Ebu
Bekir B. Zîyad En-Nisaburî
Hicretin
Üçyüzyirmibeşincî Senesi
Hicretin
Üçyüzyirmibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Abdullah
B. Muhammed B. Süfyan
Hicretin
Üçyüzyirmialtıncı Senesi
Hicretin
Üçyüzyirmiyedinci Senesi
Hicretin
Üçyüzyirmiyedincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hasan
B. Kasım B. Cafer B. Rahim
Hafız
Ebu Muhammed Abdurrahman B. Ebi Hatim
Hicretin
Üçyüzyîrmisekizinci Senesi
Hicretin
Üçyüzyirmisekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ali
B. Muhammed Ebü'l-Hasan El-Müzeyyen Es-Sağir
Ömer
B. Ebi Ömer Muhammed B. Yusuf B. Yakub
Muhammed
B. Ali B. Hasan B. Abdullah
Hicretin
Üçyüzyirmidokuzuncu Senesi
Hicretin
Üçyüzyirmîdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Üçyüzotuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Şeyh
Ebu Salih Müflih El-Hanbelî
Hicretin
Üçyüzotuzbirinci Senesi
Hicretin
Üçyüzotuzbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Sabit
B. Sinan B. Kurra Es-Sabiî
Hicretin
Üçyüzotuzikînci Senesi
Hicretin
Üçyüzotuzüçüncü Senesi
Müstekfi
Billah Abdullah B. Müktefi B. Mutedidin Halifeliği
Hicretin
Üçyüzotuzdördüncü Senesi
Büveyh
Oğulları Devletinin İlk Aşaması Ve Bağdat'a Hakim Oluşları
Halife
Müstekfi Billahtn Yakalanıp Hal' Edilmesi
Hicretin
Üçyüzotuzdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Muhammed
B. Muhammed B. Abdullah
İhşid
Muhammed B. Abdullah B. Toğaç
Hicretin
Üçyüzotuzbeşinci Senesi
Hicretin
Üçyüzotuzbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Abdurrahman
B. Ahmed B. Abdullah
Hicretin
Üçyüzotuzaltıncı Senesi
Hicretin
Üçyüzotuzaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Solî
Muhammed B. Abdullah B. Abbas
Îbnetüş-Şeyh
Ebü'z-Zahid El-Mekkî
Hicretin
Üçyüzotuzyedinci Senesi
Hicretin
Üçyüzotuzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Abdullah
B. Muhammed B. Hamdeveyh
Muhammed
B. Mutahhar B. Abdullah
Hicretin
Üçyüzotuzsekizîncî Senesi
Ebü'l-Hasan
Ali B. Büveyh'in Biyografisi
Hicretin
Üçyüzotuzsekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ahmed
B. Muhammed B. İsmail B. Yunus.
Ali
B. Memşad B, Sahnun B. Nasr
Ali
B. Muhammed B. Ahmed B. Hasan
Hicretin
Üçyüzotuzdokuzuncu Senesi
Hicretin
Üçyüzotuzdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Üçyüzkırkıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Üçyüzkırkbirinci Senesi
Hicretin
Üçyüzkırkbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Meşhur
fıkıhçılardandır. Kendi mezhebinde yararlı eserleri vardır. Ebu Bekir b.
Davud'dan fıkıh Öğrendi. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ile Ali b. Davud
el-Kanterî, Ebu Kalabe er-Riyaşî ve diğer şahsiyetlerden hadis rivayet etti.
Sika bir ravi idi. Fıkıhçı ve faziletli bir insandı. Davud ez-Zahirî'nin ilmini,
bulunduğu mıntıkalara yayan kişi odur. Sekte'de vefat etti. [1]
Abdullah b. Muhammed
b. Ziyad b. Vasıl b. Meymun. Ebu Bekir, onun künyesidir. Şafiî fıkıhçısıdır,
NisaburludurT'Eban b. Osman'ın azatlısıdır. Irak, Şam ve Mısır'a seyahatlerde
bulundu. Bağdat'a yerleşti. Muhammed b. Yahya ez-Zühelî'den, Abbas ed-Durî'den
ve diğer bazı kimselerden hadis rivayet etti. Darekutnî ile birden fazla hadis
hafızları da ondan rivayetlerde bulundular.
Darekutnî dedi ki:
"Şeyhlerimiz arasında hadislerin senet ve metinlerini ondan daha iyi
hıfzeden biri görülmemiştir. Şeyhlerimizin en fakihi idi. Müzeni ve Rebi ile
arkadaşlık etti."
Abdullah b. Batte dedi
ki: "İbn Ziyad'ın meclisinde hazır bulunurduk. Onun meclisine 30.000
kadar kişi mürekkep okkası ile gelirlerdi."
Hatib Bağdadî, Ebu
Bekir b. Ziyad en-Nisaburî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Ben kırk sene
müddetle ancak diz üstü çömelerek uyuyan birini biliyorum. O, her gün beş
buğday tanesi ile karnını doyururdu ve yatsı abdesti ile sabah namazını
kılardı." Böyle dedikten sonra sözünü söyle sürdürdü: "Ben Ümmü
Abdurrahman'ı (kendi cariyesini) tanımadan önce bütün bunları yapıyordum. Ah,
beni evlendiren adama ne diyeyim ki!" Bundan sonra da şöyle dedi:
"Ama beni evlendiren kişi bana iyilik yapmak istemişti."
Ebu Bekir b. Ziyad bu
senede seksenaltı yaşında vefat etti. [2]
Affan b. Süleyman b.
Eyyüb Ebü'l-Hasan et-Tacir. Mısır'da ikamet etti ve orada geliri hadisçilere
harcanmak üzere bir vakıf tesis etti. Bu vakfın gelirlerinden Aşere-i
Mübeşşere'nin soyundan gelen kimseler de yararlanacaklardı. Allah onlardan razı
olsun. Dünyalığı bol olan bir tüccardı. Hakimler nezdinde şahadeti makbuldü.
Bu senenin şaban
ayında vefat etti. [3]
Bağdat'a geldi.
Zekeriya b. Yahya es-Sâcî'den hadis, îbn Sü-reyc'den de fıkıh öğrendi. Onun
biyografisini "Tabakatü'ş-Şafîiyye" adlı eserde anlatmışızdır. İbn
Hallikan'ın anlattığına göre Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, Şeyh Ebu İshak
el-Mervezî'nin ders halkasına katılır, onun derslerini dinlermiş. Eş'arî,
önceleri Mutezilî idi. Ama Basra'da minber üzerinde bu mezhepten ayrıldığını ve
tevbe ettiğini söyledi. Sonra da Mutezilîlerin rezalet ve çirkinliklerini
ortaya koydu. "el-Mu-ciz" ve diğer bazı kitaplar ona aittir.
Rivayete göre İbn Hazm
şöyle demiştir: "Eş'arî'nin yazmış olduğu ellibeş eser vardır. Yıllık
geliri 17.000 dirhemdi. O, insanların en şakacısı idi. Hicretin 270. senesinde
doğdu."
Hicretin 260.
senesinde doğduğuna dair zayıf bir rivayet de vardır. Hicretin 324. senesinde
vefat etmiştir. Hicretin 330. senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet de
vardır. Hicretin 330. senesinden sonraki birkaç sene içinde vefat ettiğine
dair zayıf bir rivayet de bulunmaktadır. Doğrusunu Allah bilir. [4]
Künyesi, Ebu Zer
et-Temimî'dir. Cürcan reisidir. Çok hadis dinlemiştir, Şafiî mezhebine
mensubtur. Evi, âlimlerin toplantı yeri idi, kendi zamanındaki ilim
talebelerine çok lütuflarda bulunmuştur. [5]
Halife Radi'nin
kardeşidir. Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti. Kardeşi Radi kendisi
için çok hüzünlendi ve onu tedavi edemeyen tabip Bahtiyeşu b. Yahya'nın
Enbar'a sürgün edilmesini emretti Çünkü Bahtiyeşu'un onu kasıtlı olarak iyi
tedavi etmediğine dair suçlamalar vardı. Sonra Radi'nin annesi onun için
şefaatçi oldu. Radi de onu sürgünden geri getirdi. [6]
Bu senenin muharrem
ayında halife Radi ve emirü'l-ümera Mu-hamnıed b. Raik, Ahvaz valisi Ebu
Abdillah el-Beridî ile savaşmak üzere Vasıt'a yöneldiler. Ebu Abdillah, Ahvaz'a
musallat olmuş, haracı ödememeye başlamıştı. İbn Raik, Vasıt'a ulaştığında
Hucariye askerleri isyan ettiler. Onunla savaştılar, İbn Raik de üzerlerine
Bec-kem'i musallat kıldı. Beckem, onları ezdi, bir kısmı Öldü. Kılıç artıkları
da Bağdat'a geri döndüler. Güvenlik güçleri komutanı Lü'lü, onların karşısına
çıktı. Çoklarını kuşatma altına aldı, evlerini yağmaladı. Artık onlardan
başkaldıran bir kimse kalmadı. Bunların beytül-malden alacakları maaşı tümüyle
kesti. Halife ile İbn Raik, Ebu Abdillah el-Beridî'ye tehdit mektupları
gönderdiler. Bunun üzerine her sene 360.000 dinar ödemeyi kabul etti ve
Adüdü'd-Devle b. Büveyh ile savaşmak için asker hazırladığını bildirdi.
Fakat halife döndükten
sonra Ebu Abdillah el-Beridî, hiçbir şey göndermedi. İbn Raik de Beckem ile
Bedir el-Hüseynî'yi onunla savaşmak üzere harekete geçirdi. İki taraf
arasında, anlatımı burada uzun sürecek savaşlar ve olaylar cereyan etti. Sonra
Ebu Abdillah el-Beridî, İmadü'd-Devle'ye sığındı. Ondan eman diledi. Beckem de
Ahvaz mıntıkasını istila etti. Bunun üzerine İbn Raik, oranın haracını idare
işini ona verdi. Sözünü ettiğimiz Beckem, öldürücü bir yiğitti.
Bu senenin
rebiyülevvel ayında halife, Beckem'e hil'at giydirdi ve Bağdat'ta ona emirlik
payesi verdi. Onu Meşrik'den Horasan'a kadar olan mıntıkaların valiliğine tayin
etti, [7]
Künyesi, Ebu Hamid
eş-Şarkî'dir. Hicretin 240. senesinde doğdu. Hafızası sağlam, ezberinde çok
hadis bulunan, kadri yüce ve çok kez
haccetmiş olan büyük
bir hadis hafızı idi. Hadis toplamak maksadıyla çeşitli şehirlere seyahatlerde
bulundu. Birçok yerleri dolaştı. Büyük hadis âlimlerinden hadis dinledi.
Bir gün İbn Kuzeyine,
ona bakarak şöyle dedi: "Ebu Hamid'in hayatta olması, insanların
Rasûlullah (s.a.v.)'a yalan isnad etmelerine engeldir." [8]
Künyesi,
Ebü'l-Hasanel-Hazzaz'dır. Nahivciydi. Müberred ve Sa'-leb'den hadis dinledi.
Sika bir ravidir. Kur'ân ilimlerine dair çok faydalı eserleri vardır. [9]
Künyesi,
Ebü't-Tîb'dir. Nahivcidir. Ebü'1-Vefa, onun tarihe dair çok güzel eserleri
bulunduğunu söylemiştir. Haris b. Ebi'l-Müber-red'den, Üsame'den, Sa'leb'den ve
diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. [10]
Künyesi, Ebu
Bekir'dir. Ebu Sevr'in mezhebinin fikhını öğrenmiş ve bu mezhebe bağlı bir
fakih olmuştur. Hasan b. Arefe'den, Abbas ed-Durî'den, Darekutnî'den, Acurî'den
ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [11]
Bu senede Bizans
imparatorundan halife Radi'ye bir mektup geldi. Mektubun aslı Rumca
yazılmıştı, Arapça açıklaması da vardı. Rumca kısım altın yaldızla, Arapça
kısım ise gümüş yaldızla yazılmıştı. Özeti, imparatorun Radi ile mütareke
isteği idi. Bu mektupla birlikte çok miktarda kıymetli hediyeler de
göndermişti. Halife, onun bu isteğine olumlu cevap verdi. 6.000 kadar
kadm-erkek Müslüman esir Bedendon nehri üzerinde serbest bırakıldı.
Bu senede vezir
Ebü'1-Feth b. Furat, Bağdat'tan Şam'a göçtü, vezirliği bıraktı. Yerine Ebu Ali
b. Mukle atandı. Ebü'1-Feth1 in yönetimi °ıdden zayıftı. İbn Raik'le birlikte
iken onun sözü hiç geçmiyordu, İbn f^aik'den kendisi için emlakinden feragat
etmesini talep etmiş ancak ft>n Raik onun bu isteğini yerine getirmekte ağır
davranmıştı. O da bunun üzerine Beckem'e mektup yazarak onu Bağdat'a
tamahlandırmış ve İbn Raik'in yerine geçmesini teklif etmişti. İbn Mukle ise
hali. fe'ye mektup yazarak İbn Raik ile İbn Mukatil'i kendisine tslim etmesini
istemiş ve onlar için 2.000 dinar vereceğim taahhüd etmişti. Bu haber İbn
Raik'e ulaşınca onu yakalayıp elini kesti ve: "Bu, yeryüzün de bozgunculuk
yaptı." dedi.
Sonra İbn Mukle,
halife Radi'ye kendisini vezirliğe tayin etmesin' tavsiye etti, elinin kesilmiş
olmasının yazı yazmaya engel olmayacağını, kendisinin kalemi kesik olan sağ
eline bağlayarak yazı yazabildiğim bildirdi. İbn Raik, İbn Nukle'nin
yukarıdaki satırlarda naklettiğimiz mektubunu Beckem'e yazdığını ve İbn
Mukle'nin kendisine beddua ettiğini duydu. Bunun için yakalayıp dilini keserek
onu dar bir yerde hapsetti. Yanında hizmetçisi bile yoktu. Suyu kendisi bizzat
kuyudan çekiyordu. Kovayı sol eliyle tutuyor, ağzına götürüyor ve dişleriyle kovanın
kenarından tutup su içiyordu. Çok sıkıntı ve zahmetlerle karşılaştı. Bu
hapishanede yalnız başına vefat etti ve hapsedildiği yere defnedildi. Sonra
ailesi onun cenazesini istedi ve defnedildiği yerden çıkarılarak kendi evine
götürülüp defnedildi. Daha sonra oradan da alınarak başka bir yere nakledildi.
İbn Mukle çok garip
şeylerle karşılaşmıştı. Şöyle ki: Üç kez vezirlik yapmış, üç kez azledilmişti.
Üç halifeye vezirlik yapmıştı. Üç yere defnedilmiş, üç kez sefere çıkmıştı.
İkisinde sürgün olarak bir defasında da görevli olarak gitmişti. Görevli iken
Musul'a gönderilmişti.
Bu senede Beckem,
Bağdat'a geldi. Radi ona emirü'l-ümeralık unvanını verdi ve onu İbn Raik'in
yerine geçirdi. Sözünü ettiğimiz Beckem, Makan b. Kali ed-Deylemî'nin veziri
Ebu Ali el-Arız'm kölelerin-dendir. Makan, onu veziri Ebu Ali el-Arız'dan
istemiş, vezir de ona Beckem'i hibe etmişti. Bundan sonra Beckem, Makan'dan
ayrılmış, Merdavic'in yanına gitmişti ve önceki kısımlarda da anlattığımız gibi
Merdavic'i öldürenler arasına katılmıştı.
Halife,
emirul-ümeralığa tayin ettiğinde onu hadim Munis'in konağına yerleştirmişti.
Durumu cidden kuvvetlenmiş, itibarı yükselmişti. Böylece o İbn Raik'ten de
ayrılmış oldu. Onun görevi bir sene on ay ve onaltı gün sürmüştü.
Bu senede İmadud-Devle
b. Büveyh, kardeşi Muizzü'd-Devle'yi harekete geçirmiş, o da Ebu Abdillah
el-Beridî'ye ait olup Beckem tarafından istila edilmiş olan Ahvaz'ı geri
alarak Ebu Abdillah el-Beridî'ye teslim etti.
Bu senede Veşmgir
ed-Deylemî'nin komutanlarından olan Leşke-rî, Azerbaycan'ı istila edip Rüstem
b. İbrahim el-Kürdî'nin elinden aldı. Rüstem, İbn Ebi's-Sâc'ın adamlarındandı.
Leşkerî, uzun süren bir savaştan sonra Azerbaycan'ı ele geçirdi.
Bu senede Karmatîlerin
durumu cidden bozuldu. Birbirlerini öl-
dürmeye başladılar. Bu
nedenle de yeryüzünde fesad çıkaramadılar. Kendi halleriyle başbaşa kaldılar.
Ülkeleri olan Hecer'e kapandılar, başka bir yere gidemediler. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden Ahmed b. Ziyad b. Abdurrah-man el-Endülüsî vefat etti. Babası
İmam Malik'in arkadaşlanndandı. İnıam Malik'in fıkhım ilk olarak Endülüs'e
sokan zat budur. Kendisine kadılık teklif edilmişti, ama kabul etmemişti. [12]
Bu senenin muharrem
ayında halife Radi, Musul valisi Nasirü'd-Devle Hasan b. Abdullah b. Hamdan ile
savaşmak için Musul yoluna koyuldu. Önden de emirul-ümera Beckem'i yola
çıkarmıştı. Ayrıca kadi'l-kudat Ebü'l-Hüseyin Ömer b. Muhammed b. Yusuf u da
Bec-kem'le birlikte göndermişti. Kadi'l-kudat Ebü'l-Hüseyin, halifenin emri
üzerine Bağdat'ta yerine oğlu kadı Ebu Nasr Yusuf b. Ömer'i vekil bırakmıştı.
Faziletli ve âlim bir şahsiyetti. Beckem, Musul'a ulaştığında Hasan b.
Abdullah b. Hamdan ile savaşmaya başladı ve onu mağlup etti. Halife de Musul ve
Cezire'yi ona bıraktı ve Beckem, orada valiliğe başladı.
Muhammed b. Raik'e
gelince o, halifenin Bağdat'ta bulunmayışını fırsat bilerek 1.000 kadar
Karmatî ile işbirliği yapıp Bağdat'a girdi ve orada çok bozgunculuk yaptı,
yalnız hilafet sarayına ilişmedi. Sonra halifeye haber salarak ondan barış ve
kendi işlediği suçlar için de af talebinde bulundu. Halife onun bu talebini
uygun karşıladı. Ona kadi'l-kudat Ebu Hüseyin Ömer b. Yusufu gönderdi. İbn Raik
de Bağdat'tan göçtü. Halife, cemaziyelevvel ayında Bağdat'a girdi, Müslümanlar
buna çok sevindiler.
Bu senenin
cemaziyelevvel ayında (1 martta) bol miktarda yağmur ve iri taneli dolular
yağdı ki, dolulardan her biri iki okkaya yakın ağırlıktaydı. Yağışlar bir
müddet devam etti. Bu yüzden Bağdat'ta birçok ev yıkıldı.
Bu senede Bağdat'ta
çok miktarda çekirge görüldü.
Hicretin 317.
senesinden bu seneye kadar hac seferleri, Irak yolundan yapılmıyordu. Şerif
Ebu Ali Muhammed b. Yahya el-Alevî, Karmatîler nezdinde insanların hacca
gitmeleri için ricada bulundu. Karmatîler, yürekliliğinden ve âlicenâb bir
kimse olduğundan ötürü onu çok seviyorlardı. O, Karmatîlere, hacı adaylarının
herbirinin bir deve için beş dinar, mahfeli develer için de yedişer dinar
parayı vermesini teklif etti, onlar da bu şartı kabul ettiler. Bu senede
hacılar, bu şarta riayet ederek hac seferine çıktılar. Hacca gitmek için yola
koyulanlar arasında Şeyh Ebu Ali b. Ebi Hüreyre de vardı. Bu zat Şafiî
imamlarındandı. Karmatîlerin yanından geçerken Karmatîler ondan bir nevi
bekçilik parası olan ücreti istediler. O da devesinin başını geri çevirerek
Bağdat'a döndü ve: "Ben cimrilik yaptığım için değil, bu toprak bastı
parası talep edilince hac vecibesi benden sakıt olduğu için geri döndüm."
dedi.
Bu senede Endülüs'te
fitne meydana geldi. Endülüs hükümdarı ve Nasır Lidinillah lakabım taşıyan
Abdurrahman ei-Emevî, veziri Ahmed'i öldürdü. Buna çok kızan Şenterin şehrinin
valisi, Ahmed'in kardeşi Ümeyye b. İshak irtidad etti. Hristiyan ülkesine
girdi, onların hükümdarı Rodmir ile görüştü. Müslümanların sınırlarındaki gedikleri
ve açık yerleri onlara bildirdi. Büyük bir Galiçya ordusuyla Müslümanların
üzerine yürüdü.
Abdurrahman, bunların
karşılarına çıktı ve şiddetli hücumlar yaparak Galiçya askerlerinden çoğunu
öldürdü. Sonra Franklar, Müslümanlara karşı saldırılarını tekrarladılar. Kendi
zayiatlarına yakın sayıda Müslüman askeri öldürdüler. Ardından Müslümanlar
Gaüç-ya'ya peşpeşe saldırılarda bulundular ve onlardan sayılamayacak kadar çok
asker öldürdüler.
Daha sonra Ümeyye b.
İshak bu yaptığına pişman oldu ve Abdur-rahman'dan eman diledi. Abdurrahman da
ona eman verdiğine dair mektubunu gönderdi. Ümeyye geldiğinde Abdurrahman onu
kabul etti ve kendisine saygı gösterdi. [13]
Künyesi, Ebu Ali
ed-Dımışkî'dir. Babası muhaddisti. Kendisi tarihçiydi ve tarihe dair eserleri
vardır. Abbas b. Valid el-Beyrutî'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir.
Bu senenin muharrem ayında Mısır'da, seksen küsur yaşında vefat etti. [14]
Hüseyin b. Kasım b.
Cafer b. Muhammed b. Halid b. Bişr Ebu Ali el-Kevkebî.
Katiplik yapmıştır.
Tarihçi ve edebiyatçı bir kişi idi. Ahmed b. Ebi Hayseme'den, Ebü'l-Ayna'dan ve
İbn E bi'd-Dünya'd an rivayetlerde bulundu. Darekutnî ile diğerleri de
kendisinden rivayetlerde bulundular. [15]
Osman b. Hattab b.
Abdillah Ebu Amr el-Belevi el-Mağribî el-Eşec. Ebü'd-Dünya diye bilinir.
Bu zat, hicretin 300.
senesinden sonra Bağdat'a geldi ve kendisinin Hz. Ebu Bekir es-Sıddık'm
hilafetinin ilk zamanında Mağrib'te doğduğunu iddia etti. Babasıyla birlikte
Hz. Ali'nin ziyaretine gittiğini yolda aşırı derecede susadıklarını, babası
için su aramaya gittiğinde bir su kaynağı görüp oradan su içip yıkandığını,
sonra su içirmek için babasının yanma gittiğinde babasının vefat ettiğini
gördüğünü anlattı. Sonra kendisinin yalnız başına Hz. Ali'nin yanına gittiğini,
onun dizini Öpmek istediği sırada dizinin başına çarpıp başını yaraladığını ve
bu nedenle kendisine Eşec (yaralı) dendiğini söyledi.
İnsanların bir kısmı,
bu husustaki iddialarının doğru olduğunu söylediler ve içinde Hz. Ali'nin
hadislerinin rivayet edildiği bir nüshayı kendisinden rivayet ettiler. Bu
rivayetlerin doğruluğu hususunda Hafız Muhammed b. Ahmed b. Müfid de onu tasdik
etti ve bunları kendisinden rivayet etti. Ama Hafız Muhammed b. Ahmed'in dedesi
VEüfid, Şiîlikle itham edilen bir kimsedir. Kendisinin de Hz. Ali'ye in-;isabı
sebebiyle, bu iddialarında onu müsamaha ile karşılamıştır. Onun dışındaki
eski-yeni bütün muhaddisler topluluğu, bu hususta onu yalanlamışlar ve bu
iddialarını reddedip rivayet ettiği hadis nüshasının uydurma olduğunu kesin
ifade ile bildirmişlerdir. Bunların arasında Ebu Tahir Ahmed b. Muhammed
es-Selefî ile şu hadis üs-tadlarımız da bulunmaktadır: Zamanın otoritesi
Şeyhü'l-İslam Ebü'l-Abbas İbn Teymiye, Ebü'l-Haccac el-Mizzî, İslâm tarihçisi
Hafız Ebu Abdillah ez-Zehebî. Ben bu hususu "Tekmil" adlı kitabımda
açıkça ifade ettim. Hamd ve minnet Allah'adır.
Müfid dedi ki:
"Eşec, bu senede (hicretin 327. senesi) kendi beldesine dönerken vefat
etmiştir." Doğrusunu Allah bilir. [16]
Muhammed b. Cafer b.
