İbrahim
Aleyhisselâm'ın Babasıyla Konuşması (Münazarası):
İbrahim
Aleyhisselâm'ın Babasından Uzaklaşması
İbrahim
Aleyhisselâmın Kavmiyle Mücadelesi
İbrahim
Aleyhisselâmın Kavmini Daveti
İbrahim'in
Tağutu İle Asrımızın Tagutları Arasında Bir Karşılaştırma
İbrahim
Aleyhisselam’ın Ateşe Atıkması
İbrahim
Aleyhisselâm'ın Hicreti
1-
Asrımızın Tağutları Zulüm Bakımından İbrahim Aleyhisselâm'ın Ta-Ğutlarından
Daha Da İleridirler
2-
İbrahim Aleyhisselâm Allah'tan Başka Kimseden Korkmazdı
3-
Müslümanlar Tek Vücut Gibidirler
4-
Çağın Put Ve İlahlarından İki Örnek
5-
Müşriklerle Dostluk Yapmamak
6-
İbrahim Aleyhisselâm'ın Gücü
Ve Cesareti
7-
İbrahim Aleyhisselâm'ın Hayatında Her Şey Allah'a Davetti
Bazı tarihçiler
İbrahim Aleyhisselâm'm Şam'ın sulu ve ağaçlıklı bölgesinde doğduğunu söylerler.
Berze denilen bu köy ( Cebelu Kâsiyon) Kâsi^on da-ğındadır.
Sahih olan ise İbn-i
Kesifin İbn-i Asakir'den ve başka bir yolla da İkrime'detf rivayetidir. Buna
göre İbrahim Aleyhisselam Keldaniler'in bölgesinde doğmuştur. Yani Babil
topraklarını kasdetmektedir.
İbrahim Aleyhisselâm'm
doğumu, babası yetmiş-beş yaşma ulaştıktan sonrü olmuştur. İbrahim'in Nahur ve
Haran diye çocukları oldu. Lut da Haran'm çocuğudur. İbrahim ortanca olandır.
Haran, Babil'de babası hayatta iken öldü.
İbrahim Aleyhisselâm'm
babasının adının Âzer mi yoksa Târih mi olduğu konusunda tarihçiler ihtilaf
etmişlerdir. Doğrusu ise; Cenab-ı Hakk'ın şu âyetine göre Âzer'dir.
"İbrahim, babası
Âzer'e: Putları ilahlar mı ediniyorsun? Ben seni ve kavmini ap-açık bir
sapıklıkta görüyorum, demişti."[1] Ve
Allah Rasûlü'nün bu konudaki sözü de İbrahim Aleyhisselâm'm babasının Âzer
olduğunu göstermektedir.
"Kıyamet günü
İbrahim babası Azer'in yüzünde korku ve toz toprak olduğu halde
karşılaşır......" böylece hadis devam ediyor.[2] İbn-i
Cerîr et-Taberî diyor ki: Doğru olan isminin Âzer olmasıdır. Belki de onun iki
ismi, iki unvanı vardı. Ya da biri lakab, diğeri de isim idi.
İbn-i Kesir de şöyle
diyor:
Taberi'nin bu dediği
ihtimal dahilindedir. En iyisini Allah bilir.
İbn-i Cerir et-Taberi
diyor ki: "Ehl-i ilimden Selefin
geneli, İbrahim Aley-hisselam'ın doğumunun
Nemrud bin Kevş
zamanında olduğunu söylerler."
Nemrud bin Kenan bin
Kevş diktatör ve zalim bir yöneticiydi. O'nun tebaası cehalet ve sapıklığın karanlıklarında
idiler. Yine onlar sağır taşlara ve kör putlara taparlardı.
Nemrud kendisini
kavmine hükümdar tayin etti, arkasından da nefsini onlar için ilah olarak
kararlaştırdı, insanları kendine ibadete çağırdı. Onlar da hemen Nemrud'a itaat
ettiler. Çünkü konuşan putlar, ölmüş putlardan daha faziletlidir. Diğer bir
açıdan; Babil'in tağutu fayda ve zarar veriyor. Fakiri zengin edebiliyor.
Azizi zelil kılabiliyordu. Çünkü dünya sakinlerinin rızıklarının mühim bir
kısmına hükmediciydi. İbn-i Abbas ve diğerlerinden gelen rivayete göre:
"Yeryüzünün
tamamına sahip olan melikler dört tanedir. Nemrud, Süleyman bin Davud
Aley-hisselâm, Zülkarneyn Aleyhisselâm ve Bağt Nasr'dır. İki mü'min iki
kafir."
İşte bu fesat beldede
Halilü'r Rahman İbrahim Aleyhisselâm doğdu.
İbn-i Kesir şöyle diyor:
"İbrahim Halil,
hanımı ve kardeşinin oğlu Lut'tan başka yeryüzünde kim varsa hepsi de kafir
idi.
Babası Âzer İbrahim
Aleyhisselâm'm en şiddetli düşmanıydı. Akrabaları, arkadaşları ve kardeşleri de
Onun azılı düşmanlarıydı. Bu demek oluyor ki, İbrahim Aleyhisselâm, ailesi ve
yakınları arasında da garipti, yalnızdı.
İbrahim Aleyhisselâm
genç delikanlı olduğunda "Sâre" adında bir kadınla evlendi. Sâre
kısırdı, çocuk doğuramazdı.
Süheyli'nin de
anlattığı gibi bazıları Sâre'nin İbrahim Aleyhisselâm'ın kardeşi Haran'm kızı,
Lut Aleyhisselâm'ın kız kardeşi olduğunu zannederler. Bunu söyleyenler tamamen
yersiz ve ilimsiz bir şey söylemişlerdir.
Bazıları da, o zamanda
kardeş kızıyla evlenmenin meşru olduğunu iddia ederler ki, bu konuda onların
hiçbir delili yoktur. Yahudi ve Rabbanilerden naklolunduğu gibi, o zamanda
bunun meşru olduğunu farzetsek bile, Peygamberler almazlar. En iyisini Allah
bilir.
İbrahim Aleyhisselam
daha genç yaşından itibaren görüşünün doğruluğu ve derin fikriyle bilinirdi.
Allah birdir ve tektir. Mülkte O'nun eşi ve ortağı yoktur. Cenab-ı Hak, İbrahim
Aleyhisselâm'ın kalbine, kavminin tapmış olduğu putlardan nefret etmeyi koydu.
Çünkü o putlar onlara ne bir fayda sağlıyordu, ne de onlardan herhangi bir
zararı gi-derebiliyordu... Allahu Teâla'nm ne zaman İbrahim Aleyhisselâm'ı
Risaletle gönderdiğini ve bunun kaçıncı sene olduğunu bilemiyoruz.
Bu konuda, Kur'an-ı
Kerim'de umumi işaretler gelmiştir.
Bunlardan bazıları:
"Şüphesiz ki Biz
daha önce İbrahim'e hakkı bulma kabiliyeti verdik. Biz O'nun Peygamberliği yüklenebileceğini
biliyorduk."[3]
Yani Cenab-ı Hak
O'ndaki kâmil aklı, üstün zekayı, delil getirmedeki gücü, hak ile batılın
arasını ayırmadaki üstünlüğü biliyordu.
Ve Allahu Teâla'nm şu
kavli:
"Rabb'in,
İbrahim'i bazı emirler ile imtihan edip o da bunları tamamlayınca, Allah:
"Ben seni insanlar üzerine imam (rehber) yapacağım" dedi. İbrahim de:
"Ya Rabbi! Zürriyetimden de imamlar yap" dedi. Allah, "benim
ahdime zalimler nail olamazlar" buyurdu."[4]
Cenab-ı Hak, İbrahim
Aleyhisselâm'ı imtihan ettiği kelimelerin neler olduğunu bizlere açıklamadı.
Onların birtakım emirler olduğunu ve İbrahim Aleyhisselâm'ın da onları
noksansız tamamladığını bilmemiz bize kafidir....
Başka bir ayette de
Allah, İbrahim Aleyhisselâm'ı vefakarlıkla vasıflandırmış ve hatta vefayı
İbrahim Aleyhisselâm'ın ahlakından bir cüz olarak kılmıştır.
Şöyle buyuruyor:
"Ve İbrahim ki
ahdine vefalıdır."[5]
Cenab-ı Hakk'm
"Muhakkak ki, ben seni insanlar üzerine imam (rehber) yapacağım,
dedi" ayetinin tefsirine gelince: Bu konuda Şeyh Muhammed Ahmed El-Adevî
şöyle diyor:
"Bu imametin
yüzde yüz Cenab-ı Hakk'm ihsa-nıyla olduğunu ve O'nun seçmesi, kelimeleri tamamlaması sebebiyle
olmadığını bize göstermek için,
Allah, "Fegâle inni Câilüke"
demedi; "Gâle inni
Câilüke" dedi. Çünkü buradaki imamet Peygamberlikten ibarettir. Peygamberlik ise, çalışanın gayretiyle elde edilmez. Bu
ayetten murad, İbrahim Aleyhisselam'm bu yüce makama layık olduğudur ki, o
makam da insanlara imamlıktır. Şüphesiz Al-lahu
Teâla Risalet'ini ehil
olan kimseye vermiştir."[6]
İbrahim Aleyhisselam'm
siyretinden, O Babil'de iken kendisinin Peygamberlikle görevlendirildiğini,
O'nun da Allah'ın emrettiği şeyi en güzeliyle yerine getirdiğini, belalara,
eziyetlere karşı sabrettiğini, tehdit ve korkutmaları dağlardan daha yüce bir
azimetle karşıladığını, kavminin, davetinden yüz çevirdiğine tamamen
kanaat getirince, Cenab-ı Hakk'ın geniş yeryüzünde hicret
edip, ayağının her bastığı yere iman tohumunu ektiğini bilmemiz bizler için yeterlidir.
Netice olarak İbrahim Aleyhisselâm, sabrı
ve azmi sebebiyle Enbiyaların babası olmaya müstehak olmuştur.
Muttakiler için imam ve muvahhidler için bir örnek olmaya layık olmuştur.
İbrahim Aleyhisselam'm
Peygamberlik döneminin önemine nazaran onun kıssası Kur'an-ı Kerim'de yirmi
beş sûre ve altmış üç ayette zikredilmiştir. Yine O'nun siyreti kardeşinin
oğlu Lut Aleyhisselam'm siyreti ve oğlu İsmail ve İshak Aley-himasselam'm
hayatlarıyla da irtibatlanmıştır. Hatta O'nun siyreti kendisinden sonra gelen
bütün Peygamberlerin siyretiyle ilgilidir. Çünkü Peygamberler O'nun neslinden
ve zürriyetindendirler. Ve Mişk-ül Hitam ise; Âdem'in en büyük oğlu
Mu-hammed'dir. Salat ve selamın en üstünü onun üzerine olsun.[7]
Âzer putlara tapardı.
Hatta putları taştan yontarak yapar ve satardı. İşlerin en şerlisi, bir
insanın batıl bir akideye inanmasıdır.
Sonra bu gaye edinilip
bütün çalışmalar onun üzerine yoğunlaşır ve rızık kapısı haline gelirse çok
daha şerlidir.
Davet edilenlerin
ilki, İbrahim Aleyhisselâm'm babası olacağı açıktır. Çünkü insanların O'na en
yakını babasıdır. Ve hidayete de en evlâ olanı da yine odur. Allahu Teala
Muhammed Aleyhisselam'a aşiretinden ve akrabalardan başlamasını emretmiştir.
Allah Nebilerinin hepsinin de davetteki metodu böyledir.
İbrahim Aleyhisselâm'm
babasını davetinden sö-zeden pek çok ayet nazil olmuştur. Bunlardan bazıları:
"İbrahim babası
Âzer'e: Putlara mı ibadet ediyorsun? Ben
seni ve kavmini ap-açık bir sapıklıkta görüyorum, demişti."[8]
Şüphesiz ki Biz daha
önce İbrahim'e hakkı bulma kabiliyeti verdik. Biz O'nun Peygamberliği yüklenebileceğini
biliyorduk. O bir zaman babasına ve kavmine: "Tapıp durduğunuz bu
heykeller de nedir?"demişti."[9]
Ve Cenab-ı Hakk'ın şu
kavli:
"Onlara
İbrahim'in haberini de oku. Hani O babasına ve kavmine, neye tapıyorsunuz,
demişti."[10]
Meryem Sûresinde nazil
olan ayetler, İbrahim Aleyhisselâm ile babası arasında cereyan eden münazarayı
çok açık bir şekilde bildirmektedir.
Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
"Kitab'da
İbrahim'i de zikret. O, sıdkı bütün bir Peygamberdir. Bir vakit babasına:
"Ey babam! Niçin işitmez, görmez ve senden bir belayı uzaklaştırmaya gücü
yetmez şeylere tapıyorsun? Ey babam! Bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir. O
halde bana uy ki, seni doğru yola hidayet edeyim. Ey babam! Şey-tan'a tapma.
Çünkü Şeytan Rahman'a asi olmuştur. Ey babam! Korkarım ki, Rahman tarafından
sana bir azab gelir de, Şeytan'a dost olmuş olursun" dediğinde, Babası:
"Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Andolsun ki,
eğer bundan vazgeçmezsen seni taşa tutarım. Uzun bir müddet yanımdan defolup
git" dedi. İbrahim de: "Allah'ın selameti senin üzerine olsun. Senin
için Rabb'imden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o bana duamın kabulünü
vaadetmiştir. Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan ayrılıyorum
(uzaklaşıyorum). Ve Rabb'ime dua ediyorum. Umulur ki, O'na bu dua sebebiyle asi
olmam" dedi."[11]
"Kitab'da
İbrahim'i de zikret. O sıdkı bütün bir Peygamberdir."
Allahu Teala Nebisi
Muhammed Aleyhisselam'a İbrahim Halilü'r-Rahman'ı hatırlamasını emrediyor. O,
doğruluğunun çok fazla olmasından dolayı Allahu Teala O'nu "Sıddık
Nebi" olarak isimlendirdi. O'nu doğrulukla vasıflandırdı ve bunu
Nübüvvetten önce zikretti.
Muhakkak, İbrahim
Aleyhisselâm, Nübüvvetten önce de kavmi arasında sadık idi. Tıpkı Risaleti tebliğinde,
Allah'a teslimiyetinde ve Rabb'inin emirlerine boyun bükmesinde de sadık
olduğu gibi.
— "Ey babam
dediğinde."
İbrahim
Halilü'r-Rahman babasıyla yaptığı konuşmasına "Ey babam" sözüyle
başladı. Bu, bağların en kuvvetlisi ve en sağlamıdır.
Şeyh Muhammed Ahmed El
Adevi diyor ki:
"...Diğer
taraftan İbrahim bu çekici üslupla babasının hiddetini kırmaya gayret ediyor.
Ta ki Allah'ın Risaletini ona tebliğ edebilsin ve delilini ona tam olarak
gösterebilsin. Ve İbrahim Aleyhisselâm gayet sakin ve öfkesiz bir haldedir. Bu
şefkat ve merhameti gerektiren üslupla nida ettikten sonra edeple ona şöyle
dedi:
"Ey babam! Niçin
işitmez, görmez ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere tapıyorsun?"
"Ey babam! Sen
ona nida ettiğinde, seni duymayan bir ilaha nasıl ibadet ediyorsun? Sen ona
yaklaştığında veya ondan uzaklaştığında seni görmez. Sana hiçbir fayda
getiremez veya hoş olmayan herhangi bir şeyi senden defedenıez...." İşte
bu manzara, bir çok manzaralardan biridir ki, İbrahim Aleyhisselâm bu manzara
esnasında onun tapmakta olduğu putların acziyetihi açıklıyor, babasını düşünceye
ve akıl nimetinden istifadeye davet ediyor.
— "Ey babam!
Bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir. O halde bana uy ki, seni doğru yola
hidayet edeyim."
İbrahim babasıyla
konuşmada mücadelesine, çok ilmi
oluşundan, delilinin kuvvetliliğinden ve zekasının üstünlüğünden
başlamadı. Yine babasını da cahillikle vasıflandırmadı. Eğer öyle ve böyle de
deseydi doğru idi. Ancak O babasına sadece şöyle dedi ve o babası nezdinde de
emin ve sadıktır: "Ey babam! Allah kendi fazlından bir üstünlük verdi ve
özel kıldı. Bu yeni emri dinle ve Hakk'ın davetine icabet et ki, her iki
cihanda da kurtuluşa erenlerden olasın. Ey babam, şu içinde bulunduğun halde
devam etmekten uzaklaş; yoksa Şeytan'a kul olursun. Rahman'ın ibadetiyle
Şeytan'm ibadeti mu minin kalbinde asla birleşmez."
Ve İbrahim
Aleyhisselâm babasıyla olan ko-uşmasmı "ey babam" sözüyle bitiriyor.
Yani çok latif, ince bir nida ile başladı. Dünya ve Ahiret'te Allah'ın azabının
onun üzerine gelmesinden korkuyor:
— "Dedi ki: Ey
İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen
seni taşa tutarım. Uzun bir müddet yanımdan defolup git." Azer, oğlunun,
kavminin ilahlarından yüz çevirmesini reddediyor. İbrahim Aleyhisselâm'la olan
konuşmasında O'na ey oğlum diye hitab etmedi. Sadece O'na ismiyle
"İbrahim" diye seslendi. Sonra O'nu tehdit etmeye başladı.
"Ey İbrahim, eğer
sapıklığından vazgeçmezsen ve bâtılından geri dönmezsen, mutlaka seni taşlarım.
Şu anda senin üzerine düşen görev, evimden çıkman ve oturduğum yerlerden
uzaklaşmandır."
"Dedi ki:
Allah'ın selameti üzerine olsun. Senin için Rabb'imden mağfiret dileyeceğim.
Çünkü O bana duamın kabulünü vaadetmiştir."
"Selamun
aleyke." Cumhura göre İbrahim Aley-hisselâm'ın selamından maksat, esenlik
ve bereket selamı değil, ayrılmalardan gelen selamlaşma, sağ-lıklamadır. Taberi
diyor ki: "Selamın manası, benden sana eminlik demektir."
Tenkit ehli dirayetli
âlimler de; "yumuşak huylu İbrahim Aleyhisselâm Sefih'e (Sefih, akıl
edemeyen babası) hitab etti" demektedir.
Bazıları da:
"İbrahim'in selamının, ayrılma selamlaşması olduğunu"
söylemişlerdir.[12]
Şu ayette geçen selam
bu çeşittendir :
"...Bizim
amellerimiz bize, sizin amelleriniz sizedir. Selam sizin üzerinize olsun.
(Bizden emin olabilirsiniz, size sövmeyiz.) Biz cahillerle münakaşayı
istemeyiz."[13]
Ve Cenab-ı Hakk'ın,
Rahman'ın kullarını vasıflandıran şu âyeti de yine bu çeşit bir selamlamadandır.
"....Kendilerine
cahiller laf attıklarında, "selam" (sizinle muhatab olmayız)
derler."[14]
Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
"Eğer onlar (anne
ve baba) senin bilmediğin bir şeyle bana şirk koşmana seni zorlarlarsa, onlara
itaat etme. Dünyada onlarla iyi geçin..."[15]
— "Sizden ve
Allah'tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum. Ve Rabb'ime dua ediyorum.
