İSLÂM'DA SİYASÎ
VE İTİKÂDİ MEZHEPLER TARİHİ
İslamda
Siyasî Ve İtikadî Mezhepler Tarihî
I. İnsanların
Düşüncelerinin Değişik Oluşu:
1) İhtilaf
Konusu Meselelerin Aslında Açık Olmayıp Kapalı Oluşu :
2) Arzu, Heva
Ve Heveslerin Ve Mizaçların Değişik Oluşu:
5) Anlayış
Kabiliyeti, Ve Algılama Güçlerinin Farklı Oluşu:
6) Liderlik
Sevdası Ve Başkalarına Hükmetme Arzusu:
Iı. Müslümanların İhtilaf Etmelerinin Sebepleri:
5) Birçok
Kapak Meseleleri İncelemeye Girişmek:
7) Kur'an-ı
Kerim'de Mânâsı Kesinlikle Anlaşılamayan Müteşabih Âyetlerin Bulunması:
8)
Metinlerden Dinî Hükümler Çıkarmak:
III.
Müslümanlar Arasında Meydana Gelen İhtilafın Sahası:
a) Tatbikat
Sahasındaki İhtilaf:
b) İlim Ve
Teori Sahasındaki İhtilaf:
Hamd, yüce
"Allah'a mahsustur. O'na hamdederiz, ondan, yardım dileriz. Günahlarımızın
affını isteriz, O'na tevbe ederiz, nefislerimizin şerrinden, yaptıklarımızın
fenalıklarından O'na sığınırız. Allah, kimi doğru yola eriştirirse artık onu
saptıracak hiçbir kimse yoktur. Kimi de saptırırsa onu, doğru yola ulaştıracak
yoktur.
Âlemlere rahmet olarak
gönderilen Hz. Muhammed'e hidayet önderleri olan, kendilerine uyulduğu takdirde
doğru yol bulunan, o nurlu ashabına salat'ü selâm, olsun.
O ashab ki Peygamber
Efendimiz (S.A.V) haklarında şöyle buyurmuştur : «Ashabım, yıldızlar, gibidir.
Hangisine uyarsanız, doğru yolu bulmuş olursunuz.»
Milli Eğitim Bakanlığı
genel kültür merkezi, ilim tahsiline kapıları açmayı, bu husustaki engelleri
kaldırmayı, kültürlü insanlara kolaylıklar sağlamayı planlamıştır. Böylece aydın
kişiler her ilmin meyvesini elde etsinler, halk tabakasına ağır gelmeyecek,
aydınların da zevkini tatmin edecek bir üslupla yazılan, akli verilerden istifade
etsinler. Bu maksatla adı geçen Kültür Merkezi, felsefe, tarih, teknik ve dini
ilim dallarında bin kadar kitap yayınlamayı öngörmüş ve Allah (C.C.)'m
yardımıyla bu büyük İşi mükemmel bir büyük işi mükemmel bir şekilde başarma
çalmışması içinde yayınlamayı programladığı eserlerin bir çoğunu yaymianuştar.
Bu başardı merkez
benden, bir takım zor meseleleri kolaylaştırıp, herkesin anlayabileceği bir
şekilde kaleme almak suretiyle, İslâm mezhepleri hakkında bir kitap yazmamı
istemişti. Meydana getirilecek bu kolay eser'öyle bir eser olmalıydı ki onu
kims.e yadırgamasın, açık seçik olsun, bütün kültürlü insanlar, onun ihtiva
ettiği meseleleri anlamakta güçlük çekmesin ve îslâmî mezheplerin, düşünce
aşamalarım kolaylıkla kavrasın.
İslâm mezhepleri,
inceledikleri meselelere göre çeşitli kısımlara ayrılmışlardır.[2]
Bunlar, inancın temel
meselelerinde ihtilâf etmemiş (kulun, yaptığı işleri cebren mi yoksa kendi
isteğiyle mi yaptığı meselesinde olduğu gibi) kelamcilarm ihtilaf ettikleri
feri meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Meselâ: Bütün mezhepler, îslâm inancının
cevherini teşkil eden, Allah'ın birliği mevzuunda ittifak etmişlerdir.[3]
Bunlar, Halifenin
seçim şekli ve benzeri meselelerde ihtilaf etmişlerdir, ilerde bu mezhepleri
ve herbirinin izlediği metodu anlatacağız.[4]
Fıkıh; insanların birbirleriyle
olan münasebetlerini, Kur'an-ı Kerim ve sünnet-i seniyye ile beyan edilen, kul
ile Allah arasında olan ibadete ait meseleleri tanzim eder.
Bu konuları etraflıca
incelemek, büyük eserlerin yazılmasını gerektirir. Bunun içindir ki biz,
meseleleri kolaylaştırmakla birlikte az ve öz olarak aktarmaya çalışacağız.
Ancak, meseleleri kısaca anlatmaya çalışsak da, bütün konulan bir kitapta
toplamak mümkün değildi. Bunun için bu kitapta sadece siyasî ve itikadi
mezhepleri zikredeceğiz. Fıkhı mezhepleri ise başka bir kitaba bırakmayı uygun
gördük.
İnşallah yakında
okuyuculara o bölümü de sunmaya muvaffak oluruz. Başarı Allah'tandır. Doğru
yola sevkeden O'dur. Her zaman olduğu gibi bu işimizde de bize başarı ihsan
etmesini niyaz ederiz. O, ne güzel mevla, ve ne güzel yardımcıdır.
Bu bölümde, insanların
herhangi bir gerçek hususunda görüşlerinin değişik oluşunun ve ihtilaf
etmelerinin sebeplerini izah edeceğiz ve müslü m anların, herkesçe kabul
edilen, hiçbir kimsenin inkâr edemediği ve ihtilafa düşmediği îslâmm temel
prensiplerinde ittifak etmelerine rağmen, îslâmm fer'i meselelerini anlamada
düşünce metodlarının değişik oluşu sebeplerini anlatacağız.[6]
Şu, bir gerçektir ki,
insanların düşünceleri değişiktir. Bir kısım âlimler «insanoğlu ilk
yaratılışından beri bu kainata felsefî bakışlarla bakmaktadır.» diyorlar. Biz
de deriz ki: Bu bakışların sebep olduğu hayal ve tasavvurlar, insanların
gördükleri ve ilgilerini çeken şeylerin farklı oluşuna göre değişmektedir,
fnsanoğlu, medeniyet ve ilerleme yolunda her adım attıkça ihtilaflar artmış ve
bu ihtilaflardan, çeşitli felsefî, sosyal ve ekonomik doktrinler meydana gelmiştir.
