İsmail B. Muhammed B. İsmail B. Salih. 2

Ahmed B. Muhammed B. Ziyad. 2

İsmail B. Kaim B. Mehdi 2

Hicretin Üçyüzkırkikinci Senesi 3

Hicretin Üçyüzkırkikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 4

Ali B. Muhammed B. Ebil-Fehm.. 4

Muhammed B. İbrahim.. 4

Muhammed B. Musa B. Yakub. 4

Hicretin Üçyüzkırküçüncü Senesi 4

Hicretin Üçyüzkırküçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 5

Hasan B. Ahmed. 5

Ali B. Muhammed B. Ukbe B. Hümam.. 5

Muhammed B. Ali B. Ahmed. 5

Ebü'l-Hayr Et-Tınanî 6

Hicretin Üçyüzkırkdördüncü Senesi 6

Hicretin Üçyüzkırkdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 6

Osman B. Ahmed. 6

Muhammed B. Ahmed B. Muhammed B. Ahmed. 6

Muhammed B. Ahmed B. Batte B. İshak El-İsfahanî 7

Muhammed B. Muhammed B. Yusuf B. Haccac. 7

Ebu Bekir B. Haddad. 7

Ebu Yakub El-Ezraî 7

Hicretin Üçyüzkırkbeşinci Senesi 8

Hicretin Üçyüzkırkbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 9

Gulam-I Sa'leb. 9

Muhammed B. Ali B. Ahmed B. Rüstem.. 9

Ahmed B. Muhammed B. İsmail 10

Hicretin Üçyüzkırkaltıncı Senesi 10

Hicretin Üçyüzkırkaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 11

Ahmed B. Abdullah B. Hüseyin. 11

Hasan B. Halef B. Şâzan. 11

Ebü'l-Abbas El-Asam.. 11

Hicretin Üçyüzkırkyedinci Senesi 11

Hicretin Üçyüzkırkyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 12

Zübeyr B. Abdurrahman. 12

Ebu Said B. Yunus. 12

Nahivci İbn Dürüstveyh. 12

Muhammed B. Hasan. 13

Muhammed B. Ali 13

Hicretin Üçyüzkırksekizinci Senesi 13

Hicretin Üçyüzkırksekizînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 13

İbrahim B. Şeyban El-Karmikînî 13

Ebu Bekir En-Neccad. 13

Cafer B. Muhammed B. Nusayr B. Kasım.. 14

Muhammed B. İbrahim B. Yusuf B. Muhammed. 14

Muhammed B. Cafer B. Muhammed B. Fudale. 14

Ebu Muhammed Abdillah B. Ahmed. 15

Hicretin Üçyüzkırkdokuzuncu Senesi 15

Hicretin Üçyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 16

Kâtip Cafer B. Harb. 16

Hafız Ebu Ali 16

Hassan B. Muhammed B. Ahmed B. Mervan. 16

Hamd B. İbrahim B. Hattab. 17

Abdülvahid B. Ömer B. Muhammed B. Ebi Haşim.. 17

Ebu Ahmed El-Assal 17

Hicretin Üçyüzellinci Senesi 17

Hicretin Üçyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 18

Nuh B. Abdülmelik Es-Samanî 18

Endülüs Hükümdarı Abdurrahman El-Ümevî 18

Ebu Sehl B. Ziyad El-Kattan. 19

İsmail B. Ali B. İsmail 19

Ahmed B. Muhammed B. Said. 19

Temmam B. Muhammed B. Abbas. 19

Hüseyin B. Kasım.. 19

Abdullah B. İsmail B. İbrahim.. 20

Utbe B. Abdullah. 20

Muhammed B. Ahmed B. Hayyan. 20

Ebualiel-Hazin. 20

Hicretin Üçyüzellibirincî Senesi 20

Hicretin Üçyüzellibirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 23

Hasan B. Muhammed B. Harun. 23

Da'lec B. Ahmed B. Da'lec B. Abdurrahman. 23

Abdülbaki B. Kani' 24

Tefsirci Ebu Bekir En-Nakkaş. 24

Ebu Bekir El-Harbî 25

Hicretin Üçyüzelliikinci Senesi 25

Ermeni Hükümdarı Nikofor (Domestikos)'Un Biyografisi 25

Hicretin Üçyüzellıüçüncü Senesi 36

 

İsmail B. Muhammed B. İsmail B. Salih

 

Künyesi Ebu Ali es-Seffar'dır. Muhaddislerdendir. Müberred ile karşılaştı ve onunla arkadaşlık ederek tanındı. Hicretin 247. senesin­de doğdu. Hasan b. Arefe'den, Abbas ed-Durî'den ve diğerlerinden ha­dis dinledi. Aralarında Darekutnî'nin de bulunduğu bir cemaat ken­disinden rivayetlerde bulundu. Seksendört sene ramazan orucunu tuttu. Bu senede doksandört yaşında vefat etti. Yüce Allah ona rah­met etsin. [1]

 

Ahmed B. Muhammed B. Ziyad

 

Ahmed b. Muhammed b. Ziyad b. Yunus b. Dirhem Ebu Said b. el-Arabî. Mekke'de yaşadı. Harem şeyhi oldu. Cüneyd b. Muhammed, en-Nurî ve diğerleriyle arkadaşlık etti. Hadis müsnedi ve sofiye ile il­gili kitaplar tasnif etti. [2]

 

İsmail B. Kaim B. Mehdi

 

Mansur el-Ubeydî lakabıyla lakaplandı. Fatımî olduğunu iddia etti. Mağrib ülkesinin hükümdarlığım yaptı. Kahire şehrinin kurucu­su Muiz'in babasıdır. Kendisi de Mağrib ülkesinde Mansuriye şehrini kurmuştur.

Onunla ilgili olarak Ebu Cafer el-Mervezî şöyle demiştir: «Ebu Yezid el-Haricî'yi bozguna uğrattığı seferine ben de kendi­siyle birlikte çıkmıştım. Yolda gitmekte iken bir ara mızrağı yere düştü. İnip yerden kaldırdım ve ona uzattım. Sonra yolda giderken şairin şu sözünü okuyarak onunla şakalaştım:

'Asasını yere bıraktı ve orada ikamet etti. Tıpkı yolcunun dönüş esnasında gözünün aydınlanışı gibi rahatladı."

O da bana şöyle dedi: "Niçin Cenâb-ı Allah'ın buyurduğu ayet-i kerimeyi okumadın? Şunu okusaydın daha iyi olurdu:

"Biz de Musa'ya: "Asam koyuver" dedik, o da koyuverdi: Hemen onların uydurduklarını yutmaya başladı. Hak tahakkuk etti. Onların yaptıkları boşa gitti. İşte orada yenildiler, küçük düştüler." (ei-A'râf, 117-120.)

Ben kendisine dedim ki:

- Sen Rasûlullah (s.a.v.)'in kızının oğlusun. Bildiğin şeylerin sa­dece bir kısmını söyledin. Bense bildiklerimin en üstününü söyle­dim.

Ibn Hallikan dedi ki: «Böyle bir hadise, Abdülmelik b. Mervan hakkında da cereyan etmişti. O, Haccac-ı Zalim'e, Mescid-i Aksa için bir kapı inşa etmesini ve üzerine de kendi adını yazmasını emretmiş­ti. Bu emir üzerine Haccac onun için bir kapı inşa etmiş, sonra da kendi adına da bir kapı inşa ettirmişti. Kapı inşaatı tamamlandıktan sona Abdülmelik'in adına yaptırılan kapının üzerine bir yıldırım düş­müş ve kapıyı yakmıştı. Bunun üzerine Abdülmelik Irak'ta bulunan Haccac'a bir mektup yazarak bu konuda ne düşündüğünü sormuş, Haccac da ona şu cevabı göndermişti:

"Ben ve senin durumu yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesinde verdiği misale benzemektedir:

"Ey Muhammed! Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kabul edilmeyen; Andolsun seni öldü­receğim' deyince kardeşi: Allah ancak sakınanların takdimesini ka­bul eder1 demişti." (ei-Mâide, 27.)

Halife, bu cevabı üzerine Haccac'dan memnun ve hoşnud olmuş­tu.»

Mansur, bu sene görülen şiddetli soğuklardan ötürü ölmüştür. Doğrusunu Allah bilir. [3]

 

Hicretin Üçyüzkırkikinci Senesi

 

Bu senede Halep valisi Seyfü'd-Devle, Bizans topraklarına girdi. Bizanslılardan çok sayıda adam öldürdü. Bir kısmım da esir aldu. Bol miktarda ganimet elde edip salimen geri döndü.

Bu senede Mekke'de hacılar arasında anlaşmazlık meydana geldi. Ibn Toğac'm adamlarıyla Muizzü'd-Devle'nin adamları arasında çar­pışmalar cereyan etti. Iraklılar, İbn Toğac taraftarlarını mağlub edip Muizzü'd-Devle adına hutbe okuttular. Haccın tamamlanmasından sonra yine ihtilafa düştüler. Iraklılar, yine İbn Toğac'ın adamlarını mağlub ettiler. Horasanlılarla Samaniler arasında çok savaşlar çere-

yan etti ki "el-Kâmü" adlı eserinde İbnü'I-Esir bu savaşları bütün sa-fahatıyla detaylı olarak anlatmaktadır. [4]

 

Hicretin Üçyüzkırkikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ali B. Muhammed B. Ebil-Fehm

 

Künyesi Ebü'l-Kasım'dır. Tenuh kabilesindendir. Kadı Ebü'l-Ka-sim et-Tenuhî'nin dedesidir. Hatib Bağdadî'nin şeyhidir. Antakya'da doğdu. Bağdat'a geldi ve orada Ebu Hanife'nin mezhebine göre fıkıh öğrendi. Mutezile ekolüne göre kelamı bilirdi. İlm-i nücumu da bilir, şiir okurdu. Ahvaz'da ve diğer şehirlerde kadılık yaptı. Bağavî'den ve diğerlerinden hadis dinledi.

Zeki, kavrayışlı, hafızası sağlam bir kimseydi. Henüz onbeş ya­şında iken, şair Da'bül'ün kasidesini bir gecede ezberledi ki, bu kasi­de 600 beyit idi. Ertesi sabah kasideyi ezbere okuyunca babası kalkıp onu kucakladı. Gözlerinin ortasından öptü ve şöyle dedi: "Ey oğulcu­ğum, bu uzun kasideyi bir gecede ezberlediğini sakın kimseye söyle­me ki sana nazar değmesin."

İbn Hallikan'ın anlattığına göre Ali b. Muhamed, vezir Mühelle-bî'nin nedimi idi. Seyfü'd-Devle b. Hamdan'm ziyaretine gitti. Sey-fü'd-Devle ona ikram ve ihsanda bulundu. O da Seyfü'd-Devle'ye ken­di güzel şiirlerinden bazılarını okudu. Okuduğu şiirlerinden biri şa­rapla ilgili şu şiiri idi:

"Sana gelen sanki güneşten yaratılmış ve gündüzleyin bir bardak içinde zuhur etmiştir.

Havadır ama kurudur, sudur ama akar değildir.

O kaseyi elinde dolaştıran kişi sanki güneşin zevale veya gündü­ze meyledişi gibi bir parlaklık saçar.

Yasemin zırhına bürünmüş ve yeniden sanki nar çiçeği rengine bürünmüştür." [5]

 

Muhammed B. İbrahim

 

Muhammed b. İbrahim b. Hüseyin b. Hasan b. Abdülhailak Ebü'l-Ferec el-Bağdadî. Şafiî fıkıhçısıydı. İbn Sekre adıyla tanınırdı. Mısır'a yerleşti, orada hadis rivayet etti. Ebü'1-Feth b. Mesrur, ondan hadis rivayet etmiş ve kendisinde biraz gevşeklik (leyyin) bulunduğunu söylemiştir. [6]

 

Muhammed B. Musa B. Yakub

 

Muhammed b. Musa b. Yakub b. Me'mun b. Harun Reşid. Künye­si, Ebu Bekir'di. Hicretin 268. senesinde Mekke valiliğine tayin edil­di. Sonra Mısır'a geldi. Orada Ali b. Abdülaziz el-Bağavî'den, İmam IVtalik'in "Muvatta" adlı hadis kitabını okudu ve rivayet etti. Güveni­lir bir ravi idi. Bu senenin zilhicce ayında Mısır'da vefat etti. [7]

 

Hicretin Üçyüzkırküçüncü Senesi

 

Bu senede Seyfü'd-Devle b. Hamdan ile Domestikos arasında bir savaş meydana geldi. Domestikos'un adamlarından bir kısmı öldürül­dü. Aralarında büyük komutanların bulunduğu bir grup adamı da esir alındı. Öldürülenler arasında Domestikos'un oğlu Konstantin de vardı. Bu savaş bu senenin rebiyülevvel ayında yapıldı.

Sonra Domestikos çok asker topladı ve bu senenin şaban ayında Seyfü'd-Devle ile tekrar karşı karşıya geldi. Aralarında büyük savaş­lar ve şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Zafer Müslümanların oldu. Cenâb-ı Allah, kafirleri yardımsız bırakıp hezimete uğrattı. Onlardan çok sayıda adam öldürüldü ve reislerinden bir grup esir alındı. Esir almanlar arasında Domestikos'un damadı ve kızının oğlu da vardı.

Bu senede insanlar çeşitli çok hastalıklara hammaya ve boğaz ağ­rılarına müptela oldular.

Bu senede Horasan ve Maveraünnehir valisi Emir Hamid b. Nuh b. Nasr es-Samanî vefat etti. Kendisinden sonra yerine oğlu Abdül-melik geçti. [8]

 

Hicretin Üçyüzkırküçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Ahmed

 

Künyesi Ebu Ali'dir. Katiplik yapmıştır. Mısırlıdır. Ebu Ali er-Ruzbarî ve diğerleriyle arkadaşlık yapmıştır. Osman el-Mağribî onun büyük bir insan olduğunu ifade edip şöyle derdi: "Katip Ebu Ali, Al­lah yolunun yolcularındandır."

Hasan b. Ahmed'in Ebu Abdirrahman es-Sülemî tarafından nak­ledilen güzel sözlerinden biri şudur:

"Sevgi rüzgarlarının kokusu, gizleseler bile sevenlerin üzerinden etrafa saçılır, her ne kadar bunu gizleseler de bunun delilleri ortaya çıkar. Her ne kadar üzerini perdeleseler de açığa çıkar."

Böyle dedikten sonra da şu şiiri okudu:

"İnsanların nefisleri onun zikrini bir sır olarak gizleseler de,

Onun kokusu, konuştuklarında ortaya çıkar.

Nefesleri o güzel kokuyu çıkarıp ortaya çıkar.

Misk kokusunun sırrı rüzgara bırakıldığında hiç gizlenir mi?" [9]

 

Ali B. Muhammed B. Ukbe B. Hümam

 

Künyesi Ebü'l-Hasan eş-Şeybanî'dir. Kûfelidir. Bağdat'a geldi ve orada bir cemaatten hadis dinledi. Darekutnî de kendisinden hadis dinleyip rivayet etti. Sika ve adaletli bir ravi idi. Çok Kur'ân okuyan fakih bir kimseydi. Yetmişüç sene müddetle hakimlerin huzurunda şahidlik yaptı. Şahadeti hakimler nezdinde makbuldü. Hamza ez-Zeyyad Camii'nde yetmiş küsur sene müezzinlik yaptı. Daha önce ba­bası da aynı şekilde orada bir o kadar süreyle müezzinlik yapmıştı. [10]

 

Muhammed B. Ali B. Ahmed

 

Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Abbas el-Kerhî. Edip bir kimseydi. Âlim, zahid ve takvalıydı. Her gün Kur'ân'ı hatmederdi. Devamlı oruç tutardı. Abdan'dan ve akranlarından hadis dinleyip rivayet etti. [11]

 

Ebü'l-Hayr Et-Tınanî

 

Abid ve zahid bir kimseydi. Arap asıllıdır. Antakya'nın kazaları­na bağlı Tınan köyünde ikamet ederdi. Eli kesik olduğu için kendisi­ne "Akta" (kesik) denilirdi. Daha önce Cenâb-ı Allah'a bir söz vermiş, ama bu sözünü bozmuştu. Bir zaman tesadüfen çölde dolaşmakta, tenhalarda ibadet etmekte iken bir hırsız topluluğuyla birlikte yaka­landı ve onlarla beraber eli kesildi. Harika halleri ve kerametleri var­dı. Sağlam olan tek eliyle zenbil dokurdu. Adamın biri yanına gitmiş ve onun bu durumunu görünce hayatta olduğu müddetçe bu durumu­nu kimseye anlatmaması için ondan söz almıştı. Adam da ona bu hu­susta kesin söz vermiş ve sözüne bağlı kalmıştı. [12]

 

Hicretin Üçyüzkırkdördüncü Senesi

 

İbnü'l-Cevzî dedi ki: Bu senede Bağdat, Vasıt, İsfahan ve Ahvaz şehirlerinde kan, safra ve vebadan oluşan bir hastalık salgın halinde insanlara musallat oldu. Bu yüzden birçok insan öldü. Öyle ki her gün 1.000'e yakın kişi toprağa veriliyordu.