Umulur ki, O'na bu dua sebebiyle asi olmam, dedi."
ibrahim Aleyhisselam
kavminin ve babasının Allah'tan başka çağırdıkları putlardan ve heykellerden
uzaklaştığı gibi, babasından ve kavminden de uzaklaştı. İbrahim Aleyhisselam
onların kavmî mutluluklarına ortak olmuyor, bayramlarında toplantılarında hiç
bir sevinç duymuyordu. Onların ilahlarını sadece tenkit ve yaralamaktan başka
bir şekilde zikretmiyordu. Bununla beraber babasına karşı gayet iyi ve nazik
davranıyordu ve onun hidayete ermesine oldukça hırslıydı. Bu konuda Cenabı
Hakk'm "Selamun aleyküm" sözüyle, ayrılma selamının kastedilip,
tahiyyet (rahmet ve bereket) selamının kastedilmeyişine bir delil vardır.
ibrahim Aleyhisselam
kavminden ve kavminin içinde bulunduğu şirk ve sapıklıktan yüz çevirdiğinde,
Allah, dostuna nasıl bir ikramda bulunduğunu da başka bir ayette beyan ediyor:
"Ne zaman ki
ibrahim onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrıldı, biz O'na İshak ve
Yakub'u ihsan ettik. Her birini de Peygamber yapık. Onlara rahmetimizden ihsan
eyledik. Onlara yüksek bir sadakat dili (şan, şöhret) de verdik."
ibrahim
Aleyhisselâm'ın babasıyla olan konuşmasında (münazarasında) pek çok ibretler
vardır. En önemlileri şunlardır:
1- Pek çok
davetçi -kitaplarında ve derslerinde-davetten daha çok kendi nefislerinden
bahsediyorlar. Başkalarıyla yaptıkları münazaralarda onlara karşı üstünlük
sağlamaya çalışıyorlar ve onlara problemlerini arzetme
fırsatını vermiyorlar. En basit sebeplerden dolayı kendi
kendilerine kızıp sinirleniyorlar. Kalplerini hemen kin kaplamaktadır.
Dolayısıyla bunlara ve diğerlerine düşen görev: Sa-dakatta, edebde, tevazuda,
ihlasta ve başkalarına hürmette ibrahim Aleyhisselam'ı örnek edinmeli, kendi
nefsî çıkarlarını bir kenara itip bütün gayesini Allah rızasına matuf
kılmalıdır.
2- Azer'in
kalbi tıpkı taşın en serti gibi idi. Hatta sert taş o kalpten daha yumuşaktır.
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"...Muhakkak ki,
bazı taşlar vardır ki, onlardan nehirler çıkar. Bazıları da vardır ki, yarılıp
içinden sular akar ve Allah korkusundan dağlardan yuvarlanıp düşerler. Allah
işlediğinizden gafil değildir."[16]
Âzer inandığı ve
itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Putlar ve heykeller kendisine ciğerparesinden
(oğlu İbrahim'den) daha sevimliydi. O putlar kendisine insanların en
yakınıydı. İbrahim Aleyhisselam da inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi
idi. Ne zaman ki babası şirkinde ısrar etti, İbrahim Aleyhisselam ondan yüz
çevirip terketti. İbrahim Aleyhisselam merhamet ve yumuşak huyla bezenmesine
rağmen, babası ona düşmanlık ve buğzetti.
Ve üzücü olanlardan
biri de, pek çok davetçinin kendi menfaatlarını dava ile karıştırmalarıdır.
İslam'a ve Müslümanlara olan düşmanlıklarına rağmen idarecilere karşı sevgi
gösterilerinde bulunuyor ve onlara sevimli olmaya çalışıyorlar.
Cenab-ı Hakk'ın
Kitab'mda:
"Allah'a ve
Ahiret gününe iman eden bir kavmi; babaları, oğulları, kardeşleri veya
soysopları olsalar bile, Allah ve Rasûlü'ne muhalefet edenlerle dostluk eder
bulamazsın..."[17] diye
buyuran âyetini okudukları halde, babalarından, kardeşlerinden ve akrabalarından
müşrik ve münafıklara karşı sevgi gösterirler, onlara hoş görünmeye
çalışırlar.
Davaya gönül veren
dâvetçiler İbrahim Aley-hisselâm'ı, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'i ve
Allah'ın diğer Nebilerini örnek alanlardan olmadıkları müddetçe, davet asla
başarıya ulaşmaz.
Salât ve selamın en
üstünü o Peygamberlerin üzerine olsun. [18]
Allahu Teala şöyle
buyuruyor: "Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda sizin için
güzel bir numune (örnek) vardır. Hani onlar kavimlerine: Biz, sizden ve
Allah'tan başka taptığınız şeylerden beriyiz (uzağız). Sizi reddettik. Siz
Allah'a bir olarak iman edinceye kadar daima bizimle sizin aranızda düşmanlık
ve buğz vardır, demişlerdi. Ancak İbrahim'in babasına: Senin için mağfiret
dileyeceğim. Fakat, Allah'ın azabına karşı seni kurtarmaya gücüm yetmez, demesi
hariç. (Ey mü'minler) şöyle deyin: Ey Rabbimiz! Sana tevekkül ettik, sana
tevbe edip yöneldik ve nihayet dönüş sanadır."[19]
Sebeb-i Nüzul
(Yani bu ayet-i
kerimenin inmesine sebep olan
olay):
Rasûlullah
Aleyhisselam Mekke'yi fethetmeye azmettiğinde, düşüncesini Sahabelerinden bir
cemaata açtı. Hatib de onlardan birisi idi. Hatib Mekke ehline bir mektup
yazmak istedi ve yazdı. Pey-gamber'in onlara karşı savaş azminde olduğunu bildirmek
ve müşrikler nezdinde bir himaye edinmek gayesiyle bu mektubu müşrik bir
kadınla gönderdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü Aleyhisselam Ali'yi, Zübeyir ve
Mikdad'ı gönderdi. Onlar da kadını Ravzaî-Hâh denilen yerde yakaladılar ve
mektubu ondan aldılar. Eğer Hatib Bedir ehlinden olmasaydı, Allah Rasûlü,
O'nun yaptığından hıyanet kas-detmediğini bilmeseydi ve eğer Hatib kafir ve
mür-ted olsaydı, mutlaka Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem O'nun boynunun
vurulmasını emrederdi."[20]
Birincisi:
Onlardan (Allah'a şirk koşanlardan) ve Allah'tan başka ibadet ettiklerinden
berî olmak (yüz çevirmek).
ikincisi:
Onları reddetmek.
Üçüncüsü:
Onlar tek olan Allah'a inanmcaya kndar
düşmanlık ve buğzu
başlatıp sürdürmek, bunu ebedi olarak açıkça ve üst seviyede söyleyerek
ilan edip açıklamak. İşte bu, kendileriyle kavimleri arasındaki ilişkiyi
kesmede en ileri bir derecedir.
Buna ilaveten, ebedi
bir düşmanlık ve buğzun başlamasmdaki yegane sebep, küfrün ta kendisidir. Eğer
onlar bir tek olan Allah'a inansalar, bunların tamamı aralarında son bulur.[21]
İbrahim Aleyhisselâm'm
babası için istiğfar etmesine gelince, o daha babasını davetteki ilk
dö-nemindeydi. İbrahim Aleyhisselâm babasının şirk üzere ısrar etmesini
beklemiyordu. Ve zaten sadece onun için hidayet temenni ediyordu. Cenab-ı Hak:
"İbrahim'in babası için istiğfarı, ona söylediği bir va-adden dolayı idi.
Babasının Allah'ın düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan
uzaklaştı. İbrahim cidden çok niyaz eden ve çok halim selim bir insandı"[22]
buyurmaktadır.
İbrahim Aleyhisselâm
babasından berî oldu, yüz çevirdi. Tıpkı Nuh Aleyhisselâm'm hanımından ve
oğlundan berî olduğu ve Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in en yakın
müşrik akrabalarından yüz çevirip berî olduğu gibi. Üstad Seyyid Kutub bu
ayet-i kerimelerin tefsirinde şöyle diyor: "Müslüman, İbrahim
Aleyhisselâm'm kıssasına bakarken O'nun asil bir nesebi olduğunu, uzun bir
geçmişinin bulunduğunu ve hayatının zaman boyunca uzanıp gelen güzel bir örnek
olduğunu görür. Sadece İbrahim Aleyhisselâm'm inancı konusunda değil; bilakis
karşılaştığı tecrübelerinde de bunu görür. Neticede müslüman, O'nun büyük bir
tecrübe birikimi olduğu şuuruna varır ki, bu birikim kendi şahsi tecrübe
birikiminden ve içinde yaşadığı neslin tecrübelerinden daha da büyüktür. Bu
taife Allah'ın dinine inanarak zaman boyunca uzanıp gelirken O'nun
koruyuculuğunda ve himayesindedir. Bazen olur ki müslüman yaşamakta olduğu
olayın aynısı daha öncede geçmiştir. Bazen de bu taifenin tecrübesi öyle bir
kararda son bulur ki, o kararın aynısını ve bu tecrübeyi bugün herhangi bir
müslüman da elde etmiştir. Çünkü yeni veya ilk defa ortaya çıkan birşey
değildir. Ve müminlere
meşakkat
veren bir külfet de
değildir..... Sonra müslümanm
uzun ve geniş bir
ümmeti vardır ki kendisiyle inancının düşmanları arasında irtibatlar yeşermeye
başladığında, o, bu ümmetle birlikte akidede buluşur ve o akideye döner. Çünkü
müslüman, bu yüce, geniş, derin, köklü, pek çok dalları olan tam ve mükemmel
gölgeli ağacın bir dalıdır. Öyle bir ağaç ki ilk müs-Iumanlar bu ağacı
dikti.... İbrahim de (Aleyhisselâm)....."[23]
İşte iman,
muttakilerin imamı olan İbrahim Aley-hisselâm ile, şekli en çirkin bir hale
döndürülmüş olarak helak olanlardan babası Azer'in arasını, işte böyle ayırdı.
Ebu Hureyre'den,
radıyallahü anh, gelen bir rivayete göre Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve
Sel-lem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü İbrahim babası Azer ile, yüzünde
korku ve toz toprak olduğu halde karşılaşır. Ve İbrahim ona der ki: Ben sana,
bana asi olma demedim mi? Babası da O'na der ki: Bugün sana isyan etmeyeceğim.
İbrahim de der ki: Ey Rabbim, muhakkak, insanların haşrolunduğu günde beni
rezil etmeyeceğini bana vaad ettin. Peki, uzaklaştırılmış (rahmetten kovulmuş)
babamın rezilliğinden daha büyük rezillik mi var? Bunun üzerine Cenab-ı Hak
da buyurur ki:
"Ben Cennet-i
kafirlere haram ettim." Sonra İbrahim'e denilecek ki: Ey İbrahim,
ayaklarının dibinde ne var? O da bakar ki kesilmiş, pisliklere bulaşmış bir
hayvan. Derken o hayvan sırt kısmından tutulup Cehenneme atılır."[24]
Hafız İbn-i Hacer diyor ki: "İbrahim bin Tah-man'ın rivayetinde ise;
Cenab-ı Hak İbrahim'in babasım İbrahim'den alır ve O'na; "ey İbrahim baban
nerede?" diye sorar. O da: "Sen onu benden aldın" der. Cenabı
Hak da "aşağıya bak" der. O da bakar ki bir kurt, leş kokulu ağzıyla
toprağı karıştırıyor, pis salyaları etrafa dağılıyor."
Ve Eyyub'un
rivayetinde ise; "Cenab-ı Hak İbrahim'in babasını ayı şekline koyar.
İbrahim de o leşin pis kokusundan nefret ettiğinden parmaklarıyla ayının
burnundan tutar. O anda Cenab-ı Hakk O'na, "ey kulum, o senin
babandır" der. İbrahim de "senin izzetine yemin olsun ki bu benim
babam değildir, der."
Said'in rivayet ettiği
hadiste de: "Cenab-ı Hak onun şeklini çok kötü bir surete çevirir ve
kokusu ise iki tane sırtlan suretinde etrafa yayılır. İbn-i Münzir de bu son
veçhe şunu ilave eder: İbrahim babasını bu şekilde gördüğünde ondan yüz
çevirir ve der ki, sen benim babam değilsin."
Hafız ibn-i Hacer
devamla der ki: "Deniliyor ki, babasının suretinin böyle
değiştirilmesindeki hikmet; İbrahim'in kendisi dahi ondan nefret etmesi ve
kendi suretinde Cehennem'de kalıp bundan İbrahim'de bir üzüntü bırakmaması
içindir."[25]
— İbrahim ki, Halilür
Rahman olduğu halde, Kıyamet gününde babasına hiçbir fayda sağlayamı-yorsa, onu
ebedi olarak Cehennem ateşinde yanmaktan kurtaramıyorsa!.... Cenab-ı Hak
İbrahim'in lisanı üzere şöyle buyuruyor:
"Ben senin için
Allah'tan hiçbir şeye malik değilim" Ve Rasûllerin ve Nebilerin sonuncusu
(salat ve selamların en üstünü O'nun üzerine olsun), Kıyamet günü anne ve
babasına hiçbir fayda sağ-layamıyorsa!... Hatta Rabb'i O'na sitem etti. Çünkü
amcası Ebu Talib için istiğfar etmişti. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Ne Peygambere ne
de mü'minlere akrabaları bile olsa, onların Cehennem ehli oldukları muhakkak
meydana çıktıktan sonra müşrikler için istiğfar etmeleri doğru ve caiz değildir."[26]
Peki bazı insanlara ne
oluyor ki, evliyaların ve sa-lihlerin
kabirlerini ziyaret için
özel olarak seyahatlar yapıyorlar, o kabirlerin
etrafında tavaf ediyor, o kabirler için kurban kesiyor ve Allah'tan başka hiç
kimsenin gücünün yetmeyeceği şeyleri ölülerden istiyorlar. Kabirlere tapanlar,
duanın da bir ibadet olduğunu ve sadece Allah'a yapılacağını unutuyorlar.
Allah'ın Nebileri ve evliyaları ise hiç kimseden herhangi bir zararı gidermeye
malik değillerdir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"De ki: Allah'tan
başka ilah olduklarını zannettiğinizi çağırın. Onlar, sizden bir zararı
gidermeye ve değiştirmeye güç yetiremezler. Gerçek şu ki, onların o taptıkları
da flabb'lerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile garlar. O'nun rahmetini
umarlar, O'nun azabında» korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur."[27]
Şunu söylemek de çok
yeri^ °lacaktır- Muhakkak Kureyş müşrikleri All*h'a inanıyorlar ve putların
kendilerini Allah'a yanaştırdıklarına inanıyorlardı. Cenab-ı Hak şöyle
bt>yuruvor: "-O'ndan başka mabud edinenler; "biz tanlara ancak
bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" derler."[28]
Muhakkak ki Allah'ın
indindindeki mes'uliyet tektir ve her nefis kazancına göre j-ehindir.
Ahiret'teki kurtuluş mihveri ise; Peygambef Aleyhisselam'ın getirdiği üzere
sahih bir iman ve imanın gereği salih amel iledir. Yoksa şahıslara, evliya ve
Enbiyalara ibadette değildir. Şefaat ise, ancak Cenab-ı Hakk'ın izniyle olur.
Müşrikler küfürleri
üzere öltfrlerse' Allah onlan bağışlamaz ve hiçbir şefaatçinin §efaatı da asla
fayda vermez. [29]
İbrahim Aleyhisselâm'm
kavmini davette karşılaştığı en önemli sorun; ata ve ecdadın akidelerine karşı
çok şiddetli taassup idi. Yenilik ve değişimin olamayajcağma olan ısrardı.
Bundan dolayı İbrahim Aleyhisselâm babası Âzer'i iknaya çalıştığında ve onun
için anlaşılır deliller ve dimağa işleyen olgun kanıtlar ileri sürdüğünde,
müşrik baba aklını dondurur, işletmezdi. Oğlunun ata ve ecdadın inançlarına
muhalefetini asla kabul etmez, O'nu reddederdi.
"Ey ibrahim,
benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen mutlaka seni
taşa tutarım ve benden tamamen uzaklaş!"
İbrahim Aleyhisselâm'm
kavminin Peygamberlerine cevabı, babasının cevabından farklı değildir. Cenab-ı
Hak şöyle buyuruyor:
"Onlara
İbrahim'in haberini de oku. Hani o babasına ve kavmine: "Neye
tapıyorsunuz?" dediğinde. Onlar da: "Putlara tapıyoruz. Onlara
devamlı ibadet ediyoruz"
dediler. İbrahim: "Yakardığmız zaman
(dua ettiğinizde)
onlar sizi işitiyorlar mı? Size bir fayda veya zararları oluyor mu?" dedi.
Onlar: "Hayır, biz babalarımızı böyle yapar bulduk" dediler."[30] Ve
Allah Teala buyuruyor:
"Şüphesiz ki, Biz
bundan evvel İbrahim'e hakkı bulma kaabiliyeti verdik. Ve biz O'nun Peygamberliği
yüklenebileceğini biliyorduk. O zaman babasına ve kavmine, "sizin
taptığınız bu heykeller nedir?" dediğinde onlar: "Babalarımızı
bunlara ibadet eder bulduk" dediler. İbrahim: "Muhakkak ki, siz ve babalarınız
açık bir sapıklık içerisindesiniz" dedi."[31]
Bu, bütün Allah
Rasûllerinin düşmanlarının yolu idi. Ve insanları hak'dan alıkoymaktaki
metodları idi.
El-Meleu (kavmin ileri
gelenleri) kendilerinin, ata ve ecdadın akideleri için meşru vekiller olduklarını
iddia ediyorlardı. Ve bu akide adına insanlara zulmediyor, yeryüzünü fesada
veriyor ve insanları ve bitkileri helak ediyorlardı.
İnsanların çoğunluğuna
gelince, bunların tamamı bu hayata ülfet ettiler ve hayvanlar gibi, hatta onlardan
da daha aşağı olarak alışkanlık peydah ettiler. Zamehşeri (Allah O'na rahmet
etsin) diyor ki:
"Taklit ve
delilsiz kabul edilmiş söz ne kötü bir şeydir. Şeytan'm mukallitleri yavaş
yavaş farkına varmadan putlara tapmakta atalarını taklit ettirme sırasındaki
hilesi ne büyüktür. Onlar o putlara yüzlerini gözlerini sürerler ve
kendilerinin de doğru bir yol üzere olduklarına inanırlar. Mezheplerini desteklemede
çok gayret eder ve sapıklıklarını müdafaa yolunda ehl-i hak ile mücadele
ederler. Putlara ibadet edenlerin onlardan olması, ehl-i taklid'e utanç olarak
yeter."[32]
Cehennem ehlinin
mukallitlere cevaplarındaki sözleri bize kâfidir:
"Ve eğer
işitseydik ve akleden olsaydık, Cehennem ehli içinde olmazdık, derler. İşte
böylece günahlarını itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan o Cehennem
ehli!"[33]
Ve Cenab-ı Hak buyuruyor:
"Biz insanlardan
ve cinlerden bir çoğunu Cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat
onunla idrak etmezler. Gözleri vardır, lakin onlarla görmezler. Kulakları
vardır, ama onlarla işitmezler.
Onlar hayvanlar
gibidirler. Hatta onlardan da sapıktırlar. Onlar gafillerin ta
kendileridir."[34]
Ve putların kulları
mukallitler, ilahlarından bir kötülüğün gelip Halilü'r-Rahman'a isabet etmesinden
korkuyorlardı. Bunda herhangi bir gariplik yoktur. Çünkü aklını kaçıranlar
zannederler ki, o putlar fayda veya zarar veriyor.
Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
"Kavmi O'nunla
mücadeleye girişti. İbrahim: Benimle, Allah hakkında mücadele mi ediyorsunuz?