Muhammed b. Sehl Ebu Bekir el-Haraitî. "Makamat" adlı eserin
sahibidir. Aslen Samarralıdır, ama sonraları Şam'a gelip yerleşmiş ve orada
hadis ilmini yaymıştır. [17]
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetlerden biri de, hadis hafızı Ebu Muhammed Abdurrahman b. Ebi
Hatim Muhammed b. er-Razî'-dir. "Kitabü'1-Cerh ve't-Ta'dil" adlı
eserin sahibidir ki, bu eser hadis ilminde yazılan en kıymetli kitaplardan
biridir. Bütün nakillleri toplayan önemli tefsir de ona aittir ki, ilimde İbn
Cerir et-Taberî ile diğer müfessirlerin tefsirlerine üstün gelmiştir ve
üstünlüğü zamanımıza kadar devam etmiştir. Fıkıh kitaplarına göre sıralanmış
"Kitabü'l-İlel" de ona aittir. Ayrıca birçok faydalı eserleri daha
vardır. Abid za-hid, takvalı çok kerametleri olan, hafızası sağlam büyük bir
zattı. Allah ona rahmet etsin.
Bir defasında namaz
kıldırmıştı, selam verdiğinde cemaattan biri ona: "Namazı çok uzattın, ben
secdede yetmiş kez teşbih getirdim." deyince Abdurrahman ona şu cevabı
vermişti: "Ama vallahi, ben secde halinde sadece üç teşbih
getirdim."
Bir defasında sınır
boyundaki bir şehrin surları yıkılmıştı. Abdurrahman b. Ebi Hatim, insanlara:
"Bunu onarmayacak mısınız?" demiş ve onları, suru onarmaya teşvik
etmişti. Ama onların işi ağırdan aldıklarını görünce: "Kim bu suru
onarırsa ben Allah'ın onu Cen-net'e sokacağına dair garanti vereyim?!"
demişti. Orada bulunan bir tüccar kalkıp: "Bu garantiyi verdiğine dair
bana bir yazı yaz, suru onarmak için sana işte şu 1.000 dinarı vereyim."
demişti. Abdurrahman da ona bu garantiyi verdiğine dair bir yazı yazıp
vermişti. Sur o parayla onarılmıştı. Bir süre sonra o tüccar adam vefat
etmişti. İnsanlar onun cenaze törenine geldiklerinde kefeninin içinden bir
kağıt parçası uçmuştu. Kağıdı alıp baktıklarında Abdurrahman b. Ebi Ha-tim'in
ona yazdığı garanti yazısı olduğunu ve arkasında da şu ibarenin yazılmış
olduğunu gördüler: "Senin bu garantini onayladık ama bir daha böyle
yapma," Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi
bilir. [18]
"el-Muntazam"
adlı eserinde İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin muharrem ayının başında,
Bağdat'ın kuzey ve batı taraflarında havada şiddetli derecede bir kızarıklık
ve bu kızarıklık içinde, çok sayıda beyaz ve uzun ışık sütunları görüldü.»
Bu senede Bağdat'a,
Rüknü'd-Devle Ebu Ali Hasan b. Büveyh'in Vasıt'a ulaştığına dair haber geldi.
Halife ile Beckem kendisiyle savaşmak üzere Vasıt'a doğru yola koyuldular.
Rüknü'd-Devle onlardan korkup Ahvaz'a döndü, onlar da Bağdat'a geri döndüler.
Bu senede
Rüknü'd-Devle b. Büveyh, İsfahan şehrini Merdavic'in kardeşi Veşmgir'in elinden
aldı. Oraya hakim oldu. Çünkü o zamanlarda Veşmgir'in askerleri çok azdı.
Bu senenin şaban
ayında Dicle'nin suları cidden fazlalaştı ve Bağdat'dın batı tarafına yayıldı.
Çok sayıda ev yıkıldı. Enbar tarafında da Dicle'nin suları etrafı istila etti
ve çok sayıda köy, sular altında kaldı. Bu nedenle çölde de çok sayıda hayvan
ve canavar Öldü.
Bu senede Beckem,
Abdullah el-Beridî'nin kızı Sara ile evlendi. O zaman vezir Muhammed b. Ahmed
b. Yakub, Bağdat'ta bulunuyordu. Sonra vezaretten ayrılıp yerine Süleyman b.
Hasan atandı. Beridî de Vasıt ve kazalarının 600.000 dinar yıllık haraç ödeme
karşılığında kendisine bırakılmasını istedi.
Bu senede Kadi'l-kudat
Ebu Hasan Ömer b. Muhammed b. Yusuf vefat etti. Yerine oğlu Ebu Nasr Yusuf b.
Ömer b. Muhammed b. Yusuf atandı. Halife Radi, bu senenin şaban ayının
bitimine beş gün kala perşembe günü ona hu"at giydirdi.
Ebu Abdillah
el-Beridî, Vasıt'a gittiğinde Beckem'e bir mektup yazarak onu, Cebel
mıntıkasını fethetmeye ve Ahvaz'ı da İmadü'd-Devle b. Büveyh'in elinden almak
için kendisine yardımcı olmaya teşvik etti. Ama onun yegane amacı, Beckem'i
Bağdat'tan uzaklaştırmak ve orayı onun elinden almaktı. Beckem, askerleriyle
Bağdat'tan ayrılıp gittiğinde Beridî'nin kendisine kurduğu tuzaktan haberdar
oldu ve hemen Bağdat'a döndü. Büyük bir orduyla Beridî'nin üzerine yürüdü. Onu
ansızın yakalamak için bütün yolları kesti.
Beckem, bir kayığa
binmiş, katibi de yanında duruyordu. Aniden bir güvercin onların bulundukları
kayığa düştü. Kuyruğunda bir mektup bulunuyordu. Beckem alıp okuduğunda
mektubun, yanında bulunan katip tarafından komutan Beckem'in durumunu anlatmak
üzere Beridî'nin adamlarına yazılmış olduğunu ve gördü. Beckem katibe:
"Yazıklar olsun sana, bu senin yazın değil mi?" dedi. Katip inkar
edemeyip: "Evet." diye cevap verdi. Beckem de onun öldürülmesini
emretti. Katip öldürüldü ve cesedi Dicle'ye atıldı.
Beridî, Beckem'in
gelmekte olduğunu duyunca hemen Basra'ya kaçtı. Orada da durmayarak başka yere
gitti. Beckem, Vasıt'ı istila ettiği sırada Deylem, onun Cebel'de geride
bıraktığı askerlere musallat oldu. Onlar da çabucak Bağdat'a dönüp kaçtılar.
Bu senede Muhammed b.
Raik, Şam'ı istila etti. Önce Humus'a girdi, şehri ele geçirdi. Sonra Şam'a
geldi. Orada Bedir b. Abdullah el-İhşid vardı. Bu zat Bedir el-İhşidî diye
tanınıyordu. Asıl adı Muhammed b. Toğac'dı. İbn Raik onu zorla Şam'dan çıkarıp
kovdu. Şehi-re hakim oldu. Sonra da askerleriyle birlikte Remle'ye yürüdü.
Orayı da ele geçirdi. Remle'den sonra Mısır'ın Ariş bölgesine gitti. Oraya
girmek istedi, ancak Muhammed b. Toğaç el-İhşidî onun karşısına çıktı. Orada
iki taraf savaştı. İbn Raik, Muhammed b. Toğaç'ı hezimete uğrattı. Adamları
yağma ile meşgul oldular. Mısırlıların çadırlarına girdiler, Mısırlılarsa
onlara hücum ederek onlardan çok sayıda askeri öldürdü. İbn Raik yetmiş kadar
adamı ile kaçtı. Perişan halde Dımışk'a girdi. Muhammed b. Toğaç onun üzerine
kardeşi Nasr b. To-ğaç'ı bir ordu ile gönderdi. Zilhicce ayının dördünde Lecun
mıntıkasında savaştılar. İbn Raik, Mısırlıları hezimete uğrattı. Öldürdüğü
adamlar arasında İhşid'in kardeşi Nasr b. Toğaç da vardı. İbn Raik onu yıkayıp
kefenledi ve Mısır'a kardeşinin yanma gönderdi. Onunla birlikte oğlunu da
göndermişti. Ona yazdığı mektupta Nasr'ı öldürmek istemediğine dair yemin
etmiş ve Nasr'ın öldürülmesinin kendisine çok zor geldiğini bildirmişti ve
mektubunda: "İşte oğlumu sana gönderiyorum, istersen kardeşinin
öldürülmesi karşılığında oğluma kısas tatbik et." demişti. İhşid Muhammed
b. Toğaç da İbn Raik'in oğluna ikramda bulunmuş ve Remle ile Mısır arasındaki
kısımların İhşid'e ait olması, İhşid'in de her sene İbn Raik'e 140.000 dinar
göndermesi, Remle'den Dımışk'a kadar olan kısımlarmsa İbn Raik'e ait olması
hususunda barış antlaşması yaptı. [19]
Sofiye
meşayihindendir. Hatib Bağdadî böyle demiştir.
Ebu Abdirrahman
es-Süiemî dedi ki: «Ebu Muhammed Cafer el-Mürteiş'in asıl adı, Abdullah b.
Muhammed Ebu Muhammed en-Nisaburî'dir. Servet sahibi bir kimse idi. Ama
servetini ve malını bırakıp Cüneyd-i Bağdadî, Ebu Hafs ve Ebu Osman'la
arkadaşlık etti. Bağdat'ta ikamette bulundu, nihayet sofiye meşayihinden biri
oldu. Bağdat'ın acaipliklerinin şunlar olduğu söylenir: Şiblî'nin işaretleri,
Mürteiş'in nükteleri ve Cafer el-Havas'm hikayeleri.»
Ebu Cafer es-Saiğ,
Mürteiş'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Bir kimse kendi
amellerinin kendisini Cehennem ateşinden kurtaracağını veya kendisini ilahi
rızaya kavuşturacağını zannederse, kendi nefsi ve amelleri için tehlike teşkil
etmiş olur. Bir kimse Allah'ın lutfuna güvenirse Allah onu ilahi rıza
mertebelerinin en yükseğine ulaştırır.»
Mürteiş'e; "Falan
adam su üzerinde yürüyor!" denildiğinde o şu cevabı vermişti: "Nefsin
heveslerine muhalefet etmek, su üzerinde yürümekten ve havada uçmaktan daha
büyük bir keramettir."
Mürteiş, Şoniziye
Mescidi'nde hastalanıp ölmek üzere can çekişirken borcunu hesapladılar ve
onyedi dirhem borçlu olduğunu tesbit ettiler. Yanındakilere şöyle dedi:
"Şu eski püskü elbiselerimi satın ve bunun parasıyla borcumu ödeyin.
Cenâb-ı Allah'tan bana kefen nasib etmesini umuyorum. Ben yüce Allah'tan şu üç
şeyi dilemiştim: Beni yoksul olarak vefat ettirmesini, içinde bulunduğum şu
mescitte ruhumu almasını, -çünkü bu mescitte birçok insanla arkadaşlık kurdu-
vefat ederken de yanımda sevip kendisiyle ünsiyet kurabileceğim insanları
bulundurmasını diledim."
Böyle dedikten sonra
gözlerini yumdu ve ruhunu teslim etti. [20]
Ebu Said el-İstahrî
Hasan b. Ahmed b. Yezid b. İsa b. Fadl b. Ye-sar. Ebu Said el-İstahrî, onun
künyesidir. Şafiî imamlanndandır. Za-hid nazik ve âbid bir kimseydi. Kum
şehrinde kadılık yaptı. Sonra Bağdat muhtesipliğine atandı, Bağdat şehrinde
dolaşır ve sokaklar arasında dolaşmakta iken katırı üzerinde namazını kılardı.
Cidden az şeyle kanaat eden bir insandı. Biyografisini,
"Tabakatü'ş-Şafiiye" adlı eserde anlatmışız dır.
"Kitabü'1-Kada" adlı eseri vardır ki, bu konuda benzeri bir eser
tasnif edilmemiştir. Doksan yaşma yaklaşmış iken vefat etti. Allah ona rahmet
etsin. [21]
Sofiye
meşayihindendir. Aslen Bağdatlıdır. Cüneyd-i Bağdadî ve Sehi et-Tüsterî ile
arkadaşlık etti. Bu senede vefat edinceye kadar Mekke'de mücavir olarak kaldı.
Kendi şahsından
bahsederken şöyle demiştir: «Tebük mıntıkasında bir kuyuya vardım. Kuyuya
yaklaştığımda ayağım kaydı ve içine düştüm. Beni gören bir kimse yoktu. Kuyunun
dibinde, üzerinde du-, rabileceğim yüksekçe bir çıkıntı gördüm. Oraya tutunup
"Eğer ölürsem, bari insanların içtiği suyu kirletmeyeyim." dedim ve
kendimi teskin edip ölümü hoş görmeye başladım. O halde iken bir yılan çıktı,
üzerime sarktı, kuyruğunu vücuduma doladı, sonra beni çekip kuyudan çıkardı.
Sonra kendisi süzülüp gitti. Ama nereye gittiğini bilemiyorum, nerden
geldiğini de anlamamıştım.»
Sofiye meşayihi
arasında Ebu Cafer el-Müzeyyen el-Kebir adında biri daha vardır ki, o da
Mekke'de mücavir olarak yaşamış ve orada vefat etmiştir. O zat da âbid
kimselerdendi.
Hatib Bağdadî, Cafer
el-Hindî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Haclarımdan birinde
Müzeyyen el-Kebir ile vedalaştığım sırada kendisine: "Bana manevi azık
ver." dedim. O da bana şöyle cevap verdi: "Birşeyi kaybettiğin zaman
de ki; ey insanları geleceğinde şüphe bulunmayan kıyamet gününde bir araya
getirip toplayacak olan yüce Rabbim! Sen vaadine muhalefet etmezsin. Bana
kaybetmiş olduğum falan şeyi buldur." Sen böyle dersen Allah, kaybettiğin
o şeyi sana buldurur."
Kettanî'nin de yanma
gittim. Onunla da vedalaştım ve bana manevi azık vermesini istedim. O da bana,
kaşı üzerinde nakış bulunan bir yüzüğü verdi ve şöyle dedi: "Kederlendiğin
zaman şu yüzüğün kaşına baktığın takdirde kederin gider."
Ben, Müzeyyen
el-Kebir'in bana öğrettiği duayı her ne zaman okuduysam duam kabul buyuruldu.
Kettanî'nin verdiği yüzüğün kaşına da her ne zaman baktıysam, kederim gitti.
Bir gün, Semriye'de iken şiddetli bir fırtına esti. Bakmak için yüzüğü
çıkardım, ama kaybettim, nereye gittiğini anlayamadım. Allah bana, kaybetmiş
olduğum yüzüğü buldursun diye Müzeyyen el-Kebir'in bana öğrettiği yitik bulma
duasını okudum. Duayı okuduktan sonra evime döndüğümde eşyalarımı araştırdım ve
yüzüğün elbiselerim arasında olduğunu gördüm.» [22]
Bu zatın şeceresi
şöyledir: Ahmed b. Abdürabbih b. Habib b. Ce-rir b. Salim Ebu Ömer el-Kurtubî.
Hişam b. Abdurrahman b. Muavi-ye b. Hişam b. Abdülmelik b. Mervan b. Hakim
el-Ümevî'nin azatlısı-dır. Çok hadis rivayet eden faziletli insanlardan, önceki
ve sonraki nesillerin haberlerini bilen âlimlerdendir. "el-İkdu
1-Ferid" adlı kitabın sahibidir. Onun bu kitabı, birçok faziletlere yol
göstermekte ve birçok mühim bilgileri içermektedir. Yalnız birçok sözleri,
kendisinde Şiîlik bulunduğuna delalet etmektedir. Emevilere karşı allerjisi
olduğu görülmektedir ki, bu, onun için yadırganacak bir haldir. Çünkü o,
Emevilerin azathlarındandı. Kendisinden beklenen şey, onlara düşmanlık etmek
değil, dostluk beslemekti.
İbn Hallikan'm
ifadesine göre Ahmed b. Abdurabbih'in güzel şiirler içeren bir divanı vardır.
İbn Hallikan, onun tüysüz oğlanlara ve kadınlara tutkun olduğunu gösteren
birçok şiirler nakletmiştir. Ahmed b. Abdürabbih, hicretin 246. senesinin
ramazan ayında doğdu ve bu senenin cemaziyelevvel ayının 18'inde pazar günü,
Kurtuba'da vefat etti. [23]
Bu zatın şeceresi
şöyledir: Ömer b. Ebi Ömer Muhammed b. Yusuf b. Yakub b. Hammad b. Zeyd b.
Dirhem Ebü'l-Hüseyin el-Ezdî. Malikî fakihi ve kadısı idi. Yirmi yaşında iken
babasından niyabet aldı. Kur'ân ve hadis hafızı idi. Malikî mezhebine göre
fıkıh ve feraiz öğrenmişti. Hesap, lügat, nahiv ve şiir bilgisi vardı.
"Müsned" adlı eseri tasnif etti. Bu yüzden kendisine anlayış kuvveti,
zeka güzelliği ve ahlak üstünlüğü nasib oldu. Gerçekten yüksek dereceli ve
güzel şiirleri vardır. Kadılıkta şükranla karşılanacak bir tutum sergilemişti.
Adaletli ve güvenilir bir imamdı.
Hatib Bağdadî, Muafa
b. Zekeriya el-Cerirî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Biz, Kadı Ebu Hüseyin
hazretlerinin meclisinde hazır bulunuyorduk. Bir gün meclisine gelip normal
âdet üzere kendisini beklemeye koyulduk. Kapısının önünde oturuyorduk. O esnada
bir bedevinin de kapıda oturmakta olduğunu gördük. Sanki bir ihtiyacı varmış
gibiydi. Biz oturmakta iken, bir karga gelip avludaki hurma ağacının üzerine
konup öttü, sonra uçup gitti. Bedevi dedi ki: "Şu karga, bu ev sahibinin
yedi gün sonra vefat edeceğini bildiriyor." Böyle demesi üzerine bedeviyi
oradan kovduk. O da kalkıp gitti.
Sonra kadıdan izin
geldi, içeri girmemize müsaade edildi. Girdiğimizde, kadı'mn yüzünün renginin
değişmiş olduğunu ve kederlendiğini gördük. Kendisine: "Ne haber?"
diye sorduğumuzda şu cevabı verdi: "Dün rüyada bir şahsın şöyle dediğini
gördüm:
«Hammad b. Zeyd
ailesinin evlerine git,
Ehline ve nimetlere
selam olsun.»
Bu rüyadan Ötürü biraz
sıkıldım."
Biz de kendisi için
dua edip meclisinden ayrıldık. Bundan yedi gün sonra, yani bu senenin şaban
ayının 17'sinde perşembe günü, otuzdokuz yaşında vefat etti ve defnedildi.
Cenaze namazını oğlu Ebu Nasr kıldırdı. Babasından sonra kadılığa da o
geçti."
Solî dedi ki: «Kadı
Ebü'l-Hüseyin, genç yaşta olmasına rağmen büyük bir ilmî mertebeye yükseldi.
Vefat ederken halife Radi onun için ağladı ve bizi de ağlamaya teşvik edip
şöyle dedi: "Ben, herhangi bir şeyden dolayı sıkıldığımda o beni teselli
ederdi. Vallahi, ondan sonra artık benim için hayatın tadı kalmamıştır."
Halife Radi de ondan sonra bu senenin rebiyülevvel ayı ortasında vefat etti.
Allah, ikisine de rahmet etsin. Halife Radi de genç yaşta vefat etmişti.» [24]
Şeceresi şöyledir:
Muhammed b. Ahmed b. Eyyüb b. Salt Ebü'l-Hasan. İbn Şenbuz adıyla bilinirdi.
Ebu Müslim el-Keccî'den, Bişr b. Musa'dan ve birçok kimselerden rivayette
bulundu. Kur'ân kıraatın-da bazı okuyuş çeşitleri seçti ki, bu okuyuşu
reddedilmiştir. Ebu Bekir el-Enbarî, onun hakkında bir reddiye yazmıştır ve
vezir ibn Mukle'nin sarayında onun için bir muhakeme meclisi akdedildiğini, onun
dayağa yatırıldığını ve nihayet bazı okuyuş şekillerinden vazgeçtiğini
anlatmıştır. Kendisinin kıraati şazdı ki, çağdaşı olan bazı kurralar onun bu
kıraatini reddetmişlerdir. İbn Şenbuz, bu senenin safer ayında vefat etti.
Dövülmesini emrettiği zaman o, vezir İbn Mukle'ye beddua etmişti. Ondan sonra
İbn Mukle de iflah olmadı O da çeşitli işkencelere maruz bırakıldı. Eli ve dili
koparıldı. Hapse atıldı. Nihayet İbn Şenbuz'un öldüğü bu senede o da öldü.
Şimdi de meşhur
yazarlardan vezir İbn Mukle'nin biyografisini verelim: [25]
Künyesi Ebu Ali'dir.
Vezir İbn Mukle diye meşhur olmuştur. Ömrünün ilk zamanlarında durumu zayıf ve
malı az bir kimseydi. Derken zamanla vezirliğe geçti ve üç halifeye;
Muktedi'ye, Kahir'e ve Ra-di'ye vezirlik yaptı. Üç kez de vezirlikten
azledildi.
Ahir ömründe eli ve
dili koparıldı ve hapse atıldı. Suyu sol eli ve dişleri ile içiyordu. Sol
eliyle kabı ağzına götürüyor, su kabının kenarını dişiyle tutuyor ve suyu
öylece içebiliyordu. Bununla beraber kesik olmasına rağmen sağ eliyle yazı
yazabiliyordu. Tıpkı eli sağlam bir kimse gibi yazıyordu. Yazısı çok güzel ve
sağlamdı. Nitekim yazısının düzgünlüğü ile meşhur olmuştur. Vezirliği
zamanında onun için bir sara^ yapılmıştı. Sarayın temelinin atılacağı esnada
bir grup müneccimi inşaat alanına getirmişti. Müneccimler temelin falanca
vakitte atılmasını tavsiye etmişlerdi. Yine onların tavsiyelerine uyularak
sarayın duvarları iki yatsı arasında örülmeye başlanmıştı. Sarayın inşası
tamamlandıktan kısa bir süre sonra saray harab oldu ve enkaz haline geldi.
Nitekim bu durumu önceki kısımlarda anlatmıştık ve yıkılan sarayın duvarları
üzerine yazılan yazılardan da söz etmiştik.
Vezir İbn Mukle'nin
cidden büyük bir bahçesi vardı. Birkaç fidanlık alana sahip olan bu bahçenin
tümü, ibrişim şebeke ile örülmüştü. Bahçede kumru, papağan, bülbül, tavus,
kanarya ve diğer birçok kuş çeşidi vardı. Ayrıca arazisinde ceylanlar, yaban
sığırları, devekuşları ve diğer birçok hayvanlar vardı. Bu bahçesi ve emlaki,
güzellik ve parlaklığını, kıymetini kısa bir süre sonra kaybederek zayi oldu.
İşte bu, Cenâb-ı Allah'ın, fani diyar olan dünyaya ve gurura meyleden al-danmış
cahillere uyguladığı kanunudur. İbn Mukle, sarayını ve bahçesini inşa edip
oraya bol miktarda dünya metamı yerleştirdiği zaman şairin biri bu hususta
şöyle bir şiir söylemişti:
"ibn Mukle'ye de
ki: Aceleci olma, sabırlı ol, sen batıl ve boş rüyalar içindesin.
Çalışıp çabalayarak
insanların evlerinin taşlarıyla bir saray inşa ediyorsun ama bu saray birkaç
gün sonra ele geçirilip yıkılacaktır.
Sen müşteri yıldızının
saadetini tercih etmeye devam ediyorsun, bu saray için,
Oysa hükümdar Behram'm
uğursuzluğu gibi nice uğursuzluklar sana da gelebilir.
Kur'ân ve Batlamyus,
işi sağlama bağlama ve ahde vefa konusunda asla bir araya gelmiş
değillerdir."
İbn Mukle, nihayet
Bağdat vezirliğinden azledildi, evi tahrip edildi. Bahçesindeki ağaçlar
söküldü. Eli kesildi, sonra da dili koparıldı ve kendisine 1.000.000 dinar para
cezası verildi. Bundan sonra da yalnız başına zindana atıldı. Yaşı ilerlemiş,
vücudu zayıflamış, bazı organlarım kaybetmiş ve sıkıntıya uğramış olmasına rağmen
yanında kendisine hizmet edecek bir kimse yoktu. Öyle ki, içebilmek için suyu
derin kuyudan bizzat kendisi çekiyordu. Kovanın ipini sol eliyle tutup ağzına
götürüyor ve kovanın kenarını ağzıyla tutup içiyordu. Konforlu bir hayatın
tadını aldıktan sonra çok sıkıntı ve zahmetlere katlandı.
Elinin kesilmesi ile
ilgili olarak şu şiiri söylemişti:
"Hayattan
usanmadım ama yeminlerine güvendim. Fakat gel gör ki sağ elim kesildi.
