Hicretin Altıyüzaltmışbîrinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler  . 3

Ahmed B. Muhammed B. Abdullah. 3

Abdürrezzak B. Abdullah. 3

Muhammed B. Ahmed B. Anter Es-Sülemî 3

Alemüddîn Ebü'l-Kasım B. Ahmed. 4

Şeyh Ebu Bekir Ed-Dlneverî 4

Şeyhü'l-İslam İbn Teymîye'nin Doğumu. 4

El-Emîrü'l-Kebîr Mücireddîn. 4

Hicretin Altıyüzaltmışikincı Senesi 4

Hicretin Altıyüzaltmışıkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 5

Melik Eşref 5

Hatip İmadüddin B. Harîstanî 6

Muhîddin Muhammed B. Ahmed B. Muhammed. 6

Şeyh Salih Muhammed B. Mansur. 6

Muhiddin Abdullah B. Safîyyüddin. 7

Hicretin Altıyüzaltmışüçüncü Senesi 7

Hicretin Altıyüzaltmışüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 9

Halid B. Yusuf B. Sa'd En-Nablusî 9

Şeyh Ebü'l-Kasım El-Havarî 9

Kadı Bedreddîn El-Kürdî Es-Sîncarî 9

Hicretin Altıyüzaltmışdördüncü Senesi 9

Hicretin Altıyüzaltmışdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 11

Aydoğdu B. Abdullah. 11

Hülaguhan. 11

Hicretin Altıyüzaltmışbeşincî Senesi 12

Hicretin Altıyüzaltmışbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 12

Sultan Berekehan. 13

Mısır Kadilkudatı Taceddin Abdülvehhab. 13

Kaymaziye Vakfının Kurucusu Emirü'l-Kebîr Nasîrüddin. 13

Şeyh Şîhabüddîn Ebu Şâme. 13

Hicretin Altıyüzaltmışaltıncı Senesi 14

Sultan Melîk Zahirin Antakya'yı Fethî 15

Hicretin Altıyüzaltmışaltıncı Senesinde  Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 17

Şeyh Afifüddin Yusuf B. Bakkal 17

Hafız Ebu İbrahim Îshak B. Abdullah. 18

Hicretin Altıyüzaltmışyedinci Senesi 18

Hicretin Altıyüzaltmışyedînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 19

Emir İzzeddîn Aydemir B. Abdullah. 20

Şerefüddîn Ebü'z-Zahîr. 20

Kadı Taceddin Ebu Abdillah. 20

Uzman Hekim Şerefüddîn Ebü'l-Hasan. 20

Şeyh Nasirüddin. 20

Şeyh Ebü'l-Hasan. 20

Hicretin Altıyüzaltmışsekizinci Senesi 21

Hicretin Altıyüzaltmışsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 22

Sahip Zeyneddin Yakup. 22

Şeyh Muvaffaküddin. 22

Şeyh Zeyneddin Âhmed B. Abdüddaim.. 22

Kadı Muhîddîn İbn Ez-Zekî 22

Sahip Fahreddin. 23

Şeyh Ebu Nasr B. Ebu'l-Hasan. 23

Hicretin Altıyüzaltmışdokuzuncu Senesi 23

Hicretin Altıyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 26

Melik Takiyyüddîn Abbas B. Melîkü'l-Adîl 26

Kadilkudat Şerefüddîn Ebu Hafs. 26

Tavaşi (Hadım) Şücaüddin Mürşîd El-Muzafferî : 26

El-Hamevî 26

İbn Seb'în Abdülhak B. İbrahim.. 26

Hicretin Altıyüzyetmişinci Senesi 27

Hicretin Altıyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 28

Şeyh Kemaleddin. 28

Vecîhüddin Muhammed B. Alî B. Ebi Talîb. 28

Necmeddin Yahya B. Muhammed B. Abdülvahid B. Lebudî 28

Şeyh Ali El-Bekkâ. 28

Hicretin Altıyüzyetmişbîrînci Senesi 29

Hicretin Altıyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 31

Şeyh Taceddin Ebü'l-Muzaffer Muhammed B.Ahmed. 31

Hatip Fahreddin Ebu Muhammed. 31

Şeyh Hızır B. Ebu Bekir El-Mehranî El-Adevî 31

Et-Ta'ciz Adlı Eserin Musannifi 32

Hicretin Altıyüzyetmişîkincî Senesi 32

Hicretin Altıyüzyetmişîkincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 33

Müeyyedüddin Ebü'l-Meâlî Es-Sadr Er-Reîs. 33

El-Emiru'l-Kebîr Farisü'd-Dîn Aktay. 33

Şeyh Abdullah B. Ganim.. 33

Kadilkudat Kemaleddin. 33

İsmail B. İbrahim B. Sakir B. Abdullah. 34

Elfiye Adlı Eserin Sahibi İbn Mâlik. 34

Naşir Et-Tûsî 34

Şeyh Salim El-Berkî 35

Hicretin Altıyüzyetmişüçüncü Senesi 35

Hicretin Altıyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 35

İbnatâel-Hanefî 35

Beymend B. Beymend B. Beymend. 36

Hicretin Altıyüzyetmîşdördüncü Senesi 36

Hicretin Altıyüzyetmîşdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 37

Şeyh İmam El-Allame. 37

Şeyh İmam İmadüddin Abdülaziz. 38

Tarihçi İbn Saî 38

Hicretin Altıyüzyetmişbeşinci Senesi 38

Biliştin Savaşı Ve Kisariye'nin Fethi 39

Hicretin Altıyüzyetmişbeşîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 40

Şeyh Ebü'l-Fadl B. Şeyh Ubeyd B. Adülhalik Ed-Dımaşkî 40

Tavaşî Yümnü'l-Habeşî 40

Şeyh Muhaddis Şemseddin Ebü'l-Abbas. 40

Şair Şihabüddîn Ebü'l-Mekârîm.. 40

Kadı Şemseddin. 40

Şeyh Ebu Îshak İbrahim B. Sadullah. 41

Şeyh Cendel B. Muhammed El-Meninî 41

Muhammed B. Abdurrahman B. Muhammed. 41

Muhammed B. Abdülvehhab B. Mansur. 42

Hicretin Altıyüzyetmişaltıncı Senesi 42

Kahirin Vefatı 42

Emîrü'l-Kebir Bedreddin Bîlbekb. Abdullah. 45

Kadilkudat Şemseddin El-Hanbelî 45

Sultan Melik Zahir'in Şeyhi Şeyh Hızır El-Kürdî 46

Şeyh Muhyiddin En-Nevevî 47

Ali B. Ali B. İsfendiyar. 47

Hicretin Altıyüzyetmîşyedînci Senesi 48

Hicretin Altıyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler. 49

Emirü'l-Kebir Cemaleddîn Akkuş B. Abdullah En-Necibî 49

Aytekin B. Abdullah. 49

Kadilkudat Sadreddin Süleyman B. Ebu'l-Îzz. 50

Taha B. İbrahim B. Ebu Bekir Kemaleddin El-Hemedanî 50

Abdurrahman B. Abdullah. 51

Kadilkudatmecdüddînabdurrahman B.Cemaleddin. 51

Vezir İbn Hanna. 51

Lügatçt Şeyh Muhammed B. Zahîr. 51

İbn İsrail El-Harirî 52

 

Hicretin Altıyüzaltmışbîrinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler  .

 

Ahmed B. Muhammed B. Abdullah

 

Ahmed b. Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Yahya b. Seyyi-dünnas Ebu Bekir el-Ya'merî el-Endülüsî. Hadis hafızıydı. Hicretin 597. senesinde doğdu. Çok hadis dinledi. Büyük kitaplar edindi. Güzel eserler tasnif etti. Endülüs'te hadis hafızları onunla son buldu. Bu sene receb ayının yirmiyedisinde Tunus şehrinde vefat etti. [1]   

 

Abdürrezzak B. Abdullah

 

Abdürrezzak b. Abdullah b. Ebu Bekir b. Halef İzzeddin Ebu Mu­hammed er-Res'anî. Muhaddis ve müfessirdi. Çok hadis dinledi. Hadis rivayet etti. Faziletli ve edip insanlardandı. Musul sahibi Bedreddin

Lü'lü yanında itibarlı bir kimseydi. Sincar sahibinin yanında da merte­be ve mevkii vardı. Bu sene rebiyülahır ayının onikisinde cuma gecesi yetmiş yaşını aşmış iken vefat etti. Şiirlerinden biri şudur:

«Karga gakladı. Gaklamasıyla, Sevgilinin kayboluş vaktinin yaklaştığını bildirdi. Ey onların gidişinden sonra yaşantımın hoşluğunu benden isteyen kişi

Yaşam benim için zorlaştı. Sen de yaşamın hoşluğundan ve güzelli­ğinden bahsediyorsun!» [2]

 

Muhammed B. Ahmed B. Anter Es-Sülemî

 

Dımaşklıydı. Dımaşk muhtesibi olup, adil şahsiyetli ve önde gelen insanlarındandı. Dımaşk'ta emlâki ve vakıfları vardı. Bu sene Kahi-re'de vefat etti ve Mukattam mezarlığına defnedildi. [3]

 

Alemüddîn Ebü'l-Kasım B. Ahmed

 

Alemüddin Ebül-Kasım b. Ahmed b. Muvaffak b. Cafer el-Mirrisî el-Barakî. Lügatçi, nahivci ve kurrâ idi, Şatıbiye adlı eseri kısalttı, el-Mufassal adlı eseri ise birkaç ciltte şerhetti. el-Cezûliye'yi de şerh etti. el-Cezûliye'nin yazarıyla görüştü. Eserde geçen bazı konuları ona sor­du. Bir çok ilimde, söz sahibi idi. Yakışıklı, sureti hoş, şekli ve endamı güzeldi. Kindî'den ve diğerlerinden hadis dinledi. Bu sene vefat etti. [4]

 

Şeyh Ebu Bekir Ed-Dlneverî

 

Salihiye'deki zaviyenin bânisidir. O zaviyede etrafında toplanan müridler topluluğu bulunurdu. Güzel sesle Allah'ı zikrederlerdi. Allah kendisine rahmet etsin. [5]

 

Şeyhü'l-İslam İbn Teymîye'nin Doğumu

 

Şeyh Şemseddin ez-Zehebî dedi ki: Bu sene şeyhimiz Takiyyüddin Ebü'l-Abbas Ahmed b. Şeyh Şihabüddin Abdülhalim b. Ebi'l-Kasım b. Teymiye el-Harranî rebiyülevvel ayının onunda pazartesi günü dünya­ya geldi. [6]

 

El-Emîrü'l-Kebîr Mücireddîn

 

Ebü'l-Heycâ İsâ b. Haşir el-Ezkeşî el-Kürdî el-Ümevî. Önde gelen bahadır komutanlardandı. Ayn-ı Calut savaşında Tatarların bozguna uğratılmasmda büyük rolü olmuştu. MeliV Muzaffer bu savaştan sonra

Dımaşk'a geldiğinde onu Emir Alemüddin Sencer el-Halebî ile birlikte Dımaşk'a müsteşar olarak atamıştı. Emir Alemüddin'e görüş bildire­cek, tedbir alınması gereken hususlarda fikir beyan edecekti. Ayrıca adalet sarayında onunla beraber bulunacaktı. Ona tam bir ikta' ve bol maaş bağladı. Emirü'l-Kebir bu sene vefat etti.

Ebu Şâme dedi ki: «Emirü'l-Kebir Mücireddin'in babası Emir Hü-sameddin, Şark illerinde Melik Eşrefin askerleri arasında İmadüddin Ahmed b. Meştup'la birlikte vefat etmiştir.»

Emirü'l-Kebir Mücireddin'in oğlu Emir İzzeddin, Dımaşk şehrinde bir süre emirlik yaptı, idaresi güzeldi. Eski kuyumcular çarşısmdaki Ibn Sinum yolunu kendisinin yaptırdığı söylenir. Hatta kendisi de ora­da ikamet ettiği için oraya îbn Ebî Heyca yolu da denilir. Orada yönetici­lik yapmış ve bu yol onun adıyla meşhur olmuştur. O zaman ben küçü­cük bir çocuktum. Kur'ân-ı Kerim'i orada hatmettim. Allah'a hanıd ol­sun. [7]

 

Hicretin Altıyüzaltmışikincı Senesi

 

Bu sene başlangıcında Halife, Hakim Biemrillah el-Abbasî idi. Sul­tan da Zahir Baybars'tı. Dımaşk naibi ise Emir Cemaleddin Akkuş en-Necibî idi. Dımaşk'ın kadısı da İbn Hallikan'dı.

Bu sene başlarında Kasreyn arasındaki Zahiriye medresesinin ya­pımı tamamlandı. Bu medresede Şafiîler için müderrisliğe Kadı Takiy­yüddin Muhammed b. Hüseyin b. Rezin; Hanefîler için de Mecdüddin Abdurrahman b. Kemaleddin Ömer b. Adim atandı. Hadis üstadlığına ise Şeyh Şerefüddin Abdülmü'min b. Halef getirildi. Bu zât, Dimyatlı olup hadis hafızıydı.

Bu sene Sultan Zahir Kudüs'te bir han yaptırdı. Oraya gelen misa­firlerin ayakkabılarının tamiri, yiyeceklerinin temini ve diğer ihtiyaçla­rının karşılanması için vakıflar kurdu. Bu handa bir değirmen ve bir de

fırın yaptırdı.

Bu sene Berekehan'ın elçileri, Melik Zahir'e geldiler. Beraberlerin­de Eşref b. Şihap Gazi b. Âdil de vardı. Bunlar yazılı ve sözlü mesajlar getirmişlerdi. Mesajlarında İslâm'ı ve Müslümanları sevindirecek ha­berler vardı. Hülagu'nun ve ailesinin başına gelen belalar anlatılıyordu.

Bu sene cemaziyelahir ayında Şeyh Şihabüddin Ebu Şâme Abdur­rahman b. ismail el-Makdisî, îmadüddin b. Haristanî'nin vefatından sonra Eşrefiye darülhadisinde ders vermeye başladı, ilk dersinde Kadı îbn Hallikan ile diğer kadılardan ve ayandan bir cemaat de hazır bulun­du. el-Mebhas adlı kitabının Ön sözünden bahsetti. Hadisleri, senet ve metinleriyle nakletti. Birçok güzel ve faydalı bilgiler verdi. Anlatıldığı­na göre kendisi ders vermeden önce hiç bir kaynağa müracaat etmezmiş. Onun gibilerine çok rastlanmaz. Doğrusunu Allah bilir.

Bu sene Hülagu'nun elçisi olarak Nasireddin et-Tusî Bağdat'a gel­di. Vakıfları ve şehrin durumunu inceledi. Medreselerden birçok kitap olarak Merağa'da yaptırmış olduğu rasathanesine taşıdı. Sonra Vasıt ve Basra şehirlerine de gitti. [8]

 

Hicretin Altıyüzaltmışıkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Melik Eşref

 

Şeceresi şöyledir: Musa b. Melik el-Mansur ibrahim b. Melik el-Mü-cahid Esedüddin Şirkuh b. Nasirüddin Muhamnıed b. Esedüddin Şirkuh el-Kebir. Bunlar öteden beri günümüze kadar babadan oğula Humus hükümdarlığı yapmış bir aile idiler. İyilikle nitelenen alicenap kimseler olup müreffeh bir hayat içinde yaşayan Dımaşklı büyük insan­lardı. Yiyecek, içecek, giyecek, binek gibi şeylere fazla değer verirlerdi. Arzu ve şehvetlerini gidermeye, lüks içinde yaşamaya, şarkıcı cariyeleri dinlemeye, sevgililerle yaşamaya çok dikkat ederlerdi. Sonra bütün bunları kaybettiler. Bunlar sanki birer düş haline veya kaybolan gölge­ye dönüştüler. Kendilerine bunların sadece sorumlulukları, cezaları, hesabı ve utancı kaldı. Melik Eşref vefat edince geride bol miktarda para ve nefis mücevherler bıraktı. Hükümdarlığı, Zahiriye devletine geçti. Bu sene onunla birlikte Halep naibi Emir Hüsameddin Cogender de öl­müştü.

Bu sene Tatarlar Humus'ta bozguna uğratıldılar. Öncü kuvvetleri­nin komutanı Beydere Allah'ın yargısı ve güzel takdiri gereği öldürüldü.

Bu sene Mısır'da nıuhaddislik yapan Reşid el-Attar, Melik Eşref Musa b. Adil'in maskarası ile meşhur tacir hacı Nasır b. Düz de vefat et­tiler. Bu sonuncusu, beş vakit namazını Dımaşk Camii'nde kılan varlık­lı ve hayırhah kimselerdendi. [9]

 

Hatip İmadüddin B. Harîstanî

 

Abdülkerim b. Cemaleddin Abdüssamed b. Muhammed b. Haristanî. Dımaşk'ta hatiplik yaptı. Eşrefiye devleti zamanında İbn Sa-lah'tan sonra babasının yerine kadı vekilliği yaptı. Bu görevini bu sene cemaziyelevvel ayının yirmi dokuzunda Darülhitabe'de vefat edinceye kadar sürdürdü. Cenaze namazı Dımaşk Camii'nde kılındı. Kasyun me­zarlığında babasının yanına defnedildi. Cenaze töreni çok kalabalıktı. Vefat ederken seksenbeş yaşındaydı. Kendisinden sonra hatipliğe ve Gazaliye medresesinin müderrisliğine oğlu Mecdüddin atandı. Darül-hadis şeyhliğine ise Şeyh Şihabeddin Ebu Şâme getirildi. [10]

 

Muhîddin Muhammed B. Ahmed B. Muhammed

 

Muhiddin Muhammed b. Ahnıed b. Muhammed b. İbrahim b. Hüse­yin b. Süraka. Künyesi Ebu Bekir'di. Mağriplidir. Ensarîlerden olup Şa-tibiye kasabasmdandır. Künyesi Ebu Bekir olup Mağrip ülkesindendir. Alim, fazıl, dindar bir kimseydi. Hadis hafızıydı. Bir süre Halep'te ika­met etti. Sonra Dımaşk'a gitti. Oradan da Mısır'a göçtü. Mısır'da Zekiy-yüddin Abdülazim el-Münzirî'den sonra Kâmiliye darülhadisinin şeyh­liğine atandı. Bağdat'ta ve diğer beldelerde hadis dinlemiş ve toplamış­tı. Vefat ederken yetmiş yaşını geride bırakmıştı. [11]

 

Şeyh Salih Muhammed B. Mansur

 

Şeyh Salih Muhammed b. Mansur b. Yahya Şeyh Ebü'l-Kasım el-Kubarî el-İskenderanî. Kendi şahsına ait bir meyvelikte ikamet eder, geçimini oradan sağlar, orada çalışırdı. Takvalı bir kimseydi. Bahçesi­nin ürünlerinden insanlara yedirirdi. Bu sene şaban ayının altısında yetmişbeş yaşında İskenderiye'de vefat etti. İyiliği emreder, kötülüğü meneder, yöneticileri zulümden caydırmak için çabalar, onlar da kendi­sinin söylediklerine kulak verir ve zahidliğinden ötürü de ona itaat ederlerdi. İnsanlar ziyaretine geldiklerinde onlara kendi evinin pence­resinden hitap eder, onlarla bu şekilde konuşurdu. Gelenler onun bu ha­line razı olurlardı. Onunla ilgili garip bir hikâye anlatılır. Şöyle ki: Bine­ğini adamın birine satmıştı. Birkaç gün sonra bineği satın alan adam ya­nına gelip: «Ey efendim! Aldığım binek hiçbir şey yemiyor» dediğinde, Şeyh Salih Muhammed ona bakarak şunu sormuştu:

- Sen geçimini neyle sağlıyorsun?

- Valinin yanında rakkashk yapıyorum.

- Bizim sana verdiğimiz bineğimiz haram lokma yemez!

Böyle dedikten sonra evine girdi. Sonra çıkıp bir kaç dirhem ekleye­rek bineğin parasını iade etti. Bineğini de geri aldı. İnsanlar da o rak­kastan, şeyhin kendisine verdiği her dirhemi -bereket sebebiyle- üçer dirheme satın aldılar. Şeyh Salih Muhammed vefat edince geride elli dirhem değerinde ev eşyası bıraktı. Ancak bu eşyaları 20.000 dirheme satıldı. [12]

 

Muhiddin Abdullah B. Safîyyüddin

 

Muhiddin Abdullah b. Safîyyüddin İbrahim b. Merzuk. Ebu Şâme'nin dediğine göre bu sene rebiyülahır ayının yirmidördünde Dımaşk'ta Nuriye medresesi bitişiğindeki evinde vefat etmiştir. Yüce Allah kendisine rahmet etsin.

Onun bu evi Şafîîler için medrese haline getirilmiştir. Sonradan

Necibiye vakfi olan bu evi Emir Cemaleddin Akkuş en-Necibî vakfetmiş­tir. Allah bu hayrını kabul buyursun. Biz de orada ikamet ettik. Allah bizleri büyük kurtuluşa erdirerek ebedi cennet yurduna kavuştursun, amin.

Cemaîeddin en-Necibî'nin babası Safıyyüddin, Melik Eşrefin vezi­ri idi. Emlâki, ev eşyası ve emtialarının haricinde 600.000 altın dinara sahipti. Babası, hicretin 659. senesinde Mısır'da vefat etmiş ve Mukat-tam mezarlığına defnedilmiş ti.

Ebu Şâme dedi ki: Ayn-ı Gayn adıyla meşhur olan Fahr Osman el-Mısrî'nin de Mısır'da vefat ettiğine dair haber bu ayda bize ulaştı.

Bu sene zilhicce ayının onsekizinde Şemsül-Vebbar el-Musılî vefat etti. Edebiyata dair bilgiler tahsil etmiş bir süre de Mezze Camii'nde ha­tiplik yapmıştı. Kendi şahsıyla ilgili olarak ağarmış saçlara kına yakma hakkında bana şöyle bir şiir okumuştu:

«Şakaklarıma ak çizgiler çekmesinden bu yana

O ve ben, bir bedendeki iki can gibi olduk ve ben ahdi hiç bozmadım.

İhtiyarlık bana gelip de onunla aramızı açtığında,

Onun bir kılıç olduğunu sandım ve kına ile ona bir kılıf geçirdim.»

Bu sene Hülaguhan, Zeyn el-Hafîzî adıyla tanınan Süleyman b. Amir el-Akrabanî'yi huzuruna çağırttı ve ona, «Benim yanımda senin hiyanetin sabit görülmüştür» dedi. Bu aldanmış kişi, Tatarların Hüla­guhan komutasında Dımaşk'a ve diğer islâm beldelerine gelişleri esna­sında Müslümanlara karşı Tatarlarla işbirliği yapmış, Müslümanlara eziyet etmiş, onların açıklarını Tatarlara bildirmişti. Bu nedenle de Müslümanların başına çeşitli eza ve cefalar gelmişti.

«Zalimlerin bir kısmını, diğer bir kısmına böylece musallat ederiz.»(el-En'âm, 129).

Bir kimse bir zalime yardımcı olursa Cenâb-ı Allah o zalimi bu defa da yardımcısına musallat kılar. Cenâb-ı Allah zalimden yine bir başka zalim vasıtasıyla öç alır. Sonra da zalimlerin tümünden intikamını alır. Öcünden, gazabından, cezasından ve kötü kullarından Allah'a sığını­yor, O'ndan afiyet diliyoruz. [13]

 

Hicretin Altıyüzaltmışüçüncü Senesi

 

Bu sene Sultan Zahir büyük bir orduyla Fırat taraflarına sefer dü­zenledi. Birey'e konaklamış olan Tatarları kovmak istiyordu. Tatarlar, İslâm ordusunun üzerlerine gelmekte olduğunu duyunca dönüp kaçtı­lar. Böylece o yörelerin durumu düzeldi. O mıntıkalara güven geldi. Ön­celeri oralarda fesadın ve korkunun çokluğundan ötürü kimse ikamet edemiyordu. Artık oralarda güvenlik sağlandı. Her taraf şenlendi.

Bu sene Melik Zahir askerleriyle birlikte Haçlılarla savaşmak üze­re sahil beldelerine yöneldi. Cemaziyelevvel ayının sekizinde perşembe günü üç saatlik bir zamanda Kisariye'yi fethetti. Müteakip haftanın perşembe gününde, yani cemaziyelevvel ayının onbeşinde kaleyi teslim aldı. Surlarını yıktı ve oradan da başka bir yere intikal etti. Daha sonra ulakların getirdikleri habere göre onun Ersof şehrini fethettiği, oradaki Haçlıları öldürdüğü anlaşıldı. Bunun üzerine Müslümanların beldele­rinde sevinç davulları çalındı. Halk bu duruma çok sevindi.

Bu sene Mağrip halkının Haçlılara karşı muzaffer oldukları ve Haçlılardan 45.000 kişiyi öldürdükleri, 10.000 kişiyi esir aldıkları, ara­larında Burans, îşbiliye, Kurtuba ve Mirrisiye'nin de bulunduğu kırkiki şehri onlardan geri aldıkları haberleri geldi. Bu sene ramazan ayının ondördünde Melik Zahir'in zaferi gerçekleşti.

Yine bu sene ramazan ayında Emevî Camii'nden başlayarak Derec mmtıkasındaki kanala kadar olan yollara parke taşı döşendi. Emevî Ca-mii'nin kıble tarafında da bir sarnıç ile şadırvan yapıldı. Daha önce ora­da bir kanal vardı. Halk o kanalın suyundan istifade ederdi. Manas neh­rinin suyu kesilince oraya uğrarlardı. Kanal yıkıldı, yerine şadırvan ya­pıldı. Sonra o şadırvan da yıkıldı, yerine dükkânlar yapıldı.

Bu sene Melik Zahir, Dımaşk naibi Emir Akkuş'u yanına çağırdı. O da bu emre itaat ederek Melik Zahir'in yanına gitti. Bu geçici ayrılışı es­nasında yerine Alemüddin el-Hısnî'yi naib vekili olarak atadı. Nihayet Dımaşk'a saygı görmüş ve ağırlanmış olarak geri döndü.

