Hilal B. Muhsin. 2

Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesi 2

Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 4

Ahmed B. Abdullah B. Süleyman. 4

Üstad Ebu Osman Es-Sabunî 9

Hicretin Dörtyüzellinci Senesi 9

Hicretin Dörtyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 12

Hasan B. Muhammed Ebu Abdullah Elunî 12

Tuğrul Beyin Kardeşi Davud. 12

Ebu't-Tayyib Et-Taberî 12

Kadı Mâverdî 13

Reis'ür Rüesa Ebü'l-Kasım B. Mesleme. 13

Mansur B.Hüseyin. 14

Hicretin Dörtyüzellibirinci Senesi 14

Fasıl 14

Tuğrul Bey'in Besasirî'yi Öldürmesi 17

Arslan Ebu'l-Haris El-Besasiri Et-Türkî 18

Hasan B. Fadl 18

Ali B. Mahmud B. İbrahim B. Macire. 18

Muhammed B. Ali 19

El-Venî El-Faradî 19

Hicretin Dörtyüzelliîkinci Senesi 19

Hicretin Dörtyüzelliîkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 20

Ebu Mansur El-Cilî 20

Hasan B. Muhammed. 20

Muhammed B. Ubeydullah. 20

Katrü'n-Nedâ. 20

Hicretin Dörtyüzelliüçüncü Senesi 20

Hicretin Dörtyüzelliüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 22

Ahmed B. Mervan. 22

Hicretin Dörtyüzellidördüncü Senesi 22

Hicretin Dörtyüzellîdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 23

Sümal B. Salih. 23

Hasan B. Ali B. Muhammed. 23

Hüseyin B. Ebu Yezid. 23

Sa'd B. Muhammed B. Mansur. 23

Hicretin Dörtyüzellîbeşinci Senesi 24

Tuğrul Beyin Halifenin Kızıyla Gerdeğe Girişi 24

Hicretin Dörtyüzellibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 25

Züheyr B. Ali 25

Said B. Mervan. 26

Melik Ebu Talib Tuğrul Bey. 26

Hicretin Dörtyüzellialtıncı Senesi 26

Hicretin Dörtyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 27

İbn Hazm Ez-Zahirî 28

B. Ali B. Burhan. 28

Hicretin Dörtyüzelliyedinci Senesi 29

Hicretin Dörtyüzellisekizincî Senesi 29

Hicretin Dörtyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 31

Hafız Ebubekir El Beyhakî 31

Hasan B. Galib. 31

Kadı Ebu Ya'lâ B. Ferra El-Hanbelî 31

İbn Seyyidih. 32

Hicretin Dörtyüzellidokuzuncu Senesi 32

Hicretin Dörtyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 33

Muhammed B. İsmail B. Muhammed. 33

Hicretin Dörtyüzaltmışıncı Senesi 33

Hicretin Dörtyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 34

Abdülmelik B. Muhammed B. Yusuf B. Maksur. 34

Ebu Cafer Muhammed B. Hasan Et-Tusî 35

Hicretin Dörtyüzaltmışbirinci Senesi 35

Hicretin Dörtyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 36

Foranı 36

Hicretin Dörtyüzaltmışikinci Senesi 37

Hicretin Dörtyüzaltmışîkînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 38

Hasan B. Ali 38

Muhammed B. Ahmed B. Sehl 38

 

Hilal B. Muhsin

 

Hilâl b. Muhsin b. İbrahim b. Hilal. Künyesi Ebu'l-Hayr'dı. Katiplik yapmıştır. Sabiî idi. Tarihi vardır. Dedesi Ebu îshak es-Sabiî de risale­ler sahibiydi. Babası da Sabiî'ydi. Ancak Hilal daha sonra müslüman ol­du. İslâmiyeti güzelce yaşadı. İslâm'a girmeden de bazı hadis ulemasın­dan hadis dinlemişti. Çünkü edep öğrenmek amacıyla yanlarına gidip gelirdi. İslâm'a girdikten sonra da onun ona çok yararı oldu. İbnül-Cev-

"'nin anlattığına göre bu, onun İslâm'a girmesine sebep olmuştu. Ve yi-Z1 İbnü'l-Cevzî onun İslâm'a girişini şöyle anlatır: 116 «Hilal b. Muhsin rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'i defalarca görmüş-Rasûlullah onu hep Aziz ve Celil olan Allah'a imana davet ediyor, Mâm'a girmesini emrediyor ve ona «Sen akıllı bir adamsın delillerle desteklenen İslâm dinini ne diye terke diyorsun?» diyor ve rüyada ona, nıklık halinde şahid olduğu bazı mucizeler gösteriyordu. Mesela ona sövle demişti: Senin karın erkek bir çocuğa hamiledir. Doğduğunda o ço­cuğa Muhammed adını ver» gerçekten de karısı bir erkek çocuk doğur­muş ve ona Muhammed adını vermiş, Ebü'l-Hasan künyesini de takmış­tı.

Rasûlullah (s.a.v.), ona daha bir çok mucizeler göstermişti ki İbnü'l-Cevzî bunları sırasıyla anlatmıştır. İşte bu ikazlar ve mucizeler üzerine Hilal b. Muhsin Müslüman olmuş, islâmiyeti güzelce yaşamıştı. Doğru sözlü, sadakatli bir kimseydi. Bu senede doksan yaşında vefat etti. Öm­rünün kırk küsur senesini Müslüman olarak yaşadı.[1]

 

Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesi

 

Bu senede Bağdat'ta ve diğer beldelerde peşpeşe kıtlık ve ölümler meydana geldi. Öyle ki bir çok evler sahipsiz kaldı, içi boşaldı. Hatta ev­lerin kapılan içerideki kimselerin ölümü yüzünden kapandı. Yoldan ge­çenler hiç kimseyle karşılaşamaz oldular. Azık kıtlığından dolayı insan­lar, leşleri ve kokuşmuş şeyleri yemek mecburiyetinde kaldılar. Bir ka­dının yanında küflenip yeşermiş bir köpek bacağı görüldü. Bunu yemek mecburiyetinde kalmıştı. Bir erkek de bir çocuğu tandırda kızartıp ye­mişti. Bir kuş leşi duvardan yere düşmüş; beş kişi onu kapışıp araların­da paylaşmış ve yemişlerdi.

^ Buhara'dan gelen bir mektupta anlatıldığına göre orada ve oraya bağh kazalarda bir günde 18.000 kişi ölmüştü ve bu veba sebebiyle o mıntıkalarda bu mektubun yazıldığı güne kadar bir buçuk milyon insa­nın öldüğü tesbit edilmişti. İnsanlar bu mıntıkalarda dolaşırlarken boş caddeler, ıssız yollar ve kilitli kapılarla karşılaşıyorlardı. Her taraf ıs­sızdı, insansız kalmıştı. İbnü'l-Cevzî böyle demiştir. Yine onun dediğine göre Azerbaycan'dan gelen haberler arasında o mıntıkalarda büyük bir V h /algmi meydana gelmişti. O beldelerde çok az sayıda insan bu vebadan kurtulmuştu. Ahvaz, Buvat ve buralara bağlı mıntıkalarda da veba salgını meydana gelmişti. Bütün ülke veba tehdidi altındaydı. Bu­nun en büyük sebebi de açlıktı. Yoksul kimseler köpekleri pişirip yiyor-ezarları açarak ölüleri çıkarıp pişirip yiyorlardı. İnsanların gece

gündüz meşguliyetleri sadece ölü eti yıkayıp teçhiz etmek ve mezara

mmekti. Bir çukur kazılıyor, oraya yirmi-otuz ceset defnediliyordu.

İnsan oturmakta iken kalbi kan basıncından ötürü çatlıyor, ağzına bir damla kan geliyor ve o anda ölüyordu. Bu durumu gören insanlar tevbe ettiler, mallarının çoğunu sadaka olarak dağıttılar, ama sadaka olarak vermek istedikleri paralarım kimse kabul etmiyordu. Fakire çok mik­tarda dinar, dirhem ve elbise veriliyor ama o «ben açlığımı giderecek bir parça ekmek istiyorum» diyordu. Ekmek bulunamıyordu. İnsanlar evle­rindeki içkileri döktüler. Oyun ve müzik aletlerini kırdılar. İbadet et­mek ve Kur'an okumak için mescidlere kapandılar. İçinde içki bulunup-ta bütün aile efradı ölmeyen ev sayısı gerçekten çok azdı. Yedi gün sü­reyle can çekişmekte olan bir hasta adamın yanma gidildi. Hasta adam evin bir tarafını parmağıyla gösterdi. Oraya gittiklerinde bir şarap küpü gördüler. Şarabı döktüler ve hasta adam o anda ruhunu teslim etti. Bir adam mescitte vefat etti. Yanında 50.000 dirhem para buldular. Bu para halka arzedildi ama hiç kimse bu parayı kabul etmedi ve paralar mescit­te dokuz gün kaldığı halde hiç kimse bunu istemiyordu. Bir süre sonra dört kişi bu parayı almak için mescide girdiler ve paraları almak ister­lerken düşüp öldüler. Bunlardan hiçbiri o mescitten diri çıkamadı aksi­ne hepsi Öldüler.

Şeyh Ebu Muhammed Abdülcebbar b. Muhammed'in 700 fıkıh öğ­rencisi vardı. Kendisi vefat ettiği gibi onikisi hariç bütün öğrencileri de öldüler. Sultan Debis b.Ali barış yaptıktan sonra memleketine döndü­ğünde ahalisinin vebadan ötürü öldüğü ve orada çok az sayıda insan kal­dığı için memleketinin harap olduğunu gördü. Adamlarından birini elçi olarak bir yere gönderdi. Bir grup insan onu yakalayıp öldürdüler. Pişi­rip etini yediler.

Ibnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin cemaziyelahir ayının bitimine ye­di gün kala çarşamba günü Bağdat'ın Katiatü İsa mahallesi, Sukut Ta­am, Kiniş, Ashabü's-Sıkt, Babü'ş-Şair, Aktarlar Çarşısı, Suku'1-Aris, Emmatiler, Haşşabiler çarşıları ile kasaplar ve hurmacılar pazarları­nın yanısıra Suk-u Mihvel, Nehri Zeccac, Süveykat-ü Galip, Saffarm, Sabbağin ve diğer bir çok yerleri yandı. Bu da insanların maruz kaldık­ları açlık, kıtlık ve ölüm belasına ek bir musibet oldu. İnsanlar halden düştüler. Zayıfladılar öyleki bu yangının ateşi daha da fazlalaştı ve ya­pacağını yaptı. «İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi raciûn (doğrusu biz Allah'a ai­diz ve O'na dönücüleriz).»

Bu senede Bağdat'ta hırsızlar ve yankesiciler çoğaldı. Gündüz bile milletin paralarını gasbettiler. Gece-gündüz demeden evlere baskın yaptılar. Şiilerin sözcüsü kelama Ebu Cafer et-Tusî'nin evine de baskın yapıldı, kitapları ve eserleri ile sapıklık ve bidati hususunda kullan­makta olduğu defterleri yakıldı. Hamd ve minnet Allah'adır.

Bu senede Sultan Tuğrul Bey Musul dönüşünde Bağdat'a geldi. Halk ve ileri gelenler onu yolda karşıladılar, Reis'ür-Rüesa, halifeninmis olduğu mücevherle işlenmiş murassa bir hil'ati ona giydirdi.

o1  "   il Bey yeri öptü. Bunlardan sonra hilafet sarayına girdi. Halife'nin

-gerdiği bir ata binerek yanına gitti. Huzura vardığında halifenin ye-

H°zira uzunluğunda bir tahta oturmuş olduğunu, Peygamber hırkasını

uzuna attığını, elinde de kırbacı tuttuğunu gördü. Yeri öptü. Hali-

f'vûn tahtından aşağıda daha alçak bir tahtta oturdu. Sonra halife; Re-

is'ür-Rüesa'ya dedi ki:

«Ona deki, müminlerin emin bu çabalarından oturu sem övüyor, vaptıklarmdan ötürü de sana teşekkür ediyor. Kendisine yakınlığı sebe­biyle ünsiyet buluyor. O, Cenâb-ı Allah'ın kendisine vermiş olduğu bel­delerine seni hakim tayin ediyor. Seni hâkim ve sultan olarak tayin etti-&i yerlerde Allah'a karşı gelmekten sakın, memleketi imar etmek için çaba sarfet. Kulların durumunu İslah et. Adaleti yay. Zulme engel ol.» Amidü'd-Devle, halifenin bu söylediklerini ona tercüme etti. O da kalkıp halifenin huzurunda yeri Öpüp şöyle dedi:

«Ben müminlerin emirinin hizmetçisi ve kölesiyim. Onun emir ve yasaklan doğrultusunda tasarrufta bulunacağım. Bana verdiği yetki ve görevden dolayı da şerefyâb olmaktayım. Bu işi başanyla yapmak için Allah'tan yardım ve muvaffakiyet diliyorum.»

Sonra halife, hiFat giymesi için ayağa kalkmasını söyledi. O da geniş alanda kalkıp bir odaya girdi. Üzerine yedi hil'at giydirildi. Başına taş konuldu. Tekrar huzura dönüp halife'nin elini öptükten sonra tahta oturdu. Halife'nin elini Öpmeğe çalıştıysa da başındaki tac buna engel oldu. Halife bir kılıç çıkarıp beline taktı ve kendisine şarkın ve garbın sultanı diye hitap edildi. Üç sancak getirildi. Halife bunlardan birini kendi eliyle bağlayıp ona teslim etti. Ferman getirilip halifenin huzu­runda okundu. Halife ona, halka adilce davranmasını ve bu hususta Al­lah'tan korkmasını tavsiye etti. Tekrar kalkıp halifenin elini öpüp başı­na götürdü. Sonrada büyük bir debdebeyle saraydan çıkıp kendi konağı­na gitti. Giderken önünde hacipler ve tam tekmil askerleri vardı. İnsan­lar ona saltanat tebriklerini sunup selam vermeye geldiler. O da halife­ye büyük armağanlar gönderdi. Gönderdiği armağanlar arasında 50 000 dinar para, binekleri silahlan ve kuşaklanyla elli Türk köle, çe-Şitlı beşyüz elbise vardı. Tuğrul Bey, Reisü'r-Rüesa'ya da 5.000 dinar para ve elli parça kumaş ve diğer armağanlar sundu»

Bu senede Mısır hükümdan, veziri Ebu Muhammed Hasan b. Ab-

aurrahman el-Bazirî'yi tevkif etti. Onun devlete 3.000 dinar borçlu oldu-

pna dair yazılı ifadesini aldı. Seksen adamını gözaltına aldı. Tevkif edi-

en bu vezir, Hanefî fikıhçısıydı. İlim ehline ve Mekke, Medine ahalesine

asanda bulunurdu. Şeyh Ebu Yusuf el-Kazvinî onu methederdi. [2]

 

Hicretin Dörtyüzkırkdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Abdullah B. Süleyman

 

Ahmed b. Abdullah b. Süleyman b. Muhammed b. Süleyman b. Ahmed b. Süleyman b. Davud b. Mutahhar b. Ziyad b. Rebia b. Hars b. Rebia b. Enver b. Esham b. Erkanı b. Numan b. Adiy b. Gatafan b. Amr b. Berih b. Huzeyme b. Teymullah b. Esed b. Vebre b. Tağlib b. Hulvan b. İmran b. Elhaf b. Kudaa Ebü'1-A'lâ el-Mearri et-Tenuhî. Şairdi. Zındık­lıkla meşhur olmuştu. Arap dilcisi idi. Şiir ve Arap diline dair divan ve tasnif eserleri vardır. Hicretin 363. senesinin rebiyülevvel ayının biti­mine üç gün kala gün battıktan sonra cuma günü doğdu. Dört veya yedi yaşındayken çiçek hastalığına yakalandı. Gözünü kaybetti. Onbir ya da oniki yaşındayken şiir söylemeye başladı. Hicretin 399. senesinde Bağ­dat'a geldi. Bir yıl yedi ay süreyle orada ikamet etti. Sonra kovulmuş ve hezimete uğramış bir halde oradan çıkıp gitti. Çünkü o, dininin ilminin ve aklının kıtlığını gösteren şiirimsi bir sual sormuştu. Şöyle ki:

«Bir çelişkidir. Buna karşı sadece susmamız gerekiyor ve mevlâ-mıza cehennemden bizi koruması için sığınıyoruz.

Bir el cinayete uğradığı zaman diyeti 500 altın oluyor.

Peki ama bu el çeyrek dinarı çaldığı zaman ne diye kesiliyor?»

O, gerçekleri gözardı edip yalancılık yaptığından ötürü «elin diyeti 500 dinardır ama çeyrek dinarlık bir şeyi çaldığı zaman ne diye onu kesi­yorsunuz?» diyordu. Bu da onun aklının kıtlığının, basiretinin kör olu­şunun bir sonucu idi. Zira bir el cinayete maruz kaldığı zaman insanlar ona karşı taşkınlık yapmasınlar ve mütecaviz olmasınlar diye diyetinin çok olması uygundur. Ama o elin kendisi hırsızlık yaparak suç işleyecek olursa artık insanlar başkalarının mallarına göz koymasınlar, mülkiyet muhafaza altına alınsın diye kıymetinin ve diyetinin az olması elbetteki münasib olur. Bu sebeple bazıları demişler ki: «El, güvenilir olduğu za­man kıymetlidir, ama hain olduğu zaman kıymeti düşer.»

İşte fikıhçılar bu şiiri ve benzer sözleri nedeniyle onu cezalandırma­ya niyetlendiklerinde Ahmed b. Abdullah, kendi beldesine kaçıp gitti. Evine kapandı dışarı çıkmaz oldu. Bir gün halifenin yanında oturuyor­du. Halife, Mütenebbî'aen hoşlanmıyor, onu küçültücü sözler sarfedi-yordu. Ahmed b. Abdullah, yani Ebu'1-Alâ da Mütenebbî'yi seviyor, onun şanını yüceltmeye çalışıyor ve onu övüyordu. Yine o mecliste iken Mütenebbî'nin adı geçti. Halife onu yerince Ahmed b. Abdullah, yani Ebü'1-Alâ şöyle dedi: Mütenebbî'nin hiç bir kasidesi ve şiiri olmasa bile şu cümle ile başlayan kasidesi onun üstün bir şair olduğunu göstermeye yeter:

«Ey münazil senin kalplerde tahtın vardır.»

Halife Öfkelendi ve Ahmed b. Abdullah'ın yani Ebü'l-Alâ'nm huzu­rundan çıkarılmasını emretti. Görevliler ayaklarından tutup onu yü-üstü sürükleyrek huzurdan çıkardılar. Görevliler onu çıkarırlarken halife «bu köpeğin mezkur kasideyle neyi kasdettiğini biliyor musu­nuz?» diye sordu. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü: O deminki sözüyle Mütenebbî'nin şu kasidesini kasdetti:

«Kötü bir adam beni senin yanında yerecek olursa

Onun bu yermesi benim olgun kişi olduğumun delili olur.»

