Hasan B. Dafi B. Yezden Et-Türkî 2

Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesi 2

Ammare B. Ebu'l-Hasan'ın Öldürülmesi 4

Şair Ammare El-Yemenî 6

İbn Kasrul 7

Nureddin Mahmud Zenginin Vefatı Ve Onun Adil Yönetiminden Bazı Kesitler. 7

Merhum Nureddin'in Evsafı 15

Fasıl 15

Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 17

Hasan B. Hasan. 17

El-Ahvazî 17

Mahmud B. Zengi B. Aksungur. 17

Hızır B.Nasr. 18

Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesi 18

Fasıl 19                                                                                

Fasıl 20

Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Maşhur Şahsiyetler. 23

Ruh B. Ahmed. 23

Semle Et-Türkmanî 23

Kaymaz B. Abdullah. 23

Hicretin Beşyüzyetmîşbirinci Senesi 23

Fasıl 25

Hicretin Beşyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 26

Hafız İbn Asâkir. 26

Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesi 27

Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 29

Ali B. Asâkir. 29

Muhammed B. Abdullah. 29

Hatip Şemseddin. 29

Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesi 30

Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 31

Sadaka B.Hüseyin. 31

Muhammed B. Es'ad B. Muhammed. 32

Mahmud B. Tutuş Şihabüddin El-Harimî 32

Fatıma Bintî Nasr El-Attar. 32

Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesi 32

Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 34

Es'ad B. Belderek El-Cibrilî 34

Hayse Beyse. 34

Muhammed B. Nesim.. 36

Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi 36

Hısnü'l-Ahzan'ın (Ahzan Kalesinin) Yıkılması 37

Halife Müstedi Bî-Emrillah'ın Vefatı Ve Biyografisi 38

Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 39

İbrahim B. Ali 39

İsmail B. Mevhub. 39

Mübarek B. Ali B. Hasan. 39

Nasır Li-Dînillah Ebü'l-Abbas B. Müstedi'nin Hilafeti 39

Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesi 40

Sultan Turanşahtn Vefatı 40

Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 42

Hafız Ebu Tahir Es-Sülefî 42

Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesi 43

Şehid Nureddin'în Oğlu Ve Haleb Valisi Melik Salih İsmail'in Vefatı Ve Ondan Sonra Cereyan Eden Olaylar. 44

Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 45

Şeyh Kemaleddin Ebü'l-Berekât 46

Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesi 46

Fasıl 46

Mansur İzzeddin'in Vefatı 47

Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhurlar. 47

Şeyh Ahmed Er-Rufaî 48

Halef B. Abdülmelik B. Mes'ud B. Bişkival 48

Allame Kutbeddin Ebü'l-Meâlî 48

Hicretin Beşyüzyetmişdokuzuncu Senesi 49

Fasıl 50

Fasıl 51

 

Hasan B. Dafi B. Yezden Et-Türkî

 

Bağdat'ta devlet işlerinde çalışan ümeranın büyüklerindendi, ama murdar ve aşırı derecede Rafızî taraftarı olan mütaasıp bir Rafızî idi. Rafızîler onun itibar ve himayesinin altında yaşamaktaydılar. Nihayet bu senenin zilhicce ayında ölmesi ile Cenâb-ı Allah Müslümanları on­dan kurtarıp rahata kavuşturdu. Ölünce kendi evine defnedildi. Sonra Kureyş mezarlığına nakledildi. Hamd ve minnet Allah'adır.

Öldüğü zaman Ehl-i Sünnet onun ölümüne çok sevindi. O esnada hangi Ehl-i Sünnet mensubuna rastlarsan mutlaka Allah'a hamd ettiği­ni görürdün ama Şiîler bu duruma öfkelendiler. Bu sebeple Şiîlerle Ehl-i Sünnet arasında fitne meydana geldi. İbnu's-Saî'nin anlattığına göre Hasan b. Dafi gençliğinde yakışıklı, halkın büyükleri tarafından sevilen bir kimseydi. İbn Saî der ki: Şeyhimiz Ebu'1-Yümn el-Kindî onun ağrı­yan gözlerinden bahsederken şöyle demiştir:

«Her sabah her akşam kapınızda durup selap veririm

Gözlerinden rahatsız olduğu bana söylendi

Biz de ondan zulüm görmekte ve şikâyetçi olmaktayız.» [1]

 

Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesi

 

el-Muntazam adlı eserde İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu sene Bağdat'ta narenç iriliğinde büyük dolu taneleri yağdı ki bunlardan birinin ağırlığı yedi rıtıl (bir rıtıl 462 gramdır) ağırlığındaydı. Bu doluların ardı sıra bü­yük bir sel meydana geldi. Dicle'nin suyu aşırı derecede yükseldi ki daha önce misli görülmemişti. Bu yüzden birçok binalar, evler, köyler, çiftlik­ler, ekinler, hatta mezarlar tahrip oldu. İnsanlar çöle çıkma mecburiyetinde kaldılar. Yüksek sesle Cenâb-ı Allah'a yalvarıp yakarmaya başla­dılar. Nihayet Aziz ve Celil olan Allah, onlardan bu musibeti kaldırdı ve onları genişliğe kavuşturdu. Allah kendi tulfuyla Dicle'nin yükselen su­yunu aşağılara indirdi. Allah'a hamd olsun

Musul'a gelince orada da Bağdat'ta görülen vakalar meydana geldi. Sular yüzünden 1.000 kadar ev yıkıldı. 1.000 kadarı da harab olup yıkıl­mağa yüz tuttu. Yıkıntılar altında çok sayıda insan öldü. Canlı telef ol­du. Aym şekilde Fırat'ın suyu da aynı derecede yükseldi. Bu yüzden bir­çok köy ve kasaba yok oldu. Bu senede Irak'ta ekin ve meyvelerin fiyatla­rı aşırı derecede yükseldi. Davarlar öldü. Bu davarların etlerini yiyen birçok Iraklı öldü.

İbnu's-Saî dedi ki: «Bu senenin şevval ayında Diyarbakır ve Mu­sul'da kırk gün kırk gece müddetle peşpeşe yağmurlar yağdı. İnsanlar sadece iki defa güneş görebildiler ki, bu da kısa sürmüştü. Sonra bulut­larla kapanıp kaybolmuştu. Yağan yağmur yüzünden birçok ev ve mes­ken, içinde bulunan sahiplerinin üzerine çöktü. Dicle'nin suyu aşırı de­recede yükseldi. Bağdat ve Musul'daki evlerin çoğu sular altında kaldı. Sonra Allah'ın izniyle geri çekilmeye başladı.»

İbnu'l-Cevzî dedi ki: «Bu senenin receb ayında İbn Şehrezorî, yanın­da Mısır elbiseleri, kumaşları ve attabi kumaşını andıran derisi çizgili ve renkli bir merkep olmak üzere Nureddin'in yanma vardı.»

Bu senede İbn Şamî, Nizamiye müderrisliğinden azledilip yerine Ebü'1-Hayr el-Kazvinî atandı.

Cemaziyelahir ayında Fakih Mucir hapsedildi. Zındık, dinsiz na­mazsız ve oruçsuzlukla itham edildi. Ama bazı kimseler onun hesabına öfkelenip suçsuz olduğunu söylediler. Anlatıldığına göre o, Hadisiye mıntıkasında vaaz vermiş, 30.000 kadar dinleyici etrafında toplanmış­tı.

İbnu's-Saî dedi ki: «Bu senede halife Müstedî'nin oğlu Ahmed yük­sek bir kubbeden yere düşmüş, ama salimen kurtulmuştu. Sadece sağ eli çıkmıştı. Düzelinceye kadar sol eliyle işlerini görüyordu. Biraz da burnunun üstü sıyrılmıştı. Beraberinde Necah adında siyahi bir hiz­metçisi de vardı. Hizmetçi, efendisinin düştüğünü görünce kendisi de ardı sıra kendini yere atmış «Efendim öldükten sonra benim yaşamaya ihtiyacım yoktur» demişti. Kendisi de salimen kurtulmuştu. Ahmed Ebü'l-Abbas en-Nasır (yani kubbeden yere düşen) halife olduğunda kö­lesi Necah'ı unutmamış, onu bir devlet görevine tayin etmiş, ona ihsan­da bulunmuştu. Kubbeden yere düştüklerinde ikisi henüz çocuk yaşta idiler.

Bu senede Melik Nureddin, maiyetindeki ordusu, Ermeni hüküm­darı ve Malatya valisi ile birçok melik ve ümera olmak üzere Rum belde­lerine doğru yürüdü. Onların birkaç kalesini fethetti. Rum kalesini muhasara etti. Kale komutanı cizye olarak 50.000 dinar vererek onunla barış andlaşması yaptı. Sonra Nureddin Haleb'e döndü. Bütün istekle­rinin yerine getirilmiş olduğunu gördü. Sonra sevinç ve sürür içinde Dı-maşk'a geldi.

Bu senede Melik Selahaddin, Yenıen'i fethetti. Bunun sebebi şuy­du: Selahaddin, Abdünnebi b. Mehdi adında birinin ülkeyi istila ettiğini, halkı kendisine beyate davet ettiğini, imam adını aldığını, yeryüzünün tümüne hakim olacağına dair iddiada bulunduğunu duymuştu. Bundan önce de kardeşi Ali b. Mehdi de aynı şekilde Yemeni istila etmiş ve orayı Ehl-i Zübeyd'in elinden almıştı. Hicretin 560. senesinde Ali b. Mehdi öl­dükten sonra kardeşi Abdünnebi bu defa Yemen'i istila etmişti. Her iki­si de içi ve dışı bozuk, muamelesi kötü kimselerdi. Askerlerinin çoklu­ğundan ve kuvvetinin fazla oluşundan ötürü Selahaddin, Abdül-mü'min'in üzerine bir müfreze göndermeğe karar verdi. Büyük kardeşi Şemsü'd-Devle heybetli, bahadır ve yürekli bir kimse olup Yemenli şair Ammare'nin meclisinde bulunanlardandı. Ammare ona daha önceleri Yemen'i ve güzelliklerini, oradaki ürünlerin çokluğunu anlatmıştı. Bu da Şemsü'd-Devle'yi bu müfreze ile birlikte bu senenin recep ayında Ye-men'e Abdünnebi b. Mehdi'nin üzerine gitmeğe şevketti. Bu amaçla Ön­ce Mekke'ye gidip orada umre yaptı. Sonra da Zebid şehrine gitti. Ab-dünnebi'nin karşısına çıktı. Onunla savaştı. Nihayet Şemsü'd-Devle Nurşah onu hezimete uğratıp hür olan karısıyla birlikte esir aldı. Ab-dünnebi'nin karısı zengin, malı mülkü çok bir kadındı. Ancak Şemsü'd-Devle Nurşah onu, malının mülkünün ve kıymetli defineler ile hazine­lerinin başında bıraktı. Askerler Zebid şehrini yağmaladılar. Sonra Şemsü'd-Devle Nurşah Aden'e yöneldi. Aden hükümdarı Yasir onunla savaştı. Yasir hezimete uğrayıp esir düştü. Ufak bir kuşatmadan sonra şehir düştü. Şemsü'd-Devle Nurşah, askerleri şehri yağmalamaktan men etti ve «Ülkeyi tahrip etmeye değil aksine şenlendirip hakimiyeti­miz altına almağa geldik» dedi. Sonra halka güzel ve adilane bir muame­lede bulundu. Halk onu sevdi. Bunun ardı sıra diğer kaleler, şehirler ve mıntıkalar da teslim oldular. Böylece bütün Yemen ülkesi Şemsü'd-Devle Nurşah'a boyun eğdi. Ülke ve halkı, kalbinin kapılarını ona açtı. Abbasi halifesi Müstedi adına orada hutbe okutuldu. Abdünnebi adını alan sahtekâr öldürüldü. Yemen onun pisliğinden kurtulup eski safiye­tine kavuştu. Şemsü'd-Devle Nurşah bu durumu kardeşi el-Melikü'n-Nasır Selahaddin'e fetih haberi ile birlikte müjdeledi. Melik Selahad-din'de bu durumu Nureddin'e bildirdi. Nureddin de bunu Yemen'in fetih müjdesiyle birlikte halifeye müjdeledi ve Yemen'de halife Müstadi adı­na hutbe okumaya başlandığım bildirdi.

Bu senede Selahaddin, Melik Nureddin'in isteğine uygun olarak Mısır diyarının gelir ve giderlerinin listesini hazırlattı. Buna dair mek-

tup kendisine ilk geldiği zamanda Selahaddin emre uymayacağını inti­baını verdi, ama daha sonra kendi güzel huyuna döndü. İtaat edeceğini söyledi ve hesapların yapılıp cetvellerin çıkarılmasını ve buna dair ceva­bın Melik Nureddin'e bildirilmesini görevlilere emretti. Divanda çalı­şanlar, hesapçılar ve katiplerden oluşan bir cemaat hemen işe koyuldu. Çıkarılan hesaplar, İbn Kayseranî vasıtasıyla Melik Nureddin'e gönde­rildi. İbn Kayseranî ile birlikte çok kıymetli hediyeler ve armağanlar da Melik Nureddin'e gönderilmişti. Hediye ve armağanlar arasında üzeri düz çizgilerle kaplanmış beş kıymetli yüzük, nefis cevherlerden yapıl­mış 100 adet gerdanlık, ayrıca belhoş taşları ve yakutlarla mücevher ta­neleri, kıymetli kumaşlar, kaplar, ibrikler, altın ve gümüş tabaklar, eği­tilmiş atlar, güzel suretli köle ve cariyeler, ağızlan kilitli ve mühürlü on sandık dolusu altın vardı. Bu sandıklarda harcamaya hazır Mısır altın­ları vardı ki kaç 100.000 tane olduğu bilinemez.

Bu hediye ve armağanları taşıyan kervan, Mısır diyarından ayrıl­dıktan sonra Şam diyarına varmadan Melik Nureddin vefat etti. Gökle­rin ve yerlerin Rabbi ona rahmet etsin. Selahaddin, Melik Nureddin'in vefat haberini duyunca bu hediye ve armağanları taşımakta olan kerva­nın tekrar Mısır'a geri getirilmesi için peşine görevlileri gönderdi. Anla­tıldığına göre bu hediye ve armağanlar geri getirilip Selahaddin'in önü­ne konulduğunda hediye ve armağanlara elini sürmemiştir. [2]

 

Ammare B. Ebu'l-Hasan'ın Öldürülmesi

 

Ammare b. Ebul-Hasan b. Zeydan el-Hakemî. Kahtanlıdır. Künye­si Ebu Muhammed olup lakabı Necmeddin el-Yemenî'dir. Fakih ve şair­dir. Şafiî mezhebine mensuptu. Ölüm sebebi şuydu: Fatımî Devleti za­manında yöneticilik yapmış önde gelen şahsiyetlerden bir grup bir ara­ya gelip toplandılar. Ve yıkılan Fatımî Devleti'ni yeni baştan kurmak hususunda kendi aralarında anlaştılar. Haçlılara mektup yazarak on­ları yardıma çağırdılar. Fatımîlerden de birini halife tayin ettiler. Ayrı­ca vezir ve emirleri de tayin ettiler. Bütün bu olup bitenler Sultan Sela­haddin'in Kerek mıntıkasında bulunduğu bir esnada meydana gelmişti. Sonra Mısır'a dönmüştü. Ammare el-Yemeni, Haçlıların kendilerine yardıma gelmesi durumunda Mısır ordusunun onlara karşı direnecek gücü bulamaması için Şemsü'd-Devle Turanşah'ı Yemen'e sefer yapma­ya teşvik etti. Şemsü'd-Devle Turanşah da Yemen seferine gitti. Ancak Ammare onunla birlikte Yemen'e gitmedi. Aksine Kahire'de kaldı ve Fatımî devletini yeniden kurabilmek için gerekli işleri sürdürdü. Adam­ları topladı. Onlarla görüşmeler yaptı. Kendi safına adamlar kazanma­ğa çalıştı. Fatımî Devleti'nin kurulması için propaganda yapanların en önde gelenlerindendi. Bazı akılsız ve aceleci olan Selahaddin taraftarlarını da kendi saflarına kattı. Kendisine en muhtaç oldukları bir zaman­da Şeyh Zeyneddin Ali b. Neca adındaki vaiz, Fatımîlere ihanet etti. Yapmakta oldukları desiseleri Sultan Selahaddin'e bildirdi. Sultan Se-lahaddin de ona bol miktarda mal ve para verdi. Kıymetli elbiseler giy­dirdi. Bundan sonra Selahaddin bu Fatımî komplocularını birer birer huzuruna çağırdı. Sorguladı. Onlar da suçlarını itiraf edince onları hap­se attı. Fıkıhçılara, bunlara ne yapacağına dair fetva sordu. Onlar da komplocuların öldürülmesi yolunda fetva verdiler. Bundan sonra Sul­tan Selahaddin komplocuların reis ve önde gelenlerini öldürmeleri için görevlilere emir verdi. Onlara tabi olanları ve köleleri öldürtmedi. Geri­de kalan Ubeydî (Fatımî) askerlerin de uzak mıntıkalara sürgün edil­melerini emretti. Halife Adid'in çoluk çocuğunu ve aile efradını bir ko­nakta yalnız yaşamaya mahkum etti. Onlara ne fayda ne de zarar ulaş­mıyordu. Kendilerine uygun erzak ve elbiseleri verdi.

Ammare el-Yemem, Kadı Fadıl'ın karşıtı ve düşmanı idi. Ammare, Sultan Selahaddin'in huzuruna getirildiğinde Kadı Fadıl, onun için şe­faatçi oldu.Ancak Ammare kendi aleyhinde konuştuğunu zannetti ve «Ey efendimiz, ey sultanımız onun sözlerine kulak verme» deyince Kadı Fadıl Öfkelenerek saraydan çıkıp gitti. Sultan Selahaddin de Ammare el-Yemenî'ye «O sadece senin için şefaatçi oluyordu» deyince Ammare, bu söylediklerine son derece pişman oldu. İdam edilmeye götürülürken de Kadı Fadıl'ın konağına uğradı. Onu görmek istedi. Ancak Kadı Fadıl ona görünmedi. O esnada Ammare şu şiiri okudu:

«Abdurrahim benden kaçıp gizlendi. Hayret ki kurtuluşum da onun elindeydi.»

İbn Ebi Tayy dedi ki: «İdam edilenler arasında Fadıl b. Kâmil adın­daki kadı da vardı. Bunun asıl adı Ebü'l-Kasım Hibetullah b. Abdullah b. Kâmil'di. Mısır diyarının Fatımîler zamanındaki kadilkudatı olup Fahrü'l-Ümerâ lakabını taşırdı. İdam edilenlerin ilki o oldu. Katip İmad böyle demiştir. Ancak bu zat faziletli ve edepli bir kişi olup yüksek dere­cede şiirleri vardı. Reffa'm kölesiyle ilgili olarak söylediği şu şiir onun ne denli yüksek bir şair olduğunu göstermektedir:

«Ey her elbisenin söküğünü diken, Ona olan sevgim itikad söküğümü dikmedi, Ayrılığın gönlümde meydana getirdiği söküğü, Belki vuslat eli diker.»

İdam edilen Fatımîler arasında Fatımî propagandacılarının başı olan Abdülkavi'nin oğlu da vardı. Bu, saraydaki definelerin yerini bilir­di. Definelerin yerini göstermek için kendisine baskı yapıldı. Ancak defi­nelerin yerini göstermeyince kendisine işkence yapıldı. Bu yüzden öldü ve definelerin yeri de bilinemedi.

Divan nazırı Uveyris de idam edilen Fatımî propagandacıları ara­sındaydı. Bununla beraber o kadılık yapmıştı.

Sekreter (Sır katibi) Şibriya, Mısırlı kâtip Abdüssamed, Neccah el-Hemmanî de idam edilenler arasındaydı. Hristiyan bir müneccim bu işin, ilm-i nücum bilmekle tamamlanacağı müjdesini onlara vemişti. O da idam edildi. [3]

 

Şair Ammare El-Yemenî

 

Ammare, mantıki şiirler söyleyen belagat ve fesahat sahibi bir şair­di. Bu alanda kimse onun derecesine yetişemezdi. Meşhur bir şiir divanı vardır. Tabakatü'ş-Şafiîye adlı eserde ondan bahsetmiştim. Çünkü o, Şafiî mezhebi ile iştigal ederdi. Feraize dair bir eseri, Kitabü'l-Vüzerai'l-Fatımîyyin ve Mısır halkının, sağlamlığına güvendiği nefis bir siyer ki­tabı vardır. Kendisi faziletli, edip ve fakih bir kişiydi. Yalnız Fatımîlere dost olduğu söylenirdi. Fatımîler ve onların vezirleriyle emirleri hak­kında cidden birçok methiyeleri vardır. Ama Rafizi olduğuna dair ufak emareleri de vardı. Zındıklık ve kâfirlikle itham edilmiştir. el-Ceride ad­lı eserde Kâtip İmad'm anlattığna göre Ammare, bir kasidesinde şöyle demiştir:

«İlim bayrağa muhtaç olduğundan beri,

Kılıcın keskinliği, kaleme olan ihtiyacı yok etmiştir.»

Bu çok uzun bir kasidedir. Birçok küfür ve zındıklık ifadeleri içer­mektedir. Katip İmad'ın ifadesine göre bu kasidede şöyle bir beyit de vardır:

«Bu dinin başlangıcı sade bir adamla oldu.

O çalışıp çabaladı. Nihayet ona ümmetlerin seyyidi denildi.»

Mısırlı alimler onun öldürülmesine fetva verdiler.

Sultan Selahaddin'i de ona ve emsallerine işkence yapmağa teşvik ettiler. Yukarıdaki beyit onun aleyhine bir delil olarak kullanılabilir. Doğrusunu Allah bilir.

İbnu's-Saî onun yüksek manalar içeren şiirlerinden bazılarını nak-letmiştir. Bu şiirlerinden birinde bir hükümdarı şöyle övmüştü:

«Alnının parıldayan yerini öptüğümde,

Ondan ayrıldığımda parlaklık alnımın üzerine geçti,

Elini öpüp yanından ayrıldığımda,

Hükümdarlar elimi öpmeye başladılar.»

Şu şiir de Ammare'ye aitti:

«Reşa el-Özri'ye aşık olduğuma dair mazeretim vardır.

Gözyaşı beni kahrettiğinden bu yana artık inkâr da edemiyorum.

Endamlara, yanakları öpmeye, memeleri göğsüme bastırmaya,

Benim arzu ve ihtiyacım vardır.

Benim tercihim budur. Beğeniyorsan bana uy.

Yoksa bırak beni aşkımla başbaşa kalayım.»

Ammare idam edilirken el-Kindî şöyle bir şiir okumuştu:

«Ammare İslamda bir cinayet işledi açıkça,

Onda iken kilise ve haça beyat etti.

Hz. Ahmed'e buğz etmekle şirkin ortağı oldu.

Haçı sevdiğinden ötürü idam edildi.

Yarın kendi nefsi için yaptığı gayretin karşılığını bulacaktır.

Cehennem alevleri içinde irin içecektir.»

Melikü'n-Nasır Sultan Selahaddin bu senenin ramazan ayının ikinci cumartesi gününde bunları Kahire'nin iki kasrı arasında idam et­tirince durumu ve bunların uğradığı cezalarla perişanlıkları bir mek­tupla Melik Nureddin'e bildirdi.

Katip İmad dedi ki: «Sultan Selahaddin'in konuya ilişkin mektubu merhum Nureddin'e vefat ettiği günde ulaştı. Aym şekilde Sultan Sela­haddin, insanları fitneye düşüren İskenderiyeli Kadid el-Kafacî adında birini de öldürdü.İnsanlar bu adama tutulmuşlar, kazançlarının bir bö­lümünü ona vermişlerdi. Kadınlar bile mallarının bir kısmını ona ver­mişlerdi. Selahaddin'in askerleri kendisini kuşatma altma aldıklarında Kadid el-Kafacî kaçıp kurtulmak istedi ama artık zaman kurtuluş za­manı değildi. Kendisinden öncekinin akibetine uğratılarak Öldürüldü.

Ammare'nin, halife Adid'e, devletine ve hilafet dönemine dair şöyle bir mersiyesine rastlanılmıştır:

«Kısır kimsenin biricik evladını kaybedişine üzülüşü gibi,

Ben de halife Adid'in geçen zamanına üzülüyorum.

Senin sarayının taşlarına bakıp üzülüyorum.

Çünkü ey peygamberin oğlu,insanlar senin sarayına kalabalıklar halinde akıp gelirlerdi.

Şimdi ise o saray bomboş ve ıssızdır.

Bulanık ve engin denizin dalgalarını andıran,

Askerlerinden uzakta ve ayrılıktasın.

İnsanların en akıllılarını ülkenin emin kişileri kılıp görevlendir­din.

Ama şimdi bozulan şeyi onaracak güç ve takat kalmadı.

Umarım ki geceler size,

Yaptığınız güzel şeyleri tekrar iade ederler.»

