Hicretin
Dörtyüzonuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzonbirincî Senesi
Hicretin
Dörtyüzonikînci Senesi
Hicretin
Dörtyüzonikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ebu
Ali Hasan B. Ali Ed-Dakkak
Hicretin
Dörtyüzonüçüncü Senesi
Hicretin
Dörtyüzonüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzondördüncü Senesi
Hicretin
Dörtyüzondördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzonbeşinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzonbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ahmed
B. Muhammed B. Ömer B. Hasan
Muhammed
B. Hasan B. Ebü'l-Hasan
Hicretin
Dörtyüzonaltıncı Senesi
Hicretin
Dörtyüzonaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzonyedinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzonyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzonsekizinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzonsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ebü'l-Kasım
B. Emiri'l-Mü'minin El-Kâdir
Hicretin
Dörtyüzondokuzuncu Senesi
Hicretin
Dörtyüzondokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Muhammed
B. Muhammed B. İbrahim B. Muhalled
Ebü'l-Fevaris
B. Bahaü'd-Devle
Hicretin
Dörtyüzyirminci Senesi
Hicretin
Dörtyüzyirminci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzyirmibîrinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzyirmibirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Büyük
Ve Adil Hükümdar Mahmud B. Sebüktekin
Hicretin
Dörtyüzyirmiikinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzyirmiüçüncü Senesi
Hicretin
Dörtyüzyirmiüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzyirmidördüncü Senesi
Hicretin
Dörtyüzyirmidördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzyirmibeşinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzyirmibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Ahmed
B. Muhammed B. Ahmed B. Galib
Ahmed
B. Muhammed B. Abdurrahman B. Said
Ali b. Nasr b.
Ebi'l-Hasan Mühezzebü'd-Devle. Batiha diyarının hükümdarıdır. Birçok yüksek
hasletleri vardır. Sıkıntılı zamanlarda insanlar onun memleketine sığınırlar, O
da onları barındırır ve onlara ihsanda bulunurdu. Onun en büyük menkibelerinden
biri, halife Ka-dir'in, halife Tai'den kaçıp yanma gidip konakladığında halife
Kadir'e iyilik ve ihsanda bulunmasıydı. Kadir Billah'ı misafir etmiş, ona
iyilik ve ikramda bulunmuş, tekrar halifeliğe geçişine kadar ona hizmette kusur
etmemişti. Bu hizmeti, halife Kadir nezdinde minnetle hatırlanan bir itibar
sebebi olmuştu. Otuziki sene bir kaç ay müddetle Batiha diyarının hükümdarlığım
yaptı. Bu makamda iken yetmişiki yaşında vefat etti. Neşter vurup kolundan kan
aldırdığında kolu şişmiş ve bu yüzden de vefat etmişti.[1]
Abdülgani b. Said b.
Ali b. Bişr b. Mervan b. Abdülaziz Ebu Muham-med el-Ezdî. Mısırlıydı. Hadis
hafızıydı. Hadisi ve hadis ilimlerini iyi bilirdi, hadisle ilgili bir çok meşhur
eseri vardır.
Hafiz Ebu Abdillah
es-Surî dedi ki: «Sahasında Abdülgani b. Said gibisini gözlerim görmedi.»
Darekutnî dedi ki: «Mısır'da kendisine Abdülgani denen genç gibi birini
görmedim. O sanki bir ateş parçası idi.»
Abdülgani'nin namı
gittikçe yayılmaya, ünü de gittikçe artmaya başladı. Hafız Abdülgani bir kitap
yazdı ki, o, kitabında Hakim'in vehimlerinden bahsediyordu. Hakim bu kitabı
görünce insanlara okumaya başladı ve Abdülgani'nin fazilet ve üstünlüğünü
itiraf edip ona teşekkür etti. Kendisindeki eleştiri konusu kusurlarını
giderdi. Allah rahmet
etsin.
Abdülgani b. Said,
hicretin 302. senesinin zilkade ayının bitimine iki gece kala doğmuş, bu
senenin safer ayında vefat etmişti. Allah rahmet etsin. [2]
Künyesi Ebu'1-Fald
idi. Babası tarafından veliahd tayin edilmiş, adına para bastırılmış, minberler
üzerinde onun
adına hutbe okunmuştu.
Kendisine Galib Billah lakabı verilmişti. Fakat halifeliğe geçmesi mukadder
olmamıştı. Bu senede yirmiyedi yaşında vefat etti. [3]
Muhammed b. İbrahim b.
Muhammed b. Yezid Ebü'1-Feth el-Bezzar Tarsusludur. İbn Basrî diye bilinir. Bir
çok hadis ulemasından hadis dinledi. Kudüs'te ikamet ederken Sûrî de ondan
hadis dinledi. Sika ve güvenilir bir hadis hafızı idi. [4]
Bu senede Bağdad'a
Yemi nü'd-Devle Mahmud b. Sebüktekin'in mektubu geldi. Mektubunda, bir sene
önce Hindistan'da fethettiği yerleri sıralıyor, Hindistan'ın bir şehrine
girdiğini, o şehirde 1.000 müstahkem saray ile 1.000 put evi (mabedi)
bulunduğunu söylüyordu. Orada çok miktarda put olduğu, putların üzerindeki
altın süslemelerin 100.000 dinar tutarında olduğu, 1.000'den fazla gümüşten put
bulunduğu, ayrıca orada çok büyük bir putun mevcut olduğu, cahillikleri sebebiyle
o putun 300.000 seneden beri orada bulunduğunu söylediklerini de bildiriyordu.
Mahmud b. Sebüktekin bütün bunları ve sayılamıyacak derecede çok şeyleri
ganimet edindiklerini, mücahitlerin de bu gazvede çok miktarda malı ganimet
olarak ele geçirdiklerini, şehri baştan sona yaktıklarını, geride sadece
kalıntılar kaldığını, öldürdükleri Hintlilerin sayılarının 50.000'i bulduğunu,
20.000 kadar Hintlinin Müslüman olduğunu, esir alınan kölelerin beşte birinin
53.000 olduğunu, 356 fil ele geçirdiklerini, 20.000.000 dirhem ve çok miktarda
altın elde ettiklerini anlatıyordu.
Bu senenin rebiyülahir
ayında Ebü'l-Fevaris'in atama fermanı okundu. Kendisine Kıvamü'd-Devle lakabı
takıldı. Ayrıca hil'atler giydirildi. Kirman valiliğine atandı. Bu senede
Irak'tan hiç kimse hacca gidemedi. [5]
Ahmed b. Musa b.
Mürdeveyh b. Furek. Künyesi Ebu Bekir'dir. İsfa-hanhdır. Hadis hafızıdır. Bu
senenin ramazan ayında vefat etti. [6]
Künyesi
Ebü'l-Kasım'dır. Âma idi. Kurrâ ve müfessir bir kimsedir. Tefsir hususunda
insanların en bilgilisi ve hafizaca en sağlam olanıdır. Mansur Camii'inde bir
ders halakası vardı. İbn Cevzî onun şöyle dediğini rivayet eder: «Kendisinden
kıraat dersi aldığımız bir üstadımız vardı. Arkadaşlarından biri vefat etmiş,
sonra o, bu arkadaşım rüyasında görmüş ve ona şöyle sormuştu:
- Allah sana nasıl
muamele etti?
- Beni bağışladı.
- Münker ve Nekir ile
aranda neler geçti?
- Beni oturtup bana
sual sorduklarında Cenâb-ı Allah onlara şöyle
dememi bana ilham
etti. «Ebu Bekir ile Ömer'in yüzü suyu hürmetine beni bırakıp gidin»
Onlardan biri diğerine
dedi ki: «Bu adam iki büyük insanın adına bize yemin verdi. Bunu bırakıp
gidelim» böyle dedikten sonra beni bırakıp gittiler. [7]
Bu senede Mısır Hakimi
öldü. Şevval ayının bitimine iki gece kala salı gecesi Mısır hükümdarı Hakim b.
Muiz el-Fatimî'nin ölümü üzerine müminler ve müslümanlar sevinip müjdelendiler.
Çünkü o çok zorba, inatçı, azılı bir şeytandı. Şimdi onun çirkin
niteliklerinden ve lanetli yaşamından kesitler sunacağız. Allah, onu rezil
rüsvay etsin:
Fiillerinde,
hükümlerinde, sözlerinde istikrarsız ve zorba bir kimseydi. Tıpkı Firavun gibi
ilahlık iddiasında bulunmaya yeltendi. Ha-tib'in minber üzerinde kendisinin
adının okuması esnasında insanların saf halinde ayağa kalkıp kendisine ve adına
saygı göstermelerini emretti. Bütün ülkede, hatta Mekke ve Medine'de de bu
emir uygulandı ve Mısır halkına da kendisinin adı okunduğu zaman secdeye
kapanmalarını, hatta sokaktaki bi-namaz (namaz kılmayan) halk takımının da o
secde esnasında cemilerdeki müslümanlarla birlikte Hakim için secdeye kapanmalarını
emretti. Onlar cuma gününde camiye gelip namaz kılmadıkları ve Allah'a secde
etmedikleri halde Hakim'e secde ediyorlardı. Bir ara ehli kitabın da zorla
İslama girmelerini emretti. Sonra dinlerine dönmelerine izin verdi.
Kiliselerini yıktı. Sonra onardı. Kudüs'teki Ko-mame Kilisesi'ni tahrib etti.
Sonra yeniden onardı, medreseler inşa etti. Oralara fakihleri ve ulemayı atadı.
Sonra da onları öldürdü ve o medreseleri yıktı. Halkın, gündüz dükkanlarını
kapatmalarım, geceleyin açmalarım emretti. Halk buna uzun bir süre uydu. Hatta
bir defasında gündüz çarşıdan geçmekteyken bir adamın marangozluk yaptığını gördü.
Yanıbaşına gidip durdu ve ona «Sizi gündüz çalışmaktan menetme-nıiş miydim?»
diye sordu. Marangoz da şu cevabı verdi: «Ey efendim, insanlar gündüz
çalıştıklarında geceleyin eğlenirler. Geceleyin çalıştıklarında da gündüz
eğlenirler. Benim bu yaptığım da bir nevi eğlencedir»
Hakim ona gülümsedi ve
cezasız bıraktı. İnsanlar tekrar eski hallerine döndüler. Bütün bunlar, onun
yasaları ve gelenekleri değiştirmesi, halkın da kendisine itaat edip
etmediklerini denemek içindi ki, bundan daha şerli, daha musibetvari işlere
doğru ilerlesin. Emniyet işlerini bizzat kendisi yürütürdü. Merkepten başka bir
bineğe binmezdi, merkebe binerek sokakları, caddeleri, devriye gibi dolaşırdı.
Bir işte hilekârlık yapan birini tesbit ederse beraberinde dolaştırdığı Mesud
adlı siyahi kölesine o hilekârla fuhuş yapmasını emrederdi ki, bu da çok
çirkin, daha önce benzeri görülmemiş lanetli bir iştir.
Kadınların evlerinden
çıkmalarını yasaklamıştı. İçki yapılmasın diye üzüm bağlarını kökten kesip
koparmıştı. Halkı mulûhiyye pişirmekten ve bazı eğlencevari gevşekliklerden
menetti ki bunların en hoşa gideni kadınların evden çıkmaması idi. Buna dahi
müsaade etmedi. İçkiden tiksindi. Halk ona çok kızıyordu. Ona ve atalarına
dokunacak şekilde hikayemsi bazı sövgüleri kağıtlara yazıp gönderiyorlardı. Bu
kağıtları okuduğunda halka karşı öfkesi daha da artıyordu. Hatta Mısırlılar
kağıttan bir kadın heykeli yaptılar. Ayakkabısı ve peştemah ile tıpkı bir
kadını andırıyordu. Elinde de Hakim'e lanet ve muhalefet içeren söv-gülerle
diğer bazı ifadelerin yazılı olduğu bir kağıt vardı. Hakim bunu görünce canlı
bir kadın sandı. Yanına yaklaştı. Elindeki kağıdı alıp okuduğunda kendisine
olan sövgüleri gördü ve çok öfkelendi. Kadının öldürülmesini emretti. Ama
kağıttan bir heykel olduğunu görünce Öfkesine öfke kattı. Sonra Kahire'ye
vardığında Sudanlılara, Mısır'a gidip orayı yakmalarını, oradaki mallan,
eşyaları ve kadınları yağmalamalarını emretti. Onlar da gidip bu emri yerine
getirdiler. Mısırlılar onlarla üç gün müddetle savaştılar. Evlerinde ve
haremlerinde ateş yanıyordu, ama o, bu üç gün zarfında her gün dışan çıkıyor,
uzaklarda durup manzarayı seyrediyor, ağlıyor ve «Bu kölelere böyle yapmalannı
kim emretti?» diyordu. Sonra halk, camilerde toplandı. Mushaflan ellerine alıp
kaldırdılar. Aziz ve Celil olan Allah'a durumlanm arz edip medet dilediler.
Türkler ve doğu halkı onlara acıdılar. Onlann tarafına geçtiler onlarla omuz
omuza Sudanlı kölelere karşı savaştılar. Evlerini ve haremlerini savundular.
Durum çok korkulu ve müthiş bir hal aldı. sonra Hakim melunu, bineğine binip
geldi ve iki taran birbirinden ayırdı. Köleleri Mısırlılara saldırmaktan
menetti. Onlann yaptıklarından habersiz olduğunu, kendisinin bilgisi ve izni
dışında bu suçlan irtikâb ettiklerini ifade etti. Ama gizlice onlan bu işe
teşvik ediyor ve onlara silah veriyordu. Savaş sona erdiğinde Mısır'ın
yaklaşık üçte biri yanmıştı. Yarısına yakın kısmı yağmalanmıştı. Çok sayıda
kadın ve kız esir alınmış, onlarla çirkin işler yapılmış, fuhuş irtikâb
edilmişti. Hatta bazı kadınlar ve kızlar rezil rüsvay olmaktan korktuklan için
intihar etmişlerdi. Erkekler, esir düşen kendi hane halkım yakınlarını ve
kadınlannı parayla satın
aldılar.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Hakim'in zulmü daha sonra fazlalaştı. Nihayet rablık iddiasında bulunmaya
yeltendi. Bazı cahiller onu gördüklerinde «Ey bir, ey tek, ey dirilten, ey
öldüren!» diyorlardı. Allah hepsini kahretsin.
[8]
Hakim'in şerri, bütün
halka, hatta kızkardeşine de bulaştı. Kızkar-deşini fahişelikle itham ediyor ve
ona çok ağır sözler söylüyordu. Kız-kardeşi ona öfkelendi ve onu öldürmeye
çalıştı. Komutanlann en büyüğü olan İbn Devvas ile haberleşti. İkisi Hakim'i
öldürüp yok etme hususunda anlaştılar. İbn Devvas, yanındaki cesaretli iki
siyahi köleyi bu işle görevlendirdi ve onlara şöyle dedi; «Falan gece Mukattam
dağında bulunun. Çünkü o gecede yıldızlara bakmak için Hakim oraya gelecektir.
Beraberinde de sadece üzengicisi ve küçük yaştaki kölesi olacaktır. Hem Hakim'i
hem de üzengicisi ile kölesini öldürün» karar böyle verildi. Mezkûr gece Hakim,
annesine şöyle demişti: «Bu gece üzerimde büyük bir sıkıntı var. Eğer bundan
kurtulacak olursam seksen sene kadar ya-şanm. Ama yine de benim eşyalanmı
yanına taşı, en fazla da kızkarde-şimden korkuyorum. Onun sana da kötülük
yapmasından endişe duyuyorum» Annesi, Hakim'in eşyalannı kendi yanma taşıdı.
Hakim'in san-dıklannda üçyüzbin kadar dinar ve başka mücevherler de vardı.
Annesi ona dedi ki: «Ey efendimiz madem durum senin dediğin gibidir. O halde
bana acı ve bu gece o yere gitme» Annesi onu çok seviyordu. Hakim ona «hayır
mutlaka gitmeliyim» dedi. Hakim kendi adetince her gece sarayın çevresini
dolaşırdı. Bu gecede dolaştı. Sonra saraya döndü. Gecenin son üçte birlik
dilimine kadar uyudu. Sonra uyandı. Eğer bu gece o dağa gitmezsem çatlanın»
dedi. Hemen atına bindi. Çocuk yaştaki kölesi ve üzengicisi de ona refakat
ettiler. Mukattam dağına tırmandı. İbn Dev-vas'ın iki kölesi, karşısına
çıktılar. Onu bineğinden indirip ellerini ve ayaklannı kestiler, karnını
yardılar ve onu efendileri İbn Devvas'a getirdiler. İbn Devvas'da cesedi alıp
Hakim'in kızkardeşine götürdü. Kız-kardeşi de onu kendi evine defnetti. Büyük
komutanlan, ileri gelenleri ve veziri çağınp durumu onlara anlattı. Onlar da
Hakim'in oğlu Ebül-Hasan Ali'ye bey'at ettiler. Ebü'l-Hasan Ali'ye Zahir Li
İzaz-i Dinillah lakabım verdiler. Ancak Zahir, Dımaşk'da bulunuyordu. Halası
onu çağırdı ve halka şöyle demeye başladı «Hakim bana demişti ki: Ben yedi gün
süreyle buradan aynlacak, sonra size döneceğim» Halk sâkinleşti. Sonra Hakim'in
kızkardeşi, Hakim'in iki üzengicisine, dağa gitmelerini, tekrar geri
dönmelerini ve halka; «Biz Hakim'i falanca yere bıraktık» demelerini sonra da
gidip annesine «biz Hakim'i falanca yere bıraktık» demelerini emretti. Onlar bu
emri yerine getirdiler. Nihayet halk sakin-leşti. Hakim'in kızkardeşi, Zahir Li
İzazi Dinillah'ı öne sürdü. Dımaşk'tan oraya gelmesi için kendisine 1.000.000
dinar ve 2.000.000 dirhem gönderdi. Zahir gelince de ona dedesi Ebü'l-Muiz'in
tacını ve şahane bir elbise giydirdi. Onu tahta oturttu. Emirler ve reisler
ona be^at ettiler. O da emirlere ve reislere bolca armağanlar ve paralar verdi.