Dünyamı verip onlardan
dinimi satın aldım, nihayet onlar;
Beni dinimden mahrum bıraktıktan
sonra dünyalarından da mahrum bıraktılar.
Elimden geldiğince
onların canlarını muhafaza etmeye çeliştim, fakat;
Gel gör ki onlar beni
korumadılar.
Sağ el gittikten sonra
hayatın tadı yoktur.
Ey hayat; sağ elim
kesildi sen de kesil."
Elinin kesilmesinden
ötürü çok ağlıyor ve şöyle diyordu: "Ben sağ elimle Kur'ân'ı iki kez
yazdım ve yine sağ elimle halifeye hizmet ettim. Ama sonra hırsızların eli
kesilir gibi benim elim kesildi." Böyle dedikten sonra da şu şiiri
okuyordu:
"Ey insan!
Vücudunun bir kısmı öldükten sonra geri kalan kısmının öleceğini düşünerek
ağla.
Çünkü bir kısmı
öldükten sonra geri kalan kısmının da ölmesi yakın olur."
Vezir İbn Mukle -Allah
onu affetsin- sultanın sarayındaki hapis, hanesinde Öldü ve oraya defnedildi.
Sonra oğlu Ebül-Hüseyin, babasının kendi evine nakledilmesini istedi. Mezarını
açıp cesedini çıkardılar ve oğlu onu götürüp kendi evine defnetti. Sonra
Dinariye adıyla bilinen zevcesi onu kendi evine götürüp defnetmek istedi. Bu
isteği kabul edildi. İbn Mukle, mezarından ikinci kez çıkarıldı ve zevcesinin
evine götürülüp defnedildi. Böylece üçüncü kez defnedilmiş oldu. Elli-altı
yaşında iken vefat etmişti. [26]
u zatın şeceresi
şöyledir: Muhammed b. Kasım b. Muhammed b. Bişar b. Hasan b. Beyan b. Semmaa b.
Ferve b. Katan b. Duame Ebu Bekir el-Enbarî. "Kitabü'1-Vakf
ve'1-İbtida" adlı eserin sahibidir. Bundan başka birçok faydalı eserleri
daha vardır. Arap dilinde, tefsirde, hadiste ve diğer birçok ilimde derya idi.
Kedimî'den, Kadı İsmail'den, Sa'leb'den ve diğerlerinden ders aldı.
Güvenilir, doğru sözlü
ve edip bir kimseydi. Dinî yönü kuvvetli, faziletli ve Ehl-i Sünnet'ten bir
insandı. Nahivde ve edebiyatta çok bilgiliydi. İnsanlar arasında hafızası en
sağlam olandı. Nahve ve edebiyata dair ezberlediği bilgiler birçok ciltleri
içeriyordu. Öyle ki, hafızasında bulunan bilgiler, develer yükünce kitaplar
kadardı. Zihnini ve hafızasını korumak için ceviz, badem, fındık gibi şeylerden
başka birşey yemez, suyu da ancak ikindiye yakın bir zamanda içerdi. Anlatıldığına
göre o yüzyirmi tefsiri ezberlemiş ve rüya tabirini de bir gecede
ezberlemişti. Cumadan cumaya 10.000 varaklık yazıyı ezberlerdi. Bu senenin
kurban bayramı gecesinde vefat etti. [27]
Ümmü İsa binti İbrahim
el-Harbî. Âlim ve faziletli bir kadındı. Fıkıhta fetva verirdi. Bu senenin
receb ayında vefat etti ve babasının mezarının yanına defnedildi. Yüce Allah
ona rahmet etsin. [28]
Bu senenin
rebiyülevvel ayının ortasında halife Radi Billah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muktedir
Billah Cafer b. Mutedid Billah Ah-med b. Muvaffak b. Mütevekkil b. Mutasım b.
Reşid el-Abbasî vefat etti. Bu zat, 6 cemaziyelevvel hicri 322. senede amcası
Kahir'den sonra halifeliğe geçti. Annesi Zalum adında Rum bir cariye idi.
Radi Billah, hicretin
297. senesinin receb ayında doğdu. Altı yıl, on ay, on gün süreyle halifelik
yaptı. Vefat ettiğinde otuzbir sene ve on aylık ömrünü noktaladı. Esmer tenli,
siyah saçlı, kısa boylu, nahif bedenli bir kimse idi. Saçları düzdü, yüzü biraz
uzuncaydı. Sakalının on kısmı sıktı. Saçlarında incelik vardı. Kendisini
görenlerden biri onu böyle vasfetmiştir.
Hatib Bağdadî dedi ki:
«Radi Billah'ın birçok faziletleri vardı. Birkaç hususta kendisinden önceki
halifelerin özelliklerine son verdi. Şöyle ki: O, şiir okuyan en son halife
oldu. Ordunun ve beytülmalin idaresini düzgün yürüten ve bu işlerle ilgilenen
en son halife o oldu. Cuma günü minber üzerinde hutbe irad eden en son halife o
oldu. Meclis kurup nedimleri ile sohbet eden en son halife o oldu. Nafakası,
armağanları, bağışları, hazineleri, mutfakları, meclisleri, hizmetçileri,
arkadaşları ve tüm yönetimi kendisinden Önceki halifelerin belirlediği tarzda
yürüyen en son halife de o oldu."
Başkası dedi ki: Radi
Billah, fesahatli, belağatli, cömert, övgüye layık bir kimse idi. Muhammed b.
Yahya es-Solî'nin kendisinden duymuş olduğu en güzel sözlerinden biri şudur:
"Allah için bazı
kavimler var ki onlar hayır anahtarlarıdırlar. Yine bazı kavimler de var ki
onlar şer anahtarıdırlar. Allah bir kimseye hayır dilerse onu hayır ehli
kimselere yöneltir ve onu bize ulaşma vesilesi kılar. Biz de o kimsenin
ihtiyacını karşılarız ve o kişi kazandığımız sevaba ve şükrana ortak olur.
Allah bir kimseye de şer dilerse o kimseyi bizden başkasına yöneltir ve o kişi
şer işleyenlerin günahına . ortak olur. Her durumda yardımına başvurulacak olan
zat, yüce Allah'tır."
Radi Billah'ın,
kardeşi Müttaki'ye, okulda iken yapmış olduğu en güzel mazeret yazılarından
biri şudur: Muttaki, okulda iken Radi Bil-lah'a haksızlık etmişti. Oysa Radi,
yaşça ondan daha büyüktü. Bunun üzerine Radi, ona şöyle bir özür mektubu
yazmıştı:
«Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Ben sana köle olduğumu zorunlu olarak itiraf ediyorum. Sen de
kardeşim olduğunu lütfen kabul ediyorsun. Köle suç işler, efendi affeder. Zira
şairin biri şöyle demiştir:
"Ey sebepsiz yere
gazablanan,
Kına bakalım hele,
senin kınaman da benim hoşuma gider.
Bana haksızlık ettiğin
halde,
Yine de sen Allah'ın
bütün kullarına göre benim için en kıymetli
olansın."»
Bu mektubu aldıktan
sonra kardeşi Muttaki, yanma gelip üzerine kapanmış, ellerini öpmüş, sonra
ikisi kucaklaşıp barışmışlardı.
İbnü'l-Esir'in,
"el-Kamil fi't-Tarih" adlı eserinde naklettiği şu gti-zel şiir de
Radi Billah'a aittir:
"Gözlerim onu
ucuyla süzdüğünde benim yüzüm sararır onunsa utançtan yüzü kızarır
Sanki onun yanağında
benim vücudumdan nakledilmiş kan vardır.
Radi Billah vefat
ettiğinde babası Muktedir ona şu ağıdı yakmı<
"Eğer diri bir
insan bir ölüye mezar olabilseydi,
İç organlarımı onun
kemikleri için mezar ederdim.
Eğer ömrüm benim
dilediğimce uzun olsaydı ve kader de bana yardımcı olsaydı ben ömrümü onunla
paylaşırdım.
Nefesimi ona verir ve
kemikleri çürüten mezarda onunla yanyana yatardım.
Ve vücudum senin
vücudunu yağmurlara, aslanlara karşı korur ve seni dolunay altında mehtapta
beklerdim."
"el-Muntazam"
adlı eserinde İbnü'l-Cevzî de onun için şu şiiri yazmıştı:
"İsrafçılığından
ötürü beni çok kınama. Övgülerin kârı şerefli kimselerin ticaret malıdır.
Âlicenaplıkların getirdiği şeylere önceden sahip oldum. Seleflerimin tesis
ettiği binayı daha da sağlamlaştırdım. Ben o kimselerdenim ki, onların
avuçları, Yokluğa ve mahrumiyete alışkındır."
Hatib Bağdadî'nin Ebu
Bekir Muhamnıed b. Yahya es-Solî tariki ile rivayet etmiş olduğu şu şiir de
Radi Billah'a aittir:
"Bütün
berraklıklar bulanıklığa gider.
Bütün güvenlikler
tehlikeli hallere gider.
Gençliğin akibeti ölüm
ya da ihtiyarlıktır.
İhtiyarlık ise
insanları uyarıp korkutan bir vaizdir.
Ey gurur dalgaları
arasında şaşırıp yolunu kaybeden emel sahibi!
Bizden öncekiler hani
nerede? Altınları, gümüşleri, mallan mülkleri çürüyüp yok oldu, izleri
silindi.
Bütün ömrü
tehlikelerle geçen kimseyi ahiret günü hesap yerinde göreceksin.
Ey Rabbim! Ben senin
nezdinde sevapları biriktirdim.
Senin yanındaki birikimin
kıymetli olduğunu biliyorum ve ümidim de odur.
Ey Rabbim ben, vahyin
surelerde açıkladıklarına inanmışım.
Faydalı şeyleri
terkettiğimi ve zararlı şeyleri tercih ettiğimi kabulleniyorum.
Ey Rabbim, ey
bağışlayıcıların en hayırlısı! Günahlarımı bağışla."
Radi Billah, bu
senenin rebiyülevvel ayının onaltmcı gecesinde is-tıska hastalığından öldü.
Ölmeden önce, Vasıfta bulunan Beckem'e haber salarak küçük oğlu Ebü'l-Fadl'ı
veliahd tayin etmesini istedi. Ancak bu isteği yerine gelmedi, vefatından sonra
insanlar onun kardeşi Muttaki Billah İbrahim b. Muktedir'e halife olarak
bey'at ettiler. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. Müttaki'nin kardeşi
Radi vefat edince kadılar ve ayandan olan kimseler Beckem'in evinde toplanarak
kimi hilafete geçirecekleri hususunda müşavereye başladılar. Hepsi de
Müttaki'yi halife seçmek hususunda görüş birliği ettiler ve onu hilafet
sarayına getirip ona bey'at etmek istediler. O da yerde iki rekat istihare
namazı kıldı. Sonra kürsüye çıktı, oradan da tahta çıktı. İnsanlar, bu senenin
rebiyülevvel ayının bitimine on gün kala, çarşamba günü ona bey'at ettiler.
Muttaki, halife
olduktan sonra hiç kimseye değişik bir muamelede bulunmadı. Herhangi bir
kimseye haksızlık etmedi. Hiçbir şeyi değiştirmedi. Adı gibi Muttaki oldu. Çok
oruç tuttu ve çok namaz kıldı. Kendini ibadete verdi. "Sohbet meclislerime
ve eğlence toplantılarıma kimsenin gelmesini istemiyorum. Arkadaş olarak bana
Mushaf-ı Şerif yeter. Ondan başka bir sohbet arkadaşı istemiyorum." dedi.
Bu yüzden eğlence meclislerinin müdavimleri, şairler, vezirler ondan koptular
ve emir Beckem'in etrafında kenetlendiler. Beckem, onlarla oturup sohbet
ediyor, bunlar da onun yanında şiirler söylüyorlardı. Beckem, Acem olduğundan
ötürü şairlerin şiirlerinin çoğunu da anlamı-yordu. Meclistekilerin arasında
Sinan b. Sabit es-Sabiî adında bir hekim vardı. Beckem, kendisindeki aşırı
öfkeyi ona anlatarak şikayette bulundu. Sinan da Beckem'in bu gazabını
dindirmeye ve ahlakını güzelleştirmeye çalıştı. Bazan onun kan akıtmasına böylelikle
engel oluyor, kendisini sakinleştirip nefsini terbiye ediyordu.
Muttaki Billah, güzel
yüzlü, mutedil yaratılışlı, kısa burunlu, beyaz tenli, birazda pembemsi renge
sahip bir kimseydi. Saçı kumral ve kıvırcıktı. Sakalı sık, gözleri şehla idi.
İffetli kimseydi. Asla içki ve içmedi. Adı gibi takvalı oldu. Allah'a
hamdolsun.
Muttaki, hilafete
geçtikten sonra Vasıfta bulunmakta olan Bec-
tı'e hü'at gönderdi.
Kendisini yetkili kıldığına dair fermanını ülkenin her tarafına ulaştırdı.
Bu senede Ahvaz tarafında
Ebu Abdillah el-Beridî ile Beckem savaştılar. Bu savaşta Beridî onu nıağlub
etti ve öldürdü. Durumu sağ-lamlaştı. Halife de Beckem'in mallarına el koydu.
El koyduğu mallan arasında 1.100.000 dinar para da vardı. Beckem, Bağdat'ta iki
sene sekiz ay dokuz gün süreyle hüküm sürmüştü. Sonra Beridî, Bağdat'ı ele
geçirmeye tamahlandı. Halife Muttaki de onu bu niyetinden vazgeçirmeleri için
askerlere bol miktarda para verdi ve kendisi de bizzat ona karşı harekete
geçti. Bağdat'a girmesine engel olmak için yola çıktı. Beridî onu dinlemedi ve
ramazan ayının ikisinde Bağdat'a girdi. Şefi mıntıkasında konakladı.
Muttaki, onun
durumunun kesinlik kazandığını görünce onu tebrike adam gönderdi. Ayrıca
yiyecek ve erzak da gönderdi. Ona emi-rü'1-ümera unvanıyla değil de vezir
unvanıyla hitab etti. Beridî de ona haber salarak 500.000 dinar vermesini
istedi. Halife vermek istemeyince Beridî onu tehdit etti ve Muiz'e, Müstain'e,
Mühtedi'ye ve Kahir'e yaptıklarını hatırlattı. Aralarında elçiler gidip
geldiler. Neticede halife Muttaki istemeyerek de olsa ona bu parayı gönderdi.
Beridî, Bağdat'ta iken
halife onunla görüşmedi. Nihayet Beridî oradan çıkıp Vasıt'a gitti. Vasıt'a
gidiş sebebi de şuydu: Deylemliler ona karşı harekete geçmişler ve liderleri
Gürtekin'in etrafında toplanıp kenetlenmişler ve evini yakmaya
niyetlenmişlerdi. Bu arada Beridî'nin askerlerinin bir kısmı kendisini bırakıp
firar etmişlerdi ki, onlara Beckemiye deniliyordu. Zira Beridî, halifeden para
almış, ama bu paradan o askerlere hiçbir pay vermemişti. Beckemîlerden bir başka
grup da ona muhalefet etmişler ve Deylemlilerle birleşerek iki grup haline
gelmişlerdi. Neticede Deylemlilerin etrafında toplanıp kenetlenmişler, birleşik
bir cephe meydana getirmişlerdi. Bu yüzdendir ki Beridî ramazanın son gününde
Bağdat'tan hezimete uğramış olarak çıkıp gitti.
Gürtekin, Bağdat
idaresini ele aldı. Halife Müttaki'nin huzuruna girdi. Halife de ona
emirü'l-ümeralık unvanını verdi. Ona hil'at giydirdi. Halife Muttaki, Ali b.
İsa ile kardeşi Abdurrahman'ı huzuruna çağırdı. İşlerin idaresini -vezirlik
unvanı vermeksizin- ona bıraktı. Sonra Gürtekin, Türklerin reisi ve Beckem'in
kölesi Bekbek'i yakalayıp boğdu. Sonra halk Deylemlilerden şikayetçi olup
yakınmaya başladılar. Çünkü Deylemliler, onların evlerini ellerinden
alıyorlardı-Halk bu durumu Gürtekin'e şikayet etti, ama Gürtekin onların şikayetlerini
dikkate almadı. Bunun üzerine halk, hatipleri camilerde na-maz kıldırmaktan
menettiler. Deylemlilerle halk savaştı. İki taraf-tanda çok sayıda adam öldü.
Öte yandan halife
Muttaki, Şam valisi Ebu Bekir Muhanımed b.
Raik'e haber salarak
gelip kendisini hem Deylemlilerden hem de Beridî'den kurtarmasını istedi. O da
ramazan ayının yirmisinde büyük bir orduyla Bağdat'a hareket etti. Beckemiye
Türklerinden bir grup da ona iltihak etti. Musul'a ulaştığında, Nasirü'd-Devle
b. Hamdan onun yolundan saptı. İkisi arasında elçiler gidip geldi, sonra
ba-nştılar. İbn Hamdan ona 100.000 dinar verdi. İbn Raik Bağdat'a yaklaştığında
kendisiyle savaşmak üzere Gürtekin, askerleriyle birlikte ona karşı çıktı. İbn
Raik batı tarafından Bağdat şehrine girdi. Gürtekin de askerleriyle geri döndü
ve şehrin doğusundan Bağdat'a girdi. Sonra ikisi savaşmak üzere Bağdat şehrinde
karşı karşıya geldiler. Halk, Gürtekin'e karşı İbn Raik'e destek verdi.
Deylemliler hezimete uğradılar, onlardan çok sayıda insan öldürüldü. Gürtekin
de kaçıp gizlendi. Böylece İbn Raik duruma hakim oldu. Halife ona hii'at giydirdi,
ikisi birlikte Dicle'ye taraf harekete geçtiler. İbn Raik, Gürte-kin'i yakaladı
ve onu hilafet sarayındaki zindana attı.
İbnül-Cevzî dedi ki:
Bu senenin cemaziyelevvel ayının onikisinde cuma günü halk Berasi Camii'nde
cuma namazı kılmak üzere toplandı. Halife Muktedir kendi zamanında bu camiye
baskın yaptırarak orada karşıtlarına sövmek ve küfretmek üzere toplanan bir Şiî
cemaatı görmüş ve camii yaktırmıştı. Cami harap halde kalmıştı, nihayet halife
Radi'nin zamanında Beckem orayı onarmıştı. Sonra halife Muttaki, üzerinde
Reşid yazılı olan bir minberi oraya koydu ve insanlar orada cuma namazını
kıldılar ve hicretin 450. senesinden sonrasına kadar da orada cuma namazları
kılındı.
Bu senenin
cemaziyelahir ayının yedinci gecesinde çok şiddetli bir soğuk meydana geldi.
Şimşekler çaktı. Mansur sarayının yeşil kubbesi çöktü. Bu kubbe Bağdat'ın tacı
ve Abbasilerin büyük bir eseri idi. Bunu ilk hükümdarları inşa ettirmişti.
Yapılışı ile çöküşü arasında 187 senelik bir zaman geçmişti.
Bu senenin ekim,
kasım, aralık ve ocak aylarında sadece bir defa yağmur yağmıştı. O da toprağı
ıslatmamıştı. Bu yüzden Bağdat'ta kıtlık meydana geldi. Öyle ki, bir ölçek
buğday 130 dinara kadar satılır oldu. Halk kıtlığa maruz kaldı. Açlıktan
ölmeye başladılar. Ölenler Çok idi. Bu yüzden birçok cesed aynı mezara;
yıkanmadan ve üzerlerine namaz kılınmadan defnediliyorlardı. Akarlar ve ev
eşyaları en ucuz fiyata satılmaya başladı. Öyle ki, bir dinar değerindeki bir
eşya bir dirheme satılır oldu. Bir kadın, rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ı görmüştü.
Rasûlullah (s.a.v.) o kadına, insanların yağmur duasına çıkmalarını ve bu
amaçla sahrada istiska namazını kılmalarım söylemesi için gerekli emri
vermişti. Halife de bu emre uyulması hususunda gerekli fermanı yayınladı,
insanlar istiska namazını kıldılar. Yağmur yağması için dua ettiler. Bundan
sonra yağmur yağdı. Fırat nehrinin suyu daha önce misli görülmemiş şekilde
kabardı. Abbasiye mezarlığı sular altında kaldı. Sular Bağdat'ın caddelerini
doldurdu, eski ve yeni köprüler yıkıldı. Kürtler, bir grup Horasanlı kafilenin
yolunu kestiler. Onlardan 3.000 dinar değerinde eşyayı gasbettiler. Bunların
çoğu Beckem et-Türkî'nin malıydı.
Bu senede insanlar hac
yoluna koyuldular, sonra Medine-i Mü-nevvere'deki Alevilerden bir adamın isyan
edip insanları kendisine bey'ata davet etmesi sebebiyle yoldan döndüler. [29]
Ahmed b. İbrahim b.
Tezmürd. İbn Süreyc'in arkadaşlarından bir fakihti. Bir zaman hamama gitmişti.
Hamamdan çıktıktan hemen sonra hamamın damı çökmüş, ona birşey olmamıştı. Fakat
daha sonra kendisi de eceli gelip normal Ölümle vefat etmişti. [30]
Bağdat emirü'l-ümerası
idi. Büveyh oğullarından önce Bağdat'ta emirlik yapmıştı. Akıllı bir kimseydi.
Arapçayı anlar ama konuşamazdı ve: "Arapça konuştuğum takdirde hata
yapmaktan korkuyorum. Reis bir adamın hata yapması ise çok çirkin olur."
derdi. Bununla beraber ilmi ve âlimleri severdi, servet sahibi bir kimseydi,
çok sadaka verirdi. Bağdat şehrinde bir akıl hastahanesi inşa etmeye başladı.
Ama bu inşaat tamamlanmadı. Kendisinden sonra Adüdud-Devle b. Büveyh inşaatı
devam ettirdi.
Beckem şöyle derdi:
"Adalet, sultanın dünya ve ahiretteki kazancıdır."
Beckem, çok zaman
parasını çölde, yer altına gömüp saklardı. Vefat ettikten sonra o paraların
nereye gittiği bilinmemektedir. Ra-di'nin nedimleri, Vasıfta iken Beckem'in
etrafında toplanmışlardı. Beckem, Vasıt şehrinin gelirlerini 800.000 dinar
karşılığında halifeden almıştı. Nedimleri onun etrafında toplanırlar, tıpkı
bir halifey-mişcesine onun gece sohbetlerine katılırlardı. Ama onların
söylediklerinin çoğunu anlamazdı. Tabip Sinan b. Sabit es-Sabiî onun huyunu
yumuşatmıştı. Öyle ki, ahlakı güzelleşmiş, zorbalığı azalmıştı, ama bundan
sonra da çok kısa bir süre yaşamıştı.
Bir defasında adamın
biri onun huzuruna girmiş, ona öğüt vermiş ve onu ağlatmıştı. Bunun üzerine
Beckem ona 100.000 dirhem verilmesini görevlilere emretmişti. Görevli o parayı
alıp adama götürmüştü. O esnada Beckem de meclisinde bulunan adamlara şöyle
de-inişti: "Adamın bu parayı kabul edeceğini sanmıyorum, o bu parayı
istemiyor. Bu adam dünyayı ne yapsın? Bu, ibadetle meşgul olan bir adamdır,
dirhemleri ne yapsın?" Kısa bir süre sonra görevli köle geri döndü.
Yanında götürdüğü para yoktu. Beckem ona: "Adam parayı kabul etti
mi?" diye sordu, köle: "Evet." diye cevap verince Beckem söyle
dedi: "Biz avcıyız ama olta değişik."
Beckem, bu senenin
receb ayının bitimine yedi gün kala vefat etti. Ölüm sebebi de şuydu: Avlanmak
için çöle çıkmıştı. Bir Kürt grubuyla karşılaşmış, onları horlamıştı. Onlar da
kendisi ile vuruşmaya başlamışlar ve Kürdün biri onu öldürmüştü.
Beckem, Bağdat'ta iki
sene, sekiz ay, dokuz gün süreyle emirlik yapmıştı. Ölümünden sonra 2.000.000
küsur dinar bırakmıştı. Muttaki Lillah, bu paraların tümünü almıştı. [31]
Hanbeli mezhebine
mensup âlim, zahid, fakih ve vaiz bir kimse idi. Mervezî ile Sehl
el-Tüsterî'nin arkadaşıydı. Hoşlanmadığı bir sebepten ötürü babasının 70.000
dinar tutarındaki mirasını kabul etmemişti. Bid'atçılara ve masiyet ehli
kimselere karşı amansız bir düşmandı. Kadri yüce bir kimseydi. Havas ve avam
tabakası ona saygı gösterirdi.
Bir gün, vaaz vermekte
iken hapşırmca cemaat onun için hayır duada bulunarak: "Allah sana rahmet
etsin." dedi. Cemaati duyan diğer kimseler de ona bu duayı yaptılar. Nihayet
bütün Bağdat halkı ona bu duayı tekrarlayıp okudular. Bu, hayır duada bulunan
insanların sesleri nihayet hilafet sarayına ulaşınca, halife onu kıskandı.
