Zahirî Fıkıhçısı İbn Mugalles. 3

Ebu Bekir B. Zîyad En-Nisaburî 3

Affan B. Süleyman. 3

Ebü'l-Hasan El-Eş'arî 4

Muhammed B. Fadl B. Abdullah. 4

Harun B. Muktedir. 4

Hicretin Üçyüzyirmibeşincî Senesi 4

Hicretin Üçyüzyirmibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 5

Ahmed B. Muhammed B. Hasan. 5

Abdullah B. Muhammed B. Süfyan. 5

Muhammed B. İshak B. Yahya. 5

Muhammed B. Harun El-Askerî 5

Hicretin Üçyüzyirmialtıncı Senesi 5

Hicretin Üçyüzyirmiyedinci Senesi 7

Hicretin Üçyüzyirmiyedincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 8

Hasan B. Kasım B. Cafer B. Rahim.. 8

Hüseyin B. Kasım B. Cafer. 8

Osman B. Hattab. 8

Muhammed B. Cafer. 9

Hafız Ebu Muhammed Abdurrahman B. Ebi Hatim.. 9

Hicretin Üçyüzyîrmisekizinci Senesi 9

Hicretin Üçyüzyirmisekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 11

Ebu Muhammed Cafer El-Mürteiş. 11

Ebu Said El-İstahrî 11

Ali B. Muhammed Ebü'l-Hasan El-Müzeyyen Es-Sağir. 12

Ahmed B. Abdürabbîh. 12

Ömer B. Ebi Ömer Muhammed B. Yusuf B. Yakub. 13

Kurra İbn Şenbuz. 13

Muhammed B. Ali B. Hasan B. Abdullah. 14

Ebu Bekir Îbn Enbarî 15

Ümmü İsa. 15

Hicretin Üçyüzyirmidokuzuncu Senesi 16

Hicretin Üçyüzyirmîdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 20

Ahmed B. İbrahim.. 20

Beckem Et-Türkî 20

Ebu Muhammed El-Berbehari 20

Yusuf B. Yakub. 21

Hicretin Üçyüzotuzuncu Senesi 21

Hicretin Üçyüzotuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 24

İshak B. Muhammed. 24

Hüseyin B. İsmail B. Muhammed. 24

Ali B. Muhammed B. Sehl 25

Şeyh Ebu Salih Müflih El-Hanbelî 25

Hicretin Üçyüzotuzbirinci Senesi 26

Hicretin Üçyüzotuzbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 27

Sabit B. Sinan B. Kurra Es-Sabiî 27

Muhammed B. Ahmed B. Yakub. 28

Muhammed B. Muhalled B. Cafer. 28

Mecnun El-Bağdadî 28

Hicretin Üçyüzotuzikînci Senesi 29

Ahmed B. Muhammed B. Said. 31

Ahmed B. Amir El-Merveruzî 31

Hicretin Üçyüzotuzüçüncü Senesi 31

Müstekfi Billah Abdullah B. Müktefi B. Mutedidin Halifeliği 32

Hicretin Üçyüzotuzdördüncü Senesi 33

Büveyh Oğulları Devletinin İlk Aşaması Ve Bağdat'a Hakim Oluşları 34

Halife Müstekfi Billahtn Yakalanıp Hal' Edilmesi 34

Muti Lillahtn Halifeliği 34

Hicretin Üçyüzotuzdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 36

Ömer B. Hüseyin. 36

Muhammed B. İsa. 37

Muhammed B. Muhammed B. Abdullah. 37

İhşid Muhammed B. Abdullah B. Toğaç. 38

Ebu Bekir Eş-Şiblî 38

Hicretin Üçyüzotuzbeşinci Senesi 39

Hicretin Üçyüzotuzbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 40

Hasan B. Hamaveyh B. Hüseyin. 40

Abdurrahman B. Ahmed B. Abdullah. 40

Abdülselam B. Rağban. 40

Ali B. Îsa B. Davud B. Cerrah. 40

Muhammed B. İsmail 42

Harun B. Muhammed. 42

Ebü'l-Abbas B. Kadı Ahmed. 42

Hicretin Üçyüzotuzaltıncı Senesi 42

Hicretin Üçyüzotuzaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 43

Ebü'l-Hüseyin B. Münadî 43

Solî Muhammed B. Abdullah B. Abbas. 43

Îbnetüş-Şeyh Ebü'z-Zahid El-Mekkî 44

Hicretin Üçyüzotuzyedinci Senesi 44

Hicretin Üçyüzotuzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 45

Abdullah B. Muhammed B. Hamdeveyh. 45

Meşhur Katip Kudame. 45

Muhammed B. Ali B. Ömer. 45

Muhammed B. Mutahhar B. Abdullah. 45

Hicretin Üçyüzotuzsekizîncî Senesi 45

Ebü'l-Hasan Ali B. Büveyh'in Biyografisi 46

Hicretin Üçyüzotuzsekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 46

Ahmed B. Muhammed B. İsmail B. Yunus. 46

Müstekfi Billah. 47

Ali B. Memşad B, Sahnun B. Nasr. 47

Ali B. Muhammed B. Ahmed B. Hasan. 47

Hicretin Üçyüzotuzdokuzuncu Senesi 48

Hicretin Üçyüzotuzdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 48

Hasan B. Davud B. Babşâz. 48

Halife Kahir Billah. 49

Muhammed B. Abdullah B. Ahmed. 49

Farabî 49

Hicretin Üçyüzkırkıncı Senesi 49

Hicretin Üçyüzkırkıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 50

Eşheb B. Abdülaziz. 50

Ebü'l-Hasan El-Kerhî 50

Muhammed B. Salih B. Yezid. 51

Mansur B. Karatekin. 51

Hicretin Üçyüzkırkbirinci Senesi 51

Hicretin Üçyüzkırkbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 52

Mansur El-Fatımî 52

                           

Zahirî Fıkıhçısı İbn Mugalles

 

Meşhur fıkıhçılardandır. Kendi mezhebinde yararlı eserleri var­dır. Ebu Bekir b. Davud'dan fıkıh Öğrendi. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ile Ali b. Davud el-Kanterî, Ebu Kalabe er-Riyaşî ve diğer şahsiyetlerden hadis rivayet etti. Sika bir ravi idi. Fıkıhçı ve faziletli bir insandı. Davud ez-Zahirî'nin ilmini, bulunduğu mıntıkalara yayan kişi odur. Sekte'de vefat etti. [1]

 

Ebu Bekir B. Zîyad En-Nisaburî

 

Abdullah b. Muhammed b. Ziyad b. Vasıl b. Meymun. Ebu Bekir, onun künyesidir. Şafiî fıkıhçısıdır, NisaburludurT'Eban b. Osman'ın azatlısıdır. Irak, Şam ve Mısır'a seyahatlerde bulundu. Bağdat'a yer­leşti. Muhammed b. Yahya ez-Zühelî'den, Abbas ed-Durî'den ve diğer bazı kimselerden hadis rivayet etti. Darekutnî ile birden fazla hadis hafızları da ondan rivayetlerde bulundular.

Darekutnî dedi ki: "Şeyhlerimiz arasında hadislerin senet ve me­tinlerini ondan daha iyi hıfzeden biri görülmemiştir. Şeyhlerimizin en fakihi idi. Müzeni ve Rebi ile arkadaşlık etti."

Abdullah b. Batte dedi ki: "İbn Ziyad'ın meclisinde hazır bulunur­duk. Onun meclisine 30.000 kadar kişi mürekkep okkası ile gelirler­di."

Hatib Bağdadî, Ebu Bekir b. Ziyad en-Nisaburî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Ben kırk sene müddetle ancak diz üstü çömelerek uyuyan birini biliyorum. O, her gün beş buğday tanesi ile karnını doyururdu ve yat­sı abdesti ile sabah namazını kılardı." Böyle dedikten sonra sözünü söyle sürdürdü: "Ben Ümmü Abdurrahman'ı (kendi cariyesini) tanı­madan önce bütün bunları yapıyordum. Ah, beni evlendiren adama ne diyeyim ki!" Bundan sonra da şöyle dedi: "Ama beni evlendiren ki­şi bana iyilik yapmak istemişti."

Ebu Bekir b. Ziyad bu senede seksenaltı yaşında vefat etti. [2]

 

Affan B. Süleyman

 

Affan b. Süleyman b. Eyyüb Ebü'l-Hasan et-Tacir. Mısır'da ika­met etti ve orada geliri hadisçilere harcanmak üzere bir vakıf tesis et­ti. Bu vakfın gelirlerinden Aşere-i Mübeşşere'nin soyundan gelen kimseler de yararlanacaklardı. Allah onlardan razı olsun. Dünyalığı bol olan bir tüccardı. Hakimler nezdinde şahadeti makbuldü.

Bu senenin şaban ayında vefat etti. [3]

 

Ebü'l-Hasan El-Eş'arî

 

Bağdat'a geldi. Zekeriya b. Yahya es-Sâcî'den hadis, îbn Sü-reyc'den de fıkıh öğrendi. Onun biyografisini "Tabakatü'ş-Şafîiyye" adlı eserde anlatmışızdır. İbn Hallikan'ın anlattığına göre Ebü'l-Ha­san el-Eş'arî, Şeyh Ebu İshak el-Mervezî'nin ders halkasına katılır, onun derslerini dinlermiş. Eş'arî, önceleri Mutezilî idi. Ama Basra'da minber üzerinde bu mezhepten ayrıldığını ve tevbe ettiğini söyledi. Sonra da Mutezilîlerin rezalet ve çirkinliklerini ortaya koydu. "el-Mu-ciz" ve diğer bazı kitaplar ona aittir.

Rivayete göre İbn Hazm şöyle demiştir: "Eş'arî'nin yazmış olduğu ellibeş eser vardır. Yıllık geliri 17.000 dirhemdi. O, insanların en şa­kacısı idi. Hicretin 270. senesinde doğdu."

Hicretin 260. senesinde doğduğuna dair zayıf bir rivayet de var­dır. Hicretin 324. senesinde vefat etmiştir. Hicretin 330. senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet de vardır. Hicretin 330. senesinden son­raki birkaç sene içinde vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet de bulun­maktadır. Doğrusunu Allah bilir. [4]

 

Muhammed B. Fadl B. Abdullah

 

Künyesi, Ebu Zer et-Temimî'dir. Cürcan reisidir. Çok hadis dinle­miştir, Şafiî mezhebine mensubtur. Evi, âlimlerin toplantı yeri idi, kendi zamanındaki ilim talebelerine çok lütuflarda bulunmuştur. [5]

 

Harun B. Muktedir

 

Halife Radi'nin kardeşidir. Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti. Kardeşi Radi kendisi için çok hüzünlendi ve onu tedavi edeme­yen tabip Bahtiyeşu b. Yahya'nın Enbar'a sürgün edilmesini emretti Çünkü Bahtiyeşu'un onu kasıtlı olarak iyi tedavi etmediğine dair suç­lamalar vardı. Sonra Radi'nin annesi onun için şefaatçi oldu. Radi de onu sürgünden geri getirdi. [6]

 

Hicretin Üçyüzyirmibeşincî Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında halife Radi ve emirü'l-ümera Mu-hamnıed b. Raik, Ahvaz valisi Ebu Abdillah el-Beridî ile savaşmak üzere Vasıt'a yöneldiler. Ebu Abdillah, Ahvaz'a musallat olmuş, hara­cı ödememeye başlamıştı. İbn Raik, Vasıt'a ulaştığında Hucariye as­kerleri isyan ettiler. Onunla savaştılar, İbn Raik de üzerlerine Bec-kem'i musallat kıldı. Beckem, onları ezdi, bir kısmı Öldü. Kılıç artık­ları da Bağdat'a geri döndüler. Güvenlik güçleri komutanı Lü'lü, on­ların karşısına çıktı. Çoklarını kuşatma altına aldı, evlerini yağmala­dı. Artık onlardan başkaldıran bir kimse kalmadı. Bunların beytül-malden alacakları maaşı tümüyle kesti. Halife ile İbn Raik, Ebu Ab­dillah el-Beridî'ye tehdit mektupları gönderdiler. Bunun üzerine her sene 360.000 dinar ödemeyi kabul etti ve Adüdü'd-Devle b. Büveyh ile savaşmak için asker hazırladığını bildirdi.

Fakat halife döndükten sonra Ebu Abdillah el-Beridî, hiçbir şey göndermedi. İbn Raik de Beckem ile Bedir el-Hüseynî'yi onunla sa­vaşmak üzere harekete geçirdi. İki taraf arasında, anlatımı burada uzun sürecek savaşlar ve olaylar cereyan etti. Sonra Ebu Abdillah el-Beridî, İmadü'd-Devle'ye sığındı. Ondan eman diledi. Beckem de Ah­vaz mıntıkasını istila etti. Bunun üzerine İbn Raik, oranın haracını idare işini ona verdi. Sözünü ettiğimiz Beckem, öldürücü bir yiğitti.

Bu senenin rebiyülevvel ayında halife, Beckem'e hil'at giydirdi ve Bağdat'ta ona emirlik payesi verdi. Onu Meşrik'den Horasan'a kadar olan mıntıkaların valiliğine tayin etti, [7]

 

Hicretin Üçyüzyirmibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Muhammed B. Hasan

 

Künyesi, Ebu Hamid eş-Şarkî'dir. Hicretin 240. senesinde doğdu. Hafızası sağlam, ezberinde çok hadis bulunan, kadri yüce ve çok kez

haccetmiş olan büyük bir hadis hafızı idi. Hadis toplamak maksadıy­la çeşitli şehirlere seyahatlerde bulundu. Birçok yerleri dolaştı. Bü­yük hadis âlimlerinden hadis dinledi.

Bir gün İbn Kuzeyine, ona bakarak şöyle dedi: "Ebu Hamid'in ha­yatta olması, insanların Rasûlullah (s.a.v.)'a yalan isnad etmelerine engeldir." [8]

 

Abdullah B. Muhammed B. Süfyan

 

Künyesi, Ebü'l-Hasanel-Hazzaz'dır. Nahivciydi. Müberred ve Sa'-leb'den hadis dinledi. Sika bir ravidir. Kur'ân ilimlerine dair çok fay­dalı eserleri vardır. [9]

 

Muhammed B. İshak B. Yahya

 

Künyesi, Ebü't-Tîb'dir. Nahivcidir. Ebü'1-Vefa, onun tarihe dair çok güzel eserleri bulunduğunu söylemiştir. Haris b. Ebi'l-Müber-red'den, Üsame'den, Sa'leb'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiş­tir. [10]

 

Muhammed B. Harun El-Askerî

 

Künyesi, Ebu Bekir'dir. Ebu Sevr'in mezhebinin fikhını öğrenmiş ve bu mezhebe bağlı bir fakih olmuştur. Hasan b. Arefe'den, Abbas ed-Durî'den, Darekutnî'den, Acurî'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [11]

 

Hicretin Üçyüzyirmialtıncı Senesi

 

Bu senede Bizans imparatorundan halife Radi'ye bir mektup gel­di. Mektubun aslı Rumca yazılmıştı, Arapça açıklaması da vardı. Rumca kısım altın yaldızla, Arapça kısım ise gümüş yaldızla yazıl­mıştı. Özeti, imparatorun Radi ile mütareke isteği idi. Bu mektupla birlikte çok miktarda kıymetli hediyeler de göndermişti. Halife, onun bu isteğine olumlu cevap verdi. 6.000 kadar kadm-erkek Müslüman esir Bedendon nehri üzerinde serbest bırakıldı.

Bu senede vezir Ebü'1-Feth b. Furat, Bağdat'tan Şam'a göçtü, ve­zirliği bıraktı. Yerine Ebu Ali b. Mukle atandı. Ebü'1-Feth1 in yönetimi °ıdden zayıftı. İbn Raik'le birlikte iken onun sözü hiç geçmiyordu, İbn f^aik'den kendisi için emlakinden feragat etmesini talep etmiş ancak ft>n Raik onun bu isteğini yerine getirmekte ağır davranmıştı. O da bunun üzerine Beckem'e mektup yazarak onu Bağdat'a tamahlandırmış ve İbn Raik'in yerine geçmesini teklif etmişti. İbn Mukle ise hali. fe'ye mektup yazarak İbn Raik ile İbn Mukatil'i kendisine tslim etme­sini istemiş ve onlar için 2.000 dinar vereceğim taahhüd etmişti. Bu haber İbn Raik'e ulaşınca onu yakalayıp elini kesti ve: "Bu, yeryüzün de bozgunculuk yaptı." dedi.

Sonra İbn Mukle, halife Radi'ye kendisini vezirliğe tayin etmesin' tavsiye etti, elinin kesilmiş olmasının yazı yazmaya engel olmayaca­ğını, kendisinin kalemi kesik olan sağ eline bağlayarak yazı yazabil­diğim bildirdi. İbn Raik, İbn Nukle'nin yukarıdaki satırlarda naklet­tiğimiz mektubunu Beckem'e yazdığını ve İbn Mukle'nin kendisine beddua ettiğini duydu. Bunun için yakalayıp dilini keserek onu dar bir yerde hapsetti. Yanında hizmetçisi bile yoktu. Suyu kendisi bizzat kuyudan çekiyordu. Kovayı sol eliyle tutuyor, ağzına götürüyor ve dişleriyle kovanın kenarından tutup su içiyordu. Çok sıkıntı ve zah­metlerle karşılaştı. Bu hapishanede yalnız başına vefat etti ve hapse­dildiği yere defnedildi. Sonra ailesi onun cenazesini istedi ve defnedil­diği yerden çıkarılarak kendi evine götürülüp defnedildi. Daha sonra oradan da alınarak başka bir yere nakledildi.

İbn Mukle çok garip şeylerle karşılaşmıştı. Şöyle ki: Üç kez vezir­lik yapmış, üç kez azledilmişti. Üç halifeye vezirlik yapmıştı. Üç yere defnedilmiş, üç kez sefere çıkmıştı. İkisinde sürgün olarak bir defa­sında da görevli olarak gitmişti. Görevli iken Musul'a gönderilmişti.

Bu senede Beckem, Bağdat'a geldi. Radi ona emirü'l-ümeralık un­vanını verdi ve onu İbn Raik'in yerine geçirdi. Sözünü ettiğimiz Bec­kem, Makan b. Kali ed-Deylemî'nin veziri Ebu Ali el-Arız'm kölelerin-dendir. Makan, onu veziri Ebu Ali el-Arız'dan istemiş, vezir de ona Beckem'i hibe etmişti. Bundan sonra Beckem, Makan'dan ayrılmış, Merdavic'in yanına gitmişti ve önceki kısımlarda da anlattığımız gibi Merdavic'i öldürenler arasına katılmıştı.

Halife, emirul-ümeralığa tayin ettiğinde onu hadim Munis'in ko­nağına yerleştirmişti. Durumu cidden kuvvetlenmiş, itibarı yüksel­mişti. Böylece o İbn Raik'ten de ayrılmış oldu. Onun görevi bir sene on ay ve onaltı gün sürmüştü.

Bu senede İmadud-Devle b. Büveyh, kardeşi Muizzü'd-Devle'yi harekete geçirmiş, o da Ebu Abdillah el-Beridî'ye ait olup Beckem ta­rafından istila edilmiş olan Ahvaz'ı geri alarak Ebu Abdillah el-Beri­dî'ye teslim etti.

Bu senede Veşmgir ed-Deylemî'nin komutanlarından olan Leşke-rî, Azerbaycan'ı istila edip Rüstem b. İbrahim el-Kürdî'nin elinden al­dı. Rüstem, İbn Ebi's-Sâc'ın adamlarındandı. Leşkerî, uzun süren bir savaştan sonra Azerbaycan'ı ele geçirdi.

Bu senede Karmatîlerin durumu cidden bozuldu. Birbirlerini öl-

dürmeye başladılar. Bu nedenle de yeryüzünde fesad çıkaramadılar. Kendi halleriyle başbaşa kaldılar. Ülkeleri olan Hecer'e kapandılar, başka bir yere gidemediler. Hamd ve minnet Allah'adır.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden Ahmed b. Ziyad b. Abdurrah-man el-Endülüsî vefat etti. Babası İmam Malik'in arkadaşlanndandı. İnıam Malik'in fıkhım ilk olarak Endülüs'e sokan zat budur. Kendisi­ne kadılık teklif edilmişti, ama kabul etmemişti. [12]

 

Hicretin Üçyüzyirmiyedinci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında halife Radi, Musul valisi Nasirü'd-Devle Hasan b. Abdullah b. Hamdan ile savaşmak için Musul yoluna koyuldu. Önden de emirul-ümera Beckem'i yola çıkarmıştı. Ayrıca kadi'l-kudat Ebü'l-Hüseyin Ömer b. Muhammed b. Yusuf u da Bec-kem'le birlikte göndermişti. Kadi'l-kudat Ebü'l-Hüseyin, halifenin emri üzerine Bağdat'ta yerine oğlu kadı Ebu Nasr Yusuf b. Ömer'i ve­kil bırakmıştı. Faziletli ve âlim bir şahsiyetti. Beckem, Musul'a ulaş­tığında Hasan b. Abdullah b. Hamdan ile savaşmaya başladı ve onu mağlup etti. Halife de Musul ve Cezire'yi ona bıraktı ve Beckem, ora­da valiliğe başladı.

Muhammed b. Raik'e gelince o, halifenin Bağdat'ta bulunmayışı­nı fırsat bilerek 1.000 kadar Karmatî ile işbirliği yapıp Bağdat'a girdi ve orada çok bozgunculuk yaptı, yalnız hilafet sarayına ilişmedi. Son­ra halifeye haber salarak ondan barış ve kendi işlediği suçlar için de af talebinde bulundu. Halife onun bu talebini uygun karşıladı. Ona kadi'l-kudat Ebu Hüseyin Ömer b. Yusufu gönderdi. İbn Raik de Bağdat'tan göçtü. Halife, cemaziyelevvel ayında Bağdat'a girdi, Müs­lümanlar buna çok sevindiler.

Bu senenin cemaziyelevvel ayında (1 martta) bol miktarda yağ­mur ve iri taneli dolular yağdı ki, dolulardan her biri iki okkaya ya­kın ağırlıktaydı. Yağışlar bir müddet devam etti. Bu yüzden Bağ­dat'ta birçok ev yıkıldı.

Bu senede Bağdat'ta çok miktarda çekirge görüldü.

Hicretin 317. senesinden bu seneye kadar hac seferleri, Irak yo­lundan yapılmıyordu. Şerif Ebu Ali Muhammed b. Yahya el-Alevî, Karmatîler nezdinde insanların hacca gitmeleri için ricada bulundu. Karmatîler, yürekliliğinden ve âlicenâb bir kimse olduğundan ötürü onu çok seviyorlardı. O, Karmatîlere, hacı adaylarının herbirinin bir deve için beş dinar, mahfeli develer için de yedişer dinar parayı ver­mesini teklif etti, onlar da bu şartı kabul ettiler. Bu senede hacılar, bu şarta riayet ederek hac seferine çıktılar. Hacca gitmek için yola koyulanlar arasında Şeyh Ebu Ali b. Ebi Hüreyre de vardı. Bu zat Şafiî imamlarındandı. Karmatîlerin yanından geçerken Karmatîler ondan bir nevi bekçilik parası olan ücreti istediler. O da devesinin ba­şını geri çevirerek Bağdat'a döndü ve: "Ben cimrilik yaptığım için de­ğil, bu toprak bastı parası talep edilince hac vecibesi benden sakıt ol­duğu için geri döndüm." dedi.

Bu senede Endülüs'te fitne meydana geldi. Endülüs hükümdarı ve Nasır Lidinillah lakabım taşıyan Abdurrahman ei-Emevî, veziri Ahmed'i öldürdü. Buna çok kızan Şenterin şehrinin valisi, Ahmed'in kardeşi Ümeyye b. İshak irtidad etti. Hristiyan ülkesine girdi, onla­rın hükümdarı Rodmir ile görüştü. Müslümanların sınırlarındaki ge­dikleri ve açık yerleri onlara bildirdi. Büyük bir Galiçya ordusuyla Müslümanların üzerine yürüdü.

Abdurrahman, bunların karşılarına çıktı ve şiddetli hücumlar ya­parak Galiçya askerlerinden çoğunu öldürdü. Sonra Franklar, Müslü­manlara karşı saldırılarını tekrarladılar. Kendi zayiatlarına yakın sayıda Müslüman askeri öldürdüler. Ardından Müslümanlar Gaüç-ya'ya peşpeşe saldırılarda bulundular ve onlardan sayılamayacak ka­dar çok asker öldürdüler.

Daha sonra Ümeyye b. İshak bu yaptığına pişman oldu ve Abdur-rahman'dan eman diledi. Abdurrahman da ona eman verdiğine dair mektubunu gönderdi. Ümeyye geldiğinde Abdurrahman onu kabul et­ti ve kendisine saygı gösterdi. [13]

 

Hicretin Üçyüzyirmiyedincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Kasım B. Cafer B. Rahim

 

Künyesi, Ebu Ali ed-Dımışkî'dir. Babası muhaddisti. Kendisi ta­rihçiydi ve tarihe dair eserleri vardır. Abbas b. Valid el-Beyrutî'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Bu senenin muharrem ayında Mısır'da, seksen küsur yaşında vefat etti. [14]

 

Hüseyin B. Kasım B. Cafer

 

Hüseyin b. Kasım b. Cafer b. Muhammed b. Halid b. Bişr Ebu Ali el-Kevkebî.

Katiplik yapmıştır. Tarihçi ve edebiyatçı bir kişi idi. Ahmed b. Ebi Hayseme'den, Ebü'l-Ayna'dan ve İbn E bi'd-Dünya'd an rivayetler­de bulundu. Darekutnî ile diğerleri de kendisinden rivayetlerde bu­lundular. [15]

 

Osman B. Hattab

 

Osman b. Hattab b. Abdillah Ebu Amr el-Belevi el-Mağribî el-Eşec. Ebü'd-Dünya diye bilinir.