Hakim'in kızkardeşi, İbn Devvas'a da kıymetli ve muazzam mTatler giydirdi.
Sonra da üç gün sureyle kardeşi Hakim'in vefatı sebebiyle taziyetleri kabul
etti. Bunun ardısıra da İbn Devvas'a bir grup asker gönderdi ki kılıçlarıyla
onun huzurunda bekleyip hizmetinde bulunsunlar. Sonra da bir gün ona «Sen bizim
efendimizin katilisin» demelerini ve kılıçlarıyla onu paramparça etmelerini
emretti. Onlar da bu emri yerine getirdiler. Hakim'in kızkardeşi, Hakim'in
öldürülmesi sırrından haberdar olan herkesi öldürttü. Heybeti büyüdü,
saygınlığı arttı. Devlet kademesindeki etkisi fazlalaştı. Sebat buldu. Hakim,
öldürüldüğü gün otuzyedi yaşındaydı. Ömrünün yirmibeş senesini hükümdarlıkla
geçirmişti. [9]
Bu senede Kadı Ebu
Cafer Ahmed b. Muhammed es-Simnanî, Bağdat muhtesibliğine ve miras
meselelerine bakan mahkemenin başına atandı, kendisine siyah kaftan giydirildi.
Bu senede alimlerden
ve müslümanlardan bir cemaat, büyük hükümdar Yeminü'd-Devle Mahmud b.
Sebüktekin'e dediler ki: «Sen yeryüzü hükümdarlarının en büyüğüsün, her sene
küfür diyarından bir grup beldeyi fethediyorsun. İşte hac yolu senelerden beri
işlemez olmuştur. Burayı açman, diğer beldeleri fethetmene nisbetle daha
öncelikli bir vecibedir»
Yeminü'd-Devle Mahmud,
Kadilkudat Ebu Muhammed en-Nasihî'yi bu sene hac emiri olarak görevlendirdi ve
bedevilere dağıtması için 30.000 dinar para verdi ki bedeviler hacılara
ilişmesinler. Ayrıca çok miktarda sadaka da göndermişti. Hacı adayları Kadı Ebu
Cafer refakatinde yola koyuldular. Çöle geldiklerinde bedeviler yollarını
kestiler. Kadı Ebu Cafer Ahmed b. Muhammed 5.000 dinar vererek bedevilerle
anlaşma yaptı. Onlar da hacılara ilişmediler. Ancak büyükleri Cemmaz b. Ubey
hacıları yakalamaya yeltendi, atına bindi, bir tur attı, Arapların şeytanlarını
uyandırıp, harekete geçirdi. Semerkandlı İbn Affan denilen bir köle ona bir
mızrak fırlatıp kalbine isabet ettirdi ve Cemmaz cansız olarak yere düştü.
Bunun üzerine bedeviler dağılıp gittiler. İnsanlar da rahatça hac yoluna devam
ettiler. Gidip hac ibadetlerini eda ettiler. Salimen memleketlerine geri
döndüler. Hamd ve minnet Allah'adır. [10]
Ahmed b. Muhammed b.
Ahmed b. İsmail b. Hafs Ebu Sa'd el-Malinî. Malin, Herat'a bağlı bir köyün
adıdır. Ebu Sa'd çok hadis rivayet eden, hadis toplamak amacıyla bir çok
memleketlere seyahatlerde bulunan ve bir çok hadis kitabı yazan bir hadis
nafiziydi. Sıka, doğru sözlü, salih ve güvenilir bir kimseydi. Bu senenin
şevval ayında Mısır'da vefat etti. [11]
Hasan b. Hüseyin b.
Muhammed b. Hüseyin b. Ramin. Kadılık yapmıştır. Künyesi Ebu Muhammed'dir.
Esterabâd'lıdır. Bağdad'a geldi. Orada İsmailî'den ve diğerlerinden hadis
rivayet etti. Büyük bir Şafiî fi-kıhçısıdır. Faziletli ve salih bir kimseydi. [12]
Vezirlik yapmıştır.
Zü's-Saadeteyn lakabını almıştır. Hicretin 353. senesinde Seyraf ta doğdu.
Sonra Bağdad'a geldi. Vezir oldu. Daha sonra öldürüldü. Babası 80.000 dinar
para cezasına çarptırıldı. [13]
Künyesi Ebu Abdillah
el-Gazzal'dır. Neccad, Huldî ve İbn Semmâk ile diğerlerinden hadis dinledi.
Hatib Bağdadî dedi ki: «Ondan hadis dinleyip yazdım. Sika, salih ve zikir
esnasında çok ağlayan bir kimseydi.» [14]
Künyesi Ebu Bekir
el-Anberî'dir. Şairdir, edebiyatı kuvvetli, zarif ve güzel şiirler yazan bir
kimseydi. Şiirlerinden biri şudur:
«Zamana ve zamanın
ehline baktım, bu bana yetti. Zamana ve zamanın ehlini tanıdım. Yüksek mi yoksa
alçak mı olduğumu da anladım. Bu yüzden dostu kendimden uzaklaştırdım. Artık ne
o beni görüyor ne de ben onu. Onun elindeki şeylerden alakamı kestim. Artık
onun elindeki şeylere ümit beslemiyorum. Güçlü ve galib adama şaştılar ki.
Yakına, uzak olan şeyi
verdi, hibe etti.
Sıkıntılar arasından
sıvışıp gitti.
Ama galibiyet ikinci
kez onun eline geçmez ki.»
İbnül-Cevzî dedi ki:
«Muhammed b. Ömer mutasavvıftı. Sonra mutasavvıflardan ayrıldı, onlarla
alakasını kesti. Telbisü İblis adlı kitapta anlattığım bazı kasidelerle onları
yerdi.»
Muhammed b. Ömer, bu
senenin cemaziyelevvel ayının onikisinde perşembe günü vefat etti. [15]
Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Kavk b. Abdillah b. Zeyd b. Halid. Künyesi Ebül-Halid
el-Bezzar'dır. İbn Rızkaveyh adıyla meşhur olmuştur. Hatib Bağdadî dedi ki: «O,
hicretin 403. senesinde kendisinden hadis dinleyip yazdığım ilk üstadımdır.»
O, Kur'ân'ı okuyup
incelediğini, Şafiî mezhebine göre fikhı öğrenip araştırmalar yaptığım
anlatırdı. Doğru sözlü, güvenilir, çok hadis dinleyip, çok hadis yazan bir
kimseydi. İtikadı güzeldi. Gidişatı hoştu. Sürekli Kur'ân okurdu, bid'atçılara
karşı katıydı. Bir zaman kendini hadise verdi ve şöyle derdi:
«Dünyayı sadece
Allah'ı zikredip Kur'ân okumak ve size hadis nakletmek için seviyorum»
Emirlerden biri
ulemaya bir miktar altın göndermişti. Ondan başka bütün alimler, gönderilen
altınları kabul ettiler, ama o hiç kabul etmedi. Bu senenin cemaziyelevvel
ayının onaltısında pazartesi günü seksenye-di yaşında vefat etti. Maruf-u Kerhî
mezarlığının yakınma defnedildi. [16]
Muhammed b. Hüseyin b.
Muhammed b. Musa Ebu Abdurrahman es-Sülemî. Nisaburluydu. Asanım ve
diğerlerinden hadis rivayet etti. Bağdat uleması da ondan rivayet ettiler.
Örneğin Ezherî, Eş'arî ve diğerleri ondan hadis rivayet edenler
arasındadırlar. Beyhakî ve diğerleri de ondan hadis rivayet ettiler.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Sofilerin
haberleriyle ilgilenirdi. Onlar için sofiye metoduna göre bir tefsir yazdı.
Sünen ve tarihi de
vardır. Hadis ulemasının adlarını, biyografilerini ve hadis bablannı
derlemiştir. Nisabur'da meşhur bir evi vardı. Orada sofiler bulunurdu. Mezarı
da oradadır. Sonra rivayet konusunda kendisinin zayıf biri olduğu hususunda
insanların kendisine eleştiri yönelttiklerini anlattı. Hatip, Muhammed b.
Yusuf el-Kattan'm şöyle dediğini rivayet etmiştir: «Ebu Abdurrahman es-Sülemî
sıka ve güvenilir değildi. Asamm'dan da çok hadis dinlemiş değildir.»
Vefatından sonra Hakim
en-Nisaburî ondan çok sayıda hadis rivayet etti. Sofiler için hadis uydururdu.
İbnü'l-Cevzî'nin
ifadesine göre Sülemî, bu senenin şaban ayının üçünde vefat etmiştir. [17]
Ebu Ali Hasan b. Ali
ed-Dakkak Nisaburluydu. İnsanlara vaaz verir, hallerden ve marifetten
bahsederdi. Şu sözler ona aittir:
«Dünyası için bir
kimseye tevazu eden insamn dininin üçte ikisi gider. Çünkü o tevazu gösterdiği
adama dili ve organlarıyla teslimiyet ar-zedip alçalmıştır. Şayet o adama
kalbinde tevazu gösterirse veya ona saygı göstermek gerektiğine inanırsa,
dininin tamamı gider.»
Ebu AH şu âyet-i
kerime hakkında da şöyle bir açıklamada bulunmuştur:
«Artık beni anın. Ben
de sizi anayım.» (el-Bakara, 152).
«Hayatta iken beni
anın ki ölüp toprak altına girdiğinizde de ben sizi anayım. Çünkü o zaman
yakınlarınız, dostlarınız ve arkadaşlarınız sizden uzaktadırlar.»
«En büyük belâ, senin
istemen ama başkalarının seni istememesidir. Senin başkalarına yaklaşman ama
başkalarının seni kovup uzak-laştırmasıdır.»
Şu ayet-i kerime
okunduğunda da alttaki şiiri inşad etmiştir:
«Onlara sırt çevirdi,
«Vah! Yusuf a yazık oldu, dedi.» (Yusuf, 84).
«Biz Leyla ile
aklımızı kaçırdık, ama o bizden başkasına sevdalanıp aklını kaçırdı.
Bir başkası da bize
tutkun olup aklını kaçırmıştır. Ama biz onu istemiyoruz.»
Peygamber (s.a.v.)'in
şu hadisi üzerine de şöyle demişti:
«Cennet zorluklarla
çevrelenmiştir.»
Bu cennet bir yaratık
olduğu halde çok zorluklara katlanılarak ona ulaşılabileceğine göre ezeli olan
Allah'a nasıl ulaşılabileceğini varın siz düşünün.»
Şu hadis üzerine de
şöyle demişti:
«Kalbler kendisine
iyilikte bulunana karşı sevgi duyma meyli ile yaratılmışlardır.»
«Hayret ediyorum!
İnsan Allah'tan başka kendisine iyilik ve ihsanda bulunan bir zatı göremediği
halde nasıl oluyor da bütün varlığıyla Allah'a meyledip yönelmiyor?»
Ben derim ki: Onun bu
hadis üzerine söylediği sözler güzeldir ama, hadisin kendisi sahih değildir. [18]
Ebül-Hasan Ali b.
Ubeyd el-Vahid. Bağdatlı bir fikıhçıdır. Aynı zamanda müstehcen kelimeler
içeren şiirlerin sahibidir. Sarf ed-Dellal diye meşhur olmuştur.
ĞavanîzüY-Rikaateyn'in katilidir. Maksure (ya)sı ile satırları son bulan bir
kasidesi vardır. O bu kasidesiyle İbn Büreyd'in maksuresine tariz de
bulunmuştur. Kaside şöyledir:
«Bin yük elbise
Düşkün kimse için
çekirdek toplamaktan daha faydalıdır.
Kesmeden horozu
pişiren kimseye gelince
Horozu tencereden uçar
gider ve gidebildiği yere kadar gider.
Gözlerine iğne batan
kimseye
O anda sor bakalım:
körlük nasılmış?
Sakal yüzde çıkan bir
tüydür.
Enseden çıkan saç
yumağı da aynı şeydir.»
Bu kasideyi,
kıskanılmasına sebep olan beyitle sona erdirmişti:
«İlim sahibi olamayan
ve zenginlik fırsatını da kaçıran kimse varya O ve köpek aynı durumdadırlar.»
Sari' ed-Dellal,
hicretin 412. senesinde Mısır'a geldi. Orada halife Zahir Li İzazi Dinillah b.
Hakim'i medhetti ve bu senenin receb ayında
vefat etti. [19]
Bu senede çok garip ve
büyük bir musibet meydana geldi. Şöyle ki: Hakinı'in adamlarından Mısırlı biri,
Mısır hacılarından bir grupla birlikte kötü bir iş yapmak hususunda
anlaştılar. Müzdelife'den ilk geliş gününde bu adam KaTbe'yi tavaf etti.
Hacer-i Esved'e gelip öpeceği esnada elindeki bir gürzle o mübarek taşa
peşpeşe üç darbe vurdu ve «Ne zamana kadar şu taşa ibadet edeceğiz? Ne
Muhammed, ne de Ali, beni yapacağım bu işten alıkoyamıyacaktır. Bu gün şu
beyti yıkacağım» dedi ve titremeye başladı. Orada bulunanların çoğu ondan
korkup geri çekildiler. Çünkü uzun boylu, iriyarı, kızıl tenli, kumral saçlı
biriydi. Mescid-i Haramın kapısında da bir grup süvari vardı. Bunlar o
saldırganlara engel olacak kimseleri etkisiz hale getirmek için
beklemekteydiler. Ona kötülük yapacak biri çıkarsa onu da safdışı edeceklerdi.
Fakat Yemenlilerden bir adam o saldırgana yanaştı. Elindeki hançeriyle onu
paramparça etti ama taraftarları gelip Yemenliyi aralarına alıp öldürdüler.
Onu da param parça
ettiler. Ateşle yaktılar. Arkadaşlarını yakalayıp bir kısmım öldürdüler.
Mekkeliler de Mısır kafilesini yakalayıp öldürdü. fallarını yağmaladı. Bu yağma
işi başkalarına da sirayet etti. Büyük bir fitne ve önü alınmaz bir kargaşa
meydana geldi. Beldelerin en şereflisinde dinsizliğe meyleden bu grup,
yakalandıktan sonra fitne dindi, yalnız bu arada Hacer-i Esved'den tırnak
büyüklüğünde üç parça düşmüştü. Düşen parçaların alt tarafında sarıya çalan
bulanık bir renk görünmüştü. Ama haşhaş gibi sevimli ve hoş bir görüntüsü
vardı. Beni Şeybe kabilesi bu parçaları alıp misk ve zamkla yoğurdular, meydana
gelen yarıkları böylece doldurdular. Hacer-i Esved tekrar birbirini tuttu ve şu
ana kadar varlığını devam ettirmektedir ancak çatlaklar, iyi bakanlar
tarafından görünmektedir.
Bu senede
Müeyyedü'1-Mülk Ebu Ali Hasan tarafından yapılan has-tahanenin açılışı yapıldı.
Bu vezir, Vasıfta bulunan Şerefül-Mülk'ün veziri idi. Müeyyedü'1-Mülk bu
hastahane için yiyecek, içecek, ilaç ve diğer ihtiyaç malzemelerini de temin
etti. Finansmanını sağladı. [20]
Kendisine nisbet
edilen meşhur yazı stilinin mucididir. Asıl adı Ali b. Hilal Ebül-Hasan b.
Bevvab'dır. Vaiz Ebü'l-Hüseyin b. Semun'un arkadaşıdır. Dirdarhğı ve
güvenirliği hususunda İbn Bevvab'ı bir çok kimse övmüştür. Yazı stili ve
metoduna gelince onun şöhreti, bunu açıklamamızı yersiz kılmaktadır. Hattı
(yazısı, hüsnü hat) Ebu Ali b. Muk-le'nin yazısından daha açıktı. İbn Mukle
dışında ondan daha iyi yazabilen kimse yoktu. Çeşitli beldelerde bugün
insanlar onun stiline göre yazı yazmaktadırlar. Ancak çok az kimse bundan
hariçtir.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«îbn Bevvab bu senenin cemaziyelahir ayının yırmibeşinde cumartesi günü vefat
etti. Babül-Harb mezarlığına defnedildi.»
Vefatından dolayı bazı
kimseler ona ağıtlar yaktılar.
«Onun güzelleştirdiği
kalblerde, vefatı yüzünden yangın vardır.
Onun aydınlattığı
gözler bugün onun yokluğu yüzünden uyuyamaz hale gelmişlerdir.