Şu kaside de ona aittir:

«Ey Fatıma evladını sevdiğimden ötürü beni kınayan kişi! Eğer beni kınamakta kusur edersen sana ayıplar olsun. Allah aşkına Kasreyn sahasını ziyaret et ve benimle birlikte ağla. Ağlamak, Sıfîîn ile Cemel için layık değildir. Kasreyn ahalisine dedi ki: Allah'a yemin ederim ki, Aranızda yaralarım ve çıbanlarım şifa bulmadı, kapanmadı. Haçlıların, müminlerin emiri Ali'nin iki oğlunun nesline, Yaptıkları hakkında sen ne diyorsun?»

er-Ravzateyn adlı eserde Şeyh Ebu Şâme, Ammare'nin Fatımîleri methettiğine dair birçok şiirler nakletmiştir. İbn Hallikan da aynı şekil­de bu kabil şiir nakletmiştir. [4]

 

İbn Kasrul

 

Metâliu'î-Envar adlı kitabın sahibidir. Kadı İyaz'ın Meşariku'1-En-var adlı eseri üzerine bu eserini yazmıştır. İbn Kasrul, kendi ülkesinin meşhur alimlerinden ve faziletli şahsiyetlerin dendi. Bu senenin şevval ayının altısında cuma namazından sonra altmışdört yaşında ani bir ölümle vefat etti. ibn Hallikan böyle demiştir. Doğrusunu noksanlıklar­dan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [5]

 

Nureddin Mahmud Zenginin Vefatı Ve Onun Adil Yönetiminden Bazı Kesitler

 

Adil hükümdar Nureddin Ebü'l-Kasım Mahmud b. Melik Atabeg Kasimü'd-Devle İmadüddin Ebu Said Zengi eş-Şehid b. Melik Aksungur Atabeg Kasimü'd-Devle et-Türki es-Selçukî. Hicretin 511. senesinin şevval ayının onyedisinde pazar günü güneşin doğuşu esnasında Ha­lep'te dünyaya geldi. Haieb, Musul ve buralara bağlı birçok beldelerin hükümdarı olan babası İnıadüddin'in kontrolü altında yetişti. Kur'ân-ı Kerim, Farsça ve Rumca'yı öğrendi. Şehametli, şecaatli, yüksek himmet sahibi, iyi niyetli, saygılı, dindarlığı apaçık belli olan bir kimseydi. Ca-ber kalesini kuşatmakta iken hicretin 541. senesinde babası öldürüldü. Nitekim bu hususu önceki kısımlarda da anlatmıştık. Melik, Halep'te bulunan oğlu Nureddin'in yanma geldi. Kardeşi Seyfeddin Gazi ona Mu­sul'u verdi. Sonra kendisi ilerledi. Hicretin 549. senesinde Dımaşk'ı aldı. Ahaliye iyi davrandı. Onlar için medreseler, mescidler ve hankâhlar yaptırdı. Yollarını ve caddelerini genişletti. Yolların ve caddelerin ke­narlarına kaldırımlar yaptırıp çarşıları ve pazarları genişletti. Hayvan pazarına, buğday pazarına, kavun, karpuz satılan yerlere ve benzer ma­hallere vergiler, harçlar koydurdu. Hanefî mezhebine mensuptu. Alimleri ve yoksulları sever, onlara saygı gösterip ikramda bulunur ve iyilik ederdi. Hükümlerini güzelce, adaletle ve şeriat-ı mütahharaya uygun olarak verirdi. Adalet meclisleri kurar ve bu meclisleri bizzat kendisi yö­netirdi. Bu meclislerine her mezhepten kadılar, fakihler ve müftüler ka­tılırlardı. Bütün Müslümanlar ve zimmiler rahatça kendisine ulaşabil­sinler ve onlara eşitçe muamelede bulunabilsin diye Keşk mıntıkasında bulunan Mescidü'l-Muallak'ta salı günleri adalet meclisi[6] kurardı.

Daha Önce harabe olan Yahudi mahallesine sur çekti. Kessan kapı­sını kapattı. Babül-Ferec'i açtı. Daha önce orada hiç kapı yoktu. Kendi ülkesinde sünneti izhar etti. Bid'atı öldürdü. Babasının ve dedesinin ha­kimiyeti zamanında ezanlarda okunmayan "Hayye alassalâ ve hayye alelfelah" cümlelerinin okunmasını emretti. Önceleri ezanda bu iki cümle yerine sadece "Hayye ala hayril amel" ifadesi okunuyordu. Çünkü böylece Rafizilerin sembolü ortaya konulmuş oluyordu.

Nureddin, hudutları korudu. Kaleleri fethetti. Haçlıları defalarca bozguna uğrattı. Onların ellerinde bulunan birçok müstahkem kaleyi kurtardı. Müslümanlara ait olan bu kaleler, onlar tarafından istila edil­mişti. Nitekim bu husus önceki senelerin olaylarından bahsedilirken detaylı olarak anlatılmıştı. Hacılara sataşmasınlar diye Bedevilere bir­çok arazileri ikta olarak verdi. Dımaşk'ta bir hastahane yaptırdı ki, Şam mıntıkasında ne daha önce ne de daha sonra bu hastahanenin benzeri görülmemiştir. Öksüzlere okuma yazma öğretecek öğretmenler için va­kıf kurdu. Onlar için nafaka ve elbise tahsis etti. Haremeyn'e de yani Mekke ve Medine'de mücavir olarak yaşayan kimseler için de vakıf kur­du. Bütün hayır yollarında sarfedilecek parayı temin etmek için vakıflar kurdu. Dullara ve muhtaçlara bakılması için de vakıf kurmuştu. Dı-maşk'taki Emevi Camii yıkılmaya yüz tutmuştu. Bakım ve onarımına nazır olarak Musullu Kadı Kemaleddin Muhammed b. Abdullah eş-Şehrezorî'yi tayin etti. Bu zatı ayrıca Dımaşk kadilkudatlığına da tayin etti. Kadı Kemaleddin Dımaşk Camii'nin onarımını yaptırdı. Dört meş-hedini açtırdı. Hicretin 461. senesinde çıkan yangında camiinin eşyaları o meşhedlere konulmuştu. Camiinin bilinen vakıflarına ek olarak vak-fedicileri bilinmeyen, şartları hakkında bilgi sahibi olunmayan bazı vakıfları da ilave etti ve hepsini bir vakıf haline getirdi ve bunlara da "malü'l-mesâlih" adını verdi. İhtiyaç sahiplerini, yoksulları, düşkünle­ri, dulları, Öksüzleri ve benzeri muhtaç kişileri de bundan yararlandırdı.

Allah rahmet etsin Nureddin, güzel yazı yazan, çokça dini kitapları mütalaa eden, peygamberlerin izine tabi olan, namazları cemaatle kıl­maya özen gösteren, çokça Kur'ân okuyan, hayır yapmayı seven, iffetli, namuslu, tutumlu kendi şahsına ve aile efradına giyecek ve yiyecekleri ölçülü olarak veren bir kimseydi. Hatta denilmiştir ki: «Kendi zamanın­daki en düşük fakir bile ondan daha fazla para harcardı.» Bununla bera­ber o, para biriktirmez ve dünyaya önem vermezdi. Ne öfke, ne de sevinç halinde ağzından asla kötü bir söz çıkmamıştı. Vakarlı ve suskun bir kimseydi.

İbnü'1-Esir dedi ki: «Ömer b. Abdülaziz'den sonra Melik Nureddin gibisi gelmedi. Onun kadar adaleti araştıran, onun kadar insaflı ve mer­hametli bir kimse görülmedi. Hunıus'ta birkaç dükkânı vardı. Bunları kendi payına düşen ganimetlerle satın almıştı. Bunların kira gelirleriy­le geçimini sağlardı. Karısı bu kiraları artırarak nafakasını temin etti»

Melik Nureddin, Beytülmaldan kendisine ne kadar nafakanın he­lal olacağını alimlere sordu. Onların verdiği fetvada belirtilen miktarda Beytülmaldan nafaka aldı. Açlıktan ölse bile fazla nafaka almadı. Kürre ile çok oynardı. Büyük salihlerden biri onu bu yüzden kınadı. O da şu ce­vabı verdi: Ameller niyetlere göredir. Ben bu oyunu oynamakla atlan hücuma ve geri kaçmaya alıştırmak istiyorum. Biz cihadı terk etmeyiz» Melik Nureddin ipek elbiseler giymezdi. Kendi kazancını yerdi. Kılıcıy­la ve mızrağıyla elde ettiği paralarla geçimini sağlardı.

Birgün arkadaşlarından biriyle beraber ata bindi. Güneş arkala­rında, gölgeleri ,i s e önlerindeydi. gölgelerine kavuşamıyorlar di. Sonra geri döndüler. Bu defa gölgeleri arkalarına düştü. Nureddin atını sürdü, koşturdu. Gölgesi yine onu takip ediyordu. Arkadaşına dedi ki:

«İçinde bulunduğumuz durumun neye benzediğini biliyor musun? Ben bunu dünyaya benzettim. Dünyayı elde etmek isteyen kimseden dünya kaçar. Ama dünyadan kaçan kişiyi ise dünya kovalar.»

Şairin biri bu anlamda şöyle bir şiir okumuştur:

«Elde etmek istediğin rızık, seninle birlikte yürüyen gölgeye ben­zer.

Acele de etsen o gölgeye kavuşamazsın.

Ama arkanı dönüp gittiğinde gölge seni takip eder.»

Melik Nureddin, Hanefî mezhebinin fıkhını iyi bilirdi. Hadis dinle­di, rivayet etti. Geceleri seher vaktinde çokça namaz kılardı. Sabah olup atma bininceye kadar namaza devam ederdi:

«Allah'ın huzurunda hem şecaati hem de hüşuu bir oraya getirdi. Şecaatli kimselerin mihrapta namaz kılmaları ne güzeldir.»

Zevcesi İsmetüddin Hatun binti Atabeg Muineddin de aynı şekilde geceleri çokça namaz kılardı. Bir gece uyku bastırdı. Virdini yapamadan uykuya daldı. Sabahleyin öfkeli olarak uyandı. Nureddin niçin öfkelen­diğini sorduğunda karısı virdini yapmasına engel olan uykusunu sebep olarak gösterdi. Bunun üzerine Nureddin seher vakti kalede gece namazı kılmak isteyenleri uykudan uyandırmak için tabılhane çalınmasını emretti. Tabılhane çalacak adama da bol miktarda ücret ve erzak verdi.

«Toprak altında çürüseler bile Cenâb-ı Allah bu kemikleri af ve guf­ran örtüsüyle örtsün.

Ya da mezarlarını ruh ve rehyanla dolduracak. Bir rahmet duasını onlara yapın.»

İbnü'l-Esir'in anlattığına göre bir gün Melik Nureddin kürre oyna­makta iken bir adamın kendisini göstererek bir başkasıyla konuşmakta olduğunu gördü. Hacibini, durumu öğrenmesi için o adamların yanına gönderdi. Hacip o adamın hakim tarafından gönderilen bir görevli ile birlikte konuşmakta olduğunu ve Nureddin üzerinde hakkı bulunduğu­nu iddia ettiğini, kadı nezdinde muhakeme olmak istediğini gördü. Ha-cib, Nureddin'in yanına dönüp durumu bildirdiğinde Nureddin elindeki çevganı bıraktı. Hasmı ile birlikte yaya olarak Kadı Şehrezorî'nin yanı­na gitti. Nureddin, yolda gitmekte iken kadıya haber salarak "Bana ha­sımlara uyguladığın muameleyi uygula» diye bildirdi. Hasmıyla birlik­te kadının makamına vardıklarında Nureddin, kadının huzurunda hasmıyla birlikte ayakta durdu. Dava sonuçlanıncaya kadar oturmada. Neticede adamın Nureddin üzerinde bir hakkı olduğu tesbit edilemedi. Aksine Sultan Nureddin'in o adam üzerinde hakkı bulunduğu tesbit edildi. Durumu açıklığa kavuştuğunda Sultan Nureddin, «Ben, herhan­gi bir kimse davet edildiği zaman şeriata gitmekten imtina etmesin diye-hasmımla birlikte buraya geldim. Çünkü aşağısı ve yukarısı ile birlikte bütün olarak biz emirler topluluğu Rasûlullah (s.a.v.)'in hizmetçileri­yiz. Onun şeriatının muhafızlarıyız. Onun huzurunda usule uyup itaat ederiz. Verdiği emirleri yerine getirir, yasaklarından sakınırız. Bu ada­mın bende hakkı bulunmadığını biliyordum. Ama şahit olun ki iddia et­tiği araziyi kendisine hibe edip mülk ettim» dedi.

İbnü'1-Esir dedi ki:

«Melik Nureddin ilk defa adalet sarayı inşa ettiren hükümdardır. Haftada iki kez orada meclis kurardı. Başka bir rivayete göre ise dört kez meclis kurarmış. Hatta beş kez meclis kurduğuna çeşitli mezheplere tabi kadı ve fakihler katılırlardı. Mecliste bulunduğu zamanlarda her­hangi bir hacip veya görevli, insanların onun yanına girmesine engel ol­mazdı. Güçlü de zayıf da gidip onunla görüşebilirdi. Yanına gelen kim­selerle konuşur, dertlerini dinler haksızlıkları ortaya çıkarır[7], mazlu­mun zalimdeki hakkını alırdı.

Esedüddin b. Sadi, Melik Nureddin katında yükselmiş, itibar sahi­bi olmuş, nihayet hakimiyette onun ortağı gibi olmuştu. Mal, mülk, çiftik ve köy sahibi olmuştu. Naibleri bazan komşu arazilerin ve emlakin sahiplerine haksızlık ederlerdi. Kadı Kemaleddin ise haksızlığa uğra­yıp emirleri şikayet eden kimselerin haklarını emirlerden alıp verirdi. Ancak sözünü ettiğimiz Esedüddin b. Sadi'ye karışamıyordu. Melik Nu­reddin adalet sarayım inşa ettirdiğinde Esedüddin, naiblerin, herhangi bir kimsenin hakkım üzerlerinde bırakmamasını, kendisinden alacağı bulunan kimselerin haklarını da -her ne kadar çok olsa da- ödemelerini emretti. Çünkü Melik Nureddin'in karşısında zalim bir kimse olarak gö­rünmekten veya halktan herhangi bir hasmı ile birlikte onun huzurun­da muhakeme edilmektense bütün malından mahrum kalmaya razı ol­muştu. Naibleri onun bu emirlerini yerine getirdiler.

Melik Nureddin, uzun süre adalet sarayında oturup bekledi. Her­hangi bir kimsenin Esedüddin'den şikayetçi olduğunu görmedi. Bu du­rumu kadıya sordu. Kadı da durumun iç yüzünü ona anlatınca Melik Nureddin Allah'a şükredip secdeye kapandı ve «Üzerlerindeki haksız­lıkları giderip adaleti kendi nefislerine tatbik eden arkadaşlara bizi sa-' hip kıldığı için Allah'a hamd olsun» dedi.

Melik Nureddin'in şecaatine gelince bu hususta şöyle denilmiştir: At sırtında ondan daha şecaatti, ondan daha sebatlı kimse görülmemiş­tir. Güzel kürre oynardı. Bazan küreye elindeki çevganla vurur, peşine düşer ve kürreyi havada iken eliyle yakalardı. Sonra da o kürreyi mey­danın sonuna fırlatırdı. Çevganınan tepesinin üstüne çıktığı görülme­mişti. Çevganı da elinde iken görülmezdi. Çünkü yeni çevgamnı örtü­yordu. O eğlenmek için kürre ile oynardı. Savaşta şecaatli ve sabırlı bir kimseydi. Bu hususta o örnek gösterilmiştir. Kendisi şöyle demiştir:

«Defalarca kendimi şehid olmak için savaşta ileriye attım, fakat na-sib olmadı. Eğer bende bir hayır bulunsaydı ve Allah katında da kıymetli bir kimse olsaydım, Allah bana şehidlik nasib ederdi. Ameller ancak ni­yetlere göredir.»

Birgün Kutbeddin en-Nisaburî ona şöyle demişti:

- Allah aşkına ey efendimiz, ey sultanımız, kendini tehlikelere at­ma. Çünkü sen Öldürülecek olursan maiyetindeki herkes öldürülür. Ül­ke zaptedilir. Müslümanların durumu bozulur.

- Sus ey Kutbeddin! Senin bu sözlerin Allah'a karşı bir edepsizlik­tir. Nureddin Mahmud da kim oluyor? Benden önce dini ve ülkeyi kendi­sinden başka ilah bulunmayan zat korumuyor muydu? Nureddin Mah­mud da kim oluyor?

Onun bu sözleri karşısında meclisinde bulunan herkes ağlamıştı. Allah ona rahmet etsin.

Gazalardan birinde Melik Nureddin bir haçlı kontunu esir almıştı. Onu öldüreyim mi yoksa ödeyeceği fidye karşılığında serbest mi bıraka­yım? diye Ümeraya danıştı. Kont, serbest bırakılmak için çok miktarda

fidye ödemeyi taahhüd etmişti. Emirler ihtilaf ettiler. Sonra Melik Nu-reddin, alacağı fidye karşılığında onu serbest bırakmayı uygun buldu. Esir kont da yakınlarından birini Melik Nureddin'e ödeyeceği fidyeleri getirmesi için kendi ülkesine gönderdi. Giden adam da kısa zamanda fidyeyi getirip teslim edince Melik Nureddin o haçlı kontunu salıverdi. Haçlı kontu ülkesine ulaşır ulaşmaz öldü. Melik Nureddin ve arkadaşla­rı bu duruma şaştılar ve o esir Haçlı kontun ödemiş olduğu fidye ile Dı-maşk'ta, ülkede benzeri bulunmayan bir hastahane yaptırdılar. Bu has­tahanede yoksulların ve düşkünlerin tedavi görmeleri şart koşuldu. Ama başka yerde bulunmayan bir ilaca ihtiyaç duyulduğunda ve o ilaç da sadece bu hastahanede bulunacak olursa o zaman zenginlerin de bu hastahaneden yararlanmalarına müsaade edilecekti. Hastahaneye ge­len herkese şurup içirebilecekti. Nureddin de oraya geldiğinde hastana-nenin şurubundan içmişti. Allah rahmet etsin.

Ben derim ki: Yapıldığı günden beri o hastahanedeki ateş sönme­miştir. Doğrusunu Allah bilir.

Yollarda, burçlarda birçok hanlar inşa ettirmiş, korkulu yerlere bekçiler tayin edip onlara aylık bağlamıştı. Haberleri kısa sürede kendi­sine ulaştıran hevadi güvencinleri kullanmıştı. Ribatlar ve hankâhlar yaptırmıştı. Yanında fakihler, şeyhler, sofiler toplanır, o da onlara ik­ramda bulunup saygı gösterirdi. Salih kimseleri severdi. Emirlerden bi­ri onun yanında fakihlerden Kutbeddin en-Nisaburî'nin aleyhinde ko­nuşunca Melik Nureddin o emire şöyle cevap vermişti:

«Yazıklar olsun sana. Eğer dediklerin doğruysa, onun bu kötülük­lerini yok edecek kadar birçok iyilikleri vardır. Eğer bu dediklerin doğ­ruysa yapmış olduğun gıybete kefaret olacak kadar iyiliklerin yoktur. Kaldı ki ben seni doğrulamıyor um. Bir daha sen veya başkası o zatın aleyhinde konuşacak olursanız sana eziyet ederim.»

Bundan sonra o emir, Fakih Kutbeddin'in aleyhinde konuşmaktan sakındı ve onun adını ağzına almadı.

Melik Nureddin, hadis dinlemek veya okumak isteyen kimseler için Dımaşk'ta bir dârülhadis inşa ettirdi. İbnü'l-Esir'in ifadesine göre ilk yaptırılan dârülhadis orasıdır.

Melik Nureddin, ümeranın kalbine şiddetli derecede heybet salan, korku verici, vakarlı bir zattı. Kendisi izin vermeden herhangi bir kimse onun huzurunda oturmaya cesaret edemezdi. Emir Necmeddin Eyyüp dışında hiçbir emir onun huzurunda izinsiz oturamazdı. Esedüddin Şir-kuh ve Haleb naibi Mecdüddin b. Daye ve diğer ekâbire gelince bunlar onun huzurunda ayakta dururlardı. Bununla beraber fakihlerden veya yoksullardan biri huzuruna girdiğinde kendisi ayağa kalkar, gelen ada­ma doğru birkaç adım atar, sonra onu vakar ve sükunetle beraberinde seccadesinin üzerine oturturdu. Bunlardan herhangi birine çok denecek birşey verdiği zamanda «Bunlar, Allah'ın askerleridirler. Bunların duaları bereketiyle düşmanlara karşı muzaffer oluyoruz. Bunların bey-tülmalde kat kat hakları vardır. Bu verdiklerimizden fazla alacakları vardır. Bu verdiğimiz azıcık şeyler ile bizden razı olacak olurlarsa biz kendilerine minnettar oluruz» derdi. Kendisinden dinlenen bir hadis cüz'ünde şu ibare vardı: «Rasûlullah (s.a.v.) kılıcını kuşanmış vaziyette çıktı»

Kendisi, Rasülullah'ta bulunan bir adeti insanların değiştirmesine şaşıyordu. Askerlerin ve komutanların, Rasûlullah (s.a.v.)'in kılıç kuşa­nışı gibi değil de kılıcı kemerlerine bağlamalarına şaşıyordu. Sonra as­kerlere kılıcı kuşanmadan taşımamalarım emretti. Bundan birgün son­ra da kendisi bütün askerlerine de aynı emri vererek kılıcını kuşanmış olarak içtima alanına gitti. Böyle yapmakla da Rasûlullah (s.a.v.)'e uy­muş olduğunu gösteriyordu. Allah ona rahmet etsin.

Veziri Muvaffaküddin Halid b. Muhammed b. Nasr el-Kayseranî -ki bu şair bir zattı- rüyasında kendisinin, Melik Nureddin'in elbiselerini yıkadığını görmüş vebu rüyasını Melik Nureddin'e anlatmıştı. Melik Nureddin de vergilerin ve harçların halkın üzerinden kaldırılmasını ve buna dair bir ferman yazılmasını emretti. Vezire de «Senin rüyanın tevi­li işte budur» dedi. Halka da kendilerinden almış olduğu vergileri, harç­ları, helal etmeleri için bir ilan yazdırdı ve bu harçlarla vergileri İslâm düşmanları olan kafirlerle yapılan savaşlara, ülke savunmasına, ka­dınların ve çocukların korunmasına sarfedildiğini bildirdi. Bu durumu ülkenin her tarafına mektuplarla bildirdi. Vaizlere de, tüccarlardan kendisi için helallik dilemelerini emretti. Secdeye kapanırken de şöyle derdi: «Allahım! vergiciye, haraççıya ve zalim öşürcüye yani köpek Mah-mud'a acı, merhamet et.»

Rivayet olunduğuna göre Burhaneddin el-Belhî, Melik Nureddin'in kafirlerle yaptığı savaşlarda vergi ve haraç paralarını kullanmasını kı­namış ve bir defasında ona şöyle demiş:

«Askerleriniz içki içip davul ve zurna çalarken nasıl muzaffer olur­sunuz?»

Başka bir rivayette anlatıldığına göre halkın üzerindeki ağır vergi­leri ve haraçları kaldırmasının sebebi şuymuş: Vaiz Ebu Osman el-Müntehab b. Ebi Muhammed el-Vasıtî büyük ve salih zatlardandı. Malı mülkü yoktu. Kimseden hiçbirşey kabul etmezdi. Vaaz meclisine gider­ken giydiği bir cübbesinden başka bir şeyi yoktu. Ama vaaz meclisine binlerce kişi gelirdi. Nureddin'e yaptığı işlerdeki kötülükleri hatırla­tan, korkutan, şiddetle uyaran beyitler içerici şu şiiri okumuştu:

«Ey mağrur kişi, senin kıyamet gününde huzuru ilahide duruşunu ve o esnada göklerin de çarpışmakta, titreşmekte olduklarını göz önüne getir hele.

Ey Nureddin! Haydi git bakalım, denildiğinde.

Nursuz olarak kalmaktan kork ve sakın.

İnsanları içki içmekten men ettin ama kendin haksızlıklar kâsesini içerek sarhoş olmuşsun.

İffetinden ötürü içki kâselerini kaldırdın ama haramların kâseleri senin üzerinde dolaşıyor.

Mezara götürülüp yalnız bırakıldığında,

Münker Nekir geldiklerinde ne diyeceksin?

Zorlu bir hesap yerinde yalnız başına zelil olarak bırakıldığında he­sap vereceğin zaman ne diyeceksin?

Hesap gününde zincirlere vurulup sürülürken hasımlar yakana yapışırlarken,

Askerlerin seni mezarın sıkıntılı darlığına bırakıp başını duvara yasladığında,

Keşke dünyada hükümdarlık yapmasaydın! diyeceksin.

Keşke insanlar bana emir demeselerdi, diyeceksin.

Bu izzet ve üstünlükten sonra o çukurda ölüler aleminde,

Hakarete uğramış olarak mezarda rehine olacaksın.

Hüzünlenip ağlayarak, ızdırap çekerek, çıplak olarak hasredile­ceksin.

O zaman halk içinde senin bir yardımcın ve eman vericin olmaya­cak.

İstermisin ki sen yaşayacaksın da kalbin çürümüş olsun.

Cismin sağlam olsun da kalbin harabe olsun.

İstermisin ki sen azapta terk edilesin de,

Başkaları Allah'a yakın olma saadetine ersinler,

Öyleyse kıyamet gününde gizliliklerin açığa çıktığı zamanda ken­dini kurtaracak bir hücceti şimdiden hazırla.»

Nureddin, bu beyti duyunca şiddetle, hıçkıra hıçkıra ağlamaya baş­ladı ve ülkenin her tarafındaki vergilerin kaldırılmasını emretti.

Musul'da bulunan Şeyh Ömer Molla ona bir mektup yazmıştı. Ken­disi oradaki yöneticilere ve emirlere, Şeyh Ömer Molla'ya danışmaksı­zın herhangi bir hususta karar vermemelerini, onun kendilerine verdiği emre uymalarını emretmişti. Şeyh Ömer Molla", salih ve zahid kimseler­dendi. Melik Nureddin her sene ramazan ayında ondan iftarlık şeyleri ödünç alırdı. Şeyh Ömer Molla da ona ekmek kırıntıları ve yufka gönde­rir, Melik Nureddin de bütün ramazan boyunca bu ekmek kırıntıları ve yufkalarla iftar ederdi. İşte sözünü ettiğimiz Şeyh Ömer Molla ona şöyle bir mektup yazmıştı:

«Fesatçılar çoğaldılar. Her tarafta bozgun yapıyorlar. Bunları ceza­landırmak gerekiyor. Bunun üstesinden ancak öldürmek asmak ve şid-

detli dayakla gelinebilir. Çölde yakalanan bir adam, kendi lehine şahid-lik yapacak birini nereden getirebilir?»

Melik Nureddin de bu mektubun arkasına şöyle bir cevap yazıp göndermişti:

«Cenâb-ı Allah, mahlukatı yarattı. Onlar için bir şeriat koydu. O, yaratıkları için en yararlı olan şeyi bilir. Eğer şeriate insanların yararı­na olacak bir ilave yapmak gerektiğini bilseydi, bunu mutlaka yapardı. Şu halde Cenâb-ı Allah'ın koyduğu şeriate ilave yapmaya ihtiyacımız yoktur. Kim herhangi bir ilave yapacak olursa şeriatın eksik olduğunu iddia etmiş olur ki, bu da Allah'a ve O'nun koymuş olduğu şeriate karşı bir cüretkârlık sayılır. Karanlıktaki akıllar doğru yolu bulamazlar. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bizi de seni de dosdoğru yo­la iletsin.»

Bu cevabî mektup, Şeyh Ömer Molla'ya ulaştığında O, Musul'da halkı topladı ve onlara Melik Nureddin'in cevabî mektubunu okuyup şöyle dedi: «Zahidin hükümdara gönderdiği mektuba ve hükümdarın zahide gönderdiği mektuba bakın.»

