Hasan
B. Dafi B. Yezden Et-Türkî
Hicretin
Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesi
Ammare
B. Ebu'l-Hasan'ın Öldürülmesi
Nureddin
Mahmud Zenginin Vefatı Ve Onun Adil Yönetiminden Bazı Kesitler
Hicretin
Beşyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Beşyüzyetmişinci Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Maşhur Şahsiyetler
Hicretin
Beşyüzyetmîşbirinci Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Beşyüzyetmişikinci Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişikinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Beşyüzyetmişüçüncü Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Mahmud
B. Tutuş Şihabüddin El-Harimî
Hicretin
Beşyüzyetmişdördüncü Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Beşyüzyetmişbeşinci Senesi
Hısnü'l-Ahzan'ın
(Ahzan Kalesinin) Yıkılması
Halife
Müstedi Bî-Emrillah'ın Vefatı Ve Biyografisi
Hicretin
Beşyüzyetmişbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Nasır
Li-Dînillah Ebü'l-Abbas B. Müstedi'nin Hilafeti
Hicretin
Beşyüzyetmişaltıncı Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Beşyüzyetmişyedinci Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Beşyüzyetmişsekizinci Senesi
Hicretin
Beşyüzyetmişsekizinci Senesinde Vefat Eden Diğer Meşhurlar
Halef
B. Abdülmelik B. Mes'ud B. Bişkival
Hicretin
Beşyüzyetmişdokuzuncu Senesi
Bağdat'ta devlet
işlerinde çalışan ümeranın büyüklerindendi, ama murdar ve aşırı derecede Rafızî
taraftarı olan mütaasıp bir Rafızî idi. Rafızîler onun itibar ve himayesinin
altında yaşamaktaydılar. Nihayet bu senenin zilhicce ayında ölmesi ile Cenâb-ı
Allah Müslümanları ondan kurtarıp rahata kavuşturdu. Ölünce kendi evine
defnedildi. Sonra Kureyş mezarlığına nakledildi. Hamd ve minnet Allah'adır.
Öldüğü zaman Ehl-i
Sünnet onun ölümüne çok sevindi. O esnada hangi Ehl-i Sünnet mensubuna
rastlarsan mutlaka Allah'a hamd ettiğini görürdün ama Şiîler bu duruma
öfkelendiler. Bu sebeple Şiîlerle Ehl-i Sünnet arasında fitne meydana geldi.
İbnu's-Saî'nin anlattığına göre Hasan b. Dafi gençliğinde yakışıklı, halkın
büyükleri tarafından sevilen bir kimseydi. İbn Saî der ki: Şeyhimiz Ebu'1-Yümn
el-Kindî onun ağrıyan gözlerinden bahsederken şöyle demiştir:
«Her sabah her akşam
kapınızda durup selap veririm
Gözlerinden rahatsız
olduğu bana söylendi
Biz de ondan zulüm
görmekte ve şikâyetçi olmaktayız.» [1]
el-Muntazam adlı
eserde İbnü'l-Cevzî dedi ki: «Bu sene Bağdat'ta narenç iriliğinde büyük dolu
taneleri yağdı ki bunlardan birinin ağırlığı yedi rıtıl (bir rıtıl 462 gramdır)
ağırlığındaydı. Bu doluların ardı sıra büyük bir sel meydana geldi. Dicle'nin
suyu aşırı derecede yükseldi ki daha önce misli görülmemişti. Bu yüzden birçok
binalar, evler, köyler, çiftlikler, ekinler, hatta mezarlar tahrip oldu.
İnsanlar çöle çıkma mecburiyetinde kaldılar. Yüksek sesle Cenâb-ı Allah'a
yalvarıp yakarmaya başladılar. Nihayet Aziz ve Celil olan Allah, onlardan bu
musibeti kaldırdı ve onları genişliğe kavuşturdu. Allah kendi tulfuyla
Dicle'nin yükselen suyunu aşağılara indirdi. Allah'a hamd olsun
Musul'a gelince orada
da Bağdat'ta görülen vakalar meydana geldi. Sular yüzünden 1.000 kadar ev
yıkıldı. 1.000 kadarı da harab olup yıkılmağa yüz tuttu. Yıkıntılar altında
çok sayıda insan öldü. Canlı telef oldu. Aym şekilde Fırat'ın suyu da aynı
derecede yükseldi. Bu yüzden birçok köy ve kasaba yok oldu. Bu senede Irak'ta
ekin ve meyvelerin fiyatları aşırı derecede yükseldi. Davarlar öldü. Bu
davarların etlerini yiyen birçok Iraklı öldü.
İbnu's-Saî dedi ki:
«Bu senenin şevval ayında Diyarbakır ve Musul'da kırk gün kırk gece müddetle
peşpeşe yağmurlar yağdı. İnsanlar sadece iki defa güneş görebildiler ki, bu da
kısa sürmüştü. Sonra bulutlarla kapanıp kaybolmuştu. Yağan yağmur yüzünden
birçok ev ve mesken, içinde bulunan sahiplerinin üzerine çöktü. Dicle'nin suyu
aşırı derecede yükseldi. Bağdat ve Musul'daki evlerin çoğu sular altında
kaldı. Sonra Allah'ın izniyle geri çekilmeye başladı.»
İbnu'l-Cevzî dedi ki:
«Bu senenin receb ayında İbn Şehrezorî, yanında Mısır elbiseleri, kumaşları ve
attabi kumaşını andıran derisi çizgili ve renkli bir merkep olmak üzere
Nureddin'in yanma vardı.»
Bu senede İbn Şamî,
Nizamiye müderrisliğinden azledilip yerine Ebü'1-Hayr el-Kazvinî atandı.
Cemaziyelahir ayında
Fakih Mucir hapsedildi. Zındık, dinsiz namazsız ve oruçsuzlukla itham edildi.
Ama bazı kimseler onun hesabına öfkelenip suçsuz olduğunu söylediler.
Anlatıldığına göre o, Hadisiye mıntıkasında vaaz vermiş, 30.000 kadar dinleyici
etrafında toplanmıştı.
İbnu's-Saî dedi ki:
«Bu senede halife Müstedî'nin oğlu Ahmed yüksek bir kubbeden yere düşmüş, ama
salimen kurtulmuştu. Sadece sağ eli çıkmıştı. Düzelinceye kadar sol eliyle
işlerini görüyordu. Biraz da burnunun üstü sıyrılmıştı. Beraberinde Necah
adında siyahi bir hizmetçisi de vardı. Hizmetçi, efendisinin düştüğünü görünce
kendisi de ardı sıra kendini yere atmış «Efendim öldükten sonra benim yaşamaya
ihtiyacım yoktur» demişti. Kendisi de salimen kurtulmuştu. Ahmed Ebü'l-Abbas
en-Nasır (yani kubbeden yere düşen) halife olduğunda kölesi Necah'ı unutmamış,
onu bir devlet görevine tayin etmiş, ona ihsanda bulunmuştu. Kubbeden yere
düştüklerinde ikisi henüz çocuk yaşta idiler.
Bu senede Melik
Nureddin, maiyetindeki ordusu, Ermeni hükümdarı ve Malatya valisi ile birçok
melik ve ümera olmak üzere Rum beldelerine doğru yürüdü. Onların birkaç
kalesini fethetti. Rum kalesini muhasara etti. Kale komutanı cizye olarak
50.000 dinar vererek onunla barış andlaşması yaptı. Sonra Nureddin Haleb'e
döndü. Bütün isteklerinin yerine getirilmiş olduğunu gördü. Sonra sevinç ve
sürür içinde Dı-maşk'a geldi.
Bu senede Melik
Selahaddin, Yenıen'i fethetti. Bunun sebebi şuydu: Selahaddin, Abdünnebi b.
Mehdi adında birinin ülkeyi istila ettiğini, halkı kendisine beyate davet
ettiğini, imam adını aldığını, yeryüzünün tümüne hakim olacağına dair iddiada
bulunduğunu duymuştu. Bundan önce de kardeşi Ali b. Mehdi de aynı şekilde
Yemeni istila etmiş ve orayı Ehl-i Zübeyd'in elinden almıştı. Hicretin 560.
senesinde Ali b. Mehdi öldükten sonra kardeşi Abdünnebi bu defa Yemen'i istila
etmişti. Her ikisi de içi ve dışı bozuk, muamelesi kötü kimselerdi.
Askerlerinin çokluğundan ve kuvvetinin fazla oluşundan ötürü Selahaddin,
Abdül-mü'min'in üzerine bir müfreze göndermeğe karar verdi. Büyük kardeşi
Şemsü'd-Devle heybetli, bahadır ve yürekli bir kimse olup Yemenli şair
Ammare'nin meclisinde bulunanlardandı. Ammare ona daha önceleri Yemen'i ve
güzelliklerini, oradaki ürünlerin çokluğunu anlatmıştı. Bu da Şemsü'd-Devle'yi
bu müfreze ile birlikte bu senenin recep ayında Ye-men'e Abdünnebi b. Mehdi'nin
üzerine gitmeğe şevketti. Bu amaçla Önce Mekke'ye gidip orada umre yaptı.
Sonra da Zebid şehrine gitti. Ab-dünnebi'nin karşısına çıktı. Onunla savaştı.
Nihayet Şemsü'd-Devle Nurşah onu hezimete uğratıp hür olan karısıyla birlikte
esir aldı. Ab-dünnebi'nin karısı zengin, malı mülkü çok bir kadındı. Ancak
Şemsü'd-Devle Nurşah onu, malının mülkünün ve kıymetli defineler ile hazinelerinin
başında bıraktı. Askerler Zebid şehrini yağmaladılar. Sonra Şemsü'd-Devle
Nurşah Aden'e yöneldi. Aden hükümdarı Yasir onunla savaştı. Yasir hezimete
uğrayıp esir düştü. Ufak bir kuşatmadan sonra şehir düştü. Şemsü'd-Devle
Nurşah, askerleri şehri yağmalamaktan men etti ve «Ülkeyi tahrip etmeye değil
aksine şenlendirip hakimiyetimiz altına almağa geldik» dedi. Sonra halka güzel
ve adilane bir muamelede bulundu. Halk onu sevdi. Bunun ardı sıra diğer
kaleler, şehirler ve mıntıkalar da teslim oldular. Böylece bütün Yemen ülkesi
Şemsü'd-Devle Nurşah'a boyun eğdi. Ülke ve halkı, kalbinin kapılarını ona açtı.
Abbasi halifesi Müstedi adına orada hutbe okutuldu. Abdünnebi adını alan
sahtekâr öldürüldü. Yemen onun pisliğinden kurtulup eski safiyetine kavuştu.
Şemsü'd-Devle Nurşah bu durumu kardeşi el-Melikü'n-Nasır Selahaddin'e fetih haberi
ile birlikte müjdeledi. Melik Selahad-din'de bu durumu Nureddin'e bildirdi.
Nureddin de bunu Yemen'in fetih müjdesiyle birlikte halifeye müjdeledi ve
Yemen'de halife Müstadi adına hutbe okumaya başlandığım bildirdi.
Bu senede Selahaddin,
Melik Nureddin'in isteğine uygun olarak Mısır diyarının gelir ve giderlerinin
listesini hazırlattı. Buna dair mek-
tup kendisine ilk
geldiği zamanda Selahaddin emre uymayacağını intibaını verdi, ama daha sonra
kendi güzel huyuna döndü. İtaat edeceğini söyledi ve hesapların yapılıp
cetvellerin çıkarılmasını ve buna dair cevabın Melik Nureddin'e bildirilmesini
görevlilere emretti. Divanda çalışanlar, hesapçılar ve katiplerden oluşan bir
cemaat hemen işe koyuldu. Çıkarılan hesaplar, İbn Kayseranî vasıtasıyla Melik
Nureddin'e gönderildi. İbn Kayseranî ile birlikte çok kıymetli hediyeler ve
armağanlar da Melik Nureddin'e gönderilmişti. Hediye ve armağanlar arasında
üzeri düz çizgilerle kaplanmış beş kıymetli yüzük, nefis cevherlerden yapılmış
100 adet gerdanlık, ayrıca belhoş taşları ve yakutlarla mücevher taneleri,
kıymetli kumaşlar, kaplar, ibrikler, altın ve gümüş tabaklar, eğitilmiş atlar,
güzel suretli köle ve cariyeler, ağızlan kilitli ve mühürlü on sandık dolusu
altın vardı. Bu sandıklarda harcamaya hazır Mısır altınları vardı ki kaç
100.000 tane olduğu bilinemez.
Bu hediye ve
armağanları taşıyan kervan, Mısır diyarından ayrıldıktan sonra Şam diyarına
varmadan Melik Nureddin vefat etti. Göklerin ve yerlerin Rabbi ona rahmet
etsin. Selahaddin, Melik Nureddin'in vefat haberini duyunca bu hediye ve
armağanları taşımakta olan kervanın tekrar Mısır'a geri getirilmesi için
peşine görevlileri gönderdi. Anlatıldığına göre bu hediye ve armağanlar geri
getirilip Selahaddin'in önüne konulduğunda hediye ve armağanlara elini
sürmemiştir. [2]
Ammare b. Ebul-Hasan
b. Zeydan el-Hakemî. Kahtanlıdır. Künyesi Ebu Muhammed olup lakabı Necmeddin
el-Yemenî'dir. Fakih ve şairdir. Şafiî mezhebine mensuptu. Ölüm sebebi şuydu:
Fatımî Devleti zamanında yöneticilik yapmış önde gelen şahsiyetlerden bir grup
bir araya gelip toplandılar. Ve yıkılan Fatımî Devleti'ni yeni baştan kurmak
hususunda kendi aralarında anlaştılar. Haçlılara mektup yazarak onları yardıma
çağırdılar. Fatımîlerden de birini halife tayin ettiler. Ayrıca vezir ve
emirleri de tayin ettiler. Bütün bu olup bitenler Sultan Selahaddin'in Kerek
mıntıkasında bulunduğu bir esnada meydana gelmişti. Sonra Mısır'a dönmüştü.
Ammare el-Yemeni, Haçlıların kendilerine yardıma gelmesi durumunda Mısır
ordusunun onlara karşı direnecek gücü bulamaması için Şemsü'd-Devle Turanşah'ı
Yemen'e sefer yapmaya teşvik etti. Şemsü'd-Devle Turanşah da Yemen seferine
gitti. Ancak Ammare onunla birlikte Yemen'e gitmedi. Aksine Kahire'de kaldı ve
Fatımî devletini yeniden kurabilmek için gerekli işleri sürdürdü. Adamları
topladı. Onlarla görüşmeler yaptı. Kendi safına adamlar kazanmağa çalıştı.
Fatımî Devleti'nin kurulması için propaganda yapanların en önde
gelenlerindendi. Bazı akılsız ve aceleci olan Selahaddin taraftarlarını da
kendi saflarına kattı. Kendisine en muhtaç oldukları bir zamanda Şeyh
Zeyneddin Ali b. Neca adındaki vaiz, Fatımîlere ihanet etti. Yapmakta oldukları
desiseleri Sultan Selahaddin'e bildirdi. Sultan Se-lahaddin de ona bol miktarda
mal ve para verdi. Kıymetli elbiseler giydirdi. Bundan sonra Selahaddin bu
Fatımî komplocularını birer birer huzuruna çağırdı. Sorguladı. Onlar da
suçlarını itiraf edince onları hapse attı. Fıkıhçılara, bunlara ne yapacağına
dair fetva sordu. Onlar da komplocuların öldürülmesi yolunda fetva verdiler.
Bundan sonra Sultan Selahaddin komplocuların reis ve önde gelenlerini
öldürmeleri için görevlilere emir verdi. Onlara tabi olanları ve köleleri
öldürtmedi. Geride kalan Ubeydî (Fatımî) askerlerin de uzak mıntıkalara sürgün
edilmelerini emretti. Halife Adid'in çoluk çocuğunu ve aile efradını bir konakta
yalnız yaşamaya mahkum etti. Onlara ne fayda ne de zarar ulaşmıyordu.
Kendilerine uygun erzak ve elbiseleri verdi.
Ammare el-Yemem, Kadı
Fadıl'ın karşıtı ve düşmanı idi. Ammare, Sultan Selahaddin'in huzuruna
getirildiğinde Kadı Fadıl, onun için şefaatçi oldu.Ancak Ammare kendi
aleyhinde konuştuğunu zannetti ve «Ey efendimiz, ey sultanımız onun sözlerine
kulak verme» deyince Kadı Fadıl Öfkelenerek saraydan çıkıp gitti. Sultan
Selahaddin de Ammare el-Yemenî'ye «O sadece senin için şefaatçi oluyordu»
deyince Ammare, bu söylediklerine son derece pişman oldu. İdam edilmeye
götürülürken de Kadı Fadıl'ın konağına uğradı. Onu görmek istedi. Ancak Kadı
Fadıl ona görünmedi. O esnada Ammare şu şiiri okudu:
«Abdurrahim benden
kaçıp gizlendi. Hayret ki kurtuluşum da onun elindeydi.»
İbn Ebi Tayy dedi ki:
«İdam edilenler arasında Fadıl b. Kâmil adındaki kadı da vardı. Bunun asıl adı
Ebü'l-Kasım Hibetullah b. Abdullah b. Kâmil'di. Mısır diyarının Fatımîler
zamanındaki kadilkudatı olup Fahrü'l-Ümerâ lakabını taşırdı. İdam edilenlerin
ilki o oldu. Katip İmad böyle demiştir. Ancak bu zat faziletli ve edepli bir
kişi olup yüksek derecede şiirleri vardı. Reffa'm kölesiyle ilgili olarak
söylediği şu şiir onun ne denli yüksek bir şair olduğunu göstermektedir:
«Ey her elbisenin
söküğünü diken, Ona olan sevgim itikad söküğümü dikmedi, Ayrılığın gönlümde
meydana getirdiği söküğü, Belki vuslat eli diker.»
İdam edilen Fatımîler
arasında Fatımî propagandacılarının başı olan Abdülkavi'nin oğlu da vardı. Bu,
saraydaki definelerin yerini bilirdi. Definelerin yerini göstermek için
kendisine baskı yapıldı. Ancak definelerin yerini göstermeyince kendisine
işkence yapıldı. Bu yüzden öldü ve definelerin yeri de bilinemedi.
Divan nazırı Uveyris
de idam edilen Fatımî propagandacıları arasındaydı. Bununla beraber o kadılık
yapmıştı.
Sekreter (Sır katibi)
Şibriya, Mısırlı kâtip Abdüssamed, Neccah el-Hemmanî de idam edilenler
arasındaydı. Hristiyan bir müneccim bu işin, ilm-i nücum bilmekle tamamlanacağı
müjdesini onlara vemişti. O da idam edildi. [3]
Ammare, mantıki
şiirler söyleyen belagat ve fesahat sahibi bir şairdi. Bu alanda kimse onun
derecesine yetişemezdi. Meşhur bir şiir divanı vardır. Tabakatü'ş-Şafiîye adlı
eserde ondan bahsetmiştim. Çünkü o, Şafiî mezhebi ile iştigal ederdi. Feraize
dair bir eseri, Kitabü'l-Vüzerai'l-Fatımîyyin ve Mısır halkının, sağlamlığına
güvendiği nefis bir siyer kitabı vardır. Kendisi faziletli, edip ve fakih bir
kişiydi. Yalnız Fatımîlere dost olduğu söylenirdi. Fatımîler ve onların
vezirleriyle emirleri hakkında cidden birçok methiyeleri vardır. Ama Rafizi
olduğuna dair ufak emareleri de vardı. Zındıklık ve kâfirlikle itham
edilmiştir. el-Ceride adlı eserde Kâtip İmad'm anlattığna göre Ammare, bir
kasidesinde şöyle demiştir:
«İlim bayrağa muhtaç
olduğundan beri,
Kılıcın keskinliği,
kaleme olan ihtiyacı yok etmiştir.»
Bu çok uzun bir
kasidedir. Birçok küfür ve zındıklık ifadeleri içermektedir. Katip İmad'ın
ifadesine göre bu kasidede şöyle bir beyit de vardır:
«Bu dinin başlangıcı
sade bir adamla oldu.
O çalışıp çabaladı.
Nihayet ona ümmetlerin seyyidi denildi.»
Mısırlı alimler onun
öldürülmesine fetva verdiler.
Sultan Selahaddin'i de
ona ve emsallerine işkence yapmağa teşvik ettiler. Yukarıdaki beyit onun
aleyhine bir delil olarak kullanılabilir. Doğrusunu Allah bilir.
İbnu's-Saî onun yüksek
manalar içeren şiirlerinden bazılarını nak-letmiştir. Bu şiirlerinden birinde
bir hükümdarı şöyle övmüştü:
«Alnının parıldayan
yerini öptüğümde,
Ondan ayrıldığımda
parlaklık alnımın üzerine geçti,
Elini öpüp yanından
ayrıldığımda,
Hükümdarlar elimi
öpmeye başladılar.»
Şu şiir de Ammare'ye
aitti:
«Reşa el-Özri'ye aşık
olduğuma dair mazeretim vardır.
Gözyaşı beni
kahrettiğinden bu yana artık inkâr da edemiyorum.
Endamlara, yanakları
öpmeye, memeleri göğsüme bastırmaya,
Benim arzu ve
ihtiyacım vardır.
Benim tercihim budur.
Beğeniyorsan bana uy.
Yoksa bırak beni
aşkımla başbaşa kalayım.»
Ammare idam edilirken el-Kindî
şöyle bir şiir okumuştu:
«Ammare İslamda bir
cinayet işledi açıkça,
Onda iken kilise ve
haça beyat etti.
Hz. Ahmed'e buğz
etmekle şirkin ortağı oldu.
Haçı sevdiğinden ötürü
idam edildi.
Yarın kendi nefsi için
yaptığı gayretin karşılığını bulacaktır.
Cehennem alevleri
içinde irin içecektir.»
Melikü'n-Nasır Sultan
Selahaddin bu senenin ramazan ayının ikinci cumartesi gününde bunları
Kahire'nin iki kasrı arasında idam ettirince durumu ve bunların uğradığı
cezalarla perişanlıkları bir mektupla Melik Nureddin'e bildirdi.
Katip İmad dedi ki:
«Sultan Selahaddin'in konuya ilişkin mektubu merhum Nureddin'e vefat ettiği
günde ulaştı. Aym şekilde Sultan Selahaddin, insanları fitneye düşüren
İskenderiyeli Kadid el-Kafacî adında birini de öldürdü.İnsanlar bu adama
tutulmuşlar, kazançlarının bir bölümünü ona vermişlerdi. Kadınlar bile
mallarının bir kısmını ona vermişlerdi. Selahaddin'in askerleri kendisini
kuşatma altma aldıklarında Kadid el-Kafacî kaçıp kurtulmak istedi ama artık
zaman kurtuluş zamanı değildi. Kendisinden öncekinin akibetine uğratılarak
Öldürüldü.
Ammare'nin, halife
Adid'e, devletine ve hilafet dönemine dair şöyle bir mersiyesine
rastlanılmıştır:
«Kısır kimsenin
biricik evladını kaybedişine üzülüşü gibi,
Ben de halife Adid'in
geçen zamanına üzülüyorum.
Senin sarayının
taşlarına bakıp üzülüyorum.
Çünkü ey peygamberin
oğlu,insanlar senin sarayına kalabalıklar halinde akıp gelirlerdi.
Şimdi ise o saray
bomboş ve ıssızdır.
Bulanık ve engin
denizin dalgalarını andıran,
Askerlerinden uzakta
ve ayrılıktasın.
İnsanların en
akıllılarını ülkenin emin kişileri kılıp görevlendirdin.
Ama şimdi bozulan şeyi
onaracak güç ve takat kalmadı.
Umarım ki geceler
size,
Yaptığınız güzel
şeyleri tekrar iade ederler.»
Şu kaside de ona
aittir:
«Ey Fatıma evladını
sevdiğimden ötürü beni kınayan kişi! Eğer beni kınamakta kusur edersen sana
ayıplar olsun. Allah aşkına Kasreyn sahasını ziyaret et ve benimle birlikte
ağla. Ağlamak, Sıfîîn ile Cemel için layık değildir. Kasreyn ahalisine dedi ki:
Allah'a yemin ederim ki, Aranızda yaralarım ve çıbanlarım şifa bulmadı,
kapanmadı. Haçlıların, müminlerin emiri Ali'nin iki oğlunun nesline, Yaptıkları
hakkında sen ne diyorsun?»
er-Ravzateyn adlı
eserde Şeyh Ebu Şâme, Ammare'nin Fatımîleri methettiğine dair birçok şiirler
nakletmiştir. İbn Hallikan da aynı şekilde bu kabil şiir nakletmiştir. [4]
Metâliu'î-Envar adlı
kitabın sahibidir. Kadı İyaz'ın Meşariku'1-En-var adlı eseri üzerine bu eserini
yazmıştır. İbn Kasrul, kendi ülkesinin meşhur alimlerinden ve faziletli şahsiyetlerin
dendi. Bu senenin şevval ayının altısında cuma namazından sonra altmışdört
yaşında ani bir ölümle vefat etti. ibn Hallikan böyle demiştir. Doğrusunu
noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [5]
Adil hükümdar Nureddin
Ebü'l-Kasım Mahmud b. Melik Atabeg Kasimü'd-Devle İmadüddin Ebu Said Zengi
eş-Şehid b. Melik Aksungur Atabeg Kasimü'd-Devle et-Türki es-Selçukî. Hicretin
511. senesinin şevval ayının onyedisinde pazar günü güneşin doğuşu esnasında Halep'te
dünyaya geldi. Haieb, Musul ve buralara bağlı birçok beldelerin hükümdarı olan
babası İnıadüddin'in kontrolü altında yetişti. Kur'ân-ı Kerim, Farsça ve
Rumca'yı öğrendi. Şehametli, şecaatli, yüksek himmet sahibi, iyi niyetli,
saygılı, dindarlığı apaçık belli olan bir kimseydi. Ca-ber kalesini kuşatmakta
iken hicretin 541. senesinde babası öldürüldü. Nitekim bu hususu önceki
kısımlarda da anlatmıştık. Melik, Halep'te bulunan oğlu Nureddin'in yanma
geldi. Kardeşi Seyfeddin Gazi ona Musul'u verdi. Sonra kendisi ilerledi.