Onun vedalaştığı
hayatta bugün güzellik kalmamıştır.
Onun ayrıldığı gece
içinde hoş bir vakit olan seher de mi artık yoktur.»
ibn Hallikan dedi ki:
«Babası perdedarhk yaptığı için kendisine süt-n denilirdi. Ona kapıcının oğlu
da denilir. Yazı yazmayı Abdullah b. Muhammed b. Esed b. Ali b. Said
el-Bezzar'dan öğrendi. Esed de yazıyı Neccad'dan ve diğer üstadlardan
öğrenmişti. Hicretin 40. senesinde vefat etmişti. İbn Bevvab'a gelince o bu
senenin cemaziyelevvel ayında vefat etti. Hicretin 423. senesinde vefat ettiğine
dair zayıf bir rivayet de vardır. Vefatı için şairin biri ona şu ağıdı
yakmıştı:
«Yazarlar seni
kaybettikleri için yokluğu hissettiler
Bunun doğruluğunu
günler de tasdik etti.
Bu sebepledir ki
okkalar, üzüntülerinden dolayı karardılar.
Kalemler de sana olan
üzüntülerinden ötürü yarılıp çatladılar.»
İbn Hallikan'ın
anlattığına göre arapça yazıyı ilk yazan kimse İsmail Peygamber' dir.
Anlatıldığına göre Kureyşlilerden de Arapçayı ilk yazan kişi Harb b. Ümeyye b.
Abdişşems'dir. O, arapça yazıyı Hireli Eşlem b. Sedire'den öğrenmişti ve Harb,
yazı ustası Eşlem b. Sedire'ye bu yazıyı kimden Öğrendiğini sorduğunda o da
Meramir b. Merve olduğunu söylemişti ki, Meramir, Enbarlı bir adamdır. O,
Arapça yazıyı ayrık yazan kişidir. Heysem b. Adiy dedi ki: «Himyerlilerin
müsned adını verdikleri bir yazı çeşidi vardı ki bu, birbirinden ayrık olmayan
ve aksine bitişik olan harflerin yazılışı şeklindedir. Himyerliler halk
tabakasını yazı yazmaktan men ederlerdi. İnsanların kullandıkları yazı çeşidi
oniki sınıftır: Arapça, Himyerce, Yunanca, Farsça, Romanca, İbranice, Rumca,
Kıptice, Berberice, Hintçe, Endülüsçe ve Çince. Fakat bu yazı çeşitlerinin
çoğu kaybolmuştur. Bunları bilen kimseler çok azdır. [21]
Ali b. İsa b. Süleyman
b, Muhammed b. Ebban Ebü'l-Hasan el-Farisî. Sükkeri adıyla meşhur olmuş
şairdir. Kur'an'ı ezberlemiş ve kıraat ilmini öğrenmişti. Ebu Bekir
el-Bakillanî ile arkadaşlık etti. Şiirlerinin çoğu sahabilerin övgüsüne ve
Rafizîlerin yergisine aittir. Bu senenin şevval ayında vefat etti. Maruf
el-Kerhî mezarlığının yakınına defnedildi. Mezarının üzerine kendisine ait şu
beyitlerin yazılmasını vasiy-yet etti.
«Ey nefis, ey nefis!
Beni helak etmek için daha ne zamana kadar çalışacaksın ve utanılacak işleri
yapacaksın.
Allah'tan kork ve
haram yerlere gitmekten sakın. Zorlu hesab gününden de kork. Yaşantmdaki
selamet seni aldatmasın. Çünkü selamette olan kişi musibetlere maruz
kalabilir.
Her canlı mutlaka
ölecektir. Ölüm şerbetinin sunulduğu kâseyi edibin hilesi geri çeviremez.
Bilesin ki ölümün bir
vakti vardır ve o hemen gelecek olup ondan kurtuluş yoktur.
Haşir yerinde dostu
sevmek, yakalanmak için aranılan korkulu
bir emandır.» [22]
Muhammed b. Ahmed b.
Muhammed b. Mansur Ebu Cafer el-Bey', Atikî adıyla meşhur olmuştur. Hicretin
331. senesinde doğdu. Bir süre Tarsus'ta ikamet etti. Orada ve başka yerlerde
hadis dinledi. Az miktarda hadis rivayet etti. [23]
Rafizî imamiye
mezhebinin şeyhi ve onlar için eserler tasnif eden, onların koruyuculuğunu
yapan bir kimsedir. Çevre hükümdarlarının yanında itibarı vardı. Çünkü o
zamanın insanlarının çoğu şiiliğe meyilliydiler, meclisine çeşitli taifelerden
çok sayıda alim katılırdı. Öğrencileri arasında Şerif Rıza ile Murtaza da
vardı. Bu senede vefatından sonra Şerif Rıza ona şu kasidesiyle ağıt yakmıştı:
«Artık hangi iri yarı
adam kılıcım çekecektir?
Kim manaların
ağızlardaki mühürünü açacaktır?
Sakinleşen akılları
artık kim harekete geçirecek?
Zekaları ve
anlayışları kim açacaktır?
Bela ve musibetler batağına
daldıktan sonra kılıçlan kim çekecektir?
Sadık dosta kim görüş
bildirecektir?> [24]
Bu senede Melik
Şereftı'd-Devle Bağdad'a geldi. Halife onu karşılamaya çıktı. Beraberinde
emirler, kadılar, fakihler, vezirler ve reisler de vardı. Şerefü'd-Devle,
halifenin yanma yaklaştığında huzurunda yeri öptü. Bunu defalarca tekrarladı.
Orada bütün askerler beklemekteydi, iki tarafta halk sıralanmıştı.
Bu senede
Yeminü'd-Devle Mahnıud b. Sebüktekin halifeye bir nıektup göndererek yine
Hindistana girdiğini, orada bir çok beldeleri fethettiğini, bir çok Hintliyi
Öldürdüğünü, bazı Hintli hükümdarların kendisiyle barış anlaşması yaptıklarını,
kendisine kıymetli hediyeler sunduklarını, hediyeler arasında çok miktarda
filler bulunduğunu, yine sunulan hediyeler arasında kumru şeklinde bir kuşun
bulunduğunu, bu kuşun zehir katılmış yemeklerin konulduğu bir sofraya yakın
konulması halinde gözlerinin yaş akıttığım sunulan hediyeler arasında bir de taşın
bulunduğunu, bu taşın bir yere sürülmesi halinde istenilen amacın
gerçekleşeceğini, bunun büyük yaralara sürülmesi halinde o yaraların hemen
iyileşip kapandığını bildirdi.
Bu senede Iraklılardan
bir grup insan hac yoluna koyuldu. Ancak Şam yoluna geldiklerinde
ihtiyaçlarından ötürü geri döndüler. [25]
Künyesi Ebu
Muhammed'dir. Rame hürmüzlüdür. Sultanü'd-Dev-le'nin veziridir. Hz. Hüseyin'in
şehitliği yanında göz kamaştırıcı ve insanı hayrette bırakıcı suru yaptıran
zat budur. Bu senenin şaban ayında öldürüldü.[26]
Ebu Abdullah
el-Keşgali et-Taberî. Şafiî fakihidir. Ebü'I-Kasım Ed-Darikî'den fıkıh dersleri
aldı. Zekî, faziletli, salih ve zahid bir kimseydi. Şeyh Ebu Hamid el-İsferayinî'nin
vefatından sonra onun mescidinde ders verdi. Aslında bu mescid, Bağdat'ın
KatiatüY-Rebi mahallesinde bulunup Abdullah b. Mübarek'e aitti. Talebeler onun
yanında ikram görürlerdi. Talebelerinden biri ona ihtiyacım arzetti. Yokluktan
ötürü ona şikâyette bulundu. Babasının kendisine göndermekte olduğu harçlığın
geciktiğini bildirdi. O da bu talebesinin elinden tutup onu tüccarlardan birine
götürdü. Talebesi için tüccardan elli dinar borç istedi. Tüccar «Bir şeyler
yemeden size bu parayı vermem» dedi. Onlara çeşitli yemekler sundu. Bu taamları
yediler. Sonra cariyesine «Ey cariye! Bana biraz para getir» dedi. Cariyenin
getirdiği paraları tarttı. Elli dinar olduğunu gördü ve bu elli dinarı Şeyh
Hasan b. Muhammed'e teslim etti. Kalkıp tüccarın yanından ayrılacak
olduklarında öğrencinin yüzünün renginin değiştiğini gören Hasan b. Muhammed
ona «Neyin var?» diye sordu. Öğrencisi de şu cevabı verdi:
«Ey efendim, şu
cariyenin aşkı kalbime doldu.» Hemen öğrencisini alıp tekrar tüccara döndü ve
ona «başka bir belaya uğradık» dedi. Tüccar da «neymiş o bela?» diye sordu.
Hasan b. Muhammed şöyle cevap verdi: «Bu fakih Öğrencim senin cariyene aşık
oldu.» Tüccar, cariyeye yanlarına gelmesini emretti. Cariye gelince onu fakihe
teslim etti ve şöyle dedi: «Senin öğrencinin ba cariyeye aşık olduğu gibi belki
bu cariye de senin öğrencine aşık olmuştur.» Kısa bir süre sonra o öğrenciye
babasının gönderdiği 600 dinarlık harçlık geldi. Tüccarın elli dinarlık
borcunu ve ayrıca cariyenin bedelini ödediler. Bu, Şeyh Hasan b. Muhammed'in
aracılığıyla olmuştu.
Şeyh Hasan b. Muhammed
b. Abdillah, bu senenin rebiyülahır ayında vefat etti ve Bab-ı Harb
mezarlığına defnedildi. [27]
Künyesi Ebu'l-Hasan
el-Cehdemî'dir. Mekkeli bir sofidir. Behçetü'l-Esrar adlı eserin sahibidir.
Mekke'deki sofilerin şeyhi idi ve orada vefat etti. İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Ali
b. Abdullah'ın yalancı olduğu söylenmiştir. Anlatıldığına göre o, Regaib
namazıyla ilgili hadisi uydurmuştur»[28]
Künyesi Ebu Ömer
el-Haşimi'dir. Basralıdır. Orada kadılık yapmıştır. Çok miktarda hadis
dinlemiştir. Sıka ve güvenilir bir kimseydi. Ebu Ali el-Lü'lüî'den, Ebu
Davud'un Sünen'ini rivayet etmiştir. Bu senede seksen yaşını aşmış olarak
vefat etti. [29]
Muhammed b. Ahmed b.
Hasan b. Yahya b. Abdülcebbar Ebü'l-Fe-rec. Şafiî kadısı idi. İbn Semike diye
meşhur olmuştur. Neccad'dan ve diğerlerinden rivayetlerde bulunmuştur. Sıka bir
ravi idi. Bu senenin rebiyülevvel ayında vefat etti ve Bab-ı Harb mezarlığına
defnedildi. [30]
Künyesi Ebu Cafer
en-Nesefî'dir. Kendi zamanında Hanefîlerin alimi idi. Münazara ve hilafa dair
metodu vardı. Fakir ve zahid bir kimseydi. Fakirliğinden ve muhtaçlığından
dolayı bir gece çok huzursuz ve sıkıntılı olarak yatağa girdi. Fıkhî
teferruatla ilgili bir problem kafasına takıldı. Düşünmeye başladı. Nihayet
çözümünü buldu. Sevincinden kalkıp oynamaya başladı ve «benim bu zevkim nerede,
hükümdar nerede?» dedi. Karısı da durumunu sordu. O da meseleyi ona anlatınca
karısı onun durumuna hayret etti. Bu senenin şaban ayında vefat etti. Allah
rahmet etsin. [31]
Hilâl b. Muhammed b.
Cafer b. Sa'dan. Ebü'1-Feth el-Haffar. İsmail es-Seffar'dan, Neccad'dan ve İbn
Savvaf tan hadis dinledi. Sıka bir ravi idi. Bu senenin safer ayında doksaniki
yaşında vefat etti. [32]
Bu senede vezir, bütün
Türkleri, Araplar arasındaki başka ırklardan olan kimseleri, Şerif Murtaza'yı,
Nizamü'l-Hazre Ebü'l-Hasan ez-Zeynebî'yi, Kadilkudat Ebü'l-Hasan b.
Ebi'ş-Şevarib'i ve şahitleri huzuruna davet etti. Bu, Şerefü'd-Devle'ye olan
biatlerini yenilemek içindi. Halife bundan haberdar olunca bu beyatın kendisine
karşı kötü bir amaçla yapılacağı vehmine kapıldı. Kadıya ve reislere haber
salarak vezirin bu meclisine gitmemelerini emretti. Bu yüzden halife ile
Şerefü'd-Devle'nin arası açıldı. Sonra anlaşıp barıştılar. Her biri diğerine
be/atı-nı yeniledi. Bu senede ne Irak'tan ne de Horasan'dan hiç kimse hacca gidemedi.
Yalnız Mahmud b. Sebüktekin'in komutanlarından biri bu sene hacca gitti. Mısır
hükümdarı Hakim, ona, Mahmud b. Sebüktekin'e sunulmak üzere büyük bir hil'at
gönderdi. O da Mahmud b. Sebüktekin'in yanma döndüğünde bu hediyeyi ona sundu.
Ancak Mahmud b. Sebüktekin bu hü'ati Bağdad'a halifeye gönderdi. Halife Kadir
de bunu ateşte yaktı. [33]
Künyesi Ebü'l-Ferec
el-Madel'dir. İbn Mesleme diye meşhur olmuştur. Hicretin 337. senesinde doğdu.
Babasından, Ahrned b. Kâmil'den, Neccad'dan, Cehdemî'den, Dalüc'den ve
diğerlerinden hadis dinledi. Sika bir ravi idi. Bağdad'm doğu yakasında
yaşadı. Her sene başında, yani muharrem ayında hadis yazdırmak için bir meclis
düzenlerdi. Akıllı, faziletli, kültürlü bir kimseydi. İlim ehli kimseler onun
evine gitmeyi adet haline getirmişlerdi. Ebu Bekir er-Razî'den fıkıh öğrendi.
Senenin bütün günlerini oruçlu geçirirdi. Her gün yedi cüz Kur*ân okurdu ve bu
yedi cüzlük Kur'ân'ı geceleyin teheccüd namazında tekrarlardı. Bu senenin
zilkade ayında vefat etti. [34]
Ahmed b. Muhammed b.
Ahmed b. Kasım b.İsmail b. Muhammed b. İsmail b. Said b. Ebban ed-Dabbî
Ebü'l-Hasan el-Mahamilî. Mahamilî nisbeti, insanların yolculukta bindikleri
mahfenin arapça karşılığı olan mahmil kelimesinden gelmektedir. Ebu Hamid
el-İsferayinî'den fıkıh öğrendi. Fıkıhta yükseldi. Nihayet üstadı onun için
«Ahmed b. Muhammed fikhı benden daha iyi hafızasına yerleştirdi» demişti.
Ahmed b. Mu-hammed'in meşhur tasnif eserleri vardır. Nitekim; el-Lübab,
el-Evsat, el-Muknî gibi eserler ona aittir. Münazaraya dair kitapları da
vardır.
Ebu Hamid'in eserleri
üzerine talikler yazmıştır.
İbn Hallikan dedi ki:
«Ahmed b. Muhammed,
hicretin 368. senesinde doğdu. Bu senenin rebiyülahir ayının bitimine dokuz gün
kala çarşamba günü genç yaşta vefat etti. [35]
Ubeydullah b. Abdullah
b. Hüseyin Ebü'l-Kasım el-Haffaf. İbn Na-kib diye meşhur olmuştu. Sünet
imamlarındandır. Şiî fakihi İbn Mual-linı'in ölüm haberini duyduğunda şükür
secdesine kapanmıştı ve tebrikleri kabul etmek için oturmaya başlamıştı. Sonra
da şöyle demişti: «İbn Muallim'in ölümünü gördükten sonra artık ne zaman
ölürsem öleyim umurumda değil.»
Uzun bir zaman sabah
namazını yatsı abdestiyle kıldı.
Hatib Bağdadi: «Ona
hangi senede doğduğunu sordum. O da hicretin 305. senesinde doğduğunu
söyledi.» der.
Muktedir, Kahir, Rıza,
Muttaki Lillah, Müstekfi, Muti, Tai, Kadir, Galib Billah gibi veliahtlık
beyatlerinde kendileri için hutbe irad ettiği halifelerden daha meşhurdur. Namı
onlannkinden daha yaygındır. Bu senenin şaban ayının sonunda 110 yaşında vefat
etti. [36]
Künyesi Ebu Hafs
ed-Dellal'dır. Şiblî'nin şu şiiri okuduğunu duydum, demiştir:
«Sevinci fazla olan
çok eski bir şeyi hatırladık. Onun yaptıklarını duyduk.
Dostum, eğer
nefislerin kederi azıcık devam edecek olursa bizce o cinayettir.
Kişi baki kalmak için
dünyayı arzular.
Ama arzulayan kişi
arzulanandan Önce ölüp yok olur.» [37]
Muhammed b. Hasan
Ebü'l-Hasan el-Aksasi el-Alevî. Hac emirliği hususunda Şerif Rıza'nm naibi idi.
