Hicretin
Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesi
Hicretin
Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzellinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hasan
B. Muhammed Ebu Abdullah Elunî
Reis'ür
Rüesa Ebü'l-Kasım B. Mesleme
Hicretin
Dörtyüzellibirinci Senesi
Tuğrul
Bey'in Besasirî'yi Öldürmesi
Arslan
Ebu'l-Haris El-Besasiri Et-Türkî
Ali
B. Mahmud B. İbrahim B. Macire.
Hicretin
Dörtyüzelliîkinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzelliîkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzelliüçüncü Senesi
Hicretin
Dörtyüzelliüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzellidördüncü Senesi
Hicretin
Dörtyüzellîdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzellîbeşinci Senesi
Tuğrul
Beyin Halifenin Kızıyla Gerdeğe Girişi
Hicretin
Dörtyüzellibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzellialtıncı Senesi
Hicretin
Dörtyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzelliyedinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzellisekizincî Senesi
Hicretin
Dörtyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Kadı
Ebu Ya'lâ B. Ferra El-Hanbelî
Hicretin
Dörtyüzellidokuzuncu Senesi
Hicretin
Dörtyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Muhammed
B. İsmail B. Muhammed
Hicretin
Dörtyüzaltmışıncı Senesi
Hicretin
Dörtyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Abdülmelik
B. Muhammed B. Yusuf B. Maksur.
Ebu
Cafer Muhammed B. Hasan Et-Tusî
Hicretin
Dörtyüzaltmışbirinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Dörtyüzaltmışikinci Senesi
Hicretin
Dörtyüzaltmışîkînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hilâl b. Muhsin b.
İbrahim b. Hilal. Künyesi Ebu'l-Hayr'dı. Katiplik yapmıştır. Sabiî idi. Tarihi
vardır. Dedesi Ebu îshak es-Sabiî de risaleler sahibiydi. Babası da Sabiî'ydi.
Ancak Hilal daha sonra müslüman oldu. İslâmiyeti güzelce yaşadı. İslâm'a
girmeden de bazı hadis ulemasından hadis dinlemişti. Çünkü edep öğrenmek
amacıyla yanlarına gidip gelirdi. İslâm'a girdikten sonra da onun ona çok
yararı oldu. İbnül-Cev-
"'nin anlattığına
göre bu, onun İslâm'a girmesine sebep olmuştu. Ve yi-Z1 İbnü'l-Cevzî onun
İslâm'a girişini şöyle anlatır: 116 «Hilal b. Muhsin rüyasında Rasûlullah
(s.a.v.)'i defalarca görmüş-Rasûlullah onu hep Aziz ve Celil olan Allah'a imana
davet ediyor, Mâm'a girmesini emrediyor ve ona «Sen akıllı bir adamsın
delillerle desteklenen İslâm dinini ne diye terke diyorsun?» diyor ve rüyada
ona, nıklık halinde şahid olduğu bazı mucizeler gösteriyordu. Mesela ona sövle
demişti: Senin karın erkek bir çocuğa hamiledir. Doğduğunda o çocuğa Muhammed
adını ver» gerçekten de karısı bir erkek çocuk doğurmuş ve ona Muhammed adını
vermiş, Ebü'l-Hasan künyesini de takmıştı.
Rasûlullah (s.a.v.),
ona daha bir çok mucizeler göstermişti ki İbnü'l-Cevzî bunları sırasıyla
anlatmıştır. İşte bu ikazlar ve mucizeler üzerine Hilal b. Muhsin Müslüman
olmuş, islâmiyeti güzelce yaşamıştı. Doğru sözlü, sadakatli bir kimseydi. Bu
senede doksan yaşında vefat etti. Ömrünün kırk küsur senesini Müslüman olarak
yaşadı.[1]
Bu senede Bağdat'ta ve
diğer beldelerde peşpeşe kıtlık ve ölümler meydana geldi. Öyle ki bir çok evler
sahipsiz kaldı, içi boşaldı. Hatta evlerin kapılan içerideki kimselerin ölümü
yüzünden kapandı. Yoldan geçenler hiç kimseyle karşılaşamaz oldular. Azık
kıtlığından dolayı insanlar, leşleri ve kokuşmuş şeyleri yemek mecburiyetinde
kaldılar. Bir kadının yanında küflenip yeşermiş bir köpek bacağı görüldü. Bunu
yemek mecburiyetinde kalmıştı. Bir erkek de bir çocuğu tandırda kızartıp yemişti.
Bir kuş leşi duvardan yere düşmüş; beş kişi onu kapışıp aralarında paylaşmış
ve yemişlerdi.
^ Buhara'dan gelen bir
mektupta anlatıldığına göre orada ve oraya bağh kazalarda bir günde 18.000 kişi
ölmüştü ve bu veba sebebiyle o mıntıkalarda bu mektubun yazıldığı güne kadar
bir buçuk milyon insanın öldüğü tesbit edilmişti. İnsanlar bu mıntıkalarda
dolaşırlarken boş caddeler, ıssız yollar ve kilitli kapılarla
karşılaşıyorlardı. Her taraf ıssızdı, insansız kalmıştı. İbnü'l-Cevzî böyle
demiştir. Yine onun dediğine göre Azerbaycan'dan gelen haberler arasında o
mıntıkalarda büyük bir V h /algmi meydana gelmişti. O beldelerde çok az sayıda
insan bu vebadan kurtulmuştu. Ahvaz, Buvat ve buralara bağlı mıntıkalarda da
veba salgını meydana gelmişti. Bütün ülke veba tehdidi altındaydı. Bunun en
büyük sebebi de açlıktı. Yoksul kimseler köpekleri pişirip yiyor-ezarları
açarak ölüleri çıkarıp pişirip yiyorlardı. İnsanların gece
gündüz meşguliyetleri
sadece ölü eti yıkayıp teçhiz etmek ve mezara
mmekti. Bir çukur
kazılıyor, oraya yirmi-otuz ceset defnediliyordu.
İnsan oturmakta iken
kalbi kan basıncından ötürü çatlıyor, ağzına bir damla kan geliyor ve o anda
ölüyordu. Bu durumu gören insanlar tevbe ettiler, mallarının çoğunu sadaka
olarak dağıttılar, ama sadaka olarak vermek istedikleri paralarım kimse kabul
etmiyordu. Fakire çok miktarda dinar, dirhem ve elbise veriliyor ama o «ben
açlığımı giderecek bir parça ekmek istiyorum» diyordu. Ekmek bulunamıyordu.
İnsanlar evlerindeki içkileri döktüler. Oyun ve müzik aletlerini kırdılar.
İbadet etmek ve Kur'an okumak için mescidlere kapandılar. İçinde içki
bulunup-ta bütün aile efradı ölmeyen ev sayısı gerçekten çok azdı. Yedi gün süreyle
can çekişmekte olan bir hasta adamın yanma gidildi. Hasta adam evin bir
tarafını parmağıyla gösterdi. Oraya gittiklerinde bir şarap küpü gördüler.
Şarabı döktüler ve hasta adam o anda ruhunu teslim etti. Bir adam mescitte
vefat etti. Yanında 50.000 dirhem para buldular. Bu para halka arzedildi ama
hiç kimse bu parayı kabul etmedi ve paralar mescitte dokuz gün kaldığı halde
hiç kimse bunu istemiyordu. Bir süre sonra dört kişi bu parayı almak için
mescide girdiler ve paraları almak isterlerken düşüp öldüler. Bunlardan
hiçbiri o mescitten diri çıkamadı aksine hepsi Öldüler.
Şeyh Ebu Muhammed
Abdülcebbar b. Muhammed'in 700 fıkıh öğrencisi vardı. Kendisi vefat ettiği
gibi onikisi hariç bütün öğrencileri de öldüler. Sultan Debis b.Ali barış
yaptıktan sonra memleketine döndüğünde ahalisinin vebadan ötürü öldüğü ve
orada çok az sayıda insan kaldığı için memleketinin harap olduğunu gördü.
Adamlarından birini elçi olarak bir yere gönderdi. Bir grup insan onu yakalayıp
öldürdüler. Pişirip etini yediler.
Ibnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin cemaziyelahir ayının bitimine yedi gün kala çarşamba günü
Bağdat'ın Katiatü İsa mahallesi, Sukut Taam, Kiniş, Ashabü's-Sıkt,
Babü'ş-Şair, Aktarlar Çarşısı, Suku'1-Aris, Emmatiler, Haşşabiler çarşıları ile
kasaplar ve hurmacılar pazarlarının yanısıra Suk-u Mihvel, Nehri Zeccac,
Süveykat-ü Galip, Saffarm, Sabbağin ve diğer bir çok yerleri yandı. Bu da
insanların maruz kaldıkları açlık, kıtlık ve ölüm belasına ek bir musibet
oldu. İnsanlar halden düştüler. Zayıfladılar öyleki bu yangının ateşi daha da
fazlalaştı ve yapacağını yaptı. «İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi raciûn (doğrusu
biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).»
Bu senede Bağdat'ta
hırsızlar ve yankesiciler çoğaldı. Gündüz bile milletin paralarını gasbettiler.
Gece-gündüz demeden evlere baskın yaptılar. Şiilerin sözcüsü kelama Ebu Cafer
et-Tusî'nin evine de baskın yapıldı, kitapları ve eserleri ile sapıklık ve
bidati hususunda kullanmakta olduğu defterleri yakıldı. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Bu senede Sultan
Tuğrul Bey Musul dönüşünde Bağdat'a geldi. Halk ve ileri gelenler onu yolda
karşıladılar, Reis'ür-Rüesa, halifeninmis olduğu mücevherle işlenmiş murassa
bir hil'ati ona giydirdi.
o1 "
il Bey yeri öptü. Bunlardan sonra hilafet sarayına girdi. Halife'nin
-gerdiği bir ata
binerek yanına gitti. Huzura vardığında halifenin ye-
H°zira uzunluğunda bir
tahta oturmuş olduğunu, Peygamber hırkasını
uzuna attığını, elinde
de kırbacı tuttuğunu gördü. Yeri öptü. Hali-
f'vûn tahtından
aşağıda daha alçak bir tahtta oturdu. Sonra halife; Re-
is'ür-Rüesa'ya dedi
ki:
«Ona deki, müminlerin
emin bu çabalarından oturu sem övüyor, vaptıklarmdan ötürü de sana teşekkür
ediyor. Kendisine yakınlığı sebebiyle ünsiyet buluyor. O, Cenâb-ı Allah'ın
kendisine vermiş olduğu beldelerine seni hakim tayin ediyor. Seni hâkim ve
sultan olarak tayin etti-&i yerlerde Allah'a karşı gelmekten sakın,
memleketi imar etmek için çaba sarfet. Kulların durumunu İslah et. Adaleti yay.
Zulme engel ol.» Amidü'd-Devle, halifenin bu söylediklerini ona tercüme etti. O
da kalkıp halifenin huzurunda yeri Öpüp şöyle dedi:
«Ben müminlerin
emirinin hizmetçisi ve kölesiyim. Onun emir ve yasaklan doğrultusunda
tasarrufta bulunacağım. Bana verdiği yetki ve görevden dolayı da şerefyâb
olmaktayım. Bu işi başanyla yapmak için Allah'tan yardım ve muvaffakiyet
diliyorum.»
Sonra halife, hiFat
giymesi için ayağa kalkmasını söyledi. O da geniş alanda kalkıp bir odaya
girdi. Üzerine yedi hil'at giydirildi. Başına taş konuldu. Tekrar huzura dönüp
halife'nin elini öptükten sonra tahta oturdu. Halife'nin elini Öpmeğe
çalıştıysa da başındaki tac buna engel oldu. Halife bir kılıç çıkarıp beline
taktı ve kendisine şarkın ve garbın sultanı diye hitap edildi. Üç sancak
getirildi. Halife bunlardan birini kendi eliyle bağlayıp ona teslim etti.
Ferman getirilip halifenin huzurunda okundu. Halife ona, halka adilce
davranmasını ve bu hususta Allah'tan korkmasını tavsiye etti. Tekrar kalkıp
halifenin elini öpüp başına götürdü. Sonrada büyük bir debdebeyle saraydan
çıkıp kendi konağına gitti. Giderken önünde hacipler ve tam tekmil askerleri
vardı. İnsanlar ona saltanat tebriklerini sunup selam vermeye geldiler. O da
halifeye büyük armağanlar gönderdi. Gönderdiği armağanlar arasında 50 000
dinar para, binekleri silahlan ve kuşaklanyla elli Türk köle, çe-Şitlı beşyüz
elbise vardı. Tuğrul Bey, Reisü'r-Rüesa'ya da 5.000 dinar para ve elli parça
kumaş ve diğer armağanlar sundu»
Bu senede Mısır
hükümdan, veziri Ebu Muhammed Hasan b. Ab-
aurrahman el-Bazirî'yi
tevkif etti. Onun devlete 3.000 dinar borçlu oldu-
pna dair yazılı
ifadesini aldı. Seksen adamını gözaltına aldı. Tevkif edi-
en bu vezir, Hanefî
fikıhçısıydı. İlim ehline ve Mekke, Medine ahalesine
asanda bulunurdu. Şeyh
Ebu Yusuf el-Kazvinî onu methederdi. [2]
Ahmed b. Abdullah b.
Süleyman b. Muhammed b. Süleyman b. Ahmed b. Süleyman b. Davud b. Mutahhar b.
Ziyad b. Rebia b. Hars b. Rebia b. Enver b. Esham b. Erkanı b. Numan b. Adiy b.
Gatafan b. Amr b. Berih b. Huzeyme b. Teymullah b. Esed b. Vebre b. Tağlib b.
Hulvan b. İmran b. Elhaf b. Kudaa Ebü'1-A'lâ el-Mearri et-Tenuhî. Şairdi.
Zındıklıkla meşhur olmuştu. Arap dilcisi idi. Şiir ve Arap diline dair divan
ve tasnif eserleri vardır. Hicretin 363. senesinin rebiyülevvel ayının bitimine
üç gün kala gün battıktan sonra cuma günü doğdu. Dört veya yedi yaşındayken
çiçek hastalığına yakalandı. Gözünü kaybetti. Onbir ya da oniki yaşındayken
şiir söylemeye başladı. Hicretin 399. senesinde Bağdat'a geldi. Bir yıl yedi
ay süreyle orada ikamet etti. Sonra kovulmuş ve hezimete uğramış bir halde
oradan çıkıp gitti. Çünkü o, dininin ilminin ve aklının kıtlığını gösteren
şiirimsi bir sual sormuştu. Şöyle ki:
«Bir çelişkidir. Buna
karşı sadece susmamız gerekiyor ve mevlâ-mıza cehennemden bizi koruması için sığınıyoruz.
Bir el cinayete
uğradığı zaman diyeti 500 altın oluyor.
Peki ama bu el çeyrek
dinarı çaldığı zaman ne diye kesiliyor?»
O, gerçekleri gözardı
edip yalancılık yaptığından ötürü «elin diyeti 500 dinardır ama çeyrek dinarlık
bir şeyi çaldığı zaman ne diye onu kesiyorsunuz?» diyordu. Bu da onun aklının
kıtlığının, basiretinin kör oluşunun bir sonucu idi. Zira bir el cinayete
maruz kaldığı zaman insanlar ona karşı taşkınlık yapmasınlar ve mütecaviz
olmasınlar diye diyetinin çok olması uygundur. Ama o elin kendisi hırsızlık
yaparak suç işleyecek olursa artık insanlar başkalarının mallarına göz
koymasınlar, mülkiyet muhafaza altına alınsın diye kıymetinin ve diyetinin az
olması elbetteki münasib olur. Bu sebeple bazıları demişler ki: «El, güvenilir olduğu
zaman kıymetlidir, ama hain olduğu zaman kıymeti düşer.»
İşte fikıhçılar bu
şiiri ve benzer sözleri nedeniyle onu cezalandırmaya niyetlendiklerinde Ahmed
b. Abdullah, kendi beldesine kaçıp gitti. Evine kapandı dışarı çıkmaz oldu. Bir
gün halifenin yanında oturuyordu. Halife, Mütenebbî'aen hoşlanmıyor, onu
küçültücü sözler sarfedi-yordu. Ahmed b. Abdullah, yani Ebu'1-Alâ da
Mütenebbî'yi seviyor, onun şanını yüceltmeye çalışıyor ve onu övüyordu. Yine o
mecliste iken Mütenebbî'nin adı geçti. Halife onu yerince Ahmed b. Abdullah,
yani Ebü'1-Alâ şöyle dedi: Mütenebbî'nin hiç bir kasidesi ve şiiri olmasa bile
şu cümle ile başlayan kasidesi onun üstün bir şair olduğunu göstermeye yeter:
«Ey münazil senin
kalplerde tahtın vardır.»
Halife Öfkelendi ve
Ahmed b. Abdullah'ın yani Ebü'l-Alâ'nm huzurundan çıkarılmasını emretti.
Görevliler ayaklarından tutup onu yü-üstü sürükleyrek huzurdan çıkardılar.
Görevliler onu çıkarırlarken halife «bu köpeğin mezkur kasideyle neyi
kasdettiğini biliyor musunuz?» diye sordu. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü: O
deminki sözüyle Mütenebbî'nin şu kasidesini kasdetti:
«Kötü bir adam beni
senin yanında yerecek olursa
Onun bu yermesi benim
olgun kişi olduğumun delili olur.»
Yoksa Mütenebbî'nin
bundan daha güzel kasideleri vardır. Ama o bunu kasdetti»
Bu da halifenin keskin
zekâlı oluşundan dolayı idi. Çünkü O, Ahmed b.Abdullah'm yani Ebü'1-Alâ
el-Mearrî'nin imalı sözlerini anlamıştı. Ebul-Ala el-Maarrî'nin kendisi de
zeki kimselerdendi. Ebü'1-Alâ El Mearrî, ömrünün kırkbeş senesi boyunca et,
süt, yumurta ve hayvani besinler yemiyordu. Brahman felsefecilerinin yolunu
takib ediyordu. Anlatıldığına göre o sahil yollarından birinden gelmekte iken
bir manastıra uğrayıp geceler. Manastır rahibinin yanında kalır, rahipte onu
İslâm dini hususunda şüphelere sürüklemişti. Gıdasını nebatattan ve diğer
şeylerden alırdı. En çokta mercimek yer, tatlı ihtiyacını ise pekmez ve
incirle karşılardı. Kimsenin yanında yemek yemez ve «ama (kör) kişinin
başkalarının yanında yemek yemesi, avretini açması gibidir» derdi.
