Hicretin
Altıyüzaltmışbîrinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler .
Muhammed
B. Ahmed B. Anter Es-Sülemî
Alemüddîn
Ebü'l-Kasım B. Ahmed
Şeyhü'l-İslam
İbn Teymîye'nin Doğumu
Hicretin
Altıyüzaltmışikincı Senesi
Hicretin
Altıyüzaltmışıkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Muhîddin
Muhammed B. Ahmed B. Muhammed
Muhiddin
Abdullah B. Safîyyüddin
Hicretin
Altıyüzaltmışüçüncü Senesi
Hicretin
Altıyüzaltmışüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Halid
B. Yusuf B. Sa'd En-Nablusî
Kadı
Bedreddîn El-Kürdî Es-Sîncarî
Hicretin
Altıyüzaltmışdördüncü Senesi
Hicretin
Altıyüzaltmışdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Altıyüzaltmışbeşincî Senesi
Hicretin
Altıyüzaltmışbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Mısır
Kadilkudatı Taceddin Abdülvehhab
Kaymaziye
Vakfının Kurucusu Emirü'l-Kebîr Nasîrüddin
Hicretin
Altıyüzaltmışaltıncı Senesi
Sultan
Melîk Zahirin Antakya'yı Fethî
Hicretin
Altıyüzaltmışaltıncı Senesinde Vefat
Eden Meşhur Şahsiyetler
Şeyh
Afifüddin Yusuf B. Bakkal
Hafız
Ebu İbrahim Îshak B. Abdullah
Hicretin
Altıyüzaltmışyedinci Senesi
Hicretin
Altıyüzaltmışyedînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Emir
İzzeddîn Aydemir B. Abdullah
Uzman
Hekim Şerefüddîn Ebü'l-Hasan
Hicretin
Altıyüzaltmışsekizinci Senesi
Hicretin
Altıyüzaltmışsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Şeyh
Zeyneddin Âhmed B. Abdüddaim
Hicretin
Altıyüzaltmışdokuzuncu Senesi
Hicretin
Altıyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Melik
Takiyyüddîn Abbas B. Melîkü'l-Adîl
Kadilkudat
Şerefüddîn Ebu Hafs
Tavaşi
(Hadım) Şücaüddin Mürşîd El-Muzafferî :
İbn
Seb'în Abdülhak B. İbrahim
Hicretin
Altıyüzyetmişinci Senesi
Hicretin
Altıyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Vecîhüddin
Muhammed B. Alî B. Ebi Talîb
Necmeddin
Yahya B. Muhammed B. Abdülvahid B. Lebudî
Hicretin
Altıyüzyetmişbîrînci Senesi
Hicretin
Altıyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Şeyh
Taceddin Ebü'l-Muzaffer Muhammed B.Ahmed
Şeyh
Hızır B. Ebu Bekir El-Mehranî El-Adevî
Et-Ta'ciz
Adlı Eserin Musannifi
Hicretin
Altıyüzyetmişîkincî Senesi
Hicretin
Altıyüzyetmişîkincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Müeyyedüddin
Ebü'l-Meâlî Es-Sadr Er-Reîs
El-Emiru'l-Kebîr
Farisü'd-Dîn Aktay
İsmail
B. İbrahim B. Sakir B. Abdullah.
Elfiye
Adlı Eserin Sahibi İbn Mâlik
Hicretin
Altıyüzyetmişüçüncü Senesi
Hicretin
Altıyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Altıyüzyetmîşdördüncü Senesi
Hicretin
Altıyüzyetmîşdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Hicretin
Altıyüzyetmişbeşinci Senesi
Biliştin
Savaşı Ve Kisariye'nin Fethi
Hicretin
Altıyüzyetmişbeşîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Şeyh
Ebü'l-Fadl B. Şeyh Ubeyd B. Adülhalik Ed-Dımaşkî
Şeyh
Muhaddis Şemseddin Ebü'l-Abbas.
Şeyh
Ebu Îshak İbrahim B. Sadullah
Şeyh
Cendel B. Muhammed El-Meninî
Muhammed
B. Abdurrahman B. Muhammed
Muhammed
B. Abdülvehhab B. Mansur
Hicretin
Altıyüzyetmişaltıncı Senesi
Emîrü'l-Kebir
Bedreddin Bîlbekb. Abdullah
Kadilkudat
Şemseddin El-Hanbelî
Sultan
Melik Zahir'in Şeyhi Şeyh Hızır El-Kürdî
Hicretin
Altıyüzyetmîşyedînci Senesi
Hicretin
Altıyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler
Emirü'l-Kebir
Cemaleddîn Akkuş B. Abdullah En-Necibî
Kadilkudat
Sadreddin Süleyman B. Ebu'l-Îzz.
Taha
B. İbrahim B. Ebu Bekir Kemaleddin El-Hemedanî
Kadilkudatmecdüddînabdurrahman
B.Cemaleddin
Lügatçt
Şeyh Muhammed B. Zahîr
Ahmed b. Muhammed b.
Abdullah b. Muhammed b. Yahya b. Seyyi-dünnas Ebu Bekir el-Ya'merî el-Endülüsî.
Hadis hafızıydı. Hicretin 597. senesinde doğdu. Çok hadis dinledi. Büyük
kitaplar edindi. Güzel eserler tasnif etti. Endülüs'te hadis hafızları onunla
son buldu. Bu sene receb ayının yirmiyedisinde Tunus şehrinde vefat etti. [1]
Abdürrezzak b.
Abdullah b. Ebu Bekir b. Halef İzzeddin Ebu Muhammed er-Res'anî. Muhaddis ve
müfessirdi. Çok hadis dinledi. Hadis rivayet etti. Faziletli ve edip
insanlardandı. Musul sahibi Bedreddin
Lü'lü yanında itibarlı
bir kimseydi. Sincar sahibinin yanında da mertebe ve mevkii vardı. Bu sene
rebiyülahır ayının onikisinde cuma gecesi yetmiş yaşını aşmış iken vefat etti.
Şiirlerinden biri şudur:
«Karga gakladı.
Gaklamasıyla, Sevgilinin kayboluş vaktinin yaklaştığını bildirdi. Ey onların
gidişinden sonra yaşantımın hoşluğunu benden isteyen kişi
Yaşam benim için
zorlaştı. Sen de yaşamın hoşluğundan ve güzelliğinden bahsediyorsun!» [2]
Dımaşklıydı. Dımaşk
muhtesibi olup, adil şahsiyetli ve önde gelen insanlarındandı. Dımaşk'ta emlâki
ve vakıfları vardı. Bu sene Kahi-re'de vefat etti ve Mukattam mezarlığına
defnedildi. [3]
Alemüddin Ebül-Kasım
b. Ahmed b. Muvaffak b. Cafer el-Mirrisî el-Barakî. Lügatçi, nahivci ve kurrâ
idi, Şatıbiye adlı eseri kısalttı, el-Mufassal adlı eseri ise birkaç ciltte
şerhetti. el-Cezûliye'yi de şerh etti. el-Cezûliye'nin yazarıyla görüştü.
Eserde geçen bazı konuları ona sordu. Bir çok ilimde, söz sahibi idi.
Yakışıklı, sureti hoş, şekli ve endamı güzeldi. Kindî'den ve diğerlerinden
hadis dinledi. Bu sene vefat etti. [4]
Salihiye'deki
zaviyenin bânisidir. O zaviyede etrafında toplanan müridler topluluğu
bulunurdu. Güzel sesle Allah'ı zikrederlerdi. Allah kendisine rahmet etsin. [5]
Şeyh Şemseddin
ez-Zehebî dedi ki: Bu sene şeyhimiz Takiyyüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. Şeyh
Şihabüddin Abdülhalim b. Ebi'l-Kasım b. Teymiye el-Harranî rebiyülevvel ayının
onunda pazartesi günü dünyaya geldi. [6]
Ebü'l-Heycâ İsâ b.
Haşir el-Ezkeşî el-Kürdî el-Ümevî. Önde gelen bahadır komutanlardandı. Ayn-ı
Calut savaşında Tatarların bozguna uğratılmasmda büyük rolü olmuştu. MeliV
Muzaffer bu savaştan sonra
Dımaşk'a geldiğinde
onu Emir Alemüddin Sencer el-Halebî ile birlikte Dımaşk'a müsteşar olarak
atamıştı. Emir Alemüddin'e görüş bildirecek, tedbir alınması gereken
hususlarda fikir beyan edecekti. Ayrıca adalet sarayında onunla beraber
bulunacaktı. Ona tam bir ikta' ve bol maaş bağladı. Emirü'l-Kebir bu sene vefat
etti.
Ebu Şâme dedi ki:
«Emirü'l-Kebir Mücireddin'in babası Emir Hü-sameddin, Şark illerinde Melik
Eşrefin askerleri arasında İmadüddin Ahmed b. Meştup'la birlikte vefat
etmiştir.»
Emirü'l-Kebir
Mücireddin'in oğlu Emir İzzeddin, Dımaşk şehrinde bir süre emirlik yaptı,
idaresi güzeldi. Eski kuyumcular çarşısmdaki Ibn Sinum yolunu kendisinin
yaptırdığı söylenir. Hatta kendisi de orada ikamet ettiği için oraya îbn Ebî
Heyca yolu da denilir. Orada yöneticilik yapmış ve bu yol onun adıyla meşhur
olmuştur. O zaman ben küçücük bir çocuktum. Kur'ân-ı Kerim'i orada hatmettim.
Allah'a hanıd olsun. [7]
Bu sene başlangıcında
Halife, Hakim Biemrillah el-Abbasî idi. Sultan da Zahir Baybars'tı. Dımaşk
naibi ise Emir Cemaleddin Akkuş en-Necibî idi. Dımaşk'ın kadısı da İbn
Hallikan'dı.
Bu sene başlarında
Kasreyn arasındaki Zahiriye medresesinin yapımı tamamlandı. Bu medresede
Şafiîler için müderrisliğe Kadı Takiyyüddin Muhammed b. Hüseyin b. Rezin;
Hanefîler için de Mecdüddin Abdurrahman b. Kemaleddin Ömer b. Adim atandı.
Hadis üstadlığına ise Şeyh Şerefüddin Abdülmü'min b. Halef getirildi. Bu zât,
Dimyatlı olup hadis hafızıydı.
Bu sene Sultan Zahir
Kudüs'te bir han yaptırdı. Oraya gelen misafirlerin ayakkabılarının tamiri,
yiyeceklerinin temini ve diğer ihtiyaçlarının karşılanması için vakıflar
kurdu. Bu handa bir değirmen ve bir de
fırın yaptırdı.
Bu sene Berekehan'ın
elçileri, Melik Zahir'e geldiler. Beraberlerinde Eşref b. Şihap Gazi b. Âdil
de vardı. Bunlar yazılı ve sözlü mesajlar getirmişlerdi. Mesajlarında İslâm'ı
ve Müslümanları sevindirecek haberler vardı. Hülagu'nun ve ailesinin başına
gelen belalar anlatılıyordu.
Bu sene cemaziyelahir
ayında Şeyh Şihabüddin Ebu Şâme Abdurrahman b. ismail el-Makdisî, îmadüddin b.
Haristanî'nin vefatından sonra Eşrefiye darülhadisinde ders vermeye başladı,
ilk dersinde Kadı îbn Hallikan ile diğer kadılardan ve ayandan bir cemaat de
hazır bulundu. el-Mebhas adlı kitabının Ön sözünden bahsetti. Hadisleri, senet
ve metinleriyle nakletti. Birçok güzel ve faydalı bilgiler verdi. Anlatıldığına
göre kendisi ders vermeden önce hiç bir kaynağa müracaat etmezmiş. Onun
gibilerine çok rastlanmaz. Doğrusunu Allah bilir.
Bu sene Hülagu'nun
elçisi olarak Nasireddin et-Tusî Bağdat'a geldi. Vakıfları ve şehrin durumunu
inceledi. Medreselerden birçok kitap olarak Merağa'da yaptırmış olduğu
rasathanesine taşıdı. Sonra Vasıt ve Basra şehirlerine de gitti. [8]
Şeceresi şöyledir:
Musa b. Melik el-Mansur ibrahim b. Melik el-Mü-cahid Esedüddin Şirkuh b.
Nasirüddin Muhamnıed b. Esedüddin Şirkuh el-Kebir. Bunlar öteden beri günümüze
kadar babadan oğula Humus hükümdarlığı yapmış bir aile idiler. İyilikle nitelenen
alicenap kimseler olup müreffeh bir hayat içinde yaşayan Dımaşklı büyük insanlardı.
Yiyecek, içecek, giyecek, binek gibi şeylere fazla değer verirlerdi. Arzu ve
şehvetlerini gidermeye, lüks içinde yaşamaya, şarkıcı cariyeleri dinlemeye,
sevgililerle yaşamaya çok dikkat ederlerdi. Sonra bütün bunları kaybettiler.
Bunlar sanki birer düş haline veya kaybolan gölgeye dönüştüler. Kendilerine
bunların sadece sorumlulukları, cezaları, hesabı ve utancı kaldı. Melik Eşref
vefat edince geride bol miktarda para ve nefis mücevherler bıraktı.
Hükümdarlığı, Zahiriye devletine geçti. Bu sene onunla birlikte Halep naibi
Emir Hüsameddin Cogender de ölmüştü.
Bu sene Tatarlar
Humus'ta bozguna uğratıldılar. Öncü kuvvetlerinin komutanı Beydere Allah'ın
yargısı ve güzel takdiri gereği öldürüldü.
Bu sene Mısır'da
nıuhaddislik yapan Reşid el-Attar, Melik Eşref Musa b. Adil'in maskarası ile
meşhur tacir hacı Nasır b. Düz de vefat ettiler. Bu sonuncusu, beş vakit
namazını Dımaşk Camii'nde kılan varlıklı ve hayırhah kimselerdendi. [9]
Abdülkerim b.
Cemaleddin Abdüssamed b. Muhammed b. Haristanî. Dımaşk'ta hatiplik yaptı.
Eşrefiye devleti zamanında İbn Sa-lah'tan sonra babasının yerine kadı vekilliği
yaptı. Bu görevini bu sene cemaziyelevvel ayının yirmi dokuzunda Darülhitabe'de
vefat edinceye kadar sürdürdü. Cenaze namazı Dımaşk Camii'nde kılındı. Kasyun
mezarlığında babasının yanına defnedildi. Cenaze töreni çok kalabalıktı. Vefat
ederken seksenbeş yaşındaydı. Kendisinden sonra hatipliğe ve Gazaliye
medresesinin müderrisliğine oğlu Mecdüddin atandı. Darül-hadis şeyhliğine ise
Şeyh Şihabeddin Ebu Şâme getirildi. [10]
Muhiddin Muhammed b.
Ahnıed b. Muhammed b. İbrahim b. Hüseyin b. Süraka. Künyesi Ebu Bekir'di.
Mağriplidir. Ensarîlerden olup Şa-tibiye kasabasmdandır. Künyesi Ebu Bekir olup
Mağrip ülkesindendir. Alim, fazıl, dindar bir kimseydi. Hadis hafızıydı. Bir
süre Halep'te ikamet etti. Sonra Dımaşk'a gitti. Oradan da Mısır'a göçtü.
Mısır'da Zekiy-yüddin Abdülazim el-Münzirî'den sonra Kâmiliye darülhadisinin
şeyhliğine atandı. Bağdat'ta ve diğer beldelerde hadis dinlemiş ve toplamıştı.
Vefat ederken yetmiş yaşını geride bırakmıştı.
[11]
Şeyh Salih Muhammed b.
Mansur b. Yahya Şeyh Ebü'l-Kasım el-Kubarî el-İskenderanî. Kendi şahsına ait
bir meyvelikte ikamet eder, geçimini oradan sağlar, orada çalışırdı. Takvalı
bir kimseydi. Bahçesinin ürünlerinden insanlara yedirirdi. Bu sene şaban
ayının altısında yetmişbeş yaşında İskenderiye'de vefat etti. İyiliği emreder,
kötülüğü meneder, yöneticileri zulümden caydırmak için çabalar, onlar da kendisinin
söylediklerine kulak verir ve zahidliğinden ötürü de ona itaat ederlerdi.
İnsanlar ziyaretine geldiklerinde onlara kendi evinin penceresinden hitap
eder, onlarla bu şekilde konuşurdu. Gelenler onun bu haline razı olurlardı.
Onunla ilgili garip bir hikâye anlatılır. Şöyle ki: Bineğini adamın birine
satmıştı. Birkaç gün sonra bineği satın alan adam yanına gelip: «Ey efendim!
Aldığım binek hiçbir şey yemiyor» dediğinde, Şeyh Salih Muhammed ona bakarak
şunu sormuştu:
- Sen geçimini neyle
sağlıyorsun?
- Valinin yanında
rakkashk yapıyorum.
- Bizim sana
verdiğimiz bineğimiz haram lokma yemez!
Böyle dedikten sonra
evine girdi. Sonra çıkıp bir kaç dirhem ekleyerek bineğin parasını iade etti.
Bineğini de geri aldı. İnsanlar da o rakkastan, şeyhin kendisine verdiği her
dirhemi -bereket sebebiyle- üçer dirheme satın aldılar. Şeyh Salih Muhammed
vefat edince geride elli dirhem değerinde ev eşyası bıraktı. Ancak bu eşyaları
20.000 dirheme satıldı. [12]
Muhiddin Abdullah b.
Safîyyüddin İbrahim b. Merzuk. Ebu Şâme'nin dediğine göre bu sene rebiyülahır
ayının yirmidördünde Dımaşk'ta Nuriye medresesi bitişiğindeki evinde vefat
etmiştir. Yüce Allah kendisine rahmet etsin.
Onun bu evi Şafîîler
için medrese haline getirilmiştir. Sonradan
Necibiye vakfi olan bu
evi Emir Cemaleddin Akkuş en-Necibî vakfetmiştir. Allah bu hayrını kabul
buyursun. Biz de orada ikamet ettik. Allah bizleri büyük kurtuluşa erdirerek
ebedi cennet yurduna kavuştursun, amin.
Cemaîeddin
en-Necibî'nin babası Safıyyüddin, Melik Eşrefin veziri idi. Emlâki, ev eşyası
ve emtialarının haricinde 600.000 altın dinara sahipti. Babası, hicretin 659.
senesinde Mısır'da vefat etmiş ve Mukat-tam mezarlığına defnedilmiş ti.
Ebu Şâme dedi ki:
Ayn-ı Gayn adıyla meşhur olan Fahr Osman el-Mısrî'nin de Mısır'da vefat
ettiğine dair haber bu ayda bize ulaştı.
Bu sene zilhicce
ayının onsekizinde Şemsül-Vebbar el-Musılî vefat etti. Edebiyata dair bilgiler
tahsil etmiş bir süre de Mezze Camii'nde hatiplik yapmıştı. Kendi şahsıyla
ilgili olarak ağarmış saçlara kına yakma hakkında bana şöyle bir şiir okumuştu:
«Şakaklarıma ak
çizgiler çekmesinden bu yana
O ve ben, bir
bedendeki iki can gibi olduk ve ben ahdi hiç bozmadım.
İhtiyarlık bana gelip
de onunla aramızı açtığında,
Onun bir kılıç
olduğunu sandım ve kına ile ona bir kılıf geçirdim.»
Bu sene Hülaguhan,
Zeyn el-Hafîzî adıyla tanınan Süleyman b. Amir el-Akrabanî'yi huzuruna çağırttı
ve ona, «Benim yanımda senin hiyanetin sabit görülmüştür» dedi. Bu aldanmış
kişi, Tatarların Hülaguhan komutasında Dımaşk'a ve diğer islâm beldelerine
gelişleri esnasında Müslümanlara karşı Tatarlarla işbirliği yapmış,
Müslümanlara eziyet etmiş, onların açıklarını Tatarlara bildirmişti. Bu nedenle
de Müslümanların başına çeşitli eza ve cefalar gelmişti.
«Zalimlerin bir
kısmını, diğer bir kısmına böylece musallat ederiz.»(el-En'âm, 129).
Bir kimse bir zalime
yardımcı olursa Cenâb-ı Allah o zalimi bu defa da yardımcısına musallat kılar.
Cenâb-ı Allah zalimden yine bir başka zalim vasıtasıyla öç alır. Sonra da
zalimlerin tümünden intikamını alır. Öcünden, gazabından, cezasından ve kötü
kullarından Allah'a sığınıyor, O'ndan afiyet diliyoruz. [13]
Bu sene Sultan Zahir
büyük bir orduyla Fırat taraflarına sefer düzenledi. Birey'e konaklamış olan
Tatarları kovmak istiyordu. Tatarlar, İslâm ordusunun üzerlerine gelmekte
olduğunu duyunca dönüp kaçtılar. Böylece o yörelerin durumu düzeldi. O
mıntıkalara güven geldi. Önceleri oralarda fesadın ve korkunun çokluğundan
ötürü kimse ikamet edemiyordu. Artık oralarda güvenlik sağlandı. Her taraf
şenlendi.
Bu sene Melik Zahir
askerleriyle birlikte Haçlılarla savaşmak üzere sahil beldelerine yöneldi.
Cemaziyelevvel ayının sekizinde perşembe günü üç saatlik bir zamanda
Kisariye'yi fethetti. Müteakip haftanın perşembe gününde, yani cemaziyelevvel
ayının onbeşinde kaleyi teslim aldı. Surlarını yıktı ve oradan da başka bir
yere intikal etti. Daha sonra ulakların getirdikleri habere göre onun Ersof
şehrini fethettiği, oradaki Haçlıları öldürdüğü anlaşıldı. Bunun üzerine
Müslümanların beldelerinde sevinç davulları çalındı. Halk bu duruma çok
sevindi.
Bu sene Mağrip
halkının Haçlılara karşı muzaffer oldukları ve Haçlılardan 45.000 kişiyi
öldürdükleri, 10.000 kişiyi esir aldıkları, aralarında Burans, îşbiliye,
Kurtuba ve Mirrisiye'nin de bulunduğu kırkiki şehri onlardan geri aldıkları
haberleri geldi. Bu sene ramazan ayının ondördünde Melik Zahir'in zaferi
gerçekleşti.
Yine bu sene ramazan
ayında Emevî Camii'nden başlayarak Derec mmtıkasındaki kanala kadar olan
yollara parke taşı döşendi. Emevî Ca-mii'nin kıble tarafında da bir sarnıç ile
şadırvan yapıldı. Daha önce orada bir kanal vardı. Halk o kanalın suyundan
istifade ederdi. Manas nehrinin suyu kesilince oraya uğrarlardı. Kanal
yıkıldı, yerine şadırvan yapıldı. Sonra o şadırvan da yıkıldı, yerine
dükkânlar yapıldı.
Bu sene Melik Zahir,
Dımaşk naibi Emir Akkuş'u yanına çağırdı. O da bu emre itaat ederek Melik
Zahir'in yanına gitti. Bu geçici ayrılışı esnasında yerine Alemüddin
el-Hısnî'yi naib vekili olarak atadı. Nihayet Dımaşk'a saygı görmüş ve
ağırlanmış olarak geri döndü.
Bu sene Melik Zahir
Mısır'da diğer mezheplere mensup müstakil kadılar atadı. Bunlar şehirlerde
tıpkı Şafnlerin kadısı gibi hükmedeceklerdi. Bu nedenle adalet sarayında bu
sene zilhicce ayının yirmiiki-sinde pazartesi günü Şafnlerin kadılığına Tac
Abdülvehhab b. bintü'l-E'azz'ı; Hanefîlerin kadılığına Şemseddin Süleyman'ı;
Malikîlerin kadılığına Şemseddin es-Sübkî'yi; Hanbelîlerin kadılığına da
Şemseddin Muhammed el-Makdisî'yi atadı. Bunun sebebi, Şafiî kadısı Abdülvehhab
b. bintü'l-E'azz'm Şafiî mezhebine muhalif birçok meselelerde uğraşmak
mecburiyetinde kalması ve böylece zaman kaybetmesiydi. Diğer mezheplerin
alimleri de buna muvafakat ettiler. Bunu kendisine Emir Cemaleddin Aydoğdu
el-Azizî önermişti. Sultan Melik Zahir de onun görüşünü ve meşveretini
beğendiğinden ötürü bu önerisini kabul etmiş ve gereğini yapmıştı. Rasûlullah
(s.a.v.)'ın mescidinin onarımı için tahta, kurşun ve birçok aletle birlikte bir
de hazır bir minberi Medi-ne-i Münevvere'ye gönderdi. Sultan Melik Zahir'in
gönderdiği bu minberi, Mescid-i Nebevî'ye yerleştirdi.
Bu sene Mısır'da büyük
bir yangın çıktı. Hristiyanlar bu yangını çıkarmakla itham edildiler. Bu
nedenle Melik Zahir onları ağır bir ceza ile cezalandırdı.
Bu sene rebiyülahir
ayının yedisinde Merağa şehrinde Tatar hanı Hülagu'nun, Allah'ın lanet ve
gazabına uğrayarak öldüğüne dair haberler geldi. Hulagu, sar'a hastalığından
ölmüş, Tela kalesine defnedilmiş ve gömüldüğü yerin üzerine bir kubbe
yapılmıştı. Ölümünden sonra Tatarlar oğlu Abakahan'm etrafında toplanmışlardı.
Berekehan, onun üzerine yürüdü, onu hezimete uğrattı, etrafındaki adamları
dağıttı. Melik Zahir, bu duruma çok sevindi. Irak beldelerini geri almak için.
asker toplamaya niyetlendi. Ancak askerlerin, kendi arazilerine gitmiş olmalarından
ötürü bunu başaramadı.
