İBRAHİM ALEYHİSSELAM... 1

İbrahim Aleyhisselâm'ın Babasıyla Konuşması (Münazarası): 3

İbrahim Aleyhisselâm'ın Babasından Uzaklaşması 7

İbrahim Aleyhisselâmın Kavmiyle Mücadelesi 9

Taklidin Zorluğu. 10

İbrahim Aleyhisselâmın Kavmini Daveti 11

Nemrud İle Münazarası 14

İbrahim'in Tağutu İle Asrımızın Tagutları Arasında Bir Karşılaştırma. 15

İbrahim Putları Kırıyor. 15

Birinci Hadis. 17

İbrahim Aleyhisselam’ın Ateşe Atıkması 23

İbrahim Aleyhisselâm'ın Hicreti 24

Dersler Ve İbretler. 27

1- Asrımızın Tağutları Zulüm Bakımından İbrahim Aleyhisselâm'ın Ta-Ğutlarından Daha Da İleridirler  27

2- İbrahim Aleyhisselâm Allah'tan Başka Kimseden Korkmazdı 29

3- Müslümanlar Tek Vücut Gibidirler. 32

4- Çağın Put Ve İlahlarından İki Örnek. 33

5- Müşriklerle Dostluk Yapmamak. 34

6- İbrahim   Aleyhisselâm'ın   Gücü   Ve Cesareti 35

7- İbrahim Aleyhisselâm'ın Hayatında Her Şey Allah'a Davetti 36

 

 

 

 

İBRAHİM ALEYHİSSELAM

 

Bazı tarihçiler İbrahim Aleyhisselâm'm Şam'ın sulu ve ağaçlıklı bölgesinde doğduğunu söylerler. Berze denilen bu köy ( Cebelu Kâsiyon) Kâsi^on da-ğındadır.

Sahih olan ise İbn-i Kesifin İbn-i Asakir'den ve başka bir yolla da İkrime'detf rivayetidir. Buna göre İbrahim Aleyhisselam Keldaniler'in bölgesinde doğ­muştur. Yani Babil topraklarını kasdetmektedir.

İbrahim Aleyhisselâm'm doğumu, babası yetmiş-beş yaşma ulaştıktan sonrü olmuştur. İbrahim'in Nahur ve Haran diye çocukları oldu. Lut da Haran'm çocuğudur. İbrahim ortanca olandır. Haran, Babil'de babası hayatta iken öldü.

İbrahim Aleyhisselâm'm babasının adının Âzer mi yoksa Târih mi olduğu konusunda tarihçiler ih­tilaf etmişlerdir. Doğrusu ise; Cenab-ı Hakk'ın şu âyetine göre Âzer'dir.

"İbrahim, babası Âzer'e: Putları ilahlar mı edi­niyorsun? Ben seni ve kavmini ap-açık bir sapıklıkta görüyorum, demişti."[1] Ve Allah Rasûlü'nün bu ko­nudaki sözü de İbrahim Aleyhisselâm'm babasının Âzer olduğunu göstermektedir.

"Kıyamet günü İbrahim babası Azer'in yüzünde korku ve toz toprak olduğu halde karşılaşır......" böy­lece hadis devam ediyor.[2] İbn-i Cerîr et-Taberî diyor ki: Doğru olan isminin Âzer olmasıdır. Belki de onun iki ismi, iki unvanı vardı. Ya da biri lakab, diğeri de isim idi.

İbn-i Kesir de şöyle diyor:

Taberi'nin bu dediği ihtimal dahilindedir. En iyi­sini Allah bilir.

İbn-i Cerir et-Taberi diyor ki: "Ehl-i   ilimden   Selefin   geneli,   İbrahim   Aley-hisselam'ın   doğumunun   Nemrud   bin   Kevş   za­manında olduğunu söylerler."

Nemrud bin Kenan bin Kevş diktatör ve zalim bir yöneticiydi. O'nun tebaası cehalet ve sapıklığın ka­ranlıklarında idiler. Yine onlar sağır taşlara ve kör putlara taparlardı.

Nemrud kendisini kavmine hükümdar tayin etti, arkasından da nefsini onlar için ilah olarak kararlaştırdı, insanları kendine ibadete çağırdı. Onlar da hemen Nemrud'a itaat ettiler. Çünkü konuşan putlar, ölmüş putlardan daha faziletlidir. Diğer bir açıdan; Babil'in tağutu fayda ve zarar veriyor. Fa­kiri zengin edebiliyor. Azizi zelil kılabiliyordu. Çünkü dünya sakinlerinin rızıklarının mühim bir kısmına hükmediciydi. İbn-i Abbas ve diğerlerinden gelen rivayete göre:

"Yeryüzünün tamamına sahip olan melikler dört tanedir. Nemrud, Süleyman bin Davud Aley-hisselâm, Zülkarneyn Aleyhisselâm ve Bağt Nasr'dır. İki mü'min iki kafir."

İşte bu fesat beldede Halilü'r Rahman İbrahim Aleyhisselâm doğdu.

İbn-i Kesir şöyle diyor:

"İbrahim Halil, hanımı ve kardeşinin oğlu Lut'tan başka yeryüzünde kim varsa hepsi de kafir idi.

Babası Âzer İbrahim Aleyhisselâm'm en şiddetli düşmanıydı. Akrabaları, arkadaşları ve kardeşleri de Onun azılı düşmanlarıydı. Bu demek oluyor ki, İbrahim Aleyhisselâm, ailesi ve yakınları arasında da garipti, yalnızdı.

İbrahim Aleyhisselâm genç delikanlı olduğunda "Sâre" adında bir kadınla evlendi. Sâre kısırdı, çocuk doğuramazdı.

Süheyli'nin de anlattığı gibi bazıları Sâre'nin İb­rahim Aleyhisselâm'ın kardeşi Haran'm kızı, Lut Aleyhisselâm'ın kız kardeşi olduğunu zannederler. Bunu söyleyenler tamamen yersiz ve ilimsiz bir şey söylemişlerdir.

Bazıları da, o zamanda kardeş kızıyla evlenmenin meşru olduğunu iddia ederler ki, bu konuda onların hiçbir delili yoktur. Yahudi ve Rabbanilerden nak­lolunduğu gibi, o zamanda bunun meşru olduğunu farzetsek bile, Peygamberler almazlar. En iyisini Allah bilir.

İbrahim Aleyhisselam daha genç yaşından iti­baren görüşünün doğruluğu ve derin fikriyle bi­linirdi. Allah birdir ve tektir. Mülkte O'nun eşi ve ortağı yoktur. Cenab-ı Hak, İbrahim Aleyhisselâm'ın kalbine, kavminin tapmış olduğu putlardan nefret etmeyi koydu. Çünkü o putlar onlara ne bir fayda sağlıyordu, ne de onlardan herhangi bir zararı gi-derebiliyordu... Allahu Teâla'nm ne zaman İbrahim Aleyhisselâm'ı Risaletle gönderdiğini ve bunun ka­çıncı sene olduğunu bilemiyoruz.

Bu konuda, Kur'an-ı Kerim'de umumi işaretler gelmiştir.

Bunlardan bazıları:

"Şüphesiz ki Biz daha önce İbrahim'e hakkı bul­ma kabiliyeti verdik. Biz O'nun Peygamberliği yük­lenebileceğini biliyorduk."[3]

Yani Cenab-ı Hak O'ndaki kâmil aklı, üstün ze­kayı, delil getirmedeki gücü, hak ile batılın arasını ayırmadaki üstünlüğü biliyordu.

Ve Allahu Teâla'nm şu kavli:

"Rabb'in, İbrahim'i bazı emirler ile imtihan edip o da bunları tamamlayınca, Allah: "Ben seni insanlar üzerine imam (rehber) yapacağım" dedi. İbrahim de: "Ya Rabbi! Zürriyetimden de imamlar yap" dedi. Allah, "benim ahdime zalimler nail olamazlar" bu­yurdu."[4]

Cenab-ı Hak, İbrahim Aleyhisselâm'ı imtihan et­tiği kelimelerin neler olduğunu bizlere açıklamadı. Onların birtakım emirler olduğunu ve İbrahim Aley­hisselâm'ın da onları noksansız tamamladığını bil­memiz bize kafidir....

Başka bir ayette de Allah, İbrahim Aleyhisselâm'ı vefakarlıkla vasıflandırmış ve hatta vefayı İbrahim Aleyhisselâm'ın ahlakından bir cüz olarak kılmıştır.

Şöyle buyuruyor:

"Ve İbrahim ki ahdine vefalıdır."[5]

Cenab-ı Hakk'm "Muhakkak ki, ben seni insanlar üzerine imam (rehber) yapacağım, dedi" ayetinin tef­sirine gelince: Bu konuda Şeyh Muhammed Ahmed El-Adevî şöyle diyor:

"Bu imametin yüzde yüz Cenab-ı Hakk'm ihsa-nıyla olduğunu ve O'nun seçmesi, kelimeleri tamam­laması  sebebiyle  olmadığını bize  göstermek için, Allah,  "Fegâle inni  Câilüke"  demedi;  "Gâle inni Câilüke" dedi. Çünkü buradaki imamet Peygamber­likten ibarettir.  Peygamberlik ise,  çalışanın gay­retiyle elde edilmez. Bu ayetten murad, İbrahim Aleyhisselam'm bu yüce makama layık olduğudur ki, o makam da insanlara imamlıktır. Şüphesiz Al-lahu  Teâla   Risalet'ini      ehil   olan  kimseye   ver­miştir."[6]

İbrahim Aleyhisselam'm siyretinden, O Babil'de iken kendisinin Peygamberlikle görevlendirildiğini, O'nun da Allah'ın emrettiği şeyi en güzeliyle yerine getirdiğini, belalara, eziyetlere karşı sabrettiğini, tehdit ve korkutmaları dağlardan daha yüce bir azi­metle karşıladığını, kavminin, davetinden yüz çe­virdiğine    tamamen    kanaat    getirince,    Cenab-ı Hakk'ın geniş yeryüzünde hicret edip, ayağının her bastığı yere iman tohumunu ektiğini bilmemiz bizler için yeterlidir.

Netice  olarak İbrahim Aleyhisselâm,  sabrı  ve azmi sebebiyle Enbiyaların babası olmaya müstehak olmuştur. Muttakiler için imam ve muvahhidler için bir örnek olmaya layık olmuştur.

İbrahim Aleyhisselam'm Peygamberlik dönemi­nin önemine nazaran onun kıssası Kur'an-ı Kerim'de yirmi beş sûre ve altmış üç ayette zik­redilmiştir. Yine O'nun siyreti kardeşinin oğlu Lut Aleyhisselam'm siyreti ve oğlu İsmail ve İshak Aley-himasselam'm hayatlarıyla da irtibatlanmıştır. Hatta O'nun siyreti kendisinden sonra gelen bütün Peygamberlerin siyretiyle ilgilidir. Çünkü Pey­gamberler O'nun neslinden ve zürriyetindendirler. Ve Mişk-ül Hitam ise; Âdem'in en büyük oğlu Mu-hammed'dir. Salat ve selamın en üstünü onun üze­rine olsun.[7]

 

İbrahim Aleyhisselâm'ın Babasıyla Konuşması (Münazarası):

 

Âzer putlara tapardı. Hatta putları taştan yon­tarak yapar ve satardı. İşlerin en şerlisi, bir insanın batıl bir akideye inanmasıdır.

Sonra bu gaye edinilip bütün çalışmalar onun üzerine yoğunlaşır ve rızık kapısı haline gelirse çok daha şerlidir.

Davet edilenlerin ilki, İbrahim Aleyhisselâm'm babası olacağı açıktır. Çünkü insanların O'na en ya­kını babasıdır. Ve hidayete de en evlâ olanı da yine odur. Allahu Teala Muhammed Aleyhisselam'a aşi­retinden ve akrabalardan başlamasını emretmiştir. Allah Nebilerinin hepsinin de davetteki metodu böy­ledir.

İbrahim Aleyhisselâm'm babasını davetinden sö-zeden pek çok ayet nazil olmuştur. Bunlardan ba­zıları:

"İbrahim babası Âzer'e: Putlara mı ibadet  ediyorsun? Ben seni ve kavmini ap-açık bir sapıklıkta görüyorum, demişti."[8]

Şüphesiz ki Biz daha önce İbrahim'e hakkı bulma kabiliyeti verdik. Biz O'nun Peygamberliği yük­lenebileceğini biliyorduk. O bir zaman babasına ve kavmine: "Tapıp durduğunuz bu heykeller de nedir?"demişti."[9]

Ve Cenab-ı Hakk'ın şu kavli:

"Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani O ba­basına ve kavmine, neye tapıyorsunuz, demişti."[10]

Meryem Sûresinde nazil olan ayetler, İbrahim Aleyhisselâm ile babası arasında cereyan eden mü­nazarayı çok açık bir şekilde bildirmektedir.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Kitab'da İbrahim'i de zikret. O, sıdkı bütün bir Peygamberdir. Bir vakit babasına: "Ey babam! Niçin işitmez, görmez ve senden bir belayı uzaklaştırmaya gücü yetmez şeylere tapıyorsun? Ey babam! Bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir. O halde bana uy ki, seni doğru yola hidayet edeyim. Ey babam! Şey-tan'a tapma. Çünkü Şeytan Rahman'a asi olmuştur. Ey babam! Korkarım ki, Rahman tarafından sana bir azab gelir de, Şeytan'a dost olmuş olursun" de­diğinde, Babası: "Ey İbrahim, sen benim ilah­larımdan yüz mü çeviriyorsun? Andolsun ki, eğer bundan vazgeçmezsen seni taşa tutarım. Uzun bir müddet yanımdan defolup git" dedi. İbrahim de: "Allah'ın selameti senin üzerine olsun. Senin için Rabb'imden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o bana du­amın kabulünü vaadetmiştir. Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan ayrılıyorum (uzaklaşıyorum). Ve Rabb'ime dua ediyorum. Umulur ki, O'na bu dua sebebiyle asi olmam" dedi."[11]

"Kitab'da İbrahim'i de zikret. O sıdkı bütün bir Peygamberdir."

Allahu Teala Nebisi Muhammed Aleyhisselam'a İbrahim Halilü'r-Rahman'ı hatırlamasını emrediyor. O, doğruluğunun çok fazla olmasından dolayı Allahu Teala O'nu "Sıddık Nebi" olarak isimlendirdi. O'nu doğrulukla vasıflandırdı ve bunu Nübüvvetten önce zikretti.

Muhakkak, İbrahim Aleyhisselâm, Nübüvvetten önce de kavmi arasında sadık idi. Tıpkı Risaleti teb­liğinde, Allah'a teslimiyetinde ve Rabb'inin emir­lerine boyun bükmesinde de sadık olduğu gibi.

— "Ey babam dediğinde."

İbrahim Halilü'r-Rahman babasıyla yaptığı ko­nuşmasına "Ey babam" sözüyle başladı. Bu, bağların en kuvvetlisi ve en sağlamıdır.

Şeyh Muhammed Ahmed El Adevi diyor ki:

"...Diğer taraftan İbrahim bu çekici üslupla ba­basının hiddetini kırmaya gayret ediyor. Ta ki Allah'ın Risaletini ona tebliğ edebilsin ve delilini ona tam olarak gösterebilsin. Ve İbrahim Aley­hisselâm gayet sakin ve öfkesiz bir haldedir. Bu şef­kat ve merhameti gerektiren üslupla nida ettikten sonra edeple ona şöyle dedi:

"Ey babam! Niçin işitmez, görmez ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere tapıyorsun?"

"Ey babam! Sen ona nida ettiğinde, seni duy­mayan bir ilaha nasıl ibadet ediyorsun? Sen ona yaklaştığında veya ondan uzaklaştığında seni gör­mez. Sana hiçbir fayda getiremez veya hoş olmayan herhangi bir şeyi senden defedenıez...." İşte bu man­zara, bir çok manzaralardan biridir ki, İbrahim Aleyhisselâm bu manzara esnasında onun tapmakta olduğu putların acziyetihi açıklıyor, babasını dü­şünceye ve akıl nimetinden istifadeye davet ediyor.

— "Ey babam! Bana, sana gelmeyen bir ilim gel­miştir. O halde bana uy ki, seni doğru yola hidayet edeyim."

İbrahim babasıyla konuşmada mücadelesine, çok ilmi  oluşundan,  delilinin  kuvvetliliğinden ve zekasının üstünlüğünden başlamadı. Yine babasını da cahillikle vasıflandırmadı. Eğer öyle ve böyle de de­seydi doğru idi. Ancak O babasına sadece şöyle dedi ve o babası nezdinde de emin ve sadıktır: "Ey babam! Allah kendi fazlından bir üstünlük verdi ve özel kıldı. Bu yeni emri dinle ve Hakk'ın davetine icabet et ki, her iki cihanda da kurtuluşa erenlerden olasın. Ey babam, şu içinde bulunduğun halde devam etmekten uzaklaş; yoksa Şeytan'a kul olur­sun. Rahman'ın ibadetiyle Şeytan'm ibadeti mu minin kalbinde asla birleşmez."

Ve İbrahim Aleyhisselâm babasıyla olan ko-uşmasmı "ey babam" sözüyle bitiriyor. Yani çok latif, ince bir nida ile başladı. Dünya ve Ahiret'te Allah'ın azabının onun üzerine gelmesinden kor­kuyor:

— "Dedi ki: Ey İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen seni taşa tutarım. Uzun bir müddet yanımdan de­folup git." Azer, oğlunun, kavminin ilahlarından yüz çevirmesini reddediyor. İbrahim Aleyhisselâm'la olan konuşmasında O'na ey oğlum diye hitab et­medi. Sadece O'na ismiyle "İbrahim" diye seslendi. Sonra O'nu tehdit etmeye başladı.

"Ey İbrahim, eğer sapıklığından vazgeçmezsen ve bâtılından geri dönmezsen, mutlaka seni taşlarım. Şu anda senin üzerine düşen görev, evimden çıkman ve oturduğum yerlerden uzaklaşmandır."

"Dedi ki: Allah'ın selameti üzerine olsun. Senin için Rabb'imden mağfiret dileyeceğim. Çünkü O bana duamın kabulünü vaadetmiştir."

"Selamun aleyke." Cumhura göre İbrahim Aley-hisselâm'ın selamından maksat, esenlik ve bereket selamı değil, ayrılmalardan gelen selamlaşma, sağ-lıklamadır. Taberi diyor ki: "Selamın manası, ben­den sana eminlik demektir."

Tenkit ehli dirayetli âlimler de; "yumuşak huylu İbrahim Aleyhisselâm Sefih'e (Sefih, akıl edemeyen babası) hitab etti" demektedir.

Bazıları da: "İbrahim'in selamının, ayrılma se­lamlaşması olduğunu" söylemişlerdir.[12]

Şu ayette geçen selam bu çeşittendir :

"...Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz si­zedir. Selam sizin üzerinize olsun. (Bizden emin ola­bilirsiniz, size sövmeyiz.) Biz cahillerle münakaşayı istemeyiz."[13]

Ve Cenab-ı Hakk'ın, Rahman'ın kullarını va­sıflandıran şu âyeti de yine bu çeşit bir selamlama­dandır.