Hicretin 549. senesinde Dımaşk'ı aldı. Ahaliye iyi davrandı. Onlar için
medreseler, mescidler ve hankâhlar yaptırdı. Yollarını ve caddelerini
genişletti. Yolların ve caddelerin kenarlarına kaldırımlar yaptırıp çarşıları
ve pazarları genişletti. Hayvan pazarına, buğday pazarına, kavun, karpuz
satılan yerlere ve benzer mahallere vergiler, harçlar koydurdu. Hanefî
mezhebine mensuptu. Alimleri ve yoksulları sever, onlara saygı gösterip ikramda
bulunur ve iyilik ederdi. Hükümlerini güzelce, adaletle ve şeriat-ı mütahharaya
uygun olarak verirdi. Adalet meclisleri kurar ve bu meclisleri bizzat kendisi
yönetirdi. Bu meclislerine her mezhepten kadılar, fakihler ve müftüler katılırlardı.
Bütün Müslümanlar ve zimmiler rahatça kendisine ulaşabilsinler ve onlara
eşitçe muamelede bulunabilsin diye Keşk mıntıkasında bulunan
Mescidü'l-Muallak'ta salı günleri adalet meclisi[6]
kurardı.
Daha Önce harabe olan
Yahudi mahallesine sur çekti. Kessan kapısını kapattı. Babül-Ferec'i açtı.
Daha önce orada hiç kapı yoktu. Kendi ülkesinde sünneti izhar etti. Bid'atı
öldürdü. Babasının ve dedesinin hakimiyeti zamanında ezanlarda okunmayan
"Hayye alassalâ ve hayye alelfelah" cümlelerinin okunmasını emretti.
Önceleri ezanda bu iki cümle yerine sadece "Hayye ala hayril amel"
ifadesi okunuyordu. Çünkü böylece Rafizilerin sembolü ortaya konulmuş oluyordu.
Nureddin, hudutları
korudu. Kaleleri fethetti. Haçlıları defalarca bozguna uğrattı. Onların
ellerinde bulunan birçok müstahkem kaleyi kurtardı. Müslümanlara ait olan bu
kaleler, onlar tarafından istila edilmişti. Nitekim bu husus önceki senelerin
olaylarından bahsedilirken detaylı olarak anlatılmıştı. Hacılara sataşmasınlar
diye Bedevilere birçok arazileri ikta olarak verdi. Dımaşk'ta bir hastahane
yaptırdı ki, Şam mıntıkasında ne daha önce ne de daha sonra bu hastahanenin
benzeri görülmemiştir. Öksüzlere okuma yazma öğretecek öğretmenler için vakıf
kurdu. Onlar için nafaka ve elbise tahsis etti. Haremeyn'e de yani Mekke ve
Medine'de mücavir olarak yaşayan kimseler için de vakıf kurdu. Bütün hayır
yollarında sarfedilecek parayı temin etmek için vakıflar kurdu. Dullara ve
muhtaçlara bakılması için de vakıf kurmuştu. Dı-maşk'taki Emevi Camii yıkılmaya
yüz tutmuştu. Bakım ve onarımına nazır olarak Musullu Kadı Kemaleddin Muhammed
b. Abdullah eş-Şehrezorî'yi tayin etti. Bu zatı ayrıca Dımaşk kadilkudatlığına
da tayin etti. Kadı Kemaleddin Dımaşk Camii'nin onarımını yaptırdı. Dört
meş-hedini açtırdı. Hicretin 461. senesinde çıkan yangında camiinin eşyaları o
meşhedlere konulmuştu. Camiinin bilinen vakıflarına ek olarak vak-fedicileri
bilinmeyen, şartları hakkında bilgi sahibi olunmayan bazı vakıfları da ilave
etti ve hepsini bir vakıf haline getirdi ve bunlara da "malü'l-mesâlih"
adını verdi. İhtiyaç sahiplerini, yoksulları, düşkünleri, dulları, Öksüzleri
ve benzeri muhtaç kişileri de bundan yararlandırdı.
Allah rahmet etsin
Nureddin, güzel yazı yazan, çokça dini kitapları mütalaa eden, peygamberlerin
izine tabi olan, namazları cemaatle kılmaya özen gösteren, çokça Kur'ân
okuyan, hayır yapmayı seven, iffetli, namuslu, tutumlu kendi şahsına ve aile
efradına giyecek ve yiyecekleri ölçülü olarak veren bir kimseydi. Hatta
denilmiştir ki: «Kendi zamanındaki en düşük fakir bile ondan daha fazla para
harcardı.» Bununla beraber o, para biriktirmez ve dünyaya önem vermezdi. Ne
öfke, ne de sevinç halinde ağzından asla kötü bir söz çıkmamıştı. Vakarlı ve
suskun bir kimseydi.
İbnü'1-Esir dedi ki:
«Ömer b. Abdülaziz'den sonra Melik Nureddin gibisi gelmedi. Onun kadar adaleti
araştıran, onun kadar insaflı ve merhametli bir kimse görülmedi. Hunıus'ta
birkaç dükkânı vardı. Bunları kendi payına düşen ganimetlerle satın almıştı.
Bunların kira gelirleriyle geçimini sağlardı. Karısı bu kiraları artırarak nafakasını
temin etti»
Melik Nureddin,
Beytülmaldan kendisine ne kadar nafakanın helal olacağını alimlere sordu.
Onların verdiği fetvada belirtilen miktarda Beytülmaldan nafaka aldı. Açlıktan
ölse bile fazla nafaka almadı. Kürre ile çok oynardı. Büyük salihlerden biri
onu bu yüzden kınadı. O da şu cevabı verdi: Ameller niyetlere göredir. Ben bu
oyunu oynamakla atlan hücuma ve geri kaçmaya alıştırmak istiyorum. Biz cihadı
terk etmeyiz» Melik Nureddin ipek elbiseler giymezdi. Kendi kazancını yerdi.
Kılıcıyla ve mızrağıyla elde ettiği paralarla geçimini sağlardı.
Birgün arkadaşlarından
biriyle beraber ata bindi. Güneş arkalarında, gölgeleri ,i s e önlerindeydi.
gölgelerine kavuşamıyorlar di. Sonra geri döndüler. Bu defa gölgeleri
arkalarına düştü. Nureddin atını sürdü, koşturdu. Gölgesi yine onu takip
ediyordu. Arkadaşına dedi ki:
«İçinde bulunduğumuz
durumun neye benzediğini biliyor musun? Ben bunu dünyaya benzettim. Dünyayı
elde etmek isteyen kimseden dünya kaçar. Ama dünyadan kaçan kişiyi ise dünya
kovalar.»
Şairin biri bu anlamda
şöyle bir şiir okumuştur:
«Elde etmek istediğin
rızık, seninle birlikte yürüyen gölgeye benzer.
Acele de etsen o
gölgeye kavuşamazsın.
Ama arkanı dönüp
gittiğinde gölge seni takip eder.»
Melik Nureddin, Hanefî
mezhebinin fıkhını iyi bilirdi. Hadis dinledi, rivayet etti. Geceleri seher
vaktinde çokça namaz kılardı. Sabah olup atma bininceye kadar namaza devam
ederdi:
«Allah'ın huzurunda
hem şecaati hem de hüşuu bir oraya getirdi. Şecaatli kimselerin mihrapta namaz
kılmaları ne güzeldir.»
Zevcesi İsmetüddin
Hatun binti Atabeg Muineddin de aynı şekilde geceleri çokça namaz kılardı. Bir
gece uyku bastırdı. Virdini yapamadan uykuya daldı. Sabahleyin öfkeli olarak
uyandı. Nureddin niçin öfkelendiğini sorduğunda karısı virdini yapmasına engel
olan uykusunu sebep olarak gösterdi. Bunun üzerine Nureddin seher vakti kalede
gece namazı kılmak isteyenleri uykudan uyandırmak için tabılhane çalınmasını
emretti. Tabılhane çalacak adama da bol miktarda ücret ve erzak verdi.
«Toprak altında çürüseler
bile Cenâb-ı Allah bu kemikleri af ve gufran örtüsüyle örtsün.
Ya da mezarlarını ruh
ve rehyanla dolduracak. Bir rahmet duasını onlara yapın.»
İbnü'l-Esir'in
anlattığına göre bir gün Melik Nureddin kürre oynamakta iken bir adamın
kendisini göstererek bir başkasıyla konuşmakta olduğunu gördü. Hacibini, durumu
öğrenmesi için o adamların yanına gönderdi. Hacip o adamın hakim tarafından
gönderilen bir görevli ile birlikte konuşmakta olduğunu ve Nureddin üzerinde
hakkı bulunduğunu iddia ettiğini, kadı nezdinde muhakeme olmak istediğini
gördü. Ha-cib, Nureddin'in yanına dönüp durumu bildirdiğinde Nureddin elindeki
çevganı bıraktı. Hasmı ile birlikte yaya olarak Kadı Şehrezorî'nin yanına
gitti. Nureddin, yolda gitmekte iken kadıya haber salarak "Bana hasımlara
uyguladığın muameleyi uygula» diye bildirdi. Hasmıyla birlikte kadının
makamına vardıklarında Nureddin, kadının huzurunda hasmıyla birlikte ayakta
durdu. Dava sonuçlanıncaya kadar oturmada. Neticede adamın Nureddin üzerinde
bir hakkı olduğu tesbit edilemedi. Aksine Sultan Nureddin'in o adam üzerinde
hakkı bulunduğu tesbit edildi. Durumu açıklığa kavuştuğunda Sultan Nureddin,
«Ben, herhangi bir kimse davet edildiği zaman şeriata gitmekten imtina etmesin
diye-hasmımla birlikte buraya geldim. Çünkü aşağısı ve yukarısı ile birlikte
bütün olarak biz emirler topluluğu Rasûlullah (s.a.v.)'in hizmetçileriyiz.
Onun şeriatının muhafızlarıyız. Onun huzurunda usule uyup itaat ederiz. Verdiği
emirleri yerine getirir, yasaklarından sakınırız. Bu adamın bende hakkı
bulunmadığını biliyordum. Ama şahit olun ki iddia ettiği araziyi kendisine
hibe edip mülk ettim» dedi.
İbnü'1-Esir dedi ki:
«Melik Nureddin ilk
defa adalet sarayı inşa ettiren hükümdardır. Haftada iki kez orada meclis
kurardı. Başka bir rivayete göre ise dört kez meclis kurarmış. Hatta beş kez
meclis kurduğuna çeşitli mezheplere tabi kadı ve fakihler katılırlardı.
Mecliste bulunduğu zamanlarda herhangi bir hacip veya görevli, insanların onun
yanına girmesine engel olmazdı. Güçlü de zayıf da gidip onunla görüşebilirdi.
Yanına gelen kimselerle konuşur, dertlerini dinler haksızlıkları ortaya
çıkarır[7],
mazlumun zalimdeki hakkını alırdı.
Esedüddin b. Sadi,
Melik Nureddin katında yükselmiş, itibar sahibi olmuş, nihayet hakimiyette
onun ortağı gibi olmuştu. Mal, mülk, çiftik ve köy sahibi olmuştu. Naibleri
bazan komşu arazilerin ve emlakin sahiplerine haksızlık ederlerdi. Kadı
Kemaleddin ise haksızlığa uğrayıp emirleri şikayet eden kimselerin haklarını
emirlerden alıp verirdi. Ancak sözünü ettiğimiz Esedüddin b. Sadi'ye
karışamıyordu. Melik Nureddin adalet sarayım inşa ettirdiğinde Esedüddin,
naiblerin, herhangi bir kimsenin hakkım üzerlerinde bırakmamasını, kendisinden
alacağı bulunan kimselerin haklarını da -her ne kadar çok olsa da- ödemelerini
emretti. Çünkü Melik Nureddin'in karşısında zalim bir kimse olarak görünmekten
veya halktan herhangi bir hasmı ile birlikte onun huzurunda muhakeme
edilmektense bütün malından mahrum kalmaya razı olmuştu. Naibleri onun bu
emirlerini yerine getirdiler.
Melik Nureddin, uzun
süre adalet sarayında oturup bekledi. Herhangi bir kimsenin Esedüddin'den
şikayetçi olduğunu görmedi. Bu durumu kadıya sordu. Kadı da durumun iç yüzünü
ona anlatınca Melik Nureddin Allah'a şükredip secdeye kapandı ve «Üzerlerindeki
haksızlıkları giderip adaleti kendi nefislerine tatbik eden arkadaşlara bizi
sa-' hip kıldığı için Allah'a hamd olsun» dedi.
Melik Nureddin'in
şecaatine gelince bu hususta şöyle denilmiştir: At sırtında ondan daha
şecaatti, ondan daha sebatlı kimse görülmemiştir. Güzel kürre oynardı. Bazan
küreye elindeki çevganla vurur, peşine düşer ve kürreyi havada iken eliyle
yakalardı. Sonra da o kürreyi meydanın sonuna fırlatırdı. Çevganınan tepesinin
üstüne çıktığı görülmemişti. Çevganı da elinde iken görülmezdi. Çünkü yeni
çevgamnı örtüyordu. O eğlenmek için kürre ile oynardı. Savaşta şecaatli ve
sabırlı bir kimseydi. Bu hususta o örnek gösterilmiştir. Kendisi şöyle
demiştir:
«Defalarca kendimi
şehid olmak için savaşta ileriye attım, fakat na-sib olmadı. Eğer bende bir hayır
bulunsaydı ve Allah katında da kıymetli bir kimse olsaydım, Allah bana şehidlik
nasib ederdi. Ameller ancak niyetlere göredir.»
Birgün Kutbeddin
en-Nisaburî ona şöyle demişti:
- Allah aşkına ey
efendimiz, ey sultanımız, kendini tehlikelere atma. Çünkü sen Öldürülecek
olursan maiyetindeki herkes öldürülür. Ülke zaptedilir. Müslümanların durumu
bozulur.
- Sus ey Kutbeddin!
Senin bu sözlerin Allah'a karşı bir edepsizliktir. Nureddin Mahmud da kim
oluyor? Benden önce dini ve ülkeyi kendisinden başka ilah bulunmayan zat
korumuyor muydu? Nureddin Mahmud da kim oluyor?
Onun bu sözleri
karşısında meclisinde bulunan herkes ağlamıştı. Allah ona rahmet etsin.
Gazalardan birinde
Melik Nureddin bir haçlı kontunu esir almıştı. Onu öldüreyim mi yoksa ödeyeceği
fidye karşılığında serbest mi bırakayım? diye Ümeraya danıştı. Kont, serbest
bırakılmak için çok miktarda
fidye ödemeyi taahhüd
etmişti. Emirler ihtilaf ettiler. Sonra Melik Nu-reddin, alacağı fidye
karşılığında onu serbest bırakmayı uygun buldu. Esir kont da yakınlarından
birini Melik Nureddin'e ödeyeceği fidyeleri getirmesi için kendi ülkesine
gönderdi. Giden adam da kısa zamanda fidyeyi getirip teslim edince Melik
Nureddin o haçlı kontunu salıverdi. Haçlı kontu ülkesine ulaşır ulaşmaz öldü.
Melik Nureddin ve arkadaşları bu duruma şaştılar ve o esir Haçlı kontun ödemiş
olduğu fidye ile Dı-maşk'ta, ülkede benzeri bulunmayan bir hastahane
yaptırdılar. Bu hastahanede yoksulların ve düşkünlerin tedavi görmeleri şart
koşuldu. Ama başka yerde bulunmayan bir ilaca ihtiyaç duyulduğunda ve o ilaç da
sadece bu hastahanede bulunacak olursa o zaman zenginlerin de bu hastahaneden
yararlanmalarına müsaade edilecekti. Hastahaneye gelen herkese şurup
içirebilecekti. Nureddin de oraya geldiğinde hastana-nenin şurubundan içmişti.
Allah rahmet etsin.
Ben derim ki:
Yapıldığı günden beri o hastahanedeki ateş sönmemiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Yollarda, burçlarda
birçok hanlar inşa ettirmiş, korkulu yerlere bekçiler tayin edip onlara aylık
bağlamıştı. Haberleri kısa sürede kendisine ulaştıran hevadi güvencinleri
kullanmıştı. Ribatlar ve hankâhlar yaptırmıştı. Yanında fakihler, şeyhler,
sofiler toplanır, o da onlara ikramda bulunup saygı gösterirdi. Salih
kimseleri severdi. Emirlerden biri onun yanında fakihlerden Kutbeddin en-Nisaburî'nin
aleyhinde konuşunca Melik Nureddin o emire şöyle cevap vermişti:
«Yazıklar olsun sana.
Eğer dediklerin doğruysa, onun bu kötülüklerini yok edecek kadar birçok
iyilikleri vardır. Eğer bu dediklerin doğruysa yapmış olduğun gıybete kefaret
olacak kadar iyiliklerin yoktur. Kaldı ki ben seni doğrulamıyor um. Bir daha
sen veya başkası o zatın aleyhinde konuşacak olursanız sana eziyet ederim.»
Bundan sonra o emir,
Fakih Kutbeddin'in aleyhinde konuşmaktan sakındı ve onun adını ağzına almadı.
Melik Nureddin, hadis
dinlemek veya okumak isteyen kimseler için Dımaşk'ta bir dârülhadis inşa
ettirdi. İbnü'l-Esir'in ifadesine göre ilk yaptırılan dârülhadis orasıdır.
Melik Nureddin,
ümeranın kalbine şiddetli derecede heybet salan, korku verici, vakarlı bir zattı.
Kendisi izin vermeden herhangi bir kimse onun huzurunda oturmaya cesaret
edemezdi. Emir Necmeddin Eyyüp dışında hiçbir emir onun huzurunda izinsiz
oturamazdı. Esedüddin Şir-kuh ve Haleb naibi Mecdüddin b. Daye ve diğer ekâbire
gelince bunlar onun huzurunda ayakta dururlardı. Bununla beraber fakihlerden
veya yoksullardan biri huzuruna girdiğinde kendisi ayağa kalkar, gelen adama
doğru birkaç adım atar, sonra onu vakar ve sükunetle beraberinde seccadesinin
üzerine oturturdu. Bunlardan herhangi birine çok denecek birşey verdiği zamanda
«Bunlar, Allah'ın askerleridirler. Bunların duaları bereketiyle düşmanlara
karşı muzaffer oluyoruz. Bunların bey-tülmalde kat kat hakları vardır. Bu
verdiklerimizden fazla alacakları vardır. Bu verdiğimiz azıcık şeyler ile
bizden razı olacak olurlarsa biz kendilerine minnettar oluruz» derdi.
Kendisinden dinlenen bir hadis cüz'ünde şu ibare vardı: «Rasûlullah (s.a.v.)
kılıcını kuşanmış vaziyette çıktı»
Kendisi, Rasülullah'ta
bulunan bir adeti insanların değiştirmesine şaşıyordu. Askerlerin ve
komutanların, Rasûlullah (s.a.v.)'in kılıç kuşanışı gibi değil de kılıcı
kemerlerine bağlamalarına şaşıyordu. Sonra askerlere kılıcı kuşanmadan
taşımamalarım emretti. Bundan birgün sonra da kendisi bütün askerlerine de
aynı emri vererek kılıcını kuşanmış olarak içtima alanına gitti. Böyle yapmakla
da Rasûlullah (s.a.v.)'e uymuş olduğunu gösteriyordu. Allah ona rahmet etsin.
Veziri Muvaffaküddin
Halid b. Muhammed b. Nasr el-Kayseranî -ki bu şair bir zattı- rüyasında
kendisinin, Melik Nureddin'in elbiselerini yıkadığını görmüş vebu rüyasını
Melik Nureddin'e anlatmıştı. Melik Nureddin de vergilerin ve harçların halkın
üzerinden kaldırılmasını ve buna dair bir ferman yazılmasını emretti. Vezire de
«Senin rüyanın tevili işte budur» dedi. Halka da kendilerinden almış olduğu
vergileri, harçları, helal etmeleri için bir ilan yazdırdı ve bu harçlarla
vergileri İslâm düşmanları olan kafirlerle yapılan savaşlara, ülke savunmasına,
kadınların ve çocukların korunmasına sarfedildiğini bildirdi. Bu durumu
ülkenin her tarafına mektuplarla bildirdi. Vaizlere de, tüccarlardan kendisi
için helallik dilemelerini emretti. Secdeye kapanırken de şöyle derdi:
«Allahım! vergiciye, haraççıya ve zalim öşürcüye yani köpek Mah-mud'a acı,
merhamet et.»
Rivayet olunduğuna
göre Burhaneddin el-Belhî, Melik Nureddin'in kafirlerle yaptığı savaşlarda
vergi ve haraç paralarını kullanmasını kınamış ve bir defasında ona şöyle
demiş:
«Askerleriniz içki
içip davul ve zurna çalarken nasıl muzaffer olursunuz?»
Başka bir rivayette
anlatıldığına göre halkın üzerindeki ağır vergileri ve haraçları kaldırmasının
sebebi şuymuş: Vaiz Ebu Osman el-Müntehab b. Ebi Muhammed el-Vasıtî büyük ve
salih zatlardandı. Malı mülkü yoktu. Kimseden hiçbirşey kabul etmezdi. Vaaz
meclisine giderken giydiği bir cübbesinden başka bir şeyi yoktu. Ama vaaz
meclisine binlerce kişi gelirdi. Nureddin'e yaptığı işlerdeki kötülükleri
hatırlatan, korkutan, şiddetle uyaran beyitler içerici şu şiiri okumuştu:
«Ey mağrur kişi, senin
kıyamet gününde huzuru ilahide duruşunu ve o esnada göklerin de çarpışmakta,
titreşmekte olduklarını göz önüne getir hele.
Ey Nureddin! Haydi git
bakalım, denildiğinde.
Nursuz olarak
kalmaktan kork ve sakın.
İnsanları içki
içmekten men ettin ama kendin haksızlıklar kâsesini içerek sarhoş olmuşsun.
İffetinden ötürü içki
kâselerini kaldırdın ama haramların kâseleri senin üzerinde dolaşıyor.
Mezara götürülüp
yalnız bırakıldığında,
Münker Nekir
geldiklerinde ne diyeceksin?
Zorlu bir hesap
yerinde yalnız başına zelil olarak bırakıldığında hesap vereceğin zaman ne
diyeceksin?
Hesap gününde
zincirlere vurulup sürülürken hasımlar yakana yapışırlarken,
Askerlerin seni
mezarın sıkıntılı darlığına bırakıp başını duvara yasladığında,
Keşke dünyada
hükümdarlık yapmasaydın! diyeceksin.
Keşke insanlar bana
emir demeselerdi, diyeceksin.
Bu izzet ve
üstünlükten sonra o çukurda ölüler aleminde,
Hakarete uğramış
olarak mezarda rehine olacaksın.
Hüzünlenip ağlayarak,
ızdırap çekerek, çıplak olarak hasredileceksin.
O zaman halk içinde
senin bir yardımcın ve eman vericin olmayacak.
İstermisin ki sen
yaşayacaksın da kalbin çürümüş olsun.
Cismin sağlam olsun da
kalbin harabe olsun.
İstermisin ki sen
azapta terk edilesin de,
Başkaları Allah'a
yakın olma saadetine ersinler,
Öyleyse kıyamet
gününde gizliliklerin açığa çıktığı zamanda kendini kurtaracak bir hücceti
şimdiden hazırla.»
Nureddin, bu beyti
duyunca şiddetle, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve ülkenin her tarafındaki
vergilerin kaldırılmasını emretti.
Musul'da bulunan Şeyh
Ömer Molla ona bir mektup yazmıştı. Kendisi oradaki yöneticilere ve emirlere,
Şeyh Ömer Molla'ya danışmaksızın herhangi bir hususta karar vermemelerini,
onun kendilerine verdiği emre uymalarını emretmişti. Şeyh Ömer Molla",
salih ve zahid kimselerdendi. Melik Nureddin her sene ramazan ayında ondan
iftarlık şeyleri ödünç alırdı. Şeyh Ömer Molla da ona ekmek kırıntıları ve
yufka gönderir, Melik Nureddin de bütün ramazan boyunca bu ekmek kırıntıları
ve yufkalarla iftar ederdi. İşte sözünü ettiğimiz Şeyh Ömer Molla ona şöyle bir
mektup yazmıştı:
«Fesatçılar
çoğaldılar. Her tarafta bozgun yapıyorlar. Bunları cezalandırmak gerekiyor.
Bunun üstesinden ancak öldürmek asmak ve şid-
detli dayakla
gelinebilir. Çölde yakalanan bir adam, kendi lehine şahid-lik yapacak birini
nereden getirebilir?»
Melik Nureddin de bu
mektubun arkasına şöyle bir cevap yazıp göndermişti:
«Cenâb-ı Allah,
mahlukatı yarattı. Onlar için bir şeriat koydu. O, yaratıkları için en yararlı
olan şeyi bilir. Eğer şeriate insanların yararına olacak bir ilave yapmak gerektiğini
bilseydi, bunu mutlaka yapardı. Şu halde Cenâb-ı Allah'ın koyduğu şeriate ilave
yapmaya ihtiyacımız yoktur. Kim herhangi bir ilave yapacak olursa şeriatın
eksik olduğunu iddia etmiş olur ki, bu da Allah'a ve O'nun koymuş olduğu
şeriate karşı bir cüretkârlık sayılır. Karanlıktaki akıllar doğru yolu
bulamazlar. Noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah bizi de seni de dosdoğru
yola iletsin.»
Bu cevabî mektup, Şeyh
Ömer Molla'ya ulaştığında O, Musul'da halkı topladı ve onlara Melik Nureddin'in
cevabî mektubunu okuyup şöyle dedi: «Zahidin hükümdara gönderdiği mektuba ve
hükümdarın zahide gönderdiği mektuba bakın.»
Bir defasında Şeyh
Ebü'l-Beyan'ın kardeşi, Melik Nureddin'in yanma geldi. Bir adamın kendisine
çeşitli iftiralarda bulunarak sövdüğünü söyleyip abartılı ifadelerle şikâyetçi
oldu. Sultan Nureddin ona şöyle dedi: Yüce Allah şöyle buyurmuyor mu?
«Rahman'ın kullan
yeryüzünde mutevazi yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman
onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.» (el-Furkân, 63).
«Bilgisizlere aldırış
etme.» (el-A'râf, 199).