Anlattıklarına göre keskin zekalı bir kimse imiş ama bazıları onun hakkında bir
takım uydurma şeyler naklederler. Şöyle ki: Onun oturmakta olduğu tahtının
altına bir dirhem koymuşlardı. O da «ya gök bir dirhem kadar alçaldı. yahut yer
bir dirhem kadar yükseldi» demişti. Yani tahtının altına konulan bir dirhem
kadar yerden yükseldiğini hissetmiştir. Bunun aslı yoktur. Yine anlatıldığına
göre o bir zamanlar bir seferden dönerken gözleri görmediği için yanındaki bir
adam, altından geçmekte olduğu ağacın kafasına değmemesi için başını eğmesini
ona söylemişti. Aradan bir zaman geçikten sonra tekrar aynı yerden geçerlerken
gözleri görmediği halde o ağacın hizasına geldiğinde başım Önüne eğmişti.
Yanındakiler ona niçin böyle yaptığını sorduklarında «burada bir ağaç yok mu?»
diye sormuş. Onlar da «hayır» diye cevap vermişlerdi. Ama sonra oraya
dikkatlice baktıklarında kesilmiş bir ağaç kökü gördüler. Bu da sahih
değildir. Ebu'1-Alâ el-Mearri zeki idi, ama temiz bir insan değildi. Bir çok
tasnif eserleri vardır. Ama çoğu şiirle ilgilidir. Bazı Şiirlerinde onun
zındık, dinden kopmuş bir kimse olduğunu ispatlayan sözleri vardır. Bir takım
insanlar onun için mazeret uydurup şöyle derer: «O, bunu şaka ve eğlence olsun
diye söylerdi. Kalbinde olmayan şey-rı iliyle söylerdi. Ama kalbi temiz bir
Müslümandı.»
İbn Ukayl, onun bu
kötü sözlerini duyduğunda şöyle demişti: «Ebü'l-Alâ'yı İslâm diyarında insanlar
tarafından kafir sayılmasını gerektirecek sözler sarfetmeye iten sebep nedir?
Münafıklar akıl ve ilimleri az olduğu halde ondan daha iyi siyaset
sahibidirler. Çünkü onlar, dünyada kabahatlerini gizlemişlerdir, ama kendisi
insanların tasallutuna maruz kalmasına ve kendisim zındık saymalarına sebep
olacak küfrünü izhar etmiştir. Allah da biliyor ki onun dışı da içi gibidir.»
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin el-Fusul ve'1-Ğayat adlı kitabını gördüm. Bu kitabı
sûre ve ayetlere çatıyordu. Kelimelerinin sonu itibarıyla alfabetik harf
sırasına göre yazılmıştı. Son derece karışık ve soğuk ifadeleri vardı. Onun
gözünü ve kalbini kor eden Allah noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Yine onun
Lazımsızın Lüzumu adını verdiği kitabına da baktım.»
Böyle dedikten sonra
İbn Cevzî onun İslâm dinini küçümseyen ve horlayan şiirlerinden bazı örnekler
sunmuştur:
«Akıllı bir kimse
senin rızkından pay almadığı ve sen de deli ve ahmak kimseleri nzıklandırdığın
zaman:
Ey göklerin Rabbi;
Arzulamadığı şeyleri senden görüpte zındık olan bir adamın artık günahı olmaz.»
«Dikkat edin, bütün
mahlukat sapıklıktadır.
Akıllı kimse kendisim
çevreleyen şeylere dikkatle baktı.
Tevrat'ın sahibi Musa
Öne geçti.
Ona iftira eden ziyana
düştü.
Adamları dediler ki;
ona vahiy gelmiştir.
Dikkatle bakan
kimseler dediler ki: Hayır, o uydurmuştur
Benim taşları ziyaret
edip haccedişim,
Eşeğin ayıbı gibidir
ki yükseklerde görülür.
Akıllı kimse kendi
aklına başvurduğu zaman,
Mezhepleri küçük görüp
tahkir eder.»
«Hanife'nin izi
silindi. Hristiyan hidayet buldu.
Yahudi zulmetti,
mecusi saptı.
Yeryüzündeki iki
kişiden biri akıllı ama dinsizdir.
Diğeri ise dindardır
ama aklı yoktur.»
«Rasûllerin
söylediklerini gerçek sanma
Onların söyledikleri
yalan sözlerdir ki satırlara geçirdiler.
İnsanlar refah ve lüks
bir yaşantı içindeydiler
Rasûller inanılması
imkânsız şeyleri getirip bu yaşamı bulandırdı-lar.»
İbn Cevzî diyor ki:
Ben de Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin bu şiirine şu karşılığı verdim:
«Rasûllerin
söylediklerini yalan sayma. Aksine o sözler gerçektir ve bu gerçekleri tebliğ
ettiler. İnsanlar daha Önce büyük bir cehalet içindeydiler. Rasûller hakkı getirip
açıkladılar.»
Simdi yine Ebül-Alâ
el-Mearrî'nin şiirlerinden örnekler sunmaya devam ediyoruz:
«Şeriatler aramıza kin
bıraktılar.
Çeşitli düşmanlıkları
bize miras bıraktılar.
Peygamberlik hükümleri
olmasaydı Rum kadınlarının ırzları hiç Araplara mubah olur muydu?»
«Adem'e ya da
oğullarına hamdetmiyorum.
Hepsinin hasis
kimseler olduğuna şehadet ediyorum.»
«Ey yoldan çıkmışlar!
Ayılın, kendinize gelin.
Sizin diyanetiniz
öncekilerin hile ve tuzaklarından başka bir şey değildir.»
«Zamanın hadiseleri
iki dostu birbirinden ayırır.
Ey tanrım! benimle
bunun arasında hükmünü ver.
Canları kasten
öldürmeyi yasakladın.
Ama canları almak için
melekleri gönderdin.
İnsanların yeniden
dirilişi olacağını söyledin.
Bu, insanları iki
halde de kurtarmaz.»
«Güldük, gülmemiz
bizim akılsızlığımızdan ötürü oldu.
Basite sakinlerinin
ağlamaları hak oldu.
Günler bizi paramparça
etti.
Kırık cam parçalarına
dönüştük.
Ki o parçalar artık
bir araya gelemezler.»
«Bazı işler varki
akıllar onun karşısında hafif kalırlar.
Yiğit kişi kimin helak
olacağını bilemez.
Muhammed'in kitabı
Musa'nın kitabı.
Meryem oğlu İsa'nın
İncil'i ve Zebur.»
«Topluluklar dediler
ki: İlahınız halka İsa'sını ve Musa'sını göndermedi.
Bunlar ancak Rahman'ı
bir geçim vasıtası kıldılar.
Dinlerini de insanlar
arasında namus kıldılar, kanun haline getirdiler.»
Ibnül-Cevzî ve
diğerleri Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin küfrünü ispatla- ^°k Siirlerini
nakletmişlerdir. Hatta onun bu şiirlerinden bir laOnun kânrh"ğini,
zındıklığım ve dinden kopmuşluğunu ispat-Anlatıldığına göre o, mezarının
üzerine şöyle yazılmasını vasiyet
etmiştir:
«Bunu babam bana karşı
bir suç olarak işledi Bense hiç kimseye karşı suç işlemedim.»
Yani babası kendisinin
annesiyle evlenmiş olduğundan ötürü onu bu dünyaya getirmişti ve bu yüzden o bu
akibete uğramıştı. Ama kendisi güya hiç kimseye bu sebeple bir suç işlememişti.
Bütün bunlar, onun Allah'ı inkâr ettiğini küfür ve ilhadını gösterir. Allah
onu kahretsin. Bazılarının iddiasına göre o ömrünün sonunda bütün bu
yaptıklarından vazgeçip tevbe etmiştir ve bu hususta mazeret dilediğini beyan
eden bir kaside inşad etmiştir ki, bu kasidesinde söz konusu küfründen
uzaklaştığını iddia etmiştir. İşte mezkur kasidesi şudur:
«Ey karanlık gecelerde
sivrisineğin kanadını açışım gören Allah'ım
Ey sivrisineğin boğazmdaki
damarların kökünü ve zayıf kemikler-deki iliği gören Allah'ım
Geçmiş zamanlarda
benden sadır olan günahları silmeye vesile olacak.
Bir tevbeyi bana nasib
ederek lütufta bulun.»
Ebu'1-Alâ el-Mearrî,
bu senede Maaretü'n-Numan'da vefat etti. Vefat ederken seksenaltı yaşını
tamamlamak için ondört günü kalmıştı. Arkadaşlarından ve öğrencilerinden bir
grup onun için ağıt yakmışlardı. Mezarının yanı başında onun için seksen
mersiye inşad edilmişti. Mersiyecilerden biri onun için şöyle demişti:
«Zahidliğinden ötürü
sağlığında her ne kadar kan akıtmamış idiy-sen de.
Bu günü ölümün
sebebiyle gözlerimden kan akıttım.»
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Ve Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin iyi bir insan olduğuna inanan ve onun için ağıt
yakan bu kimseler ya onun durumunu gerçekten bilmiyorlardı ya da onun sapıklık
mezhebinde ve yolunda bulunan kimselerdi.»
Ölümünden sonra
arkadaşlarından biri rüyasında kör bir adamı görmüştü. Bu kör kişinin onıuzunda
iki yılan vardı bu yılanlar onun göğsüne doğru uzanmışlar başlarını kaldırıp
onun etinden koparıp yiyorlardı. O da bu durum karşısında imdat imdat
diyordu.»
Ravinin biri dedi ki:
Bu mülhid Mearrî'yi İbn Hallikan şairler hakkındaki adeti veçhiyle övmüş ve
nesebinin yüksek olduğunu söylemiştir. İbn Hallikan onun birçok tasnif
eserlerinin adını da vermiştir. Bazılarından nakledildiğine göre adamın biri
onun el-Eyk ve'1-Gusun adlı kitabının 101. cildini görmüştür ki bu eseri Hemz
ve Redf adıyla meşhur olmuştur. Ebü'1-Alâ el-Mearrî Arapçayı babasından
öğrenmiş, Halepte de Muhammed b. Abdullah b. Sa'd adındaki nahiv aliminden
nahiv ilmi-
ö&renmiştir.
Ebü'l-Kasım Ali b. Muhsin et-Tenuhî, Hatip Ebu
^keriyâ Yahya b. Ali
et-Tebrizî de kendisinden nahiv öğrenmişlerdir.
Anlatıldığına göre o,
kırkbeş sene müddetle feylesofların yolunu tuta-
\r et yememiştir ve
mezarının üzerine şu ibarenin yazılmasını vasiyet
etmiştir
«Bu babamın bana karşı
işlediği bir cinayettir.
Bense hiç kimseye
karşı cinayet işlemedim.»
İbn Hallikan dedi ki:
Onun bu sözü de feylesofların inancına göre hareket ettiğini göstermektedir.
Çünkü feylesoflar da bu inançtadırlar. Onlara göre çocuk edinmek ve onu bu
varlık alemine getirmek o çocuğa karşı işlenen bir suçtur. Zira bu dünyaya
getirilen çocuk, hadiselere ve afetlere maruz bırakılmaktadır.
Ben derim ki: Bu da
gösteriyor ki Ebü'1-Alâ el-Maarrî'nin itikadı değişmemiştir. O, ömrünün son
demine kadar feylesofların inançlarına bağlı bir kimseydi. Sonra İbn Hallikan
onun bazı güzel şiirlerim naklet-miştir. Bu güzel şiirlerinden biri şudur:
«Bir aletle kendin
için rütbe taleb etme
Edebiyatçının kalemi
ciddiyetsiz olduğunda o kalem öreke gibi olur
İki yıldız gökte
durdular.
Birinin mızrağı var,
diğeri mızraksızdır.» [3]
Bu zatın soy kütüğü
şöyledir: İsmail b. Abdurrahman b. Ahmed b. ismail b. Amir b. Abid en-Nisaburî.
Hadis hafızı, tefsirci ve vaizdi. Hacca giderken Dımaşk'a uğradı. Orada hadis
dinledi ve halka vazü nasihatte bulundu. îbn Asakir, onun biyografisini genişçe
anlatmış ve onun güzel sözlerini, şiirlerini nakletmiştir. Güzel şiirlerinden
biri şudur:
«Mallarınıza ve
azıklarınıza el sürmediğim Sizden iyilik ve ihsan beklemediğim takdirde Sizler
de benim kulu olduğum zatın kullarısınız Artık ne diye şu hür bedenimi
yoracağım?»
ibn Asakir,
İmamü'l-Harameyn'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: !fen Mekke'de iken
mezhepler hususunda tereddüt gösteriyordum. Hangi mezhebe uyacağımı
bilemiyordum. Rüyamda Peygamber (s.a.v.)'i gördüm bana şöyle buyurdu: «Sen Ebu
Osman es-Sabunî'nin itikadına sarıl.» Allah ona rahmet etsin. [4]
Bu senede mundar
Besasirî'nin fitnesi ortaya çıktı. Besasirî'nin asıl adı Arslan et-Türkî idi.
Bu olay şöyle gelişmişti: Tuğrul Bey'in kardeşi İbrahim Yinal, Tuğrul Bey
tarafından vali olarak tayin edilmiş olduğu Musul şehrini terkedip Cebel
mıntıkasına gitti. Kardeşi Tuğrul Bey onu yanına çağırdı. Ona mTat giydirdi.
Durumunu düzeltti, ama bu esnada Besasirî, Arap emiri Kurayş b. Bedran'la
birlikte Musul'un üzerine yürüdü ve orayı ele geçirip kalesini tahrib etti.
Sultan Tuğrul Bey sür'atle oraya gitti ve Musul'u bunlardan geri aldı. Besasirî
ve Kurayş b. Bedran ondan korkup kaçtılar. Tuğrul Bey de onları Nusaybin'e
kadar kovaladı. Kardeşi İbrahim Yinal ondan ayrıldı. Ona isyan etti ve
Hemedan'a kaçtı. Bunu Besasirî'nin teşvikiyle yapmıştı. Tuğrul Bey de askerlerini
geride bırakıp kardeşinin peşinden gitti. Arkada bıraktığı askerleri dağıldılar.
Ona tabi olanların sayısı azaldı. Tuğrul Bey'in zevcesi Hatun ile,veziri
el-Kündürî Bağdat'a döndüler. Sonra İbrahim Yinal'in Tuğrul Bey'e galip olduğu
ye Tuğrul Bey'in Hemedan'da mahsur kaldığı haberi Bağdat'a ulaştı. İnsanlar
bundan rahatsız oldular. Paniğe kapıldılar. Bağdat'ın düzeni bozuldu.
Besasirî'nin Bağdat'a gelmekte olduğu ve En-bar'a yaklaştığı haberi de Bağdat'a
ulaştı. Vezir Kündürî artık Bağ-dat'dan kaçmaya kesin karar vermişti. Tuğrul
Bey'in zevcesi Hatun onu yakalatmak istedi, ama o da yanından ayrılıp Bağdat'ın
batı yakasına geçti. Evi yağmalandı. Bağdat'ın doğu ve batı yakalannı
birleştiren köprü yıkıldı. Tuğrul Bey'in zevcesi Hatun ordunun basma geçti ve
kocası Tuğrul Bey'i kurtarmak amacıyla Hemedan'a gitti. Vezir Kündürî de Ebu
Şirvan b. Tuman ve Tuğrul Bey'in zevcesi Hatun'un mezkur annesi ile birlikte
geride kalan askerlerin başına geçerek Ahvaz tarafına gittiler. Bağdat'ta bir
tek savaşçı asker kalmadı. Halife de oradan çıkmaya niyetlendi. Keşke çıkmış
olsaydı, ama sonra sarayı ve ailesiyle birlikte Bağdat'ta ikamet etmek onun
hoşuna gitti. Rahata aldanarak Bağdat'ta kaldı. Şehirde savaşçı askerler
kalmayınca halka «Bağdat'tan göçmek isteyen dilediği yere gidebilir» diye
duyuru yapıldı. İnsanlar tedirgin oldular. Kadınlar, erkekler ve çocuklar
ağlamaya başladılar. İnsanların çoğu Bağdat'ın batı yakasına geçtiler. İki
tarafı birleştiren köprü tahrip edilmiş olduğundan bir kişinin karşı tarafa
geçiş parası bir ve iki dinarı tbnül-Cevzî dedi ki: «O gecede halifenin
sarayının üzerinde toplu k rahatsız edici bir şekilde Öten on kadar baykuş
uçtu. Reis'ür-Rüe-• a denildi ki: «Halife'nin Bağdat'ta savaşçı asker kalmayışı
yüzün-
a denild
başka bir yere göçmesi maslahatın gereğidir.»
Ancak halife bu öne- kabul etmedi. Şehri ve sarayı korumak için halktan bazı
güvenlik dildi Bl hüküt kğd
ilhkabu
e vlileri temin
edildi. Bunlara hükümet konağından çok sayıda silah g°rildi Bu senenin zilkade
ayının sekizinde pazar günü Besasirî Bağ-H t'a geldi. Beraberinde Mısır'ın
beyaz sancakları ve bayrakları vardı. Rastaki bayrakların üzerinde Mustansır
Billah Ebu Temim Maad Emi-ü'1-Mü'minin ibaresi yazılıydı. Kerh mahallesinin
Rafızî sakinleri Besasirî'yi karşıladılar ve onun kendi mahallelerine gelmesini
istediler. O da Kerh mahallesine girdi. Oradan geçerek Meşraatü Zaviya'ya
geçti. Orada ordugah kurdu. O esnada insanlar son derece açlık ve yokluk içindeydiler.
Kurayş b. Bedran da 200 kadar süvari ile birlikte Babü'l-Basra mıntıkasına
karargah kurdu. Besasirî, hırsızları ve yankesicileri topladı. Onları hilafet
sarayını yağmalamaya azmettirdi. Kerh mahallesi sakinleri de Babü'l-Basra'daki
Sünnîierin evlerini yağmaladılar. Kadil-kudat ed-Damiganî'nin evi de
yağmalandı. Mahkeme sicilleri ve defterlerinin çoğu ele geçirilip aktarlara
satıldı. Halifenin hizmetiyle ilgili kimselerin de evleri yağmalandı. Rafizîler
ezan okurken tekrar «Hayye ale hayril amel» demeye başladılar. Bağdat'ın diğer
taraflarında da cemaatle kılınan beş vakit namazların ve cuma namazının
ezanlarında da bu şekilde ezan okundu ve Bağdat'ta halife Mustansır el-Ubeydî
adına minberlerde ve diğer yerlerde hutbe okundu. Onun adına altın ve gümüş
paralar bastırıldı. Hilafet sarayı kuşatma altına alındı. Reisü'r-Rüesa
lakabını alan Vezir Ebü'l-Kasım el-Mesleme, beraberindeki güvenlik
görevlileriyle birlikte sarayı savundu, ama bu savunma bir yarar sağlamadı.