"....Kendilerine cahiller laf attıklarında, "selam" (sizinle muhatab olmayız) derler."[14]

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Eğer onlar (anne ve baba) senin bilmediğin bir şeyle bana şirk koşmana seni zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dünyada onlarla iyi geçin..."[15]

— "Sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan uzaklaşıyorum. Ve Rabb'ime dua ediyorum. Umulur ki, O'na bu dua sebebiyle asi olmam, dedi."

ibrahim Aleyhisselam kavminin ve babasının Allah'tan başka çağırdıkları putlardan ve heykeller­den uzaklaştığı gibi, babasından ve kavminden de uzaklaştı. İbrahim Aleyhisselam onların kavmî mut­luluklarına ortak olmuyor, bayramlarında top­lantılarında hiç bir sevinç duymuyordu. Onların ilahlarını sadece tenkit ve yaralamaktan başka bir şekilde zikretmiyordu. Bununla beraber babasına karşı gayet iyi ve nazik davranıyordu ve onun hi­dayete ermesine oldukça hırslıydı. Bu konuda Ce­nabı Hakk'm "Selamun aleyküm" sözüyle, ayrılma selamının kastedilip, tahiyyet (rahmet ve bereket) selamının kastedilmeyişine bir delil vardır.

ibrahim Aleyhisselam kavminden ve kavminin içinde bulunduğu şirk ve sapıklıktan yüz çevirdi­ğinde, Allah, dostuna nasıl bir ikramda bulundu­ğunu da başka bir ayette beyan ediyor:

"Ne zaman ki ibrahim onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından ayrıldı, biz O'na İshak ve Yakub'u ihsan ettik. Her birini de Peygamber yapık. Onlara rahmetimizden ihsan eyledik. Onlara yüksek bir sadakat dili (şan, şöhret) de verdik."

ibrahim Aleyhisselâm'ın babasıyla olan ko­nuşmasında (münazarasında) pek çok ibretler var­dır. En önemlileri şunlardır:

1- Pek çok davetçi -kitaplarında ve derslerinde-davetten daha çok kendi nefislerinden bahsediyor­lar. Başkalarıyla yaptıkları münazaralarda onlara karşı  üstünlük  sağlamaya  çalışıyorlar ve  onlara problemlerini   arzetme   fırsatını   vermiyorlar.   En basit sebeplerden dolayı kendi kendilerine kızıp si­nirleniyorlar. Kalplerini hemen kin kaplamaktadır. Dolayısıyla bunlara ve diğerlerine düşen görev: Sa-dakatta, edebde, tevazuda, ihlasta ve başkalarına hürmette ibrahim Aleyhisselam'ı örnek edinmeli, kendi nefsî çıkarlarını bir kenara itip bütün gayesini Allah rızasına matuf kılmalıdır.

2- Azer'in kalbi tıpkı taşın en serti gibi idi. Hatta sert taş o kalpten daha yumuşaktır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"...Muhakkak ki, bazı taşlar vardır ki, onlardan nehirler çıkar. Bazıları da vardır ki, yarılıp içinden sular akar ve Allah korkusundan dağlardan yu­varlanıp düşerler. Allah işlediğinizden gafil de­ğildir."[16]

Âzer inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Putlar ve heykeller kendisine ciğerparesinden (oğlu İbrahim'den) daha sevimliydi. O putlar kendisine in­sanların en yakınıydı. İbrahim Aleyhisselam da inandığı ve itikad ettiği şeyde çok ciddi idi. Ne zaman ki babası şirkinde ısrar etti, İbrahim Aley­hisselam ondan yüz çevirip terketti. İbrahim Aley­hisselam merhamet ve yumuşak huyla bezenmesine rağmen, babası ona düşmanlık ve buğzetti.

Ve üzücü olanlardan biri de, pek çok davetçinin kendi menfaatlarını dava ile karıştırmalarıdır. İslam'a ve Müslümanlara olan düşmanlıklarına rağ­men idarecilere karşı sevgi gösterilerinde bulunuyor ve onlara sevimli olmaya çalışıyorlar.

Cenab-ı Hakk'ın Kitab'mda:

"Allah'a ve Ahiret gününe iman eden bir kavmi; babaları, oğulları, kardeşleri veya soysopları olsalar bile, Allah ve Rasûlü'ne muhalefet edenlerle dostluk eder bulamazsın..."[17] diye buyuran âyetini oku­dukları halde, babalarından, kardeşlerinden ve ak­rabalarından müşrik ve münafıklara karşı sevgi gös­terirler, onlara hoş görünmeye çalışırlar.

Davaya gönül veren dâvetçiler İbrahim Aley-hisselâm'ı, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'i ve Allah'ın diğer Nebilerini örnek alanlardan ol­madıkları müddetçe, davet asla başarıya ulaşmaz.

Salât ve selamın en üstünü o Peygamberlerin üzerine olsun. [18]

 

İbrahim Aleyhisselâm'ın Babasın­dan Uzaklaşması

 

Allahu Teala şöyle buyuruyor: "Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olan­larda sizin için güzel bir numune (örnek) vardır. Hani onlar kavimlerine: Biz, sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden beriyiz (uzağız). Sizi red­dettik. Siz Allah'a bir olarak iman edinceye kadar daima bizimle sizin aranızda düşmanlık ve buğz var­dır, demişlerdi. Ancak İbrahim'in babasına: Senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat, Allah'ın azabına karşı seni kurtarmaya gücüm yetmez, demesi hariç. (Ey mü'minler) şöyle deyin: Ey Rabbimiz! Sana te­vekkül ettik, sana tevbe edip yöneldik ve nihayet dönüş sanadır."[19]

Sebeb-i  Nüzul  (Yani  bu  ayet-i  kerimenin  in­mesine sebep olan olay):

Rasûlullah Aleyhisselam Mekke'yi fethetmeye az­mettiğinde, düşüncesini Sahabelerinden bir cemaata açtı. Hatib de onlardan birisi idi. Hatib Mekke eh­line bir mektup yazmak istedi ve yazdı. Pey-gamber'in onlara karşı savaş azminde olduğunu bil­dirmek ve müşrikler nezdinde bir himaye edinmek gayesiyle bu mektubu müşrik bir kadınla gönderdi. Bunun üzerine Allah Rasûlü Aleyhisselam Ali'yi, Zübeyir ve Mikdad'ı gönderdi. Onlar da kadını Ravzaî-Hâh denilen yerde yakaladılar ve mektubu ondan aldılar. Eğer Hatib Bedir ehlinden olma­saydı, Allah Rasûlü, O'nun yaptığından hıyanet kas-detmediğini bilmeseydi ve eğer Hatib kafir ve mür-ted olsaydı, mutlaka Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem O'nun boynunun vurulmasını emre­derdi."[20]

Birincisi: Onlardan (Allah'a şirk koşanlardan) ve Allah'tan başka ibadet ettiklerinden berî olmak (yüz çevirmek).

ikincisi: Onları reddetmek.

Üçüncüsü: Onlar tek olan Allah'a inanmcaya kndar  düşmanlık  ve  buğzu  başlatıp sürdürmek, bunu ebedi olarak açıkça ve üst seviyede söyleyerek ilan edip açıklamak. İşte bu, kendileriyle kavimleri arasındaki ilişkiyi kesmede en ileri bir derecedir.

Buna ilaveten, ebedi bir düşmanlık ve buğzun başlamasmdaki yegane sebep, küfrün ta kendisidir. Eğer onlar bir tek olan Allah'a inansalar, bunların tamamı aralarında son bulur.[21]

İbrahim Aleyhisselâm'm babası için istiğfar et­mesine gelince, o daha babasını davetteki ilk dö-nemindeydi. İbrahim Aleyhisselâm babasının şirk üzere ısrar etmesini beklemiyordu. Ve zaten sadece onun için hidayet temenni ediyordu. Cenab-ı Hak: "İbrahim'in babası için istiğfarı, ona söylediği bir va-adden dolayı idi. Babasının Allah'ın düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan uzaklaştı. İb­rahim cidden çok niyaz eden ve çok halim selim bir insandı"[22] buyurmaktadır.

İbrahim Aleyhisselâm babasından berî oldu, yüz çevirdi. Tıpkı Nuh Aleyhisselâm'm hanımından ve oğlundan berî olduğu ve Rasûlullah Sallallahu Aley­hi Vesellem'in en yakın müşrik akrabalarından yüz çevirip berî olduğu gibi. Üstad Seyyid Kutub bu ayet-i kerimelerin tefsirinde şöyle diyor: "Müs­lüman, İbrahim Aleyhisselâm'm kıssasına bakarken O'nun asil bir nesebi olduğunu, uzun bir geçmişinin bulunduğunu ve hayatının zaman boyunca uzanıp gelen güzel bir örnek olduğunu görür. Sadece İb­rahim Aleyhisselâm'm inancı konusunda değil; bi­lakis karşılaştığı tecrübelerinde de bunu görür. Ne­ticede müslüman, O'nun büyük bir tecrübe birikimi olduğu şuuruna varır ki, bu birikim kendi şahsi tec­rübe birikiminden ve içinde yaşadığı neslin tec­rübelerinden daha da büyüktür. Bu taife Allah'ın dinine inanarak zaman boyunca uzanıp gelirken O'nun koruyuculuğunda ve himayesindedir. Bazen olur ki müslüman yaşamakta olduğu olayın aynısı daha öncede geçmiştir. Bazen de bu taifenin tec­rübesi öyle bir kararda son bulur ki, o kararın ay­nısını ve bu tecrübeyi bugün herhangi bir müslüman da elde etmiştir. Çünkü yeni veya ilk defa ortaya çıkan   birşey   değildir.   Ve   müminlere   meşakkat

veren bir külfet de değildir..... Sonra müslümanm

uzun ve geniş bir ümmeti vardır ki kendisiyle inan­cının düşmanları arasında irtibatlar yeşermeye baş­ladığında, o, bu ümmetle birlikte akidede buluşur ve o akideye döner. Çünkü müslüman, bu yüce, geniş, derin, köklü, pek çok dalları olan tam ve mükemmel gölgeli ağacın bir dalıdır. Öyle bir ağaç ki ilk müs-Iumanlar bu ağacı dikti.... İbrahim de (Aley­hisselâm)....."[23]

İşte iman, muttakilerin imamı olan İbrahim Aley-hisselâm ile, şekli en çirkin bir hale döndürülmüş olarak helak olanlardan babası Azer'in arasını, işte böyle ayırdı.

Ebu Hureyre'den, radıyallahü anh, gelen bir ri­vayete göre Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem şöyle buyurdu: "Kıyamet günü İbrahim babası Azer ile, yüzünde korku ve toz toprak olduğu halde karşılaşır. Ve İbrahim ona der ki: Ben sana, bana asi olma demedim mi? Babası da O'na der ki: Bugün sana isyan etmeyeceğim. İbrahim de der ki: Ey Rabbim, muhakkak, insanların haşrolunduğu günde beni rezil etmeyeceğini bana vaad ettin. Peki, uzak­laştırılmış (rahmetten kovulmuş) babamın re­zilliğinden daha büyük rezillik mi var? Bunun üze­rine Cenab-ı Hak da buyurur ki:

"Ben Cennet-i kafirlere haram ettim." Sonra İb­rahim'e denilecek ki: Ey İbrahim, ayaklarının di­binde ne var? O da bakar ki kesilmiş, pisliklere bu­laşmış bir hayvan. Derken o hayvan sırt kısmından tutulup Cehenneme atılır."[24] Hafız İbn-i Hacer diyor ki: "İbrahim bin Tah-man'ın rivayetinde ise; Cenab-ı Hak İbrahim'in babasım İbrahim'den alır ve O'na; "ey İbrahim baban nerede?" diye sorar. O da: "Sen onu benden aldın" der. Cenabı Hak da "aşağıya bak" der. O da bakar ki bir kurt, leş kokulu ağzıyla toprağı karıştırıyor, pis salyaları etrafa dağılıyor."

Ve Eyyub'un rivayetinde ise; "Cenab-ı Hak İb­rahim'in babasını ayı şekline koyar. İbrahim de o leşin pis kokusundan nefret ettiğinden par­maklarıyla ayının burnundan tutar. O anda Cenab-ı Hakk O'na, "ey kulum, o senin babandır" der. İb­rahim de "senin izzetine yemin olsun ki bu benim babam değildir, der."

Said'in rivayet ettiği hadiste de: "Cenab-ı Hak onun şeklini çok kötü bir surete çevirir ve kokusu ise iki tane sırtlan suretinde etrafa yayılır. İbn-i Münzir de bu son veçhe şunu ilave eder: İbrahim ba­basını bu şekilde gördüğünde ondan yüz çevirir ve der ki, sen benim babam değilsin."

Hafız ibn-i Hacer devamla der ki: "Deniliyor ki, babasının suretinin böyle değiştirilmesindeki hik­met; İbrahim'in kendisi dahi ondan nefret etmesi ve kendi suretinde Cehennem'de kalıp bundan İb­rahim'de bir üzüntü bırakmaması içindir."[25]

— İbrahim ki, Halilür Rahman olduğu halde, Kıyamet gününde babasına hiçbir fayda sağlayamı-yorsa, onu ebedi olarak Cehennem ateşinde yan­maktan kurtaramıyorsa!.... Cenab-ı Hak İbrahim'in lisanı üzere şöyle buyuruyor:                                             

"Ben senin için Allah'tan hiçbir şeye malik değilim" Ve Rasûllerin ve Nebilerin sonuncusu (salat ve selamların en üstünü O'nun üzerine olsun), Kı­yamet günü anne ve babasına hiçbir fayda sağ-layamıyorsa!... Hatta Rabb'i O'na sitem etti. Çünkü amcası Ebu Talib için istiğfar etmişti. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Ne Peygambere ne de mü'minlere akrabaları bile olsa, onların Cehennem ehli oldukları mu­hakkak meydana çıktıktan sonra müşrikler için is­tiğfar etmeleri doğru ve caiz değildir."[26]

Peki bazı insanlara ne oluyor ki, evliyaların ve sa-lihlerin   kabirlerini   ziyaret   için   özel   olarak   seyahatlar yapıyorlar, o kabirlerin etrafında tavaf edi­yor, o kabirler için kurban kesiyor ve Allah'tan başka hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği şeyleri ölülerden istiyorlar. Kabirlere tapanlar, duanın da bir ibadet olduğunu ve sadece Allah'a yapılacağını unutuyorlar. Allah'ın Nebileri ve evliyaları ise hiç kimseden herhangi bir zararı gidermeye malik de­ğillerdir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"De ki: Allah'tan başka ilah olduklarını zan­nettiğinizi çağırın. Onlar, sizden bir zararı gidermeye ve değiştirmeye güç yetiremezler. Gerçek şu ki, onların o taptıkları da flabb'lerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile garlar. O'nun rah­metini umarlar, O'nun azabında» korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur."[27]

Şunu söylemek de çok yeri^ °lacaktır- Mu­hakkak Kureyş müşrikleri All*h'a inanıyorlar ve putların kendilerini Allah'a yanaştırdıklarına ina­nıyorlardı. Cenab-ı Hak şöyle bt>yuruvor: "-O'ndan başka mabud edinenler; "biz tanlara ancak bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" derler."[28]

Muhakkak ki Allah'ın indindindeki mes'uliyet tektir ve her nefis kazancına göre j-ehindir. Ahiret'teki kurtuluş mihveri ise; Peygambef Aleyhisselam'ın ge­tirdiği üzere sahih bir iman ve imanın gereği salih amel iledir. Yoksa şahıslara, evliya ve Enbiyalara ibadette değildir. Şefaat ise, ancak Cenab-ı Hakk'ın izniyle olur.

Müşrikler küfürleri üzere öltfrlerse' Allah onlan bağışlamaz ve hiçbir şefaatçinin §efaatı da asla fayda vermez. [29]

 

İbrahim Aleyhisselâmın Kavmiyle Mücadelesi

 

Taklidin Zorluğu

 

İbrahim Aleyhisselâm'm kavmini davette kar­şılaştığı en önemli sorun; ata ve ecdadın akidelerine karşı çok şiddetli taassup idi. Yenilik ve değişimin olamayajcağma olan ısrardı. Bundan dolayı İbrahim Aleyhisselâm babası Âzer'i iknaya çalıştığında ve onun için anlaşılır deliller ve dimağa işleyen olgun kanıtlar ileri sürdüğünde, müşrik baba aklını don­durur, işletmezdi. Oğlunun ata ve ecdadın inanç­larına muhalefetini asla kabul etmez, O'nu red­dederdi.

"Ey ibrahim, benim ilahlarımdan yüz mü çe­viriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşa tutarım ve benden tamamen uzaklaş!"

İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin Peygamberle­rine cevabı, babasının cevabından farklı değildir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Onlara İbrahim'in haberini de oku. Hani o ba­basına ve kavmine: "Neye tapıyorsunuz?" dediğinde. Onlar da: "Putlara tapıyoruz. Onlara devamlı ibadet ediyoruz"   dediler.   İbrahim:   "Yakardığmız   zaman

(dua ettiğinizde) onlar sizi işitiyorlar mı? Size bir fayda veya zararları oluyor mu?" dedi. Onlar: "Hayır, biz babalarımızı böyle yapar bulduk" de­diler."[30] Ve Allah Teala buyuruyor:

"Şüphesiz ki, Biz bundan evvel İbrahim'e hakkı bulma kaabiliyeti verdik. Ve biz O'nun Peygamber­liği yüklenebileceğini biliyorduk. O zaman babasına ve kavmine, "sizin taptığınız bu heykeller nedir?" de­diğinde onlar: "Babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk" dediler. İbrahim: "Muhakkak ki, siz ve ba­balarınız açık bir sapıklık içerisindesiniz" dedi."[31]

Bu, bütün Allah Rasûllerinin düşmanlarının yolu idi. Ve insanları hak'dan alıkoymaktaki metodları idi.

El-Meleu (kavmin ileri gelenleri) kendilerinin, ata ve ecdadın akideleri için meşru vekiller ol­duklarını iddia ediyorlardı. Ve bu akide adına in­sanlara zulmediyor, yeryüzünü fesada veriyor ve in­sanları ve bitkileri helak ediyorlardı.

İnsanların çoğunluğuna gelince, bunların tamamı bu hayata ülfet ettiler ve hayvanlar gibi, hatta on­lardan da daha aşağı olarak alışkanlık peydah et­tiler. Zamehşeri (Allah O'na rahmet etsin) diyor ki:

"Taklit ve delilsiz kabul edilmiş söz ne kötü bir şeydir. Şeytan'm mukallitleri yavaş yavaş farkına varmadan putlara tapmakta atalarını taklit ettirme sırasındaki hilesi ne büyüktür. Onlar o putlara yüz­lerini gözlerini sürerler ve kendilerinin de doğru bir yol üzere olduklarına inanırlar. Mezheplerini des­teklemede çok gayret eder ve sapıklıklarını müdafaa yolunda ehl-i hak ile mücadele ederler. Putlara iba­det edenlerin onlardan olması, ehl-i taklid'e utanç olarak yeter."[32]

Cehennem ehlinin mukallitlere cevaplarındaki sözleri bize kâfidir:

"Ve eğer işitseydik ve akleden olsaydık, Ce­hennem ehli içinde olmazdık, derler. İşte böylece gü­nahlarını itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan o Cehennem ehli!"[33]

Ve Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Biz insanlardan ve cinlerden bir çoğunu Ce­hennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onunla idrak etmezler. Gözleri vardır, lakin onlarla görmezler. Kulakları vardır, ama onlarla işitmezler.

Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta onlardan da sa­pıktırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir."[34]

Ve putların kulları mukallitler, ilahlarından bir kötülüğün gelip Halilü'r-Rahman'a isabet et­mesinden korkuyorlardı. Bunda herhangi bir ga­riplik yoktur. Çünkü aklını kaçıranlar zannederler ki, o putlar fayda veya zarar veriyor.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Kavmi O'nunla mücadeleye girişti. İbrahim: Be­nimle, Allah hakkında mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O, beni doğru yola (hidayete) iletmiştir. O'na şirk koştuklarınızdan korkmam. Rabb'imin is­tediği şeyden başkası olmaz. Rabb'im her şeyi ilmi ile kuşatmıştır. Öğüt almaz mısınız?"[35]

Bizler bugün İbrahim Aleyhisselam'm kar­şılaştıklarımla karşılaşmaktayız. Çünkü insanların çoğu, sadece liderlerinin sözünde düşünüyorlar. Hiç görüş bildirmeden ya da delile önem vermeden, onlar ne şekilde görüp düşünüyorlarsa, sadece on­ların görüşlerini benimsiyorlar... Sürekli olarak mil­yonlarca kıssayı onları anlatanlardan dinliyoruz: Falanca falancaya kalpten konuştu. Sonra ona uy­kusunda geldi ve şiddetli bir tokat vurdu. Hala o tokadın izi cisminde vardır. Hatta sen kabirlerin kul­larından yemin talep etsen, yalan yere Allah adına yemin ederler; fakat ölmüş evliyalarının adına yalan yere yemin etmeye cesaret edemezler. O halde bu so­runu çözmek için İbrahim Aleyhisselam'm kavmiyle mücadelede zorlukları nasıl göğüslediğine bakalım[36].

