İsmail B. Muhammed B. İsmail B. Salih
Hicretin
Üçyüzkırkikinci Senesi
Hicretin
Üçyüzkırkikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Üçyüzkırküçüncü Senesi
Hicretin
Üçyüzkırküçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ali
B. Muhammed B. Ukbe B. Hümam
Hicretin
Üçyüzkırkdördüncü Senesi
Hicretin
Üçyüzkırkdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Muhammed
B. Ahmed B. Muhammed B. Ahmed
Muhammed
B. Ahmed B. Batte B. İshak El-İsfahanî
Muhammed
B. Muhammed B. Yusuf B. Haccac.
Hicretin
Üçyüzkırkbeşinci Senesi
Hicretin
Üçyüzkırkbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Muhammed
B. Ali B. Ahmed B. Rüstem
Hicretin
Üçyüzkırkaltıncı Senesi
Hicretin
Üçyüzkırkaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Üçyüzkırkyedinci Senesi
Hicretin
Üçyüzkırkyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Üçyüzkırksekizinci Senesi
Hicretin
Üçyüzkırksekizînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
İbrahim
B. Şeyban El-Karmikînî
Cafer
B. Muhammed B. Nusayr B. Kasım..
Muhammed
B. İbrahim B. Yusuf B. Muhammed.
Muhammed
B. Cafer B. Muhammed B. Fudale.
Ebu
Muhammed Abdillah B. Ahmed
Hicretin
Üçyüzkırkdokuzuncu Senesi
Hicretin
Üçyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hassan
B. Muhammed B. Ahmed B. Mervan.
Abdülvahid
B. Ömer B. Muhammed B. Ebi Haşim
Hicretin
Üçyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Endülüs
Hükümdarı Abdurrahman El-Ümevî
Hicretin
Üçyüzellibirincî Senesi
Hicretin
Üçyüzellibirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Da'lec
B. Ahmed B. Da'lec B. Abdurrahman
Hicretin
Üçyüzelliikinci Senesi
Ermeni
Hükümdarı Nikofor (Domestikos)'Un Biyografisi
Hicretin
Üçyüzellıüçüncü Senesi
Künyesi Ebu Ali
es-Seffar'dır. Muhaddislerdendir. Müberred ile karşılaştı ve onunla arkadaşlık
ederek tanındı. Hicretin 247. senesinde doğdu. Hasan b. Arefe'den, Abbas
ed-Durî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Aralarında Darekutnî'nin de
bulunduğu bir cemaat kendisinden rivayetlerde bulundu. Seksendört sene ramazan
orucunu tuttu. Bu senede doksandört yaşında vefat etti. Yüce Allah ona rahmet
etsin. [1]
Ahmed b. Muhammed b.
Ziyad b. Yunus b. Dirhem Ebu Said b. el-Arabî. Mekke'de yaşadı. Harem şeyhi
oldu. Cüneyd b. Muhammed, en-Nurî ve diğerleriyle arkadaşlık etti. Hadis
müsnedi ve sofiye ile ilgili kitaplar tasnif etti. [2]
Mansur el-Ubeydî
lakabıyla lakaplandı. Fatımî olduğunu iddia etti. Mağrib ülkesinin
hükümdarlığım yaptı. Kahire şehrinin kurucusu Muiz'in babasıdır. Kendisi de
Mağrib ülkesinde Mansuriye şehrini kurmuştur.
Onunla ilgili olarak
Ebu Cafer el-Mervezî şöyle demiştir: «Ebu Yezid el-Haricî'yi bozguna uğrattığı
seferine ben de kendisiyle birlikte çıkmıştım. Yolda gitmekte iken bir ara
mızrağı yere düştü. İnip yerden kaldırdım ve ona uzattım. Sonra yolda giderken
şairin şu sözünü okuyarak onunla şakalaştım:
'Asasını yere bıraktı
ve orada ikamet etti. Tıpkı yolcunun dönüş esnasında gözünün aydınlanışı gibi
rahatladı."
O da bana şöyle dedi:
"Niçin Cenâb-ı Allah'ın buyurduğu ayet-i kerimeyi okumadın? Şunu okusaydın
daha iyi olurdu:
"Biz de Musa'ya:
"Asam koyuver" dedik, o da koyuverdi: Hemen onların uydurduklarını
yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. İşte orada
yenildiler, küçük düştüler." (ei-A'râf, 117-120.)
Ben kendisine dedim
ki:
- Sen Rasûlullah
(s.a.v.)'in kızının oğlusun. Bildiğin şeylerin sadece bir kısmını söyledin.
Bense bildiklerimin en üstününü söyledim.
Ibn Hallikan dedi ki:
«Böyle bir hadise, Abdülmelik b. Mervan hakkında da cereyan etmişti. O,
Haccac-ı Zalim'e, Mescid-i Aksa için bir kapı inşa etmesini ve üzerine de kendi
adını yazmasını emretmişti. Bu emir üzerine Haccac onun için bir kapı inşa
etmiş, sonra da kendi adına da bir kapı inşa ettirmişti. Kapı inşaatı
tamamlandıktan sona Abdülmelik'in adına yaptırılan kapının üzerine bir yıldırım
düşmüş ve kapıyı yakmıştı. Bunun üzerine Abdülmelik Irak'ta bulunan Haccac'a
bir mektup yazarak bu konuda ne düşündüğünü sormuş, Haccac da ona şu cevabı
göndermişti:
"Ben ve senin
durumu yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesinde verdiği misale benzemektedir:
"Ey Muhammed!
Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban
sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kabul
edilmeyen; Andolsun seni öldüreceğim' deyince kardeşi: Allah ancak
sakınanların takdimesini kabul eder1 demişti." (ei-Mâide, 27.)
Halife, bu cevabı
üzerine Haccac'dan memnun ve hoşnud olmuştu.»
Mansur, bu sene
görülen şiddetli soğuklardan ötürü ölmüştür. Doğrusunu Allah bilir. [3]
Bu senede Halep valisi
Seyfü'd-Devle, Bizans topraklarına girdi. Bizanslılardan çok sayıda adam
öldürdü. Bir kısmım da esir aldu. Bol miktarda ganimet elde edip salimen geri
döndü.
Bu senede Mekke'de
hacılar arasında anlaşmazlık meydana geldi. Ibn Toğac'm adamlarıyla
Muizzü'd-Devle'nin adamları arasında çarpışmalar cereyan etti. Iraklılar, İbn
Toğac taraftarlarını mağlub edip Muizzü'd-Devle adına hutbe okuttular. Haccın
tamamlanmasından sonra yine ihtilafa düştüler. Iraklılar, yine İbn Toğac'ın
adamlarını mağlub ettiler. Horasanlılarla Samaniler arasında çok savaşlar çere-
yan etti ki
"el-Kâmü" adlı eserinde İbnü'I-Esir bu savaşları bütün sa-fahatıyla
detaylı olarak anlatmaktadır. [4]
Künyesi
Ebü'l-Kasım'dır. Tenuh kabilesindendir. Kadı Ebü'l-Ka-sim et-Tenuhî'nin
dedesidir. Hatib Bağdadî'nin şeyhidir. Antakya'da doğdu. Bağdat'a geldi ve orada
Ebu Hanife'nin mezhebine göre fıkıh öğrendi. Mutezile ekolüne göre kelamı
bilirdi. İlm-i nücumu da bilir, şiir okurdu. Ahvaz'da ve diğer şehirlerde
kadılık yaptı. Bağavî'den ve diğerlerinden hadis dinledi.
Zeki, kavrayışlı,
hafızası sağlam bir kimseydi. Henüz onbeş yaşında iken, şair Da'bül'ün
kasidesini bir gecede ezberledi ki, bu kaside 600 beyit idi. Ertesi sabah
kasideyi ezbere okuyunca babası kalkıp onu kucakladı. Gözlerinin ortasından
öptü ve şöyle dedi: "Ey oğulcuğum, bu uzun kasideyi bir gecede
ezberlediğini sakın kimseye söyleme ki sana nazar değmesin."
İbn Hallikan'ın
anlattığına göre Ali b. Muhamed, vezir Mühelle-bî'nin nedimi idi. Seyfü'd-Devle
b. Hamdan'm ziyaretine gitti. Sey-fü'd-Devle ona ikram ve ihsanda bulundu. O da
Seyfü'd-Devle'ye kendi güzel şiirlerinden bazılarını okudu. Okuduğu
şiirlerinden biri şarapla ilgili şu şiiri idi:
"Sana gelen sanki
güneşten yaratılmış ve gündüzleyin bir bardak içinde zuhur etmiştir.
Havadır ama kurudur,
sudur ama akar değildir.
O kaseyi elinde dolaştıran
kişi sanki güneşin zevale veya gündüze meyledişi gibi bir parlaklık saçar.
Yasemin zırhına
bürünmüş ve yeniden sanki nar çiçeği rengine bürünmüştür." [5]
Muhammed b. İbrahim b.
Hüseyin b. Hasan b. Abdülhailak Ebü'l-Ferec el-Bağdadî. Şafiî fıkıhçısıydı. İbn
Sekre adıyla tanınırdı. Mısır'a yerleşti, orada hadis rivayet etti. Ebü'1-Feth
b. Mesrur, ondan hadis rivayet etmiş ve kendisinde biraz gevşeklik (leyyin)
bulunduğunu söylemiştir. [6]
Muhammed b. Musa b.
Yakub b. Me'mun b. Harun Reşid. Künyesi, Ebu Bekir'di. Hicretin 268. senesinde
Mekke valiliğine tayin edildi. Sonra Mısır'a geldi. Orada Ali b. Abdülaziz
el-Bağavî'den, İmam IVtalik'in "Muvatta" adlı hadis kitabını okudu ve
rivayet etti. Güvenilir bir ravi idi. Bu senenin zilhicce ayında Mısır'da
vefat etti. [7]
Bu senede
Seyfü'd-Devle b. Hamdan ile Domestikos arasında bir savaş meydana geldi.
Domestikos'un adamlarından bir kısmı öldürüldü. Aralarında büyük komutanların
bulunduğu bir grup adamı da esir alındı. Öldürülenler arasında Domestikos'un
oğlu Konstantin de vardı. Bu savaş bu senenin rebiyülevvel ayında yapıldı.
Sonra Domestikos çok
asker topladı ve bu senenin şaban ayında Seyfü'd-Devle ile tekrar karşı karşıya
geldi. Aralarında büyük savaşlar ve şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Zafer
Müslümanların oldu. Cenâb-ı Allah, kafirleri yardımsız bırakıp hezimete
uğrattı. Onlardan çok sayıda adam öldürüldü ve reislerinden bir grup esir
alındı. Esir almanlar arasında Domestikos'un damadı ve kızının oğlu da vardı.
Bu senede insanlar
çeşitli çok hastalıklara hammaya ve boğaz ağrılarına müptela oldular.
Bu senede Horasan ve
Maveraünnehir valisi Emir Hamid b. Nuh b. Nasr es-Samanî vefat etti.
Kendisinden sonra yerine oğlu Abdül-melik geçti. [8]
Künyesi Ebu Ali'dir.
Katiplik yapmıştır. Mısırlıdır. Ebu Ali er-Ruzbarî ve diğerleriyle arkadaşlık
yapmıştır. Osman el-Mağribî onun büyük bir insan olduğunu ifade edip şöyle
derdi: "Katip Ebu Ali, Allah yolunun yolcularındandır."
Hasan b. Ahmed'in Ebu
Abdirrahman es-Sülemî tarafından nakledilen güzel sözlerinden biri şudur:
"Sevgi
rüzgarlarının kokusu, gizleseler bile sevenlerin üzerinden etrafa saçılır, her
ne kadar bunu gizleseler de bunun delilleri ortaya çıkar. Her ne kadar üzerini
perdeleseler de açığa çıkar."
Böyle dedikten sonra
da şu şiiri okudu:
"İnsanların
nefisleri onun zikrini bir sır olarak gizleseler de,
Onun kokusu,
konuştuklarında ortaya çıkar.
Nefesleri o güzel
kokuyu çıkarıp ortaya çıkar.
Misk kokusunun sırrı
rüzgara bırakıldığında hiç gizlenir mi?" [9]
Künyesi Ebü'l-Hasan
eş-Şeybanî'dir. Kûfelidir. Bağdat'a geldi ve orada bir cemaatten hadis dinledi.
Darekutnî de kendisinden hadis dinleyip rivayet etti. Sika ve adaletli bir ravi
idi. Çok Kur'ân okuyan fakih bir kimseydi. Yetmişüç sene müddetle hakimlerin
huzurunda şahidlik yaptı. Şahadeti hakimler nezdinde makbuldü. Hamza ez-Zeyyad
Camii'nde yetmiş küsur sene müezzinlik yaptı. Daha önce babası da aynı şekilde
orada bir o kadar süreyle müezzinlik yapmıştı.
[10]
Muhammed b. Ali b.
Ahmed b. Abbas el-Kerhî. Edip bir kimseydi. Âlim, zahid ve takvalıydı. Her gün
Kur'ân'ı hatmederdi. Devamlı oruç tutardı. Abdan'dan ve akranlarından hadis
dinleyip rivayet etti. [11]
Abid ve zahid bir
kimseydi. Arap asıllıdır. Antakya'nın kazalarına bağlı Tınan köyünde ikamet
ederdi. Eli kesik olduğu için kendisine "Akta" (kesik) denilirdi.
Daha önce Cenâb-ı Allah'a bir söz vermiş, ama bu sözünü bozmuştu. Bir zaman
tesadüfen çölde dolaşmakta, tenhalarda ibadet etmekte iken bir hırsız
topluluğuyla birlikte yakalandı ve onlarla beraber eli kesildi. Harika halleri
ve kerametleri vardı. Sağlam olan tek eliyle zenbil dokurdu. Adamın biri
yanına gitmiş ve onun bu durumunu görünce hayatta olduğu müddetçe bu durumunu
kimseye anlatmaması için ondan söz almıştı. Adam da ona bu hususta kesin söz
vermiş ve sözüne bağlı kalmıştı. [12]
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
Bu senede Bağdat, Vasıt, İsfahan ve Ahvaz şehirlerinde kan, safra ve vebadan
oluşan bir hastalık salgın halinde insanlara musallat oldu. Bu yüzden birçok
insan öldü. Öyle ki her gün 1.000'e yakın kişi toprağa veriliyordu.
Bu senede çok miktarda
çekirge baskını oldu. Bunlar sebzeleri, meyveleri ve ağaçlardaki yapraklan
yeyip tükettiler.
Muharrem ayında
Muizzü'd-Devle, kendisinden sonra emirü'l-umera olması için oğlu Ebu Mansur
Bahtiyar'ı veliaht tayin etti.
Bu senede Azerbaycan
taraflarında bir adam ortaya çıkıp gaybı bildiğini iddia etti. Bu kişi, et
yemeyi ve hayvani ürünleri haram kılıyordu. Bir defasında adamın biri onu
evine konuk etti ve ona iç yağı karıştırılmış bir tarhana çorbası takdim etti.
O da bu çorbayı yedi. Ev sahibi, sofrada bulunanların tümünün huzurunda ona
dedi ki: "Sen gaybı bildiğini iddia ediyorsun, ama bu çorba senin haram
kıldığın iç yağı ile yapılmıştır. Bunu neden bilemedin?!" Bundan sonra
insanlar onun etrafından dağılıp gittiler.
Bu senede Muiz
el-Fatımî ile Endülüs hükümdarı Abdurrahman Nasır el-Ümevî arasında çok
savaşlar cereyan etti. Bu savaşların tüm safahatını İbnü'1-Esir anlatmıştır. [13]
Osman b. Ahmed b.
Abdullah b. Yezid Ebu Amr ed-Dakkak. İbn Semmak adıyla bilinirdi. Hanbel b.
İshak ile diğerlerinden hadis rivayet etti. Darekutnî ile diğerleri de
kendisinden rivayetlerde bulundular. Sika ve sebatkâr bir ravi idi. Kendi
eliyle birçok eserler yazdı. Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti ve
Babü't-Tibn mezarlığına defnedildi. Cenazesine 50,000 kişi katılmıştı. [14]
Künyesi Ebu Cafer
es-Sümmanî'dir. Kadılık yapmıştır. Hicretin 361. senesinde doğdu. Bağdat'a yerleşti
ve orada hadis rivayet etti. Güvenilir, cömert, güzel sözlü ve âlim bir
kişiydi. Iraklıların mezhebine tabiydi. Evi âlimlerin toplantı yeriydi. Sonra
Musul kadılığına tayin edildi ve bu senenin rebiyülevvel ayında orada vefat
etti. [15]
Künyesi, Ebu
Abdillah'tır. Nisabur'a gidip yerleşti. Sonra İsfahan'a döndü.
