Devle Ebu 1-Hasan b. Hamdan, amcası Ebü'1-Alâ Said b. Hamdan'ı
öldürdü. Çünkü amcası Musul'u onun elinden almak istiyordu. Halife de ona karşı
veziri Ali b. Muk-le'yi büyük bir orduyla şevketti. Nasirü'd-Devle kaçtı. Vezir
İbn Muk-le'nin Musul'da ikameti uzun sürüp Nasirü'd-Devle'yi ele geçireme-yince
bu defa Bağdat'a geri döndü. Böylece Musul şehri Nasiru d-Dev-le'nin elinde
kaldı. Halifeye haber göndererek o mıntıkayı kendisine bırakmasını teklif etti.
Bu teklifi kabul edildi ve durum eskisi gibi devam etti.
Bu senede hacılar yola
çıktılar. Karmatî, yollarını kesti, onlarla savaştı, mağlub etti. Hacılar ondan
eman dilediler. O da Bağdat'a geri dönmeleri koşuluyla onlara eman verdi ve
geri döndüler. Bu sene bütün hacı adayları hacca gidemediler. [39]
Asıl adı, İbrahim b.
Muhammed b; Arefe b. Süleyman b. Muğire b. Habib b. Mühelleb b. Ebi Süfra
el-Ezdf dir. Künyesi, Ebu Abdillah el-Atikî'dir. Nahivci Nefteveyh diye tanınr.
Nahiv ilmine dair eserleri vardır. Hadis dinlemiş ve hadis ulemasından
rivayetlerde bulunmuş, sika raviler de kendisinden hadis rivayet etmişlerdir.
Doğru sözlü bir zattı. Güzel şiirleri vardır.
Hatib Bağdadî der ki:
«Nefteveyh bir bakkala uğramış ve: "Ey ih-Hvar Derbürrasin'e nereden
gidilir?" diye sormuş, ancak 'Derbürra-flin1 derken 'Derburrevasi'ni
kasdetmişti. Bakkal komşusuna dönüp «öyle demiş: "Allah oğlumu kahretsin,
pancar almaya gitti, ama gecikti. Şimdi pancar yanımda olsaydı pancar
demetiyle şu adamın suratına vururdum!"
Bakkal böyle deyince
Nefteveyh ona cevap vermeyip hemen dükkanın önünden çekip gitmişti.
Nefteveyh, bu senenin
safer ayında seksenüç yaşında vefat etti. Hanbelilerin reisi Berbeharî cenaze
namazını kıldı ve Dar-ı Küfe mezarlığına defnedildi. Ebu Ali el-Kalî,
"el-Emalî" adlı eserde onun için şu şüri okumuştur:
"Senin iki
yanağından Ötürü kalbim yufkaldı. Benim gönlüm senin kirpiklerinin kuvveti
karşısında çok zayıf düşmüştür.
Kendi nefsine işkence
edene niçin acımıyorsun.
O, kendine haksız yere
zulmediyor, arzusu ise sana yöneliyor."»
İbn Hallikan dedi ki:
«Nefteveyh'in hakkında el-İmâme, İ'cazü'l-Kur'ân ve diğer kitapların sahibi
meşhur kelamcı Ebu Muhammed Abdullah b. Zeyd b. Ali b. Hüseyin el-Vasıtî demiş
ki: "Bir fasıkı görmek istemeyen kimse Nefteveyh'i görmemeye gayret
sarfetsin. Allah onu, kendi adının yarısı (neft) ile yaksın, geride kalan
yarısı (veyh) ile de kendine İmdat!' diye bağırtsın."»
Saalibî dedi ki:
"Çok çirkin olduğundan ötürü ona Nefteveyh adı verilmiştir."
İbn Haîeveyh dedi ki:
"Nefteveyh'den başka adı İbrahim ve künyesi de Ebu Abdillah olarak
bilinen başka bir kimse yoktur." [40]
Abdullah b. Abdüssamed
b. el-Mühtedi Billah el-Haşimi el-Abba-sî- Beşşar b. Nasr el-Halebî'den ve diğerlerinden
hadis rivayet etti.