Bu sene Melik Zahir Mısır'da diğer mezheplere mensup müstakil kadılar atadı. Bunlar şehirlerde tıpkı Şafnlerin kadısı gibi hükmede­ceklerdi. Bu nedenle adalet sarayında bu sene zilhicce ayının yirmiiki-sinde pazartesi günü Şafnlerin kadılığına Tac Abdülvehhab b. bintü'l-E'azz'ı; Hanefîlerin kadılığına Şemseddin Süleyman'ı; Malikîlerin kadı­lığına Şemseddin es-Sübkî'yi; Hanbelîlerin kadılığına da Şemseddin Muhammed el-Makdisî'yi atadı. Bunun sebebi, Şafiî kadısı Abdülveh­hab b. bintü'l-E'azz'm Şafiî mezhebine muhalif birçok meselelerde uğ­raşmak mecburiyetinde kalması ve böylece zaman kaybetmesiydi. Di­ğer mezheplerin alimleri de buna muvafakat ettiler. Bunu kendisine Emir Cemaleddin Aydoğdu el-Azizî önermişti. Sultan Melik Zahir de onun görüşünü ve meşveretini beğendiğinden ötürü bu önerisini kabul etmiş ve gereğini yapmıştı. Rasûlullah (s.a.v.)'ın mescidinin onarımı için tahta, kurşun ve birçok aletle birlikte bir de hazır bir minberi Medi-ne-i Münevvere'ye gönderdi. Sultan Melik Zahir'in gönderdiği bu min­beri, Mescid-i Nebevî'ye yerleştirdi.

Bu sene Mısır'da büyük bir yangın çıktı. Hristiyanlar bu yangını çı­karmakla itham edildiler. Bu nedenle Melik Zahir onları ağır bir ceza ile cezalandırdı.

Bu sene rebiyülahir ayının yedisinde Merağa şehrinde Tatar hanı Hülagu'nun, Allah'ın lanet ve gazabına uğrayarak öldüğüne dair haber­ler geldi. Hulagu, sar'a hastalığından ölmüş, Tela kalesine defnedilmiş ve gömüldüğü yerin üzerine bir kubbe yapılmıştı. Ölümünden sonra Ta­tarlar oğlu Abakahan'm etrafında toplanmışlardı. Berekehan, onun üzerine yürüdü, onu hezimete uğrattı, etrafındaki adamları dağıttı. Me­lik Zahir, bu duruma çok sevindi. Irak beldelerini geri almak için. asker toplamaya niyetlendi. Ancak askerlerin, kendi arazilerine gitmiş olma­larından ötürü bunu başaramadı.

Bu sene şevval ayının onikisinde Melik Zahir, oğlu Melik Said Mu-hammed Berekehan'ın sultanlığı için emirlerden bey at aldı. Onu bine­ğine bindirdi. Ümerâ da onun önü sıra yaya olarak yürüdü. Kendisi şem­siyeyi bizzat tutup oğlunun üzerini gölgeledi. Emir Bedreddin Beyserî ekmek taşıyordu. Kadı Taceddin ile Vezir Bahaeddin b. Hanna da onun önü sıra bineklerine binmiş olarak gidiyorlardı. Ümeranın önde gelenle­ri de bineklerine binmişlerdi. Diğerleri ise yaya olarak yürümekteydi­ler. Bu halde Kahire'yi bir baştan bir başa dolaştılar.

Bu sene zilkade ayında Melik Zahir, yukarıda adı geçen oğlu Melik Said'i sünnet ettirdi. Onunla birlikte ümerânın bir grup çocuğunu da sünnet ettirdi. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü.

 

Hicretin Altıyüzaltmışüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Halid B. Yusuf B. Sa'd En-Nablusî

 

Halid b. Yusuf b. Sa'd en-Nablusî Şeyh Zeyneddin b. Hafız. Dı-maşk'taki Nuriye dârülhadi sinin şeyhi idi. Şeyh Zeyneddin güzel huylu, şakacı, muhaddislerin yolunda giden, latifeyi seven bir kimseydi. Bağ­dat'a göçtü. Orada ilim tahsil etti. Hadis dinledi. Hayırlı, salih ve ibadet ehli bir kimseydi. Hadis ilmine vakıftı. Hadis ricalinin adlarını ezberle­mişti. Bu ilimde Şeyh Muhyiddin en-Nevevî ve diğerleri kendisinden ilim tahsil ettiler. Kendisinden sonra Nuriye dârülhadi sinin şeyhliğine Taceddin el-Firazî atandı. Cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etti. Babü's-Sağir mezarlığına defnedildi. Allah rahmet etsin. [14]

 

Şeyh Ebü'l-Kasım El-Havarî

 

Ebü'l-Kasım Yusuf b. Ebil-Kasım b. Abdisselam el-Ümevî. Meşhur bir şeyhti. Havari'de bir zaviyesi vardı. Kendi beldesinde vefat etti. Ha­yırlı ve salih bir kimseydi. Kendisini seven arkadaşları ve müritleri çok­tu. Havran'a bağlı köylerden, Hil'den, Sebeniye'den de bir çok müridi vardı. Bunlar Hanbelî mezhebine mensuplardı. Def çalmayı uygun gör­mezlerdi. Sadece alkış tutarlardı. Diğerlerine göre daha ideal insanlar­dı. [15]

 

Kadı Bedreddîn El-Kürdî Es-Sîncarî

 

Mısır'da defalarca kadılık yapmış olup bu yıl Kahire'de vefat etmiş­tir. Ebu Şame dedi ki: «Etraftaki kadılardan ve hakimlerden rüşvet aldı­ğı bilinmektedir. Ancak kendisi cömert ve alicenap bir kimseydi. Kendi­sinin ve ailesinin malına el konuldu.» [16]

 

Hicretin Altıyüzaltmışdördüncü Senesi

 

Bu sene başlarken halife, Hakim Abbasî, sultan da Melik Zahir'di. Mısır'da dört kadı vardı. Bu sene Dımaşk'a da her mezhepten bir tane ol­mak üzere dört kadı atandı. Önceki sene Mısır'da başlatılan uygulama­ya burada da geçildi. Şam naibi Akkuş en-Necibî idi. Şafiîlerin kadilku-datı İbn Hallikan, Hanefîlerinki Şemseddin Abdullah b. Muhammed b. Atâ; Hanbelîlerinki Şemseddin Abdurrahman b. Şeyh Ebu Ömer; Malikîlerinki ise Abdüsselam b. Zevavî idi. Bu sonuncusu yönetime geç­meyi kabul etmemişti. Zorlanmış, sonra kabul etmiş, ama yine istifa et­miş, tekrar zorlanmış, ancak bu defa da vakıflara bakmamayı, verdiği hükümler için ücret almamayı şart koşarak görevi kabul etmiş ve, «Bi­zim buna ihtiyacımız yoktur» demişti. Ücret almaktan ve vakıflarla ilgi­li işlere bakmaktan muaf tutulmuştu. Allah hepsine rahmet etsin. Böyle bir şeyi ondan başka hiç bir kimsenin yaptığı o zamana kadar görülme­mişti. İşler bu minval üzere yoluna girdi.

Bu sene Babü'l-Berid kanalının doğusundaki havuzun onarımı ta­mamlandı. Orada bir şadırvan, şadırvanın üzerine de bir kubbe yapıldı. Şadırvana musluklar takıldı. Buralardan Dercüş-Şimaliye taraflarına

su akıtıldı.

Bu sene Melik Zahir, Sifd mıntıkasına geldi. Dımaşk'tan mancınık­lar getirilmesini emretti ve şehri kuşatma altına aldı. Nihayet fethetti. Sifd halkı da onun hükmüne boyun eğdi. Şevval ayının onsekizinde cu­ma günü şehri teslim aldı. Savaşçıları öldürdü, çoluk çocuğu esir aldı. Daha önce burayı hicretin 584. senesinde Melik Selahaddin Yusuf b. Ey-yub fethetmişti. Haçlılar burayı daha sonra geri almışlardı. Fakat Melik Zahir bu sene zor kullanarak burayı Haçlılardan geri aldı. Allah'a hamd olsun. Haçlılar Melik Zahir'den çok çekmiyorlardı. Sifd şehrini fethet­meğe yönelince hemen ondan enıan dilemişlerdi. O da Sifd şehrinin vali­liğine Emir Seyfeddin Derman et-Tatarî'yi atadı. Haçlıların elçileri Emir Seyfeddin'e gelip hil'at giydirdiler, sonra geri dönüp gittiler, ama kendilerine ahid ve enıan verenin, onu bu tahta oturtan Melik Zahir ol­duğunu bilmiyorlardı. Savaş bir hiledir. Tempîier ve Hospitalier tarika­tının mensupları kaleden çıktılar. Bunlar daha önce Müslümanlara çok kötülük yapmışlardı. Cenâb-ı Allah imkân verdi. Sultan Melikü'z-Za-hir, baştan sona bunların boyunlarının vurulmasını emretti. Bu haberi ulaklar her tarafa ulaştırdılar. Sevinç davulları çalındı. Ülke süslendi. Sonra Melik Zahir sağa sola, Haçlı beldelerinin her tarafına müfrezeler gönderdi. Müslümanlar yaklaşık yirmi kaleyi istila ettiler. Kadın ve ço­cuk olmak üzere 1.000 kadar insanı esir aldılar. Çok miktarda da gani­met elde ettiler.

Bu sene halifenin Ali adındaki oğlu Müstasım b. Müstansır, esaret­ten kurtulup Dımaşk'a geldi. Aziziye karşısındaki Darü'l-Esediyye'ye konuk edildi. Bir süreden beri Tatarların elinde esir bulunuyordu. Bere-kehan, Tatarları bozguna uğratınca Ali onların elinden kurtulup Dı-maşk'a geldi. Kendisine ikramda bulunuldu Sultan Melikü'z-Zahir Sifd'i fethettiğinde orada bulunan bazı Müslüman esirler kendisine; esarete düşmelerinin sebebinin, Fa'ra köyü sakinlerinin kendilerini ya­kalayıp para karşılığında Haçlılara satmaları olduğunu bildirdiler. Bu­nun üzerine Sultan Melikü'z-Zahir, Fa'ra köyüne yöneldi. Onların başı­na felaketler getirdi. Çoklarını öldürdü. Çocuklarını ve kadınlarını Müslümanların öcünü almak amacıyla esir aldı. Allah ona hayır müka­fat versin. Sonra Melikü'z-Zahir büyük bir orduyu Sis beldelerine sevk etti. Müslüman askerler gidip oralarda her tarafı kontrol altına aldılar. Zor kullanarak Sis'i fethettiler. Sis melikinin oğlunu esir aldılar, karde­şini öldürdüler, mallarını yağmaladılar, ahalisini öldürdüler. İslâm'ın ve Müslümanların öcünü onlardan aldılar. Çünkü Tatarların zamanın­da bunlar Müslümanlara çok zarar vermişlerdi. Tatarlar Haleb'i ve di­ğer beldeleri zaptettiklerinde Sisliler Müslümanların kadınlarını, ço­cuklarını ve birçok Müslümanı esaret zinciri altına almışlar, bundan sonra da Hülagu'nun zamanında Müslümanların beldelerine baskınlar yapmışlardı. Allah İslâm'ın yardımcıları vasıtasıyla Hülagu'yu tahkir ve helak etti. O ve emiri Kutboğa öldürüldü. Sis şehri bu sene zilkade ayının yirmisinde salı günü fethedildi. Bu haber İslâm ülkesine ulaşınca her tarafta sevinç davulları çalındı.

Bu sene zilhicce ayının yirmibeşinde Sultan Melikü'z-Zahir; önün­de esir aldığı Sis melikinin oğlu ve Ermeni kontlarından bir grup olduğu halde Dımaşk'a geldi. Askerleri beraberindeydüer. O gün görülmeğe de­ğer muazzam bir gündü. Bundan sonra Sultan Melikü'z-Zahir, güçlen­miş ve muzaffer olarak Mısır'a gitti. Sis meliki, esaret fidyesi ödeyerek oğlunu kurtarmak istedi. Ancak Sultan Melikü'z-Zahir, ona cevaben, «Senin oğlunu Tatarların yanında esir bulunan Sungur Aşkar'ın salıve­rilmesi karşılığında serbest bırakırız. Başka da bir fidye kabul etmeyiz»

dedi. Bunun üzerine Sis meliki, Tatar hanının yanma gitti, yalvarıp ya­kardı, ona boyun eğdi. Nihayet Tatar hanı, Sungur Aşkar'ı onun hatırı­na serbest bıraktı. Sungur Aşkar Sultan Melikü'z-Zahir'in yanına va­rınca o da, Sis melikinin oğlunu serbest bıraktı.

Bu sene Melik Zahir, Karare ile Domiye arasındaki meşhur köprü­nün onarılmasını emretti. Bu onarım işini Emir Cemaleddin Muham-med b. Bahadır ile Nablus ve Ağvar valisi Bedreddin Muhammed b. Rahhal üstlendi. Onarım işi bittikten sonra köprünün ayaklarından bi­ri çatladı. Sultan bundan tedirgin oldu, çatlayan ayağın sağlamlaştırıl-nıasmı emretti. Ancak o zaman da suların kuvvetli akışından ötürü bu­nu beceremediler. Ama Allah'ın izniyle adeta bir tepe iriliğinde büyük bir kum kitlesi nehrin o tarafına aktı. Köprünün ayağını onarmalarına yetecek bir süre sular durdu. Onarım tamamlandıktan sonra sular tek­rar eski haline dönüp akmaya başladı. Bu da Allah'ın yardımı ve büyük inayetiyle olmuştu. [17]

 

Hicretin Altıyüzaltmışdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Aydoğdu B. Abdullah

 

Aydoğdu b. Abdullah el-Emir Cemaleddin el-Azizî. Önemli emirler­den olup Melik Zahir'in nezdinde büyük bir itibara sahipti. Melik Zahir, onun görüşünün dışına hemen hemen hiç çıkmazdı. Müstakil olarak her mezhepten bir kadının atanmasını Melik Zahir'e öneren oydu. Mütevazi bir kimse olup haram şeylere karışmazdı. Alicenap, vakur, idareci ve devlet erkanı arasında saygı gören bir insandı. Sifd kuşatması esnasın­da yaralanmıştı. Bu yarasından ötürü sürekli bir hastalığa müptela ol­du. Nihayet arefe gecesi vefat etti. Dınıaşk'm Salahiye mmtıkasmdaki Kasyun mezarlığının yanında bulunan Nasırı hankâhına defnedildi. Allah rahmet etsin. [18]

 

Hülaguhan

 

Tatar hanının oğlu olup kendisi de Tatar hanlığı yapmıştır. Halk ona Hülavun derdi. Hülagu; zorba, fâcir ve çok da kafir bir hükümdardı. Allah ona lanet etsin. Doğuda ve batıda sayılarını ancak yaratıcının bil­diği miktarda Müslüman öldürdü. Yüce Allah bundan ötürü ona en ağır cezayı verecektir. O hiçbir dine mensup değildi. Sadece zevcesi Zafer Hatun, Hristiyanlığa geçmişti. Hristiyanları diğer insanlara tercih ederdi. Ailesi felsefecilerle ilgilenmiş olduğundan ötürü felsefeciler onun nazarında mertebe ve itibar sahibi idiler. Onun yegane düşüncesi, memleketinin idaresini sağlama almak, peyderpey toprak sahibi olmak ve ülkeleri ele geçirmekti. Nihayet Cenâb-ı Allah bu sene onu helak etti. Hicretin 663. senesinde öldüğüne dair bir rivayet de vardır. Ölünce Tela şehrine defnedildi. Allah ona lanet etsin. Ölümünden sonra yerine oğlu Abakahan geçti. Abaka, on erkek kardeşten biri idi. Doğrusunu noksan­lıklardan münezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir. Allah bize kâfidir. O, ne güzel vekildir. [19]

 

Hicretin Altıyüzaltmışbeşincî Senesi

 

Bu sene muharrem ayının ikisinde pazar günü Melik Zahir, muzaf­fer bir halde askerleriyle birlikte Dımaşk'tan Mısır'a doğru yola çıktı. İslâm devleti, Sis mıntıkasına tümüyle hakim olmuş, Haçlı kalelerinin çoğunu ele geçirmişti. Melik Zahir, önceden, askerlerini Gazze'ye sevk etmiş; kendisi de durumları incelemek için Kerek taraflarına yönelmiş­ti. Bereküzzizi mıntıkasında avlanırken atından yere düşüp bacağını kırmıştı. Orada birkaç gün kalıp tedavi görmüş, nihayet mahfeye bine­bilecek hale gelince Mısır'a doğru yola koyulmuştu. Yolda ayağı iyileş­miş, yalnız başına atına biner hale gelmişti. Büyük bir debdebe ve ihti­şam içinde Kahire'ye girdi. Şehir süslenmiş, insanlar onun gelişi için bü­yük bir merasim tertiplemişlerdi. Gelişine çok sevinmişler, afiyete erdi­ğinden ötürü de çok mutlu olmuşlardı. Sonra bu sene receb ayında Kahi-re'den Sifd şehrine gitti. Sifd kalesinin çevresinde hendek kazdırdı. Hendek kazma işinde emirleri ve askerleriyle birlikte kendisi de çalıştı. Akkâ taraflarına baskın düzenledi. Halkın bir kısmını öldürdü, bir kıs­mını esir aldı. Ganimet elde ederek salimen geri döndü. Bu sebeple Dı-maşk'ta sevinç davulları çalındı.

Bu sene rebiyülevvel ayının onikisinde Melik Zahir, Ezher Ca-mii'nde cuma namazı kıldı. Ubeydîlerin zamanından o zamana kadar mezkur camide cuma namazları kılınmıyordu. Oysa orası Kahire'de ya­pılan ilk mescitti. Ezher Camii'ni Kaid Cevher, inşa ettirmiş ve orada cuma namazı kılmıştı. Hakim, Kahire'de kendi camiini yaptırınca cuma namazlarını Ezher Camii'nde değil de kendi camiinde kıldırmıştı. Ez-her'de artık cuma namazları kılınmıyordu. Orası diğer mescitler gibi ol­muş, tozlanmış, durumu değişmişti. Sultan Melikü'z-Zahir, Ezher Ca-mii'nin onarılıp badana yapılmasını ve cuma namazının orada kılınma­sını emretti. Ayrıca Hüseyniye Camii'nin onarılmasını da emretti. Bu onarım inşaallah ileride de anlatılacağı gibi hicretin 667. senesinde ta­mamlandı.

Bu sene Melik Zahir, Dımaşk Camii'nde hiç kimsenin uyumaması­nı, geceyi orada geçirmemesini, oradaki hazinelerin ve maksurelerin dı­şarı çıkarılmasını emretti. Camide yaklaşık 300 maksure vardı. Cami­nin içi temizlenince insanlar rahata kavuştular. Cami namaz kılan kim-

seler için genişledi, müreffeh bir hale geldi.

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir Sifd şehrinin surlarının ve kalesi­nin onarılmasını ve üzerine şu ayeti kerimenin yazılmasını emretti:

«Andolsun ki, Tevrattan sonra Zebur'da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olduğunu yazmıştık.» (ei-EnbiyariO5).

«İşte bunlar, Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin ki, saadete erecek olanlar, Allah'tan yana olanlardır.» (el-Mücadeie; 22).

Bu sene Abakahan ile Berekehan'ın yerine geçen Mengütemir sa­vaştılar. Abakahan, Mengütemir'i mağlup etti ve ondan çok miktarda ganimet ele geçirdi. [20]

 

Hicretin Altıyüzaltmışbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Sultan Berekehan

 

Bereke b. Töli b. Cengizhan. Hülagu'nun amcasının oğluydu. Bere-kehan, sonradan Müslüman oldu. Alimleri ve salih insanları severdi. En büyük iyiliklerinden biri, Hülagu'yu mağlup etmesi ve askerlerini da­ğıtması idi. Melik Zahirle iyi geçinirdi. Onun kendisine gönderdiği elçi­lere saygı gösterip ikramda bulunur, onlara çok miktarda armağanlar verirdi. Vefatından sonra yerine ailesinden Mengütemir b. Doğan b. Ba-bu b. Töli b. Cengizhan geçti. Mengütemir, Berekehan'ın yolunu izledi. Onun prensiplerinin dışına çıkmadı. Allah'a hamd olsun. [21]

 

Mısır Kadilkudatı Taceddin Abdülvehhab

 

Taceddin Abdülvahhab b. Halef b. Bidar b. Bintü'l-E'azz. Şafiî mez­hebine mensuptu. Dindar, iffetli, nezih bir kimseydi. Allah yolunda yap­tığı işlerde kendisini kınayanların kınamalarına aldırmazdı. Suçlu kimseleri affettirmek için oraya girenlerin ricasını kabul etmezdi. Bü­tün Mısır diyarının baş kadılığı, hatipliği, muhtesipliği, şeyhüşsüyuh-luğu, ordu nazırlığı, Şafiî müderrisliği, Salihiye medresesinin hocalığı, cami imamlığı kendisine verilmişti. Uhdesinde onbeş vazife vardı. Ba~ zan vezirlik de yapardı. Sultan kendisine saygı gösterirdi. Vezir İbn Hanna, ondan çok korkardı. Vezir İbn Hanna onu sultanın gözünden düşürmek için çok uğraştı. Ama başaramadı. Kadı Taceddin'in evine gelmesini istiyordu. Bu nedenle birgün hasta numarası yaptı. Kadı Ta­ceddin onu ziyarete gitti. İbn Hanna, onu karşılamak için kalkıp evin or­ta yerine kadar yürüdü. Bu durumu gören Kadı Taceddin ona, «Biz has­ta diye seni ziyarete geldik, ama sen sapa sağlamsın. Esselamüaley-küm.» dedi ve yanında oturmaksızm geri döndü.

Kadilkudat Taceddin, hicretin 604. senesinde doğmuş, Takiyyüd-din b. Rezinden sonra kadılığa atanmış ve bu sene vefat etmişti. [22]

 

Kaymaziye Vakfının Kurucusu Emirü'l-Kebîr Nasîrüddin

 

Nasirüddin Ebü'l-Meâlî Hüseyin b. Aziz b. Ebi'l-Fevaris el-Kaymazî el-Kürdî. Hükümdarlar nezdinde mertebesi büyük ve saygın emirlerdendi. Turanşah b. Salih Eyyub'u Mısır'da öldürdüğü zaman Şâm şehrini Halep valisi Melikü'n-Nasır'a kendisi teslim etmişti. Nasi­rüddin, Firoz minaresinin yanındaki Kaymaziye medresesinin vakfedi-cisidir. Bu medreseye o zamana kadar misli görülmemiş bir saat yaptı­rılmıştı. Anlatıldığına göre bu saatin yapımına 40.000 dirhem para har­camıştır. [23]

 

Şeyh Şîhabüddîn Ebu Şâme

 

Abdurrahman b. İsmail b. İbrahim b. Osman b. Ebibekir b. Abbas Ebu Muhammed ve Ebü'l-Kasım el-Makdisî eş-Şeyh el-İmam el-Aiim el-Hafız. Muhaddis, fakih ve tarihçiydi. Ebu Şâme adıyla tanınmış olup Eşrefîye darülhadisinin şeyhi ve Rükniye medresesinin müderrisi idi. Birçok eser tasnif etmiş, Muhtasar Dımaşk tarihini hazırlamıştır, eş-Şatibiye adlı eseri şerhetmiştir. er-Red ilâ Emri'l-Evvel, el-Ukyan, el-Meb'as, el-İsrâ, er-Ravzateyn fi'd-Devleteyn en-Nuriye ve's-Salahiye eserlerinden bazılarıdır. Bu sonuncusuna bir de zeyl yazmıştır. Bunlar­dan başka kitapları da vardır. Hicretin 599. senesi rebiyülahir ayının yirmiüçünde cuma gecesi doğdu. Kendi biyografisini bu zeylin bu seney­le ilgili bölümünde anlatmış, nasıl yetiştirildiğini ve eğitim gördüğünü, nasıl ilim tahsil ettiğini, hadis dinleyişini, Fahr b. Asakir'den, İbn Ab-disselam'dan, Seyfeddin el-Amidî'den, Şeyh Muvaffaküddin b. Kuda-me'den fıkıh dersleri aldığını zikretmiştir. Vefatından sonra kendisi hakkında çok güzel rüyalar görülmüştür. Bir çok ilme vakıftı. Alemüd-din el-Berzalî, Şeyh Taceddin el-Fezarî'nin onun hakkında şöyle dediği­ni rivayet etmiştir:

«Şeyh Şihabüddin Ebu Şâme içtihad mertebesine ulaştı.» Şeyh Şi-habüddin Ebu Şâme bazan şiir de yazardı. Allah bizi de onu da bağışla­sın. Kısaca diyeceğimiz şudur ki; Onun zamanında şahsiyeti, dindarlığı, iffeti, güvenirliği hususunda kendisine benzer başka bir şahıs yoktu. Kendisine karşı hazırlanan bir komplo sebebiyle vefat etti. Evinde otur­duğu bir sırada kendisine çoğan otunun kırıntıları gönderilmişti. Onu bununla öldürmek istiyorlardı. Kendisi güya bir görüşünden ötürü suç­lanmıştı. Ama böyle bir görüşle ilgisi yoktu. Hadisçilerden ve diğerlerin­den bazıları onun haksız yere öldürüldüğünü söylemişlerdir. Bu sene receb ayına kadar tarih yazmaya devam etmişti. Anlatıldığına göre ken­disi evinde iken çoğan otuyla zehirlenerek öldürülmüştür. Onu öldüren­ler daha önce yanına gelmişler, öldürmek amacıyla kendisini dövmüş­lerdi, ama o ölmemişti. Kendisine, «Onları şikâyet etmeyecek misin?» denildiğinde şikâyetçi olmamış ve şu şiiri okumuştu:

«Başına gelenlerden ötürü şikâyetçi olmayacak mısın? Çünkü bu büyük bir bela ve musibettir» diyenlere dedim ki:

Yüce Allah hakkımızı alacak ve kalbi yaralananın öfkesini dindire­cek birini de elbette görevlendirecektir.

Biz kendisine tevekkül edecek olursak o bize kâfidir.

Bize Allah yeter, o ne güzel vekildir!»

Katiller ikinci kez evine hücum ettiler ve onu ramazan ayının ondo-kuzunda salı gecesi öldürdüler. Allah ona rahmet etsin. Aynı gün Darül-feradis mezarlığına defnedildi. Kendisinden sonra Eşrefîye darülhadi­sinin şeyhliğine Muhiddin en-Nevevî atandı.

Bu sene Hafız Alemüddin Kasım b. Muhammed el-Berzalî doğdu. Bu zat, Ebu Şâme'nin tarihine bir zeyil yazdı. Çünkü kendisi, Ebu Şâme'nin vefat ettiği senede doğmuş, onun yolunu takip etmiş, izinden yürümüştü. Tarihine zeyli de onun sistematiğine uyarak yazmıştı. Ebu Şâme'nin biyografisi ile ilgili olarak kendisi de şöyle bir şiir otumuştu:

«Hep çalışıp tarih yazmaya devam ediyordum. Nihayet senin de tarihe yazılmış olduğunu gördüm.»