Bu senede çok miktarda çekirge baskını oldu. Bunlar sebzeleri, meyveleri ve ağaçlardaki yapraklan yeyip tükettiler.

Muharrem ayında Muizzü'd-Devle, kendisinden sonra emirü'l-umera olması için oğlu Ebu Mansur Bahtiyar'ı veliaht tayin etti.

Bu senede Azerbaycan taraflarında bir adam ortaya çıkıp gaybı bildiğini iddia etti. Bu kişi, et yemeyi ve hayvani ürünleri haram kılı­yordu. Bir defasında adamın biri onu evine konuk etti ve ona iç yağı karıştırılmış bir tarhana çorbası takdim etti. O da bu çorbayı yedi. Ev sahibi, sofrada bulunanların tümünün huzurunda ona dedi ki: "Sen gaybı bildiğini iddia ediyorsun, ama bu çorba senin haram kıldığın iç yağı ile yapılmıştır. Bunu neden bilemedin?!" Bundan sonra insanlar onun etrafından dağılıp gittiler.

Bu senede Muiz el-Fatımî ile Endülüs hükümdarı Abdurrahman Nasır el-Ümevî arasında çok savaşlar cereyan etti. Bu savaşların tüm safahatını İbnü'1-Esir anlatmıştır. [13]

 

Hicretin Üçyüzkırkdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Osman B. Ahmed

 

Osman b. Ahmed b. Abdullah b. Yezid Ebu Amr ed-Dakkak. İbn Semmak adıyla bilinirdi. Hanbel b. İshak ile diğerlerinden hadis riva­yet etti. Darekutnî ile diğerleri de kendisinden rivayetlerde bulundu­lar. Sika ve sebatkâr bir ravi idi. Kendi eliyle birçok eserler yazdı. Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti ve Babü't-Tibn mezarlığına defnedildi. Cenazesine 50,000 kişi katılmıştı. [14]

 

Muhammed B. Ahmed B. Muhammed B. Ahmed

 

Künyesi Ebu Cafer es-Sümmanî'dir. Kadılık yapmıştır. Hicretin 361. senesinde doğdu. Bağdat'a yerleşti ve orada hadis rivayet etti. Güvenilir, cömert, güzel sözlü ve âlim bir kişiydi. Iraklıların mezhebi­ne tabiydi. Evi âlimlerin toplantı yeriydi. Sonra Musul kadılığına ta­yin edildi ve bu senenin rebiyülevvel ayında orada vefat etti. [15]

 

Muhammed B. Ahmed B. Batte B. İshak El-İsfahanî

 

Künyesi, Ebu Abdillah'tır. Nisabur'a gidip yerleşti. Sonra İsfa­han'a döndü.

Burada sözünü ettiğimiz bu zat, Abdullah b. Batte el-Akberî de­ğildir. Çünkü Abdullah b. Batte el-Akberî, bu kişiden önce yaşamış olup Taberanî'nin şeyhidir. Ama kendisinden bahsetmekte olduğu­muz ikinci İbn Batte ise Taberanî'den rivayette bulunmuştur ve

Hanbelî fakihidir. Dedesi İbn Batte b. İshak Ebu Said de muhaddis-lerden idi. İbnü'l-Cevzî, "el Muntazam" adlı eserinde ondan bahset­miştir. [16]

 

Muhammed B. Muhammed B. Yusuf B. Haccac

 

Künyesi, Ebü'n-Nadr'dır. Fakihtir. Tus şehrindendir. Âlim, güve­nilir ve abid bir şahsiyettir. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kı­lardı. Azığından fazlasını sadaka olarak verirdi. İyiliği emredip kötü­lüğü yasaklardı. Hadis toplamak amacıyla uzak iklimlere ve beldele­re seyahatlerde bulundu. Geceyi üç kısma ayırmıştı. Bir kısmı uyku, bir kısmı eser yazmak, bir kısmı da okumak içindi. Vefatından sonra adamın bir onu rüyasında görmüş ve oria: "Amacına ulaşabildin mi?" diye sormuş o da şu cevabı vermişti: "Evet, vallahi Rasûlullah (s.a.v.)'m yanındayız. Hadisle ilgili eserlerimi ona arzettim. O da ka­bul etti." [17]

 

Ebu Bekir B. Haddad

 

Şafiî fikıhçısıdır. Asıl adı Muhammed b. Ahıned b. Muhammed Ebu Bekir b. Haddad'dır. Şafiî imamlarındandır. Neseî'den rivayet­lerde bulunmuş ve: "Ben onu kendimle Aziz ve Celil olan Allah ara­sında bir hüccet olarak benimseyip kabul ettim." demiştir. İbn Had-dad, füruatla ilgilenen bir fakihti. Muhaddis, nahivci, ibaresi fasih, görüşü keskin ve füruata dikkatle nazar eden bir zattı. Füruatla ilgili benzersiz bir eseri vardır. Ebu Ubeyd b. Harbeveyh'e vekaleten Mısır kadılığı yaptı. "Tabakatü'ş-Şafiiyye" adlı kitapta kendisinden bahset­mişiz dir. [18]

 

Ebu Yakub El-Ezraî

 

İshak b. İbrahim b. Haşim b. Yakub en-Nehdî.

İbn Asakir dedi ki: «Ebu Yakub el-Ezraî yani İshak b. İbrahim, Ezruat haklmdandır. Ezruat, Belka'ya bağlı bir şehirdir. Sika raviler-den ve Allah'ın salih kullarındandır. Hadis toplamak amacıyla çeşitli memleketlere seyahatlerde bulundu. Hadis toplayıp rivayet etti. Dı­mışk'ın en önde gelen şahsiyetlerinden, abidlerinden ve âlimlerinden bir cemaat da kendisinden hadis rivayet etti.»

İbn Asakir, onun salihliğine ve harikulade bir şahsiyet olduğuna delalet eden bazı durumlarını ve sözlerini nakletmiştir. Onun sözle­rinden biri şudur:

"Cenâb-ı Allah'tan gözlerimi almasını diledim. İşte kör oldum, abdest alırken sıkıntı çektiğimde Cenâb-ı Allah'tan gözlerimi bana tek­rar geri vermesini diledim. İşte gözlerimi bana tekrar verdi."

Ebu Yakub el-Ezraî, bu senede Dımışk'ta vefat etti. İbn Asakir de bunun sahih olduğunu söylemiştir. Vefat ederken doksan küsur ya­şındaydı. [19]

 

Hicretin Üçyüzkırkbeşinci Senesi

 

Bu senede Ruzbihan, Muizzü'd-Devle'ye başkaldırdı, Ahvaz taraf­larına çekildi. Daha Önce kendisiyle savaşmakta olan Mühellebî'nin maiyetindeki bir grup asker de bu isyancıya iltihak ettiler.

Muizzü'd-Devle bunu duyunca bir türlü inanamadı. Çünkü o Ruzbihan'a iyilikte bulunmuş, zelil olduktan sonra kendisinin kadrini yüceltmişti. Ama daha sonra durumun gerçek olduğunu anlayınca onunla savaşmak üzere yola çıktı. Halife Muti Lillah da, Nasirü'd-Devle b. Hamdan'dan korktuğu için onun peşine takıldı. Onun, oğlu Ebu 1-Merca Cabir'le birlikte bir ordu hazırlayıp harekete geçirdiğini ve ele geçirmek üzere Bağdat'a sevkettiğini duymuştu.

Muizzü'd-Devle, hacibi Sebüktekin'i Bağdat'a gönderdi. Kendisi de Ruzbihan'm üzerine hücum etti. İkisi şiddetle savaştılar. Muiz­zü'd-Devle, Ruzbihan'ı hezimete uğrattı. Adamları darmadağın oldu ve Ruzbihan'ın kendisi, Muizzü'd-Devle tarafından esir alınıp Bağ­dat'a getirilerek zindana atıldı. Sonra da geceleyin onu zindandan çı­karıp boğdurdu. Çünkü Deylemliler onu zorla zindandan çıkarmaya kasdetnıişlerdi. Böylece Ruzbihan ile kardeşlerinin adı sanı yokoldu. Daha önce o ateş gibi parlamış ve etrafa ün salmıştı.

Türkler, Muizzü'd-Devle'nin yanında itibar sahibi oldular. Dey-lemlilerse itibarlarını yitirdiler. Çünkü Ruzbihan ile kardeşleri mese­lesinde Deylemlilerin hainlikleri ortaya çıkmşıtı. Muizzü'd-Devle bu­nu anladığı için onları gözden çıkardı.

Bu senede Seyfü'd-Devle Bizans'a girdi. Birçok Bizanslıyı öldür­dü. Bir kısmını esir alıp Halep'e döndü. Bizanslılar buna çok öfkelen­diler. Asker toplayıp Meyyafarikin'e (Silvan'a) hücum ettiler. Bir kı­sım halkı öldürüp bir kısmını esir aldılar. Evleri yakarak geri döndü­ler. Deniz yoluyla Tarsus'a doğru gittiler. Orada ahaliden 1.800 kişiyi öldürdüler. Bir kısmım esir alıp köylerin çoğunu yaktılar.

Bu senede Hemedan'da şiddetli bir deprem meydana geldi. Bu yüzden evler yıkıldı. Kasr-ı Şirin, bir yıldırım nedeniyle ikiye bölün­dü. Yıkıntılar altında çok sayıda insan öldü.

îsfahanhlarla Kumlular arasında Kumluların sahabelere sövme­leri nedeniyle büyük bir fitne meydana geldi. İsfahanlılar, Kumlula­rın üzerine hücum ederek onlardan çoğunu öldürdüler. Tüccarların mallarını yağmaladılar. Rüknü'd-Devle de Kumlulara karşı gazaba geldi. Çünkü kendisi Şii idi. İsfahan halkı Kumluların çok miktarda­ki malına el koydular. [20]

 

Hicretin Üçyüzkırkbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Gulam-I Sa'leb

 

Asıl adı, Muhammed b. Abdülvahid b. Ebi Haşim, Ebu Amr ez-Zahid Gulam-ı Sa'leb'dir. Kedimî'den, Musa b. Selh el-Veşşa'dan ve diğer kimselerden hadis rivayet etti. Bir cemat de kendisinden riva­yetlerde bulundu. Kendisinden en son rivayette bulunan zat, Kbu Ali b. Şazan'dır.

Gulam-ı Sa'leb, çok ilim sahibi, zahid, hafızası sağlam, güçlü bir kimseydi. Ezberlediği hadislerin çoğunu kendisi yazdı, ezberledikleri­ni hafızasında sağlam bir şekilde muhafaza etti. Çok garip hadisler rivayet ettiğinden ötürü bazı raviler onu yalancılıkla itham ettiler.

Kadı Ebu Ömer'in çocuğunu terbiye edip eğitiyordu. Onunla kadı arasında şöyle bir hikaye geçmişti:

Gulam-ı Sa'leb Ebu Amr, ezberindeki otuz meseleyi şahidleri ve Arap edebiyatındaki delilleri ile yazdırıyordu. Bu meselelerden bazısı için cidden garip karşılanan iki beyiti şahid olarak gösterdi. Kadı Ebu Ömer, bu beyiti, Ali b. Düreyd ile Îbnü'l-Enbarî ve İbn Muksim'e oku­du. Ama onlar da bu iki beyitten hiçbir şey anlamadılar. Hatta İbn Düreyd: "Bunu Ebu Amr kendi kafasından uydurmuştur." dedi.

Ebu Amr geldiğinde Kadı Ebu Ömer, İbn Düreyd'in kendisi hak­kında söylediklerini ona nakletti. Ebu Amr, kadıdan Arap divanları­na dair kitaplarını kendisine getirmesini istedi. Söz konusu otuz me­seleyi araştırdı ve bunlardan her biri için Arap edebiyatından birer şahid buldu. Sonra dedi ki: "O iki garip beyite gelince, efendim Sa'leb senin de hazır bulunduğun bir mecliste bize okumuştu. Babam o be­yitleri senin falanca defterine yazmıştı." Kadı Ebu Ömer, o defteri ge­tirtti. Açıp baktıklarında o iki beyiti defterde gördüler. İbn Düreyd bundan haberdar olunca artık zahid bir şahsiyet olan Ebu Amr'a dil uzatmadı. Ölünceye kadar onun adını dahi ağzına almadı.

Ebu Amr (Gulam-ı Sa'leb) bu senenin zilkade ayının onüçür.de pazar günü vefat etti, pazartesi günü defnedildi. Maruf el-Kerhî'nin Bağdat'taki mezarının karşı tarafındaki sıraya defnedilmişti. h ona rahmet etsin. [21]

 

Muhammed B. Ali B. Ahmed B. Rüstem

 

Künyesi, Ebu Bekir el-Madraî'dir. Katiplik yapmıştır. Hicretin 255. senesinde Irak'ta doğdu. Babası ve kardeşi Ahmed'le birlikte Mı­sır'a gitti. Humaraveyh b. Ahmed b. Tolon'un haraç işleri müdürlüğü­nü yaptı. Daha sonra bu zat, insanların önde gelenlerinden ve büyük­lerinden biri oldu. Ahmed b. Abdülcebbar ile onun tabakasında bulu­nan kimselerden hadis dinledi.

Hatib Bağdadî, onun şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Banim kapımda katiplerden yaşlı bir adam vardı. Kendisi artık emekli olmuş, vazife yapmıyordu. Bir gün rüyamda babamı gördüm. Bana şöyle diyordu: "Ey oğulcuğum, sen Allah'tan korkmuyor mu­sun? Sen kendi keyfine bakıyor, lezzetlerinle meşgul oluyorsun. İn­sanlarsa senin kapında açlıktan ve çıplaklıktan ötürü adeta helak ol­mak üzeredirler. İşte falan adam var ya, onun şalvarı parçalanmıştır. Yenisini alacak güçte değildir. Sen onun durumunu ihmal etme. Onunla ilgilen."

Uykudan panik içinde uyandım. O yaşlı adama iyilikte bulunma­ya niyetlendim. Sonra tekrar uykuya daldım.

Görmüş olduğum rüyayı artık unutmuştum. Bir ara ben hükümet konağına gitmekte iken babamın rüyada bana hatırlattığı o adamın zayıf bir bineğe binmiş olduğunu gördüm. Adam beni görünce bine­ğinden inmek istedi. Fakat şalvarı yırtık olduğundan ötürü baldırını gördüm. Şalvarsız bir mest giymişti. Bu durumunu görünce rüyayı hatırladım. Adamı yanıma çağırdım ve ona 1.000 dinar ve biraz da gi­yecek verdim. Ayrıca vazifesi karşılığında ona 200 dinar aylık bağla­dım. İleride de ona ayrıca iyilikte bulunacağıma dair kendisine söz verdim.» [22]

 

Ahmed B. Muhammed B. İsmail

 

Ahmed b. Muhammed b. İsmail b. İbrahim Tabataba b. İsmail b. İbrahim b. Hasan b. Hasan b. Ali-b. Ebi Talib eş-Şerif el-Haseni er-Ressi Ebü'l-Kasım el-Mısrî. Şairdi. Mısır'daki Talibilerin nakibi idi. Onun şiirlerinden biri şudur:

"Kadın bir hayal esintisine dedi ki: Beni ziyaret etti ve geçip gitti. Allah için onun evsafını ver; ne eksik söyle ne de fazlalaştır.

Ben de dedim ki: Onu gördüm, keşke susuzluktan ölseydi ve bana Şöyle dedi: Dur, şu suya gelme.

Kadın dedi ki: Doğru söyledin. Sevginin ve aşkın vefası onun ade­tidir. "Ey ciğerimin üzerine" diyene şu serin su verilseydi."

Ahmed b. Muhammed, bu senenin bitimine beş gün kala sah cesi vefat etti. [23]

 

Hicretin Üçyüzkırkaltıncı Senesi

 

Bu senede sahabelere sövdükleri için Karmatîlerle Ehl-i Sünnet arasında fitne meydana geldi. İki taraftan da çok sayıda adam Öldü­rüldü.

Bu senede deniz suyu seksen zira', başka bir rivayete göre bir ku­laç kadar alçaîdı. Daha önce görülmeyen bazı dağlar ve adalar ortaya çıktı.

Bu senede Irak'ta, Rey'de, Cebel'de, Kum'da ve benzeri yerlerde peşpeşe devam eden birçok depremler meydana geldi ve bunlar kırk gün kadar devam etti. Bir ara sakinleşiyor sonra yeniden sarsıntı meydana geliyordu. Bu sebeple birçok binalar yıkıldı, çok sular yeral­tına çekildi. Çok insan canından oldu.

Bu senede Muizzü'd-Devle b. Büveyh, Musul'daki Nasirü'd-Devle b. Hamdan ile savaşmak üzere hazırlığa girişti. Nasirü'd-Devle ken­disine mektup yazarak her sene belli miktarda mal ve para vermeyi taahhüt etti. Muizzü'd-Devle sustu. Ama Nasirü'd-Devle bu kadar ta-ahhüd altına girmiş iken Muizzü'd-Devle ondan vazgeçmedi. İleride de anlatılacağı gibi ertesi sene onun üzerine tekrar hücuma geçti.