Burada sözünü
ettiğimiz bu zat, Abdullah b. Batte el-Akberî değildir. Çünkü Abdullah b.
Batte el-Akberî, bu kişiden önce yaşamış olup Taberanî'nin şeyhidir. Ama
kendisinden bahsetmekte olduğumuz ikinci İbn Batte ise Taberanî'den rivayette
bulunmuştur ve
Hanbelî fakihidir.
Dedesi İbn Batte b. İshak Ebu Said de muhaddis-lerden idi. İbnü'l-Cevzî,
"el Muntazam" adlı eserinde ondan bahsetmiştir. [16]
Künyesi,
Ebü'n-Nadr'dır. Fakihtir. Tus şehrindendir. Âlim, güvenilir ve abid bir
şahsiyettir. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı. Azığından
fazlasını sadaka olarak verirdi. İyiliği emredip kötülüğü yasaklardı. Hadis
toplamak amacıyla uzak iklimlere ve beldelere seyahatlerde bulundu. Geceyi üç
kısma ayırmıştı. Bir kısmı uyku, bir kısmı eser yazmak, bir kısmı da okumak
içindi. Vefatından sonra adamın bir onu rüyasında görmüş ve oria: "Amacına
ulaşabildin mi?" diye sormuş o da şu cevabı vermişti: "Evet, vallahi
Rasûlullah (s.a.v.)'m yanındayız. Hadisle ilgili eserlerimi ona arzettim. O da
kabul etti." [17]
Şafiî fikıhçısıdır.
Asıl adı Muhammed b. Ahıned b. Muhammed Ebu Bekir b. Haddad'dır. Şafiî
imamlarındandır. Neseî'den rivayetlerde bulunmuş ve: "Ben onu kendimle
Aziz ve Celil olan Allah arasında bir hüccet olarak benimseyip kabul
ettim." demiştir. İbn Had-dad, füruatla ilgilenen bir fakihti. Muhaddis,
nahivci, ibaresi fasih, görüşü keskin ve füruata dikkatle nazar eden bir zattı.
Füruatla ilgili benzersiz bir eseri vardır. Ebu Ubeyd b. Harbeveyh'e vekaleten
Mısır kadılığı yaptı. "Tabakatü'ş-Şafiiyye" adlı kitapta kendisinden
bahsetmişiz dir. [18]
İshak b. İbrahim b.
Haşim b. Yakub en-Nehdî.
İbn Asakir dedi ki:
«Ebu Yakub el-Ezraî yani İshak b. İbrahim, Ezruat haklmdandır. Ezruat, Belka'ya
bağlı bir şehirdir. Sika raviler-den ve Allah'ın salih kullarındandır. Hadis
toplamak amacıyla çeşitli memleketlere seyahatlerde bulundu. Hadis toplayıp
rivayet etti. Dımışk'ın en önde gelen şahsiyetlerinden, abidlerinden ve
âlimlerinden bir cemaat da kendisinden hadis rivayet etti.»
İbn Asakir, onun
salihliğine ve harikulade bir şahsiyet olduğuna delalet eden bazı durumlarını
ve sözlerini nakletmiştir. Onun sözlerinden biri şudur:
"Cenâb-ı
Allah'tan gözlerimi almasını diledim. İşte kör oldum, abdest alırken sıkıntı
çektiğimde Cenâb-ı Allah'tan gözlerimi bana tekrar geri vermesini diledim.
İşte gözlerimi bana tekrar verdi."
Ebu Yakub el-Ezraî, bu
senede Dımışk'ta vefat etti. İbn Asakir de bunun sahih olduğunu söylemiştir.
Vefat ederken doksan küsur yaşındaydı. [19]
Bu senede Ruzbihan,
Muizzü'd-Devle'ye başkaldırdı, Ahvaz taraflarına çekildi. Daha Önce kendisiyle
savaşmakta olan Mühellebî'nin maiyetindeki bir grup asker de bu isyancıya
iltihak ettiler.
Muizzü'd-Devle bunu
duyunca bir türlü inanamadı. Çünkü o Ruzbihan'a iyilikte bulunmuş, zelil
olduktan sonra kendisinin kadrini yüceltmişti. Ama daha sonra durumun gerçek
olduğunu anlayınca onunla savaşmak üzere yola çıktı. Halife Muti Lillah da,
Nasirü'd-Devle b. Hamdan'dan korktuğu için onun peşine takıldı. Onun, oğlu Ebu
1-Merca Cabir'le birlikte bir ordu hazırlayıp harekete geçirdiğini ve ele geçirmek
üzere Bağdat'a sevkettiğini duymuştu.
Muizzü'd-Devle, hacibi
Sebüktekin'i Bağdat'a gönderdi. Kendisi de Ruzbihan'm üzerine hücum etti. İkisi
şiddetle savaştılar. Muizzü'd-Devle, Ruzbihan'ı hezimete uğrattı. Adamları
darmadağın oldu ve Ruzbihan'ın kendisi, Muizzü'd-Devle tarafından esir alınıp
Bağdat'a getirilerek zindana atıldı. Sonra da geceleyin onu zindandan çıkarıp
boğdurdu. Çünkü Deylemliler onu zorla zindandan çıkarmaya kasdetnıişlerdi.
Böylece Ruzbihan ile kardeşlerinin adı sanı yokoldu. Daha önce o ateş gibi
parlamış ve etrafa ün salmıştı.
Türkler,
Muizzü'd-Devle'nin yanında itibar sahibi oldular. Dey-lemlilerse itibarlarını
yitirdiler. Çünkü Ruzbihan ile kardeşleri meselesinde Deylemlilerin
hainlikleri ortaya çıkmşıtı. Muizzü'd-Devle bunu anladığı için onları gözden
çıkardı.
Bu senede
Seyfü'd-Devle Bizans'a girdi. Birçok Bizanslıyı öldürdü. Bir kısmını esir alıp
Halep'e döndü. Bizanslılar buna çok öfkelendiler. Asker toplayıp
Meyyafarikin'e (Silvan'a) hücum ettiler. Bir kısım halkı öldürüp bir kısmını
esir aldılar. Evleri yakarak geri döndüler. Deniz yoluyla Tarsus'a doğru
gittiler. Orada ahaliden 1.800 kişiyi öldürdüler. Bir kısmım esir alıp köylerin
çoğunu yaktılar.
Bu senede Hemedan'da
şiddetli bir deprem meydana geldi. Bu yüzden evler yıkıldı. Kasr-ı Şirin, bir
yıldırım nedeniyle ikiye bölündü. Yıkıntılar altında çok sayıda insan öldü.
îsfahanhlarla Kumlular
arasında Kumluların sahabelere sövmeleri nedeniyle büyük bir fitne meydana
geldi. İsfahanlılar, Kumluların üzerine hücum ederek onlardan çoğunu
öldürdüler. Tüccarların mallarını yağmaladılar. Rüknü'd-Devle de Kumlulara
karşı gazaba geldi. Çünkü kendisi Şii idi. İsfahan halkı Kumluların çok
miktardaki malına el koydular. [20]
Asıl adı, Muhammed b.
Abdülvahid b. Ebi Haşim, Ebu Amr ez-Zahid Gulam-ı Sa'leb'dir. Kedimî'den, Musa
b. Selh el-Veşşa'dan ve diğer kimselerden hadis rivayet etti. Bir cemat de
kendisinden rivayetlerde bulundu. Kendisinden en son rivayette bulunan zat,
Kbu Ali b. Şazan'dır.
Gulam-ı Sa'leb, çok
ilim sahibi, zahid, hafızası sağlam, güçlü bir kimseydi. Ezberlediği hadislerin
çoğunu kendisi yazdı, ezberlediklerini hafızasında sağlam bir şekilde muhafaza
etti. Çok garip hadisler rivayet ettiğinden ötürü bazı raviler onu yalancılıkla
itham ettiler.
Kadı Ebu Ömer'in
çocuğunu terbiye edip eğitiyordu. Onunla kadı arasında şöyle bir hikaye
geçmişti:
Gulam-ı Sa'leb Ebu
Amr, ezberindeki otuz meseleyi şahidleri ve Arap edebiyatındaki delilleri ile
yazdırıyordu. Bu meselelerden bazısı için cidden garip karşılanan iki beyiti
şahid olarak gösterdi. Kadı Ebu Ömer, bu beyiti, Ali b. Düreyd ile
Îbnü'l-Enbarî ve İbn Muksim'e okudu. Ama onlar da bu iki beyitten hiçbir şey
anlamadılar. Hatta İbn Düreyd: "Bunu Ebu Amr kendi kafasından
uydurmuştur." dedi.
Ebu Amr geldiğinde
Kadı Ebu Ömer, İbn Düreyd'in kendisi hakkında söylediklerini ona nakletti. Ebu
Amr, kadıdan Arap divanlarına dair kitaplarını kendisine getirmesini istedi.
Söz konusu otuz meseleyi araştırdı ve bunlardan her biri için Arap
edebiyatından birer şahid buldu. Sonra dedi ki: "O iki garip beyite
gelince, efendim Sa'leb senin de hazır bulunduğun bir mecliste bize okumuştu.
Babam o beyitleri senin falanca defterine yazmıştı." Kadı Ebu Ömer, o
defteri getirtti. Açıp baktıklarında o iki beyiti defterde gördüler. İbn
Düreyd bundan haberdar olunca artık zahid bir şahsiyet olan Ebu Amr'a dil
uzatmadı. Ölünceye kadar onun adını dahi ağzına almadı.
Ebu Amr (Gulam-ı
Sa'leb) bu senenin zilkade ayının onüçür.de pazar günü vefat etti, pazartesi
günü defnedildi. Maruf el-Kerhî'nin Bağdat'taki mezarının karşı tarafındaki
sıraya defnedilmişti. h ona rahmet etsin. [21]
Künyesi, Ebu Bekir
el-Madraî'dir. Katiplik yapmıştır. Hicretin 255. senesinde Irak'ta doğdu.
Babası ve kardeşi Ahmed'le birlikte Mısır'a gitti. Humaraveyh b. Ahmed b.
Tolon'un haraç işleri müdürlüğünü yaptı. Daha sonra bu zat, insanların önde
gelenlerinden ve büyüklerinden biri oldu. Ahmed b. Abdülcebbar ile onun
tabakasında bulunan kimselerden hadis dinledi.
Hatib Bağdadî, onun
şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Banim kapımda
katiplerden yaşlı bir adam vardı. Kendisi artık emekli olmuş, vazife
yapmıyordu. Bir gün rüyamda babamı gördüm. Bana şöyle diyordu: "Ey
oğulcuğum, sen Allah'tan korkmuyor musun? Sen kendi keyfine bakıyor,
lezzetlerinle meşgul oluyorsun. İnsanlarsa senin kapında açlıktan ve
çıplaklıktan ötürü adeta helak olmak üzeredirler. İşte falan adam var ya, onun
şalvarı parçalanmıştır. Yenisini alacak güçte değildir. Sen onun durumunu ihmal
etme. Onunla ilgilen."
Uykudan panik içinde
uyandım. O yaşlı adama iyilikte bulunmaya niyetlendim. Sonra tekrar uykuya
daldım.
Görmüş olduğum rüyayı
artık unutmuştum. Bir ara ben hükümet konağına gitmekte iken babamın rüyada
bana hatırlattığı o adamın zayıf bir bineğe binmiş olduğunu gördüm. Adam beni
görünce bineğinden inmek istedi. Fakat şalvarı yırtık olduğundan ötürü
baldırını gördüm. Şalvarsız bir mest giymişti. Bu durumunu görünce rüyayı
hatırladım. Adamı yanıma çağırdım ve ona 1.000 dinar ve biraz da giyecek
verdim. Ayrıca vazifesi karşılığında ona 200 dinar aylık bağladım. İleride de
ona ayrıca iyilikte bulunacağıma dair kendisine söz verdim.» [22]
Ahmed b. Muhammed b.
İsmail b. İbrahim Tabataba b. İsmail b. İbrahim b. Hasan b. Hasan b. Ali-b. Ebi
Talib eş-Şerif el-Haseni er-Ressi Ebü'l-Kasım el-Mısrî. Şairdi. Mısır'daki
Talibilerin nakibi idi. Onun şiirlerinden biri şudur:
"Kadın bir hayal
esintisine dedi ki: Beni ziyaret etti ve geçip gitti. Allah için onun evsafını
ver; ne eksik söyle ne de fazlalaştır.
Ben de dedim ki: Onu
gördüm, keşke susuzluktan ölseydi ve bana Şöyle dedi: Dur, şu suya gelme.
Kadın dedi ki: Doğru
söyledin. Sevginin ve aşkın vefası onun adetidir. "Ey ciğerimin
üzerine" diyene şu serin su verilseydi."
Ahmed b. Muhammed, bu
senenin bitimine beş gün kala sah cesi vefat etti. [23]
Bu senede sahabelere
sövdükleri için Karmatîlerle Ehl-i Sünnet arasında fitne meydana geldi. İki taraftan
da çok sayıda adam Öldürüldü.
Bu senede deniz suyu
seksen zira', başka bir rivayete göre bir kulaç kadar alçaîdı. Daha önce
görülmeyen bazı dağlar ve adalar ortaya çıktı.
Bu senede Irak'ta,
Rey'de, Cebel'de, Kum'da ve benzeri yerlerde peşpeşe devam eden birçok
depremler meydana geldi ve bunlar kırk gün kadar devam etti. Bir ara
sakinleşiyor sonra yeniden sarsıntı meydana geliyordu. Bu sebeple birçok
binalar yıkıldı, çok sular yeraltına çekildi. Çok insan canından oldu.
Bu senede
Muizzü'd-Devle b. Büveyh, Musul'daki Nasirü'd-Devle b. Hamdan ile savaşmak
üzere hazırlığa girişti. Nasirü'd-Devle kendisine mektup yazarak her sene
belli miktarda mal ve para vermeyi taahhüt etti. Muizzü'd-Devle sustu. Ama
Nasirü'd-Devle bu kadar ta-ahhüd altına girmiş iken Muizzü'd-Devle ondan
vazgeçmedi. İleride de anlatılacağı gibi ertesi sene onun üzerine tekrar hücuma
geçti.
Bu senenin ekim ayında
insanların vücutlarının muhtelif yerlerinde şişkinlikler, burunlarında ve
boğazlarında hastalıklar ve ani ölümler meydana geldi. Öyle ki bir hırsız, bir
eve girmek için duvardan bir gedik açmış, bu gedikte ölmüştü. Yine bir kadı,
cübbesini giyip mahkemeye çıkmak üzereyken mestlerinden birini giymiş, diğerini
daha giyemeden bulunduğu yerde yığılıvermiş ve ölmüştü. [24]
Künyesi Ebu Hüreyre
el-Özrî'dir. Hadis şeyhlerinin huzurunda hadis yazardı. Ebu Müslim el-Keccî'den
ve diğerlerinden hadis dinleyip yazmıştır. Güvenilir bir ravidir. Bu senenin
rebiyülevvel ayında vefat etti. [25]
Künyesi, Ebu Ali
el-Vasıtî'dir. İshak el-Ezrak'dan, Yezid b. Harun'dan ve diğerlerinden hadis
rivayet etti. Buharı, Sahih'inde ondan hadis rivayet etmiştir. Hasan b. Halef,
bu senede vefat etti.
Îbnü'l-Cevzî'nin,
"el-Muntazam" adlı eserinde bu senede vefat eden kimselerden
bahsederken ondan böyle söz ettiğini gördüm. Doğrusunu Allah bilir. [26]
Asıl adı, Muhammed b.
Yakub b. Yusuf b. Makil b. Sinan b. Ab-dillatwel-Ümevî'dir. Emevilerin
azatlısıdır. Künyesi Ebü'l-Abbas el-Asam'dır. Hicretin 247. senesinde doğdu.
Zühelî'yi gördü, ama ondan hadis dinleyemedi.
Babası kendisini
İsfahan'a, Mekke'ye Mısır'a, Şam'a, Cezire'ye, Bağdat'a ve diğer şehirlere
götürdü. Oralarda birçok hadis âliminden hadis dinledi. Sonra otuz yaşında
Horasan'a döndü. Büyük bir mu-haddis oldu, ancak daha sonra kulağı sağırlaştı.
Bu hastalığı şiddetlendi. Öyle ki yanında bir eşek anırsa bile duyamazdı.