Eğer biz, ihtilafların
asıl sebeplerini saymaya ve belirli sayılarla tesbit etmeye kalkışacak
olursak, elbette ki buna gücümüz yetmez. Zira ihtilaf nedenleri pek çoktur. Bir
sınırlama yapmaksızın bir kısmını zikretmeye çalışalım.[7]
Eskidenberi
felsefeciler, bir kısım kapalı mevzuları izah etmeyi
kalkışmışlardır. Aslında bu konuları
idrak etmek çok zor, anlama yolları da değişiktir. Bu sebeple felsefecilerden her biri sadece kendi
gözünün gördüğü, aklının idrak edebildiği ve düşüncesinin ulaşabildiği
hususları anlamaya çalışmıştır. Belki de hepsinin görüşü birleştiği takdirde
incelenen meselenin gerçek yönü ortaya çıkabilir.
Herbirinin tekbaşma
görüşü, ise gerçeğin ancak bir bölümünü yansıtabilir. Bu hususta Eflatun şöyle
der. «İnsanlar, her yönüyle gerçeği idrâk edemedikleri gibi ondan tamamen uzak
da olmazlar. Her insan, gerçeğin bir yönünü idrak eder. Şu misal, bunun Örneğidir:
Birkaç kör, filin yanına varırlar, herbiri, onun bir organını tutar, eliyle
kontrol eder ve onun ne olduğunu kendine göre hayal eder. Onun ayağını
yakalayan, filin ağaç gövdesine benzeyen uzun ve yuvarlak bir yaratık olduğunu
anlatır. Sırtına ulaşan, onun yüksek tepelere benzeyen bir yaratık olduğunu
söyler. Kulağını tutan ise, onun, düz, ince, katlanan ve açılan bir yaratık
olduğunu söyler. Görüldüğü gibi, bunlardan herbiri, gerçeğin sadece bir
kısmını idrak edebilmiş, diğer arkadaşlarını yalanlamış, Fil'in yaratılışını
anlatma hususunda hatâ ettiklerini ve cehalete düştüklerini iddia etmişlerdir.
Görüyorsunuz bunlar, doğru söylemede nasıl birleşmişler sonra aralarına nasıl
yalan ve hata girmiş ve onları ihtilafa düşürmüştür...» Zaten ihtilaflar
birçok kerede meselenin kapalı veya zor oluşundan değil, ihtilaf eden
taraflardan'herbirinin, diğerinin görüşünü bilmeyişinden doğar. Bu sebeple
Sokrat şöyle der: «Münakaşa konusu olan şey bilindiği takdirde her münakaşa
biter.»[8]
İnsanların, ihtilafa
düşme sebeplerinden biri de arzuların, heva ve heveslerin değişik oluşudur.
Zira kişilerin arzulan, hevesleri yo mizaçları, birbirinden farklıdır. Herkes,
meseleleri kendi istek ve eğilimine göre kavrar. Bu hususta Spinoza şöyle der:
«Bize eşyayı güzel gösteren, basiretimiz değil, arzu ve meyillerimizdir.» Evet,
arzular ve istekler, gerek düşünceye gerekse eşyanın iyi veya kötü olduğuna
karar veren değer ölçüsüne hakimdir. Yine aynı mevzuda William James şöyle der:
«Felsefe tarihi, beşerî mizaçların çatışma tarihidir. Bu çatışmanın, edebiyat,
fen ve devlet idaresi alanlarında büyük bir rolü vardır.[9]
İnsanların, ihtilaf
etme sebeplerinden biri de branşlarının ve yöneldikleri şeylerin değişik
oluşudur. İnsanların hayatta çeşitli meslek kollarına yönelmeleri, her meslek
sahibini kendi mesleğine uygun bir şekilde düşünmesine ve görüşlerinin o yöne
yönelmesine selerin üçüncü cildinde bu mevzuda şöyle denir: «ölçüler çok
çeşitli ve çok farklıdır, her sanat ve ilmin ve bunların kurallarının, kendilerine
göre ölçüsü vardır. Meselâ: Fıkıhcılarm ölçüleri, tıbbiyelerin ölçülerine
benzemez. Astronomların ölçüleri gramercilerin ve[10]
lamaların ölçülerine benzemez. Mantıkçıların ölçüleri cedelcilerinkine
benzemez. Bunların ölçüleri ise tabiat ve ilahiyatçılarmkr benzemez.» Aynı
mevzu hakkında çeşitli ilim adamlarının, branşlarının değişik olması sebebiyle
düşünce ölçülerinin de değişik olması, her ölçü sahibinin başkasıyla ihtilaf
etmesini gerektirir. Zira herkes, kendi düşüncesine ve kendi branşının metoduna
göre hareket eder. İlnvi kelâmcılarla fıkıhçılar arasında, Kur'an-ı Kerim'in
(Mahluk) «yaratılmış» olduğu mevzuunda ihtilaf etmeleri bu kabilden bir
ihtilaftır. Çünkü, bunların ihtilaf etmelerinin asıl sebebi, metod-larının
değişik olmasıdır. Fıkıhcılarm ölçüleri, sadece Kitap ve sünnete dayanırken
ilm-i kelamcılar, mücerret akli ölçülere son derece önem vermektedirler.[11]
İhtilaf sebeplerinden
biri de, eskileri, objektif bir bakışla değerlendirip kafa yormadan onların
düşüncelerini olduğu gibi kabul etmektir. Zaten insanlarda başkalarını taklid
etme temayülü devamlı vardır. Bu temayül, farkında olmadan insanlara yön
verir, zamanla kutsallaştırman bir takım düşünceler, insanların kalelerine
hakim olur ve artık onlan, bu düşüncelerin iyiliği veya kötülüğü hakkında bir
takım- deliller bulmaya sevkeder. Bu tutum, elbetteki insanları, ihtilafa ve
kısır çekişmelere itecektir. Çünkü herkes, farkına varmadan, şartlanmış olarak
münakaşaya girer. Diğer yandan taklitçilik, taassubu doğurur. Zira kişinin
kutsal kabul ederek taklid ettiği görüşler onu, bu görüşler hakkında mutaassıp
olmaya sevkeder. Aşın bir taassubun bulunduğu yerde, asın bir ihtilafın meydana
gelecoği iso muhakkaktır. Taassup, sinir sisteminin zayıflığından ve meseleyi
her yönüyle kavrayamamaktan meydana geldiği gibi, çok az olarak da inancın
kuvvetli oluşu taassuba sebep teşkil edebilir.[12]
İhtilaf sebeplerinden
biri de gördüğümüz gibi idraklerin farklı oluşudur. Bazı idrak organları
gerçekleri bulurken bazıları onların sadece bir kısmını kavrayabilir.