Bu senenin ekim ayında insanların vücutlarının muhtelif yerle­rinde şişkinlikler, burunlarında ve boğazlarında hastalıklar ve ani ölümler meydana geldi. Öyle ki bir hırsız, bir eve girmek için duvar­dan bir gedik açmış, bu gedikte ölmüştü. Yine bir kadı, cübbesini gi­yip mahkemeye çıkmak üzereyken mestlerinden birini giymiş, diğeri­ni daha giyemeden bulunduğu yerde yığılıvermiş ve ölmüştü. [24]

 

Hicretin Üçyüzkırkaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Abdullah B. Hüseyin

 

Künyesi Ebu Hüreyre el-Özrî'dir. Hadis şeyhlerinin huzurunda hadis yazardı. Ebu Müslim el-Keccî'den ve diğerlerinden hadis dinle­yip yazmıştır. Güvenilir bir ravidir. Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti. [25]

 

Hasan B. Halef B. Şâzan

 

Künyesi, Ebu Ali el-Vasıtî'dir. İshak el-Ezrak'dan, Yezid b. Harun'dan ve diğerlerinden hadis rivayet etti. Buharı, Sahih'inde ondan hadis rivayet etmiştir. Hasan b. Halef, bu senede vefat etti.

Îbnü'l-Cevzî'nin, "el-Muntazam" adlı eserinde bu senede vefat eden kimselerden bahsederken ondan böyle söz ettiğini gördüm. Doğ­rusunu Allah bilir. [26]

 

Ebü'l-Abbas El-Asam

 

Asıl adı, Muhammed b. Yakub b. Yusuf b. Makil b. Sinan b. Ab-dillatwel-Ümevî'dir. Emevilerin azatlısıdır. Künyesi Ebü'l-Abbas el-Asam'dır. Hicretin 247. senesinde doğdu. Zühelî'yi gördü, ama ondan hadis dinleyemedi.

Babası kendisini İsfahan'a, Mekke'ye Mısır'a, Şam'a, Cezire'ye, Bağdat'a ve diğer şehirlere götürdü. Oralarda birçok hadis âliminden hadis dinledi. Sonra otuz yaşında Horasan'a döndü. Büyük bir mu-haddis oldu, ancak daha sonra kulağı sağırlaştı. Bu hastalığı şiddet­lendi. Öyle ki yanında bir eşek anırsa bile duyamazdı. Mescidinde otuz sene müddetle müezzinlik yaptı. Yetmişaltı sene müddetle hadis nakletti. Hadisçilerin dedeleriyle torunlarını bir araya getirdi. Sika, doğru sözlü, güvenilir, zaptı sağlam bir hadisçiydi. Vefatından bir ay Önce gözlerini kaybetti. Ezbere 14.000 hadis ve 7.000 hikaye bilirdi. Doksandokuz yaşında iken vefat etti. [27]

 

Hicretin Üçyüzkırkyedinci Senesi

 

Bu senenin nisan ayında Bağdat'ta ve diğer doğu illerinde dep­rem meydana geldi. Bu yüzden çok insan öldü. Çok evler yıkıldı. Ni­san ayının sonu ile mayıs ayında çok miktarda çekirge ortaya çıktı. Bunlar yaz ürünlerini ve meyvelerini telef ettiler.

Bu senede Bizanslılar Diyarbakır ve Silvan şehirlerine girdiler. 1500 kişiyi öldürdüler. Samsat şehrini alıp tahrib ettiler.

Bu senenin muharrem ayında Muizzü'd-Devle Musul'a giderek orayı Nasirü'd-Devle'nin elinden aldı. Nasirü'd-Devle peşinden gitti. O da kardeşi Seyfü'd-Devle'nin yanına Halep'e gitti. Sonra Seyfü'd-Devle, Muizzü'd-Devle'ye haber salarak kendisi ile kardeşi arasında bir barış yapılmasını istedi. Nasirü'd-Devle'nin yıllık 2.900.000 dinar vermesi şartıyla aralarında barış antlaşması yapıldı. Antlaşma yapıl­dıktan sonra Muizzü'd-Devle Bağdat'a döndü.

Ülkenin her tarafında Rafizilik yayılmış, Büveyh oğullarıyla Beni Hamdan ve Fatimîler, sahabelere söver olmuşlardı. Bütün Mısır, Şam, Irak, Horasan ve diğer memleketlerin hükümdarları Rafızi ol­muşlardı. Hicaz ve diğer ülkelerle Mağrib ülkesi ahalisinin büyük bir kısmı da Rafızi olmuşlardı. Bunların halklarının çoğu sahabelere sö­vüyor ve onları tekfir ediyorlardı.

Bu senede Muiz el-Fatımî, azatlısı komutan Ebü'l-Hasan Cevher'i büyük bir orduyla harekete geçirdi. Beraberinde Ziri b. İnad es-Sinhacî de vardı. Bunlar Mağrib ülkesinin uç taraflarında birçok yer­leri fethettiler ve nihayet Atlas Okyanusu'na kadar vardılar. Komu­tan Cevher, kendisi için okyanustan bir balık avlanmasını emretti Yakalanan balık bir su testisinin içine konularak Muiz el-Fatınıî'ye gönderildi. Komutan Cevher, bundan sonra onun nezdinde itibar sa­hibi oldu ve kıymeti arttı. Vezir mertebesine yükseldi. [28]

 

Hicretin Üçyüzkırkyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Zübeyr B. Abdurrahman

 

Zübeyr b. Abdurrahman b. Muhammed b. Zekeriya b. Salih b. İb­rahim. Künyesi, Ebu Abdillah'tır. Esterabadhdır. Hadis toplamak için çeşitli yerlere seyahatlerde bulundu, hadis dinledi. Hasan b. Süf-yan'dan, İbn Huzeyme'den, Ebu Ya'lâ'dan ve diğer bazı kimselerden, hadis dinledi.

Hafızası sağlam, doğru sözlü bir hadis hafızı idi. Şerhler ve bab-lar tasnif etti. [29]

 

Ebu Said B. Yunus

 

"Tarihu Mısır" adlı kitabın sahibidir. Asıl adı Abdurrahman b. Yunus b. Abdu 1-A'lâ es-Sadefî'dir. Mısırlıdır. Tarihçidir.

Çok hadis rivayet eden bir hadis hafızıdır. İnsanların günlerini, savaşlarım ve tarihlerini iyi bilen bir kişiydi. Mısırlılar ve Mısır'a ge­len kimseler için cidden faydalı bir tarihi vardır.

Ebü'l-Hasan Ali adında bir oğlu vardı. Bu oğlu müneccimdi. Yıl­dızların hareketlerini gösteren bir cetveli (zeyc) vardı ki, bu ilimle uğ­raşan kimseler bu cetvele müracaat ederlerdi. Tıpkı hadisçilerin de onun babasının kavillerine, tarihine müracaat ettikleri gibi.

Ebu Said b. Yunus, hicretin 281. senesinde doğdu ve bu senenin cemaziyelahir ayının 26'sında pazartesi günü Kahire'de vefat etti. [30]

 

Nahivci İbn Dürüstveyh

 

Abdullah b. Cafer b. Dürüstveyh b. Merzüban Ebu Muhammed eİ-Farisî. Nahivciydi. Bağdat'a yerleşti. Abbas ed-Dûrî'den, İbn Kuteybe'den ve Müberred'den ders aldı. Darekutnî ve diğer hadis hafiz-ları ondan hadis dinlediler. Birçok kimseler onu Övdüler. Onu övenler arasında Ebu Abdillah b. Mendeh de vardır.

İbn Dürüstveyh, bu senenin safer ayında vefat etti. İbn Hallikan, onun faydalı birçok eseri bulunduğunu ve bu eserlerin Arap edebiya­tına, nahiv ilmine ve diğer ilimlere dair olduğunu söylemiştir. [31]

 

Muhammed B. Hasan

 

Mıahammed b. Hasan b. Abdullah b. Ali b. Muhammed b. Abdül-melik b. Ebi'ş-Şevarib. Ebü'l-Hasen el-Kuraşi el-Ümevî. Bağdat kadı­sı idi. Güzel ahlaklı bir kimse olup çokça hadis toplamak uğruna bü­yük bir gayret sarfetmiştir. Bununla birlikte, idarecilik ve hakimlik yaparken rüşvet aldığı söylenmiştir. Allah rahmet eylesin. [32]

 

Muhammed B. Ali

 

Künyesi, Ebu Abdillah el-Haşimî'dir. Dımışkh olup hatiplik yap­mıştır. Öyle sanıyorum ki Dımışk'ın Babu s-Sağir tarafındaki Hare-tü'1-Hatip mıntıkası ona nisbet edilir. İhşid'in döneminde Dımışk ha­tipliği yaptı. Genç, güzel yüzlü, endamı hoş, ahlâkı olgun bir kimsey­di. Bu senenin rebiyülevvel ayının 27'sinde cuma günü vefat etti. Ce­nazesine saltanat naibi ve sayılamayacak derecede çok insanlar katıl­dılar. Babu s-Sağir mezarlığına defnedildi. İbn Asakir böyle demiştir. [33]

 

Hicretin Üçyüzkırksekizinci Senesi

 

Bu senede Rafizilerle Ehl-i Sünnet arasında fitne koptu ve bu yüzden çok sayıda insan öldü. Babu t-Tâk'da yangın meydana geldi. Dicle'de Musul hacılarından çoğu boğuldu. Boğulanlar 600 kişi kadar­dırlar.

Bu senede Bizanslılar, Tarsus, Urfa ve çevre mıntıkalara hücum ettiler. Çok kimseleri öldürüp çok kimseleri de esir aldılar. Malları ganimet olarak alıp geri döndüler.

Bu senede çok az yağmur yağdı. Kıtlık meydana geldi. Fiyatlar yükseldi. İnsanlar yağmur duasına çıktılar ama yağmur yağmadı. Mart ayında çok miktarda çekirge sürüsü ortaya çıktı. Bunlar sebze­leri yeyip tükettiler. Halkın durumu cidden zorlaştı. Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz.

Bu senede Muizzü'd-Devle, Musul'dan Bağdat'a döndü. Kızını kardeşi oğlu Müeyyedü'd-Devle ile evlendirdi ve onu beraberinde Bağdat'a götürdü. [34]

 

Hicretin Üçyüzkırksekizînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İbrahim B. Şeyban El-Karmikînî

 

Cebel mıntıkasında sofiye şeyhi idi. Ebu Abdillah el-Mağribî ile arkadaşlık etti. Onun güzel sözlerinden biri şudur: "Korku, kalbe gi­rip yerleşirse kalpteki şehvet yerlerini yakar ve kalbin dünyaya rağ­betini kovar." [35]

 

Ebu Bekir En-Neccad

 

Ahmed b. Süleyman b. Hasan b. İsrail b. Yunus Ebu Bekir el-Neccad. Fakihti. Hanbelî imamlarmdandı. Hicretin 253. senesinde doğdu. Abdullah b. Ahmed, Ebu Davud, Bağendî, İbn Ebi'd-Dünya ve daha birçok kimselerden ders aldı.

Hadis toplamak amacıyla çeşitli yerlere yalınayak ve yaya olarak seyahatlerde bulundu. "Müsned" adlı hadis kitabını derledi. Sünenle ilgili büyük bir kitap tasnif etti.

Mansur Camii'nde iki ders halkası vardı. Biri fıkıh dersi için, di­ğeri de hadis yazdırmak içindi. Darekutnî, İbn Rızkaveyh, İbn Şahin, Ebu Bekir b. Malik el-Katiî ve diğerleri ondan hadis rivayet ettiler.

Senenin tümünü oruçlu geçirir, her gece iftarını bir parça ekmek­le açar ve bir lokmayı ayırıp bir tarafa bırakırdı. Cuma gecesi olunca, biriktirdiği bu lokmaları yer ve o gecenin ekmeğini de sadaka olarak yoksullara verirdi. Bu senenin zilhicce ayının 20'sinde cuma gecesi doksanbeş yaşında vefat etti. Bişr el-Hafî'nin mezarının yanına def­nedildi. Allah ona rahmet etsin. [36]

 

Cafer B. Muhammed B. Nusayr B. Kasım

 

Künyesi Ebu Muhammed el-Havvas'tır. Huldî lakabıyla tanınır­dı. Çok hadis dinledi. Çok hadis rivayet etti. Altmış defa hacca gitti. Güvenilir, doğru sözlü, dindar bir kimse idi. [37]

 

Muhammed B. İbrahim B. Yusuf B. Muhammed

 

Künyesi Ebu Ömer ez-Zeccac'dır. Nisaburludur. Ebu Osman, Cü-neyd-i Bağdadî, en-Nurî, Havvas ve diğer bazı zatlarla arkadaşlık yaptı. Mekke'de ikamet etti. Sofiye şeyhi oldu. Altmış defa haccetti. Anlatıldığına göre o, Mekke'de, kırk sene müddetle büyük ve küçük abdestini mutlaka Harem dışına çıkarak bozardı. [38]

 

Muhammed B. Cafer B. Muhammed B. Fudale

 

Muhammed b. Cafer b. Muhammed b. Fudale b. Yezid b. Abdil- Ebu Bekir el-Edmî. Şarkı sözleri yazarıdır. Güzel sesliydi. Kur'ân-ı Kerim'i güzel okurdu. Kur'ân okuduğunda sesi geceleyin çok uzaklardan duyulurdu.

Bir defasında Ebü'l-Kasım el-Bağavî ile birlikte hacca gitti. Medi­ne'de iken Mescid-i Nebeviye'ye girdiler. Orada yaşlı ve âma ve bir adamın cemaata yalan ve uydurma haberler anlattığını gördüler. Bağaırî: "Bu adamın sözlerini inkâr etmek gerekir." dedi. Arkadaşla­rından biri kendisine şöyle dedi: "Şu anda sen Bağdat'ta değilsin ki bu adamın sözlerini inkâr ettiğin zaman insanlar senin sözlerini ka­bul etsinler ve seni tanısınlar. Burada seni çok az kimse tanır. Oysa bu adamı dinleyen cemaat kalabalıktır, ama kanaatınıca Ebu Bekir el-Edmî'ye söyle de o Kur'ân okusun. Böylesi daha iyi olur."

Ebü'l-Kasım, Ebu Bekir el-Edmî'ye Kur'ân okumasını söyledi, o da okumaya başladı. Daha Euzü Besmele'yi tamamlamadan insanlar o yaşlı ve kör adamın etrafından dağılıp Ebu Bekir'in yanına geldiler, onu dinlemeye başladılar; adamın yanında hiç kimse kalmadı. O da güdücüsünün elinden tutup: "Beni buradan götür. Nimetler işte böy­lece ortadan yok olurlar." dedi.

Ebu Bekir el-Edmî, bu senenin rebiyülevvel ayının bitimine iki gece kala çarşamba günü vefat etti. Vefat ederken seksensekiz yaşın­daydı.

Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona: "Al­lah sana nasıl muamele etti?" diye sormuş, o da şu cevabı vermişti.

- Beni huzurunda durdurdu, çok zorlu durumlarla karşılaştım.

- Dünyada iken güzel sesle Kur'ân okuduğun halde orada zorlu durumlarla mı karşılaştın?

- Güzel sesle Kur'ân okumak kadar bana zarar veren başka bir şey olmadı. Çünkü ben onu dünyalık için okumuştum.

- Peki akıbetin nice oldu?

- Yüce Allah bana hitaben buyurdu ki: "Ben seksenli yaşlara ulaşmış kimseleri azaplandırmamak için kendi nefsime yemin ettim." [39]

 

Ebu Muhammed Abdillah B. Ahmed

 

Ebu Muhammed Abdillah b. Ahmed b. Ali b. Hasan b. İbrahim b. Tabataba b. İsmail b. İbrahim b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebi Talib el-Haşimi el-Mısrî. Mısırlıların önde gelen büyük şahsiyetlerindendi. Evinde sürekli helva yapılırdı. Bir adam da helva için orada hep ba­dem kırmakla meşgul olurdu. İnsanlar onun evinden belli miktarda helva alma hakkına sahiptiler. Kimine hergün, kimine cumadan cu­maya, kimine de aydan aya helva gönderilirdi. Kâfur İhşid'in her gün ondan iki kâse helva ve bir yufka ekmek alma hakkı vardı.

Muiz el-Fatımî, Kahire'ye gelip kendisiyle karşılaştığında ona şöyle sormuştu:

- Efendimiz hangi aileye mensuptur?

- Şehir halkına mensubum!

Saraya girdiğinde eşrafı topladı ve kılıcını yarısına kadar kının­dan çekerek: "İşte benim nesebim budur." dedi. Sonra eşrafın üzerine altm saçtı ve: "İşte, soyum budur." dedi. Onlar da: "Duyduk ve itaat ettik." dediler.

Sahih rivayete göre Muiz'e bu sözleri söyleyen kişi bu zatın oğlu­dur ya da başka bir şeriftir. Doğrusunu Allah bilir. Çünkü bu zat bu senede altmışiki yaşında vefat etti. Muiz ise Mısır'a ancak hicretin 362. senesinde gelmişti. Nitekim bu husus ileride de anlatılacaktır. [40]

 

Hicretin Üçyüzkırkdokuzuncu Senesi

 

Bu senede İsa b. Müktefî'nin oğullarından biri Azerbaycan'da or­taya çıktı ve Müstecir Billah lakabını alarak Âl-i Muhammed'den Rı-za'ya bey'at çağrısında bulundu. Çünkü o zaman Merzuban'ın devle­tinde düzen altüst olmuştu. İki taraf şiddetlice savaştıktan sonra Müstecir'in taraftarları bozguna uğradılar. Kendisi de esir alındı ve öldü. Böylece onun işi sona ermiş oldu.

