Kurbanın
İshak Olduğunu Söyleyenler
İbrahim
Aleyhisselam'ın Faziletlerinden Bazıları
İbrahim'in
Fazileti Konusunda Hadisi Şerifler
Sare'nin çocuğu
olmuyordu. Saçı tamamen ağarıp iyice yaşlandıktan sonra, bir gün şefkat dolu
duygusal bakışlarla vefalı eşine baktı. Kocasının hayvanlarını ve arazisini
idare etmekten dolayı karşılaştığı zorluklar Sare'yi çok üzdü. Bunun üzerine
hizmetçisi Hacer'i Ona verdi ve O'nunla evlenmesini istedi. Umulur ki Cenab-ı
Hak O'na llâcer'den bir çocuk verir de, O da Nübüvvette ve Allah'a davette
varis olur. Kendisine işlerinde ve hizmetinde yardım eder, ilgilenir.
Ve Halilü'r Rahman
Hâcer'le evlendi. Cenab-ı Hak O'na Hacer'den İsmail'i ikram etti. Fakat İbrahim
Aleyhisselâm'm oğluyla mutlu olması fazla Hürmedi. Çünkü kıskançlık Sare'nin
kalbinde durmayıp, hareketlenmeye başladı. Öyle bir hale geldi ki, artık
çocuğa ve annesine tahammül edemez oldu. Sonunda kocasından onları çok uzak bir
yere götürmesini istedi. Hatta onların seslerini dahi duymasın. Allahu
Teâla'mn dilediği bir işin
gerçekleşmesi için İbrahim Aleyhisselâm davasına Babil topraklarında ilk
inanan, O'nun üzüntü ve sıkıntılarını paylaşan, zor yolculuklarda beraber hicret
eden, O'na ne gibi bir zarar geldiyse kendisine de gelen, namusunu koruyan eşi
Sâre'nin isteğini geri çevirmedi, âdeta Halilü'r Rahman'ın hayatından ayrılmaz
bir parça oldu. Allah O'ndan razı olsun.
ibrahim Aleyhisselâm
oğlu İsmail ve hanımı Hacer ile birlikte yaptığı yolculuğunu, onları Şam'dan
çıkarttığı andan itibaren oğluyla birlikte Kabe'yi yapmasına kadar anlatalım.
Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği İbn-i Abbas rivayetini bu konuda hadis ve
tarih kitaplarında gelen rivayetlerin en sahihi ve en detaylısı olarak buldum.
Onun için de bu rivayeti serdettim. Şerhlerinde ise Hafiz İbn-i Hacer'in
şerhini esas aldım. Çünkü o bu meydanın eridir. Benim bu rivayet hakkında
yaptığım bazı açıklamalar ihtiyaç halinde olmuştur, bu da azdır. [1]
"Kadınlardan
beline ilk defa kuşak[2]
bağlayan İsmail Aleyhisselâm'ın annesidir. Sare'ye, eserini (hamile olduğunu)
belli etmemek için üzerine kuşak bağlamış sonra İbrahim Aleyhisselâm onu ve
oğlu İsmail'i daha emzirir halde iken götürmüş; beyt'in orada Zemzem'in ve
mescidin üst tarafında büyük bir ağacın [3]altına
koymuştur. O zaman Mekke'de hiç kimse yoktu ve su da bulunmuyordu. İbrahim
Aleyhisselâm onları oraya bıraktı, bir dağarcık içinde hurma, bir kap içinde
de suyu yanlarına koydu ve hemen geri döndü. İsmail'in annesi (Hâcer) O'nun
peşine düştü ve: "Ey İbrahim! Böyle insan ve hiçbir şey olmayan vadide
bizi terkedip de nereye gidiyorsun?" dedi. Bunu da Ona defalarca tekrar
etti. İbrahim Aleyhisselâm O'na hiç yönelmedi. Bunun üzerine İbrahim'e:
"Bunu sana emreden Allah mıdır?" Bunun üzerine O "evet" der
ve cevabını alır: "Öyle ise O bizi zayi etmez"[4] dedi,
sonra geri döndü.
Ve İbrahim
Aleyhisselâm Hacer'in kendisini gö-remiyeceği Seniyye[5]
tepesini aşıncaya kadar gitti. Orada Kabe'ye[6]
yöneldi, ellerini kaldırdı ve şöyle dua etti: "Ya Rabbi! Ben zürriyetimi
ekinsiz[7] bir
vadide yerleştirdim. (İbrahim 37.âyette geçen bu duayı -"Yeşkurun"a
kadar olan kısmı- Rabbinden niyaz etti:)
Ve annesi, İsmail'i emzirmeye ve bırakılan kaptaki
sudan içmeye başladı. Kaptaki su
tükenince susadılar. Acıyarak oğluna bakmaya başladı. O ise ağzından köpük
geliyor[8] -veya
ravi dedi ki- yerde ayaklarıyla debeleniyor. O halinden üzüldüğü için oradan
uzaklaşarak en yakında Safa' tepesini buldu. Onun üzerine çıkarak vadiye döndü.
Birisini görebilmek için bakındı, fakat kimseyi göremedi. Derken Safa'dan
indi, ta vadiye kadar geldi ve eteklerini topladı.[9] Sonra
çalışan bir insan gayretiyle koştu, vadiyi geçti ve Merve'ye çıktı. Yine
birisini görebilmek için bakındı, ancak hiç kimseyi göremedi. Neticede bunu
yedi defa yaptı. İbn-i Abbas devamla dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi
Vesellem buyurdular ki: "İşte insanların Safa ile Merve arasındaki[10]
Sa'y'i budur." Merve üzerine çıktığında bir ses duydu ve içinden kendi
kendisine 'sus'[11] dedi. Sonra dinledi ve
aynı sesi tekrar duydu. Bunun üzerine: (Sesin sahibine) "Sen işittirdin,
eğer yanında bir yardımcı[12]varsa
bana yardım et" dedi. Baktığında ise
Zemzem mahallinde bir Melek[13] arka
ayağıyla kazıyor. -Veya (ravi) dedi ki-[14] kanadıyla
kazıyor. Su çıkıncaya kadar böylece kazdı.
Hacer suya havuz
yapmaya ve elini suya daldırıp avucuyla suyu kabına koymaya başladı. Su ise coşarak
akmaktaydı. Hacer de suyun akmasını engellemeye çalışıyordu. İbn-i Abbas
devamla dedi ki: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki:
"Allah İsmail'in annesine rahmet etsin eğer bı-raksaydı, -yahut şöyle dedi
(ravi)- eğer Zemzem'den avuçlamasaydı, zemzem akan bir kaynak olurdu."[15]
İbn-i Abbas devamla:
Hacer (sudan) içti ve çocuğunu emzirdi. Melek O'na: "Ziyan olmaktan
korkma![16]
Muhakkak; bu Allah'ın evidir.[17] Onu
bu çocuk ve babası inşâ edecektir. Şüphesiz Allah bu evin ehlini zayi
etmez" dedi. Beyt yüksek bir tepe gibiydi. Sel suları Beyt'in sağ ve solundan
akardı. Kedâin yolundan gelen, Cürhüm'den[18]olan
bir aile -ya da- bir kafile[19]
uğrayana kadar böylece devam etti. Sonra Mekke'nin alt kısmında konakladılar.
Havada dönüp dolaşan bir kuş[20]
gördüklerinde: "Bu kuş su üzerinde dönüyor. Bizim bildiğimize göre bu
vadide su yoktu" dediler. Derken, keşif için bir iki kişi[21]gönderdiler.
Keşif için gidenler, su ile karşılaştılar. Sonra dönüp onlara bunu haber
verdiler. Böylece onlar da geldiler. İbn-i Abbas devamla: O sırada İsmail'in
annesi suyun yanındaydı. Onlar: "Senin yanında konaklamamıza izin verir
misin?" dediler. O da: "Evet, fakat suda sizin bir hakkınız
yoktur" diye cevapladı. Onlar da kabul ettiler. İbn-i Abbas diyor ki:
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Ve-sellem şöyle buyurdu: "İsmail'in annesi
bu anlaşmayı[22] yaptı. O ünsiyeti
seviyordu. Bunun üzerine onlar da konakladı ve ailelerine haber gönderdiler,
onlar da hep beraber konakladılar. Hacer'in yanında evler yaptılar İsmail
büyüdü ve onlardan Arapça öğrendi"[23]
dedi. Gençliğinde İsmail onların hoşuna gitti.[24]
Evlenme çağına geldiğinde de kendilerinden bir kadınla Onu evlendirdiler.
Sonra İsmail'in annesi
öldü. Derken İsmail evlendikten sonra İbrahim bıraktıklarının[25]
halini öğrenmek üzere geldi. İsmail'i bulamadı. Bunun üzerine hanımından
İsmail'i sordu. O da: Bize rızık[26]
aramaya gitti, dedi. Sonra geçimlerinden ve durumlarından sordu.[27] O
da: "Biz çok kötü bir haldeyiz ve şiddetli geçim sıkıntısmdayız"
diye İbrahim Aleyhisselâm'a şikayette[28]
bulundu. O: "Beyin geldiğinde O'na selam söyle ve O'na, kapısının eşiğini[29]değiştirmesini
söyle" dedi. İsmail geldiğinde sanki bir şeyleri anlar gibi oldu ve
"bize kimse geldi mi?" diye sordu. Hanımı da: Evet. Bize böyle böyle
bir yaşlı zat geldi, seni sordu ben de söyledim. Geçimimizin nasıl olduğunu
sordu, ben de zorluk ve sıkıntı içinde olduğumuzu Ona haber verdim. İsmail:
Sana bir şey tavsiye etti mi? diye sordu, O da: Evet, sana selam söylememi ve
de kapının eşiğini değiştirmeni emretti. İsmail: "O babamdı ve bana senden
ayrılmamı emretmiş" dedi. Böylece onu boşadı. Onlardan başka bir kadınla
evlendi. İbrahim Aleyhisselam Allah'ın dilediği kadar onların yanına uğramadı,
sonra geldi ve İsmail'i bulamadı. Hanımının yanına gitti ve İsmail'i sordu. O
da: "Bize rızık aramaya çıktı" dedi. İbrahim Aleyhisselam: "Nasılsınız?"
dedi, ve geçimlerinden, hallerinden sordu.
O da: "Biz hayır
ve bolluk içindeyiz" dedi ve Allah'a hamd-u sena etti.
Bunun üzerine
İbrahim Aleyhisselâm: "Yemeğiniz nedir?" O da:
"Ettir" dedi. İbrahim Aleyhisselâm:
"İçeceğiniz nedir?" diye
sordu. O da: "Sudur" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm da:
"Ey Allah'ım,[30]
onları etinde ve suyunda mübarek kıl" diye dua etti. Nebi Sallallahu
Aleyhi Vesellem şöyle buyurdular: "O gün onların buğday taneleri yoktu.
Eğer onların buğdayları da olsaydı, mutlaka onun hakkında da dua ederdi
onlara." Devamla şöyle buyurdu:
"Et ve suya Mekke halkından
başka hiç kimse tek başına sabredemez."[31]
Ancak o ikisi de buna uymayarak sabretti.
İbrahim Aleyhisselâm:
"Eğer beyin gelirse O'na selam söyle ve kapısının eşiğini sabit tutmasını
emret" dedi. İsmail Aleyhisselâm geldiğinde; "bize hiç kimse geldi
mi?" dedi. Hanımı da: "Evet. Bize güzel görünümlü, yaşlı biri
geldi" dedi ve O'nu methetti. "Sonra benden seni sordu, ben de
söyledim. Daha sonra geçimimizin nasıl olduğunu sordu, ben de hayır içinde
olduğumuzu O'na haber verdim." İsmail Aleyhisselâm dedi ki: "Sana
bir şey tavsiye etti mi?" dedi. O da: "Evet, sana selâm söyledi ve kapının
eşiğini sabit tutmanı sana emrediyor"[32]
dedi.
İsmail Aleyhisselâm
da: "O babamdı. Sen de eşiksin. Seni tutmamı bana emretmiş" dedi.
İbrahim Aleyhisselâm Allah'ın dilediği kadar onlardan ayrı durdu ve daha sonra
geldi.[33]
İsmail Zemzemin yanında büyük bir ağacın altında okunu düzeltiyordu.[34] O'nu
görünce kalktı babanın oğluna ve oğulun babasına yapması gereken şeyi yaptılar[35]İbrahim
Aleyhisselâm: "Ey İsmail! Allah bana bir emir verdi" dedi. O da:
"Rabb'in sana ne emrettiyse onu yap" cevabını verdi. İbrahim:
"Bana yardım eder misin?" İsmail: "Ederim." İbrahim:
"Allah şurada bir Beyt (Kabe'yi) yapmamı emretti" dedi ve etrafından
yüksekte olan Kabe'yi işaret etti.
İbn-i Abbas devamla
şöyle dedi: "Beytin duvarlarını yükselttiklerinde, İsmail taş getirip, İbrahim
Aleyhisselâm da bina yapmaya başladı. Bina yükseldiğinde ise,[36] taş[37]getirdi,
İbrahim Aleyhisselâm'ın ayaklan altına koydu, böylece yükselsin ve binayı rahat
yapabilsin. İbrahim o taşın üzerine çıkarak binayı yapıyor, İsmail de O'na taş
veriyor, bir yandan da şöyle diyorlardı:
"Ey Rabbimiz!
Bizden kabul et. Muhakkak ki, sen işiten ve bilensin!" (İbn-i Abbas
devamla şöyle dedi:) Beytin etrafında dönünceye kadar binayı yaptılar ve bir
taraftan da: "Ey Rabbimiz! Bizden kabul et. Muhakkak ki sen, işiten ve
bilensin!" diyorlardı."
Buhari'nin rivayeti
burada son buldu.[38]
Buharı nin Sahih'inde
tahric etmiş olduğu İbn-i I Abbas'tan gelen hadis-i şeriften ortaya çıkan; İb-
I rahim Aleyhisselam'm ehlinin bir kısmını ekinsiz | bir vadiye, Mekke-i
Mükerreme'ye yerleştirmesini Cenab-ı Hakkın emretmiş olduğudur.
Ta ki mübarek ve temiz
yerde namazlarını ki-smlar ve Allah'a ibadet etsinler. O mübarek topraklar
kendisine iman tohumunu ekecek davetçileı o muhtaçtır.
Sonra Beyt'i (Kabe'yi)
yapma ve duvarlarını yük seltme hususunda Allah'ın emri geldi. İsmail Aley
hisselâm derhal Allah'ın emrine icabet etti.
"İbrahim ve
İsmail, Beyt'in duvarlarını yükselttiklerinde: "Ya Rabbi! bizden kabul
buyur. Sen işitir ve bilirsin. Ya Rabbi! Bizi sana teslimiyette sabit kıl.
Zürriyetimizden sana boyun eğen mün-lüman bir ümmet yarat. Bize menasikimizi
(ibadol edecek yerlerimizi) göster, bizi bağışla. Sen kullarına acır ve affedersin. Ya Rabbi! O
Müslüman ümmete kendilerinden bir Peygamber gönder ki, onlara ayetlerini
okusun. Kitab'ı ve Hikmet'i öğretsin. Onları günahlardan temizlesin. Sen aziz
ve hakimsin" diye dua ettiler."[39] Ve
Beyt'in yapımı tamam olduktan sonra İbrahim Aleyhisselâm insanları oraya,
Kabe'ye çağırmaya başladı:
"İnsanlara Haccı
ilan et. Sana yürüyerek, binekle ve uzak olan her yoldan gelsinler. Ta ki kendilerine
ait olan menfaatlere şahid olsunlar. Ve Allah'ın kendilerine rızık olarak
verdiği kurbanlar üzerine Allah'ın ismini zikretsinler. O kurbanlardan yeyin ve
muhtaç olan fakirleri doyurun. Sonra kirlerini temizlesinler. Adaklarını
yerine getirsinler. Ve Beyt-i Atîk'i tavaf etsinler, dedik."[40]
Cenab-ı Hak Halil'i
İbrahim Aleyhisselam'm duasını kabul etti ve O'nun yaptığı Beyt'i mu-vahhidler,
mü'minler için bir Kıble yaptı. Mü'minlerin kalplerini o Beyt için bir sevgi
yeri kıldı ve korkanlar için de orayı bir sığınılacak yer yaptı....