Şeyh Ebü'l-Beyan'ın
kardeşi bu ayetler karşısında sustu ve cevap vermedi. Melik Nureddin ona ve
kardeşi Şeyh Ebü'l-Beyan'a inanırdı. Defalarca onu ziyarete gitti ve onun için
bir vakıf kurdu.
Bağdat Nizamiye medresesinin
muidi[8] Fakih
Ebü'1-Feth el-Eşrî, Melik Nureddin için muhtasar bir tarihçe-i hayat
derlemişti. Bu zat şöyle demişti: «Melik Nureddin, namazları vakitlerinde
cemaatle ve şartlarına tam riayet edip rükünlerim eksiksizce yerine getirerek
kılmaya itina gösterirdi. Rükû ve secdelerde tam itidale riayet edip
rükünlerini eksiksizce yerine getirerek kılmaya itina gösterirdi. Geceleyin
çok namaz kılardı. Allah'a bütün işlerinde yalvarıp yakarırdı, sözlerine
güvenilen bir sofi cemaatından duyduğumuza göre bu cemaat Melik Nureddin'in
Kudüs'ü haçlıların elinden almış olduğu esnada ziyaretine gitmişler ve
Haçlıların Kudüs'ün fethiyle ilgili olarak şöyle dediklerini duymuşlar: «Melik
Nureddin'in, Allah katında gizli bir sırrı vardır. Çünkü o, askerlerinin çokluğu
sayesinde değil de geceleyin kıldığı namaz ve yaptığı dualar sayesinde bize
karşı muzaffer olmuştur. O, geceleyin namaz kılar, elini Allah'a kaldırıp dua
ederdi. Allah da duasını kabul buyurup isteğini yerine getirdi. Böylece
Nureddin bize karşı muzaffer oldu.» İşte kâfirlerin Melik Nureddin hakkında
söyledikleri bunlardır.
Şeyh Ebu Şâme'nin
anlattığına göre Melik Nureddin meydan bahçesini ve bahçenin yanındaki
meşeliğin yansını Dımaşk Camii'ni güzelleştirmek için vakfetti. Meşeliğin
diğer yarısını da ona bölerek bu parçanın iki cüzünü Hanefîler için yaptırmış
olduğu medresenin onarılmasına ve güzelleştirilmesine, sekiz cüzünün de dokuz
mescidin güzelleştirilmesine sarfedilmesini emretti ki, bu dokuz mescid
şunlardır:
Kasyon dağındaki
Mescidü's-Salihin, Camiü'l-Kal'a, Mescid-ü Atiyye, Askar'daki Mescid-i İbn
Lebid, Mescidu'r-Remmahîn el-Mual-lak, Salihiye'deki Mescidü'l-Abbas, Mescid-ü
Dari'l-Battih el-Muallak, Yahudi kilisesi civarında bulunan ve Nureddin
tarafından onarılan mescid.
Melik Nureddinin menkibeleri
ve eserleri pek çoktur. Biz bunlardan bir nebzesini anlattık ki, diğer menkibe
ve eserlerine bir nevi işaret olsunlar.
Ravzateyn adlı eserin
baş tarafında Şeyh Şihabüddin, onun birçok iyiliklerini ve hoş taraflarını
anlatmış, onu övmek için yazılan kasideleri nakletmişti. Onun anlattığına göre
Esedüddin, Mısır diyarını fethedip vefat ettikten sonra yerine Selahaddin
geçince Melik Nureddin onu azledip yerine bir başkasını naib olarak atamayı
birkaç defa düşünmüş ancak haçlılarla yaptığı savaş ve ecelinin yaklaşması onu,
bu kararını gerçekleştirmeğe ulaştırmamıştı. Ömrünün son senesi olan hicretin
569. senesinin başında Mısır diyarına girmeye iyiden iyiye karar verdi.
Kendisinin yokluğunda Şam'ı Haçlılara karşı korusunlar diye Musul ordusuna haber
salıp Şam'a çağırdı ki, kendisi askerleriyle birlikte Mısır yoluna koyulsun. Bu
haberi duyan Melik Selahaddin şiddetli bir korkuya kapıldı. Bu senenin ramazan
bayramı girdiğinde Melik Nureddin kıble tarafındaki Ahdar meydanına gitti.
Orada bayram namazını kıldırdı. O gün günlerden pazardı. Şimal tarafındaki
Ahdar meydanında ordugah kurdu. O esnada kader ona «Bu senin son bayramındır»
dedi. O gün mükellef bir sofra kurdurdu ve sofradaki her şeyin yenilmesini emretti.
Aynı gün oğlu Melikü's-Salih İsmail'i sünnet ettirdi. Bu amaçla şehri süsletti.
Hem bayram hem de sünnet düğünü için her tarafa müjdeler uçuruldu. Sonra
kendisi pazartesi günü adet üzere küre oynamaya gitti. Huyu olmamasına rağmen o
gün emirlerden birine çok öfkelendi. Öfkeli halde hemen kaleye döndü. Rahatsız
oldu. Mizacı bozuldu. Kendi canı ve sancısıyla uğraştı. Vücudunun duyu
organları bozuldu. Tabiatı değişti. Bir hafta halkın karşısına çıkmadı. Halksa
onun oğlunun sünnet düğünü sebebiyle yapılan eğlenceler ve oyunlarla meşgul
idi. Oysa diğer taraftan kendisi canının derdine düşmüştü. Bu sevinç, yerini
hüzne bıraktı. Mizah, yerini ciddiyete terk etti. Melik Nureddin nefes alamaz
hale geldi. Konuşamıyordu. Boğaz ağrısının gereği budur. Vücudundan kan
alınması önerildi. Ama o bu öneriyi kabul etmedi. Hemen tedaviye başlanılması
istenildi. Fakat o tedavi kabul etmedi. Bu, Allah'ın yerine gelecek takdir
edilmiş bir emridir. Bu senenin şevval ayının onbirinci günü olan çarşamba
günü olduğunda ellisekiz yaşındayken ruhunu teslim etti. Ömrünün yirmisekiz
senesini hükümdarlıkta geçirmişti. Allah rahmet etsin. Cenaze namazı Dımaşk'ın
Kale Camii'n-de kılındı. Sonra Havvasîn kapısı ile Hiyemiyîn kapısı arasındaki
yol üzerinde Hanefîler için yaptırmış olduğu medresenin avlusundaki türbeye
nakledildi. Mezarı orada bulunup ziyaret edilmektedir. Türbesinin
parmaklıklarına insanlar tutunmakta, oraya gelen herkes orada hoş bir hava
teneffüs etmekte ve uğur beklemektedir. Oraya boğaz hastalığı yüzünden vefat
etmiş olduğundan Şehid Nureddin'in mezarı denilmektedir. Oğluna da şehid
deniliyordu. Kendisine Kasim lakabı takılmıştı. Haçlılar ona Kasim b. Kasim
derlerdi. Vefatı sebebiyle şairler birçok mersiyeler yazmışlardı. Ebu Şâme bu
mersiyeleri nakletmiştir. İmad'm onun hakkında yazmış olduğu şu mersiye ne
güzeldir:
«Melik Nureddin'e
melek kılığında gelen ölüme şaştım. Yeryüzünde felekin ortasında yuvarlak felek
nasıl durur?»
Arkale lakabıyla
tanına şair Hassan, Nureddin'in defnedildiği medrese ile ilgili olarak şöyle
demiştir:
«Bir medrese ki orada
bütün dersler verilir.
Orası ilmin ve
ibadetin himayesinde baki kalır.
Ünü Nureddin Mahmud b.
Zengi sayesinde doğuya ve batıya yayıldı.
Söyler. Onun sözleri
hak ve gerçektir. Sözlerinde kinaye ve şüphe yoktur. Dımaşk, şehirler arasında
hükümdar hanesidir. Bu medresede hükümdar hanesidir.» [9]
Uzun boylu, esmer
tenli, güzel gözlü, geniş alınlı, hoş suretli bir kimseydi. Şekli Türklerinki
gibiydi. Sadece çene kısmında sakalı vardı. Heybetli olup aynı zamanda mutevazi
idi. Üzerinde celalet, azamet ve nur vardı. İslâm'a saygı gösterir, dinî
kuralları tazimle karşılardı. Şeriata büyük önem verirdi. [10]
Bu senenin şevval
ayında Melik Nureddin vefat edince kendisinden sonra yerine oğlu Salih İsmail'e
hükümdar olarak beyat edildi. Ancak o küçük yaşta bir çocuktu. Salih İsmail,
Emir Şemseddin b. Mukaddemi kendine atabeg tayin etti. Emirler ihtilafa
düştüler. Fikirler karıştı. Şaşkınlık ortaya çıktı. Serler meydana geldi. Çok
içki içildi. Oysa Melik Nureddin'in zamanında böyle şeylere rastlanmazdı. Hiç
bir kimse bu tür çirkinlikleri irtikab etmeye, fuhuş işlemeye cesaret edemezdi.
Artık fuhuş her tarafa yayılmış ve ortaya çıkmıştı. Hatta Melik Nureddin'in
kardeşi oğlu ve Musul valisi Seyfeddin Gazi b. Mevdud, Melik'in vefat ettiğinin
kesinlik kazanması üzerine tellalını şehirde dolaştırıp artık oyun ve
eğlencenin, içki içmenin, zevkü sefa sürmenin serbest olduğunu def çalıp şeytan
zurnası çaldırarak ilan ettirdi. O zamana kadar kendisi Melik Nureddin
tarafından gözetim altında tutulmaktaydı. İnna lillah ve inna iieyhi raciun
(doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz).
Melik Nureddin'in
kardeşinin oğlu Seyfeddin Gazi ve diğer Meliklerle ümerâ, sağlığında onun
tahakkümü ve kontrolü altıydavdılar. Bunlardan herhangi biri çirkinlik ve fuhuş
işlemeye cesaret edemez-di.Ancak Melik Nureddin vefat edince bunların iç
yüzleri açığa çıktı. Yeryüzünde fesat çıkardılar. Şairin şu sözü de tahakkuk
etti:
«Hey! bana içki ver ve
de ki «İçki işte budur.» İçkiyi bana gizlice sunma. Artık açıkça içilebiliyor.»
Her taraftan düşmanlar
müslümanlara saldırmaya tamahlandı-lar. Haçlılar Dımaşk'a hücum edip orayı
Müslümanların elinden almaya karar verdiler. Karşılarına İbn Mukaddem çıktı.
Ancak Banyas yakınlarında onlarla yaptığı savaşta onlara karşı direnmekten
aciz kaldı. Bir süre için onlarla ateşkes yaptı. Bunun için de onlara peşinen
bol miktarda para verdi. Onları, Melik en-Nasır Selahaddin Yusuf b. Eyyub'un
oraya geleceğini söyleyerek korkutmasaydı zaten Haçlılar onunla ateşkes
yapmayacaklardı. Selahaddin bu durumdan haberdar olunca ümeraya ve özellikle
İbn Mukaddem'e mektup yazarak Haçlılarla yaptıkları ateşkesten ötürü
kendilerini kınadı. Onlara ödemiş oldukları paralardan ötürü ayıpladı. Çünkü
Haçlılar çok az ve güçsüzdüler. Kendisi, Haçlılara karşı korumak amacıyla Şam
mıntıkasına gelmeye karar verdiğini onlara bildirdi. Ancak onlar, çirkin
ifadeler içeren bir mektup yazarak ona gönderdiler. Ne var ki Selahaddin, bu
cevaplarına aldırmadı. İbn Mukaddem ve maiyetindeki ümera ondan çok korktuklarından
Musul valisi Seyfeddin Gaziye mektup yazarak Şam'a gelmesini istediler ki, onu
başlarına hükümdar yapsınlar. Böylece o da Melik en-Nasır Selahaddin b.
Eyyub'un belasından kendilerini korusun. Fakat Seyfeddin
Gazi bu çağrıya icabet
etmedi. Çünkü bu çağrının onlar tarafından kendisi için kurulmuş bir tuzak
olduğunu düşünerek korktu. Bunun sebebi de şuydu: Melik Nureddin'in sağlığında
casus olarak ve aynı zamanda uygunsuz işleri, fuhşiyati, içki içmeyi oyun ve
eğlence gibi pis şeyleri irtikab etmesine mani olucu bir kimse olarak
göndermiş olduğu Tavaşi Sadü'd-Devle Müştekin kaçmıştı. Melik Nureddin vefat
ettikten sonra Musul'da Seyfeddin Gazi tarafından çirkin ilanı duyan Tavaşi
Sadü'd-Devle, yakalanma korkusunda gizlice oradan kaçıp gitmişti. Seyfeddin
Gazi amcası Melik Nureddin'in vefat ettiğini kesin olarak anlayınca Tavaşi
Sadü'd-Devle'yi yakalatmak için peşine adam taktı. Yakalatama-yınca da mal ve
mülküne el koydu. Tavaşi Haleb'e gitti. Sonra Dımaşk'a uğradı. Melik
Nureddin'in oğlu Salih İsmail'i, eğitmek üzere alıp Haleb'e götürmek için
ümera ile anlaştı. Dımaşk'm Atabeg Şemsüddevle b. Mukaddem'e; Kale'nin de
Tavaşi Cemaleddin Reyhan'a teslim edilmesi kararlaştırıldı. Melik Salih
Dımaşk'tan Haleb'e giderken beraberinde devlet büyükleri ve ümera da yola
koyuldu. Bu sefer bu senenin zilhicce ayının yirmiüçünde başlamıştı. Bunlar,
Haleb'e vardıklarında küçük yaşta bir çocuk olan Melik Salih İsmail Haleb
tahtına oturdu. Etrafinda-kiîerde Melik Nureddin'le ve üç kardeşiyle birlikte
süt emmiş olan Mec-düddin'in kardeşi Şemseddin b. Dâye'yi gözetim altına
aldılar. Oysa Şemseddin Ali b. Dâye, Melik Nureddin'in oğlu Salih İsmail'in
eğitilmek üzere kendisine teslim edileceğini sanıyordu. Çünkü herkesten çok o
bu hakka layıktı. Fakat onun bu zannını boşa çıkardılar. Kendisini ve kardeşlerini
bir kuyuya atarak hapsettiler. Melik Selahaddin de ümeraya bir mektup yazarak
Melik Nureddin'in oğlu Salih İsmail'i Dımaşk'tan Haleb'e göndermelerinden ve
Beni Dâye'yi hapsetmelerinden ötürü kınadı. Çünkü Beni Dâye seçkin emirlerden
ve önde gelen büyüklerden idiler. Melik Nureddin'in ve halkın nazarında
itibarlı kimselerden biri olan Mecdüddin b. Dâye'ye Melik Nureddin'in oğlu
Salih İsmail'i teslim etmediklerinden, ümeraya çok kızdı. Ancak ümerada ona
edepsiz ifadeler içeren cevabî bir mektup yazıp gönderdiler. Bütün bu olup
bitenler, Selahaddin'in ümeraya olan kızgınlığını daha da artırdı ve onu Dımaşk'a
hücum etmeye gelen korkunç olaylardan dolayı Dımaşk'a gelme fırsatını
bulamıyordu. [11]
Hasan b. Hasan b.
Ahmed b. Muhammed el-Attar. Künyesi Ebü'l-Alâ'dır. Hemedanlıdır. Hadis
hafızıdır. Bir çok hadis dinledi. Hadis derlemek amacıyla birçok beldeye
gitti. Hadis meşayihi ile görüştü. Bağdad'a geldi. Çok miktarda kitap edindi.
Kıraat ve lügat ilmiyle meşgul oldu. Öyleki kendi zamanında kitap ve sünnet
ilimlerinde yegane alim oldu. Faydalı bir çok kitap tasnif etti. Mazbut bir
yaşantısı vardı. Cömert, âbid, zahid, itikadı sahih, davranışı güzel bir
insandı. Memleketinde bir mevkii ve halk tarafindan hüsnü kabul gören rütbesi
vardı. Bu senenin cemaziyelahir ayının onbirinde perşembe gecesi vefat etti. Ömrü
seksen yaşından dört ay birkaç gün fazlaydı.
İbnü'l-Cevzî dedi ki:
Duyduğuma göre vefatından sonra kendisi rüyada görülmüş. Onu gören kişi
rüyasında onu bütün duvarları kitapla kaplı bir şehirde görmüş çevresinde de
sayılamayacak miktarda çok kitap varmış. O bu kitapları mütalaa etmekle
meşgulmuş. Kendisine «Bu ne haldir?» diye sorulmuş. O da şu cevabı vermiş:
«Allah'tan dünyada ne ile meşgul isem ahirette de beni onunla meşgul etmesini
diledim. İşte bana bu nimeti verdi.» [12]
Bağdat'ta Ebu Hanife
kütüphanesinin reisi idi. Bu senenin rebiü-levvel ayında ani bir ölümle vefat etti.
Sultan Meliku'1-Adil
Nureddin. Şam'ın ve ucu bucağı görülmeyen birçok geniş beldenin hükümdarıydı.
Haçlılarla savaşan bir mucahiddi. iyiliği emreder, kötülüğü yasaklardı.
Alimleri, yoksulları, sarihleri sever, zulme öfke duyardı. İtikadı sahih olup
hayırlı işler yapmayı tercih ederdi. Zamanında hiç kimse zulmetmeye cesaret
edemezdi. Bütün çirkinlikleri ve çirkinlik yapanları ortadan kaldırmıştı.
İlmin ve şeriatın yükselmesini sağlamıştı. Gece devamlı namaz kılar, çok oruç
tutardı. Nefsini şehvetlere karşı frenlerdi. Müslümanlara kolaylık sağlamayı
çok severdi. Alimlere, yoksullara, düşkünlere, öksüzlere, dullara, hayır ve
ihsanda bulunurdu. Dünya onun gözünde kıymetsizdi. Allah ona rahmet etsin.
Türbesini rahmot ve rızasıyla örtsün.
İbnu'l-Cevzî dedi ki:
«Nureddin Mahmud b. Zengi, kâfirlerin elinden elli küsur şehri geri aldı. Bana
mektup yazardı. Ben de ona mektup yazardım. Vefat edeceği zaman emirlerden,
kendisinden sonraki dönem için oğlu Salih İsmail adına beyat aldı. Trablus
hükümdarıyla da uzatma süresi içinde Şam'a hücum etmeyeceğine dair yapmış
olduğu anlaşmayı yeniledi. Şöyle ki: Melik Nureddin Mahmud b. Zengi bir
savaşta Trablus hükümdarım ve devlet erkânından bir topluluğu esir almıştı.
Trablus hükümdarı 300.000 dinar, 500 at, 500 elbise, 500 bornoz, bir çok Türk
asıllı cariye, 500 müslüman esir vererek kendini kurtarmıştı. Melik Nureddin
yedi sene yedi ay yedi gün süreyle müslümanlann beldelerine hücum etmemesi
sözünü de ondan almıştı. Bu sözüne sadık kalmasını sağlamak amacıyla
çocuklarından, haçlıların önde gelenlerinin çocuklarından ve komutanlarının
çocuklarından 100 çocuğu da rehine almıştı. Şayet ahdine sadık kalmayacak
olursa bu rehineleri öldürecekti. Melik Nureddin, Kudüs'ü fethetmeye niyet
etmişti. Ancak bu senenin şevval ayında ölüm kendisini yakaladı. Buna fırsat
bulamadı. Ancak ameller niyetlere göredir. Niyetinin sevabını kazanmıştır.
Melik Nureddin yirmisekiz sene birkaç ay süreyle hükümdarlık yapmıştı. [13]
Hızır b. Nasır Ali b.
Nasr. Erbilliydi. Şafiî fikıhçısıydı. Hicretin 533. senesinde ilk olarak
Erbil'de ders vermişti. Faziletli ve dindar bir kimse olup insanlar ondan
faydalanmışlardı. Bağdat'ta Keyya el-Herasî'den ve diğerlerinden ders aldı.
Dımaşk'a geldi. İbn Asâkir onun bu senede Dımaşk'a geldiğini bildirmiştir. İbn
Hallikan onun biyografisini el-Ve-feyat adlı eserinde anlatmıştır ve «Mezarı
ziyaret edilir, ben de birkaç kez ziyaret ettim. İnsanların onun mezarına
geldiklerini, oradan bereket elde etmeyi istediklerini gördüm» demiştir. İbn
Hallikan'm bu sözlerini ilim ehli kimseler kınamaktadırlar. Çünkü bu sözleri
ancak mezarları tazim eden kimseler söylerler.
Bu senede Haçlı kontu
Mirri öldü. Allah lanet etsin. Öyle sanıyorum ki o, Askalan şehrinin ve
çevresindeki beldelerin kontu idi. Cenâb-ı Allah mü'min kullarına lütfedip
merhamet etmeseydi, neredeyse Mısır diyarına gelip orayı da ele geçirecekti. [14]
Bu sene başında Sultan
Melikü'n-Nasır Selahaddin b. Eyyub, Haçlılara karşı korumak amacıyla Şam'a
gelmeye karar vermişti. Ancak büyük bir belâ, onu bu arzusunu
gerçekleştirmekten alıkoymuştu. Şöyle ki: Haçlılar eşi görülmemiş bir
donanmayla Mısır kıyılarına gelmişlerdi. Bu donanmada birçok gemi, savaş
aleti, savaşçı vardı. Donanmada her birinin içinde 150 savaşçı bulunan 200
gemisi ve 400 parça da irili ufaklı başka gemiler vardı. Bunlar, sene başından
dört gün önce Sicilya'dan gelip İskenderiye açıklarında demir atmışlar,
mancınık ve deb-babelerini şehrin çevresine doğru kurup dikmişlerdi.
İskenderiye halkı bunlara karşı çıkıp günlerce amansız bir savaş vermişti. İki
taraftan da çok sayıda insan öldürülmüştü. Sonra İskenderiye halkı, mancınık ve
debbabeleri yakmaya karar verdi ve bu kararlarını gerçekle ştirince de
Haçlıların içine korku düştü. Sonra Müslümanlar onlara bir baskın yaparak bir
kısmını öldürdüler. Onlardan istedikleri miktarda ganimet elde ettiler.
Haçlılar hezimete uğrayıp her tarafa dağılıp kaçtılar. Sığınacakları bir yer
kalmamıştı. Ya denize düşecekler, ya öldürülecekler, ya da esir düşeceklerdi.
Müslümanlar onların mallarını ve atların çadırlarını ele geçirdiler. Özetle
savaşçılarından bir kısmım öldürdüler. Geri kalanları da donanmalarına binerek
mağlup bir halde ülkelerine doğru yola koyuldular. Melik Selahaddin'i Şam'a
gelmekten alıkoyan sebeplerden biri de şuydu: Bazılarının Abbas b. Sadi
dedikleri Kenz adındaki biri Asvan şehrinde adam toplamaya başlamıştı. Bu,
Mısır diyarının ve Fatımî devletinin önde gelenlerinden bir kişiydi. Etrafında
yerli halktan Bedevilerden ve zencilerden bir grup toplandı. Onlara Fatımî
devletini yeniden kuracağını, Türk atabeğini perişan edeceğini vadediyordu.
Etrafinda çok sayıda insan toplandı. Sonra bunlar Kus şehrine ve oraya bağlı
mıntıkalara hücum ettiler. Kusun ümera ve askerlerinden bir kısmını
öldürdüler. Melik Selahaddin de askerlerinin bir kısmını bunun üzerine
şevketti. Askerlerin başına da kardeşi el-Melikü'1-Adil Ebu Bekir el-Kürdî'yi
komutan yaptı. İki taraf karşı karşıya gelip savaştıklarında Ebu Bekir, onu
hezimete uğrattı. Aile efradını esir aldı. Onu da öldürdü. [15]
Ülkede düzen sağlanıp
Ubeydî devletinin başı yok edilince Sultan Melikü'n-Nasır Selahaddin Yusuf,
Türk ordularına komuta ederek Şam'a yöneldi. Çünkü o esnada Şam sultanı
Nureddin Mahmud b. Zengi vefat etmiş, halk korkuya kapılmış, devlet binasının
duvarları çatlamış, temelleri sarsılmış, yöneticiler ihtilafa düşmüş, ipler
elden çıkmıştı. Se-lahaddin'in amacı, Şam ülkesinin dağılan otoritesini
toparlamak, ahalisine ihsan ve iyilikte bulunmak, dağlarını ve ovalarını
güvenli hale getirmek, İslâm'a yardım etmek, azgınları defetmek, Kur'ân'ı
izhar edip diğer dinleri yok etmek, Rahman'm rızası ve şeytanın burnunun yere
sürülmesi uğruna Haçları kırmaktı. Bu amaçla safer ayının başında Be-reke mıntıkasına
gelip ordugah kurdu. İkamete başladı. Derken etrafinda askerler toplandı.
Mısır'a naib olarak kardeşi Ebu Bekir'i tayin etti. Sonra rebiyülevvel ayının
onüçünde Belbis yoluna koyuldu. Rebiyü-levvel ayının sonunda pazartesi günü
Dımaşk şehrine girdi. Orada iki keçi boynuzlaşmamış, iki kılıç karşı karşıya
gelmemişti. Yani kendisine karşı koyacak kimse çıkmamıştı. Çünkü Dımaşk naibi
Şemseddin b. Mukaddem daha önceleri kendisine yazmış olduğu mektupta ağır ifadeler
ve kötü sözler kullanmıştı. Ancak Selahaddin'in üzerine gelmekte olduğunu
görünce artık ona yumuşak ifadeler içeren mektuplar yazıp Dımaşk'a gelmeye onu
teşvik etmiş, şehri kendisine teslim edeceği vaadinde bulunmuştu. Çünkü işin
ciddi olduğunu anlayınca artık Selahad-din'e muhalefet etme imkânını
bulamamıştı. Şehri savunmasız olarak Selahaddin'e teslim etti. Sultan
Selahaddin, önce babasımn konağı olan Darü'l-Ukaylî'de konakladı ki, burayı
Melik Zahir Baybars medrese olarak inşa ettirmişti. Şehrin ayan ve eşrafı
yanma gelip kendisini tebrik ettiler. İyilik ve ihsan gördüler. O esnada kale
naibi, Tavaşi Reyhan idi. Selahaddin'e mektup yazmış, cevap almış, ona bolca
erzak göndermiş, sonra yanma gitmişti. Selahaddin de ona saygı ve ikramda
bulunmuştu. Sonra Sultan Selahaddin, müteveffa Melik Nureddin'in oğlunu eğitip
yetiştirme hususunda kendisinin daha fazla hak sahibi olduğunu bildirdi. Çünkü
Melik Nureddin, kendilerine sağlığında çok iyilik ve ihsanda bulunmuştu.