Bu sene şevval ayının
onikisinde Melik Zahir, oğlu Melik Said Mu-hammed Berekehan'ın sultanlığı için
emirlerden bey at aldı. Onu bineğine bindirdi. Ümerâ da onun önü sıra yaya
olarak yürüdü. Kendisi şemsiyeyi bizzat tutup oğlunun üzerini gölgeledi. Emir
Bedreddin Beyserî ekmek taşıyordu. Kadı Taceddin ile Vezir Bahaeddin b. Hanna
da onun önü sıra bineklerine binmiş olarak gidiyorlardı. Ümeranın önde gelenleri
de bineklerine binmişlerdi. Diğerleri ise yaya olarak yürümekteydiler. Bu
halde Kahire'yi bir baştan bir başa dolaştılar.
Bu sene zilkade ayında
Melik Zahir, yukarıda adı geçen oğlu Melik Said'i sünnet ettirdi. Onunla
birlikte ümerânın bir grup çocuğunu da sünnet ettirdi. O gün görülmeğe değer
muazzam bir gündü.
Halid b. Yusuf b. Sa'd
en-Nablusî Şeyh Zeyneddin b. Hafız. Dı-maşk'taki Nuriye dârülhadi sinin şeyhi
idi. Şeyh Zeyneddin güzel huylu, şakacı, muhaddislerin yolunda giden, latifeyi
seven bir kimseydi. Bağdat'a göçtü. Orada ilim tahsil etti. Hadis dinledi.
Hayırlı, salih ve ibadet ehli bir kimseydi. Hadis ilmine vakıftı. Hadis
ricalinin adlarını ezberlemişti. Bu ilimde Şeyh Muhyiddin en-Nevevî ve
diğerleri kendisinden ilim tahsil ettiler. Kendisinden sonra Nuriye dârülhadi
sinin şeyhliğine Taceddin el-Firazî atandı. Cenazesine büyük bir kalabalık
iştirak etti. Babü's-Sağir mezarlığına defnedildi. Allah rahmet etsin. [14]
Ebü'l-Kasım Yusuf b.
Ebil-Kasım b. Abdisselam el-Ümevî. Meşhur bir şeyhti. Havari'de bir zaviyesi vardı.
Kendi beldesinde vefat etti. Hayırlı ve salih bir kimseydi. Kendisini seven
arkadaşları ve müritleri çoktu. Havran'a bağlı köylerden, Hil'den,
Sebeniye'den de bir çok müridi vardı. Bunlar Hanbelî mezhebine mensuplardı. Def
çalmayı uygun görmezlerdi. Sadece alkış tutarlardı. Diğerlerine göre daha
ideal insanlardı. [15]
Mısır'da defalarca
kadılık yapmış olup bu yıl Kahire'de vefat etmiştir. Ebu Şame dedi ki:
«Etraftaki kadılardan ve hakimlerden rüşvet aldığı bilinmektedir. Ancak
kendisi cömert ve alicenap bir kimseydi. Kendisinin ve ailesinin malına el
konuldu.» [16]
Bu sene başlarken
halife, Hakim Abbasî, sultan da Melik Zahir'di. Mısır'da dört kadı vardı. Bu
sene Dımaşk'a da her mezhepten bir tane olmak üzere dört kadı atandı. Önceki
sene Mısır'da başlatılan uygulamaya burada da geçildi. Şam naibi Akkuş
en-Necibî idi. Şafiîlerin kadilku-datı İbn Hallikan, Hanefîlerinki Şemseddin
Abdullah b. Muhammed b. Atâ; Hanbelîlerinki Şemseddin Abdurrahman b. Şeyh Ebu
Ömer; Malikîlerinki ise Abdüsselam b. Zevavî idi. Bu sonuncusu yönetime geçmeyi
kabul etmemişti. Zorlanmış, sonra kabul etmiş, ama yine istifa etmiş, tekrar
zorlanmış, ancak bu defa da vakıflara bakmamayı, verdiği hükümler için ücret
almamayı şart koşarak görevi kabul etmiş ve, «Bizim buna ihtiyacımız yoktur»
demişti. Ücret almaktan ve vakıflarla ilgili işlere bakmaktan muaf tutulmuştu.
Allah hepsine rahmet etsin. Böyle bir şeyi ondan başka hiç bir kimsenin yaptığı
o zamana kadar görülmemişti. İşler bu minval üzere yoluna girdi.
Bu sene Babü'l-Berid
kanalının doğusundaki havuzun onarımı tamamlandı. Orada bir şadırvan,
şadırvanın üzerine de bir kubbe yapıldı. Şadırvana musluklar takıldı.
Buralardan Dercüş-Şimaliye taraflarına
su akıtıldı.
Bu sene Melik Zahir,
Sifd mıntıkasına geldi. Dımaşk'tan mancınıklar getirilmesini emretti ve şehri
kuşatma altına aldı. Nihayet fethetti. Sifd halkı da onun hükmüne boyun eğdi.
Şevval ayının onsekizinde cuma günü şehri teslim aldı. Savaşçıları öldürdü,
çoluk çocuğu esir aldı. Daha önce burayı hicretin 584. senesinde Melik
Selahaddin Yusuf b. Ey-yub fethetmişti. Haçlılar burayı daha sonra geri
almışlardı. Fakat Melik Zahir bu sene zor kullanarak burayı Haçlılardan geri
aldı. Allah'a hamd olsun. Haçlılar Melik Zahir'den çok çekmiyorlardı. Sifd
şehrini fethetmeğe yönelince hemen ondan enıan dilemişlerdi. O da Sifd
şehrinin valiliğine Emir Seyfeddin Derman et-Tatarî'yi atadı. Haçlıların
elçileri Emir Seyfeddin'e gelip hil'at giydirdiler, sonra geri dönüp gittiler,
ama kendilerine ahid ve enıan verenin, onu bu tahta oturtan Melik Zahir olduğunu
bilmiyorlardı. Savaş bir hiledir. Tempîier ve Hospitalier tarikatının
mensupları kaleden çıktılar. Bunlar daha önce Müslümanlara çok kötülük yapmışlardı.
Cenâb-ı Allah imkân verdi. Sultan Melikü'z-Za-hir, baştan sona bunların
boyunlarının vurulmasını emretti. Bu haberi ulaklar her tarafa ulaştırdılar.
Sevinç davulları çalındı. Ülke süslendi. Sonra Melik Zahir sağa sola, Haçlı
beldelerinin her tarafına müfrezeler gönderdi. Müslümanlar yaklaşık yirmi
kaleyi istila ettiler. Kadın ve çocuk olmak üzere 1.000 kadar insanı esir
aldılar. Çok miktarda da ganimet elde ettiler.
Bu sene halifenin Ali
adındaki oğlu Müstasım b. Müstansır, esaretten kurtulup Dımaşk'a geldi.
Aziziye karşısındaki Darü'l-Esediyye'ye konuk edildi. Bir süreden beri
Tatarların elinde esir bulunuyordu. Bere-kehan, Tatarları bozguna uğratınca Ali
onların elinden kurtulup Dı-maşk'a geldi. Kendisine ikramda bulunuldu Sultan
Melikü'z-Zahir Sifd'i fethettiğinde orada bulunan bazı Müslüman esirler
kendisine; esarete düşmelerinin sebebinin, Fa'ra köyü sakinlerinin kendilerini
yakalayıp para karşılığında Haçlılara satmaları olduğunu bildirdiler. Bunun
üzerine Sultan Melikü'z-Zahir, Fa'ra köyüne yöneldi. Onların başına felaketler
getirdi. Çoklarını öldürdü. Çocuklarını ve kadınlarını Müslümanların öcünü
almak amacıyla esir aldı. Allah ona hayır mükafat versin. Sonra Melikü'z-Zahir
büyük bir orduyu Sis beldelerine sevk etti. Müslüman askerler gidip oralarda
her tarafı kontrol altına aldılar. Zor kullanarak Sis'i fethettiler. Sis
melikinin oğlunu esir aldılar, kardeşini öldürdüler, mallarını yağmaladılar,
ahalisini öldürdüler. İslâm'ın ve Müslümanların öcünü onlardan aldılar. Çünkü
Tatarların zamanında bunlar Müslümanlara çok zarar vermişlerdi. Tatarlar
Haleb'i ve diğer beldeleri zaptettiklerinde Sisliler Müslümanların
kadınlarını, çocuklarını ve birçok Müslümanı esaret zinciri altına almışlar,
bundan sonra da Hülagu'nun zamanında Müslümanların beldelerine baskınlar
yapmışlardı. Allah İslâm'ın yardımcıları vasıtasıyla Hülagu'yu tahkir ve helak
etti. O ve emiri Kutboğa öldürüldü. Sis şehri bu sene zilkade ayının yirmisinde
salı günü fethedildi. Bu haber İslâm ülkesine ulaşınca her tarafta sevinç davulları
çalındı.
Bu sene zilhicce
ayının yirmibeşinde Sultan Melikü'z-Zahir; önünde esir aldığı Sis melikinin
oğlu ve Ermeni kontlarından bir grup olduğu halde Dımaşk'a geldi. Askerleri
beraberindeydüer. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Bundan sonra Sultan
Melikü'z-Zahir, güçlenmiş ve muzaffer olarak Mısır'a gitti. Sis meliki, esaret
fidyesi ödeyerek oğlunu kurtarmak istedi. Ancak Sultan Melikü'z-Zahir, ona
cevaben, «Senin oğlunu Tatarların yanında esir bulunan Sungur Aşkar'ın salıverilmesi
karşılığında serbest bırakırız. Başka da bir fidye kabul etmeyiz»
dedi. Bunun üzerine
Sis meliki, Tatar hanının yanma gitti, yalvarıp yakardı, ona boyun eğdi.
Nihayet Tatar hanı, Sungur Aşkar'ı onun hatırına serbest bıraktı. Sungur Aşkar
Sultan Melikü'z-Zahir'in yanına varınca o da, Sis melikinin oğlunu serbest
bıraktı.
Bu sene Melik Zahir,
Karare ile Domiye arasındaki meşhur köprünün onarılmasını emretti. Bu onarım
işini Emir Cemaleddin Muham-med b. Bahadır ile Nablus ve Ağvar valisi Bedreddin
Muhammed b. Rahhal üstlendi. Onarım işi bittikten sonra köprünün ayaklarından
biri çatladı. Sultan bundan tedirgin oldu, çatlayan ayağın
sağlamlaştırıl-nıasmı emretti. Ancak o zaman da suların kuvvetli akışından
ötürü bunu beceremediler. Ama Allah'ın izniyle adeta bir tepe iriliğinde büyük
bir kum kitlesi nehrin o tarafına aktı. Köprünün ayağını onarmalarına yetecek
bir süre sular durdu. Onarım tamamlandıktan sonra sular tekrar eski haline
dönüp akmaya başladı. Bu da Allah'ın yardımı ve büyük inayetiyle olmuştu. [17]
Aydoğdu b. Abdullah
el-Emir Cemaleddin el-Azizî. Önemli emirlerden olup Melik Zahir'in nezdinde
büyük bir itibara sahipti. Melik Zahir, onun görüşünün dışına hemen hemen hiç
çıkmazdı. Müstakil olarak her mezhepten bir kadının atanmasını Melik Zahir'e
öneren oydu. Mütevazi bir kimse olup haram şeylere karışmazdı. Alicenap, vakur,
idareci ve devlet erkanı arasında saygı gören bir insandı. Sifd kuşatması
esnasında yaralanmıştı. Bu yarasından ötürü sürekli bir hastalığa müptela oldu.
Nihayet arefe gecesi vefat etti. Dınıaşk'm Salahiye mmtıkasmdaki Kasyun
mezarlığının yanında bulunan Nasırı hankâhına defnedildi. Allah rahmet etsin. [18]
Tatar hanının oğlu olup
kendisi de Tatar hanlığı yapmıştır. Halk ona Hülavun derdi. Hülagu; zorba,
fâcir ve çok da kafir bir hükümdardı. Allah ona lanet etsin. Doğuda ve batıda
sayılarını ancak yaratıcının bildiği miktarda Müslüman öldürdü. Yüce Allah
bundan ötürü ona en ağır cezayı verecektir. O hiçbir dine mensup değildi.
Sadece zevcesi Zafer Hatun, Hristiyanlığa geçmişti. Hristiyanları diğer
insanlara tercih ederdi. Ailesi felsefecilerle ilgilenmiş olduğundan ötürü
felsefeciler onun nazarında mertebe ve itibar sahibi idiler. Onun yegane
düşüncesi, memleketinin idaresini sağlama almak, peyderpey toprak sahibi olmak ve
ülkeleri ele geçirmekti. Nihayet Cenâb-ı Allah bu sene onu helak etti. Hicretin
663. senesinde öldüğüne dair bir rivayet de vardır. Ölünce Tela şehrine
defnedildi. Allah ona lanet etsin. Ölümünden sonra yerine oğlu Abakahan geçti.
Abaka, on erkek kardeşten biri idi. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan
yüce Allah daha iyi bilir. Allah bize kâfidir. O, ne güzel vekildir. [19]
Bu sene muharrem
ayının ikisinde pazar günü Melik Zahir, muzaffer bir halde askerleriyle
birlikte Dımaşk'tan Mısır'a doğru yola çıktı. İslâm devleti, Sis mıntıkasına
tümüyle hakim olmuş, Haçlı kalelerinin çoğunu ele geçirmişti. Melik Zahir,
önceden, askerlerini Gazze'ye sevk etmiş; kendisi de durumları incelemek için
Kerek taraflarına yönelmişti. Bereküzzizi mıntıkasında avlanırken atından yere
düşüp bacağını kırmıştı. Orada birkaç gün kalıp tedavi görmüş, nihayet mahfeye
binebilecek hale gelince Mısır'a doğru yola koyulmuştu. Yolda ayağı iyileşmiş,
yalnız başına atına biner hale gelmişti. Büyük bir debdebe ve ihtişam içinde
Kahire'ye girdi. Şehir süslenmiş, insanlar onun gelişi için büyük bir merasim
tertiplemişlerdi. Gelişine çok sevinmişler, afiyete erdiğinden ötürü de çok
mutlu olmuşlardı. Sonra bu sene receb ayında Kahi-re'den Sifd şehrine gitti.
Sifd kalesinin çevresinde hendek kazdırdı. Hendek kazma işinde emirleri ve
askerleriyle birlikte kendisi de çalıştı. Akkâ taraflarına baskın düzenledi. Halkın
bir kısmını öldürdü, bir kısmını esir aldı. Ganimet elde ederek salimen geri
döndü. Bu sebeple Dı-maşk'ta sevinç davulları çalındı.
Bu sene rebiyülevvel
ayının onikisinde Melik Zahir, Ezher Ca-mii'nde cuma namazı kıldı. Ubeydîlerin
zamanından o zamana kadar mezkur camide cuma namazları kılınmıyordu. Oysa orası
Kahire'de yapılan ilk mescitti. Ezher Camii'ni Kaid Cevher, inşa ettirmiş ve
orada cuma namazı kılmıştı. Hakim, Kahire'de kendi camiini yaptırınca cuma
namazlarını Ezher Camii'nde değil de kendi camiinde kıldırmıştı. Ez-her'de
artık cuma namazları kılınmıyordu. Orası diğer mescitler gibi olmuş,
tozlanmış, durumu değişmişti. Sultan Melikü'z-Zahir, Ezher Ca-mii'nin onarılıp
badana yapılmasını ve cuma namazının orada kılınmasını emretti. Ayrıca
Hüseyniye Camii'nin onarılmasını da emretti. Bu onarım inşaallah ileride de
anlatılacağı gibi hicretin 667. senesinde tamamlandı.
Bu sene Melik Zahir,
Dımaşk Camii'nde hiç kimsenin uyumamasını, geceyi orada geçirmemesini, oradaki
hazinelerin ve maksurelerin dışarı çıkarılmasını emretti. Camide yaklaşık 300
maksure vardı. Caminin içi temizlenince insanlar rahata kavuştular. Cami namaz
kılan kim-
seler için genişledi,
müreffeh bir hale geldi.
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir Sifd şehrinin surlarının ve kalesinin onarılmasını ve üzerine
şu ayeti kerimenin yazılmasını emretti:
«Andolsun ki,
Tevrattan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu
yazmıştık.» (ei-EnbiyariO5).
«İşte bunlar,
Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki, saadete erecek olanlar, Allah'tan yana
olanlardır.» (el-Mücadeie; 22).
Bu sene Abakahan ile
Berekehan'ın yerine geçen Mengütemir savaştılar. Abakahan, Mengütemir'i mağlup
etti ve ondan çok miktarda ganimet ele geçirdi. [20]
Bereke b. Töli b.
Cengizhan. Hülagu'nun amcasının oğluydu. Bere-kehan, sonradan Müslüman oldu.
Alimleri ve salih insanları severdi. En büyük iyiliklerinden biri, Hülagu'yu
mağlup etmesi ve askerlerini dağıtması idi. Melik Zahirle iyi geçinirdi. Onun
kendisine gönderdiği elçilere saygı gösterip ikramda bulunur, onlara çok
miktarda armağanlar verirdi. Vefatından sonra yerine ailesinden Mengütemir b.
Doğan b. Ba-bu b. Töli b. Cengizhan geçti. Mengütemir, Berekehan'ın yolunu
izledi. Onun prensiplerinin dışına çıkmadı. Allah'a hamd olsun. [21]
Taceddin Abdülvahhab
b. Halef b. Bidar b. Bintü'l-E'azz. Şafiî mezhebine mensuptu. Dindar, iffetli,
nezih bir kimseydi. Allah yolunda yaptığı işlerde kendisini kınayanların
kınamalarına aldırmazdı. Suçlu kimseleri affettirmek için oraya girenlerin
ricasını kabul etmezdi. Bütün Mısır diyarının baş kadılığı, hatipliği,
muhtesipliği, şeyhüşsüyuh-luğu, ordu nazırlığı, Şafiî müderrisliği, Salihiye
medresesinin hocalığı, cami imamlığı kendisine verilmişti. Uhdesinde onbeş
vazife vardı. Ba~ zan vezirlik de yapardı. Sultan kendisine saygı gösterirdi.
Vezir İbn Hanna, ondan çok korkardı. Vezir İbn Hanna onu sultanın gözünden
düşürmek için çok uğraştı. Ama başaramadı. Kadı Taceddin'in evine gelmesini
istiyordu. Bu nedenle birgün hasta numarası yaptı. Kadı Taceddin onu ziyarete
gitti. İbn Hanna, onu karşılamak için kalkıp evin orta yerine kadar yürüdü. Bu
durumu gören Kadı Taceddin ona, «Biz hasta diye seni ziyarete geldik, ama sen
sapa sağlamsın. Esselamüaley-küm.» dedi ve yanında oturmaksızm geri döndü.
Kadilkudat Taceddin,
hicretin 604. senesinde doğmuş, Takiyyüd-din b. Rezinden sonra kadılığa atanmış
ve bu sene vefat etmişti. [22]
Nasirüddin Ebü'l-Meâlî
Hüseyin b. Aziz b. Ebi'l-Fevaris el-Kaymazî el-Kürdî. Hükümdarlar nezdinde
mertebesi büyük ve saygın emirlerdendi. Turanşah b. Salih Eyyub'u Mısır'da
öldürdüğü zaman Şâm şehrini Halep valisi Melikü'n-Nasır'a kendisi teslim
etmişti. Nasirüddin, Firoz minaresinin yanındaki Kaymaziye medresesinin
vakfedi-cisidir. Bu medreseye o zamana kadar misli görülmemiş bir saat yaptırılmıştı.
Anlatıldığına göre bu saatin yapımına 40.000 dirhem para harcamıştır. [23]
Abdurrahman b. İsmail
b. İbrahim b. Osman b. Ebibekir b. Abbas Ebu Muhammed ve Ebü'l-Kasım el-Makdisî
eş-Şeyh el-İmam el-Aiim el-Hafız. Muhaddis, fakih ve tarihçiydi. Ebu Şâme
adıyla tanınmış olup Eşrefîye darülhadisinin şeyhi ve Rükniye medresesinin
müderrisi idi. Birçok eser tasnif etmiş, Muhtasar Dımaşk tarihini
hazırlamıştır, eş-Şatibiye adlı eseri şerhetmiştir. er-Red ilâ Emri'l-Evvel,
el-Ukyan, el-Meb'as, el-İsrâ, er-Ravzateyn fi'd-Devleteyn en-Nuriye
ve's-Salahiye eserlerinden bazılarıdır. Bu sonuncusuna bir de zeyl yazmıştır.
Bunlardan başka kitapları da vardır. Hicretin 599. senesi rebiyülahir ayının
yirmiüçünde cuma gecesi doğdu. Kendi biyografisini bu zeylin bu seneyle ilgili
bölümünde anlatmış, nasıl yetiştirildiğini ve eğitim gördüğünü, nasıl ilim
tahsil ettiğini, hadis dinleyişini, Fahr b. Asakir'den, İbn Ab-disselam'dan,
Seyfeddin el-Amidî'den, Şeyh Muvaffaküddin b. Kuda-me'den fıkıh dersleri
aldığını zikretmiştir. Vefatından sonra kendisi hakkında çok güzel rüyalar
görülmüştür. Bir çok ilme vakıftı. Alemüd-din el-Berzalî, Şeyh Taceddin
el-Fezarî'nin onun hakkında şöyle dediğini rivayet etmiştir:
«Şeyh Şihabüddin Ebu
Şâme içtihad mertebesine ulaştı.» Şeyh Şi-habüddin Ebu Şâme bazan şiir de
yazardı. Allah bizi de onu da bağışlasın. Kısaca diyeceğimiz şudur ki; Onun
zamanında şahsiyeti, dindarlığı, iffeti, güvenirliği hususunda kendisine benzer
başka bir şahıs yoktu. Kendisine karşı hazırlanan bir komplo sebebiyle vefat
etti. Evinde oturduğu bir sırada kendisine çoğan otunun kırıntıları
gönderilmişti. Onu bununla öldürmek istiyorlardı. Kendisi güya bir görüşünden
ötürü suçlanmıştı. Ama böyle bir görüşle ilgisi yoktu. Hadisçilerden ve
diğerlerinden bazıları onun haksız yere öldürüldüğünü söylemişlerdir. Bu sene receb
ayına kadar tarih yazmaya devam etmişti. Anlatıldığına göre kendisi evinde
iken çoğan otuyla zehirlenerek öldürülmüştür. Onu öldürenler daha önce yanına
gelmişler, öldürmek amacıyla kendisini dövmüşlerdi, ama o ölmemişti.
Kendisine, «Onları şikâyet etmeyecek misin?» denildiğinde şikâyetçi olmamış ve
şu şiiri okumuştu:
«Başına gelenlerden
ötürü şikâyetçi olmayacak mısın? Çünkü bu büyük bir bela ve musibettir»
diyenlere dedim ki:
Yüce Allah hakkımızı
alacak ve kalbi yaralananın öfkesini dindirecek birini de elbette
görevlendirecektir.
Biz kendisine tevekkül
edecek olursak o bize kâfidir.
Bize Allah yeter, o ne
güzel vekildir!»
Katiller ikinci kez
evine hücum ettiler ve onu ramazan ayının ondo-kuzunda salı gecesi öldürdüler.
Allah ona rahmet etsin. Aynı gün Darül-feradis mezarlığına defnedildi.
Kendisinden sonra Eşrefîye darülhadisinin şeyhliğine Muhiddin en-Nevevî
atandı.
Bu sene Hafız
Alemüddin Kasım b. Muhammed el-Berzalî doğdu. Bu zat, Ebu Şâme'nin tarihine bir
zeyil yazdı. Çünkü kendisi, Ebu Şâme'nin vefat ettiği senede doğmuş, onun
yolunu takip etmiş, izinden yürümüştü. Tarihine zeyli de onun sistematiğine
uyarak yazmıştı. Ebu Şâme'nin biyografisi ile ilgili olarak kendisi de şöyle
bir şiir otumuştu:
«Hep çalışıp tarih
yazmaya devam ediyordum. Nihayet senin de tarihe yazılmış olduğunu gördüm.»
Burada şu beyitin
yazılması daha münasip olurdu:
«Bizim bir efendimiz
dünyayı terk edip gittiğinde onun yerine bir
başkası geçer.
Söz söyler, yüksek
şahsiyet sahibi insanların söylediklerini de yapar.» [24]
Bu sene başlarken
halife, Abbasilerden Hakim'di. Ülkenin sultanı da Melik Zahir'di. Cemaziyelahir
ayının başında Sultan Melikü'z-Za-. hir, muzaffer olarak askerleriyle birlikte
Mısır diyarından hareket edip sefere çıktı. Aniden Yafa şehrine gitti. Zor
kullanarak orayı ele geçirdi. Yafahlar barış yoluyla kaleyi kendisine teslim
ettiler. Onları Yafa'dan çıkarıp Akkâ'ya sürdü. Kaleyi ve şehri tahrip etti,
receb ayında oradan ayrılıp Şakif kalesine yöneldi. Yoldayken Haçlı postacılarından
bir mektup ele geçirdi. Bu mektubu Akkâlılar, Şakif kalesi halkına
gönderi-yorlardı. Mektuplarında Sultan Melikü'z-Zahir'in Şakif kalesine
gelmekte olduğunu bildiriyorlar, kaleyi tahkim etmelerini ve şehre girmelerine
imkân verecek yerleri onarmalarını emrediyorlardı. Bu mektubu okuyan
Melikü'z-Zahir, Şakif şehrini nasıl ele geçireceğini ve şehre nerelerden
girebileceğini öğrendi. Bunun peşi sıra hemen Haçlılardan bir adamı yanma
çağırdı. Ona, bu mektubun yerine Şakif halkına yine kendi dilleriyle başka bir
mektup yazmasını emretti. Mektubunda hükümdarı vezire karşı, veziri de
hükümdara karşı tedbirli olmaya davet etmesini istedi. Böylece devlet erkânı
arasına ihtilaf sokmak istedi. Mektup Şakiflilere ulaşınca Cenâb-ı Allah kendi
güç ve kuvvetiyle aralarına ihtilaf düşürdü. Sultan Melikü'z-Zahir de gelip
Şakif i kuşatma altına aldı, mancınıklarla dövdü. Receb ayının yirmidokuzunda
kaleyi ona teslim ettiler. Sultan Melikü'z-Zahir, Şakiflileri Sur şehrine
sürgün etti. Ganimetleri Dımaşk'a gönderdi. Sonra Trablus'a ve oranın
kazalarına baskınlar düzenledi. Kimi yerleri yağmaladı, bazı kimseleri öldürdü,
bazılarının yüreğine korku saldı. Güçlenmiş ve muzaffer olarak geri döndü.