Aziz ve Celil olan
Allah oranın sakinlerini rı-zıklara ve emniyete gark etti.
"....Biz onları,
tarafımızdan rızık olarak her şeyin mahsullerinin toplanacağı emin bir haremde
yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bunu bilmezler."[41]
"Bu Beyt'in
Rabb'ine ibadet etsinler. O Rab ki, onları açlıktan doyurdu ve korkudan emin
kıldı."[42]
İbn-i Abbas, dedi ki,
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Mekke'nin fethi gününde şöyle buyurdu:
Hicret yoktur. Fakat cihad ve niyet vardır. Cihada çağrıldığınızda koşun. Bu
beldeyi Cenab-ı Allah semaları ve yeri yarattığı andan itibaren haram
kılmıştır. Ve o Allah'ın haram kılmasıyla Kı-yamet'e kadar haramdır. Muhakkak
orada savaş benden önce hiç kimseye helal olmadı. Bana da helal olmadı, sadece
gündüzün bir zamanında helal oldu. Ve o Allah'ın haram kılmasıyla Kıyamet'e
kadar haramdır. O'nun ağacı kesilmez, av hayvanları ürkütülmez (avlanmaz),
düşmüşü (kaybolmuşu) alınmaz, ancak bilineni alınır (sahibi bilinen alınıp ona
verilir), otları kesilmez. Bunun üzerine İbn-i Abbas dedi ki: Ey Allah'ın
Rasûlü "Ezhire" (ihtiyaç için saklanan şeyler) müstesna olmaz mı?
Çünkü o evleri ve hayvanları içindir. Allah Rasûlü de buyurdular ki: Ezhir
müstesna (o toplanabilir)."[43]
Allâhu Teâla Nebi'si
ve Rasûlü İbrahim Aley-hisselam'm duasını kabul edip, O'nun zürriyetinden
müslüman bir ümmet yarattı. Arap ümmetine kendilerinden bir Peygamber
gönderdi. Bu Peygamber onlara Kitab ve Hikmet'i öğretip, onları şirk'ten ve
diğer günahlarından temizliyor. İşte o Peygamber Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem'dir, Cenab-ı Hakk'm kendisiyle Nebi ve Rasûllerini sona erdirdiği
Allah'ın elçisidir.
Cenabı Hak O'nu İsmail
Aleyhisselâm'ın evlatları arasından (soyundan) seçti.
Allah Rasûlü
Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
"Ben babam
İbrahim'in duası, İsa'nın müjdesi ve annemin gördüğü rüyayım."[44]
Allah Azze ve Celle
İbrahim Aleyhisselâm'ın duasını kabul etti ve O'na bütün menasikini (ibadet
yapılacak yerleri) gösterdi. İnsanları hacca çağırmasını İbrahim
Aleyhisselâm'a emretti. İnsanlar da bu çağrıya icabet ettiler. Her taraftan
yaya ve bi-nekli olarak Beytullah'a akın etmeye başladılar. Hac İslâm'dan önce
de var ve Araplar Allah'ın evini o zaman da haccediyorlardı. Sonra hac İslâm'ın
beş rüknünden biri oldu. Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurdu:
"İslâm beş şey
üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun
Rasûlü olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, haccetmek ve ramazan
orucunu tutmak."[45]
Müslümanların en uzak
yerlerden ve her taraftan Mekke'ye akın ettiklerini görmekteyiz. Ordular gibi
kopup geliyorlar. Böylesi bir şeyin tarih, sayı ve intizam bakımından
benzerini görmedi ve asla görmeyecek. Evet bu hedef ve duygu birliğinin
örneğini tarih ne gördü ve ne de görecek. Orada bir ağızdan şunu
tekrarlıyorlar:
"Lebbeyk!
Allahümme Lebbeyk! La Şerike Leke Lebbeyk! İnne'l hamde, ve'n ni'mete leke ve'l
Mülk, La şerike Leke!"
"Emret Allahım!
Emrine hazırım! Emret Allah'ım, senin ortağın yoktur! Emret Allahım emrine hazırım,
muhakkak ki hamd senin
içindir.
Nimet ve Mülk
senindir! Senin şerikin (ortağın) yoktur!"
İnsanlardan
yüzbinlercesi her yıl zilhicce ayının dokuzuncu günü Arafat'ta duruyor ve
ihramdan başka elbiselerini çıkartmış halde dikilip, dua ve tel-biye ederek
Allah'a yöneliyorlar.
Sabah namazından sonra
Müzdelife'den hareket ettikleri gibi bu mahşerî kalabalık güneş batmadan önce
Arafat'tan hareket ediyorlar. Ve her şey, İbrahim; İsmail ve Muhammed
Aleyhimussalatu ve's-selâm'm zikrettiği nişanelerdendir. Salat ve selamların
en faziletlesi onların üzerine olsun.
Müslümanlar Beyt-i
Atik'i her tavaf edişlerinde doğal olarak onu yapanı da; İbrahim ve İsmail
Aley-hisselâm'ın Beyt'in etrafında tavaf ederken; "Ey Rabbimiz bizden
kabul et. Şüphesiz ki sen işiten ve bilensin" diye nasıl tavaf ve dua
ettiklerini hatırlıyorlar.
Safa ve Merve arasında
Sa'y (koşar gibi çabuk çabuk yürüme) yaparken mahzun Hacer'i; Hacer'in
kendisini ve oğlunu helak olmaktan kurtaracak bir yardımcı aradığını, kısaca
Sa'y yaparken bu kıssayı tamamen hatırlıyorlar.
Zemzem'den içerken,
Cenab-ı Hakk'ın bu suyu nasıl çıkarttığını ve kulu, Nebisi İsmail'e nasıl ihsanda
bulunduğunu hatırlıyorlar.
Yine taş atma
esnasında; Şeytan'ın İbrahim Aley-hisselâm'ı fitneye düşürüp O'nu günaha sokmak
veya haccma herhangi bir şüphe sokmak için nasıl musallat olduğunu, İbrahim
Aleyhisselâm'ın da Şeytan'ın arzularını kesmek ve kovmak için O'na nasıl taş
attığını; kurban İsmail'i ve Cenab-ı Hakk'm O'nun yerine büyük bir koçu nasıl
ihsan ettiğini hatırlıyorlar.
Hac; menâsik ve
rükünleriyle Cenab-ı Hakk'a teslimiyeti simgelemektedir. O'na boyun eğmeyi ve
inkiyâdın en ileri mertebelerini ortaya koymakta ve insanlara hayırlı bir ümmet
olarak insanlar için çı-kartılışlarının ahdlerini müslümanlar yenilemektedirler.
Üstad Ebu'l Hasan Ali
El Hasanî En Nedvî şöyle diyor:
"Hac, menâsik ve
rükünleriyle mutlak itaat için bir ölçü ve nefsi o itaate alıştırma, mücerred
olarak emre tabi olmak, emirden sonra gösterilen gayrettir. İsteğe icabet
etmek, hazır olmaktır. Hac Mekke, Mina, Arafat, Müzdelife arasındadır. Mina ve
Mekke'de, durulur ve sefer edilir, konaklanılır ve taşınılır, çadır kurulur ve
sökülür. O sadece gösterilen bu işarete gönüllülük ve emre âmâde olmaktır. Müslüman
için herhangi bir irâde, hüküm veya bir seçenek yoktur.
Mina'ya iner,
Müzdelife'de ve Arafat'ta vakfeye durmaksızın Arafat'a intikal ile emrolunur.
Gündüz boyu dua ve ibadetle meşgul olmaya devam eder. Güneş battıktan sonra
içinden biraz oturma ve dinlenme isteği gelir, fakat buna müsaade edilmez. Derhal
Müzdelife'ye intikali emrolunur.
Hayatını namazları
vaktinde eda etmekle geçirir. Arafat'ta akşam namazını geciktirmekle emrolunur.
Çünkü o, âdet ve namazlarının kulu değil, Rabb'inin kuludur. Akşam namazını
ancak Müzdelife'de yatsıyla birlikte cem ederek kılar. Müzdelife'de ikamet
etmek çok hoşuna gider, bunun uzun olmasını ister, fakat buna da müsa de
edilmez. Ve Mina'ya intikal ile emrolunur.
İşte İbrahim
Aleyhisselâm ve Nebilerin hayatı böyle idi. Allah'ı seven, O'na teslim olan
mü'minlerin hayatı da böyledir. Kalmak, göç etmek, ikamet etmek, başka yerlere
gitmek, sıkıntı ve genişlik, kavuşmak ve ayrılık. Örf ve ananaye boyun bükmek
yoktur. Şehvet'e icabet yoktur. Hevâ ve hevesi müdafaa yoktur."[46]
İbrahim Aleyhisselam
rüyasında ilk ve tek oğlunu kurban ettiğini görür. Peygamberlerin rüyaları ise
vahiydir.[47] İbrahim Aleyhisselam oğlu
İsmail Aleyhisselam'a Rabb'inin emrini hemen haber verdi. Sebebi ise, bunun
Allah'ın emri olduğunu bilmesiyle daha kolay karşılaması ve bir yandan da
sabır, cesaret yönünden imtihan etmekti. Hayırlı oğuldan, Rabb'inin emrine
teslim olmuş, babasına cevabı ise sadece şöyle demek oldu:
"Dedi ki: Ey
babacığım! Emrolunduğunu yap. İn-şaallah beni sabredenlerden bulursun."[48]
"Ey babacığım!
Emrolunduğunu yap": Şüphesiz bu ibare karşısında kalem şaşırıp kalır....
Okuyucuların nefsinden, bu ibarenin tasvirinde, belagatında ve zihinlere
yaklaştırma konusunda ne yazılabilir ki...
"Emrolunduğunu
yap." İşte bu İslâm'dır. Boyun bükmek, teslim olmak, itaat etmek, emre
itaat ve yerine getirmektir....Ne büyük bir teslimiyet!.
Fakat meliklerin ve
zalimlerin emrine değil, bilakis bir olan Allah'a ve O'nun Peygamberlerine
olan bir itaat ve teslimiyettir. Aleyhim efdalu's-Salati ve't-Teslîm.
"Emrolunduğunu
yap!" Ey yumuşak huylu, ince kalpli ve merhametli babacığım! Muhakkak
Allah'ın emrini yerine getirmen benim şu fani dünya hayatımdan çok daha
önemlidir. Beni âsi ve tereddütlü görmeyeceksin. Bilakis, sabreden ve ecrini
ancak Allah'tan bekleyen biri olarak bulunacaksın.
"Emrolunduğunu
yap." Kudreti yüce olan Allah Risaleti yüklemek için bizleri seçti. O'nun
arzındı hidayet yıldızları olmamız için bizi tayin etti. Hır türlü gölgeyi
ortadan kaldıran güneşler olarak bili kıldı. Bizler mallarımızdan ve
canlarımızdan ıııııllk olduğumuz her şeyi Allah'ın yolunda sarl'elınnltti asla
tereddüt etmeyeceğiz.
Muhakkak insanlardan
bir çoğu harp meydanlarında şehid düşüyor, mal ve evladını Allnh y§« lunda
feda ediyorlar. Fakat hiçbir şehadot V» h-dakarlık, İbrahim ve İsmail'in
yaptığına benzemez, benzeyemez...
Oğluna tam bir incelik
ve şefkatle: "Ey oğulcuğum!
Muhakkak rüyada seni keserken diyen merhametli babaya bak. Ve büyük bir itaatle
çocuğun itaatine: "Ey babacağım emrolunduğunu yap. İnşaallah beni
sabredenlerden bulacaksın"
Oğluna söyle deseydi:
"Allah yolunda eihnd» fİİ Umulur ki Cenab-ı Hak senin şehadoünli bmİ fis
reflendirir..." Eğer buna benzer bir şey «<ivl«nnv4l. şüphesiz ki olay
daha hafif olurdu. Çünkü Âlltllı tiilf manian O'nu öldüreceklerdi. Ama burada
bir davetçi mü'min baba, davetçi mü'min bir oğlum! kt serek öldürecek ve O da
hiçbir günaha bulıtfmHtnif veya
kendisine had cezası
uygulanmamın gerektirmeyen bir iş
yapmış olacak!
Şüphesiz, İsmail
Aleyhisselâm'ın hayatı tamamen babasının her emrettiği şeye itaat etmek ve tutunmakla
geçmiştir.
O biliyordu ki, O'na
itaat etmek Allah'a itaat etmektir. Hanımına, İsmail Aleyhisselâm'a kapısının
eşiğini değiştirmesini söylemesini haber verdiğinde, derhal hanımını boşadı.
O'nu sevmesi babasının emrini yerine getirmekten men etmedi. Veya evlatlarının
faydasına olan düşkünlüğü O'nu engellemedi. Kabe'yi yapma konusunda da İbrahim
Aleyhisselâm kendisine yardım etmesini emrettiğinde, hiçbir sıkıntı veya
bıkkınlık duymadan yine babasının emrine koştu.
Hiçbir zaman
unutmayacağız ve nasıl unuturuz ki, İsmail Aleyhisselâm, Allah'a, sıkı sıkıya
bağlı ve O'nun emrine teslim olmuş bir kadının evinde büyümüş ve yetişmiştir.
O'nun Allah'ın emirlerine teslimiyeti her türlü özellikten çok daha büyük ve
yücedir.... Bunu, daha önce İbrahim Aleyhisselâm'ın O'nu oğluyla birlikte
sığınmasız ve emin olmayan bir yerde bırakmasının Allah'ın emri olduğunu öğrendiğinde
görmüştük. Hatta orada yiyecek su bile yoktu. O'nun cevabı da: "Öyle ise O
bizi zayi etmez" olmuştu.
Bundan dolayı İsmail
Aleyhisselâm babasına: "Ey babacığım! Emrolunduğunu yap" diyordu.
İbrahim Aleyhisselâm'ı biricik oğluyla beraber, konuşmadan ve nazari
muvaffakiyetten sonra ameli tatbike ve uygulamaya geçiyor.
"İkisi de
(Allah'ın emrine) teslim oldular. İbrahim O'nu yüz üstü yatırdı."[49]
Teslim oldular: Yani baba ve oğul boyun büküp kabul ettiler. İbrahim
Aley-hissalâm işin sırrından Rabb'ine sormadı bile.
Uzun süredir beklediği
biricik oğlunu nasıl kesebileceğini de sormadı. İbrahim Aleyhisselâm saçı başı
ağardıktan sonra Allah o çocuğu ihsan etti ve yanında koşup yürüyecek çağa
geldi. Gençlik çağına geldikten sonra O'nu kesecek. Babası O'na çalışma ve iş
olarak her şeyi yaptırabiliyordu. İsmail de babasına; "Ben, hayatım
boyunca sana asi olmadığım halde, niçin, nasıl beni kesersin?" demedi.
"Beni annemin
kucağında çocukken susuz ve ekinsiz bir vadiye atman ve bizi yırtıcı hayvanlara
yem olarak terketmen sana yetmedi mi? (Şimdi de beni keseceksin)" dahi
demedi. Bu gibi şeyleri söylemesi Allah korusun, asla olmadı. Çünkü O
mü'mindir ve biliyor ki babası her yaptığı işinde Allah'ın emirlerini yerine
getiriyor. Müslümanların en belirgin sıfatlarından biri de Cenab-ı Hakk'ın kaza
ve kaderine rızadır.