Yoksa Mütenebbî'nin bundan daha güzel kasideleri vardır. Ama o bunu kasdetti»

Bu da halifenin keskin zekâlı oluşundan dolayı idi. Çünkü O, Ah­med b.Abdullah'm yani Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin imalı sözlerini anlamış­tı. Ebul-Ala el-Maarrî'nin kendisi de zeki kimselerdendi. Ebü'1-Alâ El Mearrî, ömrünün kırkbeş senesi boyunca et, süt, yumurta ve hayvani besinler yemiyordu. Brahman felsefecilerinin yolunu takib ediyordu. Anlatıldığına göre o sahil yollarından birinden gelmekte iken bir ma­nastıra uğrayıp geceler. Manastır rahibinin yanında kalır, rahipte onu İslâm dini hususunda şüphelere sürüklemişti. Gıdasını nebatattan ve diğer şeylerden alırdı. En çokta mercimek yer, tatlı ihtiyacını ise pek­mez ve incirle karşılardı. Kimsenin yanında yemek yemez ve «ama (kör) kişinin başkalarının yanında yemek yemesi, avretini açması gibidir» derdi. Anlattıklarına göre keskin zekalı bir kimse imiş ama bazıları onun hakkında bir takım uydurma şeyler naklederler. Şöyle ki: Onun oturmakta olduğu tahtının altına bir dirhem koymuşlardı. O da «ya gök bir dirhem kadar alçaldı. yahut yer bir dirhem kadar yükseldi» demişti. Yani tahtının altına konulan bir dirhem kadar yerden yükseldiğini his­setmiştir. Bunun aslı yoktur. Yine anlatıldığına göre o bir zamanlar bir seferden dönerken gözleri görmediği için yanındaki bir adam, altından geçmekte olduğu ağacın kafasına değmemesi için başını eğmesini ona söylemişti. Aradan bir zaman geçikten sonra tekrar aynı yerden geçer­lerken gözleri görmediği halde o ağacın hizasına geldiğinde başım Önü­ne eğmişti. Yanındakiler ona niçin böyle yaptığını sorduklarında «bura­da bir ağaç yok mu?» diye sormuş. Onlar da «hayır» diye cevap vermişler­di. Ama sonra oraya dikkatlice baktıklarında kesilmiş bir ağaç kökü gör­düler. Bu da sahih değildir. Ebu'1-Alâ el-Mearri zeki idi, ama temiz bir insan değildi. Bir çok tasnif eserleri vardır. Ama çoğu şiirle ilgilidir. Bazı Şiirlerinde onun zındık, dinden kopmuş bir kimse olduğunu ispatlayan sözleri vardır. Bir takım insanlar onun için mazeret uydurup şöyle der­er: «O, bunu şaka ve eğlence olsun diye söylerdi. Kalbinde olmayan şey-rı iliyle söylerdi. Ama kalbi temiz bir Müslümandı.»

İbn Ukayl, onun bu kötü sözlerini duyduğunda şöyle demişti: «Ebü'l-Alâ'yı İslâm diyarında insanlar tarafından kafir sayılmasını gerektire­cek sözler sarfetmeye iten sebep nedir? Münafıklar akıl ve ilimleri az ol­duğu halde ondan daha iyi siyaset sahibidirler. Çünkü onlar, dünyada kabahatlerini gizlemişlerdir, ama kendisi insanların tasallutuna ma­ruz kalmasına ve kendisim zındık saymalarına sebep olacak küfrünü iz­har etmiştir. Allah da biliyor ki onun dışı da içi gibidir.»

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin el-Fusul ve'1-Ğayat adlı kitabını gördüm. Bu kitabı sûre ve ayetlere çatıyordu. Kelimeleri­nin sonu itibarıyla alfabetik harf sırasına göre yazılmıştı. Son derece ka­rışık ve soğuk ifadeleri vardı. Onun gözünü ve kalbini kor eden Allah noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. Yine onun Lazımsızın Lüzumu adını verdiği kitabına da baktım.»

Böyle dedikten sonra İbn Cevzî onun İslâm dinini küçümseyen ve horlayan şiirlerinden bazı örnekler sunmuştur:

«Akıllı bir kimse senin rızkından pay almadığı ve sen de deli ve ah­mak kimseleri nzıklandırdığın zaman:

Ey göklerin Rabbi; Arzulamadığı şeyleri senden görüpte zındık olan bir adamın artık günahı olmaz.»

«Dikkat edin, bütün mahlukat sapıklıktadır.

Akıllı kimse kendisim çevreleyen şeylere dikkatle baktı.

Tevrat'ın sahibi Musa Öne geçti.

Ona iftira eden ziyana düştü.

Adamları dediler ki; ona vahiy gelmiştir.

Dikkatle bakan kimseler dediler ki: Hayır, o uydurmuştur

Benim taşları ziyaret edip haccedişim,

Eşeğin ayıbı gibidir ki yükseklerde görülür.

Akıllı kimse kendi aklına başvurduğu zaman,

Mezhepleri küçük görüp tahkir eder.»

«Hanife'nin izi silindi. Hristiyan hidayet buldu.

Yahudi zulmetti, mecusi saptı.

Yeryüzündeki iki kişiden biri akıllı ama dinsizdir.

Diğeri ise dindardır ama aklı yoktur.»

«Rasûllerin söylediklerini gerçek sanma

Onların söyledikleri yalan sözlerdir ki satırlara geçirdiler.

İnsanlar refah ve lüks bir yaşantı içindeydiler

Rasûller inanılması imkânsız şeyleri getirip bu yaşamı bulandırdı-lar.»

İbn Cevzî diyor ki: Ben de Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin bu şiirine şu karşı­lığı verdim:

«Rasûllerin söylediklerini yalan sayma. Aksine o sözler gerçektir ve bu gerçekleri tebliğ ettiler. İnsanlar daha Önce büyük bir cehalet içindeydiler. Rasûller hakkı getirip açıkladılar.»

Simdi yine Ebül-Alâ el-Mearrî'nin şiirlerinden örnekler sunmaya devam ediyoruz:

«Şeriatler aramıza kin bıraktılar.

Çeşitli düşmanlıkları bize miras bıraktılar.

Peygamberlik hükümleri olmasaydı Rum kadınlarının ırzları hiç Araplara mubah olur muydu?»

«Adem'e ya da oğullarına hamdetmiyorum.

Hepsinin hasis kimseler olduğuna şehadet ediyorum.»

«Ey yoldan çıkmışlar! Ayılın, kendinize gelin.

Sizin diyanetiniz öncekilerin hile ve tuzaklarından başka bir şey de­ğildir.»

«Zamanın hadiseleri iki dostu birbirinden ayırır.

Ey tanrım! benimle bunun arasında hükmünü ver.

Canları kasten öldürmeyi yasakladın.

Ama canları almak için melekleri gönderdin.

İnsanların yeniden dirilişi olacağını söyledin.

Bu, insanları iki halde de kurtarmaz.»

«Güldük, gülmemiz bizim akılsızlığımızdan ötürü oldu.

Basite sakinlerinin ağlamaları hak oldu.

Günler bizi paramparça etti.

Kırık cam parçalarına dönüştük.

Ki o parçalar artık bir araya gelemezler.»

«Bazı işler varki akıllar onun karşısında hafif kalırlar.

Yiğit kişi kimin helak olacağını bilemez.

Muhammed'in kitabı Musa'nın kitabı.

Meryem oğlu İsa'nın İncil'i ve Zebur.»

«Topluluklar dediler ki: İlahınız halka İsa'sını ve Musa'sını gönder­medi.

Bunlar ancak Rahman'ı bir geçim vasıtası kıldılar.

Dinlerini de insanlar arasında namus kıldılar, kanun haline getir­diler.»

Ibnül-Cevzî ve diğerleri Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin küfrünü ispatla- ^°k Siirlerini nakletmişlerdir. Hatta onun bu şiirlerinden bir laOnun kânrh"ğini, zındıklığım ve dinden kopmuşluğunu ispat-Anlatıldığına göre o, mezarının üzerine şöyle yazılmasını vasiyet

etmiştir:

«Bunu babam bana karşı bir suç olarak işledi Bense hiç kimseye karşı suç işlemedim.»

Yani babası kendisinin annesiyle evlenmiş olduğundan ötürü onu bu dünyaya getirmişti ve bu yüzden o bu akibete uğramıştı. Ama kendisi güya hiç kimseye bu sebeple bir suç işlememişti. Bütün bunlar, onun Al­lah'ı inkâr ettiğini küfür ve ilhadını gösterir. Allah onu kahretsin. Bazı­larının iddiasına göre o ömrünün sonunda bütün bu yaptıklarından vaz­geçip tevbe etmiştir ve bu hususta mazeret dilediğini beyan eden bir ka­side inşad etmiştir ki, bu kasidesinde söz konusu küfründen uzaklaştı­ğını iddia etmiştir. İşte mezkur kasidesi şudur:

«Ey karanlık gecelerde sivrisineğin kanadını açışım gören Allah'ım

Ey sivrisineğin boğazmdaki damarların kökünü ve zayıf kemikler-deki iliği gören Allah'ım

Geçmiş zamanlarda benden sadır olan günahları silmeye vesile ola­cak.

Bir tevbeyi bana nasib ederek lütufta bulun.»

Ebu'1-Alâ el-Mearrî, bu senede Maaretü'n-Numan'da vefat etti. Ve­fat ederken seksenaltı yaşını tamamlamak için ondört günü kalmıştı. Arkadaşlarından ve öğrencilerinden bir grup onun için ağıt yakmışlar­dı. Mezarının yanı başında onun için seksen mersiye inşad edilmişti. Mersiyecilerden biri onun için şöyle demişti:

«Zahidliğinden ötürü sağlığında her ne kadar kan akıtmamış idiy-sen de.

Bu günü ölümün sebebiyle gözlerimden kan akıttım.»

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Ve Ebü'1-Alâ el-Mearrî'nin iyi bir insan oldu­ğuna inanan ve onun için ağıt yakan bu kimseler ya onun durumunu gerçekten bilmiyorlardı ya da onun sapıklık mezhebinde ve yolunda bu­lunan kimselerdi.»

Ölümünden sonra arkadaşlarından biri rüyasında kör bir adamı görmüştü. Bu kör kişinin onıuzunda iki yılan vardı bu yılanlar onun göğ­süne doğru uzanmışlar başlarını kaldırıp onun etinden koparıp yiyor­lardı. O da bu durum karşısında imdat imdat diyordu.»

Ravinin biri dedi ki: Bu mülhid Mearrî'yi İbn Hallikan şairler hak­kındaki adeti veçhiyle övmüş ve nesebinin yüksek olduğunu söylemiş­tir. İbn Hallikan onun birçok tasnif eserlerinin adını da vermiştir. Bazı­larından nakledildiğine göre adamın biri onun el-Eyk ve'1-Gusun adlı ki­tabının 101. cildini görmüştür ki bu eseri Hemz ve Redf adıyla meşhur olmuştur. Ebü'1-Alâ el-Mearrî Arapçayı babasından öğrenmiş, Halepte de Muhammed b. Abdullah b. Sa'd adındaki nahiv aliminden nahiv ilmi-

ö&renmiştir. Ebü'l-Kasım Ali b. Muhsin et-Tenuhî, Hatip Ebu

^keriyâ Yahya b. Ali et-Tebrizî de kendisinden nahiv öğrenmişlerdir.

Anlatıldığına göre o, kırkbeş sene müddetle feylesofların yolunu tuta-

\r et yememiştir ve mezarının üzerine şu ibarenin yazılmasını vasiyet

etmiştir

«Bu babamın bana karşı işlediği bir cinayettir.

Bense hiç kimseye karşı cinayet işlemedim.»

İbn Hallikan dedi ki: Onun bu sözü de feylesofların inancına göre ha­reket ettiğini göstermektedir. Çünkü feylesoflar da bu inançtadırlar. Onlara göre çocuk edinmek ve onu bu varlık alemine getirmek o çocuğa karşı işlenen bir suçtur. Zira bu dünyaya getirilen çocuk, hadiselere ve afetlere maruz bırakılmaktadır.

Ben derim ki: Bu da gösteriyor ki Ebü'1-Alâ el-Maarrî'nin itikadı de­ğişmemiştir. O, ömrünün son demine kadar feylesofların inançlarına bağlı bir kimseydi. Sonra İbn Hallikan onun bazı güzel şiirlerim naklet-miştir. Bu güzel şiirlerinden biri şudur:

«Bir aletle kendin için rütbe taleb etme

Edebiyatçının kalemi ciddiyetsiz olduğunda o kalem öreke gibi olur

İki yıldız gökte durdular.

Birinin mızrağı var, diğeri mızraksızdır.» [3]

 

Üstad Ebu Osman Es-Sabunî

 

Bu zatın soy kütüğü şöyledir: İsmail b. Abdurrahman b. Ahmed b. ismail b. Amir b. Abid en-Nisaburî. Hadis hafızı, tefsirci ve vaizdi. Hacca giderken Dımaşk'a uğradı. Orada hadis dinledi ve halka vazü nasihatte bulundu. îbn Asakir, onun biyografisini genişçe anlatmış ve onun güzel sözlerini, şiirlerini nakletmiştir. Güzel şiirlerinden biri şudur:

«Mallarınıza ve azıklarınıza el sürmediğim Sizden iyilik ve ihsan beklemediğim takdirde Sizler de benim kulu olduğum zatın kullarısınız Artık ne diye şu hür bedenimi yoracağım?»

ibn Asakir, İmamü'l-Harameyn'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: !fen Mekke'de iken mezhepler hususunda tereddüt gösteriyordum. Hangi mezhebe uyacağımı bilemiyordum. Rüyamda Peygamber (s.a.v.)'i gördüm bana şöyle buyurdu: «Sen Ebu Osman es-Sabunî'nin iti­kadına sarıl.» Allah ona rahmet etsin. [4]

 

Hicretin Dörtyüzellinci Senesi

 

Bu senede mundar Besasirî'nin fitnesi ortaya çıktı. Besasirî'nin asıl adı Arslan et-Türkî idi. Bu olay şöyle gelişmişti: Tuğrul Bey'in kardeşi İbrahim Yinal, Tuğrul Bey tarafından vali olarak tayin edilmiş olduğu Musul şehrini terkedip Cebel mıntıkasına gitti. Kardeşi Tuğrul Bey onu yanına çağırdı. Ona mTat giydirdi. Durumunu düzeltti, ama bu esnada Besasirî, Arap emiri Kurayş b. Bedran'la birlikte Musul'un üzerine yü­rüdü ve orayı ele geçirip kalesini tahrib etti. Sultan Tuğrul Bey sür'atle oraya gitti ve Musul'u bunlardan geri aldı. Besasirî ve Kurayş b. Bedran ondan korkup kaçtılar. Tuğrul Bey de onları Nusaybin'e kadar kovaladı. Kardeşi İbrahim Yinal ondan ayrıldı. Ona isyan etti ve Hemedan'a kaç­tı. Bunu Besasirî'nin teşvikiyle yapmıştı. Tuğrul Bey de askerlerini geri­de bırakıp kardeşinin peşinden gitti. Arkada bıraktığı askerleri dağıldı­lar. Ona tabi olanların sayısı azaldı. Tuğrul Bey'in zevcesi Hatun ile,ve­ziri el-Kündürî Bağdat'a döndüler. Sonra İbrahim Yinal'in Tuğrul Bey'e galip olduğu ye Tuğrul Bey'in Hemedan'da mahsur kaldığı haberi Bağ­dat'a ulaştı. İnsanlar bundan rahatsız oldular. Paniğe kapıldılar. Bağ­dat'ın düzeni bozuldu. Besasirî'nin Bağdat'a gelmekte olduğu ve En-bar'a yaklaştığı haberi de Bağdat'a ulaştı. Vezir Kündürî artık Bağ-dat'dan kaçmaya kesin karar vermişti. Tuğrul Bey'in zevcesi Hatun onu yakalatmak istedi, ama o da yanından ayrılıp Bağdat'ın batı yakasına geçti. Evi yağmalandı. Bağdat'ın doğu ve batı yakalannı birleştiren köp­rü yıkıldı. Tuğrul Bey'in zevcesi Hatun ordunun basma geçti ve kocası Tuğrul Bey'i kurtarmak amacıyla Hemedan'a gitti. Vezir Kündürî de Ebu Şirvan b. Tuman ve Tuğrul Bey'in zevcesi Hatun'un mezkur annesi ile birlikte geride kalan askerlerin başına geçerek Ahvaz tarafına gitti­ler. Bağdat'ta bir tek savaşçı asker kalmadı. Halife de oradan çıkmaya niyetlendi. Keşke çıkmış olsaydı, ama sonra sarayı ve ailesiyle birlikte Bağdat'ta ikamet etmek onun hoşuna gitti. Rahata aldanarak Bağdat'ta kaldı. Şehirde savaşçı askerler kalmayınca halka «Bağdat'tan göçmek isteyen dilediği yere gidebilir» diye duyuru yapıldı. İnsanlar tedirgin ol­dular. Kadınlar, erkekler ve çocuklar ağlamaya başladılar. İnsanların çoğu Bağdat'ın batı yakasına geçtiler. İki tarafı birleştiren köprü tahrip edilmiş olduğundan bir kişinin karşı tarafa geçiş parası bir ve iki dinarı tbnül-Cevzî dedi ki: «O gecede halifenin sarayının üzerinde toplu k rahatsız edici bir şekilde Öten on kadar baykuş uçtu. Reis'ür-Rüe-• a denildi ki: «Halife'nin Bağdat'ta savaşçı asker kalmayışı yüzün-

 a denild

 başka bir yere göçmesi maslahatın gereğidir.» Ancak halife bu öne- kabul etmedi. Şehri ve sarayı korumak için halktan bazı güvenlik  dildi Bl      hüküt kğd  ilhkabu

e vlileri temin edildi. Bunlara hükümet konağından çok sayıda silah g°rildi Bu senenin zilkade ayının sekizinde pazar günü Besasirî Bağ-H t'a geldi. Beraberinde Mısır'ın beyaz sancakları ve bayrakları vardı. Rastaki bayrakların üzerinde Mustansır Billah Ebu Temim Maad Emi-ü'1-Mü'minin ibaresi yazılıydı. Kerh mahallesinin Rafızî sakinleri Besasirî'yi karşıladılar ve onun kendi mahallelerine gelmesini istediler. O da Kerh mahallesine girdi. Oradan geçerek Meşraatü Zaviya'ya geçti. Orada ordugah kurdu. O esnada insanlar son derece açlık ve yokluk için­deydiler. Kurayş b. Bedran da 200 kadar süvari ile birlikte Babü'l-Basra mıntıkasına karargah kurdu. Besasirî, hırsızları ve yankesicileri topla­dı. Onları hilafet sarayını yağmalamaya azmettirdi. Kerh mahallesi sa­kinleri de Babü'l-Basra'daki Sünnîierin evlerini yağmaladılar. Kadil-kudat ed-Damiganî'nin evi de yağmalandı. Mahkeme sicilleri ve defter­lerinin çoğu ele geçirilip aktarlara satıldı. Halifenin hizmetiyle ilgili kimselerin de evleri yağmalandı. Rafizîler ezan okurken tekrar «Hayye ale hayril amel» demeye başladılar. Bağdat'ın diğer taraflarında da ce­maatle kılınan beş vakit namazların ve cuma namazının ezanlarında da bu şekilde ezan okundu ve Bağdat'ta halife Mustansır el-Ubeydî adına minberlerde ve diğer yerlerde hutbe okundu. Onun adına altın ve gümüş paralar bastırıldı. Hilafet sarayı kuşatma altına alındı. Reisü'r-Rüesa lakabını alan Vezir Ebü'l-Kasım el-Mesleme, beraberindeki gü­venlik görevlileriyle birlikte sarayı savundu, ama bu savunma bir yarar sağlamadı. Halife siyah sarık ve abasını giyinip elinde yalın kılıcı, ba­şında sancağı çevresinde de Abbasilerden bir zümre insan, yüzlerini başlarını saçlarım açıp saçmış cariyeler, mızraklarının başında musha-n şerif bulunan askerler, önündeki kılıçlı hizmetçilerle birlikte atma bi­nip ortaya çıktı. Sonra da Arap emiri Kurayş b. Bedran'dan kendisini, aile efradını, veziri İbn Mesleme'yi koruması için taahhüt aldı. O da bu hususa ona teminat verip taahhüdde bulundu. Ve onu bir çadıra yerleş­tirdi. Besasirî, bu taahhüd ve eman verişi nedeniyle Kurayş b. Bedran'ı kınadı ve ona şöyle dedi:

«Biliyorsun ki daha önce halifeye karşı seninle aramızda bir anlaş-maya varmıştık. Bu anlaşma gereğince sen benden görüş almadan hiç ,ır hususta karar vermeyecektin. Ben de senden görüş almadan hiç bir

ususta karar vermeyecektim. Aramızda her ne suretle olursa olsun

undan başka bir hüküm geçerli olmayacaktı.»