Bu senede Seyfü'd-Devle b. Hamdan, Bizans sınırlarına girerek çok sayıda Bizanslıyı öldürdü, birçok kaleler fethetti ve birçok şehri yaktı. Bazı kimseleri esir aldı. Bir miktar ganimet elde ettikten sonra geri döndü. Bizanslılar onun yolunu kestiler ve geri dönmesine engel oldular. Adamlarım kılıçtan geçirdiler. Kendisi ancak büyük mücade­lelerden sonra 300 kadar süvarisi ile birlikte kurtulabildi.

Bu senede Bağdat'ta Rafizilerle, Ehl-i Sünnet arasında büyük bir fitne koptu. Bu yüzden çok insan öldü. Bu senenin sonunda Mısır Ha­kimi İhşid'in oğlu Atogur vefat etti. Ondan sonra yerine kardeşi Ali geçti.

Bu senede Ahvaz ile Vasıt şehirlerinin hakimi Ebü'l-Kasım Ab­dullah b. Ebi Abdillah el-Beridî vefat etti.

Bu senede Mısır hacıları Mekke'den dönerlerken bir vadiye ko­nakladıkları bir sırada aniden sel gelip onları yakaladı ve hepsini de­nize döktü.

Bu senede 200.000 kadar Türk Müslümanlığı kabul etti ve bunla­ra "Türkiman" (Türk+iman) denildi. Sonra bu bileşik kelime hafifleti­lerek "Türkman" şeklinde telaffuz edildi. [41]

 

Hicretin Üçyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Kâtip Cafer B. Harb

 

Büyük bir serveti vardı. Vezirlik makamına yakın bir mertebede idi. Bir gün bineğine binmiş ve maiyetiyle yoldan geçmekte iken bir adamın şu ayet-i kerimeyi okuduğunu işitti:

"İnananların gönüllerinin Allah'ı anması ve ondan inen gerçeğe içten bağlanması zamanı daha gelmedi mi?" (ei-Hadid, 16.)

Bu ayeti duyunca: "Allah'ım, evet zamanı geldi!" diye çığlık attı. Bu çığlığı tekrarladı. Sonra ağlamaya başladı. Bineğinden indi. Elbi­selerini üzerinden çıkarıp bir tarafa attı. Dicle suyuna girdi. Vücudu­nu suyun içinde gizledi. Haksız yere başkalarından gasbetmiş olduğu malları tümüyle hak sahiplerine dağıttı. Artanı da sadaka olarak ver­di. Öyle ki, üzerinde hiçbir şey kalmadı. Oradan geçmekte olan bir adam ona iki elbiseyi sadaka olarak verdi. O da o sadaka elbiselerini giyinip nehirden çıktı. Kendini ölünceye kadar ilim ve ibadete vakfet­ti. Allah rahmet etsin. [42]

 

Hafız Ebu Ali

 

Hafız Ebu Ali b. Ali b. Yezid b. Davud en-Nisaburî. Sağlam hadis hafızlarından ve güzel eserler veren hadis imanılarındandı.

Darekutnî: "O, müzehhep bir hadis imamıydı." demiştir.

İbn Ukde, ona gösterdiği kadar başka bir kimseye tevazu göster­mezdi. Hafız Ebu Ali, bu senenin cemaziyelahir ayında elliiki yaşında vefat etti. [43]

 

Hassan B. Muhammed B. Ahmed B. Mervan

 

Künyesi, Ebü'l-Velid'dir. Kureyşlidir. Şafiî mezhebine mensuptur. Kendi zamanında Horasan'da hadis ehlinin imamıydı. Onların en za­hidi ve en atidiydi. Fıkıh ilmini İbn Süreyc'den öğrendi. Hadisi de Hasan b. Süfyan'dan ve diğerlerinden öğrendi. Faydalı eserleri var­dır. Biyografisini "Tabakatü'ş-Şafıiye" adlı eserde anlatmışızdır. Bu senenin rebiyülevvel ayının beşinde, cuma gecesi yetmişiki yaşında vefat etti. [44]

 

Hamd B. İbrahim B. Hattab

 

Künyesi, Ebu Süleyman el-Hattabî'dir. Çok hadis dinleyip rivayet etti. Güzel eserler hazırladı. Bunlardan biri "Me'alim" adlı eseridir Bu eserinde Ebu Davud'un Sünen'ini şerhetmiştir. Buharî'nin şerhini yaptığı "el-A'lâm" adlı eser ile "Garibü'l-Hadis" adlı eser de ona aittir Güzel bir zekâsı, derin bir ilmi vardı. Arap edebiyatını, nıa'aniyi ve fıkhı iyi bilirdi. Onun güzel şiirlerinden biri şudur:

"Hayatta olduğun sürece bütün insanlarla iyi geçin, çünkü sen idaret etme dünyasındasın.

Başkalarıyla iyi geçinen kimse rahat yaşar, iyi geçinmeyen kimse ise kısa bir süre sonra pişmanlıklara arkadaş olur."

Ebü'l-Ferec İbn Cevzî de onun biyografisini harfi harfine böyle anlatmıştır. [45]

 

Abdülvahid B. Ömer B. Muhammed B. Ebi Haşim

 

Kıraat ilmini en iyi bilenlerdendi. Bu hususta tasnifatı vardır. Güvenilir ve sika ravilerdendi. İbn Mücahid'den, Ebu Bekir b. Ebi Davud'dan rivayetlerde bulundu. Ebü'l-Hasan el-Hammanî de ondan rivayetlerde bulunmuştur. Bu senenin şevval ayında vefat etti ve Hayzuran mezarlığına defnedildi. [46]

 

Ebu Ahmed El-Assal

 

Hafız Muhammed b. Ahmed b. İbrahim b. Süleyman b. Muham-med. Ebu Ahmed el-Assal el-İsfahanî. Büyük hadis hafızlarından, imamlarından ve önde gelen ulemadandır. Hadis dinleyip rivayet et­ti, başkaları da ondan hadis dinleyip rivayet ettiler. İbn Mendeh dedi ki: "Dün hadis âliminden hadis dinleyip yazdım ama onun kadar ze­ki, onun kadar işini muhkem yapan başka birini görmedim."

Ebu Ahmed es-Assal, bu senenin ramazan ayında vefat etti. Allah ona rahmet etsin. Doğrusunu, noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [47]

 

Hicretin Üçyüzellinci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayında Muizzü'd-Devle b. Büveyh, idrarını yapmama hastalığına yakalandı. Bundan çok rahatsız olup ızdırap çekti. Arkadaşı Sebüktekin ile veziri Mühellebî'yi bir araya getirdi. Onları barıştırdı ve oğlu Bahtiyara iyi davranmalarını vasiyet etti.

Sonra bu hastalıktan şifa buldu ve Ahvaz'a gitmeye niyetlendi. Çünkü bu hastalığının Bağdat'taki hava ve sudan kaynaklandığına inanıyordu. Kendisine Ahvaz'da ikamet etmesini ve havasının temiz ve suyunun berrak olduğu yüksek yerinde bir saray inşa etmesini tavsiye ettiler.

Bunun üzerine Muizzü'd-Devle, 13.000.000 dirhem harcayarak bir saray inşa ettirdi. İnşaat masraflarını karşılamak için bazı adam­larından para alma ihtiyacını hissetti. Anlatıldığına göre toplam mas­raf 2.000.000 dinarı bulmuştu. İnşaat henüz devam etmekte iken ve kendisi oraya yerleşemeden vefat etti. Bu sarayın inşası için Bağ­dat'taki hilafet alametlerinden, köşklerinden çoğunu yıktı. Yıkılanlar arasında Samarra'daki Maşuk Sarayı da vardı. Mansur ve Rusafe şe­hirlerindeki köşkleri ve demir kapıları söktürdü. Bu demir kapıları Ahvaz'daki kendi sarayına taşıttı. Ama sevinci tamamlanmadan öl­dü. O, murdar bir Rafızi idi.

Bu senede Kadı Ebü's-Saib Utbe b. Abdullah öldü. Emlakine el konuldu. Kendisinden sonra yerine oğlu Ebu Abdillah Hüseyin b. Ebi'ş-Şevarib kadı olarak atandı. Yeni kadı Ebu Abdullah, bu görev karşılığında her sene Muizzü'd-Devle'ye 200.000 dirhem vermeyi ta-ahhüd etti. Muizzü'd-Devle de ona hil'at giydirdi. Kadı, beraberine debbabeler ve borazanlar olarak konağına gitti. Kadılığı harç karşılı­ğında devletten ilk alan ve bu görevde rüşvet kabul eden ilk kişi o ol­du. Doğrusunu Allah bilir. Bu sebepten ötürü halife Muti Lillah, onun huzuruna girmesine ve heyetle birlikte gelmesine izin vermedi. Sonra Muizzü'd-Devle, güvenlik kuvvetleri komutanlığını ve muhte-sipliği de harç karşılığında başkalarına verdi.

Bu senede Antakya'dan bir kafile harekete geçerek Tarsus'u ele geçirmek istedi. Aralarında Antakya valisi de bulunuyordu. Franklar onlara karşı hücuma geçtiler ve onları baştan sona kılıçtan geçirdiler. Sadece vali, bedeninin birkaç yerinden yara alarak kurtulabildi.

Bu senede Seyfü'd-Devle'nin kölesi Neca, Bizans ülkesine girdi. Bir kısım Rumu öldürdü, bir kısmını esir aldı. Ganimet elde ederek salimen geri döndü. [48]

 

Hicretin Üçyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Nuh B. Abdülmelik Es-Samanî

 

Horasan, Gazne ve Maveraünnehir valisi idi. Atından düştü ve öl­dü. Kendisinden sonra yönetime kardeşi Mansur b. Nuh es-Samanî geçti. [49]

 

Endülüs Hükümdarı Abdurrahman El-Ümevî

 

Lakabı, Nasır Lidinillah idi. Elli sene, altı ay müddetle halifelik yaptı. Vefat ederken yetmişüç yaşındaydı. Geride onbir çocuk bıraktı.

Beyaz tenli, güzel yüzlü, iri bedenli, gövdesi uzun, bacakları kısa bir kimseydi. Mağrib ülkesine giren Emevi evladından ilk olarak "Emirü'1-Mü'minin" lakabını alan kişi o oldu. Irak'taki halifelerin za­yıfladıklarını, Fatinıilerin yönetime zorbalıkla el koyduklarını görün­ce Mağrib'e, oradan da Endülüs'e geçti. Vefatından yirmiüç sene önce Emirü'l-Mü'minin lakabını aldı. Vefat ettiğinde kendisinden sonra yerine oğlu Hakem geçti ve Muntasır lakabını aldı.

Nasır Lidinillah Abdurrahman, Şafiî mezhebine mensup, ibadete yönelen, şair bir kimseydi. Onun kadar uzun süre halifelik yapan başka biri bilinmemektedir. Elli sene müddetle halifelik yapmıştı. Ancak Mısır hükümdarı Müstansır b. Hakim el-Fatımî ondan daha uzun süre hüküm sürmüştür. Onun hakimiyet süresi -ileride de anla­tılacağı gibi- altmış sene sürmüştü. [50]

 

Ebu Sehl B. Ziyad El-Kattan    

 

Ahmed b. Muhammed b. Abdullah b. Ziyad Ebu Sehl el-Kattan. Sika ve güvenilir bir hadis hafızı idi. Çokça Kur'ân okurdu. Kur'ân'ın manalarını çok güzel çıkarırdı. Meselâ, şu aşağıda nakledeceğimiz ayet-i kerimeyi delil alarak Mutezilîlerin kafir olduklarını iddia et­mişti:

«Ey inananlar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden kardeşleri hak­kında: "Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve öldürülmezlerdi" diyen inkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dirilten de öldüren de Allah'tır.» (Âi-i imrân, 156.) [51]

 

İsmail B. Ali B. İsmail

 

İsmail b. Ali b. İsmail b. Beyan. Ebu Muhammed el-Hatebî. İbn Ebi Üsame'den Abdullah b. Ahmed'den, Kevkebî'den ve diğerlerinden hadis dinleyip rivayet etti. Darekutnî ile başkası da ondan rivayetler­de bulundular. Sika, faziletli, asaletti, insanların savaşlarını, tarihle­rini bilen bir hadis hafızı idi. Senelere göre sıralanmış kronolojik bir tarihi vardır. Edebiyatçı, akıllı, zeki, doğru sözlü bir kimseydi. Bu se­nenin cemaziyelahir ayında seksenbir yaşında vefat etti. [52]

 

Ahmed B. Muhammed B. Said

 

Ahmed b. Muhammed b. Said b. Ubeydullah b. Ahmed b. Said b. Ebi Meryem Ebu Bekir el-Kuraşi el-Verrak. İbn Fatis adıyla da bili­nir. Güzel yazı yazmakla şöhret bulmuştu. İbn Cevsa için hadis ya­zardı. İbn Asakir, onun biyografisini anlatmış ve bu senenin şevval ayının 25'inde vefat ettiğini bildirmiştir. [53]

 

Temmam B. Muhammed B. Abbas

 

Temmam b. Muhammed b. Abbas b. Abdülmuttalib Ebu Bekir el-Haşimi el-Abbasî. Abdullah b. Ahmed'den hadis rivayet etti. İbn Rız-kaveyh de ondan hadis rivayet etmiştir. Bu senede seksenbir yaşında vefat etti. [54]

 

Hüseyin B. Kasım

 

Künyesi, Ebu Ali et-Taberî'dir. Şafiî fıkıhçısıdır. İhtilaf hususun­da fikirlerini yazan imamlardan biridir ve bu hususta ilk eser veren de kensidir. "el-İzah fı'1-Mezheb", "Kitab fil-Cedel", "Usulü'1-Fıkh" ve benzeri eserleri vardır. Biyografisini "Tabakat" adlı kitapta anlatmı-şızdır. [55]

 

Abdullah B. İsmail B. İbrahim

 

Abdullah b. İsmail b. İbrahim b. İsa b. Cafer b. Ebi Cafer el-Man-sur el-Haşimî. İmamdı. İbn Büveyh adıyla bilinirdi. Hicretin 263. se­nesinde doğdu. İbn Ebi'd-Dünya'dan ve diğerlerinden hadis rivayet etti. İbn Rızkaveyh de kendisinden hadis rivayet etti. Mansur Ca-mii'nde uzun süre hatiplik yaptı. O camide, hicretin 330. senesinde ve ondan bir önceki senede bütün yıl olmak üzere hatiplik yaptı. Sonra o camide 330. senede Vasık hutbe irad etti. İkisi de Mansur'a neseb ba-

kımından eşit olarak ulaşırlar. Abdullah b. İsmail, bu senenin safer ayında vefat etti. [56]

 

Utbe B. Abdullah

 

Utbe b. Abdullah b. Musa b. Abdullah Ebü's-Saib. Henıedanhdır Şafiî mezhebine mensubtur. Kadılık yapmıştır. Faziletli ve yüksek bir şahsiyete sahipti. Bazı işleri karıştırırdı. Vefatından sonra ada­mın biri onu rüyasında görmüş ve kendisine: «Allah sana nasıl mua­mele etti?» diye sormuş, o da şu cevabı vermişti: «Rabbim beni bağış­ladı ve bazı işleri karıştırdığımdan ötürü affedip beni Cennet'e gön­derdi. Sonra da bana: "Ben 80'li yaşlarda ölen kimseleri azaplandır-mamak için kendime söz verdim." buyurdu.»

Bu zat Şafîîlerden Bağdat kadi'l-kudathğım yapan ilk şahıstır. Doğrusunu Allah bilir. [57]

 

Muhammed B. Ahmed B. Hayyan

 

Künyesi Ebu Bekir'dir. Dihkanlık1 yapmıştır. Bağdatlıdır. Ama sonra Buhara'ya gidip yerleşmiş ve orada Yahya b. Ebi Talib'den, Ha­san b. Mükerrem'den ve diğerlerinden hadis rivayet etmiştir. Bu se­nede seksenyedi yaşında vefat etti. [58]

 

Ebualiel-Hazin

 

Bu senenin şaban ayında vefat etti ve evinden defineler bulundu. Başkalarının yanında da emanet paralan ve malları görüldü. Serveti­nin toplam değeri takriben 400.000 dinardı. Doğrusunu Allah bilir. [59]

 

Hicretin Üçyüzellibirincî Senesi

 

Bu senede Bizanslılar, Domestikos komutasında 200.000 savaş­çıyla Halep'e girdiler. Bunun sebebi şuydu: Bizanslılar, Halep'e ansı­zın hücum etmişler, Seyfü'd-Devle b. Hamdan da maiyetinde hazır bulunan savaşçılarla ona karşı koymuş, ancak Domestikos'un asker­leri çok olduğundan ötürü ona karşı direnememişti. Seyfü'd-Devle'nin askerlerinden çoğu öldürülmüştü. Seyfü'd-Devle, sabırsız bir kimse olduğundan beraberindeki az sayıda askerle geri dönüp kaçmıştı.