Burada şu beyitin yazılması daha münasip olurdu:

«Bizim bir efendimiz dünyayı terk edip gittiğinde onun yerine bir

başkası geçer.

Söz söyler, yüksek şahsiyet sahibi insanların söylediklerini de ya­par.» [24]

 

Hicretin Altıyüzaltmışaltıncı Senesi

 

Bu sene başlarken halife, Abbasilerden Hakim'di. Ülkenin sultanı da Melik Zahir'di. Cemaziyelahir ayının başında Sultan Melikü'z-Za-. hir, muzaffer olarak askerleriyle birlikte Mısır diyarından hareket edip sefere çıktı. Aniden Yafa şehrine gitti. Zor kullanarak orayı ele geçirdi. Yafahlar barış yoluyla kaleyi kendisine teslim ettiler. Onları Yafa'dan çıkarıp Akkâ'ya sürdü. Kaleyi ve şehri tahrip etti, receb ayında oradan ayrılıp Şakif kalesine yöneldi. Yoldayken Haçlı postacılarından bir mektup ele geçirdi. Bu mektubu Akkâlılar, Şakif kalesi halkına gönderi-yorlardı. Mektuplarında Sultan Melikü'z-Zahir'in Şakif kalesine gelmekte olduğunu bildiriyorlar, kaleyi tahkim etmelerini ve şehre girme­lerine imkân verecek yerleri onarmalarını emrediyorlardı. Bu mektubu okuyan Melikü'z-Zahir, Şakif şehrini nasıl ele geçireceğini ve şehre ne­relerden girebileceğini öğrendi. Bunun peşi sıra hemen Haçlılardan bir adamı yanma çağırdı. Ona, bu mektubun yerine Şakif halkına yine ken­di dilleriyle başka bir mektup yazmasını emretti. Mektubunda hüküm­darı vezire karşı, veziri de hükümdara karşı tedbirli olmaya davet etme­sini istedi. Böylece devlet erkânı arasına ihtilaf sokmak istedi. Mektup Şakiflilere ulaşınca Cenâb-ı Allah kendi güç ve kuvvetiyle aralarına ih­tilaf düşürdü. Sultan Melikü'z-Zahir de gelip Şakif i kuşatma altına al­dı, mancınıklarla dövdü. Receb ayının yirmidokuzunda kaleyi ona tes­lim ettiler. Sultan Melikü'z-Zahir, Şakiflileri Sur şehrine sürgün etti. Ganimetleri Dımaşk'a gönderdi. Sonra Trablus'a ve oranın kazalarına baskınlar düzenledi. Kimi yerleri yağmaladı, bazı kimseleri öldürdü, bazılarının yüreğine korku saldı. Güçlenmiş ve muzaffer olarak geri döndü. Merc'i sevdiğinden ötürü gelip Hısnü'l-Ekrad'da konakladı. Hıs-nü'1-Ekrad'taki Haçlılar ona hediyeler gönderdiler. Ancak bunları ka­bul etmedi ve «Siz, askerlerimden birini öldürdünüz, onun diyeti olan 1.000 dinarı sizden istiyorum» dedi ve yoluna devam etti. Humus'a gel­di. Oradan Hama'ya, Hama'dan Fanıiye'ye, Famiye'den de birkaç men­zile uğradı. Sonra yoluna geceleyin devam etti. Nihayet hazırlıkları ta­mamlayınca gidip Antakya şehrini kuşatma altına aldılar. [25]

 

Sultan Melîk Zahirin Antakya'yı Fethî

 

Antakya, verimli arazileri bol olan büyük bir şehirdir. Anlatıldığı­na göre şehrin surlarının çevre uzunluğu oniki mildir. Burçları 136 altı, surlardaki balkonları ise 24.000 tanedir. Sultan Melikü'z-Zahir, bu sene ramazan ayı başında Antakya'ya gitti. Antakyalılar çıkıp kendisinden eman dilediler. Bazı şartlarla kendisiyle anlaşabileceklerini söylediler. Ancak o bunların isteklerini kabul etmedi. Onları ziyan içinde geri çe­virdi. Şehri kuşatmağa karar verdi ve ramazan ayının ondördünde cu­martesi günü Allah'ın gücü, kuvveti, zaferi ve yardımı ile şehri fethetti. Çokça ganimet ele geçirdi. Emirlere bol miktarda para ve mal verdi. Orada Halep'li birçok Müslüman esir vardı. Bütün bu olup bitenler, dört günlük bir süre zarfında olmuştu. Oranın ve Trablus'un sahibi Ağris, Müslümanlara karşı en şiddetli eziyeti yapanlardandı. Tatarlar Haleb'i ele geçirdiklerinde ve insanlar oradan kaçtıklarında bu kişi, Müslü­manlara çok zarar vermişti. Yüce Allah, haçı ezip kıran ve İslâm'a yar­dımcı olan sultanı ortaya koyarak ondan intikam aldı. Hamd ve minnet Allah'adır. Bu haber ulaklar vasıtasıyla ülkeye ulaştı. Mansure kalesin­de müjde davulları çalındı. Buğraz halkı da Sultan Melikü'z-Zahir'in üzerlerine gelmekte olduğunu duyunca, şehri teslim etmek için kendile­rine yetkili bir kişi göndermesini istediler. O da kendilerine şehri teslim almak üzere ramazan ayının onüçünde saray üstadı Emir Aksungur el-Farikanî'yi gönderdi. Müslümanlar böylece birçok kale ve şehri ele ge­çirdiler. Sultan Melikü'z-Zahir de güçlenmiş ve muzaffer olarak geri döndü. Ramazan ayının yirmiyedisinde büyük bir debdebe ve saltanatla Dımaşk'a girdi. Şehir onun için süslenmişti. İslâm'ın zorba kafirlere karşı zaferi sebebiyle müjde ve sevinç davulları çalındı. O burada Dı-maşk meliklerinin ellerinde bulunan birçok köy, bahçe ve arazileri de al­mak istiyordu. Tatarların oraları daha önce istila ettiklerini, sonra bu­raların geri alındığını iddia ediyordu. Bazı Hanefî fakiVıleri, kâfirlerin, Müslüman mallarından ele geçirdiklerine malik olabileceklerine ve bunların onlardan geri alındığı takdirde devletin olup asıl sahiplerine iade edilmeyeceğine dair fetva verdiler. Bu mesele meşhur bir mesele olup, insanların bu hususta iki görüşü vardır. Aslolan cumhurun kavli­dir ki; buna göre mezkur mülklerin aslî sahiplerine iade edilmesi vacip­tir. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)'ın devesi Adbâ müşrikler tarafından zap-tediimişti. Fakat bilahare Rasûlullah (s.a.v.) bunu onlardan geri almış­tı. İşte Cumhur-u ulema bu hadisi ve benzerlerini Ebu Hanife'ye karşı bir delil olarak ileri sürmüşlerdi. Alimlerden bazıları da şöyle demişler­dir:

Kâfirler, Müslümanların mallarını zaptettiklerinde ve bu mallar ellerinde iken Müslüman olduklarında bunlar, onların mülkü olarak kalır. Buna delil olarak da Peygamber (s.a.v.) efendimizin, «Akil bizim için bir ev mi bırakmıştı ki?!» mealindeki hadisini gösterirler: Müslü­manlar, Medine'ye hicret ettiklerinde Akü onların mülklerine el koy­muştu. Fakat daha sonra bu mülkler, kendisinin elindeyken İslâm'a gir­miş ve bu mülkler elinden alınmamıştı. Kâfirler, İslâm'a girmeden önce Müslümanların mallarına ve mülklerine el koyduklarında ve bu mal ve mülkler, İslâm devletince ellerinden alınacak olursa, o zaman asıl sa­hiplerine iade edilir. Çünkü yukarıda zikrettiğimiz Adbâ adlı deveyle il­gili hadis, bunun vacip olduğunu ifade eden bir delildir. Kısaca demek istediğimiz şudur: Sultan Melik Zahir bu konuyu görüşmek için kadıla­rı, fakihleri ve her mezhebe mensup alimleri bir mecliste topladı ve bu mesele görüşüldü. Sultan Melik Zahir, elindeki fetvalara dayanarak ka­rarım verdi. İnsanlar bu kararın sonucundan korktular. Sahip Fahred-din b. Vezir Bahaeddin b. Hanna, onlara aracılık etti. Çünkü o, İbn bin-tü'1-Eazz'dan sonra Şafiîlerin medresesinde müderrislik yapmıştı. Sul-tan'a şöyle dedi: «Ey Hakan! Belde ahalisi bütün bu mal ve mülke karşı­lık 1.000.000 dirhem ödeyerek seninle anlaşma yapmak istiyorlar. An­cak bu parayı senelik 200.000 dirhemlik taksitler halinde Ödeyecekleri­ni söylüyorlar.» Sultan Melik Zahir ise bu paranın bir kaç gün içindeibn"kesîr peşin olarak Ödenmemesi durumunda teklifi kabul etmeyeceğini bildir­di ve şehirden çıkıp Mısır'a yöneldi. Fakat giderken mezkur paranın taksitler halinde ödenmesini kabul edeceğini de zikretti. Sonra bu müj­de halka ulaştırıldı. Paranın 400.000 dirhemlik bölümünün peşin ola­rak ödenmesi kararlaştırıldı. Hasat mevsimi zamanında ürünlere el ko­nulması ve bu gelirin de sultana iade edilmesi kabul edildi. Bu, insanla­rın sultana karşı insanların gönüllerinin yumuşamasına neden oldu. Abakahan, Tatarlar üzerinde hakimiyetini sağlamlaştırınca veziri Nasirüddin et-Tusî'nin görevde kalmasını kararlaştırdı. Anadolu'da, naib olarak Pervane'yi görevlendirdi. Pervane'nin onun yanında kadri, kıymeti arttı. Anadolu'da yalnız başına bağımsız bir hükümdar gibi ol­du. Orada sânı yüceldi.

Bu sene Yemen hükümdarı, Melik Zahir'e mektup yazarak kendisi­ne itaat edeceğini, sultandan yana olduğunu, Yemen'de Melik Zahir adı­na hutbe okutacağını bildirdi ve sultana birçok hediye ve armağanlar gönderdi. Sultan Melik Zahir de bilmukabele ona hediyeler, hil'atler, sancaklar ve beratlar gönderdi.

Bu sene Ziyaeddin b. Fikaî, Sahip Bahaeddin b. Hanna'yı Melik Za­hir'e şikâyet etti. Onun huzurunda onunla murafaa yaptı. İbn Hanna onu mağlup etti. Bunun üzerine Sultan Melik Zahir, Ziyaeddin'i Sahip Bahaeddin'e teslim etti. Sahip de Ziyaeddin'e tokmaklarla vurdu, mal­larını elinden aldı, ölünceye kadar ona eziyet etti, Bir rivayette anlatıl­dığına göre Sahip Bahaeddin, Ziyaeddin'i ölmeden önce 717.000 kez tok­maklatmış tır. Doğrusunu Allah bilir.

Bu sene büyük vezir Pervane Konya hükümdarı Melik Alaeddin'i öldürttü, yerine on yaşındaki oğlu Giyaseddin'i oturttu. Böylece Perva­ne, ülkeye ve insanlara hakim oldu. Anadolu askerleri, onun itaati altı­na girdi.

Bu sene Sahip Alaeddin Bağdat'ta divan sahibi îbn Haşkerî en-Numanî adındaki şairi öldürttü. İbn Haşkerî'nin büyük günahlar işledi­ği her tarafta duyulmuştu. O, kendi söylediği şiirlerin Kur'an-ı Azimüş-şan'dan daha üstün olduğunu iddia ediyordu! Sahip Alaeddin, bir defa­sında Vasıt'a gitmişti. Numaniye'de iken İbn Haşkerî yanına geldi, ona bir kaside okudu. Kasideyi okurken müezzin de o anda ezan okumaya başlamıştı. Sahip Alaeddin ona susmasını söyleyince İbn Haşkerî; «Ey efendimiz! Sen yeni bir şeyi dinle, üzerinden seneler geçmiş bu şeyi bı­rak!» dedi. Böylece Sahip Alaeddin onun hakkında duyduğu şeylerin gerçek olduğunu anladı. Sonra onunla latife tarzında konuştu. Kendi­sinde söylediklerini reddetmediği intibaı uyandı. Amacı onun niyetini daha iyi anlamaktı. Sonunda onun tam bir zındık olduğu anlaşıldı. Yola koyulurken beraberindeki bir adama, «Şu İbn Haşkerî'yi yolda bir tara­fa çek ve öldür!» diye emir verdi. Adamı İbn Haşkerî'yle beraber yürüdü.

Nihayet onu insanlardan uzaklaştırdı. Yanındaki arkadaşlarına da, «Onu kendisiyle sakalaşıyormuşsunuz gibi atından indirin» dedi. Atın­dan indirilen İbn Haşkerî, onlara sövüyor ve lanet okuyordu. Sahip Ala­eddin, «Elbiselerini üzerinden çıkarın!» buyruğunu verdi. Elbiselerini çıkardılar. Sonra Sahip Alaeddin, «Boynunu vurun!» diye emretti. Adamlarından biri öne geçti ve bir kılıç darbesiyle başını gövdesinden ayırdı. [26]

 

Hicretin Altıyüzaltmışaltıncı Senesinde  Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Şeyh Afifüddin Yusuf B. Bakkal

 

Merzübaniye hankâhmm şeyhi idi. Salih, takvalı, zahid bir insan­dı. Kendi şahsından bahsederken şöyle demiştir:

«Mısır'da iken Tatar fitnesi esnasında Bağdat'ta bir çok insanın öl­dürüldüğünü duydum. Bundan rahatsız oldum. Dedim ki: «Ya Rab, bu nasıl oluyor? Onların arasında çocuklar ve günahsız kimseler de var­dır.» Sonra rüyada bir adam gördüm. Elinde bir mektup vardı. Mektubu alıp okudum. İçinde beni reddedici şu beyitlere şahit oldum:

«Kâinatın idaresinde emir ve hüküm, senin değildir.

Yaptığı işleri Allah'a sorma!

Denizin dalgalarına kapılan kişi helak olur.

Kulların işlerinin idaresi Allah'a aittir.

İtirazı bırak; cahillik etme!» [27]

 

Hafız Ebu İbrahim Îshak B. Abdullah

 

Hafız Ebu İbrahim îshak b. Abdullah b. Ömer. İbn Kadi'l-Yemen adıyla meşhur olmuştur. Bu sene altmışsekiz yaşındayken vefat etti ve Şerefü'1-A'lâ mezarlığına defnedildi. Güzel birçok münferit rivayetleri vardır. İnsanlar kendisinden yararlanmışlardır.

Bu sene Şeyh Takiyyüddin îbn Teymiye'nin kardeşi Şeyh Şerefüd-din Abdullah b. Teymiye ile Hatip el-Kazvinî dünyaya geldiler. [28]

 

Hicretin Altıyüzaltmışyedinci Senesi

 

Bu sene safer ayında Sultan Melik Zahir, kendisinden sonraki dö­nem için oğlu Melikü's-Said Muhammed Berekethan'm veliahdlığı be/atını aldı. Bunun için de emirlerin tümünü, kadı ve ayanı huzurun­da topladı. Bey'at tamamlandıktan sonra Melikü's-Said Muhammed Berekethan'ı bineğine bindirdi. Kendisi de önü sıra yürüdü. İbn Lok­man bunun için bir ferman yazdı. Fermanda Muhammed Berekethan'm babasından sonra hükümdar olacağı, babasının sağlığında da ona veka­leten kararlar verebileceği yazılıydı. Sonra Sultan Melik Zahir, cemazi-yelahir ayında Şam'a gitmek üzere askerleriyle birlikte yola çıktı. Di* maşk'a girdiğinde Tatar hanı Abaka'nın elçileri yanma geldiler. Bera­berlerinde mektuplar ve şifahî mesajlar vardı. Şifahî mesajlardan biri şuydu: «Sen Sivas'ta satılmış bir kölesin. Nasıl olur da yeryüzü hüküm­darına muhalefet edersin? Şunu bilesin ki, göğe çıksan veya yerin dibine insen yine de benden kurtulamıyacaksm. Benimle barış yapmak için ça­ba sarfet!»

Sultan Melik Zahir bu tehdide aldırmadı, önemsemedi. Aksine bu­na karşı güzel bir cevap verdi. Abakahan'm elçilerine şöyle dedi:

«Ona bildirin ki; halifeden aldığı arazileri ve diğer İslâm toprakları­nı elinden alıncaya kadar hep peşinde olacak ve onu takip edeceğim!»

Bu sene cemaziyelahir ayında Sultan Melikü'z-Zahir, ülkenin her tarafında içkilerin dökülmesini, mefsedet işlerinin iptal edilmesini, fu-huşun önlenmesini kararlaştırdı. Buna dair bir ferman çıkardı. Fahişe­lerin sahip oldukları bütün mallar, meşru bir şekilde evleninceye kadar ellerinden alındı. Bu ferman ülkenin her tarafına ulaştırıldı. Buna da­yalı harçlar kaldırıldı. Geçimini bu yoldan sağlayanlara başka iş imkânları verildi. Hamd ve minnet Allah'adır. Sonra sultan, askerleriy­le birlikte Mısır'a döndü. Yoldayken Hırbetüllüsûs mevkiine vardığında bir kadın karşısına çıktı. Oğlunun Sur şehrine .girdiğini, şehirdeki Haçlı kontunun oğlunu yakalayıp öldürttüğünü mallarına da el koyduğunu söyledi. Bunun üzerine sultan Sur şehrine baskın yaptı. Bir kısım in­sanları Öldürdü, birçok malları ganimet olarak ele geçirdi. Sur şehrinin kontu «Bunun sebebi nedir?» diye sordu. Sultan da onun, mezkur kadı­nın oğluna ihanet ettiğini, tüccarlara tuzak kurduğunu söyledi ve bun­dan sonra da askerlerinin öncü birliğinin komutanına şu buyruğu verdi:

«İnsanlara benim rahatsız olduğumu ve mahfe içinde bulunduğu­mu duyur. Tabipleri çağır. Onlara hasta olduğumu söyle ve falan hasta­lık için nasıl bir reçete yazılacağını sor. Sana tavsiye edecekleri ilaç ve şuruplan hazırlayıp mahfeye, yanıma getir ve bütün bunlar olurken de kargaşaya mahal vermeyin, insanlar yollarından olmasınlar. Seyirleri­ne devam etsinler.»

Bu buyruğu verdikten sonra Sultan Melikü'z-Zahir, posta araba­sıyla hızla Mısır'a gitti. Orada oğlunun durumunu araştırdı. Kendisin­den sonra Mısır'da yönetiminin nasıl işlediğini kontrol etti ve sonra da hemen geri dönüp askerlerine ulaştı. Mahfede oturdu. İyileştiğini açık­ladı. Askerler de buna çok sevindiler. Bu, gerçekten l?üyük bir cesaret işi, muazzam bir atılganlık örneği idi.

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir, maiyetinde Emir Bedreddin Haz­nedar, Kadilkudat Sadreddin Süleyman el-Hanefî, Fahreddin b. Lok­man, Taceddin b. Esir, 300 kadar köle ve askerlerden bir grup olmak üzere hacca gitti. Yolda Kerek'e uğradı, şehrin durumunu inceledi, ora­dan Medine-i Münevvere'ye geçti, ahaliye ihsanda bulundu, şehrin du­rumunu inceledi. Sonra Mekke'ye gitti, orada mücavir olarak yaşayan­lara sadaka dağıttı, Arefe'de vakfe yaptı, Kabe'yi ziyaret etti. Veda tava-finı yaptı. Ka'be'nin kapısı kendisine açıldığında içini gül suyuyla yıkadı ve eliyle esans sürdü. Ka'be'nin kapısında durup içeri girmelerine im­kan sağlamak için insanların ellerinden tuttu. Daha sonra Şeytan taşla­ma yerine gitti, kurban bayramının dördüncü gününü beklemeden Me­dine-i Münevvere'ye döndü, Kabr-i Şerifi ikinci kez ziyaret etti. Salât-u selâmların en faziletlisi ve güzeli orada sakin bulunan sevgili Peygam­berimize olsun. Âline, temiz ve hoş aile efradına, kıymetli sahabilerinin tümüne de kıyamet gününe dek selam olsun. Bundan sonra Melikü'z-Zahir Kerek'e yöneldi. Zilhicce ayının yirmidokuzuncu gününde şehre girdi. Müjdeciyi de salimen geldiğini bildirmesi için Dımaşk'a gönderdi. Dımaşk naibi Emir Cemaleddin Akkuş en-Necibî, muharrem ayının iki­sinde müjdeciyi karşılamak için şehir dışına çıktığında Sultan Melikü'z-Zahir'in bizzat topluluğu geride bırakarak Meydan-ı Ahdar'da yürü­mekte olduğunu gördü. İnsanlar onun süratli yürüyüşüne, sabır ve me­tanetine hayran kalmışlardı. Dımaşk'a gelişinin ardı sıra hemen yola koyuldu. Muharrem ayının altısında Haleb'e gitti. Şehrin durumunu in­celedi. Daha sonra Hama'ya döndü. Oradan da Dımaşk'a gitti. Dı-maşk'tan sonra Mısır yoluna koyuldu ve mütakip senenin safer ayının üçünde sah günü Mısır'a girdi. Allah rahmet etsin. Bu sene zilhicce ayı­nın sonlarında şiddetli bir fırtına koptu. Nih'de bulunan 200 gemiyi ba­tırdı. Bu yüzden birçok insan Öldü. O mıntakalarda şiddetli sağanak yağmurlar da yağdı. Şam'a da bir yıldırım düşdü ve bu yüzden ürünler telef oldu. înna lillahi ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve

O'na dönücüleriz.)

Bu sene Cenâb-ı Allah, Tatarların arasına ihtilaf soktu, Abaka­han'm adamlarıyla amcasının oğlu İbn Mengütenıir'in adamları birbir­lerine düştüler ve bu ihtilaftan dolayı da dağıldılar. Allah'a hamd olsun.

Bu sene Harranlılar şehri bırakıp Şam'a geldiler.

Gelenler arasında şeyhimiz Allame Ebu Abbas Ahmed b. Teymiye de vardı. Babasıyla gelmişti. O zaman altı yaşındaydı. Beraberlerinde kardeşi Zeyneddin Abdurrahman ile Şerefüddin Abdullah da vardı. Bunlar ondan daha küçük yaşta idiler. [29]

 

Hicretin Altıyüzaltmışyedînci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Emir İzzeddîn Aydemir B. Abdullah

 

Emir İzzeddin Aydemir b. Abdullah el-Halebî es-Salihî. Hüküm­darlar nezdinde büyük ve itibarlı emirlerdendi. Sonra Sultan Melikü'z-Zahir'in yamnda da yüksek mertebelere ulaştı. Sultan, yokluğunda onu kendine vekil tayin ederdi. Bu sene girildiğinde sultan onu yanına al­mıştı. Dımaşk kalesinde vefat etti ve Yağmuriye yakınlarındaki türbe­sine defnedildi. Geride bol miktarda mal bıraktı. Çocuklarına göz kulak olmasını sultana vasiyet etti. Sultan, Dımaşk Camii'nde düzenlenen ta-ziyet meclisinde hazır bulundu. [30]

 

Şerefüddîn Ebü'z-Zahîr

 

Şerefüddin Ebü'z-Zahir Muhammed b. Hafız Ebü'l-Hattab Ömer b. Dihye el-Mısrî. Hicretin 610. senesinde doğdu. Babasından ve bir gurup ulemadan hadis dinledi. Kâmiliye darülhadisinde bir süre şeyhlik göre­vini yürüttü. Hadis rivayet etti. Faziletli bir kimseydi. [31]

 

Kadı Taceddin Ebu Abdillah

 

Kadı Taceddin Ebu Abdillah Muhammed b. Vessab b. Rafi el-Becilî el-Hanefî. Ders verdi. Dımaşk'ta îbn Ata'ya niyabeten fetva verdi. Ha­mamdan çıkıp hamamın kürsüsünde (divan) oturmakta iken ani olarak vefat etti. Kasyun mezarlığına defnedildi. [32]

 

Uzman Hekim Şerefüddîn Ebü'l-Hasan

 

Şerefüddin Ebü'l-Hasan Ali b. Yusuf b. Haydere. Rahbeli idi. Dı-maşk'taki tabiplerin üstadı idi. Vakfediçisinin vasiyeti gereğince Deh-variye medresesinin müderrisliğini yaptı. Zamanında tıp bilginlerinin öncüsüydü. Şiir de yazardı. Şiirlerinden biri şudur:

«Dünyada yaşayan insanlar, zorla ölüme doğru götürülmektedir­ler.

Ama geride kalanlar, gidenlerin durumunun farkında değiller Onlar boğazlanamn durumunu bilmeyen Yaşamakta olan davarlar gibidirler.» [33]

 

Şeyh Nasirüddin

 

Şeyh Nasirüddin Mübarek b. Yahya b. Ebu'l-Hasan Ebü'l-Berekat b. Sabbağ eş-Şafîî. Fıkıhta ve hadiste allame idi. Ders verdi. Fetva verdi,

eser tasnif etti, kendisinden istifade edildi. Seksen yaşında iken bu senenin cemaziyelevvel ayının onbirinde vefat etti. Yüce Allah kendisi­ne rahmet etsin. [34]

 

Şeyh Ebü'l-Hasan

 

Şeyh Ebü'l-Hasan Ali b. Abdullah b. İbrahim el-Kûfî. Kurra ve na-hivciydi. Sibeveyh lakabını taşırdı. Nahiv ilminde yüksek ve faziletli bir alimdi. Altmışyedi yaşındayken bu sene Kahire hastahanesinde vefat etti. Allah rahmet etsin. Şiirlerinden biri şudur:

«Sürekli ayrılığında kalbimi azaplandırdm. Ey aşkı, zamir-i gayr-ı munfasılın kelimeden Ayrılmayışı gibi kalbimden ayrılmayan!

Benden yüz çevirmen sana olan aşkımı daha da te'kid etmiştir. ' Benden yüz çevirip değişmen ise, atfı beyan ile bedelin birbirine benzeyişi gibidir.»