Bu zat, hicretin 300. senesinden sonra Bağdat'a geldi ve kendisi­nin Hz. Ebu Bekir es-Sıddık'm hilafetinin ilk zamanında Mağrib'te doğduğunu iddia etti. Babasıyla birlikte Hz. Ali'nin ziyaretine gittiği­ni yolda aşırı derecede susadıklarını, babası için su aramaya gittiğin­de bir su kaynağı görüp oradan su içip yıkandığını, sonra su içirmek için babasının yanma gittiğinde babasının vefat ettiğini gördüğünü anlattı. Sonra kendisinin yalnız başına Hz. Ali'nin yanına gittiğini, onun dizini Öpmek istediği sırada dizinin başına çarpıp başını yarala­dığını ve bu nedenle kendisine Eşec (yaralı) dendiğini söyledi.

İnsanların bir kısmı, bu husustaki iddialarının doğru olduğunu söylediler ve içinde Hz. Ali'nin hadislerinin rivayet edildiği bir nüsha­yı kendisinden rivayet ettiler. Bu rivayetlerin doğruluğu hususunda Hafız Muhammed b. Ahmed b. Müfid de onu tasdik etti ve bunları kendisinden rivayet etti. Ama Hafız Muhammed b. Ahmed'in dedesi VEüfid, Şiîlikle itham edilen bir kimsedir. Kendisinin de Hz. Ali'ye in-;isabı sebebiyle, bu iddialarında onu müsamaha ile karşılamıştır. Onun dışındaki eski-yeni bütün muhaddisler topluluğu, bu hususta onu yalanlamışlar ve bu iddialarını reddedip rivayet ettiği hadis nüs­hasının uydurma olduğunu kesin ifade ile bildirmişlerdir. Bunların arasında Ebu Tahir Ahmed b. Muhammed es-Selefî ile şu hadis üs-tadlarımız da bulunmaktadır: Zamanın otoritesi Şeyhü'l-İslam Ebü'l-Abbas İbn Teymiye, Ebü'l-Haccac el-Mizzî, İslâm tarihçisi Hafız Ebu Abdillah ez-Zehebî. Ben bu hususu "Tekmil" adlı kitabımda açıkça ifade ettim. Hamd ve minnet Allah'adır.

Müfid dedi ki: "Eşec, bu senede (hicretin 327. senesi) kendi belde­sine dönerken vefat etmiştir." Doğrusunu Allah bilir. [16]

 

Muhammed B. Cafer

 

Muhammed b. Cafer b. Muhammed b. Sehl Ebu Bekir el-Haraitî. "Makamat" adlı eserin sahibidir. Aslen Samarralıdır, ama sonraları Şam'a gelip yerleşmiş ve orada hadis ilmini yaymıştır. [17]

 

Hafız Ebu Muhammed Abdurrahman B. Ebi Hatim

 

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetlerden biri de, hadis hafızı Ebu Muhammed Abdurrahman b. Ebi Hatim Muhammed b. er-Razî'-dir. "Kitabü'1-Cerh ve't-Ta'dil" adlı eserin sahibidir ki, bu eser hadis ilminde yazılan en kıymetli kitaplardan biridir. Bütün nakillleri top­layan önemli tefsir de ona aittir ki, ilimde İbn Cerir et-Taberî ile di­ğer müfessirlerin tefsirlerine üstün gelmiştir ve üstünlüğü zamanımı­za kadar devam etmiştir. Fıkıh kitaplarına göre sıralanmış "Kitabü'l-İlel" de ona aittir. Ayrıca birçok faydalı eserleri daha vardır. Abid za-hid, takvalı çok kerametleri olan, hafızası sağlam büyük bir zattı. Al­lah ona rahmet etsin.

Bir defasında namaz kıldırmıştı, selam verdiğinde cemaattan biri ona: "Namazı çok uzattın, ben secdede yetmiş kez teşbih getirdim." deyince Abdurrahman ona şu cevabı vermişti: "Ama vallahi, ben sec­de halinde sadece üç teşbih getirdim."

Bir defasında sınır boyundaki bir şehrin surları yıkılmıştı. Ab­durrahman b. Ebi Hatim, insanlara: "Bunu onarmayacak mısınız?" demiş ve onları, suru onarmaya teşvik etmişti. Ama onların işi ağır­dan aldıklarını görünce: "Kim bu suru onarırsa ben Allah'ın onu Cen-net'e sokacağına dair garanti vereyim?!" demişti. Orada bulunan bir tüccar kalkıp: "Bu garantiyi verdiğine dair bana bir yazı yaz, suru onarmak için sana işte şu 1.000 dinarı vereyim." demişti. Abdurrah­man da ona bu garantiyi verdiğine dair bir yazı yazıp vermişti. Sur o parayla onarılmıştı. Bir süre sonra o tüccar adam vefat etmişti. İn­sanlar onun cenaze törenine geldiklerinde kefeninin içinden bir kağıt parçası uçmuştu. Kağıdı alıp baktıklarında Abdurrahman b. Ebi Ha-tim'in ona yazdığı garanti yazısı olduğunu ve arkasında da şu ibare­nin yazılmış olduğunu gördüler: "Senin bu garantini onayladık ama bir daha böyle yapma," Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [18]

 

Hicretin Üçyüzyîrmisekizinci Senesi

 

"el-Muntazam" adlı eserinde İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin muharrem ayının başında, Bağdat'ın kuzey ve batı taraflarında hava­da şiddetli derecede bir kızarıklık ve bu kızarıklık içinde, çok sayıda beyaz ve uzun ışık sütunları görüldü.»

Bu senede Bağdat'a, Rüknü'd-Devle Ebu Ali Hasan b. Büveyh'in Vasıt'a ulaştığına dair haber geldi. Halife ile Beckem kendisiyle sa­vaşmak üzere Vasıt'a doğru yola koyuldular. Rüknü'd-Devle onlardan korkup Ahvaz'a döndü, onlar da Bağdat'a geri döndüler.

Bu senede Rüknü'd-Devle b. Büveyh, İsfahan şehrini Merdavic'in kardeşi Veşmgir'in elinden aldı. Oraya hakim oldu. Çünkü o zaman­larda Veşmgir'in askerleri çok azdı.

Bu senenin şaban ayında Dicle'nin suları cidden fazlalaştı ve Bağdat'dın batı tarafına yayıldı. Çok sayıda ev yıkıldı. Enbar tarafında da Dicle'nin suları etrafı istila etti ve çok sayıda köy, sular altında kaldı. Bu nedenle çölde de çok sayıda hayvan ve canavar Öldü.

Bu senede Beckem, Abdullah el-Beridî'nin kızı Sara ile evlendi. O zaman vezir Muhammed b. Ahmed b. Yakub, Bağdat'ta bulunuyordu. Sonra vezaretten ayrılıp yerine Süleyman b. Hasan atandı. Beridî de Vasıt ve kazalarının 600.000 dinar yıllık haraç ödeme karşılığında kendisine bırakılmasını istedi.

Bu senede Kadi'l-kudat Ebu Hasan Ömer b. Muhammed b. Yusuf vefat etti. Yerine oğlu Ebu Nasr Yusuf b. Ömer b. Muhammed b. Yu­suf atandı. Halife Radi, bu senenin şaban ayının bitimine beş gün ka­la perşembe günü ona hu"at giydirdi.

Ebu Abdillah el-Beridî, Vasıt'a gittiğinde Beckem'e bir mektup yazarak onu, Cebel mıntıkasını fethetmeye ve Ahvaz'ı da İmadü'd-Devle b. Büveyh'in elinden almak için kendisine yardımcı olmaya teş­vik etti. Ama onun yegane amacı, Beckem'i Bağdat'tan uzaklaştırmak ve orayı onun elinden almaktı. Beckem, askerleriyle Bağdat'tan ayrı­lıp gittiğinde Beridî'nin kendisine kurduğu tuzaktan haberdar oldu ve hemen Bağdat'a döndü. Büyük bir orduyla Beridî'nin üzerine yü­rüdü. Onu ansızın yakalamak için bütün yolları kesti.

Beckem, bir kayığa binmiş, katibi de yanında duruyordu. Aniden bir güvercin onların bulundukları kayığa düştü. Kuyruğunda bir mektup bulunuyordu. Beckem alıp okuduğunda mektubun, yanında bulunan katip tarafından komutan Beckem'in durumunu anlatmak üzere Beridî'nin adamlarına yazılmış olduğunu ve gördü. Beckem ka­tibe: "Yazıklar olsun sana, bu senin yazın değil mi?" dedi. Katip inkar edemeyip: "Evet." diye cevap verdi. Beckem de onun öldürülmesini emretti. Katip öldürüldü ve cesedi Dicle'ye atıldı.

Beridî, Beckem'in gelmekte olduğunu duyunca hemen Basra'ya kaçtı. Orada da durmayarak başka yere gitti. Beckem, Vasıt'ı istila ettiği sırada Deylem, onun Cebel'de geride bıraktığı askerlere musal­lat oldu. Onlar da çabucak Bağdat'a dönüp kaçtılar.

Bu senede Muhammed b. Raik, Şam'ı istila etti. Önce Humus'a girdi, şehri ele geçirdi. Sonra Şam'a geldi. Orada Bedir b. Abdullah el-İhşid vardı. Bu zat Bedir el-İhşidî diye tanınıyordu. Asıl adı Mu­hammed b. Toğac'dı. İbn Raik onu zorla Şam'dan çıkarıp kovdu. Şehi-re hakim oldu. Sonra da askerleriyle birlikte Remle'ye yürüdü. Orayı da ele geçirdi. Remle'den sonra Mısır'ın Ariş bölgesine gitti. Oraya girmek istedi, ancak Muhammed b. Toğaç el-İhşidî onun karşısına çıktı. Orada iki taraf savaştı. İbn Raik, Muhammed b. Toğaç'ı hezi­mete uğrattı. Adamları yağma ile meşgul oldular. Mısırlıların çadır­larına girdiler, Mısırlılarsa onlara hücum ederek onlardan çok sayıda askeri öldürdü. İbn Raik yetmiş kadar adamı ile kaçtı. Perişan halde Dımışk'a girdi. Muhammed b. Toğaç onun üzerine kardeşi Nasr b. To-ğaç'ı bir ordu ile gönderdi. Zilhicce ayının dördünde Lecun mıntıka­sında savaştılar. İbn Raik, Mısırlıları hezimete uğrattı. Öldürdüğü adamlar arasında İhşid'in kardeşi Nasr b. Toğaç da vardı. İbn Raik onu yıkayıp kefenledi ve Mısır'a kardeşinin yanma gönderdi. Onunla birlikte oğlunu da göndermişti. Ona yazdığı mektupta Nasr'ı öldür­mek istemediğine dair yemin etmiş ve Nasr'ın öldürülmesinin kendi­sine çok zor geldiğini bildirmişti ve mektubunda: "İşte oğlumu sana gönderiyorum, istersen kardeşinin öldürülmesi karşılığında oğluma kısas tatbik et." demişti. İhşid Muhammed b. Toğaç da İbn Raik'in oğluna ikramda bulunmuş ve Remle ile Mısır arasındaki kısımların İhşid'e ait olması, İhşid'in de her sene İbn Raik'e 140.000 dinar gön­dermesi, Remle'den Dımışk'a kadar olan kısımlarmsa İbn Raik'e ait olması hususunda barış antlaşması yaptı. [19]

 

Hicretin Üçyüzyirmisekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ebu Muhammed Cafer El-Mürteiş

 

Sofiye meşayihindendir. Hatib Bağdadî böyle demiştir.

Ebu Abdirrahman es-Süiemî dedi ki: «Ebu Muhammed Cafer el-Mürteiş'in asıl adı, Abdullah b. Muhammed Ebu Muhammed en-Nisaburî'dir. Servet sahibi bir kimse idi. Ama servetini ve malını bı­rakıp Cüneyd-i Bağdadî, Ebu Hafs ve Ebu Osman'la arkadaşlık etti. Bağdat'ta ikamette bulundu, nihayet sofiye meşayihinden biri oldu. Bağdat'ın acaipliklerinin şunlar olduğu söylenir: Şiblî'nin işaretleri, Mürteiş'in nükteleri ve Cafer el-Havas'm hikayeleri.»

Ebu Cafer es-Saiğ, Mürteiş'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Bir kimse kendi amellerinin kendisini Cehennem ateşinden kur­taracağını veya kendisini ilahi rızaya kavuşturacağını zannederse, kendi nefsi ve amelleri için tehlike teşkil etmiş olur. Bir kimse Al­lah'ın lutfuna güvenirse Allah onu ilahi rıza mertebelerinin en yükse­ğine ulaştırır.»

Mürteiş'e; "Falan adam su üzerinde yürüyor!" denildiğinde o şu cevabı vermişti: "Nefsin heveslerine muhalefet etmek, su üzerinde yürümekten ve havada uçmaktan daha büyük bir keramettir."

Mürteiş, Şoniziye Mescidi'nde hastalanıp ölmek üzere can çekişir­ken borcunu hesapladılar ve onyedi dirhem borçlu olduğunu tesbit et­tiler. Yanındakilere şöyle dedi: "Şu eski püskü elbiselerimi satın ve bunun parasıyla borcumu ödeyin. Cenâb-ı Allah'tan bana kefen nasib etmesini umuyorum. Ben yüce Allah'tan şu üç şeyi dilemiştim: Beni yoksul olarak vefat ettirmesini, içinde bulunduğum şu mescitte ruhu­mu almasını, -çünkü bu mescitte birçok insanla arkadaşlık kurdu- ve­fat ederken de yanımda sevip kendisiyle ünsiyet kurabileceğim insan­ları bulundurmasını diledim."

Böyle dedikten sonra gözlerini yumdu ve ruhunu teslim etti. [20]

 

Ebu Said El-İstahrî

 

Ebu Said el-İstahrî Hasan b. Ahmed b. Yezid b. İsa b. Fadl b. Ye-sar. Ebu Said el-İstahrî, onun künyesidir. Şafiî imamlanndandır. Za-hid nazik ve âbid bir kimseydi. Kum şehrinde kadılık yaptı. Sonra Bağdat muhtesipliğine atandı, Bağdat şehrinde dolaşır ve sokaklar arasında dolaşmakta iken katırı üzerinde namazını kılardı. Cidden az şeyle kanaat eden bir insandı. Biyografisini, "Tabakatü'ş-Şafiiye" adlı eserde anlatmışız dır. "Kitabü'1-Kada" adlı eseri vardır ki, bu ko­nuda benzeri bir eser tasnif edilmemiştir. Doksan yaşma yaklaşmış iken vefat etti. Allah ona rahmet etsin. [21]

 

Ali B. Muhammed Ebü'l-Hasan El-Müzeyyen Es-Sağir

 

Sofiye meşayihindendir. Aslen Bağdatlıdır. Cüneyd-i Bağdadî ve Sehi et-Tüsterî ile arkadaşlık etti. Bu senede vefat edinceye kadar Mekke'de mücavir olarak kaldı.

Kendi şahsından bahsederken şöyle demiştir: «Tebük mıntıkasın­da bir kuyuya vardım. Kuyuya yaklaştığımda ayağım kaydı ve içine düştüm. Beni gören bir kimse yoktu. Kuyunun dibinde, üzerinde du-, rabileceğim yüksekçe bir çıkıntı gördüm. Oraya tutunup "Eğer ölür­sem, bari insanların içtiği suyu kirletmeyeyim." dedim ve kendimi teskin edip ölümü hoş görmeye başladım. O halde iken bir yılan çıktı, üzerime sarktı, kuyruğunu vücuduma doladı, sonra beni çekip kuyu­dan çıkardı. Sonra kendisi süzülüp gitti. Ama nereye gittiğini bilemi­yorum, nerden geldiğini de anlamamıştım.»

Sofiye meşayihi arasında Ebu Cafer el-Müzeyyen el-Kebir adında biri daha vardır ki, o da Mekke'de mücavir olarak yaşamış ve orada vefat etmiştir. O zat da âbid kimselerdendi.

Hatib Bağdadî, Cafer el-Hindî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Haclarımdan birinde Müzeyyen el-Kebir ile vedalaştığım sırada kendisine: "Bana manevi azık ver." dedim. O da bana şöyle cevap ver­di: "Birşeyi kaybettiğin zaman de ki; ey insanları geleceğinde şüphe bulunmayan kıyamet gününde bir araya getirip toplayacak olan yüce Rabbim! Sen vaadine muhalefet etmezsin. Bana kaybetmiş olduğum falan şeyi buldur." Sen böyle dersen Allah, kaybettiğin o şeyi sana buldurur."

Kettanî'nin de yanma gittim. Onunla da vedalaştım ve bana ma­nevi azık vermesini istedim. O da bana, kaşı üzerinde nakış bulunan bir yüzüğü verdi ve şöyle dedi: "Kederlendiğin zaman şu yüzüğün ka­şına baktığın takdirde kederin gider."

Ben, Müzeyyen el-Kebir'in bana öğrettiği duayı her ne zaman okuduysam duam kabul buyuruldu. Kettanî'nin verdiği yüzüğün ka­şına da her ne zaman baktıysam, kederim gitti. Bir gün, Semriye'de iken şiddetli bir fırtına esti. Bakmak için yüzüğü çıkardım, ama kay­bettim, nereye gittiğini anlayamadım. Allah bana, kaybetmiş oldu­ğum yüzüğü buldursun diye Müzeyyen el-Kebir'in bana öğrettiği yitik bulma duasını okudum. Duayı okuduktan sonra evime döndüğümde eşyalarımı araştırdım ve yüzüğün elbiselerim arasında olduğunu gör­düm.» [22]

 

Ahmed B. Abdürabbîh

 

Bu zatın şeceresi şöyledir: Ahmed b. Abdürabbih b. Habib b. Ce-rir b. Salim Ebu Ömer el-Kurtubî. Hişam b. Abdurrahman b. Muavi-ye b. Hişam b. Abdülmelik b. Mervan b. Hakim el-Ümevî'nin azatlısı-dır. Çok hadis rivayet eden faziletli insanlardan, önceki ve sonraki nesillerin haberlerini bilen âlimlerdendir. "el-İkdu 1-Ferid" adlı kita­bın sahibidir. Onun bu kitabı, birçok faziletlere yol göstermekte ve birçok mühim bilgileri içermektedir. Yalnız birçok sözleri, kendisinde Şiîlik bulunduğuna delalet etmektedir. Emevilere karşı allerjisi oldu­ğu görülmektedir ki, bu, onun için yadırganacak bir haldir. Çünkü o, Emevilerin azathlarındandı. Kendisinden beklenen şey, onlara düş­manlık etmek değil, dostluk beslemekti.

İbn Hallikan'm ifadesine göre Ahmed b. Abdurabbih'in güzel şiir­ler içeren bir divanı vardır. İbn Hallikan, onun tüysüz oğlanlara ve kadınlara tutkun olduğunu gösteren birçok şiirler nakletmiştir. Ah­med b. Abdürabbih, hicretin 246. senesinin ramazan ayında doğdu ve bu senenin cemaziyelevvel ayının 18'inde pazar günü, Kurtuba'da ve­fat etti. [23]

 

Ömer B. Ebi Ömer Muhammed B. Yusuf B. Yakub

 

Bu zatın şeceresi şöyledir: Ömer b. Ebi Ömer Muhammed b. Yu­suf b. Yakub b. Hammad b. Zeyd b. Dirhem Ebü'l-Hüseyin el-Ezdî. Malikî fakihi ve kadısı idi. Yirmi yaşında iken babasından niyabet al­dı. Kur'ân ve hadis hafızı idi. Malikî mezhebine göre fıkıh ve feraiz öğrenmişti. Hesap, lügat, nahiv ve şiir bilgisi vardı. "Müsned" adlı eseri tasnif etti. Bu yüzden kendisine anlayış kuvveti, zeka güzelliği ve ahlak üstünlüğü nasib oldu. Gerçekten yüksek dereceli ve güzel şi­irleri vardır. Kadılıkta şükranla karşılanacak bir tutum sergilemişti. Adaletli ve güvenilir bir imamdı.

Hatib Bağdadî, Muafa b. Zekeriya el-Cerirî'nin şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

Biz, Kadı Ebu Hüseyin hazretlerinin meclisinde hazır bulunuyor­duk. Bir gün meclisine gelip normal âdet üzere kendisini beklemeye koyulduk. Kapısının önünde oturuyorduk. O esnada bir bedevinin de kapıda oturmakta olduğunu gördük. Sanki bir ihtiyacı varmış gibiydi. Biz oturmakta iken, bir karga gelip avludaki hurma ağacının üzerine konup öttü, sonra uçup gitti. Bedevi dedi ki: "Şu karga, bu ev sahibi­nin yedi gün sonra vefat edeceğini bildiriyor." Böyle demesi üzerine bedeviyi oradan kovduk. O da kalkıp gitti.

Sonra kadıdan izin geldi, içeri girmemize müsaade edildi. Girdiği­mizde, kadı'mn yüzünün renginin değişmiş olduğunu ve kederlendiği­ni gördük. Kendisine: "Ne haber?" diye sorduğumuzda şu cevabı ver­di: "Dün rüyada bir şahsın şöyle dediğini gördüm:

«Hammad b. Zeyd ailesinin evlerine git,

Ehline ve nimetlere selam olsun.»

Bu rüyadan Ötürü biraz sıkıldım."

Biz de kendisi için dua edip meclisinden ayrıldık. Bundan yedi gün sonra, yani bu senenin şaban ayının 17'sinde perşembe günü, otuzdokuz yaşında vefat etti ve defnedildi. Cenaze namazını oğlu Ebu Nasr kıldırdı. Babasından sonra kadılığa da o geçti."

Solî dedi ki: «Kadı Ebü'l-Hüseyin, genç yaşta olmasına rağmen büyük bir ilmî mertebeye yükseldi. Vefat ederken halife Radi onun için ağladı ve bizi de ağlamaya teşvik edip şöyle dedi: "Ben, herhangi bir şeyden dolayı sıkıldığımda o beni teselli ederdi. Vallahi, ondan sonra artık benim için hayatın tadı kalmamıştır." Halife Radi de on­dan sonra bu senenin rebiyülevvel ayı ortasında vefat etti. Allah, iki­sine de rahmet etsin. Halife Radi de genç yaşta vefat etmişti.» [24]

 

Kurra İbn Şenbuz

 

Şeceresi şöyledir: Muhammed b. Ahmed b. Eyyüb b. Salt Ebü'l-Hasan. İbn Şenbuz adıyla bilinirdi. Ebu Müslim el-Keccî'den, Bişr b. Musa'dan ve birçok kimselerden rivayette bulundu. Kur'ân kıraatın-da bazı okuyuş çeşitleri seçti ki, bu okuyuşu reddedilmiştir. Ebu Bekir el-Enbarî, onun hakkında bir reddiye yazmıştır ve vezir ibn Mukle'nin sarayında onun için bir muhakeme meclisi akdedildiğini, onun dayağa yatırıldığını ve nihayet bazı okuyuş şekillerinden vaz­geçtiğini anlatmıştır. Kendisinin kıraati şazdı ki, çağdaşı olan bazı kurralar onun bu kıraatini reddetmişlerdir. İbn Şenbuz, bu senenin safer ayında vefat etti. Dövülmesini emrettiği zaman o, vezir İbn Mukle'ye beddua etmişti. Ondan sonra İbn Mukle de iflah olmadı O da çeşitli işkencelere maruz bırakıldı. Eli ve dili koparıldı. Hapse atıl­dı. Nihayet İbn Şenbuz'un öldüğü bu senede o da öldü.

Şimdi de meşhur yazarlardan vezir İbn Mukle'nin biyografisini verelim: [25]

 

Muhammed B. Ali B. Hasan B. Abdullah

 

Künyesi Ebu Ali'dir. Vezir İbn Mukle diye meşhur olmuştur. Öm­rünün ilk zamanlarında durumu zayıf ve malı az bir kimseydi. Der­ken zamanla vezirliğe geçti ve üç halifeye; Muktedi'ye, Kahir'e ve Ra-di'ye vezirlik yaptı. Üç kez de vezirlikten azledildi.

Ahir ömründe eli ve dili koparıldı ve hapse atıldı. Suyu sol eli ve dişleri ile içiyordu. Sol eliyle kabı ağzına götürüyor, su kabının kena­rını dişiyle tutuyor ve suyu öylece içebiliyordu. Bununla beraber ke­sik olmasına rağmen sağ eliyle yazı yazabiliyordu. Tıpkı eli sağlam bir kimse gibi yazıyordu. Yazısı çok güzel ve sağlamdı. Nitekim yazı­sının düzgünlüğü ile meşhur olmuştur. Vezirliği zamanında onun için bir sara^ yapılmıştı. Sarayın temelinin atılacağı esnada bir grup mü­neccimi inşaat alanına getirmişti. Müneccimler temelin falanca vakit­te atılmasını tavsiye etmişlerdi. Yine onların tavsiyelerine uyularak sarayın duvarları iki yatsı arasında örülmeye başlanmıştı. Sarayın inşası tamamlandıktan kısa bir süre sonra saray harab oldu ve enkaz haline geldi. Nitekim bu durumu önceki kısımlarda anlatmıştık ve yı­kılan sarayın duvarları üzerine yazılan yazılardan da söz etmiştik.