Mescidinde otuz sene müddetle müezzinlik yaptı. Yetmişaltı sene müddetle hadis
nakletti. Hadisçilerin dedeleriyle torunlarını bir araya getirdi. Sika, doğru
sözlü, güvenilir, zaptı sağlam bir hadisçiydi. Vefatından bir ay Önce gözlerini
kaybetti. Ezbere 14.000 hadis ve 7.000 hikaye bilirdi. Doksandokuz yaşında iken
vefat etti. [27]
Bu senenin nisan
ayında Bağdat'ta ve diğer doğu illerinde deprem meydana geldi. Bu yüzden çok
insan öldü. Çok evler yıkıldı. Nisan ayının sonu ile mayıs ayında çok miktarda
çekirge ortaya çıktı. Bunlar yaz ürünlerini ve meyvelerini telef ettiler.
Bu senede Bizanslılar
Diyarbakır ve Silvan şehirlerine girdiler. 1500 kişiyi öldürdüler. Samsat
şehrini alıp tahrib ettiler.
Bu senenin muharrem
ayında Muizzü'd-Devle Musul'a giderek orayı Nasirü'd-Devle'nin elinden aldı.
Nasirü'd-Devle peşinden gitti. O da kardeşi Seyfü'd-Devle'nin yanına Halep'e
gitti. Sonra Seyfü'd-Devle, Muizzü'd-Devle'ye haber salarak kendisi ile kardeşi
arasında bir barış yapılmasını istedi. Nasirü'd-Devle'nin yıllık 2.900.000
dinar vermesi şartıyla aralarında barış antlaşması yapıldı. Antlaşma yapıldıktan
sonra Muizzü'd-Devle Bağdat'a döndü.
Ülkenin her tarafında
Rafizilik yayılmış, Büveyh oğullarıyla Beni Hamdan ve Fatimîler, sahabelere
söver olmuşlardı. Bütün Mısır, Şam, Irak, Horasan ve diğer memleketlerin
hükümdarları Rafızi olmuşlardı. Hicaz ve diğer ülkelerle Mağrib ülkesi
ahalisinin büyük bir kısmı da Rafızi olmuşlardı. Bunların halklarının çoğu
sahabelere sövüyor ve onları tekfir ediyorlardı.
Bu senede Muiz
el-Fatımî, azatlısı komutan Ebü'l-Hasan Cevher'i büyük bir orduyla harekete
geçirdi. Beraberinde Ziri b. İnad es-Sinhacî de vardı. Bunlar Mağrib ülkesinin
uç taraflarında birçok yerleri fethettiler ve nihayet Atlas Okyanusu'na kadar
vardılar. Komutan Cevher, kendisi için okyanustan bir balık avlanmasını
emretti Yakalanan balık bir su testisinin içine konularak Muiz el-Fatınıî'ye
gönderildi. Komutan Cevher, bundan sonra onun nezdinde itibar sahibi oldu ve
kıymeti arttı. Vezir mertebesine yükseldi. [28]
Zübeyr b. Abdurrahman
b. Muhammed b. Zekeriya b. Salih b. İbrahim. Künyesi, Ebu Abdillah'tır.
Esterabadhdır. Hadis toplamak için çeşitli yerlere seyahatlerde bulundu, hadis
dinledi. Hasan b. Süf-yan'dan, İbn Huzeyme'den, Ebu Ya'lâ'dan ve diğer bazı
kimselerden, hadis dinledi.
Hafızası sağlam, doğru
sözlü bir hadis hafızı idi. Şerhler ve bab-lar tasnif etti. [29]
"Tarihu
Mısır" adlı kitabın sahibidir. Asıl adı Abdurrahman b. Yunus b. Abdu
1-A'lâ es-Sadefî'dir. Mısırlıdır. Tarihçidir.
Çok hadis rivayet eden
bir hadis hafızıdır. İnsanların günlerini, savaşlarım ve tarihlerini iyi bilen
bir kişiydi. Mısırlılar ve Mısır'a gelen kimseler için cidden faydalı bir
tarihi vardır.
Ebü'l-Hasan Ali adında
bir oğlu vardı. Bu oğlu müneccimdi. Yıldızların hareketlerini gösteren bir
cetveli (zeyc) vardı ki, bu ilimle uğraşan kimseler bu cetvele müracaat
ederlerdi. Tıpkı hadisçilerin de onun babasının kavillerine, tarihine müracaat
ettikleri gibi.
Ebu Said b. Yunus,
hicretin 281. senesinde doğdu ve bu senenin cemaziyelahir ayının 26'sında
pazartesi günü Kahire'de vefat etti. [30]
Abdullah b. Cafer b.
Dürüstveyh b. Merzüban Ebu Muhammed eİ-Farisî. Nahivciydi. Bağdat'a yerleşti.
Abbas ed-Dûrî'den, İbn Kuteybe'den ve Müberred'den ders aldı. Darekutnî ve
diğer hadis hafiz-ları ondan hadis dinlediler. Birçok kimseler onu Övdüler. Onu
övenler arasında Ebu Abdillah b. Mendeh de vardır.
İbn Dürüstveyh, bu
senenin safer ayında vefat etti. İbn Hallikan, onun faydalı birçok eseri
bulunduğunu ve bu eserlerin Arap edebiyatına, nahiv ilmine ve diğer ilimlere
dair olduğunu söylemiştir. [31]
Mıahammed b. Hasan b.
Abdullah b. Ali b. Muhammed b. Abdül-melik b. Ebi'ş-Şevarib. Ebü'l-Hasen
el-Kuraşi el-Ümevî. Bağdat kadısı idi. Güzel ahlaklı bir kimse olup çokça
hadis toplamak uğruna büyük bir gayret sarfetmiştir. Bununla birlikte,
idarecilik ve hakimlik yaparken rüşvet aldığı söylenmiştir. Allah rahmet
eylesin. [32]
Künyesi, Ebu Abdillah
el-Haşimî'dir. Dımışkh olup hatiplik yapmıştır. Öyle sanıyorum ki Dımışk'ın
Babu s-Sağir tarafındaki Hare-tü'1-Hatip mıntıkası ona nisbet edilir. İhşid'in
döneminde Dımışk hatipliği yaptı. Genç, güzel yüzlü, endamı hoş, ahlâkı olgun
bir kimseydi. Bu senenin rebiyülevvel ayının 27'sinde cuma günü vefat etti. Cenazesine
saltanat naibi ve sayılamayacak derecede çok insanlar katıldılar. Babu s-Sağir
mezarlığına defnedildi. İbn Asakir böyle demiştir. [33]
Bu senede Rafizilerle
Ehl-i Sünnet arasında fitne koptu ve bu yüzden çok sayıda insan öldü. Babu
t-Tâk'da yangın meydana geldi. Dicle'de Musul hacılarından çoğu boğuldu.
Boğulanlar 600 kişi kadardırlar.
Bu senede Bizanslılar,
Tarsus, Urfa ve çevre mıntıkalara hücum ettiler. Çok kimseleri öldürüp çok
kimseleri de esir aldılar. Malları ganimet olarak alıp geri döndüler.
Bu senede çok az
yağmur yağdı. Kıtlık meydana geldi. Fiyatlar yükseldi. İnsanlar yağmur duasına
çıktılar ama yağmur yağmadı. Mart ayında çok miktarda çekirge sürüsü ortaya
çıktı. Bunlar sebzeleri yeyip tükettiler. Halkın durumu cidden zorlaştı.
Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz.
Bu senede
Muizzü'd-Devle, Musul'dan Bağdat'a döndü. Kızını kardeşi oğlu Müeyyedü'd-Devle
ile evlendirdi ve onu beraberinde Bağdat'a götürdü. [34]
Cebel mıntıkasında
sofiye şeyhi idi. Ebu Abdillah el-Mağribî ile arkadaşlık etti. Onun güzel sözlerinden
biri şudur: "Korku, kalbe girip yerleşirse kalpteki şehvet yerlerini
yakar ve kalbin dünyaya rağbetini kovar." [35]
Ahmed b. Süleyman b.
Hasan b. İsrail b. Yunus Ebu Bekir el-Neccad. Fakihti. Hanbelî imamlarmdandı.
Hicretin 253. senesinde doğdu. Abdullah b. Ahmed, Ebu Davud, Bağendî, İbn
Ebi'd-Dünya ve daha birçok kimselerden ders aldı.
Hadis toplamak
amacıyla çeşitli yerlere yalınayak ve yaya olarak seyahatlerde bulundu.
"Müsned" adlı hadis kitabını derledi. Sünenle ilgili büyük bir kitap
tasnif etti.
Mansur Camii'nde iki
ders halkası vardı. Biri fıkıh dersi için, diğeri de hadis yazdırmak içindi.
Darekutnî, İbn Rızkaveyh, İbn Şahin, Ebu Bekir b. Malik el-Katiî ve diğerleri
ondan hadis rivayet ettiler.
Senenin tümünü oruçlu
geçirir, her gece iftarını bir parça ekmekle açar ve bir lokmayı ayırıp bir
tarafa bırakırdı. Cuma gecesi olunca, biriktirdiği bu lokmaları yer ve o
gecenin ekmeğini de sadaka olarak yoksullara verirdi. Bu senenin zilhicce
ayının 20'sinde cuma gecesi doksanbeş yaşında vefat etti. Bişr el-Hafî'nin
mezarının yanına defnedildi. Allah ona rahmet etsin. [36]
Künyesi Ebu Muhammed
el-Havvas'tır. Huldî lakabıyla tanınırdı. Çok hadis dinledi. Çok hadis rivayet
etti. Altmış defa hacca gitti. Güvenilir, doğru sözlü, dindar bir kimse idi. [37]
Künyesi Ebu Ömer
ez-Zeccac'dır. Nisaburludur. Ebu Osman, Cü-neyd-i Bağdadî, en-Nurî, Havvas ve
diğer bazı zatlarla arkadaşlık yaptı. Mekke'de ikamet etti. Sofiye şeyhi oldu.
Altmış defa haccetti. Anlatıldığına göre o, Mekke'de, kırk sene müddetle büyük
ve küçük abdestini mutlaka Harem dışına çıkarak bozardı. [38]
Muhammed b. Cafer b.
Muhammed b. Fudale b. Yezid b. Abdil- Ebu Bekir el-Edmî. Şarkı sözleri
yazarıdır. Güzel sesliydi. Kur'ân-ı Kerim'i güzel okurdu. Kur'ân okuduğunda
sesi geceleyin çok uzaklardan duyulurdu.
Bir defasında
Ebü'l-Kasım el-Bağavî ile birlikte hacca gitti. Medine'de iken Mescid-i
Nebeviye'ye girdiler. Orada yaşlı ve âma ve bir adamın cemaata yalan ve uydurma
haberler anlattığını gördüler. Bağaırî: "Bu adamın sözlerini inkâr etmek
gerekir." dedi. Arkadaşlarından biri kendisine şöyle dedi: "Şu anda
sen Bağdat'ta değilsin ki bu adamın sözlerini inkâr ettiğin zaman insanlar
senin sözlerini kabul etsinler ve seni tanısınlar. Burada seni çok az kimse
tanır. Oysa bu adamı dinleyen cemaat kalabalıktır, ama kanaatınıca Ebu Bekir
el-Edmî'ye söyle de o Kur'ân okusun. Böylesi daha iyi olur."
Ebü'l-Kasım, Ebu Bekir
el-Edmî'ye Kur'ân okumasını söyledi, o da okumaya başladı. Daha Euzü Besmele'yi
tamamlamadan insanlar o yaşlı ve kör adamın etrafından dağılıp Ebu Bekir'in
yanına geldiler, onu dinlemeye başladılar; adamın yanında hiç kimse kalmadı. O
da güdücüsünün elinden tutup: "Beni buradan götür. Nimetler işte böylece
ortadan yok olurlar." dedi.
Ebu Bekir el-Edmî, bu
senenin rebiyülevvel ayının bitimine iki gece kala çarşamba günü vefat etti.
Vefat ederken seksensekiz yaşındaydı.
Vefatından sonra
adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona: "Allah sana nasıl muamele
etti?" diye sormuş, o da şu cevabı vermişti.
- Beni huzurunda
durdurdu, çok zorlu durumlarla karşılaştım.
- Dünyada iken güzel
sesle Kur'ân okuduğun halde orada zorlu durumlarla mı karşılaştın?
- Güzel sesle Kur'ân
okumak kadar bana zarar veren başka bir şey olmadı. Çünkü ben onu dünyalık için
okumuştum.
- Peki akıbetin nice
oldu?
- Yüce Allah bana
hitaben buyurdu ki: "Ben seksenli yaşlara ulaşmış kimseleri
azaplandırmamak için kendi nefsime yemin ettim." [39]
Ebu Muhammed Abdillah
b. Ahmed b. Ali b. Hasan b. İbrahim b. Tabataba b. İsmail b. İbrahim b. Hasan
b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib el-Haşimi el-Mısrî. Mısırlıların önde gelen büyük
şahsiyetlerindendi. Evinde sürekli helva yapılırdı. Bir adam da helva için
orada hep badem kırmakla meşgul olurdu. İnsanlar onun evinden belli miktarda helva
alma hakkına sahiptiler. Kimine hergün, kimine cumadan cumaya, kimine de aydan
aya helva gönderilirdi. Kâfur İhşid'in her gün ondan iki kâse helva ve bir
yufka ekmek alma hakkı vardı.
Muiz el-Fatımî,
Kahire'ye gelip kendisiyle karşılaştığında ona şöyle sormuştu:
- Efendimiz hangi
aileye mensuptur?
- Şehir halkına
mensubum!
Saraya girdiğinde
eşrafı topladı ve kılıcını yarısına kadar kınından çekerek: "İşte benim
nesebim budur." dedi. Sonra eşrafın üzerine altm saçtı ve: "İşte,
soyum budur." dedi. Onlar da: "Duyduk ve itaat ettik." dediler.
Sahih rivayete göre
Muiz'e bu sözleri söyleyen kişi bu zatın oğludur ya da başka bir şeriftir.
Doğrusunu Allah bilir. Çünkü bu zat bu senede altmışiki yaşında vefat etti.
Muiz ise Mısır'a ancak hicretin 362. senesinde gelmişti. Nitekim bu husus
ileride de anlatılacaktır. [40]
Bu senede İsa b.
Müktefî'nin oğullarından biri Azerbaycan'da ortaya çıktı ve Müstecir Billah
lakabını alarak Âl-i Muhammed'den Rı-za'ya bey'at çağrısında bulundu. Çünkü o
zaman Merzuban'ın devletinde düzen altüst olmuştu. İki taraf şiddetlice
savaştıktan sonra Müstecir'in taraftarları bozguna uğradılar. Kendisi de esir
alındı ve öldü. Böylece onun işi sona ermiş oldu.
Bu senede
Seyfü'd-Devle b. Hamdan, Bizans sınırlarına girerek çok sayıda Bizanslıyı
öldürdü, birçok kaleler fethetti ve birçok şehri yaktı. Bazı kimseleri esir
aldı. Bir miktar ganimet elde ettikten sonra geri döndü. Bizanslılar onun
yolunu kestiler ve geri dönmesine engel oldular. Adamlarım kılıçtan geçirdiler.
Kendisi ancak büyük mücadelelerden sonra 300 kadar süvarisi ile birlikte
kurtulabildi.
Bu senede Bağdat'ta
Rafizilerle, Ehl-i Sünnet arasında büyük bir fitne koptu. Bu yüzden çok insan
öldü. Bu senenin sonunda Mısır Hakimi İhşid'in oğlu Atogur vefat etti. Ondan
sonra yerine kardeşi Ali geçti.
Bu senede Ahvaz ile
Vasıt şehirlerinin hakimi Ebü'l-Kasım Abdullah b. Ebi Abdillah el-Beridî vefat
etti.
Bu senede Mısır
hacıları Mekke'den dönerlerken bir vadiye konakladıkları bir sırada aniden sel
gelip onları yakaladı ve hepsini denize döktü.
Bu senede 200.000
kadar Türk Müslümanlığı kabul etti ve bunlara "Türkiman" (Türk+iman)
denildi. Sonra bu bileşik kelime hafifletilerek "Türkman" şeklinde
telaffuz edildi. [41]
Büyük bir serveti
vardı. Vezirlik makamına yakın bir mertebede idi. Bir gün bineğine binmiş ve
maiyetiyle yoldan geçmekte iken bir adamın şu ayet-i kerimeyi okuduğunu işitti:
"İnananların
gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha
gelmedi mi?" (ei-Hadid, 16.)
Bu ayeti duyunca:
"Allah'ım, evet zamanı geldi!" diye çığlık attı. Bu çığlığı
tekrarladı. Sonra ağlamaya başladı. Bineğinden indi. Elbiselerini üzerinden
çıkarıp bir tarafa attı. Dicle suyuna girdi. Vücudunu suyun içinde gizledi.