Bu sene Şafiîlerin şeyhi şeyhimiz Allame Kemaleddin Muhammed b. Ali el-Ensarî b. Zemlekanî dünyaya geldi. [35]

 

Hicretin Altıyüzaltmışsekizinci Senesi

 

Bu sene muharrem ayının ikisinde Sultan Melikü'z-Zahir develere, binerek Hicaz'dan Dımaşk'a geldi. İnsanlar, gelişinin farkına varma­mışlardı. Aniden Dımaşk'ın Meydan-ı Ahdar alanında görüldü. Halk, onun gelişine çok sevindi. Kendisini karşılamaya gidenlere hediye ve ar­mağanlar vererek onları sevindirdi. Bu, zaten onun adetiydi. İnsanlar onun süratinden ve himmetinin yüksekliğinden ötürü kendisine hay­ran kalıp şaştılar. Sonra Haleb'e gitti. Haleb'ten Mısır'a gitmek üzere yola çıktı ve muharrem ayının altısında Mısır kafilesiyle birlikte Mısır'a girdi. Bu sene Hicaz'da yanında zevcesi Ümmü'l-Melik es-Said bulunu­yordu. Mısır'dan safer ayının onüçünde oğlu ve emirleriyle birlikte ayrı­lıp İskenderiye'ye gitti. Orada ava çıktı. Emirlere bol miktarda para ve hil'at verdi. Güçlenmiş ve muzaffer olarak geri döndü.

Yine bu sene muharrem ayında Merakeş sahibi Ebü'1-Alâ îdris b. Abdullah Muhammed b. Yusuf el-Vâsık öldürüldü. Onu, Merakeş ya­kınlarında kendisiyle savaşmakta olan Mirrin oğullan öldürmüşlerdi.

Bu sene rebiyülahir ayının onüçünde Sultan Melikü'z-Zahir, bir grup askeriyle birlikte Dımaşk'a geldi. Bunlar yolda soğuktan ve çamur­dan dolayı büyük sıkıntılara maruz kalmışlardı. Zenbakiye'de.ota& \nv-du. îbn Uht Zeytun'un îslâm ordusuna saldırmak üzere Akkâ'dan.vola çıktığım duyunca kendisi de hızla ona karşı harekete geçti. Onu Akkâ yakınlarında buldu. Ibn Uht Zeytun, onun korkusundan ötürü geri dö­nüp Akkâ'ya girdi.

Bu sene receb ayında Sultan Melikü'z-Zahir'in naibleri Misyaf ka­lesini İsmailîlerin elinden teslim aldılar. Misyaf taki İsmailî emiri Sa­rim Mübarek b. Rıza, kaleyi terk edip kaçmıştı. Hama sahibi ona karşı tuzak kurmuş ve onu esir alıp Sultan Melikü'z-Zahir'e göndermiş, sul­tan da onu Kahire'deki bir kalenin burcuna hapsetmişti.

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir, Peygamber efendimizin hücresinin çevresine konulmak üzere trabzanlar göndermiş, bu trabzanların me-zar-ı şerifi korumak amacıyla çevresine dikilmesini emretmişti. Açılıp kapanan kapılar da yaptırmıştı. Bunlar, götürülüp yerlerine konuldu­lar.

Bu sene Haçlıların Şam ülkesine hücum edeceklerine dair çeşitli haberler gelince Sultan Melikü'z-Zahir onlarla savaşmak için orduyu hazırladı. Bununla beraber o, Haçlıların zarar vermesinden korktuğu için İskenderiye ile çok ilgileniyordu. Orayı tahkim etmiş, düşman bas­kınına karşı orada köprüler yaptırmış, oradaki köpeklerin öldürülmesi­ni emretmişti.

Bu sene Mağrip diyarmdaki Benu Abdilmü'min Devleti çöktü. Son hükümdarları, Merakeş sahibi İdris b. Abdullah b. Yusuf tu. Onu Mirrin oğulları bu sene öldürmüşlerdi. [36]

 

Hicretin Altıyüzaltmışsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Sahip Zeyneddin Yakup

 

Sahip Zeyneddin Yakup b. Abdullah er-Refî b. Zeyd b. Malik el-Mısrî. İbn Zübeyrî adıyla tanınmıştı. Faziletli ve reis bir kimseydi. Önce Melik Muzaffer Kutuz'a, sonra da hakimiyetinin ilk zamanlarında Za­hir Baybars'a vezirlik yaptı. Sonra bu görevden azledildi. Yerine Baha-eddin b. Hanna atandı. Kendisi bu senenin rebiyülahir ayının ondor-dünde vefat edinceye kadar evinde oturdu. Dışarı çıkmadı. Güzel şiirleri vardır. [37]

 

Şeyh Muvaffaküddin

 

Şeyh Muvaffaküddin Ahmed b. Kasım b. Halife el-Hazrecî. Tabipti, îbn Ebi Usaybia adıyla tanınırdı. On ciltlik güzel bir Tarihü'l-Etibba'sı vardır. Bu eser, Emevî Camii'nin îbn Urve meşhedinde vakıf olarak bu­lunmaktadır. Doksan yaşını aşmış iken bu sene Serhat'ta vefat etti. [38]

 

Şeyh Zeyneddin Âhmed B. Abdüddaim

 

Şeyh Zeyneddin Ahmed b. Abdüddaim b. Ni'me b. Ahmed b. Mu-hammed b. İbrahim b. Ahmed b. Bükeyr Ebü'l-Abbas el-Makdisî en-Nablusî. Bir grup hadis aliminden münferid rivayetlerde bulundu. Hic­retin 575. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Hadis toplamak amacıyla çe­şitli beldelere seyahatlerde bulundu. Faziletli bir kimseydi. Çok çabuk yazı yazardı. Şeyh Alemüddin'in anlattığına göre o, Muhtasarü'1-Hara-ki adlı eseri bir gecede yazmıştır. Yazısı sağlam ve güzeldi. İbn Asakir'in Tarih'ini iki kez yazdı. Kendi şahsı için o tarihi ihtisar etti. Ahir ömrün­de gözlerini kaybetti ve öylece dört sene daha yaşadı. Kutbeddin, onun bazı şiirlerini zeylinde nakletmiştir. Şeyh Zeyneddin bu sene Dımaşk'ta vefat etti. Receb ayının onunda salı sabahı Kasyun mezarlığına defne­dildi. Vefat ederken doksan yaşını aşmıştı. Allah rahmet etsin. [39]

 

Kadı Muhîddîn İbn Ez-Zekî

 

Şeceresi şöyledir: Ebü'1-Fadl Yahya b. Kadilkudat Bahaeddin Ebü'l-Meâli Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Yahya b. Ali b. Abdüla-ziz b. Ali b. Abdülaziz b. Ali b. Hüseyin b. Abdülaziz b. Ali b. Abdülaziz b. Ali b. Hüseyin b. Muhammed b. Abdurrahman b. Kasım b. Velid b. Ab-durrahman b. Eban b. Osman b. Affan el-Kureyşî el-Ümevî b. ez-Zekî. Defalarca Dımaşk kadılığı yaptı. Kendisinden önce baba ve dedeleri de bu görevi ifa etmişlerdi. Hanbel'den, İbn Taberzed'den, Kindî'den, İbn Haristani'den ve başka hadis alimlerinden hadis dinledi. Hadis rivayet etti. Birçok medreselerde ders verdi. Hılavuniye dairesinde Şam kadılı­ğı yaptı. Ancak Ebu Şâme'nin anlattığına göre pek övgüye layık bir kadı değildi. Bu sene receb ayının ondördünde Mısır'da vefat etti. Vefat eder­ken yetmiş yaşını aşmıştı. Mukattam mezarlığına defnedildi. Güzel ve sağlam ifadeler içeren güçlü şiirleri vardı. Şeyh Kutbeddin onun nesebi­ni anlattıktan sonra babası Kadı Bahaeddin'den naklen demişti ki o, Hz. Ali'nin Hz. Osman'dan daha üstün olduğu görüşüne kaildi. Bu hususta kendi şeyhi Muhyiddin b. Arabî ile muvafakat etmişti. Bu görüşe kail ol­masının asıl sebebi, görmüş olduğu şu rüya idi: Kadı Muhyiddin İbn ez-Zekî rüyasında Dımaşk Camii'nde Hz. Ali'yi görmüş. Hz. Ali Sıffin sava­şında Emevîlerin kendisine yaptıklarından dolayı Kadı Muhyiddin'deri yüz çevirmişti. Sabah olunca Kadı Muhyiddin uykusundan uyanır uyanmaz bir kaside nazmetmişti. Kasidesinde her ne kadar kendisi Emevî ise de Hz. Ali'ye meyilli olduğunu dile getirmişti:

«Her ne kadar Emevî sülalesinden isem de ben vasinin (Alinin) yo­lundayım. Ondan başkasını lider olarak görmüyorum. Eğer Sıffin sava­şında hazır bulunsaydım Emeviler benim orada savaştığımı görselerdi,

Ali'den yana olurdum. Bunda da haklıydım.

Hz. Ali'den yana olduğum ve onu beğendiğim için başıma miğferi geçirir ve hilafeti Emevilerden kendi elimle geri alırdım.»

Kadı Muhyiddin'in şiirlerinden biri de şudur:

«Dediler ki; Dımaşk şehrinde gezilip görülecek bir yer yoktur.

Sen oraya aldanıyorsun ve orada kalıyorsun.

Ey beni kınayan, azıcık dur da düşün,

Onun bir görüntü oku, bir satır yazı gibi kıymetlidir.» [40]

 

Sahip Fahreddin

 

Sahip Fahreddin Muhammed b. Sahip Bahaeddin Ali b. Muham-med b. Selim b. Hanna el-Mısrî, Vezirlik yapmış faziletli bir insandı. Bü­yük Kurafe'de bir hankâh yaptırdı. Mısır'da babasının medresesinde ders verdi. Ibn bintü'l-Eazz'den sonra Şafiî medresesinde de hocalık yaptı. Bu senenin şaban ayında vefat etti ve Mukattam mezarlığına def­nedildi. Vefatından sonra Sultan Melikü'z-Zahir onun oğlu Taceddin'i vezirliğe atadı. [41]

 

Şeyh Ebu Nasr B. Ebu'l-Hasan

 

Şeyh Ebu Nasr b. Ebu'l-Hasan b. Harraz es-Sufî el-Bağdadî. Şairdi. Güzel bir divanı vardı. Muaşereti güzel, müzakeresi hoş bir insandı. Ar­kadaşlarından biri yanına geldiğinde onun için ayağa kalkmamış ve şu şiiri okumuştu:

«Sen yanıma geldiğinde kalbim senin için ayağa kalktı. Senin sağlam dostluğunu tazimle karşıladı. Dostluk için kalbin sevgiyle ayağa kalkması, Bedenin, beden için ayağa kalkmasından daha iyidir.» [42]

 

Hicretin Altıyüzaltmışdokuzuncu Senesi

 

Bu senenin safer ayının başında Sultan Melikü'z-Zahir bir grup as­kerle birlikte Mısır'dan Askaîan'a gitti. Orada Selahiye Devleti zama­nında ihmal edilen Sur kalıntılarını da yıktı. Yıkıntılar arasında her bi­rinde 1.000'er dinar bulunan iki küp buldu. Bu paralan emirlere dağıttı. Kendisi oradayken Mengü Temr'in, Abaka'nm askerlerini bozguna uğ­rattığı müjdesini aldı. Buna çok sevindi. Sonra Kahire'ye döndü.

Rebiyülevvel ayında, Akkâlıların elinde bulunan Müslüman esirle­ri, Akkâ şehri dışında elleri kollan bağlı vaziyette öldürdükleri haberini aldı. Kendisi de elinde bulunan Akkâlı esirlerin boyunlannın vurulmasini emretti. 200'e yakın Akkâlı esirin boynu bir günün sabahında vu­ruldu.

Bu,sene Münşiye Camii'nin yapımı tamamlandı. Rebiyülahir ayı­nın yirmiikisinde orada cuma namazı kılındı.

Bu sene Tunuslularla Haçlılar arasında anlatımı burada uzun sü­recek savaşlar cereyan etti. Sonra iki taraf ateşkes yapıp barıştılar. Ama bu savaşlarda sayılarını ancak Allah'ın bildiği miktarda insan Öl­dürülmüştü.

Bu senenin receb ayının sekizinde perşembe günü Sultan Melikü'z-Zahir, Dımaşk'a geldi. Beraberinde oğlu Melikü's-Said ile Vezir İbn Hanna ve ordusu vardı. Sonra iki guruba ayrılarak Dımaşk'tan ayrıldı­lar. Cebele, Lazkiye, Merkab, Arka ve çevre beldelere baskın yapmak üzere sahilde bir araya gelmek üzere anlaştılar. Yollanna devam ettiler. Nihayet toplanma noktasına gelip birleştiler. O zaman Safita ve Mec-del'i fethettiler. Oradan yola koyuldular ve receb ayının ondokuzunda salı günü Hısn-ı Ekrad'a indiler. Hısn-ı Ekrad'ın çevresinde üç sur var­dı. Mancımklan kurdular ve şaban ayının ortasında güç kullanarak ora­yı fethettiler. Askerler içeri girdiler. Hısn-ı Ekrad'ı kuşatan, sultanın oğlu Melikü's-Said idi. Sultan, Hısn-ı Ekrad ahalisini serbest bıraktı. Onlara lütufta bulundu. Yumuşak davrandı ve Trablus'a sürgün etti. Fetihten on gün sonra kaleyi teslim aldı. Kale halkını da oradan uzak­laştırdı. Şehrin kilisesini camiye çevirdi ve orada cuma namazı kıldı. Oraya bir naib ve bir de kadı atadı. Şehrin onanlmasını emretti.

Tarsus sahibi, şehrinin anahtarlarını ona gönderdi. Şehrin ürünle­rinin yarısını Sultan Melikü'z-Zahir'e vermek ve kendisini Tarsus'ta naib olarak bırakmak şartıyla sultandan banş talebinde bulundu. Sul­tan da onun bu talebini uygun gördü. Merkab sahibi de aynı şeyi yaptı. Sultan, onunla da şehrin ürünlerinin yansını almak şartıyla barış yap­tı. Böylece on senelik bir ateşkes ve saldırmazlık antlaşması yapıldı.

Sultan Melikü'z-Zahir, Hısn-ı Ekrad yanında ordugah kurmuş iken Kıbrıs adası sahibinin, askerleriyle birlikte Akkâhlara yardıma gelmekte olduğunu duydu. Kıbns adası sahibi, sultanın kendilerine za­rar vermesinden korktuğu için Akkâlıların yardımına koşuyordu. Sul­tan, bu durumu firsat bilerek oniki gemilik bir filoyu Kıbns adası sahibi­nin bulunmadığı bir zamanda ele geçirmek üzere harekete geçirdi. Ge­miler hemen yola koyuldular. Adaya yaklaştıklarında şiddetli bir firtı-naya yakalandılar. Birbirlerine çarptılar. Bu yüzden dört gemi parça­landı. Bu da Allah'ın takdiri idi. Bir kısmı battı. Bir kısmı Haçlılar tara­fından esir alındı. Haçlılar 1800 kadar tayfa ve askeri esir almışlardı. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönü­cüleriz). Sonra sultan harekete geçti. Akkâ şehrine doğru mancımklan-m kurdu. Halk, kendisinden eman diledi. Şehri boşaltacaklanm söylediler. Sultan da isteklerini kabul etti. Ramazan bayramında Akkâ şeh­rine girip şehri teslim aldı. Akkâ kalesi Müslümanlara çok zarar veren bir yerdi. Burası iki dağ arasında bir vadi idi. Akkâ'nm işini tamamla­dıktan sonra Sultan Melikü'z-Zahir, Trablus'a doğru yola koyuldu. Trablus sahibi ona «Sultan bu topraklarda ne yapmak istiyor?» sorusu­nu yöneltti. O da «Ekinlerinizi toplamak, ülkenizi tahrip etmek üzere geliyorum. Sonra da müteakip senede sizi kuşatmağa geleceğim» habe­rini gönderdi. Bunun üzerine Trablus sahibi Sultandan merhamet dile­yip barışmak istediğini söyledi. Bunun üzerine iki taraf arasında on yıl­lığına bir saldırmazlık antlaşması yapıldı.

Bundan sonra İsmaililer, Sultan Melikü'z-Zahir'e haber göndere­rek babalarına yumuşak davranması, onu affetmesi için merhamet dile­diler. Babaİan Kahire'de zindanda bulunuyordu. Sultan da onlara şu haberi gönderdi: «Bana Alika'yı teslim edin. Kaleden inin. Alika kalesi­ne karşılık Kahire'de size bazı arazileri ikta olarak vereyim. Babanız da size teslim edilsin.» îsmaililer Alika kalesinden inip yanına geldiklerin­de onların Kahire'ye götürülüp haps edilmesini emretti ve Alika kalesi­ne bir naib tayin etti.

Bu senenin şevval ayının onikisinde pazar günü Dımaşk, sel baskı­nı altında kaldı. Bir çok eşya telef oldu. Bu yüzden birçok insan boğuldu. Özellikle Anadolu'dan gelen ve iki nehir arasında konaklamış bulunan Hacıların hepsi boğulduğu gibi develeri ve yükleri de sele kapılıp gitti. Hepsi helak oldular. Bu yüzden şehrin kapıları kilitlendi. Şehrin içine surların tepelerinden *ve Feradis kapısından su baskınları geldi. İbn Mukaddem hanı sular altında kaldı. Birçok eşya telef oldu. Bu hadise yaz mevsiminin güneşli günlerinden birinde vuku bulmuştu.

Sultan Melikü'z-Zahir, bu senenin şevval ayının onbeşinde çar­şamba günü Dımaşk'a geldi. Kadı İbn Hallikan'ı azletti. O zamana ka­dar îbn Hallikan on senelik kadı idi. Yerine İzzeddin b. Saiğ atandı. Ken­disine hil'at giydirildi. Kadılığa atanmasıyla ilgili ferman Trablus dışın­da Vezir îbn Hanna'mn aracılığıyla yazılmıştı. îbn Hallikan da azledi­lince zilkade ayında Mısır'a gitti.

Bu senenin şevval ayının onikisinde Sultan Melikü'z-Zahir ve adamları Hısnü'l-Kürdî'ye girdiler. Orada Yahudi kilisesini dolaştılar. İçinde namaz kıldılar. Kilisedeki Yahudi sembollerini yok ettiler. Orada bir ziyafet tertiplediler. Sema ayini düzenlediler ve birkaç gün bu halde orada kaldılar. Kilise daha sonra Yahudilere yine verildi. Sonra Sultan Melikü'z-Zahir sahil beldelerine gitti. Bir kısmını fethetti. Akkâ'ya ya­kın bir tepeye çıkıp şehri seyretti. Sonra Mısır diyarına gitti. Bu süre zarfında gazalara yaklaşık 800.000 dinar harcamıştı. Allah, bu masrafı­nın yerini doldurdu. Zilhicce ayının onüçünde perşembe günü Kahire'ye ulaştı. Aynı ayın onyedisinde aralarında Halebî'nin ve diğerlerinin de

bulunduğu bir grup ümerâyı tutukladı. Bunların Şakif te bulunduğu sı­ralarda kendisini yakalamak ve hal'etmek istediklerini haber almıştı.

Bu senenin zilhicce ayının onyedisinde Sultan Melikü'z-Zahir, ül­kenin her tarafında içkilerin dökülmesini emretti. İçki yapmak için üzüm sıkanlar veya sıktıranlar ölümle tehdit edildi. İçkisi telef edilenle­re tazminat Ödenmeyeceğim bildirdi. Daha önceleri Kahire'de her gün bu amaçla 1.000 dinar tazminat ödeniyordu. Sonra posta, bu haberi ül­kenin her tarafına ulaştırdı.

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir, Kerek sahibi Aziz b. Muğis'i tutuk­ladı. Adamlarından bir grubu da göz altına aldı. Bunlar, Kerek sahibi Aziz b. Muğis'i sultanlığa geçirmeye niyetlenmişlerdi. [43]

 

Hicretin Altıyüzaltmışdokuzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Melik Takiyyüddîn Abbas B. Melîkü'l-Adîl

 

Melik Takiyüddin Abbas b. Melikü'1-Âdil Ebu Bekir b. Eyyub b. Sadî. Bu, Sultan Adil'in hayatta kalan en son oğluydu. Kindî'den ve îbn Haristanî'den hadis dinledi. Hükümdarlar nezdinde saygı görürdü. Kendisinin hazır bulunduğu bir mecliste veya kafilede hiç kimse başını kaldırıp onun yüzüne bakamazdı. Yumuşak huylu, arkadaşlığı güzel bir kimseydi. Onun meclisinde bulunan bir kimse, yanında oturmaktan usanmazdı. Bu senenin cemaziyelahir ayının yirmiikisinde cuma günü Derb-i Reyhan'da vefat etti ve Kasyun mezarlığındaki türbesine defne­dildi. [44]

 

Kadilkudat Şerefüddîn Ebu Hafs

 

Şeceresi şöyledir: Ömer b. Abdullah b. Salih b. İsa es-Sübkî el-Malikî. Hicretin 585. senesinde doğdu.Hadis dinledi. Fıkıh dersleri aldı. Salahiye medresesinde fetva verdi. Kahire muhtesibliğine atandı. Son­ra hicretin 663. senesinde kadılık görevine tayin edildi'. Her mezhepten bir kadmm atandığı sırada kendisi de Maliki mezhebinin kadılığına atanmıştı. Bu göreve gelmek istememiş, buna şiddetle karşı koymuştu, ancak yapılan baskılardan sonra kendisi bu göreve karşılık ücret alma­mak şartıyla kadılığı kabul edeceğini bildirdi. Bu şartla göreve atandı. İlmi ve diyanetiyle meşhur bir kimseydi. Kadı Bedreddin b. Cemaa ve diğerleri kendisinden rivayetlerde bulunmuşlardır. Bu senenin zilkade ayının bitimine beş gün kala vefat etti. [45]

 

Tavaşi (Hadım) Şücaüddin Mürşîd El-Muzafferî :

 

El-Hamevî

 

Şecaatli, bahadır bir kimse olup güzel görüşü vardı. Üstadı kendisi­ne muhalefet etmezdi. Melikü'z-Zahir de kendisinin görüşlerine uyardı. Bu sene Hama'da vefat etti ve Hama'daki medresesinin yakınındaki türbesine defnedildi. [46]

 

İbn Seb'în Abdülhak B. İbrahim

 

Şeceresi şöyledir. Abdülhak b. İbrahim b. Muhammed b. Nasr b. Muhammed b. Nasr b. Muhammed b. Kutbeddin Ebu Muhammed el-Makdisî er-Rakutî. Rakutî kelimesi onun Rakutalı olduğunu göster­mektedir. Rakuta ise Mersiye yakınlarında bir beldedir. İbn Seb'în, hic­retin 614. senesinde doğdu. Felsefe, mantık ve ilm-i evail ile iştigal etti. Bu yüzden kendisinde bir nevi dinsizlik meydana geldi. Bu konuda eser tasnif etti. Simya ilmini bilirdi. Bu ilmi sayesinde bazı geri zekâlı emir­leri ve zenginleri aldatır, akıllarım çelerdi. Bunun, milletin hallerinden bir hal olduğunu söylerdi. Kitabü'1-Bedv, Ritabü'1-Hev gibi eserleri var­dır. Mekke'de ikamet etti. Mekke emiri İbn Semi'nin aklını çeldi. Bazan hira mağarasına gider, orada kalır ve peygamberliğin çalışılarak elde edildiğini, peygamberliğin saflaşıp berraklaşarak akılda meydana ge­len bir feyiz olduğu inancına sahip olduğundan Hira mağarasında Pey­gamber (s.a.v.) Efendimize geldiği gibi kendisine de vahiy geleceğini ümitle beklerdi. Fakat bu bekleyişinin sonunda sadece dünya ve ahiret-te -şayet bu inanç üzere ölmüş ise, rezillik ve rüsvaylık elde etmiştir. Kendisi Kâbe-i Muazzama'yı tavaf eden kimseleri gördüğünde «Bunlar medarın etrafında dönen eşekler gibidirler. Halbuki beni tavaf etseler, Beyt-i tavaf etmelerinden daha iyidir» derdi. Allah ona ve onun gibileri­ne gerekli hükmünü verecektir. Küfür kokan bazı söz ve fiilleri nakledil­miştir. Bu senenin şevval ayının yirmisekizinde Mekke-i Mükerreme'de öldü. [47]

 

Hicretin Altıyüzyetmişinci Senesi

 

Bu sene başında halife, Hakim Bi-Emrillah Ebül-Abbas Ahmed el-Abbasî idi. İslâm ülkesinin sultam da Melikü'z-Zahir'di. Muharrem ayı­nın ondördünde pazar günü Sultan Melikü'z-Zahir, Kıbrıs adası yakın­larında batan gemilerin yerine yaptırmış olduğu kırk adet yeni gemiyi görmeye gitti. Bu gemilerden birine Emir Bedreddin Haznedar'la birlik­te bindi. Gemi sularda yalpalayınca Emir Bedreddin denize düştü. Sula­rın dibine inmekteyken adamın biri peşi sıra suya atlayıp saçından ya­kaladı ve emiri boğulmaktan kurtardı. Bunun üzerine Sultan Melikü'z-Zahir o adama hil'at giydirip ihsanda bulundu.

Muharrem ayının sonlarında sultan, az sayıdaki Haseki askerleri ve emirleriyle birlikte Mısır'dan yola çıktı. Kerek şehrine geldi. Kerek naibini yanına alarak Dımaşk'a götürdü, safer ayının onikisinde Dı-maşk'a girdi. Beraberlerinde Kerek naibi İzzeddin Aydemir de vardı. Onu Dımaşk naibliğine atadı. Eski naib Cemaleddin Akkuş en-Necibî'yi safer ayının ondördünde azletti. Bundan sonra Hama'ya gitti. On gün sonra geri döndü. Rebiyülevvel ayında Tatarların korkusu sebebiyle ka­çan bazı Halepli, Hamalı ve Humuslular Dımaşk'a geldiler. Dımaşklı bazı kimseler de Tatarların korkusundan başka yerlere kaçmışlardı. Rebiyülahir ayında Mısır askerleri Dımaşk'ta bulunan Sultan Meli-kü'z-Zahir'in yanına geldiler. Sultan, ayın yedisinde onlarla birlikte Dı-maşk'tan ayrılıp yola koyuldu. Hama'dan geçti. Hama meliki Mansur'la görüştü. Oradan Haleb'e gitti. Meydan-ı Ahdar'da otağ kurdu. Bunun sebebi şuydu: Rum askerleri 10.000 kadar süvari toplamışlar; bunlar­dan bir kısmını harekete geçirip Ayıntab'a[48] baskın düzenlemişler, sonra Nastun'a gitmişler, Harin üe Antakya arasında bulunan bir grup Türk-nıene hücum etmişler, vurup kırıp köklerini kazımışlardı. Tatarlar, Sultan Melikü'z-Zahir'in muzaffer askerleriyle birlikte oralara geldiği­ni duyunca gerisin geri dönmüşlerdi. Sultan, Haçlıların Filistin'e bağlı Remle yakınlarındaki Kakon beldelerine baskın yaptıklarını, oradaki bir grup Türkmenin mallarım yağmaladıklarını duyunca o mıntıkadaki emirleri, ülkeyi iyi muhafaza edemediklerinden dolayı tutukladı ve son­ra da Mısır diyarına döndü.