Senelerce insanlara haccettirdi. Fe-sahatli bir şairdi. Zeyd b. Ali b. Hüseyin
sülale sindendir. [38]
Bu senede Bağdat'ta
hırsızlar ve yağmacılar çoğalıp kuvvetlendiler. Evleri açıkça yağmalamaya
başladılar. Sultanın otoritesini hiçe saydılar.
Bu senenin
rebiyülevvel ayında Bağdat, Irak ve diğer yerlerin hakimi Şerefü'd-Devle b.
Büveyh ed-Deylemî vefat etti. Bundan sonra Bağdat'ta fitneler çoğaldı.
Ambarlar ve hazineler yağmalandı. Daha sonra Celalü'd-Devle Ebu Tahir,
yönetimin başına geçince etraf sakinleşti. Otorite sağlandı. Celalü'd-Devle'nin
adına minberlerde hutbe okundu. Ama kendisi o esnada Basra'da bulunuyordu.
Kendisine Şerefü'1-Mülk Ebu Said b. Makûla vezirlik yapıyordu ve bu vezire
hil'at giydirdi. Sonra da kendisine Alemü'd-Din, Sa'dü'd-Devle, Eminü'l-Mille,
Şerefu'1-Mülk lakabı takıldı. Kendisine birden çok lakap takılan ilk kişi odur.
Sonra Halife'den babası Sultanü'd-Devle'nin veliahdı Ebu Kalicar adına biat
edilmesi talebinde bulundu. Fakat halife bu onayı geciktirdi. Sonra da
istekleri doğrultusunda onayladı ve bundan sonra hutbeler cuma gününde yani bu
senenin onaltı şevvalinde Ebu Kalicar adına okundu. Sonra hırsızlar ve
yağmacılar Bağdat'ta gemi azıya aldılar. Gece gündüz evlere baskın yaptılar.
Para cezasına çarptırılan kimselerin dayak yeyi-şi gibi halk bunlardan dayak
yemeğe başladı. İmdat dilediler. Ama kimse yardımlarına gelmedi. İş günbegün
fenalaştı, zorlaştı. Bağdat'taki güvenlik kuvvetleri kaçıp gittiler. Türklerin
de bir faydası olmadı. Yol ağızlarına barikatlar kuruldu. Ama bu da yarar
sağlamadı. Şerif Murta-za'nın evi yakıldı. O da bu evinden başka bir eve geçti.
Bağdat'ta fiyatlar çok yükseldi. Aşırı derecede bir pahalılık meydana geldi. Bu
senede Iraklılardan ve Horasanlılardan kimse hacca gitmedi. [39]
Bahaü'd-Devle'ye üç
kez vezirlik yaptı. Şerefu'd-Devle'ye de vezirlik yaptı. Doğru yolda olan, para
hırsı bulunmayan, çok hayır yapan, hatırı hoş bir yazardı. Müezzinin ezan
okuduğunu duyunca artık hiçbir şey onu namaza gitmekten alıkoyamazdı. Hicretin
381. senesinde ilim için bir külliye vakfetti. Oraya çok sayıda kitap koydu.
Büyük bir gelir sağladı. Orası için gelir sağlayan bir vakıf kurdu. Bu ilim
yuvası yetmiş sene yaşadı. Hicretin 450. senesinde Tuğrul Bey'in Bağdat'a
gelişi esnasında yakıldı. Mahallesi iki sur arasındaydı. Güzel geçimli bir
kimseydi. Ancak şımarıp azgınlık yapmalarından korktuğu için görevlilerini ve
valilerini çabuk azlederdi, doksan yaşma merdiven dayamışken bu senede vefat
etti. [40]
Osman en-Nisaburî
el-Cedavî, vaiz idi. İbnü'I-Cevzî dedi ki: «Vaazla ilgili bir çok kitaplar
tasnif etti. Ama bunlar çok soğuk kitaplardı. Bunların içinde birçok uydurma
hadis ve rezilce sözler vardı. Ancak o salih hayırlı bir kimseydi. Halifeler ve
hükümdarlar yanında itibarlıydı. Mahnıud b. Sebüktekin onu görünce saygı için
ayağa kalkardı. Bulunduğu mahalle zalimlere karşı koruma altına alınmıştı.
Memleketi olan Nisabur'da bir salgın meydana gelmiş, bu yüzden çok insanlar
ölmüştü. Ölüleri ücretsiz yıkıyor ve sevabım Allah'tan bekliyordu. Yaklaşık
10.000 kadar kişiyi yıkamıştı. Allah rahmet etsin. [41]
Künyesi Ebu Mansur'du.
Şerefîi'd-Devle ile Bahaü'd-Devle'ye vezirlik yaptı. Güzel geçimli, hoşça
namaz kılan, sadakatli bir vezirdi. Namaz vakitlerine çok dikkat ederdi.
Şairlere ve alimlere ihsanda bulunurdu. Bu senede yetmişaltı yaşında vefat
etti. [42]
Ebu Ali b.
Bahaü'd-Devle Ebu Nasır b. Abdü'd-Devle b. Büveyh, Ateşli bir hastalığa
yakalandı. Bu senenin rebiyülahir ayının bitimine sekiz gün kala yirmiüç
yaşında vefat etti. Yirmidört yaşından üç ay yirmi gün almıştı.[43]
Ali b. Muhammed
et-Tihamî Ebü'l-Iîasan. Meşhur bir şiir divanı vardır. Oğlunun küçük yaşta
ölmesinden dolayı şöyle bir ağıt yakmıştı:
«Ölümün hükmü halka
geçer.
Bu dünya baki kalma
yeri değildir
Beni çekemedikleri
için hased edenlerin
Göğüslerinde meydana
gelen sıkıntı ateşinden ötürü
Onlara çok acıyorum.
Allah'ın bana verdiği
nimetlere baktılar
Gözleri Cennet'e
bakıyor.
Ama kalbleri Cehennem
ateşindedir.»
Tihamî'nin dünyayı
yermeye dair şöyle bir şiiri de vardır:
«Dünya sıkıntılar
üzerine kurulmuştur.
Sense onu pisliklerden
ve sıkıntılardan arınmış olarak elde etmek istiyorsun.
Zamanı kendi
tabiatının tersine sokmaya çalışan kişi
Şu içerisinde ateş
koru arayan kimseye benzer.
İmkânsız bir şeyi
umduğun zaman
Aslında sen uçurumun
kenarında bir bina yapmayı umuyor gibi olursun.»
Şair Tihamî, oğlunun
Ölümünden sonra şöyle demişti:
«Ben düşmanlarımla
komşuluk ediyorum. O ise Rabbiyle komşuluk yapıyor.
Onun komşusu ile benim
komşularım arasında çok uzak bir mesafe var.»
İbn Hallikan'ın
anlattığına göre şair Tihamî vefat ettikten sonra adamın biri onu rüyasında
güzel bir halde görmüş ve ona «sen bu mertebeye neyle ulaşabildin?» diye
sormuş, o da şu cevabı vermişti: «Şu beyitle bu mertebeye ulaştım.»
«Onun komşusuyla benim
komşularım arasında çok uzak bir mesafe vardır.» [44]
Bu senenin muharrem
ayının yirmisinde Türklerle Bağdat'taki hırsız ve yankesici takımları arasında
bir savaş cereyan etti. Türkler bunlara debbabelerle tıpkı savaşta olduğu gibi
hücum ettiler. Hırsızların, yankesicilerin saklandıkları bir çok evler yakıldı.
Kerh mahallesinin büyük bir kısmı yakıldı. Ahalinin malı yağmalandı. Bu yağma
hareketleri başka yerlere de taştı. Büyük bir fitne koptu. Sonra ikinci fitne
ateşi dindi. Kerh mahallesi sakinlerine 100.000 dinar para cezası verildi.
Çünkü bunlar fitneyi ve şerri alevlendirmişlerdi.
Bu senenin rebiyülahır
ayında Ebu Abdillah Hüseyin b. Ali es-Saymerî, Kadilkudat İbn Ebi'ş-Şevarib'in
huzurunda şahitlik yaptı. Ama şahidliği, Kadilkudat'm huzurunda kendisine isnad
edilmiş olan mutezililikten tevbe ettikten sonra kabul edildi.
Bu senenin ramazan
ayında bir yıldız kaydı. Kayarken yıldırım gibi ses verdi.
Bu senenin şevval
ayının sonunda misli görülmemiş bir şekilde dolu yağdı ve bu yağış zilhicce
ayının yirmisine kadar devam etti. Bu süre boyunca sular dondu. İnsanlar büyük
bir sıkıntıya maruz kaldılar. Yağmurların yağması ve dolayısıyla Dicle suyunun
yükselmesi gecikti. Zirai ürünler azaldı. İnsanların çoğu artık çalışamaz hale
geldiler.
Ülkede karışıklıkların
cereyan etmesi ve devlet otoritesinin zayıflamasından dolayı bu senede Irak ve
Horasan'dan kimse hacca gidemedi. [45]
Ahmed b. Muhammed b.
Abdullah b. Abbas b. Muhammed b. Abdülmelik b. Ebi'ş-Şevarib Ebü'l-Hasan
el-Kureşî el-Umevî. ibn Ekfanî'den njki sene sonra Bağdat kadilkudatlığma
atandı. İffetli ve nezih bir irimseydi. Ebu Ömer ez-Zahid'den ve Abdulbaki b.
Kanî'den hadis dinle-ı- Ancak kendisi hadis rivayet etmedi. İbnü'l-Cevzî böyle
demiştir.
Hatib Bağdadi, Üstadı
Ebü'1-Alâ el-Vasitî'nin bu hususta şöyle de-diğini "vayet etmiştir: «Ahmed
b. Muhammed b. Abdullah Ebü'l-Hasan, Muhammed b. Abdülmelik b. Ebi'ş-Şevarib
sülalesinden Bağdat'ta kadılık yapan en son kişidir. Çünkü İbn Ebi'ş-Şevarib'in
sülalesinden yirmidört kişi Bağdat şehrinde yöneticilik yapmıştı. Bunlardan
bazısı da Bağdat'ın kadilkudatlığını yapmışlardı.»
Ebü'1-Alâ dedi ki:
«Heybet, üstünlük, nezahet, haramlardan ve kötülüklerden uzak durmak, şeref ve
haysiyet bakımından Ebü'l-Hasan gibisini görmedik.»
Kadı Maverdî, onun
kendisinin arkadaşı ve dostu olduğunu söylemiştir. Hayırsever insanlardan biri
Ahmed b. Muhammed Ebü'l-Ha-san'a 200 dinar verilmesini vasiyet etmiş, Kadı
Maverdî bu parayı alıp kadı Ahmed b. Muhammed'e götürmüş ancak Kadı Ahmed b.
Muhammed bu parayı kabul etmemişti. Maverdî her ne kadar ısrar etmişsede bunu
ona kabul ettirememişti ve Ahmed b. Muhammed Kadı Maver-dî'ye şöyle demişti:
«Allah aşkına hayatta olduğun sürece bu durumu kimseye anlatma.» Maverdî de
onun bu tavsiyesine uymuş, ancak vefatından sonra onun durumunu insanlara
anlatmıştı. Ahmed b. Muhammed Ebü'l-Hasan bu paraya ve daha azma muhtaç olduğu
halde yine de kabul etmemişti. Allah rahmet etsin. Bu senenin şevval ayında
vefat etti. [46]
Künyesi Ebu Müslim
el-Hatelî'dir. İbn Batte'den hadis dinledi. Şeyh Ebu Hamid el-İsferayinî'den
Şafiî fikhını öğrendi, sıka ve dindar bir kimseydi. Bu senenin ramazan ayında
vefat etti. [47]
Künyesi Ebu Hazim
el-Hüzelî'dir. Nisaburlu'dur. İbn Nüceyd'den, Ismailî'den ve diğer bazı
kimselerden hadis dinledi. Hatib Bağdadi ve diğerleri de kendisinden
dinlediler. İnsanlar onun ifadelerinden ve seçkin sözlerinden yararlanırlardı.
Bu senenin ramazan bayramında vefat etti. [48]
Künyesi
Ebü'l-Hasan'dır. Kurrâ idi. Hammamî lakabıyla tanınmıştır. Necad'dan,
Huldî'den, İbn Semmâk'tan ve diğerlerinden hadis dinledi. Doğru sözlü, faziletli,
güzel itikadı olan bir kimseydi. Kıraat senetleri hususunda başkalarının
kendisine katılmadığı nakilleri vardı. Bu senenin şaban ayında seksendokuz
yaşında vefat etti. [49]
Sâid b. Hasan İbn İsa
er-Rib'î el-Bağdadî.
el-Kali fi'1-Emali
adlı esere metod bakımından benzeyen ve lügatle ilgili Kitabü'l-Fusus adlı
eserin sahibidir. Bu eserini Mansur b. Ebi Arnir'e ithaf etmiş o da kendisine
5.000 dinar ödül vermişti. Daha sonra Mansur'a onun yalancı ve itham altında
biri olduğu söylenmişti. Bununla ilgili olarak şairin biri şöyle demiştir.
«Fusus kitabı suya
daldı ve battı. Ağır olan her şey işte böyle batar.» Sâid bunu duyunca şu
cevabî beyiti yazdı. «Kitabım asli unsuruna avdet etti.
Çünkü yüzük ve
mücevher kaşları, ancak denizin dibinden çıkarılır.»
Ben derim ki: «Sâid,
bu kitabına el-Füsus adını, Cevheri nin Sihah'ı-na benzetmek için vermiştir.
Ama o fasahet, belagat ve ilmine rağmen yalancılıkla itham edilmişti. Bu yüzden
insanlar onun kitabını beğenmediler ve kitabı meşhur olmadı. Zarafetli,
şakacı, hazırcevap bir kimseydi. Kendisine hakaret etmek amacıyla âmâ biri ona
«Hurtekal ne anlama gelir?» diye sormuş, o da başını bir süre önüne eğmiş ve o
âmânın bu kelimeyi kendi yanından uydurduğunu anlamış, sonra başım kaldırıp
ona şu cevabı vermişti: «Hurtekal, sadece âmâların kanlarıyla cinsel ilişkide
bulunan, başka kadınlara sataşmayan kimse anlamına gelir.» Amâ adam bu cevap
karşısında mahcup olmuş, orada hazır bulunanlar da gülmüşlerdi. Sâid b. Hasan
bu senede vefat etti. Allah affetsin. [50]
Büyük Şafiî
imamlarından dır. İlim, zühd, hafıza sağlamlığı, eser verme hususunda önde
gelen büyük imamlardandır. Horasaniye tarikatı ona nisbet edilir. Şeyh Ebu
Muhammed el-Cüveynî, Kadı Hase-neyn, Ebu Ali es-Sebhî onun arkadaşlanndandır.
İbn Hallikan dedi ki:
«İmamü'l-Haremeyn ondan ilim tahsil etmiştir.» İbn Hallikan'ın bu sözü
tartışma götürür, çünkü İmamü'1-Hare-meyn'in yaşı ondan ders almasına ihtimal
vermemektedir. Kaffal bu senede doksan yaşında vefat etti ve Sicistan'a
defnedildi. İmamü'l-Haremeyn ise ileride de anlatılacağı gibi 419. hicri senede
doğdu. Kendiline Kaffal denmesinin sebebi ilk zamanlarda asma kilit
yapmasından dolayıdır. Otuz yaşına vardıktan sonra ilimle iştigal etmiştir.
Yüce Allah rahmet etsin. [51]
Bu senenin
rebiyülevvel ayında Bağdat'a çok miktarda ekin ve ürünün felaketine sebep olan
dolu yağdı. Bu yüzden bir çok insan ve hayvan
ölmüştü.
İbnül-Cevzî dedi ki:
«Anlatıldığına göre dolu tanelerinden her biri yaklaşık 920 gr. veya daha fazla
idi. Vasıt'a yağan doluların tanesi de bir kaç rıtl ağırhğmdaydı. Bağdat'a
düşen dolu tanelerinden her biri yumurta iriliğindeydi.» Bu senenin
rebiyülahir ayında Türk köleler halifeye müracaat ederek kendilerine hakarette
bulunan ve zamanında da yönetimin bozulmasına sebep olan ahlaksız Ebu Kâlicar'ı
başlarından almasını, komutanlığa Celalü'd-Devle'yi atamasını istediler. Zaten
Celalü'd-Devle daha önce de onların komutanlığını yapmakta iken halife
tarafından azledilmişti. Halife onların bu isteklerini geciktirdi. Ebu
Kâlicar'a tedbir alması için mektup yazdı ki, çabucak Bağdat'a gelsin ve firsat
kaçırılmış olmasın. Fakat Türk köleler halifeye İsrar ederek Cela-lü'd-Devle'yi
başlarına atamasını istediler ve Celalü'd-Devle adına Bağdat'ta hutbe
okuttular. İş artık önü alınamaz hale gelmiş, düzen bozulmuştu. Bu senede
Mahmud b. Sebüktekin'den halife'ye bir mektup geldi. Bu mektupta şunlar
anlatılıyordu: Mahmud b. Sebüktekin yine Hindistan'a gazaya gitmiş, orada
Somanat adındaki büyük putu kırmıştı. Hintliler her uzak mıntıkadan oraya
ziyarete geliyorlarmış. Tıpkı hacıların Ka'be-i Muazzama'ya gelip ziyaret
edişleri gibi, hatta daha fazla saygı gösteriyorlarmış o putlarına. Putun
yanında infakta bulunuyor, çok miktarda sadakalar veriyorlardı ki bunun evsafi
ve miktarı bilinemez. Ayrıca o puta 10.000 köy ve bir meşhur şehir vakıf
olarak verilmişti. Hazineleri mal ve parayla dolmuştu. Kendisine hizmet eden
1.000 kişi vardı. Ayrıca o putu ziyarete gelen hacıların başlarını traş eden
300 berber, ayrıca kapısında davul ve borazan çalındığında oynayan 300 oyuncu
vardı. Orada putun evkafindan elde edilen gelirleri yiyen ve geçimlerini
böylece sağlayan binlerce mücavir vardı. Puttan uzaklarda bulunan Hintlilerin
tek arzusu bir gün firsat bulsa da gelip o putu ziyaret etmekti. Ama uzun
mesafeler, çöller, bir çok afetler ve manialar onları engelliyordu. Sonra
Sultan Mahmud b. Sebüktekin bu putun haberini ve insanların ona ibadet
ettiklerini, bir çok Hintlinin onu ziyaret yoluna koyulduklarını duyunca oraya
gitmek hususunda Allah'a istiharede bulundu. Tehlikeli çölleri, insanı belaya
sürükleyen mıntıkaları düşündü.