Bazılarına ise vesvese ve kuruntular hakim olur. Bir kısmı da hayal âlemine
dalar, başkalarından miras kalan düşüncelerin'baskısı altında çeşitli
fikirlere saplanır.
Kuruntu ve vesveseye
kapılma sadece avam tabakasına mahsus olmayıp bazı âlimlere bile hakim olur ve
onların basiretlerini ba'ğlar. Böylece gerçekleri idrak edemez olurlar.
«İhvanüssafa» adlı
teşkilatın risalelerinde şunlar zikredilmektedir. «Birçok insan vardır ki
düşünme kabiliyeti güzel, temyiz kabiliyeti çok hassas, tasavvuru süratli ve
zekidir. Yine bazıları da vardır ki, geri zekâlı, kalbi kör ve şaşkındır.
İşte, âlimlerin, görüş ve mezheplerinde ihtilaf ediş sebeplerinden biri de
budur. Zira, insanların anlayış kabiliyetleri farklı olunca görüş ve inançları
da ona göre değişik olur.» Bu yargı şüphe götürmeyen bir hakikattir. Gerçekten
idrak kabiliyetleri ve akılların farklı oluşu, bu akıllarla varılan neticelerin
de değişik olmasını gerektirir. Herhangi bir mevzu hakkında hiç, hislerine
mahkûm olmuş şairane bir düşünce sahibi ile, neticeleri sebeplere sıkıca
bağlayan mantıkçı ve matematiksel bir düşünce sahibinin birleşmesi beklenebilir
mi?[13]
Bu da, insanların
ihtilaf etme sebeplerinden biridir. Özellikle siyasi alandaki metodlarda
kendini gösterir. Başkalarına hükmetmeyi arzulayan birçok kimse, yönetim
hakkında özel arzularından kaynaklanan birtakım görüşlere saplanır, onları
savunmaya çalışır ve bu hususta öyle bir tavır içerisine girer ki, artık,
kendisinin .iddialarında çok samimi olduğunu, söylediklerinin, gerçeğin ta
kendisi olduğunu zannetmeye başlar. Bazan millî veya ırkî taassup da
ihtilâflara sebep olabilir. Bu taassuplar da, liderlik sevdası ve başkalarına
hükmetme arzusu şeklinde tezahür eder.
Bazan hükümdarın
propogandasmı yapan, onun yardımına koşan, onun görüşlerini yayan bir takım
taraftarları bulunur. Bunlar, insanları davet ettikleri meselenin gerçek
olduğu zehabına kapılırlar. Bu tip şahıslar, insanlar için en tehlikeli
kişilerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şerifinde şöyle
buyurmaktadır: »Ümmetim için en çok korktuğum kimse, konuşmasını iyi bilen
münafık bir kimsedir.[14]
İşte bunlar,
insanların inceledikleri mevzularda ve araştırmalar sonunda vardıkları
neticelerde ihtilafa düşme sebeplerinden bazılarıdır. Genellikle bu ihtilaf
sebepleri belirli bir bölgeye veya belirli bir mevzua mahsus olmayıp her yer
ve her mevzu için söz konusu olan sebeplerdir.
Bunların yanında
müslümanların düşüncelerinde ihtilaf etmelerinin birtakım özel sebepleri de
vardır...[15]
Müslümanlar, itikadî,
siyasi ve fıkhî konularda ihtilaf edip mezheplere aynlmışl ardır. İhtilaf ediş
sebeplerini izah etmeden önce şu iki hususu belirtelim.
1)
Müslümanlar hiçbir zaman dinin temel prensiplerinde ihtilaf etmemişlerdir.
Mesela; Allahu Tealâ'mn birliği, Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Allah'ın peygamberi
olduğu, Kur'an-ı Kerim'in Allah tarafından gönderildiği, O'nun, peygamberin en
büyük mucizesi olduğu, müslümanların, Kur'an-ı Kerim'i mütevatir yolla
nesilden ue-sile aktardıkları, beş vakit namaz, zekât, hac ve oruç gibi
ibadetlerin ifa ediliş şekli hususunda herhangi bir ihtilaf meydana gelmemiştir.
Umumî bir ifade ile,
îslâmın temel prensiplerinin herhangi birisi hakkında veya içkinin, domuz
etinin, ve leşin haram oluşu ile miras hakkındaki umumi esaslar gibi dinin
kesin olarak bilinen hususlarında hiçbir ihtilaf olmamıştır. Sadece dinin
temel prensipleri ve genel kuralları dışında kalan fer'î meselelerde ihtilaf
edilmiştir.
2) Şüphesiz
ki müslümanlar arasında siyasi ve itikadı meseleler hakkında görülen ihtilaf,
şer den başka bir şey değildi. Bu hususta Buharî, Zeyneb bint-i Cahş'in şöyle dediğini rivayet eder: «Birgün Resulullah (S.A.V),
yüzü kıpkırmızı olarak uykudan uyandı ve şöyle dedi: La ilahe illallah,
yaklaşan felaketten dolayı vay Arapların haline!»[16]
Peygamber Efendimiz
(S.A.V.) bu (hadisti şerifle, kendisinden sonra müslümalnar arasında meydana
gelecek olan ihtilaflara işaret buyurur. Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle
buyurur: «Yahudiler yetmişbir
fırkaya ayrılmış, Hristiyanlar da yetmişiki fırkaya ayrılmışlardır. Ümmetim
ise yetmişüç fırkaya ayrılacaktır.»[17]
Hadis âlimleri çeşitli şekillerde rivayet edilen bu hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir.