Haksız yere başkalarından gasbetmiş olduğu malları tümüyle hak sahiplerine
dağıttı. Artanı da sadaka olarak verdi. Öyle ki, üzerinde hiçbir şey kalmadı.
Oradan geçmekte olan bir adam ona iki elbiseyi sadaka olarak verdi. O da o
sadaka elbiselerini giyinip nehirden çıktı. Kendini ölünceye kadar ilim ve
ibadete vakfetti. Allah rahmet etsin. [42]
Hafız Ebu Ali b. Ali
b. Yezid b. Davud en-Nisaburî. Sağlam hadis hafızlarından ve güzel eserler
veren hadis imanılarındandı.
Darekutnî: "O,
müzehhep bir hadis imamıydı." demiştir.
İbn Ukde, ona
gösterdiği kadar başka bir kimseye tevazu göstermezdi. Hafız Ebu Ali, bu
senenin cemaziyelahir ayında elliiki yaşında vefat etti. [43]
Künyesi,
Ebü'l-Velid'dir. Kureyşlidir. Şafiî mezhebine mensuptur. Kendi zamanında
Horasan'da hadis ehlinin imamıydı. Onların en zahidi ve en atidiydi. Fıkıh
ilmini İbn Süreyc'den öğrendi. Hadisi de Hasan b. Süfyan'dan ve diğerlerinden
öğrendi. Faydalı eserleri vardır. Biyografisini "Tabakatü'ş-Şafıiye"
adlı eserde anlatmışızdır. Bu senenin rebiyülevvel ayının beşinde, cuma gecesi
yetmişiki yaşında vefat etti. [44]
Künyesi, Ebu Süleyman
el-Hattabî'dir. Çok hadis dinleyip rivayet etti. Güzel eserler hazırladı.
Bunlardan biri "Me'alim" adlı eseridir Bu eserinde Ebu Davud'un
Sünen'ini şerhetmiştir. Buharî'nin şerhini yaptığı "el-A'lâm" adlı
eser ile "Garibü'l-Hadis" adlı eser de ona aittir Güzel bir zekâsı,
derin bir ilmi vardı. Arap edebiyatını, nıa'aniyi ve fıkhı iyi bilirdi. Onun
güzel şiirlerinden biri şudur:
"Hayatta olduğun
sürece bütün insanlarla iyi geçin, çünkü sen idaret etme dünyasındasın.
Başkalarıyla iyi
geçinen kimse rahat yaşar, iyi geçinmeyen kimse ise kısa bir süre sonra
pişmanlıklara arkadaş olur."
Ebü'l-Ferec İbn Cevzî
de onun biyografisini harfi harfine böyle anlatmıştır. [45]
Kıraat ilmini en iyi
bilenlerdendi. Bu hususta tasnifatı vardır. Güvenilir ve sika ravilerdendi. İbn
Mücahid'den, Ebu Bekir b. Ebi Davud'dan rivayetlerde bulundu. Ebü'l-Hasan
el-Hammanî de ondan rivayetlerde bulunmuştur. Bu senenin şevval ayında vefat
etti ve Hayzuran mezarlığına defnedildi. [46]
Hafız Muhammed b.
Ahmed b. İbrahim b. Süleyman b. Muham-med. Ebu Ahmed el-Assal el-İsfahanî.
Büyük hadis hafızlarından, imamlarından ve önde gelen ulemadandır. Hadis
dinleyip rivayet etti, başkaları da ondan hadis dinleyip rivayet ettiler. İbn
Mendeh dedi ki: "Dün hadis âliminden hadis dinleyip yazdım ama onun kadar
zeki, onun kadar işini muhkem yapan başka birini görmedim."
Ebu Ahmed es-Assal, bu
senenin ramazan ayında vefat etti. Allah ona rahmet etsin. Doğrusunu,
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [47]
Bu senenin muharrem
ayında Muizzü'd-Devle b. Büveyh, idrarını yapmama hastalığına yakalandı. Bundan
çok rahatsız olup ızdırap çekti. Arkadaşı Sebüktekin ile veziri Mühellebî'yi
bir araya getirdi. Onları barıştırdı ve oğlu Bahtiyara iyi davranmalarını
vasiyet etti.
Sonra bu hastalıktan
şifa buldu ve Ahvaz'a gitmeye niyetlendi. Çünkü bu hastalığının Bağdat'taki
hava ve sudan kaynaklandığına inanıyordu. Kendisine Ahvaz'da ikamet etmesini ve
havasının temiz ve suyunun berrak olduğu yüksek yerinde bir saray inşa etmesini
tavsiye ettiler.
Bunun üzerine
Muizzü'd-Devle, 13.000.000 dirhem harcayarak bir saray inşa ettirdi. İnşaat
masraflarını karşılamak için bazı adamlarından para alma ihtiyacını hissetti.
Anlatıldığına göre toplam masraf 2.000.000 dinarı bulmuştu. İnşaat henüz devam
etmekte iken ve kendisi oraya yerleşemeden vefat etti. Bu sarayın inşası için
Bağdat'taki hilafet alametlerinden, köşklerinden çoğunu yıktı. Yıkılanlar
arasında Samarra'daki Maşuk Sarayı da vardı. Mansur ve Rusafe şehirlerindeki
köşkleri ve demir kapıları söktürdü. Bu demir kapıları Ahvaz'daki kendi
sarayına taşıttı. Ama sevinci tamamlanmadan öldü. O, murdar bir Rafızi idi.
Bu senede Kadı
Ebü's-Saib Utbe b. Abdullah öldü. Emlakine el konuldu. Kendisinden sonra yerine
oğlu Ebu Abdillah Hüseyin b. Ebi'ş-Şevarib kadı olarak atandı. Yeni kadı Ebu
Abdullah, bu görev karşılığında her sene Muizzü'd-Devle'ye 200.000 dirhem
vermeyi ta-ahhüd etti. Muizzü'd-Devle de ona hil'at giydirdi. Kadı, beraberine
debbabeler ve borazanlar olarak konağına gitti. Kadılığı harç karşılığında
devletten ilk alan ve bu görevde rüşvet kabul eden ilk kişi o oldu. Doğrusunu
Allah bilir. Bu sebepten ötürü halife Muti Lillah, onun huzuruna girmesine ve
heyetle birlikte gelmesine izin vermedi. Sonra Muizzü'd-Devle, güvenlik
kuvvetleri komutanlığını ve muhte-sipliği de harç karşılığında başkalarına
verdi.
Bu senede Antakya'dan
bir kafile harekete geçerek Tarsus'u ele geçirmek istedi. Aralarında Antakya
valisi de bulunuyordu. Franklar onlara karşı hücuma geçtiler ve onları baştan
sona kılıçtan geçirdiler. Sadece vali, bedeninin birkaç yerinden yara alarak
kurtulabildi.
Bu senede
Seyfü'd-Devle'nin kölesi Neca, Bizans ülkesine girdi. Bir kısım Rumu öldürdü,
bir kısmını esir aldı. Ganimet elde ederek salimen geri döndü. [48]
Horasan, Gazne ve
Maveraünnehir valisi idi. Atından düştü ve öldü. Kendisinden sonra yönetime
kardeşi Mansur b. Nuh es-Samanî geçti. [49]
Lakabı, Nasır
Lidinillah idi. Elli sene, altı ay müddetle halifelik yaptı. Vefat ederken
yetmişüç yaşındaydı. Geride onbir çocuk bıraktı.
Beyaz tenli, güzel
yüzlü, iri bedenli, gövdesi uzun, bacakları kısa bir kimseydi. Mağrib ülkesine
giren Emevi evladından ilk olarak "Emirü'1-Mü'minin" lakabını alan
kişi o oldu. Irak'taki halifelerin zayıfladıklarını, Fatinıilerin yönetime
zorbalıkla el koyduklarını görünce Mağrib'e, oradan da Endülüs'e geçti.
Vefatından yirmiüç sene önce Emirü'l-Mü'minin lakabını aldı. Vefat ettiğinde
kendisinden sonra yerine oğlu Hakem geçti ve Muntasır lakabını aldı.
Nasır Lidinillah
Abdurrahman, Şafiî mezhebine mensup, ibadete yönelen, şair bir kimseydi. Onun
kadar uzun süre halifelik yapan başka biri bilinmemektedir. Elli sene müddetle
halifelik yapmıştı. Ancak Mısır hükümdarı Müstansır b. Hakim el-Fatımî ondan daha
uzun süre hüküm sürmüştür. Onun hakimiyet süresi -ileride de anlatılacağı
gibi- altmış sene sürmüştü. [50]
Ahmed b. Muhammed b.
Abdullah b. Ziyad Ebu Sehl el-Kattan. Sika ve güvenilir bir hadis hafızı idi.
Çokça Kur'ân okurdu. Kur'ân'ın manalarını çok güzel çıkarırdı. Meselâ, şu
aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerimeyi delil alarak Mutezilîlerin kafir
olduklarını iddia etmişti:
«Ey inananlar!
Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hakkında: "Onlar yanımızda
olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi" diyen inkarcılar gibi olmayın ki,
Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren
de Allah'tır.» (Âi-i imrân, 156.) [51]
İsmail b. Ali b.
İsmail b. Beyan. Ebu Muhammed el-Hatebî. İbn Ebi Üsame'den Abdullah b.
Ahmed'den, Kevkebî'den ve diğerlerinden hadis dinleyip rivayet etti. Darekutnî
ile başkası da ondan rivayetlerde bulundular. Sika, faziletli, asaletti,
insanların savaşlarını, tarihlerini bilen bir hadis hafızı idi. Senelere göre
sıralanmış kronolojik bir tarihi vardır. Edebiyatçı, akıllı, zeki, doğru sözlü
bir kimseydi. Bu senenin cemaziyelahir ayında seksenbir yaşında vefat etti. [52]
Ahmed b. Muhammed b.
Said b. Ubeydullah b. Ahmed b. Said b. Ebi Meryem Ebu Bekir el-Kuraşi
el-Verrak. İbn Fatis adıyla da bilinir. Güzel yazı yazmakla şöhret bulmuştu.
İbn Cevsa için hadis yazardı. İbn Asakir, onun biyografisini anlatmış ve bu
senenin şevval ayının 25'inde vefat ettiğini bildirmiştir. [53]
Temmam b. Muhammed b.
Abbas b. Abdülmuttalib Ebu Bekir el-Haşimi el-Abbasî. Abdullah b. Ahmed'den
hadis rivayet etti. İbn Rız-kaveyh de ondan hadis rivayet etmiştir. Bu senede
seksenbir yaşında vefat etti. [54]
Künyesi, Ebu Ali
et-Taberî'dir. Şafiî fıkıhçısıdır. İhtilaf hususunda fikirlerini yazan
imamlardan biridir ve bu hususta ilk eser veren de kensidir. "el-İzah
fı'1-Mezheb", "Kitab fil-Cedel", "Usulü'1-Fıkh" ve
benzeri eserleri vardır. Biyografisini "Tabakat" adlı kitapta
anlatmı-şızdır. [55]
Abdullah b. İsmail b.
İbrahim b. İsa b. Cafer b. Ebi Cafer el-Man-sur el-Haşimî. İmamdı. İbn Büveyh
adıyla bilinirdi. Hicretin 263. senesinde doğdu. İbn Ebi'd-Dünya'dan ve
diğerlerinden hadis rivayet etti. İbn Rızkaveyh de kendisinden hadis rivayet
etti. Mansur Ca-mii'nde uzun süre hatiplik yaptı. O camide, hicretin 330.
senesinde ve ondan bir önceki senede bütün yıl olmak üzere hatiplik yaptı.
Sonra o camide 330. senede Vasık hutbe irad etti. İkisi de Mansur'a neseb ba-
kımından eşit olarak
ulaşırlar. Abdullah b. İsmail, bu senenin safer ayında vefat etti. [56]
Utbe b. Abdullah b.
Musa b. Abdullah Ebü's-Saib. Henıedanhdır Şafiî mezhebine mensubtur. Kadılık
yapmıştır. Faziletli ve yüksek bir şahsiyete sahipti. Bazı işleri karıştırırdı.
Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve kendisine: «Allah sana
nasıl muamele etti?» diye sormuş, o da şu cevabı vermişti: «Rabbim beni bağışladı
ve bazı işleri karıştırdığımdan ötürü affedip beni Cennet'e gönderdi. Sonra da
bana: "Ben 80'li yaşlarda ölen kimseleri azaplandır-mamak için kendime söz
verdim." buyurdu.»
Bu zat Şafîîlerden
Bağdat kadi'l-kudathğım yapan ilk şahıstır. Doğrusunu Allah bilir. [57]
Künyesi Ebu Bekir'dir.
Dihkanlık1 yapmıştır. Bağdatlıdır. Ama sonra Buhara'ya gidip yerleşmiş ve orada
Yahya b. Ebi Talib'den, Hasan b. Mükerrem'den ve diğerlerinden hadis rivayet
etmiştir. Bu senede seksenyedi yaşında vefat etti. [58]
Bu senenin şaban
ayında vefat etti ve evinden defineler bulundu. Başkalarının yanında da emanet
paralan ve malları görüldü. Servetinin toplam değeri takriben 400.000 dinardı.
Doğrusunu Allah bilir. [59]
Bu senede Bizanslılar,
Domestikos komutasında 200.000 savaşçıyla Halep'e girdiler. Bunun sebebi
şuydu: Bizanslılar, Halep'e ansızın hücum etmişler, Seyfü'd-Devle b. Hamdan da
maiyetinde hazır bulunan savaşçılarla ona karşı koymuş, ancak Domestikos'un
askerleri çok olduğundan ötürü ona karşı direnememişti. Seyfü'd-Devle'nin
askerlerinden çoğu öldürülmüştü. Seyfü'd-Devle, sabırsız bir kimse olduğundan
beraberindeki az sayıda askerle geri dönüp kaçmıştı.
Domestikos, ilk olarak
Seyfü'd-Devle'nin Halep şehri dışındaki evini istila etti. Allah onu kahretsin.
O evdeki sayılamayacak kadar çok mal ve eşyalarla savaş aletlerini,
teçhizatlarını ele geçirdi. Ora-(1) Dihkan: Köy reisi, Belediye reisi, vali
gibi muhtelif manalar ifade eder.daki kadınları, çocukları ve diğerlerini esir
aldı. Sonra Halep kalesini kuşatma altına aldı. Şehir halkı ona karşı büyük bir
savaş verdi. Rumlardan çok sayıda asker öldürdüler.
Bir ara Rumlar, Halep
surlarında büyük bir gedik açtılar. Sonra bu gediğin üzerine güçlerini yığarak
hücum ettiler. Müslümanlar da onlara karşı saldırıya geçtiler ve onları
gedikten uzaklaştırdılar. Gece karanlığı bastırınca Müslümanlar o gediği
kapattılar ve sabah olunca eski haline döndürdüler. Surları kuvvetle muhafaza
ettiler.
Sonra Müslümanlar,
bazı emniyet görevlilerinin ve serseri takı-mınm^ehir içinde bozgunculuk yapıp
evleri yağmaladıklarını duyunca evlerine döndüler ve karşılaştıkları
bozguncuları öldürdüler. Bu tür serseri takımı ve emniyet görevlileri, Müslüman
halktan çok sayıda adam öldürdüler. Mallarını yağmaladılar. Kadınları ve
çocukları esir aldılar. Ayrıca Müslümanların ellerinde esir bulunan Rumları da
kurtardılar ki, bunlar 1.400 kadar kişiydiler.
Esir Rumlar,
kılıçlarını alıp Müslümanlara karşı hücuma geçtiler ve hücuma gelen Bizanslı
Rumlardan daha fazla Müslümanlara zarar verdiler. 10.000 kadar erkekli, kızlı,
çocuğu ve çok sayıda kadını esir aldılar. 2.000 kadar genç delikanlıyı da
esirler arasına katıp mescitleri yakıp yıktılar. Petrol kuyularına su döküp
petrolün yeryüzüne taşmasına yolaçtılar. Ele geçirebildikleri herşeyi
mahvettiler. Ele gçi-remediklerini de yaktılar. Şehirde dokuz gün kaldılar.
Orada çok berbat işler yaptılar. Bütün bunlara da şehirdeki emniyet
görevlileriyle serseri takımı sebebiyet vermişti. Allah onları kahretsin.
Hükümdarları İbn Hamdan,
Rafızi olup Şiîleri sever ve Ehl-i Sünnete buğzederdi. Böylece Halepliler,
çeşitli musibetlere maruz kaldılar.
