NUH ALEYHİSSELAM... 1

Nuh Aleyhisselam'm Gönderilmesi 1

Şirk Nasıl Başladı?. 2

Nuh Aleyhisselâmın Daveti 10

(El-Mele’) İleri Gelenlerin Tavrı 12

Nuh Aleyhısselam Ve Ailesi 15

Tufan. 17

Nuh Aleyhisselâm'ın Hayatından Dersler Ve İbretler. 20

 

 

 

 

NUH ALEYHİSSELAM

 

Nuh Aleyhisselam'm Gönderilmesi

 

Allah'ı birleme ve O'na hiç bir şeyi şirk koşmama ilkesi, yeryüzünde Âdem aleyhisselam'la birlikte başlamıştır. Yeryüzünde Allah'a şirk koşan hiç kimse yoktu. Sahih-i Buhari'de geldiğine göre, Tev-hid, Âdem Aleyhisselam'dan sonra on asır devam et­miştir.

"Âdem ile Nuh'un arasında on asır vardır, hepsi de İslam üzeredir."[1] Eğer buradaki "Gurun"dan maksat yüz sene ise, tıpkı insanların çoğunun ak­lına geldiği gibi, o zaman kesinlikle Âdem ile Nuh'un arasında bin sene var demektir. Fakat İbn-i Abbas'ın genele itibarla hepsini İslam'la kayıtlaması bir zıtlık teşkil etmez. Çünkü mümkündür ki Âdem ile Nuh'un arasındaki son asırlardaki insanlar İslam üzere olmayabilirler. Fakat Ebi Ümâme'nin [2] hadisi sadece on asırla sınırlıdır. İbn-i Abbas ise onların hepsinin İslam üzere olduğunu bize fazladan bil­dirmektedir. Bu rivayet, Ehl-i Kitab'dan olan ta­rihçilerin ve diğerlerinin; "Kabil ve oğulları ateşe ta­parlardı" sözlerini reddetmektedir. En iyisini Allah bilir.[3]

Bu salih asırlardan sonra gelen nesil yavaş yavaş Tevhid'den uzaklaşıp putlara tapmaya başladılar. Bunun   sebebini   Buhari   Sahih'inde,   İbn-i   Cü-reyc'den, O da Ata'dan O da İbn-i Abbas'tan nakille Cenab-ı Hakk'm "Ve (küfür kodamanları halka) de­diler  ki:   Sakın  mabutlarınızı  bırakmayın.   Hele, Vedd'den,    Suva'dan,    Yeğus'tan,    Ye'uk'tan    ve Nesr'den asla vazgeçmeyin"[4] ayetinin tefsirinde ri­vayet etmektedir.

Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:

"Nuh'un kavmindeki putlar daha sonra Arap-larda olmuştur. Vedd'e gelince o, Cendel vadisindeki hurmalıktaki Kelp kabilesinin idi. Suva, Hüzeyl'in idi. Yeğus'a gelince o da Muratlılar'mdı, daha sonra Sebe'de Cüruf bölgesindeki Ğutayf oğullarının oldu.

bidir", dedi. Adam dedi kr."O'nunla Nuh arasında ne kadar vardır? "Ra-sulullah da," on asır vardır", dedi.

Ye'uk'a gelince o da Hamedanlılar'ındı. Nesr ise Â'li zil Kila'nm (başı ayağı kirli savaşçı bir toplum, de­mektir, Himyerliler'in idi. Bunlar Nuh kavminden salih insanların isimleridir. Ne zaman ki öldüler, Şeytan onların kavimlerine; onların oturdukları yer­lere heykellerini dikin ve o heykellere kendi isim­lerini verin diye fısıldadı, iğvâ verdi. Onlar da yap­tılar. Fakat o heykellere ibadet olunmuyordu. Ne zaman ki onları yapanlar öldü ve ilim yok oldu, on­lara ibadet olunmaya başlandı."[5]

İbn-i Cerir şöyle diyor:

"Onlar (yani, Yağus ve Ye'uk) salih insanlardı . Âdem ile Nuh Aleyhisselam arasında yaşamışlardı. Kendilerine tabi olanlar vardı. Ne zaman ki öldüler, onlara tabi olanlar dediler ki, bunların suretlerini yaparsak, onu görüp hatırladığımızda daha bir şevkle ibadet yaparız. Bunun üzerine onların su­retlerini yaptılar. Onlar ölüp de başkaları gelince Şeytan onlara hile yapıp dedi ki: "Onlar (önceki nesil) bunlara ibadet ediyorlardı, onlar vasıtasıyla yağmur yağar." Bunun üzerine bunlar da (sonraki nesil de) onlara ibadet etmeye başladılar."[6]

Ve ne zaman ki bela umumîleşti, fesat yayıldı ve insanlar Allah'tan başka putlara ibadete tamamen koyuldular, Cenab-ı Hak, kulu Nuh Aleyhisselam'ı seçti ki, kavmini azapla korkutsun. Buhari ve Müs­lim'de sabit olduğu üzere, Nuh aleyhisselam Cenab-ı Hakk'm yeryüzü ahalisine gönderdiği ilk Rasûl'dür. Buhari ve Müslim'de yer alan ve Ebu Hayyan'dan, O da Ebu Hureyre'den, O da Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem'den rivayet ettiğine göre:

"...Nuh'a gelip şöyle diyorlardı: Ey Nuh, sen yer­yüzü ehline gönderilen Rasûllerin ilkisin. Allah seni çok şükredici bir kul olarak isimlendirdi. İçinde bu­lunduğumuz halimizi görmez misin? Başımıza ge­lenleri görmez misin? Rabb'ine karşı bize şefaat et­meyecek misin?..."[7]

Bu demektir ki, Adem ve İdris Rasûl değil, Nebi idiler.

Kur'an-ı Kerim'de Nuh aleyhisselam'm zikri kırk üç yerde vârid olmuştur. Araf, Hûd, Mü'minûn, Şuarâ, Kamer ve Nuh surelerinde ise kıssası detaylı olarak zikredilmiştir.[8]

Nuh kavminin putlarının adlarının Araplara nasıl geldiği ise; Arap­lara Hindlilerden veya Şeyta'nm Araplara verdiği vesveselerden sirayet etmiş olabilir. Bu konuda sahih bir delil yoktur. [9]

 

Şirk Nasıl Başladı?

 

Buhari'nin Sahih'inde tahriç etmiş olduğu İbn-i Abbas hadisinde pek çok dersler ve ibretler vardır. Bunların en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Şeytan'm Nuh kavmine yaptığı süslemeler (al­datmalar): Salih insanların ölümlerinden sonra Şey­tan'm Nuh'un kavmine, ölen salihlere tazim etmele­rini gerekli kılması, salih insanların heykellerini oturdukları yerlere dikmek için Şeytan'm Nuh kav­mine vesvese vermesi. Buradaki "insâb" nasb'ın ço­ğuludur. Bundan murat ise, bu salih insanların su­retleri üzere onların putlarını şekillendirerek otur­dukları alanlara dikmeleri ve o putları bu salih in­sanların isimleriyle isimlendirmeleridir.

Nuh kavminden başkaları geldi, Şeytan onlara; "sizden öncekiler bu putlara ibadet ederlerdi" di­yerek vesvese verdi. Bunun üzerine onlar da putlara tapmaya başladılar.

Şeytan Nuh kavmini alaya aldı, onlar da Şeytan'a itaat edip onun ordusunda askerleri oldular. Şey­tanın hizbinde çalışan birer üye oldular. Oysa on­ların üzerine farz olan, Şeytan'dan yüz çe­virmeleriydi. Çünkü Şeytan onların ap-açık bir düşmanıdır.

Allahu Teala şöyle buyuruyor: "....Şeytan'm, adımlarını takip etmeyin. O size ap­açık bir düşmandır. O, size kötülük ve hayasızlığı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi em­reder."[10]

Allah'a ibadetin Şeytan'a isyan demek olduğunu bilmeleri, onların üzerine farzdı. Vesvese olarak iğva ettiği her şeye de muhalefet etmelerinin ken­dilerine mutlaka gerekli olduğunu bilmeliydiler.

Cenab-ı Hak bu konuda muvahhid kullarından söz almıştır.

Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Ey Âdem oğulları! "Şeytan'a tapmayın" diye siz­den söz almadık mı? Muhakkak ki o sizin ap-açık bir düşmanınızdır. Ve "bana ibadet edin işte, doğru yol budur" diye emretmedim mi? Şeytan sizden birçok kimseyi saptırmıştır. O vakit niçin akıl edenlerden olmadınız?"[11]

Yine Allahu Teala buyuruyor:

"Hakikaten Şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman edinin. O ancak kendi taraftarlarını Ce­hennemlik olmaya davet eder."[12]

2- Hadis'te geldi ki: "Onlara ibadet olunmuyordu (yani putlara). Ta ki, bunlar (yani o putları i*k yapan nesil) ölüp ilim ortadan kalkınca, onlara iba­det olunur oldu."

(Tensehu) Nesh'dendir, yani "zail oldu, ortadan kalktı" demektir. Keşmîhini'de şöyle yazılıdır-"Neshu'l İlmi" yani alimlerin yok olmasıyla ilmın eserlerinin yok olması, cehaletin her tarafı kaplamasıdır.

Hatta öyle ki,  Tevhid ile  şirkin  arasını dedemez oldular. Dolayısıyla Allah'ın katında ken­dilerine fayda verir zannıyla şirke düştüler."[13]

Demek ki Şeytan bin sene zarfında hedeflerinden tek birini dahi gerçekleştirmeye güç yetirememiştir-Çünkü Şeytan'm hileleri alimleri bağlayanuyor, onlarm arasında Şeytan'm malına rağbet olun­muyordu. Çünkü onlar yeni olan her şeyi Allah m Şeriatına arzederler, yeni meselelerini Allah'ın hük­müne göre çözümlerlerdi. Onlar indinde ibadet, ancak Allah'ın meşru kıldığı şekliyle mümkündü.

Ne zaman ki cehalet umumileşti ve alimler oldu, Şeytan'm emirleri yerine getirilir ve sözleri dinlenir oldu.

Bundan dolayı Nebî ve Rasûllerin sonuncusuna ilk inen ayetler; "Yaratan Rabb'inin adı ile oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb'in son­suz kerem sahibidir. O Rabb'in ki, kalem ile (yaz­mayı) öğretti. İnsana bilmediğini öğretti" ayet­leridir.[14]

Ve Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem, Erkam bin Ebi Erkam'm medresesinde Sahabelerine öğretmeye ve onları terbiye etmeye başladı. Bu yüce medreseden öyle ilim erleri çıktı ki, Şeytan onlara yaklaşmaya cesaret bile edemiyordu.

Zaman bir biri ardınca dönüp duruyordu. Öyle oldu ki ilim ve alimler azaldı. Medrese ve üni­versiteler çoğaldı.

Şeytan kendi askerinden nefer olarak hizmetçi edindi. Başladılar metodlar koymaya ki bu me-todlarda Şer'i ilim yok, sadece ismi vardır. Bu has­talıklı metodların gölgesinde de sapıklık davetçileri çoğaldı, müslümanlarm beldeleri tahripçiler için birer mera oldu. Bid'at ve heva ehli için birer sı­ğınılacak yer, hariçten gelen her fikir ve düşünce için bir tecrübe meydanına döndü.

Putlara ibadet tekrar geri geldi. Fakat bu putlar çağdaş ve yenidirler. Bu putları yeni kahinler bir takım yeni şekil ve üsluplarla takdim etmişlerdir.

Bu putların başta gelenleri ise; Milliyetçilik, Ulus­çuluk, Sosyalizim, Demokrasi, Laiklik ve Va­roluşçuluktur (Eksistansiyalizm, vahdeti vücut ol­duğuna inanma).