Mukbilî, -El alemûşşamih» adlı kitabında şöyle der: «Ümmetin yetmiş fırkaya
ayrılacağına dair zikredilen hadisin bir çok rivayetleri vardır. ,Bu rivayetler
birbirine destek olmakta, dolayısıyla hadisin ifade ettiği hadisenin meydana
geleceğinde hiçbir tereddüd bırakmamıştır.»
İtikadı meseleler hakkında
ihtilaf etmenin kötü ve şer olmasına mukabil, Kitap ve sünnette hükmü bulunan
mevzular dışındaki meselelerde meydana gelen fıkhi ihtilafların kötü
olmadığını beyan etmemiz gerekir. Evet, fıkhi ihtilaflar şer olmayıp bilakis,
Kitap ve sünnetin mânâlarını iyice anlamaya ve onlardan çıkarılacak kıyaslamalara
vesile olmuştur. Aslında bu ihtilaf müslümanların bölünmesine vesile olmamış,
sadece görüş ayrılığı noktasında kalmıştır. Her fıkıhçı, diğer fıkıhçınm
ulaştığı güzel görüşlerden istifade etmiş, onlara bazan tamamen katılmış bazan
da karşı çıkmıştır.
Enıevî halifelerinden
Ömer b. Abdülaziz'in Sahabe-i Kiram'ın fer'î meselelerde ihtilaf etmeleri çok
hoşuna giderdi, de şöyle derdi: «Resulullah (S.A.V.)'in ashabının ihtilaf
etmemeleri bence hoş olmazdı. Çünkü onlar bir tek görüş üzerinde birleşmiş
olsalardı insanlar zor durumda kalırlardı. Sahabe-i Kiram, kendilerine uyulan
önderlerdir. Bir kimse onlardan herhangi birinin sözünü alırsa, o söz o kişi
için sünnet gibidir.»[18]
Burada, herhangi bir kimse
: «Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ümmetini gecesi, gündüzü kadar aydınlık olan
apaçık bir doğru yol üzerinde bıraktığı, onlara sımsıkı sarıldıkları takdirde
asla sapmayacakları, Allah'ın kitabını ve Resullulah'ın sünnetini bıraktığı
halde, müslümanlar niçin ihtilaf ettiler?» diye soracak olursa'bunun cevabı
şudur: İhtilaf etmelerinin birçok sebebi vardı. Genelde ise ihtilaf iki
kısımdır:
a) İslâm
ümmetini parçalamayan ve onları birbirine düşürmeyen ihtilaf.
b) İslâm
ümmetini parçalayan, onun birlik ve beraberliğini bozan ihtilaf. Bu da siyasi
sahada veya iktidar meselesinde meydana gelen ihtilaftır.
Şimdi bu ihtilaf
sebeplerinden bazılarını görelim :[19]
Bu, ihtilaf
sebeplerinden biridir. Hattâ İslâm ümmetini parçalayan ihtilafların nüvesini
teşkil eder.. îslâm, Kur'an-ı Kerim ve sünnet hükümleriyle ırkçılığa karşı
büyük bir savaş açmıştır. Bu hususta Allah Tealâ şöyle buyurmaktadır; «Ey
insanlar muhakkak ki sizi bîr erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle
tanışasmız diye sizi, milletlere ve kabilelere ayırdık. Elbette ki Allah
nezdinde en şerefli olanınız, ondan en çok korkanınızdır...»[20]
Peygamber Efendimiz (S. A.V.) de bir hadîs-i şerifinde «Irkçılığa davet eden
bizden değildir. Irkçılık için ölen bizden değildir.» buyurmuştur. Diğer bir
hadis-i şerifinde de «Şüphesiz ki Allah Tealâ sizlerden cahiliyet sıkıntılarını
ve cahiliyet döneminin, atalarla Övünme âdetini kaldırdı. İnsanlar ya takva
sahibi bir mümin veya günahkâr bir fâcirdir. Siz, Âdemoğullarısınız, Âdem ise
topraktan yaratılmıştır. Bir kısmı adamlar, cehennemin kömürlerinden olan
kavimlerle övünmeyi artık bıraksınlar. Aksi halde Allah katında onlar,
burnuyla pislikleri itip götüren pislik böceklerinden daha âdi olurlar.»[21] Bir
başka hadis-i şerifte ise şöyle buyurmuştur: «Ey insanlar iyi bilin ki Rabbiniz
birdir, babanız birdir. îyi bilin ki Arabın, Arap olmayana, Arap olmayanın
Araba, kızıl derilinin siyaha, siyahın kızıl deriliye hiçbir üstünlüğü yoktur.
Üstünlük, ancak Allah'dan korkma iledir.» "[22]
Evet, Peygamber
Efendimiz (S.A.V.)'in devrinde ırkçılık, bu açık delillerle ortadan
kaybolmuştur. Şehid Halife Hz. Osman'ın devrine kadar su yüzüne çıkamamıştı. Bu
halifenin son dönemlerinde kuvvetli ve korkunç bir şekilde ortaya çıktı.