Halbuki O, beni doğru yola (hidayete) iletmiştir. O'na şirk koştuklarınızdan
korkmam. Rabb'imin istediği şeyden başkası olmaz. Rabb'im her şeyi ilmi ile
kuşatmıştır. Öğüt almaz mısınız?"[35]
Bizler bugün İbrahim
Aleyhisselam'm karşılaştıklarımla karşılaşmaktayız. Çünkü insanların çoğu,
sadece liderlerinin sözünde düşünüyorlar. Hiç görüş bildirmeden ya da delile
önem vermeden, onlar ne şekilde görüp düşünüyorlarsa, sadece onların
görüşlerini benimsiyorlar... Sürekli olarak milyonlarca kıssayı onları
anlatanlardan dinliyoruz: Falanca falancaya kalpten konuştu. Sonra ona uykusunda
geldi ve şiddetli bir tokat vurdu. Hala o tokadın izi cisminde vardır. Hatta
sen kabirlerin kullarından yemin talep etsen, yalan yere Allah adına yemin
ederler; fakat ölmüş evliyalarının adına yalan yere yemin etmeye cesaret
edemezler. O halde bu sorunu çözmek için İbrahim Aleyhisselam'm kavmiyle
mücadelede zorlukları nasıl göğüslediğine bakalım[36].
İbrahim Aleyhisselam
kavmini ve ehlini davette tek bir yol seçip hep aynı üslûbu iltizam etmedi.
Bazen babasıyla ve ev halkıyla fert fert münakaşa (mücadele) etti. Bazen de
kavmi kendi bayramlarında toplanmış halde iken ve umumi toplantılarında iken
onlarla mücadele etti. Bazen, katı inatçı, gaddar tağutları Nemrut'la mücadele
etti. Bazen de âdet ve taklitlerden ünsiyet ettikleri her konuyu tekrar gözden
geçirmelerini onlara görev tayin etmek için, bir çok konumda kendi vicdanlarıyla
başbaşa bırakırdı......
Geçen konularda
İbrahim Aleyhisselâm'ın babasını davette, aralarında cereyan eden olaylardan,
münazaralardan ve bir çok konumlardan uzun uzun, tafsilatlı olarak söz ettik.
Gelecek sayfalarda ise, İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmini davetinden
bahsedeceğiz:
Halilü'r-Rahman, uzun
seneler kavmini Allah'ın vahdaniyetine ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamaya
davete devam etti. Bu davet Allah'ın Kitab'mda bir çok ayet-i kerimede
zikredilmiştir.
Bunlardan bazıları:
"Ve kavmi O'nunla
mücadele etti. (İbrahim) dedi ki: Benimle Allah hakkında mı mücadele ediyorsunuz?
Muhakkak ki Allah beni hidayete erdirdi. Ben sizin Allah'a ortak
koştuklarınızdan korkmam. Ancak Rabb'imin dilediği olur. Benim Rabb'im ilmen
her şeyi kuşatmıştır. Siz hiç öğüt almaz mısınız?"
Ve Allah buyuruyor:
"Onlara
İbrahim'in haberini oku. Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: Bu
taptıklarınız nedir (neye ibadet ediyorsunuz)?"
Enbiya ve Şuara surelerindeki
siyak, İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmiyle onların ilahları konusunda
münazarasından ve o ilahların Allah'tan başka ibadet olunan ilah olmaya
salahiyetlerinin olmadığını beyan konusunda devam eder.
"Şüphesiz,
İbrahim de Nuh'un yolundaydı. Hani bir zaman o, Rabb'ine, bir kalb-i selim ile
gelmişti. Babasına ve kavmine şöyle demişti: "Nelere tapıyor sunuz? Sırf
yalan uydurmak için Allah'tan başka ilahlar mı edinmek istiyorsunuz?"[37] Ve
âyetlerin gölgesinde bir müddet yaşamak için İbrahim Aleyhisselam'ın kavmiyle
münazarasından bahseden bir çok sûrelerin arasından, Enam süresindeki ayetlerden
seçtik. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"İbrahim, babası
Azer'e; "putları ilah mı ediniyorsun? Ben, seni ve kavmini ap-açık bir
sapıklıkta görüyorum" demişti. Yakinen iman edenlerden olması için
ibrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösterdik. Onun üzerine gece olduğunda
bir yıldız gördü. "Bu Rabbimdir" dedi. Yıldız batınca İbrahim:
"Ben batanları sevmem" dedi. Ayın yükselmekte olduğunu görünce:
"Bu Rabbimdir" dedi. Ay batınca İbrahim: "Eğer Rabbim hidayet
etmezse ben dalalete düşen bir kavimden olurum" dedi. Güneşin doğmakta
olduğunu gördüğü zaman: "İşte Rabbim budur, bu onlardan daha
büyüktür" dedi. Güneş de batınca İbrahim: "Ey kavmim, ben sizin şirk
koştuğunuz şeylerden beriyim (uzağım)..."[38]
Cenab-ı Hakkın İbrahim
Aleyhisselâm'a vermiş olduğu hikmet ile, İbrahim Aleyhisselâm kavmiyle istidraç
yoluyla münazara etmeye gücü yeterdi.[39]
Çünkü gece
karanlıklarına büründükten sonra yıldızı gördüğünde onların mantığıyla konuşan
ve onların sözlerine cevap vermek için onların sözlerini ortaya süren bir
kişinin alaycı üslubuyla dedi ki, "Bu benim Rabbimdir." Bu yıldız
kaybolunca da dedi ki, "Ben batanları sevmem." Sonra onlar ile
birlikte yıldızdan aya yükseliyor. Ne zaman ki ay da batıyor, o zaman İbrahim,
ayın ilah olmasının mümkün ola-mıyacağını onlara kuvvetli bir şekilde ortaya koyuyor.
Çünkü bazen doğup başka bir zaman da batıyor.
Sonra onlarla birlikte
güneşe yükseliyor. Güneş cismi de, görünüşte daha büyük, ışık, parlaklık ve
güzellik bakımından daha üstün. Derken battıktan sonra onun da bir hizmet için
kılınmış olduğu, belli bir göreve ve harekete tahsis edilmiş olduğu ve takdir
edilmiş, yaratılmış, bir emir dairesinde görev yapmakta olduğu anlaşılıyor. O
kavim seyrederken bütün bunlar (ay, yıldızlar ve güneş) kaybolduktan sonra,
İbrahim Aleyhisselâm kavminin Allah'tan başka tapmakta oldukları, putların,
heykellerin, yıldızların ve zalim tağutların hepsinden berî olduğunu ilan
etti. Çünkü bunların hiçbiri en ufak bir fayda ve zarar veremezler. Sonra
İbrahim başladı Cenab-ı Hakkın sıfatlarını onlara anlatmaya: O Allah ki,
yedirir, içirir, şifa verir, öldürür ve insanları kabirlerinden çıplak, yalın
ayak ve sünnetsiz olarak diriltir.
İbrahim Aleyhisselâm'm
kavminin önünde sadece zanları kaldı. Bu zan ise, İbrahim Aleyhisselâm onların
ilahlarını tenkit etmeye ve onları yaralamaya devam ederse,
İbrahim'e kötülük ve
eziyet verecekleri zannıydı....
Halil-ür Rahman İbrahim bu sözleri iptal etti ve bu putlar kendi nefislerini müdafaa
etmeye güçleri yetmezken, başkaları onlara zarar verdiğinde
o zararı önlemeye
güçleri yetmezken, peki nasıl
bana zarar vereceklerini bekliyorsunuz, diye onlara meydan okudu. Gerçekte görülen ise;
İbrahim Aleyhisselâm uzun
seneler putlara hücum ettiği halde, peki onların İbrahim Aleyhisselâm'a
verecekleri zarar nerede?!
Daha önce İbrahim
Aleyhisselâm'm kavmi, bu yıldızların batmasını veya putların basitliğini düşünmeyi
akıllarına sığdıramıyorlardı. Çünkü bu mesele onların nazarında asla münakaşa
kabul etmeyen bir meseledir. Sonra onlar, liderlerinden ve atalarından daha
anlayışlı ve çok daha mı akıllılar ki? İşte O Rahman'm dostu İbrahim, onların
bu şekilde atalete uğramış akıllarını istidraç (yavaş yavaş) yoluyla ve üstün
bir mantıkla harekete geçirmeye çalışıyor. Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
"Bunlar,
İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece
yükseltiriz. Muhakkak Rabbin Hakim ve Alimdir.[40]
Bazı müfessirler
diyorlar ki: İbrahim'in yıldızlardaki dersi, daha küçük'ken tünelvari evden
çıktığı zamandı. Çünkü ayetler İbrahim Aleyhisselâm'ın Allah'a inanmadan önceki
karşı karşıya olduğu kararsızlığını ortaya koymakta ve anlatmaktadır.
Bu müfessirler kendi
görüşlerini kuvvetlendirme konusunda Cenab-ı Hakk'm bu kavlini delil olarak
ileri sürmektedirler: "İbrahim: "Ya Rabbi! Ölüleri nasıl
dirilteceğini bana göster" dediğinde, Allah: "Yoksa iman etmiyor
musun?" dedi. İbrahim: "Bilâkis iman ediyorum. Fakat kalbim mutmain
olsun diye" dedi."[41]
Biz o müfessirlerin
görüşlerini şu açılardan ten-kid ve reddederiz:
1-
"İbrahim'in yıldızlardaki dersi, daha küçükken tünelvari evden çıktığı
zamandı" sözünü İbn-i İshak, İsrailiyat
haberlerine dayanarak zikretmiştir. İs-railiyat haberlerine ise hiçbir şekilde,
özellikle de hakka muhalif konularda asla itibar olunmaz.[42]
2- Şeyh Muhammed Emin Şankıtî rahmetullahi aleyh
şöyle diyor: Cenab-ı Hak: "O (İbrahim) müşriklerden değildi" diyerek
pek çok ayet-i kerimede İbrahim Aleyhisselâm'dan şirki nefyetmiştir. (O'nun
müşrik olmadığını bir çok ayette bildirmiştir.)
Maziyi (gemisi)
nefyetme ise; geçmişin tamamını içine almaktadır. Böylece İbrahim
Aleyhisselâm'ın hiçbir zaman şirke girmediği sabit olur.[43]
3- Kadı İyaz
da şöyle diyor:
"İbrahim
Aleyhisselâm, Allah'ın ölüleri diriltmesi konusunda şirke düşmedi. Fakat
dirilmeyi mü-şahade etmekle kalbin mutmain olup, munazanın (tereddüt) terkini
murad etmiştir. Netice olarak ölülerin diriltilmesinin vaki olmasıyla İbrahim
için birinci ilim, diriltmenin keyfiyeti ve İbrahim'in onu müşahadesiyle de
ikinci ilim hasıl oluştur."
Ebu Hureyre
radıyallahu anh'den: Allah Rasûlü Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Biz şüphede
İbrahim'den daha haklıyız." O şöyle demişti: "Rabbim ölüleri nasıl
dirilttiğini bana göster." Allah da: "Yoksa inanmıyor musun?"
dedi. İbrahim ise: "Evet, inanıyorum. Fakat kalbimin mutmain olması
için."[44]
Kurtubi şüpheyi
İbrahim'den nefyetme konusunda (İbrahim'in asla en ufak bir şüphesi olmadığını
izah için) şöyle diyor:
"Allah'ın koruduğu,
önceden O'na rüşdünü (Hakkı bulma kaabiliyeti) verdiği ve
yakinen inananlardan olması için kendisine Melekut'unu gösterdiği bir
Peygamber hakkında böyle bir vehme kapılma nasıl doğru olabilir.
Rasûlullah'ın
hadisinin şerhi konusunda da Kurtubi şöyle diyor:
"Eğer İbrahim
şüphe etseydi, biz şüphede O'ndan daha haklı olurduk. Oysa biz asla şüphe
etmiyoruz. Öyle ise İbrahim şüphe etmemede daha evladır. Netice olarak hadis
İbrahim'den şüpheyi nefyetmek içindir."[45]
İşlerin en garibi
-gariplikler çoktur-, "imandan önce şüphe etmek mutlaka lazımdır"
diye bazı seslerin ortalıkta dolaştığını işitmemizdir. İbrahim Aleyhisselâm'ın
şüphe edenlerin ilki olduğunu ve Rasûlullah Aleyhisselâm'ın "Biz şüphede
İbrahim'den daha haklıyız" dediğini duymamızdır.
İşin gerçeği ise;
İbrahim Aleyhisselâm'ın asla şüphe etmediğidir. O öyle biriydi ki, kendisini ve
evlatlarını putlardan uzaklaştırması için Allah'a dua etti. Hatta öyle biriydi
ki, Rabb'ine kalb-i selimle geldi. Yani Allah'tan katiyyen hiçbir zaman en ufak
bir şüphe etmedi. [46]
Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor: "İbrahim ile Allah'ın kendisine mülk verdiği kimsenin (Nemrud)
Rabb'i hakkında mücadelesini görmedin mi? İbrahim: Rabbim öyle biridir ki,
diriltir ve öldürür, dediğinde, O: Ben de diriltir ve öldürürüm, dedi.
İbrahim: Allah güneşi doğudan doğdurur, sen onu batıdan doğdur, dedi. Ve kafir
şaşırıp kaldı. Allah zalim olan kavme hidayet etmez."[47]
—"Rabb'i hakkında
İbrahim'le mücadele edeni görmedin mi?" Ayetin böyle gelmesi, bu
mücadeleye, bu mücadeleyi yapanın gururuna ve aptallığına hayretten dolayıdır.
İsmini dahi Cenab-ı Hak ayette zik-retmemiştir. Bu, ona önem vermemektendir.
Çün-kü o, zikredilmeye layık değildir. Oysa İbrahim'le mücadele eden
Nemrud'dur. Babil'in tağutudur ki, daha önce ondan bahsettik.
— "Allah'ın
kendisine mülk verdiği":
Muhakkak ki bu çirkin
konumu yüklenen o kişi var ya, işte o kişiye Allah mülk vermiştir. Ve o,
Allah'a şükredip, O'na secde edeceği yerde O'na küf-retmiştir, kendisinin ilah
olduğunu iddia etmiştir ve Allah'ı bırakıp da kendisine ibadet edilmesini
halk-dan istemiştir... Onu böyle davranmaya sevkeden güç ve kuvveti ile
büyüklenmesinin sebebi, aşırı gururlanmasının kaynağı kendisine verilen mülk
idi.
— "İbrahim:
Rabb'irn O'dur ki, diriltir ve öldürür."
Bu münazarada
Nemrud'un İbrahim'e putları kırmasının sebebini sorduğu anlaşılıyor. Bunun üzerine
İbrahim de: Onlar ibadet olunmaya layık değillerdir, çünkü onlar hiçbir fayda
sağlayamaz ve hiçbir zararı gideremez. Noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce
olan benim Rabbim ise, öyle bir Rab'dir ki, O'na ibadet olunması farzdır. Çünkü
O diriltir ve öldürür. Bunda Nemrud'a karşı bir meydan okuma vardır.
"O (Nemrud),
"ben de diriltir ve öldürürüm" dedi": Ben insanların
efendisiyim. Kimi idama mahkum edersem, onu affetmekle onu diriltirim. Kimin de
ölmesini dilersem onun öldürülmesini emretmekle de kendisini öldürürüm.... Bu
onun aptallığına bir delildir. Çünkü İbrahim Aleyhisselam inşa'dan ve tekvinden
(yoktan var etmekten ve yaratmadan) bahsediyor, olmuş bir şeyde sebeplere
tutunmadan değil.
— "İbrahim:
"Allah güneşi doğudan çıkartır, sen onu batıdan çıkar" dedi":
İbrahim Nemrud'a sadece bizzat yaratma konusunda meydan okuduğu halde, neden
mücadelesinde sözü diriltme ve öldürme manalarının etrafında
serdediyor? Halbuki meydan okuma güneşte oldu ve insanda olmadı.
Buna cevap: İkinci olay birincisini izah ediyor, deriz.
— "Ve kafir şaşırıp kaldı": Güneşi
batıdan çıkarmak, Nemrud için imkansız bir şey. Nemrud kim, güneşi
batıdan doğdurmak nerede? Ve bir sinek yaratmak Nemrud için çok çok uzak
bir iştir. Nemrud kim, sineği yaratmak nerede? İbrahim'in delilinin kuvvetinden
Nemrud'u şaşkınlık ve korku (dehşet) kapladı. Gururlu ve kibirli bir halde
sustu. Çünkü hakka karşı rağbet edip teslim olmadı.
"Allah zalim olan
kavmi hidayete erdirmez."
Netice olarak doğru
yola hidayet edici olan Cenab-ı Hak'tır. Nemrud ve kavmi için zalimlerden ve
kafirlerden olmalarına hükmetmiştir. Onların inatlarından ve fesatlarından
dolayı kendilerine hidayet dilememiştir. İşte böylece Halilü'r-Rahman
Nemrud'un delilini iptal etti (boşa çıkardı). Onun cehaletini bu şekilde
ortaya koydu. Delil ile Onu dizginledi ve muzaffer olarak Nemrud'un
meclisinden çıktı. [48]
İbrahim'in tağutu dedi
ki, "Ben de diriltir ve öldürürüm." Yani dilediğimi öldürürüm ve
dilediğime de idamla hükmeder, sonra onu affederim. "Ben öyle biriyim ki
gökleri, yeri, insanı, hayvanı ve nebatı ben yarattım" demedi.
Asrımızın tağutları
ise; dilediklerini öldürüyorlar ve dilediklerini de idama mahkum edip sonra affediyorlar.
Bütün bunların üstünde de kendi nefislerinden Allah'a ortaklar edinmişlerdir.
Çünkü onlar kanunlar ve şeriatlar koymuşlardır. Ve bunların tamamının Allah'ın
haklarından değil de kendi haklarından olduğunu iddia etmişlerdir. İbrahim
Aleyhisselâm'm tağutu uzun seneler O'nun hakkında konuşmadı, sustu. İbrahim
Aleyhisselâm bu müddet içerisinde devamlı kavminin ilahlarını kö-tülüyor ve
Nemrud'un tuğyanını her tarafta konuşuyordu. Bundan dolayı tağut İbrahim
Aley-hisselâm'la münazarayı kabul etti. Uzak ve yakından herkesin şahit olduğu
münazara bitti, İbrahim Aleyhisselâm muzaffer oldu ve zalimin meclisinden
afiyetle sağ salim çıktı.
Ama asrımızın
tağutları; ağızları kapatıyorlar ve hürriyetleri kısıtlıyorlar, insanlara baskı
yapıyorlar. Liderlerden herhangi birine hücum eden birkaç gün ya da bir kaç
saat kendisini karanlık hapishanede buluyor. Ailesi ve akrabaları onu
sorduklarında cevap bulamıyorlar. Mücerret olarak kendilerine soru sormaktan
men etmeseler de, tağutla münazaraya gelince bundan daha büyük bir cürüm yoktur.
Bundan dolayı biliyor
ve anlıyoruz ki, asrımızın tağutları baskı ve zulüm bakımından İbrahim
Aley-hisselâm'm tağutundan çok daha şiddetli ve çok daha fazladırlar. [49]
Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
"Andolsun ki biz,
bundan evvel İbrahim'e rüş-dünü verdik. Ve biz O'nu bilicileriz. O zaman babasına
ve kavmine; "sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir?" dediğinde
onlar; "babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk" dediler. İbrahim:
"Muhakkak ki siz ve babalarınız açık bir sapıklık içindesiniz"
dedi. Onlar: "Sen bize hak ile mi geldin, yoksa bizimle dalga mı
geçiyorsun?" dediler. İbrahim: "Doğrusu Rabb'iniz göklerin ve yerin
Rabb'i, onları yaratandır. Ben size karşı buna şahidim. Allah'a yemin ederim
ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınızı parçalayacağım" dedi.