Ve her gün yeni yeni put isimleri işitmekteyiz ki, o konuda Cenabı Hak hiç bir delil de indirmemiştir. (Yani bu putların öyle zannedildiği gibi herhangi bir fonksiyonları, selahiyetleri de yoktur.)

3- Şeytan Nuh kavminden birden bire Allah'tan başkasına ibadet etmelerini istememiştir. Eğer böyle yapsaydı hiç kimse ona icabet etmezdi. Onlara yavaş yavaş yaklaştı. Bu yaklaştığı yer de Şeytan'm o salih insanları sevdiği iddiasıydı. Şeytan, ebedi ha­tırlanmaları için onların heykellerini yapmaları ge­rektiğini onlara fısıldadı.

Geriye kalan alimlerin de yok olmasından sonra, gelen cahillere; kendilerinden öncekilerin bu putlara ibadet ettikleri yolunda vesvese verdi. Onlar da ica­bet ettiler. Şeytan'm vesileleri konusunda ibn-i Kay­yım rahmetullahi aleyh bize çok güzel sözler an­latmaktadır. Ehemmiyetine binaen aşağıya naklediyorum.

"Şeytan sürekli olarak kabirlere ibadet edenlere; Peygamberlerin ve salihlerin kabirlerine türbe yap­mayı, oralara sürekli gidip gelmenin, oralarda iba­det etmenin onları sevmekten ileri geldiğine dair vesvese verir. Kabirlerin yanındaki duaların makbul olduğunu onlara fısıldar. Sonra bu merhaleden, ka­birlere dua etmeye onları sevkeder. Allahu Teala'ya karşı kabirlerle yemin etmeye onları iletir. Çünkü "eğer Allah dilerse kendisine karşı yemin edileni üstün kılar veya kendi yaratıklarından birisiyle dua edilince onu kendi katında yüce tutar" diye vesvese vermiştir.

Bu merhale onlarda yerleşince, kabirlere dua ve ibadet etmeye sevkeder. Bu da yerleşince onları Allah'tan başkasından şefaat istemeye yöneltir.

O salih insanın kabrini put edinmeye, onun üze­rinde kandiller yakmaya ve bir takım bezler bağ­lama mertebesine nakleder onları. Kabir, tavaf edi­lir, istilam edilir, öpülür, haccedilir ve orada kurban kesilir bir hale gelir. Bu merhale de onlarda yer­leşirse, bundan sonra, insanları kabre ibadete ve orasını bayram ve ziyaret yeri edinmeye çağırma de­recesine nakleder. Onlar da bu durumu kendilerine hem dünyaları, hem de Ahiretleri için faydalı gör­meye başlarlar.

Bütün bunların tamamı, İslam dininde zaruri ola­rak bilinir ki, Allah'ın Peygamber ile gönderdiği Tev-hid'in neşv-ü nemasına ve "Allah'tan başkasına iba­det olunmaz" esasına tamamen zıttır.

Bu merhale de onlarda tamamen yerleşince, bu defa Şeytan onları, bu gibi şeyleri nehyedenlerin, bu yüce derecelerin kıymetini düşürüyor, onları mertebelerinden düşürüyor zannına ve onlar için hiç bir hürmet ve kıymetin kalmadığı düşüncesine nak­leder.

Bundan dolayı da müşrikler (şirk özelliklerini menedenlere karşı) gazaplanır ve kalpleri onlara karşı tiksinti duyar. Tıpkı Cenab-ı Hakk'ın şu ayet-i kerime'de buyurduğu gibi:

"Allah, bir olarak zikredildiğinde Âhiret'e iman etmeyenlerin kalpleri tiksinir. Fakat Allah'tan başka mabutları zikredilirse o zaman sevinirler."[15]

Bu durum pek çok cahil ve ahmakların ne­fislerine sirayet etmiştir. Kendisini ilme ve dine nis-bet eden pek çoğuna bulaşmıştır. Öyle ki Ehl-i Tev-hid'e düşman olmuşlardır, hakaretler yağdırmakta ve insanları onlardan nefret ettirmektedirler. Buna mukabil Ehl-i Şirk'i dost edinmekte ve onları üstün tutmaktadırlar. Onların Allah dostları olduklarını, Allah dininin ve Peygamberinin yardımcıları ol­duklarını zannediyorlar. Allah ise bundan tamamen beridir.

"Onlar onun (Mescid-i Haram'ın) yardımcıları de­ğillerdir. Onun yardımcıları ancak muttakilerdir."[16]

Yakın tarihimizi tetkik ettiğimizde görürüz ki,

Şeytan'm askerleri, ilk liderleri Nuh kavmine karşı çizdiği planın aynısını tatbik etmektedirler. Buna delilimiz ise; her işlerinde ümmetimizin içinde bu­lunduğu bozukluklar ve İslam'dan uzaklaşmaların birden bire meydana gelmeyişidir. Bunlar nice mer­halelerden sonra tamamlanmıştır. Buna örnek ola­rak kadın meselesini ele aldığımızda, göreceğiz ki, İslam düşmanları ilk önce kadının öğrenimini slo­gan olarak ortaya atmaktadırlar.[17] Bu yerleşince; bu defa istedikleri metodları koyup erkek ve kadın ho­calar getirip onların nezaretinde eğitim yaptırıyor, arkasından, müslüman kadınların, batılı kadınların sapıklıklarını taklit etmeleri ve onları kendilerine örnek almalarını güzel göstermeye başlıyorlar. Bu da kökleşince bu defa örtünün çıkartılma naraları atmaya başlıyorlar. Çünkü örtü onların zannma göre bir tür tutsaklık ve İslam dininde de aslı yok­tur. Bu da yerleşti mi, bu defa kadın erkek eşitliğini, kadının erkeğe, siyasette, mirasta ve devlet iş­lerindeki idarede kısaca hayatın her safhasında eşit ve beraber olması gerektiğini aşılıyorlar. Bu da yerleşince, arkasından eğer kadın zina yapsa, ona ceza verilmemesine dair kanun çıkartırlar.

4- Bugün İslam beldelerinde Şeytan'm geniş bir hakimiyeti vardır. Şeytan kendisine tabi olanlara evliyaların kabirleri üzerine büyük ve görkemli kub­beler yapılmasını süslü göstermiştir. O kabirlerin bulunduğu yerleri yüksek ve süslü yapmalarını Şey­tan onlara öyle ziynetli göstermiştir ki, hayattaki pek çok insan o yerlerin kendileri için birer mesken olmalarını temenni etmektedirler. Yine Şeytan, sa­pıkların bu yerlere tazim için davete çalışmalarını ve o makamlarla tevessül için gayret sarfetmelerini onlara çok süslü göstermiştir-

Bu durumda insanlar o ziyaret yerlerini hac­cetmeye başlarlar. Onların etraflarında tavaf eder ve oralarda kurban keserler. Onların vasıtasıyla dua eder ve şefaat isterler. Kabir sahiplerinden öyle şey­ler isterler ki, bunlar sadece Allah'tan istenir.

Şair Hafız İbrahim bazı kabirleri ziyaret edip, oralarda bir çok malın sarfedildiğini garipseyerek şu beyitleri söyler.

Canlılarımız bir dirhemle rızıklanamaz,

Ölüler binlercesiyle rızıklamr.

Denilir ki, bu Kutupdur, Mustafa'nın kapısıdır

Ve kendisiyle ihtiyaçların giderildiği vesiledir.

Ben ise hayatta her şeyden mahrumum;

Ey dünya yiyecek bir avuç unum dahi yoktur! Bu makamların (türbelerin) en önemlileri şun­lardır:

Mısır'da Bedevi, Hüseyin ve Zeynep. Şam bel­delerinde İbn-i Arabi ve Zeynep. Irak'ta, Geylani, Ali ve Hüseyin. Yemen'de ise, îydrus'dur. Bunlar hayalî türbe ve makamlardır. Ali'nin, Zeyneb'in ve Hü­seyin'in buralara defnolunduklarına dair en küçük bir delil yoktur.

Oysa bunların dışında Sahabilerden pek çoğu fi­ilen bu beldelere defnolunmuşlardır ama, bu bid'at ve dalalet ehlinin indinde bu Sahabeleri hatırlamak için hiç bir şey bulamayız.[18]

Bunların hepsinin ötesindeki de, kabirlere ibadet edenlerin zalim ve tağutlar nezdinde en üstün dini vazifelerde yer almalarıdır. Onlara çirkin bir sırdaş olmuşlardır. Allah'a davet edenlerin öldürülmeleri ve sürülmelerinin farzlığma dair fetvalar çı­kartıyorlar. Efendilerinin her yaptıkları işleri güzel gösteriyorlar. Bunların içinde pek çok fesat ve küfür olsa da.

Üzücü olan şu ki, bu kabirlere ibadet edenlerin tabileri ve yardımcıları vardır. Hala onlara hüsn-ü zan besler, onları Allah'a davetçi zannederler. On­ların birtakım içtihatları da vardır ki, o konuda görüş ayrılığı olsa bile hürmet edilmeleri farzdır. Ve işte bu gibi sisli havalarda münafıkların ticaretleri adetâ çiçek gibi açar, genişler. Bu münafıklar ki, kötü alimlerin yanında pek çok menfaat ve çıkar sağlarlar. Şu dünyada insanların en sefili, mü­nafıklara karşı münafıklık yapanlardır. Onlar kendi nefisleri üzerine yolu kısaltmaya güç yetirememek-tedirler.

5- İslam, suretleri (heykel, resim, fotoğraf) haram kılmıştır. Çünkü putlara ibadet etmeye sebep ol­maktadırlar. Daha önceden gördük ki, Nuh aley-hisselam'm kavmi, salih insanların resimlerini yap­tılar, onlar öldükten sonra arkalarından gelenler de, bu resimlere ibadet ettiler ve onları kendilerine put­lar edindiler.

Sadık ve Masduk (Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem) Kıyamet günü insanların en şiddetli azaba uğrayanlarının musavvirler (heykel, resim v.s. yapanlar) olduğunu bize haber vermiştir.

Ebu Hureyre'den radıyallahü anh gelen rivayette Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle bu­yurmuştur:

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Benim yarattıklarım gibi yaratmaya kal­kışandan daha zalim kim vardır.

Madem öyle, onlar bir zerre veya bir buğday ta­nesi ya da bir arpa tanesi yaratsalar ya."[19]

Aişe radıyallahü anha'dan: "Allah Rasûlü benim yanıma geldiğinde ben de üzerinde resimler olan bir perdeyi kilere asmıştım. Onu aldı ve parçaladı. Yüzü kızarmıştı. Şöyle buyurdu: "Ey Aişe! Kıyamet günü Allah indinde  azaba uğrayan insanların  en  şid­detlileri, Allah'ın yarattıklarına benzer şeyler ya­panlardır. (Yaratma konusunda Allah'a benzemeye kalkışanlardır)."   Aişe  radıyallahü  anha  dedi  ki; bunun üzerine ben de onu parçalayıp bir veya iki yastık yaptım."[20]

Said bin ebi'l Hasan'dan: "Bir adam İbn-i Abbas'a geldi ve dedi ki, "ben şu resimleri yapan biriyim. Bu konuda bana fetva ver." Bunun üzerine İbn-i Abbas ona dedi ki; "bana yaklaş." Adam da O'na yaklaştı. Sonra İbn-i Abbas "bana yaklaş" dedi, o da yaklaştı; ta ki elini adamın başına koyuncaya kadar yaklaştı. Sonra dedi ki; "sana Rasûlullah'tan işittiğimi haber vereceğim. Allah Rasûlünün şöyle dediğini işittim: "Bütün musavvirler (heykel, resim v.s yapanlar) Cehennem'dedirler. Yapmış olduğu her resme can ve­rilir de onlar ona Cehennemde azap verirler." Daha sonra İbn-i Abbas adama dedi ki: "Eğer mutlaka resim yapacaksan ağaç resimleri ve ruhu olmayan şeylerin resimlerini yap."[21]

İbn-i Abbas'tan, radıyallahü anh: "Allah Rasûlü'nün şöyle dediğini işittim: "Dünyada kim herhangi bir resim yaparsa Kıyamet'te ona can ver­mekle mükellef tutulur, o da can verici değildir."[22] Bu hadislerden, şekilleri ve çeşitleri ne olursa olsun bütün resimlerin haramlığını öğreniyoruz. Bu ha-ramlılık konusunda gölgesi olanla (heykel) gölgesiz olanın (fotoğraf) arasında hiçbir fark da yoktur. Yine resim yaptırmanın da haramlığını öğreniyoruz. İster el ile, isterse alet vasıtasıyla olsun, aynıdır.

Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Ali'yi rahmetullahi aleyh gördüğü her resmi yok etmesi için göndermiştir:

Ebi'l-Heyyâcı'l Esedî'den: "Ebu Talibin oğlu Ali bana dedi ki: Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem, beni gönderdiği şey üzere göndereyim mi? Ki,  o da: Hiç bir resmi bırakmayıp hepsini yok etmen ve yükseltilmiş hiç bir kabir bırakmayıp he-pisini düzeltmendir."[23]

Resimlerin haramlığmı zikrettikten sonra İmam Nevevi (Allah O'na rahmet etsin) şöyle diyor:

"...Ve bu konunun tamamında gölgesi olanla göl-gesiz olanın arasında hiçbir fark da yoktur. Mez­hebimizin bu meseledeki özü budur: Sahabe, Tabiin ve  onlardan  sonraki  alimlerin  çoğunluğu  da bu görüş doğrultusunda    söylemişlerdir.O görüş Sevri'nin, Malik'in, Ebu Hanife'nin ve diğerlerinin yoludur. Seleften bazıları demişlerdir ki, ancak göl­gesi olan nehyolunmuştur, gölgesi olmayan resimler için herhangi bir sakınca yoktur. Bu görüş yanlış bir mezheptir. Çünkü bütün resimler hakkında mutlak olarak gelen hadislerin yanı sıra Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem, perdedeki resimleri red­detmesi, bunların da mezmum (haram kılmış) ol­duğunda hiç kimse şüphe etmez. O perdedeki re­simlerin gölgeleri yoktur."[24] Ez-Zührî şöyle diyor:

"Resimdeki nehiy umumidir. Üzerinde resim bu­lunan bir şeyi kullanmak ve içinde resim bulunan eve girmek de öyledir. Bu resmin, elbise üzerine basilmiş (rakam, nakış ve resim) olmasıyla olmaması birdir. Bu resmin duvarda olması veya elbise üze­rinde olması ya da çiğnenen, basılan bir yaygı veya çiğnenmeyen bir yaygı üzerinde olması da far-ketmez. Bu umumi nehiy hadislerin zahirleriyle amelen elde edilmiştir. Özellikle Müslim'in zik­rettiği En-Nemruka (üzerine dayanılan yastık) ha­disi bu umumi nehye delâlet etmektedir. Bu görüş kuvvetlidir."[25]

Hafız İbn-i Hacer El Askalani, yukarıda zikri geçen İmam Nevevi'nin özetlediği sözlerini zik­rettikten sonra diyor ki:

"Ahmet İbni Hanbel'in tahriç ettiği Ali rah-metullahi aleyh'den gelen hadis; gölgesi olanı da göl­gesi olmayanı da, umumen hepsini kapsadığı gö­rüşünü kuvvetlendirmektedir. Bu hadiste Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle bu­yurmaktadır:

"Hangi biriniz Medine'ye gidip, orada hiçbir put bırakmadan hepsini kıracak ve hiç bir resim bı­rakmadan onları yok edecek?" bu hadiste "Kim bun­dan herhangi bir şeyi yapmaya tekrar dönerse o kişi Muhammed'e indirileni inkar etmiştir"[26] ibaresi de vardır.

Ve Hafız İbn-i Hacer, Aişe hadisi üzerine ko­nuşma esnasında diyor ki:

"Muhakkak ki bu resimleri yapanlar Kıyamet günü azap olunacaklardır" Devamla diyor ki: "Bu­radan anlaşılır ki; resmin haramlığmda, o resmin gölgeli veya gölgesiz olması, yağlı boya veya nakışlı olması, yontma veya dokunmuş olması arasında hiç­bir fark yoktur..."[27]

Bu asırda bazı âlimler tasvirin (fotoğrafın) ca-izliği görüşündedirler. Bu görüşleri konusunda hiç­bir delil yoktur. Bilakis deliller fotoğrafın ha-ramlığmı te'kit etmektedir (kuvvetlendirmektedir). Çünkü Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:

"İçerisinde resim bulunan eve Melekler girmez." Burada resmi mutlak olarak zikretmiştir. Resmin muayyen bir çeşidiyle tahsislememiştir.

Şeyh Mustafa El Hamami'nin fotoğraf olan re­simlerin mübahlığını söyleyenlere karşı söylediği sözü, beni hayrete düşürmüştür:

"Muhakkak, elle yapılan resimler menedilmiştir. Bu bana göre tıpkı yırtıcı aslanı salıp da öl­dürdüğünü öldüren veya elektrik düğmesini açıp da kendisine dokunan herkesi yok eden ya da yemeğe zehir koyup da ondan yiyen herkesi helak eden kim­seye benzemektedir. Çünkü kendisine öldürmek it­hamı tevcih edildiğinde, der ki: Ben öldürmedim. Zehir, aslan ve elektrik öldürdü. Arkasından delil olarak da şu sözünü sıralar: Öldürmek ancak el ile olandır. Ben ise elimi bu ölülere asla uzatmadım. Peki onları öldürmek nasıl olur da bana nisbet edi­lir?

Böyle diyene şu şekilde söylenir: Şüphesiz, ölüm, öldürme vasıtalarından herhangi biriyle ruhun çı-kartılmasıdır. Zehir, elektrik ve yırtıcı hayvan da öldürme vesilelerindendir. Buna göre kim bu ve­sileleri kullanırsa o kişi öldürme suçunu işlemiştir. İsterse elini hiç uzatmamış olsun. İşte resim de böy­ledir. Resimden murad, sureti icad etmektir. Bütün bela resimdedir.... v.s.

Eğer istersen, cihazla çekilen resmin günahının elle yapılandan kat kat fazla olduğunu söy­leyebilirsin. Bilakis cihazın bir anda çektiği resmi, ressam eliyle ancak senelerce uğraşarak yapar. Azap ise ne kadar resim meydana geldiğine göredir. Buradan da kesinlikle anlarsın ki, bir resmi yapmak büyük bir masiyettir.

Buna ikinci resim de eklenirse masiyet de ikinci defa olur.

Böylece resim her çoğalışında o resmi yapanın gü­nahı da hep çoğalmaktadır. Ve sen biliyorsun ki,.

azap da günah miktarıncadır. Buna göre resim ço­ğaldıkça azap da çoğalır, şiddetlenir ve uzar."[28]

Bütün tafsilatı geçenlerin dışında olarak, ken­disinde gerçekten faide bulunan ve zaruret bulunan tasvirlerin caizliği müstesna olunmuştur. Şeyh Nasuru'd-Din El-Albânî şöyle diyor: "...Sözleri bitirmeden önce, şuna dikkat çekmeyi de ihmal etmemeliyim: Muhakkak biz her türlü res­min haramlığı görüşündeyiz. Bunda da kesin azim halindeyiz. Fakat bununla beraber kendisinde mut­lak bir faide olan ve herhangi bir zarara yakın ol­mayan resimde de bir mani yoktur. Bu faide de aslı mubah olan bir yol ile olmalıdır.

Tıpta, coğrafyada kendisine ihtiyaç duyulan resim, suçluların yakalanmasına yardımcı olan re­simler, suçlulardan korunmak için onların ta­nınmasını sağlayan resimler ve bunun gibileri ca­izdir. Hatta bazen olur ki o resimlerden bazısını yapmak vacip olur. Bu konuda delil olarak iki tane hadis-i şerif vardır.

İlki: Aişe radıyallahü anha'dan.

"Ben oyuncak bebeklerle oynardım, Allah Rasûlü de benim kız arkadaşlarımı benimle oynamaları için bana getirirdi."[29]

Ve yine O'ndan gelen bir rivayette de: Kendisinin oyuncak bebekleri olduğu ve Allah Rasûlü gel­diğinde onları elbisesiyle örttüğü vardır. Ebu Avane diyor ki, örtmesinin sebebi, oyuncak bebeklerden menolunmasm diyedir.

Bunu ibni Sad tahriç etmiştir. Senedi sahihtir.

Bu hadisten çocuk oyuncakları ve oyuncak re­simleri edinmenin cevazına delil olunur. Kız ço­cuklarının bu oyuncaklarla oynaması içindir. Bu, resim edinmenin genelde nehyedilmesinden hu-susileştirilerek cevaz verilmiştir. Kadı İyâd da, buna hüküm vermiş ve cumhurdan da böyle nakletmiştir. Buna göre, cumhur; kız çocuklarının eğitimi, ter­biyesi, küçükten ev işlerine alıştırılmaları ve ev­latlarını terbiyeye hazırlıkları için oyuncak be­beklerin alış verişine cevaz vermişlerdir.

ikincisi:

Rabii binti Muaz'dan. Dedi ki: Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem aşura yemeğini Medine'nin köylerine gönderdi (Medine'nin etrafındaki köyler). Ve "kim oruçsuz olarak sabahladıysa geri kalan gününü de oruçsuz olarak tamamlasın, kim de oruçlu olarak sabahladıysa o da orucuna devam etsin" dedi. Rabii binti Muaz devamla şöyle dedi: Biz sonradan oruç tutardık, çocuklarımıza da oruç tuttururduk (küçük çocuklara) ve mescide giderdik, onlar için boyanmış yünden oyuncaklar yapardık (ve o oyuncakları be­raberimizde   götürürdük).   Çocuklardan  biri   eğer yemek için ağlarsa bu oyuncakları ona verirdik, ta ki iftar vakti gelsin diye (böyle yapardık). Başka bir rivayette de: "Bizden yemek istedikleri zaman oyun­cakları onlara verirdik ki, onların oruçları tamam oluncaya  kadar  oyuncaklarla  oynasmlar"   ibaresi

vardır."[30]

Bu iki hadis-i şerifte, eğer arkasından nefsi eği­ten, kültürel eğitimine yardım eden terbevî bir mas­lahat var ise, resme cevaz verilmiş ve hoş gö­rülmüştür. Buna İslam'ın ve müslümanlarm resimdeki ve resim edinmedeki maslahatları da ek­lenir (dahil edilir).

Bunun dışındaki ise  aslı üzere bakidir,  o  da haram oluşudur. Şeyhlerin, liderlerin, arkadaşların ve benzerlerinin resimleri ki, bunlarda hiçbir faide yoktur. Bilakis bunlarda putlara tapan kafirlere benzeme vardır. Allah en iyisini bilendir.[31]

Bununla beraber, Peygamber efendimizin ha­dislerinden bir kısmı, bazı yeni ve eski alimlerin, muhakkiklerin sözleri de dahil olunmuştur. Bundan murâd, şirke götüren bütün vesilelerin haram kı-lınışmdaki İslam'ın hikmetini beyan etmeyi kas-detmemizdir.