 

İbrahim Aleyhisselâmın Kavmini Daveti

 

İbrahim Aleyhisselam kavmini ve ehlini davette tek bir yol seçip hep aynı üslûbu iltizam etmedi. Bazen babasıyla ve ev halkıyla fert fert münakaşa (mücadele) etti. Bazen de kavmi kendi bay­ramlarında toplanmış halde iken ve umumi top­lantılarında iken onlarla mücadele etti. Bazen, katı inatçı, gaddar tağutları Nemrut'la mücadele etti. Bazen de âdet ve taklitlerden ünsiyet ettikleri her konuyu tekrar gözden geçirmelerini onlara görev tayin etmek için, bir çok konumda kendi vic­danlarıyla başbaşa bırakırdı......

Geçen konularda İbrahim Aleyhisselâm'ın ba­basını davette, aralarında cereyan eden olaylardan, münazaralardan ve bir çok konumlardan uzun uzun, tafsilatlı olarak söz ettik. Gelecek sayfalarda ise, İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmini davetinden bahsedeceğiz:

Halilü'r-Rahman, uzun seneler kavmini Allah'ın vahdaniyetine ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamaya davete devam etti. Bu davet Allah'ın Kitab'mda bir çok ayet-i kerimede zikredilmiştir.

Bunlardan bazıları:

"Ve kavmi O'nunla mücadele etti. (İbrahim) dedi ki: Benimle Allah hakkında mı mücadele edi­yorsunuz? Muhakkak ki Allah beni hidayete erdirdi. Ben sizin Allah'a ortak koştuklarınızdan korkmam. Ancak Rabb'imin dilediği olur. Benim Rabb'im ilmen her şeyi kuşatmıştır. Siz hiç öğüt almaz mısınız?"

Ve Allah buyuruyor:

"Onlara İbrahim'in haberini oku. Hani babasına ve kavmine şöyle demişti: Bu taptıklarınız nedir (neye ibadet ediyorsunuz)?"

Enbiya ve Şuara surelerindeki siyak, İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmiyle onların ilahları ko­nusunda münazarasından ve o ilahların Allah'tan başka ibadet olunan ilah olmaya salahiyetlerinin ol­madığını beyan konusunda devam eder.

"Şüphesiz, İbrahim de Nuh'un yolundaydı. Hani bir zaman o, Rabb'ine, bir kalb-i selim ile gelmişti. Babasına ve kavmine şöyle demişti: "Nelere tapıyor sunuz? Sırf yalan uydurmak için Allah'tan başka ilahlar mı edinmek istiyorsunuz?"[37] Ve âyetlerin gölgesinde bir müddet yaşamak için İbrahim Aleyhisselam'ın kavmiyle münazarasından bahseden bir çok sûrelerin arasından, Enam süresindeki ayet­lerden seçtik. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"İbrahim, babası Azer'e; "putları ilah mı ediniyor­sun? Ben, seni ve kavmini ap-açık bir sapıklıkta gö­rüyorum" demişti. Yakinen iman edenlerden olması için ibrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gös­terdik. Onun üzerine gece olduğunda bir yıldız gördü. "Bu Rabbimdir" dedi. Yıldız batınca İbrahim: "Ben batanları sevmem" dedi. Ayın yükselmekte ol­duğunu görünce: "Bu Rabbimdir" dedi. Ay batınca İbrahim: "Eğer Rabbim hidayet etmezse ben da­lalete düşen bir kavimden olurum" dedi. Güneşin doğmakta olduğunu gördüğü zaman: "İşte Rabbim budur, bu onlardan daha büyüktür" dedi. Güneş de batınca İbrahim: "Ey kavmim, ben sizin şirk koş­tuğunuz şeylerden beriyim (uzağım)..."[38]

Cenab-ı Hakkın İbrahim Aleyhisselâm'a vermiş olduğu hikmet ile, İbrahim Aleyhisselâm kavmiyle istidraç yoluyla münazara etmeye gücü yeterdi.[39]

Çünkü gece karanlıklarına büründükten sonra yıldızı gördüğünde onların mantığıyla konuşan ve onların sözlerine cevap vermek için onların sözlerini ortaya süren bir kişinin alaycı üslubuyla dedi ki, "Bu benim Rabbimdir." Bu yıldız kaybolunca da dedi ki, "Ben batanları sevmem." Sonra onlar ile birlikte yıldızdan aya yükseliyor. Ne zaman ki ay da batıyor, o zaman İbrahim, ayın ilah olmasının mümkün ola-mıyacağını onlara kuvvetli bir şekilde ortaya ko­yuyor. Çünkü bazen doğup başka bir zaman da ba­tıyor.

Sonra onlarla birlikte güneşe yükseliyor. Güneş cismi de, görünüşte daha büyük, ışık, parlaklık ve güzellik bakımından daha üstün. Derken battıktan sonra onun da bir hizmet için kılınmış olduğu, belli bir göreve ve harekete tahsis edilmiş olduğu ve tak­dir edilmiş, yaratılmış, bir emir dairesinde görev yapmakta olduğu anlaşılıyor. O kavim seyrederken bütün bunlar (ay, yıldızlar ve güneş) kaybolduktan sonra, İbrahim Aleyhisselâm kavminin Allah'tan başka tapmakta oldukları, putların, heykellerin, yıl­dızların ve zalim tağutların hepsinden berî ol­duğunu ilan etti. Çünkü bunların hiçbiri en ufak bir fayda ve zarar veremezler. Sonra İbrahim başladı Cenab-ı Hakkın sıfatlarını onlara anlatmaya: O Allah ki, yedirir, içirir, şifa verir, öldürür ve in­sanları kabirlerinden çıplak, yalın ayak ve sünnetsiz olarak diriltir.

İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin önünde sadece zanları kaldı. Bu zan ise, İbrahim Aleyhisselâm on­ların ilahlarını tenkit etmeye ve onları yaralamaya devam   ederse,   İbrahim'e   kötülük  ve   eziyet  ve­recekleri zannıydı.... Halil-ür Rahman İbrahim bu sözleri iptal etti ve bu putlar kendi nefislerini mü­dafaa etmeye güçleri yetmezken, başkaları onlara zarar  verdiğinde  o  zararı  önlemeye  güçleri  yet­mezken, peki nasıl bana zarar vereceklerini bek­liyorsunuz, diye onlara meydan okudu. Gerçekte gö­rülen   ise;   İbrahim   Aleyhisselâm   uzun   seneler putlara hücum ettiği halde, peki onların İbrahim Aleyhisselâm'a verecekleri zarar nerede?!

Daha önce İbrahim Aleyhisselâm'm kavmi, bu yıl­dızların batmasını veya putların basitliğini düşün­meyi akıllarına sığdıramıyorlardı. Çünkü bu mesele onların nazarında asla münakaşa kabul etmeyen bir meseledir. Sonra onlar, liderlerinden ve ata­larından daha anlayışlı ve çok daha mı akıl­lılar ki? İşte O Rahman'm dostu İbrahim, onların bu şekilde atalete uğramış akıllarını istidraç (yavaş yavaş) yoluyla ve üstün bir mantıkla harekete ge­çirmeye çalışıyor. Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:

"Bunlar, İbrahim'e, kavmine karşı verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece yük­seltiriz. Muhakkak Rabbin Hakim ve Alimdir.[40]

Bazı müfessirler diyorlar ki: İbrahim'in yıldızlar­daki dersi, daha küçük'ken tünelvari evden çıktığı zamandı. Çünkü ayetler İbrahim Aleyhisselâm'ın Allah'a inanmadan önceki karşı karşıya olduğu ka­rarsızlığını ortaya koymakta ve anlatmaktadır.

Bu müfessirler kendi görüşlerini kuvvetlendirme konusunda Cenab-ı Hakk'm bu kavlini delil olarak ileri sürmektedirler: "İbrahim: "Ya Rabbi! Ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster" dediğinde, Allah: "Yoksa iman etmiyor musun?" dedi. İbrahim: "Bilâkis iman ediyorum. Fakat kalbim mutmain olsun diye" dedi."[41]

Biz o müfessirlerin görüşlerini şu açılardan ten-kid ve reddederiz:

1- "İbrahim'in yıldızlardaki dersi, daha küçükken tünelvari evden çıktığı zamandı" sözünü İbn-i İshak, İsrailiyat  haberlerine   dayanarak  zikretmiştir.   İs-railiyat haberlerine ise hiçbir şekilde, özellikle de hakka muhalif konularda asla itibar olunmaz.[42]

2-  Şeyh Muhammed Emin Şankıtî rahmetullahi aleyh şöyle diyor: Cenab-ı Hak: "O (İbrahim) müş­riklerden değildi" diyerek pek çok ayet-i kerimede İbrahim Aleyhisselâm'dan şirki nefyetmiştir. (O'nun müşrik olmadığını bir çok ayette bildirmiştir.)

Maziyi (gemisi) nefyetme ise; geçmişin tamamını içine almaktadır. Böylece İbrahim Aleyhisselâm'ın hiçbir zaman şirke girmediği sabit olur.[43]

3- Kadı İyaz da şöyle diyor:

"İbrahim Aleyhisselâm, Allah'ın ölüleri diriltmesi konusunda şirke düşmedi. Fakat dirilmeyi mü-şahade etmekle kalbin mutmain olup, munazanın (tereddüt) terkini murad etmiştir. Netice olarak ölü­lerin diriltilmesinin vaki olmasıyla İbrahim için bi­rinci ilim, diriltmenin keyfiyeti ve İbrahim'in onu müşahadesiyle de ikinci ilim hasıl oluştur."

Ebu Hureyre radıyallahu anh'den: Allah Rasûlü Aleyhisselâm şöyle buyurdu:

"Biz şüphede İbrahim'den daha haklıyız." O şöyle demişti: "Rabbim ölüleri nasıl dirilttiğini bana gös­ter." Allah da: "Yoksa inanmıyor musun?" dedi. İb­rahim ise: "Evet, inanıyorum. Fakat kalbimin mut­main olması için."[44]

Kurtubi şüpheyi İbrahim'den nefyetme ko­nusunda (İbrahim'in asla en ufak bir şüphesi ol­madığını izah için) şöyle diyor:

"Allah'ın  koruduğu,  önceden   O'na  rüşdünü (Hakkı bulma kaabiliyeti) verdiği ve yakinen ina­nanlardan olması için kendisine Melekut'unu gös­terdiği bir Peygamber hakkında böyle bir vehme ka­pılma nasıl doğru olabilir.

Rasûlullah'ın hadisinin şerhi konusunda da Kur­tubi şöyle diyor:

"Eğer İbrahim şüphe etseydi, biz şüphede O'ndan daha haklı olurduk. Oysa biz asla şüphe etmiyoruz. Öyle ise İbrahim şüphe etmemede daha evladır. Ne­tice olarak hadis İbrahim'den şüpheyi nefyetmek içindir."[45]

İşlerin en garibi -gariplikler çoktur-, "imandan önce şüphe etmek mutlaka lazımdır" diye bazı ses­lerin ortalıkta dolaştığını işitmemizdir. İbrahim Aleyhisselâm'ın şüphe edenlerin ilki olduğunu ve Rasûlullah Aleyhisselâm'ın "Biz şüphede İb­rahim'den daha haklıyız" dediğini duymamızdır.

İşin gerçeği ise; İbrahim Aleyhisselâm'ın asla şüphe etmediğidir. O öyle biriydi ki, kendisini ve ev­latlarını putlardan uzaklaştırması için Allah'a dua etti. Hatta öyle biriydi ki, Rabb'ine kalb-i selimle geldi. Yani Allah'tan katiyyen hiçbir zaman en ufak bir şüphe etmedi. [46]

 

Nemrud İle Münazarası

 

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "İbrahim ile Allah'ın kendisine mülk verdiği kim­senin (Nemrud) Rabb'i hakkında mücadelesini gör­medin mi? İbrahim: Rabbim öyle biridir ki, diriltir ve öldürür, dediğinde, O: Ben de diriltir ve öl­dürürüm, dedi. İbrahim: Allah güneşi doğudan doğ­durur, sen onu batıdan doğdur, dedi. Ve kafir şaşırıp kaldı. Allah zalim olan kavme hidayet etmez."[47]

—"Rabb'i hakkında İbrahim'le mücadele edeni görmedin mi?" Ayetin böyle gelmesi, bu mücadeleye, bu mücadeleyi yapanın gururuna ve aptallığına hay­retten dolayıdır. İsmini dahi Cenab-ı Hak ayette zik-retmemiştir. Bu, ona önem vermemektendir. Çün-kü o, zikredilmeye layık değildir. Oysa İbrahim'le mü­cadele eden Nemrud'dur. Babil'in tağutudur ki, daha önce ondan bahsettik.

— "Allah'ın kendisine mülk verdiği":

Muhakkak ki bu çirkin konumu yüklenen o kişi var ya, işte o kişiye Allah mülk vermiştir. Ve o, Allah'a şükredip, O'na secde edeceği yerde O'na küf-retmiştir, kendisinin ilah olduğunu iddia etmiştir ve Allah'ı bırakıp da kendisine ibadet edilmesini halk-dan istemiştir... Onu böyle davranmaya sevkeden güç ve kuvveti ile büyüklenmesinin sebebi, aşırı gu­rurlanmasının kaynağı kendisine verilen mülk idi.

— "İbrahim: Rabb'irn O'dur ki, diriltir ve öl­dürür."

Bu münazarada Nemrud'un İbrahim'e putları kır­masının sebebini sorduğu anlaşılıyor. Bunun üze­rine İbrahim de: Onlar ibadet olunmaya layık de­ğillerdir, çünkü onlar hiçbir fayda sağlayamaz ve hiçbir zararı gideremez. Noksan sıfatlardan mü­nezzeh ve yüce olan benim Rabbim ise, öyle bir Rab'dir ki, O'na ibadet olunması farzdır. Çünkü O diriltir ve öldürür. Bunda Nemrud'a karşı bir mey­dan okuma vardır.

"O (Nemrud), "ben de diriltir ve öldürürüm" dedi": Ben insanların efendisiyim. Kimi idama mahkum edersem, onu affetmekle onu diriltirim. Kimin de öl­mesini dilersem onun öldürülmesini emretmekle de kendisini öldürürüm.... Bu onun aptallığına bir de­lildir. Çünkü İbrahim Aleyhisselam inşa'dan ve tek­vinden (yoktan var etmekten ve yaratmadan) bah­sediyor, olmuş bir şeyde sebeplere tutunmadan değil.

— "İbrahim: "Allah güneşi doğudan çıkartır, sen onu batıdan çıkar" dedi": İbrahim Nemrud'a sadece bizzat yaratma konusunda meydan okuduğu halde, neden mücadelesinde sözü diriltme ve öldürme ma­nalarının  etrafında  serdediyor?  Halbuki  meydan okuma güneşte oldu ve insanda olmadı. Buna cevap: İkinci olay birincisini izah ediyor, deriz.

  "Ve kafir şaşırıp kaldı": Güneşi batıdan çı­karmak, Nemrud için imkansız bir şey. Nemrud kim,  güneşi  batıdan  doğdurmak nerede? Ve  bir sinek yaratmak Nemrud için çok çok uzak bir iştir. Nemrud kim, sineği yaratmak nerede? İbrahim'in delilinin kuvvetinden Nemrud'u şaşkınlık ve korku (dehşet) kapladı. Gururlu ve kibirli bir halde sustu. Çünkü hakka karşı rağbet edip teslim olmadı.

"Allah zalim olan kavmi hidayete erdirmez."

Netice olarak doğru yola hidayet edici olan Cenab-ı Hak'tır. Nemrud ve kavmi için zalimlerden ve kafirlerden olmalarına hükmetmiştir. Onların inatlarından ve fesatlarından dolayı kendilerine hi­dayet dilememiştir. İşte böylece Halilü'r-Rahman Nemrud'un delilini iptal etti (boşa çıkardı). Onun ce­haletini bu şekilde ortaya koydu. Delil ile Onu diz­ginledi ve muzaffer olarak Nemrud'un meclisinden çıktı. [48]

 

İbrahim'in Tağutu İle Asrımızın Tagutları Arasında Bir Karşılaştırma

 

İbrahim'in tağutu dedi ki, "Ben de diriltir ve öl­dürürüm." Yani dilediğimi öldürürüm ve dilediğime de idamla hükmeder, sonra onu affederim. "Ben öyle biriyim ki gökleri, yeri, insanı, hayvanı ve nebatı ben yarattım" demedi.

Asrımızın tağutları ise; dilediklerini öldürüyorlar ve dilediklerini de idama mahkum edip sonra af­fediyorlar. Bütün bunların üstünde de kendi ne­fislerinden Allah'a ortaklar edinmişlerdir. Çünkü onlar kanunlar ve şeriatlar koymuşlardır. Ve bun­ların tamamının Allah'ın haklarından değil de kendi haklarından olduğunu iddia etmişlerdir. İbrahim Aleyhisselâm'm tağutu uzun seneler O'nun hak­kında konuşmadı, sustu. İbrahim Aleyhisselâm bu müddet içerisinde devamlı kavminin ilahlarını kö-tülüyor ve Nemrud'un tuğyanını her tarafta ko­nuşuyordu. Bundan dolayı tağut İbrahim Aley-hisselâm'la münazarayı kabul etti. Uzak ve yakından herkesin şahit olduğu münazara bitti, İbrahim Aleyhisselâm muzaffer oldu ve zalimin mec­lisinden afiyetle sağ salim çıktı.

Ama asrımızın tağutları; ağızları kapatıyorlar ve hürriyetleri kısıtlıyorlar, insanlara baskı yapıyorlar. Liderlerden herhangi birine hücum eden birkaç gün ya da bir kaç saat kendisini karanlık hapishanede buluyor. Ailesi ve akrabaları onu sorduklarında cevap bulamıyorlar. Mücerret olarak kendilerine soru sormaktan men etmeseler de, tağutla mü­nazaraya gelince bundan daha büyük bir cürüm yok­tur.