Irkçılığın ortaya çıkışı önce Emevilerle Haşimîlerin, daha sonra da
Haricilerle başkalarının arasında görülen ihtilaflarında büyük bir etkisi
vardı. Hariciye mezhebi Mudar kabileleri arasında yayılmayıp, Rabia
kabilelerinin arasında yayılmıştı. Rabia kabileleri ile Mudar kabilelerinin
arasındaki ihtilaflar, cahiliyet devrinde çok meşhurdu. îslâm gelince bu
ihtilafları ortadan kaldırdı. Ne var ki Hariciye fırkasmda yeniden ortaya
çıktı.[23]
Siyasî ihtilaflara yol açan
en önemli sebeplerden biri de, İslâm ümmetini idare etmek için Peygamber
Efendimiz (S.A.V.)'e kimin daha iyi halife olacağı meselesidir. Bu ihtilaf,
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) 'in vefatından hemen sonra ortaya çıkmış,
Medine'nin yerlileri olan ensar, «Peygamberi biz barındırdık, ona biz yardım
ettik, halife olmaya biz daha layıkız.» diyor. Mekke'den Medine'ye hicret eden
muhacirler ise «Biz daha önce müslüman olduk, halifeliğe bia daha layıkiz»
diyorlardı. Fakat, ensarın kuvvetli imanı, ihtilafı sona erdirdi. Artık ondan
ortada hiçbir eser kalmadı. Ne varki ihtilaf daha sonra yeniden alevlendi ve
başka bir şekilde tekrar ortaya çıktı. Halife olma hakkı, Kureyş'in hepsine mi
aittir? Yoksa sadece Hz. Ali ve evladına mı aittir? Yahutta bu hak herhangi bir
kabile ve aile ayırdetmeksizin, bütün müslümanlara mı aittir? Çünkü bütün
müslümanlar Allah katında eşittir. Bu hususta Allah Tealâ şöyle buyurur :
«Şüphesiz ki Allah katında en üstününüz, ondan en çok kor-kanınızdır.»[24]
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) de şöyle buyurur: «Ey insanlar, iyi bilin ki
Rabbiniz birdir, babanız birdir. İyi bilin ki Arabin, Arap olmayana, Arap
olmayanın Arab'a, kızıl derilinin siyaha, siyahın kızıl deriliye hiçbir
üstünlüğü yoktur. Üstünlük, ancak Allah'dan korkma iledir.»[25] Bu
ihtilaflar sebebiyle müslümanlar, Havaric, Şia gibi guruplara ayrılmışlardır.[26]
Eski dinlerin mensuplarından
birçoğu İslâm dinine girdi. Yahudiler, Hristiyanlar ve ateşperestler müslüman
oldu. Bunlar îslâma girdiklerinde eski dinlerinden kafalarında kalan
düşüncelerini tamamen söküp atamamışlardı. Çünkü bu düşünceler onların hislerine
hakim olmuştu. îşte bu sebeple onlar İslâmî meseleleri eski inançlarının ışığı
altında mütalâa ediyorlardı. Müslümanlar arasında, eski dinlerinde münakaşa
konusu olan «Kulun, yaptığı işlerde serbest veya mecbur olması, (cebir ve
ihtiyar), Allah Tealâ'nın sıfatlarının, zatının aynı veya gayri olduğu» gibi
meseleleri yaymaya çalışıyorlardı.
Şu gerçeği de ifade
etmemiz gerekir ki, eski din mensuplarından îslâma girenlerden, eski
dinlerinden kafalarında bir takım kalıntılar bulunmasına rağmen, samimi olarak
îslâmı kabullenenler yanmda görünüşte İslama giren fakat gerçekte onu kabul
etmemiş, sadece müslümanlann dini ile oynamak ve onların arasında sapık
fikirleri yaymak için İslâm'a giren kişiler de vardı. Bunun içindir ki
Müslümanlann arasında zındıklar ve diğer sapıklar gibi yıkıcı düşünceleri
yayan kişiler de bulunmuştur. Bu hususta îbn Hazm «El Fisal» adlı eserinde şu
hususları zikretmektedir.
«Bu guruplardan
çoğunun, İslâm dininden çıkış sebebi şu idi: Farslar (İranlılar) geniş bir
ülkeye sahiptiler, bütün milletler üzerinde nüfuzları vardı, kendilerini çok
beğenirlerdi. Kendilerini «hür» ler ve diğer insanları da kendilerine «köle»
kabul ediyorlardı. Çok küçümsedikleri Araplar tarafından devletlerinin yok
edilmesi onlara çok ağır geldi. Büyük bir felakete uğramış gibi oldular. Bu
nedenle çoğu zaman İslama karşı tuzaklar kurdular ve savaştılar. Her teşebbüslerinde
de Allah Tealâ hakkı galip getirdi. Farslardan bazıları görünüşte müslüman
oldu. Ehl-i Beyti sevdiklerini ve Hz. Ali'ye yapılan zulümlere karşı çıktıklarını
iddia ederek Şiileri kendilerine çekmeye çalıştılar. Nihayet onları İslâm
çerçevesinin dışına çıkardılar.»
İbn Hazm'den
nakledilen bu sözler her nekadar Abdullah b. Sebe'ye tâbi olan Sebeiyye fırkası
gibi sadece sapık bir Şii gurubunu misâl veriyorsa da benzeri birçok guruplar
için de geçerlidir. Aslında her fırkada bu tiplerden bulmak mümkündü.
Murtezilede îbn Ravendi, müşebbihe ve mücessimede benzerleri gibi.[27]
Müslümanlann ihtilafa
düşme sebeplerinden biri de bu tercüme hareketi idi. Tercüme edilen felsefî
eserlerin meydana gelen ihtilaflarda büyük bir tesiri görülmekte idi. Çünkü
birçok felsefî eğilimler, kâinat, madde ve tabiat ötesi mevzulannda eski
teoriler îslâmî düşünceye saldırmışlardır. İslâm âlimleri arasında bile eski
felsefecilerin düşündüğü gibi düşünen ve onların yolunu tutan kişiler
çıkmıştır. Abbasi devrinde Yunan ve Roma'da ortaya çıkan Sofistler gibi bir
kısım şüpheci insanlar türemiştir. Bu düşünce tarzından çeşitli mezhepler
meydana çıkmış, bunun dinî düşüncelerde bile etkisi görülmüştür. îslâmî
inançlar hususunda, felsefeciler gibi düşünenler görülmüştür. Meselâ,
Mutezilîler İslâmî inançlan isbat hususunda felsefecilerin metodundan hareket
etmişlerdir.Bugün elimizde
bulunan Îim-I kelam, gerek Mutezilîlerin metodu gerekse ehl-i sünnetin onlara
cevap yermeleri şekliyle, bir takım mantıki kıyaslar, felsefî ta'lüler ve
mücerred aklî incelemelerden başka birşey değildir.[28]
îslâm âlimleri
arasında, itikadı meseleleri ispat hususunda felsefi düşüncenin yayılması,
îslâm âlimlerini, insan aklının kesin ve değişmez neticeler elde etmeye gücünün
yetmediği meseleleri incelemeye sevketmiştir. Meselâ: Allah.Teala'nın
sıfatlarının ispatı veya nefyi, Allah'ın kudreti yanında kulun kudreti ve benzeri
meseleler bu kabildendir. Çünkü bu gibi meseleleri incelemek, ihtilaflar için
büyük kapılar açar. Zira görüşler değişik olur, metodlar çeşitli olur, herkes,
diğerinden başka bir tarafa yönelir. Belki de ilm-i kelamcıların ihtilaf ettiği
mevzuların bir çoğu bu tip kapalı meselelerdir.[29]
Hikâyeler Hz. Osman (R.A.)
devrinde ortaya çıkmış, Hz. Ali (R..A.) bunları hoş görmemiş, hattâ
hikayecileri camilerden kovmuştur. Çünkü bunlar, insanların kafasına bir kısım
hurafe ve efsaneler sokuyorlardı. Bunların bir kısmı tahrife uğrayan eski
dinlerden kaynaklanıyordu. Emevîler devrinde ise hikayeciler çoğalmıştır. Bunlardan
az bir kısmı dürüst insanlar olduğu halde çoğu kötü kimse lerdi. Belki de
tefsir ve îslâm tarihi kitaplarına birçok Israiliyatın giriş sebebi bu
hikâyelerdir.