Kendisinin Mısır diyarında Melik Nureddin adına hutbe okuttuğunu da sözlerine eklemişti.
Sonra Sultan Selahaddin halka iyilik ve ihsanda bulundu. Melik Nureddin'in
vefatından sonra halkın omuzlarına yükletilen ağır vergi ve harçların iptalini
emretti.İyiliği emredip kötülüğü yasakladı. İşlerin sonucu Allah'ın elindedir. [16]
Bütün yöreleriyle ve
mıntıkalanyla birlikte Dımaşk şehrinin idaresi Selahaddin'in eline geçip
otorite sağlandıktan sonra birçok karışık-
lıklara ve
düzensizliklere sahne olan Haleb'e gitmek için Selahaddin hızla yola koyuldu.
Dımaşk'ta da Seyfii'l-İslâm lakabb kardeşi Tuğtekin b. Eyyub'u naib olarak
bıraktı. Humus'a vardığında kaleyle uğraşmadı. Ova kısmını ele geçirdi. Sonra
Hama yoluna koyuldu. Orayı Hama meliki îzzeddin b. Cibril'in elinden aldı ve
İzzeddin'den de kendisi adına Ha-îeplilere elçi olarak gitmesini istedi.
İzzeddin bu isteği kabul etti. Halep-lilerin yanma gitti. Onları Selahaddin'in
güç ve kuvveti karşısında uyarıp korkuttu. Ancak Halepliler ona aldırış
etmediler. Aksine onun tutuklanıp zindana atılmasını emrettiler. Elçi olarak
gönderilen İzzed-din'in Sultan Selahaddin'e cevabı gecikince kendisi
aralarındaki uyuşmazlık ve ihtilaf yüzünden Haleplilere kmayıcı ifadeler
içeren bir mektup gönderdi. Haleplilerse ona çok çirkin bir cevapla karşılık
verdiler. O da ikinci olarak gönderdiği mektupta kendisinin babasının,
amcasının Melik Nureddin'e bütün Müslümanların tanıklık edeceği önemli yerlerde
ve zamanlarda yapmış oldukları hizmetleri anlattı. Sonra Haleb'e gitti. Cevşen
dağının eteğinde ordugah kurdu ve Haleplilere Babü'l-Irak yanında toplanmaları
için duyuru yaptırdı. Halepliler o meydanda toplanınca merhum Melik Nureddin'in
oğlu onlara hitap etti. Acıklı ifadelerle onları ağlattı ve Selahaddin'le
savaşmaları için onları kışkırttı. Bunu ona eski bir takım ümera tavsiye
etmişlerdi. Halepliler de ona itaat etmenin vacip olduğunu düşünerek bu
çağrısına icabet ettiler. Halep'te bulunan Rafiziler de Melik Nureddin'in
oğluna istedikleri şu şartları kabul etmesi durumunda yardımcı olacaklarını
söylediler. İstekleri şunlardı: Ezanda yeniden "Hayya ala hayril
amel" cümlesi okunacak ve bu husus çarşılarda, pazarlarda ve her tarafta
ilan edilecek, Emevi Ca-mii'nin doğu tarafında kendileri için bir yer tahis
edilecek, cenazelerin yanında oniki imamın adı okunacak, cenaze namazı kılınırken
beş tekbir alınacak, nikâh akidlerini Şerif Ebu Tahir b. Ebu'l-Mekârim Hamza
b. Zahir el-Hüseynî kıyacak. Bütün bu isteklerinin kabul edildiği kendilerine
bildirildi. Emevi Camii'nde ve şehrin diğer camilerinde, ezanlarda "hayya
ala hayril amel" cümlesi yemden okunmaya başladı. Halepliler
Melikü'n-Nasır Selahaddin'e mekavemet edemediler. Ancak ona çeşitli tuzaklar
hazırladılar. Önce muhtesib[17]
Şeyban'a başvurdular. O da Selahaddin'i öldürmeleri için görevlilerinden bir
kaçını harekete geçirdi, ancak bu görevliler Selahaddin'i değil de ümeradan
birini öldürdüler. Sonra Selahaddin onları yakalattı ve baştan sona öldürttü.
Bundan sonra Halepliler Trablus kontu Komes'e haber saldılar. Selahaddin'i
Halep'ten uzaklaştırması durumunda kendisine bol miktarda para verecekleri
vaadinde bulundular. Melik Nureddin sağlığında Komes'i esir almış ve on sene
kadar yanında tutuklu olarak tutmuştu. Sonraları Komes 100.000 dinar ve 1.000
Müslüman esir vererek kendini kurtarmıştı. Melik Nureddin'in kendisine
yaptığını hiç unutmamıştı. Bilakis zaptetmek amacıyla Humus üzerine yürümüştü.
Ancak Sultan Selahaddin onun karşısına çıkmıştı. Sultan Selahaddin onun
beldesi Trablus'a bir müfrezeyi sevk etmiş, bu müfreze gidip Trablus halkının
bir kısmını öldürmüş bir kısmını esir almış ve ganimet elde ederek geri dönmüştü.
İşte bu esnada Sultan Selahaddin oralara yaklaştığında Trablus kontu gerisin
geri ülkesine dönmüştü. Haleplilerin kendisinden istemiş oldukları hususu
yerine getirmiş olduğu kanaatine kapılmıştı.
Sultan Selahaddin, Humus'tan
ayrıldığında henüz oranın kalesini ele geçirmemişti. Tekrar dönüp kaleyi
zaptetmek için Humus üzerine yürüdü. Mancınıklar kurdu ve kaleyi zorla ele
geçirdi. Sonra tekrar Haleb'e döndü. Bu hücumunda Cenâb-ı Allah ona istediği
şeyi lütfetmişti.
Haleb'e gelip karargah
kurduğunda Kadı Fadıl, Sultan Selahaddin adına Haleplilere parlak ifadeler
içeren belagatli ve fesahatli bir mektup gönderdi. Mektubu Hatip Şemseddin
eliyle Haleplilere ulaştırdı. Mektupta şunlar yazılıydı:
«Eğer teslim mukadder
ise o karşı karşıya gelmek hak olur. İhlasla dua edin ki, asılsız olmayan büyük
hadiseler tekrarlansın. İşler yoluna koyulsun. Her ne kadar bu hususlarda
dedikodular yapılmışsa da bu büyük hadiselerin çoğu cereyan etmiştir.
İhlaslıca dua edin ki kalpler ferahlasın, göğüsler genişlesin, müjdeli durumlar
açığa çıksın. Zira Allah'a gizlice ibadet edilmez.
Hayret ki umulanın
dışında yeryüzünde garip hadiseler cereyan ediyor:
Tıpkı sırtında su
taşıyan devenin susuzluktan ölmesi gibi. Bizler ateşi avucumuzda taşıyoruz, ama
o ateşin aleviyle başkaları aydınlanıyor.
Suyu elimizle yerden
çıkarıyoruz ama o sudan bakası istifade ediyor.
Bağrımızı oklara hedef
kılıyoruz ama başkaları resimli ve nakışlı yastıklara dayanıyorlar.
Gasp edilen şeylerin
geri verildiği, adalet yerinde bedenler bizim eşyalarımızı elimizden alıyorlar.
İtaatimizi izhar ediyoruz ama payı siz alıyorsunuz. Tıpkı gönüllerin pay alışı
gibi. Önceleri bizler bizzat gaza yaparak askerlerimizi öne sürüp kafirlerle
cihad ederek Şam'ı fethediyorduk. Bunu biz, babamız ve amcamız yaptık. Darbe
vurmaksızın, sa-vaşmaksızın hangi şehir fethedildi, hangi kale ele geçirildi
düşmanlardan? Askerler veya İslâm safları öne sürülmeden hangi fetih gerçekleşti?
Bizim yaptıklarımızı bilmeyen yoktur. Ateşlere atıldığımızı, yer küresine sahip
olduğumuzu, toplulukları öne sürdüğümüzü, saf halinde düşman askerleriyle
savaştığımızı, tabiyeyi bildiğimizi hiçbir düşmanımız inkâr edemez. Bu sayede
Şam'da bizim mükâfata layık eserlerimiz ortaya çıktı. Bu yararlı işleri
başkalarının yaptığını söylemek bize zarar vermez.» Sonra Kadı Fadıl mektubunun
devamında Selahad-din'in Mısır'da kâfirleri kırıp, yok etmek, münkeratı ortadan
kaldırmak, Haçlıların kökünü kazımak, bid'atleri yıkmak, adaleti ve fazileti
yaymak; Mısır'da, Yemende, Nube'de, İfrikiye'de ve diğer yerlerde Abbasiler
adına hutbe okumak gibi yapmış olduğu yararlılıkları anlattı. Bütün bunları
güzel ve basit ifadelerle izah etti.
Mektup, Haleplilere
ulaşınca onlar çok kötü bir cevap gönderdiler. O esnada onlar Musul emiri Seyfeddin
Gazi b. Mevdud'a mektup yazmışlardı. Seyfeddin, Nureddin Mahmud b. Zengi'nin
kardeşiydi. Seyfeddin Gazi onlara kardeşi İzzeddin'i askerleriyle birlikte
gönderdi. O da maiyetindeki askerlerle Haleplilere takviye olarak geldi.
Halepli askerler de onun ordusuna katıldılar ve Selahaddin'in yokluğunda Humus
ve çevresini ele geçirmekle meşgul olduğu esnada Hama üzerine hücum ettiler.
Haleplilerin yaptıklarını duyunca az miktarda askerlerle üzerlerine yürüdü.
Karşılarına geldiğinde onların büyük bir askeri güce sahip olduklarını gördü.
Selahaddin'in askerlerinin azlığım görerek onu yeneceği ümidine kapılıp
karşısına çıktılar. Onunla savaşmağa karar verdiler. Ancak Selahaddin geriden
gelmekte olan askerlerinin kendisine ulaşabilmesi için zaman kazanmak amacıyla
onları tatlı sözlerle barışa davet etti. Hatta «Ben sadece Dımaşk'a sahip
olmakla kanaat ederim. Orada Melik Salih İsmail adına hutbe okuturum. Şam'a
bağlı diğer yerleri size bırakırım» dedi. Hadim Sadü'd-Devle Gümüştekin Selahaddin'in
amcası oğlu Nasırıddin b. Esedüddinin ellerinde bulunan Rahbe'yi de kendilerine
vermemesi durumunda barış yapmağa yanaşmayacaklarım bildirdi. Ancak Selahaddin
«Orası bana ait değildir. Orayı size vermeğe gücüm yetmez» denince Halepliler
barışa yanaşmadılar. Aksine savaşa yöneldiler. Bu senenin ramazan ayının
ondokuzunda pazar günü Kurun-u Hama yanında Selahaddin askerlerini tek bir kıta
haline getirdi. Büyük sabır gösterdi. O esnada kardeşinin oğlu Takiy-yüddin
Ömer b. Şahinşah ile kardeşi Ferruhşah büyük bir askeri birlikle yardımına
geldiler. Bu defa Selahaddin'in onlara karşı askeri gücü kuvvetlendi.
Kalplerine korku saldı. Onlar da dönüp kaçtılar. Hezimete uğradılar. Başları ve
komutanları esir düştüler. Selahaddin de kaçanın kovalanmamasını, yaralının
öldürülmeme sini askerlerine ilan edip duyurdu. Eline esir düşenleri salıverdi
ve hemen Haleb üzerine yürüdü. Haleplilerin durumu tersine döndü. Perişan hale
düştüler. Dün, Selahaddin kendilerinden barış talep ederken bugün onlar
kendisinden, Ha-lepten vazgeçmesini istiyorlardı. Bunun karşılığında elinde
bulunan Hama ve Humus'a ek olarak Kefirtap, Maara ve Mardin'i de kendisine
vereceklerini söylüyorlardı. Selahaddin, onların bu isteklerini kabul edip
Halep'ten çekildi. Artık Melik Salih'le savaşmayacağına yemin etti. Kendi
ülkesinin minberlerinde de onun adına hutbe okutacağını, ona dua ettireceğini
bildirdi. Kardeşi Mecdüddin de Beni Dayelilerin oradan salimen çıkıp gitmeleri
için Selahaddin'den ricada bulundu. Bu ricayı kabul etti. Sonra güçlenmiş ve
muzaffer olarak Halep'den döndü.
Hama'ya vardığında
halife Müstedi Bi-Emrillah'ın elçileri kendisine kıymetli hü'atler, siyah
bayraklar, nişanlar ve saltanat divanı tara-findan mühürlenmiş sultanlık
alametlerini, aynca Mısır ve Şam sultanı kılındığına dair fermam getirdiler.
Ailesine, akrabalarına, arkadaşlarına ve yardımcılarına çeşitli hü'atler
dağıtıldı. Bugün görülmeye değer bir gündü. Hama'da dayısının oğlu ve damadı
Emir Şihabüddin Mah-mud'u naib olarak bıraktı. Sonra kendisi Humus üzerine
yürüdü. Orayı da amcasının oğlu Nasırüddin'e bıraktı. Nitekim orası daha Önce
Nasi-rüddin'in babası Şirkuh Esedüddin'in elindeydi. Humus'tan sonra zilkade
ayında Baalbek ve Dımaşk'a gitti.
Bu senede Dımaşk'a
bağlı Meşgara kasabasında Mağripli bir adam ortaya çıkarak peygamberlik
iddiasında bulundu. Hileler, göz bağcılığı ve bazı harikalar gösterdi. Ayak
takımından bazı kimseler etrafında toplandılar. Sultan onun yakalatılmasını
emredince Haleb'in bir kasabasına kaçtı. Kulağı kesik ve ayak takımından bazı
kimseler çevresinde toplandı. Çiftçilerden bir grubu saptırdı. Sevdiği ve aşık
olduğu bir kadınla evlendi. Kadın, o yöredendi. Kadına peygamberlik iddiasında
bulunmasını öğretti. İkisi Müseyleme ile Secah'a benzediler.
Bu senede halifenin
veziri kaçtı, evi yağmalandı.
Yine bu senede
Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî, Hanbelîler için inşa edilen bir medresede ders
vermeye başladı. Ders esnasında Kadilkudât Ebu'l-Hasan b. ed-Damiganî ile
fakihler ve devlet büyükleri hazır bulundular. O gün görülmeye değer muazzam
bir gündü. Ebu'l-Ferec'e kıymetli hil'atler giydirildi. [18]
Künyesi Ebu Talip
el-Hadsenî'dir. Bir zaman Bağdat kadilkudatlı-ğı yapmıştır. Oğlu, Hicaz
mmtıkasındaydı. Babasının ölüm haberini duyunca kendisi de birkaç gün sonra
vefat etti. Rafızilikle itham edilirdi. [19]
Fars illerinde
hakimiyet kurdu. Bazı kaleleri elde etti. Selçuklulara karşı ayaklandı. Yirmi
sene kadar hüküm sürdü. Sonra Türkmenlerden bazıları onunla savaştılar ve
neticede onu öldürdüler. [20]
Lakabı Kutbeddin
el-Müstencidî'dir. Halife Müstedi'ye vezirlik yaptı. Onun askerlerinin
başkomutanıydı. Sonra halifeye karşı çıktı. Hilafet sarayını yağmalamak istedi.
Halife de sarayın damına çıkıp halka Kaymaz'ın evini yağmalamaları için emir
verdi ve evi yağmalandı. Halife fakihlerin fetvasını alarak bunu emretmişti.
Neticede Kaymaz kaçtı. O ve beraberindekiler çölde öldüler. [21]
Bu senede Haçlılar
Mercüssifir'de ikamet etmekte olan Sultan Selahaddin'den barış talebinde
bulundular. O da Şam'ın kurak olması yüzünden onların bu isteklerini kabul
etti. Askerlerini de Kadı Fadıl komutasında Mısır diyarına gönderdi ki oradaki
gelirleri ve ürünleri toplayıp dönsünler. Kendisi de Şam da ikamete karar
verdi. Kadı Fadıl'ın yerine katibi İmad'a itimad etti. Çünkü onun nazarında
Kadı Fadıl'dan daha kıymetli bir kimse yoktu:
«Süleyma'yı değişik
olarak vermem gönül rızamla olmamıştı. Ama bazan mecburiyetler insanı tahakküm
altına alırlar.»
Sultan Selahaddin'in
Şam'da ikamet edip Kadı Fadıl komutasında askerlerini Mısır'a göndermesi
akıllıca ve tedbirli bir işti. Çünkü çevrede bulunan hükümdarların kendisine
karşı olan korkularının devamım ancak böylece sağlayabilirdi. Askerlerini
Mısır'a gönderip az sayıdaki bir grup askerle kendisinin Şam'da kalmasına
gelince Cenâb-ı Allah ona zaferi tekeffül etmişti. Musul emiri Seyfeddin Gazi
(bu, Melik Nured-din'in kardeşinin oğluydu) Haleplilere bir mektup yazarak
Sultan Sela-haddin'le yapmış oldukları barıştan dolayı onları kınadı. Kendisi o
esnada kardeşini muhasara etmekle meşguldü. Kardeşi Sincar emiri İmadüddin
Zengi idi. Kardeşiyle savaşması doğru bir iş değildi. Sırf Sela-haddin'e itaat
etmiş olduğundan kardeşiyle savaşıyordu. Ama Sultan Selahaddin'in kuvvetini ve
yardımlarını anlayınca kardeşiyle barıştı. Sonra Haleplileri, Sultan
Selahaddin'le yapmış oldukları barışı bozmaya teşvik edip kışkırttı. Neticede
Halepliler, Sultan Selahaddin'le yapmış oldukları barış antlaşmasını bozduklarını
Sultan Selahaddin'e bildirdiler. O da onlara karşı Allah'tan yardım dileyip
Mısır'da bulunan askerlerini yanına çağırdı. Musul emiri bütün askerleriyle
birlikte yola koyulup amcasının oğlu Melikü's-Salih îmadüddin İsmail'le bir
araya geldi ve rahvan atlar üzerindeki 20.000 savaşçıyla yola koyuldu. Sultan
Selahaddin de her tarafı kırıp parçalayan kükremiş bir arslan gibi üzerlerine
gitti. Onun beraberinde ise sadece 1000 süvari vardı. Ama nice az topluluklar
vardır ki Allah'ın izniyle büyük toplulukları mağlup etmişlerdir. Musul ordusu
da Sultan Selahaddin'i takviye etmek üzere yola koyulmuştu. Sultan
Selahaddin'in dağları andıran büyük ve kalabalık bir ordusu ve yardımcıları
vardı. İki taraf karşı karşıya geldiler. Birbirlerini savaşa çağırdılar. Bu
çağrı şevval ayının onunda perşembe günü yapıldı. Neticede iki tarafta şiddetli
bir savaşa tutuştular. Öyleki Sultan Selahaddin bizzat cephede hamle yapıyordu.
Allah'ın izniyle karşıtları hezimete uğradılar. Sultan Selahaddin'in askerleri
Halepli ve Musullu-lardan bir kısmını öldürdüler. Melik Seyfeddin Gazi'nin
savaşçılarını, savaş malzemelerini ele geçirdiler. Önde gelen bazı
komutanlarını esir aldılar. Sultan Selahaddin bunların bedenlerine ve başlarına
MTatler saçtıktan sonra serbest bıraktı. Bunlar savaş esnasında bir grup Haçlılardan
yardım istemişlerdi. Bu, kahramanlığa yaraşmaz. Sultan Selahaddin, Seyfeddin
Gazi'nin otağında, içinde güzel öten kuşlar bulunan altı kafes görmüştü. Bu
kafesler onun içki meclisinde bulunuyordu. Bu durumdaki bir komutan nasıl
muzaffer olabilir? Sultan Selahaddin bunların da Seyfeddin'e gönderilmesini
emretti ve bunlan götüren elçiye de şu talimatı verdi: «Seyfeddin'in yanma
vardığında ona selam söyle ve de ki: «Bu tehlikeli durumlara ve savaşa
girmektense bu kuşlarla oynaman, senin için daha hoştur.»
Sultan Selahaddin
onlardan çok miktarda ganimet elde etti. Bu ganimetleri savaşta bulunan ve
bulunmayan askerlerine ve adamlarına dağıttı. Seyfeddin Gazi'nin otağını
kardeşinin oğlu İzzeddin Ferruhşah Necmeddin'e ihsan etti. Otağdaki cariyeleri
ve şarkıcı kadınları sahibine gönderdi. Çünkü Seyfeddin'in beraberinde 100'den
fazla şarkıcı kadın vardı. Ayrıca oyun ve eğlence aletlerini, çalgılarını
Haleb'e gönderdi ve bunları götüren görevliye de şu talimatı verdi: «Onlara de
ki bu gibi şeyler sizin için rükû ve secdeden daha hoştur.»
Ulaştırma askerleri
düşman ordugahında çok miktarda içki, barut ve eğlence aletleri görmüştü.
Düşman ordugahı tıpkı meyhaneyi andırıyordu. İşte bu, fâsık eğlence düşkünü ve
disiplinsiz olan kimselerin yoludur. [22]
Askerler perişan halde
Haleb'e döndüklerinde yemini bozduklarına ve sultana karşı geldiklerine pişman
oldular. Sultan Selahaddin'den korktukları için şehrin korunması için gerekli
istihkâm tedbirlerini aldılar. Musul enıiri de çabucak yerine ulaştı. Mola
vermeden yoluna devam etti. Nihayet şehrine girdi. Sultan Selahaddin de
ganimet taksimini tamamladıktan sonra son derece güçlü bir halde Haleb'e doğru
sür'at-le gitti. Haleb'in etrafında istihkâm tedbirleri alındığım gördü ve
kimse bize karşı koymasın diye önce şehrin çevresindeki kaleleri fethedelim
sonra şehri ele geçirmek için harekete geçelim, dedi ve çevredeki kaleleri
birer birer fethetmeye, hakimiyet temellerini teker teker yıkmaya başladı.
Merağa ve Menbic'i fethetti. Sonra Azaz'a yürüdü. Bu arada Halepliler Sinan'a
yardım için haber saldılar. O da Sultan Selahaddin'i öldürmek için bir grup
askeri görevlendirip yola koydu. Bunların bir kısmı Selahaddin'in askerlerinin
kılığına bürünerek safları arasına sızdılar, savaştılar ve birgün Sultan
Selahaddin cephede dolaşmakta iken fırsatı bulan bu fedailerden biri Sultan
Selahaddin'e saldırdı; elindeki bıçakla Sultan Selahaddin'in başına vurdu,
ancak sultan miğfer giydiğinden Allah onu ölümden kurtardı. Yalnız bıçak, yanağına
isabet etti ve hafifçe yaraladı. Sonra bu saldırgan fedai, sultanı yere yatırıp
boğazlamak istedi. Çevresindekilerse dehşete kapılmışlardı. Sonra akılları
başlarına gelince hep birlikte saldırganın üzerine atıldılar. Onu öldürüp
parça parça ettiler. Sonra aynı anda bir başka fedai sultana hücum etti. O da
öldürüldü. Sonra bir başka fedai emirlerden birine hücum etti, o da öldürüldü.
Sonra dördüncüsü kaçtı. Ancak o da yakalanıp öldürüldü. O gün savaş iptal
oldu. Sonra Sultan Selahaddin Haleb'e hücum etti. Orayı fethetti ve kardeşinin
oğlu Takiyyüddin Ömer b. Şahinşah b. Ey-yub'a ikta olarak verdi. Halep'lilere
çok öfkelenip gazaplanmıştı. Çünkü onu öldürmek için üzerine fedaileri
salmışlardı. Gidip şehrin karşısında Cevşen dağı eteklerinde ordugahını kurdu.
Babukiye başına çadırını kurdu. Bu hadise zilhicce ayının onbeşinde cereyan
etmişti. Artık köylerden, kasabalardan her taraftan haraç toplamaya başladı.
Haleb'e giriş çıkışları yasakladı. Sene sonuna kadar Halep kuşatmasını devam
ettirdi.
Bu senenin zilhicce
ayında Sultan Selahaddin'in kardeşi Nuru'd-Devle, kardeşini özlediği için
Yemen'den geldi. Çok miktarda mal ve para elde etmişti. Sultan Selahaddin onun
gelişine çok sevindi. İkisi bir araya geldiklerinde iyi ve takvalı bir kimse
olan Sultan Selahaddin «Ben Yusuf um bu da kardeşimdir» dedi. Yemen beldelerine
akrabalarını naib olarak tayin etti. Kardeşi yanında kalınca da onu Dımaşk'a
ve oranın kazalarına naib olarak tayin etti. Bir rivayette anlatıldığına göre
kardeşi Musul savaşından önce yanına gelmiştir ki o da fetih ve zaferin en
büyük sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Çünkü kardeşi son derece şecaatli
ve kahramandı.
Bu senede Sultan
Selahaddin'in kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer, kölesi Behaeddin Karakuş'u
ordusuyla birlikte Mağrip diyarına
gönderdi. O da gidip
oralarda birçok beldeleri fethetti. Bol miktarda ganimet elde etti. Sonra da
Mısır'a döndü.
Bu senede aslen Şamlı
olup Bağdat'ta yetişen Vaiz Ebu'l-Fütuh Ab-düsselam b. Yusuf b. Muhammad,
el-Ceride adlı eserde ondan bahsederken şöyle demiştir: «O benim arkadaşımdı.»
Vaiz Abdüsselam, vaaz
için kürsüye oturdu. Sultan Selahaddin de yanında hazır bulundu. Sultan'a
birkaç parça şiir okudu. Okuduğu şiirlerden biri şuydu:
«Ey ruhumun sahibi ey
emelimin son noktası.
Ey kalbimde ve düşüncemde
her zaman hazır bulunan,
Sen beni kendi
yaratıcısı olduğun topraktan yarattın.
Nihayet bir timsal ve
heykele dönüştüm.
Can suyunun ağaçta
dolaştığı gibi,
Kalbimde nurlu bir
ruhu dolaştırdın.
Nurlu bir ruhun
saflığı ile bulanık bir maddenin kalıba dökülüşü neticesinde bir cisim olarak
ortaya çıkardın.
Eğer sende yok olursam
bu benim için övünülecek şerefli bir hal olur.
Eğer hazır olacak
olursam da benim gözüm ve kulağım olursun
Veya gizleyecek
olursam benim sırnm sende kalır.