Domestikos, ilk olarak Seyfü'd-Devle'nin Halep şehri dışındaki evini istila etti. Allah onu kahretsin. O evdeki sayılamayacak kadar çok mal ve eşyalarla savaş aletlerini, teçhizatlarını ele geçirdi. Ora-(1) Dihkan: Köy reisi, Belediye reisi, vali gibi muhtelif manalar ifade eder.daki kadınları, çocukları ve diğerlerini esir aldı. Sonra Halep kalesini kuşatma altına aldı. Şehir halkı ona karşı büyük bir savaş verdi. Rumlardan çok sayıda asker öldürdüler.

Bir ara Rumlar, Halep surlarında büyük bir gedik açtılar. Sonra bu gediğin üzerine güçlerini yığarak hücum ettiler. Müslümanlar da onlara karşı saldırıya geçtiler ve onları gedikten uzaklaştırdılar. Gece karanlığı bastırınca Müslümanlar o gediği kapattılar ve sabah olunca eski haline döndürdüler. Surları kuvvetle muhafaza ettiler.

Sonra Müslümanlar, bazı emniyet görevlilerinin ve serseri takı-mınm^ehir içinde bozgunculuk yapıp evleri yağmaladıklarını duyun­ca evlerine döndüler ve karşılaştıkları bozguncuları öldürdüler. Bu tür serseri takımı ve emniyet görevlileri, Müslüman halktan çok sayı­da adam öldürdüler. Mallarını yağmaladılar. Kadınları ve çocukları esir aldılar. Ayrıca Müslümanların ellerinde esir bulunan Rumları da kurtardılar ki, bunlar 1.400 kadar kişiydiler.

Esir Rumlar, kılıçlarını alıp Müslümanlara karşı hücuma geçtiler ve hücuma gelen Bizanslı Rumlardan daha fazla Müslümanlara za­rar verdiler. 10.000 kadar erkekli, kızlı, çocuğu ve çok sayıda kadını esir aldılar. 2.000 kadar genç delikanlıyı da esirler arasına katıp mes­citleri yakıp yıktılar. Petrol kuyularına su döküp petrolün yeryüzüne taşmasına yolaçtılar. Ele geçirebildikleri herşeyi mahvettiler. Ele gçi-remediklerini de yaktılar. Şehirde dokuz gün kaldılar. Orada çok ber­bat işler yaptılar. Bütün bunlara da şehirdeki emniyet görevlileriyle serseri takımı sebebiyet vermişti. Allah onları kahretsin.

Hükümdarları İbn Hamdan, Rafızi olup Şiîleri sever ve Ehl-i Sünnete buğzederdi. Böylece Halepliler, çeşitli musibetlere maruz kaldılar.

Sonra Domestikos, Seyfü'd-Devle'den korktuğu için Halep'den ay­rılmaya niyetlendi. Kardeşi oğlu ona: "Kaleyi ve insanların mallarını bırakıp nereye gidiyorsun? Kaldı ki, kaledeki insanların çoğu da ka­dındır." dedi. Domestikos: "Umduğumuzdan fazlasını elde ettik. Kale­de savaşçılar ve muharip erkekler vardır." deyince kardeşi oğlu: "Ora­ya mutlaka gitmemiz gerekir." diye cevap verdi. Bunun üzerine Do­mestikos: "Öyleyse kaleye sen git." dedi.

Domestikos'un kardeşi oğlu bir askeri birlikle kuşatmak için ka­leye tırmandı, oradaki Müslümanlar onu taşladılar ve askerlerin ara­sında onu o anda öldürdüler. Bunun üzerine Domestikos gazablandı ve elindeki Müslüman esirlerin -ki sayılan 2.000'e yakındı- huzuruna getirilmesini emretti ve boyunlarını vurdurdu. Allah ona lanet etsin.

Bundan sonra geri döndü ve daha önce bu senenin muharrem ayında Ayn-ü Zerbe'ye girdiler. Halk ondan eman dileyince onlara eman verdi. Ardından halkın hepsinin mescide girmesini emretti.

Evinde kalanların öldürüleceğini bildirdi. Halk da tümüyle mescide girdi. Sonra Domestikos onlara: "Bugün herkes dilediği yere gidebilir Burada kalanlar öldürülür!" dedi. İnsanlar korku içerisinde mescid-den çıkmak için birbirlerini sıkıştırdılar ve izdiham meydana geldi Sıkışıklıktan Ötürü çok sayıda adam Öldü. Şehir dışına çıkıp nereye gideceklerini bilemediler. Halkın çoğu yollarda Öldü. Sonra cami yı­kıldı. Minber kırıldı. Şehrin çevresindeki 40.000 kadar hurma ağacı kesildi. Şehrin surları ve az önce sözü edilen evler yıkıldı. Şehir çev­resinde bulunan 54 kale fethedildi. Bunların kimi kılıç zoruyla, kimi de aman verilerek ele geçirildi.

Melun Domestikos, çok sayıda Müslüman Öldürdü. Esir alınanlar arasında Münbic valisi Ebu Firas b. Said b. Hamdan da vardı. Sey-fü'd-Devle tarafından atanmış olan bu vali, meşhur bir şairdi. Güzel bir şiir divanı vardı. Domestikos Ayn-ü Zerbe'de yirmibir gün kaldı. Sonra Kayseri'ye gitti. Tarsuslulardan 4.000 kişi, valileri İbn Zeyyad komutasında ona karşı koydular. Domestikos da onların çoğunu öl­dürdü. Bu arada Hristiyanların oruç mevsimi gelip çattı. Oruçla meş­gul olunca seferlerine ara verdi. Oruç mevsimi sona erdikten sonra yine ansızın Halep'e saldırdı ve olup bitenler meydana geldi ki, bun­ları önceki kısımda anlatmıştık.

Bu senede Rafizilerin avam tabakası mescitlerin kapılarına Mua-viye b. Ebi Süfyan (r.a)'m lanetlenmesi ile ilgili yazılar yazdılar. Ayrı­ca şu yazıları da yazmışlardı: «Fatıma'dan hakkını gasbedene (ona Fedek arazisini vermeyen Ebu Bekir'e) Allah lanet etsin. Hz. Abbas'ı şura meclisinden çıkarana (Hz. Ömer'e) Ebu Zer el-Gıfarî'yi sürgün edene (Hz. Osman'a) Allah lanet etsin.» Allah sahabelerden razı ol­sun, onları lanetleyenleri de lanetlesin.

Hz. Hasan'ı dedesinin yanma defnetmeye müsaade etmeyen Mer-van b. Hakem'e de lanet ibaresi yazdılar. Bütün bunlardan haberdar olan Muizzu d-Devle, bu tür yazıların yazılmasına karşı çıkmadı. Bu yazıları değiştirmedi. Sonra Ehl-i Sünnet'in bu yazıları sildiklerini ve yerine «Allah, Muhammed ailesine zulmedenleri baştan sona lanetle­sin.» ibaresini yazdıklarını ve Muaviye'nin adını açıkça zikredip la­netlediklerini duydu. Bu tür yazıların yazılmasını kendisi emretmiş­ti. Allah onu kahretsin. Onun taraftarları olan Rafızüeri de kahret­sin, şüphesiz bunlar yardım görmeyeceklerdir.

Aynı şekilde Seyfü'd-Devle b. Hamdan da Halep'te bu tür yazıla­rın yazılmasına taraftar oldu. Çünkü kendisinde Şiîlik ve Rafıziliğe meyil vardı. Şüphesiz Cenâb-ı Allah, bu gibilerine yardım etmeyecek­tir. Aksine -heveslerine tabi olduklarından, efendilerini, büyüklerini, babalarını taklid edip peygamberlerini ve âlimlerini terket tiklerin den Ötürü- düşmanlarını kendilerine musallat edip onlara galip kılacaktır. Bu nedenledir ki Fatımîler -ki aralarında Rafîziler ve diğerleri de vardır- Mısır ve Şam diyarını hakim olduklarında Franklar da Şam sahillerine ve Şam mıntıkasının tümüne hatta Kudüs'e gelip istilâ et­tiler.

Müslümanların hakimiyetinde Halep, Humus, Hama, Dımışk ve buralara bağlı bazı kazalardan başka bir yer kalmamıştı. Bütün sahil boyu ve diğer yerler Frankların eline geçmişti. Hristiyan çanı ve İncil sembolleri kalelerin zirvesine nakşedildi ve takıldı. Mescidlerdeki İmam mekânları ve diğer şerefli mevkiler Örtülüp kapatıldı. Bunlarla birlikte4nsanlar büyük bir kuşatma ve dinî bir baskı altına alındılar. Müslümanların elindeki bu şehirlerin ahalisi, gece ve gündüz Frank­lardan yana şiddetli bir korku içindeydiler. İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz.) Bütün bu be­lalar, günah işlemenin bir cezası idi. Peygamberlerden sonra mahlu-katın en hayırlısıolan sahabelere açıkça sövmenin belâsı idi.

Bu senede sahabelere sövme nedeniyle Basra halkı arasında da büyük bir fitne meydana geldi. Bu yüzden çok sayıda insan öldürül­dü.

Bu senede Seyfü'd-Devle b. Hamdan, Ayn-ü Zerbe şehrini yeniden tamir edip kurdu. Kölesi Necca'yı harekete geçirdi. O da Bizans sınır­larını açtı ve orada Bizanslılardan çok sayıda adam öldürdü ve büyük bir kalabalığı esir aldı. Ganimet elde edip salimen geri döndü. Hacibi-ni de bir askeri birlikte Tarsus'a şevketti. Bunlar da Bizans sınırları­na girdiler. Ganimet ve esir elde ederek salimen geri döndüler.

Bu senede Muiz el-Fatımî, Mağrib ülkesindeki Tabermin kalesini fethetti. Burası, Frank ülkesinin en müstahkem mevkii idi. Yedi bu­çuk ay süren kuşatma sonucunda burayı ele geçirdi. Sonra Franklar Girit adasına yöneldiler. Girit ahalisi Muiz'den yardım istedi. Muiz de onlara bir askeri birlik göndedi. Giritliler, bu askeri birliğin takvi­yesi sayesinde Franklar karşısında galip oldular. Hamd ve minnet Allah'adır. [60]

 

Hicretin Üçyüzellibirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Muhammed B. Harun

 

Hasan b. Muhammed b. Harun el-Mühellebî. Muizzud-Devle b. Büveyh'in veziriydi. Ona onüç sene müddetle vezirlik yaptı. Yumuşak huylu, âlicenâb ve vakur bir kimseydi.

Ebu İshak es-Sadî, şöyle anlatmıştır:

«Bir gün onun yanındaydım. Kendisi için yapılmış ve üzerleri gayet güzel süslenmiş bir mürekkep okkası ve sehpa getirildi. Orada bulunan Ebu Muhammed Fadl b. Abdullah eş-Şirazî, gizlice bana şöyle dedi: "Benim buna çok ihtiyacım var. Keşke bunu bana verse de satsam ve parasıyla yararlansam." Ben de ona: "Peki, bunu sana ver­se kendisi ne ile yazacak?" dedim. O da: "Hazinesine gidersen orada ne kadar çok okka bulunduğunu görürsün." dedi. Vezir, bize kulak verdiği için sözlerimizi duymuş. Ama biz farkında değildik. Akşam olunca mürekkep okkasını ve sehpasını Ebu Muhammed eş-Şirazî'ye gönderdi. Ayrıca on takım elbise ve 5.000 dirhem de para göndermiş, başka hediyeler de eklemişti.

Başka bir gün yine vezir Hasan b. Muhammed'in yanındaydık. Yeni okkasına kalemini batınp evrakları imzalıyordu. Bu sırada bize bakıp: "Bu yeni okkayı hanginiz istersiniz?" dedi. Biz de utandık. O gün kendi aramızda konuştuğumuz şeyleri duyduğunu anladık ve de­dik ki: "Allah vezire bu okkadan hayır göstersin ve bize bunun bir benzerini hibe edebilmesi için Allah veziri hayatta bıraksın."»

Hasan b. Muhammed el-Mühellebî, bu senede altmışdört yaşında vefat etti. [61]

 

Da'lec B. Ahmed B. Da'lec B. Abdurrahman

 

Künyesi, Ebu Muhammed es-Sicistanî'dir. Horasan, Hülvan, Bağ­dat, Basra, Küfe ve Mekke'de hadis âlimlerini dinledi. Varlıklı kimse­lerden olup başkalarına iyilik ve ihsanda bulunmakla şöhret bulmuş­tu. Sadaka-i cariyeleri, hadisçiler için Bağdat ve Sicistan'da tahsis et­tiği vakıfları vardı. Bağdat'ta büyük bir evi vardı. Şöyle derdi: "Dün­yada Bağdat gibi güzel bir şehir, Bağdat'ta da Katia gibi güzel bir semt, Katia'da da Ebu Halefin evi gibi güzel bir ev yoktur. Ama Ebu Halefin evi benim evim gibi olamaz."

Darekutnî, onun müsnedini tasnif etmiştir. Bir hadisten şüphe­lendiğinde onu tümüyle terkederdi. Darekutnî şöyle demiştir:

«Üstadlarımız arasında ondan daha sebatkâr biri yoktur. İlim er­babına ve ihtiyaç sahiplerine cidden çok miktarda para verirdi. Tüc­carlardan biri ondan 10.000 dinar borç aldı. O parayla ticaret yaptı. Üç sene içinde o paradan 30.000 dinar kazandı. Da'lec'in 10.000 dina­rını alıp cebine koydu ve Da'lec'in yanına geldi. Da'lec ona güzel bir ikramda bulundu. Yemek verdi. İkram işi sona erdikten sonra Da'lec ona: "Hayrola, niçin geldin?" diye sorunca; borçlu tüccar: "Bana lütfe­dip vermiş olduğun 10.000 dinarını sana getirdim." dedi. Da'lec ona şu cevabı verdi:

- Sübhanallah, ben o parayı bana geri getirmen için vermedim. Git ailene harca.

- Ben vermiş olduğun 10.000 dinarla 30.000 dinar para kazan­dım ve bu parayı o kazancımdan alıp sana getirdim.

- Git, Allah bu 10.000 dinarı sana mübarek kılsın.

- Malın bu kadar iyilik yapmana nasıl imkân veriyor. Sen bu pa­rayı nereden kazandın?

- Ben gençliğimde hadis toplamakla meşgul iken denizci bir tüc­car yanıma gelip bana 1.000.000 dirhem verdi ve şöyle dedi: "Bu pa­rayla ticaret yap, ne kazanırsan seninle paylaşırım, ama zarar edecek olursan zararı sadece ben karşılayacağım. Allah adına bana söz vere­sin ki eğer bir ihtiyaç sahibi veya kapatılması gereken bir ihtiyaç gör­düğün takdirde o ihtiyacı sadece benim paramla karşılamalısm. Şim­di ben bir deniz seferine gideceğim. Eğer ölürsem param senin yanın­da kalsın ve sana koştuğum şartlara riayet etmelisin ve hayatta bu­lunduğum sürece bunu sakın kimseye de söyleme." Ben o adam ha­yatta olduğu sürece bu durumu kimselere anlatmadım.»

Da'lec, bu senenin cemaziyelahir ayında doksandört veya doksan-beş yaşında vefat etti. Allah rahmet etsin. [62]

 

Abdülbaki B. Kani'

 

Abdülbaki b. Kani' b. Merzuk. Ebü'l-Hasan el-Ümevî. Emevilerin azathsıdır. Haris b. Üsame'den hadis dinleyip rivayet etti. Darekutnî ve diğerleri de kendisinden rivayette bulundular. Güvenilir bir hadis hafızı idi ama ömrünün sonunda değişti.

Darekutnî dedi ki: «Abdülbaki, hata yapar ve hatasında da ısrar ederdi.» Bu senenin şevval ayında vefat etti. [63]

 

Tefsirci Ebu Bekir En-Nakkaş

 

Muhammed b. Hasan b. Muhammed b. Ziyad b. Harun b. Cafer, Ebu Bekir en-Nakkaş. Tefsirci ve kurrâ idi. Ebu Dücane Simak b. Hareşe'nin azathsıdır. Aslen Musulludur. Tefsir ve kıraat ilminde de­rin bilgisi vardı. Çeşitli memleketlere giderek birçok üstadlardan ha­dis dinledi. Ebu Bekir b. Mücahid, Huldî, İbn Şahin, İbn Rızkaveyh ve diğer bazıları kendisinden hadis rivayet ettiler. Kendisinden en son hadis rivayet eden kişi İbn Şazan'dır.

Ebu Bekir en-Nakkaş, kendi başına, münker bazı hadisler rivayet 6tmiştir. Hatasının çokluğuna rağmen Darekutnî onu sika bir ravi saymıştır. Ancak sonraları bu görüşünden vazgeçmiştir. Bazıları ise Nakkaş'ın yalan söylediğini açıkça ifade etmişlerdir. Doğrusunu Al­lah bilir.

"Şifaü's-Sudur" adım verdiği bir tefsiri vardır. Bazıları bu tefsire,

Sikamu's-Sudur adını vermişlerdir.