Bir defasında Şeyh Ebü'l-Beyan'ın kardeşi, Melik Nureddin'in ya­nma geldi. Bir adamın kendisine çeşitli iftiralarda bulunarak sövdüğü­nü söyleyip abartılı ifadelerle şikâyetçi oldu. Sultan Nureddin ona şöyle dedi: Yüce Allah şöyle buyurmuyor mu?

«Rahman'ın kullan yeryüzünde mutevazi yürürler. Bilgisizler ken­dilerine takıldıkları zaman onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.» (el-Furkân, 63).

«Bilgisizlere aldırış etme.» (el-A'râf, 199).

Şeyh Ebü'l-Beyan'ın kardeşi bu ayetler karşısında sustu ve cevap vermedi. Melik Nureddin ona ve kardeşi Şeyh Ebü'l-Beyan'a inanırdı. Defalarca onu ziyarete gitti ve onun için bir vakıf kurdu.

Bağdat Nizamiye medresesinin muidi[8] Fakih Ebü'1-Feth el-Eşrî, Melik Nureddin için muhtasar bir tarihçe-i hayat derlemişti. Bu zat şöy­le demişti: «Melik Nureddin, namazları vakitlerinde cemaatle ve şartla­rına tam riayet edip rükünlerim eksiksizce yerine getirerek kılmaya iti­na gösterirdi. Rükû ve secdelerde tam itidale riayet edip rükünlerini ek­siksizce yerine getirerek kılmaya itina gösterirdi. Geceleyin çok namaz kılardı. Allah'a bütün işlerinde yalvarıp yakarırdı, sözlerine güvenilen bir sofi cemaatından duyduğumuza göre bu cemaat Melik Nureddin'in Kudüs'ü haçlıların elinden almış olduğu esnada ziyaretine gitmişler ve Haçlıların Kudüs'ün fethiyle ilgili olarak şöyle dediklerini duymuşlar: «Melik Nureddin'in, Allah katında gizli bir sırrı vardır. Çünkü o, askerlerinin çokluğu sayesinde değil de geceleyin kıldığı namaz ve yaptığı dualar sayesinde bize karşı muzaffer olmuştur. O, geceleyin namaz kılar, elini Allah'a kaldırıp dua ederdi. Allah da duasını kabul buyurup isteğini yerine getirdi. Böylece Nureddin bize karşı muzaffer oldu.» İşte kâfirlerin Melik Nureddin hakkında söyledikleri bunlardır.

Şeyh Ebu Şâme'nin anlattığına göre Melik Nureddin meydan bah­çesini ve bahçenin yanındaki meşeliğin yansını Dımaşk Camii'ni güzel­leştirmek için vakfetti. Meşeliğin diğer yarısını da ona bölerek bu parça­nın iki cüzünü Hanefîler için yaptırmış olduğu medresenin onarılması­na ve güzelleştirilmesine, sekiz cüzünün de dokuz mescidin güzelleşti­rilmesine sarfedilmesini emretti ki, bu dokuz mescid şunlardır:

Kasyon dağındaki Mescidü's-Salihin, Camiü'l-Kal'a, Mescid-ü Atiyye, Askar'daki Mescid-i İbn Lebid, Mescidu'r-Remmahîn el-Mual-lak, Salihiye'deki Mescidü'l-Abbas, Mescid-ü Dari'l-Battih el-Muallak, Yahudi kilisesi civarında bulunan ve Nureddin tarafından onarılan mescid.

Melik Nureddinin menkibeleri ve eserleri pek çoktur. Biz bunlar­dan bir nebzesini anlattık ki, diğer menkibe ve eserlerine bir nevi işaret olsunlar.

Ravzateyn adlı eserin baş tarafında Şeyh Şihabüddin, onun birçok iyiliklerini ve hoş taraflarını anlatmış, onu övmek için yazılan kasidele­ri nakletmişti. Onun anlattığına göre Esedüddin, Mısır diyarını fethe­dip vefat ettikten sonra yerine Selahaddin geçince Melik Nureddin onu azledip yerine bir başkasını naib olarak atamayı birkaç defa düşünmüş ancak haçlılarla yaptığı savaş ve ecelinin yaklaşması onu, bu kararını gerçekleştirmeğe ulaştırmamıştı. Ömrünün son senesi olan hicretin 569. senesinin başında Mısır diyarına girmeye iyiden iyiye karar verdi. Kendisinin yokluğunda Şam'ı Haçlılara karşı korusunlar diye Musul or­dusuna haber salıp Şam'a çağırdı ki, kendisi askerleriyle birlikte Mısır yoluna koyulsun. Bu haberi duyan Melik Selahaddin şiddetli bir korku­ya kapıldı. Bu senenin ramazan bayramı girdiğinde Melik Nureddin kıble tarafındaki Ahdar meydanına gitti. Orada bayram namazını kıl­dırdı. O gün günlerden pazardı. Şimal tarafındaki Ahdar meydanında ordugah kurdu. O esnada kader ona «Bu senin son bayramındır» dedi. O gün mükellef bir sofra kurdurdu ve sofradaki her şeyin yenilmesini em­retti. Aynı gün oğlu Melikü's-Salih İsmail'i sünnet ettirdi. Bu amaçla şehri süsletti. Hem bayram hem de sünnet düğünü için her tarafa müj­deler uçuruldu. Sonra kendisi pazartesi günü adet üzere küre oynamaya gitti. Huyu olmamasına rağmen o gün emirlerden birine çok öfkelendi. Öfkeli halde hemen kaleye döndü. Rahatsız oldu. Mizacı bozuldu. Kendi canı ve sancısıyla uğraştı. Vücudunun duyu organları bozuldu. Tabiatı değişti. Bir hafta halkın karşısına çıkmadı. Halksa onun oğlunun sünnet düğünü sebebiyle yapılan eğlenceler ve oyunlarla meşgul idi. Oysa diğer taraftan kendisi canının derdine düşmüştü. Bu sevinç, yerini hüz­ne bıraktı. Mizah, yerini ciddiyete terk etti. Melik Nureddin nefes ala­maz hale geldi. Konuşamıyordu. Boğaz ağrısının gereği budur. Vücu­dundan kan alınması önerildi. Ama o bu öneriyi kabul etmedi. Hemen tedaviye başlanılması istenildi. Fakat o tedavi kabul etmedi. Bu, Al­lah'ın yerine gelecek takdir edilmiş bir emridir. Bu senenin şevval ayı­nın onbirinci günü olan çarşamba günü olduğunda ellisekiz yaşınday­ken ruhunu teslim etti. Ömrünün yirmisekiz senesini hükümdarlıkta geçirmişti. Allah rahmet etsin. Cenaze namazı Dımaşk'ın Kale Camii'n-de kılındı. Sonra Havvasîn kapısı ile Hiyemiyîn kapısı arasındaki yol üzerinde Hanefîler için yaptırmış olduğu medresenin avlusundaki tür­beye nakledildi. Mezarı orada bulunup ziyaret edilmektedir. Türbesi­nin parmaklıklarına insanlar tutunmakta, oraya gelen herkes orada hoş bir hava teneffüs etmekte ve uğur beklemektedir. Oraya boğaz has­talığı yüzünden vefat etmiş olduğundan Şehid Nureddin'in mezarı de­nilmektedir. Oğluna da şehid deniliyordu. Kendisine Kasim lakabı ta­kılmıştı. Haçlılar ona Kasim b. Kasim derlerdi. Vefatı sebebiyle şairler birçok mersiyeler yazmışlardı. Ebu Şâme bu mersiyeleri nakletmiştir. İmad'm onun hakkında yazmış olduğu şu mersiye ne güzeldir:

«Melik Nureddin'e melek kılığında gelen ölüme şaştım. Yeryüzünde felekin ortasında yuvarlak felek nasıl durur?»

Arkale lakabıyla tanına şair Hassan, Nureddin'in defnedildiği medrese ile ilgili olarak şöyle demiştir:

«Bir medrese ki orada bütün dersler verilir.

Orası ilmin ve ibadetin himayesinde baki kalır.

Ünü Nureddin Mahmud b. Zengi sayesinde doğuya ve batıya yayıldı.

Söyler. Onun sözleri hak ve gerçektir. Sözlerinde kinaye ve şüphe yoktur. Dımaşk, şehirler arasında hükümdar hanesidir. Bu medresede hükümdar hanesidir.» [9]

 

Merhum Nureddin'in Evsafı

 

Uzun boylu, esmer tenli, güzel gözlü, geniş alınlı, hoş suretli bir kimseydi. Şekli Türklerinki gibiydi. Sadece çene kısmında sakalı vardı. Heybetli olup aynı zamanda mutevazi idi. Üzerinde celalet, azamet ve nur vardı. İslâm'a saygı gösterir, dinî kuralları tazimle karşılardı. Şeri­ata büyük önem verirdi. [10]

 

Fasıl

 

Bu senenin şevval ayında Melik Nureddin vefat edince kendisinden sonra yerine oğlu Salih İsmail'e hükümdar olarak beyat edildi. Ancak o küçük yaşta bir çocuktu. Salih İsmail, Emir Şemseddin b. Mukaddemi kendine atabeg tayin etti. Emirler ihtilafa düştüler. Fikirler karıştı. Şaşkınlık ortaya çıktı. Serler meydana geldi. Çok içki içildi. Oysa Melik Nureddin'in zamanında böyle şeylere rastlanmazdı. Hiç bir kimse bu tür çirkinlikleri irtikab etmeye, fuhuş işlemeye cesaret edemezdi. Artık fuhuş her tarafa yayılmış ve ortaya çıkmıştı. Hatta Melik Nureddin'in kardeşi oğlu ve Musul valisi Seyfeddin Gazi b. Mevdud, Melik'in vefat ettiğinin kesinlik kazanması üzerine tellalını şehirde dolaştırıp artık oyun ve eğlencenin, içki içmenin, zevkü sefa sürmenin serbest olduğunu def çalıp şeytan zurnası çaldırarak ilan ettirdi. O zamana kadar kendisi Melik Nureddin tarafından gözetim altında tutulmaktaydı. İnna lillah ve inna iieyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).

Melik Nureddin'in kardeşinin oğlu Seyfeddin Gazi ve diğer Melik­lerle ümerâ, sağlığında onun tahakkümü ve kontrolü altıydavdılar. Bunlardan herhangi biri çirkinlik ve fuhuş işlemeye cesaret edemez-di.Ancak Melik Nureddin vefat edince bunların iç yüzleri açığa çıktı. Yeryüzünde fesat çıkardılar. Şairin şu sözü de tahakkuk etti:

«Hey! bana içki ver ve de ki «İçki işte budur.» İçkiyi bana gizlice sunma. Artık açıkça içilebiliyor.»

Her taraftan düşmanlar müslümanlara saldırmaya tamahlandı-lar. Haçlılar Dımaşk'a hücum edip orayı Müslümanların elinden alma­ya karar verdiler. Karşılarına İbn Mukaddem çıktı. Ancak Banyas ya­kınlarında onlarla yaptığı savaşta onlara karşı direnmekten aciz kaldı. Bir süre için onlarla ateşkes yaptı. Bunun için de onlara peşinen bol mik­tarda para verdi. Onları, Melik en-Nasır Selahaddin Yusuf b. Eyyub'un oraya geleceğini söyleyerek korkutmasaydı zaten Haçlılar onunla ateş­kes yapmayacaklardı. Selahaddin bu durumdan haberdar olunca üme­raya ve özellikle İbn Mukaddem'e mektup yazarak Haçlılarla yaptıkları ateşkesten ötürü kendilerini kınadı. Onlara ödemiş oldukları paralar­dan ötürü ayıpladı. Çünkü Haçlılar çok az ve güçsüzdüler. Kendisi, Haç­lılara karşı korumak amacıyla Şam mıntıkasına gelmeye karar verdiği­ni onlara bildirdi. Ancak onlar, çirkin ifadeler içeren bir mektup yaza­rak ona gönderdiler. Ne var ki Selahaddin, bu cevaplarına aldırmadı. İbn Mukaddem ve maiyetindeki ümera ondan çok korktuklarından Mu­sul valisi Seyfeddin Gaziye mektup yazarak Şam'a gelmesini istediler ki, onu başlarına hükümdar yapsınlar. Böylece o da Melik en-Nasır Se­lahaddin b. Eyyub'un belasından kendilerini korusun. Fakat Seyfeddin

Gazi bu çağrıya icabet etmedi. Çünkü bu çağrının onlar tarafından ken­disi için kurulmuş bir tuzak olduğunu düşünerek korktu. Bunun sebebi de şuydu: Melik Nureddin'in sağlığında casus olarak ve aynı zamanda uygunsuz işleri, fuhşiyati, içki içmeyi oyun ve eğlence gibi pis şeyleri ir­tikab etmesine mani olucu bir kimse olarak göndermiş olduğu Tavaşi Sadü'd-Devle Müştekin kaçmıştı. Melik Nureddin vefat ettikten sonra Musul'da Seyfeddin Gazi tarafından çirkin ilanı duyan Tavaşi Sadü'd-Devle, yakalanma korkusunda gizlice oradan kaçıp gitmişti. Seyfeddin Gazi amcası Melik Nureddin'in vefat ettiğini kesin olarak anlayınca Ta­vaşi Sadü'd-Devle'yi yakalatmak için peşine adam taktı. Yakalatama-yınca da mal ve mülküne el koydu. Tavaşi Haleb'e gitti. Sonra Dımaşk'a uğradı. Melik Nureddin'in oğlu Salih İsmail'i, eğitmek üzere alıp Ha­leb'e götürmek için ümera ile anlaştı. Dımaşk'm Atabeg Şemsüddevle b. Mukaddem'e; Kale'nin de Tavaşi Cemaleddin Reyhan'a teslim edilmesi kararlaştırıldı. Melik Salih Dımaşk'tan Haleb'e giderken beraberinde devlet büyükleri ve ümera da yola koyuldu. Bu sefer bu senenin zilhicce ayının yirmiüçünde başlamıştı. Bunlar, Haleb'e vardıklarında küçük yaşta bir çocuk olan Melik Salih İsmail Haleb tahtına oturdu. Etrafinda-kiîerde Melik Nureddin'le ve üç kardeşiyle birlikte süt emmiş olan Mec-düddin'in kardeşi Şemseddin b. Dâye'yi gözetim altına aldılar. Oysa Şemseddin Ali b. Dâye, Melik Nureddin'in oğlu Salih İsmail'in eğitilmek üzere kendisine teslim edileceğini sanıyordu. Çünkü herkesten çok o bu hakka layıktı. Fakat onun bu zannını boşa çıkardılar. Kendisini ve kar­deşlerini bir kuyuya atarak hapsettiler. Melik Selahaddin de ümeraya bir mektup yazarak Melik Nureddin'in oğlu Salih İsmail'i Dımaşk'tan Haleb'e göndermelerinden ve Beni Dâye'yi hapsetmelerinden ötürü kı­nadı. Çünkü Beni Dâye seçkin emirlerden ve önde gelen büyüklerden idiler. Melik Nureddin'in ve halkın nazarında itibarlı kimselerden biri olan Mecdüddin b. Dâye'ye Melik Nureddin'in oğlu Salih İsmail'i teslim etmediklerinden, ümeraya çok kızdı. Ancak ümerada ona edepsiz ifade­ler içeren cevabî bir mektup yazıp gönderdiler. Bütün bu olup bitenler, Selahaddin'in ümeraya olan kızgınlığını daha da artırdı ve onu Dı­maşk'a hücum etmeye gelen korkunç olaylardan dolayı Dımaşk'a gelme fırsatını bulamıyordu. [11]

 

Hicretin Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hasan B. Hasan

 

Hasan b. Hasan b. Ahmed b. Muhammed el-Attar. Künyesi Ebü'l-Alâ'dır. Hemedanlıdır. Hadis hafızıdır. Bir çok hadis dinledi. Hadis der­lemek amacıyla birçok beldeye gitti. Hadis meşayihi ile görüştü. Bağdad'a geldi. Çok miktarda kitap edindi. Kıraat ve lügat ilmiyle meşgul oldu. Öyleki kendi zamanında kitap ve sünnet ilimlerinde yegane alim oldu. Faydalı bir çok kitap tasnif etti. Mazbut bir yaşantısı vardı. Cö­mert, âbid, zahid, itikadı sahih, davranışı güzel bir insandı. Memleke­tinde bir mevkii ve halk tarafindan hüsnü kabul gören rütbesi vardı. Bu senenin cemaziyelahir ayının onbirinde perşembe gecesi vefat etti. Öm­rü seksen yaşından dört ay birkaç gün fazlaydı.

İbnü'l-Cevzî dedi ki: Duyduğuma göre vefatından sonra kendisi rü­yada görülmüş. Onu gören kişi rüyasında onu bütün duvarları kitapla kaplı bir şehirde görmüş çevresinde de sayılamayacak miktarda çok ki­tap varmış. O bu kitapları mütalaa etmekle meşgulmuş. Kendisine «Bu ne haldir?» diye sorulmuş. O da şu cevabı vermiş: «Allah'tan dünyada ne ile meşgul isem ahirette de beni onunla meşgul etmesini diledim. İşte bana bu nimeti verdi.» [12]

 

El-Ahvazî

 

Bağdat'ta Ebu Hanife kütüphanesinin reisi idi. Bu senenin rebiü-levvel ayında ani bir ölümle vefat etti.

 

Mahmud B. Zengi B. Aksungur

 

Sultan Meliku'1-Adil Nureddin. Şam'ın ve ucu bucağı görülmeyen birçok geniş beldenin hükümdarıydı. Haçlılarla savaşan bir mucahiddi. iyiliği emreder, kötülüğü yasaklardı. Alimleri, yoksulları, sarihleri se­ver, zulme öfke duyardı. İtikadı sahih olup hayırlı işler yapmayı tercih ederdi. Zamanında hiç kimse zulmetmeye cesaret edemezdi. Bütün çir­kinlikleri ve çirkinlik yapanları ortadan kaldırmıştı. İlmin ve şeriatın yükselmesini sağlamıştı. Gece devamlı namaz kılar, çok oruç tutardı. Nefsini şehvetlere karşı frenlerdi. Müslümanlara kolaylık sağlamayı çok severdi. Alimlere, yoksullara, düşkünlere, öksüzlere, dullara, hayır ve ihsanda bulunurdu. Dünya onun gözünde kıymetsizdi. Allah ona rah­met etsin. Türbesini rahmot ve rızasıyla örtsün.

İbnu'l-Cevzî dedi ki: «Nureddin Mahmud b. Zengi, kâfirlerin elin­den elli küsur şehri geri aldı. Bana mektup yazardı. Ben de ona mektup yazardım. Vefat edeceği zaman emirlerden, kendisinden sonraki dönem için oğlu Salih İsmail adına beyat aldı. Trablus hükümdarıyla da uzat­ma süresi içinde Şam'a hücum etmeyeceğine dair yapmış olduğu anlaş­mayı yeniledi. Şöyle ki: Melik Nureddin Mahmud b. Zengi bir savaşta Trablus hükümdarım ve devlet erkânından bir topluluğu esir almıştı. Trablus hükümdarı 300.000 dinar, 500 at, 500 elbise, 500 bornoz, bir çok Türk asıllı cariye, 500 müslüman esir vererek kendini kurtarmıştı. Me­lik Nureddin yedi sene yedi ay yedi gün süreyle müslümanlann beldelerine hücum etmemesi sözünü de ondan almıştı. Bu sözüne sadık kalma­sını sağlamak amacıyla çocuklarından, haçlıların önde gelenlerinin ço­cuklarından ve komutanlarının çocuklarından 100 çocuğu da rehine al­mıştı. Şayet ahdine sadık kalmayacak olursa bu rehineleri öldürecekti. Melik Nureddin, Kudüs'ü fethetmeye niyet etmişti. Ancak bu sene­nin şevval ayında ölüm kendisini yakaladı. Buna fırsat bulamadı. An­cak ameller niyetlere göredir. Niyetinin sevabını kazanmıştır. Melik Nureddin yirmisekiz sene birkaç ay süreyle hükümdarlık yapmıştı. [13]

 

Hızır B.Nasr

 

Hızır b. Nasır Ali b. Nasr. Erbilliydi. Şafiî fikıhçısıydı. Hicretin 533. senesinde ilk olarak Erbil'de ders vermişti. Faziletli ve dindar bir kimse olup insanlar ondan faydalanmışlardı. Bağdat'ta Keyya el-Herasî'den ve diğerlerinden ders aldı. Dımaşk'a geldi. İbn Asâkir onun bu senede Dımaşk'a geldiğini bildirmiştir. İbn Hallikan onun biyografisini el-Ve-feyat adlı eserinde anlatmıştır ve «Mezarı ziyaret edilir, ben de birkaç kez ziyaret ettim. İnsanların onun mezarına geldiklerini, oradan bere­ket elde etmeyi istediklerini gördüm» demiştir. İbn Hallikan'm bu sözle­rini ilim ehli kimseler kınamaktadırlar. Çünkü bu sözleri ancak mezar­ları tazim eden kimseler söylerler.

Bu senede Haçlı kontu Mirri öldü. Allah lanet etsin. Öyle sanıyo­rum ki o, Askalan şehrinin ve çevresindeki beldelerin kontu idi. Cenâb-ı Allah mü'min kullarına lütfedip merhamet etmeseydi, neredeyse Mısır diyarına gelip orayı da ele geçirecekti. [14]

 

Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesi

 

Bu sene başında Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin b. Eyyub, Haç­lılara karşı korumak amacıyla Şam'a gelmeye karar vermişti. Ancak bü­yük bir belâ, onu bu arzusunu gerçekleştirmekten alıkoymuştu. Şöyle ki: Haçlılar eşi görülmemiş bir donanmayla Mısır kıyılarına gelmişler­di. Bu donanmada birçok gemi, savaş aleti, savaşçı vardı. Donanmada her birinin içinde 150 savaşçı bulunan 200 gemisi ve 400 parça da irili ufaklı başka gemiler vardı. Bunlar, sene başından dört gün önce Sicil­ya'dan gelip İskenderiye açıklarında demir atmışlar, mancınık ve deb-babelerini şehrin çevresine doğru kurup dikmişlerdi. İskenderiye halkı bunlara karşı çıkıp günlerce amansız bir savaş vermişti. İki taraftan da çok sayıda insan öldürülmüştü. Sonra İskenderiye halkı, mancınık ve debbabeleri yakmaya karar verdi ve bu kararlarını gerçekle ştirince de Haçlıların içine korku düştü. Sonra Müslümanlar onlara bir baskın ya­parak bir kısmını öldürdüler. Onlardan istedikleri miktarda ganimet el­de ettiler. Haçlılar hezimete uğrayıp her tarafa dağılıp kaçtılar. Sığına­cakları bir yer kalmamıştı. Ya denize düşecekler, ya öldürülecekler, ya da esir düşeceklerdi. Müslümanlar onların mallarını ve atların çadırla­rını ele geçirdiler. Özetle savaşçılarından bir kısmım öldürdüler. Geri kalanları da donanmalarına binerek mağlup bir halde ülkelerine doğru yola koyuldular. Melik Selahaddin'i Şam'a gelmekten alıkoyan sebep­lerden biri de şuydu: Bazılarının Abbas b. Sadi dedikleri Kenz adındaki biri Asvan şehrinde adam toplamaya başlamıştı. Bu, Mısır diyarının ve Fatımî devletinin önde gelenlerinden bir kişiydi. Etrafında yerli halk­tan Bedevilerden ve zencilerden bir grup toplandı. Onlara Fatımî devle­tini yeniden kuracağını, Türk atabeğini perişan edeceğini vadediyordu. Etrafinda çok sayıda insan toplandı. Sonra bunlar Kus şehrine ve oraya bağlı mıntıkalara hücum ettiler. Kusun ümera ve askerlerinden bir kıs­mını öldürdüler. Melik Selahaddin de askerlerinin bir kısmını bunun üzerine şevketti. Askerlerin başına da kardeşi el-Melikü'1-Adil Ebu Bekir el-Kürdî'yi komutan yaptı. İki taraf karşı karşıya gelip savaştıkla­rında Ebu Bekir, onu hezimete uğrattı. Aile efradını esir aldı. Onu da öl­dürdü. [15]

 

Fasıl

 

Ülkede düzen sağlanıp Ubeydî devletinin başı yok edilince Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf, Türk ordularına komuta ederek Şam'a yöneldi. Çünkü o esnada Şam sultanı Nureddin Mahmud b. Zengi vefat etmiş, halk korkuya kapılmış, devlet binasının duvarları çatlamış, temelleri sarsılmış, yöneticiler ihtilafa düşmüş, ipler elden çıkmıştı. Se-lahaddin'in amacı, Şam ülkesinin dağılan otoritesini toparlamak, ahali­sine ihsan ve iyilikte bulunmak, dağlarını ve ovalarını güvenli hale ge­tirmek, İslâm'a yardım etmek, azgınları defetmek, Kur'ân'ı izhar edip diğer dinleri yok etmek, Rahman'm rızası ve şeytanın burnunun yere sürülmesi uğruna Haçları kırmaktı. Bu amaçla safer ayının başında Be-reke mıntıkasına gelip ordugah kurdu. İkamete başladı. Derken etra­finda askerler toplandı. Mısır'a naib olarak kardeşi Ebu Bekir'i tayin et­ti. Sonra rebiyülevvel ayının onüçünde Belbis yoluna koyuldu. Rebiyü-levvel ayının sonunda pazartesi günü Dımaşk şehrine girdi. Orada iki keçi boynuzlaşmamış, iki kılıç karşı karşıya gelmemişti. Yani kendisine karşı koyacak kimse çıkmamıştı. Çünkü Dımaşk naibi Şemseddin b. Mukaddem daha önceleri kendisine yazmış olduğu mektupta ağır ifade­ler ve kötü sözler kullanmıştı. Ancak Selahaddin'in üzerine gelmekte olduğunu görünce artık ona yumuşak ifadeler içeren mektuplar yazıp Dımaşk'a gelmeye onu teşvik etmiş, şehri kendisine teslim edeceği vaa­dinde bulunmuştu. Çünkü işin ciddi olduğunu anlayınca artık Selahad-din'e muhalefet etme imkânını bulamamıştı. Şehri savunmasız olarak Selahaddin'e teslim etti. Sultan Selahaddin, önce babasımn konağı olan Darü'l-Ukaylî'de konakladı ki, burayı Melik Zahir Baybars medrese ola­rak inşa ettirmişti. Şehrin ayan ve eşrafı yanma gelip kendisini tebrik ettiler. İyilik ve ihsan gördüler. O esnada kale naibi, Tavaşi Reyhan idi. Selahaddin'e mektup yazmış, cevap almış, ona bolca erzak göndermiş, sonra yanma gitmişti. Selahaddin de ona saygı ve ikramda bulunmuştu. Sonra Sultan Selahaddin, müteveffa Melik Nureddin'in oğlunu eğitip yetiştirme hususunda kendisinin daha fazla hak sahibi olduğunu bildir­di. Çünkü Melik Nureddin, kendilerine sağlığında çok iyilik ve ihsanda bulunmuştu. Kendisinin Mısır diyarında Melik Nureddin adına hutbe okuttuğunu da sözlerine eklemişti. Sonra Sultan Selahaddin halka iyi­lik ve ihsanda bulundu. Melik Nureddin'in vefatından sonra halkın omuzlarına yükletilen ağır vergi ve harçların iptalini emretti.İyiliği em­redip kötülüğü yasakladı. İşlerin sonucu Allah'ın elindedir. [16]