Halife siyah sarık ve abasını giyinip elinde yalın kılıcı, başında sancağı
çevresinde de Abbasilerden bir zümre insan, yüzlerini başlarını saçlarım açıp
saçmış cariyeler, mızraklarının başında musha-n şerif bulunan askerler,
önündeki kılıçlı hizmetçilerle birlikte atma binip ortaya çıktı. Sonra da Arap
emiri Kurayş b. Bedran'dan kendisini, aile efradını, veziri İbn Mesleme'yi
koruması için taahhüt aldı. O da bu hususa ona teminat verip taahhüdde bulundu.
Ve onu bir çadıra yerleştirdi. Besasirî, bu taahhüd ve eman verişi nedeniyle
Kurayş b. Bedran'ı kınadı ve ona şöyle dedi:
«Biliyorsun ki daha
önce halifeye karşı seninle aramızda bir anlaş-maya varmıştık. Bu anlaşma
gereğince sen benden görüş almadan hiç ,ır hususta karar vermeyecektin. Ben de
senden görüş almadan hiç bir
ususta karar
vermeyecektim. Aramızda her ne suretle olursa olsun
undan başka bir hüküm
geçerli olmayacaktı.»
Sonra Besasirî, Kasım
b. Mesleme'yi yakalayıp feci şekilde azarlayıp kınadı. Onu şiddetlice dövdü,
horlayıp yanında tutuklu bıraktı. Hilafet sarayının her tarafını yağmalattı.
Saraydan aldıkları mücevherlerin, ipekli kumaşların, altınların, gümüşlerin,
eşyaların, elbiselerin, bineklerin haddi hesabı yoktu. Sonra Besasirî ile
Kurayş b. Bedran halifeyi Hadisetü Ane emiri Muharriş b. Mücella en-Nedvî'ye
göndermeye karar, verdiler. Muharriş, Kurayş b. Bedran'ın amcazade siydi.
Dindar ve mürüvvetti bir kimseydi. Halife bu durumu duyunca Ku-rayş'ın yanma
gitti. Bağdat'tan çıkmak istemediğini söyledi, ama bunun yararı olmadı. Kurayş
onu kendisinin ve Besasirî'nin adamları refakatinde bir mahfeye bindirerek
Hadisetü Âne'ye gönderdi. Halife oraya gitti ve Muharriş'in yanında tam bir
sene kaldı. Yanında aile efradından da hiç kimse yoktu. Anlatıldığına göre
halife oradaki ikameti ile ilgili olarak şöyle demiştir:
«Hadisetü Ane'de
ikamet etmekte iken bir gece kalkıp namaza durdum. Kalbimde Allah'a
yalvarmanın tatlılığım hissettim. Sonra kalbime doğduğu şekilde Aziz ve Celil
olan Allah'a şöyle dua ettim:
«Allah'ım, beni
vatanıma gönder. Aile efradım ve çoluk çocuğumla buluşmayı, bir araya gelmeyi
bana nasib et. İnsanların ünsiyet bahçesini tekrar çiçeklendir. Akrabalık
mıntıkasını şenlendir. Sıkıntıyı gider. Cefayı çembere al»
Ben böyle dua ettikten
sonra Fırat kıyısından bir ses geldi. Sesin sahibi «Evet evet» diyordu. Kendi
kendime «Bu bir başkasına seslenen bir adamın sesidir» dedim. Tekrar Allah'a
yalvarıp yakarmaya başladım yine aynı sesin sahibinin «seneye kadar seneye
kadar» dediğini duydum. Sonra kendi kendime «Bu gayıbtan gelen bir sestir. Bunu
Cenâb-ıAllah, hadiselerin doğrultusunda konuşturuyor» dedim ve hadiseler
gerçekten o doğrultuda cereyan etti.»
Gerçekten de halife bu
senenin zilkade ayında kendi sarayından çıkıp Hadisetü Ane'ye gitmişti. Ertesi
senenin zilkade ayında sarayına dönmüştü. Halife Kaim Biemrillah Hadisetü
Ane'deki ikameti ile ilgili olarak durumunu anlatan şu şiirini inşâd etmişti:
«Kendilerine karşı
ümit beslediğim kimseler beni yanılttılar. Ama sonradan bana dostluk
gösterenlerin ismi cismi hatırımdan geçmemişti.
Zamanın hadiselerinden
bir şeyler öğrenin.
Hiç kimsenin kimseye
şefkat göstermediğini gördüm.
Zaman da sadece bana
bir dem vaatte bulunulmuştur.
O demde muzaffer
olacağım ama,
O dem ne zaman gelir.
Günüm geçiyor, her
günümü tamamladığımda,
Yarın amacıma ulaşırım
diye kendimi avutuyorum. Kahrolası nefis, hep ümitlerle rahatlıyor.
ve emellerle sabah
akşam gıdalanıyor.»
Besasirî'ye ve onun
Bağdat'ta yaptıklarına gelince o, kurban bayra-da bineğine bindi. Namaza gitti.
Hatiplere ve müezzinlere beyaz elbiseler giydirdi. Adamlarına da aynı şekilde
beyazlar giydirmişti. Banda Mısır sarığı vardı. Mısır halifesi adına hutbe
okuttu. Rafizîler son derece memnun oldular. Irak'ın diğer mıntıkalarında da
ezanda "Hayye ala hayril amel" cümlesi okundu. Besasirî, Bağdat'ın
önde gelenlerinden büyük bir intikam aldı. Kendisine düşmanlık gösterenlerden
bir kısmını boğdurdu. Taraftarlarına ve sempatizanlarına da bolca azıklar verdi
Adaletli olduğu izlenimini verdi. Zilhicce ayının bitimine iki gece kala
pazartesi günü Reisü'r-Rüesa lakabını taşıyan Vezir İbn Mesleme'yi huzuruna
getirtti. İbn Mesleme, yün bir cübbe ve kırmızı keçeden bir fes giymişti.
Boynunda deri kaplı muskalar vardı. Kızıl tüylü bir deveye bindirildi. Şehirde
dolaştırıldı. Arkasında da onu kırbaçlayan kimseler vardı. Kerh mahallesinden
geçirilmekte iken üzerine çöp kovaları boşaltıldı. Yüzüne tükürdüler.
Lanetlediler, sövdüler. Hilafet sarayının karşısında durduruldu. O bu halde
iken de şu ayet-i kerimeyi okuyordu: «Ey Muhammed de ki: «Mülkün sahibi olan
Allahım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz
kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye
kadirsin.» (ÂH îmrân, 26). Şehirde teşhir işi tamamlandıktan sonra askeri
garnizona getirildi. Ona boynuzlan çıkarılmamış bir öküz derisi giydirdiler.
Yanaklarına da çengel taktılar. Sonra sehpaya asıldı. Akşama dek çırpındı ve
sonra vefat etti. Allah rahmet etsin. Son sözü şu olmuştu: «Beni said olarak yaşatan
ve şehid olarak öldüren Allah'a hamdolsun.»
Bu senede Irak
diyarında ekinlerin çoğunu telef eden ve bazı çiftçileri öldüren şiddetli
dolular yağdı. Dicle suyu fazlasıyla kabardı. Yine bu senede mezkur fitneden
bir ay önce Bağdat'ta şiddetli bir deprem meydana geldi. Evlerin çoğu yıkıldı.
Bu depremin Hemedan, Vâsıt, Tikrit ve Ane mıntıkalarında da görüldüğüne dair
haberler Bağdat'a geldi. Hatta depremin şiddetinden ötürü bazı değirmenlerin
durduğuna söylenmişti- Bu senede Bağdat'ta yağmalama hadiseleri çoğaldı. Öyle
ki başlardaki sarıklar dahi alınıp götürülüyordu. Şeyh Ebu Nasr b. Sabbağ'm
sarığı ve taylesanı cuma namazına gittiği esnada başından alınıp götürüldü. Bu
senenin sonlarında Tuğrul Bey, Hemedan'dan çıktı. Kardeşi ile savaştı ve onu
mağlub etti. İnsanlar bu duruma sevindiler ve ferahladı-**lama bu sevinçlerini
Besasirî'den korktukları için açığa vurmadılar. Tuğrul Bey, vefat eden kardeşi
Davud'un oğullarının yardımına başvurdu. Bunlarla birlikte kardeşi İbrahim'le
savaştı. Bunlar, İbrahim'i mağlup edip hicri 451. senenin başlarında esir
aldılar. Hepsi amcaları Tuğrul Beyin etrafında toplandılar. O da bunlarla
birlikte Irak taraflarına gitti ve hicretin 451. senesinde anlatacağımız
hadiseleri gerçekleştirdiler. Bunu inşaallah ileride anlatacağız. [5]
Feraiz ilminde meşhurdu.
Şeyhü'l-Harbî lakabını taşırdı. Şafiî mezhebine mensubtu. Besasirî fitnesinde
Bağdat'ta öldürüldü ve arefe gününe rastlayan bir cuma gününde defnedildi.[6]
Davud, Tuğrul Bey'den
yaşça daha büyüktü. Bu senede vefat etti. Yerine oğulları geçtiler. [7]
Fıkıhçıydı. Şafiî
alimiydi. Asıl adı Tahir b. Abdullah b. Tahir b. Ömer'dir. Hicretin 348.
senesinde Taberistan'a bağlı Amil kasabasında doğdu. Cürcan'da Ebu Ahmed
el-Gıtrifî'den, Nisabur'da Ebü'l-Hasan el-Masercesî'den hadis dinledi.
Ebü'l-Hasan'dan fıkıh öğrendi. Fıkıh öğrendiği şahsiyetler arasında Ebu Ali
ez-Zücacî ve Ebü'l-Kasım b. Kec de vardı. Sonra Bağdat'a giderek Ebu Hamid
el-İsferaini'den ders aldı. Muhtasarı ve İbn Haddad'm Furûu'nu şerhetti, usul
ve cedel ilmine dair eserler tasnif etti. Diğer bir çok faydalı ilimlere dair
eserler de verdi. Bağdat'ta Darekutnî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Ebu
Abdullah es-Saymerî'nin vefatından sonra Rib'ül-Kerh'te kadılık yaptı. Sıka,
güvenilir, dindar, takvalı bir kimseydi. Usul-ü fikıh ile fıkhın furuatına dair
çok bilgisi vardı. Güzel ahlaklı, iyi kalpli bir kimseydi. Gece gündüz ilim
öğretmeye devanı ederdi. Biyografisini Tabakatü'ş-Şafîîye adlı eserde
vermişimdir. Üstadı olan ve kendisinden sonra ona hocalık yapmak üzere ders
halkasında oturtan Şeyh Ebu İshak eş-Şirazî, onunla ilgili şöyle bir olay
anlatmıştır: «Ebu Tayyib, dünyalık bakımından yoksul bir kimseydi. Tamir etmesi
için bir mestini köşkere teslim etmişti. Ancak köşker, tamir işini geciktirmişti.
Ebu Tayyib ona her uğradığında köşker mesti alıp suya batırıyor ve
«yumuşadıktan sonra bunu dikeceğim» diyordu. Fakat Ebu Tayyib ona şöyle
demişti: «Ben bunu tamir etmen için sana teslim ettim. Yoksa suya batırıp
kendisine yüzme öğretmen için teslim etmedim.»
İb Hallikan'm
anlattığna göre Ebu Tayyib ile kardeşinin müşterek bir sarıkları ve bir
gömlekleri varmış, biri bunları giydiğinde diğeri evde oturur, dışarı
çıkmazmış, kirlenen bu gömlek ile sarığı yıkadıklarında Ha her ikisi evde oturup
bunların kurumalarım beklerlermiş. Ebu Tayyib de bu hususta şöyle bir şiir
söylemiş:
«Bir kavim
bedenlerinin elbiselerini yıkadıklarında yıkayıcının işini tamamlayışına dek
evlerde beklerler ve evlerin duvarlarım elbise olarak giyerler.»
Ebu Tayyib bu senede
102 yaşında vefat etti. Yaşı ilerlemiş olmasına rağmen aklı, zekâsı ve bedeni
sağlamdı. Vefat edinceye dek ders verdi. Fetva verdi. Bir defasında bir gemiye
binerek yolculuğa çıkmşıtı. Gemiden inerken kıyıya gençlerin yapamıyacağı bir
şekilde atlamıştı. Kendisine «Bu ne ey Ebu Tayyib?» diye sorduklarında şu
cevabı vermişti: «Bu, gençlikte kıymetini bilip muhafaza ettiğimiz ve
yaşlılıkta bize fayda veren organlarımızın zindeliğidir.» Allah rahmet etsin. [8]
el-Havi'1-Kebir adlı
eserin sahibidir. Asıl adı Ali b. Muhammed b. Habib Ebü'l-Hasen el-Maverdî'dir.
Basralıdır. Şafiî alimidir. Usul, füru ve tefsire dair bir çok tasnif
eserlerin, Ahkam-ı Sultaniye ve Edebü'd-Dünya ve'd-Din adlı kitapların
müellifidir. Kendisi «fikhı 4.000 varakta genişçe anlattım» demiştir. Yani
el-İkna adlı eserinde fikhı genişse anlattığını söylemek istemiştir. Birçok
beldelerde hakimlik yapmıştı. Yumuşak huylu, vakarlı, edebli bir kimseydi.
Edepli ve hayalı bir kimse olduğundan arkadaşlarından hiç biri ömrü boyunca
onun kolunun sıvanmış olduğunu görmemişti. Biyografisini Tabakatü'ş-Şafiiye
adlı eserde genişçe anlattım. Kendisi bu senede doksanaltı yaşında vefat etti
ve Bab-ı Harb mezarlığına defnedildi. [9]
Ali b. Hasan b. Ahmed
b. Muhammed b. Ömer. Halife Kaim Bi-Emrillah'ın veziri idi. Önceleri Ebu Ahmed
el-Faradî'den ve diğerlerindenhadis dinledi. Sonra cerh ve tadil ehli kimselerden
oldu. Daha sonra Ka Bi-Emrillah onu nakipliğine aldı. Sonra vezir tayin etti.
Ona Reisü'r-üesa, Şerefü'l-Vüzera, Cemalül-Vüzera lakabım taktı. Doğru
görüşe,yüksek bir akla sahip olmakla birlikte bir çok ilimlere de vakıftı.
Onikisene bir ay müddetle vezirlik yaptı. Sonra Besasirî onu Bağdat'ta teşhirıp
dolaştırdıktan sonra öldürdü. Ölürken elliiki yaşından beş ay al-!Ştı. Nitekim
bu hususu önceki kısımlarda da anlatmıştık. [10]
Künyesi Ebü'l-Evaris
el-Esedî'dir. Cezire valisi idi. Orada vefat etti. Kendisinden sonra oğlunu
yerine geçirdiler.[11]
Bu yılın başında
Bağdat hala Besasirî'nin hakimiyeti altında bulunuyordu. Burada Mısır
hükümdarı el-Fatimî adına hutbe okutuyordu. Abbasi halifesi ise Hadisetü Ane
şehrinde bulunuyordu. Safer ayının onikisinde pazartesi günü Besasirî, Kadı Ebu
Abdullah ed-Darniganî ile ayan ve eşraftan bir cemaatı huzurunda topladı. Mısır
hükümdan Mus-tansır el-Fatimî adına onlardan bey'at aldı. Sonra bu heyetle
birlikte hilafet sarayına girdi. Hilafet sarayının tacının yıkılmasını
emretti. Bazı balkonlar yıkıldı. Sonra kendisine bu yaptığı işte faydadan çok
zarar bulunduğu söylendi. O da bundan vazgeçti. Bundan sonra Küfe şehitliğini
ziyarete gitti. Cafer nehrini geçmeye niyetlendi ki üzerinde olan nezri yerine
getirmek üzere Hair'e geçsin. Sonra İbn Mesleme'nin cüssesini Harim-i Zahiri
yakınına taşımalarını ve Dicleye atmalarını emretti.
Halifenin yaşı doksana
varmış olup bir yerde gizlenmekte olan acuze annesi, Besasirî'ye bir mektup
yazarak fakru zaruretini, sıkıntı ve ihtiyacını dile getirip şikâyetçi oldu.
Besasirî de onu Harîme getirecek görevlileri gönderdi. Hizmetine iki cariye
verdi. Her gün ona oniki ntl ekmek ve dört rıtl da et tahsisat olarak bağladı.
(1 rıtl= 460 gr.) [12]
Sultan Tuğrul Bey,
Hemedan'daki mahsuriyetinden ve kardeşi İbrahim'in elindeki esaretten kurtulup
kardeşi İbrahim'i öldürdükten ve hakimiyetini kurup gönlünü rahatlattıktan
sonra artık o mıntıkalarda rakibi kalmadı. Hakimiyeti elinden almak için
kendisiyle çekişecek bir kimse de bulunmuyordu. Bundan sonra Kureyş b. Bedran'a
bir mektup yazarak halifeyi kendi vatanına, sarayına iade etmesini emretti.
Bunu yapmadığı takdirde başına büyük belalar getireceğini söyleyerek onu tehdit
etti. Kureyş b. Bedran da ona bir mektup yazarak aklını çelmeye, gönlünü
kazanmaya çalıştı ve mektubunda şunları yazdı: «Ben, Besasirî'ye karşı bütün
gücümle senin yanındayım. Allah seni ona galip kı-lıncaya kadar seninle beraber
olacağım. Ancak bu işte acele davranmadan ötürü halifeye bir zarar gelmesinden
veya onun şerefine eksiklik gelmesinden korkuyorum. Ama yine de bana verdiğin
emirleri olanca imkânlarımı kullanarak yerine getirmeye çalışacağım.»
Bundan sonra Kureyş,
halifenin zevcesi Hatun'un sarayına iade pdilnıesini görevlilere emretti. Sonra
da Besasirî ile haberleşerek halifenin kendi sarayına iade edilmesi hususunda
rızasını almaya çalıştı ve Sultan Tuğrul Bey'den korktuğunu bildirdi ye
gönderdiği haberde ona şöyle demişti:
«Sen bizi Mustansır
el-Fatimî'ye itaate davet ettin. Bizimle onun arasında 600 fersahlık bir mesafe
vardır. Şimdiye kadar ne elçisi ne de herhangi bir adamı yanımıza gelmedi.
Kendisine gönderdiğimiz haberlere de aldırış etmedi. Bu meseleler üzerinde hiç
düşünmedi. Şu Tuğrul Bey arkadan bizi gözetlemektedir. Yakınımızdadır. Bana bir
mektup gönderdi. Mektubunda şunlar yazılıydı:
«Kıymetli, dinin
bayrağı Emir Ebü'l-Meali Kureyş b. Bedran'a ki, o müminlerin emirinin dostudur.