Bundan dolayı biliyor ve anlıyoruz ki, asrımızın tağutları baskı ve zulüm bakımından İbrahim Aley-hisselâm'm tağutundan çok daha şiddetli ve çok daha fazladırlar. [49]

 

İbrahim Putları Kırıyor

 

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Andolsun ki biz, bundan evvel İbrahim'e rüş-dünü verdik. Ve biz O'nu bilicileriz. O zaman ba­basına ve kavmine; "sizin tapmakta olduğunuz bu heykeller nedir?" dediğinde onlar; "babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk" dediler. İbrahim: "Mu­hakkak ki siz ve babalarınız açık bir sapıklık için­desiniz" dedi. Onlar: "Sen bize hak ile mi geldin, yoksa bizimle dalga mı geçiyorsun?" dediler. İb­rahim: "Doğrusu Rabb'iniz göklerin ve yerin Rabb'i, onları yaratandır. Ben size karşı buna şahidim. Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp git­tikten sonra putlarınızı parçalayacağım" dedi. Ve ni­hayet O (İbrahim) putları paramparça etti. Ken­disine gelirler diye yalnız büyüklerini bıraktı. Onlar: "Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o za­limlerden biridir" dediler. Bazıları: "İbrahim denilen bir gencin bunları kötülediğini işittik" dediler. "Öy­leyse O'nu herkesin önüne getirin ki, belki (yaptığı işe)  şahitlik ederler"  dediler.  "Ey İbrahim!  İlah­larımıza bu işi sen mi yaptın?" dediler. İbrahim: "Belki bunu büyükleri yapmıştır. Eğer konuşurlarsa onlara  sorun"   dedi.   Bunun  üzerine  vicdanlarına dönüp kendi kendilerine:  "Şüphesiz  zalimler  siz­siniz" dediler. Sonra başlarını önlerine eğerek; "bun­ların konuşamayacaklarını sen de bilirsin" dediler. İbrahim: "O halde, Allah'tan başka size bir fayda ve zararı olmayan şeylere ibadet mi edeceksiniz? Size ve  Allah'tan  başka  ibadet   ettiklerinize   yazıklar olsun.   Akıl   erdiremiyor   musunuz?"   dedi.   Onlar: "Eğer bir iş yapacaksanız O'nu (İbrahim) ateşe atın. Ve ilâhlarınıza yardım edin" dediler. Biz de "ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve selamet ol!" dedik. Onlar İb­rahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan kıldık. Onu ve Lut'u kurtardık. Onları, içinde alemlere bereketler verdiğimiz    yere    yerleştirdik.    O'na    (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan eyledik. İkisini de salihlerden kıldık. Onları emrimizle hakka gö­türecek imamlar (önderler) kıldık. Kendilerine hayır işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet eden kimselerdir."[50]

— "Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınızı parçalayacağım."[51]

İbrahim Aleyhisselâm'ın kavminin bayramı vardı.[52] Her sene bu bayramda ülkenin dışına gi­derlerdi. İşte babası ve kavmi İbrahim Aley-hisselâm'ı da o bayramda olmaya çağırmıştı. İb­rahim Aleyhisselâm ise; "ben hastayım" dedi.

Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Derken yıldızlara bir bakış baktı. Ve ben has­tayım' dedi."[53]

İbrahim Aleyhisselâm onların putlarını rezil etme maksadına ulaşmak ve Cenab-ı Allah'ın hak olan di­ninin zafere ulaşması için konuşmada onlara karşı tariz üslûbu kullandı.

Derken İbrahim Aleyhisselâm'ı kendi haline bı­raktılar. Eğer İbrahim'in onların putlarını kıraca­ğını bilselerdi, elbette ki O'nu orada bırakmazlardı. Ama Cenab-ı Hakk'm "Allah'a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra putlarınızı par­çalayacağım" kavline gelince, deniliyor ki İbrahim Aleyhisselâm bunu gizlice kendi içinden söyledi. İbn-i Mesud da diyor ki, bazıları onu duymuştu.

— "Nihayet O (İbrahim) putları paramparça etti.

Kendisine gelirler diye yalnız büyüklerini bıraktı": Ortalık ibrahim Aleyhisselâm için boşalınca hemen putların yanına gitti. Putların yanında çok büyük bir putla karşılaştı. Kendisine kurban olarak önüne çeşitli yiyecekler koymuşlardı. İbrahim Aley­hisselâm alaycı bir üslûpla ve aşağılayıcı tavırla ona dediki:[54]

"Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz, size ne oldu?" dedi ve sağ eliyle onlara vurmaya baş­ladı."[55]

Yani elindeki keserle putları kırmaya başladı. Cenab-ı Hakk'm buyurduğu gibi: "Ve İbrahim put­ları paramparça etti." Yani tamamen parçaladı, kırdı. "Kendisine gelirler diye yalnız büyüklerini bı­raktı." Deniliyor ki, İbrahim Aleyhisselâm keseri büyük putun eline koydu. Sebebi ise; kendisiyle bir­likte küçük putlara tapılmasını kıskandığını işaret içindir!

— "Onlar: Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Mu­hakkak o zalimlerden biridir, dediler. Bazıları: İb­rahim denilen bir gencin bunları kötülediğini işittik, dediler." Kavim bayramlarından döndü ve putlarını param parça dağılmış taş parçaları olarak gör­düklerinde dehşete kapıldılar. Taklitçilik ve bön kafalılık, daha, şu putların kendi nefislerinden her­hangi bir zararı gideremeyeceğini düşünmekten on­ları kör etmişti. Her dilin tekrarladığı şey; "ilah­larımıza bunu kim yaptı?" sorusuydu. Muhakkak ki bu iş yeni (onlara göre) bir olay ve büyük bir mu­sibetti!....

Yeni bir olay... Onların tarihlerinde ona benzer bir olay olmadı. Büyük bir musibet. İnançlarının te­meline isabet etti. Ve Nemrud'un emniyet kuvvetleri suçu işleyeni tahkikata başladı.

Şahitlerin sözleri bir araya geldi ve gözler İb­rahim Aleyhisselâm'a çevrildi. Çünkü O, ilahlarını noksanlıkla, ayıpla ve horlamakla anıyordu.

— "Öyleyse O'nu herkesin önüne getirin ki, belki (yaptığı işe) şahitlik eder, dediler." İşte Halilü'r Rah-man'ın istediği de buydu. İnsanlar geldi. Her ovadan ve dağdan insanlar gelmiş mahkemeyi seyrediyor­lar. İlâhlarını paramparça edenin sözlerini din­liyorlar.... Ve İbrahim Aleyhisselâm bu büyük top­luluğun ortasında ilerledi. Hatasında sabit, mut­main bir halde ve onların tehdit ve korkutmalarına ııldırmaksızın ilerledi.

"Ey İbrahim! İlahlarımıza bu işi sen mi yaptın? Dediler. İbrahim: Belki bunu büyükleri yapmıştır. Mğer konuşurlarsa onlara sorun, dedi."

İbrahim Aleyhisselâm, neden "Belki bunu bü­yükleri yapmıştır" dedi? Ve neden, "sizin putlarınızı paramparça eden benim" demedi?

Ve acaba İbrahim Aleyhisselâm'm, "Belki bunu büyükleri yapmıştır", sözü "Ben hastayım" ve Sare için kendisinin kardeşi olduğunu söylediği sözü gibi, tevbe icabettiren ve Peygamberlerin masumiyetine muhalif olan yalandan mıdır?

Bu meselede gelen sahih hadislerden istifadeyle konuyu zikredeceğim. Bu esnada Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'in konumunu da açıklıyacağım. Daha sonra görüşümüzü, sözlerine itimat ettiğimiz güvenilir alimlerin sözleriyle destekleyeceğiz... Tevfik ve yar­dımı, bir olan Allah'tan dilerim. [56]

 

Birinci Hadis

 

Ebu Hureyre Radıyallahü anh'den- O dedi ki:

Allah'ın Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

"Üçü müstesna olmak üzere İbrahim hiç yalan söylemedi."

Ebu Hüreyre'den gelen başka bir rivayette de, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle bu­yuruyor:

"İbrahim Aleyhisselam yalan söylemedi. Ancak üç yalan müstesna: O üçünden ikisi Cenab-ı Hakk'ın zatında   "Ben hastayım" sözü ve "Belki bunu büyükleri yapmıştır" sözüdür. Allah Rasûlü devamla buyurdu ki: Günlerden bir gün İbrahim Sare ile za­limlerden bir zalimin bölgesine geldiğinde, o zalime denildi ki: Bu adamla birlikte insanların en gü­zellerinden bir kadın var. Zalim de İbrahim'e adam gönderdi ve Sare'den sordu ve "bu kimdir?" dedi. İb­rahim de: "Kardeşimdir" dedi. Sonra İbrahim Sare'nin yanına geldi ve dedi ki:

"Ey Sare, yeryüzünde benden ve senden başka nıü'min yoktur. Bu zalim bana sordu ben de ona; senin, benim kardeşim olduğunu haber verdim. Beni yalancı çıkarma." Arkasından zalim Sare'ye elçi gön­derip çağırttı. Sare zalimin yanına girdiğinde eliyle Sare'ye dokunmak istedi ve eli tutuldu. Bunun üze­rine zalim: "Allah'a benim için dua et, sana zarar vermeyeceğim" dedi: Sare de Allah'a dua etti ve dü­zeldi. Sonra zalim ikinci defa Sare'ye el sürmek is­tedi ve eli önceki gibi ya da daha şiddetli bir şekilde tutuldu. Bunun üzerine zalim: "Benim için Allah'a dua et, sana zarar vermeyeceğim" dedi. Sare de dua etti ve düzeldi. Sonra muhafızlarından bazısını ça­ğırdı ve dedi ki: "Sen bana insan değil, ancak bir şeytan getirdin." Ve Hacer'i Sare'ye hizmetçi olarak verdi. Sare İbrahim'in yanına geldi. İbrahim ayakta namaz kılar halde iken eliyle işaretle "ne oldu" diye .sordu. Sare de:

"Allah kafirin göğsündeki hilesini geri teptirdi ve Hacer'i hizmetçi verdi" dedi. Ya da "Allah facirin göğsündeki hilesini geri teptirdi ve Hacer'i hizmetçi verdi" dedi.

Ebu Hureyre de dedi ki: "Ey semanın suyunun oğulları, işte bu annenizdir."[57]

Ebu Hureyre dedi ki: "Ey semanın suyunun oğul­ları işte bu annenizdir." Ebu Hureyre sanki bu üslûpla Araplara hitabetmiştir.

Sebebi: Çöller yağmur mıntıkası ve hayvanların yayıldığı   yerler   olduğundan   ve   genellikle   çöller Araplar için çok gerekli olduğu içindir. Bu üslûpta, Arapların  hepsinin   İsmail'in   çocukları   olduğunu iddia edenler için bir tutanak da vardır. Yine de­niliyor ki: Semanın suyuyla Ebu Hureyre Zemzem'i kasdetmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak Zemzem'i Hacer için çıkartmıştır. Hacer'in çocukları da o Zemzemle yaşadılar. Dolayısıyla onlar Zemzem'in evlatlarıymış gibi oldular.

İbn-i Hibban Sahih'inde diyor ki: "Her kim İsmail'in çocuğu ise, ona semanın suyu denir.   Çünkü  İsmail  Hacer'in  çocuğudur.  İsmail Zemzem suyuyla yetişmiştir. Zemzem ise Semanın suyundandır.[58]

Ehl-i Sünnet Ve'1-Cemaat'm konumunu aşağıda gelecek maddelerde özetleyelim:

1- "Belki bunu şu büyükleri yapmıştır. Eğer ko­nuşuyorlarsa onlara sorun."

Manası: Eğer konuşurlarsa muhakkak ki bu işi şu büyükleri yaptı! İbrahim'in kavmi çok iyi biliyor ki; İbrahim, putlarının konuşmadığına, duy­madığına ve görmediklerine inanmakta ve itikad et­mektedir. Onun için Cenab-ı Hakkın kavli İbrahim Aleyhisselam'm lisanı üzere şöyle inmiştir:

"Ey babam! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlayamayan şeylere niçin ibadet ediyorsun?"

Ve Cenab-ı Hakkın kavli:

"Siz onlara dua ettiğinizde sizi duyarlar mı? Yahut size bir fayda veya zarar veriyorlar mı?"

Ve Enbiya süresindeki ayetlerde İbrahim Aley­hisselam'm kavminin lisanı üzere gelen ayetlerde, İbrahim Aleyhisselâm onlardan putlarını sor­malarını istediğinde:

"Muhakkak ki, bunların konuşmadığını sen de bi­lirsin!"

Öyle ise: Kavim, İbrahim'in cevabından, putları O'nun kırdığım mutlaka anladılar. Çünkü onları ko­nuşmayan paramparça olmuş taş parçalarına havale etti. Şart bâtıl olunca meşrut da bâtıl olur.

2- Malum olduğu üzere münazarada hasmın sözü üzerine münazarayı bina edip, daha sonra o sözden dönerek delil ve hüccet ile ona hücum etmek caizdir. İşte İbrahim Aleyhisselam'm yaptığı budur.

Çünkü kavmi ilahlarının konuşmadıklarını itiraf edince, İbrahim Aleyhisselâm onlara şu cevabı verdi:

"Sizler Allah'tan başka, size fayda vermeyen ve size hiçbir zarar vermeyen şeylere mi ibadet edi­yorsunuz? Size ve Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun."

Ve İbrahim Aleyhisselâm onları öyle bir hayrete ve şaşkınlığa bıraktı ki, eşi ve benzeri yoktur. Ken­dileri çoğunluk oldukları halde, İbrahim Aley­hisselam'm karşısında zayıflık hissettiler. İdareci ve baskıcı oldukları halde yenilgiyi anladılar...

Onların zorluğunu Cenab-ı Hak şu kavlinde vas-fetmektedir.

"Bunun üzerine vicdanlarına dönüp kendi ken­dilerine: "Şüphesiz zalimler sizsiniz" dediler: Sonra başlarını önlerine eğerek: Bunların ko­nuşamayacaklarını sen de bilirsin, dediler." Yani: Hasmının delilinin sağlamlığını kavramış ve kendi delilinden kesilmiş bir kişinin dönüşüyle birbirlerine döndüler.

"Şüphesiz ki zalimler sizsiniz, dediler" Yani: Ko­nuşamayan, duyamayan ve göremeyen şeylere iba­det etmekle asıl zalimler sizsiniz dediler.

"Sonra başlanın önlerine eğerek..."(Cehaletle­rinden utandıklarından veya bâtılları üzere ısrarla­rından dolayı).

3- İbrahim Aleyhisselâm'm; "Belki bunu şu bü­yükleri yapmıştır. Eğer konuşuyorlarsa onlara sorun" sözünde tevriye vardır. Yani İbrahim Aley-hisselâm kendi tabiriyle içerisinde yalan olmayan doğru bir mana kasdetmiştir. Lafzın zahirinden mu­hatabın kendine göre anladığı yalan olmuş olsa da...

"Ben hastayım" sözünde de durum aynıdır. O, kavminin putlara tapmasından dolayı hastadır. Şüp­hesiz ki mü'min bir davetçi, kavmini cahiliyet ve şirk içerisinde şaşkın şaşkın dolanıp durduklarını gördüğünde üzülür ve rahatsız olur.

Sare hakkındaki sözünde ise; muhakkak ki Sare İbrahim Aleyhisselâm'm kardeşidir. İbrahim Aley-hisselâm İslâm'da din kardeşi olduğunu kasdetti. Bunun delili Peygamber Sallallahu Aleyhi Ve-sellem'in İbrahim Aleyhisselâm Sare'ye dedi ki: "Ey Sare! Yeryüzünden benden ve senden başka mü'min yoktur. Bu (zalim idareci) bana sordu, ben de ona senin benim kardeşim olduğunu haber verdim. Sakın beni yalancı çıkarma" sözüdür.

Öyle ise: İbrahim Aleyhisselâm'm kasdettiği kar­deşlik akide ve din kardeşliğidir. Cenab-ı Hakk'm buyurduğu gibi: "Ancak müminler kardeştir." İb­rahim Aleyhisselâm Sare'nin neseb bakımından kendisinin kardeşi olduğunu kasdetmedi. İşte bu meşru tevriye ve tarizlerdendir. Tıpkı Nebi Aleyhisse­lâm'm buyurduğu gibi:

"Muhakkak ki kelamın tarizinde yalandan ko­runma vardır. (Yalana düşmeden geniş bir konuşma alanı vardır)."[59]

Cevheri tariz konusunda şöyle demektedir:

O Sarih'in tersi, bir şeyle başkasını örtmektir. Rağıb da diyor ki:

"Tariz öyle bir sözdür ki, doğru ve yalan ya da batın ve zahir diye iki yönü vardır."[60]

Sare'nin zalimle olan kıssasını rivayet eden Ebu Hureyre hadisinin şerhinde Hafız İbn-i Hacer El As-kalanî şöyle diyor:

4- Zikredilmesi yerinde olan şeylerden biri de bazı hallerde yalan söylemenin caiz olmasıdır.

"Hadiste İslâm kardeşliğinin meşruluğuna ve ta­rizin mübahlığına delil vardır."[61]

İmam Nevevî rahmetullahi aleyh şöyle diyor:

"Muhakkak, kelam maksatlara bir vesiledir. Do­layısıyla yalan söylemeden elde edilmesi mümkün olan durumlarda yalan söylemek haramdır. Eğer yalan söylemeden o hayırlı maksadı elde etmek mümkün değil ise, bu durumda yalan söylemek caiz olur. Sonra eğer bu maksadın elde edilmesi mubah ise, yalan da mubah olur. Eğer vacip (farz) ise yalan da vacip (farz) olur. Öyle ise, bir müslüman ken­disini öldürmek isteyen bir zalimden kaçıp gizlense, ya da malına el koymak isteyen bir zalimden malını gizlese ve bu gizlenen yeri bir insandan sorulsa, bu insanın o kişinin saklandığı yeri söylememesi, bu durumda yalan söylemesi vacip (farz) olur. Ve yine yanında bir emanet olan kişi ona el koymak isteyen bir zalime karşı, o emaneti gizleyerek yalan söy­lemesi vacip (farz) olur. Bütün bunlarda en ihtiyatlı olanı tevriye etmektir.

Tevriyenin manası: Lafzın zahirinde muhatabın anlamasına nisbetle yalancı olsa da, kişinin kendi tabiriyle kendine nisbetle sahih bir maksadı kas-detmesi ve yalancı olmamasıdır. Böyle bir durumda kişi tevriyeyi bırakıp doğrudan doğruya yalan söy­lese de haram değildir.

Bu durumda yalan söylemenin caizliğini alimler Ümmü Gülsüm hadisiyle delillendirmektedirler. Ümmü Gülsüm: "Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem'i şöyle derken duydum:

"İnsanların arasını ıslah ederek hayrı yay­gınlaştıran veya hayır söyleyen yalancı değildir." (Buharî - Müslim.)"

Müslim ise başka bir rivayette şunu fazladan ola­rak rivayet etmiştir.

"Ümmü Gülsüm dedi ki: Ben insanların yalan ko­nuştukları şeylerden hiçbir şeyde Allah Rasûlünü ruhsat verir görmedim. Ancak üç şeyde ruhsat verdi: Harb; insanların arasını ıslah; erkeğin ha­nımına ve kadının beyine karşı konuşmasını kas-dediyor."[62]

Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî, Fethu'l Bari'de bu hadise yaptığı şerhinde şöyle diyor:

"Kadının ve erkeğin hakkındaki yalandan murad: Ancak erkeğin kadın üzerindeki ve kadının da erkek üzerindeki hakkını düşürmeyecek yerlerde ola­bileceğinde ittifak etmişlerdir. Ya da erkeğin ken­dine ait olmayan şeyi ve kadının kendine ait ol­mayan şeyi elde etmek gibi bir durumun dışında olabileceğinde;   yine   harpte   emin   olmama   durumunda olabileceğinde; zaruret halinde de yalanın caiz olduğunda ittifak etmişlerdir. Mesela, kendi ya­nında saklanmış bir adamı öldürmeyi isteyen kişiye karşı, o kişinin kendi yanında olmadığını söy­leyebilir ve bu konuda yemin etse de günahkar olmaz. Allah en iyisini bilir."[63] İbrahim Aleyhisselam'dan sâdır olan üç yalana gelince; Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadiste Peygamberlerin sonuncusu şöyle diyor (Sallallahu Aleyhi Vesellem):

"...O yalanlardan ikisi Cenab-ı Hakk'ın zatını is­patlamayla ilgilidir (Ben hastayım ve belki onu şu büyükleri yapmıştır.)"

Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem o ya­lanlardan iki tanesinin tamamen Allah'ın Celle Ce-lalühü varlığını ispat için olduğunu bize haber ve­riyor... Üçüncüsüne gelince; ki, Sare'nin kendi kardeşi olduğunu söylemesidir. Gerçi kendi nefsi için bir pay ve kendisine bir fayda sağlasa da, bu da Allah'ın varlığını ispatlamak için söylenmiştir... Fakat caiz ve meşrudur. Üçünün de Allah'ın var­lığını ispatlamak için olduğunu bize gösteren hadis-i şerifi Buharı Sahih'inde tahriç etmiştir. Allah Rasûlu Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle bu­yurmaktadır:

"İbrahim Sâre için, bu benim kız kardeşimdir dedi. İşte bu Allah'ın zatını ispatlamak içindir."[64] İbn-i Hacer El Askalânî diyor ki:

"Bu mezkur olaylar Hişam bin Hassan'm ri­vayetinde; "İbrahim katiyyen yalan söylemedi. Ancak üç tane müstesna. Bunların hepsi de Allah'ın varlığını ispatlamak içindir" şeklinde vaki olmuştur. Ahmet İbn-i Hanbel'deki İbn-i Abbas hadisinde ise: "Vallahi O yalanları sadece Allah'ın dinini müdafaa için söylemiştir" şeklindedir. Münziri ise; Sü-ntmlerdeki şerhlerde bazı Ehl-i Kitab'tan şunu zik­retti: Bu adı geçen zalim idarecinin görüşüne göre ivii olan kadının kocasını öldürmeden o kadına yukın olamazdı. İşte bunun için İbrahim: O benim kız kardeşimdir, dedi. Çünkü eğer o idareci adil ise bu takdirde Sare'yi İbrahim'den ister. Sonra da İb­rahim Sare'yi ona karşı müdafaa edebilir. Yok eğer znlim biriyse, bu durumda da ölümden kurtulmuş olur. Bu anlatılan, benim daha önce tesbit ettiğim şeylerden uzak bir durum değildir."[65]

Açıklama: İbrahim Aleyhisselam'm söylemiş olduğu üç yalan caiz ve meşru olsa da ve Allah'ın za­tını ispat ya da müdâfaa için olsa bile onlar rütbede tesir etmiştir. Derece bakımından Muhammed Sal-lallahu Aleyhi Vesellem'den aşağıya çekmiştir. Şe­faat hadisinde geldiği üzere, o yalanlardan dolayı haya (utanmasına) sebep olmuştur. Çünkü Pey­gamberler Cenab-ı Hakk'ın azameti karşısında O'nu hakkıyla yüceltmeden dolayı başkalarının utan­madıkları şeylerden dahi utanırlar.

Sonra Hazreti ibrahim'in Sare için kendisinin kızkardeşi   olduğundaki   sözü   "Ben  hastayım"   ve "Belki onu şu büyükleri yapmıştır" sözleri gibi de­ğildir, ibrahim ikrah halinde Sare'yi göndermiş olsa bile, o şekilde ibrahim için Sare konusunda onu hi­maye etmek ve korumak görevi vardır.  Öyle ise Allah'a davet edenler, sözlerinde ve amellerinde doğ­ruluğu en iyi bir şekilde sağlamalıdırlar. Sadece özel olarak   zalimlere   isabet   etmeyen   fitneden    sa­kınmalıdırlar... Muhakkak ki yalanların yayılması ve çoğalması ve dünyalık elde etme maksadıyla her­kesin kendilerinde olmayan bir şeyi galip gelmek için başkalarına yamaması kalbi yaralar. Bu dünya menfaatları ki, kişinin kardeşinden, annesinden ve evlatlarından kaçtığı günde onlara hiçbir fayda sağ­layamaz ve onlardan da hiçbir zararı defedemez.

Ve bazı davetçilerin tariz konusunda, davanın maslahatı ve selameti adı altında çok genişlik yapmalan kalbe zarar vermektedir. Oysa davanın mas­lahatı, tam manasıyla Allah'ın emirlerine boyun bükmeyi ve O'nun Nebi ve Rasûllerinin izinden git­meyi gerektiriyor. Davanın selameti dünyada onlara isabet edecek eziyetlerdir ki bunlar, zalimin elini ısırdığı ve keşke Peygamberi kendime yol edin-seydim dediği günde, Allah'ın yalancıları onunla korkuttuğu azabın karşısında hiçbir şey değildir. Biz nerede, Cenab-ı Hakk'ın, şu kavliyle va­sıflandırdığı İbrahim Aleyhisselâm nerede:

"Ve kitapta İbrahim'i de an. Şüphesiz O çok sadık bir Nebidir."

Ve Cenab-ı Hakk'ın şu kavli: "Ve İbrahim ki, çok vefalıdır."

Buna rağmen O, Allah yolundaki üç yalandan çok korkardı. O yalanlardan dolayı ecir aldığı halde. Ne­tice olarak her birimiz kendi nefsini hesaba çeksin, Rabb'inden korksun ve bilsin ki, bir kavim kendisini değiştirmediği müddetçe, Allah da o kavmi de­ğiştirmez.

5- "Belki onu şu büyükleri yapmıştır. Eğer ko-nuşabiliyorlarsa onlara sorun" ayetinin tefsirinde Ehli Sünnet ve'l Cemaat'm İbrahim'in üç yalanı ko­nusundaki söylediklerini izahta biraz uzattım. Bu iki sınıf insanlara cevap olmasını istediğim için böyle yaptım. Bu gruplar:

A- Mutezile ve onlara yönelenler (onların yolunda gidenler) ki, İbrahim'e yalan isnad eden hadisler senet bakımından sahih olsalar da, âhad hadisler ol­duğundan itikadi konuda bir şeyi isbat etmede delil olamayacaklarını iddia etmişlerdir.

Ve yeni yazarlardan bu gibi bâtıl fikirlere sap­lananlardan biri de Şeyh Abdulvahhab En- Neccâr-dır.

"Kısasu'l-Enbiya"[66]kitabında bir çok sayfa ka­ralamış. Bu sayfalar arasında İbrahim Aley-hisselam'ın yalanlarından bahseden hadisleri manen mütevatir olmakla beraber, Âhad diye red­detmeye çalışmış. O hadisler manen mütevatirdir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'den sonra en sahih olan ki­tapta, Sahih-i Buhari'de, gelmiştir.

B- Bazı sapıklar İbrahim Aleyhisselam'ın İslam'dan irtidat ettiğini (İslam'dan çıktığını) iddia etmişlerdir. Çünkü o yalan söyledi! Bu sapık fırka davetçilerinin sözleri cahil gençler arasında ya­yılmıştır. Cehalet her türlü sapıklık için çok verimli bir ortamdır...

Bununla beraber bu fırkanın fikirleri ve sözleri ağızdan ağıza nakledilerek dolaşmaktadır. Allah'a hamdolsun, onlar bu fikirlerini kitap, risale ve ben­zeri gibi şeylere geçirme kudretinden aciz kal­mışlardır. Ve bu gibi fırkalara herhangi bir başarı ve devamlılık kaydedilmez çok şükür.

Eğer bizler Mutezile'nin, kaymış kimselerin veya nlıl-i dalaletten başkalarının sözlerinden yüz çevirip de, bazı Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'ın kaynaklarına göz atarsak, bu meselede tekrar gözden geçirilmeye muhtaç sözler buluruz.

Üstad Seyyid Kutub rahmetullahi aleyh şöyle diyor:

"Bu küçük düşürücü cevapta istihza açıktır. Öyle İle bunları İbrahim'den sâdır olan yalanlar diye isimlendirmeye gerek yoktur. Yalanların illetlerinde yapılan bir çok araştırmalarda müfessirler ihtilaf itmişlerdir."[67]

Doğru; İbrahim'in cevabında istihza açıktır. Vnkat Peygamberlerin sonuncusu Sallallahü Aleyhi Vt'Hollem, O'nu yalan olarak isimlendirdi. Aynı şe­kilde Halil İbrahim bizzat kendisi -Buhari'nin lahih'inde tahric ettiği şefaat hadisinde geldiği Üiere-, onları yalan olarak isimlendirdi.

Allah rahmet etsin, Seyyid Kutub bu meselede sahih hadisleri nakletmeliydi. Bu esnada da bu ha­disleri nakletmeliydi. Bazı hallerde yalanın caiz ol­duğunu açıklamalıydı. Bizim gördüğümüz o ki, üstad Seyyid Kutub'un cevabında tatsız bir icaz var­dır. Bu ondan bir kalem sürçmesi (kayması)dır. Ancak sözünde herhangi bir sapıklık veya itizal (mu­tezilenin görüşleri) yoktur. Elhamdülillah! [68]

 

İbrahim Aleyhisselam’ın Ateşe Atıkması

 

İbrahim'in kavmi bu şiddetli günde kendilerinin zalim olduklarını itiraf ettiler. Çünkü konuşamayan ve işitemeyen ilahlara tapıyorlardı. Onlar, putları konusunda putlarının aczini ve zaafını ilk defa dü­şünüyorlar, fakat vicdanlarının uyanışı fazla devam etmiyor, ancak çok kısa bir an sürüyor. Daha sonra Şeytan'm sesi onların nefislerine galip geldi. Bunun için başlarını eğdiler, küfürlerinde ısrar ettiler ve zalimane kararlarını çıkardılar. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

—"Eğer bir iş yapacaksanız O'nu (İbrahim'i) yakın ve ve ilahlarınıza yardım edin, dediler."

İşte, bu her yerde ve her zaman, ehl-i batılın Allah Nebîleri'ne, Rasûllerine ve İslam davetçilerine karşı sığındıkları silahtır.

İbrahim Aleyhisselâm'm kavmi ilahlarını galip yapmak için kendi Peygamberlerini öldürmekte söz birliği yaptılar

O'na dehşetli bir öldürme çeşidi seçtiler. Bu ise, ateşte yakmaktır. Herhangi bir ateş de değil. Bilakis büyük bir bina yaptılar ve bol miktarda o binaya odun koydular. Odun toplama işine kavmin hepsi de iştirak etti. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

"Dediler ki:  O'nun (İbrahim) için büyük bina yapın ve Onu Nâr-ı Cahîm'in içine atın."[69]

İbn-i Ebi Hatim'in Sudiy tarikiyle naklettiği ri­vayette şöyle deniliyor: "Hasta olan bir kadın şöyle der: Eğer Allah bana afiyet (sıhhat) verirse, mutlaka İbrahim için ağaç toplayacağım."[70]

İbn-i İshak diyor ki: Bir ay odun topladılar ve sonra o odunları yaktılar. Ateş tutuştu ve öyle şid­detlendi ki, eğer o ateşin etrafından bir kuş geçecek olsa ateşin hararetinin şiddetinden yanardı. Sonra ibrahim Aleyhisselâm'ı bağladılar ve mancınıkta el­leri bağlı olarak ateşe attılar.[71]

Ve bu anlarda İbrahim Aleyhisselâm'm Rabb'ine olan imanı yüce dağlardan daha sağlam ve köklü idi. Allah'ın yardımına ve desteğine olan güveni yer­yüzünden ve O'nun üzerindekilerinden çok da kuv­vetliydi. Bunun için onların mahşerî topluluğundan tutuşturulmuş  ateşlerinden  ve öldürücü ko­nuşmalarından dolayı hiç üzgün değildi.

İbn-i Abbas radıyallahü anh'den, dedi ki: "Has-binallahu ve ni'mel vekîl=Allah bize kafidir ve O ne güzel vekildir." Bunu İbrahim ateşe atıldığı zaman söyledi.

Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem de bunu:

"Muhakkak ki insanlar sizin için toplandılar, on­lardan korkun dediklerinde, onların imanı arttı ve dediler ki, Allah bize kafidir ve O ne güzel vekildir." dediklerinde söylemişti.

İbn-i Abbas'tan gelen başka bir rivayette de; şöyle dedi:

"İbrahim ateşe atıldığında son sözü; "Allah bana kafidir ve o ne güzel vekildir" idi."

Hafız İbn-i Hacer el-Askalanî, Fethü'l Bari'de diyor ki:

"İbn-i Abbas'tan gelen bu iki hadiste, İbn-i İshak'm bu kıssada tahric ettiği uzun rivayete işaret vardır."[72]

—"Dedik ki, ey ateş, İbrahim için soğuk ve se­lamet ol."

"Soğuk ol", sıcaklığından İbrahim'in üzerine se­lamet olmasını gösterir.

"Selamet ol" soğukluğunun şerrinden İbrahim'in üzerine selamet olmasını gösterir. Sıcaklıkdan o so­ğukluğa dönüştü. Ateş neden İbrahim'i yakmadı diye sormak müslüman için doğru değildir. Çünkü onu yaratan, ona yakma özelliğini veren, onun soğuk ve selamet olmasını da ateşe emretmiştir:

"Bir şeyin olmasını dilediği zaman O'nun emri ona "ol" demektir. O da oluverir."[73]

—"Onlar İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan kıldık."

İlahlarına yardım etmek için İbrahim Aley-hisselâm'ı yakmak istediler ama, Cenab-ı Hak onları "daha fazla zarara uğratanlardan" kıldı. Çünkü onlar dünya ve âhiret'te zarara uğradılar. İşte bu apaçık bir hüsrandır. Cenab-ı Hak Saffat sûresinde şöyle buyuruyor: "O'na (İbrahim'e) tuzak kurmak is­tediler. Biz de onları, alçak ve zelil kıldık."

Peygamberlerin karşılaştıkları şiddet son had­dine geldiğinde, Peygamberlerine yardım etmesi, düşmanlarım ve müstekbirleri zelil kılması Cenab-ı Hakk'm kanunlarmdandır. Allahu Teala şöyle bu­yuruyor:

"Ta ki Peygamber (kavimlerinin iman et­melerinden) ümitlerini yitirip, kendilerinin ya­lanlandıklarını yakinen bildiklerinde, onlara yar­dımımız geldi. Dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirilmiştir. Mücrim kavimden ise; azabımız dön­dürülmez."[74]

Ve Halilü'r Rahman ateşten afiyetle sağ salim çıktı. Kavmi ise, O'nu seyrediyor da hiçbir vaaz ve ibret almıyor. Çünkü Cenab-ı Hak, onların kü­fürlerinden ve inatlarından dolayı üzerlerine helaki yazdı. Bunun için ispat ve deliller hiçbir fayda sağ­lamadı. Mucizeler ve harikulade olaylar hiçbir yarar sağlamadı. [75]

 

İbrahim Aleyhisselâm'ın Hicreti

 

İbrahim Aleyhisselâm'ın kavmi Halilü'r Rahman'ı öldürmekten ve davet ettiği fikirlerinden O'nu geri döndürmekten aciz kaldıklarını tamamen anladılar. Onların alevli ateşleri, İbrahim Aleyhisselâm'ın tır­naklarından bir tanesine dahi dokunmaktan veya el­bisesinden en küçük bir parçasını bile yakmaktan aciz kaldıktan sonra tağutları -Nemrud- şaşırıp kaldı. Ne yapacağını bilemiyordu.

İbrahim Aleyhisselâm da iyice anladı ki, şirkin kökleri onların kalplerinde ve akıllarında gerçekten tam kök salmıştı.

İbrahim Aleyhisselâm onlara kesinlikle bir çok düşündürücü deliller getirdi, akıllarının hayrete düştükleri mucizeleri gördüler. Fakat bütün bunlar, onların bâtılda ısrar etmelerini ve haktan yüz çe­virmelerini artırmaktan başka hiçbir fayda vermedi. İbrahim Aleyhisselâm'ın nasihat ve vaazı onları hakka döndürmedi.

Öyle ise İbrahim Aleyhisselâm'ın nebatsız, kurak, su tutmayan ve ot bitirmeyen arzda (yerde) kal­masında hiçbir fayda yoktu. Allah'ın azabının acele kendilerine gelmesini isteyen, Allah'ın Rasûllerine ve Enbiyalarına tenezzül etmeyen bir kavmin ara­sında durmasının hiçbir yararı yoktu. İbrahim Aley­hisselâm ve kendisiyle beraber olanların hakkında, Cenab-ı Hakk'm mübarek yere hicret emri geldi:

"Onlar İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Fakat biz onları daha fazla zarara uğrayanlardan kıldık. Onu ve Lut'u kurtardık. Onları, içinde alemlere be­reketler verdiğimiz yere ulaştırdık. O'na (İbrahim'e) İshak'ı, üstelik bir de Yakub'u ihsan eyledik. İkisini de Salihlerden kıldık. Onları emrimizle hakka gö­türecek imamlar (önderler) kıldık. Kendilerine hayır işlemeyi, namaz kılmayı ve zekat vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet eden kimselerdi."[76]

Ve Cenab-ı Hak buyuruyor:

"Bunun üzerine Lut O'na (İbrahim'e) iman etti. İbrahim dedi ki: Ben, Rabb'imin emrettiği yere hic­ret edeceğim. O, Azizdir, Hakimdir."[77]

Ve Allah buyuruyor ki:

"(Kavmi): O'nun için bir bina yapın ve O'nu ateşe atın, dediler. O'na bir tuzak kurmak istediler. Biz, onları alçak ve zelil kıldık. (İbrahim): Ben Rabb'ime (O'nun emrettiği yere) gidiyorum. O, bana yol gös­terir, dedi."[78]

İbrahim  Aleyhisselam'm   Babil  toprakları   ku­raklık olduktan ve umumi bir kıtlıktan sonra Babil'i terkettiğini iddia edenlerin sözlerinin böylece boş ve heva olduğu ortaya çıkar. Babası Azer'in de İbrahim Aleyhisselâm'la beraber çıkması da gerçekten en ufak bir şeyi değiştirmez. Mümkündür ki çok yaş­lanmış, piri fani olmuştur; kendisini bakacak, hi­maye edecek kimsesi yoktur. Ve atalarının inanç­larında   ısrar   etmekle   birlikte   oğluyla   beraber olmaya muhtaç olabilir. Yine İbrahim Aleyhisselam Allah yolunda O'nun emriyle hicret ettiği zaman, Babil arazisini kuraklık ve kıtlık kaplamış olması da gerçeği hiçbir şekilde değiştirmez. Halil Aley­hisselam da kendinden önce Nuh'un ve kendinden sonra Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hic­ret ettiği gibi hicret etti.

Buhari'nin Aişe annemizden rivayetle tahriç et­tiği Sahihinde; Varaka bin Nevfel Allah Rasûlüne şöyle dedi:

"Bu,  Allah'ın,  Musa  Aleyhisselam  üzerine  in­dirdiği Namus (Cebrail)'dir. Ah keşke senin davet günlerinde genç olsaydım! Kavmin seni çıkaracak­ları zaman, keşke hayatta olsaydım. Bunun üzerine Rasûlullah buyurdu ki: Onlar beni çıkaracaklar mı ki? O da: Evet! Çünkü senin gibi bir şey getirmiş (vahiy teliğ etmiş) hiç kimse yok ki, düşmanlığa uğ­ramasın. Eğer senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım ederim."[79]

İbrahim Aleyhisselam vatanından ve çocukluk ar­kadaşlarından ayrıldı. Ve kendisine en yakın olan ehlinden ve akrabalarından da ayrıldı.

Diniyle birlikte Allah'ın geniş arzında hicret etti Kendisiyle birlikte müslüman olarak hanımı Sare ve kardeşinin oğlundan başka kimse yoktu.

İbrahim, Lut ve Sare. Müslümanların cemaatı işte bunlardı. Bunlardan başka yeryüzünde Allah'ı zikreden yoktu. Bunda, çokluğa güvenen ve eğitimin fonksiyonunu ihmal edenler için ibret vardır.