Bu asırda ortaya çıkan
bütün hikâyeler, henüz olgunlaşmamış ve çeşitli meclislerde anlatılan bir takım
ilkel düşüncelerdi. Bunların, ihtilafa sebep olacakları pek tabii idi.
Özellikle hikayeci, herhangi bir mezhep sahibinin veya bir düşünce liderinin
yahut bir hüküm darın taraftarı olur da diğer bir hikayeci de bir başkasının
taraftar olursa, elbetteki bunların sebep oldukları ihtilaf, halk tabakasın? da
sıçrar ve çok kötü neticelere götürür.
Nitekim çeşitli îslâmî
dönemlerde bu neticeler fiilen görülmüştür.[30]
Allah Teaîâ bir âyet-i
kerimede şöyle buyuruyor: «Sana kitaî. indiren O'dur. O'nun bir kısmı âyetleri
muhkemdir,
mânâsı açıktı Bu
âyetler, kitabın esasıdır. Diğer bir kısım âyetleri de müteşabîhti:
anlaşılması güçtür. Kalplerinde eğrilik
bulunanlar, fitne çıkarmak ve arzularına göre açıklamak nîyetiyle müteşabih
olanlarına Oysa bunların açıklamasını sadece Allah bilir, llteıde İler! miş
olanlar ise, «Biz bunlara iman ettik, hepisi rabbimizin katındadır» derler.
Bunları ancak akıl sahipleri düşünür.»[31] Bu
âyet-i Kerime ile Kur'an-ı Kerim'de müteşabih âyetlerin bulunduğu ifade edilmektedir.
Bunlar vasıtasıyla, Allah Tealâ müminlerin imanlarında samimi olup olmadıkları
hususunda onları imtihan etmektedir. Bu gibi âyetlerin var oluşu, âlimlerin,
Kur'an-ı Kerim'de bulunan mâ-teşabih âyetler üzerinde ihtilaf etmelerine sebep
olmuştur. Birçok zeki âlimler bunları te'vil etmeye ve gerçek mânâlarını
anlamaya çalışmışlar ve te'vil ederken de kendi aralarında ihtilafa düşmüşlerdir.
Diğer bir kısım âlimler ise bu gibi âyetleri te'vil etmeye girişmemişler bu
hususta susmayı tercih etmişler ve şu âyetle Allah'a (C.C.) duada bulunmuşlardır.
«Onlar «Rabbimizî bizi hidayete erdirdikten sonra kalbimizi haktan çevirme.
Bize kendi katından rahmet ihsan et Şüphesiz ki sen, çok bağışta bulunansın.»[32]
derler.[33]
İslâm şeriatının bulanmayan
temiz kaynağı, Allah Tealânm kitabı olan Kur'an-ı Kerim ve Hz. Muhammed
(S.A.V.)'in sünnetleridir. Metinler sınırlı, hâdiseler sınırsızdır. Meydana
çıkan her olay için dinî bir hüküm bulmak gerekmektedir. Metinler, umumi hükümleri
kapsamakta, teferruata dair her zaman nass bulunamamaktadır. Bu sebeple
metinleri ve olayları incelemek ve bir hükme bağlamak zarureti vardır. Bu
sahada çalışan âlimler, metinlerden hüküm çıkarma hususunda farklı metodlarla
hareket etmişler, herkes kendi düşüncesi ve görüşüne, kendisine ulaşan ha4is ve
doğruluğuna güvendiği sahabe haberlerine göre hüküm çıkanmşdır,
Şu hususa dikkat etmek
gerekir ki; metinlerden hüküm çıkarma sebebiyle ortaya çıkan ihtilaflar,
hiçbir zaman tehlikeli olmamış, bilakis güzel sonuçlara ve övgüye layık
neticelere varılmıştır. Zira ihtilaf neticesi ortaya çıkan görüşlerin tümü
birleştirilerek, bütün beşeri kanunlardan daha sağlam, daha adaletli, daha
güçlü, her zaman ve her yer için geçerli, selim insan yaratılışına uygun, dört
başı mamur bir nizam meydana getirmek mümkündür.[34]
Buraya kadar,
müslümanlar arasında meydana gelen ihtilaf sebeplerinin bir kısmını anlattık.
Her zaman ihtilafın dış görünüşü göze çarpar, asıl sebepleri ise gizli kalır.
Sebeplerden bazıları, araştırmacılar tarafından görülürse de diğer bazıları
tarihi olaylar içerisinde gizli kalır. Bazan ihtilafın doğrudan sebebi basit
bir hadise olur. Fakat neticede umumî meselelerde ihtilafa yol açar. Hele insanlar
ruhi bakımdan .buna müsait, yaratılışları icabı geniş düşünme eğiliminde iseler
ve anlayış kabiliyetleri de farklı ise basit bir meseleyi abartıp geniş çapta
ihtilafa düşerler.
Müslümanlar arasmdaki
ihtilaf, iki sahada görülmektedir. Bunlardan biri, tatbikat sahasında, diğeri
ise ilmi ve teorik sahada görülmüştür.[35]
Hz. Osman (R.A) 'a
karşı isyan edenlerin ortaya çıkardıkları ihtilaf, Hz. Ali (R.A.) ile
Haricîlerin arasında çıkan ihtilaf, Abdullah b. Zübeyr (R.A.) ile Emevîler
arasında görülen ihtilaf, Haricîlerle Emeviler arasında görülen ihtilaf,
tatbikat sahasında görülen fiilî ihtilaflardır. Bu çeşit. hadiseleri, siyasî
tarihler inceler, ilmî nedenlerini izah etmeye çalışır sebeplerle neticeleri
birbirine bağlamaya uğraşır.