Sonunda askerleriyle
oraya yönelmeye, o korkunç mesafeleri katetme-ye azmetti. Askerlerine çağrıda
bulundu. 30.000 savaşçı bu çağrıya icabet etti. Gönüllüler de vardı. Cenâb-ı
Allah onları tehlikelerden korudu. Nihayet o putun bulunduğu yere ulaştılar.
Ona ibadet eden insanların bulunduğu sahaya konakladılar. Orasının büyük bir
şehir genişliğinde olduğunu gördüler, orayı çabucak ele geçirdiler ve o
mıntıkada yaşayanlardan 50.000 kişiyi öldürdüler. Putu yerinden söktüler.
Altında ateş yaktılar. Hintlilerden bir çoğu bu büyük putu kırmayıp kendilerine
bırakması karşılığında Sultan Mahmud b. Sebüktekin'e büyük paralar teklif
ettiler. Bazı komutanları Sultan Mahmud'a bu putu bırakıp teklif edilen parayı
almasını önerdiler; ancak Sultan Mahmud «Aziz ve Celil olan Allah'a istihare
yapmadan bu hususta karar veremem» dedi. Sabah olunca da şöyle bir açıklamada
bulundu: «Bu işi düşündüm. Sonunda şu karara vardım: Kıyamet günü olduğunda
putları kıran Mahmud nerede? diye çağırılması benim için dünyalığa kavuşmak
uğruna put kırmayıp öylece bırakan adam denilmesinden daha hoşuma gider» Böyle
dedikten sonra azmetti ve o putu kırdı. Allah rahmet etsin. Kırdıktan sonra
putun içinde o kadar çok mücevher, inci, altın buldular ki, bunların değeri
putu kırmaması durumunda kendisine teklif edilen paralardan kat kat fazlaydı.
Cenâb-ı Allah'tan ahirette bir daniki[52]
dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha hayırlı olan bol sevabı diliyoruz. Mahmud
b. Sebüktekin bunu yapmakla birlikte dünyada yâd-ı cemil sahibi oldu. Allah
ona rahmet etsin, makamım âli kılsın.
Bu senenin ramazan
ayının üçünde cumartesi günü Celalü'd-Devle Bağdad'a geldi. Halife onu Diclede
bir gemide karşıladı. Beraberinde ekâbir ve ümera da vardı. Celalü'd-Devle,
halifenin huzuruna vardığında yeri defalarca öptü. Sonra hükümet konağına
gitti. Halife de kendi sarayına döndü. Celalü'd-Devle namaz vakitlerinin üçünde
tıpkı Adü-dü'd-Devle, Samsamü'd-Devle, Şerefü'd-Devle ve Bahaü'd-Devle zamanlarında
olduğu gibi davul çalınmasını emretti. Halife ise beş vakit namazda kendisi
için davul çalınmasını emrediyordu. Celalü'd-Devle de bu üç vakit davul
çaldırmayı kendisi için de beş vakite çıkartmak istedi, ancak kendisine «böyle
yapman halife ile eşitlik iddiasında bulunduğun anlamına yorumlanabilir»
dediler. Sonra o, beş vakitte de kendisi için davul çaldırmaya karar verdi.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senede şiddetli dolu yağdı öyle ki sular, ne-biz, bineklerin sidiği ve
büyük su kaynaklan dondu. Dicle kıyısı da donmuştu. Bu senede Irak'tan kimse
hacca gidemedi.» [53]
Ahmed b. Muhammed b.
Abdullah b. Abdüssamed b. Mühtedi Billah gbu Abdillah eş-Şahid. Hicretin 386.
senesinde Mamur Camii'nde hutbe okudu. Bir çok cumalarda aynı hutbeyi okudu.
İnsanlar onun sesini duyunca ağlayıp feryad-ü figan ediyorlar, büyük bir huşu
içinde oluyorlardı. [54]
Künyesi Ebül-Kasım
el-Mağribî'dir. Vezirlik yapmıştır. Mısır'da hicretin 390. senesinin zilhicce
ayında doğdu. Mısır hükümdarı Hakim, babasını ve amcası Muhammed'i öldürünce
kendisi oradan kaçtı ve önce Mekke'ye sonra Şam'a gitti. Bir çok yerlerde
vezirlik yaptı. Güzel şiirleri vardır. Salihlerden biri ile müzakere yaparken o
salih adam kendisine şu şiiri okumuştu:
«Zengin olarak yaşamak
istersen monoton olma ve aynı halde kalma. Aksi takdirde o bulunduğun halden
daha aşağısına razı olmuş olursun.»
Bu şiiri dinledikten
sonra makamı ve saltanatı bıraktı; uzlete çekildi. Arkadaşlarından biri
kendisine «gençliğin en güçlü zamanında makam, saltanat ve mevkii ne diye
bıraktın?» deyince o şu şiiri okuyarak cevap vermişti:
«Bir zamanlar cahillik
ve serserilik yolculuğundaydım.
Artık bana şecaat
geldi.
Bütün günahlardan
tevbe ettim.
Belki bu söz eskiden
işlediğim günahları siler.
Kırkbeşten sonra bu
işlere son verdim.
Bilesiniz ki evveli
olmayan ilâh yücedir.»
Hasan b. Ali bu
senenin ramazan ayında 45 yaşında Silvan'da vefat etti ve Meşhed-i Ali'ye
defnedildi. [55]
Künyesi Ebu Bekir
el-Verrak'tı. İbn Haffaf diye meşhur olmuştur. Katilden ve diğerlerinden hadis
rivayet etmiştir. Bazıları onu, hadis metinlerini ve senedlerini uydurmakla
itham etmişlerdir. Hatib Bağdadî ve diğerleri böyle dediler. [56]
Hibetullah b. Hasan b.
Mansur er-Razî. Aslen Taberî'dir. Şeyh Ebu Hanıid el-İsferayinînin talebelerindendir.
Zekâsı ve hafizası sağlamdı. Hadisle ilgilendi. Hadise dair bir çok eser verdi,
ama kitapları meşhur olmadan ölüm onu çabuk yakaladı. "Sünnet ve
Şerefi" adlı bir kitabı vardı. Selef-i salihin'in sünnete bakış açılarını
bu kitabında anlatmıştır. Bu senenin ramazan ayında Dinever'de vefat etti.
Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona «Allah sana nasıl
muamele etti?» diye sormuş, o da «Beni affetti» diye cevap verince adam
"Hangi sebeple seni affetti?" diye ikinci bir soru sormuş, o da şu
cevabı vermişti: «Azıcık ihya ettiğim sünnet sebebiyle beni afetti.» [57]
Halife Kadirin
oğludur. Bu senenin cemaziyelahir ayında pazar gecesi vefat etti. Cenaze
namazı bir kaç kez kılındı, insanlar onun cenazesine katılıp yürüdüler. Babası
onun ölümüne çok üzüldü. Önceleri çalınmakta olan davul bir kaç gün süreyle
sustu. Şairdi. Güzel şiirleri vardır. [58]
Üstad Ebu İshak
el-İsferayinî İbrahim b. Muhammed b. Mehran el-İmam el-Allame Rükneddin. Şafiî
fikıhçısı ve kelamadır. İtikad ve fikha dair eserleri vardır. İtikada dair
Camiu'1-Celi ve usul-ü fikha dair et-Ta-likatü'n-Nafia adlı eserler ona aittir.
Başka eserleri de vardır. Ebu Bekir El-İsmailî'den, Dalec'den ve diğerlerinden
hadis dinledi. Beyhakî, Şeyh Ebu Tayyib et-Taberî, Hakim en-Nisaburî de ondan
hadis rivayet ettiler. Nisaburî onu çok övmüştür. Şerif İbn Tabataba bu
senenin aşura gününde Nisabur'da vefat etti. Sonra kendi memleketine
nakledildi ve oranın şehidliğine defnedildi. [59]
Hanefî mezhebinde
meşhur kudduri kitabının sahibidir. Soy kütüğü şöyledir: Ahmed b. Muhammed b.
Ahmed b. Cafer b. Hamdan Ebü'l-Hasan el-Kuddurî. Ezberlenen muhtasar bir
eserin, (Kuddurî) kitabının sahibidir. İlimde yüksek bir imamdı. Sebatkâr ve
münazaracıydi. Kuddurî, Ebu Hamid el-İsferayinî'yi över ve «O, Şafiîden daha
bilgili ve münazarası ondan daha sağlamdır» diyordu.
Kuddurî bu senenin
receb ayının beşinde pazar gönü ellialtı yaşında vefat etti. Hanefî fikıhçısı
Ebu Bekir el-Harezmî'nin mezarının bitişiğine defnedildi. [60]
Bu senede askerlerle
Celalü'd-Devle arasında huzursuzluk meydana geldi. Askerler ona karşı
ayaklanarak vezirinin evini yağmaladılar. Aralarında uzun süren hadiseler
cereyan etti. Neticede onu şehirden kovmaya karar verdiler. Ona cılız bir
beygir hazırladılar. O da gündüz elinde bir kuş olarak şehirden çıkmaya
hazırlandı. Kimse ona dönüp bakmıyor ve onu düşünmüyordu. Beygire bineceği
esnada ona ve pejmürde haline acıdılar. Gelip huzurunda yeri öptüler. Böylece
işleri bozulduktan sonra tekrar yoluna koyulmuş oldu.
Geçen sene dolu yağmış
olduğundan bu sene cidden hurma azaldı. Üç rıtl (yaklaşık 1380 gr.) hurma bir
celali dinarına satılır oldu. Bu senede de çok dolu yağdı. Bu yüzden yine bir
çok hurmalık telef oldu. Doğu illerinden ve Mısır'dan kimse hacca gidemedi.
Ancak Horasan'dan bir grup deniz yoluyla Mekran şehrinden hareket edip Cidde'ye
vardı, ve haccetti. [61]
Künyesi
Ebü'l-Hattab'dır. Müneccimlik yapmıştır. Bahaü'd-Devle ve müneccimler nezdinde
itibarlı bir şahsiyetti. Vezirler dahi ondan korkar ve onu bazı işleri için
aracı yaparlardı, ama daha sonra gözden düştü. Saraydan uzaklaştırıldı.
Nihayet Samarra'nın Kerh mıntıkasında garip, yoksul ve felçli olarak vefat
etti. Malı, mülkü, itibarı ve aklı gitmişti. [62]
Künyesi
Ebü'l-Hasan'dır. Tacirlik yapmıştır. Önceki ulemanın çoğundan hadis
dinlemiştir. Yüksek senetleri yalnız başına rivayet etmiştir. Büyük bir servet
sah biydi. Bağdat'ta para ezasına çarptırılmaktan ve malına el konulmasından
korktuğu için Mısır'a taşındı. Orada bir sene ikamet etti. Tekrar Bağdat'a
döndü. Fakat tesadüf eseri, bulunduğu mahalle halkı para cezasına çarptırıldı.
Mallarına el konuldu. Kendisi de yoksul düşecek oranda para cezasına
çarptırıldı. Vefat ettiğinde kendisi için kefen alınamadı. Hiç miras
bırakmamıştı. Halife Kadir Billah onun için kefen göndermişti. [63]
Vefat ettiğinde üçyüz
bin dinar kadar parası vardı. Bağdat'taki bir kızından başka mirasçısı yoktu.
Kendisi Mısır'da vefat etti. [64]
Zalim bir kimseydi.
Sarhoş olduğunda arkadaşlarından birini yeya vezirini ah etmeyeceğine ve bu
durumu kimseye anlatmayacağına dair talak üzerine yemin ettirdikten sonra 200
tokmakla döverdi. Rivayete göre adamları onu zehirlenmişlerdir. Öldüğünde
kardeşi Kâlicar'm parolasını yüksek sesle okumuşlardı. [65]
Kâlicar'ın veziriydi.
Ona Muizzü'd-Devle, Felekü'd-Devle, Reşidü'l-Ümme, Veziru'l-Vüzera,
İmadü'1-Mülk lakaplarını taktı. Ama daha sonra Celalü'd-Devle'ye teslim etti.
Celalü'd-Devle de onu tutuklayıp zindana attı ve zindanda vefat etti. [66]
O da bu senede vefat
etmiştir. İbnü'l-Cevzî, onun biyografisini kısaca anlatmıştır. Ben, bu zat
hakkında bu kadar bilgiye rastladım. [67]
Abdülmuhsin b.
Muhammed b. Ahmed b. Galib Ebu Muhammed eş-Şâmi es-Sûrî. Büyük şairdir. Güzel
bir şiir divanı vardır. Reislerden biri için çok beliğ bir kaside yazdı. Sonra
bu kasideyi Zû Nimeteyn adında başka bir reise sundu. Fakat bu defa o kasideye
bir beyit ekledi. Eklediği beytinde şöyle diyordu:
«Bütün menkibeler sana
aittir.
Sen ne diye sadece iki
menkibeyle yetindin?»
Reis, ona kıymetli bir
ödül verdi. Reise «bu adam bu kasideyi senin hakkında söylememiştir» dedilerse
de reis «sadece bu sonuncu beyit, başlı başına bir kasidedir» diye cevap
vermişti.
Şair İbn Galbun, yanına
konuk olduğu cimri bir adam hakkında şöyle bir şiir yazmıştı:
«Bir kardeşim ki,
yanına konuk olmam onu yaralamıştır. Tıpkı onun da beni yaralamış olması gibi.
Feleğin hükmü gereği misafir olarak onun yanında geceledim. Feleğin hükmünde
hür kimse için bir çıkaş yonı vardır.
Ev sahibim ilk olarak
benimle konuşmaya başladığında o
Kederinden adeta
sarhoş olmuştu
Ayık halde değildi.
Bana sordu: «Niçin
gurbete düştün?»
Dedim ki: Sözü nasihat
ve basan sağlayan Rasûlullah buyurdu ki:
«Yolculuk edin ganimet
bulun»
Ev sahibi de dedi ki:
Rasûlullah hadisin
tamamını şöyle getirdi:
«Oruç tutun sıhhat
bulun.» [68]
Bu senede Bağdat'ın
doğu tarafına şiddetli yağmurlar yağdı. Bu arada iri taneli dolular da yağdı.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu dolulardan bir tanesinin ağırlığı 150 rıtl olarak tahmin edildi ve düştüğü
yerde yaklaşık bir zira' derinliğinde çukur meydana getirdi.»
Bu senede Mahmud b.
Sebüktekin'in mektubu Bağdat'a ulaştı. Mektubunda o, kendisinin Rey'deki Batınî
ve Rafizîlerden çok kimseleri öldürdüğü, bir çoklarını feci şekilde astığı,
Batınî ve Rafizîlerin reisleri Rüstenı b; Ali ed-Deylemî'nin mallarını
yağmaladığı, onun yaklaşık bir milyon dinar kadar parasına el koyduğunu
anlatıyordu. Rüstem'in elli kadar karısı vardı. Bunların hepsi de hür
kadınlardı. Bunlardan erkekli kızlı otuzüç çocuğu doğmuştu. Batınîlere göre
dörtten fazla kadınla evlenmek mubahtı.
Bu senenin receb
ayında çok ışık saçan, çok gürültüler meydana getiren bir çok yıldız kaydı.
Bu senede Bağdat'ta
hırsızlık ve yağmalama olayları çoğaldı. Güvenlik yetkilileri bu olaylar
karşısında güçsüz kaldılar. Bu işleri yapanlara karşı mukavemet
gösteremediler.
Bu senenin receb
ayının onsekizinde pazartesi günü Dicle'nin suyu çok aşağılara çekildi. Nehir
yatağında az miktarda su kaldı. Değirmenler tahıl öğütemez oldular.
Bu günde kadılar,
alimler hilafet sarayında toplandılar. Onlara, Kadir Billah'ın derlediği kitap
okundu. Bu kitapta pğütler, mev'izeler ve Basralılann mezheplerinin tafsili
açıklamaları ile bid'at ehli kimselere reddiyeler vardı. Yine bu kitapta
Kur'ân'ın mahluk olduğunu söyleyenlerin fasıklığı, Bişr el-Merrisî ile
Abdülaziz b. Yahya el-Kettanî arasındaki münazaraların evsafı anlatılıyordu.