Ve bu mü'min kafile yolculuk asasını "Harran"da bıraktı. Harran, Şam beldelerinin ovalarından bi­ridir. Bölge ahalisi isimleri ve sıfatlan yüce olan Cenab-ı Hak'tan başka yıldızlara taparlardı. İb­rahim Aleyhisselam onları, Allah'ın Tevhid'ine ve O'na hiçbir şeyi şirk koşmamaya çağırdı. Fakat O'nun bu davetine icabet etmediler.... İbrahim Aleyhisselâm Cenab-ı Hakk'm dilediği kadar Harran'da kaldıktan sonra, oradan "Teymen" topraklarına göç etti.  -Yani Beytûl Mukaddes ve civarındaki top­raklara gitti.- Daha sonra Teymen'den "Mısır'a göç etti. Sare'nin Melikle olan kıssası Mısır'da cereyan etti. Buhari'nin Ebu Hureyre radıyallahü anh'den ri­vayetle   Sahih'inde   tahriç   ettiği,   İbrahim   Aley-hisselâm'm üç yalanından bahseden, daha önce bah­settiğimiz hadis-i şerifte, bu kıssanın zikri geçmişti.

Kıssa,  İbrahim Aleyhisselam'm başına  sürekli olarak gelen çilelerden sadece bir tanesidir. İnsan­ların  en  şiddetli belaya uğrayanları  Peygamber­lerdir. Peygamberlerin en çok belaya uğrayanları da Peygamberlerden Ulu'1-Azm olanlardır. Bir davetçi için,  hanımının kendisinden  alınıp  da tağut  ta­rafından sarayına sokulmasından daha büyük bir bela ne olabilir ki?  Sonra İbrahim Aleyhisselâm uyurken Sare de tek başına bir odadadır. Allah ce­zasını versin, zalim Melik de onun ırzına tecavüz et­meye kalkıyor ve  şerefini  zedelemeye  uğraşıyor. Sare ise kendi nefsini müdafaa edecek hiçbir kuv­vete    sahip   değil...   Kocası   Halilü'r   Rahman   da Cenab-ı Hakk’ın himayesine sığınmış, namaz kılıp Firavun ve hilesinden muhafaza etmesi ve geri döndermesi için Rabb'ine dua ediyor.

Fakat kudreti yüce olan ve ibrahim Aleyhisselam’ı ateşten muhafaza eden Allah, İbrahim Aleysselam’ı ar (utanç) ayıbından da korudu ve  Sare'yi şerefli ve izzetli olarak kendisine iade etti.

İbrahim Aleyhisselâm Mısır'da Allah'ın dilediği kadar ikamet etti. Sonra oradan "Teymen'e" geri döndü. Beraberinde ise, pek çok hayvan, mal ve köle vardı.

Mısır Firavun'unun Sare'den gördüğü olağanüstü hallerden sonra hizmetine verdiği Kıpti olan Hacer de onlarla birlikte idi.

Lut, İbrahim Aleyhisselam'm emriyle "Tey-men"den ayrılıp "El-Ğûr"a gitti. Geniş ve verimli arazi, sayılamayacak kadar çok hayvanlar, mallar ve köleler sadece Halilü'r Rahman'a kaldı. Cenab-ı Hak Ona salih zürriyet ihsan etti. İbrahim Aley-hisselâm'dan sonra Allah'ın gönderdiği her Pey­gamber O'nun zürriyetindendir. İbrahim Aley-hisselâm'dan sonra Cenab-ı Hakk'm Peygam­berlerden herhangi bir Peygambere indirdiği her kitap, İbrahim Aleyhisselam'm neslinden gelen bi­rine inmiştir.

Cenab-ı Hakk'm İbrahim Aleyhisselâm'a ihsan et­tiği nimetler, bizlere müslümanları Habeşistan'a hicretlerini ve Necaşi'nin yanında karşılaştıkları ik­ramı, hürriyeti, eminliği ve Muhacir Sahabe Ab­dullah bin El Haris bin Kays'ın, Mekke'de ikamet et­mekte olan kardeşlerini çağırmak için yazıp gönderdiği mektuptaki sözleri hatırlatıyor:

Ey atlı çok çabuk benden ulaştır.

Dini ve Allah'a kavuşmayı umanlara. Allah'ın kullarından her biri baskı altındadır.

Mekke'nin   göbeğinde   ezilmiştir,   fitnelere   dü­şürülmüştür.

Biz Allah'ın beldelerini çok geniş olarak bulduk.

Zilletten, horlanmaktan ve rezillikten kurtulduk.

Öyle ise zelil bir hayat üzere ikamet etmeyin.

Hakir bir ölüm ve emniyetsiz bir ayıp üzere otur­mayın.[80]

Bu beyitlerin manalarını anlamaya ve İbrahim Aleyhisselâm'ı hicretinde, vatanından ve ehlinden ayrılmasında örnek edinmeye bugünkü Guraba Da-vetçiler'in (Garip davetçiler) şiddetle ihtiyaçları var­dır. Gurbette Allah'a davet, davetçi için çok önemli bir meseledir. Çünkü kalbi mal sevgisine ve Cenab-ı Hakk'm kendisine ihsan ettiği hayvanlara bağ­lanmamıştır. Vatanını sevdiğinden ve ona olan düş­künlüğünden bahseden mektup ve kasideler yaz­makla kendisini meşgul etmemiştir.

Gurbetlerdeki davetçilerin nazarında akide, top­rak ve çamurdan ibaret olan vatanlarından çok daha önemli, kavmin, aşiret ve aile efradından çok daha kıymetli olmalıdır. Sıkıntılardan dolayı sarsılmamaları, buraya (vatanlarına) olan teveccüh­lerinde, heva ve heveslerden sakınmaları, bu hu­susta Allah'a olan güven ve irtibatları daima kuv­vetli olmalıdır. Kimbilir belki Cenab-ı Hak orasını fetheder.

Alahu Teala şöyle buyuruyor:

"Allah yolunda hicret edenler arzda sığınacak bir­çok yerler ve genişlik bulurlar. Allah'a ve Rasûlüne muhacir olarak evinden çıkan ve sonra kendisine ölüm erişen kimsenin mükafaatı Allah'a aittir. Allah, bağışlayıcı ve merhametlidir."[81]

Nemrud ve müşrik kavmine gelince, kudreti yüce olan Allah onları helak etti. İster, İbn-i Kesir'in Zeyd bin Esleme'den rivayet ettiğine göre, siv­risineklerin onların etlerini ve kanlarını yeyip ke­miklerini geriye bırakmak suretiyle onları Cenab-ı Hak helak etmiş olsun, isterse başka bir yolla helak etsin farketmez. Asıl olan onları helak etmesi ve öğüt alanlar için bir ibret kılmasıdır.

Onlardan gelen bir nesil veya onlardan geriye ka­lanı bilmiyoruz.

Sadece onlar hakkında bütün bildiğimiz şey; on­ların Şeytan'ın hizbinden büyük bir topluluk olduğu ve sapıklığın önderleri olduğudur. Yine şer ve dalâletin en bariz topluluğu olduklarıdır. Allah bizi onlardan korusun. [82]

 

Dersler Ve İbretler

 

1- Asrımızın Tağutları Zulüm Ba­kımından İbrahim Aleyhisselâm'ın Ta-Ğutlarından Daha Da İleridirler

 

Tağutlar İbrahim Aleyhisselâm'ı alenî olarak yar­gıladılar. Hiç bir zorlama olmaksızın dilediğini söy­lemeye de müsaade ettiler. Dövülmedi veya öl­dürülmedi.

Hatta, tehdit, işkence ve korkutmalardan sonra sözleri banda alınıp daha sonra yönetimin men-faatına hizmet edecek şekilde yayımlanmadı.

Bundan öte halk yaşlısıyla, kadınıyla, genciyle ve çocuğuyla mahkemeyi seyrediyorlardı. Putları kı­ranın sözlerini dinliyorlardı. Yönetimin İbrahim Aleyhisselâm'a verdiği cevapları da doğrudan doğ­ruya heva üzerine -tıpkı dedikleri gibi- herhangi bir tahrif ve telfik olmadan görüp dinliyorlardı.

İbrahim Aleyhisselâm'a gelince, O da mahkemede görüşlerini ve inandığı şeyleri arzetmeye fırsat bul­muştu. Tağutlarm kendisine yapacakları şeye hiç önem vermedi ya da asla aldırış etmedi. İbrahim Aloyhisselâm onların yalancı olduklarını, akıllarının bozuk olduğunu söyledi ve ilanlarıyla alay etti. Ha­kimler ve savcılar O'nu susturmadılar bile. Öyle ya, nefsini müdafaasından haddi aştı.....İşte bundan do­layı deriz ki: ibrahim Aleyhisselâm'ın kavminin ta-ğutları   pislik   ve   çekememezlik   bakımından   ça­ğımızın tağutlarmın Allah'a davet edenlerin üzerine yapılan pislik ve hasetlerinden daha az idiler. Hep­sinin hedefleri ve gayeleri bir olmasına rağmen, ken­dilerinden öncekilerin müsaade ettiği hürriyetin bir parçasına  dahi müsaade  etmiyorlar.  Örneğin bir İslâm   davetçisi   olan  üstad   Seyyid   Kutup     rah-metullahi   aleyh  Mısır'da  tutuklandı.   Düşmanları O'ndan istedikleri her şeyi kendi yayın organlarına anlatmasını söylediler. O'nun suçlu bir terörist ve emperyalistlerin uşağı olduğunu iddia ettiler. Daha bir çok batıl, uydurma ve yalan iddialara varıncaya kadar O'nu itham ettiler. Kendi nefsini müdafaa için O'na izin vermediler. Veya kendi görüşlerini açık­layan bir bildiri yayımlamasına izin vermediler.

Seyyid Kutub'u, rahmetullahi aleyh, müdafaa etmek için İslâm aleminin çeşitli yerlerinden gö­nüllü avukatlar gelmek istediler. Fakat Abdun Nasır idaresi Mısır topraklarına girmelerine bile izin vermedi.

Peki bu durumda gözaltının gizliliklerinden ha­berdar olmak veya itham olunanla hapishanesinde görüşmek nasıl mümkün olur ki? Gerçek şu ki ta­mamen imkansız olan bir şey dahi bu durumdan daha kolaydır. Ve sonunda mücrimler bu büyük İslâm mütefekkirini ve yegâne İslâm davetçisini idam ettiler. İnsanlar bu konuda sadece idarenin gö­rüşünü duydular ve dinlediler....

— Ve Bağdat'ta Baas Partisi yöneticileri (Misel Eflak'ın partisi) İslâm davetçisi Şeyh Abdulaziz El Bedri rahmetullahi aleyh'i evinde eşi ve çocukla­rının arasında eman içerisindeyken, evden alıp gö­türdüler...... Cenab-ı Hakk'ı gazaplandıracak her­hangi bir günah işlemeksizin ya da herhangi bir cü­rüme yaklaşmaksızm ailesinin arasından O'nu kapıp tutukladılar.... Ve günlerden sonra ailesine şeyhin kalp krizinden öldüğünü haber verdiler?

Talebelerine, ailesine ve sevenlerine cenazesini kaldırmaya izin vermeksizin son varacağı yere (kabre) naklettiler. Ancak kardeşi, cenaze et­rafındaki emniyet güçlerinin barikatını yarıp, mak-tul'ün yüzünden örtüyü kaldırmayı başardı. İşkence, «zap ve dağlama izlerinden dolayı dehşet kapladı or­talığı. İşte Baas Partisinin canileri Irak alimlerinin in mümtazı olan bu davetçiyi, muhteşem şahsiyeti böyle katlettiler. İnsanlar, O'nun niçin tu­tuklandığını ve neden öldürüldüğünü bilemediler, llıılta insanların canlarını o derece hafife aldığından dolayı, yönetim, neden öldürdüklerini bile açık-Imnadılar.

-Yaralı   Şam   beldesine   gelince, Tedmur hapisanesinde -birkaç saat içinde- Nusayri Baas'ın ta-ğutları yüzlerce davetçi genci helak ettiler. Ara­larında doktor, mühendis, müderris, hatip ve vaizler de vardı. Onları toplu mezarlara gömdüler. O genç­lerden bazıları ise henüz sağ iken gömüldüler.

Müslüman Hama'da ise katiller, şehrin halkının çoğunu yok ettiler. Bu korkunç mezbahada ha­yatlarını kaybedenler otuz binden az değildi. Alçak reziller ırza tecavüz ettiler, çocukları, yaşlıları öl­dürdüler ve mescidlerin çoğunu yerle bir ettiler. Nu­sayri Baasçıların cürümleri sadece Tedmur ve Hama ile sınırlı değildir. Onlar Suriye'nin tamamını ha­pishaneye çevirdiler. Yönetimin dilediğini tu­tuklaması ve dilediğini öldürmesi Suriye halkı ta­rafından artık garip sayılmayan işlerden olmuştur. Hiç kimsenin, oğlunu ve kardeşini acaba öldü mü, yoksa hayatta mı diye sormaya bile hakkı yoktur.

İşte bu, İslâm aleminde cereyan eden olaylardan bir kaçı. Bu konuda birinin askerî tağut ol­masıyla, diğerinin demokrat tağut olması ara­sında hiçbir fark yoktur. Veya birinin ilerici tağut olmasıyla diğerinin gerici tağut olması arasında değişen bir şey yoktur.

Çağdaş tağutların akıllarını ve fikirlerini güzel bir şekilde İslâm davetçisi şairlerden birinin ifa­deleri belirtmektedir. Bu ifadeler gerçeğin ter­cümanlığını yapmakta, hakkı dile getirmektedir.

Bu davetçi şair 'Mısır Askeri Cezaevi Müdürü' Hamza el-Besyunî'nin hapishanede İslam Da-vetçilerine verdiği seminerde söylediklerini, şöyle dile getirmiştir:

"Kanun benim! Yönetimi, en üstün kanun oto­ritesini kim hesaba çekebilir? Sizden kimi sağ bı-rakmışsam rahmetimdendir. Eğer öldürürsem bu benim sahip olduğum yeminimdir."

Pek çok yazar ve vaizlere de ne oluyor, İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin tuğyanları hakkında ki­taplarında bir çok sayfaları karalıyorlar, radyo ve te­levizyon programlarında uzun saatlar konuşuyorlar da, asrımızın tuğyanlarından bir kelime dahi bah­setmiyorlar.

Ancak eğer konuşması bir tağutun başka bir ta-ğuta karşı işlediği zulümlerden propagandaya yö­nelik bir konuşma bölümü olursa, o zaman asrımızın tuğyanlarından da bahsediliyor[83].

 

2- İbrahim Aleyhisselâm Allah'tan Başka Kimseden Korkmazdı

 

İbrahim Aleyhisselam'ı okuyan bazılarının zi­hinleri, hep O'nun desteklenmiş başarılarına, Cenab-ı Hakk'ın O'na sürekli yardım etmesine bütün bela ve sıkıntılarında düşmanlarına karşı ta­kındığı tavırlarına takılmaktadır. Bunlar, İbrahim Aleyhisselâm'm gittiği yolun zorluklarını, kav­minden uzaklaştığını, insanların O'na karşı şiddetli düşmanlığı ve Cenab-ı Hakk'ın İbrahim Aley­hisselam'ı zaferle ikram etmeden önce karşılaştığı zorlukları unutuyorlar ya da unutmuş gibi olu­yorlar.

Örneğin İbrahim Aleyhisselam putları parça parça ederken, asla kavminin O'nu ateşe atacağını ve Cenab-ı Hakk'ın da O'nu ateşten kurtaracağını bilmiyordu. Bütün bildiği; tağutların O'ndan in­tikam alacağıdır. Belki de öldürülmesine baş­vuracaklardı... Buna rağmen Allah yolunda ölmek İbrahim Aleyhisselam'a  çok hafif ve  basit geldi.

Tıpkı Cenab-ı Hakk'ın kuvvetini hatırladığında, ta-ğutun gücü ve cezalandırması gözünde küçüldüğü gibi. O dünyanın aldatmacalarından ve isteklerin­den yüz çevirdi. Dünyanın Cenab-ı Hakk'ın yanında bir sivrisineğin kanadına denk olmadığına inandı.

Kavmi O'nu tehdit ettikleri ve azap vaadettik-lerinde, büyük bir kararlılık ve güçle onlara cevap verdi.

Cenab-ı Hak İbrahim'in lisanı üzere şöyle bu­yuruyor: "Sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl kor­karım? Halbuki siz elinizde delil ve burhan olmadığı halde Allah'a şirk koşmaktan korkmuyorsunuz. İki zümreden, emin olmaya daha haklı olan han-gimizdir? Eğer biliyorsanız; emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar içindir. Hi­dayete erenler de onlardır."[84]

Ben onların sağır (duymaz) ve zarar ve fayda ve­remez olduklarını bildiğim halde, sizin put­larınızdan nasıl korkarım? Ordulara ve mallara sahip olduğu halde zayıf ve güçsüz olan ta-ğutlarınızdan ve önderlerinizden nasıl korkarım? Ecelleri geldiğinde bir an dahi ne ileri, ne de geri bı­rakılmayacaklarını bildiğim halde onlardan nasıl korkarım? Öyle ise benden onların korkmaları daha doğru   olur. Çünkü   onlar yüce ve kudretli olan Allah'tan başkasına ibadet etmişlerdir. Ve Cenab-ı Hakk'ın her şeydeki ayetlerini (delillerini) gör­dükleri halde, O'nun nimetlerini inkar etmişlerdir.

Esasen sizin benden korkmanız daha doğrudur. Çünkü ölümün güçlü kolları sizi almakta ve Ce-hennem'in çılgın alevleri de sizleri beklemektedir.

O vaadedilmiş günde mallarınız sizden hiçbir azabı geri çeviremiyecektir. Yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz halde Rabb'inize arzolunduğunuz gün, hiç bir şeye sahip olmayacaksınız.

Daha sonra İbrahim kavmiyle olan münazara­sında özel durumdan umumi olana geçiyor:

"Emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü ka­rıştırmayanlar içindir. Hidayete erenler de onlar­dır."

Allah'a iman edenler, O'na boyun eğenler, O'nun kaza ve kaderi için kalpleri mutmain olanlar ve imanlarına şirk karıştırmayanlar var ya, işte emin olmak onlar içindir. İsterse zalimlerin ha­pishanelerinde tutuklu olsalar bile. Çünkü onlar, fit­nelere karşı azabı, dünya hayatına karşı da acıları seçip tercih etmişlerdir. Allah'la karşılaşmaya aşık olmuşlar ve O'na yakınlığı dünyanın her türlü al­datmacalarına tercih etmişlerdir.

Kafirlere gelince, onların hayatları tahammül edilmez bir Cehennem'dir. Çekilmez korkulardır.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Delilleri olmaksızın Allah'a şirk koşanların ce­zası olarak kafirlerin kalplerine korku salarız. On­ların yurtları ateştir. Orası, zalimlerin dönüp va­racağı ne kötü bir yerdir."[85]

Cenab-ı Hakk'ın müşrik tağutların kalplerine bı­raktığı bu korkunun alametlerinden bir de; on­lardan her birinin sokakta normal insanlardan birisi gibi dolaşmayı ve yürümeyi temenni etmeleridir. Hatta basit bir insan gibi yürümeyi arzu et­meleridir. Fakat ayakları üzerine yürümeye cesaret edemez. Arabasından çıkarken beraberinde koruma görevlilerini görürsün. Sonra yine de emniyette ol­duğunu hissedemez. Bilakis her an engellenmesi mümkün olmayan sonunu (ölümünü) bekler. İn­sanlardan kendisine en yakın olanlarından bile şüp­helenir. Bunlar en özel sırdaşı ve akrabası olsa da yine şüphe içindedir.

O tağut ölse Rabb'i katında tamamen azap ve iş­kence olan yeni bir hayat başlayacaktır.