Darekutnî ile
diğerleri de ondan hadis rivayet ettiler. Sika ve faziletli bir Şafiî
fıkıhçısı idi. [41]
Künyesi, Ebu Nuaym
el-Esterabadî'dir. Bu da hem muhaddis de
Şafiî fıkıhçısı idi. Bu senede seksenüç yaşında vefat etti. [42]
Ali b. Fadl b. Tahir
b. Nasr b. Muhammed Ebü'1-Hasan ed-Delhî Hadis toplamak uğruna çok yerlere
seyahatlerde bulundu. Güvenili bir hadis hafızı idi. Ebu Haşim er-Razî ile
diğerlerinden hadis dinle di. Darekutnî ile diğerleri de ondan hadis dinleyip
rivayet ettiler[43]
Muhammed b. Ahmed b.
Esed Ebu Bekir el-Hafız. İbn Bestibnan adıyla bilinir. Zübeyr b. Bekkar ile
diğerlerinden hadis rivayet etti Darekutnî ile diğerleri de ondan rivayetlerde
bulundular. Bu senede seksen yaşını aşmış olarak vefat etti. [44]
Bu senede askerler
gelip hilafet sarayını çembere aldılar ve: "Halife Radi bizzat dışarı
çıksın, yanımıza gelsin ve cemaata namaz kıldırsın." dediler. Halife de
çıkıp onlara namaz kaldırıp hutbe irad etti.
Köleler, vezir İbn
Mukle'yi yakaladılar ve halifeden, onun yerine başka birini vezirliğe tayin
etmesini istediler. Halife seçimi onlara bırakınca, Ali b. İsa'yı seçtiler.
Ama halife onu vezirliğe atamayı kabul etmedi. Kardeşi Abdurrahman b. İsa'yı
tavsiye etti ve onu vezirliğe atadı. İbn Mukle'nin evi yakıldı. Kendisi de
Abdurrahman b. İsa'ya teslim edildi ve şiddetli bir dayağa yatırıldı. 1.000.000
dinar para cezasını kabul ettiğine dair yazılı ifadesi alındı.
Sonra Abdurrahman b.
İsa vezirlikte aciz kaldı, elli gün görevde kaldıktan sonra azledildi.
Vezirliğe Ebu Cafer b. Kasım el-Kerhî atandı. Ali b. İsa'dan 100.000 dinar
müsadere etti. Kardeşi Abdurrahman b. İsa'dan da 70.000 dinar müsadere etti.
Kendisi de üçbuçuk ay sonra vezirlikten azledildi. Yerine Süleyman b. Hüseyin
atandı. Sonra o da azledilerek yerine Ebu Fadl b. Cafer b. Furat atandı. Bir
sene önce İbn Mukle'nin evini yaktığı gibi kendisinin de bir sene sonra aynı
günde evi yakıldı. Bütün bunlar Türklerin ve kölelerin işi karıştırmalarından
ötürü meydana gelmişti.
ibn Mukle'nin bu
senede evi yakıldığında adamın biri onun evinin duvarına şu şiiri yazmıştı:
"Günler hakkında
hüsn-ü zanda bulundun, o günler güzel olduklarında.
Ama hiçbir gün,
kaderin sana neler getireceğini düşünerek kork-madın.
Günlerin selametle
geçiyordu ama sen o günlere aldandın. Gecelerin safi olduğu zaman bulanıklık
meydana gelir."
Bu senede hilafet
otoritesi cidden zayıfladı. Halife Radi, Vasıfta bulunan Muhammed b. Raik'a
haber göndererek kendisine Bağdat prnirliğini vermek üzere yanına gelmesini
istedi. Ayrıca haraç işlerini ve bütün memlekette, resmi dairelerde gelirler
idaresini yürütmesini İstedi- Onun için bütün minberler üzerinde adına hutbe
okunmasını emretti ve ona hil'at verdi. İbn Raik de bütün bu olumlu teklifler
üzerine Bağdat'a Merdavic'in kölesi Türk Yahkün adındaki komutanla birlikte
geldi. Merdavic'in öldürülmesine o yardım etmişti.
İbn Raik, bütün Irak
mal ve mülkün idaresini eline aldı. Beytül-mahn paralarını kendi evine taşıdı.
Vezirin hemen hemen hiç yetkisi kalmadı. Hilafet otoritesi cidden zayıfladı,
çevre vilayetlerin valileri bağımsızca hareket etmeye başladılar. Bağdat ve
Bağdat'ın kazaları dışında halifenin hiç hakimiyeti kalmadı. İbn Raik görevde
iken halife hiçbir şeye nüfuz edemiyor, bir işe tek başına karar veremiyor ve
sözü de dinlenmiyordu. İbn Raik ona ancak ihtiyaç duyduğu para, nafaka ve
diğer şeyleri gönderiyordu.