Vezir İbn Mukle'nin cidden büyük bir bahçesi vardı. Birkaç fidan­lık alana sahip olan bu bahçenin tümü, ibrişim şebeke ile örülmüştü. Bahçede kumru, papağan, bülbül, tavus, kanarya ve diğer birçok kuş çeşidi vardı. Ayrıca arazisinde ceylanlar, yaban sığırları, devekuşları ve diğer birçok hayvanlar vardı. Bu bahçesi ve emlaki, güzellik ve parlaklığını, kıymetini kısa bir süre sonra kaybederek zayi oldu. İşte bu, Cenâb-ı Allah'ın, fani diyar olan dünyaya ve gurura meyleden al-danmış cahillere uyguladığı kanunudur. İbn Mukle, sarayını ve bah­çesini inşa edip oraya bol miktarda dünya metamı yerleştirdiği za­man şairin biri bu hususta şöyle bir şiir söylemişti:

"ibn Mukle'ye de ki: Aceleci olma, sabırlı ol, sen batıl ve boş rüya­lar içindesin.

Çalışıp çabalayarak insanların evlerinin taşlarıyla bir saray inşa ediyorsun ama bu saray birkaç gün sonra ele geçirilip yıkılacaktır.

Sen müşteri yıldızının saadetini tercih etmeye devam ediyorsun, bu saray için,

Oysa hükümdar Behram'm uğursuzluğu gibi nice uğursuzluklar sana da gelebilir.

Kur'ân ve Batlamyus, işi sağlama bağlama ve ahde vefa konusun­da asla bir araya gelmiş değillerdir."

İbn Mukle, nihayet Bağdat vezirliğinden azledildi, evi tahrip edil­di. Bahçesindeki ağaçlar söküldü. Eli kesildi, sonra da dili koparıldı ve kendisine 1.000.000 dinar para cezası verildi. Bundan sonra da yalnız başına zindana atıldı. Yaşı ilerlemiş, vücudu zayıflamış, bazı organlarım kaybetmiş ve sıkıntıya uğramış olmasına rağmen yanın­da kendisine hizmet edecek bir kimse yoktu. Öyle ki, içebilmek için suyu derin kuyudan bizzat kendisi çekiyordu. Kovanın ipini sol eliyle tutup ağzına götürüyor ve kovanın kenarını ağzıyla tutup içiyordu. Konforlu bir hayatın tadını aldıktan sonra çok sıkıntı ve zahmetlere katlandı.

Elinin kesilmesi ile ilgili olarak şu şiiri söylemişti:

"Hayattan usanmadım ama yeminlerine güvendim. Fakat gel gör ki sağ elim kesildi.

Dünyamı verip onlardan dinimi satın aldım, nihayet onlar;

Beni dinimden mahrum bıraktıktan sonra dünyalarından da mahrum bıraktılar.

Elimden geldiğince onların canlarını muhafaza etmeye çeliştim, fakat;

Gel gör ki onlar beni korumadılar.

Sağ el gittikten sonra hayatın tadı yoktur.

Ey hayat; sağ elim kesildi sen de kesil."

Elinin kesilmesinden ötürü çok ağlıyor ve şöyle diyordu: "Ben sağ elimle Kur'ân'ı iki kez yazdım ve yine sağ elimle halifeye hizmet et­tim. Ama sonra hırsızların eli kesilir gibi benim elim kesildi." Böyle dedikten sonra da şu şiiri okuyordu:

"Ey insan! Vücudunun bir kısmı öldükten sonra geri kalan kısmı­nın öleceğini düşünerek ağla.

Çünkü bir kısmı öldükten sonra geri kalan kısmının da ölmesi yakın olur."

Vezir İbn Mukle -Allah onu affetsin- sultanın sarayındaki hapis, hanesinde Öldü ve oraya defnedildi. Sonra oğlu Ebül-Hüseyin, baba­sının kendi evine nakledilmesini istedi. Mezarını açıp cesedini çıkar­dılar ve oğlu onu götürüp kendi evine defnetti. Sonra Dinariye adıyla bilinen zevcesi onu kendi evine götürüp defnetmek istedi. Bu isteği kabul edildi. İbn Mukle, mezarından ikinci kez çıkarıldı ve zevcesinin evine götürülüp defnedildi. Böylece üçüncü kez defnedilmiş oldu. Elli-altı yaşında iken vefat etmişti. [26]

 

Ebu Bekir Îbn Enbarî

 

u zatın şeceresi şöyledir: Muhammed b. Kasım b. Muhammed b. Bişar b. Hasan b. Beyan b. Semmaa b. Ferve b. Katan b. Duame Ebu Bekir el-Enbarî. "Kitabü'1-Vakf ve'1-İbtida" adlı eserin sahibidir. Bun­dan başka birçok faydalı eserleri daha vardır. Arap dilinde, tefsirde, hadiste ve diğer birçok ilimde derya idi. Kedimî'den, Kadı İsmail'den, Sa'leb'den ve diğerlerinden ders aldı.

Güvenilir, doğru sözlü ve edip bir kimseydi. Dinî yönü kuvvetli, faziletli ve Ehl-i Sünnet'ten bir insandı. Nahivde ve edebiyatta çok bilgiliydi. İnsanlar arasında hafızası en sağlam olandı. Nahve ve ede­biyata dair ezberlediği bilgiler birçok ciltleri içeriyordu. Öyle ki, hafı­zasında bulunan bilgiler, develer yükünce kitaplar kadardı. Zihnini ve hafızasını korumak için ceviz, badem, fındık gibi şeylerden başka birşey yemez, suyu da ancak ikindiye yakın bir zamanda içerdi. Anla­tıldığına göre o yüzyirmi tefsiri ezberlemiş ve rüya tabirini de bir ge­cede ezberlemişti. Cumadan cumaya 10.000 varaklık yazıyı ezberler­di. Bu senenin kurban bayramı gecesinde vefat etti. [27]

 

Ümmü İsa

 

Ümmü İsa binti İbrahim el-Harbî. Âlim ve faziletli bir kadındı. Fıkıhta fetva verirdi. Bu senenin receb ayında vefat etti ve babasının mezarının yanına defnedildi. Yüce Allah ona rahmet etsin. [28]

 

Hicretin Üçyüzyirmidokuzuncu Senesi

 

Bu senenin rebiyülevvel ayının ortasında halife Radi Billah Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muktedir Billah Cafer b. Mutedid Billah Ah-med b. Muvaffak b. Mütevekkil b. Mutasım b. Reşid el-Abbasî vefat etti. Bu zat, 6 cemaziyelevvel hicri 322. senede amcası Kahir'den son­ra halifeliğe geçti. Annesi Zalum adında Rum bir cariye idi.

Radi Billah, hicretin 297. senesinin receb ayında doğdu. Altı yıl, on ay, on gün süreyle halifelik yaptı. Vefat ettiğinde otuzbir sene ve on aylık ömrünü noktaladı. Esmer tenli, siyah saçlı, kısa boylu, nahif bedenli bir kimse idi. Saçları düzdü, yüzü biraz uzuncaydı. Sakalının on kısmı sıktı. Saçlarında incelik vardı. Kendisini görenlerden biri onu böyle vasfetmiştir.

Hatib Bağdadî dedi ki: «Radi Billah'ın birçok faziletleri vardı. Bir­kaç hususta kendisinden önceki halifelerin özelliklerine son verdi. Şöyle ki: O, şiir okuyan en son halife oldu. Ordunun ve beytülmalin idaresini düzgün yürüten ve bu işlerle ilgilenen en son halife o oldu. Cuma günü minber üzerinde hutbe irad eden en son halife o oldu. Meclis kurup nedimleri ile sohbet eden en son halife o oldu. Nafakası, armağanları, bağışları, hazineleri, mutfakları, meclisleri, hizmetçile­ri, arkadaşları ve tüm yönetimi kendisinden Önceki halifelerin belirle­diği tarzda yürüyen en son halife de o oldu."

Başkası dedi ki: Radi Billah, fesahatli, belağatli, cömert, övgüye layık bir kimse idi. Muhammed b. Yahya es-Solî'nin kendisinden duy­muş olduğu en güzel sözlerinden biri şudur:

"Allah için bazı kavimler var ki onlar hayır anahtarlarıdırlar. Yi­ne bazı kavimler de var ki onlar şer anahtarıdırlar. Allah bir kimseye hayır dilerse onu hayır ehli kimselere yöneltir ve onu bize ulaşma ve­silesi kılar. Biz de o kimsenin ihtiyacını karşılarız ve o kişi kazandığı­mız sevaba ve şükrana ortak olur. Allah bir kimseye de şer dilerse o kimseyi bizden başkasına yöneltir ve o kişi şer işleyenlerin günahına . ortak olur. Her durumda yardımına başvurulacak olan zat, yüce Al­lah'tır."

Radi Billah'ın, kardeşi Müttaki'ye, okulda iken yapmış olduğu en güzel mazeret yazılarından biri şudur: Muttaki, okulda iken Radi Bil-lah'a haksızlık etmişti. Oysa Radi, yaşça ondan daha büyüktü. Bunun üzerine Radi, ona şöyle bir özür mektubu yazmıştı:

«Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Ben sana köle olduğumu zorunlu olarak itiraf ediyorum. Sen de kardeşim olduğunu lütfen ka­bul ediyorsun. Köle suç işler, efendi affeder. Zira şairin biri şöyle de­miştir:

"Ey sebepsiz yere gazablanan,

Kına bakalım hele, senin kınaman da benim hoşuma gider.

Bana haksızlık ettiğin halde,

Yine de sen Allah'ın bütün kullarına göre benim için en kıymetli

olansın."»

Bu mektubu aldıktan sonra kardeşi Muttaki, yanma gelip üzeri­ne kapanmış, ellerini öpmüş, sonra ikisi kucaklaşıp barışmışlardı.

İbnü'l-Esir'in, "el-Kamil fi't-Tarih" adlı eserinde naklettiği şu gti-zel şiir de Radi Billah'a aittir:

"Gözlerim onu ucuyla süzdüğünde benim yüzüm sararır onunsa utançtan yüzü kızarır

Sanki onun yanağında benim vücudumdan nakledilmiş kan vardır.

Radi Billah vefat ettiğinde babası Muktedir ona şu ağıdı yakmı<

"Eğer diri bir insan bir ölüye mezar olabilseydi,

İç organlarımı onun kemikleri için mezar ederdim.

Eğer ömrüm benim dilediğimce uzun olsaydı ve kader de bana yardımcı olsaydı ben ömrümü onunla paylaşırdım.

Nefesimi ona verir ve kemikleri çürüten mezarda onunla yanyana yatardım.

Ve vücudum senin vücudunu yağmurlara, aslanlara karşı korur ve seni dolunay altında mehtapta beklerdim."

"el-Muntazam" adlı eserinde İbnü'l-Cevzî de onun için şu şiiri yazmıştı:

"İsrafçılığından ötürü beni çok kınama. Övgülerin kârı şerefli kimselerin ticaret malıdır. Âlicenaplıkların getirdiği şeylere önceden sahip oldum. Seleflerimin tesis ettiği binayı daha da sağlamlaştırdım. Ben o kimselerdenim ki, onların avuçları, Yokluğa ve mahrumiyete alışkındır."

Hatib Bağdadî'nin Ebu Bekir Muhamnıed b. Yahya es-Solî tariki ile rivayet etmiş olduğu şu şiir de Radi Billah'a aittir:

"Bütün berraklıklar bulanıklığa gider.

Bütün güvenlikler tehlikeli hallere gider.

Gençliğin akibeti ölüm ya da ihtiyarlıktır.

İhtiyarlık ise insanları uyarıp korkutan bir vaizdir.

Ey gurur dalgaları arasında şaşırıp yolunu kaybeden emel sahibi!

Bizden öncekiler hani nerede? Altınları, gümüşleri, mallan mülk­leri çürüyüp yok oldu, izleri silindi.

Bütün ömrü tehlikelerle geçen kimseyi ahiret günü hesap yerinde göreceksin.

Ey Rabbim! Ben senin nezdinde sevapları biriktirdim.

Senin yanındaki birikimin kıymetli olduğunu biliyorum ve ümi­dim de odur.

Ey Rabbim ben, vahyin surelerde açıkladıklarına inanmışım.

Faydalı şeyleri terkettiğimi ve zararlı şeyleri tercih ettiğimi ka­bulleniyorum.

Ey Rabbim, ey bağışlayıcıların en hayırlısı! Günahlarımı bağışla."

Radi Billah, bu senenin rebiyülevvel ayının onaltmcı gecesinde is-tıska hastalığından öldü. Ölmeden önce, Vasıfta bulunan Beckem'e haber salarak küçük oğlu Ebü'l-Fadl'ı veliahd tayin etmesini istedi. Ancak bu isteği yerine gelmedi, vefatından sonra insanlar onun kar­deşi Muttaki Billah İbrahim b. Muktedir'e halife olarak bey'at ettiler. Allah'ın emri, takdir edilmiş bir kaderdir. Müttaki'nin kardeşi Radi vefat edince kadılar ve ayandan olan kimseler Beckem'in evinde top­lanarak kimi hilafete geçirecekleri hususunda müşavereye başladılar. Hepsi de Müttaki'yi halife seçmek hususunda görüş birliği ettiler ve onu hilafet sarayına getirip ona bey'at etmek istediler. O da yerde iki rekat istihare namazı kıldı. Sonra kürsüye çıktı, oradan da tahta çık­tı. İnsanlar, bu senenin rebiyülevvel ayının bitimine on gün kala, çar­şamba günü ona bey'at ettiler.

Muttaki, halife olduktan sonra hiç kimseye değişik bir muamele­de bulunmadı. Herhangi bir kimseye haksızlık etmedi. Hiçbir şeyi de­ğiştirmedi. Adı gibi Muttaki oldu. Çok oruç tuttu ve çok namaz kıldı. Kendini ibadete verdi. "Sohbet meclislerime ve eğlence toplantılarıma kimsenin gelmesini istemiyorum. Arkadaş olarak bana Mushaf-ı Şerif yeter. Ondan başka bir sohbet arkadaşı istemiyorum." dedi. Bu yüz­den eğlence meclislerinin müdavimleri, şairler, vezirler ondan koptu­lar ve emir Beckem'in etrafında kenetlendiler. Beckem, onlarla otu­rup sohbet ediyor, bunlar da onun yanında şiirler söylüyorlardı. Bec­kem, Acem olduğundan ötürü şairlerin şiirlerinin çoğunu da anlamı-yordu. Meclistekilerin arasında Sinan b. Sabit es-Sabiî adında bir he­kim vardı. Beckem, kendisindeki aşırı öfkeyi ona anlatarak şikayette bulundu. Sinan da Beckem'in bu gazabını dindirmeye ve ahlakını gü­zelleştirmeye çalıştı. Bazan onun kan akıtmasına böylelikle engel oluyor, kendisini sakinleştirip nefsini terbiye ediyordu.

Muttaki Billah, güzel yüzlü, mutedil yaratılışlı, kısa burunlu, be­yaz tenli, birazda pembemsi renge sahip bir kimseydi. Saçı kumral ve kıvırcıktı. Sakalı sık, gözleri şehla idi. İffetli kimseydi. Asla içki ve içmedi. Adı gibi takvalı oldu. Allah'a hamdolsun.

Muttaki, hilafete geçtikten sonra Vasıfta bulunmakta olan Bec-

tı'e hü'at gönderdi. Kendisini yetkili kıldığına dair fermanını ülkenin her tarafına ulaştırdı.

Bu senede Ahvaz tarafında Ebu Abdillah el-Beridî ile Beckem sa­vaştılar. Bu savaşta Beridî onu nıağlub etti ve öldürdü. Durumu sağ-lamlaştı. Halife de Beckem'in mallarına el koydu. El koyduğu mallan arasında 1.100.000 dinar para da vardı. Beckem, Bağdat'ta iki sene sekiz ay dokuz gün süreyle hüküm sürmüştü. Sonra Beridî, Bağdat'ı ele geçirmeye tamahlandı. Halife Muttaki de onu bu niyetinden vaz­geçirmeleri için askerlere bol miktarda para verdi ve kendisi de biz­zat ona karşı harekete geçti. Bağdat'a girmesine engel olmak için yo­la çıktı. Beridî onu dinlemedi ve ramazan ayının ikisinde Bağdat'a girdi. Şefi mıntıkasında konakladı.

Muttaki, onun durumunun kesinlik kazandığını görünce onu teb­rike adam gönderdi. Ayrıca yiyecek ve erzak da gönderdi. Ona emi-rü'1-ümera unvanıyla değil de vezir unvanıyla hitab etti. Beridî de ona haber salarak 500.000 dinar vermesini istedi. Halife vermek iste­meyince Beridî onu tehdit etti ve Muiz'e, Müstain'e, Mühtedi'ye ve Kahir'e yaptıklarını hatırlattı. Aralarında elçiler gidip geldiler. Neti­cede halife Muttaki istemeyerek de olsa ona bu parayı gönderdi.

Beridî, Bağdat'ta iken halife onunla görüşmedi. Nihayet Beridî oradan çıkıp Vasıt'a gitti. Vasıt'a gidiş sebebi de şuydu: Deylemliler ona karşı harekete geçmişler ve liderleri Gürtekin'in etrafında topla­nıp kenetlenmişler ve evini yakmaya niyetlenmişlerdi. Bu arada Beridî'nin askerlerinin bir kısmı kendisini bırakıp firar etmişlerdi ki, onlara Beckemiye deniliyordu. Zira Beridî, halifeden para almış, ama bu paradan o askerlere hiçbir pay vermemişti. Beckemîlerden bir baş­ka grup da ona muhalefet etmişler ve Deylemlilerle birleşerek iki grup haline gelmişlerdi. Neticede Deylemlilerin etrafında toplanıp kenetlenmişler, birleşik bir cephe meydana getirmişlerdi. Bu yüzden­dir ki Beridî ramazanın son gününde Bağdat'tan hezimete uğramış olarak çıkıp gitti.

Gürtekin, Bağdat idaresini ele aldı. Halife Müttaki'nin huzuruna girdi. Halife de ona emirü'l-ümeralık unvanını verdi. Ona hil'at giy­dirdi. Halife Muttaki, Ali b. İsa ile kardeşi Abdurrahman'ı huzuruna çağırdı. İşlerin idaresini -vezirlik unvanı vermeksizin- ona bıraktı. Sonra Gürtekin, Türklerin reisi ve Beckem'in kölesi Bekbek'i yakala­yıp boğdu. Sonra halk Deylemlilerden şikayetçi olup yakınmaya baş­ladılar. Çünkü Deylemliler, onların evlerini ellerinden alıyorlardı-Halk bu durumu Gürtekin'e şikayet etti, ama Gürtekin onların şika­yetlerini dikkate almadı. Bunun üzerine halk, hatipleri camilerde na-maz kıldırmaktan menettiler. Deylemlilerle halk savaştı. İki taraf-tanda çok sayıda adam öldü.

Öte yandan halife Muttaki, Şam valisi Ebu Bekir Muhanımed b.

Raik'e haber salarak gelip kendisini hem Deylemlilerden hem de Beridî'den kurtarmasını istedi. O da ramazan ayının yirmisinde bü­yük bir orduyla Bağdat'a hareket etti. Beckemiye Türklerinden bir grup da ona iltihak etti. Musul'a ulaştığında, Nasirü'd-Devle b. Ham­dan onun yolundan saptı. İkisi arasında elçiler gidip geldi, sonra ba-nştılar. İbn Hamdan ona 100.000 dinar verdi. İbn Raik Bağdat'a yak­laştığında kendisiyle savaşmak üzere Gürtekin, askerleriyle birlikte ona karşı çıktı. İbn Raik batı tarafından Bağdat şehrine girdi. Gürte­kin de askerleriyle geri döndü ve şehrin doğusundan Bağdat'a girdi. Sonra ikisi savaşmak üzere Bağdat şehrinde karşı karşıya geldiler. Halk, Gürtekin'e karşı İbn Raik'e destek verdi. Deylemliler hezimete uğradılar, onlardan çok sayıda insan öldürüldü. Gürtekin de kaçıp gizlendi. Böylece İbn Raik duruma hakim oldu. Halife ona hii'at giy­dirdi, ikisi birlikte Dicle'ye taraf harekete geçtiler. İbn Raik, Gürte-kin'i yakaladı ve onu hilafet sarayındaki zindana attı.

İbnül-Cevzî dedi ki: Bu senenin cemaziyelevvel ayının onikisinde cuma günü halk Berasi Camii'nde cuma namazı kılmak üzere toplan­dı. Halife Muktedir kendi zamanında bu camiye baskın yaptırarak orada karşıtlarına sövmek ve küfretmek üzere toplanan bir Şiî cema­atı görmüş ve camii yaktırmıştı. Cami harap halde kalmıştı, nihayet halife Radi'nin zamanında Beckem orayı onarmıştı. Sonra halife Mut­taki, üzerinde Reşid yazılı olan bir minberi oraya koydu ve insanlar orada cuma namazını kıldılar ve hicretin 450. senesinden sonrasına kadar da orada cuma namazları kılındı.

Bu senenin cemaziyelahir ayının yedinci gecesinde çok şiddetli bir soğuk meydana geldi. Şimşekler çaktı. Mansur sarayının yeşil kubbesi çöktü. Bu kubbe Bağdat'ın tacı ve Abbasilerin büyük bir eseri idi. Bunu ilk hükümdarları inşa ettirmişti. Yapılışı ile çöküşü arasın­da 187 senelik bir zaman geçmişti.

Bu senenin ekim, kasım, aralık ve ocak aylarında sadece bir defa yağmur yağmıştı. O da toprağı ıslatmamıştı. Bu yüzden Bağdat'ta kıtlık meydana geldi. Öyle ki, bir ölçek buğday 130 dinara kadar satı­lır oldu. Halk kıtlığa maruz kaldı. Açlıktan ölmeye başladılar. Ölenler Çok idi. Bu yüzden birçok cesed aynı mezara; yıkanmadan ve üzerleri­ne namaz kılınmadan defnediliyorlardı. Akarlar ve ev eşyaları en ucuz fiyata satılmaya başladı. Öyle ki, bir dinar değerindeki bir eşya bir dirheme satılır oldu. Bir kadın, rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'ı gör­müştü. Rasûlullah (s.a.v.) o kadına, insanların yağmur duasına çık­malarını ve bu amaçla sahrada istiska namazını kılmalarım söyleme­si için gerekli emri vermişti. Halife de bu emre uyulması hususunda gerekli fermanı yayınladı, insanlar istiska namazını kıldılar. Yağmur yağması için dua ettiler. Bundan sonra yağmur yağdı. Fırat nehrinin suyu daha önce misli görülmemiş şekilde kabardı. Abbasiye mezarlığı sular altında kaldı. Sular Bağdat'ın caddelerini doldurdu, eski ve yeni köprüler yıkıldı. Kürtler, bir grup Horasanlı kafilenin yolunu kesti­ler. Onlardan 3.000 dinar değerinde eşyayı gasbettiler. Bunların çoğu Beckem et-Türkî'nin malıydı.

Bu senede insanlar hac yoluna koyuldular, sonra Medine-i Mü-nevvere'deki Alevilerden bir adamın isyan edip insanları kendisine bey'ata davet etmesi sebebiyle yoldan döndüler. [29]

 

Hicretin Üçyüzyirmîdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. İbrahim

 

Ahmed b. İbrahim b. Tezmürd. İbn Süreyc'in arkadaşlarından bir fakihti. Bir zaman hamama gitmişti. Hamamdan çıktıktan hemen sonra hamamın damı çökmüş, ona birşey olmamıştı. Fakat daha son­ra kendisi de eceli gelip normal Ölümle vefat etmişti. [30]

 

Beckem Et-Türkî

 

Bağdat emirü'l-ümerası idi. Büveyh oğullarından önce Bağdat'ta emirlik yapmıştı. Akıllı bir kimseydi. Arapçayı anlar ama konuşa­mazdı ve: "Arapça konuştuğum takdirde hata yapmaktan korkuyo­rum. Reis bir adamın hata yapması ise çok çirkin olur." derdi. Bunun­la beraber ilmi ve âlimleri severdi, servet sahibi bir kimseydi, çok sa­daka verirdi. Bağdat şehrinde bir akıl hastahanesi inşa etmeye başla­dı. Ama bu inşaat tamamlanmadı. Kendisinden sonra Adüdud-Devle b. Büveyh inşaatı devam ettirdi.

Beckem şöyle derdi: "Adalet, sultanın dünya ve ahiretteki kazan­cıdır."

Beckem, çok zaman parasını çölde, yer altına gömüp saklardı. Ve­fat ettikten sonra o paraların nereye gittiği bilinmemektedir. Ra-di'nin nedimleri, Vasıfta iken Beckem'in etrafında toplanmışlardı. Beckem, Vasıt şehrinin gelirlerini 800.000 dinar karşılığında halife­den almıştı. Nedimleri onun etrafında toplanırlar, tıpkı bir halifey-mişcesine onun gece sohbetlerine katılırlardı. Ama onların söyledikle­rinin çoğunu anlamazdı. Tabip Sinan b. Sabit es-Sabiî onun huyunu yumuşatmıştı. Öyle ki, ahlakı güzelleşmiş, zorbalığı azalmıştı, ama bundan sonra da çok kısa bir süre yaşamıştı.

Bir defasında adamın biri onun huzuruna girmiş, ona öğüt ver­miş ve onu ağlatmıştı. Bunun üzerine Beckem ona 100.000 dirhem verilmesini görevlilere emretmişti. Görevli o parayı alıp adama götür­müştü. O esnada Beckem de meclisinde bulunan adamlara şöyle de-inişti: "Adamın bu parayı kabul edeceğini sanmıyorum, o bu parayı istemiyor. Bu adam dünyayı ne yapsın? Bu, ibadetle meşgul olan bir adamdır, dirhemleri ne yapsın?" Kısa bir süre sonra görevli köle geri döndü. Yanında götürdüğü para yoktu. Beckem ona: "Adam parayı kabul etti mi?" diye sordu, köle: "Evet." diye cevap verince Beckem söyle dedi: "Biz avcıyız ama olta değişik."

Beckem, bu senenin receb ayının bitimine yedi gün kala vefat et­ti. Ölüm sebebi de şuydu: Avlanmak için çöle çıkmıştı. Bir Kürt gru­buyla karşılaşmış, onları horlamıştı. Onlar da kendisi ile vuruşmaya başlamışlar ve Kürdün biri onu öldürmüştü.