Merc'i sevdiğinden ötürü gelip Hısnü'l-Ekrad'da konakladı. Hıs-nü'1-Ekrad'taki
Haçlılar ona hediyeler gönderdiler. Ancak bunları kabul etmedi ve «Siz,
askerlerimden birini öldürdünüz, onun diyeti olan 1.000 dinarı sizden
istiyorum» dedi ve yoluna devam etti. Humus'a geldi. Oradan Hama'ya, Hama'dan
Fanıiye'ye, Famiye'den de birkaç menzile uğradı. Sonra yoluna geceleyin devam
etti. Nihayet hazırlıkları tamamlayınca gidip Antakya şehrini kuşatma altına
aldılar. [25]
Antakya, verimli
arazileri bol olan büyük bir şehirdir. Anlatıldığına göre şehrin surlarının
çevre uzunluğu oniki mildir. Burçları 136 altı, surlardaki balkonları ise
24.000 tanedir. Sultan Melikü'z-Zahir, bu sene ramazan ayı başında Antakya'ya
gitti. Antakyalılar çıkıp kendisinden eman dilediler. Bazı şartlarla kendisiyle
anlaşabileceklerini söylediler. Ancak o bunların isteklerini kabul etmedi.
Onları ziyan içinde geri çevirdi. Şehri kuşatmağa karar verdi ve ramazan
ayının ondördünde cumartesi günü Allah'ın gücü, kuvveti, zaferi ve yardımı ile
şehri fethetti. Çokça ganimet ele geçirdi. Emirlere bol miktarda para ve mal
verdi. Orada Halep'li birçok Müslüman esir vardı. Bütün bu olup bitenler, dört
günlük bir süre zarfında olmuştu. Oranın ve Trablus'un sahibi Ağris,
Müslümanlara karşı en şiddetli eziyeti yapanlardandı. Tatarlar Haleb'i ele
geçirdiklerinde ve insanlar oradan kaçtıklarında bu kişi, Müslümanlara çok
zarar vermişti. Yüce Allah, haçı ezip kıran ve İslâm'a yardımcı olan sultanı
ortaya koyarak ondan intikam aldı. Hamd ve minnet Allah'adır. Bu haber ulaklar
vasıtasıyla ülkeye ulaştı. Mansure kalesinde müjde davulları çalındı. Buğraz
halkı da Sultan Melikü'z-Zahir'in üzerlerine gelmekte olduğunu duyunca, şehri
teslim etmek için kendilerine yetkili bir kişi göndermesini istediler. O da
kendilerine şehri teslim almak üzere ramazan ayının onüçünde saray üstadı Emir
Aksungur el-Farikanî'yi gönderdi. Müslümanlar böylece birçok kale ve şehri ele
geçirdiler. Sultan Melikü'z-Zahir de güçlenmiş ve muzaffer olarak geri döndü.
Ramazan ayının yirmiyedisinde büyük bir debdebe ve saltanatla Dımaşk'a girdi.
Şehir onun için süslenmişti. İslâm'ın zorba kafirlere karşı zaferi sebebiyle
müjde ve sevinç davulları çalındı. O burada Dı-maşk meliklerinin ellerinde
bulunan birçok köy, bahçe ve arazileri de almak istiyordu. Tatarların oraları
daha önce istila ettiklerini, sonra buraların geri alındığını iddia ediyordu.
Bazı Hanefî fakiVıleri, kâfirlerin, Müslüman mallarından ele geçirdiklerine
malik olabileceklerine ve bunların onlardan geri alındığı takdirde devletin
olup asıl sahiplerine iade edilmeyeceğine dair fetva verdiler. Bu mesele meşhur
bir mesele olup, insanların bu hususta iki görüşü vardır. Aslolan cumhurun
kavlidir ki; buna göre mezkur mülklerin aslî sahiplerine iade edilmesi vaciptir.
Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)'ın devesi Adbâ müşrikler tarafından zap-tediimişti.
Fakat bilahare Rasûlullah (s.a.v.) bunu onlardan geri almıştı. İşte Cumhur-u
ulema bu hadisi ve benzerlerini Ebu Hanife'ye karşı bir delil olarak ileri
sürmüşlerdi. Alimlerden bazıları da şöyle demişlerdir:
Kâfirler,
Müslümanların mallarını zaptettiklerinde ve bu mallar ellerinde iken Müslüman
olduklarında bunlar, onların mülkü olarak kalır. Buna delil olarak da Peygamber
(s.a.v.) efendimizin, «Akil bizim için bir ev mi bırakmıştı ki?!» mealindeki
hadisini gösterirler: Müslümanlar, Medine'ye hicret ettiklerinde Akü onların
mülklerine el koymuştu. Fakat daha sonra bu mülkler, kendisinin elindeyken
İslâm'a girmiş ve bu mülkler elinden alınmamıştı. Kâfirler, İslâm'a girmeden
önce Müslümanların mallarına ve mülklerine el koyduklarında ve bu mal ve
mülkler, İslâm devletince ellerinden alınacak olursa, o zaman asıl sahiplerine
iade edilir. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz Adbâ adlı deveyle ilgili hadis,
bunun vacip olduğunu ifade eden bir delildir. Kısaca demek istediğimiz şudur:
Sultan Melik Zahir bu konuyu görüşmek için kadıları, fakihleri ve her mezhebe
mensup alimleri bir mecliste topladı ve bu mesele görüşüldü. Sultan Melik
Zahir, elindeki fetvalara dayanarak kararım verdi. İnsanlar bu kararın
sonucundan korktular. Sahip Fahred-din b. Vezir Bahaeddin b. Hanna, onlara
aracılık etti. Çünkü o, İbn bin-tü'1-Eazz'dan sonra Şafiîlerin medresesinde
müderrislik yapmıştı. Sul-tan'a şöyle dedi: «Ey Hakan! Belde ahalisi bütün bu
mal ve mülke karşılık 1.000.000 dirhem ödeyerek seninle anlaşma yapmak
istiyorlar. Ancak bu parayı senelik 200.000 dirhemlik taksitler halinde
Ödeyeceklerini söylüyorlar.» Sultan Melik Zahir ise bu paranın bir kaç gün
içindeibn"kesîr peşin olarak Ödenmemesi durumunda teklifi kabul
etmeyeceğini bildirdi ve şehirden çıkıp Mısır'a yöneldi. Fakat giderken mezkur
paranın taksitler halinde ödenmesini kabul edeceğini de zikretti. Sonra bu müjde
halka ulaştırıldı. Paranın 400.000 dirhemlik bölümünün peşin olarak ödenmesi
kararlaştırıldı. Hasat mevsimi zamanında ürünlere el konulması ve bu gelirin
de sultana iade edilmesi kabul edildi. Bu, insanların sultana karşı insanların
gönüllerinin yumuşamasına neden oldu. Abakahan, Tatarlar üzerinde hakimiyetini
sağlamlaştırınca veziri Nasirüddin et-Tusî'nin görevde kalmasını kararlaştırdı.
Anadolu'da, naib olarak Pervane'yi görevlendirdi. Pervane'nin onun yanında
kadri, kıymeti arttı. Anadolu'da yalnız başına bağımsız bir hükümdar gibi oldu.
Orada sânı yüceldi.
Bu sene Yemen
hükümdarı, Melik Zahir'e mektup yazarak kendisine itaat edeceğini, sultandan
yana olduğunu, Yemen'de Melik Zahir adına hutbe okutacağını bildirdi ve
sultana birçok hediye ve armağanlar gönderdi. Sultan Melik Zahir de bilmukabele
ona hediyeler, hil'atler, sancaklar ve beratlar gönderdi.
Bu sene Ziyaeddin b.
Fikaî, Sahip Bahaeddin b. Hanna'yı Melik Zahir'e şikâyet etti. Onun huzurunda
onunla murafaa yaptı. İbn Hanna onu mağlup etti. Bunun üzerine Sultan Melik
Zahir, Ziyaeddin'i Sahip Bahaeddin'e teslim etti. Sahip de Ziyaeddin'e
tokmaklarla vurdu, mallarını elinden aldı, ölünceye kadar ona eziyet etti, Bir
rivayette anlatıldığına göre Sahip Bahaeddin, Ziyaeddin'i ölmeden önce 717.000
kez tokmaklatmış tır. Doğrusunu Allah bilir.
Bu sene büyük vezir
Pervane Konya hükümdarı Melik Alaeddin'i öldürttü, yerine on yaşındaki oğlu
Giyaseddin'i oturttu. Böylece Pervane, ülkeye ve insanlara hakim oldu. Anadolu
askerleri, onun itaati altına girdi.
Bu sene Sahip Alaeddin
Bağdat'ta divan sahibi îbn Haşkerî en-Numanî adındaki şairi öldürttü. İbn
Haşkerî'nin büyük günahlar işlediği her tarafta duyulmuştu. O, kendi söylediği
şiirlerin Kur'an-ı Azimüş-şan'dan daha üstün olduğunu iddia ediyordu! Sahip
Alaeddin, bir defasında Vasıt'a gitmişti. Numaniye'de iken İbn Haşkerî yanına
geldi, ona bir kaside okudu. Kasideyi okurken müezzin de o anda ezan okumaya
başlamıştı. Sahip Alaeddin ona susmasını söyleyince İbn Haşkerî; «Ey efendimiz!
Sen yeni bir şeyi dinle, üzerinden seneler geçmiş bu şeyi bırak!» dedi.
Böylece Sahip Alaeddin onun hakkında duyduğu şeylerin gerçek olduğunu anladı.
Sonra onunla latife tarzında konuştu. Kendisinde söylediklerini reddetmediği
intibaı uyandı. Amacı onun niyetini daha iyi anlamaktı. Sonunda onun tam bir
zındık olduğu anlaşıldı. Yola koyulurken beraberindeki bir adama, «Şu İbn Haşkerî'yi
yolda bir tarafa çek ve öldür!» diye emir verdi. Adamı İbn Haşkerî'yle beraber
yürüdü.
Nihayet onu
insanlardan uzaklaştırdı. Yanındaki arkadaşlarına da, «Onu kendisiyle
sakalaşıyormuşsunuz gibi atından indirin» dedi. Atından indirilen İbn Haşkerî,
onlara sövüyor ve lanet okuyordu. Sahip Alaeddin, «Elbiselerini üzerinden
çıkarın!» buyruğunu verdi. Elbiselerini çıkardılar. Sonra Sahip Alaeddin,
«Boynunu vurun!» diye emretti. Adamlarından biri öne geçti ve bir kılıç
darbesiyle başını gövdesinden ayırdı. [26]
Merzübaniye hankâhmm
şeyhi idi. Salih, takvalı, zahid bir insandı. Kendi şahsından bahsederken
şöyle demiştir:
«Mısır'da iken Tatar
fitnesi esnasında Bağdat'ta bir çok insanın öldürüldüğünü duydum. Bundan
rahatsız oldum. Dedim ki: «Ya Rab, bu nasıl oluyor? Onların arasında çocuklar
ve günahsız kimseler de vardır.» Sonra rüyada bir adam gördüm. Elinde bir
mektup vardı. Mektubu alıp okudum. İçinde beni reddedici şu beyitlere şahit
oldum:
«Kâinatın idaresinde
emir ve hüküm, senin değildir.
Yaptığı işleri Allah'a
sorma!
Denizin dalgalarına
kapılan kişi helak olur.
Kulların işlerinin
idaresi Allah'a aittir.
İtirazı bırak;
cahillik etme!» [27]
Hafız Ebu İbrahim
îshak b. Abdullah b. Ömer. İbn Kadi'l-Yemen adıyla meşhur olmuştur. Bu sene
altmışsekiz yaşındayken vefat etti ve Şerefü'1-A'lâ mezarlığına defnedildi.
Güzel birçok münferit rivayetleri vardır. İnsanlar kendisinden
yararlanmışlardır.
Bu sene Şeyh
Takiyyüddin îbn Teymiye'nin kardeşi Şeyh Şerefüd-din Abdullah b. Teymiye ile
Hatip el-Kazvinî dünyaya geldiler. [28]
Bu sene safer ayında
Sultan Melik Zahir, kendisinden sonraki dönem için oğlu Melikü's-Said Muhammed
Berekethan'm veliahdlığı be/atını aldı. Bunun için de emirlerin tümünü, kadı ve
ayanı huzurunda topladı. Bey'at tamamlandıktan sonra Melikü's-Said Muhammed Berekethan'ı
bineğine bindirdi. Kendisi de önü sıra yürüdü. İbn Lokman bunun için bir
ferman yazdı. Fermanda Muhammed Berekethan'm babasından sonra hükümdar olacağı,
babasının sağlığında da ona vekaleten kararlar verebileceği yazılıydı. Sonra
Sultan Melik Zahir, cemazi-yelahir ayında Şam'a gitmek üzere askerleriyle birlikte
yola çıktı. Di* maşk'a girdiğinde Tatar hanı Abaka'nın elçileri yanma geldiler.
Beraberlerinde mektuplar ve şifahî mesajlar vardı. Şifahî mesajlardan biri
şuydu: «Sen Sivas'ta satılmış bir kölesin. Nasıl olur da yeryüzü hükümdarına
muhalefet edersin? Şunu bilesin ki, göğe çıksan veya yerin dibine insen yine de
benden kurtulamıyacaksm. Benimle barış yapmak için çaba sarfet!»
Sultan Melik Zahir bu
tehdide aldırmadı, önemsemedi. Aksine buna karşı güzel bir cevap verdi.
Abakahan'm elçilerine şöyle dedi:
«Ona bildirin ki;
halifeden aldığı arazileri ve diğer İslâm topraklarını elinden alıncaya kadar
hep peşinde olacak ve onu takip edeceğim!»
Bu sene cemaziyelahir
ayında Sultan Melikü'z-Zahir, ülkenin her tarafında içkilerin dökülmesini,
mefsedet işlerinin iptal edilmesini, fu-huşun önlenmesini kararlaştırdı. Buna
dair bir ferman çıkardı. Fahişelerin sahip oldukları bütün mallar, meşru bir
şekilde evleninceye kadar ellerinden alındı. Bu ferman ülkenin her tarafına
ulaştırıldı. Buna dayalı harçlar kaldırıldı. Geçimini bu yoldan sağlayanlara
başka iş imkânları verildi. Hamd ve minnet Allah'adır. Sonra sultan, askerleriyle
birlikte Mısır'a döndü. Yoldayken Hırbetüllüsûs mevkiine vardığında bir kadın
karşısına çıktı. Oğlunun Sur şehrine .girdiğini, şehirdeki Haçlı kontunun
oğlunu yakalayıp öldürttüğünü mallarına da el koyduğunu söyledi. Bunun üzerine
sultan Sur şehrine baskın yaptı. Bir kısım insanları Öldürdü, birçok malları
ganimet olarak ele geçirdi. Sur şehrinin kontu «Bunun sebebi nedir?» diye
sordu. Sultan da onun, mezkur kadının oğluna ihanet ettiğini, tüccarlara tuzak
kurduğunu söyledi ve bundan sonra da askerlerinin öncü birliğinin komutanına
şu buyruğu verdi:
«İnsanlara benim
rahatsız olduğumu ve mahfe içinde bulunduğumu duyur. Tabipleri çağır. Onlara
hasta olduğumu söyle ve falan hastalık için nasıl bir reçete yazılacağını sor.
Sana tavsiye edecekleri ilaç ve şuruplan hazırlayıp mahfeye, yanıma getir ve
bütün bunlar olurken de kargaşaya mahal vermeyin, insanlar yollarından
olmasınlar. Seyirlerine devam etsinler.»
Bu buyruğu verdikten
sonra Sultan Melikü'z-Zahir, posta arabasıyla hızla Mısır'a gitti. Orada
oğlunun durumunu araştırdı. Kendisinden sonra Mısır'da yönetiminin nasıl
işlediğini kontrol etti ve sonra da hemen geri dönüp askerlerine ulaştı.
Mahfede oturdu. İyileştiğini açıkladı. Askerler de buna çok sevindiler. Bu,
gerçekten l?üyük bir cesaret işi, muazzam bir atılganlık örneği idi.
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir, maiyetinde Emir Bedreddin Haznedar, Kadilkudat Sadreddin
Süleyman el-Hanefî, Fahreddin b. Lokman, Taceddin b. Esir, 300 kadar köle ve
askerlerden bir grup olmak üzere hacca gitti. Yolda Kerek'e uğradı, şehrin
durumunu inceledi, oradan Medine-i Münevvere'ye geçti, ahaliye ihsanda
bulundu, şehrin durumunu inceledi. Sonra Mekke'ye gitti, orada mücavir olarak
yaşayanlara sadaka dağıttı, Arefe'de vakfe yaptı, Kabe'yi ziyaret etti. Veda
tava-finı yaptı. Ka'be'nin kapısı kendisine açıldığında içini gül suyuyla
yıkadı ve eliyle esans sürdü. Ka'be'nin kapısında durup içeri girmelerine imkan
sağlamak için insanların ellerinden tuttu. Daha sonra Şeytan taşlama yerine
gitti, kurban bayramının dördüncü gününü beklemeden Medine-i Münevvere'ye
döndü, Kabr-i Şerifi ikinci kez ziyaret etti. Salât-u selâmların en faziletlisi
ve güzeli orada sakin bulunan sevgili Peygamberimize olsun. Âline, temiz ve
hoş aile efradına, kıymetli sahabilerinin tümüne de kıyamet gününe dek selam
olsun. Bundan sonra Melikü'z-Zahir Kerek'e yöneldi. Zilhicce ayının
yirmidokuzuncu gününde şehre girdi. Müjdeciyi de salimen geldiğini bildirmesi
için Dımaşk'a gönderdi. Dımaşk naibi Emir Cemaleddin Akkuş en-Necibî, muharrem
ayının ikisinde müjdeciyi karşılamak için şehir dışına çıktığında Sultan
Melikü'z-Zahir'in bizzat topluluğu geride bırakarak Meydan-ı Ahdar'da yürümekte
olduğunu gördü. İnsanlar onun süratli yürüyüşüne, sabır ve metanetine hayran
kalmışlardı. Dımaşk'a gelişinin ardı sıra hemen yola koyuldu. Muharrem ayının
altısında Haleb'e gitti. Şehrin durumunu inceledi. Daha sonra Hama'ya döndü.
Oradan da Dımaşk'a gitti. Dı-maşk'tan sonra Mısır yoluna koyuldu ve mütakip
senenin safer ayının üçünde sah günü Mısır'a girdi. Allah rahmet etsin. Bu sene
zilhicce ayının sonlarında şiddetli bir fırtına koptu. Nih'de bulunan 200
gemiyi batırdı. Bu yüzden birçok insan Öldü. O mıntakalarda şiddetli sağanak
yağmurlar da yağdı. Şam'a da bir yıldırım düşdü ve bu yüzden ürünler telef
oldu. înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve
O'na dönücüleriz.)
Bu sene Cenâb-ı Allah,
Tatarların arasına ihtilaf soktu, Abakahan'm adamlarıyla amcasının oğlu İbn
Mengütenıir'in adamları birbirlerine düştüler ve bu ihtilaftan dolayı da
dağıldılar. Allah'a hamd olsun.
Bu sene Harranlılar
şehri bırakıp Şam'a geldiler.
Gelenler arasında
şeyhimiz Allame Ebu Abbas Ahmed b. Teymiye de vardı. Babasıyla gelmişti. O
zaman altı yaşındaydı. Beraberlerinde kardeşi Zeyneddin Abdurrahman ile
Şerefüddin Abdullah da vardı. Bunlar ondan daha küçük yaşta idiler. [29]
Emir İzzeddin Aydemir
b. Abdullah el-Halebî es-Salihî. Hükümdarlar nezdinde büyük ve itibarlı
emirlerdendi. Sonra Sultan Melikü'z-Zahir'in yamnda da yüksek mertebelere
ulaştı. Sultan, yokluğunda onu kendine vekil tayin ederdi. Bu sene girildiğinde
sultan onu yanına almıştı. Dımaşk kalesinde vefat etti ve Yağmuriye
yakınlarındaki türbesine defnedildi. Geride bol miktarda mal bıraktı.
Çocuklarına göz kulak olmasını sultana vasiyet etti. Sultan, Dımaşk Camii'nde
düzenlenen ta-ziyet meclisinde hazır bulundu. [30]
Şerefüddin Ebü'z-Zahir
Muhammed b. Hafız Ebü'l-Hattab Ömer b. Dihye el-Mısrî. Hicretin 610. senesinde
doğdu. Babasından ve bir gurup ulemadan hadis dinledi. Kâmiliye darülhadisinde
bir süre şeyhlik görevini yürüttü. Hadis rivayet etti. Faziletli bir kimseydi. [31]
Kadı Taceddin Ebu
Abdillah Muhammed b. Vessab b. Rafi el-Becilî el-Hanefî. Ders verdi. Dımaşk'ta
îbn Ata'ya niyabeten fetva verdi. Hamamdan çıkıp hamamın kürsüsünde (divan)
oturmakta iken ani olarak vefat etti. Kasyun mezarlığına defnedildi. [32]
Şerefüddin Ebü'l-Hasan
Ali b. Yusuf b. Haydere. Rahbeli idi. Dı-maşk'taki tabiplerin üstadı idi.
Vakfediçisinin vasiyeti gereğince Deh-variye medresesinin müderrisliğini yaptı.
Zamanında tıp bilginlerinin öncüsüydü. Şiir de yazardı. Şiirlerinden biri
şudur:
«Dünyada yaşayan
insanlar, zorla ölüme doğru götürülmektedirler.
Ama geride kalanlar,
gidenlerin durumunun farkında değiller Onlar boğazlanamn durumunu bilmeyen
Yaşamakta olan davarlar gibidirler.» [33]
Şeyh Nasirüddin
Mübarek b. Yahya b. Ebu'l-Hasan Ebü'l-Berekat b. Sabbağ eş-Şafîî. Fıkıhta ve
hadiste allame idi. Ders verdi. Fetva verdi,
eser tasnif etti,
kendisinden istifade edildi. Seksen yaşında iken bu senenin cemaziyelevvel
ayının onbirinde vefat etti. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [34]
Şeyh Ebü'l-Hasan Ali
b. Abdullah b. İbrahim el-Kûfî. Kurra ve na-hivciydi. Sibeveyh lakabını
taşırdı. Nahiv ilminde yüksek ve faziletli bir alimdi. Altmışyedi yaşındayken
bu sene Kahire hastahanesinde vefat etti. Allah rahmet etsin. Şiirlerinden biri
şudur:
«Sürekli ayrılığında
kalbimi azaplandırdm. Ey aşkı, zamir-i gayr-ı munfasılın kelimeden Ayrılmayışı
gibi kalbimden ayrılmayan!
Benden yüz çevirmen
sana olan aşkımı daha da te'kid etmiştir. ' Benden yüz çevirip değişmen ise,
atfı beyan ile bedelin birbirine benzeyişi gibidir.»
Bu sene Şafiîlerin
şeyhi şeyhimiz Allame Kemaleddin Muhammed b. Ali el-Ensarî b. Zemlekanî dünyaya
geldi. [35]
Bu sene muharrem
ayının ikisinde Sultan Melikü'z-Zahir develere, binerek Hicaz'dan Dımaşk'a
geldi. İnsanlar, gelişinin farkına varmamışlardı. Aniden Dımaşk'ın Meydan-ı
Ahdar alanında görüldü. Halk, onun gelişine çok sevindi. Kendisini karşılamaya
gidenlere hediye ve armağanlar vererek onları sevindirdi. Bu, zaten onun
adetiydi. İnsanlar onun süratinden ve himmetinin yüksekliğinden ötürü kendisine
hayran kalıp şaştılar. Sonra Haleb'e gitti. Haleb'ten Mısır'a gitmek üzere
yola çıktı ve muharrem ayının altısında Mısır kafilesiyle birlikte Mısır'a
girdi. Bu sene Hicaz'da yanında zevcesi Ümmü'l-Melik es-Said bulunuyordu.
Mısır'dan safer ayının onüçünde oğlu ve emirleriyle birlikte ayrılıp İskenderiye'ye
gitti. Orada ava çıktı. Emirlere bol miktarda para ve hil'at verdi. Güçlenmiş
ve muzaffer olarak geri döndü.
Yine bu sene muharrem
ayında Merakeş sahibi Ebü'1-Alâ îdris b. Abdullah Muhammed b. Yusuf el-Vâsık
öldürüldü. Onu, Merakeş yakınlarında kendisiyle savaşmakta olan Mirrin oğullan
öldürmüşlerdi.