İbn Raik'ten sonra
gelen bütün büyük komutanların da durumu böyle oldu. Halifeye
başkaldırmıyorlardı ama diğer vilayetlerle Basra İbn Raik'in emrinde idi.
Oralara dilediği kimseleri tayin ediyordu. Huzistan vilayeti Ebu Abdillah
el-Beridî'nin emrinde idi. İbn Yakut da bu senede elinde bulunan Tüster ve
diğer şehirlere hakim oldu. Buraların mal ve ürünlerine el koydu. Fars
vilayeti, Îmadü'd-Devle b. Büveyh'in elindeydi, ama Merdavic'in kardeşi Şemgir
onunla çekişiyor ve yönetimi elinden almaya çalışıyordu. Kirman vilayeti Ebu
Ali Muhammed b. İlyas b. el-Yesa'ın; Musul, Cezire, Diyarbakır, Mudar-ı Rebia
şehirleri Beni Hamdan'ın; Mısır ve Şam Muhammed b. To-ğac'ın; İfrikiye ve
Mağrib vilayetleri, Kaim Biemrillah b. Mehdi el-Fatımî'nin elindeydi. Bu,
"Emirü'l-mü'minin" lakabını kullanıyordu. Endülüs ülkesi Abdurrahman
b. Muhammed'in elindeydi. Bu da "Na-sırü'l-Ümevî" lakabını taşıyordu,
Horasan ve Maveraünnehir, Said Nasr b. Ahmed es-Samanî'nin; Taberistan ve
Cürcan şehirleri ise ^eylemlilerin elinde idi. Bahreyn, Yemame ve Hecer de Ebu
Tahir Süleyman b. Ebi Said el-Cenabî el-Karmatî'nin hakimiyetinde bulunuyordu.
.. Bu senede Bağdat'ta
büyük bir kıtlık ve yokluk meydana geldi. Öyle ki, beş gün müddetle yenecek
ekmek bulunamadı. Bu yüzden ǰk sayıda Bağdatlı öldü. Ölenlerin çoğu da zayıf
kimselerdi. Ölüler atılıyorlar, onları
defnedecek kimse bulunamıyordu. Bir tabuta
cenaze yükleniyordu. Bazan ikisinin arasına
bir çocuk ölüsü de konuluyordu. Bir mezar kazıldığı ve içinin genişletilerek
birçok ölü konulduğu da vaki idi. İsfahanlılardan 200.000'e yakın kişi Öldü.
Bu senede Umman'da bir
yangın meydana geldi. Bu yangında 1.000 siyahi ve beyazlardan da çok sayıda
insan yandı. Bu yangında telef olan mallar arasında 400 yük kafur yanmıştı.
Halife, Ahmed b.
Kayıglığ'ı Şam naibliğinden azletti. Buranın yönetimini Mısır naibi İbn
Toğac'a verdi.
Bu senede
Adüdü'd-Devle Ebu Şüca' Fena Hüsrev b. Rüknü'd-Devle b. Büveyh, İsfahan'da
doğdu. [45]
Ebu Bekir Ahmed b.
Musa b. Abbas b. Mücahid. Kurra idi. Kıraat imamlarından biridir. Birçok
kimselerden hadis rivayet etti. Dare-kutnî ile başkaları da ondan rivayetlerde
bulundular. Güvenilir, sika bir ravi idi. Bağdat'ın doğu yakasında yaşadı.
Saleb dedi ki: "Asrımızda Allah'ın kitabını ondan daha iyi bilen biri
hayatta kalmadı."
Bu senenin şaban
ayının bitimine on gün kala çarşamba günü vefat etti. Perşembe günü
defnedildi.
Vefatından sonra
adamın biri onu rüyasında Kur'ân okurken görmüş ve ona: "Sen ölmedin
mi?" diye sormuş o da şu cevabı vermişti: "Evet, öldüm. Ama dünyada
iken, her hatimin sonunda beni mezarımda Kur'ân okuyan kimselerden biri kılsın
diye Allah'a dua ediyordum. İşte ben bu yüzdendir ki mezarımda Kur'ân okuyan
kimselerden biri olmuşum."
Allah ona rahmet
etsin. [46]
Ahmed b. Cafer b. Musa
b. Yahya b. Halid b. Bermek el-Bermekî. Künyesi, Ebü'l-Hasan en-Nedim'dir. Şair
Cahze diye tanınır.