Sonuç kısmında yine öğütler veriliyor, iyilikler emrediliyor, kötülüklerden
nehyediliyordu. Dinleyicilerin dinledikleri hususlara muvafakat ettiklerine
dair yazılı ifadeleri alındı.
Bu senenin zilkade
ayının başında yine pazartesi günü alimler ve kadılar toplandı. Onlara uzunca
bir yazı daha okundu. Bu yazıda sünnet klanıyor, ehli bid'ate reddiyede
bulunuluyor ve yine Bişr el-Merrisî ne Abdülaziz b. Yahya el-Kettanî arasındaki
münazara aktarılıyordu, fvilikler emrediliyor, kötülükler nehyediliyor,
sahabilerin fazileti anla-İ hvor, Ebu Bekir es-Sıddîk ile Ömer b. Hattab hazretlerinin
de fazilet üstünlükleri dile getiriliyordu. Oturum ancak yatsıdan sonra sona
Vrdi dinleyicilerin, dinledikleri hususlara muvafakat ettiklerine dair eazıh
beyanları alındı. Şiilerin hatipleri azledildi. Ehl-i Sünnet hatipleri
görevlere atandılar. Bundan ve diğer hayırlı işlerden ötürü hamd ve minnet
Allah'adır.
Berasa Mescidi'nde bir
fitne meydana geldi. Cemaat, Sünnî hatibi tuğlalarla dövdü. Öyle ki burnunu
kırdılar. Omuzunu yerinden çıkardılar. Halife, ehli sünnete yardımcı oldu.
Şiîleri horlayıp zelil kıldı. Nihayet Şiîler gelip bu yapılanlardan ötürü özür
dilediler. Bu işi ancak ayak takımlarının yaptığını ifade ettiler.
Bu senede Iraklılardan
ve Horasanlılardan hiç kimse hacca gidemedi. [69]
Künyesi Ebu Ali
ez-Zahid'dir. Abidlerden, zahidlerden ve keramet sahibi kimselerdendir.
Vezirlerden biri huzuruna girdi. Elini öptü. Vezir, onun elini öptüğünden
ötürü kınandı. O da şöyle karşılık verdi: «Sadece Aziz ve Celil olan Allah'a
açılan ve uzanan bir eli nasıl Öpmem!» [70]
Künyesi Ebü'l-Hasan
er-Rib'îdir. Nahivciydi. Arapçayı ilk olarak Ebu Said es-Seyrafî'den, sonra da
Ebu Ali el-Farisî'den öğrendi. Yirmi sene onun yanında kaldı. Şöyle derdi: «Ona
deyin ki; eğer o maşrıkten mağribe kadar gitse bile kendisinden daha iyi nahiv
bilen birini bulamaz.»
AH b. İsa, bir gün
Dicle kıyısında dolaşmakta iken Şerif Rıza ile Mur-taza'nın bir gemide Osman b.
Cinnî ile beraber gezindiklerini gördü, onlara «Osman'ın sizinle beraber
bulunması, Ali'nin de sizden uzakta olup Fırat kıyısında dolaşması çok hayret
verici durumlardandır» onlar da gülüp "Bismillah" dediler.
Ali b. İsa bu senenin
muharrem ayında doksaniki yaşında vefat etti. Babü'd-Deyr'de defnedildi.
Anlatıldığına göre cenazesine sadece üç kişi katılmıştır. [71]
Ebu Ali Salih b.
Mirdas b. İdris el-Kilabî. Halep'teki Beni Mirdas kabilesinden hükümdar olan
ilk kişidir. Bu şehri hicretin 417. senesinin zilhicce ayında Zahir b. Hakim
el-Ubeydî'nin naibinin elinden almıştır. Daha sonra Mısır'dan büyük bir ordu
gelerek kendisiyle savaşmış ve hicretin 419. senesinde onu öldürmüşlerdi. Daha
sonra yerine torunu Nasr vali olmuştu. [72]
Büyük mücahid, gazi ve
Hindistan fatihi Mahmud b. Sebüktekin adındaki azametli hükümdar bu senenin
rebiyülevvel ayında vefat etti. Bu zat, İslâm ülkesinin sınırlarını koruyan, uç
bölgelerini muhafaza eden, mansur ve müeyyed bir gazi idi. Lakabı
Yeminü'd-Devle, künyesi Ebü'l-Kasım'dı. Adı da Mahmud b. Sebüktekin'di.
Gazne'nin ve o yöredeki büyük mıntıkaların hakimi, Hindistan beldelerinin
çoğunun fatihi, putlarının kırıcısı, Hintlilerin canlarının alıcısı ve en
büyük sultanlarım mağlub edendi. Rahmetli Mahmud b. Sebüktekin iki sene kadar
hastalık çekti, ama bu süre zarfında yatağa uzanıp yatmadı. Yastığa yaslanmadı.
Aksine hasta halde otururken bir yere yaslanırdı. Bu da onun şehametinden,
cesaretinden, azminin kuvvetinden dolayıydı. Vefat ederken altmış yaşındaydı.
Allah rahmet etsin. Kendisinden sonraki dönem için oğlu Muhammedi veliaht tayin
etmişti. Ancak oğlu Muham-med hükümdar olamamıştı. Kardeşi Mesud b. Mahmud ona
karşı isyan etmiş, hükümdarlık talebinde bulunmuş, kâfir beldelerinin irili
ufaklı kasabalarından kendisinin fethettiklerinin yanısıra babasının da memleketlerini
istila etmişti. Böylece bu senenin sonunda o mıntıkaların doğusunda ve
batısında hakimiyet onun eline geçti. Her taraftan ona elçiler,
hükümdarlarının temsilcisi olarak selam getiriyor; saygı ve ikram gösteriyor,
tam teslimiyet arzediyorlardı. Babası Mahmud b. Sebükte-kin'in biyografisi
ileriki sayfalarda anlatılacaktır.
Bu senede Mahmud b.
Sebüktekin'in Hindistan'a gönderdiği birlik, oranın bir çok şehirlerini
fethetnıişti. Özellikle Nersi şehri büyük bir şehir olup oraya 100.000
savaşçıyla girmişlerdi. Bu savaşçıların bir kısmı süvari bir kısmı piyadeydi.
Şehrin aktarlar ve mücevherciler çarşısını gündüz tamamıyla yağmalamışlar,
ancak bir çok koku, esans, misk, mücevher, inci ve yakutu taşıma imkânını
bulamamışlardı. Bütün bu işler olup biterken o şehrin ahalisinin bir çoğu
bundan haberdar olmamıştı. Çünkü şehir çok büyüktü. Uzunluğu bir Hint konağı,
genişliği de yine bir Hint konağı kadardı. Burada çeşitli mallar, armağanlar
elde etmişlerdi ki bunların haddi ve evsafı belirtilemez. Hatta denilir ki
savaşİar burada elde ettikleri altın ve gümüşü ölçeklerle paylaşmışlardı. Daha
Önce buraya hiçbir İslâm ordusu gelememişti. Ne bu seneden önce e de bu seneden
sonra oraya ulaşan başka İslâm ordusu yoktur. Burası Hindistan'ın mal ve
zenginlik bakımından en büyük şehriydi. Hatta an-1 tıldığ1118 göre buradan mal
ve erzak bakımından imkânı daha çok baş-- kjr şehir yoktur. Bununla beraber
ahalisi kâfir olup putlara tapardı. Müslümandan dünyaya selam. Burası,
hükümdarın bulunduğu şehir-M Müslümanlar buradan erkek ve kız çocukları,
köleleri esir almışlardı ki sayılan belirtilemiyecek kadar çoktur.
Bu senede yine
Rafizîier çirkin bid'atlerini aşura gününde icra ettiler. Çarşı pazara
bornozlarını, mendillerim astılar, dükkânlarım kapattılar, Hz. Hüseyin'e
sokaklarda ve caddelerde ağıt yakıp ağladılar. Ehli Sünnet de ellerine
aldıkları demir çubuklarla bunların üzerine saldırdı. İki taraf şiddetlice
savaştı ve her iki taraftan da çok sayıda insanlar öldürüldü. Aralarında
belâsı her tarfa sıçrayan fitne ve serler cereyan etti.
Bu senede Mü'minlerin
Emiri Kadi Billah hastalandı. Kendisinden sonraki dönem için Ebu Cafer Kaim
Bi-Emrillah'ı kadıların, vezirlerin ve emirlerin huzurunda veliahd tayin etti.
Hutbe veliahd adına okundu. Veliahdın adı tedavüldeki paraların üzerine
yazıldı.
Bu senede Bizans
İmparatoru 100.000 savaşçısıyla İstanbul'dan yola koyuldu. Haleb'e geldi. O
esnada Haleb valisi Şebelü'd-Devle Nasr b. Salih b. Mirdas'tı. Bizanslılar
Haleb'e bir günlük mesafede konakladılar. Bizans İmparatoru bütün Şam
mıntıkasını istila edip oraları tekrar hıristiyanlığa kazandırmaya azmetmişti.
Oysa Rasûlullah (s.a.v.) «Kis-ra öldükten sonra artık başka bir kisra
gelmeyecektir. Kayser öldükten sonra da başka bir kayser gelmeyecektir.»
demişti. Kayser, Şam mıntı-kasıyla birlikte Bizans'ın hükümdarlığını yapan
imparatorun unvanıydı. Ama bundan sonra Bizanslılar kayser göremiyeceklerdi.
İmparator -Yukarıda da belirttiğimiz gibi- Haleb yakınında konakladığında Cenâb-ı
Allah onları şiddetli bir susuzluğa maruz bıraktı. İttifakları bozuldu.
Görüşleri arasına muhalefet girdi. Şöyle ki: İmparatorun beraberinde
Domestikos da bulunuyordu. İmparatoru öldürüp ondan sonra yalnız başına kendisi
yönetimin başına geçmek amacıyla askerlerden kir grupla işbirliği yapıp
anlaştı. İmparator bunu anlayınca hemen Bizans'a geri döndü. Bedeviler onları
kovalamaya ve gece gündüz onları yağmalamaya başladılar. Onlardan elde
ettikleri ganimetler arasında 400 tane mahfel, para ve kumaş gibi hükümdara ait
eşyalarla yüklü deve de vardı. Bizanslı askerlerin çoğu açlık ve susuzluktan
öldü. Bizans ordusu her taraftan yağma ve talana maruz kaldı. Hamd ve minnet Allah'adır.
Bu senede
Celalü'd-Devle Vâsıt şehrini ele geçirdi. Oraya oğlunu naib tayin etti. Veziri
Ebu Ali b. Makûla'yı da Bataih'e sevk etti. Vezir orayı fethetti. Deniz yoluyla
Basra'ya doğru gitti. Basra'da o esnada Ebu Kalicar'ın naibi bulunuyordu.
Basralılar bunları hezimete uğrattılar. Bundan sonra Celalü'd-Devle bizzat
kendisi Basra'ya hücum etti. Bu senenin şaban ayında şehre girdi. Bu senede
Gazne'ye büyük bir sel baskını geldi. Bu sel baskını neticesinde bir çok ekin
ve ağaç yok oldu.
Bu senenin ramazan
ayında Mesud b. Mahmud b. Sebüktekin bir milyon dirhem sadaka verdi. Daha önce
babasının adeti üzere fikıhçıla-ra ve alimlere bol miktarda erzak dağıttı.
Birçok beldeyi de fethetti. Böylece memleketinin sınırları çok genişledi, sânı
büyüdü. Memleketinin temelleri güçlendi. Askerleri ve yardımcıları çoğaldı. Bu
senede bir çok Kürt Bağdat'a girdi. Bunlar Türklerin atlarını geceleyin
çalıyorlardı. Halk bunlara karşı tedbir aldı. Kürtler sultanın atı da dahil
olmak üzere bütün atları alıp götürdüler.
Bu senede Bağdat
köprüsü İsa nehri üzerine düştü.
Bu senede Basra
kapısına yerleşmiş Türklerle Haşimiler arasında savaş meydana geldi. Haşimiler
mushafları ellerine alıp kaldırdılar. Türkler yine de onları ok yağmuruna
tuttular. Büyük bir musibet meydana geldi. Sonra iki taraf barıştı.
Bu senede hırsızlık ve
yağma hareketleri çoğaldı. Evler açıkça basıldı. Kürt hırsızlar ve
yankesiciler çoğaldı.
Bu senede yine hacca
gidilmedi. Sadece Irak'tan küçük bir grup bedevilerle birlikle çöldeki
develere binerek hacca gittiler. [73]
Vaizdi. Künyesi
Ebül-Havan'dı. İbn Ekrat adıyla meşhur olmuştur. Kerametleri ve güzel
muameleleri vardı. Cezireliydi. Ama Şam'a yerleşti. Kıssacılarm oturduğu
Rufadatü'l-Kayliye mıntıkasında halka vaaz verirdi. İbn Asâkir böyle demiştir.
Yine İbn Asâkir dedi ki: «Ahmed b. Abdullah, bir çok vaaz kitabı tasnif etti.
Bir çok hikayeler nakletti ve şu beyitleri inşad ettiğini de kendisinden
işittim:
«Ben günahlarla meşgul
oldum. Artık lezzetleri ne yapayım. Sevgilisine kavuşan kişi bayram eder.
Başkası edemez. İnsanlar sevinç, neşe ve hoş kokularla reyhan içinde oldular.
Ama ben, ağıt, hüzün ve keder içinde kaldım. Onlar battıktan sonra yeniden
doğan aylarını görünce sevindiler. Benimse hilalim gayp perdelerinin arkasında gizlenmektedir.
Bu sebeple lezzetlere dedim ki, kaybol, sonra yine kaybol.
Dünyada keder ve
üzüntüyü kendime nasip edindim.
Ey hayatım ve ölümüm
Ey bahtsızlığım ve
tabibim!
Genişlik içinde senin
aşkınla yanan bir nefis için çaba harca.» [74]
Şairdi güzel bir şiir
divanı vardır, uzun bir Ömür yaşadı bu senede vefat etti. [75]
Künyesi
Ebu'l-Kasım'dır. Yeminü'd-Devle Eminü'l-Mille lakabını almıştır. Gazne'nin ve
oraya bağh mıntıkaların hükümdarıydı. Askerlerine Şamaniler denilirdi. Çünkü
babası onlara hükümdarlık yapmıştı. Hicretin 337. senesinde babası vefat
ettikten sonra Mahmud, Samanile-rin başına geçti. Askerlerine ve diğer halk
tabakasına güzelce, adilce muamelede bulundu. İslâmın zaferi için büyük çabalar
harcadı. Hindistan'da ve diğer bir çok yerlerde büyük fetihlerde bulundu. Şam
yüceldi. Memleketi genişledi. Reayası çoğaldı. Adaletinden ve cihad edişinden
ötürü hakimiyet süresi uzadı. Tabiî buna Allah'ın lutfiınun da katkısı olmuştu.
Memleketinin diğer mıntıkalarında Kadir Billah adına hutbe okunurdu. Mısır'dan
Fatimî elçileri ona mektuplar ve hediyeler getirirlerdi ki, onu kendi
taraftarları yapsınlar. Ama o, getirilen mektupları ve hediyeleri yakardı. Ne
kendisinden Önce ne kendisinden sonra hiçbir hükümdara nasib olmayacak şekilde
Hindistan'da kâfir şehirlerinden bir çoğunu fethetti. Sayılamıyacak ve ölçü
altına alınamayacak kadar altın, inci ve mücevheratı ganimet edindi. Yine çok
miktarda esir aldı. Bir çok putları kırdı. Putlardaki zinetleri ganimet edindi.
Bütün bunlar önceki senelerin olaylarından bahsedilirken detaylı olarak
anlatılmıştır. Kırdığı Hindistanlıların putlarından meşhur biri vardı ki ona
Som-nan deniliyordu. Bu putun üzerinde 20.000.000 dinar değerinde altın zi-net
vardı. Hindistan'ın Saynal adındaki en büyük hükümdarını da mağ-lub etmişti.
Müslüman olmayan Türklerin İlig Han adındaki büyük hakanını da hezimete
uğratmış, Samanî hakimiyetini yıkmıştı. Samanîler Semerkand ve çevresinde âleme
hükmetmişler, sonra helak olmuşlardı.
Ceyhun nehri üzerinde
bir köprü yaptırdı ki diğer hükümdarlar ve halifeler bunu yapacak güçte
değillerdi. Bu köprü inşaatına 2.000.000 dinar sarf etti. Bunu başkaları
yapamamışlardı.
Mahmud b.
Sebüktekin'in ordusunda 400 savaşçı fil vardı. Bu da cidden muazzam ve korkunç
bir şeydir. Anlatımı burada uzun sürecek faaliyetlerde bulunmuştu. Bununla
beraber o son derece dindar, ırzı temiz bir kimseydi, günahlardan ve^ünah
işleyenlerden hiç hoşlanmaz, onlarla arkadaşlık etmez, seslerini dahi duymak
istemezdi. Onun memleketinde herhangi bir kimse günah işlemeye, içki içmeye ve
daha başka kötülükleri irtikâb etmeye cesaret edemezdi. Oyun ve eğlencelerden
ve bu işlerle uğraşanlardan hiç hoşlanmazdı. Alimleri, hadisçileri sever onlara
ikramda bulunur, onlarla beraber oturup kalkardı. Hayır yapan dindar ve salih
kimseleri de sever onlara ihsanda bulunurdu. Önceleri Hanefîydi. Sonra
İmamü'l-Haremeyn ve diğerlerinin anlattıklarına göre Ebu Bekir el-Kaffal
es-Sağir vasıtasıyla Şafiîliğe geçmişti. İtikadda Keramiye mezhebine mensuptu.