Sonra Besasirî, Kasım b. Mesleme'yi yakalayıp feci şekilde azarla­yıp kınadı. Onu şiddetlice dövdü, horlayıp yanında tutuklu bıraktı. Hilafet sarayının her tarafını yağmalattı. Saraydan aldıkları mücev­herlerin, ipekli kumaşların, altınların, gümüşlerin, eşyaların, elbisele­rin, bineklerin haddi hesabı yoktu. Sonra Besasirî ile Kurayş b. Bedran halifeyi Hadisetü Ane emiri Muharriş b. Mücella en-Nedvî'ye gönder­meye karar, verdiler. Muharriş, Kurayş b. Bedran'ın amcazade siydi. Dindar ve mürüvvetti bir kimseydi. Halife bu durumu duyunca Ku-rayş'ın yanma gitti. Bağdat'tan çıkmak istemediğini söyledi, ama bu­nun yararı olmadı. Kurayş onu kendisinin ve Besasirî'nin adamları re­fakatinde bir mahfeye bindirerek Hadisetü Âne'ye gönderdi. Halife ora­ya gitti ve Muharriş'in yanında tam bir sene kaldı. Yanında aile efradın­dan da hiç kimse yoktu. Anlatıldığına göre halife oradaki ikameti ile ilgi­li olarak şöyle demiştir:

«Hadisetü Ane'de ikamet etmekte iken bir gece kalkıp namaza dur­dum. Kalbimde Allah'a yalvarmanın tatlılığım hissettim. Sonra kalbi­me doğduğu şekilde Aziz ve Celil olan Allah'a şöyle dua ettim:

«Allah'ım, beni vatanıma gönder. Aile efradım ve çoluk çocuğumla buluşmayı, bir araya gelmeyi bana nasib et. İnsanların ünsiyet bahçesi­ni tekrar çiçeklendir. Akrabalık mıntıkasını şenlendir. Sıkıntıyı gider. Cefayı çembere al»

Ben böyle dua ettikten sonra Fırat kıyısından bir ses geldi. Sesin sa­hibi «Evet evet» diyordu. Kendi kendime «Bu bir başkasına seslenen bir adamın sesidir» dedim. Tekrar Allah'a yalvarıp yakarmaya başladım yi­ne aynı sesin sahibinin «seneye kadar seneye kadar» dediğini duydum. Sonra kendi kendime «Bu gayıbtan gelen bir sestir. Bunu Cenâb-ıAllah, hadiselerin doğrultusunda konuşturuyor» dedim ve hadiseler gerçekten o doğrultuda cereyan etti.»

Gerçekten de halife bu senenin zilkade ayında kendi sarayından çı­kıp Hadisetü Ane'ye gitmişti. Ertesi senenin zilkade ayında sarayına dönmüştü. Halife Kaim Biemrillah Hadisetü Ane'deki ikameti ile ilgili olarak durumunu anlatan şu şiirini inşâd etmişti:

«Kendilerine karşı ümit beslediğim kimseler beni yanılttılar. Ama sonradan bana dostluk gösterenlerin ismi cismi hatırımdan geçmemişti.

Zamanın hadiselerinden bir şeyler öğrenin.

Hiç kimsenin kimseye şefkat göstermediğini gördüm.

Zaman da sadece bana bir dem vaatte bulunulmuştur.

O demde muzaffer olacağım ama,

O dem ne zaman gelir.

Günüm geçiyor, her günümü tamamladığımda,

Yarın amacıma ulaşırım diye kendimi avutuyorum. Kahrolası nefis, hep ümitlerle rahatlıyor.

ve emellerle sabah akşam gıdalanıyor.»

Besasirî'ye ve onun Bağdat'ta yaptıklarına gelince o, kurban bayra-da bineğine bindi. Namaza gitti. Hatiplere ve müezzinlere beyaz el­biseler giydirdi. Adamlarına da aynı şekilde beyazlar giydirmişti. Ba­nda Mısır sarığı vardı. Mısır halifesi adına hutbe okuttu. Rafizîler son derece memnun oldular. Irak'ın diğer mıntıkalarında da ezanda "Hayye ala hayril amel" cümlesi okundu. Besasirî, Bağdat'ın önde gelenlerin­den büyük bir intikam aldı. Kendisine düşmanlık gösterenlerden bir kısmını boğdurdu. Taraftarlarına ve sempatizanlarına da bolca azıklar verdi Adaletli olduğu izlenimini verdi. Zilhicce ayının bitimine iki gece kala pazartesi günü Reisü'r-Rüesa lakabını taşıyan Vezir İbn Mesle­me'yi huzuruna getirtti. İbn Mesleme, yün bir cübbe ve kırmızı keçeden bir fes giymişti. Boynunda deri kaplı muskalar vardı. Kızıl tüylü bir de­veye bindirildi. Şehirde dolaştırıldı. Arkasında da onu kırbaçlayan kim­seler vardı. Kerh mahallesinden geçirilmekte iken üzerine çöp kovaları boşaltıldı. Yüzüne tükürdüler. Lanetlediler, sövdüler. Hilafet sarayının karşısında durduruldu. O bu halde iken de şu ayet-i kerimeyi okuyordu: «Ey Muhammed de ki: «Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü diledi­ğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kadirsin.» (ÂH îmrân, 26). Şehirde teşhir işi tamamlandıktan sonra askeri garnizona getirildi. Ona boynuzlan çıkarılmamış bir öküz derisi giydirdiler. Yanaklarına da çengel taktılar. Sonra sehpaya asıldı. Akşama dek çırpındı ve sonra vefat etti. Allah rahmet etsin. Son sözü şu olmuştu: «Beni said olarak ya­şatan ve şehid olarak öldüren Allah'a hamdolsun.»

Bu senede Irak diyarında ekinlerin çoğunu telef eden ve bazı çiftçile­ri öldüren şiddetli dolular yağdı. Dicle suyu fazlasıyla kabardı. Yine bu senede mezkur fitneden bir ay önce Bağdat'ta şiddetli bir deprem mey­dana geldi. Evlerin çoğu yıkıldı. Bu depremin Hemedan, Vâsıt, Tikrit ve Ane mıntıkalarında da görüldüğüne dair haberler Bağdat'a geldi. Hatta depremin şiddetinden ötürü bazı değirmenlerin durduğuna söylenmiş­ti- Bu senede Bağdat'ta yağmalama hadiseleri çoğaldı. Öyle ki başlarda­ki sarıklar dahi alınıp götürülüyordu. Şeyh Ebu Nasr b. Sabbağ'm sarığı ve taylesanı cuma namazına gittiği esnada başından alınıp götürüldü. Bu senenin sonlarında Tuğrul Bey, Hemedan'dan çıktı. Kardeşi ile savaştı ve onu mağlub etti. İnsanlar bu duruma sevindiler ve ferahladı-**lama bu sevinçlerini Besasirî'den korktukları için açığa vurmadılar. Tuğrul Bey, vefat eden kardeşi Davud'un oğullarının yardımına başvur­du. Bunlarla birlikte kardeşi İbrahim'le savaştı. Bunlar, İbrahim'i mağlup edip hicri 451. senenin başlarında esir aldılar. Hepsi amcaları Tuğ­rul Beyin etrafında toplandılar. O da bunlarla birlikte Irak taraflarına gitti ve hicretin 451. senesinde anlatacağımız hadiseleri gerçekleştirdi­ler. Bunu inşaallah ileride anlatacağız. [5]

 

Hicretin Dörtyüzellinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Muhammed Ebu Abdullah Elunî

 

Feraiz ilminde meşhurdu. Şeyhü'l-Harbî lakabını taşırdı. Şafiî mez­hebine mensubtu. Besasirî fitnesinde Bağdat'ta öldürüldü ve arefe gü­nüne rastlayan bir cuma gününde defnedildi.[6]

 

Tuğrul Beyin Kardeşi Davud

 

Davud, Tuğrul Bey'den yaşça daha büyüktü. Bu senede vefat etti. Yerine oğulları geçtiler. [7]

 

Ebu't-Tayyib Et-Taberî

 

Fıkıhçıydı. Şafiî alimiydi. Asıl adı Tahir b. Abdullah b. Tahir b. Ömer'dir. Hicretin 348. senesinde Taberistan'a bağlı Amil kasabasında doğdu. Cürcan'da Ebu Ahmed el-Gıtrifî'den, Nisabur'da Ebü'l-Hasan el-Masercesî'den hadis dinledi. Ebü'l-Hasan'dan fıkıh öğrendi. Fıkıh öğ­rendiği şahsiyetler arasında Ebu Ali ez-Zücacî ve Ebü'l-Kasım b. Kec de vardı. Sonra Bağdat'a giderek Ebu Hamid el-İsferaini'den ders aldı. Muhtasarı ve İbn Haddad'm Furûu'nu şerhetti, usul ve cedel ilmine dair eserler tasnif etti. Diğer bir çok faydalı ilimlere dair eserler de verdi. Bağdat'ta Darekutnî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Ebu Abdullah es-Saymerî'nin vefatından sonra Rib'ül-Kerh'te kadılık yaptı. Sıka, güvenilir, dindar, takvalı bir kimseydi. Usul-ü fikıh ile fıkhın furuatına dair çok bilgisi vardı. Güzel ahlaklı, iyi kalpli bir kimseydi. Gece gündüz ilim öğretmeye devanı ederdi. Biyografisini Tabakatü'ş-Şafîîye adlı eserde vermişimdir. Üstadı olan ve kendisinden sonra ona hocalık yap­mak üzere ders halkasında oturtan Şeyh Ebu İshak eş-Şirazî, onunla il­gili şöyle bir olay anlatmıştır: «Ebu Tayyib, dünyalık bakımından yoksul bir kimseydi. Tamir etmesi için bir mestini köşkere teslim etmişti. An­cak köşker, tamir işini geciktirmişti. Ebu Tayyib ona her uğradığında köşker mesti alıp suya batırıyor ve «yumuşadıktan sonra bunu dikece­ğim» diyordu. Fakat Ebu Tayyib ona şöyle demişti: «Ben bunu tamir et­men için sana teslim ettim. Yoksa suya batırıp kendisine yüzme öğret­men için teslim etmedim.»

İb Hallikan'm anlattığna göre Ebu Tayyib ile kardeşinin müşterek bir sarıkları ve bir gömlekleri varmış, biri bunları giydiğinde diğeri evde oturur, dışarı çıkmazmış, kirlenen bu gömlek ile sarığı yıkadıklarında Ha her ikisi evde oturup bunların kurumalarım beklerlermiş. Ebu Tay­yib de bu hususta şöyle bir şiir söylemiş:

«Bir kavim bedenlerinin elbiselerini yıkadıklarında yıkayıcının işi­ni tamamlayışına dek evlerde beklerler ve evlerin duvarlarım elbise ola­rak giyerler.»

Ebu Tayyib bu senede 102 yaşında vefat etti. Yaşı ilerlemiş olması­na rağmen aklı, zekâsı ve bedeni sağlamdı. Vefat edinceye dek ders ver­di. Fetva verdi. Bir defasında bir gemiye binerek yolculuğa çıkmşıtı. Ge­miden inerken kıyıya gençlerin yapamıyacağı bir şekilde atlamıştı. Kendisine «Bu ne ey Ebu Tayyib?» diye sorduklarında şu cevabı vermiş­ti: «Bu, gençlikte kıymetini bilip muhafaza ettiğimiz ve yaşlılıkta bize fayda veren organlarımızın zindeliğidir.» Allah rahmet etsin. [8]

 

Kadı Mâverdî

 

el-Havi'1-Kebir adlı eserin sahibidir. Asıl adı Ali b. Muhammed b. Habib Ebü'l-Hasen el-Maverdî'dir. Basralıdır. Şafiî alimidir. Usul, füru ve tefsire dair bir çok tasnif eserlerin, Ahkam-ı Sultaniye ve Edebü'd-Dünya ve'd-Din adlı kitapların müellifidir. Kendisi «fikhı 4.000 varakta genişçe anlattım» demiştir. Yani el-İkna adlı eserinde fikhı genişse an­lattığını söylemek istemiştir. Birçok beldelerde hakimlik yapmıştı. Yu­muşak huylu, vakarlı, edebli bir kimseydi. Edepli ve hayalı bir kimse ol­duğundan arkadaşlarından hiç biri ömrü boyunca onun kolunun sıvan­mış olduğunu görmemişti. Biyografisini Tabakatü'ş-Şafiiye adlı eserde genişçe anlattım. Kendisi bu senede doksanaltı yaşında vefat etti ve Bab-ı Harb mezarlığına defnedildi. [9]

 

Reis'ür Rüesa Ebü'l-Kasım B. Mesleme

 

Ali b. Hasan b. Ahmed b. Muhammed b. Ömer. Halife Kaim Bi-Emrillah'ın veziri idi. Önceleri Ebu Ahmed el-Faradî'den ve diğerlerindenhadis dinledi. Sonra cerh ve tadil ehli kimselerden oldu. Daha sonra Ka Bi-Emrillah onu nakipliğine aldı. Sonra vezir tayin etti. Ona Reisü'r-üesa, Şerefü'l-Vüzera, Cemalül-Vüzera lakabım taktı. Doğru görüşe,yüksek bir akla sahip olmakla birlikte bir çok ilimlere de vakıftı. Onikisene bir ay müddetle vezirlik yaptı. Sonra Besasirî onu Bağdat'ta teşhirıp dolaştırdıktan sonra öldürdü. Ölürken elliiki yaşından beş ay al-!Ştı. Nitekim bu hususu önceki kısımlarda da anlatmıştık. [10]

 

Mansur B.Hüseyin

 

Künyesi Ebü'l-Evaris el-Esedî'dir. Cezire valisi idi. Orada vefat etti. Kendisinden sonra oğlunu yerine geçirdiler.[11]

 

Hicretin Dörtyüzellibirinci Senesi

 

Bu yılın başında Bağdat hala Besasirî'nin hakimiyeti altında bulu­nuyordu. Burada Mısır hükümdarı el-Fatimî adına hutbe okutuyordu. Abbasi halifesi ise Hadisetü Ane şehrinde bulunuyordu. Safer ayının onikisinde pazartesi günü Besasirî, Kadı Ebu Abdullah ed-Darniganî ile ayan ve eşraftan bir cemaatı huzurunda topladı. Mısır hükümdan Mus-tansır el-Fatimî adına onlardan bey'at aldı. Sonra bu heyetle birlikte hi­lafet sarayına girdi. Hilafet sarayının tacının yıkılmasını emretti. Bazı balkonlar yıkıldı. Sonra kendisine bu yaptığı işte faydadan çok zarar bu­lunduğu söylendi. O da bundan vazgeçti. Bundan sonra Küfe şehitliğini ziyarete gitti. Cafer nehrini geçmeye niyetlendi ki üzerinde olan nezri yerine getirmek üzere Hair'e geçsin. Sonra İbn Mesleme'nin cüssesini Harim-i Zahiri yakınına taşımalarını ve Dicleye atmalarını emretti.

Halifenin yaşı doksana varmış olup bir yerde gizlenmekte olan acu­ze annesi, Besasirî'ye bir mektup yazarak fakru zaruretini, sıkıntı ve ihtiyacını dile getirip şikâyetçi oldu. Besasirî de onu Harîme getirecek görevlileri gönderdi. Hizmetine iki cariye verdi. Her gün ona oniki ntl ekmek ve dört rıtl da et tahsisat olarak bağladı. (1 rıtl= 460 gr.) [12]

 

Fasıl

 

Sultan Tuğrul Bey, Hemedan'daki mahsuriyetinden ve kardeşi İb­rahim'in elindeki esaretten kurtulup kardeşi İbrahim'i öldürdükten ve hakimiyetini kurup gönlünü rahatlattıktan sonra artık o mıntıkalarda rakibi kalmadı. Hakimiyeti elinden almak için kendisiyle çekişecek bir kimse de bulunmuyordu. Bundan sonra Kureyş b. Bedran'a bir mektup yazarak halifeyi kendi vatanına, sarayına iade etmesini emretti. Bunu yapmadığı takdirde başına büyük belalar getireceğini söyleyerek onu tehdit etti. Kureyş b. Bedran da ona bir mektup yazarak aklını çelmeye, gönlünü kazanmaya çalıştı ve mektubunda şunları yazdı: «Ben, Besa­sirî'ye karşı bütün gücümle senin yanındayım. Allah seni ona galip kı-lıncaya kadar seninle beraber olacağım. Ancak bu işte acele davranma­dan ötürü halifeye bir zarar gelmesinden veya onun şerefine eksiklik gelmesinden korkuyorum. Ama yine de bana verdiğin emirleri olanca imkânlarımı kullanarak yerine getirmeye çalışacağım.»

Bundan sonra Kureyş, halifenin zevcesi Hatun'un sarayına iade pdilnıesini görevlilere emretti. Sonra da Besasirî ile haberleşerek halife­nin kendi sarayına iade edilmesi hususunda rızasını almaya çalıştı ve Sultan Tuğrul Bey'den korktuğunu bildirdi ye gönderdiği haberde ona şöyle demişti:

«Sen bizi Mustansır el-Fatimî'ye itaate davet ettin. Bizimle onun arasında 600 fersahlık bir mesafe vardır. Şimdiye kadar ne elçisi ne de herhangi bir adamı yanımıza gelmedi. Kendisine gönderdiğimiz haber­lere de aldırış etmedi. Bu meseleler üzerinde hiç düşünmedi. Şu Tuğrul Bey arkadan bizi gözetlemektedir. Yakınımızdadır. Bana bir mektup gönderdi. Mektubunda şunlar yazılıydı:

«Kıymetli, dinin bayrağı Emir Ebü'l-Meali Kureyş b. Bedran'a ki, o müminlerin emirinin dostudur.