İbrahim Aleyhisselâm
Allah'ın emrini yerine getirmeye başladı, oğlunu yere yatırdı ve bağını iyice
sıkılaştırdı. Oğlu kendi nefsinden mutmain olduğu, gönüllü olduğu ve hiç
hareket etmediği halde yine de sıkıca bağladı. Bıçağı tuttu, sonra onu
İsmail'in boynunun üzerine koydu. Ve bıçağı boynunun üzerinde sürdü.... İşte
bu anlarda İbrahim Aley-hisseylâm, Rabb'inin nidasını duydu:
"Biz O'na: Ey
İbrahim, diye nida ettik. Rüyana sadakat gösterdin. Şüphe yok ki biz, güzel
amel işleyenleri işte böyle mükafaatlandırırız. Bu ap-açık bir imtihandır.
O'na büyük bir kurbanlık fidye verdik."[50]
İbrahim dönüp bir de
baktı ki, büyük beyaz bir koç. Onu kesti. Ve onu ciğerparesi oğlunun yerine
fidye verdi. Böylece kurban kesmek İslâm'ın sünnetlerinden bir sünnet oldu.
Mekke'de kurban kesmek de haccın tamamlayan unsurlardan biri oldu. Vallahi
şüphesiz ki bu, ap açık bir imtihandır.
Allah rahmet etsin,
İbn-il Kayyım şöyle diyor:
"....Noksan
sıfatlardan münezzeh olan Allah Teâla, ilk evlatların onlardan sonra olanlardan
daha sevimli olduğuna dair olan beşeri âdeti icra etti.
İbrahim Aleyhisselam
Rabb'inden çocuk istediğinde duasını
kabul etti. Kalbinin bir köşesi O'nun
muhabbetine bağlandı. Cenab-ı Hak ise; O'nu dost edinmişti.
Dostluk ise; sevgide
sevilenin tekliğini gerektiren bir makamdır.
O sevgide kendisiyle
başkası ortak olamaz.
Çocuk babasının
kalbinin bir köşesini alınca, İbrahim Aleyhisselâm'm kalbinden sevgi
kıskançlığı hareketlendi. Sonuçta sevdiğini kesmesini O'na emretti. O'nu
kesmeye koyulunca, Allah'ın muhabbeti O'nun indinde çocuğun muhabbetinden çok
daha yüce oldu, dostluk, ortaklık şaibelerinden kurtulmuş oldu. Böylece
kesmesinde herhangi bir maslahat kalmadı. Eğer maslahat, azametle amel,
oğlunun seve seve kesilmesine nefsi gönüllü kılmak ise, o da oldu. Böylece emir
neshedilip yerine kurbanlık fidye edildi. İbrahim Aleyhisselam da rüyasına
sadık oldu ve Cenab-ı Hakk'ın muradı da yerine geldi."[51]
"Şüphe yok ki,
biz güzel amel işleyenleri böyle mükafaatlandırırız. Muhakkak bu ap-açık bir imtihandır."
Yani Cenab-ı Hak kendisine itaat edenlerden şiddet ve hoşlanılmayan şeyleri
giderir. Onlar için kendi katından bir kolaylık ve rahatlık verir.
"...Allah'tan
korkana Allah sıkıntılardan çıkış yolu ihsan eder. Ve onları hiç bilemedikleri
yerlerden de rızıklandırır. Allah'a tevekkül edene yine Allah kâfidir. Allah,
emrini mutlaka yerine getirendir. Allah her şey için bir kader tayin etmiştir."[52]
Ve Cenab-ı Hakk'ın
muhsin kullarını mükafaat-landırması onları imtihan ettikten başka; çeşitli musibetlere
sabretmeleri ve Hak üzere sebatlarından sonradır.....
Allah Azze ve Celle İbrahim'i
ve oğlunu birbiri peşine gelen imtihanlardan sonra onların zürriyet-lerinden
hikmet sahibi kişiler ve Peygamberler gönderdi. Ve Cenab-ı Hak İsmail'i
methederek O'nu "vaadine sadık" olarak vasıflandırdı.
"Kitap'ta
İsmail'i de hatırla. O, vaadinde sadık ve gönderilmiş bir Peygamberdi. Ehline
namaz ve zekâtı emreden ve Rabb'i katında razı olunmuştu."[53]
Şüphesiz İsmil Aleyhisselâm "Rasûl ve Nebi idi" Cenab-ı Hak O'nu bu
bölgenin halkından olan Cürhüm kabilelerine, Amalika'lılara ve Yemen ehline
gönderdi. O'na ihsanda bulunarak Enbiyaların ve Rasûllerin sonuncusunu O'nun
neslinden kıldı. Salat ve selamların en faziletlisi O'nun üzerine olsun.
"Kuvvet ve
basiret sahibi kullarımız İbrahim, İshak ve Yakub'u hatırla. Biz, onlara Âhiret
yurdunu hatırlama özelliği verdik. Şüphesiz onlar, nez-dimizde, seçkin ve
hayırlı kimselerdendi. Ey Mu-hammed! İsmail'i, Elyesa'ı ve Zü'lkifl'i hatırla.
Hepsi de seçkin kimselerdendi."[54]
"Biz, Nuh'a ve
O'ndan sonraki Peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e,
İsmail'e, İshak'a, Yakub ve evlatlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve
Süleyman'a vahyettik. Ve Davud'a Zebur'u verdik."[55] [56]
Kurban olan konusunda
bu ümmetin selefinden (Selef-i Sâlihin) olan ehli ilim "Acaba o İshak mı? Yoksa
İsmail mi?" diye ihtilaf etmişlerdir. Her iki tarafın delillerini okuyup
ve düşündükten sonra kurbanlığın İsmail olduğunda nefsim mutmain oldu. Bu
görüşü söyleyenlerin delillerinden bir grubu aşağıda arzedeceğim: [57]
Kurbanın
İsmail Olduğunu Söyleyenler
1- Muhammed b.
Ka'b El Kurezî[58]
İbn-i İshak şöyle dedi:
Muhammed b. Ka'b El Kurezî'yi şöyle derken işittim: Kur'an-ı Kerim'de Al-lahu
Teâla'nm kesmesini emrettiği oğlunun İsmail olduğunu anlamaktayız. Cenab-ı Hak
bu konuda İbrahim'in oğullarından kurban olanın kıssasını bitirdikten sonra
şöyle buyuruyor:
"Ve O'na
(İbrahim'e) İshak'ı Nebi olarak müjdeledik. O salihlerdendi." Ve Allahu
Teâla başka bir ayet-i kerimede de:
"Ona (annesine)
İshak'ı ve İshak'm arkasından da Yakub'u müjdeledik" buyuruyor.
Oğlunu ve torununu
buyurmakta, İshak'm kurban edilmesini emretmektedir. Vaadettiği için daha
İshak'ın zamanı var. Kurban olunması emredilen ancak İsmail'dir. İbn-i İshak:
"Bunu söylediğini O'ndan çoğu kez işittim" dedi.
İbn-i İshak Bürdete b.
Süfyan El Eslemî'den, O da Muhammed b. Ka'b El Kurezî'den dedi ki:
Ömer İbn-i Abdul Aziz
Halifeyken beraber Şam'da oldukları bir zamanda kendilerine şöyle söylediğini
anlatmaktadır:
Ömer bin Abdul Aziz
O'na (El Kurezî'ye) şöyle dedi: "Bu öyle bir şey ki, daha önce bu konuya
hiç bakmamıştım. Ancak senin dediğin gibi düşünüyorum." Sonra Şam'da
beraberinde olan adama elçi gönderdi. Bu adam yahudi idi. Müslüman oldu ve
İslamiyet'i de çok güzel yaşıyordu. Ömer b. Abdul Aziz onun Yahudilerin
alimlerinden olduğunu düşünürdü. Ömer bin Abdul Aziz ona bu konudan sordu.
Muhammed b. Ka'b diyor ki: Ben de Ömer bin Abdul Aziz'in yanındaydım. Ömer ona
dedi ki: İbrahim hangi oğlunu kesmekle emrolundu? O da: İsmail, dedi ve
devamla: "Ya Emirü'l Müminin! Vallahi şüphesiz, yahudiler bunu biliyor
fakat, siz Arap topluluğu, onlar size karşı hased ediyorlar. Allah'ın kurban
olması için emrettiği kişinin, kesilmekle em-rolunduğunda sabrını, Cenab-ı
Hakk'm övdüğü kişinin, sizin atanız olmasını çekemiyorlar. Onun için de bunu
inkar ediyor ve kurbanın İshak olduğunu iddia ediyorlar. Çünkü İshak onların
atasıydı." Allah, hangisinin olduğunu en iyi bilendir. Muhakkak ki hepsi
de temiz, güzel ve Allah'a itaatkârdı.[59]
2- Suyuti:
Suyuti "El-İklü"de şunu belirtmiştir: Kurbanın İsmail olduğunu söyleyenler
Cenab-ı Hakk'ın "Ve O'na (İbrahim'e) İshak'ı müjdeledik" kavlini
delil getirmektedirler. Bunu büyük bir çoğunluk tercih etmekte ve bir çok
delil ileri sürmektedirler. Bu delillerden bazıları ise; Cenab-ı Hakk'm O'nu
yumuşak huylulukla vasıflandırması ve ondan sonra da İshak'ı müjdelemeyi
zikretmesi ve İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdelemesidir.
Diğer deliller se,
kati olmayan zannî delillerdir. Daha sonra Suyuti devamla şöyle diyor: Kur'an'ı
düşündüm (araştırdım) ve bu konuda katiliği veya ona yakın bir durumu
gerektiren delili buldum. Benden önce bu delili istinbat edeni de görmedim. O
da: Müjdeleme olayının iki defa meydana geldiğidir.
Birincisi:
"Şüphesiz ki ben Rabb'ime gidiciyim. O beni doğru yola iletir. Ey Rabb'im!
Bana salihlerden ihsan et. Bunun üzerine biz de Ona yumuşak huylu bir çocuk
müjdeledik. Kendisiyle birlikte yürüme çağma gelince dedi ki: Ey oğulcuğum,
muhakkak ki ben seni rüyada keserken gördüm" ayetindeki müjdedir. Bu
ayet-i kerimedeki müjdelenenin kurbanlık olan oğlu olduğu konusu katidir.
İkinci müjdelenme ise: "Ve hanımı ayakta idi, güldü. Biz de O'na
İshak'ı ve İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik." Bu ayet-i kerimede
müjdelenenin İshak olduğu çok açıktır.
İbrahim Aleyhisselam
istemeden bu müjde gelmiştir. Bilakis hanımı kendisinin ve İbrahim
Aley-hisselam'm da çok yaşlı olduğunu söylemesi üzerine bu müjde Şam'da
Melekler Lut kavmini helak etmeye geldiklerinde ulaşmıştı.
Birinci müjdeleme;
Irak'tan Şam'a intikâlinde İbrahim Aleyhisselam'm yaşı daha çocuk edinmeye garipsenmeyecek
bir çağda idi. Zaten onun için de İbrahim Aleyhisselam çocuk
istemişti..Böylece iki ayrı zamanda iki çocuk için müjdeleme olduğunu öğrenmiş
olduk. Birincisi, istemeden olan, yâni İshak'tır. İkincisi ise; bundan önce ve
istemesinden dolayı gelen müjdedir ki, bu İsmail'den başkadır. Neticede;
kurban olan İsmail Aleyhissalâm'm kendisi olduğunu kesinlikle anlıyoruz."[60]
3- Muhammed El
Emîn Eş Şankıtî:
Allah rahmet etsin,
Şeyh Muhammed El Emin Eş Şankıtî'nin bu konuda çok önemli bir sözü vardır.
Kendinden önce İbn-i Teymiyye, İbni'l Kayyım ve İbn-i Kesir gibi muhakkik
alimlerin sözlerini bu konuda bir araya getirmiştir.
Allah onlardan razı
olsun.
"Allah beni ve
seni muvaffak etsin! Şunu bil ki, Kur'an-ı Kerim iki yerde göstermiştir ki, kurbanlık
olan İshak değil, İsmail'dir. Bu yerlerden biri Saffat sûresinde, diğeri de Hûd
sûresindedir. Saffat süresindeki ayetler bu konuya gerçek şekilde delâlet
etmektedir.
"(İbrahim) dedi
ki: "Ben Rabb'ime gideceğim. O, beni doğru yola iletir. Rabb'im! Bana
iyilerden bir çocuk lütfet!... O'na
halîm (yumuşak huylu)
bir erkek çocuk müjdeledik. Çocuk onun yanında koşma çağına erişince,
(İbrahim O'na) şöyle dedi: "Yavrucuğum! Rüyamda görüyorum ki, seni
kesiyorum. Düşün bak, ne dersin?" (Oğlu cevaben): "Babacığım, sana
emrolunanı yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulursun" dedi. İkisi de
böylece (Allah'ın emrine) teslim oldular ve (İbrahim, kurban etmek için) O'nu
alnı üzerine yatırdı. Biz O'na: "Ya İbrahim" diye seslendik.
"Rüyana sadakat gösterdin. Şüphe yok ki ı biz, güzel davrananları böyle
mükafaatlandırırız." , Bu apaçık bir imtihandır. O'na büyük bir kurbanlık
fidye verdik. Yine O'na sonradan gelenler arasında iyi bir ün bıraktık.
İbrahim'e selam olsun."
Daha sonra birinci
müjdeye atfen buyurdu ki:
"Ve O'na
(İbrahim'e) İshak'ı Nebi olarak müjdeledik. O salihlerden idi." Bu da
gösteriyor ki birinci müjde ikincisinden başka bir şeydir. Çünkü Allah'ın
Kitab'ının: "O'na İshak'ı müjdeledik" dedikten sonra kurban
kıssasının bitiminde tekrar aynı şeyi söylediğinin manasına hamletmek caiz değildir.
"İshak'ı müjdeledik O'na" sözü bu konuda hiç bir faide sağlamayan bir
tekrar olur ki, Cenab-ı Hakk'm Kelamı bundan istisnadır.
Birinci müjdelenen ve
büyük bir kurbanlık onun yerine fidye verilen çocuğun İsmail olduğu çok açıktır.
İshak'm denenmesinin ise bundan sonra gelecekte olacağına, Cenab-ı Hakkın kavli
delalet tt« mektedir.
Arap lügatında malum
olduğu üzere, atıf ayrıcalığı gerektirir. Netice olarak, Saffat süresindeki
ayetler insaflı biri için açıkça gösteriyor ki, kurban İshak değil, İsmail
Aleyhisselâm'dır. Şu da yakinen bilinmektedir ki, İshak'm zikri geçen bütün
yerlerde O'ndan ilim sıfatıyla bahsedilip hilm sıfatıyla bah-sedilmemektedir.
Bu kurbanlık çocuğu ise ilim sıfatıyla değil hilm sıfatıyla
vasıflandırmaktadır.
Delalet eden ikinci
yerin ise, Hud sûresinde olduğunu zikretmiştik. O da Cenab-ı Hakk'm şu kavlidir:
"Ayakta duran
İbrahim'in hanımı güldü. Biz de O'na İshak'ı, O'nun ardından da Yakub'u müjdeledik."[61]
Çünkü Meleklerden olan
Allah'ın elçileri O'na (İbrahim'in hanımına) İshak'ı müjdelediler. İshak'm arkasından
da Yakub doğuyor. Peki İbrahim'in daha İshak küçük iken kurban etmekle
emrolunduğu nasıl düşünülebilir. Yakub'un doğmasına kadar yaşayacağı İbrahim
Aleyhisselâm nezdinde yakinen de bilinmektedir.