Meclisine katılanlar arasında Muhammed b. Heysem de vardı. Muhammed b.
Heysem'le Ebu Bekir b. Fu-rek arasında arş meselesi üzerine Sultan Mahmud'un
huzurunda münazaralar cereyan etmişti. Bunu İbnü'l-Heysem kendi eserinde anlatmıştır.
Bu münazaralar neticesinde Sultan Mahmud, İbn Heysem'in görüşüne taraftar
olmuş, İbn Furek'i beğenmemiş, konuşmalarından ötürü ona düşman olmuş,
memleketten sürgün edilmesini emretmişti. Çünkü İbn Furek Cehmiye'nin görüşüne
muvafakat ediyordu.
Sultan Mahmud b.
Sebüktekin, adil ve mazbut bir kimseydi. Adamın biri gelip ona şöyle bir
şikayette bulundu: Sultan Mahmud b. Sebük-tekin'in kızkardeşinin oğlu gelip
kendisinin evine ve hane halkına her zaman hücum ediyor, kendisini evden dışarı
çıkarıyor, karısıyla halvet oluyordu. Adam ne yapacağını şaşırmıştı. Bu durumu
yetkililerden her kime şikayet ediyorsa şikayet ettiği yetkili, hükümdardan
korktuğu için durumu hükümdara anlatmaya cesaret edemiyordu.
Sultan Mahmud b.
Sebüktekin bu meseleyi duyunca çok öfkelendi. Adama dedi ki: «Yazıklar olsun
sana ama bundan sonra yeğenim senin evine gelecek olursa sen hemen koş bana
gel, durumu bana bildir. Ama yanıma gelmene engel olacak yetkililere bu durumu
sakın anlatma. Yeğenim geceleyin de olsa sizin eve gelirse mutlaka yanıma gel
ve durumu bana bildir.»
Sonra Sultan Mahmud,
mabeyincilerini çağırdı ve onlara «Bu adam gece veya gündüz her ne zaman yanıma
gelmek isterse sakın ona engel olmayasınız.» dedi. Adam da sultana dua edip
sevinerek saraydan ayrıldı. Bir veya iki gece geçmeden sultanın genç yeğeni
yine o adamın evine hücum etti, adamı evden kovdu. Karısı ile halvet oldu. Adam
ağlayarak saraya geldi. Kendisine hükümdarın uyumakta olduğunu söylemeleri
üzerine adam «Hükümdar gece veya gündüz her ne zaman yanma gelecek olursam
kendisiyle görüşmeme engel olmamanızı size söylemişti» deyince hükümdarı
uyandırdılar. Hükümdar o adamla birlikte yeğeninin bulunduğu yere gitti.
Yanına hiç kimseyi almadı. İçeri girdiklerinde yeğeninin o adamın karısıyla
aynı yatakta olduğunu gördü. Yatağın yanında yanmakta olan bir mum vardı.
Hükümdar mumu söndürdü. Sonra gelip yeğeninin başını kopardı ve adama «haydi,
bana biraz su getir» dedi. Adam suyu getirdi. Hükümdar içti. Sonra gitmeye
kalktı. Adam ona şöyle dedi:
- Allah aşkına söyler
misin, mumu neden söndürdün?
- Yazıklar olsun sana
öldürdüğüm adam kızkardeşimin oğludur. Onu boğazlarken mum ışığında da olsa
görmek istemedim.
- Peki niçin acelece
su getirmemi istedin?
- Sen bu durumu bana
anlattığından beri hakkını vermeden ve sana yardım etmeden yemek yememeye ve
su içmemeye yemin etmiştim. Durumu bana anlattığından bu yana susuzdum. İşte bu
yaptığımı gördün. Ondan sonra su istedim.
Adam ona dua etti.
Sultan Mahmud da sarayına döndü. Kimsenin bundan haberi olmadı.
Sultan Mahmud mizaç
bozukluğu hastalığına yakalandı. Bununla birlikte iki sene müddetle ishal oldu.
Bu süre zarfinda yatağa uzanmadı. Bir şeye yaslanmadı. Çok güçlüydü. Ayrıca
hastalığı şiddetli ve mizacı bozulmuş olduğundan yatağa uzanamıyordu. Yanına
konulan bir yastığa dayanıyordu. Böylece hükümdarlık meclisinde oturuyor,
normal adeti üzere halk arasında hükmünü veriyordu. Nihayet bu senenin
rebi-yülahir ayının bitimine yedi gün kala perşembe günü altmışüç yaşında vefat
etti. Ömrünün otuzüç senesini hükümdarlıkta geçirdi. Çok miktarda servet
bıraktı. Terekesi arasında yetmiş rıtl (yaklaşık 32 kilo 200 gr.) mücevher
vardı ki, bunun kıymeti büyüktü. Allah taksiratını affetsin ve onu bağışlasın.
Kendisinden sonra yerine oğlu Muhammed geçti ondan sonra da hakimiyet diğer
oğlu Mesud'un eline geçti. Mesud babasına benzedi.
Bazı alimler Sultan
Mahmud'un yaşantısı, hükümdarlığı, fütuhatı hususunda eserler tasnif
etmişlerdir. [76]
Bu senede halife Kadir
Billah vefat etti. Yerine oğlu Kaim Bi-Emril-lah halife oldu. Bununla ilgili
açıklama ileride verilecektir.
Bu senede Sünnilerle
Rafizîler arasında büyük bir savaş meydana geldi. Sünniler onlara galip
oldular. Rafizîlerden çoklarını öldürdüler. Kerh mahallesini ve Şerif
Murtaza'nm evini yağmaladılar. Halk, Rafizîlere yardım ettikleri iddiasıyla
Yahudilerin evlerini yağmaladı. Yağma hareketleri bir çok eve sıçradı. Fitne
çok yayıldı. Bundan sonra da sakinleşti.
Bu senede şehrin ücra
köşelerinde ve dört bir yanında hırsızlarla yankesiciler büyük bir bela halinde
yayıldılar. Bir çok kötü işlere cüret ettiler. Gizli açık bir çok evi ve
yerleri yağmaladılar. Bunu gece gündüz durmaksızın yaptılar. Doğrusunu
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [77]
Ebu Cafer Abdullah b.
Kadir Billah. Babası Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muktedir b. Mutedid b. Emin Ebu Ahmed
el-Muvaffak b. Mütevekkil b. Mu'tasım b. Reşid b. Mehdi b. Mansur'un bu senenin
zilhicce ayının on-birinde pazartesi günü vefat etmesi üzerine kendisinin
halifeliğine be-yat edildi. Babası seksenaltı yıl on ay onbir gün yaşamıştı.
Kendisinden Önce ve sonra hiçbir halife bu tadar yaşamamıştı. Bu zat ömrünün
kırk-bir sene üç aylık kısmını halifelikte geçirmişti. Kendisinden öncekilerden
de hiç biri bu kadar uzun süre halifelik yapmış değildir. Annesi Temenna
adında bir cariye idi. Bu hatun Abdülvahid b. Muktedir'in cari-yesiydi.
Kadir Billah yumuşak
huylu, cömert, ilim ehlini, dindarları ve salih kimseleri seven, iyiliği
emreden ve kötülüğü yasaklayan bir kimseydi. İtikadda da selefi idi. Bu hususta
onun halka okunan birçok eserleri de vardır. Beyaz tenli, güzel görünümlü, uzun
ve geniş sakallı biriydi. Sakalına kına yakardı. Geceleri namaz kılar, çokça
sadaka verirdi. Sünneti ve ehli sünneti çok severdi. Bidati ve bidatçileri de
düşman görürdü. Çokça oruç tutar, ikta arazilerinin gelirlerinden fakirlere
yardım ederdi. Mekke ve Medine'de mücavir olarak yaşayan, Mansur Camii ile
Ru-safe Camii'nde bulunan yoksullara da yardım gönderirdi. Halktan birinin kılığına
bürünerek evinden çıkar, salih insanların mezarlarını ziyaret ederdi. Hicretin
381. senesi olaylarından bahsederken Kadir Billah'in yaşantısından güzel ve
salihane kesitler nakletmiştik. Vefatından sonra musibetin büyüklüğü nedeniyle
yedi gün müddetle taziye için oturdular. Ayrıca oğlu Kaim Bi-Emrillah'a yapılan
beyatı pekiştirmek istediler.
Kaim Bi-Emrillah'm
annesi Katrü'n-Neda idi. Bu kadın Ermem idi. Bu senede oğlunun halifeliğini
gördü.
Kaim Bi-Enırülah
Hicretin 391. senesinin zilkade ayının onsekizin-de cuma günü doğmuştu. Bu
senede kadıların, emirlerin ve ekâbirin huzurunda halifeliğine beyat edildi.
Kendisine ilk beyat eden kişi Şerif Murtaza idi ve ona şu beyitleri okudu:
«Bir da"ğ göçüp
gittiyse de.
Senin gibi yere kök
salmış bir dağ vardır bizim için
Dolunayı kaybetme
musibetine uğramışsak da
Senin gibi parlak ışık
saçan bir güneş kalmıştır bizim için.
Şu sevinç mahallinde
yine de hüznümüz vardır.
Ağlama yerinde nice
gülüşler vardır
Ey bir el tarafından
kınına sokulan keskin kılıç
Senden sonra artık
bizim için kınından sıyrılmış keskin bir kılıç vardır.
Beyatı yapmak için bu
meclise geldiğimizde
Senin rehberliğinle
hidayet yollarını tanıdık.
Genç yaşta olmakla
birlikte sen olgun bir kimsesin
Ve gençliğin değilde
ihtiyarlığın vakarı ile bize mukabelede bulundun-»
Kaim Bi-Emrillah'a
beyat yapıldığında Türkler ulufe istediler ama halifenin yanında onlara verecek
para yoktu. Çünkü babası ona bir şey bırakmamıştı. Bu yüzden halk arasında
neredeyse fitne kopacaktı. Nihayet Sultan Celalü'd-Devle bu amaçla sarfetmesi
için ona yaklaşık 3000 dinar para verdi. Halife, Ebu Talip Muhammed b. Eyyûb'u
vezirliğe, İbn Maküla'yı da kadılığa atadı. Bu senede Kûfe'den araplarla
birlikte yola koyulan küçük bir grup dışında doğu beldelerinden hiç kimse hacca
gitmedi. Bu senede halife Kadir Billah'tan başka vefat eden meşhur şahsiyetler
şunlardır: [78]
Künyesi Ebu Ali b.
Makûla'dır. Celalü'd-Devle'nin veziridir. Bir köle ve cariye ona suikast
yaparak ellialtı yaşında iken onu öldürdüler. [79]
Abdülvehhab b. Ali b.
Nasr b. Ahmed b. Hasan b. Harun b. Malik b. Tavk. Rahbe valisi idi. Tağlib
kabilesinden olup Bağdatlıdır. Maliki mezhebi imamlarından ve
musannıflarmdandır. Talebelerin ezberlediği telkin kitabı, iuru ve usule dair
başka eserleri de vardır. Bir süre Bağdat'ta ikamet etti. Dariya ve Makesya'da
kadılık yaptı. Daha sonra durumu sıkıntılı olduğundan Bağdat'tan çıktı.
Mısır'a gitti. Mağribliler ona ikramda bulundular. Ona bol miktarda altın
verdiler. O da cidden büyük bir servete sahip oldu. Bağdat'a özlem duyarak
şöyle bir şiir okumuştu:
«Her yerde Bağdat'a
selam olsun
Ona kat kat selamlar
göndermek, onun benim üzerimdeki hakkıdır.
Allah'a yemin ederim
ki bıkıp usandığımdan dolayı Bağdat'tan ay-nlmış değilim.
Ben onun iki yakasını
da bilirim.
Ama Bağdat'ın her
taran bana dar geldi.
Orada bana erzak
yardımı ulaşmadı.
Bağdat bir sirke
gibidir ki ona yaklaşmak istiyordum.
Ama onun ahlakı ters
olup benden uzaklaşıyordu.»
Hatib Bağdadî dedi ki:
«Kadı Abdülvehhab, İbn Semmâk'tan hadis dinledi ve yazdı. Sıka bir ravi idi.
Maükîler ondan daha iyi fikıh bilen birini görmemişlerdir.»
İbn Hallikan dedi ki:
«Abdülvehhab, Mısır'a vardığmda çok miktar da mal ve para elde etti. Durumu
düzeldi, iştahla yediği bir yemekten hastalandı. Anlatıldı^na göre o bu
hastahğ, esnanda yîtagînTfata
ZST: <<La ıIahe
İIIallah-Tara ya« UVmtT:
Onun çok güzel
şiirleri vardır aşka dair şiirlerinden biri şudur-
«Uyumakta olan
sevgıhği öptüm, uyandı
Gelin şu hırsıza had
tatbik edin, dedi
Ona dedim ki, sana kurban
olayım. Seni gasbettim
Ama gasbedene sadece
elde ettiğini geri verme cezasını tatbik ederler.
dir.
Al, ve ben günahkârı
hadde tatbik etmekten vazgeç Buna da razı olmazsan ayrıca sana 1.000 dinar da
vereyim. Sevgili kadın dedi ki: Akıllı kişinin vereceği kısas cezası Canının
ciğerine tatbik edildiğinde onun için baldan daha lezzetli-
Sağ taranın uyudu.
Sanki o, böğüre bağlanan bir kemerdir. Sol tarafim uyudu. Sanki o gerdanlığın
ortasıdır. Bana dedi ki: Senin zahid olduğun söylenmişti öyle değil mi? Ona
dedim ki: Evet öyledir. Zahidîiğe devam ediyorum»
İbn Hallikan şu şiirin
de Kadı Abdülvehhab'a ait olduğunu söylemiştir:
«Bağdat, varlıklılar
için hoş bir diyardır İflas etmiş kimseler içinse sıkıntılı bir diyardır
Sokaklarında şaşkın şaşkın dolaşıyordum Sanki bir zındıkm evindeki mushaf
gibiydim.» [80]
Bu senenin muharrem
ayının altısında yağmurların yağışı geciktiğinden, memleket susuz kaldığından,
bu yüzden insanların çoğunun Öldüğünden Bağdatlıların yağmur duasına çıkmaları
için çağrı yapıldı. Aşure günü olduğunda da Rafizîler çirkin bidatlerini icra
ettiler. Hz.Hü-seyin'e ağıt yaktılar. Bu törenler sebebiyle çarşı ve pazarlarla
Bağdat'ın sokakları insanla dolup taştı.
Bu senenin safer
ayında insanlar yağmur duasına çağinldılar. Ama Bağdat gibi geniş ve ahalisi de
çok olan bir şehrin ahalisinin ancak yüzde biri bu çağrıya icabet etti.
Bu senede askerlerle
Celalü'd-Devle arasında anlaşmazlık meydana geldi. Ona karşı ayaklandılar.
Netice de Celalü'd-Devle'nin sürgün larak Basra'ya gitmesine karar verildi.
Celalü'd-Devle, cariyelerinden &unu reddetti. Beraberinde bir kaç tanesi
kalmıştı. Rebiyülevvel ayı-ırı altısında pazartesi gecesi Bağdat'tan çıkıp
gitti. Türk köleler Ebû Kalicara mektup yazarak kendilerine reis olarak
Bağdat'a gelmesini 'stediler. Ebu Kalicar gelince Bağdat'ta düzen sağlandı.
İnatçı ve , Erlerden bir tek kişi dahi kalmadı. Türk köleler Celalü'd-Devle'nin
evini ve diğer yerleri yağmaladılar. Fakat Ebu Kalicar'ın gelişi gecikti,
sundan ki: Onun veziri, Bağdat'a gelmemesini ona tavsiye etmiş, o da vezirinin
bu tavsiyesine uymuştu. Bu yüzden Bağdat'ta hırsız ve yankesiciler çoğalmış,
durum büsbütün önüne geçilemez bir hal almıştı. Şehir bozulmuştu.
Celalü'd-Devle de bazı elbiselerini çarşıda satacak kadar fakr-ü zarurate
düşmüştü.
Ebu Kalicar Türklerden
şüpheleniyor, kendisine bir kötülük yapmalarından korkuyor ve bunun için de
onlardan rehineler istiyordu. Fakat bu hususta iki taraf anlaşamadı. İş uzadı.
Nihayet Türk köleler Celalü'd-Devîe'ye mektup yazarak onun Bağdat'a geri
gelmesini istediler ve ondan özür dilemeye başladılar. Eskiden olduğu gibi
şehirde onun adına hutbe okuttular. Öte yandan halife de Melik Ebu Kalicar'a
elçiler gönderdi. Gönderdiği elçiler arasında kadı Ebu Hasan el-Maverdî de vardı.