Diğer taraftan da Şer'i ilimlere mensup ba­zılarının irtikab etmiş olduğu hatanın büyüklüğüne dikkat çekmeyi murâd ettik. Onlar kendi re­simlerinin kitaplarda, dergilerde, İslamî ve gayri İslamî gazetelerde yayımlanmasına şiddetli bir hırs göstermektedirler.[32] Hatta bazıları başarılı pozları seçmekte mahir olan fotoğrafçıları tercih et­mektedirler. Ve o fotoğrafçılar değerli üstadın özel elbiseler giymesini isterler. Tıpkı onların nasıl otu­racaklarını (poz vereceklerini) ayarladıkları gibi. [33]

 

Nuh Aleyhisselâmın Daveti

 

Nuh Aleyhisselam kavmini, Allah’ın vahdaniyetini itirafa, O’na hiçbir şeyi şirk koşmamaya ve Allah ile birlikte puta, heykele ve tağuta ibadet etmemeye çağırdı.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Muhakkak Biz Nuh'u kavmine Peygamber ola­rak gönderdik. "Ey kavmim, Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur. Doğrusu sizin için büyük bir günün azabından korkuyorum" dedi."[34]

"Doğrusu biz, Nuh'u kavmine Peygamber olarak gönderdik. O kavmine: "Şüphesiz ben sizin için ap­açık bir uyarıcıyım. Ancak Allah'a ibadet edin. Ben sizin için can yakıcı bir günün azabından korkarım" dedi.[35] "Yemin olsun ki, biz Nuh'u kavmine göndermiştik de onlara: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin. Sizin O'ndan başka hiçbir ilahınız yoktur.  Hâlâ kork­mayacak mısınız?" demişti."[36]

"Gerçekten biz Nuh'u kendilerine elem verici azap gelmezden evvel uyar diye kavmine gönderdik. "Ey kavmim, ben sizin için ap-açık bir uyarıcıyım. Allah'a ibadet edin, O'ndan korkun ve bana itaat edin" dedi."[37]

Nuh Aleyhisselam'ın dokuzyüz elli sene zarfında­ki kavmini daveti, Cenab-ı Hakk'm şu kavliyle özet­lenir: "Ey kavmim, Allah'a ibadet edin. Sizin için O'ndan başka ilah yoktur." Özellikle bu, bütün Allah Nebilerinin yoludur.

"Senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki ona; "Benden başka ma'bud yoktur, sadece bana kul­luk edin" diye vahyetmiş olmayalım."[38]

Hayatlarında ve ölümlerinde; bütün işlerinde Allah'a boyun eğmedikleri ve O'na itaat etmedikleri müddetçe şu dünyada insanlığın işleri asla dü­zelmez. Sadece Allah'a ibadet edilmediği ve O'ndan başka ibadet olunanların tamamı reddedilmediği müddetçe; bu teslimiyet ve boyun bükmenin hiçbir manası yoktur.

Nuh Aleyhisselam kavmini helaktan kurtarmaya çok düşkündü. Onlar için hayırdan başka bir şey te­menni etmezdi ve de onlardan hiçbir ücret ve mu-kafaat beklemezdi.

Bundan dolayı onlara hitapta çok yumuşaktı. On­ları davet etmede her yola başvururdu. Bunlardan en meşhurları aşağıdakilerdir.

1-  Nuh Aleyhisselam'm kavmine karşı olan mu­habbeti ve şefkatim gösteren delillerden bazıları, Nuh'un lisanı üzere Cenab-ı Hakk'm şu ayetidir.

"Sizin üzerinize Kıyamet gününün acıklı  aza­bından korkarım."

2-  Nuh Aleyhisselam işleri gerçek yerlerine koyuyor.

"Ben size; "Allah'ın hazineleri benim yammdadır" demiyorum. Gaybı da bilmem. Bir melek olduğumu da söylemiyorum. Gözlerinizin hor gördüğü mumm kimseler hakkında, Allah onlara hiç bir hayır ver­mez de diyemem. Onların içlerindekinı en iyi bilen Allah'tır. Şayet ben bunları söylersem şüphesiz za­limlerden olurum."[39]

Nuh Aleyhisselam, kavmine cevaben: Muhakkak ki ben gaybı bilmiyorum. Mü'minlere mal veya makam vaadetmiyorum. Çünkü onların mükafaatı mal ve evlatların hiç bir fayda vermediği günde sadece bir tek olan Allah'a aittir. Hatta ben kerim bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bir be­şerim. Allah, bana Peygamberlik ikram etti. Ne zaman ki kavmi, Nuh'a karşı çıktı ve eğer sa­dıklardan ise vaadetmiş olduğu azabı kendilerine getirmesini istediler; o da azabı getirenin ancak Allah olduğunu vurgulayarak karşılık verdi. Zira O Allah'ın kendisine Peygamberlik ikram ettiği bir kuldur. Ne bir zarar ne de bir fayda verir.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Nuh: "eğer azabı dilerse, size ancak Allah getirir. Ve siz Onu bundan aciz bırakamazsınız. Eğer Allah sizi helak etmek isterse, ben size nasihat etmek is­tesem de benim nasihatim size fayda vermez. O, Rabb'inizdir ve sonunda Ona döndürüleceksiniz" dedi."[40]

Bu ebedi, Rabbani yola davetçilerimiz ne kadar da muhtaçtır.... Gayba iman üzerine gençlerin ter­biyesine, ecri sadece Allah'tan beklemeye da-vetçilerimizin nasıl da şiddetle ihtiyaçları var. Şeyh-den veya liderden herhangi bir idari vazife veya liderin kendilerine vaadettiği makam ve mallar bek­lenmektedir ki, belli bir süre sonra bu vaadler gerçekleşmeyince, bu sefer gençler şeyhlerine düşman olurlar.

3- Nuh Aleyhisselam kavmine, onların arasında sıdk ve emanetiyle bilinen birisi olduğunu ha­tırlatıyor. Onlardan herhangi bir ecir veya mal da is­temiyor. Hiçbir sevap ve mükafaat da beklemiyor. Sadece ecri ve sevabı Allah'tan bekliyor.

"Eğer yüz çevirirseniz (siz zararlı olursunuz); ben sizden herhangi bir ücret de istemedim. Benim mukâfaatım ancak Allah'a aittir. Ben müslümanlar-dan olmakla emrolundum."[41]

"Ey kavmim! Bundan (bu tebliğden) dolayı sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ecrim ancak Allah'a aittir. Ve ben iman edenleri kovum değilim. Onlar Rab'lerine kavuşacaklardır. Fakat sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum."[42]

"Nuh'un kavmi Peygamberlerini yalanladılar. O vakit kardeşleri Nuh onlara; "Allah'tan korkmaz mı­sınız? Ben size gönderilmiş emin bir Peygamberim"

demişti."[43]

4- Bazen de onların nazarlarını, Allah'ın ne-fislerdeki ve âfaktaki ayetlerine çekiyordu. Onlara Allah'ın kullan üzerindeki nimetlerini sayardı ki Allah'ın vahdaniyetine hidayet bulsunlar, hiçbir zarar veya fayda vermeyen şeylere ibadet etmekten vazgeçsinler:

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Size ne oluyor ki, Allah'ın yüceliğine inan­mıyorsunuz? O, sizi gerçekten türlü türlü mer­halelerden geçirerek yaratmıştır. Allah yedi göğü ta­baka tabaka nasıl yarattığını, o tabakalar içinde ayı bir nur, güneşi de nasıl bir kandil yaptığını görmez misin? Allah, sizi yerden nebat gibi bitirdi. Sonra sizi yine oraya iade edecek ve tekrar oradan çı­karacak. Geniş yollarında gezip dolaşasınız diye. Allah yeri sizin için halı gibi serip döşedi."[44]

5- Nuh Aleyhisselam asla Allah'ın rahmetinden ümitsizliğe ve ye'se kapılmazdı. Bundan dolayı da geceyi gündüze katarak, gizli açık her zaman davet ederdi:

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben, kavmimi gece gün­düz davet ettim. Fakat benim davetim onlarda ancak (imandan) kaçmayı artırdı. Doğrusu ben, on­ları mağfiret edesin diye her davet edişimde, onlar parmakları ile kulaklarını tıkadılar. Ve elbiselerine hüründüler ve küfürde ısrar ettiler, son derece kibir gösterdiler. Sonra onları açıkça davet ettim. Sonra da onlara ilan ettim ve gizli olarak da söyledim."[45]

Nuh Aleyhisselam Allah'a davette dokuzyüz elli sene geçirdi. Hiç bir yorulma, usanma ve bıkma ol­madan bunu sürdürdü. Her zaman daveti kavmine sunar, her seferinde de sunuş üslûbunu değiştirir, başka bir üslûp kullanırdı. Bu demektir ki kendini murakabe ederdi. Eğer kavmi alenî davetten yüz çe­virirse, döner sırrî (gizli) bir şekilde tebliğ ederdi. Her durumda da onlara karşı yumuşaktı ve Kıyamet günü onların üzerine gelecek büyük azaptan kor­kardı.

Nuh Aleyhisselam sabırda yüksek bir de­recedeydi. Yumuşak huylulukta Allah'ın ayet­lerinden bir ayetti. Geniş kalpli, Ciddiyet, gayret ve musibetlerde başlı başına bir ümmet idi. Tevazu sa­hibi idi. Enâniyeti inkarda tıpkı yüce bir dağ idi. Bunlardan öte O, kavminden hiçbir ücret veya mü-kafaat istemezdi. Davetini mal biriktirmeye ve ka­zanç elde etmeye vesile kılmazdı.

Acaba kendilerini hemen umutsuzluk kaplayan davetçiler bunlardan bir ders aldılar mı? Halbuki onlar, toplumlarına karşı kötü zan (su-i zan) bes­lemektedirler.   Dolayısıyla   onlara   zalimane  hükümler çıkartmakta acele etmektedirler. Herhangi bir direnç karşısında ise hemen yenilgiye uğrarlar.

Acaba kendilerini yüce görenler bunlardan bir öğüt alıyorlar mı? Oysa onlar, kendi kardeşlerinden herhangi bir nasihat veya tenkit kabul etmezler. Onlar, ücret almadan Allah'a davet etmezler. [46]

 

(El-Mele’) İleri Gelenlerin Tavrı

 

El-Mele’: Onlar zalim idarecilerin sırdaşları ve yardımcılarıdır. Menfaat ehli olanlar, zenginler, konforlu yaşantı sahipleri, münafıklar, kabile ve yörelerin liderleridirler.

Allah’ın mahlukatında değişmeyen bir yasası da; Allah’ın Peygamberleriyle çarpışanların başında bu grubun yer almasıdır. Çünkü onların nefisleri mal ve makam sevgisiyle dolmuştur. Kalplerini ise, Allah’ın dinine çağıran herkese karşı nefret kaplamıştır. İşte bunlar hakkında Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Biz hiçbir memlekete uyarıcı bir peygamber göndermedik ki, oranın zenginleri, “Biz sizin gönderildiğiniz şeyleri inkar edicileriz” demesinler.”[47]

İşte bundan dolayı, Nuh’un kavminden ileri gelenler (El-Meleu) O’na karşı amansız bir harbe giriştiler. O’na karşı vahşice saldırıya geçtiler. Yeryüzünde fesat çıkarmak için planlar uyguladılar. Yeryüzündeki birinci Peygambere karşı pek çok vasıtalar ve birbirine zıt propogandalar kullandılar.

1- Mele’nin Nuh Aleyhisselam’ı hor gördüğü ve başına kaktığı şeylerden biri de O’na tabi olanların fakir ve mustaz’aflardan (zayıf ve güçsüzlerden) olmasıydı. Nuh Aleyhisselam’ın davetine ileri gelenlerden ve önderlerden hiçbirisi icabet etmedi.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

“Nuh’un kavminden kâfir olan (El-Meleu) ileri gelenler dediler ki: Biz seni bizim gibi bir insan olarak görüyor ve sana tabi olanları bizim en rezillerimiz ve görüşü basit olanlarımız olarak görüyoruz. Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis yalancı olduğunuzu zannediyoruz.”[48]

“Bizim en rezillerimiz, en kötülerimiz ve en adilerimiz” sözleri ile ileri gelenlerin dışındakileri kastediyorlar. Çiftçi, sanatkar ve işçiler gibi.