Eğer hatırdan geçecek olursam
kalbim hep seni düşünür, tetikte olur.
Resmim ortaya çıkar,
kayb olup tekrar meydana gelir.
Ama sen bende yok
olursan, işte o zaman ben hatıralarda yaşarım.» [23]
Hafiz Ali b. Hasan b.
Hibetullah b. Asâkir Ebü'l-Kasım ed-Dımaşkî. Büyük hadis hafizlarındandır.
Hadisle ilgilenenlerin, dinleyip rivayet edenlerin, derleyenlerin tasnif
edenlerin, mütalaa edenlerin, hadis ve metinlerini ezberleyenlerin, hadis üslup
ve fenlerini sağlam bir şekilde öğrenenlerin üstadıdır. Sekiz ciltlik
Tarihü'ş-Şam adlı eseri tasnif etmiştir. Bu eser kendisinden sonra varlığını
muhafaza edip baki kalmıştır. Kendisinden önceki tarihçilere nisbetle eşine az
rastlanan alimlerdendir. Kendisinden sonra gelen tarihçileri de kendisi gibi
eser vermek için çok yormuştur. Bu alanda yarış ipini göğüslemiştir. Bu esere
bakıp iyice gözden geçiren ve düşünen kimseler onun bu eserde anlattıklarını ve
bu eserin aslını görürler ve zamanının tarih alanındaki biricik eseri olduğuna,
bunun tarih ağacının en yüksek dalı olduğuna hükmederler.
Ayrıca onun hadis
ilmine dair faydalı kitapları vardır. Kendisi de ibadet ehli biri olup güzel
yolda yaşayan, övgüye layık bir kimseydi. Etrafü'l-Kütübi's-Sitte, eş-Şüyûhü'n-Nübül,
Tebyin'ü Kizbi'l-Müfteri ala Ebil-Hasan el-Aşarî gibi eserleri de vardır.
Bunlardan başka irili ufaklı birçok tasnifatı, cüzleri ve risaleleri de
vardır. Hadis derlemek için bir çok yerlere seyahatlerde bulundu. Şehirleri,
bölgeleri, mıntıkaları aşıp gitti. Hadis hafızlarından hiç birinin
derleyemediği kitapları derledi. İstih-sahta bulundu. Kitapları birbirleriyle
karşılaştırdı. Lafızlarım tashih etti. Dımaşklı alimlerin önde gelenlerinden
biri oldu. Hata bir çoklarının fevkine çıktı. Kadir, kıymet, hey'et ve itibar
sahibi bir kimse oldu. Büyük serveti oldu. İnsanlara iyilikte bulunup bağışlar
yaptı. Bu senenin recep ayının onbirinde yetmişiki yaşında vefat etti. Sultan
Selahad-din onun cenaze merasimine katıldı. Cenazesi Babü's-Sağir mezarlığına
defnedildi. Yüce Allah rahmet etsin. Cenaze namazını Kutbeddin en-Nisaburî
kıldırmıştı.
İbn Hallikan dedi ki:
Onun birçok şiirleri vardır. Şiirlerinden biri şudur:
«Ey nefis! Vah haline
ihtiyarlık geldi.
Artık aşk-ü sevdanın
anlamı kalmadı.
Gençliğim sanki hiç
gelmemiş gibi çekip gitti.
Hiç gitmeyecekmiş gibi
ihtiyarlık üzerime geldi.
Sanki şahsen ben
gafletteyim.
Oysa ölüm üzerime
gelip çökmüştür.
Keşke hiç bu hayata
gelmeseydim.
Ve Cenâb-ı Allah
ezelde,
Hayata gelmeyi benim
için takdir etmeseydi.»
İbn Hallikan dedi ki:
Hafız ibn Asâkir, şiirlerinde kendisine lazım olmayan şeylerle uğraştı. Hata
yaptı. Kardeşi Sainuddin HibetuUah bin Hasan da hadisçi ve fakih idi. Bağdat'ta
Es'ad el-Mehinî'den ders aldı. Sonra Dımaşk'a geldi ve Gazaliye medresesinde ders
verdi.
Bu senede altmışüç
yaşında iken vefat etti. [24]
Bu sene başında Sultan
Selahaddin Haleb'i kuşatma altında tutmaktaydı. Ümera, Haleplilerle barış
yapmasını kendisine Önerdi. O da Halep ve kazalarının sadece Salih İsmail'e ait
olması şartıyla Haleplilerle barış anlaşması yaptı. Halepliler de bunu kabul
ettiklerini yazıp imzaladılar. Akşam olunca Melik Salih İsmail Halep ve
kazalarına ek olarak Azaz kalesinin de kendisine verilmesi için Sultan
Selahaddin'e küçük yaştaki kızkardeşi Hatun binti Nureddin'i gönderdi ki, bu
isteğini kabul etmesini kolaylaştırsm ve amacına rahatlıkla kavuşabilsin.
Sultan Selahaddin Hatun'u görünce ayağa kalktı, yer öptü ve isteğini yerine
getirdi. Ayrıca ona çok miktarda mücevher ve armağanlar da verdi. Sonra
kendisine saldırmış olan fedailerin üzerine hücum etmek için Halep'ten ayrıldı.
İçinde barınmakta oldukları kaleleri Misyab'ı kuşattı. Bir kısmını öldürdü.
Bir kısmını esir aldı. Kaleyi yaktı. Sığırlarını aldı. Diyarlarını yıktı. Sonra
dayısı ve aynı zamanda Hama valisi Şiha-büddin Mahmud b. Tutuş, onları
affetmesi için ricacı oldu. Çünkü fedailer (İsmaililer) kendisinin
komşularıydılar. Sultan Selahaddin, dayısının ricasını kabul etti.
Daha önceleri Dımaşk
valisi olan Baalbek valisi Şemseddin Mu-hammed b. Melikü'l-Mukaddem ona yokluğu
esnasında Bika'da bozgunculuk yapan Haçlı esirlerinden bir topluluğu getirip
teslim etti. Bu da onun Haçlılarla yeniden savaşma azmini biledi. Sultan
Selahaddin, Sinan'ın adamları olan İsmailî fedailerle barıştı. Sonra Dımaşk'a
döndü. Kardeşi Şemsü'd-Devle Turan Şah onu karşıladı. Ona Melikü'1-Mu-azzam
lakabını taktı. Bundan sonra Sultan Selahaddin Mısır'a gitmeye karar verdi.
Şehrezorlu Kadı
Kemaleddin Muhammed bu senenin muharrem ayının altısında vefat etti. Bu zat
hayırlı ve seçkin kadılardan olup Şehid Nureddin'in en has adamlarmdandı. Şehid
Nureddin ona Dımaşk Ca-mii'nin nazırlığını, darphane yöneticiliğini, surların
onanm işini ve halkın umumi çıkarlarını gözetme görevini vermişti. Vefat edeceği
zaman Kadı Kemaleddin, kendisinden sonra kardeşinin oğlu Ziyaeddin b. Ta-ceddin
eş-Şehrezorî'nin kadılığa atanmasını vasiyet etti. Sultan Selahaddin onu pek
sevmemekle birlikte bu vasiyeti kabul etti. Kadılığa atadı. Çünkü Dımaşk'ta
iken Sultan Selahaddin onu hapse atmıştı. O da Sultan Selahaddin'e muhalif bir
kimse olup ters davranışlar içine girmişti. Atandıktan sonra amcasının usulüne
ve kaidesine göre kadılık meclisinde oturdu. Ancak Sultan Selahaddin'in
gönlünde Şerefüddin Ebu Said Abdullah b. Ebi Asrun el-Halebî'yi kadılığa atamak
vardı. Çünkü o Dımaşk'a, Sultan Selahaddin'in yanma gitmiş, Sultan Selahaddin
de onu Dımaşk kadılığına atayacağını vaad etmişti. Sultan Selahaddin bu
niyetini Kadı Fadıl'a bir sır olarak vermiş; Kadı Fadıl da gidip Ziyaeddin'den
kadılık görevinden istifa etmesini istemişti. O da bu isteği kabul edip
kadılıktan istifa etti. Beytülmal vekilliği görevi ise uhdesinde kalmıştı.
Bundan sonra Sultan Selahaddin, İbn Ebi Asrun'u kadılığa tayin etti. Ancak
Kadı Muhiddin Ebü'l-Meali Muhammed b. Zekiy-yüddin'i ise kendisine vekil tayin
etmesini şart koşmuştu. O da bu şartı yerine getirdi. Fakat daha sonra İbn Ebi
Asrun (Şerefüddin), gözlerinin feri azaldığından vekili bulunan Muhiddin Ebu
Hamid müstakil kadı oldu.
Bu senenin safer
ayında Sultan Selahaddin, Haznı köyünü Gazali-ye tekkesine vakfetti. Bu vakfın
gelirleri orada şer'i ilimlerle uğraşan kimselere sarfedilecekti. Fakihlerin
ihtiyaçları bununla karşılanacaktı. Bu vakfın nazırlığını da Kutbeddin
en-Nisaburî'ye verdi. Kutbeddin buranın müderrisi idi.
Bu senenin safer
ayında Sultan Selahaddin, Muineddin Onur'un kızı Hatun İsmetüddin'le evlendi.
Bu Hatun daha önceleri Nureddin Mahmud'un zevcesi olup Kale'de ikamet
etmekteydi. Evlenme akdinde kardeşi Emir Sadeddin b. Onur veli olarak bulundu.
Kadı İbn Asrun ve beraberindeki adil kimseler de bu nikah akdinde hazır
bulundular. Sultan Selahaddin, nikâh akdinin kıyıldığı gece ile bir sonraki
gecede İsme-tüddin Hatun'un yanında kaldı. Sonra Mısır'a gitti. Cuma günü namazdan
önce yola koyuldu. Mercüssifir'de konakladı. Sonra yoluna devam etti ve Sıffin
yakınlarında geceyi geçirdi. Tekrar yola koyuldu. Bu senenin rebiyülevvel
ayının onaltısında cumartesi günü Mısır'a girdi. Kardeşi ve Mısır naibi
Melikü'1-Adil Seyfeddin Ebu Bekir onu Kalzum denizi kısışında karşıladı.
Beraberinde çeşitli yiyecekler ve diğer eşyalardan oluşan çok miktarda
hediyeler vardı. Kâtip İmad da Sultan Selahad-din'in maiyetindeydi. O daha önce
Mısır'a gelmiş değildi. Mısır'ın güzelliklerini ve özelliklerini anlatmaya
başladı. Ehramları ve diğer göz alıcı yerleri anlattı. Bunları çeşitli şeylere
benzetti. er-Ravzateyn adlı eserde de anlatıldığı gibi çok abartmalarda
bulundu.
Bu senenin şaban
ayında Sultan Selahaddin İskenderiye'ye gitti. Oğulları Fadıl Ali ile Aziz
Osman'ı Hafız es-Sülefî'nin yanma götürüp ders alırdı. Perşembe, cuma ve
cumartesi olmak üzere üç gün onları Hafızın yanına götürdü. Son ders günü olan
cumartesi, ramazanın dördüncü günüydü. Sultan Selahaddin ramazan ayını
İskenderiye'de geçirmeğe niyetlendi. Şehrin surlarının onarımını tamamladı.
Donanmanın yenilenmesini, gemilerin onarılmasını ve savaşçılarla
doldurulmasını, deniz yoluyla Cezayir'e gidip gaza yapılmasını emretti.
Denizci askere bu amaçlarla bol miktarda iktalar verdi. Donanma için yeterince
parayı beytülmalden verdi. Sonra ramazan ayı içinde Kahire'ye döndü ve orucunu
orada tamamladı.
Bu senede Sultan
Selahaddin İmam Şafiî'nin mezarının yanında Şafıîler için bir medrese
yaptırılmasını emretti. Şeyh Necmeddin el-Haboşanî'yi de buranın müderrisi ve
nazırı yaptı.
Bu senede Sultan
Selahaddin, Kahire'de hastahane yaptırılmasını emretti ve bu hastahane için çok
vakıflar kurdu. Bu senede Musul kalesinin naibi Emir Mücahidüddin Kaymaz şehir
dşında yanyana olmak üzere güzel bir cami, bir hankâh, bir medrese ve bir de
hastahane yaptırdı. Bu zat hicretin 595. senesinde vefat etmiştir. Allah
rahmet etsin. Bu anlattıklarımızdan başka onun yaptırdığı medreseler, hankâhlar
ve camiler de vardır. Dindar, hayırlı, faziletli ve Hanefî mezhebine mensup bir
zattı. Edebiyat, şiir ve fikıh müzakereleri yapardı. Çokça oruç tutar,
gecelerini de namazla geçirirdi.
Bu senede halife,
sağlıklı kimselerden tecrid edilsinler diye cüz-zamlıların Bağdat dışında bir
nahiyeye götürülüp orada toplanmalarını emretti. Allah'tan afiyet dileriz.
İbnu'l-Cevzî
el-Muntazam adlı eserinde bir kadının şöyle dediğini nakletmiş tir:
«Yolda yürürken, bir
adam her yanından geçtiğimde bana sataşırdı. Kendisine «Benden elde etmek
istediğin şeye ancak nikah ve şahid-lerle kavuşabilirsin onun için hakimin
yanında benimle evlen» dedim. Evlendikten sonra bir süre yanında kaldım. Sonra
karnı şişti. İstiska hastalığından Ötürü şiştiğini zannediyorduk. Ama bir süre
daha geçtikten sonra tıpkı kadınlar gibi bir çocuk doğurdu. Meğer hünsa:
erselik-miş!» Bu da çok tuhaf hallerdendir. [25]
Ali b. Asâkir b.
Merhap b. Avvam Ebü'l-Hasan el-Bataihî. Kurra ve lügatçi idi. Hadis dinledi ve
rivayet etti. Nahiv ve lügati çok güzel bilirdi. Kitaplarını Bağdat'taki İbn
Cerrare Mescidi'ne vakfetti. Seksen küsur yaşındayken bu senenin şaban ayında
vefat etti. [26]
Muhammed b. Abdullah
b. Kasını Ebü'l-Fadıl. Dımaşk kadilkudatı idi. Kemaleddin unvanını alıp Şehre
zorludur. Musul'da görev yapmıştır. Orada Şafiîler için bir medresesi vardı.
Nusaybin'de de bir medresesi vardı. Dindar, faziletli, güvenilir ve mutemed
bir kimseydi. Nureddin Şehid Mahmud b. Zengi zamanında Dımaşk kadılığı yaptı.
İbn Saî'nin anlattığına göre Nureddin onu ikinci kez vezirliğe atamıştır. Şehid
Nu-reddin'in mektuplarını yazardı. Bir defasında halife Muktefî'ye bir işle
ilgili bir mektup yazmış, mektubunda imza yerine Muhammed b. Abdullah er-Resul
ibaresini kullanmıştı. Halife de bu ibarenin altına (sal-lallahu aleyhi
vesellem) diye yazmıştı.
Ben derim ki: Nureddin
Mahmud b. Zengi, Dımaşk Camii'nin nazırlığım, darphane yöneticiliğini,
surların onarım işini ona vermişti. Onun için hastahaneler ve medreseler
yaptırmıştı. Muhammed b. Abdullah, bu senenin muharrem ayında Dımaşk'ta vefat
etti. [27]
Vezir Ebu Ziya'nm
oğludur. Mısır diyarının hatibi ve oranın vezirinin oğludur. İlk olarak Mısır
diyarında Sultan Selahaddin'in emriyle Abbasî halifesi Mustedi Bi-Emrillah adına
hutbe okudu. Sonra Sultan Selahaddin'in nezdinde itibar sahibi olup yükseldi.
Nihayet Sultan Selahaddin onu hükümdarlara ve halifelere elçi olarak gönderdi.
Emri dinlenen, cömert, övgüye layık bir reisti. Şairler ve edipler kendisinden
ders alırlardı. Sonra Sultan Selahaddin saltanat fermanıyla onun yerine
Şehrezorî'yi tayin etti. Şairlere ve ediplere ders verme görevi onun için resmi
bir vazife haline geldi. [28]
Bu senede Sultan
Selahaddin, Cebel kalesinin onarımını, Kahire ve Mısır surlarının yapılmasını
emretti. Bunun üzerine Mısır diyarında misli ve şekli görülmemiş bir kale
onarımı yapıldı. Bu işlere Emir Baha-eddin Karakuş yönetici olarak tayin edildi
ki o, Takiyyüddin Ömer b. Şa-hinşah b. Eyyub'un kölesiydi.
Bu senede Remle'de
müslümanlar hezimete uğradılar. Bu senenin cemaziyelevvel ayında Sultan
Selahaddin Haçlılarla savaşmak üzere Mısır'dan ayrılıp yola koyuldu. Remle
diyarına vardı. Orada bazı Haçlıları esir alıp ganimet elde etti. Sonra
askerleri ganimetlerle meşgul oldular. Çeşitli köylere ve mahallelere
dağıldılar. Sultan Selahaddin ise en az sayıdaki askeriyle başbaşa kaldı.
Haçlılarsa büyük bir şövalye gurubuyla üzerlerine hücum ettiler. Çok
çabalardan ve çırpınışlardan sonra Sultan Selahaddin ölümden kurtuldu. Aradan
birkaç gün geçtikten sonra askerleri dönüp yanma geldiler ve etrafında
toplandılar, ama bu sebeple de halk arasında büyük bir panik meydana geldi.
Mısırlılar onun ölümden kurtulduğuna, kendisini görmeden inanamadılar. Durum
tıpkı «Geri dönmektense ganimetle uğraşmağa razı oldum» ata sözünde
anlatıldığı gibi oldu. Bununla birlikte sultanın salimen kurtuluşu sebebiyle
ülkede sevinç tefleri çalındı. Bu on sene sonra yaşandıysa da yine de güzel bir
gündü. Bu, Hittin günü olmuştu. Sultan Selahaddin bu savaşta büyük sebat
göstermişti. Oğlu Takiyyüddin Ömer esir düşmüştü. Haçlıların elinde yedi sene
kalmıştı. Diğer oğlu da öldürülmüştü. Bıyıkları henüz yeni terlemişti. Sultan
Selahaddin esir düşen oğlu ile öldürülen oğluna çok üzüldü. Eyyub peygamberi
örnek alarak sabretti. Davud peygamberi de örnek alarak ağladı. Bu savaşta iki
kardeş Fa-kih Ziyaeddin İsa ile Zahireddin de esir düşmüşlerdi. İki sene sonra
Sultan Selahaddin 90.000 dinar fidye ödeyerek bunları esaretten kurtarmıştı.
Bu senede Halep'te
devlet düzeni bozuldu. Halep emiri Melik Salih İsmail b. Nureddin, Hadim
Gümüştekin'i yakaladı ve elinde bulunan Harim kalesini teslim etmesini istedi.
O da teslim etmeyince Melik Salih onu ayaklarından astı. Burnunun altında
duman tüttürdü ve Hadim Gümüştekin o saatte vefat etti.
Bu senede, Haçlı
kontlarından büyük bir kont, Sultan Selahaddin'in yokluğu ve naiblerinde kendi
beldelerinde meşgul olduklarını fırsat bilerek Şam'ı ele geçirmek maksadıyla
geldi. Kâtip İmad dedi ki:
«Haçlılar daha önce
yapmış oldukları banş antlaşmasında şöyle bir şart ileri sürmüşlerdi: Her ne
zaman hükümdarlarından büyük bir kont gelir de onu geri çeviremeyecek
olurlarsa, mecburen onun maiyetine girip onunla birlikte müslümanlara karşı
savaşacaklar, ona destek verecekler, ona takviye olacaklar; ama bu kont dönüp
gittikten sonra kendileriyle Müslümanlar arasındaki eski antlaşma tekrar
yürürlüğe girecek.»
İşte bu Haçlı kontu ve
maiyetindeki Haçlılar, Hama şehrine ve hasta vaziyette bulunan Hama valisi ve
aynı zamanda Sultan Selahaddin'in dayısı Şihabüddin Mahmud'a saldırdılar.
Dımaşk valisi ve beraberindeki emirlerse kendi beldeleriyle meşgul idiler.
Haçlılar neredeyse Hama'yı ele geçireceklerdi. Ama dört gün sonra Cenâb-ı Allah
onları bozguna uğrattı. Harim'e döndüler. Orayı da ele geçiremediler. Haleb
valisi Melik Salih İsmail onları Harim'den uzaklaştırdı. İstedikleri paraları
ve esirleri onlara verdi. O esnada Sultan Selahaddin'in dayısı ve Hama valisi
Şihabüddin Mahmud da vefat etti. Kendisinden üç gün önce de oğlu Tutuş vefat
etmişti. Sultan Selahaddin, Haçlıların Harim'e hücum ettiklerini duyunca
Mısır'dan Şam'a doğru yola koyuldu. Şevval ayının ondördünde Dımaşk'a geldi.
Beraberinde Katip İmad da vardı. Ancak hacca gitmek amacıyla Kadı Fadıl
Mısır'da kalmıştı.
Bu senede Kadı Fadıl
Sultan Selahaddin'e bir mektup gönderdi. Sultan Selahaddin'in oğlu Ebu Süleyman
Davud'un dünyaya gelişi sebebiyle Sultan Selahaddin'i tebrik ediyordu. Böylece
Sultan Selahaddin'in erkek çocuklarının sayısı onikiyi bulmuştu, ama daha
sonra birkaç erkek çocuğu daha doğmuştu. Kendisi vefat ederken geride onyedi
erkek ve bir de Munise adında küçük yaşta bir kız çocuğu bırakmıştı. Daha
sonraları amcasının oğlu Melikü'l-Kâmil Muhammed b. Adil, Munise ile
evlenmişti. Nitekim yeri gelince inşaallah bu husus anlatılacaktır.
Bu senede Yahudilerle
Bağdat halkı arasında büyük bir kavga meydana geldi. Bu fitnenin çıkış sebebi
şuydu: Bir kilise yanında müezzinin biri ezan okumuş, Yahudilerden biri ise
ona çok ağır sözler sarfede-rek hakarette bulunmuş, Müslüman da ona sövmüş ve
ikisi birbiriyle kavgaya tutuşmuşlardı. Müezzin divana gelerek şikayetçi olmuş,
fitne büyümüş, halk adeta ayaklanmış, ortalığı velveleye bağlamışlardı. Cuma
vakti olunca halk, bazı camilerde hatipleri hutbe okumaktan men etmişti. Bunun
peşisıra halk hemen camilerden çıkmış, Yahudilerin çalıştıkları
Suku'l-Attarîn'i yağmalamışlar, sonra da Yahudi kilisesine gidip orayı da
yağmaîamışlardı. Güvenlik görevlileri yağmacılara engel olamamışlardı. Halife
de halktan bazı kimselerin idam edilmesi emrini vermişti. O gecede ölüm
cezasına çarptırılmış olup hapiste bulunan bazı yan kesiciler karanlıkta
hapisten çıkarılıp idam edilmişlerdi. Sabah olunca halkın çoğu bu kargaşa
yüzünden olayı çıkaran bazı elebaşılarını idam edildiğini zannetmiş ve böylece
ortalık sakinleşmişti.
Bu senede halifenin
veziri Adüdü'd-Devle b. Reissü'r-Resa b. Mes-leme hacca gitmek üzere yola
koyuldu. Halk da onu uğurlamaya çıkmıştı. Batınîlerden üç kişi yoksul kılığına
bürünerek ona yanaşmışlar, güya bazı haberleri ona ulaştıracaklardı. Bunlardan
biri ona birşeyler söylemek bahanesiyle yanına yaklaştı. Onu kucakladı ve
birkaç bıçak darbesi vurdu. İkincisi, sonra üçüncüsü de aynı şekilde hücum
edip kendisini bıçakladılar. Vücudunu paramparça ettiler. Çevresindeki bir
topluluğu yaraladılar. Ama üçü de hemen Öldürüldü. Vezir ise başkaları tarafından
taşınarak evine getirildi. Aynı günde öldü. Bu vezir, daha önceleri Vezir İbn
Hübeyre'nin iki oğlunu idam ederek öldürmüştü. Cenâb-ı Allah da kendisini
öldürecek kimseleri üzerine musallat kıldı. Ne yaparsan yoluna gelir. Cezam
tam olarak çekersin. [29]
Sadaka b. Hüseyin
Ebül-Ferec el-Haddad. Kur'an ilimlerini tahsil etti. Hadis dinledi. Fıkıh
okudu. Fetva verdi. Şiir, söyledi. Kelam ilmini beğenmedi. Şeyhi İbn Zagunî'nin
tarihine bir zeyil yazdı ki, bunda gariplikler ve tuhaflıklar vardır.
İbn Saî dedi ki:
«Sadaka b. Hüseyin alim ve faziletli bir şeyh olup kitap istinsahı yaparak
elde ettiği ücretle geçimini sağlayan yoksul bir kimseydi. Bağdat'ın Bedriye
mahallesindeki mescide gelip orada yatardı. Aynı zamanda orada imamlık da
yapardı. Zamanı ve zamana bel bağlayan kimseleri kınardı. el-Muntazam adlı
eserinde İbnul-Cevzî'nin onu yerdiğini ve büyük günahlar işlemiş bir kimse
olarak onu itham ettiğini gördüm. Ayrıca İbnü'l-Cevzî onun zındıklıkta İbn
Ravendi'ye benzediğini göstermek için delil niteliğinde bazı şiirlerini de
nakletmiştir. Doğrusunu Allah bilir.
Sadaka b. Hüseyin bu
senenin rebiyülahir ayında yetmişbeş yaşında vefat etti. Bab-ı Harp mezarlığına
defnedildi. Vefatından sonra onunla ilgili hiç de hoş olmayan bazı rüyalar
görülmüştür. Dünyada ve ahi-rette afiyet diliyoruz. [30]
Künyesi Ebu'l-Mansur
el-Attar'dır. Hafde adıyla meşhur olmuştur. Hadis dinlemiş, fıkıh dersleri
almış, münazaralarda bulunmuş, fetva vermiş ve müderrislik yapmıştır. Bağdat'a
geldi ve orada vefat etti. [31]
Sultan Selahaddin'in
dayısıydı. Hayırh, seçkin ve bahadır ümeradandı. Kızkardeşinin oğlu olan
yeğeni Sultan Selahaddin, Hama şehrini ona ikta olarak verdi. Hasta haldeyken
Haçlılar onu kuşattılar. Hama'yı ele geçirdiler. Halktan bazı kimseleri
öldürdüler. Sonra Hamalılar gayrete gelerek savaşa giriştiler ve Hama'yı geri
alıp Haçlıları perişan vaziyette geri püskürttüler. [32]
Hayırlı ve güzide
hanımlardandı. Sahibü'l-Mahze'nin kızkardeşinin sülalesindendir. Abide,
takvalı ve evine kapanan bir kadındı. Anlatıldığına göre evinden üç kez dışarı
çıkmıştır. Halife ve diğerleri onu övüp methetmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. [33]
Bu senede Mısır'da
bulunan Kadı Fadıl, Şam'da duran Sultan Sela-haddin'e bir mektup göndererek
herbiri birer prens olan oniki oğlunun selamette oluşları sebebiyle onu tebrik
edip mektubunda şöyle demişti:
«Allah'a hamd olsun.