 

Fasıl

 

Bütün yöreleriyle ve mıntıkalanyla birlikte Dımaşk şehrinin ida­resi Selahaddin'in eline geçip otorite sağlandıktan sonra birçok karışık-

lıklara ve düzensizliklere sahne olan Haleb'e gitmek için Selahaddin hızla yola koyuldu. Dımaşk'ta da Seyfii'l-İslâm lakabb kardeşi Tuğtekin b. Eyyub'u naib olarak bıraktı. Humus'a vardığında kaleyle uğraşmadı. Ova kısmını ele geçirdi. Sonra Hama yoluna koyuldu. Orayı Hama meli­ki îzzeddin b. Cibril'in elinden aldı ve İzzeddin'den de kendisi adına Ha-îeplilere elçi olarak gitmesini istedi. İzzeddin bu isteği kabul etti. Halep-lilerin yanma gitti. Onları Selahaddin'in güç ve kuvveti karşısında uya­rıp korkuttu. Ancak Halepliler ona aldırış etmediler. Aksine onun tu­tuklanıp zindana atılmasını emrettiler. Elçi olarak gönderilen İzzed-din'in Sultan Selahaddin'e cevabı gecikince kendisi aralarındaki uyuş­mazlık ve ihtilaf yüzünden Haleplilere kmayıcı ifadeler içeren bir mek­tup gönderdi. Haleplilerse ona çok çirkin bir cevapla karşılık verdiler. O da ikinci olarak gönderdiği mektupta kendisinin babasının, amcasının Melik Nureddin'e bütün Müslümanların tanıklık edeceği önemli yerler­de ve zamanlarda yapmış oldukları hizmetleri anlattı. Sonra Haleb'e gitti. Cevşen dağının eteğinde ordugah kurdu ve Haleplilere Babü'l-Irak yanında toplanmaları için duyuru yaptırdı. Halepliler o meydanda toplanınca merhum Melik Nureddin'in oğlu onlara hitap etti. Acıklı ifa­delerle onları ağlattı ve Selahaddin'le savaşmaları için onları kışkırttı. Bunu ona eski bir takım ümera tavsiye etmişlerdi. Halepliler de ona ita­at etmenin vacip olduğunu düşünerek bu çağrısına icabet ettiler. Ha­lep'te bulunan Rafiziler de Melik Nureddin'in oğluna istedikleri şu şart­ları kabul etmesi durumunda yardımcı olacaklarını söylediler. İstekleri şunlardı: Ezanda yeniden "Hayya ala hayril amel" cümlesi okunacak ve bu husus çarşılarda, pazarlarda ve her tarafta ilan edilecek, Emevi Ca-mii'nin doğu tarafında kendileri için bir yer tahis edilecek, cenazelerin yanında oniki imamın adı okunacak, cenaze namazı kılınırken beş tek­bir alınacak, nikâh akidlerini Şerif Ebu Tahir b. Ebu'l-Mekârim Hamza b. Zahir el-Hüseynî kıyacak. Bütün bu isteklerinin kabul edildiği kendi­lerine bildirildi. Emevi Camii'nde ve şehrin diğer camilerinde, ezanlar­da "hayya ala hayril amel" cümlesi yemden okunmaya başladı. Halepli­ler Melikü'n-Nasır Selahaddin'e mekavemet edemediler. Ancak ona çe­şitli tuzaklar hazırladılar. Önce muhtesib[17] Şeyban'a başvurdular. O da Selahaddin'i öldürmeleri için görevlilerinden bir kaçını harekete ge­çirdi, ancak bu görevliler Selahaddin'i değil de ümeradan birini öldürdü­ler. Sonra Selahaddin onları yakalattı ve baştan sona öldürttü. Bundan sonra Halepliler Trablus kontu Komes'e haber saldılar. Selahaddin'i Halep'ten uzaklaştırması durumunda kendisine bol miktarda para verecekleri vaadinde bulundular. Melik Nureddin sağlığında Komes'i esir almış ve on sene kadar yanında tutuklu olarak tutmuştu. Sonraları Komes 100.000 dinar ve 1.000 Müslüman esir vererek kendini kurtar­mıştı. Melik Nureddin'in kendisine yaptığını hiç unutmamıştı. Bilakis zaptetmek amacıyla Humus üzerine yürümüştü. Ancak Sultan Sela­haddin onun karşısına çıkmıştı. Sultan Selahaddin onun beldesi Trab­lus'a bir müfrezeyi sevk etmiş, bu müfreze gidip Trablus halkının bir kısmını öldürmüş bir kısmını esir almış ve ganimet elde ederek geri dön­müştü. İşte bu esnada Sultan Selahaddin oralara yaklaştığında Trablus kontu gerisin geri ülkesine dönmüştü. Haleplilerin kendisinden istemiş oldukları hususu yerine getirmiş olduğu kanaatine kapılmıştı.

Sultan Selahaddin, Humus'tan ayrıldığında henüz oranın kalesini ele geçirmemişti. Tekrar dönüp kaleyi zaptetmek için Humus üzerine yürüdü. Mancınıklar kurdu ve kaleyi zorla ele geçirdi. Sonra tekrar Ha­leb'e döndü. Bu hücumunda Cenâb-ı Allah ona istediği şeyi lütfetmişti.

Haleb'e gelip karargah kurduğunda Kadı Fadıl, Sultan Selahaddin adına Haleplilere parlak ifadeler içeren belagatli ve fesahatli bir mek­tup gönderdi. Mektubu Hatip Şemseddin eliyle Haleplilere ulaştırdı. Mektupta şunlar yazılıydı:

«Eğer teslim mukadder ise o karşı karşıya gelmek hak olur. İhlasla dua edin ki, asılsız olmayan büyük hadiseler tekrarlansın. İşler yoluna koyulsun. Her ne kadar bu hususlarda dedikodular yapılmışsa da bu bü­yük hadiselerin çoğu cereyan etmiştir. İhlaslıca dua edin ki kalpler ferahlasın, göğüsler genişlesin, müjdeli durumlar açığa çıksın. Zira Al­lah'a gizlice ibadet edilmez.

Hayret ki umulanın dışında yeryüzünde garip hadiseler cereyan ediyor:

Tıpkı sırtında su taşıyan devenin susuzluktan ölmesi gibi. Bizler ateşi avucumuzda taşıyoruz, ama o ateşin aleviyle başkaları aydınlanıyor.

Suyu elimizle yerden çıkarıyoruz ama o sudan bakası istifade edi­yor.

Bağrımızı oklara hedef kılıyoruz ama başkaları resimli ve nakışlı yastıklara dayanıyorlar.

Gasp edilen şeylerin geri verildiği, adalet yerinde bedenler bizim eşyalarımızı elimizden alıyorlar. İtaatimizi izhar ediyoruz ama payı siz alıyorsunuz. Tıpkı gönüllerin pay alışı gibi. Önceleri bizler bizzat gaza yaparak askerlerimizi öne sürüp kafirlerle cihad ederek Şam'ı fethedi­yorduk. Bunu biz, babamız ve amcamız yaptık. Darbe vurmaksızın, sa-vaşmaksızın hangi şehir fethedildi, hangi kale ele geçirildi düşmanlar­dan? Askerler veya İslâm safları öne sürülmeden hangi fetih gerçekleş­ti? Bizim yaptıklarımızı bilmeyen yoktur. Ateşlere atıldığımızı, yer küresine sahip olduğumuzu, toplulukları öne sürdüğümüzü, saf halin­de düşman askerleriyle savaştığımızı, tabiyeyi bildiğimizi hiçbir düş­manımız inkâr edemez. Bu sayede Şam'da bizim mükâfata layık eserle­rimiz ortaya çıktı. Bu yararlı işleri başkalarının yaptığını söylemek bize zarar vermez.» Sonra Kadı Fadıl mektubunun devamında Selahad-din'in Mısır'da kâfirleri kırıp, yok etmek, münkeratı ortadan kaldır­mak, Haçlıların kökünü kazımak, bid'atleri yıkmak, adaleti ve fazileti yaymak; Mısır'da, Yemende, Nube'de, İfrikiye'de ve diğer yerlerde Ab­basiler adına hutbe okumak gibi yapmış olduğu yararlılıkları anlattı. Bütün bunları güzel ve basit ifadelerle izah etti.

Mektup, Haleplilere ulaşınca onlar çok kötü bir cevap gönderdiler. O esnada onlar Musul emiri Seyfeddin Gazi b. Mevdud'a mektup yaz­mışlardı. Seyfeddin, Nureddin Mahmud b. Zengi'nin kardeşiydi. Sey­feddin Gazi onlara kardeşi İzzeddin'i askerleriyle birlikte gönderdi. O da maiyetindeki askerlerle Haleplilere takviye olarak geldi. Halepli as­kerler de onun ordusuna katıldılar ve Selahaddin'in yokluğunda Hu­mus ve çevresini ele geçirmekle meşgul olduğu esnada Hama üzerine hücum ettiler. Haleplilerin yaptıklarını duyunca az miktarda askerler­le üzerlerine yürüdü. Karşılarına geldiğinde onların büyük bir askeri güce sahip olduklarını gördü. Selahaddin'in askerlerinin azlığım göre­rek onu yeneceği ümidine kapılıp karşısına çıktılar. Onunla savaşmağa karar verdiler. Ancak Selahaddin geriden gelmekte olan askerlerinin kendisine ulaşabilmesi için zaman kazanmak amacıyla onları tatlı söz­lerle barışa davet etti. Hatta «Ben sadece Dımaşk'a sahip olmakla kana­at ederim. Orada Melik Salih İsmail adına hutbe okuturum. Şam'a bağlı diğer yerleri size bırakırım» dedi. Hadim Sadü'd-Devle Gümüştekin Se­lahaddin'in amcası oğlu Nasırıddin b. Esedüddinin ellerinde bulunan Rahbe'yi de kendilerine vermemesi durumunda barış yapmağa yanaş­mayacaklarım bildirdi. Ancak Selahaddin «Orası bana ait değildir. Ora­yı size vermeğe gücüm yetmez» denince Halepliler barışa yanaşmadılar. Aksine savaşa yöneldiler. Bu senenin ramazan ayının ondokuzunda pazar günü Kurun-u Hama yanında Selahaddin askerlerini tek bir kıta haline getirdi. Büyük sabır gösterdi. O esnada kardeşinin oğlu Takiy-yüddin Ömer b. Şahinşah ile kardeşi Ferruhşah büyük bir askeri birlik­le yardımına geldiler. Bu defa Selahaddin'in onlara karşı askeri gücü kuvvetlendi. Kalplerine korku saldı. Onlar da dönüp kaçtılar. Hezimete uğradılar. Başları ve komutanları esir düştüler. Selahaddin de kaçanın kovalanmamasını, yaralının öldürülmeme sini askerlerine ilan edip du­yurdu. Eline esir düşenleri salıverdi ve hemen Haleb üzerine yürüdü. Haleplilerin durumu tersine döndü. Perişan hale düştüler. Dün, Sela­haddin kendilerinden barış talep ederken bugün onlar kendisinden, Ha-lepten vazgeçmesini istiyorlardı. Bunun karşılığında elinde bulunan Hama ve Humus'a ek olarak Kefirtap, Maara ve Mardin'i de kendisine vereceklerini söylüyorlardı. Selahaddin, onların bu isteklerini kabul edip Halep'ten çekildi. Artık Melik Salih'le savaşmayacağına yemin et­ti. Kendi ülkesinin minberlerinde de onun adına hutbe okutacağını, ona dua ettireceğini bildirdi. Kardeşi Mecdüddin de Beni Dayelilerin oradan salimen çıkıp gitmeleri için Selahaddin'den ricada bulundu. Bu ricayı kabul etti. Sonra güçlenmiş ve muzaffer olarak Halep'den döndü.

Hama'ya vardığında halife Müstedi Bi-Emrillah'ın elçileri kendisi­ne kıymetli hü'atler, siyah bayraklar, nişanlar ve saltanat divanı tara-findan mühürlenmiş sultanlık alametlerini, aynca Mısır ve Şam sultanı kılındığına dair fermam getirdiler. Ailesine, akrabalarına, arkadaşları­na ve yardımcılarına çeşitli hü'atler dağıtıldı. Bugün görülmeye değer bir gündü. Hama'da dayısının oğlu ve damadı Emir Şihabüddin Mah-mud'u naib olarak bıraktı. Sonra kendisi Humus üzerine yürüdü. Orayı da amcasının oğlu Nasırüddin'e bıraktı. Nitekim orası daha Önce Nasi-rüddin'in babası Şirkuh Esedüddin'in elindeydi. Humus'tan sonra zil­kade ayında Baalbek ve Dımaşk'a gitti.

Bu senede Dımaşk'a bağlı Meşgara kasabasında Mağripli bir adam ortaya çıkarak peygamberlik iddiasında bulundu. Hileler, göz bağcılığı ve bazı harikalar gösterdi. Ayak takımından bazı kimseler etrafında toplandılar. Sultan onun yakalatılmasını emredince Haleb'in bir kasa­basına kaçtı. Kulağı kesik ve ayak takımından bazı kimseler çevresinde toplandı. Çiftçilerden bir grubu saptırdı. Sevdiği ve aşık olduğu bir ka­dınla evlendi. Kadın, o yöredendi. Kadına peygamberlik iddiasında bu­lunmasını öğretti. İkisi Müseyleme ile Secah'a benzediler.

Bu senede halifenin veziri kaçtı, evi yağmalandı.

Yine bu senede Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, Hanbelîler için inşa edilen bir medresede ders vermeye başladı. Ders esnasında Kadilkudât Ebu'l-Hasan b. ed-Damiganî ile fakihler ve devlet büyükleri hazır bulundular. O gün görülmeye değer muazzam bir gündü. Ebu'l-Ferec'e kıymetli hil'atler giydirildi. [18]

 

Hicretin Beşyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Maşhur Şahsiyetler

 

Ruh B. Ahmed

 

Künyesi Ebu Talip el-Hadsenî'dir. Bir zaman Bağdat kadilkudatlı-ğı yapmıştır. Oğlu, Hicaz mmtıkasındaydı. Babasının ölüm haberini du­yunca kendisi de birkaç gün sonra vefat etti. Rafızilikle itham edilirdi. [19]

 

Semle Et-Türkmanî

 

Fars illerinde hakimiyet kurdu. Bazı kaleleri elde etti. Selçuklula­ra karşı ayaklandı. Yirmi sene kadar hüküm sürdü. Sonra Türkmenler­den bazıları onunla savaştılar ve neticede onu öldürdüler. [20]

 

Kaymaz B. Abdullah

 

Lakabı Kutbeddin el-Müstencidî'dir. Halife Müstedi'ye vezirlik yaptı. Onun askerlerinin başkomutanıydı. Sonra halifeye karşı çıktı. Hilafet sarayını yağmalamak istedi. Halife de sarayın damına çıkıp hal­ka Kaymaz'ın evini yağmalamaları için emir verdi ve evi yağmalandı. Halife fakihlerin fetvasını alarak bunu emretmişti. Neticede Kaymaz kaçtı. O ve beraberindekiler çölde öldüler. [21]

 

Hicretin Beşyüzyetmîşbirinci Senesi

 

Bu senede Haçlılar Mercüssifir'de ikamet etmekte olan Sultan Selahaddin'den barış talebinde bulundular. O da Şam'ın kurak olması yüzünden onların bu isteklerini kabul etti. Askerlerini de Kadı Fadıl ko­mutasında Mısır diyarına gönderdi ki oradaki gelirleri ve ürünleri top­layıp dönsünler. Kendisi de Şam da ikamete karar verdi. Kadı Fadıl'ın yerine katibi İmad'a itimad etti. Çünkü onun nazarında Kadı Fadıl'dan daha kıymetli bir kimse yoktu:

«Süleyma'yı değişik olarak vermem gönül rızamla olmamıştı. Ama bazan mecburiyetler insanı tahakküm altına alırlar.»

Sultan Selahaddin'in Şam'da ikamet edip Kadı Fadıl komutasında askerlerini Mısır'a göndermesi akıllıca ve tedbirli bir işti. Çünkü çevre­de bulunan hükümdarların kendisine karşı olan korkularının devamım ancak böylece sağlayabilirdi. Askerlerini Mısır'a gönderip az sayıdaki bir grup askerle kendisinin Şam'da kalmasına gelince Cenâb-ı Allah ona zaferi tekeffül etmişti. Musul emiri Seyfeddin Gazi (bu, Melik Nured-din'in kardeşinin oğluydu) Haleplilere bir mektup yazarak Sultan Sela-haddin'le yapmış oldukları barıştan dolayı onları kınadı. Kendisi o esna­da kardeşini muhasara etmekle meşguldü. Kardeşi Sincar emiri İma­düddin Zengi idi. Kardeşiyle savaşması doğru bir iş değildi. Sırf Sela-haddin'e itaat etmiş olduğundan kardeşiyle savaşıyordu. Ama Sultan Selahaddin'in kuvvetini ve yardımlarını anlayınca kardeşiyle barıştı. Sonra Haleplileri, Sultan Selahaddin'le yapmış oldukları barışı bozma­ya teşvik edip kışkırttı. Neticede Halepliler, Sultan Selahaddin'le yap­mış oldukları barış antlaşmasını bozduklarını Sultan Selahaddin'e bildirdiler. O da onlara karşı Allah'tan yardım dileyip Mısır'da bulunan askerlerini yanına çağırdı. Musul emiri bütün askerleriyle birlikte yola koyulup amcasının oğlu Melikü's-Salih îmadüddin İsmail'le bir araya geldi ve rahvan atlar üzerindeki 20.000 savaşçıyla yola koyuldu. Sultan Selahaddin de her tarafı kırıp parçalayan kükremiş bir arslan gibi üzer­lerine gitti. Onun beraberinde ise sadece 1000 süvari vardı. Ama nice az topluluklar vardır ki Allah'ın izniyle büyük toplulukları mağlup etmiş­lerdir. Musul ordusu da Sultan Selahaddin'i takviye etmek üzere yola koyulmuştu. Sultan Selahaddin'in dağları andıran büyük ve kalabalık bir ordusu ve yardımcıları vardı. İki taraf karşı karşıya geldiler. Birbir­lerini savaşa çağırdılar. Bu çağrı şevval ayının onunda perşembe günü yapıldı. Neticede iki tarafta şiddetli bir savaşa tutuştular. Öyleki Sultan Selahaddin bizzat cephede hamle yapıyordu. Allah'ın izniyle karşıtları hezimete uğradılar. Sultan Selahaddin'in askerleri Halepli ve Musullu-lardan bir kısmını öldürdüler. Melik Seyfeddin Gazi'nin savaşçılarını, savaş malzemelerini ele geçirdiler. Önde gelen bazı komutanlarını esir aldılar. Sultan Selahaddin bunların bedenlerine ve başlarına MTatler saçtıktan sonra serbest bıraktı. Bunlar savaş esnasında bir grup Haçlı­lardan yardım istemişlerdi. Bu, kahramanlığa yaraşmaz. Sultan Sela­haddin, Seyfeddin Gazi'nin otağında, içinde güzel öten kuşlar bulunan altı kafes görmüştü. Bu kafesler onun içki meclisinde bulunuyordu. Bu durumdaki bir komutan nasıl muzaffer olabilir? Sultan Selahaddin bunların da Seyfeddin'e gönderilmesini emretti ve bunlan götüren elçi­ye de şu talimatı verdi: «Seyfeddin'in yanma vardığında ona selam söyle ve de ki: «Bu tehlikeli durumlara ve savaşa girmektense bu kuşlarla oy­naman, senin için daha hoştur.»

Sultan Selahaddin onlardan çok miktarda ganimet elde etti. Bu ga­nimetleri savaşta bulunan ve bulunmayan askerlerine ve adamlarına dağıttı. Seyfeddin Gazi'nin otağını kardeşinin oğlu İzzeddin Ferruhşah Necmeddin'e ihsan etti. Otağdaki cariyeleri ve şarkıcı kadınları sahibi­ne gönderdi. Çünkü Seyfeddin'in beraberinde 100'den fazla şarkıcı ka­dın vardı. Ayrıca oyun ve eğlence aletlerini, çalgılarını Haleb'e gönderdi ve bunları götüren görevliye de şu talimatı verdi: «Onlara de ki bu gibi şeyler sizin için rükû ve secdeden daha hoştur.»

Ulaştırma askerleri düşman ordugahında çok miktarda içki, barut ve eğlence aletleri görmüştü. Düşman ordugahı tıpkı meyhaneyi andırı­yordu. İşte bu, fâsık eğlence düşkünü ve disiplinsiz olan kimselerin yo­ludur. [22]

 

Fasıl

 

Askerler perişan halde Haleb'e döndüklerinde yemini bozdukları­na ve sultana karşı geldiklerine pişman oldular. Sultan Selahaddin'den korktukları için şehrin korunması için gerekli istihkâm tedbirlerini aldılar. Musul enıiri de çabucak yerine ulaştı. Mola vermeden yoluna de­vam etti. Nihayet şehrine girdi. Sultan Selahaddin de ganimet taksimi­ni tamamladıktan sonra son derece güçlü bir halde Haleb'e doğru sür'at-le gitti. Haleb'in etrafında istihkâm tedbirleri alındığım gördü ve kimse bize karşı koymasın diye önce şehrin çevresindeki kaleleri fethedelim sonra şehri ele geçirmek için harekete geçelim, dedi ve çevredeki kalele­ri birer birer fethetmeye, hakimiyet temellerini teker teker yıkmaya başladı. Merağa ve Menbic'i fethetti. Sonra Azaz'a yürüdü. Bu arada Halepliler Sinan'a yardım için haber saldılar. O da Sultan Selahaddin'i öldürmek için bir grup askeri görevlendirip yola koydu. Bunların bir kıs­mı Selahaddin'in askerlerinin kılığına bürünerek safları arasına sızdı­lar, savaştılar ve birgün Sultan Selahaddin cephede dolaşmakta iken fırsatı bulan bu fedailerden biri Sultan Selahaddin'e saldırdı; elindeki bıçakla Sultan Selahaddin'in başına vurdu, ancak sultan miğfer giydi­ğinden Allah onu ölümden kurtardı. Yalnız bıçak, yanağına isabet etti ve hafifçe yaraladı. Sonra bu saldırgan fedai, sultanı yere yatırıp boğaz­lamak istedi. Çevresindekilerse dehşete kapılmışlardı. Sonra akılları başlarına gelince hep birlikte saldırganın üzerine atıldılar. Onu öldü­rüp parça parça ettiler. Sonra aynı anda bir başka fedai sultana hücum etti. O da öldürüldü. Sonra bir başka fedai emirlerden birine hücum etti, o da öldürüldü. Sonra dördüncüsü kaçtı. Ancak o da yakalanıp öldürül­dü. O gün savaş iptal oldu. Sonra Sultan Selahaddin Haleb'e hücum etti. Orayı fethetti ve kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer b. Şahinşah b. Ey-yub'a ikta olarak verdi. Halep'lilere çok öfkelenip gazaplanmıştı. Çünkü onu öldürmek için üzerine fedaileri salmışlardı. Gidip şehrin karşısında Cevşen dağı eteklerinde ordugahını kurdu. Babukiye başına çadırını kurdu. Bu hadise zilhicce ayının onbeşinde cereyan etmişti. Artık köy­lerden, kasabalardan her taraftan haraç toplamaya başladı. Haleb'e gi­riş çıkışları yasakladı. Sene sonuna kadar Halep kuşatmasını devam et­tirdi.

Bu senenin zilhicce ayında Sultan Selahaddin'in kardeşi Nuru'd-Devle, kardeşini özlediği için Yemen'den geldi. Çok miktarda mal ve pa­ra elde etmişti. Sultan Selahaddin onun gelişine çok sevindi. İkisi bir araya geldiklerinde iyi ve takvalı bir kimse olan Sultan Selahaddin «Ben Yusuf um bu da kardeşimdir» dedi. Yemen beldelerine akrabaları­nı naib olarak tayin etti. Kardeşi yanında kalınca da onu Dımaşk'a ve oranın kazalarına naib olarak tayin etti. Bir rivayette anlatıldığına göre kardeşi Musul savaşından önce yanına gelmiştir ki o da fetih ve zaferin en büyük sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Çünkü kardeşi son derece şecaatli ve kahramandı.

Bu senede Sultan Selahaddin'in kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer, kölesi Behaeddin Karakuş'u ordusuyla birlikte Mağrip diyarına

gönderdi. O da gidip oralarda birçok beldeleri fethetti. Bol miktarda ga­nimet elde etti. Sonra da Mısır'a döndü.

Bu senede aslen Şamlı olup Bağdat'ta yetişen Vaiz Ebu'l-Fütuh Ab-düsselam b. Yusuf b. Muhammad, el-Ceride adlı eserde ondan bahseder­ken şöyle demiştir: «O benim arkadaşımdı.»

Vaiz Abdüsselam, vaaz için kürsüye oturdu. Sultan Selahaddin de yanında hazır bulundu. Sultan'a birkaç parça şiir okudu. Okuduğu şiir­lerden biri şuydu:

«Ey ruhumun sahibi ey emelimin son noktası.

Ey kalbimde ve düşüncemde her zaman hazır bulunan,

Sen beni kendi yaratıcısı olduğun topraktan yarattın.

Nihayet bir timsal ve heykele dönüştüm.

Can suyunun ağaçta dolaştığı gibi,

Kalbimde nurlu bir ruhu dolaştırdın.

Nurlu bir ruhun saflığı ile bulanık bir maddenin kalıba dökülüşü neticesinde bir cisim olarak ortaya çıkardın.