Müminlere gelince, Allah'a ibadet ederler, O'nun yolunda cihad ederler ve onlara her ne isabet etse, hepsi de hayırdır ve saadettir.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"De ki: Siz bizim için iki iyilikten birinden baş­kasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz Allah'ın size kendi katından veya bizim elimizle bir azap ge­tireceğini bekliyoruz. Haydi siz bekleyin, biz de si­zinle birlikte bekleyenlerdeniz."[86] Elbette ki bu ma­nalar Sahabelerin, Tabiinlerin ve Selef-i Salihinin ileri gelenlerinin nefislerinde açık seçikti. Allah on­ların hepisinden de razı olsun.

Fars ordularının komutanı (Rüstem) Rabii bin Amir'e sordu ve dedi ki: Sizi buraya hangi sebep «ge­tirdi?

Rabii de dedi ki: Dilediğini kullara kulluktan Allah'a kulluğa, dünyanın darlığından genişliğine ve dinlerin zulmünden İslâm'ın adaletine çıkartmamız için bizi Allah gönderdi. Bize dinini gönderdi ki kul­larını o dine çağıralım diye. Bunu kim kabul ederse biz de ondan bunu kabul eder ve geri döneriz. Kim de yüz çevirirse sonuna kadar onunla savaşırız. Ta ki Allah'ın vaadine kavuşalım. Dediler ki: Allah'ın vaadi nedir ki? O: Yüz çevirene karşı savaşıp da ölene Cennet, sağ olarak (kalan)a da zafer.[87]

Allah rahmet etsin, Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye diyor ki:

"Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben öyle iyi­yim ki, cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gitsem o benimle birliktedir. Benden ayrılmaz. Ben öyle biriyim ki; benim hapisim halvet, öldürülmem şehadet ve memleketimden çıkartılmam seyahattir. Ve derdi ki: Asıl zindan, kalbini Rabb'inden hap­sedendir. Asıl esir ise; hevası kendisini esir eden­dir." Hapishaneye sokulduğunda kaleye geldi ve ka­lenin surlarının içinde iken, sur'a baktı ve şu ayeti okudu:

"....Derken, aralarına tek kapısı bulunan bir sur yapılır ki, iç tarafı, rahmet, dış tarafında da azap vardır."[88]

İbni'l Kayyım:

"Allah'ın ilmine yemin ederim ki, ben yaşantı ba­kımından O'ndan (İbn-i Teymiyye'den) daha te­mizini asla görmedim. O'nda geçim darlığı olduğu, nimet ve bolluk olmadığı halde, nimet ve bolluğun ııksi durumu olduğu halde, O'nun hayatında hapis, tehdit ve korkutma olmasına rağmen, O bununla be­raber yaşantı bakımından insanların en güzeliydi. Clönül genişliği bakımından insanların en genişi ve kalbî durumda onların en kuvvetlisiydi. Nefsî açı­dan insanların en mutlu olanıydı. Yüzünde ni-nıotlerin pırıltıları  levhalaşırdı.  Bizde korku şiddetlendiğinde, düşünceler kötüleştiğinde ve yeryüzü bize dar geldiğinde O'na giderdik. Sadece O'nu görür ve sözünü dinlerdik. Arkasından bunların hepsi gi­derdi.  Sonuçta huzura, kuvvete,  yakine ve  mut-

mainliğe dönerdik........"[89]

İşte bundan dolayı İbrahim (aleyhisselam) zafere ulaştı. Tıpkı Peygamberlerin sonuncusunun, Sa­habelerinin, Tabiinin ve onlardan sonra gelen asır­ların en hayırlılarının zafere ulaştıkları gibi....

Hapishanenin halvet, sürgünün seyahat ve ölü­mün de şehadet olduğuna inanan davetçi alimlerin yönlendirdiği bir ümmet, asla yenilgiye uğramaz.

Ne zaman ki ümmetimiz bu örnek davetçi er­lerden mahrum oldu, Cenab-ı Hak bizim üzerimize düşmanlarımızı musallat etti de insanların en dö­küntüsü ve gariplerinden olmaya, (sürülme ve par­çalanmalara) duçar olduk. Ve müslümanlar öyle bir hale geldi ki, tıpkı selin önündeki çer çöp gibi ol­dular. Hiç kimse onlardan korkmuyor ve onlar için herhangi bir hesap dahi yapılmıyor. Gerçekten üzücü olanlardan birisi de: Onlardan birisi duysa ki yönetim onun hareketlerini kontrol ediyor, onu hemen korku kaplar, heyecanlanır. Artık in­sanlardan kendisine en yakın olanlardan bile şüphelenmeye başlar. Bazıları için yönetimden korkma, müzmin bir akıl hastalığına dönüşür. Allah'a sı­ğınırız.

İşte bunun için tağuta münafıklık yapan bazıları, onlardan herhangi bir vazife veya mal aramıyorlar. Sadece ondan (onun şerrinden) selamette olmayı umuyorlar. Onun casuslarından ve muhafızlarından emin olmayı umuyorlar. Yöneticinin veya onun ileri gelen vazifelisinin meclislerine sık sık devam et­mesinden nefisleri sürekli zayıflamaktadır. Hatta öyle olurlar ki, tağutun elemanlarından biri olurlar. Onun hiçbir emrine asi olmaz ve hiçbir isteğini red­detmez. Çok çok gariptir ki, bu davetçilerin her biri saatlerce Cenab-ı Hakk'ın şu ayetinin tefsirinden bahsederler:

"Size bu sözü söyleyen, dostlarını korkutan Şey-tan'dır. Eğer mü'min iseniz onlardan değil, benden korkunuz."[90]

Ey Allahım! Kalplerimizi senden( ve senin ate­şinden korkmakla doldur.

Ey Alemlerin Rabbi! Gönüllerimizi senden başka olan korkulardan kurtar! Ey Allah'ım, senin yolunda bizleri şehadetle nzıklandır! Bizim ve müs-lümanlarm sonlarını en güzel bir şekilde kıl!

Ey Allah'ım! Senden başka hiç kimseden kork­mayan Peygamberlerini örnek almayı bizlere sevdir! Yâ Rabbel âlemin!.. [91].

 

3- Müslümanlar Tek Vücut Gibidirler

 

Müslümanlar bir vücut gibidirler. Eğer o vü­cuttan bir aza rahatsız olsa, vücudun diğer azaları onun için sabahlara kadar uykusuz ve humma has­talığına tutulmuş bir şekilde birbirlerini (yardıma) çağırırlar. Bu ümmetin cesedinin başı ise kendi as­rında İbrahim Aleyhisselam idi. O'nun öyle bir kıy­meti vardır ki Hatemü'l Enbiya'dan sonra bile baş olması devam etmektedir.

Her müslümanın sabah akşam her gün ömrü bo­yunca Halilü'r Rahman'm ve Şeyhül Enbiya'nın kıs­salarından mücrim ve zalim kavmiyle olan mü­cadelesinden hatırlaması elbette tuhaf değildir.

Bu düşünce ve şuur ortaklığının alametleri pek çoktur. Biz vezeğ (çok küçük yılan) kıssasını se­çiyoruz.

Said bin El Museyyeb'den, O da Ümmü Şüreyk radıyallahü anh'den dedi ki: Allah Rasûlü "vezeğ'm öldürülmesini emretti ve şöyle dedi: "O İbrahim'in ateşinin tutuşması için ateşe üfürüyordu."[92]

Aişe annemizden gelen Ahmed bin Hanbel'in ri­vayetinde ise, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem şöyle buyurmaktadır:

"Vezeğ'i öldürün. Çünkü o İbrahim'in üzerine ateşe üfürüyordu." Ahmet bin Hanbel dedi ki: Aişe Radıyallahü Anha onu öldürürdü.

Yine Ahmed bin Hanbel'e ait başka bir rivayette de: Bir kadın Aişe'nin yanına geldiğinde dikilmiş bir mızrak görür ve "bu mızrak nedir?" der. Aişe Ra­dıyallahü Anha da:

"Onunla vezeğ'leri öldürüyoruz" dedi ve sonra da Allah Rasûlü'nden, Sallallahu Aleyhi Vesellem, şunu anlattı:

"İbrahim Aleyhisselam ateşe atıldığında bütün hayvanlar o ateşi söndürmeye başladılar. Vezeğ hariç. O, ateşin İbrahim'i yakması için ateşe üf­lemeye başladı"

Bu iki vecihde Ahmed İbn-i Hanbel münferit kaldı.[93] Ey Rabbim! Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Bize hidayet buyurduğun ve ona tabi olmakla bize ihsanda bulunduğun bu din ne yücedir. İslâm'ın kendi fertleri arasına koyduğu bu vicdanî ortaklık ne mükemmel bir şuur ve düşünce or­taklığıdır!

Binlerce seneden beri müslümanlar her gör­düklerinde vezeğ'i öldürmeye koştular. Çünkü o, İb­rahim babamızın üzerine ateşe üflüyordu. İbrahim Aleyhisselâm'm düşmanı, her müslümanın düş­manıdır.... Cenab-ı Hak    yeryüzünü ve üzerindekilerini haşredinceye kadar müslümanlar bu durum üzere kalacaklardır. Allah düşmanlarıyla ba­rışmak ve onlara sevgi beslemek asla yoktur. İsterse bu düşmanlar vezeğ gibi küçük hayvanlar da olsa...

Vezeğ olayını ve diğerlerini özel ve genel bütün müslümanlar bilirler. Örneğin eğer uzak bir köyde olan genç bir çoğuk vezeğ görse, hemen onu öl­dürmeye koşar. Çünkü ailesini onu öldürürken görmüştür ve onun Halilü'r Rahman'm yanması için ateşe üflediğini ailesinden duymuştur.

Gerçekten üzücü olan şeylerden biri de; bir olan İslâmî vücudun azaları arasındaki şuur ortaklığına zamanımızda pek çok zaaf ve aldırmazlık isabet et­miştir.... Çünkü İslâm düşmanları nice Allah da-vetçilerini İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde hap­sediyor ve idam ediyorlar da, onların hakkında hiç bir şey bilinmiyor.

Eğer bilseler ve müteessir olsalar da bu tesirlen-meleri âdeta bir yaz bulutunu andırmaktadır.... İşte bunun için müslümanlarm helak edilmesi ve onlar için idam sehpalarını kurmak hiç bir önem ar-zetmeyen normal işlerden oldu. Hatta bir devletin başka bir devletle olan futbol maçına dünya yayın organlarında Lübnan'daki Sabra ve Şâtîla kamp­larının yerle bir edilmesinden daha fazla ilgi gös­terilmektedir.

Dünyanın katliam için veya yahudi hapisaneleri için durmayıp devam etmesi, Müslümanların dün­yanın her tarafında boğazlanmaları, dünyadaki büyük devletlerin hepsinden de MÜSLÜMAN col-liıtlarma her türlü yardımın yapılması ve bilakis halkı Müslüman olan devletlerden bu Müslüman OBİlatlanna verilen destek kesinlikle en üzücü ola­nıdır. [94]

 

4- Çağın Put Ve İlahlarından İki Örnek

 

İbrahim Aleyhisselâm'm hayatını okuyan herkes kavminin ahmaklığını ve akıllarının kıtlığını, kalp­lerinin katılığını görüp şiddetle onları ga-ripseyecektir. Çünkü kendilerinden akıllı ve hikmet sahibi bir adamı nasıl ateşe atıyorlar. Çünkü O; ilahlar diye isimlendirdikleri birtakım taş ve re­simleri parçalamıştı.

Peki bu insanlar niçin günümüzde cereyan eden ahmaklıkları, zulümleri ve beyinsizlikleri garip kar­şılamıyorlar? Buna dair aşağıdaki iki örneği gös­tereceğim.

Birinci  Örnek:   Eğer halkı  müslüman  olan  ül­kelerden birinde, bir kimse hükümet sarayına (Mec-j| lise) gitse ve o devletin alametini (bayrağını, sim-* gesini, vesaire) indirse ve parçalasa, o adamın som ne olur?

ikinci örnek: Eğer bir kimse, devletin istiklalinin simgesi olarak kabul edilen heykellerden bir heykeli parçalasa,  mesela  yönetimdeki  partinin  liderinin heykelini veya istiklal lideri diye vasıflandırdıkları birinin heykelini kırsa, bu kişinin sonu ne olur?

Hiç şüphe yok ki bu insan daha o bayrağı yırt­madan ve o heykeli kırmadan teşebbüs halindeyken öldürülür. Gece gündüz bu putları koruyan emniyet kuvvetleri bu gibi durumlarda ateş açmakla em-rolunmuşlardır.

Eğer bu insan öldürülmekten kurtulsa bile ne­ticede kalpleri şefkat ve merhamet tanımayan ze­banilerin muhafızlığım yaptığı karanlık zindana atı­lacaktır. Artık o kimsenin gece ve gündüzün ayırdedilemediği hapishane hücresinde çekeceği dehşet verici işkencelerin eşi ve benzeri şimdiye kadar görülmemiştir.

Eğer bir teşkilata üye olduğu tespit edilirse, hem onu ve hem de onunla birlikte bu teşkilatın liderini de öldürürler. Eğer herhangi bir teşkilatla ilgisi yoksa, o zaman da sadece onu öldürürler.

Her iki halde de bu yaptığı işi yapmaya götüren «talepler ve etkenler nelerdir diye görüşünü açık-lumaya asla müsaade etmezler.

Zikredilmesi çok yerinde olan bir husus da; bir kumaş parçasıyla, bayrak diye isimlendirdiklerinin pniHinda hiçbir farkın olmayışıdır. Ve devletin par-[lİMiııin liderinin heykeli ile İbrahim Aleyhisselâm'm [lltivnımin putları arasında herhangi bir ayrıcalığın Olmamasıdır. Sadece yeni heykeller daha büyüktür.

Çünkü Bronz'dan yapılmaktadır ve üzerine altından kubbe yapılmaktadır, v. s.

Bu işin özelliği, pislik bakımından İbrahim Aley-hisselâm'ın kavminin, çağın tağutlarmdan daha az olduğunu ortaya koyar. Çünkü onlar sadece İb­rahim'i öldürmeye çalıştılar. İbrahim Aleyhisselâm1 in Cemaatine (Lut ve Sare) herhangi bir eziyette bu­lunmadılar. Ama zamanımızdaki ilerici sultanlara gelince, onlar en ufak bir şüphe üzerine insanları tu­tukluyor, ithama uğrayanın cemaatını cezalandırı­yor ve suçsuz da olsalar onun akrabalarına bile ceza veriyorlar.

Öyle ise İslâm davetinin kendileriyle sekteye uğ­radığı bazı kimseler; İbrahim Aleyhisselâm, Nuh Aleyhisselâm ve diğer Peygamberlerin kavimlerinin putları hakkında çok konuşuyorlar da neden yeni putlar hakkında susuyorlar? Hayır, bilakis devletin müftüsü bayrağı ve putu selamlamak ve ona tazim etmek için efendisiyle birlikte ayakta duruyor, bir taraftan da bando çalıyor. Muhteşem Şeyh efendinin yüzünde ise; sevinç ve razı olmaktan başka bir üzün­tü, bir keder belli olmuyor. [95]

 

5- Müşriklerle Dostluk Yapmamak

 

Tanık olduğumuz olaylardan biri de, bazı in­sanların mülhid ve sefih akraba reisleriyle çok sıkı alakalar kurmalarıdır. Onların meclislerine devam ederlerken ters hal ve davranışlar karşısında bizim arkadaşlarımız da orada bulundukları halde, yü­zünde Allah için bir kızgınlık veya gazaplanma dahi görülmez.

Bazen de gazetelerde yazı yazıp, tağutlarm bir takım işlerini methederler. Bu gibi tavırları ser­gilemelerine yol açan sebeplerden onlara sorarsan, derler ki: Güzel yapana güzel yaptın, kötü yapana tla doğruya muhalefet ettin demeyi İslâm bize öğ­retmiştir. İbrahim Aleyhisselâmda bizim için çok l'üzel örnek vardır. O ince kalpli, çok yumuşak huylu, geniş yürekli, babasına ve ehline karşı mü-tovazi idi. Cenab-ı Hak O'nu bu sıfatlarla şu aye­tinde vasfetmektedir:

"Muhakkak İbrahim çok yumuşak huylu, içli ve kendisini Allah'a vermiş biriydi."[96]

Ve Cenab-ı Hakk'm şu kavlinde O'nun lisanı üze­rine İbrahim düşmanları için dua etti:

"Kim bana tabi olursa, muhakkak ki o bendendir. Kim de bana asi olursa, muhakkak ki sen Gafur ve Rahim'sin."[97] Bilmiyorum ki onlar neden daha İb­rahim'in davetin başlangıcındaki tutumunu delil ge­tiriyorlar da, onların şirkte ısrarlarını bildikten sonra İbrahim'in babasına ve kavmine karşı ta­kındığı tavrı unutuyorlar veya unutmuş gibi gö­züküyorlar -ki bu daha ağır basmaktadır-?

Onlara karşı buğzu ve düşmanlığı ilan etti, on­lardan berî olduğunu ortaya koydu, meclislerini, özel ve genel toplantılarını terketti, inancı ve ha­reketiyle tamamen onlardan ayrıldı, onlara karşı tavır aldı, onların putlarını paramparça etti ve on­ların karşısına büyük bir cesaret ve kuvvetle çıktı:

"Size ve Allah'tan başka taptıklarınıza yuh olsun. Hiç akıl erdirmiyor musunuz?"[98]

Şu taşlara ilahlar olarak razı olan akıllarınıza yuh olsun.

Atalarınızın ve babalarınızın üzerinde bu­lunduğunu taklit etmekten dolayı içine düştüğünüz dalalete ve sapıklığa yuh olsun.

Kendi nefisleri için herhangi bir fayda sağ­layamayan ve kendilerinden hiçbir zararı gi­deremeyen şu ilahlarınıza yuh olsun.

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Gerçekten İbrahim'de ve O'nunla beraber olan­larda sizin için güzel örnek vardır. Hani onlar ka­vimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptığınız şeylerden uzağız. Sizi inkar ettik. Siz, Allah'a bir olarak iman edinceye kadar bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık ve buğz belirmiştir (baş­lamıştır)" demişlerdir."[99]

Bununla Halilü'r Rahman güzel bir örnek oldu. Yani babasına, kavmine karşı düşmanlık ve buğz ilan etmede; onlardan ve onların Allah'tan başka taptıklarından berî olduğunu açıklamakta en güzel bir örnek olmuştur.

Ve Cenab-ı Hakk'ın kavlindeki:

"...Ancak, İbrahim'in babasına: Senin için mağ­firet dileyeceğim...."[100] ifadesine dikkat edelim.

Bu konuda müfessirlerin çoğunluğu şöyle diyor:

Bu söz İbrahim'dendir. Ancak örnek alınması bir mevzu değildir. Daha davetin ilk başlangıcında ol­muştur ve maksadı babasının kalbini yu­muşatmaktı. O'nun Allah düşmanı olduğu an­laşılınca kendisinden berî olmuştur. Buna rağmen, bu söz İbrahim Aleyhisselâm'dandır ve misal ko­nusu değildir.[101]

Daveti başkalarına tebliğde yumuşak söz ge­reklidir. Ancak şirk üzere ısrar edildiğinde, Cenab-ı Hakk'm düşmanlarına sevgi (dostluk) asla caiz de­ğildir. Kim onları dost edinirse, o da onlardandır. Dolayısıyla bu davetçiler Allah'tan korksunlar da, İbrahim Aleyhisselâm'a tabi olsunlar. Kendi ne­fisleri için zoraki özürlere ve batıl delillere cevaz bulmasınlar. Eğer hak sözü söylemeye güçleri yet­miyorsa, bari batıl konuşmasınlar. Bu ise, imanın en zayıfıdır.