Bu mektubu ona şarkın
ve garbın hükümdarı muazzam Şehinşah Ebu Talib Muhammed b. Mikail b. Selçuk
Tuğrul Bey göndermektedir.»
Mektubunun başında
sultanın el yazısıyla yazılmış saltanat sembolü vardı. "Allah bana
kâfidir. O ne güzel vekildir» mektubun baş kısmından sonraki bölümünde de
şunlar yazılıydı:
«Şimdi kader bizi
bütün din düşmanlarını yok etmeye muvaffak kıldı. Bundan böyle sadece
efendimiz ve mevlamız müminlerin emiri Halife Kaim Bi-Emrillah'a hizmet
görevimiz kalmaktadır. Onun tahtında onun devlet başkanlığı saltanatının
gereklerini yerine getirmemiz icap etmektedir. Yegane görevimiz budur. Bir an
dahi bu görevi aksatmayacağız. Biz doğunun askerleri ve atlarıyla bu büyük
görevi ifa etmeye gelmekteyiz. Sen kıymetli emir, dinin bayrağı olan
Kureyş'ten istediğimiz şudur ki; halifeye olan vefa borcunu tamamıyla ödeyesin.
Onun hizmetinde bulunasm. Kapısından ayrılmayasın. Yâ onu onur ve izzetiyle
Bağdat'taki hilafet sarayına getirir, huzurunda el pençe divan durup
hükümlerini infaz eder, kılıcını, kalemini çekersin ki amacımız da budur ve o
bizim halifemizdir. Bu hizmeti ona yapmak bizim için vecibedir. Bunu yaptıktan
sonra seni bütün Irak mülkünün başına geçiririz. Karalarının ve denizlerinin
genişliklerini sana tamamen devrederiz. Oraya Acem atlarından hiç birinin
toynuğu artık basamaz. Ancak sana yardım ve destek vermek için gelmek
isteyenler hariç, Ya bunu yaparsın ya da halifeyi bulunduğu kaleden başka bir
yere nakledip kıymetli şahsiyetini biz gelip hizmetinde bulunma saadetine
erinceye kadar muhafaza edersin. Şimdi ey kıymetli emir, sen bu ikisinden
birini yapma seçeneğine sahipsin. Yahut bunları yapmazsın da istediğin yere
gidersin o za-man biz gelip Irak'ın tamamını hakimiyetimiz altına alınz ve biz
devlet başkanlığı görevinde halifeye vekalet ederiz. Gözlerimizi doğu memleketlerine
dikeriz. Bizim amacımız ancak bununla gerçekleşir.»
Bu esnada Kureyş b.
Bedran, halifenin yanında muhafaza edilmekte olduğu Muharriş b. Mücella'ya
şöyle bir mektup gönderdi:
«Maslahat gereği
halifeyi bana teslim etmen icap ediyor ki, onun sayesinde hem kendim hem de
senin için Tuğrul Bey'den eman alabileyim.»
Muharriş, Kureyş'ın bu
teklifini kabul etmedi ve şöyle dedi:
- Besasirî beni
aldattı. Görmediğim şeyleri bana vaad etti. Ben halifeyi asla sana gönderecek
değilim. Boynumda çok yeminler vardır. Bu yeminleri bozacak değilim.» Sözünü
ettiğimiz bu Muharriş, salih bir insandı. Halifeye şöyle demişti:
«Maslahat gereği Bedir
b. Mühelhel'in beldesine gitmeliyiz ve Sultan Tuğrul Bey'in durumuna
bakmalıyız. Eğer galib olursa Bağdat'a gireriz. Ama öbür türlüsü olursa kendi
başımızın çaresine bakarız. Çünkü burada kaldığımız takdirde Besasirî'nin
buraya gelip bize musallat olmasından korkuyorum.»
Halife de ona
«maslahatın gereği neyse onu yap» dedi. İkisi zilkade ayının onbirinde yola
koyuldular ve Tıl Akbera kalesine ulaştılar. Sultan Tuğrul Bey'in elçileri onu
kendisinin göndermiş olduğu hediyelerle karşıladılar. Öte yandan Sultan Tuğrul
Bey'in Bağdat'a muzaffer olarak girdiğine dair haberler kendilerine ulaştı.
Bağdat'a girdiği gün, cidden görülmeye değer muazam bir gündü. Yalnız askerler
hilafet sarayı dışında kalan şehrin bütün mekânlarını yağmaladılar. Tüccarlardan
çoğu yakalanıp mallarına el konuldu. Hükümet konağının imarına başladılar.
Sultan Tuğrul Bey, çeşitli atlardan ve diğer hayvanlardan oluşan bir kısım
binekleri halifeye gönderdi. Gönderdiği hediyeler arasında elbiseler, çadırlar
ve yolculukta halifeye gerekli olacak şeyler de vardı. Bu armağanları vezir
Amidü'1-Mülk el-Kündürî ile birlikte göndermişti. Halifenin bulunduğu
mıntıkaya vardıklarında bu armağanları onun huzuruna varmadan başkalarıyla
kendisine önceden gönderdiler ve şöyle dediler:
«Çadırları kurun.
Halife kendi şanına layık elbiseleri giysin. Sonra varıp huzuruna girmek için
izin isteyelim. O da uzun bir süreden sonra huzuruna girmemize müsaade etsin.»
Böyle yaptılar. Vezir
ve beraberindekiler halifenin huzuruna girip önünde yer öptüler. Sultan Tuğrul
Bey'in zafer ve selamette olduğunu ona haber verdiler. Bağdat'a geri döndüğünü
söylediler. Vezir Amidü'l-Mülk de Sultan Tuğrul Beye bir mektup yazarak
halifenin huzurunda yaptıklarını, orada cereyan eden merasimi ona anlattı ve
halifeden de, Sultan Tuğrul Bey'in gönlünü ve gözünü tatmin etsin diye mektubun
üst tarafına kendi damgasını vurmasını istedi. Vezir, halifenin okkasını
getirdi. Beraberinde de bir kılıç vardı ve «Ey müminlerin emiri işte bu,
kılıcın ve kalemin hizmetidir» dedi. Halife bu sözleri çok beğendi. Bu hevet
bulundukları yerden iki gün sonra ayrıldı. Nehrevan'a vardıkla-nda
beraberlerinde halife de bulunduğundan, Tuğrul Bey halifeyi karşılamak üzere
şehir dışına kadar çıktı. Sultan Tuğrul Bey halife otağına vardığında huzurunda
yedi kez yer öptü. Halife bir yastık alıp önüne bıraktı. Sultan Tuğrul Bey,
yastığı alıp öptü. Sonra halifenin işareti üzerine yastığın üzerine oturdu.
Halifeye, Büveyhilere mahsus kırmızı yakuttan bir teşbih takdim etti. Ayrıca
büyük incilerden oniki tane çıkarıp verdi. Sultan Tuğrul Bey'in zevcesi Arslan
Hatun -ki o, o esnada halifeye hizmet ediyordu- halifeden bu teşbihi çekmesini
rica etti. Sonra Tuğrul Bey, halifenin ziyaretine geç gelişine mazeret olarak
kardeşi İbrahim Yınal'ın isyan edişini, onunla meşgul olduğunu, onu öldürdüğü
için geciktiğini bu arada büyük kardeşinin de öldüğünü ifade etti. Büyük kardeşinin
Ölümünden sonra da onun oğullarının işlerini düzene koymu* olmasının da bu
gecikmeyi daha fazlalaştırdığını söyledi. Ayrıca halife ye yaptığı hizmetlerden
dolayı Muhar'e şükran borçlu olduğunu ve bun dan sonra inşaallah Besasirî
köpeğinin peşine gidip onu öldüreceğini oradan da Şam'a gidip yaptığı
kötülüklerin cezasını kendisine vermel için Mısır hükümdarının hakkından
geleceğini ifade etti. Halife de bu iş lerde muvaffak olması için ona dua etti
ve ona yanındaki bir kılıcı verdi Artık halifenin yanında o kılıçtan başka
hilafet alameti kalmamıştı.
Bundan sonra Sultan
Tuğrul Bey, diğer askerlere, halifeye hizmettt bulunmaları için izin verdi.
Otağın çevresindeki perdeler kaldırıldı Türkler, halifeyi görünce yer öptüler.
Sonra zilkade ayının bitimine beş gün kala pazartesi günü Bağdat'a girdiler. O
gün cidden görülmeye değer bir gündü. Bütün askerler, kadılar, ayan, eşraf,
Tuğrul Bey beraberdiler. Tuğrul Bey halifenin katırının yularını tutmuştu. Onu
hilafet sarayına kadar böylece götürdüler. Sonra halife saraya varınca Sultan
Tuğrul Bey, Besasirî'nin peşine düşmek için ondan izin istedi. Sultan Tuğrul
Bey onun Şam'a girmesine engel olmaları için Küfe taraflarına asker gönderdi.
Kendisi de askerleriyle birlikte bu ayın, yani zilkade ayının yirmidokuzunda
yola koyuldu.
Besasirî'ye gelince o,
Vâsıt şehrinde ikamet etmekte, Sultan Tuğrul
ey le savaşmak için
asker, teçhizat ve gelirleri toplamaktaydı. Onun
nazarında Sultan
Tuğrul Bey ve askerleri korkulacak kadar değildiler.
enao-ıAllah onu helak
etmek istediği için Tuğrul Bey ve ordusunu
onun gözüne küçük
göstermişti. [13]
Besas" rul Bey, Besasirî'nin peşine düşünce birinci
müfrezesi
İki ta 1Ffyi sıt diyarında yakaladı. Beraberinde İbn
Mezyed de vardı.
orada savaştılar.
Besasirî'nin adamları kaçtılar, kendisi de bir
ata binip kaçtı.
Kölelerden biri onu kovaladı. Elindeki bir oku atına vurdu. Yaralanan at
Besasirî'yi yere nrlattı. Köle gelip Besasirî'nin yüzüne vurdu, ama onu
tanıyamadı. Kemiskin adındaki bir başka asker Besasirî'yi esir aldı. Başını
koparıp Sultan Tuğrul Beye götürdü. Türkler Besasirî'nin askerlerinden
taşıyamıyacakları kadar çok malı ganimet olarak aldılar. Besasirî'nin kesik
başı Sultan Tuğrul Bey'in yanına götürüldüğünde bu kesik başın Bağdat'a
götürülmesini, bir mızrağın ucuna geçirilerek davullar, zurnalar ve kavallar
eşliğinde her tarafta dolaştırılmasını, insanların çıkıp onu seyrederek
ferahlamalarını istedi ve bu isteği yerine getirildi. Sonra da bir torpidoya
konularak hilafet sarayının karşısına getirildi. Besasirî'nin beraberinde
kendisiyle birlikte bu sefere çıkmış bazı Bağdatlılar da vardı. Onun Bağdat'a
döneceğini zannetmişlerdi. Fakat bu savaşta onlar da öldürülmüş, malları
yağma-lanmıştı. Besasirî'nin çok azı dışında adamları kurtulamamışlardı. İbn
Mezyed de beraberindeki bir kaç kişiyle birlikte Batiha'ya kaçtı. Yanında
Besasirî'nin çocukları ve anneleri de vardı. Bedeviler mallarını yağmalamışlar,
kendilerine hiçbir şey bırakmamışlardı. Sultan Tuğrul Bey'den, İbn Mezyed için
eman istenildi ve o, Tuğrul Bey'le birlikte Bağdat'a girdi. Askerler Vâsıt,
Basra ve Ahvaz arasındaki yerleri yağmala-mışlardı. Çünkü askerler çok
kalabalık idiler.
Halifeye gelince o
hilafet sarayına döndüğünde artık cinsel ilişkide bulunduktan sonra yıkanmadan
yatağa girmemeye ve oruçlu iken kimsenin kendisine yemek getirmemesi ve
getirilen yemeği kabul etmeyeceğine, abdest ve gusül alırken hiç bir kimseyi
kendisine hizmet ettirmeyeceğine, aksine bütün bu işleri bizzat kendisinin
yapacağına, kendisine eziyet veren kimselerden hiç birine mukabelede
bulunmayacağına aksine kendisine zulmedenleri bağışlayacağına dair Allah'a söz
verdi ve şöyle dedi: «Ey nefsim sana haksızlık ederek Allah'a isyanda bulunan
kimseye ceza vermeyeceğim. Bu hususta senin yapacağın tek şey Allah'a itaat
etmek olacaktır.»
Bu senede Sultan
Alparslan b. Davud b. Mikâil b. Selçuk babasının vefatından sonra Harran'a
girdi. Buna amcası Tuğrul Bey karar vermişti. Alparslan'ın Süleyman, Kavurt
Bey ve Yakutî adında üç kardeşi vardı. Sultan Tuğrul Bey Süleyman'ın annesiyle
evlendi.
Bu senede Mekke'de
misli duyulmamış bir ucuzluk ve bolluk meydana geldi. Öyle ki buğday ve hurmanın
200'er rıtlı bir dinara satılır oldu.
Bu senede Iraklılardan
hiç kimse hacca gitmedi. [14]
Bu Bahaü'd-Devle'nin
kölelerindendi. Ondan önce de Besa şehrinden bir adamın kölesiydi. Besa
şehrine nispetle kendisine Besasirî denildi Melik Muzaffer lakabını aldı.
Sonra halife Kaim Bi-Emrillah'm nezdinde büyüdü. İtibar sahibi oldu. Halife
onsuz hiçbir işe karar vermi-vordu. Irak ülkesinin bütün minberlerinde onun
adına hutbe okutuldu. Sonra asi oldu. Taşkınlık yaptı. İnatkâr oldu. Halifeye
ve müslümanlara baş kaldırdı. Fatimîlerin hilafet propagandasını yaptı ve bu
senede eceli tamam oldu. Hicretin 450. senesinin zilkade ayının altısında aile
efradıyla birlikte Bağdat'a girdi. Bundan tam bir sene sonra yani hicretin 451.
senesinin zilkade ayının altısında da Bağdat'tan çıktı. Daha sonra halife de bu
senenin kanunievvel (aralık) ayının onikisinde salı günü Bağdat'tan çıktı.
Besasirî de bundan bir şemsi sene sonra yine kanunievvel (zilhicce) ayının
onsekizinde salı günü öldürüldü. [15]
Künyesi Ebu Ali
eş-Şermekanî'dir. Edebiyatçı, kurrâ ve hafızı Kur'an bir kimseydi. Çeşitli
kıraatlere dair bilgisi vardı. Mali durumu elverişli değildi. Sıkıntı
içindeydi. Bir gün şeyhi İbn Allaf onun Dicle kıyısında marul yapraklarını
toplayıp yediğini gördü. Onun mali sıkıntı içinde olduğunu ibn Mesleme'ye
bildirdi. İbn Mesleme de bir kölesine emir vererek onun ibadet etmekte olduğu
mescide giderek kapının anahtarının bir yedeğini bulmasını ve Hasan b. Fadl'm
haberi olmaksızın mescidin depo kısmına her gün üç ntl simit ekmeği, bir kavun
ve şe-kertathsı bırakmasını söyledi. Köle de bu emri her gün yerine getirmeye
başladı. Ebu Ali eş-Şermekanî yani Hasan b. Fadl bunun Allah tarafin-dan
kendisine bir ikram olarak gönderildiğim ve mescidinin deposunda ner gün
gördüğü bu yemeklerin cennet taamı olduğunu sandı. Bunu bir zaman gizledi.
Sonra da şu şiiri okumaya başladı.
«Bir kimseyi bir sırra
vakıf ederler de o kişi o sırrı ifşa ederse Artık yaşadığı sürece sırlarını ona
emanet etmezler Onu yanlarından uzaklaştırırlar. Artık yanlarına yaklaşamaz
Artık onu değiştirirler. Dostları kendisine yabancılaşırlar.»
dünlerden bir gün
şeyhi İbn Allaf onunla sohbet etmekteyken ona ްyle sormuştu: «Görüyorum ki
şişmanlamışsın. Bunun sırrı nedir? Vunkü sen yoksul bir kimsesin?» Ebu Ali
eş-Şermakanî imalı konuştu, Ç!K vermedi. Üstü kapalı sözlerle işi geçiştirmeye
çalıştı. Açıkça konuş-di. Sonra şeyhi ona ısrar edince o, her gün mescidinin
ambarında erıdisine yetecek kadar Cennet taamı gördüğünü ve bunun Allah tarardan
kendisine ikram edildiğini söyledi. Şeyhi de «Sen İbn Mesîeme'yedua et. Çünkü
sana bu yemekleri gönderen kişi odur» diyerek işin iç yüzünü açıkladı. Ama
kalbi kırıldı.Ebu Ali eş-Şermekanî bundan hoşlanmadı. [16]
Künyesi Ebü'l-Hasan
er-Revzenî'dir. Sofiye meşayihindendir. Ri_ batü'r-Revzenî ona nisbet edilir.
Bu kervansaray, şeyhi Ebu'l-Hasan için inşa edilmişti. Ali b. Mahmud, Ebu
Abdurrahman es-Sülemî ile arkadaşlık etti ve «bin şeyhin sohbetinde bulundum
ve bu şeyhlerden her birinden bir hikaye ezberledim» demiştir. Hicretin 451.
senesinin ramazan ayında seksenbeş yaşında vefat etti. [17]
Muhammed b. Ali b.
Feth b. Muhammed b. Ali b. Ebi Talib el-Harbî. el-Aşarî lakabıyla meşhur olmuştur.
Çünkü uzun boyluydu. Darekut-nî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Güvenilir,
dindar ve salih bir kimseydi. Bu senenin cemaziyelevvel ayında seksen küsur
yaşında vefat etti. [18]
Hüseyin b. Muhammed b.
Abdillah Ebu Muhammed el-Venî. Veni, Cehistan ülkesinin şehirlerinden birinin
bir köyüdür. el-Venî el-Faradî, Harbî'nin şeyhi idi. Harbînin künyesi Ebu Hakim
olup asıl adı Abdullah b. İbrahim'dir. el-Venî, hesap ve feraizde büyük bir
alimdi. İnsanlar onun bu ilminden istifade ettiler. el-Venî, Besasirî savaşında
Bağdat'ta şehid edildi. Doğrusunu Allah bilir.
[19]
Bu senenin safer
ayının onyedisinde perşembe günü Sultan Tuğrul Bey, Besasirî'yi öldürüp Vasıt
şehrinden dönüşünde Bağdat'a geldi. Yine aynı ayın yirnıibirinde halife,
sarayında oturdu. Tuğrul Bey'i davet etti. Büyük bir ziyafet verdi. Bu sofrada
ümera ve halk tabakasına men-sub kimseler yemek yediler. Bu senenin rebiülevvel
ayının ikisinde perşembe günü Sultan Tuğrul Bey de büyük bir ziyafet
tertipleyerek halkı yemeğe davet etti.