Senin çocukların hayatın ziyneti ve süsüdür. Kalplerle ruhların reyhanı ve
çiçeğidir. Bunlardan ayrı kalmağa tahammül edebilen gönül elbetteki çok geniş
bir gönüldür. Bunların sadece haberleriyle yetinen bir kalp elbetteki çok
kanaatkar bir kalptir. Bunlardan uzakta olduğu halde kapanıp uyuyabilen bir
göz, çok uykucudur, bunlardan uzak kaldığı halde sabredip dayanabilen bir
hükümdar elbetteki çok akıllı ve tedbirlidir. Bunları vererek Allah'ın
kendisine nimet bahşettiği bir kula gelince elbetteki o kul, bu nimet
sayesinde rahat bir hayat sürer. Efendimizin gerdanı, bu inci çocukları takınma
özlemini duymuyor mu? Efendimizin gözleri bunlara bakarak bakış suyuna kanmak
istemiyormu? Efendimizin kalbi bunlarla karşılama özlemini duymuyor mu?
Elbetteki duyuyor. İşte bu kuş da onların izlerini aramaz mı? Allah kendisini
hayatta bıraksın, uzun ömür yaşatsın. Efendimize şunu söylemek düşüyor:
«Böyle bir Özlemin
sadece bir kısmı bile omuzda taşınamaz, tahammül edilemez. Ama benim kalbim
aşk içinde kıvranmaktadır.»
Bu senede Sultan
Selahaddin, Mekke'deki hacılara vurulan ağır vergileri ve harçları kaldırdı.
Daha önce garp tarafından gelen hacılardan çok miktarda vergi ve harç
almıyordu. Bunu ödeyemeyenler hapse atılıyor, çoğu kez Arefe vakfesinde
bulunamıyorlardı. Kaldırdığı bu vergilerin yerine Sultan Selahaddin, Mekke
emirine Mısır'da bazı arazileri ikta olarak verdi. Ayrıca her sene onun için
Mekke'ye 8.000 ölçek buğday gönderilmesini de karara bağladı ki, bunlar onun ve
adamlarının ihtiyaçlarını karşılasın. Mekke'de mücavir olarak yaşayan
kimselere de bununla yardım edilsin. Mücavirler için de Mısır'dan gönderilecek
ürünler tahsis edildi. Allah, Sultan Selahaddin'e rahmet etsin.
Bu senede Emir
Şemseddin b. Mukaddem, Baalbek şehrinde isyan etti. Sultan'a hizmete gelmedi.
Sultan, Humus'ta durmakta olduğu halde Emir Şemseddin oraya gelmedi. Çünkü o,
kardeşi Turanşah'm Sultan Selahaddin'den Baalbek şehrini istediğini, Sultan
Selahaddin'in de burayı ona verdiğini duymuştu. Bu yüzden Emir Şemseddin
Humus'a Sultan Selahaddin'in yanma gelmedi. Nihayet Sultan Selahaddin'in
kendisi Baalbek şehrine geldi. Savaş yapmaksızın orada kuşatma altına aldı.
Sonra da Emir Şemseddin'e elinde bulunan yerlerden daha fazlasını verip
Baalbek şehrini ondan aldı. O da buna razı oldu. Baalbek şehrini Turanşah'a
teslim edip şehirden çıkıp gitti.
İbnü'1-Esir dedi ki:
«Bu senede az yağmur yağdığından şiddetli bir kıtlık meydana geldi. Bu kıtlık
Irak, Şam ve Mısır diyarım etkiledi ve hicretin 575. senesine kadar devam etti.
O senede yağmur yağdı. Fiyatlar ucuzladı. Ancak bundan sonra da şiddetli bir
veba salgını görüldü. Ülkeyi, hummayı andıran sersam hastalığı da etkisi altına
almıştı. Bu hastalık ancak hicretin 576. senesinde önlenebilmişti. Ama bu
yüzden ancak Allah'ın bildiği kadar insan ölmüştü.
Bu senenin ramazan
ayında halifenin hü'atleri Dımaşk'ta bulunan Sultan Selahaddin'e ulaştı.
Lâkaplarına Muiz Emirül-Mü'minin lakabı da eklendi. Kardeşi Turanşah'a da
hil'at verildi. Ve ona da Mustafa Emi-rü'1-Mü'minin lakabı takıldı.
Bu senede Sultan
Selahaddin, Dımaşk taraflarında fesat çıkaran ve o çevreyi yağmalayan
Haçlılarla savaşmak için kendinden önce harekete geçirmek üzere kardeşinin
oğlu Femıhşah b. Şahinşah'ı teçhiz edip hazırladı ve Haçlıları ülkenin orta
kısımlarına çekinceye kadar oyalamasını, kendisi oraya ulaşıncaya dek onlarla
savaşmamasını emretti. Ancak Haçlılar Ferruhşah'ı görür görmez onunla savaşa
tutuştular. Femıhşah da onları kırıp geçirdi. Komutanlarından Nasıra valisi
Hanfri'yi öldürdü. Hanfri büyük Haçlı kontlarından ve şövalyelerindendi.
Savaşmaktan hiç çekinmezdi. Allah, bu savaşta onu helak etti. Sonra Sultan
Selahaddin, yeğeninin peşinden gitti. Kesve'ye vardığında Haçlı ölülerinin
başlarını mızraklar üzerinde gördü. Yeğeninin ganimet ve esirleri de
beraberinde getirmiş olduğunu gördü.
Bu senede
Beytü'l-Ahzan yanında çöldeki yolcular için bir kale yaptılar. Ancak burayı
Müslümanlarla savaşta bir gözetleme yeri haline getirdiler. Ayrıca bu sayede
müslümanların yolunu da keseceklerdi. Haçlıların emiri kendisiyle Sultan
Selahaddin arasındaki antlaşmayı bozdu. Her taraftan İslam ülkesine hücum
ettiler ki,Müs!ümanları oyalasınlar. İslâm ordusu her bir tarafa dağılsın. Hep
bir arada bulunmasın. Sultan Selahaddin, kardeşinin oğlu Ömer'i Hama'da
bıraktı. Yanına İbn Mukaddem ile Seyfeddin Ali b. Ahmed el-Meştub'u da
vermişti. Bunlar o yöreyi koruyacaklardı. Bika'da gözetim altında tutacaklardı.
Humus sınırına da amcasının oğlu Nasirüddin b. Esedüddin Şirkuh'u tayin etti.
Mısır'da naibi olarak bulunan kardeşi Melik Ebu Bekir el-Adil'e de haber
salarak Haçlılarla savaşmada kullanması için kendisine 1.500 süvari
göndermesini istedi. Haçlılara bir mektup yazarak Beytü'l-Ahzan yanında çölde
kalmış kimselerin barınması amacıyla yaptırdıkları, ama başka amaçla
kullandıkları kaleyi yıkmalarım istedi. Onlar da bu kalenin yapımına
sarfettikleri parayı kendilerine vermesi halinde ancak yıkabileceklerini
söylediler. Sultan Selahaddin de onlara 60.000 dinar verdi. Ama kabul
etmediler. Sonra 100.000 dinara çıkardı. Ancak bunu da kabul etmemeleri üzerine
kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer ona: «Bu parayı İslâm ordusuna sarfet ve
askerlerinle gidip o kaleyi yık» dedi. O da kardeşinin oğlunun bu tavsiyesine
uydu. İleride anlatacağımız gibi ertesi sene gidip kaleyi yıktı.
Bu senede halife
Müstedi, İmam Ahmed b. Hanbel'in mezarının üzerine şöyle bir levha yazılıp
konulmasını emretti. Önce Ayet el-Kürsi yazılacak sonra da şu ibare, levha'nın
alt kısmında yer alacaktı: "Bu, sünnetin tacı, ümmetin yüksek himmetli
alimi, âbid, fakih, zahid olan büyük bilgininin mezarıdır.»
Bu levhanın en son
kısmında da vefat tarihi yazılacaktı. Yüce Allah rahmet etsin.
Bu senede Bağdat'ta
Rafizîler için sahabilerle onları seven kimselere sövgu dolu ifadeler içeren
şiirler okuyan bir şair yakalandı. Halifenin emri üzerine onun için Özel bir
meclis kuruldu. Sonra sorguya çekildi. Habis bir Rafizi propagandacısı olduğu
anlaşıldı. Fakihler dilinin ve ellerinin kesilmesi için fetva verdiler. Bu
fetvanın gereği yapıldı. Sonra halk onu linç etmek için ele geçirmek istedi.
Ona tuğla parçalan savurdular. O da kendini Dicle'ye attı. Nehirden çıkarıp
vurdular. Nihayet can verip Öldü. Bir ip alıp ayağına bağladılar. Yüzüstü
sürüyerek şehrin
her tarafını, çarşı ve
pazarı dolaştırdılar. Sonra da onu bir kireç ve tuğla fırınına attılar.
Güvenlik görevlileri onu halkın elinden kurtaramadı. [34]
Hadis dinledi.
Müzâkeresi hoş, kavrayışı iyi bir âlimdi. Bu senede 104 yaşında vefat etti. [35]
Sa'd b. Muhammed b.
Sa'd. Şihabüddin lakabını taşırdı. Künyesi Ebu'l-Fevaris olup Hayse Beyse adıyla
meşhur olmuştur. Meşhur bir şiir divanı vardır. Bu senenin şaban ayının
beşinde salı günü vefat etti. Vefat ederken sekseniki yaşındaydı. Cenaze namazı
Nizamiye medresesinde kılındı. Babü't-Tıbn mezarlığına defnedildi. Çoluk
çocuğu yoktu. Yazışmalar hususunda eşi bulunmaz bir kâtipti. Muğlak olarak yazdığı
mektupları çözmek çok zordu. Beni Temim kabilesinden olduğunu söylerdi. Bu
husus babasına sorulduğunda ben bunu ancak kendisinden duymuşum, dedi.
Şairlerden biri bu iddiası sebebiyle onu hicv etmişti. Şöyle ki:
«Ne kadar irileşsende,
kalensüveni uzatsanda.
Sende Temim
kabilesinden bir tüy dahi yoktur.
Keler ve kurumuş Ebu
Cehil karpuzunu ye.
İstersen erkek deve
kuşunun sidiğini de iç.
Evine misafir
geldiğinde ikram etmeyen kimse, itibarlı değildir.
Irzını müdafaa etmeyen
de muteber değildir.»
Hayse Beyse'nin güzel
şiirlerinden biri de şudur:
«Kişinin bir an dahi
selamette kalması tuhaftır.
Çünkü herşey onun
Ölümü için bir sebeptir.
O kaçar, ama olaylar
onu kovalar.
Olaylar dursalar bile
kendisi olaylara doğru koşar.
Hayatında yere yığılıp
ölmek varken,
O nasıl rahatça
dolaşıp durur?»
Şu şiir de ona aittir:
«Bir an için olsun
felekten gafil kalma.
Çünkü canlı olan
herkesin ölümü kaçınılmazdır.
Uzun süre yaşamak seni
aldatmasın.
Uzun ömrü sen ebediyet
sanıyorsun.
Sondaki şey bize
yaklaşıyor.
Beşik mezara ne kadar
da yakınmış!»
el-İkd adlı eserin
sahibi Endülüslü Ahmed b. Abdirabbihî'nin de söylediği şu şiir yukarıdaki şiire
mana bakımından ne kadar da yakındır:
«Bilesin ki dünya bir
meşeliğin yeşil ağaçları gibidir.
Bir tarafı
yeşerdiğinde diğer tarafı kurur.
Zaman ve emeller,
musibetlerden başka birşey değildirler.
Lezzetler de sadece
afet ve felaketlerdir.
Bunlardan ötürü sakın
gözünden yaş gelmesin.
Bunlar her ne kadar
gidici iseler de sen de gidicisin.»
Ebu Sa'd es-Sem'ânî,
zeylinde Hayse Beyse'den bahsetmiş, onu övmüş, divanından ve risalelerinden
kesitler sunmuştur. Kadı İbn Halli-kan da onun risalelerinden övgüyle bahsedip
şöyle demiştir:
«Kendisinde gurur ve
azamet vardı. Arapça'dan başka bir dil konuşmazdı. Şafiî mezhebine mensup bir
fakihti. Münazara ve hilaf ilmiyle meşgul oldu. Sonra bütün bunları bırakıp
kendini şiire verdi. Arap şiirleri hakkında insanların en bilgilisiydi.
Arapların muhtelif lugatları-nı da çok iyi bilirdi. Kendisine Hayse Beyse
denmesinin sebebi şuydu: İnsanları hareket ve birbirlerine karışmışlık içinde
görünce: «Bunlara ne oluyor Hayse Beyse içindedirler (yani karışılık ve kavga
içindedirler)» dedi. İşte bu sebeple kendisine Hayse Beyse, lakab olarak
takıldı. Kendisinin Arap tabibi Ekseni b. Sayfî sülalesinden geldiğini
söylerdi. Çoluk çocuğu yoktu. Hille'de bir alacağı vardı. Onu tahsil etmeğe
gitti. Bu senede Bağdat'ta vefat etti. [36]
Künyesi Ebu Abdillah
el-Hayyat idi. Reis Ebu Fadıl b. Absun'un azatlısıdır. Hadis dinledi, topladı,
derledi. Seksen yaşına yaklaşmış iken bu senede ayağı merdivenden kayıp yere
düştü ve vefat etti. Muhammed b. Nesim şöyle demiştir: Mevladdin yani İbn
Allâm el-Hakim b. Absun bana şöyle bir şiir okumuştu:
«Hüzünlü okuyucu,
kilisesinde başı örtülü rahibe göre takvaya daha layıktır.
Kainata ve feleklere
bakıp düşünen kimse.
Rahman'a ibadet
hususunda insanların en layıkıdır.
Geniş yer yüzünü yaya
olarak dolaşmak,
Kaygan elleri öpmekten
daha uygundur.
Bu gibi kimseler üç köşeli
dört köşeli beş köşeli zaviyelerdeki cahillere nisbetle Rablerinden daha çok
korkarlar.» [37]
Bu senede Merc Uyun
savaşı yapıldı. Sene başında Sultan Selahaddin askerleriyle birlikte Banyas
yakınındaki Tel-Kadi'de konaklamıştı. Sonra Haçlılar hep birlikte üzerine hücum
ettiler. O da onlara karşı harekete geçince iki taraf karşı karşıya geldi. İki
ordu çarpışmağa başladı. Neticede Cenâb-ı Allah zaferini Müslümanlara ihsan
etti. İslâm ordusunu güçlendirdi. Aziz kıldı. Haçlı alayları dönüp kaçmaya
başladılar. Allah'ın süvarileri de peşlerine düşüp onları kovaladılar.
Haçlıların büyük bir kısmı öldürüldü. Komutanlarından bir topluluk da esir
düştü. Sultan Selahaddin'in emrini dinleyip kendisine itaat edeceklerini bildirdiler.
Esir düşenler arasında Templier ve Hospitalier tarikatlarının reisleri, Remle
kontu, Taberiye kontu, Kastalan kontu, Yafa kontu ve diğer bazı komutan ve
kontlar vardı. Ayrıca bir grup haçlı şövalyesi ve askeri de esir düşmüştü.
Kudüs süvarilerinden bir topluluk da esir düşenler arasındaydı. Bunların
eşrafından 300 kadar kişi de esir düşmüştü. Bunlar, zincirlere vurularak
horlandılar. Tahkir edildiler. Kâtip İmad dedi ki: «Sultan Selahaddin, o gece
şafak aydmlanıncaya kadar onları kontrol altında tuttu. O gün sabah namazını
yatsı abdestiyle kıldı. Yirmi kadar adamıyla o Haçlı gurubunun yanında oturdu.
Cenâb-ı Allah onu düşmanlarından korudu. Sonra Dımaşk kalesinde hapsedilsinler
diye bu Haçlı esirleri Dımaşk'a gönderdi. Remle kontu İbn Barzanî 150.000 Suri
dinarı ödeyerek esaretten kurtuldu. Ayrıca kendi ülkesinde bulunan 1.000
Müslüman esiri serbest bırakacağım da taahhüd etti. Bunun üzerine esaretten
kurtuldu. Haçlı esirlerden bir kısmı da bol miktarda kurtuluş akçesi vererek
esaretten kurtuldular. Kimi de zindanda can verdi. Sultan Selahaddin'in Merc
Uyun zaferini kazandığı günde müslümanlarm donanması denizde Haçlı donanmasını
da mağlup etmiş ve onlardan 1.000 kişiyi esir almış, muzaffer ve güçlenmiş halde
geri dönmüştü. Şairler de bu savaşı sebebiyle Sultan Selahaddin'e birçok
övgüler yağdırmışlardı. Zafer haberi bir mektupla Bağdat'a bildirilince orada
da sevinç davulları çalındı. Müjdeler her tarafa ulaştırıldı. Melik Muzaffer
Takiyyüddin Ömer daha büyük bir işle meşgul olduğu için bu savaşta hazır
bulunamamıştı. Şöyle ki: Rum meliki Firar Sülam, Romen kalesini istediğini bir
mektupla bildirmiş, Melik Nureddin'in o kaleyi kendilerinden gasp ettiğini,
oğlunun da asi olduğunu söylemişti. Ancak Sultan Selahaddin onun bu isteğini
kabul etmeyince Rum meliki, Ranon kalesini kuşatmaları için 20.000 asker
göndermişti. Sultan Selahaddin de Takiyyüddin Ömer'i, aralarında Seyfeddin Ali
b. Ahmed el-Meştub'un da bulunduğu 800 süvari ile Ranon kalesine sevketmişti.
İki taraf karşı karşıya geldiklerinde Müslümanlar Allah'ın izniyle Haçlıları
mağlup etmişlerdi. Böylece Ranon kalesi Sultan Selahaddin'in elinde kalmıştı.
Burası Baalbek şehri karşılığında Ibn Mukaddem'den alman bir kaleydi.
Takiyyüddin Ömer bu savaşla övünüyor ve kendisinin 20.000 (başka bir rivayete
göre 30.000) Haçlı askerini 800 Müslüman askerle hezimete uğrattığını
söylüyordu. Çünkü Haçlıları geceleyin ansızın basmış, onları kırıp geçirmişti.
Yapılan savaş neticesinde Haçlılar baştan sona kırılarak hezimete uğramışlar,
hatta kaçıp gitmişlerdi. Çoğu da öldürülmüştü. Ordugahlarında bıraktıkları
bütün mallar ganimet olarak Müslümanlara kalmıştı. Sultan Selahaddin'in,
Haçlıları Merc Uyun'da bozguna uğrattığı günde Takiyyüddin'in de Ranon kalesi
yanında Haçlıları bozguna uğrattığı söylenir. Doğrusunu Allah bilir. [38]
Burası Sıfd'a yakın
bir kaledir. Sonra Sultan Selahaddin geçen sene Haçlıların yaptırıp içinde bir
kuyu kazdıkları ve orayı kendileri için gözetleme üssü haline getirdikleri sonra
da Daviye'ye (Templier Tarikatına) teslim ettikleri kaleye hücum etmek üzere
yola koyuldu. Gidip kaleyi kuşatma altına aldı. Her taraftan surlarını deldi.
İçeriye ateş bıraktı ve kaleyi temellerine kadar tahrip etti. Oradaki herşeyi
ganimet edindi. Kalede 100.000 parça silah, bol miktarda da yiyecek vardı.
Kaledeki 700 kişiyi esir aldı. Bir kısmını öldürdü, diğerlerini de Dımaşk'a
sevk etti. Sonra kendisi de muzaffer ve güçlenmiş olarak Dımaşk'a döndü. Yalnız
kuşatma süresi içinde veba ve aşırı derecedeki sıcaklıktan Ötürü emirlerinden
on kişi vefat etmişti. Kuşatma ondört gün sürmüştü. Sonra insanlar adetleri
üzere orada bulunan Hz. Yakub'un mezarını ziyaret ettiler. Şairler bu gazası
sebebiyle Sultan Selahaddin'i övdüler:
«Senin gayretin ve
ciddiyetin sayesinde mızrakların uçları düşmanlara yöneldi.
Senin şerefin
karşısında düşmanların gözleri kamaşıyor.
Sen, delici ışıklar
saçan karanlık gecelerdeki bir yıldızsın.
Öyle bir kılıçsın ki,
Allah seni salladığında düşmanları parçalayıp kesersin.
Hısnü'l-Mehad üzerinde
durdun. O kale,
Öyle bir kaledir ki
hiçbir yer ona benzemez, ona denk olamaz
Asker çokluğundan bir
karış toprak dahi göze görünemedi. Her taraf askerlerle doldu.
Öyle askerler ki,
kükreyen arslanlar gibiydiler.
Yüksek boylu atlar,
kat kat zırhlar. Hint yapısı keskin kılıçlar ve delici mızraklarla savaşıldı.
Kılıçlar senin
sancaklarını bir an dahi geri çeviremediler.
Sancaklarının
karşısında düşmanların siyah ciğerleri tiril tiril titredi.
Düşman kiliseleri,
havraları ve manastırları sarsıldı. Ama bu sayede hanif dini ve mushaf
kuvvetlendi. Haçı, Haçın kullarını, onların yerlerini, yurtlarını terk
ettiğinde oralar harap vaziyetteydi.
Yemin ederken yalan
yere yemin eden bir topluluk, Nasıl olur da peygamberlerin yurdunda
yaşayabilir. Ben size öğüt verdim. Dinde öğüt vermek vaciptir. Yakub'un evini
bırakın, İşte Yusuf geldi.»
Bir başka şair de
şöyle demişti:
«Haçlıların helaki
acilen geldi. Haçlarının kırılmasının vakti de gelmiştir. Onların ölümlerinin
vakti gelmiş olmasaydı, Beyt-i Ahzan onarılıp şenlenmezdi.»
Kadı Fadıl'ın bu
kalenin yıkıhşıyle ilgili olarak Bağdat'a gönderdiği mektupta şu bilgilere
rastlamaktayız:
Kalenin duvar
kalınlığı on zira'dan fazlaydı. Her biri yedi zira veya daha fazla veya daha az
uzunlukta büyük taşlar bu kalenin duvarları için temin edilmişti. 20.000'den
fazla taş kullanılmıştı. Bu taşlardan herbiri binaya ancak dört dinar veya daha
fazla para sarfedilerek yerleştirilmişti. İki duvar arasında ses geçirmez kaim
taşlar kullanılmıştı. Bunları Cibali'ş-Şem tepesinden getirmişlerdi. Duvardaki
harç kireçle yoğurulmuştu ki, bu bir taşa sıvandığında onunla yekpare hale
geliyordu. Artık ondan kopması mümkün değildi. Bu duvarları demirle yıkmak
dahi imkânsızdı.
Sultan Selahaddin bu
senede kardeşinin oğlu İzzeddin Ferruh-şah'a Baalbek şehrini ikta' olarak
verdi. Sıfd ve kazalarına baskın yaptı. Oradaki savaşçıların çoğunu öldürdü.
Ferruhşah önde gelen bahadırlardandı.
Bu senede Kadı Fadıl
Dımaşk'tan Hacca gitti. Dönüşünde Mısır'a geldi. Yolda çok zorluklarla
karşılaştı. Hüzünlendi. Yoruldu. Bitkin düştü. Geçen sene de Mısır'dan Hacca
gitmiş, dönüşünde Şam'a gelmişti. Bu seneki yolculuğu geçen senekine nisbetle
daha zor geçmişti.
Bu senede büyük bir
deprem meydana geldi. Bu yüzden birçok kale ve kasaba yıkıldı. Birçok insan
öldü. Dağ başlannda büyük kayalar kopup yuvarlandı. Dağlar ve ülkeler arasında
uzun mesafeler olmasına rağmen tepelerden kopup yuvarlanan bu iri kaya
parçaları çöllerde ve sahralarda çarpıştılar.
Bu senede insanlar
şiddetli bir kıtlığa ve yoksulluğa maruz kaldılar. Bitip tükendiler. Bu yüzden
çok sayıda insan vefat etti. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz
Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz). [39]
Halife Müstedi'nin
hastalığı şevval ayının sonlarında başlamıştı. Karısı bu durumu gizlemek
istedi, ama başaramadı. Bağdat'ta büyük bir fitne meydana geldi. Halk birçok
evleri, malları yağmaladı. Şevval ayının yirmiikisinde cuma günü veliahd
Ebü'l-Abbas Ahmed b. Müstedi adına hutbe okundu. Bu, artık Halife Nasır
Li-Dinillah'tı. O gün görülmeğe değer muazam bir gündü. Adına hutbe okutulması
sebebiyle hatiplerin, müezzinlerin, orada hazır bulunan cemaatın üzerlerine
altınlar saçıldı. Humma hastalığına yakalanan Müstedi Bi-Emrillah'ın hastalığı
ramazan ayında başlamıştı. Hastalığı gittikçe fazlalaştı. Bir ay hasta yattı ve
şevval ayının sonunda otuzdokuz senelik ömrünü noktalayarak vefat etti. Dokuz
sene üç ay onyedi gün süreyle halifelik yapmıştı. Cenazesi yıkandı ve ertesi
gün namazı kılındı. Kendi yaptırdığı da-rünnasra defnedildi. Çünkü oraya
defnedilmesini sağlığında vasiyet etmişti. Geride iki erkek evlat bırakmıştı
ki bunlardan biri veliahd, Uhde-tü'd-Dünya ve'd-Din Ebü'l-Abbas Ahmed Nasır
Li-Dinillah, diğeri ise Ebu Mansur Haşim'di. Ona, reislerden bir grup vezirlik
yapmışlardı. Hayırlı ve seçkin halifelerden olup iyiliği emreden, kötülüğü
yasaklayan, insanların üzerindeki ağır vergi ve harçları kaldıran, bid'atleri
ve avıP şeyleri yok eden, yumuşak huylu, ağır başlı, alicenap ve cömert bir kimseydi.