Olayları değil, çeşitli
mezhep ve ilimlerin tarihlerini inceleyen ilim adamları, amelî sahadaki
ihtilafların düşünceler üzerinde ne gibi etkileri bulunduğuna ve doktrinlerin
de bu tip ihtilaflara ne gibi tesirler yaptığını kaydetmeye önem verir.
Meselâ: Hz. Ali (R.A.) ile ona karşı isyan eden Emevîler arasındaki ihtilafın
asıl sebebi; halife seçme hakkının kime ait olduğu düşüncesidir. Halifeyi
seçme hakkı sadece Medinelilere aittir de diğer insanlar onlara mı tâbi olacaktır?
Yoksa bu hak, her yerde bulunan bütün müslümanlara mı aittir?
Bu meselede, hidayet
rehberi Hz. Ali (R.Â.) ile Emevîîer arasında ortaya çıkan bu şiddetli
ihtilaftan Havaric, Şia ve benzeri çeşitli mezhepler ortaya çıkmıştır.
Haricîlerin ortaya
çıkışından sonra, evvela Haricîlerle Hz. Ali ve evlâtları arasında daha sonra
da yine Haricîlerle Emevîler arasında korkunç savaşlar meydana gelmiştir. Şiî
mezhebinin ortaya çıkışından ise, uzun süren savaşlar meydana gelmiş, ilk
kurlusunda şiî olan Abbasî devletinin kuruluşuyla bu savaşlar sona ermiştir.
Görüldüğü gibi siyasi
mezheplerle, ortaya çıkan hadiseler arasında büyük bir irtibat vardır. Bu
irtibat, müslümanlar arasındaki ihtilafı körüklemiştir.
îşte müslümanlar
arasında meydana gelen ihtilafların, bîr takını görüş ayrılıklarına dayandığı,
sadece yönetimi ele geçirip başkalarına üstün gelmek için, hükümdarlar
arasında görülen ihtilaflar şekline henüz dönüşmediği bir zamanda müslümanlar
arasmdaki tatbikat sahasındaki ihtilafla teorik ihtilafın birbirlerini
etkilemeleri bu şekilde olmuştur. Ancak, hükümdarların ve taraftarlarının
arasında- görülen iktidara ilişkin ihtilaflar, görüş farklılıklarına dayanan
ihtilaflar şeklinde başlar. Müslümanlara hükmetme ve onları tahakküm altında
tutmaya bu yollarla gidilmiştir.
Peygmber
(S.A.V.)'imizin şu hadis-i şerifi bu hadiseyi çok doğru bir şekilde bizlere
anlatmaktadır. Efendimiz buyurur ki: «Benden sonra hilafet otuz senedir. Ondan
sonra saltanat başlayacaktır.»[36]
Diğer bir rivayette ise «Üzerinizde peygamberlik dönemi, Allah Te-alâ'nın
dilediği kadar devam edecektir. Sonra, Allah Tealâ onu kaldırmayı dilediğinde
kaldıracaktır. Daha sonra ise peygamberlik dönemini esas alan hilafet dönemi
gelecek, Allah Tealâ'nm dilfditri kadar devam edecek, daha sonra Allah Tealâ,
kaldırmavı dilediğinde onu da "kaldıraçaldır. Nîhavet ısırıcı bir saltanat
dönemi gelecektir.»[37] Not:
Burada da, hadîsin, asıl kaynağındaki metnine itibar edilmiştir.
Gerçekten de Osman-ı
Zinnureyn (R.A.) ve îslâm kahramanı Hz. Ali (R.Â.) dönemlerinde meydana gelen
ihtilaflar neticesinde Emevîler iktidarı ortaya çıkmış, nihayet îslâmî idare
bazan adaletli, çok zamanlar da zalim bir ısırıcı saltanata dönüştürülmüştür.[38]
Bu çeşit ihtilaflar,
bir kısım itikadı meselelerde ve bazı fer'î meselelerde görülüyordu. îtikadî
ve hukukî meseleler üzerinde meydana gelen ihtilaflar, teorik safhada kalmış,
düşünce olmaktan öteye geçememiştir. Çünkü bu tip ihtilaflara girişen âlimler
arasında fiilî çatışmaya dönüşen bir hadise meydana gelmemiştir. Zaten bunların
ilmî yaşantıları, ihtilafları teori safhasından tatbikata geçirmeleritasma
varmamıştı. Tarafların birbirlerini yanlışlık yapma ve bidat-lara sürüklenme
ile suçlamaları neticesinde ihtilaflar daha da şiddetlenmiştir. Bununla
beraber, islâm hukuku meselelerinde ortaya çı-x.kan ihtilaflar, sadece bir
görüş olmaktan ileriye geçmemiş hatta, taraflardan herbiri diğerine, «Doğru
olan bizim görüşümüzdür. Fakat hatalı olması da muhtemeldir. Başkalarının
görüşü ise yanlıştır. Fakat doğru olması ihtimali de vardır.» demişlerdir.
Evet, teorik
ihtilafların fiilî ihtilaflarda pek rolü olmamıştır, Ancak, bazı zamanlar
iktidar, bir kısım âlimlere işkence etme hırsına kapılmıştı. Bunun sebebi ise
ya teorik sahada ihtilaf eden âlimlerin izledikleri metodlarm, devlete karşı
kışkırtıcı nıetodlar olmasından kuşkulanmaları, dolayısiyle düşünceyi değil
kışkırtmayı cezalandırmaları, ya da âlimlerin görüşlerinin fitneye sebep
olacağından korkmalarıydı.