Bu mektubu ona şarkın ve garbın hükümdarı muazzam Şehinşah Ebu Talib Muhammed b. Mikail b. Selçuk Tuğrul Bey göndermektedir.»

Mektubunun başında sultanın el yazısıyla yazılmış saltanat sembo­lü vardı. "Allah bana kâfidir. O ne güzel vekildir» mektubun baş kısmın­dan sonraki bölümünde de şunlar yazılıydı:

«Şimdi kader bizi bütün din düşmanlarını yok etmeye muvaffak kıl­dı. Bundan böyle sadece efendimiz ve mevlamız müminlerin emiri Hali­fe Kaim Bi-Emrillah'a hizmet görevimiz kalmaktadır. Onun tahtında onun devlet başkanlığı saltanatının gereklerini yerine getirmemiz icap etmektedir. Yegane görevimiz budur. Bir an dahi bu görevi aksatmaya­cağız. Biz doğunun askerleri ve atlarıyla bu büyük görevi ifa etmeye gel­mekteyiz. Sen kıymetli emir, dinin bayrağı olan Kureyş'ten istediğimiz şudur ki; halifeye olan vefa borcunu tamamıyla ödeyesin. Onun hizme­tinde bulunasm. Kapısından ayrılmayasın. Yâ onu onur ve izzetiyle Bağdat'taki hilafet sarayına getirir, huzurunda el pençe divan durup hükümlerini infaz eder, kılıcını, kalemini çekersin ki amacımız da bu­dur ve o bizim halifemizdir. Bu hizmeti ona yapmak bizim için vecibedir. Bunu yaptıktan sonra seni bütün Irak mülkünün başına geçiririz. Kara­larının ve denizlerinin genişliklerini sana tamamen devrederiz. Oraya Acem atlarından hiç birinin toynuğu artık basamaz. Ancak sana yardım ve destek vermek için gelmek isteyenler hariç, Ya bunu yaparsın ya da halifeyi bulunduğu kaleden başka bir yere nakledip kıymetli şahsiyeti­ni biz gelip hizmetinde bulunma saadetine erinceye kadar muhafaza edersin. Şimdi ey kıymetli emir, sen bu ikisinden birini yapma seçeneği­ne sahipsin. Yahut bunları yapmazsın da istediğin yere gidersin o za-man biz gelip Irak'ın tamamını hakimiyetimiz altına alınz ve biz devlet başkanlığı görevinde halifeye vekalet ederiz. Gözlerimizi doğu memle­ketlerine dikeriz. Bizim amacımız ancak bununla gerçekleşir.»

Bu esnada Kureyş b. Bedran, halifenin yanında muhafaza edilmek­te olduğu Muharriş b. Mücella'ya şöyle bir mektup gönderdi:

«Maslahat gereği halifeyi bana teslim etmen icap ediyor ki, onun sa­yesinde hem kendim hem de senin için Tuğrul Bey'den eman alabile­yim.»

Muharriş, Kureyş'ın bu teklifini kabul etmedi ve şöyle dedi:

- Besasirî beni aldattı. Görmediğim şeyleri bana vaad etti. Ben ha­lifeyi asla sana gönderecek değilim. Boynumda çok yeminler vardır. Bu yeminleri bozacak değilim.» Sözünü ettiğimiz bu Muharriş, salih bir in­sandı. Halifeye şöyle demişti:

«Maslahat gereği Bedir b. Mühelhel'in beldesine gitmeliyiz ve Sul­tan Tuğrul Bey'in durumuna bakmalıyız. Eğer galib olursa Bağdat'a gi­reriz. Ama öbür türlüsü olursa kendi başımızın çaresine bakarız. Çünkü burada kaldığımız takdirde Besasirî'nin buraya gelip bize musallat ol­masından korkuyorum.»

Halife de ona «maslahatın gereği neyse onu yap» dedi. İkisi zilkade ayının onbirinde yola koyuldular ve Tıl Akbera kalesine ulaştılar. Sul­tan Tuğrul Bey'in elçileri onu kendisinin göndermiş olduğu hediyelerle karşıladılar. Öte yandan Sultan Tuğrul Bey'in Bağdat'a muzaffer ola­rak girdiğine dair haberler kendilerine ulaştı. Bağdat'a girdiği gün, cid­den görülmeye değer muazam bir gündü. Yalnız askerler hilafet sarayı dışında kalan şehrin bütün mekânlarını yağmaladılar. Tüccarlardan çoğu yakalanıp mallarına el konuldu. Hükümet konağının imarına baş­ladılar. Sultan Tuğrul Bey, çeşitli atlardan ve diğer hayvanlardan olu­şan bir kısım binekleri halifeye gönderdi. Gönderdiği hediyeler arasın­da elbiseler, çadırlar ve yolculukta halifeye gerekli olacak şeyler de var­dı. Bu armağanları vezir Amidü'1-Mülk el-Kündürî ile birlikte gönder­mişti. Halifenin bulunduğu mıntıkaya vardıklarında bu armağanları onun huzuruna varmadan başkalarıyla kendisine önceden gönderdiler ve şöyle dediler:

«Çadırları kurun. Halife kendi şanına layık elbiseleri giysin. Sonra varıp huzuruna girmek için izin isteyelim. O da uzun bir süreden sonra huzuruna girmemize müsaade etsin.»

Böyle yaptılar. Vezir ve beraberindekiler halifenin huzuruna girip önünde yer öptüler. Sultan Tuğrul Bey'in zafer ve selamette olduğunu ona haber verdiler. Bağdat'a geri döndüğünü söylediler. Vezir Amidü'l-Mülk de Sultan Tuğrul Beye bir mektup yazarak halifenin huzurunda yaptıklarını, orada cereyan eden merasimi ona anlattı ve halifeden de, Sultan Tuğrul Bey'in gönlünü ve gözünü tatmin etsin diye mektubun üst tarafına kendi damgasını vurmasını istedi. Vezir, halifenin okkasını getirdi. Beraberinde de bir kılıç vardı ve «Ey müminlerin emiri işte bu, kılıcın ve kalemin hizmetidir» dedi. Halife bu sözleri çok beğendi. Bu hevet bulundukları yerden iki gün sonra ayrıldı. Nehrevan'a vardıkla-nda beraberlerinde halife de bulunduğundan, Tuğrul Bey halifeyi kar­şılamak üzere şehir dışına kadar çıktı. Sultan Tuğrul Bey halife otağına vardığında huzurunda yedi kez yer öptü. Halife bir yastık alıp önüne bı­raktı. Sultan Tuğrul Bey, yastığı alıp öptü. Sonra halifenin işareti üzeri­ne yastığın üzerine oturdu. Halifeye, Büveyhilere mahsus kırmızı ya­kuttan bir teşbih takdim etti. Ayrıca büyük incilerden oniki tane çıkarıp verdi. Sultan Tuğrul Bey'in zevcesi Arslan Hatun -ki o, o esnada halifeye hizmet ediyordu- halifeden bu teşbihi çekmesini rica etti. Sonra Tuğrul Bey, halifenin ziyaretine geç gelişine mazeret olarak kardeşi İbrahim Yınal'ın isyan edişini, onunla meşgul olduğunu, onu öldürdüğü için ge­ciktiğini bu arada büyük kardeşinin de öldüğünü ifade etti. Büyük kar­deşinin Ölümünden sonra da onun oğullarının işlerini düzene koymu* olmasının da bu gecikmeyi daha fazlalaştırdığını söyledi. Ayrıca halife ye yaptığı hizmetlerden dolayı Muhar'e şükran borçlu olduğunu ve bun dan sonra inşaallah Besasirî köpeğinin peşine gidip onu öldüreceğini oradan da Şam'a gidip yaptığı kötülüklerin cezasını kendisine vermel için Mısır hükümdarının hakkından geleceğini ifade etti. Halife de bu iş lerde muvaffak olması için ona dua etti ve ona yanındaki bir kılıcı verdi Artık halifenin yanında o kılıçtan başka hilafet alameti kalmamıştı.

Bundan sonra Sultan Tuğrul Bey, diğer askerlere, halifeye hizmettt bulunmaları için izin verdi. Otağın çevresindeki perdeler kaldırıldı Türkler, halifeyi görünce yer öptüler. Sonra zilkade ayının bitimine beş gün kala pazartesi günü Bağdat'a girdiler. O gün cidden görülmeye de­ğer bir gündü. Bütün askerler, kadılar, ayan, eşraf, Tuğrul Bey beraber­diler. Tuğrul Bey halifenin katırının yularını tutmuştu. Onu hilafet sa­rayına kadar böylece götürdüler. Sonra halife saraya varınca Sultan Tuğrul Bey, Besasirî'nin peşine düşmek için ondan izin istedi. Sultan Tuğrul Bey onun Şam'a girmesine engel olmaları için Küfe taraflarına asker gönderdi. Kendisi de askerleriyle birlikte bu ayın, yani zilkade ayının yirmidokuzunda yola koyuldu.

Besasirî'ye gelince o, Vâsıt şehrinde ikamet etmekte, Sultan Tuğrul

ey le savaşmak için asker, teçhizat ve gelirleri toplamaktaydı. Onun

nazarında Sultan Tuğrul Bey ve askerleri korkulacak kadar değildiler.

enao-ıAllah onu helak etmek istediği için Tuğrul Bey ve ordusunu

onun gözüne küçük göstermişti. [13]

 

Tuğrul Bey'in Besasirî'yi Öldürmesi

 

Besas"  rul Bey, Besasirî'nin peşine düşünce birinci müfrezesi

İki ta 1Ffyi     sıt diyarında yakaladı. Beraberinde İbn Mezyed de vardı.

orada savaştılar. Besasirî'nin adamları kaçtılar, kendisi de bir

ata binip kaçtı. Kölelerden biri onu kovaladı. Elindeki bir oku atına vur­du. Yaralanan at Besasirî'yi yere nrlattı. Köle gelip Besasirî'nin yüzüne vurdu, ama onu tanıyamadı. Kemiskin adındaki bir başka asker Besasirî'yi esir aldı. Başını koparıp Sultan Tuğrul Beye götürdü. Türk­ler Besasirî'nin askerlerinden taşıyamıyacakları kadar çok malı gani­met olarak aldılar. Besasirî'nin kesik başı Sultan Tuğrul Bey'in yanına götürüldüğünde bu kesik başın Bağdat'a götürülmesini, bir mızrağın ucuna geçirilerek davullar, zurnalar ve kavallar eşliğinde her tarafta dolaştırılmasını, insanların çıkıp onu seyrederek ferahlamalarını istedi ve bu isteği yerine getirildi. Sonra da bir torpidoya konularak hilafet sa­rayının karşısına getirildi. Besasirî'nin beraberinde kendisiyle birlikte bu sefere çıkmış bazı Bağdatlılar da vardı. Onun Bağdat'a döneceğini zannetmişlerdi. Fakat bu savaşta onlar da öldürülmüş, malları yağma-lanmıştı. Besasirî'nin çok azı dışında adamları kurtulamamışlardı. İbn Mezyed de beraberindeki bir kaç kişiyle birlikte Batiha'ya kaçtı. Yanın­da Besasirî'nin çocukları ve anneleri de vardı. Bedeviler mallarını yağ­malamışlar, kendilerine hiçbir şey bırakmamışlardı. Sultan Tuğrul Bey'den, İbn Mezyed için eman istenildi ve o, Tuğrul Bey'le birlikte Bağ­dat'a girdi. Askerler Vâsıt, Basra ve Ahvaz arasındaki yerleri yağmala-mışlardı. Çünkü askerler çok kalabalık idiler.

Halifeye gelince o hilafet sarayına döndüğünde artık cinsel ilişkide bulunduktan sonra yıkanmadan yatağa girmemeye ve oruçlu iken kim­senin kendisine yemek getirmemesi ve getirilen yemeği kabul etmeye­ceğine, abdest ve gusül alırken hiç bir kimseyi kendisine hizmet ettirme­yeceğine, aksine bütün bu işleri bizzat kendisinin yapacağına, kendisi­ne eziyet veren kimselerden hiç birine mukabelede bulunmayacağına aksine kendisine zulmedenleri bağışlayacağına dair Allah'a söz verdi ve şöyle dedi: «Ey nefsim sana haksızlık ederek Allah'a isyanda bulunan kimseye ceza vermeyeceğim. Bu hususta senin yapacağın tek şey Al­lah'a itaat etmek olacaktır.»

Bu senede Sultan Alparslan b. Davud b. Mikâil b. Selçuk babasının vefatından sonra Harran'a girdi. Buna amcası Tuğrul Bey karar vermiş­ti. Alparslan'ın Süleyman, Kavurt Bey ve Yakutî adında üç kardeşi var­dı. Sultan Tuğrul Bey Süleyman'ın annesiyle evlendi.

Bu senede Mekke'de misli duyulmamış bir ucuzluk ve bolluk mey­dana geldi. Öyle ki buğday ve hurmanın 200'er rıtlı bir dinara satılır ol­du.

Bu senede Iraklılardan hiç kimse hacca gitmedi. [14]

 

Arslan Ebu'l-Haris El-Besasiri Et-Türkî

 

Bu Bahaü'd-Devle'nin kölelerindendi. Ondan önce de Besa şehrin­den bir adamın kölesiydi. Besa şehrine nispetle kendisine Besasirî de­nildi Melik Muzaffer lakabını aldı. Sonra halife Kaim Bi-Emrillah'm nezdinde büyüdü. İtibar sahibi oldu. Halife onsuz hiçbir işe karar vermi-vordu. Irak ülkesinin bütün minberlerinde onun adına hutbe okutuldu. Sonra asi oldu. Taşkınlık yaptı. İnatkâr oldu. Halifeye ve müslümanlara baş kaldırdı. Fatimîlerin hilafet propagandasını yaptı ve bu senede eceli tamam oldu. Hicretin 450. senesinin zilkade ayının altısında aile efra­dıyla birlikte Bağdat'a girdi. Bundan tam bir sene sonra yani hicretin 451. senesinin zilkade ayının altısında da Bağdat'tan çıktı. Daha sonra halife de bu senenin kanunievvel (aralık) ayının onikisinde salı günü Bağdat'tan çıktı. Besasirî de bundan bir şemsi sene sonra yine kanuni­evvel (zilhicce) ayının onsekizinde salı günü öldürüldü. [15]

 

Hasan B. Fadl

 

Künyesi Ebu Ali eş-Şermekanî'dir. Edebiyatçı, kurrâ ve hafızı Kur'an bir kimseydi. Çeşitli kıraatlere dair bilgisi vardı. Mali durumu elverişli değildi. Sıkıntı içindeydi. Bir gün şeyhi İbn Allaf onun Dicle kı­yısında marul yapraklarını toplayıp yediğini gördü. Onun mali sıkıntı içinde olduğunu ibn Mesleme'ye bildirdi. İbn Mesleme de bir kölesine emir vererek onun ibadet etmekte olduğu mescide giderek kapının anahtarının bir yedeğini bulmasını ve Hasan b. Fadl'm haberi olmaksı­zın mescidin depo kısmına her gün üç ntl simit ekmeği, bir kavun ve şe-kertathsı bırakmasını söyledi. Köle de bu emri her gün yerine getirmeye başladı. Ebu Ali eş-Şermekanî yani Hasan b. Fadl bunun Allah tarafin-dan kendisine bir ikram olarak gönderildiğim ve mescidinin deposunda ner gün gördüğü bu yemeklerin cennet taamı olduğunu sandı. Bunu bir zaman gizledi. Sonra da şu şiiri okumaya başladı.

«Bir kimseyi bir sırra vakıf ederler de o kişi o sırrı ifşa ederse Artık yaşadığı sürece sırlarını ona emanet etmezler Onu yanlarından uzaklaştırırlar. Artık yanlarına yaklaşamaz Artık onu değiştirirler. Dostları kendisine yabancılaşırlar.»

dünlerden bir gün şeyhi İbn Allaf onunla sohbet etmekteyken ona ްyle sormuştu: «Görüyorum ki şişmanlamışsın. Bunun sırrı nedir? Vunkü sen yoksul bir kimsesin?» Ebu Ali eş-Şermakanî imalı konuştu, Ç!K vermedi. Üstü kapalı sözlerle işi geçiştirmeye çalıştı. Açıkça konuş-di. Sonra şeyhi ona ısrar edince o, her gün mescidinin ambarında erıdisine yetecek kadar Cennet taamı gördüğünü ve bunun Allah tara­rdan kendisine ikram edildiğini söyledi. Şeyhi de «Sen İbn Mesîeme'yedua et. Çünkü sana bu yemekleri gönderen kişi odur» diyerek işin iç yü­zünü açıkladı. Ama kalbi kırıldı.Ebu Ali eş-Şermekanî bundan hoşlan­madı. [16]

 

Ali B. Mahmud B. İbrahim B. Macire

 

Künyesi Ebü'l-Hasan er-Revzenî'dir. Sofiye meşayihindendir. Ri_ batü'r-Revzenî ona nisbet edilir. Bu kervansaray, şeyhi Ebu'l-Hasan için inşa edilmişti. Ali b. Mahmud, Ebu Abdurrahman es-Sülemî ile ar­kadaşlık etti ve «bin şeyhin sohbetinde bulundum ve bu şeyhlerden her birinden bir hikaye ezberledim» demiştir. Hicretin 451. senesinin rama­zan ayında seksenbeş yaşında vefat etti. [17]

 

Muhammed B. Ali

 

Muhammed b. Ali b. Feth b. Muhammed b. Ali b. Ebi Talib el-Harbî. el-Aşarî lakabıyla meşhur olmuştur. Çünkü uzun boyluydu. Darekut-nî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Güvenilir, dindar ve salih bir kim­seydi. Bu senenin cemaziyelevvel ayında seksen küsur yaşında vefat et­ti. [18]

 

El-Venî El-Faradî

 

Hüseyin b. Muhammed b. Abdillah Ebu Muhammed el-Venî. Veni, Cehistan ülkesinin şehirlerinden birinin bir köyüdür. el-Venî el-Faradî, Harbî'nin şeyhi idi. Harbînin künyesi Ebu Hakim olup asıl adı Abdullah b. İbrahim'dir. el-Venî, hesap ve feraizde büyük bir alimdi. İnsanlar onun bu ilminden istifade ettiler. el-Venî, Besasirî savaşında Bağdat'ta şehid edildi. Doğrusunu Allah bilir. [19]

 

Hicretin Dörtyüzelliîkinci Senesi

 

Bu senenin safer ayının onyedisinde perşembe günü Sultan Tuğrul Bey, Besasirî'yi öldürüp Vasıt şehrinden dönüşünde Bağdat'a geldi. Yi­ne aynı ayın yirnıibirinde halife, sarayında oturdu. Tuğrul Bey'i davet etti. Büyük bir ziyafet verdi. Bu sofrada ümera ve halk tabakasına men-sub kimseler yemek yediler. Bu senenin rebiülevvel ayının ikisinde per­şembe günü Sultan Tuğrul Bey de büyük bir ziyafet tertipleyerek halkı yemeğe davet etti.