Usta bir edebiyatçı ve
tarihçiydi. Çeşitli ilimlere vakıf olup az bilinen şeylerden haberdardı. Güzel
şarkı okurdu. Onun şiirlerinden örnekler verelim:
"Dünya kendi
kendine şöyle seslendi, ama âlemde duyan biri varsa eğer:
Nice emel sahibi kimse
var ki onun emelleri boşa çıktı.
Nice mal toplayan
kimse var ki topladıkları darmadağın oldu."
Hükümdarlardan biri
onun şahsına ödeme yapılması için bir sarrafa bir pusula yazıp gönderdi. Fakat
şair Cahze bu parayı tahsil ede-nieyince hükümdara bir mektup yazarak durumu
şöyle anlattı:
"Sizin
bağışlarınız parmak uçları ve ellerle yazılan pusulalar ile
oluyorsa,
Bu pusulaların bana
hiçbir faydası olmuyor.
Ben de "bir
milyon dirhem al" diye yazıyorum sana işte."
Şair Cahze, çok cimri
ve haris bir kimse olan arkadaşlarından birini kınayıp şöyle hicvetmişti:
"Bizim bir
arkadaşımız var; cimrilikte insanların en zirvede olanıdır.
Kendisine Fadl adı
verilmiştir, ama o faziletli değildir.
Dostun dostunu davet
edişi gibi beni de davet etti.
Bir dostun bir dosta
gidişi gibi ben de onun yanma gittim.
Yemeğe oturduğumuzda
gördüm ki o,
Sanki onun vücudunun
organlarından birini yiyecekmişim gibi bana bakıyor.
Bazen öfkeleniyor
bazen kölesine sövüyordu.
Ben de sırf benim
yüzümden ötürü öfkelenip sövdüğünü anlıyordum.
Bir lokma yiyebilmek
için elimi sofraya gizlice uzatıyordum.
Ama bana öfkeyle
baktığını görünce sebzelerle oynayıp vakit geçiriyordum.
Derken elim bir suç
işledi, (yani bir lokma yedim).
Bu da açlığın aklımı
gidermesinden ötürü olmuştu.
Elim bir tavuğun
buduna uzandı.
O daha tez davranarak
budu kendine çekti, ellerim de benim ayağımı çekti."
Onun kuvvetli
şiirlerinden biri de şudur:
"Göçüp gittiniz,
nice inlemelerden ve sızlanmalardan sonra insanlar sizin için üzüldüğümü
açıkça anladılar.
Daha önce kirpiklerimi
ağlamaktan azad etmiştim.
Ama şimdi size olan
özlemim, onları yine köleliğe döndürdü."
îbn Hallikan, onun şu
güzel ve parlak şiirini de nakletmiştir: "Sevgiliye dedim ki: Uyanık iken
bana cimri davrandın;
Bari aşıkma rüyada
cömert davran.
Sevgilim de bana dedi
ki: Sen de uyuyacaksın ve rüyada seni ziyaret edeceğimi mi umuyorsun?"
Ona Cahze lakabım
takan kişi, Abdullah b. el-Mutez'dir. Çünkü onun gözleri çok çirkindi.
Cahze'yi yerenlerden
biri şöyle demiştir:
"Cahze uyurken
satrançtaki filden ve yengeçten daha fazla bir şekilde gözleri dışarıya doğru
fırlar.
Onun gece içki
sofrasına oturanlar, size acıyorum!
Kulaklarınızı
lezzetlendirmek için gözlerinizin rahatsızlanmasına katlanın artık."
Cahze, hicretin 326.
senesinde Vasıfta vefat etti. Hicretin 324. senesinde vefat ettiğine dair bir
rivayet de vardır. [47]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/286.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/286-287.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/287.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/287-288.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/288.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/289.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/289-290.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/290-291.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/291.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/291-292.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/292-293.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/293.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/294.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/294.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/294.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/294.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/295-297.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/297-299.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/299-300.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/300.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/300.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/300.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/301.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/301.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/301-303.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/303-304.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/305.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/305-307.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/307-308.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/308.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/308-309.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/309-310.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/310-311.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/311-313.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/313-314.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/315.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/315-316.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/316.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/316-318.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/318-319.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/319.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/319.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/320.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/320.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/320-322.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/322.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/322-324.