Devlet erkanından bir grup insan ise halife nezdinde onun aleyhinde konuştular.
Halife, onu yakalamaları için görevlileri harekete geçirdi. O da Boran'm kız
kardeşinin yanında bir ay kadar gizlendi. Daha sonra bir hastalığa yakalandı ve
gizlendiği yerde vefat etti. Boran'm kız kardeşi, hizmetçisine emir vererek
onun için cenaze namazını kıldırdı. Namaz kılman evde beyaz giysili adamlar
dolup taştılar ve Berbeharî o eve defnedildi. Sonra Boran'm kız kardeşi de
öldükten sonra onun yanına defnedilmeyi vasiyet etti. Berbeharî, vefat ederken
doksanaltı yaşındaydı. Allah rahmet etsin. [32]
Yusuf b. Yakub b.
İshak b. Behlül Ebu Bekir el-Ezrak. Mavi gözlü olduğu için kendisine Ezrak
denilmişti. Tenüh kabilesindendi. Katip, lik yapmıştır. Dedesinden, Zübeyr b.
Bekkar'dan, Hüseyin b. Are-fe'den ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur.
Kanaatkarane bir yaşantısı vardı. Çok sadaka verirdi. Anlatıldığına göre o,
100.000 dinar sadaka vermiştir. İyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir kinısev
di.
Darekutnî ve diğer
hadis hafızları ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Sika ve adaletli bir ravi
idi. Bu senenin zilhicce ayında doksa-niki yaşında vefat etti. Yüce Allah
rahmet etsin. [33]
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin muharrem ayında baş tarafı batıya, kuyruğu da doğuya yönelik bir
kuyruklu yıldız göründü. Bu, cidden büyük bir yıldızdı. Kuyruğu da saçaklı
idi. Onüç gün semada kaldıktan sonra kayboldu.»
Bu senenin
rebiyülevvel ayının ortasında bir ölçek buğdayın fiyatı 200 dinara kadar
yükseldi. Yoksullar leş yemeye başladılar. Kıtlık devam etti, çok sayıda insan
öldü, yollar kesildi, insanlar hastalık ve yoksullukla meşgul oldular, ölüleri
defnedemez oldular, eğlencelerden ve oyunlardan uzak kaldılar, sonra kırbadan
boşalırcasma sağanak yağmurlar yağdı, Dicle'nin suyu 20.3 zira kadar yükseldi.
"el-Kamil"
adlı eserinde İbnü'l-Esir'in anlatttığına göre; bu senede Muhammed b. Raik ile
Beridî arasında soğukluk meydana geldi. Çünkü Beridî, Vasıt şehrinin haracını
ödememişti. Bunun üzerine İbn Raik onun yanındaki malları teslim almak üzere
Vasıt'a doğru yola çıktı. Neticede ikisi arasında anlaşma yapıldı ve İbn Raik
Bağdat'a döndü. Askerler erzaklarını taleb ettiler, ama o cidden mali sıkıntı
içinde idi. Bir kısım Türk cemaatı da onu bırakıp Beridî1 nin saflarına
iltihak ettiler. Bu nedenle İbn Raik'in tarafı zayıfladı. Önceden Beridî'ye
Bağdat'ta vezir unvanıyla yazılar yazıyordu. Sonra onun vezirlik unvanını
iptal etti. Böylece Beridî ona karşı daha da öfkelendi ve Bağdat'ı ele
geçirmeye niyetlendi ve kardeşi Ebü'l-Hüseyin'i bir ordu ile Bağdat'a
şevketti. İbn Raik, halife ile birlikte hilafet sarayına sığındılar ve orada
kendilerini koruma altına aldılar. Büyük ve küçük mancınıklar hilafet sarayım
dövmeye başladı. Dicle de bu mancınıkların atış alanı içinde bulunuyordu.
Bağdat halkı tedirgin oldu. İnsanlar gece gündüz birbirlerinin mallarını
yağmalamaya başladılar. Ebu Abdullah el-Beridî'nin kardeşi Ebü'l-Hüseyin de
ordusuyla birlikte Bağdat'a geldi, Bağdatlılar, karada ve Dicle'de onunla
savaştılar. İş cidden büyüdü. Bu arada halk kıtlık, veba ve ölümle yüzyüze
gelmişti. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ye O'na
dönücüleriz.).
Sonra halife ve İbn
Raik -beraberlerinde halifenin oğlu Mansur da olmak üzere- cemaziyelahir ayında
hezimete uğradılar ve yirmi kadar süvari ile Musul'a yöneldiler.
Ebü'l-Hüseyin
el-Beridî, hilafet sarayını işgal etti. Oradaki maiyet erkanını öldürdü.
Malları yağmaladı. Öyle ki, yağmalama işi harem kısmına kadar uzandı. Ama âmâ
olan Kahir'e ilişmediler. Gürte-kin'i hapisten çıkardılar. Ebü'l-Hüseyin, onu
kardeşi Beridî'ye gönderdi. Bu onun hayatının sonu oldu. Kendisi de İbn
Raik'in oturduğu hadim Munis'in evine yerleşti. Askerleri Bağdat'ı açıkça talan
ettiler Bunlar evlere baskın yapıyorlar ve oralarda buldukları malları
gasbe-diyorlardı. Zulüm çoğaldı, kıtlık baş gösterdi. Fiyatlarda cidden büyük
bir pahalılık meydana geldi. Ebü'l-Hüseyin, buğday ve arpaya vergi tarh etti.
Bağdat halkı -daha önce yaptıklarından ötürü- açlık ve korku acısını tattılar.
Ebü'l-Hüseyin
el-Beridî'nin beraberindeki Karmatilerden de büyük bir topluluk vardı. Bunlar
şehirde büyük bir bozgun meydana getirdiler. Onlarla Türkler arasında uzun
süren savaşlar cereyan etti. Türkler onları mağlub edip Bağdat'tan çıkardılar,
halkla Ebü'1-Hüse-yin'in askerleri olan Deylemliler arasında savaş cereyan etti.
Bu senenin şaban
ayında durum vahimleşti, meskenler yağmalandı, gece gündüz halk yağmaya maruz
kaldı, Beridî'nin askerleri yollara çıkıp köylerden getirilen ürünlere ve
hayvanlara el koydular. Misli duyulmamış bir zulüm cereyan etti.
İbnü'1-Esir dedi ki:
"Biz bunları anlattık ki zalimler, çirkin haberlerinin nakledileceğini ve
kendilerinden sonra da yeryüzünde ve kitaplarda baki kalacağını, kendilerinin
bu kötü haberlerle yad edilip ayıplanacaklarını ve kınanacaklarını bilsinler.
Bu onlar için dünyada bir rüsvaylıktır. Ahirette de haklarında verilecek hüküm
Allah'a aittir. Bunları anlattık ki, zalimler, şayet Allah için olmasa bile bu
kötü hatıralarla yad edilmemek için zulmü terketsinler."
Halife Bağdat'ta iken
Musul valisi Nasirü'd-Devle b. Hamdan'a haber salarak takviye kuvvet istedi ve
onu Beridî'ye karşı kışkırttı. Nasirü'd-Devle de takviye kuvvet olarak büyük
bir orduyla kardeşi Seyfü'd-Devle Ali'yi gönderdi. Seyfü'd-Devle, Tikrit'e
vardığında halife ile Ibn Raik'in Bağdat'tan kaçıp oraya geldiklerini gördü ve
onlarla birlikte kardeşinin yanma geri döndü.
Seyfü'd-Devle,
halifeye çok hizmetlerde bulundu. Musul'a ulaştıklarında Nasirü'd-Devle
şehirden çıktı ve şehrin doğusuna yerleşti. Halifeye armağanlar ve yiyecekler
gönderdi. Ama İbn Raik'in kendisine bir komplo kurmasından korktuğu için
halifenin yanına gelmedi. Halife de oğlu Ebu Mansur'u ve İbn Raik'i selam için
kendisine gönderdi. Bu ikisi Nasirü'd-Devle'nin yanma vardıkları zaman
Nasirü'd-Devle, görevlilerine halifenin oğlu Ebu Mansur'un başına altın ve gümüş
saçmalarını emretti. Ebu Mansur'la İbn Raik onun yanında bir saat kadar
oturduktan sonra kalkıp geri döndüler. Halifenin oğlu bineğine bindiğinde İbn
Raik de onunla birlikte binmek istedi. Nasirü'd-Devle ise ona: "Bugün
yanımda kal da ne yapacağımız hakkında düşünüp karar verelim." dedi. İbn
Raik özür dileyip halifenin oğluyla geri döneceğini söyledi. Çünkü
Nasirü'd-Devle'nin kendisine bir kötülük yapmasından kuşkulanıp korkmuştu.
Ancak Nasirü'd-Devle
İbn Hamdan, onun yeninden tuttu. İbn Raik geri çekilince yeni koptu, acele ile
bineğine binip kaçmak isteyince atından yere düştü. Nasirü'd-Devle, onun
öldürülmesini emretti ve öldürüldü. Bu hadise, bu senenin receb ayının bitimine
yedi gün kala pazartesi günü vukubulmuştu. Halife de Nasirü'd-Devle İbn Hamdan'a
haber göndererek yanına çağırttı. Hil'at giydirip o gün kendisine
Nasirü'd-Devle lakabını taktı ve emirü'1-ümeralığa tayin etti. Kardeşi Ebu
1-Hasan'a da hil'at giydirdi. Ona da o gün, Seyfü'd-Devle lakabını taktı.
İbn Raik öldürülüp
ölüm haberi Mısır İhşidi Muhammed b. To-ğaç'a ulaşınca Muhammed b. Toğaç
Dımışk'a hareket etti ve orayı İbn Raik'in naibi Muhammed b. Yezdad'm elinden
aldı. Dımışk'ta böylece iki teke boynuzlaşmamış oldu. İbn Raik'in ölüm haberi
Bağdat'a ulaşınca Türklerin çoğu -kötü muamelesinden ve bozuk niyetinden ötürü-
Ebü'l-Hüseyin el-Beridî'yi terkettiier. Allah onu kahretsin.
Ayrılan bu Türkler,
halifenin ve İbn Hamdan'ın yanına gittiler. Böylece halife onlar sayesinde
kuvvetlendi. Halife ile İbn Hamdan, Bağdat'a hareket ettiler. Şehre
yaklaştıklarında Ebu Abbdillah el-Beridî'-nin kardeşi Ebü'l-Hüseyin korkup
kaçtı. Halife Muttaki -beraberinde İbn Hamdan olmak üzere- büyük bir orduyla
bu senenin şevval ayında Bağdat şehrine girdi. Müslümanlar buna çok
sevindiler.
Halife, Ebü'l-Hüseyin
tarafından Samarra'ya sürgün edilmiş olan Bağdatlılara haber gönderip geri
getirtti. Bağdatlıların önde gelenleri daha önce terketmiş oldukları
şehirlerine geri döndüler. Halife, Ebu îshak el-Fezarî'yi vezirliğe iade etti.
Tüzün'ü de Bağdat'ın doğu yakası güvenlik kuvvetleri komutanlığına tayin etti.
Nasirü'd-Devle,
kardeşi Seyfü'd-Devle'yi bir askeri birlikle Ebü'l-Hüseyin el-Beridî'nin peşine
takarak onu kovalattı. Seyfü'd-Devle onu Medain yakınında yakaladı. İkisi uğursuz
günlerde şiddetlice savaştılar. Neticede Ebü'l-Hüseyin, kardeşi Beridî'nin
yanına, Vasıt'a gitti. Nasirü'd-Devle, bizzat kendisi takibe koyulup Medain'e
gitti ve kardeşi Seyfu d-Devle'ye destek verdi. Ama Seyfü'd-Devle, bir kez daha
Beridî'nin kardeşi Ebü'l-Hüseyin tarafından hezimete uğratıldı. Nasirü'd-Devle
ona tekrar takviye askerler verdi. Nihayet Beridî'yi bozguna uğrattı ve
adamlarının önde gelenlerinden bir grubu esir aldı. Çoklarını da öldürdü.
Sonra Ebu Abdillah el-Beridî ile savaşması için kardeşi Seyfü'd-Devle'yi
Vasıt'a gönderdi. Beridî, böylece hezimete uğradı. Kardeşi Basra'ya gitti.
Seyfü'd-Devle, Vasıt şehrini teslim aldı. Bundan sonra ne yaptığı hususunda
gelecek sene olaylarından bahsederken gerekli açıklamalarda bulunacağız.
Nasirü'd-Devle'ye
gelince; Bağdat'a geri döndü ve zilhicce ayının onüçünde şehre girdi. Önünde
develere bindirilmiş esirler vardı. Müslümanlar bu durum karşısında sevinip
sükun buldular, rahatladılar Nasiru d-Devle de halkın idaresi ile meşgul oldu.
Dinarın ayarını düzeltti. Çünkü dinarın önceki ayarının bozulduğunu görmüştü.
İbrizi-ye adını verdiği dinarları bastırdı. Bir dinar onüç dirheme satılır oldu.
Oysa daha Önce bir dinar on dirheme satılıyordu.
Halife, Bedir
el-Harşenî'yi haciblikten azledip yerine Selame et-Tolonî'yi tayin etti.
Bedir'i, Fırat yolunun korumasıyla görevlendirdi. Bunun üzerine o da Mısır
İhşid'inin yanına gitti, îhşid ona ikramda bulundu ve Dımışk valiliğine atadı.
Nihayet orada vefat etti.
Bu senede Rumlar Halep
yakınma kadar geldiler. Bir kısım insanları Öldürdüler, 15.000'e yakın kişiyi
esir aldılar. İnnâ lillâh ve in-na ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve
O'na dönücüleriz).
Bu senede Tarsus
valisi Rum ülkesine girdi. Bir kısım Rumu öldürdü, bir kısmını esir aldı.
Ganimet elde ederek salimen geri döndü. Onların bazı meşhur komutanlarını ve
birçok askerlerini esir almıştı. Allah'a hamdolsun. [34]
İshak b. Muhammed b.
Yakub en-Nehrecorî. Sofiye meşayihin-dendir. Cüneyd b. Muhammed ve diğer sofiye
önderleriyle arkadaşlık etmiş ve Mekke'de vefat edinceye kadar mücavir olarak
yaşamıştır. Onun güzel sözlerinden biri şudur:
"Dünyanın çölleri
ayaklarla katedilir, ahiret çölleri ise gönüllerle katedilir." [35]
Hüseyin b. İsmail b.
Muhammed b. İsmail b. Sard b. Eban Ebu Abdiüah ed-Dabbi el-Kadi el-Mehamilî.
Şafiî fıkıhçısıdır, muhaddis-tir, çok hadis dinlemiştir. İbn Uyeyne'nin yetmiş
kadar arkadaşına ulaşmıştır.
İmamlardan bir cemaatten
rivayetlerde bulunmuş, Darekutnî ile bazı raviler de ondan rivayetlerde
bulunmuşlardır. Meclisine 10.000 kadar kişi katılırdı. Doğru sözlü, dindar,
fakih ve muhaddisti. Altmış sene müddetle Küfe kadılığı yaptı. Fars ve bağlı
mıntıkaların kadılığı da ona tevdi edildi. Sonra bütün bu görevlerden istifa
edip evine kapandı. Sadece hadis dinlemeye ve dinletmeye kendini vakfetti. Bu
senenin rebiyülahir ayında doksanbeş yaşında vefat etti.
Bir büyüğün huzurunda,
bir Şiî ile münazara yapmıştı. Şiî; Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve Huneyn
savaşlarında Hz. Ali'nin konumunu ve cesaretini anlatmaya başladı. Sonra
Mehamilî'ye: "Sen Hz. Ali'yi tanıyor musun?" diye sordu. Mehamilî de
şu cevabı verdi: "Evet, tanıyorum ama Bedir savaşında sen Ebu Bekir
es-Sıddık'ın nerede olduğunu biliyor musun? O, gölgelikte reis makamında
Rasûlullah'ın yanında bulunuyordu ve onu koruyordu. Hz. Ali ise cephede savaşıyordu.
Faraza Hz. Ali öldürülseydi, onun öldürülmesi sebebiyle ordu bozguna uğramazdı.
Ama Ebu Bekir öldürülseydi ordu bozguna uğrardı. Bu nedenle Ebu Bekir,
Rasûlullah'ın yanında reis makamında bulunuyor, Ali ise cephede
savaşıyordu." Bu cevap karşısında Şiî sustu. Mehamilî, sözünü şöyle
sürdürdü:
"Rasûlullah'tan
sonra namazı, zekatı, abdestı rivayet eden bizler; malı, kölesi ve aşireti
olmayan Ebu Bekir'i Ali'ye tercih ettik. Çünkü Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'ı
koruyor, onun uğrunda kendini siper ediyordu. Sahabeler, Ebu Bekir'in
kendilerinin en hayırlısı olduğunu bildikleri için onu Ali'ye takdim ettiler."
Bu cevap karşısında da Şiî susmuş, birşey diyememişti. [36]
Künyesi Ebü'l-Hasan
es-Saiğ'dir. Zahid, âbid ve keramet sahibi bir kimse idi. Rivayete göre Memşad
ed-Dineverî, onu çölde şiddetli sıcaklarda namaz kılarken, bir kartalın sıcağın
şiddetine karşı korumak için kanadını üstüne gerip onu gölgelediğini görmüştü.
İbnü'1-Esir dedi ki:
«Bu senede, meşhur kelamcı Ebü'l-Hasan Ali b. İsmail el-Eş'arî vefat etti. O,
hicretin 260. senesinde doğmuştu. Ebu Musa el-Eş'arî evladmdandır.»
Ben derim ki: Sahih
rivayete göre, Eş'ari hicretin 224. senesinde vefat etmiştir.
Bu senede Muhammed b.
Yusuf b. Nadr el-Herevî de vefat etti. Şafiî fikıhçısı idi. Hicretin 229.
senesinde doğmuştu. İmam Şafiî'nin ashabından Rebi b. Süleyman'dan ders
almıştı.
Ben derim ki: Bu
senede Ebu Hamid b. Bilal, Zekeriya b. Ahmed el-Belhî, Hafız Abdülgafir b.
Seleme, Bağdat emiri Muhammed b. Ra-ik gibi meşhur şahsiyetler de vefat
ettiler. [37]
Dımışk'ın doğu
kapısının dışında bulunan Ebu Salih Mescidi'ni vakfeden kimseydi. Kerametleri,
harika halleri ve makamatı vardı Asıl adı, Müflih b. Abdullah Ebu Salih
el-Müteabbid'dir.
Şeyh Ebu Bekir b. Said
Hamdune ed-Dımışkî ile arkadaşlık etmiş, ondan terbiye almıştır. Muvahhid b.
İshak b. Berrî, Ebu Hasan Ali b. el-Acce (mescidin kayyımı idi), Ebu Bekir b.
Davud ed-Dineveri ed-Dakkî kendisinden rivayetlerde bulundular.
Hafız İbn Asakir, Şeyh
Ebu Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Rükam dağının
çevresinde dolanıp kulları arıyordum. Bir kayanın üzerine oturmuş, başını
Önüne eğmiş bir adama rastladım. Kendisine: "Burada ne yapıyorsun?"
diye sordum. O adam ise: "Bak ve gözet." diye cevap verdi.
"Yanında bakıp gözeteceğim sadece şu sopa ve taşlar var." dediğimde
şu cevabı verdi: "Hayır, şunlara değil, kalbimden geçenlere bak ve
Rabbimin emirlerini gözet. Yoksa seni yanıma gönderene yemin ederim ki, gözünü
benden başka tarafa çevir." Kendisine dedim ki: "Olur, ama bana
yararlanacağım bir öğüt ver de seni bırakıp gideyim." O da bana şu Öğüdü
verdi:
"Birinin kapısına
bağlanan kişi o kapının sahibine hizmette sebat eder. Ölümü çokça anan kişi
çokça pişman olur. Başkalarına değil de Allah'a güvenen ve Allah'tan dileyen
kişi yokluktan emin olur." Böyle dedikten sonra o adam beni bırakıp gitti.»
Ebu Salih dedi ki:
«Altı veya yedi gün kadar hiçbir şey yemeyip içmedim. Şiddetlice susadım.
Mescidin arkasındaki ırmağa gittim, suya baktım ve Rabbimin: "Onun Arş'ı
su üzerinde idi." (Hûd, 7.) mealindeki ayet-i celilesini hatırladım,
susuzluğum gitti. Öylece on günü tamamladım.»
Yine Ebu Salih dedi
ki: «Kırk gün müddetle su içmedim. Kırk günü tamamladıktan sonra içtim.
Yanımda duran bir adam, artığımı alıp karısına götürdü ve ona: "Kırk gün
müddetle su içmeyen ve kırk günü tamamladıktan sonra su içen bir adamın artığını
al ve iç." dedi. Bu durumu yüce Allah'tan başka bilen olmamıştı.»
Yine Ebu Salih dedi
ki: «Dünya kalblere haramdır, nefislere helaldir. Baş gözü ile bakman helal
olan her şeye kalb gözünle bakman haram olur. Beden, kalbin örtüşüdür, kalb
gönlün örtüşüdür, gönül vicdanın örtüşüdür, vicdan sırrın örtüşüdür, sır
Allah'ı bilip tanımanın örtüşüdür.»
Ebu Salih'in çok
menkıbeleri vardır, Allah ona rahmet etsin. Bu senenin cemaziyelevvel ayında
vefat etti. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi
bilir. [38]
Bu senede
Seyfü'd-Devle, Vasıt şehrine girdi. Beridî ve kardeşi £bu 1-Huseyin, onun
karşısında yenik düşmüşlerdi. Sonra Türkler geyfu d-Devle'ye muhalefet ettiler.
O da Vasıftan kaçıp Bağdat'a gitti Kardeşi emirü'l-ümera onun durumundan
haberdar olunca Bağdat'tan çıkıp Musul'a gitti. Bu sırada evi yağmalandı.
Bağdat'ta onüç beş gün süreyle hüküm sürmüştü. Kardeşi Seyyidü'd-Devle ise,
o-nun Bağdat'tan çıkışından sonra Bağdat'a gelmiş ve Babüharp'te konaklamış,
halifeden de Tüzün'le savaşmak için kendisine destek olacak mali yardımda
bulunması talebinde bulunmuştu. Halife kendisine bu amaçla 400.000 dirhem
gönderdi. Bu paraları kendi adamlarına dağıttı. Sonra Tüzün'ün gelmekte
olduğunu duyunca Bağdat'tan çıktı.
Tüzün, bu senenin
ramazan ayının 25'inde Bağdat'a girdi. Halife ona hil'at giydirdi ve onu emiru
1-ümeralığa tayin etti. Böylece Tüzün Bağdat'a hakim olmuş oldu. Bu sırada
Beridî de Vasıt şehrine geri döndü. Tüzün'ün oradaki adamlarını şehir dışına
çıkardı. Tüzün'ün esirleri arasında Seyfud-Devle'nin Sümal adındaki kölesi de
vardı. Tüzün -durumunu ona anlatsın ve Hamdan ailesinin yanında itibarı
yükselsin diye- Sümal'i, efendisi Seyfü'd-Devle'ye gönderdi.
Bu senede Neşe'
mıntıkasında büyük bir deprem meydana geldi. Çok sayıda binalar yıkıldı. Çok
sayıda insan Öldü.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
Bu senenin eylül ve ekim aylarında Bağdat'ta, nefes kesecek derecede
şiddetli.sıcaklar görüldü. Bu senenin şafer ayında Rumların Erzen ve
Meyyâfarikin'e (Silvan'a) geldiklerine dair haberler ulaştı. Rumların o
mmtıkalardaki insanları esir aldıkları da gelen haberler arasındaydı.
Bu senenin rebiyülahir
ayında halife Müttaki'nin oğlu Ebu Man-sur İshak, 100.000 dinar ve 1.000.000
dirhem mehirle Nasiru d-Devle b. Hamdan'ın kızı Ulviye ile nikah akdi yaptı. Bu
nikahta Nasiru d-Devle'nin kendisi hazır bulunmamış, kendisine vekaleten Ebu
Abdil-lah Muhammed b. Ebi Musa el-Haşimî hazır bulunmuştu.
Nasirud-Devle,
üzerinde Nasiru d-Devle Abd-i Ali Muhammed ibaresi yazılan para bastırmıştı.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senede kıtlık meydana geldi. Pahalılık başgösterdi. Öyle ki, insanlar köpek
eti yemek mecburiyetinde kaldılar. İnsanlar büyük belaya maruz kaldılar. Sonra
cidden çok miktarda çekirge görüldü. Öyle ki, elli rıtl (23 kg) çekirge bir
dirheme satılır °ldu. İnsanlar bu kıtlık esnasında çekirgeden yararlanarak
sıkıntılarını bir nebzecik olsun hafiflettiler.»
Bu senede Bizans
imparatoru halifeye bir mektup göndererek Urfa Kilisesi'nde bulunan ve Hz.