Cemaziyelahir ayının dokuzunda salı günü Emir Uddetü'd-Din Ebül-Kasım Abdullah b. Zahiretü'd-Dîn b. Emirü'l-Mü'minin Kaim Bi Emrillâh ve halası Bağdat'a geldiler. O esnada Emir Uddetüd-Din dört yaşındaydı. Bunları Ebü'l-Ğenaim Bağdat'a getirmişti. Halk dedesine saygıdan ötürü onu karşılamaya çıkmıştı. Bir süre sonra hilafete ti Muktedi Biemrillah lakabını aldı.

geÇ Ru senenin receb ayında Ebü'l-Hasan Muhammed b. Hilal el-Attabî kütüphane yaptırarak vakfetti. Bu kütüphane Bağdat'ın batı yaka­ İbn Avf caddesinde bulunuyordu. Buraya 1000 kitap getirildi. Bu e Kerh mahallesinde yakılan Erdeşir kütüphanesinin yerine

ılmıştı.

Bu senenin şaban ayında Melik Mahmud b. Nasr, Halep şehrini ve

kalesini ele geçirdi. Şairler onu methettiler.

Yine bu senede Atiye b. Mirdas da Rahbe şehrini ele geçirdi. Halep ve Rahbe şehirlerini Fatimîlerin elinden almıştı.

Bu senede Iraklılardan hiç kimse hacca gitmedi. Yalnız bir grup Ku-fe'de toplanarak güvenlik görevlileri nezaretinde hacca gitmişti. [20]

 

Hicretin Dörtyüzelliîkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ebu Mansur El-Cilî

 

Ebu Hamid'in talebelerindendir. Babü't-Tak ve saray kadılığı yap­tı. Bir grup ulemadan hadis dinledi. Hatib Bağdadî dedi ki: «Biz de ken­disinden hadis dinleyip yazdık. Sıka bir hadis ravisi idi»[21]

 

Hasan B. Muhammed

 

Hasan b. Muammed b. Ebi'1-Fadl Ebu Muhammed el-Fesevî el-Valî. Hadis dinledi. Valilik ve idare mesleğinde çok zeki bir kimseydi. Borç da­valarında kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu ince bir sanatla anlardı. Nitekim anlatıldığına göre o, hırsızlık suçuyla itham edilen bir grup maznunu huzurunda durdurmuş, su içmek için bir su testisi getirtmiş, bu testiyi yere çalarak karşısındakilerini ürkütmek istemişti. Karşısın­da bekleyen maznunların biri dışında hepsi tedirgin olmuşlardı, sükûnetini bozmayan kişiye hırsızlık yaptığını itiraf etmesini emretti ve «hırsız kişi cesaretli ve güçlü olur» dedi. Gerçekten de istifini bozma­yan o kişinin hırsız olduğu açığa çıktı. Bir defasında bir adamı döverken adam ölmüştü. Kadı Ebu Tayyib nezdinde onun aleyhinde dava açılınca kadı ona kısas hükmünü verdi. Sonra bol miktarda para vererek fidye ödeyip kendini kurtardı. [22]

 

Muhammed B. Ubeydullah

 

PadMuhaniîned b. Ubeydullah b. Ahmed b. Muhammed b. Arus Ebü'l-dfî . v;"Bezzar- Bağdat'ta Malikî fikıhçılarmın reisliği kendisine verilYi kurralardandı. Müsned sahibi hadisçilerdendi. İbn Habane'den,Muhlis'ten ve İbn Şahin'den hadis dinledi. Ebu Abdullah ed-Damiganı onun şahitliğini kabul etti. Muhammed b. Ubeydullah cerh ve tadil ehli kimselerdendi. [23]

 

Katrü'n-Nedâ

 

Kendisine Düca, Alem gibi adlar da verildi. Halife Kaim Bi-Emril-lah'ın annesiydi. Çok yaşlıydı. Doksan yaşına varmıştı. Besasirî'nin za­manında fakrü zarurete düşmüş Besasirî de ona bol miktarda erzak ver­miş ve iki cariyeyi onun hizmetine tahsis etmişti. Sonra Cenâb-ı Allah oğlu Kaim Bi-Emrillah'ı ona gönderip hilafete geçirerek gözlerini aydın­lattı ve sonra oğluyla birlikte debdebe içinde hayatlarım devam ettirdi­ler ve bu senede vefat etti. Halife olan oğlu cenazesine geldi. Cenaze me­rasimi cidden muazzam oldu. Büyük bir kalabalık oluşmuştu. [24]

 

Hicretin Dörtyüzelliüçüncü Senesi

 

Bu senede Sultan Tuğrul Bey, halifenin kızıyla evlenmeye talib ol­du. Halife bundan rahatsız oldu ve «daha önce böyle bir adet cari olma­mıştı» dedi. Ama bu işten kurtulmak istercesine çok miktarda eşya çeyiz talebinde bulundu. Mesela Tuğrul Bey'in ölen karısına ait Vasıt şehrin­deki bir çok ikta arazilerin, üçyüz bin dinarın verilmesini ve Sultan Tuğ­rul Beyin Bağdat'ta sürekli ikamet etmesini, oradan bir gün dahi ayrıl­mamasını şart koştu. Bu şartların bir kısmı üzerinde ittifak edildi. Sul­tan Tuğrul Bey de kardeşi Davud'un kızı ve halifenin zevcesi ile halifeye 100.000 dinar, çok miktarda altın ve gümüş kaplar, cariyeler düğünde davetlilerin üzerine serpilmek amacıyla para ve mücevherler, 1.200 ta­ne cevahir, 700 parça cevher gönderdi. Mücevher parçalarından her biri bir ilâ üç miskal ağır İlgındaydı. Sultan Tuğrul Bey, daha başka bir çok şeyler de gönderdi. Ancak şartların bazısına uyulmadığı gerekçesiyle halife, kızım vermeye yanaşmadı. Vezir Amidü'1-Mülk de hizmetkârı ol­duğu sultana öfkelendi. Aralarında uzun kavgalar cereyan etti. Sultan Tuğrul Bey halifeye bir mektup yazarak kardeşi Davud'un kızı Arslan Hatunu saraydan alıp kendi yanma hükümet sarayına götüreceğini bil­dirdi ki bu mesele kapansın. Bunun üzerine halife de Bağdat'tan göçme­ye karar verdi. İnsanlar bu durumdan tedirgin oldular. Sultan Tuğrul Bey Bağdat erzak ambarı reisi Beriştak'a bir mektup yazarak ambarda­ki gözcülük görevinde kendisinden yana biraz müsamahakâr davran­ması, kendisinin taraftarlarına gıda yardımını çoğaltmasını istedi. Son­ra da kardeşinin kızı ve halifenin hanımı Aslan Hatun'u hükümet kona­ğına getirmeye kesin karar verdi. Onu getirmek için görevlileri saraya gönderdi. Bütün bunları halifeye kızdığından yaptı.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin ramazan ayında kötürüm bir Ham rüyasında Rasûlullah (s.a.v.)'i görmüştü. Rasûlullah'm berabe-a- de üç kişi daha vardı. Bunlardan biri gelip kendisine «Niçin ayağa k İkmıyo1*81111^ chye sormuş; kötürüm adam da «Kalkamam çünkü ben Vtürüm bir kimseyim» diye cevap vermişti. O adam kötürümün elinden tutup haydi kalk, demiş kötürüm adam da ayağa kalkmıştı. Sonra da uyandığında ayaklarının eskisi gibi sağlam hale geldiğini görmüş ve sa­bah olunca işini görmek amacıyla dışarı çıkmıştı. Rahatça yürümeye

başlamıştı.»

Bu senenin rebiyüleahir ayında halife, Ebü'1-Feth Mansur b.

Ahmed b. Darest el-Ahvazî'yi vezirliğe tayin etti. Ona hii'at giydirdi ve vezaret meclisinde oturttu.

Bu senenin cemaziyelahir ayının bitimine iki gece kala güneş, bü­tün kursu kaybolacak şekilde tara olarak tutuldu. İnsanlar dört saat öy­lece beklediler. Öyle ki yıldızlar göründü. Kuşlar aşın karanlıktan dola­yı uçmayı bırakıp yuvalarına döndüler.

Bu senede Ebu Temim b. Muizzü'd-Devle, İfrikiye ülkesine hakim

oldu.

Bu senede Nasrü'd-Devle'nin oğlu Ahmed b. Mervan el-Kürdî Di­yarbakır'a hakim oldu.

Bu senede Kurayş b. Bedran, Musul ve Nusaybin şehirlerini ele ge­çirdi.

Tarrad b. Muhammed ez-Zeynebî Taîibilerin nakipliğine atandı. Kendisine hü'at giydirildi. Daha önce kâmil lakabım taşımaktayken bu defa Murtaza lakabı takıldı.

Bu senede Yahudi Ebu İshak b. Alâ, halifenin Sarsar'dan Evasî'ye kadar olan çiftliklerini yıllık 86.000 dinar para ve yaklaşık 17.000 ton hububat karşılığında mültezim olarak aldı.

Bu senede Iraklılardan hiç kimse hacca gitmedi. [25]

 

Hicretin Dörtyüzelliüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ahmed B. Mervan

 

Künyesi Ebu Nasr el-Kürdî1 dir. Diyarbakır ve Silvan hükümdarıy­dı- Halife Kadir ona Nasrü'd-Devle lakabını taktı. Bu mıntıkalara elliiki sene hükmetti. Kendi zamanında hiç kimseye nasib olmayacak kadar ttiureffeh bir hayat yaşadı. Akranlarından hiç kimse onun seviyesine ^™famadl' Kendisine hizmet edenlerden ayrı olarak 500 cariyesi vardı. 00 de hizmetçisi vardı. Yanında o kadar çok şarkıcı kadın vardı ki bun-ardan her birinin değeri 5.000 dinar veya daha fazlaydı. Meclisinde çalgı aletleri ve kaplar o kadar çoktu ki, değeri 200.000 dinar civarındaydı. Birçok hükümdarın kızıyla evlendi. Hükümdarlarla iyi geçinmeye çalı­şırdı. Bir düşmanı kendisine hücum edecek olunca ona kendisiyle barış­masını sağlayacak çok miktarda para gönderir ve düşmanı geri dönerdi.

Sultan Tuğrul Bey'e de Irak'a hakim olduğu zaman büyük hediyeler gönderdi. Gönderdiği hediyeler arasında Büveyh oğullarından büyük paraya satın aldığı yakut bir teşbih vardı. Ayrıca 100.000 dinar para ve diğer hediyelerde göndermişti.

Ebü'l-Kasım el-Mağribî'yi iki kez vezirliğe atadı. Ebu Nasr Muham-med b. Muhammed b. Cüheyr de ona vezirlik yapmıştı. Ülkesi en güvenli ülkelerdendi. En güzel ve adaletin de en çok uygulandığı bir yerdi. Kış mevsiminde kuşlar acıktıklarında köylerdeki insanların yerlere tahıl taneleri serpiştirerek kuşları avlamaya başladıklarını duymuştu. O da erzak ambarlarının açılıp içindeki hububatın kış mevsimi süresince kuşlar için etrafa serpiştirilmesini emretti ve kuşlar onun ömrü müdde-tince kış mevsimlerinde azıklarını rahatlıkla temin edebildiler. Bu se­nede yani hicretin 453. senesinde seksen yaşına merdiven dayamış iken vefat etti.

İbn Hallikan, Tarih adlı eserinde İbnü'l-Ezrak'ın şöyle dediğim ri­vayet etmiştir:

«Ahmed b. Mervan, bir kişi dışında reayasından hiç kimsenin malı­na el koymuş değildir. Lezzetlerle çok haşir neşir olmakla birlikte bir vakit namazını dahi kaçırmamıştı. 360 gözdesi vardı. Senenin her bir gecesinde bunlardan biriyle yatardı. Geride çok sayıda çocuk bıraktı. Bu senenin şevval ayının yirmidokuzunda vefat edinceye kadar bu halini sürdürdü. [26]

 

Hicretin Dörtyüzellidördüncü Senesi

 

Bu senede Tuğrul Bey etraf ülkelerin hükümdarlarına ve Kadilku-dat ed-Damiganî'ye mektuplar yazarak halifenin insafının azlığından, kendisine muvafakat etmeyişinden şikayetçi oldu ve halifeye bol mik­tarda para, erzak ve hediyeler sunduğunu ifade etti. Halife bundan ha­berdar olup Sultan Tuğrul Bey'in kendi valilerine mektuplar göndere­rek halifenin mallarına el koymalarını emrettiğini duyunca Sultan Tuğ­rul Bey'e bir mektup yazarak kızıyla evlenme isteğine olumlu cevap ver­di. Sultân Tuğrul Bey bu mektubu alınca çok sevindi ve valilerine haber salarak halifenin mallarına el sürmemelerini, şayet mallarına el koy­muş iseler serbest bırakmalarını istedi. Halifeyle Tuğrul Bey arasında fikir ayrılığı baş gösterdikten sonra tekrar anlaşmaya vardılar. Halife, kızının nikâh akdini yapması için bir başkasına vekâlet verdi. Nikâh ak­di, Sultan Tuğrul Bey'in huzurunda Tebriz'de yapıldı. Büyük bir ziyafet •idi Vekaletname oraya geldiğinde Sultan Tuğrul Bey kalkıp saygı 11      nda bulundu. Vekaletnameyi görünce de yer öptü ve halifeye çok  vaptı. Sonra nikah akdi 400.000 dinar mehir üzerine akdedildi,  akdi bu senenin şaban ayının onüçünde perşembe günü yapıldı.  guıtan Tuğrul Bey kardeşi Davud'un kızı ve halifenin zevcesi Ha- şewal ayında halifeye birçok armağan, bol miktarda altın ve mü-r çok kıymetli cevherler ile gönderdi. Ve Sultan Tuğrul Bey halka kca «ben yaşadığım müddetçe artık halifenin kölesiyim. Üzerimdeki elbiselerden başka hiç bir şeye de sahip değilim» dedi.

Bu senede halife, vezirini azletti. Ebu Nasr Muhammed b. Muham-med b. Cüheyr'i, Silvan'dan getirterek vezirliğe tayin etti.

Bu senede ülkenin her tarafında bolluk ve refah görüldü. Ucuzluk meydana geldi. Öyleki Basra şehrinde 1.000 ntl (460 kg.) hurma sekiz

kırata satılır oldu.

Bu senede hiç kimse hacca gitmedi. [27]

 

Hicretin Dörtyüzellîdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Sümal B. Salih

 

Lakabı Muizzü'd-Devle idi. Halep valisiydi. Yumuşak huylu, âli ce­nap, vakarlı bir kimseydi. Îbnü'l-Cevzî'nin anlattığına göre hizmetçisi elini yıkaması için yanma geldiğinde İbriğin ağzını Sümal'in dişine çarptı ve Sümal'in ön dişlerinden biri leğene düştü, ama Sümal onu af­fetti. [28]

 

Hasan B. Ali B. Muhammed

 

Künyesi Ebu Muhammed el-Cevherî idi. Hicretin 363. senesinin şa­ban aymda doğdu. Bir cemaattan hadis dinledi. Birçok hadis meşayihin-den ferdi rivayetlerde bulundu. Üstadlan olan hadis meşayihleri ara­sında Ebu Bekir b. Malik el-Katiî de vardır ki, en son olarak ondan hadis rivayet eden kişi kendisi olmuştur. Hasan b. Ali bu senenin zilkade ayın­da vefat etti. [29]

 

Hüseyin B. Ebu Yezid

 

Künyesi Ebu Ali ed-Debbağ'dır. Şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)'i rüyada gördüm kendisine «Yâ Rasûlallah beni İslâm üzere vefat ettir­mesi için Allah'a dua et» dedim. O da şöyle cevap verdi: «Ve de sünnet üzere vefat ettirmesi için.....» [30]

 

Sa'd B. Muhammed B. Mansur

 

Künyesi Ebü'l-Mehasin'dir. Cürcanlıdır. Eski bir reistir. Melik Mahmud b. Sebüktekin'e hicretin 410. senesi sınırlarında bir elçi gön­dermişti. Âlim ve fakih kimselerdendir. Bir cemaat ondan fıkıh öğrendi. Kendisi de bir cemaatten hadis rivayet etti. Birçok beldelerde onun için münazara meclisleri düzenlendi. Bu senenin receb ayında Asterabaz'da haksız yere öldürüldü. Yüce Allah rahmet etsin. [31]

 

Hicretin Dörtyüzellîbeşinci Senesi

 

Bu senede Tuğrul Bey Bağdat'a girdi. Halife onu karşılamaya niyet­lendi. Sonra bundan vazgeçti. Kendisinin yerine veziri Ebu Nasr'ı karşı­lamaya gönderdi. Askerler yolda insanlara çok eziyetler vermişler, in­sanların ırzlarına musallat olmuşlar, hatta hamamlarda kadınlara hü­cum etmişlerdi. Halk büyük bir çabadan sonra onlardan kurtulabilmiş­ti. İnnâ lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dö­nücüleriz). [32]

 

Tuğrul Beyin Halifenin Kızıyla Gerdeğe Girişi

 

Sultan Tuğrul Bey, Bağdat'a yerleşince veziri Amidü'l-Mülk'ü hali­feye göndererek gelini kendi hükümet konağına getirmesini istedi. An­cak halife bunu kabul etmeyip şöyle dedi:

«Siz sadece şereflenesiniz diye kızımı Tuğrul Bey'le nikahlamak is­temiştiniz ama görüyorum ki şimdi onu alıp gerdeğe sokmak istiyorsu­nuz.» Problemi çözmek için insanlar halifeyle sultan arasında mekik do­kudular. Sultan Tuğrul Bey daha önce verdiği paralara ek olarak 100.000 dinar ve 150.000 dirhem para, ayrıca bir çok armağanlar ve kıy­metli eşyalar da gönderdi. Safer ayının onbeşinde pazartesi gecesi Sul­tan Tuğrul Bey, halifenin kızıyla hükümet konağında gerdeğe girdi. Dic­le'den hükümet konağına kadar olan yerlere çadırlar kuruldu. Davullar ve zurnalar çalındı. Gelinin hükümet konağına gelişi esnasında şenlik­ler düzenlendi. İçeriye girdiğinde altın işlemeli bir tahta oturtuldu. Yü­zünde duvağı vardı. Sultan Tuğrul Bey içeriye girdi. Gelinin önünde durdu yeri öptü ancak gelin onun için ayağa kalkmadı ve duvağını da aç­madı. Bunun üzerine Sultan Tuğrul Bey dönüp sarayın sahnına vardı. Hacipler ve Türkler sevinç ve sürurlarından oynuyorlardı. Tuğrul Bey, kendi kardeşi Davud'un kızı ve aynı zamanda halifenin hanımı ile geli­ne iki kıymetli gerdanlık ve cidden çok büyük bir kızıl yakut parçası gön­derdi. Ertesi gün yine gelinin yamna gelip yeri Öptü ve gelinin oturmak­ta olduğu tahtın yanında gümüşten bir taht üzerine oturdu. Bir süre bekledi, sonra yine odadan çıkıp gitti ve geline kıymetli ve çok sayıda cevher parçası, altınla işlenmiş bir de ferace gönderdi. Bir kaç gün hryle devam etti. Her gün gelinin yanma gidip yeri öpüyor ve karşısında t °ht üzerinde oturup bekliyor, sonra odadan çıkıp gidiyor ve geline yeni 3 aâan ve hediyeler gönderiyordu. Ancak geline ilişmemişti. Yedi gün böyle devam etti. Bu yedi gün zarfında her gün büyük ziyafetler veriyor-d    Yedinci günde bütün ümeraya hil'atler giydirdi. Sonra bir sefere çık-

ası icap etti. Hastalandı. Gelinle birlikte sefer yerine gitmek ve sonra

lini tekrar Bağdat'a getirmek hususunda halifeden izin istedi. Halife Önce şiddetle karşı koyduysa da sonra buna izin verdi. Ama çok üzüldü. Tuğrul Bey de yeni gelinle birlikte sefere çıktı. Beraberinde hilafet sara­yından sadece hizmetini gören üç kadın vardı. Gelin Bağdat'tan ayrıldı­ğı için annesi çok üzülmüştü. Şiddetli elemlere maruz kalmıştı. Sultan Tuğrul Bey, hastalığından ümid kesilmiş ve ölümle yüzyüze gelmiş ola­rak bu sefere çıktı.