Beckem, Bağdat'ta iki sene, sekiz ay, dokuz gün süreyle emirlik yapmıştı. Ölümünden sonra 2.000.000 küsur dinar bırakmıştı. Mutta­ki Lillah, bu paraların tümünü almıştı. [31]

 

Ebu Muhammed El-Berbehari

 

Hanbeli mezhebine mensup âlim, zahid, fakih ve vaiz bir kimse idi. Mervezî ile Sehl el-Tüsterî'nin arkadaşıydı. Hoşlanmadığı bir se­bepten ötürü babasının 70.000 dinar tutarındaki mirasını kabul et­memişti. Bid'atçılara ve masiyet ehli kimselere karşı amansız bir düşmandı. Kadri yüce bir kimseydi. Havas ve avam tabakası ona say­gı gösterirdi.

Bir gün, vaaz vermekte iken hapşırmca cemaat onun için hayır duada bulunarak: "Allah sana rahmet etsin." dedi. Cemaati duyan di­ğer kimseler de ona bu duayı yaptılar. Nihayet bütün Bağdat halkı ona bu duayı tekrarlayıp okudular. Bu, hayır duada bulunan insanla­rın sesleri nihayet hilafet sarayına ulaşınca, halife onu kıskandı. Devlet erkanından bir grup insan ise halife nezdinde onun aleyhinde konuştular. Halife, onu yakalamaları için görevlileri harekete geçirdi. O da Boran'm kız kardeşinin yanında bir ay kadar gizlendi. Daha sonra bir hastalığa yakalandı ve gizlendiği yerde vefat etti. Boran'm kız kardeşi, hizmetçisine emir vererek onun için cenaze namazını kıl­dırdı. Namaz kılman evde beyaz giysili adamlar dolup taştılar ve Berbeharî o eve defnedildi. Sonra Boran'm kız kardeşi de öldükten sonra onun yanına defnedilmeyi vasiyet etti. Berbeharî, vefat eder­ken doksanaltı yaşındaydı. Allah rahmet etsin. [32]

 

Yusuf B. Yakub

 

Yusuf b. Yakub b. İshak b. Behlül Ebu Bekir el-Ezrak. Mavi gözlü olduğu için kendisine Ezrak denilmişti. Tenüh kabilesindendi. Katip, lik yapmıştır. Dedesinden, Zübeyr b. Bekkar'dan, Hüseyin b. Are-fe'den ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur. Kanaatkarane bir yaşantısı vardı. Çok sadaka verirdi. Anlatıldığına göre o, 100.000 di­nar sadaka vermiştir. İyiliği emredip kötülüğü nehyeden bir kinısev di.

Darekutnî ve diğer hadis hafızları ondan rivayetlerde bulunmuş­lardır. Sika ve adaletli bir ravi idi. Bu senenin zilhicce ayında doksa-niki yaşında vefat etti. Yüce Allah rahmet etsin. [33]

 

Hicretin Üçyüzotuzuncu Senesi

 

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin muharrem ayında baş tarafı ba­tıya, kuyruğu da doğuya yönelik bir kuyruklu yıldız göründü. Bu, cid­den büyük bir yıldızdı. Kuyruğu da saçaklı idi. Onüç gün semada kal­dıktan sonra kayboldu.»

Bu senenin rebiyülevvel ayının ortasında bir ölçek buğdayın fiya­tı 200 dinara kadar yükseldi. Yoksullar leş yemeye başladılar. Kıtlık devam etti, çok sayıda insan öldü, yollar kesildi, insanlar hastalık ve yoksullukla meşgul oldular, ölüleri defnedemez oldular, eğlenceler­den ve oyunlardan uzak kaldılar, sonra kırbadan boşalırcasma sağa­nak yağmurlar yağdı, Dicle'nin suyu 20.3 zira kadar yükseldi.

"el-Kamil" adlı eserinde İbnü'l-Esir'in anlatttığına göre; bu sene­de Muhammed b. Raik ile Beridî arasında soğukluk meydana geldi. Çünkü Beridî, Vasıt şehrinin haracını ödememişti. Bunun üzerine İbn Raik onun yanındaki malları teslim almak üzere Vasıt'a doğru yola çıktı. Neticede ikisi arasında anlaşma yapıldı ve İbn Raik Bağ­dat'a döndü. Askerler erzaklarını taleb ettiler, ama o cidden mali sı­kıntı içinde idi. Bir kısım Türk cemaatı da onu bırakıp Beridî1 nin saf­larına iltihak ettiler. Bu nedenle İbn Raik'in tarafı zayıfladı. Önceden Beridî'ye Bağdat'ta vezir unvanıyla yazılar yazıyordu. Sonra onun ve­zirlik unvanını iptal etti. Böylece Beridî ona karşı daha da öfkelendi ve Bağdat'ı ele geçirmeye niyetlendi ve kardeşi Ebü'l-Hüseyin'i bir or­du ile Bağdat'a şevketti. İbn Raik, halife ile birlikte hilafet sarayına sığındılar ve orada kendilerini koruma altına aldılar. Büyük ve küçük mancınıklar hilafet sarayım dövmeye başladı. Dicle de bu mancınık­ların atış alanı içinde bulunuyordu. Bağdat halkı tedirgin oldu. İn­sanlar gece gündüz birbirlerinin mallarını yağmalamaya başladılar. Ebu Abdullah el-Beridî'nin kardeşi Ebü'l-Hüseyin de ordusuyla bir­likte Bağdat'a geldi, Bağdatlılar, karada ve Dicle'de onunla savaştı­lar. İş cidden büyüdü. Bu arada halk kıtlık, veba ve ölümle yüzyüze gelmişti. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ye O'na dönücüleriz.).

Sonra halife ve İbn Raik -beraberlerinde halifenin oğlu Mansur da olmak üzere- cemaziyelahir ayında hezimete uğradılar ve yirmi kadar süvari ile Musul'a yöneldiler.

Ebü'l-Hüseyin el-Beridî, hilafet sarayını işgal etti. Oradaki mai­yet erkanını öldürdü. Malları yağmaladı. Öyle ki, yağmalama işi ha­rem kısmına kadar uzandı. Ama âmâ olan Kahir'e ilişmediler. Gürte-kin'i hapisten çıkardılar. Ebü'l-Hüseyin, onu kardeşi Beridî'ye gön­derdi. Bu onun hayatının sonu oldu. Kendisi de İbn Raik'in oturduğu hadim Munis'in evine yerleşti. Askerleri Bağdat'ı açıkça talan ettiler Bunlar evlere baskın yapıyorlar ve oralarda buldukları malları gasbe-diyorlardı. Zulüm çoğaldı, kıtlık baş gösterdi. Fiyatlarda cidden bü­yük bir pahalılık meydana geldi. Ebü'l-Hüseyin, buğday ve arpaya vergi tarh etti. Bağdat halkı -daha önce yaptıklarından ötürü- açlık ve korku acısını tattılar.

Ebü'l-Hüseyin el-Beridî'nin beraberindeki Karmatilerden de bü­yük bir topluluk vardı. Bunlar şehirde büyük bir bozgun meydana ge­tirdiler. Onlarla Türkler arasında uzun süren savaşlar cereyan etti. Türkler onları mağlub edip Bağdat'tan çıkardılar, halkla Ebü'1-Hüse-yin'in askerleri olan Deylemliler arasında savaş cereyan etti.

Bu senenin şaban ayında durum vahimleşti, meskenler yağma­landı, gece gündüz halk yağmaya maruz kaldı, Beridî'nin askerleri yollara çıkıp köylerden getirilen ürünlere ve hayvanlara el koydular. Misli duyulmamış bir zulüm cereyan etti.

İbnü'1-Esir dedi ki: "Biz bunları anlattık ki zalimler, çirkin haber­lerinin nakledileceğini ve kendilerinden sonra da yeryüzünde ve ki­taplarda baki kalacağını, kendilerinin bu kötü haberlerle yad edilip ayıplanacaklarını ve kınanacaklarını bilsinler. Bu onlar için dünyada bir rüsvaylıktır. Ahirette de haklarında verilecek hüküm Allah'a ait­tir. Bunları anlattık ki, zalimler, şayet Allah için olmasa bile bu kötü hatıralarla yad edilmemek için zulmü terketsinler."

Halife Bağdat'ta iken Musul valisi Nasirü'd-Devle b. Hamdan'a haber salarak takviye kuvvet istedi ve onu Beridî'ye karşı kışkırttı. Nasirü'd-Devle de takviye kuvvet olarak büyük bir orduyla kardeşi Seyfü'd-Devle Ali'yi gönderdi. Seyfü'd-Devle, Tikrit'e vardığında hali­fe ile Ibn Raik'in Bağdat'tan kaçıp oraya geldiklerini gördü ve onlarla birlikte kardeşinin yanma geri döndü.

Seyfü'd-Devle, halifeye çok hizmetlerde bulundu. Musul'a ulaştık­larında Nasirü'd-Devle şehirden çıktı ve şehrin doğusuna yerleşti. Halifeye armağanlar ve yiyecekler gönderdi. Ama İbn Raik'in kendi­sine bir komplo kurmasından korktuğu için halifenin yanına gelmedi. Halife de oğlu Ebu Mansur'u ve İbn Raik'i selam için kendisine gön­derdi. Bu ikisi Nasirü'd-Devle'nin yanma vardıkları zaman Nasirü'd-Devle, görevlilerine halifenin oğlu Ebu Mansur'un başına altın ve gü­müş saçmalarını emretti. Ebu Mansur'la İbn Raik onun yanında bir saat kadar oturduktan sonra kalkıp geri döndüler. Halifenin oğlu bineğine bindiğinde İbn Raik de onunla birlikte binmek istedi. Nasi­rü'd-Devle ise ona: "Bugün yanımda kal da ne yapacağımız hakkında düşünüp karar verelim." dedi. İbn Raik özür dileyip halifenin oğluyla geri döneceğini söyledi. Çünkü Nasirü'd-Devle'nin kendisine bir kötü­lük yapmasından kuşkulanıp korkmuştu.

Ancak Nasirü'd-Devle İbn Hamdan, onun yeninden tuttu. İbn Ra­ik geri çekilince yeni koptu, acele ile bineğine binip kaçmak isteyince atından yere düştü. Nasirü'd-Devle, onun öldürülmesini emretti ve öldürüldü. Bu hadise, bu senenin receb ayının bitimine yedi gün kala pazartesi günü vukubulmuştu. Halife de Nasirü'd-Devle İbn Ham­dan'a haber göndererek yanına çağırttı. Hil'at giydirip o gün kendisi­ne Nasirü'd-Devle lakabını taktı ve emirü'1-ümeralığa tayin etti. Kar­deşi Ebu 1-Hasan'a da hil'at giydirdi. Ona da o gün, Seyfü'd-Devle la­kabını taktı.

İbn Raik öldürülüp ölüm haberi Mısır İhşidi Muhammed b. To-ğaç'a ulaşınca Muhammed b. Toğaç Dımışk'a hareket etti ve orayı İbn Raik'in naibi Muhammed b. Yezdad'm elinden aldı. Dımışk'ta böylece iki teke boynuzlaşmamış oldu. İbn Raik'in ölüm haberi Bağdat'a ula­şınca Türklerin çoğu -kötü muamelesinden ve bozuk niyetinden ötü­rü- Ebü'l-Hüseyin el-Beridî'yi terkettiier. Allah onu kahretsin.

Ayrılan bu Türkler, halifenin ve İbn Hamdan'ın yanına gittiler. Böylece halife onlar sayesinde kuvvetlendi. Halife ile İbn Hamdan, Bağdat'a hareket ettiler. Şehre yaklaştıklarında Ebu Abbdillah el-Beridî'-nin kardeşi Ebü'l-Hüseyin korkup kaçtı. Halife Muttaki -bera­berinde İbn Hamdan olmak üzere- büyük bir orduyla bu senenin şev­val ayında Bağdat şehrine girdi. Müslümanlar buna çok sevindiler.

Halife, Ebü'l-Hüseyin tarafından Samarra'ya sürgün edilmiş olan Bağdatlılara haber gönderip geri getirtti. Bağdatlıların önde gelenleri daha önce terketmiş oldukları şehirlerine geri döndüler. Halife, Ebu îshak el-Fezarî'yi vezirliğe iade etti. Tüzün'ü de Bağdat'ın doğu yaka­sı güvenlik kuvvetleri komutanlığına tayin etti.

Nasirü'd-Devle, kardeşi Seyfü'd-Devle'yi bir askeri birlikle Ebü'l-Hüseyin el-Beridî'nin peşine takarak onu kovalattı. Seyfü'd-Devle onu Medain yakınında yakaladı. İkisi uğursuz günlerde şiddetlice sa­vaştılar. Neticede Ebü'l-Hüseyin, kardeşi Beridî'nin yanına, Vasıt'a gitti. Nasirü'd-Devle, bizzat kendisi takibe koyulup Medain'e gitti ve kardeşi Seyfu d-Devle'ye destek verdi. Ama Seyfü'd-Devle, bir kez da­ha Beridî'nin kardeşi Ebü'l-Hüseyin tarafından hezimete uğratıldı. Nasirü'd-Devle ona tekrar takviye askerler verdi. Nihayet Beridî'yi bozguna uğrattı ve adamlarının önde gelenlerinden bir grubu esir al­dı. Çoklarını da öldürdü. Sonra Ebu Abdillah el-Beridî ile savaşması için kardeşi Seyfü'd-Devle'yi Vasıt'a gönderdi. Beridî, böylece hezimete uğradı. Kardeşi Basra'ya gitti. Seyfü'd-Devle, Vasıt şehrini teslim aldı. Bundan sonra ne yaptığı hususunda gelecek sene olaylarından bahsederken gerekli açıklamalarda bulunacağız.

Nasirü'd-Devle'ye gelince; Bağdat'a geri döndü ve zilhicce ayının onüçünde şehre girdi. Önünde develere bindirilmiş esirler vardı. Müs­lümanlar bu durum karşısında sevinip sükun buldular, rahatladılar Nasiru d-Devle de halkın idaresi ile meşgul oldu. Dinarın ayarını dü­zeltti. Çünkü dinarın önceki ayarının bozulduğunu görmüştü. İbrizi-ye adını verdiği dinarları bastırdı. Bir dinar onüç dirheme satılır ol­du. Oysa daha Önce bir dinar on dirheme satılıyordu.

Halife, Bedir el-Harşenî'yi haciblikten azledip yerine Selame et-Tolonî'yi tayin etti. Bedir'i, Fırat yolunun korumasıyla görevlendirdi. Bunun üzerine o da Mısır İhşid'inin yanına gitti, îhşid ona ikramda bulundu ve Dımışk valiliğine atadı. Nihayet orada vefat etti.

Bu senede Rumlar Halep yakınma kadar geldiler. Bir kısım in­sanları Öldürdüler, 15.000'e yakın kişiyi esir aldılar. İnnâ lillâh ve in-na ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).

Bu senede Tarsus valisi Rum ülkesine girdi. Bir kısım Rumu öl­dürdü, bir kısmını esir aldı. Ganimet elde ederek salimen geri döndü. Onların bazı meşhur komutanlarını ve birçok askerlerini esir almıştı. Allah'a hamdolsun. [34]

 

Hicretin Üçyüzotuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İshak B. Muhammed

 

İshak b. Muhammed b. Yakub en-Nehrecorî. Sofiye meşayihin-dendir. Cüneyd b. Muhammed ve diğer sofiye önderleriyle arkadaşlık etmiş ve Mekke'de vefat edinceye kadar mücavir olarak yaşamıştır. Onun güzel sözlerinden biri şudur:

"Dünyanın çölleri ayaklarla katedilir, ahiret çölleri ise gönüllerle katedilir." [35]

 

Hüseyin B. İsmail B. Muhammed

 

Hüseyin b. İsmail b. Muhammed b. İsmail b. Sard b. Eban Ebu Abdiüah ed-Dabbi el-Kadi el-Mehamilî. Şafiî fıkıhçısıdır, muhaddis-tir, çok hadis dinlemiştir. İbn Uyeyne'nin yetmiş kadar arkadaşına ulaşmıştır.

İmamlardan bir cemaatten rivayetlerde bulunmuş, Darekutnî ile bazı raviler de ondan rivayetlerde bulunmuşlardır. Meclisine 10.000 kadar kişi katılırdı. Doğru sözlü, dindar, fakih ve muhaddisti. Altmış sene müddetle Küfe kadılığı yaptı. Fars ve bağlı mıntıkaların kadılığı da ona tevdi edildi. Sonra bütün bu görevlerden istifa edip evine ka­pandı. Sadece hadis dinlemeye ve dinletmeye kendini vakfetti. Bu se­nenin rebiyülahir ayında doksanbeş yaşında vefat etti.

Bir büyüğün huzurunda, bir Şiî ile münazara yapmıştı. Şiî; Bedir, Uhud, Hendek, Hayber ve Huneyn savaşlarında Hz. Ali'nin konumu­nu ve cesaretini anlatmaya başladı. Sonra Mehamilî'ye: "Sen Hz. Ali'yi tanıyor musun?" diye sordu. Mehamilî de şu cevabı verdi: "Evet, tanıyorum ama Bedir savaşında sen Ebu Bekir es-Sıddık'ın nerede ol­duğunu biliyor musun? O, gölgelikte reis makamında Rasûlullah'ın yanında bulunuyordu ve onu koruyordu. Hz. Ali ise cephede savaşı­yordu. Faraza Hz. Ali öldürülseydi, onun öldürülmesi sebebiyle ordu bozguna uğramazdı. Ama Ebu Bekir öldürülseydi ordu bozguna uğ­rardı. Bu nedenle Ebu Bekir, Rasûlullah'ın yanında reis makamında bulunuyor, Ali ise cephede savaşıyordu." Bu cevap karşısında Şiî sus­tu. Mehamilî, sözünü şöyle sürdürdü:

"Rasûlullah'tan sonra namazı, zekatı, abdestı rivayet eden bizler; malı, kölesi ve aşireti olmayan Ebu Bekir'i Ali'ye tercih ettik. Çünkü Ebu Bekir, Rasûlullah (s.a.v.)'ı koruyor, onun uğrunda kendini siper ediyordu. Sahabeler, Ebu Bekir'in kendilerinin en hayırlısı olduğunu bildikleri için onu Ali'ye takdim ettiler." Bu cevap karşısında da Şiî susmuş, birşey diyememişti. [36]

 

Ali B. Muhammed B. Sehl

 

Künyesi Ebü'l-Hasan es-Saiğ'dir. Zahid, âbid ve keramet sahibi bir kimse idi. Rivayete göre Memşad ed-Dineverî, onu çölde şiddetli sıcaklarda namaz kılarken, bir kartalın sıcağın şiddetine karşı koru­mak için kanadını üstüne gerip onu gölgelediğini görmüştü.

İbnü'1-Esir dedi ki: «Bu senede, meşhur kelamcı Ebü'l-Hasan Ali b. İsmail el-Eş'arî vefat etti. O, hicretin 260. senesinde doğmuştu. Ebu Musa el-Eş'arî evladmdandır.»

Ben derim ki: Sahih rivayete göre, Eş'ari hicretin 224. senesinde vefat etmiştir.

Bu senede Muhammed b. Yusuf b. Nadr el-Herevî de vefat etti. Şafiî fikıhçısı idi. Hicretin 229. senesinde doğmuştu. İmam Şafiî'nin ashabından Rebi b. Süleyman'dan ders almıştı.

Ben derim ki: Bu senede Ebu Hamid b. Bilal, Zekeriya b. Ahmed el-Belhî, Hafız Abdülgafir b. Seleme, Bağdat emiri Muhammed b. Ra-ik gibi meşhur şahsiyetler de vefat ettiler. [37]

 

Şeyh Ebu Salih Müflih El-Hanbelî

 

Dımışk'ın doğu kapısının dışında bulunan Ebu Salih Mescidi'ni vakfeden kimseydi. Kerametleri, harika halleri ve makamatı vardı Asıl adı, Müflih b. Abdullah Ebu Salih el-Müteabbid'dir.

Şeyh Ebu Bekir b. Said Hamdune ed-Dımışkî ile arkadaşlık et­miş, ondan terbiye almıştır. Muvahhid b. İshak b. Berrî, Ebu Hasan Ali b. el-Acce (mescidin kayyımı idi), Ebu Bekir b. Davud ed-Dineveri ed-Dakkî kendisinden rivayetlerde bulundular.

Hafız İbn Asakir, Şeyh Ebu Salih'in şöyle dediğini rivayet etmiş­tir:

«Rükam dağının çevresinde dolanıp kulları arıyordum. Bir kaya­nın üzerine oturmuş, başını Önüne eğmiş bir adama rastladım. Ken­disine: "Burada ne yapıyorsun?" diye sordum. O adam ise: "Bak ve gö­zet." diye cevap verdi. "Yanında bakıp gözeteceğim sadece şu sopa ve taşlar var." dediğimde şu cevabı verdi: "Hayır, şunlara değil, kalbim­den geçenlere bak ve Rabbimin emirlerini gözet. Yoksa seni yanıma gönderene yemin ederim ki, gözünü benden başka tarafa çevir." Ken­disine dedim ki: "Olur, ama bana yararlanacağım bir öğüt ver de seni bırakıp gideyim." O da bana şu Öğüdü verdi:

"Birinin kapısına bağlanan kişi o kapının sahibine hizmette sebat eder. Ölümü çokça anan kişi çokça pişman olur. Başkalarına değil de Allah'a güvenen ve Allah'tan dileyen kişi yokluktan emin olur." Böyle dedikten sonra o adam beni bırakıp gitti.»

Ebu Salih dedi ki: «Altı veya yedi gün kadar hiçbir şey yemeyip içmedim. Şiddetlice susadım. Mescidin arkasındaki ırmağa gittim, suya baktım ve Rabbimin: "Onun Arş'ı su üzerinde idi." (Hûd, 7.) mea­lindeki ayet-i celilesini hatırladım, susuzluğum gitti. Öylece on günü tamamladım.»

Yine Ebu Salih dedi ki: «Kırk gün müddetle su içmedim. Kırk gü­nü tamamladıktan sonra içtim. Yanımda duran bir adam, artığımı alıp karısına götürdü ve ona: "Kırk gün müddetle su içmeyen ve kırk günü tamamladıktan sonra su içen bir adamın artığını al ve iç." dedi. Bu durumu yüce Allah'tan başka bilen olmamıştı.»

Yine Ebu Salih dedi ki: «Dünya kalblere haramdır, nefislere he­laldir. Baş gözü ile bakman helal olan her şeye kalb gözünle bakman haram olur. Beden, kalbin örtüşüdür, kalb gönlün örtüşüdür, gönül vicdanın örtüşüdür, vicdan sırrın örtüşüdür, sır Allah'ı bilip tanıma­nın örtüşüdür.»

Ebu Salih'in çok menkıbeleri vardır, Allah ona rahmet etsin. Bu senenin cemaziyelevvel ayında vefat etti. Doğrusunu, noksanlıklar­dan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [38]

 

Hicretin Üçyüzotuzbirinci Senesi

 

Bu senede Seyfü'd-Devle, Vasıt şehrine girdi. Beridî ve kardeşi £bu 1-Huseyin, onun karşısında yenik düşmüşlerdi. Sonra Türkler geyfu d-Devle'ye muhalefet ettiler. O da Vasıftan kaçıp Bağdat'a git­ti Kardeşi emirü'l-ümera onun durumundan haberdar olunca Bağ­dat'tan çıkıp Musul'a gitti. Bu sırada evi yağmalandı. Bağdat'ta onüç beş gün süreyle hüküm sürmüştü. Kardeşi Seyyidü'd-Devle ise, o-nun Bağdat'tan çıkışından sonra Bağdat'a gelmiş ve Babüharp'te ko­naklamış, halifeden de Tüzün'le savaşmak için kendisine destek ola­cak mali yardımda bulunması talebinde bulunmuştu. Halife kendisi­ne bu amaçla 400.000 dirhem gönderdi. Bu paraları kendi adamları­na dağıttı. Sonra Tüzün'ün gelmekte olduğunu duyunca Bağdat'tan çıktı.

Tüzün, bu senenin ramazan ayının 25'inde Bağdat'a girdi. Halife ona hil'at giydirdi ve onu emiru 1-ümeralığa tayin etti. Böylece Tüzün Bağdat'a hakim olmuş oldu. Bu sırada Beridî de Vasıt şehrine geri döndü. Tüzün'ün oradaki adamlarını şehir dışına çıkardı. Tüzün'ün esirleri arasında Seyfud-Devle'nin Sümal adındaki kölesi de vardı. Tüzün -durumunu ona anlatsın ve Hamdan ailesinin yanında itibarı yükselsin diye- Sümal'i, efendisi Seyfü'd-Devle'ye gönderdi.

Bu senede Neşe' mıntıkasında büyük bir deprem meydana geldi. Çok sayıda binalar yıkıldı. Çok sayıda insan Öldü.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: Bu senenin eylül ve ekim aylarında Bağdat'­ta, nefes kesecek derecede şiddetli.sıcaklar görüldü. Bu senenin şafer ayında Rumların Erzen ve Meyyâfarikin'e (Silvan'a) geldiklerine dair haberler ulaştı. Rumların o mmtıkalardaki insanları esir aldıkları da gelen haberler arasındaydı.

Bu senenin rebiyülahir ayında halife Müttaki'nin oğlu Ebu Man-sur İshak, 100.000 dinar ve 1.000.000 dirhem mehirle Nasiru d-Devle b. Hamdan'ın kızı Ulviye ile nikah akdi yaptı. Bu nikahta Nasiru d-Devle'nin kendisi hazır bulunmamış, kendisine vekaleten Ebu Abdil-lah Muhammed b. Ebi Musa el-Haşimî hazır bulunmuştu.