Eğer sende yok olursam bu benim için övünülecek şerefli bir hal olur.

Eğer hazır olacak olursam da benim gözüm ve kulağım olursun

Veya gizleyecek olursam benim sırnm sende kalır.

Eğer hatırdan geçecek olursam kalbim hep seni düşünür, tetikte olur.

Resmim ortaya çıkar, kayb olup tekrar meydana gelir.

Ama sen bende yok olursan, işte o zaman ben hatıralarda yaşarım.» [23]

 

Hicretin Beşyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hafız İbn Asâkir

 

Hafiz Ali b. Hasan b. Hibetullah b. Asâkir Ebü'l-Kasım ed-Dımaşkî. Büyük hadis hafizlarındandır. Hadisle ilgilenenlerin, dinleyip rivayet edenlerin, derleyenlerin tasnif edenlerin, mütalaa edenlerin, hadis ve metinlerini ezberleyenlerin, hadis üslup ve fenlerini sağlam bir şekilde öğrenenlerin üstadıdır. Sekiz ciltlik Tarihü'ş-Şam adlı eseri tasnif et­miştir. Bu eser kendisinden sonra varlığını muhafaza edip baki kalmış­tır. Kendisinden önceki tarihçilere nisbetle eşine az rastlanan alimler­dendir. Kendisinden sonra gelen tarihçileri de kendisi gibi eser vermek için çok yormuştur. Bu alanda yarış ipini göğüslemiştir. Bu esere bakıp iyice gözden geçiren ve düşünen kimseler onun bu eserde anlattıklarını ve bu eserin aslını görürler ve zamanının tarih alanındaki biricik eseri olduğuna, bunun tarih ağacının en yüksek dalı olduğuna hükmederler.

Ayrıca onun hadis ilmine dair faydalı kitapları vardır. Kendisi de ibadet ehli biri olup güzel yolda yaşayan, övgüye layık bir kimseydi. Etrafü'l-Kütübi's-Sitte, eş-Şüyûhü'n-Nübül, Tebyin'ü Kizbi'l-Müfteri ala Ebil-Hasan el-Aşarî gibi eserleri de vardır. Bunlardan başka irili ufaklı bir­çok tasnifatı, cüzleri ve risaleleri de vardır. Hadis derlemek için bir çok yerlere seyahatlerde bulundu. Şehirleri, bölgeleri, mıntıkaları aşıp git­ti. Hadis hafızlarından hiç birinin derleyemediği kitapları derledi. İstih-sahta bulundu. Kitapları birbirleriyle karşılaştırdı. Lafızlarım tashih etti. Dımaşklı alimlerin önde gelenlerinden biri oldu. Hata bir çokları­nın fevkine çıktı. Kadir, kıymet, hey'et ve itibar sahibi bir kimse oldu. Büyük serveti oldu. İnsanlara iyilikte bulunup bağışlar yaptı. Bu sene­nin recep ayının onbirinde yetmişiki yaşında vefat etti. Sultan Selahad-din onun cenaze merasimine katıldı. Cenazesi Babü's-Sağir mezarlığı­na defnedildi. Yüce Allah rahmet etsin. Cenaze namazını Kutbeddin en-Nisaburî kıldırmıştı.

İbn Hallikan dedi ki: Onun birçok şiirleri vardır. Şiirlerinden biri şudur:

«Ey nefis! Vah haline ihtiyarlık geldi.

Artık aşk-ü sevdanın anlamı kalmadı.

Gençliğim sanki hiç gelmemiş gibi çekip gitti.

Hiç gitmeyecekmiş gibi ihtiyarlık üzerime geldi.

Sanki şahsen ben gafletteyim.

Oysa ölüm üzerime gelip çökmüştür.

Keşke hiç bu hayata gelmeseydim.

Ve Cenâb-ı Allah ezelde,

Hayata gelmeyi benim için takdir etmeseydi.»

İbn Hallikan dedi ki: Hafız ibn Asâkir, şiirlerinde kendisine lazım olmayan şeylerle uğraştı. Hata yaptı. Kardeşi Sainuddin HibetuUah bin Hasan da hadisçi ve fakih idi. Bağdat'ta Es'ad el-Mehinî'den ders aldı. Sonra Dımaşk'a geldi ve Gazaliye medresesinde ders verdi.

Bu senede altmışüç yaşında iken vefat etti. [24]

 

Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesi

 

Bu sene başında Sultan Selahaddin Haleb'i kuşatma altında tut­maktaydı. Ümera, Haleplilerle barış yapmasını kendisine Önerdi. O da Halep ve kazalarının sadece Salih İsmail'e ait olması şartıyla Halepli­lerle barış anlaşması yaptı. Halepliler de bunu kabul ettiklerini yazıp imzaladılar. Akşam olunca Melik Salih İsmail Halep ve kazalarına ek olarak Azaz kalesinin de kendisine verilmesi için Sultan Selahaddin'e küçük yaştaki kızkardeşi Hatun binti Nureddin'i gönderdi ki, bu isteğini kabul etmesini kolaylaştırsm ve amacına rahatlıkla kavuşabilsin. Sultan Selahaddin Hatun'u görünce ayağa kalktı, yer öptü ve isteğini yerine getirdi. Ayrıca ona çok miktarda mücevher ve armağanlar da ver­di. Sonra kendisine saldırmış olan fedailerin üzerine hücum etmek için Halep'ten ayrıldı. İçinde barınmakta oldukları kaleleri Misyab'ı kuşat­tı. Bir kısmını öldürdü. Bir kısmını esir aldı. Kaleyi yaktı. Sığırlarını al­dı. Diyarlarını yıktı. Sonra dayısı ve aynı zamanda Hama valisi Şiha-büddin Mahmud b. Tutuş, onları affetmesi için ricacı oldu. Çünkü fedai­ler (İsmaililer) kendisinin komşularıydılar. Sultan Selahaddin, dayısı­nın ricasını kabul etti.

Daha önceleri Dımaşk valisi olan Baalbek valisi Şemseddin Mu-hammed b. Melikü'l-Mukaddem ona yokluğu esnasında Bika'da boz­gunculuk yapan Haçlı esirlerinden bir topluluğu getirip teslim etti. Bu da onun Haçlılarla yeniden savaşma azmini biledi. Sultan Selahaddin, Sinan'ın adamları olan İsmailî fedailerle barıştı. Sonra Dımaşk'a dön­dü. Kardeşi Şemsü'd-Devle Turan Şah onu karşıladı. Ona Melikü'1-Mu-azzam lakabını taktı. Bundan sonra Sultan Selahaddin Mısır'a gitmeye karar verdi.

Şehrezorlu Kadı Kemaleddin Muhammed bu senenin muharrem ayının altısında vefat etti. Bu zat hayırlı ve seçkin kadılardan olup Şehid Nureddin'in en has adamlarmdandı. Şehid Nureddin ona Dımaşk Ca-mii'nin nazırlığını, darphane yöneticiliğini, surların onanm işini ve hal­kın umumi çıkarlarını gözetme görevini vermişti. Vefat edeceği zaman Kadı Kemaleddin, kendisinden sonra kardeşinin oğlu Ziyaeddin b. Ta-ceddin eş-Şehrezorî'nin kadılığa atanmasını vasiyet etti. Sultan Sela­haddin onu pek sevmemekle birlikte bu vasiyeti kabul etti. Kadılığa ata­dı. Çünkü Dımaşk'ta iken Sultan Selahaddin onu hapse atmıştı. O da Sultan Selahaddin'e muhalif bir kimse olup ters davranışlar içine gir­mişti. Atandıktan sonra amcasının usulüne ve kaidesine göre kadılık meclisinde oturdu. Ancak Sultan Selahaddin'in gönlünde Şerefüddin Ebu Said Abdullah b. Ebi Asrun el-Halebî'yi kadılığa atamak vardı. Çünkü o Dımaşk'a, Sultan Selahaddin'in yanma gitmiş, Sultan Sela­haddin de onu Dımaşk kadılığına atayacağını vaad etmişti. Sultan Sela­haddin bu niyetini Kadı Fadıl'a bir sır olarak vermiş; Kadı Fadıl da gidip Ziyaeddin'den kadılık görevinden istifa etmesini istemişti. O da bu iste­ği kabul edip kadılıktan istifa etti. Beytülmal vekilliği görevi ise uhde­sinde kalmıştı. Bundan sonra Sultan Selahaddin, İbn Ebi Asrun'u kadı­lığa tayin etti. Ancak Kadı Muhiddin Ebü'l-Meali Muhammed b. Zekiy-yüddin'i ise kendisine vekil tayin etmesini şart koşmuştu. O da bu şartı yerine getirdi. Fakat daha sonra İbn Ebi Asrun (Şerefüddin), gözlerinin feri azaldığından vekili bulunan Muhiddin Ebu Hamid müstakil kadı ol­du.

Bu senenin safer ayında Sultan Selahaddin, Haznı köyünü Gazali-ye tekkesine vakfetti. Bu vakfın gelirleri orada şer'i ilimlerle uğraşan kimselere sarfedilecekti. Fakihlerin ihtiyaçları bununla karşılanacak­tı. Bu vakfın nazırlığını da Kutbeddin en-Nisaburî'ye verdi. Kutbeddin buranın müderrisi idi.

Bu senenin safer ayında Sultan Selahaddin, Muineddin Onur'un kızı Hatun İsmetüddin'le evlendi. Bu Hatun daha önceleri Nureddin Mahmud'un zevcesi olup Kale'de ikamet etmekteydi. Evlenme akdinde kardeşi Emir Sadeddin b. Onur veli olarak bulundu. Kadı İbn Asrun ve beraberindeki adil kimseler de bu nikah akdinde hazır bulundular. Sul­tan Selahaddin, nikâh akdinin kıyıldığı gece ile bir sonraki gecede İsme-tüddin Hatun'un yanında kaldı. Sonra Mısır'a gitti. Cuma günü namaz­dan önce yola koyuldu. Mercüssifir'de konakladı. Sonra yoluna devam etti ve Sıffin yakınlarında geceyi geçirdi. Tekrar yola koyuldu. Bu sene­nin rebiyülevvel ayının onaltısında cumartesi günü Mısır'a girdi. Kar­deşi ve Mısır naibi Melikü'1-Adil Seyfeddin Ebu Bekir onu Kalzum deni­zi kısışında karşıladı. Beraberinde çeşitli yiyecekler ve diğer eşyalardan oluşan çok miktarda hediyeler vardı. Kâtip İmad da Sultan Selahad-din'in maiyetindeydi. O daha önce Mısır'a gelmiş değildi. Mısır'ın güzel­liklerini ve özelliklerini anlatmaya başladı. Ehramları ve diğer göz alıcı yerleri anlattı. Bunları çeşitli şeylere benzetti. er-Ravzateyn adlı eserde de anlatıldığı gibi çok abartmalarda bulundu.

Bu senenin şaban ayında Sultan Selahaddin İskenderiye'ye gitti. Oğulları Fadıl Ali ile Aziz Osman'ı Hafız es-Sülefî'nin yanma götürüp ders alırdı. Perşembe, cuma ve cumartesi olmak üzere üç gün onları Ha­fızın yanına götürdü. Son ders günü olan cumartesi, ramazanın dördün­cü günüydü. Sultan Selahaddin ramazan ayını İskenderiye'de geçirme­ğe niyetlendi. Şehrin surlarının onarımını tamamladı. Donanmanın ye­nilenmesini, gemilerin onarılmasını ve savaşçılarla doldurulmasını, de­niz yoluyla Cezayir'e gidip gaza yapılmasını emretti. Denizci askere bu amaçlarla bol miktarda iktalar verdi. Donanma için yeterince parayı beytülmalden verdi. Sonra ramazan ayı içinde Kahire'ye döndü ve oru­cunu orada tamamladı.

Bu senede Sultan Selahaddin İmam Şafiî'nin mezarının yanında Şafıîler için bir medrese yaptırılmasını emretti. Şeyh Necmeddin el-Haboşanî'yi de buranın müderrisi ve nazırı yaptı.

Bu senede Sultan Selahaddin, Kahire'de hastahane yaptırılmasını emretti ve bu hastahane için çok vakıflar kurdu. Bu senede Musul kale­sinin naibi Emir Mücahidüddin Kaymaz şehir dşında yanyana olmak üzere güzel bir cami, bir hankâh, bir medrese ve bir de hastahane yaptır­dı. Bu zat hicretin 595. senesinde vefat etmiştir. Allah rahmet etsin. Bu anlattıklarımızdan başka onun yaptırdığı medreseler, hankâhlar ve camiler de vardır. Dindar, hayırlı, faziletli ve Hanefî mezhebine mensup bir zattı. Edebiyat, şiir ve fikıh müzakereleri yapardı. Çokça oruç tutar, gecelerini de namazla geçirirdi.

Bu senede halife, sağlıklı kimselerden tecrid edilsinler diye cüz-zamlıların Bağdat dışında bir nahiyeye götürülüp orada toplanmalarını emretti. Allah'tan afiyet dileriz.

İbnu'l-Cevzî el-Muntazam adlı eserinde bir kadının şöyle dediğini nakletmiş tir:

«Yolda yürürken, bir adam her yanından geçtiğimde bana sataşır­dı. Kendisine «Benden elde etmek istediğin şeye ancak nikah ve şahid-lerle kavuşabilirsin onun için hakimin yanında benimle evlen» dedim. Evlendikten sonra bir süre yanında kaldım. Sonra karnı şişti. İstiska hastalığından Ötürü şiştiğini zannediyorduk. Ama bir süre daha geçtik­ten sonra tıpkı kadınlar gibi bir çocuk doğurdu. Meğer hünsa: erselik-miş!» Bu da çok tuhaf hallerdendir. [25]

 

Hicretin Beşyüzyetmişikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Ali B. Asâkir

 

Ali b. Asâkir b. Merhap b. Avvam Ebü'l-Hasan el-Bataihî. Kurra ve lügatçi idi. Hadis dinledi ve rivayet etti. Nahiv ve lügati çok güzel bilirdi. Kitaplarını Bağdat'taki İbn Cerrare Mescidi'ne vakfetti. Seksen küsur yaşındayken bu senenin şaban ayında vefat etti. [26]

 

Muhammed B. Abdullah

 

Muhammed b. Abdullah b. Kasını Ebü'l-Fadıl. Dımaşk kadilkudatı idi. Kemaleddin unvanını alıp Şehre zorludur. Musul'da görev yapmış­tır. Orada Şafiîler için bir medresesi vardı. Nusaybin'de de bir medrese­si vardı. Dindar, faziletli, güvenilir ve mutemed bir kimseydi. Nureddin Şehid Mahmud b. Zengi zamanında Dımaşk kadılığı yaptı. İbn Saî'nin anlattığına göre Nureddin onu ikinci kez vezirliğe atamıştır. Şehid Nu-reddin'in mektuplarını yazardı. Bir defasında halife Muktefî'ye bir işle ilgili bir mektup yazmış, mektubunda imza yerine Muhammed b. Ab­dullah er-Resul ibaresini kullanmıştı. Halife de bu ibarenin altına (sal-lallahu aleyhi vesellem) diye yazmıştı.

Ben derim ki: Nureddin Mahmud b. Zengi, Dımaşk Camii'nin nazır­lığım, darphane yöneticiliğini, surların onarım işini ona vermişti. Onun için hastahaneler ve medreseler yaptırmıştı. Muhammed b. Abdullah, bu senenin muharrem ayında Dımaşk'ta vefat etti. [27]

 

Hatip Şemseddin

 

Vezir Ebu Ziya'nm oğludur. Mısır diyarının hatibi ve oranın veziri­nin oğludur. İlk olarak Mısır diyarında Sultan Selahaddin'in emriyle Abbasî halifesi Mustedi Bi-Emrillah adına hutbe okudu. Sonra Sultan Selahaddin'in nezdinde itibar sahibi olup yükseldi. Nihayet Sultan Se­lahaddin onu hükümdarlara ve halifelere elçi olarak gönderdi. Emri dinlenen, cömert, övgüye layık bir reisti. Şairler ve edipler kendisinden ders alırlardı. Sonra Sultan Selahaddin saltanat fermanıyla onun yeri­ne Şehrezorî'yi tayin etti. Şairlere ve ediplere ders verme görevi onun için resmi bir vazife haline geldi. [28]

 

Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesi

 

Bu senede Sultan Selahaddin, Cebel kalesinin onarımını, Kahire ve Mısır surlarının yapılmasını emretti. Bunun üzerine Mısır diyarında misli ve şekli görülmemiş bir kale onarımı yapıldı. Bu işlere Emir Baha-eddin Karakuş yönetici olarak tayin edildi ki o, Takiyyüddin Ömer b. Şa-hinşah b. Eyyub'un kölesiydi.

Bu senede Remle'de müslümanlar hezimete uğradılar. Bu senenin cemaziyelevvel ayında Sultan Selahaddin Haçlılarla savaşmak üzere Mısır'dan ayrılıp yola koyuldu. Remle diyarına vardı. Orada bazı Haçlı­ları esir alıp ganimet elde etti. Sonra askerleri ganimetlerle meşgul ol­dular. Çeşitli köylere ve mahallelere dağıldılar. Sultan Selahaddin ise en az sayıdaki askeriyle başbaşa kaldı. Haçlılarsa büyük bir şövalye gu­rubuyla üzerlerine hücum ettiler. Çok çabalardan ve çırpınışlardan son­ra Sultan Selahaddin ölümden kurtuldu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra askerleri dönüp yanma geldiler ve etrafında toplandılar, ama bu sebeple de halk arasında büyük bir panik meydana geldi. Mısırlılar onun ölümden kurtulduğuna, kendisini görmeden inanamadılar. Du­rum tıpkı «Geri dönmektense ganimetle uğraşmağa razı oldum» ata sö­zünde anlatıldığı gibi oldu. Bununla birlikte sultanın salimen kurtulu­şu sebebiyle ülkede sevinç tefleri çalındı. Bu on sene sonra yaşandıysa da yine de güzel bir gündü. Bu, Hittin günü olmuştu. Sultan Selahaddin bu savaşta büyük sebat göstermişti. Oğlu Takiyyüddin Ömer esir düş­müştü. Haçlıların elinde yedi sene kalmıştı. Diğer oğlu da öldürülmüş­tü. Bıyıkları henüz yeni terlemişti. Sultan Selahaddin esir düşen oğlu ile öldürülen oğluna çok üzüldü. Eyyub peygamberi örnek alarak sabret­ti. Davud peygamberi de örnek alarak ağladı. Bu savaşta iki kardeş Fa-kih Ziyaeddin İsa ile Zahireddin de esir düşmüşlerdi. İki sene sonra Sul­tan Selahaddin 90.000 dinar fidye ödeyerek bunları esaretten kurtar­mıştı.

Bu senede Halep'te devlet düzeni bozuldu. Halep emiri Melik Salih İsmail b. Nureddin, Hadim Gümüştekin'i yakaladı ve elinde bulunan Harim kalesini teslim etmesini istedi. O da teslim etmeyince Melik Sa­lih onu ayaklarından astı. Burnunun altında duman tüttürdü ve Hadim Gümüştekin o saatte vefat etti.

Bu senede, Haçlı kontlarından büyük bir kont, Sultan Selahad­din'in yokluğu ve naiblerinde kendi beldelerinde meşgul olduklarını fır­sat bilerek Şam'ı ele geçirmek maksadıyla geldi. Kâtip İmad dedi ki:

«Haçlılar daha önce yapmış oldukları banş antlaşmasında şöyle bir şart ileri sürmüşlerdi: Her ne zaman hükümdarlarından büyük bir kont gelir de onu geri çeviremeyecek olurlarsa, mecburen onun maiyetine gi­rip onunla birlikte müslümanlara karşı savaşacaklar, ona destek vere­cekler, ona takviye olacaklar; ama bu kont dönüp gittikten sonra kendi­leriyle Müslümanlar arasındaki eski antlaşma tekrar yürürlüğe gire­cek.»

İşte bu Haçlı kontu ve maiyetindeki Haçlılar, Hama şehrine ve has­ta vaziyette bulunan Hama valisi ve aynı zamanda Sultan Selahad­din'in dayısı Şihabüddin Mahmud'a saldırdılar. Dımaşk valisi ve bera­berindeki emirlerse kendi beldeleriyle meşgul idiler. Haçlılar neredeyse Hama'yı ele geçireceklerdi. Ama dört gün sonra Cenâb-ı Allah onları bozguna uğrattı. Harim'e döndüler. Orayı da ele geçiremediler. Haleb valisi Melik Salih İsmail onları Harim'den uzaklaştırdı. İstedikleri pa­raları ve esirleri onlara verdi. O esnada Sultan Selahaddin'in dayısı ve Hama valisi Şihabüddin Mahmud da vefat etti. Kendisinden üç gün ön­ce de oğlu Tutuş vefat etmişti. Sultan Selahaddin, Haçlıların Harim'e hücum ettiklerini duyunca Mısır'dan Şam'a doğru yola koyuldu. Şevval ayının ondördünde Dımaşk'a geldi. Beraberinde Katip İmad da vardı. Ancak hacca gitmek amacıyla Kadı Fadıl Mısır'da kalmıştı.

Bu senede Kadı Fadıl Sultan Selahaddin'e bir mektup gönderdi. Sultan Selahaddin'in oğlu Ebu Süleyman Davud'un dünyaya gelişi se­bebiyle Sultan Selahaddin'i tebrik ediyordu. Böylece Sultan Selahad­din'in erkek çocuklarının sayısı onikiyi bulmuştu, ama daha sonra bir­kaç erkek çocuğu daha doğmuştu. Kendisi vefat ederken geride onyedi erkek ve bir de Munise adında küçük yaşta bir kız çocuğu bırakmıştı. Daha sonraları amcasının oğlu Melikü'l-Kâmil Muhammed b. Adil, Mu­nise ile evlenmişti. Nitekim yeri gelince inşaallah bu husus anlatılacak­tır.

Bu senede Yahudilerle Bağdat halkı arasında büyük bir kavga meydana geldi. Bu fitnenin çıkış sebebi şuydu: Bir kilise yanında müez­zinin biri ezan okumuş, Yahudilerden biri ise ona çok ağır sözler sarfede-rek hakarette bulunmuş, Müslüman da ona sövmüş ve ikisi birbiriyle kavgaya tutuşmuşlardı. Müezzin divana gelerek şikayetçi olmuş, fitne büyümüş, halk adeta ayaklanmış, ortalığı velveleye bağlamışlardı. Cu­ma vakti olunca halk, bazı camilerde hatipleri hutbe okumaktan men etmişti. Bunun peşisıra halk hemen camilerden çıkmış, Yahudilerin ça­lıştıkları Suku'l-Attarîn'i yağmalamışlar, sonra da Yahudi kilisesine gi­dip orayı da yağmaîamışlardı. Güvenlik görevlileri yağmacılara engel olamamışlardı. Halife de halktan bazı kimselerin idam edilmesi emrini vermişti. O gecede ölüm cezasına çarptırılmış olup hapiste bulunan bazı yan kesiciler karanlıkta hapisten çıkarılıp idam edilmişlerdi. Sabah olunca halkın çoğu bu kargaşa yüzünden olayı çıkaran bazı elebaşılarını idam edildiğini zannetmiş ve böylece ortalık sakinleşmişti.

Bu senede halifenin veziri Adüdü'd-Devle b. Reissü'r-Resa b. Mes-leme hacca gitmek üzere yola koyuldu. Halk da onu uğurlamaya çıkmış­tı. Batınîlerden üç kişi yoksul kılığına bürünerek ona yanaşmışlar, güya bazı haberleri ona ulaştıracaklardı. Bunlardan biri ona birşeyler söyle­mek bahanesiyle yanına yaklaştı. Onu kucakladı ve birkaç bıçak darbe­si vurdu. İkincisi, sonra üçüncüsü de aynı şekilde hücum edip kendisini bıçakladılar. Vücudunu paramparça ettiler. Çevresindeki bir topluluğu yaraladılar. Ama üçü de hemen Öldürüldü. Vezir ise başkaları tarafın­dan taşınarak evine getirildi. Aynı günde öldü. Bu vezir, daha önceleri Vezir İbn Hübeyre'nin iki oğlunu idam ederek öldürmüştü. Cenâb-ı Al­lah da kendisini öldürecek kimseleri üzerine musallat kıldı. Ne yapar­san yoluna gelir. Cezam tam olarak çekersin. [29]

 

Hicretin Beşyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Sadaka B.Hüseyin

 

Sadaka b. Hüseyin Ebül-Ferec el-Haddad. Kur'an ilimlerini tahsil etti. Hadis dinledi. Fıkıh okudu. Fetva verdi. Şiir, söyledi. Kelam ilmini beğenmedi. Şeyhi İbn Zagunî'nin tarihine bir zeyil yazdı ki, bunda ga­riplikler ve tuhaflıklar vardır.