Tuğrul Bey'in ramazan ayının sekizinde vefat etmiş olduğuna dair haber, ramazan ayının yirmi dördünde pazar gecesi, Bağdat'a ulaştı. Hırsızlar, yankesiciler, çapulcular harekete geçtiler. Amidî'yi ve 700 ka­dar adamını öldürdüler. Mallarım yağmaladılar. Gündüz cesetler üze­rinde yeyip içmeye başladılar. Nihayet bu ay böyle devam etti ve sona er­di. Tuğrul Bey'in vefatından sonra kardeşinin oğlu Süleyman b. Davud için bey'at alındı. Tuğrul Bey hayattayken onun kendi yerine geçmesini açıkça ifade etmiş ve vasiyette bulunmuştu. Çünkü Tuğrul Bey onun an­nesiyle evlenmişti. Herkes Süleyman b. Davud'a bey'at hususunda itti­fak etti. Artık Süleyman'ın kardeşinden başka kimseden korkusu kal­mamıştı. Kardeşi de Adüdü'd-Devle Alparslan idi. Askerler Adüdü'd-Devle Alparslan Muhammed b. Davud'a meyilliydiler. Cebel mıntıka­sında onun adına hutbe okundu. Alparslan'ın yanında veziri Nizamü'l-Mülk Ebu Ali Hasan b. Ali b. İshak vardı. Kündürî, Alparslan'ın kuvvet­li olduğunu görünce Rey şehrinde onun için hutbe okuttu. Ondan sonra da Alparslan'ın kardeşi Süleyman b. Davud için hutbe okuttu.

Sultan Tuğrul Bey, yumuşak huylu, çok tahammüllü, sırrı çok gizle­yen bir kimseydi. Namazlarına çok dikkat ederdi. Pazartesi ve perşem­be günleri oruç tutar, hep beyaz elbiseler giyerdi. Vefat ettiğinde yetmiş yaşmdaydı.Geride çocuk bırakmadı. Halife Kaim Bi-Emrillah'ın zama­nında yedi sene onbir ay ve oniki gün süreyle hüküm sürdü. Tuğrul Bey vefat ettikten sonra düzen bozuldu. İşler alt-üst oldu. Bedeviler Bağdat sevadında ve Irak diyarında fesat çıkardılar. Etrafı talan ettiler. Ziraat, ancak çeşitli tehlikeleri göze alarak yapılabildi. İnsanlar bu durumdan teaırgin oldular.

Bu senede Vâsıfta ve Şam diyarında büyük bir zelzele meydana gel-lrablus şehrinin surlarının bir kısmı yıkıldı.

Bu senede çiçek hastalığı yüzünden birçok insan öldü. Ani ölümler de görüldü. Mısır'da şiddetli bir veba hastalığı görüldü. Her gün oradan 1.000 cenaze çıkıyordu.

Bu senede Yemen hükümdarı Sulayhî, Mekke'yi ele geçirdi. Erzak­ları oraya getirtti. Mekkelilere ihsanda bulundu.

Bu sene başında halifenin zevcesi Arslan Hatun Bağdat'tan ayrılıp amcasının yanma taşınma talebinde bulundu. Çünkü halife onu yalnız bırakmış ve itibarını düşürmüştü. Bu talebine karşı halife onu vezir Kündürî refakatinde amcasının yanına gönderdi. Arslan Hatun amca­sının yanına vardığında ölmek üzere olan bir hastaydı. Amcası da hali­feye onun için yaptığı yardımları hatırlatarak kınayıcı bir mektup gön­derdi. Halife de buna karşı irticalen şu cevabı yazmıştı:

«Zindeliğim ve gençliğim gitti. Aşk benden yüz çevirdi. Gençliği geri getirmek makul bir amaç değildir, böyle bir şey isteni-lemez.

Geceler, bendeki her şeyi geri götürdüler. Geceler ve gündüzler insanı zayıflatırlar. Gençliğimde alıştığım şeylere âh ediyorum. Şarkıcı cariyelere benden selam olsun.» [33]

 

Hicretin Dörtyüzellibeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Züheyr B. Ali

 

Züheyr b. Ali b. Hasan b. Hüzam. Künyesi Ebu Nasr el-Hüzanıî'dir. Bağdat'a geldi. Şeyh Ebu Hamid el-İsferayinî'den fıkıh Öğrendi. Bas­ra'da Kadı Ebu Ömer'den, Ebu Davud'un Sünen'ini dinledi. Çok hadis rivayet etti. Fetva da kendisine başvurulurdu. Müşkülleri hallederdi. Bu senede Serahs şehrinde vefat etti. [34]

 

Said B. Mervan

 

Amid valisi idi. Zehirlendiği söylenir. Silvan hükümdarı onu zehir­leyeni parçalayarak intikamım almıştı. [35]

 

Melik Ebu Talib Tuğrul Bey

 

Muhammed b. Mikâil b. Selçuk Tuğrul Bey, ilk Selçuklu hükümda­rıdır. Hayırlı bir kişi olup namazım vaktinin evvelinde kılar, namazları­nı kaçırmazdı. Pazartesi ve perşembe günleri oruç tutmayı sürdürürdü. Kendisine kötülük yapanları bağışlardı. Yumuşak huyluydu. Sırrı sağ­lamdı. Yaşantısında mutlu bir kimseydi. Mesud b. Mahmud zamanında asan diyarının tamamına hükmetti. Öz kardeşi Davud'u, ana bir i     H si İbrahim b. İnal'ı ve kardeşinin oğullarını bir çok beldelere naip 1 ak tayin etti. Sonra halife onu Bağdat'a çağırdı. Nitekim bu hususla-nTnceki sayfalarda detaylı olarak anlatmıştık.

Sultan Tuğrul Bey bu senenin ramazan ayının sekizinde yetmiş ya­da vefat etti. Otuz sene hüküm sürdü. Hükümdarlığının sekiz sene­den onsekiz gün eksik bir kısmım Irak'ta yaptı. [36]

 

Hicretin Dörtyüzellialtıncı Senesi

 

Bu senede Sultan Alparslan amcasının veziri Amidü'1-Mülk el-Kündürî'yi tutukladı ve onu kendi evinde hapsetti. Sonra onu öldürecek celladı üzerine şevketti. Vezirlikte Nizamülmülk'e itimad etti. Niza-nıülmülk, sadık bir vezir olup alimlere ve fakirlere ikramda bulunurdu.

Melik Şihabü'd-Devle Kutalmış isyan edip itaatin dışına çıktığında ve Alparslan'ı ele geçirmek istediğinde, Alparslan ondan korktu. Veziri Nizamüimülk ona şöyle dedi:

- Ey hükümdar! Korkma. Çünkü ben senin için öyle bir ordu hazır­ladım ki bu ordu hangi askerle savaşacak olursa onu mutlaka kırıp ge­çer.

- Bu ordunun askerleri kimlerdir?

- Bu ordunun askerleri öyle kimselerdir ki senin için dua ederler, namazlarında ve halvetlerinde teveccühte bulunarak senin muzaffer ol­manı dilerler. Onlar alimler, fakirler ve salih kimselerdir.»

Alparslan'ın böylece gönlü rahatladı. Kutalmış'm askerleriyle kar­şılaştığında onları hemen kırıp geçirdi. Kutalmış'ı hezimete uğrattı. As­kerlerinden bir kısmını öldürdü. Kutalmış da bu savaşta öldürüldü. Böylece Alparslan tek otorite oldu. Herkes onun etrannda toplandı.

Bu senede Alparslan, oğlu Melikşah ile veziri Nizamüimülk u bü­yük bir ordunun başında Kerh mıntıkasına gönderdi. Bunlar oralarda birçok kaleleri fethettiler. Bol miktarda malları ganimet edindiler. Müslümanlar bunların zaferiyle sevindiler.

ygmnun, Maveraünnehir hükümdarı Büyük Han'ın kızıyla evlen­mesi için mektup yazdı ve oğluyla Büyük Han'ın kızı gerdeğe girdi. Di­ğer oğlunu da Gazne hükümdarının kızıyla evlendirdi. Böylece Selçuklu

umdariyla Gazneli hükümdarının arası düzeldi. Aralarında ittifak meydana geldi.

u senede Alparslan, halifenin kızına, babasının yanma dönmesi  ^f1"11 .ver<^ ve onu kazı kadı ve ümera refakatinde Bağdat'a gönderdi,  e nin kızı da büyük bir alayişle Bağdat'a girdi. İnsanlar onu gör-e lcm yollara döküldüler. O gece şehire girdi. Halife ve ailesi bu duru-a Çok sevindiler. Halife, minberler üzerinde hutbelerde Alparslan'a dua edilmesini emretti. Duada şöyle denildi:

«Allah'ım! Muazzam Sultan Adüdü'd-Devle Tâcül-Mille Alparslan Ebu Şüca Muhammed b. Davud'u ıslah et, durumunu düzelt.»

Sonra halife, Sultan Alparslan'a Nakibü'n-Nükaba Şerif, Tarrad b. Muhammed, Ebu Muhammed et-Temimî ve Hadim Muvaffak'la birlik­te hil'atler ve nişanlar gönderdi. Böylece Sultan Alparslan, Irak üzerin­de hakimiyetini tam olarak kurmuş oldu.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin rebiyülevvel ayında Bağdat'ta or­taya atılan bir dedikoduya göre bir grup Kürt avlanmak için çöle çıktık­larında siyah bir çadır görmüşler, bu çadırda tokat sesleri ve çağlıkîar duymuşlardı. Ayrıca birinin de; «Cinlerin hükümdarı Seydok öldü. Var mı onun için kendisini tokatlamayan bir belde halkı? Var mı onun için yas tutulmayan bir belde?» dediğini de duydular. Kötü kadınlar, Bağ­dat'ın içinden çıkıp mezarlıklara gittiler ve oralarda kendilerini üç gün süreyle tokatladılar. Elbiselerini parçaladılar. Saçlarını dağıttılar. Bazı fasık erkekler de oralara gidip böyle yaparak matem tuttular. Bu ma­tem Vasıt, Huzistan ve diğer beldelerde de tutuldu. Bu, misli duyulma­mış bir ahmaklıktır.»

Yine İbnü'l-Cevzî dedi ki:

«Bu senenin şaban ayının onikisinde cuma günü Abdüssamed'in ta­raftarlarından bir grup, Mutezile müderrisi Ebu Ali b. Velid'e hücum et­tiler. Ona sövdüler. Küfürler sarf ettiler. Çünkü o, camide namaz kıldır­maktan ve insanlara Mutezile mezhebini öğretmekten geri duruyordu. Bu sebeple Abdüssamed'in taraftarları onu tahkir ettiler. Yerde sürük­lediler. Mutezile mezhebi, Mansur Camii'nde lanetlendi. Ebu Said b. Ebi İmame de orada oturdu ve bunların yanında Mutezileyi lanetlemeye başladı.

Bu senenin şevval ayında Sultan Alparslan'ın büyük bir beldeye ga­za yaptığına dair haber Bağdat'a geldi. Gaza yaptığı beldede 600.000 dehliz, 1.000 kilise ve manastır bulunuyormuş. O belde halkından çok sayıda insanı öldürmüş ve 500.000 kişiyi de esir almıştı.

Bu senenin zilkade ayında Bağdat'ta ye Irak'ın diğer beldelerinde şiddetli bir veba salgını meydana geldi. İlaçların fiyatı çok yükseldi. Temr hindi azaldı. Ekim ve kasım aylarında sıcaklık fazlalaştı.İklim bo­zuldu. Bu ayda Ebü'l-Ganaim Muammer b. Muhammed b. Ubeydullah el-Alevî Talibilerin nakipliğine atandı. Ayrıca hac ve mezalim işlerine bakmakla da görevlendirildi. Kendisine Zahir Zü'1-Menakıp lakabı da takıldı. Atanma fermanı büyük bir cemaatın huzurunda okudu.

Bu senede Iraklılar hacca gittiler. [37]

 

Hicretin Dörtyüzellialtıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İbn Hazm Ez-Zahirî

 

Allame, İmam ve hadis nafizidir. Soy kütüğü şöyledir: Ebu Muham­med Ah b. Ahmed b. Ahmed b. Said b. Hazm b. Galib b. Salih b. Halef b. Maad b. Süfyan b. Yezid. Yezid b. Ebi Süfyan Sahr b. Harb el-Ümevî'nin azatlisıdır. Dedesi aslen Farslıdır. Müslüman olmuş ve Mağrib diyanna girmiştir. Bunların asıl beldeleri Kurtuba idi. İbn Hazm, hicretin 384. senesinin ramazan ayının sonunda Kurtuba'da doğdu. Kur'an okudu. Faydalı ve şer'i ilimler Öğrendi. Bu ilimlerde büyük aşama kaydetti. Kendi zamanındaki alimlerin fevkine çıktı. Meşhur kitaplar tasnif etti. Anlatıldığına göre o, 80.000 varaka yaklaşan 400 cilt kitap tasnif etmiş­tir. Edip, şair ve fesahatli bir kimseydi. Tıbba ve mantıka dair kitapları vardı. Vezirlik ve reislik ailesinden geliyordu. Ailesi itibarlı, zengin ve servet sahibiydi. İbn Hazm, Şeyh Ebu Ömer b. Abdilber en-Nemrî ile ar­kadaşlık etti. Şeyh Ebü'l-Velid Süleyman b. Halef el-Bacî'ye karşı cephe aldı. Aralarında anlatımı burada uzun sürecek münazaralar cereyan et­ti, îbn Hazm, dili ve kalemi ile alimlere çok tesir ederdi. Bu da zamanı­nın insanlarında ona karşı kalplerde bir kin meydana getirdi. Onunla uğraşmaya devam ettiler. Nihayet onu hükümdarlarının nazarında se­vimsiz bir insan haline getirip hükümdarlarının gazabına maruz bırak­tılar. Ve beldesinden kovdular. Bu senenin şaban ayında doksan yaşını aşmış olarak köyünde vefat etti. Tuhaftır ki teferruatta yolunu şaşıran bir Zahirî olduğu halde ne celî ne de hafi kıyası kabul etmezdi. Alimlerin nazarında onu düşüren de bu olmuştur. Bakışında ve tasarrufunda onu büyük hatalara sürekleyen şey kıyası kabul etmeyişiydi. Bununla bera­ber usul babında çok sağlam tevilleri vardı. Sıfat ayetlerini ve hadisleri­ni güzel tevil ederdi. Çünkü o, ilk zamanlarda mantık ilminde büyük aşamalar kaydetmişti. Mantık ilmini Muhammed b. Hasan el-Mezheci el-Kinani el-Kurtubî'den öğrenmişti. İbn Makûla ve İbn Hallikan onu °yle anlatmışlardır. Ama bu sebeple o sıfatlar babında yalnış görüşlere sa«ıp olmuştu. [38]

 

B. Ali B. Burhan

 

Künyesi Ebü'l-Kasım'dır. Nahivcidir. Cidden ahlakı çok bozuk bir nıseydi.Asla don giymedi. Başını örtmedi ve hiç kimsenin de bağışını ui etmedi. Anlatıldığına göre o tüysüz oğlanları öpermiş ki, bunda as*a şüphe yoktur.

ibn Ukayl dedi ki: «Abdülvahid, Mutezilî ve Mürciî idi. Kâfirlerin ehennem'de ebedi kalacaklarını kabul etmez ve şöyle derdi: «Kendisinden intikam alınması caiz olmayan bir kimseyi sürekli azapta tut­mak anlamsızdır. Kaldı ki Allah, kendini merhametli olmakla nitele­miştir.»

Cenâb-ıAllah'm şu kavli cehlini: «İçinde temelli ve ebedi kalacaklar­dır.» (et-Tevbe: ıoo) şöyle yorumlardı: «Yani orada ebedi zamanın bir dili­minde kalacaklardır.»

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Abdülvahid b. Ah b. Burhan, Rasûluilah'm as­habını eleştirir, onların aleyhinde konuşur ve müslümanlann itikadına muhalefet ederdi. Çünkü o, icmaa muhalefet etmiştir.» Böyle dedikten sonra İbnü'l-Cevzî onun bu konuda ve diğer konulardaki sözlerini nak-letmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [39]

 

Hicretin Dörtyüzelliyedinci Senesi

 

Bu senede Irak'tan bir topluluk güvenlik görevlileri nezaretinde hacca gittiler. Ancak Küfe'ye varınca daha ileri gidemediler ve geri dön­düler.

Bu senenin zilhicce ayında Nizamiye Medresesi'nin yapımına baş­landı. İnşaat alanım temin etmek için Meşraatü'z-Zevaya mıntıkasında ve Babü'l-Basra civarındaki bir çok evler yıkıldı.

Bu senede Temim b. Aziz ile Badis, Hammadoğullan, Araplarla Mağribliler arasında Sinhace ve Zinate'de çok savaşlar cereyan etti.

Bu senede Bağdatlılara nakip Ebü'l-Ğanaim haccettirdi.

Bu senede Amidü'1-Mülk Mansur b. Muhammed Ebu Nasr el-Kündürî öldürüldü. Bu, Tuğrul Bey'in veziriydi. Bir seneden beri zin­danda idi. Öldürüldüğünde cenazesi alınıp Tarisis şehrinin kasabala­rından Kendere'ye götürülerek babasının mezarının yanma defnedildi. Kendere, Kazvin yakınındaki Kendere olmayıp Tarisis'e bağlı bir kasa­banın adıdır.

Sultan Alparslan onun mallarına, ürünlerine ve eşyalarına el koy­du. Amidü'1-Mülk el-Kündürî, zeki, fasih ve şair bir kimseydi.Bir çok fa­ziletleri vardı. Hazırcevapdı. Tuğrul Bey onu, kızını istemek üzere hali­feye gönderip de halife kızını vermek istemediğinde Amidü'1-Mülk el-Kündürî'ye şu şiiri okumuştu:

«Kişi her arzuladığı şeyi ele geçiremez.»