Ve nihayet O (İbrahim) putları paramparça etti. Kendisine gelirler diye
yalnız büyüklerini bıraktı. Onlar: "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak
o zalimlerden biridir" dediler. Bazıları: "İbrahim denilen bir
gencin bunları kötülediğini işittik" dediler. "Öyleyse O'nu herkesin
önüne getirin ki, belki (yaptığı işe)
şahitlik ederler"
dediler. "Ey İbrahim! İlahlarımıza bu işi sen mi yaptın?"
dediler. İbrahim: "Belki bunu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşurlarsa
onlara sorun" dedi.
Bunun üzerine vicdanlarına dönüp kendi kendilerine: "Şüphesiz zalimler
sizsiniz" dediler. Sonra başlarını önlerine eğerek; "bunların
konuşamayacaklarını sen de bilirsin" dediler. İbrahim: "O halde,
Allah'tan başka size bir fayda ve zararı olmayan şeylere ibadet mi edeceksiniz?
Size ve Allah'tan başka
ibadet ettiklerinize yazıklar olsun. Akıl
erdiremiyor musunuz?" dedi.
Onlar: "Eğer bir iş
yapacaksanız O'nu (İbrahim) ateşe atın. Ve ilâhlarınıza yardım edin"
dediler. Biz de "ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve selamet ol!"
dedik. Onlar İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla
zarara uğrayanlardan kıldık. Onu ve Lut'u kurtardık. Onları, içinde alemlere
bereketler verdiğimiz yere yerleştirdik. O'na
(İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan eyledik. İkisini de
salihlerden kıldık. Onları emrimizle hakka götürecek imamlar (önderler) kıldık.
Kendilerine hayır işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar
bize ibadet eden kimselerdir."[50]
— "Allah'a yemin
ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınızı parçalayacağım."[51]
İbrahim
Aleyhisselâm'ın kavminin bayramı vardı.[52] Her
sene bu bayramda ülkenin dışına giderlerdi. İşte babası ve kavmi İbrahim
Aley-hisselâm'ı da o bayramda olmaya çağırmıştı. İbrahim Aleyhisselâm ise;
"ben hastayım" dedi.
Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
"Derken
yıldızlara bir bakış baktı. Ve ben hastayım' dedi."[53]
İbrahim Aleyhisselâm
onların putlarını rezil etme maksadına ulaşmak ve Cenab-ı Allah'ın hak olan dininin
zafere ulaşması için konuşmada onlara karşı tariz üslûbu kullandı.
Derken İbrahim
Aleyhisselâm'ı kendi haline bıraktılar. Eğer İbrahim'in onların putlarını
kıracağını bilselerdi, elbette ki O'nu orada bırakmazlardı. Ama Cenab-ı Hakk'm
"Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınızı
parçalayacağım" kavline gelince, deniliyor ki İbrahim Aleyhisselâm bunu
gizlice kendi içinden söyledi. İbn-i Mesud da diyor ki, bazıları onu duymuştu.
— "Nihayet O
(İbrahim) putları paramparça etti.
Kendisine gelirler
diye yalnız büyüklerini bıraktı": Ortalık ibrahim Aleyhisselâm için
boşalınca hemen putların yanına gitti. Putların yanında çok büyük bir putla
karşılaştı. Kendisine kurban olarak önüne çeşitli yiyecekler koymuşlardı.
İbrahim Aleyhisselâm alaycı bir üslûpla ve aşağılayıcı tavırla ona dediki:[54]
"Yemiyor musunuz?
Neden konuşmuyorsunuz, size ne oldu?" dedi ve sağ eliyle onlara vurmaya
başladı."[55]
Yani elindeki keserle
putları kırmaya başladı. Cenab-ı Hakk'm buyurduğu gibi: "Ve İbrahim putları
paramparça etti." Yani tamamen parçaladı, kırdı. "Kendisine gelirler
diye yalnız büyüklerini bıraktı." Deniliyor ki, İbrahim Aleyhisselâm keseri
büyük putun eline koydu. Sebebi ise; kendisiyle birlikte küçük putlara
tapılmasını kıskandığını işaret içindir!
— "Onlar: Bunu
ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerden biridir, dediler. Bazıları: İbrahim
denilen bir gencin bunları kötülediğini işittik, dediler." Kavim
bayramlarından döndü ve putlarını param parça dağılmış taş parçaları olarak gördüklerinde
dehşete kapıldılar. Taklitçilik ve bön kafalılık, daha, şu putların kendi
nefislerinden herhangi bir zararı gideremeyeceğini düşünmekten onları kör
etmişti. Her dilin tekrarladığı şey; "ilahlarımıza bunu kim yaptı?"
sorusuydu. Muhakkak ki bu iş yeni (onlara göre) bir olay ve büyük bir musibetti!....
Yeni bir olay...
Onların tarihlerinde ona benzer bir olay olmadı. Büyük bir musibet. İnançlarının
temeline isabet etti. Ve Nemrud'un emniyet kuvvetleri suçu işleyeni tahkikata
başladı.
Şahitlerin sözleri bir
araya geldi ve gözler İbrahim Aleyhisselâm'a çevrildi. Çünkü O, ilahlarını
noksanlıkla, ayıpla ve horlamakla anıyordu.
— "Öyleyse O'nu herkesin
önüne getirin ki, belki (yaptığı işe) şahitlik eder, dediler." İşte
Halilü'r Rah-man'ın istediği de buydu. İnsanlar geldi. Her ovadan ve dağdan
insanlar gelmiş mahkemeyi seyrediyorlar. İlâhlarını paramparça edenin
sözlerini dinliyorlar.... Ve İbrahim Aleyhisselâm bu büyük topluluğun
ortasında ilerledi. Hatasında sabit, mutmain bir halde ve onların tehdit ve
korkutmalarına ııldırmaksızın ilerledi.
"Ey İbrahim!
İlahlarımıza bu işi sen mi yaptın? Dediler. İbrahim: Belki bunu büyükleri
yapmıştır. Mğer konuşurlarsa onlara sorun, dedi."
İbrahim Aleyhisselâm,
neden "Belki bunu büyükleri yapmıştır" dedi? Ve neden, "sizin
putlarınızı paramparça eden benim" demedi?
Ve acaba İbrahim
Aleyhisselâm'm, "Belki bunu büyükleri yapmıştır", sözü "Ben
hastayım" ve Sare için kendisinin kardeşi olduğunu söylediği sözü gibi,
tevbe icabettiren ve Peygamberlerin masumiyetine muhalif olan yalandan mıdır?
Bu meselede gelen
sahih hadislerden istifadeyle konuyu zikredeceğim. Bu esnada Ehl-i Sünnet ve'l
Cemaat'in konumunu da açıklıyacağım. Daha sonra görüşümüzü, sözlerine itimat
ettiğimiz güvenilir alimlerin sözleriyle destekleyeceğiz... Tevfik ve yardımı,
bir olan Allah'tan dilerim. [56]
Ebu Hureyre
Radıyallahü anh'den- O dedi ki:
Allah'ın Rasûlü
Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"Üçü müstesna
olmak üzere İbrahim hiç yalan söylemedi."
Ebu Hüreyre'den gelen
başka bir rivayette de, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
"İbrahim Aleyhisselam
yalan söylemedi. Ancak üç yalan müstesna: O üçünden ikisi Cenab-ı Hakk'ın
zatında "Ben hastayım" sözü
ve "Belki bunu büyükleri yapmıştır" sözüdür. Allah Rasûlü devamla
buyurdu ki: Günlerden bir gün İbrahim Sare ile zalimlerden bir zalimin
bölgesine geldiğinde, o zalime denildi ki: Bu adamla birlikte insanların en güzellerinden
bir kadın var. Zalim de İbrahim'e adam gönderdi ve Sare'den sordu ve "bu
kimdir?" dedi. İbrahim de: "Kardeşimdir" dedi. Sonra İbrahim
Sare'nin yanına geldi ve dedi ki:
"Ey Sare,
yeryüzünde benden ve senden başka nıü'min yoktur. Bu zalim bana sordu ben de
ona; senin, benim kardeşim olduğunu haber verdim. Beni yalancı çıkarma."
Arkasından zalim Sare'ye elçi gönderip çağırttı. Sare zalimin yanına
girdiğinde eliyle Sare'ye dokunmak istedi ve eli tutuldu. Bunun üzerine zalim:
"Allah'a benim için dua et, sana zarar vermeyeceğim" dedi: Sare de
Allah'a dua etti ve düzeldi. Sonra zalim ikinci defa Sare'ye el sürmek istedi
ve eli önceki gibi ya da daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Bunun üzerine
zalim: "Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermeyeceğim" dedi.
Sare de dua etti ve düzeldi. Sonra muhafızlarından bazısını çağırdı ve dedi
ki: "Sen bana insan değil, ancak bir şeytan getirdin." Ve Hacer'i
Sare'ye hizmetçi olarak verdi. Sare İbrahim'in yanına geldi. İbrahim ayakta
namaz kılar halde iken eliyle işaretle "ne oldu" diye .sordu. Sare
de:
"Allah kafirin
göğsündeki hilesini geri teptirdi ve Hacer'i hizmetçi verdi" dedi. Ya da
"Allah facirin göğsündeki hilesini geri teptirdi ve Hacer'i hizmetçi
verdi" dedi.
Ebu Hureyre de dedi
ki: "Ey semanın suyunun oğulları, işte bu annenizdir."[57]
Ebu Hureyre dedi ki:
"Ey semanın suyunun oğulları işte bu annenizdir." Ebu Hureyre sanki
bu üslûpla Araplara hitabetmiştir.
Sebebi: Çöller yağmur
mıntıkası ve hayvanların yayıldığı
yerler olduğundan ve
genellikle çöller Araplar için
çok gerekli olduğu içindir. Bu üslûpta, Arapların hepsinin
İsmail'in çocukları olduğunu iddia edenler için bir tutanak da
vardır. Yine deniliyor ki: Semanın suyuyla Ebu Hureyre Zemzem'i kasdetmiştir.
Çünkü Cenab-ı Hak Zemzem'i Hacer için çıkartmıştır. Hacer'in çocukları da o
Zemzemle yaşadılar. Dolayısıyla onlar Zemzem'in evlatlarıymış gibi oldular.
İbn-i Hibban
Sahih'inde diyor ki: "Her kim İsmail'in çocuğu ise, ona semanın suyu
denir. Çünkü İsmail
Hacer'in çocuğudur. İsmail Zemzem suyuyla yetişmiştir. Zemzem ise
Semanın suyundandır.[58]
Ehl-i Sünnet
Ve'1-Cemaat'm konumunu aşağıda gelecek maddelerde özetleyelim:
1-
"Belki bunu şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşuyorlarsa onlara
sorun."
Manası: Eğer konuşurlarsa
muhakkak ki bu işi şu büyükleri yaptı! İbrahim'in kavmi çok iyi biliyor ki;
İbrahim, putlarının konuşmadığına, duymadığına ve görmediklerine inanmakta ve
itikad etmektedir. Onun için Cenab-ı Hakkın kavli İbrahim Aleyhisselam'm
lisanı üzere şöyle inmiştir:
"Ey babam!
Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlayamayan şeylere niçin ibadet
ediyorsun?"
Ve Cenab-ı Hakkın
kavli:
"Siz onlara dua
ettiğinizde sizi duyarlar mı? Yahut size bir fayda veya zarar veriyorlar
mı?"
Ve Enbiya süresindeki
ayetlerde İbrahim Aleyhisselam'm kavminin lisanı üzere gelen ayetlerde,
İbrahim Aleyhisselâm onlardan putlarını sormalarını istediğinde:
"Muhakkak ki,
bunların konuşmadığını sen de bilirsin!"
Öyle ise: Kavim,
İbrahim'in cevabından, putları O'nun kırdığım mutlaka anladılar. Çünkü onları
konuşmayan paramparça olmuş taş parçalarına havale etti. Şart bâtıl olunca
meşrut da bâtıl olur.
2- Malum
olduğu üzere münazarada hasmın sözü üzerine münazarayı bina edip, daha sonra o
sözden dönerek delil ve hüccet ile ona hücum etmek caizdir. İşte İbrahim
Aleyhisselam'm yaptığı budur.
Çünkü kavmi
ilahlarının konuşmadıklarını itiraf edince, İbrahim Aleyhisselâm onlara şu
cevabı verdi:
"Sizler Allah'tan
başka, size fayda vermeyen ve size hiçbir zarar vermeyen şeylere mi ibadet ediyorsunuz?
Size ve Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun."
Ve İbrahim
Aleyhisselâm onları öyle bir hayrete ve şaşkınlığa bıraktı ki, eşi ve benzeri
yoktur. Kendileri çoğunluk oldukları halde, İbrahim Aleyhisselam'm karşısında
zayıflık hissettiler. İdareci ve baskıcı oldukları halde yenilgiyi anladılar...
Onların zorluğunu
Cenab-ı Hak şu kavlinde vas-fetmektedir.
"Bunun üzerine
vicdanlarına dönüp kendi kendilerine: "Şüphesiz zalimler sizsiniz"
dediler: Sonra başlarını önlerine eğerek: Bunların konuşamayacaklarını sen de
bilirsin, dediler." Yani: Hasmının delilinin sağlamlığını kavramış ve
kendi delilinden kesilmiş bir kişinin dönüşüyle birbirlerine döndüler.
"Şüphesiz ki
zalimler sizsiniz, dediler" Yani: Konuşamayan, duyamayan ve göremeyen
şeylere ibadet etmekle asıl zalimler sizsiniz dediler.
"Sonra başlanın
önlerine eğerek..."(Cehaletlerinden utandıklarından veya bâtılları üzere
ısrarlarından dolayı).
3- İbrahim
Aleyhisselâm'm; "Belki bunu şu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşuyorlarsa
onlara sorun" sözünde tevriye vardır. Yani İbrahim Aley-hisselâm kendi
tabiriyle içerisinde yalan olmayan doğru bir mana kasdetmiştir. Lafzın
zahirinden muhatabın kendine göre anladığı yalan olmuş olsa da...
"Ben
hastayım" sözünde de durum aynıdır. O, kavminin putlara tapmasından dolayı
hastadır. Şüphesiz ki mü'min bir davetçi, kavmini cahiliyet ve şirk içerisinde
şaşkın şaşkın dolanıp durduklarını gördüğünde üzülür ve rahatsız olur.
Sare hakkındaki
sözünde ise; muhakkak ki Sare İbrahim Aleyhisselâm'm kardeşidir. İbrahim
Aley-hisselâm İslâm'da din kardeşi olduğunu kasdetti. Bunun delili Peygamber
Sallallahu Aleyhi Ve-sellem'in İbrahim Aleyhisselâm Sare'ye dedi ki: "Ey
Sare! Yeryüzünden benden ve senden başka mü'min yoktur. Bu (zalim idareci) bana
sordu, ben de ona senin benim kardeşim olduğunu haber verdim. Sakın beni
yalancı çıkarma" sözüdür.
Öyle ise: İbrahim
Aleyhisselâm'm kasdettiği kardeşlik akide ve din kardeşliğidir. Cenab-ı Hakk'm
buyurduğu gibi: "Ancak müminler kardeştir." İbrahim Aleyhisselâm
Sare'nin neseb bakımından kendisinin kardeşi olduğunu kasdetmedi. İşte bu meşru
tevriye ve tarizlerdendir. Tıpkı Nebi Aleyhisselâm'm buyurduğu gibi:
"Muhakkak ki
kelamın tarizinde yalandan korunma vardır. (Yalana düşmeden geniş bir konuşma
alanı vardır)."[59]
Cevheri tariz konusunda
şöyle demektedir:
O Sarih'in tersi, bir
şeyle başkasını örtmektir. Rağıb da diyor ki:
"Tariz öyle bir
sözdür ki, doğru ve yalan ya da batın ve zahir diye iki yönü vardır."[60]
Sare'nin zalimle olan
kıssasını rivayet eden Ebu Hureyre hadisinin şerhinde Hafız İbn-i Hacer El
As-kalanî şöyle diyor:
4-
Zikredilmesi yerinde olan şeylerden biri de bazı hallerde yalan söylemenin caiz
olmasıdır.
"Hadiste İslâm
kardeşliğinin meşruluğuna ve tarizin mübahlığına delil vardır."[61]
İmam Nevevî
rahmetullahi aleyh şöyle diyor:
"Muhakkak, kelam
maksatlara bir vesiledir. Dolayısıyla yalan söylemeden elde edilmesi mümkün
olan durumlarda yalan söylemek haramdır. Eğer yalan söylemeden o hayırlı
maksadı elde etmek mümkün değil ise, bu durumda yalan söylemek caiz olur. Sonra
eğer bu maksadın elde edilmesi mubah ise, yalan da mubah olur. Eğer vacip
(farz) ise yalan da vacip (farz) olur. Öyle ise, bir müslüman kendisini
öldürmek isteyen bir zalimden kaçıp gizlense, ya da malına el koymak isteyen
bir zalimden malını gizlese ve bu gizlenen yeri bir insandan sorulsa, bu
insanın o kişinin saklandığı yeri söylememesi, bu durumda yalan söylemesi vacip
(farz) olur. Ve yine yanında bir emanet olan kişi ona el koymak isteyen bir
zalime karşı, o emaneti gizleyerek yalan söylemesi vacip (farz) olur. Bütün
bunlarda en ihtiyatlı olanı tevriye etmektir.
Tevriyenin manası:
Lafzın zahirinde muhatabın anlamasına nisbetle yalancı olsa da, kişinin kendi
tabiriyle kendine nisbetle sahih bir maksadı kas-detmesi ve yalancı
olmamasıdır. Böyle bir durumda kişi tevriyeyi bırakıp doğrudan doğruya yalan
söylese de haram değildir.
Bu durumda yalan
söylemenin caizliğini alimler Ümmü Gülsüm hadisiyle delillendirmektedirler.
Ümmü Gülsüm: "Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem'i şöyle derken
duydum:
"İnsanların
arasını ıslah ederek hayrı yaygınlaştıran veya hayır söyleyen yalancı
değildir." (Buharî - Müslim.)"
Müslim ise başka bir
rivayette şunu fazladan olarak rivayet etmiştir.
"Ümmü Gülsüm dedi
ki: Ben insanların yalan konuştukları şeylerden hiçbir şeyde Allah Rasûlünü
ruhsat verir görmedim. Ancak üç şeyde ruhsat verdi: Harb; insanların arasını
ıslah; erkeğin hanımına ve kadının beyine karşı konuşmasını kas-dediyor."[62]
Hafız İbn-i Hacer
el-Askalanî, Fethu'l Bari'de bu hadise yaptığı şerhinde şöyle diyor:
"Kadının ve
erkeğin hakkındaki yalandan murad: Ancak erkeğin kadın üzerindeki ve kadının da
erkek üzerindeki hakkını düşürmeyecek yerlerde olabileceğinde ittifak
etmişlerdir. Ya da erkeğin kendine ait olmayan şeyi ve kadının kendine ait olmayan
şeyi elde etmek gibi bir durumun dışında olabileceğinde; yine
harpte emin olmama
durumunda olabileceğinde; zaruret halinde de yalanın caiz olduğunda
ittifak etmişlerdir. Mesela, kendi yanında saklanmış bir adamı öldürmeyi
isteyen kişiye karşı, o kişinin kendi yanında olmadığını söyleyebilir ve bu
konuda yemin etse de günahkar olmaz. Allah en iyisini bilir."[63]
İbrahim Aleyhisselam'dan sâdır olan üç yalana gelince; Ebu Hureyre'nin rivayet
ettiği bir hadiste Peygamberlerin sonuncusu şöyle diyor (Sallallahu Aleyhi
Vesellem):
"...O yalanlardan
ikisi Cenab-ı Hakk'ın zatını ispatlamayla ilgilidir (Ben hastayım ve belki onu
şu büyükleri yapmıştır.)"