Nasirud-Devle, üzerinde Nasiru d-Devle Abd-i Ali Muhammed ibaresi yazılan para bastırmıştı.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senede kıtlık meydana geldi. Pahalılık başgösterdi. Öyle ki, insanlar köpek eti yemek mecburiyetinde kaldı­lar. İnsanlar büyük belaya maruz kaldılar. Sonra cidden çok miktar­da çekirge görüldü. Öyle ki, elli rıtl (23 kg) çekirge bir dirheme satılır °ldu. İnsanlar bu kıtlık esnasında çekirgeden yararlanarak sıkıntıla­rını bir nebzecik olsun hafiflettiler.»

Bu senede Bizans imparatoru halifeye bir mektup göndererek Urfa Kilisesi'nde bulunan ve Hz. İsa'ya ait olan mendili kendisine gön­dermesini istedi. Mektupta anlatıldığına göre bu mendil ile İsa pey. gamber yüzünü silmiş ve yüzünün sureti mendil üzerindeymiş. Bu mendil kendisine gönderildiği takdirde çok sayıda Müslüman esiri sa­lıvereceğini bildirdi. Halife de âlimleri toplantıya çağırdı ve bu husu­su onlarla görüştü. Kimi: "Biz İsa'ya ve onun hatıralarına onlardan daha layıkız. İsa peygamberin mendilinin Bizans imparatoruna gön­derilmesi Müslümanlar için bir zillet ve dinde bir gevşemedir," dedi.

Vezir Ali b. İsa ise şöyle dedi: "Ey mü'minlerin emiri, Müslüman esirleri kafirlerin elinden kurtarmak, bu mendilin Urfa Kilisesi'nde kalmasına nisbetle Müslümanlar için daha yararlı ve hayırlıdır."

Bunun üzerine halife İsa peygamberin mendilinin Bizanslılara gönderilmesini ve Müslüman esirlerin Bizanslıların elinden kurtarıl­ması için gerekenin yapılmasını emretti.

Solî dedi ki: «Bu senede Bağdat'a ulaşan haberlerde Karmatî'nin bir çocuğunun doğduğu ve Ebu Abdillah el-Beridî'nin ona çok hediye­ler sunduğu, hediyeler arasında mücevherle işlenmiş altın bir beşik bulunduğu anlatılıyordu. Bu beşiğin yatağı altın ve yakutlarla doku­nup işlenmişti, daha başka hediyeler de vardı.»

Bu senede Bağdat'ta protestolar çoğaldı ve sahabeleri kötü biçim­de anlatan ve yad eden kimselerin başının belaya gireceği ilan edildi.

Halife, İmadu d-Devle b. Büveyh'e hil'atler gönderdi. O da bu hil'-atleri kabul edip kadı ve ayanın huzurunda giydi.

Bu senede Horasan ve Maveraünnehir valisi Said Nasr b. Ahmed b. İsmail es-Samanî vefat etti. Bu zat ölümünden onüç ay önce verem hastalığına yakalanmıştı. Kendi evinde ibadet evi diye adlandırdığı bir oda hazırlamıştı. Temiz giysilerini giyip yalınayak o ibadet yerine gidip namaz kılar, Allah'a yalvarıp yakanr, niyazda bulunur ve çokça namaz kılardı. Vefat edinceye kadar günahlardan ve çirkinliklerden uzak durdu. Allah ona rahmet etsin. Ondan sonra yerine oğlu Nuh b. Nasr es-Samanî geçti ve Emirü'l-Hamid lakabını aldı.

Muhammed b. Ahmed en-Nesefî de bu senede öldürüldü. Kendisi, Nuh b. Nasr'ın huzurunda eleştiride bulunduğu için idam edilmişti. [39]

 

Hicretin Üçyüzotuzbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Sabit B. Sinan B. Kurra Es-Sabiî

 

Künyesi, Ebu Said'dir. Tabiplik yapmıştır. Kahir Billah'ın huzu­runda Müslüman olmuş, ama ne kendisinin oğlu ne de aile efradın­dan hiç kimse Müslüman olmamıştı. Kendisi tıpta ve birçok ilimlerde ileri merhalelere ulaşmıştı. Bu senenin zilkade ayında midesindeki hazımsızlık hastalığından vefat etti. Tabipliği ona yarar sağlamadı ve Ölüm ona da geldi. Şair bu konuda ne güzel söylemiş:

"Eliyle ilaç yapana de ki:

Başına geldiği zaman takdiri geri çevriebilir misin?! Tedavi eden de, tedavi edilen de, ilacı kendi eliyle yapan da, ilacı Satm alan da hep öldüler."

"el-Muntazam" adlı eserinde İbnü'l-Cevzî, Eş'arî'nin bu senede vefat ettiğini anlatmış, onun aleyhinde konuşmuş ve onu eleştirmiş­tir. Nitekim bütün Hanbeliler, öteden beri Eş'arîlerin aleyhinde ko­nuşurlar. Bu onlar için bir âdet olagelmiştir. Yine İbnü'l-Cevzî'nin mezkûr eserde anlattığına göre Eş'arî, hicretin 260. senesinde doğ­muş ve hicretin 331. senesinde vefat etmiş, Cübbaî ile kırk sene arka­daşlık ettikten sonra ondan ayrılmış, Bağdat'ta vefat etmiş ve Meşra-atüssirvani mezarlığına defnedilmiş tir. [40]

 

Muhammed B. Ahmed B. Yakub

 

Muhammed b. Ahmed b. Yakub b. Şeybe b. Salt es-Sedusî. Sedus kabilesinin mevlasıdır. Künyesi Ebu Bekir'dir. Dedesinden, Abbas ed-Durî'den ve diğerlerinden hadis dinleyip rivayet etmiştir. Ebu Bekir b. Mehdi de kendisinden rivayetlerde bulunmuştur. Sika bir ravidir.

Hatib Bağdadî'nin anlattığına göre Muhammed b. Ahmed b. Ya-kub'un babası, oğlunun doğduğu zamanda müneccimlere burcunu tesbit ettirmiş ve ne kadar yaşayacağını hesaplatmış, onlar da: "Şu kadar sene yaşayacak." demişlerdi. Babası da onun için bir kuyu ha­zırlamış ve kuyuya müneccimlerin bildirdiği Ömrünün günleri sayı­sınca birer dinar atmış. Kuyu dolunca başka bir kuyu kazmış, onu da aynı şekilde doldurmuş. Sonra üçüncü kuyuyu hazırlamış ve oraya da her gün oğlunun ömrünün günleri sayısınca üçer dinar bırakmış. Fa­kat buna rağmen o paraların oğluna bir yararı olmamış, yoksul düş­müş ve insanlardan dilenmeye başlamış. O, hadis dinleme meclisine Peştemal sarınmaksızm sadece bir aba giyinerek gelir ve meclisteki-le*" ona azığını temin etmesi için sadaka verirlerdi. Mutlu kişi, yüce Allah'ın mutlu kıldığı insandır. [41]

 

Muhammed B. Muhalled B. Cafer

 

Künyesi Ebu Ömer ed-Durî'dir. Aktarlık yapardı. Bağdat'ın va-r°Şİarmdaki Dur mahallesinde yaşardı. Hasan b.

Bekkar, Müslim b. Haccac ve diğer şahıslardan hadis dinleyip rivayet etti. Darekutnî ile bir cemaat de ondan hadis rivayet ettiler. Sika bir ravi idi. Keskin zekalı, çok rivayetli, diyaneti şükranla karşılanacak bir dindar ve ibadetiyle meşhur olmuş bir kişiydi Bu senenin cemazi-yelevvel ayında vefat etti. Vefat ederken yetmişyedi seneyi tamamla­mış ayrıca sekiz ay ve onbir gün yaşamıştı. [42]

 

Mecnun El-Bağdadî

 

İbn Cevzî, Ebu Bekir eş-Şiblî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Mecnunu Rusafe Camii'nin yanında çıplak halde gördüm. Halka şöyle diyordu: "Ben Allah'ın divanesiyim. Ben Allah'ın divanesiyim." Kendisine dedim ki: "Niçin üzerine bir şeyler örtünüp camiye girmi­yor ve namaz kılmıyorsun?" Benim bu soruma karşı şu şiiri okudu:

"Bizi ziyaret et, hukukumuzun gereğini yerine getir, diyorlar; oy­sa benim durumum onların bendeki haklarını düşürmüştür.

Onlar durumumu görüp de benden bıkmadılar, halimden tiksin­mediler.

Ama ben onları kendimden bıkıp usandırdım." [43]

 

Hicretin Üçyüzotuzikînci Senesi

 

Bu senede halife Muttaki, Tüzün'e gazablanarak Bağdat'tan çıkıp Musul'a gitti. O esnada Tüzün Vasıfta bulunuyordu. O, kızını Ebu Abdillah el-Beridî ile evlendirmiş ve onunla birlik olup halifeye karşı bir güç oluşturmuştu. Sonra da İbn Şirzad'ı 300 askerle Bağdat'a gön­dermiş, İbn Şirzad orada bozgunculuk yapmış, çeşitli ilişkileri kopar­mış, kendince yeni ilişkiler kurmuştu. Halife Müttaki'ye müracaat et­meksizin kendi başına hüküm sürmüştü. Halife Muttaki de bunlara gazablandığı için; aile efradını, çocuklarını, vezirini ve kendisine tabi olan emirleri peşine takarak Beni Hamdan ailesinin yanma, Musul'a gitmişti. Seyfü'd-Devle halifeyi Tikrit'te karşılamıştı. Sonra Nasirü'd-Devle de Tikrit'e, onun yanına gelmişti.

Halife Muttaki Bağdat'tan çıktığı esnada, İbn Şirzad orada çok karışıklıklar meydana getirmiş, halka zulmetmiş ve mallarına el koy­muştu. Bu yaptığıklarını da Tüzün'e bildirmişti. Sonra çabucak Tik­rit'e yönelmiş, orada Seyfü'd-Devle'yi e savaşmış ve onu mağlup etmiş» onun ve kardeşi Nasirü'd-Devle'nin de ordugahını ele geçirmişti. Son­ra Seyfü'd-Devle, Tüzün'e tekrar saldırmış, ama Tüzün onu yine hezi­mete uğratmıştı. Halife Muttaki ile Nasirü'd-Devle ve Seyfü'd-Devle de mağlubiyete uğramaları üzerine Musul'dan çıkıp Nusaybin'e git"

mislerdi. Tüzün de arkalarından gelerek Musul şehrine girmiş ve ha­lifeye haber göndererek rızasını taleb etmişti. Halife de ona gönderdi­ği cevapta: "Beni Hamdan'la barışmadıkça benim rızamı elde edemez­sin." demesi üzerine Tüzün onlarla barış yapmıştı. Nasirü'd-Devle, halifeden 3.600.000 dinar karşılığında Musul şehrini iltizam olarak almıştı- Tüzün b. Büveyh Bağdat'a dönmüş; halife ise, Beni Ham-dan'ın yanında ikamete devam etmişti.

Bu sırada Tüzün'ün yokluğundan istifade eden Muizzü'd-Devle b. Büveyh, birçok Deylemli askerle birlikte Vasıt şehrine gelmişti. Tü­zün de acelece olarak Vasıt'a dönmüş ve on günden fazla bir süreyle Muizzü'd-Devle'yle savaşmıştı. Neticede Muizzü'd-Devle bozguna uğ­ramış, malları yağmalanmış, askerlerinin çoğu öldürülmüş, adamla­rının önde gelenlerinden bir kışımı da esir alınmıştı. Sonra Tüzün da­ha önce yakalanmış olduğu sar'a hastalığı ile yeniden karşılaşmış ve kendi canının derdine düşerek Bağdat'a dönmüştü.

Bu senede Ebu Abdillah el-Beridî, kardeşi Ebu Yusuf u öldürdü. Bunun sebebi şuydu: Beridî'nin elinde bulunan mallar ve paralar azalmış, kardeşi Ebu Yusuf tan ödünç istemiş ve Yusuf da ona azıcık ödünç vermiş, sonra onu kınamış ve askerlerin parasını iyi tasarruf edemediğinden ötürü onu ayıplamıştı. Neticede askerler Ebu Yu­suf un tarafına meyletmişler, Ebu Yusuf da onların birçoğunu karde­şinden koparmıştı. Ebu Abdillah el-Beridî, askerlerinin Ebu Yusuf a bey'at etmelerinden korktu ve kölelerinden bir kısmını Ebu Yusuf a göndererek onu bir suikast neticesinde öldürttü. Bundan sonra Ebu Abdillah el-Beridî, kardeşi Ebu Yusuf un evine gitmiş, onun bütün mallarını ve eşyalarını almıştı. Aldığı malların ve eşyaların değeri takriben 300.000.000 dinardı. Ama kendisi de bundan sonra ancak sekiz ay yaşadı. Sonra şiddetli bir humma hastalığına yakalandı ve bu senenin şevval ayında vefat etti.

Yerine kardeşi Ebü'l-Hüseyin geçti. Allah onu kahretsin. O, kendi adamlarına kötü muamelede bulundu. Bunun üzerine adamları ona karşı ayaklandılar. O da Karmatîlere sığındı ve onlardan eman dile­di. Allah onları da kahretsin. Kendisinden sonra yerine Vasıt, Basra ve buralara bağlı Ahvaz şehri ile diğer yerlere hükmetmek üzere Ebü'l-Kasım b. Ebi Abdillah el-Beridî geçti.

Halife Muttaki Lillah'a gelince o, Beni Hamdan'ın yanında Mu­sul'da ikamet ederken Beni Hamdan ailesi kendisinden sıkıldıklarını ye onun buradan ayrılıp gitmesini istediklerini açıktan açığa duyur­dular. O da Tüzün'e mektup yazarak sulh yapmak istediğini bildirdi. Tüzün, kadı ve ileri gelenleri ile bir toplantı yaptı. Bunlar halifenin Mektubunu okuduklarında, onun emrini dinleyip kendisine itaat ede-Ceğini bildirdi. Kendisine ve beraberlerindekilere saygı ve ikram gös-

tereceğine dair bir yazı yazıp yemin etti. Önümüzdeki sene olayların, dan bahsederken, halifenin Bağdat'a girişinden bahsedeceğiz.

Bu senede bir grup Rus askeri deniz yoluyla Azerbaycan tarafla­rına geldiler. Berdaa'ya hücum edip kuşatma altına aldılar ve mağlub ettikten sonra baştan sona Öldürdüler. Mallarını ganimet edindiler Güzel buldukları kadınları da esir aldılar. Sonra Merağa'ya yöneldi­ler. Orada çok miktarda meyve ve ürün buldular ve yediler. Fakat şiddetli bir vebaya yakalandılar. Bu yüzden çokları öldü. Bir Rus as­keri öldüğünde onu elbisesi ve silahı ile gömüyorlardı. Müslümanlar da onun giysi ve silahını alıyorlardı. Sonra Merzüban b. Muhammed üzerlerine hücum etti ve onlardan bir kısmını öldürdü.

Bu senenin rebiyülevvel ayında Rum hükümdarı Domestikos Re'sü'l-Ayn'a 80.000 askerle geldi. Şehire zorla girdi, oradaki malları yağmaladı. Müslümanları öldürdü, 15.000 kadar kişiyi esir aldı, ora­da üç gün müddetle ikamet etti. Her taraftan Araplar oraya hücum ettiler. Onunla şiddetlice savaştılar, nihayet o da Re'sü'l-Ayn'dan geri çekildi.

Bu senenin cemaziyelevvel ayında Bağdat'ta fiyatlar aşırı şekilde yükseldi. Sonra o kadar çok yağmur yağdı ki, bazı binalar yıkıldı, yı­kıntılar altında çok sayıda insan öldü. Hamamların, mescitlerin çoğu insan azlığından ötürü kapandı. Akarın kıymeti azaldı, Öyle ki bir di­nar değerindeki akar bir dirheme satılır oldu. Evler boşaldı. Tellallar evlerde oturacak kimselere, harab olmaktan korumaları için üstelik ücret veriyorlardı. Geceleyin hırsızlar evlere baskınlar yapmaya baş­ladılar. Öyle ki insanlar davul ve zurnalarla evleri beklemek mecbu­riyetinde kaldılar, Her tarafta fitneler çoğaldı. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz). Nefisle­rimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız.

Bu senenin ramazan ayında Ebu Tahir Süleyman b. Ebi Said Ha­san el-Cenabi el-Heceri el-Karmatî öldü. Bu, Karmatîlerin reisi idi. Allah onu kahretsin. Ka'be'nin içinde ve çevresinde bulunan hacıları öldüren, Ka'be'nin örtüsünü yağmalayan, kapısını ve zinetlerini alıp götüren, Hacer-i Esved'i bulunduğu yerden çıkarıp Hecer şehrine gö­türen kişi budur. Hacer-i Esved, ondokuz sene müddetle yanında kal­mıştı. Allah onu kahretsin.

Bu Karmatî reisi öldükten sonra yerine üç kardeşi Ebü'l-Abbas el-Fadl, Ebul-Kasım Said ve Ebu Yakub Yusuf geçtiler, Ebü'l-Abbas, zayıf bedenli bir kimse olup kitap okumaya meyilli idi. Ebu Yakub oyun ve eğlenceye meyilli idi. Bununla beraber bu üç kardeşin görüş­leri, fikirleri aynıydı ve hiçbir hususta anlaşmazlığa düşmüyorlardı. Yedi vezirleri vardı, bu vezirleri de ittifak içindeydiler.

Bu senenin şevval ayı içinde Ebu Abdillah el-Beridî öldü. Müslüyanlar diğerinden kurtulup rahatlarım buldukları gibi bundan da kurtularak rahatlarını buldular.

Bu senede meşhur şahsiyetlerden Hafız Ebü'l-Abbas b. Ukde de vefat etti. [44]

 

Ahmed B. Muhammed B. Said

 

Ahmed b. Muhammed b. Said b. Abdirrahman Ebü'l-Abbas el-Kû-fî, İbn Ukde adıyla meşhurdur. Sarf ve nahivde ibareleri zorlaştırdığı ve zor ibareler kullandığı için kendisine bu lakabı vermişlerdi. Takva ve ibadette de son derece titiz bir kimseydi. Büyük hadis hafızların-dandı. Çok hadis dinlemiş ve hadis toplamak amacıyla çeşitli yerlere seyahatlerde bulunmuş, birçok hadis âliminden hadis dinlemişti. Ta-beranî, Darekutnî, İbn Cuabi, İbn Adiy, İbn Muzaffer ve İbn Şahin de ondan hadis dinlediler.

Darekutnî dedi ki: "Kûfeliler, İbn Mesud'un zamanından İbn Uk-de'nin zamanına kadar gelen kimseler arasında İbn Ukde'den daha çok hadis hıfzeden birinin görülmediği hususunda ittifak etmişlerdir. Anlatıldığına göre o, 600.000 kadar hadis ezberlemiştir. Bunlardan 300.000'i Ehl-i Beyt'in faziletleri ile ilgilidir ki, bunlar arasında kimi sahih kimi de zayıftır. Kitapları 600 deve yükü kadardı. Bununla be­raber onda Şiîliğe ve Galiye mezhebine meyil olduğu söylenir. İyi bir adam değildi."

İbn Adiy, onun hadis nüshalarını hazırlayıp hadis şeyhlerine ver­miş ve bu nüshalardaki hadisleri rivayet etmelerini onlara tavsiye et­miştir.

Hatib Bağdadî, Ebu Ömer b. Hayeviye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"İbn Ukde, Rafizilerin bulunduğu Berasi Camii'nde oturur, saha­belerin (ya da Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in) aleyhinde konuşurdu. Bu yüzden ondan hadis rivayetini terkettim. Ondan hiç hadis naklet­medim."

Ben derim ki: İbn Ukde ile ilgili olarak "et-Tekmil" adlı kitabı­mızda yeterli bilgileri vermişimdir. O, hicri 332. senenin zilkade ayın­da vefat etti. [45]

 

Ahmed B. Amir El-Merveruzî

 

Ahmed b. Amir b. Bişr b. Hamid el-Merveruzî. Merveruz'a men­suptur. "Ruz" bir nehir adıdır. Şafiî fıkıhçısı idi. Ebu İshak el-Merve-zînin talebesi idi. Ebu İshak da Mervezî Şahvan'a mensuptur ki, ora-Sı bu mıntıkalarda en büyük kent durumundadır.

Ahmed b. Amir'in "Muhtasar-ı Müzeni" üzerine bir şerhi ve "el. Cami' fi'l-Mezheb" adlı kitabı vardır. Usul-ü fıkha dair eser tasnif et­miştir. Geniş ilme sahip bir imamdı. Bu senede vefat etti. Allah ona rahmet etsin. [46]

 

Hicretin Üçyüzotuzüçüncü Senesi

 

Bu senede halife Muttaki, Bağdat'a döndü. Hilafetten hal' edildi ve gözlerine mil çekildi.

Halife, Musul'da ikamet etmekte iken Mısır ve Şam beldelerinin hükümdarı îhşid Muhammed b. Toğaç'a haber salarak yanına gelme­sini emretti. İhşid Muhammed b. Toğaç da bu senenin muharrem ayı­nın ortasında yanma geldi. Ona son derece hürmetkar davrandı. Hu­zurunda köleler gibi hareket ediyordu. Halife, bineğine binerek git­mekte iken o, yaya olarak halifenin yanısıra yürüyordu. Sonra halife­ye, kendisiyle birlikte Mısır'a gelmesini veya Şam'da ikamet etmesini teklif etti. Keşke bu teklifi kabul etseydi, ama ne yazık ki halife bu teklifi kabul etmedi. Bunun üzerine halifeye Musul'da kalmasını, Tü-zün'ün yanına gitmemesini önerdi. Tüzün'ün hile ve tuzağına yaka­lanmaması için ona uyarıda bulundu. Fakat halife onun bu uyarısını da kabul etmedi. Sonra veziri Ebu Hüseyin b. Mukle de ona aynı tek­lifte bulundu, fakat onun teklifini de dinlemedi.

İbn Toğaç, halifeye çok miktarda kıymetli armağanlar sundu. Emir ve vezirlere de aynı şekilde armağanlar sundu. Sonra memleke­tine döndü. Halep'ten geçerken Halep valisi Ebu Abdillah b. Said b. Hamdan şehirden çıkıp bir kenara çekildi. İbn Mukatil orada bulunu­yordu. Dönüşüne kadar İhşid onu Mısır'da vekil bırakmıştı.

Halifeye gelince; o Rakka'dan çıkıp Dicle nehrinden Bağdat'a git­ti. Tüzün'e haber salarak yaptığı yemine bağlı olup olmadığını öğren­mek istedi. O da yeminini tekrarlayıp tekid etti. Bağdat'a yaklaştı­ğında Tüzün askerleriyle birlikte onu karşılamaya çıktı. Halifeyi gö­rür görmez huzurunda eğilip yeri öptü ve ona yaptığı yemine sadık olduğunu gösterdi. Onu kendi yanma getirdi. Fakat bunun ardından, halifenin maiyetinde bulunan büyük emirleri etkisiz hale getirdi ve halifenin gözlerine mil çekilmesini emretti. Halifenin gözlerine mil çekildi. Mil çekilirken, halife öyle büyük bir çığlık attı ki, hareminde-ki kadınlar bunu duydular. Yüksek sesle çağrışıp ağlaşmaya başladı­lar. Tüzün, haremindeki kadınlar halifenin çığlığım duymasınlar diye debdebelerin (davul gibi yüksek ses ve gürültü çıkaran aletlerin) ça­lınmasını emretti. Bundan sonra acele olarak Bağdat'a döndü ve Müstekfi'ye bey'at etti.

Muttaki; üç sene, beş ay, yirmi gün süreyle halifelik yaptı. Başka bir rivayete göre üç sene, onbir ay müddetle halifelik yapmıştır. Onun biyografisini vefatından bahsederken anlatacağız. [47]

 

Müstekfi Billah Abdullah B. Müktefi B. Mutedidin Halifeliği

 

Müttaki'nin gözlerine mil çektirdikten sonra Bağdat'a dönen Tü­zün, Müstekfi'yi yanma çağırdı. Ona bey'at etti ve Müstekfi Billah la­kabını taktı. Müstekfi'nin asıl adı, Abdullah'tı. Kendisine bu senenin safer ayının son on günü içerisinde bey'at edildi. Tüzün, onun önünde oturdu, Müstekfi de ona hil'at giydirdi. Müstekfi; güzel suretli, orta boylu, endamı ve yüzü güzel, pembe tenli, burun kemeri kalkık, şa-kaklarındaki tüyleri az olan bir kimse idi. Kendisine halifelik bey'atı yapıldığı gün kırkbir yaşında idi. Sonra Müttaki'yi huzuruna çağırdı. Muttaki ona bey'atım sundu, yeni halife aba ve kırbacı kendisinden teslim aldı. Ebu 1-Ferec Muhammed b. Ali es-Samirî'yi vezirliğe atadı. Ama bu vezirin yetkisi yoktu, aslında işleri idare eden İbn Şirzad idi. Muttaki de hapse atıldı.

Müstekfi, Ebu Kasım Fadl b. Muktedir'i aratmaya başladı. Ebü'l-Kasım, Müstekfi'den sonra hilafete geçen kişidir ve lakabı da Muti Billah'tır. Müstekfi onu arattı, ama o gizlendi ve Müstekfi'nin halife­liği müddetince ortaya çıkmadı. Müstekfi de onun Dicle kıyısındaki evinin yıkılmasını emretti.