Bu sene şaban ayanın üçünde Sultan Melikü'z-Zahir, Mısır'daki Hanbelî kadısı Şenıseddin Ahmed b. İmad el-Makdisî'yi tutukladı ve onun yanındaki emanet malları aldı. Zekâtını ayırdıktan sonra bir kıs­mını sahiplerine geri verdi. Kadı Şemseddin bu tarihten itibaren hicre­tin 672 senesinin şaban ayma kadar tutuklu kaldı. Tutuklanmasının se­bebi, Şebib adındaki Harranlı bir adamın ona iftira etmiş olmasıydı. Sonra Sultan, kadının suçsuz olduğunu anlayınca onu salıverdi ve hic­retin 672. senesinde onu tekrar kadılık görevine iade etti.

Bu senenin şaban ayında Sultan Melikü'z-Zahir Akkâ'ya geldi. Şehre baskın düzenledi. Akkâ sahibi ondan ateşkes talebinde bulundu. Sultan onun bu isteğini kabul etti. On sene on ay on gün ve on saat sürey­le geçerli bir ateşkes antlaşması imzaladı ve Dımaşk'a döndü. Barış ya­zısı Darü's-Saade'de okundu. Ateşkes devam etti. Sonra sultan, îsmaili-ye beldelerine döndü ve oraların tamamını ele geçirdi. Kutbeddin dedi ki: «Bu senenin cemaziyelahir ayında Cebel kalesinde bir zürafa doğdu. Bir inek bunu emzirdi. Bu, daha önce misli görülmemiş bir olaydır.» [49]

 

Hicretin Altıyüzyetmişinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Şeyh Kemaleddin

 

Şeyh Kemaleddin Sellar b. Hasan b. Ömer b. Said. Erbilliydi. Şafiî mezhebine mensuptu. Şafiî mezhebinin alimlerindendi. Şeyh Muhyid-din en-Nevevî kendisinden ilim tahsil etmiştir. Ruyanî'nin el-Bahr adlı eserini bir kaç ciltte özetlemiştir. Bu eseri yanımda mevcut olup kendi el yazmasıdır. Dımaşk'ta bu eser fetvalarda kaynak gösterilirdi. Bu sene vefat edince Babü's-Sağir mezarlığına defnedildi. Badraiye medresesin­de ders ve fetva verirdi. Bu medreseyi vakfedenin vakfettiği zamandan beri bu seneye kadar orada kalmıştı. Bundan daha fazlasını da isteme­mişti. Nihayet bu sene vefat etti. [50]

 

Vecîhüddin Muhammed B. Alî B. Ebi Talîb

 

Vecihüddin Muhammed b. Ali b. Ebi Talip b. Süveyd et-Tikritî. Bü­yük bir tacirdi. Devlet erkânı tarafından saygıyla karşılanırdı. Özellike Melik Zahir de kendisine saygı gösterip ikramda bulunurdu. Çünkü Me­lik Zahir sultanlığa sahip olmadan önce emirliği zamanında ondan çok ikram görmüştü. Bu sene vefat etti ve Kasyun mezarlığındaki Nasirî hankâhı yakınında bulunan türbesine defnedildi. Halife her zaman ona mektup yazardı. Yazışmaları bütün hükümdarlar nezdinde kabul gö­rürdü. Şam'ın sahil beldelerindeki Haçlı kontları da onun mektuplarını beğenirlerdi. Tatarların hanı Hüîagu zamanında da itibar görmüştü. Çok sadaka veren, çok hayırlarda bulunan bir kimseydi. [51]

 

Necmeddin Yahya B. Muhammed B. Abdülvahid B. Lebudî

 

Hammamü'l-Feleki'l-Müberrer yanındaki Lebudiye binasını ta­biplere vakfetmişti. Tıp ilmine dair güzel bilgileri vardı. Dımaşk'ta di­van nazırlığı yaptı. Bu sene vefat etti ve Lebudiye'deki türbesine defne­dildi. [52]

 

Şeyh Ali El-Bekkâ

 

İbrahim peygamberlerin beldesinin (yani Halil kentinin) yakının­daki zaviyenin sahibidir. Salihliği ve ibadetiyle meşhurdu. Yanından geçenlere, kendisini ziyaret edenlere yemek yedirmekle şöhret kazan-mıştı^Melik Mansur Kalavun onu çok över ve onun hakkında şöyle der­di: «O, emir iken kendisiyle görüştüm. İleride bazı şeyler olacağını o za­man bana söylemişti ve söylediklerinin tamamı gerçekleşti. Benim hü­kümdar olacağımı söylemişti. Hükümdar oldum.»

Kutbeddin el-Yuninî bu sözleri nakletmiş tir. Bunları naklederken onun çok ağlayan bir kimse oluşunun sebebini de şöyle anlatmıştır:

Şeyh Ali'nin, harika halleri ve kerametleri olan bir adamla arka­daşlığı olmuştu. O adamla birlikte Bağdat'tan yola çıkmışlar ve Bağ­dat'a bir yıllık mesafedeki bir beldeye bir saatte ulaşmışlardı. Adam kendisine «Ben falan vakitte öleceğim. O vakit geldiğinde falan beldede beni bul» demişti. Hikâyenin bundan sonrasını Şeyh Ali'den dinleyelim: «Arkadaşımın bana bildirdiği vakit geldiğinde onun, gitmemi söylediği beldeye gittim. Yanma vardım can çekişiyordu. Yatağında doğu tarafı­na yönelmişti. Ben onu kıbleye döndürdüm. Ama tekrar doğuya döndü. Ben onu yine kıbleye döndürdüm. Gözünü açıp bana şöyle dedi: «Hiç bo­şuna yorulma. Ben mutlaka doğuya dönük olarak öleceğim.» Böyle dedi ve rahiplerin okudukları bazı duaları okumaya başladı. Ölünceye kadar o dualarla meşgul oldu. Ölünce onu o beldedeki bir kiliseye götürdük. Ki-lisedekilerin çok üzüntülü olduklarını gördük. Onlara «Nedir bu hali­niz?» diye sorduğumuzda dediler ki: «Yanımızda 100 yaşında ihtiyar bir adam vardı. Bu gün Müslüman olarak vefat etti» kendilerine; «Onun ye­rine şu ölüyü teslim alın. Adamımızı da buna karşılık bize verin» dedik. Müslüman olarak ölen ihtiyarı alıp yıkayıp kefenledik. Namazını kılıp Müslüman mezarlığına defnettik. Hristiyanlar da o arkadaşımı alıp Hristiyan mezarlığına defnettiler. Allah'tan bize güzel bir son nasip et­mesini diliyoruz.»

Şeyh Ali el-Bekkâ, bu senenin receb ayında vefat etti. [53]

 

Hicretin Altıyüzyetmişbîrînci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayının beşinde Sultan Melikü'z-Zahir, sahil beldelerinden gelirken Dımaşk'a uğradı. Burayı daha Önce fethetmiş, iş­leri yoluna koymuştu. Muharrem ayının sonlarında Kahire'ye gitti. Orada bir sene kaldıktan sonra bu senenin safer ayının dördünde Dı-maşk'a döndü. Yine muharrem ayında Nobe hükümdarı, Ayzab'a geldi. Buraların ahalisinin bir kısmını öldürdü. Tüccarlarının mallarını yağ-maladı. Öldürdükleri arasında, şehrin valisi ve kadısı da vardı.

Emir Alaeddin Aydoğdu el-Haznedar onun üzerine gitti. Askerle­rinden bir kısmını öldürdü. Ahalinin mallarını yağmaladı. Bazı yerleri yaktı. Bazı yerleri yıktı. Ülkeyi itaat altına aldı. Müslümanların öcünü de almış oldu. Hamd ve minnet Allah'adır.

Bu senenin rebiyülahır ayında Sahyun sahibi Emir Seyfeddin Mu-hammed b. Muzafferüddin Osman b. Nasirüddin Mengürs, yetmişyedi yaşındayken vefat etti. Babasının türbesine defnedildi. Sahyun ve Bez-riye'de tam onbir sene hüküm sürmüştü. Vefatından sonra oğlu Sabi-küddin tahta oturdu. Melik Zahir'e davetiye gönderdi. Melik Zahir de geleceğini bildirdi. Gelince ona Habz'i ikta' olarak verdi ve onu Sahyun ve Bezriye naibliğine atadı.

Bu sene cemaziyelahir ayının beşinde Sultan Melikü'z-Zahir as­kerleriyle birlikte Fırat'a ulaştı. Tatarların bir kısmının oralarda bu­lundukları haberini almıştı. Bu yüzden askerleriyle birlikte Fırat'a da­larak karşı tarafa geçti. Orada bulunan Tatarların büyük bir kısmını öl­dürdü. O günde Fırat'a ilk olarak Emir Seyfeddin Kalavun ile Bedred-din Beyserî dalmışlardı. Peşlerinden sultan da Fırat'a dalmıştı. Sonra Tatarların başına neler getirdi neler. Daha sonra Bire[54] taraflarına gitti. Orada bulunan başka bir gurup Tatar'ı kuşatma altına aldı. Tatarlar onun gelmekte olduğunu duyunca mallarını, mülklerini ve ağırlıklarını bırakıp oradan kaçmışlardı. Sultan, büyük bir debdebe ve alâyişle Bi-re'ye girdi. Ahaliye bol miktarda mal ve para dağıttı. Sonra cemaziyela­hir ayının üçünde esirleriyle birlikte Dımaşk'a döndü. Aynı ayın yedi­sinde Mısır'a gitmek üzere yola koyuldu. Oğlu Melikü's-Said onu karşı­lamak için şehir dışına çıkmıştı. Karşılaştılar ve ikisi birlikte Kahire'ye girdiler. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Sultan Melikü'z-Zahir'in askerleriyle birlikte Fırat'a dahşıyla ilgili olarak Kadı Şihabüd-din Mahmud el-Katib şöyle bir şiir okumuştu:

«Her nereye gidersen git. Herşeye hakim olan Allah seni koruya­caktır.

Dilediğin hükmü ver. Kader, senin muradına uygun olacaktır. Senin ortaya koyduğun ve rüknünü oluşturduğun din, Artık düşmanlar tarafından saldırıya uğramayacaktır. Başlar oynayıp hareket ettiğinde,

Senin yaylarının kirişinden ötürü coşup hareket ederler. Askerlerinle birlikte Fırat'a daldın. Ve dalgalar sizi karşı tarafa ulaştırdı. Nitekim haberler bize böyle geldi. Fırat'ın dalgaları seni taşıdı. Senden başka bir denizi kim görebilir. Senden başkalarını nehirler dahi küçük görürler. Yolları ve gurupları ayırdın.

Baskıncı askerlerinle hücum ettin. Karşında, denizdeki ve nehir­lerdeki dağlar dahi duramadı.»

Fırat'a dalıp karşı tarafa geçişi görenlerden biri de şöyle bir şiir okumuştu:

«Atlarımızla Fırat'a daldığımızda,   .

Mızrak ve kılıçlarımızla suların üstünü adeta örtmüştük. Dalgalara daldık, ama hareketimiz, suların akışını durdurmuştu. Nihayet zenginlik ve ganimetlerle geri döndük.»

Bir başkası da şöyle bir şiir okumuştu:

«Melikü'z-Zahir bizim sultammızdır. Mallarımız ve ailelerimizle ona feda oluruz. Moğollara karşı ateşlenen kalbin hararetini, Söndürmek için sulara atıldı.»

Bu senenin receb ayının üçünde salı günü Sultan Melikü'z-Zahir, maiyetindeki emirlerin tamamına, devlet erkânına ve askerlerin komu­tanlarına hil'atler giydirdi. Her insana layık olacak at, altın ve hü'atler verdi. Bütün bunlar için yaklaşık 300.000 dinar sarfetti.

Bu senenin şaban ayında Sultan Melikü'z-Zahir,

Mengütemr'e büyük hediyeler gönderdi

Şevval ayının onikisinde pazartesi günü sultan, hocası Şeyh Hızır el-Kürdî'yi kalede yanma çağırdı. Onun yaptığı bazı işleri tahkik ettirdi. Tahkikat neticesinde şeyhin tutuklanıp hapse atılmasını emretti. Son­ra da öldürülmesi için gereken emri verdi.

Bu senenin zilkade ayında îsmaililer, ellerinde bulunan Kehf, Kad-mus ve Münteka kalelerini teslim ettiler. Buna karşı bazı arazileri ikta' olarak aldılar. Böylece Şam'da onların elinde hiçbir kale kalmadı. Bu kalelere sultan kendi naiblerini atadı.

Bu sene sultan, Şam'ın sahil taraflarında köprü yapılmasını emret­ti. Oraya çok miktarda harcama yaptı. Böylece insanlar için büyük bir kolaylık meydana geldi. [55]

 

Hicretin Altıyüzyetmişbirinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Şeyh Taceddin Ebü'l-Muzaffer Muhammed B.Ahmed

 

Şeyh Taceddin Ebü'l-Muzaffer Muhammed b. Ahmed b. Hamza b. Ali b. Hibetüllah b. Havi et-Tağlibî ed-Dımaşkî. Dımaşk'ın önde gelenle-rindendi. Öksüz yurdunun ve emniyet teşkilatının müdürlüğünü yaptı. Sonra Beytü'1-mal vekilliğine atandı. Çok hadis dinledi. îbn Belyan, onun şeyhliğe atandığına dair fermanı getirdi. Bu fermanı Dınıaşk Ca-mii'nde Şeyh Şerefüddin el-Gararî okudu. Orada hazır bulunan bir grup ayan ve faziletli kimseler de bu fermanın okunuşunu dinlediler. Allah Şeyh Taceddin'e rahmet etsin. [56]

 

Hatip Fahreddin Ebu Muhammed

 

Fahreddin Ebu Muhammed Abdüîkahir b. Abdülganî b. Muham­med b. Ebi'l-Kasım b. Muhammed b. Teymiye el-Harranî. Harran hatibi idi. İlm, hitabet ve riyasetle tanınan bir ailedendir. Bu sene altmış yaşı­na yaklaşmış iken vefat etti ve Sofiye mezarlığına defnedildi. Allah rah­met etsin. Hadisi, dedesi Fahreddin'den dinlemişti, dedesi, meşhur Di-vanü'l-Hüteb adlı eserin sahibidir. Hatip Fahreddin bu sene Dımaşk dı­şındaki Kasır hankâhmda vefat etmişti. [57]

 

Şeyh Hızır B. Ebu Bekir El-Mehranî El-Adevî

 

Melik Zahir Baybars'ın şeyhi olup onun yanında itibar sahibiydi. Saygı görürdü. Yüksek mertebelere ulaşmıştı. Sultan, bizzat onun için yaptırmış olduğu Hüseyniye zaviyesine haftada bir ya da iki kez giderdi. Zaviyesinin yanında onun için bir cami de yaptırdı. Her cuma Şeyh Hızır orada hutbe irad ederdi. Sultan ona çok miktarda mal, para ve dilediği herşeyi verirdi. Zaviyesi için cidden çok şeyler vakfetmişti. Şeyh Hızır, sultanın kendisini sevmesi ve ona saygı göstermesinden dolayı avam ve havas tarafindan da saygı görürdü. Yanında oturduğunda sultan onun­la şakalaşırdı. Şeyh Hızır, hayırlı, dindar ve salih bir kimseydi. Sultana bir çok şeylerin olacağım önceden haber vermişti. Bir defasında Kudüs'teki Kıyame Kilisesi'ne girmiş, oranın keşişini kendi eliyle bo­ğazlamış, oradaki mallan kendi arkadaşlarına hibe etmişti. Aynı şekil­de İskenderiye'nin en büyük kilisesine de girmiş, oranın mallarım yağ­malamış, orayı bir mescide ve medreseye dönüştürmüş, Beytü'l-maldan oraya çok masraf yapmış ve oraya Medresetül-Hadra adını vermişti. Dı-maşk'taki Yahudi kilisesine (havra) de aynı şeyleri yapmış, içeriye gir­miş, içerideki alet ve eşyaları yağmalamış, orada bir ziyafet sofrası kur­muş orayı bir süre mescit olarak kullanmıştı. Sonra Yahudiler oranın tekrar kendilerine iade edilmesini ve kilise olarak bırakılmasını talep etmişlerdi.

Ancak bu sene Şeyh Hızır'ın hoş karşılanmayacak bazı hareketler­de bulunduğunu haber alan sultan, gerekli tahkikatı yaptırdı ve şeyhin zindana atılmasını gerektiren suçları irtikâb etmiş olduğunu anladı. Sonra da idam edilerek öldürülmesini emretti. Şeyh Hızır bu sene vefat etti ve kendi zaviyesine defnedildi. Allah onu bağışlasın.

Sultan Melikü'z-Zahir, onu çok severdi. Hatta onun adına muvafik olsun diye oğullarından birine de Hızır adını vermişti. Rabve'nin batı­sındaki dağda bulunan kubbe kendisine nisbet edilerek Şeyh Hızır Kub­besi adını almıştır. [58]

 

Et-Ta'ciz Adlı Eserin Musannifi

 

Allanae Taceddin Abdürrahim b. Muhammed b. Yunus b. Muham­med b. Sa'd b. Malik Ebü'l-Kasım el-Musılî. Fıkıh, riyaset ve tedrisatla ilgilenen bir ailedendir. Hicretin 598. senesinde doğdu. Hadis dinledi. İlim tahsil etti. Eser tasnif etti. et-Ta'ciz adlı kitabını "el-Veciz" adıyla ihtisar etti. el-Mahsul adlı eserin de muhtasarını hazırladı. Rükneddin et-Tavusî'den öğrendiği hilaf ilminde kendisinin de özel bir metodu var­dır. Dedesi İmadüddin b. Yunus, kendi zamanında mezhebinin şeyhi idi. Nitekim daha önceki sayfalarda bu hususlardan da bahsedilmiştir. [59]

 

Hicretin Altıyüzyetmişîkincî Senesi

 

Bu senenin safer ayında Sultan Melikü'z-Zahir Dımaşk'a geldi. Abağa'nın Bağdat'a ulaştığı ve oradan da avlandığı haberini almıştı. Bunun üzerine gerekli hazırlığı yapmaları için Mısır askerlerine haber gönderdi. Kendisi de onunla karşılaşmaya hazırlandı.

Bu senenin cemaziyelahir ayında sultan, Kerh melikinin Dı­maşk'a, yanma gelmesini emretti. O da kılık değiştirerek Beyt-i Mak-dis'i ziyarete gelmiş, ancak farkedümiş ve yakalanarak sultanın huzu­runa görütülmüş ve kalede zindana atılmıştı.

Bu sene Kahire dışındaki Deyrüttin Camii'nin yapımı tamamlandı ve orada cuma namazı kılındı.

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir, Kahire'ye gitti ve receb ayının yedi­sinde şehre girdi.

Ramazan ayının sonlarında Sultan Melikü'z-Zahir'in oğlu, Melik Said, bir gurup askerle Dımaşk'a girdi. Orada bir ay kaldıktan sonra

geri döndü.

Sultan, ramazan bayramında şeyhinin adım verdiği oğlu Hızır'ı sünnet ettirdi. Onunla birlikte bir gurup ümerânın da çocuklarını sün­net ettirdi. O gün muazzam bir gündü.

Bu sene Tatar hanı, Bağdat divan sahibi Alaeddin'i Tüster'e ve ka­zalarına nâib olarak atadı. O da işleri yoluna koymak için Tüster'e gitti. Orada tüccar çocuklarından (Li) adındaki bir gencin Kur'an okuduğu­nu, fıkıhtan bir şeyler öğrendiğini, Ibn Sina'nın el-İşarat adlı eserini de okuduğunu ve ilm-i nücuma baktığını gördü. Sonra bu genç, kendisinin Meryem oğlu İsa olduğunu iddia etmiş, oralardaki bir kısım cahil insan­lar da onun sözlerini doğrulamışlardı. Li, kendisine tabi olan kimselerin ikindi ve yatsı namazlarını kılmaktan muaf tutulduklarını bildirmişti. Onu yakalayıp huzura getirdiler. Alaeddin onu sorguladı. Zeki bir insan olduğunu gördü. Bütün bunları kasten yaptığını anladı ve huzurunda onu öldürttü. Öldürttüğünden ötürü Allah Alaeddin'e hayır mükâfat versin. Sonra Alaeddin, halka emir verdi; o gencin mallarını, eşyalarını, ona tabi olan kimselerin de varlıklarını yağmaladılar. [60]

 

Hicretin Altıyüzyetmişîkincî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Müeyyedüddin Ebü'l-Meâlî Es-Sadr Er-Reîs

 

Es'ad b. Galib el-Muzafferî b. Vezir Müeyyedüddin Es'ad b. Hamza b. Esad b. Ali b. Muhammed et-Temimî b. Kalanisî. Bu sene vefat eder­ken doksan yaşını aşmıştı. Bol bir nimete sahipti. Yaşlı ve reis bir kim­seydi. Resmi görevlere atanmak istemezdi. îbn Süveyd'den sonra onu sultanın özel işlerini görmekle mükellef kıldılar. Ancak o bu görevi ma­aş karşılığı olmaksızın kabul etti. Bu sene kendi bahçesinde vefat etti. Muharrem ayının onüçünde salı günü Kasyun mezarlığına defnedildi. Babası İzzeddin Hamza, Dımaşk ve Kahire beldelerinin reisliğini yap­mıştı. Dedeleri Müeyyedüddin Es'ad b. Hamza el-Kebir ise Melik Efdal Ali b. Nasır'm vezirliğini yapmıştı. Reis ve faziletli bir kimse olup el-Va-siyye fi Ahlaki'l-Marziye adlı eseri ve başka eserleri de vardır. Güzel şiir­ler de yazmıştır. Şiirlerinden biri şudur:

«Ya Rab mezarın beni bağrına bastığında; Beni ateşten koruyacak rahmetini bana bahşet.

Sana komşu olduğumda, bana güzelce komşuluk muamelesi yap, mezarımda...

Çünkü sen komşuya iyi davranmayı emretmişsin.»

Müeyyedüddin Ebü'l-Meâli'nin dedesi Hamza'nm babasına gelin­ce, onun şeceresi şöyledir: Hamza b. Es'ad b. Ali b. Muhammed et-Temimî. Amid lakabını taşıyan bu zât, gerçekten güzel yazı yazardı. Hicretin 440. senesinden 505. senesinde vefat edinceye dek geçen za­man içinde cereyan eden hadiselerin tarihini yazmıştır. [61]

 

El-Emiru'l-Kebîr Farisü'd-Dîn Aktay

 

Müsta'reb Araplardan olup Mısır diyarının atabeği idi. Önceleri İbn Yümn'ün kölesiydi. Sonra Salih Eyyub'un kölesi oldu. Salih Eyyup onu emirliğe tayin etti. Sonra Muzaffer'in hakimiyeti zamanında şanı yüceldi ve askerlerin atabeği oldu. Muzaffer öldürülünce emirler tahta göz koydular. Bunun üzerine Farisüddin Aktay, Melik Zahir'e be^at et­ti. Askerler de ona uyarak Melik Zahir'e be/at ettiler. Melik Zahir onun bu iyiliğini hiç unutmamış, onu hep takdir etmişti. Ancak Farisüddin Aktay, ölmeden kısa bir süre önce Melik Zahir'in gözünden düşmüştü. Bu sene Kahire'de vefat etti. [62]

 

Şeyh Abdullah B. Ganim

 

Şeyh Abdullah b. Ganim b. Ali b. İbrahim b. Asakir b. Hüseyin el-Makdisî. Nablus'ta bir zaviyesi vardı. Yüksek manalar içeren şiirleri vardır. Tasavvuf ilminde güçlü sözleri vardır. el-Yuninî onun biyografi­sini uzun uzadıya anlatmış ve bir çok şiirlerim nakletmiştir. [63]

 

Kadilkudat Kemaleddin

 

Kadilkudat Kemaleddin Ebü'1-Feth Ömer b. Bendar b. Ömer b. Ali. Tiflislidir. Şafiî mezhebine mensuptur. Hicretin 601. senesinde Tiflis'te doğdu. Faziletli bir alim olup usul ve münazara erbabmdandı. Bir süre kadı naibliği yaptı. Sonra Hülagu'nun zamanında asaleten bu görevi yü­rüttü. İffetli ve nezih bir kimseydi. Çoluk çocuğu kalabalık olduğu, malı da az olduğu halde bir makam ve müderrislik istemedi. Hülagu'nun ha­kimiyeti sona erince bazı kimseler kendisine gazaplandılar. Sonra Ka-hire'ye gitmeye zorlandı, gitti. Orada ikamete başladı. İnsanlara faydalı bilgiler verdi. Nihayet bu senenin rebiyülevvel ayında Kahire'de vefat etti ve Küçük Kurafe mezarlığına defnedildi. [64]

 

İsmail B. İbrahim B. Sakir B. Abdullah

 

Tenuh kabilesindendir. Tenuh kabilesi de Kudaa'mn bir koludur. Büyük devlet adamlarındandır. Nasır Davud b. Muazzam'm inşa katip­liğini yaptı. Nureddin Zengi'nin kurduğu hastahanenin yöneticiliğini ve diğer idari görevleri üstlendi. Yönetimi şükranla karşılanan bir kim­seydi. Birçok kimseler kendisini övmüşlerdir. Bu sene seksen yaşını aşmış iken vefat etti! Şiirlerinden biri şudur:

«Kendisini göklerin Rabbine bağlayan bir emeli olmayıp, başkasına bel bağlayan kimsenin umudu boşa çıkar.

Ana rahminde iken kendisinin rızkını tekeffül eden Allah'tan başka, Güvenilir bir dayanak mı arıyor o insan?»

Şu şiir de İsmail b. İbrahim'e aittir:

«Dilim, sizin evsafınızı söylemekten aciz kaldı, sustu.

Ne desin ki; siz, sizsiniz.

Durum, söyleyicinin söylemesinden çok daha büyüktür.