İsa'ya ait olan mendili kendisine göndermesini istedi. Mektupta anlatıldığına
göre bu mendil ile İsa pey. gamber yüzünü silmiş ve yüzünün sureti mendil
üzerindeymiş. Bu mendil kendisine gönderildiği takdirde çok sayıda Müslüman
esiri salıvereceğini bildirdi. Halife de âlimleri toplantıya çağırdı ve bu
hususu onlarla görüştü. Kimi: "Biz İsa'ya ve onun hatıralarına onlardan
daha layıkız. İsa peygamberin mendilinin Bizans imparatoruna gönderilmesi
Müslümanlar için bir zillet ve dinde bir gevşemedir," dedi.
Vezir Ali b. İsa ise
şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri, Müslüman esirleri kafirlerin elinden
kurtarmak, bu mendilin Urfa Kilisesi'nde kalmasına nisbetle Müslümanlar için
daha yararlı ve hayırlıdır."
Bunun üzerine halife
İsa peygamberin mendilinin Bizanslılara gönderilmesini ve Müslüman esirlerin
Bizanslıların elinden kurtarılması için gerekenin yapılmasını emretti.
Solî dedi ki: «Bu
senede Bağdat'a ulaşan haberlerde Karmatî'nin bir çocuğunun doğduğu ve Ebu
Abdillah el-Beridî'nin ona çok hediyeler sunduğu, hediyeler arasında
mücevherle işlenmiş altın bir beşik bulunduğu anlatılıyordu. Bu beşiğin yatağı
altın ve yakutlarla dokunup işlenmişti, daha başka hediyeler de vardı.»
Bu senede Bağdat'ta
protestolar çoğaldı ve sahabeleri kötü biçimde anlatan ve yad eden kimselerin
başının belaya gireceği ilan edildi.
Halife, İmadu d-Devle
b. Büveyh'e hil'atler gönderdi. O da bu hil'-atleri kabul edip kadı ve ayanın
huzurunda giydi.
Bu senede Horasan ve
Maveraünnehir valisi Said Nasr b. Ahmed b. İsmail es-Samanî vefat etti. Bu zat
ölümünden onüç ay önce verem hastalığına yakalanmıştı. Kendi evinde ibadet evi
diye adlandırdığı bir oda hazırlamıştı. Temiz giysilerini giyip yalınayak o
ibadet yerine gidip namaz kılar, Allah'a yalvarıp yakanr, niyazda bulunur ve
çokça namaz kılardı. Vefat edinceye kadar günahlardan ve çirkinliklerden uzak
durdu. Allah ona rahmet etsin. Ondan sonra yerine oğlu Nuh b. Nasr es-Samanî
geçti ve Emirü'l-Hamid lakabını aldı.
Muhammed b. Ahmed
en-Nesefî de bu senede öldürüldü. Kendisi, Nuh b. Nasr'ın huzurunda eleştiride
bulunduğu için idam edilmişti. [39]
Künyesi, Ebu Said'dir.
Tabiplik yapmıştır. Kahir Billah'ın huzurunda Müslüman olmuş, ama ne
kendisinin oğlu ne de aile efradından hiç kimse Müslüman olmamıştı. Kendisi
tıpta ve birçok ilimlerde ileri merhalelere ulaşmıştı. Bu senenin zilkade
ayında midesindeki hazımsızlık hastalığından vefat etti. Tabipliği ona yarar
sağlamadı ve Ölüm ona da geldi. Şair bu konuda ne güzel söylemiş:
"Eliyle ilaç
yapana de ki:
Başına geldiği zaman
takdiri geri çevriebilir misin?! Tedavi eden de, tedavi edilen de, ilacı kendi
eliyle yapan da, ilacı Satm alan da hep öldüler."
"el-Muntazam"
adlı eserinde İbnü'l-Cevzî, Eş'arî'nin bu senede vefat ettiğini anlatmış, onun
aleyhinde konuşmuş ve onu eleştirmiştir. Nitekim bütün Hanbeliler, öteden beri
Eş'arîlerin aleyhinde konuşurlar. Bu onlar için bir âdet olagelmiştir. Yine
İbnü'l-Cevzî'nin mezkûr eserde anlattığına göre Eş'arî, hicretin 260. senesinde
doğmuş ve hicretin 331. senesinde vefat etmiş, Cübbaî ile kırk sene arkadaşlık
ettikten sonra ondan ayrılmış, Bağdat'ta vefat etmiş ve Meşra-atüssirvani
mezarlığına defnedilmiş tir. [40]
Muhammed b. Ahmed b.
Yakub b. Şeybe b. Salt es-Sedusî. Sedus kabilesinin mevlasıdır. Künyesi Ebu
Bekir'dir. Dedesinden, Abbas ed-Durî'den ve diğerlerinden hadis dinleyip
rivayet etmiştir. Ebu Bekir b. Mehdi de kendisinden rivayetlerde bulunmuştur.
Sika bir ravidir.
Hatib Bağdadî'nin anlattığına
göre Muhammed b. Ahmed b. Ya-kub'un babası, oğlunun doğduğu zamanda
müneccimlere burcunu tesbit ettirmiş ve ne kadar yaşayacağını hesaplatmış,
onlar da: "Şu kadar sene yaşayacak." demişlerdi. Babası da onun için
bir kuyu hazırlamış ve kuyuya müneccimlerin bildirdiği Ömrünün günleri sayısınca
birer dinar atmış. Kuyu dolunca başka bir kuyu kazmış, onu da aynı şekilde
doldurmuş. Sonra üçüncü kuyuyu hazırlamış ve oraya da her gün oğlunun ömrünün
günleri sayısınca üçer dinar bırakmış. Fakat buna rağmen o paraların oğluna
bir yararı olmamış, yoksul düşmüş ve insanlardan dilenmeye başlamış. O, hadis
dinleme meclisine Peştemal sarınmaksızm sadece bir aba giyinerek gelir ve
meclisteki-le*" ona azığını temin etmesi için sadaka verirlerdi. Mutlu
kişi, yüce Allah'ın mutlu kıldığı insandır. [41]
Künyesi Ebu Ömer
ed-Durî'dir. Aktarlık yapardı. Bağdat'ın va-r°Şİarmdaki Dur mahallesinde
yaşardı. Hasan b.
Bekkar, Müslim b.
Haccac ve diğer şahıslardan hadis dinleyip rivayet etti. Darekutnî ile bir
cemaat de ondan hadis rivayet ettiler. Sika bir ravi idi. Keskin zekalı, çok
rivayetli, diyaneti şükranla karşılanacak bir dindar ve ibadetiyle meşhur olmuş
bir kişiydi Bu senenin cemazi-yelevvel ayında vefat etti. Vefat ederken
yetmişyedi seneyi tamamlamış ayrıca sekiz ay ve onbir gün yaşamıştı. [42]
İbn Cevzî, Ebu Bekir
eş-Şiblî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Mecnunu Rusafe Camii'nin yanında
çıplak halde gördüm. Halka şöyle diyordu: "Ben Allah'ın divanesiyim. Ben
Allah'ın divanesiyim." Kendisine dedim ki: "Niçin üzerine bir şeyler
örtünüp camiye girmiyor ve namaz kılmıyorsun?" Benim bu soruma karşı şu
şiiri okudu:
"Bizi ziyaret et,
hukukumuzun gereğini yerine getir, diyorlar; oysa benim durumum onların
bendeki haklarını düşürmüştür.
Onlar durumumu görüp
de benden bıkmadılar, halimden tiksinmediler.
Ama ben onları
kendimden bıkıp usandırdım." [43]
Bu senede halife
Muttaki, Tüzün'e gazablanarak Bağdat'tan çıkıp Musul'a gitti. O esnada Tüzün
Vasıfta bulunuyordu. O, kızını Ebu Abdillah el-Beridî ile evlendirmiş ve onunla
birlik olup halifeye karşı bir güç oluşturmuştu. Sonra da İbn Şirzad'ı 300
askerle Bağdat'a göndermiş, İbn Şirzad orada bozgunculuk yapmış, çeşitli
ilişkileri koparmış, kendince yeni ilişkiler kurmuştu. Halife Müttaki'ye
müracaat etmeksizin kendi başına hüküm sürmüştü. Halife Muttaki de bunlara
gazablandığı için; aile efradını, çocuklarını, vezirini ve kendisine tabi olan
emirleri peşine takarak Beni Hamdan ailesinin yanma, Musul'a gitmişti.
Seyfü'd-Devle halifeyi Tikrit'te karşılamıştı. Sonra Nasirü'd-Devle de
Tikrit'e, onun yanına gelmişti.
Halife Muttaki
Bağdat'tan çıktığı esnada, İbn Şirzad orada çok karışıklıklar meydana getirmiş,
halka zulmetmiş ve mallarına el koymuştu. Bu yaptığıklarını da Tüzün'e
bildirmişti. Sonra çabucak Tikrit'e yönelmiş, orada Seyfü'd-Devle'yi e
savaşmış ve onu mağlup etmiş» onun ve kardeşi Nasirü'd-Devle'nin de ordugahını
ele geçirmişti. Sonra Seyfü'd-Devle, Tüzün'e tekrar saldırmış, ama Tüzün onu
yine hezimete uğratmıştı. Halife Muttaki ile Nasirü'd-Devle ve Seyfü'd-Devle
de mağlubiyete uğramaları üzerine Musul'dan çıkıp Nusaybin'e git"
mislerdi. Tüzün de
arkalarından gelerek Musul şehrine girmiş ve halifeye haber göndererek
rızasını taleb etmişti. Halife de ona gönderdiği cevapta: "Beni Hamdan'la
barışmadıkça benim rızamı elde edemezsin." demesi üzerine Tüzün onlarla
barış yapmıştı. Nasirü'd-Devle, halifeden 3.600.000 dinar karşılığında Musul
şehrini iltizam olarak almıştı- Tüzün b. Büveyh Bağdat'a dönmüş; halife ise,
Beni Ham-dan'ın yanında ikamete devam etmişti.
Bu sırada Tüzün'ün
yokluğundan istifade eden Muizzü'd-Devle b. Büveyh, birçok Deylemli askerle
birlikte Vasıt şehrine gelmişti. Tüzün de acelece olarak Vasıt'a dönmüş ve on
günden fazla bir süreyle Muizzü'd-Devle'yle savaşmıştı. Neticede Muizzü'd-Devle
bozguna uğramış, malları yağmalanmış, askerlerinin çoğu öldürülmüş, adamlarının
önde gelenlerinden bir kışımı da esir alınmıştı. Sonra Tüzün daha önce
yakalanmış olduğu sar'a hastalığı ile yeniden karşılaşmış ve kendi canının
derdine düşerek Bağdat'a dönmüştü.
Bu senede Ebu Abdillah
el-Beridî, kardeşi Ebu Yusuf u öldürdü. Bunun sebebi şuydu: Beridî'nin elinde
bulunan mallar ve paralar azalmış, kardeşi Ebu Yusuf tan ödünç istemiş ve Yusuf
da ona azıcık ödünç vermiş, sonra onu kınamış ve askerlerin parasını iyi
tasarruf edemediğinden ötürü onu ayıplamıştı. Neticede askerler Ebu Yusuf un
tarafına meyletmişler, Ebu Yusuf da onların birçoğunu kardeşinden koparmıştı.
Ebu Abdillah el-Beridî, askerlerinin Ebu Yusuf a bey'at etmelerinden korktu ve
kölelerinden bir kısmını Ebu Yusuf a göndererek onu bir suikast neticesinde
öldürttü. Bundan sonra Ebu Abdillah el-Beridî, kardeşi Ebu Yusuf un evine
gitmiş, onun bütün mallarını ve eşyalarını almıştı. Aldığı malların ve
eşyaların değeri takriben 300.000.000 dinardı. Ama kendisi de bundan sonra
ancak sekiz ay yaşadı. Sonra şiddetli bir humma hastalığına yakalandı ve bu
senenin şevval ayında vefat etti.
Yerine kardeşi
Ebü'l-Hüseyin geçti. Allah onu kahretsin. O, kendi adamlarına kötü muamelede
bulundu. Bunun üzerine adamları ona karşı ayaklandılar. O da Karmatîlere
sığındı ve onlardan eman diledi. Allah onları da kahretsin. Kendisinden sonra
yerine Vasıt, Basra ve buralara bağlı Ahvaz şehri ile diğer yerlere hükmetmek
üzere Ebü'l-Kasım b. Ebi Abdillah el-Beridî geçti.
Halife Muttaki
Lillah'a gelince o, Beni Hamdan'ın yanında Musul'da ikamet ederken Beni Hamdan
ailesi kendisinden sıkıldıklarını ye onun buradan ayrılıp gitmesini
istediklerini açıktan açığa duyurdular. O da Tüzün'e mektup yazarak sulh
yapmak istediğini bildirdi. Tüzün, kadı ve ileri gelenleri ile bir toplantı
yaptı. Bunlar halifenin Mektubunu okuduklarında, onun emrini dinleyip kendisine
itaat ede-Ceğini bildirdi. Kendisine ve beraberlerindekilere saygı ve ikram
gös-
tereceğine dair bir
yazı yazıp yemin etti. Önümüzdeki sene olayların, dan bahsederken, halifenin
Bağdat'a girişinden bahsedeceğiz.
Bu senede bir grup Rus
askeri deniz yoluyla Azerbaycan taraflarına geldiler. Berdaa'ya hücum edip
kuşatma altına aldılar ve mağlub ettikten sonra baştan sona Öldürdüler.
Mallarını ganimet edindiler Güzel buldukları kadınları da esir aldılar. Sonra
Merağa'ya yöneldiler. Orada çok miktarda meyve ve ürün buldular ve yediler.
Fakat şiddetli bir vebaya yakalandılar. Bu yüzden çokları öldü. Bir Rus askeri
öldüğünde onu elbisesi ve silahı ile gömüyorlardı. Müslümanlar da onun giysi ve
silahını alıyorlardı. Sonra Merzüban b. Muhammed üzerlerine hücum etti ve
onlardan bir kısmını öldürdü.
Bu senenin
rebiyülevvel ayında Rum hükümdarı Domestikos Re'sü'l-Ayn'a 80.000 askerle
geldi. Şehire zorla girdi, oradaki malları yağmaladı. Müslümanları öldürdü,
15.000 kadar kişiyi esir aldı, orada üç gün müddetle ikamet etti. Her taraftan
Araplar oraya hücum ettiler. Onunla şiddetlice savaştılar, nihayet o da
Re'sü'l-Ayn'dan geri çekildi.
Bu senenin
cemaziyelevvel ayında Bağdat'ta fiyatlar aşırı şekilde yükseldi. Sonra o kadar
çok yağmur yağdı ki, bazı binalar yıkıldı, yıkıntılar altında çok sayıda insan
öldü. Hamamların, mescitlerin çoğu insan azlığından ötürü kapandı. Akarın
kıymeti azaldı, Öyle ki bir dinar değerindeki akar bir dirheme satılır oldu.
Evler boşaldı. Tellallar evlerde oturacak kimselere, harab olmaktan korumaları
için üstelik ücret veriyorlardı. Geceleyin hırsızlar evlere baskınlar yapmaya
başladılar. Öyle ki insanlar davul ve zurnalarla evleri beklemek mecburiyetinde
kaldılar, Her tarafta fitneler çoğaldı. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn
(Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz). Nefislerimizin şerlerinden,
amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.
Bu senenin ramazan
ayında Ebu Tahir Süleyman b. Ebi Said Hasan el-Cenabi el-Heceri el-Karmatî
öldü. Bu, Karmatîlerin reisi idi. Allah onu kahretsin. Ka'be'nin içinde ve
çevresinde bulunan hacıları öldüren, Ka'be'nin örtüsünü yağmalayan, kapısını ve
zinetlerini alıp götüren, Hacer-i Esved'i bulunduğu yerden çıkarıp Hecer
şehrine götüren kişi budur. Hacer-i Esved, ondokuz sene müddetle yanında kalmıştı.
Allah onu kahretsin.
Bu Karmatî reisi
öldükten sonra yerine üç kardeşi Ebü'l-Abbas el-Fadl, Ebul-Kasım Said ve Ebu
Yakub Yusuf geçtiler, Ebü'l-Abbas, zayıf bedenli bir kimse olup kitap okumaya
meyilli idi. Ebu Yakub oyun ve eğlenceye meyilli idi. Bununla beraber bu üç
kardeşin görüşleri, fikirleri aynıydı ve hiçbir hususta anlaşmazlığa
düşmüyorlardı. Yedi vezirleri vardı, bu vezirleri de ittifak içindeydiler.
Bu senenin şevval ayı
içinde Ebu Abdillah el-Beridî öldü. Müslüyanlar diğerinden kurtulup rahatlarım
buldukları gibi bundan da kurtularak rahatlarını buldular.
Bu senede meşhur
şahsiyetlerden Hafız Ebü'l-Abbas b. Ukde de vefat etti. [44]
Ahmed b. Muhammed b.
Said b. Abdirrahman Ebü'l-Abbas el-Kû-fî, İbn Ukde adıyla meşhurdur. Sarf ve
nahivde ibareleri zorlaştırdığı ve zor ibareler kullandığı için kendisine bu
lakabı vermişlerdi. Takva ve ibadette de son derece titiz bir kimseydi. Büyük
hadis hafızların-dandı. Çok hadis dinlemiş ve hadis toplamak amacıyla çeşitli
yerlere seyahatlerde bulunmuş, birçok hadis âliminden hadis dinlemişti.
Ta-beranî, Darekutnî, İbn Cuabi, İbn Adiy, İbn Muzaffer ve İbn Şahin de ondan
hadis dinlediler.
Darekutnî dedi ki:
"Kûfeliler, İbn Mesud'un zamanından İbn Uk-de'nin zamanına kadar gelen
kimseler arasında İbn Ukde'den daha çok hadis hıfzeden birinin görülmediği
hususunda ittifak etmişlerdir. Anlatıldığına göre o, 600.000 kadar hadis
ezberlemiştir. Bunlardan 300.000'i Ehl-i Beyt'in faziletleri ile ilgilidir ki,
bunlar arasında kimi sahih kimi de zayıftır. Kitapları 600 deve yükü kadardı.
Bununla beraber onda Şiîliğe ve Galiye mezhebine meyil olduğu söylenir. İyi
bir adam değildi."
İbn Adiy, onun hadis
nüshalarını hazırlayıp hadis şeyhlerine vermiş ve bu nüshalardaki hadisleri
rivayet etmelerini onlara tavsiye etmiştir.
Hatib Bağdadî, Ebu
Ömer b. Hayeviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"İbn Ukde,
Rafizilerin bulunduğu Berasi Camii'nde oturur, sahabelerin (ya da Hz. Ebu
Bekir ile Hz. Ömer'in) aleyhinde konuşurdu. Bu yüzden ondan hadis rivayetini
terkettim. Ondan hiç hadis nakletmedim."
Ben derim ki: İbn Ukde
ile ilgili olarak "et-Tekmil" adlı kitabımızda yeterli bilgileri
vermişimdir. O, hicri 332. senenin zilkade ayında vefat etti. [45]
Ahmed b. Amir b. Bişr
b. Hamid el-Merveruzî. Merveruz'a mensuptur. "Ruz" bir nehir adıdır.
Şafiî fıkıhçısı idi. Ebu İshak el-Merve-zînin talebesi idi. Ebu İshak da
Mervezî Şahvan'a mensuptur ki, ora-Sı bu mıntıkalarda en büyük kent
durumundadır.
Ahmed b. Amir'in
"Muhtasar-ı Müzeni" üzerine bir şerhi ve "el. Cami' fi'l-Mezheb"
adlı kitabı vardır. Usul-ü fıkha dair eser tasnif etmiştir. Geniş ilme sahip
bir imamdı. Bu senede vefat etti. Allah ona rahmet etsin. [46]
Bu senede halife
Muttaki, Bağdat'a döndü. Hilafetten hal' edildi ve gözlerine mil çekildi.
Halife, Musul'da
ikamet etmekte iken Mısır ve Şam beldelerinin hükümdarı îhşid Muhammed b.
Toğaç'a haber salarak yanına gelmesini emretti. İhşid Muhammed b. Toğaç da bu
senenin muharrem ayının ortasında yanma geldi. Ona son derece hürmetkar
davrandı. Huzurunda köleler gibi hareket ediyordu. Halife, bineğine binerek
gitmekte iken o, yaya olarak halifenin yanısıra yürüyordu. Sonra halifeye,
kendisiyle birlikte Mısır'a gelmesini veya Şam'da ikamet etmesini teklif etti.
Keşke bu teklifi kabul etseydi, ama ne yazık ki halife bu teklifi kabul etmedi.
Bunun üzerine halifeye Musul'da kalmasını, Tü-zün'ün yanına gitmemesini önerdi.
Tüzün'ün hile ve tuzağına yakalanmaması için ona uyarıda bulundu. Fakat halife
onun bu uyarısını da kabul etmedi. Sonra veziri Ebu Hüseyin b. Mukle de ona
aynı teklifte bulundu, fakat onun teklifini de dinlemedi.
İbn Toğaç, halifeye
çok miktarda kıymetli armağanlar sundu. Emir ve vezirlere de aynı şekilde
armağanlar sundu. Sonra memleketine döndü. Halep'ten geçerken Halep valisi Ebu
Abdillah b. Said b. Hamdan şehirden çıkıp bir kenara çekildi. İbn Mukatil orada
bulunuyordu. Dönüşüne kadar İhşid onu Mısır'da vekil bırakmıştı.
Halifeye gelince; o
Rakka'dan çıkıp Dicle nehrinden Bağdat'a gitti. Tüzün'e haber salarak yaptığı
yemine bağlı olup olmadığını öğrenmek istedi. O da yeminini tekrarlayıp tekid
etti. Bağdat'a yaklaştığında Tüzün askerleriyle birlikte onu karşılamaya
çıktı. Halifeyi görür görmez huzurunda eğilip yeri öptü ve ona yaptığı yemine
sadık olduğunu gösterdi. Onu kendi yanma getirdi. Fakat bunun ardından,
halifenin maiyetinde bulunan büyük emirleri etkisiz hale getirdi ve halifenin
gözlerine mil çekilmesini emretti. Halifenin gözlerine mil çekildi. Mil
çekilirken, halife öyle büyük bir çığlık attı ki, hareminde-ki kadınlar bunu
duydular. Yüksek sesle çağrışıp ağlaşmaya başladılar. Tüzün, haremindeki
kadınlar halifenin çığlığım duymasınlar diye debdebelerin (davul gibi yüksek
ses ve gürültü çıkaran aletlerin) çalınmasını emretti. Bundan sonra acele
olarak Bağdat'a döndü ve Müstekfi'ye bey'at etti.
Muttaki; üç sene, beş
ay, yirmi gün süreyle halifelik yaptı. Başka bir rivayete göre üç sene, onbir
ay müddetle halifelik yapmıştır. Onun biyografisini vefatından bahsederken
anlatacağız. [47]
Müttaki'nin gözlerine
mil çektirdikten sonra Bağdat'a dönen Tüzün, Müstekfi'yi yanma çağırdı. Ona
bey'at etti ve Müstekfi Billah lakabını taktı. Müstekfi'nin asıl adı,
Abdullah'tı. Kendisine bu senenin safer ayının son on günü içerisinde bey'at
edildi. Tüzün, onun önünde oturdu, Müstekfi de ona hil'at giydirdi. Müstekfi;
güzel suretli, orta boylu, endamı ve yüzü güzel, pembe tenli, burun kemeri
kalkık, şa-kaklarındaki tüyleri az olan bir kimse idi. Kendisine halifelik
bey'atı yapıldığı gün kırkbir yaşında idi. Sonra Müttaki'yi huzuruna çağırdı.
Muttaki ona bey'atım sundu, yeni halife aba ve kırbacı kendisinden teslim aldı.
Ebu 1-Ferec Muhammed b. Ali es-Samirî'yi vezirliğe atadı. Ama bu vezirin
yetkisi yoktu, aslında işleri idare eden İbn Şirzad idi. Muttaki de hapse
atıldı.
Müstekfi, Ebu Kasım
Fadl b. Muktedir'i aratmaya başladı. Ebü'l-Kasım, Müstekfi'den sonra hilafete
geçen kişidir ve lakabı da Muti Billah'tır. Müstekfi onu arattı, ama o gizlendi
ve Müstekfi'nin halifeliği müddetince ortaya çıkmadı. Müstekfi de onun Dicle
kıyısındaki evinin yıkılmasını emretti.
Bu senede, Kaim
el-Fatimî öldü, yerine oğlu Mansur İsmail geçti. O da babasının ölümünü bir
süre gizledi, nihayet durum açığa çıkınca durumu açıkladı. Sahih rivayete göre
ise Kaim, bundan bir sene sonra vefat etmiştir. Ebu Yezid el-Haricî bu senede
onlarla savaşmış ve onların elindeki birçok büyük şehirleri almış; onlar da Ebu
Yezid'i defalarca hezimete uğratmışlardı. Ama o bir süre sonra tekrar adamlarını
toplayıp karşılarına çıkıp savaşıyordu. Bizzat Mansur da onunla savaşlara
girişti. Anlatımı burada uzun sürecek savaşlar bu iki taraf arasında cereyan
etti. İbnü'1-Esir, bu savaşların safahatını "el-Kâmil" adlı eserinde
teferruatlı olarak anlatmıştır.