Sonuç olarak, bu
ayet-i kerime zikrettiğimiz konuda açık bir delildir. Ayetlerin buna kanıt olmasından
sonra, bu mevzuda insaflı birinin ihtilafa düşmemesi gerekir. Bunun hakiki ilmi
ise tamamen Allah katında olandır."[62]
4- İbni'l Kayyım:
Allah rahmet etsin,
İbni'l Kayyım da Şankıti'nin "Edvau'l-Beyan" tefsirinde yazdıklarına
benzer şeyler söylemektedir. O'nun kelamında ise ayrıca şu fazlalıklar da
vardır:
"Eğer denilse ki:
Eğer iş sizin zikrettiğiniz gibi olsaydı, muhakkak, "Yakub" İshak'm
üzerine atıfla mecrur olurdu. O zaman kıraat da şöyle olurdu:
"Ve İshak'ın
arkasından Yakub'u" yani: Ve Yakub'u İshak'm arkasından demektir. Yine
deniliyor ki: Ref olması, müjdelenenin Yakub olmasına mani değildir. Çünkü
müjdelemek mahsus kavildir. Müjdeleme Sadık Sare'nin ilk haberidir.
"Ve İshak'm
arkasından Yakub'u." Bu kayıtlan içine alan bir cümledir. Öyle olunca bu
cümle müjdeleme olur. Hatta müjdelemenin kendisi olur. Bu durumda o bir haber
cümlesidir.
Müjdeleme sözle
olursa, o zaman da bu cümle hözü hikaye yollu olarak nasb olur.
Mana da şöyle olur:
Biz O'na İshak'm arkasından Yakub'u verdik.
Şöyle dendiğinde:
Falancıya kardeşinin gelişini ve peşindeki eşyalarını müjdeledim. Buradan iki
şeyi birden müjdelediği anlaşılır.
Anlayış sahipleri bu
meselede asla bir şüpheye düşmez. Sonra Cer başka bir şeyi de zayıflatmaktadır.
Misal: "Zeyde uğradım ve ondan sonra da Amr'a." Çünkü atıf harf-i
çerin yerine kâimdir. Harf-i çerle mecrurun arasının ayrılmadığı gibi mecrurun
arası da ayrılmaz."[63]
5- Diğer
Karineler:
Kurbanlığın İshak
değil de İsmail olduğuna işaret eden daha başka karineler (yardımcı deliller)
de vardır. Bazılarını aşağıda zikrediyoruz:
Cenab-ı Hak İsmail'i
sabırla vasıflandırdı. İshak'ı ise sabırla vasıflandırmadı. Allahu Teala buyuruyor
ki: "İsmail, Elyesa ve Zülkifl; hepsi de sabredenlerdendir." Yine
Allahu Teala İsmail'i vaadine sadık olarak vasıflandırmaktadır:
"Kitab'da
İsmail'i de hatırla. Şüphesiz ki O, vaadine sadık idi, Rasûl ve Nebi
idi." O'nu sabırla, ayrıca sözüne sadık olarak vasfetti. Yani babasına
söylediği şu sözüne sadık kaldı.
'Emrolunduğunu yap.
İnşaallah beni sabredenlerden bulursun."
İsmail, İshak'tan daha
büyüktü.
"Yaşlılığımda
İsmail'i ve İshak'ı bana veren Allah'a hamd olsun."
Cenab-ı Hak İbrahim'e
ilk ve tek çocuğunu kurban etmesini emretti. O da İsmail'dir.
Daha önce de: Kurban
kesmenin, İbrahim ve İsmail'in ortaklaşa binasını yaptıkları Beyti'l Haram'la
aynı, birbirine bitişik zaman ve mekanda olduğunu söylemiştik. İshak ise Şam
diyarında doğmuştur.
Cenab-ı Hak İsmail'i
kendisinin en önemli özelliğini muhafaza etmesini dilediği bir topluma göndermiştir.
O'ndan sonra da Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'i göndermiştir.
İşte bu en belirgin
özellik de: Noksan sıfatlardan münezzeh olan yüce Allah'ın emrine kâmil bir teslimiyet
ve tam bir boyun bükmedir.[64]
Kurbanın İshak
olduğunu söyleyenler, senedi ve metni sahih olmayan münker rivayetlere dayanmaktadırlar.
Allah rahmet etsin, İbn-i Kesir şöyle diyor:
"Seleften ve başkalarından
büyük bir taife İshak olduğunu söylemişlerdir. -Allah en iyisini bilir-ancak
onlar bunu, Kab El Ehbâr'dan veya Ehl-i Kitab'm sayfalarından almışlardır. Bu
konuda Kur'an-ı Kerim'in zahirini terketmemize sebep olacak herhangi sahih bir
haber masum olan Mu-hammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den gelmemiştir. Bu
durum (İshak'm kurban olduğu) Kur'an'dan anlaşılmamaktadır. Bilakis anlaşılan,
bilakis konuşulmuş olan ve naslar iyice araştırılıp düşünüldüğünde kurbanın
İsmail Aleyhisselâm olduğudur."[65]
Başka bir yerde de
şöyle diyor:
"Kab El Ehbâr Hz.
Ömer'in Hilafeti zamanında müslüman olunca, Ömer Radıyallahu Anh O'nun kitaplarından
geçmiş olayları anlatmaya başladı. Ömer Radıyallahu Anh'in dinleyip insanların
onda olanları dinlemesine de müsaade etmiş olma ihtimâli vardır. Onlar da Kab
El Ehbâr nezdinde doğru ve yanlış ne varsa nakletmiş olabilirler. Allah daha
iyi bilir. Bu ümmet O'nun rivayet ettiği tek bir harfe dahi muhtaç
değildir."[66]
Allah rahmet etsin,
İbni'l Kayyım da şöyle diyor:
"İsmail: Sahabelerden,
Tabiinden ve onlardan sonraki alimlerin indinde doğru olan görüşe göre kurban
olan İbrahim Aleyhisselâm'm oğludur. Ama İshak olduğuna dair olan görüşe
gelince, bu yirmiden fazla noktadan dolayı batıldır. Allah ruhunu mukaddes
kılsın, Şeyhül İslam İbn-i Teymiyye'yi şöyle derken duydum:
Kitaplarının nassıyla
batıl olmakla beraber bu söz, Ehl-i Kitab'dan karışmadır. Çünkü onların, kitabında:
Cenab-ı Allah İbrahim'e ilk oğlunu kurban kesmesini emretti. Bir lafızda da,
"tek oğlunu" geçmektedir. Müslümanlar da Ehl-i Kitab da İsmail'in,
İbrahim Aleyhissalâm'm evlatlarının[67] ilki
olduğunda şüphe etmemektedirler. Bu görüş sahiplerini aldatan şey;
ellerindeki Tevrat'ta "Oğlun İshak'ı kes" ibaresinin olmasıdır.
İbn-i Teymiyye devamla
şöyle dedi: Bu fazlalık onların yalanlarından ve tahriflerindendir. Çünkü o
"İlk oğlunu kes" sözüyle ve "tek oğlunu kes" sözüyle
çelişmektedir. Fakat Yahudiler, bu şerefe karşı İsmail oğullarına hased
etmektedirler. Bu şerefin kendilerine ait olmasını, Araplar olmaksızın sadece
kendilerine özgü kılınmasını çok istiyorlar. Cenab-ı Hak ise buna müsaade
etmemiş, ancak kendi fazilet ve şerefini O'na ehil olanlara vermiştir."[68]
"İbrahim, Allah'a
itaatkar, hakka yönelik ve batıldan uzak, başlı başına bir ümmet idi. O hiçbir
zaman müşriklerden olmadı. (Allah'ın) nimetlerine şükrederdi. Allah, O'nu seçti
ve doğru yola hidayet buyurdu. Biz O'na dünyada iyilik verdik. O Ahiret'te de
salihlerdendir. "[69]
"Ümmet."
Yani Cenab-ı Hak'ın O'nu rızıklandır-dığı iman, sebat ve ahlak bakımından tek
başına bir cemaata denk idi.
"Allah'a
itaatkar, hakka yönelik ve batıldan uzak idi. O hiçbir zaman müşriklerden de
olmadı": Yani Allah'ın emrini her zaman yerine getiren idi. İslam dinine
tamamen yönelen biriydi. O hali ise, sürekli devam etmekte ve asla o halden
geri kalmamaktaydı.
Allah rahmet etsin
İbni'l Kayyım şöyle diyor:
"Muhakkak Cenab-ı
şu kavliyle dostu ibrahim methetmiş:
Şüphesiz ki, İbrahim başlı başına bir ümmet idi" ayeti.
Burada methin dört
çeşidi vardır:
“Ümmet”: Kendisine
tabı olunan örnek demektir.
İbn-i Mesüd Radıyallahu Anh diyor ki: “Ümmet: Hayra yol
gösteren demektir. “Bu kelime fe harfinin dammesiyledır; yani
"fuletûn" şeklindedir. İmam edinmektendir- Tıpkı “Kudve” örneklik gibidir.
Ve ümmet, kendisine
uyulan demek değildir. "Ümmet" ile " İmam” İki açıdan mana
bakımından farklıdır.
• İmam, bilerek ve şuuru olsun olmasın
kendisine uyulan her şeye denir. Tıpkı Cenab.ı Hakk’ın şu ayetinde olduğu gibi,
yolu imam diye isimlendirmek bu manadandır.
“Eyke halkı da çok
zalimdiler. Onlardan da intikam aldık. Muhakkak onlar açık bir imamdır
(yerleri, yolları ap-açık karşınızdadır)[70] Yani
yolcuya gizli olmayan ap-açık bir yol demektir. Fakat yol ümmet diye isimlendirilmez
•
"Ümmetin manası hayli çoktur. Bu kelime, ilim ve amelde kemal
sıfatları kendi içinde toplamaktadır. İşte İbrahim Aleyhisselam bu sıfatlarda tek başına kalmıştır. O, kendisinin
başkalarından ayrıldığı özellikleri zatında toplamıştır. Adete o sıfatların
başkalarında ayrı olmasıyla veya hiç olmamasıyla diğerlerinden ayrılmıştır.
İşte "Ümmet" sözcüğü bu manayı hissettiriyor. Kendisindeki
"mim"in şeddeli olması onun tekrarına ve mah-reciyle dâmmeli oluşana
delalet etmektedir. Yine ev-velindeki dâmme de böyledir. Çünkü dâmme
"vav"dandır. Ve mahreci ise; konuşma anında dâmmedir. Sonundaki
"Tâ" ise tekliğe delalet etsin diye getirilmiştir. Tıpkı
"El-Ğurfetü" ya da "El-Lokmatü" gibi. Şu hadis-i şerifte geçen
ümmet kelimesi bu manadadır: "Muhakkak Zeyd b. Amr b. Nüfeyl Kıyamet günü
tek başına bir ümmet olarak hasredilir." Ümmet kelimesinin manasına başka
manaların girmesi kelimenin özelliğinden dolayı gerekmektedir.
Milletlerden bir
topluluğu ümmet diye isimlendirmek de bu manadandır. Çünkü insanlar bir din
üzere toplanmışlar veya bir asırda bulunmaktadırlar .
"Gâniten":
İbn-i Abbas diyor ki: "El Ganitü" itaat eden demektir. Kunut ise
birçok şeyle tefsir edilir, itaatta devamlılık manasına da gelir.
"Hanîfen"
sözü:
"El Hanif,
Allah'a yönelen, O'na teslim olan demektir.
Bu mana, Allah'tan
başkasından yüz çevirmeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla meyletmek Hanif kelimesinin
gerçek manası olur. Sadece sözlükte belirtilen mana olmaz.
"O'nun
nimetlerine şükreden idi":
Nimetlere karşı
şükretmek, üç esas üzere bina edilmiştir: Nimeti dil ile ikrar edip O nimeti
verene izafe etmek, nimeti O'nun razı olduğu yerlerde sar-fetmek ve o nimetler
içinde gereği üzere amel etmektir. Bir kul ancak bu üçünü birden yaptığındı
şükreden olabilir. Başka türlü mümkün değildir.
Noksan sıfatlardan
münezzeh olan Allah, dostu İbrahim Aleyhisselâm'ı dört özellikle methetmiştir
ki, hepsi de ilme, o ilmin gereği üzere amel etmoyu ve halkı ona davet etmeye
yöneliktir."[71]
— Evet, İbrahim
Aleyhisselam imanında, Alltth'Ji olan ibadetinde ve O'nun nimetlerine şükürde
başlı başına bir ümmet idi.
— Hak'ta sebat etmede ve kavminin O'na IUİ»|
müne ve eziyetlerine karşı sabrında bir ümmet i&\
— Yumuşak huyluluğunda, geniş kalpliliğinizi
tevazusunda, ahlakının güzelliğinde, delilinin kuvvetliliğinde ve üstün
zekasında yine başlı başına bir ümmet idi.
— Cömertliğinde,
ikramında, tanıdığına veya tanımadığına karşı yardım edişinde bir ümmet idi.
— İhlasmda, Allah'ın
emrine boyun bükmesinde ve bütün işlerinde kısaca teslimiyetinde bir ümmet idi.
— Müşriklerden berî
oluşunda, onlarla asla dostluk
kurmamasında ve onlardan
yüz çevirip ayrılışında, O bir ümmet idi. [72]
Yahudi ve
hırıstiyanlar, -şirk ve dalalet üzere olmalarına rağmen- Müslümanlarla
birlikte İbrahim Aleyhisselam'ın hidayet üzere ve hidayete erenlerin imamı
olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İşte bundan dolayı yahudilerin,
İbrahim'in yahudi olduğunu iddia etme meselesi gündeme gelmiştir. Böylece
hırıstiyanlar, İbrahim Aleyhisselam'ın hı-rıstiyan olduğunu iddia
etmektedirler. Ehl-i Kitab, İbrahim Aleyhisselâm'dan başka Peygamberlerden
hiçbir Peygamberin yüceliği konusunda Müslümanlarla ittifak etmemişlerdir.
Hatta son Peygamber konusunda dahi bu ittifak yoktur. (Sal-lallahu Aleyhi
Vesellem) Yahudi ve hırıstiyanlar O'nun Nübüvvetini itiraf etmemektedirler. Bu
özellik (O'nun yahudi ve hırıstiyanlar tarafından da Peygamber olarak
kabullenilmesi) diğer Nebi ve Rasûller arasında sadece İbrahim Aleyhisselam'a
mahsustur. O, bu özellikle diğerlerinden ayrıdır. Kendisinde hilaf olmayan
gerçek şu ki: İbrahim Aleyhisselam
yahudi ve hınstiyanların şirklerinden beridir. Tıpkı babasının dininden ve
akidesinden berî olduğu gibi.
"İbrahim ne
yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat bâtıldan uzak ve hakka yönelmiş dine tabi bir
Müs-lümandı. Müşriklerden de değildi."[73]
"Yahudi ve
hırıstiyanlar: "Yahudi veya hıristiyan olun ki hidayete eresiniz"
dediler. De ki: Din, Hakk'a yakın ve batıldan uzak olan İbrahim'in dinidir. O,
müşriklerden değildi."[74]
Yani İbrahim
Aleyhisselam, Üzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu iddia ettiklerinde müşrik
ya-hudilerden veya İsa Aleyhisselâm'ın Allah'ın oğlu olduğunu iddia eden
müşrik hırıstiyanlardan da değildir.
"Yoksa İbrahim,
İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını mı
söylüyor sunuz?" De ki: Siz mi, yoksa Allah mı daha iyi bilir? Allah
tarafından, bildiği bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah
işlediğiniz şeylerden gafil değildir."[75]
Cenab-ı Hak İbrahim
Aleyhisselam'dan yahudilik ve hıristiyanlığı nefyederken bir çok yerde de O'nun
hanif bir Müslüman olduğunu vurgulamaktadır.
"İbrahim, ne
yahudi ne de hırıstiyandı. Fakat hanif bir Müslümandı. Müşriklerden
değildi."[76]
"İyilik işler
olduğu halde bütün varlığını Allah'a teslim eden ve hanif bir Müslüman olan
İbrahim'in dinine tabi olandan daha güzel dinli kim vardır? Allah İbrahim'i
dost edindi."[77]
Allahu Teâla'mn
Muhammed Mustafa'ya, Sal-lallahü Aleyhi Vesellem, İbrahim'in dinine tabi olmasını
emretmesi ikram ve fazilet olarak Halilü'r Rahmana kâfidir.