Bu sene rebiyülahir
ayının onüçünde Sultan Melikü'z-Zahir, bir grup askeriyle birlikte Dımaşk'a
geldi. Bunlar yolda soğuktan ve çamurdan dolayı büyük sıkıntılara maruz
kalmışlardı. Zenbakiye'de.ota& \nv-du. îbn Uht Zeytun'un îslâm ordusuna
saldırmak üzere Akkâ'dan.vola çıktığım duyunca kendisi de hızla ona karşı
harekete geçti. Onu Akkâ yakınlarında buldu. Ibn Uht Zeytun, onun korkusundan
ötürü geri dönüp Akkâ'ya girdi.
Bu sene receb ayında
Sultan Melikü'z-Zahir'in naibleri Misyaf kalesini İsmailîlerin elinden teslim
aldılar. Misyaf taki İsmailî emiri Sarim Mübarek b. Rıza, kaleyi terk edip
kaçmıştı. Hama sahibi ona karşı tuzak kurmuş ve onu esir alıp Sultan
Melikü'z-Zahir'e göndermiş, sultan da onu Kahire'deki bir kalenin burcuna
hapsetmişti.
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir, Peygamber efendimizin hücresinin çevresine konulmak üzere
trabzanlar göndermiş, bu trabzanların me-zar-ı şerifi korumak amacıyla
çevresine dikilmesini emretmişti. Açılıp kapanan kapılar da yaptırmıştı.
Bunlar, götürülüp yerlerine konuldular.
Bu sene Haçlıların Şam
ülkesine hücum edeceklerine dair çeşitli haberler gelince Sultan Melikü'z-Zahir
onlarla savaşmak için orduyu hazırladı. Bununla beraber o, Haçlıların zarar
vermesinden korktuğu için İskenderiye ile çok ilgileniyordu. Orayı tahkim
etmiş, düşman baskınına karşı orada köprüler yaptırmış, oradaki köpeklerin
öldürülmesini emretmişti.
Bu sene Mağrip
diyarmdaki Benu Abdilmü'min Devleti çöktü. Son hükümdarları, Merakeş sahibi
İdris b. Abdullah b. Yusuf tu. Onu Mirrin oğulları bu sene öldürmüşlerdi. [36]
Sahip Zeyneddin Yakup
b. Abdullah er-Refî b. Zeyd b. Malik el-Mısrî. İbn Zübeyrî adıyla tanınmıştı.
Faziletli ve reis bir kimseydi. Önce Melik Muzaffer Kutuz'a, sonra da
hakimiyetinin ilk zamanlarında Zahir Baybars'a vezirlik yaptı. Sonra bu
görevden azledildi. Yerine Baha-eddin b. Hanna atandı. Kendisi bu senenin
rebiyülahir ayının ondor-dünde vefat edinceye kadar evinde oturdu. Dışarı
çıkmadı. Güzel şiirleri vardır. [37]
Şeyh Muvaffaküddin
Ahmed b. Kasım b. Halife el-Hazrecî. Tabipti, îbn Ebi Usaybia adıyla tanınırdı.
On ciltlik güzel bir Tarihü'l-Etibba'sı vardır. Bu eser, Emevî Camii'nin îbn
Urve meşhedinde vakıf olarak bulunmaktadır. Doksan yaşını aşmış iken bu sene
Serhat'ta vefat etti. [38]
Şeyh Zeyneddin Ahmed
b. Abdüddaim b. Ni'me b. Ahmed b. Mu-hammed b. İbrahim b. Ahmed b. Bükeyr
Ebü'l-Abbas el-Makdisî en-Nablusî. Bir grup hadis aliminden münferid
rivayetlerde bulundu. Hicretin 575. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Hadis
toplamak amacıyla çeşitli beldelere seyahatlerde bulundu. Faziletli bir
kimseydi. Çok çabuk yazı yazardı. Şeyh Alemüddin'in anlattığına göre o,
Muhtasarü'1-Hara-ki adlı eseri bir gecede yazmıştır. Yazısı sağlam ve güzeldi.
İbn Asakir'in Tarih'ini iki kez yazdı. Kendi şahsı için o tarihi ihtisar etti.
Ahir ömründe gözlerini kaybetti ve öylece dört sene daha yaşadı. Kutbeddin,
onun bazı şiirlerini zeylinde nakletmiştir. Şeyh Zeyneddin bu sene Dımaşk'ta
vefat etti. Receb ayının onunda salı sabahı Kasyun mezarlığına defnedildi.
Vefat ederken doksan yaşını aşmıştı. Allah rahmet etsin. [39]
Şeceresi şöyledir:
Ebü'1-Fadl Yahya b. Kadilkudat Bahaeddin Ebü'l-Meâli Muhammed b. Ali b.
Muhammed b. Yahya b. Ali b. Abdüla-ziz b. Ali b. Abdülaziz b. Ali b. Hüseyin b.
Abdülaziz b. Ali b. Abdülaziz b. Ali b. Hüseyin b. Muhammed b. Abdurrahman b.
Kasım b. Velid b. Ab-durrahman b. Eban b. Osman b. Affan el-Kureyşî el-Ümevî b.
ez-Zekî. Defalarca Dımaşk kadılığı yaptı. Kendisinden önce baba ve dedeleri de
bu görevi ifa etmişlerdi. Hanbel'den, İbn Taberzed'den, Kindî'den, İbn
Haristani'den ve başka hadis alimlerinden hadis dinledi. Hadis rivayet etti.
Birçok medreselerde ders verdi. Hılavuniye dairesinde Şam kadılığı yaptı.
Ancak Ebu Şâme'nin anlattığına göre pek övgüye layık bir kadı değildi. Bu sene
receb ayının ondördünde Mısır'da vefat etti. Vefat ederken yetmiş yaşını
aşmıştı. Mukattam mezarlığına defnedildi. Güzel ve sağlam ifadeler içeren güçlü
şiirleri vardı. Şeyh Kutbeddin onun nesebini anlattıktan sonra babası Kadı
Bahaeddin'den naklen demişti ki o, Hz. Ali'nin Hz. Osman'dan daha üstün olduğu
görüşüne kaildi. Bu hususta kendi şeyhi Muhyiddin b. Arabî ile muvafakat
etmişti. Bu görüşe kail olmasının asıl sebebi, görmüş olduğu şu rüya idi: Kadı
Muhyiddin İbn ez-Zekî rüyasında Dımaşk Camii'nde Hz. Ali'yi görmüş. Hz. Ali
Sıffin savaşında Emevîlerin kendisine yaptıklarından dolayı Kadı
Muhyiddin'deri yüz çevirmişti. Sabah olunca Kadı Muhyiddin uykusundan uyanır
uyanmaz bir kaside nazmetmişti. Kasidesinde her ne kadar kendisi Emevî ise de
Hz. Ali'ye meyilli olduğunu dile getirmişti:
«Her ne kadar Emevî
sülalesinden isem de ben vasinin (Alinin) yolundayım. Ondan başkasını lider
olarak görmüyorum. Eğer Sıffin savaşında hazır bulunsaydım Emeviler benim
orada savaştığımı görselerdi,
Ali'den yana olurdum.
Bunda da haklıydım.
Hz. Ali'den yana
olduğum ve onu beğendiğim için başıma miğferi geçirir ve hilafeti Emevilerden
kendi elimle geri alırdım.»
Kadı Muhyiddin'in
şiirlerinden biri de şudur:
«Dediler ki; Dımaşk
şehrinde gezilip görülecek bir yer yoktur.
Sen oraya aldanıyorsun
ve orada kalıyorsun.
Ey beni kınayan,
azıcık dur da düşün,
Onun bir görüntü oku,
bir satır yazı gibi kıymetlidir.» [40]
Sahip Fahreddin
Muhammed b. Sahip Bahaeddin Ali b. Muham-med b. Selim b. Hanna el-Mısrî,
Vezirlik yapmış faziletli bir insandı. Büyük Kurafe'de bir hankâh yaptırdı.
Mısır'da babasının medresesinde ders verdi. Ibn bintü'l-Eazz'den sonra Şafiî
medresesinde de hocalık yaptı. Bu senenin şaban ayında vefat etti ve Mukattam
mezarlığına defnedildi. Vefatından sonra Sultan Melikü'z-Zahir onun oğlu
Taceddin'i vezirliğe atadı. [41]
Şeyh Ebu Nasr b.
Ebu'l-Hasan b. Harraz es-Sufî el-Bağdadî. Şairdi. Güzel bir divanı vardı.
Muaşereti güzel, müzakeresi hoş bir insandı. Arkadaşlarından biri yanına
geldiğinde onun için ayağa kalkmamış ve şu şiiri okumuştu:
«Sen yanıma geldiğinde
kalbim senin için ayağa kalktı. Senin sağlam dostluğunu tazimle karşıladı.
Dostluk için kalbin sevgiyle ayağa kalkması, Bedenin, beden için ayağa
kalkmasından daha iyidir.» [42]
Bu senenin safer
ayının başında Sultan Melikü'z-Zahir bir grup askerle birlikte Mısır'dan
Askaîan'a gitti. Orada Selahiye Devleti zamanında ihmal edilen Sur
kalıntılarını da yıktı. Yıkıntılar arasında her birinde 1.000'er dinar bulunan
iki küp buldu. Bu paralan emirlere dağıttı. Kendisi oradayken Mengü Temr'in,
Abaka'nm askerlerini bozguna uğrattığı müjdesini aldı. Buna çok sevindi. Sonra
Kahire'ye döndü.
Rebiyülevvel ayında,
Akkâlıların elinde bulunan Müslüman esirleri, Akkâ şehri dışında elleri kollan
bağlı vaziyette öldürdükleri haberini aldı. Kendisi de elinde bulunan Akkâlı
esirlerin boyunlannın vurulmasini emretti. 200'e yakın Akkâlı esirin boynu bir
günün sabahında vuruldu.
Bu,sene Münşiye
Camii'nin yapımı tamamlandı. Rebiyülahir ayının yirmiikisinde orada cuma
namazı kılındı.
Bu sene Tunuslularla
Haçlılar arasında anlatımı burada uzun sürecek savaşlar cereyan etti. Sonra
iki taraf ateşkes yapıp barıştılar. Ama bu savaşlarda sayılarını ancak Allah'ın
bildiği miktarda insan Öldürülmüştü.
Bu senenin receb
ayının sekizinde perşembe günü Sultan Melikü'z-Zahir, Dımaşk'a geldi.
Beraberinde oğlu Melikü's-Said ile Vezir İbn Hanna ve ordusu vardı. Sonra iki
guruba ayrılarak Dımaşk'tan ayrıldılar. Cebele, Lazkiye, Merkab, Arka ve çevre
beldelere baskın yapmak üzere sahilde bir araya gelmek üzere anlaştılar.
Yollanna devam ettiler. Nihayet toplanma noktasına gelip birleştiler. O zaman
Safita ve Mec-del'i fethettiler. Oradan yola koyuldular ve receb ayının
ondokuzunda salı günü Hısn-ı Ekrad'a indiler. Hısn-ı Ekrad'ın çevresinde üç sur
vardı. Mancımklan kurdular ve şaban ayının ortasında güç kullanarak orayı
fethettiler. Askerler içeri girdiler. Hısn-ı Ekrad'ı kuşatan, sultanın oğlu
Melikü's-Said idi. Sultan, Hısn-ı Ekrad ahalisini serbest bıraktı. Onlara lütufta
bulundu. Yumuşak davrandı ve Trablus'a sürgün etti. Fetihten on gün sonra
kaleyi teslim aldı. Kale halkını da oradan uzaklaştırdı. Şehrin kilisesini
camiye çevirdi ve orada cuma namazı kıldı. Oraya bir naib ve bir de kadı atadı.
Şehrin onanlmasını emretti.
Tarsus sahibi,
şehrinin anahtarlarını ona gönderdi. Şehrin ürünlerinin yarısını Sultan
Melikü'z-Zahir'e vermek ve kendisini Tarsus'ta naib olarak bırakmak şartıyla
sultandan banş talebinde bulundu. Sultan da onun bu talebini uygun gördü.
Merkab sahibi de aynı şeyi yaptı. Sultan, onunla da şehrin ürünlerinin yansını
almak şartıyla barış yaptı. Böylece on senelik bir ateşkes ve saldırmazlık
antlaşması yapıldı.
Sultan Melikü'z-Zahir,
Hısn-ı Ekrad yanında ordugah kurmuş iken Kıbrıs adası sahibinin, askerleriyle
birlikte Akkâhlara yardıma gelmekte olduğunu duydu. Kıbns adası sahibi,
sultanın kendilerine zarar vermesinden korktuğu için Akkâlıların yardımına
koşuyordu. Sultan, bu durumu firsat bilerek oniki gemilik bir filoyu Kıbns
adası sahibinin bulunmadığı bir zamanda ele geçirmek üzere harekete geçirdi.
Gemiler hemen yola koyuldular. Adaya yaklaştıklarında şiddetli bir firtı-naya
yakalandılar. Birbirlerine çarptılar. Bu yüzden dört gemi parçalandı. Bu da
Allah'ın takdiri idi. Bir kısmı battı. Bir kısmı Haçlılar tarafından esir
alındı. Haçlılar 1800 kadar tayfa ve askeri esir almışlardı. İnna lillah ve
inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz). Sonra
sultan harekete geçti. Akkâ şehrine doğru mancımklan-m kurdu. Halk, kendisinden
eman diledi. Şehri boşaltacaklanm söylediler. Sultan da isteklerini kabul etti.
Ramazan bayramında Akkâ şehrine girip şehri teslim aldı. Akkâ kalesi
Müslümanlara çok zarar veren bir yerdi. Burası iki dağ arasında bir vadi idi.
Akkâ'nm işini tamamladıktan sonra Sultan Melikü'z-Zahir, Trablus'a doğru yola
koyuldu. Trablus sahibi ona «Sultan bu topraklarda ne yapmak istiyor?» sorusunu
yöneltti. O da «Ekinlerinizi toplamak, ülkenizi tahrip etmek üzere geliyorum.
Sonra da müteakip senede sizi kuşatmağa geleceğim» haberini gönderdi. Bunun
üzerine Trablus sahibi Sultandan merhamet dileyip barışmak istediğini söyledi.
Bunun üzerine iki taraf arasında on yıllığına bir saldırmazlık antlaşması
yapıldı.
Bundan sonra
İsmaililer, Sultan Melikü'z-Zahir'e haber göndererek babalarına yumuşak
davranması, onu affetmesi için merhamet dilediler. Babaİan Kahire'de zindanda
bulunuyordu. Sultan da onlara şu haberi gönderdi: «Bana Alika'yı teslim edin.
Kaleden inin. Alika kalesine karşılık Kahire'de size bazı arazileri ikta
olarak vereyim. Babanız da size teslim edilsin.» îsmaililer Alika kalesinden
inip yanına geldiklerinde onların Kahire'ye götürülüp haps edilmesini emretti
ve Alika kalesine bir naib tayin etti.
Bu senenin şevval
ayının onikisinde pazar günü Dımaşk, sel baskını altında kaldı. Bir çok eşya
telef oldu. Bu yüzden birçok insan boğuldu. Özellikle Anadolu'dan gelen ve iki
nehir arasında konaklamış bulunan Hacıların hepsi boğulduğu gibi develeri ve
yükleri de sele kapılıp gitti. Hepsi helak oldular. Bu yüzden şehrin kapıları
kilitlendi. Şehrin içine surların tepelerinden *ve Feradis kapısından su
baskınları geldi. İbn Mukaddem hanı sular altında kaldı. Birçok eşya telef
oldu. Bu hadise yaz mevsiminin güneşli günlerinden birinde vuku bulmuştu.
Sultan Melikü'z-Zahir,
bu senenin şevval ayının onbeşinde çarşamba günü Dımaşk'a geldi. Kadı İbn
Hallikan'ı azletti. O zamana kadar îbn Hallikan on senelik kadı idi. Yerine
İzzeddin b. Saiğ atandı. Kendisine hil'at giydirildi. Kadılığa atanmasıyla
ilgili ferman Trablus dışında Vezir îbn Hanna'mn aracılığıyla yazılmıştı. îbn
Hallikan da azledilince zilkade ayında Mısır'a gitti.
Bu senenin şevval
ayının onikisinde Sultan Melikü'z-Zahir ve adamları Hısnü'l-Kürdî'ye girdiler.
Orada Yahudi kilisesini dolaştılar. İçinde namaz kıldılar. Kilisedeki Yahudi
sembollerini yok ettiler. Orada bir ziyafet tertiplediler. Sema ayini
düzenlediler ve birkaç gün bu halde orada kaldılar. Kilise daha sonra
Yahudilere yine verildi. Sonra Sultan Melikü'z-Zahir sahil beldelerine gitti. Bir
kısmını fethetti. Akkâ'ya yakın bir tepeye çıkıp şehri seyretti. Sonra Mısır
diyarına gitti. Bu süre zarfında gazalara yaklaşık 800.000 dinar harcamıştı.
Allah, bu masrafının yerini doldurdu. Zilhicce ayının onüçünde perşembe günü
Kahire'ye ulaştı. Aynı ayın onyedisinde aralarında Halebî'nin ve diğerlerinin
de
bulunduğu bir grup
ümerâyı tutukladı. Bunların Şakif te bulunduğu sıralarda kendisini yakalamak
ve hal'etmek istediklerini haber almıştı.
Bu senenin zilhicce
ayının onyedisinde Sultan Melikü'z-Zahir, ülkenin her tarafında içkilerin
dökülmesini emretti. İçki yapmak için üzüm sıkanlar veya sıktıranlar ölümle
tehdit edildi. İçkisi telef edilenlere tazminat Ödenmeyeceğim bildirdi. Daha
önceleri Kahire'de her gün bu amaçla 1.000 dinar tazminat ödeniyordu. Sonra
posta, bu haberi ülkenin her tarafına ulaştırdı.
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir, Kerek sahibi Aziz b. Muğis'i tutukladı. Adamlarından bir grubu
da göz altına aldı. Bunlar, Kerek sahibi Aziz b. Muğis'i sultanlığa geçirmeye
niyetlenmişlerdi. [43]
Melik Takiyüddin Abbas
b. Melikü'1-Âdil Ebu Bekir b. Eyyub b. Sadî. Bu, Sultan Adil'in hayatta kalan
en son oğluydu. Kindî'den ve îbn Haristanî'den hadis dinledi. Hükümdarlar
nezdinde saygı görürdü. Kendisinin hazır bulunduğu bir mecliste veya kafilede
hiç kimse başını kaldırıp onun yüzüne bakamazdı. Yumuşak huylu, arkadaşlığı
güzel bir kimseydi. Onun meclisinde bulunan bir kimse, yanında oturmaktan
usanmazdı. Bu senenin cemaziyelahir ayının yirmiikisinde cuma günü Derb-i
Reyhan'da vefat etti ve Kasyun mezarlığındaki türbesine defnedildi. [44]
Şeceresi şöyledir:
Ömer b. Abdullah b. Salih b. İsa es-Sübkî el-Malikî. Hicretin 585. senesinde
doğdu.Hadis dinledi. Fıkıh dersleri aldı. Salahiye medresesinde fetva verdi.
Kahire muhtesibliğine atandı. Sonra hicretin 663. senesinde kadılık görevine
tayin edildi'. Her mezhepten bir kadmm atandığı sırada kendisi de Maliki mezhebinin
kadılığına atanmıştı. Bu göreve gelmek istememiş, buna şiddetle karşı koymuştu,
ancak yapılan baskılardan sonra kendisi bu göreve karşılık ücret almamak
şartıyla kadılığı kabul edeceğini bildirdi. Bu şartla göreve atandı. İlmi ve
diyanetiyle meşhur bir kimseydi. Kadı Bedreddin b. Cemaa ve diğerleri
kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu senenin zilkade ayının bitimine beş
gün kala vefat etti. [45]
Şecaatli, bahadır bir
kimse olup güzel görüşü vardı. Üstadı kendisine muhalefet etmezdi.
Melikü'z-Zahir de kendisinin görüşlerine uyardı. Bu sene Hama'da vefat etti ve
Hama'daki medresesinin yakınındaki türbesine defnedildi. [46]
Şeceresi şöyledir.
Abdülhak b. İbrahim b. Muhammed b. Nasr b. Muhammed b. Nasr b. Muhammed b.
Kutbeddin Ebu Muhammed el-Makdisî er-Rakutî. Rakutî kelimesi onun Rakutalı
olduğunu göstermektedir. Rakuta ise Mersiye yakınlarında bir beldedir. İbn
Seb'în, hicretin 614. senesinde doğdu. Felsefe, mantık ve ilm-i evail ile
iştigal etti. Bu yüzden kendisinde bir nevi dinsizlik meydana geldi. Bu konuda
eser tasnif etti. Simya ilmini bilirdi. Bu ilmi sayesinde bazı geri zekâlı emirleri
ve zenginleri aldatır, akıllarım çelerdi. Bunun, milletin hallerinden bir hal
olduğunu söylerdi. Kitabü'1-Bedv, Ritabü'1-Hev gibi eserleri vardır. Mekke'de
ikamet etti. Mekke emiri İbn Semi'nin aklını çeldi. Bazan hira mağarasına
gider, orada kalır ve peygamberliğin çalışılarak elde edildiğini,
peygamberliğin saflaşıp berraklaşarak akılda meydana gelen bir feyiz olduğu
inancına sahip olduğundan Hira mağarasında Peygamber (s.a.v.) Efendimize
geldiği gibi kendisine de vahiy geleceğini ümitle beklerdi. Fakat bu
bekleyişinin sonunda sadece dünya ve ahiret-te -şayet bu inanç üzere ölmüş ise,
rezillik ve rüsvaylık elde etmiştir. Kendisi Kâbe-i Muazzama'yı tavaf eden
kimseleri gördüğünde «Bunlar medarın etrafında dönen eşekler gibidirler.
Halbuki beni tavaf etseler, Beyt-i tavaf etmelerinden daha iyidir» derdi. Allah
ona ve onun gibilerine gerekli hükmünü verecektir. Küfür kokan bazı söz ve
fiilleri nakledilmiştir. Bu senenin şevval ayının yirmisekizinde Mekke-i
Mükerreme'de öldü. [47]
Bu sene başında
halife, Hakim Bi-Emrillah Ebül-Abbas Ahmed el-Abbasî idi. İslâm ülkesinin
sultam da Melikü'z-Zahir'di. Muharrem ayının ondördünde pazar günü Sultan
Melikü'z-Zahir, Kıbrıs adası yakınlarında batan gemilerin yerine yaptırmış
olduğu kırk adet yeni gemiyi görmeye gitti. Bu gemilerden birine Emir Bedreddin
Haznedar'la birlikte bindi. Gemi sularda yalpalayınca Emir Bedreddin denize
düştü. Suların dibine inmekteyken adamın biri peşi sıra suya atlayıp saçından
yakaladı ve emiri boğulmaktan kurtardı. Bunun üzerine Sultan Melikü'z-Zahir o
adama hil'at giydirip ihsanda bulundu.
Muharrem ayının
sonlarında sultan, az sayıdaki Haseki askerleri ve emirleriyle birlikte
Mısır'dan yola çıktı. Kerek şehrine geldi. Kerek naibini yanına alarak Dımaşk'a
götürdü, safer ayının onikisinde Dı-maşk'a girdi. Beraberlerinde Kerek naibi
İzzeddin Aydemir de vardı. Onu Dımaşk naibliğine atadı. Eski naib Cemaleddin
Akkuş en-Necibî'yi safer ayının ondördünde azletti. Bundan sonra Hama'ya gitti.
On gün sonra geri döndü. Rebiyülevvel ayında Tatarların korkusu sebebiyle kaçan
bazı Halepli, Hamalı ve Humuslular Dımaşk'a geldiler. Dımaşklı bazı kimseler de
Tatarların korkusundan başka yerlere kaçmışlardı. Rebiyülahir ayında Mısır
askerleri Dımaşk'ta bulunan Sultan Meli-kü'z-Zahir'in yanına geldiler. Sultan,
ayın yedisinde onlarla birlikte Dı-maşk'tan ayrılıp yola koyuldu. Hama'dan
geçti. Hama meliki Mansur'la görüştü. Oradan Haleb'e gitti. Meydan-ı Ahdar'da
otağ kurdu. Bunun sebebi şuydu: Rum askerleri 10.000 kadar süvari toplamışlar;
bunlardan bir kısmını harekete geçirip Ayıntab'a[48]
baskın düzenlemişler, sonra Nastun'a gitmişler, Harin üe Antakya arasında
bulunan bir grup Türk-nıene hücum etmişler, vurup kırıp köklerini kazımışlardı.
Tatarlar, Sultan Melikü'z-Zahir'in muzaffer askerleriyle birlikte oralara
geldiğini duyunca gerisin geri dönmüşlerdi. Sultan, Haçlıların Filistin'e
bağlı Remle yakınlarındaki Kakon beldelerine baskın yaptıklarını, oradaki bir
grup Türkmenin mallarım yağmaladıklarını duyunca o mıntıkadaki emirleri, ülkeyi
iyi muhafaza edemediklerinden dolayı tutukladı ve sonra da Mısır diyarına
döndü.
Bu sene şaban ayanın
üçünde Sultan Melikü'z-Zahir, Mısır'daki Hanbelî kadısı Şenıseddin Ahmed b.
İmad el-Makdisî'yi tutukladı ve onun yanındaki emanet malları aldı. Zekâtını
ayırdıktan sonra bir kısmını sahiplerine geri verdi. Kadı Şemseddin bu
tarihten itibaren hicretin 672 senesinin şaban ayma kadar tutuklu kaldı.