Sonra Domestikos,
Seyfü'd-Devle'den korktuğu için Halep'den ayrılmaya niyetlendi. Kardeşi oğlu
ona: "Kaleyi ve insanların mallarını bırakıp nereye gidiyorsun? Kaldı ki,
kaledeki insanların çoğu da kadındır." dedi. Domestikos:
"Umduğumuzdan fazlasını elde ettik. Kalede savaşçılar ve muharip erkekler
vardır." deyince kardeşi oğlu: "Oraya mutlaka gitmemiz
gerekir." diye cevap verdi. Bunun üzerine Domestikos: "Öyleyse
kaleye sen git." dedi.
Domestikos'un kardeşi
oğlu bir askeri birlikle kuşatmak için kaleye tırmandı, oradaki Müslümanlar
onu taşladılar ve askerlerin arasında onu o anda öldürdüler. Bunun üzerine
Domestikos gazablandı ve elindeki Müslüman esirlerin -ki sayılan 2.000'e
yakındı- huzuruna getirilmesini emretti ve boyunlarını vurdurdu. Allah ona
lanet etsin.
Bundan sonra geri
döndü ve daha önce bu senenin muharrem ayında Ayn-ü Zerbe'ye girdiler. Halk
ondan eman dileyince onlara eman verdi. Ardından halkın hepsinin mescide
girmesini emretti.
Evinde kalanların
öldürüleceğini bildirdi. Halk da tümüyle mescide girdi. Sonra Domestikos
onlara: "Bugün herkes dilediği yere gidebilir Burada kalanlar
öldürülür!" dedi. İnsanlar korku içerisinde mescid-den çıkmak için
birbirlerini sıkıştırdılar ve izdiham meydana geldi Sıkışıklıktan Ötürü çok
sayıda adam Öldü. Şehir dışına çıkıp nereye gideceklerini bilemediler. Halkın
çoğu yollarda Öldü. Sonra cami yıkıldı. Minber kırıldı. Şehrin çevresindeki
40.000 kadar hurma ağacı kesildi. Şehrin surları ve az önce sözü edilen evler
yıkıldı. Şehir çevresinde bulunan 54 kale fethedildi. Bunların kimi kılıç
zoruyla, kimi de aman verilerek ele geçirildi.
Melun Domestikos, çok
sayıda Müslüman Öldürdü. Esir alınanlar arasında Münbic valisi Ebu Firas b.
Said b. Hamdan da vardı. Sey-fü'd-Devle tarafından atanmış olan bu vali, meşhur
bir şairdi. Güzel bir şiir divanı vardı. Domestikos Ayn-ü Zerbe'de yirmibir gün
kaldı. Sonra Kayseri'ye gitti. Tarsuslulardan 4.000 kişi, valileri İbn Zeyyad
komutasında ona karşı koydular. Domestikos da onların çoğunu öldürdü. Bu arada
Hristiyanların oruç mevsimi gelip çattı. Oruçla meşgul olunca seferlerine ara
verdi. Oruç mevsimi sona erdikten sonra yine ansızın Halep'e saldırdı ve olup
bitenler meydana geldi ki, bunları önceki kısımda anlatmıştık.
Bu senede Rafizilerin
avam tabakası mescitlerin kapılarına Mua-viye b. Ebi Süfyan (r.a)'m
lanetlenmesi ile ilgili yazılar yazdılar. Ayrıca şu yazıları da yazmışlardı:
«Fatıma'dan hakkını gasbedene (ona Fedek arazisini vermeyen Ebu Bekir'e) Allah
lanet etsin. Hz. Abbas'ı şura meclisinden çıkarana (Hz. Ömer'e) Ebu Zer
el-Gıfarî'yi sürgün edene (Hz. Osman'a) Allah lanet etsin.» Allah sahabelerden
razı olsun, onları lanetleyenleri de lanetlesin.
Hz. Hasan'ı dedesinin
yanma defnetmeye müsaade etmeyen Mer-van b. Hakem'e de lanet ibaresi yazdılar.
Bütün bunlardan haberdar olan Muizzu d-Devle, bu tür yazıların yazılmasına
karşı çıkmadı. Bu yazıları değiştirmedi. Sonra Ehl-i Sünnet'in bu yazıları sildiklerini
ve yerine «Allah, Muhammed ailesine zulmedenleri baştan sona lanetlesin.»
ibaresini yazdıklarını ve Muaviye'nin adını açıkça zikredip lanetlediklerini
duydu. Bu tür yazıların yazılmasını kendisi emretmişti. Allah onu kahretsin.
Onun taraftarları olan Rafızüeri de kahretsin, şüphesiz bunlar yardım
görmeyeceklerdir.
Aynı şekilde
Seyfü'd-Devle b. Hamdan da Halep'te bu tür yazıların yazılmasına taraftar
oldu. Çünkü kendisinde Şiîlik ve Rafıziliğe meyil vardı. Şüphesiz Cenâb-ı
Allah, bu gibilerine yardım etmeyecektir. Aksine -heveslerine tabi
olduklarından, efendilerini, büyüklerini, babalarını taklid edip
peygamberlerini ve âlimlerini terket tiklerin den Ötürü- düşmanlarını
kendilerine musallat edip onlara galip kılacaktır. Bu nedenledir ki Fatımîler
-ki aralarında Rafîziler ve diğerleri de vardır- Mısır ve Şam diyarını hakim
olduklarında Franklar da Şam sahillerine ve Şam mıntıkasının tümüne hatta
Kudüs'e gelip istilâ ettiler.
Müslümanların
hakimiyetinde Halep, Humus, Hama, Dımışk ve buralara bağlı bazı kazalardan
başka bir yer kalmamıştı. Bütün sahil boyu ve diğer yerler Frankların eline
geçmişti. Hristiyan çanı ve İncil sembolleri kalelerin zirvesine nakşedildi ve
takıldı. Mescidlerdeki İmam mekânları ve diğer şerefli mevkiler Örtülüp
kapatıldı. Bunlarla birlikte4nsanlar büyük bir kuşatma ve dinî bir baskı altına
alındılar. Müslümanların elindeki bu şehirlerin ahalisi, gece ve gündüz Franklardan
yana şiddetli bir korku içindeydiler. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu
biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Bütün bu belalar, günah işlemenin bir
cezası idi. Peygamberlerden sonra mahlu-katın en hayırlısıolan sahabelere
açıkça sövmenin belâsı idi.
Bu senede sahabelere
sövme nedeniyle Basra halkı arasında da büyük bir fitne meydana geldi. Bu
yüzden çok sayıda insan öldürüldü.
Bu senede
Seyfü'd-Devle b. Hamdan, Ayn-ü Zerbe şehrini yeniden tamir edip kurdu. Kölesi
Necca'yı harekete geçirdi. O da Bizans sınırlarını açtı ve orada
Bizanslılardan çok sayıda adam öldürdü ve büyük bir kalabalığı esir aldı.
Ganimet elde edip salimen geri döndü. Hacibi-ni de bir askeri birlikte Tarsus'a
şevketti. Bunlar da Bizans sınırlarına girdiler. Ganimet ve esir elde ederek
salimen geri döndüler.
Bu senede Muiz
el-Fatımî, Mağrib ülkesindeki Tabermin kalesini fethetti. Burası, Frank
ülkesinin en müstahkem mevkii idi. Yedi buçuk ay süren kuşatma sonucunda
burayı ele geçirdi. Sonra Franklar Girit adasına yöneldiler. Girit ahalisi
Muiz'den yardım istedi. Muiz de onlara bir askeri birlik göndedi. Giritliler,
bu askeri birliğin takviyesi sayesinde Franklar karşısında galip oldular. Hamd
ve minnet Allah'adır. [60]
Hasan b. Muhammed b.
Harun el-Mühellebî. Muizzud-Devle b. Büveyh'in veziriydi. Ona onüç sene
müddetle vezirlik yaptı. Yumuşak huylu, âlicenâb ve vakur bir kimseydi.
Ebu İshak es-Sadî,
şöyle anlatmıştır:
«Bir gün onun
yanındaydım. Kendisi için yapılmış ve üzerleri gayet güzel süslenmiş bir mürekkep
okkası ve sehpa getirildi. Orada bulunan Ebu Muhammed Fadl b. Abdullah
eş-Şirazî, gizlice bana şöyle dedi: "Benim buna çok ihtiyacım var. Keşke
bunu bana verse de satsam ve parasıyla yararlansam." Ben de ona:
"Peki, bunu sana verse kendisi ne ile yazacak?" dedim. O da:
"Hazinesine gidersen orada ne kadar çok okka bulunduğunu görürsün."
dedi. Vezir, bize kulak verdiği için sözlerimizi duymuş. Ama biz farkında
değildik. Akşam olunca mürekkep okkasını ve sehpasını Ebu Muhammed eş-Şirazî'ye
gönderdi. Ayrıca on takım elbise ve 5.000 dirhem de para göndermiş, başka
hediyeler de eklemişti.
Başka bir gün yine
vezir Hasan b. Muhammed'in yanındaydık. Yeni okkasına kalemini batınp evrakları
imzalıyordu. Bu sırada bize bakıp: "Bu yeni okkayı hanginiz istersiniz?"
dedi. Biz de utandık. O gün kendi aramızda konuştuğumuz şeyleri duyduğunu
anladık ve dedik ki: "Allah vezire bu okkadan hayır göstersin ve bize
bunun bir benzerini hibe edebilmesi için Allah veziri hayatta bıraksın."»
Hasan b. Muhammed
el-Mühellebî, bu senede altmışdört yaşında vefat etti. [61]
Künyesi, Ebu Muhammed
es-Sicistanî'dir. Horasan, Hülvan, Bağdat, Basra, Küfe ve Mekke'de hadis
âlimlerini dinledi. Varlıklı kimselerden olup başkalarına iyilik ve ihsanda bulunmakla
şöhret bulmuştu. Sadaka-i cariyeleri, hadisçiler için Bağdat ve Sicistan'da
tahsis ettiği vakıfları vardı. Bağdat'ta büyük bir evi vardı. Şöyle derdi:
"Dünyada Bağdat gibi güzel bir şehir, Bağdat'ta da Katia gibi güzel bir
semt, Katia'da da Ebu Halefin evi gibi güzel bir ev yoktur. Ama Ebu Halefin evi
benim evim gibi olamaz."
Darekutnî, onun
müsnedini tasnif etmiştir. Bir hadisten şüphelendiğinde onu tümüyle
terkederdi. Darekutnî şöyle demiştir:
«Üstadlarımız arasında
ondan daha sebatkâr biri yoktur. İlim erbabına ve ihtiyaç sahiplerine cidden
çok miktarda para verirdi. Tüccarlardan biri ondan 10.000 dinar borç aldı. O
parayla ticaret yaptı. Üç sene içinde o paradan 30.000 dinar kazandı. Da'lec'in
10.000 dinarını alıp cebine koydu ve Da'lec'in yanına geldi. Da'lec ona güzel
bir ikramda bulundu. Yemek verdi. İkram işi sona erdikten sonra Da'lec ona:
"Hayrola, niçin geldin?" diye sorunca; borçlu tüccar: "Bana
lütfedip vermiş olduğun 10.000 dinarını sana getirdim." dedi. Da'lec ona
şu cevabı verdi:
- Sübhanallah, ben o
parayı bana geri getirmen için vermedim. Git ailene harca.
- Ben vermiş olduğun
10.000 dinarla 30.000 dinar para kazandım ve bu parayı o kazancımdan alıp sana
getirdim.
- Git, Allah bu 10.000
dinarı sana mübarek kılsın.
- Malın bu kadar
iyilik yapmana nasıl imkân veriyor. Sen bu parayı nereden kazandın?
- Ben gençliğimde
hadis toplamakla meşgul iken denizci bir tüccar yanıma gelip bana 1.000.000
dirhem verdi ve şöyle dedi: "Bu parayla ticaret yap, ne kazanırsan
seninle paylaşırım, ama zarar edecek olursan zararı sadece ben karşılayacağım.
Allah adına bana söz veresin ki eğer bir ihtiyaç sahibi veya kapatılması
gereken bir ihtiyaç gördüğün takdirde o ihtiyacı sadece benim paramla
karşılamalısm. Şimdi ben bir deniz seferine gideceğim. Eğer ölürsem param
senin yanında kalsın ve sana koştuğum şartlara riayet etmelisin ve hayatta bulunduğum
sürece bunu sakın kimseye de söyleme." Ben o adam hayatta olduğu sürece
bu durumu kimselere anlatmadım.»
Da'lec, bu senenin
cemaziyelahir ayında doksandört veya doksan-beş yaşında vefat etti. Allah
rahmet etsin. [62]
Abdülbaki b. Kani' b.
Merzuk. Ebü'l-Hasan el-Ümevî. Emevilerin azathsıdır. Haris b. Üsame'den hadis
dinleyip rivayet etti. Darekutnî ve diğerleri de kendisinden rivayette
bulundular. Güvenilir bir hadis hafızı idi ama ömrünün sonunda değişti.
Darekutnî dedi ki:
«Abdülbaki, hata yapar ve hatasında da ısrar ederdi.» Bu senenin şevval ayında
vefat etti. [63]
Muhammed b. Hasan b.
Muhammed b. Ziyad b. Harun b. Cafer, Ebu Bekir en-Nakkaş. Tefsirci ve kurrâ
idi. Ebu Dücane Simak b. Hareşe'nin azathsıdır. Aslen Musulludur. Tefsir ve
kıraat ilminde derin bilgisi vardı. Çeşitli memleketlere giderek birçok
üstadlardan hadis dinledi. Ebu Bekir b. Mücahid, Huldî, İbn Şahin, İbn
Rızkaveyh ve diğer bazıları kendisinden hadis rivayet ettiler. Kendisinden en
son hadis rivayet eden kişi İbn Şazan'dır.
Ebu Bekir en-Nakkaş,
kendi başına, münker bazı hadisler rivayet 6tmiştir. Hatasının çokluğuna rağmen
Darekutnî onu sika bir ravi saymıştır. Ancak sonraları bu görüşünden
vazgeçmiştir. Bazıları ise Nakkaş'ın yalan söylediğini açıkça ifade
etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.
"Şifaü's-Sudur"
adım verdiği bir tefsiri vardır. Bazıları bu tefsire,
Sikamu's-Sudur adını
vermişlerdir.
Ebu Bekir en-Nakkaş,
şahıs olarak abid, salih ve ibadetlerine önem veren bir kimseydi. Can
çekişirken yanında bulunan bir kimse onun bir dua okuduğunu, sonra sesini
yükselterek şu ayet-i kerimeyi üç kez tekrarladığını söylemiştir:
"Çalışanlar bunun
için çalışsın." (es-Sâffât, 6i.)
Bu ayet-i kerimeyi üç
kez tekrarladıktan sona ruhunu teslim etti. Allah ona rahmet etsin.
Ebu Bekir en-Nakkaş,
bu senenin şevval ayının ikisinde salı günü vefat etti. Darekutn semtinde
bulunan evine defnedildi. [64]
Asıl adı, Muhammed b.
Said'dir. Zahid bir kimseydi. İbn Darir adıyla da tanınır. Güvenilir, salih ve
abid bir kimseydi. Onun güzel sözlerinden biri şudur:
"Şehvetlere karşı
direndim. Nihayet kendi şehvetimde diğer şehvetlere karşı direnir oldu." [65]
Bu senenin muharrem
ayının 10'unda, Muizzud-Devle b. Büveyh; dükkanların kapatılmasını, kadınların
kıldan örülme kaba elbiseler giyinerek sokaklara çıkmalarım, yüzlerini
açmalarını, saçlarını dağıtmalarını, yüzlerini tokatlamalarını, Hz. Hüseyin
için ağıt yakmalarını emretti. Şiilerin çokluğu ve sultanın da onlarla
birlikte oluşu nedeniyle Ehl-i Sünnet bunlara karşı koymadı.
Bu senenin zilhicce
ayının 10'unda Muizzud-Devle b. Büveyh, Bağdat'ın süslenmesini, çarşı
pazarların bayramlardaki gibi geceleyin de açılmasını, mancınıkların
kurulmasını, borazanların çalınmasını, ümera kapısında ateş yakılmasını,
emniyet yanında da meşaleler kurulmasını ve Gadir-i Hum gününün bayram gibi
sevinçle kutlanmasını emretti. Bu, cidden görülmesi gereken muhteşem bir gündü.
Ancak açıkça çirkin ve münker bir bid'attı.
Bu senede Bizanslılar
Urfa'ya saldırdılar. Ahalinin bir kısmını Öldürüp bir kısmını esir aldılar.
Yüklü ganimetler elde ederek geri döndüler. Sonra Bizanslılar hükümdarlarına
suikast yaptılar. Onu öldürüp yerine başkasını geçirdiler.