Bazan görüşler, îslânı
dışı ve îslâmdan 'çıkıp, zındık olmaya davet eden bîr şekil almıştı. Bu gibi
görüşlerin arkasında da siyasî bir maksat bulunuyordu. Çünkü zındıklık, politik
bir dâvaya zemin hazırlamak için ortaya atılmıştır. Mehdî döneminde, Abbasî
devletinde görülen zındıklık, bu kabildendi. Abbasi halifesi Mehdi, zındıkları
her yerde takip etti, zındıklık meselesinin peşini bırakmadı. Çünkü zındıklık,
İslâm iktidarını yıkıp yerine, Horasandan kaynaklanar gayri îslâmî bir iktidar
kurmanın ön hazırlıkları mahiyetindeydi
Bunu başarmak için zındıklar, herşeyden önce îslâmî düşünceyi çö kertmeye ve
kafalardan silip atmaya girişmişlerdi. Mehdî,. bu isyan kârlara karşı iki
cihetten savaş açmıştı.[39]
Mehdi, münakaşa
yapmasını güzelce başaran âlimleri zındıkl* ra musallat etti, onların inanç ve
münakaşa metodlarım iptal etti. meye girişti.[40]
Abbasî halifesi Mehdi,
bu sapık dâvanın arkasında bulunan M kanna El Horasanı'ye karşı savaştı. Gerek
politik alanda gerekse i kadı ve hukukî alanda görülen teorik ihtilafların
derecesi ne olı sa olsun bu ihtilaflar hiçbir zaman îslâmın özüne ve temel
prens, lerine yansımamıştır. Daha önce de izah ettiğimiz gibi -ihtilaflar, nin,
kati delillerle sabit olan herhangi bir meselesi veya îslâmm
mel prensiplerinden sayılan ve inkârı
mümkün olmayan herhangi bir meselede meydana gelmemiştir.
îslâm inancına ters
düşen bir takım sapık görüşler ortaya çıkınca îslâm âlimleri, bunlara
inananları îslâm toplumundan çıkarmışlar ve müslüman kabul etmemişlerdir.
Meselâ; Hz. Ah" (R.A.) döneminde Allah'ın Hz. Ali'ye hulul ettiğine
(girdiğine) inanan ve «Sebeiyye- diye adlandırılan bir güruh ortaya çıkmıştır.
Yine, aslında peygamberliğin, Hz. Ali (B.A.)'ye geldiğine, Cebrail'in yanlışlık
yaparak peygamberliği Hz. Muhammed (S.A.V.) 'e verdiğine inanan ve “Ğurabiye»
diye adlandırılan bir zümre daha ortaya çıkmıştır. Ancak bütün müslümanlar, bu
iki fırkanın da müslümanhkla hiçbir ilişiği olmadığına ve Haricîlerden «Yusuf»
suresini inkâr eden fırkanın müslüman olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir.
Bütün bu
açıklamalardan sonra Islâmi mezheplerin
üç kısma ayrıldığı neticesine varıyoruz.
1- Siyasî
mezhepler: Bunlar, tatbikat sahasında
görülmüş, bazan aralarındaki
ihtilaf had bir safhaya varmıştır.
2- İtikadi
mezhepler: Bunlar, çoğu kere teorik ihtilaflardan öteye geçmemişlerdir.
3- Fıkhî
mezhepler: Bunlar, müslümanlar için
bir hayır ve bereket kaynağı
olmuşlardır.
Şimdi bu mezhepleri
teker, teker izah etmeye çalışalım.[41]
[2] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/7-8.
[3] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/8.
[4] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/8.
[5] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/8.
[6] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/9.
[7] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/9.
[8] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/9-10.
[9] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/10.
[10] lhvamıssafa : 16. Y. Yılda
ortaya çıkan ve Basra şehrini kendisine merkez seçen siyasî, dinî bir
cemiyettir. Şiî mezhebine mensup kimseler tarafından kurulmuştur. Gayesinin
ebedî olan ruhlan mesut] etmek okluğu iddia edilmektedir. Felsefî görüşleri
Yunan, Fars ve Hint çorüşlerİ eğilimindedîr. Bu kuruluşun 52 risalesi
bulunmaktadır. Risalelerin müellifleri Ebu Süleyman El-Makdisî, Ebu Hasen
Ezzincanî ve Zeyd b. Rifae'dir.
[11] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/10-11.
[12] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/11.
[13] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/12.
[14] Müsned, İmam Ahmed Îbni
Hanbel C. 1, S. 22, 44.
Not: Burada hadîsin asıl kaynaktaki metnine
itibar edilmiştir.
[15] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/12-13.
[16] Buharî Kitabülenbiya, bab :
7/Müslim; Kitabülfiten, bab : 1, Ebu Davud: Kitabülfiten, bab : 1/Tirmizî
Kitabülfiten bab; 23/İbn-i Mâce Kitabülfiten bab; 9/Müsned-i imam Ahmed C. 2,
S.390
[17] Tirmizî, Kitabül İman, bab;
18/İbn-i Mâce, Kitabütfiten, bab; 17/Darimî, Kitabüssiyer bab; 75/Müsned-i imam
Ahmed C. 3, S. 501
[18] Eş-Şatıbî, EI-î'tisam, C. 3,
S. 11
[19] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/13-14.
[20] Hucurat suresi âyet, 13
[21] Ebu Davud, Kitabül Edep, bab
: 120; Hadis No. 5116/Tirmizî Kitabül Menakıb bab : 75, Hadis No. 3955/Müsned-i
İmam Ahmed C. 2, S. 361. Not : Burada hadisin asıl kaynağındaki metnine İtibar
edilmiştir.
[22] Müsned-i İmam Ahmed b.
Hanbel C. 5, S. 411
[23] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/15.
[24] Hucurat suresi âyet, 13
[25] Müsned-i İmam Ahmed b.
Hanbel, C. 5, S. 411
[26] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/16.
[27] İbn Râvendî: Asıl adı Tlbul
Ilüseyn tbn Rnvendi'riir. 10. Y. Yılda yaşamıştır.Önce Mutezîlî iken daim
sonra Mutedile mezhebini bırakıp, İslâmın ve diğer semavi dinlerin alpyninde
kitaplar yazmaya başladı.
4)
Felsefi eserlerin tercüme edilmesi:
[28] İslamda Siyasî Ve İtikadî Mezhepler
Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/16-18.
[29] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/18.
[30] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/18.
[31] Al-i İmran suresi âyet, 7
[32] ÂI-i İmran suresi âyet; 8
[33] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/18-19.
[34] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/19.
[35] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/20.
[36] Tirmizî, Kitabül Fiten bab;
48
[37] Müsned-i İmam Ahmed b.
Hanbel C. 4, S. 273
[38] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/20-21.
[39] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/21-22.
[40] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/22.
[41] İslamda Siyasî Ve İtikadî
Mezhepler Tarihî Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hisar Yayınevi: 1/22-23.