Maverdî ondan çekinerek huzuruna vardı. Selam verdi. Büyük bir sorumluluk
yüklenmişti. Ebu Kalicar, kadılardan kendisine "Sul-tan-ı Azam" ve
"Malikü'1-Ümem" lakabım vermelerini isteyince Maverdî «bunun imkânı
yoktur. Çünkü Sultanı Azam ve Maîikü'1-Ümem halifenin kendisidir» dedi. Sonra
ona Melikü'd-Devle ünanmı takmaya karar verdiler. Ebu Kalicar, halifeye büyük
armağanlar gönderdi. Maver-dî'nin halifeye götürdüğü bu armağanlar arasında
1.000.000 Saburi dinarı da vardı. Ayrıca binlerce dirhem de bu armağanlar
arasına katılmıştı. Askerler halifeden ulufe talebinde bulundular. O bunu
veremedi. Sonra askerler onun adına okunmakta olan hutbelerin artık okunmamasına
karar verdiler. Cuma namazları kılınmadı. Ama ertesi cuma yine halifenin adına
hutbe okundu. Şehir cidden karıştı. Hırsızlar ve yankesiciler çoğaldı.
Sonra rebiyülahir
ayında halife, Celalü'd-Devîe'ye yemin ederek °na karşı iyi olduğunu, tıpkı
onun istediği gibi sadık ve güzel bir düşünceye sahip olduğunu bildirdi. Sonra
Celalü'd-Devle'nin nebiz içip sarhoş olması yüzden halife ile
Celalü'd-Devle'nin arası bozuldu. Fakat sonra Celalü'd-Devle gidip halifeden
özür diledi. Bozuştuktan sonra tekrar barışmış oldular.
Bu senenin receb
ayında Bağdat'ta ve diğer Irak beldelerinde fiyatlar cidden yükseldi ve
buralardan hiç kimse hacca gitmedi.
Bu senede
Hindistan'da, Gazne'de, Horasan'da, Cürcan'da, Reyde ve İsfahan'da çok sayıda
insan Öldü. Kısa bir süre zarfında buralardan 40.000 cenaze çıktı. Musul,
Cebel, Bağdat taraflarında da çiçek hastalığından ötürü ölü sayısı fazlalaştı.
Öyleki her evde mutlaka çiçek hastalığına yakalanmış bir insan vardı. Bu
salgın haziran, temmuz, ağustos, eylül, ekim ve kasım aylannda devam etti.
Yazın, güz mevsimine nisbet-le daha çok ölü vardı. el-Muntazam adlı eserinde
İbnül-Cevzî böyle demiştir.
Bu senede İsfahanlı
bir adam rüyasında birinin yüksek sesle «Ey Isfahan halkı!» diye seslendiğini
sonra sustuğunu tekrar konuştuğunu sonra yine sustuğunu ardından tekrar
konuşmaya başladığını görmüş, panik içinde uyanmış ve bu rüyasını halka
anlattığında kimse bu rüyayı yorumlayamamıştı. Nihayet adamın biri Ebu'l-Ut
ahiye'nin şiirini okumuş ve şöyle demişti:
«Ey Isfahan halkı! Ben
Ebü'l-Utahiye'nin şiirindeki beyiti okumuştum:
«Felek bir zaman
onlara bir şey demeyip sustu Ama sonra konuşuncada onlara kan ağlattı.»
Kısa bir süre sonra
Gazneli Mahmud'un oğlu Melik Mesud geldi ve îsfahanlılardan çok adam öldürdü.
Öyleki camilerde bulunan insanlar dahi öldürüldü.
Bu senede Melik Ebu
Kalicar, Hadim Cendel'i mağlub edip Öldürdü. Ebu Kalicar onun memleketini
istila etmiş orada Hadim Cendel'in sadece ismi kalmıştı. Memleket ondan
kurtuldu.
Bu senede büyük Türk
Hükümdarı ve Maveriünnehir mıntıkasının sahibi Kadir Han öldü. [81]
Künyesi Ebu Zür'a
er-Razî'dir. Hatib Bağdadî dedi ki: «Ebu Zür'a bir cemaatten hadis dinledi.
Hacdayken bize hadis okudu. Ben de okuduğu hadisleri dinleyip yazdım. Doğru
sözlü, keskin zekâlı, edip bir kimseydi. Şafiî mezhebinin fıkhını iyi bilirdi.
İsfahan kadılığı yaptı. Duyduğuma göre o, hicretin 423. senesinde Kerh'te vefat
etmiştir.» [82]
Ali b. Muhammed b.
Hasan b. Muhammed b. Nuaym b. Hasan Basrî. Nuaymi adıyla meşhur olmuştur. Hadis
nafizi, şair, mütekellim ve Şafiîtaç. Berkanî dedi ki: «O her şeyde olgun bir
şahsiyetti. Yalmz bir - uSuru vardı. Bir cemaatten hadis dinledi.» Onun
şiirlerinden biri şudur:
«Namerdlerin avucu
sana su vermeyip seni susuz bırakacak olursa, toklukta da, suya kanmışlıkta da
kanaat sana yeter. Kanaatin seni doyurur ve suya kandırır. Ayağı topraklara,
ama başı Süreyya yıldızına kadar uzanan bir kimNimete kavuşan kimseyi gördüğün
zaman,
Onun elindeki nimeti
başkalarından esirgediğini görürsün.
Hayat suyunu yani kanı
akıtıp adam öldürmek,
Haya suyunu yere
dökmekten arsızlık yapmaktan daha kolaydır.» [83]
Muhammed b. Tayyib b.
Sa'd b. Musa Ebu Bekir es-Sebbağ. Nec-cad'dan ve Ebu Bekir eş-Şafiî'den hadis
dinledi. Doğru sözlü, sadakatli bir kimseydi. Hatib Bağdadînin anlattığına göre
o, 900 kadınla evlenmiştir doksanbeş yaşında bu senede vefat etmiştir. [84]
Meşhur kâtipti. İbn
Hallikan'ın anlattığına göre bu senede vefat etmiştir. Önceki kısımlarda da
anlatıldığı gibi hicretin 413. senesinde vefat ettiğine dair zayıf bir rivayet
de vardır. [85]
Bu senede hırsızlarla
yankesiciler kuvvetlendiler. Serleri çoğaldı. Bir çok yağma hareketlerine
giriştiler. Liderleri Bürcüminî'nin kuvveti fazlalaştı. Güvenlik kuvvetleri
komutanını bir suikast neticesinde öldürdüler. Gece ve gündüz yağma
hareketleri devam etti. İnsanlar evlerini bekçi gibi beklemeye başladılar.
Halifenin sarayının da bekçileri çoğaltıldı. Şehrin surlarının etrafina
bekçiler konuldu. Hırsızlarla yankesicilerin durumu büyük vehamet arzetti.
Liderleri Bürcüminî kadınlara eziyet etmiyor, kadınların üzerlerindeki
zinetleri almıyordu. Bu da zulümde bir nevi mertlik sayılıyordu. Nitekim şairin
biri demişti:
«Merhamet et. Bazı
serlerden sakın.
Şerrin bazısı bazısına
nisbetle daha hafiftir.»
Bu sene
Celalü'd-Devle, Basra şehrini ele geçirdi. Oraya oğlu Aziz'i naib tayin etti.
Orada Aziz, babası Celalü'd-Devle adına hutbe okuttu.
Bu senede ve bundan
sonraki senelerde hutbeler Ebu Kalicar adına değil, Celalü'd-Devle adına
okundu. Sonra tekrar eski hale dönüldü. Ebu Kalicar Basra'da bulunan
Celalü'd-Devle'nin oğlu Aziz'i kovdu.
Bu senede Türkler,
Melik Celalü'd-Devle'ye karşı ayaklandılar ki erzaklarını ve maaşlarını ondan
tahsil etsinler. Onu evinden çıkarıp mescide götürdüler. Haremini de evden
çıkardılar. O da geceleyin Şerif Murtaza'nın evine gitti. Sonra Türkler onunla
barıştılar. Ona itaat edip emrini dinleyeceklerine yemin ettiler. Onlar tekrar
evine döndürdüler. Hırsızlarla yankesiciler çoğaldılar. Halka çok eziyette
bulundular. Şehirde ve ülkede fesat çoğaldığından Iraklılardan ve
Horasanlılardan hiç kimse hacca gidemedi. [86]
Künyesi
Ebu'l-Hüseyin'di. Vaizdi. İbn Semmâk adıyla meşhur olmuştur. Hicretin 330.
senesinde doğdu. Cafer el-Huldî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Mansur
Camiinde ve Mehdi Camii'nde Vaaz verirdi. Sofiye metoduna göre konuşurdu. Bazı
imamlar onu eleştirmişler ve yalancı olduğunu söylemişlerdir. Bu senede
doksandört yaşında vefat etti ve Bab-ı Harb mezarlığına defnedildi.[87]
Bu senede Sultan
Mahmud'un oğlu Mesud Hindistan'a gazaya gitti. Bir çok kaleleri fethetti.
Fethettiği kaleler arasında müstahkem biri vardı ki, orayı kuşatma altına
aldığında surlardan acuze ve büyücü bir kadın çıktı. Bir süpürgeyi eline alıp
ıslattı ve İslâm ordusunun bulunduğu tarafa süpürgeyi silkeleyip sulan serpti.
Sultan Mesud o gece şiddetli bir hastalığa yakalandı ve o kaleyi bırakıp geri
çekildi. Geri çekilme esnasında tam bir şifaya kavuştu ve salimen Gazne'ye
geri döndü.
Bu senede hırsızların
ve yankesicilerle yağmacıların gemi azıya almaları üzerine Besasirî, Bağdat'ın
doğu yakasını himayesine aldı.
Yine bu senede Sinan
b. Seyfü'd-Devle, babasının vefatından sonra yönetimin başına geçti. Amcası
Karvaş'm yanına giderek yönetimde ona yardımcı oldu. Tahtında oturmasını temin
etti.
Bu senede, Bizans
imparatoru Romanos öldü. Yerine hanedandan olmayan ve önceki zamanlarda
sarraflık yapmış olan fakat Konstantin sülalesinden olan biri geçti.
Bu senede Mısır'da ve
Şam'da çok depremler oldu. Bir çok binalar yıkıldı. Yıkıntılar altında kalan
bir çok insan canından oldu. Remle şehrinin de üçte biri yıkıldı. Camisi
darmadağın oldu. Halk panik içinde şehri terketti. Şehir dışında sekiz gün
kaldılar. Sonra durum sakinleşti ve yine tekrar şehre döndüler. Beyt-i
Makdis'in Bazı duvarları yıkıldı. Davud Peygamberin mihrabının büyük bir
parçası koptu. İbrahim Mes-cidi'nin de büyük bir kısmı yıkıldı. Hücre sağlam
kaldı. Az kalan minaresi ve Gazze şehrinin minaresinin de tepe kısmı yıkıldı.
Barzat kasabası ahalisi sığırları ve koyunlanyla birlikte yere battı. Aynı
şekilde o yörede bulunan köy ve kasaba da yere battı. İbnü'l-Cevzî böyle
demiştir.
Bu senede îfrikiye'de
şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Nusaybin'de ortalığı karartan bir firtma
esti. Dut, ceviz ve unnab gibi bir çok ağacı yere devirdi. Taş, alçı ve
kireçle yapılmış sağlam bir köşkü yerinden söküp içindeki insanlarla birlikte
tarumar etti. İnsanların Ölümüne neden oldu. Bundan sonra el, parmak ve bilek
kemiği büyüklüğünde yağmur ve dolular yağdı. O taraftaki denizin suyu üç fersah
kadar dibe çekildi. Öyle ki insanlar denizdeki balıkları yakalamak için
kovalamaya başladılar. Ama deniz aniden geri dönüp onları sular altında bırakıp
boğdu.
Bu senede birçok insan
boğularak Öldü. Öyle ki kapı, sahiplerinin üzerine kapanıyor, hepsi içeride
boğularak ölüyordu. Bu olayların çoğu da Bağdat'ta cereyan etmişti.
Bağdatlılardan zilhicce ayında 70.000 kişi
ölmüştü.
Bu senede Sünnilerle
Rafizîler hatta hırsızlar ve yankesiciler arasında savaş meydana geldi.
Hırsızlarla yankesiciler ehli sünnetten olan kısımlarının liderliğini
İsfahanî'nin iki oğlu yapmaktaydı. Bunlar Kerh mahallesi sakinlerinin Dicle
suyunu almalarım menetmişler, böylece Kerh mahallesi sakinleri sıkıntıya
düşmüşlerdi. İbn Bürcümî ve kardeşi de bu senede öldürüldüler.
Bu senede Iraklılardan
kimse hacca gidemedi. [88]
Hadis hafızı idi.
Berkanî adıyla meşhur olmuştur. Künyesi Ebu Bekir'dir. Hicretin 333. senesinde
doğdu. Çok hadis dinledi. Hadis toplamak amacıyla bir çok beldelere
seyahatlerde bulundu. Cidden çok kitaplar derlerdi. Kur'an, hadis, fıkıh ve
nahvi iyi bilen bir alimdi. Faydalı ve güzel hadis eserleri vermiştir.
Ezherî dedi ki:
«Berkanî ölünce artık hadis ilmi de gider. Ben ondan daha sağlam bilgili birini
görmedim.»
Bir başkası da dedi
ki: «Hadis ehli arasında Berkanî1 den daha âbid birini görmedim.»
Berkanî receb ayının
başında perşembe günü vefat etti. Cenaze namazını Ebu Ali b. Ebu Musa
el-Haşinıî kıldırdı. Bağdat'ın el-Cami mezarlığına defnedildi. İbn Asâkir,
onun şu şiirini nakletmiştir:
«Kendimi hadis
kitaplarıyla teselli ediyorum.
Onlarla buluşmak için
güzel bir vakit ayarlıyorum.
Kendimi hadis
kitaplarım tasnif etmek ve hadis rivayet etmekle
Sürekli olarak meşgul
ediyorum.
Bazan hadisleri
üstadlara dayanarak tasnif ediyorum.
Bazan da müsned olarak
tasnif ediyorum.
İçeriği ve gayreti ile
tasnif ettiği Buhari'nin eserim rehber ediniyo-
rum.
Müslim'inkini de
kendime rehber ediniyorum.
Çünkü o tasnifi ile
halkın süsü ve zineti olmuştur.
Müslüman bir
mürşiddir.
Benim için bunda
sadece şu pay vardır:
Ben bunu doğru amaçlı
bir heves ve aşk olarak görüyorum.
Peygamber Mustafa'ya
salavat yazmakla da,
Ben sevap ve mükâfat
umuyorum.» [89]
Künyesi Ebü'l-Abbas
el-Ebyordî'dir. Şafiî imamlarından ve şeyh Ebu Hamid el-İsferayinî'nin
talebelerindendir. Mansur Camii'nde fetva için bir meclisi vardı.
Katiatü'r-Rebi mahallesinde ders verirdi. İbn Ekfanî'ye vekâleten Bağdat
kadılığını yürüttü. Hadis dinledi. İtikadı güzel, yolu ve metodu hoş bir
kimseydi. Dili fasih olup yoksulluğa karşı sabırlı idi. Yoksulluğunu
başkalarından gizlerdi. Güzel şiir söylerdi. Tıpkı şu ayet-i kerime ile
muttasıf olmuştu:
«Hayalarından dolayı
kendilerini tanımayanların zengin saydıkları yoksulları yüzlerinden tanırsın.
İnsanlardan -yüzsüzlük ederek- bir
şey İstemezler.»
(el-Bakara, 273}.
Ahmed b. Muhammed b.
Abdurrahman, bu senenin cemaziyelahir aymda vefat etti ve Bab-ı Harb
mezarlığına defnedildi. [90]
Hasan b. Abdullah b.
Yahya Şeyh Ebu Ali el-Bendenbecî. Şafiî imamlarından ve Ebu Hamid
el-İsferayinî'nin talebelerindendir. Arkadaşları arasında kendisi kadar fıkıh,
inceleme, fetva verme hususunda yüksek bir alim yoktu. Bağdat'ta kadılık yaptı.
Dindar ve takvalı bir kimseydi. Bu senenin cemaziyelahir ayında vefat etti. [91]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/74-75.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/75.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/75.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/75.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/76.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/76.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/76-77.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/77-79.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/79-80.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/80.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/81.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/81.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/81.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/81.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/81-82.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/82.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/82-83.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/83-84.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/84.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/84-85.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/85-86.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/86-87.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/87.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/87.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/87-88.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/88.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/88-89.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/89.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/89.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/89.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/89.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/89.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/90.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/90.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/90-91.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/91.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/91.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/91.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/91-92.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/92.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/92-93.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/93.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/93.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/93-94.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/84-85.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/95.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/95.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/95.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/95-96.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/96.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/96-97.
[52] Danik dirhemin 6'da biri (1/6) dir.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/97-98.
[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/99.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/99.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/99.
[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/100.
[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/100.
[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/100.
[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/100.
[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/101.
[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/101.
[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/101.
[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/101.
[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/102.
[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/102.
[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/102.
[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/102-103.
[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/104-105.
[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/105.
[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/105.
[72] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/106.
[73] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/106-108.
[74] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/108-109.
[75] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/109.
[76] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/109-110.
[77] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/111.
[78] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/112/113.
[79] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/113.
[80] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/113-114.
[81] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/114-116.
[82] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/116.
[83] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/116-117.
[84] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/117.
[85] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/117-118.
[86] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/118.
[87] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/119-120.
[88] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/120.
[89] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/120.
[90] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/121.
[91] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/121.