Tutuklanmasının sebebi, Şebib adındaki Harranlı bir adamın ona iftira etmiş
olmasıydı. Sonra Sultan, kadının suçsuz olduğunu anlayınca onu salıverdi ve hicretin
672. senesinde onu tekrar kadılık görevine iade etti.
Bu senenin şaban
ayında Sultan Melikü'z-Zahir Akkâ'ya geldi. Şehre baskın düzenledi. Akkâ sahibi
ondan ateşkes talebinde bulundu. Sultan onun bu isteğini kabul etti. On sene on
ay on gün ve on saat süreyle geçerli bir ateşkes antlaşması imzaladı ve
Dımaşk'a döndü. Barış yazısı Darü's-Saade'de okundu. Ateşkes devam etti. Sonra
sultan, îsmaili-ye beldelerine döndü ve oraların tamamını ele geçirdi.
Kutbeddin dedi ki: «Bu senenin cemaziyelahir ayında Cebel kalesinde bir zürafa
doğdu. Bir inek bunu emzirdi. Bu, daha önce misli görülmemiş bir olaydır.» [49]
Şeyh Kemaleddin Sellar
b. Hasan b. Ömer b. Said. Erbilliydi. Şafiî mezhebine mensuptu. Şafiî
mezhebinin alimlerindendi. Şeyh Muhyid-din en-Nevevî kendisinden ilim tahsil
etmiştir. Ruyanî'nin el-Bahr adlı eserini bir kaç ciltte özetlemiştir. Bu eseri
yanımda mevcut olup kendi el yazmasıdır. Dımaşk'ta bu eser fetvalarda kaynak
gösterilirdi. Bu sene vefat edince Babü's-Sağir mezarlığına defnedildi.
Badraiye medresesinde ders ve fetva verirdi. Bu medreseyi vakfedenin
vakfettiği zamandan beri bu seneye kadar orada kalmıştı. Bundan daha fazlasını
da istememişti. Nihayet bu sene vefat etti. [50]
Vecihüddin Muhammed b.
Ali b. Ebi Talip b. Süveyd et-Tikritî. Büyük bir tacirdi. Devlet erkânı
tarafından saygıyla karşılanırdı. Özellike Melik Zahir de kendisine saygı
gösterip ikramda bulunurdu. Çünkü Melik Zahir sultanlığa sahip olmadan önce
emirliği zamanında ondan çok ikram görmüştü. Bu sene vefat etti ve Kasyun
mezarlığındaki Nasirî hankâhı yakınında bulunan türbesine defnedildi. Halife
her zaman ona mektup yazardı. Yazışmaları bütün hükümdarlar nezdinde kabul görürdü.
Şam'ın sahil beldelerindeki Haçlı kontları da onun mektuplarını beğenirlerdi.
Tatarların hanı Hüîagu zamanında da itibar görmüştü. Çok sadaka veren, çok
hayırlarda bulunan bir kimseydi. [51]
Hammamü'l-Feleki'l-Müberrer
yanındaki Lebudiye binasını tabiplere vakfetmişti. Tıp ilmine dair güzel
bilgileri vardı. Dımaşk'ta divan nazırlığı yaptı. Bu sene vefat etti ve
Lebudiye'deki türbesine defnedildi. [52]
İbrahim peygamberlerin
beldesinin (yani Halil kentinin) yakınındaki zaviyenin sahibidir. Salihliği ve
ibadetiyle meşhurdu. Yanından geçenlere, kendisini ziyaret edenlere yemek
yedirmekle şöhret kazan-mıştı^Melik Mansur Kalavun onu çok över ve onun
hakkında şöyle derdi: «O, emir iken kendisiyle görüştüm. İleride bazı şeyler
olacağını o zaman bana söylemişti ve söylediklerinin tamamı gerçekleşti. Benim
hükümdar olacağımı söylemişti. Hükümdar oldum.»
Kutbeddin el-Yuninî bu
sözleri nakletmiş tir. Bunları naklederken onun çok ağlayan bir kimse oluşunun
sebebini de şöyle anlatmıştır:
Şeyh Ali'nin, harika
halleri ve kerametleri olan bir adamla arkadaşlığı olmuştu. O adamla birlikte
Bağdat'tan yola çıkmışlar ve Bağdat'a bir yıllık mesafedeki bir beldeye bir
saatte ulaşmışlardı. Adam kendisine «Ben falan vakitte öleceğim. O vakit
geldiğinde falan beldede beni bul» demişti. Hikâyenin bundan sonrasını Şeyh
Ali'den dinleyelim: «Arkadaşımın bana bildirdiği vakit geldiğinde onun, gitmemi
söylediği beldeye gittim. Yanma vardım can çekişiyordu. Yatağında doğu tarafına
yönelmişti. Ben onu kıbleye döndürdüm. Ama tekrar doğuya döndü. Ben onu yine
kıbleye döndürdüm. Gözünü açıp bana şöyle dedi: «Hiç boşuna yorulma. Ben
mutlaka doğuya dönük olarak öleceğim.» Böyle dedi ve rahiplerin okudukları bazı
duaları okumaya başladı. Ölünceye kadar o dualarla meşgul oldu. Ölünce onu o
beldedeki bir kiliseye götürdük. Ki-lisedekilerin çok üzüntülü olduklarını
gördük. Onlara «Nedir bu haliniz?» diye sorduğumuzda dediler ki: «Yanımızda
100 yaşında ihtiyar bir adam vardı. Bu gün Müslüman olarak vefat etti»
kendilerine; «Onun yerine şu ölüyü teslim alın. Adamımızı da buna karşılık
bize verin» dedik. Müslüman olarak ölen ihtiyarı alıp yıkayıp kefenledik.
Namazını kılıp Müslüman mezarlığına defnettik. Hristiyanlar da o arkadaşımı
alıp Hristiyan mezarlığına defnettiler. Allah'tan bize güzel bir son nasip etmesini
diliyoruz.»
Şeyh Ali el-Bekkâ, bu
senenin receb ayında vefat etti. [53]
Bu senenin muharrem
ayının beşinde Sultan Melikü'z-Zahir, sahil beldelerinden gelirken Dımaşk'a
uğradı. Burayı daha Önce fethetmiş, işleri yoluna koymuştu. Muharrem ayının
sonlarında Kahire'ye gitti. Orada bir sene kaldıktan sonra bu senenin safer
ayının dördünde Dı-maşk'a döndü. Yine muharrem ayında Nobe hükümdarı, Ayzab'a
geldi. Buraların ahalisinin bir kısmını öldürdü. Tüccarlarının mallarını
yağ-maladı. Öldürdükleri arasında, şehrin valisi ve kadısı da vardı.
Emir Alaeddin Aydoğdu
el-Haznedar onun üzerine gitti. Askerlerinden bir kısmını öldürdü. Ahalinin
mallarını yağmaladı. Bazı yerleri yaktı. Bazı yerleri yıktı. Ülkeyi itaat
altına aldı. Müslümanların öcünü de almış oldu. Hamd ve minnet Allah'adır.
Bu senenin rebiyülahır
ayında Sahyun sahibi Emir Seyfeddin Mu-hammed b. Muzafferüddin Osman b.
Nasirüddin Mengürs, yetmişyedi yaşındayken vefat etti. Babasının türbesine
defnedildi. Sahyun ve Bez-riye'de tam onbir sene hüküm sürmüştü. Vefatından
sonra oğlu Sabi-küddin tahta oturdu. Melik Zahir'e davetiye gönderdi. Melik
Zahir de geleceğini bildirdi. Gelince ona Habz'i ikta' olarak verdi ve onu
Sahyun ve Bezriye naibliğine atadı.
Bu sene cemaziyelahir
ayının beşinde Sultan Melikü'z-Zahir askerleriyle birlikte Fırat'a ulaştı.
Tatarların bir kısmının oralarda bulundukları haberini almıştı. Bu yüzden
askerleriyle birlikte Fırat'a dalarak karşı tarafa geçti. Orada bulunan
Tatarların büyük bir kısmını öldürdü. O günde Fırat'a ilk olarak Emir
Seyfeddin Kalavun ile Bedred-din Beyserî dalmışlardı. Peşlerinden sultan da
Fırat'a dalmıştı. Sonra Tatarların başına neler getirdi neler. Daha sonra Bire[54]
taraflarına gitti. Orada bulunan başka bir gurup Tatar'ı kuşatma altına aldı.
Tatarlar onun gelmekte olduğunu duyunca mallarını, mülklerini ve ağırlıklarını
bırakıp oradan kaçmışlardı. Sultan, büyük bir debdebe ve alâyişle Bi-re'ye
girdi. Ahaliye bol miktarda mal ve para dağıttı. Sonra cemaziyelahir ayının
üçünde esirleriyle birlikte Dımaşk'a döndü. Aynı ayın yedisinde Mısır'a gitmek
üzere yola koyuldu. Oğlu Melikü's-Said onu karşılamak için şehir dışına
çıkmıştı. Karşılaştılar ve ikisi birlikte Kahire'ye girdiler. O gün görülmeğe
değer muazzam bir gündü. Sultan Melikü'z-Zahir'in askerleriyle birlikte Fırat'a
dahşıyla ilgili olarak Kadı Şihabüd-din Mahmud el-Katib şöyle bir şiir
okumuştu:
«Her nereye gidersen
git. Herşeye hakim olan Allah seni koruyacaktır.
Dilediğin hükmü ver.
Kader, senin muradına uygun olacaktır. Senin ortaya koyduğun ve rüknünü
oluşturduğun din, Artık düşmanlar tarafından saldırıya uğramayacaktır. Başlar
oynayıp hareket ettiğinde,
Senin yaylarının
kirişinden ötürü coşup hareket ederler. Askerlerinle birlikte Fırat'a daldın.
Ve dalgalar sizi karşı tarafa ulaştırdı. Nitekim haberler bize böyle geldi.
Fırat'ın dalgaları seni taşıdı. Senden başka bir denizi kim görebilir. Senden başkalarını
nehirler dahi küçük görürler. Yolları ve gurupları ayırdın.
Baskıncı askerlerinle
hücum ettin. Karşında, denizdeki ve nehirlerdeki dağlar dahi duramadı.»
Fırat'a dalıp karşı
tarafa geçişi görenlerden biri de şöyle bir şiir okumuştu:
«Atlarımızla Fırat'a
daldığımızda, .
Mızrak ve
kılıçlarımızla suların üstünü adeta örtmüştük. Dalgalara daldık, ama
hareketimiz, suların akışını durdurmuştu. Nihayet zenginlik ve ganimetlerle
geri döndük.»
Bir başkası da şöyle
bir şiir okumuştu:
«Melikü'z-Zahir bizim
sultammızdır. Mallarımız ve ailelerimizle ona feda oluruz. Moğollara karşı
ateşlenen kalbin hararetini, Söndürmek için sulara atıldı.»
Bu senenin receb
ayının üçünde salı günü Sultan Melikü'z-Zahir, maiyetindeki emirlerin tamamına,
devlet erkânına ve askerlerin komutanlarına hil'atler giydirdi. Her insana
layık olacak at, altın ve hü'atler verdi. Bütün bunlar için yaklaşık 300.000
dinar sarfetti.
Bu senenin şaban
ayında Sultan Melikü'z-Zahir,
Mengütemr'e büyük
hediyeler gönderdi
Şevval ayının
onikisinde pazartesi günü sultan, hocası Şeyh Hızır el-Kürdî'yi kalede yanma
çağırdı. Onun yaptığı bazı işleri tahkik ettirdi. Tahkikat neticesinde şeyhin
tutuklanıp hapse atılmasını emretti. Sonra da öldürülmesi için gereken emri
verdi.
Bu senenin zilkade
ayında îsmaililer, ellerinde bulunan Kehf, Kad-mus ve Münteka kalelerini teslim
ettiler. Buna karşı bazı arazileri ikta' olarak aldılar. Böylece Şam'da onların
elinde hiçbir kale kalmadı. Bu kalelere sultan kendi naiblerini atadı.
Bu sene sultan, Şam'ın
sahil taraflarında köprü yapılmasını emretti. Oraya çok miktarda harcama
yaptı. Böylece insanlar için büyük bir kolaylık meydana geldi. [55]
Şeyh Taceddin
Ebü'l-Muzaffer Muhammed b. Ahmed b. Hamza b. Ali b. Hibetüllah b. Havi
et-Tağlibî ed-Dımaşkî. Dımaşk'ın önde gelenle-rindendi. Öksüz yurdunun ve
emniyet teşkilatının müdürlüğünü yaptı. Sonra Beytü'1-mal vekilliğine atandı.
Çok hadis dinledi. îbn Belyan, onun şeyhliğe atandığına dair fermanı getirdi.
Bu fermanı Dınıaşk Ca-mii'nde Şeyh Şerefüddin el-Gararî okudu. Orada hazır
bulunan bir grup ayan ve faziletli kimseler de bu fermanın okunuşunu
dinlediler. Allah Şeyh Taceddin'e rahmet etsin. [56]
Fahreddin Ebu Muhammed
Abdüîkahir b. Abdülganî b. Muhammed b. Ebi'l-Kasım b. Muhammed b. Teymiye
el-Harranî. Harran hatibi idi. İlm, hitabet ve riyasetle tanınan bir
ailedendir. Bu sene altmış yaşına yaklaşmış iken vefat etti ve Sofiye
mezarlığına defnedildi. Allah rahmet etsin. Hadisi, dedesi Fahreddin'den
dinlemişti, dedesi, meşhur Di-vanü'l-Hüteb adlı eserin sahibidir. Hatip
Fahreddin bu sene Dımaşk dışındaki Kasır hankâhmda vefat etmişti. [57]
Melik Zahir Baybars'ın
şeyhi olup onun yanında itibar sahibiydi. Saygı görürdü. Yüksek mertebelere
ulaşmıştı. Sultan, bizzat onun için yaptırmış olduğu Hüseyniye zaviyesine
haftada bir ya da iki kez giderdi. Zaviyesinin yanında onun için bir cami de
yaptırdı. Her cuma Şeyh Hızır orada hutbe irad ederdi. Sultan ona çok miktarda
mal, para ve dilediği herşeyi verirdi. Zaviyesi için cidden çok şeyler
vakfetmişti. Şeyh Hızır, sultanın kendisini sevmesi ve ona saygı göstermesinden
dolayı avam ve havas tarafindan da saygı görürdü. Yanında oturduğunda sultan
onunla şakalaşırdı. Şeyh Hızır, hayırlı, dindar ve salih bir kimseydi. Sultana
bir çok şeylerin olacağım önceden haber vermişti. Bir defasında Kudüs'teki
Kıyame Kilisesi'ne girmiş, oranın keşişini kendi eliyle boğazlamış, oradaki
mallan kendi arkadaşlarına hibe etmişti. Aynı şekilde İskenderiye'nin en büyük
kilisesine de girmiş, oranın mallarım yağmalamış, orayı bir mescide ve
medreseye dönüştürmüş, Beytü'l-maldan oraya çok masraf yapmış ve oraya Medresetül-Hadra
adını vermişti. Dı-maşk'taki Yahudi kilisesine (havra) de aynı şeyleri yapmış,
içeriye girmiş, içerideki alet ve eşyaları yağmalamış, orada bir ziyafet
sofrası kurmuş orayı bir süre mescit olarak kullanmıştı. Sonra Yahudiler
oranın tekrar kendilerine iade edilmesini ve kilise olarak bırakılmasını talep etmişlerdi.
Ancak bu sene Şeyh
Hızır'ın hoş karşılanmayacak bazı hareketlerde bulunduğunu haber alan sultan,
gerekli tahkikatı yaptırdı ve şeyhin zindana atılmasını gerektiren suçları
irtikâb etmiş olduğunu anladı. Sonra da idam edilerek öldürülmesini emretti.
Şeyh Hızır bu sene vefat etti ve kendi zaviyesine defnedildi. Allah onu
bağışlasın.
Sultan Melikü'z-Zahir,
onu çok severdi. Hatta onun adına muvafik olsun diye oğullarından birine de
Hızır adını vermişti. Rabve'nin batısındaki dağda bulunan kubbe kendisine
nisbet edilerek Şeyh Hızır Kubbesi adını almıştır. [58]
Allanae Taceddin
Abdürrahim b. Muhammed b. Yunus b. Muhammed b. Sa'd b. Malik Ebü'l-Kasım
el-Musılî. Fıkıh, riyaset ve tedrisatla ilgilenen bir ailedendir. Hicretin 598.
senesinde doğdu. Hadis dinledi. İlim tahsil etti. Eser tasnif etti. et-Ta'ciz
adlı kitabını "el-Veciz" adıyla ihtisar etti. el-Mahsul adlı eserin
de muhtasarını hazırladı. Rükneddin et-Tavusî'den öğrendiği hilaf ilminde
kendisinin de özel bir metodu vardır. Dedesi İmadüddin b. Yunus, kendi
zamanında mezhebinin şeyhi idi. Nitekim daha önceki sayfalarda bu hususlardan
da bahsedilmiştir. [59]
Bu senenin safer
ayında Sultan Melikü'z-Zahir Dımaşk'a geldi. Abağa'nın Bağdat'a ulaştığı ve
oradan da avlandığı haberini almıştı. Bunun üzerine gerekli hazırlığı yapmaları
için Mısır askerlerine haber gönderdi. Kendisi de onunla karşılaşmaya
hazırlandı.
Bu senenin
cemaziyelahir ayında sultan, Kerh melikinin Dımaşk'a, yanma gelmesini emretti.
O da kılık değiştirerek Beyt-i Mak-dis'i ziyarete gelmiş, ancak farkedümiş ve
yakalanarak sultanın huzuruna görütülmüş ve kalede zindana atılmıştı.
Bu sene Kahire
dışındaki Deyrüttin Camii'nin yapımı tamamlandı ve orada cuma namazı kılındı.
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir, Kahire'ye gitti ve receb ayının yedisinde şehre girdi.
Ramazan ayının
sonlarında Sultan Melikü'z-Zahir'in oğlu, Melik Said, bir gurup askerle
Dımaşk'a girdi. Orada bir ay kaldıktan sonra
geri döndü.
Sultan, ramazan
bayramında şeyhinin adım verdiği oğlu Hızır'ı sünnet ettirdi. Onunla birlikte
bir gurup ümerânın da çocuklarını sünnet ettirdi. O gün muazzam bir gündü.
Bu sene Tatar hanı,
Bağdat divan sahibi Alaeddin'i Tüster'e ve kazalarına nâib olarak atadı. O da
işleri yoluna koymak için Tüster'e gitti. Orada tüccar çocuklarından (Li)
adındaki bir gencin Kur'an okuduğunu, fıkıhtan bir şeyler öğrendiğini, Ibn
Sina'nın el-İşarat adlı eserini de okuduğunu ve ilm-i nücuma baktığını gördü.
Sonra bu genç, kendisinin Meryem oğlu İsa olduğunu iddia etmiş, oralardaki bir
kısım cahil insanlar da onun sözlerini doğrulamışlardı. Li, kendisine tabi
olan kimselerin ikindi ve yatsı namazlarını kılmaktan muaf tutulduklarını bildirmişti.
Onu yakalayıp huzura getirdiler. Alaeddin onu sorguladı. Zeki bir insan
olduğunu gördü. Bütün bunları kasten yaptığını anladı ve huzurunda onu
öldürttü. Öldürttüğünden ötürü Allah Alaeddin'e hayır mükâfat versin. Sonra
Alaeddin, halka emir verdi; o gencin mallarını, eşyalarını, ona tabi olan
kimselerin de varlıklarını yağmaladılar. [60]
Es'ad b. Galib
el-Muzafferî b. Vezir Müeyyedüddin Es'ad b. Hamza b. Esad b. Ali b. Muhammed
et-Temimî b. Kalanisî. Bu sene vefat ederken doksan yaşını aşmıştı. Bol bir
nimete sahipti. Yaşlı ve reis bir kimseydi. Resmi görevlere atanmak istemezdi.
îbn Süveyd'den sonra onu sultanın özel işlerini görmekle mükellef kıldılar.
Ancak o bu görevi maaş karşılığı olmaksızın kabul etti. Bu sene kendi
bahçesinde vefat etti. Muharrem ayının onüçünde salı günü Kasyun mezarlığına
defnedildi. Babası İzzeddin Hamza, Dımaşk ve Kahire beldelerinin reisliğini yapmıştı.
Dedeleri Müeyyedüddin Es'ad b. Hamza el-Kebir ise Melik Efdal Ali b. Nasır'm
vezirliğini yapmıştı. Reis ve faziletli bir kimse olup el-Va-siyye fi
Ahlaki'l-Marziye adlı eseri ve başka eserleri de vardır. Güzel şiirler de
yazmıştır. Şiirlerinden biri şudur:
«Ya Rab mezarın beni
bağrına bastığında; Beni ateşten koruyacak rahmetini bana bahşet.
Sana komşu olduğumda,
bana güzelce komşuluk muamelesi yap, mezarımda...
Çünkü sen komşuya iyi
davranmayı emretmişsin.»
Müeyyedüddin
Ebü'l-Meâli'nin dedesi Hamza'nm babasına gelince, onun şeceresi şöyledir:
Hamza b. Es'ad b. Ali b. Muhammed et-Temimî. Amid lakabını taşıyan bu zât,
gerçekten güzel yazı yazardı. Hicretin 440. senesinden 505. senesinde vefat
edinceye dek geçen zaman içinde cereyan eden hadiselerin tarihini yazmıştır. [61]
Müsta'reb Araplardan
olup Mısır diyarının atabeği idi. Önceleri İbn Yümn'ün kölesiydi. Sonra Salih
Eyyub'un kölesi oldu. Salih Eyyup onu emirliğe tayin etti. Sonra Muzaffer'in
hakimiyeti zamanında şanı yüceldi ve askerlerin atabeği oldu. Muzaffer
öldürülünce emirler tahta göz koydular. Bunun üzerine Farisüddin Aktay, Melik
Zahir'e be^at etti. Askerler de ona uyarak Melik Zahir'e be/at ettiler. Melik
Zahir onun bu iyiliğini hiç unutmamış, onu hep takdir etmişti. Ancak Farisüddin
Aktay, ölmeden kısa bir süre önce Melik Zahir'in gözünden düşmüştü. Bu sene
Kahire'de vefat etti. [62]
Şeyh Abdullah b. Ganim
b. Ali b. İbrahim b. Asakir b. Hüseyin el-Makdisî. Nablus'ta bir zaviyesi
vardı. Yüksek manalar içeren şiirleri vardır. Tasavvuf ilminde güçlü sözleri
vardır. el-Yuninî onun biyografisini uzun uzadıya anlatmış ve bir çok
şiirlerim nakletmiştir. [63]
Kadilkudat Kemaleddin
Ebü'1-Feth Ömer b. Bendar b. Ömer b. Ali. Tiflislidir. Şafiî mezhebine
mensuptur. Hicretin 601. senesinde Tiflis'te doğdu. Faziletli bir alim olup
usul ve münazara erbabmdandı. Bir süre kadı naibliği yaptı. Sonra Hülagu'nun
zamanında asaleten bu görevi yürüttü. İffetli ve nezih bir kimseydi. Çoluk çocuğu
kalabalık olduğu, malı da az olduğu halde bir makam ve müderrislik istemedi.
Hülagu'nun hakimiyeti sona erince bazı kimseler kendisine gazaplandılar. Sonra
Ka-hire'ye gitmeye zorlandı, gitti. Orada ikamete başladı. İnsanlara faydalı
bilgiler verdi. Nihayet bu senenin rebiyülevvel ayında Kahire'de vefat etti ve
Küçük Kurafe mezarlığına defnedildi. [64]
Tenuh kabilesindendir.
Tenuh kabilesi de Kudaa'mn bir koludur. Büyük devlet adamlarındandır. Nasır
Davud b. Muazzam'm inşa katipliğini yaptı. Nureddin Zengi'nin kurduğu
hastahanenin yöneticiliğini ve diğer idari görevleri üstlendi. Yönetimi
şükranla karşılanan bir kimseydi. Birçok kimseler kendisini övmüşlerdir. Bu
sene seksen yaşını aşmış iken vefat etti! Şiirlerinden biri şudur:
«Kendisini göklerin
Rabbine bağlayan bir emeli olmayıp, başkasına bel bağlayan kimsenin umudu boşa
çıkar.
Ana rahminde iken
kendisinin rızkını tekeffül eden Allah'tan başka, Güvenilir bir dayanak mı
arıyor o insan?»
Şu şiir de İsmail b.
İbrahim'e aittir:
«Dilim, sizin
evsafınızı söylemekten aciz kaldı, sustu.
Ne desin ki; siz,
sizsiniz.
Durum, söyleyicinin
söylemesinden çok daha büyüktür.
Akıl, sizi anlatma
hususunda şaşkına dönmüştür.
Acizlik ve kusur,
benim sürekli vasfimdır.
Ama iyilik ve ihsan,
sizin vasfınız olarak biliniyor.» [65]
Şeyh Cemaleddin
Muhammed b. Abdullah b. Mâlik Ebu Abdillah et-Tai el-Hayyanî. Nahivciydi.