Akıl, sizi anlatma hususunda şaşkına dönmüştür.

Acizlik ve kusur, benim sürekli vasfimdır.

Ama iyilik ve ihsan, sizin vasfınız olarak biliniyor.» [65]

 

Elfiye Adlı Eserin Sahibi İbn Mâlik

 

Şeyh Cemaleddin Muhammed b. Abdullah b. Mâlik Ebu Abdillah et-Tai el-Hayyanî. Nahivciydi. Faydalı ve meşhur eserlerin sahibidir. el-Kâfiyetü'ş-Şafiye ve şerhi, et-Teshil ve şerhi, oğlu Bedreddin tarafın­dan faydalı bir şekilde şerhedilen Elfiye adlı eseri ve daha bir çok eserle­ri vardır. Bir süre Haleb'te sonra Dımaşk'ta ikamet etti. îbn Hallikan'la çok görüştü. Birçok kimseler kendisini övmüşlerdir. Kadı Bedreddin b. Cemaa, ondan rivayetlerde bulunmuştur. İbn Mâlik, şeyhimiz Alenıüd-din el-Berzalî'ye icazet vermiştir. îbn Mâlik bu senenin ramazan ayının onikisinde çarşamba gecesi Dımaşk'ta vefat etti ve Kasyun mezarlığın­da Kadı îzzeddin Saiğ'in türbesine defnedildi. [66]

 

Naşir Et-Tûsî

 

Muhammed b. Abdullah et-Tûsî. Kendisine Mevla Nasireddin de­nilirdi. Hace Nasireddin de denilirdi. Gençliğinde ilim tahsiliyle uğraş­tı. Felsefe ve kelam ilimlerini güzelce tahsil etti. İlm-i kelâma dair eser­ler tasnif etti. îbn Sina'nın el-îşarat adlı eserini şerh etti. îsmaililerin Alamut kalesinin emirine vezirlik yaptı. Sonra da Hülagu'ya vezirlik yaptı ve Bağdat baskınında Hülagu'nun yanındaydı. Bazı kimseler onun, halifeyi öldürmesi için Hülagu'ya öneride bulunduğunu iddia et­mişlerdir. Doğrusunu Allah bilir. Bence akıllı ve faziletli bir kimsenin böyle bir teklifte bulunması mümkün değildir. Bazı Bağdatlılar kendi­sinden sitayişle bahsetmişlerdir. Onun akıllı, faziletli, ahlaki yücelikle­re sahip bir kimse olduğunu söylemişlerdir. Halife Nasır Lidinillah için hazırlanan Musa b. Cafer'in mesnedine defnedilmiş tir. Merağa'daki rasathaneyi yaptırmıştır. Oraya felsefeci, kelama, fakih, muhaddis, ta­bip ve diğer bazı faziletli alimleri tayin etmiştir. Kendisi için de o rasat­hanede büyük bir kubbe yaptırmış, oraya cidden çok kitaplar koymuş­tur. Bu senenin zilhicce ayının onikisinde Bağdat'ta yetmişbeş yaşın­dayken vefat etmiştir. Kuvvetli ve güzel şiirleri vardır. Muin Salim b. Bidar b. Ali el-Mısrî el-Mutezilî'den ilim tahsil etti. Bu hocası Şiî'ydi. Kendisinde birçok yaralar açtı. Nihayet akidesini bozdu. [67]

 

Şeyh Salim El-Berkî

 

Küçük Kurafe'deki hankâhm sahibidir. Salih ve ibadet ehli bir kim­seydi. Duasını almak için ziyaretine gelinirdi. Bu günde onun yolunda giden tanınmış arkadaşları ve müridleri vardır. [68]

 

Hicretin Altıyüzyetmişüçüncü Senesi

 

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir, aralarında Kaçkar el-Hamevî'nin de bulunduğu onüç emirin kendisine karşı komplo içinde bulundukları­nı anladı. Bunlar, Tatarlarla mektuplaşıyor ve İslâm ülkesine hücum etmelerini teklif ediyorlardı. Sonra da sultana karşı kendilerinin-yanla-rında yer alacaklarını bildiriyorlardı. Bu emirler yakalandılar. Sorgu­lama neticesinde suçlarını itiraf ettiler. Tatarlarla yaptıkları yazışma­ların bir kısmı ele geçirildi. Bu, onların sonu oldu.

Bu sene sultan, askerleriyle birlikte Mısır'dan yola koyuldu. Rama-zan'm yirmibirinde pazartesi günü Sis şehrine girdi. Askerleri orada sa­yılarını ancak Allah'ın bildiği miktarda Sisliyi öldürdüler. Çok miktar­da sığır, koyun, mal, eşya, binek ve davarı ganimet olarak ele geçirdiler. Bunları çok ucuz fiyata sattılar. Sonra sultan oradan ayrılıp döndü. Zil­hicce ayında güçlenmiş ve muzaffer olarak Dımaşk'a girdi, yılbaşına ka­dar orada kaldı.

Bu sene Musullular kum fırtınasına yakalandılar. Bu firtına ufuk­ları dahi kapladı. İnsanlar evlerinden çıkıp bu belayı üzerlerinden def etmesi için Allah'a yalvarıp yakardılar. Nihayet bu sıkıntıdan kurtuldu­lar. Doğruyu en iyi bilen zât, elbetteki yüce Allah'tır. [69]

 

Hicretin Altıyüzyetmişüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

İbnatâel-Hanefî

 

Kadilkudat Şemseddin Ebu Muhammed Abdillah b. Şeyh Şerefüd-din Muhammed b. Atâ b. Hasan b. Atâ Cübeyr b. Cabir b. Vüheyb el-Ez-ra'î el-Hanefî. Hicretin 595. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Ebu Hanife mezhebinin fıkhım öğrendi. Bir süre Şafiîlerin kadı vekilliğini yaptı. Sonra dört mezhebe göre kadıların atamasının yapıldığı ilk atamada Hanefîlerin asil kadılığına atandı. İnsanların emlâkine el konulduğun­da sultan ondan, bunun Hanefi mezhebine uygun olduğuna dair bir hü­küm vermesini istedi. O da buna kızarak «Bunlar, sahiplerinin ellerinde bulunan mülklerdir. Herhangi bir Müslümanın bunlara ilişmesi helal olmaz.» dedi ve sultanın meclisinden kalkıp gitti. Sultan da onun bu ha­reketine çok öfkelendi. Sonra öfkesi dindi. Onu hem över hem metheder sonra da «Onun yazılarından başkasını sabit görmeyin» derdi.

İbn Ata seçkin alimlerden biri olup çok mütevazi idi. Dünyaya rağ­beti azdı. İbn Cemaa ondan hadis rivayet etmiştir. Kendisi de Berzaliye icazet vermiştir. Bu senenin cemaziyelevvel ayının dokuzunda cuma günü vefat etti. Kasyun mezarlığındaki Muazzamiye yakınlarına def­nedildi. Yüce Allah kendisine rahmet etsin. [70]

 

Beymend B. Beymend B. Beymend

 

Haçlıların Trablus prensi idi. Dedesi Trablus'u hicri 500. sene sınır­larında İbn Ammar'dan teslim alan Binti Sayhal adındaki kadının veki­li idi. Binti Sayhal öksüz bir kadın olup denizdeki bir adada yaşardı. Beymend'in dedesi b. Sayha'nm uzaklarda olması yüzünden bu beldele­ri istila etti. Sonra oğlu daha sonra torunu buralarda bağımsız hüküm­dar oldular. Beymend güzel görünüşlü ve endam sahibi bir kimseydi. Kutbeddin el-Yonini: «Kutboğa Noyan'ı tebrike geldiğinde hicretin 658. senesinde Beymend'i Baalbek'te gördüm. Kutboğa Noyan'dan Baalbek'i istemişti. Bu, Müslümanların çok ağırına gitmişti. Bu sene ölünce Trab­lus Kilisesi'ne defnedildi. Hicretin 688. senesinde Müslümanlar Trab­lus'u fethettiklerinde insanlar Beymend'in mezarım açtılar. Onu mezardan çıkarıp kemiklerini çöplüğe, köpeklerin önüne attılar.» [71]

 

Hicretin Altıyüzyetmîşdördüncü Senesi

 

Bu senenin cemaziyelevvel ayının sekizinde perşembe günü Tatar­lar 30.000 savaşçılarıyla Bire'ye geldiler. Bunların 15.000'i Moğol, 15.000'i de Rum askeriydi. Bu birleşik ordunun komutanı da Abaka-han'm emri ile tayin edilen Pervane idi. Beraberlerinde Musul askerleri, Mardin askerleri ve Kürtler de vardı. Bire şehrine karşı yirmiüç mancı­nık kurdular. Bireliler geceleyin kaleden çıkıp Tatar askerine baskın yaptılar. Mancınıklarını yaktılar. Çok miktarda mallarını yağmaladı­lar ve salimen evlerine döndüler. Tatar askerleri cemaziyelevvel ayının ondokuzuna kadar orada kaldılar. Sonra umdukları hayra kavuşama-dan öfkeleriyle geri döndüler. Savaşta Allah müminlere yetti. Allah güç­lü ve muktedirdir.

Sultan Melikü'z-Zahir, Tatarların Bire'ye geldiklerini duyunca as­kerlerini hazırlamak için 600.000 dinar para harcadı. Sonra oğlu Said'i de yanma alarak acele ile sefere çıktı. Yoldayken Tatarların Bire'den ge­ri döndüklerini duydu. Bunun üzerine kendisi de Dımaşk'a döndü. Son­ra receb ayında Kahire'ye girdi. Orada çeşitli ülkelerin hükümdarların­dan gelen yirmibeş elçiyi buldu. Elçiler kendisini beklemekteydiler. Onu karşıladılar. Onunla konuştular. Huzurunda yer öptüler. Sultan Melikü'z-Zahir de büyük bir debdebeyle kaleye girdi.

Pervane, Anadolu'ya dönünce aralarında Şerefüddin Mes'ud b.

Hatiri, Ziyaeddin Mahnıud b. Hatirî, Eminüddin Mikâil, Hüsameddin Micar, Hüsameddin'in oğlu Bahaeddin'in de bulunduğu bir grup büyük ümera Sultan Melikü'z-Zahir'in yanında yer almaya ve onunla omuz omuza vererek Abakahan'la savaşmaya yemin ettiler. Pervane de bu durumu bir mektupla Sultan Melikü'z-Zahir'e bildirdi. Ondan, kendisi­ne asker göndermesini istedi. Tatarlara yaptığı iyiliği kendisine de ya­pacağını söyledi. Gıyaseddin Gencerî'nin, Rum memleketinin tahtında oturmasına müsaade edilmesini de istedi.

Bu sene Bağdatlılar üç gün süreyle yağmur duasına çıktılar. Ancak yine de yağmur yağmadı. Bu senenin ramazan ayında gündüz bir erkek­le bir kadının zina yapmakta oldukları görüldü. Suç üstü yakalandılar. Divan sahibi Alaeddin, bunların recin edilmelerini emretti, recmedildi-ler. Bağdat şehri kurulalı o zamana dek hiç kimse orada recm edilme­mişti. Bu, cidden garip bir durumdur.

Bu sene Dınıaşklüar da iki kez yağmur duasına çıktılar. Biri receb ayının sonlarında, biri de şaban ayının başlarındaydı. Aynı zamanda ocak ayına denk gelmişti. Ancak onlar da yağmur yüzünü göremediler. Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir, Dankala'ya bir askeri birlik gön­derdi. Bu askerler Sudan ordusunu mağlup ettiler. Onlardan bir kısmı­nı öldürdüler. Çoklarını esir aldılar. Öyleki bir köle üç dirheme satılır ol­du. Sudanlı zencilerin melikleri Davud'a, Nube sahibinin yanına kaçtıi Nobe sahibi de onu muhafaza altında Sultan Melikü'z-Zahir1 e gönderdi. Sultan Melikü'z-Zahir de Dankale halkının kendisine yıllık cizye öde­melerini kararlaştırdı. Bütün bu olup bitenler, bu senenin şaban ayında

vuku bulmuştu.

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir'in oğlu Melik Said, Emir Seyfeddin Kalavun el-Elfî'nin kızıyla evlendi. Evlenme töreninde sultan ve devlet erkânı da hazır bulundular. Mehir olarak 5.000 dinar üzerinde anlaşma yapıldı. Bunun 2.000 dinarı peşin ödendi. Akdi yazıp okuyan kişi, Muh-yiddin b. Abdü'z-Zahir'di. Kendisine de 100 dinar verildi ve hil'at giydi­rildi.

Sonra Sultan Melikü'z-Zahir sefere çıktı. Hısn-ı Kerek'e ulaştı. Orada bulunan Kaymazileri topladı. 600 kişi oldukları görüldü. Bunla­rın idam edilmelerini emretti. Araya ricacılar girince onları serbest bı­raktı. Ancak Mısır'a sürgün etti. Sultan Melikü'z-Zahir, bunların, kale­de bulunanları Öldürmek ve başlarına bir melik geçirmek niyetinde ol­duklarım duymuştu. Kaleyi teslim alıp Tevaşi (Hadım) Şemseddin Rıd­van es-Süheylî'ye verdi. Sonra bu ayın sonlarında Dımaşk'a döndü. Aym yirmisekizinde cuma günü Dımaşk'a girdi.

Bu sene Ahlat'ta bir deprem meydana geldi. Sarsıntıların ucu Di­yarbakır'a kadar ulaştı. [72]

 

Hicretin Altıyüzyetmîşdördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Şeyh İmam El-Allame

 

Şeyh İmam el-Mulame el-Edib Taceddin Ebü's-Senâ Mahmud b. Abid b. Hüseyin b. Muhammed b. Ali et-Teroimî es-Serhadî. Hanefî mez­hebine mensuptu. Fıkıh ve edebiyat ilminde meşhurdu. Salihlik, nefis temizliği ve ahlâki üstünlüğü ile tanınmıştı. Hicretin 578. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Rivayet etti. Bu senenin rebiyülahir ayında vefat etti. Sufîye mezarlığına defnedildi. Vefat ederken doksanaltı yaşınday­dı. Allah kendisine rahmet etsin. [73]

 

Şeyh İmam İmadüddin Abdülaziz

 

Şeyh İmam İmadüddin Abdülaziz b. Muhammed b. Abdülkadir b. Abdullah b. Halil b. Mukalled el-Ensarî. Dımaşklıydı. İbn Saiğ adıyla tanınmıştır. Azraviye medresesinde müderrislik yaptı. Kaledeki hazine şahitliği de yaptı. Güzel hesap bilirdi. Hadis dinledi ve rivayet etti. Bu sene vefat etti ve Kasyun mezarlığına defnedildi. [74]

 

Tarihçi İbn Saî

 

Taceddin b. Muhtesib. İbn Sâi diye tanınmıştır. Bağdatlıdır. Hicre­tin 593. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Tarihle ilgilendi. Eser derleyip tasnif etti. Hafızası sağlam değildi. Zaptı mükemmel insanlardan da de­ğildi. Vefat ederken İbn Neccar, vasiyetini ona yapmıştı. Bir tarihi var­dır. Bu eserinin büyük bir kısmı yanımda mevcuttur. Başka faydalı tas­nif eserleri de vardır. En son tasnif ettiği eser, "Kitabün fi'z-Zühhad"dır. Bu eserin haşiyesinde Zekiyyüddin Abdullah b. Habib el-Kâtib şöyle bir şiir yazmıştır:

«Taceddin, ömrünün uzunca bir kısmında hep, ilim talebiyle ve ilmi eserleri tedvin etmekle uğraştı. Onun bu yaptıkları faydalıdır. Asla zararlı değildir.

Tasnifatı ile benden üstün oldu. Bu da hayırlı bir sondur.» [75]

 

Hicretin Altıyüzyetmişbeşinci Senesi

 

Bu senenin muharrem ayının üçünde Sultan Melikü'z-Zahir Dı-maşk'a girdi. Askerleri Haleb'e şevketti, askerler kendisinden önce Ha­leb'e varmışlardı. Sonra kendisi de oraya gidince öncü birlik olarak Bedreddin Atabekî komutasında 1.000 süvariyi Filistin'e gönderdi. Kendisi orada Rum askerlerinden bir toplulukla karşılaştı. Yanma geldiler. He­diyeler sundular. Ondan, İslâm beldelerine girmek için izin istedieler. O da onlara bu izni verdi. Aralarında Bicann ve İbn Hatir'in de bulunduğu bir grup İslâm ülkesine girdi. Sultan, onların Kahire'ye girebilmeleri için gerekli buyruğu yazdı. Onlar Kahire'ye girişlerinde sultanın oğlu Melikü's-Said tarafından karşılandılar. Sonra sultan, Haleb'ten ayrılıp Kahire'ye döndü. Rebiyülahir ayının onikisinde Kahire'ye girdi.

Bu senenin cemaziyelevvel ayının beşinde Sultan Meliku'z-Zahir, oğlu Melik Said'in, Kalavun'un kızıyla evlenmesi münasebetiyle düğün yaptırdı. Bu işe cidden büyük önem verdi. Askerler meydanda beşgün süreyle oynayıp cirit attılar. Birbirlerinin üzerine sıçradılar. Sonra sul­tan, emirlere ve makam sahiplerine hiPat giydirdi. Mısır'da toplam ola­rak 1.300 hil'at giydirnıişti. Şam'daki önde gelen ayan tabakasına da hil'at giydirilmesi için ferman gönderdi. Sultan, eşraf ve halk tabakası­nın katıldığı büyük bir sofra kurdurdu. Gelen giden herkes bu sofraya kuruldu. Tatar ve Haçlı elçileri de buraya geldiler. Üzerlerinde muaz­zam hil'atlar vardı. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Hama sahibi de büyük armağanlarla birlikte tebrik için Mısır'a geldi. Şevval ayının onbirinde Kahire şehrinde gelin mahfeye bindirilip Kabe örtüsü­ne hüründürülerek dolaştırıldı. O gün cidden görülmeğe değer muaz­zam bir gündü. [76]

 

Biliştin[77] Savaşı Ve Kisariye'nin Fethi

 

Sultan Meliku'z-Zahir, askerleriyle birlikte Mısır'dan hareket etti. Şevval ayının onyedisinde Dımaşk'a ulaştı. Orada üç gün kaldıktan son­ra tekrar yola revan oldu. Zilkade ayı başında Haleb'e girdi. Orada bir gün kaldı. Haleb naibinin Fırat kıyısında fenerleri koruması için nöbetçi askerler dikmesini emretti. Kendisi yoluna devam etti. Yarım günde derbendi katetti. Yoldayken Sungur el-Aşkar, 3.000 Moğol askerleriyle karşılaştı. Zilkade ayının dokuzunda perşembe günü onları hezimete uğrattı. İslâm askerleri dağlara tırmandılar. Biliştin ovasını seyretti­ler. Tatarların askerlerini tabiye ettiklerini gördüler. Tatar askerleri 10.000 savaşçıdan ibaretti. Bunlar, kendilerine ihanet etmelerinden korktukları için Rum askerlerini yanlarından uzaklaştırmalardı. İslâm ordusuyla Tatar ordusu birbirlerini görünce İslâm ordusu Tatar­ların sol cenahına hamle yaptı. Sultanın sancak direği kırıldı. Bir grup Tatar askeri İslâm ordusunun saflarına sızdı. Sağ cenaha doğru ilerledi. Sultan bu durumu görünce maiyetindeki yedek askerle birlikte bizzat kendisi takviye olarak safları sıklaştırdı. Sonra sol cenahın çökmek üzere olduğunu gördü. Yanındaki askerlerle birlikte orayı takviye etti ve Tatarlara hep birlikte saldırdılar. Bu durumu gören Tatarlar da binek­lerinden inip Müslümanlarla şiddetlice savaştılar. Müslümanlar o es­nada büyük bir sabır ve dayanıklılık gösterdiler. Neticede Cenâb-ı Al­lah, zaferini Müslümanların üzerine indirdi. İslâm askerleri, Tatarları her taraftan çembere aldılar. Onlardan çoğunu öldürdüler. Ancak Müs­lümanlardan da birçok asker şehit edilmişti. Öldürülenler arasında bü­yük Emir Ziyaeddin b. Hatir, Seyfeddin Kaymaz, Seyfeddin Benco el-Caşnigir[78], İzzeddin Aybek es-Sakafî de vardı. Neticede Moğol emirlerin­den de bir grup esir alındı. Esirler arasında Rum ümerası da vardı. Per­vane kaçıp kendini kurtarmış ve zilkade ayının onikisinde pazar sabahı Kisariye'ye girmişti. Rum emirleri hükümdarlarına, Tatarların Bilis-tin'de bozguna uğradıklarını bildirdiler. Bunun üzerine Rum hükümda­rı da Emirlerine, Bilistin'den uzaklaşmalarını ve orayı tahliye etmeleri­ni emretti. Zilkade ayının yedisinde Sultan Melik Zahir, Bilistin'e girdi. Orada cuma namazını kıldı ve hutbe irâd etti. Sonra güçlenmiş ve mu­zaffer olarak geri döndü. İslâm ülkesinin bütün beldelerinde sevinç da­vulları çalındı. Müminler o gün Allah'ın zaferi sebebiye çok sevinmişler­di. Abakahan bu durumdan haberdar olunca gelip olay yerini askerle­riyle birlikte incelemiş, orada öldürülen Moğol askerlerini görmüş, bu­na çok öfkelenmiş, Pervane'ye karşı düşmanlığı şiddetlenmişti. Çünkü Pervane ona işin içyüzünü açıklamamıştı. Bu sebeple Abakahan, Sul­tan Melik Zahir'in bu kadar güçlü olmadığını zannetmiş ve Kisariyeli-lerle o yörenin halkına olan gazabı artmıştı. Bu yüzden onlardan 200.000 kadar insanı öldürmüştü. Bir rivayette anlatıldığına göre Kisa-riye ve Erzeni-Rum (Erzurum) halkından 500.000 kişiyi öldürmüştür. Öldürdükleri arasında Kadı Celaleddin Habip de vardı. İnna lillah ve inna ileyhi raciun (doğrusu biz Allah'a aidiz ve O'na dönücüleriz). [79]

 

Hicretin Altıyüzyetmişbeşîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Şeyh Ebü'l-Fadl B. Şeyh Ubeyd B. Adülhalik Ed-Dımaşkî                                 

 

Bu sene vefat etti ve Şeyh Arslan'm mezarının yakınma defnedildi. Şeyh Alemüddin dedi ki: «Anlatıldığına göre Şeyh Ebü'1-Fadl b. Şeyh Ubeyd, hicretin 564. senesinde doğmuştur.» [80]

 

Tavaşî Yümnü'l-Habeşî

 

Harem-i Şerifteki hizmetçilerin reisi idi. Dindar, akıllı, adaletli, lehçesi düzgün bir kimseydi. Bu sene yetmişyedi yaşındayken vefat etti. Allah kendisine rahmet etsin. Ai»in. [81]

 

Şeyh Muhaddis Şemseddin Ebü'l-Abbas

 

Şeceresi şöyledir: Ahmed b. Muhammed b. Abdullah b. Ebu Bekir. Aslen Musulludur. Sonraları Dımaşk'a yerleşmiştir. Sofi idi. Çokça ha­dis dinledi. Büyük kitapları güzel ve orjinal yazısıyla yazdı. Bu sene yet­miş yaşını aşmış iken vefat etti ve Babü'l-Feradis mezarlığına defnedil­di. [82]

 

Şair Şihabüddîn Ebü'l-Mekârîm

 

Şeceresi şöyledir: Muhammed b. Yusuf b. Mes'ud b. Bereket b. Sa­lim b. Abdullah eş-Şeybanî. Telafarlıdır. Şiir divanı vardır. Bu sene sek­sen yaşını aşmış iken Hama'da vefat etti. Şairler onun şiirde üstünlüğü­nü kabul ederlerdi. Bu ilimde ileri mertebelerde olduğunu söylerlerdi. Şiirlerinden biri şudur:

«Ey emellerin varacağı son merci, dilim seni zikretmekle ıslaktır.

Aşkımdan ve hüznümden ötürü hatip ve şair olmuşum.

Senin zatının güzelliğini anlatmak için nazım yapıyorum.

Senin bana yaptıklarından dolayı gözyaşlarını dökülüyor ve etrafa saçılıyor.» [83]

 

Kadı Şemseddin

 

Şeceresi şöyledir: Şenıseddin Ali b. Mahmud b. Ali b. Asım eş-Şehrezorî ed-Dımaşkî. Kaynıaziye medresesinde müderrislik yapmıştı. Kendisinin ve kendisinden sonra frtirriyetinden ehil olanların orada ders vermelerini, bu medreseyi vakfeden kişi şart koşmuştu. Bu sene vefat edinceye dek orada ders verdi. Kendisinden sonra oğlu Selahad-din, ondan sonra torunu İbn Cema'a uzun bir süre ders verdi. Şemseddin Ali, ilk görevinde İbn Hallikan'a niyabeten kadılık yapmıştı. Sağlam bil­gilere sahip bir fakihti. Mezhebin nakledicisiydi. Allah ona rahmet et­sin. İbn Adimle birlikte Bağdat'a gitmiş, orada hadis dinlemişti. Bu se­ne vefat etti. İbn Salah'ın mezarının yakınında Sufiye mezarlığına def-nedilnıişti. [84]

 

Şeyh Ebu Îshak İbrahim B. Sadullah

 

Salih, alim ve zahid bir şeyh olan bu zatın şeceresi şöyledir: Ebu Ishak İbrahim b. Sadullah b. Cemâa b. Ali b. Cemaa b. Hazim b. Sencer el-Kinanî el-Hamevî. Fıkıh ve hadis bilgisi vardı. Hicretin 596. senesin­de Hama'da doğdu. Bu sene Kudüs'de vefat etti ve Mamila mezarlığına defnedildi. Sahr İbn Asâkir'den hadis dinledi. Oğlu Kadilkudat Bedred-din b. Cemaa da kendisinden hadis rivayet etti. [85]

 

Şeyh Cendel B. Muhammed El-Meninî

 

Salih bir insandı. İbadet ve zühd erbabından olup salih ameller iş­lerdi. Menin'de bulunduğu zamanlarda insanlar ziyaretine gelirlerdi. Yanında hazır bulunanların anlamadığı birçok sözler söylerdi. Garip ifadeler kullanırdı. Şeyh Taceddin, onun şöyle dediğini duyduğunu söy­lemiştir:

«Boyun eğip yalvarmak kadar insanı Allah'a yaklaştıran başka bir şey yoktur. Hüzün içinde bulunan kişi, Allah yolundan uzaklaşır. Oysa kendisi böyle yapmakla Allah'a ulaşacağına inanır. Uzaklaşacağını an­layacak olsa bu tutumundan vazgeçer. Çünkü ehl-i sülûkün yolu bu me-. toda dayanmaz. Ancak sabit akıllı kimseler böyle yaparlar.