Ebu Bekir en-Nakkaş, şahıs olarak abid, salih ve ibadetlerine önem veren bir kimseydi. Can çekişirken yanında bulunan bir kimse onun bir dua okuduğunu, sonra sesini yükselterek şu ayet-i kerimeyi üç kez tekrarladığını söylemiştir:

"Çalışanlar bunun için çalışsın." (es-Sâffât, 6i.)

Bu ayet-i kerimeyi üç kez tekrarladıktan sona ruhunu teslim etti. Allah ona rahmet etsin.

Ebu Bekir en-Nakkaş, bu senenin şevval ayının ikisinde salı gü­nü vefat etti. Darekutn semtinde bulunan evine defnedildi. [64]

 

Ebu Bekir El-Harbî

 

Asıl adı, Muhammed b. Said'dir. Zahid bir kimseydi. İbn Darir adıyla da tanınır. Güvenilir, salih ve abid bir kimseydi. Onun güzel sözlerinden biri şudur:

"Şehvetlere karşı direndim. Nihayet kendi şehvetimde diğer şeh­vetlere karşı direnir oldu." [65]

 

Hicretin Üçyüzelliikinci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayının 10'unda, Muizzud-Devle b. Büveyh; dükkanların kapatılmasını, kadınların kıldan örülme kaba elbiseler giyinerek sokaklara çıkmalarım, yüzlerini açmalarını, saçlarını dağıt­malarını, yüzlerini tokatlamalarını, Hz. Hüseyin için ağıt yakmaları­nı emretti. Şiilerin çokluğu ve sultanın da onlarla birlikte oluşu nede­niyle Ehl-i Sünnet bunlara karşı koymadı.

Bu senenin zilhicce ayının 10'unda Muizzud-Devle b. Büveyh, Bağdat'ın süslenmesini, çarşı pazarların bayramlardaki gibi gecele­yin de açılmasını, mancınıkların kurulmasını, borazanların çalınma­sını, ümera kapısında ateş yakılmasını, emniyet yanında da meşale­ler kurulmasını ve Gadir-i Hum gününün bayram gibi sevinçle kut­lanmasını emretti. Bu, cidden görülmesi gereken muhteşem bir gün­dü. Ancak açıkça çirkin ve münker bir bid'attı.

Bu senede Bizanslılar Urfa'ya saldırdılar. Ahalinin bir kısmını Öl­dürüp bir kısmını esir aldılar. Yüklü ganimetler elde ederek geri dön­düler. Sonra Bizanslılar hükümdarlarına suikast yaptılar. Onu öldü­rüp yerine başkasını geçirdiler.

Ermeni hükümdarı ve asıl adı Nikofor olan Domestikos öldü. Bu, Halep'i ele geçiren ve orada çirkinlikler icra eden kişiydi. Bunun yeri­ne de başkasını geçirdiler. [66]

 

Ermeni Hükümdarı Nikofor (Domestikos)'Un Biyografisi

 

Hicretin 356. senesinde ölmüştü. 355. veya 352. senede öldüğüne dair zayıf rivayetler de vardır. Allah kendisine rahmet etmesin.

Bu mel'un, hükümdarların en katı kalplisi, en azılı kafiri, en güç­lüsü ve aynı zamanda en şevketlisiydi. Kendi zamanında Müslüman­larla en çok savaşan ve Müslümanlardan en fazla adam öldüren kişi de oydu. Allah ona lanet etsin.

Hükümdarlığı zamanında Müslümanların sahil memleketlerinin çoğunu istilâ etmiş ve çoğunu da zorla almıştı. Ele geçirdiği bu Müs­lüman kentlerini Bizans hakimiyetine katmıştı. Çünkü o zamanın Müslüman yöneticileri kusurluydular. Aralarında çirkin bid'atlar vardı. Havas ve avamdan olanların isyanları ortaya çıkmış, bid'atlar her tarafa yayılmış, Rafızilik ve Şiîlik çoğalmış, Müslümanlar arasın­da Ehl-i Sünnet'ten olanlar kahra uğramışlardı. İşte bu sebepledir ki, düşmanlar Müslümanları mağlup etmişler ve ellerindeki ülkeleri zor­la ele geçirmişlerdi. Ülkeden ülkeye firar etmiş olan Müslümanlar şiddetli bir korkuya kapılmış, sıkıntılı bir hayata maruz kalmışlardı. Düşmanların baskınından korkmadıkları bir geceleri yoktu. Yardımı­na başvurulacak olan zat, yüce Allahtır.

Nikofor (Domestikos), 200.000 savaşçıyla hicretin 351. senesinde ansızın Halep'e baskın yapmış, şehir içinde dolaşmıştı, Halep valisi Seyfu d-Devle onun önünden kaçıp gitmiş, o lânetli de şehri zorla ele geçirmişti. Ahaliden kadın erkek, ancak sayılarını Allah'ın bildiği miktarda insan öldürmüştü. Seyfu d-Devle'nin Halep şehri dışındaki evini yıkmış, mallarını, eşyalarını, teçhizatlarını ganimet edinmiş ve Halep'te güç bulmuştu. İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn (Doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).

Nikofor, Müslümanlarla ve İslâmiyetle savaşmakta aşırı gitmiş, bu uğurda çok çabalar harcamıştı. Hüküm yüce ve ulu Allah'a aittir. Mel'un Nikofor, hangi şehire giriyorsa oradaki savaşçıları ve diğer adamları öldürüyor, kadınları ve çocukları esir alıyor, şehrin camisini kendi atları için tavla ediniyor, camideki minberi kırıyor, minareyi yıkıyordu. Bütün bunları süvari, piyade ve diğer askerleriyle yapıyor­du. Bunu âdet haline getirmişti. Nihayet Cenâb-ı Allah, karısını ona musallat etti. Karısı onu, evinin ortasında kendi cariyeleriyle işbirliği yaparak öldürdü. Böylece Cenâb-ı Allah, İslâmiyeti ve Müslümanları onun belâsından kurtarıp rahata kavuşturdu. Müslümanların üzerin­deki belâ bulutlarını giderdi. Domestikos'un düzenini altüst etti. Ni­met ve lütuf sahibi olan Allah'tır. Her halükârda hamd Allah'a aittir.

Bu senede Konstantiniye hükümdarı ile Domestikos öldü. Böylece Müslümanların sevinci doruğa ulaştı. Güvenlik meydana geldi. Ni-meti ile salih amellerin tamamlandığı ve kötülüklerin yok olduğu Al­lah'a hamdolsun ki, onun rahmeti sayesinde günahlar bağışlanır.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki: Bu lanetli Nikofor denen ve Domestikos lakabını alan Ermeni hükümdarı, halife Muti Lillah'a bir kaside göndermişti. Bu kasideyi ona katiplerinden biri yazmıştı. O katip, Allah'ın zelil kılıp alçalttığı ve yardımsız bıraktığı; kalbini, ku­lağını mühürlediği, gözüne perde çektiği, İslâm'dan ve İslâm'ın aslın­dan uzaklaştırdığı kimselerdendi. Bu lânetli Nikofor sözünü ettiğimiz kaside ile övünüyor, Müslümanlara ve İslâmiyete sövüyor, İslâm ül­kesinde yaşayan kimseleri, memleketlerini tümüyle, hatta Harem-i Şerifi kısa sürede ele geçireceğini söylemekle tehdit ediyordu. Oysa kendisi hayvanlardan daha aşağı, daha sapık, daha zelil biriydi. Ken­disi iffetli Meryem'in oğlu İsa peygamberin dinine yardım etmekte ol­duğu iddiasmdaydı. Bu kasidesinde Rabbinin yüksek ikram ve selam­larına mazhar olan Rasûlullah (s.a.v.)'a da sataşıyordu. Rasûlullah (s.a.v.)'a ahirete dek salat-ü selam olsun.

Ben o zamanın insanlarından birinin bu kasideye cevap verdiğini duymadım. Ya bu kaside meşhur değildi, ya da yazarı cevap verilme­ye değmez biriydi. Çünkü o, inatçı ve inkarcı biriydi. Manzumesi, kendisinin inatçı bir şeytan olduğunu ispatlıyordu. Ancak bundan bir süre sonra Ebu Muhammed b. Hazm ez-Zahirî ona faydalı ve güzel bir cevap verme şerefine mazhar olmuştu. O bu kasidenin asılsız olan bütün bölümlerine, batıl olan bütün sözlerine doğru cevaplar vermiş­ti. Allah rahmetini Ebu Muhammed'in mezarına yağdırsın. Makamı ve son durağını Cennet kılsın.

O Ermeni mel'unun kasidesini burada nakledecek, ondan sona da muzaffer ve mübarek İslâmî kasideyi ona cevap olarak aktaracağım. Ermeni kâfir, kendi hükümdarının dili ile aşağıdaki kasideyi dile ge­tirmişti. Allah ikisine de dindaşlarına da tümüyle lanet etsin. Âmin, ey âlemlerin Rabbi.

Ben, İbn Asakir'in el yazısı ile kağıda geçirmiş olduğu o kasideyi size naklediyorum. O da bu kasideyi Ferganî'nin "Sılatu's-Sıla" adlı kitabından aktarmıştır:

"Mesihî ve temiz hükümdardan Haşimi ailesinden olan hüküm­darların sonuncusuna,

Faziletli ve itaatkâr hükümdara ve müşküller için büyük çözüm­leri umana,

Duymadın mı benim ne yapacağımı?

Ama gevşeklik musibeti, akıllıca iş yapmana engel oldu,

Üstlendiğin görevi terkedip uykuya dalmış isen,

Ben üzerime düşen görevi yaparken uyumam.

Sınırlarınızda -gevşeklik ve zaafınızdan ötürü- sadece işaretler kalmıştır.

Ermeni sınırlarının tümünü sadakatli ve aslanları andıran yiğit­lerimizle fethettik.

Atlarımızı, gemlerini sakız gibi çiğner halde bıraktık.

Onlar Cezire'deki bütün sınırlara ve Kin nesrin'deki ordulara, Avasım'a, Malatya'ya,

Samsat'a, Gerger'e hücum etmeye alışkındırlar.

Denizjerde de sınırdaki yerleri fazlasıyla fethetmişlerdir.

Kızıl topraklı Hades'te askerlerim dolaştı.

Caferi'den sonra Keysum'u bütün sınırlarıyla ele geçirdik.

Oradaki nice aziz ahaliyi zelil kıldık;

Onların kimi köle, kimi hizmetçi oldu.

Suruç setlerini topluluklarımızla tahrip ettik.

Bütün ayaklar üzerinde duran ve yücelen bir rütbemiz vardır.

Urfalılar da bize sığındılar. Bölük pörçük oldular. İnsanı vasfe-den bir topluluk olarak mendil çekip teslim oldular

Re'sü'1-Ayn, sabahleyin miğferlerini taktırarak askerlerini bize şevketti. Biz de kafalarına vurarak savaştık.

Dara'yı, Silvan'ı, Erzen'i, kuşatma altına aldık.

Atlarımızla onlara acılar tattırdık.

Girit'e de gemilerimiz ulaştı. Köpüklü ve dalgalı denizin sırtına binerek oraya vardık.

Ahalisini esir aldık; yumuşak ve uzun saçlarını salıveren kadınla­rını da önümüze kattık.

Burada da Ayn-ı Zerbe'yi zorla fethettik.

Evet, bütün zorba ve zalimleri helak ettik.

Halep'e uzandık, onun içine girdik; yıkıcı savaşçılarımızın tümü oranın surlarını yıktı.

Kadınları, sonra kızları alıp önümüze kattık. Çocuklarını da hiz­metçi köleler gibi esir aldık.

Seyfu d-Devle ile Nasır Lidinillah denen valileriniz oradan kaçıp yüz üstü süründüler

Akıllıca Tarsus'a da meylettik. Oradakilere acıyı, boğazlarının so­nuna kadar tattırdık.

Nice hür ve izzetli yüce kimseler -ki, etraflarında nimetler vardı-onları da esir aldık.

Boyun eğdirip başı açık bir şekilde mehir vermeksizin onları ha­remimize kattık. Hakimin hükmü olmadan onları eş edindik.

Nice leşi yerde uzanmış halde bıraktık; kan akıtıyorlardı. Dille­riyle boğazları arasından kan geliyordu.

Yolda, nice savaşlarda bahadırlarınız yok oldu.

Onları da hayvanları sürer gibi zorla önümüze katıp sürdük.

Eryah şehrinize, onun içine hücum ettik. Asık suratlı talazların altında oraları ezip geçtik.

Yüksek yerlerini alçalttık, şeklini değiştirdik. Daha Önce nimetler içindeki insanlarını ve hayvanlarını bambaşka bir hale döndürdük.

Orada baykuşlar öter oldu, sesleri yankılandı.

Baharda o sadanın peşi sıra güvercin ağıtları duyuldu.

Antakya da benden uzak değildir.

Orayı da bir gün haremini çiğneyerek fethedeceğim,

Atalarımın meskeni Dımışk'tır. Ben oraya hakimiyetimizi kendi mührümle döndüreceğim.

Mısır'ı da zor kullanarak kılıcımla fethedeceğim.

Oradaki mallanmı ve hayvanlarımı alacağım.

Kâfura hak ettiği cezayı, tarak makas ve kan alıcı kupalar kura­rak vereceğim.

Ey Hamdan ailesi, paçalarınızı sıvayın!

Bulutları andıran Rum orduları üzerinize gelmektedir.

Kaçarsanız kana susayan hükümdardan onurluca kurtulursunuz.

Nusaybin'i, Musul'u, atalarımın vatanı Cezire'yi de fethedeceğim, orası bizim cetlerimizin mülküdür

Samarra'yı, Kûsâ'yı, Akbara'yı, Tikrit'i, Mardin'i, Avasım'ı fethe­deceğim.

Oradaki erkekleri tümüyle öldürecek, oradaki malları ve kadınla­rı ganimet edineceğim.

Ey Bağdatlılar; vay halinize, siz de paçaları sıvayın!

Tümünüz müstaz'afsmız, hiçbir hedefiniz yoktur.

Deylemî'nin hakimiyetine ve Rafıziliğine razı oldunuz.

Deylemli kölelere kul oldunuz.

Ey Remle sakinleri; vay halinize! Hayvan otlatmak üzere San'a diyarına geri dönün.

Alçalmış olarak, Hicaz toprağına dönen Bizans topraklarını fazi­letli ve âlicenap kimselere bırakıp gidin.

Bağdat'a doğru askerlerimi sevkedecek, onlar da çok bağışta bu­lunan efendilerin diyarı olan Babü Tâk'a varacaklardır.

Ben oranın üst tarafını yakacak, surlarını yıkacak, istemeyenlere rağmen çoluk çocuklarını esir alacağım.

Oradaki mallan ganimet edinecek, insanlarım esir alacağım.

Oradakileri intikam kılıcıyla öldüreceğim!

Askerlerimle acelece Ahvaz'a yürüyeceğim ki,

Orada bulunan ipekleri ve sıcak günlerde yüzü yakan ibrişimleri elde edeyim.

Oraları talan edip ateşe verecek, köşklerini yıkacağım.

Öncekilerin yaptığı gibi çoluk çocuklarını ve kadınlarını esir ala­cağım.

Oradan da Şiraz'a ve Rey'e gideceğim. Bunu bilin!

Horasan benim sarayımdır..Askerleri de haremimdir.

Şâs'a, Belh'e gideceğim; Havat'a, Fergana'ya, Merv'e, Mehazim'e uğrayacağım.

Sâbur'u ve kalelerini yıkacağım.

Yüzü sıcaktan yakan bir günde oraya uğrayacağım.

Kirjnanı ve Sicistan'ı unutmuyorum

Uzaktaki Kabil'i ve Acemlerin mülkünü de ele geçireceğim.

Askerlerimle birlikte Basra'ya da yürüyeceğim.

Oranın, gemilerin hareketinden ötürü gürültüsü ve göz alıcı bir parlaklığı vardır.

Oradan da Irak'ın ortasındaki Vasıt'a ve Küfe'ye uğrayacağım.

Askerlerimizin azimli olduğu bir günde oraları ele geçireceğim.

Oradan çıkıp acelece Mekke'ye gideceğim.

Kesif karanlığı olan, geceleri andıran askerlerimle Mekke'ye gire­ceğim!

Orayı bir zaman teslim alıp muktedirce ele geçirecek ve orada bü­tün âlem için hakkı tatbik eden bir kürsüde oturacağım.

Necid'i tümüyle Tihame'yi, Mezhic'i, Kahtan'ı hakimiyetim alanı­na alacağım.

Yemen'in tümüne gaza yapacak; Zübeyd'i, San'a'yı, Sâda'yı ve Te-haim'i ele geçireceğim.

Oraları insansız, nimetler içinde yüzen ahaliden yoksun ve harap halde bırakacağım.

Yemenlilerin bütün malına ve Karmatilerin mahrumiyet günle­rinde yığdıkları mallara sahip olacağım.

Bizimle şereflenen Kudüs'a döneceğim.

Orası yüce bir mekandır. Aslı aabît ve kaimdir, dimdik ayakta duruyor.

Tazim amacıyla secdeye kapanmak için tahtıma çıkacağım.

O zaman yeryüzündeki bütün hükümdarlar karşımda hizmetçiler gibi kalacaklardır.

Orada bütün yeryüzü Müslümanlardan temizlenecek ve bizim gi­bi temiz dinli lider kimselere kalacaktır. Anlayışsızlardan dünya kur­tulacaktır.