Badi-ür Rey: Yani sana Badi-ür Rey’de tabi olanlar, yani derinlemesine düşünmeksizin, gizlilikleri bilmeden ilk görünüşe derhal kapılanlar demektir.[49]

Allah Teala şöyle buyuruyor:

"Onlar: Sana iman mı edelim? Halbuki sana tabi olanlar en rezillerdir, dediler.

Nuh dedi ki: Onların ne yaptıklarına ben vâkıf değilim. Onların hesabı Rabb'ime aittir. Eğer iyice düşünseydiniz bunu anlardınız. Ve ben iman eden­leri kovmam."[50]

Bu ahmak ve şaz (ölçü ve kaide dışı) tabaka, yük­selme ve medeniyet diye isimlendirilen çağımızda da hala derin bir temel olmaya devam etmektedirler.

Sonra bazı kendilerini ehl-i ilme mensup edenler ilimden hiçbir şeyleri olmayanları, zenginleri, kon­forluları, kapitalistleri ve sömürgecileri üstün gös­termekte, işçileri, çalışan fakir fukarayı, çiftçileri de küçük görmektedirler. İsterse bu fakir insanlar mal­larını hayırda tamamen harcasalar da.

Büyük vazifelerde görev alanlar da normal halkı köleleştirmekte ve kendi nefislerini Allah'tan başka rabler edinmektedirler.

Bunların hepsi de cahiliye ölçüleridir. Bu ölçülere çağıranlar istedikleri kadar adalet ve eşitlikle övün-seler de.

Cenab-ı Hakk'm ölçüsü ise sabittir, asla şaşmaz. "Allah nezdinde en üstün olanınız O'ndan en çok korkanınızdır."[51] Muhakkak ki muttakiler Cenab-ı Hakkın en aziz kullarıdırlar. En yüksek dereceli olanlarıdırlar, hiç bir mala sahip olmayan ve saçı başı dağınık, üstü başı dökük olsalar bile. İşte bun­dan dolayı Nuh Aleyhiselam kavmine cevap ve­rirken şöyle diyordu: "Ve ben iman edenleri kovmam.

Evet, onlar mümindirler ve onlara neseb ve şeref olarak da bu kafidir.

2- Mele (ileri gelenler) Nuh Aleyhisselam'ın Pey­gamberlikten önce kavmi arasındaki faziletini unut­muş gibiydiler. (Aslında biliyorlar da bilmemez-likten geliyorlardı.)

Nuh Aleyhisselâm, doğru sözlü ve emindi. On­lardan hiç kimse O'nun adaletine ve istikametine en ufak bir taan edecek cesaret bulamıyorlardı.

Cenab-ı Allah Peygamberliği O'na ikram edince, ki bu Risalet ilk önce onların ileri gelenlerini hedef almıştı, Nuh'a sınırsız ithamlarda bulunmaya baş­ladılar.

Bazen: 'Sizin Peygamberiniz sapıktır' diyorlar»"' "Kavminden ileri gelenler dediler ki: Muh ki biz seni açık bir sapıklık içinde görüyoruz[52]

Ve başka bir zaman O'nu yalancılıkla suç­luyorlardı:

"Kavmi onu yalanladı. Bunun üzerine Nuh'u ve gemide beraberinde olanları selamete erdirdik. Âyetlerimizi yalanlayanları. suda boğduk. Çünkü onlar kör bir kavim idiler.[53]

"Sizin, bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü gör­müyoruz. Bilakis sizleri yalancılar olarak zan­nediyoruz."[54]

"Yoksa o Allah'a iftira mı etti, derler. De ki: Eğer iftira etmiş isem günahı banadır. Ve ben sizin bana isnad ettiğiniz iftira günahından beriyim."[55]

Ve bundan başka O'nun mecnun (deli) olduğunu söylerlerdi:

"O, kendisinde cinnet (delilik) olan bir kimsedir. O'nu bir müddet bekleyin, dediler."[56]

İşte böylece ölçüler değişip alt-üst oluyor ve de­ğerler ileri geri değişip duruyor. Ve kalplerdekıler gizlenemeyip açığa çıkıyordu.

3- Nuh Aleyhisselam'a en ileri derecede hücum edenler kodamanlardır. Bunlar kavimlerinin ileri gelenleri ve ehl-i hal ve akd'dan olanlardı (yö­neticileri seçenlerdi). Bundan dolayı savaşıyorlar, yanşıyorlar ve dünyadaki her şeyin mal ve ma­kamdan ibaret olduğunu sanıyorlardı.

Dolayısıyla onlar nefislerini bırakıp (inkar edip) de tam olarak Allah'a boyun bükmenin manasını ta­savvur edemiyorlardı.

İşte Nuh Aleyhisselam'ı liderlik sevgisiyle itham etmeleri de buradan geliyordu.

Allahu Teâla şöyle buyuruyor:

"Nuh'un kavminde kafir olan (el-Meleu) ileri ge­lenler dediler ki: Biz seni bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Ve sana tabi olanları bizim en re­zillerimiz ve görüşü basit olanlarımız olarak gö­rüyoruz. Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü görmüyoruz. Bilakis yalancı olduğunuzu zannediyo­ruz."

"Kavminden küfredenler (el-Meleu) dediler ki: Bu ancak sizin gibi bir insandır. Sizin üzerinize üs­tünlük kurmak istiyor." Mele'nin sözlerindeki "Sizin bizim üzerimize bir faziletinizi görmüyoruz" ifa­desinden anlıyoruz ki, onların indinde fazilet; kuv­vet, madde ve insan çokluğu demektir.... Bu sıfatlar Mele'nin indinde kamilen vardır. Nuh'un ve O'nunla birlikte O'na inananlarda ise bu sıfatlar yoktur.

"Bilakis biz sizi yalancılar zannediyoruz" söz­lerinde ise; "Peygamberlik ve Peygamber diye bir şey yoktur. Bu bir sınıfsal tuzaktır ki ileri gelenleri ve idarecileri yok etmeyi hedeflemektedir. Ve idari işlerin bayağı kölelere teslim edilmesini kas-detmektedir" manasını çıkarmış oluyorlardı.

4- Kodamanların Nuh Aleyhisselam'ı reddetme konusunda tutundukları en önemli unsur; bilinen âdetlerden dışarı çıkmış olması ve atalarının yoluna muhalefet etmesiydi:

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Kavminden küfredenler (el-Meleu) dediler ki: Bu ancak sizin gibi bir insandır. Sizin üzerinize üs­tünlük kurmak istiyor. Eğer Allah dileseydi me­lekler indirirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık."[57]

Bu ayet-i kerimede konumuzla ilgili olan nokta, "..Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duy­madık..." kısmıdır. Buradan onlarca Hak olan şeyin sadece atalarının yolundan kendilerine gelen olduğu anlaşılıyor. Onların yolunun dışında gelen ise; dalâlet ve sapıklıktır. Halkların ve ümmetlerin müp­tela olduğu en büyük musibet; liderlerinin ve müfekkirlerinin, atalarının görüşlerine ve tasavvurla­rına karşı körü körüne donuk bir vaziyette teslimi­yetleridir. Üzücüdür ki, insanlardan bazıları Nuh Aleyhisselâm'ın kavminin donukluğuyla alay et­mekle beraber şeyh ve liderlerinin fetvalarına, gö­rüşlerine sıkı sıkıya sarılmaktadırlar. Bu şeyhlerin görüşlerinin dışına çıkmayı caiz görmezler. İn­sanoğlunun ne garip işidir ki, başkasının gözündeki çöpü görür de kendi gözündeki merteği görmez! [58]

 

Nuh Aleyhısselam Ve Ailesi

 

Davetçi, bazen kavmi ve arkadaşları tarafından birtakım sıkıntılara müptela olabilir. Dolayısıyla on­lardan gelecek bazı sıkıntılarla karşılaşır. Fakat evine döndüğünde bir rahatlık ve kalp huzuru bulur. İşte bu durum Hatemu'l-Enbiya'yı Hatice Ra-dıyallahü Anha'nın koruyucu kanatlarına atmasına benzer.

Fakat Nuh Aleyhisselam, Cenab-ı Hak O'nu hem kavmiyle ve hem ehliyle musibete müptela kıldı.

"Allah, kafirlere Nuh'un karısı ile Lut'un eşini misal getirdi. Her ikisi de salih kullarımızdan iki kulun nikahlan altında idiler. Böyleyken kocalarına hainlik ettiler. Peygamber eşi olmaları, onlardan azabı gidermedi. Ve onlara: Cehennem'e girenlerle birlikte siz de girin denildi."[59]

Nuh'un hanımının kocasına karşı hıyaneti; Onun haberlerim ve sırlarını düşmanlarına nakletmesidir. Eğer Nuh ile birlikte biri O'na (Nuh'a) inansa, onu hemen kavminden olan zalimlere haber verirdi. İşte bu dinde hıyanettir. Irz ve namustaki hıyanet de­ğildir. Çünkü Enbiyaların hanımları zinadan ma­sumdurlar.

Allahu Teala buyuruyor ki:

"...Peygamber eşi olmaları, onlardan azabı gi­dermedi..." Burada, küfürle beraber, ailevi alakanın hiçbir fayda vermediği beyanı vardır. Allahu Teâla umumi yakınlıklarda en önemlisini beyan ederek buyuruyor ki:

"O gün mal ve evlatlar fayda vermez." Ve yine buyuruyor:

"O gün kişi kardeşinden, annesinden ve ba­basından kaçar."[60]

Nuh Aleyhisselâm'm ailesiyle olan musibeti O'nun evindeki son musibeti değildi. Oğlu da İslam'ı reddetti ve babasından yüz çevirip müşriklerin sa­fında yer aldı.... Muhakkak ki nefse en ağır gelen şeylerden biri de, bir babanın oğlunu kaybetmesi ve sonra da O'nu düşmanlarının safında görmesidir. Nuh Aleyhisselam, Tufanın başlangıcında oğlunu boğulmaktan kurtarmaya gayret ediyor, fakat ne­rede!

"Gemi, onları dağlar gibi dalgalar arasında yüzüp götürüyordu. Nuh, bir tarafa çekilip duran oğluna bağırdı: Ey oğulcağızım! Bizimle birlikte bin, ka­firlerle beraber olma. Oğlu: Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım, dedi. Nuh da: Bu gün Allah'ın emrinden koruyacak yoktur. Ancak Allah'ın rahmet ettiği kurtulur dedi. O sırada aralarına bir dalga girdi. O da boğulanlardan oldu."[61]

Ve Allah buyuruyor:

"Nuh Rabb'ine dua edip: Ey Rabbim! Elbette oğlum ailemdendir. Senin vaadin haktır. Ve sen hükmedenlerin en âdilisin dedi. Allah; Ey Nuh! O senin ehlinden değildir. Zira onun yaptığı iş salih ol­mayan bir ameldir. O halde bilmediğin bir şeyi ben­den isteme. Sana cahillerden olmayasm diye sana öğüt veriyorum, buyurdu. Nuh: Ey Rabbim, bil­mediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."[62]

Nuh Aleyhisselam Rabb'inin emirlerine muhale­fet etmedi. Fakat oğlu konusunda ictihad etti. Ci­ğerparesi evladının ölümünü gözleriyle seyrederken, Nuh'un nefsinde babalık şefkatinin hareketlenmesi garip değildir. Bir şairin dediği gibi:

"Evlatlarımız bizim aramızda yeryüzünde yü­rüyen ciğerlerimizdir.

Eğer onların üzerine rüzgar esse, gözlerim kir­pikleri kapatmaktan vazgeçer."[63]

Ve Ebu'l-Hasan Et-Tehâmî oğlunun cesedine top­rak atarken şöyle diyor:

"Sanki kalbim onun kabridir, onun şeklinde sır­lardan bir sır vardır."