Sema, işsiz güçsüz insanların vazifesidir.»

Şeyh Taceddin dedi ki: «Şeyh Cendel, ehl-i tarikten olup muhakkik alimlerdendi. Hicretin 661. senesinde kendisi, doksanbeş yaşına ulaş­mış olduğunu bana söyledi.»

Ben derim ki: Şu halde Şeyh Cendel, vefat ederken 100 yaşım aş­mıştır. Çünkü o, bu senenin ramazan ayında vefat etti ve Menin kasaba­sındaki meşhur zaviyesine defnedildi. İnsanlar Dımaşk'tan ve Dı~ maşk'a bağlı kazalardan mezarım ziyarete geldiler. Üzerine namaz kıl­dılar. Bu durum günlerce devam etti. Allah ona rahmet etsin. [86]

 

Muhammed B. Abdurrahman B. Muhammed

 

Hafız Bedreddin Ebu Abdillah b. Nüveyre es-Sülemî el-Hanefî. Sadr Süleyman'dan ve İbn Ata'dan ders aldı. Nahivde de îbn Malik'ten ders aldı. İlerledi, ilimde yükseldi. Düz ve nesir yazılar yazdı. Şibliye ve Kassain'de ders verdi. Kendisine kadı naibliği teklif edildi. Ancak bu gö­revi kabul etmedi. Kendisine özgü orjinal bir yazisı vardı. Vefatından sonra arkadaşlarından biri onu rüyada görmüş Ve ona «Rabbin sana na­sıl muamele etti?» diye sorunca o da cevaben şu şiiri okumuştu:

«Allah katında benim için şefaatçi bulunmadı. Sadece O'nun bir olduğuna inanışım beni kurtardı.»

Muhammed b. Abdurrahman, bu senenin cemaziyelahir ayında ve­fat etti ve Dımaşk dışına defnedildi. Allah rahmet etsin.. [87]

 

Muhammed B. Abdülvehhab B. Mansur

 

Şemseddin Ebu Abdillah el-Harranî el-Hanbelî. Şeyh Mecdüddin b. Teymiye'nin talebesidir. O, Mısır diyarında ilk olarak Kadı Taceddin b. bintü Eazz'e niyabeten kadılık yapmıştır. Sonra Şemseddin b. Şeyh İmad, müstakil kadılığa atandığında oau kendine vekil olarak görevlen­dirdi. Sonra kendisi bütün bu görevleri bırakıp Şam'a döndü. İlimle işti­gal etti. Fetva verdi. Nihayet bu sene altmış küsur yaşındayken vefat et­ti. Allah rahmet etsin. Amin. [88]

 

Hicretin Altıyüzyetmişaltıncı Senesi

 

Bu sene Sultan Melikü'z-Zahir Rükneddin Baybars vefat etti. Bu zat Mısır, Şam', Haleb ve diğer bölgelerin hükümdarı idi. Kendisinden sonra oğlu Nasirüddin Ebü'l-Meali Muhammed Berekethan tahta otur­du. Berekethan'ın lakabı Said idi.

Bu senenin muharrem ayının yedisinde Şafîîlerin imamı Şeyh Muhyiddin en-Nevevî de vefat etti. Sultan Melikü'z-Zahir, Filistin'de Tatarları kırıp geçirdikten sonra Anadolu'dan güçlenmiş ve muzaffer olarak Dımaşk'a geldi. Dımaşk'a girişi gerçekten görülmeğe değer mu­azzam bir törenle olmuştu. Dımaşk'm batısında iki yeşil meydanın ara­sında yaptırdığı Ablak sarayına konuk oldu. Oradayken Abakahan'm savaş alanına gelip orada denetlemeler yaptığı, orada bulunan Moğol askerlerinin ölülerine bakıp üzüldüğü ve Pervane'nin öldürülmesini emrettiği ve Şam'a gelmeğe niyetlendiğine dair haber aldı. Sultan Melik Zahir, ümeranın toplanmasını emretti. Meşveret meclisi kuruldu. Her nerede ise Abakahan'la karşılaşma hususunda emirlerle görüş birliğine vardı. Kasr'a gitmek üzere taht-ı revanı hazırlattı. Sonra Abakahan'm kendi ülkesine döndüğünü haber alınca taht-ı revanı geri çevirtti. Ablak kasrında ikamet etti. Ayan, ümera ve devlet ricali salim kafa ve rahat bir kalb ile yanında toplandılar. Abakahan'a gelince o, Anadolu'da naibi olarak görev yapan Pervane Muineddin Süleyman b. Ali b. Muhammed b. Hasan'm öldürülmesini emretti. Sultan Melik Zahirle işbirliği yap­makla suçladığı için onu öldürdü ve kendisinin Anadolu'ya girmesi fikri­ni güzel bir fikir olarak kendisine önerenin de o olduğunu söyledi. Perva­ne; şecaatli, akıllı, cömert ve kerem sahibi bir kimseydi. Sultan Melik Zahir'e meyilli idi. Bu sene öldürüldüğünde elli yaşını geçmişti. [89]

 

Kahirin Vefatı

 

Bu senenin muharrem ayının onbeşinde cumartesi günü Melik Ka­hir Bahaeddin Abdülmelik b. Sultanü'l-Muazzam İsa b. Adil Ebu Bekir b. Eyyup, altmışdört yaşında vefat etti. Akıllı, ahlâkı güzel, konuşması

yumuşak, mütevazı, kalbi temiz bir kimseydi. Arapların bineklerine ve elbiselerine alaka duyardı. Devlet erkânı arasında saygın bir şahsiyete sahip olup atılgan ve şecaatli idi. İbn Leysî'den hadis rivayet etti. Berza-li'ye icazet verdi. Berzali'nin ifadesine göre o zehirlenerek öldürülmüş­tür. Başkalarının anlattığına göre Sultan Melikü'z-Zahir, bir şarap kâsesine zehir katarak, içmesi için ona vermişti. Sonra da kendisi kal­kıp tuvalete gitmiş, döndüğünde saki, şarap kâsesini Kahir'in elinden alıp doldurmuş, doldurduktan sonra Sultan Melikü'z-Zahir'e -olup bitenlerden haberi olmaksızın- sunmuştu. Allah da o kâsenin zehirli ol­duğunu sultana unutturmuş, ya da kendi takdir ve muradının gereği olarak sultan, bunun başka bir kâse olduğunu zannetmişti. Oysa kâsede zehir artığı kalmıştı. Sultan, kâsedeki şarabı içmiş, içtikten sonra farkı­na varmış, karnı o anda sancılanmaya başlamıştı. Hemen içi yanıp tu­tuşmuş ve şiddetli bir sıkıntıya maruz kalmıştı.

Kahir hemen evine götürülmüştü. Zehire yenik düşmüş ve o gecede vefat etmişti. Sultan Melikü'z-Zahir ise günlerce hastalık çekmiş, niha­yet muharrem ayının yirmiyedisinde perşembe günü öğleden sonra Ab­lak kasrında vefat etmişti. O gün, emirler için çok sıkıntılı ve musibetli bir gün olmuştu. Saltanat naibi îzzeddin Aydemir ile devlet erkânının ve ümeranın büyükleri gelip cenaze namazım kılmışlar, tabuta yerleşti­rerek onu surdan çıkararak kaleye götürmüşler, kaledeki Bahriye evle­rinden birine geçici olarak bırakmışlardı. Ölümünden sonra oğlunun yaptırdığı türbeye bu Bahriye odasından alınıp götürülmüştü. Türbesi Adiliyetül-Kebire karşısındaki Akikî binasıdır. Bu senenin receb ayı­nın beşinde cuma gecesi oraya götürüldü. Ölümü gizlendi. İnsanlar an­cak rebiyülevvel ayının son on gününde onun ölümünden haberdar ol­dular. Oğlu Said'e Mısır'dan bey'at geldi. Halk, sultanın ölümüne çok üzüldü. Ona çokça rahmet dilediler. Dımaşk'ta da oğluna bey'at yenilen­di. Şam'da naib olarak bulunan İzzeddin Aydemir'e, bu görevine devam etmesi için ikinci bir ferman geldi.

Sultan Melikü'z-Zahir; şehametli, şecaatli, himmeti yüksek, ileri görüşlü, atılgan, cesur, saltanat işlerine itina ile b^kan, Müslümanlara şefkat gösteren ve hükümdarlık vasıflarını eksiksiz olarak taşıyan bir kimseydi. İslâm'ın ve Müslümanların zaferi içiivSağlam bir azmi vardı. Hükümdarlık prensiplerini tam olarak tatbik'ederdi. Hicretin 658. se­nesinin zilkade ayının onyedisi olan pazar gününden bugüne kadar ha­kimiyet sürdü. Bu süre zarfında birçok fetihler gerçekleştirdi. Mesela Kisariye, Arsun, Yafa, Şakif, Antakya, Bura-z, Taberiye, Kasir, Hisnü'l-Ekrad, Hisn-i Akkâ, Garin, Saflta ve Haçlıların ellerinde bulunan bir çok müstahkem kaleleri fethetti. İsmaililerin elinde hiçbir kale bırak­madı. Merkip mıntıkasını Haçlılarla yanyarıya paylaştı. Banyas ve An-tarsus beldelerini, Haçlıların ellerinde bulanan diğer belde ve kaleleri de,aynı şekilde yarı yarıya paylaştı. Bu mıntıkaların kendi payına dü­şen kısımlarına naibleri ve amirleri atadı. Anadolu'da Kayseri'yi fethet­ti. Filistin'de Moğolların ve Rumların başına büyük belalar getirdi ki uzun zamanlardan beri böyle bir olay duyulmuş değildi. Sis hükümda­rından birçok beldeyi geri aldı. Onların kalelerine, diyarlarına elkoyup her tarafı kontrolü altına aldı. Müslümanlara karşı zorbalık edenlerden Baalbek, Busra, Serhat, Humus, Aclon, Salt, Tedmür, Rahbe, Telbaşir, Kerek ve Şobek'i geri aldı. Zencilerin ülkesi olan Nobe beldelerini bütü­nüyle fethetti. Tatarların elinden birçok beldeyi, Mesela Şirzor ve Bi-re'yi aldı. Ülkesinin sınırları Fırat'tan Nube ülkesinin uçlarına kadar genişledi. Büyük nehirler üzerinde köprüler, kaleler ve müstahkem mevkileri onardı. Cebel kalesindeki Darü'z-Zeheb'i yaptırdı. Oniki sü­tun üzerine kurulu renkli ve altın yaldızlı bir kubbe inşâ ettirdi. O kub­bede Hasekilerinin biçim ve şekillerini yaptırdı. Mısır'da Sirdas nehri gibi birçok nehir yatakları ve Haliçler kazdırdı. Birçok cami ve mescit inşâ ettirdi. Yandığı zaman Rasûlullah (s.a.v.)'m mescidini onardı. Hüc-re-i Şerife'nin çevresine trabzanlar koydurdu. Mescid-i Nebeviye bir minber yaptırdı ve tavanını altın yaldızla süsledi. Medine'deki hastaha-neyi tamir ettirdi. Hz. İbrahim'in mezarını onardı. Hz. İbrahim'in meza­rının bulunduğu zaviyeye ilaveler yaptırdı. Orada kalanlara verilen na­fakalara da ilavelerde bulundu. Hz. Musa'nın mezarı olarak bilinen ye­rin üzerine Kudüs'ün güneyinde bir kubbe yaptırdı. Kudüs'te bir çok gü­zel şey yaptırdı. Mesela Silsile kubbesi bunlardan biridir. Sahra Mesci-di'nin tavanını onardı. Kudüs'te muazzam bir han inşâ ettirdi. Mısır'da­ki Fatimî halifelerinin sarayının kapısını oraya götürüp taktırdı. Orada bir değirmen, bir fırın ve bir de bahçe yaptırdı. Oraya gelenler için harç­lık, eşyalarının onarımı için fon tahsis etti. Ebu Ubeyde'nin mezarının üzerine bir kubbe ve çevresine bir külliye yaptırdı. Oraya gelen ziyaret­çilere geliri sarfedilmek üzere bir vakıf kurdu. Daniye köprüsünü onar­dı. Kerek taraflarında bulunan Cafer-i Tayyar'ın mezarını tamir ettirdi. Oraya gelecek ziyaretçilere geliri harcanmak için vakıf kurdu. Sifd kale­sini ve Camii'ni onardı. Remle Camii'ni ve diğer camileri de onardı. Haç­lıların alıp tahrip ettikleri beldelerin çoğundaki cami ve mescitleri de yeniletti. Haleb'te muazzam bir köşk yaptırdı. Dımaşk'ta Ablak sarayı­nı, Zahiriye medresesini ve diğer binaları yaptırdı. Halk arasında teda­vülde kullanılan halis dirhem ve dinarlar bastırdı. Allah ona rahmet et­sin.

Allah yolunda cihadla uğraşmasına rağmen daha önceki halifele­rin ve Eyyubî hükümdarlarının zamanlarında yapılmayan birçok hayır kurumları, güzel eserler ve mekânlar yaptırdı. Çok miktarda askeri ci-had için çalıştırdı. Moğollardan 3.000 kadar kişi yanına geldi. Onlara ik-ta araziler verdi. Çoğuna emirlik verdi. Yiyeceğinde ve giyeceğinde orta yolu takip ederdi. Askerleri de böyleydi. Yıkılmasından sonra Abbasî devletini yeniden ayağa kaldıran odur. Kendisi bu hilafeti diriltinceye dek insanlar üç sene kadar halifesiz kalmışlardı. O, her mezhepten müs­takil bir kadilkudat atamıştı. Allah kendisine rahmet etsin. Uyanık, ce­saretli ve şecaatli bir kimseydi. Gece ve gündüz bir an dahi düşmanlara karşı gaflet içine girmezdi. Aksine o, İslâm'ın ve Müslümanların düş­manlarının üzerine giden, atılgan bir kimseydi. İslâm'ın ve Müslüman­ların düzenini sağlamış, işlerini yoluna koymuştu. Özetle Cenâb-ı Allah onu son zamanda İslâm'ın ve Müslümanların yardımcısı ve destekçisi olarak ortaya koymuştu. Dinden çıkan Haçlıların, Tatarların ve müş­riklerin boğazlarına bir korku düğümü olarak yerleşmişti. İçki içilmesi­ni yasaklamış, fasıkları ülkeden sürgün etmişti. Fasıklık ve mefsedet gördüğü zaman mutlaka olanca çabasını harcayarak onu ortadan kal­dırmaya çalışırdı. Siretinden bahsederken onun kalbinin temizliğin­den, düşüncesinin iyiliğinden bahsetmiştik. Kâtibi İbn Abdi'z-Zahir onun için uzun uzadıya bir biyografi hazırlamıştır. İbn Şeddad da böyle yapmıştır. Vefat ederken Sultan Melikü'z-Zahir geride onüç erkek, yedi kız çocuğu bırakmıştı. Vefat ederken kendisi elli ile altmış yaş arasın­daydı. Vakıflar kurmuş, iyiliklerde bulunmuş, sadakalar dağıtmıştı. Cenâb-ı Allah, onun iyiliklerini ve hayır amellerini kabul buyursun. Kö­tülüklerini ve günahlarını bağışlasın. Doğrusunu noksanlıklardan mü­nezzeh olan yüce Allah daha iyi bilir.

Kendisinden sonra yerine oğlu Said geçti. Zaten sağlığında babası onu veliahd tayin etmişti. Tahta geçtiğinde Melik Said yirmi yaşından küçüktü. Görünüşü çok güzel, erkeklik vasıfları tastamamdı. Bu sene­nin safer ayında Fenes'in elçileri, Mısır diyarına hediyelerle geldiler. Sultan Melikü'z-Zahir'in vefat etmiş olduğunu gördüler. Yerine oğlu Melik Said geçmişti. Devlet değişmemişti. Eskiden hoş görülen şeyler yine hoş görülüyordu. Prensipler olduğu gibi tatbik edilmekteydi. An­cak ülke, arşlarımı, hatta en güçlü arslanlar arslanım yitirmişti. Varı­lan durum, çok zorlu bir durumdu. O arslan, sağlığında İslâm'ın surla­rında bir gedik açıldığında hemen kapatırdı. Azim kulplarından biri çö­zülünce onu hemen yine bağlardı. Azgın ve taşjsm guruplardan biri İslâm'a saldıracak olursa hemen ona karşı çıkar/ve gerisin geri püskür-türdü. Allah onu bağışlasın. Mezarını rahmetiyle ıslatsın. Varacağı yeri ve makamı da Cennet kılsın.

Şam askerleri Mısır diyarına doğru yola koyuldular. Beraberlerin­de bir mahfe vardı. Mahfede güya sultanın hasta olarak bulunduğu izle­nimi veriliyordu. Bu halde Kahire'ye ulaştılar. İnşaallah şehit olduğuna kanaat getirdiğimiz' doğru yoldaki Melikü'z-Zahir'in vefatı açıklandık­tan sonra Melik Said'e berat yenilendi. Safer ayının yirnıiyedisinde cu-na günü bütün Mısır camilerinde Melik Said adına hutbe okundu. O da babası Melikü'z-Zahir'in cenaze namazım kıldırdı, gözleri yaşla doldu.

Rebiyülevvel ayının ortalarında Melik Said adeti üzere maiyeti ile birlikte sefere çıktı. Önünde Mısır ve Şam askerleri yürüyorlardı. Bu haldeyken Cebelü'l-Ahmer'e ulaşıldı. İnsanlar onun gelişine çok sevin­diler. O zaman kendisi ondokuz yaşındaydı. Üzerinde saltanatın riyase­ti ve hükümdarlığın debdebesi vardı.

Cemaziyelevvel ayının dördünde pazartesi günü Emir Şenıseddin Aksungur el-Farikanf nin, Kahire'deki medresesinin açılışı yapıldı. Harretül-Veziriye mahallesinde bulunan bu medresede Hanefî mezhe­binin nkhı öğretilecekti. Ayrıca hadis ve kıraat ilimleri de bu medresede okutulacaktı. Bundan bir gün sonra halife Müstemsik Billah b. Hakim Bi-Emrillah'm oğlu, Halife Müstansır b. Zahir'in kızıyla evlendi. Nikâh töreninde babası, sultan ve ayan takımı hazır bulundular. Cemaziyelev­vel ayının dokuzunda cumartesi günü Adiliye karşısındaki Dârülakikî adıyla bilinen binanın yapımına başlandı ki, orası hem bir medrese, hem de Sultan Melikü'z-Zahir'in türbesi olarak kullanılacaktı. Burası daha önce Akikî'nin evi idi. Hammamü'l-Akikî'nin bitişiğindeydi. Tür­benin temeli, cemaziyelahir ayının beşinde atıldı. Aynı günde medrese­nin temeli de atılmıştı.

Bu senenin ramazan ayında Medine'de büyük ve kesif bulutlar gö­rüldü. Bu bulutlar arasından şiddetli bir şimşek çaktı. Sift minaresine yıldırım düştü. Bu yıldırım, o minareyi tepeden temele kadar bir el sığa­cak genişlikle ikiye bölüp yardı.

Bu sene vefat eden meşhur şahsiyetler arasında Pervane de vardı. Bu zat, muharrem ayının son on gününden birinde vefat etmişti. Yine bu günlerde Melik Zahir de vefat etmişti. Bunların biyografileri önceki say­falarda anlatılmıştır. [90]

 

Emîrü'l-Kebir Bedreddin Bîlbekb. Abdullah

 

Emirü'l-Kebir Bedreddin Bilbek b. Abdullah el-Haznedar. Sultan Melikü'z-Zahir zamanında Mısır diyarının naibi idi. Cömert ve övgüye layık bir kimseydi. Tarihe ilgi duyardı. Cemiü'l-Ezher'de Şafiîler için bir medrese yaptırıp vakfetti. Rivayete göre zehirlenerek öldürülmüştür. Vefatından sonra Melik Said'in yönetiminin ipleri koptu. Düzeni bozul­du. [91]

 

Kadilkudat Şemseddin El-Hanbelî

 

Şeceresi şöyledir: Şenıseddin Mühammed b. Şeyh İmad Ebu İshak İbrahim b. Abdülvahid b. Ali b. Sürür el-Makdisî. Mısır diyarında Han-belilerin ilk kadilkudatlığmı yapan zâttır. Özellikle İbn Taberzed ve diğerlerinden hadis dinledi. Bağdat'a göçtü. Orada fıkıhla iştigal etti.

Birçok ilim elde etti. Saidü's-Süada medresesinin hocalığına atandı. Heybetli, çok mütevazı, iyilik yapan, sadaka veren, yaşantısı güzel bir alimdi. Kendisine görev verildiğinde ücret almama şartıyla görevi ka­bul etti ki, insanlara hüküm verirken hakkaniyetle verebilsin. Sultan Melikü'z-Zahir hicretin 670. senesinde onu kadılıktan azletmiş, yanın­da bulunan emanet mallar yüzünden onu tutuklamıştı. İki sene sonra onu serbest bırakmış, o da gidip kendi evine kapanmış ve bu sene mu­harrem ayının sonlarında vefat edinceye dek Salihiye medresesinde ders vermişti. Cebelü'l-Mukattam mezarlığında Hafız Abdülgani'nin amcasının mezarının yanına defnedildi. Berzalî'ye icazet vermişti.

Hafız el-Berzalî dedi ki: «Bu senenin rebiyülevvel ayının onikisinde cumartesi günü Mısır diyarından bize şu altı emirin ölüm haberi geldi. Sungur el-Bağdadî, Besta el-Baledî et-Tatarî, Bedreddin el-Vezirî, Sun­gur er-Runıî, Aksungur el-Farikanî. Allah hepsine rahmet etsin.» [92]

 

Sultan Melik Zahir'in Şeyhi Şeyh Hızır El-Kürdî

 

Hızır b. Ebibekir b. Musa el-Kürdî en-Nehrevanî el-Adevî. Aslen Ceziretü İbn Ömer'e bağlı Muhammediye köyünden olduğu söylenir. Harika halleri ve mükâşefeleri vardı. Ama insanlar arasına karışınca emirlerden birinin kızıyla adı kötüye çıktı. Melik Zahir, emir iken, Şeyh Hızır onun hükümdarlığa geçeceğini söylerdi. Bu sebepledir ki Melik Zahir saltanat tahtına oturduktan sonra onun büyük bir insan olduğu­na inanmış, ona son derece saygı gösterip ikramda bulunmuştu. Onun bulunduğu zaviyeye haftada bir veya iki kez ziyarete gider, seferlerinde onu yanında götürür, onu hemen hemen hiç yanından ayırmaz, fikirleri­ne danışırdı. Onun önceden söylediği şeyler sonradan gerçekleşirdi. Bu, önceden haber verişi ya rahmanı yada şeytanî idi. Ya kerametti, yada göz bağcılığı idi. Ama insanlar arasına karışınca emirlerden birinin kı­zıyla adı kötüye çıktı. Çünkü emirlerin kızları ondan sakınmazlardı. Bu yüzden fitne içine düştü. Zaten insanlar arasına karışan kimse fitneden kolay kolay kurtulamaz. Özellikle yanında bir kimse bulunmaksızın ka­dınlar arasına giren kimse kesinlikle onların şerrinden ve fitnesinden kurtulamaz. Hakkında dedikodu çıkınca Sultan Melik Zahir, Teyser'i, Kalavun, Atabek Faris Aktay onun hakkında tahkikat yaptırdılar. Sor­gulama esnasında suçunu itiraf edince Sultan Melik Zahir onu öldürme­ye niyetlendi ve «Benimle senin aranda bir kaç gün kalmıştır» dedi. Zin­dana atılmasını emretti. Hicretin 671. senesinden 676. senesine kadar zindanda kaldı.

Şeyh Hızır el-Kürdî, Kudüs'te bir kiliseyi yıkmış, oranın papazını boğazlamış, orayı bir zaviyeye dönüştürmüştü. Onun biyografisini ön­ceki sayfalarda anlatmıştık. Sonra bu senenin muharrem ayının altısında perşembe günü ölünceye dek zindanda kaldı. Ölünce kaleden çıkarı­lıp yalanlarına teslim edildi. Ve kendi zaviyesinde yaptırmış olduğu tür­beye defnedildi. Altmışaltı yaşlarında iken vefat etti. Bazı şeyler gerçek­leşmeden önce o şeylerin olacağını çok önceden sultana bildirirdi. Rab-ve'nin batısındaki dağda bulunan Şeyh Hızır kubbesinin kendisine ait olduğu söylenmektedir. Kudüs'te de bir zaviyesi vardı. [93]

 

Şeyh Muhyiddin En-Nevevî

 

Yahya b. Şeref b. Hasan b. Hüseyin b. Cuma b. Hizam el-Hazimî el-Alim Muhyiddin Ebu Zekeriya en-Nevevî ed-Dımaşkî. Şafiî mezhebine mensuptu. Şafiî mezhebinin şeyhi ve allamesiydi. Kendi zamanındaki fakihlerin de büyüğüydü. Hicretin 631. senesinde Havran'a bağlı Neva köyünde doğdu. Hicretin 649. senesinde Dımaşk'a geldi. Kur'an'ı ezber­ledi. et-Tenbih adlı eseri okumaya başladı. Rivayete göre bu eseri dört buçuk ayda okumuştur. Senenin geri kalan kısmında ise Şafiî mezhebi­ne göre ibadetlerle ilgili hükümlerin dörtte birini de okumuştu. Sonra mezhebin meşayihinin yanına devam etmiş, onların eserlerini şerhedip , tashih etmişti. Hergün üstadlanndan oniki ders alırdı. Sonra tasnifatla ilgilendi. Çok miktarda eser tasnif eti. Bunların bir kısmım tamamla­mıştı. Bir kısmını da tamamlayamamıştı. Tamamladıkları arasında şu eserleri vardır: Müslim şerhi, Ravza, Minhac, Riyaz, el-Ezkâr, et-Tib-yan. Tahrirü't-Tenbih, Tashihü't-Tenbih, Tehzibü'1-Esma' ve'1-Lugat, Tabakatü'l-Fukaha... Tamaml ayam adı ğı -şayet tamamlasaydı konu­sunda bir dengi olmayacaktı- eseri ise el-Mecmu' adındaki Mühezzeb şerhidir. Bu kitabında riba bölümüne kadar gelmişti. Çok güzel, faydalı, eşsiz bilgiler vermiş, güzel eleştirilerde bulunmuştu. Şafiî mezhebine ve diğer mezheplere göre fikhî konuları inceden inceye ele almıştı. Hadisi de gereğince incelemiş, kelimelerin garip olanlarını, lügati anlatmış, başka eserlerde bulunamayacak mühim bilgiler vermişti. Karşılaştığı meselelerin bir seçmesi olarak bu kitabı hazırlamıştı. Fıkıhta bundan daha güzel başka bir eserin mevcudiyetini bilmiyorum. Yalnız bu esere de bazı ilavelerin yapılmasına ihtiyaç vardır.