Peygamber Sallallahu
Aleyhi Vesellem o yalanlardan iki tanesinin tamamen Allah'ın Celle Ce-lalühü
varlığını ispat için olduğunu bize haber veriyor... Üçüncüsüne gelince; ki,
Sare'nin kendi kardeşi olduğunu söylemesidir. Gerçi kendi nefsi için bir pay ve
kendisine bir fayda sağlasa da, bu da Allah'ın varlığını ispatlamak için
söylenmiştir... Fakat caiz ve meşrudur. Üçünün de Allah'ın varlığını
ispatlamak için olduğunu bize gösteren hadis-i şerifi Buharı Sahih'inde tahriç
etmiştir. Allah Rasûlu Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmaktadır:
"İbrahim Sâre
için, bu benim kız kardeşimdir dedi. İşte bu Allah'ın zatını ispatlamak
içindir."[64] İbn-i Hacer El Askalânî
diyor ki:
"Bu mezkur
olaylar Hişam bin Hassan'm rivayetinde; "İbrahim katiyyen yalan
söylemedi. Ancak üç tane müstesna. Bunların hepsi de Allah'ın varlığını
ispatlamak içindir" şeklinde vaki olmuştur. Ahmet İbn-i Hanbel'deki İbn-i
Abbas hadisinde ise: "Vallahi O yalanları sadece Allah'ın dinini müdafaa
için söylemiştir" şeklindedir. Münziri ise; Sü-ntmlerdeki şerhlerde bazı
Ehl-i Kitab'tan şunu zikretti: Bu adı geçen zalim idarecinin görüşüne göre
ivii olan kadının kocasını öldürmeden o kadına yukın olamazdı. İşte bunun için
İbrahim: O benim kız kardeşimdir, dedi. Çünkü eğer o idareci adil ise bu
takdirde Sare'yi İbrahim'den ister. Sonra da İbrahim Sare'yi ona karşı müdafaa
edebilir. Yok eğer znlim biriyse, bu durumda da ölümden kurtulmuş olur. Bu
anlatılan, benim daha önce tesbit ettiğim şeylerden uzak bir durum
değildir."[65]
Açıklama: İbrahim
Aleyhisselam'm söylemiş olduğu üç yalan caiz ve meşru olsa da ve Allah'ın zatını
ispat ya da müdâfaa için olsa bile onlar rütbede tesir etmiştir. Derece
bakımından Muhammed Sal-lallahu Aleyhi Vesellem'den aşağıya çekmiştir. Şefaat
hadisinde geldiği üzere, o yalanlardan dolayı haya (utanmasına) sebep olmuştur.
Çünkü Peygamberler Cenab-ı Hakk'ın azameti karşısında O'nu hakkıyla
yüceltmeden dolayı başkalarının utanmadıkları şeylerden dahi utanırlar.
Sonra Hazreti ibrahim'in
Sare için kendisinin kızkardeşi
olduğundaki sözü "Ben
hastayım" ve "Belki
onu şu büyükleri yapmıştır" sözleri gibi değildir, ibrahim ikrah halinde
Sare'yi göndermiş olsa bile, o şekilde ibrahim için Sare konusunda onu himaye
etmek ve korumak görevi vardır. Öyle ise
Allah'a davet edenler, sözlerinde ve amellerinde doğruluğu en iyi bir şekilde
sağlamalıdırlar. Sadece özel olarak
zalimlere isabet etmeyen
fitneden sakınmalıdırlar...
Muhakkak ki yalanların yayılması ve çoğalması ve dünyalık elde etme maksadıyla
herkesin kendilerinde olmayan bir şeyi galip gelmek için başkalarına yamaması
kalbi yaralar. Bu dünya menfaatları ki, kişinin kardeşinden, annesinden ve
evlatlarından kaçtığı günde onlara hiçbir fayda sağlayamaz ve onlardan da
hiçbir zararı defedemez.
Ve bazı davetçilerin
tariz konusunda, davanın maslahatı ve selameti adı altında çok genişlik
yapmalan kalbe zarar vermektedir. Oysa davanın maslahatı, tam manasıyla
Allah'ın emirlerine boyun bükmeyi ve O'nun Nebi ve Rasûllerinin izinden gitmeyi
gerektiriyor. Davanın selameti dünyada onlara isabet edecek eziyetlerdir ki
bunlar, zalimin elini ısırdığı ve keşke Peygamberi kendime yol edin-seydim
dediği günde, Allah'ın yalancıları onunla korkuttuğu azabın karşısında hiçbir
şey değildir. Biz nerede, Cenab-ı Hakk'ın, şu kavliyle vasıflandırdığı İbrahim
Aleyhisselâm nerede:
"Ve kitapta
İbrahim'i de an. Şüphesiz O çok sadık bir Nebidir."
Ve Cenab-ı Hakk'ın şu
kavli: "Ve İbrahim ki, çok vefalıdır."
Buna rağmen O, Allah
yolundaki üç yalandan çok korkardı. O yalanlardan dolayı ecir aldığı halde. Netice
olarak her birimiz kendi nefsini hesaba çeksin, Rabb'inden korksun ve bilsin
ki, bir kavim kendisini değiştirmediği müddetçe, Allah da o kavmi değiştirmez.
5-
"Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Eğer ko-nuşabiliyorlarsa onlara
sorun" ayetinin tefsirinde Ehli Sünnet ve'l Cemaat'm İbrahim'in üç yalanı
konusundaki söylediklerini izahta biraz uzattım. Bu iki sınıf insanlara cevap
olmasını istediğim için böyle yaptım. Bu gruplar:
A- Mutezile
ve onlara yönelenler (onların yolunda gidenler) ki, İbrahim'e yalan isnad eden
hadisler senet bakımından sahih olsalar da, âhad hadisler olduğundan itikadi
konuda bir şeyi isbat etmede delil olamayacaklarını iddia etmişlerdir.
Ve yeni yazarlardan bu
gibi bâtıl fikirlere saplananlardan biri de Şeyh Abdulvahhab En- Neccâr-dır.
"Kısasu'l-Enbiya"[66]kitabında
bir çok sayfa karalamış. Bu sayfalar arasında İbrahim Aley-hisselam'ın
yalanlarından bahseden hadisleri manen mütevatir olmakla beraber, Âhad diye reddetmeye
çalışmış. O hadisler manen mütevatirdir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'den sonra en
sahih olan kitapta, Sahih-i Buhari'de, gelmiştir.
B- Bazı
sapıklar İbrahim Aleyhisselam'ın İslam'dan irtidat ettiğini (İslam'dan
çıktığını) iddia etmişlerdir. Çünkü o yalan söyledi! Bu sapık fırka
davetçilerinin sözleri cahil gençler arasında yayılmıştır. Cehalet her türlü
sapıklık için çok verimli bir ortamdır...
Bununla beraber bu
fırkanın fikirleri ve sözleri ağızdan ağıza nakledilerek dolaşmaktadır. Allah'a
hamdolsun, onlar bu fikirlerini kitap, risale ve benzeri gibi şeylere geçirme
kudretinden aciz kalmışlardır. Ve bu gibi fırkalara herhangi bir başarı ve
devamlılık kaydedilmez çok şükür.
Eğer bizler
Mutezile'nin, kaymış kimselerin veya nlıl-i dalaletten başkalarının sözlerinden
yüz çevirip de, bazı Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'ın kaynaklarına göz atarsak, bu
meselede tekrar gözden geçirilmeye muhtaç sözler buluruz.
Üstad Seyyid Kutub
rahmetullahi aleyh şöyle diyor:
"Bu küçük
düşürücü cevapta istihza açıktır. Öyle İle bunları İbrahim'den sâdır olan
yalanlar diye isimlendirmeye gerek yoktur. Yalanların illetlerinde yapılan bir
çok araştırmalarda müfessirler ihtilaf itmişlerdir."[67]
Doğru; İbrahim'in
cevabında istihza açıktır. Vnkat Peygamberlerin sonuncusu Sallallahü Aleyhi
Vt'Hollem, O'nu yalan olarak isimlendirdi. Aynı şekilde Halil İbrahim bizzat
kendisi -Buhari'nin lahih'inde tahric ettiği şefaat hadisinde geldiği Üiere-,
onları yalan olarak isimlendirdi.
Allah rahmet etsin,
Seyyid Kutub bu meselede sahih hadisleri nakletmeliydi. Bu esnada da bu hadisleri
nakletmeliydi. Bazı hallerde yalanın caiz olduğunu açıklamalıydı. Bizim
gördüğümüz o ki, üstad Seyyid Kutub'un cevabında tatsız bir icaz vardır. Bu
ondan bir kalem sürçmesi (kayması)dır. Ancak sözünde herhangi bir sapıklık veya
itizal (mutezilenin görüşleri) yoktur. Elhamdülillah! [68]
İbrahim'in kavmi bu
şiddetli günde kendilerinin zalim olduklarını itiraf ettiler. Çünkü konuşamayan
ve işitemeyen ilahlara tapıyorlardı. Onlar, putları konusunda putlarının aczini
ve zaafını ilk defa düşünüyorlar, fakat vicdanlarının uyanışı fazla devam
etmiyor, ancak çok kısa bir an sürüyor. Daha sonra Şeytan'm sesi onların
nefislerine galip geldi. Bunun için başlarını eğdiler, küfürlerinde ısrar
ettiler ve zalimane kararlarını çıkardılar. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
—"Eğer bir iş
yapacaksanız O'nu (İbrahim'i) yakın ve ve ilahlarınıza yardım edin,
dediler."
İşte, bu her yerde ve
her zaman, ehl-i batılın Allah Nebîleri'ne, Rasûllerine ve İslam davetçilerine karşı
sığındıkları silahtır.
İbrahim Aleyhisselâm'm
kavmi ilahlarını galip yapmak için kendi Peygamberlerini öldürmekte söz birliği
yaptılar
O'na dehşetli bir
öldürme çeşidi seçtiler. Bu ise, ateşte yakmaktır. Herhangi bir ateş de değil.
Bilakis büyük bir bina yaptılar ve bol miktarda o binaya odun koydular. Odun
toplama işine kavmin hepsi de iştirak etti. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Dediler ki: O'nun (İbrahim) için büyük bina yapın ve Onu
Nâr-ı Cahîm'in içine atın."[69]
İbn-i Ebi Hatim'in
Sudiy tarikiyle naklettiği rivayette şöyle deniliyor: "Hasta olan bir
kadın şöyle der: Eğer Allah bana afiyet (sıhhat) verirse, mutlaka İbrahim için
ağaç toplayacağım."[70]
İbn-i İshak diyor ki:
Bir ay odun topladılar ve sonra o odunları yaktılar. Ateş tutuştu ve öyle şiddetlendi
ki, eğer o ateşin etrafından bir kuş geçecek olsa ateşin hararetinin
şiddetinden yanardı. Sonra ibrahim Aleyhisselâm'ı bağladılar ve mancınıkta elleri
bağlı olarak ateşe attılar.[71]
Ve bu anlarda İbrahim
Aleyhisselâm'm Rabb'ine olan imanı yüce dağlardan daha sağlam ve köklü idi.
Allah'ın yardımına ve desteğine olan güveni yeryüzünden ve O'nun
üzerindekilerinden çok da kuvvetliydi. Bunun için onların mahşerî
topluluğundan tutuşturulmuş
ateşlerinden ve öldürücü konuşmalarından
dolayı hiç üzgün değildi.
İbn-i Abbas
radıyallahü anh'den, dedi ki: "Has-binallahu ve ni'mel vekîl=Allah bize
kafidir ve O ne güzel vekildir." Bunu İbrahim ateşe atıldığı zaman
söyledi.
Muhammed Sallallahu
Aleyhi Vesellem de bunu:
"Muhakkak ki
insanlar sizin için toplandılar, onlardan korkun dediklerinde, onların imanı
arttı ve dediler ki, Allah bize kafidir ve O ne güzel vekildir."
dediklerinde söylemişti.
İbn-i Abbas'tan gelen
başka bir rivayette de; şöyle dedi:
"İbrahim ateşe
atıldığında son sözü; "Allah bana kafidir ve o ne güzel vekildir"
idi."
Hafız İbn-i Hacer
el-Askalanî, Fethü'l Bari'de diyor ki:
"İbn-i Abbas'tan
gelen bu iki hadiste, İbn-i İshak'm bu kıssada tahric ettiği uzun rivayete
işaret vardır."[72]
—"Dedik ki, ey
ateş, İbrahim için soğuk ve selamet ol."
"Soğuk ol",
sıcaklığından İbrahim'in üzerine selamet olmasını gösterir.
"Selamet ol"
soğukluğunun şerrinden İbrahim'in üzerine selamet olmasını gösterir.
Sıcaklıkdan o soğukluğa dönüştü. Ateş neden İbrahim'i yakmadı diye sormak
müslüman için doğru değildir. Çünkü onu yaratan, ona yakma özelliğini veren,
onun soğuk ve selamet olmasını da ateşe emretmiştir:
"Bir şeyin
olmasını dilediği zaman O'nun emri ona "ol" demektir. O da
oluverir."[73]
—"Onlar İbrahim'e
tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan
kıldık."
İlahlarına yardım
etmek için İbrahim Aley-hisselâm'ı yakmak istediler ama, Cenab-ı Hak onları
"daha fazla zarara uğratanlardan" kıldı. Çünkü onlar dünya ve
âhiret'te zarara uğradılar. İşte bu apaçık bir hüsrandır. Cenab-ı Hak Saffat sûresinde
şöyle buyuruyor: "O'na (İbrahim'e) tuzak kurmak istediler. Biz de onları,
alçak ve zelil kıldık."
Peygamberlerin
karşılaştıkları şiddet son haddine geldiğinde, Peygamberlerine yardım etmesi,
düşmanlarım ve müstekbirleri zelil kılması Cenab-ı Hakk'm kanunlarmdandır.
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Ta ki Peygamber
(kavimlerinin iman etmelerinden) ümitlerini yitirip, kendilerinin yalanlandıklarını
yakinen bildiklerinde, onlara yardımımız geldi. Dilediğimiz kimseler kurtuluşa
erdirilmiştir. Mücrim kavimden ise; azabımız döndürülmez."[74]
Ve Halilü'r Rahman
ateşten afiyetle sağ salim çıktı. Kavmi ise, O'nu seyrediyor da hiçbir vaaz ve
ibret almıyor. Çünkü Cenab-ı Hak, onların küfürlerinden ve inatlarından dolayı
üzerlerine helaki yazdı. Bunun için ispat ve deliller hiçbir fayda sağlamadı.
Mucizeler ve harikulade olaylar hiçbir yarar sağlamadı. [75]
İbrahim
Aleyhisselâm'ın kavmi Halilü'r Rahman'ı öldürmekten ve davet ettiği
fikirlerinden O'nu geri döndürmekten aciz kaldıklarını tamamen anladılar.
Onların alevli ateşleri, İbrahim Aleyhisselâm'ın tırnaklarından bir tanesine
dahi dokunmaktan veya elbisesinden en küçük bir parçasını bile yakmaktan aciz
kaldıktan sonra tağutları -Nemrud- şaşırıp kaldı. Ne yapacağını bilemiyordu.
İbrahim Aleyhisselâm
da iyice anladı ki, şirkin kökleri onların kalplerinde ve akıllarında gerçekten
tam kök salmıştı.
İbrahim Aleyhisselâm
onlara kesinlikle bir çok düşündürücü deliller getirdi, akıllarının hayrete
düştükleri mucizeleri gördüler. Fakat bütün bunlar, onların bâtılda ısrar
etmelerini ve haktan yüz çevirmelerini artırmaktan başka hiçbir fayda vermedi.
İbrahim Aleyhisselâm'ın nasihat ve vaazı onları hakka döndürmedi.
Öyle ise İbrahim
Aleyhisselâm'ın nebatsız, kurak, su tutmayan ve ot bitirmeyen arzda (yerde) kalmasında
hiçbir fayda yoktu. Allah'ın azabının acele kendilerine gelmesini isteyen,
Allah'ın Rasûllerine ve Enbiyalarına tenezzül etmeyen bir kavmin arasında
durmasının hiçbir yararı yoktu. İbrahim Aleyhisselâm ve kendisiyle beraber
olanların hakkında, Cenab-ı Hakk'm mübarek yere hicret emri geldi:
"Onlar İbrahim'e
tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan
kıldık. Onu ve Lut'u kurtardık. Onları, içinde alemlere bereketler verdiğimiz
yere ulaştırdık. O'na (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan
eyledik. İkisini de Salihlerden kıldık. Onları emrimizle hakka götürecek
imamlar (önderler) kıldık. Kendilerine hayır işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat
vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet eden kimselerdi."[76]
Ve Cenab-ı Hak
buyuruyor:
"Bunun üzerine
Lut O'na (İbrahim'e) iman etti. İbrahim dedi ki: Ben, Rabb'imin emrettiği yere
hicret edeceğim. O, Azizdir, Hakimdir."[77]
Ve Allah buyuruyor ki:
"(Kavmi): O'nun
için bir bina yapın ve O'nu ateşe atın, dediler. O'na bir tuzak kurmak
istediler. Biz, onları alçak ve zelil kıldık. (İbrahim): Ben Rabb'ime (O'nun
emrettiği yere) gidiyorum. O, bana yol gösterir, dedi."[78]
İbrahim Aleyhisselam'm Babil
toprakları kuraklık olduktan ve
umumi bir kıtlıktan sonra Babil'i terkettiğini iddia edenlerin sözlerinin
böylece boş ve heva olduğu ortaya çıkar. Babası Azer'in de İbrahim
Aleyhisselâm'la beraber çıkması da gerçekten en ufak bir şeyi değiştirmez.
Mümkündür ki çok yaşlanmış, piri fani olmuştur; kendisini bakacak, himaye
edecek kimsesi yoktur. Ve atalarının inançlarında ısrar
etmekle birlikte oğluyla
beraber olmaya muhtaç olabilir. Yine İbrahim Aleyhisselam Allah yolunda
O'nun emriyle hicret ettiği zaman, Babil arazisini kuraklık ve kıtlık kaplamış
olması da gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez. Halil Aleyhisselam da kendinden
önce Nuh'un ve kendinden sonra Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hicret
ettiği gibi hicret etti.
Buhari'nin Aişe
annemizden rivayetle tahriç ettiği Sahihinde; Varaka bin Nevfel Allah Rasûlüne
şöyle dedi:
"Bu, Allah'ın,
Musa Aleyhisselam üzerine
indirdiği Namus (Cebrail)'dir. Ah keşke senin davet günlerinde genç
olsaydım! Kavmin seni çıkaracakları zaman, keşke hayatta olsaydım. Bunun
üzerine Rasûlullah buyurdu ki: Onlar beni çıkaracaklar mı ki? O da: Evet! Çünkü
senin gibi bir şey getirmiş (vahiy teliğ etmiş) hiç kimse yok ki, düşmanlığa uğramasın.
Eğer senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım ederim."[79]
İbrahim Aleyhisselam
vatanından ve çocukluk arkadaşlarından ayrıldı. Ve kendisine en yakın olan
ehlinden ve akrabalarından da ayrıldı.
Diniyle birlikte
Allah'ın geniş arzında hicret etti Kendisiyle birlikte müslüman olarak hanımı
Sare ve kardeşinin oğlundan başka kimse yoktu.
İbrahim, Lut ve Sare.