Vezir Amidü'1-Mülk el-Kündürî de ona bu şiirin devamını okumuş­tu:

«Rüzgarlar gemilerin arzulamadığı istikametlerde eserler.» Onun bu cevabı karşısında halife susmuş ve başım önüne eğmişti. Vezir Amidü'1-Mülk el-Kündürî bu sende kırk küsur yaşında öldü­rüldü. Şiirlerinden biri şudur:

«İnsanlarda benimle yarışma hususunda bir sıkıntı var ise, Biline ki ölüm dünyayı insanlara genişletir.

Ben geçip gidiyorum ama benim ölümüme sevinen ve bu yüzden al-danan kişi de peşimden gelecektir.

Herkes ölüm şarabını zevkle içecektir.»

Sultan Tuğrul Bey, veziri Amidü'l-Mülk'ü Harzem Şah'm dul karısı­nı kendisine istemesi için göndermişti, ama Amidül-Mülk un kendisi o kadınla evlenmişti. Sultan Tuğrul Bey de onun testislerini burdu (ha-dımlaştırdı) ve görevlilere emrederek penisim kestirip Harezm'de top­rağa gömdürdü. Mervi Ruz'da öldürüp kanını akıttı. Cesedini Kendere kasabasına gönderip defnettirdi. Başı alınıp Nisabur'a götürüldü. Ora­da defnedildi. Kafatası da Kirman'a götürüldü.1 Ben şehadet ediyorum ki Cenâb-ıAllah, cesetlerin parçaları her nerede olurlarsa olsunlar haşir gününde bunları bir araya getirecektir. Her ne halde olurlarsa olsunlar, bu parçalar birleşecektir. Çünkü Allah, noksanlıklardan münezzeh ve yücedir. [40]

 

Hicretin Dörtyüzellisekizincî Senesi

 

Bu senenin aşura gününde Kerh mahallesi sakinleri dükkanlarını kapattılar. Kadınlar Hz. Hüseyin'e ağıt yakıp matemini tututlar. Nite­kim öteden beri devam edegelen çirkin ve aykırı bidatlerini devam ettir­diler. Bu matemi tuttuklarında halk durumu protesto etti. Halife, bun­ların liderleri Ebu'l-Ganaim'i çağırarak onu azarladı. Ebu'l-Ganaim de durumdan haberi olmadığını söyleyerek mazeret beyanında bulundu. Şayet bilgisi olsaydı buna müsaade etmeyeceğim ifade etti. Kerh mahal­lesi sakinleri de divana akın akın gelerek özür dilediler. Sahabilere sö­ven ve bidatleri ortaya koyan kimselerin kâfir sayılacağına dair bir fer­man yayınlandı.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin rebiyülevvel ayında Babü'1-Ezec mıntıkasında bir kız çocuğu doğdu. Bunun iki başı, iki yüzü, iki boynu ve dört eli vardı. Ama bedeni tamdı. Sonra vefat etti.

du senenin cemaziyelahir ayında Horasan'da günlerce devam eden

ir deprem meydana geldi. Bu deprem sebebiyle dağlar parçalandı. Bir

opluluk öldü. Birçok köy ve kasaba yere battı. İnsanlar çöle çıktılar ve

oraaa ikamete başladılar. Yale nehrinde bir yangın meydan geldi. Bu

yüzden 100 dükkân ve üç ev yandı. İnsanların malları telef oldu. Herkes

Mülkun ölümü ve organlarının kesilmesi ile ilgili bilgi doğru değildir. Zira, önaklann ittifak ettiklen gibi Amidü'1-Mülk, Sultan Alparslan tarafından ce hapis, sonra da öldürülmüştür. Bu da yeni vezir Nizamülmülk vasıtası ile olmuştur. (Z. Kazıcı). birbirlerinin eşyasını yağmaladı.

Bu senenin şaban ayında Dımaşk'ta bir savaş meydana geldi. Dı-maşk Camii'nin yakınındaki bir evi yaktılar. Bu yangının büyümesi yü­zünden Dımaşk camii de yandı.»

İbnü'l-Cevzî böyle demiştir. Meşhur ve sahih rivayete göre Dımaşk Camii'ndeki yangın bundan üç sene sonra hicretin 461. senesinin şaban ayının ortasında geceleyin meydana gelmiştir. Fatimî köleleri ile Abba­sî köleleri savaşmışlar ve bu savaş esnasında hükümet konağına (Hadra sarayına) ateş bırakılmış ve konak yanmaya başlamıştı. Yangın büyü­müş ve Dımaşk Camii'ne sirayet etmiş caminin tavanları çökmüş, süsle­ri, zinetleri yok olmuş, mermerleri telef olmuş, harabeye dönmüştü. Da­ha önce son derece muhkem ve sağlam yapılmış, avlusu güzel, meclisleri hoş, manzarası güzel bir yapı olan Hadra Sarayı adeta bir toprak yığını­na dönüşmüştü. Zamanımıza kadar burada ancak sefil ve düşkün kim­seler ikamet ederler, oysa daha önceleri orası hilafet merkezi ve hükü­met sarayı idi. Orayı Ebu Süfyan oğlu Muaviye tesis etmişti. Ümeyye Camii'ne yani Dımaşk Camii'ne gelince yeryüzünde ondan daha güzel ve ondan daha hoş manzaralı bir bina yoktu. Nihayet yandı. Uzun süre harap halde kaldı. Sonra hükümdarlar onu onarıp yenilemeye başladı­lar. Adil Ebu Bekir b. Eyyub zamanında tabanı döşendi. Duvarları ona­rıldı. Hükümdarlar zamanımıza kadar hep güzelleştirmeye çalışmışlar­dır, ama şimdiki durumu önceki haline göre hiçbir şey gibidir. Emir Sey­fettin Betkenz'in Abdullah en-Nasırî zamanına kadar bu caminin güzel­leştirilmesine devam edildi. Yani onarım ve güzelleştirme çalışmaları hicretin 703. senesi sınırlarına kadar devam etti.

Bu senede Bağdat'ta fiyatlar çok düştü. Ucuzluk meydana geldi. Diclenin suyu göze görünür şekilde eksildi.

Bu senede Sultan Alparslan kendisinden sonraki dönem için oğlu Melikşah'ı tayin etti. Onun için bey'at aldı. Melikşah'ın önünde bayrak ve ümera yürümeye başladı. Cidden o bey'at gününde muazzam bir me­rasim yapılmıştı. O gün görülmeye değer bir gündü.

Bu senede Nurü'1-Hüda Ebu Talib Hüseyin b. Nizam el-Hazreteyn ez-Zeynebî insanlara haccettirdi ve Mekke'de mücavir olarak kaldı. [41]

 

Hicretin Dörtyüzellisekizincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hafız Ebubekir El Beyhakî

 

Büyük hadis hafızıdır. Asıl adı ve şeceresi şöyledir: Ahmed b. Hüse­yin b. Ali b. Abdullah b. Musa Ebu Bekir el-Beyhakî. Kervanların başka şehirlere taşıdığı tasnif eserleri vardır. Hicretin 384. senesinde doğdu.hadiste, Kur'an ilimlerinde ve eser tasnif etmede zamanının Fıkıhta, östeı!ilen meşhur şahsiyetlerindendi. Fakih, muhaddis ve parılia dü Hakim Ebu Abdillah en-Nisaburî'den ilim tahsil etti. Başka­dan da çok sayıda hadis dinledi. Çok faydalı bilgiler topladı ki, onun larT başkaları o zamana kadar ilimde zirveye ulaşamamışlardı. Onun V tettiğiilmî mesafeyi hiç kimse kat edememiş ti. Eserleri şunlardır:

* Sünen-i Kebir

* Nususu'ş-Şafiî (Bu iki eser on ciltte toplanmıştır.)

* Sünen-i Sağir

* el-Asar

* el-Medhal

* el-Adab ve Şuabü'1-Iman

* el-Hilafîyat

* Delâilu'n-Nübüvve

* el-Ba's ve'n-Nüşûr

Zahid bir kimse olup dünyalığı çok azdı. İbadetli ve takvahydı. Nisa-bur'da vefat etti. Tabutu bu senenin cemaziyelevvel ayında Beyhak'a ta­şındı. [42]

 

Hasan B. Galib

 

Hasan b. Galib b. Ali b. Galib b. Mansur b. Sa'lûk Ebu Ali et-Temimî. İbn Mübarek adıyla meşhur olmuştur. Kurrâ idi. Ebu Semun ile arka­daşlık etti. Kendisine karşı reddedilen şekillerde ve tarzlarda Kur'an kı-raatında bulundu. Yalanı tesbit edildi. Bunu ya kasten ya da hataen yapmıştı. Birçok rivayetlerinde itham edildi. Ebu Bekir el-Kazvinî de onu reddedenlerdendi. îhzarcıbaşı, münker tarzlarda kıraatlerde bulunmaması için ona bir mektup yazmıştı. İbn Muhammed es-Semer-kandî, onun yalancı olduğunu söylemiştir. Bu senede sekseniki yaşında vefat etti. İbrahim el-Harbî'nin yanma defnedildi. İbn Hallikan dedi ki:

«Fıkhı Ebü'1-Feth Nasr b. Muhammed el-Ömeri el-Mervezî'den öğ­rendi. Sonra Hadis ilmine daha fazla merak sardı ve bu ilimde meşhur oldu. Hadis toplamak amacıyla çeşitli yerlere seyahatlerde bulundu.» [43]

 

Kadı Ebu Ya'lâ B. Ferra El-Hanbelî

 

Muhammed b. Hasan b. Muhammed b. Halef b. Ahmed el-Ferra. Ka­dılık yapnııtır. Künyesi Ebu Ya'la'dır. Hanbelî alimidir. Furuat husu­sunda Hanbelî mezhebini yerleştirmiş ve esaslara bağlamıştır. Hicretin j*80. senesinin muharrem ayında doğdu. Çok hadis dinledi. İbn Habba-°e den hadis rivayet etti.

Ibnül-Cevzî dedi ki: «Ebu Ya'lâ, güvenilir alimlerin öncülerindendi.

İbn Makûla ve İbn Damigani'nin huzurunda şahitlik yaptı. Onlar da şa­hitliğini kabul ettiler. Hilafet hareminde kadılık yaptı. Fıkıhta imamdı. Hanbelî mezhebine dair çok ve güzel eserleri vardır. Senelerce ders ve fetva verdi. Hanbelî mezhebinin reisliği kendisine verildi. Kendisinin ve arkadaşlarının tasnif eserleri yazıldı. Şahsında imameti, fıkhı, sadaka­ti, güzel ahlakı, ibadeti, zühdü, huşuu, güzel davranışı ve kendisini ilgi­lendirmeyen şeyleri ağzına almayışı gibi meziyetleri topladı. Bu sene­nin ramazan ayının yirmisinde yetmişsekiz yaşında vefat etti, kadılar ve ayan onun cenaze merasimine katıldılar. O gün cidden çok sıcak bir gündü. Cenazesine katılanlardan bazıları oruçlarını bozmuşlardı.

Kadı Ebu Ya'lâ vefat ederken geride, Ubeydullah Ebü'l-Kasrm Ebü'l-Hüseyin ve Ebu Hazim adında üç erkek evlat bıraktı. Vefatından sonra adamın biri onu rüyasında görmüş ve ona: «Allah sana nasıl mua­mele etti?» diye sormuş o da parmaklarıyla sayarak şu cevabı vermişti: «Bana rahmet etti, beni bağışladı, bana ikramda bulundu, mertebemi yükseltti. Bunu ilminle mi yaptı? Hayır sadakatimle yaptı.» [44]

 

İbn Seyyidih

 

Lügatte el-Muhkem adlı eserin sahibidir. Künyesi Ebü'I-Hüse-jdn'dir. Asıl adı Ali b. İsmail el-Mersî'dir. Lügatte imam ve hafızdı. Amaydı. Arapçayı ve lügati kendisi gibi âma olan babasından öğrendi. Ebu Alâ Said el-Bağdadî'den ders aldı. Bir kaç ciltlik "Muhkem" adlı lü­gat kitabı vardır1. Altı ciltlik "Şerhül-Hamase" adlı eseri ve başka eserle­ri de vardır. Şeyh Ebu Ömer et-Temlenkî'ye Ebu Ubeyd'in Kitabü'1-Ga-rib'ini ezbere, okudu. İnsanlar buna şaştılar. Şeyh Ebu Ömer de onun ez­bere okuyuşunu kitabı açıp takip etti. insanlar onun bu kitabı ezbere ku­yusunu dinlediler. Bu senenin rebiyülevvel ayında altmış yaşında vefat etti. Hicretin 448. senesinde vefat ettiğine dair bir rivayet varsa da sa­hih olan rivayete göre bu senede vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [45]

 

Hicretin Dörtyüzellidokuzuncu Senesi

 

Bu senede, Şerefü'1-Mülk lakabını taşıyan Ebu Said el-Müstevfî Bağdat'ta İmam Ebu Hanife'nin türbesini inşa ettirdi. Üzerine bir kub­be yaptırdı. Karşısında da bir medrese inşa ettirdi. Ebu Cafer b. Beyazı Ebu Hanife'nin türbesini ziyarete geldi ve ziyareti esnasında şu şiiri okudu:

«Görmezmisin ki ilim daha önceleri zayi olmuştu

Şu mezarda medfun olan zat ilmi toparladı

Aynı şekilde bu diyarlar da ölüydü

Ama bu diyarları Amid Ebu Sa'd'ın cömertliği diriltti.»

Bu senede çok şiddetli derecede sıcak bir rüzgar esti. Bu yüzden çok

Öldü. Anlatıldığına göre Bağdat'ta bu yüzden birçok limon ve tu-î-nnc ağacı telef oldu.

Bu senede, Maruf Kerhî'nin mezarı yandı. Bunun sebebi de şuydu:  lk            d      htldğ için kendisine arpa

ezara kayyumluk yapan adam hastalandığı için kendisine arpa su"'sirayet etmiş ve bütün şehitlik yanmıştı.

i mezara.

kaynatılmış ve kaynatma esnasında ateş, mezarlığın ahşap kısımla-

senede Dımaşk'ta, Halep'te Harran'da, Horasan'da ve oraya bağirînıntıkalarda kıtlık meydana geldi. Bir çok hayvan öldü. Hayvan­ların başlan ve gözleri şişiyordu. Öyle ki insanlar yabani eşekleri yaka­layabiliyorlardı. Onlan yemekten tiksiniyorlardı.

el-Muntazam adlı eserinde İbnü'l-Cevzî dedi ki:

«Bu senenin zilkade ayının onunda cumartesi günü Amid Ebu Sa'd, Bağdat'taki Nizamiye medresesinde verilecek dersi dinlemeleri için in­sanları topladı. Bu dersi vermek ve medresenin şeyhliğine (hocalığına) bakmak için Ebu İshak eş-Şirazî'yi tayin etti. İnsanlar tamamen topla­nıp ders vermek üzere de Ebu îshak geldiğinde genç bir fakih onu karşı­layıp «Ey efendim! Gasbedilmiş bir yerde ders vermeye mi geliyorsun?» dedi. Ebu İshak da oraya gelmekten vazgeçti ve evine döndü. Ondan son­ra Şeyh Ebu Nasr ed-Dabbağ bu göreve atandı. O, bu medresede ders verdi. Nizamülmülk bu durumdan haberdar olunca Amid Ebu Sa'd'a öf­kelendi ve Şeyh Ebu İshak'a haber göndererek onu Nizamiye'deki mü­derrisliğe tayin etti. Bu hadise bu senenin zilhicce ayında cereyan etti. Ancak Şeyh Ebu İshak, Nizamiye medresesinde farz namazları kılmı­yordu. Aksine, vakti geldiğinde oradan çıkıp başka bir mescide gidip na­mazını kılıyordu. Çünkü orasının gasbedilmiş olduğunu duymuştu. İbn Sabbağ ise Nizamiye medresesinde sadece yirmi gün süreyle ders ver­miş, sonra Ebu İshak oraya geri gelmişti. Bu senenin zilkade ayında Yemen emin ve aynı zamanda Mekke sahibi Süleyhî, Yemenli bir emir tarafından öldürüldü. Öldürülmesinden sonra Abbasi halifesi Kaim Bi-Emrillah adına orada hutbe okundu.

Bu senede nakib Ebü'l-Ganaim insanlara haccettirdi. [46]

 

Hicretin Dörtyüzellidokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Muhammed B. İsmail B. Muhammed

 

Künyesi Ebu Ali et-Tarsusî idi. Irak'ta uzun süre ikamet ettiği için kendisine Irakî denilmiştir. Ebu Tahir el-Muhlis'ten hadis dinledi. Ebu Muhammed el-Bakî'den sonra da Ebu Hamid el-İsferayinî1 den fikıh öğ­rendi. Tarsus kadılığı yaptı. Parmakla gösterilecek faziletli ve fakih belerdendi. [47]

 

Hicretin Dörtyüzaltmışıncı Senesi

 

İbnü'l-Cevzî dedi ki:

«Bu senenin cemaziyelevvel ayında Filistin diyarında bir deprem meydana geldi. Bu yüzden Remle şehri harap oldu. Rasûlullah (s.a.v.)'in mescidinin bazı çıkıntıları yıkıldı. Depremin etkisi Vadi's-Sefer ve Hay-ber'de görüldü. Yer yarıldı. Alttaki bir çok defineler ortaya çıktı. Dep­rem, Rahbe ve Kûfe'de de hissedildi. Buralardaki tüccarlardan bazıları­nın gönderdiği mektuplarda anlatıldığına göre Remle şehri tamamen yere batmış, orada sadece iki ev hasardan kurtulmuştu. Deprem sebe­biyle 15.000 kişi ölmüştü. Kudüs'teki kayalık (sahra) yarılmış tekrar es­ki haline gelip birleşmişti. Deniz ise bir günlük yol mesafesince suyunu çekmiş, kara görünmüştü. Suyun çekilip karanın ortaya çıktığı yerlerde birçok mücevher ve diğer şeyler görünmüştü. İnsanlar inip mücevheratı ve diğer eşyaları toplamaya başlamış iken sular eski yerine dönüp ora­daki insanların çoğunu boğmuştu.

Bu senenin cemaziyelahir ayının ortasında Kadirî itikadı okundu. Bu kitapta ehli sünnetin mezhebi anlatılıyor bidatçiler reddediliyordu.

Buhara'lı muhaddis Ebu Müslim el-Keccî ise İbn Huzeyme'nin Ki-tabü't-Tevhid adlı eserini orada hazır bulunan cemaata okudu. Dinleyi­ciler arasında vezir İbn Cüheyr ile fikıhçılar ve kelamcılardan oluşan bir cemaat de vardı. Bunlar bu eserlerde anlatılan hususlara muvafakat et­tiklerini söylediler, sonra Kadirî itikadı, Şerif Ebu Cafer b. Muktedi Bil-lah'a Babü'l-Basra'da okundu. Çünkü o, bu kitabı musannifi olan Halife Kadir Bülah'tan dinlemişti.