"Sonra sana:
"Hanif olan İbrahim'in dinine uy" diye vahyettik. O müşriklerden
değildi."[78]
Cenab-ı Hak O'nu,
yönünü Allah'a teslim eden herkes için temiz bir örnek kılmıştır.
"Gerçekten
İbrahim'de ve O'nunla beraber olanlarda sizler için çok güzel örnek vardır.
Hani onlar kavimlerine: "Biz sizden ve Allah'tan başka taptıklarınızdan
uzağız" demişlerdi...."[79]
İbrahim'in dininden
yüz çeviren herkes kendi nefsini aşağı kılmış, Allah'a şirk koşarak O'nun yolundan
sapmış, dalalete düşmüştür.
"Ancak kendi
nefsini sefih duruma düşürenlerden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir.
Biz İbrahim'i dünyada seçtik ve o Ahiret'te de sa-lihlerdendir."[80]
Nefsini sefih düşürdü:
Yani nefsini hafife aldı ve onu alçaltıp rezil etti demektir. Tıpkı yahudi,
hı-rıstiyan ve Araplardan müşrik olanlar gibi.
Allahu Teâla bu ayet-i
kerimeden sonra gelen ayetlerde İbrahim'in bu yüce makama nail olduğunu
açıklamaktadır. Çünkü İbrahim Aleyhisselâm her işini alemlerin Rabb'ine teslim
etmişti.
İslam üzere
istikamette olmuş, malını, canını İslam'a feda kılmış ve bu akideyi kendinden
sonra gelen evlatlarına da vasiyet etmişti.
"İbrahim ve
Yakub, İslam dinini evlatlarına vasiyet edip: "Ey evlatlarım! Allah sizin
için bir din seçti. Sadece müslüman olarak can veriniz" dediler. Yoksa
ölüm Yakub'a geldiği vakit siz orada mı idiniz? O, oğullarına: "Benden
sonra kime ibadet edersiniz?" dediğinde, onlar: Senin Rabb'ine, babaların
İbrahim, İsmail ve İshak'm Rabb'ine, bir ilah olarak ibadet ederiz. Biz O'na
teslim olanlarız" dediler."[81]
Allah'ın indinde
mesele, neseb veya kabile meselesi değil, ancak din ve akide meselesidir.
Cenab-ı Hak şöyle
buyuruyor:
"İnsanlardan
İbrahim'e en yakın olanlar, O'na tabi olanlarla şu Peygamber ve mü'minlerdir.
Allah, mu minlerin velisidir."[82]
Dolayısıyla eski ve
yeni olarak İbrahim Aley-hisselâm'a tabi olan, O'na mensup olmaya ve O'nunla
iftihar etmeye hakkı herkesin vardır. O kişi İbrahim'e tabi olmakla O'na
insanların en yakını olmuştur. Daha önceden İbrahim Aleyhisselam'ın babasından
ve kendisine (kan bağı olarak) yakın insanlardan yüz çevirdiğini gördük.
Peki bu ve bütün
çağlarda babasının ve kavminin akidesi üzerine olanlardan nasıl yüz çevrilmez
ki? Allahu Teâla, İbrahim Aleyhisselam'ın zalim olan evlatlarının imam
olamayacaklarını ve zalimlere ahdinin ulaşmayacağını haber verdikten sonra onlardan
nasıl olur da yüz çevirmez ki?
"Bana tabi olan
bendendir. Bana isyan eden ise; muhakkak sen Gafûr-u Rahim'sin."[83]
"İyilik eden,
bütün varlığını Allah'a teslim eden ve hanif bir Müslüman olan İbrahim'in
dinine tabi olandan daha güzel dinli kim vardır? Allah İbrahim'i dost
edindi."[84]
Dostluk, muhabbetin en
son noktasıdır.
Halil, halil diye
isimlendirilmiştir. Çünkü İbrahim'in sevgisi kalbe işledi ve kalpte en ufak
bir boşluk bırakmayıp tamamen doldurdu.
Bazılarının dedikleri
gibi:
"Ruhun sûlukuna
tamamen girdin benden. İşte Halil, bundan dolayı halil diye
isimlendirildi."
İbrahim Aleyhisselam
ve Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'den başkası bu makama nail olmadı.
Buhari, Müslim ve diğerlerinden gelen, Cun-dub-ul Baclî,
Abdullah İbn-i Ömer ve İbn-i Mesud'dan rivayet edilen
hadiste Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar!
Allah, İbrahim'i halil (dost) edindiği gibi, beni de halil edindi." Ve
yine O, irad ettiği hutbelerinin birinde şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar,
eğer dünya ehlinden halil (dost) edinecek olsaydım, muhakkak ki Ebu Bekr'i
dost edinirdim. Fakat sizin arkadaşınız (kendisini kastederek) Allah'ın
dostudur."
Ve Buhari, Sahih'inde
Amr bin Meymûne'den tahric etmiş olduğu bir rivayette şöyle dedi:
"Muaz Medine'ye
geldiğinde onlara sabah namazını kıldırdı ve "Allah İbrahim'i dost
edindi" ayetini okudu. Bunun üzerine onlardan bir adam dedi ki İbrahim'in
annesinin gözü aydın oldu."[85]
1-İbn-i
Abbas'tan, Radıyallahü Anh: Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyurmuştur:
"Muhakkak ki
sizler yalınayak, çıplak ve sün-netsiz olarak haşrolunacaksmız, dedi daha sonra
da şu ayet-i kerimeyi okudu: "....İlk önce yarattığımız gibi mahlukatı
iade edeceğiz. Bu bizim vaadimizdir. Muhakkak bunu yaparız."[86] Ve
Kıyamet günü ilk giydirilecek kişi İbrahim'dir. Ve ümmetimden bir kısım
insanlar sol taraftan yakalanır. Ben de "Ümmetim, Ümmetim" derim.
Cenab-ı Hak da der ki: "Sen onlardan ayrıldıktan sonra onlar mürted oldular.
Bunun üzerine ben de tıpkı salih kulun (İsa'nın) dediği gibi derim: "Ben
onların içinde olduğum müddetçe onların üzerine şahittim" ayetini sonuna
kadar okudu."
Beyhaki İbn-i
Abbas'tan merfu olarak başka bir vecihten şöyle rivayet etmiştir:
"Cennet'ten ilk
elbise giydirilecek olan İbrahim'dir. Ve Kürsi getirilip Arş'm sağma konur. Ve
ben getirilirim de öyle bir elbise giydirilirim ki, beşer onu giyemez."[87]
İbn-i Hacer El
Askalânî şöyle diyor:
"Deniliyor ki,
İbrahim'in bu konudaki hususiyetinin hikmeti çıplak olarak ateşe atılmış olduğundandır.
Ve yine deniliyor ki; çünkü Sirvali (Belden aşağı giyilen bir giysi) giyen ilk
kimse olduğundandır."
2- Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh: Denildi ki: "Ey Allah'ın Rasûlü, insanların en
üstünü kimdir? O da "en muttaki olanlarıdır" dedi. Onlar da dediler
ki, bundan sormuyoruz. Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdular ki: Allah'ın
dostunun oğlu, Allah'ın Nebisinin oğlu, Allah'ın Nebisi Yusuf tur.... (hadis
devam etmektedir.)"
Buhari'nin Sahih'inde
tahric ettiği Ebu Hu-reye'den gelen başka bir rivayette ise; dedi ki: Allah
Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem'e şöyle denildi: "İnsanların en üstünü
kimdir? O da: "En çok takva sahibi olan en üstünleridir" dedi. Onlar
da dediler ki: "Ey Rasûlullah, ondan sormuyoruz." Bunun üzerine
Allah Rasûlü buyurdular ki: İnsanların en üstünü; Allah'ın dostunun oğlu,
Allah'ın Nebisinin oğlu, Allah Nebisi olan Yusuf tur. (Hadis devam etmekte)...
"[88]
—Birinci Cevap:
"İnsanların en kerimi Yusuftur": Bu salih amel ve salih neseb
yönüyledir.
3- Müslim
Sahih'inde Enes bin Malik'ten İsra ve Miraç konusunda uzun bir hadis tahriç
etmiştir. O hadiste geldiğine göre:
"......Sonra biz
yedinci semaya çıkartıldık. Cebrail
açılmasını istedi. Bunun üzerine
denildi ki: Bu kimdir? Cebrail de dedi ki: "Cebrail!" "Seninle
beraber olan kimdir?" denildi. O da dedi ki: "Muhammed" Denildi
ki: "Kendisine gönderildi mi?" O da "kendisine gönderildi"
dedi ve bize açıldı. Bir de baktım ki İbrahim Beytü'l Mamur'a arkasını
yaslanmış olarak durmaktadır.[89] Her
gün O'nun yanına yetmiş bin melek giriyor ve bir giren bir daha tekrar gelmiyor..."[90]
Buhari'nin Sahih'inde
Mâlik bin Sasa'ah'dan tahric ettiği rivayet ise; İbrahim Aleyhisselam bizim
Peygamberimize şöyle demiştir: "Oğlum ve Peygamber olan sana
merhaba..."[91]
Bütün bu rivayetlerde
konumuzla alakalı olan kısım; İbrahim Aleyhisselam'm yedinci Semada olduğudur.
Yani Allah Rasûlü'nün, Sallallahu Aleyhi Vesellem, İsrâ ve Mirâc yolculuğunda
gördüğü bütün Enbiyalardan faziletli olduğudur.
4- İbrahim
Aleyhisselamı'ın mü'min olmadan önce şüphelendiğini iddia edenlere karşı
Rasûlullah'in cevabı daha önce geçmişti. Orada şöyle demişti: "İbrahim
şöyle dediğinde, biz sekte İbrahim'den daha haklıyız: "Ey Rabbim, ölüleri
nasıl diriltiyorsun bana göster." O da: "İnanmadın mı?" İbrahim
de: "İnandım, fakat kalbim mutmain olsun diye."[92]
Ve daha önce:
Rasûlullah'ın hadisinin manası: "Eğer İbrahim şüphe etseydi, biz şüphe
etmekte daha haklı olurduk. Oysa biz asla şüphe etmedik. Öyle ise İbrahim de
asla şüphe etmedi" şeklindeki hadis-i şerifi açıklamıştık.
5- İbn-i
Abbas Radıyallahü Anh'den:
Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem Hasan ve Hüseyin için istiâze
yapardı (kötü hallerden onlar için Allah'a sığınırdı) ve derdi ki: "Sizin
babanız İbrahim Aleyhisselam, İsmail ve İshak için istiâzede bulundu. Tam olan
Allah'ın kelimelerine sığınırım. Her Şeytan'm şerrinden, her zehirli hayvanın
şerrinden ve her tür afattan Allah'a sığınırım."[93]
6- Enes
İbn-i Malik'ten, Radıyallahü Anh: Bir adam Allah Rasûlüne geldi ve dedi ki:
"Ey mahlukatın en
hayırlısı!" Bunun üzerine Allah Rasûlü de: "O İbrahim
aleyhisselam'dır"[94]
dedi.
7- Amr bin
Süleyman Ez Zürekkâ'dan,
O rivayetinde dedi ki:
Bana Ebu Hamîd Es
Sâidî haber verdi ve şöyle dedi:
Dediler ki: Ey
Allah'ın Rasûlü, sana nasıl salat getirelim? O da buyurdu ki: "Deyin ki:
Allahümme salli âla Muhammedin ve ezvacihi ve zürriyyetihi, kema salleyte alâ
âl-i İbrahim. Ve barik alâ Muhammedin ve ezvacihi ve Zürriyyetihi, Kema
ba-rekte alâ âl-i İbrahim. İnneke Hamidûn Mecidûn."
Manası: "Ey
Allah'ım! İbrahim'in ehlini
yücelttiğin gibi Muhammed'i, hanımlarını ve zür-riyetini de yücelt! Ve
İbrahim'in ehlini mübarek kıldığın gibi Muhammed'in ehlini de mübarek kıl! Sen
şüphesiz ki, hamd edilen, yüceler yücesi; Hamîd ve Mecîd'sin!"
Buhari'nin Sahihinde
tahric etmiş olduğu başka bir rivayette ise; Allah Rasûlü (aleyhisselam) şöyle
buyurmaktadır: Deyin ki: "Allahümme salli âla Muhammedin ve âla âli
Muhammedin, kema salleyte âla İbrahime ve âla âl-i İbrahim, inneke ve Hamîdûn
Mecîdûn."[95]
Allah'ın Salat etmesi:
Yani Cenab-ı Hakk'ın Meleklerin yanında Nebisini övmesi, O'nu sena etmesidir.
Meleklerin salat
etmesi: Dua etmeleridir. İşte bu Cenab-ı Hak'tan Nebisi ve halîli olan İbrahim
Aley-hisselam'a bir ikramıdır.
Çünkü bütün
müslümanlar Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'e dua ettikleri gibi, İbrahim
Aleyhisselam'a da dua etmektedirler. Bu salat ve dualar, her gün beş vakit
tekrar etmektedir. Salat ve selamların en faziletlisi onların üzerine olsun.
8- İbn-i
Abbas Radıyallahü Anh'dan; dedi ki: Allah Rasûlü Beyt'in içinde (Kabe)
resimleri görünce oraya girmedi. Onların yok edilmesini emretti ve yok
edildikten sonra girdi. O resimler arasında İbrahim ve İsmail Aleyhisselam'ın
resimlerini gördü, ellerinde ezlâm vardı. Bunun üzerine Allah Rasûlü buyurdu
ki: Allah o müşrikleri kahretsin! (İbrahim ve İsmail) asla ezlam ile kısmet
çekme işini yapmadılar.
"Ezlâm" fal
okları demektir. Müşrikler onlarla kısmet çekerlerdi.
Taberi'nin Saîd b.
Cübeyir tarikiyle yapmış olduğu bir rivayette ise; ezlâm birtakım beyaz taşlardır.
İbn-i Abbas'a ait
diğer bir rivayette de Nebi Sal-lallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
"Onlara ne oluyor ki, Meleklerin içerisinde resim olan eve asla
girmeyeceklerini duydukları halde (resimler yapıyorlar.) Bu İbrahim'in
yapılmış bir resmidir. O ka-tiyyen (böyle taşlarla) kısmet çekmedi."[96]
9- Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh'den, Allah Rasûlü Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle
buyurdu: "İbrahim seksen yaşlarında keserle Sünnet olmuştur."
Hafız İbn-i Hacer El
Askalânî şöyle diyor:
"İbrahim
Aleyhisselam için daha başka bir çok evveliyat (yani bir ameli ilk defa O'nun
yapması) sabit olmuştur. Bunlardan bazıları ise; ilk defa misafir ağırlamak,
bıyıkları kısaltmak, sünnet olmak, saç ve sakalın ağarmışlığım görme ve
diğerleridir."[97]
İbrahim
Aleyhisselam'dan ilk bahsettiğimizde keserle sünnet olmasının sebebi: Allah'ın
emrini yerine getirmede aceleci oluşundandır. Bu durum kendi cisminin ve
sıhhatinin aleyhine olsa bile.
Bıyıkları kısaltması
ve diğerleri ise; O'nun her şeyin hakkını yerli yerince verdiğini
göstermektedir.
Şunu zikretmek de çok
güzel ve yerinde olacaktır: İbrahim Aleyhisselam'ın mahlukatın en hayırlısı, insanların
en cömerti, Kıyamet'te ilk elbise giydirilen ve diğer üstünlüklerine delalet
eden hadisler, İbrahim Aleyhisselam'ın Peygamberimiz Muhammed Sallallahu
Aleyhi Vesellem'den daha faziletli olduğunu göstermez.
Bu konuda İmam Nevevi
Rahmetullahi Aleyh şöyle der:
"Alimlerin,
İbrahim Aleyhisselam'a mahlukatın en hayırlısı demeleri, tevazu ve İbrahim'e
olan ihtiramdandır. Yoksa Peygamberimiz daha efdaldır.
