Vahhabîliğin
Değerlendirilmesi:
Vahhabilik, Arap
yarımadasında ortaya çıkmıştır. Şahısların aşın derecede kutsallaştınlması,
onlardan bereket umulması, onları ziyaret ederek, Allah'a yakın olmak
istenilmesi, dinde bulunmayan, bid'atlann çoğalıp dini törenlere ve dünyevî
işlere hakim olması sebebiyle, ortaya» bunlara karşı çıkan ve İbn-i
Teymiyye'nin mezhebini yeniden canlandıran Vahhabilik çıkmıştır.
Vahhabİliğin kurucusu,
M. 1787'de vefat eden, Muhammed b. Abdülvahhab'dır. Bu zat, Ibn-i Teymiyye'nin
eserlerini okumuş, onları beğenmiş, onları derince incelemiş ve teoriden
pratiğe çıkarmıştır.
Aslında Vahhabiler,
inanç hususunda, İbn-i Teymiyye'nin görüşlerine bir şey ilâve etmiş
değillerdir. Ancak bunlar, İbn-i Teymiyye'-den daha katı bir tutum izlemişler
ve onun eserlerinden, onun temas etmediği bir kısım sonuçlar çıkarmışlardır.
Zira bu yeni meseleler İbn-i Teymiyye zamanında tartışmaya konu olan
meselelerden değillerdi. Vahhabîlerin çıkarmış oldukları sonuçlar kısaca
şunlardır:
a)
Vahhabiler, ibadetlerin, sadece Kur'an-ı Kerim'in ve sünnet-i seniyye'nin beyan
ettiği ve İbn-i Teymiyye'nin anlattığı şekilde yapılmasıyla yetinmeyip, örf ve
âdetlerin de tamamen İslâm çerçevesi içinde devam etmesini gerekli
görmüşlerdir.
Bu sebeple Vahhabîler,
sigara içmeyi haram saymışlar ve bu hususta çok titiz davranmışlardır. Hatta,
Vahhabilerin halk tabakası, sigara içen kimseye müşrik nazarıyla bakarlar.
Vahhabiler bu davranışlarıyla, büyük günah işleyen kimseyi tekfir eden (kâfir
sayan) Haricilere benzemiş oldular.
b) Önceleri
kahve ve benzeri şeyleri de haram
sayıyorlardı. Fakat daha sonraları bu görüşten vazgeçtikleri anlaşılmaktadır,
c) Vahhabbilik, sadece bir inanç ve amel şeklinde kalmadı. Vahhabîler, kendilerine muhalif olanlarla karşı savaşa giriştiler. Çünkü bid'atlara karşı
savaştıklarına, bid'atîarla savaşmanın gerekliliğine, iyiliği emretme, kötülükten
sakındırma vazifesinin bir vecibe olduğuna inanıyorlardı. Böylece, Allah
Teaîâ'nm, şu âyet-i kerimede beyan ettiği hükmü yerine getirmiş olacaklardı:
«Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği
emreder, kötülüğe mâni olursunuz. Ve Allah'a iman edersiniz. Eğer kitap ehli de
iman etseydi, onlar için daha hayırlı olurdu.»[1]
Savaş alanında
Vahhabilik düşüncesine komutanlık yapan kişi, bugün Suudi Arabistan'a hakim
olan Suud ailesinin dedesi Muhammed b. Suud idi, Bu zat, Muhammed b.
Abdülvahhab'm eniştcsiydi. Onun mezhebini kabul etti ve ona aşın derecede
bağlandı. Muhammed b. Suud, halkı bu mezhebe kılıç zoruyla davet ediyordu. Ve
bunu, sünnetleri ihya etmek ve bid'atları ortadan kaldırmak için yaptığını ilan
ediyordu.
Belki de zora baş
vuran bu dini davet hareketinin altında, Osmanlılara karşı isyan etme
düşüncesi yatmaktaydı. Hasılı, bu mezhebe silah gücüyle davet hareketi devam
etti. Bunun üzerine Osmanlı devleti, Vahhrbilik hareketini bastırmak için
askeri kuvvet gönderdi. Fakat onları tamamen ortadan kaldıramadı. Nihayet, Mısır
valisi Mehmet Ali Paşa, güçlü ordusuyla Vahhabilerin üzerine yürüdü ve onları
birkaç savaşta mağlup etti. Böylece Vahhabilerin askeri gücü ortadan kalkmış
oldu. Ancak bazı kabileler içerisinde gizlenen bir azınlık kaldı.
Kuvvet buldukça,
şiddete başvuran ve saldıran, karşılık gördüğünde ise kabuğuna çekilen bu
düşünce, Rilad ve çevresini kendisine merkez seçmişti.
d)
Vahhabiler, ellerine geçirdikleri her köy ve şehirdeki türbeleri yıkıp harabe
haline getirdiler. Öyleki, Avrupalı bazı yazarlar bile Vahhabileri «Mabed
yıkanlar» diye adlandırmışlardır. Böyle isim-lendirilmelerinfle elbetteki
aşırılığın payı vardır. Çünkü türbeler, mâbed değildir.