Müslümanların cemaatı işte bunlardı. Bunlardan başka yeryüzünde Allah'ı
zikreden yoktu. Bunda, çokluğa güvenen ve eğitimin fonksiyonunu ihmal edenler
için ibret vardır.
Ve bu mü'min kafile
yolculuk asasını "Harran"da bıraktı. Harran, Şam beldelerinin
ovalarından biridir. Bölge ahalisi isimleri ve sıfatlan yüce olan Cenab-ı
Hak'tan başka yıldızlara taparlardı. İbrahim Aleyhisselam onları, Allah'ın
Tevhid'ine ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamaya çağırdı. Fakat O'nun bu davetine
icabet etmediler.... İbrahim Aleyhisselâm Cenab-ı Hakk'm dilediği kadar
Harran'da kaldıktan sonra, oradan "Teymen" topraklarına göç
etti. -Yani Beytûl Mukaddes ve
civarındaki topraklara gitti.- Daha sonra Teymen'den "Mısır'a göç etti.
Sare'nin Melikle olan kıssası Mısır'da cereyan etti. Buhari'nin Ebu Hureyre
radıyallahü anh'den rivayetle
Sahih'inde tahriç ettiği,
İbrahim Aley-hisselâm'm üç
yalanından bahseden, daha önce bahsettiğimiz hadis-i şerifte, bu kıssanın
zikri geçmişti.
Kıssa, İbrahim Aleyhisselam'm başına sürekli olarak gelen çilelerden sadece bir
tanesidir. İnsanların en şiddetli belaya uğrayanları Peygamberlerdir. Peygamberlerin en çok
belaya uğrayanları da Peygamberlerden Ulu'1-Azm olanlardır. Bir davetçi
için, hanımının kendisinden alınıp
da tağut tarafından sarayına
sokulmasından daha büyük bir bela ne olabilir ki? Sonra İbrahim Aleyhisselâm uyurken Sare de
tek başına bir odadadır. Allah cezasını versin, zalim Melik de onun ırzına
tecavüz etmeye kalkıyor ve
şerefini zedelemeye uğraşıyor. Sare ise kendi nefsini müdafaa
edecek hiçbir kuvvete sahip değil...
Kocası Halilü'r Rahman
da Cenab-ı Hakk’ın himayesine sığınmış, namaz kılıp Firavun ve
hilesinden muhafaza etmesi ve geri döndermesi için Rabb'ine dua ediyor.
Fakat kudreti yüce
olan ve ibrahim Aleyhisselam’ı ateşten muhafaza eden Allah, İbrahim
Aleysselam’ı ar (utanç) ayıbından da korudu ve
Sare'yi şerefli ve izzetli olarak kendisine iade etti.
İbrahim Aleyhisselâm
Mısır'da Allah'ın dilediği kadar ikamet etti. Sonra oradan "Teymen'e"
geri döndü. Beraberinde ise, pek çok hayvan, mal ve köle vardı.
Mısır Firavun'unun
Sare'den gördüğü olağanüstü hallerden sonra hizmetine verdiği Kıpti olan Hacer
de onlarla birlikte idi.
Lut, İbrahim
Aleyhisselam'm emriyle "Tey-men"den ayrılıp "El-Ğûr"a
gitti. Geniş ve verimli arazi, sayılamayacak kadar çok hayvanlar, mallar ve
köleler sadece Halilü'r Rahman'a kaldı. Cenab-ı Hak Ona salih zürriyet ihsan
etti. İbrahim Aley-hisselâm'dan sonra Allah'ın gönderdiği her Peygamber O'nun
zürriyetindendir. İbrahim Aley-hisselâm'dan sonra Cenab-ı Hakk'm Peygamberlerden
herhangi bir Peygambere indirdiği her kitap, İbrahim Aleyhisselam'm neslinden
gelen birine inmiştir.
Cenab-ı Hakk'm İbrahim
Aleyhisselâm'a ihsan ettiği nimetler, bizlere müslümanları Habeşistan'a
hicretlerini ve Necaşi'nin yanında karşılaştıkları ikramı, hürriyeti, eminliği
ve Muhacir Sahabe Abdullah bin El Haris bin Kays'ın, Mekke'de ikamet etmekte
olan kardeşlerini çağırmak için yazıp gönderdiği mektuptaki sözleri
hatırlatıyor:
Ey atlı çok çabuk
benden ulaştır.
Dini ve Allah'a
kavuşmayı umanlara. Allah'ın kullarından her biri baskı altındadır.
Mekke'nin göbeğinde
ezilmiştir, fitnelere düşürülmüştür.
Biz Allah'ın
beldelerini çok geniş olarak bulduk.
Zilletten,
horlanmaktan ve rezillikten kurtulduk.
Öyle ise zelil bir
hayat üzere ikamet etmeyin.
Hakir bir ölüm ve
emniyetsiz bir ayıp üzere oturmayın.[80]
Bu beyitlerin
manalarını anlamaya ve İbrahim Aleyhisselâm'ı hicretinde, vatanından ve
ehlinden ayrılmasında örnek edinmeye bugünkü Guraba Da-vetçiler'in (Garip
davetçiler) şiddetle ihtiyaçları vardır. Gurbette Allah'a davet, davetçi için
çok önemli bir meseledir. Çünkü kalbi mal sevgisine ve Cenab-ı Hakk'm kendisine
ihsan ettiği hayvanlara bağlanmamıştır. Vatanını sevdiğinden ve ona olan düşkünlüğünden
bahseden mektup ve kasideler yazmakla kendisini meşgul etmemiştir.
Gurbetlerdeki
davetçilerin nazarında akide, toprak ve çamurdan ibaret olan vatanlarından çok
daha önemli, kavmin, aşiret ve aile efradından çok daha kıymetli olmalıdır.
Sıkıntılardan dolayı sarsılmamaları, buraya (vatanlarına) olan teveccühlerinde,
heva ve heveslerden sakınmaları, bu hususta Allah'a olan güven ve irtibatları
daima kuvvetli olmalıdır. Kimbilir belki Cenab-ı Hak orasını fetheder.
Alahu Teala şöyle
buyuruyor:
"Allah yolunda
hicret edenler arzda sığınacak birçok yerler ve genişlik bulurlar. Allah'a ve
Rasûlüne muhacir olarak evinden çıkan ve sonra kendisine ölüm erişen kimsenin
mükafaatı Allah'a aittir. Allah, bağışlayıcı ve merhametlidir."[81]
Nemrud ve müşrik
kavmine gelince, kudreti yüce olan Allah onları helak etti. İster, İbn-i
Kesir'in Zeyd bin Esleme'den rivayet ettiğine göre, sivrisineklerin onların
etlerini ve kanlarını yeyip kemiklerini geriye bırakmak suretiyle onları
Cenab-ı Hak helak etmiş olsun, isterse başka bir yolla helak etsin farketmez.
Asıl olan onları helak etmesi ve öğüt alanlar için bir ibret kılmasıdır.
Onlardan gelen bir
nesil veya onlardan geriye kalanı bilmiyoruz.
Sadece onlar hakkında
bütün bildiğimiz şey; onların Şeytan'ın hizbinden büyük bir topluluk olduğu ve
sapıklığın önderleri olduğudur. Yine şer ve dalâletin en bariz topluluğu
olduklarıdır. Allah bizi onlardan korusun. [82]
Tağutlar İbrahim
Aleyhisselâm'ı alenî olarak yargıladılar. Hiç bir zorlama olmaksızın
dilediğini söylemeye de müsaade ettiler. Dövülmedi veya öldürülmedi.
Hatta, tehdit, işkence
ve korkutmalardan sonra sözleri banda alınıp daha sonra yönetimin men-faatına
hizmet edecek şekilde yayımlanmadı.
Bundan öte halk
yaşlısıyla, kadınıyla, genciyle ve çocuğuyla mahkemeyi seyrediyorlardı. Putları
kıranın sözlerini dinliyorlardı. Yönetimin İbrahim Aleyhisselâm'a verdiği
cevapları da doğrudan doğruya heva üzerine -tıpkı dedikleri gibi- herhangi bir
tahrif ve telfik olmadan görüp dinliyorlardı.
İbrahim Aleyhisselâm'a
gelince, O da mahkemede görüşlerini ve inandığı şeyleri arzetmeye fırsat bulmuştu.
Tağutlarm kendisine yapacakları şeye hiç önem vermedi ya da asla aldırış
etmedi. İbrahim Aloyhisselâm onların yalancı olduklarını, akıllarının bozuk
olduğunu söyledi ve ilanlarıyla alay etti. Hakimler ve savcılar O'nu
susturmadılar bile. Öyle ya, nefsini müdafaasından haddi aştı.....İşte bundan
dolayı deriz ki: ibrahim Aleyhisselâm'ın kavminin ta-ğutları pislik
ve çekememezlik bakımından
çağımızın tağutlarmın Allah'a davet edenlerin üzerine yapılan pislik ve
hasetlerinden daha az idiler. Hepsinin hedefleri ve gayeleri bir olmasına
rağmen, kendilerinden öncekilerin müsaade ettiği hürriyetin bir parçasına dahi müsaade
etmiyorlar. Örneğin bir
İslâm davetçisi olan
üstad Seyyid Kutup
rah-metullahi aleyh Mısır'da
tutuklandı. Düşmanları O'ndan
istedikleri her şeyi kendi yayın organlarına anlatmasını söylediler. O'nun
suçlu bir terörist ve emperyalistlerin uşağı olduğunu iddia ettiler. Daha bir
çok batıl, uydurma ve yalan iddialara varıncaya kadar O'nu itham ettiler. Kendi
nefsini müdafaa için O'na izin vermediler. Veya kendi görüşlerini açıklayan
bir bildiri yayımlamasına izin vermediler.
Seyyid Kutub'u,
rahmetullahi aleyh, müdafaa etmek için İslâm aleminin çeşitli yerlerinden gönüllü
avukatlar gelmek istediler. Fakat Abdun Nasır idaresi Mısır topraklarına
girmelerine bile izin vermedi.
Peki bu durumda
gözaltının gizliliklerinden haberdar olmak veya itham olunanla hapishanesinde
görüşmek nasıl mümkün olur ki? Gerçek şu ki tamamen imkansız olan bir şey dahi
bu durumdan daha kolaydır. Ve sonunda mücrimler bu büyük İslâm mütefekkirini ve
yegâne İslâm davetçisini idam ettiler. İnsanlar bu konuda sadece idarenin görüşünü
duydular ve dinlediler....
— Ve Bağdat'ta Baas
Partisi yöneticileri (Misel Eflak'ın partisi) İslâm davetçisi Şeyh Abdulaziz El
Bedri rahmetullahi aleyh'i evinde eşi ve çocuklarının arasında eman
içerisindeyken, evden alıp götürdüler...... Cenab-ı Hakk'ı gazaplandıracak herhangi
bir günah işlemeksizin ya da herhangi bir cürüme yaklaşmaksızm ailesinin
arasından O'nu kapıp tutukladılar.... Ve günlerden sonra ailesine şeyhin kalp
krizinden öldüğünü haber verdiler?
Talebelerine, ailesine
ve sevenlerine cenazesini kaldırmaya izin vermeksizin son varacağı yere (kabre)
naklettiler. Ancak kardeşi, cenaze etrafındaki emniyet güçlerinin barikatını
yarıp, mak-tul'ün yüzünden örtüyü kaldırmayı başardı. İşkence, «zap ve dağlama
izlerinden dolayı dehşet kapladı ortalığı. İşte Baas Partisinin canileri Irak
alimlerinin in mümtazı olan bu davetçiyi, muhteşem şahsiyeti böyle katlettiler.
İnsanlar, O'nun niçin tutuklandığını ve neden öldürüldüğünü bilemediler,
llıılta insanların canlarını o derece hafife aldığından dolayı, yönetim, neden
öldürdüklerini bile açık-Imnadılar.
-Yaralı Şam
beldesine gelince, Tedmur
hapisanesinde -birkaç saat içinde- Nusayri Baas'ın ta-ğutları yüzlerce davetçi genci
helak ettiler. Aralarında doktor, mühendis, müderris, hatip ve vaizler de
vardı. Onları toplu mezarlara gömdüler. O gençlerden bazıları ise henüz sağ
iken gömüldüler.
Müslüman Hama'da ise
katiller, şehrin halkının çoğunu yok ettiler. Bu korkunç mezbahada hayatlarını
kaybedenler otuz binden az değildi. Alçak reziller ırza tecavüz ettiler,
çocukları, yaşlıları öldürdüler ve mescidlerin çoğunu yerle bir ettiler. Nusayri
Baasçıların cürümleri sadece Tedmur ve Hama ile sınırlı değildir. Onlar
Suriye'nin tamamını hapishaneye çevirdiler. Yönetimin dilediğini tutuklaması
ve dilediğini öldürmesi Suriye halkı tarafından artık garip sayılmayan
işlerden olmuştur. Hiç kimsenin, oğlunu ve kardeşini acaba öldü mü, yoksa
hayatta mı diye sormaya bile hakkı yoktur.
İşte bu, İslâm
aleminde cereyan eden olaylardan bir kaçı. Bu konuda birinin askerî tağut olmasıyla,
diğerinin demokrat tağut olması arasında hiçbir fark yoktur. Veya birinin
ilerici tağut olmasıyla diğerinin gerici tağut olması arasında değişen bir şey
yoktur.
Çağdaş tağutların
akıllarını ve fikirlerini güzel bir şekilde İslâm davetçisi şairlerden birinin
ifadeleri belirtmektedir. Bu ifadeler gerçeğin tercümanlığını yapmakta, hakkı
dile getirmektedir.
Bu davetçi şair 'Mısır
Askeri Cezaevi Müdürü' Hamza el-Besyunî'nin hapishanede İslam Da-vetçilerine
verdiği seminerde söylediklerini, şöyle dile getirmiştir:
"Kanun benim!
Yönetimi, en üstün kanun otoritesini kim hesaba çekebilir? Sizden kimi sağ
bı-rakmışsam rahmetimdendir. Eğer öldürürsem bu benim sahip olduğum
yeminimdir."
Pek çok yazar ve
vaizlere de ne oluyor, İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin tuğyanları hakkında kitaplarında
bir çok sayfaları karalıyorlar, radyo ve televizyon programlarında uzun
saatlar konuşuyorlar da, asrımızın tuğyanlarından bir kelime dahi bahsetmiyorlar.
Ancak eğer konuşması
bir tağutun başka bir ta-ğuta karşı işlediği zulümlerden propagandaya yönelik
bir konuşma bölümü olursa, o zaman asrımızın tuğyanlarından da bahsediliyor[83].
İbrahim Aleyhisselam'ı
okuyan bazılarının zihinleri, hep O'nun desteklenmiş başarılarına, Cenab-ı
Hakk'ın O'na sürekli yardım etmesine bütün bela ve sıkıntılarında düşmanlarına
karşı takındığı tavırlarına takılmaktadır. Bunlar, İbrahim Aleyhisselâm'm
gittiği yolun zorluklarını, kavminden uzaklaştığını, insanların O'na karşı
şiddetli düşmanlığı ve Cenab-ı Hakk'ın İbrahim Aleyhisselam'ı zaferle ikram
etmeden önce karşılaştığı zorlukları unutuyorlar ya da unutmuş gibi oluyorlar.
Örneğin İbrahim
Aleyhisselam putları parça parça ederken, asla kavminin O'nu ateşe atacağını ve
Cenab-ı Hakk'ın da O'nu ateşten kurtaracağını bilmiyordu. Bütün bildiği;
tağutların O'ndan intikam alacağıdır. Belki de öldürülmesine başvuracaklardı...
Buna rağmen Allah yolunda ölmek İbrahim Aleyhisselam'a çok hafif ve
basit geldi.
Tıpkı Cenab-ı Hakk'ın
kuvvetini hatırladığında, ta-ğutun gücü ve cezalandırması gözünde küçüldüğü
gibi. O dünyanın aldatmacalarından ve isteklerinden yüz çevirdi. Dünyanın
Cenab-ı Hakk'ın yanında bir sivrisineğin kanadına denk olmadığına inandı.
Kavmi O'nu tehdit
ettikleri ve azap vaadettik-lerinde, büyük bir kararlılık ve güçle onlara cevap
verdi.
Cenab-ı Hak İbrahim'in
lisanı üzere şöyle buyuruyor: "Sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım?
Halbuki siz elinizde delil ve burhan olmadığı halde Allah'a şirk koşmaktan
korkmuyorsunuz. İki zümreden, emin olmaya daha haklı olan han-gimizdir? Eğer
biliyorsanız; emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar
içindir. Hidayete erenler de onlardır."[84]
Ben onların sağır
(duymaz) ve zarar ve fayda veremez olduklarını bildiğim halde, sizin putlarınızdan
nasıl korkarım? Ordulara ve mallara sahip olduğu halde zayıf ve güçsüz olan
ta-ğutlarınızdan ve önderlerinizden nasıl korkarım? Ecelleri geldiğinde bir an
dahi ne ileri, ne de geri bırakılmayacaklarını bildiğim halde onlardan nasıl
korkarım? Öyle ise benden onların korkmaları daha doğru olur. Çünkü
onlar yüce ve kudretli olan Allah'tan başkasına ibadet etmişlerdir. Ve
Cenab-ı Hakk'ın her şeydeki ayetlerini (delillerini) gördükleri halde, O'nun
nimetlerini inkar etmişlerdir.
Esasen sizin benden
korkmanız daha doğrudur. Çünkü ölümün güçlü kolları sizi almakta ve
Ce-hennem'in çılgın alevleri de sizleri beklemektedir.
O vaadedilmiş günde
mallarınız sizden hiçbir azabı geri çeviremiyecektir. Yalın ayak, çıplak ve
sünnetsiz halde Rabb'inize arzolunduğunuz gün, hiç bir şeye sahip
olmayacaksınız.
Daha sonra İbrahim
kavmiyle olan münazarasında özel durumdan umumi olana geçiyor:
"Emin olmak, iman
edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar içindir. Hidayete erenler de onlardır."
Allah'a iman edenler,
O'na boyun eğenler, O'nun kaza ve kaderi için kalpleri mutmain olanlar ve
imanlarına şirk karıştırmayanlar var ya, işte emin olmak onlar içindir. İsterse
zalimlerin hapishanelerinde tutuklu olsalar bile. Çünkü onlar, fitnelere
karşı azabı, dünya hayatına karşı da acıları seçip tercih etmişlerdir. Allah'la
karşılaşmaya aşık olmuşlar ve O'na yakınlığı dünyanın her türlü aldatmacalarına
tercih etmişlerdir.
Kafirlere gelince,
onların hayatları tahammül edilmez bir Cehennem'dir. Çekilmez korkulardır.
Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
"Delilleri
olmaksızın Allah'a şirk koşanların cezası olarak kafirlerin kalplerine korku
salarız. Onların yurtları ateştir. Orası, zalimlerin dönüp varacağı ne kötü
bir yerdir."[85]
Cenab-ı Hakk'ın müşrik
tağutların kalplerine bıraktığı bu korkunun alametlerinden bir de; onlardan
her birinin sokakta normal insanlardan birisi gibi dolaşmayı ve yürümeyi
temenni etmeleridir. Hatta basit bir insan gibi yürümeyi arzu etmeleridir.
Fakat ayakları üzerine yürümeye cesaret edemez. Arabasından çıkarken
beraberinde koruma görevlilerini görürsün. Sonra yine de emniyette olduğunu
hissedemez. Bilakis her an engellenmesi mümkün olmayan sonunu (ölümünü) bekler.
İnsanlardan kendisine en yakın olanlarından bile şüphelenir. Bunlar en özel
sırdaşı ve akrabası olsa da yine şüphe içindedir.