Çünkü, Nebi Sallallahu
Aleyhi Vesellem: "Ben Âdem oğlunun seyyidiyim (en üstünü ve
efendisiyim)" buyurmuştur. Bununla iftihar veya kendinden öncekilere
karşı üstünlük de kastetmemiştir. Bilakis bunun açıklanma ve tebliğiyle
emrolunduğu için beyan etmiştir.
İşte bundan dolayı
bazı kötü anlayışlara gelebilecek bu gibi düşünceleri bertaraf etmek için:
"övünmek yoktur" demiştir."[98]
İbn-i Kesir
Rahmetullahi Aleyh de şöyle diyor:
"Bütün bunlar,
tevatür olarak Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem'den sabit olarak gelen;
O'nun kıyamet gününde Âdemoğlunun efendisi olduğuna zıt değildir.[99] Ve
yine Sahih-i Müslim'deki Ebi b. Kâ'b'm hadisinde: "İbrahim'e varıncaya
kadar insanların hepsine yönelindiği günde ben üçüncü olarak bırakıldım"
hadisine de zıt değildir. Çünkü İbrahim Aleyhisselam Muhammed Sallallahu Aleyhi
Vesellem'den sonra Rasûllerin en efdali ve Ulu'l Azam bir Peygamberdir.
Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun. Buhari ve Müslim'de sabit
olduğuna göre Kab b. Acrete ve diğerlerinden gelen hadiste namaz kılan
teşehhüdde şöyle okumakla emrolunmuştur: "Biz dedik ki: "Ey Allah'ın
Rasûlü, sana selâmı öğrendik, peki sana nasıl salat edeceğiz?" Buyurdular
ki: "Allahümme salli alâ Mu-hammedin ve alâ âl-i Muhammedin, kema salleyte
alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahim. Ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âl-i
Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âl-i İbrahime, inneke hamîdûn
mecîdûn."
Manası: "Ey
Allahım! İbrahim'i ve âlini yücelttiğin gibi, Muhammedi ve Âl'ini yücelt; İbrahim'i
ve Âl'ini mübarek kıldığın gibi, Muhammedi ve Âlini de mübarek kıl. Sen
şüphesiz, hamd edilen, yüceler yücesi; "Hamîd" ve
"Mecîd"sin."
Allahu Teâla: "Muhakkak ki, İbrahim çok vefalıdır" buyuruyor. Tefsirinde
müfessirler şöyle diyorlar: İbrahim emredildiği her şeyde vefa etti, imanın
bütün özelliklerini ve bölümlerini yerine getirdi. Yüce
emirleri yerine getirmek O'nu daha az
maslahatlı olan emirleri yerine getirmekten de alıkoymazdı. Büyük maslahatları
yapmak, küçüklerini 'yerine getirmekten O'nu alıkoymazdı."[100]
Daha önceki sayfalarda
bu bahiste İbrahim Aley-hisselâm'm kavminden nasıl soyutlandığını görmüştük.
Kavmi O'nun davetinden
yüz çevirdiği, vaaz ve irşad onlara hiçbir fayda sağlamadığında, İbrahim
Aleyhisselâm'm kavminden nasıl ayrıldığını öğrenmiş, vatanından Allah'a
muhacir olarak nasıl çıktığını görmüştük. Zor ve meşakkatli yolculuğunda
Allah'a olan korkusundan başka hiçbir azık ve hazırlık yapmadığını ve Cenab-ı
Hakk'a olan o güzel itaatini görmüştük.
Cenab-ı Hak O'nu
Mısır'da imtihan etmiş, Mısır tağutuyla Sare'nin başından geçenler orada gerçekleşmişti.
Rabb'i Azze ve Celle İbrahim Aley-hisselâm'ı o zor anda bırakmamış, O'nu sıkıntılarından
selamete çıkarmış ve namusunu korumuştu.
Ve bir zaman sonra
sıkıntılar ve zorluklar tekrar İbrahim Aleyhisselam'a geldi, kendinden emin
olmaksızın yaşadı ve mücrimlerin tuzaklarından, ha-setçilerin hasetlerinden
dolayı Mısır'dan ayrılmaya mecbur kaldı. Tekrar "Teymen'e", Kudüs'e
döndü ve Şam beldesinden oraya yakınlık duydu.
İbrahim Aleyhisselam
Babil'de ve Mısır'da bulamadığı rahatı Kudüs'te hisseder oldu.
Bundan öte Cenab-ı Hak
O'na geniş bir arazi, pek çok nimet ve sayısız mal nasibetti. Ve Allah kulu ve
Rasûlüne olan ihsanını tamamladı, O'na İsmail'i bağışladı. Her ikisine de
Allah'ın selamı olsun.
Daha sonra Sare'nin
Hacer ile olan problemi ortaya çıktı. Cenab-ı Hak İbrahim'e Sare'nin dediklerine
icabet etmesini vahyetti. O da bunun üzerine İsmail'i ve annesini oradan
çıkartıp ekinsiz bir vadiye yerleştirdi. O vadide ne su, ne de insan vardı.
Sonra Allahu Teâla Halil'i İbrahim'in duasına icabet etti ve Mekke yerleşim
bölgesi oldu. İsmal de Cür-hüm kabilesinden olan Arapların arasında büyüdü ve
gelişti. Gençlik çağına geldiğinde de onlardan bir kızla evlendi. Babası ise
oğlu İsmail'i zaman zaman ziyaret ediyordu. Cenab-ı Hakk'm emri geldiğinde ise;
İbrahim ve oğlu Beytullah'ı yapmaya başladı ve yaptı. Sonra Allah o ikisine
menasiklerin hepsini (ibadet edilecek yerlerin hepsini) gösterdi. O zamandan
beri her taraftan insanlar Mekke-i Mü-kerreme'ye gelmektedirler.
Subhanallah! İbrahim,
Irak'tan çıktığı zaman Cenab-ı Hakk'ın O'na ne yapacağını
bilmiyordu. Bütün bildiği şey; Allah'ın emrine âmâde olduğuydu. O hiç bir zaman
herhangi bir toprağa veya vatana bağlı değildi. Cenab-ı Hak O'nun için Şam beldesinde
tevhid minarelerinden bir minare dikmesini dilemişti.
Ve İshak'a,
İbrahim'den sonra Peygamberlik görevi Cenab-ı Hak'tan nasib olur. İshak'tan
sonra da Yakub geldi. Süleyman Aleyhisselam gelip Mescid-i Aksa'yı yapıncaya
kadar böylece Nübüvvet zinciri devam etti, (Allah'ın selat-u selâmı hepsinin
üzerine olsun).
Mekke-i Mükerreme'de
ise; İbrahim Hacer'i Mısır'dan getirdi ve Cenab-ı Hak Hacer'in Arapların anası
olmasını diledi.
Allahu Teâla İsmail'i
Hicaz'ın Araplarına ve Yemen'e gönderdi. O da onları Hanif dine davet etti.
Onlar da bu davette O'na icabet ettiler. Bu davetin eserleri Peygamberlerin
sonuncusu gönderilinceye kadar kesilmedi. Bu son Peygamber İsmail'in
nes-lindendir. Salat ve selamların en faziletlisi onların üzerine olsun.
Böylece Şam diyarı İshak'm tem-silciliğiyle, Arap yarımadasıysa İsmail'in
tem-silciliğiyle birleşmiş oldu. İbrahim Aleyhisselam ise bu birliğin lideriydi.
Cenab-ı Hak Halil'i için iki tane beyt'in olmasını diledi. Biri Kudüs'te,
diğeri de Mekke'de. İbrahim Aleyhisselam bu iki beyt arasında gider gelirdi.
Bunda da şöyle açık bir delil vardır, o da bu mıntıkanın bir tek vatan
olduğudur. Öyle ise bu bölgenin parçalanması, devlet ve krallıklara ayrılması
caiz değildir.
Ve Cenab-ı Hak,
Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in İsra'sınm Mekke'den, Kudüs'e olmasını
diledi. Orada Allah'ın Nebi ve Rasûllerine imam olarak namaz kıldırdı, sonra
da semaya (Miraca) götürüldü.
"Kulunu bir
gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren
Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir."
Eğer Cenab-ı Hak
dileseydi Rasûlü'nün Miracı Kudüs'ten olmayıp da Mekke'den olurdu... Fakat yüce
Allah, İsra'nm, Mekke ile Kudüs arasında ve Miracın da Kudüs'ten olmasını murad
etti. Kudüs'ün Mekke'yle irtibatlı olduğuna dair burada açık bir delil vardır.
Rasûlullah'm
Sahabeleri bu gerçeği idrak etti, Şam diyarını fetih için yola koyuldular ve
Aksa'yı Rum putlarından temizlediler.
Allah düşmanları
defalarca Kudüs'e hücumlar ettiler ve işgal etmek istediler. Fakat bütün bu
gayretler Müslümanların kararlılığı ve güçleri karşısında kırılıp yok oldu.
Şam'ın plan sahibi
şöyle diyor:
"Bütün dünya
eskiden beri Şam diyarının konumunu ve önemini anladı. Bundan dolayı o belde
savaşçılar ve orduların hedefi oldu. Deniz ve karadan birçok birlikler
geldiler. Babil ve Fars'lar doğudan, kuzeyden geldiler. Ğâzân, Hulâku ve
Ti-murlenk de doğudan geldiler. Napolyon ise batıdan, deniz yoluyla güneyden
geldi.
Mısırlı İbrahim Paşa
ise kara ve denizden yani batı ve güneybatıdan geldi. İngiliz, Fransız ve Araplardan
oluşan birleşik ordular da güney ve batıdan geldiler. (Arap ordularından
maksat, Faysal b. Hü-seyn'in ordusudur.)
Şam Ömer
İbn-i'1-Hattab'ın akıncılarını da gördü. Ebi Übeydete El Cerrah, Halid bin
Velid, Musa bin Nuseyr, Nureddini Zengi, Selahaddin El Eyyubi ve Sultan Selim
gibi fatihlerden olanları da gördü. Ömer bin Abdul Aziz ve İbn-i Teymiyye gibi
Mü-ceddidleri de Şam diyarı görmüştür. Ve Şam beldesi, Buhtu'nnasr, Hulâku,
Cengiz, Gazan ve Timur gibi savaşçıları da gördü."[101]
Ey Şam diyarındaki Müslümanlar!
Sizler çok iyi
biliyorsunuz ki, beldeniz vahyin iniş yeri, İbrahim Aleyhisselâm ve diğer
Peygamberlerin karar kıldığı, Cenab-ı Hak yedi kat semalar'ın üzerinden orayı
mübarek eylediği bir yerdir.
"Kulunu bir
gecede Mescid-i Haram'dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren
Allah, her türlü noksanlıklardan münezzehtir."
Rasûlullah Sallallahu
Aleyhi Vesellem de şöyle buyuruyor:
"Şam'a müjdeler
olsun. Muhakkak Rah-man'ın melekleri kanatlarını oranın üzerine
yayıcı-dırlar."[102]
Beldeniz ahir zamanda
Mesih İsa Aley-hisselam'ın inişine de şahit olacaktır. Mehdi'ye tabi olarak
orada namaz kılacağına da beldeniz yine şahit olacaktır. Allah'ın arzında
O'nun Şeriat'ı hükmedecek,
Allah'ın düşmanlarına karşı sizin beldeniz cihad edecek ve onlara
galip gelecektir.
Ey Şam diyârmdaki
müslümanlar!
Nasıl işlerinizin
dizginlerini ırkçı, hı-rıstiyan, haçlı, laik ve batini propagandacılara teslim
ettiniz?
O mülhid kafirlerin
sizleri hürriyetinize kavuştura-caklarına nasıl inandınız? Sizleri ve
Filistin'i mücrim yahudilerden kurtaracağına nasıl inandınız?
Yarım asırdan beri
Cenab-ı Hak'tan size gelen azaplar, dersler ve karşılaştığınız zorluklar ve
çileler size yetmedi mi?.... Bir kavim kendini değiştirmediği müddetçe, Allah
da o kavmi değiştirmez.
Bunu bilmenizin zamanı
gelmiştir. Halisane olarak Allah'a dönüşünün ve saflarınızı "La İlahe
İllallah, Muhamnıedun Rasûlullah" bayrağı altında birleştirmenizin zamanı
gelmiştir.
Beldenizin tıpkı
İbrahim'in, İshak'm, Davud'un ve Süleyman'ın.... günlerinde olmasına yardım
edecek bütün sebepleri elde
etmenizin zamanı gelmiştir
(Aleyhimu's-Salâtu Ve's-Selâm). Tıpkı yüce İslâmi fetih günlerinde
olduğu gibi olmanıza yardım edecek her vesileyi elde etmenizin zamanı
gelmiştir. Bu Allah'a zor bir şey değildir»
Ve'1-Hamdülillahi
Rabbi'l Alemin.
Sevgili okuyucu, kitabın davamı olan
'Allah'ın Rasûlü
Şuayb'
isimli ikinci cilde
buluşmak duası ile. [103]
Yüce Kurana ve sahih
sünnete dönmek, Kuran ve Sünneti bu ümmetin selefinin (sahabe - tabiûn -
etbeuttabiin) anladıkları ölçülerle anlamak, hayat her sahasına Kuran ve
Sünneti hakim kılmak. Bu konuda Allahü Tealanın şu ayeti bize yol
göstermektedir: "Hidayet kendisine tebliğ edildikten sonra kim Resule
karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola saparsa, onu seçmiş olduğu
yolda bırakır, cehennen atarız. O, ne kötü bir düşüştür." (Nisa: 115)
Müslümanın hayatına
girmiş olan şirkin her çeşidini temizlemek. Münker ok her beşerî ideolojiden ve
bidatten müslümanları sakındırmak. İslam'ın özüm bilen muteber hadis alimleri
tarafından kusurlu görülen bütün zayıf ve mevz rivayetlerden sünneti
arındırmaktır. Çünkü bu iftiralar, tertemiz olan İslamı bozmakta ve
müslümanların önünde her zaman bir engel teşkil etmektedir. Müslümanları hak
din ile terbiye etmek ve onlan, İslam'ın ahkâmını yürürlüğ koymaya teşvik
etmek. İnsanları, Allah'ın nzasına ulaşmak hususunda kefil olan İslam'ın edep
ve faziletiyle süslenmeye çağırmak ki, ancak bu haslet ile saadete erişilip
zirveye ulaşılabilinir.
İnsanları gerçek ve
sahih anlamda Allah sevgisine davet etmek. Bu da ancal< takva ve taatle
olur. Ayrıca insanları Rasûlullah sevgisine davet etmek ki, bu da, Ona uymak ve
kendisini en güzel örnek kabul etmekle olur. İmam Malikin ifade ettiği şekilde,
insanları Selef-i Salihininyoluna döndürmek: "Bu ümmetin evveli, selefi ne
ile ıslah olduysa, sonra gelenleri < öyle ıslah olur. O gün dinde olmayan
şeyler, bu gün de dinden değildir." İslam birliğini kurmak için azimkar
olmak ve müslüman cemaatlerin programlarını hak üzere ve hak yolda toplamaya
gayret göstermek. Müslümanların vahdeti yerine, dağılmalarına vesile olan
hizipçilik musibetinden uzak kalmak. Çünkü biliyoruz ki bu hizipçilikler, İslam
kardeşliğinin temiz atmosferini yok etmektedir.
Çağın şu andaki bütün
problemlerine İslam'ın sunduğu çareleri ve huzuru takdim etmek, Rabbanî toplumu
yeniden oluşturabilmek ve yeryüzünde Allah'ın hükmünü tatbik etmek için
Resûlullahın ölçülerinden taviz vermeksizin çalışmak.