Faydalı ve meşhur eserlerin sahibidir. el-Kâfiyetü'ş-Şafiye ve şerhi, et-Teshil
ve şerhi, oğlu Bedreddin tarafından faydalı bir şekilde şerhedilen Elfiye adlı
eseri ve daha bir çok eserleri vardır. Bir süre Haleb'te sonra Dımaşk'ta
ikamet etti. îbn Hallikan'la çok görüştü. Birçok kimseler kendisini
övmüşlerdir. Kadı Bedreddin b. Cemaa, ondan rivayetlerde bulunmuştur. İbn
Mâlik, şeyhimiz Alenıüd-din el-Berzalî'ye icazet vermiştir. îbn Mâlik bu
senenin ramazan ayının onikisinde çarşamba gecesi Dımaşk'ta vefat etti ve
Kasyun mezarlığında Kadı îzzeddin Saiğ'in türbesine defnedildi. [66]
Muhammed b. Abdullah
et-Tûsî. Kendisine Mevla Nasireddin denilirdi. Hace Nasireddin de denilirdi.
Gençliğinde ilim tahsiliyle uğraştı. Felsefe ve kelam ilimlerini güzelce
tahsil etti. İlm-i kelâma dair eserler tasnif etti. îbn Sina'nın el-îşarat
adlı eserini şerh etti. îsmaililerin Alamut kalesinin emirine vezirlik yaptı.
Sonra da Hülagu'ya vezirlik yaptı ve Bağdat baskınında Hülagu'nun yanındaydı.
Bazı kimseler onun, halifeyi öldürmesi için Hülagu'ya öneride bulunduğunu iddia
etmişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. Bence akıllı ve faziletli bir kimsenin
böyle bir teklifte bulunması mümkün değildir. Bazı Bağdatlılar kendisinden
sitayişle bahsetmişlerdir. Onun akıllı, faziletli, ahlaki yüceliklere sahip
bir kimse olduğunu söylemişlerdir. Halife Nasır Lidinillah için hazırlanan Musa
b. Cafer'in mesnedine defnedilmiş tir. Merağa'daki rasathaneyi yaptırmıştır.
Oraya felsefeci, kelama, fakih, muhaddis, tabip ve diğer bazı faziletli
alimleri tayin etmiştir. Kendisi için de o rasathanede büyük bir kubbe
yaptırmış, oraya cidden çok kitaplar koymuştur. Bu senenin zilhicce ayının
onikisinde Bağdat'ta yetmişbeş yaşındayken vefat etmiştir. Kuvvetli ve güzel
şiirleri vardır. Muin Salim b. Bidar b. Ali el-Mısrî el-Mutezilî'den ilim
tahsil etti. Bu hocası Şiî'ydi. Kendisinde birçok yaralar açtı. Nihayet
akidesini bozdu. [67]
Küçük Kurafe'deki
hankâhm sahibidir. Salih ve ibadet ehli bir kimseydi. Duasını almak için
ziyaretine gelinirdi. Bu günde onun yolunda giden tanınmış arkadaşları ve müridleri
vardır. [68]
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir, aralarında Kaçkar el-Hamevî'nin de bulunduğu onüç emirin
kendisine karşı komplo içinde bulunduklarını anladı. Bunlar, Tatarlarla
mektuplaşıyor ve İslâm ülkesine hücum etmelerini teklif ediyorlardı. Sonra da
sultana karşı kendilerinin-yanla-rında yer alacaklarını bildiriyorlardı. Bu
emirler yakalandılar. Sorgulama neticesinde suçlarını itiraf ettiler.
Tatarlarla yaptıkları yazışmaların bir kısmı ele geçirildi. Bu, onların sonu
oldu.
Bu sene sultan,
askerleriyle birlikte Mısır'dan yola koyuldu. Rama-zan'm yirmibirinde pazartesi
günü Sis şehrine girdi. Askerleri orada sayılarını ancak Allah'ın bildiği
miktarda Sisliyi öldürdüler. Çok miktarda sığır, koyun, mal, eşya, binek ve
davarı ganimet olarak ele geçirdiler. Bunları çok ucuz fiyata sattılar. Sonra
sultan oradan ayrılıp döndü. Zilhicce ayında güçlenmiş ve muzaffer olarak
Dımaşk'a girdi, yılbaşına kadar orada kaldı.
Bu sene Musullular kum
fırtınasına yakalandılar. Bu firtına ufukları dahi kapladı. İnsanlar
evlerinden çıkıp bu belayı üzerlerinden def etmesi için Allah'a yalvarıp
yakardılar. Nihayet bu sıkıntıdan kurtuldular. Doğruyu en iyi bilen zât,
elbetteki yüce Allah'tır. [69]
Kadilkudat Şemseddin
Ebu Muhammed Abdillah b. Şeyh Şerefüd-din Muhammed b. Atâ b. Hasan b. Atâ
Cübeyr b. Cabir b. Vüheyb el-Ez-ra'î el-Hanefî. Hicretin 595. senesinde doğdu.
Hadis dinledi. Ebu Hanife mezhebinin fıkhım öğrendi. Bir süre Şafiîlerin kadı
vekilliğini yaptı. Sonra dört mezhebe göre kadıların atamasının yapıldığı ilk
atamada Hanefîlerin asil kadılığına atandı. İnsanların emlâkine el konulduğunda
sultan ondan, bunun Hanefi mezhebine uygun olduğuna dair bir hüküm vermesini
istedi. O da buna kızarak «Bunlar, sahiplerinin ellerinde bulunan mülklerdir.
Herhangi bir Müslümanın bunlara ilişmesi helal olmaz.» dedi ve sultanın
meclisinden kalkıp gitti. Sultan da onun bu hareketine çok öfkelendi. Sonra
öfkesi dindi. Onu hem över hem metheder sonra da «Onun yazılarından başkasını
sabit görmeyin» derdi.
İbn Ata seçkin
alimlerden biri olup çok mütevazi idi. Dünyaya rağbeti azdı. İbn Cemaa ondan
hadis rivayet etmiştir. Kendisi de Berzaliye icazet vermiştir. Bu senenin
cemaziyelevvel ayının dokuzunda cuma günü vefat etti. Kasyun mezarlığındaki
Muazzamiye yakınlarına defnedildi. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [70]
Haçlıların Trablus
prensi idi. Dedesi Trablus'u hicri 500. sene sınırlarında İbn Ammar'dan teslim
alan Binti Sayhal adındaki kadının vekili idi. Binti Sayhal öksüz bir kadın
olup denizdeki bir adada yaşardı. Beymend'in dedesi b. Sayha'nm uzaklarda
olması yüzünden bu beldeleri istila etti. Sonra oğlu daha sonra torunu buralarda
bağımsız hükümdar oldular. Beymend güzel görünüşlü ve endam sahibi bir
kimseydi. Kutbeddin el-Yonini: «Kutboğa Noyan'ı tebrike geldiğinde hicretin
658. senesinde Beymend'i Baalbek'te gördüm. Kutboğa Noyan'dan Baalbek'i
istemişti. Bu, Müslümanların çok ağırına gitmişti. Bu sene ölünce Trablus
Kilisesi'ne defnedildi. Hicretin 688. senesinde Müslümanlar Trablus'u
fethettiklerinde insanlar Beymend'in mezarım açtılar. Onu mezardan çıkarıp
kemiklerini çöplüğe, köpeklerin önüne attılar.» [71]
Bu senenin
cemaziyelevvel ayının sekizinde perşembe günü Tatarlar 30.000 savaşçılarıyla
Bire'ye geldiler. Bunların 15.000'i Moğol, 15.000'i de Rum askeriydi. Bu
birleşik ordunun komutanı da Abaka-han'm emri ile tayin edilen Pervane idi.
Beraberlerinde Musul askerleri, Mardin askerleri ve Kürtler de vardı. Bire
şehrine karşı yirmiüç mancınık kurdular. Bireliler geceleyin kaleden çıkıp
Tatar askerine baskın yaptılar. Mancınıklarını yaktılar. Çok miktarda mallarını
yağmaladılar ve salimen evlerine döndüler. Tatar askerleri cemaziyelevvel
ayının ondokuzuna kadar orada kaldılar. Sonra umdukları hayra kavuşama-dan
öfkeleriyle geri döndüler. Savaşta Allah müminlere yetti. Allah güçlü ve
muktedirdir.
Sultan Melikü'z-Zahir,
Tatarların Bire'ye geldiklerini duyunca askerlerini hazırlamak için 600.000
dinar para harcadı. Sonra oğlu Said'i de yanma alarak acele ile sefere çıktı.
Yoldayken Tatarların Bire'den geri döndüklerini duydu. Bunun üzerine kendisi
de Dımaşk'a döndü. Sonra receb ayında Kahire'ye girdi. Orada çeşitli ülkelerin
hükümdarlarından gelen yirmibeş elçiyi buldu. Elçiler kendisini
beklemekteydiler. Onu karşıladılar. Onunla konuştular. Huzurunda yer öptüler.
Sultan Melikü'z-Zahir de büyük bir debdebeyle kaleye girdi.
Pervane, Anadolu'ya
dönünce aralarında Şerefüddin Mes'ud b.
Hatiri, Ziyaeddin
Mahnıud b. Hatirî, Eminüddin Mikâil, Hüsameddin Micar, Hüsameddin'in oğlu
Bahaeddin'in de bulunduğu bir grup büyük ümera Sultan Melikü'z-Zahir'in yanında
yer almaya ve onunla omuz omuza vererek Abakahan'la savaşmaya yemin ettiler.
Pervane de bu durumu bir mektupla Sultan Melikü'z-Zahir'e bildirdi. Ondan,
kendisine asker göndermesini istedi. Tatarlara yaptığı iyiliği kendisine de yapacağını
söyledi. Gıyaseddin Gencerî'nin, Rum memleketinin tahtında oturmasına müsaade
edilmesini de istedi.
Bu sene Bağdatlılar üç
gün süreyle yağmur duasına çıktılar. Ancak yine de yağmur yağmadı. Bu senenin
ramazan ayında gündüz bir erkekle bir kadının zina yapmakta oldukları görüldü.
Suç üstü yakalandılar. Divan sahibi Alaeddin, bunların recin edilmelerini
emretti, recmedildi-ler. Bağdat şehri kurulalı o zamana dek hiç kimse orada
recm edilmemişti. Bu, cidden garip bir durumdur.
Bu sene Dınıaşklüar da
iki kez yağmur duasına çıktılar. Biri receb ayının sonlarında, biri de şaban
ayının başlarındaydı. Aynı zamanda ocak ayına denk gelmişti. Ancak onlar da
yağmur yüzünü göremediler. Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir, Dankala'ya bir askeri
birlik gönderdi. Bu askerler Sudan ordusunu mağlup ettiler. Onlardan bir kısmını
öldürdüler. Çoklarını esir aldılar. Öyleki bir köle üç dirheme satılır oldu.
Sudanlı zencilerin melikleri Davud'a, Nube sahibinin yanına kaçtıi Nobe sahibi
de onu muhafaza altında Sultan Melikü'z-Zahir1 e gönderdi. Sultan
Melikü'z-Zahir de Dankale halkının kendisine yıllık cizye ödemelerini
kararlaştırdı. Bütün bu olup bitenler, bu senenin şaban ayında
vuku bulmuştu.
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir'in oğlu Melik Said, Emir Seyfeddin Kalavun el-Elfî'nin kızıyla
evlendi. Evlenme töreninde sultan ve devlet erkânı da hazır bulundular. Mehir
olarak 5.000 dinar üzerinde anlaşma yapıldı. Bunun 2.000 dinarı peşin ödendi.
Akdi yazıp okuyan kişi, Muh-yiddin b. Abdü'z-Zahir'di. Kendisine de 100 dinar
verildi ve hil'at giydirildi.
Sonra Sultan
Melikü'z-Zahir sefere çıktı. Hısn-ı Kerek'e ulaştı. Orada bulunan Kaymazileri
topladı. 600 kişi oldukları görüldü. Bunların idam edilmelerini emretti. Araya
ricacılar girince onları serbest bıraktı. Ancak Mısır'a sürgün etti. Sultan
Melikü'z-Zahir, bunların, kalede bulunanları Öldürmek ve başlarına bir melik
geçirmek niyetinde olduklarım duymuştu. Kaleyi teslim alıp Tevaşi (Hadım)
Şemseddin Rıdvan es-Süheylî'ye verdi. Sonra bu ayın sonlarında Dımaşk'a döndü.
Aym yirmisekizinde cuma günü Dımaşk'a girdi.
Bu sene Ahlat'ta bir
deprem meydana geldi. Sarsıntıların ucu Diyarbakır'a kadar ulaştı. [72]
Şeyh İmam el-Mulame
el-Edib Taceddin Ebü's-Senâ Mahmud b. Abid b. Hüseyin b. Muhammed b. Ali
et-Teroimî es-Serhadî. Hanefî mezhebine mensuptu. Fıkıh ve edebiyat ilminde
meşhurdu. Salihlik, nefis temizliği ve ahlâki üstünlüğü ile tanınmıştı.
Hicretin 578. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Rivayet etti. Bu senenin
rebiyülahir ayında vefat etti. Sufîye mezarlığına defnedildi. Vefat ederken
doksanaltı yaşındaydı. Allah kendisine rahmet etsin. [73]
Şeyh İmam İmadüddin
Abdülaziz b. Muhammed b. Abdülkadir b. Abdullah b. Halil b. Mukalled el-Ensarî.
Dımaşklıydı. İbn Saiğ adıyla tanınmıştır. Azraviye medresesinde müderrislik
yaptı. Kaledeki hazine şahitliği de yaptı. Güzel hesap bilirdi. Hadis dinledi
ve rivayet etti. Bu sene vefat etti ve Kasyun mezarlığına defnedildi. [74]
Taceddin b. Muhtesib.
İbn Sâi diye tanınmıştır. Bağdatlıdır. Hicretin 593. senesinde doğdu. Hadis
dinledi. Tarihle ilgilendi. Eser derleyip tasnif etti. Hafızası sağlam değildi.
Zaptı mükemmel insanlardan da değildi. Vefat ederken İbn Neccar, vasiyetini
ona yapmıştı. Bir tarihi vardır. Bu eserinin büyük bir kısmı yanımda
mevcuttur. Başka faydalı tasnif eserleri de vardır. En son tasnif ettiği eser,
"Kitabün fi'z-Zühhad"dır. Bu eserin haşiyesinde Zekiyyüddin Abdullah
b. Habib el-Kâtib şöyle bir şiir yazmıştır:
«Taceddin, ömrünün
uzunca bir kısmında hep, ilim talebiyle ve ilmi eserleri tedvin etmekle
uğraştı. Onun bu yaptıkları faydalıdır. Asla zararlı değildir.
Tasnifatı ile benden
üstün oldu. Bu da hayırlı bir sondur.» [75]
Bu senenin muharrem
ayının üçünde Sultan Melikü'z-Zahir Dı-maşk'a girdi. Askerleri Haleb'e
şevketti, askerler kendisinden önce Haleb'e varmışlardı. Sonra kendisi de
oraya gidince öncü birlik olarak Bedreddin Atabekî komutasında 1.000 süvariyi
Filistin'e gönderdi. Kendisi orada Rum askerlerinden bir toplulukla karşılaştı.
Yanma geldiler. Hediyeler sundular. Ondan, İslâm beldelerine girmek için izin
istedieler. O da onlara bu izni verdi. Aralarında Bicann ve İbn Hatir'in de
bulunduğu bir grup İslâm ülkesine girdi. Sultan, onların Kahire'ye
girebilmeleri için gerekli buyruğu yazdı. Onlar Kahire'ye girişlerinde sultanın
oğlu Melikü's-Said tarafından karşılandılar. Sonra sultan, Haleb'ten ayrılıp
Kahire'ye döndü. Rebiyülahir ayının onikisinde Kahire'ye girdi.
Bu senenin
cemaziyelevvel ayının beşinde Sultan Meliku'z-Zahir, oğlu Melik Said'in,
Kalavun'un kızıyla evlenmesi münasebetiyle düğün yaptırdı. Bu işe cidden büyük
önem verdi. Askerler meydanda beşgün süreyle oynayıp cirit attılar.
Birbirlerinin üzerine sıçradılar. Sonra sultan, emirlere ve makam sahiplerine
hiPat giydirdi. Mısır'da toplam olarak 1.300 hil'at giydirnıişti. Şam'daki
önde gelen ayan tabakasına da hil'at giydirilmesi için ferman gönderdi. Sultan,
eşraf ve halk tabakasının katıldığı büyük bir sofra kurdurdu. Gelen giden herkes
bu sofraya kuruldu. Tatar ve Haçlı elçileri de buraya geldiler. Üzerlerinde
muazzam hil'atlar vardı. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Hama sahibi
de büyük armağanlarla birlikte tebrik için Mısır'a geldi. Şevval ayının
onbirinde Kahire şehrinde gelin mahfeye bindirilip Kabe örtüsüne
hüründürülerek dolaştırıldı. O gün cidden görülmeğe değer muazzam bir gündü. [76]
Sultan Meliku'z-Zahir,
askerleriyle birlikte Mısır'dan hareket etti. Şevval ayının onyedisinde
Dımaşk'a ulaştı. Orada üç gün kaldıktan sonra tekrar yola revan oldu. Zilkade
ayı başında Haleb'e girdi. Orada bir gün kaldı. Haleb naibinin Fırat kıyısında
fenerleri koruması için nöbetçi askerler dikmesini emretti. Kendisi yoluna
devam etti. Yarım günde derbendi katetti. Yoldayken Sungur el-Aşkar, 3.000
Moğol askerleriyle karşılaştı. Zilkade ayının dokuzunda perşembe günü onları
hezimete uğrattı. İslâm askerleri dağlara tırmandılar. Biliştin ovasını
seyrettiler. Tatarların askerlerini tabiye ettiklerini gördüler. Tatar
askerleri 10.000 savaşçıdan ibaretti. Bunlar, kendilerine ihanet etmelerinden
korktukları için Rum askerlerini yanlarından uzaklaştırmalardı. İslâm ordusuyla
Tatar ordusu birbirlerini görünce İslâm ordusu Tatarların sol cenahına hamle
yaptı. Sultanın sancak direği kırıldı. Bir grup Tatar askeri İslâm ordusunun
saflarına sızdı. Sağ cenaha doğru ilerledi. Sultan bu durumu görünce
maiyetindeki yedek askerle birlikte bizzat kendisi takviye olarak safları
sıklaştırdı. Sonra sol cenahın çökmek üzere olduğunu gördü. Yanındaki
askerlerle birlikte orayı takviye etti ve Tatarlara hep birlikte saldırdılar.
Bu durumu gören Tatarlar da bineklerinden inip Müslümanlarla şiddetlice
savaştılar. Müslümanlar o esnada büyük bir sabır ve dayanıklılık gösterdiler.
Neticede Cenâb-ı Allah, zaferini Müslümanların üzerine indirdi. İslâm
askerleri, Tatarları her taraftan çembere aldılar. Onlardan çoğunu öldürdüler.
Ancak Müslümanlardan da birçok asker şehit edilmişti. Öldürülenler arasında büyük
Emir Ziyaeddin b. Hatir, Seyfeddin Kaymaz, Seyfeddin Benco el-Caşnigir[78],
İzzeddin Aybek es-Sakafî de vardı. Neticede Moğol emirlerinden de bir grup
esir alındı. Esirler arasında Rum ümerası da vardı. Pervane kaçıp kendini
kurtarmış ve zilkade ayının onikisinde pazar sabahı Kisariye'ye girmişti. Rum
emirleri hükümdarlarına, Tatarların Bilis-tin'de bozguna uğradıklarını
bildirdiler. Bunun üzerine Rum hükümdarı da Emirlerine, Bilistin'den
uzaklaşmalarını ve orayı tahliye etmelerini emretti. Zilkade ayının yedisinde
Sultan Melik Zahir, Bilistin'e girdi. Orada cuma namazını kıldı ve hutbe irâd
etti. Sonra güçlenmiş ve muzaffer olarak geri döndü. İslâm ülkesinin bütün
beldelerinde sevinç davulları çalındı. Müminler o gün Allah'ın zaferi sebebiye
çok sevinmişlerdi. Abakahan bu durumdan haberdar olunca gelip olay yerini
askerleriyle birlikte incelemiş, orada öldürülen Moğol askerlerini görmüş, buna
çok öfkelenmiş, Pervane'ye karşı düşmanlığı şiddetlenmişti. Çünkü Pervane ona
işin içyüzünü açıklamamıştı. Bu sebeple Abakahan, Sultan Melik Zahir'in bu
kadar güçlü olmadığını zannetmiş ve Kisariyeli-lerle o yörenin halkına olan
gazabı artmıştı. Bu yüzden onlardan 200.000 kadar insanı öldürmüştü. Bir
rivayette anlatıldığına göre Kisa-riye ve Erzeni-Rum (Erzurum) halkından
500.000 kişiyi öldürmüştür. Öldürdükleri arasında Kadı Celaleddin Habip de
vardı. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na
dönücüleriz). [79]
Bu sene vefat etti ve
Şeyh Arslan'm mezarının yakınma defnedildi. Şeyh Alemüddin dedi ki:
«Anlatıldığına göre Şeyh Ebü'1-Fadl b. Şeyh Ubeyd, hicretin 564. senesinde
doğmuştur.» [80]
Harem-i Şerifteki
hizmetçilerin reisi idi. Dindar, akıllı, adaletli, lehçesi düzgün bir kimseydi.
Bu sene yetmişyedi yaşındayken vefat etti. Allah kendisine rahmet etsin. Ai»in. [81]
Şeceresi şöyledir:
Ahmed b. Muhammed b. Abdullah b. Ebu Bekir. Aslen Musulludur. Sonraları
Dımaşk'a yerleşmiştir. Sofi idi. Çokça hadis dinledi. Büyük kitapları güzel ve
orjinal yazısıyla yazdı. Bu sene yetmiş yaşını aşmış iken vefat etti ve
Babü'l-Feradis mezarlığına defnedildi. [82]
Şeceresi şöyledir:
Muhammed b. Yusuf b. Mes'ud b. Bereket b. Salim b. Abdullah eş-Şeybanî.
Telafarlıdır. Şiir divanı vardır. Bu sene seksen yaşını aşmış iken Hama'da
vefat etti. Şairler onun şiirde üstünlüğünü kabul ederlerdi. Bu ilimde ileri
mertebelerde olduğunu söylerlerdi. Şiirlerinden biri şudur:
«Ey emellerin varacağı
son merci, dilim seni zikretmekle ıslaktır.
Aşkımdan ve hüznümden
ötürü hatip ve şair olmuşum.
Senin zatının
güzelliğini anlatmak için nazım yapıyorum.
Senin bana
yaptıklarından dolayı gözyaşlarını dökülüyor ve etrafa saçılıyor.» [83]
Şeceresi şöyledir:
Şenıseddin Ali b. Mahmud b. Ali b. Asım eş-Şehrezorî ed-Dımaşkî. Kaynıaziye
medresesinde müderrislik yapmıştı. Kendisinin ve kendisinden sonra
frtirriyetinden ehil olanların orada ders vermelerini, bu medreseyi vakfeden
kişi şart koşmuştu. Bu sene vefat edinceye dek orada ders verdi. Kendisinden
sonra oğlu Selahad-din, ondan sonra torunu İbn Cema'a uzun bir süre ders verdi.
Şemseddin Ali, ilk görevinde İbn Hallikan'a niyabeten kadılık yapmıştı. Sağlam
bilgilere sahip bir fakihti. Mezhebin nakledicisiydi. Allah ona rahmet etsin.
İbn Adimle birlikte Bağdat'a gitmiş, orada hadis dinlemişti. Bu sene vefat
etti. İbn Salah'ın mezarının yakınında Sufiye mezarlığına def-nedilnıişti. [84]
Salih, alim ve zahid
bir şeyh olan bu zatın şeceresi şöyledir: Ebu Ishak İbrahim b. Sadullah b.
Cemâa b. Ali b. Cemaa b. Hazim b. Sencer el-Kinanî el-Hamevî. Fıkıh ve hadis
bilgisi vardı. Hicretin 596. senesinde Hama'da doğdu. Bu sene Kudüs'de vefat
etti ve Mamila mezarlığına defnedildi. Sahr İbn Asâkir'den hadis dinledi. Oğlu
Kadilkudat Bedred-din b. Cemaa da kendisinden hadis rivayet etti. [85]
Salih bir insandı.
İbadet ve zühd erbabından olup salih ameller işlerdi. Menin'de bulunduğu
zamanlarda insanlar ziyaretine gelirlerdi. Yanında hazır bulunanların
anlamadığı birçok sözler söylerdi. Garip ifadeler kullanırdı. Şeyh Taceddin,
onun şöyle dediğini duyduğunu söylemiştir:
«Boyun eğip yalvarmak
kadar insanı Allah'a yaklaştıran başka bir şey yoktur. Hüzün içinde bulunan
kişi, Allah yolundan uzaklaşır. Oysa kendisi böyle yapmakla Allah'a ulaşacağına
inanır. Uzaklaşacağını anlayacak olsa bu tutumundan vazgeçer. Çünkü ehl-i
sülûkün yolu bu me-. toda dayanmaz. Ancak sabit akıllı kimseler böyle yaparlar.
Sema, işsiz güçsüz
insanların vazifesidir.»
Şeyh Taceddin dedi ki:
«Şeyh Cendel, ehl-i tarikten olup muhakkik alimlerdendi. Hicretin 661.
senesinde kendisi, doksanbeş yaşına ulaşmış olduğunu bana söyledi.»
Ben derim ki: Şu halde
Şeyh Cendel, vefat ederken 100 yaşım aşmıştır. Çünkü o, bu senenin ramazan
ayında vefat etti ve Menin kasabasındaki meşhur zaviyesine defnedildi.
İnsanlar Dımaşk'tan ve Dı~ maşk'a bağlı kazalardan mezarım ziyarete geldiler.