Bununla beraber,
belkide, içinde veya bitişiğinde kabir bulunan mescitleri yıktıkları için
onlara bu isim verilmiştir. Bu hareketi yaparken de Peygamber Efendimizin;
îsrailoğullannın, peygamberlerinin kabirlerim mescit yapmalarım çirkin görmesi
hadisine dayanmış olabilirler.
e) Vahhabilerin şiddet eylemleri bununla da
kalmadı. Türbe şeklinde olmayan
kabirleri de yıktılar. Hicaz topraklarında iktidarı ellerine geçirince, bütün
sahabe-i kiramın kabirlerini yıkıp yerle bir ettiler. Buralarda kabir olduğunu
gösteren belirtilerden başka birşey bırakmadılar.
Vabhabîler, kabirlerin
ziyaret edilmesine izin verirler. Ancak, ziyaretçinin, kabirde .yatana «Selamun
aleyke» demesi dışında birşey söyliyemiyeceğini belirtirler.
f)
Vahhabîler, aslında putçuluk olmayan ve putçuluğa yol açmayan bazı basit meselelere
takılıp kaldılar. Bunlara hep karşı çıktılar. Meselâ: Fotoğraf çektirmeye
karşı oluşları bunlara bir örnektir.
larda görmek
mümkündür. Ancak idarecileri, bu gibi meselelere ku-larda görmek mümkündür.
Ancak idarecileri bu gibi meselelere kulak asmamakta ve tatbikata
koymamaktadırlar.
g)
Vahhabîler bid'at mefhumunu, şaşılacak derecede geniş bir anlamda
yorumladılar. Onlara göre, Havza-i
Mutahhara'ya perde asmak dahi bid'attır. Bu sebeple Ravza'da bulunan perdelerin
yenilenmesini yasakladılar. Neticede, perdeler eskiyerek parça parça oldu.
Öyle ki, Peygamber'in huzurunda bulunan kişiyi ilâhî nur ay-dınlatmasaydı veya bu kişi kendisini, Peygamberlerin Efendisine vahyin indiği
yerde hissetmeseydi, mübarek kabirde bulunan eskimiş perdeler, onun için, göze
çirkin görünen birer parça olabilirdi.
Ayrıca Vahhabilerin
bazıları, bir müslümanin. «Peygamber Efendimiz» demesini biîe bid'at saydılar.
Ve bu hususta çok ileri gittiler. Dâvalarını yaymak için sert ve kaba
konuştular. Böylece birçok intanlar kendilerinden şiddetle kaçar oldular.[2]
Şurası bir gerçektir
ki, Vahhabîler, İbn-i Teymiyye'nin görüşlerini gerçekleştirmişler ve onlara
sımsıkı bağlanmışlardır. Daha önce, kendilerine «Selefiye» adını takanların
mezheplerini anlatırken açıklamaya çalıştığımız, îbn-i Teymiyye’nin görüşlerini
olduğu gibi aldılar. Buna ilaveten «Bid'at» kavramı üzerinde de çok durdular.
Bidati çok geniş bir mânâda yorumlayarak, ibadetle ilgisi olmayan şeylerin
dahi'bid'at olduğunu sandılar.
Halbuki bid'at: «Dinin
aslında bulunmamasına rağmen, kulların, ibadet kabul ederek yaptıkları ve
yapılmalarıyla kişinin Allah'a yaklaşacağım sandıkları bir kısım hususlara»
denir.
Ravza-i Mutahhara'nın
üzerine perde asılmasının bir ibadet olduğunu hiçbir kimse söylememiştir. Bu
perde, kabrin insanlara hoş görünmesi için takılmaktadır. Bu perde,
Peygamberimiz'in mescidindeki tezyinata benzemektedir. Vahhabilerin, Mescid-i
Nebevi'deki tezyinata karşı çıkmayıp, sadece Ravza'daki perdelere karşı çıkmaları
şaşılacak bir şeydir. Bu hal, davranışları aynı olan iki kişiye, ayn muamele
yapmaya benzer.
Önemli olan bir nokta
da şudur ki: Vahhabi âlimleri, kendi görüşlerinin tamamen doğru, başkalarının
görüşlerinin ise, tamamen yanlış olduğunu zannetmektedirler. Bunlar, türbeler
yapılmasını ve o türbeler etrafında tavaf edercesine dolaşılmasını, putçuluğa
yakın birşey kabul ederler.
Vahhabîler, bu
tutumlarıyla, daha önce. anlattığımız gibi, kendilerine karşı çıkanları kâfir
sayan ve öldürmeye girişen Harici mezhebi mensuplarına benzemektedirler.
Bunlar, çölde
kabuklarına çekildikleri dönemlerde, bu davranışlarının pek zararı
görülmüyordu. Fakat. Hicaz topraklarının idaresi. Suud ailesinin eline
geçince, Vahhabîler, toplumsal münasebetlerin içine girdiler ve giderek durum
ciddileşti.
Bu sebeple, Suud
hanedanından, merhum Melik Âbdülaziz es-Suud bunlara karşı çıktı."
Görüşlerinin, kendi inançları olarak kalmasını sağlamaya çalıştı. Böylece bu
sahada, büyük bir adım atmış oldu. Hatta, Melik Abdülaziz, Ravza-i Mutahhara
üzerinde asılı bulunan eski perdelerin yerine yenilerini yaptırdı. Fakat yeni
perdelerin takılmasını, Mescid-i Nebevî'nin tamirinin tamamlanmasından sonraya
bıraktı ve tamir tamamlanmadan önce vefat etti. Şimdi umarız kir onun yerine
geçen Melik, bu kararı yerine getirsin.[3]