Bir zaman Mansur'un
ordusu bozguna uğramış ve yanında sadece yirmi asker kalmıştı. Ama Mansur yine
bizzat çarpışmaya girişmişti. Kendisini neredeyse öldürecek iken o Ebu Yezid'i
hezimete uğratmış ve büyük bir sebat göstermiş, böylece halkın nazarında büyümüş,
saygı ve heybeti artmıştı. Kayrevan mıntıkasını Ebu Yezid'in elinden
kurtarmıştı. Bıkmadan savaşa devam etmiş, nihayet onu ele geçirip öldürmüştü.
Ebu Yezid'in kesik başı kendisine getirildiğinde Mansur, Allah'a şükür için
secdeye kapanmıştı. Sözünü ettiğimiz Haricî Ebu Yezid; çok çirkin suretli,
topal, kısa boylu ve İslâm milletine karşı son derece düşman azılı bir
kafir^idi.
Bu senenin zilhicce
ayında Ebü'l-Hüseyin el-Beridî öldürüldü sonra darağacma asıldı ve ondan sonra
da yakıldı. Çünkü o Bağdat'a gelip Tüzün ile Ebu Cafer b. Şirzad'dan kendi
kardeşi oğluna karşı yardım istemiş, onlar da kendisine yardım edeceklerine
dair söz vermişlerdi. Bundan sonra da Tüzün ile İbn Şirzad'ın arasını açmak
için uğraşmaya başlamıştı, ibn Şirzad bu durumu öğrenince, onu zindana attırıp
dayağa yatırdı. Sonra bazı fıkıhçılar onun kanının helal olduğuna dair fetva
verince İbn Şirzad onun öldürülmesini, darağacma asılmasını emretti, sonra da
onu yaktı. Böylece Beridîlerin devranı sona erdi, hakimiyetleri yok oldu.
Bu senede Müstekfi'nin
annesi, daha önce halife olan Kahir'in saraydan çıkarılmasını ve İbn Tahir'in
evine konulmasını emretti. Kahir yoksul düşmüş, öyle ki yanında örtüneceği bir
abadan başka giysisi, ayağında da tahta bir takunyadan başka bir eşyası kalmamıştı.
Bu senede hem sıcaklar
hem de soğuklar şiddetli olmuştu.
Bu senenin receb
ayında Muizzü'd-Devle, Vasıt şehrine gitmişti. Tüzün ondan haberdar olunca,
Müstekfi ile birlikte peşine takılmışlardı. Muizzü'd-Devle de onların gelmekte
olduklarım duyunca kendi memleketine döndü. Halife, Vasıt'ı teslim aldı ve onu
Ebu 1-Kasım b. Ebi Abdillah'a ikta olarak verdi. Ardından Tüzün ile halife, bu
senenin şevval ayında Bağdat'a döndüler.
Bu senede
Seyfü'd-Devle Ali b. Ebü'l-Heyca Abdullah b. Hamdan Halep'e gitti ve orayı
Yenes el-Munisî'den teslim aldı. Daha sonra, Humus'a gitti. Orasını da ele
geçirmek istiyordu. Ama İhşid Muham-med b. Toğaç'ın askerleri, İhşid'in kölesi
Kâfur komutasında oraya geldiler ve Kinnesrin'de savaştılar. İki taraftan biri
diğerini mağlub edemedi ve Seyfü'd-Devle Cezire'ye döndü. Sonra Halep'e gitti
ve hakimiyetini orada yerleştirdi. Rumlar, büyük bir orduyla üzerine geldiler.
Yapılan savaşta Seyfü'd-Devle galip oldu ve Rumlardan çoğunu öldürdü. [48]
Bu senenin muharrem
ayında, halife Müstekfi Billah, kendi lakabına "İmamü'I-Hak"
lakabını ekledi ve bunu tedavülde olan paralar üzerine de yazdırdı. Hatipler
cuma günleri minberler üzerinde onun için dua ettiler.
Bu senenin yine
muharrem ayında Türk Tüzün, Bağdat'taki evinde vefat etti. İki sene dört ay on
gün müddetle emirlik yapmıştı. İbn Şirzad da onun kâtibi idi. Ancak İbn Şirzad,
mallarını tasfiye etmek için Heyt şehrinde bulunuyordu. Tüzün'ün ölüm haberini
duyunca Nasiru d-Devle b. Hamdan'a bey'at etmek istedi. Askerler kazan kaldırıp
isyan ettiler ve İbn Şirzad'ın başlarına emir olması için akid yaptılar. O da
safer ayının başında Bağdat'a gelip Harp kapısında karargah kurdu. Bütün
askerler yanına gittiler. Onu emir tanıdıklarına dair yemin ettiler. Halife,
kadılar ve ayan da ona bu hususta yemin verdiler. Sonra İbn Şirzad halifenin
yanına gitti. Halife ona "Emirü'l-Ümera" unvanıyla hitab etti.
Askerlerin erzakını artırdı. Nasirü'd-Devle'ye de haber salarak haraç ödemesini
istedi. Nasirü'd-Devle ona 500.000 dirhem para ve ayrıca halka dağıtmak üzerede
erzak gönderdi. İbn Şirzad başa geçince bazı emirler verdi, yasaklamalarda
bulundu, bazılarını azletti, atamalar yaptı, bazı eski ilişkileri koparıp yeni
ilişkiler tesis etti. Üç ay yirmi gün süreyle mutlu yaşadı. Sonra Muiz-zü1
d-Devle b. Büveyh'in, askerleriyle birlikte Bağdat'a gelmekte olduğu haberini
alınca halife ile gizlendi. Nasirü'd-Devle b. Hamdan'la birlikte olmak için
askerler de Bağdat'ı bırakıp Musul'a gittiler.
[49]
Muizzü'd-Devle Ahmed
b. Hasan b. Büveyh, büyük bir ordu ile Bağdat'a doğru yürüdü. Şehre
yaklaştığında halife Müstekfi Billah ona hediyeler ve armağanlar gönderdi.
Elçiye: "Kendisinden memnun olduğumu ve Musul'a giden Türklerin şerrinden
korktuğum için gizlendiğimi kendisine söyleyin." dedi. Muizzud-Devle'ye
hil'at ve armağanlar gönderdi.
Muizzü'd-Devle, bu
senenin cemaziyelevvel ayında Bağdat'a girdi. Şemmasiye kapısı yanında karargah
kurdu. Ertesi gün halifenin huzuruna girip bey'atını sundu. Müstekfi billah;
ona Muizzü'd-Devle, kardeşi Ebü'l-Hasan'a İmadu d-Devle, kardeşi Ebu Ali
el-Hasan'a da Rüknü'd-Devle lakabını verdi ve lakaplarını dirhemlerle dinarlar
üzerine yazdırdı. Muizzu d-Devle'nin kendisi hadim Munis'in evine,
Dey-lemlilerden oluşan adamları da halkın evlerine yerleştiler. Halk onlardan
çok sıkıntı çekti. Muizzü'd-Devle, İbn Şirzad'a eman verdi. İbn Şirzad ortaya
çıkınca, onu haraç işlerinin başına getirdi. Halifeye de nafakaları için günlük
5.000 dirhem para bağladı. İşler bu nizam üzere yoluna girdi. Doğrusunu Allah
bilir. [50]
Bu senenin
cemaziyelahir ayının yirmiikinci gününde Muizzü'd-Devle hilafet sarayına girdi,
halifenin tahtı önünde oturdu. Deylemli-lerden iki kişi gelip ellerini halifeye
uzatıp yakaladılar ve onu kürsüsünden indirdiler. Sonra onu yerde sürükleyerek
çektiler. Sarığı boynuna takıldı. Muizzü'd-Devle ayağa kalktı ve hilafet
sarayı altüst oldu. Bu hercümerc, harem kısmına kadar uzandı. İş cidden büyüdü
Halife, yaya olarak Muizzü'd-Devle'nin evine götürülüp orada hapsedildi. Sonra
Ebü'l-Kasım b. Muktedir getirilip kendisine hilafet bey'a-tı yapıldı. Müstekfi
Billah'ın gözlerine mil çekildi ve zindana atıldı İleride biyografisinden
bahsedilirken anlatılacağı gibi, hicretin 338 senesinde vefat edinceye kadar
zindanda kaldı. [51]
Muizzü'd-Devle
Bağdat'a gelip Müstekfi'yi tutukladığında ve gözlerine mil çektirdiğinde
Muktedir Billah'ın oğlu Ebü'l-Kasım el-Fadl'ı yanına çağırttı. Ebü'l-Kasım,
Müstekfi'den kaçıp gizlenmişti. Müstekfi onu aratıyor ve yakalatmak istiyordu,
ancak onu ele geçirmeyi başaramamıştı.
Anlatıldığına göre
Ebü'l-Kasım el-Fadl, gizlice Muizzü'd-Devle ile görüşmüş ve onu Müstekfi'ye
karşı kışkırtmış, neticede iş kendisinin halifeliğe geçmesi ile sona ermişti.
Müstekfi'nin gözlerine mil çekildikten sonra Muizzü'd-Devle, Ebü'l-Kasım
el-Fadl'ı yanına çağırmış ona hilafet bey'atını sunmuş ve Muti Lillah lakabını
takmıştı. Sonra emirler, ayan ve halk da bey'atlarını sundular.
Hilafet otoritesi
cidden zayıflamış, artık halifenin emir verme ve yasaklama yetkisi kalmamıştı.
Veziri dahi yoktu, sadece ikta arazilerinin işleri ile ilgilenen bir kâtibi
vardı. Devlet ve memleket işleri gelir ve giderler hep Muizzü'd-Devle'nin
kontrolünde idi.
Çünkü Büveyh oğulları
ve beraberlerindeki Deylemliler, son derece zalim idiler. Abbasilerin
yönetimi, Alevilerden gasbettiğine inanıyorlardı. Hatta Muizzü'd-Devle,
halifeliği Abbasilerden alıp Alevile-re intikal ettirmeye niyetlenmişti. Bu
hususta arkadaşları ile istişareler yapmıştı. Hepsi de onun bu fikrini
desteklemişlerdi. Ancak bir adam -ki bu onlar arasında görüşü en doğru olandı-
ona: "Bunu yapmanı uygun görmüyorum." deyince Muizzü'd-Devle:
"Neden?" diye sormuş, adam da şu cevabı vermişti:
"Çünkü bu, senin
ve taraftarlarının sahih bir şekilde başa geçtiğine inanmadığınız bir
halifedir. Böyle olunca, eğer sen adamlarına bunu öldürmelerini emredecek
olursan öldürürler. Ama Alevilerden bir adamı halifeliğe geçirecek olursan, sen
ve adamların onun halifeliğinin sahih olduğuna inanırsınız. Şayet adamlarına o
Alevi halifeyi Öldürmelerini emredecek olursan senin bu emrine itaat etmezler.
Buna karşılık o halife senin öldürülmeni emredecek olursa adamların seni
öldürürler!"
Muizzü'd-Devle, bu
işin inceliğini anlayınca ilk kararından vazgeçti ve halife Muti Lillah'ı hal1
edip halifeliği Alevilere intikal ettirmekten Allah için değil de dünyalık
için vazgeçti.
Sonra Nasirü'd-Devle
b. Hamdan ile Muizzü'd-Devle b. Büveyh arasında savaş meydana geldi.
Nasirü'd-Devle, Muizzü'd-Devle ile halifenin Akbera'ya gitmelerinden sonra
gelip Bağdat'a girdi. Şehrin önce doğu yakasını, sonra da batı yakasını ele
geçirdi. Muizzü'd-Devle ile beraberindeki Deylemlilerin durumu cidden
zayıfladı. Sonra ftluizzü'd-Devle, Nasirü'd-Devle'ye bir tuzak kurup onu mağlub
etti, adamlarını da hezimete uğrattı. Bağdat şehrini yağmaladı. Şehirde
tüccarlara ve diğerlerine ait malları ele geçirdi. Gasbettiği malların kıymeti
yaklaşık 10.000.000 dinar tutarında idi. Bunun arkasından Nasirü'd-Devle ile
Muizzü'd-Devle arasında barış anlaşması yapıldı. Nasirü'd-Devle İbn Hamdan,
kendi şehri olan Musul'a döndü.
Muizzü'd-Devle,
Bağdat'ta otoritesini kurdu. Sonra haberlerini kardeşi Rüknü d-D evle'ye ulaştırmak
için postalar kullanmaya başladı. Halk bu işe kendini iyiden iyiye verdi ve
çocuklarını postacılık sanatını öğrenme hususunda teşvik ettiler. Hatta bazı
kimseler bir günde otuz küsur fersahlık mesafeyi katediyordu. Yarışçılar, pehlivan
ve dövüşçüler buna şaşıyorlardı. Diğer mürüvveti bozuk, aklı kıt olan
kimselerden başkasının yarar göremediği bu tür bazı sanat erbabı da buna
hayret ettiler. Halk, çocuklarına yüzme ve benzeri spor dallarını da öğretmeye
başladı. Muizzü'd-Devle'nin huzurunda davullar çalınıyor, pehlivanlar
güreşiyordu. Kendisinin bulunduğu ikametgahın çevresinde bu çeşit eğlenceler
sürekli olarak tertipleniyordu. Bütün bunlar cahillik, akılsızlık ve
laubalilikten başka bir şey değildi. Bir zaman sonra Muizzü'd-Devle, askerlerin
erzakım temin etmede sıkıntılarla karşılaştı. Onlara maaş yerine bazı
arazileri ikta olarak verdi ki, bu da ülkenin harab olmasına ve ihya
edilmemesine yol açtı. Sadece bazı itibarlı kimselerin ellerindeki bir kısım
araziler mamur halde kalmıştı.
Bu senede Bağdat'ta
şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Öyle ki, insanlar leşleri, kedi ve
köpekleri yer oldular. Bazı kimseler çocukları Çalıp boğazlıyor, pişirip
etlerini yiyorlardı. Bu nedenle de halk arasında salgın hastalıklar çoğaldı.
Kimse kimseyi defnedemez oldu. Ölüler yollarda bırakılıyor, çoklarını köpekler
yiyorlardı. Evler ve akarlar ekmek karşılığında satılıyordu. İnsanlar Bağdat'ı
bırakıp Basra'ya göçtüler. Bunların kimisi yolda öldü, kimisi de Basra'ya
ulaştıktan kısa bir süre sonra öldü.
Bu senede Kaim b.
Emrillah Ebü'l-Kasım Muhammed b. Abdullah el-Mehdi vefat etti. Kendisinden
sonra yerine oğlu Mansur İsmail geçti. Mansur İsmail; akıllı, fikri sağlam,
cesaretli bir kimse idi. Nitekim, önceki sene hadiselerinden bahsederken söz
etmiştik. O, bu Se nenin şevval ayında vefat etti. Sahih rivayet budur.
Bu senede Mısır ve
Şanı valisi İhşid Muhammed b. Toğaç, altmış küsur yaşında Dımışk'ta vefat etti.
Yerine oğlu Ebü'l-Kasım Ebu Cür geçti. Ancak yaşı küçük olduğundan Kâfur
İhşid'i atabek, yaptı. Ata bek bütün memleketin idaresini, bütün işleri
kontrolünde tutuyordu Mısır'a doğru gitti. Seyfü'd-Devle b. Hamdan ise,
ardından Dımışk'a hücum etti ve orayı İhşid'in adamlarının elinden aldı. Buna
çok sevindi. Dımışk'ta bulunan Türk feylesofu Muhammed b. Muhammed b. Nasr
el-Farabî ile görüştü.
Seyfü'd-Devle, bir gün
Şerif el-Ukaylî ile birlikte Dımışk'ın çevresinde dolaşıyordu. Dımışk'ın Gota
mıntıkasına baktı ve: "Bütün buraların sultan divanına ait olması
gerekir." dedi. Böyle demekle sanki o buraları sahiplerinin elinden
alacağını ima etmiş oldu. Bu söz, Ukay-lî'nin kalbinde bir öfke meydana getirdi
ve gidip bunları Dımışklılara iletti. Onlar da Kâfur el-İhşid'e mektup yazarak
yardım istediler. Kâfur İhşid, büyük bir ordu ile oraya geldi. Seyfü'd-Devle'yi
Dımışk'tan sonra da Halep'ten kovdu. Kendi yerine Halep'te bir naib bırakarak
Dımışk'a döndü. Orada da Bedr el-İhşid'i naib bıraktı. Kâfur el-İhşid, Mısır'a
döndüğünde Seyfü'd-Devle tekrar Halep'e hücum ederek orayı ele geçirdi, ama
Dımışk'ta onun tamahlanacağı bir şey kalmadığı için Dımışk'a hücum etmedi.
Sözünü ettiğimiz Kâfur el-îhşid'i, Mütenebbî hem hicvetmiş, hem de medhetmişti. [52]
İmam Ahmed b.
Hanbel'in mezhebine göre yazılan "el-Muhtasar fî'1-Fıkh" adlı eserin
sahibidir. Bu eseri, Kadı Ebu Ya'lâ b. Ferra ile Şeyh Muvaffakuddin b. Kudame
el-Makdisî şerhetmişlerdir.
Ömer b. Hüseyin
el-Hırakî, fakihlerin ve âbidlerin önde gelenle-rindendi. Çok faziletli ve
çokça ibadet eden bir kimseydi. Şehirde çok kötülükler meydana geldiği ve
sahabelere sövüldüğü için Bağdat'ı terkedip başka yere hicret etmişti.
Kitaplarını da Bağdat'ta bırakmıştı. Ancak kitaplarının bulunduğu ev yakılınca
bütün eserleri de yanmıştı. Kendisi Dımışk'a gitmiş ve bu senede vefat
edinceye kadar Dımışk'ta kalmıştı. Mezarı, Babü's-Sağir'de olup şehitlerin
mezarına yakın bir yerdedir, ziyaret edilmektedir.
el-Muhtasar fi'1-Fıkh
adlı eserinin hac bölümünde der ki: "Hacca giden kişi Ka'be'yi tavaf ederken
Hacer-i Esved'in bulunduğu yere ge"
lir, şayet yerinde ise
Hacer-i Esved'i Öper." Böyle demişti; çünkü bu kitabını yazarken Hacer-i
Esved'i Karmatîler hicretin 327. senesinde Spedip memleketlerine götürmüşlerdi
ve bu mübarek taş ancak hicretin 337. senesinde yerine iade edilmiştir. Nitekim
bu husus ilerice yeri gelince anlatılacaktır.
Hatib Bağdadî, Kadı
Ebu Ya'lâ'nın kendisine şöyle dediğini nak-
letmiştir:
"Ömer b. Hüseyin
el-Hırakî'nin çok eserleri vardı. Hanbeli mez-hebiyle ilgili çok rivayetlerde bulunmuştu.
Ancak bu eserleri ve riva-vetleri ortaya çıkmadı. Çünkü o, şehirde sahabelere
çok sövüldüğü için Bağdat'ı bırakıp başka yere hicret etmiş ve kitaplarım
Bağdat'ta bırakmıştı. Kitaplarının bulunduğu ev yakılınca kitapları da yanmış
ve kendisinden sonra Bağdat dışına çıkıp yayılamamışlardı."'
Hatib Bağdadî, Ömer b.
Hüseyin el-Hırakî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Mü'minlerin emiri Hz.
Ali (r.a.)'ı rüyada gördüm. Bana dedi ki:
- Zenginlerin
fakirlere tevazu göstermeleri ne kadar da güzeldir!
- Ey mü'minlerin
emiri, bana biraz daha söyle.
- Bundan daha güzeli,
fakirlerin zenginlere karşı tekebbür göstermeleridir."
Böyle dedikten sonra
Hz. Ali (r.a.), elini kaldırdı. Avucunda şun-lann yazılı olduğunu gördüm:
"Daha önce ölü
idin, dirildin. Yakında yine Öleceksin. Ebediyet yurdu için bir ev yap Fani
diyarda da bir ev bırak."»
İbn Batte dedi ki:
"Ömer b. Hüseyin el-Hırakî, Dımışk'ta hicretin 334. senesinde vefat etti.
Mezarını ziyaret ettim. Allah ona rahmet etsin." [53]
Künyesi, Ebu
Abdillah'tır. Hanefî fıkıhçısı olup kendi zamanında Iraklıların önde gelen
büyük imamlarındandı. Bağdat'ta halife Muttaki, sonra da Müstekfi'nin
zamanlarında kadılık yaptı. Sika ve faziletli bir kimseydi. Servet sahibi biri
olduğunu zannederek hırsızlar evine baskın yaptılar. Hırsızlardan biri ona
öldürücü bir darbe vurunca acının şiddetinden kendini yere attı, sonra vefat
etti. Allah ona rahmet etsin. Vefatı bu senenin rebiyülevvel ayında vuku buldu. [54]
Künyesi Ebü'1-Fadl
es-Sülemî'dir. Vezirlik yapmış; fakih, muhad-dis v© şair bir şahsiyetti. Çok
miktarda hadis dinlemiş, derlemiş ve tasnif etmişti. Pazartesi ve perşembe
günleri oruç tutardı, teheccüd namazım ve eser yazmayı asla terketmezdi.
Cenâb-ı Allah'tan kendisine şehitliği nasib etmesini çok isterdi. Sultanın
vezirliğine tayin edildi, askerler onun makamına giderek erzaklarını istediler,
kapısında çok sayıda asker toplanmıştı. Berberi çağırdı, başını traş ettirdi,
koku süründü. Kefenini giyip namaza durdu. Askerler içeri girdiler. Secde
halinde iken onu öldürdüler. Allah ona rahmet etsin. Vefatı bu senenin
rebiyülahır ayında vuku buldu. [55]
Künyesi, Ebu
Bekir'dir. İhşid; kendisinin lakabıdır ki, hükümdarlar hükümdarı anlamına
gelir. Ona bu lakabı, Halife Radi takmıştı, çünkü o Fergana meliki idi. Oraya
hükmeden her hükümdara İhşid adı verilirdi. Aynı şekilde Uşrusiye
hükümdarlarına Afşin, Harezm hükümdarlarına Harzemşah, Cürcan hükümdarlarına
Sevük, Azerbaycan hükümdarlarına İsbahan, Taberistan hükümdarlarına da Aslan
adı verilirdi.
"el-Muntazam"
adlı eserinde İbnu 1-Cevzî, Süheylî'nin şöyle dediğini nakleder:
«Araplar, Cezire ile
birlikte Şam hükümdarlarına -eğer kafir ise-Kayser adını verirlerdi, Fars
hükümdarlarına da Kisra, Yemen hükümdarlarına Tübba, Habeş hükümdarlarına
Necaşi, Hindistan hükümdarlarına Batlemyus, Mısır hükümdarlarına Firavun,
İskenderiye hükümdarlarına Mukavkis adını verirlerdi.»
İhşid Muhammed b.
Abdullah b. Toğaz Dımışk'ta vefat etti Cenazesi Beytu 1-Makdis'e götürülüp
defnedildi. Allah ona rahmet etsin. [56]
Sofiye
meşayihindendir. Asıl adı hususunda ihtilaf edilmiştir. Kimi Dülef b. Cafer,
kimi Dülef b. Cahder, kimi ise Cafer b. Yunus olduğunu söylemişlerdir. Aslı,
Horasan'ın Uşrusiye şehrine bağlı Şeble köyündendir. Samarra'da doğmuştur.
Babası halife Muvaffakın baş hacibi, dayısı da İskenderiye naibi idi.
Hayrü'n-Nessac'm teşviki ile tevbe etmişti. Hayrü'n-Nessac, ona öğüt verir,
vaazda bulunurdu. Sözleri onun kalbine tesir etmiş ve hemen tevbe etmişti.
Sonra derviş ve şeyhlerle arkadaşlık etmiş, önde gelenlerinden biri olmuştu.
Cüneyd-i Bağdadî:
"Şiblî, bunların tacıdır." demiştir.
Hatib Bağdadî, Ali b.
Müsennâ et-Temimî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Bir gün Şiblî'nin
evin© gittim, heyecanlıydı. Şöyle bir şiir okuyordu:
"Senden uzak
kalmaya sabredüemez, daha önce sana yakın olmaya alışkın olan kişi buna
katlanamaz.
Daha önce aşkına
müptela olan kimse senden ayrı kalmaya dayanamaz».
Göz seni görmese de
kalp seni görür."
Onun harika halleri ve
kerametleri olduğu anlatılmıştır. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi a,
Hallac'a isnad edilen bazı sözlerle ilgili olarak üzerinde hiç düşünmeksizin
şüpheye katılanlardandı. Hallac'm ilhad ve ittihada dair sözleri, onu kendisi
hakkında kuşkulandırmıştı.
Vefat edeceği zaman
can çekişirken hizmetçisine şöyle demişti "Zimmetime geçmiş bazı dirhemler
oldu ama ben o dirhemlerin sahibi yerine sadakalar verdim. Fakat yine de bu
benim kalbimi meşgul ediyor, bundan başka bir şey düşünemez hale geldim."