Üzerine namaz kıldılar. Bu durum günlerce devam etti. Allah ona rahmet etsin. [86]
Hafız Bedreddin Ebu
Abdillah b. Nüveyre es-Sülemî el-Hanefî. Sadr Süleyman'dan ve İbn Ata'dan ders
aldı. Nahivde de îbn Malik'ten ders aldı. İlerledi, ilimde yükseldi. Düz ve
nesir yazılar yazdı. Şibliye ve Kassain'de ders verdi. Kendisine kadı naibliği
teklif edildi. Ancak bu görevi kabul etmedi. Kendisine özgü orjinal bir yazisı
vardı. Vefatından sonra arkadaşlarından biri onu rüyada görmüş Ve ona «Rabbin
sana nasıl muamele etti?» diye sorunca o da cevaben şu şiiri okumuştu:
«Allah katında benim
için şefaatçi bulunmadı. Sadece O'nun bir olduğuna inanışım beni kurtardı.»
Muhammed b. Abdurrahman,
bu senenin cemaziyelahir ayında vefat etti ve Dımaşk dışına defnedildi. Allah
rahmet etsin.. [87]
Şemseddin Ebu Abdillah
el-Harranî el-Hanbelî. Şeyh Mecdüddin b. Teymiye'nin talebesidir. O, Mısır
diyarında ilk olarak Kadı Taceddin b. bintü Eazz'e niyabeten kadılık yapmıştır.
Sonra Şemseddin b. Şeyh İmad, müstakil kadılığa atandığında oau kendine vekil
olarak görevlendirdi. Sonra kendisi bütün bu görevleri bırakıp Şam'a döndü.
İlimle iştigal etti. Fetva verdi. Nihayet bu sene altmış küsur yaşındayken
vefat etti. Allah rahmet etsin. Amin. [88]
Bu sene Sultan
Melikü'z-Zahir Rükneddin Baybars vefat etti. Bu zat Mısır, Şam', Haleb ve diğer
bölgelerin hükümdarı idi. Kendisinden sonra oğlu Nasirüddin Ebü'l-Meali
Muhammed Berekethan tahta oturdu. Berekethan'ın lakabı Said idi.
Bu senenin muharrem
ayının yedisinde Şafîîlerin imamı Şeyh Muhyiddin en-Nevevî de vefat etti.
Sultan Melikü'z-Zahir, Filistin'de Tatarları kırıp geçirdikten sonra Anadolu'dan
güçlenmiş ve muzaffer olarak Dımaşk'a geldi. Dımaşk'a girişi gerçekten
görülmeğe değer muazzam bir törenle olmuştu. Dımaşk'm batısında iki yeşil
meydanın arasında yaptırdığı Ablak sarayına konuk oldu. Oradayken Abakahan'm
savaş alanına gelip orada denetlemeler yaptığı, orada bulunan Moğol
askerlerinin ölülerine bakıp üzüldüğü ve Pervane'nin öldürülmesini emrettiği ve
Şam'a gelmeğe niyetlendiğine dair haber aldı. Sultan Melik Zahir, ümeranın
toplanmasını emretti. Meşveret meclisi kuruldu. Her nerede ise Abakahan'la
karşılaşma hususunda emirlerle görüş birliğine vardı. Kasr'a gitmek üzere
taht-ı revanı hazırlattı. Sonra Abakahan'm kendi ülkesine döndüğünü haber
alınca taht-ı revanı geri çevirtti. Ablak kasrında ikamet etti. Ayan, ümera ve
devlet ricali salim kafa ve rahat bir kalb ile yanında toplandılar. Abakahan'a
gelince o, Anadolu'da naibi olarak görev yapan Pervane Muineddin Süleyman b.
Ali b. Muhammed b. Hasan'm öldürülmesini emretti. Sultan Melik Zahirle
işbirliği yapmakla suçladığı için onu öldürdü ve kendisinin Anadolu'ya girmesi
fikrini güzel bir fikir olarak kendisine önerenin de o olduğunu söyledi. Pervane;
şecaatli, akıllı, cömert ve kerem sahibi bir kimseydi. Sultan Melik Zahir'e
meyilli idi. Bu sene öldürüldüğünde elli yaşını geçmişti. [89]
Bu senenin muharrem
ayının onbeşinde cumartesi günü Melik Kahir Bahaeddin Abdülmelik b.
Sultanü'l-Muazzam İsa b. Adil Ebu Bekir b. Eyyup, altmışdört yaşında vefat
etti. Akıllı, ahlâkı güzel, konuşması
yumuşak, mütevazı,
kalbi temiz bir kimseydi. Arapların bineklerine ve elbiselerine alaka duyardı.
Devlet erkânı arasında saygın bir şahsiyete sahip olup atılgan ve şecaatli idi.
İbn Leysî'den hadis rivayet etti. Berza-li'ye icazet verdi. Berzali'nin
ifadesine göre o zehirlenerek öldürülmüştür. Başkalarının anlattığına göre
Sultan Melikü'z-Zahir, bir şarap kâsesine zehir katarak, içmesi için ona
vermişti. Sonra da kendisi kalkıp tuvalete gitmiş, döndüğünde saki, şarap
kâsesini Kahir'in elinden alıp doldurmuş, doldurduktan sonra Sultan
Melikü'z-Zahir'e -olup bitenlerden haberi olmaksızın- sunmuştu. Allah da o
kâsenin zehirli olduğunu sultana unutturmuş, ya da kendi takdir ve muradının
gereği olarak sultan, bunun başka bir kâse olduğunu zannetmişti. Oysa kâsede
zehir artığı kalmıştı. Sultan, kâsedeki şarabı içmiş, içtikten sonra farkına
varmış, karnı o anda sancılanmaya başlamıştı. Hemen içi yanıp tutuşmuş ve
şiddetli bir sıkıntıya maruz kalmıştı.
Kahir hemen evine
götürülmüştü. Zehire yenik düşmüş ve o gecede vefat etmişti. Sultan Melikü'z-Zahir
ise günlerce hastalık çekmiş, nihayet muharrem ayının yirmiyedisinde perşembe
günü öğleden sonra Ablak kasrında vefat etmişti. O gün, emirler için çok
sıkıntılı ve musibetli bir gün olmuştu. Saltanat naibi îzzeddin Aydemir ile
devlet erkânının ve ümeranın büyükleri gelip cenaze namazım kılmışlar, tabuta
yerleştirerek onu surdan çıkararak kaleye götürmüşler, kaledeki Bahriye evlerinden
birine geçici olarak bırakmışlardı. Ölümünden sonra oğlunun yaptırdığı türbeye
bu Bahriye odasından alınıp götürülmüştü. Türbesi Adiliyetül-Kebire
karşısındaki Akikî binasıdır. Bu senenin receb ayının beşinde cuma gecesi
oraya götürüldü. Ölümü gizlendi. İnsanlar ancak rebiyülevvel ayının son on
gününde onun ölümünden haberdar oldular. Oğlu Said'e Mısır'dan bey'at geldi.
Halk, sultanın ölümüne çok üzüldü. Ona çokça rahmet dilediler. Dımaşk'ta da
oğluna bey'at yenilendi. Şam'da naib olarak bulunan İzzeddin Aydemir'e, bu
görevine devam etmesi için ikinci bir ferman geldi.
Sultan Melikü'z-Zahir;
şehametli, şecaatli, himmeti yüksek, ileri görüşlü, atılgan, cesur, saltanat
işlerine itina ile b^kan, Müslümanlara şefkat gösteren ve hükümdarlık
vasıflarını eksiksiz olarak taşıyan bir kimseydi. İslâm'ın ve Müslümanların
zaferi içiivSağlam bir azmi vardı. Hükümdarlık prensiplerini tam olarak
tatbik'ederdi. Hicretin 658. senesinin zilkade ayının onyedisi olan pazar
gününden bugüne kadar hakimiyet sürdü. Bu süre zarfında birçok fetihler
gerçekleştirdi. Mesela Kisariye, Arsun, Yafa, Şakif, Antakya, Bura-z, Taberiye,
Kasir, Hisnü'l-Ekrad, Hisn-i Akkâ, Garin, Saflta ve Haçlıların ellerinde
bulunan bir çok müstahkem kaleleri fethetti. İsmaililerin elinde hiçbir kale
bırakmadı. Merkip mıntıkasını Haçlılarla yanyarıya paylaştı. Banyas ve
An-tarsus beldelerini, Haçlıların ellerinde bulanan diğer belde ve kaleleri de,aynı
şekilde yarı yarıya paylaştı. Bu mıntıkaların kendi payına düşen kısımlarına
naibleri ve amirleri atadı. Anadolu'da Kayseri'yi fethetti. Filistin'de
Moğolların ve Rumların başına büyük belalar getirdi ki uzun zamanlardan beri
böyle bir olay duyulmuş değildi. Sis hükümdarından birçok beldeyi geri aldı.
Onların kalelerine, diyarlarına elkoyup her tarafı kontrolü altına aldı.
Müslümanlara karşı zorbalık edenlerden Baalbek, Busra, Serhat, Humus, Aclon,
Salt, Tedmür, Rahbe, Telbaşir, Kerek ve Şobek'i geri aldı. Zencilerin ülkesi
olan Nobe beldelerini bütünüyle fethetti. Tatarların elinden birçok beldeyi,
Mesela Şirzor ve Bi-re'yi aldı. Ülkesinin sınırları Fırat'tan Nube ülkesinin
uçlarına kadar genişledi. Büyük nehirler üzerinde köprüler, kaleler ve
müstahkem mevkileri onardı. Cebel kalesindeki Darü'z-Zeheb'i yaptırdı. Oniki sütun
üzerine kurulu renkli ve altın yaldızlı bir kubbe inşâ ettirdi. O kubbede
Hasekilerinin biçim ve şekillerini yaptırdı. Mısır'da Sirdas nehri gibi birçok
nehir yatakları ve Haliçler kazdırdı. Birçok cami ve mescit inşâ ettirdi.
Yandığı zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m mescidini onardı. Hüc-re-i Şerife'nin
çevresine trabzanlar koydurdu. Mescid-i Nebeviye bir minber yaptırdı ve
tavanını altın yaldızla süsledi. Medine'deki hastaha-neyi tamir ettirdi. Hz.
İbrahim'in mezarını onardı. Hz. İbrahim'in mezarının bulunduğu zaviyeye
ilaveler yaptırdı. Orada kalanlara verilen nafakalara da ilavelerde bulundu.
Hz. Musa'nın mezarı olarak bilinen yerin üzerine Kudüs'ün güneyinde bir kubbe
yaptırdı. Kudüs'te bir çok güzel şey yaptırdı. Mesela Silsile kubbesi
bunlardan biridir. Sahra Mesci-di'nin tavanını onardı. Kudüs'te muazzam bir han
inşâ ettirdi. Mısır'daki Fatimî halifelerinin sarayının kapısını oraya götürüp
taktırdı. Orada bir değirmen, bir fırın ve bir de bahçe yaptırdı. Oraya
gelenler için harçlık, eşyalarının onarımı için fon tahsis etti. Ebu
Ubeyde'nin mezarının üzerine bir kubbe ve çevresine bir külliye yaptırdı. Oraya
gelen ziyaretçilere geliri sarfedilmek üzere bir vakıf kurdu. Daniye köprüsünü
onardı. Kerek taraflarında bulunan Cafer-i Tayyar'ın mezarını tamir ettirdi.
Oraya gelecek ziyaretçilere geliri harcanmak için vakıf kurdu. Sifd kalesini
ve Camii'ni onardı. Remle Camii'ni ve diğer camileri de onardı. Haçlıların
alıp tahrip ettikleri beldelerin çoğundaki cami ve mescitleri de yeniletti.
Haleb'te muazzam bir köşk yaptırdı. Dımaşk'ta Ablak sarayını, Zahiriye
medresesini ve diğer binaları yaptırdı. Halk arasında tedavülde kullanılan halis
dirhem ve dinarlar bastırdı. Allah ona rahmet etsin.
Allah yolunda cihadla
uğraşmasına rağmen daha önceki halifelerin ve Eyyubî hükümdarlarının
zamanlarında yapılmayan birçok hayır kurumları, güzel eserler ve mekânlar
yaptırdı. Çok miktarda askeri ci-had için çalıştırdı. Moğollardan 3.000 kadar
kişi yanına geldi. Onlara ik-ta araziler verdi. Çoğuna emirlik verdi.
Yiyeceğinde ve giyeceğinde orta yolu takip ederdi. Askerleri de böyleydi.
Yıkılmasından sonra Abbasî devletini yeniden ayağa kaldıran odur. Kendisi bu
hilafeti diriltinceye dek insanlar üç sene kadar halifesiz kalmışlardı. O, her
mezhepten müstakil bir kadilkudat atamıştı. Allah kendisine rahmet etsin.
Uyanık, cesaretli ve şecaatli bir kimseydi. Gece ve gündüz bir an dahi
düşmanlara karşı gaflet içine girmezdi. Aksine o, İslâm'ın ve Müslümanların düşmanlarının
üzerine giden, atılgan bir kimseydi. İslâm'ın ve Müslümanların düzenini
sağlamış, işlerini yoluna koymuştu. Özetle Cenâb-ı Allah onu son zamanda
İslâm'ın ve Müslümanların yardımcısı ve destekçisi olarak ortaya koymuştu.
Dinden çıkan Haçlıların, Tatarların ve müşriklerin boğazlarına bir korku
düğümü olarak yerleşmişti. İçki içilmesini yasaklamış, fasıkları ülkeden
sürgün etmişti. Fasıklık ve mefsedet gördüğü zaman mutlaka olanca çabasını
harcayarak onu ortadan kaldırmaya çalışırdı. Siretinden bahsederken onun
kalbinin temizliğinden, düşüncesinin iyiliğinden bahsetmiştik. Kâtibi İbn
Abdi'z-Zahir onun için uzun uzadıya bir biyografi hazırlamıştır. İbn Şeddad da
böyle yapmıştır. Vefat ederken Sultan Melikü'z-Zahir geride onüç erkek, yedi
kız çocuğu bırakmıştı. Vefat ederken kendisi elli ile altmış yaş arasındaydı.
Vakıflar kurmuş, iyiliklerde bulunmuş, sadakalar dağıtmıştı. Cenâb-ı Allah,
onun iyiliklerini ve hayır amellerini kabul buyursun. Kötülüklerini ve
günahlarını bağışlasın. Doğrusunu noksanlıklardan münezzeh olan yüce Allah
daha iyi bilir.
Kendisinden sonra
yerine oğlu Said geçti. Zaten sağlığında babası onu veliahd tayin etmişti.
Tahta geçtiğinde Melik Said yirmi yaşından küçüktü. Görünüşü çok güzel,
erkeklik vasıfları tastamamdı. Bu senenin safer ayında Fenes'in elçileri,
Mısır diyarına hediyelerle geldiler. Sultan Melikü'z-Zahir'in vefat etmiş
olduğunu gördüler. Yerine oğlu Melik Said geçmişti. Devlet değişmemişti.
Eskiden hoş görülen şeyler yine hoş görülüyordu. Prensipler olduğu gibi tatbik
edilmekteydi. Ancak ülke, arşlarımı, hatta en güçlü arslanlar arslanım
yitirmişti. Varılan durum, çok zorlu bir durumdu. O arslan, sağlığında
İslâm'ın surlarında bir gedik açıldığında hemen kapatırdı. Azim kulplarından
biri çözülünce onu hemen yine bağlardı. Azgın ve taşjsm guruplardan biri
İslâm'a saldıracak olursa hemen ona karşı çıkar/ve gerisin geri püskür-türdü.
Allah onu bağışlasın. Mezarını rahmetiyle ıslatsın. Varacağı yeri ve makamı da
Cennet kılsın.
Şam askerleri Mısır
diyarına doğru yola koyuldular. Beraberlerinde bir mahfe vardı. Mahfede güya
sultanın hasta olarak bulunduğu izlenimi veriliyordu. Bu halde Kahire'ye
ulaştılar. İnşaallah şehit olduğuna kanaat getirdiğimiz' doğru yoldaki
Melikü'z-Zahir'in vefatı açıklandıktan sonra Melik Said'e berat yenilendi.
Safer ayının yirnıiyedisinde cu-na günü bütün Mısır camilerinde Melik Said
adına hutbe okundu. O da babası Melikü'z-Zahir'in cenaze namazım kıldırdı,
gözleri yaşla doldu.
Rebiyülevvel ayının
ortalarında Melik Said adeti üzere maiyeti ile birlikte sefere çıktı. Önünde
Mısır ve Şam askerleri yürüyorlardı. Bu haldeyken Cebelü'l-Ahmer'e ulaşıldı.
İnsanlar onun gelişine çok sevindiler. O zaman kendisi ondokuz yaşındaydı. Üzerinde
saltanatın riyaseti ve hükümdarlığın debdebesi vardı.
Cemaziyelevvel ayının
dördünde pazartesi günü Emir Şenıseddin Aksungur el-Farikanf nin, Kahire'deki
medresesinin açılışı yapıldı. Harretül-Veziriye mahallesinde bulunan bu
medresede Hanefî mezhebinin nkhı öğretilecekti. Ayrıca hadis ve kıraat
ilimleri de bu medresede okutulacaktı. Bundan bir gün sonra halife Müstemsik
Billah b. Hakim Bi-Emrillah'm oğlu, Halife Müstansır b. Zahir'in kızıyla
evlendi. Nikâh töreninde babası, sultan ve ayan takımı hazır bulundular.
Cemaziyelevvel ayının dokuzunda cumartesi günü Adiliye karşısındaki Dârülakikî
adıyla bilinen binanın yapımına başlandı ki, orası hem bir medrese, hem de
Sultan Melikü'z-Zahir'in türbesi olarak kullanılacaktı. Burası daha önce
Akikî'nin evi idi. Hammamü'l-Akikî'nin bitişiğindeydi. Türbenin temeli,
cemaziyelahir ayının beşinde atıldı. Aynı günde medresenin temeli de
atılmıştı.
Bu senenin ramazan
ayında Medine'de büyük ve kesif bulutlar görüldü. Bu bulutlar arasından
şiddetli bir şimşek çaktı. Sift minaresine yıldırım düştü. Bu yıldırım, o
minareyi tepeden temele kadar bir el sığacak genişlikle ikiye bölüp yardı.
Bu sene vefat eden
meşhur şahsiyetler arasında Pervane de vardı. Bu zat, muharrem ayının son on
gününden birinde vefat etmişti. Yine bu günlerde Melik Zahir de vefat etmişti.
Bunların biyografileri önceki sayfalarda anlatılmıştır. [90]
Emirü'l-Kebir
Bedreddin Bilbek b. Abdullah el-Haznedar. Sultan Melikü'z-Zahir zamanında Mısır
diyarının naibi idi. Cömert ve övgüye layık bir kimseydi. Tarihe ilgi duyardı.
Cemiü'l-Ezher'de Şafiîler için bir medrese yaptırıp vakfetti. Rivayete göre
zehirlenerek öldürülmüştür. Vefatından sonra Melik Said'in yönetiminin ipleri
koptu. Düzeni bozuldu. [91]
Şeceresi şöyledir:
Şenıseddin Mühammed b. Şeyh İmad Ebu İshak İbrahim b. Abdülvahid b. Ali b.
Sürür el-Makdisî. Mısır diyarında Han-belilerin ilk kadilkudatlığmı yapan
zâttır. Özellikle İbn Taberzed ve diğerlerinden hadis dinledi. Bağdat'a göçtü.
Orada fıkıhla iştigal etti.
Birçok ilim elde etti.
Saidü's-Süada medresesinin hocalığına atandı. Heybetli, çok mütevazı, iyilik
yapan, sadaka veren, yaşantısı güzel bir alimdi. Kendisine görev verildiğinde
ücret almama şartıyla görevi kabul etti ki, insanlara hüküm verirken
hakkaniyetle verebilsin. Sultan Melikü'z-Zahir hicretin 670. senesinde onu
kadılıktan azletmiş, yanında bulunan emanet mallar yüzünden onu tutuklamıştı.
İki sene sonra onu serbest bırakmış, o da gidip kendi evine kapanmış ve bu sene
muharrem ayının sonlarında vefat edinceye dek Salihiye medresesinde ders
vermişti. Cebelü'l-Mukattam mezarlığında Hafız Abdülgani'nin amcasının
mezarının yanına defnedildi. Berzalî'ye icazet vermişti.
Hafız el-Berzalî dedi
ki: «Bu senenin rebiyülevvel ayının onikisinde cumartesi günü Mısır diyarından
bize şu altı emirin ölüm haberi geldi. Sungur el-Bağdadî, Besta el-Baledî
et-Tatarî, Bedreddin el-Vezirî, Sungur er-Runıî, Aksungur el-Farikanî. Allah
hepsine rahmet etsin.» [92]
Hızır b. Ebibekir b.
Musa el-Kürdî en-Nehrevanî el-Adevî. Aslen Ceziretü İbn Ömer'e bağlı
Muhammediye köyünden olduğu söylenir. Harika halleri ve mükâşefeleri vardı. Ama
insanlar arasına karışınca emirlerden birinin kızıyla adı kötüye çıktı. Melik
Zahir, emir iken, Şeyh Hızır onun hükümdarlığa geçeceğini söylerdi. Bu
sebepledir ki Melik Zahir saltanat tahtına oturduktan sonra onun büyük bir
insan olduğuna inanmış, ona son derece saygı gösterip ikramda bulunmuştu. Onun
bulunduğu zaviyeye haftada bir veya iki kez ziyarete gider, seferlerinde onu
yanında götürür, onu hemen hemen hiç yanından ayırmaz, fikirlerine danışırdı.
Onun önceden söylediği şeyler sonradan gerçekleşirdi. Bu, önceden haber verişi
ya rahmanı yada şeytanî idi. Ya kerametti, yada göz bağcılığı idi. Ama insanlar
arasına karışınca emirlerden birinin kızıyla adı kötüye çıktı. Çünkü emirlerin
kızları ondan sakınmazlardı. Bu yüzden fitne içine düştü. Zaten insanlar
arasına karışan kimse fitneden kolay kolay kurtulamaz. Özellikle yanında bir
kimse bulunmaksızın kadınlar arasına giren kimse kesinlikle onların şerrinden
ve fitnesinden kurtulamaz. Hakkında dedikodu çıkınca Sultan Melik Zahir,
Teyser'i, Kalavun, Atabek Faris Aktay onun hakkında tahkikat yaptırdılar. Sorgulama
esnasında suçunu itiraf edince Sultan Melik Zahir onu öldürmeye niyetlendi ve
«Benimle senin aranda bir kaç gün kalmıştır» dedi. Zindana atılmasını emretti.
Hicretin 671. senesinden 676. senesine kadar zindanda kaldı.
Şeyh Hızır el-Kürdî,
Kudüs'te bir kiliseyi yıkmış, oranın papazını boğazlamış, orayı bir zaviyeye
dönüştürmüştü. Onun biyografisini önceki sayfalarda anlatmıştık. Sonra bu
senenin muharrem ayının altısında perşembe günü ölünceye dek zindanda kaldı.
Ölünce kaleden çıkarılıp yalanlarına teslim edildi. Ve kendi zaviyesinde
yaptırmış olduğu türbeye defnedildi. Altmışaltı yaşlarında iken vefat etti.
Bazı şeyler gerçekleşmeden önce o şeylerin olacağını çok önceden sultana
bildirirdi. Rab-ve'nin batısındaki dağda bulunan Şeyh Hızır kubbesinin
kendisine ait olduğu söylenmektedir. Kudüs'te de bir zaviyesi vardı. [93]
Yahya b. Şeref b.
Hasan b. Hüseyin b. Cuma b. Hizam el-Hazimî el-Alim Muhyiddin Ebu Zekeriya
en-Nevevî ed-Dımaşkî. Şafiî mezhebine mensuptu. Şafiî mezhebinin şeyhi ve
allamesiydi. Kendi zamanındaki fakihlerin de büyüğüydü. Hicretin 631. senesinde
Havran'a bağlı Neva köyünde doğdu. Hicretin 649. senesinde Dımaşk'a geldi.
Kur'an'ı ezberledi. et-Tenbih adlı eseri okumaya başladı. Rivayete göre bu
eseri dört buçuk ayda okumuştur. Senenin geri kalan kısmında ise Şafiî mezhebine
göre ibadetlerle ilgili hükümlerin dörtte birini de okumuştu. Sonra mezhebin
meşayihinin yanına devam etmiş, onların eserlerini şerhedip , tashih etmişti.
Hergün üstadlanndan oniki ders alırdı. Sonra tasnifatla ilgilendi. Çok miktarda
eser tasnif eti. Bunların bir kısmım tamamlamıştı. Bir kısmını da
tamamlayamamıştı. Tamamladıkları arasında şu eserleri vardır: Müslim şerhi,
Ravza, Minhac, Riyaz, el-Ezkâr, et-Tib-yan. Tahrirü't-Tenbih, Tashihü't-Tenbih,
Tehzibü'1-Esma' ve'1-Lugat, Tabakatü'l-Fukaha... Tamaml ayam adı ğı -şayet
tamamlasaydı konusunda bir dengi olmayacaktı- eseri ise el-Mecmu' adındaki
Mühezzeb şerhidir. Bu kitabında riba bölümüne kadar gelmişti. Çok güzel,
faydalı, eşsiz bilgiler vermiş, güzel eleştirilerde bulunmuştu. Şafiî mezhebine
ve diğer mezheplere göre fikhî konuları inceden inceye ele almıştı. Hadisi de
gereğince incelemiş, kelimelerin garip olanlarını, lügati anlatmış, başka
eserlerde bulunamayacak mühim bilgiler vermişti. Karşılaştığı meselelerin bir
seçmesi olarak bu kitabı hazırlamıştı. Fıkıhta bundan daha güzel başka bir
eserin mevcudiyetini bilmiyorum. Yalnız bu esere de bazı ilavelerin yapılmasına
ihtiyaç vardır.