Mülhidlerden kötü işler yapanlara "doğruya mu­halefet ettin" diyen, onların, davetçi kardeşlerine karşı çok sert ve en şiddetli sözler sarfettikleri ve onları doğruya muhafelet etmekle itham ettiklerini görmekteyiz. Öyle ise Cenab-ı Hak'tan kendilerine bir felaketin gelmesinden ve azaba layık ol­malarından korksunlar. [102]

 

6- İbrahim   Aleyhisselâm'ın   Gücü   Ve Cesareti

 

İbrahim Aleyhisselâm'ın hayatı; babası, kavmi ve Nemrud'la yaptığı münazaraların çokluğuyla özellik arzetmektedir. Bütün bu münazaraların tamamında da hasımlarının ağızlarını hak ile kapatıyor, kati deliller ile onların dillerini (ağızlarını) dizginliyor. Bundan öte, İbrahim Aleyhisselâm kavmine karşı is-tidrac metodunu (akıllarına göre derece derece ve yavaş yavaş) uygulardı. Sonra onlara çeşitli planlar uyguluyor, O'na karşı hiçbir şey yapmıyorlardı.

Aralarında suçluyken birden bire yargı makamı olur, onlar sanık durumuna düşerlerdi. Yarışın ip­leri (dizginleri) hep Onun elindeydi. Öyle ki, mü­cadele zamanını ve yerini onlara İbrahim Aley­hisselâm tayin eder, sonra da aralarından muzaffer olarak çıkardı. Cenab-ı Hakkın tebliğiyle emrettiği hücceti onlara hakkıyla anlatmış ve tebliğ va­zifesini ifa etmiştir..

Nemrud'la münazarasından bahseden ve delilleri Nemrud'a hakkıyla göstermesinden sonraki durumu anlatan şu âyete bak: "Ve kafir şaşırıp kaldı."[103]

Bir de delil kendilerini çaresiz bıraktıktan sonra İbrahim Aleyhisselâm'm kavminin zayıf halini or-'taya koyan şu âyet:

"Bunun üzerine vicdanlarına dönüp kendi ken­dilerine: Şüphesiz zalimler sizsiniz, dediler. Sonra başlarını önlerine eğerek; bunlayın konuşamaya­caklarını sen de bilirsin, dediler."[104]

İbrahim Aleyhisselâm'm gücünün sebebi baştan sonuna kadar Cenab-ı Hakk'a aittir. Allahu Teâla, İbrahim Aleyhisselâm'a ikna etme gücünü ihsan bu­yurmuştur:

"Bunlar, kavmine karşı, İbrahim'e verdiğimiz hüccetimizdir. Dilediğimizi derece derece yük­seltiriz. Muhakkak ki senin Rabb'in Halim ve Alimdir."[105]

Şüphesiz ki Cenab-ı Hak kullarına ve Pey­gamberi İbrahim'e ihsan buyurduğu mevhibeleri (kendi katından verilenleri) en iyi bilendir. İbrahim Aleyhisselâm geniş kalpli ve halis niyetliydi.... İşte bundan dolayı bütün insanlar O'nun aleyhinde olsalar da, kendisiyle birlikte hanımı ve kardeşinin oğlundan başka hiç kimse olmasa da, O, kavminin arasında başlı başına bir ümmet idi.

Buna mukabil zamanımızda, milyonlarla ifade edilecek kadar pek çok davetçi buluyoruz fakat, bun­ların tamamı İbrahim Aleyhisselâm'm kuvveti se­viyesinde olamamışlardır.

Bu da, meselenin keyfiyyeti, (niteliği) olup, kem-miyyet (sayı) meselesi olmadığını kuvvetle izah ve ispat eder.

Kendisinde halis niyet, engin bir ilim ve geniş bir vukufiyetle meselelere çözüm getirilebilecek gücün ve hakkı haykırabilecek cesaretin toplandığı da-vetçiler gerçekten çok azdır.

Bazen de sadık mücahidler olur; fakat ilimlerinin azlığından ve dinin hükümlerini kuşatamadıkla-ıından olayları karıştırırlar.

Bazen de isim sahibi olur; fakat hakkı haykıra-ıııaz...

İyi bilin ki, İslâm ümmeti, İbrahim Aley-lıisselâm'ı örnek alacak, her yer ve zamanda Allah'ın hüccetini kullarına gösterecek bununla kar­şılarına dikilecek erlere acele ihtiyaç vardır. Böyle  ne kadar da muhtacız. [106]

 

7- İbrahim Aleyhisselâm'ın Hayatında Her Şey Allah'a Davetti

 

Cenab-ı Hak kendisine rüşdünü verdiğinden iti­baren, İbrahim (Aleyhisselâm) hakkın davetini açık­tan açığa yaymıştır. Hiçbir fırsatı kaçırmaz, mut­laka orada Allah'ın Tevhid'ine daveti ilan ederdi. Yine her fırsatta Allah'tan başka ibadet olunan put­ları ve heykelleri kaldırıp atardı.

Buna göre Halilü'r Rahnıan'ın daveti gizli, in­sanlardan belli bir kesimle sınırlı değildi. Umum in­sanlardan meçhul da değildi. Şehir sakinleri, gö­çebeler, halkın eşraf ve insanların tümü, genç ibrahim'in müjdelediği davetin özelliklerini ta­nıyorlardı!

Babası O'nu dövmek ve taşlamakla tehdit et­tiğinde, kavminin tehditleri idama öldürmeye kadar vardığında -ki dediklerini yapacaklarını biliyordu-, geri adım atmadı ve davetinin usûlünden bir şey de­ğiştirmedi. Yolun ortalarında onlarla buluşmak için bu gibi şeyleri asla yapmadı. Kendi nefsi için herhangi bir özre tutunup da gizli hücrelerden bir ma­ğaraya girmedi. Ya da davetin maslahatını bahane ederek kavminin putlarına karşı hücum etmekten vazgeçmedi.

Bunlardan hiç birini yapmadı. Kaldı ki geri adım atsın, veya kendi başına hareket etsin. O öyle birisi ki, Cenab-ı Hak O'nu, emin olmakla, sırat-ı müs­takimde oluşuyla, doğrulukla ve vefalı olmakla be­lirtmiştir. Davet Onun indinde; nefsinden, ai­lesinden, babasından, ehlinden, kavminden ve malından çok daha ön plandaydı. Onun işi gücü yal­nızca davet idi. O'nun meselesi öyle ulvi bir me­seleydi ki, onun önüne hiçbir şey geçemezdi.... Ve tehlike saatlerinin en şiddetli olduğu bir zamanda, kavminin putlarını paramparça etti. Bu putlar, onlar katında en kıymetli varlıklardı. Hayır O, put­ları kırdıktan sonra gözlerden uzak olmak ve giz-lonmek için asla kaçmadı. Bilakis onlara mah­kemelerinden kendi davetini yaymak için büyük bir fırsat yakaladı. O ayrı bir alemde, onlar da daha başka bir alemde olmalarına rağmen; Allah'ın hüc­cetini onların karşılarına dikti.

Tarihin sayfalarını karıştıranlar, Peygamber ve dııvetçilerin, ibrahim Aleyhisselâm'ın yolundan git­tiklerini bilirler. Uzak yakın herkes onları tanır. Onlar hakkı açıkça her tarafa yayar, ne bas­kıcılardan korkar, ne de zalimlerden çekinirlerdi.

Zorluk ve meşakkatler onların sebatlarını ve nurlu yoldaki istikametlerini arttırırdı.

İşte bunun için insanlar onlara icabet ettiler ve Cenab-ı Hak da onların vasıtasıyla dinine yardım etti.

Ancak pasif davetçilere gelince; insanlardan hiç biri onları bilmez. Bunlar kendi gölgelerinden bile korkar ve gizlenirler. Her gürültüyü kendi aleyh­lerine sanır, evhamlara bürünürler, bir zorluk kar­şısında himmetleri su gibi akar gider....

Onlar, mevcut ortamı değiştirmekten şüphesiz acizdirler. Çünkü nefislerini değiştirmekten aciz kalmışlardır.

Kendi çıkarlarıyla daveti karıştıranlar, yan ve çeyrek çözümleri kabul edenler, davetteki ha­yatlarının büyük bir bölümünü belirsizlik içinde gizli geçirenler ve tağutlarla dostlukta herhangi bir sakınca görmeyenler; işte onlar İslâmî davete karşı İslâm düşmanlarından daha çok tehlikelidirler.

Onlara tabi olanlar, şeyhlerini tanımalı, korkak mı, cesur mu, ahmak mı, akıllı mı bilmeli, şeyhin durumunu gizleyen fetvaların tehlikelerine karşı uyanık olmalı, o fetvalara dikkat ve sakınma gö­züyle bakmalıdırlar.

Şunu da belirtmeliyiz ki, bazen davetçi belli bir süre  gizli  çalışmaya mecbur kalabilir.  Tıpkı Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in davetin baş­langıcında yaptığı gibi.... Fakat bu gizlilik asıl değil, bir istisnadır, zarurettir, metod değildir. Şu âyetin nüzulundan sonra davetin bütün yönleriyle gizli ol­ması caiz değildir.

"Ey Peygamber! İnsanlara emrolunduğunu açıkça tebliğ et. Müşriklere itibar etme"[107]

Daveti tebliğ edecek erlerin açıkça bilinmesi la­zımdır. Bunlar Allah yolunda kendilerine isabet ede-eek her türlü eziyete karşı sabırla göğüs ger-melidirler. İbrahim Aleyhisselâm'm hayatı gibi onların hayatları da tamamen davet için ol­malıdır.[108]

 

 



[1] Enam Sûresi, ayet: 74

[2] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Bu hadisin zikri ileride taf­silatlı olarak gelecektir.

[3] Enbiya Sûresi, ayet: 51

[4] Bakara Sûresi, ayet: 124

[5] Necim Sûresi, ayet: 37

[6] Peygamberlerin Allah'a daveti. Muhammed Ahmet El Adevi Daru'l Marife, Beyrut, sayfa, 40

[7] Bu konuda itimat ettiğim (dayandığım) en önemli kaynaklar: El Bidaye ve'n Nihaye, 1/140. Çünkü o genellikle rivayetlerin araş­tırılmasına ve ayırdedilmesine ihtimam göstermektedir. Yine Tarih-i Taberi'ye de dayanmışımdır ve îbn-i Esir'in El Kâmil adlı eserine de da­yandım.

149

Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 143-149.

[8] Enam Sûresi, ayet: 74

[9] Enbiya Sûresi, ayet: 51 - 52

[10] Şuara Sûresi, ayet: 69 - 70

[11] Meryem Sûresi, ayetler: 41 - 48 152

[12] Kurtubi Tefsiri 11/111

[13] Kasas Sûresi, ayet: 55

[14] Furkan Sûresi, ayet: 63

[15] Lokman Sûresi, ayet: 15

[16] Bakara Sûresi, ayet: 74

[17] Mücadele Sûresi, ayet: 22

[18] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 150-159.

[19] Mümtehine Sûresi, ayet: 4

[20] Miimtehine Sûresinin sebebi nüzulü, Taberi, İbn-i Kesir, Bu-h(H da Sahih'inde cihad bölümünde rivayet etmiştir.

[21] Edvau'l-Beyan, 8/138

[22] Tevbe Sûresi, ayet: 114

[23] Fi Zilalil Kuran, ikinci cilt, 28. cüz, sayfa 62

[24] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethü'l Bari, 7/197, El-Ebad (uzaklaştırılmış) babasının sıfatıdır. Çünkü Cenab-ı Hak'dan (Rah­metten) çok çok uzaktır. Ve denildi ki, o helak oldu da onun için ona bu sıfat verilmiştir.

[25] Fethu-1 Bari, 10/115 ve 7/197

[26] Tevbe Sûresi, ayet: 113

[27] İsra Sûresi, ayet: 56 - 57

[28] Zümer Sûresi, ayet: 3

[29] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 160-167.

[30] Şuara Sûresi, ayet: 69-74

[31] Enbiya Sûresi, ayet: 51-54

[32] Peygamberlerin Allah'a Davetleri, Muhammed Ahmet El Adevi, sayfa 54

[33] Mülk Sûresi, ayet: 10-11

[34] Araf Sûresi, ayet: 179

[35] Enam Sûresi, ayet: 80

[36] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 171-175.

[37] Saffat Sûresi, ayeti: 83 - 86

[38] Enam Sûresi, ayet:74-78

[39] Bazı müfessirler şöyle diyorlar: İbrahim ile kavminin arasında olan bu münazara Babil'de olmuştur. Başkaları ise, Harran'da olduğunu söylemektedirler. Çünkü ehl-i Şam ve civan yıldızlara tapıyorlardı. İbn-i Kesir de böyle diyen müfessirlerdendir. Bizim için mühim değildir. Ne­rede meydana gelirse gelsin. Bilakis mühim olan, ayetlerin siyakları böyle bir münazaranın kavmiyle olduğudur.

[40] Enam Sûresi, ayet: 83 180

[41] Bakara Sûresi, ayet: 260

[42] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir. Tahkik eden, Mustafa Abdu'l Vahid, 175/1 Daru'l Kütübü'l Hadiyse, Mısır

[43] Edvau'l Beyan, Şeyh Şankıtı 2/180

[44] Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Lafız ise Buhari'ye aittir. Fethu'l Bari, 7/222

[45] Kurtubi Tefsiri, 2/298 ve 7/25 Kadı Iyaz'dan naklettiğimiz haber de Kurtubi'dendir

[46] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 176-183.

[47] Bakara Sûresi, ayet: 258

[48] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 184-186.

[49] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 187-188.

[50] Enbiya Sûresi, ayet:51-73

[51] 51'den 56'ya kadar ki ayetlerin izahı daha önce yapılmıştı.

[52] Öyle anlaşılıyor ki, İbrahim'in kavminin bayramı da tıpkı İs­tiklal bayramı, işçiler bayramı, ağaç bayramı ve tağutun doğum bay­ramı v.s. gibi asrımızın bayramlarının benzeridir.

[53] Saffat Sûresi, ayet: 88, 89

[54] İbn-i Kesir, Kısasu'l Enbiya

[55] Saffat Sûresi, ayet: 91 - 93

[56] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 189-194.

[57] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari, 7/200 El Ha-lebi, Müslim ise fedail bölümünde merftı olarak tahriç etmiştir. Ahmed İbn-i Hanbel ve Tirmizi de tahriç etmişlerdir. Tirmizi, bu hadis Hasen, Sahih bir hadistir demiştir.

[58] Fethu'l Bari, Haşiye, İbn-i Hacer'in. 7/203

[59] Buhari bu hadisi Edebu'l Müfret'te İmran bin Hûsayn'den tah-ric etmiştir. Buhari'ye ait olan ve yine Edebu'l Müfret'te Ebi Osman El Mehdi'den, o da Ömer'den gelen başka bir rivayette ise: "Amma tarizde öyle   bir   şey   vardır   ki,   yalan   olarak   müslümana   kafidir"   bu-yurulmaktadır. Taberi de bunu Tehzib'de tahric etmiştir. Taberani ise Elkebir adlı kitabında tahric etmiştir. Ravileri güvenilirdir. Fethu'l Bari 13/216

[60] Bir önceki kaynak, 13/216

[61] Fethu'l Bari, 7/204

[62] Riya'zu's-Salihin, İmam Nevevi. Yalandan caiz olanın beyanı konusu, sayfa 550 Mekteb'i İslami.

[63] Fethu'l Bari, 6/228 Halebi Matbaası

[64] Buhari bu hadisi sahihinde, İkrah halinde karısı için bu benim lu/.kardeşim derse, onun üzerine bir şey yoktur, bölümünde tahric et-ıııifjtir. 11/305

[65] Feth-1 Bari Halebi Matbaası. Hasim bin Hassan rivayeti. Nesai, llozzar ve İbn-i Hibban bu rivayeti tahric etmişlerdir.7/201

[66] "Kısasu-1 Enbiya" Neccar'ın kitabıdır. İçinde bir çok sapıklıklar vardır. En önemlileri: Akide konularında Âhad hadisleri reddetmek, Aklı naklin üstünde tutmak (önüne geçirmek), yazdıklarında ehli ki­tabın kaynaklarına dayanmasıdır. Güvenilir alimler ona reddiye yazıp kitaptaki sapıklıkları açıklamışlardır.

[67] Fi zilalil Kur'an, 5/40, 17. cüz.

[68] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:194-210.

[69] Saffat Suresi,Ayet:97,İbn-i Kesir Tefsiri

[70] Fethu'l-Bari,7/206 Halebi Matbaasa

[71] Kurtubi Tefsiri, 11-304

[72] Bu iki rivayeti Buhari Sahih'inde tahric etmiştir. Fethu'l Bari, B/229. Yeni Riyad Kütüphanesi.

[73] Yasin Sûresi, ayet: 82

[74] Yusuf Sûresi, ayet: 110

[75] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 211-215.

[76] Enbiya Sûresi, ayet:70-74

[77] Ankebut Sûresi, ayet: 26

[78] Saffat Sûresi, ayet:97-99

[79] Fethu'l Bari, 1/28

[80] İbn-i Hişam Siyreti, 1/330, El Albani, El Halebi Matbaası ve Kütüphanesi.

[81] Nisa Sûresi,: 100

[82] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 216-223.

[83] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 225-231.

[84] En’am Suresi, ayet: 81, 82.

[85] Ali İmran Sûresi, ayet: 151

[86] Tevbe Sûresi, ayet: 52

[87] El Bidaye ven Nihaye 7/39

[88] Hadid Sûresi, ayet: 13

[89] El Kelimü't Tayyib. İbn-il Kayyım. (Kevakibül Dürriyye fi Me-nakıbı Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye) adlı kitaptan aktarılmıştır.

[90] Al-i İmran Sûresi, ayet: 175

[91] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 232-239.

[92] Buhari Sahih'inde rivayet etmiştir. Fethu'l Bari 7/204, lafız da lluhari'ye aittir. Müslim ise, İbn-i Cüreyc hadisinden rivayet etmiştir. Nesai ve  İbn-i  Mace  de  Süfyan  bin  Uyeyne hadisinden  tahric  et­mişlerdir.

[93] Kısasu'l Enbiya. İbn-i Kesir, sayfa 185, Darul Kütübül Hadiyse Tahkik: Mustafa Abdul Vahid. Kitabı tahkik eden vezeğ kıssası hakkında diyor ki: "Akla muhalefet ettiği için bu rivayetlere mutmain ola­mıyoruz. Çünkü hayvanlar için bir mükellefiyet yoktur. Vezeğ, Allah Rasûlü'nün öldürmekle emrettiği fevasık (zararlı hayvanlar)dan da de­ğildir. Eğer onun öldürülmesini emrettiği doğruysa, o zaman ayrı bir il­letin olması lazımdır."

Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde rivayet ettikleri ve yine Ahmet İbn-i Hanbel'in, Nesai'nin ve İbn-i Mace'nin de rivayet ettiği hadisler hangi akla muhalifmiş? Abdul Vahid El bidaye ven Nihaye kitabını tah­kik ettiğini iddia ettiğinde kim bilir İbn-i Kesir ne kadar zulme uğ­ramıştır.?!.

[94] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 240-243.

[95] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 244-246.

[96] Hud Sûresi, ayet: 75

[97] İbrahim Sûresi, ayet: 36

[98] Enbiya Sûresi, ayet: 67

[99] Mümtehine Sûresi, ayet: 4

[100] Mümtehine Sûresi, ayet: 4

[101] Edvua'l Beyan 8/139

[102] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 247-250.

[103] Bakara Sûresi, ayet: 258

[104] Enbiya Sûresi, ayet: 64, 65

[105] Enam Sûresi, ayet: 83

[106] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 251-253.

[107] Hicr Sûresi, ayet: 94

[108] "Dirasatü fis Sıyre" adlı kitapta, gizlilik ve açıklık konusunda [ Bi»v*!uyu daha geniş bahsedeceğiz. İnşaallah pek yakında kitap basılır.

Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 254-257.