Böyle dedikten sonra
hizmetçisine, kendisine abdest aldırmasını emretmiş; hizmetçisi ona abdest
aldırmıştı; ama sakalını hilâlleme-mişti. Bunun üzerine Şiblî, -dili tutulmuş
olarak- elini kaldırdı ve sakalını hilâllemeye başladı.
İbn Hallikan,
"el-Vefeyat" adlı eserinde ondan bahsetmiş ve onun bir gün Cüneyd'in
yanına gidip huzurunda durduğunu, ellerini birbirine çarpıp şu şiiri okuduğunu
hikaye etmiştir:
"Beni vuslata
alıştırdılar, vuslat tatlı bir şeydir.
Sonra beni yârdan
uzaklaştırma darbesine çarptırdılar. Uzaklaşmak çok zordur.
Beni kınarken suçumun
aşırı sevgi ve aşk olduğunu söylediler. Bu ise suç değildir.
Hayır, yâr ile
karşılaşma ve vuslat anındaki boyun eğme hakkı için derim ki;
Aşıkın mükâfatı ancak
sevilmesidir."
Rivayete göre Ebu
Bekir eş-Şiblî şöyle demiştir: «Cuma günü Ru-safe Camii'nin kapısında çıplak
bir deli gördüm, şöyle diyordu: "Ben Allah'ın divanesiyim!"
Kendisine: "Niçin örtünüp camiye girmiyor ve °rada cuma namazı
kılmıyorsun?" dediğimde şu şiiri okudu:
"Diyorlar ki;
bizi ziyaret et ve hakkımızın gereğini yerine getir. Oysa benim durumum onların
bendeki haklarım düşürmüştür. Halimi görüp de benden ve halimden tiksinmezlerse
, Ben onları kendimden tiksindiririm."
Hatib Bağdadî,
"Tarih"inde anlattığına göre Ebu Bekir eş-Şiblî şu şiiri kendi
nefsine hitaben okumuştur:
"Gençlik gitti,
onunla birlikte sevgili de gitti. Kirpiklerde birbiriyle boğuşan iki damla
gözyaşı meydana geldi.
Olaylar bana insaflı
davranmadılar. İki veda edici şeyle bana darbelerini vurdular, oysa benim iki
kalbim yok ki!"
Ebu Bekir eş-Şiblî, bu
senenin bitimine iki gece kala, bir cuma gecesi vefat etti. Seksenbeş
yaşındaydı. Bağdat'ın Hayzuran mezarlığına defnedildi. Allah ona rahmet etsin.
Doğrusunu Allah bilir. [57]
Bu senede Halife Muti
Lillah, hilafet sarayına yerleşti. Muizzü'd-Devle b. Büveyh ile Nasirü'd-Devle
b. Hamdan bu hususta anlaştılar.
Nasirü'd-Devle ile
Tekin et-Türkî savaştılar, defalarca çarpıştılar. Nasirü'd-Deyle, Tekin'i ele
geçirdi ve huzurunda gözlerine mil çektirdi. Böylece Musul ve Cezire'de
hakimiyeti güçlendi. Rüknü'd-Devle ise Rey şehrini istila edip orayı
Horasanlıların elinden aldı. Büveyh oğullarının hakimiyet alanı cidden
genişledi. Böylece Rey, Cebel, İsfahan, Fars, Ahvaz ve Irak memleketleri
ellerine geçmiş oldu. Musul ve Cezire'ye bağlı Diyar-ı Rebia ile diğer yerlerin
ikta gelirleri kendilerine gönderilir oldu. Sonra Muizzü'd-Devle ile
Ebü'l-Kasım el-Beridî'-nin askerleri savaştılar. Beridî'nin taraftarları
bozguna uğradılar. İleri gelen şahsiyetlerinden çok kişi esir alındı.
Bu senede sınır
boylarının Seyfü'd-Devle b. Hamdan'a bağlı emiri Nasır el-Müstemlî vasıtası ile
Bizanslılarla Müslümanlar arasında, esir mübadelesi yapıldı. Böylece 2.500
kadar Müslüman esir kurtarılmış oldu. Hamd ve minnet Allah'adır. [58]
Esterabadh kadıdır.
Çok hadis rivayet etmiş ve başkalarına hadis okumuştur. Hadis yazdırmak için
kendisine ait bir meclisi vardı. Kendi beldesi olan Esterabad'da uzun süre
kadılık yaptı. Seher vakitlerinde çokça ibadet edenlerdendi. Zerafet ve
şakacılık hususunda kendisi örnek gösterilirdi. Cariyesinin kucağında ani bir
ölümle Öldü. [59]
Künyesi, Ebu Abdullah
el-Hatelî'dir. İbn Ebi'd-Dünya ile diğerlerinden hadis dinleyip rivayet etti.
Darekutnî ile diğerleri de kendisinden rivayetlerde bulundular. Sika ve asil
bir hadis hafızı idi. 50.000 kadar hadis ezberleyip rivayet etmiştir. [60]
Abdüsselam b. Rağban
b. Abdüsselam b. Habib b. Abdullah b. Rağban b. Feyd b. Temim. Künyesi Ebu
Muhammed el-Kelbî'dir. Cinlerin horozu anlamına gelen "Dîkülcin"
lakabıyla lakaplanmıştır. Şairdi, ciddiyetsiz sözler sarfetmiştir. Şiîydi.
Anlatıldığına göre o, Beni Temim kabilesinin azathsıdır. Şarap ve başka
şeylerle ilgili kuvvetli şiirleri vardır. Ebu Nüvas, onun şarapla ilgili
şiirlerini güzel bulmuştur. [61]
Künyesi,
Ebü'1-Hasan'dır. Halife Muktedir ile Halife Kahir'in vezirliklerini yapmıştır.
Hicretin 245. senesinde doğdu. Çok hadis dinledi. Taberanî ile diğerleri de
kendisinden hadis dinleyip rivayet ettiler. Güvenilir, asil, faziletli ve
iffetli bir ravi idi. Çokça Kur'ân okur, oruç tutar ve namaz kılardı. İlim
ehlini sever, onlarla çok oturup kalkardı. Aslen Farslıydı. Hallac-ı Mansur'a
karşı kıyam edenlerin, aleyhinde bulunanların en büyüklerindendi.
Rivayete göre o şöyle
demiştir: "700.000 dinar kazandım ama, bunun 680.000'ini hayır yoluna
harcadım."
Bağdat'tan sürgün
edilip Mekke'ye gittiğinde Ka'be'yi tavaf etti. Safa ve Merva arasında sa'y
yaptı. Şiddetli sıcaklar esnasında bu ibadetleri yaptıktan sonra evine gitti.
Kendini yere atıp: "Allah için karlı bir şerbet arzuluyorum." dedi.
Arkadaşlarından biri kendisine: "Burada karlı şerbet bulunmaz."
deyince o şöyle dedi: "Biliyorum, ama in-şaallah Allah bunu bize gönderir.
Akşama kadar sabredeceğim."
Bunun ardından henüz
tam akşam olmadan, gündüz vakti bulutlar gelip gökyüzünde yığıldılar. Yağmur
ve çok miktarda dolu yağdı. Arkadaşı onun için doluları bol miktarda toplayıp
sakladı. Çünkü ve-
zir Ali b. İsa
oruçluydu. Akşam olunca topladığı doluları kendisine getirdi. Mescide
geldiğinde arkadaşı ona karlı, çeşit çeşit şerbetler getirdi. Vezir Ali b. İsa,
bu şerbetleri çevresindeki sofi ve mücavirlere içirmeye başladı. Kendisi hiç
içmedi. Evine döndüğünde arkadaşı, kendisi için saklamış olduğu karlı
şerbetleri sundu ve içmesi için yemin verdi. Uzun çabalamalardan ve
ısrarlardan sonra ancak içirebil-diler. Bu olay üzerine: "Mağfiret temenni
etseydim keşke." dedi. Allah ona rahmet etsin ve onu bağışlasın. Onun
güzel şiirlerinden biri şudur:
"Başıma gelen
musibetlere sevinerek bana durumumu soran veya sormadan da bu musibetlerime
sevinen kimseye gelince bilsin ki;
Bu musibetler benim
şahsımda bu depremlerin korkunçluğuna karşı çok sabreden hür bir kadının oğlu
gibi bir şahsiyet meydana getirmiştir."
Ebü'l-Kasım Ali b.
Hasan et-Tenuhî, babası tariki ile bir cemaatın şöyle dediklerini rivayet
etmiştir:
«Kerhli bir aktar
vardı. Bu adam, sünnete bağlılığı ile tanınmıştı. Bir zaman 400 dinar kadar
borçlandı. Dükkanını kapattı, çalışamaz duruma geldi. Gidip evine kapandı, çok
uzun geceler Allah'a yalvarıp yakardı, niyazda bulundu, namaz kıldı. O
gecelerden birinde Rasûlul-lah (s.a.v.)'ı rüyasında gördü. Rasûlullah ona şöyle
diyordu: "Vezir Ali b. İsa'ya git, sana 400 dinar vermesini kendisine
emrettim."
Sabah olunca aktar,
vezirin kapısına gitti. Ama kapıdakiler onu tanımıyorlardı, Oturup beklemeye
başladı. Belki biri onun vezirin yanına girmesine izin verir ümidiyle
bekliyordu. Uzun süre bekledikten sonra oradan ayrılmaya karar verdi. Sonra
kapıcılardan birine dedi ki: "Vezire git şöyle de: Ben Rasûlullah
(s.a.v.)'ı rüyada gören bir adamım, gidip bu rüyamı vezire anlatmak
istiyorum." Kapıcı ona: "Rüya sahibi sen misin? Vezir de seni
bulmaları için birçok adamını etrafa gönderdi." dedi. Sonra kapıcı içeriye
girip durumu vezire anlattı. Vezir de: "Onu hemen yanıma getir."
dedi. Aktar içeri girdi. Vezir onu karşıladı; durumunu, adını, eşkalini, evini
sordu. Aktar da bu soruların hepsini cevapladıktan sonra vezir ona şöyle dedi.
- Ben de Rasûlullah
(s.a.v.)'ı gördüm. Sana 400 dinar vermemi emretti. Ama seni kime soracağımı
bilemiyordum. Seni tanımıyordum, nerede bulunduğunu da bilmiyordum. Şu ana
kadar seni aramaları için birçok adamımı etrafa gönderdim. Kendin yanıma geldiğin
için Allah sana hayır ve mükâfat versin."
Böyle dedikten sonra
vezir, adamlarına hemen 1.000 dinar getirmelerini emretti ve aktara dönüp şöyle
dedi: "Şu 400 dinarı, Rasûlullah (s.a.v.) emrettiği için sana veriyorum,
şu 600 dinarı da hibe olarak veriyorum."
Aktar: "Olmaz,
Rasûlullah (s.a.v.)'ın bana emrettiği 400 dinardan fazlasını almam, çünkü ben
onun emrettiği bu 400 dinarda hayır ve bereket olacağını ümid ediyorum."
dedi. Sonra Vezirden 400 dinarı aldı. Vezir de: "İşte, sadakat ve kesin
inanç budur." dedi.
400 dinarı alıp
gittikten sonra alacaklılarına paralarını ödemeyi teklif etti, ancak onlar:
"Sana üç sene daha mühlet tanıyoruz. Bu para ile dükkanını aç ve çalışıp
kazanmaya devam et." dedilerse de o mutlakajbu paranın bir kısımını onlara
vermekte ısrar etti. Kendilerine 200 dinar verdi, kalan 200 dinarla da
dükkânım açtı, çalışmasına devam etti. Bir sene geçmeden 1.000 dinar kazandı.»
Vezir Ali b. İsa'yla
ilgili çok salihane ve ihlash haberler vardır. Bu senede doksan yaşında vefat
etti. Bundan bir sene önce vefat ettiğine dair rivayetler de vardır, doğrusunu
Allah bilir. [62]
Muhammed b. İsmail b.
İshak b. Bahr Ebu Abdillah el-Farisî. Şafiî fıkıhçısı idi. Sika, sebatkar ve
faziletli bir zattı. Ebu Zür'a ed-Dı-nıışkî ile diğerlerinden hadis rivayet
etti. Darekutnî ile başkaları da ondan rivayetlerde bulundular. Kendisinden en
son rivayet eden kişi Ebu Ömer b. Mehdi'dir. Muhammed b. İsmail bu senenin
şevval ayında vefat etti. [63]
Harun b. Muhammed b.
Harun b. Ali b. Musa b. Amr b. Cabir b. Yezid b. Cabir b. Amir b. Üseyd b.
Temim b. Sabh b. Zühel b. Malik b. Said b. Habne Ebu Cafer. Kadı Ebu Abdillah
Harun b. Hasan'ın babasıdır. Dedeleri, eski zamanlarda Umman hükümdarları
idiler.
Dedesi Yezid b. Cabir,
İslâmiyet dönemine yetişti. Müslüman oldu ve İslâmiyeti güzelce yaşadı.
Kendisinden bahsettiğimiz bu Harun, ailesinden ayrılıp Umman'dan Bağdat'a gelen
ilk kişi olmuştur. Bağdat'ta hadis rivayet etmiş, babasından da rivayetlerde
bulunmuştur. Faziletli ve her ilme fazlasıyla vakıf bir zattı. Evi, çeşitli
günlerde âlimlerin toplandığı bir yerdi. Paralarını âlimlere sarfederdi. Bağdat
şehrinde yüksek bir mertebesi ve saygınlığı vardı. Darekutnî, onu Çok övmüş ve
onun hakkında şöyle demiştir: "Nahivde, lügatte, şiirde, ttiaanil
Kur'ân'da ve ilm-i kelamda meşhur bir şahsiyettir."
İbnü'1-Esir dedi ki:
«Bu senede meşhur şahsiyetlerden Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah b. Abbas b. Sol
es-Solî de vefat etti. Bu zat, edebiyata ve tarihe vakıf bir kimse idi.»
İbnü'l-Cevzî, bundan
bir sene sonra vefat ettiğini söylemiştir. [64]
Ebü'l-Abbas b. Kadı
Ahmed b. Ebi Ahmed et-Taberî. Şafiî fıkıhc siydi. İbn Süreyc'in talebesidir.
"et-Telhis ve Kitabü'l-Miftah" ona ait" tir. Bu, muhtasar bir
eser olup Ebu Abdillah el-Hüseyin tarafından şerhedilmiştir. Ebu Abdillah
es-Sencî de bu eseri şerhetmiştir. Babası, insanlara haberleri ve eserleri
anlatırdı. Kendisi Tarsus kadılığı yaptı. İnsanlara öğüt verirdi. Bir defasında
huşua kapıldı ve bayılıp yere düştü. Bu senede vefat etti. [65]
Bu senede
Muizzü'd-Devle, halife Muti Lillah'ı da yanma alarak Bağdat'tan çıktı ve Basra'ya
gitti. Basra'yı, Ebü'l-Kasım b. Beridî'nin elinden kurtardı. Ebü'l-Kasım ile
adamlarının çoğu oradan kaçtılar. Muizzü'd-Devle, şehri istila etti.
Karmatîlere haber salarak memleketlerini ellerinden alacağını söyleyip onları
tehdit etti. Halifenin ik-tama bazı çiftlikleri de ilave etti. Yıllık 200.000
dinar vereceğini söyledi. Bundan sonra Muizzü'd-Devle, Ahvaz'da bulunan
kardeşi İma-dü'd-Devle ile görüşmek isteyerek yanına gitti, Huzuruna vardığında
yeri öptü ve karşısında uzun bir süre ayakta durdu. Kardeşi oturmasını
söylediyse de oturmadı. Sonra halifenin beraberinde bulunmak için Bağdat'a
döndü. İşler iyice yoluna girdi.
Bu senede
Rüknü'd-Devle, Taberistan ve Cürcan şehirlerini Dey-* lem hükümdarı Merdavic İn
kardeşi Veşmgir'in elinden aldı. Veşmgir de Horasan'a gidip Horasan valisinden
yardım istedi. Bununla ilgili açıklama ileride verilecektir. [66]
Adı, Ahmed b. Cafer b.
Muhammed b. Ubeydullah b. Yezid'dir.
Dedesinden, Abbas
ed-Durî'den, Muhammed b. İshak es-Sağa-nî'den hadis dinleyip rivayet etti.
Güvenilir, sika, hüccet ve doğru sözlü bir ravi idi. Çok eserleri vardır.
Birçok ilimle ilgili kitaplar derlemiştir, ama insanlar ondan çok az şey
dinlemişlerdir. Çünkü sert ahlaklı biri idi. Kendisinden en son rivayette
bulunan kişi Muhanımed b. Faris el-Lügavî'dir. İbnü'l-Cevzî, Ebu Yusuf
el-Kaddusî'-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Ebü'l-Hüseyin b.
Münadî, Kur'ân ilimlerine dair 440 küsur kitap tasnif etmiştir. Sözlerinde
lüzumsuz ve anlamsız kelimeler yoktu. Aksine o kelimeleri seçerek konuşurdu.
Rivayet ve dirayet ilmini bir araya getirmişti.»
îbnu 1-Cevzî dedi ki;
«Onun tasnifatına bakan kimse, ilminin fazlalığını, derin ilme sahip olduğunu
anlar ve kitaplarında, başka eserlerde görülmeyen faydalı bilgiler elde eder.»
Ebü'l-Hüseyin, bu
senenin muharrem ayında seksen yaşında vefat etti. [67]
Muhammed b. Abdullah
b. Abbas b. Muhammed Sol Ebu Bekir es-Solî. Edebiyat âlimlerindendir.
Hükümdarların haberleri hakkında güzel bilgileri vardı. Halifelerin devirleri,
eşrafın haberleri, şairlerin sınıf ve tabakaları hakkında da güzel bir bilgiye
sahipti. Ebu Da-vud es-Sicistanî'den, Müberred'den, Sa'leb'den, Ebü'l-Ayna1 dan
ve diğerlerinden rivayetlerde bulundu. Çok rivayetleri vardı. Hafizası sağlam
ve kitap tasnifatmda da maharetli bir âlimdi. Korkunç denecek kadar çok
kitapları vardı. Birkaç halifenin mescidinde bulunup sohbetlerine katıldı ve
yanlarında itibar sahibi oldu. Dedesi Sol'un ailesi de Gürcan'ın hükümdarları
idiler. Sonra onun oğulları büyük yazarlardan oldular. Sözünü ettiğimiz
Solî'nin itikadı sağlam, gidişatı güzeldi. İyi şiir yazardı. Darekutnî ile
diğer hadis hafızları kendisinden rivayetlerde bulundular. Onun güzel
şiirlerinden biri şudur:
"Onun hatırına,
ona benzeyen kimseleri de sevdim. Maşukun her parçası benim için maşuktur. Öyle
ki cismime onun gözlerinden akan yaşları anlattım. Sanki benim hastalığım onun
gözlerinden çalınmıştır."
Solî, Bağdat'tan bir
iş için çıkıp Basra'ya gitti ve bu senede orada vefat etti. [68]
Bu hatun, Mekke'de
ikamet eden ve kendini ibadete veren âbid-lerdendi. Babasının zenbil örerek
kazandığı paralardan her sene kendisine gönderdiği otuz dirhem ile nafakasını
temin ederdi. Bir defasında babası ona bu parayı kendi arkadaşlarından biriyle
göndermişti. Parayı götüren, bu hatunun nafakasına destek olmak amacıyla kendi
parasından da yirmi dirhem ekleyerek ona elli dirhem vermişti. Kadıncağız bu durumdan
şüphelenince adama şöyle sormuştu:
- Babamın gönderdiği
paraya kendi parandan ekledin mi? Rızasını kazanmak için haccetmekte olduğun
zatın hakkı için bana doğruyu söyle.
- Evet, yirmi dirhem
ekledim.
- Paranı al ve götür.
Benim buna ihtiyacım yoktur. Eğer bunu hayır yapmak amacıyla eklemiş olmasaydın
sana beddua ederdim. Çünkü sen beni bu sene aç bıraktın ve seneye kadar benim
çöplüklerden başka bir yerde rızkını kalmamıştır.
- Babanın sana
göndermiş olduğu şu otuz dirhemi al. Benim yirmi dirhemimi kabul
etmeyebilirsin.
- Hayır, babamın
gönderdiği para senin paranla karışmıştır ve senin paranın helal mi yoksa haram
mı olduğunu bilmiyorum.
Adam diyor ki: «Ben o
parayı babasına geri götürdüm. Ama babası da kabul etmedi ve bana şöyle dedi:
"Ey adam, bana karşı geldin ve tavsiyeme uymadın, kızımı da zorda
bıraktın. Şü parayı al ve sadaka olarak dağıt."» [69]
Bu senede
Muizzü'd-Devle Bağdat'tan Musul'a hareket etti. Nasi-rü'd-Devle onun önünden
kaçıp Nusaybin'e gitti. Muizzü'd-Devle b. Büveyh bu senenin ramazan ayında
Musul'u ele geçirdi. Halka zulüm yaptı, mallarını gasbetti. Halk ona çok beddua
etti. Sonra memleketin tümünü Nasirü'd-Devle b. Hamdan'ın elinden almaya karar
verdi. O esnada kardeşi Rüknü'd-Devle, Horasanlıların kendisine yaptığı
saldırıya karşı yardım etmesi için ona haber gönderdi. O da Nasirü'd-Devle ile
barış yaparak Cezire ve Şam mıntıkalarının gelirlerinden her sene kendisine
8.000.000 dirhem verilmesini ve memleketin bütün camilerinin minberlerinde
kendisi ile kardeşleri İmadü'd-Devle ve Rüknü'd-Devle adına hutbe okutmasını
şart koştu. Bu şartlar yerine getirildi. Muizzü'd-Devle Bağdat'a geri döndü.
Kardeşine büyük bir orduyu takviye olarak gönderdi ve halifeden de onu Horasan
valiliğine tayin ettiğine dair bir ferman alıp ulaştırdı.
Bu senede Halep valisi
Seyfü'd-Devle b. Hamdan, Bizans sınırlarına girdi. Büyük bir Bizans ordusuyla
karşılaştı. İki taraf şiddetlice savaştılar. Seyfü'd-Devle hezimete uğradı.
Bizanslılar onun ve adamlarının mallarım yağmaladılar. Tarsus halkına da çok
eziyetlerde bulundular. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a
aidiz ve O'na dönücüleriz).
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin ramazan ayında Dicle ırmağının suyu, 21,3 zira kadar yükseldi.» [70]
Abdullah b. Muhammed
b. Hamdeveyh b. Nuaym b. Hakem Ebu jyhıhammed el-Bey'. Bu zat, Hakim Ebu
Abdillah en-Nisaburî'nin babasıdır. Altmışüç sene müddetle müezzinlik yaptı ve
yirmiiki gazveye katıldı. Âlimlere 100.000 dirhem harcadı. Geceleri çok namaz
kılar, çokça sadaka verirdi. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ile Müslim b.
Haccac'ın sohbetinde bulundu. îbn Huzeyme ile diğerlerinden rivayetlerde
bulundu. Bu senede doksanüç yaşında vefat etti. [71]
Kudame b. Cafer b.
Kudame Ebü'l-Ferec. Büyük bir yazardı. Haraca ve yazı sanatına dair eserleri
vardır. Bu konuda âlimler onu örnek aldılar. Bazı konularda Sa'leb'den sorular
sordu. [72]
Muhammed b. Ali b.
Ömer Ebu Ali el-Müzekkir. Nisabur'da vaizlik yaptı. Kendileriyle
karşılaşmadığı bazı hadis âlimlerinden hadisler rivayet etti, ama bunları
tedlis etti; bir şeyler karıştırdı. Bu senede 107 yaşında vefat etti. Allah
onu affetsin. [73]
Künyesi Ebü'l-Menca
idi. Maliki mezhebine dair feraiz fakihi idi. Maliki mezhebinin fıkhına dair
bir kitap yazmıştır. Ayrıca benzeri az feraiz eserleri yazmıştır.
Edebiyatçıydı. Doğru sözlü ve faziletli bir imamdı. Allah ona rahmet etsin. [74]
Bu senenin
rebiyülevvel ayında Şiîlerle Ehl-i Sünnet arasında fitne meydana geldi. Kerh
mıntıkası yağmalandı.
Bu senenin
cemaziyelahir ayında Ebü's-Saib Utbe b. Ubeydullah el-Hemedanî, kadi'l-kudatlığa
atandı.
Bu senede bazı
suçlardan ötürü cezaya çarptırılmış olan İmran Şahin adındaki birisi isyan
ederek halifeden kaçıp Betaih mıntıkası na gitti. Bu kişi, avladığı balık ve
kuşları yiyerek azığım teinin ediyordu. Zamanla etrafında avcılardan ve yol
kesicilerden bir grup toplandı. Böylece güçlendi. Ebü'l-Kasım b. Beridî de onu
bu mıntıkalara vali tayin etti. Muizzü'd-Devle b. Büveyh, veziri Ebu Cafer b.