Ermeni hükümdarı ve
asıl adı Nikofor olan Domestikos öldü. Bu, Halep'i ele geçiren ve orada
çirkinlikler icra eden kişiydi. Bunun yerine de başkasını geçirdiler. [66]
Hicretin 356.
senesinde ölmüştü. 355. veya 352. senede öldüğüne dair zayıf rivayetler de
vardır. Allah kendisine rahmet etmesin.
Bu mel'un,
hükümdarların en katı kalplisi, en azılı kafiri, en güçlüsü ve aynı zamanda en
şevketlisiydi. Kendi zamanında Müslümanlarla en çok savaşan ve Müslümanlardan
en fazla adam öldüren kişi de oydu. Allah ona lanet etsin.
Hükümdarlığı zamanında
Müslümanların sahil memleketlerinin çoğunu istilâ etmiş ve çoğunu da zorla
almıştı. Ele geçirdiği bu Müslüman kentlerini Bizans hakimiyetine katmıştı.
Çünkü o zamanın Müslüman yöneticileri kusurluydular. Aralarında çirkin
bid'atlar vardı. Havas ve avamdan olanların isyanları ortaya çıkmış, bid'atlar
her tarafa yayılmış, Rafızilik ve Şiîlik çoğalmış, Müslümanlar arasında Ehl-i
Sünnet'ten olanlar kahra uğramışlardı. İşte bu sebepledir ki, düşmanlar
Müslümanları mağlup etmişler ve ellerindeki ülkeleri zorla ele geçirmişlerdi.
Ülkeden ülkeye firar etmiş olan Müslümanlar şiddetli bir korkuya kapılmış,
sıkıntılı bir hayata maruz kalmışlardı. Düşmanların baskınından korkmadıkları
bir geceleri yoktu. Yardımına başvurulacak olan zat, yüce Allahtır.
Nikofor (Domestikos),
200.000 savaşçıyla hicretin 351. senesinde ansızın Halep'e baskın yapmış, şehir
içinde dolaşmıştı, Halep valisi Seyfu d-Devle onun önünden kaçıp gitmiş, o
lânetli de şehri zorla ele geçirmişti. Ahaliden kadın erkek, ancak sayılarını
Allah'ın bildiği miktarda insan öldürmüştü. Seyfu d-Devle'nin Halep şehri
dışındaki evini yıkmış, mallarını, eşyalarını, teçhizatlarını ganimet edinmiş
ve Halep'te güç bulmuştu. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz
Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).
Nikofor, Müslümanlarla
ve İslâmiyetle savaşmakta aşırı gitmiş, bu uğurda çok çabalar harcamıştı. Hüküm
yüce ve ulu Allah'a aittir. Mel'un Nikofor, hangi şehire giriyorsa oradaki
savaşçıları ve diğer adamları öldürüyor, kadınları ve çocukları esir alıyor,
şehrin camisini kendi atları için tavla ediniyor, camideki minberi kırıyor,
minareyi yıkıyordu. Bütün bunları süvari, piyade ve diğer askerleriyle yapıyordu.
Bunu âdet haline getirmişti. Nihayet Cenâb-ı Allah, karısını ona musallat etti.
Karısı onu, evinin ortasında kendi cariyeleriyle işbirliği yaparak öldürdü.
Böylece Cenâb-ı Allah, İslâmiyeti ve Müslümanları onun belâsından kurtarıp
rahata kavuşturdu. Müslümanların üzerindeki belâ bulutlarını giderdi.
Domestikos'un düzenini altüst etti. Nimet ve lütuf sahibi olan Allah'tır. Her
halükârda hamd Allah'a aittir.
Bu senede
Konstantiniye hükümdarı ile Domestikos öldü. Böylece Müslümanların sevinci
doruğa ulaştı. Güvenlik meydana geldi. Ni-meti ile salih amellerin tamamlandığı
ve kötülüklerin yok olduğu Allah'a hamdolsun ki, onun rahmeti sayesinde
günahlar bağışlanır.
Kısaca demek
istediğimiz şudur ki: Bu lanetli Nikofor denen ve Domestikos lakabını alan
Ermeni hükümdarı, halife Muti Lillah'a bir kaside göndermişti. Bu kasideyi ona
katiplerinden biri yazmıştı. O katip, Allah'ın zelil kılıp alçalttığı ve
yardımsız bıraktığı; kalbini, kulağını mühürlediği, gözüne perde çektiği,
İslâm'dan ve İslâm'ın aslından uzaklaştırdığı kimselerdendi. Bu lânetli
Nikofor sözünü ettiğimiz kaside ile övünüyor, Müslümanlara ve İslâmiyete
sövüyor, İslâm ülkesinde yaşayan kimseleri, memleketlerini tümüyle, hatta
Harem-i Şerifi kısa sürede ele geçireceğini söylemekle tehdit ediyordu. Oysa
kendisi hayvanlardan daha aşağı, daha sapık, daha zelil biriydi. Kendisi
iffetli Meryem'in oğlu İsa peygamberin dinine yardım etmekte olduğu
iddiasmdaydı. Bu kasidesinde Rabbinin yüksek ikram ve selamlarına mazhar olan
Rasûlullah (s.a.v.)'a da sataşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.)'a ahirete dek salat-ü
selam olsun.
Ben o zamanın
insanlarından birinin bu kasideye cevap verdiğini duymadım. Ya bu kaside meşhur
değildi, ya da yazarı cevap verilmeye değmez biriydi. Çünkü o, inatçı ve
inkarcı biriydi. Manzumesi, kendisinin inatçı bir şeytan olduğunu ispatlıyordu.
Ancak bundan bir süre sonra Ebu Muhammed b. Hazm ez-Zahirî ona faydalı ve güzel
bir cevap verme şerefine mazhar olmuştu. O bu kasidenin asılsız olan bütün
bölümlerine, batıl olan bütün sözlerine doğru cevaplar vermişti. Allah
rahmetini Ebu Muhammed'in mezarına yağdırsın. Makamı ve son durağını Cennet
kılsın.
O Ermeni mel'unun
kasidesini burada nakledecek, ondan sona da muzaffer ve mübarek İslâmî kasideyi
ona cevap olarak aktaracağım. Ermeni kâfir, kendi hükümdarının dili ile
aşağıdaki kasideyi dile getirmişti. Allah ikisine de dindaşlarına da tümüyle
lanet etsin. Âmin, ey âlemlerin Rabbi.
Ben, İbn Asakir'in el
yazısı ile kağıda geçirmiş olduğu o kasideyi size naklediyorum. O da bu
kasideyi Ferganî'nin "Sılatu's-Sıla" adlı kitabından aktarmıştır:
"Mesihî ve temiz
hükümdardan Haşimi ailesinden olan hükümdarların sonuncusuna,
Faziletli ve itaatkâr
hükümdara ve müşküller için büyük çözümleri umana,
Duymadın mı benim ne
yapacağımı?
Ama gevşeklik
musibeti, akıllıca iş yapmana engel oldu,
Üstlendiğin görevi
terkedip uykuya dalmış isen,
Ben üzerime düşen
görevi yaparken uyumam.
Sınırlarınızda
-gevşeklik ve zaafınızdan ötürü- sadece işaretler kalmıştır.
Ermeni sınırlarının
tümünü sadakatli ve aslanları andıran yiğitlerimizle fethettik.
Atlarımızı, gemlerini
sakız gibi çiğner halde bıraktık.
Onlar Cezire'deki
bütün sınırlara ve Kin nesrin'deki ordulara, Avasım'a, Malatya'ya,
Samsat'a, Gerger'e
hücum etmeye alışkındırlar.
Denizjerde de
sınırdaki yerleri fazlasıyla fethetmişlerdir.
Kızıl topraklı
Hades'te askerlerim dolaştı.
Caferi'den sonra
Keysum'u bütün sınırlarıyla ele geçirdik.
Oradaki nice aziz
ahaliyi zelil kıldık;
Onların kimi köle,
kimi hizmetçi oldu.
Suruç setlerini
topluluklarımızla tahrip ettik.
Bütün ayaklar üzerinde
duran ve yücelen bir rütbemiz vardır.
Urfalılar da bize
sığındılar. Bölük pörçük oldular. İnsanı vasfe-den bir topluluk olarak mendil
çekip teslim oldular
Re'sü'1-Ayn, sabahleyin
miğferlerini taktırarak askerlerini bize şevketti. Biz de kafalarına vurarak
savaştık.
Dara'yı, Silvan'ı,
Erzen'i, kuşatma altına aldık.
Atlarımızla onlara
acılar tattırdık.
Girit'e de gemilerimiz
ulaştı. Köpüklü ve dalgalı denizin sırtına binerek oraya vardık.
Ahalisini esir aldık;
yumuşak ve uzun saçlarını salıveren kadınlarını da önümüze kattık.
Burada da Ayn-ı
Zerbe'yi zorla fethettik.
Evet, bütün zorba ve
zalimleri helak ettik.
Halep'e uzandık, onun
içine girdik; yıkıcı savaşçılarımızın tümü oranın surlarını yıktı.
Kadınları, sonra
kızları alıp önümüze kattık. Çocuklarını da hizmetçi köleler gibi esir aldık.
Seyfu d-Devle ile
Nasır Lidinillah denen valileriniz oradan kaçıp yüz üstü süründüler
Akıllıca Tarsus'a da
meylettik. Oradakilere acıyı, boğazlarının sonuna kadar tattırdık.
Nice hür ve izzetli
yüce kimseler -ki, etraflarında nimetler vardı-onları da esir aldık.
Boyun eğdirip başı
açık bir şekilde mehir vermeksizin onları haremimize kattık. Hakimin hükmü
olmadan onları eş edindik.
Nice leşi yerde
uzanmış halde bıraktık; kan akıtıyorlardı. Dilleriyle boğazları arasından kan
geliyordu.
Yolda, nice savaşlarda
bahadırlarınız yok oldu.
Onları da hayvanları
sürer gibi zorla önümüze katıp sürdük.
Eryah şehrinize, onun
içine hücum ettik. Asık suratlı talazların altında oraları ezip geçtik.
Yüksek yerlerini
alçalttık, şeklini değiştirdik. Daha Önce nimetler içindeki insanlarını ve
hayvanlarını bambaşka bir hale döndürdük.
Orada baykuşlar öter
oldu, sesleri yankılandı.
Baharda o sadanın peşi
sıra güvercin ağıtları duyuldu.
Antakya da benden uzak
değildir.
Orayı da bir gün
haremini çiğneyerek fethedeceğim,
Atalarımın meskeni
Dımışk'tır. Ben oraya hakimiyetimizi kendi mührümle döndüreceğim.
Mısır'ı da zor
kullanarak kılıcımla fethedeceğim.
Oradaki mallanmı ve
hayvanlarımı alacağım.
Kâfura hak ettiği
cezayı, tarak makas ve kan alıcı kupalar kurarak vereceğim.
Ey Hamdan ailesi,
paçalarınızı sıvayın!
Bulutları andıran Rum
orduları üzerinize gelmektedir.
Kaçarsanız kana
susayan hükümdardan onurluca kurtulursunuz.
Nusaybin'i, Musul'u,
atalarımın vatanı Cezire'yi de fethedeceğim, orası bizim cetlerimizin mülküdür
Samarra'yı, Kûsâ'yı,
Akbara'yı, Tikrit'i, Mardin'i, Avasım'ı fethedeceğim.
Oradaki erkekleri
tümüyle öldürecek, oradaki malları ve kadınları ganimet edineceğim.
Ey Bağdatlılar; vay
halinize, siz de paçaları sıvayın!
Tümünüz müstaz'afsmız,
hiçbir hedefiniz yoktur.
Deylemî'nin
hakimiyetine ve Rafıziliğine razı oldunuz.
Deylemli kölelere kul
oldunuz.
Ey Remle sakinleri;
vay halinize! Hayvan otlatmak üzere San'a diyarına geri dönün.
Alçalmış olarak, Hicaz
toprağına dönen Bizans topraklarını faziletli ve âlicenap kimselere bırakıp
gidin.
Bağdat'a doğru
askerlerimi sevkedecek, onlar da çok bağışta bulunan efendilerin diyarı olan
Babü Tâk'a varacaklardır.
Ben oranın üst
tarafını yakacak, surlarını yıkacak, istemeyenlere rağmen çoluk çocuklarını
esir alacağım.
Oradaki mallan ganimet
edinecek, insanlarım esir alacağım.
Oradakileri intikam
kılıcıyla öldüreceğim!
Askerlerimle acelece
Ahvaz'a yürüyeceğim ki,
Orada bulunan ipekleri
ve sıcak günlerde yüzü yakan ibrişimleri elde edeyim.
Oraları talan edip
ateşe verecek, köşklerini yıkacağım.
Öncekilerin yaptığı
gibi çoluk çocuklarını ve kadınlarını esir alacağım.
Oradan da Şiraz'a ve
Rey'e gideceğim. Bunu bilin!
Horasan benim
sarayımdır..Askerleri de haremimdir.
Şâs'a, Belh'e
gideceğim; Havat'a, Fergana'ya, Merv'e, Mehazim'e uğrayacağım.
Sâbur'u ve kalelerini
yıkacağım.
Yüzü sıcaktan yakan
bir günde oraya uğrayacağım.
Kirjnanı ve Sicistan'ı
unutmuyorum
Uzaktaki Kabil'i ve
Acemlerin mülkünü de ele geçireceğim.
Askerlerimle birlikte
Basra'ya da yürüyeceğim.
Oranın, gemilerin
hareketinden ötürü gürültüsü ve göz alıcı bir parlaklığı vardır.
Oradan da Irak'ın
ortasındaki Vasıt'a ve Küfe'ye uğrayacağım.
Askerlerimizin azimli olduğu
bir günde oraları ele geçireceğim.
Oradan çıkıp acelece
Mekke'ye gideceğim.
Kesif karanlığı olan,
geceleri andıran askerlerimle Mekke'ye gireceğim!
Orayı bir zaman teslim
alıp muktedirce ele geçirecek ve orada bütün âlem için hakkı tatbik eden bir
kürsüde oturacağım.
Necid'i tümüyle
Tihame'yi, Mezhic'i, Kahtan'ı hakimiyetim alanına alacağım.
Yemen'in tümüne gaza
yapacak; Zübeyd'i, San'a'yı, Sâda'yı ve Te-haim'i ele geçireceğim.
Oraları insansız,
nimetler içinde yüzen ahaliden yoksun ve harap halde bırakacağım.
Yemenlilerin bütün
malına ve Karmatilerin mahrumiyet günlerinde yığdıkları mallara sahip
olacağım.
Bizimle şereflenen
Kudüs'a döneceğim.
Orası yüce bir
mekandır. Aslı aabît ve kaimdir, dimdik ayakta duruyor.
Tazim amacıyla secdeye
kapanmak için tahtıma çıkacağım.
O zaman yeryüzündeki
bütün hükümdarlar karşımda hizmetçiler gibi kalacaklardır.
Orada bütün yeryüzü
Müslümanlardan temizlenecek ve bizim gibi temiz dinli lider kimselere
kalacaktır. Anlayışsızlardan dünya kurtulacaktır.
Yöneticileriniz
zulmettiklerinde ve siz büyük günahları açıkça işlediğinizde size karşı bize
zafer ihsan edildi.
Kadılarınız dinlerini
satarak makam satın aldılar.
Yakub'un oğlu Yusuf un
ucuz bir fiyata satılışı gibi dinlerini ucuz bir kadılık makamı karşısında sattılar.
Size düşman olanlar
zahiren yalancı şahitlikte bulunup iftira attılar. Rüşvet karşılığında yalan
söylediler. Size karşı güçlü olanların yanında yer aldılar
Allah'ın yerini
doğusuyla batısıyla fethedecek ve haçın dinini keskin kılıcımın yardımıyla her
tarafa yayacağım.
İsa göklerin üzerinde
yüceldi, tahtı semâvatm üstündedir.
Kıyamet gününde onu
dost edinen kimseler kurtuluşa ereceklerdir.
Sizin adamınız da
toprağa düşecek, üzerine toprak saçacağım... halifenizi öldüreceğim!
O, toprak içinde
çürümüş bir vücuda dönecektir.
Siz taraftarları da
ölümünden sonra ona sövecek, iftirada bulunacak ve saygınlığını hiçe
sayacaksınız."
Evet, kaside bu
cümlelerle sona eriyor. Allah bunu yazanı lanetlesin ve Cehennem'e atsın.
«O gün zalimlere, özür
beyan etmeleri fayda vermez, lanet onlaradır. Yurdun kötüsü de onlaradır.»
(ei-Mü'min, 52.)
Bu kasideyi yazan kişi
kıyamet gününde ölmeyi isteyecek ve çılgın alevli Cehennem ateşine
bırakılacaktır.