Bu senede halife, Fahrü'd-Devle lakabım taşıyan veziri Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Cüheyr'i azletti. Bir çok sebepten ötürü kendisini kınadığını belirten mektubunu gönderdi. Vezir de özür dileyip boyun eğerek halifeden merhamet diledi. Halife ona verdiği cevabta Bağdat'tan ayrılıp dilediği başka bir yere gidebileceğini söyledi. Vezir de İbn Mezyed'in yanına gitmeyi tercih etti. Adamları emlâkini sattılar. Karılarını boşadılar. Vezir ise çoluk çocuğunu ve ailesini yanına alıp Hille'ye gitmek üzere gemiye binmeye geldi. İnsanlar ağladığını görün­ce çevresinde ağlaşmaya başladılar. Hilafet sarayının önünden geç­enekteyken defalarca yer öptü. Halife de pencerede onu seyrediyordu.

V ir ise ona «Ey mü'minlerin emiri! İhtiyarlığıma, garipliğime ve klarıma acı» diyordu. Bunun üzerine tekrar Debis b. Mezyed'in ara-ǰlC0i ile ertesi senede vezirliğe iade edildi. Şairler onu medhettiler. Ve-C1 1 Ğe iade edilişinden dolayı insanlar sevindiler. Göreve iadesi cidden Görülmeye değer muazam bir günde olmuştu. [48]

 

Hicretin Dörtyüzaltmışıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Abdülmelik B. Muhammed B. Yusuf B. Maksur

 

Şeyhül-Ecel lakabını taşıyordu. Kendi zamanında iyiliği emredip kötülüğü nehyetmede, hayırlı fiilleri hemen işlemede layıkı olan kimse­lere iyilik yapmada, ehli sünnete iyi davranmada, buna karşı bidatçilere karşı şiddetle protestoda bulunup onları lanetlemede, iffetlerinden ötü­rü kendilerini izleyen yoksullara iyilikte bulunup sadaka vermede, bu­nu olanca gücüyle gizli yapmada parmakla gösterilecek yegane şahsi­yetti. Onun garip hallerinden biri şuydu.

İbn Rıdvan'a mektup yazarak bir adama her gün on dinar vermesini emretmişti. Kendisi vefat ettiği zaman o yoksul kişi îbn Rıdvan'a gidip «Şeyhin bana tahsis ettiği parayı ver» demiş, ibn Rıdvan ise ona şu ceva­bı vermişti: «Şeyh vefat etti, artık sana para veremem.» Yoksul kişi Şey-hü'1-Ecel'in mezarının başına gitmiş, biraz Kur'an okuyup dua etmiş ve ona rahmet dilemişti. Mezardan ayrılıp evine döneceği esnada yerde bir kağıt parçası görmüştü. Kağıdı kaldırıp baktığında üzerinde on dinar yazılı olduğunu görmüş, kağıdı ahp İbn Rıdvan'a götürmüş ve olayı baş­tan sona anlatmıştı. İbn Rıdvan da «Bu kağıt bu gün şeyhin mezarım zi-yarete gittiğim esnada üzerimden düşmüştür. Ama al senin olsun. Her gün sana artık onar dinar vereceğim» demişti.

Şeyhü'1-Ecel Abdülmelik b. Muhammed bu senenin muharrem ayı­nın ortasında altmışbeş yaşında vefat etti. Vefat edince cenazesine sayı­larını ancak Aziz ve Celil olan Allah'ın bildiği derecede büyük bir kala­balık insan topluluğu katılmıştı. O gün cidden görülmeye değer bir gün-du. Yüce Allah rahmet etsin. [49]

 

Ebu Cafer Muhammed B. Hasan Et-Tusî

 

a fakihi idi- Meşhed-i Ali'ye defnedildi. Kerh mahallesindeki evi yakıldığında kitapları da yanmıştı. Hicretin 448. senesinden bu senenin uharrem ayına kadar Kerh mahallesinde ikamet etmişti. Bu senede rada vefat etti ve yine oraya defnedildi. [50]

 

Hicretin Dörtyüzaltmışbirinci Senesi

 

Bu senenin şaban ayının ortasında Dınıaşk Camii'nde yangın çıktı. Bunun sebebi şuydu: Fatimi köleleriyle Abbasi köleleri kavgaya tutuş­muşlar, kavga esnasında Dımaşk Canıii'nin kıble cihetinden komşusu olan Hadra sarayına ateş bırakılmış, saray yanmış, yangın camiye sira­yet etmiş, caminin tavanları çökmüş, altın işlemeli taşları yerlerinden düşmüş, işaret ve semboller değişmiş, yerde ve duvarlarında bulunan mozaikler düşmüş, tam zıt bir manzara ortaya çıkmıştı. Tavanın tama­mı altın işlemeliydi ve damın üstünde kubbemsi tümsekler halindeydi. Duvarlar renkli resimli ve altın işlemeliydi ve duvarlara bütün dünya beldeleri işlenmişti. Öyle ki bir insan bir iklime veya bir beldeye gezmek amacıyla gitmek isterse o camiye geldiğinde gitmek istediği ülkenin ve­ya beldenin resmini olduğu gibi orada görürdü. Artık oraya gitmeye ihti­yaç duymazdı. Ka'be'nin, Mekke'nin yakınındaki bütün yerlerin, mih­rabın ve ülkelerin doğuda ve batıdakilerin bütün beldelerini duvardaki münasip bir yerde görürdü. Duvarlarda bütün ağaçların, meyveli ve meyvesizinin resmi yapılmıştı. Her ürün, kendi beldesinde ve vatanın-daki kısma işlenmiş ve resmi yapılmıştı. Caminin sahn tarafina açılan kısımlarına perdeler şarkıtılmıştı. Duvarların üçte birine kadar perde bırakılmış, duvarların diğer açık kalan kısımları ise renkli taşlarla süs­lenmişti. Tabanın bütünü renkli taşlarla süslenmişti. Döşeme taşlar yoktu. Öyleki dünyada Dımaşk Camii'nden daha güzel bir bina yoktu. Hiçbir hükümdarın sarayı dahi o kadar güzel değildi. Ama bu yangın çı­kınca bu güzelim manzara tam tersi bir hale döndü. Artık caminin avlu­sunda ve tabanında kışın çamur, yazın toz toprak meydana geliyordu. Her taraf kazılmış, kendi haline terkedilmiş, çukurlar meydana gelmiş­ti. Bu hal Adil Ebu Bekir b. Eyyub'un hüküm sürdüğü hicri 600. yıl son­ralarına kadar devam etti. Her taraftan mermerler, taşlar, ahşap ve benzeri malzemeler düşmüş, birikintiler meydana gelmişti. Caminin dört bir yanında bu nahoş manzaralar görülüyordu. Nihayet Adil Nu-reddin Mahmud b. Zengî zamanında Kemaleddin eş-Şehrezorî buraları düzene soktu. Çünkü Adil onu kadılıkla birlikte bütün vakıfların nazır­lığına ve darphane reisliğine tayin etmişti. Bütün hükümdarlar bu ca­mii yenilemeye ve güzelleştirmeye çalıştılar. Bu çalışmalar zamanımı­za kadar devam etmiştir. Şam naibi Tengiz'in zamanında cami eski hali­ne yakın bir görünüme kavuşturulmuştur. Önceki kısımlarda da anla­tıldığı gibi İbnül-Cevzî hicretin 458. senesi olaylarından bahsedişimiz esnasında bu duruma değinmiştir. İbn Saide o sene olaylarından bahse­derken İbnü'l-Cevzî'ye uyarak böyle demiştir. İslâm tarihçisi şeyhimiz Zehebî ve bir kaç tarihçi de böyle demişlerdir. Doğrusunu Allah bilir.

Bu senede Hanbelîler kendi büyüklerinden olan Şeyh Ebü'1-Vefa b. TJkayl'i. mutezili kelamcısı Ebu Ali b. Velid'in yanına gidip gelişi sebe-h'vle Mutezililikle itham ederek cezalandırdılar. Oysa Ebü'1-Vefa, mez­hebi ile ilgili bilgileri elde etmek için Ebu Ali'nin yanına gidip geliyordu, ama bu hevesi onu öyle bir belaya uğrattı ki neredeyse canından olacak­tı Onunla Hanbelîler arasında uzun süren bir fitne meydana geldi. Bu vüzden Hanbelîlerden bir cemaat de eziyet gördü. Aralarındaki bu fitne hicretin 465. senesine kadar dinmedi. Ancak büyük bir husumetten ve kavgadan sonra kendi aralarında barıştılar.

Bu senede Dicle'nin suyu yirmibir ziradan daha yüksek seviyeye çıktı.Öyleki su Ebu Hanife'nin türbesine kadar girdi.

Bu senede Afşin'in Bizans'a girdiği ve Goriye'ye kadar ulaştığı, bir­çok adam öldürüp çok miktarda ganimet elde ettiğine dair haber Bağ­dat'a ulaştı.

Bu senede Kûfe'de büyük bir ucuzluk ve ürün bolluğu meydana gel­di. Öyle ki kırk rıtl (18 kg 400 gr.) balık bir habbeye satılır oldu.

Bu senede Alevi nakibi Ebü'l-Ganaim insanlara haccettirdi. [51]

 

Hicretin Dörtyüzaltmışbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Foranı

 

el-İbâne adlı eserin sahibidir. Künyesi Ebü'l-Kasım'dır. Şeceresi şöyledir: Abdurrahman b. Muhammed b.Ahmed b. Foran el-Forani el-Mervezî. Şafiî imamlarmdandır. Garip nakiller içeren el-İbâne adlı ese­rin musannifidir. Ancak bu kitapta benzersiz kavil ve rivayetler mev­cuttur. Usul-ü fikha ve furuata dair geniş bilgisi vardı. Fıkhı Kaffal'dan öğrendi. Imamü'l-Harameyn'in yanma küçük yaşta gidip ders aldı, İma-mü'1-Harameyn ona pek iltifat etmedi. en-Nihaye'de onun çok hatalı yanlarını gördü. Ona kırgındı.

Halhkan dedi ki: İmamü'l-Harameyn her ne zaman en-Nihaye a lı kitaptan bahsederse şöyle derdi: «Bazı musannifler böyle dediler.

u hususta yamldılar.» Böyle derken o aslında Ebü'l-Kasım el-Foranî'yi kastediyor, onu eleştirmek istiyordu.

vefat °^.nî-^u senenin ramazan ayında yetmişüç yaşında Merv şehrinde el-Mea ; °^rencisi Ebu Sa'd Abdurrahman b. Muhammed el-Me'mun raetü'ftK' el~*bane adk kitabının üzerine bir şerh yazarak buna Tetim-bağ'da ane adını verdi- Bu öğrencisi Ebu İshak'tan sonra ve İbn Sab-Kitabn T?°e ^zamive Medresesi'nde müderrislik yapmıştı. Bu şerhini Daha q        ud kısmına kadar yazmış ve tamamlamadan vefat etmişti,

onra Es'ad el-Cilî ve diğerleri bunu tamamladılar. Ancak bunun

yazdığı kadar âlimâne yazamadılar. Hatta yakınına kadar yaklaşama­dılar ve yazdıklarına da Tetimmetü't-Temimme adını verdiler. [52]

 

Hicretin Dörtyüzaltmışikinci Senesi

 

İbnü'l-Cevzi dedi ki: Bu senenin cemaziyeievvel ayının onbirinde salı günü (onsekiz mart) Remle'de ve oraya bağlı mıntıkalarda üç saat içinde büyük bir deprem meydana geldi. Bu mıntıkaların çoğu yere bat­tı. Surları yıkıldı. Deprem, Kudüs ve Nablus'ta da görüldü. İlya yere bat­tı. Deniz suları çekildi. Kara göründü. İnsanlar, suların çekildiği yerde yürümeye başladılar. Sonra sular tekrar eski yerlerine döndüler. Mısır Camii'nin zaviyelerinden biri yıkıldı. Bundan sonra iki deprem daha meydana geldi.

Bu senede, Bizans imparatoru 300.000 savaşçıyla Konstantiniy-ye'den Şam'a geldi. Menbic'te konakladı. Menbic ile Bizans sının arasın­daki köyleri yaktı. Erkekleri öldürdü. Kadınları ve çocukları esir aldı. Halep'te ve diğer yerlerdeki müslümanlar büyük bir paniğe kapıldılar. İmparator buralarda onaltı gün kaldı. Sonra kayıp ve ziyan içinde Allah onu geri çevirdi. Çünkü yanında az miktarda azık vardı. Askerlerinin çoğu da açlık yüzünden ölmüşlerdi. Hamd ve minnet Allah'adır.

Bu senede Mekke emirinin nafakası azaldı. Sıkıntıya düştü. Kabe'nin örtüsü, oluğu ve kapısı üzerindeki altınları aldı. Bunları dir­hem ve dinar olarak bastırdı. Aynı şekilde Medine emiri de Mescid-i Ne-beviye'deki kandiller üzerinde bulunan altınları aldı.

Bu senede Mısır'da da şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Halk, leşle­ri, ölüleri ve köpekleri yemek mecburiyetinde kaldı. Öyleki bir köpek beş dinara satılır oldu. Filler öldü. Leşleri yenildi. Binek hayvanları öl­dü. Mısır hükümdarının daha önce çok sayıda atları ve binekleri varken hepsi öldü. Sadece üç atı kaldı. Vezir bir gün katırından inip bir işe daldı. Kölesi açlıktan ötürü zayıf kaldığı için katırla ilgilenemedi. Üç kişi gelip katırı aldılar. Kesip etini yediler. Yakalanıp idam edildiler. Sabaha ka­dar sehpada asılı kaldıklarından, insanlar etlerini yediler, bundan dola­yı kemikleri açığa çıkmıştı. Çocukları ve kadınları öldürüp etlerini sa­tan, kafataslarını ve kemiklerini yere gömen bir adam yakalandı. Ken­disi de öldürülüp eti yenildi.

Bedeviler şehir dışından gıda maddeleri getirip satıyorlardı, ancak ellerindeki mallar yağmalanmasın diye geceleyin şehire giriyorlardı. Gündüz şehre girmeye cesaret edemiyorlardı. Hiç kimse, ölüsünü gün­düz defnetmeye cesaret edemiyordu. Korkusundan geceleyin gizlice defnediyordu ki mezarı açılıpta eti yenilmesin.

Mısır hükümdarı da muhtaç hale gelmişti. Yanındaki kıymetli eş­yaları satmak mecburiyetinde kalmıştı. 11.000 zırhını, zinetlennıiş

90 000 kılıcını, 8.000 parça büyük billurunu, 75.000 parça eski ipeklisini tmak mecburiyetinde kaldı. Kadınların ve erkeklerin elbiseleri çok S uza satıldı. Emlak ve diğer şeyler de yok pahasına satılır oldu. Satılan , kıymetli şeylerin bir kısmı Besasirî savaşında Bağdat'ta ganimet ola­rak ele geçirilmiş olup halifeye ait idi.

Bu senede Sultan Alparslan'dan halifeye bir teklif geldi. Bunda ha-Vfenin oğlu veliahdın adının dinar ve dirhemler üzerine basılması iste­niliyordu. Böyle yapıldı. Başka dinar ve dirhemler tedavülden kaldırıl­dı Bunlara da Emirî dinar ve dirhemleri denildi.

Bu senede Mekke valisi, Horasan'da bulunan Sultan Alparslan'a bir mektup göndererek Mekke'de Kaim Bi-Emrillah ile Alparslan adına hutbe okunduğunu, artık Mısırlılar açjına hutbe okunmadığım bildirdi. Sultan Alparslan da ona 30.000 dinar ve kıymetli hil'atler gönderdi. Ay­rıca her sene ona 10.000 dinar vereceğini de beyan etti.

Bu senede Amidü'd-Devle ibn Cüheyr, Rey şehrinde Nizamül-mülk'ün kızıyla evlendi.

Bu senede Ebü'l-Ganaim el-Alevî insanlara haccettirdi. [53]

 

Hicretin Dörtyüzaltmışîkînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Ali

 

Hasan b. Ali b. Muhammed Ebü'l-Cevaiz, Vâsıtlıydı. Uzun süre Bağ­dat'ta yaşadı. Şair, edip ve zarif bir kimseydi. Hicretin 352. senesinde doğdu ve bu senede 110 yaşında vefat etti. Güzel şiirlerinden biri şudur:

«Eyvah, onun bana söylediklerine bakm Ahdine ihanet etti ve eğlenceye daldı.

Beni ona vakfedenin hakkı için yemin ederim ki o, oyun ve eğlenceye daldı.

Hatırımdan her geçtikçe o beni varlığıyla bürüdü ve eğlenceye dal­dı.» [54]

 

Muhammed B. Ahmed B. Sehl

 

Ibn Büşran adıyla meşhur olmuştur. Vâsıtlıdır. Nahivcidir. Hicre­ti 380. senesinde doğdu. Edebiyat bilginiydi. Lügatta kendisinden bilgi a mak ıçin insanlar uzak yerlerden yanma gelirlerdi. Güzel şiirleri var-r' Erlerine şu örnekleri verebiliriz:

y saraylar inşa eden kişi, yavaş ol bakalım, oıraz geri dur. Çünkü yiğidin sarayı ölümdür.

Saray inşa edenlerin düzeni sağlanmadı. Bütün işlerini tamamla-yamadılar.

Bütün sarayları darmadağın oldu.

Yaşam bir gölge gibidir.

Oradan oraya göçer, sabitliği yoktur.»

«Onlarla vedalaştım. Dünya da benimle vedalaşıyor.

Göçüp gittim. Onların beni hatırlamalarından başka ihtiyacım yok­tur.

Dedim ki: Ey benimle onlar arasında bulunan lezzet!

Onları kaybettikten sonra hayatımın saflığı bozuldu.

Kalbimin onlara karşı ümitle tesellisi olmasaydı.

Onlar develerle giderlerken kalbimin çatladığını görürdüm.

Keşke onları götüren develer, ayrılış gününde boğazlansalardı.

O develerin etlerini çölde aç kimselere ziyafet olarak verirdim.

Ey ayrılık saati, artık yaklaştın.

Ey gurbet ateşi, sen alevlenen çılgın bir ateşsin.»

«Bütün mahlukat arasında bir dost aradım.

Samimi bir dost bulmaktan aciz kaldım.

Evet dost olarak adlandırılan kimseye bu ad mecazen verilir.

Gerçek dost diye bir mana bulunamaz.

Alemlerin dostluğunu üç talakla boşadım.

Dostluğu muhafaza hususunda ben serbest kaldım.» [55]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/172-173.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/173-175.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/176-181.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/181.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/182-186.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/186.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/186.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/186-187.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/187.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/187.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/188.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/188.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/188-191.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/191-192.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/193-194.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/194.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/194.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/194.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/194.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/194-195.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/195.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/195.-196.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/196-197.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/197-198.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/198-199.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/199.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/199.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/199.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/199-200.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/200.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/200.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/200.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/200-202.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/202.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/202.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/202-203.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/203-204.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/205.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/205-206.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/206-207.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/207-208.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/208-209.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/209.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/209-210.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/210.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/210-211.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/211.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/212-213.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/213.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/213.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/214-215.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/215-216.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/216-217.

[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/217.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/217-218.