Cemaziyelahir ayının
dokuzunda salı günü Emir Uddetü'd-Din Ebül-Kasım Abdullah b. Zahiretü'd-Dîn b.
Emirü'l-Mü'minin Kaim Bi Emrillâh ve halası Bağdat'a geldiler. O esnada Emir
Uddetüd-Din dört yaşındaydı. Bunları Ebü'l-Ğenaim Bağdat'a getirmişti. Halk
dedesine saygıdan ötürü onu karşılamaya çıkmıştı. Bir süre sonra hilafete ti
Muktedi Biemrillah lakabını aldı.
geÇ Ru senenin receb
ayında Ebü'l-Hasan Muhammed b. Hilal el-Attabî kütüphane yaptırarak vakfetti.
Bu kütüphane Bağdat'ın batı yaka İbn Avf caddesinde bulunuyordu. Buraya 1000
kitap getirildi. Bu e Kerh mahallesinde yakılan Erdeşir kütüphanesinin yerine
ılmıştı.
Bu senenin şaban
ayında Melik Mahmud b. Nasr, Halep şehrini ve
kalesini ele geçirdi.
Şairler onu methettiler.
Yine bu senede Atiye
b. Mirdas da Rahbe şehrini ele geçirdi. Halep ve Rahbe şehirlerini Fatimîlerin
elinden almıştı.
Bu senede Iraklılardan
hiç kimse hacca gitmedi. Yalnız bir grup Ku-fe'de toplanarak güvenlik
görevlileri nezaretinde hacca gitmişti. [20]
Ebu Hamid'in
talebelerindendir. Babü't-Tak ve saray kadılığı yaptı. Bir grup ulemadan hadis
dinledi. Hatib Bağdadî dedi ki: «Biz de kendisinden hadis dinleyip yazdık.
Sıka bir hadis ravisi idi»[21]
Hasan b. Muammed b.
Ebi'1-Fadl Ebu Muhammed el-Fesevî el-Valî. Hadis dinledi. Valilik ve idare
mesleğinde çok zeki bir kimseydi. Borç davalarında kimin suçlu kimin suçsuz
olduğunu ince bir sanatla anlardı. Nitekim anlatıldığına göre o, hırsızlık
suçuyla itham edilen bir grup maznunu huzurunda durdurmuş, su içmek için bir su
testisi getirtmiş, bu testiyi yere çalarak karşısındakilerini ürkütmek
istemişti. Karşısında bekleyen maznunların biri dışında hepsi tedirgin
olmuşlardı, sükûnetini bozmayan kişiye hırsızlık yaptığını itiraf etmesini
emretti ve «hırsız kişi cesaretli ve güçlü olur» dedi. Gerçekten de istifini
bozmayan o kişinin hırsız olduğu açığa çıktı. Bir defasında bir adamı döverken
adam ölmüştü. Kadı Ebu Tayyib nezdinde onun aleyhinde dava açılınca kadı ona
kısas hükmünü verdi. Sonra bol miktarda para vererek fidye ödeyip kendini
kurtardı. [22]
PadMuhaniîned b.
Ubeydullah b. Ahmed b. Muhammed b. Arus Ebü'l-dfî . v;"Bezzar- Bağdat'ta
Malikî fikıhçılarmın reisliği kendisine verilYi kurralardandı. Müsned sahibi
hadisçilerdendi. İbn Habane'den,Muhlis'ten ve İbn Şahin'den hadis dinledi. Ebu
Abdullah ed-Damiganı onun şahitliğini kabul etti. Muhammed b. Ubeydullah cerh
ve tadil ehli kimselerdendi. [23]
Kendisine Düca, Alem
gibi adlar da verildi. Halife Kaim Bi-Emril-lah'ın annesiydi. Çok yaşlıydı.
Doksan yaşına varmıştı. Besasirî'nin zamanında fakrü zarurete düşmüş Besasirî
de ona bol miktarda erzak vermiş ve iki cariyeyi onun hizmetine tahsis
etmişti. Sonra Cenâb-ı Allah oğlu Kaim Bi-Emrillah'ı ona gönderip hilafete
geçirerek gözlerini aydınlattı ve sonra oğluyla birlikte debdebe içinde
hayatlarım devam ettirdiler ve bu senede vefat etti. Halife olan oğlu cenazesine
geldi. Cenaze merasimi cidden muazzam oldu. Büyük bir kalabalık oluşmuştu. [24]
Bu senede Sultan
Tuğrul Bey, halifenin kızıyla evlenmeye talib oldu. Halife bundan rahatsız
oldu ve «daha önce böyle bir adet cari olmamıştı» dedi. Ama bu işten kurtulmak
istercesine çok miktarda eşya çeyiz talebinde bulundu. Mesela Tuğrul Bey'in
ölen karısına ait Vasıt şehrindeki bir çok ikta arazilerin, üçyüz bin dinarın
verilmesini ve Sultan Tuğrul Beyin Bağdat'ta sürekli ikamet etmesini, oradan
bir gün dahi ayrılmamasını şart koştu. Bu şartların bir kısmı üzerinde ittifak
edildi. Sultan Tuğrul Bey de kardeşi Davud'un kızı ve halifenin zevcesi ile
halifeye 100.000 dinar, çok miktarda altın ve gümüş kaplar, cariyeler düğünde
davetlilerin üzerine serpilmek amacıyla para ve mücevherler, 1.200 tane
cevahir, 700 parça cevher gönderdi. Mücevher parçalarından her biri bir ilâ üç
miskal ağır İlgındaydı. Sultan Tuğrul Bey, daha başka bir çok şeyler de
gönderdi. Ancak şartların bazısına uyulmadığı gerekçesiyle halife, kızım
vermeye yanaşmadı. Vezir Amidü'1-Mülk de hizmetkârı olduğu sultana öfkelendi.
Aralarında uzun kavgalar cereyan etti. Sultan Tuğrul Bey halifeye bir mektup
yazarak kardeşi Davud'un kızı Arslan Hatunu saraydan alıp kendi yanma hükümet
sarayına götüreceğini bildirdi ki bu mesele kapansın. Bunun üzerine halife de
Bağdat'tan göçmeye karar verdi. İnsanlar bu durumdan tedirgin oldular. Sultan
Tuğrul Bey Bağdat erzak ambarı reisi Beriştak'a bir mektup yazarak ambardaki
gözcülük görevinde kendisinden yana biraz müsamahakâr davranması, kendisinin
taraftarlarına gıda yardımını çoğaltmasını istedi. Sonra da kardeşinin kızı ve
halifenin hanımı Aslan Hatun'u hükümet konağına getirmeye kesin karar verdi.
Onu getirmek için görevlileri saraya gönderdi. Bütün bunları halifeye
kızdığından yaptı.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin ramazan ayında kötürüm bir Ham rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'i
görmüştü. Rasûlullah'm berabe-a- de üç kişi daha vardı. Bunlardan biri gelip
kendisine «Niçin ayağa k İkmıyo1*81111^ chye sormuş; kötürüm adam da «Kalkamam
çünkü ben Vtürüm bir kimseyim» diye cevap vermişti. O adam kötürümün elinden
tutup haydi kalk, demiş kötürüm adam da ayağa kalkmıştı. Sonra da uyandığında
ayaklarının eskisi gibi sağlam hale geldiğini görmüş ve sabah olunca işini
görmek amacıyla dışarı çıkmıştı. Rahatça yürümeye
başlamıştı.»
Bu senenin
rebiyüleahir ayında halife, Ebü'1-Feth Mansur b.
Ahmed b. Darest
el-Ahvazî'yi vezirliğe tayin etti. Ona hii'at giydirdi ve vezaret meclisinde
oturttu.
Bu senenin
cemaziyelahir ayının bitimine iki gece kala güneş, bütün kursu kaybolacak
şekilde tara olarak tutuldu. İnsanlar dört saat öylece beklediler. Öyle ki
yıldızlar göründü. Kuşlar aşın karanlıktan dolayı uçmayı bırakıp yuvalarına
döndüler.
Bu senede Ebu Temim b.
Muizzü'd-Devle, İfrikiye ülkesine hakim
oldu.
Bu senede
Nasrü'd-Devle'nin oğlu Ahmed b. Mervan el-Kürdî Diyarbakır'a hakim oldu.
Bu senede Kurayş b.
Bedran, Musul ve Nusaybin şehirlerini ele geçirdi.
Tarrad b. Muhammed
ez-Zeynebî Taîibilerin nakipliğine atandı. Kendisine hü'at giydirildi. Daha
önce kâmil lakabım taşımaktayken bu defa Murtaza lakabı takıldı.
Bu senede Yahudi Ebu
İshak b. Alâ, halifenin Sarsar'dan Evasî'ye kadar olan çiftliklerini yıllık
86.000 dinar para ve yaklaşık 17.000 ton hububat karşılığında mültezim olarak
aldı.
Bu senede Iraklılardan
hiç kimse hacca gitmedi. [25]
Künyesi Ebu Nasr
el-Kürdî1 dir. Diyarbakır ve Silvan hükümdarıydı- Halife Kadir ona
Nasrü'd-Devle lakabını taktı. Bu mıntıkalara elliiki sene hükmetti. Kendi
zamanında hiç kimseye nasib olmayacak kadar ttiureffeh bir hayat yaşadı.
Akranlarından hiç kimse onun seviyesine ^™famadl' Kendisine hizmet edenlerden
ayrı olarak 500 cariyesi vardı. 00 de hizmetçisi vardı. Yanında o kadar çok
şarkıcı kadın vardı ki bun-ardan her birinin değeri 5.000 dinar veya daha
fazlaydı. Meclisinde çalgı aletleri ve kaplar o kadar çoktu ki, değeri 200.000
dinar civarındaydı. Birçok hükümdarın kızıyla evlendi. Hükümdarlarla iyi
geçinmeye çalışırdı. Bir düşmanı kendisine hücum edecek olunca ona kendisiyle
barışmasını sağlayacak çok miktarda para gönderir ve düşmanı geri dönerdi.
Sultan Tuğrul Bey'e de
Irak'a hakim olduğu zaman büyük hediyeler gönderdi. Gönderdiği hediyeler
arasında Büveyh oğullarından büyük paraya satın aldığı yakut bir teşbih vardı.
Ayrıca 100.000 dinar para ve diğer hediyelerde göndermişti.
Ebü'l-Kasım
el-Mağribî'yi iki kez vezirliğe atadı. Ebu Nasr Muham-med b. Muhammed b. Cüheyr
de ona vezirlik yapmıştı. Ülkesi en güvenli ülkelerdendi. En güzel ve adaletin
de en çok uygulandığı bir yerdi. Kış mevsiminde kuşlar acıktıklarında
köylerdeki insanların yerlere tahıl taneleri serpiştirerek kuşları avlamaya
başladıklarını duymuştu. O da erzak ambarlarının açılıp içindeki hububatın kış
mevsimi süresince kuşlar için etrafa serpiştirilmesini emretti ve kuşlar onun
ömrü müdde-tince kış mevsimlerinde azıklarını rahatlıkla temin edebildiler. Bu
senede yani hicretin 453. senesinde seksen yaşına merdiven dayamış iken vefat
etti.
İbn Hallikan, Tarih
adlı eserinde İbnü'l-Ezrak'ın şöyle dediğim rivayet etmiştir:
«Ahmed b. Mervan, bir
kişi dışında reayasından hiç kimsenin malına el koymuş değildir. Lezzetlerle
çok haşir neşir olmakla birlikte bir vakit namazını dahi kaçırmamıştı. 360
gözdesi vardı. Senenin her bir gecesinde bunlardan biriyle yatardı. Geride çok
sayıda çocuk bıraktı. Bu senenin şevval ayının yirmidokuzunda vefat edinceye
kadar bu halini sürdürdü. [26]
Bu senede Tuğrul Bey
etraf ülkelerin hükümdarlarına ve Kadilku-dat ed-Damiganî'ye mektuplar yazarak
halifenin insafının azlığından, kendisine muvafakat etmeyişinden şikayetçi oldu
ve halifeye bol miktarda para, erzak ve hediyeler sunduğunu ifade etti. Halife
bundan haberdar olup Sultan Tuğrul Bey'in kendi valilerine mektuplar göndererek
halifenin mallarına el koymalarını emrettiğini duyunca Sultan Tuğrul Bey'e bir
mektup yazarak kızıyla evlenme isteğine olumlu cevap verdi. Sultân Tuğrul Bey
bu mektubu alınca çok sevindi ve valilerine haber salarak halifenin mallarına
el sürmemelerini, şayet mallarına el koymuş iseler serbest bırakmalarını
istedi. Halifeyle Tuğrul Bey arasında fikir ayrılığı baş gösterdikten sonra
tekrar anlaşmaya vardılar. Halife, kızının nikâh akdini yapması için bir
başkasına vekâlet verdi. Nikâh akdi, Sultan Tuğrul Bey'in huzurunda Tebriz'de
yapıldı. Büyük bir ziyafet •idi Vekaletname oraya geldiğinde Sultan Tuğrul Bey
kalkıp saygı 11 nda bulundu.
Vekaletnameyi görünce de yer öptü ve halifeye çok vaptı. Sonra nikah akdi 400.000 dinar mehir
üzerine akdedildi, akdi bu senenin şaban
ayının onüçünde perşembe günü yapıldı.
guıtan Tuğrul Bey kardeşi Davud'un kızı ve halifenin zevcesi Ha- şewal
ayında halifeye birçok armağan, bol miktarda altın ve mü-r çok kıymetli
cevherler ile gönderdi. Ve Sultan Tuğrul Bey halka kca «ben yaşadığım müddetçe
artık halifenin kölesiyim. Üzerimdeki elbiselerden başka hiç bir şeye de sahip
değilim» dedi.
Bu senede halife,
vezirini azletti. Ebu Nasr Muhammed b. Muham-med b. Cüheyr'i, Silvan'dan
getirterek vezirliğe tayin etti.
Bu senede ülkenin her
tarafında bolluk ve refah görüldü. Ucuzluk meydana geldi. Öyleki Basra şehrinde
1.000 ntl (460 kg.) hurma sekiz
kırata satılır oldu.
Bu senede hiç kimse
hacca gitmedi. [27]
Lakabı Muizzü'd-Devle
idi. Halep valisiydi. Yumuşak huylu, âli cenap, vakarlı bir kimseydi.
Îbnü'l-Cevzî'nin anlattığına göre hizmetçisi elini yıkaması için yanma
geldiğinde İbriğin ağzını Sümal'in dişine çarptı ve Sümal'in ön dişlerinden
biri leğene düştü, ama Sümal onu affetti. [28]
Künyesi Ebu Muhammed
el-Cevherî idi. Hicretin 363. senesinin şaban aymda doğdu. Bir cemaattan hadis
dinledi. Birçok hadis meşayihin-den ferdi rivayetlerde bulundu. Üstadlan olan
hadis meşayihleri arasında Ebu Bekir b. Malik el-Katiî de vardır ki, en son
olarak ondan hadis rivayet eden kişi kendisi olmuştur. Hasan b. Ali bu senenin
zilkade ayında vefat etti. [29]
Künyesi Ebu Ali
ed-Debbağ'dır. Şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'i rüyada gördüm kendisine
«Yâ Rasûlallah beni İslâm üzere vefat ettirmesi için Allah'a dua et» dedim. O
da şöyle cevap verdi: «Ve de sünnet üzere vefat ettirmesi için.....» [30]
Künyesi
Ebü'l-Mehasin'dir. Cürcanlıdır. Eski bir reistir. Melik Mahmud b. Sebüktekin'e
hicretin 410. senesi sınırlarında bir elçi göndermişti. Âlim ve fakih
kimselerdendir. Bir cemaat ondan fıkıh öğrendi. Kendisi de bir cemaatten hadis
rivayet etti. Birçok beldelerde onun için münazara meclisleri düzenlendi. Bu
senenin receb ayında Asterabaz'da haksız yere öldürüldü. Yüce Allah rahmet
etsin. [31]
Bu senede Tuğrul Bey
Bağdat'a girdi. Halife onu karşılamaya niyetlendi. Sonra bundan vazgeçti.
Kendisinin yerine veziri Ebu Nasr'ı karşılamaya gönderdi. Askerler yolda
insanlara çok eziyetler vermişler, insanların ırzlarına musallat olmuşlar,
hatta hamamlarda kadınlara hücum etmişlerdi. Halk büyük bir çabadan sonra
onlardan kurtulabilmişti. İnnâ lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz
Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz). [32]
Sultan Tuğrul Bey,
Bağdat'a yerleşince veziri Amidü'l-Mülk'ü halifeye göndererek gelini kendi
hükümet konağına getirmesini istedi. Ancak halife bunu kabul etmeyip şöyle
dedi:
«Siz sadece
şereflenesiniz diye kızımı Tuğrul Bey'le nikahlamak istemiştiniz ama görüyorum
ki şimdi onu alıp gerdeğe sokmak istiyorsunuz.» Problemi çözmek için insanlar
halifeyle sultan arasında mekik dokudular. Sultan Tuğrul Bey daha önce verdiği
paralara ek olarak 100.000 dinar ve 150.000 dirhem para, ayrıca bir çok
armağanlar ve kıymetli eşyalar da gönderdi. Safer ayının onbeşinde pazartesi
gecesi Sultan Tuğrul Bey, halifenin kızıyla hükümet konağında gerdeğe girdi.
Dicle'den hükümet konağına kadar olan yerlere çadırlar kuruldu. Davullar ve
zurnalar çalındı. Gelinin hükümet konağına gelişi esnasında şenlikler
düzenlendi. İçeriye girdiğinde altın işlemeli bir tahta oturtuldu. Yüzünde
duvağı vardı. Sultan Tuğrul Bey içeriye girdi. Gelinin önünde durdu yeri öptü
ancak gelin onun için ayağa kalkmadı ve duvağını da açmadı. Bunun üzerine
Sultan Tuğrul Bey dönüp sarayın sahnına vardı. Hacipler ve Türkler sevinç ve
sürurlarından oynuyorlardı. Tuğrul Bey, kendi kardeşi Davud'un kızı ve aynı
zamanda halifenin hanımı ile geline iki kıymetli gerdanlık ve cidden çok büyük
bir kızıl yakut parçası gönderdi. Ertesi gün yine gelinin yamna gelip yeri Öptü
ve gelinin oturmakta olduğu tahtın yanında gümüşten bir taht üzerine oturdu.