Vefatından sonra oğlu Nasır'a hilâfet bey'atı yapıldı. [40]
Künyesi Ebu îshak'tı.
Şafiî fakihi idi. İbn Ferra el-Ümevî el-Bağdadî diye meşhur olmuştur. Faziletli
bir zat olup münazaralarda bulunurdu. Fesahat ve belagat sahibi bir şairdi.
Yetmişdört yaşında bu senede vefat etti. Cenaze namazını Nizamiye müderrisi
Ebül-Hasan el-Kazvinî kıldırdı. [41]
İsmail b. Mevhub b.
Muhammed b. Ahmed Hızır Ebu Muhammed el-Cevalikî Hüccetü'l-İslâm. Kendi
zamanında Arap dili ve edebiyatı alanında önde gelen büyük alimlerdendi.
Akranları arasında parmakla gösterilen bir kimseydi. Dindar ve sağlam inanç
sahibiydi. Lügat ve nahvi iyi bilirdi. Konuşması güzel, niyeti halis, yaşantısı
hoş bir insandı. Gençliğinde de ihtiyarlığında da sevilen bir insandı. Hadis
dinledi. Eserleri ve haberleri topladı. Hadis yoluna tabi oldu. Hadisin
gösterdiği hedefi kendine hedef edindi. Yüce Allah rahmet etsin. [42]
Mübarek b. Ali b.
Hasan Ebu Muhammed b. Tabbah el-Bağdadî. Mekke'de yaşadı. Oranın mücaviri oldu.
Orada hadis hanzi oldu. İlimde o kadar yüksek mertebelere ulaştı ki, parmakla
gösterilir hale geldi. Cenaze merasimine çok sayıda insan katıldı. O gün
görülmeğe değer muazzam bir gündü. [43]
Babasının, hicri 575.
senenin şevval ayının sonunda vefat etmesi üzerine emirler, vezirler, devlet
büyükleri, havas ve avam kendisine biat ettiler. Babasının vefatından kısa bir
süre Önce minberler üzerinde kendisinin adına hutbe okundu. Babasının
vefatından bir gün, başka bir rivayete göre bir hafta önce kendisine veliahdlık
beyatı yapıldığı söylenir. Ama Cenâb-ı Allah'ın takdiri gereği babasının
vefatından sonra halifeliği hususunda kendisiyle çekişen bir kimse çıkmamıştı.
Kendisine Nasır lakabı verilmişti. Abbas oğulları arasında ondan önce kendisinden
daha uzun süre halifelik yapan biri çıkmamıştı. Hicretin 623. senesinde vefat
edinceye dek halifelikte kaldı. Zeki, cesaretli ve heybetli bir kimseydi.
Nitekim bu hususlar, vefatından bahsederken anlatılacaktır.
Bu senenin zilkade
ayının yedisinde hazine nazırı Zahirüddin Ebu Bekir b. Attar görevden alındı.
Son derece tahkir edildi. Kendisi ve adamları horlandı. Adamlarından bir kısmı
öldürüldü. Kendisi de şehirde teşhir edildi. Halife Nâsır'ın otoritesi
sağlamlaştı. Ülkede heybeti arttı. Hilafet makamı, bütün işlerde tek yetkili
merci haline geldi. Kurban bayramı günü geldiğinde merasimler adet üzere icra
edildi. Doğrusunu Allah bilir. [44]
Bu senede Sultan
Selahaddin, Haçlılarla ateşkes yaptı. Rum beldelerine gitti. Oradaki emirlerle
Artuk oğulları arasında barış yaptı. Ermeni ülkesine hücum etti. Orada bir
süre ikamet etti. Bazı kalelerini fethetti. Çok miktarda ganimet aldı. Altın
ve gümüş kaplara sahip oldu. Çünkü Ermeni hükümdarı, Türkmenlerden bir
topluluğa hiyanette bulunmuştu. Onu ülkesine geri çevirdi. Sonra kendisine
Ödeyeceği bir miktar mal, serbest bırakacağı bir miktar esir ve Haçlıların
elinden kurtaracağı başka bir grup esir karşılığında onunla barış anlaşması
yaptı. Sonra da muzaffer ve güçlenmiş olarak geri döndü. Cemaziyelahir ayının
sonunda Hama'ya geldi. Bu faaliyetlerinden ötürü şairler kendisini övdüler.
Bu senede Musul valisi
Seyfeddin Gazi b. Mevdud vefat etti. Seyfeddin, yakışıklı, endamı güzel,
yuvarlak sakallı bir gençti. On sene valilik yaptı. Otuz yaşında vefat etti.
İffetli, heybetli, ağır başlı bir kimseydi. Atma bindiğinde, yerde oturduğunda
yetişkinlik çağında olan büyüklerin, kadınlarının yanma girmelerine müsaade
etmezdi. Kan akıtıcı değildi. Biraz cimri olduğu söylenir. Allah affetsin. Bu
senenin safer ayının üçünde vefat etti. Kendisinden sonra tahtını oğlu İzzeddin
Sencer Şah'a bırakmaya niyetlenmişti. Ancak emirler, Sultan Selahaddin'den korktukları
ve oğlunun yaşının da küçük olmasından dolayı onun bu kararını uygun
bulmadılar. Hepsi kardeşinin tahta geçmesi hussunda ittifak ettiler. O da bu
ittifaka uyup tahtını kardeşine bıraktı. Artık kardeşi İzzeddin Mes'ud tahta
geçmişti. İzzeddin Mes'ud, Mücahidüddin Kay-maz'ı memleket vezirliğine tayin
etti. Bundan sonra halifenin elçileri Sultan Selahaddin'in yanına giderek
Suruç, Urfa, Rakka, Harran, Ha-bur ve Nusaybin'in, Seyfeddin'in zamanında
olduğu gibi yine İzzeddin Mes'ud'un elinde kalmasına müsaade etmesini
istediler. Ancak Sultan Selahaddin bunu kabul etmeyip şöyle dedi:
«Sözünü ettiğiniz bu
beldeler müslümanların memleketinin sınırlarıdır. Ben, Haçlılarla yaptığımız
savaşta bize yardımcı olsun diye buraları Seyfeddin'in eline terk etmiştim.
Ancak o bize yardımcı olmadı.» Sultan Selahaddin, Müslümanlara yardımı dokunsun
diye maslahat gereği bu işi terk etmek gerektiğini halifeye bir mektupla
bildirdi. [45]
Bu senede Sultan
Selahaddin'in kardeşi Sultan Melikü'l-Muazzam Şemsü'd-Devle Turanşah b. Eyyub
vefat etti. Bu zat, kardeşi Selahaddin'in emri üzerine Yemeni fethetmişti.
Orada bir süre kalmış, bol miktarda servet edinmiş, orada bir başkasını naib
olarak bırakmış ve özlemini duyduğu kardeşinin yanına Şam'a gelmişti.
Yoldayken şairin birinin kendisi için yazmış olduğu şiiri bir mektupla
kardeşine göndermişti. Bu şiiri yazan şairin adı İbn Müncem'dir. Bunlar Sema
mıntıkasına vardıklarında bu şiiri bir mektupla Sultan Selahaddin'e
göndermişlerdi:
«Kardeşimin, hayır
hayır melikimin -herne kadar bu dünyada gidip gelme vedalaşma uzun sürse de-
huzuruna varılacak olan zât hakkında bilgisi var mıdır.
Bir gün her ne kadar
ölüm büyük bir şeyse de onun huzuruna çıkacağıma inanıp beyat etmişimdir.
Buluşmamıza sadece
yirmi geceden az bir süre kaldı.
Buluşmamız,
gözlerimizi ve kulaklarımızı canlandıracaktır.
Öyle bir sultanın
yanına geliyorum ki, ortaya çıktığında diğer sultanlar kendisine yönelirler
Ona -kendisi Allah'tan
korkar bir kişi olduğu halde- başkaları saygı ve tazim gösterirler
Sana olan özlemlerimin
bir kısmını ancak mektubumda dile getirdim.
Güvercinler ancak bu
özlemlerimin bir kısmım öğrendikleri için özlem türküleri çalarlar.
Sen saltanat avucunu
destekleyen bir bileksin
Bunu dünya üzerine
yapıştırırsın. Bizlerse bu avucun parmaklarıyız.»
Turanşah, hicri 571.
senede kardeşinin yanına gelmişti. Onunla beraber birçok Önemli işleri yapmış,
övgüye layık faaliyetlerde bulunmuştu. Sultan Selahaddin bir süre onu Dımaşk
naibliğine atadı. Sonra Mısır'a gitti. İskenderiye naibliğine atadı. Ancak
Turanşah onun bu isteğine muvafakat etmedi. Çünkü kulunç ağrılarına mübtela
olmuştu. Bu senede vefat etti. İskenderiye'deki hükümet konağına defnedildi.
Sonra kız kardeşi onu Şam'a nakletti. Onu Şam'daki türbesine defnetti.
Berraniye türbesinin kıble tarafina defnedildi. Orta kısımda Sultan
Se-lahaddin'in kızkardeşi Sittüşşam'ın kocası ve amcası oğlu Nasirüddin
Muhammed b. Esedüddin, Hama ve Rahbe valiliği yapmıştı. Türbenin son kısmında
ise Sittüşşam'ın mezan vardır. et-Türbetü'l-Hüsamiye ise onun babası Hüsameddin
Ömer b. Laşin'e mensuptur ki o da medresenin batı tarafında ve bitişiğinde
dir. Sözünü ettiğimiz Turanşah, kerem sahibi, cömert, heybetli, alicenap ve
şecaatli bir kimseydi. İnsanlara bolca bağışlarda bulunur, nafaka verirdi. İbn
Sadan el-Halebî onun hakkında şöyle bir şiir yazmıştı:
«O hükümdardı. Sen
Kisra ve Kayser'i duymuş isen, Bilesin ki Kisra ile Kayser, cömertlik ve
kuvvette onun köleleri durumundadırlar.
Onun gibi hiçbir
hükümdar ve güçlü kişi yoktur.
Gördüklerimize bak,
rivayet ettiklerimizi bırak.
Onun yüksekliğine
sığınıp eman dile.
Çünkü o,seni zamanın
zulüm ve düşmanlığından korur.
Avuçlarındaki
bulutlar, cömertlik yağmurlarını yağdırdıklarında,
Sen başka bulutlardan
bir şey bekleme.
Onun avuçları,
arzularığın herşeyi sana verir. Sağ elinde bereket, sol elinde de bolluk
vardır.»
Sultan Selahaddin,
Humus dışında ordugah kurmuş iken kardeşi Turanşah'ın ölüm haberini duydu. Çok
şiddetli bir üzüntüye kapıldı. Hamaset şiirleri ve ağıtlar okudu ki, bunlar
kitaplarda mahfuzdurlar.
Bu senenin receb
ayında halife Nâsır'ın elçileri Sultan Selahad-din'e hü'atler ve hediyeler
getirdiler. O da Dımaşk'ta bu hü'atleri giydi. Bu amaçla şehir süslendi. Bugün,
cidden görülmeğe değer muazzam bir gündü.
Yine bu senenin receb
ayında Sultan Selahaddin ülkenin durumunu kontrol etmek ve orada ramazan
orucunu tutmak amacıyla Mısır'a gitti. Bu senede Hac etmek niyetindeydi. Şam'da
kardeşinin oğlu İzzed-din Ferruhşah'ı naib olarak bıraktı. İzzeddin, eşi
bulunmaz, faziletli bir zattı. Kadı Fadıl, Melikü'1-Adil Ebu Bekir adına
Yemenlilere, Baki halkına ve Mekkelilere bir mektup yazarak Sultan
Selahaddin'in hacca gelmeğe karar verdiğini, beraberinde de Bağdat
şeyhü'şşuyühu Sadreddin Ebü'l-Kasım Abdurrahman'ın da bulunduğunu bildirdi.
Şeyhü'ş-Şu-yuh, halife tarafından elçi olarak Sultan Selahaddin'in yanma
gelmiş, ona hil'atler getirmişti. Mısır diyarında onun hizmetinde bulunacak,
beraberinde Hicaz'a gidecekti. Nihayet Sultan Selahaddin Dımaşk'tan ayrılıp
Mısır'a vardığında ordu onu karşıladı. Şeyhü'ş-Şuyuh'a gelince o Mısır'da az
bir süre kaldıktan sonra deniz yoluyla Hicaz'a gitti. Ramazan ayı başında
Mescid-i Haram'a ulaştı ve orada oruç tutmaya başladı.
Bu senede Karakuş et-Takavî
Mağrib'e gitti. Orada Fars şehrini kuşattı. Birçok kaleleri de kuşatma altına
aldı. Bir çoklarını istila etti. Kalelerden birinde siyahı bir çocuğu yakalayıp
esir almış onu öldürmek istemişti. Kaledekiler «Onu öldürme, diyet olarak sana
10.000 dinar verelim» demişler, ancak Karakuş bu öneriyi kabul etmeyince
kaledekiler onun diyetini 100.000 dinara çıkarmışlardı. Ama bu öneriyi de kabul
etmedi. Mutlaka çocuğu öldüreceğini söyledi ve öldürdü. Öldürünce de kale
emin olan yaşlı bir adam aşağıya indi. Yanında kalenin anahtarları vardı.
Karakuş'a; «Şu anahtarları al. Ben yaşlı bir adamım. Anahtarları şimdiye kadar
öldürmüş olduğun bu çocuğun akrabalarına karşı muhafaza ediyorum. Benim bir
kardeşim oğlu vardır. Korkarım ki benden sonra onu tahta geçirirler» dedi.
Karakuş da onu tahtında bıraktı ve ondan bol miktarda mal ve para aldı. [46]
Ahmed b. Muhammed b.
İbrahim Sülfe el-Hafizü'1-Kebir Muammer Ebu Tahir es-Sülefî. İsfahanlı idi.
Dedesi İbrahim yarık dudaklı olduğundan ötürü kendisine Sülefî denilmiştir.
Bir dudağı yarık olduğundan ötürü sanki üç dudağı varmış gibiydi. Bu yüzden
Acemler ona Sülfe adını vermişlerdi. Dedesine Sülfe adı verildiğinden kendisi
de dedesine olan nisbeti Sülefî nisbetini almıştı.
İbn Hallikan dedi ki:
Hafız Ebu Tahir'e Sadreddin lakabı takılmıştı. Şafiî mezhebine mensuptu.
Bağdat'a geldi. Orada Keyya el-He-rasî'den ders aldı. Lügat ilmini Hatip Ebu
ZekeriyaYahya b. Ali et-Tebrizî'den öğrendi. Çok miktarda hadis dinledi. Hadis
toplamak amacıyla çeşitli beldelere seyahatlerde bulundu. Hicretin 511.
senesinde İskenderiye'ye gelip yerleşti. Halife Zafir'in veziri Ali b. Salar
onun için bir medrese yaptırdı.Ve o medresenin idaresini kendisine verdi.
Burası, zamanımıza kadar bilinen bir medresedir. İbn Hallikan dedi ki:
«Kitaplarına, tasniflerine ve taliklerine gelince, bunların sayısı cidden
çoktur. Mısırlıların anlattıklarına göre hicretin 472. senesinde doğmuştur. Hafız
Abdülgani'den nakledildiğine göre kendisi bizzat şöyle demiştir: «Hicretin 485.
senesinde Bağdat'ta Nizamülmülk'ün öldürülmesini hatırlıyorum. O zaman ben
yaklaşık on yaşında bir çocuktum.»
Ebü'l-Kasım
es-Sefravîden rivayet olunduğuna göre Hafız Ebu Tahir şöyle demiştir: «Kesin
olarak değil de tahminen doğum tarihim, hicretin 478. senesidir.»
Böyle olunca da onun
ömrü doksansekiz senevi bulmaktadır. Çünkü o İskenderiye liman şehrinde
hicretin 576. senesinin rebiyülahir ayının beşinde cuma gecesi vefat etmiştir.
Doğrusunu Allah bilir. Vefat edince de Sale'ye defnedildi. O mezarlıkta
salihlerden bir cemaat med-
fun bulunmaktadır.
İbn Hallikan,
Sefravî'nin sözünü doğruya yakın bulmakta ve şöyle demektedir: «Hicretin 300.
yılından bu yana Kadı Ebu Tayyib et-Taberî'den başkasının 100 yaşını geçtiğini
duymuş değiliz.»
İbn Asâkir'de
tarihinde -her ne kadar kendisinden beş sene önce vefat etmişse de- Hafiz Ebu
Tahir es-Sülefî'nin biyografisini güzelce anlatmakta ve onun hadis toplamak
amacıyla çeşitli beldelere, ülkelere seyahatlerde bulunduğunu, önceleri
kendini tasavvufa verdiğim, sonra İskenderiye Liman şehrinde ikamete
başladığını, orada varlıklı bir kadınla evlenip durumunun iyileştiğini,
vefatından sonra da o karısının kendisi için orada bir medrese yaptırdığım
söylemiş ve şiirlerinden bir kısmim nakletmiştir:
«Bir an dahi olsa
nasıl olur da ölümün kasdmdan emin olursun. Yiğidin ölümden emin olması
cahilliktir, zaman bunu haber vermiştir.
Zaman kendi
dolaşımında en alt tabakadaki insanı da en üst tabakadaki insanı da bir tutar.
Kimseye iltimas etmez.
Yoksa peygamber ve
sahabileri ile zevceleri nasıl oldu da kökten ölüp gittiler. Fatımatü'z-Zehra
da öldü.»
Şu şiir de Hafız Ebu
Tahir'e aittir:
«Ey kendi dini için
hadis ilmine yönelen kişi,
Sakın olaki hidayet yolundan
düşünceni saptırmayasın.
Bildiğin gibi alimler
çoktur.
En kıymetlisi de
hadisi anlamak ve öğrenmektir.
Bir kimsede şiddetli
bir uyanıklık olduğu halde hadisi talep ederse,
Onun yükseklerde payı
olur.
Şayet hadis ve
hadisçiler olmasaydı,
Peygamberin dini
kıvamım bulmazdı.
Hükmü de bizden
uzaklaşırdı.
Alimin bizim sözümüzde
şüphesi varsa,
Bilsin ki yeryüzündeki
bütün ilim onun ilmi ve anlayışı değildir.» [47]
Bu sene başında Sultan
Selahaddın, Kahire'de ikamet etmekte olup hadis dinlemeye devam ediyordu. Şam
naibi İzzeddin Ferruh-şah tan gelen bir mektupta Cenâb-j Allah'ın, geçen sene
uğramış olduk-arı yokluğa ve vebaya telafi edici bir nimet olarak kadmlarıikiz
doğurttuğunu geçen sene maruz kaldığı kıtlığa karşı da telafi edici bir nimet
olarak Şam in, Allah in izniyle bolluğa kavuştuğunu bildiriyordu
Bu senenin şevval
ayında Sultan Selahaddin, emretmiş olduğu gibi surların mustahkemlesürılmesi,
burçlarının onarılması, köşklerinin tamir edilmesi işlerini kontrol etmek
amacıyla İskenderiye'ye gitti. Orada imam.Malikin el-Muvatta adlı hadis kitabım
Şeyh Ebu Tahir b. Avf tan dmledı. Berabermd*.Katip Imad da bu kitabı dinledi.
Kadı Fadıl da Sultan Selahaddın e bu hadisleri dinlemesi sebebiyle tebrik edici
bir mektup gönderdi. [48]
Melik Salih İsmail bu
senenin receb ayının yirmibeşinde Haleb kalesinde vefat etti. Oraya
defnedildi. Anlatıldığına göre vefat sebebi; Emir Alemüddin Süleyman b.
Hayderin ona üzüm salkımına sürdüğü bir zehiri yutturması olmuştur. Bu hadise
av partisinde cereyan etmiştir. Başka bir rivayette anlatıldığına göre ise onu
zehirleyen kişi Yakut el-Esedî'dir. Yakut bir şaraba zehir katarak ona içirmiş,
bundan sonra kulunç ağrıları azmış ve sancıları devam etmiş, nihayet vefat
etmişti. Güzel suretli, alımlı bir görünüme sahip bir gençti. Henüz yirmi yaşma
varmamıştı. Hükümdarların en iffetlisi ve babasına en çok benzeyeni idi. Hiç
zulmetmezdi. Hastalığı esnasında tabipler ona içki içmesini tavsiye
etmişlerdi. O da tedavi amacıyla içip içemiyeceğini fakihlere sormuş, fakihler
de içebileceğine dair fetva vermişlerdi. O da «İçki içmek ecelimi artırır mı
yoksa içmemek ecelimi eksiltir mi?» diye sorunca fakihler «Hayır ne artırır,
ne de eksiltir» diye cevap vermişlerdi. Bunun üzerine o «Allah'a yemin ederim
ki asla içki içmeyeceğim. Allah'ın bana haram kıldığı şeyi içmiş olarak mı
huzuruna varacağım?» dedi. Yaşamaktan ümidini kesince emirleri huzuruna çağırdı.
Vefatından sonra amcasının oğlu ve Musul valisi İzzeddin Mes'ud'u, ülkeyi
Sultan Sela-haddin'e karşı koruyabilmesi için tahta geçirmelerini istedi ve bu
hususta onlardan yemin aldı. Çünkü mevcud emirler arasında amcasının oğlu
İzzeddin güçlü ve muktedir bir kimseydi. Kendisinden sonra diğer amcası oğlu ve
eniştesi aynı zamanda Sincar valisi İmadüddin Zengi'yi tahta geçirmelerinden
korkuyordu. İmadüddin Zengi babası tarafından terbiye edilip eğitilmişti. Ancak
İmadüddin'in elinde bulunan toprakları Sultan Selahaddin'e karşı koruma imkanı
ve gücü yoktu. Melik Salih İsmail vefat edince Halepliler Musul valisi İzzeddin
Mes'ud b. Kutbed-din'i davet ettiler. O da bu davete icabet edip Haleb'e geldi.
Büyük bir alayişle şehre girdi. O gün görülmeye değer muazzam bir gündü. Günlerden
de şaban ayının yirmisi idi. Gelip Haleb şehrinin hazinelerini ve mallarını,
oradaki silahları teslim aldı. Amcası Takiyyüddin, Menbic şehrinde bulunuyordu.
Hama'ya kaçtı. Hamahlann da Musul valisi İz-zeddin'den yana olduklarını gördü.
Halepliler Mes'ud'u Sultan Sela-haddin'in bulunmadığı bir esnada Dımaşk'ı
almağa teşvik ettiler. Şamlıların Atabeg Nureddin ailesine sevgi
beslediklerini bildirdiler. İzzediri Mesud onlara «Bizimle Sultan Selahaddin
arasında yemin ve ahidler vardır. Ona ihanet edemem» dedi ve Haleb'te aylarca
ikamet etti. Malik Salih İsmail'in annesiyle bu senenin şevval ayında evlendi.
Sonra Rak-ka'ya gitti. Orada konakladı. Kardeşi îmadüddin Zenginin elçileri
yanına geldiler ve kendisinden Haleb ile Sincar'ı değiştirmesini istediler.
Kardeşi İmadüddin bu hususta ısrar ediyordu. İzzeddin Mes'ud Önce bunu kabul
etmedi. Sonra kerhen kabul etti. Haleb'i ona teslim etti. Gidip Sincar, Habur,
Rakka, Nusaybin, Suruç ve diğer beldeleri Haleb karşılığında teslim aldı.
Sultan Selahaddin,
olup bitenleri duyunca askerleriyle birlikte Mısır'dan yola koyuldu. Fırat'a
geldi. Nehri geçti. Musul valisinin bazı emirleri onunla karşılaştılar. Sonra
Musul valisi onunla karşılaşmaktan çekinip geri döndü. Sultan Selahaddin ise
Cezire beldelerinin tamamını istila etti. Musul'u muhasara etmeye yöneldi,
ancak bunu başaramadı. Sonra Haleb'e geldi. Orayı İmadüddin Zengi'nin elinden
aldı. Çünkü İmadüddin zayıftı. Ona karşı koyamıyordu. Ayrıca İzzeddin orada az
miktarda silah bırakmıştı. Bu olay bir sene sonra yani hicretin 578. senesinde
cereyan etmiştir.
Bu senede Kerek valisi
Prens, Hicaz'a bağlı Teyma mıntıkasına hücuma niyetlendi ki, oradan da
Medine-i Münevvere'ye ulaşabilsin. Sultan Selahaddin onu Hicaz'dan men etmek
için Dımaşk'dan bir müfrezeyi yola çıkardı ve bu müfreze prensi geri çevirdi.
Amacına ulaşmasına engel oldu.
Bu senede Sultan
Selahaddin, kardeşi Seyfü'l-İslam Zahireddin Tuğtekin b. Eyyub'u Yemen
naibliğine atadı ve oraya gönderdi. Çünkü Yemen'deki naibler kendi aralarında
anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Halk tedirgin olmuştu. Bu olaylar sultanın kardeşi
Muazzam'm vefatından sonra cereyan etmeğe başlamıştı. Nihayet Tuğtekin yola
koyuldu. Hicretin 578. senesinde Yemen'e ulaştı. Orada güzel bir yönetim
sürdü. Ze-bid valisi Hattan b. Munkiz'in mallarına el koydu. Bu mallar yaklaşık
1.000.000 dinar veya daha fazla idi. Aden valisi Fahreddin Osman
ez-Zencebilî'ye gelince o, Tuğtekin'in gelişinden önce Yemen'den ayrılmış,
gidip Şam'a yerleşmişti. Yemen ve Mekke'de onun meşhur vakıfları vardır.
Medresetü'z-Zencebilî'ye ona nisbet edilir ki bu medrese Turna kapısı dışında
olup Dârü'l-Met'am'ın karşısmdadır. Fahreddin Osman Yemen'den çok miktarda mal
getirmişti.