İbn Saî dedi ki: «Sadaka b. Hüseyin alim ve faziletli bir şeyh olup ki­tap istinsahı yaparak elde ettiği ücretle geçimini sağlayan yoksul bir kimseydi. Bağdat'ın Bedriye mahallesindeki mescide gelip orada yatar­dı. Aynı zamanda orada imamlık da yapardı. Zamanı ve zamana bel bağ­layan kimseleri kınardı. el-Muntazam adlı eserinde İbnul-Cevzî'nin onu yerdiğini ve büyük günahlar işlemiş bir kimse olarak onu itham etti­ğini gördüm. Ayrıca İbnü'l-Cevzî onun zındıklıkta İbn Ravendi'ye ben­zediğini göstermek için delil niteliğinde bazı şiirlerini de nakletmiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Sadaka b. Hüseyin bu senenin rebiyülahir ayında yetmişbeş yaşında vefat etti. Bab-ı Harp mezarlığına defnedildi. Vefatından sonra onun­la ilgili hiç de hoş olmayan bazı rüyalar görülmüştür. Dünyada ve ahi-rette afiyet diliyoruz. [30]

 

Muhammed B. Es'ad B. Muhammed

 

Künyesi Ebu'l-Mansur el-Attar'dır. Hafde adıyla meşhur olmuştur. Hadis dinlemiş, fıkıh dersleri almış, münazaralarda bulunmuş, fetva vermiş ve müderrislik yapmıştır. Bağdat'a geldi ve orada vefat etti. [31]

 

Mahmud B. Tutuş Şihabüddin El-Harimî

 

Sultan Selahaddin'in dayısıydı. Hayırh, seçkin ve bahadır ümera­dandı. Kızkardeşinin oğlu olan yeğeni Sultan Selahaddin, Hama şehrini ona ikta olarak verdi. Hasta haldeyken Haçlılar onu kuşattılar. Hama'yı ele geçirdiler. Halktan bazı kimseleri öldürdüler. Sonra Hamalılar gay­rete gelerek savaşa giriştiler ve Hama'yı geri alıp Haçlıları perişan vazi­yette geri püskürttüler. [32]

 

Fatıma Bintî Nasr El-Attar

 

Hayırlı ve güzide hanımlardandı. Sahibü'l-Mahze'nin kızkardeşi­nin sülalesindendir. Abide, takvalı ve evine kapanan bir kadındı. Anla­tıldığına göre evinden üç kez dışarı çıkmıştır. Halife ve diğerleri onu övüp methetmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. [33]

 

Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesi

 

Bu senede Mısır'da bulunan Kadı Fadıl, Şam'da duran Sultan Sela-haddin'e bir mektup göndererek herbiri birer prens olan oniki oğlunun selamette oluşları sebebiyle onu tebrik edip mektubunda şöyle demişti:

«Allah'a hamd olsun. Senin çocukların hayatın ziyneti ve süsüdür. Kalplerle ruhların reyhanı ve çiçeğidir. Bunlardan ayrı kalmağa ta­hammül edebilen gönül elbetteki çok geniş bir gönüldür. Bunların sade­ce haberleriyle yetinen bir kalp elbetteki çok kanaatkar bir kalptir. Bun­lardan uzakta olduğu halde kapanıp uyuyabilen bir göz, çok uykucudur, bunlardan uzak kaldığı halde sabredip dayanabilen bir hükümdar el­betteki çok akıllı ve tedbirlidir. Bunları vererek Allah'ın kendisine ni­met bahşettiği bir kula gelince elbetteki o kul, bu nimet sayesinde rahat bir hayat sürer. Efendimizin gerdanı, bu inci çocukları takınma özlemi­ni duymuyor mu? Efendimizin gözleri bunlara bakarak bakış suyuna kanmak istemiyormu? Efendimizin kalbi bunlarla karşılama özlemini duymuyor mu? Elbetteki duyuyor. İşte bu kuş da onların izlerini aramaz mı? Allah kendisini hayatta bıraksın, uzun ömür yaşatsın. Efendi­mize şunu söylemek düşüyor:

«Böyle bir Özlemin sadece bir kısmı bile omuzda taşınamaz, taham­mül edilemez. Ama benim kalbim aşk içinde kıvranmaktadır.»

Bu senede Sultan Selahaddin, Mekke'deki hacılara vurulan ağır vergileri ve harçları kaldırdı. Daha önce garp tarafından gelen hacılar­dan çok miktarda vergi ve harç almıyordu. Bunu ödeyemeyenler hapse atılıyor, çoğu kez Arefe vakfesinde bulunamıyorlardı. Kaldırdığı bu ver­gilerin yerine Sultan Selahaddin, Mekke emirine Mısır'da bazı arazileri ikta olarak verdi. Ayrıca her sene onun için Mekke'ye 8.000 ölçek buğday gönderilmesini de karara bağladı ki, bunlar onun ve adamlarının ihti­yaçlarını karşılasın. Mekke'de mücavir olarak yaşayan kimselere de bu­nunla yardım edilsin. Mücavirler için de Mısır'dan gönderilecek ürünler tahsis edildi. Allah, Sultan Selahaddin'e rahmet etsin.

Bu senede Emir Şemseddin b. Mukaddem, Baalbek şehrinde isyan etti. Sultan'a hizmete gelmedi. Sultan, Humus'ta durmakta olduğu hal­de Emir Şemseddin oraya gelmedi. Çünkü o, kardeşi Turanşah'm Sul­tan Selahaddin'den Baalbek şehrini istediğini, Sultan Selahaddin'in de burayı ona verdiğini duymuştu. Bu yüzden Emir Şemseddin Humus'a Sultan Selahaddin'in yanma gelmedi. Nihayet Sultan Selahaddin'in kendisi Baalbek şehrine geldi. Savaş yapmaksızın orada kuşatma altı­na aldı. Sonra da Emir Şemseddin'e elinde bulunan yerlerden daha faz­lasını verip Baalbek şehrini ondan aldı. O da buna razı oldu. Baalbek şehrini Turanşah'a teslim edip şehirden çıkıp gitti.

İbnü'1-Esir dedi ki: «Bu senede az yağmur yağdığından şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Bu kıtlık Irak, Şam ve Mısır diyarım etkiledi ve hicretin 575. senesine kadar devam etti. O senede yağmur yağdı. Fiyat­lar ucuzladı. Ancak bundan sonra da şiddetli bir veba salgını görüldü. Ülkeyi, hummayı andıran sersam hastalığı da etkisi altına almıştı. Bu hastalık ancak hicretin 576. senesinde önlenebilmişti. Ama bu yüzden ancak Allah'ın bildiği kadar insan ölmüştü.

Bu senenin ramazan ayında halifenin hü'atleri Dımaşk'ta bulunan Sultan Selahaddin'e ulaştı. Lâkaplarına Muiz Emirül-Mü'minin lakabı da eklendi. Kardeşi Turanşah'a da hil'at verildi. Ve ona da Mustafa Emi-rü'1-Mü'minin lakabı takıldı.

Bu senede Sultan Selahaddin, Dımaşk taraflarında fesat çıkaran ve o çevreyi yağmalayan Haçlılarla savaşmak için kendinden önce hare­kete geçirmek üzere kardeşinin oğlu Femıhşah b. Şahinşah'ı teçhiz edip hazırladı ve Haçlıları ülkenin orta kısımlarına çekinceye kadar oyala­masını, kendisi oraya ulaşıncaya dek onlarla savaşmamasını emretti. Ancak Haçlılar Ferruhşah'ı görür görmez onunla savaşa tutuştular. Femıhşah da onları kırıp geçirdi. Komutanlarından Nasıra valisi Hanfri'yi öldürdü. Hanfri büyük Haçlı kontlarından ve şövalyelerindendi. Savaşmaktan hiç çekinmezdi. Allah, bu savaşta onu helak etti. Sonra Sultan Selahaddin, yeğeninin peşinden gitti. Kesve'ye vardığında Haçlı ölülerinin başlarını mızraklar üzerinde gördü. Yeğeninin ganimet ve esirleri de beraberinde getirmiş olduğunu gördü.

Bu senede Beytü'l-Ahzan yanında çöldeki yolcular için bir kale yap­tılar. Ancak burayı Müslümanlarla savaşta bir gözetleme yeri haline ge­tirdiler. Ayrıca bu sayede müslümanların yolunu da keseceklerdi. Haç­lıların emiri kendisiyle Sultan Selahaddin arasındaki antlaşmayı boz­du. Her taraftan İslam ülkesine hücum ettiler ki,Müs!ümanları oyala­sınlar. İslâm ordusu her bir tarafa dağılsın. Hep bir arada bulunmasın. Sultan Selahaddin, kardeşinin oğlu Ömer'i Hama'da bıraktı. Yanı­na İbn Mukaddem ile Seyfeddin Ali b. Ahmed el-Meştub'u da vermişti. Bunlar o yöreyi koruyacaklardı. Bika'da gözetim altında tutacaklardı. Humus sınırına da amcasının oğlu Nasirüddin b. Esedüddin Şirkuh'u tayin etti. Mısır'da naibi olarak bulunan kardeşi Melik Ebu Bekir el-Adil'e de haber salarak Haçlılarla savaşmada kullanması için kendisine 1.500 süvari göndermesini istedi. Haçlılara bir mektup yazarak Beytü'l-Ahzan yanında çölde kalmış kimselerin barınması amacıyla yaptırdık­ları, ama başka amaçla kullandıkları kaleyi yıkmalarım istedi. Onlar da bu kalenin yapımına sarfettikleri parayı kendilerine vermesi halinde ancak yıkabileceklerini söylediler. Sultan Selahaddin de onlara 60.000 dinar verdi. Ama kabul etmediler. Sonra 100.000 dinara çıkardı. Ancak bunu da kabul etmemeleri üzerine kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer ona: «Bu parayı İslâm ordusuna sarfet ve askerlerinle gidip o kaleyi yık» dedi. O da kardeşinin oğlunun bu tavsiyesine uydu. İleride anlatacağı­mız gibi ertesi sene gidip kaleyi yıktı.

Bu senede halife Müstedi, İmam Ahmed b. Hanbel'in mezarının üzerine şöyle bir levha yazılıp konulmasını emretti. Önce Ayet el-Kürsi yazılacak sonra da şu ibare, levha'nın alt kısmında yer alacaktı: "Bu, sünnetin tacı, ümmetin yüksek himmetli alimi, âbid, fakih, zahid olan büyük bilgininin mezarıdır.»

Bu levhanın en son kısmında da vefat tarihi yazılacaktı. Yüce Allah rahmet etsin.

Bu senede Bağdat'ta Rafizîler için sahabilerle onları seven kimsele­re sövgu dolu ifadeler içeren şiirler okuyan bir şair yakalandı. Halifenin emri üzerine onun için Özel bir meclis kuruldu. Sonra sorguya çekildi. Habis bir Rafizi propagandacısı olduğu anlaşıldı. Fakihler dilinin ve el­lerinin kesilmesi için fetva verdiler. Bu fetvanın gereği yapıldı. Sonra halk onu linç etmek için ele geçirmek istedi. Ona tuğla parçalan savur­dular. O da kendini Dicle'ye attı. Nehirden çıkarıp vurdular. Nihayet can verip Öldü. Bir ip alıp ayağına bağladılar. Yüzüstü sürüyerek şehrin

her tarafını, çarşı ve pazarı dolaştırdılar. Sonra da onu bir kireç ve tuğla fırınına attılar. Güvenlik görevlileri onu halkın elinden kurtaramadı. [34]

 

Hicretin Beşyüzyetmişdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Es'ad B. Belderek El-Cibrilî

 

Hadis dinledi. Müzâkeresi hoş, kavrayışı iyi bir âlimdi. Bu senede 104 yaşında vefat etti. [35]

 

Hayse Beyse

 

Sa'd b. Muhammed b. Sa'd. Şihabüddin lakabını taşırdı. Künyesi Ebu'l-Fevaris olup Hayse Beyse adıyla meşhur olmuştur. Meşhur bir şi­ir divanı vardır. Bu senenin şaban ayının beşinde salı günü vefat etti. Vefat ederken sekseniki yaşındaydı. Cenaze namazı Nizamiye medre­sesinde kılındı. Babü't-Tıbn mezarlığına defnedildi. Çoluk çocuğu yok­tu. Yazışmalar hususunda eşi bulunmaz bir kâtipti. Muğlak olarak yaz­dığı mektupları çözmek çok zordu. Beni Temim kabilesinden olduğunu söylerdi. Bu husus babasına sorulduğunda ben bunu ancak kendisinden duymuşum, dedi. Şairlerden biri bu iddiası sebebiyle onu hicv etmişti. Şöyle ki:

«Ne kadar irileşsende, kalensüveni uzatsanda.

Sende Temim kabilesinden bir tüy dahi yoktur.

Keler ve kurumuş Ebu Cehil karpuzunu ye.

İstersen erkek deve kuşunun sidiğini de iç.

Evine misafir geldiğinde ikram etmeyen kimse, itibarlı değildir.

Irzını müdafaa etmeyen de muteber değildir.»

Hayse Beyse'nin güzel şiirlerinden biri de şudur:

«Kişinin bir an dahi selamette kalması tuhaftır.

Çünkü herşey onun Ölümü için bir sebeptir.

O kaçar, ama olaylar onu kovalar.

Olaylar dursalar bile kendisi olaylara doğru koşar.

Hayatında yere yığılıp ölmek varken,

O nasıl rahatça dolaşıp durur?»

Şu şiir de ona aittir:

«Bir an için olsun felekten gafil kalma.

Çünkü canlı olan herkesin ölümü kaçınılmazdır.

Uzun süre yaşamak seni aldatmasın.

Uzun ömrü sen ebediyet sanıyorsun.

Sondaki şey bize yaklaşıyor.

Beşik mezara ne kadar da yakınmış!»

el-İkd adlı eserin sahibi Endülüslü Ahmed b. Abdirabbihî'nin de söylediği şu şiir yukarıdaki şiire mana bakımından ne kadar da yakın­dır:

«Bilesin ki dünya bir meşeliğin yeşil ağaçları gibidir.

Bir tarafı yeşerdiğinde diğer tarafı kurur.

Zaman ve emeller, musibetlerden başka birşey değildirler.

Lezzetler de sadece afet ve felaketlerdir.

Bunlardan ötürü sakın gözünden yaş gelmesin.

Bunlar her ne kadar gidici iseler de sen de gidicisin.»

Ebu Sa'd es-Sem'ânî, zeylinde Hayse Beyse'den bahsetmiş, onu öv­müş, divanından ve risalelerinden kesitler sunmuştur. Kadı İbn Halli-kan da onun risalelerinden övgüyle bahsedip şöyle demiştir:

«Kendisinde gurur ve azamet vardı. Arapça'dan başka bir dil ko­nuşmazdı. Şafiî mezhebine mensup bir fakihti. Münazara ve hilaf ilmiy­le meşgul oldu. Sonra bütün bunları bırakıp kendini şiire verdi. Arap şi­irleri hakkında insanların en bilgilisiydi. Arapların muhtelif lugatları-nı da çok iyi bilirdi. Kendisine Hayse Beyse denmesinin sebebi şuydu: İnsanları hareket ve birbirlerine karışmışlık içinde görünce: «Bunlara ne oluyor Hayse Beyse içindedirler (yani karışılık ve kavga içindedir­ler)» dedi. İşte bu sebeple kendisine Hayse Beyse, lakab olarak takıldı. Kendisinin Arap tabibi Ekseni b. Sayfî sülalesinden geldiğini söylerdi. Çoluk çocuğu yoktu. Hille'de bir alacağı vardı. Onu tahsil etmeğe gitti. Bu senede Bağdat'ta vefat etti. [36]

 

Muhammed B. Nesim

 

Künyesi Ebu Abdillah el-Hayyat idi. Reis Ebu Fadıl b. Absun'un azatlısıdır. Hadis dinledi, topladı, derledi. Seksen yaşına yaklaşmış iken bu senede ayağı merdivenden kayıp yere düştü ve vefat etti. Mu­hammed b. Nesim şöyle demiştir: Mevladdin yani İbn Allâm el-Hakim b. Absun bana şöyle bir şiir okumuştu:

«Hüzünlü okuyucu, kilisesinde başı örtülü rahibe göre takvaya da­ha layıktır.

Kainata ve feleklere bakıp düşünen kimse.

Rahman'a ibadet hususunda insanların en layıkıdır.

Geniş yer yüzünü yaya olarak dolaşmak,

Kaygan elleri öpmekten daha uygundur.

Bu gibi kimseler üç köşeli dört köşeli beş köşeli zaviyelerdeki cahil­lere nisbetle Rablerinden daha çok korkarlar.» [37]

 

Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesi

 

Bu senede Merc Uyun savaşı yapıldı. Sene başında Sultan Selahad­din askerleriyle birlikte Banyas yakınındaki Tel-Kadi'de konaklamıştı. Sonra Haçlılar hep birlikte üzerine hücum ettiler. O da onlara karşı ha­rekete geçince iki taraf karşı karşıya geldi. İki ordu çarpışmağa başladı. Neticede Cenâb-ı Allah zaferini Müslümanlara ihsan etti. İslâm ordu­sunu güçlendirdi. Aziz kıldı. Haçlı alayları dönüp kaçmaya başladılar. Allah'ın süvarileri de peşlerine düşüp onları kovaladılar. Haçlıların bü­yük bir kısmı öldürüldü. Komutanlarından bir topluluk da esir düştü. Sultan Selahaddin'in emrini dinleyip kendisine itaat edeceklerini bil­dirdiler. Esir düşenler arasında Templier ve Hospitalier tarikatlarının reisleri, Remle kontu, Taberiye kontu, Kastalan kontu, Yafa kontu ve di­ğer bazı komutan ve kontlar vardı. Ayrıca bir grup haçlı şövalyesi ve as­keri de esir düşmüştü. Kudüs süvarilerinden bir topluluk da esir düşen­ler arasındaydı. Bunların eşrafından 300 kadar kişi de esir düşmüştü. Bunlar, zincirlere vurularak horlandılar. Tahkir edildiler. Kâtip İmad dedi ki: «Sultan Selahaddin, o gece şafak aydmlanıncaya kadar onları kontrol altında tuttu. O gün sabah namazını yatsı abdestiyle kıldı. Yir­mi kadar adamıyla o Haçlı gurubunun yanında oturdu. Cenâb-ı Allah onu düşmanlarından korudu. Sonra Dımaşk kalesinde hapsedilsinler diye bu Haçlı esirleri Dımaşk'a gönderdi. Remle kontu İbn Barzanî 150.000 Suri dinarı ödeyerek esaretten kurtuldu. Ayrıca kendi ülkesin­de bulunan 1.000 Müslüman esiri serbest bırakacağım da taahhüd etti. Bunun üzerine esaretten kurtuldu. Haçlı esirlerden bir kısmı da bol miktarda kurtuluş akçesi vererek esaretten kurtuldular. Kimi de zin­danda can verdi. Sultan Selahaddin'in Merc Uyun zaferini kazandığı günde müslümanlarm donanması denizde Haçlı donanmasını da mağ­lup etmiş ve onlardan 1.000 kişiyi esir almış, muzaffer ve güçlenmiş hal­de geri dönmüştü. Şairler de bu savaşı sebebiyle Sultan Selahaddin'e birçok övgüler yağdırmışlardı. Zafer haberi bir mektupla Bağdat'a bildi­rilince orada da sevinç davulları çalındı. Müjdeler her tarafa ulaştırıldı. Melik Muzaffer Takiyyüddin Ömer daha büyük bir işle meşgul olduğu için bu savaşta hazır bulunamamıştı. Şöyle ki: Rum meliki Firar Sülam, Romen kalesini istediğini bir mektupla bildirmiş, Melik Nureddin'in o kaleyi kendilerinden gasp ettiğini, oğlunun da asi olduğunu söylemişti. Ancak Sultan Selahaddin onun bu isteğini kabul etmeyince Rum meliki, Ranon kalesini kuşatmaları için 20.000 asker göndermişti. Sultan Sela­haddin de Takiyyüddin Ömer'i, aralarında Seyfeddin Ali b. Ahmed el-Meştub'un da bulunduğu 800 süvari ile Ranon kalesine sevketmişti. İki taraf karşı karşıya geldiklerinde Müslümanlar Allah'ın izniyle Haçlıla­rı mağlup etmişlerdi. Böylece Ranon kalesi Sultan Selahaddin'in elinde kalmıştı. Burası Baalbek şehri karşılığında Ibn Mukaddem'den alman bir kaleydi. Takiyyüddin Ömer bu savaşla övünüyor ve kendisinin 20.000 (başka bir rivayete göre 30.000) Haçlı askerini 800 Müslüman as­kerle hezimete uğrattığını söylüyordu. Çünkü Haçlıları geceleyin ansı­zın basmış, onları kırıp geçirmişti. Yapılan savaş neticesinde Haçlılar baştan sona kırılarak hezimete uğramışlar, hatta kaçıp gitmişlerdi. Ço­ğu da öldürülmüştü. Ordugahlarında bıraktıkları bütün mallar gani­met olarak Müslümanlara kalmıştı. Sultan Selahaddin'in, Haçlıları Merc Uyun'da bozguna uğrattığı günde Takiyyüddin'in de Ranon kalesi yanında Haçlıları bozguna uğrattığı söylenir. Doğrusunu Allah bilir. [38]

 

Hısnü'l-Ahzan'ın (Ahzan Kalesinin) Yıkılması

 

Burası Sıfd'a yakın bir kaledir. Sonra Sultan Selahaddin geçen se­ne Haçlıların yaptırıp içinde bir kuyu kazdıkları ve orayı kendileri için gözetleme üssü haline getirdikleri sonra da Daviye'ye (Templier Tarika­tına) teslim ettikleri kaleye hücum etmek üzere yola koyuldu. Gidip ka­leyi kuşatma altına aldı. Her taraftan surlarını deldi. İçeriye ateş bırak­tı ve kaleyi temellerine kadar tahrip etti. Oradaki herşeyi ganimet edin­di. Kalede 100.000 parça silah, bol miktarda da yiyecek vardı. Kaledeki 700 kişiyi esir aldı. Bir kısmını öldürdü, diğerlerini de Dımaşk'a sevk et­ti. Sonra kendisi de muzaffer ve güçlenmiş olarak Dımaşk'a döndü. Yal­nız kuşatma süresi içinde veba ve aşırı derecedeki sıcaklıktan Ötürü emirlerinden on kişi vefat etmişti. Kuşatma ondört gün sürmüştü. Son­ra insanlar adetleri üzere orada bulunan Hz. Yakub'un mezarını ziyaret ettiler. Şairler bu gazası sebebiyle Sultan Selahaddin'i övdüler:

«Senin gayretin ve ciddiyetin sayesinde mızrakların uçları düş­manlara yöneldi.

Senin şerefin karşısında düşmanların gözleri kamaşıyor.

Sen, delici ışıklar saçan karanlık gecelerdeki bir yıldızsın.

Öyle bir kılıçsın ki, Allah seni salladığında düşmanları parçalayıp kesersin.

Hısnü'l-Mehad üzerinde durdun. O kale,

Öyle bir kaledir ki hiçbir yer ona benzemez, ona denk olamaz

Asker çokluğundan bir karış toprak dahi göze görünemedi. Her ta­raf askerlerle doldu.

Öyle askerler ki, kükreyen arslanlar gibiydiler.

Yüksek boylu atlar, kat kat zırhlar. Hint yapısı keskin kılıçlar ve delici mızraklarla savaşıldı.

Kılıçlar senin sancaklarını bir an dahi geri çeviremediler.

Sancaklarının karşısında düşmanların siyah ciğerleri tiril tiril tit­redi.

Düşman kiliseleri, havraları ve manastırları sarsıldı. Ama bu sayede hanif dini ve mushaf kuvvetlendi. Haçı, Haçın kullarını, onların yerlerini, yurtlarını terk ettiğinde oralar harap vaziyetteydi.

Yemin ederken yalan yere yemin eden bir topluluk, Nasıl olur da peygamberlerin yurdunda yaşayabilir. Ben size öğüt verdim. Dinde öğüt vermek vaciptir. Yakub'un evini bırakın, İşte Yusuf geldi.»

Bir başka şair de şöyle demişti:

«Haçlıların helaki acilen geldi. Haçlarının kırılmasının vakti de gelmiştir. Onların ölümlerinin vakti gelmiş olmasaydı, Beyt-i Ahzan onarılıp şenlenmezdi.»

Kadı Fadıl'ın bu kalenin yıkıhşıyle ilgili olarak Bağdat'a gönderdiği mektupta şu bilgilere rastlamaktayız:

Kalenin duvar kalınlığı on zira'dan fazlaydı. Her biri yedi zira veya daha fazla veya daha az uzunlukta büyük taşlar bu kalenin duvarları için temin edilmişti. 20.000'den fazla taş kullanılmıştı. Bu taşlardan herbiri binaya ancak dört dinar veya daha fazla para sarfedilerek yer­leştirilmişti. İki duvar arasında ses geçirmez kaim taşlar kullanılmıştı. Bunları Cibali'ş-Şem tepesinden getirmişlerdi. Duvardaki harç kireçle yoğurulmuştu ki, bu bir taşa sıvandığında onunla yekpare hale geliyor­du. Artık ondan kopması mümkün değildi. Bu duvarları demirle yıkmak dahi imkânsızdı.

Sultan Selahaddin bu senede kardeşinin oğlu İzzeddin Ferruh-şah'a Baalbek şehrini ikta' olarak verdi. Sıfd ve kazalarına baskın yaptı. Oradaki savaşçıların çoğunu öldürdü. Ferruhşah önde gelen bahadır­lardandı.

Bu senede Kadı Fadıl Dımaşk'tan Hacca gitti. Dönüşünde Mısır'a geldi. Yolda çok zorluklarla karşılaştı. Hüzünlendi. Yoruldu. Bitkin düştü. Geçen sene de Mısır'dan Hacca gitmiş, dönüşünde Şam'a gelmiş­ti. Bu seneki yolculuğu geçen senekine nisbetle daha zor geçmişti.

Bu senede büyük bir deprem meydana geldi. Bu yüzden birçok kale ve kasaba yıkıldı. Birçok insan öldü. Dağ başlannda büyük kayalar ko­pup yuvarlandı. Dağlar ve ülkeler arasında uzun mesafeler olmasına rağmen tepelerden kopup yuvarlanan bu iri kaya parçaları çöllerde ve sahralarda çarpıştılar.