Bir süre bekledi, sonra yine odadan çıkıp gitti ve geline kıymetli ve çok
sayıda cevher parçası, altınla işlenmiş bir de ferace gönderdi. Bir kaç gün
hryle devam etti. Her gün gelinin yanma gidip yeri öpüyor ve karşısında t °ht
üzerinde oturup bekliyor, sonra odadan çıkıp gidiyor ve geline yeni 3 aâan ve
hediyeler gönderiyordu. Ancak geline ilişmemişti. Yedi gün böyle devam etti. Bu
yedi gün zarfında her gün büyük ziyafetler veriyor-d Yedinci günde bütün ümeraya hil'atler
giydirdi. Sonra bir sefere çık-
ası icap etti.
Hastalandı. Gelinle birlikte sefer yerine gitmek ve sonra
lini tekrar Bağdat'a
getirmek hususunda halifeden izin istedi. Halife Önce şiddetle karşı koyduysa da
sonra buna izin verdi. Ama çok üzüldü. Tuğrul Bey de yeni gelinle birlikte
sefere çıktı. Beraberinde hilafet sarayından sadece hizmetini gören üç kadın
vardı. Gelin Bağdat'tan ayrıldığı için annesi çok üzülmüştü. Şiddetli elemlere
maruz kalmıştı. Sultan Tuğrul Bey, hastalığından ümid kesilmiş ve ölümle
yüzyüze gelmiş olarak bu sefere çıktı.
Tuğrul Bey'in ramazan
ayının sekizinde vefat etmiş olduğuna dair haber, ramazan ayının yirmi dördünde
pazar gecesi, Bağdat'a ulaştı. Hırsızlar, yankesiciler, çapulcular harekete
geçtiler. Amidî'yi ve 700 kadar adamını öldürdüler. Mallarım yağmaladılar.
Gündüz cesetler üzerinde yeyip içmeye başladılar. Nihayet bu ay böyle devam
etti ve sona erdi. Tuğrul Bey'in vefatından sonra kardeşinin oğlu Süleyman b.
Davud için bey'at alındı. Tuğrul Bey hayattayken onun kendi yerine geçmesini
açıkça ifade etmiş ve vasiyette bulunmuştu. Çünkü Tuğrul Bey onun annesiyle
evlenmişti. Herkes Süleyman b. Davud'a bey'at hususunda ittifak etti. Artık
Süleyman'ın kardeşinden başka kimseden korkusu kalmamıştı. Kardeşi de
Adüdü'd-Devle Alparslan idi. Askerler Adüdü'd-Devle Alparslan Muhammed b.
Davud'a meyilliydiler. Cebel mıntıkasında onun adına hutbe okundu.
Alparslan'ın yanında veziri Nizamü'l-Mülk Ebu Ali Hasan b. Ali b. İshak vardı.
Kündürî, Alparslan'ın kuvvetli olduğunu görünce Rey şehrinde onun için hutbe
okuttu. Ondan sonra da Alparslan'ın kardeşi Süleyman b. Davud için hutbe
okuttu.
Sultan Tuğrul Bey,
yumuşak huylu, çok tahammüllü, sırrı çok gizleyen bir kimseydi. Namazlarına çok
dikkat ederdi. Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutar, hep beyaz elbiseler
giyerdi. Vefat ettiğinde yetmiş yaşmdaydı.Geride çocuk bırakmadı. Halife Kaim
Bi-Emrillah'ın zamanında yedi sene onbir ay ve oniki gün süreyle hüküm sürdü.
Tuğrul Bey vefat ettikten sonra düzen bozuldu. İşler alt-üst oldu. Bedeviler
Bağdat sevadında ve Irak diyarında fesat çıkardılar. Etrafı talan ettiler.
Ziraat, ancak çeşitli tehlikeleri göze alarak yapılabildi. İnsanlar bu durumdan
teaırgin oldular.
Bu senede Vâsıfta ve
Şam diyarında büyük bir zelzele meydana gel-lrablus şehrinin surlarının bir
kısmı yıkıldı.
Bu senede çiçek
hastalığı yüzünden birçok insan öldü. Ani ölümler de görüldü. Mısır'da şiddetli
bir veba hastalığı görüldü. Her gün oradan 1.000 cenaze çıkıyordu.
Bu senede Yemen
hükümdarı Sulayhî, Mekke'yi ele geçirdi. Erzakları oraya getirtti. Mekkelilere
ihsanda bulundu.
Bu sene başında
halifenin zevcesi Arslan Hatun Bağdat'tan ayrılıp amcasının yanma taşınma
talebinde bulundu. Çünkü halife onu yalnız bırakmış ve itibarını düşürmüştü. Bu
talebine karşı halife onu vezir Kündürî refakatinde amcasının yanına gönderdi.
Arslan Hatun amcasının yanına vardığında ölmek üzere olan bir hastaydı. Amcası
da halifeye onun için yaptığı yardımları hatırlatarak kınayıcı bir mektup gönderdi.
Halife de buna karşı irticalen şu cevabı yazmıştı:
«Zindeliğim ve
gençliğim gitti. Aşk benden yüz çevirdi. Gençliği geri getirmek makul bir amaç
değildir, böyle bir şey isteni-lemez.
Geceler, bendeki her
şeyi geri götürdüler. Geceler ve gündüzler insanı zayıflatırlar. Gençliğimde
alıştığım şeylere âh ediyorum. Şarkıcı cariyelere benden selam olsun.» [33]
Züheyr b. Ali b. Hasan
b. Hüzam. Künyesi Ebu Nasr el-Hüzanıî'dir. Bağdat'a geldi. Şeyh Ebu Hamid
el-İsferayinî'den fıkıh Öğrendi. Basra'da Kadı Ebu Ömer'den, Ebu Davud'un
Sünen'ini dinledi. Çok hadis rivayet etti. Fetva da kendisine başvurulurdu.
Müşkülleri hallederdi. Bu senede Serahs şehrinde vefat etti. [34]
Amid valisi idi.
Zehirlendiği söylenir. Silvan hükümdarı onu zehirleyeni parçalayarak intikamım
almıştı. [35]
Muhammed b. Mikâil b.
Selçuk Tuğrul Bey, ilk Selçuklu hükümdarıdır. Hayırlı bir kişi olup namazım
vaktinin evvelinde kılar, namazlarını kaçırmazdı. Pazartesi ve perşembe
günleri oruç tutmayı sürdürürdü. Kendisine kötülük yapanları bağışlardı.
Yumuşak huyluydu. Sırrı sağlamdı. Yaşantısında mutlu bir kimseydi. Mesud b.
Mahmud zamanında asan diyarının tamamına hükmetti. Öz kardeşi Davud'u, ana bir
i H si İbrahim b. İnal'ı ve
kardeşinin oğullarını bir çok beldelere naip 1 ak tayin etti. Sonra halife onu
Bağdat'a çağırdı. Nitekim bu hususla-nTnceki sayfalarda detaylı olarak
anlatmıştık.
Sultan Tuğrul Bey bu
senenin ramazan ayının sekizinde yetmiş yada vefat etti. Otuz sene hüküm
sürdü. Hükümdarlığının sekiz seneden onsekiz gün eksik bir kısmım Irak'ta
yaptı. [36]
Bu senede Sultan
Alparslan amcasının veziri Amidü'1-Mülk el-Kündürî'yi tutukladı ve onu kendi
evinde hapsetti. Sonra onu öldürecek celladı üzerine şevketti. Vezirlikte
Nizamülmülk'e itimad etti. Niza-nıülmülk, sadık bir vezir olup alimlere ve
fakirlere ikramda bulunurdu.
Melik Şihabü'd-Devle
Kutalmış isyan edip itaatin dışına çıktığında ve Alparslan'ı ele geçirmek
istediğinde, Alparslan ondan korktu. Veziri Nizamüimülk ona şöyle dedi:
- Ey hükümdar! Korkma.
Çünkü ben senin için öyle bir ordu hazırladım ki bu ordu hangi askerle
savaşacak olursa onu mutlaka kırıp geçer.
- Bu ordunun askerleri
kimlerdir?
- Bu ordunun askerleri
öyle kimselerdir ki senin için dua ederler, namazlarında ve halvetlerinde
teveccühte bulunarak senin muzaffer olmanı dilerler. Onlar alimler, fakirler
ve salih kimselerdir.»
Alparslan'ın böylece
gönlü rahatladı. Kutalmış'm askerleriyle karşılaştığında onları hemen kırıp
geçirdi. Kutalmış'ı hezimete uğrattı. Askerlerinden bir kısmını öldürdü.
Kutalmış da bu savaşta öldürüldü. Böylece Alparslan tek otorite oldu. Herkes
onun etrannda toplandı.
Bu senede Alparslan,
oğlu Melikşah ile veziri Nizamüimülk u büyük bir ordunun başında Kerh
mıntıkasına gönderdi. Bunlar oralarda birçok kaleleri fethettiler. Bol miktarda
malları ganimet edindiler. Müslümanlar bunların zaferiyle sevindiler.
ygmnun, Maveraünnehir
hükümdarı Büyük Han'ın kızıyla evlenmesi için mektup yazdı ve oğluyla Büyük
Han'ın kızı gerdeğe girdi. Diğer oğlunu da Gazne hükümdarının kızıyla
evlendirdi. Böylece Selçuklu
umdariyla Gazneli
hükümdarının arası düzeldi. Aralarında ittifak meydana geldi.
u senede Alparslan,
halifenin kızına, babasının yanma dönmesi
^f1"11 .ver<^ ve onu kazı kadı ve ümera refakatinde Bağdat'a
gönderdi, e nin kızı da büyük bir
alayişle Bağdat'a girdi. İnsanlar onu gör-e lcm yollara döküldüler. O gece
şehire girdi. Halife ve ailesi bu duru-a Çok sevindiler. Halife, minberler
üzerinde hutbelerde Alparslan'a dua edilmesini emretti. Duada şöyle denildi:
«Allah'ım! Muazzam
Sultan Adüdü'd-Devle Tâcül-Mille Alparslan Ebu Şüca Muhammed b. Davud'u ıslah
et, durumunu düzelt.»
Sonra halife, Sultan
Alparslan'a Nakibü'n-Nükaba Şerif, Tarrad b. Muhammed, Ebu Muhammed et-Temimî
ve Hadim Muvaffak'la birlikte hil'atler ve nişanlar gönderdi. Böylece Sultan
Alparslan, Irak üzerinde hakimiyetini tam olarak kurmuş oldu.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin rebiyülevvel ayında Bağdat'ta ortaya atılan bir dedikoduya göre
bir grup Kürt avlanmak için çöle çıktıklarında siyah bir çadır görmüşler, bu
çadırda tokat sesleri ve çağlıkîar duymuşlardı. Ayrıca birinin de; «Cinlerin
hükümdarı Seydok öldü. Var mı onun için kendisini tokatlamayan bir belde halkı?
Var mı onun için yas tutulmayan bir belde?» dediğini de duydular. Kötü
kadınlar, Bağdat'ın içinden çıkıp mezarlıklara gittiler ve oralarda
kendilerini üç gün süreyle tokatladılar. Elbiselerini parçaladılar. Saçlarını
dağıttılar. Bazı fasık erkekler de oralara gidip böyle yaparak matem tuttular.
Bu matem Vasıt, Huzistan ve diğer beldelerde de tutuldu. Bu, misli duyulmamış
bir ahmaklıktır.»
Yine İbnü'l-Cevzî dedi
ki:
«Bu senenin şaban
ayının onikisinde cuma günü Abdüssamed'in taraftarlarından bir grup, Mutezile
müderrisi Ebu Ali b. Velid'e hücum ettiler. Ona sövdüler. Küfürler sarf
ettiler. Çünkü o, camide namaz kıldırmaktan ve insanlara Mutezile mezhebini
öğretmekten geri duruyordu. Bu sebeple Abdüssamed'in taraftarları onu tahkir
ettiler. Yerde sürüklediler. Mutezile mezhebi, Mansur Camii'nde lanetlendi.
Ebu Said b. Ebi İmame de orada oturdu ve bunların yanında Mutezileyi
lanetlemeye başladı.
Bu senenin şevval
ayında Sultan Alparslan'ın büyük bir beldeye gaza yaptığına dair haber
Bağdat'a geldi. Gaza yaptığı beldede 600.000 dehliz, 1.000 kilise ve manastır
bulunuyormuş. O belde halkından çok sayıda insanı öldürmüş ve 500.000 kişiyi de
esir almıştı.
Bu senenin zilkade
ayında Bağdat'ta ye Irak'ın diğer beldelerinde şiddetli bir veba salgını
meydana geldi. İlaçların fiyatı çok yükseldi. Temr hindi azaldı. Ekim ve kasım
aylarında sıcaklık fazlalaştı.İklim bozuldu. Bu ayda Ebü'l-Ganaim Muammer b.
Muhammed b. Ubeydullah el-Alevî Talibilerin nakipliğine atandı. Ayrıca hac ve
mezalim işlerine bakmakla da görevlendirildi. Kendisine Zahir Zü'1-Menakıp
lakabı da takıldı. Atanma fermanı büyük bir cemaatın huzurunda okudu.
Bu senede Iraklılar
hacca gittiler. [37]
Allame, İmam ve hadis
nafizidir. Soy kütüğü şöyledir: Ebu Muhammed Ah b. Ahmed b. Ahmed b. Said b.
Hazm b. Galib b. Salih b. Halef b. Maad b. Süfyan b. Yezid. Yezid b. Ebi Süfyan
Sahr b. Harb el-Ümevî'nin azatlisıdır. Dedesi aslen Farslıdır. Müslüman olmuş
ve Mağrib diyanna girmiştir. Bunların asıl beldeleri Kurtuba idi. İbn Hazm,
hicretin 384. senesinin ramazan ayının sonunda Kurtuba'da doğdu. Kur'an okudu.
Faydalı ve şer'i ilimler Öğrendi. Bu ilimlerde büyük aşama kaydetti. Kendi
zamanındaki alimlerin fevkine çıktı. Meşhur kitaplar tasnif etti. Anlatıldığına
göre o, 80.000 varaka yaklaşan 400 cilt kitap tasnif etmiştir. Edip, şair ve
fesahatli bir kimseydi. Tıbba ve mantıka dair kitapları vardı. Vezirlik ve
reislik ailesinden geliyordu. Ailesi itibarlı, zengin ve servet sahibiydi. İbn
Hazm, Şeyh Ebu Ömer b. Abdilber en-Nemrî ile arkadaşlık etti. Şeyh Ebü'l-Velid
Süleyman b. Halef el-Bacî'ye karşı cephe aldı. Aralarında anlatımı burada uzun
sürecek münazaralar cereyan etti, îbn Hazm, dili ve kalemi ile alimlere çok
tesir ederdi. Bu da zamanının insanlarında ona karşı kalplerde bir kin meydana
getirdi. Onunla uğraşmaya devam ettiler. Nihayet onu hükümdarlarının nazarında
sevimsiz bir insan haline getirip hükümdarlarının gazabına maruz bıraktılar.
Ve beldesinden kovdular. Bu senenin şaban ayında doksan yaşını aşmış olarak
köyünde vefat etti. Tuhaftır ki teferruatta yolunu şaşıran bir Zahirî olduğu
halde ne celî ne de hafi kıyası kabul etmezdi. Alimlerin nazarında onu düşüren
de bu olmuştur. Bakışında ve tasarrufunda onu büyük hatalara sürekleyen şey
kıyası kabul etmeyişiydi. Bununla beraber usul babında çok sağlam tevilleri
vardı. Sıfat ayetlerini ve hadislerini güzel tevil ederdi. Çünkü o, ilk
zamanlarda mantık ilminde büyük aşamalar kaydetmişti. Mantık ilmini Muhammed b.
Hasan el-Mezheci el-Kinani el-Kurtubî'den öğrenmişti. İbn Makûla ve İbn
Hallikan onu °yle anlatmışlardır. Ama bu sebeple o sıfatlar babında yalnış
görüşlere sa«ıp olmuştu. [38]
Künyesi
Ebü'l-Kasım'dır. Nahivcidir. Cidden ahlakı çok bozuk bir nıseydi.Asla don
giymedi. Başını örtmedi ve hiç kimsenin de bağışını ui etmedi. Anlatıldığına
göre o tüysüz oğlanları öpermiş ki, bunda as*a şüphe yoktur.
ibn Ukayl dedi ki:
«Abdülvahid, Mutezilî ve Mürciî idi. Kâfirlerin ehennem'de ebedi kalacaklarını
kabul etmez ve şöyle derdi: «Kendisinden intikam alınması caiz olmayan bir
kimseyi sürekli azapta tutmak anlamsızdır. Kaldı ki Allah, kendini merhametli
olmakla nitelemiştir.»
Cenâb-ıAllah'm şu kavli
cehlini: «İçinde temelli ve ebedi kalacaklardır.» (et-Tevbe: ıoo) şöyle
yorumlardı: «Yani orada ebedi zamanın bir diliminde kalacaklardır.»
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Abdülvahid b. Ah b. Burhan, Rasûluilah'm ashabını eleştirir, onların
aleyhinde konuşur ve müslümanlann itikadına muhalefet ederdi. Çünkü o, icmaa
muhalefet etmiştir.» Böyle dedikten sonra İbnü'l-Cevzî onun bu konuda ve diğer
konulardaki sözlerini nak-letmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [39]
Bu senede Irak'tan bir
topluluk güvenlik görevlileri nezaretinde hacca gittiler. Ancak Küfe'ye varınca
daha ileri gidemediler ve geri döndüler.
Bu senenin zilhicce
ayında Nizamiye Medresesi'nin yapımına başlandı. İnşaat alanım temin etmek
için Meşraatü'z-Zevaya mıntıkasında ve Babü'l-Basra civarındaki bir çok evler
yıkıldı.
Bu senede Temim b.
Aziz ile Badis, Hammadoğullan, Araplarla Mağribliler arasında Sinhace ve
Zinate'de çok savaşlar cereyan etti.
Bu senede Bağdatlılara
nakip Ebü'l-Ğanaim haccettirdi.
Bu senede Amidü'1-Mülk
Mansur b. Muhammed Ebu Nasr el-Kündürî öldürüldü. Bu, Tuğrul Bey'in veziriydi.
Bir seneden beri zindanda idi. Öldürüldüğünde cenazesi alınıp Tarisis şehrinin
kasabalarından Kendere'ye götürülerek babasının mezarının yanma defnedildi.
Kendere, Kazvin yakınındaki Kendere olmayıp Tarisis'e bağlı bir kasabanın
adıdır.
Sultan Alparslan onun
mallarına, ürünlerine ve eşyalarına el koydu. Amidü'1-Mülk el-Kündürî, zeki,
fasih ve şair bir kimseydi.Bir çok faziletleri vardı. Hazırcevapdı. Tuğrul Bey
onu, kızını istemek üzere halifeye gönderip de halife kızını vermek
istemediğinde Amidü'1-Mülk el-Kündürî'ye şu şiiri okumuştu:
«Kişi her arzuladığı
şeyi ele geçiremez.»