Yöneticileriniz zulmettiklerinde ve siz büyük günahları açıkça iş­lediğinizde size karşı bize zafer ihsan edildi.

Kadılarınız dinlerini satarak makam satın aldılar.

Yakub'un oğlu Yusuf un ucuz bir fiyata satılışı gibi dinlerini ucuz bir kadılık makamı karşısında sattılar.

Size düşman olanlar zahiren yalancı şahitlikte bulunup iftira at­tılar. Rüşvet karşılığında yalan söylediler. Size karşı güçlü olanların yanında yer aldılar

Allah'ın yerini doğusuyla batısıyla fethedecek ve haçın dinini kes­kin kılıcımın yardımıyla her tarafa yayacağım.

İsa göklerin üzerinde yüceldi, tahtı semâvatm üstündedir.

Kıyamet gününde onu dost edinen kimseler kurtuluşa erecekler­dir.

Sizin adamınız da toprağa düşecek, üzerine toprak saçacağım... halifenizi öldüreceğim!

O, toprak içinde çürümüş bir vücuda dönecektir.

Siz taraftarları da ölümünden sonra ona sövecek, iftirada buluna­cak ve saygınlığını hiçe sayacaksınız."

Evet, kaside bu cümlelerle sona eriyor. Allah bunu yazanı lanet­lesin ve Cehennem'e atsın.

«O gün zalimlere, özür beyan etmeleri fayda vermez, lanet onla­radır. Yurdun kötüsü de onlaradır.» (ei-Mü'min, 52.)

Bu kasideyi yazan kişi kıyamet gününde ölmeyi isteyecek ve çıl­gın alevli Cehennem ateşine bırakılacaktır.

«O gün zalim kimse ellerini ısırıp: "Keski Peygamberle beraber bir yol tutsaydım. Vay başıma gelene! Keşke falancayı dost edinnıe-seydim. Andolsun ki beni, bana gelen Kur'ân'dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor." der.» (ei-Furkân, 27-29.)

Bu durumdaki kişi eğer bu halde ölürse kâfir olarak ölür.

Şimdi bu kasideye, Endülüslü Zahirî fıkıhçısı Ebu Muhammed b. Hazm'ın irticalen verdiği cevabı aktaracağız. Onu görenlerin dedikle­rine göre, kâfirin kasidesini duyduğunda Allah, Rasûlü ve dini hesa­bına öfkelenerek irticalen bu kasidesini söylemişti. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, makamım âli kılsın. Günahlarını bağışlasın. Ka­sidesi şudur:

"Âlemlerin Rabbi Allah'a ve Haşimi iülâlesinden olan Ranûlul-lah'ın dinin© sığınıp Allah'tan himaye bekleyenden,

Hadi Billah Muhammed et-Taki'den,

Doğru yolu bulup İslâmiyeti en güzel bir şekilde ayakta tutan­dan, ki Allah'ın selameti onun üzerine peşpeşe gelsin ve bu selamet bütün âlemlerin haşrolunacağı güne kadar devam etsin.

Muhammed el-Hadi'den, sapıklık ve iftira ile konuşan Acemlerin iftiracısı Nikofor'a!

Öyle bir halifeye çağrıda bulundun ki, onun komutanları, avucun-

da tozlanmış resimler gibidirler.

Musibetler hilafeti döneminde başına çöktüler.

Nitekim ondan önceki hükümdarların da başlarına musibetler yağdılar.

Bu nikbetten ve musibetten ötürü âlicenap ve gayretli, aynı za­manda asillerin oğlunun payına musibetler düşmüştür.

Eğer o önceki durumunda ve atalarının zamanındaki gücünde ol­saydı,

Size kâselerle zehir içirirdi.

Umulur ki Cenâb-ı Allah, kendi dininin insanlarına şefkat göste­rir de;

Bu yüzden ülkenin çürümüş yerleri yenilenir.

O zaman siz yere yüzüstü kap aklanır dmız ve hakikaten bu, Al­lah'ın lutfuyla olurdu. O hakimler hakimidir.

O zaman onu andığınızda sizi bir utanç bürür,

Sizden tartışmacı her ağız susar, konuşamaz olur.

Hücum ederek mallarınızı yağmaladık. Siz de hücumumuzdan ansızın kaçıp kurtuldunuz. Zayıf azimli kimseler gibi davrandınız.

O esnada sevinç ve neşe içinde âdeta uçtunuz.

Prensipleri eksik ve horlanmış kimseler gibi davrandınız.

Bu durum ancak aklında zayıflık bulunan kimselerde görülür.

Zaman boylelerindeki güzellikleri de başka tarafa çevirir.

İşleri tartıştığımızda güçsüz kalırsınız.

Cahillere zalimin devleti yaraşır.

İhtilaflar aramızda fitne ateşlerini, onların Türkleri ve Deylenıli-leri ile birlikte köleleri hesabına alevlendirdi;

Nankörlük edip hak tanımaz oldular. Kendilerini hayvanların du­rumlarından yükseklere çıkaranların iyiliğini unuttular.

Ev sahibinin uykuya dalışını fırsat bilen hırsızlar gibi siz o za­man etrafımıza hücum edip saldırdınız.

Bütün Şam mıntıkasını amansız bir darbe ve en büyük bir güçle elinizden çekip almadık mı?

Mısır'ı, Kayrevan diyarını, Endülüs'ü kafalarınıza vura vura zor­la almadık mı?

Durumunuz zayıfken dalgalı denizlerdeki Sicilya adasını da eli­nizden almadık mı?

İstemediğiniz halde, size rağmen mukaddes yerlerinizi, evlerinizi alıp elde etmedik mi?

Beytilahm'i, Kumame'yi ele geçirdik. Şimdi oralar büyük Müslü­man liderlerin ellerindedir.

İskenderiye diyarındaki serkisiniz, Kudüs'teki kürsünüz zorla, hoşunuza gitmemesine rağmen elimize geçti. Konstantiniye kürsüsü de yoklara karıştı.

Elde ettiğiniz bütün diyarları tümüyle geri almamız ve şereflice izzetle elde etmemiz kaçınılmazdır,

Yezid, sizin diyarınızın ortasına Konstantiniye kapısına keskin kılıçlarıyla inmedi mi?

Mesleme de ondan sonra aslanlar gibi kükreyen bahadır akserle-riyle oraları ayak altında çiğnetmedi mi?

Sizi Konstantiniye'de geçen asırda inşâ ettirdiği mescidimizde al-çaltıp köleler gibi çalıştırmadı mı?

O mescit ki, hükümdarınızın sarayının bitişiğindeydi.

Bilesiniz ki bu, keskin kılıçlara sahip bahadırların hakkıdır.

Hükümdarınız, Harun Reşid'e; mağluplara özgü vergiyi ve borç­lular gibi cizye vermedi mi?

Mısır'da sizi görülmeye değer gücünüzle yağmalayıp talan ettik.

Orada Rahman olan Allah, büyük merhametiyle bizleri kayırdı.

Beyti Yakub'a, Dume sahiplerine oradan da Atlas Okyanusu'na varıp denizlerin dalgalarına kadar uzandık.

Siz hiçbir cuma bizim toprağımıza hücum edebildiniz mi?

Cenâb-ı Allah bunu yapmanıza engel oldu, ey hezimete uğrayan­ların kalıntıları!

Sizin sadece kuruntularınız vardır ve ahmakça düşlerinizden, uy­kuda uyuyanların rüyalarından başka bir şeyiniz de yoktur

Yavaş olun bakalım. Hilafetten sonra artık nur kalmaz. Sadece ezenlerin yüzlerini tozlandıran bir sefer kalır.

İşte o zaman kahraman baskıncıların atları sizi ezdiğinde nereye varacağınızı görürsünüz.

Geçmişlerin âdetlerince karanlık gecelerde sizler bizim için gani­metler sınıfına gireceksiniz.

Sizler bizden parmakla sayılabilecek miktarda esirler aldınız, ama sîzin elimizde bulunan esirlerini» bulutlardan ın©n yağmur damlaları sayısıneadır.

Şayet elimizde bulunan esirlerinizi birisi saymaya kalkışacak olursa aciz kalır.

Yağmur serpintilerini kimler sayabilir?

Hamdan'm oğlu Nasır ile Seyfü'd-Devle ve Kâfur sayesinde sizler,

En rezil, en pis amaçlara ulaştınız ve küçücük yerleri elde ettiniz.

Soysuz ve hacamatçının oğullarına hücum ettiniz.

Ama onların itibarı ancak kan emen sivrisineğinki kadardır.

Fakat bundan önce Dimyane'ye veya aslanlar gibi atıcı olan Er-bat mıntıkasına gitseydiniz ya!

Cürcan reisleri, sizleri geceler boyunca önlerine kattılar ve size acıları içirdiler.

Prenslerinizi kızlar gibi esir alıp önlerine kattılar, tıpkı ağaçlıklı kumsallardaki geyikler gibi.

Ama bizi Heraklius'a ve ikramda bulunan yüksek hükümdarlara sorun.

Tenuh, Kayser ve diğerleri bizi size anlatacaklardır.

Nice yüksek tabakadaki kadınları esir aldığımızı da sizlere bildi­receklerdir.

Ne kadar müstahkem kaleler fethettiğimi ve sizi ne kadar yasla­ra boğduğumuzu da söyleyeceklerdir

Hakir ve iftiracıları bırak. Onları lider sayma, onların Öne çıkma iddiaları da olamaz.

Heyhat! Samarra ve Tikrit elinizden çıktı.

Cebel mıntıkasını da yitirdiniz. Artık oralar sizin için boş kurun­tulardan başka bir şey değildir.

Oraları artık zayıf kimselerin temenni edeceği yerlerdir. Artık oraları düşündükçe boğazınız sıkılacaktır.

Bağdat'ı yeni bir pazar olarak ele geçirmek istiyorsunuz. Orası damızlık develer için bile bir aylık yoldur ki, o develer güçlü olup kar­şılaştıkları herşeyi ezerler.

Bağdat, zühd, ilim ve takva ehlinin mahallidir.

Orası her âlim kişinin seçtiği bir menzildir.

Şarap rengini andıran kumsalı bırakın, artık orası parlak ve mu­kavemetli Müslümanların elindedir.

Şam'dan da vazgeçin. Orada büyük bir İslâm ordusu vardır.

O ordunun askerleri, uçan kuşların içinden uçup geçtikleri bulut­lar gibidir. Sanki onlar ayakları üzerinde uzaklaşırlar. *   Öyle bir darbe ki, küfre bütün mezelletleri indirir.

Sikkecinin beyaz dirhemlere damga vuruşu gibi, küfre de zillet damgası vurur.

Hicaz taraflarında isa, bulutlardan inen sicim gibi yağmurları an­dıran büyük ordular vardır.

O ordularda Adnan oğullarından cömert, âlicenap ve bahadır as­kerler vardır.

Kahtan boyundan da ataları asil olan kimseler vardır.

Kudaalîlardan bir cemaatla karşılaşırsanız, kupkuru şeyleri bile paralayan aslanlar görmüş gibi olursunuz.

Sabahladığınızda size daha önce beraber iken karşılaştıkları sı­cak dostluğu hatırlatırlar.

Bir zamanlar onlar asil atları sizin tarafınıza doğru sürüyorlardı.

Sizler de sanki ganimetler içinde, garantide imişcesine geldiniz.

Yakında size öyle topluluklar gelecek ki,

Kentleri elde etme hatıralarını size unutturacaklardır.

Mallarınız ve canlarınız onlara helaldir.

Ancak kanınızı akıtmak ve malınızı ganimet edinmekle göğüsler­deki hararet diner.

Arazileriniz onlar için hak olacak ve o hakkı kendi aralarında paylaşacaklardır.

Nitekim bir zamanlar adil ölçülerle onlar bunu yapmışlardı.

Horasan'dan bir cemaat ansızın üzerinize gelirse;

Şiraz'dan, Rey'den ayakları sağlam basan askerler size hücum ederse;

O zaman sizin yapacağınız tek şey vardır ki, onu da size hatırlatı­yoruz: Zillet ve korkudan parmakları ısırmak!

Uzun süre sizi diyarınızda ziyaret etmişlerdi, bir yıllık yoldan çarpıcı atlarıyla gelmişlerdi.

Sicistan ve Kirman'a gelince; buralar öncelikle geri alınacaktır.

Kabil ve Hülvan ise zayıf kişilerin bile elde edebileceği yerlerdir.

Fars'ta ve Sus'ta büyük ve kalabalık ordular vardır.

İsfahan'da sel gibi akan parlak şimali askerler vardır.

Eğer bunların hepsi size gelecek olurlarsa,

Hayvanatın reisleri olan aslanların avına dönersiniz.

Parlak Basra'da ve yükselen Kûfe'de bir de Vasıfta büyük askeri birlikler vardır.

Buralarda sayı ve teçhizat çokluğu bakımından kumsallardaki kum taneleriyle boy ölçüşebilecek kalabalık ordular vardır.

Bunlara düşmanlık eden kimse artık rahatını bulamaz.

Allah'ın Mekke'deki Beytine gelince; Allah orayı kayırmış, şeref­lendirmiş, bütün mahlukat için onurlu bir yer kılmıştır.

Bütün yeryüzü ahalisi inanarak orayı kutsal bir yer sayar.

Yeryüzünü bir yüzük sayarsanız, orası yüzüğün kaşı gibidir.

Rahman olan Allah orayı hakkıyla savunur.

Oraya yan gözle bakmak bile mümkün değildir.

Habeşlilerin askerleri orada, fılleriyle birlikte Ebabil kuşlarının çakıl taşlarıyla helak oldular.

Öyle ki, Ebrehe'nin askerleri orada sel gibi akan büyük bir kala­balık teşkil etmekteydiler,

Ama Harem-i Şerif ve Batha'dakî binalar korundular.

Mustafa (a.s.)'m kabr-i şerifi, hoş kokulu bir ortamdadır.

Orayı karanlık geceleri andıran büyük bir askeri kitle korumak­tadır.

O kitleyi yüksek melek orduları komutaları altına alıp savun­maktadırlar; onlar namaz kılan, oruç tutan her Müslümanı müdafaa ederler.

Karşınıza çıkacak olursak; asırların canlıların kemiklerini dar­madağın edişi gibi, biz de sizi çürümüş kemiklere döndürürüz.

Müstahkem mevki olan Yemen'de hücum edici bahadırlar vardır.

Karşınıza çıkacak olurlarsa sizi lokma lokma yutarlar.

Yemame diyarının iki tarafında, ellerinde hüccet bulunan boylu, boslu, güçlü bir topluluk vardır.

Sizi ve güçlü Karmatileri; akıllı ve uğurlu bir devlet sayesinde mahvettik.

O devletin başında hakkın halifesi Nasirüddin vardı.

O £llah yolunda kınayıcıların kınamasından çekinmezdi.

Onun ataları Hz. Abbas'ın evladına kadar uzanır.

Onların tümünde genel bir övünç kaynağı vardır; o övünç onlarda köpüklü bir dalga gibidir ve yumuşaktır.

Onlar öyle hükümdarlardır ki, şansları hep zaferle yar olmuştur.

Onların geçmişlerine de geleceklerine de "Hoş geldiniz" diyoruz.

Onların mahalli, Kudüs mescidinde vaya Bağdat menzillerinde âlicenap kimselerin mahallidir.

Adiy ve Teym kabilesi de Esedoğulları'nm yüksek tabakalarından olan bu yüksek ve salih kimselere de "Hoş geldiniz" diyoruz.

Yine onlara: "Siz, ne hoş insanlarsınız." diyoruz.

Onların geçmişteki hayırlı kimselerine de merhabalar diyoruz.

Onlar ki, İslama kötlü bir zaferle yardım ettiler.

İstemeyenlere rağmen onlar beldeleri fethettiler.

Yavaş olun bakalım, Allah'ın vaadi gerçekleşecektir.

Küfür ehlini paramparça olmaya, lokmalar haline gelmeye mec­bur edecektir

Konstantiniye ve komşu bölgeleri fethedilecek ve sizi parçalayıcı kartalların pençesine düşüreceğiz.

Çin ve Hind'i, Türk ve Hazar mıntıkasının askerleriyle zor kulla­nıp fethedeceğiz.

Rahman'ın bize verdiği sözler gerçektir.

Hasta akıllıların emelleri gibi değildir.

Sizin diyarınızın ve beldelerinizin en uç noktalarına kadar sahip olacak ve size delici mızrakların zilletini arkadaş kılacağız,

Neticede islâmiyet'in hükmünün, vurucu askerleriyle haryere ya­yıldığı görülecektir.

Ey teslis inancına ve dinine bağlı kimse! Ey yardımdan mahrum kalmış kişi! Ey akıldan ve makul şeylerden uzak insan!

Sen, günahı apaçık olan şeylerle İslâmiyet'i mukayese mi ediyor­sun?

Başkasının emrine giren bir mahlukun dinine bağlanıyorsun, öy­le mi?

Vay senin haline! Senin helakin dünyalara gizli değildir.

İncilleriniz uydurmadır. Bu İndilerde öncekilerin sözleri karma­karışık hale gelmiş ve onlar büyük günahlar işlemişlerdir.

Haça her zaman secde ediyorsunuz, ey hayvan akıllı kimseler!