Bu senede, Kaim el-Fatimî öldü, yerine oğlu Mansur İsmail geçti. O da babasının ölümünü bir süre gizledi, nihayet durum açığa çıkınca durumu açıkladı. Sahih rivayete göre ise Kaim, bundan bir sene son­ra vefat etmiştir. Ebu Yezid el-Haricî bu senede onlarla savaşmış ve onların elindeki birçok büyük şehirleri almış; onlar da Ebu Yezid'i de­falarca hezimete uğratmışlardı. Ama o bir süre sonra tekrar adamla­rını toplayıp karşılarına çıkıp savaşıyordu. Bizzat Mansur da onunla savaşlara girişti. Anlatımı burada uzun sürecek savaşlar bu iki taraf arasında cereyan etti. İbnü'1-Esir, bu savaşların safahatını "el-Kâmil" adlı eserinde teferruatlı olarak anlatmıştır.

Bir zaman Mansur'un ordusu bozguna uğramış ve yanında sade­ce yirmi asker kalmıştı. Ama Mansur yine bizzat çarpışmaya giriş­mişti. Kendisini neredeyse öldürecek iken o Ebu Yezid'i hezimete uğ­ratmış ve büyük bir sebat göstermiş, böylece halkın nazarında büyü­müş, saygı ve heybeti artmıştı. Kayrevan mıntıkasını Ebu Yezid'in elinden kurtarmıştı. Bıkmadan savaşa devam etmiş, nihayet onu ele geçirip öldürmüştü. Ebu Yezid'in kesik başı kendisine getirildiğinde Mansur, Allah'a şükür için secdeye kapanmıştı. Sözünü ettiğimiz Haricî Ebu Yezid; çok çirkin suretli, topal, kısa boylu ve İslâm milletine karşı son derece düşman azılı bir kafir^idi.

Bu senenin zilhicce ayında Ebü'l-Hüseyin el-Beridî öldürüldü sonra darağacma asıldı ve ondan sonra da yakıldı. Çünkü o Bağdat'a gelip Tüzün ile Ebu Cafer b. Şirzad'dan kendi kardeşi oğluna karşı yardım istemiş, onlar da kendisine yardım edeceklerine dair söz ver­mişlerdi. Bundan sonra da Tüzün ile İbn Şirzad'ın arasını açmak için uğraşmaya başlamıştı, ibn Şirzad bu durumu öğrenince, onu zindana attırıp dayağa yatırdı. Sonra bazı fıkıhçılar onun kanının helal oldu­ğuna dair fetva verince İbn Şirzad onun öldürülmesini, darağacma asılmasını emretti, sonra da onu yaktı. Böylece Beridîlerin devranı sona erdi, hakimiyetleri yok oldu.

Bu senede Müstekfi'nin annesi, daha önce halife olan Kahir'in sa­raydan çıkarılmasını ve İbn Tahir'in evine konulmasını emretti. Ka­hir yoksul düşmüş, öyle ki yanında örtüneceği bir abadan başka giy­sisi, ayağında da tahta bir takunyadan başka bir eşyası kalmamıştı.

Bu senede hem sıcaklar hem de soğuklar şiddetli olmuştu.

Bu senenin receb ayında Muizzü'd-Devle, Vasıt şehrine gitmişti. Tüzün ondan haberdar olunca, Müstekfi ile birlikte peşine takılmış­lardı. Muizzü'd-Devle de onların gelmekte olduklarım duyunca kendi memleketine döndü. Halife, Vasıt'ı teslim aldı ve onu Ebu 1-Kasım b. Ebi Abdillah'a ikta olarak verdi. Ardından Tüzün ile halife, bu sene­nin şevval ayında Bağdat'a döndüler.

Bu senede Seyfü'd-Devle Ali b. Ebü'l-Heyca Abdullah b. Hamdan Halep'e gitti ve orayı Yenes el-Munisî'den teslim aldı. Daha sonra, Humus'a gitti. Orasını da ele geçirmek istiyordu. Ama İhşid Muham-med b. Toğaç'ın askerleri, İhşid'in kölesi Kâfur komutasında oraya geldiler ve Kinnesrin'de savaştılar. İki taraftan biri diğerini mağlub edemedi ve Seyfü'd-Devle Cezire'ye döndü. Sonra Halep'e gitti ve ha­kimiyetini orada yerleştirdi. Rumlar, büyük bir orduyla üzerine geldi­ler. Yapılan savaşta Seyfü'd-Devle galip oldu ve Rumlardan çoğunu öldürdü. [48]

 

Hicretin Üçyüzotuzdördüncü Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında, halife Müstekfi Billah, kendi laka­bına "İmamü'I-Hak" lakabını ekledi ve bunu tedavülde olan paralar üzerine de yazdırdı. Hatipler cuma günleri minberler üzerinde onun için dua ettiler.

Bu senenin yine muharrem ayında Türk Tüzün, Bağdat'taki evin­de vefat etti. İki sene dört ay on gün müddetle emirlik yapmıştı. İbn Şirzad da onun kâtibi idi. Ancak İbn Şirzad, mallarını tasfiye etmek için Heyt şehrinde bulunuyordu. Tüzün'ün ölüm haberini duyunca Nasiru d-Devle b. Hamdan'a bey'at etmek istedi. Askerler kazan kal­dırıp isyan ettiler ve İbn Şirzad'ın başlarına emir olması için akid yaptılar. O da safer ayının başında Bağdat'a gelip Harp kapısında ka­rargah kurdu. Bütün askerler yanına gittiler. Onu emir tanıdıklarına dair yemin ettiler. Halife, kadılar ve ayan da ona bu hususta yemin verdiler. Sonra İbn Şirzad halifenin yanına gitti. Halife ona "Emirü'l-Ümera" unvanıyla hitab etti. Askerlerin erzakını artırdı. Nasirü'd-Devle'ye de haber salarak haraç ödemesini istedi. Nasirü'd-Devle ona 500.000 dirhem para ve ayrıca halka dağıtmak üzerede erzak gönder­di. İbn Şirzad başa geçince bazı emirler verdi, yasaklamalarda bulun­du, bazılarını azletti, atamalar yaptı, bazı eski ilişkileri koparıp yeni ilişkiler tesis etti. Üç ay yirmi gün süreyle mutlu yaşadı. Sonra Muiz-zü1 d-Devle b. Büveyh'in, askerleriyle birlikte Bağdat'a gelmekte oldu­ğu haberini alınca halife ile gizlendi. Nasirü'd-Devle b. Hamdan'la birlikte olmak için askerler de Bağdat'ı bırakıp Musul'a gittiler. [49]

 

Büveyh Oğulları Devletinin İlk Aşaması Ve Bağdat'a Hakim Oluşları

 

Muizzü'd-Devle Ahmed b. Hasan b. Büveyh, büyük bir ordu ile Bağdat'a doğru yürüdü. Şehre yaklaştığında halife Müstekfi Billah ona hediyeler ve armağanlar gönderdi. Elçiye: "Kendisinden memnun olduğumu ve Musul'a giden Türklerin şerrinden korktuğum için giz­lendiğimi kendisine söyleyin." dedi. Muizzud-Devle'ye hil'at ve arma­ğanlar gönderdi.

Muizzü'd-Devle, bu senenin cemaziyelevvel ayında Bağdat'a girdi. Şemmasiye kapısı yanında karargah kurdu. Ertesi gün halifenin hu­zuruna girip bey'atını sundu. Müstekfi billah; ona Muizzü'd-Devle, kardeşi Ebü'l-Hasan'a İmadu d-Devle, kardeşi Ebu Ali el-Hasan'a da Rüknü'd-Devle lakabını verdi ve lakaplarını dirhemlerle dinarlar üze­rine yazdırdı. Muizzu d-Devle'nin kendisi hadim Munis'in evine, Dey-lemlilerden oluşan adamları da halkın evlerine yerleştiler. Halk on­lardan çok sıkıntı çekti. Muizzü'd-Devle, İbn Şirzad'a eman verdi. İbn Şirzad ortaya çıkınca, onu haraç işlerinin başına getirdi. Halifeye de nafakaları için günlük 5.000 dirhem para bağladı. İşler bu nizam üze­re yoluna girdi. Doğrusunu Allah bilir. [50]

 

Halife Müstekfi Billahtn Yakalanıp Hal' Edilmesi

 

Bu senenin cemaziyelahir ayının yirmiikinci gününde Muizzü'd-Devle hilafet sarayına girdi, halifenin tahtı önünde oturdu. Deylemli-lerden iki kişi gelip ellerini halifeye uzatıp yakaladılar ve onu kürsüsünden indirdiler. Sonra onu yerde sürükleyerek çektiler. Sarığı boy­nuna takıldı. Muizzü'd-Devle ayağa kalktı ve hilafet sarayı altüst ol­du. Bu hercümerc, harem kısmına kadar uzandı. İş cidden büyüdü Halife, yaya olarak Muizzü'd-Devle'nin evine götürülüp orada hapse­dildi. Sonra Ebü'l-Kasım b. Muktedir getirilip kendisine hilafet bey'a-tı yapıldı. Müstekfi Billah'ın gözlerine mil çekildi ve zindana atıldı İleride biyografisinden bahsedilirken anlatılacağı gibi, hicretin 338 senesinde vefat edinceye kadar zindanda kaldı. [51]

 

Muti Lillahtn Halifeliği

 

Muizzü'd-Devle Bağdat'a gelip Müstekfi'yi tutukladığında ve göz­lerine mil çektirdiğinde Muktedir Billah'ın oğlu Ebü'l-Kasım el-Fadl'ı yanına çağırttı. Ebü'l-Kasım, Müstekfi'den kaçıp gizlenmişti. Müstek­fi onu aratıyor ve yakalatmak istiyordu, ancak onu ele geçirmeyi ba­şaramamıştı.

Anlatıldığına göre Ebü'l-Kasım el-Fadl, gizlice Muizzü'd-Devle ile görüşmüş ve onu Müstekfi'ye karşı kışkırtmış, neticede iş kendisinin halifeliğe geçmesi ile sona ermişti. Müstekfi'nin gözlerine mil çekil­dikten sonra Muizzü'd-Devle, Ebü'l-Kasım el-Fadl'ı yanına çağırmış ona hilafet bey'atını sunmuş ve Muti Lillah lakabını takmıştı. Sonra emirler, ayan ve halk da bey'atlarını sundular.

Hilafet otoritesi cidden zayıflamış, artık halifenin emir verme ve yasaklama yetkisi kalmamıştı. Veziri dahi yoktu, sadece ikta arazile­rinin işleri ile ilgilenen bir kâtibi vardı. Devlet ve memleket işleri ge­lir ve giderler hep Muizzü'd-Devle'nin kontrolünde idi.

Çünkü Büveyh oğulları ve beraberlerindeki Deylemliler, son de­rece zalim idiler. Abbasilerin yönetimi, Alevilerden gasbettiğine ina­nıyorlardı. Hatta Muizzü'd-Devle, halifeliği Abbasilerden alıp Alevile-re intikal ettirmeye niyetlenmişti. Bu hususta arkadaşları ile istişa­reler yapmıştı. Hepsi de onun bu fikrini desteklemişlerdi. Ancak bir adam -ki bu onlar arasında görüşü en doğru olandı- ona: "Bunu yap­manı uygun görmüyorum." deyince Muizzü'd-Devle: "Neden?" diye sormuş, adam da şu cevabı vermişti:

"Çünkü bu, senin ve taraftarlarının sahih bir şekilde başa geçtiği­ne inanmadığınız bir halifedir. Böyle olunca, eğer sen adamlarına bu­nu öldürmelerini emredecek olursan öldürürler. Ama Alevilerden bir adamı halifeliğe geçirecek olursan, sen ve adamların onun halifeliği­nin sahih olduğuna inanırsınız. Şayet adamlarına o Alevi halifeyi Öl­dürmelerini emredecek olursan senin bu emrine itaat etmezler. Buna karşılık o halife senin öldürülmeni emredecek olursa adamların seni öldürürler!"

Muizzü'd-Devle, bu işin inceliğini anlayınca ilk kararından vaz­geçti ve halife Muti Lillah'ı hal1 edip halifeliği Alevilere intikal ettir­mekten Allah için değil de dünyalık için vazgeçti.

Sonra Nasirü'd-Devle b. Hamdan ile Muizzü'd-Devle b. Büveyh arasında savaş meydana geldi. Nasirü'd-Devle, Muizzü'd-Devle ile halifenin Akbera'ya gitmelerinden sonra gelip Bağdat'a girdi. Şehrin önce doğu yakasını, sonra da batı yakasını ele geçirdi. Muizzü'd-Dev­le ile beraberindeki Deylemlilerin durumu cidden zayıfladı. Sonra ftluizzü'd-Devle, Nasirü'd-Devle'ye bir tuzak kurup onu mağlub etti, adamlarını da hezimete uğrattı. Bağdat şehrini yağmaladı. Şehirde tüccarlara ve diğerlerine ait malları ele geçirdi. Gasbettiği malların kıymeti yaklaşık 10.000.000 dinar tutarında idi. Bunun arkasından Nasirü'd-Devle ile Muizzü'd-Devle arasında barış anlaşması yapıldı. Nasirü'd-Devle İbn Hamdan, kendi şehri olan Musul'a döndü.

Muizzü'd-Devle, Bağdat'ta otoritesini kurdu. Sonra haberlerini kardeşi Rüknü d-D evle'ye ulaştırmak için postalar kullanmaya başla­dı. Halk bu işe kendini iyiden iyiye verdi ve çocuklarını postacılık sa­natını öğrenme hususunda teşvik ettiler. Hatta bazı kimseler bir günde otuz küsur fersahlık mesafeyi katediyordu. Yarışçılar, pehli­van ve dövüşçüler buna şaşıyorlardı. Diğer mürüvveti bozuk, aklı kıt olan kimselerden başkasının yarar göremediği bu tür bazı sanat erba­bı da buna hayret ettiler. Halk, çocuklarına yüzme ve benzeri spor dallarını da öğretmeye başladı. Muizzü'd-Devle'nin huzurunda davul­lar çalınıyor, pehlivanlar güreşiyordu. Kendisinin bulunduğu ikamet­gahın çevresinde bu çeşit eğlenceler sürekli olarak tertipleniyordu. Bütün bunlar cahillik, akılsızlık ve laubalilikten başka bir şey değil­di. Bir zaman sonra Muizzü'd-Devle, askerlerin erzakım temin etme­de sıkıntılarla karşılaştı. Onlara maaş yerine bazı arazileri ikta ola­rak verdi ki, bu da ülkenin harab olmasına ve ihya edilmemesine yol açtı. Sadece bazı itibarlı kimselerin ellerindeki bir kısım araziler ma­mur halde kalmıştı.

Bu senede Bağdat'ta şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Öyle ki, in­sanlar leşleri, kedi ve köpekleri yer oldular. Bazı kimseler çocukları Çalıp boğazlıyor, pişirip etlerini yiyorlardı. Bu nedenle de halk arasın­da salgın hastalıklar çoğaldı. Kimse kimseyi defnedemez oldu. Ölüler yollarda bırakılıyor, çoklarını köpekler yiyorlardı. Evler ve akarlar ekmek karşılığında satılıyordu. İnsanlar Bağdat'ı bırakıp Basra'ya göçtüler. Bunların kimisi yolda öldü, kimisi de Basra'ya ulaştıktan kısa bir süre sonra öldü.

Bu senede Kaim b. Emrillah Ebü'l-Kasım Muhammed b. Abdul­lah el-Mehdi vefat etti. Kendisinden sonra yerine oğlu Mansur İsmail geçti. Mansur İsmail; akıllı, fikri sağlam, cesaretli bir kimse idi. Nitekim, önceki sene hadiselerinden bahsederken söz etmiştik. O, bu Se nenin şevval ayında vefat etti. Sahih rivayet budur.

Bu senede Mısır ve Şanı valisi İhşid Muhammed b. Toğaç, altmış küsur yaşında Dımışk'ta vefat etti. Yerine oğlu Ebü'l-Kasım Ebu Cür geçti. Ancak yaşı küçük olduğundan Kâfur İhşid'i atabek, yaptı. Ata bek bütün memleketin idaresini, bütün işleri kontrolünde tutuyordu Mısır'a doğru gitti. Seyfü'd-Devle b. Hamdan ise, ardından Dımışk'a hücum etti ve orayı İhşid'in adamlarının elinden aldı. Buna çok se­vindi. Dımışk'ta bulunan Türk feylesofu Muhammed b. Muhammed b. Nasr el-Farabî ile görüştü.

Seyfü'd-Devle, bir gün Şerif el-Ukaylî ile birlikte Dımışk'ın çevre­sinde dolaşıyordu. Dımışk'ın Gota mıntıkasına baktı ve: "Bütün bura­ların sultan divanına ait olması gerekir." dedi. Böyle demekle sanki o buraları sahiplerinin elinden alacağını ima etmiş oldu. Bu söz, Ukay-lî'nin kalbinde bir öfke meydana getirdi ve gidip bunları Dımışklılara iletti. Onlar da Kâfur el-İhşid'e mektup yazarak yardım istediler. Kâ­fur İhşid, büyük bir ordu ile oraya geldi. Seyfü'd-Devle'yi Dımışk'tan sonra da Halep'ten kovdu. Kendi yerine Halep'te bir naib bırakarak Dımışk'a döndü. Orada da Bedr el-İhşid'i naib bıraktı. Kâfur el-İhşid, Mısır'a döndüğünde Seyfü'd-Devle tekrar Halep'e hücum ederek orayı ele geçirdi, ama Dımışk'ta onun tamahlanacağı bir şey kalmadığı için Dımışk'a hücum etmedi. Sözünü ettiğimiz Kâfur el-îhşid'i, Mütenebbî hem hicvetmiş, hem de medhetmişti. [52]

 

Hicretin Üçyüzotuzdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ömer B. Hüseyin

 

İmam Ahmed b. Hanbel'in mezhebine göre yazılan "el-Muhtasar fî'1-Fıkh" adlı eserin sahibidir. Bu eseri, Kadı Ebu Ya'lâ b. Ferra ile Şeyh Muvaffakuddin b. Kudame el-Makdisî şerhetmişlerdir.

Ömer b. Hüseyin el-Hırakî, fakihlerin ve âbidlerin önde gelenle-rindendi. Çok faziletli ve çokça ibadet eden bir kimseydi. Şehirde çok kötülükler meydana geldiği ve sahabelere sövüldüğü için Bağdat'ı terkedip başka yere hicret etmişti. Kitaplarını da Bağdat'ta bırakmış­tı. Ancak kitaplarının bulunduğu ev yakılınca bütün eserleri de yan­mıştı. Kendisi Dımışk'a gitmiş ve bu senede vefat edinceye kadar Dı­mışk'ta kalmıştı. Mezarı, Babü's-Sağir'de olup şehitlerin mezarına yakın bir yerdedir, ziyaret edilmektedir.

el-Muhtasar fi'1-Fıkh adlı eserinin hac bölümünde der ki: "Hacca giden kişi Ka'be'yi tavaf ederken Hacer-i Esved'in bulunduğu yere ge"

lir, şayet yerinde ise Hacer-i Esved'i Öper." Böyle demişti; çünkü bu kitabını yazarken Hacer-i Esved'i Karmatîler hicretin 327. senesinde Spedip memleketlerine götürmüşlerdi ve bu mübarek taş ancak hicretin 337. senesinde yerine iade edilmiştir. Nitekim bu husus ileri­ce yeri gelince anlatılacaktır.

Hatib Bağdadî, Kadı Ebu Ya'lâ'nın kendisine şöyle dediğini nak-

letmiştir:

"Ömer b. Hüseyin el-Hırakî'nin çok eserleri vardı. Hanbeli mez-hebiyle ilgili çok rivayetlerde bulunmuştu. Ancak bu eserleri ve riva-vetleri ortaya çıkmadı. Çünkü o, şehirde sahabelere çok sövüldüğü için Bağdat'ı bırakıp başka yere hicret etmiş ve kitaplarım Bağdat'ta bırakmıştı. Kitaplarının bulunduğu ev yakılınca kitapları da yanmış ve kendisinden sonra Bağdat dışına çıkıp yayılamamışlardı."'

Hatib Bağdadî, Ömer b. Hüseyin el-Hırakî'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

«Mü'minlerin emiri Hz. Ali (r.a.)'ı rüyada gördüm. Bana dedi ki:

- Zenginlerin fakirlere tevazu göstermeleri ne kadar da güzeldir!

- Ey mü'minlerin emiri, bana biraz daha söyle.

- Bundan daha güzeli, fakirlerin zenginlere karşı tekebbür gös­termeleridir."

Böyle dedikten sonra Hz. Ali (r.a.), elini kaldırdı. Avucunda şun-lann yazılı olduğunu gördüm:

"Daha önce ölü idin, dirildin. Yakında yine Öleceksin. Ebediyet yurdu için bir ev yap Fani diyarda da bir ev bırak."»

İbn Batte dedi ki: "Ömer b. Hüseyin el-Hırakî, Dımışk'ta hicretin 334. senesinde vefat etti. Mezarını ziyaret ettim. Allah ona rahmet etsin." [53]

 

Muhammed B. İsa

 

Künyesi, Ebu Abdillah'tır. Hanefî fıkıhçısı olup kendi zamanında Iraklıların önde gelen büyük imamlarındandı. Bağdat'ta halife Mut­taki, sonra da Müstekfi'nin zamanlarında kadılık yaptı. Sika ve fazi­letli bir kimseydi. Servet sahibi biri olduğunu zannederek hırsızlar evine baskın yaptılar. Hırsızlardan biri ona öldürücü bir darbe vu­runca acının şiddetinden kendini yere attı, sonra vefat etti. Allah ona rahmet etsin. Vefatı bu senenin rebiyülevvel ayında vuku buldu. [54]

 

Muhammed B. Muhammed B. Abdullah

 

Künyesi Ebü'1-Fadl es-Sülemî'dir. Vezirlik yapmış; fakih, muhad-dis v© şair bir şahsiyetti. Çok miktarda hadis dinlemiş, derlemiş ve tasnif etmişti. Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutardı, teheccüd namazım ve eser yazmayı asla terketmezdi. Cenâb-ı Allah'tan kendi­sine şehitliği nasib etmesini çok isterdi. Sultanın vezirliğine tayin edildi, askerler onun makamına giderek erzaklarını istediler, kapı­sında çok sayıda asker toplanmıştı. Berberi çağırdı, başını traş ettir­di, koku süründü. Kefenini giyip namaza durdu. Askerler içeri girdi­ler. Secde halinde iken onu öldürdüler. Allah ona rahmet etsin. Vefatı bu senenin rebiyülahır ayında vuku buldu. [55]

 

İhşid Muhammed B. Abdullah B. Toğaç

 

Künyesi, Ebu Bekir'dir. İhşid; kendisinin lakabıdır ki, hükümdar­lar hükümdarı anlamına gelir. Ona bu lakabı, Halife Radi takmıştı, çünkü o Fergana meliki idi. Oraya hükmeden her hükümdara İhşid adı verilirdi. Aynı şekilde Uşrusiye hükümdarlarına Afşin, Harezm hükümdarlarına Harzemşah, Cürcan hükümdarlarına Sevük, Azer­baycan hükümdarlarına İsbahan, Taberistan hükümdarlarına da As­lan adı verilirdi.

"el-Muntazam" adlı eserinde İbnu 1-Cevzî, Süheylî'nin şöyle dedi­ğini nakleder:

«Araplar, Cezire ile birlikte Şam hükümdarlarına -eğer kafir ise-Kayser adını verirlerdi, Fars hükümdarlarına da Kisra, Yemen hü­kümdarlarına Tübba, Habeş hükümdarlarına Necaşi, Hindistan hü­kümdarlarına Batlemyus, Mısır hükümdarlarına Firavun, İskenderi­ye hükümdarlarına Mukavkis adını verirlerdi.»

İhşid Muhammed b. Abdullah b. Toğaz Dımışk'ta vefat etti Cena­zesi Beytu 1-Makdis'e götürülüp defnedildi. Allah ona rahmet etsin. [56]

 

Ebu Bekir Eş-Şiblî

 

Sofiye meşayihindendir. Asıl adı hususunda ihtilaf edilmiştir. Ki­mi Dülef b. Cafer, kimi Dülef b. Cahder, kimi ise Cafer b. Yunus oldu­ğunu söylemişlerdir. Aslı, Horasan'ın Uşrusiye şehrine bağlı Şeble köyündendir. Samarra'da doğmuştur. Babası halife Muvaffakın baş hacibi, dayısı da İskenderiye naibi idi. Hayrü'n-Nessac'm teşviki ile tevbe etmişti. Hayrü'n-Nessac, ona öğüt verir, vaazda bulunurdu. Sözleri onun kalbine tesir etmiş ve hemen tevbe etmişti. Sonra derviş ve şeyhlerle arkadaşlık etmiş, önde gelenlerinden biri olmuştu.

Cüneyd-i Bağdadî: "Şiblî, bunların tacıdır." demiştir.

Hatib Bağdadî, Ali b. Müsennâ et-Temimî'nin şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

"Bir gün Şiblî'nin evin© gittim, heyecanlıydı. Şöyle bir şiir okuyor­du:

"Senden uzak kalmaya sabredüemez, daha önce sana yakın olma­ya alışkın olan kişi buna katlanamaz.

Daha önce aşkına müptela olan kimse senden ayrı kalmaya daya­namaz».

Göz seni görmese de kalp seni görür."

Onun harika halleri ve kerametleri olduğu anlatılmıştır. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi a, Hallac'a isnad edilen bazı sözlerle ilgili olarak üzerinde hiç düşünmeksizin şüpheye katılanlardandı. Hallac'm ilhad ve ittihada dair sözleri, onu kendisi hakkında kuşku­landırmıştı.

Vefat edeceği zaman can çekişirken hizmetçisine şöyle demişti "Zimmetime geçmiş bazı dirhemler oldu ama ben o dirhemlerin sahibi yerine sadakalar verdim. Fakat yine de bu benim kalbimi meşgul edi­yor, bundan başka bir şey düşünemez hale geldim."