Bu senede Haçlılar
anlaşmayı bozdular. İhanet ettiler. Karada ve denizde gizli aşikâr her zaman
müslümanların yollarını kestiler. Cenâb-ı Allah da içinde 2.500 kadar Haçlı
şövalyesi bulunan bir gemiyi müslümanlara nasib etti. Dalgalar bu gemiyi Sultan
Selahaddin'in Mısır'dan çıkmasından önce Dimyat kıyılarına sürüklemişti. Gemiye
el konuldu, içindekilerin bazıları boğuldu. Geride kalan 1.500 şövalye esir
alındı.
Bu senede Karakuş,
İfrikiye ülkesine gitti. Orada birçok beldeyi fethetti. Mağrib valisi Asker b.
Abdülmü'min'le savaştı. Orada durumu kuvvetlendi. Karakuş, Sultan Selahaddin'in
kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer'in kölesi idi. Sonra Mısır'a döndü. Sultan
Selahaddin, Kahire ve Mısır'ı kuşatan surları tamamlamasını ona emretti. Bu
hadise onun Mısır'dan bu senede çıkışından önce olmuştu ve bu da Sultan
Selahad-din'in Mısır'daki son ikameti idi. Cenâb-ı Allah, amaçlarına kavuşturduktan,
Kudüs'ü ve çevresini fethettikten sonra onu vefat ettirdi. Mısır'dan
ayrılacağı zaman şehir dışında ordugahını kurmuştu. Çocukları çevresinde
oturuyorlardı. Onları koklamaya, öpmeye, bağrına basmaya başladı. Şair'in biri
bu konuda şöyle bir şiir okudu:
«Necit'te biten güzel
kokulu anar bitkisini koklayıp neşelen. Yatsıdan sonra artık arar bitkisini
bulamazsın.»
Durum gerçekten de
şairin dediği gibi çıktı. Sultan Selahaddin bu seneden sonra Mısır'a dönmedi.
Aksine Şam'da ikamet etti.
Bu senede Sultan
Selahaddin'in iki çocuğu dünyaya geldi. Bunlardan biri Muazzam Turanşah,
diğeri de Melik Muhsin Ahmed idi. İkisinin doğumu arasında yedi gün vardı. Bu
sebeple ülke süslenip zinetlen-di. Sevinç ve eğlenceler dört gün sürdü, [49]
Şeyh Kemaleddin
Ebü'1-Berekât Abdurrahman b. Muhammed b. Ebi's-Seadat Ubeydullah b. Muhammed b.
Ubeydullah. Enbarlıdır. Na-hivcidir. Fakih, âbid ve zahid bir kimseydi.
Kanaatkar bir hayat sürerdi. Yoksulluk içindeydi. Hiç kimseden, halifeden bile
herhangi bir şey kabul etmezdi. Hilafet sarayında sofilerin nöbetinde hazır
bulunurdu. Halifenin armağanlarını, hatta bir kuruşunu dahi kabul etmezdi.
İlimle iştigal ederdi. Vaktini hep ilimle geçirirdi. Faydalı tasnif eserleri
vardır. Bu senenin şaban ayında vefat etti.
İbn Hallikan dedi ki:
«Onun Esrarü'l-Arabiye adlı kitabı vardır ki cidden faydalıdır. Ayrıca
Tabakatü'n-Nühat adlı eseri de çok faydalıdır. Nahve dair Kitabu'l-Mizan adh
eseri de böyledir. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi
bilir.» [50]
Bu senenin muharrem
ayının beşinde sultan Selahaddin, Haçlılarla savaşmak ve halka ihsanda
bulunmak amacıyla Mısır'dan ayrılıp Dı-maşk yoluna koyuldu. Bu, onun Mısır'ı
son görmesiydi. Yolda Haçlıların bazı beldelerine baskın yaptı. Kardeşi
Tacülmüluk Böri b. Eyyub'u sağ cenah komutanlığına tayin etti. İkisi yedi gün
sonra Ezrak'ta karşı karşıya geldiler. İzzeddin Ferruhşah da Taberiye
beldelerine baskın yaptı. Birçok sağlam kaleyi fethetti. Haçlılardan bir
kısmını esir aldı, 20.000 baş davarı ganimet edindi. Sultan Selahaddin de bu
senenin safer ayının yedisinde Dımaşk'a girdi. Sonra rebiyülevvel ayının ilk
on gününde oradan ayrıldı. Teberiye ve Beysan taraflarında Hısnıkevkeb'in alt
taraflarında Haçlılarla savaştı. İki taraftan da asker öldürüldü, ama neticede
müslümanlar Haçlılara karşı muzaffer oldular. Onları mağlup ettiler. Sultan
Selahaddin de muzaffer ve güçlenmiş olarak geri döndü. Sonra Haleb'i ve şark
beldelerini ele geçirmek amacıyla yeni bir sefere başladı. Çünkü Musullularla
Halepliler, Müslümanlarla savaşmak için Haçlılarla kendi aralarında
mektuplaşmışlardı. Bu yüzden Haçlılar Sultan Selahaddin'i bu işten men etmek
için ülkenin bazı taraflarına baskınlar düzenlediler. Sultan Selahaddin de
gelip Haleb şehrini üç gün süreyle kuşatma altında tuttu, ama daha sonra burayı
bırakıp başka yerlere gitmeyi daha uygun buldu. Yoluna devam etti. Nihayet
Fırat'a vardı. Cezire beldelerini, Urfa, Rakka ve Nusaybin'i istila etti. Hükümdarlar
kendisine teslim olup boyun eğdiler. Sonra Haleb'e döndü ve şehri, valisi
İmadüddin Zengi'nin elinden aldı. Böylece doğuda ve batıda bütün hükümdarlar
kendisine teslim olup boyun eğdiler. Artık Haçlılarla savaşta muzaffer olmuştu. [51]
Kerek Prensi karada
Müslümanlara eziyet etmekten aciz kalınca Kalzum denizinde gemiler yaptırarak
hacca giden Müslümanların ve tüccarların yolunu kesmek istedi. Yaptırdığı
gemilerle müslümanlara, tâ Ayzap mıntıkasına kadar zarar ve eziyet vermeye
başladı. Medine-i Münevvere ahalisi de onların şerrinden korkmaya başladılar.
Bunun üzerine Melikü'1-Adil Ebu Bekir, donanma komutam Emir Hüsamed-din Lü'lü'e
emir vererek prensin adamlarıyla savaşması için Kalzum denizinde gemiler
yaptırmasını ve bir donanma oluşturmasını emretti. Komutan bu emri yerine
getirdi ve prensin adamlarını her yerde hezimete uğrattı. Kimini öldürdü.
Kimini yaktı, kimini denizde boğdu, kimini de esir aldı. Birçok yerde hezimete
uğadılar. Korkulu haller yaşadılar. Artık karada ve denizde müslümanlar
Allah'ın izniyle güvene kavuştular. Sultan Selahaddin de kardeşi Melikü'1-Adil
Ebu Bekir'e bu mesaisinden dolayı teşekkür ettiğini bildiren bir mektup yazıp
gönderdi. Ayrıca halifenin divanına da durumu bildiren bir mektup gönderdi. [52]
Mansur İzzeddin
Ferruhşah Şahinşah b. Eyyub. Baalbek valisi ve amcası Sultan Selahaddin adına
Dimaşk naibi idi. Kendisinden sonra Baalbek valiliği yapan Emced Behramşah'ın
babasıdır. Dımaşk'ta şehrin kuzey doğusundaki Ferruhşahiye medresesi kendisine
nisbet edilir. Bu medresenin bitişiğinde oğlu adına yaptırılan Emcediye türbesi
vardır ki bu türbe ile medrese, Hanefîlerle Şafiîlere vakfedilmiştir.
Ferruh-şah; şecaatli, şehametli, akıllı, zeki, alicenap, övgüye layık bir kimse
idi. Fazilet ve cömertliğinden ötürü şairler kendisini övmüşlerdir. Şeyh
Ta-ceddin Ebü'1-Yumn el-Kindî'nin Önde gelen müridlerindendir. Mansur İzzeddin
Ferruhşah, Şeyh Taceddin'i Kadı Fadıl'ın meclisinde tanımış ve ona intisap
etmişti. Şeyh Taceddin'e iyilik ve ihsanda bulunurdu. O ve Kâtip İmad Şeyh
Taceddin'i çok övmüşlerdir. Onun hakkında methiyeleri vardır. Mansur İzzeddin
Ferruhşah'ın oğlu Emced de üstün bir şairdi. Babasının amcası Sultan
Selahaddin, babasının vefatından sonra onu Baalbek valiliğine atadı. Orada
uzun bur süre valilik yaptı. Mansur İzzeddinşah'm güzel yanlarından biri, onun
Taceddin el-Kindî'ye mürid olmasıdır. Onun hakkında yüksek manalar içeren şöyle
bir şiiri vardır:
«Ben hastalığın
esareti altındayım. O ise bu makamdadır.
Bir geyik ki
gözleriyle gönlüme ok fırlatıyor.
Bana her su verişinde
gerçekten,
Ben susuzluktan
yanıyorum.
Ben onun elinden saf
bal içtim.
Öyle bir bal ki
içkiden daha lezzetlidir.»
Mansur İzzeddin,
birgün hamama gitti. Orada önceleri kendisini zengin olarak tanıdığı bir adam
gördü. Ancak adam yoksul düşmüş perişan hale gelmişti. Öyle ki avret yerleri
görülmesin diye elbisesinin bir kısmı ile örtünüyordu. Mansur İzzeddin ona
acıdı ve kölesine, o adama bir bohça elbise ve üzerinde oturacağı bir sergi
götürmesini emretti. Sonra da adamı huzuruna çağırdı. Ve ona 1.000 dinar, bir
katır ve her ay kendisine 20.000 dinar aylık bağlandığına dair resmî bir yazı
verdi. Adam hamama yoksul gelmiş ama zengin olarak çıkıp gitmişti. Allah
böylesi cömert insanlara rahmet etsin. [53]
Şeyh Ebü'l-Abbas Ahmed
b. Ebi'l-Hasan Ali b. Ebi'l-Abbas Ahmed Ibn Rufaî adıyla meşhur olmuştur.
Betaihli Ahmediyyetü'r-Rüfaiye taifesinin şeyhidir. Annesi Ümmü Ubeyde,
Bataih'e bağh bir köyde yaşadığından kendilerine Bataihiye denilmiştir.
Bataih, Basra ile Vasıt şehirleri arasında bir kasabanın adıdır. Şeyh Ahmed
er-Rufaî'nin aslı Araptır. Ama sonraları gelip bu beldelerde ikamet etmiştir.
Etrafında çok sayıda mürit toplandı. Anlatıldığına göre kendisi Şafiî
mezhebinin fıkhını anlatan et-Tenbih adlı kitabı ezberlemiştir.
İbn Hallikan dedi ki:
«Müridlerin diri diri yılan yemek, alevlenen tandırlara girmek gibi acaip
halleri vardı. Tandırların ve fırınların içinde ateş yandığı halde oynarlardı.
Anlatıldığına göre onlar kendi memleketlerinde yılan ve akrepleri de ellerinde
tutabilirlermiş.» İbn Halli-kan'm anlattığına göre Şeyh Ahmed er-Rufaî'nin
çoluk çocuğu yokmuş. Nesli, kardeşi yoluyla devam etmiştir. Onun nesli bu
beldelerde şeyhliği babadan oğula alarak birbirlerine intikal ettirmektedirler.
Rivayete göre Şeyh Ahmed er-Rufaî'nin şiirlerinden biri şudur:
«Gece karardığında
kalbim vecde gelir, sizi anar.
Ben boynuna zincir
vurulan güvercin gibi inlerim.
Üzerimde keder ve
üzüntü yağdıran bir bulut vardır.
Altında da üzüntüleri
etrafa saçan denizler vardır.
Ümmü Amr'a sorun, onun
esiri nasıl geceledi.
Kendisi bağh olduğu
halde onun hatırına esirler serbest bırakılır.
O öldürülmüş değildir.
Öldürülmekte istirahat vardır.
Kendisine lütufta da
bulunulmuş değildir ki serbest bırakılsın.»
Şu şiir de Şeyh Ahmed
er-Rufaî'ye aittir:
«Onu anasından ve
babasından kıskanırım Ona bakandan ve ona yaklaşandan da onu kıskanırım Benim
gibi baktığı zaman avucunda tuttuğu aynadan onu kıskanırım.»
Şeyh Ahmed er-Rufaî
(Ebül-Abbas) bu senenin cemaziyelevvel ayının yirmiikisinde perşembe günü
vefat edinceye dek bu halini devam ettirdi. [54]
Künyesi
Ebü'l-Kasım'dır Kurtubalıdır. Hafız, muhaddis ve tarihçidir. Çeşitli eserleri
vardır. Sile adlı kitabı vardır ki, onu Ebü'l-Velid b. Farazî'nin tarihine
zeyil olarak yazmıştır. Kitabü'l-Müstağisin Billah adlı eseri de vardır. Hatib
Bağdadî'nin metoduna göre mübhem isimleri belirlemeye dair bir ciltlik kitabı
da vardır. İmam Malik'in el-Muvatta adlı eserini rivayet edenlerin adlarım
alfabetik sıraya göre yazmıştır ki, bunların sayısı yetmişüçü bulur. Halef, bu
senenin ramazan ayında sek-sendört yaşında vefat etti. [55]
Asıl adı Mes'ud b.
Muhammed b. Mes'ud'dur. Nisaburludur. İmam Gazzalî'nin arkadaşı Muhammed b.
Yahya'dan fıkıh dersleri aldı. Dımaşk'a geldi. Gazaliye ve Mücahidiye
medreselerinde ders verdi. Haleb'e de gelip Nureddin'in ve Esedüddin'in
medreselerinde ders verdi. Sonra Hemedan'a gitti. Oradan da Dımaşk'a döndü.
Yine Gazaliye medresesinde ders vermeye başladı. Mezhebinin reisliği kendisine
verildi. Bu senenin ramazan ayının birinci gününde vefat etti. Vefat ederken
doksanüç yaşındaydı. Fahr İbn Asâkir ve diğerleri kendisinden ders aldılar.
Hafız İbn Asâkir onun cenaze namazını kıldırdı. Doğrusunu noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. [56]
Bu senenin muharrem
ayının ondördünde Sultan Selahaddin, uzun bir kuşatmadan sonra sulh yoluyla
Amid şehrini vali İbn Bey-san'm elinden teslim aldı. İbn Beysan orada
toplayabildiği malları ve eşyaları üç gün boyunca taşıdıktan sonra şehri
teslim etmişti. Sultan Selahaddin, teslim aldıktan sonra şehirde çok miktarda
mal, eşya, emtia ve savaş aletleri görmüştü. Hatta bir burcun ok başlıklarıyla
dolu olduğunu görmüştü. Başka bir burçta 100.000 mum ve anlatımı burada uzun
sürecek eşyalar görmüştü. Şehirde 1.040.000 kitap içeren bir kütüphane
görmüştü ki, bunların tamamını Kadı Fadıl'a hibe etmişti. O da bu kitaplardan
yetmiş merkep yükünü seçip almıştı. Sonra Sultan Selahaddin, içindeki
eşyalarla birlikle Amid şehrim Nureddin Muhammed b. Kara Arslan'a hibe etti.
Çünkü hibe edeceğini önceden kendisine vaad etmişti. Denildi ki: «Bu eşyalar
hibeye dahil değildir.» O zaman Sultan Selahaddin «Hayır, ben cimrilik yapmam.
Şehri içindeki eşyalarla birlikte Nureddin Muhammed'e hibe ettim» demişti.
Hazinesinde 3.000 dinar vardı. Bu yaptığından ötürü şairler kendisini övdüler.
Övgülerin en güzeli şuydu:
«Hükümdarlara de ki,
ülkelerinizin başından uzaklasın. Çünkü dünyayı veren de alan da gelmiştir
artık.»
Sonra Sultan
Selahaddin muharrem ayının geri kalan günleri içinde Haleb'e gitti. Orayı
kuşattı. Haleplilerle şiddetlice savaştı. O esnada kardeşi Tacülmülûk Böri b.
Eyyub ağır yaralandı. Birkaç gün sonra da vefat etti. Tacülmülûk Böri, Eyyub'un
en küçük oğluydu. Yirmi yaşma varmamıştı. Başka bir rivayete göre ise yirmiiki
yaşındaydı. Zeki ve kavrayışlı bir kimseydi. Güzel bir şiir divanı vardır.
Kardeşi Sultan Selahaddin vefatına çok üzüldü. Onu Haleb'e defnetti. Sonra
naaşım Dımaşk'a nakletti.
Daha sonra Sultan
Selahaddin ile Haleb valisi İmadüddin Zengi b. Aksungur arasında bir anlaşma
yapıldı. Sultan Selahaddin ona Sincar'ı geri verecek, buna karşı Haleb'i ondan
alacaktı. Bu anlaşma gereğince İmadüddin kaleden çıktı. Sultan Selahaddin'e
hizmete amade olduğunu bildirdi. Kardeşinin vefatı için başsağlığı diledi.
Otağında konuk oldu. Sonra eşyalarını ve ağırlıklarını Sincar'a taşıdı. Sultan
Selahaddin, Sincar a ek olarak Habur, Rakka, Nusaybin ve Suruç şehirlerini de
İma-düddin'e verdi. Yalnız Haçlılarla savaşabilmesi için kendisine asker
göndermesini şart koştu. Bundan sonra İmadüddin yola koyuldu. Sultan
Selahaddin onu uğurladı. Sonra otağında beklemeğe başladı. Haleb'i, pek
ilgilenrneksizin günlerce seyretti. Sonra safer ayının yirmiye-disinde
pazartesi günü Haleb kalesine çıktı. Emir Tahman ona büyük bir ziyafet verdi,
Sultan Selahaddin kale kapısından içeriye girerken «De ki: Mülkün sahibi olan
Allahım! Mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden çekip alırsın...» (Âh imran,
26) mealindeki âyet-i kerimeyi okudu. Kale emirinin odasına girerken de şu
ayeti okudu:
«Yerlerini, yurtlarım,
mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak
verdi.» (ei-Ahzâb, 27).
Makam-ı İbrahim'e
girince de orada iki rek'at namaz kıldı. Secdelerini uzattı. Yüce Allah'a
tazarru ve niyazda bulundu. Sonra sofralar kuruldu. Müjde ve sevinç davulları
çalındı. Emirlere hil'at giydirildi. Reislere, yoksullara ihsanda bulunuldu.
Savaş artık sona ermişti. Şairler, Sultan Selahaddin'e güzel övgüler
yağdırdılar. Kale artık ona hoş görünmeğe başlamıştı. Sonra şöyle dedi:
«Haleb şehrini
fethederken sevindiğim kadar, başka bir kaleyi fethederken sevinmiş değilim.
Bu Haleplilerden ve diğer Cezire mıntıkasında yaşayanlardan vergileri ve
harçları kaldırdım. Aynı şekilde Şam ve Mısır diyarında yaşayanlardan da
kaldırdım».
Sultan Selahaddin'in
yokluğu esnasında Haçlılar çevrede bozgunculuk yaptılar. Bunun üzerine Sultan
Selahaddin toplanmaları için askerlerine haber saldı. Askerleri toplandılar.
Haleb'in fethi esnasında Kudüs'ün fetih müjdesi de geldi. Şöyle ki: Fakih
Mecdüddin b. Cehbel eş-Şafiî, Ebü'l-Hakem el-Arabî'nin tefsirini mütalaa
ederken şu ayet-i kerimenin tefsirini okumağa başlamıştı:
«Elif, lam, mim.
Rumlar en yakın bir yerde yenildiler.» (er-Rûm; 1-3).
Hicretin 583.
senesinde Kudüs'ün fethedileceğine dair müjde vardır. Bunun delilleri de
çoktur.» Bunu bir kağıda yazıp Sultan Selahaddin'e müjdelemesi için Fakih İsa
el-Hakkârî'ye verdi. Belirlenen tarihte Kudüs'ün fethedilmemesi ihtimalini göz
önünde bulundurdukları için bu müjdeyi Sultan Selahaddin'e iletmeğe kimse
cesaret edemedi. Ancak Kadı Muhyiddin b. Zeki bunu Sultan Selahaddin'e bir
kaside ile bildirdi.
«Beyaz taşlı Haleb
şehrini safer ayında fethedişiniz.
Receb ayında Kudüs'ün
sizler için fethedileceğini kesinleştirdi.»
Kadı Muhyiddin bu
kasidesini Sultan Selahaddin'e takdim etti. Sultan Selahaddin de Kudüs'ü
fethetmeyi arzuladı. Hem de büyük bir istekle orayı fethettiği zaman Kadı
Muhyiddin b. Zeki'ye emir verdi. O'da cuma günü Kudüs'te hutbe okudu. Sonra
asıl müjdeyi verenin İbn Cehbel olduğunu duyunca ona da emir verdi. Sahra
Mescidi'nin yanında ders verdi. Gerçekten de İbn Cehbel orada muazzam bir ders
verdi. Sultan Selahaddin ona bol miktarda bağışta bulundu. Onu çok Övdü. [57]
Sultan Selahaddin,
rebiyülahır ayının sonlarında Haleb'te oğlu Zahir Gazi'yi vekil bırakarak
sefere çıktı. Haleb kadılığını İbnu'z-Zeki'ye verdi. O da orada başka bir
kadıyı kendine naib olarak bırakıp Sultan Selahaddin'le birlikte sefere çıktı.
Cemaziyelevvel ayının üçünde Dı-maşk'a girdiler. O gün görülmeğe değer muazzam
bir gündü. Cemaziye-lahir ayının başlarında Haçlılarla savaşmak üzere
Dımaşk'tan ayrılıp Şam yoluna koyuldu. Banyas'a uğradı. Orayı yağmaladı. Sonra
Ayn Ca-lut'a gidip konakladı. Öncü birlik olarak büyük bir müfrezeyi yola koydu.
Bu müfrezede Berdavil ile Nuri askerlerinden bir grup vardı. Amcası
Esedüddin'in kölesi geldi. Haçlı ordusunun kendi taraftarlarının yardımına
gelmekte olduklarım gördü. İki taraf karşı karşıya geldi. Sultan Selahaddin'in
askerleri Haçlılardan bir kısmını öldürdüler. 100 kadar kişiyi de esir aldılar.
Bu savaşta Müslümanlar sadece bir kişi kaybettiler. Akşam vakti Sultan
Selahaddin Ayn Calut'tan ayrılıp yola koyuldu. Sultan Selahaddin, Haçlıların
kendisiyle savaşmak üzere toplandıklarını duydu. Kendisi ile barış yaparlar
umuduyla üzerlerine hücum etti. Yapılan savaşta Haçlılardan çok sayıda asker
öldürdü. Bir o kadarını da yaraladı. Haçlılar son derece korku ve paniğe
kapılarak gerisin geri döndüler. Sultan Selahaddin'in askerleri onları kovaladı.
Bir kısmım Öldürdüler, bir kısmını esir aldılar. Ülkelerini baştan sona
yağmaladılar. Nihayet geri döndüler.
Kadı Fadıl da halifeye
bir mektup yazarak Cenâb-ı Allah'ın kendisine ve Müslümanlara bahşetmiş olduğu
zaferi müjdeledi. Sultan Selahaddin de halifeye olan saygısından, itaatından
ve hürmetinden dolayı yapmak istediğini ve yaptığı her iş hakkında halifeye
mutlaka bilgi verildi. [58]
Receb ayında Sultan
Selahaddin, Kerek şehrine gitti. Orayı kuşatma altına aldı. Beraberinde
kardeşinin oğlu Takiyyüddin Ömer de vardı. Bu arada Sultan Selahaddin
kendisini, isteği üzerine Haleb'e ve oraya bağlı yerlere vali olarak atamak
üzere yanına gelmesi için kardeşi Adile de bir mektup yazdı. Kerek muhasarası
receb ayı boyunca devam ettiği halde amaca ulaşılamadı. O arada Kerek'i
savunmak için Haçlıların toplandıklarını duyan Sultan Selahaddin, Dımaşk'a
geri döndü. Kerek'i almak onun en büyük arzularındandı. Kardeşinin oğlu
Takiyyüd-din'i naib olarak Mısır'a gönderdi. Yamna Kadı Fadıl'ı da katmıştı. Kardeşi
Adil'i Haleb ve Haleb'e bağlı mıntıkalara naib olarak tayin etti. Orada naib
olarak bulunan Zahir'i ve kendisi için lazım olan kıymetli emirleri yamna
getirtti. Kendisine yakın bir yerde bulunsun diye kardeşini Halep naibliğine
atamıştı. Çünkü kardeşi onsuz hiçbir işe girişmez ve hiçbir hususta kesin
kararını vermezdi. Sultan Selahaddin, kardeşi Adil'den 100.000 dinar borç aldı.
Oğlu Zahir de Haleb naibîiğinden ayrıldığına üzüldü. Çünkü orada sadece altı
ay kalmıştı. Ancak içindeki düşünceleri babasına açamıyordu. Fakat üzüntüsü
yüzünün renginden ve konuşmalarından anlaşılıyordu. [59]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/486.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/486-489.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/489-491.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/491-493.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/493.
[6] Mezâlim oturumları (Divanü'l-Mezâlim) (Z. kazıcı).
[7] İslâm adliye teşkilatı bakımından önemli bir müessese
olan "Divanü1-Mezâlim"den bahsedilmektedir. (Z. Kazıcı)
[8] Muid, islâm dünyasındaki medreselerde müderristen
sonra gelen ve günümüzde doçent dediğimiz görevlidir. (Z. Kazıcı)
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/493-503.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/503.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/504-505.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/505-506.
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/506.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/506-507.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/508.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/509.
[17] Muhtesib, adlî ve dinî yetkileri bulunmakla beraber
genel olarak iktisâdi yetkileri ağır basan bir görevlidir. Günümüz ifadesiyle
belediye başkam demek daha uygun olur. Bu konuda geniş bilgi için bk. (Ziya
Kazıcı), Osmanlılarda ihtisâb Müessesesi, İstanbul 1987.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/509-513.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/513.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/514.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/514.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/514-515.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/515-517.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/517-518.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/518-521.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/521.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/521.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/522.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/522.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/524-525.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/525-528.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/528.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/528-529.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/529.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/530.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/531-532.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/533.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/533.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/533-534.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/534.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/534.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/534-535.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/535-537.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/538-539.
[48] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/539.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/540-542.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/542.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/542.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/543.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/543-544.
[54] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/544-545.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/545.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/546.
[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/546-548.
[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/548.
[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 12/549.