Tufanda ise büyük bir şiddet ve dehşet var. Ka­pıların perçinleri kaynakları uçuyor, onun vasfında fikirler ve hayaller hayrete kapılıyor. İşte bu kor­kunç havadan kısa bir süre önce tufan olmuş geç­miş. Nuh şöyle diyerek Rabb'ine yöneliyor: "Ey Rab-bim, muhakkak oğlum ehlimdendir. Ve senin vaadin haktır. Ve sen hükmedenlerin en âdilisin." Nuh Aleyhisselâm'm burada işaret ettiği vaad, Cenab-ı Hakkın şu kavlidir.

"Emrimiz gelip su, o tandırdan fışkırmaya baş­layınca Nuh'a: "her hayvan türünden birer çift ve

hakkında söz geçenler (helakları takdir edilmiş olan­lar) hariç olmak üzere, ehlini ve inananları gemiye yükle. Zaten O'nunla beraber inanan çok azdı"[64] (buyurduk)

Nuh Aleyhisselâm'm ehlinden helakları takdir edilmiş olanlar; hanımı ve oğludur. Bu ikisi Cenab-ı Hakk'm şu kavlinin muhatabıdırlar:

"...Nefislerine zulmedenler hakkında bana bir şey söyleme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır.[65]

Nuh Aleyhisselam Rabb'inin emirlerine mu­halefet etmemekle beraber, bütün yaptığı iş; ka­firlerden uzak bir yerde oğlunu gördükten sonra, onun kurtarılmasını Cenab-ı Hakk'tan istemesidir. Buna rağmen Cenab-ı Hakk, kulu ve Rasûlü Nuh'u, kesin, açık ve net olarak reddetmiştir.

"Dedi ki: Ey Nuh, o senin ehlinden değildir. Zira onun yaptığı iş salih olmayan bir ameldir."

Ey Nuh, Muhakkak ki sen mü'min, oğlun ise ka­firdir. Öyle ise nasıl olur da senin ehlinden olur? Ey Nuh, bilmediğin şeyleri isteme. Sakın, sakın ca­hillerden olma.

İbn-i Kesir Cenab-ı Hakk'm; "Bilmediğin şeyi benden isteme" ayetinin tefsirinde şöyle diyor:

"Bu nehiy gösteriyor ki; duada, Allah'ın Şe­riatında ve mahlukatmda, kanunlarındaki caiz olanların olması şarttır. Dolayısıyla haranı kılınmış olanı ve Allah'ın kati kanunlarına muhalif olan şey­leri istemek caiz değildir."[66]

Ve Cenabı Hakk'm "Ben sana cahillerden olmaya-sın diye öğüt veriyorum" sözü ise, yani seni cahiller­den olmaktan nehyederim. O kafirler ki, onların şehvetleri kendilerini yönlendirmekte, onlar ne­valara ve menfaatlere boyun büküyorlar, demektir.

Ve korkunun şiddetinden Nuh'un nöbetleri şid­detlenir, Allah'ın O'nu kınamasından korkar ve tevbe eder halde af dileyerek Rabb'ine yönelir:

"Ey Rabbim, bilmediğim şeyi istemekten sana sı­ğınırım. Eğer sen bana merhamet etmez ve ba­ğışlamazsan, şüphesiz ki hüsrana uğrayanlardan olurum."

Nuh'un oğluyla olan bu kıssası bana Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem'in amcası Ebu Talib öl­dükten sonra onun için istiğfarını ve O'nun şu sö­zünü hatırlatıyor:

"Vallahi men olunmadığım sürece mutlaka sana istiğfar edeceğim." Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayet-i kerimeyi indirmişti (Tevbe 113):

"Ne Peygambere, ne de mü'minlere, müşrikler için istiğfar etmeleri yakışmaz (caiz değildir)."[67]

İmam Ahmet Büreyde'den, O da babasından dedi ki:

"Nebi Aleyhisselâm'la beraber seferdeydik. Ya­nımıza geldi, biz de yaklaşık; bin atlı idik. Allah Rasûlü iki rekat namaz kıldı, sonra bize doğru yü­zünü çevirdi. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Ömer ibn-i el Hattab kalkıp O'na yöneldi ve "anam babam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü, sana ne oldu?" dedi. Allah Rasûlü de dedi ki:

"Annem için istiğfar etmeyi Rabb'imden istedim de izin vermedi. Bunun üzerine Cehennem ate­şindeki anneme merhametle gözlerim yaşardı."

Dolayısıyla: Allahu Teala Nebisi Nuh'u uyar­mıştır. Çünkü O, müşrik olan oğlunun boğulmaktan kurtulmasını istemiştir.

Ve Cenab-ı Hakk Hatemu'l-Enbiya'nm, annesi için istiğfar etmesine izin vermemiştir. Tıpkı O'nu da uyardığı gibi. Çünkü amcası Ebu Talib için is­tiğfar ediyordu. O Ebu Talib ki bütün gücüyle ölün­ceye kadar kardeşinin oğlunun yanında yer almış ve şöyle diyordu:

"Toprağa defnolunmadığım müddetçe onların hiç biri sana asla ilişemezler."

Ve bizler binlerce sene sonra utanç duymakta ve hissetmekteyiz. Çünkü toprak ve çamur bağları hâlâ bazılarımızın nezdinde din ve inanç bağından daha kuvvetlidir.

Coğrafî kıymet mensubiyetlerini İslam düş­manları ve sömürgeciler oluşturmuştur. Bunlar bizim neslimizden olan bazılarının indinde de yüce olmuştur... Onlar ki, Allah'ın Kitab'ında şu ayet-i kerimeyi okuyup duruyorlar:

"Allah'a ve Âhiret gününe iman eden bir kavmi; babaları, oğulları, kardeşleri veya soysopları olsalar bile, Allah ve Rasûlü'ne muhalefet edenlerle dostluk eder bulamazsın......."[68]

 

Tufan

 

Onların gözleride vardı, fakat onlarla hakkı görmezlerdi. Beklenen oydu ki, Peygamber­lerinin onlara tebliğ ve davette geçirdiği uzun bir hayatının senelerinden sonra, O'na karşı olan düş­manlıkları hafiflemiş olsun.

Fakat onların Peygambere karşı nefret ve düş­manlıkları iyice fazlalaştı ve bunda çok ileri gittiler. Daha Cenab-ı Hak onları helak etmeden önceki hal­lerini Kur'an-ı Kerim bizlere şu şekillerde ar-zetmektedir:

Allahu Teala Nuh Aleyhisselâm'm lisanı üzere şöyle buyuruyor:

"Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben, kavmimi gece gün­düz davet ettim.

Fakat benim davetim onlarda ancak (imandan) kaçmayı artırdı. Doğrusu ben, onları mağfiret edesin

diye her davet edişimde, onlar parmakları ile ku­laklarını tıkadılar. Ve elbiselerini hüründüler ve küfürde ısrar ettiler. Son derece kibir gös­terdiler."[69]

Üstad Seyyid Kutup rahmetullahi aleyh bu ayet­lerin tefsirinde diyor ki: "...Bu manzara bir da-vetçinin davetine olan ısrarının, her fırsatı onlara tebliğ için değerlendirmenin ve onların da dalâlet üzere ısrarlarının manzarasıdır. Bu manzara es­nasında beşerin çocuksu inatçı izleri ortaya çık­maktadır. Parmakları kulaklara tıkamada, baş ve yüzleri elbiselerle kapatmadaki tabir, kelimelerle tam bir çocuksu inadı resimlemektedir.

"Parmaklarını kulaklarına tıkarlardı."

Kulakları parmaklarının tamamını içine alamaz. s Onlar sadece parmak uçlarını kulaklara tıkarlardı. Fakat o parmak uçlarını son derece şiddetle kulak­lara tıkarlardı. Sanki en ufak bir sesin kendilerine ulaşmasını engellemek istediklerini vurgulamak için gayret ediyorlar ki, parmaklarının tamamını ku­laklarına sokarlar. Bu, katı bir inatçılık ve ısrar et­menin bir göstergesidir. Yine, büyük beşeriyetin ço­cukları için de bir başlangıç tablosudur."[70]

Nuh Aleyhisselâm'ın kavminde ahmaklık son noktasına ulaşmıştı ki, Allah'ın azabını alelacele is­tiyorlardı. Bu azabı da, Peygamberleri onlara haber verip anlatıyordu.

Hatta Nuh Aleyhisselâm gemi yaparken, O'nunla alay ederek şöyle diyorlardı:

"Sen Peygamberdin, şimdi ise tüccar oldun." Bu alayın ve bu aceleciliğin sebebi; Nuh Aleyhisselâm'ın sadık olmadığına itikad etmeleri ve kendilerine aza­bın veya helakin asla ulaşmayacağına inan­malarıydı.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Kavmi: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin. Bu mü­cadelende ileri de gittin. Eğer sen sözünde doğru isen bizi tehdit edip durduğun azabı getir de­diler."[71] Ne zaman ki Nuh Aleyhisselâm'ın açık delillerine ve O'nun getirdiğine karşı koydukları bahane tü­kendi, bu defa Nuh Aleyhisselâm'ı öldürmek ve taş­lamakla tehdide koyuldular.

"Dediler ki: Ey Nuh! Eğer vazgeçmezsen mutlaka taşlanmışlardan olursun."[72]

Bu asrın tağutları da İslami Cemaatın gücünü ve onu destekleyenlerin çokluğunu hissettiklerinde, bu yollara başvuruyorlar.

Cemaati asıl muhtevasından ayırmada ve ma­nasından koparmada o tağutlar gerçekten kendi nefislerini adetâ mazur görmektedirler.

Allah düşmanları; davetçilere karşı oldukça mü-yumuşak olduklarını sürekli göstermelik olarak devam ettiriyor, baskı ve istibdadın karşısında ol­duklarını iddia ediyorlar. Bazen de kendi li­derliklerini, heva ve heveslerini tehdit etmeyecek bir İslam'a da çağırırlar. Fakat işlerin kendi men-faatlarına aykırı seyrettiğini gördüler mi ve İslam cemaatının Allah'ın hükmünden başka hiçbir sis­teme razı olmadıklarını anladılar mı, birden bire yır­tıcı vahşilere ve zalim tağutlara dönüşüveriyorlar.

Ateş ve işkence çukurları kazmaya, darağaçları kurmaya, hür mü'minleri zindanlara ve nezaretlere sürmeye  koşarlar.  O  nezaretlerde  öyle  muameleı ederler ki, hayvanlara ve köpeklere dahi bu mu-' ameleler reva görülmez.

Bunlarla da yetinmeyip propaganda araçlarıyla havayı zehirlemek, halkın nazarında müs-lümanların durumunu şüpheli göstermek ve işlemiş oldukları cinayetlerine cevaz bulmak için seferber olurlar.

Ve Nuh Aleyhisselâm bu salgın hastalıklı havada Rabb'ine iltica edip, kavminden kendisine ulaşan şeylerden dolayı O'na şikayet ediyor, O'ndan yardım ve sebat istiyor.

"Dedi ki: Ey Rabb'im, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et."[73]

"Rabb'ine dua etti ve dedi ki: Şüphesiz ki ben mağlup oldum, beni galip et."[74]

Evet. Eğer Allah'ın inayeti bir an O'ndan kesilse, yardımı O'na yetişmese ve desteği olmasa, kesinlikle mağlup olur. Nuh Aleyhisselâm, az bir insanla adedi sayılamıyacak kadar çok bir topluluğa karşı ko­yamaz.

Bunlardan öteye, Nuh Aleyhisselâm'a hiçbir iş düşmez ki.

Rabb'i O'na kesin bir şekilde, hakkında bilmediği bir şeyi istememesini öğretti. O'na üzüntüsünü ve şikayetini Allah'a bildirmekten başka bir şey düş­mez ki. Nuh Aleyhisselâm'a, sıkıntılarından kur­tulmayı sadece Allah'tan beklemekten başka bir şey gerekmez. Ve Nuh Aleyhisselâm'm kavmine davetin tebliğ edilmesi meselesi, Cenab-ı Hakk'ın şu emriyle kesildi.