Tanrınız diye iddia ettiğiniz İsa'yı sapıklığınız nedeniyle çarmıha gerdiniz.

Bunu en rezil ve en günahkâr Yahudilerin elleriyle yaptırdınız.

Biz İslâm dinine bağlı olup Rabbimizin bir olduğuna inanırız.

Başka hiçbir din sahibinin dini, İslâm'a mukavemet edemez.

Muhammed (s.a.v.)'in hidayet getiren risaleti,

Haksızlıkları ortadan kaldırmakla gerçekleşmiş ve doğruluğu an­laşılmıştır.

Hükümdarlar onun bütün mevsimlerde temiz ve gerçek olan bur­hanını, delilini görünce;

Gönüllü olarak onun dinine bağlandılar.

Nitekim San'a'daki devlet hakimi ve güçlü adamların bulunduğu Amman halkı da İslâm'a teslim oldular.

Diğer Yemenli hükümdarlar da teslim olup İslâm'a girdiler.

Bahreyn beldesindeki Lehazim kavmi de Müslüman oldular.

Korkudan veya bir menfaat ummaktan dolayı değil; bunlar ihlas-la Allah'ın dinine icabet ettiler.

Yoksa bunlar, yoksul kimsenin avucuna girecek bir menfaate de göz dikmiş değillerdi.

Gönüllü ve kendi rağbetleriyle yakîni inanca sahip oldular; kar­şıtları susturan.

Burhanlara kesin inanarak taçları başlanna koydular.

İslâm'ın ilâhı da güçlü bir zaferle dinimizi korudu.

İslâm düşmanlarını da develerin tabanları altında ezdirdi. *

İslâm peygamberi fakir olup yalnızdı; bir aşiret ona yardımcı ol-

Ona laf atan v© onun sıkıntılı haline sevinen kimseler© karşı da hiçbir topluluk onu savunmadı.

Onun yanında, kendisine yardımcı olan kimseye verilecek bir mal da yoktu.

Ne korkan kişinin savunması, ne de teslimiyet vardı onda.

Kendisine yardımcı olan kimselere özel olarak bir mal vermeyi de vaad etmedi.

Aksine o, en güçlü koruyucu tarafından korunmuştu.

Güçlü ve esir alıcı kimselerin kuvveti,

Onu hakkı söylemekten alıkoymadı ve hiçbir zalimin eli de onun cismine zarar veremedi.

Ama sizin peygamberiniz İsa'ya iftira ettiler, yalan söyleyip sapıkhkta bulundular.

Her tokat vuran kişi onun yüzünü tokatladı.

Oysa siz onun sizin Rabbiniz olduğunu iddia etmiştiniz.

Vay sizin bu sapıklığınıza! Kıyamette kör olacaksınız.

Cenâb-ı Allah, kendisinin bir eşi ve oğlu olacağını kabul etmedi.

Neticede küfrün propagandacıları pişmanlık içinde olacaklardır.

Bunlara rağmen İsa, Allah'ın kulu, peygamber ve şerefli bir kim­sedir.

Allah'ın yarattığı bir varlıktır. İddiacıların sözlerine inanılmaz.

Hiç Rabbin (İsa'nın) yüzü tokatlanır mı?

Sizin bu dininiz yok olsun!

Siz böyle demekle bütün zalimlerin üstüne çıkarak daha zalim ol­dunuz.

Peygamber Muhammed (s.a.v.), nice mucizeler ortaya koydu.

Onun ortaya koyduğu bilgiler şirki ezip geçti.

Bütün insanlar onun hakkını desteklemekte eşittirler.

Hayır, herkese bağışta o adeta hizmetçi gibiydi.

Araplar, Habeşler, Farslar, Berberiler, Kürtler...

Bütün bunlar onun rahmet kadehini ele geçirdiler.

Kiptiler, Enbatiler, Hazarlılar, Deylemliler,

Rumlar; onun uğruna fırtınalara ve belalara katlandılar.

Geçmişlerinin küfrünü kabul etmediler.

Kalıcı bir saadet şansını elde ettiler.

Bu saadet sayesinde hak dine tümüyle girdiler.

İlâhın ahkâmına boyun eğdiler.

Ondan önce Danyal'm gördüğü rüyanın yorumu böylece doğrulan­mış oldu ve bu kaçınılmaz idi.

Hintliler, Sindiler, Müslüman olup hidayet dinine girdiler.

Acemlerin dinini reddettiler.

Göklerdeki ay bir mucize olarak onun emri ile ikiye bölündü.

Elindeki bir ölçek buğdayla bütün bir cemaatın karnı doydu.

Avucunun ortasından pınar gibi su aktı.

O su ile büyük bir kalabalık olan askerlerini suya kandırdı.

Akılların tasdikini gerektiren şeyleri mucize olarak ortaya koydu.

Ayaklı hayvanların iddiası gibi boş iddialarda bulunmadı.

Güneş doğduğu ve karanlık gecelerde onun peşinden geldiği süre­ce Allah'ın selamı onun üzerine olsun.

Onun delilleri ve burhanları güneş gibidir; sizin sözlerinize ben­zemez.

Sizler cevher ile teslisin unsurlarını birbirine karıştırdınız,

Bizim kadim ve hadis olan herşey hakkında bilgimiz vardır.

Sizlerse yuları açıkça görünen eşeklersiniz.

Siz anlamı zayıf, nazmı gevşek, soğuk ama yutağı geniş bir şür ortaya koydunuz.

Ama bizimkisi, içinde zümrütler, inciler, yakutlar bulunan ve us­ta bir sanatkâr tarafından işlenen bir gerdanlık gibidir."

Bu senede (hicretin 352. senesinde), İbn Ebi'ş-Şevarib kadılıktan azledildi. Sicilleri bozuldu. Kadılığı zamanında verdiği hükümler ip­tal edildi. Yerine Ebu Bişr Ömer b. Ektem b. Rızk atandı. İbn Ebi'ş-Şevarib'in her sene verdiği harçtan kendisi muaf tutuldu.

Bu senenin zilhicce ayında yağmurlar geciktiğinden ötürü insan­lar yağmur duasına çıktılar, ama yağmur yağmadı.

"el-Muntazarr" adlı eserinde İbnü'l-Cevzî, tarihçi Sabit b. Sinan'­ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«Kendilerine güvendiğim bir cemaatın bana anlattığına göre bazı Ermeni komutanları, hicretin 352. senesinde Nasirü'd-Devle b. Hanı-dan'a, yaşları yirmibeş olan iki Ermeniyi babalarıyla birlikte gönder­mişlerdi. Bu adamların iki göbekleri, iki karınları, iki mideleri vardı; ama doymaları ve suya kanmaları değişik orandaydı. Bunlardan biri kadınlara diğeri ise oğlan çocuklarına meylederdi. Bu nedenle arala­rında anlaşmazlık ve tartışma meydana geliyordu. Hatta bazen Öyle oluyordu ki, bunlardan biri diğeri ile konuşmamaya yemin ediyor, günlerce küsülü kalıyorlar, sonra barışıyorlardı. Nasirü'd-Devle bun­lara 2.000 dirhem para verdi. Kendilerine hil'atlar giydirdi ve onları İslâm'a davet etti. Rivayete göre bunların ikisi de Müslüman olmuş­lardır.

Nasirü'd-Devle, insanlar onları görsünler diye bu ikisini Bağdat'a göndermek istedi. Ama bu niyetinden vazgeçti. Daha sonra bu ikisi babalarıyla birlikte memleketlerine döndüler, Biri hastalanıp öldü, kokuştu, diğeri hayatta kaldı; ama bir türlü ölen kardeşinden kurtul­ması mümkün olmadı. İkisi böğürlerinden birbirlerine yapışık idiler. Nasirü'd-Devle bunları birbirinden ayırmayı düşündü. Bu amaçla ta­bipleri topladı, fakat bu mümkün olmadı. Biri Ölünce, babalan diğeri­ni ondan ayırmak hususunda şaştı, ne yapacağım bilemedi. Bir müd­det sonra, Ölenin acısına dayanamayıp kederlenen diğer kardeş de hastalandı ve öldü. İkisi bir mezara defnedildiler.»

Bu senede vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Ömer b. Ek-sem b. Ahmed b. Hayyan b. Bişr Ebu Bişr el-Esedî de vardır. Bu zat, hicretin 284. senesinde doğdu. Halife Muti zamanında Ebü's-Saib Ut-be b. Ubeydullah'ın yerine vekâleten kadılığa atandı. Sonra kadi'1-ku-datlık mertebesine terfi etti. Şafîîlerden Ebü's-Saib'den sonra, kadi'I-kudatlığa sadece o atanmıştı. Kadılıkta çok iyi bir gidişatı vardı. Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti. [67]

 

Hicretin Üçyüzellıüçüncü Senesi

 

Bu senenin muharrem ayının ortasında Rafiziler -önceki seneler­de de yaptıkları gibi- Hz. Hüseyin'in matemini tuttular. Bu nedenle Rafizilerle, Ehl-i Sünnet arasında şiddetli bir çarpışma meydana gel­di, mallar yağmalandı.

Bu senede Seyfü'd-Devle'nin kölesi Neca, kendisine karşı isyan etti. Şöyle ki: Neca, geçen sene, Harranlılara baskın yaparak malları­nı gasbetmiş, onlardan çok miktarda mal ve para almış, isyan bayra­ğını çekip Azerbaycan'a doğru yürümüş, oranın bir kısmını Ebü'l-Verd adındaki bir a'rabinin elinden almış, Ebü'l-Verd'i öldürmüş ve onun mallarının çoğunu gasbetmişti. Böylece gücü fazlalaşmıştı. Sey-fü'd-Devle, onun üzerine yürüdü ve kendisini yakaladı, öldürülmesini emretti. Görevliler tarafından Seyfü'd-Devle'nin huzurunda öldürüle­rek cesedi pisliklerin arasına atıldı.

Bu senede Domestikos, Misis'e gelip şehri kuşattı. Surları deldi. Şehir halkı ona karşı memleketlerini savundular. Domestikos da ora­ya bağlı büyük bir köyü yaktı, çevresinde bulunan ahaliden 15.000 kişiyi öldürdü. Askerleri Adana ve Tarsus şehirlerinde büyük bir fe­sat çıkardılar. Kendisi de ülkesine geri döndü.

Bu senede Muizzü'd-Devle, Musul'a ve Cezire-i îbn Ömer'e hü­cum etti. Musul'u ele geçirdi. Orada bir müddet ikamet etti. Musul valisi ona haber salarak barışmak istediğini bildirdi. Valinin kendisi­ne her sene bir miktar mal ve para vermesi, ayrıca Nasirü'd-Dev-le'nin oğlu Ebu Tağlib'in kendisinden sonraki dönem için veliahd ol­ması şartıyla barış antlaşması yaptılar. Bundan sonra Muizzü'd-Dev­le, İbnü'l-Esir'in detaylı olarak anlattığı birçok işlerin yapılmasından sonra Bağdat'a göndü.

Bu senede Deylem ülkesinde Hz, Hüseyin evladından olup İbnü'r-Rai adıyla meşhur olan Ebu Abdillah Muhammed b. Hüseyin isyan etti. Etrafında çok sayıda adam toplandı, insanları kendisine bey'ata çağırdı ve Mehdi lakabını aldı. Aslen Bağdatlıydı, ama Deylem ülke­sinde namı yükseldi. İbn Nasır el-Alevî ondan kaçtı.

Bu senede Ermeni hükümdarı Domestikos'la birlikte Bizans im­paratoru Tarsus'a hücum etti. Şehri bir süre kuşatma altında tuttu­lar. Bu yüzden burada pahalılık başgösterdi. Halk vebaya yakalandı ve çokları öldü. Bundan sonra kuşatmacılar da geri döndüler.

"Allah, inkâr edenleri kinleriyle geri çevirdi, bir hayra ulaşamadı­lar. Savaşta; inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah, kuvvetli olan­dır, güçlü olandır." (ei-Ahzâb, 25.)

Bunlar İslâm ülkesini tümüyle istilâ etme azmindeydiler. Çünkü İslâm ülkesinin hükümdarı ve yöneticileri iyi kimseler değillerdi. Sa-

habeler hakkında kötü düşünceleri vardı, ama Cenâb-ı Allah İslara ülkesini korudu, Rumlar da ziyan içinde geri döndüler.

Bu senede Sicilya'da Muhtar savaşı meydana geldi. Şöyle ki: 100.000'e yakın Frank ve Rum askerleri Sicilya'ya hücum ettiler. Si­cilyalılar da Muiz el-Fatımî'ye haber salarak ondan yardım istediler. O da bir filo ile üzerlerine takviye askeri gönderdi. Bu adada Müslü­manlarla müşrikler arasında büyük bir savaş cerayan etti. İki. taraf da sabahtan ikindiye kadar dayanıklılık gösterdiler. Sonra Rum ko­mutanı Moil Öldürüldü. Bu yüzden Rum askerleri cepheden firar edip hezimete uğradılar. Müslümanlar onlardan çok sayıda asker öldürdü. Franklar derin bir su vadisine düştüler. Çokları boğuldu. Geri kalan­larda gemilere bindiler ve döndüler, Sicilya valisi Ahmed, peşlerine gemileri taktı. Onları denizde yakaladı ve yakaladıklarını öldürdü. Müslümanlar bu savaşta çok mal, eşya, silah ve hayvanı ganimet ola­rak elde ettiler. Ganimetler arasında üzerinde şu ibarenin yazılı oldu­ğu bir kılıç bulunmaktaydı: "Bu Hind kılıcının ağırlığı 170 mıskaldır. Bununla Rasûlullah (s.a.v.)'m huzurunda uzun süre savaşılmıştır." Bu kılıcı da armağanlar arasına katarak İfrikiye'ye Muiz el-Fatımî'ye gönderdiler.

Bu senede Karmatîler, Taberiye'yi Mısır ve Şam hakimi İhşid'in elinden almak için hücum ettiler. Bu arada Seyfü'd-Devle'den -silah yapımında kullanmak üzere- kendilerine demir yardımında bulunma­sını istediler. O da Rakka şehrinin çelikten mamul kapılarını söktü. Ayrıca, pazarlarda ve satıcıların ellerinde bulunan okkaları da topla­dı ve bütün bunları Karmatîlere gönderdi. Onlar da, "Bu kadarı bize yeter." diye bildirdiler.

Bu senede Muizzü'd-Devle, halifeden izin isteyerek hilafet sarayı­nı gezip dolaşmak istedi. Halife kendisine bu izni verdikten sonra sa­raya girip dolaşmaya başladı. Halife de hizmetçisini ve muhafızını onunla birlikte saraya gönderdi. Sarayın içinde dolaşmaya başladılar. Fakat Muizzü'd-Devle, bir ara korkuya kapıldı ve işi bir an evvel bi­tirmek için çabucak dolaşmaya başladı. Kendisine bir suikast yapıl­masından ve sarayın dehlizlerinde öldürülmekten korkmuştu. Der­ken hemen saraydan çıktı ve salimen kurtulduğundan ötürü Allah'a şükür için 10.000 dirhem sadaka verdi. O günden itibaren halife Mu-ti'e olan sevgisi daha da fazlalaştı. Sarayda gördüğü hayret verici şeylerden biri, cidden güzel bir kadın suretinde yapılmış olan bir hey­keldi ki, tunçtan yapılan bu heykelin çevresinde hizmetçi kılığında küçücük heykelcikler vardı. Bunlar Muktedir'in zamanında halifeye getirilmiş ve cariyeler ve kadınlar buna bakıp eğlensinler diye saraya konulmuştu. Muizzü'd-Devle, bunu halifeden istemeye niyetlendi ama, sonra başka düşüncelerle bundan vazgeçti.

Bu senenin zilhicce ayında Kûfe'de bir adam ortaya çıkıp isyanda bulundu ve kendisinin Alevi olduğunu iddia etti. Yüzüne peçe takı­yordu. Bu yüzden kendisine peçeli anlamına gelen «Müteberki1» adı verildi. Fitnesi büyüdü, namı her tarafa yayıldı. Onun bu isyanı, Mu-İzzü'd-Devle'nin Bağdat'ta bulunmadığı ve Musul işiyle uğraştığı bir zamana denk geldi. Muizzü'd-Devle Bağdat'a dönünce Müteberki' saklandı ve başka yerlere gitti. Bundan sonra başarılı bir sonuç elde edemedi. [68]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/388.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/388.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/388-389.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/389-390.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/390.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/390.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/391.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/391.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/391-392.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/392.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/392.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/392.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/393.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/393.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/393-394.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/394.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/394.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/394.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/394-395.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/395-396.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/396.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/397.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/397-398.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/398.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/398.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/398-399.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/399.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/399-400.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/400.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/400.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/400-401.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/401.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/401.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/401.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/402.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/402.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/402.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/402.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/403.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/403-404.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/404.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/405.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/405.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/405.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/405-406.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/406.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/406.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/407-408.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/408.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/408.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/408.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/409.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/409.

[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/409.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/409.

[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/409-410.

[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/410.

[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/410.

[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/410.

[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/410-413.

[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/413-414.

[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/414-415.

[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/415.

[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/415-415.

[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/416.

[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/416.

[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/417-430.

[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 11/431-433.