Nevevî, zahid, abid, takvalı, araştırmacı ve insanlardan çokça uzak duran bir kimseydi. Fakihlerden hiçbiri onun seviyesine ulaşmağa muktedir değildir. Senenin tamamını oruçlu geçirir, sofrasında iki katı­ğı bir arada bulundurmazdı. Ekseriya azığı, babasının Neva köyünden kendisine getirdiği yiyeceklerdi. îbn Hallikan'a vekaleten îkbaliye medresesinde müderrislik görevine başlamıştı. Felekiye ve Rükniye medreselerinde de müderris vekilliği yaptı. Eşrefiye darülhadisinin ho­calığına atandı. Zamanını boşa geçirmezdi. Dımaşk'ta ikamet ettiği za­manda haccetmişti. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, hükümdarları ve başkalarını ikaz ederdi. Bu senenin receb ayının yirmidördünde gece Neva köyünde vefat etti ve oraya defnedildi. Allah ona rahmet etsin ve onu bağışlasın. Bizi de affeylesin. [94]

 

Ali B. Ali B. İsfendiyar

 

Necmeddin mahlasını taşırdı. Dımaşk Camii'nde üç aylarda cu­martesi günleri vaizlik yapardı. Mücahidiye hankâhının şeyhiydi. Bu sene orada vefat etti. Faziletli ve yüksek şahsiyet sahibi bir kimseydi. Dedesi, Halife Nasır'ın inşâ kâtipliğini yapmıştı. Aslen Busene asıllıdır­lar. Necmeddin'in şiirlerinden biri şudur:

«Benden başkası bedenen ziyaret ederse, Bende saatlerle senin tarafina kalben ziyarete gelirim. Sevgilinin diyarından uzakta bulunan herkes uzak sayılmaz. Yakında bulunan herkes de hakikatte yakın sayılmaz. [95]

 

Hicretin Altıyüzyetmîşyedînci Senesi

 

Bu senenin ilk günü çarşambaydı. Sene başında halife, Hakim Bi-emrillah el-Abbasî; Şam, Mısır ve Haleb de dahil olmak üzere İslâm ül­kesinin sultanı da Melik Said idi. Muharrem ayının ilk günlerinde Dı-maşk'ta İbn Hallikan'm yeniden Dımaşk kadılığına zilhiccenin sonla­rında atanmış olduğuna dair haber yayıldı. İbn Hallikan azledildikten yedi sene sonra yeniden bu göreve atanmıştı. Kadı îzzeddin b. Saiğ, mu­harrem ayının altısında görevden çekildi. İnsanlar yeni Kadı îbn Halli-kan'ı karşılamaya çıktılar. Kimi, Remle'ye kadar da gitmişti. îbn Halli­kan, muharrem ayının yirmiüçünde perşembe günü Dımaşk'a geldi. Saltanat naibi İzzeddin Aydemir, bütün emirler ve devlet ricaliyle onu karşılamaya gitmişti. İnsanlar bu duruma çok sevindiler. Şairler İbn Hallikan'ı övdüler. Fakih Şemseddin Muhajnmed b. Cafer onun için şu şiiri okumuştu:

«Dımaşk kadılığına Dımaşk'ın hakkini,

Kadilkudat, kerem sahibi Ebu'l-Abbas geçince,

Zorlu yedi seneden sonra bu göreve gelince, hizmetçisi dedi ki:

İşte bu senede nimetlerle insanların imdadına ulaşılmıştır.»

Saduliah b. Mervan el-Farikî de şöyle bir şiir okumuştu:

«Dımaşk'ı güzelce terkettiğin günden sonra bize,

Yedi kurak sene yaşattın ey İbn Hallikan.

Ama sonra Mısır diyarından gelip burayı ziyaret ettiğinde,

Avuçlarından bu memlekete hayırlar akıttın.»

Bir başkası da şöyle bir şiir yazmıştı:

«Şamlıların tamamını gördüm.

Hiç birinde memnuniyetsizlik yoktu artık,

Serden sonra onlara hayır geldi.

Artık zaman hoş oldu, sıkıntı kalmadı.

Hüzün gitti, onlara sevinç geldi.

Zaman artık hüzünle sevinci yarı yarıya paylaştı.

Uzun süreli kederden sonra bir kadı azledilip,

Yerine başka bir kadı gelince sevindiler.

Hepsi şükran duygularını beslemekle,

Giden ve gelen zamanın ağına takılmaktadır.»

el-Yoninî dedi ki: Bu senenin safer ayının onüçünde çarşamba günü İbn Hallikan Zahiriye medresesinde ders verdi. Saltanat naibi Aydemir ez-Zahirî de orada hazır bulundu. Kadıların da dinleyici olarak geldikle­ri bu medrese tıka basa dinleyicilerle doluydu. O zaman Şafiîlerin mü­derrisi Şeyh Reşidüddin Mahmud b. Farikî, Hanefîlerin müderrisi Şeyh Sadreddin Süleyman el-Hanefî idi. Medresenin yapımı henüz tamam­lanmamıştı.

Bu senenin cemaziyelevvel ayında, Hanefîlerin kadılığına Sadred­din Süleyman el-Hanefî, vefat eden Mecdüddin b. Adim'in yerine atandı. Sonra Sadreddin'de ramazan ayında vefat edince yerine Hüsameddin Ebül-Fezail Hasan b. Enuşirvan er-Razî el-Hanefî kadı olarak atandı. Bu zat daha önce Malatya kadılığı yapmaktaydı.

Bu senenin zilkade ayının ilk on gününde Necibiye medresesinin açılışı yapıldı. Burada ilk dersi îbn Hallikan verdi. Sonra bu görevi oğlu Kemaleddin Musa'ya bıraktı. Necibiye hankâhınm da açılışı yapıldı. Bu medrese ile hankâh ve vakıflar, günümüze kadar koruma altında bulun­maktadırlar.

Bu senenin zilhicce ayının beşinde salı günü Sultan Said Dımaşk'a geldi. Şehir onun için süslenmiş, çadırlar kurulmuş, şehir halkı onu kar­şılamaya çıkmıştı. Babasını sevdiklerinden, onun gelişine çok sevin­mişlerdi. Sultan Said meydanda kurban bayramı namazını kıldı. Man-sure kalesinde bayram tebriklerini kabul etti. Dımaşk'ta vezir olarak Sahip Fethüddin Abdullah b. Kayseranî'yi, Mısır'a da Bahaeddin b. Hannan'ın ölümünden sonra Sahip Burhaneddin b. Hızır b. Emir Sey-feddin Kalavun es-Salihî'yi atadı. Az sayıdaki emirler ve hasekilerle has adamlarının beraberinde Dımaşk'ta ikamete başladı. Zenbakiye'ye çok gidip geliyordu. Zilhicce ayının yirmi altısında sah günü adalet sarayın­da hüküm vermek için oturdu. Burası Babü'n-Nasr dahilindeydi. Baba­sının Dımaşk ahalisinin bahçeleri üzerine tarhettiği harçları ve vergile­ri kaldırdı. Bu sebeple halk ona çokça dua etti. Onu çok sevdiler. Çünkü bu ağır vergi, birçok mülk sahibini zor duruma sokmuştu. Hatta çokları bu ağır verginin altından kalkamadığından «Malımı mülkümü satsam-da kurtulsanı» diyordu.

Sultan Said, bu senede Dımaşk ahalisinden 50.000 dinar talep etti. Bunu iki ay içinde mülklerinin vergisi olarak istedi. Vermeyenlerden zorla tahsil ettirdi. [96]

 

Hicretin Altıyüzyetmişyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

 

Emirü'l-Kebir Cemaleddîn Akkuş B. Abdullah En-Necibî

 

Künyesi Ebu Said es-Salihî idi. Melik Necmeddin Eyyub el-Kâmil onu azâd etmiş ve onu büyük komutanlar arasına katmış, sonra da sa­ray üstadhğına atamıştı. Melik Necmeddin ona çok güvenir, itimad ederdi. Akkuş b. Abdullah hicretin 609 ya da 610. senesinde doğdu. Me­lik Zahir de onu saray üstadhğına atamıştı. Sonra dokuz sene müddetle onu Şam'da naib olarak tutmuştu. Cemaleddin Akkuş, Şam'da Necibiye medresesini yaptırmış, oraya büyük gelir sağlayan vakıflar tahsis et­mişti. Ancak maaşı hak edenler için, münasip maaşlar tahsis etmemişti. Sonra sultan onu Şam naibliğinden azlederek Mısır'a, yanına çağırmış­tı. Bir süre Mısır'da boş kalmış, sonra felç olmuş ve dört sene hasta yat­mıştı. Bazan Melik Zahir, onu ziyaret etmiş, ama hastalığı iyileşmemiş-ti. Nihayet bu senenin rebiyülahır ayının beşinde cuma gecesi Kahire'de Derbu'l-Muluhiye'deki evinde vefat etmişti. Cuma günü namazdan ön­ce Küçük Kurafe'de yaptırmış olduğu türbesine defnedilmiş ti. Şam'daki Necibiye medresesinde de kendi şahsı için bir türbe yapmış, o türbede yola bakan iki pencere açtırmıştı. Ancak oraya defni mukadder olma­mıştı. Çokça sadaka veren, alimleri seven, jonlara ihsanda bulunan, iti­kadı güzel bir kimseydi. Şafiî mezhebine Jnensuptu. Sünneti sevmede, sahabilere sevgi besleyip Rafîzîlere düşnianlık beslemede aşın derece­de ilerilerdeydi. Bugün Kerimüddin Camii olarak bilinen caminin kıble-sindeki köprü üzerinde vakfettiği güzel bahçeler, onun vakıfları arasın­dadırlar. Onun daha başka birçok vakıfları da vardır. İbn Hallikan'ı va­kıflarının nazırlığına atamıştı. [97]

 

Aytekin B. Abdullah

 

el-Emirü'1-Kebir Alaeddin eş-Şihabî. Şihabiye hankâhınm vakfe-dicisidir. Bu hankâh, Babü'l-Ferec dahilindedir. Aytekin, Dımaşk'taki büyük emirlerdendi. Sultan Melik Zahir onu bir süre Haleb naibliğine atamıştı. Hayırlı, seçkin ve bahadır emirlerdendi. Fakirlere hüsnü zan besler, onlara iyilik ve ihsanda bulunurdu. Ellibeş yaşlarında iken bu senenin rebiyülevvel ayının onbeşinde vefat etti ve Kasyun mezarlığın­da Şeyh Ammar er-Rumî'nin mezarının yanma defnedildi. Babü'l-Ferec dahilinde bir hankâhı vardı. Bu hankâhın yola bakan penceresi vardı, Tavaşi Şihabeddin Reşidü'l-Kebir es-Salihî'ye nisbetinden dolayı kendi­sine Şihabî nisbeti takılmıştır. [98]

 

Kadilkudat Sadreddin Süleyman B. Ebu'l-Îzz

 

Sadreddin Süleyman b. Ebu'1-îzz b. Vüheyb Ebu Rebi el-Hanefî. Kendi zamanındaki Hanefîlerin şeyhi, doğuda ve batıdaki Hanefîlerin alimi idi. Bir süre Dımaşk'ta ikamet edip fetva ve ders verdi. Sonra Mı­sır'a intikal edip oradaki Salihiye medresesinde ders verdi. Tekrar Dımaşk'a döndü. Zahiriye medresesinde ders verdi. Mecdüddin b. Adim'den sonra kadılığa atandı ve bu görevi üç ay sürdürdükten sonra şaban ayının altısında cuma gecesi vefat etti. Ertesi giın namazı kılın­dıktan sonra Kasyun mezarlığındaki evine defnedildi. Vefat ederken seksenüç yaşındaydı. Melik Muazzam'ın cariyesiyle evlenen bir köle hakkında şöyle güzel bir şiiri vardır:

«Ey iki dostum, durun da hayretle bana bakın. Zaman, aranıza âcaipliklerinden birini soktu. Ay güneşin üzerine çıktı mertebe bakımından. Oysa güneşin üstüne çıkmak, ayın rütbesi olamaz. Güzellik bakımından güneşe denk olmaya kalktı, ona ortak olmak istedi.

Onunla yanyana yürümeğe yeltendi.

Süsleri ve nakışları olmasaydı, arada hiç fark olmayacaktı hemen hemen.

Ne var ki güneşin şakağında parlaklık, bıyıklarının üstünde de ye­şillik vardır.» [99]

 

Taha B. İbrahim B. Ebu Bekir Kemaleddin El-Hemedanî

 

Erbilliydi. Şafiî mezhebine mensuptu. Edebiyattan iyi anlayan, fa­ziletli bir şairdi. Eser tasnif etmede kudretliydi. Bu senenin cemaziye-levvel ayında vefat edinceye dek Kahire'de yaşadı. Bir defasında Melik Salih Eyyub'la görüştü. Melik Salih, ilm-i nücumdan bahsetmeğe başla­yınca Taha b. İbrahim hiç duraksamaksızm ona şu iki beyitle cevap ver­di:

«îlm-i nücum'u, geçimini o yoldan sağlayan falcılara bırak. Azimet­le uğraşanlara ve muska yazanlara bırak.

Ey hükümdar! Sen azinılenip kendine gel,

Peygamber ve ashabı bizi ilm-i nücumdan menettiler.

Ben de onların sahip olduklarını ve hükümranlıklarını gördüm.»

Taha b. İbrahim'in ağrıyan gözleri şifa bulmuştu. Şifa bulduktan sonra Şemseddin adındaki bir arkadaşına şu şiiri yazıp göndermiş ve kendisini ziyarete gelmesini istemişti:

«Sünneti bana diyor ki, gözlerin şifa buldu rahatladı. Artık kafanı bir işe takma müsterih ol.»

Ey şems (Güneş) uzun bir zamandır seni göremiyorum. Gözleri iyi­leşip şifa bulduğunun alameti, şemsi (güneşi) görmesidir.» [100]

 

Abdurrahman B. Abdullah

 

Abdurrahman b. Abdullah b. Muhammed b. Hasan b. Abdullah b. Hasan b. Affan Cemaleddin b. Şeyh Necmeddin el-Badraî. Bağdatlıydı. Sonraları Dımaşk'a yerleşmiştir. Babasından sonra babasının yaptırdı­ğı medresede ders vermişti. Bu senenin receb ayının altısında çarşamba günü vefat edinceye dek bu hizmeti devam ettirmişti. Vefat edince Kas-yun mezarlığına defnedildi. Lider ve ahlakı güzel bir kimseydi. Vefat ederken elli yaşını aşmıştı. [101]

 

Kadilkudatmecdüddînabdurrahman B.Cemaleddin

 

Mecdüddin Abdurrahman b. Cemaleddin Ömer b. Ahmed b. Adim. Halebliydi. Sonraları Dımaşk'a yerleşmiştir. Hanefî mezhebine men­suptu. İbn Ata'dan sonra Dımaşk'ta Hanefi kadılığına atandı. Reis oğlu reisti, ihsan, kerem ve güzel ahlak sahibiydi. Kahire'nin büyük camisi­nin hatipliğine atandı. Oraya atanan ilk Hanefî alimidir. Bu senenin re-biyülahir ayında Dımaşk'taki küçük konağında vefat etti. Zeytun Ca-mü'nin batısındaki Şerefü'l-Kabeli üzerinde bulunan Zaviyetü'l-Harirî yanında yaptırdığı türbeye defnedildi. [102]

 

Vezir İbn Hanna

 

Ali b. Muhammed b. Süleym b. Abdullah es-Sahib Bahaeddin Ebü'l-Hasan b. Hanna. Mısır veziriydi. Önce Melik Zahir'e, sonra da Melik Za-hir'in oğlu Said'e bu senenin zilkade ayının sonunda vefat edinceye dek vezirlik yapmıştı. Gayretli bir insandı. Güzel görüş ve azmi vardı. Ted­birliydi. Zahiriye devletinde otorite sahibiydi. Onun görüşü ve emri ol­madan işler yürümezdi. Emirlere ve başkalarına iyilikleri ve üstünlüğü vardı. Şairler onu övmüşlerdi. Oğlu Taceddin de sultanın sohbetinde bu­lunan, onun yanından ayrılmayan bir vezirdi. Saidiye devletinde yani Sultan Said'in zamanında malı müsadere edildi. [103]

 

Lügatçt Şeyh Muhammed B. Zahîr

 

Muhammed b. Ahmed b. Ömer b. Ahmed b. Ebi Şakır Mecdüddin Ebu Abdillah. Erbilliydi. Hanefî mezhebine mensuptu. İbn Zahîr diye tanınmıştır. Hicretin 602. senesinde Erbü'de doğdu. Sonra Dımaşk'a gi­dip ikamet etti. Kaymaziye medresesinde ders verdi. Bu senenin rebiyü-lahir ayının onikisinde cuma gecesi vefat edinceye dek orada ikamet etti. Sofiye mezarlığına defnedildi. Nahiv ve lügatte üstün bir alimdi. Nazımda da otoriteydi. Meşhur divanı, yüksek manalar içeren şiirleri vardır. Şiirlerinden biri şudur:

«Her canlının varacağı yer ölümdür. Ömrünün uzunluğu çabucak gitmeğe mahkumdur. Ebedi yurdunu tahrip ediyor.

Sonra çabucak yıkılacak olan dünyayı onarmaya çalışıyor. Hayret ki o, toprağa gömülecektir.

Şu halde toprağın güzelliği onu nasıl oyalayıp teselli ediyor? Hergün yaşasa bile ömrü eksilmeye devam ediyor. Mafsallarına ağrılar, sızılar çöküyor. Bütün mahlukat, zaman konaklarında birer kervandır. Sürekli yürüyor, geri dönüşü ümit edilmiyor. Şu halde azık hazırla; takva, en iyi azıktır. Akıllı kimsenin bundaki nasibi aklıdır. Akıllı dost ve kardeş.

Gençliğini sâlihane sadıkane bir hayatla geçirendir. Cahil kardeş ise nefsin nevasında lezzet bulur. O lezzet, bir bal gibi gelir ona, ama musibeti ondadır.» Bu şiir yüz elli beyit kadardır epey uzundur. Şeyh Kutbeddin, Şeyh Muhammed İbn Zahîr'in yüksek manalar içeren birçok güzel şiirini nakletmiştir. [104]

 

İbn İsrail El-Harirî

 

Muhammed b. Suvvar b. İsrail b. Hızır b. İsrail b. Hasan b. Ali b. Muhammed b. Hüseyin Necmeddin Ebü'l-Meâlî eş-Şeybanî. Dımaşklı-dır. Hicretin 603. senesinin rebiyülevvel ayının onikisinde pazartesi gü­nü doğdu. Hicretin 618. senesinde Şeyh Ali b. Ebü'l-Hasan b. Mansur el-Yüsrî el-Harirî'ye gidip ders aldı. Ondan önce Şeyh Şihabüddin es-Sühreverdî'den hırka giydi. İfadesine göre Şihabüddin es-Sühreverdî onu üç halvet meclisinde oturtmuştur.

İbn İsrail, ailesinin Halid b. Velid (r.a.)'la birlikte Şam'a geldikleri­ni, Dımaşk'ı vatan edindiklerini söylemiştir. Edebiyattan iyi anlayan, şiir sanatında üstün bir kimseydi. Nazımda ileri derecelere ulaşmıştı.

Ancak nazmında ve nesirinde İbn Arabi'nin ve İbn Fariz'in ve şeyhi Harirî'nin yolundan gidip hulul ve vahdet-i vücuda kail olduğunu göste­ren işaretler vardır. Onun içyüzünü ve durumunu elbetteki yüce Allah daha iyi bilir. Bu senenin rebiyülahır ayının ondördünde pazar gecesi Dımaşk'ta yetmişdört yaşındayken vefat etti. Şeyh Reslan'ın türbesine defnedildi. Şeyh Reslan, ibn İsrail'in şeyhi olan Harirî'yi yetiştirmiş olan Şeyh Ali el-Muğarbil'in şeyhi idi. İbn İsrail el-Harirî'nin şiirlerin­den biri şudur:

«Aşkın şiddetinden bir ziyaretçi bana geldi.

Benli (sevgili), nıezarlıktarm beni ziyaret eder?

Onun ateşi düz kumsalların üzerinde mi sadece yükselir.

Gözlerinin Önünde karanlığı aydınlatıp ağartır.

Ey sofra arkadaşlarım şansımın kâsesini bana döndürün.

Onun aşkını anmak ve mey içmek aynı şeylerdir.

Gözlerinin ucu yumuşaktır. İnce güzellikleri vardır.

Onun aşkı ve sevgisi, çektiğim zahmetleri bana tathlaştırmıştır.

Örtüsü üzerinde olduğunda dolunaya.

Gerdanlıklar üzerinde bulunduğunda güneşe hayran oluyorum.»

Şu şiir de İbn İsrail'e aittir:

«Ey uykuyu uykusuzlukla değiştiren.

Düşünce denizinde yüzen kendinden geçmiş kişi,

İşleri sahibine bırak.

Sabret. Sabrın sonu zaferdir.

Genişliğe kavuşmaktan ümidini kesme.

Günler ancak ibretleri getirirler.

Keder, safa anında meydana gelir.

Safa da keder anında ortaya çıkar.

Zaman bir kez fenalaşırsa.

Ne kadar fenalaşırsa fenalaşsm.

Sonra insanlara sevinç getirir.

Rabbinin takdirine razı ol.

Sen ancak kaderin esirisin.»

,, ^ ibn İsrail'in Peygamber (s.a.v.)'e yazdığı güzel bir methiyesi vardır. Bunu Şeyh Kemaleddin b. Zemlekânî ve arkadaşları Şeyh Ahmed el-A'fef ten dinlemişlerdir. Şeyh Ahmed de bunu bizzat îbn İsrail'den din­lediğini söylemiştir. Şeyh Kutbeddin el-Yoninî de onun birçok şiirlerini nakletmiştir. Sonu dal (harfi) ile bittiğinden ötürü "daliye" adını alan uzun bir kasidesi vardır. Bu kasidenin baş kısmı şöyledir:

«Kendisini açıkça sevdiğim, bana verdiği sözde durdu.

Beni kınayıp ondan ötürü kıskananları ise yüz üstü süründürdü.

Mezarın kıyısında ziyaretime geldi. Uzun bir süre yanımda kaldı.

Vuslatımı çekemeyenleri ise ziyaret etmedi.

Ey güzelliğini gözlerime hediye edenin güzelliği.

Ey.kalbime aşkın susanıışlığım hediye edenin serinleticiliği.

Ey vuslatının müjdesiyle düşlerimi gerçekleştirenin sadakati.

Ey amaçlarıma beni ulaştıran emellerinin son durağı.

Mutlu bir şans ve yenilenen bir baht ile vücudum ile bâtınımı tecelli edip ortaya çıktı, aydınlandı.

Vücudunun aşkı ve o aşk yoluna girenleri sevmek, benim için görev oldu.

Avuçlarım aşkınla dolup taştı.»

Bundan sonra kasideyi gazele çevirip uzattıkça uzatmış ve şöyle de­miştir:

«Benim için her şahidin üzerinde tecelli ettiğinde. Her sahnede rumuzlar geceyi benimle geçirdiğinde. Cemali ve güzelliği tarif etmekten sakındım. Çünkü bu beni çok aşan bir iştir. Dağınık cemalin sırlarım keşfetmeğe çalıştım. Kulaklarım onun ancak başlangıcını duyabildi. Benim gibi birinin onu tam duyması haşa imkansızdır. Her görülen şeyde kalbim için bir şahit vardır. , Her duyulan şeyde niabedin nağmesi vardır.» [105]

 



[1] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/419.

[2] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/419-420.420.

[3] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420.

[4] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420.

[5] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420.

[6] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/420-421.

[7] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/422.

[8] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/422.

[9] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/423.

[10] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/423.

[11] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/423-424.

[12] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/

[13] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/424-426.

[14] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/426.

[15] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/426-427.

[16] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/427.

[17] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/427-429.

[18] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/429.

[19] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/429-430.

[20] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/430-431.

[21] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/431-432.

[22] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/432.

[23] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/433.

[24] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/433.

[25] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/433-434.

[26] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/434-437.

[27] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/437.

[28] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/437.

[29] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/437-439.

[30] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.

[31] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.

[32] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.

[33] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440.

[34] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/440-441.

[35] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/441.

[36] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/441-442.

[37] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/442.

[38] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/442.

[39] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/443.

[40] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/443-444.

[41] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/444.

[42] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/444.

[43] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/444-447.

[44] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/447.

[45] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/447.

[46] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/448.

[47] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/448.

 

[48] Gaziantep

[49] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/449-450.

[50] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/450.

[51] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/450.

[52] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/451.

[53] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/451.

[54] Birecik.

[55] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/451-453.

[56] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/454.

[57] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/454.

[58] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/454-455.

[59] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/455.

[60] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/455-456.

[61] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/456.

[62] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457.

[63] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457.

[64] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457.

[65] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/457-458.

[66] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/458.

[67] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/458.

[68] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/459.

[69] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/459.

[70] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/459-460.

[71] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/460.

[72] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/460-461.

[73] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.

[74] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.

[75] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.

[76] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/462.

[77] Biliştin: Anadoluda bir şehir. Şimdiki adı Bostan'dır (Mu'cemÜ'l-Büldan).

[78] Caşnigir: Zehirlenmesinden korkulduğu için sultanın yemeklerini kendisinden önce tadan kimse (çeviren).

[79] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/463-464.

[80] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/464.

[81] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.

[82] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.

[83] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.

[84] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465.

[85] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/465-466.

[86] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/466.

[87] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/466.

[88] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/467.

[89] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/467.

[90] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/467-471.

[91] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/471.

[92] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/471-472.

[93] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/472-473.

[94] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/473-474.

[95] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/474-476.

[96] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/474-476.

[97] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/476.

[98] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/477.

[99] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/477.

[100] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/477-478.

[101] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/478.

[102] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/478.

[103] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/478.

[104] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/479.

[105] İbn Kesîr, El Bıdaye Ve'n-Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/479-481.