"Nuh'a "kavminden iman edenlerden başkası asla inanmayacaktır. Onların yaptığı şeylerden dolayı ta­salanma, diye vahyolundu."[75]

Öyle ise Nuh Aleyhisselâm'ın kavminden bu az sayıdan başka hiç kimse asla iman etmeyecektir. Onlara vaaz katiyyen fayda vermeyecektir, onların önlerinde helaktan başka bir şey de kalmamıştır. Ve yakında Allah'ın gazabı onlara gelecektir; artık önüne geçmek imkansızdır.

Ve Nuh Aleyhisselam, Allah'ın gazabının onların hepsini kaplaması, yeryüzünde onlardan hiçbir can­lıyı bırakmaması için Rabb'ine dua etti.

"Nuh şöyle demişti: Ey Rabbim! Yeryüzünde ka­firlerden bir tek kişi bırakma. Eğer onları bı­rakırsan, kullarını saptırırlar. Ve ancak fâcir ile kafir doğururlar. Ey Rabbim! Beni, anamı, babamı ve benim evime mü'min olarak girenleri ve bütün erkek müminlerle kadın mü'mineleri bağışla. Za­limlerin ise ancak helakim arttır.[76]

Ve Nuh Aleyhisselam gemi yapmasını bitirdikten ve ona her çiftten ikişer tane yükledikten sonra, mü'min grup Nebilerinin etrafında oturur halde ge­mileri de Allah'ın adıyla ve Allah'ın yolunda iler­lerken, Cenab-ı Hak kılıcın ağzı gibi yağmur gönderdi. Yeryüzüne emretti, o da derhal bütün su kay­naklarını ve içindeki diğer şeyleri dışarı vurdu.[77]

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Onlardan önce Nuh Aleyhisselâm'ın kavmi de yalanladı. Onlar kulumuz Nuh'u yalanlayıp mecnun dediler. Ve O'nu tebliğden alıkoydular. Nihayet O da Rabb'ine dua edip, "ben mağlubum, bana yardım et" dedi. Bunun üzerine biz de göğün kapılarını şarıl şarıl akan sulara açtık. Böylece yeri de kaynaklar halinde coşturduk. Nihayet (gökten yağan ve yerden fışkıran iki) su takdir olunan miktara erişti. O'nu (Nuh'u) birbirine mıhlanmış tahtalardan gemiye bindirdik. Muhafazamız altında akıp gidiyordu. Ki (o gemi; hakkında) nankörlük edilmiş bulunan kim­seye bir mükafaat olarak. Şüphesiz biz onu bir ala­met olarak bıraktık. Hiç ibret alan var mı? Azabım ve tehditlerim nasılmış?"[78]

Ve gerekten çok kısa bir zaman zarfında, Cenab-ı Hakkın, kafirlerin tamamının helakma ve mü­minlerin de kurtuluşuna ait olan emri tamam oldu. O zaman Cenab-ı Hak yeryüzüne suyunu çekmesini ve semaya da yağmuru kesmesini emretti.

"Allah'ın emri olarak; "ey arz suyunu yut ve ey gök sen de suyunu kes" denildi. Su çekildi. Ve iş tamam oldu. Gemi de Cudi dağı üzerinde karaya oturdu. O zaman, "zalimler Allah'ın rahmetinden uzak olsun" diye nida edildi."[79]

"Bu manzara ne korkunçtur! Onun dehşeti ne kadar da şiddetlidir! Onun korkusu ne büyüktür! Su semadan tamamen dökülüyor ve yeryüzünden gö­zeler şeklinde fışkırıyor. O yağmur damlacıkları oluktan akar gibi akmaya başlıyor. Ve akan bol yağ­mur suları büyük dalgalı deniz oluyor. Öyle ki, yer­yüzü dağlarıyla birlikte o denizin altında kay­boluyor. O denizin üzerinde ise gökyüzü güneşi ve yıldızlarıyla beraber gizleniyor. Şimdi sen kendini bu gemiyi seyreden biri olarak hayal ediyorsun. Tıpkı Kuranın sana şekillendirdiği gibi. Ve bu büyük ağaç kütlesinin hakkında düşünüyorsun. Kur'an-ı Hakim sana onu anlatırken sen de dinle. İbare bakımından çok çok veciz ve tesir bakımından en üst seviyede. Alemde en büyük ne varsa sanki hiç zikre değer birşey değilmiş gibi kılındı, daha ön­ceden yokmuş gibi oldu."[80]

İşte böylece Allah zalimleri helak emrini yerine getirdi. Çünkü onlar Allah'a ve Rasûlü'ne karşı çık­tılar ve zulme devam ettiler. Tevbeden ve Allah'a dönüş yapmadan yüz çevirdiler. Neticede ataları ve dostlarıyla kendi aralarına dalga girdi ve ebedi akide bağının önünde, fani olan soysop bağları parça parça olup gitti.

İşte dokuzyüz elli senenin mihnet ve meşakkati bu şekilde son buldu. Zalim tağutların saltanatları yıkıldı. Küfrün ve fesadın temelleri darma-dağın oldu. Ve bunların hepsi de çok az bir zaman içe­risinde oldu. Öyle ise düşünen (ibret alan) var mı? [81]

.

Nuh Aleyhisselâm'ın Hayatından Dersler Ve İbretler

 

1- Nuh Aleyhiselam    Cenab-ı Hak tarafından sabır ve sebata mazhar olmuştur:

— Davetin özelliklerini ve davet olunanların ha­lini biliyordu. Dolayısıyla Allah'a basiret üzere davet ediyordu.

  Yumuşak huylu, geniş kalpli ve kavmini se­verdi. Nefsinde de haset ve çekememezlikten yana hiçbir    şey   yoktu.    İnsanların    O'nu   hafife    al­malarından hiç birisine aldırmaz, heva ve hevesler için en ufak bir değer vermezdi. Şüphesiz O, Allah'a inanmış ve O'nun emrine boyun bükmüştü.

  Daveti için yaşardı. Onun uğrunda gecesini gündüzüne katar   gizli ve açık her zaman çalışırdı. Buna karşılık hiçbir ücret tayin etmez, herhangi bir maddî çıkar beklemez ya da herhangi bir makam asla beklemezdi.

  O'nun davetine inananlar, işte onlar O'nun ehli, aşireti, hizbi ve kavmi idiler. İsterse onların Nuh Aleyhisselâm ile neseb bakımından hiçbir irtibatları ve dünya menfaatlarinden hiçbir ortak yön­leri bulunmasa da...

Davetini inkar edenlerse, O'ndan çok uzaktırlar, Onun ehli veya kendisine neseb bakımından in­sanların en yakınları bile olsalar.

O'nun müşriklere olan düşmanlığı onlara karşı gösterdiği uzun sabrına ve kendisine yapılan şid­detli baskılarına göre idi. Bundan dolayı Rabb'ine, yeryüzünde onlardan hiçbir canlı bırakmasın diye dua etti.

Öyleyse Allah davetçilerine düşen görev, ilimde, sabırda ve yalnız Allah için olmada Nuh Aley-hisselam'ı kendilerine örnek edinmeleridir.

Ve bilmelidirler ki, bir kavim kendini de­ğiştirmediği müddetçe Allah da onları değiştirmez.

2- Nuh Aleyhisselam'm, örnek verilen ça­lışmasıyla beraber, Allah'a yönelişi çok kuvvetli, Ona sığınması çok fazla idi. Dileyen Nuh Aley-hisselâm'ın kıssasındaki ayetlere dönsün. Bu ayet­lerin başlangıçları, "Nuh 'Ey Rabbim1 dedi......" şek­lindedir. Cenab-ı Hak O'nu çok şükreden bir kul olarak isimlendirdi.

Nuh Aleyhisselâm zaferi sadece Allah'tan bek­liyordu.

O -geceyi gündüze katıp, tebliğine devam eder­ken- hiç bir zaman müşriklere karşı müşriklerle bir­likte yapılan anlaşmalara emellerini bağlamıyordu.

Kendi kuvvetine veya kendisine tabi olanların maddi kuvvetlerine de mağrur değildi.

Onun gayba olan imanının kuvvetine delalet edenlerden biri de; kavminin alaylarına karşı kesin tavır alarak verdiği -ki, o zaman da en şiddetli zaaf hallerindeydi- "yarın da Allah'ın Ona yardım et­mesiyle O onlarla alay edecektir" şeklindeki kati ce­vabıdır.

Allahu Teâla, kulu ve Rasûlü olan Nuh Aley-hisselâm'a yaptığı her işinde çok yakındı. Örneğin gemi yapılışı esnasında şöyle buyuruyor:

"Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi yap." Gemi dağlar gibi dalgalarda akıp giderken de şöyle buyuruyor: "Nezaretimizle akıp gidiyor."

Yani "bizim korumamızla, muhafazamızla ve tak­dirimizle" demektir. Dünyadaki bütün ordular gelse bile, Allah'ın muhafaza ettiği bu azıcık mü'min gruba galip gelemez. Allah şunu diyene rahmet etsin:

"Eğer inayet gözleriyle seni korursa, evet, işte o zaman bütün korkular eman olur."

Cenab-ı Hak pek çok yerde Nuh Aleyhisselâm'a nasıl icabet ettiğini bizlere açıklamıştır:

"Ve bundan öncede Nuh nida ettiğinde O'na ica­bet ettik ve O'nu kurtardık."

Şüphesiz    Nuh bize nida etti ve (dedik ki,) O (Allah) icabet edenlerin en iyisidir."

Bizler bugün Allah'la irtibatımızı kuvvetlendirir, O'na sığınmayı fazlalaştırır, zaferi ve sebatı sadece O'ndan beklersek, bize de yardım eder ve düş­manlarımızı, Aziz ve Muktedirin şanına yakışır bir şekilde kahr-u perişan eder.

Peki madem durum bu, bazı insanlara ne oluyor da, zaferi ve yardımı Amerika'dan, Sovyetler'den ya­hut kafirlerle birlikte yapmış oldukları anlaşmalar­dan bekliyorlar. Yahutta bazılarının sapıklıklarına itimat ediyorlar ve bunu da siyaset diye isimlendiri­yorlar. Vallahi bu hiçbir şekilde çözüm değildir. Bu ümmetin sonra gelenleri ancak öncekileri ıslah eden şeyle düzelir.

3- Nuh Aleyhisselâm'a tabi olanlar çok çok azdı. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Emrimiz gelip su o tandırdan fışkırmaya baş­layınca Nuh Aleyhisselâm'a : "Her hayvan tü­ründen birer çift, daha önce helakine hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve iman edenleri gemiye yükle" demiştik. Zaten O'nunla beraber ancak, pek az kimse iman etmişti."[82]

Çoğu Peygamberlere tâbi olanlar da çok azdı. Bu­nunla beraber Cenab-ı Hak onları yardımıyla des­tekliyordu.

Ve o şöyle buyurmaktıdır:

"...Nice az topluluk vardır ki, Allah'ın izniyle daha çok olana galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir."[83]

İnsanlardan bazıları zaferin çokluğa bağlı ol­duğunu zannederler. Bu tamamen yanlış ve Hatta cahiliye ölçülerinde dahi yanlıştır. Vietnam'ın Ame­rika'yla olan işi nasıl oldu? Veya İsrail'in Arap dev­letleriyle olan durumu nasıldır. İsrail ki bizden sa­yıları çok çok azdır.

Öyle ise büyük çoğunluklarla övünenler, bu ço­ğunluklar onların ordusunda yürüyorlar, he­saplarına tekrar bir göz atmalıdırlar. Çünkü bazen onların çoğunluğu -ki eğer doğru söylüyorlarsa-onlar için yardımcı değil, aksine büyük bir yük olur­lar. Bilmelidirler ki, çeşitli alanlarda yükselmiş az bir mü'min cemaat eğer ilahi ve maddi sanatsal zafer vesilelerini elde ederlerse, mutlaka galip ge­lirler.