İşte bu, bizim
gayemizdir. Bütün müslümanlan, ayınm gözetmeksizin, topluca bunları hayata
geçirmeye ve bizlere yardımcı olmaya çağınyoruj Çünkü bakî olan İslam'ın
yeniden yayılması için samimî kardeşlik duygularıyla, saf bir muhabbetle ve en
önemlisi de Allah'ın yardımıyla, bu gayeyi hayata geçirmek, üzerimize büyük bir
emanettir. Saf, katışıkst gönüller, Allah'ın vaadi, zaferi ve nizamının
gerçekleşmesinin teminatıdı "Şeref Allah'ındır, Rasûlünündûr ve bütün
müminlerindir." (Münafikûn: 8)
[1] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları:294-296.
[2] El Mmtaku: Kuşak demektir. Mim'in Kesresi, nun'un
sükunu ve tâ'nın fethesiyle okunur. Bele bağlanır. Çoğulu Menatık'dır. Kuşağı
bağlamasının sebebi: Sare, Haceri İbrahim'e vermişti. O da İbrahim'den İsmail'e
hamile oldu. Sare onu kıskandı ve O'nu doğurduğunda O'ndan üç azasını
keseceğine dair yemin etti. Bunun
üzerine Hacer beline kuşak bağladı ve eteklerini iyice uzattı ki hamilelik
eserini Sare'den gizleyebilsin. Deniliyor ki, İbrahim Hacer hakkında kendisine
yardımcı oldu ve Sare'ye dedi ki: O'nun kulaklarını delmekle ve sünnet etmekle
ise; Araplarda ilk defa eteklerini yerlere kadar sürütmek İsmail'in annesinden
kalmıştır, der ve hadisi zikreder. Fethu'l Bari'den alınmıştır. 7/208
[3] Zemzem: Bugün bilinen kuyudur. O zaman mescid yapılmış
değildi. Hatta Mekke bile meskûn bir yer değildi.
Ed Devhetü: Hangi ağaç olursa olsun, büyük ağaç demektir. Çoğulu
"Devhun"dur.
[4] İbrahim hanımı Sare'ye olan rağbetinden nasıl ciğer
paresi ve göz beği İsmail'i hiçbir insanın ve yardımcının olmadığı vahşi bir
sahraya bıraktı?
İbrahim'in yumuşak
huyluluğu ve ince kalpliliğiyle, oğlu İsmail ve annesi Hacer'e karşı bu sert
konumunu nasıl birleştireceğiz?
Bu iki soruya karşı
cevap Hacer'in sorusunda ve İbrahim Aley-hisselâm'm cevabında çok açık ve
ortadadır.
"Bunu sana emreden
Allah mıdır? O da dedi ki: "evet"
Öyle ise: Muhakkak ki
(Sare) İbrahim Aleyhisselâm'dan Hacer'i ve oğlunun seslerini duymamak için onları
en uzak yerlere götürmesini istemiştir. Hikmeti,isimleri ve sıfatları yüce
olan Allah ise İbrahim Aley-hisselâm'a oğlunu Mekke'yi Mükerreme'
yerleştirmesini emretmişti. Ve İbrahim Rabbinin emrini yerine getirmiş, biricik
ve küçücük yavrusunu ekinsiz bir vadiye bırakmıştır. Sonra da geldiği yere
derhal geri dön-müştür.İbrahim Hacer'e hiç iltifat etmemeye ve ona cevap
vermemeye başladı. Sebebi ise; kalbinde bir yumuşaklık olur da bu yumuşaklıktan
dolayı Rabbinin emrini yerine getirememekten korkuyordu.Allah'm emrinden dolayı
Halil Aleyhisselâm'm böyle davranmasında bir gariplik ol-masada bunun Allah'ın
emri olduğunu öğrenince Hacer'in "Öyle ise O bizi zayi etmez"! sözüne
hayran olunur. Bir kadm çorak ekinsiz bir yerde, orada sığınacağı herhangi bir
ev yoktur. Ünsiyet edecek insanlar da yoktur. Kendisinin içeceği ve çocuğuna
içireceği bir su kaynağı da yok. Güvenebileceği herhangi bir rızık geliri de
yoktur.
Bu kadın, bu işi
İbrahim'e emredenin Allah olduğunu öğrenice mutmain oluyor. Hiçbir yırtıcı
hayvandan ve diğer tehlikeli şeylerden kork-madı. Çünkü Cenabı Hakkın koruduğu
kimseye onların en ufak bir zarar vermesi mümkün değildir. Allah'ın koruduğu
kimseye karşı onlar en zayıf ve en korkak olurlar.
Alimler ve davetçiler Hacer'in imanı gibi bir imana ve Hacerin Allah'a
teslimiyeti gibi bir teslimiyete ne kadar da muhtaçtırlar
[5] Buhari'nin Sahih'inde tahric etmiş olduğu, Kesir bin
Kesirden gelen İbrahim bin Nafi rivayetinde ise; "Ne zaman ki
"Kedae"ye ulaştılar" şeklindedir. Kedae, Allah Rasûlü
Aleyhisselâm Mekke'ye girdiği yerdir.
[6] - Bazıları
"Beyte yönünü döndü" sözünden ve Cenabı Hakk'm "İbrahim'e Beytin
yerini gösterdiğimizde..." kavlinden Beytin eski olduğunu
anlamışlardır. O'nu ilk yapan ise Âdem
(aleyhisselâm) olduğuna kail olmuşlardır. Bazıları da: Beyti ilk yapanın
İdiris (aleyhisselâm) olduğu ve
daha sonra Nuh
tufanıyla yıkıldığını
söylemektedirler. Bu sözler için itimad edilecek sahih bir delil yoktur.
İbn-i Kesir şöyle
diyor:
"Beytin Halil
(aleyhisselam)'dan önce yapılmış olduğuna dair Masum (Hz. Muhammed)'den sahih
herhangi bir haber gelmemiştir. Bu konuda "Beytin yeri" kavline
tutunanlar için denir ki, bu delil açık ve kesin değildir. Çünkü bundan maksat
Allah'ın ilminde takdir olunmuş yeri demektir.
O'nun yüce takdirinde
Beyt'in yerinin kararlaştırılmış ve Nebilerin indinde ta Adem'den İbrahim'in
zamanına kadar takdir edilmiştir. Adem (aleyhisselam)'ın Beyt'in üzerine kubbe
diktiğini zikretmiştik. Melekler O'na dediler ki: Senden önce bu Beyt'i tavaf
etmiştik. Gemi de O'nu kırk gün veya buna yakın bir zaman Beyt'i tavaf ettiğini
de zikretmiştik. Fakat bütün bunlar İsrail oğullarının haberlerindendir. Biz
bu haberlerin ne tasdik edilip ve ne de yalanlanmıyacağmı kararlaştırdık. Bu
haberlerle delil olmaz.
İbn-i Kesir'in Kısasu'l Enbiya adlı kitabından alınmıştır. 1/226 Bu
sözün bir benzerini de Edvau'l Beyan sahibi söylemektedir. 5/64
[7] Ayeti Kerimedir. "Ey Rabbimiz! Ben senin mukaddes
olan evinin yanında ekinsiz bir vadide evlatlarımdan bir kısmını yerleştirdim.
Ey Rabbimiz! Bu Beyt'i Haram'da dosdoğru namaz kılmaları içindir. İnsanlardan
bir kısmının kalplerini onlara meylettir. Şükretmeleri için, o belde halkını
bazı meyvelerle rızıklandır." İbrahim Sûresi, ayet: 37
[8] Yani ağzından köpük salyalıyor ve kendini yere vurup
çırpmıyor. Keşmiyni'nin rivayetinde ise; diliyle dudaklarını yalıyordu şeklindedir.
Mamer'in rivayetinde de böyledir. İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde ise;
ölmek için inliyordu sanki,
şeklindedir. Yani sesini yükseltip alçaltıyor ve inliyordu.
Sanki can çekişiyordu.
[9] Dıru'l Mer'eti: Kadının gömleği demektir. Böyle
zikredilmiştir. Muhtaru's Sıheh adlı sözlükten aktarılmıştır.
[10] Allah Rasûlü Aleyhisselam'm şu kavline bak:
"İşte insanların
Safa ile Merve arasındaki sayı bundan kalmadır." Her yıl insanların Safa
ile Merve arasında tıpkı Hacer gibi say yapmalarından Hacer için daha büyük
bir ikram ve yüceltme olabilir mi? Allah O'ndan razı olsun. Bu nasıl bir şuur
ortaklığı ki en uzak yerler müslümanların koşarak geliyorlar.Say'da bütün
kalpleriyle Hacerle bir-likte aynı duyguları, hisleri ve hareketleri
yaşıyorlar.Bu ne büyük bir hedef birliğidir?
Üstad Ebu'l Hasan Ali
El Hasani En Nedvi şöyle diyor: Mümin ve muhlis bir kadından açığa çıkan bu
mecburi hareketleri Cenabı Hak ebedi kıldı.Her asırdaki ve her nesildeki
akıllıların, fel-Nofecilerin, dahilerin, lider ve meliklerin en büyüklerinin
yapmakla mükellef oldukları ihtiyari hareketler yaptı. Öyle ya, onların hac
ibadetleri bu iki dağ arasında say yapmadan tamam olmuyor. O iki dağ ki, her sevenin
ve her itaat edenin miykatıdır. Say, müslümam bu alemde en güzel bir şekilde
temsil etmektedir. O, akıl ile duyguyu, güzellik ile inancı bir araya
toplamaktadır. Müslüman akıldan yardım alır ve onu hayatının menfaatleri
yolunda kullanır. Fakat bazen de duygularına boyun büker. O duygular ki,
akıldan daha derinlerdedir. Müslüman şu alemde yaşar ve bazen olur ki, şehvetler
tarafından kuşatılır ve süslerle ve gösterişle etrafı dolar. Fakat o, bunların
aralarından yürür gider. Tıpkı Safa ve Merve arasındaki Say yapan gibi.
Herhangi bir şeye takılmaz ve hiç bir şeye bağlanmaz. Sadece onun hedefi ve
işi kendisini karşılayan şeydir (ahiretidir). O, hayatını belirli şavt'lar
(Kabe etrafında tavafta her bir dönme) olarak kabul eder. Hayatım Rabbine
itaata hasreder. Kendinden önceki salih müminlere uymaya tayin eder. İmam, onu
çalışma ve araştırma yapmaktan asla men etmez. Çalışması da Allah'a olan
tevekkülünü ve O'na olan güvenini engellemez.
Öyle bir harekettir ki,
kıymeti, ruhu ve mesajı "Sevgidir" ve "tes-limiyet'tir."
El Erkanu'l Erbeatü (Dört Rükün) adlı kitaptan alınmıştır. Sayfa 237.
[11] Sah: Sus demektir. Adeta kendi kendine hitab edip sus
demiş oluyor.
[12] Yani bana yardım et. İbrahim bin Nafi ve İbn-i
Cüreyc'in rivayetlerinde ise; dedi ki: Eğer yanında bir hayır var ise bana
yardım et, şeklindedir.
[13] İbrahim ve Cüreyc'in rivayetlerinde ise; "bir de
baktı ki Cebrail". Taberi'nin indindeki senedi Hasen olan Ali hadisinde
ise: "Cebrail O'na seslendi ve dedi ki: Sen kimsin? O da dedi ki:
İbrahim'in çocuğunun annesi Hacer'im. Cebrail dedi ki: O sizi kime emanet etti?
Hacer: Allahu Teala'ya emanet etti? Cebrail: Size kafi birini vekil etmiş
dedi"
[14] Akabihi: Yani arka ayağıyla. Ve "arka ayağıyla
kazdı veya dedi ki kanadıyla" sözü ravinin tereddüdüdür. İbrahim bin Nafi
rivayetinde ise; "arka ayağıyla bu şekilde dedi ve ayağıyla yeri eşeledi
"dir. Bu arka ayağıyla olduğunu tayin etmek içindir. Fethu'l Bari'den
nakledilmiştir.
[15] "Fe Caelet tuhavviduhu": El Ehvad'm
müfredidir. Hader Recül yani havuz edindi. Suyun toplandığı yer demektir. Allah
Rasûlü (aley-hisselam)'m "Aynen maiynen" yani açıktan açığa
yeryüzünde akan demektir.
Nafi'nin rivayetinde
ise: "Kane'l Mau Zahiren", yani su açıktan olurdu (akardı). İbni'l
Cevzi dedi ki:
"Zemzem herhangi bir çalışanın ameli olmadan tamamen Allah'tan bir
nimettir. Ve ne zamanki Hacer O'nun etrafını çevirip havuz yaptı, ona insan
emeği karıştı ve su da azaldı.
[16] Yani helak olmaktan korkmayın demektir. Ebi Cehm
hadisinde ise: "Suyun yok olmasından korkma" şeklindedir. Elfakihe'nin
indindeki Eyyup'dan gelen Ali bin Elvaziî'nin rivayetinde de: Bu vadi ehlinin
susuzluğundan korkma. Çünkü o bir kaynaktır ki, ondan Allah'ın misafirleri
içerler' biçiminde gelmiştir.
[17] "Bu çocuk bina eder". Ve yine orada
(Buhari'nin rivayetinde) mefûl'ün hazfedilmiş haliyle de varit olmuştur.
İsmail'in rivayetinde ise: "Onu yapar" şeklindedir. Ve "İçti ve
emzirdi" sözünde, Zemzem suyuyla gıdalandığma işaret vardır. O şekilde ki,
yeme ve içmede Hacer'e kafi geliyordu.
[18] Rüfkartün: İster seferde olsun ister olmasın karışık
bir cemaat demektir. (Kafile).
[19] Cürhüm'lüler Kahtan oğullarındandır. Kahtanlılar
Amr'ın, o da Şaliğ'in, o da Erfeğşez'in, o da Şam'ın, o da Nuh'un oğludur.
İbn-i İshak diyor ki:
Diller ilk defa
konuşulduğunda Arapçayı ilk konuşanlar Cürhüm ve kardeşleri Katura kabilesidir.
Cürhüm'ün reisi, Mudad bin Amr idi. Ka-tura'nın ise: Es Semi idi.
Hepsine birden de Cürhüm denilmektedir. Ata bin Es Saib'in rivayetinde
de: O zaman Cürhüm Mekke'ye yakın bir vadide idi. Deniliyor ki Cürhümlülerin aslı
Emalikalılar'dandır.
[20] Dönen bir kuş gördüler: O kuş su üzerinde tekrar tekrar dolanıyordu.
[21] Çeri gönderdiler: Yani elçi gönderdiler Geri bazen
vckiln ve çalıştırılan işçiye de denir. Deniliyor ki böyle isimlendmlinc=imn
sebebi: Hönderildiği yere veya vekil edildiği şeye gitmesindendır. Ya da
ih-liyaçlarında çok süratli
gitmesindendir. İbrahim bin
Nafinin rivayetinde ise: "
Rasûl (elçi) gönderdiler" şeklindedir.
[22] İsmail'in annesi bu anlaşmayı yaptı: Mukavele,
ahitleşme demektir. Ünsiyet ise, yalnızlığın zıddı demektir.
[23] "Onlardan
Arapça öğrendi." Burada annesinin ve babasının dilinin Arapça olmadığı
anlaşılmaktadır. Ancak İsmail Arapçayı çok fasih bir şekilde konuşuyordu.
[24] Enfesehum: Fe'nin ve Sin'in fethesiyledir. Nefasetten
gelir. Yani onların İsmail'e karşı olan rağbetleri çok oldu demektir. İsmail'in
rivayetinde ise "Enisehum" şeklindedir. Fe harfi olmaksızın, üns'den
gelmektedir.
[25] Bıraktığından haberdar olmak: Yani orada bıraktığının
halinL araştırmak. Hacer'in ölümü, İsmail'in evlenmesi esnasında oldu.... İş
Cenabı Hak, Hacer'e ve oğluna suyu ve insanları böyle kolaylaştırıyor^ Daha
sonra da Cürhüm kabilesini onlara gönüllü kıldı. O şekilde kıî' Zemzem suyunda
hiçbir hakları olmadığına dair olan şartı kabul ettiler. Halbuki Arapların
savaşlarının çoğu su yüzündendir. "Kim Allah'tan korkarsa, Allah onun için
bir çıkış nasib eder ve onu hiç bilemediği yönden rızıklandınr."