Böyle dedikten sonra hizmetçisine, kendisine abdest aldırmasını emretmiş; hizmetçisi ona abdest aldırmıştı; ama sakalını hilâlleme-mişti. Bunun üzerine Şiblî, -dili tutulmuş olarak- elini kaldırdı ve sa­kalını hilâllemeye başladı.

İbn Hallikan, "el-Vefeyat" adlı eserinde ondan bahsetmiş ve onun bir gün Cüneyd'in yanına gidip huzurunda durduğunu, ellerini birbi­rine çarpıp şu şiiri okuduğunu hikaye etmiştir:

"Beni vuslata alıştırdılar, vuslat tatlı bir şeydir.

Sonra beni yârdan uzaklaştırma darbesine çarptırdılar. Uzaklaş­mak çok zordur.

Beni kınarken suçumun aşırı sevgi ve aşk olduğunu söylediler. Bu ise suç değildir.

Hayır, yâr ile karşılaşma ve vuslat anındaki boyun eğme hakkı için derim ki;

Aşıkın mükâfatı ancak sevilmesidir."

Rivayete göre Ebu Bekir eş-Şiblî şöyle demiştir: «Cuma günü Ru-safe Camii'nin kapısında çıplak bir deli gördüm, şöyle diyordu: "Ben Allah'ın divanesiyim!" Kendisine: "Niçin örtünüp camiye girmiyor ve °rada cuma namazı kılmıyorsun?" dediğimde şu şiiri okudu:

"Diyorlar ki; bizi ziyaret et ve hakkımızın gereğini yerine getir. Oysa benim durumum onların bendeki haklarım düşürmüştür. Halimi görüp de benden ve halimden tiksinmezlerse , Ben onları kendimden tiksindiririm."

Hatib Bağdadî, "Tarih"inde anlattığına göre Ebu Bekir eş-Şiblî şu şiiri kendi nefsine hitaben okumuştur:

"Gençlik gitti, onunla birlikte sevgili de gitti. Kirpiklerde birbiriy­le boğuşan iki damla gözyaşı meydana geldi.

Olaylar bana insaflı davranmadılar. İki veda edici şeyle bana dar­belerini vurdular, oysa benim iki kalbim yok ki!"

Ebu Bekir eş-Şiblî, bu senenin bitimine iki gece kala, bir cuma gecesi vefat etti. Seksenbeş yaşındaydı. Bağdat'ın Hayzuran mezarlı­ğına defnedildi. Allah ona rahmet etsin. Doğrusunu Allah bilir. [57]

 

Hicretin Üçyüzotuzbeşinci Senesi

 

Bu senede Halife Muti Lillah, hilafet sarayına yerleşti. Muizzü'd-Devle b. Büveyh ile Nasirü'd-Devle b. Hamdan bu hususta anlaştılar.

Nasirü'd-Devle ile Tekin et-Türkî savaştılar, defalarca çarpıştılar. Nasirü'd-Deyle, Tekin'i ele geçirdi ve huzurunda gözlerine mil çektir­di. Böylece Musul ve Cezire'de hakimiyeti güçlendi. Rüknü'd-Devle ise Rey şehrini istila edip orayı Horasanlıların elinden aldı. Büveyh oğullarının hakimiyet alanı cidden genişledi. Böylece Rey, Cebel, İsfa­han, Fars, Ahvaz ve Irak memleketleri ellerine geçmiş oldu. Musul ve Cezire'ye bağlı Diyar-ı Rebia ile diğer yerlerin ikta gelirleri kendileri­ne gönderilir oldu. Sonra Muizzü'd-Devle ile Ebü'l-Kasım el-Beridî'-nin askerleri savaştılar. Beridî'nin taraftarları bozguna uğradılar. İleri gelen şahsiyetlerinden çok kişi esir alındı.

Bu senede sınır boylarının Seyfü'd-Devle b. Hamdan'a bağlı emiri Nasır el-Müstemlî vasıtası ile Bizanslılarla Müslümanlar arasında, esir mübadelesi yapıldı. Böylece 2.500 kadar Müslüman esir kurtarıl­mış oldu. Hamd ve minnet Allah'adır. [58]

 

Hicretin Üçyüzotuzbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Hamaveyh B. Hüseyin

 

Esterabadh kadıdır. Çok hadis rivayet etmiş ve başkalarına hadis okumuştur. Hadis yazdırmak için kendisine ait bir meclisi vardı. Kendi beldesi olan Esterabad'da uzun süre kadılık yaptı. Seher vakit­lerinde çokça ibadet edenlerdendi. Zerafet ve şakacılık hususunda kendisi örnek gösterilirdi. Cariyesinin kucağında ani bir ölümle Öldü. [59]

 

Abdurrahman B. Ahmed B. Abdullah

 

Künyesi, Ebu Abdullah el-Hatelî'dir. İbn Ebi'd-Dünya ile diğerle­rinden hadis dinleyip rivayet etti. Darekutnî ile diğerleri de kendisin­den rivayetlerde bulundular. Sika ve asil bir hadis hafızı idi. 50.000 kadar hadis ezberleyip rivayet etmiştir. [60]

 

Abdülselam B. Rağban

 

Abdüsselam b. Rağban b. Abdüsselam b. Habib b. Abdullah b. Rağban b. Feyd b. Temim. Künyesi Ebu Muhammed el-Kelbî'dir. Cin­lerin horozu anlamına gelen "Dîkülcin" lakabıyla lakaplanmıştır. Şa­irdi, ciddiyetsiz sözler sarfetmiştir. Şiîydi. Anlatıldığına göre o, Beni Temim kabilesinin azathsıdır. Şarap ve başka şeylerle ilgili kuvvetli şiirleri vardır. Ebu Nüvas, onun şarapla ilgili şiirlerini güzel bulmuş­tur. [61]

 

Ali B. Îsa B. Davud B. Cerrah

 

Künyesi, Ebü'1-Hasan'dır. Halife Muktedir ile Halife Kahir'in ve­zirliklerini yapmıştır. Hicretin 245. senesinde doğdu. Çok hadis dinle­di. Taberanî ile diğerleri de kendisinden hadis dinleyip rivayet ettiler. Güvenilir, asil, faziletli ve iffetli bir ravi idi. Çokça Kur'ân okur, oruç tutar ve namaz kılardı. İlim ehlini sever, onlarla çok oturup kalkardı. Aslen Farslıydı. Hallac-ı Mansur'a karşı kıyam edenlerin, aleyhinde bulunanların en büyüklerindendi.

Rivayete göre o şöyle demiştir: "700.000 dinar kazandım ama, bu­nun 680.000'ini hayır yoluna harcadım."

Bağdat'tan sürgün edilip Mekke'ye gittiğinde Ka'be'yi tavaf etti. Safa ve Merva arasında sa'y yaptı. Şiddetli sıcaklar esnasında bu iba­detleri yaptıktan sonra evine gitti. Kendini yere atıp: "Allah için karlı bir şerbet arzuluyorum." dedi. Arkadaşlarından biri kendisine: "Bura­da karlı şerbet bulunmaz." deyince o şöyle dedi: "Biliyorum, ama in-şaallah Allah bunu bize gönderir. Akşama kadar sabredeceğim."

Bunun ardından henüz tam akşam olmadan, gündüz vakti bulut­lar gelip gökyüzünde yığıldılar. Yağmur ve çok miktarda dolu yağdı. Arkadaşı onun için doluları bol miktarda toplayıp sakladı. Çünkü ve-

zir Ali b. İsa oruçluydu. Akşam olunca topladığı doluları kendisine getirdi. Mescide geldiğinde arkadaşı ona karlı, çeşit çeşit şerbetler ge­tirdi. Vezir Ali b. İsa, bu şerbetleri çevresindeki sofi ve mücavirlere içirmeye başladı. Kendisi hiç içmedi. Evine döndüğünde arkadaşı, kendisi için saklamış olduğu karlı şerbetleri sundu ve içmesi için ye­min verdi. Uzun çabalamalardan ve ısrarlardan sonra ancak içirebil-diler. Bu olay üzerine: "Mağfiret temenni etseydim keşke." dedi. Al­lah ona rahmet etsin ve onu bağışlasın. Onun güzel şiirlerinden biri şudur:

"Başıma gelen musibetlere sevinerek bana durumumu soran veya sormadan da bu musibetlerime sevinen kimseye gelince bilsin ki;

Bu musibetler benim şahsımda bu depremlerin korkunçluğuna karşı çok sabreden hür bir kadının oğlu gibi bir şahsiyet meydana ge­tirmiştir."

Ebü'l-Kasım Ali b. Hasan et-Tenuhî, babası tariki ile bir cemaa­tın şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

«Kerhli bir aktar vardı. Bu adam, sünnete bağlılığı ile tanınmıştı. Bir zaman 400 dinar kadar borçlandı. Dükkanını kapattı, çalışamaz duruma geldi. Gidip evine kapandı, çok uzun geceler Allah'a yalvarıp yakardı, niyazda bulundu, namaz kıldı. O gecelerden birinde Rasûlul-lah (s.a.v.)'ı rüyasında gördü. Rasûlullah ona şöyle diyordu: "Vezir Ali b. İsa'ya git, sana 400 dinar vermesini kendisine emrettim."

Sabah olunca aktar, vezirin kapısına gitti. Ama kapıdakiler onu tanımıyorlardı, Oturup beklemeye başladı. Belki biri onun vezirin ya­nına girmesine izin verir ümidiyle bekliyordu. Uzun süre bekledikten sonra oradan ayrılmaya karar verdi. Sonra kapıcılardan birine dedi ki: "Vezire git şöyle de: Ben Rasûlullah (s.a.v.)'ı rüyada gören bir ada­mım, gidip bu rüyamı vezire anlatmak istiyorum." Kapıcı ona: "Rüya sahibi sen misin? Vezir de seni bulmaları için birçok adamını etrafa gönderdi." dedi. Sonra kapıcı içeriye girip durumu vezire anlattı. Ve­zir de: "Onu hemen yanıma getir." dedi. Aktar içeri girdi. Vezir onu karşıladı; durumunu, adını, eşkalini, evini sordu. Aktar da bu sorula­rın hepsini cevapladıktan sonra vezir ona şöyle dedi.

- Ben de Rasûlullah (s.a.v.)'ı gördüm. Sana 400 dinar vermemi emretti. Ama seni kime soracağımı bilemiyordum. Seni tanımıyor­dum, nerede bulunduğunu da bilmiyordum. Şu ana kadar seni ara­maları için birçok adamımı etrafa gönderdim. Kendin yanıma geldi­ğin için Allah sana hayır ve mükâfat versin."

Böyle dedikten sonra vezir, adamlarına hemen 1.000 dinar ge­tirmelerini emretti ve aktara dönüp şöyle dedi: "Şu 400 dinarı, Rasûlullah (s.a.v.) emrettiği için sana veriyorum, şu 600 dinarı da hibe olarak veriyorum."

Aktar: "Olmaz, Rasûlullah (s.a.v.)'ın bana emrettiği 400 dinardan fazlasını almam, çünkü ben onun emrettiği bu 400 dinarda hayır ve bereket olacağını ümid ediyorum." dedi. Sonra Vezirden 400 dinarı aldı. Vezir de: "İşte, sadakat ve kesin inanç budur." dedi.

400 dinarı alıp gittikten sonra alacaklılarına paralarını ödemeyi teklif etti, ancak onlar: "Sana üç sene daha mühlet tanıyoruz. Bu pa­ra ile dükkanını aç ve çalışıp kazanmaya devam et." dedilerse de o mutlakajbu paranın bir kısımını onlara vermekte ısrar etti. Kendile­rine 200 dinar verdi, kalan 200 dinarla da dükkânım açtı, çalışması­na devam etti. Bir sene geçmeden 1.000 dinar kazandı.»

Vezir Ali b. İsa'yla ilgili çok salihane ve ihlash haberler vardır. Bu senede doksan yaşında vefat etti. Bundan bir sene önce vefat etti­ğine dair rivayetler de vardır, doğrusunu Allah bilir. [62]

 

Muhammed B. İsmail

 

Muhammed b. İsmail b. İshak b. Bahr Ebu Abdillah el-Farisî. Şa­fiî fıkıhçısı idi. Sika, sebatkar ve faziletli bir zattı. Ebu Zür'a ed-Dı-nıışkî ile diğerlerinden hadis rivayet etti. Darekutnî ile başkaları da ondan rivayetlerde bulundular. Kendisinden en son rivayet eden kişi Ebu Ömer b. Mehdi'dir. Muhammed b. İsmail bu senenin şevval ayın­da vefat etti. [63]

 

Harun B. Muhammed

 

Harun b. Muhammed b. Harun b. Ali b. Musa b. Amr b. Cabir b. Yezid b. Cabir b. Amir b. Üseyd b. Temim b. Sabh b. Zühel b. Malik b. Said b. Habne Ebu Cafer. Kadı Ebu Abdillah Harun b. Hasan'ın ba­basıdır. Dedeleri, eski zamanlarda Umman hükümdarları idiler.

Dedesi Yezid b. Cabir, İslâmiyet dönemine yetişti. Müslüman ol­du ve İslâmiyeti güzelce yaşadı. Kendisinden bahsettiğimiz bu Ha­run, ailesinden ayrılıp Umman'dan Bağdat'a gelen ilk kişi olmuştur. Bağdat'ta hadis rivayet etmiş, babasından da rivayetlerde bulunmuş­tur. Faziletli ve her ilme fazlasıyla vakıf bir zattı. Evi, çeşitli günler­de âlimlerin toplandığı bir yerdi. Paralarını âlimlere sarfederdi. Bağ­dat şehrinde yüksek bir mertebesi ve saygınlığı vardı. Darekutnî, onu Çok övmüş ve onun hakkında şöyle demiştir: "Nahivde, lügatte, şiirde, ttiaanil Kur'ân'da ve ilm-i kelamda meşhur bir şahsiyettir."

İbnü'1-Esir dedi ki: «Bu senede meşhur şahsiyetlerden Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah b. Abbas b. Sol es-Solî de vefat etti. Bu zat, edebiyata ve tarihe vakıf bir kimse idi.»

İbnü'l-Cevzî, bundan bir sene sonra vefat ettiğini söylemiştir. [64]

 

Ebü'l-Abbas B. Kadı Ahmed

 

Ebü'l-Abbas b. Kadı Ahmed b. Ebi Ahmed et-Taberî. Şafiî fıkıhc siydi. İbn Süreyc'in talebesidir. "et-Telhis ve Kitabü'l-Miftah" ona ait" tir. Bu, muhtasar bir eser olup Ebu Abdillah el-Hüseyin tarafından şerhedilmiştir. Ebu Abdillah es-Sencî de bu eseri şerhetmiştir. Baba­sı, insanlara haberleri ve eserleri anlatırdı. Kendisi Tarsus kadılığı yaptı. İnsanlara öğüt verirdi. Bir defasında huşua kapıldı ve bayılıp yere düştü. Bu senede vefat etti. [65]

 

Hicretin Üçyüzotuzaltıncı Senesi

 

Bu senede Muizzü'd-Devle, halife Muti Lillah'ı da yanma alarak Bağdat'tan çıktı ve Basra'ya gitti. Basra'yı, Ebü'l-Kasım b. Beridî'nin elinden kurtardı. Ebü'l-Kasım ile adamlarının çoğu oradan kaçtılar. Muizzü'd-Devle, şehri istila etti. Karmatîlere haber salarak memle­ketlerini ellerinden alacağını söyleyip onları tehdit etti. Halifenin ik-tama bazı çiftlikleri de ilave etti. Yıllık 200.000 dinar vereceğini söy­ledi. Bundan sonra Muizzü'd-Devle, Ahvaz'da bulunan kardeşi İma-dü'd-Devle ile görüşmek isteyerek yanına gitti, Huzuruna vardığında yeri öptü ve karşısında uzun bir süre ayakta durdu. Kardeşi oturma­sını söylediyse de oturmadı. Sonra halifenin beraberinde bulunmak için Bağdat'a döndü. İşler iyice yoluna girdi.

Bu senede Rüknü'd-Devle, Taberistan ve Cürcan şehirlerini Dey-* lem hükümdarı Merdavic İn kardeşi Veşmgir'in elinden aldı. Veşmgir de Horasan'a gidip Horasan valisinden yardım istedi. Bununla ilgili açıklama ileride verilecektir. [66]

 

Hicretin Üçyüzotuzaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ebü'l-Hüseyin B. Münadî

 

Adı, Ahmed b. Cafer b. Muhammed b. Ubeydullah b. Yezid'dir.

Dedesinden, Abbas ed-Durî'den, Muhammed b. İshak es-Sağa-nî'den hadis dinleyip rivayet etti. Güvenilir, sika, hüccet ve doğru sözlü bir ravi idi. Çok eserleri vardır. Birçok ilimle ilgili kitaplar der­lemiştir, ama insanlar ondan çok az şey dinlemişlerdir. Çünkü sert ahlaklı biri idi. Kendisinden en son rivayette bulunan kişi Muhanımed b. Faris el-Lügavî'dir. İbnü'l-Cevzî, Ebu Yusuf el-Kaddusî'-nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Ebü'l-Hüseyin b. Münadî, Kur'ân ilimlerine dair 440 küsur kitap tasnif etmiştir. Sözlerinde lüzumsuz ve anlamsız kelimeler yoktu. Ak­sine o kelimeleri seçerek konuşurdu. Rivayet ve dirayet ilmini bir araya getirmişti.»

îbnu 1-Cevzî dedi ki; «Onun tasnifatına bakan kimse, ilminin faz­lalığını, derin ilme sahip olduğunu anlar ve kitaplarında, başka eser­lerde görülmeyen faydalı bilgiler elde eder.»

Ebü'l-Hüseyin, bu senenin muharrem ayında seksen yaşında ve­fat etti. [67]

 

Solî Muhammed B. Abdullah B. Abbas

 

Muhammed b. Abdullah b. Abbas b. Muhammed Sol Ebu Bekir es-Solî. Edebiyat âlimlerindendir. Hükümdarların haberleri hakkın­da güzel bilgileri vardı. Halifelerin devirleri, eşrafın haberleri, şairle­rin sınıf ve tabakaları hakkında da güzel bir bilgiye sahipti. Ebu Da-vud es-Sicistanî'den, Müberred'den, Sa'leb'den, Ebü'l-Ayna1 dan ve di­ğerlerinden rivayetlerde bulundu. Çok rivayetleri vardı. Hafizası sağ­lam ve kitap tasnifatmda da maharetli bir âlimdi. Korkunç denecek kadar çok kitapları vardı. Birkaç halifenin mescidinde bulunup soh­betlerine katıldı ve yanlarında itibar sahibi oldu. Dedesi Sol'un ailesi de Gürcan'ın hükümdarları idiler. Sonra onun oğulları büyük yazar­lardan oldular. Sözünü ettiğimiz Solî'nin itikadı sağlam, gidişatı gü­zeldi. İyi şiir yazardı. Darekutnî ile diğer hadis hafızları kendisinden rivayetlerde bulundular. Onun güzel şiirlerinden biri şudur:

"Onun hatırına, ona benzeyen kimseleri de sevdim. Maşukun her parçası benim için maşuktur. Öyle ki cismime onun gözlerinden akan yaşları anlattım. Sanki benim hastalığım onun gözlerinden çalınmıştır."

Solî, Bağdat'tan bir iş için çıkıp Basra'ya gitti ve bu senede orada vefat etti. [68]

 

Îbnetüş-Şeyh Ebü'z-Zahid El-Mekkî

 

Bu hatun, Mekke'de ikamet eden ve kendini ibadete veren âbid-lerdendi. Babasının zenbil örerek kazandığı paralardan her sene ken­disine gönderdiği otuz dirhem ile nafakasını temin ederdi. Bir defa­sında babası ona bu parayı kendi arkadaşlarından biriyle göndermişti. Parayı götüren, bu hatunun nafakasına destek olmak amacıyla kendi parasından da yirmi dirhem ekleyerek ona elli dirhem vermiş­ti. Kadıncağız bu durumdan şüphelenince adama şöyle sormuştu:

- Babamın gönderdiği paraya kendi parandan ekledin mi? Rıza­sını kazanmak için haccetmekte olduğun zatın hakkı için bana doğru­yu söyle.

- Evet, yirmi dirhem ekledim.

- Paranı al ve götür. Benim buna ihtiyacım yoktur. Eğer bunu hayır yapmak amacıyla eklemiş olmasaydın sana beddua ederdim. Çünkü sen beni bu sene aç bıraktın ve seneye kadar benim çöplükler­den başka bir yerde rızkını kalmamıştır.

- Babanın sana göndermiş olduğu şu otuz dirhemi al. Benim yir­mi dirhemimi kabul etmeyebilirsin.

- Hayır, babamın gönderdiği para senin paranla karışmıştır ve senin paranın helal mi yoksa haram mı olduğunu bilmiyorum.

Adam diyor ki: «Ben o parayı babasına geri götürdüm. Ama baba­sı da kabul etmedi ve bana şöyle dedi: "Ey adam, bana karşı geldin ve tavsiyeme uymadın, kızımı da zorda bıraktın. Şü parayı al ve sadaka olarak dağıt."» [69]

 

Hicretin Üçyüzotuzyedinci Senesi

 

Bu senede Muizzü'd-Devle Bağdat'tan Musul'a hareket etti. Nasi-rü'd-Devle onun önünden kaçıp Nusaybin'e gitti. Muizzü'd-Devle b. Büveyh bu senenin ramazan ayında Musul'u ele geçirdi. Halka zulüm yaptı, mallarını gasbetti. Halk ona çok beddua etti. Sonra memleke­tin tümünü Nasirü'd-Devle b. Hamdan'ın elinden almaya karar verdi. O esnada kardeşi Rüknü'd-Devle, Horasanlıların kendisine yaptığı saldırıya karşı yardım etmesi için ona haber gönderdi. O da Nasirü'd-Devle ile barış yaparak Cezire ve Şam mıntıkalarının gelirlerinden her sene kendisine 8.000.000 dirhem verilmesini ve memleketin bü­tün camilerinin minberlerinde kendisi ile kardeşleri İmadü'd-Devle ve Rüknü'd-Devle adına hutbe okutmasını şart koştu. Bu şartlar yeri­ne getirildi. Muizzü'd-Devle Bağdat'a geri döndü. Kardeşine büyük bir orduyu takviye olarak gönderdi ve halifeden de onu Horasan vali­liğine tayin ettiğine dair bir ferman alıp ulaştırdı.

Bu senede Halep valisi Seyfü'd-Devle b. Hamdan, Bizans sınırla­rına girdi. Büyük bir Bizans ordusuyla karşılaştı. İki taraf şiddetlice savaştılar. Seyfü'd-Devle hezimete uğradı. Bizanslılar onun ve adam­larının mallarım yağmaladılar. Tarsus halkına da çok eziyetlerde bu­lundular. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin ramazan ayında Dicle ırmağının suyu, 21,3 zira kadar yükseldi.» [70]

 

Hicretin Üçyüzotuzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Abdullah B. Muhammed B. Hamdeveyh

 

Abdullah b. Muhammed b. Hamdeveyh b. Nuaym b. Hakem Ebu jyhıhammed el-Bey'. Bu zat, Hakim Ebu Abdillah en-Nisaburî'nin ba­basıdır. Altmışüç sene müddetle müezzinlik yaptı ve yirmiiki gazveye katıldı. Âlimlere 100.000 dirhem harcadı. Geceleri çok namaz kılar, çokça sadaka verirdi. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel ile Müslim b. Haccac'ın sohbetinde bulundu. îbn Huzeyme ile diğerlerinden riva­yetlerde bulundu. Bu senede doksanüç yaşında vefat etti. [71]

 

Meşhur Katip Kudame

 

Kudame b. Cafer b. Kudame Ebü'l-Ferec. Büyük bir yazardı. Ha­raca ve yazı sanatına dair eserleri vardır. Bu konuda âlimler onu ör­nek aldılar. Bazı konularda Sa'leb'den sorular sordu. [72]

 

Muhammed B. Ali B. Ömer

 

Muhammed b. Ali b. Ömer Ebu Ali el-Müzekkir. Nisabur'da vaiz­lik yaptı. Kendileriyle karşılaşmadığı bazı hadis âlimlerinden hadis­ler rivayet etti, ama bunları tedlis etti; bir şeyler karıştırdı. Bu sene­de 107 yaşında vefat etti. Allah onu affetsin. [73]

 

Muhammed B. Mutahhar B. Abdullah

 

Künyesi Ebü'l-Menca idi. Maliki mezhebine dair feraiz fakihi idi. Maliki mezhebinin fıkhına dair bir kitap yazmıştır. Ayrıca benzeri az feraiz eserleri yazmıştır. Edebiyatçıydı. Doğru sözlü ve faziletli bir imamdı. Allah ona rahmet etsin. [74]

 

Hicretin Üçyüzotuzsekizîncî Senesi

 

Bu senenin rebiyülevvel ayında Şiîlerle Ehl-i Sünnet arasında fit­ne meydana geldi. Kerh mıntıkası yağmalandı.

Bu senenin cemaziyelahir ayında Ebü's-Saib Utbe b. Ubeydullah el-Hemedanî, kadi'l-kudatlığa atandı.