4- Hiçbir darlık yok ki onu rahatlık takip et­mesin.

Ve mükafaatın büyüklüğü de belanın büyüklüğü­ne göredir. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk'm Nuh Aleyhisselâm'a   mükafaatı   çok   büyüktü.   Cenab-ı Hak, fesatçı kafirlerden yeryüzünü temizledikten sonra, Nuh Aleyhisselâm'ı orada yerleştirdi, sabit kıldı.

Bu mâmur edilmiş yeryüzünde mü'min mu-vahhidlerden başka hiç kimse kalmadı.

Allah, Peygamberinden bir kafir çocuk aldı, onun yerine kendisine mü'min evlatlar verdi. Cenab-ı Hakk'm Nebisine bir ihsanı da şu ki, bütün yer-yüzündekiler tamamen O'nun evlatları oldular.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Ve O'nun zürriyetini baki kalanlar kıldık."[84]

İmam Ahmet'in Semere'den tahriç ettiği bir ri­vayette Allah Rasûlü şöyle buyuruyor: "Sam Arap­ların babasıdır. Ham, Habeşlerin ve Yâfet'de Rum­ların babasıdır."[85]

Allahu Teala'nın davette çalışanları birtakım be­lalarla müptela kılacağı hükmünden gafil olanlar şu iki sebepten dolayı habersiz oluyorlar:

Birincisi:

Bazen olur ki Cenab-ı Hakk'ın, tebliğciyi oğlunun dinden çıkmasıyla veya hanımının dinden çık­masıyla ya da her ikisinin helakıyla imtihan etmesi davetçi için tamamen hayır olur. Bu durumda da-vetçinin üzerine düşen tek şey; bütün gücünü ehline ve zürriyetine davayı tebliğde harcamasıdır. Cenab-ı Hakk'a olan itimadını en güzel bir şekilde muhafaza etmeli ve O'na sonsuz güvenmelidir. O'nun kaza ve kaderine razı olmalıdır. O'nun rahmetinden asla ümitsiz olmamalı ve ye'se düşmemelidir. Kendisine gelen sevmediği şey karşısında hiçbir zaman zaafa düşüp yıkıma uğramamalıdır. Sürekli Cenab-ı Hakk'ın şu kavlini hatırlamalıdır: "....Olabilir ki, sizin hoşunuza gitmeyen o şeyde Allah bir çok hayır takdir etmiş bulunur."[86]

Evet, Nuh Aleyhisselam'ın kafir olan hanımı ve oğlunun helak olması O'nun için tamamen hayırdır.

İkincisi: Zaferin, belalardan ve sabırdan sonra gelmesi, sıfatları ve isimleriyle yüce olan Allah'ın sünnetlerindendir (kanunlarmdandır): "Biz, sizden mücahitleri ve sabredenleri belirlemek için sizi im­tihan edeceğiz."[87]

Eşya zıddıyla ayırdedilir. Cenab-ı Hak kötüyü iyi­den ve zayıfı dolgundan ayırdeder. [88]

 

 



[1] Sahih-i Buhari. El Bidâye ven Nihâye 1/101

[2] Ebu Umâme hadisini Hafız Ebu Hatim bin Hayyân Sahih'inde bildirmiştir. Bu rivayette: Bir adam: "Ey Allah'ın Rasûlü, Âdem Nebi miydi?" der. O da: "Evet (Allah'ın kendisiyle konuştuğu) mükellem Ne

[3] El Bidaye ve-n Nihaye, 1/101

[4] Nuh Sûresi, ayet: 23

[5] Fethü'l Bari, 10/293, El-Bâbi-1 Halebî Matbaası

[6] El Bidaye ven-Nihaye, 1/106

[7] Fethü'l Bari, Şefaat hadisi. Bu hadis uzundur. Biz Nuh Aley-hisselâm'a mahsus olan kısmı o hadisten aktardık. 7/182 El-Bâbi-1 Ha-lebi Matbaası.

[8] Kısasu'l-Enbiya, Sayfa: 31, Daru'l- İhyâ'it Turâsi'l- Arabî.

[9] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 63-66.

[10] Bakara Sûresi, ayet: 168-169

[11] Yasin Sûresi, ayet: 60- 62

[12] Fatır Sûresi, ayet: 6

[13] Fethu-1 Mecid, Abdurrahman bin Hasan Şeyhin ehlinden, 221

[14] Alak Suresi Ayet:l-5 70

[15] Zümer Sûresi, ayet: 45

[16] Enfal Sûresi, ayet: 34

[17] Âlimler nazarında kadının öğrenimi konusunda herhangi bir ih­tilaf yoktur."Kadın erkek her müslüinana ilim farz kılınmıştır" (Hadis-i Şerif.) Fakat ilim tahsili islamın şiarına uygun ve helak sınırları içe­risinde olmalıdır. Kadın yarım asır öncesinde geri kalmışlık ve cehalet üzereydi. Bu özellik ise bu asrm bir özelliğidir. Bunda âlimler ittifak ha­lindedirler.

[18] Kabirlere tazim bidat ve sapıklıklardandır. Orada defnolunmuş ister Sahabe olsun, ister başkası olsun aynıdır.

[19] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız Müslim'e aittir, Sahih-i Müslim'in Muhtasarı. Münziri, Hadis No:1370

[20] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız Müslim'e aittir. Önceki kaynak, hadisin No:1366. Es Sehvetü: Küçük bir odadır. Yere kazılarak yapılır. Bodrum ve kilere, depoya benzer. Elgıram: Yünden bir elbisedir. Yudahiun: Benzetiyorlar. Muhtasarın haşiyesinden nakledilmiştir.

[21] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız Müslim'e aittir. Sahih-i Müslim'in Muhtasarı, hadis No: 1369, cilt 2, sayfa, 124

[22] Buhari ve Müslim tahriç etmiştir. Lafız ise Buhari'ye aittir. Fethü-1 Bari, 2/518

[23] Müslim tahriç etmiştir. Sahih-i Müslim Muhtasarı. Hadis: 488, 1/131

[24] Sahih-i Müslim Şerhi. İmam Nevevi, 14/81

[25] Sahih-i Müslim Şerhi. İmam Nevevi, 14/82

[26] Fethu-1 Bari, 12/507 El-Babi'l Halebî baskısı

[27] Fethu-1 Bari, 12/513 82

[28] El-îlâm, Helal ve Haram kitabının tenkidi. Şeyh Salih bin Pev-zan, sayfa 40. Şu alimler ister el ve isterse cihazla olsun, her çeşit res­min ve resim yapmanın haramlığını söyleyen alimlerin en meş­hurlarıdır: Şeyh Muhammed bin İbrahim, Abdul Aziz Bin Baz, Muhammed Emin Şankıtî, Nasuru'd-Din El-Albânî ve Ahmet M. Şakir.

[29] Buhari, 10/433, Müslim, 7/135 ve Ahmet İbn-i Hanbel, 6/166, 233, 234'de tahriç etmişlerdir. Lafız ise Ahmet İbn-i Hanbel'e aittir. İbn-i Sad ise 8/66'da bu rivayeti tahriç etmiştir.

[30] Buhari rivayet etmiştir. 4/163 Siyak da Buhari'nindir. Müslim de 3/152’de rivayet etmiştir Fazlalıkla beraber diğer rivayet de Müslim’e aittir

[31] Resimde İslam'ın hükmü, "Tuba Lilğureba"mn silsilesidir. Sayfa 66,67

[32] Hatta iş öyle bir hadde ulaştı ki, resmin yeri, kaldırılmasında, nasıl asılacağı konusunda, toplantı, yürüyüş ve resme karşı kıyamda, resmin   nasıl   tertip   olunacağında,   resim   taşınır   halde   geçiş   me­rasimlerinde ona nasıl tazim edileceği konularında emirler ve talimatlar çıkartılıyor. Bu durum, cahilleri ve sefilleri bırak, ilim iddia edenlerin arasında meydana gelmektedir. La havle ve la kuvvete illa billah.

[33] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 67-87.

[34] A'raf Sûresi, ayet: 59

[35] Hud Sûresi, ayet: 25, 26

[36] Müminun Sûresi, ayet: 23

[37] Nuh Sûresi, ayet: 1 - 3

[38] Enbiya Sûresi, ayet: 25

[39] Hud Sûresi, ayet: 31

[40] Hud Sûresi, ayet: 33 - 34

[41] Yunus Sûresi, ayet: 72

[42] Hud Sûresi, ayet: 29

[43] Şuara Sûresi, ayet: 105 - 107

[44] Nuh Sûresi, ayet: 13 - 20

[45] Nuh Sûresi, ayet: 5 - 9

[46] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 88-95.

[47] Sebe Suresi, ayet: 34.

[48] Hud Suresi, ayet: 27.

[49] Menar Tefsiri. Reşit Rıza, 12/61. Daru’l-Marife, Beyrut.

[50] Şuara Sûresi, ayetler: 111 - 114

[51] Hucurat Sûresi, ayet: 13

[52] Araf Sûresi, ayet: 60

[53] Araf Suresi,ayet:64

[54] Hud Suresİ,ayet:27

[55] Hud Sûresi, ayet: 35

[56] Müminim Sûresi, ayet: 25

[57] Müminim Sûresi, ayet: 24 102

[58] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 96-103.

[59] Tahrim Sûresi, ayet: 10

[60] Abese suresi, Ayet, 34-35, Edvau'l Beyan, Şankıti'nin 8/381

[61] Hud Sûresi, ayetler: 42 - 43

[62] Hud Sûresi, ayetler: 45 - 47

[63] Şair Hittan bin Mualla'nm beyitleri. Divanu-1 Hamaset 1/101

[64] Hud Sûresi, ayet: 40

[65] Hud Sûresi, ayet: 37

[66] Menar Tefsiri. Reşit Rıza, 12/85, Daru'l Marife, Beyrut. 108

[67] Buhari Sahih'inde tahriç etmiştir. Fethu'l Bari, 10/124, Halebi Matbaası

[68] Mücadele Sûresi, ayet: 22 110

Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:103-110. 

[69] Nuh Sûresi, ayet: 5 - 7

[70] Fi Zilalil Kur'an. Seyyid Kutup. Nuh Sûresinin tefsiri

[71] Hud Sûresi, ayet: 32

[72] Şuara Sûresi, ayet: 116

[73] Müminun Sûresi, ayet: 26

[74] Kamer Sûresi, ayet: 10

[75] Hud Sûresi, ayet: 36

[76] Nuh Sûresi, ayetler: 26 - 28

[77] El Bidaye Ve'n Nihaye, İbn-i Kesir, 1/112

[78] Kamer Sûresi, ayetler: 9, 10, 11, 12, 13, 14, 15,16

[79] Hud Sûresi, ayet: 44

[80] Tefsiri'l Menar, Reşid Rıza 12/80

[81] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 111-119.

[82] Hud Sûresi, ayet: 40

[83] Bakara Sûresi, ayet: 249 124

[84] Saffat Sûresi, ayet: 77

[85] İmam Ahmed, Müsned'de rivayet etmiştir. 5/9-10 Hadisin is­nadı muttasıldır ve Abdul Vahhab El Haffâ'f başka olan ravileri de gü­venilirdir (sika). Onun hakkında (aleyhinde) kelam vardır, inşaallah zarar vermez. Fethu'r Rabbani sahibi diyor ki, 20/39 Tirmizi onu rivayet etti, Hakim de onu sahihledi. Zehebi de Hakim'i doğruladı. Iraki ve Su-yuti ise o hadisin hasen olduğunu söyledi.

[86] Nisa Sûresi, ayet: 19

[87] Muhammed Sûresi, ayet: 31

[88] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:120-126