Bu senede insanlar şiddetli bir kıtlığa ve yoksulluğa maruz kaldı­lar. Bitip tükendiler. Bu yüzden çok sayıda insan vefat etti. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz). [39]

 

Halife Müstedi Bî-Emrillah'ın Vefatı Ve Biyografisi

 

Halife Müstedi'nin hastalığı şevval ayının sonlarında başlamıştı. Karısı bu durumu gizlemek istedi, ama başaramadı. Bağdat'ta büyük bir fitne meydana geldi. Halk birçok evleri, malları yağmaladı. Şevval ayının yirmiikisinde cuma günü veliahd Ebü'l-Abbas Ahmed b. Müstedi adına hutbe okundu. Bu, artık Halife Nasır Li-Dinillah'tı. O gün görül­meğe değer muazam bir gündü. Adına hutbe okutulması sebebiyle ha­tiplerin, müezzinlerin, orada hazır bulunan cemaatın üzerlerine altın­lar saçıldı. Humma hastalığına yakalanan Müstedi Bi-Emrillah'ın has­talığı ramazan ayında başlamıştı. Hastalığı gittikçe fazlalaştı. Bir ay hasta yattı ve şevval ayının sonunda otuzdokuz senelik ömrünü nokta­layarak vefat etti. Dokuz sene üç ay onyedi gün süreyle halifelik yapmış­tı. Cenazesi yıkandı ve ertesi gün namazı kılındı. Kendi yaptırdığı da-rünnasra defnedildi. Çünkü oraya defnedilmesini sağlığında vasiyet et­mişti. Geride iki erkek evlat bırakmıştı ki bunlardan biri veliahd, Uhde-tü'd-Dünya ve'd-Din Ebü'l-Abbas Ahmed Nasır Li-Dinillah, diğeri ise Ebu Mansur Haşim'di. Ona, reislerden bir grup vezirlik yapmışlardı. Hayırlı ve seçkin halifelerden olup iyiliği emreden, kötülüğü yasakla­yan, insanların üzerindeki ağır vergi ve harçları kaldıran, bid'atleri ve avıP şeyleri yok eden, yumuşak huylu, ağır başlı, alicenap ve cömert bir kimseydi. Vefatından sonra oğlu Nasır'a hilâfet bey'atı yapıldı. [40]

 

Hicretin Beşyüzyetmişbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İbrahim B. Ali

 

Künyesi Ebu îshak'tı. Şafiî fakihi idi. İbn Ferra el-Ümevî el-Bağdadî diye meşhur olmuştur. Faziletli bir zat olup münazaralarda bu­lunurdu. Fesahat ve belagat sahibi bir şairdi. Yetmişdört yaşında bu se­nede vefat etti. Cenaze namazını Nizamiye müderrisi Ebül-Hasan el-Kazvinî kıldırdı. [41]

 

İsmail B. Mevhub

 

İsmail b. Mevhub b. Muhammed b. Ahmed Hızır Ebu Muhammed el-Cevalikî Hüccetü'l-İslâm. Kendi zamanında Arap dili ve edebiyatı alanında önde gelen büyük alimlerdendi. Akranları arasında parmakla gösterilen bir kimseydi. Dindar ve sağlam inanç sahibiydi. Lügat ve nahvi iyi bilirdi. Konuşması güzel, niyeti halis, yaşantısı hoş bir insandı. Gençliğinde de ihtiyarlığında da sevilen bir insandı. Hadis dinledi. Eserleri ve haberleri topladı. Hadis yoluna tabi oldu. Hadisin gösterdiği hedefi kendine hedef edindi. Yüce Allah rahmet etsin. [42]

 

Mübarek B. Ali B. Hasan

 

Mübarek b. Ali b. Hasan Ebu Muhammed b. Tabbah el-Bağdadî. Mekke'de yaşadı. Oranın mücaviri oldu. Orada hadis hanzi oldu. İlimde o kadar yüksek mertebelere ulaştı ki, parmakla gösterilir hale geldi. Ce­naze merasimine çok sayıda insan katıldı. O gün görülmeğe değer muaz­zam bir gündü. [43]

 

Nasır Li-Dînillah Ebü'l-Abbas B. Müstedi'nin Hilafeti

 

Babasının, hicri 575. senenin şevval ayının sonunda vefat etmesi üzerine emirler, vezirler, devlet büyükleri, havas ve avam kendisine bi­at ettiler. Babasının vefatından kısa bir süre Önce minberler üzerinde kendisinin adına hutbe okundu. Babasının vefatından bir gün, başka bir rivayete göre bir hafta önce kendisine veliahdlık beyatı yapıldığı söyle­nir. Ama Cenâb-ı Allah'ın takdiri gereği babasının vefatından sonra ha­lifeliği hususunda kendisiyle çekişen bir kimse çıkmamıştı. Kendisine Nasır lakabı verilmişti. Abbas oğulları arasında ondan önce kendisin­den daha uzun süre halifelik yapan biri çıkmamıştı. Hicretin 623. sene­sinde vefat edinceye dek halifelikte kaldı. Zeki, cesaretli ve heybetli bir kimseydi. Nitekim bu hususlar, vefatından bahsederken anlatılacaktır.

Bu senenin zilkade ayının yedisinde hazine nazırı Zahirüddin Ebu Bekir b. Attar görevden alındı. Son derece tahkir edildi. Kendisi ve adamları horlandı. Adamlarından bir kısmı öldürüldü. Kendisi de şe­hirde teşhir edildi. Halife Nâsır'ın otoritesi sağlamlaştı. Ülkede heybeti arttı. Hilafet makamı, bütün işlerde tek yetkili merci haline geldi. Kur­ban bayramı günü geldiğinde merasimler adet üzere icra edildi. Doğru­sunu Allah bilir. [44]

 

Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesi

 

Bu senede Sultan Selahaddin, Haçlılarla ateşkes yaptı. Rum belde­lerine gitti. Oradaki emirlerle Artuk oğulları arasında barış yaptı. Er­meni ülkesine hücum etti. Orada bir süre ikamet etti. Bazı kalelerini fet­hetti. Çok miktarda ganimet aldı. Altın ve gümüş kaplara sahip oldu. Çünkü Ermeni hükümdarı, Türkmenlerden bir topluluğa hiyanette bulunmuştu. Onu ülkesine geri çevirdi. Sonra kendisine Ödeyeceği bir miktar mal, serbest bırakacağı bir miktar esir ve Haçlıların elinden kur­taracağı başka bir grup esir karşılığında onunla barış anlaşması yaptı. Sonra da muzaffer ve güçlenmiş olarak geri döndü. Cemaziyelahir ayı­nın sonunda Hama'ya geldi. Bu faaliyetlerinden ötürü şairler kendisini övdüler.

Bu senede Musul valisi Seyfeddin Gazi b. Mevdud vefat etti. Sey­feddin, yakışıklı, endamı güzel, yuvarlak sakallı bir gençti. On sene vali­lik yaptı. Otuz yaşında vefat etti. İffetli, heybetli, ağır başlı bir kimseydi. Atma bindiğinde, yerde oturduğunda yetişkinlik çağında olan büyükle­rin, kadınlarının yanma girmelerine müsaade etmezdi. Kan akıtıcı de­ğildi. Biraz cimri olduğu söylenir. Allah affetsin. Bu senenin safer ayının üçünde vefat etti. Kendisinden sonra tahtını oğlu İzzeddin Sencer Şah'a bırakmaya niyetlenmişti. Ancak emirler, Sultan Selahaddin'den kork­tukları ve oğlunun yaşının da küçük olmasından dolayı onun bu kararı­nı uygun bulmadılar. Hepsi kardeşinin tahta geçmesi hussunda ittifak ettiler. O da bu ittifaka uyup tahtını kardeşine bıraktı. Artık kardeşi İz­zeddin Mes'ud tahta geçmişti. İzzeddin Mes'ud, Mücahidüddin Kay-maz'ı memleket vezirliğine tayin etti. Bundan sonra halifenin elçileri Sultan Selahaddin'in yanına giderek Suruç, Urfa, Rakka, Harran, Ha-bur ve Nusaybin'in, Seyfeddin'in zamanında olduğu gibi yine İzzeddin Mes'ud'un elinde kalmasına müsaade etmesini istediler. Ancak Sultan Selahaddin bunu kabul etmeyip şöyle dedi:

«Sözünü ettiğiniz bu beldeler müslümanların memleketinin sınır­larıdır. Ben, Haçlılarla yaptığımız savaşta bize yardımcı olsun diye bu­raları Seyfeddin'in eline terk etmiştim. Ancak o bize yardımcı olmadı.» Sultan Selahaddin, Müslümanlara yardımı dokunsun diye maslahat gereği bu işi terk etmek gerektiğini halifeye bir mektupla bildirdi. [45]

 

Sultan Turanşahtn Vefatı

 

Bu senede Sultan Selahaddin'in kardeşi Sultan Melikü'l-Muazzam Şemsü'd-Devle Turanşah b. Eyyub vefat etti. Bu zat, kardeşi Selahad­din'in emri üzerine Yemeni fethetmişti. Orada bir süre kalmış, bol mik­tarda servet edinmiş, orada bir başkasını naib olarak bırakmış ve özle­mini duyduğu kardeşinin yanına Şam'a gelmişti. Yoldayken şairin biri­nin kendisi için yazmış olduğu şiiri bir mektupla kardeşine göndermişti. Bu şiiri yazan şairin adı İbn Müncem'dir. Bunlar Sema mıntıkasına var­dıklarında bu şiiri bir mektupla Sultan Selahaddin'e göndermişlerdi:

«Kardeşimin, hayır hayır melikimin -herne kadar bu dünyada gidip gelme vedalaşma uzun sürse de- huzuruna varılacak olan zât hakkında bilgisi var mıdır.

Bir gün her ne kadar ölüm büyük bir şeyse de onun huzuruna çıka­cağıma inanıp beyat etmişimdir.

Buluşmamıza sadece yirmi geceden az bir süre kaldı.

Buluşmamız, gözlerimizi ve kulaklarımızı canlandıracaktır.

Öyle bir sultanın yanına geliyorum ki, ortaya çıktığında diğer sul­tanlar kendisine yönelirler

Ona -kendisi Allah'tan korkar bir kişi olduğu halde- başkaları saygı ve tazim gösterirler

Sana olan özlemlerimin bir kısmını ancak mektubumda dile getir­dim.

Güvercinler ancak bu özlemlerimin bir kısmım öğrendikleri için öz­lem türküleri çalarlar.

Sen saltanat avucunu destekleyen bir bileksin

Bunu dünya üzerine yapıştırırsın. Bizlerse bu avucun parmakları­yız.»

Turanşah, hicri 571. senede kardeşinin yanına gelmişti. Onunla beraber birçok Önemli işleri yapmış, övgüye layık faaliyetlerde bulun­muştu. Sultan Selahaddin bir süre onu Dımaşk naibliğine atadı. Sonra Mısır'a gitti. İskenderiye naibliğine atadı. Ancak Turanşah onun bu is­teğine muvafakat etmedi. Çünkü kulunç ağrılarına mübtela olmuştu. Bu senede vefat etti. İskenderiye'deki hükümet konağına defnedildi. Sonra kız kardeşi onu Şam'a nakletti. Onu Şam'daki türbesine defnetti. Berraniye türbesinin kıble tarafina defnedildi. Orta kısımda Sultan Se-lahaddin'in kızkardeşi Sittüşşam'ın kocası ve amcası oğlu Nasirüddin Muhammed b. Esedüddin, Hama ve Rahbe valiliği yapmıştı. Türbenin son kısmında ise Sittüşşam'ın mezan vardır. et-Türbetü'l-Hüsamiye ise onun babası Hüsameddin Ömer b. Laşin'e mensuptur ki o da medrese­nin batı tarafında ve bitişiğinde dir. Sözünü ettiğimiz Turanşah, kerem sahibi, cömert, heybetli, alicenap ve şecaatli bir kimseydi. İnsanlara bol­ca bağışlarda bulunur, nafaka verirdi. İbn Sadan el-Halebî onun hak­kında şöyle bir şiir yazmıştı:

«O hükümdardı. Sen Kisra ve Kayser'i duymuş isen, Bilesin ki Kisra ile Kayser, cömertlik ve kuvvette onun köleleri du­rumundadırlar.

Onun gibi hiçbir hükümdar ve güçlü kişi yoktur.

Gördüklerimize bak, rivayet ettiklerimizi bırak.

Onun yüksekliğine sığınıp eman dile.

Çünkü o,seni zamanın zulüm ve düşmanlığından korur.

Avuçlarındaki bulutlar, cömertlik yağmurlarını yağdırdıklarında,

Sen başka bulutlardan bir şey bekleme.

Onun avuçları, arzularığın herşeyi sana verir. Sağ elinde bereket, sol elinde de bolluk vardır.»

Sultan Selahaddin, Humus dışında ordugah kurmuş iken kardeşi Turanşah'ın ölüm haberini duydu. Çok şiddetli bir üzüntüye kapıldı. Hamaset şiirleri ve ağıtlar okudu ki, bunlar kitaplarda mahfuzdurlar.

Bu senenin receb ayında halife Nâsır'ın elçileri Sultan Selahad-din'e hü'atler ve hediyeler getirdiler. O da Dımaşk'ta bu hü'atleri giydi. Bu amaçla şehir süslendi. Bugün, cidden görülmeğe değer muazzam bir gündü.

Yine bu senenin receb ayında Sultan Selahaddin ülkenin durumu­nu kontrol etmek ve orada ramazan orucunu tutmak amacıyla Mısır'a gitti. Bu senede Hac etmek niyetindeydi. Şam'da kardeşinin oğlu İzzed-din Ferruhşah'ı naib olarak bıraktı. İzzeddin, eşi bulunmaz, faziletli bir zattı. Kadı Fadıl, Melikü'1-Adil Ebu Bekir adına Yemenlilere, Baki hal­kına ve Mekkelilere bir mektup yazarak Sultan Selahaddin'in hacca gel­meğe karar verdiğini, beraberinde de Bağdat şeyhü'şşuyühu Sadreddin Ebü'l-Kasım Abdurrahman'ın da bulunduğunu bildirdi. Şeyhü'ş-Şu-yuh, halife tarafından elçi olarak Sultan Selahaddin'in yanma gelmiş, ona hil'atler getirmişti. Mısır diyarında onun hizmetinde bulunacak, beraberinde Hicaz'a gidecekti. Nihayet Sultan Selahaddin Dımaşk'tan ayrılıp Mısır'a vardığında ordu onu karşıladı. Şeyhü'ş-Şuyuh'a gelince o Mısır'da az bir süre kaldıktan sonra deniz yoluyla Hicaz'a gitti. Rama­zan ayı başında Mescid-i Haram'a ulaştı ve orada oruç tutmaya başladı.

Bu senede Karakuş et-Takavî Mağrib'e gitti. Orada Fars şehrini kuşattı. Birçok kaleleri de kuşatma altına aldı. Bir çoklarını istila etti. Kalelerden birinde siyahı bir çocuğu yakalayıp esir almış onu öldürmek istemişti. Kaledekiler «Onu öldürme, diyet olarak sana 10.000 dinar ve­relim» demişler, ancak Karakuş bu öneriyi kabul etmeyince kaledekiler onun diyetini 100.000 dinara çıkarmışlardı. Ama bu öneriyi de kabul et­medi. Mutlaka çocuğu öldüreceğini söyledi ve öldürdü. Öldürünce de ka­le emin olan yaşlı bir adam aşağıya indi. Yanında kalenin anahtarları vardı. Karakuş'a; «Şu anahtarları al. Ben yaşlı bir adamım. Anahtarları şimdiye kadar öldürmüş olduğun bu çocuğun akrabalarına karşı muha­faza ediyorum. Benim bir kardeşim oğlu vardır. Korkarım ki benden sonra onu tahta geçirirler» dedi. Karakuş da onu tahtında bıraktı ve on­dan bol miktarda mal ve para aldı. [46]

 

Hicretin Beşyüzyetmişaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Hafız Ebu Tahir Es-Sülefî

 

Ahmed b. Muhammed b. İbrahim Sülfe el-Hafizü'1-Kebir Muam­mer Ebu Tahir es-Sülefî. İsfahanlı idi. Dedesi İbrahim yarık dudaklı ol­duğundan ötürü kendisine Sülefî denilmiştir. Bir dudağı yarık olduğun­dan ötürü sanki üç dudağı varmış gibiydi. Bu yüzden Acemler ona Sülfe adını vermişlerdi. Dedesine Sülfe adı verildiğinden kendisi de dedesine olan nisbeti Sülefî nisbetini almıştı.

İbn Hallikan dedi ki: Hafız Ebu Tahir'e Sadreddin lakabı takılmış­tı. Şafiî mezhebine mensuptu. Bağdat'a geldi. Orada Keyya el-He-rasî'den ders aldı. Lügat ilmini Hatip Ebu ZekeriyaYahya b. Ali et-Tebrizî'den öğrendi. Çok miktarda hadis dinledi. Hadis toplamak ama­cıyla çeşitli beldelere seyahatlerde bulundu. Hicretin 511. senesinde İs­kenderiye'ye gelip yerleşti. Halife Zafir'in veziri Ali b. Salar onun için bir medrese yaptırdı.Ve o medresenin idaresini kendisine verdi. Burası, za­manımıza kadar bilinen bir medresedir. İbn Hallikan dedi ki: «Kitapla­rına, tasniflerine ve taliklerine gelince, bunların sayısı cidden çoktur. Mısırlıların anlattıklarına göre hicretin 472. senesinde doğmuştur. Ha­fız Abdülgani'den nakledildiğine göre kendisi bizzat şöyle demiştir: «Hicretin 485. senesinde Bağdat'ta Nizamülmülk'ün öldürülmesini ha­tırlıyorum. O zaman ben yaklaşık on yaşında bir çocuktum.»

Ebü'l-Kasım es-Sefravîden rivayet olunduğuna göre Hafız Ebu Ta­hir şöyle demiştir: «Kesin olarak değil de tahminen doğum tarihim, hic­retin 478. senesidir.»

Böyle olunca da onun ömrü doksansekiz senevi bulmaktadır. Çün­kü o İskenderiye liman şehrinde hicretin 576. senesinin rebiyülahir ayı­nın beşinde cuma gecesi vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. Vefat edince de Sale'ye defnedildi. O mezarlıkta salihlerden bir cemaat med-

fun bulunmaktadır.

İbn Hallikan, Sefravî'nin sözünü doğruya yakın bulmakta ve şöyle demektedir: «Hicretin 300. yılından bu yana Kadı Ebu Tayyib et-Taberî'den başkasının 100 yaşını geçtiğini duymuş değiliz.»

İbn Asâkir'de tarihinde -her ne kadar kendisinden beş sene önce ve­fat etmişse de- Hafiz Ebu Tahir es-Sülefî'nin biyografisini güzelce anlat­makta ve onun hadis toplamak amacıyla çeşitli beldelere, ülkelere seya­hatlerde bulunduğunu, önceleri kendini tasavvufa verdiğim, sonra İs­kenderiye Liman şehrinde ikamete başladığını, orada varlıklı bir kadın­la evlenip durumunun iyileştiğini, vefatından sonra da o karısının ken­disi için orada bir medrese yaptırdığım söylemiş ve şiirlerinden bir kısmim nakletmiştir:

«Bir an dahi olsa nasıl olur da ölümün kasdmdan emin olursun. Yiğidin ölümden emin olması cahilliktir, zaman bunu haber ver­miştir.

Zaman kendi dolaşımında en alt tabakadaki insanı da en üst taba­kadaki insanı da bir tutar. Kimseye iltimas etmez.

Yoksa peygamber ve sahabileri ile zevceleri nasıl oldu da kökten ölüp gittiler. Fatımatü'z-Zehra da öldü.»

Şu şiir de Hafız Ebu Tahir'e aittir:

«Ey kendi dini için hadis ilmine yönelen kişi,

Sakın olaki hidayet yolundan düşünceni saptırmayasın.

Bildiğin gibi alimler çoktur.

En kıymetlisi de hadisi anlamak ve öğrenmektir.

Bir kimsede şiddetli bir uyanıklık olduğu halde hadisi talep ederse,

Onun yükseklerde payı olur.

Şayet hadis ve hadisçiler olmasaydı,

Peygamberin dini kıvamım bulmazdı.

Hükmü de bizden uzaklaşırdı.

Alimin bizim sözümüzde şüphesi varsa,

Bilsin ki yeryüzündeki bütün ilim onun ilmi ve anlayışı değildir.» [47]

 

Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesi

 

Bu sene başında Sultan Selahaddın, Kahire'de ikamet etmekte olup hadis dinlemeye devam ediyordu. Şam naibi İzzeddin Ferruh-şah tan gelen bir mektupta Cenâb-j Allah'ın, geçen sene uğramış olduk-arı yokluğa ve vebaya telafi edici bir nimet olarak kadmlarıikiz doğurt­tuğunu geçen sene maruz kaldığı kıtlığa karşı da telafi edici bir nimet olarak Şam in, Allah in izniyle bolluğa kavuştuğunu bildiriyordu

Bu senenin şevval ayında Sultan Selahaddin, emretmiş olduğu gibi surların mustahkemlesürılmesi, burçlarının onarılması, köşklerinin tamir edilmesi işlerini kontrol etmek amacıyla İskenderiye'ye gitti. Orada imam.Malikin el-Muvatta adlı hadis kitabım Şeyh Ebu Tahir b. Avf tan dmledı. Berabermd*.Katip Imad da bu kitabı dinledi. Kadı Fadıl da Sultan Selahaddın e bu hadisleri dinlemesi sebebiyle tebrik edici bir mektup gönderdi. [48]

 

Şehid Nureddin'în Oğlu Ve Haleb Valisi Melik Salih İsmail'in Vefatı Ve Ondan Sonra Cereyan Eden Olaylar

 

Melik Salih İsmail bu senenin receb ayının yirmibeşinde Haleb ka­lesinde vefat etti. Oraya defnedildi. Anlatıldığına göre vefat sebebi; Emir Alemüddin Süleyman b. Hayderin ona üzüm salkımına sürdüğü bir zehiri yutturması olmuştur. Bu hadise av partisinde cereyan etmiş­tir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise onu zehirleyen kişi Yakut el-Esedî'dir. Yakut bir şaraba zehir katarak ona içirmiş, bundan sonra kulunç ağrıları azmış ve sancıları devam etmiş, nihayet vefat etmişti. Güzel suretli, alımlı bir görünüme sahip bir gençti. Henüz yirmi yaşma varmamıştı. Hükümdarların en iffetlisi ve babasına en çok benzeyeni idi. Hiç zulmetmezdi. Hastalığı esnasında tabipler ona içki içmesini tav­siye etmişlerdi. O da tedavi amacıyla içip içemiyeceğini fakihlere sor­muş, fakihler de içebileceğine dair fetva vermişlerdi. O da «İçki içmek ecelimi artırır mı yoksa içmemek ecelimi eksiltir mi?» diye sorunca fa­kihler «Hayır ne artırır, ne de eksiltir» diye cevap vermişlerdi. Bunun üzerine o «Allah'a yemin ederim ki asla içki içmeyeceğim. Allah'ın bana haram kıldığı şeyi içmiş olarak mı huzuruna varacağım?» dedi. Yaşa­maktan ümidini kesince emirleri huzuruna çağırdı. Vefatından sonra amcasının oğlu ve Musul valisi İzzeddin Mes'ud'u, ülkeyi Sultan Sela-haddin'e karşı koruyabilmesi için tahta geçirmelerini istedi ve bu hu­susta onlardan yemin aldı. Çünkü mevcud emirler arasında amcasının oğlu İzzeddin güçlü ve muktedir bir kimseydi. Kendisinden sonra diğer amcası oğlu ve eniştesi aynı zamanda Sincar valisi İmadüddin Zengi'yi tahta geçirmelerinden korkuyordu. İmadüddin Zengi babası tarafından terbiye edilip eğitilmişti. Ancak İmadüddin'in elinde bulunan toprakla­rı Sultan Selahaddin'e karşı koruma imkanı ve gücü yoktu. Melik Salih İsmail vefat edince Halepliler Musul valisi İzzeddin Mes'ud b. Kutbed-din'i davet ettiler. O da bu davete icabet edip Haleb'e geldi. Büyük bir alayişle şehre girdi. O gün görülmeye değer muazzam bir gündü. Gün­lerden de şaban ayının yirmisi idi. Gelip Haleb şehrinin hazinelerini ve mallarını, oradaki silahları teslim aldı. Amcası Takiyyüddin, Menbic şehrinde bulunuyordu. Hama'ya kaçtı. Hamahlann da Musul valisi İz-zeddin'den yana olduklarını gördü. Halepliler Mes'ud'u Sultan Sela-haddin'in bulunmadığı bir esnada Dımaşk'ı almağa teşvik ettiler. Şam­lıların Atabeg Nureddin ailesine sevgi beslediklerini bildirdiler. İzzediri Mesud onlara «Bizimle Sultan Selahaddin arasında yemin ve ahidler vardır. Ona ihanet edemem» dedi ve Haleb'te aylarca ikamet etti. Malik Salih İsmail'in annesiyle bu senenin şevval ayında evlendi. Sonra Rak-ka'ya gitti. Orada konakladı. Kardeşi îmadüddin Zenginin elçileri yanına geldiler ve kendisinden Haleb ile Sincar'ı değiştirmesini istediler. Kardeşi İmadüddin bu hususta ısrar ediyordu. İzzeddin Mes'ud Önce bu­nu kabul etmedi. Sonra kerhen kabul etti. Haleb'i ona teslim etti. Gidip Sincar, Habur, Rakka, Nusaybin, Suruç ve diğer beldeleri Haleb karşılı­ğında teslim aldı.

Sultan Selahaddin, olup bitenleri duyunca askerleriyle birlikte Mı­sır'dan yola koyuldu. Fırat'a geldi. Nehri geçti. Musul valisinin bazı emirleri onunla karşılaştılar. Sonra Musul valisi onunla karşılaşmak­tan çekinip geri döndü. Sultan Selahaddin ise Cezire beldelerinin tama­mını istila etti. Musul'u muhasara etmeye yöneldi, ancak bunu başara­madı. Sonra Haleb'e geldi. Orayı İmadüddin Zengi'nin elinden aldı. Çünkü İmadüddin zayıftı. Ona karşı koyamıyordu. Ayrıca İzzeddin ora­da az miktarda silah bırakmıştı. Bu olay bir sene sonra yani hicretin 578. senesinde cereyan etmiştir.

Bu senede Kerek valisi Prens, Hicaz'a bağlı Teyma mıntıkasına hü­cuma niyetlendi ki, oradan da Medine-i Münevvere'ye ulaşabilsin. Sul­tan Selahaddin onu Hicaz'dan men etmek için Dımaşk'dan bir müfreze­yi yola çıkardı ve bu müfreze prensi geri çevirdi. Amacına ulaşmasına engel oldu.

Bu senede Sultan Selahaddin, kardeşi Seyfü'l-İslam Zahireddin Tuğtekin b. Eyyub'u Yemen naibliğine atadı ve oraya gönderdi. Çünkü Yemen'deki naibler kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Halk tedirgin olmuştu. Bu olaylar sultanın kardeşi Muazzam'm vefatından sonra cereyan etmeğe başlamıştı. Nihayet Tuğtekin yola koyuldu. Hic­retin 578. senesinde Yemen'e ulaştı. Orada güzel bir yönetim sürdü. Ze-bid valisi Hattan b. Munkiz'in mallarına el koydu. Bu mallar yaklaşık 1.000.000 dinar veya daha fazla idi. Aden valisi Fahreddin Osman ez-Zencebilî'ye gelince o, Tuğtekin'in gelişinden önce Yemen'den ayrılmış, gidip Şam'a yerleşmişti. Yemen ve Mekke'de onun meşhur vakıfları var­dır. Medresetü'z-Zencebilî'ye ona nisbet edilir ki bu medrese Turna kapı­sı dışında olup Dârü'l-Met'am'ın karşısmdadır. Fahreddin Osman Ye­men'den çok miktarda mal getirmişti.