[26] "Yebteği Lena": Yani bizim için rızık
tabediyor (arıyor), demektir. İbn-i Cüreyc'in rivayetinde ise; İsmail'in
geçimi av idi. Çıkarır (balık çıkarır) ve av yapardı, şeklindedir. Buhari'nin
Sahih'inde Selemo bin El Ekva (r.a)'dan tahric ettiği bir hadiste: Nebi
Aleyhisselam Müslümanlardan savaş eğitimi yapan bir guruba uğradı ve
buyurdular ki: Ey İsmail'in oğulları atın, çünkü babanız İsmail atıcıydı
(okçuydu)....."
[27] Ata bin Eş Saib'in rivayetinde "Sizin misafiriniz
var mıdır" fazlalığı vardır.
[28] Ebi Cehm hadisinde ise: "İbrahim O'na (İsmail'in
hanımımı) dedi ki: Ev (eviniz) var mı? O da: Hayır yoktur dedi. İbrahim:
Yaşantını/, (geçiminiz) nasıldır? dedi. O da: zorluktan bahsetti ve dedi ki:
Yemrv gelince, yemek yoktur. Koyunlara gelince onlar da sağılmıyor, sade
<> deve, o da sütten kesilmiş, çok az ,o da kan gibi sağılıyor. Suya
gelin* > , işte gördüğün gibi sert ve katı su, dedi.
[29] Kapının eşiğinin değiştirilmesi, boşama kinayelerinden
bir kinaye sözcüğüdür. Bu İsmail'in "O babam senden ayrılmamı bana emretmiş"
sözünden bu açık olarak anlaşılmaktadır. Ben derim ki: İbrahim'in oğluna
hanımını boşamasını emri işinin sebebi şudur: Birincisi "Hiz şer
içindeyiz" sözüyle Allah'ın kaza ve kaderine karşı kızgınlığını ortaya
koymasıdır. Oysa Müslüman fakir de olsa Cenabı Hakkın em-ı ine boyun eğmek
zorundadır.Şer, zenginlikte de olabilir. Allah Rasûlü Aloyhisselâm vefat
ettiğinde zırhı bir yahudinin yanında rehin idi. llazen olurdu ki bir ve iki ay
geçtiği halde onun evinde ateş yanmazdı.... Diğer bir sebebi ise: İsmail'in
hanımının misafiri kötü karşılaşmasıyla (l/.iîtlenebilir.İbrahim'in en belirgin
bir ahlakı da ikram ve misafire karşı nlinin çok açık olması idi. En iyisini
Allah bilir.
[30] İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde ise: "Ey
Allahım! Onları yiyeceklerinde ve içeceklerinde mübarek kıl" şeklindedir.
Yine İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde: "İbrahim'in duasının
bereketidir" diye gelmiştir. Bu sözde hazf vardır. Takdiri ise: Ehli
Mekke'nin yiyeceğinde ve içeceğinde İbrahim'in duasının bereketidir
şeklindedir.
[31] Haluvet biş şeyi ve uhtuliyet: Yani ona başka bir şey
karışmadığı zaman denir. Ebi Cehm hadisinde de: "Mekke ehlinden başka hiç
kimse et ve sudan başkasına dayanamaz ve midesinden şikayet eder"
fazlalığı vardır. Ve yine Ata bin Es
Saib hadisinde buna benzer olarak O (İsmail'in hanımı) dedi ki: Allah sana
rahmet etsin, konakla ve ye iç. İbrahim de: Ben konaklıyamam dedi. O da: Ben
seni toz toprak içinde görüyorum, başını yıkayıp yağlamaz mısın? dedi. İbrahim
de: Evet, ilh. (böylece hadis sonuna kadar devam edip gitmektedir.)"
[32] Ebi Cehm hadisinde şu fazlalık vardır: O (İbrahim)
dedi ki: Sen benim nazarımda çok kıymetliydin ve İsmail'e on erkek çocuk doğurmakla benim
indimde çok daha kıymetli oldun."
[33] "Sonra Allah'ın dilediği kadar onlardan ayrı
kaldı ve bundan sonra geldi" sözünde, İbrahim (aleyhisselâm) zaman zaman
her vakitte Mekke'ye geldiğine ve oğlunu ziyaret ettiğine delalet vardır.
Halil, oğlunu Mekke'de bıraktığında İsmail daha çocuk olmasına rağmen, babasının
şeklini (simasını) tanıyordu. Bu da gösteriyor ki, İbrahim Aleyhisselâm
defalarca gidip gelirdi.
[34] En Neblü: Tüyü ve ucunun demiri takılmadan önceki oka
denir. Bu bir Arap okudur.
[35] "Bir babanın oğluna ve bir oğlun babasına
yaptıkları gibi yaptılar." Yani musafaha , sarılmak ve buna benzer şeyler
demektir.
[36] İbn-i Cehm'in rivayetinde: "Ve odayı Beyt'e dahil
etti. Daha önce o oda İsmail'in koyunlari için bir ağıldı. O Beyt'i taşları
birbiri üzerine koyarak yaptı. Beyt için tavan yapmadı. O'nun için bir kapı
yapmıştı. Beyt için bir de kiler (depo) yaptı. Beyt için gelen hediyeleri o kilere
koyardı.
[37] "Bu taşı getirdi": Yani makam'ı getirdi
demektir. İbrahim bin Nafi'nin rivayetinde ise: "Ne zaman ki bina yükseldi
ve Şeyh (İbrahim) taş taşımaktan aciz kaldı, işte o zaman makam taşının üzerine
çıktı." şeklinde varit olmuştur.
Osman'ın hadisinde de
şu fazlalık vardır: Rükün ve makam İbrahim'e indi. İbrahim makam'ın üzerinde
durur, onun üstünde binayı (Beytullahı) yapardı. Rüknün yerine ulaştığında onu
bu günkü yerine koydu. Ve makamı alıp Beyt'e yapışık yaptı. İbrahim Kabe'yi tamamlayınca
Cebrail geldi ve ona bütün menasikleri (ibadet yapılacak yerleri ve usûlleri)
gösterdi. Sonra İbrahim makam'ın üzerinde durdu ve dedi ki:
"Ey insanlar,
Rabbinize icabet edin." Ve İbrahim ve İsmail şurada
durdular (dikildiler).
[38] Fethu'l Bari, 7/208-215, Albani, El Halebi Matbaası.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin
Metodu, Guraba Yayınları: 297-311.
[39] Bakara Sûresi, ayetler: 127, 128, 129
[40] Hac Sûresi, ayetler: 27, 28, 29
[41] Kasas Sûresi, ayet: 57
[42] Kureyş Sûresi, ayet: 3,4
[43] Müslim Sahih'inde, Mekke'nin haram edilişi bölümünde
rivayet etmiştir. 9/123 Sahihi Müslim, Nevevi şerhi."Ezhir" veya
"İzhir":Mekkelilerin demircilikte ve evlerinin çatılarını örtmekte
kul-landıkları.vadilerde yetişen bir ottur.(Ahmet Davudoglu Müslim Tercümesi
C.7.5.119,120)
[44] Onu İmam Ahmet Müsnedinde tahric etti. 5/262 Halebi
Matbaası. Bir benzerini de yine İmam Ahmet Ebi Seleme'den tahric etmiştir.
(Kasımi tafsirinden 2/258)
[45] Muttefekun aleyhtir. Lafzı ise Buhari'ye aittir.
[46] El Erkan-ül Erbeatü. (Dört Rükün) Ebu'l Hasan Ali El
Hasani En Nedvi, sayfa 230-231, Daru'l Feth, Beyrut.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin
Metodu, Guraba Yayınları:312-319.
[47] İbn-i Ebi Hatim İbn-i Abbas'tan tahric ettiği bir
rivayette, Allah Rasûlü (aleyhisselam) buyurdular ki: "Peygamberlerin
rüyası vahiydir." Buhari ve diğerleri bu hadisi şerifi Ubeyb bin Amir'in
sözünden tahric etmişlerdir. Fethu'l Kadirden naklolunmuştur.4/406
Peygamberlerin
rüyasının vahiy olduğuna dair alimlerin getirdikleri ilgililerden bazıları:
Cenabı Hakkın İbrahim'in lisanı üzere gelen şu luıvlidir:
"Ey oğulcuğum,
muhakkak ki rüyamda seni kestiğimi görüyorum"
Ve İsmail şu cevabı
verdi:
"Ey babacığım,
emrolunduğunu yap" yani rüyasında gördüğü şey Cenabı Hak'tan bir emirdir.
Ve Buhari'nin Sahih'inde tahric ettiği hadiste, müminlerin annesi Aişe
(r.a)'nın sözü: "Allah Rasûlüne ilk gelen vahiy, uykuda salih rüyadır.
Rüya görürdü ve gördüğü aynen sabahleyin olurdu...." Fethu'l Bun, 1/25 ve
Er Ravdu'l Enfü, 2/193
[48] Saffat Sûresi, ayet: 102
[49] Saffat Sûresi, ayet: 103
[50] Saffat Sûresi, ayet:104,107
[51] Zadu'l Mead, îbni'l Kayyım Bl-Cevzi, Tahkik: Şuayb ve
Abdul Kadir El Ernut, 1/74
[52] Talak Sûresi, ayet: 2
[53] Meryem Sûresi, ayet: 54-55
[54] Sad Sûresi, ayet:45-48
[55] Nisa Sûresi, ayet: 163
[56] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 320-329.
[57] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 330.
[58] Muhammed bin Ka'b bin Seliym bin Esedi'l Kurezi'dir.
El Evs'in anlaşmahlarmdandır. Babası Kureyze'nin esirlerinden idi. Önce
Kufe'de, daha sonra da Medine'de oturdu. Bir çok sahabeden rivayet etmiştir.
İbn-i Sad diyor ki: Güvenilir bir alimdi. Çok hadis rivayet etmiştir ve
takvalı biridir. El Acili de diyor ki: Medine'lidir, tabiindendir, güvenilir ve
salih biridir. Kur'an'ı bilendir. îbn-i Hıbban ise: İlim ve fıkıh bakımından
Medine'nin en faziletlilerinden idi. Mescidde anlatırken O'nun ve
arkadaşlarının üzerine tavan düştü. O ve O'nunla birlikte cemaatı, onsekizinci
senesinde yıkıntı altında öldü. Ebu Bekir bin Şeybe ve başka biri de yüz
sekizinci senede kaydetmektedir. Yakub bin Şeybe ve başkaları on yedinci senede
öldüğünü söylerler. Öldüğünde yetmiş sekiz yaşında olduğunu da kaydederler.
İbn-i Hacer El As-kalani'nin Tehzib-ül Tehzib'inden nakledilmiştir.
[59] İbn-i Kesir Tefsiri, 4/18 El Albani El Halebi Matbaası
[60] Kasımı Tefsiri, ismi: Mehasinü't Te'vil.-14/5052-5057
Yazarı: Muhammed Cemalud Din El Kasımi
[61] Hud Sûresi, ayet: 71
[62] Edvau'l Beyan 6/691
[63] Zadu'l Mead fi Hedyi Hnyru'l îbad, 1/72, Tahkik: Şuayb
ve Ab-dulkadir El Ernut.
[64] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 330-339.
[65] El Bidaye ve'n Nihaye, îbn-i Kesir, 1/159
[66] 339- îbni Kesir Tefsiri, 4/17
[67] Tevratm yirmi ikinci bölümünde geldiğine göre: -Rab
dedi ki: Sevdiğin tek oğlunu al "İshak" ve gizli bir yere götür. Ve
O'nu ateşli olarak sana diyeceğimiz bir dağın basma çıkart.
Ve Tevratın -16- bölümünde de şu vardır: Sare'nin İbrahim'i Hacer'le
evlendirmesi konusunda hadis gelmiştir. Çünkü Rab O'nu (Sare) evlat doğurmaktan
tuttu (evlat vermedi). Sonra o (Hacer) İsmail'i doğurdu. İbrahim'in yaşı seksen
altı idi. Tevrat'ın yirmi birinci bölümünde geldiğine göre: İshak doğduğunda
İbrahim'in yaşı yüz idi. Kı-sasu'l Enbiya, sayfa: 102
[68] Zadu'l Mead, 1/72 Tahkik: Şuayb ve Abdulkadir El
Ernut.
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin
Metodu, Guraba Yayınları: 340-342.
[69] Nahl Sûresi, ayet:120-122
[70] Hicr Sûresi, ayet:78-79
[71] Miftahu Daru's-Saadet fil vechi, 147, ilmin fazileti
(Fethu'l Mecid'den nakledilmiştir), sayfa 58
[72] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 344-348.
[73] Al-i İmran Sûresi, ayet: 67
[74] Bakara Sûresi, ayet: 135
[75] Bakara Sûresi, ayet: 140 -141
[76] Al-i İmran Sûresi, ayet: 67
[77] Nisa Sûresi, ayet: 125
[78] Nahl Sûresi, ayet: 123
[79] Mümtehine Sûresi, ayet: 4
[80] Bakara Sûresi, ayet: 130
[81] Bakara Sûresi, ayet: 132 - 133
[82] Al-i İmran Sûresi, ayet: 68
[83] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette
Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 349-353.
[84] Nisa Sûresi, ayet: 125
[85] El Bidaye Ven Nihaye, İbn-i Kesir 1/169
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin
Metodu, Guraba Yayınları: 354-355.
[86] Enbiya Sûresi, ayet: 104
[87] îbn-i Abbas, hadisini Buhari Sahih'inde tahric
etmiştir. Bey-haki'nin rivayetini ise İbn-i Hacer Feth'inde zikretmektedir.
7/197
[88] Bu rivayeti Buhari Sahih'inde tahric etmiştir: Fethu'l
Bari, 7/ 198 ve 225, El Halebi Matbaası.
[89] Müslim'in
Enes'den rivayetine ve Buhari'nin Malik
bin Sasa'dan rivayetine göre Beytü'l Mamur Yedinci Semadadır. Fakat bu
Beyt'in şeklinden bahseden diğer rivayetler ise sahih değildir.
[90] Münziri'nin Sahih-i Müslim Muhtasarı. Bölüm, Nebi'nin
İsra olayı 1/27
[91] Buhari ve Müslim tahric etmişlerdir. Zadu'l Mesir'den
8/46
[92] Buhari, Fethu'1-Bari: 7/224
[93] Fethu'1-Bari: 7/221
[94] Münziri'nin Sahih-i Müslim Muhtasan 2/185
[95] Fethu'l Bari, 7/220 ve 10/152
[96] Bu iki hadisi Buhari Sahihinde tahric etti, Fethu'l
Bari, 7/197-198
[97] Ebu Hureyre'nin hadisini, Buhari Sahih'inde tahric
etmiştir. Fethu'l Bari, 7/199
[98] İmam Nevevi'nin Sahih-i Müslim şerhi. Haşiye, 15/121,
Daru'l Fikir Matbaası, Beyrut.
[99] Bunu Müslim Sahih'inde Ebu Hureyre'den olarak tahric
etmiştir. Kitabu'l Fadl (fazilet bölümü) Muhtasar Sahih-i Müslim, 2/162
[100] El Bidaye ve'n Nihaye, 1/171
Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin
Metodu, Guraba Yayınları: 356-365.
[101] Huttat eş-Şam (Şam'ın planı), Muhammed Kürd Ali 1/12,
16 Kısa özetlemelerle
[102] Bu hadisi Tirmizi tahric etmiştir, 2/33 ve hasen
olduğunu söylemiştir. Hakim ise Müstedrek'te tahric etmiştir, 2/184. El Albani
hadisin sahih olduğunu söylemiştir. Silsiletü'l Ehadisi's Sahihe, 5/503
[103] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: 366-373.
[104] Muhammed Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah’a Davette Peygamberlerin Metodu, Guraba Yayınları: Arka kapak yazısı