O tağut ölse Rabb'i
katında tamamen azap ve işkence olan yeni bir hayat başlayacaktır.
Müminlere gelince,
Allah'a ibadet ederler, O'nun yolunda cihad ederler ve onlara her ne isabet
etse, hepsi de hayırdır ve saadettir.
Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
"De ki: Siz bizim
için iki iyilikten birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz Allah'ın size
kendi katından veya bizim elimizle bir azap getireceğini bekliyoruz. Haydi siz
bekleyin, biz de sizinle birlikte bekleyenlerdeniz."[86]
Elbette ki bu manalar Sahabelerin, Tabiinlerin ve Selef-i Salihinin ileri
gelenlerinin nefislerinde açık seçikti. Allah onların hepisinden de razı
olsun.
Fars ordularının
komutanı (Rüstem) Rabii bin Amir'e sordu ve dedi ki: Sizi buraya hangi sebep
«getirdi?
Rabii de dedi ki:
Dilediğini kullara kulluktan Allah'a kulluğa, dünyanın darlığından genişliğine
ve dinlerin zulmünden İslâm'ın adaletine çıkartmamız için bizi Allah gönderdi.
Bize dinini gönderdi ki kullarını o dine çağıralım diye. Bunu kim kabul ederse
biz de ondan bunu kabul eder ve geri döneriz. Kim de yüz çevirirse sonuna kadar
onunla savaşırız. Ta ki Allah'ın vaadine kavuşalım. Dediler ki: Allah'ın vaadi
nedir ki? O: Yüz çevirene karşı savaşıp da ölene Cennet, sağ olarak (kalan)a da
zafer.[87]
Allah rahmet etsin,
Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye diyor ki:
"Düşmanlarım bana
ne yapabilir ki? Ben öyle iyiyim ki, cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye
gitsem o benimle birliktedir. Benden ayrılmaz. Ben öyle biriyim ki; benim
hapisim halvet, öldürülmem şehadet ve memleketimden çıkartılmam seyahattir. Ve
derdi ki: Asıl zindan, kalbini Rabb'inden hapsedendir. Asıl esir ise; hevası
kendisini esir edendir." Hapishaneye sokulduğunda kaleye geldi ve kalenin
surlarının içinde iken, sur'a baktı ve şu ayeti okudu:
"....Derken,
aralarına tek kapısı bulunan bir sur yapılır ki, iç tarafı, rahmet, dış
tarafında da azap vardır."[88]
İbni'l Kayyım:
"Allah'ın ilmine
yemin ederim ki, ben yaşantı bakımından O'ndan (İbn-i Teymiyye'den) daha temizini
asla görmedim. O'nda geçim darlığı olduğu, nimet ve bolluk olmadığı halde,
nimet ve bolluğun ııksi durumu olduğu halde, O'nun hayatında hapis, tehdit ve
korkutma olmasına rağmen, O bununla beraber yaşantı bakımından insanların en
güzeliydi. Clönül genişliği bakımından insanların en genişi ve kalbî durumda
onların en kuvvetlisiydi. Nefsî açıdan insanların en mutlu olanıydı. Yüzünde
ni-nıotlerin pırıltıları levhalaşırdı. Bizde korku şiddetlendiğinde, düşünceler
kötüleştiğinde ve yeryüzü bize dar geldiğinde O'na giderdik. Sadece O'nu görür
ve sözünü dinlerdik. Arkasından bunların hepsi giderdi. Sonuçta huzura, kuvvete, yakine ve
mut-
mainliğe
dönerdik........"[89]
İşte bundan dolayı
İbrahim (aleyhisselam) zafere ulaştı. Tıpkı Peygamberlerin sonuncusunun, Sahabelerinin,
Tabiinin ve onlardan sonra gelen asırların en hayırlılarının zafere
ulaştıkları gibi....
Hapishanenin halvet,
sürgünün seyahat ve ölümün de şehadet olduğuna inanan davetçi alimlerin
yönlendirdiği bir ümmet, asla yenilgiye uğramaz.
Ne zaman ki ümmetimiz
bu örnek davetçi erlerden mahrum oldu, Cenab-ı Hak bizim üzerimize
düşmanlarımızı musallat etti de insanların en döküntüsü ve gariplerinden olmaya,
(sürülme ve parçalanmalara) duçar olduk. Ve müslümanlar öyle bir hale geldi
ki, tıpkı selin önündeki çer çöp gibi oldular. Hiç kimse onlardan korkmuyor ve
onlar için herhangi bir hesap dahi yapılmıyor. Gerçekten üzücü olanlardan
birisi de: Onlardan birisi duysa ki yönetim onun hareketlerini kontrol ediyor,
onu hemen korku kaplar, heyecanlanır. Artık insanlardan kendisine en yakın
olanlardan bile şüphelenmeye başlar. Bazıları için yönetimden korkma, müzmin
bir akıl hastalığına dönüşür. Allah'a sığınırız.
İşte bunun için tağuta
münafıklık yapan bazıları, onlardan herhangi bir vazife veya mal aramıyorlar.
Sadece ondan (onun şerrinden) selamette olmayı umuyorlar. Onun casuslarından ve
muhafızlarından emin olmayı umuyorlar. Yöneticinin veya onun ileri gelen
vazifelisinin meclislerine sık sık devam etmesinden nefisleri sürekli
zayıflamaktadır. Hatta öyle olurlar ki, tağutun elemanlarından biri olurlar.
Onun hiçbir emrine asi olmaz ve hiçbir isteğini reddetmez. Çok çok gariptir
ki, bu davetçilerin her biri saatlerce Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinin tefsirinden
bahsederler:
"Size bu sözü
söyleyen, dostlarını korkutan Şey-tan'dır. Eğer mü'min iseniz onlardan değil,
benden korkunuz."[90]
Ey Allahım!
Kalplerimizi senden( ve senin ateşinden korkmakla doldur.
Ey Alemlerin Rabbi!
Gönüllerimizi senden başka olan korkulardan kurtar! Ey Allah'ım, senin yolunda
bizleri şehadetle nzıklandır! Bizim ve müs-lümanlarm sonlarını en güzel bir
şekilde kıl!
Ey Allah'ım! Senden
başka hiç kimseden korkmayan Peygamberlerini örnek almayı bizlere sevdir! Yâ
Rabbel âlemin!.. [91].
Müslümanlar bir vücut
gibidirler. Eğer o vücuttan bir aza rahatsız olsa, vücudun diğer azaları onun
için sabahlara kadar uykusuz ve humma hastalığına tutulmuş bir şekilde birbirlerini
(yardıma) çağırırlar. Bu ümmetin cesedinin başı ise kendi asrında İbrahim
Aleyhisselam idi. O'nun öyle bir kıymeti vardır ki Hatemü'l Enbiya'dan sonra
bile baş olması devam etmektedir.
Her müslümanın sabah
akşam her gün ömrü boyunca Halilü'r Rahman'm ve Şeyhül Enbiya'nın kıssalarından
mücrim ve zalim kavmiyle olan mücadelesinden hatırlaması elbette tuhaf
değildir.
Bu düşünce ve şuur
ortaklığının alametleri pek çoktur. Biz vezeğ (çok küçük yılan) kıssasını seçiyoruz.
Said bin El
Museyyeb'den, O da Ümmü Şüreyk radıyallahü anh'den dedi ki: Allah Rasûlü
"vezeğ'm öldürülmesini emretti ve şöyle dedi: "O İbrahim'in ateşinin
tutuşması için ateşe üfürüyordu."[92]
Aişe annemizden gelen
Ahmed bin Hanbel'in rivayetinde ise, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem
şöyle buyurmaktadır:
"Vezeğ'i öldürün.
Çünkü o İbrahim'in üzerine ateşe üfürüyordu." Ahmet bin Hanbel dedi ki:
Aişe Radıyallahü Anha onu öldürürdü.
Yine Ahmed bin
Hanbel'e ait başka bir rivayette de: Bir kadın Aişe'nin yanına geldiğinde
dikilmiş bir mızrak görür ve "bu mızrak nedir?" der. Aişe Radıyallahü
Anha da:
"Onunla
vezeğ'leri öldürüyoruz" dedi ve sonra da Allah Rasûlü'nden, Sallallahu
Aleyhi Vesellem, şunu anlattı:
"İbrahim
Aleyhisselam ateşe atıldığında bütün hayvanlar o ateşi söndürmeye başladılar.
Vezeğ hariç. O, ateşin İbrahim'i yakması için ateşe üflemeye başladı"
Bu iki vecihde Ahmed
İbn-i Hanbel münferit kaldı.[93] Ey
Rabbim! Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Bize hidayet buyurduğun ve
ona tabi olmakla bize ihsanda bulunduğun bu din ne yücedir. İslâm'ın kendi
fertleri arasına koyduğu bu vicdanî ortaklık ne mükemmel bir şuur ve düşünce ortaklığıdır!
Binlerce seneden beri
müslümanlar her gördüklerinde vezeğ'i öldürmeye koştular. Çünkü o, İbrahim
babamızın üzerine ateşe üflüyordu. İbrahim Aleyhisselâm'm düşmanı, her
müslümanın düşmanıdır.... Cenab-ı Hak
yeryüzünü ve üzerindekilerini haşredinceye kadar müslümanlar bu durum
üzere kalacaklardır. Allah düşmanlarıyla barışmak ve onlara sevgi beslemek
asla yoktur. İsterse bu düşmanlar vezeğ gibi küçük hayvanlar da olsa...
Vezeğ olayını ve
diğerlerini özel ve genel bütün müslümanlar bilirler. Örneğin eğer uzak bir
köyde olan genç bir çoğuk vezeğ görse, hemen onu öldürmeye koşar. Çünkü
ailesini onu öldürürken görmüştür ve onun Halilü'r Rahman'm yanması için ateşe
üflediğini ailesinden duymuştur.
Gerçekten üzücü olan
şeylerden biri de; bir olan İslâmî vücudun azaları arasındaki şuur ortaklığına
zamanımızda pek çok zaaf ve aldırmazlık isabet etmiştir.... Çünkü İslâm
düşmanları nice Allah da-vetçilerini İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde hapsediyor
ve idam ediyorlar da, onların hakkında hiç bir şey bilinmiyor.
Eğer bilseler ve
müteessir olsalar da bu tesirlen-meleri âdeta bir yaz bulutunu
andırmaktadır.... İşte bunun için müslümanlarm helak edilmesi ve onlar için
idam sehpalarını kurmak hiç bir önem ar-zetmeyen normal işlerden oldu. Hatta
bir devletin başka bir devletle olan futbol maçına dünya yayın organlarında
Lübnan'daki Sabra ve Şâtîla kamplarının yerle bir edilmesinden daha fazla ilgi
gösterilmektedir.
Dünyanın katliam için
veya yahudi hapisaneleri için durmayıp devam etmesi, Müslümanların dünyanın
her tarafında boğazlanmaları, dünyadaki büyük devletlerin hepsinden de MÜSLÜMAN
col-liıtlarma her türlü yardımın yapılması ve bilakis halkı Müslüman olan
devletlerden bu Müslüman OBİlatlanna verilen destek kesinlikle en üzücü olanıdır. [94]
İbrahim Aleyhisselâm'm
hayatını okuyan herkes kavminin ahmaklığını ve akıllarının kıtlığını, kalplerinin
katılığını görüp şiddetle onları ga-ripseyecektir. Çünkü kendilerinden akıllı
ve hikmet sahibi bir adamı nasıl ateşe atıyorlar. Çünkü O; ilahlar diye
isimlendirdikleri birtakım taş ve resimleri parçalamıştı.
Peki bu insanlar niçin
günümüzde cereyan eden ahmaklıkları, zulümleri ve beyinsizlikleri garip karşılamıyorlar?
Buna dair aşağıdaki iki örneği göstereceğim.
Birinci
Örnek: Eğer halkı
müslüman olan ülkelerden birinde, bir kimse hükümet
sarayına (Mec-j| lise) gitse ve o devletin alametini (bayrağını, sim-* gesini,
vesaire) indirse ve parçalasa, o adamın som ne olur?
ikinci örnek: Eğer bir
kimse, devletin istiklalinin simgesi olarak kabul edilen heykellerden bir
heykeli parçalasa, mesela yönetimdeki
partinin liderinin heykelini veya
istiklal lideri diye vasıflandırdıkları birinin heykelini kırsa, bu kişinin
sonu ne olur?
Hiç şüphe yok ki bu
insan daha o bayrağı yırtmadan ve o heykeli kırmadan teşebbüs halindeyken
öldürülür. Gece gündüz bu putları koruyan emniyet kuvvetleri bu gibi durumlarda
ateş açmakla em-rolunmuşlardır.
Eğer bu insan
öldürülmekten kurtulsa bile neticede kalpleri şefkat ve merhamet tanımayan zebanilerin
muhafızlığım yaptığı karanlık zindana atılacaktır. Artık o kimsenin gece ve
gündüzün ayırdedilemediği hapishane hücresinde çekeceği dehşet verici
işkencelerin eşi ve benzeri şimdiye kadar görülmemiştir.
Eğer bir teşkilata üye
olduğu tespit edilirse, hem onu ve hem de onunla birlikte bu teşkilatın
liderini de öldürürler. Eğer herhangi bir teşkilatla ilgisi yoksa, o zaman da
sadece onu öldürürler.
Her iki halde de bu
yaptığı işi yapmaya götüren «talepler ve etkenler nelerdir diye görüşünü
açık-lumaya asla müsaade etmezler.
Zikredilmesi çok
yerinde olan bir husus da; bir kumaş parçasıyla, bayrak diye
isimlendirdiklerinin pniHinda hiçbir farkın olmayışıdır. Ve devletin
par-[lİMiııin liderinin heykeli ile İbrahim Aleyhisselâm'm [lltivnımin putları
arasında herhangi bir ayrıcalığın Olmamasıdır. Sadece yeni heykeller daha
büyüktür.
Çünkü Bronz'dan
yapılmaktadır ve üzerine altından kubbe yapılmaktadır, v. s.
Bu işin özelliği,
pislik bakımından İbrahim Aley-hisselâm'ın kavminin, çağın tağutlarmdan daha az
olduğunu ortaya koyar. Çünkü onlar sadece İbrahim'i öldürmeye çalıştılar.
İbrahim Aleyhisselâm1 in Cemaatine (Lut ve Sare) herhangi bir eziyette bulunmadılar.
Ama zamanımızdaki ilerici sultanlara gelince, onlar en ufak bir şüphe üzerine
insanları tutukluyor, ithama uğrayanın cemaatını cezalandırıyor ve suçsuz da
olsalar onun akrabalarına bile ceza veriyorlar.
Öyle ise İslâm
davetinin kendileriyle sekteye uğradığı bazı kimseler; İbrahim Aleyhisselâm,
Nuh Aleyhisselâm ve diğer Peygamberlerin kavimlerinin putları hakkında çok
konuşuyorlar da neden yeni putlar hakkında susuyorlar? Hayır, bilakis devletin
müftüsü bayrağı ve putu selamlamak ve ona tazim etmek için efendisiyle birlikte
ayakta duruyor, bir taraftan da bando çalıyor. Muhteşem Şeyh efendinin yüzünde
ise; sevinç ve razı olmaktan başka bir üzüntü, bir keder belli olmuyor. [95]
Tanık olduğumuz
olaylardan biri de, bazı insanların mülhid ve sefih akraba reisleriyle çok
sıkı alakalar kurmalarıdır. Onların meclislerine devam ederlerken ters hal ve
davranışlar karşısında bizim arkadaşlarımız da orada bulundukları halde, yüzünde
Allah için bir kızgınlık veya gazaplanma dahi görülmez.
Bazen de gazetelerde
yazı yazıp, tağutlarm bir takım işlerini methederler. Bu gibi tavırları sergilemelerine
yol açan sebeplerden onlara sorarsan, derler ki: Güzel yapana güzel yaptın,
kötü yapana tla doğruya muhalefet ettin demeyi İslâm bize öğretmiştir. İbrahim
Aleyhisselâmda bizim için çok l'üzel örnek vardır. O ince kalpli, çok yumuşak
huylu, geniş yürekli, babasına ve ehline karşı mü-tovazi idi. Cenab-ı Hak O'nu
bu sıfatlarla şu ayetinde vasfetmektedir:
"Muhakkak İbrahim
çok yumuşak huylu, içli ve kendisini Allah'a vermiş biriydi."[96]
Ve Cenab-ı Hakk'm şu
kavlinde O'nun lisanı üzerine İbrahim düşmanları için dua etti:
"Kim bana tabi
olursa, muhakkak ki o bendendir. Kim de bana asi olursa, muhakkak ki sen Gafur
ve Rahim'sin."[97]
Bilmiyorum ki onlar neden daha İbrahim'in davetin başlangıcındaki tutumunu
delil getiriyorlar da, onların şirkte ısrarlarını bildikten sonra İbrahim'in
babasına ve kavmine karşı takındığı tavrı unutuyorlar veya unutmuş gibi gözüküyorlar
-ki bu daha ağır basmaktadır-?
Onlara karşı buğzu ve
düşmanlığı ilan etti, onlardan berî olduğunu ortaya koydu, meclislerini, özel
ve genel toplantılarını terketti, inancı ve hareketiyle tamamen onlardan
ayrıldı, onlara karşı tavır aldı, onların putlarını paramparça etti ve onların
karşısına büyük bir cesaret ve kuvvetle çıktı:
"Size ve
Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun. Hiç akıl erdirmiyor musunuz?"[98]
Şu taşlara ilahlar
olarak razı olan akıllarınıza yuh olsun.
Atalarınızın ve
babalarınızın üzerinde bulunduğunu taklit etmekten dolayı içine düştüğünüz
dalalete ve sapıklığa yuh olsun.
Kendi nefisleri için
herhangi bir fayda sağlayamayan ve kendilerinden hiçbir zararı gideremeyen şu
ilahlarınıza yuh olsun.
Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
"Gerçekten
İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda sizin için güzel örnek vardır. Hani
onlar kavimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden
uzağız. Sizi inkar ettik. Siz, Allah'a bir olarak iman edinceye kadar bizimle
sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve buğz belirmiştir (başlamıştır)"
demişlerdir."[99]
Bununla Halilü'r
Rahman güzel bir örnek oldu. Yani babasına, kavmine karşı düşmanlık ve buğz
ilan etmede; onlardan ve onların Allah'tan başka taptıklarından berî olduğunu
açıklamakta en güzel bir örnek olmuştur.
Ve Cenab-ı Hakk'ın
kavlindeki:
"...Ancak,
İbrahim'in babasına: Senin için mağfiret dileyeceğim...."[100]
ifadesine dikkat edelim.
Bu konuda
müfessirlerin çoğunluğu şöyle diyor:
Bu söz İbrahim'dendir.
Ancak örnek alınması bir mevzu değildir. Daha davetin ilk başlangıcında olmuştur
ve maksadı babasının kalbini yumuşatmaktı. O'nun Allah düşmanı olduğu anlaşılınca
kendisinden berî olmuştur. Buna rağmen, bu söz İbrahim Aleyhisselâm'dandır ve
misal konusu değildir.[101]
Daveti başkalarına
tebliğde yumuşak söz gereklidir. Ancak şirk üzere ısrar edildiğinde, Cenab-ı
Hakk'm düşmanlarına sevgi (dostluk) asla caiz değildir. Kim onları dost
edinirse, o da onlardandır. Dolayısıyla bu davetçiler Allah'tan korksunlar da,
İbrahim Aleyhisselâm'a tabi olsunlar. Kendi nefisleri için zoraki özürlere ve
batıl delillere cevaz bulmasınlar. Eğer hak sözü söylemeye güçleri yetmiyorsa,
bari batıl konuşmasınlar. Bu ise, imanın en zayıfıdır.