Bu senede Haçlılar anlaşmayı bozdular. İhanet ettiler. Karada ve denizde gizli aşikâr her zaman müslümanların yollarını kestiler. Cenâb-ı Allah da içinde 2.500 kadar Haçlı şövalyesi bulunan bir gemiyi müslümanlara nasib etti. Dalgalar bu gemiyi Sultan Selahaddin'in Mı­sır'dan çıkmasından önce Dimyat kıyılarına sürüklemişti. Gemiye el ko­nuldu, içindekilerin bazıları boğuldu. Geride kalan 1.500 şövalye esir alındı.

Bu senede Karakuş, İfrikiye ülkesine gitti. Orada birçok beldeyi fet­hetti. Mağrib valisi Asker b. Abdülmü'min'le savaştı. Orada durumu kuvvetlendi. Karakuş, Sultan Selahaddin'in kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer'in kölesi idi. Sonra Mısır'a döndü. Sultan Selahaddin, Kahire ve Mısır'ı kuşatan surları tamamlamasını ona emretti. Bu hadise onun Mısır'dan bu senede çıkışından önce olmuştu ve bu da Sultan Selahad-din'in Mısır'daki son ikameti idi. Cenâb-ı Allah, amaçlarına kavuştur­duktan, Kudüs'ü ve çevresini fethettikten sonra onu vefat ettirdi. Mı­sır'dan ayrılacağı zaman şehir dışında ordugahını kurmuştu. Çocukları çevresinde oturuyorlardı. Onları koklamaya, öpmeye, bağrına basmaya başladı. Şair'in biri bu konuda şöyle bir şiir okudu:

«Necit'te biten güzel kokulu anar bitkisini koklayıp neşelen. Yatsıdan sonra artık arar bitkisini bulamazsın.»

Durum gerçekten de şairin dediği gibi çıktı. Sultan Selahaddin bu seneden sonra Mısır'a dönmedi. Aksine Şam'da ikamet etti.

Bu senede Sultan Selahaddin'in iki çocuğu dünyaya geldi. Bunlar­dan biri Muazzam Turanşah, diğeri de Melik Muhsin Ahmed idi. İkisi­nin doğumu arasında yedi gün vardı. Bu sebeple ülke süslenip zinetlen-di. Sevinç ve eğlenceler dört gün sürdü, [49]

 

Hicretin Beşyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Şeyh Kemaleddin Ebü'l-Berekât

 

Şeyh Kemaleddin Ebü'1-Berekât Abdurrahman b. Muhammed b. Ebi's-Seadat Ubeydullah b. Muhammed b. Ubeydullah. Enbarlıdır. Na-hivcidir. Fakih, âbid ve zahid bir kimseydi. Kanaatkar bir hayat sürerdi. Yoksulluk içindeydi. Hiç kimseden, halifeden bile herhangi bir şey kabul etmezdi. Hilafet sarayında sofilerin nöbetinde hazır bulunurdu. Halifenin armağanlarını, hatta bir kuruşunu dahi kabul etmezdi. İlimle iştigal ederdi. Vaktini hep ilimle geçirirdi. Faydalı tasnif eserleri vardır. Bu senenin şaban ayında vefat etti.

İbn Hallikan dedi ki: «Onun Esrarü'l-Arabiye adlı kitabı vardır ki cidden faydalıdır. Ayrıca Tabakatü'n-Nühat adlı eseri de çok faydalıdır. Nahve dair Kitabu'l-Mizan adh eseri de böyledir. Doğrusunu noksanlık­lardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.» [50]

 

Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayının beşinde sultan Selahaddin, Haçlılar­la savaşmak ve halka ihsanda bulunmak amacıyla Mısır'dan ayrılıp Dı-maşk yoluna koyuldu. Bu, onun Mısır'ı son görmesiydi. Yolda Haçlıların bazı beldelerine baskın yaptı. Kardeşi Tacülmüluk Böri b. Eyyub'u sağ cenah komutanlığına tayin etti. İkisi yedi gün sonra Ezrak'ta karşı karşıya geldiler. İzzeddin Ferruhşah da Taberiye beldelerine baskın yaptı. Birçok sağlam kaleyi fethetti. Haçlılardan bir kısmını esir aldı, 20.000 baş davarı ganimet edindi. Sultan Selahaddin de bu senenin safer ayı­nın yedisinde Dımaşk'a girdi. Sonra rebiyülevvel ayının ilk on gününde oradan ayrıldı. Teberiye ve Beysan taraflarında Hısnıkevkeb'in alt ta­raflarında Haçlılarla savaştı. İki taraftan da asker öldürüldü, ama neti­cede müslümanlar Haçlılara karşı muzaffer oldular. Onları mağlup et­tiler. Sultan Selahaddin de muzaffer ve güçlenmiş olarak geri döndü. Sonra Haleb'i ve şark beldelerini ele geçirmek amacıyla yeni bir sefere başladı. Çünkü Musullularla Halepliler, Müslümanlarla savaşmak için Haçlılarla kendi aralarında mektuplaşmışlardı. Bu yüzden Haçlılar Sultan Selahaddin'i bu işten men etmek için ülkenin bazı taraflarına baskınlar düzenlediler. Sultan Selahaddin de gelip Haleb şehrini üç gün süreyle kuşatma altında tuttu, ama daha sonra burayı bırakıp başka yerlere gitmeyi daha uygun buldu. Yoluna devam etti. Nihayet Fırat'a vardı. Cezire beldelerini, Urfa, Rakka ve Nusaybin'i istila etti. Hüküm­darlar kendisine teslim olup boyun eğdiler. Sonra Haleb'e döndü ve şeh­ri, valisi İmadüddin Zengi'nin elinden aldı. Böylece doğuda ve batıda bü­tün hükümdarlar kendisine teslim olup boyun eğdiler. Artık Haçlılarla savaşta muzaffer olmuştu. [51]

 

Fasıl

 

Kerek Prensi karada Müslümanlara eziyet etmekten aciz kalınca Kalzum denizinde gemiler yaptırarak hacca giden Müslümanların ve tüccarların yolunu kesmek istedi. Yaptırdığı gemilerle müslümanlara, tâ Ayzap mıntıkasına kadar zarar ve eziyet vermeye başladı. Medine-i Münevvere ahalisi de onların şerrinden korkmaya başladılar. Bunun üzerine Melikü'1-Adil Ebu Bekir, donanma komutam Emir Hüsamed-din Lü'lü'e emir vererek prensin adamlarıyla savaşması için Kalzum de­nizinde gemiler yaptırmasını ve bir donanma oluşturmasını emretti. Komutan bu emri yerine getirdi ve prensin adamlarını her yerde hezi­mete uğrattı. Kimini öldürdü. Kimini yaktı, kimini denizde boğdu, kimi­ni de esir aldı. Birçok yerde hezimete uğadılar. Korkulu haller yaşadı­lar. Artık karada ve denizde müslümanlar Allah'ın izniyle güvene ka­vuştular. Sultan Selahaddin de kardeşi Melikü'1-Adil Ebu Bekir'e bu mesaisinden dolayı teşekkür ettiğini bildiren bir mektup yazıp gönder­di. Ayrıca halifenin divanına da durumu bildiren bir mektup gönderdi. [52]

 

Mansur İzzeddin'in Vefatı

 

Mansur İzzeddin Ferruhşah Şahinşah b. Eyyub. Baalbek valisi ve amcası Sultan Selahaddin adına Dimaşk naibi idi. Kendisinden sonra Baalbek valiliği yapan Emced Behramşah'ın babasıdır. Dımaşk'ta şeh­rin kuzey doğusundaki Ferruhşahiye medresesi kendisine nisbet edilir. Bu medresenin bitişiğinde oğlu adına yaptırılan Emcediye türbesi var­dır ki bu türbe ile medrese, Hanefîlerle Şafiîlere vakfedilmiştir. Ferruh-şah; şecaatli, şehametli, akıllı, zeki, alicenap, övgüye layık bir kimse idi. Fazilet ve cömertliğinden ötürü şairler kendisini övmüşlerdir. Şeyh Ta-ceddin Ebü'1-Yumn el-Kindî'nin Önde gelen müridlerindendir. Mansur İzzeddin Ferruhşah, Şeyh Taceddin'i Kadı Fadıl'ın meclisinde tanımış ve ona intisap etmişti. Şeyh Taceddin'e iyilik ve ihsanda bulunurdu. O ve Kâtip İmad Şeyh Taceddin'i çok övmüşlerdir. Onun hakkında methi­yeleri vardır. Mansur İzzeddin Ferruhşah'ın oğlu Emced de üstün bir şairdi. Babasının amcası Sultan Selahaddin, babasının vefatından son­ra onu Baalbek valiliğine atadı. Orada uzun bur süre valilik yaptı. Man­sur İzzeddinşah'm güzel yanlarından biri, onun Taceddin el-Kindî'ye mürid olmasıdır. Onun hakkında yüksek manalar içeren şöyle bir şiiri vardır:

«Ben hastalığın esareti altındayım. O ise bu makamdadır.

Bir geyik ki gözleriyle gönlüme ok fırlatıyor.

Bana her su verişinde gerçekten,

Ben susuzluktan yanıyorum.

Ben onun elinden saf bal içtim.

Öyle bir bal ki içkiden daha lezzetlidir.»

Mansur İzzeddin, birgün hamama gitti. Orada önceleri kendisini zengin olarak tanıdığı bir adam gördü. Ancak adam yoksul düşmüş peri­şan hale gelmişti. Öyle ki avret yerleri görülmesin diye elbisesinin bir kısmı ile örtünüyordu. Mansur İzzeddin ona acıdı ve kölesine, o adama bir bohça elbise ve üzerinde oturacağı bir sergi götürmesini emretti. Sonra da adamı huzuruna çağırdı. Ve ona 1.000 dinar, bir katır ve her ay kendisine 20.000 dinar aylık bağlandığına dair resmî bir yazı verdi. Adam hamama yoksul gelmiş ama zengin olarak çıkıp gitmişti. Allah böylesi cömert insanlara rahmet etsin. [53]

 

Hicretin Beşyüzyetmişsekizinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhurlar

 

Şeyh Ahmed Er-Rufaî

 

Şeyh Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ebi'l-Hasan Ali b. Ebi'l-Abbas Ahmed Ibn Rufaî adıyla meşhur olmuştur. Betaihli Ahmediyyetü'r-Rüfaiye tai­fesinin şeyhidir. Annesi Ümmü Ubeyde, Bataih'e bağh bir köyde yaşadı­ğından kendilerine Bataihiye denilmiştir. Bataih, Basra ile Vasıt şehir­leri arasında bir kasabanın adıdır. Şeyh Ahmed er-Rufaî'nin aslı Araptır. Ama sonraları gelip bu beldelerde ikamet etmiştir. Etrafında çok sa­yıda mürit toplandı. Anlatıldığına göre kendisi Şafiî mezhebinin fıkhını anlatan et-Tenbih adlı kitabı ezberlemiştir.

İbn Hallikan dedi ki: «Müridlerin diri diri yılan yemek, alevlenen tandırlara girmek gibi acaip halleri vardı. Tandırların ve fırınların için­de ateş yandığı halde oynarlardı. Anlatıldığına göre onlar kendi memle­ketlerinde yılan ve akrepleri de ellerinde tutabilirlermiş.» İbn Halli-kan'm anlattığına göre Şeyh Ahmed er-Rufaî'nin çoluk çocuğu yokmuş. Nesli, kardeşi yoluyla devam etmiştir. Onun nesli bu beldelerde şeyhliği babadan oğula alarak birbirlerine intikal ettirmektedirler. Rivayete gö­re Şeyh Ahmed er-Rufaî'nin şiirlerinden biri şudur:

«Gece karardığında kalbim vecde gelir, sizi anar.

Ben boynuna zincir vurulan güvercin gibi inlerim.

Üzerimde keder ve üzüntü yağdıran bir bulut vardır.

Altında da üzüntüleri etrafa saçan denizler vardır.

Ümmü Amr'a sorun, onun esiri nasıl geceledi.

Kendisi bağh olduğu halde onun hatırına esirler serbest bırakılır.

O öldürülmüş değildir. Öldürülmekte istirahat vardır.

Kendisine lütufta da bulunulmuş değildir ki serbest bırakılsın.»

Şu şiir de Şeyh Ahmed er-Rufaî'ye aittir:

«Onu anasından ve babasından kıskanırım Ona bakandan ve ona yaklaşandan da onu kıskanırım Benim gibi baktığı zaman avucunda tuttuğu aynadan onu kıskanı­rım.»

Şeyh Ahmed er-Rufaî (Ebül-Abbas) bu senenin cemaziyelevvel ayı­nın yirmiikisinde perşembe günü vefat edinceye dek bu halini devam et­tirdi. [54]

 

Halef B. Abdülmelik B. Mes'ud B. Bişkival

 

Künyesi Ebü'l-Kasım'dır Kurtubalıdır. Hafız, muhaddis ve tarihçi­dir. Çeşitli eserleri vardır. Sile adlı kitabı vardır ki, onu Ebü'l-Velid b. Farazî'nin tarihine zeyil olarak yazmıştır. Kitabü'l-Müstağisin Billah adlı eseri de vardır. Hatib Bağdadî'nin metoduna göre mübhem isimleri belirlemeye dair bir ciltlik kitabı da vardır. İmam Malik'in el-Muvatta adlı eserini rivayet edenlerin adlarım alfabetik sıraya göre yazmıştır ki, bunların sayısı yetmişüçü bulur. Halef, bu senenin ramazan ayında sek-sendört yaşında vefat etti. [55]

 

Allame Kutbeddin Ebü'l-Meâlî

 

Asıl adı Mes'ud b. Muhammed b. Mes'ud'dur. Nisaburludur. İmam Gazzalî'nin arkadaşı Muhammed b. Yahya'dan fıkıh dersleri aldı. Dımaşk'a geldi. Gazaliye ve Mücahidiye medreselerinde ders verdi. Haleb'e de gelip Nureddin'in ve Esedüddin'in medreselerinde ders ver­di. Sonra Hemedan'a gitti. Oradan da Dımaşk'a döndü. Yine Gazaliye medresesinde ders vermeye başladı. Mezhebinin reisliği kendisine ve­rildi. Bu senenin ramazan ayının birinci gününde vefat etti. Vefat eder­ken doksanüç yaşındaydı. Fahr İbn Asâkir ve diğerleri kendisinden ders aldılar. Hafız İbn Asâkir onun cenaze namazını kıldırdı. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [56]

 

Hicretin Beşyüzyetmişdokuzuncu Senesi

 

Bu senenin muharrem ayının ondördünde Sultan Selahaddin, uzun bir kuşatmadan sonra sulh yoluyla Amid şehrini vali İbn Bey-san'm elinden teslim aldı. İbn Beysan orada toplayabildiği malları ve eş­yaları üç gün boyunca taşıdıktan sonra şehri teslim etmişti. Sultan Se­lahaddin, teslim aldıktan sonra şehirde çok miktarda mal, eşya, emtia ve savaş aletleri görmüştü. Hatta bir burcun ok başlıklarıyla dolu oldu­ğunu görmüştü. Başka bir burçta 100.000 mum ve anlatımı burada uzun sürecek eşyalar görmüştü. Şehirde 1.040.000 kitap içeren bir kü­tüphane görmüştü ki, bunların tamamını Kadı Fadıl'a hibe etmişti. O da bu kitaplardan yetmiş merkep yükünü seçip almıştı. Sonra Sultan Sela­haddin, içindeki eşyalarla birlikle Amid şehrim Nureddin Muhammed b. Kara Arslan'a hibe etti. Çünkü hibe edeceğini önceden kendisine vaad etmişti. Denildi ki: «Bu eşyalar hibeye dahil değildir.» O zaman Sultan Selahaddin «Hayır, ben cimrilik yapmam. Şehri içindeki eşyalarla bir­likte Nureddin Muhammed'e hibe ettim» demişti. Hazinesinde 3.000 di­nar vardı. Bu yaptığından ötürü şairler kendisini övdüler. Övgülerin en güzeli şuydu:

«Hükümdarlara de ki, ülkelerinizin başından uzaklasın. Çünkü dünyayı veren de alan da gelmiştir artık.»

Sonra Sultan Selahaddin muharrem ayının geri kalan günleri için­de Haleb'e gitti. Orayı kuşattı. Haleplilerle şiddetlice savaştı. O esnada kardeşi Tacülmülûk Böri b. Eyyub ağır yaralandı. Birkaç gün sonra da vefat etti. Tacülmülûk Böri, Eyyub'un en küçük oğluydu. Yirmi yaşma varmamıştı. Başka bir rivayete göre ise yirmiiki yaşındaydı. Zeki ve kavrayışlı bir kimseydi. Güzel bir şiir divanı vardır. Kardeşi Sultan Selahaddin vefatına çok üzüldü. Onu Haleb'e defnetti. Sonra naaşım Dımaşk'a nakletti.

Daha sonra Sultan Selahaddin ile Haleb valisi İmadüddin Zengi b. Aksungur arasında bir anlaşma yapıldı. Sultan Selahaddin ona Sincar'ı geri verecek, buna karşı Haleb'i ondan alacaktı. Bu anlaşma gereğince İmadüddin kaleden çıktı. Sultan Selahaddin'e hizmete amade olduğu­nu bildirdi. Kardeşinin vefatı için başsağlığı diledi. Otağında konuk ol­du. Sonra eşyalarını ve ağırlıklarını Sincar'a taşıdı. Sultan Selahaddin, Sincar a ek olarak Habur, Rakka, Nusaybin ve Suruç şehirlerini de İma-düddin'e verdi. Yalnız Haçlılarla savaşabilmesi için kendisine asker göndermesini şart koştu. Bundan sonra İmadüddin yola koyuldu. Sul­tan Selahaddin onu uğurladı. Sonra otağında beklemeğe başladı. Ha­leb'i, pek ilgilenrneksizin günlerce seyretti. Sonra safer ayının yirmiye-disinde pazartesi günü Haleb kalesine çıktı. Emir Tahman ona büyük bir ziyafet verdi, Sultan Selahaddin kale kapısından içeriye girerken «De ki: Mülkün sahibi olan Allahım! Mülkü dilediğine verirsin. Diledi­ğinden çekip alırsın...» (Âh imran, 26) mealindeki âyet-i kerimeyi okudu. Kale emirinin odasına girerken de şu ayeti okudu:

«Yerlerini, yurtlarım, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadı­ğınız yerleri Allah size miras olarak verdi.» (ei-Ahzâb, 27).

Makam-ı İbrahim'e girince de orada iki rek'at namaz kıldı. Secdele­rini uzattı. Yüce Allah'a tazarru ve niyazda bulundu. Sonra sofralar ku­ruldu. Müjde ve sevinç davulları çalındı. Emirlere hil'at giydirildi. Reis­lere, yoksullara ihsanda bulunuldu. Savaş artık sona ermişti. Şairler, Sultan Selahaddin'e güzel övgüler yağdırdılar. Kale artık ona hoş gö­rünmeğe başlamıştı. Sonra şöyle dedi:

«Haleb şehrini fethederken sevindiğim kadar, başka bir kaleyi fet­hederken sevinmiş değilim. Bu Haleplilerden ve diğer Cezire mıntıka­sında yaşayanlardan vergileri ve harçları kaldırdım. Aynı şekilde Şam ve Mısır diyarında yaşayanlardan da kaldırdım».

Sultan Selahaddin'in yokluğu esnasında Haçlılar çevrede bozgun­culuk yaptılar. Bunun üzerine Sultan Selahaddin toplanmaları için as­kerlerine haber saldı. Askerleri toplandılar. Haleb'in fethi esnasında Kudüs'ün fetih müjdesi de geldi. Şöyle ki: Fakih Mecdüddin b. Cehbel eş-Şafiî, Ebü'l-Hakem el-Arabî'nin tefsirini mütalaa ederken şu ayet-i ke­rimenin tefsirini okumağa başlamıştı:

«Elif, lam, mim. Rumlar en yakın bir yerde yenildiler.» (er-Rûm; 1-3).

Hicretin 583. senesinde Kudüs'ün fethedileceğine dair müjde var­dır. Bunun delilleri de çoktur.» Bunu bir kağıda yazıp Sultan Selahad­din'e müjdelemesi için Fakih İsa el-Hakkârî'ye verdi. Belirlenen tarihte Kudüs'ün fethedilmemesi ihtimalini göz önünde bulundurdukları için bu müjdeyi Sultan Selahaddin'e iletmeğe kimse cesaret edemedi. Ancak Kadı Muhyiddin b. Zeki bunu Sultan Selahaddin'e bir kaside ile bildirdi.

«Beyaz taşlı Haleb şehrini safer ayında fethedişiniz.

Receb ayında Kudüs'ün sizler için fethedileceğini kesinleştirdi.»

Kadı Muhyiddin bu kasidesini Sultan Selahaddin'e takdim etti. Sultan Selahaddin de Kudüs'ü fethetmeyi arzuladı. Hem de büyük bir istekle orayı fethettiği zaman Kadı Muhyiddin b. Zeki'ye emir verdi. O'da cuma günü Kudüs'te hutbe okudu. Sonra asıl müjdeyi verenin İbn Cehbel olduğunu duyunca ona da emir verdi. Sahra Mescidi'nin yanında ders verdi. Gerçekten de İbn Cehbel orada muazzam bir ders verdi. Sul­tan Selahaddin ona bol miktarda bağışta bulundu. Onu çok Övdü. [57]

 

Fasıl

 

Sultan Selahaddin, rebiyülahır ayının sonlarında Haleb'te oğlu Za­hir Gazi'yi vekil bırakarak sefere çıktı. Haleb kadılığını İbnu'z-Zeki'ye verdi. O da orada başka bir kadıyı kendine naib olarak bırakıp Sultan Selahaddin'le birlikte sefere çıktı. Cemaziyelevvel ayının üçünde Dı-maşk'a girdiler. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Cemaziye-lahir ayının başlarında Haçlılarla savaşmak üzere Dımaşk'tan ayrılıp Şam yoluna koyuldu. Banyas'a uğradı. Orayı yağmaladı. Sonra Ayn Ca-lut'a gidip konakladı. Öncü birlik olarak büyük bir müfrezeyi yola koy­du. Bu müfrezede Berdavil ile Nuri askerlerinden bir grup vardı. Amca­sı Esedüddin'in kölesi geldi. Haçlı ordusunun kendi taraftarlarının yar­dımına gelmekte olduklarım gördü. İki taraf karşı karşıya geldi. Sultan Selahaddin'in askerleri Haçlılardan bir kısmını öldürdüler. 100 kadar kişiyi de esir aldılar. Bu savaşta Müslümanlar sadece bir kişi kaybetti­ler. Akşam vakti Sultan Selahaddin Ayn Calut'tan ayrılıp yola koyuldu. Sultan Selahaddin, Haçlıların kendisiyle savaşmak üzere toplandıkla­rını duydu. Kendisi ile barış yaparlar umuduyla üzerlerine hücum etti. Yapılan savaşta Haçlılardan çok sayıda asker öldürdü. Bir o kadarını da yaraladı. Haçlılar son derece korku ve paniğe kapılarak gerisin geri dön­düler. Sultan Selahaddin'in askerleri onları kovaladı. Bir kısmım Öldür­düler, bir kısmını esir aldılar. Ülkelerini baştan sona yağmaladılar. Ni­hayet geri döndüler.

Kadı Fadıl da halifeye bir mektup yazarak Cenâb-ı Allah'ın kendi­sine ve Müslümanlara bahşetmiş olduğu zaferi müjdeledi. Sultan Sela­haddin de halifeye olan saygısından, itaatından ve hürmetinden dolayı yapmak istediğini ve yaptığı her iş hakkında halifeye mutlaka bilgi ve­rildi. [58]

 

Fasıl

 

Receb ayında Sultan Selahaddin, Kerek şehrine gitti. Orayı kuşat­ma altına aldı. Beraberinde kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer de var­dı. Bu arada Sultan Selahaddin kendisini, isteği üzerine Haleb'e ve ora­ya bağlı yerlere vali olarak atamak üzere yanına gelmesi için kardeşi Adile de bir mektup yazdı. Kerek muhasarası receb ayı boyunca devam ettiği halde amaca ulaşılamadı. O arada Kerek'i savunmak için Haçlıla­rın toplandıklarını duyan Sultan Selahaddin, Dımaşk'a geri döndü. Ke­rek'i almak onun en büyük arzularındandı. Kardeşinin oğlu Takiyyüd-din'i naib olarak Mısır'a gönderdi. Yamna Kadı Fadıl'ı da katmıştı. Kar­deşi Adil'i Haleb ve Haleb'e bağlı mıntıkalara naib olarak tayin etti. Orada naib olarak bulunan Zahir'i ve kendisi için lazım olan kıymetli emirleri yamna getirtti. Kendisine yakın bir yerde bulunsun diye karde­şini Halep naibliğine atamıştı. Çünkü kardeşi onsuz hiçbir işe girişmez ve hiçbir hususta kesin kararını vermezdi. Sultan Selahaddin, kardeşi Adil'den 100.000 dinar borç aldı. Oğlu Zahir de Haleb naibîiğinden ayrıl­dığına üzüldü. Çünkü orada sadece altı ay kalmıştı. Ancak içindeki dü­şünceleri babasına açamıyordu. Fakat üzüntüsü yüzünün renginden ve konuşmalarından anlaşılıyordu. [59]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/486.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/486-489.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/489-491.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/491-493.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/493.

[6] Mezâlim oturumları (Divanü'l-Mezâlim) (Z. kazıcı).

[7] İslâm adliye teşkilatı bakımından önemli bir müessese olan "Divanü1-Mezâlim"den bahsedilmektedir. (Z. Kazıcı)

[8] Muid, islâm dünyasındaki medreselerde müderristen sonra gelen ve günümüzde do­çent dediğimiz görevlidir. (Z. Kazıcı)

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/493-503.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/503.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/504-505.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/505-506.

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/506.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/506-507.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/508.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/509.

[17] Muhtesib, adlî ve dinî yetkileri bulunmakla beraber genel olarak iktisâdi yetkileri ağır basan bir görevlidir. Günümüz ifadesiyle belediye başkam demek daha uygun olur. Bu konuda geniş bilgi için bk. (Ziya Kazıcı), Osmanlılarda ihtisâb Müessesesi, İstanbul 1987.

 

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/509-513.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/513.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/514.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/514.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/514-515.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/515-517.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/517-518.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/518-521.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/521.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/521.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/522.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/522.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/524-525.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525-528.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/528.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/528-529.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/529.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/530.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/531-532.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/533.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/533.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/533-534.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/534.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/534.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/534-535.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/535-537.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/538-539.

[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/539.

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/540-542.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/542.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/542.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/543.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/543-544.

[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/544-545.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/545.

[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/546.

[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/546-548.

[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/548.

[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/549.