Bu senede bazı suçlardan ötürü cezaya çarptırılmış olan İmran Şahin adındaki birisi isyan ederek halifeden kaçıp Betaih mıntıkası na gitti. Bu kişi, avladığı balık ve kuşları yiyerek azığım teinin edi­yordu. Zamanla etrafında avcılardan ve yol kesicilerden bir grup top­landı. Böylece güçlendi. Ebü'l-Kasım b. Beridî de onu bu mıntıkalara vali tayin etti. Muizzü'd-Devle b. Büveyh, veziri Ebu Cafer b. Büveyh ed-Damirî komutasında onun üzerine bir askeri birlik gönderdi. An­cak bu avcı İmran onu mağlup etti ve askerlerin mallarını ganimet edindi. Böylece avcı İmran b. Şahin'in gücü fazlalaştı. Bu arada vezir ansızın İmadü'd-Devle b. Büveyh'in ölümü ile karşılaştı ve şaşkınlığa uğradı. [75]

 

Ebü'l-Hasan Ali B. Büveyh'in Biyografisi

 

Büveyhoğullarının en büyüğü olup onlardan hükümdarlığa geçen ilk şahıs idi. Akıllı, maharetli ve gidişatı güzel bir kimse olup lider şahsiyetli idi. Önceki kısımlarda da anlattığımız gibi ilk olarak hicre­tin 322. senesinde ortaya çıkmıştı. Ama bu senede hastalığı ilerledi, acıları fazlalaştı. Öleceğini anladı. Sahip olduğu servet, hakimiyet, mal ve adam çokluğu ona fayda vermedi ve Allah'ın onun hakkında takdir ettiği Ölümü de kendisinden uzaklaştırmada. Deylemli Türk ve Acem askerleri de ona yardımcı olmadılar. Aksine kendilerine en faz­la muhtaç olduğu bir zamanda etrafından uzaklaştılar. Herşeye muk­tedir, herşeyi kahredici ve herşeyi bilen Allah, noksanlıklardan mü­nezzeh ve yüce bir hükümdardır.

Ebü'l-Hasan Ali b. Büveyh'in erkek evladı yoktu. Kardeşi Rük-nü'd-Devle'ye haber salıp oğlu Adüdü'd-Devle ile birlikte yanma gel­melerini ve kendisinden sonra onu veliaht tayin etmeyi istediğini bil­dirdi. Kardeşi yanma geldiğinde çok sevindi ve bütün askerleriyle onu karşılamaya çıktı. Kardeşini hükümet konağına getirdiğinde tah­tına oturttu. Kendisi de komutanlardan biri gibi karşısında durdu ki kardeşinin kendisinin emirleri, vezirleri ve yardımcıları nezdinde şa­nı yücelsin. Sonra sahip olduğu beldeler ve mallar hususunda onun için bey'atta bulundu. Memleketini ve halkını idare etme hakkını ona verdi. Bu adamları arasında önde gelen komutanlar da vardı. Böyle yapmakla kardeşinin itibarım yükseltmek istemişti. Kardeşi de önde gelen bazı kimseleri yakalamaya başladı. Adüdü'd-Devle'nin hakimi­yeti sağlansın ve işler onun namı hesabına yoluna girsin diye bunla­rın kimini öldürdü, kimini de hapse attırdı.

Sonra İmadü'd-Devle, bu senede elliyedi yaşında iken Şiraz'da ve­fat etti. Onaltı sene müddetle hüküm sürmüştü. Kendi zamanındaki hükümdarların en hayırlısı idi. Akranlarına nisbetle ilerideydi. Yarım kazanmıştı. Emirü'l-ümera idi. Halifeler ona bu unvanıyla mektup yazarlardı. Kardeşi Muizzü'd-Devle'ye gelince, onun namına Irak ve gevad mıntıkasında hüküm sürüyordu.

İmadü'd-Devle yani Ebü'l-Hasan Ali b. Büveyh vefat edince vezir Ebu Cafer ed-Damirî, avcı İmran b. Şahin ile savaşmaktan vazgeçti. Muizzü'd-Devle ona mektup yazarak Şiraz'a gitmesini ve oranın yö­netimini ele almasını emretti. Zayıflayıp gücünü kaybettikten sonra İmran böylece yeniden güçlendi. Onun durumunu yeri gelince tefer­ruatlı olarak anlatacağız. «[76]

 

 

Hicretin Üçyüzotuzsekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Muhammed B. İsmail B. Yunus

 

Künyesi, Ebu Cafer el-Muradî'dir. Mısırlıdır. Nahiv âlimi idi. Nahhas lakabıyla tanınır. Lügatçı, tefsirci ve edebiyatçıydı. Tefsire ve diğer ilimlere dair çok eserleri vardır. Hadis dinleyip rivayet etti. Mü-berred'in arkadaşlarıyla karşılaştı. Bu senenin zilhicce ayında vefat

etti.

İbn Hallikan dedi ki: «Ahmed b. Muhammed b. İsmail, bu sene­nin zilhicce ayının beşinde cumartesi günü vefat etti. Ölüm sebebi şuydu: Ölçeğin yanında oturmuş, birşeyler kesip biçiyorken oradan geçmekte olan vatandaşın biri onun Nil nehrine büyü yapmakta oldu­ğunu sanarak ayağıyla ona bir tekme vurdu. Bu yüzden o da suya dü­şüp boğuldu ve cesedinin nereye gittiği bilinemedi.»

Nahiv ilmini; Ali b. Süleyman el-Ahvez, Ebu Bekir el-Enbarî, Ebu İshak ez-Zeccac, Nafteveyhî ve diğerlerinden öğrendi. Faydalı eserleri vardır. "Tefsirul-Kur'ân", "en-Nasih ve'1-Mensuh", "Şerhu Ebyât-ı Si-beveyh" gibi eserler ona aittir. "Şerhu Ebyât-ı Sibeveyh" gibi bir eser başkalarınca tasnif edilmiş değildir. "Şerhul-Muallakat ve'd-Devavin el-Aşere" ve diğer bazı eserler de ona aittir. Neseî'den hadis rivayet etmiştir. Cidden cimri bir kimseydi, ama insanlar onun ilminden ya­rarlandılar. [77]

 

Müstekfi Billah

 

Halife Müstekfı Billah Abdullah b. Ali el-Müktefı Lillah. Bir sene, dört ay, iki gün süreyle halifelik yaptı. Sonra hal' edilerek gözlerine nıü çekildi. Bu senede kendi evinde tutuklu iken vefat etti. Vefatı sı­rasında kırkaltı yaşından iki ay almıştı. [78]

 

Ali B. Memşad B, Sahnun B. Nasr

 

Künyesi Ebü'l-Madil'dir. Kendi zamanında Nisabur'un muhaddiai idi. Birçok şehirlere seyahatlerde bulundu. Çok âlimlerden ders aldı Hadis dinledi, Kendisi de hadis rivayet etti. 400 cüzden oluşan "Müs-ned" adlı eseri tasnif etti. İşini son derece muhkem yapmak, hafızası sağlam olmak, çokça ibadette bulunmak, haramlardan fazlasıyla sa­kınmak, Allah'tan korkan bir kimseydi. Başka eserleri de vardı. Ravi. nin biri diyor ki: "Seferde ve hazarda onunla arkadaşlık ettim, melek­lerin onun aleyhinde bir günahı kayda geçirdiklerini bilmiyorum."

Onun 200 küsur cüzden oluşan bir tefsiri vardır. Hiçbir hastalığı yok iken, hamama gitmiş ve orada ansızın vefat etmişti. Vefatı bu se­ninin şevval ayının ondördünde cuma günü vuku bulmuştu. Allah ona rahmet etsin. [79]

 

Ali B. Muhammed B. Ahmed B. Hasan

 

Künyesi, Ebü'l-Hasan'dır. Bağdatlı vaizdir. Mısır'a göçmüş, orada ikamet etmiş ve nihayet Mısırlı olarak tanınmıştı. Çok hadis dinleyip toplamıştı. Darekutnî ile diğerleri de kendisinden rivayetlerde bulun­muşlardır. Vaaz meclisi vardı. Bu meclise kadınlar ve erkekler gelir­lerdi. Kadınlar, yüzünün güzelliğini görmesinler diye yüzüne peçe ta­kıp konuşurdu. Ebu Bekir en-Nakkaş, onun vaaz meclisine gelmiş ama bir tarafta gizlenmişti. Konuşmasını dinledikten sonra kalkıp kendini göstermiş ve ona hitaben: "Senden sonra başkasının kıssa an­latması haramdır." demişti.

Hatib Bağdadî dedi ki: "Ali b. Muhammed, sika, güvenilir, arif bir ravi idi. Leys ile İbn Lehia'nın hadislerini derledi. Onun zühde dair çok kitapları vardı. Bu senenin zilkade ayında, seksenyedi yaşında iken vefat etti. Doğrusunu Allah bilir." [80]

 

Hicretin Üçyüzotuzdokuzuncu Senesi

 

Bu mübarek senenin zilkade ayında Hacer-i Esved, Ka'be'deki ye­rine iade edildi. Bilindiği gibi, Karmatiler hicretin 317. senesinde onu Ka'be'deki yerinden alıp götürmüşlerdi. O zamanda Karmatîlerin hü­kümdarı Ebu Tahir Süleyman b. Ebi Said Hüseyin el-Cenabî idi. Bu hadise meydana geldiğinde Müslümanlar bunu büyük bir musibet saydılar. Emir Beckem et-Türkî, Hacer-i Esved'i Ka'be'deki yerine koymaları için Karmatîlere 50.000 dinar vermeyi teklif etti, ama on­lar yine de o mübarek taşı yerine iade etmediler ve: "Biz onu emirle aldık, yine ancak o emri bize veren zat ikinci bir emir verirse yerine iade ederiz." dediler. Hicretin 317. senesinde onu Ka'be'deki yerinden a]ıp Kûfe'ye götürdüler ve Küfe Camii'nin yedinci sütununun üzerine astılar ki, herkes onu orada görebilsin, Ebu Tahir'in kardeşi de üzeri­ne şu yazıyı yazmıştı: "Biz bu taşı emirle Ka'be'den alıp getirdik v© sonra da insanların, hacları ve menasikleri tamamlansın diye emir üzerine yerine iade ettik." Sonra o mübarek taşı çıplak bir devenin sırtına koyarak Mekke'ye gönderdiler. Zilkade ayında, bu mübarek taş Ka'be'deki yerine ulaştı. Hamd ve minnet Allah'adır.

Bu mübarek Hacer-i Esved, yirmiiki sene süreyle Ka'be'deki ye­rinden ^ayrı kalmıştı. Yerine getirilmesine Müslümanlar çok sevindi­ler. Karmatîlerden birçoğunun anlattıklarına göre; o taşı Ka'be'den alıp Kûfe'ye götürürlerken birkaç deveye yüklemişlerdi. Ancak deve­ler o mübarek taşın altında çöküp yere yığılmış ve hörgüçleri yara be­re içinde kalmıştı. Ama Ka'be'ye geri gönderdiklerinde onu bir deve yavrusuna yüklemişlerdi ve o yavru hiç de zorlanmamıştı.

Bu senede Seyfü'd-Devle b. Hamdan, 30.000 kadar askerden olu­şan büyük bir orduyla Bizans üzerine yürüdü. Sınırları aşıp ülkenin derinliklerine ve uzak mesafelere gitti. Bir çok kaleler fethetti. Bazı rumları öldürdü. Bazılarını esir aldı. Çok miktarda ganimet elde et­tikten sonra geri döndü. Rumlar onun çıkış yolunu tuttular. Berabe­rindeki askerlerden çoğunun öldürdüler ve kalanları da esir aldılar. Edindiği ganimetleri geri aldılar. Seyfü'd-Devle'nin kendisi ise az sa­yıda ki birkaç arkadaşıyla kurtuldu.

Bu senede vezir Ebu Cafer ed-Damiri vefat etti. Muizzu d-Devle, onun yerine Ebu Muhammed Hüseyin b. Muhammed el-Mühellebî'yi cemaziyelevvel ayında vezirliğe tayin etti.

Yine bu senede îmran b. Şahin adındaki avcı âsinin durumu kuv­vetlendi. Muizzü'd-Devle onun üzerine peşpeşe ordular şevketti, an­cak birbiri ardınca bozguna uğradılar. Sonra Muizzü'd-Devle onunla barış yapmaya ve onu bulunduğu yerlere vali tayin etmeye yöneldi ve ileride de anlatacağımız bazı durumlar meydana geldi. [81]

 

Hicretin Üçyüzotuzdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Davud B. Babşâz

 

Künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Mısırlıydı. Bağdat'a geldi. İnsanların en faziletlerinden ve âlimlerinden oldu. Hanefî mezhebine mensuptu. Geniş bir zekâsı, kuvvetli bir kavrayışı vardı. Hadis yazdı. Sika bir ravi idi. Bu senede Bağdat'ta vefat etti. Şoniziye mezarlığına defne­dildi. Henüz kırk yaşına varmamıştı. [82]

 

Halife Kahir Billah

 

Muhammed Kahir Billah b. Mutedid Billah. Bir sene altı ay yedi gün süreyle halifelik yaptı. Zorba ve çabuk intikam alan bir kimseydi Veziri Ebu Ali b. Mukle, ondan korkup gizlendi ve Türklerin yanında onun aleyhinde faaliyetlerde bulunmaya başladı. Bunun üzerine Türkler onu hal' edip gözlerine mil çektiler. Bir süre hilafet sarayına bırakıldı. Sonra hicretin 330. senesinde oradan alınıp İbn Kahir'in evine götürüldü. Yoksul düşmüş, şiddetli derecede muhtaç olmuştu Hatta bazı günlerde dilendiği de vakidir. Bu senede elliiki yaşında vefat etti ve babası Mutedid'in mezarının yanma defnedildi. [83]

 

Muhammed B. Abdullah B. Ahmed

 

Künyesi, Ebu Abdillah es-Seffar'dır. İsfahanlıdır. Kendi çağında Horasan'ın muhaddisi idi. Çok hadis dinledi. İbn Ebi Dünya'dan bazı hadisleri rivayet edip kendi kitaplarına nakletti. Duası müstecap bir insandı. Kırk küsur sene müddetle başını göğe hiç kaldırmadı. Bunu da utandığından dolayı böyle yapıyordu ve şöyle diyordu: "Adım Mu­hammed, babamın adı Abdullah, annemin adı Amine'dir." Kendisinin adının Peygamber Efendimizinkine, babasının adının Peygamber Efendimizin babasının adına, annesinin adının da Peygamber Efendi­mizin annesinin adına muvafık olması nedeniyle çok sevinirdi. [84]

 

Farabî

 

Künyesi Ebu Nasr'dır. Türk filozofudur. Musikiye dair bilgisi her­kesten daha fazlaydı. Öyle ki, musiki sanatı sayesinde dinleyicilere ulaşabiliyor, onları etki altına alabiliyordu. Dilerse ağlayan veya gü­len veya uyuyan kimseyi harekete geçirirdi. Felsefede ustaydı. "Te-fakkuhu İbn Sina" isimli eser, onun kitapları arasında yer alır.

Fafabî, insanların bedenen değil de ruhen haşrolunacaklarma inanırdı ve ancak âlim ruhların haşredileceklerini, cahil ruhların ise haşredilmeyeceklerini söylerdi. Onun bu hususta Müslümanlara ve kendisinden önceki felsefecilere aykırı bir inanışı ve metodu vardı. Eğer bu inançla ölmüş ise, Alemlerin Rabbinin laneti onun üzerine olsun.

Ibnü'l-Esir'in "el-Kâmil" adlı eserinde ifade ettiğine göre Farabî, Dımışk'ta ölmüştür. Kokuşmuş ve manen çirkin bir kimse olduğun­dan ötürüdür ki İbn Asakir, "Tarih"inde ondan bahsetmemiştir. Doğ­rusunu Allah bilir. [85]

 

Hicretin Üçyüzkırkıncı Senesi

 

Bu senede Umman valisi birçok gemi dolusu askerle hücuma ge­çerek Basra'yı ele geçirmek istedi. Ebu Yakub el-Hecerî de onun yar­dımına gelmişti. Ancak vezir Ebu Muhammed el-Mühellebî, karşı ko­yarak onu Basra'dan geri çevirdi. Adamlarından bir kısmını esir aldı. Birçok gemilerini ganimet edindi ve bu gemileri, içindeki esirlerle bir­likte önüne katıp Dicle ırmağından getirdi. Büyük bir alayişle bu ga­nimetlerle beraber Bağdat'a girdi. Allah'a hamdolsun.

Bu senede, tıpkı Hallac-ı Mansur gibi zındıklığından ötürü öldü­rülen Ebu Cafer b. Ebi'l-İz'in adamlarından biri yakalanıp vezir Ebu Muhammed el-Mühellebî'nin huzuruna çıkarıldı. Bu adam Ebu Cafer b. Ebi'l-İz'in ileri sürdüğü iddiaları sürdürüyordu. Bağdatlı bazı ca­hiller de ona uymuşlar ve onun rablık iddiasını doğrulamışlardı. İddi­asına göre peygamberlerle sıddıklarm ruhları güya kendilerine inti­kal ediyormuş. Evinde onun bu iddialarını içeren bazı kitaplar da bu­lundu.

Fakat bu adam, öleceğini anlayınca -Muizzu d-Devle b. Büveyh'in huzuruna götürülmesini sağlamak amacıyla- Şiî olduğunu iddia etti. Çünkü Muizzü'd-Devle b. Büveyh, Raflzileri severdi. Allah onu kah­retsin. Böyle dediğinden ötürü vezir, Muizzü'd-D evle'den korktuğu ve Şiîlerin kendisine karşı ayaklanacağından endişe ettiği için ona bir şey yapamadı. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Kendisine birşey yapmadı ama onun ve ta­raftarlarının mallarına el koydu ve bu mallara; "Bunlar zındıkların mallarıdır." dedi.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: "Bu senenin Ramazan ayında mezhep nede­niyle büyük bir fitne koptu." [86]

 

Hicretin Üçyüzkırkıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Eşheb B. Abdülaziz

 

Eşheb b. Abdülaziz b. Ebi Davud b. İbrahim Ebu Ömer el-Amirî. Ömer b. Rüey'ye nisbet edildiğinden ötürü kendisine Ebu Ömer el-

Amirî denilmiştir. Meşhur fakihlerdendi. Bu senenin şaban ayında vefat etti. [87]

 

Ebü'l-Hasan El-Kerhî

 

Meşhur Hanefi imamlarmdandır. Hicretin 260. senesinde Bağ­dat'ta doğdu. Ebu Hanife'nin fıkhını okudu. Ülkede Hanefi'lerin reisli­ği makamına yükseldi. Kendini ibadete vakfeden, çok namaz kılan çok oruç tutan, yoksulluğa sabreden ve insanların ellerinde bulunan mallara rağbet etmeyen bir kimseydi. Ayrıca Mutezilelikte de reis du­rumundaydı. İsmail b. İshak el-Kadi'den hadis dinledi. Hayve ile İbn Şahin de ondan hadis rivayet ettiler.

Ömrünün sonlarında felç oldu. Arkadaşlarının bir kısmı toplandı­lar ve -hastalığında kendisine yardımcı olsun, mali destekte bulun­sun diye- durumunu Seyfü'd-Devle b. Hamdan'a mektupla bildirmek hususunda aralarında müşavere ettiler. Ebü'l-Hasan, arkadaşlarının bu niyetlerini anlayınca başını göğe kaldırıp şöyle dedi: ''Allah'ım, rız­kımı ancak daha önce bana alıştırdığın yerlerden gönder. Başkasına muhtaç etme beni." Böyle dedikten sonra Seyfü'd-Devle'nin gönderdi­ği para kendisine ulaşmadan vefat etti. Seyfü'd-Devle ona 10.000 dir­hem göndermişti. Ancak bu para onun vefatından sonra geldi ve ar­kadaşları bu senenin şaban ayında o parayı sadaka olarak dağıttılar. Kendisi seksen yaşında vefat etmişti. Cenaze namazını arkadaşı Ebu Temmam Hasan b. Muhammed ez-Zeynebî kıldırdı. Vasıtiler nehri kıyısında Derbi Ebi Zeyd mezarlığına defnedildi. [88]

 

Muhammed B. Salih B. Yezid

 

Künyesi, Ebu Cafer el-Verrak'tır. Çok hadis dinledi. Sağlam bir zekası ve hafızası vardı. Sika ve zahid bir kimseydi. Ancak kendi el emeğiyle kazandığı parayı verdi. Gece namazını asla terketmezdi. Ar­kadaşlarından biri şöyle demiştir: "Birçok seneler onunla arkadaşlık ettim, Aziz ve Celil olan Allah'ı razı edecek işlerden başka bir iş yap­tığını görmedim. Kendisine soru sorulmadan konuşmazdı. Gecenin çoğunu namazla geçirirdi." [89]

 

Mansur B. Karatekin

 

Emir Nuh es-Samanî tarafından Horasan ordularının komutanlı­ğına tayin edilmişti. Yakalandığı bir hastalıktan kurtulamayıp bu se­nede vefat etti. Başka bir rivayette anlatıldığına göre o peşpeşe, gün­lerce içki içmiş ve bu sebeple ölmüştür.

Kendisinden sonra ordu komutanlığına Ebu Ali el-Muhtac ez-Zü-cacî atanmıştı. Bu zat, "el-Cümel" adlı nahiv kitabının musannifidir. Künyesi, Ebu 1-Kasım Abdurrahmaıı b. İshak'tır. Nahivci ve lügatçıy-dı. Aslen Bağdatlıdır. Sonra Dımışk'a yerleşmiştir. el-Cümel adlı çok faydalar içeren nahiv kitabının musannifidir. Bu kitabı Mekke'de yazmıştır. Kitabın her bir babını yazdıktan sonra Ka'be'yi tavaf eder ve insanların bu kitaptan faydalanmaları için dua ederdi. Nahiv ilmi­ni önce Muhammed b. Abbas el-Yezidî'den, sonra Ebu Bekir b. Dü-reyd ve İbnü'l-Enbarî'den öğrendi. Hicretin 337. senesinin receb ayın­da Dımışk'ta vefat etti. 339. senede veya 340. senede vefat ettiğine dair çeşitli rivayetler de vardır. Taberiye'de vefat ettiğine dair başka bir rivayet de bulunmaktadır. el-Cümel kitabının üzerine birçok şerh­ler yazılmıştır ki bunların en güzeli ve en derli toplusu İbn Usfur ta­rarından yazılmış olanıdır. Doğrusunu Allah bilir. [90]

 

Hicretin Üçyüzkırkbirinci Senesi

 

Bu senede Bizanslılar Suruç'u ele geçirmişler, halkını öldürüp mescidlerini yakmışlardı.

İbnü'1-Esir dedi ki: «Bu senede Umman valisi Musa b. Vecih Bas­ra'ya hücum etti, ancak önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi vezir Mühellebî ona karşı koydu ve şehire girmesine engel oldu.»

Bu senede Muizzü'd-Devle, vezirini cezalandırdı ve ona yüzelli kırbaç vurdurdu. Ancak onu azletmedi, aksine hapse atıp kapısına nöbetçi diktirdi.                                                                    '

Bu senede Mısırlılarla Iraklılar Mekke'de çatıştılar ve Mısır vali­si adına hutbe okuttular. Sonra Iraklılar onları mağlub ederek Rük-nü'd-Devle b. Büveyh adına hutbe okuttular. [91]

 

Hicretin Üçyüzkırkbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Mansur El-Fatımî

 

Ebu Tahir İsmail b. Kaim Biemrillah Ebü'l-Kasım Muhammed b. Ubeydullah el-Mehdi. Mağrib ülkesinin hükümdarıydı. Otuzdokuz yaşında vefat etti. Yedi sene ve onaltı gün müddetle halifelik yapmış­tı. Akıllı, cesaretli, atılgan bir kimseydi. Cesareti, atılganlığı ve meta­neti hususunda kendisiyle boy ölçüşemeyecek olan Ebu Yezid el-Hari-cî'yi mağlup etti. Fesahat ve belagat sahibi bir kimseydi. İrticalen hutbe okurdu.

İbnü'l-Esir'in "el-Kâmil" adlı eserinde anlattığı gibi, ölüm sebebi vücudundaki hararet azlığı idi. Tabipler onun tedavisi hususunda ih­tilafa düşmüşler ve çaresiz kalmışlardı. Kendisinden sonraki dönem için Muiz el-Fatımî'yi veliaht tayin etti. Muiz, ileride de açıklaması ve adı verilecek olan Muizziye Kahiresinin banisi idi. O zaman kendisi yirmidört yaşındaydı. O da yürekli, akıllı ve ileri görüşlü bir kimsey­di. Berberilerden ve o çevredeki mıntıkaların ahalisinden olan kimse­lerin çoğu ona itaat ettiler. O da kölesi Cevher el-Kaid'i gönderdi ve Cevher onun adına Mısır'a sınırdaş olan Kahire'yi inşa etti ve orada onun için bir hükümet konağı inşâ etti. İki bloktan oluşan bu konak ileride de anlatılacağı gibi hicretin 364. senesinde inşa edilmişti. [92]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/324.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/324-325.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/325.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/325.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/325.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/326.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/326.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/326-327.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/327.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/327.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/327.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/327-329.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/329-330.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/330.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/330.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/331.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/331.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/331-332.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/332-334.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/334-335.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/335.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/335-336.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/336.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/336-337.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/337-338.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/338-340.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/340.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/340.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/340-346.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/346.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/346-347.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/347.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/347-348.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/349-352.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/352.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/352-353.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/353.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/354.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/355-356.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/356-357.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/357.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/357-358.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/358.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/358-361.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/361.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/361-362.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/362-363.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/364-365.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/365.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/365.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/365-366.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/366-368.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/368-369.

[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/369.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/370.

[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/370.

[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/370-372.

[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/372.

[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/372-373.

[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/373.

[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/373.

[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/373-375.

[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/375.

[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/375-376.

[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/376.

[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/376.

[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/376-377.

[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/377.

[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/377-378.

[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/378-379.

[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/379.

[72] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/379.

[73] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/379.

[74] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/379.

[75] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/379-380.

[76] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/380-381.

[77] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/381.

[78] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/381.

[79] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/382.

[80] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/382.

[81] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/382-383.

[82] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/383.

[83] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/384.

[84] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/384.

[85] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/384.

[86] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/385.

[87] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/385-386.

[88] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/386.

[89] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/386.

[90] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/386-387.

[91] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/387.

[92] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/387-388.