«O gün zalim kimse
ellerini ısırıp: "Keski Peygamberle beraber bir yol tutsaydım. Vay başıma
gelene! Keşke falancayı dost edinnıe-seydim. Andolsun ki beni, bana gelen
Kur'ân'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor."
der.» (ei-Furkân, 27-29.)
Bu durumdaki kişi eğer
bu halde ölürse kâfir olarak ölür.
Şimdi bu kasideye,
Endülüslü Zahirî fıkıhçısı Ebu Muhammed b. Hazm'ın irticalen verdiği cevabı
aktaracağız. Onu görenlerin dediklerine göre, kâfirin kasidesini duyduğunda
Allah, Rasûlü ve dini hesabına öfkelenerek irticalen bu kasidesini söylemişti.
Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, makamım âli kılsın. Günahlarını
bağışlasın. Kasidesi şudur:
"Âlemlerin Rabbi
Allah'a ve Haşimi iülâlesinden olan Ranûlul-lah'ın dinin© sığınıp Allah'tan
himaye bekleyenden,
Hadi Billah Muhammed
et-Taki'den,
Doğru yolu bulup İslâmiyeti
en güzel bir şekilde ayakta tutandan, ki Allah'ın selameti onun üzerine
peşpeşe gelsin ve bu selamet bütün âlemlerin haşrolunacağı güne kadar devam
etsin.
Muhammed el-Hadi'den,
sapıklık ve iftira ile konuşan Acemlerin iftiracısı Nikofor'a!
Öyle bir halifeye
çağrıda bulundun ki, onun komutanları, avucun-
da tozlanmış resimler
gibidirler.
Musibetler hilafeti
döneminde başına çöktüler.
Nitekim ondan önceki
hükümdarların da başlarına musibetler yağdılar.
Bu nikbetten ve
musibetten ötürü âlicenap ve gayretli, aynı zamanda asillerin oğlunun payına
musibetler düşmüştür.
Eğer o önceki
durumunda ve atalarının zamanındaki gücünde olsaydı,
Size kâselerle zehir
içirirdi.
Umulur ki Cenâb-ı
Allah, kendi dininin insanlarına şefkat gösterir de;
Bu yüzden ülkenin
çürümüş yerleri yenilenir.
O zaman siz yere
yüzüstü kap aklanır dmız ve hakikaten bu, Allah'ın lutfuyla olurdu. O hakimler
hakimidir.
O zaman onu
andığınızda sizi bir utanç bürür,
Sizden tartışmacı her
ağız susar, konuşamaz olur.
Hücum ederek mallarınızı
yağmaladık. Siz de hücumumuzdan ansızın kaçıp kurtuldunuz. Zayıf azimli
kimseler gibi davrandınız.
O esnada sevinç ve
neşe içinde âdeta uçtunuz.
Prensipleri eksik ve
horlanmış kimseler gibi davrandınız.
Bu durum ancak aklında
zayıflık bulunan kimselerde görülür.
Zaman boylelerindeki
güzellikleri de başka tarafa çevirir.
İşleri tartıştığımızda
güçsüz kalırsınız.
Cahillere zalimin
devleti yaraşır.
İhtilaflar aramızda
fitne ateşlerini, onların Türkleri ve Deylenıli-leri ile birlikte köleleri
hesabına alevlendirdi;
Nankörlük edip hak
tanımaz oldular. Kendilerini hayvanların durumlarından yükseklere çıkaranların
iyiliğini unuttular.
Ev sahibinin uykuya
dalışını fırsat bilen hırsızlar gibi siz o zaman etrafımıza hücum edip
saldırdınız.
Bütün Şam mıntıkasını
amansız bir darbe ve en büyük bir güçle elinizden çekip almadık mı?
Mısır'ı, Kayrevan
diyarını, Endülüs'ü kafalarınıza vura vura zorla almadık mı?
Durumunuz zayıfken
dalgalı denizlerdeki Sicilya adasını da elinizden almadık mı?
İstemediğiniz halde,
size rağmen mukaddes yerlerinizi, evlerinizi alıp elde etmedik mi?
Beytilahm'i, Kumame'yi
ele geçirdik. Şimdi oralar büyük Müslüman liderlerin ellerindedir.
İskenderiye
diyarındaki serkisiniz, Kudüs'teki kürsünüz zorla, hoşunuza gitmemesine rağmen
elimize geçti. Konstantiniye kürsüsü de yoklara karıştı.
Elde ettiğiniz bütün
diyarları tümüyle geri almamız ve şereflice izzetle elde etmemiz kaçınılmazdır,
Yezid, sizin
diyarınızın ortasına Konstantiniye kapısına keskin kılıçlarıyla inmedi mi?
Mesleme de ondan sonra
aslanlar gibi kükreyen bahadır akserle-riyle oraları ayak altında çiğnetmedi
mi?
Sizi Konstantiniye'de
geçen asırda inşâ ettirdiği mescidimizde al-çaltıp köleler gibi çalıştırmadı
mı?
O mescit ki,
hükümdarınızın sarayının bitişiğindeydi.
Bilesiniz ki bu, keskin
kılıçlara sahip bahadırların hakkıdır.
Hükümdarınız, Harun
Reşid'e; mağluplara özgü vergiyi ve borçlular gibi cizye vermedi mi?
Mısır'da sizi
görülmeye değer gücünüzle yağmalayıp talan ettik.
Orada Rahman olan
Allah, büyük merhametiyle bizleri kayırdı.
Beyti Yakub'a, Dume
sahiplerine oradan da Atlas Okyanusu'na varıp denizlerin dalgalarına kadar
uzandık.
Siz hiçbir cuma bizim
toprağımıza hücum edebildiniz mi?
Cenâb-ı Allah bunu
yapmanıza engel oldu, ey hezimete uğrayanların kalıntıları!
Sizin sadece
kuruntularınız vardır ve ahmakça düşlerinizden, uykuda uyuyanların
rüyalarından başka bir şeyiniz de yoktur
Yavaş olun bakalım.
Hilafetten sonra artık nur kalmaz. Sadece ezenlerin yüzlerini tozlandıran bir
sefer kalır.
İşte o zaman kahraman
baskıncıların atları sizi ezdiğinde nereye varacağınızı görürsünüz.
Geçmişlerin
âdetlerince karanlık gecelerde sizler bizim için ganimetler sınıfına
gireceksiniz.
Sizler bizden parmakla
sayılabilecek miktarda esirler aldınız, ama sîzin elimizde bulunan esirlerini»
bulutlardan ın©n yağmur damlaları sayısıneadır.
Şayet elimizde bulunan
esirlerinizi birisi saymaya kalkışacak olursa aciz kalır.
Yağmur serpintilerini
kimler sayabilir?
Hamdan'm oğlu Nasır
ile Seyfü'd-Devle ve Kâfur sayesinde sizler,
En rezil, en pis
amaçlara ulaştınız ve küçücük yerleri elde ettiniz.
Soysuz ve hacamatçının
oğullarına hücum ettiniz.
Ama onların itibarı
ancak kan emen sivrisineğinki kadardır.
Fakat bundan önce
Dimyane'ye veya aslanlar gibi atıcı olan Er-bat mıntıkasına gitseydiniz ya!
Cürcan reisleri,
sizleri geceler boyunca önlerine kattılar ve size acıları içirdiler.
Prenslerinizi kızlar
gibi esir alıp önlerine kattılar, tıpkı ağaçlıklı kumsallardaki geyikler gibi.
Ama bizi Heraklius'a
ve ikramda bulunan yüksek hükümdarlara sorun.
Tenuh, Kayser ve
diğerleri bizi size anlatacaklardır.
Nice yüksek tabakadaki
kadınları esir aldığımızı da sizlere bildireceklerdir.
Ne kadar müstahkem
kaleler fethettiğimi ve sizi ne kadar yaslara boğduğumuzu da söyleyeceklerdir
Hakir ve iftiracıları
bırak. Onları lider sayma, onların Öne çıkma iddiaları da olamaz.
Heyhat! Samarra ve
Tikrit elinizden çıktı.
Cebel mıntıkasını da
yitirdiniz. Artık oralar sizin için boş kuruntulardan başka bir şey değildir.
Oraları artık zayıf
kimselerin temenni edeceği yerlerdir. Artık oraları düşündükçe boğazınız
sıkılacaktır.
Bağdat'ı yeni bir
pazar olarak ele geçirmek istiyorsunuz. Orası damızlık develer için bile bir
aylık yoldur ki, o develer güçlü olup karşılaştıkları herşeyi ezerler.
Bağdat, zühd, ilim ve
takva ehlinin mahallidir.
Orası her âlim kişinin
seçtiği bir menzildir.
Şarap rengini andıran
kumsalı bırakın, artık orası parlak ve mukavemetli Müslümanların elindedir.
Şam'dan da vazgeçin.
Orada büyük bir İslâm ordusu vardır.
O ordunun askerleri,
uçan kuşların içinden uçup geçtikleri bulutlar gibidir. Sanki onlar ayakları
üzerinde uzaklaşırlar. * Öyle bir darbe
ki, küfre bütün mezelletleri indirir.
Sikkecinin beyaz
dirhemlere damga vuruşu gibi, küfre de zillet damgası vurur.
Hicaz taraflarında
isa, bulutlardan inen sicim gibi yağmurları andıran büyük ordular vardır.
O ordularda Adnan
oğullarından cömert, âlicenap ve bahadır askerler vardır.
Kahtan boyundan da
ataları asil olan kimseler vardır.
Kudaalîlardan bir
cemaatla karşılaşırsanız, kupkuru şeyleri bile paralayan aslanlar görmüş gibi
olursunuz.
Sabahladığınızda size
daha önce beraber iken karşılaştıkları sıcak dostluğu hatırlatırlar.
Bir zamanlar onlar
asil atları sizin tarafınıza doğru sürüyorlardı.
Sizler de sanki
ganimetler içinde, garantide imişcesine geldiniz.
Yakında size öyle
topluluklar gelecek ki,
Kentleri elde etme
hatıralarını size unutturacaklardır.
Mallarınız ve
canlarınız onlara helaldir.
Ancak kanınızı akıtmak
ve malınızı ganimet edinmekle göğüslerdeki hararet diner.
Arazileriniz onlar
için hak olacak ve o hakkı kendi aralarında paylaşacaklardır.
Nitekim bir zamanlar
adil ölçülerle onlar bunu yapmışlardı.
Horasan'dan bir cemaat
ansızın üzerinize gelirse;
Şiraz'dan, Rey'den
ayakları sağlam basan askerler size hücum ederse;
O zaman sizin
yapacağınız tek şey vardır ki, onu da size hatırlatıyoruz: Zillet ve korkudan
parmakları ısırmak!
Uzun süre sizi
diyarınızda ziyaret etmişlerdi, bir yıllık yoldan çarpıcı atlarıyla
gelmişlerdi.
Sicistan ve Kirman'a
gelince; buralar öncelikle geri alınacaktır.
Kabil ve Hülvan ise
zayıf kişilerin bile elde edebileceği yerlerdir.
Fars'ta ve Sus'ta
büyük ve kalabalık ordular vardır.
İsfahan'da sel gibi
akan parlak şimali askerler vardır.
Eğer bunların hepsi
size gelecek olurlarsa,
Hayvanatın reisleri
olan aslanların avına dönersiniz.
Parlak Basra'da ve
yükselen Kûfe'de bir de Vasıfta büyük askeri birlikler vardır.
Buralarda sayı ve
teçhizat çokluğu bakımından kumsallardaki kum taneleriyle boy ölçüşebilecek
kalabalık ordular vardır.
Bunlara düşmanlık eden
kimse artık rahatını bulamaz.
Allah'ın Mekke'deki
Beytine gelince; Allah orayı kayırmış, şereflendirmiş, bütün mahlukat için
onurlu bir yer kılmıştır.
Bütün yeryüzü ahalisi
inanarak orayı kutsal bir yer sayar.
Yeryüzünü bir yüzük
sayarsanız, orası yüzüğün kaşı gibidir.
Rahman olan Allah
orayı hakkıyla savunur.
Oraya yan gözle bakmak
bile mümkün değildir.
Habeşlilerin askerleri
orada, fılleriyle birlikte Ebabil kuşlarının çakıl taşlarıyla helak oldular.
Öyle ki, Ebrehe'nin
askerleri orada sel gibi akan büyük bir kalabalık teşkil etmekteydiler,
Ama Harem-i Şerif ve
Batha'dakî binalar korundular.
Mustafa (a.s.)'m
kabr-i şerifi, hoş kokulu bir ortamdadır.
Orayı karanlık
geceleri andıran büyük bir askeri kitle korumaktadır.
O kitleyi yüksek melek
orduları komutaları altına alıp savunmaktadırlar; onlar namaz kılan, oruç
tutan her Müslümanı müdafaa ederler.
Karşınıza çıkacak
olursak; asırların canlıların kemiklerini darmadağın edişi gibi, biz de sizi
çürümüş kemiklere döndürürüz.
Müstahkem mevki olan
Yemen'de hücum edici bahadırlar vardır.
Karşınıza çıkacak
olurlarsa sizi lokma lokma yutarlar.
Yemame diyarının iki
tarafında, ellerinde hüccet bulunan boylu, boslu, güçlü bir topluluk vardır.
Sizi ve güçlü
Karmatileri; akıllı ve uğurlu bir devlet sayesinde mahvettik.
O devletin başında hakkın
halifesi Nasirüddin vardı.
O £llah yolunda
kınayıcıların kınamasından çekinmezdi.
Onun ataları Hz.
Abbas'ın evladına kadar uzanır.
Onların tümünde genel
bir övünç kaynağı vardır; o övünç onlarda köpüklü bir dalga gibidir ve
yumuşaktır.
Onlar öyle hükümdarlardır
ki, şansları hep zaferle yar olmuştur.
Onların geçmişlerine
de geleceklerine de "Hoş geldiniz" diyoruz.
Onların mahalli, Kudüs
mescidinde vaya Bağdat menzillerinde âlicenap kimselerin mahallidir.
Adiy ve Teym kabilesi
de Esedoğulları'nm yüksek tabakalarından olan bu yüksek ve salih kimselere de
"Hoş geldiniz" diyoruz.
Yine onlara:
"Siz, ne hoş insanlarsınız." diyoruz.
Onların geçmişteki
hayırlı kimselerine de merhabalar diyoruz.
Onlar ki, İslama kötlü
bir zaferle yardım ettiler.
İstemeyenlere rağmen
onlar beldeleri fethettiler.
Yavaş olun bakalım,
Allah'ın vaadi gerçekleşecektir.
Küfür ehlini
paramparça olmaya, lokmalar haline gelmeye mecbur edecektir
Konstantiniye ve komşu
bölgeleri fethedilecek ve sizi parçalayıcı kartalların pençesine düşüreceğiz.
Çin ve Hind'i, Türk ve
Hazar mıntıkasının askerleriyle zor kullanıp fethedeceğiz.
Rahman'ın bize verdiği
sözler gerçektir.
Hasta akıllıların
emelleri gibi değildir.
Sizin diyarınızın ve
beldelerinizin en uç noktalarına kadar sahip olacak ve size delici mızrakların
zilletini arkadaş kılacağız,
Neticede islâmiyet'in
hükmünün, vurucu askerleriyle haryere yayıldığı görülecektir.
Ey teslis inancına ve
dinine bağlı kimse! Ey yardımdan mahrum kalmış kişi! Ey akıldan ve makul
şeylerden uzak insan!
Sen, günahı apaçık
olan şeylerle İslâmiyet'i mukayese mi ediyorsun?
Başkasının emrine
giren bir mahlukun dinine bağlanıyorsun, öyle mi?
Vay senin haline!
Senin helakin dünyalara gizli değildir.
İncilleriniz
uydurmadır. Bu İndilerde öncekilerin sözleri karmakarışık hale gelmiş ve onlar
büyük günahlar işlemişlerdir.
Haça her zaman secde
ediyorsunuz, ey hayvan akıllı kimseler!
Tanrınız diye iddia
ettiğiniz İsa'yı sapıklığınız nedeniyle çarmıha gerdiniz.
Bunu en rezil ve en
günahkâr Yahudilerin elleriyle yaptırdınız.
Biz İslâm dinine bağlı
olup Rabbimizin bir olduğuna inanırız.
Başka hiçbir din
sahibinin dini, İslâm'a mukavemet edemez.
Muhammed (s.a.v.)'in
hidayet getiren risaleti,
Haksızlıkları ortadan
kaldırmakla gerçekleşmiş ve doğruluğu anlaşılmıştır.
Hükümdarlar onun bütün
mevsimlerde temiz ve gerçek olan burhanını, delilini görünce;
Gönüllü olarak onun
dinine bağlandılar.