Mülhidlerden kötü
işler yapanlara "doğruya muhalefet ettin" diyen, onların, davetçi
kardeşlerine karşı çok sert ve en şiddetli sözler sarfettikleri ve onları
doğruya muhafelet etmekle itham ettiklerini görmekteyiz. Öyle ise Cenab-ı
Hak'tan kendilerine bir felaketin gelmesinden ve azaba layık olmalarından
korksunlar. [102]
İbrahim
Aleyhisselâm'ın hayatı; babası, kavmi ve Nemrud'la yaptığı münazaraların
çokluğuyla özellik arzetmektedir. Bütün bu münazaraların tamamında da
hasımlarının ağızlarını hak ile kapatıyor, kati deliller ile onların dillerini
(ağızlarını) dizginliyor. Bundan öte, İbrahim Aleyhisselâm kavmine karşı
is-tidrac metodunu (akıllarına göre derece derece ve yavaş yavaş) uygulardı.
Sonra onlara çeşitli planlar uyguluyor, O'na karşı hiçbir şey yapmıyorlardı.
Aralarında suçluyken
birden bire yargı makamı olur, onlar sanık durumuna düşerlerdi. Yarışın ipleri
(dizginleri) hep Onun elindeydi. Öyle ki, mücadele zamanını ve yerini onlara
İbrahim Aleyhisselâm tayin eder, sonra da aralarından muzaffer olarak çıkardı.
Cenab-ı Hakkın tebliğiyle emrettiği hücceti onlara hakkıyla anlatmış ve tebliğ
vazifesini ifa etmiştir..
Nemrud'la
münazarasından bahseden ve delilleri Nemrud'a hakkıyla göstermesinden sonraki
durumu anlatan şu âyete bak: "Ve kafir şaşırıp kaldı."[103]
Bir de delil
kendilerini çaresiz bıraktıktan sonra İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin zayıf
halini or-'taya koyan şu âyet:
"Bunun üzerine
vicdanlarına dönüp kendi kendilerine: Şüphesiz zalimler sizsiniz, dediler.
Sonra başlarını önlerine eğerek; bunlayın konuşamayacaklarını sen de bilirsin,
dediler."[104]
İbrahim Aleyhisselâm'm
gücünün sebebi baştan sonuna kadar Cenab-ı Hakk'a aittir. Allahu Teâla, İbrahim
Aleyhisselâm'a ikna etme gücünü ihsan buyurmuştur:
"Bunlar, kavmine
karşı, İbrahim'e verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece yükseltiriz.
Muhakkak ki senin Rabb'in Halim ve Alimdir."[105]
Şüphesiz ki Cenab-ı
Hak kullarına ve Peygamberi İbrahim'e ihsan buyurduğu mevhibeleri (kendi
katından verilenleri) en iyi bilendir. İbrahim Aleyhisselâm geniş kalpli ve
halis niyetliydi.... İşte bundan dolayı bütün insanlar O'nun aleyhinde olsalar
da, kendisiyle birlikte hanımı ve kardeşinin oğlundan başka hiç kimse olmasa
da, O, kavminin arasında başlı başına bir ümmet idi.
Buna mukabil
zamanımızda, milyonlarla ifade edilecek kadar pek çok davetçi buluyoruz fakat,
bunların tamamı İbrahim Aleyhisselâm'm kuvveti seviyesinde olamamışlardır.
Bu da, meselenin
keyfiyyeti, (niteliği) olup, kem-miyyet (sayı) meselesi olmadığını kuvvetle
izah ve ispat eder.
Kendisinde halis
niyet, engin bir ilim ve geniş bir vukufiyetle meselelere çözüm getirilebilecek
gücün ve hakkı haykırabilecek cesaretin toplandığı da-vetçiler gerçekten çok
azdır.
Bazen de sadık
mücahidler olur; fakat ilimlerinin azlığından ve dinin hükümlerini
kuşatamadıkla-ıından olayları karıştırırlar.
Bazen de isim sahibi
olur; fakat hakkı haykıra-ıııaz...
İyi bilin ki, İslâm
ümmeti, İbrahim Aley-lıisselâm'ı örnek alacak, her yer ve zamanda Allah'ın
hüccetini kullarına gösterecek bununla karşılarına dikilecek erlere acele
ihtiyaç vardır. Böyle ne kadar da
muhtacız. [106]
Cenab-ı Hak kendisine
rüşdünü verdiğinden itibaren, İbrahim (Aleyhisselâm) hakkın davetini açıktan
açığa yaymıştır. Hiçbir fırsatı kaçırmaz, mutlaka orada Allah'ın Tevhid'ine
daveti ilan ederdi. Yine her fırsatta Allah'tan başka ibadet olunan putları ve
heykelleri kaldırıp atardı.
Buna göre Halilü'r
Rahnıan'ın daveti gizli, insanlardan belli bir kesimle sınırlı değildi. Umum
insanlardan meçhul da değildi. Şehir sakinleri, göçebeler, halkın eşraf ve
insanların tümü, genç ibrahim'in müjdelediği davetin özelliklerini tanıyorlardı!
Babası O'nu dövmek ve
taşlamakla tehdit ettiğinde, kavminin tehditleri idama öldürmeye kadar
vardığında -ki dediklerini yapacaklarını biliyordu-, geri adım atmadı ve
davetinin usûlünden bir şey değiştirmedi. Yolun ortalarında onlarla buluşmak
için bu gibi şeyleri asla yapmadı. Kendi nefsi için herhangi bir özre tutunup
da gizli hücrelerden bir mağaraya girmedi. Ya da davetin maslahatını bahane ederek
kavminin putlarına karşı hücum etmekten vazgeçmedi.
Bunlardan hiç birini
yapmadı. Kaldı ki geri adım atsın, veya kendi başına hareket etsin. O öyle
birisi ki, Cenab-ı Hak O'nu, emin olmakla, sırat-ı müstakimde oluşuyla,
doğrulukla ve vefalı olmakla belirtmiştir. Davet Onun indinde; nefsinden, ailesinden,
babasından, ehlinden, kavminden ve malından çok daha ön plandaydı. Onun işi
gücü yalnızca davet idi. O'nun meselesi öyle ulvi bir meseleydi ki, onun
önüne hiçbir şey geçemezdi.... Ve tehlike saatlerinin en şiddetli olduğu bir
zamanda, kavminin putlarını paramparça etti. Bu putlar, onlar katında en
kıymetli varlıklardı. Hayır O, putları kırdıktan sonra gözlerden uzak olmak ve
giz-lonmek için asla kaçmadı. Bilakis onlara mahkemelerinden kendi davetini
yaymak için büyük bir fırsat yakaladı. O ayrı bir alemde, onlar da daha başka
bir alemde olmalarına rağmen; Allah'ın hüccetini onların karşılarına dikti.
Tarihin sayfalarını
karıştıranlar, Peygamber ve dııvetçilerin, ibrahim Aleyhisselâm'ın yolundan gittiklerini
bilirler. Uzak yakın herkes onları tanır. Onlar hakkı açıkça her tarafa yayar,
ne baskıcılardan korkar, ne de zalimlerden çekinirlerdi.
Zorluk ve meşakkatler
onların sebatlarını ve nurlu yoldaki istikametlerini arttırırdı.
İşte bunun için insanlar
onlara icabet ettiler ve Cenab-ı Hak da onların vasıtasıyla dinine yardım etti.
Ancak pasif
davetçilere gelince; insanlardan hiç biri onları bilmez. Bunlar kendi
gölgelerinden bile korkar ve gizlenirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine
sanır, evhamlara bürünürler, bir zorluk karşısında himmetleri su gibi akar
gider....
Onlar, mevcut ortamı
değiştirmekten şüphesiz acizdirler. Çünkü nefislerini değiştirmekten aciz
kalmışlardır.
Kendi çıkarlarıyla
daveti karıştıranlar, yan ve çeyrek çözümleri kabul edenler, davetteki hayatlarının
büyük bir bölümünü belirsizlik içinde gizli geçirenler ve tağutlarla dostlukta
herhangi bir sakınca görmeyenler; işte onlar İslâmî davete karşı İslâm
düşmanlarından daha çok tehlikelidirler.
Onlara tabi olanlar,
şeyhlerini tanımalı, korkak mı, cesur mu, ahmak mı, akıllı mı bilmeli, şeyhin
durumunu gizleyen fetvaların tehlikelerine karşı uyanık olmalı, o fetvalara
dikkat ve sakınma gözüyle bakmalıdırlar.
Şunu da belirtmeliyiz
ki, bazen davetçi belli bir süre
gizli çalışmaya mecbur
kalabilir. Tıpkı Rasulullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem'in davetin başlangıcında yaptığı gibi.... Fakat bu gizlilik
asıl değil, bir istisnadır, zarurettir, metod değildir. Şu âyetin nüzulundan
sonra davetin bütün yönleriyle gizli olması caiz değildir.
"Ey Peygamber!
İnsanlara emrolunduğunu açıkça tebliğ et. Müşriklere itibar etme"[107]
Daveti tebliğ edecek
erlerin açıkça bilinmesi lazımdır. Bunlar Allah yolunda kendilerine isabet
ede-eek her türlü eziyete karşı sabırla göğüs ger-melidirler. İbrahim Aleyhisselâm'm
hayatı gibi onların hayatları da tamamen davet için olmalıdır.[108]
[1] Enam Sûresi, ayet: 74
[2] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Bu hadisin zikri
ileride tafsilatlı olarak gelecektir.
[3] Enbiya Sûresi, ayet: 51
[4] Bakara Sûresi, ayet: 124
[5] Necim Sûresi, ayet: 37
[6] Peygamberlerin Allah'a daveti. Muhammed Ahmet El Adevi
Daru'l Marife, Beyrut, sayfa, 40
[7] Bu konuda itimat ettiğim (dayandığım) en önemli
kaynaklar: El Bidaye ve'n Nihaye, 1/140. Çünkü o genellikle rivayetlerin araştırılmasına
ve ayırdedilmesine ihtimam göstermektedir. Yine Tarih-i Taberi'ye de
dayanmışımdır ve îbn-i Esir'in El Kâmil adlı eserine de dayandım.
149
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin
Metodu, Guraba Yayınları: 143-149.
[8] Enam Sûresi, ayet: 74
[9] Enbiya Sûresi, ayet: 51 - 52
[10] Şuara Sûresi, ayet: 69 - 70
[11] Meryem Sûresi, ayetler: 41 - 48 152
[12] Kurtubi Tefsiri 11/111
[13] Kasas Sûresi, ayet: 55
[14] Furkan Sûresi, ayet: 63
[15] Lokman Sûresi, ayet: 15
[16] Bakara Sûresi, ayet: 74
[17] Mücadele Sûresi, ayet: 22
[18] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 150-159.
[19] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[20] Miimtehine Sûresinin sebebi nüzulü, Taberi, İbn-i
Kesir, Bu-h(H da Sahih'inde cihad bölümünde rivayet etmiştir.
[21] Edvau'l-Beyan, 8/138
[22] Tevbe Sûresi, ayet: 114
[23] Fi Zilalil Kuran, ikinci cilt, 28. cüz, sayfa 62
[24] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethü'l Bari,
7/197, El-Ebad (uzaklaştırılmış) babasının sıfatıdır. Çünkü Cenab-ı Hak'dan
(Rahmetten) çok çok uzaktır. Ve denildi ki, o helak oldu da onun için ona bu
sıfat verilmiştir.
[25] Fethu-1 Bari, 10/115 ve 7/197
[26] Tevbe Sûresi, ayet: 113
[27] İsra Sûresi, ayet: 56 - 57
[28] Zümer Sûresi, ayet: 3
[29] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 160-167.
[30] Şuara Sûresi, ayet: 69-74
[31] Enbiya Sûresi, ayet: 51-54
[32] Peygamberlerin Allah'a Davetleri, Muhammed Ahmet El
Adevi, sayfa 54
[33] Mülk Sûresi, ayet: 10-11
[34] Araf Sûresi, ayet: 179
[35] Enam Sûresi, ayet: 80
[36] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 171-175.
[37] Saffat Sûresi, ayeti: 83 - 86
[38] Enam Sûresi, ayet:74-78
[39] Bazı müfessirler şöyle diyorlar: İbrahim ile kavminin
arasında olan bu münazara Babil'de olmuştur. Başkaları ise, Harran'da olduğunu
söylemektedirler. Çünkü ehl-i Şam ve civan yıldızlara tapıyorlardı. İbn-i Kesir
de böyle diyen müfessirlerdendir. Bizim için mühim değildir. Nerede meydana
gelirse gelsin. Bilakis mühim olan, ayetlerin siyakları böyle bir münazaranın
kavmiyle olduğudur.
[40] Enam Sûresi, ayet: 83 180
[41] Bakara Sûresi, ayet: 260
[42] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir. Tahkik eden, Mustafa
Abdu'l Vahid, 175/1 Daru'l Kütübü'l Hadiyse, Mısır
[43] Edvau'l Beyan, Şeyh Şankıtı 2/180
[44] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız ise Buhari'ye
aittir. Fethu'l Bari, 7/222
[45] Kurtubi Tefsiri, 2/298 ve 7/25 Kadı Iyaz'dan
naklettiğimiz haber de Kurtubi'dendir
[46] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 176-183.
[47] Bakara Sûresi, ayet: 258
[48] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 184-186.
[49] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 187-188.
[50] Enbiya Sûresi, ayet:51-73
[51] 51'den 56'ya kadar ki ayetlerin izahı daha önce
yapılmıştı.
[52] Öyle anlaşılıyor ki, İbrahim'in kavminin bayramı da
tıpkı İstiklal bayramı, işçiler bayramı, ağaç bayramı ve tağutun doğum bayramı
v.s. gibi asrımızın bayramlarının benzeridir.
[53] Saffat Sûresi, ayet: 88, 89
[54] İbn-i Kesir, Kısasu'l Enbiya
[55] Saffat Sûresi, ayet: 91 - 93
[56] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 189-194.
[57] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari,
7/200 El Ha-lebi, Müslim ise fedail bölümünde merftı olarak tahriç etmiştir.
Ahmed İbn-i Hanbel ve Tirmizi de tahriç etmişlerdir. Tirmizi, bu hadis Hasen,
Sahih bir hadistir demiştir.
[58] Fethu'l Bari, Haşiye, İbn-i Hacer'in. 7/203
[59] Buhari bu hadisi Edebu'l Müfret'te İmran bin
Hûsayn'den tah-ric etmiştir. Buhari'ye ait olan ve yine Edebu'l Müfret'te Ebi
Osman El Mehdi'den, o da Ömer'den gelen başka bir rivayette ise: "Amma
tarizde öyle bir şey
vardır ki, yalan
olarak müslümana kafidir" bu-yurulmaktadır. Taberi de bunu Tehzib'de
tahric etmiştir. Taberani ise Elkebir adlı kitabında tahric etmiştir. Ravileri
güvenilirdir. Fethu'l Bari 13/216
[60] Bir önceki kaynak, 13/216
[61] Fethu'l Bari, 7/204
[62] Riya'zu's-Salihin, İmam Nevevi. Yalandan caiz olanın
beyanı konusu, sayfa 550 Mekteb'i İslami.
[63] Fethu'l Bari, 6/228 Halebi Matbaası
[64] Buhari bu hadisi sahihinde, İkrah halinde karısı için
bu benim lu/.kardeşim derse, onun üzerine bir şey yoktur, bölümünde tahric
et-ıııifjtir. 11/305
[65] Feth-1 Bari Halebi Matbaası. Hasim bin Hassan
rivayeti. Nesai, llozzar ve İbn-i Hibban bu rivayeti tahric etmişlerdir.7/201
[66] "Kısasu-1 Enbiya" Neccar'ın kitabıdır.
İçinde bir çok sapıklıklar vardır. En önemlileri: Akide konularında Âhad
hadisleri reddetmek, Aklı naklin üstünde tutmak (önüne geçirmek), yazdıklarında
ehli kitabın kaynaklarına dayanmasıdır. Güvenilir alimler ona reddiye yazıp
kitaptaki sapıklıkları açıklamışlardır.
[67] Fi zilalil Kur'an, 5/40, 17. cüz.
[68] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:194-210.
[69] Saffat Suresi,Ayet:97,İbn-i Kesir Tefsiri
[70] Fethu'l-Bari,7/206 Halebi Matbaasa
[71] Kurtubi Tefsiri, 11-304
[72] Bu iki rivayeti Buhari Sahih'inde tahric etmiştir.
Fethu'l Bari, B/229. Yeni Riyad Kütüphanesi.
[73] Yasin Sûresi, ayet: 82
[74] Yusuf Sûresi, ayet: 110
[75] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 211-215.
[76] Enbiya Sûresi, ayet:70-74
[77] Ankebut Sûresi, ayet: 26
[78] Saffat Sûresi, ayet:97-99
[79] Fethu'l Bari, 1/28
[80] İbn-i Hişam Siyreti, 1/330, El Albani, El Halebi
Matbaası ve Kütüphanesi.
[81] Nisa Sûresi,: 100
[82] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 216-223.
[83] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 225-231.
[84] En’am Suresi, ayet: 81, 82.
[85] Ali İmran Sûresi, ayet: 151
[86] Tevbe Sûresi, ayet: 52
[87] El Bidaye ven Nihaye 7/39
[88] Hadid Sûresi, ayet: 13
[89] El Kelimü't Tayyib. İbn-il Kayyım. (Kevakibül Dürriyye
fi Me-nakıbı Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye) adlı kitaptan aktarılmıştır.
[90] Al-i İmran Sûresi, ayet: 175
[91] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 232-239.
[92] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari
7/204, lafız da lluhari'ye aittir. Müslim ise, İbn-i Cüreyc hadisinden rivayet
etmiştir. Nesai ve İbn-i Mace
de Süfyan bin
Uyeyne hadisinden tahric etmişlerdir.
[93] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir, sayfa 185, Darul Kütübül
Hadiyse Tahkik: Mustafa Abdul Vahid. Kitabı tahkik eden vezeğ kıssası hakkında
diyor ki: "Akla muhalefet ettiği için bu rivayetlere mutmain olamıyoruz.
Çünkü hayvanlar için bir mükellefiyet yoktur. Vezeğ, Allah Rasûlü'nün
öldürmekle emrettiği fevasık (zararlı hayvanlar)dan da değildir. Eğer onun
öldürülmesini emrettiği doğruysa, o zaman ayrı bir illetin olması
lazımdır."
Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde rivayet ettikleri ve yine Ahmet İbn-i
Hanbel'in, Nesai'nin ve İbn-i Mace'nin de rivayet ettiği hadisler hangi akla
muhalifmiş? Abdul Vahid El bidaye ven Nihaye kitabını tahkik ettiğini iddia
ettiğinde kim bilir İbn-i Kesir ne kadar zulme uğramıştır.?!.
[94] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 240-243.
[95] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 244-246.
[96] Hud Sûresi, ayet: 75
[97] İbrahim Sûresi, ayet: 36
[98] Enbiya Sûresi, ayet: 67
[99] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[100] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[101] Edvua'l Beyan 8/139
[102] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 247-250.
[103] Bakara Sûresi, ayet: 258
[104] Enbiya Sûresi, ayet: 64, 65
[105] Enam Sûresi, ayet: 83
[106] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 251-253.
[107] Hicr Sûresi, ayet: 94
[108] "Dirasatü fis Sıyre" adlı kitapta, gizlilik
ve açıklık konusunda [ Bi»v*!uyu daha geniş bahsedeceğiz. İnşaallah pek yakında
kitap basılır.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin
Metodu, Guraba Yayınları: 254-257.