Nevevî, zahid, abid,
takvalı, araştırmacı ve insanlardan çokça uzak duran bir kimseydi. Fakihlerden
hiçbiri onun seviyesine ulaşmağa muktedir değildir. Senenin tamamını oruçlu
geçirir, sofrasında iki katığı bir arada bulundurmazdı. Ekseriya azığı,
babasının Neva köyünden kendisine getirdiği yiyeceklerdi. îbn Hallikan'a
vekaleten îkbaliye medresesinde müderrislik görevine başlamıştı. Felekiye ve
Rükniye medreselerinde de müderris vekilliği yaptı. Eşrefiye darülhadisinin hocalığına
atandı. Zamanını boşa geçirmezdi. Dımaşk'ta ikamet ettiği zamanda haccetmişti.
İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, hükümdarları ve başkalarını ikaz ederdi. Bu
senenin receb ayının yirmidördünde gece Neva köyünde vefat etti ve oraya
defnedildi. Allah ona rahmet etsin ve onu bağışlasın. Bizi de affeylesin. [94]
Necmeddin mahlasını
taşırdı. Dımaşk Camii'nde üç aylarda cumartesi günleri vaizlik yapardı.
Mücahidiye hankâhının şeyhiydi. Bu sene orada vefat etti. Faziletli ve yüksek
şahsiyet sahibi bir kimseydi. Dedesi, Halife Nasır'ın inşâ kâtipliğini yapmıştı.
Aslen Busene asıllıdırlar. Necmeddin'in şiirlerinden biri şudur:
«Benden başkası
bedenen ziyaret ederse, Bende saatlerle senin tarafina kalben ziyarete gelirim.
Sevgilinin diyarından uzakta bulunan herkes uzak sayılmaz. Yakında bulunan
herkes de hakikatte yakın sayılmaz. [95]
Bu senenin ilk günü
çarşambaydı. Sene başında halife, Hakim Bi-emrillah el-Abbasî; Şam, Mısır ve
Haleb de dahil olmak üzere İslâm ülkesinin sultanı da Melik Said idi. Muharrem
ayının ilk günlerinde Dı-maşk'ta İbn Hallikan'm yeniden Dımaşk kadılığına
zilhiccenin sonlarında atanmış olduğuna dair haber yayıldı. İbn Hallikan
azledildikten yedi sene sonra yeniden bu göreve atanmıştı. Kadı îzzeddin b.
Saiğ, muharrem ayının altısında görevden çekildi. İnsanlar yeni Kadı îbn
Halli-kan'ı karşılamaya çıktılar. Kimi, Remle'ye kadar da gitmişti. îbn Hallikan,
muharrem ayının yirmiüçünde perşembe günü Dımaşk'a geldi. Saltanat naibi
İzzeddin Aydemir, bütün emirler ve devlet ricaliyle onu karşılamaya gitmişti.
İnsanlar bu duruma çok sevindiler. Şairler İbn Hallikan'ı övdüler. Fakih
Şemseddin Muhajnmed b. Cafer onun için şu şiiri okumuştu:
«Dımaşk kadılığına
Dımaşk'ın hakkini,
Kadilkudat, kerem
sahibi Ebu'l-Abbas geçince,
Zorlu yedi seneden
sonra bu göreve gelince, hizmetçisi dedi ki:
İşte bu senede
nimetlerle insanların imdadına ulaşılmıştır.»
Saduliah b. Mervan
el-Farikî de şöyle bir şiir okumuştu:
«Dımaşk'ı güzelce
terkettiğin günden sonra bize,
Yedi kurak sene
yaşattın ey İbn Hallikan.
Ama sonra Mısır diyarından
gelip burayı ziyaret ettiğinde,
Avuçlarından bu
memlekete hayırlar akıttın.»
Bir başkası da şöyle
bir şiir yazmıştı:
«Şamlıların tamamını
gördüm.
Hiç birinde
memnuniyetsizlik yoktu artık,
Serden sonra onlara
hayır geldi.
Artık zaman hoş oldu,
sıkıntı kalmadı.
Hüzün gitti, onlara
sevinç geldi.
Zaman artık hüzünle
sevinci yarı yarıya paylaştı.
Uzun süreli kederden
sonra bir kadı azledilip,
Yerine başka bir kadı
gelince sevindiler.
Hepsi şükran
duygularını beslemekle,
Giden ve gelen zamanın
ağına takılmaktadır.»
el-Yoninî dedi ki: Bu
senenin safer ayının onüçünde çarşamba günü İbn Hallikan Zahiriye medresesinde
ders verdi. Saltanat naibi Aydemir ez-Zahirî de orada hazır bulundu. Kadıların
da dinleyici olarak geldikleri bu medrese tıka basa dinleyicilerle doluydu. O
zaman Şafiîlerin müderrisi Şeyh Reşidüddin Mahmud b. Farikî, Hanefîlerin
müderrisi Şeyh Sadreddin Süleyman el-Hanefî idi. Medresenin yapımı henüz tamamlanmamıştı.
Bu senenin
cemaziyelevvel ayında, Hanefîlerin kadılığına Sadreddin Süleyman el-Hanefî,
vefat eden Mecdüddin b. Adim'in yerine atandı. Sonra Sadreddin'de ramazan
ayında vefat edince yerine Hüsameddin Ebül-Fezail Hasan b. Enuşirvan er-Razî
el-Hanefî kadı olarak atandı. Bu zat daha önce Malatya kadılığı yapmaktaydı.
Bu senenin zilkade
ayının ilk on gününde Necibiye medresesinin açılışı yapıldı. Burada ilk dersi
îbn Hallikan verdi. Sonra bu görevi oğlu Kemaleddin Musa'ya bıraktı. Necibiye
hankâhınm da açılışı yapıldı. Bu medrese ile hankâh ve vakıflar, günümüze kadar
koruma altında bulunmaktadırlar.
Bu senenin zilhicce
ayının beşinde salı günü Sultan Said Dımaşk'a geldi. Şehir onun için süslenmiş,
çadırlar kurulmuş, şehir halkı onu karşılamaya çıkmıştı. Babasını
sevdiklerinden, onun gelişine çok sevinmişlerdi. Sultan Said meydanda kurban
bayramı namazını kıldı. Man-sure kalesinde bayram tebriklerini kabul etti.
Dımaşk'ta vezir olarak Sahip Fethüddin Abdullah b. Kayseranî'yi, Mısır'a da
Bahaeddin b. Hannan'ın ölümünden sonra Sahip Burhaneddin b. Hızır b. Emir
Sey-feddin Kalavun es-Salihî'yi atadı. Az sayıdaki emirler ve hasekilerle has
adamlarının beraberinde Dımaşk'ta ikamete başladı. Zenbakiye'ye çok gidip
geliyordu. Zilhicce ayının yirmi altısında sah günü adalet sarayında hüküm
vermek için oturdu. Burası Babü'n-Nasr dahilindeydi. Babasının Dımaşk
ahalisinin bahçeleri üzerine tarhettiği harçları ve vergileri kaldırdı. Bu
sebeple halk ona çokça dua etti. Onu çok sevdiler. Çünkü bu ağır vergi, birçok
mülk sahibini zor duruma sokmuştu. Hatta çokları bu ağır verginin altından
kalkamadığından «Malımı mülkümü satsam-da kurtulsanı» diyordu.
Sultan Said, bu senede
Dımaşk ahalisinden 50.000 dinar talep etti. Bunu iki ay içinde mülklerinin
vergisi olarak istedi. Vermeyenlerden zorla tahsil ettirdi. [96]
Künyesi Ebu Said
es-Salihî idi. Melik Necmeddin Eyyub el-Kâmil onu azâd etmiş ve onu büyük
komutanlar arasına katmış, sonra da saray üstadhğına atamıştı. Melik Necmeddin
ona çok güvenir, itimad ederdi. Akkuş b. Abdullah hicretin 609 ya da 610.
senesinde doğdu. Melik Zahir de onu saray üstadhğına atamıştı. Sonra dokuz
sene müddetle onu Şam'da naib olarak tutmuştu. Cemaleddin Akkuş, Şam'da
Necibiye medresesini yaptırmış, oraya büyük gelir sağlayan vakıflar tahsis etmişti.
Ancak maaşı hak edenler için, münasip maaşlar tahsis etmemişti. Sonra sultan
onu Şam naibliğinden azlederek Mısır'a, yanına çağırmıştı. Bir süre Mısır'da
boş kalmış, sonra felç olmuş ve dört sene hasta yatmıştı. Bazan Melik Zahir,
onu ziyaret etmiş, ama hastalığı iyileşmemiş-ti. Nihayet bu senenin rebiyülahır
ayının beşinde cuma gecesi Kahire'de Derbu'l-Muluhiye'deki evinde vefat
etmişti. Cuma günü namazdan önce Küçük Kurafe'de yaptırmış olduğu türbesine defnedilmiş
ti. Şam'daki Necibiye medresesinde de kendi şahsı için bir türbe yapmış, o
türbede yola bakan iki pencere açtırmıştı. Ancak oraya defni mukadder olmamıştı.
Çokça sadaka veren, alimleri seven, jonlara ihsanda bulunan, itikadı güzel bir
kimseydi. Şafiî mezhebine Jnensuptu. Sünneti sevmede, sahabilere sevgi besleyip
Rafîzîlere düşnianlık beslemede aşın derecede ilerilerdeydi. Bugün Kerimüddin
Camii olarak bilinen caminin kıble-sindeki köprü üzerinde vakfettiği güzel
bahçeler, onun vakıfları arasındadırlar. Onun daha başka birçok vakıfları da
vardır. İbn Hallikan'ı vakıflarının nazırlığına atamıştı. [97]
el-Emirü'1-Kebir
Alaeddin eş-Şihabî. Şihabiye hankâhınm vakfe-dicisidir. Bu hankâh, Babü'l-Ferec
dahilindedir. Aytekin, Dımaşk'taki büyük emirlerdendi. Sultan Melik Zahir onu
bir süre Haleb naibliğine atamıştı. Hayırlı, seçkin ve bahadır emirlerdendi.
Fakirlere hüsnü zan besler, onlara iyilik ve ihsanda bulunurdu. Ellibeş
yaşlarında iken bu senenin rebiyülevvel ayının onbeşinde vefat etti ve Kasyun
mezarlığında Şeyh Ammar er-Rumî'nin mezarının yanma defnedildi. Babü'l-Ferec
dahilinde bir hankâhı vardı. Bu hankâhın yola bakan penceresi vardı, Tavaşi
Şihabeddin Reşidü'l-Kebir es-Salihî'ye nisbetinden dolayı kendisine Şihabî
nisbeti takılmıştır. [98]
Sadreddin Süleyman b.
Ebu'1-îzz b. Vüheyb Ebu Rebi el-Hanefî. Kendi zamanındaki Hanefîlerin şeyhi,
doğuda ve batıdaki Hanefîlerin alimi idi. Bir süre Dımaşk'ta ikamet edip fetva
ve ders verdi. Sonra Mısır'a intikal edip oradaki Salihiye medresesinde ders
verdi. Tekrar Dımaşk'a döndü. Zahiriye medresesinde ders verdi. Mecdüddin b.
Adim'den sonra kadılığa atandı ve bu görevi üç ay sürdürdükten sonra şaban
ayının altısında cuma gecesi vefat etti. Ertesi giın namazı kılındıktan sonra
Kasyun mezarlığındaki evine defnedildi. Vefat ederken seksenüç yaşındaydı.
Melik Muazzam'ın cariyesiyle evlenen bir köle hakkında şöyle güzel bir şiiri
vardır:
«Ey iki dostum, durun
da hayretle bana bakın. Zaman, aranıza âcaipliklerinden birini soktu. Ay
güneşin üzerine çıktı mertebe bakımından. Oysa güneşin üstüne çıkmak, ayın
rütbesi olamaz. Güzellik bakımından güneşe denk olmaya kalktı, ona ortak olmak
istedi.
Onunla yanyana
yürümeğe yeltendi.
Süsleri ve nakışları olmasaydı,
arada hiç fark olmayacaktı hemen hemen.
Ne var ki güneşin
şakağında parlaklık, bıyıklarının üstünde de yeşillik vardır.» [99]
Erbilliydi. Şafiî
mezhebine mensuptu. Edebiyattan iyi anlayan, faziletli bir şairdi. Eser tasnif
etmede kudretliydi. Bu senenin cemaziye-levvel ayında vefat edinceye dek
Kahire'de yaşadı. Bir defasında Melik Salih Eyyub'la görüştü. Melik Salih,
ilm-i nücumdan bahsetmeğe başlayınca Taha b. İbrahim hiç duraksamaksızm ona şu
iki beyitle cevap verdi:
«îlm-i nücum'u,
geçimini o yoldan sağlayan falcılara bırak. Azimetle uğraşanlara ve muska
yazanlara bırak.
Ey hükümdar! Sen
azinılenip kendine gel,
Peygamber ve ashabı
bizi ilm-i nücumdan menettiler.
Ben de onların sahip
olduklarını ve hükümranlıklarını gördüm.»
Taha b. İbrahim'in
ağrıyan gözleri şifa bulmuştu. Şifa bulduktan sonra Şemseddin adındaki bir
arkadaşına şu şiiri yazıp göndermiş ve kendisini ziyarete gelmesini istemişti:
«Sünneti bana diyor
ki, gözlerin şifa buldu rahatladı. Artık kafanı bir işe takma müsterih ol.»
Ey şems (Güneş) uzun
bir zamandır seni göremiyorum. Gözleri iyileşip şifa bulduğunun alameti, şemsi
(güneşi) görmesidir.» [100]
Abdurrahman b.
Abdullah b. Muhammed b. Hasan b. Abdullah b. Hasan b. Affan Cemaleddin b. Şeyh
Necmeddin el-Badraî. Bağdatlıydı. Sonraları Dımaşk'a yerleşmiştir. Babasından
sonra babasının yaptırdığı medresede ders vermişti. Bu senenin receb ayının
altısında çarşamba günü vefat edinceye dek bu hizmeti devam ettirmişti. Vefat
edince Kas-yun mezarlığına defnedildi. Lider ve ahlakı güzel bir kimseydi.
Vefat ederken elli yaşını aşmıştı. [101]
Mecdüddin Abdurrahman
b. Cemaleddin Ömer b. Ahmed b. Adim. Halebliydi. Sonraları Dımaşk'a
yerleşmiştir. Hanefî mezhebine mensuptu. İbn Ata'dan sonra Dımaşk'ta Hanefi
kadılığına atandı. Reis oğlu reisti, ihsan, kerem ve güzel ahlak sahibiydi.
Kahire'nin büyük camisinin hatipliğine atandı. Oraya atanan ilk Hanefî
alimidir. Bu senenin re-biyülahir ayında Dımaşk'taki küçük konağında vefat
etti. Zeytun Ca-mü'nin batısındaki Şerefü'l-Kabeli üzerinde bulunan
Zaviyetü'l-Harirî yanında yaptırdığı türbeye defnedildi. [102]
Ali b. Muhammed b.
Süleym b. Abdullah es-Sahib Bahaeddin Ebü'l-Hasan b. Hanna. Mısır veziriydi.
Önce Melik Zahir'e, sonra da Melik Za-hir'in oğlu Said'e bu senenin zilkade
ayının sonunda vefat edinceye dek vezirlik yapmıştı. Gayretli bir insandı.
Güzel görüş ve azmi vardı. Tedbirliydi. Zahiriye devletinde otorite sahibiydi.
Onun görüşü ve emri olmadan işler yürümezdi. Emirlere ve başkalarına
iyilikleri ve üstünlüğü vardı. Şairler onu övmüşlerdi. Oğlu Taceddin de
sultanın sohbetinde bulunan, onun yanından ayrılmayan bir vezirdi. Saidiye
devletinde yani Sultan Said'in zamanında malı müsadere edildi. [103]
Muhammed b. Ahmed b.
Ömer b. Ahmed b. Ebi Şakır Mecdüddin Ebu Abdillah. Erbilliydi. Hanefî mezhebine
mensuptu. İbn Zahîr diye tanınmıştır. Hicretin 602. senesinde Erbü'de doğdu.
Sonra Dımaşk'a gidip ikamet etti. Kaymaziye medresesinde ders verdi. Bu
senenin rebiyü-lahir ayının onikisinde cuma gecesi vefat edinceye dek orada
ikamet etti. Sofiye mezarlığına defnedildi. Nahiv ve lügatte üstün bir alimdi.
Nazımda da otoriteydi. Meşhur divanı, yüksek manalar içeren şiirleri vardır.
Şiirlerinden biri şudur:
«Her canlının varacağı
yer ölümdür. Ömrünün uzunluğu çabucak gitmeğe mahkumdur. Ebedi yurdunu tahrip
ediyor.
Sonra çabucak
yıkılacak olan dünyayı onarmaya çalışıyor. Hayret ki o, toprağa gömülecektir.
Şu halde toprağın
güzelliği onu nasıl oyalayıp teselli ediyor? Hergün yaşasa bile ömrü eksilmeye
devam ediyor. Mafsallarına ağrılar, sızılar çöküyor. Bütün mahlukat, zaman
konaklarında birer kervandır. Sürekli yürüyor, geri dönüşü ümit edilmiyor. Şu
halde azık hazırla; takva, en iyi azıktır. Akıllı kimsenin bundaki nasibi
aklıdır. Akıllı dost ve kardeş.
Gençliğini sâlihane
sadıkane bir hayatla geçirendir. Cahil kardeş ise nefsin nevasında lezzet
bulur. O lezzet, bir bal gibi gelir ona, ama musibeti ondadır.» Bu şiir yüz
elli beyit kadardır epey uzundur. Şeyh Kutbeddin, Şeyh Muhammed İbn Zahîr'in
yüksek manalar içeren birçok güzel şiirini nakletmiştir. [104]
Muhammed b. Suvvar b.
İsrail b. Hızır b. İsrail b. Hasan b. Ali b. Muhammed b. Hüseyin Necmeddin
Ebü'l-Meâlî eş-Şeybanî. Dımaşklı-dır. Hicretin 603. senesinin rebiyülevvel
ayının onikisinde pazartesi günü doğdu. Hicretin 618. senesinde Şeyh Ali b.
Ebü'l-Hasan b. Mansur el-Yüsrî el-Harirî'ye gidip ders aldı. Ondan önce Şeyh Şihabüddin
es-Sühreverdî'den hırka giydi. İfadesine göre Şihabüddin es-Sühreverdî onu üç
halvet meclisinde oturtmuştur.
İbn İsrail, ailesinin
Halid b. Velid (r.a.)'la birlikte Şam'a geldiklerini, Dımaşk'ı vatan
edindiklerini söylemiştir. Edebiyattan iyi anlayan, şiir sanatında üstün bir
kimseydi. Nazımda ileri derecelere ulaşmıştı.
Ancak nazmında ve
nesirinde İbn Arabi'nin ve İbn Fariz'in ve şeyhi Harirî'nin yolundan gidip
hulul ve vahdet-i vücuda kail olduğunu gösteren işaretler vardır. Onun
içyüzünü ve durumunu elbetteki yüce Allah daha iyi bilir. Bu senenin
rebiyülahır ayının ondördünde pazar gecesi Dımaşk'ta yetmişdört yaşındayken
vefat etti. Şeyh Reslan'ın türbesine defnedildi. Şeyh Reslan, ibn İsrail'in
şeyhi olan Harirî'yi yetiştirmiş olan Şeyh Ali el-Muğarbil'in şeyhi idi. İbn
İsrail el-Harirî'nin şiirlerinden biri şudur:
«Aşkın şiddetinden bir
ziyaretçi bana geldi.
Benli (sevgili),
nıezarlıktarm beni ziyaret eder?
Onun ateşi düz
kumsalların üzerinde mi sadece yükselir.
Gözlerinin Önünde
karanlığı aydınlatıp ağartır.
Ey sofra arkadaşlarım
şansımın kâsesini bana döndürün.
Onun aşkını anmak ve
mey içmek aynı şeylerdir.
Gözlerinin ucu
yumuşaktır. İnce güzellikleri vardır.
Onun aşkı ve sevgisi,
çektiğim zahmetleri bana tathlaştırmıştır.
Örtüsü üzerinde olduğunda
dolunaya.
Gerdanlıklar üzerinde
bulunduğunda güneşe hayran oluyorum.»
Şu şiir de İbn
İsrail'e aittir:
«Ey uykuyu
uykusuzlukla değiştiren.
Düşünce denizinde
yüzen kendinden geçmiş kişi,
İşleri sahibine bırak.
Sabret. Sabrın sonu
zaferdir.
Genişliğe kavuşmaktan
ümidini kesme.
Günler ancak ibretleri
getirirler.
Keder, safa anında
meydana gelir.
Safa da keder anında
ortaya çıkar.
Zaman bir kez
fenalaşırsa.
Ne kadar fenalaşırsa
fenalaşsm.
Sonra insanlara sevinç
getirir.
Rabbinin takdirine
razı ol.
Sen ancak kaderin
esirisin.»
,, ^ ibn İsrail'in
Peygamber (s.a.v.)'e yazdığı güzel bir methiyesi vardır. Bunu Şeyh Kemaleddin
b. Zemlekânî ve arkadaşları Şeyh Ahmed el-A'fef ten dinlemişlerdir. Şeyh Ahmed
de bunu bizzat îbn İsrail'den dinlediğini söylemiştir. Şeyh Kutbeddin
el-Yoninî de onun birçok şiirlerini nakletmiştir. Sonu dal (harfi) ile
bittiğinden ötürü "daliye" adını alan uzun bir kasidesi vardır. Bu
kasidenin baş kısmı şöyledir:
«Kendisini açıkça
sevdiğim, bana verdiği sözde durdu.
Beni kınayıp ondan ötürü
kıskananları ise yüz üstü süründürdü.
Mezarın kıyısında
ziyaretime geldi. Uzun bir süre yanımda kaldı.
Vuslatımı
çekemeyenleri ise ziyaret etmedi.
Ey güzelliğini
gözlerime hediye edenin güzelliği.
Ey.kalbime aşkın
susanıışlığım hediye edenin serinleticiliği.
Ey vuslatının
müjdesiyle düşlerimi gerçekleştirenin sadakati.
Ey amaçlarıma beni
ulaştıran emellerinin son durağı.
Mutlu bir şans ve
yenilenen bir baht ile vücudum ile bâtınımı tecelli edip ortaya çıktı,
aydınlandı.
Vücudunun aşkı ve o
aşk yoluna girenleri sevmek, benim için görev oldu.
Avuçlarım aşkınla
dolup taştı.»
Bundan sonra kasideyi
gazele çevirip uzattıkça uzatmış ve şöyle demiştir:
«Benim için her
şahidin üzerinde tecelli ettiğinde. Her sahnede rumuzlar geceyi benimle
geçirdiğinde. Cemali ve güzelliği tarif etmekten sakındım. Çünkü bu beni çok
aşan bir iştir. Dağınık cemalin sırlarım keşfetmeğe çalıştım. Kulaklarım onun
ancak başlangıcını duyabildi. Benim gibi birinin onu tam duyması haşa
imkansızdır. Her görülen şeyde kalbim için bir şahit vardır. , Her duyulan
şeyde niabedin nağmesi vardır.» [105]
[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/419.
[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/419-420.420.
[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420.
[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420.
[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420.
[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420-421.
[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/422.
[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/422.
[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/423.
[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/423.
[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/423-424.
[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/
[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/424-426.
[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/426.
[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/426-427.
[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/427.
[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/427-429.
[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/429.
[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/429-430.
[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/430-431.
[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/431-432.
[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/432.
[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/433.
[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/433.
[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/433-434.
[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/434-437.
[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/437.
[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/437.
[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/437-439.
[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.
[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.
[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.
[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.
[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440-441.
[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/441.
[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/441-442.
[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/442.
[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/442.
[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/443.
[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/443-444.
[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/444.
[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/444.
[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/444-447.
[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/447.
[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/447.
[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/448.
[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/448.
[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/449-450.
[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/450.
[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/450.
[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/451.
[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/451.
[54] Birecik.
[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/451-453.
[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/454.
[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/454.
[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/454-455.
[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/455.
[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/455-456.
[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/456.
[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457.
[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457.
[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457.
[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457-458.
[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/458.
[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/458.
[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/459.
[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/459.
[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/459-460.
[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/460.
[72] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/460-461.
[73] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.
[74] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.
[75] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.
[76] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.
[77] Biliştin: Anadoluda bir şehir. Şimdiki adı Bostan'dır
(Mu'cemÜ'l-Büldan).
[78] Caşnigir: Zehirlenmesinden korkulduğu için sultanın
yemeklerini kendisinden önce tadan kimse (çeviren).
[79] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/463-464.
[80] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/464.
[81] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.
[82] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.
[83] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.
[84] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.
[85] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465-466.
[86] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/466.
[87] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/466.
[88] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/467.
[89] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/467.
[90] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/467-471.
[91] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/471.
[92] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/471-472.
[93] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/472-473.
[94] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/473-474.
[95] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/474-476.
[96] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/474-476.
[97] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/476.
[98] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/477.
[99] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/477.
[100] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/477-478.
[101] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/478.
[102] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/478.
[103] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/478.
[104] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/479.
[105] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/479-481.