Nitekim San'a'daki
devlet hakimi ve güçlü adamların bulunduğu Amman halkı da İslâm'a teslim
oldular.
Diğer Yemenli
hükümdarlar da teslim olup İslâm'a girdiler.
Bahreyn beldesindeki
Lehazim kavmi de Müslüman oldular.
Korkudan veya bir
menfaat ummaktan dolayı değil; bunlar ihlas-la Allah'ın dinine icabet ettiler.
Yoksa bunlar, yoksul
kimsenin avucuna girecek bir menfaate de göz dikmiş değillerdi.
Gönüllü ve kendi
rağbetleriyle yakîni inanca sahip oldular; karşıtları susturan.
Burhanlara kesin
inanarak taçları başlanna koydular.
İslâm'ın ilâhı da
güçlü bir zaferle dinimizi korudu.
İslâm düşmanlarını da
develerin tabanları altında ezdirdi. *
İslâm peygamberi fakir
olup yalnızdı; bir aşiret ona yardımcı ol-
Ona laf atan v© onun
sıkıntılı haline sevinen kimseler© karşı da hiçbir topluluk onu savunmadı.
Onun yanında,
kendisine yardımcı olan kimseye verilecek bir mal da yoktu.
Ne korkan kişinin
savunması, ne de teslimiyet vardı onda.
Kendisine yardımcı
olan kimselere özel olarak bir mal vermeyi de vaad etmedi.
Aksine o, en güçlü
koruyucu tarafından korunmuştu.
Güçlü ve esir alıcı
kimselerin kuvveti,
Onu hakkı söylemekten
alıkoymadı ve hiçbir zalimin eli de onun cismine zarar veremedi.
Ama sizin
peygamberiniz İsa'ya iftira ettiler, yalan söyleyip sapıkhkta bulundular.
Her tokat vuran kişi
onun yüzünü tokatladı.
Oysa siz onun sizin
Rabbiniz olduğunu iddia etmiştiniz.
Vay sizin bu
sapıklığınıza! Kıyamette kör olacaksınız.
Cenâb-ı Allah,
kendisinin bir eşi ve oğlu olacağını kabul etmedi.
Neticede küfrün
propagandacıları pişmanlık içinde olacaklardır.
Bunlara rağmen İsa,
Allah'ın kulu, peygamber ve şerefli bir kimsedir.
Allah'ın yarattığı bir
varlıktır. İddiacıların sözlerine inanılmaz.
Hiç Rabbin (İsa'nın)
yüzü tokatlanır mı?
Sizin bu dininiz yok
olsun!
Siz böyle demekle
bütün zalimlerin üstüne çıkarak daha zalim oldunuz.
Peygamber Muhammed
(s.a.v.), nice mucizeler ortaya koydu.
Onun ortaya koyduğu
bilgiler şirki ezip geçti.
Bütün insanlar onun
hakkını desteklemekte eşittirler.
Hayır, herkese bağışta
o adeta hizmetçi gibiydi.
Araplar, Habeşler,
Farslar, Berberiler, Kürtler...
Bütün bunlar onun
rahmet kadehini ele geçirdiler.
Kiptiler, Enbatiler,
Hazarlılar, Deylemliler,
Rumlar; onun uğruna
fırtınalara ve belalara katlandılar.
Geçmişlerinin küfrünü
kabul etmediler.
Kalıcı bir saadet
şansını elde ettiler.
Bu saadet sayesinde
hak dine tümüyle girdiler.
İlâhın ahkâmına boyun
eğdiler.
Ondan önce Danyal'm
gördüğü rüyanın yorumu böylece doğrulanmış oldu ve bu kaçınılmaz idi.
Hintliler, Sindiler,
Müslüman olup hidayet dinine girdiler.
Acemlerin dinini
reddettiler.
Göklerdeki ay bir
mucize olarak onun emri ile ikiye bölündü.
Elindeki bir ölçek
buğdayla bütün bir cemaatın karnı doydu.
Avucunun ortasından
pınar gibi su aktı.
O su ile büyük bir
kalabalık olan askerlerini suya kandırdı.
Akılların tasdikini
gerektiren şeyleri mucize olarak ortaya koydu.
Ayaklı hayvanların
iddiası gibi boş iddialarda bulunmadı.
Güneş doğduğu ve
karanlık gecelerde onun peşinden geldiği sürece Allah'ın selamı onun üzerine
olsun.
Onun delilleri ve
burhanları güneş gibidir; sizin sözlerinize benzemez.
Sizler cevher ile
teslisin unsurlarını birbirine karıştırdınız,
Bizim kadim ve hadis
olan herşey hakkında bilgimiz vardır.
Sizlerse yuları açıkça
görünen eşeklersiniz.
Siz anlamı zayıf,
nazmı gevşek, soğuk ama yutağı geniş bir şür ortaya koydunuz.
Ama bizimkisi, içinde
zümrütler, inciler, yakutlar bulunan ve usta bir sanatkâr tarafından işlenen
bir gerdanlık gibidir."
Bu senede (hicretin
352. senesinde), İbn Ebi'ş-Şevarib kadılıktan azledildi. Sicilleri bozuldu.
Kadılığı zamanında verdiği hükümler iptal edildi. Yerine Ebu Bişr Ömer b.
Ektem b. Rızk atandı. İbn Ebi'ş-Şevarib'in her sene verdiği harçtan kendisi
muaf tutuldu.
Bu senenin zilhicce
ayında yağmurlar geciktiğinden ötürü insanlar yağmur duasına çıktılar, ama
yağmur yağmadı.
"el-Muntazarr"
adlı eserinde İbnü'l-Cevzî, tarihçi Sabit b. Sinan'ın şöyle dediğini rivayet
etmiştir:
«Kendilerine güvendiğim
bir cemaatın bana anlattığına göre bazı Ermeni komutanları, hicretin 352.
senesinde Nasirü'd-Devle b. Hanı-dan'a, yaşları yirmibeş olan iki Ermeniyi
babalarıyla birlikte göndermişlerdi. Bu adamların iki göbekleri, iki
karınları, iki mideleri vardı; ama doymaları ve suya kanmaları değişik
orandaydı. Bunlardan biri kadınlara diğeri ise oğlan çocuklarına meylederdi. Bu
nedenle aralarında anlaşmazlık ve tartışma meydana geliyordu. Hatta bazen Öyle
oluyordu ki, bunlardan biri diğeri ile konuşmamaya yemin ediyor, günlerce
küsülü kalıyorlar, sonra barışıyorlardı. Nasirü'd-Devle bunlara 2.000 dirhem
para verdi. Kendilerine hil'atlar giydirdi ve onları İslâm'a davet etti.
Rivayete göre bunların ikisi de Müslüman olmuşlardır.
Nasirü'd-Devle,
insanlar onları görsünler diye bu ikisini Bağdat'a göndermek istedi. Ama bu
niyetinden vazgeçti. Daha sonra bu ikisi babalarıyla birlikte memleketlerine
döndüler, Biri hastalanıp öldü, kokuştu, diğeri hayatta kaldı; ama bir türlü
ölen kardeşinden kurtulması mümkün olmadı. İkisi böğürlerinden birbirlerine
yapışık idiler. Nasirü'd-Devle bunları birbirinden ayırmayı düşündü. Bu amaçla
tabipleri topladı, fakat bu mümkün olmadı. Biri Ölünce, babalan diğerini
ondan ayırmak hususunda şaştı, ne yapacağım bilemedi. Bir müddet sonra, Ölenin
acısına dayanamayıp kederlenen diğer kardeş de hastalandı ve öldü. İkisi bir
mezara defnedildiler.»
Bu senede vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Ömer b. Ek-sem b. Ahmed b. Hayyan b. Bişr Ebu Bişr
el-Esedî de vardır. Bu zat, hicretin 284. senesinde doğdu. Halife Muti
zamanında Ebü's-Saib Ut-be b. Ubeydullah'ın yerine vekâleten kadılığa atandı.
Sonra kadi'1-ku-datlık mertebesine terfi etti. Şafîîlerden Ebü's-Saib'den
sonra, kadi'I-kudatlığa sadece o atanmıştı. Kadılıkta çok iyi bir gidişatı vardı.
Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti. [67]
Bu senenin muharrem
ayının ortasında Rafiziler -önceki senelerde de yaptıkları gibi- Hz.
Hüseyin'in matemini tuttular. Bu nedenle Rafizilerle, Ehl-i Sünnet arasında
şiddetli bir çarpışma meydana geldi, mallar yağmalandı.
Bu senede
Seyfü'd-Devle'nin kölesi Neca, kendisine karşı isyan etti. Şöyle ki: Neca,
geçen sene, Harranlılara baskın yaparak mallarını gasbetmiş, onlardan çok
miktarda mal ve para almış, isyan bayrağını çekip Azerbaycan'a doğru yürümüş,
oranın bir kısmını Ebü'l-Verd adındaki bir a'rabinin elinden almış,
Ebü'l-Verd'i öldürmüş ve onun mallarının çoğunu gasbetmişti. Böylece gücü
fazlalaşmıştı. Sey-fü'd-Devle, onun üzerine yürüdü ve kendisini yakaladı, öldürülmesini
emretti. Görevliler tarafından Seyfü'd-Devle'nin huzurunda öldürülerek cesedi
pisliklerin arasına atıldı.
Bu senede Domestikos,
Misis'e gelip şehri kuşattı. Surları deldi. Şehir halkı ona karşı
memleketlerini savundular. Domestikos da oraya bağlı büyük bir köyü yaktı,
çevresinde bulunan ahaliden 15.000 kişiyi öldürdü. Askerleri Adana ve Tarsus
şehirlerinde büyük bir fesat çıkardılar. Kendisi de ülkesine geri döndü.
Bu senede
Muizzü'd-Devle, Musul'a ve Cezire-i îbn Ömer'e hücum etti. Musul'u ele
geçirdi. Orada bir müddet ikamet etti. Musul valisi ona haber salarak barışmak
istediğini bildirdi. Valinin kendisine her sene bir miktar mal ve para
vermesi, ayrıca Nasirü'd-Dev-le'nin oğlu Ebu Tağlib'in kendisinden sonraki
dönem için veliahd olması şartıyla barış antlaşması yaptılar. Bundan sonra
Muizzü'd-Devle, İbnü'l-Esir'in detaylı olarak anlattığı birçok işlerin
yapılmasından sonra Bağdat'a göndü.
Bu senede Deylem
ülkesinde Hz, Hüseyin evladından olup İbnü'r-Rai adıyla meşhur olan Ebu
Abdillah Muhammed b. Hüseyin isyan etti. Etrafında çok sayıda adam toplandı,
insanları kendisine bey'ata çağırdı ve Mehdi lakabını aldı. Aslen Bağdatlıydı,
ama Deylem ülkesinde namı yükseldi. İbn Nasır el-Alevî ondan kaçtı.
Bu senede Ermeni
hükümdarı Domestikos'la birlikte Bizans imparatoru Tarsus'a hücum etti. Şehri
bir süre kuşatma altında tuttular. Bu yüzden burada pahalılık başgösterdi.
Halk vebaya yakalandı ve çokları öldü. Bundan sonra kuşatmacılar da geri
döndüler.
"Allah, inkâr
edenleri kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadılar. Savaşta; inananlara
Allah'ın yardımı yetti. Allah, kuvvetli olandır, güçlü olandır."
(ei-Ahzâb, 25.)
Bunlar İslâm ülkesini
tümüyle istilâ etme azmindeydiler. Çünkü İslâm ülkesinin hükümdarı ve
yöneticileri iyi kimseler değillerdi. Sa-
habeler hakkında kötü
düşünceleri vardı, ama Cenâb-ı Allah İslara ülkesini korudu, Rumlar da ziyan
içinde geri döndüler.
Bu senede Sicilya'da
Muhtar savaşı meydana geldi. Şöyle ki: 100.000'e yakın Frank ve Rum askerleri
Sicilya'ya hücum ettiler. Sicilyalılar da Muiz el-Fatımî'ye haber salarak
ondan yardım istediler. O da bir filo ile üzerlerine takviye askeri gönderdi.
Bu adada Müslümanlarla müşrikler arasında büyük bir savaş cerayan etti. İki.
taraf da sabahtan ikindiye kadar dayanıklılık gösterdiler. Sonra Rum komutanı
Moil Öldürüldü. Bu yüzden Rum askerleri cepheden firar edip hezimete uğradılar.
Müslümanlar onlardan çok sayıda asker öldürdü. Franklar derin bir su vadisine
düştüler. Çokları boğuldu. Geri kalanlarda gemilere bindiler ve döndüler,
Sicilya valisi Ahmed, peşlerine gemileri taktı. Onları denizde yakaladı ve
yakaladıklarını öldürdü. Müslümanlar bu savaşta çok mal, eşya, silah ve hayvanı
ganimet olarak elde ettiler. Ganimetler arasında üzerinde şu ibarenin yazılı
olduğu bir kılıç bulunmaktaydı: "Bu Hind kılıcının ağırlığı 170
mıskaldır. Bununla Rasûlullah (s.a.v.)'m huzurunda uzun süre
savaşılmıştır." Bu kılıcı da armağanlar arasına katarak İfrikiye'ye Muiz
el-Fatımî'ye gönderdiler.
Bu senede Karmatîler,
Taberiye'yi Mısır ve Şam hakimi İhşid'in elinden almak için hücum ettiler. Bu
arada Seyfü'd-Devle'den -silah yapımında kullanmak üzere- kendilerine demir
yardımında bulunmasını istediler. O da Rakka şehrinin çelikten mamul
kapılarını söktü. Ayrıca, pazarlarda ve satıcıların ellerinde bulunan okkaları
da topladı ve bütün bunları Karmatîlere gönderdi. Onlar da, "Bu kadarı
bize yeter." diye bildirdiler.
Bu senede
Muizzü'd-Devle, halifeden izin isteyerek hilafet sarayını gezip dolaşmak
istedi. Halife kendisine bu izni verdikten sonra saraya girip dolaşmaya
başladı. Halife de hizmetçisini ve muhafızını onunla birlikte saraya gönderdi.
Sarayın içinde dolaşmaya başladılar. Fakat Muizzü'd-Devle, bir ara korkuya
kapıldı ve işi bir an evvel bitirmek için çabucak dolaşmaya başladı. Kendisine
bir suikast yapılmasından ve sarayın dehlizlerinde öldürülmekten korkmuştu.
Derken hemen saraydan çıktı ve salimen kurtulduğundan ötürü Allah'a şükür için
10.000 dirhem sadaka verdi. O günden itibaren halife Mu-ti'e olan sevgisi daha
da fazlalaştı. Sarayda gördüğü hayret verici şeylerden biri, cidden güzel bir
kadın suretinde yapılmış olan bir heykeldi ki, tunçtan yapılan bu heykelin
çevresinde hizmetçi kılığında küçücük heykelcikler vardı. Bunlar Muktedir'in
zamanında halifeye getirilmiş ve cariyeler ve kadınlar buna bakıp eğlensinler
diye saraya konulmuştu. Muizzü'd-Devle, bunu halifeden istemeye niyetlendi ama,
sonra başka düşüncelerle bundan vazgeçti.
Bu senenin zilhicce
ayında Kûfe'de bir adam ortaya çıkıp isyanda bulundu ve kendisinin Alevi olduğunu
iddia etti. Yüzüne peçe takıyordu. Bu yüzden kendisine peçeli anlamına gelen
«Müteberki1» adı verildi. Fitnesi büyüdü, namı her tarafa yayıldı. Onun bu
isyanı, Mu-İzzü'd-Devle'nin Bağdat'ta bulunmadığı ve Musul işiyle uğraştığı bir
zamana denk geldi. Muizzü'd-Devle Bağdat'a dönünce Müteberki' saklandı ve başka
yerlere gitti. Bundan sonra başarılı bir sonuç elde edemedi. [68]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/388.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/388.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/388-389.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/389-390.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/390.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/390.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/391.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/391.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/391-392.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/392.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/392.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/392.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/393.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/393.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/393-394.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/394.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/394.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/394.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/394-395.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/395-396.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/396.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/397.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/397-398.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/398.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/398.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/398-399.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/399.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/399-400.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/400.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/400.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/400-401.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/401.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/401.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/401.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/402.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/402.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/402.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/402.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/403.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/403-404.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/404.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/405.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/405.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/405.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/405-406.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/406.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/406.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/407-408.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/408.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/408.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/408.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/409.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/409.
[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/409.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/409.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/409-410.
[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/410.
[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/410.
[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/410.
[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/410-413.
[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/413-414.
[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/414-415.
[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/415.
[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/415-415.
[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/416.
[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/416.
[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/417-430.
[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
11/431-433.