Vezir Amidü'1-Mülk
el-Kündürî de ona bu şiirin devamını okumuştu:
«Rüzgarlar gemilerin
arzulamadığı istikametlerde eserler.» Onun bu cevabı karşısında halife susmuş
ve başım önüne eğmişti. Vezir Amidü'1-Mülk el-Kündürî bu sende kırk küsur
yaşında öldürüldü. Şiirlerinden biri şudur:
«İnsanlarda benimle
yarışma hususunda bir sıkıntı var ise, Biline ki ölüm dünyayı insanlara
genişletir.
Ben geçip gidiyorum
ama benim ölümüme sevinen ve bu yüzden al-danan kişi de peşimden gelecektir.
Herkes ölüm şarabını
zevkle içecektir.»
Sultan Tuğrul Bey,
veziri Amidü'l-Mülk'ü Harzem Şah'm dul karısını kendisine istemesi için
göndermişti, ama Amidül-Mülk un kendisi o kadınla evlenmişti. Sultan Tuğrul Bey
de onun testislerini burdu (ha-dımlaştırdı) ve görevlilere emrederek penisim
kestirip Harezm'de toprağa gömdürdü. Mervi Ruz'da öldürüp kanını akıttı.
Cesedini Kendere kasabasına gönderip defnettirdi. Başı alınıp Nisabur'a
götürüldü. Orada defnedildi. Kafatası da Kirman'a götürüldü.1 Ben şehadet
ediyorum ki Cenâb-ıAllah, cesetlerin parçaları her nerede olurlarsa olsunlar
haşir gününde bunları bir araya getirecektir. Her ne halde olurlarsa olsunlar,
bu parçalar birleşecektir. Çünkü Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. [40]
Bu senenin aşura
gününde Kerh mahallesi sakinleri dükkanlarını kapattılar. Kadınlar Hz.
Hüseyin'e ağıt yakıp matemini tututlar. Nitekim öteden beri devam edegelen
çirkin ve aykırı bidatlerini devam ettirdiler. Bu matemi tuttuklarında halk
durumu protesto etti. Halife, bunların liderleri Ebu'l-Ganaim'i çağırarak onu
azarladı. Ebu'l-Ganaim de durumdan haberi olmadığını söyleyerek mazeret
beyanında bulundu. Şayet bilgisi olsaydı buna müsaade etmeyeceğim ifade etti.
Kerh mahallesi sakinleri de divana akın akın gelerek özür dilediler.
Sahabilere söven ve bidatleri ortaya koyan kimselerin kâfir sayılacağına dair
bir ferman yayınlandı.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin rebiyülevvel ayında Babü'1-Ezec mıntıkasında bir kız çocuğu doğdu.
Bunun iki başı, iki yüzü, iki boynu ve dört eli vardı. Ama bedeni tamdı. Sonra
vefat etti.
du senenin
cemaziyelahir ayında Horasan'da günlerce devam eden
ir deprem meydana
geldi. Bu deprem sebebiyle dağlar parçalandı. Bir
opluluk öldü. Birçok
köy ve kasaba yere battı. İnsanlar çöle çıktılar ve
oraaa ikamete
başladılar. Yale nehrinde bir yangın meydan geldi. Bu
yüzden 100 dükkân ve
üç ev yandı. İnsanların malları telef oldu. Herkes
Mülkun ölümü ve
organlarının kesilmesi ile ilgili bilgi doğru değildir. Zira, önaklann ittifak
ettiklen gibi Amidü'1-Mülk, Sultan Alparslan tarafından ce hapis, sonra da
öldürülmüştür. Bu da yeni vezir Nizamülmülk vasıtası ile olmuştur. (Z. Kazıcı).
birbirlerinin eşyasını yağmaladı.
Bu senenin şaban
ayında Dımaşk'ta bir savaş meydana geldi. Dı-maşk Camii'nin yakınındaki bir evi
yaktılar. Bu yangının büyümesi yüzünden Dımaşk camii de yandı.»
İbnü'l-Cevzî böyle
demiştir. Meşhur ve sahih rivayete göre Dımaşk Camii'ndeki yangın bundan üç
sene sonra hicretin 461. senesinin şaban ayının ortasında geceleyin meydana
gelmiştir. Fatimî köleleri ile Abbasî köleleri savaşmışlar ve bu savaş
esnasında hükümet konağına (Hadra sarayına) ateş bırakılmış ve konak yanmaya
başlamıştı. Yangın büyümüş ve Dımaşk Camii'ne sirayet etmiş caminin tavanları
çökmüş, süsleri, zinetleri yok olmuş, mermerleri telef olmuş, harabeye
dönmüştü. Daha önce son derece muhkem ve sağlam yapılmış, avlusu güzel,
meclisleri hoş, manzarası güzel bir yapı olan Hadra Sarayı adeta bir toprak
yığınına dönüşmüştü. Zamanımıza kadar burada ancak sefil ve düşkün kimseler
ikamet ederler, oysa daha önceleri orası hilafet merkezi ve hükümet sarayı
idi. Orayı Ebu Süfyan oğlu Muaviye tesis etmişti. Ümeyye Camii'ne yani Dımaşk
Camii'ne gelince yeryüzünde ondan daha güzel ve ondan daha hoş manzaralı bir
bina yoktu. Nihayet yandı. Uzun süre harap halde kaldı. Sonra hükümdarlar onu
onarıp yenilemeye başladılar. Adil Ebu Bekir b. Eyyub zamanında tabanı
döşendi. Duvarları onarıldı. Hükümdarlar zamanımıza kadar hep güzelleştirmeye
çalışmışlardır, ama şimdiki durumu önceki haline göre hiçbir şey gibidir. Emir
Seyfettin Betkenz'in Abdullah en-Nasırî zamanına kadar bu caminin güzelleştirilmesine
devam edildi. Yani onarım ve güzelleştirme çalışmaları hicretin 703. senesi
sınırlarına kadar devam etti.
Bu senede Bağdat'ta
fiyatlar çok düştü. Ucuzluk meydana geldi. Diclenin suyu göze görünür şekilde
eksildi.
Bu senede Sultan
Alparslan kendisinden sonraki dönem için oğlu Melikşah'ı tayin etti. Onun için
bey'at aldı. Melikşah'ın önünde bayrak ve ümera yürümeye başladı. Cidden o
bey'at gününde muazzam bir merasim yapılmıştı. O gün görülmeye değer bir
gündü.
Bu senede Nurü'1-Hüda
Ebu Talib Hüseyin b. Nizam el-Hazreteyn ez-Zeynebî insanlara haccettirdi ve
Mekke'de mücavir olarak kaldı. [41]
Büyük hadis hafızıdır.
Asıl adı ve şeceresi şöyledir: Ahmed b. Hüseyin b. Ali b. Abdullah b. Musa Ebu
Bekir el-Beyhakî. Kervanların başka şehirlere taşıdığı tasnif eserleri vardır.
Hicretin 384. senesinde doğdu.hadiste, Kur'an ilimlerinde ve eser tasnif etmede
zamanının Fıkıhta, östeı!ilen meşhur şahsiyetlerindendi. Fakih, muhaddis ve
parılia dü Hakim Ebu Abdillah en-Nisaburî'den ilim tahsil etti. Başkadan da
çok sayıda hadis dinledi. Çok faydalı bilgiler topladı ki, onun larT başkaları
o zamana kadar ilimde zirveye ulaşamamışlardı. Onun V tettiğiilmî mesafeyi hiç
kimse kat edememiş ti. Eserleri şunlardır:
* Sünen-i Kebir
* Nususu'ş-Şafiî (Bu
iki eser on ciltte toplanmıştır.)
* Sünen-i Sağir
* el-Asar
* el-Medhal
* el-Adab ve
Şuabü'1-Iman
* el-Hilafîyat
* Delâilu'n-Nübüvve
* el-Ba's ve'n-Nüşûr
Zahid bir kimse olup
dünyalığı çok azdı. İbadetli ve takvahydı. Nisa-bur'da vefat etti. Tabutu bu
senenin cemaziyelevvel ayında Beyhak'a taşındı. [42]
Hasan b. Galib b. Ali
b. Galib b. Mansur b. Sa'lûk Ebu Ali et-Temimî. İbn Mübarek adıyla meşhur
olmuştur. Kurrâ idi. Ebu Semun ile arkadaşlık etti. Kendisine karşı reddedilen
şekillerde ve tarzlarda Kur'an kı-raatında bulundu. Yalanı tesbit edildi. Bunu
ya kasten ya da hataen yapmıştı. Birçok rivayetlerinde itham edildi. Ebu Bekir
el-Kazvinî de onu reddedenlerdendi. îhzarcıbaşı, münker tarzlarda kıraatlerde
bulunmaması için ona bir mektup yazmıştı. İbn Muhammed es-Semer-kandî, onun
yalancı olduğunu söylemiştir. Bu senede sekseniki yaşında vefat etti. İbrahim
el-Harbî'nin yanma defnedildi. İbn Hallikan dedi ki:
«Fıkhı Ebü'1-Feth Nasr
b. Muhammed el-Ömeri el-Mervezî'den öğrendi. Sonra Hadis ilmine daha fazla
merak sardı ve bu ilimde meşhur oldu. Hadis toplamak amacıyla çeşitli yerlere
seyahatlerde bulundu.» [43]
Muhammed b. Hasan b.
Muhammed b. Halef b. Ahmed el-Ferra. Kadılık yapnııtır. Künyesi Ebu Ya'la'dır.
Hanbelî alimidir. Furuat hususunda Hanbelî mezhebini yerleştirmiş ve esaslara
bağlamıştır. Hicretin j*80. senesinin muharrem ayında doğdu. Çok hadis dinledi.
İbn Habba-°e den hadis rivayet etti.
Ibnül-Cevzî dedi ki:
«Ebu Ya'lâ, güvenilir alimlerin öncülerindendi.
İbn Makûla ve İbn
Damigani'nin huzurunda şahitlik yaptı. Onlar da şahitliğini kabul ettiler.
Hilafet hareminde kadılık yaptı. Fıkıhta imamdı. Hanbelî mezhebine dair çok ve
güzel eserleri vardır. Senelerce ders ve fetva verdi. Hanbelî mezhebinin
reisliği kendisine verildi. Kendisinin ve arkadaşlarının tasnif eserleri
yazıldı. Şahsında imameti, fıkhı, sadakati, güzel ahlakı, ibadeti, zühdü,
huşuu, güzel davranışı ve kendisini ilgilendirmeyen şeyleri ağzına almayışı
gibi meziyetleri topladı. Bu senenin ramazan ayının yirmisinde yetmişsekiz
yaşında vefat etti, kadılar ve ayan onun cenaze merasimine katıldılar. O gün
cidden çok sıcak bir gündü. Cenazesine katılanlardan bazıları oruçlarını
bozmuşlardı.
Kadı Ebu Ya'lâ vefat
ederken geride, Ubeydullah Ebü'l-Kasrm Ebü'l-Hüseyin ve Ebu Hazim adında üç
erkek evlat bıraktı. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona:
«Allah sana nasıl muamele etti?» diye sormuş o da parmaklarıyla sayarak şu
cevabı vermişti: «Bana rahmet etti, beni bağışladı, bana ikramda bulundu,
mertebemi yükseltti. Bunu ilminle mi yaptı? Hayır sadakatimle yaptı.» [44]
Lügatte el-Muhkem adlı
eserin sahibidir. Künyesi Ebü'I-Hüse-jdn'dir. Asıl adı Ali b. İsmail
el-Mersî'dir. Lügatte imam ve hafızdı. Amaydı. Arapçayı ve lügati kendisi gibi
âma olan babasından öğrendi. Ebu Alâ Said el-Bağdadî'den ders aldı. Bir kaç
ciltlik "Muhkem" adlı lügat kitabı vardır1. Altı ciltlik
"Şerhül-Hamase" adlı eseri ve başka eserleri de vardır. Şeyh Ebu
Ömer et-Temlenkî'ye Ebu Ubeyd'in Kitabü'1-Ga-rib'ini ezbere, okudu. İnsanlar
buna şaştılar. Şeyh Ebu Ömer de onun ezbere okuyuşunu kitabı açıp takip etti.
insanlar onun bu kitabı ezbere kuyusunu dinlediler. Bu senenin rebiyülevvel
ayında altmış yaşında vefat etti. Hicretin 448. senesinde vefat ettiğine dair
bir rivayet varsa da sahih olan rivayete göre bu senede vefat etmiştir.
Doğrusunu Allah bilir. [45]
Bu senede,
Şerefü'1-Mülk lakabını taşıyan Ebu Said el-Müstevfî Bağdat'ta İmam Ebu
Hanife'nin türbesini inşa ettirdi. Üzerine bir kubbe yaptırdı. Karşısında da
bir medrese inşa ettirdi. Ebu Cafer b. Beyazı Ebu Hanife'nin türbesini ziyarete
geldi ve ziyareti esnasında şu şiiri okudu:
«Görmezmisin ki ilim
daha önceleri zayi olmuştu
Şu mezarda medfun olan
zat ilmi toparladı
Aynı şekilde bu
diyarlar da ölüydü
Ama bu diyarları Amid
Ebu Sa'd'ın cömertliği diriltti.»
Bu senede çok şiddetli
derecede sıcak bir rüzgar esti. Bu yüzden çok
Öldü. Anlatıldığına
göre Bağdat'ta bu yüzden birçok limon ve tu-î-nnc ağacı telef oldu.
Bu senede, Maruf
Kerhî'nin mezarı yandı. Bunun sebebi de şuydu:
lk d htldğ için kendisine arpa
ezara kayyumluk yapan
adam hastalandığı için kendisine arpa su"'sirayet etmiş ve bütün şehitlik
yanmıştı.
i mezara.
kaynatılmış ve
kaynatma esnasında ateş, mezarlığın ahşap kısımla-
senede Dımaşk'ta,
Halep'te Harran'da, Horasan'da ve oraya bağirînıntıkalarda kıtlık meydana
geldi. Bir çok hayvan öldü. Hayvanların başlan ve gözleri şişiyordu. Öyle ki
insanlar yabani eşekleri yakalayabiliyorlardı. Onlan yemekten tiksiniyorlardı.
el-Muntazam adlı
eserinde İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin zilkade
ayının onunda cumartesi günü Amid Ebu Sa'd, Bağdat'taki Nizamiye medresesinde
verilecek dersi dinlemeleri için insanları topladı. Bu dersi vermek ve
medresenin şeyhliğine (hocalığına) bakmak için Ebu İshak eş-Şirazî'yi tayin
etti. İnsanlar tamamen toplanıp ders vermek üzere de Ebu îshak geldiğinde genç
bir fakih onu karşılayıp «Ey efendim! Gasbedilmiş bir yerde ders vermeye mi
geliyorsun?» dedi. Ebu İshak da oraya gelmekten vazgeçti ve evine döndü. Ondan
sonra Şeyh Ebu Nasr ed-Dabbağ bu göreve atandı. O, bu medresede ders verdi.
Nizamülmülk bu durumdan haberdar olunca Amid Ebu Sa'd'a öfkelendi ve Şeyh Ebu
İshak'a haber göndererek onu Nizamiye'deki müderrisliğe tayin etti. Bu hadise
bu senenin zilhicce ayında cereyan etti. Ancak Şeyh Ebu İshak, Nizamiye
medresesinde farz namazları kılmıyordu. Aksine, vakti geldiğinde oradan çıkıp
başka bir mescide gidip namazını kılıyordu. Çünkü orasının gasbedilmiş
olduğunu duymuştu. İbn Sabbağ ise Nizamiye medresesinde sadece yirmi gün
süreyle ders vermiş, sonra Ebu İshak oraya geri gelmişti. Bu senenin zilkade
ayında Yemen emin ve aynı zamanda Mekke sahibi Süleyhî, Yemenli bir emir
tarafından öldürüldü. Öldürülmesinden sonra Abbasi halifesi Kaim Bi-Emrillah
adına orada hutbe okundu.
Bu senede nakib
Ebü'l-Ganaim insanlara haccettirdi. [46]
Künyesi Ebu Ali
et-Tarsusî idi. Irak'ta uzun süre ikamet ettiği için kendisine Irakî
denilmiştir. Ebu Tahir el-Muhlis'ten hadis dinledi. Ebu Muhammed el-Bakî'den
sonra da Ebu Hamid el-İsferayinî1 den fikıh öğrendi. Tarsus kadılığı yaptı.
Parmakla gösterilecek faziletli ve fakih belerdendi. [47]
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin
cemaziyelevvel ayında Filistin diyarında bir deprem meydana geldi. Bu yüzden
Remle şehri harap oldu. Rasûlullah (s.a.v.)'in mescidinin bazı çıkıntıları
yıkıldı. Depremin etkisi Vadi's-Sefer ve Hay-ber'de görüldü. Yer yarıldı.
Alttaki bir çok defineler ortaya çıktı. Deprem, Rahbe ve Kûfe'de de
hissedildi. Buralardaki tüccarlardan bazılarının gönderdiği mektuplarda
anlatıldığına göre Remle şehri tamamen yere batmış, orada sadece iki ev
hasardan kurtulmuştu. Deprem sebebiyle 15.000 kişi ölmüştü. Kudüs'teki kayalık
(sahra) yarılmış tekrar eski haline gelip birleşmişti. Deniz ise bir günlük
yol mesafesince suyunu çekmiş, kara görünmüştü. Suyun çekilip karanın ortaya
çıktığı yerlerde birçok mücevher ve diğer şeyler görünmüştü. İnsanlar inip
mücevheratı ve diğer eşyaları toplamaya başlamış iken sular eski yerine dönüp
oradaki insanların çoğunu boğmuştu.
Bu senenin
cemaziyelahir ayının ortasında Kadirî itikadı okundu. Bu kitapta ehli sünnetin
mezhebi anlatılıyor bidatçiler reddediliyordu.
Buhara'lı muhaddis Ebu
Müslim el-Keccî ise İbn Huzeyme'nin Ki-tabü't-Tevhid adlı eserini orada hazır
bulunan cemaata okudu. Dinleyiciler arasında vezir İbn Cüheyr ile fikıhçılar
ve kelamcılardan oluşan bir cemaat de vardı. Bunlar bu eserlerde anlatılan
hususlara muvafakat ettiklerini söylediler, sonra Kadirî itikadı, Şerif Ebu
Cafer b. Muktedi Bil-lah'a Babü'l-Basra'da okundu. Çünkü o, bu kitabı musannifi
olan Halife Kadir Bülah'tan dinlemişti.