Büveyh ed-Damirî komutasında onun üzerine bir askeri birlik gönderdi. Ancak bu
avcı İmran onu mağlup etti ve askerlerin mallarını ganimet edindi. Böylece avcı
İmran b. Şahin'in gücü fazlalaştı. Bu arada vezir ansızın İmadü'd-Devle b.
Büveyh'in ölümü ile karşılaştı ve şaşkınlığa uğradı. [75]
Büveyhoğullarının en
büyüğü olup onlardan hükümdarlığa geçen ilk şahıs idi. Akıllı, maharetli ve
gidişatı güzel bir kimse olup lider şahsiyetli idi. Önceki kısımlarda da
anlattığımız gibi ilk olarak hicretin 322. senesinde ortaya çıkmıştı. Ama bu
senede hastalığı ilerledi, acıları fazlalaştı. Öleceğini anladı. Sahip olduğu
servet, hakimiyet, mal ve adam çokluğu ona fayda vermedi ve Allah'ın onun
hakkında takdir ettiği Ölümü de kendisinden uzaklaştırmada. Deylemli Türk ve
Acem askerleri de ona yardımcı olmadılar. Aksine kendilerine en fazla muhtaç
olduğu bir zamanda etrafından uzaklaştılar. Herşeye muktedir, herşeyi
kahredici ve herşeyi bilen Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yüce bir
hükümdardır.
Ebü'l-Hasan Ali b.
Büveyh'in erkek evladı yoktu. Kardeşi Rük-nü'd-Devle'ye haber salıp oğlu
Adüdü'd-Devle ile birlikte yanma gelmelerini ve kendisinden sonra onu veliaht
tayin etmeyi istediğini bildirdi. Kardeşi yanma geldiğinde çok sevindi ve
bütün askerleriyle onu karşılamaya çıktı. Kardeşini hükümet konağına
getirdiğinde tahtına oturttu. Kendisi de komutanlardan biri gibi karşısında
durdu ki kardeşinin kendisinin emirleri, vezirleri ve yardımcıları nezdinde şanı
yücelsin. Sonra sahip olduğu beldeler ve mallar hususunda onun için bey'atta
bulundu. Memleketini ve halkını idare etme hakkını ona verdi. Bu adamları
arasında önde gelen komutanlar da vardı. Böyle yapmakla kardeşinin itibarım
yükseltmek istemişti. Kardeşi de önde gelen bazı kimseleri yakalamaya başladı.
Adüdü'd-Devle'nin hakimiyeti sağlansın ve işler onun namı hesabına yoluna
girsin diye bunların kimini öldürdü, kimini de hapse attırdı.
Sonra İmadü'd-Devle,
bu senede elliyedi yaşında iken Şiraz'da vefat etti. Onaltı sene müddetle
hüküm sürmüştü. Kendi zamanındaki hükümdarların en hayırlısı idi. Akranlarına
nisbetle ilerideydi. Yarım kazanmıştı. Emirü'l-ümera idi. Halifeler ona bu
unvanıyla mektup yazarlardı. Kardeşi Muizzü'd-Devle'ye gelince, onun namına
Irak ve gevad mıntıkasında hüküm sürüyordu.
İmadü'd-Devle yani
Ebü'l-Hasan Ali b. Büveyh vefat edince vezir Ebu Cafer ed-Damirî, avcı İmran b.
Şahin ile savaşmaktan vazgeçti. Muizzü'd-Devle ona mektup yazarak Şiraz'a
gitmesini ve oranın yönetimini ele almasını emretti. Zayıflayıp gücünü
kaybettikten sonra İmran böylece yeniden güçlendi. Onun durumunu yeri gelince teferruatlı
olarak anlatacağız. «[76]
Künyesi, Ebu Cafer
el-Muradî'dir. Mısırlıdır. Nahiv âlimi idi. Nahhas lakabıyla tanınır. Lügatçı,
tefsirci ve edebiyatçıydı. Tefsire ve diğer ilimlere dair çok eserleri vardır.
Hadis dinleyip rivayet etti. Mü-berred'in arkadaşlarıyla karşılaştı. Bu senenin
zilhicce ayında vefat
etti.
İbn Hallikan dedi ki:
«Ahmed b. Muhammed b. İsmail, bu senenin zilhicce ayının beşinde cumartesi
günü vefat etti. Ölüm sebebi şuydu: Ölçeğin yanında oturmuş, birşeyler kesip
biçiyorken oradan geçmekte olan vatandaşın biri onun Nil nehrine büyü yapmakta
olduğunu sanarak ayağıyla ona bir tekme vurdu. Bu yüzden o da suya düşüp
boğuldu ve cesedinin nereye gittiği bilinemedi.»
Nahiv ilmini; Ali b.
Süleyman el-Ahvez, Ebu Bekir el-Enbarî, Ebu İshak ez-Zeccac, Nafteveyhî ve
diğerlerinden öğrendi. Faydalı eserleri vardır. "Tefsirul-Kur'ân",
"en-Nasih ve'1-Mensuh", "Şerhu Ebyât-ı Si-beveyh" gibi
eserler ona aittir. "Şerhu Ebyât-ı Sibeveyh" gibi bir eser
başkalarınca tasnif edilmiş değildir. "Şerhul-Muallakat ve'd-Devavin
el-Aşere" ve diğer bazı eserler de ona aittir. Neseî'den hadis rivayet
etmiştir. Cidden cimri bir kimseydi, ama insanlar onun ilminden yararlandılar. [77]
Halife Müstekfı Billah
Abdullah b. Ali el-Müktefı Lillah. Bir sene, dört ay, iki gün süreyle halifelik
yaptı. Sonra hal' edilerek gözlerine nıü çekildi. Bu senede kendi evinde
tutuklu iken vefat etti. Vefatı sırasında kırkaltı yaşından iki ay almıştı. [78]
Künyesi
Ebü'l-Madil'dir. Kendi zamanında Nisabur'un muhaddiai idi. Birçok şehirlere
seyahatlerde bulundu. Çok âlimlerden ders aldı Hadis dinledi, Kendisi de hadis
rivayet etti. 400 cüzden oluşan "Müs-ned" adlı eseri tasnif etti.
İşini son derece muhkem yapmak, hafızası sağlam olmak, çokça ibadette bulunmak,
haramlardan fazlasıyla sakınmak, Allah'tan korkan bir kimseydi. Başka eserleri
de vardı. Ravi. nin biri diyor ki: "Seferde ve hazarda onunla arkadaşlık
ettim, meleklerin onun aleyhinde bir günahı kayda geçirdiklerini
bilmiyorum."
Onun 200 küsur cüzden
oluşan bir tefsiri vardır. Hiçbir hastalığı yok iken, hamama gitmiş ve orada
ansızın vefat etmişti. Vefatı bu seninin şevval ayının ondördünde cuma günü
vuku bulmuştu. Allah ona rahmet etsin. [79]
Künyesi,
Ebü'l-Hasan'dır. Bağdatlı vaizdir. Mısır'a göçmüş, orada ikamet etmiş ve
nihayet Mısırlı olarak tanınmıştı. Çok hadis dinleyip toplamıştı. Darekutnî ile
diğerleri de kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Vaaz meclisi vardı. Bu
meclise kadınlar ve erkekler gelirlerdi. Kadınlar, yüzünün güzelliğini
görmesinler diye yüzüne peçe takıp konuşurdu. Ebu Bekir en-Nakkaş, onun vaaz
meclisine gelmiş ama bir tarafta gizlenmişti. Konuşmasını dinledikten sonra
kalkıp kendini göstermiş ve ona hitaben: "Senden sonra başkasının kıssa anlatması
haramdır." demişti.
Hatib Bağdadî dedi ki:
"Ali b. Muhammed, sika, güvenilir, arif bir ravi idi. Leys ile İbn Lehia'nın
hadislerini derledi. Onun zühde dair çok kitapları vardı. Bu senenin zilkade
ayında, seksenyedi yaşında iken vefat etti. Doğrusunu Allah bilir." [80]
Bu mübarek senenin
zilkade ayında Hacer-i Esved, Ka'be'deki yerine iade edildi. Bilindiği gibi,
Karmatiler hicretin 317. senesinde onu Ka'be'deki yerinden alıp götürmüşlerdi.
O zamanda Karmatîlerin hükümdarı Ebu Tahir Süleyman b. Ebi Said Hüseyin
el-Cenabî idi. Bu hadise meydana geldiğinde Müslümanlar bunu büyük bir musibet
saydılar. Emir Beckem et-Türkî, Hacer-i Esved'i Ka'be'deki yerine koymaları
için Karmatîlere 50.000 dinar vermeyi teklif etti, ama onlar yine de o mübarek
taşı yerine iade etmediler ve: "Biz onu emirle aldık, yine ancak o emri
bize veren zat ikinci bir emir verirse yerine iade ederiz." dediler.
Hicretin 317. senesinde onu Ka'be'deki yerinden a]ıp Kûfe'ye götürdüler ve Küfe
Camii'nin yedinci sütununun üzerine astılar ki, herkes onu orada görebilsin,
Ebu Tahir'in kardeşi de üzerine şu yazıyı yazmıştı: "Biz bu taşı emirle
Ka'be'den alıp getirdik v© sonra da insanların, hacları ve menasikleri
tamamlansın diye emir üzerine yerine iade ettik." Sonra o mübarek taşı
çıplak bir devenin sırtına koyarak Mekke'ye gönderdiler. Zilkade ayında, bu
mübarek taş Ka'be'deki yerine ulaştı. Hamd ve minnet Allah'adır.
Bu mübarek Hacer-i
Esved, yirmiiki sene süreyle Ka'be'deki yerinden ^ayrı kalmıştı. Yerine
getirilmesine Müslümanlar çok sevindiler. Karmatîlerden birçoğunun
anlattıklarına göre; o taşı Ka'be'den alıp Kûfe'ye götürürlerken birkaç deveye
yüklemişlerdi. Ancak develer o mübarek taşın altında çöküp yere yığılmış ve
hörgüçleri yara bere içinde kalmıştı. Ama Ka'be'ye geri gönderdiklerinde onu
bir deve yavrusuna yüklemişlerdi ve o yavru hiç de zorlanmamıştı.
Bu senede
Seyfü'd-Devle b. Hamdan, 30.000 kadar askerden oluşan büyük bir orduyla Bizans
üzerine yürüdü. Sınırları aşıp ülkenin derinliklerine ve uzak mesafelere gitti.
Bir çok kaleler fethetti. Bazı rumları öldürdü. Bazılarını esir aldı. Çok
miktarda ganimet elde ettikten sonra geri döndü. Rumlar onun çıkış yolunu
tuttular. Beraberindeki askerlerden çoğunun öldürdüler ve kalanları da esir
aldılar. Edindiği ganimetleri geri aldılar. Seyfü'd-Devle'nin kendisi ise az sayıda
ki birkaç arkadaşıyla kurtuldu.
Bu senede vezir Ebu
Cafer ed-Damiri vefat etti. Muizzu d-Devle, onun yerine Ebu Muhammed Hüseyin b.
Muhammed el-Mühellebî'yi cemaziyelevvel ayında vezirliğe tayin etti.
Yine bu senede îmran
b. Şahin adındaki avcı âsinin durumu kuvvetlendi. Muizzü'd-Devle onun üzerine
peşpeşe ordular şevketti, ancak birbiri ardınca bozguna uğradılar. Sonra
Muizzü'd-Devle onunla barış yapmaya ve onu bulunduğu yerlere vali tayin etmeye
yöneldi ve ileride de anlatacağımız bazı durumlar meydana geldi. [81]
Künyesi
Ebü'l-Hasan'dır. Mısırlıydı. Bağdat'a geldi. İnsanların en faziletlerinden ve
âlimlerinden oldu. Hanefî mezhebine mensuptu. Geniş bir zekâsı, kuvvetli bir
kavrayışı vardı. Hadis yazdı. Sika bir ravi idi. Bu senede Bağdat'ta vefat
etti. Şoniziye mezarlığına defnedildi. Henüz kırk yaşına varmamıştı. [82]
Muhammed Kahir Billah
b. Mutedid Billah. Bir sene altı ay yedi gün süreyle halifelik yaptı. Zorba ve
çabuk intikam alan bir kimseydi Veziri Ebu Ali b. Mukle, ondan korkup gizlendi
ve Türklerin yanında onun aleyhinde faaliyetlerde bulunmaya başladı. Bunun
üzerine Türkler onu hal' edip gözlerine mil çektiler. Bir süre hilafet sarayına
bırakıldı. Sonra hicretin 330. senesinde oradan alınıp İbn Kahir'in evine
götürüldü. Yoksul düşmüş, şiddetli derecede muhtaç olmuştu Hatta bazı günlerde
dilendiği de vakidir. Bu senede elliiki yaşında vefat etti ve babası Mutedid'in
mezarının yanma defnedildi. [83]
Künyesi, Ebu Abdillah
es-Seffar'dır. İsfahanlıdır. Kendi çağında Horasan'ın muhaddisi idi. Çok hadis
dinledi. İbn Ebi Dünya'dan bazı hadisleri rivayet edip kendi kitaplarına
nakletti. Duası müstecap bir insandı. Kırk küsur sene müddetle başını göğe hiç
kaldırmadı. Bunu da utandığından dolayı böyle yapıyordu ve şöyle diyordu:
"Adım Muhammed, babamın adı Abdullah, annemin adı Amine'dir."
Kendisinin adının Peygamber Efendimizinkine, babasının adının Peygamber
Efendimizin babasının adına, annesinin adının da Peygamber Efendimizin
annesinin adına muvafık olması nedeniyle çok sevinirdi. [84]
Künyesi Ebu Nasr'dır.
Türk filozofudur. Musikiye dair bilgisi herkesten daha fazlaydı. Öyle ki,
musiki sanatı sayesinde dinleyicilere ulaşabiliyor, onları etki altına
alabiliyordu. Dilerse ağlayan veya gülen veya uyuyan kimseyi harekete
geçirirdi. Felsefede ustaydı. "Te-fakkuhu İbn Sina" isimli eser, onun
kitapları arasında yer alır.
Fafabî, insanların
bedenen değil de ruhen haşrolunacaklarma inanırdı ve ancak âlim ruhların
haşredileceklerini, cahil ruhların ise haşredilmeyeceklerini söylerdi. Onun bu
hususta Müslümanlara ve kendisinden önceki felsefecilere aykırı bir inanışı ve
metodu vardı. Eğer bu inançla ölmüş ise, Alemlerin Rabbinin laneti onun üzerine
olsun.
Ibnü'l-Esir'in
"el-Kâmil" adlı eserinde ifade ettiğine göre Farabî, Dımışk'ta
ölmüştür. Kokuşmuş ve manen çirkin bir kimse olduğundan ötürüdür ki İbn
Asakir, "Tarih"inde ondan bahsetmemiştir. Doğrusunu Allah bilir. [85]
Bu senede Umman valisi
birçok gemi dolusu askerle hücuma geçerek Basra'yı ele geçirmek istedi. Ebu
Yakub el-Hecerî de onun yardımına gelmişti. Ancak vezir Ebu Muhammed
el-Mühellebî, karşı koyarak onu Basra'dan geri çevirdi. Adamlarından bir
kısmını esir aldı. Birçok gemilerini ganimet edindi ve bu gemileri, içindeki
esirlerle birlikte önüne katıp Dicle ırmağından getirdi. Büyük bir alayişle bu
ganimetlerle beraber Bağdat'a girdi. Allah'a hamdolsun.
Bu senede, tıpkı
Hallac-ı Mansur gibi zındıklığından ötürü öldürülen Ebu Cafer b. Ebi'l-İz'in
adamlarından biri yakalanıp vezir Ebu Muhammed el-Mühellebî'nin huzuruna
çıkarıldı. Bu adam Ebu Cafer b. Ebi'l-İz'in ileri sürdüğü iddiaları
sürdürüyordu. Bağdatlı bazı cahiller de ona uymuşlar ve onun rablık iddiasını
doğrulamışlardı. İddiasına göre peygamberlerle sıddıklarm ruhları güya
kendilerine intikal ediyormuş. Evinde onun bu iddialarını içeren bazı kitaplar
da bulundu.
Fakat bu adam,
öleceğini anlayınca -Muizzu d-Devle b. Büveyh'in huzuruna götürülmesini sağlamak
amacıyla- Şiî olduğunu iddia etti. Çünkü Muizzü'd-Devle b. Büveyh, Raflzileri
severdi. Allah onu kahretsin. Böyle dediğinden ötürü vezir, Muizzü'd-D
evle'den korktuğu ve Şiîlerin kendisine karşı ayaklanacağından endişe ettiği
için ona bir şey yapamadı. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz
Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Kendisine birşey yapmadı ama onun ve taraftarlarının
mallarına el koydu ve bu mallara; "Bunlar zındıkların mallarıdır."
dedi.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
"Bu senenin Ramazan ayında mezhep nedeniyle büyük bir fitne koptu." [86]
Eşheb b. Abdülaziz b.
Ebi Davud b. İbrahim Ebu Ömer el-Amirî. Ömer b. Rüey'ye nisbet edildiğinden
ötürü kendisine Ebu Ömer el-
Amirî denilmiştir.
Meşhur fakihlerdendi. Bu senenin şaban ayında vefat etti. [87]
Meşhur Hanefi
imamlarmdandır. Hicretin 260. senesinde Bağdat'ta doğdu. Ebu Hanife'nin
fıkhını okudu. Ülkede Hanefi'lerin reisliği makamına yükseldi. Kendini ibadete
vakfeden, çok namaz kılan çok oruç tutan, yoksulluğa sabreden ve insanların
ellerinde bulunan mallara rağbet etmeyen bir kimseydi. Ayrıca Mutezilelikte de
reis durumundaydı. İsmail b. İshak el-Kadi'den hadis dinledi. Hayve ile İbn Şahin
de ondan hadis rivayet ettiler.
Ömrünün sonlarında
felç oldu. Arkadaşlarının bir kısmı toplandılar ve -hastalığında kendisine
yardımcı olsun, mali destekte bulunsun diye- durumunu Seyfü'd-Devle b.
Hamdan'a mektupla bildirmek hususunda aralarında müşavere ettiler. Ebü'l-Hasan,
arkadaşlarının bu niyetlerini anlayınca başını göğe kaldırıp şöyle dedi:
''Allah'ım, rızkımı ancak daha önce bana alıştırdığın yerlerden gönder.
Başkasına muhtaç etme beni." Böyle dedikten sonra Seyfü'd-Devle'nin
gönderdiği para kendisine ulaşmadan vefat etti. Seyfü'd-Devle ona 10.000 dirhem
göndermişti. Ancak bu para onun vefatından sonra geldi ve arkadaşları bu
senenin şaban ayında o parayı sadaka olarak dağıttılar. Kendisi seksen yaşında
vefat etmişti. Cenaze namazını arkadaşı Ebu Temmam Hasan b. Muhammed ez-Zeynebî
kıldırdı. Vasıtiler nehri kıyısında Derbi Ebi Zeyd mezarlığına defnedildi. [88]
Künyesi, Ebu Cafer
el-Verrak'tır. Çok hadis dinledi. Sağlam bir zekası ve hafızası vardı. Sika ve
zahid bir kimseydi. Ancak kendi el emeğiyle kazandığı parayı verdi. Gece
namazını asla terketmezdi. Arkadaşlarından biri şöyle demiştir: "Birçok
seneler onunla arkadaşlık ettim, Aziz ve Celil olan Allah'ı razı edecek
işlerden başka bir iş yaptığını görmedim. Kendisine soru sorulmadan
konuşmazdı. Gecenin çoğunu namazla geçirirdi." [89]
Emir Nuh es-Samanî
tarafından Horasan ordularının komutanlığına tayin edilmişti. Yakalandığı bir
hastalıktan kurtulamayıp bu senede vefat etti. Başka bir rivayette
anlatıldığına göre o peşpeşe, günlerce içki içmiş ve bu sebeple ölmüştür.
Kendisinden sonra ordu
komutanlığına Ebu Ali el-Muhtac ez-Zü-cacî atanmıştı. Bu zat,
"el-Cümel" adlı nahiv kitabının musannifidir. Künyesi, Ebu 1-Kasım
Abdurrahmaıı b. İshak'tır. Nahivci ve lügatçıy-dı. Aslen Bağdatlıdır. Sonra
Dımışk'a yerleşmiştir. el-Cümel adlı çok faydalar içeren nahiv kitabının
musannifidir. Bu kitabı Mekke'de yazmıştır. Kitabın her bir babını yazdıktan
sonra Ka'be'yi tavaf eder ve insanların bu kitaptan faydalanmaları için dua
ederdi. Nahiv ilmini önce Muhammed b. Abbas el-Yezidî'den, sonra Ebu Bekir b.
Dü-reyd ve İbnü'l-Enbarî'den öğrendi. Hicretin 337. senesinin receb ayında
Dımışk'ta vefat etti. 339. senede veya 340. senede vefat ettiğine dair çeşitli
rivayetler de vardır. Taberiye'de vefat ettiğine dair başka bir rivayet de
bulunmaktadır. el-Cümel kitabının üzerine birçok şerhler yazılmıştır ki
bunların en güzeli ve en derli toplusu İbn Usfur tararından yazılmış olanıdır.
Doğrusunu Allah bilir. [90]
Bu senede Bizanslılar
Suruç'u ele geçirmişler, halkını öldürüp mescidlerini yakmışlardı.
İbnü'1-Esir dedi ki:
«Bu senede Umman valisi Musa b. Vecih Basra'ya hücum etti, ancak önceki
kısımlarda da anlatıldığı gibi vezir Mühellebî ona karşı koydu ve şehire
girmesine engel oldu.»
Bu senede
Muizzü'd-Devle, vezirini cezalandırdı ve ona yüzelli kırbaç vurdurdu. Ancak onu
azletmedi, aksine hapse atıp kapısına nöbetçi diktirdi.
'
Bu senede Mısırlılarla
Iraklılar Mekke'de çatıştılar ve Mısır valisi adına hutbe okuttular. Sonra
Iraklılar onları mağlub ederek Rük-nü'd-Devle b. Büveyh adına hutbe okuttular. [91]
Ebu Tahir İsmail b.
Kaim Biemrillah Ebü'l-Kasım Muhammed b. Ubeydullah el-Mehdi. Mağrib ülkesinin
hükümdarıydı. Otuzdokuz yaşında vefat etti. Yedi sene ve onaltı gün müddetle
halifelik yapmıştı. Akıllı, cesaretli, atılgan bir kimseydi. Cesareti,
atılganlığı ve metaneti hususunda kendisiyle boy ölçüşemeyecek olan Ebu Yezid
el-Hari-cî'yi mağlup etti. Fesahat ve belagat sahibi bir kimseydi. İrticalen
hutbe okurdu.
İbnü'l-Esir'in
"el-Kâmil" adlı eserinde anlattığı gibi, ölüm sebebi vücudundaki
hararet azlığı idi. Tabipler onun tedavisi hususunda ihtilafa düşmüşler ve
çaresiz kalmışlardı. Kendisinden sonraki dönem için Muiz el-Fatımî'yi veliaht
tayin etti. Muiz, ileride de açıklaması ve adı verilecek olan Muizziye
Kahiresinin banisi idi. O zaman kendisi yirmidört yaşındaydı. O da yürekli,
akıllı ve ileri görüşlü bir kimseydi. Berberilerden ve o çevredeki
mıntıkaların ahalisinden olan kimselerin çoğu ona itaat ettiler. O da kölesi
Cevher el-Kaid'i gönderdi ve Cevher onun adına Mısır'a sınırdaş olan Kahire'yi
inşa etti ve orada onun için bir hükümet konağı inşâ etti. İki bloktan oluşan
bu konak ileride de anlatılacağı gibi hicretin 364. senesinde inşa edilmişti. [92]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/324.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/324-325.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/325.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/325.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/325.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/326.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/326.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/326-327.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/327.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/327.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/327.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/327-329.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/329-330.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/330.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/330.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/331.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/331.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/331-332.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/332-334.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/334-335.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/335.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/335-336.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/336.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/336-337.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/337-338.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/338-340.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/340.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/340.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/340-346.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/346.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/346-347.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/347.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/347-348.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/349-352.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/352.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/352-353.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/353.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/354.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/355-356.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/356-357.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/357.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/357-358.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/358.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/358-361.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/361.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/361-362.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/362-363.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/364-365.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/365.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/365.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/365-366.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/366-368.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/368-369.
[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/369.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/370.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/370.
[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/370-372.
[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/372.
[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/372-373.
[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/373.
[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/373.
[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/373-375.
[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/375.
[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/375-376.
[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/376.
[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/376.
[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/376-377.
[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/377.
[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/377-378.
[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/378-379.
[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/379.
[72] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/379.
[73] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/379.
[74] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/379.
[75] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/379-380.
[76] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/380-381.
[77] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/381.
[78] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/381.
[79] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/382.
[80] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/382.
[81] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/382-383.
[82] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/383.
[83] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/384.
[84] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/384.
[85] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/384.
[86] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/385.
[87] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/385-386.
[88] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/386.
[89] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/386.
[90] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/386-387.
[91] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/387.
[92] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/387-388.