Bu senede halife,
Fahrü'd-Devle lakabım taşıyan veziri Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Cüheyr'i
azletti. Bir çok sebepten ötürü kendisini kınadığını belirten mektubunu
gönderdi. Vezir de özür dileyip boyun eğerek halifeden merhamet diledi. Halife
ona verdiği cevabta Bağdat'tan ayrılıp dilediği başka bir yere gidebileceğini
söyledi. Vezir de İbn Mezyed'in yanına gitmeyi tercih etti. Adamları emlâkini
sattılar. Karılarını boşadılar. Vezir ise çoluk çocuğunu ve ailesini yanına
alıp Hille'ye gitmek üzere gemiye binmeye geldi. İnsanlar ağladığını görünce
çevresinde ağlaşmaya başladılar. Hilafet sarayının önünden geçenekteyken
defalarca yer öptü. Halife de pencerede onu seyrediyordu.
V ir ise ona «Ey
mü'minlerin emiri! İhtiyarlığıma, garipliğime ve klarıma acı» diyordu. Bunun
üzerine tekrar Debis b. Mezyed'in ara-ǰlC0i ile ertesi senede vezirliğe iade
edildi. Şairler onu medhettiler. Ve-C1 1 Ğe iade edilişinden dolayı insanlar
sevindiler. Göreve iadesi cidden Görülmeye değer muazam bir günde olmuştu. [48]
Şeyhül-Ecel lakabını
taşıyordu. Kendi zamanında iyiliği emredip kötülüğü nehyetmede, hayırlı
fiilleri hemen işlemede layıkı olan kimselere iyilik yapmada, ehli sünnete iyi
davranmada, buna karşı bidatçilere karşı şiddetle protestoda bulunup onları
lanetlemede, iffetlerinden ötürü kendilerini izleyen yoksullara iyilikte
bulunup sadaka vermede, bunu olanca gücüyle gizli yapmada parmakla
gösterilecek yegane şahsiyetti. Onun garip hallerinden biri şuydu.
İbn Rıdvan'a mektup
yazarak bir adama her gün on dinar vermesini emretmişti. Kendisi vefat ettiği
zaman o yoksul kişi îbn Rıdvan'a gidip «Şeyhin bana tahsis ettiği parayı ver»
demiş, ibn Rıdvan ise ona şu cevabı vermişti: «Şeyh vefat etti, artık sana
para veremem.» Yoksul kişi Şey-hü'1-Ecel'in mezarının başına gitmiş, biraz
Kur'an okuyup dua etmiş ve ona rahmet dilemişti. Mezardan ayrılıp evine
döneceği esnada yerde bir kağıt parçası görmüştü. Kağıdı kaldırıp baktığında
üzerinde on dinar yazılı olduğunu görmüş, kağıdı ahp İbn Rıdvan'a götürmüş ve
olayı baştan sona anlatmıştı. İbn Rıdvan da «Bu kağıt bu gün şeyhin mezarım
zi-yarete gittiğim esnada üzerimden düşmüştür. Ama al senin olsun. Her gün sana
artık onar dinar vereceğim» demişti.
Şeyhü'1-Ecel
Abdülmelik b. Muhammed bu senenin muharrem ayının ortasında altmışbeş yaşında
vefat etti. Vefat edince cenazesine sayılarını ancak Aziz ve Celil olan
Allah'ın bildiği derecede büyük bir kalabalık insan topluluğu katılmıştı. O
gün cidden görülmeye değer bir gün-du. Yüce Allah rahmet etsin. [49]
a fakihi idi- Meşhed-i
Ali'ye defnedildi. Kerh mahallesindeki evi yakıldığında kitapları da yanmıştı.
Hicretin 448. senesinden bu senenin uharrem ayına kadar Kerh mahallesinde
ikamet etmişti. Bu senede rada vefat etti ve yine oraya defnedildi. [50]
Bu senenin şaban
ayının ortasında Dınıaşk Camii'nde yangın çıktı. Bunun sebebi şuydu: Fatimi
köleleriyle Abbasi köleleri kavgaya tutuşmuşlar, kavga esnasında Dımaşk
Canıii'nin kıble cihetinden komşusu olan Hadra sarayına ateş bırakılmış, saray
yanmış, yangın camiye sirayet etmiş, caminin tavanları çökmüş, altın işlemeli
taşları yerlerinden düşmüş, işaret ve semboller değişmiş, yerde ve duvarlarında
bulunan mozaikler düşmüş, tam zıt bir manzara ortaya çıkmıştı. Tavanın tamamı
altın işlemeliydi ve damın üstünde kubbemsi tümsekler halindeydi. Duvarlar
renkli resimli ve altın işlemeliydi ve duvarlara bütün dünya beldeleri
işlenmişti. Öyle ki bir insan bir iklime veya bir beldeye gezmek amacıyla
gitmek isterse o camiye geldiğinde gitmek istediği ülkenin veya beldenin
resmini olduğu gibi orada görürdü. Artık oraya gitmeye ihtiyaç duymazdı.
Ka'be'nin, Mekke'nin yakınındaki bütün yerlerin, mihrabın ve ülkelerin doğuda
ve batıdakilerin bütün beldelerini duvardaki münasip bir yerde görürdü.
Duvarlarda bütün ağaçların, meyveli ve meyvesizinin resmi yapılmıştı. Her ürün,
kendi beldesinde ve vatanın-daki kısma işlenmiş ve resmi yapılmıştı. Caminin
sahn tarafina açılan kısımlarına perdeler şarkıtılmıştı. Duvarların üçte birine
kadar perde bırakılmış, duvarların diğer açık kalan kısımları ise renkli
taşlarla süslenmişti. Tabanın bütünü renkli taşlarla süslenmişti. Döşeme
taşlar yoktu. Öyleki dünyada Dımaşk Camii'nden daha güzel bir bina yoktu.
Hiçbir hükümdarın sarayı dahi o kadar güzel değildi. Ama bu yangın çıkınca bu
güzelim manzara tam tersi bir hale döndü. Artık caminin avlusunda ve tabanında
kışın çamur, yazın toz toprak meydana geliyordu. Her taraf kazılmış, kendi
haline terkedilmiş, çukurlar meydana gelmişti. Bu hal Adil Ebu Bekir b.
Eyyub'un hüküm sürdüğü hicri 600. yıl sonralarına kadar devam etti. Her
taraftan mermerler, taşlar, ahşap ve benzeri malzemeler düşmüş, birikintiler
meydana gelmişti. Caminin dört bir yanında bu nahoş manzaralar görülüyordu.
Nihayet Adil Nu-reddin Mahmud b. Zengî zamanında Kemaleddin eş-Şehrezorî
buraları düzene soktu. Çünkü Adil onu kadılıkla birlikte bütün vakıfların nazırlığına
ve darphane reisliğine tayin etmişti. Bütün hükümdarlar bu camii yenilemeye ve
güzelleştirmeye çalıştılar. Bu çalışmalar zamanımıza kadar devam etmiştir. Şam
naibi Tengiz'in zamanında cami eski haline yakın bir görünüme
kavuşturulmuştur. Önceki kısımlarda da anlatıldığı gibi İbnül-Cevzî hicretin
458. senesi olaylarından bahsedişimiz esnasında bu duruma değinmiştir. İbn
Saide o sene olaylarından bahsederken İbnü'l-Cevzî'ye uyarak böyle demiştir.
İslâm tarihçisi şeyhimiz Zehebî ve bir kaç tarihçi de böyle demişlerdir.
Doğrusunu Allah bilir.
Bu senede Hanbelîler
kendi büyüklerinden olan Şeyh Ebü'1-Vefa b. TJkayl'i. mutezili kelamcısı Ebu
Ali b. Velid'in yanına gidip gelişi sebe-h'vle Mutezililikle itham ederek
cezalandırdılar. Oysa Ebü'1-Vefa, mezhebi ile ilgili bilgileri elde etmek için
Ebu Ali'nin yanına gidip geliyordu, ama bu hevesi onu öyle bir belaya uğrattı
ki neredeyse canından olacaktı Onunla Hanbelîler arasında uzun süren bir fitne
meydana geldi. Bu vüzden Hanbelîlerden bir cemaat de eziyet gördü. Aralarındaki
bu fitne hicretin 465. senesine kadar dinmedi. Ancak büyük bir husumetten ve
kavgadan sonra kendi aralarında barıştılar.
Bu senede Dicle'nin
suyu yirmibir ziradan daha yüksek seviyeye çıktı.Öyleki su Ebu Hanife'nin
türbesine kadar girdi.
Bu senede Afşin'in
Bizans'a girdiği ve Goriye'ye kadar ulaştığı, birçok adam öldürüp çok miktarda
ganimet elde ettiğine dair haber Bağdat'a ulaştı.
Bu senede Kûfe'de
büyük bir ucuzluk ve ürün bolluğu meydana geldi. Öyle ki kırk rıtl (18 kg 400
gr.) balık bir habbeye satılır oldu.
Bu senede Alevi nakibi
Ebü'l-Ganaim insanlara haccettirdi. [51]
el-İbâne adlı eserin
sahibidir. Künyesi Ebü'l-Kasım'dır. Şeceresi şöyledir: Abdurrahman b. Muhammed
b.Ahmed b. Foran el-Forani el-Mervezî. Şafiî imamlarmdandır. Garip nakiller
içeren el-İbâne adlı eserin musannifidir. Ancak bu kitapta benzersiz kavil ve
rivayetler mevcuttur. Usul-ü fikha ve furuata dair geniş bilgisi vardı. Fıkhı
Kaffal'dan öğrendi. Imamü'l-Harameyn'in yanma küçük yaşta gidip ders aldı,
İma-mü'1-Harameyn ona pek iltifat etmedi. en-Nihaye'de onun çok hatalı
yanlarını gördü. Ona kırgındı.
Halhkan dedi ki:
İmamü'l-Harameyn her ne zaman en-Nihaye a lı kitaptan bahsederse şöyle derdi:
«Bazı musannifler böyle dediler.
u hususta yamldılar.»
Böyle derken o aslında Ebü'l-Kasım el-Foranî'yi kastediyor, onu eleştirmek
istiyordu.
vefat °^.nî-^u senenin
ramazan ayında yetmişüç yaşında Merv şehrinde el-Mea ; °^rencisi Ebu Sa'd
Abdurrahman b. Muhammed el-Me'mun raetü'ftK' el~*bane adk kitabının üzerine bir
şerh yazarak buna Tetim-bağ'da ane adını verdi- Bu öğrencisi Ebu İshak'tan sonra
ve İbn Sab-Kitabn T?°e ^zamive Medresesi'nde müderrislik yapmıştı. Bu şerhini
Daha q ud kısmına kadar yazmış ve
tamamlamadan vefat etmişti,
onra Es'ad el-Cilî ve
diğerleri bunu tamamladılar. Ancak bunun
yazdığı kadar âlimâne
yazamadılar. Hatta yakınına kadar yaklaşamadılar ve yazdıklarına da
Tetimmetü't-Temimme adını verdiler. [52]
İbnü'l-Cevzi dedi ki:
Bu senenin cemaziyeievvel ayının onbirinde salı günü (onsekiz mart) Remle'de ve
oraya bağlı mıntıkalarda üç saat içinde büyük bir deprem meydana geldi. Bu
mıntıkaların çoğu yere battı. Surları yıkıldı. Deprem, Kudüs ve Nablus'ta da
görüldü. İlya yere battı. Deniz suları çekildi. Kara göründü. İnsanlar,
suların çekildiği yerde yürümeye başladılar. Sonra sular tekrar eski yerlerine
döndüler. Mısır Camii'nin zaviyelerinden biri yıkıldı. Bundan sonra iki deprem
daha meydana geldi.
Bu senede, Bizans
imparatoru 300.000 savaşçıyla Konstantiniy-ye'den Şam'a geldi. Menbic'te
konakladı. Menbic ile Bizans sının arasındaki köyleri yaktı. Erkekleri
öldürdü. Kadınları ve çocukları esir aldı. Halep'te ve diğer yerlerdeki
müslümanlar büyük bir paniğe kapıldılar. İmparator buralarda onaltı gün kaldı.
Sonra kayıp ve ziyan içinde Allah onu geri çevirdi. Çünkü yanında az miktarda
azık vardı. Askerlerinin çoğu da açlık yüzünden ölmüşlerdi. Hamd ve minnet
Allah'adır.
Bu senede Mekke
emirinin nafakası azaldı. Sıkıntıya düştü. Kabe'nin örtüsü, oluğu ve kapısı
üzerindeki altınları aldı. Bunları dirhem ve dinar olarak bastırdı. Aynı
şekilde Medine emiri de Mescid-i Ne-beviye'deki kandiller üzerinde bulunan
altınları aldı.
Bu senede Mısır'da da
şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Halk, leşleri, ölüleri ve köpekleri yemek
mecburiyetinde kaldı. Öyleki bir köpek beş dinara satılır oldu. Filler öldü.
Leşleri yenildi. Binek hayvanları öldü. Mısır hükümdarının daha önce çok
sayıda atları ve binekleri varken hepsi öldü. Sadece üç atı kaldı. Vezir bir
gün katırından inip bir işe daldı. Kölesi açlıktan ötürü zayıf kaldığı için
katırla ilgilenemedi. Üç kişi gelip katırı aldılar. Kesip etini yediler.
Yakalanıp idam edildiler. Sabaha kadar sehpada asılı kaldıklarından, insanlar
etlerini yediler, bundan dolayı kemikleri açığa çıkmıştı. Çocukları ve
kadınları öldürüp etlerini satan, kafataslarını ve kemiklerini yere gömen bir
adam yakalandı. Kendisi de öldürülüp eti yenildi.
Bedeviler şehir
dışından gıda maddeleri getirip satıyorlardı, ancak ellerindeki mallar
yağmalanmasın diye geceleyin şehire giriyorlardı. Gündüz şehre girmeye cesaret
edemiyorlardı. Hiç kimse, ölüsünü gündüz defnetmeye cesaret edemiyordu.
Korkusundan geceleyin gizlice defnediyordu ki mezarı açılıpta eti yenilmesin.
Mısır hükümdarı da
muhtaç hale gelmişti. Yanındaki kıymetli eşyaları satmak mecburiyetinde
kalmıştı. 11.000 zırhını, zinetlennıiş
90 000 kılıcını, 8.000
parça büyük billurunu, 75.000 parça eski ipeklisini tmak mecburiyetinde kaldı.
Kadınların ve erkeklerin elbiseleri çok S uza satıldı. Emlak ve diğer şeyler de
yok pahasına satılır oldu. Satılan , kıymetli şeylerin bir kısmı Besasirî
savaşında Bağdat'ta ganimet olarak ele geçirilmiş olup halifeye ait idi.
Bu senede Sultan
Alparslan'dan halifeye bir teklif geldi. Bunda ha-Vfenin oğlu veliahdın adının
dinar ve dirhemler üzerine basılması isteniliyordu. Böyle yapıldı. Başka dinar
ve dirhemler tedavülden kaldırıldı Bunlara da Emirî dinar ve dirhemleri
denildi.
Bu senede Mekke
valisi, Horasan'da bulunan Sultan Alparslan'a bir mektup göndererek Mekke'de
Kaim Bi-Emrillah ile Alparslan adına hutbe okunduğunu, artık Mısırlılar açjına
hutbe okunmadığım bildirdi. Sultan Alparslan da ona 30.000 dinar ve kıymetli
hil'atler gönderdi. Ayrıca her sene ona 10.000 dinar vereceğini de beyan etti.
Bu senede
Amidü'd-Devle ibn Cüheyr, Rey şehrinde Nizamül-mülk'ün kızıyla evlendi.
Bu senede Ebü'l-Ganaim
el-Alevî insanlara haccettirdi. [53]
Hasan b. Ali b.
Muhammed Ebü'l-Cevaiz, Vâsıtlıydı. Uzun süre Bağdat'ta yaşadı. Şair, edip ve
zarif bir kimseydi. Hicretin 352. senesinde doğdu ve bu senede 110 yaşında
vefat etti. Güzel şiirlerinden biri şudur:
«Eyvah, onun bana
söylediklerine bakm Ahdine ihanet etti ve eğlenceye daldı.
Beni ona vakfedenin
hakkı için yemin ederim ki o, oyun ve eğlenceye daldı.
Hatırımdan her geçtikçe
o beni varlığıyla bürüdü ve eğlenceye daldı.»
[54]
Ibn Büşran adıyla
meşhur olmuştur. Vâsıtlıdır. Nahivcidir. Hicreti 380. senesinde doğdu.
Edebiyat bilginiydi. Lügatta kendisinden bilgi a mak ıçin insanlar uzak
yerlerden yanma gelirlerdi. Güzel şiirleri var-r' Erlerine şu örnekleri
verebiliriz:
y saraylar inşa eden
kişi, yavaş ol bakalım, oıraz geri dur. Çünkü yiğidin sarayı ölümdür.
Saray inşa edenlerin
düzeni sağlanmadı. Bütün işlerini tamamla-yamadılar.
Bütün sarayları darmadağın
oldu.
Yaşam bir gölge
gibidir.
Oradan oraya göçer,
sabitliği yoktur.»
«Onlarla vedalaştım.
Dünya da benimle vedalaşıyor.
Göçüp gittim. Onların
beni hatırlamalarından başka ihtiyacım yoktur.
Dedim ki: Ey benimle
onlar arasında bulunan lezzet!
Onları kaybettikten
sonra hayatımın saflığı bozuldu.
Kalbimin onlara karşı
ümitle tesellisi olmasaydı.
Onlar develerle
giderlerken kalbimin çatladığını görürdüm.
Keşke onları götüren
develer, ayrılış gününde boğazlansalardı.
O develerin etlerini
çölde aç kimselere ziyafet olarak verirdim.
Ey ayrılık saati,
artık yaklaştın.
Ey gurbet ateşi, sen
alevlenen çılgın bir ateşsin.»
«Bütün mahlukat
arasında bir dost aradım.
Samimi bir dost
bulmaktan aciz kaldım.
Evet dost olarak
adlandırılan kimseye bu ad mecazen verilir.
Gerçek dost diye bir
mana bulunamaz.
Alemlerin dostluğunu
üç talakla boşadım.
Dostluğu muhafaza
hususunda ben serbest kaldım.» [55]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/172-173.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/173-175.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/176-181.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/181.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/182-186.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/186.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/186.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/186-187.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/187.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/187.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/188.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/188.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/188-191.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/191-192.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/193-194.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/194.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/194.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/194.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/194.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/194-195.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/195.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/195.-196.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/196-197.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/197-198.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/198-199.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/199.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/199.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/199.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/199-200.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/200.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/200.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/200.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/200-202.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/202.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/202.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/202-203.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/203-204.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/205.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/205-206.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/206-207.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/207-208.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/208-209.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/209.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/209-210.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/210.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/210-211.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/211.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/212-213.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/213.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/213.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/214-215.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/215-216.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/216-217.
[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/217.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları:
12/217-218.